Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 102

HERŞEYİN

TEORİSİ TARİHİN
VE MİTOLOJİNİN
KİLİT NOKTASI
KONSTANTİN’İN
ATLANTİS’İ
İSTANBUL

SAVAŞ AYKILIÇ
ATLANTİS İSTANBUL’DUR

“İLYADA”’NIN “TRUVA”SI İSTANBUL’DUR

1
“TEVRAT”’IN “MUSA’NIN MISIR”’I İSTANBUL’DUR

“MUSA’NIN MISIR’DAN ÇIKIŞI” –“ İBRANİLER’İN LATİN İSTİLASI’NDA İSTANBUL’DAN


KOVULUŞU”DUR

ROMA İSTANBUL’A DEĞİL TERSİNE İSTANBUL ROMA’YA TAŞINMIŞTIR

“FİNİKELİLER” – “VENEDİKLİLER”DİR

“SALOMON”- “KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN”DIR

“SÜLEYMAN’IN TAPINAĞI”-“AYA SOFİA”DIR

“KYROS”-FATİH SULTAN MEHMET’TİR

“IV. HAÇLI SEFERİ” VE “1402 İSTANBUL LATİN İSTİLASI” NASIL “ORGANOTLAR SEFERİ” İLE ÖNCE
“ALEXSİAD”’A SONRA DA “İLYADA”-“TRUVA SEFERİ”’NE DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞTÜR

ORTAÇAĞ TARİHİ TOPRAK AĞALARI-ARİSTOKRATLAR VE KRALLARININ TARİHİ ; ONLARIN YAZLIK


SARAYLARI ROMA VİLLALARI , YUNAN VE ROMA MİTOLOJİSİ VE SANATI , BU ORTAÇAĞ YAZLIK
SARAYLARI İÇİN ÜRETİLEN MİTOLOJİ VE SANAT , YUNAN VE ROMA TARİHİ İSE ORTAÇAĞ’IN İKİZ
TARİHİ ; PARALEL EVRENİ ; ANALOĞU-GÖLGESİ VE SANAL DÜNYASIDIR

“İSKENDER” – CENGİZ HAN’DIR

SPARTAKÜST-MUSA-İSA-MUHAMMED’DİR

2
GİRİŞ

3
 Atlantis de İstanbul’du , Antik Mısır da , Kudüs de , Roma da !

 Antik Yunan ve Roma Tarihi ve Mitolojisi IV. Haçlı Seferi ve İstanbul ‘un Latin İstilası’nda nasıl
birleşiyor ?

 Musa’nın Mısır’ı İstanbul mudur ?

 İlyada’nın Truva’sı İstanbul olabilir mi ?

 İstanbul Latin İstilası’nı başlatan VI.Aleksios , İlyada’nın Aleksandra’sı –Paris’i olmasın ?

 İbraniler’in Kudüs’e (İstanbul’a) yeniden dönüşlerine izin verdiği ve İbrani Mitleri’nde Kyros
diye minnetle anılan hükümdar Pers Kralı değil Fatih Sultan Mehmet mi idi ?

 Tevrat’ta geç(il)en Kızıldeniz , İstanbul Boğazı mı idi ?

 Atlantis , İstanbul’un anagramıdır , harflerinin yer değiştirmiş halidir.(Bu sır da ilk defa burada
açıklanıyor.)

HERŞEYİN TEORİSİ İSTANBUL

Neden Her şeyin Teorisi İstanbul ?

4
Neden Yunan ve Roma tarihi ve mitolojisi ile hemen bütün tek tanrılı dinler tarihi ve efsaneleri
İstanbul’da birleşiyor , İstanbul’da kesişiyor , İstanbul’da düğümleniyor ve İstanbul’da çözümleniyor ?

Uzun yıllar İstanbul üzerine , İstanbul tarihi üzerinde yoğunlaştım. Sezgilerimle ilk önce tarihler
arasındaki , olaylar arasındak, , kişiler –kahramanlar arasındaki benzerlik dikkatimi çekti.

MISIR AKHENETON İLE NEFERTİTİ’Sİ İLE BİZANS İUSTİNİANUS İLE TEODORA’SI BENZERLİĞİ

Coğrafya farklı , tarihler farklı ama kişiler benzer , hatta olaylar ve olaylar örgülerinin yapıları aynı !

BİZANS GÖZÜNDEN ROMA TARİHİ

Her yeni dönem , her yeni çağ , her yeni düzen , bir önceki yerini aldığı zamanı kötülemek ve
itibarsızlaştırarak kendi meşrutiyetini ve haklılığını kanıtlamaya çalışır.

Tıpkı Bizans ve Roma gibi.

Hiristiyan olan Doğu Roma (Bizans) kendi geçmişini kötülemek için yeni tarihe Lat Kavminin (Latinler )
günahkar olduğunu kanıtlamak için Lut Hikayeleri uydurdular. Kendileri temiz , ama onlar pis
olmalıydı ! Kendileri ahlaklı ama Latlar günahkar ve sapık olmalıydı !

Geçmiş topyekün inkar edilmeliydi ve edildi de !

Efes Artemisinin üzerine bir kara çarşaf geçirildi ve bereket tanrıçası bir gecede Meryem Ana’ya
dönüştürüldü .

Konstantin , Jüstinianus’un ve II. Teodosius’un dünya imparatorluğuna ve erki papazlarla


paylaşmamaya ihtiyaçları vardı , konsilleri toplayıp Ariusçuluk Öğretisini ilan ederek , eskinin ana-
baba-çocuk üçlemesinin yerine baba-oğul ve kutsal ruhu koydular.

Ana Tanrıça Tapınakları , Kutsal Fahişe Pagan Tapınakları ilan edilerek itibarsızlaştırıldı.

Ana Erkil Dönem topyekün tasfiye edilmeliydi , edildi de !

Güzelim Ana Tanrıçalar Meduza , Hakate , Şahmeran vb. yılan , şeytan ve ejderhaya dönüştürüldüler.

Ana Erkil Dönemde , İnanna –İştar ve Athena , dişi tanrı kadar eril savaşçı tanrı özelliklerini de
bünyelerinde taşıyorlardı. Sonradan savaşçı tanrı , ana tanrıçadan ayrılarak bağımsızlaştı ve Ares ve
Mars gibi yeni tanrı adları aldı.

Ana Erkilizmden Ataerkilizme geçiş ve dönüşümde üç evre önemli idi :

5
1.) Ana Erkil İsis ve kucağındaki oğlu Horus (zamanla Meryem ve İsa ; Pitya/Pieta Heykeli’ne
evrimleşecekti ) örneğinde Ana Erkil-Tanrıça ( Otuz bin yıl süren, mağara resimlerindeki “Venüs” )
döneminden sonra , deyim yerinde ise , “yumuşak bir geçiş ile” , önce , ana tanrıça tahtını oğul (horus
, Zeus vb. ) ile paylaştı.

2.) İkinci evrede , hem ana erkil hem ata erkil tanrılar ve tanrıçalar döneminde , çok tanrılı pagan
zamanlarında Ana Tanrıça’nın Orta Asya (Kybeleya) ve Anadolu ve Ortadoğu versiyonu olan Kybele ,
tahtını “büyüyen oğul” olan sevgilisi Attis ile paylaşmaya başladı .

3.) Pagan Dönemin son döneminde Ana Tanrıçaların oğul-sevgili aşamalarından geçerek ata erkil
tanrı evrimleşerek Ana Tanrıçaların “eşi” ; kocası oldu. Hera , Zeus ile evlendi. Juppiter de (L)Uno ile.

Ve Tek Tanrılı Dinler’in ortaya çıkması ile Ana Tanrıça Dönemleri sona erdi.

KOPYA TARİHLER

Hz. İbrahim’in putları yıkması ile , Hz. Muhammed’in putları yıkması neredeyse birbirinin kopyası idi.

Antik Mısır’da Akheneton’un çok tanrılı Amon Dininden tek tanrılı Aton Dini’ne geçişi ile , Roma
Döneminde Büyük Konstantin’in pagan dönemden tek tanrılı dine (Hiristiyanlığa ) geçişi ve
Jüstinianus dönemlerinde yapılan İzmit (Nikomedya) ve Kadıköy (Kalhkedon) Konsüller Toplantısı’nda
İkonkırıcılık kararı ile kiliselerdeki ikonların (putların) yıkımı da , İslam’da resim ve heykellerin put diye
yasaklanması birbirinin kopyası sayılırdı.

Bu düğüm hatta kördüğüm nasıl çözülebilirdi ?

Bu kadarla kalsa iyi.

Şimdi de kopya tarihlere bir göz atalım.

“HAKKI YENEN PRENS” TRÜĞÜ

Efsane ve masallarda sık sık karşımıza çıkan bir trüx , bir örüntü vardır.

Hamlet gibi hakkı yenen bir prensin öyküsüdür bu.

6
IV.Haçlı Seferi –İstanbul Latin (Haçlı) İstilası sırasında “hakkı yenen prens” olarak karşımıza Aleksios
çıkıyor.

Sıra ile Bizans tahtına oturan beş Alexsios döneminde olanlar konumuz açısından oldukça ilginç , garip
, esrarengiz özellikler taşıyor.

Musa (hakkı yenen prens) ve Firavun ile Musa’nın Mısır’dan Çıkış Öyküsünün bir kopyası olarak bir
Aleksios’un (hakkı yenen prens) İstanbul’dan bir başka Aleksios olarak Haliç Denizi’ni (Kızıldeniz)
aşarak Balkanlar ve Yunanistan (Romania) ile Rum Pontus ve Moskova (Çargrad) Rum Prensliklerini
kurmalarında rastlıyoruz.

İstanbul 1204 Latin (Haçlı) İstilası ve onu takip eden yaklaşık altmış yıl süren ve dört Haçlı İmparator
gören İstanbul Latin (Haçlı) İmparatorluğu ve bu tarihten ( 1260) yaklaşık iki yüz yıl sonra Fatih’in
İstanbul’u fethi de dahil İstanbul surlarının tam dört defa yıkılıp dört defa fethedildiğine şahit
oluyoruz.

1. Haçlı Ordusu , (hakkı yenen prens) Aleksios ile birlikte 1402 yılında İstanbul’u denizden ve
karadan kuşatarak alıyor ve İstanbul’u Prens Aleksios’a teslim ediyor.

2. Haçlı Ordusu , anlaştıkları parayı imparator yaptıkları Prens Aleksios ve tahtın eski sahibi ve
şimdi de ortağı ye onun kör olan babası Aleksios’un Haçlıları istenmeyen adamlar ilan
etmeleri üzerine 1205 yılında ki bu sırada bir saray darbesi ile başa geçen bir başka Aleksios
(Mortofolos) döneminde İstanbul’u yeniden kuşatarak fethediyor.

3. Yaklaşık altmış yıl sonra son Bizans Prensi Aleksios’un (bu da bir hakkı yenen prens
kopyalaması) Haçlılar’ın savunduğu İstanbul’u kuşatarak İstanbul’un üçüncü defa
fethedilmesi.

4. Aradan geçen yaklaşık iki yüz yıl sonra da 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet’in (içinde yabancı
lejyoner askerlerin de bulunduğu) bir Osmanlı Ordusu ile İstanbul’u feth etmesi.

Yazılan kronikler ve tarihler böyle yazıyor ben onların yalancısıyım !

Karmakarışık işler !

Gel de çık işin içinden.

Hani Osmanlı Tarihleri’nin yazdığı “ Fatih’ten önce kimsenin alamadığı İstanbul “ nerede ?

İstanbul , Fatih’ten önce tam üç kere alınmış işte !

Bitti mi ? Hayır !

Kim kimden , hangisi hangisinden kopya çekti bilinmez , şimdi de Fatih’in Aleksios ‘a benzerliğini
hatta kopyalamasına bir göz atalım.

Temel izleğimiz neydi : Hakkı Yenen Prens figürü.

7
“HAKKI YENEN PRENS TRÜĞÜ” VE FATİH

Fatih de bir başka “hakkı yenen prens” olarak karşımıza çıkıyor. Çocuk yaşta önce şehzade veliaht
(prens) sonra kılıç kuşatılarak padişah ilan ediliyor ama Sadrazam Çandarlı Halil Paşa’nın bir saray
entrikası (belki de darbesi ile) tenzili rütbe ile makamı yeniden prensliğe döndürülerek tahta eski
padişah babası 1. Murat geçiyor ve Haçlı Ordusu yenildikten sonra (Prens-Şehzade) Fatih yeniden
padişah oluyor ve İstanbul’u kuşatıp alıyor !

Benzerlikler benzerlik ötesi !

Bitti mi ? Hayır !

CEM SULTAN KOPYALAMASI

Konuyu bilenler hemen anlamış olmalı. Hakkı yenen prenslerden biri de Fatih’in büyük oğlu veliaht
şehzade Cem Sultandır. O da bir saray entrikası ile hakkı olan tahta kavuşamaz. Onun yerine veliaht
olmayan küçük kardeşi II. Beyazıd padişah koltuğuna oturtulur.

Bunun üzerine Cem Sultan da tıpkı Aleksios gibi Avrupa’ya kaçar ve tahtını geri almak için ülke ülke
gezer. Ne ki hikayenin bu versiyonunda prens gurbet elde Venedik ve Tarikat Şovelyeleri (Haçlılar)
tarafından oyalanır ve zehirlenerek öldürülür. Osmanlı Tarihi böyle yazıyor.

FOMENCO VE YENİ KRONOLOJİ KURAMI İLE TANIŞIYORUM

Daha sonra çağdaş Rus Matematikçi Fomenco ve onun Yeni Kronoloji Teorisi ile tanıştım. Aklım şaştı !

Ama aradığım cevabı da bulur gibi olmuştum.

SKALİNGEER PAPAZLAR OKULU’NUN YUNAN VE ROMA TARİHİ

Fomenco’ya göre ortaçağdaki özellikle Haçlı Seferleri , bin yıl geriye doğru genleştirilerek Yunan ve
Roma Altın Çağı diye bir tarih uydurulmuştu. Bunu yapanlar da pek çok dil bilen Skalingeer Okulu adı
verilen Papazlar Okulu idi !

8
Fomenco’ya göre İstanbul Haçlı İstilası ve Haçlı Seferleri merkezli Ortaçağ Tarihi ile Osmanlı-İngiliz –
Rus-Yunan-Roma ve Yahudi Tarihi , henedanların süreleri ve aralıkları isimler değiştirilerek Ortaçağ
Roma-Bizans tarihinden kopya tarihler idi !

Fomenco’nun ayrıca Mısır’ı fetheden Hyksosların Türk-Rus Birleşik Orduları ve Cengiz-Orta/Orda


(Altınordu) İmparatorluğu ve İsa’nın da Hakkı Yenmiş bir Bizans Prensi ve sonradan da İmparatoru
olan Andronicus olduğu yönünde teyide muhtaç başka uç teorileri de var. Bunlar şimdilik konumuz
dışı.

ATLANTİS-İSTANBUL

Şimdi en baştan başlayarak Fomenco Teorisini Yunan Tarihi’nden İskenderiye Okulu başyazarı
Heredot’a ve Atlantis Hikayesi’ne odaklanalım.

Eğer Fomenco kuramında haklı ise ; yani gerçekte bir Yunan ve Roma Altın Çağı yoksa ve bu destanlar
Skalingeer Papaz Okulunda yazılmış ise ; o halde hemen bütün Yunan-Roma Tarihi ve Mitolojisi ile
özellikle de İskenderiye Yunan Filozof ve Yazarları da Ortaçağ Papaz (Tapınak) Yazarlarının mahlasları ,
nickname’leri , takma isimlerinden başka bir şey olmamalı idi.

Dolayısıyla Herodot’un , Solon’un ve Platon’un sözünü ettiği Atlantis de İstanbul olmalıydı !

Fomenco’da geçmeyen , tamamen bizim görüşümüze göre Atlantis nasıl İstanbul olabilir ?

Bunun için Atlantis Hikayesi’ndeki ipuçlarına bakacağız ve İstanbul dışında hemen her yerde aranan
ve bulunan Atlantis’in neden İstanbul’da olmaması gerektiğini , neden gizlenmesi gereken bir sır
olması gerektiğini daha iyi anlayabileceğiz.

SOLON’UN ATLANTİSİ ATLAS OKYANUS’UNDA

Solon’un tarifine göre Atlantis , ikiz kayalar yada Herakles Kayalıkları veya Dişleri ötesinde bir
coğrafyadadır.

Akdeniz’in Atlas Okyanus’una açılan kapısı Cebeli Tarık’ın Antik Dönemdeki adı biliyorsunuz Herakles
Kayalarıdır.

Bu hesaba göre , Atlantis Atlas Okyanusu’nda , İngiltere yada Kuzey Kutbu’nda Görland’da yada
Amerika’da olmalıdır.

Oysa bu iddaaları ortaya atanlar çok iyi biliyorlar ki Marmara Bölgesi’nde hem de bir değil tam iki tane
Herakles Kayası vardır.

9
ATLANTİS İSTANBUL BOĞAZI OLABİLİR Mİ

Biri Truva’nın olduğu Çanakkale Boğazı .

Diğeri de İstanbul Boğazı !

Metro Kazıları sırasında Bakırköy’de , Üsküdar’da ortaya çıkarılan limanlar , çay ağzı yerleşim yerleri
ile gemi batıkları , mezarlar vb. arkeolojik buluntu ve kanıtlarlarla günümüzde İstanbul yerleşim tarihi
dokuz bin yıl öncesine inmiştir.

Doğu Roma öncesi İstanbul Tarihi , efsanevi olarak ilk kral Byzas’a dayandırılıyordu Yunan
Mitolojisi’nde.

Yunanca’da y harfi yerine göre ü yada u harfi ile okunabiliyor.

Byza pekala Buza(ğı) olabilir.

Yunan M,tolojisi’ndeki İstanbul Efsaneleri , özellikle de Zeus ve İo Efsanesi bu konuya bir ışık tutabilir.

İO EFSANESİ VE İSTANBUL’UN İLK KRALI BYZAS

Pagan Tanrıların çoğu ; özellikle de Şimşek ve Fırtına Tanrıları ; Yunan Zeus’u , Hitit Teşup’u ve diğer
Sümer ve Babil Tanrıları’nın simge hayvanı Boğa idi.

Efsaneye göre Yunan Güzeli İo’ya aşık olan Zeus karısı Hera’ya yakalanır. Hera da büy yolu ile güzel
genç kızı Beyaz bir İneğe çevirir. Zeus da , böyle durumlarda sık sık yaptığı gibi , Boğa Kılığı’na
girererek yada dönüşerek İo’nun peşinden İstanbul’a gelir.

Ve İstanbul Boğazı’na adını verir : Boğa-Buza(ğı)-Boğaz !

Boğaz ve İstanbul , Zeus ve İo aşkının meyvası , çocukları , oğulları , İstanbul – Buza-Byzas’tır.

PLATON’A GÖRE ATLANTİS

Platon , eserlerinde İskenderiye Kütüphanesi’nde , Kütüphane’nin Mısırlı Yöneticisi , papirüsleri


inceleyen Solon’un cahilliği ile alay eder.

10
Ey Cahil Solon , der Mısırlı Yönetici , tarihi Yunanla başlatma , on bin yıl önce Atlas Okyanusu’nda
Atlantis adı verilen çok büyük bir imparatorluk ve uygarlık kıtası (adası) vardı ve bir gecede büyük bir
tufan ile sulara gömüldü.

Antik Mısır’lılar ve Uygarlığı Atlantis’in devamıdır ve o zamanlar Yunanistan da Atlantis sömürgesi ve


uç yerleşim merkezi idi.

HYKSOSLAR VE SAKHALAR

Antik Mısırlılar’ın Atlantis’ten göç ettiği ve Yunanistan Anakarası’nın Antik Mısır’ın uzun bin yıllar
sömürgesi olduğu iddaası günümüzde Kara Athena kitabında ayrıntılarıyla ve belgeleriyle anlatılıyor.

M.Ö. 1250’li yıllarda Antik Mısır’da aniden bir Demir Çağı , Demir Silahlar ve Savaş Arabaları ortaya
çıkar. Bu döneme Hyksoslar Dönemi denir.

Batı , Yunan,Roma ve Bizans Tarihçileri , gerçek tarihi gizlemede , çarpıtmada ve tam tersine
çevirmede mahir ve ustadırlar !

Gerçekte kimdir bu Hyksoslar ?

Hyksoslar , Herodot Tarihi’nde İskit adı verilen Sakha ,günümüzdeki Hakasya’nın olduğu Türklerin
Dünya’ya yayıldıkları Ergenekon’un olduğu bölgeden gelen Türklerdir !

Batı Tarihi , ne Hun yadı Hungarian (Macaristan)’ın nede Hazar’daki Bolgar Türkleri’nin önce Bolgar
Hanlığı’nı günümüzde de Bulgar Devleti’ni kurduklarından hiç söz etmez.

Ortaçağ Tarihi’ndeki Roma İmparatorluğu’nu yıkan Vizigotlar ve Ostrogotlar pagan Türki yada Turani
Kavimlerdir. Modern Avrupa’nın köklerinde onlar vardır.

Bu kitabımızdaki temel başvuru/refarans ve kaynak kitabımız olan “Dördüncü Haçlı Seferi Kronikleri –
Geoffroi Villehordouin” eserinde sadece İslam Türkleri’nden Türk diye bahs edilir. Bu esere göre
Peçenekler , Kumanlar ve Türkopoller Türk değildir !

Oysa Ortaasya Türk-Moğol , Cengiz Tarihi ve Oğuz Destanları ve Dede Korkut Destanları bize Batı
Tarih ve Mitolojisi’nin seçenek bir tarih ve mitoloji teorisi verir.

DOĞU VE BATI TARİHİ VE MİTOLOJİSİ İSTANBUL’DA BİRLEŞİR

“Bir vakit Musa genç adamına demişti ki: «Durup dinlenmeyeceğim; ta iki denizin birleştiği yere
(İstanbul ?) kadar varacağım, yahut senelerce yürüyeceğim.» (Kehf / 60 )

11
Oğuz Destanı’na göre Oğuz Han , sınırları Japonya’dan İngiltere-Atlas Okyanus’una , Kuzey
Kutbu’ndan Hint Okyanus’una kadar içinde pek çok dil , din ve devlet olan bir konfederasyon Oğuz
İmparatorluğu’ndan söz eder.

Bu izlek Yunan’da İskender , Ortaasya’da da Cengiz ve Timur İmparatorluğu tarih ve efsanelerinde


yeniden güncellenir.

Bir Türk değil , bir İsveçli bilim adamı ; Sven Lagerbring (1707-1787) , Tarih Profesörü ,
İskandinavya’nın kök halkının (Türkler gibi) Ural-Altay dil grubuna bağlı Finler’den geldiğini ve Finlerin
de kökenlerinin ve dil kaynaklarının Türkçeden ve Türklerden geldiğini ileri sürüyor !

Tarih ve Efsane diyoruz çünkü geriye gidildikçe tarih ve mitoloji (destan ve efsane) içiçe girer , bir
yerde artık ayırt edilemez hale gelir.

Batı Azotorik Tarihi kendisini Tevrat-Kabala ve David’in Kehanetleri-Masonlar - Roma-Yunan-Üç


Herakles-Totht üzerinden Atlantis’e bağlarken Doğu Ezotorik Tarihi de kendisini Timur-Cengiz-
Uygurlar-Agarta ve Şambala üzerinden Kayıp Mu Kıtasına ve Uygarlığı’na bağlar !

Atlantis Batı’ya göre Atlas Okyanus’unda ve Mu Kıtası da Doğu’ya göre Hint Okyanus’undadır. Hint
Uygarlığı , Bali , Japonya , Uygurlar hep bu Mu’nun devamı ve torunlarıdır.

DOĞU’NUN ATLANTİS’İ OLARAK MU KAYIP KITASI VE ATATÜRK’ÜN MU’NUN ÇOCUKLARI VE


GÜNEŞ-DİL TEORİSİ

Mustafa Kemal Atatürk de Türkler’in Mu’nun Çocukları olduğuna , Mu’dan çıkan devlet ve dillerin
Güneş Dil Teorisi adı altında birleştirdiğine inanır. Gel gör ki bu çalışmalar itina ile gizlenir yada Batı
güdümündeki bilm ve ilim adamlarınca Güneş Dil teorisi ırkçılıkla (Turancılıkla) yada hayal ürünü
olmakla suçlanır ve bu teori çürütülmeye çalışılır.

İSTANBUL NEDEN DOĞU VE BATI’NIN “HERŞEYİN TEORİSİ” VE TEMEL ÖNERMELERİMİZ VE


KAYNAKLARIMIZ İLE KANITLARIMIZ

Peki İstanbul’un Atlantis olduğu teorimiz nereden ortaya çıktı ?

Bu iddaamızın dayanakları ve belgeleri neler ?

Tarih ve Mitoloji , Doğu ve Batı Tarihi ve Mitolojisi ile Pagan –Çok Tanrılı Dinler ve Tapınaklardan Tek
Tanrılı Dinler ve Tapınaklara Geçiş Noktası’nın İstanbul olduğunu iddaa edeceğiz.

12
ÜÇ BÜYÜK TEK TANRILI DİNİN VE PAGAN TAPINAKLARININ KESİŞİM YERİ OLARAK AYA SOFİA

Bu geçişte Aya Sofia’nın kilit ve başrolde olduğunu ileri süreceğiz.

Genel geçer , kabul edilmiş ezberleri ters yüz ve tepe taklak edeceğiz.

TANRI VE DİN Mİ SİYASETİ BELİRLER YOKSA TAM TERSİ Mİ

Teoloji (Dinbilim) ve Tanrı ile Dinlerin siyaseti değil , tam aksine siyasetin ve siyasetin ihtiyaçlarının
Tanrı ve Din Bilimini doğurduğunu ve yarattığını savlayacağız.

PAGAN KÜLLİYATININ TEK TANRILI DİNLER VE KİTAPLARINDA İLK KEZ İSTANBUL’DA YAZIYA
DÖKÜLDÜĞÜNÜ İDDAA EDİYORUZ

Üç Büyük Tek Tanrılı Dinlerin ve Kitaplarının , Babil-İskenderiye-Bağdat ve Efes Kütüphanelerinden


toplanan bilgi ve kitapların İstanbul’da birleştirilerek siyasal amaçlarla sistemleştirildiğini , yazıya
döküldüğünü ve İstanbul merkezinden yeniden dünyaya dağıtıldığını öngöreceğiz.

DOĞU ROMA İSTANBUL’A DEĞİL İSTANBUL ROMA’YA TAŞINDI

İtalya’daki Roma İmparatorluğu’nun ve başkentinin Batı Roma-İstanbul’a taşınmasının tarihi bir


gerçek değil , tersine döndürülmüş bir efsaneden ibaret olduğunu ; aksine İstanbul’daki (Yeni denilen
aslında Eski Roma’nın) siyasal gerekçelerle İtalyan Roma’sına taşındığını , bunun da paralel bir
seçenek tarih ve gerçek tarihin mitolojik anlatımı olarak Virjiliüs’ün Aeneas Destanın’da nasıl
anlatıldığını gözler önüne sereceğiz.

FOMENCO’NUN AÇTIĞI YOLDAN VE İZLEKLERDEN İLERLEYECEĞİZ

13
Fomenco’nun izinden giderek , Roma’nın da , Kudüs’ün de , Mısır’ın da , Asıl Çargrad’ın da İstanbul
olduğunu ve Homeros’un İlyada’sının VI. Haçlı Seferi-1402 istanbul Latin (Haçlı) İstilası’nın Truva
Savaşları’nın yeni bir versiyonu yada tersi bugün elimizde bulunan İlyada’nın Ortaçağ’da Papazlar
Okulu’nda Latince yazılıp tersine sonradan Yunancaya çevrilmiş olmasından söz edeceğiz.

FOMENCO’NUN TEZLERİNDEN KENDİ TEZLERİMİZİ GELİŞTİRECEĞİZ

Fomenco’nun tezleri arasında İstanbul’un Atlantis olduğu görüşü yoktur. Doğu ve Batı tarihinin ve
Mitolojisi’nin İstanbul’da birleştiği konusu da aynı şekildedir.

Newton’un ve Freud’ün , Musa’nın gerçek değil hayali ve efsanevi bir kişilik olduğu tezlerini , Musa-
Akeneton denkliğini , kaldıkları yerden devam ettirerek , ilk defa Musa-Akeneton denkliğinin asıl
kaynaklarının İstanbul’un kurucusu Konstantin ve Jüstinianus olduğunu kanıtlamaya çalışacağız.

Gelin şimdi Tevrat-Musa ve İstanbul ilişkilerine , benzerlik ve denkliklerine bir göz atalım.

14
MUSA’NIN MISIR’I İSTANBUL’DUR

TEVRAT

“Ve Musa Tanrı’nın huzuruna çıktı. RAB dağdan kendisine seslendi: “Yakup soyuna, İsrail halkına şöyle
diyeceksin: Mısırlılara ne yaptığımı, sizi nasıl kartal kanatları üzerinde taşıyarak yanıma getirdiğimi
gördünüz. Şimdi sözümü dikkatle dinler, anlaşmama uyarsanız, bütün uluslar içinde öz halkım
olursunuz. Çünkü yeryüzünün tümü benimdir. Siz benim için kâhinler krallığı, kutsal ulus olacaksınız.
İsraillilere böyle söyleyeceksin.”

ANAHTAR KELİMELER : Musa , Tanrı , Rab , Yakup , İsrail , Mısır , Kartal , Kahinler Krallığı , Kutsal Ulus
İsrailliler .

MUSA’NIN MISIR’DAN ÇIKIŞI İBRANİLER’İN LATİN İSTİLASI’NDA İSTANBUL’DAN KOVULUŞU MU ?

Musa’nın İsrail Kavmini Mısır’dan çıkarttığı , dahası Mısır Antik Tarihi’nde İsrail-Yahudi halkının varlığı
bilimsel ve arkeolojik buluntular ve kanıtlarla bir türlü kanıtlanamıyor !

Hanedan Soylarını ve bütün Firavun ve kraliyet kayıtlarını yazan Antik İskenderiyeli Yunan Yazar
Meneton’un Mısır Tarihi’nde de ne Musa ne Mısır’dan Çıkış ve ne de Yahudilerin Mısır’da yaşadığı ile
ilgili tek bir belge yok !

Öyle ise nereden çıkıyor bu Musa ve Mısır’dan çıkış Efsanesi yada masalı ?

Musa var mıydı , yok muydu ? Varsa kimdi yada hangi İsrail Kralına yada imparatorunun efsane ve
masal karşılığı idi ?

Mısır , günümüzdeki Mısır’dan başka bir yerin , bölgenin , ülkenin adı olabilir miydi ?

Musa’nın tarihi değil mitolojik bir figür olduğu fikrini –bizden önce- Newton , Freud , Ahmet Osman
da dile getirdi. Bu isimler ayrıca Musa’nın Mısır’da ilk tek tanrı dini Atenciliğin kurucusu Akenheton
olduğunu öne sürerek sırrı açıklıyormuş gibi yaparak ; Musa Döneminin Mısır’da olduğu kadim
efsaneyi daha da sırlayıp mühürlediler !

15
MUSA’NIN MISIR’I VE İLYADA’NIN TRUVA (TROYA)’SI İSTANBUL !

“XVII. Venedik dukası hacıların (Haçlılar) huzursuz olduklarını görerek şöyle dedi: "Efendiler,
Yunanistan'da çok zengin ve bolluk içinde bir toprak vardır; eğer akla yakın bir sebep bulabilirsek,
oraya gider,ihtiyacımız olan şeyleri temin eder, hazırlanıp sefere çıkabiliriz". Marki ayağa kalkıp
konuştu: "Efendiler, geçen sene Noel'de Almanya'da, imparatorun sarayında bulunuyordum. Orada
Almanya imparatorunun kansının kardeşi olan genç bir adam gördüm. Bu delikanlı Konstantinopolis
imparatoru İsaakios'un oğluydu. İsaakios'un kardeşi ihanet etmek suretiyle Konstantinopolis
imparatorluğunu ele geçirmişti. Bu genç adamı yanımıza alabilirsek, Konstantinopolis'e gidip
erzakımızı ve ihtiyacımız olan başka şeyleri temin edebiliriz, çünkü imparatorluğun hakiki varisi odur".
(İSTANBUL'UN ZAPTI (1204) ROBERT DE CLARI Çeviren: Prof. Dr. Beynun AKYAVAŞ , Sh. 10)

KİMDİR BU BİZANS İMPARATORU II. İSAAKİOS’UN OĞLU ?

“İtalya’da , Ocak 1198’de Papalık makamına çıkan III.Innocentius, Ağustos 1198’de yeni bir Haçlı
Seferi çağrısı yapmaya başlamıştır. Bu sırada (Bizans’ta) III. Aleksios tahttan indirdiği kardeşi II.
Isaakios’u ve onun oğlu Aleksios’u hapishaneden çıkarmış ve onları serbestçe yaşayacakları bir yere
yerleştirmiştir. Ancak II. Isaakios, Alman İmparatoru Philipp von Schwaben ile evli olan kızı İrene ile
haberleşerek intikam planları yapmaya başlamıştır. İmparator Trakya taraflarına yapacağı bir sefere
giderken genç Aleksios’u da yanına almıştır ve Aleksios bir yolunu bulup kaçarak kız kardeşi İrene ve
Philipp’in yanına gelmiştir. Bu buluşma Dördüncü Haçlı Seferinin seyrini değiştirmiştir. III. Aleksios
Haçlı ordusunun İstanbul’a yaptığı saldırıya karşı koyamamış ve 17/18 Temmuz 1203 tarihinde yanına
servetini de alarak şehirden kaçmıştır. ” (TC.Sakarya Ünv. Sosyal Bilimler Enstitüsü –Marmara Uç
Bölgesi (1204-1330),Doktora Tezi , Fatma Koçak , Sh. 30)

II.İSAAKİOS’UN OĞLU ALEKSİOS , İLYADA’DAKİ ALEKSANDRA-PARİS’TİR !

16
Ne ki , IV. Haçlı Seferi’ndeki gerçek hikaye , Truva Efsanesi’nden eni konu farklıdır. İddaamız ve
tezimiz odur ki ilk önce IV. Haçlı Seferi’nde İstanbul’un Latin İşgali ve Paris’in Helena’yı kaçırması , ya
da Haçlı Truva Atı’nı Truva-İstanbul’a getirmesi tarihi bir olay olarak yaşanmış , daha sonra Papaz
Okulu’nda bu tarihi olay Truva Efsanesi’ne dönüştürülmüştür.

Bu nasıl olabilir ? Nasıl olmuştur ?

Günümüzdeki İskenderiye Okulu yazımı olan Heredot Tarihi ve diğer bütün Yunan Altın Çağı Antik
Kitaplarının Yunanca asılları ortada yoktur. Bunun yerine elimizde bugün ne vardır ? Bütün bu
eserlerin Papaz Okulu’nda yazılan latince kopyaları !

İlyada Destanı’nda savaşın çıkmasına kadarki mitolojik olay örgüsü ve beraberinde gelişen Akha
filosunun toplanması, yelken açması, savaşın ilk çarpışmaları, Troya Atı, şehrin yağmalanıp yakılması
gibi olaylardan bahsedilmez. 15.693 mısralık destanda çıkmaza girmiş bir kuşatmanın son yılındaki 51
günlük gelişme tasvir edilir.

1204 yılında , IV.Haçlı Seferi’nde yaşanan tarihi olaylar , üç bin yıl – üç bin beş yüz yıl geriye
götürülerek ve tarih genleştirilip efsaneleştirilerek tarihte var olmayan bir İlyada ve Truva Efsanesi ile
kadim ve lokal efsanevi bir Truva Savaşı yeniden güncellenmiştir.

Diğer bir değişle Ortaçağ’da geçen bu Haçlı Seferi , Tunç Çağı’na ve bir masal dünyasına uyarlanmıştır.

IV.Haçlı Savaşı’nın , Haçlı Donanması’nın başında yaşlı Venedik Dükü Dandola vardır. Dandola’nın
İlyada’daki karşılığı ; Myken yada Akha Ordusunun ve Donanması’nın başındaki ünlü komutan
Agamemnon’dur.

Dahası da var.

Gerçek yaşanmış tarihten koca bir Yunan ve Roma Efsanesi nasıl yaratıldı ?

Truva’nın sonundan başlayalım. Tarihin ve mitolojinin içiçe geçerek harmanlandığı Roma’nın Kuruluşu
Efesanesi’ne odaklanalım.

İlyada Destanlar Çemberi’nin Son Halkası , Ovideus’un Aineas Destanı’na göre ; Truva Düştükten
sonra Aineas ve diğer bir grup Truva Prens ve Prensesleri ile halk , Truva’dan kaçarak İtalya’ya geçti ve
günümüzdeki Roma Kenti’ni kurdu.

“Herodot'un "Tarihi", Truva Savaşı'nın kısa bir özeti ile açılır. Herodot MS 13. yüzyıldan daha erken
yaşamadı.” (Fomenco – Yeni Kronoloji) Çünkü o İskenderiye Okulu’nun bir tarihçisi değil Papaz
Okulu’nun bir tarih(i bozarak yeniden yazan) yazarıydı.

“Yunan Herodot, Romalı Titus Livy gibi, kitabına Truva Savaşı ile başlar. Şimdi göreceğimiz gibi, bu bir
tesadüf değil. "Antik" Yunanistan'ın başlangıcından bahseden Herodot, Titus Livy tarafından sunulan

17
Roma tarihinin parçalarını basitçe yeniden üretiyor. Herodot ve Livy'nin ilk bölümleri birbirine
paraleldir, eşzamanlı dönemleri ve neredeyse aynı olayları anlatır.” (Fomenco)

Fomenco’ya göre , Roma’nın Kuruluş Efsanesi’ndeki “Lücretia’nın Tecavüzü” , Yunan Mitolojisi’ndeki


Zeus’un “Üç Güzeller ve ‘En Güzeli’ne Elma Hikayesi’ , “Sabinli Kadınlar’ın Kaçırılışı” ve Herodot’un
“Kandavla ve Gyges Hikayesi’ndeki Gyges’in Karısının İntikamı” ; tümü de aynı ve bir tek gerçek tarihi
olayın mitolojik ve efsanevi versiyonlarından ibarettir ki bu da Latinler’in İstanbul İşgali Sırasında
Yaşanan Olaylar’dan Başka Bir şey Değildir :

“Truva = Tarquinian = Gotik Savaşı, iddia edildiği gibi MÖ 8-7. Yüzyıllarda Yunanistan'ın Skaliger
tarihinde mevcuttur. Sadece Güzel Elena'ya karşı bir savaş biçiminde değil, aynı zamanda Kandavla ve
Gyges hakkında ilginç bir hikaye biçiminde de. Truva Savaşı'nda önemli bir komplonun "bir kadın
efsanesi" olduğunu, yani “ÜSTÜN BİR KADININ ÇÖZÜMÜ EFSANESİ, BAŞKA BİR SAVAŞ YA DA BİR
DEVLET DAİRESİ/(SARAYI) OLDUĞUNUN SONUCU olduğunu hatırlayalım. Truva versiyonu, Titus
Livy'nin Tarquinian versiyonu olan Yunan kadın Elena'nın kaçırılmasını - Gotik versiyon olan
Lucretia'nın tecavüzünü - Amalazunta cinayetini anlatıyor. Benzer bir hikâyeyi, MÖ VI. Yüzyıla ait
olduğu iddia edilen olayları anlatırken "eski" Herodot'ta buluyoruz.” (Fomenco)

Fomenco’nun sınırsız hayal gücü bu kadarıyla da sınırlı değil. Ona göre , “1) Kutsal Roma
İmparatorluğu=X-XIII yüzyıllardır. “ Bu kadar da değil ! Bitmedi ! “ XIII-XVII yüzyılların Habsburg
İmparatorluğu = "Moğol" İmparatorluğu’dur. 2) MS XIII.Yüzyılın Haçlı savaşı , Bizans, İtalya'da, 1204'te
Çar Grad'ın düşüşüdür.” Bitti mi ? Hayır ! 3) X-XIII yüzyılların Haçlı seferleri = Argonotlar Seferi’dir” .

Fomenco’nun İsa’nın , Bizans İmparatoru Andronikus olduğu iddaasını ise şimdilik bir kenara
bırakıyorum.

Yeri geldikçe bu konulara devam edeceğiz.

Biz yine şimdi Tevrat’taki Musa Kıssasına dönelim :

MUSA’NIN SİNA DAĞI , YUŞA’NIN BEYKOZ’DAKİ YUŞA DAĞI-TEPESİ (OLABİLİR) Mİ ?

“Musa gidip halkın ileri gelenlerini çağırdı ve RAB’bin kendisine buyurduğu her şeyi onlara anlattı.
Bütün halk bir ağızdan, “RAB’bin söylediği her şeyi yapacağız” diye yanıtladılar.

Musa halkın yanıtını RAB’be iletti. RAB Musa’ya, “Sana koyu bir bulut içinde geleceğim,” dedi, “Öyle ki
seninle konuşurken halk işitsin ve her zaman sana güvensin.” Musa halkın söylediklerini RAB’be iletti.
RAB Musa’ya, “Git, bugün ve yarın halkı arındır” dedi, “giysilerini yıkasınlar. Üçüncü güne hazır
olsunlar. Çünkü üçüncü gün bütün halkın gözü önünde ben RAB, Sina Dağı’na ineceğim.

18
(Musa) Dağın çevresine bir sınır çizdi ve “halka de ki, ‘Sakın dağa çıkmayın, dağın eteğine de
yaklaşmayın! Kim dağa dokunursa, kesinlikle öldürülecektir. Ya taşlanacak ya da okla vurulacak; ona
insan eli değmeyecek. İster hayvan olsun ister insan, yaşamasına izin verilmeyecek.’ Ancak boru uzun
uzun çalınınca dağa çıkabilirler.”

Sonra Musa dağdan halkın yanına inip onları arındırdı. Herkes giysilerini yıkadı. Musa halka, “Üçüncü
güne hazır olun,” dedi, “bu süre içinde cinsel ilişkide bulunmayın.”

Musa’nın Tanrı ile rendevusunu bilimsel olarak nasıl yorumlayabiliriz ?

İki olasılık var.

Musa ya Tanrı ile gerçekten görüştü.

Ya da görüşmedi !

Görüştü ise ; bu görüşme ya İbranilerin dediği gibi Kutsal Sandık aracılığı ile olmuş olmalı.

Ya da günümüzde Masonik Mitoloji’nin anlattığı üzere , “Yıldız Geçiti “ filmindeki gibi bir boyut/alem
kapısının açılması ile mümkün olmalı !

Ve yahut üçüncü bir olasılık olarak , Sina Dağı’nın Tepesi’ne bir Uzay Gemisi yada Ufo indi !

Yok eğer böyle bir görüşme olmadı ise ; ki bize göre böylesi daha bilime , akla ve mantığa yakın ve
yatkındır ki , o da Levi ve Kohen hahamlarından bir grubun , Sina-Yuşa Dağı-Tepesi’nde buluşmaları,
toplanmaları ve bir takım yasalar çıkarmalarıdır ! (Tevrat’ta geçen : “Kahinler Krallığı” ,işte böyle
başladı.)

Nasıl ?

Tıpkı Fransada’ki Ansiklobedi yazarları gibi.

Denilebilir ki Kahinler Krallığı (Galaxtik Konsey Yazıcıları) Sina/Yuşa Tepesinde (dağında) Kutsal Kitabı
(Tevrat) yazıya geçirdiler.

LEVH-İ MAHFUZ

Anlatımızın tam da burasında Levh-i Mahfuz’dan söz etmek , konunun daha iyi anlaşılması ve
açıklanması için yararlı olacaktır.

Levh-i Mahfuz ; Hafıza/Gizlenen/Korunan Levhaları/Metinleri/Textleri , Ezotorik Tarihte “Zümrüt


Kitabeleri” , dünyada , hayatta geçmişte , şimdi ve gelecekte , yaşanmış , yaşanmakta olan ve
yaşanacak olan herşeyin bilgisinin yazılı olduğu levhalar , perşomenler , kitaplardır.

Tek Tanrılı bütün kutsal kitaplar , denilebilir ki , birer Levh-i Mahfuz eserleridir.

19
Levh-i Mahfuz yazıları bize evrenin (kozmosun) , dünyanın , yaşamın , hayatın , insanın yaratılmasını ,
herşeyin ölçüsü olan insan gözünden ve ekseninden ama Tanrı yada Tanrılar Konseyi dili ile
anlatılmasıdır.

Bir çeşit ansiklobedilerin ansiklobedisi , İskenderiye-Efes ve Bağdat Kütüphanelerinin , Oxford ,


Dressen ve Osmanlı Saray Kütüphanelerinin özü , özeti , şifreleri ve frekans dili olan seslerle , harfler
ve sayılarla ifade edilmesidir.

Prometeus , David (Davud) ve Yusuf en ünlü kehanet ve rüya yorumcuları (tabircileri) olan kahin
peygamberlerdir.Onlar (Peygamberler) ve medyumlar ancak ve ancak ana sanal bir bilgisayar olan
bu Levh-i Mahfuz frekansı ile iletişime geçebilir , bağlanabilir ve oradan bilgi ve görüntüler
aktarabilirler.

Nostradomus , Rasputin ve Baba Vanga ve yeni çağdaş kahinler (!) ise tartışmalıdır.Varlıkları kuşkulu ,
sonradan yaratılan efsaneler , menkıbeler , masallar ile gerçeklikleri kuşkulu ve şüpheli karakterlerdir.
Realiteden çok kurgu ve debiyat dünyasının kahramanları gibi gözükürler.

TEVRAT’TAN DEVAM

Biz yine dönelim Tevrat’a :

“Üçüncü günün sabahı gök gürledi, şimşekler çaktı. Dağın üzerinde koyu bir bulut vardı. Derken, çok
güçlü bir boru sesi duyuldu. Ordugâhta herkes titremeye başladı. Musa halkın Tanrı’yla görüşmek
üzere ordugâhtan çıkmasına öncülük etti. Dağın eteğinde durdular. Sina Dağı’nın her yanından duman
tütüyordu. Çünkü RAB dağın üzerine ateş içinde inmişti. Dağdan ocak dumanı gibi duman çıkıyor,
bütün dağ şiddetle sarsılıyordu.

Boru sesi gitgide yükselince, Musa konuştu ve Tanrı gök gürlemeleriyle onu yanıtladı. RAB Sina
Dağı’nın üzerine indi. Musa’yı dağın tepesine çağırdı. Musa tepeye çıktı. RAB, “Aşağı inip halkı uyar,”
dedi, “sakın beni görmek için sınırı geçmesinler, yoksa birçoğu ölür. Bana yaklaşan kâhinler de
kendilerini kutsasınlar, yoksa onları şiddetle cezalandırırım.”

Musa, “Halk Sina Dağı’na çıkamaz,” diye karşılık verdi, “çünkü sen, ‘Dağın çevresine sınır çiz, onu
kutsal kıl,’ diyerek bizi uyardın.” RAB, “Aşağı inip Harun’u getir,” dedi, “ama kâhinlerle halk huzuruma
gelmek için sınırı geçmesinler. Yoksa onları şiddetle cezalandırırım.”

Bunun üzerine Musa aşağı inip durumu halka anlattı. Tanrı şöyle konuştu: Seni Mısır’dan, köle
olduğun ülkeden çıkaran Tanrı RAB benim.”

Peki ama Sina Dağı’nın Yuşa Tepesi olduğunu nerden çıkardık ? Ne alaka ?

Eski Dünyanın merkezi ne Kudüs’tü ne İskenderiye ne de Roma ! Eski dünyanın merkezi İstanbul’du.

Atlantis de İstanbul’du , Antik Mısır da , Kudüs de , Roma da !

20
Bütün Yunan ve Roma Tarihi Mitolojisi ve Tek Tanrılı Dinler ve Kitaplar İstanbul’da yazıldı ve buradan
çeşitli zamanlarda bütün dünyaya taşındı , götürüldü , yayıldı ve uyarlandı.(Bu kitabımızın hipotezi ,
tezi budur.Bu kitabımız bu tezi kanıtlamaya çalışır.)

İstanbul’un Latin İstilası bu bilmeceyi ve sırrı çözmede bir anahtar , deyim yerinde ise anahtarların
anahtarı olan bir maymuncuk işlevindedir.

İskender’in düğümü çözdüğü yer , Gordion’da değil İstanbul’da ve İstanbul’un Latin İstilası’ndadır !

İskenderiye , Bağdat ve Efes Kütüphaneleri İstanbul’da toplanmış , Yunanca-Arapça ve Kıptice (Antik


Mısırca bütün papirüs ve kitaplar Latinceye çevrilmiş ve son İstanbul Fethi (1453) ile Roma’ya
taşınmış ve Vatikan’da korunmaya alınmış , bu eserlerden Kutsal Kitaplar ve Rönesans , Papazlar
Okulu’nda -yeniden revize edilerek- doğmuştur.

Bizans Sınırları , Kudüs’ü , Arabistan’ı ve Mısır’ı kapsıyordu. Batı’da Bizans İmparatorluğu bazen Kudüs
, bazen Arabistan ve bazen de Mısır olarak anılıyordu.

IV. Haçlı Seferi ve İstanbul’un Latin İstilası (1204) sırasında sadece İstanbul’daki Rumlar değil , aynı
zamanda rumca (yunanca) konuşan Museviler de eziyet görmüştü.

Bu arada , tarihin etki tepki ile ilerlediğini ve VI. Haçlı Seferi’nin , Selahattin Eyyübi’nin Kudüs’ü alması
üzerine düzenlendiğini aklımızda tutmamız gerekir.

İstanbul’un Latin İstilası sırasında İbraniler de Ermeniler gibi kentten kovulmuştu. Galata’ya yerleşen
iki bin kadar İbrani’nin Latin İstilası sırasında kılıçtan geçirildiği istila ile ilgili ana kaynaklarda
geçmektedir.

Büyük çoğunluk İbraniler ise komşu Selçuklulara ve Türklere sığındı. Mısır’dan Çıkış’ta Musa Kavmi
kırk yıl çöllerde değil Anadolu’da dolaştı , yerleşti ve pek azı en sonunda bugünkü Kudüs’e ulaştı.

İbraniler’in Kudüs’e (İstanbul’a) yeniden dönüşlerine izin verdiği ve İbrani Mitleri’nde Kyros diye
minnetle anılan hükümdar Pers Kralı değil Fatih Sultan Mehmet idi.

Akdeniz deniz ticaretini ellerinde tutan ve IV. Haçlı Seferine elli parça zırhlı savaş gemisi ile İstanbul’a
Latin İstilası’na getiren donanmanın da sahibi Venedik ile sözde Antik Dönemdeki Akdeniz Ticareti’ni
ellerinde bulunduran ve Fenike Alfabesi’ni icat eden Fenikeliler aynı insanlardılar ! (Fenik-Venedik)

Bu bağlamda Yunan-Pers Savaşları Mitolojisi ; Fomenco’nun da dediği gibi , Batı ile Doğu’nun , Haçlılar
ile Anadolu’nun , Akhalar ile Truvalıların , Latinler ile Bizans’ın İstanbul’daki Latin İstilası’ndan başka
bir şey değildir.

21
İLK DÖRT HAÇLI SEFERİ

Haçlı Seferleri 1095 ve 1272 yılları arasında yapılan, Avrupalı Katolik Hristiyanların ve Papanın talebi,
çeşitli vaatleri üzerine Müslümanların elindeki kutsal topraklar üzerinde askeri ve siyasi kontrol
kurmak için düzenlemiş oldukları seferlerdir.

• Kilisenin Çıkarları, Diğer Adıyla “HAÇLI RUHU”

1071 Malazgirt zaferinden sonra Selçuklu Türkleri Anadolu’ya girmiş ve 1075 yılında İznik’i ele
geçirerek burayı devletin merkezi yapmaya çalışmışlardır. Türklerin Anadolu’ya girişi başta Bizans
olmak üzere bütün Avrupa devletlerini rahatsız etmiştir. Bunun nedeni ise, Bizans’ın işgal
tehlikesininde olması demek Türklerin önünün açılması dolayısyla Avrupa’ya akınlar düzenlemeleri
demek olmuştur. Haçlı seferleriyle birlikte Avrupalı devletlerin akıllarında bir yandan Fatımilerin
elinde bulunan Kudüs’ü ele geçirmek diğer yandan da Müslüman’ları Ortadoğu’dan kovmak fikri
hakim olmuştur.

11.yüzyıl’ın Avrupa’sına baktığımızda şiddetli kuraklığın getirdiği açlık,sefalet, salgın hastalıklar ve


artan nüfus oranı gibi problemler baş göstermiştir. Öte yandan şehirlerinin yağmalanmasından bıkan
insanlarda, can ve mal güvenliği endişesi oluşmuştur. Bu da insanların doğunun zenginliklerine
kavuşma hayalleriyle Haçlı seferlerine büyük ilgi göstermelerinde büyük etken olmuştur. Aynı
zamanda Avrupa’da feodal ailelerin birbirleriyle savaştığı, şövalyelerin adeta terör estirdiği büyük bir
kaos dönemi yaşanmıştır. Bu da o dönemde Haçlı seferlerine katılacak kontlar ve dükler için öncelikli
hedefin maddi çıkar ve yeni topraklara sahip olabilme düşüncesini doğurmuştur. Bu şartlar Doğu’yu,
Batı’nın gözünde bir cennet haline getirmesi ve Doğu’yu hazine olarak görmesi için yeterli sebep
olmuştur.

• Haçlı Seferlerinin Doğuşu

Haçlı seferleri, aslında İspanya’dan ve Portekiz den Müslümanların atılması için başlatılan ‘Reconqista
(Yeniden Fetih)’ hareketinin başlamasıyla doğmuştur. Bu dönemdeki Müslümanlar İspanya ve Sicilya
da hakimiyet kurmuşlardır. Bu hareket, İber yarım adasında bulunan Hristiyanların ve Krallıkların

22
ortak düşmanları haline gelen Müslümanların, elindeki şehirleri almak için başlatılmış ve 9. yüzyıldan
15. yüzyılın sonlarına kadar sürmüştür. Türklerin Bizans İmparatorluğu’na yapmış olduğu saldırılar
nedeniyle, politik başarıları ile bilinen Bizans imparatoru I. Aleksios Kommones Türklere karşı
Papadan yardım istemiştir. Papa’da Bizans imparatoru’nın bu talebini yardım isteğinin geri
çevirmemiştir. Fakat Papa’nın amacı Bizans’a yardımdan çok Doğu topraklarını ve Kudüs’ü ele
geçirmek olmuştur. Papa, kendi görüşlerini benimsemeyen “heretik (dinden sapmış)’ Doğu
Hristiyanlarını kontrol altında tutmak ve Avrupa’nın içinde bulunduğu krizden kurtulmasını istemiştir.

1095 de toplanan Clermont Konsilin’de Papa, Hristiyanların Kudüs’ü ve Doğu topraklarını ele
geçirilmesi , özellikle de “Kutsal Topraklar”ın Müslümanların elinden kurtarılması için yapılacak Kutsal
savaşa (Haçlı Ruhu) davet etmiştir. Papa, savaşa katılacaklara dünyevi ve uhrevi pek çok vaatte
bulunmuştur. O zamanlar kilisenin halkı Haçlı Seferlerine katılmaya ikna etme çabasıyla sadece dini
bir kurum olmadığının aynı zamanda geniş toprakların yöneticisi ve siyasi bir otorite olmak isteği
dikkat edilmesi gereken bir nokta olmuştur.

• Birinci Haçlı Seferi (1095-1099)

Kudüs’ün kurtarılması yani Kutsal toprakların Müslümanların hakimiyetinden alınması amacıyla


başlatılan Haçlı Seferi’nin ilkidir. Birinci Haçlı Seferi, katılan askeri birliklerin 600.000 kişilik asker sayısı
sebebiyle en önemli haçlı seferi olarak kabul edilir. Birinci Haçlı seferinin, 1095 yılında Clermont’da
toplanan Kilise Konsilin de Papa 2. Urban (Urbanus) ve fanatik bir Papaz olan Pierre L’Ermite
tarafından başlatıldığı kabul edilmektedir. Fakat bu sefere katılmak için Hristiyanlar tarafından Avrupa
genelinde propaganda yapılması ve Haçlı birliklerinin toplanması yaklaşık 1 yıldan fazla sürmüştür.

İki safhadan oluşan bu haçlı seferinde sefere katılan birinci grup birlikler genellikle sırf din aşkı için
savaşmayı göze almış farklı sınıflardan oluşan halktan kişiler olmuştur. İkinci grup ise birinci grubun
tam aksine çok düzenli soylu kişiler tarafından seçilmiş profesyonel birliklerden kurulmuştur. Birinci
Haçlı seferinin genel olarak başlangıcının iki safhadan oluştuğu kabul edilmiştir.

1)- Birinci haçlı seferlerine “Köylü haçlı” veya “Halkın haçlı seferleri” denmiştir. Bu haçlı seferine
katılanların çoğu din için savaşmayı göze almış kiliseye bağlı olan insanların toplanmasıyla olmuştur.
Soylular ve profesyonel birlikler bu ilk haçlı seferlerine katılmayı pek tercih etmemişlerdir. Başında
fanatik Papaz ‘Pierre L’Eermite’ bulunduğu ilk askeri haçlı ordusu, 1 ağustos 1096 yılında sefere
çıkmıştır. Genellikle savaş tecrübesi olmayan erkekler, çocuk ve genç yaştaki kadınlardan
oluşturulmuş birlik, Yalova civarında Selçuklu ordusu tarafından imha edilmişlerdir.

2)- İkinci gruba “Baronların haçlı seferi” denmektedir. İkinci olan grup soylular tarafından komuta
edilen ağır zırhlı şövalyelerden ve profesyonel askerelerden oluşmuş birliktir. Şövalye ve soylulardan
oluşan bu grup Haçlı ordusu ile ilgili rivayete göre 30.000 ile 70.000 arasında asker ve 30.000
civarında asker olmayan bir güçten oluşmuştur. Haçlı ordusuna katılacak olan birliklerden güney
İtalya normlarından, Lorraineliler ve Fransız şövalyelerinden oluşan bu ihtişamlı büyük bir ordu
yaratılmıştır. Avrupa’nın kararlaştırılan alanlarında bu ordular toplanmaktayken özellikle Almanya da
Yahudiler için büyük bir infaz propagandası başlatılmıştır.

23
1097 de İstanbul önlerine gelen bu ikinci haçlı grubu, kendi ihtiyaçları ve hayvanların yemini
karşılamak için güzergahları üzerinde bulunan yerleşkelere büyük zararlar vermeye başlamışlardır.
Sırf bu sebepten Macaristan’da vermiş oldukları zararlardan dolayı oradaki idari güçler bu Haçlı
ordularına direnmeye başlamışlardır. Daha sonra Haçlı ordusunun ihtiyaçlarını karşılamak için çoğu
paralı asker Peçenek Türklerinden oluşan Bizans ordusu, bu birliklere refakat etmeye başlamıştır.

Konstantinopolis’e erişen büyük Haçlı grubu komutanları Bizans imparatoru 1. Aleksios Komnenos’a
bağlılık yemini etmişlerdir. Bu ordu aynı zamanda eskiden Bizans toprağı olan yerlerin tekrar Bizans’a
verileceğine dair ant içmişler ve Anadolu topraklarına giriş yapmışlardır Haziran ayının son
haftalarında harekete geçen Haçlı ordusu, beş haftada Kudüs’e varmayı planlamış fakat bu sefer tam
2 yıl boyunca sürmüştür.

Bu haçlı ordusu öncelikle Anadolu Selçukluları’nın merkezi olan İznik’i kuşatmıştır. Anadolu Selçuklu
hükümdarı olan 1. Kılıç Arslan Haçlı ordusunun kuşatmasına daha fazla dayanamayarak geri
çekilmiştir. Merkez İznik, kuşatmaya beş hafta direnmiş olsa da 17 Haziran 1097 de Bizans
imparatorluğuna teslim edilmiştir. Anadolu içlerine çekilmiş olan Kılıç Arslan, Danişment Gazi ve
Kayseri Emir’i Hasan ile ittifak yapmış ve müttefikler Eskişehir ovasında haçlı ordusuna saldırmışlardır.
Bu savaş Haçlılar tarafından “1. Dorileon Muharebesi” olarak adlandırılmıştır.

Ön safhalarda Normanlar’dan oluşturulduğu askeri grubu karşılayan 1. Kılıç Arslan, zırhlı


şövalyelerden oluşan bu birliğe karşı ok, kılıç ve hafif zırhlı silahlarla dayanamayacağını anlayarak
ordularıyla geri çekilmiştir. Ve bu geri çekilmeden dolayı Hristiyan tarihçiler bu Haçlı askeri grubundan
iftiharla bahsetmektedir.

Haçlı ordularının ilerleyişinin engellenemez ve meydan muharebeleriyle durdurulamaz olduğunu


anlayan 1. Kılıç Arslan, birçok taktik düşünmüştür. Haçlı Ordusunun Anadolu topraklarından geçiş
güzergâhında strateji geliştirmiş, soğuk savaş taktikleri uygular gibi ani baskınlarla çoğu askerleri
etkisiz hale getirmiştir. Geçiş güzergâhlarındaki su kuyularını tahrip etmiş, köyleri boşalttırmış, yolları
üzerindeki meraları büyük koyun sürüleri ile otlatıp Haçlı ordusunu susuz ve hayvan yeminden yoksun
bırakmış onları yıpratmak için birtakım taktikler uygulamıştır.

• Haçlıların Antakya Kuşatması

Yollarına devam eden haçlı ordusu, Toros’u geçip Ermeni hakimiyetinde bulunan Çukurova bölgesine
girmiş ordan da Antakya önlerine kadar ilerlemişlerdir. Ağır zırhlı bu ordunun komutanı Taranto
prensi olan Boemonda bulunmaktadır. Antakya’nın başında bulunan Türk Yağsıyan ve adamları,
şehrin etrafına hendekler kazdırarak şehri 9 ay boyunca savunmuşlardır. Fakat haçlı güçleri, bölgedeki
Hristiyan ahalinin Yağsıyan’a yapmış oldukları ihanet sayesinde kalenin bir burcunu ele geçirmişlerdir.
Şehrin düştüğünü sanan Yağsıyan, 30 muhafızıyla birlikte kaleyi terketmiştir. Bununla birlikte Antakya
kalesini ele geçiren Haçlı Ordusu buradaki Müslüman halkı canice katletmişlerdir.

• Antakya Kalesinde Sıkışan Haçlı Ordusu

24
Haçlı Ordusu’nın Antakya Kalesini ele geçirdiğini öğrenen Musul Emir’i Kürboğa, topladığı birliklerle
birlikte Antakya kalesini kuşatmıştır. Bu birlik Haçlı askerlerinin bir kısmından oluşmuş ve Kürboğa’nın
korkak tavrından dolayı en başta saldırıya geçilmemiştir. Antakya Kalesi’nde 12 gün kuşatma altında
kalan Haçlı Ordusu açlık çekmiş, soylular ve şövalyeler kendi atlarını kesip yemişlerdir. Diğer askerler
ise yaşayan hangi canlıyı bulurlarsa yiyerek karınlarını doyurmuşlar hatta ot ve ağaç kabuklarını dahi
yemeye başlamışlardır.

Bu açlık ve sefalet içindeyken Marsilyalı keşiş Pierre Barthelemy’nin Antakya Katedralinin dini
etkisiyle de bir rüya gördüğünü iddia etmiştir. Barthelemy rüyasında Hz.İsa’nın çarmıha gerildikten
sonra öldürüldüğü kutsal mızrağın Antakya Katedralinin altında gömülü olduğunu söylemiştir. Bunun
akabinde kazılar düzenlenmiş ve yapılan kazı sonucunda “Kutsal mızrak” bulunmuştur. Bulunan
mızrak ile dini heyecan ve ruh haline bürünen Haçlı Ordusu’nun başpiskoposu Le Puy’un taşıdığı
Kutsal mızrakla Antakya kalesinden çıkmış ve Musul Emir’inin ittifakları olan ordular bu olaydan dolayı
çekinmiş ve ittifaktan ayrılmışlardır. Birikilten ayrılanların geri dönüşü sonucunda Kürboğa’nın ordusu
çok ağır bir yenilgi almış ve kuşatmadan mağlup olarak ayrılmıştır.

Haçlılar Antakya’yı aldıktan bir süre sonra at, yiyecek, iaşe teminatı için şehirde kalmışlardır. Hatta bu
teminatlar sağlama sırasında bir Arap yerleşkesi olan Maarrattun Numan Kalesi kuşatılmıştır. Bu
kuşatmada haçlılar tarafından 20.000 kişinin kılıçtan geçirilip korkunç bir katliam yapılmıştır. Hristiyan
kaynaklarında belirtildiğine göre gözü dönmüş Haçlı ordusunun bu kaledeki ölen insanların
bedenlerini dahi yedikleri söylenmektedir.

• Kudüs'ün Kuşatılması ve Katliam

Kudüs'ün Kuşatılması

Haçlı ordusu, Antakya civarındaki ihtiyaçlarını tamamladıktan sonra Lübnan, Batı Suriye ve Filistin
topraklarından geçerek 5 Temmuz 1099’da Kudüs şehri surlarının önüne ulaşmıştır. Kudüs şehri,
Fatımilerin askeri komutanı İftikar El-Devle ve onun askeri güçleri tarafından üst düzeyde
korunmuştur. Haçlı Ordusunun 5 Temmuz’dan itibaren kalelerin surlarına yaptıkları saldırılarda
başarısız olmuşlar ve hep geri püskürtülmüşlerdir. Fakat Haçlı Ordusu’na denizden gelen yardım
durumu haçlıların lehine çevirmiştir. Filistin sahillerine demir atan Cenevizliler gemilerini karaya
oturtmuşlardır. Cenevizliler, temin ettikleri tahtalarla surlara yanaşarak büyük kuleler yapmışlardır.
Yapmış oldukları bu iki kule 14 Temmuz gecesi kalenin önüne getirilerek surlara gerilmiştir.

Ve 15 Temmuz günü kalenin kuzeydoğu kapısı önünden Flandralı şövalye ilk defa şehre girmeyi
başarmıştır. Daha sonra diğer komutan ve askerler şehre girmeye başlamışlardır. Fakat yapılan diğer
kulede aynı taktikle davranılmasına rağmen ilerleyememiştir. Bunun üzerine Haçlı Ordusu,
komutanlarından Raymond Saint Gillies’in, Fatımi kale komutanı olan İftikar El-Devle’ye teslim olması
halinde kendisinin ve ordusunun şehirden çıkarılacağı sözünü vermiştir. Bunun sonucunda Haçlı
Ordusu, kaleyi teslim almış ve sözlerinde durarak Fatımi kale komutanını ve ordusunun şehirden
ayrılmasına izin vermiştir. Fatımi komutanı ve ordusu Aşkalon Kalesine sığınmış, böylece Kudüs
resmen Haçlıların eline geçmiştir. Fatımi komutanı ve askerleri serbest bırakılmasına rağmen haçlı
ordusu kaledeki Müslüman ve Yahudilere büyük kıyım ve katliamlarda bulunmuşlardır. Mabetlere
sığınan kadın ve çocukları dahi kılıçtan geçirmişler, şehrin sokaklarını kan ve cesette bulamışlardır.

25
Kudüs alındıktan sonra işgal edilen diğer toprakların da yönetilebilmesi için haçlı ordusunun soylu
komutanları Kutsal Kabir Kilisesi’nde birleşerek bir “Kudüs Krallığı” kurmuşlardır. Bu krallığın ilk Kralı
ise Godfrei De Bouillon olmuştur. Haçlılar daha sonra serbest bıraktıkları Fatımi ordusuna savaş
açmıştır. Aşkalon Muharebesi adı verilen bu savaşta Haçlı Ordusu Fatımi ordusunu kötü bir yenilgiye
uğratmış, Kudüs’ü artık tamamen kontrol altına almışlardır.

• Haçlı Seferlerinin Sonuçları

Soyluların, baronların ve yüksek zümrenin yürüttüğü bu haçlı seferleri modern tarihçiler tarafından
gayet başarılı bulunmuştur. Çoğu Frank asıllı olan Haçlı Ordusu’nun Kudüs’ü alması Birinci Haçlı
Seferi’nin amacına ulaşması demektir.

• 1100 Haçlı Seferleri

1099 da yapılan Haçlı seferlerinin başarıyla sonuçlanmasıyla ülkelerine geri dönen soyluların
doğunun zenginliklerinden büyük bir abartıyla bahsetmişlerdir. Bunun üzerine Papa 2. Paschalis’in
tekrar Haçlı seferi çağrısı yapması üzerine kısa sürede üç büyük ordu oluşturulmuştur. Papa 2.
Paschalis’in Avrupa Krallıkları, Kutsal Roma ve Cermen İmparatorluklarıyla yaşadığı anlaşmazlıklar
nedeniyle bunlardan hiç destek alamamıştır. Tekrar kurulan bu Haçlı Ordusu zengin olma hayalleriyle
tutuşan baronlar ve soylulardan oluşmuştur. Birinci Haçlı seferlerinin üçüncü kolu olan bu sefer
aslında Kudüs’e yerleşen haçlı ordusuna yardım etmek amacıyla oluşturulmuştur. Bu sefer, birbiri
ardına Konstantinopolis’e ulaşan üç ordunun Anadolu’ya aralıklı olarak girmesiyle başlamıştır
Orduların toplam mevcudunun yaklaşık 300.000 kişilik bir askeri birlikten oluştuğu yönünde tahmin
yürütülmüştür.

Birinci ordu Lombardlar, Fransızlar ve Almanlardan, ikinci ordu Fransızlardan ve üçüncü ordu ise
Almanlardan oluşmuştur. Birinci grupta bulunan ordu 20.000 kişi ile Ankara dolaylarına saldırmış ve
Merzifon’da Danişment Gazi ile 1. Kılıç Arslan birliklerinden oluşan orduyla meydan muharebesine
girmiştir. Büyük bir hezimete uğrayan bu birinci Haçlı grubunun çocukları ve kadınları Türklere esir
düşmüştür. Başka bir grup haçlı ordusu bir kont komutasında Anadolu’da Ankara, Konya ve Ereğli
güzergahından gelmiş ve bunun bir hata olduğunu sonradan anlamışlardır.

Fakat ilerleyen Haçlı ordusu kendilerinden bir önceki haçlı ordusunun gittiği güzergahı takip ettikleri
için yiyecek, iaşe ve hayvan yemi bulmakta zorluk çekmiş ve bitkin halde sefil düşmüşlerdir. Bu sırada
Merzifon dolaylarında Haçlı ordusunu bozguna uğratan sultan 1. Kılıç Arslan ve Danişment Gazi
süvarileri Ankara ve Konya üzerinden gelen haçlı ordusunu takip etmiş ve Ereğli yakınlarında onları
pusuya düşürerek ordunun tamamına yakınını hezimete uğratmışlardır. Muharebeden sağ çıkan çok
az sayıdaki asker de Toros dağlarına sığınmışlardır.

26
İkinci grubun gelişinin ardından bir hafta geçmeden üçüncü Haçlı Ordusu Anadolu’ya hareket etmiştir.
Diğer iki grubun adeta sömürdüğü, neredeyse hiçbir yiyecek ve su kaynağının bulunmadığı
güzergahtan ilerleyen bu son grup da aynı şekilde susuz ve bitap halde Ereğli’ye ulaşmıştır. Oradaki
çay kaynağı olan Akgöl’den kana kana su içmişlerdir. Fakat Haçlı Ordusunun hesaba katmadıkları bir
şey vardır o da bu gölün sularının 1. Kılıç Arslan tarafından zehirlenmiş olduğudur. İçtikleri sudan ve
açlıktan güçsüz kalan ordu zehirlenmenin de etkisiyle iyice teslim olmuş ve bir çoğu sudan
zehirlenerek ölmesine rağmen sağ kalanların bir kısmı esir alınmıştır. Bu Haçlı Ordu’sunun komutanı
Baverya dükü Wolf’un da kaçarak Antakya’ya sığınmayı başarmış olması da hala gizemini korumuştur.

1101 yılında yapılan Haçlı Seferlerinin komutanlarının birleşerek sadece Kudüs’e varmıştır. Kurulan
orduların ayrı gruplar halinde Anadolu Selçuklu Devleti ve Danişment Gazi müttefikine karşı alınan
hezimetler aslında Avrupalı tarihçilerin 1101 Haçlı seferlerini neredeyse tamamen unutmalarına
sebep olmuştur. Fakat 1. Kılıç Arslan ve Danişment Gazinin Haçlı orduları karşısında aldıkları bu büyük
zaferleri unutmak mümkün olmamıştır. Anadolu Selçukluları ve Danişment Gazi’nin ordularının
kazandıkları bu zaferlerden sonra Anadolu’nun bir Türk yurdu olarak kalacağı konusunda kesin
yargılar oluşmasına sebep olmuştur.

• Üçüncü Haçlı Seferleri (1189-1192)

Selahattin Eyyubi’in Kudüs’ü tekrar ele geçirmesi üzerine Alman İmparatoru Barbarossa 100.000
kişilik ordusuyla Anadolu’ya girmiştir. Fransa kralı II. Filip ve İngiltere kralı Aslan yürekli Richard ise bir
donanmayla Akdeniz üzerinden ‘Akka’ ya gelmiş ve şehri kuşatmışlardır. Aslan yürekli İngiliz birçok
kez Kudüs’ü ele geçirmek için uğraşmışsa da Selahattin Eyyubi’nin başarılı taktikleri ile bu taarruzları
sonuçsuz kalmıştır, başta Kudüs’ün Müslümanlarda kalması Selahattin Eyyubi’nin ne kadar zeki bir
komutan ve büyük bir lider olduğunu bütün dünyaya kanıtlamıştır.

Üçüncü Haçlı seferinde Macar topraklarında Kral Bela’dan büyük yardımlar gören Alman ordusu,
Tuna’yı geçip Bizans topraklarına girince sorunlar yaşamaya başlamıştır. Bizans’ın kendi iç
karışıklıklarını yaşaması, yapılan entrikalarla uğraşması ve Anadolu’daki Türk direnişi Bizans’ın
imparatorunun Almanlardan oluşan bu Haçlı birliğinden çekinmesine sebep olmuştur. Almanlardan
oluşan Haçlı Ordusu, Bizanssız yollarına devam etmiştir Miryokefalon mevkiine kadar ilerlemişlerdir.

Haçlılar, II. Kılıç Arslan’dan destek görse de bu akıllı komutan Alman ordusunu biraz yıpratmak istemiş
ve küçük çatışmalar yaşanmasına engel olmamıştır. Açlık, susuzluk ve Türklerin okları Almanları yavaş,
yavaş tüketmeye başlamıştır. Sultanın oğlu Kutbeddin Almanların güzergâhında boşaltılan Konya
şehrinde haçlılara yoğun bir direniş sergilese de de haçlılar Konya’yı ele geçirmeyi başarmışlardır.
Meramda bölgesinde biraz dinlenen Barbarosso ve Alman ordu, Toroslardan Silifke’ye kadar yollarına
devam etmişlerdir. Haçlı ordusunun ilerlediğine dair haberi alan Selahattin Eyyubi’ye Çukurova
civarında bulunan Ermenilerden haber ulaşmıştır. 10 Haziran 1190 da Silifke ovasına giren Haçlılar
büyük felaketler yaşamışlar ve bazı rivayetlere göre Alman ordusunun komutanı Barbarosso
serinlemek için girdiği nehirde boğulmuştur.

27
• İngiltere ve Fransa'nın Haçlı Seferlerine Katılması

İngiltere ve Fransa yıllarca birbirleriyle savaş halinde oldukları için haçlı seferlerine katılmaya fırsat
bulamamışlardır.1188’de Normandiya civarında Gisors da barış antlaşması yapılırken Sur
Başpiskoposu Josias oraya ulaşmış ve yaptığı etkili konuşmalar sayesinde iki devlette Haçlı seferlerine
katılma vaadinde bulunmuşlardır.

Fakat iki devletlerin birbirlerine olan güvensizlikleri sebebiyle beraber sefere çıkmaları
kararlaştırılmıştır. Bu ordu da devletleri ayırmak için Fransızlar kırmızı, İngilizler beyaz ve Flaman
birlikleri de yeşil haç taşımaları istenmiştir. Sefer kararı alındıktan sonra seferin mali yönünü
karşılamak için askeri hizmette bulunmayan halktan “Selahattin öşrü” denilen vergi tahsis edilmiştir.

• Dördüncü Haçlı Seferleri (1202-1204)

Bu haçlı seferinin Papa 3. Innocentius tarafından Kudüs’ü kurtarmak için yapmış olduğu çağrıyla
başlamıştır. Avrupa’da toplanan ordular İtalyan Bonifacio tarafından komuta edilmiştir. Ordunun asıl
amacı ilk olarak Mısır’a ulaşmak ordan Kudüs’ü ele geçirmek olmuştur. Haçlı Ordusunu Venedikliler
ücretli olarak taşımayı kararlaştırmış; fakat haçlıların parası bu ücreti ödemeye yetmeyince ordunun
bir kısmı taht kavgaları yaşayan Bizans’a yönelmiş Konstantinopolis yağmalamışlardır.

Dördüncü Haçlı grubunun diğer gruplardan ayıran farkı ordunun tek elden yönetilmiş olmasıdır. Fakat
birliklerin bir bölümünü, Venedik dükü tarafından Konstantinopolis şehrini işgal etmeye
yöneltilmiştir. Bu işgal sırasında da şehrin büyük bir kısmı yakılıp yıkılmış, değerli sanat eserleri ise
Avrupa’ya götürülmüştür. Ortadoks Hristiyan olan Bizans’ın yerine, Katolik Hristiyan Latin
imparatorluğu kurulmuşsa da kurulan bu Latin imparatorluğu da pek uzun ömürlü olmamıştır.
Dördüncü Haçlı Seferlerinden en kazançlı çıkmış olan devlet Venedik olmuştur. Çünkü taşıma ücretini
ödeyemeyen haçlı devletleri Ege denizindeki bazı Liman ve Adaları borçlarını kapatmak Venedik’e için
teslim etmişlerdir.

28
1402 İSTANBUL LATİN (HAÇLI) İSTİLASI ÖNCESİNE
GENEL BİR BAKIŞ

Türkiye’de Femonco’ya getirilen eleştiri genellikle içerikten çok Rus ve Türk Birliği’nin kurulması için
tarihi aşırı yorumlamak ve çarpıtmaktır.

Rus –Türk Birliği Projesi konusuna şimdi daha yakından bakmak , Fomenco ‘nun Teorileri’ni daha iyi
anlamak açısından önemlidir.

Kominist Rusya Fedarasyonu (SSCB) dağıldıktan sonra Rus Tarihçileri , eski azber tarih olan , Orda
(AltınOrdu) İmparatorluğu ve Cengiz Torunları’ndan Batu Han zamanındaki kuzey ve güney rusya
tarihi ile ilgili çelişkilerin üzerine gittiler ve bu tarihleri komşu ülke kaynakları ile karşılaştırarak mercek
altına aldılar.

Sonunda Batu Han zamanında sözde Rus İstilası’nın Rus ve Türk atalara yapılmış bir hakaret olduğu ve
bu yalan yanlış tarihin revize edilmesi gerektiğine karar verdiler.

Elbette bu radikal tarih treninin makas değişimi hem Rus hem de Türk milliyetçileri tarafından pek de
sıcak karşılanmadı. Çünkü her iki düşmanlık da Batı’nın parçala yönet politikalarının bu ülkelerde ne
kadar derinden etkilendiğinin de bir göstergesi idi.

Biz elbette ki Türk-Rus Projesi’ne (eğer varsa böyle bir proje) yansız ve objektif kalacağız. Çünkü son
yüzyıllarda yapılan Türk –Rus Savaşları’nda her iki taraftan sayıları onbinleri belki de yüz binleri bulan
gereksiz ölümler Batı’nın kışkırtması ve oyunları ile gerçekleşmişti.

Bununla birlikte son yıllarda gözle görülen Türk-Rus ülke ve milletlerinin yakınlaşması olgusunu da
görmezden gelemeyiz. Coğrafya kaderdir derler ve coğrafya ve bölge güçlenmek ve büyümek için
tarih boyunca ittifaklara ve konfederasyonlara ve giderek de imparatorluklara ihtiyaç duyar.

Gelecekte ne olur , görür müyüz görmez miyiz , bilemeyiz ama gelecek şimdi’nin içinde
mayalanmaktadır.

Nato ve Amerika güdümü elbisesi artık büyüyen Türkiye’ye dar gelmekte ve bu Dünya İmparatoru
Sömürgeci Batı gücüne karşı ülkemiz dengeleyici bir komşu güç olan Rusya ile dostane ilişkiler
kurması hem coğrafyasının bir zorunlu sonucu hem de kendi çıkarlarının bir gereği gibi gözükmekte
olduğunu söyleyebiliriz.

29
Fomenco , aşağıda ayrıntısı ile inceleyeceğimiz Haçlı Seferleri sırasında Rus Kronikleri’nin ne dediği ve
Bizans-Rus Kronikleri arasındaki benzerlik ve denkliğe değiniyor.

Fomenco , 1402 İstanbul Latin (Haçlı) İstilası sırasında hüküm süren Aleksios Hanedanı’ndan bir
önceki hanedan olan Kommenos (Kuman ?) Hanedanı’nın son üyesi II. Andronicus’un Rus
Kronikleri’nde izini sürüyor.

Bu birbirinden kopyalanmış (ama kim kimden kopyalamış o belli değil) karmakarışık tarihi biraz da biz
karıştırmak üzere (!) ; Fatih ile Andronicus ve Aleksandr Nevsky benzerliğine ve denkliğine dikkat
çekeceğiz.

FOMENCO VE YENİ KRONOLOJİ BU KONUDA NE DİYOR

“ (Bölüm 2.)

XII. YÜZYIL KOMNİNLERİNİN İMPARATORLUĞU ANDRONICUS -

BU, XII. YÜZYILIN KRAL SINIFINDA KALDIĞI SIRASINDA İSA MESİHİDİR .

1. EMPEROR ANDRONICUS'UN KISA KRONİK BİYOGRAFİSİ”.

“Tarihin Skaliger-Romanov versiyonu şunları söylüyor. 1081 yılında I. Alexei Komnenos, yeni bir
Komnenos hanedanının kurucusu olan , Boğaziçi Çar Grad'da (İstanbul) Bizans imparatoru oldu. Bu
hanedanın son imparatoru, 1185'te öldürülen Andronicus Comnenus'du.”

İmparator Andronicus I Comnenus'un saltanatını, özellikle de Nikita Choniates'in (Nikita Akominat


olarak da anılır) ünlü "Tarihini" anlatan birkaç kaynak kullanacağız. Choniates'in "Tarihi", o dönemin
Bizans olayları hakkında ana ve en ayrıntılı kaynak olarak kabul edilir .

1118'de Alexei ölür ve tahtı 1118'den 1143'e kadar hüküm süren oğlu John Comnenus'a bırakır.
1143'te John'un oğlu Manuel imparator oldu. Manuel, 1143'ten 1180'e kadar yeterince hüküm sürdü.
Manuel'in varisi sorusu kolay bir soru değildi. Manuel'in tahtı devretmek istediği II.Alexei Komnenos
adında bir oğlu oldu ve sonunda onu teslim etti. Ancak ayrıca Manuel'in yakın akrabası olan
Andronicus Comnenus da taht hakkına sahipti. Comnenos'un soy ağacı tablosuna göre, Andronicus
Comnenus, imparator Yuhanna'nın erkek kardeşi Isaac Comnenus'un oğluydu. Dolayısıyla Andronicus,
Manuel'in baba tarafından kuzeniydi, bkz. Şekil 2.1 .

Manuel'in hayatı boyunca, kuzeni Andronicus, imparatorluk oğlu Alexei'ye açık bir rakipti. Pek çok
kişinin inandığı gibi, tahtın Manuel ‘in ölümünden sonra Andronicus’a geçmesi gerekiyordu.
Komnenos hanedanının iki hanedan kolu arasında böyle bir rekabet, Andronicus'un babası İshak,

30
Manuel'in babası John'la yarışmasından bu yana uzun zaman önce başladı. "Hükümdarlık arzusu
babasından miras olarak Andronicus'a geçti" .

Sonuç olarak Andronicus, "Konstantinopolis'in en korkunç hapishanesi olan Anema kulesine


hapsedildi. Birkaç yıl geçirdikten sonra Andronicus, olağanüstü cesareti ve ustalığı sayesinde oradan
kaçtı, tespit edildi, yakalandı, ikinci kez kaçtı ve Rus prensi Yaroslav Osmomysl Galitsky'ye ulaşmayı
başardı" .

Sonra Andronicus, Manuel ile birkaç kez uzlaştı ve tartıştı. Bir süre Manuel'in birliklerini bile yönetti,
ancak sonra tekrar kaçmak zorunda kaldı ve uzun yıllar sürgünde kaldı. Andronicus birçok ülkeyi
ziyaret etti, Kudüs, Bağdat, Iconium (Konya), Şam'daydı . Ama özellikle İskitlerle , yani Rusya(daki
Sakha ,Kuman , Peçenek vb. Türk -ve belki de Müslüman ? Boyları ile ?) ile olan bağları yakındı.

Tsar Grad günlükleri onu İskit geleneklerine ve İskitlere bağımlı olmakla suçlar. Nikita Choniates'e
göre, ölümünden önce Andronicus , Tavro-İskitlere, yani Rusya'ya geçmeye çalıştı: "Tavro-İskitlere
koşması gerekiyordu, çünkü kendisi için güvenli olmayan tüm Roma bölgelerinin yanı sıra diğer
halkların mülklerini de düşünüyordu" . Andronicus'un İskit muhafızına "Varangian" diyor. Nikita
Choniates diyor ki: "

Aynı zamanda Andronicus'un "Latinler" [235: 1], s.258'den hoşlanmadığına inanılıyor. Dahası, iktidara
geldikten sonra, "Andronicus, İstanbul'daki Latinlere savaş ilan etti"

(Bu dönemdeki YUNANLILAR VE LATİNLER = ROMUS VE ROMULUS / HABİL VE KABİL / İSRAEL VE


YAHUDA / EHLİ BEYT (PEYGAMBER VE AİLESİ ; ALİ VE OĞULLARI HASAN VE HÜSEYİN , ALİ ASGAR
VB.) VE (Emevî Hanedanı'nın kurucusu ve birinci Emevî halifesi olan Muâviye bin Ebu Süfyan'ın oğlu)
YEZİT OLABİLİR Mİ ? )

Manuel'in 1180'de ölümünden sonra, iktidar küçük oğlu Alexei'ye geçti. Ancak Tsar-Grad'da kafa
karışıklığı başladı: soylular ve kasaba halkı Andronicus'u krallığa çağırdı. O sırada Paphlagonia'daki
(Aeneas /(Amasra) şehrini , Tsar-Grad'dan çok uzak olmayan , 1182 baharında, Paphlagon birlikleri
başkente taşındı. Yolda, Andronicus'un ordusu, "Latinlerin" hakimiyetinden kurtarıcı Comnenus'un
gelişini memnuniyetle karşılayan doğu eyaletlerinin sakinleriyle bir kartopu gibi büyümüştür.
(Sophokles-“Tebai Önünde Yedi Komutan” ve “Antigone”?)

Andronicus'un adı tek başına başkentte sevinç uyandırdı ve insanlar onun haysiyetiyle ilgili coşkulu
şarkılar yazdılar. İsyana karşı mücadeleyi organize etmek üzere gönderilen Konstantinopolis saygın

31
Andronicus Meleği isyancıların yanına gitti ... Andronicus Komnenos başkente uzun süre girmedi,
uygun bir an bekledi ... Sadece 1183 Nisan'da ... Andronicus ciddiyetle (zaferle olmalı)
Konstantinopolis'e girdi .

İmparator olduktan sonra, "Andronicus mahkemenin (sarayın) masraflarını önemli ölçüde sınırladı ...
ve yetkililerin ve asaletin suistimallerini kararlı bir şekilde ortadan kaldırmaya başladı" .

Bu vesileyle, Nikita Choniates (bu arada, Andronicus'a karşı aşırı derecede olumsuz) şunları yazıyor:
“Fakir tebaalara cömert bağışlarla yardım etti ... birçok bölgede huzursuzluk arttı ... Çünkü
Andronicus'un vergi tahsildarları; haklarının ötesinde talep ediyor ki bu da soylular için korkunç bir
kabustu , ellerindekiler alınmış ve soylu seviyeleri altsınıflara alçaltılmıştı.”

“Andronicus'un en yakın akrabaları da dahil olmak üzere soylular doğal olarak mutsuzdu. Kanun
önünde herkesin eşitliğini talep ederek soyluları rahatsız ettiğine inanıyorlardı.”

"Tatminsiz soylular Andronicus'a karşı isyan çıkarmaya başladı" . Andronicus'un rakiplerinin bakış
açısını ifade eden Nikita Choniates, Andronicus'un saltanatını "canavarın eylemleri" olarak
tanımlayarak ağır eleştirilerden kaçınmıyor, ayrıntılar için aşağıya bakın. SB Dashkov şöyle yazar:
"İmparator, soylulara karşı şimdiye kadar duyulmamış bir terör düzenledi" .

Sonunda, Andronicus ülke ikametgahındayken, Tsar-Grad'da Andronicus'un yakın arkadaşlarından biri


olan Melek (Angelos) İshak ve uzak akrabası (Melekler (Angelos) ve Komnenos'un aileleri akraba idi)
lehine bir isyan patlak verdi. Andronicus ayaklanmayı bastırmaya çalıştı ve şahsen başkente geldi.
Ancak başarılı olamadı. Sonra Andronicus, birkaç yakınıyla birlikte Rusya'ya kaçmaya çalıştı. Ancak
gemisini Karadeniz'de ele geçiren korkunç bir fırtına kurtuluşu engelledi. Arkasından gönderilen takip
imparatoru ele geçirdi ve onu Tsar-Grad'a getirdi.”

“Andronicus işkence gördü ve ardından hipodromda halk tarafından idam edildi. İşkence ve idamının
tarifi çarpıcı bir şekilde Mesih'in Tutkusu ve çarmıha gerilmesi hakkındaki İncil hikayesine
benzemektedir “.

Andronicus'un cesedi "belirli kişiler" tarafından alındı. Sonra Nikita Choniates'in garip bir sözü var:
"Oradan Andronicus'un cesedini aldılar ve onu alçak bir yere koydular ... BURADA VE DOSELA, KENDİ
ONU GÖRMEK İSTİYOR; BİLEŞİMİ TAMAMEN BOZULMUYOR" [933: 1], s. Nikita Choniates'in "Tarih"
adlı eserinin 1206'ya getirildiği söylenmelidir. Bu nedenle, en az yirmi yıldır "bileşimi henüz tam
olarak bozulmamış" sözleri çok tuhaf görünüyor. Burada Choniates ya bir şeyi gizlemek istedi ya da
geç kopyacı-editör bir şey anlamadı.(Mumyalama yada tahnit olmalı.)

32
Andronicus'un "kronik biyografisi" ile ilgili analizimiz, özellikle Nikita Choniates'in iyi bilinen "Tarihine"
dayanacaktır. İleriye atladığımızda, keşfettiğimiz gerçeklerden, Choniates'in İncillere yakın bazı eski
metinleri yeniden yazdığını veya düzenlediğini hemen söyleyelim. Belki İncillerin kendisi değil, ama
12. yüzyılın İncil olaylarını anlatan bir tür kitap.” (FOMENCO-YENİ KRONOLOJİ)

ANALİZ

Fomenco’nun Andronicus biyografisisinden ne anlamalıyız ?

1.) Andronicus zamanında İstanbul’da (Doğu Roma –Bizans Başkenti) iki akraba soy-hanedan
vardır : Melekler (Malikler)-(M)Alexsioslar ve Kommenoslar (Kumanlar ?)
2.) 1185’te Andronicus son Kommenos olduğuna göre ondan sonra taht-iktidar-hanedan , Haçlı
Kroniklerine göre , Melekler-Alexsioslar’a geçmiş olmalıdır.
3.) Fomenco’nun Andronicus Biyografisi tarihte farklı dönemlerde adı geçen üç kişinin , hatta
dört kişinin biyografisine çok benziyor :

I. IV.Haçlı Kronikleri Tarihi’ne Göre : İstanbul’dan –zindandan kaçarak kızkardeşi-Macar


Kralı’nın eşi Kraliçe’ye sığınması ve önce Macar Kralı’ndan , sonra da Haçlılar’dan yardım
istiyerek IV. Haçlı Seferine katılan haçlıları yanına alarak veya peşinden sürükleyerek
gemilerle İstanbul’a gelen ve daha sonra da Haçlılar’ın yardımı ile İstanbul’u alan ve
Bizans Tahtına oturan İmparator Aleksios’a.

II. Fomenco’nun yazdığı Andronicus Biyografisindeki olaylar örgüsü ve özellikle de


Andronicus’un İsa gibi işkencelerle ölümüne bakarak ; IV.Haçlı Seferi Kronikleri’nde adı
geçen ve hayatında büyük boşluklar olan ama ölümü Andronikus’a benzer de olsa
işkenceden sonra Teodosius Sütunu’nun üstüne çıkarılarak aşağı atılan Murtzuphlos’a.

III. Bizans ve Osmanlı Tarihçilerinin yazdığına göre , küçük yaşta tahta geçmesine rağmen
Macar tehdidi karşısında Sadrazamı Çandarlı Halil Paşa’nın bir saray entrikası ile tahtı
babası I. Murat’a kaptırıp sonra iktidarı bir şekilde yeniden ele alan ve İstanbul’u (IV. Haçlı
Seferi ve 1402 İstanbul Latin İstilası’ndaki Venedik Donanması’na benzer bir şekilde
büyük bir donanma ve içerisinde Alman-Fransız-(Kroniklere göre de İngiliz-
Danimark(Wiking) ) lejyonerlerinin de olduğu bir ordu ile İstanbul’u fetheden Fatih Sultan
(II) Mehmet’e ! (Mehmet-Melek-Malik-(M)Alex-Alexsios ?)

IV. Fatih Sultan Mehmet’in ölümünden sonra , bir saray entrikası ile daha önce padişah
olacağı ilan edilmesine karşın , -bir saray entrikası ile- tahtı kardeşi II. Beyazıt’a kaptıran ,
bu yüzden de iktidarı ele geçirmek için Avrupa’ya kaçan ve Avrupa’da o saraydan bu
saraya gezdirilerek yeni bir Haçlı Seferi için yardım arayan ve bu yönüyle de Haçlı

33
Kronikleri’nde geçen II.Aleksios’a ve Fomenco Biyografisi’ndeki Andronicus’a ve nihayet
Venedik-Tarikat Şovelyeleri ile eline düşen veya onlarla dostluk kuran Fatih’in büyük oğlu
Cem Sultan’a !

Beyin yakıcı , karmakarışık bir tarih !

Peki ama nasıl çözeceğiz bu karmakarışık , arapsaçı Gordium’un Düğümü’nü ?

Ayrı ayrı bütün yazılanlar , bütün IV.Haçlı Kronikleri , bütün Fomenco’nun Andronicus
Biyografisi , bütün Bizans ve Osmanlı Tarihçilerinin anlattıkları ipuçları …İstanbul’da ve
1402 İstanbul Latin İstilası ve Fatih’in İstanbul Fethi’nde düğümleniyor !

Şimdi ne kadar beyin yakıcı , ne kadar yazılı tarihi altüst ederek neredeyse tersine
çevirmek anlamına gelen o belki de bu tarihe inananları rahatsız edebilecek tehlikeli
soruyu sorma zamanı :

Bunca zaman deyim yerinde ise bilgisayarlarımız hacklenmiş , insanlarımız da keklenmiş


olabilir mi ?

Bütün sezgilerim ve bütün bu ipuçları 1402 ve 1453 İstanbul Fethi’nin bir ve aynı , tek
fetih hikayesinin isimleri ve tarihleri değiştirilen üç farklı dilde (Yunanca, Latince,Rusça ve
Osmanlıca) anlatılan dört versiyonundan başka bir şey değildir.

Bu tek bir İstanbul Fethi’nin dört farklı versiyonundan hiçbiri tek tek fetih öyküsünün
tamamını anlatmada yetersiz , eksik ve zaman zaman da tanınmayacak kadar çarpıtılmış
yalan yanlış efsanelerle bezelidir.

Bu dört versiyonun doğru ve pek çok belge ile , karşılaştırmalı bir tarih yazımı ile ancak
fethin gerçek ve doğru halkaları biraraya getirilerek , ezberler ve önyargılar bozularak
gerçek ve doğru tek bir fetih tarihi yazılabilir.

Bunu yapmak için de Fethin destan-masal-menkıbe versiyonları olan Anna Comnena’nın


(yazdığı söylenen veya iddia edilen )“Aleksiad” , Homeros’un “ İlyada ve Odisea” ,
“Argonotlar Seferi” , Tevrat’ta geçen sözümona Antik Mısır’da geçen “Musa’nın Mısır’dan
Çıkışı ve Kızıldeniz’i Geçişi” (İstanbul Boğazı’nı olmasın o Kızıldeniz ?) , anonim “Mehmet
Bin Yanko” , Ayasofya’yı yaptıran Jüstinianus ve Teodora ile onların Antik Mısır versiyonu
olan Akheneton ve Nefertiti ile Hz. Süleyman ve Seba Melikesi Belkıs Efsane ve Kıssalarına
da bakmak , incelemek , analiz etmek ve nihayet eksik parçaları da birleştirerek pazılı
tamamlamak ve fetih resminin tamamını ortaya sermek gerekir.

Ayrıca İskender-Cengiz , Kyros/Fatih denkliğine de bakmak gerekir.

İstanbul’umuzun gerçek sırları , gizemleri , mysterileri , hazineleri , zenginlikleri işte asıl


bunlardır.

34
Doğu ve Batı aynıdır , birdir. Ortaçağda siyasi ihtiyaçlardan ve İstanbul üzerinden büyük
bir imparatorluk ortaya çıkmış , bu imparatorluk eski dünyanın pagan/çok tanrılı
tapınaklarını ve inanışlarını tekleştirmiş ama zamanla yine siyasal nedenler ve ihtiyaçlarla
sınıflara göre aynı dinin üç farklı versiyonu (Yahudilik , Hiristiyanlık ve İslam) ortaya
çıkmıştır.

Yunanca konuşanlar Ortadoks ve Latinler Katolik Hiristiyan ve Araplar ve Türkler


Yahudilik ve İslam’ı benimsemişlerdir.

İstanbul (Roma) , siyasal ihtiyaçlardan (göçler , ekonomi vb.nedenlerle)tam ortasından


ikiye bölünmüş , Asya ve Avrupa , tek bir dev imparatorluktan farklı büyklükte (bazılarına
büyüklüklerine bakılarak tarihte imparatorluk da dense ) daha küçük devletlere
bölünmüş ve zamanla bu küçük devletlerin bazıları Britanya gibi kendileri küçük bir ada
devleti olsa da etki ve nüfus alanları imparatorluk sınırlarını aşmıştır.

Avrupa siyasal birlik için Hiristiyanlığın Katolik ve daha sonra da ortaya çıkan Protestan
mezheplerini kendileri için birleştirici bir Haçlı itici gücü olarak kullanmayı başarırken
Hiristiyanlığın Asya versiyonu olan Ortadoks Mezhebi ise İstanbul merkezini zamanla
siyasi güç ve nüfus ile Rusya’ya kaptırmıştır.

Hint Avrupa dilleri konuşan Batı ve Avrupa , latince kökenli dilleri ile ilk asılları yunanca
olan İncil’i önce Latinceye sonra da kendi yerel dillerine çevirmiş ancak latince İncil ile
İbrani Tevrat’ını Kutsal Kitap (Eski Ahit-Tevrat ve Yeni Ahit-İncil) olarak birleştirerek ,
İslam (Arapların İbrani olanların karşısında aynı ırktan gelen İslam Arapları ve İslam
Türkler) karşısında birleşmişlerdir.

35
I.BÖLÜM :
1185 “ALEKSİAD” DÖNEMİ HAÇLILARIN İSTANBUL
GEÇİŞİ İLE
İSTANBUL 1402 LATİN İSTİLASI İLİŞKİSİ

BU BÖLÜM , TRUVA MİTOLOJİSİNDEN PAPAZLAR OKULUNDA TRUVA DESTANININ YAZIMINA


GİDEN YOLDA BİR ARA DURAK OLARAK ANNA COMNENA’NIN (YAZDIĞI SÖYLENEN ASLI
PAPAZLARIN YAZDIĞI OLMALI) “ALEKSİAD” DESTANININ GERÇEKTE HAÇLI LATİN İSTİLASININ NASIL
GERİYE DÖNÜK (1204’TEN İTİBAREN GERÇEKLEŞEN TARİHİ OLAYLARIN 1185’Lİ YILLARA )
MONTAJLANDIĞINI BEYAN EDER

36
-“ALEXSİAD VE HAÇLILAR”-

ANNA KOMNENA’NIN “ALEXSİAD” ESERİNİN ,

DÖRDÜNCÜ HAÇLI SEFERİ KRONİKLERİ İLE İLYADA’NIN YAPISAL BENZERLİKLERİNE İLHAM KAYNAĞI
OLMASI

“Komnena'nın orijinal eserinin adı Aleksias'tır. Aleksias adı, İliada adının orjinali olan İlias'tan
esinlenilmiştir. İlias, eski Hellen diline göre türetilmiş bir dişi sıfattır ve “İlion'sal, İlion ile ilgili”
(Destan) diye anlaşılır. Anna Komnena'nın kendi yapıtına verdiği Aleksias adı, İlias adına öykünerek
“Aleksios'sal” yani “İmparator Aleksios'un Destanı” anlamındadır. Yapıtın günümüz dillerine
çevrilmesi sonucunda eserin adı Aleksiad olmuştur. (Komnena 1996, 6-7.)

Hayatı boyunca edindiği bilgisini ve eğitimini sergileyerek eserini çok sevdiği Homeros tarzında ve eski
bir dille destan biçiminde yazmıştır. Eser, sadece isminden dolayı destan değildir. Aynı zamanda,
tarihinin çoğunun Rumlar, Türkler ve İskitlerle savaş ile ilgili olmasına karşın eserin kurgusunun
yalınlığından dolayı da destandır. Kitap boyunca ve hatta adı ile de Homeros'a öykündüğü aşikârdır.
İlyada ve Odesia'ya sayısız gönderme yaparak ve kahramanları ile Homeros'un kahramanlarını
özdeşleştirerek edebiyat yeteneğini ortaya koyarken bilgisini ve zekasını da göstermektedir.”

Kaynak :(https://docplayer.biz.tr/30649982-Sanat-tarihi-dergisi.html )

37
II.BÖLÜM :
HAÇLI SEFERİ KRONİKLERİ VE İLYADA
KARŞILAŞTIRILMASI

HOMEROS VE GEOFFROİ DE VİLLEHARDOİN DENKLİĞİ

“ Joinville, Fransa kraliçesi Jeanne de Navarre’ın kendisinden, “Kralımız Saint-Louis’nin hayırlı işlerini
ve kutsal sözlerini derleyecek bir kitap” istediğini belirtir. Froissart da amacının 14. yüzyılın “büyük
mucizelerini ve savaşlarını” nakletmek olduğunu açıklar. Ama Geoffroi de Villehardouin niye
Dördüncü Haçlı Seferi anılarını derlemeye giriştiğini söylemez. Yine de eserin, Villehardouin’in Haçlı
Seferi’nin başına geçirmeyi önerdiği Bonifacio del Monferrato’nun ölümüyle sona ermesi bu soruyu
aydınlatabilecek bir olgudur. Böylece yazarın anılarında ve düşüncelerinde bu kişiliğin ne kadar
önemli bir yer tuttuğu anlaşılmaktadır. “ (IV.Haçlı Seferi Kronikleri , İş Bankası , Geoffroi de
Villehardouin.)

İlyada ise , IV. Haçlı Seferi ve 1204 İstanbul Latin İstilası’nın tarihi üç bin beş yüz yıl kadar genleştirerek
ve geriye götürülerek Truva’nın MÖ 1250’li yıllardaki düşüş dönemine yerleştirir.

38
Fomenco’ya göre , İlyada’yı ve bütün Yunan ve Roma Tarihi ile birlikte Odesia’yı , Heredot tarihi’ni ve
İskenderiye Okulu Filozofları ve Eserlerini Papaz Çeviri Okulu Skalingier Tarihi Yazıcıları yazdığından
kuşku duyulamaz.

Gerçekten de Homeros’un İlyada ve Odesia’yı yazan yada yeniden düzenleyerek Latinceye çeviren eli
kalem tutan bir papaz olduğu belli gibidir. Zira İlyada , pagan /çok tanrılı görünüşüne karşın derinde
tek tanrıcı Zeus’un mutlak hakimiyeti altında bir töre , ahlak ve ibret dersi içerir.

Homeros lakaplı papazın Roma değil İstanbul ‘lu olduğu hemen hemen kesin gibidir. Zira İlyada
tamamen Truva yanlısıdır. İstanbul’un Haçlılarca istilası gibi Truva’nın Fethi de “Haksız bir Savaş”tır.
Bir günahtır.İlyda’da , Troya önlerindeki Apollon Tanrı Mabedinin yıkılması büyük günahtır. Bu
günahın sonucunda saldırganlar (Haçlılar ve Akhalar) veba salgını ve en ünlü komutanlarının ölümleri
ile Zeus-Tanrı tarafından cezalandırılırlar.

İlginç bir başka denklik de , Truva ve İstanbul’un , Haçlılar ve Akhalar ile aynı dinden , din kardeşleri
olmalarıdır. İlyada’da hem Akhalar hem de Truvalılar Zeus’a ve IV. Haçlı Seferi’nde hem Haçlılar hem
de İstanbul (Konstantinepolis) Hiristiyandır !

39
İlyada Kısa Özet ve VI.Haçlı Seferi Karşılaştırılması

İLYADA , 4.HAÇLI SEFERİ , TROYA DA İSTANBUL’(MU)DUR

KİŞİLER VE OLAYLAR BENZERLİĞİ

ORDU İÇİNDE ANLAŞMAZLIKLAR

1.)ORDUNUN İKİYE BÖLÜNMESİ

“Haçlı Seferi’nin iki komutanı, İmparator Baudouin de Flandre ve Marki Bonifacio del Monferrato
birbirine düşer.”

Troya’nın en ünlü iki komutanı da (Agamemnon ve Akileus birbirlerine düşer.

EMPERYALİZMİN VE İŞGALİN ADI VE BAHANESİ OLARAK ÖÇ VE İNTİKAM

“Haçlılar , ‘İsa’ya yaşatılan utancın intikamını almak ve Kudüs’ü fethetmek’ üzere yola çıkmayı

kararlaştırmışlardı.”

Akhalar da , Agamemnon’un kardeşi Menelaos’un karısı “Güzel Helena’nın Troya Prensi Alexsandros

40
(Paris) tarafından Troya’ya kaçırılması üzerine , Akhalar’a yaşatılan utancın intikamını almak ve

Kudüs’ü fethetmek üzere yola çıktılar.

ODYSEUS (ULYSSES) VE VİLLEHARDOUİN İŞLEVLERİNİN DENKLİĞİ

“Dördüncü Haçlı Seferi Kronikleri” kitabının yazarı , İstanbul’un Latin İstilası’na bizzat katılmış ve

savaşların en kritik anlarında yaptığı ataklar ve kurnazca akıl yürütmesi ve çözüm önerileri ile .

Geoffroi de Villehardouin , İlyada’da , bir “Ulu Ses” (Kurnazlık , Bilgelik , Arabuluculuk) Odysseus

(Ulysses ) aynı kişidir.

MENTOR-DANDOLO

Haçlı Ordusu’nun kurucularından Ak Saçlı Bilge Venedik dukası Henri [Enrico] Dandolo , İlyada’nın Ak

Saçlı Bilgesi Mentor (Akıl Hocası ve Yönetici , Arabulucu anlamındadır)’dur.

AKİLEUS-AGAMEMNON İLE BOULLON-SAİNTGİLLES VE BOUDOUİN-MONFERRATO ANLAŞMAZLIĞI

Haçlıların İstanbul’un İstilasından sonra , Haçlı İstanbul İmparator seçiminde Godefroy de

Bouillon’un seçilmesine küsüp kalabalık bir birlikle çekip giden ve genç Kudüs Krallığı’nı tehlikeli bir

Şekilde zayıflatan Kont de SaintGilles’in bu olayı ile yine Valak Kralı Koroyan’ın yeni imparatora

ayaklanması olayı ; Akileus’un sevgilisi Breseis’in Agamemnon tarafından el konulması üzerine

Troya Savaşı’ndan ordusu ile çekilerek Troya Fethini geciktirmesi olayı içine yedirilmiştir.

Akhilleus (Venedik) savaştan uzak durdukça, Akhalar (Haçlılar) zaferi kazanamasınlar, diye Zeus

41
(Papa) söz verir, Akhalardan (Haçlılar) yana olan karısı Tanrıça Hera (Kroniklerde Fransızlar) ile kavga

ederler.

Hephaistos (Venedik) Tanrı (Düka) onları yatıştırır. Bunlardan birincisi Konstantinepolis Latin

İmparatoru seçilen Sakson (Alman) Boudouin ile Fransız Ordusu’nun başındaki Marki Bonifacio del

Monferrato’nun öfkeleri , kavgaları ve ayrılmaları , Truva’da ve Haçlılar’da benzeş ve paraleldir.

HAÇLILARDA VE TRUVA’DA BENZEŞ OLAYLAR ÖRGÜSÜ

IV.Haçlı Kronikleri ile İlyada’da Olaylar Örgüsü birbirine tamamen paralel yürümez.

Haçlılarda olaylar Papa’nın Haçlı Seferi Çağrısı ile başlar.

İlyada ise on yıl süren Truva Savaşı’nın son yılında geçer.

İlyada , Truva Savaşı henüz bitmeden , Truva düşmeden önce Hektor’un Cenaze Töreni ile
biter.Bellerofontes gibi olaylar , destan içinde ek yada geriye dönüşlerle yer alır.

Haçlı Seferi ise 1204 İstanbul’un Latin İstilası ön planda olmak üzere , Sefere Çağrı , Sefere bir yıl
hazırlık , Ordunun ve Paranın Yarım Toplanması , Yeni Anlaşma , yolda Zara (Zadar) Fethi gibi
aşamalardan geçerek Anıları yazan yazarın yurda döndüğü zamana kadar olan zamanda geçer.

Gerçi Truva Destan Çemberleri’nde Truva Savaşları , Truva Atı ile biter.

İlyada ise , Hektor’un Cenazesi ile birden sona erer.

Her iki eserin en çok birbirine benzeyen olaylarından biri de Seferlerin Önüne Çıkan Engeller ve
Seferlerin Gecikmesi ve Ertelenmesidir.

İlyada’nın başındaki Akileus’un Öfkesi ve Akileus’un Savaştan Çekilmesi olayı , Haçlı Seferi’nde birkaç
farklı olayla benzeşir.

42
DÖRDÜNCÜ HAÇLI SEFERİ KRONİKLERİ ÖZET

Geoffroi de Villehardouin

“I. Foulques de Neuilly Haçlı Seferi çağrısı yapıyor.

1. Biliniz ki efendimiz İsa’nın doğuşundan bin yüz doksan yedi yıl sonra (1197), Roma’da
Innocentius’un Papa ve Fransa’da Philippe’in ve İngiltere’de Richard’ın kral oldukları
dönemde,Fransa’da Foulques de Neuilly adında bir aziz çıktı.
2. Bu azizin ünü öylesine yayıldı ki Roma’ya, Papa Innocentius’a kadar ulaştı; ve Papa Fransa’ya
haber gönderip,onu kendi adına Haçlı Seferi çağrısı yapmakla görevlendirdi. Ve daha sonra
kendi kardinallerinden birini, Haçlı olan Perron di Capua’yı Fransa’ya gönderdi ve onunla
şimdi size söyleyeceğim şu affı bildirdi: Haçlı olan ve bir yıl boyunca orduda Tanrı’ya hizmet
eden herkes günah çıkartabilecek ve bu günahların hepsi affedilecekti.

II. Haçlı Seferi’ne katılanlar.

3. Aziz Foulques’un Tanrı hakkındaki bu vaazlarının ertesi yılı, Champagne’da Ecry adında bir şatoda
turnuva düzenlenmişti; ve Tanrı’nın bir lütfu sonucu Champagne ve Brie kontu Thibaut Haçlı oldu ve
Blois ve Chartres kontu Louis de onu izledi; ve bu olay 28 Kasım 1199’da Avents’ın girişinde
gerçekleşti. Biliniz ki bu Kont Thibaut genç bir adamdı, yaşı henüz yirmi ikiden fazla değildi ve Kont
Louis de ancak yirmi yedisindeydi. Bu iki kont bir yandan Fransa kralının yeğenleri ve baba tarafından
kuzenleri, diğer yandan da İngiltere kralının yeğenleriydiler.

4. Bu iki kontla birlikte Fransa’nın çok yüksek iki baronu,Simon de Montfort ve Renaud de Montmirail
da Haçlı oldu.Bu iki ulu adamın Haçlı olmalarının şanı da büyük oldu.

5. Champagne kontu Thibaut’nun topraklarında Troyes piskoposu Garnier, Brienne kontu Gautier,
yüksek yargıç (seneşal) Geoffroi de Joinville, kardeşi Robert, Gautier de Vignory, Gautier de
Monbéliart, Eustache de Conflans, kardeşi Gui de Plessis, Henri d’Arzillières, Oger de Saint- Chéron,
Villain de Neuilly, Champagne mareşali Geoffroi de Villehardouin, onun yeğeni Geoffroi, Guillaume de
Nully, Gautier de Fuligny, Evrard de Montigny, Manassès de l’Isle, Macaire de Sainte-Menehould,

43
Milon le Brébant, Guy de Chappes, yeğeni Clerembaud, Renaud de Dampierre, Jean Foisnons ve
kitabımızda adı sayılmayan daha birçok soylu insan Haçlı oldu.

6. Kont Louis ile birlikte Gervais du Châtel, oğlu Hervée, Jean de Virsin, Olivier de Rochefort, Henri de
Montreuil, Payen d’Orléans, Pierre de Bracieux,[7] kardeşi Hugues, Guillaume de Sains, Jean de
Friaize, Gautier de Gaudonville, Hugues de Cormeray, kardeşi Geoffroi, Hervée de Beauvoir, Robert
de Frouville, kardeşi Pierre, Orri de l’Isle, Robert du Quartier ve kitabımızda adı sayılmayan daha
birçok kişi Haçlı oldu.

7. Ile-de-France’ta Soissons piskoposu Nevelon, Mathieu de Montmorency, yeğeni Coucy Şatosu’nun


komutanı Guy , Robert de Ronsoi, Ferri d’Yerres, kardeşi Jean, Gautier de Saint-Denis, kardeşi Henri,
Guillaume d’Aunoi, Robert Mauvoisin, Dreux de Cressonsacq, Bernard de Moreuil, Enguerran de
Boves, kardeşi Robert ve kitabımızda adı sayılmayan daha pek çok saygın kişi Haçlı oldu.

8. Bir sonraki Büyük Perhiz’in (carème) başlangıcında, 23 Şubat 1200 günü, Flandre ve Hainaut kontu
Baudouin ile karısı Kontes Marie (Champagne kontu Thibaut’nun kız kardeşi) Bruges’de Haçlı oldular.
Daha sonra kardeşi Henri, Kont Philippe de Flandre’ın oğlu olan yeğeni Thierri, Béthune yargıcı
Guillaume, kardeşi Conon, Bruges şato komutanı Jean de Nêle [veya Nesle], Renier de Trit, oğlu
Renier, Mathieu de Wallincourt, Jacques d’Avesnes, Baudouin de Beauvoir, Hugues de Beaumetz,
Girard de Mancicourt, Eudes de Ham, Guillaume de Gommegnies, Dreux de Beaurain, Roger de
Marck, Eustache de Saubruic, François de Colemi, Gautier de Bousies, Renier de Mons, Gautier des
Tombes, Bernard de Somergen ve kitabımızda adı sayılmayan daha birçok saygın kişi Haçlı oldu.

9. Daha sonra, Kont Hugues de Saint-Paul Haçlı oldu. Onunla birlikte yeğeni Pierre d’Amiens,
Eustache de Canteleu, Nicolas de Mailly, Anseau de Cayeux, Gui de Houdain, Gautier de Nêle, kardeşi
Pierre ve daha bilmediğimiz birçok kişi Haçlı oldu.

10. Bunun hemen ardından Kont Geoffroi du Perche, kardeşi Etienne, Rotrou de Montfort, Ives de la
Jaille, Aimeri de Villeroi, Geoffroi de Beaumont ve isimlerini bilmediğim daha birçok kişi Haçlı oldu.

(Bu bölüm ile İlyada’da Akha Ordusu Soylularının anlatıldığı bölümü karşılaştırınız. Gerek IV. Haçlı
Ordusu , gerekse de Troya’ya sefere çıkan Akha Ordusu , bir milletler birleşik ordularıdır.)

III. Haçlılar Venedik’e altı haberci gönderiyor.

11. Sonra baronlar, ne zaman yola çıkacaklarını ve hangi yolu izleyeceklerini kararlaştırmak üzere bir
toplantı yaptılar. Anlaşamadılar, çünkü toplanan Haçlıların sayısını yeterli bulmadılar. O yıl boyunca
(1200) en çok iki ay arayla Compiègne’de toplanıp durdular. Haçlı olan tüm kontlar ve baronlar
oradaydı. Karşılıklı birçok öğüt alındı verildi; ama sonuçta bulabilecekleri en iyi habercileri, kendilerine
her türlü yetkiyi vererek gönderme kararına vardılar.

12. Bu habercilerden ikisini Champagne kontu Thibaut, ikisini Flandre ve Hainaut kontu Baudouin ve
diğer ikisini de Blois ve Chartres kontu Louis gönderdi. Kont Thibaut’nun habercileri Champagne
mareşali Geoffroi de Villehardouin ve Milon le Brébant’dı; Kont Baudouin’in habercileri Conon de

44
Béthune ve Alard Maquereau idi; ve Kont Louis’nin habercileri Jean de Friaize ve Gautier de
Gaudonville idi.

IV. Habercilerin gelişi; istekleri.

15. Enrico Dandolo adındaki Venedik dukası çok bilge ve çok dindar bir adamdı, o ve yanındakiler
gelenleri çok onurlandırdı ve onları gönülden karşıladı.

Haberciler Venedik’te çok zengin ve güzel olan saraya girdiler ve duka ile meclisini bir odada buldular,
getirdikleri haberi şöyle ilettiler: “Sir, bizi sana Tanrı izin verirse İsa’nın utancının intikamını almak ve
Kudüs’ü yeniden fethetmek için Haç giyen Fransa’nın yüksek baronları gönderdi. Ve onlar kimsenin
kendilerine siz ve sizin insanlarınız kadar yardım edemeyeceklerini bildiklerinden, sizden Tanrı aşkına
denizaşırı Kutsal Topraklar’a ve İsa’nın utancına acımanızı ve kendilerinin emrine ulaşım ve savaş
gemileri verilmesi için çalışmanızı rica ediyorlar.”

V. Duka tarafından önerilen anlaşmalar.

21. Dük Dandolo : “-Dört bin beş yüz atı ve dokuz bin seyisi taşıyacak yelkenli nakliye gemileri
(huissier) yapacağız; ve dört bin beş yüz şövalye ile yirmi bin yaya askeri navelerde (nef) taşıyacağız.
Ve tüm bu atlar ve insanlar için yapılacak anlaşmaya göre, yanlarında dokuz aylık erzak bulunacak. At
başına dört ve adam başına iki mark verilmesi koşuluyla yapacaklarımız en azından bunlar.”

22. “Ve size açıkladığımız tüm bu anlaşmalara, Tanrı’ya ve Hıristiyanlığa hizmet etmek üzere Venedik
limanından ayrıldığımız günden başlayarak nerede olursa olsun bir yıl boyunca uyacağız. Yukarıda
belirtilen bu harcamanın toplamı seksen beş bin marktır.”

23. “Ayrıca şunu da yapacağız: Tanrı aşkına silahlandırılmış elli kadırga (galère/zırhlı savaş gemisi) da
vereceğiz; tek koşulumuz, toplumumuz ayakta kaldığı sürece, denizde ya da karada, toprak ya da para
olarak ele geçirilecek her ganimetin yarısı bizim, yarısı sizin olacak. Bu kararları uygulatabilir misiniz ya
da destekletebilir misiniz anlamak için aranızda bir görüşün.”

VI. Anlaşmanın sonucu; habercilerin geri dönüşü.

27. Haberciler Fransaya döner.Yanlarında Venedik Dükasını da getirirler. Yöneticiler ve halk


habercileri dinlemek üzere kilisede toplanır.Diğer habercilerin de onayı ve isteğiyle sözü Champagne
mareşali Geoffroi de Villehardouin aldı ve şöyle dedi: “Senyörler, bizi sizlere Fransa’nın en yüce ve en
güçlü baronları gönderdi; ve onlar, Türklerin elinde esir bulunan Kudüs’e acımanız ve Tanrı aşkına
İsa’nın utancının intikamını almalarına yardım etmeniz için merhametinize sığınıyorlar. Ve onlar sizi
seçtiler, çünkü denizlerde hiç kimsenin siz ve sizin insanlarınız kadar güçlü olmadıklarını biliyorlar. Ve
bize ayaklarınıza kapanmamızı ve denizaşırı Kutsal Topraklar’a acıyacağınızı, bize yardım edeceğinizi
söyleyinceye kadar yerden kalkmamamızı emrettiler.”

30. Dukanın söylediği tüm o güzel ve iyi sözlerin hepsini burada size nakledemeyeceğim; ama sonuçta
anlaşmaları ertesi gün yapmak üzere sözleşildi; ve anlaşmalar yapıldı ve kopya edildi. Anlaşmalar
yapıldığında, Babiloine[8] üstünden gidileceği, çünkü Türklerin en kolay Babiloine üstünden gidilerek
yok edilebilecekleri meclise açıklandı. Ve halkın önüne çıkıldığında, sadece denizaşırı topraklara
gidileceği söylenildi. O sırada Perhiz sürüyordu (Mart 1201); ve bir yıl sonraki Saint-Jean yortusunda,

45
baronlar ve Haçlılar Venedik’te olacaklar, gemiler de yola çıkmaya hazır bir şekilde onları
bekleyeceklerdi.

[8](Babilonya): Eski Kahire anlamında kullanılmaktadır. Babiloine [Babil] eski bir Mısır kalesidir. Bu
kale 641’de Amr tarafından alındıktan sonra karşısına Fustat [: askeri kamp] kurulmuş, bu yerleşim
Kahire’nin ilk çekirdeğini oluşturmuştur. - Duf.; Büy. Lar.

31. Anlaşmalar yapılıp mühürlendikten sonra, büyük sarayda dukaya götürüldü; büyük ve küçük
meclisler de sarayda toplanmıştı. Ve duka anlaşmaları onlara verdiğinde, çok gözyaşı dökerek diz
çöktü ve anlaşmalardaki koşulları yerine getireceğine kutsal emanetler üzerine yemin etti; kırk altı
kişiden oluşan meclisi de aynı yemini etti. Haberciler de anlaşmaya uymaya yemin ettiler ve hem
senyörlerinin, hem kendilerinin iyi niyetle yeminlerinde duracaklarını açıkladılar. Biliniz ki bu sahne
sırasında pek çok merhamet gözyaşı döküldü. Ve her iki taraf da anlaşmayı onaylatmak üzere hemen
Roma’ya, Papa Innocentius’a haberci gönderdiler ve o da canı gönülden bu onayı verdi.

32. O zaman haberciler kentte beş bin mark gümüş borç buldular ve donanmayı hazırlamaya
başlaması için bu parayı dukaya verdiler. Sonra da ülkelerine dönmek için izin aldılar ve
Lombardiya’daki Plaisance’a [Piacenza] gelinceye dek at koşturdular. Orada ayrıldılar: Mareşal
Geoffroi ve Alard Maquereau doğrudan Fransa’ya gitti; diğerleri denizaşırı Kutsal Topraklar için ne tür
bir yardım alabileceklerini öğrenmek üzere Cenova ve Piza’ya yöneldi.

VII. Champagne kontu Thibaut’nun ölümü.

VIII. Haçlılar kendilerine başka bir komutan arıyor.

IX. Monferrato markisi Bonifacio Haçlı Seferi’nin komutanı oluyor; yeni Haçlılar; Perche kontu

Geoffroi’nın ölümü.

X. Haçlıların Venedik’e doğru yola çıkışı; başka bir yoldan gidenler.

47. Paskalya’dan sonra, Pentecôte’a doğru (2 Haziran 1202), Haçlılar memleketlerinden yola çıkmaya
başladılar. Ve memleketlerini, insanlarını ve dostlarını terk ederken, biliniz ki çok gözyaşı döküldü.
Bourgogne, Mont-Joux tepeleri, Cenis tepesi ve Lombardiya üzerinden at sürdüler; ve böylece
Venedik’te toplanmaya başladılar. Limanda, Saint-Nicolas [San Nicola] adasında kalıyorlardı.

48. O sırada Flandre’dan bir donanma denizyolundan hareket etti; donanmaya pek çok silahlı soylu
insan katılmıştı. Başlarında Bruges şato komutanı Jean de Nêle, Flandre kontu Philippe’in oğlu Thierri
ve Nicolas de Mailly vardı. Kont Baudouin’e, nereye giderse gitsin, Fas boğazından [Cebelitarık]
geçerek Venedik ordusuna ve ona katılacaklarına söz vermiş ve kutsal emanetler üzerine yemin
etmişlerdi. Ve bu nedenle Flandre kontu ve kardeşi Henri onlara giyecek, yiyecek ve başka erzakla
yüklü naveler göndermişlerdi. 49. Bu donanma çok güzel ve çok zengindi, ve Flandre kontu ile diğer
Haçlılar ona çok güveniyorlardı, çünkü en iyi askerlerinin çoğu bu donanmadaydı. Ama bunlar kendi
senyörlerine ve diğerlerine verdikleri sözü hiç de iyi tutmadılar, çünkü onlar ve daha pek çokları
Venedik’tekilerin göze aldıkları büyük tehlikeden korktular. Autun piskoposu, Forez kontu Guigues ve
Pierre Bromont ve daha pek çok insan geri adım attı ve bundan ötürü çok ayıplandılar, gittikleri
yerlerde de pek hoş karşılanmadılar! Fransızlardan da Bernard de Moreuil, Hugues de Chaumont,

46
Henri d’Araines, Jean de Villers, Gautier de Saint-Denis, kardeşi Hugues ve daha pek çokları eksildi;
onlar da çok tehlikeli olduğu için Venedik’e uğramayıp, denizi geçmeye Marsilya’ya gittiler. Bu onlar
için büyük bir utanç oldu ve bu yüzden çok ayıplandılar ve sonra da başlarına gelmeyen kalmadı.

XI. Venedik’e götürülen Haçlılar ve Pouille’a [Apulia] gidenler. (Yazar –Savaş Aykılıç-Notu : Bu
bölüm önemli. Çünkü Haçlıların gecikmesi ile Truva Seferini geciktiren gemilerin Aulis Limanında
rüzgarı beklemeleri , Haçlı-Truva Denkliğinin en önemli kanıtlarından biridir.)

51. Bunlar hakkında daha fazla konuşmayacak ve sözü büyük bir bölümü zaten Venedik’e varmış olan
Haçlılara getireceğiz. Flandre kontu Baudouin ve daha pek çokları oraya varmıştı. Birçok Haçlının
başka yollardan başka limanlara gittikleri haberi onlara orada ulaştı; ve bundan çok rahatsızlık
duydular, çünkü o zaman ne anlaşmayı yerine getirebilecek, ne de Venediklilere söz verdikleri parayı
ödeyebileceklerdi.

52. Ve aralarında toplanıp Haçlıları ve henüz Venedik’e gelmemiş Blois ve Chartres kontu Louis’yi
karşılamaya iyi haberciler çıkarmaya karar verdiler. Haberciler gelenleri rahatlatacak, deniz ötesindeki
Kutsal Topraklar’a acımaları için onlara yakaracak ve Venedik dışında hiçbir limanın deniz yolculuğu
için kazançlı olmadığını anlatacaklardı.

53. Bu mesajı taşımak üzere Saint-Paul kontu Hugues ve Champagne mareşali Geoffroi seçildi;
Lombardiya’daki Pavua’ya kadar at sürdüler. Yanında birçok şövalye ve soylu insanla birlikte Kont
Louis’yi orada buldular. Onların teşvikleri ve duaları başka yollardan başka limanlara gidecek

pek çok insanı Venedik’e döndürdü.

54. Yine de Plaisance’tan [Piacenza] yola çıkan pek çok iyi insan başka yollardan Pouille’a [Apulia]
gittiler. Dünyadaki iyi şövalyelerden biri olan Villain de Neuilly, Henri d’Arzillières, Renaud de
Dampierre, Henri de Longchamp, Flandre ve Hainaut kontu Baudouin’in vasalı Gilles de Trasegnies
onların arasındaydı; ve kont, yolculuğu kendisiyle beraber yapması için Trasegnies’ye cebinden beş
yüz lira vermişti. İsimleri yazılı olmayan çok sayıda şövalye ve asker de onlarla birlikte gitti.

55. Bu ayrılık Venedik üstünden giden ordunun mevcudunu çok azalttı ve biraz sonra işiteceğiniz gibi,
büyük bir talihsizliğe yol açtı.

XII. Haçlıların parası Venediklilere olan borcu ödemeye yetmiyor.

56. Böylece Kont Louis ve diğer baronlar Venedik’e gitti ve büyük bir tören ve sevinçle karşılanıp
diğerleriyle birlikte Saint-Nicolas adasına yerleştiler. Ordu ve soylu insanlar çok güzeldi; o zamana dek
bu kadar çok ve güzel insan bir arada görülmemişti. Venedikliler de atlar ve insanlar için gerekli her
şeyle dolup taşan uygun bir pazar kurdular; ve hazırladıkları donanma o kadar zengin ve güzeldi ki, o
güne dek hiçbir Hıristiyan bu kadar güzel ve zengin bir donanma görmemişti; bu donanma, nave,
kadırga ve nakliye gemisi sayısı olarak, ordudaki adamların üç katı kadar insanı da rahat rahat
taşıyabilirdi.

57. Ah! Diğer limanlara gidenlerin oraya gelmemeleri ne büyük bir talihsizlik oldu! Gelselerdi,
Hıristiyanlık kazançlı,Türkler kayıplı çıkacaktı. Venedikliler anlaşmalarına sonuna kadar bağlı kalmış,
hatta fazlasını bile yapmışlardı. Kontlarla baronlardan da kendi sözlerini tutmalarını ve parayı teslim
etmelerini istediler; çünkü yola çıkmaya hazırdılar. Orduda geçiş parasının toplanması istendi; ama

47
birçok kişi geçiş parasını ödeyemeyeceğini bildiriyor ve baronlar ne çıkarsa onu topluyorlardı.
Toplayabildikleri parayı ödediler. Ama onların ödediği para, Venediklilerin istediği paranın yarısı bile
değildi.

60. Bu noktada baronların büyük çoğunluğu ve diğer insanlar arasında büyük bir anlaşmazlık çıktı ve
şöyle dediler: “Biz geçiş bedellerimizi ödedik ve bizi götürmek isterlerse seve seve buradan geçeceğiz;
yok, götürmek istemezlerse o zaman yeni arayışlara yönelecek ve başka geçiş yerlerine gideceğiz.”
Aslında bunu, ordu dağılsın da herkes memleketine geri dönsün diye söylüyorlardı. Ve diğer taraf
diyordu ki: “Ordu dağılıp bu iş başarısızlığa uğrayacağına, tüm varlığımızı verip fakir bir ordu halinde
yola çıkmayı tercih ederiz; çünkü Tanrı bu verdiklerimizi bize iade edecektir.”

61. O zaman Flandre kontu, Kont Louis, Saint-Paul markisi ve kontu ve onların yanında kalanlar
ellerindeki ve ödünç bulabildikleri her şeyi vermeye başladılar. Ödemeyi yapmak için dukanın
sarayına taşınan tüm o altın ve gümüş kap kacağı görmeliydiniz! Ve tüm ödemelerden sonra, söz
verilen bedelden otuz dört bin mark gümüş eksik geldi. Paralarını saklayıp bir şey vermeyenler buna
çok sevindiler, çünkü bu başarısızlığın ardından ordunun dağılacağını düşünmüşlerdi. “Ama terk
edilenlere umut veren Tanrı onun böyle acı çekmesini istemedi.”

XIII. Haçlılar, Jadres’ın [Zadar][14] ele geçirilmesinde Venediklilere yardım sözü vererek bir anlaşma

sağlıyorlar.

[14] Zadar (İtalyancada Zara), Dalmaçya’da kıyı kenti. – Duf

62. O zaman duka kendi insanlarına konuştu ve şöyle dedi: “-Senyörler, bu insanlar daha fazla para
ödeyemiyor ve anlaşmayı onlar bozduğu için bugüne kadar ödedikleri bütün para da bizde kalır. Ama
bu hakkımız her yerde kabul görmeyebilir ve bu yüzden biz ve ülkemiz büyük bir utançla karşı karşıya
kalabiliriz. Bu nedenle onlarla bir anlaşma yapmanın yolunu bulalım.”

63. “Macaristan kralı, Esklavonya’da [bugünkü Hırvatistan] bulunan ve dünyanın en sağlam


kalelerinden biri olan Zadar’ı elimizden aldı; ve bu insanların yardımı olmadan biz ne yaparsak
yapalım orayı geri alamayız. Onlardan buranın fethi için bize yardım etmelerini isteyelim. Kabul
ederlerse bize borçlu oldukları otuz dört bin mark gümüş için onlara vade tanırız. Tanrı hem bize, hem
onlara para kazandırınca borçlarını öderler.” O zaman bu anlaşmanın yapılması istendi. Ordunun
bölünmesini isteyenler buna karşı çıktı, ama sonuçta uzlaşma sağlandı ve onaylandı.

XIV. Duka ve çok sayıda Venedikli Haçlı oluyor.

64. O zaman bir pazar günü San Marco Kilisesi’nde toplanıldı. Çok büyük bir tören yapıldı; ülke halkı,
baronların çoğu ve Haçlılar da oradaydı.

65. Büyük ayin başlamadan önce, Enrico Dandolo adındaki Venedik dukası kürsüye çıktı ve halka
konuştu; şöyle dedi: “Senyörler, dünyanın en iyi insanlarıyla ve şimdiye dek girişilmiş en yüce işe
ortak oldunuz; ben yaşlı ve zayıf bir adamım ve dinlenmeye ihtiyacım var ve hastayım; ama

48
görüyorum ki sizleri senyörünüzden iyi yönetebilecek ve komuta edebilecek kimse yok. Sizleri
korumak ve yönetmek için elime haçı almamı ve ülkeyi korumak üzere yerime oğlumun geçmesini
kabul ederseniz, sizlerle ve Haçlılarla birlikte ben de ölüm kalım yollarına düşeceğim.”

66. Bu sözleri duyanlar hep bir ağızdan haykırdı: “Bunu bize bahşetmeniz için size Tanrı aşkına
yalvarıyoruz; yapın bu dediğinizi ve gelin bizimle birlikte.”

67. O zaman ülke halkı ve Haçlılar çok duygulandı; çok gözyaşı döküldü; çünkü bu saygın adamın
kalmak için öyle çok sayıda haklı nedeni vardı ki... Çünkü yaşlı bir adamdı ve yüzünde güzel gözleri
olmakla birlikte hiçbir şey görmüyordu; çünkü kafasına aldığı bir yara nedeniyle görme özürlüydü.
Ama mangal gibi bir yüreği vardı. Ah! Tehlikelerden sakınmak için diğer limanlara gidenler ona hiç
benzemiyorlardı!

XV. Tahtından indirilmiş Konstantinopolis imparatoru İsaakios’un oğlu Aleksios’un gönderdiği


haber. Foulques de Neuilly’nin ölümü. Almanların gelişi.(Yazarın-Savaş Aykılıç-Notu : Akhaların
Truva Seferi bahanesi , Truva Prensi Aleksandros/Paris’in Sparta Kralı Menelaos’un eşi Güzel
Helena’yı Truva’ya kaçırması idi. IV Haçlı Seferinin ve İstanbul Haçlı İstilası’nın bahanesi ise İslam ve
Türkler tarafından alınan Kudüs’ün kurtarılması , gerçekte ise İstanbul’un hazineleri ve zenginlikleri
idi. Bizans Prensi Aleksiyos’un Haçlıları İstanbul’a davet etmesi , Haçlıların İstanbul İşgaline meşru
bir zemin ve gerekçe sağlıyordu. İlyada’da Güzel Helene’nin kaçırılması ile Prens Aleksiyos’un tahtı
gasp eden amcasının tahtı için Haçlılardan yardım istemesi tersine çevrilmiş bir intikam öyküsüdür.
Ayrıca Aleksios ‘un bu intikam öyküsü , Shakespeare’in Machbeth eserinde Kral Duncan’ın oğlunun
komşu devletten yardım aldığı ordu ile Machbet’i yenmesi , Corialanus eserinde ise Romalı General
Corialanus’un esir düştüğü düşman ülkenin ordusu ile Roma’ya saldırması , Sophokles’in Tebai
Önünde Yedi General ve Antigone oyunlarındaki taht kavgaları ve yine düşman ülke ile anlaşarak
kendi ülkeleri Tebai’ye saldırmaları benzer.)

70. Şimdi hayatınızda işitmediğiniz kadar büyük ve inanılmaz bir macera dinleyeceksiniz. O sırada
Konstantinopolis’te İsaakios adında bir imparator vardı. Bu imparatorun fidye vererek Türklerin
elinden kurtardığı Aleksios adında bir de kardeşi vardı. Bu Aleksios imparator olan kardeşinin gözlerini
oydurdu ve işittiğiniz bu ihanetin sonucunda kendisi imparator oldu. İsaakios’u ve onun Aleksios
adındaki oğlunu çok uzun zaman zindanda tuttu. Bu oğul hapisten kaçtı ve bir gemiye sığınarak deniz
kıyısında bir kent olan Ancona’ya gitti. Oradan kız kardeşi ile evli olan Almanya kralı Philipp’in yanına
gitmek üzere yola çıktı; ve Lombardiya’da Verona’ya geldi ve o kentte kaldı ve orada orduya katılmak
üzere yola çıkan çok sayıda insan ve Haçlı bulunduğunu gördü.

71. Onun kaçmasına yardım etmiş yanındaki insanlar şöyle dediler: “Sir, işte yanı başımızda,
Venedik’te denizaşırı topraklara giden dünyanın en iyi insanlarından ve en iyi şövalyelerinden
oluşmuş bir ordu var; onları yardıma çağır; inanılmaz haksızlıklar sonucunda mirası gasp edilen sana
ve babana acısınlar. Ve eğer sana yardım etmek isterlerse, sen de onların her dediğini yaparsın. Belki
de sana acırlar.” Ve Aleksios bu söyleneni yapacağını ve bunun iyi bir öğüt olduğunu söyledi.

72. Bunun üzerine habercilerini ordu komutanı Marki Bonifacio del Monferrato’ya ve diğer baronlara
gönderdi. Ve baronlar onları görünce, anlattıklarından şaşkınlığa düştüler ve habercilere şöyle dediler:
“Ne demek istediğinizi anlıyoruz; onunla birlikte gittiği yere, Kral Philipp’e bir haber göndereceğiz.
Eğer denizaşırı toprakları geri almamızda bize yardımcı olursa, biz de onun toprağını ele geçirmesine

49
yardım ederiz; çünkü bu toprakların onun ve babasının elinden haksızlıkla alındığını biliyoruz.”
Böylece Almanya’ya, Konstantinopolis’in vârisine ve Almanya kralı Philipp’e haberciler gönderildi.

73. Bu anlattıklarımızdan önce, baronları ve diğer insanları çok üzen bir haber gelmişti. Monsenyör
Foulques, Haçlı Seferi’ni ilk vazeden o iyi, o aziz insan günlerinin sonuna gelmiş ve ölmüştü.

74. Ve bu maceradan sonra, onları çok sevindiren bir gelişme yaşandı ve Almanya’dan çok yiğit
insanlardan oluşan bir topluluk geldi. Bu kafilede, Halberstadt piskoposu, Catzenelnbogen kontu
Bertoud, Garnier de Borlande, Thierri de Loos, Henri d’Orme, Thierri de Diest, Roger de Suitre,
Alexandre de Villers, Orri de Tone ve kitabımızda adlarını yazamadığımız daha pek çok soylu insan
vardı.

XVI. Haçlılar Zadar’ı kuşatmak üzere Venedik’ten yola çıkıyor.

75. O zaman naveler ve kadırgalar baronlar arasında paylaştırıldı. Ah Tanrım! Gemilere ne güzel savaş
atları konmuştu. Ve naveler silah ve erzakla, şövalyeler ve askerlerle dolunca, bordalara ve köprülere
armalı kalkanlar asıldı ve içlerinde çok güzelleri de bulunan sancaklar gönderlere çekildi.

76. Ve şunu da bilin ki navelerde üç yüzden fazla mancınık ve çakalos ve bir kenti almak için gerekli,
her türden çok miktarda savaş makinesi vardı. Ve hiçbir limandan hiçbir zaman bu kadar güzel bir
donanma yola çıkmamıştı. Bin iki yüz iki yılının Saint-Rémi yortusunu izleyen sekizinci gün (8 Ekim)
yola çıkıldı. İşittiğiniz üzere, Venedik limanından yola çıktılar.

77. Saint-Martin yortusu arifesinde (10 Kasım) Esklavonya’da Zadar önüne geldiler ve yüksek surlarla
ve yüksek burçlarla çevrili kenti gördüler. Bundan daha güzel, daha korunaklı ve daha zengin bir kenti
arasanız da bulamazdınız. Haçlılar onu görünce hayran oldular ve birbirlerine şöyle dediler: “Eğer
Tanrı yardım etmezse, böyle bir kent nasıl zorla ele geçirilebilir?”

78. Kentin önüne gelen ilk naveler demir atıp diğerlerini beklediler. Sabah çok güzel ve açık bir hava
vardı ve bütün kadırgalar ve nakliye gemileri geride kalan diğer navelerle birlikte geldiler; ve limanı
zorla ele geçirip çok sağlam ve iyi düzenlenmiş zincirini kırdılar ve karaya çıktılar. Öyle ki liman onlarla
kent arasında kaldı. O zaman navelerden çıkan sayısız şövalye ve askeri, nakliye gemilerinden dışarı
çekilen sayısız güzel savaş atını ve çok zengin çadırları ve armalı tenteleri görecektiniz. Ordu böylece
yerleşti ve Zadar, Saint- Martin günü (11 Kasım 1202) kuşatıldı.

79. Daha bütün baronlar gelmemişti: Örneğin bir işi nedeniyle geride kalan Marki del Monferrato
henüz gelmemişti. Etienne du Perche ve Mathieu de Montmorency hasta oldukları için Venedik’te
kalmışlardı; ve iyileştiklerinde Mathieu de Montmorency gelip Zadar’da orduya katıldı. Ama Etienne
du Perche bu kadar iyi davranmadı; çünkü o ordudan ayrıldı ve Pouille’a [Apulia] geri döndü. Rotrou
de Montfort, Ives de la Jaille ve birçokları da onun gibi geri döndü ve çok ayıplandı. Bunlar Mart
ayında Suriye’ye geçtiler.

XVII. Zadar sakinleri önce teslim olmayı teklif ediyor, sonra sözünden cayıyor. Kent alınıyor.

XVIII. Haçlılar kente yerleşiyor. Fransızlar ile Venediklilerin kavgası.

XIX. Aleksios, Konstantinopolis’in fethi için Haçlıların yardımını hangi koşullarla istiyor?

50
91. Henüz gelmemiş olan Marki Bonifacio del Monferrato, Mathieu de Montmorency, Pierre de
Bracieux ve daha pek çok saygın kişi ilk on beş günün ardından geldi. Ve bir on beş gün sonra,
Almanya’dan Kral Philipp’in ve Konstantinopolis tahtının vârisinin habercileri geldi. Ve baronlar ile
Venedik dukası, dukanın kaldığı sarayda toplandı. O zaman haberciler konuştu ve şöyle dedi:
“Senyörler, bizi Kral Philipp ve karısının kardeşi olan Konstantinopolis imparatorunun oğlu gönderdi.”

92. “Kral diyor ki, senyörler size karımın erkek kardeşini göndereceğim ve onu Tanrı’ya (onu ölümden
korusun!) ve size emanet ediyorum. Siz Tanrı adına, hak ve adalet adına yürüdüğünüz için, elinizden
geliyorsa haksız yere mirasından mahrum edilenlerin hakkını da almalısınız. Ve o da sizinle şimdiye
dek kimseyle yapılmamış çok güzel bir anlaşma yapacak ve denizaşırı Kutsal Topraklar’ı fethetmek için
gereken en güçlü yardımı sağlayacaktır.”

93. “Öncelikle, eğer Tanrı’nın izniyle ona mirasını geri verebilirseniz, tüm Romania İmparatorluğu’nu
uzun süredir ayrı olduğu Roma’ya itaat ettirecek. Sonra varınızı yoğunuzu harcadığınızı ve yoksul
olduğunuzu biliyor; ve size iki yüz bin mark gümüş ve ordudaki küçük büyük herkese erzak verecek.
Ve sizinle birlikte bizzat Mısır’a gidecek ya da (siz öyle daha iyi olur diye düşünürseniz) masraflarını
kendisinin karşılayacağı on bin adamı sizinle birlikte gönderecek. Ve size bu hizmeti bir yıl boyunca
yapacak; ve denizaşırı Kutsal Topraklar’da, bu toprakları koruyacak beş yüz şövalyeye hayatı boyunca
bakacak.

94. Haberciler şöyle dedi: “Senyörler, eğer siz de onaylamak isterseniz, biz bu anlaşmayı
sonuçlandırmak konusunda tam yetkiliyiz. Ve biliniz ki bugüne dek hiç kimseye bu kadar güzel bir
anlaşma sunulmamıştır ve bu anlaşmayı reddeden fetih yapmak istemiyor demektir.” Bu konuyu
görüşeceklerini söylediler ve meclisin ertesi gün toplanması kararlaştırıldı. Bir araya geldiklerinde
teklif edilen anlaşma meclise açıklandı.

XX. Haçlılar arasında anlaşmazlık. Genç Aleksios’un önerilerini kabul edenler.

XXI. Suriye’ye gitmek üzere ayrılanlar ve Flandre kontunun donanması.

XXII. Haçlılar Zadar’ın alınışının Papa tarafından kutsanmasını sağlıyor.

XXIII. Haçlılar’ın Korfu’ya doğru yola çıkışı.

Genç Aleksios’un gelişi. Durazzo’nun [Draç] alınışı.

109. O zaman ordu üzerinde kötü etki yapan bir macera yaşandı; ordunun yüksek baronlarından biri
olan Simon de Montfort, ordudakilerin düşmanı Macaristan kralı ile anlaşmıştı ve orduyu terk edip
ona gitti. Kardeşi Gui de Montfort, Simon de Neauphle, Robert Mauvoisin, Dreux de Cressonsacq,
Citeaux tarikatından Vaux Manastırı başrahibi ve pek çokları da onunla birlikte gitti. Ve hemen onların
ardından, ordunun bir başka yüksek senyörü, Enguerran de Boves ve kardeşi Hugues ve yanlarında
götürebildikleri kendi memleketlerinden insanlar da Macaristan kralının yanına gitti.

110. İşittiğiniz gibi, bunlar ordudan ayrıldı: Bu olay orduya büyük darbe indirdi, yapanları da utanca
boğdu. O zaman naveler ve nakliye gemileri yola çıkmaya başladı. Gemilerin Romania’da bir ada olan
Korfu’da demirleyeceği ve hepsi bir araya gelinceye kadar ilk varanların son gelenleri bekleyeceği
söylendi ve böyle de yapıldı.

51
111. Duka, marki ve kadırgalar Zadar limanından ayrılmadan önce, Konstantinopolis imparatoru
İsaakios’un oğlu Aleksios geldi. Onu Almanya kralı Philipp göndermişti; büyük sevinç ve onurla
karşılandı. Duka ona gerektiği kadar kadırga ve gemi verdi. Böylece Zadar limanından yola koyuldular.
Rüzgâr iyiydi. Durazzo’da demirleyinceye kadar yol aldılar. Karadakiler imparatorlarını görünce kenti
gönüllü olarak teslim edip kendisine bağlılık yemini ettiler.

112. Oradan yola çıktılar ve Korfu’ya geldiler, kent önüne yerleşmiş orduyu buldular. Çadırlar
kurulmuş ve armalı tenteler gerilmiş, atlar sulanmak üzere gemilerden dışarı çekilmişti.
Konstantinopolis imparatorunun oğlunun limana geldiği duyulunca, sayısız şövalye ve sayısız askerin
yanlarında çok güzel savaş atlarıyla onu nasıl karşılamaya gittiğini görecektiniz! Böylece onu büyük bir
sevinç ve onurla karşıladılar. Ve Aleksios çadırını ordunun ortasına kurdurdu ve onunkinin hemen
yanına Marki del Monferrato’nun çadırı kuruldu. Çünkü Kral Philipp karısının kardeşi olan Aleksios’u
ona emanet etmişti.

XXIV. Haçlı önderleri orduyu terk etmek isteyenleri nasıl durdurdu? (Yazarın-Savaş Aykılıç- Notu :
IV. Haçlı Seferi’nin başından sonuna kadar ordunun ikiye bölünmesi (geri dönenler , geri dönmek
istiyenler , İstanbul yerine doğrudan Kudüs’e gitmek isteyenler ve gitmek için ayrılanlar) , İlyada’da
Agamemnon-Akileus çatışması ve ordunun ikiye bölünmesi olayları ile koşuttur.)

Ve bu sırada başlarına oldukça acı ve tatsız bir talihsizlik geldi; çünkü orduyu dağıtmak isteyenlerin
büyük bir bölümü ve eskiden buna karşı çıkmış olanların çoğu toplanıp konuştu; bu işin oldukça uzun
ve tehlikeli gözüktüğüne ve orduyla birlikte gitmeyip adada kalmaya ve o sırada Brindisi’yi elinde
bulunduran Kont Gauthier de Briennes’e Korfulular aracılığıyla (tabii ordu gittikten sonra) haberciler
gönderip, kendilerini Brindisi’ye götürecek gemiler yollamasını istemeye karar verdiler.

114. Bu iş için uğraşanların hepsini size sayamam, ama en önemli önderlerden bir bölümünün
isimlerini vereceğim. Bunların içinde Champagne’lı Eudes de Champlitte, Jacques d’Avesnes, Pierre
d’Amiens, Coucy şato komutanı Gui, Oger de Saint-Cheron, Gui de Chappes ve yeğeni Clerembaud,
Guillaume d’Aunoi, Pierre Coiseau, Gui de Pesmes ve kardeşi Edmond, Gui de Conflans, Richard de
Dampierre, kardeşi Eudes ve gizlice onların yanını tutmaya söz verse de bunu açıkça göstermeye
utanan pek çok kişi; öyle ki ordunun yarısından fazlasının onların yanında olduğunu söyleyebiliriz.

115. Marki del Monferrato, Kont Baudouin de Flandre, Kont Louis ve Kont de Saint-Paul ve onlarla
birlikte davranan baronlar bunu işitince, çok rahatsız oldular ve şöyle dediler: “Senyörler, durumumuz
kötü. Daha önce çekip gidenlerden sonra bir de bu insanlar bizden ayrılırsa ordumuz yok olur ve
hiçbir fetih yapamayız. Ama onlara gidelim, ayaklarına kapanalım ve aman dileyelim; Tanrı aşkına
kendilerine ve bize acısın ve onurlarını ayaklar altında bırakmasın ve Kutsal Topraklar’ı kurtarma
şansını elimizden almasınlar.”

116. Meclis bu kararı aldı ve hep birlikte diğerlerinin toplantı yaptığı vadiye gittiler ve yanlarında
Konstantinopolis imparatorunun oğlunu, ordunun bütün piskopos ve başrahiplerini de götürdüler.
Oraya varınca atlarından indiler. Ve oradakiler de onları görünce atlarından inip onları karşılamaya
gittiler. Ve baronlar onların ayaklarına kapandı ve çok ağladı; ve kendilerini terk etmeyecekleri sözünü
alıncaya kadar yerden kalkmayacaklarını söylediler.

117. Diğerleri bu durumu görünce çok duygulandı; senyörlerinin, atalarının ve dostlarının ayaklarına
kapandığını görünce gözyaşlarına boğuldular. Bunu konuşacaklarını söylediler ve ayrı bir yere çekilip

52
kendi aralarında konuştular. Ve toplantının sonunda Saint-Michel yortusuna kadar onlarla birlikte
kalacaklarını açıkladılar, ama o tarihten sonra ne zaman isterlerse kendilerini Suriye’ye götürecek bir
donanmanın on beş gün içinde verileceğine ve bu konuda hiçbir aldatmaca yapılmayacağına kutsal
emanetler üzerine yemin edilmesini şart koştular.

XXV. Korfu’dan yola çıkış. André [Andros][17] ve Avie’nin [Abydos][18] alınışı.

123. Ordu böylece Nigre’e [Euboia; Eğriboz adası][20] kadar yolculuk etti. Nigre çok güzel bir adadır
ve üzerinde Negrépont [Khalkis] adında çok güzel bir site vardır. Baronlar orada meclisi topladı. O
zaman Marki Bonifacio del Monferrato, Flandre ve Hainaut kontu Baudouin yanlarına nakliye gemileri
ve kadırgaların büyük bir bölümünü ve Konstantinopolis imparatoru İsaakios’un oğlunu da alarak
Andre [Andros] adında bir adaya gittiler ve orada karaya çıktılar. Şövalyeler silah kuşandı ve adanın
içlerine doğru ilerledi. O zaman adalılar Konstantinopolis imparatorunun oğlundan aman diledi ve
barış yapmak için ne isterse verdiler.

125. O tarafa yönelmeyen diğer naveler Avie [Abydos] ağzına girdiler; Bras de Saint-Georges
[Çanakkale Boğazı ve Marmara Denizi] La Grande Mer’e [Ege Denizi] orada bağlanır. Abydos adında
bir kente gelinceye dek boğazdan yukarı çıktılar. Bu güzel ve korunaklı kent Çanakkale Boğazı’nın
Türkiye yakasındaydı. Orada demirleyip karaya çıktılar ve kent sakinleri onları karşılamaya geldi.
Kendilerini korumaya cesaret edemediklerinden kenti onlara teslim ettiler. Ve o kadar sıkı bir denetim
yapıldı ki, kentlilerin bir meteliği bile yağmalanmadı.

XXVI. Saint-Etienne’e [Ayastefanos; Yeşilköy] varış.

127. O zaman Abydos limanından hep birlikte yola çıktılar. Çanakkale Boğazı naveler, kadırgalar ve
nakliye gemileriyle göz alabildiğine kaplanmıştı ve bu inanılmaz güzellikte bir manzaraydı. Ve böylece
Çanakkale Boğazı ve Marmara Denizi’nden yukarı doğru ilerlediler ve Haziran’da Saint Jean-Baptiste
[Vaftizci Yahya] yortusu arifesinde (23 Haziran 1203) Konstantinopolis’e üç fersah uzaklıktaki bir
manastır olan Ayastefanos’a vardılar. Ve o zaman nave, kadırga ve nakliye gemilerindekiler uzakta
Konstantinopolis’i olduğu gibi gördüler ve sahile yanaşıp gemilerini demirlediler.

128. Konstantinopolis’i hiç görmemiş olanlar uzun uzun kenti seyretti; çünkü bütün yeryüzünde bu
kadar zengin bir kent bulunabileceği akıllarının köşesinden geçmemişti. Kenti çepeçevre kuşatan o
yüksek surlara ve zengin burçlara, insan kendi gözleriyle görmese bu kadar çok olduklarına asla
inanmayacağı o zengin saraylara ve yüksek kiliselere ve tüm diğer kentleri geride bırakan bu kentin
enine ve boyuna uzun uzun baktılar. Ve biliniz ki içlerinden, bu görüntü karşısında tüyleri diken diken
olmayacak kadar yiğit kimse çıkmadı. Bunda da şaşılacak bir şey yoktu; çünkü dünya yaratıldığından
bu yana hiçbir insan hiçbir zaman bu kadar büyük bir işe girişmemişti.

XXVII. Haçlılar Chalcidoines [Halkedonya; Kadıköy] ve Escutaire’e [Scutari; Üsküdar] çıkıyor.

134. Halkedonya denen yerde, İmparator Aleksios’un bir sarayı önüne demirlediler; burası
Konstantinopolis’in tam karşısında, boğazın Türkiye yakasındaydı. Bu saray şimdiye dek görülmüş en
güzel ve en hoş saraylardan biriydi; içinde insanların seveceği ve bir prens evinde bulunması gereken
her türlü keyif vardı.

53
XXIX. İmparator Aleksios’un mesajı; Haçlıların yanıtı.

143. Ve haberci baronların önünde ayakta duruyordu ve konuştu: “Senyörler, İmparator (Amca)
Aleksios sizin taçsız insanların en soyluları olduğunuzu ve en soylu ülkeden geldiğinizi bildiğini
bildiriyor. Ve opraklarına ve krallığına neden ve ne hakkında geldiğinizi çok merak ediyor. Çünkü siz
Hıristiyansınız, o da Hıristiyan; ve sizin Kutsal Topraklar’ı, Kutsal Haç’ı ve İsa’nın mezarını kurtarmak
için yola çıktığınızı da biliyor. Eğer yoksulsanız ve kıtlık çekiyorsanız, o size topraklarından çekilmeniz
koşuluyla yiyecek ve para verecek. Size hiçbir kötülük yapmak istemiyor, ama bunu yapabilecek güce
de sahip; çünkü siz şimdi olduğunuzdan yirmi kez daha kalabalık bile olsanız, (o size kötülük yapmak
isterse) burada hepiniz kılıçtan geçirilmeden gidemezsiniz.”

144. Diğer baronların ve Venedik dukasının da onayı ve tavsiyesiyle iyi bir şövalye, bilge bir kişi ve iyi
bir hatip olan Conon de Béthune ayağa kalktı ve haberciyi yanıtladı: “Güzel sir, senyörünüzün bizim
senyörlerimiz ve baronlarımızın neden kendi krallığına ve topraklarına girdiğini merak ettiğini, buna
çok şaşırdığını söylediniz. Ama bu kimseler onun topraklarına girmedi, çünkü o bu toprakları
haksızlıkla ve günah işleyerek, Tanrı’ya ve mantığa karşı gelerek elinde bulunduruyor; bu topraklar
kardeşi İmparator İsaakios’un oğlu olan ve şurada, aramızda bir tahtın üstünde oturan yeğenine aittir.
Ama gelip yeğeninden aman dilemek ister ve tacını ve imparatorluğunu ona geri verirse, biz de
yeğeninden onu affetmesini ve zengin bir yaşam sürmesine yetecek malı mülkü kendisine vermesini
rica ederiz. Ve bir kez daha geldiğinizde getirdiğiniz mesaj bu türden olmazsa, sakın yeniden gelme
cesaretini göstermeyin.” Haberci böyle yollandı ve Konstantinopolis’e, İmparator Aleksios’un yanına
döndü.

XXX. Haçlılar Genç Aleksios’u Konstantinopolis halkına gösteriyor. Savaşa hazırlanıyorlar.

146. Böylece Konstantinopolis surlarının yanı başına kadar gittiler ve çocuğu Bizans halkına göstererek
şöyle dediler:

“İşte sizin gerçek efendiniz; ve şunu bilin ki biz size kötülük etmeye değil, eğer gerekeni yaparsanız sizi
korumaya ve kollamaya geldik. Çünkü senyörünüze itaat eder gibi itaat ettiğiniz kişi, sizi Tanrı’ya ve
mantığa karşı gelerek, günah işleyerek emri altında tutuyor. Onun senyörü ve kardeşi olan adama
nasıl ihanet ettiğini de biliyorsunuz; çünkü onun gözlerini oydurdu ve imparatorluğunu haksızca,
günah işleyerek elinden aldı. Ama işte gerçek mirasçı burada; eğer ona bağlanırsanız, gerekeni yapmış
olacaksınız; eğer bunu yapmazsanız, biz de size karşı elimizden geleni ardımıza komayız.” Ne
topraktakilerden ne de kentten hiç kimse bağlılığını belli edecek bir şey yapmadı, çünkü İmparator
Aleksios’tan korkuyorlardı. O zaman şövalyeler kamplarına geri döndü ve her biri kendi çadırına gitti.

147. Haçlıların Savaş Konseyi toplandı. Öncülük görevi Flandre kontu Baudouin’e verildi; çünkü en iyi
adamlar, en çok okçu ve arbaletçi onun emrindeydi.

148. Ve daha sonra onun kardeşi Henri’nin ve Mathieu de Wallincourt ile Baudouin de Beauvoir’ın,
yanlarındaki kendi topraklarından ve memleketlerinden birçok iyi şövalye ile birlikte ikinci savaş
birliğini oluşturmaları kararlaştırıldı.

54
149. Kont Hugues de Saint-Paul üçüncü birliğin komutasını aldı; emrinde yeğeni Pierre d’Amiens,
Eustache de Canteleu, Anseau de Cayeux ve kendi topraklarından, memleketlerinden bir sürü iyi
şövalye vardı.

150. Blois ve Chartres kontu Louis dördüncü savaş birliğini oluşturdu; bu birlik çok zengin, büyük ve
ürkütücüydü; çünkü çok sayıda iyi şövalyesi ve adamı vardı.

151. Beşinci savaş birliğini Champagne’lılarla birlikte Mathieu de Montmorency oluşturdu.


Champagne mareşali Geoffroi da bu birliğin içindeydi. Oger de Saint-Cheron, Manasses de l’Isle,
Milon le Brébant, Macaire de SainteMenehould, Jean Foisnons, Guy de Chappes, yeğeni Clerembaud,
Robert de Ronsoi: Tüm bu insanlar beşinci savaş birliğindeydi. Ayrıca bir sürü iyi şövalye de
buradaydı.

152. Bourgogne’lular altıncı savaş birliğini oluşturdu. Bu birlikte Champagne’lı Eudes de Champlitte,
kardeşi Guillaume, Gui de Pesmes, kardeşi Edmond, Othon de la Roche, Richard de Dampierre,
kardeşi Eudes, Gui de Conflans ve onların topraklarından, memleketlerinden insanlar vardı.

153. Marki Bonifacio del Monferrato çok büyük olan yedinci savaş birliğindeydi. Lombardiyalılar,
Toscanalılar ve Almanlar ve Cenis tepesinden Rhône nehri üstündeki Lyon’a kadar olan yerlerin bütün
insanları oradaydılar. Hepsi markinin birliğindeydi ve onların artçılık yapması kararlaştırıldı.

XXXI. Haçlılar limanı ele geçiriyor.

XXXII. Galata Kulesi’nin alınışı.

159. Baronlar meclisi Galata Kulesi’nin önündeki, Konstantinopolis’ten gelen zincirin bağlı olduğu
limana yerleşmeye karar verdi. Ve şunu da biliniz ki, Konstantinopolis limanına girmek isteyenin bu
zinciri aşması gerekiyordu. Ve baronlarımız bu kuleyi alıp, bu zinciri koparmazlarsa, işlerinin biteceğini
ve öleceklerini görmüşlerdi. Bu nedenle gece kulenin önüne ve Estanor (Stenon)[23] adı verilen
Yahudi mahallesine yerleştiler; burada çok güzel ve zengin bir kent vardı.

[23] O dönemde Karayim Yahudileri, Karaköy ve Eminönü’nde yaşıyorlardı. Estanor denilen yerin
Karaköy olması muhtemeldir. - ç.n.(Çev.Ali Berktay)

XXXIII. Kente karadan ve denizden saldırı.

162. Böylece Galata Kulesi ve Konstantinopolis limanı zorla ele geçirildi. Ordudakiler bunun üzerine
oldukça rahatladı ve Tanrı’ya duacı oldular, kenttekilerin ise huzuru kaçtı. Ve ertesi gün naveler ve
kadırgalar ve nakliye gemileri limana çekildi. Ve o zaman ordudakiler meclis kurup ne yapacaklarına,
kente denizden mi, yoksa karadan mı saldıracaklarına karar vermeye çalıştılar. Venedikliler navelerin
üzerine merdivenler dikilmesini ve tüm saldırının denizden yapılmasını savundu. Fransızlar denizde,
karadaki kadar yardımlaşmayı bilmediklerini, ama atları ve silahları olursa karada daha iyi
yardımlaşabileceklerini söylüyordu. Ve meclisin sonunda, Venediklilerin denizden, baronların ve
ordudakilerin karadan saldırmasına karar verildi.

163. Böylece dört gün geçti. Beşinci gün tüm kamp silahlandı; ve savaş birlikleri düzenlendikleri
sırayla at koşturdu, limanın üstünden geçip Blakherna Sarayı’nın [Tekfur Sarayı] karşısına kadar
geldiler; ve donanma da limanın içinden tam onların karşısına geldi ve böylece limanın neredeyse
ucuna ulaştı. Ve orada denize dökülen bir nehir vardır, üzerinden ancak taş bir köprü sayesinde

55
geçilebilir. Bizanslılar köprüyü yıkmıştı; ve baronlar köprüyü onarmak için orduyu bütün gün ve gece
çalıştırdı. Böylece köprü onarıldı ve sabah savaş birlikleri silahlandırıldı ve daha önce düzenlendiği gibi
birbiri ardı sıra köprüden geçtiler. Ve kentin önüne gittiler ve kentten hiç kimse onların karşısına
çıkmadı. Bu da tam bir mucizeydi, çünkü onların ordusundaki bir kişiye karşı kentte iki yüz kişi vardı.

164. O zaman baronlar meclisi Blakherna Sarayı ile etrafı duvarlarla çevrili bir manastır olan Boemond
Şatosu[24] arasında konaklamaya karar verdi. Ve çadırlar kuruldu ve armalı tenteler gerildi; ve
bakınca gurur veren bir tablo ortaya çıktı: Çünkü bütün ordu, karadan cephesi üç fersah tutan
Konstantinopolis’in kapılarından sadece birini kuşatmaya yetmişti. Ve Venedikliler de denizde,
kadırgalarda ve navelerdeydi; ve merdivenlerini diktiler, mancınıkları ve çakalosları kurdular ve
saldırıya çok iyi hazırlandılar. Ve baronlar da mancınıklar ve çakaloslarla karadaki hazırlıklarını
yaptılar.

[24] Boemond Şatosu veya Cosmidium, Haliç’in sol yakasında Blakherna Sarayı yakınındadır.

XXXIV. Saldırının ilk olayları.

166. O zaman çok iyi bir savaş düzeni buldular; bütün kampı sağlam kazık duvarlar ve sağlam tahtalar
ve sağlam çitlerle çevrelediler; ve böylece çok daha korunaklı ve güvenli bir hale geldiler. Bizanslılar o
kadar sık çıkış yapıyordu ki kamptakiler dinlenme fırsatı bile bulamıyor, ama bu çıkışları sert bir
şekilde geri püskürtüyorlardı; ve Bizanslılar her çıkışlarında çatışmayı kaybediyorlardı.

170. Bu tehlike ve bu faaliyet yaklaşık on gün sürdü ve sonunda bir perşembe sabahı (17 Temmuz
1203) saldırıya hazırlanıp merdivenleri çıkardılar. Venedikliler de denizden hücuma geçmeye
hazırlanmıştı. Saldırı o şekilde düzenlenmişti ki, yedi savaş birliğinden üçü dışarda kampı koruyacak ve
geri kalan dördü de saldırıya geçecekti. Marki Bonifacio del Monferrato yanında Bourgogne birliği,

Champagne birliği ve Mathieu de Montmorency ile, kampı tarlalar tarafından korudu. Ve Flandre ve
Hainaut kontu Baudouin kardeşi Henri ve adamlarıyla birlikte saldırıya gitti; Blois ve Chartres kontu
Louis, ve Kont Hugues de Saint-Paul ve onlara bağlı adamlar da saldırıya gitti.

171. Denize yakın bir ön sura iki merdiven dayadılar; ve bu sur İngilizler ve Danimarkalılar ile doluydu;
[25] güçlü, sert ve iyi bir saldırı yapıldı. Ve şövalyeler ile iki asker çevik bir şekilde merdivenlere
tırmandı ve üstlerindeki suru zapt ettiler. Surun üstüne en az on beş kişi çıkmıştı ve baltalar, kılıçlar
kullanarak göğüs göğüse savaşa girdiler. Ve o zaman içerdekiler var güçleriyle davrandı ve onları dışarı
püskürttü, bu arada iki kişiyi de tutsak ettiler. Ve bizimkilerden tutsak

edilen iki kişi İmparator Aleksios’a götürüldü; imparator bu işe çok sevindi. Fransızların saldırısı böyle
sonuçlandı; çok yaralı ve sakat vardı ve baronlar buna çok üzüldü.

[25] Bizans imparatorunun emrindeki yabancı paralı askerler.

172. Venedik dukası ise boş durmamış, navelerini, kadırgalarını ve nakliye gemilerini saf halinde
dizmişti. Bu safın uzunluğu arbaletle üç ok atımıydı; ve gemiler surların ve burçların altındaki sahile
yaklaşmaya başladılar. O zaman kadırgaların ve yelkenlilerin üstünden atışa geçen mancınıkları,
havada uçan büyük temrenli arbalet oklarını (carreau) görecektiniz; yaylar hiç durmadan çalışıyor ve
havada demet demet oklar uçuyordu; içerdekiler de surların ve burçların tepesinde sert bir savunma
yapıyordu; ve navelerden uzatılan merdivenler surlara öylesine yaklaşıyordu ki, bazı yerlerde kılıç ve

56
mızraklı savaş başlamıştı; ve öyle büyük bir kargaşa vardı ki, sanki yer ve deniz yarılıp birbirine
karışmıştı. Ve şunu da bilin ki, kadırgalar karaya yanaşmaya cesaret edemiyordu.

XXXVI. Yirmi beş burcun alınışı.

173. Şimdi garip bir yiğitlik hikâyesi dinlemeye hazırlanın; yaşlı bir adam olan ve gözleri hiç görmeyen
Venedik dukası baştan ayağa silahlı bir halde kadırgasının başında duruyordu ve önünde San Marco
flaması vardı. Adamlarına kendisini karaya çıkarmalarını, yoksa onların bedenlerinden intikam
alacağını haykırıyordu. Adamları sözünü dinledi ve kadırga karaya yanaştı ve hepsi dışarı atladı. San
Marco flamasını da karaya götürüp, dukanın önünde yere diktiler.

174. Ve Venedikliler San Marco flamasını karada ve senyörlerinin kadırgasını da onlardan önce karaya
yanaşmış görünce, çok utandılar ve hep birlikte karaya çıktılar; ve nakliye gemilerindekiler de dışarı
atlayıp karaya çıktı ve büyük navelerdekiler de kayıklara binip yarış edercesine karaya çıktı. O zaman
gerçekleştirilen büyük ve harika saldırıyı görecektiniz; bu eserin sahibi Champagne mareşali Geoffroi
de Villehardouin Venedik’in San Marco flamasının burçlardan birinin üstünde görüldüğünü en az kırk
kişiden duydu, ama kimse o flamayı oraya kimin diktiğini bilmiyordu.

175. Şimdi de garip bir mucizeyi dinlemeye hazırlanın: İçerdekiler kaçtı ve surları terk etti ve diğerleri
ellerinden geldiğince çabuk, adeta yarış ederek içeri girdi, öyle ki burçlardan yirmi beşini ele geçirip
kendi adamlarını yerleştirdiler. Ve duka bir gemiye binip kamptaki baronlara haberciler gönderdi ve
yirmi beş burcu ele geçirdiklerini ve onları yeniden kaybetmelerinin imkânsız olduğunu bildirdi.
Baronlar öyle sevindi ki duyduklarına inanamadılar; ve Venedikliler kent içinde ele geçirdikleri savaş
ve tören atlarını gemilerle kampa göndermeye başladı.

176. Ve İmparator Aleksios onların kent içine girdiğini görünce, öyle çok asker göndermeye başladı ki,
buna direnemeyeceklerini gördüler. O zaman Bizanslılar ile aralarına ateşi soktular. Rüzgâr
bizimkilerin arkasından esiyordu ve ateş öylesine büyüdü ki, Bizanslılar bizimkileri göremez hale geldi.
O zaman bizimkiler zapt ettikleri burçlara geri çekildi.

XXXVII. İmparator Aleksios savaşa giriyor ve saldırı yapmadan geri çekiliyor.

179. Sanki tüm ova birliklerle kaplanmıştı ve hepsi düzenli, yavaş adımlarla ilerliyordu. Durum oldukça
tehlikeli görünüyordu, çünkü bizimkilerin altı savaş birliğine karşılık, Bizanslıların en az kırk birliği
vardı. Ama bizimkiler öyle yerleştirilmişti ki, onlara karşı ancak cepheden saldırılabilirdi. Ve İmparator
Aleksios karşılıklı ok atımı mesafesine girilinceye kadar at sürdü. Ve Venedik dukası olan biteni
duyunca, adamlarını geri çekip ele geçirdikleri burçları boşalttı ve ölecekse de kalacaksa da Haçlıların
yanında olacağını söyledi. Böylece kampın diğer yanından geldi ve dışarıdaki adamlarından
getirebildiğini getirdi ve ilkönce kendisi atından indi.

180. Haçlılar ve Bizanslılar böylece uzun süre karşı karşıya durdu; çünkü Bizanslılar onların saflarına
saldırmaya cesaret edemedi ve Haçlılar da kazık duvarlardan uzaklaşmak istemedi. Ve İmparator
Aleksios bu durumu görünce adamlarını geri çekmeye başladı; ve adamlarını bir araya getirdikten
sonra gerisingeri döndü. Haçlı ordusu da bunu görünce yavaş adımlarla onlara doğru ilerlemeye
başladı ve Bizans birlikleri yola koyuldu ve Philopas [Philopatium] adındaki bir saraya kadar geri
çekildiler.

57
181. Ve biliniz ki, Tanrı bugüne kadar hiç kimseyi Haçlı ordusundakilerin o gün karşılaştığı kadar büyük
bir tehlikeden çekip çıkarmamıştır; ve şunu da biliniz ki bunu başaracak kadar büyük yiğitlik gösteren
de çıkmamıştır. O günkü savaş böyle kaldı; Tanrı’nın da isteği doğrultusunda başka hiçbir şey olmadı.
İmparator Aleksios kente geri döndü ve ordudakiler de çadırlarına gitti; silahlarını ve zırhlarını
çıkardılar, çünkü oldukça bitkin ve yorgundular; ve az yiyip az içtiler, çünkü yiyecekleri azdı.

XXXVIII. Aleksios Konstantinopolis’i terk ediyor; kardeşi İsaakios yeniden tahta çıkıyor; Haçlılar ona

bir mesaj gönderiyor.

182. Şimdi Tanrımızın yarattığı mucizeleri, o izin verince her yerde ne güzel ortaya çıktıklarını dinleyin!
Aynı gece Konstantinopolis imparatoru (Amca) Aleksios hazinesinden götürebildiği kadarını ve
kendisiyle beraber gelmek isteyen adamlarını da alarak yola çıktı; ve kaçarak şehri terk etti.
Kenttekiler şaşıp kaldı; ve gözleri oyulmuş İmparator İsaakios’un kapatıldığı zindana gittiler. Ona
imparatorluk giysileri giydirdiler ve tahta çıkardılar ve ona senyörleri olarak biat ettiler. O zaman
İmparator İsaakios’un tavsiyesine uyup kampa haberciler gönderdiler; ve imparatorun oğluna ve
baronlara İmparator Aleksios’un kaçtığını ve İsaakios’u yeniden tahta çıkardıklarını bildirdiler.

183. Çocuk bu haberi öğrenince hemen Marki Bonifacio del Monferrato’ya haber gönderdi; o da tüm
kamptaki baronlara haberi ulaştırdı. Ve hepsi İmparator İsaakios’un oğlunun otağında toplanınca,
onlara bu haberi anlattı. Bunu duyduklarında yaşanan sevinci anlatmaya kelimeler yetmez, çünkü
dünyada bu kadar büyük bir sevinç yaşanmamıştır. Bu kadar kısa sürede yardımlarına koştuğu ve
kendilerini o kadar aşağıdan en tepeye çıkarıverdiği için hep birlikte Tanrı’ya dua ettiler. Ve zaten
bunun için denir ki: “Tanrı’nın yardım etmek istediğine hiçbir fani zarar veremez.”

185. Haberciler kapıya kadar götürüldü ve kapı açıldı ve attan indiler. Ve Bizanslılar kapıdan Blakherna
Sarayı’na kadar, ellerinde baltalarıyla İngilizleri ve Danimarkalıları dizmişlerdi. Haberciler böylece
saraya kadar götürüldü; İmparator İsaakios’u (giysisi öyle zengindi ki, ondan daha zengin giyinmiş bir
adam aramak boşuna çaba olurdu) ve yanında karısı imparatoriçeyi buldular. Güzel bir kadın olan
imparatoriçe Macaristan kralının kız kardeşiydi. O kadar çok soylu bay ve bayan da vardı ki, adım
atacak yer kalmamıştı. Kadınların takıları o kadar zengindi ki, daha zengini bulunamazdı. Ve bir gün
önce imparatora karşı olanların hepsi şimdi onun iradesine boyun eğmişti.

XXXIX. (Baba)İsaakios , oğlu (Prens) Aleksios’un verdiği sözleri onaylıyor.

186. Elçiler İmparator İsaakios’un önüne geldi; imparator ve tüm hazır bulunanlar onları çok
onurlandıran sözler söyledi. Ve elçiler, imparatorla özel olarak konuşmak, oğlunun ve kamptaki
baronların mesajlarını özel olarak aktarmak istediklerini belirttiler. İmparator ayağa kalktı ve bir
odaya girdi; ve yanına sadece imparatoriçeyi ve şansölyesini ve tercümanını ve dört elçiyi aldı. Diğer
elçilerin de onayıyla, Champagne mareşali Geoffroi de Villehardouin söz aldı ve İmparator İsaakios’a
şöyle dedi:

187. “Sir, oğluna yaptığımız hizmeti ve ona verdiğimiz sözü ne kadar iyi tuttuğumuzu görüyorsun.
Ama bize verdiği sözler hakkında güvence alıncaya kadar o buraya giremez ve o da oğlun olarak,
anlaşmayı onun yaptığı biçim ve koşullarda onaylamanı sana bildiriyor.” İmparator, “Anlaşma nedir?”
diye sordu. Elçi, “Şimdi size söyleyeceğim gibi” diye yanıtladı.

58
188. “İlk olarak tüm Romania Krallığı’nın çok uzun süre önce ayrıldığı Roma’ya itaat etmesi; sonra
ordudakilere iki yüz bin mark gümüş ve küçük ve büyük rütbelilere bir yıllık erzak vermek; ve
(istediğimiz kadarı yaya, istediğimiz kadarı da atlı) on bin atlı ve yaya adamı kendi gemilerinde ve
masrafı ona ait olmak üzere Mısır’a götürmek ve onları bir yıl boyunca orada tutmak; ve hayatı
boyunca Kutsal Topraklar’da bu toprağı koruyacak ve masrafları onun tarafından karşılanacak beş yüz
şövalye bulundurmak. Oğlunuzun bizimle yaptığı anlaşma bu; ve bunu yeminle ve üzerine mühür asılı
bir fermanla onayladı ve kızınızla evli olan Almanya kralı Philipp de ona tanıklık etti. Bu anlaşmayı sizin
de onaylamanızı istiyoruz.”

189. İmparator, “Kuşkusuz bu oldukça ağır bir anlaşma” dedi, “ve bunun nasıl yerine getirilebileceğini
bilemiyorum; yine de hem bana, hem ona o kadar hizmet ettiniz ki, size bütün imparatorluğumuzu
verseydik, bunu bile hak etmiş olurdunuz.” Karşılıklı bir sürü söz söylendi ve yinelendi, ama sonuçta
baba, oğlunun yaptığı anlaşmayı kabul etti, hem yeminle hem de altın mühürlü (bulle d’or) açık
senet’le bu anlaşmayı onayladı. Senet elçilere verildi. Onlar da İmparator İsaakios’tan izin alıp kampa
geri döndü ve baronlara görevlerini yerine getirdiklerini söylediler.

XL. Haçlıların Konstantinopolis’e girişi; genç Aleksios’un taç giymesi.

191. Ve ertesi gün imparator ile oğlu kontlardan ve baronlardan limanın öbür yakasında Estanor ve
Galata tarafına yerleşmelerini rica ettiler; çünkü kente yerleşirlerse Bizanslılarla aralarında çatışma
çıkabilir ve bu çatışma kenti harap edebilirdi. Ve bizimkiler ona bugüne dek birçok biçimde hizmet
ettiklerini ve bu ricasını da kırmayacaklarını belirttiler. Karşı yakaya yerleşmeye gittiler; orada rahat ve
huzur içinde kaldılar. Bol ve güzel yiyecek içecekleri vardı.

192. Şunu da biliniz ki, ordudan pek çok kişi Konstantinopolis’i ve onun zengin saraylarını ve büyük

kiliselerini ve büyük zenginliklerini (başka hiçbir kentte bu kadar zenginlik yoktu) görmeye gitti. Kutsal
emanetlerden hiç söz etmiyoruz; çünkü o sırada bu kentte dünyanın geri kalanındakinin toplamı
kadar kutsal emanet vardı. Bizanslılar ve Franklar her şeyde, hem mallar konusunda hem de diğer
konularda tam bir uyum içindeydiler.

193. Frankların ve Bizanslıların ortak meclisinde yeni imparatorun Ağustos başında, Saint-Pierre
bayramında taç giymesi kararlaştırıldı (1 Ağustos 1203). Böyle karar verildi ve böyle yapıldı. O
zamanın Bizans imparatorları için yapıldığı kadar saygın ve onurlu bir törenle taç giydi. Daha sonra
ordudakilere borcu olan parayı ödemeye başladı; ve bu para herkese paylaştırıldı ve herkes kendisi
için Venedik’te ödenmiş geçiş parasını iade etti.

XLI. Aleksios Haçlılardan kalışlarını uzatmalarını rica ediyor.

XLII. Haçlıların tartışması; Mathieu de Montmorency’nin ölümü.

197. O zaman ordu içinde, daha önce de ordunun bölünmesini isteyenlerin birçok kez yol açtığı
türden, büyük bir anlaşmazlık çıktı. Çünkü bazıları bu işin çok uzadığını düşünüyordu. Korfu’da da
anlaşmazlık çıkaran bu grup diğerlerine yeminlerini hatırlattı ve şöyle dedi: “Yemin ettiğiniz gibi bize
gemileri verin; çünkü biz Suriye’ye gitmek istiyoruz.”

59
198. Ve diğerleri onlara yalvarıyor ve “Senyörler, Tanrı aşkına, Tanrı’nın bize verdiği bu büyük onuru
zedelemeyelim. Eğer Suriye’ye gidersek, oraya kış başladığında varacağımız için savaşamayacak ve
Tanrımızın bize verdiği görevi yerine getiremeyeceğiz. Ama Mart ayına kadar beklersek, bu
imparatoru iyi bir vaziyette bırakacak ve buradan hem para hem de erzak açısından zengin olarak
ayrılacağız; ve sonra Suriye’ye gideceğiz ve Babiloine’a [Eski Kahire] akın yapacağız. Ve donanmamız
Saint-Michel’e kadar ve Saint- Michel’den Paskalya’ya kadar bizimle kalacak, çünkü kış nedeniyle
bizden ayrılamayacaklar. Ve böylece Kutsal Topraklar fethedilebilecek.”

XLIII. Genç Aleksios Haçlılarla birlikte imparatorluğu dolaşıyor.

XLIV. Konstantinopolis’te Bizanslılarla Latinler çatışıyor: Kent yanıyor.

203. İmparator Aleksios bu seferdeyken Konstantinopolis’te çok büyük bir talihsizlik yaşandı; çünkü
Bizanslılarla Konstantinopolis’te yaşayan Latinler arasında büyük bir çatışma çıktı; ve orada çok Latin
yaşıyordu. Ve kimliğini bilmediğim birtakım insanlar kötülük olsun diye kenti ateşe verdi; yangın öyle
büyüdü, öyle korkunç bir hal aldı ki kimse onu söndüremedi, bastıramadı. Ve limanın öbür tarafına
yerleşmiş olan ordunun baronları bu durumu görünce çok üzüldü ve o güzel kiliselerin ve o zengin
sarayların yanarak çökmesine ve o büyük pazar sokaklarının alevler tarafından yutulmasına çok
acıdılar; ama ellerinden başka bir şey gelmiyordu.

204. Böylece yangın limanın bütün üst tarafını kapladı; kentin en kalabalık yerinden diğer tarafta
denize, Ayasofya Kilisesi’nin hemen yanı başına kadar her yer alevler içinde kaldı. Ve bu yangın iki gün
iki gece sürdü ve insan eliyle söndürülemedi. Alev alev ilerleyen ateş cephesinin boyu yarım fersahı
buluyordu. Zararın, kül olan varlıkların, zenginliğin hesabını kimse çıkaramaz; yanarak ölen erkek,
kadın ve çocukların sayısını da kimse söyleyemez.

205. Konstantinopolis’te yaşayan Latinler, hangi ülkeden olurlarsa olsunlar orada daha fazla kalmaya
cesaret edemediler; karılarını ve çocuklarını aldılar, ateşten kurtarabildikleri neleri varsa yüklendiler
ve kayıklara binerek limanın Haçlıların bulunduğu yakasına geçtiler. Sayıları da az değildi, küçük büyük
on beş bini buluyordu. Sonraları onların karşıya geçmiş olmaları Haçlıların çok işine yaradı. Böylece
Franklar ve Bizanslılar bölündü; çünkü artık eskisi kadar birlik değildiler ve kimse kimi suçlayacağını
bilmiyordu; bu durum her iki tarafa da oldukça ağır geldi.

XLV. Genç Aleksios Konstantinopolis’e dönüyor; Haçlılara verdiği sözü tutmuyor.

XLVI. Haçlıların meydan okuması.

XLVII. Savaş başlıyor: Bizanslılar Haçlıların donanmasını yakmaya çalışıyor.

XLVIII. Murtzuphlos imparatorluğu yağmalıyor; İsaakios ölüyor ve genç Aleksios boğuluyor.

221. Ve o zaman Fransızlarla iyice araları açılan Bizanslılar artık barış umudunun kalmadığını gördü ve
senyörlerine ihanet etmek için gizlice bir meclis topladılar. Ona herkesten daha yakın ve Fransızlarla
çatışmayı herkesten çok kışkırtan bir Bizanslı vardı. Bu Bizanslının adı Murtzuphlos’tu.[Birleşik Kaşlı]

222. Diğerlerinin de tavsiyesi ve onayıyla, bir akşam, gece yarısına doğru İmparator Aleksios’u
koruması gerekenler (başta Murtzuphlos ve onunla birlikte olan diğerleri) onu yatağında uyurken

60
bastırıp bir manastıra hapsettiler ve Murtzuphlos diğer Bizanslıların da yardımı ve onayıyla lal rengi
çizmeleri giydi (Ocak 1204). Böylece imparator oldu; sonra ona Ayasofya’da taç giydirdiler. Böyle
korkunç bir ihanet hiç duyulmuş mudur?

223. İmparator İsaakios oğlunun hapsedildiğini ve diğerinin taç giydiğini duyunca, çok korktu ve fazla
sürmeyen bir hastalığa yakalanıp öldü. İmparator Murtzuphlos hapisteki oğulu iki üç kez zehirletmek
istedi; ama Tanrı onun ölmesine izin vermedi. Sonra gitti ve onu kendi elleriyle boğdu; ve onu
boğduktan sonra, her yerde eceliyle öldüğü dedikodusunu yaydı ve onu bir imparator gibi törenle
toprağa verdirdi ve buna çok üzülmüş gibi davrandı.

224. Ama bir cinayet gizlenemez. Kısa süre sonra hem Bizanslılar, hem de Fransızlar cinayetin
işittiğiniz gibi işlendiğini öğrendi. O zaman kamptaki baronlar ve Venedik dukası bir meclis topladı; ve
tüm din adamları ile piskoposlar da bu meclise katıldı. Böyle bir cinayet işleyenin iktidarı elinde
tutmaya hakkı olmadığı ve bu işi onaylayan herkesin de cinayetin suç ortağı olduğu ve ayrıca Roma
tarafından da aforoz edileceği konusunda tüm din adamları mutabakata vardı (ve Papa’nın yetkilisi
olanlar baronlara ve hacılara bunu kanıtladı).

XLIX. Haçlılar savaşa devam ediyor: Murtzuphlos bozguna uğruyor.

L. Suriye’ye giden Haçlılar.

229. Artık Konstantinopolis önündekilerden söz etmeyi biraz kesip diğer limanlara gidenlerden ve kışı
Marsilya’da geçirip yazın hep birlikte Suriye’ye giden Flandre donanmasından bahsedeceğiz. Onlar
öyle kalabalıktı ki, sayıları Konstantinopolis önündekilerden çok daha fazlaydı. Onlara
katılmamalarının ne kadar yazık olduğunu anlayın; çünkü öyle yapsalardı Hıristiyanlığın bileğini bir
daha kimse bükemezdi. Ama onlar günahkâr oldukları için Tanrı bunu istemedi: Kimileri kötü havadan
öldü; diğerleriyse ülkelerine geri döndü. Bu toprak üstünde nereye gittilerse işe yarar ve

iyi bir iş yapmadılar.

230. Soylu insanların bir bölümü de Antakya’ya, Antakya prensi ve Trablusşam kontu Prens
Bohémond’un yanına gitti; bu prens Hermin’lerin [Ermeniler] senyörü olan Kral Livon’la [Léon] savaş
halindeydi. Bu insanların masrafları prens tarafından karşılanmıştı. Yörenin Türkleri bunu öğrendi ve
onların yoluna pusu kurdular. Ve onlara saldırıp savaştılar ve Franklar yenildi, hepsi ya öldü ya da esir
edildi.

231. Dünyanın en iyi şövalyelerinden biri olan Villain de Neuilly ve Gilles de Trasegnies ve başka pek
çok kişi orada öldü; Bernard de Moreuil, Renaud de Dampierre, Jean de Villers ve hiçbir suçu olmayan
Guillaume de Nully esir düştü. Ve şunu da bilin ki, bölükteki seksen şövalyeden hiçbiri kurtulamadı;
hepsi ya öldü, ya esir oldu. Ve bu kitap da tanıktır ki, Venedik ordusunu atlatan herkes ya bir kötülük
ya da utançla karşılaştı. Bu nedenle en iyi şeye bağlı kalırsanız akıllılık etmiş olursunuz.

LI. Konstantinopolis’e saldırmadan önce Fransızlarla Venedikliler arasında yapılan anlaşma.

LII. Haçlıların saldırısı püskürtülüyor; yeni saldırı hazırlıkları.

LIII. Haçlılar kentin bir bölümünü ele geçiriyor.

LIV. Murtzuphlos’un kaçışı; Konstantinopolis yeniden yanıyor.

61
LV. Haçlılar tüm kenti işgal ediyor.

250. Marki Bonifacio del Monferrato’ya teslim edilen bu saray gibi, Blakherna Sarayı da Kont
Baudouin de Flandre’ın kardeşi Henri’ye içerdekilerin hayatı bağışlanmak koşuluyla teslim edildi.
Orada da çok büyük bir hazine bulundu; çünkü buradaki hazinenin de Bukoleon Sarayı’ndakinden geri
kalır bir yanı yoktu. Her ikisi de teslim edilen şatoları adamlarıyla doldurdu ve hazineleri koruma
altına aldı; ve şehre dağılan diğer insanlar da çok ganimet kazandı. Ganimet öyle büyüktü ki, altın ve
gümüşün, kıymetli kap kacak ve değerli taşların, satenlerin ve ipek kumaşların, beyaz kürkten ve kül
rengi kürkten ve ermin kürkten giysilerin ve dünyada o zamana dek rastlanmamış zenginlikte malların
hesabını kimse çıkaramaz. Ve Champagne mareşali Geoffroi de Villehardouin, ne dediğini bilerek ve
gerçeği söyleyerek, dünya yaratıldığından beri hiçbir şehirde bu kadar büyük ganimet kazanılmadığına
tanıktır.

251. Herkes hoşuna giden konağı aldı ve herkese yetecek kadar konak vardı. Haçlı ordusu ve
Venedikliler böylece yerleşti ve Tanrı’nın onlara bahşettiği zafer ve onur büyük sevinç yarattı: Çünkü
dün yoksulluk içinde olanlar şimdi zenginlik ve keyif içindeydi. Pâques fleuries’yi[30] (18 Nisan

1204) ve sonra Paskalya’yı (25 Nisan) Tanrı’nın onlara verdiği bu onur ve sevinç içinde kutladılar. Ve
gerçekten de Tanrımıza şükretmeliydiler, çünkü bütün silahlı adamları yirmi bin kişiden fazla değildi
ve Tanrı’nın yardımıyla bütün dünyanın en kuvvetli ve en iyi korunan kentinde (ve büyük bir kent) en
az dört yüz bin kişiyi esir almışlardı.

LVI. Ganimetin paylaşılması.

252. O zaman, ordu komutanı Marki Bonifacio del Monferrato, baronlar ve Venedik dukası tarafından
bütün ordu içinde çığırtkan dolaştırılarak ele geçen ganimetin getirilip bir araya toplanması bildirildi.
Çünkü daha önceden buna söz verilmiş, yemin edilmiş ve uymayanın aforoz edileceği açıklanmıştı.
Ganimetin üç kilisede toplanması kararlaştırıldı ve oralara en güvenilir Fransız ve Venedikli muhafızlar
kondu. Ve o zaman herkes ganimetini getirmeye ve bir araya koymaya başladı.

253. Kimi bu işi dürüstçe yaptı, kimi yapmadı; çünkü her türlü kötülüğün kökü olan açgözlülük bunu
engelledi; ama bir şeyleri saklamaya başlayan açgözlüleri Tanrımız da daha az sevdi. Ah Tanrım,
halbuki o ana kadar ne kadar dürüstçe davranmışlardı ve Tanrı her işte onları onurlandırdığını ve
dileklerini tüm diğer insanlarınkilerden daha üstün tuttuğunu göstermişti. Ne yazık ki pek çok kez
kötülerin zararını iyiler çeker.

254. Ele geçirilen ganimet bir araya toplandı; ve şunu da biliniz ki bunların hepsi aynı anda
getirilmedi. Çünkü Papa’nın aforoz tehdidine rağmen, ganimetini vermeyen çok kişi çıktı. Kiliselere
getirilenler bir araya toplandı ve ortaklık yeminine göre, Franklar ile Venedikliler arasında yarı yarıya
bölüşüldü. Ve biliniz ki bu bölüşmeden sonra Haçlılar kendi paylarından elli bin mark gümüşü
Venediklilere ödedi ve geri kalan paradan yüz bin markı da adamları arasında paylaştırdılar. Bu
paylaştırma nasıl oldu biliyor musunuz? İki yaya askerin payı bir atlı askerinkine ve iki atlı askerinki de

62
bir şövalyeninkine denkti. Ve biliniz ki hiçbir adam mevkii ya da gösterdiği yiğitlik nedeniyle bu
dağıtılandan fazla para almadı, tabii çalınanlar bunun dışındadır.

255. Hırsızlıklar konusunda ise biliniz ki adalet işledi ve birçok kişi asıldı. Kont de Saint-Paul, bir şeyler
saklamış bir şövalyesini boynunda armalı kalkanıyla astı; ama büyük, küçük daha pek çok kişi mal
sakladı ve bunlar öğrenilemedi. Kazanç çok büyüktü; çalınanlar ve Venediklilerin payı hariç, dört yüz
bin mark gümüş ve on bin binek hayvanı ele geçirilmişti. Konstantinopolis ganimeti işittiğiniz gibi
paylaştırıldı.

LVII. Kont Baudouin de Flandre imparator seçiliyor.

256. O zaman bir meclis toplandı ve ordu avamı daha önceden kararlaştırıldığı gibi bir imparator
belirlemek istediğini söyledi. Ve o kadar çok konuştular ki başka bir gün yine toplandılar; ve o gün
seçimi yapacak on iki kişi seçilecekti. Konstantinopolis İmparatorluğu kadar büyük bir onura erişmek
isteyecek çok sayıda aday ve açgözlünün ortaya çıkması doğaldı. Ama en büyük çekişme Flandre ve
Hainaut kontu Baudouin ile Marki del Monferrato arasındaydı; ve herkes bu ikisinden birinin
imparator seçileceğini söylüyordu.

257. Ordunun ileri gelenleri ikisini de tutanlar olduğunu görünce, aralarında konuşup şöyle dediler:
“Senyörler eğer bu iki soylu adamdan birini seçecek olursak, öbürü öyle bir kıskançlığa kapılacak ki
tüm adamlarını alıp gidecek. Ve o zaman bu toprağı belki de kaybedeceğiz; çünkü Kudüs toprağı da
fethedildikten sonra Godefroi de Bouillon’u seçtiklerinde Kudüs’ün kaybedilmesine ramak kalmıştı.
Çünkü Kont de Saint-Gilles bu durumu öyle kıskanmıştı ki, tüm diğer baronları ve elinden gelen
herkesi ordudan ayrılsınlar diye kovalamıştı. Ve bir sürü insan da gerçekten gitmiş ve sonunda öyle az
adam kalmıştı ki, eğer Tanrı yardım etmeseydi toprakları kaybederlerdi. Bu nedenle biz de aynı şeyin
başımıza gelmemesine dikkat etmeliyiz.”

258. “Daha çok ikisini birden tutmaya çalışalım. Tanrı’nın imparator seçilmesini sağlayacağı kişi,
diğerinin de memnun olması için elinden geleni yapsın ve diğerine boğazın Türkiye tarafındaki
toprakları ve Yunanistan adasını [yarımadasını] bıraksın. O zaman beriki de onun adamı olacaktır.
Böylelikle ikisini bir arada tutabiliriz.” Böyle söylendi ve böyle yapıldı; ve her iki aday da yumuşak başlı
davranıp bunu kabul etti. Ve sonuçta meclisin toplanacağı gün gelip çattı ve meclis toplandı; ve altı bir
taraftan, altı diğer taraftan on iki kişi seçildi; ve onlar da imparatorluğu en iyi yönetecek ve bu iş için
en gerekli kişiyi iyi niyetle seçeceklerine kutsal emanetler üzerine yemin ettiler.

LVIII. Bonifacio İsaakios’un dul eşiyle evleniyor ve Baudouin’in taç giymesinden sonra Selanik
Krallığı’nı alıyor.

LIX. Baudouin Murtzuphlos’un üstüne yürüyor.

LX. İsaakios’un kardeşi Aleksios yanına sığınan Murtzuphlos’un gözlerini oyduruyor.

LXI. Baudouin Aleksios’un üstüne yürüyor; Bonifacio da ona katılıyor.

LXII. Baudouin ve Bonifacio’nun kopuşması; biri

Selanik, diğeri Dimot [Didymoteikhon; Dimetoka] üstüne yürüyor.

63
LXIII. Haçlıların Bonifacio’ya mesajı; Bonifacio Hadrianapolis kuşatmasını kaldırıyor.

LXIV. Haçlıların Baudouin’e mesajı.

LXV. Haçlıların mesajına Baudouin’in yanıtı.

LXVI. Baudouin ve Bonifacio barışıyor.

LXVII. Selanik Krallığı Bonifacio’ya geri veriliyor;

Haçlılar arasında toprakların paylaşımı.

300. O zaman marki izin istedi; adamları ve karısı ile birlikte Selanik’e doğru yola çıktı. İmparatorun
ulakları da onunla birlikte at sürdü ve vardıkları her şato imparator adına senyörlükleriyle birlikte ona
geri veriliyordu. Ve Selanik’e geldi ve kenti savunanlar imparator adına ona teslim ettiler.
İmparatorun oraya bıraktığı komutan, Renier de Mons ölmüştü; çok saygın bir kişiydi ve ölümü büyük
kayıptı.

301. O zaman topraklar ve tüm ülke markiye teslim olmaya ve büyük bir çoğunlukla onun buyruğuna
girmeye başladı. Sadece büyük bir şahsiyet olan bir Bizanslı, Lasgur (Léon Sgur)[33] bunun dışında
kalmıştı. O, markinin emrine girmek istemedi; çünkü deniz üzerinde olan ve bu dünyadaki en
korunaklı iki kenti, Korinthos ve Naples’i [Naupakthos, İnebahtı] ele geçirmişti. Ve markinin
himayesine girmek istemedi; markiye savaş açtı ve Bizanslıların çoğu da onu tuttu. Mihael adında bir
Bizanslı daha vardı ve o Konstantinopolis’ten markinin yanında gelmişti; marki aralarının çok iyi
olduğunu sanıyordu. Ama tek bir söz etmeden markiyi terk edip Arthe [Arta, antikçağda Amprakia]
isimli bir kente gitti ve imparator adına toprakları elinde bulunduran zengin bir Bizanslının kızıyla
evlenip, bu toprakları ele geçirip marki ile savaşmaya başladı.

302. Ve Selanik’e kadar Konstantinopolis toprakları tam bir barış içindeydi; yollar öyle güvenliydi ki
canı isteyen bir kentten diğerine gidebiliyordu, üstelik arada en az on iki günlük yol vardı. Bu arada
çok zaman geçmiş, Eylül sonuna gelinmişti (1204). İmparator Baudouin Konstantinopolis’teydi ve
topraklar barış içinde ve onun iradesi altındaydı. O sırada Konstantinopolis’te iki iyi şövalye, Eustache
de Canteleu ve Aimeri de Villeroi öldüler; bu ölümler dostları için büyük kayıptı.

303. O zaman topraklar paylaşılmaya başlandı; Venedikliler kendi paylarını, Haçlı ordusu da kendi
payına düşeni aldı. Ve herkes toprağına gidince, birçok kötülüğün anası olan açgözlülük onların da
yakasını bırakmadı. Kimi daha az kimi daha çok, ama hepsi toprağında kötülük etmeye ve Bizanslılar
da onlardan nefret edip kötü düşünceler beslemeye başladılar.

304. O zaman İmparator Baudouin Romania toprağının en büyük senyörlüklerinden biri olan ve
Marmara Denizi’nin Türkiye kıyısında bulunan Niqué [Nikaia, İznik] Düklüğü’nü Kont Louis’ye verdi.
Ve bu kıyıdaki topraklar imparatorun himayesine girmemiş, ona karşı cephe almışlardı. Ve sonra
Finepople [Philippopolis, Filibe] Düklüğü’nü de Renier de Trit’ye verdi.

305. Ve o zaman Kont Louis, adamlarından yüz yirmi şövalyeyi topraklarını ele geçirmeye gönderdi;
başlarında Pierre de Bracieux ve Payen d’Orléans vardı. Ve Konstantinopolis’ten Toussaint
yortusunda (1 Kasım 1204) yola çıkıp Marmara Denizi’ni gemilerle geçtiler ve deniz kıyısında bir kent

64
olan ve ahalisi Latinlerden oluşan Espigal’e [Pegai; Biga][34] geldiler. Ve orada Bizanslılarla savaşmaya
başladılar.

LXVIII. Murtzuphlos’un gördüğü ceza, Aleksios’un hapsedilmesi.

306. O sırada gözleri oyulan (kendi senyörü ve İmparator İsaakios’un Haçlılar tarafından tahta
yeniden çıkarılan oğlu olan İmparator Aleksios’u öldüren) İmparator Murtzuphlos, yanında az sayıda
adamla gizlice Marmara Denizi’nin öte yakasına [Anadolu’ya] kaçıyordu. Bu olayın ihbarını alan Thierri
de Loos onu buldu ve yakalayarak Konstantinopolis’teki İmparator Baudouin’e götürdü. Ve İmparator
Baudouin bu işe çok sevindi ve senyörüne karşı böyle bir cinayet işleyen adama ne yapması gerektiği
konusunda adamlarına danıştı.

307. Toplanan meclis şu karara vardı: Konstantinopolis’te şehrin ortasına doğru mermerden
yontulmuş, insan gözünün gördüğü en yüksek ve en iyi işlenmiş sütunlardan biri duruyordu;
Murtzuphlos onun üstüne çıkarılacak ve tüm halkın gözü önünde oradan aşağı atılacaktı; çünkü bu
kadar yüksek bir yargının herkes tarafından görülmesi gerekirdi. Böylece İmparator Murtzuphlos o
sütuna götürüldü ve yukarı çıkarıldı ve tüm kent halkı bu inanılmaz olayı görmek üzere oraya koştu. O
zaman aşağı itildi ve o kadar yüksekten düştü ki yere çarptığında her tarafı paramparça oldu.

308. Ama şimdi bir mucizeyi dinleyin; onun tepesinden yere atıldığı bu sütunun üstünde mermere
oyulmuş çok çeşitli tasvirler vardı ve bunlardan biri imparator biçimindeydi ve aşağı düşer vaziyette
çizilmişti; çünkü uzun süre önce Konstantinopolis’te bir imparatorun bu sütundan aşağı atılacağı
kehaneti yapılmıştı. Ve böylece bu benzerlik ve bu kehanet doğrulandı.

309. O sırada Selanik tarafında Marki Bonifacio del Monferrato da (kardeşi İmparator İsaakios’un
gözlerini oyan) İmparator Aleksios’u ve karısı imparatoriçeyi ele geçirdi. Ve lal rengi çizmeleri ile
imparatorluk giysilerini Konstantinopolis’e, senyörü İmparator Baudouin’e gönderdi; o da bundan
şükran duydu. Bonifacio daha sonra İmparator Aleksios’u ve karısı imparatoriçeyi Monferrato’da
hapse gönderdi.

LXIX. Abydos, Philippopolis ve Nichomie’nin [Nikomedia, İzmit] alınışı; Theodoros Laskaris’in

imparatorluk iddiası.

312. İmparator yüz şövalyeyi de Bras de Saint-Georges’u Konstantinopolis’in karşısından [İstanbul


Boğazı’nı] geçmeleri için göndermişti. Komutanları Macaire de Sainte- Menehould idi; Matthieu de
Wallincourt ve Robert du Ronsoi da onunla birlikte gitti. Ve bir körfezde bulunan Nikomedia ismindeki
kente doğru at sürdüler. Bu kent Konstantinopolis’ten en az iki günlük uzaklıktaydı. Bizanslılar onların
geldiğini duyunca, kenti boşaltıp gittiler ve onlar da kente yerleşip tahkimat yaptılar, surları onardılar
ve karşılarındakilerle savaşmaya başladılar.

313. Boğazın diğer tarafındaki toprakların senyörü Theodoros Laskaris adında bir Bizanslıydı.
İmparator Aleksios’un kızıyla evliydi ve imparatorun toprakları üzerinde hak iddia ediyordu (Bu
Aleksios, Frankların Konstantinopolis’ten kovduğu ve kardeşinin gözlerini oyduran imparatordu).
Laskaris, boğazın diğer yakasında Fransızların bulunduğu her yerde, onlara karşı yürütülen savaşı
destekliyordu.

LXX. Suriye’den gelen destek; Baudouin’in karısı Marie’nin ölümü.

65
315. Tam o sırada Suriye toprağındakilerin ve daha önce orduyu terk edip başka limanlardan geçiş
arayanların büyük bir bölümü geldi. Kont Louis’nin kuzenleri olan Etienne du Perche ve Renaud de
Montmirail da onların arasındaydı. Kont onları çok övdü ve gelişlerine çok sevindi. Ve İmparator
Baudouin ile diğerleri de onları çok iyi karşıladı, çünkü çok soylu ve zengin insanlardı ve yanlarında
çok sayıda iyi adam getirmişlerdi.

316. Suriye toprağından Hugues de Tabari ve kardeşi Raoul ve Thierri de Tenremonde’la birlikte, o
topraklardan bir sürü insan, şövalyeler, turcople’ler [Türkopollar][36] ve askerler geldi. Ve sonra
İmparator Baudouin Etienne du Perche’e Philadelphie [Filadelfiya; Alaşehir] Dukalığı’nı verdi.

[36] Babası Türk annesi Rum olan erkeklerden oluşan, Şark usulü silahlandırılmış, Hıristiyan
ordularının yardımcı birlikleri. - Duf. Kudüs Saint Jean şövalyelerinin emrinde çalışan Müslüman
askerlere de Türkopol denirdi. - ç.n.

LXXI. Theodoros ve Konstantinos Laskaris bozguna uğruyor.

LXXII. Bonifacio Léon Sgur’e saldırıyor; yeğen Geoffroi de Villehardouin de ona katılıyor.

LXXIII. Guillaume de Champlitte ve yeğen Geoffroi de Villehardouin’in Mora’daki başarıları.

LXXIV. Naupakthos ve Korinthos kuşatması; Bizanslıların Kaloyan ile ittifakı.

LXXV. Bizanslılar Didymoteikhon ve Hadrianapolis’te isyan ediyor; Archadiople’da [Arkadiopolis;

Lüleburgaz] bozguna uğruyorlar.

LXXVI. Boğazın karşı yakasındaki Haçlılar Hadrianapolis üzerine yürümek için geri çağrılıyor;

Geoffroi de Villehardouin’in seferi.

LXXVII. Renier de Trit oğlu ve adamlarının çoğu tarafından Philippopolis’te terk ediliyor.

LXXVIII. Baudouin Hadrianapolis’i kuşatmaya girişiyor.

LXXIX. Hadrianapolis kuşatması bir sonuç alınamadan sürüyor.

LXXX. Valak kralı Kaloyan Hadrianapolis’in imdadına yetişiyor.

LXXXI. Haçlılar bozguna uğruyor, Baudouin esir ediliyor.

358. İlk önce Kont Louis birliğiyle birlikte dışarı çıktı ve Kumanların peşinden gitti ve onları takip
ettiğini İmparator Baudouin’e bildirdi. Heyhat! Akşam yaptıkları düzenlemeyi ne çabuk unutmuşlardı!
Kumanları böyle iki fersah izleyip uzun süre kovaladılar. Ve sonra Kumanlar onlara doğru döndü ve
haykırmaya ve ok atmaya başladılar.

359. Bizimkilerin birliklerinde şövalyelerin dışında, savaşı yeteri kadar bilmeyen insanlar da vardı;
onlar korkmaya ve dağılmaya başladı. Ve ilk saldırıya geçen Kont Louis iki yerinden ağır yaralandı ve
Kumanlar ve Valaklar onları sıkıştırmaya başladı. Kont yere düşmüştü ve şövalyelerinden Jean de
Friaize adında biri attan indi ve kontu atına bindirdi. Kont Louis’nin adamlarından birçoğu ona şöyle
dediler: “Sir, siz gidin, çünkü iki yerinizden ağır yaralandınız.” Ve o da şöyle dedi: “Savaş alanından
kaçtı ve imparatoru bıraktı diye suçlanmaktan Tanrı beni korusun!”

66
360. İmparator da zor durumdaydı ve adamlarını çağırıyor, onlara kaçmayacağını ve kendisini terk
etmemelerini söylüyordu. Orada bulunan herkes, hiçbir şövalyenin kendini onun kadar iyi
savunamayacağına tanıktır. Bu savaş böyle uzun süre devam etti: Kimileri yiğitlik gösterdi, kimileri de
kaçtı. Sonunda, Tanrı bahtsızlıklara da izin verdiği için, yenildiler. Asla kaçmayı düşünmeyen
İmparator Baudouin ve Kont Louis savaş alanında kaldılar; İmparator Baudouin canlı yakalandı, Kont
Louis ise öldürüldü.

LXXXII. Haçlılar Hadrianapolis kuşatmasını kaldırıyor.

LXXXIII. Haçlıların geri çekilişi.

LXXXIV. Pierre de Bracieux ve Payen d’Orléans ordu ile karşılaşıyor.

LXXXV. Ordu Rodosto’ya varıyor.

LXXXVI. Yedi bin kişi Haçlıları terk ediyor.

LXXXVII. Çeşitli Haçlı ordularının buluşması; Baudouin’in kardeşi Henri naib ilan ediliyor.

LXXXVIII. Konstantinopolis’e dönüş; Papa’ya, Fransa’ya ve başka yerlere yapılan yardım

Başvuruları ; Venedik dukasının ölümü.

Ve Venedik dukası Rodosto’da Venediklilerden bir kuvvet bıraktı, çünkü burası onlara aitti. Ve ertesi
gün savaş düzeni alıp gündüzleri Konstantinopolis’e doğru at sürdüler.

387. Konstantinopolis’ten iki gün uzaklıkta ve İmparator Baudouin’e ait bir kent olan Salembrie’ye
[Selymbria, Silivri] geldiklerinde, imparatorun kardeşi Henri oraya kendi adamlarından bir kuvvet
bıraktı ve geri kalan adamlarla Konstantinopolis’e kadar at sürdüler; ve orada sevinçle karşılandılar,
çünkü insanlar çok korkmuştu. Bunda da şaşılacak bir şey yoktu, çünkü o kadar çok toprak
kaybetmişlerdi ki, ellerinde Konstantinopolis dışında Rodosto ve Selymbria’dan başka bir yer
kalmamıştı. Ve tüm toprakları Valak ve Bulgar kralı Kaloyan ele geçirmişti. Boğazın karşı yakasında
ellerinde sadece Pegai kenti vardı ve geri kalan tüm toprakları Theodoros Laskaris zapt etmişti.

388. O zaman baronlar Roma’daki Papa Innocentius’a ve Fransa’ya ve Flandre’a ve diğer ülkelere
yardım çağrısı göndermeye karar verdiler. Bu çağrıyı ulaştırmak için Soissons piskoposu Nevelon,
Nicolas de Mailly ve Jean Bliaud gönderildi ve diğerleri büyük sıkıntı içinde Konstantinopolis’te kaldı,
çünkü topraklarını kaybetmekten korkuyorlardı. Pentecôte’a kadar (29 Mayıs 1205) durum böyle
devam etti. Bu arada ordu çok büyük bir kayıp verdi: Enrico Dandolo hastalandı ve sonunda öldü ve
büyük bir törenle Ayasofya Kilisesi’ne gömüldü.

389. Pentecôte’a gelindiğinde, Valak ve Bulgar kralı Kaloyan göz koyduğu toprakların çoğunu ele
geçirmişti ve Kumanları daha fazla tutamadı, çünkü yaz geldiği için artık savaşmak istemiyorlardı ve
ülkelerine geri döndüler. Ve o da Bulgarlardan ve Bizanslılardan oluşan ordusuyla Selanik’teki
markinin üzerine yürüdü. Ve İmparator Baudouin’in bozgun haberini alan marki, Naupakthos
kuşatmasını kaldırmıştı ve toplayabildiği adamlarla Selanik’e gidip orada garnizon kurdu.

LXXXIX. İmparatorluk naibi Bizanslılara karşı bazı başarılar sağlıyor.

67
XC. Seres Kaloyan’a teslim oluyor; Kaloyan verdiği sözü tutmuyor.

XCI. İmparatorluk naibi boşuna bir çabayla Hadrianapolis’i kuşatıyor.

XCII. Philippopolis’in Kaloyan tarafından yıkılması.

401. O zaman Kaloyan ordusunu Philippopolis önüne gönderdi; ve kısa bir süre sonra kenttekiler ona
teslim oldu ve o da onların canını bağışlayacağına söz verdi. Ve bu sözün ardından önce piskoposu
öldürttü ve tüm soyluların canlı canlı derilerini yüzdürdü ve birçoklarını yaktırdı ve diğerlerinin başını
vurdurdu ve geri kalanı da zincirletip götürdü. Ve tüm kenti, kuleleri ve burçları yıktırdı; büyük
sarayları ve zengin evleri yıktırdı ve yaktırdı. Böylece Konstantinopolis İmparatorluğu’nun en güzel üç
kentinden biri olan soylu Philippopolis yok oldu.

XCIII. Naib elindeki yerleri tahkim ediyor.

403. Ve Henry , Arkadiopolis’te de Venedikliler garnizon kurdu. Ve İmparator Baudouin’in kardeşi


Apros kentini Fransa kralının kız kardeşi ile evli ve kendilerine bağlı bir Bizanslı olan Vernas’a
[Theodoros Branas] bırakmıştı ve ondan başka hiçbir Bizanslı onları tutmuyordu. Bu kentlerdekiler
Bizanslılara karşı savaşı sürdürüp sayısız akın yaptılar; ve onlara da çok saldırıldı. Henri adamlarının
geri kalanıyla Konstantinopolis’e çekildi.

404. Ve Valak ve Bulgar kralı Kaloyan da köşesine çekilmemişti; çok zengin ve güçlü bir adamdı ve çok
sayıda Kuman ve Valak topladı. Noel’den üç hafta sonra onları Romania topraklarına, Hadrianapolis
ve Didymoteikhon’dakilere yardım etmek üzere gönderdi; onlar da bundan güç ve cesaret alarak
daha çok akın yapmaya başladılar.

XCIV. Fransızlar Rhusion yakınında bozguna uğruyor.

409. Heyhat! Hıristiyanlık için ne acı bir gün oldu; çünkü yüz yirmi şövalyeden sadece onu kurtuldu,
geri kalan ya öldürüldü ya esir edildi. Ve kaçabilenler Rhusion’a gelip içeri sığındılar. Komutan Thierri
de Tenremonde, çok iyi ve değerli bir şövalye olan Orri de l’Isle ve Jean de Pompone, André
d’Urboise, Jean de Choisy, Gui de Conflans, Charles du Frêne, yargıç Thierri’nin kardeşi Villain hep
orada öldüler. Orada öldürülen ya da esir edilenlerin hepsinin adlarını bu kitap size sayamıyor.
Romania toprağındaki Hıristiyanlık o gün en büyük acılarından ve en büyük kayıplarından ve en büyük
sefaletlerinden birini yaşadı.

XCV. Kaloyan’ın yeni istilası; Apros’un yıkılışı.

413. Venedikliler onun bu kadar kalabalık bir orduyla geldiğini duyunca Arkadiopolis’i bıraktılar. Ve
Kaloyan tüm ordularıyla Apros kentine kadar at sürdü. Bu kent Bizanslıların ve Latinlerin elindeydi ve
karısı imparatoriçe olan (Fransa kralının kız kardeşi) Theodoros Branas’a aitti; ve Latinlerin komutanı
da Beauvaisis topraklarından bir şövalye olan Bègue de Fransures idi. Ve Valak kralı Kaloyan
askerlerini kente saldırttı ve orasını zorla ele geçirdi.

414. Orada inanılmayacak kadar çok insan öldürüldü. Bègue de Fransures Kaloyan’ın önüne götürüldü
ve o da onu oracıkta öldürttü; Bizanslılardan ve Latinlerden eli silah tutan herkes öldürüldü; ve diğer
işe yaramaz olanlar, kadınlar ve çocuklar Valakia’ya götürülüp zindana atıldı. O zaman Kaloyan çok iyi
bir yerde kurulu olan bu çok güzel ve çok zengin kenti tamamen yıktırdı. Böylece Apros kenti yok
oldu.

68
XCVI. Rodosto’nun yıkılışı.

XCVII. Kaloyan fetihlerine ve yıkımlarına devam ediyor.

419. O zaman Kumanlar ve Valaklar imparator naibi Henri’nin bulabildiği tüm adamlarla birlikte
beklediği Konstantinopolis kapıları önüne üşüştüler. Henri çok üzgün ve sıkıntılıydı, çünkü elinde
topraklarını savunmaya yetecek kadar adam yoktu. Kumanlar kırsal alandaki hayvan sürülerine ve
erkeklere ve kadınlara ve çocuklara el koydular; ve kentlerle şatoları yıktılar ve öyle büyük bir yıkım
yaptılar ki o zamana dek böyle bir yıkım duyulmamıştı.

420. O zaman Konstantinopolis’e on iki fersah uzaklıktaki Nature [Athyras; Büyükçekmece] adında bir
kente geldiler. İmparatorun kardeşi Henri bu kenti Payen d’Orléans’a vermişti. Bu sitede çok büyük
bir kalabalık vardı, çünkü yörenin bütün ahalisi buraya sığınmıştı ve diğerleri oraya saldırıp zorla ele
geçirdiler. Orada o kadar büyük bir katliam oldu ki, o zamana dek ele geçirilen hiçbir kentte bu kadar
çok insan ölmemişti. Ve biliniz ki Kaloyan’a teslim olan ve onun da dokunmayacağına söz verdiği tüm
kentler ve şatolar yıkılmış ve yok edilmiş ve insanları daha önce de işittiğiniz gibi Valakia’ya
götürülmüştü.

421. Bilin ki Konstantinopolis çevresinde beş günlük mesafede, Fransız garnizonlarının bulunduğu
Visoi ve Selymbria kentleri hariç yıkılacak, yağmalanacak hiçbir şey kalmamıştı. Ve Visoi kentinde yüz
yirmi şövalye ile birlikte Anseau de Cayeux ve Selymbria kentinde de elli şövalye ile Macaire de
Sainte-Menehould bulunuyordu; ve İmparator Baudouin’in kardeşi Henri diğer adamlarıyla
Konstantinopolis’te kalmıştı. Ve bilin ki durumları çok kötüydü; çünkü Konstantinopolis dışında
ellerinde sadece bu iki kent kalmıştı.

XCVIII. Bizanslılar Haçlılar ile uzlaşıyor; Kaloyan Didymoteikhon’u kuşatıyor.

XCIX. Haçlılar Didymoteikhon’un yardımına gidiyor.

429. O zaman Henri tutulması gereken yol konusunda akıl danıştı. Enine boyuna epeyce konuşuldu ve
sonunda şöyle dediler: “Senyörler, artık öyle ilerledik ki, şimdi Didymoteikhon’un yardımına
gitmezsek bu bizim için büyük utanç olur. Ama herkes günah çıkarsın ve dua etsin ve savaş
birliklerimizi düzenleyelim.” Şövalyelerin sayısının en fazla dört yüz olduğunu tahmin ettiler ve
Hadrianapolis’ten gelen ulakları çağırtıp durumun nasıl olduğunu, Kaloyan’ın kaç adamı olduğunu
sordular. Ve onlar da en az kırk bin silahlı adamı olduğunu, yaya askerlerin ise sayısını bilmediklerini
söylediler.

430. Ah Tanrım, bu kadar büyük bir kalabalığa karşı bir avuç adamın savaştığı hiç görülmüş müdür?
Sabah, Saint Jean-Baptiste bayramı günü hepsi günah çıkardı ve ayine katılıp dua ettiler ve ertesi gün
(25 Haziran) yola çıktılar. Öncü kuvvet Romania ve Champagne mareşali Geoffroi’nın emrine
verilmişti ve Macaire de Sainte-Menehould da onunla birlikteydi. İkinci orduda Conon de Béthune ve
Milon le Brébant vardı; üçüncü birliğe Payen d’Orléans ve Pierre de Bracieux; dördüncüye Anseau de
Cayeux; beşinciye Baudouin de Beauvoir; altıncıya Hugues de Beaumetz; yedinciye İmparator
Baudouin’in kardeşi Henri; sekizinciye de Gautier d’Escornai ve Flamanlar komuta ediyordu. Seneşal
Thierri de Loos artçı kuvvetin başındaydı.

C. Kaloyan geri çekiliyor, Haçlılar onu takip ediyor.

69
CI. Renier de Trit’nin yardımına koşuluyor ve kurtarılıyor.

439. Ve o zaman baronlar şatonun eteklerindeki çok güzel ve kuşatılmış şatoyu hep desteklemiş
kente yerleştiler. O zaman baronlar, İmparator Baudouin’in Kaloyan’ın zindanında [Tırnova’da]
öldüğünü birçok kez işittiklerini, ama buna inanmadıklarını anlattılar; ve Renier de Trit gerçekten
öldüğünü söyledi ve o zaman inandılar. Çok kişi buna üzüldü, ama elden gelen bir şey yoktu!

CII. Henri’ye imparatorluk tacı giydiriliyor. Kaloyan’ın yaptığı yeni yıkımlar; imparator onun üstüne
yürüyor.

441. O zaman baronlar Konstantinopolis’e gitmeye ve İmparator Baudouin’in kardeşi Henri’ye taç
giydirmeye karar verdiler ve ülkeyi Theodoros Branas ile yörenin Bizanslılarına teslim ettiler ve
imparator naibi Henri de onların yanında kırk şövalye bıraktı. Böylece imparator naibi Henri ve diğer
baronlar Konstantinopolis’e doğru yola çıktı ve Konstantinopolis’e varıncaya kadar at sürdüler ve
orada çok iyi karşılandılar. İmparator Baudouin’in kardeşi İmparator Henri’ye Ağustos ayında Notre-
Dame bayramından sonraki pazar günü (20 Ağustos) büyük bir sevinç ve törenle Ayasofya Kilisesi’nde
taç giydirildi; ve bu olay İsa efendimizin doğumunun bin iki yüz altıncı yılında gerçekleşti.

CIV. İmparator ile Bonifacio’nun kızı arasında söz kesiliyor. Haçlılar Kaloyan’ın topraklarını yakıp

Yıkıyor.

CV. İmparator Henri Laskaris’e karşı savaşı yeniden başlatıyor.

CVI. Bonifacio’nun sağladığı kazançlar; kızının imparatorla evlenmesi.

CVII. Theodoros Laskaris Kaloyan’la ittifak yapıyor.

CVIII. Hadrianapolis, Kaloyan; Kyzikos ve Kios , Theodoros Laskaris tarafından kuşatılıyor.

CIX. İmparator Henri Theodoros Laskaris’in donanmasına saldırıyor ve Kios’u kurtarıyor.

CX. Kaloyan Hadrianapolis kuşatmasını kaldırıyor.

CXI. Kyzikos yeniden Theodoros Laskaris tarafından kuşatılıyor; imparator kenti kurtarıyor.

CXII. İmparator, Theodoros Laskaris tarafından kuşatılan Nikomedia’yı iki kez kurtarıyor.

CXIII. Theodoros Laskaris’le ateşkes. İmparator, Kaloyan’ın topraklarına giriyor.

CXIV. İmparatorun koşucuları başarısızlığa uğruyor.

CXV. Bonifacio’nun imparatora ve Geoffroi de Villehardouin’in Bonifacio’ya vasallığı.

CXVI. Bonifacio Bulgarlara karşı bir savaşta ölüyor.

498. Marki Mosynopolis’e varınca beş gün orada kaldı,sonra Bizanslıların öğüdüne uyarak, bir gün
uzaklıktaki Mosynopolis dağına bir akın düzenledi. Ve o toprağa vardığında bölgenin Bulgarları
toplanmışlardı ve markinin yanında az adam olduğunu gördüler. Ve her yönden birden gelip artçı
kuvvetlerine saldırdılar. Ve marki alarmı duyunca silahsız bir halde, elinde sadece bir mızrakla bir atın
üstüne atladı. Ve artçı kuvvetiyle savaştıkları yere vardığında onların üstüne yürüdü ve epey

70
arkalarından onları takip etti. 499. Orada Marki Bonifacio del Monferrato omzunun altına yediği bir
okla ölümcül bir yara aldı ve çok kan kaybetmeye başladı. Ve adamları bunu görünce moralleri
bozuldu ve cesaretlerini kaybederek kötü dövüşmeye başladılar. Ve markinin çevresindekiler onu
tuttular ve o çok kan kaybediyordu; ve rengi solmaya başladı. Ve adamları artık ayakta duramaz hale
geldiğini görünce korkmaya ve onu bırakmaya başladılar. Böylece aksi bir tesadüf sonucunda bozguna
uğradılar ve markinin yanında kalanlar (sayıları azdı) öldürüldü. 500. Ve Marki Bonifacio del
Monferrato’nun kafası kesildi ve o toprağın insanları kesik kafayı Kaloyan’a gönderdiler ve bu onun
hayatındaki en büyük sevinçlerden biri oldu. Heyhat! Bu kadar büyük bir talihsizlik sonucunda böyle
bir adamı, en iyi baronlardan birini ve tüm dünyadaki en iyi ve en zengin gönüllü şövalyelerden birini
yitirmek İmparator Henri ve Romania toprağındaki tüm Latinler için ne kadar acı bir kayıptı. Bu
talihsizlik İsa’nın doğumunun bin iki yüz yedinci yılında yaşandı.

İMPARATOR HENRI TARİHİ

505. O zaman imparator Selymbria’dan yola çıktı ve Kumanlarla Valakların üstüne yürüdü ve ordu
günden güne büyüyordu. Sözü uzatmaya ne gerek var? Hadrianapolis

yakınındaki çayırlara gelinceye kadar yürüdü ve bütün adamları da oraya ulaşınca, kamp kurup
yerleştiler. O zaman Esclas[62] adındaki ve Boril’e (amca oğluydu) karşı savaş

halindeki soylu bir adamın yardımını ve desteğini istemek üzere Valakia’ya doğru gitmeye karar
verdiler, çünkü bu Boril ona ihanet edip topraklarını gasp etmişti. Ve eğer onun

yardımını almayı başarabilirlerse, Boril’e daha güvenli bir biçimde saldırabileceklerdi.

506. O zaman imparator orduya at sürmelerini emretti; düşmanı Boril’i bir an önce bulmaya can
atıyordu; çünkü Boril’in amcası olan Kaloyan kardeşi İmparator Baudouin’i

öldürmüştü: Ve bu Flandre’lılar ve Hainaut’lular için büyük

bir kayıptı. Bunlara başka bir şey eklememe bilmem gerek var mı? İmparator Berua’ya [Borui; Eski
Zağra] geldi; orada bütün gece uyudular ve ertesi gün güneş doğarken Boril

gizlice gelip onlara baskın verdi. Ve o sırada bizimkilerden sadece artçılar ve öncü kuvvet silahlıydı.

507. Orada bulunan herkes sert bir savaş olduğunu ve karşılıklı ok atıldığını gördü. Ve bizimkiler henüz
savaş düzeninde olmadıkları için, biraz korkmuş olmalarında da

şaşılacak bir şey yoktur. Çünkü eğer tüm Romania Boril’e ve onun adamlarına karşı çıksa, ve tüm
Flandre ve Fransa ve Normandiya onların yardımına gelse, yine de Tanrı yardım

etmezse hiçbir şey kazanamazlardı.

III. İmparator Liénard’ı nasıl kurtardı?

508. Liénard isminde çok saygın ve cesur bir Hélesmes şövalyesi karşı taraftaki gururu ve kibiri gördü
ve bizimkilerin üstüne o kadar şiddetle ok yağdırmaları içine dokundu. Bütün

korkusunu bir kenara attı ve yalın kılıç onların içine daldı. Ama emir almadan hareket ettiği için,
ordunun önde gelenleri çılgınca bir yiğitlik gösterdiğini ve bu girişimin sonucunda

71
başına bir iş gelseydi onun için kimsenin üzülmeyeceğini söylediler. Sözü uzatmaya ne gerek var?
Kimse onu izlemedi ve eğer imparator orada olmasaydı, kesinlikle yakalanıp esir

edilirdi; ama o, kalbinin büyük inceliği ve cesaretiyle, adamını kurtarma işini tek başına üstlendi.

509. İmparator Liénard’ın ya öleceğini ya da esir düşeceğini görünce, atı Moreau’ya bindi, onu
mahmuzladı ve bir Valaka doğru sürdü. Ve ona yaklaşınca mızrağını böğrüne öyle bir

daldırdı ki, temren öbür taraftan dışarı çıktı ve diğer adam bu darbenin şiddeti altında yere düşüp
kaldı, ama Moreau da iki yerinden yaralandı.

510. Ve Liénard’ı tutanlar öfke ve intikam isteğiyle dolu imparatorun üzerlerine geldiğini görünce, onu
beklemek yerine Liénard’ı bıraktılar ve biri bir yana, diğeri öbür yana

kaçtı. Ama Liénard yine de elinden yaralandı (ya okla ya da kılıçla, bilmiyorum). Ve imparator öfke
içinde ona şöyle dedi: “Liénard! Liénard! Tanrı beni bağışlasın! İsteyen size akıllı

desin, bence siz delisiniz ve sizin yüzünüzden ben de ayıplanacağım, onu da biliyorum.”

511. Böylece işittiğiniz gibi Liénard imparator tarafından kurtarıldı. Ve imparatorun yaptığı da çok
çılgıncaydı; çünkü o sırada bedeni üzerindeki tek zırh, içi doldurulmuş meşin bir

ceketti; yine de bu saldırıda karşısına çıkan tüm Valakları püskürttü. Ve atının öldürüleceğinden ya da
yaralanacağından korktuğu için, kanlar içindeki mızrağı elinde yavaş adımlarla

geri döndü. Ve atını çok mahmuzladığı da görülüyordu; çünkü hayvanın iki yanından kanlar akıyordu
ve iki yerinden de yaralanmıştı. Ve imparatorun ordusundakiler onun nereye

gittiğini daha yeni anlamışlar ve buna çok üzülüp rahatsız olmuşlardı. Onları rahatlatmak için hepsine
içlerini serin tutmalarını, bir şey olmadığını söyledi.

512. Ve Pierre de Douai onu gördüğünde yanına geldi ve şöyle dedi: “Sir, sir, sizin konumunuzdaki bir
adam, emrinde koruması ve yönetmesi gereken bu kadar komutan bulunan

sizin gibi bir adam, bu yaptığınız gibi çılgınca adamlarından ayrılmamalıdır. Çünkü bir talihsizlik sonucu
orada yakalansaydınız ya da ölseydiniz, biz hepimiz birden ölmüş

ya da onurumuzu yitirmiş olmayacak mıydık? Tanrı beni affetsin, ama evet! Burada bizim Tanrı’dan ve
sizden başka bir surumuz ya da sancağımız yok. Ama izin verirseniz size

bilmenizi istediğim bir şey söyleyeceğim: Bir kez daha benzer bir tehlikeye atılırsanız (Tanrı bundan
sizi korusun!) sizden aldığımız tüm unvan ve yetkileri şuracıkta geri vereceğiz.”

513. Ve imparator, Pierre de Douai’nin bu işi nasıl bir onur meselesi yaptığını görünce, ona yumuşak
bir cevap verdi: “Haklısınız Pierre, fazla çılgınca hareket ettiğimi biliyorum

ve bundan ötürü beni affetmenizi rica ederim ve bir kez daha böyle bir şey yapmayacağım. Ama bana
bunu yaptıran deli gibi ileri atılan Liénard oldu ve ben de onu bu hareketinden

ötürü belki de hak ettiğinden daha sert bir biçimde suçlayıp ayıpladım. Ama yine de onların elinde
kalsaydı, bu hepimiz açısından çok kötü olacaktı. Çünkü onun gibi bir komutanı

72
kaybetmek onarılamayacak bir kayıptır ve o zaman düşman bizden daha az ürker. Ama şimdi
birliğinize dönün ve Valakları bir kenara bırakalım ve Philippopolis’e doğru gidelim.”

V. Haçlılar günah çıkararak savaşa hazırlanıyor; imparator onları işlerini iyi yapmaya teşvik ediyor

VI. Düşmana karşı yürüyüşe geçiliyor.

VII. Mareşal Geoffroi’nın ve rahibin söylevleri.

VIII. Boril bozguna uğruyor.

539. Rahip vaazını bitirince ve zavallı halkını kurtarmak için İsa efendimizin ölüm ve çileyle buluştuğu
Haç’ı gösterince, ilk saldırıya geçeceklerin hepsi bulundukları yerde

mızraklarını eğdi ve “Kutsal Haç” diye haykırarak atlarını mahmuzladılar. Ve Valaklar ve Kumanlar ile
karşılaşıp, her biri karşısına çıkanı öfkeyle yere serdi. Ve bilin ki bu ilk

çarpışmada çok ölü ve yaralı oldu. Ve yere düşenler bir daha doğrulamıyordu; çünkü önden gidenler
onları yere indiriyor, arkadan gelenler de öldürüyordu. 540. Ve Valaklar ve Kumanlar savaşın çok sert
ve ölümcül bir şekilde aleyhlerine döndüğünü anlayınca, daha fazla

beklemeden kaçmaya koyuldular ve şahinlerin önünde kaçışan çayırkuşları gibi her biri bir tarafa
dağıldı. Ve sıralarını bekleyen diğer düzenli saflar da Nicolas de Mailly

ve Pierre de Bracieux gibi hemen saldırıya geçti. Ve yanında bin altı yüz kişi bulunan Boril’in birliğinin
üzerine yürüdüler ve bizimkiler sadece yirmi beş kişiydi ve buna rağmen bin altı

yüz kişiye saldırdılar. Geoffroi ve Milon le Brébant da kendi birlikleriyle saldırdı.

541. Ne diyordum? Onlar kaçtı ve bizimkiler de onları kaçarken yakalayıp yakalayıp öldürdü. Ve
güvenli bir yere daha hızlı ulaşabilmek için silahlarını atıp öyle kaçıyorlardı.

Ve imparator en zengin silahlarını ve zırhlarını kuşanmış, ilerliyordu; küçük altın halka desenli kırmızı
satenle kaplanmış zırhlı elbisesinin üstünde armaları görülüyordu;

başındaki tolga da aynı türdendi. Sözü uzatmaya ne gerek var? Bayard’ın üstüne binip işittiğiniz o
armaların işlendiği sancağını önüne getirttiğinde, ondan daha güzel ve savaşta

sözü daha çok geçen bir şövalye bulunamazdı.

542. Ve saldırıya geçme isteğiyle yanıp tutuşan silah arkadaşları etrafında at sürüyor ve önlerinde
atlarını mahmuzlayarak kovalamacayı sürdürenleri izleyebilmek için onlar da atlarını mahmuzluyordu.
İçlerinde ayıplanacak birini aramak boşuna olur; çünkü hepsi akıllı davrandı ve her biri

gerekli metaneti göstermeyi bildi. Emir verilenler en önde ileri atıldı ve diğerleri de onları gerektiği
gibi korudu. Boril bu bozgunu Philippopolis’in ilerisinde bir perşembe günü

yaşadı (2 Ağustos 1207). Ve o sırada bizimkilerin çok yardıma ihtiyaçları vardı, Tanrı da onlara bu
şekilde yardım etti, çünkü iyi bilin ki sadece yarım günlük yiyecekleri kalmıştı.

543. Sözü uzatmaya ne gerek var? Boril ve adamlarının

73
ardından büyük bir takip yapıldı ve onlar artık beklemeye hiç cesareti kalmamış insanlar gibi kaçtı ve
bizimkiler izlerini sürebildikleri kadar arkalarından gitti. Otuz altı birlik halinde

düzenlediği otuz üç bin adamıyla saldırıya geçen Boril’i bizimkilerin bozguna uğratması Tanrı’nın bir
mucizesiydi, çünkü bizimkilerin sadece on beş birliği vardı, üç birlik de

Bizans avamından oluşturulmuştu. Ama savaş birlikleri de kendi içlerinde eşit değildi; çünkü bizim
birliklerimizin her birinde sadece yirmi, sadece imparatorun birliğinde elli

şövalye vardı; oysa Boril’in en küçük birliğinde dokuz yüz şövalye bulunuyordu. Eğer Tanrı bu işe el
atmasa sonuç böyle olmazdı; ama bizimkiler masum ve Boril’in adamları iblis gibiydi.

IX. Boril’in kuzeni Esclas kızını kendisine sözleyen imparatorla ittifak yapıyor.

X. İmparator, Theodoros Laskaris’in saldırısına uğrayan David’in yardımına koşuyor.

XI. Esclas imparatorun kızıyla evleniyor.

XII. İmparator Selanik Krallığı’nın biatını kabul edebilmek için Konstantinopolis’ten yola çıkıyor.

XIII. Kışın sertliği; donan nehrin buzları üstünden karşıya geçiş.

XV. Selanik yakınına gelen imparator, krallık naibi Kont de Blans-Dras’a haberciler gönderiyor.

XVI. Kont de Blans-Dras’ın cevabı ve ağır koşulları.

XVII. İmparatorun elçilerinin yeni girişimleri başarısız olur.

586. “Kont, kont” dedi Conon de Béthune, “biz birbirimize böyle davranır ve karşılıklı kin tutmaya
devam edersek, bütün toprakları kaybedeceğimizi görebiliyorum ve eğer böyle

ölürsek cennete gidemeyiz; çünkü karşılıklı ölümcül kinler besleyerek ölmüş olacağız. Ve aramızda
savaşırsak buna en çok Bizanslılar sevinir. Tanrı aşkına kont, buna gerek yok.

İmparator efendimize hakkını teslim etmeniz için, onun adına sizden aman diliyoruz. Zaten onun
topraklarının büyük bir bölümünü elinizde tutuyorsunuz. İçeriye girmesinin

engellenmesi kesinlikle çok çirkin ve bayağı bir iş; çok büyük hata yapıyor ve hiç görülmemiş bir
akılsızlık ediyorsunuz.” 587. “Bütün bu konuşmaların ne yararı var? Burada hiçbir

şey yapmadığımızı görüyorum. Kont, eğer isterseniz yapmanız gerekeni size bir daha söyleyeceğim.
Meclisinizle bir daha konuşun ve Tanrı aşkına öyle bir ayarlayın ki, eğer

bu yapılabiliyorsa ve yapılmalıysa, aramızda bir anlaşmaya varılsın. Çünkü Tanrı korkusunu hiçe sayar
ve kötülük yapmaktan korkmaz hale gelirsek ve birbirimizle savaşmaya

başlarsak, bütün toprakları kaybedeceğiz ve bütün topraklar harabeye dönecek ve fethettiğimiz her
şeyi kaybedeceğiz.” 588. “Her şeye rağmen birbirimizi böyle öldüreceksek, o

zaman önce Tanrı’yı inkâr etmekten başka yapacak şey kalmıyor. Ve bu kötülüğü yapacağımıza, bu
ülkeyi terk edip gitmek daha iyi. Tanrı aşkına Kont de Blans-Dras, senin hatan

74
yüzünden birbirimizi yok etmemizin acısını çekme; sana burada sunduğumuz güzel teklifleri kabul et.
Tanrı aşkına, orada dışarıda konaklarken çektiğimiz sıkıntıları biliyorsun;

bu nedenle sonradan utanç verecek ve imparatorluğun onurunu küçültecek şeyler yapmaya bizi
zorlama.” 589. “Sir Conon” dedi Aubertin, “en küçük toprak parçasını

bile bizden alacak ve bildirdiğimiz taleplerden bizi vazgeçirecek hiçbir teklifi kabul etmeyeceğimizi
bilin. Yoksa istediğiniz kadar dışarıda konaklayabilirsiniz, çünkü içeri

adımınızı atamayacaksınız.” 590. “Peki ne çadırımız, ne otağımız yoksa?” dedi Pierre de

Douai, “Nerede barınacağız? Çoban köpekleri gibi tarlalarda mı yatacağız?” “Canınız nerede isterse
orada yatarsınız” dedi Aubertin, “çünkü duyduğunuz koşullara uymazsanız, içeriye

alınmayacaksınız.” “Biz böyle anlaştık” dedi kont, “ve bizden başka bir şey alamazsınız.” “Beyler” dedi
Conon de Béthune, “o halde geri döneceğiz ve monsenyöre neyle karşılaştığımızı

anlatacağız ve onun cevabını ya biz ya da başkaları kente gelip size bildirecek.”

XVIII. İmparator Lombardların koşullarını kabul ediyor.

XIX. İmparatorun Selanik’e girişi.

595. O zaman imparator bu mesajı iletmek üzere Conon de Béthune’ü ve Anseau de Cayeux’yü
çağırdı ve mesajın nasıl söylenmesini istiyorsa onlara öyle aktarıp şöyle dedi: “Beyler,

en başta ben ve benim ardımdan da baronlarım, onların düzenledikleri bütün anlaşmalara harfiyen
uyacağız, yeter ki imparatoriçe[68] de bunları onaylasın.” İşte Lombardları aldatan bu son nokta oldu.

XX. Bonifacio’nun dul eşi İmparatoriçe Marguerite Lombardları onaylamıyor; oğluna imparator
tarafından krallık tacı giydiriliyor.

XXI. İmparatoriçe ile Kont de Blans-Dras’ın tartışması; kont naiplikten vazgeçiyor.

XXII. Kont de Blans-Dras Seres Şatosu’nun kapılarını imparatora açmaması için gizli işler çeviriyor.

XXIII. Fransızlar, Kont de Blans-Dras gelmeden önce, Seres Şatosu’na nasıl girdiler?

XXIV. Hristopolis’teki Lombardların ihaneti; Kont de Blans-Dras Selanik’te zindana atılıyor.

XXV. Lombardlar Hristopolis’te bozguna uğruyor.

XXVI. Hristopolis’tekiler teslim olmayı reddediyor; tutsak Lombardlar Selanik’e götürülüyor.

XXVII. Platemont’da Roland Pice’in ihaneti.

XXVIII. İmparator Selanik’e doğru yola çıkıyor ve Cytre’e gidiyor.

XXIX. İmparator Lombardların tekliflerini reddediyor ve savaşa hazırlanıyor.

XXX. Lombardlar Larissa köprüsünde bozguna uğruyor.

XXXI. Larissa Şatosu teslim oluyor.

75
XXXII. İmparator Armiro’da konaklıyor.

XXXIII. Lombardlar tarafından reddedilen barış teklifleri.

XXXIV. İmparator Thebai’ye geliyor ve şatoyu kuşatıyor.

XXXV. Kuşatma sürüyor; Thebai Şatosu teslim oluyor; Kont de Blans-Dras serbest bırakılıyor.

XXXVI. İmparator Negroponte’ye gidiyor; Kont de Blans-Dras’ın ihaneti yüzünden orada büyük bir

tehlikeyle karşılaşıyor.

XXXVII. Kont de Blans-Dras boyun eğiyor.

XXXVIII. İmparator Epeiros despotu Mihael’le barış görüşmesi yapıyor.

Boudouin D’Avesnes Derlemesinden Alıntı[82] İmparator Henri de Constantinople’un ölümü ve


Kont Pierre de Courtenay’nin saltanatı ve ölümü ve Kont Philippe de Namur’ün kardeşi Robert’in
saltanatı ve ölümü ve Akkâ kralı Jean de Brienne imparatorluğu nasıl korudu?

76
1402 İSTANBUL HAÇLI İSTİLASI KRONİKLERİ İLE İLYADA
ESERLERİNİN KARŞILAŞTIRMASI

Bölüm I. (Alpha): Sesleniş-Akhilleus’un Öfkesi

Ya da Haçlılar’ın Para Sözünde Durmamaları ve Venedik’in Öfkesi

IV. HAÇLI S.

Papa , Kudüs’ün Selahattin Eyyubi önderliğinde Hiristiyanlardan ve Musevilerden Eyyübi Devleti’nin


ve Müslümanların eline geçmesi üzerine IV. Haçlı Seferi için bütün Avrupa’ya çağrı yapar.

İLYADA

Ozan, Musalara seslenip bu destanın konusunu belirtir: Akhilleus’un öfkesi, bu yüzden Akhalar
arasında beliren veba (bela) salgını.

HAÇLI SEFERİ

Kroniklerde IV.Haçlı Seferi için soylulardan oluşan seçkinler ve komutanlar ve onların atları ve uşakları
ile (dört bin kişi) , yüz bin kişilik bir yaya ordusunun deniz yolu ile Kudüs’e (İstanbul’a) ulaştırılması için
Venedik Dükası Dandolo’nun elli parça savaş gemisi yapmasına karşılık Haçlılar ile belli bir parada
anlaşılır. Ne var ki işler yolunda gitmez. Haçlılar söz verdikleri zamanda , söz verdikleri ordunun ve
paranın yarısını ancak yarısını tedarik edebilirler. Bunun üzerine Dandolo , Haçlı Soylularını bir adada
zorunlu misafir eder.

İLYADA

AKİLEUS’UN ÖFKESİ

Akhaların Troya Ovası’ndaki gemi ordugâhımdayız. Tanrı Apollon’un rahibi Khryses gelir,
Agamemnon’un tutsak olarak alıkoyduğu kızı Khryseis’i (Selanik) geri ister.

Agamemnon kızı vermediği için Tanrı Apollon, Akha ordusuna veba salar, dokuz gün dokuz gece ordu
hastalıktan kırılır.

77
Bilici Kalkhas (Papa) kızı geri vermesini buyurur. Agamemnon kızı vermeye razı olur, ancak onun
yerine Akhilleus’un tutsağı Briseis’ i (Dimetoka ) alacaktır.

Agamemnon, Briseis’ i alır, ama Akhilleus da barakasına ( Selanik) çekilir, savaşa artık katılmayacaktır.
Anası Deniz Tanrıçası Thetis’ ten (Donanmanın sahibi Venediklilerden) öcünü almasını ister
(Venedikliler bu öcü geç de olsa yüz elli yıl sonra Fatih’in İstanbul’u fethi sırasında Fatih’e yardım
ederek alırlar.).

Thetis (Venedik) Olympos’a (Vatikan) çıkıp (haber gönderip) Zeus’a (Papa’ya) yalvarır: Akhilleus
(Venedik) savaştan uzak durdukça, Akhalar (Haçlılar) zaferi kazanamasınlar, diye Zeus (Papa) söz
verir, Akhalardan (Haçlılar) yana olan karısı Tanrıça Hera (Kroniklerde Fransızlar) ile kavga ederler.

Hephaistos (Venedik) Tanrı (Düka) onları yatıştırır. Bunlardan birincisi Konstantinepolis Latin
İmparatoru seçilen Sakson (Alman) Boudouin ile Fransız Ordusu’nun başındaki Marki Bonifacio del
Monferrato’nun öfkeleri , kavgaları ve ayrılmaları , İlyada’nın başındaki Akileus’un Öfkesi ve
Agamemnon ile kavgalarının karşı dengidir.

HAÇLILARDA VENEDİK DÜKÜ DANDALO’NUN ÖFKESİ

Dandolo ve Venedik , Haçlılarla yaptıkları anlaşmaya sadık kalarak , Haçlıları İstanbul üzerinden sözde
Kudüs’e götürecek olan (bu bölüm sonradan açıklanacak) olan elli parça savaş gemisini hazır eder.
Ama Haçlılar , söz verdikleri hem ordunun hem de paranın ancak yarısını denkleştirebilirler. Bunun
üzerine Dandolo , Haçlı Soylularını adaya hapseder.(Sonra yeni bir anlaşma ile geri kalan ücreti
Zara’nın ve İstanbul Fethi’nden sonra almak üzere Haçlılar ile yeni bir anlaşma yaparlar.)

“Duka ile Yenedikillerin hacıların bütün borçlarını ödemediklerini görünce canları sıkıldı. Duka-
hacılara şöyle dedi: "Efendiler, bize karşı iyi davranmadınız. Habercileriniz benimle ve halkımla
anlaştıktan sonra bütün toprağımda ticareti yasak edip bu filonun hazırlanmasına yardım edilmesi
emrini verdim. Bütün tüccarlar devaınlı olarak bu işte çalıştılar ve geçen bu bir buçuk sene içinde
hiçbir kazançları olmadığı gibi kayıpları büyük oldu. Bu yüzden adaıniarım da ben de borcunuz olan
parayı ödemenizi istiyoruz. Ödemezseniz, bilin ki, bu adadan dışarıya adım attırmadığımız gibi ne
yiyecek ne de içecek veririz , dedi. Duka akıllı uslu bir adamdı, bu yüzden onlara yetecek kadar yiyecek
içecek götürülmesine göz yumdu.” (İstanbul’un Zaptı-Clery)

İLYADA’DA AKİLEUS’UN ÖFKESİ VE SAVAŞTAN ÇEKİLMESİNİN HAÇLI YANSIMALARI

“Duka ·baronların kendisine yardım edeceklerini anlayınca, şehre (Zahar) hücum etmek için harp
araçlarını hazırlattı. Halk bunu görünce dayanamayacaklarını anlayıp aman diledi ve şehri teslim etti.
Hacılarla (Haçlılar) Venedikliler şehre girdiler ve aralarında bölüştüler, yarısını hacılar, yarısını
Venedikliler aldılar. XV. Venediklilerle alt tabakadan bazı hacılar arasında bir gece yarım gün süren

78
büyük bir çatışma oldu; Bu çatışma o kadar büyük oldu ki, şövalyeler güçlükle bastırabildiler.
Bastırdıktan sonra da uzlaştırdılar, bir daha aralarında geçimsizlik olmadı.” (İstanbul’un Zaptı-Clary)

“278. Heyhat! Her ikisine de ne kötü akıllar verilmişti ve bu karışıklığı çıkaranlar ne büyük bir günah
işlemişti! Çünkü eğer Tanrı onlara acımasaydı, fethettikleri bütün toprakları yitirdikleri gibi
Hıristiyanlığı da yok olmanın eşiğine getireceklerdi. Böylece talihsizlik ve kötü öğütler sonucunda
Konstantinopolis imparatoru Baudouin ve Marki Bonifacio del Monferrato ayrıldılar.” (Haçlı
Kronikleri-279-Sh. 168)

“ Günahları yüzünden Tanrı onları tam anlamıyla desteklemedi: Haçlı Seferi’nin iki komutanı,
İmparator Baudouin de Flandre ve Marki Bonifacio del Monferrato birbirine düştü ve her yanda
ürkütücü düşmanlar ortaya çıktı. (a.g.e. Sh.25)

“Flandre kontu, Saint-Pol kontu ile Pierre d'Amiens'in geri dönmediklerini görünce, onlara bir haberci
göndererek geri dönmelerini rica etti. Pierre d'Amiens asla dönmeyeceği cevabını verdi . Flandre
kontu iki haberci daha göndererek, Tanrı aşkına, böyle bir şey yapmamalarını, istenileni yerine
getirinelerini tekrarladı. Saint-Pol kontu ile Pierre d'Amiens hiçbir şekilde gerilemeyeceklerini
bildirdiler. Pierre d'Amiens ile tabur kumandanı olan Eustache de Canteleux bir araya gelerek şöyle
dedil􀂆r: "Efendiler, Tanrı aşkma, atınızı sürün!" Süratle ilerlemeye başladılar ve ordunun rkasındakiler
bağırıştılar: "Bakınız, bakınız! Saint-Pol kontu ile Pierre d'A,miens imparatora hücum etmek istiyorlar!
Tanrım, Tanrım, onları ve askerlerini koru! Bakımz! Flandre kontunun öncü taburu onlarla beraber!
Tanrım, onları selamete çıkar!" Saraydaki hanımlada genç kızlar pencerelere, şehirdeki insanlar,
kadınlar, kızlar surlara çıkmışlar, bu tabnda imparatora bakıyor ve bizimkiler için meleklere
benziyorlar diyorlardı. Askerlerimiz çok güzel giyinip kuşanmışlar, atları da çok güzel örtülerle
örtülmüştü.” (İstanbul’un Zaptı-Clary)

Bölüm II. (Beta) – Agamemnon’un düşü – Toplantı – Gemilerin sayımı

Zeus, Agamemnon’a yalancı bir düş gönderir: Troya’yı alabileceğini bildirir.

Akhalar ve Agamemnon Truva’yı ilk saldırıda alacaklarını düşünürler. Ama gemideki hesap karaya
uymaz !

HAÇLILAR

Haçlılar “İsa’ya yaşatılan utancın intikamını almak ve Kudüs’ü fethetmek” üzere yola çıkmayı
kararlaştırmışlardı. Ama bu ilk tasarıya uyup kutsal kente yöneleceklerine, yani Kahire üzerinden gidip
Kudüs’ü kurtaracaklarına, önce Venedik hesabına Dalmaçya’da Zara’yı [Zadar] ele geçirdiler (13-24
Kasım 1202), sonra da II. İsaakios ile oğlu IV. Aleksios’u yeniden tahta çıkarmak amacıyla
Konstantinopolis’i aldılar. Ama bu fethin içine öyle bir gömüldüler ki, bir daha asla Kudüs yolunu
tutamadılar.” (a.g.e. Sh. 23 )

79
Agamemnon, Akhaları toplantıya çağırır, onları denemek ister. Herkesin dokuz yıllık savaştan

bıktığını, yurtlarına dönmek istediklerini anlar – Thersites olayı –

“ Thersites: Troya önündeki Akha ordusunda bir asker olan Thersites İlyada'da krallar kralı
Agamemnon'a dil uzatmaya yeltenen bir adamdır.

Destanın yalnız bir bölümünde adı geçen Thersites şöyle tanımlanır: “ Yalnız Thersites kopardı
yaygarayı, konuştu ileri, geri, o Thersites ki saçmalar dururdu biteviye, kralları kızdırmak için laf
ederdi, gelişi güzel, Argosluları güldürsündü yeter ki, İlyon 'a gelen en çirkin kişiydi o, bacakları çarpık,
bir ayağı aksaktı, sırtı kambur, göğsü çöküktü içeri, kafası omuzlarının üstünde sivriydi, tek tüktü
basında saçı. Thersites Agamemnon'a karşı orduda hemen hemen herkesin düşündüğünü dile getirdiği
halde, büyüğe saygısızlık etti diye Odysseus'un hışmına uğrar, tartaklanır: Bak sana diyeyim, bu
dediğim de olacak hani, böyle zıpırlık eder görürsem seni bir daha, varsın Odysseus'un omuzları
üstünde durmasın başı, bana bir daha Telemakhos'un babası demesinler, tutup anadan doğma
etmezsem seni çırılçıplak, ayıp yerlerini örten gömleğini çıkarmazsam sırtından, adamakıllı
pataklamazsam seni, göndermezsem tez giden gemilere ağlaya ağlaya. Böyle dedi, değnegiyle sırtına,
omuzlarına vurdu, Thersites oldu iki büklüm, gözlerinden yaşlar aktı tane tane. Sırtında altın değnekle
vurulan yerde kanlı bir şiş peyda oldu birdenbire. Diz çöktü, baktı acı acı, sildi yaşlarını, tatlı bir gülme
aldı herkesi.”

Thersites'e Shakespeare'in "Troilus'la Kressida" dramında da rastlarız. Shakespeare herhalde


yukardaki dizelerden esinlenerek Thersites'i Akha ordusunun soytarısı olarak canlandırır. “
(https://www.arkeolojikhaber.com/haber-thersites-17911/ )

Ordu savaş düzenine girer – Ozan bir daha Musa’ya seslenir ve Akha ordularının komutanlarını ve
kentlerini ve gemilerini saymaya koyulur. Aynı sayım Troyalılar için de yapılır. Troya ordusu da safa
dizilir.

HAÇLILAR DA SAFA GİRER

“ Haçlı Seferi’ne katılanlar. 3. Aziz Foulques’un Tanrı hakkındaki bu vaazlarının ertesi yılı,
Champagne’da Ecry adında bir şatoda turnuva düzenlenmişti; ve Tanrı’nın bir lütfu sonucu
Champagne ve Brie kontu Thibaut Haçlı oldu ve Blois ve Chartres kontu Louis de onu izledi; ve bu olay
28 Kasım 1199’da Avents’ın girişinde gerçekleşti. Biliniz ki bu Kont Thibaut genç bir adamdı, yaşı
henüz yirmi ikiden fazla değildi ve Kont Louis de ancak yirmi yedisindeydi. Bu iki kont bir yandan

80
Fransa kralının yeğenleri ve baba tarafından kuzenleri, diğer yandan da İngiltere kralının
yeğenleriydiler.[4] 4. Bu iki kontla birlikte Fransa’nın çok yüksek iki baronu, Simon de Montfort ve
Renaud de Montmirail da Haçlı oldu. Bu iki ulu adamın Haçlı olmalarının şanı da büyük oldu. 5.
Champagne kontu Thibaut’nun topraklarında Troyes piskoposu Garnier, Brienne kontu Gautier,
yüksek yargıç (seneşal) Geoffroi de Joinville, kardeşi Robert, Gautier de Vignory, Gautier de
Monbéliart,[5] Eustache de Conflans,[6] kardeşi Gui de Plessis, Henri d’Arzillières, Oger de Saint-
Chéron, Villain de Neuilly, Champagne mareşali Geoffroi de Villehardouin, onun yeğeni Geoffroi,
Guillaume de Nully, Gautier de Fuligny, Evrard de Montigny, Manassès de l’Isle, Macaire de Sainte-
Menehould, Milon le Brébant, Guy de Chappes, yeğeni Clerembaud, Renaud de Dampierre, Jean
Foisnons ve kitabımızda adı sayılmayan daha birçok soylu insan Haçlı oldu. 6. Kont Louis ile birlikte
Gervais du Châtel, oğlu Hervée, Jean de Virsin, Olivier de Rochefort, Henri de Montreuil, Payen
d’Orléans, Pierre de Bracieux,[7] kardeşi Hugues, Guillaume de Sains, Jean de Friaize, Gautier de
Gaudonville, Hugues de Cormeray, kardeşi Geoffroi, Hervée de Beauvoir, Robert de Frouville, kardeşi
Pierre, Orri de l’Isle, Robert du Quartier ve kitabımızda adı sayılmayan daha birçok kişi Haçlı oldu. 7.
Ile-de-France’ta Soissons piskoposu Nevelon, Mathieu de Montmorency, yeğeni Coucy Şatosu’nun
komutanı Guy, Robert de Ronsoi, Ferri d’Yerres, kardeşi Jean, Gautier de Saint-Denis, kardeşi Henri,
Guillaume d’Aunoi, Robert Mauvoisin, Dreux de Cressonsacq, Bernard de Moreuil, Enguerran de
Boves, kardeşi Robert ve kitabımızda adı sayılmayan daha pek çok saygın kişi Haçlı oldu. 8. Bir sonraki
Büyük Perhiz’in (carème) başlangıcında, 23 Şubat 1200 günü, Flandre ve Hainaut kontu Baudouin ile
karısı Kontes Marie (Champagne kontu Thibaut’nun kız kardeşi) Bruges’de Haçlı oldular. Daha sonra
kardeşi Henri, Kont Philippe de Flandre’ın oğlu olan yeğeni Thierri, Béthune yargıcı Guillaume, kardeşi
Conon, Bruges şato komutanı Jean de Nêle [veya Nesle], Renier de Trit, oğlu Renier, Mathieu de
Wallincourt, Jacques d’Avesnes, Baudouin de Beauvoir, Hugues de Beaumetz, Girard de Mancicourt,
Eudes de Ham, Guillaume de Gommegnies, Dreux de Beaurain, Roger de Marck, Eustache de
Saubruic, François de Colemi, Gautier de Bousies, Renier de Mons, Gautier des Tombes, Bernard de
Somergen ve kitabımızda adı sayılmayan daha birçok saygın kişi Haçlı oldu. 9. Daha sonra, Kont
Hugues de Saint-Paul Haçlı oldu. Onunla birlikte yeğeni Pierre d’Amiens, Eustache de Canteleu,
Nicolas de Mailly, Anseau de Cayeux, Gui de Houdain, Gautier de Nêle, kardeşi Pierre ve daha
bilmediğimiz birçok kişi Haçlı oldu. 10. Bunun hemen ardından Kont Geoffroi du Perche, kardeşi
Etienne, Rotrou de Montfort, Ives de la Jaille, Aimeri de Villeroi, Geoffroi de Beaumont ve isimlerini
bilmediğim daha birçok kişi Haçlı oldu. “ (Kronikler.a.g.e. Sh. 70 )

Bölüm III. (Gamma) – Antlar – Surların üstündeki sahne Paris ile Menelaos’un teke tek dövüşü

TRUVA

İki ordu karşı karşıyadır: Paris, Menelaos ile teke tek dövüşe dövüşmeyi önerir. (Haçlılar ve
Bizanslılar) Dövüşü kazanan Helena’yı (İstanbul’u) alacaktır. Öneri kabul edilir. Priamos’ u çağırmaya
giderler. Sahne değişir: Priamos’ la ihtiyarlar kurulu, surların üstünde dizilip teke tek dövüşü
gözlerler. Helena gelir, onlara Akha yiğitlerini tanıtır. Teke tek dövüş başlar. Menelaos, Paris’i alt

81
etmek üzereyken Tanrıça Aphrodite araya girip Paris’i kaçırır, Helena’yı kocasının yanma götürür.
Helena’nın Aphrodite’ ye, sonra da kocasına çıkışması.

İSTANBUL

“ Galata Kulesi’nin alınışı. 158. Öncü kuvvet durumundaki Flandre ve Hainaut kontu Baudouin at
sürdü ve diğer birlikler kararlaştırılan sırayla onu izledi ve İmparator Aleksios’un kamp kurduğu yere
kadar gittiler. Aleksios Konstantinopolis’e geri dönmüş ve çadırları, armalı tenteleri kurulu vaziyette
bırakmıştı. Bizimkiler burada epey ganimet ele geçirdi.” (a.g.e. Sh. 121 )

“ 177. O zaman Konstantinopolis imparatoru Aleksios kamptan yaklaşık bir fersah uzaklıktaki diğer
kapıları kullanarak tüm kuvvetleriyle kentten çıktı. (a.g.e. Sh. 129 )

“ 182. Şimdi Tanrımızın yarattığı mucizeleri, o izin verince her yerde ne güzel ortaya çıktıklarını
dinleyin! Aynı gece Konstantinopolis imparatoru Aleksios hazinesinden götürebildiği kadarını ve
kendisiyle beraber gelmek isteyen adamlarını da alarak yola çıktı; ve kaçarak şehri terk etti.
Kenttekiler şaşıp kaldı. (a.g.e. Sh. 131 )

ALEXSİOS VE PARİS SAVAŞ MEYDANINDAN KAÇARLAR

“ 274. İmparator Baudouin böylece Hadrianapolis’ten yola çıktı ve İmparator Aleksios’u bulacağını
düşündüğü Mosynopolis’e doğru at sürdü. Geçtiği tüm topraklar onun himayesine ve komutasına
girdi; ve İmparator Aleksios bunu görünce Mosynopolis’i boşalttı ve kaçtı.” (a.g.e. Sh. 166 )

Bölüm IV. (Delta) – Antların bozulması – Agamemnon’un orduları denetlemesi

Olympos’ ta: Zeus, Hera ve Athena arasında çatışma. Hera, Lykialı Pandaros’ un savaşmama andını
bozmasını sağlar. Menelaos’un yaralanması – Gene silaha sarılan orduyu Agamemnon gözden geçirir.
-Savaş başlar: Akha yiğitlerinden Antilokhos, Aias ve Odysseus bir çok Troyalıyı öldürürler.

İSTANBUL

Haçlılar da Bizans’ın pek çok yiğidini savaşta yener ve öldürür.

Bölüm V. (Epsüon) – Diomedes’in kahramanlıkları

Bütün bölüm Akha yiğidi Diomedes’in kahramanlıklarına ayrılmıştır: Korkunç bir boğuşma başlar,
tanrılardan , Athena (Akhalar-Haçlılar yanında) , Aphrodite ve Ares (Truva-Bizans safında) de savaşa

82
karışırlar. Aineias (Truva-Bizans) ile Diomedes(Akha-Haçlılar) arasındaki savaş. -Aphrodite’ nin araya
girip yaralanması…- Diomedes(Akha-Haçlılar) Savaş Tanrısı Ares’(Truva-Bizans) i yaralar.

Bölüm VI. (Zeta) – Hektor’ la Andromakhe’ nin buluşması

Hektor (Truva Başkomutanı-Bizans Kralı Aleksios) kente gelir, anası Hekabe’ye (Kraliçeye) Athena
Meryem) Tapınağı’na sunular koymasını söyler. Bu arada Diomedes(Akhalar-Haçlılar), Lykialı Glaukos
(Truva-Bizans) ile çarpışırken, aralarında konukluk bağları olduğu anlaşılır, savaştan vazgeçip
silahlarını değiş tokuş ederler. – Bellerophontes efsanesinin anlatılması –

BELLEROPHONTES-I.KONSTANTİN VE GLAUKOS-ALEKSİOS

“Bellerophontes, Korinthos kralı Glaukos'un oğlu. Sisyphos'un torunu. Adı, kardeşi Belleros'u
ormanda avlanırlarken kazara öldürdüğü için Belleros'u yiyen anlamında Bellerophontes
konulmuştur.” ( https://tr.wikipedia.org/wiki/Bellerophontes )

KARDEŞİNİ ÖLDÜREN BELLEROPHONTES İLE KONSTANTİN’İN KARDEŞİNİ ÖLDÜRMESİ

Genel anlamda , her iki hikaye de kardeş savaşını ; Haçlılar-Bizans Kardeş Savaşı’nın bir yansımasıdır.

Esasen aşağıda anlatılan Roma İmparatoru Diocletisnus (Dio Latin’us-Latin Tanrısı)’un Tetrarşi
Yönetimi , İskender’den sonra Yunan İmparatorluğu’nun İskender’in dört generali arasında
paylaştırılmasına ve bu da Selçuk Bey’in (Selovkoslar ?) ölümünden sonra Büyük Selçuklu
İmparatorluğu’nun beş oğlu arasında (Aslan Yabgu’nun asıl adı İsrail idi) bölüştürülmesinin bir benzeri
ve yansıması gibidir.

KONSANTİN’İN YÜKSELİŞİ VE ROMA’YI İSTANBUL’A TAŞIMASI (YA DA TERSİ !)

“293 yılında İmparator Diocletianus imparatorluğun idaresinde gayet büyük bir reform yaparak Roma
İmparatorluğu'nu Batı ve Doğu parçaları olarak ikiye bölerek Tetrarşi sistemini oluşturdu. (…)
İmparatorluğun doğu kısmında yönetimini sürdüren Licinius, artık Batı Roma'nın imparatoru olan I.
Konstantin'in baba-bir (ama annesi "Flavia Maximiana Theodora" olan) kız kardeşi Flavia Julia
Constantia ile evlenerek I. Konstantin ile kardeşlik bağı kurdu. (…)

Hellespont Muharebesi'ndeki yenilgiden sonra Licinius Byzantium'daki garnizon ve ordusunu İstanbul


Boğazı'nın Asya yakasında Kalkedon'a taşıdı. Konstantin de İstanbul Boğazı kıyılarında yaptırdığı hafif
nakliye gemileri ile ordusunu Asya yakasına geçirdi.

83
İki ordu arasında 18 Eylül 324'te Hrysopolis (modern Üsküdar) civarında yapılan Hrisopolis
Muharebesi'ni de I. Konstantin kazandı. Bu muharebeden yenik düşen Licinius kayınbiraderi olan I.
Konstantin'den aman diledi. (…) Çok iyi bir savaş taktisyeni olan ve güya merhametli bir Hristiyan
olması beklenen I. Konstantin, acımasızlığıyla da ünlüydü. Licinius'un canını bağışlayacağı yemini
vermiş olmasına rağmen altı ay sonra en büyük rakibini boğdurarak ortadan kaldırdı.” (
https://tr.wikipedia.org/wiki/I._Konstantin )

KONSTANTİN-BELLEROPHENTES DENKLİĞİ

“Tanrılar tarafından kendisine olağanüstü bir yakışıklılık ve mertlik verildiği için Argos kralı Proitos'un
karısı Anteia (Konst’Antenia-Konstantinepolis-İstanbul) ona tutulur, ancak aklı başında bir delikanlı
olan Bellerophontes (Konstantin) , kadının kendisini baştan çıkartmasına izin vermez. Bunun üzerine
Anteia (Konstantiniye) , kocasına Bellerophontes'in (Konstantin’in) kendisine tecavüz etmeye
çalıştığını anlatarak kendisinden (Kocası Yunanlı Argos Kralı’ndan) delikanlıyı öldürmesini ister. Proitos
(Yunan Argos Kralı) çok sinirlenir, ancak cinayet işlemekten çekindiği için sözde suçluyu bir mesajla
kayınpederi olan Lykia kralına yollar. Kral mesajdaki "uğursuz işaretleri" çözdüğünde Bellerophontes'e
(Kral Konstantin üzerinden Haçlılar’a) üç zorlu görev verir.

HAÇLILAR İLE ARAP-TÜRK SAVAŞLARI VE BUNLARIN BELLEROPHENTES MİTİNE YANSIMASI

Chimaira'yı öldürmesi (III.Haçlılar’ın Anadolu’da Edesse (Urfa ) Haçlı Kontluğu (Devleti) kurması) ,
ünlü Solymler (Güneş-Apollon-Selefkoslar-Antakya Krallığı-Antiokhus Krallığı) ırkına karşı savaşması
(Araplar ve Selahattin Eyyübi’ye karşı savaşarak Trablus Haçlı Kontluğu-Devletini kurmaları) ve
Amazonları alt etmesi ( Amozonlar-Sakha-Hakas-İskit- Türk (Kadın Savaşçıları alt etmesi ve Kudüs
Haçlı Devleti’ni kurmaları )gerekmektedir.”

TETRARŞİ-DÖRTLÜ YÖNETİM

“ 200’lü yıllar boyunca süren bir kaos döneminin ardından, ilk reform hareketi Diocletianus isimli
imparatordan geldi. Roma’nın çalkantılı siyasi yaşamını düzenleyen İmparator Diocletianus, Dörtlü
Yönetim (Bkz: Tetrarşi Dönemi) modelini getirdi. Doğu’da ve Batı’da birer büyük imparator
(Augustus) ve onların yardımcısı birer ikincil imparatoru (Sezar) kapsayan bu sistem bir süre için
yönetimi kolaylaştırdı. Bu sistem aynı zamanda Roma’nın Doğu ve Batı olarak bölünmesinin de
habercisiydi. (https://istanbulturistrehberi.com/roma-imparatorlugu-tarihi/ )

KONSTANTİN’İN ORTAYA ÇIKIŞI VE ROMA’DA YÜKSELİŞİ

286'da Nicomedia'da yaşayıp o kenti Roma İmparatorluğu'nun idare merkezi olan kullanan imparator
Dioclietianus, kendine yakın olan general Maximinus'u imparatorluğunun Batı kısmını yönetmek
üzere Roma'da Augustus rütbesi ile ortak imparatorluğa yükseltmişti. Konstatinus Cholorus bu sırada
Roma'da Praetorian Prefect (Roma'da imparatorluk muhafızlarının lideri) idi. “ 291'de 19 yaşında
iken Konstantin o zaman imparator Diocletianus'un yaşadığı Roma İmparatorluğu'nun idari merkezi
olan Nikomedia'da imparatorun hizmetine girdi. 293'te babası Kontantinus Cholorus, Batı'yı yöneten
Augustus Maximinus'a daha yakın olmak için (daha önce evli ise Helena'yı boşayarak, evli değilse onu
evinden uzaklaştırarak) Maximinus'un kızı Flavia Maximiana Theodora ile evlilik yaptı. (…)

Konstantius belli bir şeydi ki Roma İmparatoru olmak istiyordu ve bu yola gidişte ilk durağı bu siyasi
evlilikti. Roma İmparatorluğu ve Konstantin’in rakipleri , Konstantinius’u hem Roma ‘dan uzak tutmak

84
hem de Bellephoeantes Öyküsü’nde olduğu gibi , onu saf dışı bırakmak için ger, dönülmesi ve
başarılması neredeyse imkansız görevler vermiş gibi görünüyor :

Bu arada I. Konstantin de tetrarşi sisteminde yüksek mevkilere geçmeye başladı. I. Konstantin'in tüm
Roma İmparatorluğu'nun tek hâkimi olması için tam 18 yıl geçmesi gerekecekti.(…) Önce Batı'da
Augustus olan Maxentius ile çatışmalara girişti. (Yine Kardeş Savaşı) 28 Ekim 3 tarihinde Roma
kentinin hemen dışındaki Milvian Köprüsü'nde yapılan savaşta Maxentius'un ordusunu bozguna
uğrattı. Maxentius kaçmaya çalışırken Tiber Nehri'nde öldürüldü.

İLYADA

Hektor, Batı surlarının önünde karısı Andromakhe ile küçük oğlu Astyanaks’ a rastlar. Aralarındaki
aile sahnesi.

KADMOS-ANGELOS-ALEXSİOS-OİDİPUS-KONSTANTİN(E POLİS) VE HEKTOR DENKLİĞİ

Yunan Tarihi ve Mitolojisinde geçen Lanetli Kadmos Ailesi ; Angeloslar (Alexsioslar ) ve bu soydan
gelen Odipus da gözleri kör edilen Aleksios(lar) olabilir !

Latin İstilası sırasında Yunan Alekios Hanedanı kralları , yani Konstantin Çocukları , Konstantin’in
kişiliğinde yansıyan Konstantinepolis Şehri (Tuva-Truva) ki o da Truvalı Başkomutan Hektor’un karşılığı
ve onun Truva’ya yansıması , analoğudur.

OİDİPUS İLE III.ALEKSİOS ANGELOS’UN GÖZLERİNİN OYULMASI

Bulgarlara karşı Macarlar ile ittifak kuran II. Isaakios yeni sefere henüz başlamışken ağabeyi III.
Aleksios Angelos tarafından 8 Nisan 1195’te tahttan indirilmiş ve gözleri kör edilmiştir.

OİDİPUS EFSANESİ İLE İSTANBUL LATİN İSTİLASI SIRASINDA YAŞANAN OLAYLARIN BENZERLİĞİ VE
DENKLİĞİ İLE KÖR OİDİPUS VE OĞULLARI VE ANTİGONE TİYATRO OYUNLARININ KARŞILAŞTIRILMASI

“Aleksios IV Angelos Bizans tahtım zorla ele geçiren amcası Aleksios III Angelos'dan intikamını almak
ve babası İsaakios II Angelos'u yeniden tahta çıkarabilmek için dördüncü sefer haçlılarıyla para ve
erzak ve asker vermek karşılığinda bir anlaşma yaptı . Bu anlaşmadan sonra filo Çanakkale
Boğazı'ndan geçerek Konstantinopolis'de San Stefano (Yeşilköy ) önlerine vardı (23 Haziran 1203).
Aquila (Kartal) adındaki kadırga Haliç'i kapayan zinciri kopardıktan sonra gemiler iç limana sokularak
emniyete alındı ve ordu Blakherna sarayı ile etrafı duvarlada çevrili Bohemond şatosu arasına yerleşti.
Karadan ve denizden taarruz edildikten sonra altı gün süren bir savaş yapıldı. Bu sırada Aleksios III
Angelos haçlı donanması ve ordusu karşısında ürküp geri çekildi.” (İstanbul’un Zaptı-Clary)

Sophokles’in “Tebai Önünde Yedi Komutan” ve “Antigon” tiyatro eserlerinde de Oidipus öldükten
yada sürgüne gittikten sonra Odipus’un iki oğlu ; Eteokles ile Polinikes sırayla Tebai ülkesini yönetmek

85
için anlaşırlar . Ne var ki sıra kardeşine gelince kardeşi iktidarı devretmez.Bunun üzerine diğer kardeş
komşu ülkeden bir orduyu peşine takarak Tebai surları önüne dikilir ve çıkan iç savaşta iki kardeş de
ölür. Bunun üzerine Odipus’un büyük kızı Antigone’nin amcası Kreon , düşman komşu ülke ile
anlaşarak Tebai’ye saldıran kardeşin ölüsünün gömülmesine izin vermez. Bunun üzerine Antigone ,
ölüm cezasını hiçe sayarak kardeşini gömer ve bir mağarada amcası Kreon tarafından ölüme mahkum
edilir. Ne ki Antigone’nin ölümünden sonra Kreon da rahat yüzü göremeyecek ve Antigone’nin
nişanlısı – kendi oğlu Haimon ve onun intiharını duyan eşi Erudike de intihar eder. Lanetli Kadmos
soyundan gelen Oidipus ve ailesi (Aleksios Hanedanı-Aleksioslar) tümden yıkıma uğrar.

İstanbul-Latin Haçlı İstilası sırasında , komşu düşman Haçlılarla anlaşma yaparak Tebai (İstanbul)
surlarının önüne gelen Eteokles rolünü burada IV.Aleksios oynar. Haçlılara karşı İstanbul’u savunan
kardeş rolü ise Polineikes’e düşer. Oidipus’un kardeşi , Antigone’nin de amcası Kreon ise Latin
İstilası’ndaki hain amca Mortozelus’tan başkası değildir. Gözleri oydurulan İsaakios ise Kör Odipus’un
yansımasından ibarettir.

“IV. Aleksios , gece yarısı Konstantinopolis'den kaçtı. Haçlılar , şehre girip kardeşi tarafından gözleri
oydurulmuş İsaakios’u , oğulları II Angelos'u ve diğer oğlu Aleksios IV Angelos ile beraber tahta
çıkardılar. Haçlıların sayesinde tahta çıkmış olan Aleksios IV , verdiği sözü tutmadı. Anlaşma şartlarını
yerine getirmedi. İmparatorun oturmakta olduğu Blakherna sarayına haberciler yollanarak
imparatordan borcunu ödemesi istendi. Etrafındakilerin de tahrikleriyle Aleksios IV , habercileri eli
boş gönderdi ve verdiği sözü tutmamakta ısrar etti. Bunun üzerine Haçlılar yangın çıkararak ve
tahribata başlayarak Bizans halkı ile savaşa tutuştular. Bu arada çatık kaşlı olduğu için Murzuplılos
denilen Aleksios Dukas , efendisi Aleksios IV'u yerine göz dikmiş olduğu için , onu babasıyla beraber
boğdurttu. Bizans tahtına Aleksios V unvanı ile kendisi geçti.” (İstanbul’un Zaptı-Clary)

III.ALEKSİOS-ALEKSİAD-ALEXSANDRA-PARİS BENZERLİĞİ VE DENKLİĞİ

III. Aleksios tahttan indirdiği kardeşi II. Isaakios’u ve onun oğlu Aleksios’u hapishaneden çıkarmış ve
onları serbestçe yaşayacakları bir yere yerleştirmiştir. Ancak II. Isaakios, Alman İmparatoru Philipp
von Schwaben ile evli olan kızı İrene ile haberleşerek intikam planları yapmaya başlamıştır. İmparator
Trakya taraflarına yapacağı bir sefere giderken genç Aleksios’u da yanına almıştır ve Aleksios bir
yolunu bulup kaçarak kız kardeşi İrene ve Philipp’in yanına gelmiştir. Bu buluşma Dördüncü Haçlı
Seferinin seyrini değiştirmiştir. III. Aleksios Haçlı ordusunun İstanbul’a yaptığı saldırıya karşı
koyamamış ve 17/18 Temmuz 1203 tarihinde yanına servetini de alarak şehirden kaçmıştır. BATILI
TARİHÇİLERE GÖRE ALEKSANDRA-ALEKSİOS (PARİS) HANEDANININ YETENEKSİZLİĞİ LANETLİ BİR SOY
OLMASI

Modern dönem Bizans tarihçileri tarafından genel olarak başarısızlıkları vurgulanan Angelos ailesini J.
J. Norwich “Tüm tarihi boyunca Bizans tacını takmış aileler arasında Angeloslar en kötüsüdür.
Hepsi birbirinden beter olan üç imparatoru İstanbul’un başına gelen en büyük felaketten birlikte
sorumludur.” demiştir.

86
TRUVA YIKIMININ SORUMLUSU ALEKSANDRA/PARİS İLE İSTANBUL YIKIMININ SORUMLUSU
III.ALEKSİOS-ALEKSANDRA-PARİS BENZERLİĞİ VE DENKLİĞİ

A. A. Vasiliev ise “Bu hanedan İmparatorluğa tek bir tane bile başarılı imparator vermemiş, sadece
dışarıdan zayıflatılan ve içeriden bölünen imparatorluğun çöküşünü hızlandırmıştır.” şeklinde bir
değerlendirmede bulunmuştur.

Hektor’un karısı Andromak ve oğlu Astyanaks ile Truva Sarayı’nda karşılaşması sahnesi , Anna
Comnena’nın babası Aleksiad’ı eşi ve oğlu ile çizdikleri mutlu aile tablosuna benzer.

Bölüm VII. (Eta) – Hektor ile Aias arasındaki çarpışma – Ölülerin kaldırılması

TRUVA

Hektor, Akhaların en seçkin yiğitlerinden biri Telamonoğlu Aias ile teke tek savaşır. Başa baş gelip
ayrılırlar. Ölüleri toplamak için savaşa ara verilir. Akhaların, ordugâhı bir sur ve bir hendekle
çevirmeleri. – Olympos’ta tanrılar arasında tartışma.

İSTANBUL VE HAÇLILAR

Aleksios IV Angelos Bizans tahtım zorla ele geçiren amcası Aleksios III Angelos'dan intikamını almak ve
babası İsaakios II Angelos'u yeniden tahta çıkarabilmek için dördüncü sefer haçlılarıyla para ve erzak
ve asker vermek karşı lığinda bir anlaşma yaptı . Bu anlaşmadan sonra filo Çan akkale Boğazı'ndan
geçerek Konstantinopolis'de San Stefano (Yeşilköy ) önlerine vardı (23 Haziran 1.203). Aquila (Kartal)
adındaki kadırga Haliç'i kapayan zincir kopardıktan sonra gemiler iç limana sokularak emniyete alındı
ve ordu Blakherna sarayı ile etrafı duvarlada çevrili Bohemond şatosu arasına yerleştil. Karadan ve
denizden taarruz edildikten sonra altı gün süren bir savaş yapıldı. (İstanbul’un Zaptı-Robert De Clary.)

(Taraflar yenişemedi. Haçlılar gemilerini ve ordularını güvenceye aldı. Olimpostaki Tanrılar Meclisi’nin
bir benzeri olarak Haçlı Komutanların Karargah Toplantısı ve Strateji Belirlenmesi.)

Bölüm VIII. (Theta) – Zeus’un İda Dağı’ ndan savaşı yönetmesi

TRUVA

Zeus, Troya Savaşı’nın yönetimini ele alır, bunun için de gelir İda Dağı’ nın doruğuna yerleşir.
Üstünlük Troyalılardadır, Akhalar hendeğe Kanal) kadar çekilirler.

İSTANBUL

“Venedikliler, limana sokmazlarsa, gemilerinin emniyette olmayacağını söylediler; filoyu limana


sokmaya karar verdiler.(…) Şehirde, Haçlı ileri gelenleri imparatora ait Blakhema sarayının önüne
çadırlarını kurup yerleştiler. Bu saray şehrin tepesindeydi. (…)Bu sırada, Konstantinopolis imparatoru
Aleksios Aziz Romanos Kapısı denen kapıdan silahlı askerleriyle beraber geçerek şehirden çıkmış ve

87
askerlerini on yedi tabura ayırmıştı. Bu on yedi taburda yaklaşık olarak yüz bin süvari olduğu tahmin
ediliyordu. Bu taburların çoğunu Fransız ordugahı civarına yolladı, diğerlerini alıkoydu. Eli silah tutan
kim varsa hepsini şehirden çıkarttı ve surların bir ucundan öteki ucuna, Fransız ordusuyla surlar
arasına dizdirtti. Fransızlar kendilerini bu taburlada çepeçevre sarılmış görünce dehşete kapıldılar.(…)
Bununla beraber, az sayıda oldukları ve dayanamayacakları için oraya buraya dağılmaya, şehre
girmeye cesaret edemedikleri gibi orada da fazla kalamadan gemilerine döndüler.(…) Bundan başka,
kendilerinin bulunduğu yerle imparatorun bulunduğu yerin arasında Konstantinopolis'e su temin
eden büyük bir kanal vardı. Kanalı ancak büyük zayiat vererek geçebilirlerdi. Bu yüzden imparatorun
bulunduğu yere gitmemeye karar verildi.

Bölüm IX. (İota) – Akhilleus’a gönderilen elçiler – Yiğidin barakasındaki tartışma

TRUVA

Akhalar toplantısında Akhilleus’un savaşa dönmesini sağlamak için ona elçiler gönderme kararı
verilir. Aias ile Odysseus elçi seçilirler. Akhilleus onları iyi karşılar, ağırlar, ama savaşa dönmeme
kararını bildirir. Lalası Phoiniks’ in bütün yalvarmaları boşa gider. Haberi alınca Akhalar arasındaki
üzüntü.

İSTANBUL-HAÇLILAR (AKİLEUS’UN YANSIMASI OLARAK İÇ ANLAŞMAZLIKLAR

“XCIX - Cil. (Yazar burada Selfinik krallığını isteyen marki ile imparator arasındaki kavgaların
başlangıcını anlatıyor. İmparator önce reddeder, sonra izin çıkar). CIII. Uğranılan kayıplar orduda
büyük üzüntülere sebep oldu. Yakışıklı, yiğit Pierre d'Amiens, İskender'in doğduğu Filibe'ye çok yakın
bir yerde, Blanche adlı bir şehirde öldü. Bu yolda aşağı yukarı elli şövalye telef oldu. İmparator geri
dönerken, markinin hıyanet ederek şehirlerinden birini zaptettiğini, muhafızlarını bıraktığını ve
Edirne'yi kuşattığını duydu. (imparator'un askerlerinin öfkesi; marki korkuya kapılarak
Konstantinopolis'de kalan baronlann arabuluculuğunu ister; baronlar imparator ordusuna haberciler
gönderirler). CV. Ordudaki baronlarla şövalyeler bunu duyunca, yakalayabilirlerse, markiyle
adamlarını parça parça etmekten geri kalmayacaklarını söylediler. Baronlarla şövalyeler, güçlükle
yatıştırıldı ve markiyle mütareke yapıldı. “ (İstanbul’un Zaptı-Clary)

Bölüm X. (Kappa ) – Odysseus’ la Diomedes’in keşfe çıkması – Dolan

TRUVA

88
Gece toplanan kurultay: Akhaların en yaşlı önderi Nestor, Troyalılar kampına gözcü gönderilmesini
salık verir. Odysseus’ la Diomedes görevlendirilirler. Yolda Troyalıların gözcüsü Dolon’ a rastlarlar,
ağızdan bir çok bilgi aldıktan sonra onu öldürüp dönerler. Trakyalıların cins atlarını kaçırırlar.

İSTANBUL LATİN İSTİLASI

“139. Ve ordudan üç fersah ötede, dağın eteğinde çadırlar kurulu olduğunu gördüler; Bu,
Konstantinopolis imparatorunun büyük düküydü ve beraberinde beş yüz Bizans şövalyesi vardı.
Bizimkiler onları görünce, adamlarını dört savaş birliği halinde düzenlediler ve gidip savaşmaya karar
verdiler. Ve Bizanslılar onları gördüklerinde savaş düzeni aldılar ve çadırlarının önünde saf tutup
beklediler; bizimkiler çok sert bir biçimde saldırıya geçtiler. 140. Tanrı’nın da yardımıyla bu savaş kısa
sürdü ve Bizanslılar ilk çarpışmada dağılıp tabanları yağladı; bizimkiler onları en az bir fersah kovaladı.
Birçok tören ve savaş atı, katırlar, çadır ve armalı tenteler ve ganimet olarak akla gelecek ne varsa ele
geçirdiler. Böylece kampa geri döndüler ve çok iyi karşılandılar ve ganimeti gerektiği biçimde
paylaştılar.” (IV. Haçlı Kronikleri –Villahardoin)

Bölüm XI. (Lamda) – Agamemnon’un kahramanlıkları

TRUVA

Destanın yirmi altıncı gününde üçüncü büyük çatışma. – Hektor’ la Agamemnon’un karşılaşması,
Agamemnon, Diomedes ve daha bir çok Akha yiğidinin yaralanması – Akhalar’ da telaş. Nestor,
Akhilleus’un arkadaşı Patroklos’ a dert yanar.

İSTANBUL LATİN İSTİLASINDA AŞAĞIDA ANADOLU VE SURİYEDEKİ HAÇLILAR

“230. Soylu insanların bir bölümü de Antakya’ya, Antakya prensi ve Trablusşam kontu Prens
Bohémond’un yanına gitti; bu prens Hermin’lerin [Ermeniler] senyörü olan Kral Livon’la [Léon] savaş
halindeydi. Bu insanların masrafları prens tarafından karşılanmıştı. Yörenin Türkleri bunu öğrendi ve
onların yoluna pusu kurdular. Ve onlara saldırıp savaştılar ve Franklar yenildi, hepsi ya öldü ya da esir
edildi. 231. Dünyanın en iyi şövalyelerinden biri olan Villain de Neuilly ve Gilles de Trasegnies ve
başka pek çok kişi orada öldü; Bernard de Moreuil, Renaud de Dampierre, Jean de Villers ve hiçbir
suçu olmayan Guillaume de Nully esir düştü. Ve şunu da bilin ki, bölükteki seksen şövalyeden hiçbiri
kurtulamadı; hepsi ya öldü, ya esir oldu. Ve bu kitap da tanıktır ki, Venedik ordusunu atlatan herkes
ya bir kötülük ya da utançla karşılaştı. Bu nedenle en iyi şeye bağlı kalırsanız akıllılık etmiş olursunuz.”
(Haçlı Kronikleri.)

Bölüm XII. (Mü) – Duvar dibindeki savaş

TRUVA

89
Troyalılar duvara saldırır. Kıyasıya çarpışma. Lykialıların duvarda delik açmaları. Korkunç boğuşma.
Akhaların gemilere doğru kaçışması.

İSTANBUL

“237. Cuma sabahı (9 Nisan) naveler, kadırgalar ve diğer gemiler düzenlerini koruyarak kente yaklaştı;
ve saldırı çok güçlü ve sert bir biçimde başladı. Birçok yerden karaya çıktılar ve surlara kadar
ilerlediler; ve birçok yerde navelerin merdivenleri o kadar yaklaştı ki burç ve surlardakilerle
merdivenlerdekiler mızrak mızrağa savaşıyordu. Böylece yüzden fazla noktada bu saldırı çok sert, çok
güçlü ve çok gururlu bir biçimde akşamüstüne kadar sürdü. 238. Ama günahlarımızdan ötürü
Haçlıların saldırısı geri püskürtüldü; ve kadırgalarla nakliye gemilerinden karaya çıkanlar gemilere geri
dönmek zorunda kaldı. Ve bilin ki ordudakiler o gün Bizanslılardan çok kayıp verdi ve Bizanslılar da bu
işe çok sevindi. Kimileri içinde bulundukları gemilerle saldırı bölgesinden geriye çekildi; kimileri de
şehrin çok yakınında demirli kaldı; o kadar yakındılar ki karşılıklı mancınık ve çakalos atışları
yapılıyordu.” (Haçlı Kronikleri.)

Bölüm XIII. (Nü) – Gemilerin önündeki savaş

TRUVA

Akhalardan yana olan Tanrı Poseidon, savaşı, Semendirek Adası’ndan gözler. İki Aias’ ı Troya
saldırısına karşı koymaya kışkırtır. Her iki tarafta da yararlık gösterenler olur, ama Troyalılar gemilere
kadar sokulurlar.

İSTANBUL

“XLVII. Savaş başlıyor: Bizanslılar Haçlıların donanmasını yakmaya çalışıyor. 216. İçeride büyük bir
gürültü koptu ve elçiler geri dönüp kapıya geldi ve atlarına bindiler. Kapıdan çıktıklarında hepsi
sevindi ve bunda da şaşılacak bir şey yoktu, çünkü büyük bir tehlike atlatmışlar, ve hepsinin
öldürülmesine ya da esir edilmesine ramak kalmıştı. Böylece kampa döndüler ve baronlara nasıl
davrandıklarını anlattılar. Savaş böylece başladı ve karada ve denizde gücü gücüne yetene zarar verdi.
Franklar ve Bizanslılar birçok yerde savaştı. Neyse ki, Tanrı’ya şükürler olsun, her çatışmada Bizanslılar
Franklardan daha çok kayıp verdi. Böylece savaş uzun süre, kış ortasına kadar devam etti. “
(Kronikler.)

Bölüm XIV (Ksi) – Zeus’un aldatılması

Akhalarda şaşkınlık. Hera, Zeus’ u baştan çıkarmak için bir düzen kurar. Tanrıça Aphrodite’ den cinsel
istek uyandıran memeliğini alır, süslenir püslenir ve İda Dağı’nda Zeus’u bulup onunla sevişmeyi
başarır. Tanrı sevişmeden sonra uykuya dalar, o sırada Poseidon, Akhaların yardımına koşar.

90
İSTANBUL

“242. Saldırı böyle uzun süre devam etti, sonunda Tanrımız Boire (Poseidon-Bora)adı verilen bir yel
çıkartıp navelerle gemileri sahile doğru itti. Ve birbirine bağlanmış olan iki nave, birinin adı Pèlerine,
diğerinin Parvis idi, burca biri bir yanından, diğeri öbür yanından öyle yaklaştılar ki (Tanrı ve rüzgâr
onları böyle sürüklemişti) Pèlerine’in merdiveni burca ulaştı. Ve o anda bir Venedikli ve André
d’Urboise isminde bir Fransız şövalyesi burca girdi; ve onların ardından başkaları da girmeye başladı
ve burçtakiler bozguna uğrayıp kaçtı. “ (Haçlı Kronikleri)

Bölüm XV. (Omikron) – Duvara ikinci saldırış

TRUVA

Zeus uyanır, Hera’ya çıkışır. Poseidon uzaklaşır, Zeus, Apollon Tanrı’yı Hektor’ a gönderir. Hektor gene
duvara saldırır. Akhalar gene gemilere kadar gerilerler. Durum Akhalar için çok kötüdür.

İSTANBUL

239. O zaman ordudakiler ve Venedik dukası akşam bir meclis kurdu ve öbür yakada (yerleştikleri
yaka) bir kilisede toplandılar. Orada çok görüş alışverişi yapıldı. O gün yaşanan başarısızlık
ordudakileri sarsmıştı. Ve pek çok kişi kentin o kadar iyi tahkim edilmemiş öbür tarafına gidilmesini
tavsiye etti. Ve denizi daha iyi bilen Venedikliler, eğer o tarafa giderlerse akıntının kendilerini boğazın
aşağısına doğru sürükleyeceğini ve gemilere hâkim olamayacaklarını söylediler. Ve bilin ki, gemilerin
akıntı ya da rüzgârla boğazın aşağısına (neresi olursa olsun) sürüklenmesini isteyenler de vardı; yeter
ki bu ülkeden ayrılıp yola koyulsunlardı. Bunu düşünmelerinde de şaşılacak bir şey yoktu, çünkü
büyük bir tehlike içindeydiler.

Bölüm XVI. (Pi) – Patroklos destanı

TRUVA

Patroklos gelir Akhilleus’ a bu korkunç durumu bildirir, Akhilleus gitmeyecekse, kendi savaşa gidip
dövüşmeye kararlıdır. Yiğitten silahlarını ister. Akhilleus arkadaşına silahlarını verir. Patroklos,
Akhilleus’un silahlarıyla karşılarına dikilince, Troyalılar önce bozguna uğrar, sonra Lykialı önder
Sarpedon, Patroklos’ la dövüşür ve ölür. Baştanrı Zeus’un kadere boyun eğerek oğlu Sarpedon’u feda
etmesi. Sarpedon’un ölüsü çevresinde çarpışma. Patroklos, Hektor’u Batı Kapılarına kadar kovalar.
Apollon’un kışkırttığı Hektor, Patroklos’ u vurur. Patroklos’un ölümü.

İSTANBUL

91
Bu bölümde Haçlılar ikiye bölünmüştür. Bonofacio , Selanik Kralı olur. Baudouin ise yeni Bizans
İmparatoru (İstanbul Latin Kralı). Bu bölünmenin Truva’daki karşılığı , Akileus’un ve Agamemnon’un
çıkar kavgaları ve orduları ikiye bölmeleridir.

Truva’daki Patroklos’a Haçlılar’da Baudouin’in savaşta tutsak edilmesi ve öldürülmesi olayı karşılık
gelir.

İmparator Baudouin’in ölümü üzerine yeni imparator onun kardeşi Henry (Agamemnon’un kardeşi
Menelaos) olur.

Bölüm XVII. (Ro) – Menelaos’ un kahramanlığı

Akha yiğitleri Patroklos’ un ölüsünü Hektor’un elinden kurtarmak için dövüşürler, ama Hektor ölüyü
silahlarından soymayı başarır. Akhilleus’un ölümsüz atlarının ağlaması. Zeus, Troyalı’ lara zaferi
müjdeler. Akhalarm bozgunu. Patroklos’un ölüsü alınır ve kara haber Akhilleus’ a götürülür.

İSTANBUL

Bu bölümde Haçlılar dört bir yandan Valaklar , Bulgarlar , Türkler ve Bizanslılar tarafından kuşatılır ve
yenilirler.

Bölüm XVIII. (Sigma) – Akhilleus’ a yeni silahlar yapılması

Akhilleus’un korkunç yası. Deniz Tanrıçası Thetis’ i çağırıp yeni si¬lahlar istemesi. Thetis’in demirci
tanrı Hephaistos’ a başvurması. Si¬lahlar destanı.

İSTANBUL

Truva’daki yeni silahlar , Haçlılar’ın aşağıda Suriye ve Kudüs Haçlı Devletlerinden geri dönen silahlar
(güçler) ile Papa’dan Avrupa’dan gelen yardımlar ile toparlanmalarına denk düşer.

Bölüm XIX. (Tau) – Akhilleus’ la Agamemnon arasındaki barışma

Thetis (Papa) silahları oğluna götürür. Akhaların toplantısında Akhilleus ile Agamemnon (Bölünen
Haçlı Latin Krallığı orduları yeniden birleşir diye okumak gerekir) barışırlar.

HAÇLILAR

92
“ 299. Ve o zaman meclis toplandı; ve İmparator Baudouin ile Marki Bonifacio’nun yaptıkları
anlaşmalar hatırlatıldı; ve Selanik, topraklarıyla birlikte markiye verildi; o da ele geçirdiği
Didymoteikhon’u Champagne mareşali Geoffroi’ya teslim etti; o da güvenilir bir ulak ya da mühürlü
mektupla markinin Selanik’i aldığı haberi gelinceye dek Didymoteikhon’u elinde tutacağı güvencesini
verdi; ancak ondan sonra Didymoteikhon’u imparatora ya da onun temsilcisine geri verecekti.
İşittiğiniz üzere, imparator ile marki arasında böylece barış yapıldı. Bu durum orduda büyük bir sevinç
yarattı; çünkü barış sağlanmasa bu işten çok zararlı çıkabilirlerdi. ( Kronikler-a.g.e. Sh. 177 )

Ordular silah kuşanır. Savaş hazırlıkları. Ak¬hilleus için kara belirtiler: Hektor’u öldürdükten sonra
kendi ölümü de yakındır.

Akileus’un ölümü , Haçlılar’ın altmış yıl İstanbul macerasının bitişinin simgesel anlatımıdır.

Bölüm XX. (Ypsilon) – Tanrıların savaşa karışması

Olympos’ta tanrılar toplantısı: Zeus izin verir, her tanrı istediği gibi yardım edebilecektir savaşa.
Tanrılar iki cepheye ayrılır: Hera, Athena, Poseidon, Hermes, Hephaistos Akhalardan yanadır –
Akhilleus’ un Aineias’ la karşılaşması, Aineias’ ın savaş alanından kaçırılması.

HAÇLILAR

Olimpos’ta , Truva’da Tanrıların İkiye Ayrılması ; Roma İmparatorluğu’nun Doğu ve Batı Roma
İmparatorluğu ismiyle ikiye ayrılmasının mitolojik anlatımıdır.

Dede Korkut . “Soy soyladık boy boyladık “ , der. Aineias’ın savaş alanından kaçırılması (ve sonrasında
Roma’ya giderek Roma’yı kurması) resmi Batı (Yunan ve Roma) Tarihinin aslında nasıl ters yüz
edildiğinin (Roma’nın İstanbul’u değil ; Truva(Anadolu ve Asya) ve İstanbul’un Roma’yı kurduğunun
dolaylı bir itirafı olarak okumak zorundayız.

Bölüm XXI. (Phi) – Irmak Kıyılarında Savaş

Akhilleus kudurmuş gibidir, önüne gelen Troyalıyı insafsızca tepeleyip Troya Ovasında akan
Skamandros ve Simoeis ırmaklarına atar. Kanlarla kızıla boyanan ırmaklar kabardıkça kabarır. Irmak-

93
Tanrı Skamandros öfkelenir, yatağından çıkıp Akhilleus’u kovalamaya başlar. Derken Ateş Tanrı
Hephaistos ırmakların karşısına dikilip alevleriyle onları durdurur. – Sahne Olympos’a yükselir:
Tanrılar arasında kavga dövüş. Akhilleus, Troyalıları püskürte püskürte Troya’ nın surları önüne gelir.
Troyalılar surların içine sığınırlar.

HAÇLILAR

Bu bölüm Bütün Doğu Haçlı Seferlerinin Truvalılar – Bizanslılar (Hiristiyan Rumlar)-Yunanlılar , Türkler
ve Araplar ile yapılan savaşların ve yenilgilerinin gerçeğin aksine terse çevrilerek galibiyet ve Doğu sel
gibi (Sakarya Nehri imiyle ) durdurulduğu yalanının pazarlanmasından ibarettir.

Bölüm XXII. (Khi) – Hektor’un ölümü

Bir Hektor surların dışında kalır. Priamos’ la Hekabe yalvarırlar içeriye girip korunsun, diye ama yiğit,
anasına babasına aldırmaz. Hektor’un iç tartışması. Korkuya kapılması. Tanrılar seyircidir. Sonunda
Zeus kader tartısını kaldırır: Hektor’un ölüm kefesi ağır basar. Apollon bile onu korumaktan vazgeçer.
Tanrıça Athena, Troyalı yiğit Deiphobos’ un kılığına girip Hektor’u aldatır. Hektor, Akhilleus’ un
karşısına dikilir. Çarpışırlar. Hektor ölür. Akhilleus Hektor’un ölüsü¬nü yedi kez Troya surlarının
çevresinde sürükler. Troya surlarından izlenen korkunç sahne. Andromakhe’ nin bayılması.

HAÇLILAR

Bu bölüm iki farklı döneme işaret eder :

1.) Truva artık Roma’ya taşınmış ve Roma artık Yeni Truva’dır. Hektor (Bizans) ise korunaklı
Batı’nın –surların dışında kalmıştır. Akileus burada Haçlılar’ı İstanbul’da yenen ve onları
ülkelerine geri kovan ve Bizans İmparatorluğu’nu yeniden kuran Konstantin oğullarını temsil
eder. Burada Hektor ise Haçlıların temsilidir.
2.) Bu bölüm aynı zamanda 1453 yılında İstanbul’un Türkler tarafından fethinin destan dili ile
anlatımıdır. Burada Konstantin (Bütün Doğu Roma İmparatorluğu) , Hektor’a ve Akileus
da ,Fatih’e ve Türkler’e benzetilir. Oysa haklı olarak , gerek Fatih gerekse Atatürk (Çanakkale
Savaşlarında) kendilerini Hektor ‘un öcünü aldıklarını söyledikleri iddaa edilir.

Bölüm XXIII. (Psi) – Patroklos’un ölüsüne düzenlenen yarışmalar

Akhilleus’un ordugâhında Patroklos’ a yapılan ölü törenleri. Akhilleus’un yası. Patroklos’ un yakılması.
Yarışmalar.

HAÇLILAR

94
Bu bölüm Haçlılar’ın evlerine , Avrupa’daki ülkelerine dönüşlerinde İstanbul’dan yağmaladıkları ve
kaçırdıkları eserler ve kitaplarla Bizans ve Konstantin’in yasını ve anılarını nasıl destanlaştırarak
kiliselerde anma törenleri ve Haçlı Seferlerinin anılarını yad etmek için düzenledikleri yarışma ve
şenlikleri işaret eder. Patroklos ve Akileus üzerinden İstanbul Latin İstilasında ölen Haçlıların anılarını
canlı tutmak ve anmak , Türk –Arap ve İslam düşmanlığını diri tutmak amacındadırlar.

Bölüm XXIV. (Omega) – Priamos’un, Hektor’un ölüsünü geri alması. – Hektor’a ağıtlar

Gece. Kral Priamos, Tanrı Hermes’in kılavuzluğunda Hektor’un ölüsünü geri almak için Akhilleus’un
barakasına gelir. Priamos’ la Akhilleus arasındaki konuşma. Akhilleus yumuşar: Hektor’un ölüsünü
babasına geri verir. Priamos ölüyle Troya’ya döner. Hektor’ a ağıtlar yakılır. Dokuz gün Hektor’un ateş
yığını için odun taşınır. Onuncu günü yapılan cenaze töreni ile İlyada kapanır.

HAÇLILAR

Bu bölüm de , yine , yukarıda işaret ettiğimiz üzere , Hektor üzerinden Venedik Dükü Dandolo başta
olmak üzere İstanbul’da ölen Haçlı Latin kral ve soylularının mezarlarının ve Bizans mirasının
Avrupa’ya taşınmasının destan dili ile anlatımıdır.1453 ile Bizans defteri kapanır , kitabı yakılır.

Kaynakça

İlyada – Homeros – Azra Erhat-A.Kadir (ss. 31,33,38)

Edith Hamilton – Mitologya (s. 6)

Dünya Mitolojisi – Donna Rosenberg (ss. 69,77,78,79)

By Editör

III.BÖLÜM :
HAÇLI SEFERLERİ VE ARGONOTLAR SEFERİ
ALTIN POST VE MEDEA EFSANELERİ İLİŞKİSİ

95
HAÇLI SEFERLERİ’NİN YUNAN MİTOLOJİSİNDEKİ BİR
VERSİYONU OLARAK İLYADA VE ODYSEA İLE
ORGONOTLAR

Benzerlik yada paralellik , ne derseniz deyin , yakınlık kesin ve açık.

Keşke bunun buluşçusu ben olsaydım ama değilim. Bu iddaa Sahte Kronoloji kitabının yazarı
Fomenco’ya ait.

Ben aşağıda sadece bu teoriyi test edeceğim.

Dilerseniz ilk önce , kanıtlanması daha zor olandan , Argonotlar’dan başlayalım.

Konuyu semiyoloji (Göstergebilim) açısından inceleyerek Argonotlar Seferi’ndeki sembolleri analiz

edelim.

ALTIN POST VE ALTIN POST’UN BULUNDUĞU KOLHİS GERÇEKTE İSTANBUL’DUR

“Altın Post ya da Altın Pösteki (Yunanca: Χρυσόμαλλον Δέρας; ), Yunan mitolojisinde zenginliği ve
iktidarı sembolize eden postun adıdır.”

Haçlı Seferleri de tam da bunun için yapıldı ; zenginlik ve iktidar için.

“Yason ve Altın Post hikâyesi Koç takım yıldızıyla ilişkilendirilir.”

Demek ki göklerden gelen ilahi ve kutsal bir arka fonu vardır konunun.

“ Phrixus ve kız kardeşi Helle, Boeotya Kralı Athamas'ın çocuklarıdır.”

Bu Helle’ye dikkatinizi çekerim.

“ Karısı Nephele öldükten sonra üvey anneleri İno , çocuklara tahammül edemez ve tuzak kurarak
tarlalara zararlı maddeler döktürüp ürünlerin zarar görmesini sağlar.”

Haçlı Seferleri öncesi Avrupa’da açlık , yoksulluk , hastalık yaygındır.

“Kral bu beladan nasıl kurtulacağını sordurmak için danışmanlarını Delphi'ye kutsal rahiplere
gönderir.”

96
Böylece Delphi’nin Vatikan ve kutsal rahiplerin de Papa ve Kilise makamı olduğunu anlıyoruz.

“Kraliçe danışmanlara rüşvet vererek çocukların kurban edilmesi yanıtını krala vermelerini sağlar.”

Haçlı Seferlerine davetiyeyi (Anadoludaki topraklarını işgal eden) Selçuklulardan kurtulmak isteyen
Konstantinepolis Sarayı’nda yaşayan Doğu Roma (Bizans) İmparatoru Alexsios olduğuna göre ,
hikaye anlatıcısı Avrupa çocuklarının Alexsios’un planları gereği (Türklerle yapılacak savaşlarda)
kurban rolünü üstlendiklerini söylüyor.

“ Kral Athamas çocuklarını kurban etme konusunda tereddüte düşer fakat rahip danışmanlar kurban
konusunda ısrar ederler. “

Kral Athamas ; Alexsios Denkliği

“Çocuklarını kurban etmek üzere yakınlardaki dağa götürür, bu arada olup biteni cennetten seyreden
öz anneleri Nephele tanrılardan çocuklarını korumak için altın postlu bir koç kurban (Aries)
yollamalarını diler.”

Alla Alla ! Yunan Mitolojisi birdenbire Tek Tanrılı Dinler Mitolojisi’ne dönüştü ! Pagan / Çok Tanrılı
Yunan Mitolojisi’nde cennetin ne işi var ? Hele de açıkça İbrahim’den koç kıssasının ? Helle Helle !
Hani çok tanrılı dinler önce ve sonrada tek tanrılı dinler geliyordu ? Yoksa gerçek tersi mi idi , yani çok
tanrılı pagan Yunan denilen dönem , Tek tanrılı dönemden sonra uydurulmuş ve yaratılmış sanal ve
artistik bir sirk dünyası mi idi ?

“Koç onları almaya gelir ve sırtına alarak Asya'ya (Anadolu) doğru uçmaya başlar.”

Tabii Anadolu’daki kalelerin ve bu arada 4.Haçlı Seferi sırasında bizzat Konstantinepolis’i


n(İstanbul’un) kapılarını kırmak için “koçbaşı”na ihtiyaçları vardı !

“ Ne yazık ki Çanakkale Boğazı'nın üzerine geldiklerinde küçük kız Helle aşağıya düşer. Antik
Yunanistan'da Çanakkale Boğazı'nın Hellespont olarak adlandırılmasının sebebi bu mittir.”

Bu konuya ileride ayrıntılarıyla değineceğim.

“Phrixus yoluna devam eder, koç onu güvenli Kolkhis diyarında bırakır. “

Kolkhis ; bugünkü Amasya ve Trabzondan başlayarak Sinop ve kuzey Gürcistan’ı içine alan bölge .
Ama aslında Kolkhis bir masal ,Kolkhis –Konstantinopolis’tir !

“Phrixus koçu Zeus'a kurban ederek koçun altın postunu Lazların Kralı Güneş Tanrısı'nın oğlu Aietes'e
sunar. “

Siz bunu I.Haçlı Seferi’ne katılanların İmparator Alexsios’a İstanbul’da koçbaşlı silahları ile saygılarını
sunar , diye anlayınız.

“Aietes de Altın Post'u Ares Korusu'ndaki kutsal bir meşe ağacına asar. Post ağacı saran ve hiç
uyumayan devasa Kolkhis Ejderhası tarafından korunmaktadır.”

97
Kolkhis Ejderhası ; Altınların ve gücün korunduğu İstanbul Surları ve Rum Ateşi (Petrol ve Neft
yağından yapılan denizde bile yanmaya devam eden sırrı –formülü (o zamanlar ) gizli sıvı madde ,
ozan imgeleminde alev fışkırtan bir ejderhaya dönüşmüş olmalı.

“Kendilerine Argonotlar denilen aralarında Herakles(Herkül), Orpheus, Aşil'in babası Peleus'un da


bulunduğu bir grup cesur genç ve liderleri Yason, gemi ustası Argos'un yaptığı ellibeş kürekli bir
gemiyle bu postu ele geçirmek için Kolkhis ülkesine doğru yola çıkarlar.”

Düpedüz Birleşik Avrupa Ordusu – Haçlılar.

“ Bu postun bulunduğu yer olarak adı geçen Kolhis, Karadeniz'in Doğu kıyılarındaki tarihsel olarak
Lazların yaşadığı bölge Kolha'dır. Uzun ve çok zor bir yolculuktan sonra Ayet’in güçlü ve zengin
krallığına varırlar. Kral, Yunan kahramanları öfkeyle karşılar ve gelmelerinin nedenini öğrenir.

Kral Ayet, Yason’un şartlarını yerine getirmesi halinde “Altın Post”u Yunanlara vermeye karar verir.
Yason önce ateş püskürten boğalara boyun eğdirecek, başlarına boyunduruk geçirecek ve büyük bir
tarlayı sürecektir. Sonra Yason’un bir ejderhanın dişlerini toprağa ekmesi ve bu dişlerden çıkacak
savaşçıları yenmesi gerekecektir. Yunanlar ancak bundan sonra “Altın Post”u alabileceklerdir.”

Kolkhis Kralı Ayet ; 1185 yılı İstanbul İmparatoru Aleksios (Alexsiad)’dur.

İmparator Alexsios , Haçlı Komutanlarla yaptığı anlaşma gereği , Haçlılar Kudüs’e giderken yol
masraflarını imparator çekecek karşılığında Bizans’a ait olup da Selçuklular tarafından alınmış kaleleri
tekrar onların elinden alarak İmparatora vereceklerdi. Yani Ayet ,İmparator Alexsios’tur.

YASON-AGAMEMNON-DANDOLO-BAOUDİN-HENRY (HAÇLILAR) DENKLİĞİ

“Bu şartları, Ayet’in dışında kimsenin yerine getirmesi mümkün değildir. Bundan dolayı Kral Ayet ,
Yason’un öleceğinden emindir.”

Bu doğru , Alexsios yani babası ile ilgili anılarını anlatan kızı Anna Comnena “Alexsiad” adlı eserinde ,
Haçlılara yardım çağrısı yapan babasının gelen çapulcuları ve eşkiiyaları gördükten sonra nasıl da
çağırdığına bin pişman olduğunu uzun uzun anlatır. Haçlıların İstanbul’u işgal edeceklerinden korkan
Alexs ios onları çeşitli hediyeler ve vaatler ile kandırıp Türklerin üzerine yollar ki amacı her ikisinden
de (Haçlılar ve Türkler) kurtulmaktır.

MEDEA ALTIN POSTU YASON’A VE AFRODİT DE ALTIN ELMA’YI VE GÜZEL HELENA’YI

ALEKSANDROS’A (PARİS’E) VERİR

98
“ Kralın kızı Medea’nın yardımı olmasa, Yunanların liderinin, Kral Ayet’in şartlarını yerine
getiremeyeceği açıktır. Kralın kızı, ilk görüşte Yason’a âşık olmuş ve ona yardım etmeye karar
vermiştir. Medeia bir büyücüdür Yason'a, Prometheus'un kanlarından biten Colchicum bitkisinden
büyülü bir merhem hazırlar. Bu merhemi süren bedene silah işlemez gün boyunca ne yaralanır ne
ölür. Ejderhanın dişlerini toprağa ektikten sonra topraktan çıkacak adamların aralarına bir taş
attığında kendi aralarında kavgaya tutuşup birbirlerini öldüreceklerini de Yason'a Medea söyler.”

KRAL AYET’İN YASON’A ŞARTLARI-KEHANETLERİ VE YASON’UN BU ŞARTLARI-KEHANETLERİ

GERÇEKLEŞTİRMESİ

Kral Ayet -Alexsios sarayından (Kokhis-İstanbul) bir prensesi bu Yasonlardan birine vermiş midir ?
Vermiştir ! 1204 İstanbul Latin İşgali’nde , ilk Latin-Bizans Kralı Baoudin (Yason) , eski İmparator
Aleksios’un dul kalan eşi (efsanede Medea) ile evlenir.

“Ejderhanın dişlerinden çıkan adamlar” ; Antakya önlerinde ve bütün Suriye’de Şii-Sunni , Arap-
Türk/Selçuklu hepsi ortaçağın küçük yerel beylikleri ve onların iktidar mücadelelerindeki hırslarına
yenilerek birbirine girerek Haçlıların önünü açacaktırlar. Böylece “Ejderhanın dişlerini toprağa
ektikten sonra topraktan çıkacak adamların aralarına bir taş attığında kendi aralarında kavgaya
tutuşup birbirlerini öldürecekleri” kehaneti de gerçekleşmiş olur.

DOĞU VE BATI ; BİZANSLILAR-TÜRKLER(SELÇUKLULAR)-ARAPLAR İLE HAÇLILAR ARASINDAKİ VE BU


TARAFLARIN AYRICA KENDİ İÇLERİNDEKİ POST (İKTİDAR) SAVAŞLARININ DÜŞSEL BİRLEŞİMİ OLARAK
“ALTIN POST” SEMBOLÜ

“Medea’nın yardımıyla Yason kralın şartlarını yerine getirir ve Aietes’ten Altın Post'u ister. Kral,
Yunanlara kimin yardım ettiğini hemen anlar ve Altın Post'u vermeyeceğini açıklar. Bunun üzerine
Yason, postu çalmaya karar verir.”

Böylece Argonotlar’da , 4.Haçlı Seferi ve İstanbul Latin İstilası’na varıyoruz.

“ Ne var ki Medea’nın yardımı olmadan bunu gerçekleştirmesi olanaksızdır. (İhanet olmazsa


olmaz .Bknz. Haçlı Seferinde Antakya İhaneti) Kralın kızı, postu bekleyen korkunç ejderhayı uyutur ve
Yunanlar Altın Post'u ele geçirmeyi başarırlar. Hızla gemilerine binerler ve ülkeleri Yunanistan’a doğru
kaçarlar. Medea da Yason’la birlikte gider. Aietes, postun çalındığı ve kızının kaçtığını öğrenir
öğrenmez, hemen ordusunu toplar ve Yunanların peşine salar, ama askerler Altın Post'u geri almayı
başaramazlar. Yason ve Medeia Altın Postla birlikte İolkos'a dönerler.”

Latin İstilası ve Latin Krallığı bir süre sonra Alexsios’un ardılları tarafından bir kurtuluş savaşı ile yıkılır
ve Bizans yeniden kurulur. Ama bu sırada İstanbul’un altın postları da yağmalanarak Venedik’e ve
Avrupa Kilise ve Saraylarına kaçırılmıştır !

99
ALTIN POST ; İSTANBUL LATİN İSTİLSAINDA YAĞMALANAN VE AVRUPAYA KAÇIRILAN TARİHİ
ESERLER VE KUTSAL EMANETLER VE HAZİNELERDİR

İpeklere sarıp kaçırılan Hz. Meryem’in annesi Anna’nın başı ile havariler Petrus ve Andreas’a ait

rölikler; parasız kalan Latin Krallığı’nın Fransa’dan aldığı borç karşılığı Hz. İsa’nın başına konan dikenli

tacı rehin vermesi; borç ödenmediği için Fransa Kralı Louis’in emanetlere el koyup bunları saklamak

için Notre-Dame Katedrali’ndeki Sainte-Chapelle’i yaptırması; Dandalo’nun ise Hz. İsa’nın kanı

bulunan bir şişeyi, Vaftizci Yahya’nın başının bir kısmını ve Hipodrom’un girişinden çaldığı Quadriga

(Dört At) heykelini Venedik’e kaçırması bunlardan sadece bazılarıdır.

“Şehir yüzyıllar içinde elde ettiği tüm serveti, ihtişamı ve sanat eserlerini geri alamamak

üzere kaybetmiştir. Yapılan yağma ve katliamlar öylesine şiddetli olmuştur ki Batılı pek

çok görgü tanığının ifadelerine yer veren yazarlar bu durumu vahşet olarak

nitelendirmiştir. 210 Kiliseler, kamu binaları, kütüphaneler tam anlamıyla yağma

edilmiştir. Kutsal eşyalar değerli madenlerini almak niyetiyle parçalanmıştır. Bazıları

ise çalınmıştır. Hristiyanlığın en kutsal kilisesi Ayasofya’ya bile hiç bir saygı

gösterilmemiş, atlı Haçlı savaşçılar içerideki her şeyi talan etmiştir. Venedikliler kültür

ve sanat eserlerinin çoğunu toplayıp kendi ülkelerine götürürken, Fransız ve Flamanlar

sadece taşıyabilecekleri eşyaları alıp, geri kalan her şeyi tahrip etmişlerdir. 211 Din

adamları da yağmadan paylarını almışlardır. Bu durumun en çarpıcı örneklerinden birisi

şudur: “Fransa’dan başrahip Martin, kutsal emanetlerin yerini açıklamadığı takdirde

Pantokrator Kilisesi’nin yaşlı papazını açıkça öldürmekle tehdit etmiştir. İhtiyar papaz

demir bir sandığı açmış ve Martin ihtirasla titreyerek iki elini birden sandığa

daldırmıştır. Kendisi ve yardımcısı aceleyle eteklerini toplayıp içine kutsal günahlar

doldurmuşlar..”212 Haçlılar sadece yağma ile kalmamışlar, halka zulmetmiş, katletmiş,

evleri, binaları yakıp yıkarak Şehirlerin Kraliçesi denen İstanbul’u harabeye

çevirmişlerdir. Bu konuda tarihçi Niketas Khoniates yaşanan zulümlerin büyüklüğünden

100
uzun uzadıya bahsettikten sonra, Hristiyanların kendi dinlerinden olanlara yaptıklarıyla

kıyaslayarak, Müslümanların Kudüs’ü zapt ettiklerinde böyle davranmadığını

vurgulamıştır.213 .

Yağma ve yıkım bittikten sonra düzen kurulması gerekliliği ile ele geçirilen her değerli

eşyanın bir yerde toplanmasına karar verilmiştir. Ortaya çıkan servet muazzamdır. Son

durum hakkında Villehardouin şöyle demiştir: “Ganimet öyle büyüktü ki, altın ve

gümüşün, kıymetli kap kacak ve değerli taşların, satenlerin ve ipek kumaşların,

kürklerin ve giysilerin ve dünyada o zamana dek rastlanmamış zenginlikte malların

hesabını hiç kimse çıkaramaz.”214

Robert de Clari de eserinde şehrin zenginliğini yapılar üzerinden anlatmıştır. Ayasofya

Kilisesi, Bukoleon Sarayı, Nea kilisesi ve burada bulunan kutsal emanetler, yine

oldukça değerli eşyaların bulunduğu Havariyyun Kilisesi, şehrin kapıları, buralarda

bulunan altın heykeller, şehrin sütunları gibi önemli yapı ve eşyalar karşısında

Haçlıların yaşadıkları şaşkınlık ve hayranlıktan bahsetmiştir.215

(Kaynak : “Alexsioslar Dönemi –Fatma Koçak Doktora Tezi-Sh.52-53,Sakarya Ünv.”

(“210 : Demirkent, Haçlı Seferleri, s. 177; Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, s. 109; Queller and
Madden, s. 193-203.

211 : Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, s. 109.

212 : Demirkent, Haçlı Seferleri, s. 177; Queller and Madden, s. 195; Martin seferden döndükten

sonra Pairis Manastırında yaşayan Gunther Martin’in anlattıklarını kaleme almıştır. Bu eserde

Haçlıların İstanbul’a nasıl girdikleri, Martin’in değerli eşyaları nasıl ele geçirdiği anlatılmış ve son

bölüme Pairis Manastırına getirilen kutsal kalıntıların tam bir listesi eklenmiştir. Detaylı bilgi için

bknz. Semavi Eyice, Yabancıların Gözüyle Bizans İstanbul’u”, İstanbul: Yeditepe Yayınevi, 2017, s. 93;

Gunther von Pairis, The capture of Constantinople : the Hystoria Constantinopolitana of Gunther of

Pairis, edited and translated by Alfred J. Andrea, Philadelphia: University of Pennsylvania Press,

1997.53 uzun uzadıya bahsettikten sonra, Hristiyanların kendi dinlerinden olanlara yaptıklarıyla

kıyaslayarak, Müslümanların Kudüs’ü zapt ettiklerinde böyle davranmadığını

101
vurgulamıştır.

213 : 1.5. İstanbul’da Latin İmparatorluğu’nun Kurulması.

Yağma ve yıkım bittikten sonra düzen kurulması gerekliliği ile ele geçirilen her değerli

eşyanın bir yerde toplanmasına karar verilmiştir. Ortaya çıkan servet muazzamdır. Son

durum hakkında Villehardouin şöyle demiştir: “Ganimet öyle büyüktü ki, altın ve

gümüşün, kıymetli kap kacak ve değerli taşların, satenlerin ve ipek kumaşların,

kürklerin ve giysilerin ve dünyada o zamana dek rastlanmamış zenginlikte malların

hesabını hiç kimse çıkaramaz.”

214 :Robert de Clari de eserinde şehrin zenginliğini yapılar üzerinden anlatmıştır. Ayasofya

Kilisesi, Bukoleon Sarayı, Nea kilisesi ve burada bulunan kutsal emanetler, yine

oldukça değerli eşyaların bulunduğu Havariyyun Kilisesi, şehrin kapıları, buralarda

bulunan altın heykeller, şehrin sütunları gibi önemli yapı ve eşyalar karşısında

Haçlıların yaşadıkları şaşkınlık ve hayranlıktan bahsetmiştir.

215 : 215 Clari, s. 41-46

102

You might also like