Professional Documents
Culture Documents
FİZİKİ Coğrafyaya Giriş
FİZİKİ Coğrafyaya Giriş
FİZİKİ Coğrafyaya Giriş
Fiziki Coğrafyaya Giriş
DR. ÖĞR. ÜYESİ TOLGA GÖRÜM (Editor);DOÇ.
DR. CENGİZ YILDIRIM
Dr. Öğr. Üyesi Tolga Görüm (Editor)
İÇİNDEKİLER
Coğrafyanın diğer bilimlerden farkı insanın faaliyetleri ile doğa olaylarını kendine has
geniş bir bakışı açısı ile incelemesidir. Coğrafyacıların mekânsal bakış açısı,
coğrafyacıların geleneksel çalışmaların sınırlarını aşan fikirlerin sentezine olan ilgisi
ve coğrafyacıların mekânsal bilgi ve olayları temsil ve idare eden araçları kullanması
bu geniş bakış açısı içindedir. Şekil 1 bu bakış açılarını bir küp şeklinde
göstermektedir. Burada her bir yüz farklı bir bakış açısını göstermektedir.
Şekil 1.
Coğrafyaya özgü üç perspektif- mekânsal bakış açısı, sentez ve sunumunun bir küpün
kenarları şeklinde 3 boyutlu diyagramı
Coğrafyanın özgün bakış açılarından ilki mekânsal bakış açısıdır. Coğrafyacılar olayın
nasıl oluştuğunun yanında bu olayın nerede olduğunu ve bu olayın yakın ve uzak
çevredeki diğer olaylarla nasıl bir ilişkisi olduğu ile ilgilenir. Mekânsal bakış açısı üç
seviyede odaklanır. Bunlardan ilki yer (place) seviyesidir. Coğrafyacılar tek bir
yerdeki ya da bir bölgedeki süreçlerin nasıl bir bütünleşik ilişki içinde olduklarını
çalışır. Örneğin, bir şehir coğrafyacısı belirli bir şehrin mekânsal yapısını ve ticari
merkezlerinin nasıl ve nerede geliştiklerini ve bunların özgün karakteristiklerini
çalışabilir. ya da bir fiziki coğrafyacı bir milli park içindeki ekoloji, iklim ve toprakları
inceleyebilir. Mekân (space) seviyesinde coğrafyacılar yerlerin birbirleri ile ne kadar
bağımlı olduklarına bakarlar. Bu durumda ekonomik coğrafyacı mal, bilgi ve para
akışının farklı boyutta ve mesafede bulunan şehir ve kasabaları birbirlerine nasıl
bağladıklarını araştırabilir. ya da bir fiziki coğrafyacı bir akarsu içine dökülen
çökellerin kaynaklarını haritalayabilir ve bunların akarsuyun aşağı çığırındaki etkisini
çizelge ile gösterebilir. Coğrafyacılar aynı zamanda insani ve doğal faaliyetlere
farklı ölçekte (scale) bakar, bazen küçük bir şey için yakından bakar ya da geniş bir
şeye genel bir bakış için uzaktan bakar. Sıklıkla bir ölçekte önemli olan şey diğer
ölçekte daha az önemli ya da önemsiz görünür.
Coğrafik bakış açılarını gösterimine örnek olarak Şekil 1.2’de Vancouver, British
Columbia, Kanada verilmiştir. Görüntü, görsel sunum, bir yer göstermektedir
(Vancouver’in şehir merkezi) ve mekân olarak Georgia boğazı, Pasifik ve Vancouver
ada dağları içinde yer almakta, yerel bir ölçekte görüntülenmiştir. Coğrafyacı bakışı ile
Vancouver çevresel ve insani süreçler ve bunların etkileşimi sonucu şekillenmiş özgün
bir manzara sunmaktadır.
Fiziki coğrafya bu beş ana araştırma konularının yanında iki konu ile de yakından
ilgilidir. Bunlardan biri su kaynakları diğer ise doğal afet değerlendirmeleridir. Su
kaynakları suyun yerini, dağılışını ve hareketleri gibi temel konuları içeren geniş bir
alandır. Örneğin akarsulardaki ya da yeraltındaki suyun insan ihtiyaçları için kullanımı
ve kalitesi gibi. Bu konu beşeri coğrafyanın bölgesel gelişme ve planlama, siyasi
coğrafya, tarım ve arazi kullanımı gibi birçok konusunu da içerir. Bu derste kısaca su
kuyuları, barajlar ve su kalitesi gibi konulara kısaca değineceğiz (Bölüm 14 ve 15).
Şekil 1.6. Bu çizim yaşam tabakası yeryüzünün okyanus yüzeyleri ve atmosfer ile
temas eden çok dar bir kuşağı içinde yer aldığını göstermektedir.
Bu fikirleri daha gerçek yapmak için, kendinizi Aydan Dünyaya dönen bir astronot
olarak düşünün. Dünyaya yaklaşırken küresel bir ölçekte dünyaya görürken yere
indiğinizde yerel bir ölçekte dünyayı göreceksiniz. Ölçekler değişirken aynı zamanda
gözlemlediğiniz desenler ve süreçler de değişecek (Şekil 1.7).
Kıtasal ölçekte, bazı bölgelere daha fazla yağış bırakan atmosferik süreçler nedeniyle
kara kütleleri üzerinde kuru çöl bölgeleri ve nemli yoğun bitki örtüsüne sahip alanların
oluşturduğu bir desen farkı görünür. Bazı bölgelerde hava sıcaklıkları suyu donmuş
halde tutar ve deniz buzu ve buzullarını oluşturur. Hava sıcaklığı ve yağış iklimin
temel elemanlarıdır ve iklimi kıtasal ölçekte arazi görünümünü etkileyen ana etken
olarak kabul edebiliriz.
Bölgesel ölçekte, dağ sıraları, çöller, göller ve akarsular dağları oluşturan jeolojik
süreçlerle onları aşındıran atmosferik süreçlerin karşılıklı etkileşiminin bir sonucu
olarak değişen bir desen oluştururlar. Atmosferik süreçler su sağlayarak kıtaların
aşınmasına sebep olurken aynı zamanda bitki örtüsü yetişmesine de sebep olur. Aynı
zamanda Amazon havzasındaki ormansızlaştırma gibi bölgesel ölçeklerin insan
faaliyetleri için geniş desenler olduğu açıktır (Şekil 17C). Tarımsal bölgeler
kendilerine özgü ve tekrarlanan tarla geometrileri ile belirgin bir desene sahiptirler.
Yerel ölçekte bir arazi üzerinde ince ayrıntı gösteren belirgin bir desene yaklaşırız.
Örneğin Şekil 17D’de gösterilen San Fransisco körfezi bölgesi. Bu şekil dağ
kütlelerinde yamaçları ve kanyon vadileri oluşturan doğal süreçler ile doğal bir arazi
görüntüsü üzerine şehir ve uydu kentlerini kondurmuş beşeri süreçleri göstermektedir.
Daha küçük ölçekte, kumullar, bataklıklar ya da anayollar gibi farklı süreçlerin bir
sonucu olan tekil ölçekteki arazi özelliklerini görürüz.
İnsanların faaliyetleri küresel iklimi değiştiriyor mu? Neredeyse her yıl bu yılın en
sıcak ya da en sıcak yıllardan biri olduğunu haberlerde duyarız. Ancak iklim öyle
hemen değişen bir şey değildir. Acaba böyle sıcak yıllar normal bir değişimin parçası
olabilirler mi? Bu soru küresel iklim değişikliği çalışan bilim adamlarının
cevaplamaya çalıştığı anahtar sorudur. Son on yıldır neredeyse tüm bilim adamları
insan faaliyetleriin iklim değişikliğini tetiklediği konusunda hem fikir. Peki bu nasıl
oldu?
Bu sorunun cevabı sera etkisin de (greenhouse efect) saklı. İnsani faaliyetler (tarım,
sanayi, ulaşım, ısınma vs.) atmosfere gaz salınımına devam ettiği sürece yeryüzünden
yansıyan sıcaklık radyasonunu engellemekte ve buda sıcaklığı dolayısıyla sera
etkisinin de şiddetini arttırmaktadır. Bu gazlardan en önemli olanı karbondioksit (CO 2)
fosil yakıtların yakılması ile ortaya çıkmaktadır. Diğer gazlar methan (CH 4), nitroksit
(NO) ve buzdolabı ve klimalar içinde soğutucu olarak işe yarayan ve parfüm
şişelerinde püskürtme için kullanılan kloroflorokarbonlar gibi gazlardır. Diğer gazlarla
birlikte bu gazla yeryüzü sıcaklığını arttırarak tarım alanlarının yok olmasına ya da
yerdeğiştirmesine, deniz seviyesi yükselmesine, şiddetli fırtınalar gibi büyük hava
olaylarının sıklıklarının artmasına ve kuraklığına neden olurlar.
1.5.3. Biyoçeşitlilik
Biyoçeşitliliği koruma ve sürdürmenin bir diğer önemli sebebi birçok türden oluşan
kompleks ekosistemlerin daha duraylı olması ve çevresel değişimlere daha iyi tepki
vermesinden kaynaklanmaktadır. Eğer insan faaliyetleri yanlışlıkla biyoçeşitliliği
büyük oranda azaltırsa o zaman doğal ortamlarda beklenmedik ve istenmeyen riskler
ortaya çıkacaktır. Biyocoğrafyacılar hem dünyadaki birçok doğal habitat içindeki
mevcut biyoçeşitliliği hem de biyoçeşitliliği oluşturan ve sürdüren süreçlere
odaklanırlar.
1.5.4. Kirlilik
Kartografya coğrafyanın harita yapımı ile ilgilenen alanıdır. Bir harita yerleri,
bağlantıları ve bölgeleri gösteren nokta, çizgi ya da alan verilerini gösteren mekânın
kağıt halinde sunumudur. Tipik olarak haritalar yeryüzünün bazı özelliklerinin
konumlarını gerçekteki konumlarına bağlı kalarak gösterir (Şekil 1.10). Haritanın
ölçeği gerçek özelliğin küçültme oranını gösterir.
Şekil 1.11. Merkezi bir ışık kaynağından verilen ışık küresel coğrafik gridin gölgesini
kağıtlar üzerine düşürülür. Konik ve silindirim kağıtlar açılarak düz haritalar haline
dönüşür.
Tatmin edici bir harita projeksiyonu bulma denemeleri ilk zamanlar basit bir yaklaşımı
kullanmıştır. İlk olarak yerkürenin etrafını tel bir kafes gibi paralel ve meridyenlerin
kapladığını düşünün. Küçük bir ışık kaynağını kafesin merkezine yerleştirin ve kafesi
oluşturan gridin kürenin dışına düşen gölgelerine bakın. Bu durum lambanın
gölgesinde kitap okumaya benzer. Temel olarak Şekil 1.11’de görüldüğü gibi 3 farklı
“lamba gölgesi” kullanılmıştır.
İlk yöntem düz bir kağıt disk kuzey kutbunun üzerine konmuştur. Bu örnek merkezden
gelen ışığa bağlı olarak tel kafesin gölgesinin kağıt disk üzerine iç içe halkalar
(paraleller) ve ışınsal düz çizgiler (meridyenler) şeklinde düştüğü görülür. Böylece
kutup-merkezli ya da kutup projeksiyon elde edilir. İkinci yöntem kağıt bir koni tel
kafesin tepesine yerleştirilir ve merkezden ışık verilir. Koni üzerine düşen gölgeler
çizilir daha sonra koni ikiye ayrılarak düz bir kağıt haline getirilir. Bu
projeksiyona konik projeksion denir. Paralleler yay şeklinde ve meridyenler ışınsal
olarak uzaklaşan düz çizgiler şeklindedir. Üçüncü yöntemde silindir şeklinde bir kağıt
ekvatora temas edicek şekide kürenin etrafına sarılır. Merkezden ışık verildiğinde tel
kafesin gölgesi birbiri ile doksan derecelik dik açılarla ile bağlanan paralel ve
meridyenleri oluşturur. Bu yönteme silindirik projeksiyon denir (Şekil 1.11).
Örneğin 13000 km çapındaki dünyayı temsil eden 20 cm çapındaki eden bir küreyi ele
alalım. Kürenin ölçeği 20 cm ile 13000 km arasındaki orandır. Eğer 13000 km yi 20
cm’e bölersek, küre üzerindeki 1 cm in dünya üzerindeki 650 km’ye karşılık geldiğini
görürür. Bu ilişki küre üzerindeki herhangi iki nokta arasındaki gerçek mesafeyi
gösterir.
Ölçek sıklıkla bir kesir ile gösterilir ve kesirli ölçek olarak bilinir (Şekil 1.12). Bu
ölçek dünyadaki ve küre üzerindeki mesafeleri aynı birim ile ifade etmek için
(genellikle santimetre) kullanılır. Bir kilometrede 100 000 (yüzbin) santimetre vardır.
Kesirli ölçeğin avantajlı tarafı kilometre, metre, mil gibi herhangi bir birim ile ifade
edilebilir. Bizim örneğimizde 20 cm bölüm 130 000 000 cm olacak ve genellikle 1:65
000 000 gibi iki nokta ya da 1/65 000 000 gibi yan çizgi ile gösterilecektir.
Küreden farklı olarak, düz bir harita sabit bir ölçeğe sahip olamaz. Eğri bir yüzeye
sahip bir küreyi düz bir yüzeye dönüştürmek için tüm harita projeksiyonları yeryüzünü
düzensiz bir şekilde gerer bu yüzden harita ölçekleri bir yerden diğerine değişir.
Bununla beraber bir meridyen ya da paraleli seçmek mümkündür (örneğin ekvator) ve
kesirli ölçeği verildiğinde harita küre ile ilişkilendirilebilir.
Bir harita projeksiyon grid sistemi ile taşınan bilgi bir kategori ile sınırlıdır; o da yer
yüzündeki bir noktanın lokasyonu. Daha kullanışlı olmak için haritalar başka
bilgilerde taşırlar. Bu tür haritalara çok amaçlı haritalar denir Şekil I.11 ve I.12). İlgili
kurumlar (örn. Türkiye de Harita Genel Komutanlığı, Maden Tetkik ve Arama Genel
Müdürlüğü) tarafından basılan haritalarda çok farklı semboller, desenler ve renkler
kullanılarak haritaların bilgi içerikleri arttırılır. Şekil I.11 ve I.12 bunun bir örneğini
göstermektedir. Ülkemizde topoğrafik haritalar hizmete özel ya da gizli olduklarından
bunların Harita Genel Komutanlığının izni olmadan basılması ve yayılması yasak
olduğundan burada ABD’den bir örnek verilmiştir. Önce de değinildiği gibi ülkemizde
standart topoğrafik harita ölçeği 1:25 000’dir. Çok amaçlı haritaların yanında tematik
haritalarda vardır. Bunlar sadece bir amaca yönelik olarak hazırlanan haritalardır.
İlerleyen derslerimizde göreceğimiz Şekil 4.25, Şekil 5.17, Şekil 7.7 ve Şekil 7.10
bunlara örnektir.
Harita üzerindeki semboller nokta, çizgi ve çokgen (alan) olarak ifade edilir. Bir
noktadaki bilgiyi aktarmak için o noktayı temsil eden bir nokta sembolü kullanılır
(Şekil 1.13). Aynı şekilde çizgisel bir bilgiyi aktarmak içinde çizgi sembolü kullanılır.
Bu çizgiler kesik kesik, noktalı, ayrık, çift ya da farklı kalınlık ve renkte olabilir.
Çokgenler ise belli bir alan sahip unsurları aktarmak için kullanılır ve bunlarda renk ve
desenler kullanılarak farkılılıklar gösterilmeye çalışılır. Burada diğer bir önemli husus
ölçektir. Büyük ölçekli bir haritada çokgen şeklinde göstereceğiniz bir nehir küçük
ölçekli bir haritada bir çizgi ile gösterilebilir (Şekil 1.14). Haritalarda detayın
seviyesini belirlemek için çözünürlük terimi kullanılır.Büyük ölçekli haritalar küçük
ölçekli haritalara oranla daha yüksek çözünürlük dolayısı ile detaya sahiptir
(Şekil1.14).
Şekil 1.13. Nokta, çizgi ve çokgenleri kullanarak üretilmiş birçok amaçlı harita
Şekil 1.14. Harita ölçeği ve bilgi içerikleri
1.6.8. Sayısal Verilerin Tematik Haritalar Üzerinde Gösterilmesi
Ülkemizde TÜBITAK’ın desteği ile gerçek zamanlı konumla bilgisi için sabir GNSS
istasyonların ve kontrol merkezlerinden oluşan yer merkezli bir konumla sistemi olan
TUSAGA-AKTİF sistemi kullanılır. Sistem, mevcut durumda 146 istasyon ve 2 adet
kontrol merkezi ile etkin halde çalışmaktadır (Şekil 1.17). Türkiye ve KKTC’de,
sürekli gözlem yapan GNSS İstasyonlarının oluşturduğu ağ yapısında, gerçek zamanlı
konum düzeltme bilgileri yayımlayan sistem; GNSS konumlama sistemlerinden sinyal
alan sabit yer istasyonları, sistem kontrol merkezleri, veri aktarımı için yerleşik
iletişim birimleri ve sistemin kullanıcılar tarafında DGPS ve GZK özelliğine sahip,
faz/kod uydu verilerini alabilecek yetenekte tek veya çift frekanslı alıcılar olmak üzere
dört ayrı bileşenden oluşmaktadır. Bunun yanında Küresel Konumlama Uydu
Sistemleri (GNSS) kapsamında, Amerika'nın GPS, Rusya'nın GLONASS ve Avrupa
Birliği'nin GALILEO sistemi gibi küresel konumlama sistemi uydularından gelen
veriler kullanılmaktadır.
Coğrafi bilgi sistemleri mekânsal nesneler üzerinde işlem yapmak üzere tasarlanmıştır.
Bir mekânsal nesne içine bazı bilgilerin girildiği nokta, çizgi ve alandır. Bu bilgi çok
basit bir sayı olabileceği gibi çok farklı sözel bilgi de olabilir. Şekil 1.18’ de mekânsal
nesneler gösterilmektedir. Bir nokta alana sahip olmayan sadece konumu gösteren bir
nesnedir. Bir çizgi de alanı olmayan bir nesnedir ancak birbiri ile ilişkili iki noktayı
bağlamaktadır. Bu özel noktalara düğüm denir. Normalde çizgiler düzdür ancak
eğrisel de olabilirler. Eğer düğüm noktaları başlangıç ve bitişi ifade ediyorsa o zaman
çizgi yöne sahiptir. Yöne sahip çizgilerin her iki tarafına da bilgi girilebilir.
Yeryüzündeki çoğu madde ve nesneler insan gözü ile görülebilir renklere sahiptir.
Bunun anlamı görünür spektrumum farklı parçalarındaki radyasyonu farklı
yansıtmakta olduklarıdır. Şekil 1.20 su, bitki ve toprakların görünürden dalga
boyundan kısa-dalga kızılötesine kadar farklı dalga boylarındaki yansımalarını
göstermektedir.
Bitkiler de insan gözüne yeşil görünür. Bunun sebebi görünür spektrumun yeşil
bölümünde daha fazla enerji yansıtmasıdır. Ancak bitkiler insan gözünün göremediği
yakın kızılötesi ışınları çok güçlü yansıtırlar. Uydu görüntülerinde yakın kızılötesi
bantlar açıldığında bitki örtüsü tamamen parlak kırmızı görünür. Bu tür uygulamalar
ile bir bölgedeki bitki örtüsü haritalanabilir.
Şekil 1.20. Işığın farklı dalga boyarına bağlı olarak bitki örtüsü, toprak ve su
tarafından yansıtılan enerjinin miktarı. Dikkat edilmesi gereken atmosferdeki su buharı
1.2 ile 1.4 mm ve 1.75 ile 1.9 mm dalga boylarındaki emmesi, dolayısıyla uzaydaki bir
algılayıcının bu dalga boylarını yansıtan yüzeyi görememişidir.
Uygulamalar
Uygulama Soruları
Bölüm Özeti
Bu bölümde coğrafyanın ve onun iki ana alt dalından biri olan fiziki coğrafyanın ne
olduğunu, çalışma konularını, sorunlara yaklaşımını, kullandığı yöntemleri ve
yaklaşımları ve onların ürünlerini ele aldık. Ayrıca gerek donanımsal gerekse
yazılımsal gelişmelerin sonucunda dünyanın en eski bilimlerinden biri olan
coğrafyanın nasıl modern hayatta önemli bir yeri olduğunu ve güncel hayatımızda
nasıl yer ettiğini öğrendik. Bununların yanında haritaların projeksiyonları, uydu
görüntülerinden elde edilen görüntülerden yeryüzündeki coğrafi unsurların nasıl farklı
yansıma özelliklerine sahip olduğunu öğrendik.
Ünite Soruları
Soru-1 :
Aşağıdakilerden hangisi fiziki coğrafyanın alt dallarından biri değildir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Jeomorfoloji
(B) Klimatoloji
(C) Hidroloji
(D) Biyocoğrafya
(E) Demografi
Cevap-1 :
Demografi
Soru-2 :
Aşağıdaki katmanlardan hangisi heyelanların meydana geldiği katmandır?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Biyosfer
(B) Hidrosfer
(C) Atmosfer
(D) Litosfer
(E) Astenosfer
Cevap-2 :
Litosfer
Soru-3 :
Aşağıdakilerden hangisi fiziki coğrafya küresel ölçeğe bir örnektir?
(Çoktan Seçmeli)
(E) Karadeniz
Cevap-3 :
Okyanus ve kıtaların dağılışı
Soru-4 :
Sera gazlarını oluşturan en önemli etken aşağıdakilerden hangisidir?
(Çoktan Seçmeli)
(E) Biyoçeşitlilik
Cevap-4 :
Fosil yakıtların çok tüketilmesi
Soru-5 :
Aşağıdaki araçlardan hangisi fiziki coğrafyanın araçlarından biri değildir?
(Çoktan Seçmeli)
Cevap-5 :
Nüfus sayımı
Soru-6 :
Bu alt alanları iki ana başlık altında toplayabiliriz – insana dair sosyal, ekonomik ve
davranışsal süreçleri inceleyen ................ ve insan faaliyetleri için fiziki ortamı
sağlayan yeryüzünde oluşan doğal süreçleri çalışan ............... şeklindedir.
(Klasik)
Soru-7 :
................. yeryüzündeki süreçleri ve yer şekillerini araştıran bilimin adıdır.
Cevap: Jeomorfoloji
(Klasik)
Soru-8 :
Canlı kürenin büyük bir bölümü ................. olarak adlandırılan yüzeye çok yakın sığ
bir kuşak içinde yer alır.
Cevap: yaşam katmanı
(Klasik)
Soru-9 :
Bir .................. bir haritayı düz bir yüzey üzerine çizmek için kullanılan düzenli bir
enlem ve boylam çizgileri sistemidir.
Cevap: harita projeksiyonu
(Klasik)
Soru-10 :
En çok bilinen izoplet haritaları aslında ................. haritalarıdır bunlar topoğrafyada eş
yükseltiye sahip noktaların birleştirilmesi ile elde edilmiş haritalardır.
Cevap: izohips
(Klasik)
Yerin en dış katmanı soğuk, katı ve ince bir katman olan kabuktur. Kabuk sahip
olduğu fiziko-kimyasal özelliklere bağlı olarak kıtasal ve okyanusal kabuk olmak
üzere ikiye ayrılır (Şekil 2.1). Büyük kıtasal kütleler birincil olarak yüksek miktarda
alüminyum ve silika içeren granit tipi kayaçlardan oluşurlar. Kuvars ve sodyumca
zengin feldspat en temel minerallerdir. Kabuk diğer katmanlara göre ince (35-70 km
kalınlıkta) ve yoğunluğu 2.8-2.9 g cm-3’tür. Buna zıt olarak okyanusal kabuk ise silika
bakımından fakir ancak yüksek demir ve magnezyum içeriğine sahip bazaltik
kayaçlardan oluşur. Birincil mineraller olivin, piroksen ve feldspattır. Okyanusal
kabuk kıtasal kabuktan oldukça incedir. Genellikle 6-10 km kalınlığındadır ancak
yoğunluğu 3g cm-3 ile daha yüksektir.
Diğer bir levha sınırı ise levhaların birbirlerine yaklaştıkları yaklaşan levha sınırları
(convergent levha sınırları) dır. Bu tür sınırlarda iki levha birbirine çarpar Güney
Doğu Anadolu’daki Bitlis-Zagros Çarpışma Zonu bu tür levha sınırlarına örnektir ve
bazen bunlardan bir tanesi diğerinin altına dalabilir buna dalma-batma zonu
(subduction) denir ve bunada örnek ülkemizin güney batısında yer alan Girit Yayı diye
adlandırdığımız dalma-batma zonudur. Burada Afrika levhası Avrasya Levhasının
altına dalmaktadır.
Peki, levhaları hareket ettiren güç nedir? Bu sorunun cevabı yerin iç yapısında gizlidir.
Daha öncede değindiğimiz gibi yerin merkezine doğru sıcaklık ve basınç artmaktadır.
Litosferin üzerinde yüzdüğü manto durağana bir akışkan değildir. Kendi içinde
derindeki sıcak mantoyu yüzeye yüzeydeki göreceli olarak soğuk mantoyu derine
taşıyan bir sisteme sahiptir. Bunlara konveksiyon hücrelere (convection cells) denir. Bu
devinim sayesinde litosferik levhalar hareket eder.
Şekil 2.8. Yerin iç yapısı içinde konveksiyon hücrelerinin gösterimi. Kırmızı oklar
mantonun hareket yönlerini siyah oklar ise litosferik levhaların hareket yönlerini
göstermektedir.
Bu hücrelerden mantonun yukarı doğru hareket ettiği alanlara sorguç (plume) ya da
sıcak nokta (hot spot) denir. İzlanda adası böyle bir sıcak nokta üzerinde yer alır.
Bugün uydu tabanlı ileri teknoloji küresel konumlandırma sistemleri (GPS) kullanarak
kıtaların hareket yönlerini ve hızlarını tespit edebiliyoruz. Ancak ilk olarak Vine ve
Mathews (1963) levhaların hareket hızlarını okyanus ortası sırt kenarlarında biriken
bazaltik kayaçlar içerisindeki manyetik terselmeleri kullanarak hesaplamışlardır. Buna
göre levhalar 1-10 cm/yıl gibi hızlarda hareket etmektedirler. Örneğin Kuzey Amerika
Levhası Avrasya Levhasından 2.5 cm/yıl gibi bir hızla uzaklaşmaktadır. Bu da 40 000
yılda 1 km uzaklaşma demektir. İki levha arasındaki 5000 km’lik uzaklığı göz önüne
alırsak yaklaşık 200 milyon yıllık bir süre gereklidir ki bu da jeolojik bulgularla
oldukça uyumludur. Kendi ülkemize baktığımızda Anadolu mikro levhası Kuzey
Anadolu Fayı boyunca 21 mm lik bir hızla batıya doğru hareket ettiğini görürüz.
Şekil 2.9. Afrika (Nubia), Arab (Arabia) ve Anadolu (AN) levhalarının hareket yönleri
ve hızları (Reilinger vd. 2016’dan). Hızlar mm/yıl’dır.
2.5. Levhaların Hareketi İle İlişkili Yapısal Özellikler.
Şimdi levha sınırlarının özelliklerine biraz daha yakından bakalım.
Şekil 2.11. Bazaltik mağmanın su altında püskürmesi sonucu oluşan yastık lavları
2.5.1.2. Karalardaki Riftleşme Alanları
Kıtaların birbirinden uzaklaştığı zonlara rift zonları denir. Bunlar okyanus tabanında
olabildiği gibi karalar üzerinde de görülmektedir. Bu tür alanların karalarda
oluşabilmesi için önemli miktarda kabuksal gerilme olması ve kabuğun çok incelmesi
gerekmektedir.
Şekil 2.12. Ürdün Nehri
rift vadisi. Vadisinin solu İsrail sağı ise Ürdün’dür. En derin yerinde Ölüdeniz bulunur.
Aslında kapalı bir göl olan Ölüdeniz’in uzunluğu 70 km ve günümüz deniz
seviyesinden 399 m daha alçaktadır.
Böyle alanlardan biri de Suriye-Afrika Rift Vadisidir. Burada devam eden faylanma
sonucu meydana gelen kabuksal incelme sonucu volkanizma gerçekleşmiş ve Golan
Tepeleri oluşmuştur. Meydana gelen riftleşme sonucu Ölüdeniz Gölü bugün deniz
seviyesinin 399 m aşağısındadır. İlerleyen jeolojik dönemlerde doğudai Ürdün ile
batıdaki Filistin arasında bir okyanus oluşacaktır. Bu rift vadisinin hemen güneyinde
yer alan Kızıl Deniz aynen bu şekilde oluşmuş bir rift vadisidir.
Şekil 2.13. Okyanusal transformlara ait bir diyagram. Bu tür faylar yeryüzünde
depremsellik açısından en aktif alanlardır. Kıtalar üzerinde yer alan bu tür transform
faylar da Örn. Kuzey Anadolu Fayı, Doğu Anadolu Fayı, San Andreas Fayı en yıkıcı
depremlerin olduğu alanlar olarak karşımıza çıkar.
2.5.2. Yakınlaşan levha sınırları
İki kıta karşılaştığında bunlardan yoğunluğu fazla olan diğer kıtanın altına dalar.
Genellikle bu okyanusal levhaların daha az yoğun olan kıtasal levhalar altına dalma
şeklinde olur. Dalma-batma sonucu okyanus derinleşir ve kalın çökellerin depolandığı
okyanusal hendekler oluşturur.
Şekil 2.14. Yakınlaşan levha sınırına bir örnek. Doğu Pasifik levhası Güney Amerika
levhasının altında dalmakta ve bunun sonucunda Peru-Şili okyanusal hendeği
oluşmakta ve And Dağları üzerinde volkanik bir kuşak meydana gelmekte.
Japonya’daki Fuji dağı (sağda) da benzer bir süreçle oluşmuştur.
Dalan levha derinde manto içine doğru batar. Bu batış sırasında bünyesindeki su ve
diğer uçucu unsurlar serbest kalarak dalan levhanın üstünde düşük yoğunluklu bir
manto oluşturur. Eğer üstteki levha okyanusal ise o zaman bazaltik volkanlar oluşur ve
volkanik ada yayları oluştururlar. Bu adalar genellikle okyanusal hendektin 100 km
gerisindedir. Okyanusal bir levha kıtasal bir levhanın altına daldığında ise okyanusal
levha içindeki su dalan levhanın erimesine neden olur. Eriyen kayaçlar o kadar sıcaktır
ki kıtasal kabuğu eritmeye başlarlar. Bu süreç sonucu oluşan magma oldukça yapışkan
(az akıcı) bir yapıya sahiptir. Yükselen mağma yeryüzüne yaklaştıkça üzerindeki
basınç azalır. Magma içinde sıkışmış buluna su ve diğer gazlar genişler ancak
kaçamazlar. Eğer önceki püskürmelerden dolayı mağma bacası tıkanmış ise büyük bir
patlama meydana gelerek bu mağma yüzeye çıkar. Sonuç olarak çok fazla can kaybı
meydana gelebilir. Böyle yıkıcı püskürmelere sahip volkanlara örnek Egedeki
Santorini, Endoneyzadaki Krakatoa, İtalyadaki Vezüv-Pompei ve yakın zamanda olan
ABD’deki St.Helen volkanları örnek verilebilir.
Şekil 2.15. Santorini adasının uydu görüntüsü. M.Ö. 1628’de meydana gelen büyük
patlamanın kalderasının geometrisini belirlemek mümkün. Ortada ise merkezi koni su
üstüne çıkmış halde.
2.5.2.2. Kıtasal Çarpışma Ve Dağ Oluşumu
Önceki bölümlerde kısmen değindiğimiz gibi yer yüzünde bazı volkanların dağılımı
levha sınırları ile ilişkili iken bazılarının değildir. Levha sınırları ile ilişkili olmayan
volkanlara sıcak noktalar denir. Bunlar manto ile çekirdek arasındaki etkileşim sonucu
oluşan konvektif süreçler ile ilişkili olarak oluşan manto sorguçlarının yüzeydeki
karşılıklarına denk gelirler. Şu ana kadar 41 sıcak nokta tespit edilmiştir. Bunlarda
bazıları okyanusal yayılma merkezlerine denk gelen ve aşırı lav üreten ve İzlanda gibi
adalar oluşturan sıcak noktalardır. Sıcak noktalar aynı zamanda levha ortasında da
oluşabilirler. Buralarda meydana gelen volkanik püskürmeler sonucu denizaltı dağları
ya da adalar oluşabilir. Böyle bir sisteme en güzel örnek Hawaii adalar zinciridir
(Şekil 2.17). Bu adalardan en genci en doğudaki adadır. Sıcak nokta üzerindeki
levhanın hareket etmesi nedeniyle zaman içinde 500 km boyunca sıralanan yeni
volkanik adalar oluşmuştur. En son 1996 en genç adanın 30 km kadar doğusunda
volkanik püskürmeler ve depremler meydana gelmiştir. Görünen o ki en genç ada
oluşumu orada gerçekleşecektir. İşte fiziki coğrafya bu yüzden ilginç ve heyecan verici
bir bilim olarak her zaman önem arz etmektedir.
Şekil 2.17. Okyanusal bir sıcak nokta üzerinde yer alan Hawaii adalarının sıralanışı.
Kıtanın hareketi batıya doğru olduğu için en genç volkanlar doğudaki sıcak nokta
üzerinde oluşmaktadır.
Uygulamalar
Uygulama Soruları
Bölüm Özeti
Bu bölümde gezegenimizin çekirdekten kabuğa kadar iç yapısını oluşturan
katmanlarının jeokimyasal ve fiziksel özelliklerini ve bunların dinamik yapısını
öğrendik. Bunun yanında fiziki coğrafyanın temel araştırma konularından biri olan
litosferi oluşturan levhaları tanıdık. Bu levhaların hareketlerini birbirlerine göre
yakınlaşan levhaları, uzaklaşan levhaları ve yanal olarak kayan levhaları bu levha
sınırlarında meydana gelen yerşekillerini ve bunların dağılışlarını inceledik. Bu mega
yapıların yanında jeolojik ve yüzey süreçleri sonucu oluşan kaya türlerini ve bunların
döngüsünü öğrendik.
Ünite Soruları
Soru-1 :
Aşağıdakilerden hangisi yerin iç katmanlarından değildir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Çekirdek
(B) Hidrosfer
(C) Manto
(D) Astenosfer
Cevap-1 :
Hidrosfer
Soru-2 :
Aşağıdaki kayaçlardan hangisi volkanik kayaçtır?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Çamurtaşı
(B) Andezit
(C) Kumtaşı
(D) Kireçtaşı
(E) Şist
Cevap-2 :
Andezit
Soru-3 :
Aşağıdaki levhalardan hangisi bir okyanusal levhadır?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Nazca
(B) Avrasya
(C) Avustralya
(D) Hindistan
Cevap-3 :
Nazca
Soru-4 :
Aşağıdaki iç katmanlardan yoğunluğu en düşük olan hangi katmandır?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Astenosfer
(B) Çekirdek
(D) Litosfer
(E) Manto
Cevap-4 :
Litosfer
Soru-5 :
Kıtasal çarpışma alanlarda aşağıdaki yer şekillerinden hangisi oluşur?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Okyanuslar
(B) Çöller
(C) Deltalar
(D) Göller
(E) Sıradağlar
Cevap-5 :
Sıradağlar
Soru-6 :
Kabuk ile birlikte Mantonun dış kesimi (180 km) ....................... olarak kabul edilir.
Cevap: litosfer
(Klasik)
Soru-7 :
Bu tip kayaçlar ................... halde bulunun kayaçların soğuması ve katılaşması sonucu
oluşur.
Cevap: Eriyik
(Klasik)
Soru-8 :
Başkalaşım kayaçlar mevcut çökel yada volkanik kayaçları kısmi ergime
yada .................. olmaları sonucu oluşur.
Cevap: re-kristalize
(Klasik)
Soru-9 :
.................... yayılma merkezleri olarak yeni litosferin oluşturulduğu alanlardır.
(Klasik)
Soru-10 :
................... yoğunluğu farklı iki okyanusal yada bir okyanusal ve bir kıtasal levhanın
karşı karşıya gelmesi ile oluşur.
Cevap: Dalma-batma
(Klasik)
3. Okyanusların Özellikleri
Giriş
Bu bölümde mavi gezegen olarak adlandırılan gezegenimizin maviliklerine yani
okyanuslara bakacağız.
3.1. Okyanuslar
Okyanuslar uzaydan bakıldığında gezegenimizin mavi renkli olmasının ana sebebidir.
Dünyanın 2/3 ü okyanuslarla kaplıdır. Hidrosferin büyük kısmı okyanuslardan oluşur.
Okyanuslar sadece bir su kaynağı değil aynı zamanda yüzey tabakalarında
soluduğumuz oksijenin fitoplanktonlar tarafında oluşturulduğu bir ortamdır. Bunun
yanında okyanuslar dalga ve akıntı sistemleri ile enerjinin özellikle ısının yeryüzüne
dağılımını etkilerler. Okyanuslar ile atmosfer arasındaki bu etkileşim hava durumu ve
uzun dönemde iklimi etkiler. Ayrıca insanlar tarafından üretilen karbondioksit (CO2)
gazının bir kısmı yine okyanusal süreçler tarafından atmosferden alınır. Bu etkileşimi
anlamak küresel iklim değişimi süreçlerini daha iyi anlamamıza imkan verir.
Derin okyanus tabanı da aynen karalarda olduğu gibi arızalı bir araziye sahiptir. Orada
da yüksek dağlar, derin vadi ve kanyonlar, geniş düzlükler ve bu düzlükler üzerinde
yükselen yükseltiler vardır. Gerçekte denizaltındaki dağlar karadakilerden daha uzun,
vadiler daha geniş ve derindir. Ana fark karalarda baskın süreç akarsu, buzul ya da
rüzgâr gibi araziyi aşındıran süreçlerken denizlerde sadece çökelme (sedimantation)
olmasıdır. Çökelme hızı özellikle kıyıdan uzaklaştıkça okyanus ortasına doğru azalır.
Kıyıdan itibaren okyanusa doğru batimetrik unsurlar, kıta sahanlığı, kıta yamacı ve
abisal düzlüklerdir. Bunlardan kıta sahanlığı derinliği 150-200 m olan kıyı çizgisi ile
kıta yamacı arasında uzanan bazen dar bazen geniş düzlüklerdir. Bunlar karanın
uzantısı gibidirler ve üzerleri kum, silt gibi kaba taneli çökellerle kaplıdır. Karasal
kökenli çökeller nedeniyle petrol açısından önemli sahalardır. Ayrıca karaya yakın
olması bu sahalarda zengin besin kaynaklarının olmasına fitoplanktonların gelişmesine
ve balıkların bu zon içinde yaşamasına neden olur.
Kıta yamacı kıta sahanlığı ile abisal düzlük arasında yer alan eğimli yüzeylerdir.
Bunların yükseklikleri 1-5 km yi bulur ve karalardaki dağ cephelerine benzer rölyefe
sahiptirler. Kıta yamaçları kıta sahanlıklarından daha dardır ve derin vadilerle
yarılmışlardır. Bunun iki sebebi vardır. İlki son buzul çağında deniz seviyesinin
günümüzden 130 m kadar düşmesinden dolayı o zamanki akarsular tarafından açılmış
olma ihtimalidir. Diğeri ise çökel-yüklü su akıntılarının oluşturduğu türbidit
akıntılarının akarken yaptığı aşındırma sonucudur.
Şekil 3.2. Kıta kenarından okyanus tabanına (Abisal) idealize edilmiş blok diyagramı.
Abisal tepeler ve Guyotlar (deniz altı dağları) volkanik kökenlidir.
Bu tür akıntıların hızı genellikle saatte 20 km’dir ve dikkate değer bir aşınım
gerçekleştirebilirler. Kıtasal yamacın ilerisinde derinliği 4000 m’yi geçen ve tamamen
bazaltik okyanusal kabuktan oluşan abisal düzlüklere geçilir. Bu düzlükler tamamen
düz olmayıp bunların üzerinde de Guyot (üzeri masa gibi düz ve deniz yüzeyinden 200
m derinde volkanik dağ) gibi denizaltı dağları ya da yükseltileri vardır. Pasifik
okyanusunda 20 000’den fazla denizaltı dağı vardır bunlardan bazıları atoller (daire
şekilli mercan adaları) ya da adalar olarak yüzeye çıkar.
Okyanus ortası sırtlar uzunlukları 65000 km’yi bulan devamlı sıradağlarından oluşur.
Bunlar tektonik olarak aktif, volkanizmanın yaygın olduğu alanlardır. Okyanus
tabanındaki bu yükseltilerin zıttı olarak en derin yerleri kıta kenarlarında derin
hendekler şeklinde oluşur. Bunların en derinleri Pasifik Okyanusu’ndadır. Buralarda
okyanusal levha manto içine doğru dallar. Batı Pasifikteki Mariana Çukurunun en
derin yeri olan Challenger Dibi 11020 m derinliktedir.
Deniz suyu sodyum klorid ve magnezyum sülfatla birlikte önemli miktarda potasyum,
kalsiyum ve bikarbonattan oluşmaktadır (Tablo 3.2). Deniz suyunun kimyasal
bileşiminin oranı neredeyse tüm dünyada birbirine yakındır. Okyanuslardaki tuzun
kaynağı karalardaki kayaçların kimyasal olarak ayrışması ve akarsular içinde seyreltik
çözelti olarak okyanuslara taşınmasıdır. Bu kimyasallar okyanuslara ulaştığında bir
sürü kimyasal, jeolojik ve biyolojik reaksiyonlara girerek kaybolur ve en sonunda
okyanus tabanında çökelerek çökel kayaçları oluşturur. Örneğin okyanus suyu içindeki
kalsiyumun organizmaların kabuk ve iskeletlerini oluşturması için kullanılması sonucu
tebeşir kayaçları oluşur.
Şekil 3.3. Dünya okyanuslarında yüzey tuzluğu (bin tanede bir). Bu durum aynı
enlemdeki büyük çöllerdeki en yüksek net yağış (yağış - buharlaşma) ve ekvatorda ve
yüksek enlemlere doğru en
düşük.
Şekil 3.4. Kuzeydoğu Pasifik Okyanusundan düşey sıcaklık ve tuzluluk kesiti. Yüzeye
doğru büyük değişimler görülmektedir.
3.4. Okyanuslarda su dolaşımı
3.4.1. Yüzey Akıntıları (Üst Akıntılar)
İnsanların okyanuslar hakkında elde ettiği ilk bilgiler yüzey akıntıları hakkındadır. Bu
akıntıların gemi yolculuğu ve hatta kürek çekerken bile önemli olması insanların
dikkatini çekmiştir. Yüzey akıntılarının arkasındaki itici güç hâkim rüzgârlardır.
Kuzey yarımküredeki musonlar gibi mevsimlik rüzgârlar dışında okyanuslar üzerinde
büyük ölçekli okyanus akıntılarını kontrol eden neredeyse sabit bir rüzgâr esme deseni
vardır. Ticaret rüzgârları (Alizeler) güney yarım kürede güneydoğudan kuzey
yarımkürede kuzeydoğudan eserek ekvatora paralel yönde batıya doğru esee kuzey ve
güney ekvatoral akıntılarını yönetirler (Şekil 3.5). Bu rüzgârlar kıyı alanlarına
ulaştıklarında yönlerinde kıtalar nedeniyle bir sapma meydana gelir.
Tüm dünya okyanuslarında ılıman enlemlerden gelen batılı akıntılar vardır. Güneyden
gelen sıcak su 30o enlemlerinden itibaren kıtaların batı kıyılarına gelir ve oradan tekrar
güneye yönelerek tekrar ısınmaya başlar.
Bunların yanında kutup çevresi akıntıları gibi (Şekil 3.6) Antarktika çevresinde
60o enleminden daha alçak enlemlerde batılı akıntılarla birlikte akan ya da doğulu
akıntılarla 60o enleminden yüksek alanlarda görülür. Antarktika çevreleyen
okyanuslara güney okyanusu denir. Bu okyanus dünyanın denizcilik açısından en
tehlike okyanusudur. Bu okyanustaki akıntılara Antartktika Çevresi Akıntısı (Antarctic
Circumpolar Current, ya da West Wind Drift) denir. Bu akıntı okyanuslardaki diğer
tüm akıntılardan daha fazla su taşır. Bu akıntı saat yönünde ilerlerken bunun içinde
saat yönünün tersine akan East Wind Drift denen bir başka akıntı vardır.
Şekil 3.5. Dünya okyanuslarındaki yüzey akıntılarının haritası. Kuzey yarım kürede
saat yönünde dönüşler varken güney yarım kürede saat yönünün aksine dönüş vardır.
Şekil 3.6. Antarktika çevresindeki akıntı sistemleri
3.2. Okyanuslardaki Derin Akıntılar (Alt Akıntılar)
Dünya okyanuslarındaki büyük ölçekli derin su dolaşımı rüzgârdan ziyade yoğunluk
farkından gerçekleşir. Okyanus suyundaki yoğunluk farkı ise tuzluluk ve sıcaklık ile
kontrol edilir. Bunun sonucu oluşan dolaşıma termohalin (thermohaline) dolaşım
denir. Ne zaman bir su kütlesi onu çevreleyen su kütlesinden daha yoğun hale gelirse o
zaman batar. Günümüzde dünyada Kuzey Atlantik ve Arktik Okyanusu ile Antarktika
okyanusu iki büyük derin su akıntısının oluştuğu bölgelerdir. Kuzey Atlantik
Okyanusu’nda göreceli olarak daha tuzluo olan Gulf Stream akıntısı hızla Norveç
denizine doğru yol alır. Orada kış sıcaklıkları 2-4 oC düşer ve tuzluluk 34.9 ppt’dir.
Soğuyan su çevresine göre daha yoğun bir hale geçer ve batmaya başlayarak Kuzey
Atlantik Dip Suyu (North Atlantic Deep Water) akıntısı oluşturur. Çevresine göre
daha yoğun olan Okyanus suyu ilk önce batar ve Kuzey Atlantik Derin Suyu’nu
oluşturur. Yoğun olan su güneye doğru akar ve tüm Atlantik’teki en büyük akıntıyı
oluşturur. Bu akıntı güneye doğru akar ve tüm Atlantik içindeki derin akıntıların ana
parçasını oluşturur. Diğer büyük derin soğuk su akıntısı ise su sıcaklığının kışın -
0.5o ve tuzluluğun 34.8 ppt olduğu Antartika kıtasının kenarında oluşur. Bu Antarktik
Taban Suyu (Antarctic Bottom Water) şuanda okyanuslardaki en yoğun su
kütlesidir ve Kuzey Atlantik Dip Suyu Akıntısı’nın bile altından akar (Şekil 3.7).
Şekil 3.7. Atlantik Okyanusundaki su kütlelerinin düşey yapısı. Antarktik dip suyu en
yoğundur ve Antarktika’dan kuzeye doğru akmaktadır. Kuzey Atlantik Dip Suyu
Grönland’dan güneye doğru Antarktik Dip Suyu üzerinden akar. Bunların üzerinde ara
su kütleleri ekvatora yakın yerlerde oluşurlar. Yüzey su katmanları 300-500 m
derinliğe kadar inebilir ve rüzgâr ve diğer etkenlerle kontrol edilebilir.
Eninde sonunda bu iki su kütlesi doğuda Hint ve Pasifik okyanuslarına akmadan önce
karışır ve bu okyanusların derin akıntılarının büyük bölümünü oluştururlar.
Günümüzde tüm büyük derin okyanus akıntıları Atlantik ve/veya güney okyanuslarda
oluşur. Bunun sebebi gerek Hint gerekse Pasifik okyanusundan Arktik okyanusa
doğrudan bir giriş olmamasıdır.
Derin akıntılar aynı zamanda ekvator civarında da oluşur. Ekvator civarında Kuzey
Atlantik Dip Suyu’nun üst sınırı yaklaşık 40o güney enleminde de oluşmuş sulardan
oluşur. Bu Antarktik Ara Suyu (Antarctic Intermediate Water) Kuzey Atlantik Dip
Suyu’ndan daha sıcak (5oC) ve daha az tuzludur (34.4 ppt) bu yüzden onun üzerinde
kalır (Şekil 3.7). Diğer bir ara suyu kaynağı (Atlantikte 1000 m’den daha derine batan
su) Akdeniz Ara Suyu’dur (Mediterranean Intermediate Water). Bu su doğu Akdeniz
havzasında oluşur. Akdeniz suları Atlantik sularına göre daha sıcak (13 oC) ve daha
tuzludur (37.3 ppt) bu yüzden Cebelitarık Boğazı’ndan Atlantike geçtikten sonra
İzlanda ve Batı Hint adalarına kadar uzak alanlarda bile tanımlanabilir. Dip sularının
küresel okyanuslardaki dolaşımı sadece yatay yönde değil aynı zamanda düşey yönde
de gerçekleşir. Bu dip akıntıları bazı yerlerde örneğin Peru kıyılarında ya da Senegal
kıyılarında olduğu gibi yukarı doğru çıkar (upwelling) ve besince ve mineralce (nitrat
ve fosfat) zengin suları yüzeye getirerek balıkçılık açısından zengin alanları oluşturur.
Şekil 3.8. Küresel termohalin döngüsünün ana özelliklerini gösteren şematik diyagram,
aynı zamanda okyanusal taşıma bandı olarak da bilinir. Kırmızılar sıcak yüzey akıntısı.
Maviler soğuk derin akıntı
3.4.4. Okyanuslardaki Hava Durumu
Bazı okyanuslarda özellikle Antartik ve orta Pasifik yüzey sularında yaşasan başlıca
planktonik canlılar kalkerden oluşan iskelete sahip değildir. Bunlar Antartik
Okyanusunda diatomlar ve orta Pasifik’te radyolaryalar’dır. Bu bölgelerdeki
çökellerin bir sonucu olarak silisli kavkılar olarak tanımlanırlar.
Uygulama Soruları
Bölüm Özeti
Bu bölümde okyanusal havzaları, okyanusların jeolojik ve derinlik özellikleri ele
alınmıştır. Okyanus tabanının oluşturan kıta düzlüğü, kıta yamacı ve abisal düzlükler
ile bu düzlükler üzerinde gelişen yer şekillerine değinilmiştir. Okyanus sularının farklı
tuzluluk ve sıcaklık özelliklerine sahip olduğunu ve bu farklılıkların okyanuslardaki
yüzey ve dip akıntılarına etkisi işlenmiştir. Okyanuslarda yüzey akıntıları rüzgârlarla
kontrol edilirken derin akıntılar yoğunluk farkından dolayı olmaktadır. Bununla
birlikte okyanuslarda da atmosferdeki basınç merkezleri gibi girdaplar üreten süreceler
olduğunu ele aldık. Okyanusların bizim açımızdan en önemli özelliklerinden bir olan
devamlı bir çökelme alanı olmaları ve kendilerine has çökeller birikmesidir. Bu
dersimizde bu çökellere de değinilmiştir.
Ünite Soruları
Soru-1 :
Aşağıdaki okyanuslardan hangisi en büyük okyanustur?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Hint
(B) Pasifik
(C) Atlantik
(D) Akdeniz
(E) Karadeniz
Cevap-1 :
Pasifik
Soru-2 :
Okyanusların en derin kısımları nerelerde görülür?
(Çoktan Seçmeli)
(E) Guyotlarda
Cevap-2 :
Okyanus kenarlarında
Soru-3 :
Aşağıdaki alanlardan hangisinde tuzluluk en azdır?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Karadeniz
(B) Akdeniz
Cevap-3 :
Baltık Denizi
Soru-4 :
Derin okyanus akıntılarını kontrol eden faktör aşağıdakilerden hangisidir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Batimetri
(B) Rüzgarlar
(D) Volkanizma
Cevap-4 :
Yoğunluk farkı
Soru-5 :
Aşağıdakilerden hangisi okyanuslarda oluşan çökel kaya tiplerinden biri değildir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Kozmojenik
(B) Litojenik
(C) Hidrojenik
(D) Biyojenik
(E) Volkanik
Cevap-5 :
Volkanik
Soru-6 :
Okyanusların en derin yerleri ise yine ortaları değil kıtasal kabukların altına
daldıkları ................ kısımlarıdır.
Cevap: kenar
(Klasik)
Soru-7 :
Kıyıdan itibaren okyanusa doğru batimetrik
unsurlar ................, ................ ve ................ düzlüklerdir.
(Klasik)
Soru-8 :
Kıtaların yanında koriyolis etki (dönme sonucu oluşan ve birim kütleye etki eden
saptırıcı güç) de akıntı yönlerini etkileyerek kuzey yarımkürede rüzgarın esme
yönünden ............... güney yarım kürede rüzgarın esme yönünden .................. doğru
sapmalarına neden olur.
Cevap: sağa, sola
(Klasik)
Soru-9 :
Dünya okyanuslarındaki büyük ölçekli derin su dolaşımı rüzgardan ziyade ................
dolayı gerçekleşir.
Cevap: yoğunluk farkından
(Klasik)
Soru-10 :
Bazı okyanuslarda özellikle Antartik ve orta Pasifik yüzey sularında yaşasan başlıca
planktonik canlılar kalkerden oluşan iskelete sahip değildir. Bunlar Antartik
Okyanusunda ................. ve orta Pasifik’te .................’dır.
Cevap: diatomlar, radyolaryalar
(Klasik)
Atmosfer yeryüzünde yaşam için gerekli olan gazları sağlamasının yanında bir kalkan
gibi dış uzaydan gelen cisimlerin yeryüzüne ulaşmadan yanıp yok olmasına ya da
zararlı ışınların (morötesi-ultraviole) tutulması görevini yapar.
4.2.1. Sıcaklık
İlk olarak çoğu zaman beraber kullanılan ısı ve sıcaklık terimleri arasındaki farkı
ortaya koymak önemlidir. Sıcaklık bir maddenin bir molekülünün sahip olduğu
ortalama kinetik enerjisi iken ısı o maddenin tüm moleküllerinin toplam kinetik
enerjisidir. Hava sıcaklığı basitçe havanın iç enerjisinin ölçülmesidir. Bu iç enerji
moleküllerin gelişi güzel hareket etmesi ile ilgilidir. Eğer iki gaz kütlesi temas halinde
olursa bu iç enerji hızlı bir şekilde paylaşılır ve sıcakları eşit hale gelir.
Örneğin mutlak sıfır dereceye hava kütlesi içinde iç enerji olmadığında ulaşılır.
Şekil
4.2. Güneşten gelen radyasyonun yansıma ve dağılma yüzdeleri
Şekil 4.3. Nimbus 3 uydusundan yapılan ölçümlerle elde edilen minimum albedo
oranlarının (%) dağılışı.
Gezegenimizin kabaca bir küre şeklinde olması ısı kaynağımız olan güneşten gelen
ışınların yeryüzüne eşit bir şekilde ya da bir başka deyişle aynı açıyla düşmesini
engeller. Bu nedenle ekvatordan kutuplara doğru güneş ışınlarının yere düşme açıları
küçülür bu da ekvatordan kutuplara doğru sıcaklığın azalmasına neden olur (Şekil
4.4).
Şekil 4.4.
Güneş radyasyonunun yeryüzüne dağılışı.. Güneş 21 Haziran’da Yengeç Dönencesine
(23o27’K) ve 21 Aralık’ta Oğlak Dönencesine (23o27’ G) dik gelir. Aynı miktarda
olmasına karşın güneş ışınları kutup bölgelerinde daha geniş bir alana yayılır.
Diğer bir etken ise yaşadığımız mevsimdir. Dünya güneş etrafında dönerken bizde
farklı mevsimler yaşarız. Aslında mevsimler güneşten gelen ışınların dünyaya düşme
açılarının değişmesinin zamansal karşılıklarıdır. Güneş ışınları bizim yaz ayları
dediğimiz aylarda kuzey yarım küreye daha dik açılarla geldikleri için hava sıcak kışın
daha düşük açı ile geldikleri için hava soğuktur. Tabii bir de dünyanın kendi etrafında
dönmesinden kaynaklanan sıcaklık farkları vardır. Örneğin sabahları ve akşamları
güneş ışınları daha düşük açılarla dünyaya gelirken öğlen vakti daha dik açıyla gelirler
ve daha ısıtıcı olurlar. Bunlar tamamen dünyanın şekli, eksen eğikliği, kendi ve
güneşin etrafında dönmesi sonucu oluşan sıcaklık farklılıklarıdır. Bunun yanında
yeryüzünün topoğrafyasındaki farklılıklar da sıcaklık üzerinde etkilidir. Örneğin bakı
ve eğim. Bakı bir yüzeyin güneşe olan yönelimini ifade eder. Güneye bakan yamaçlar
her zaman daha fazla güneş aldıkları için daha sıcaktır. O yüzden örneğin yüksek
dağların güneye bakan yamaçlarında buzullar oluşmaz ya da kuzeye bakan yamaçlara
oranla çok daha küçük boyutlu olurlar. Eğim bir mesafe boyunca yüksekliğin
değişimini ifade eder. Yerel olarak bir yüzeyin eğimi güneşten gelen ışınların alma
açılarını etkiler. Yüksek eğimli yüzeyler güneşten gelen ışınları daha dik alacağı için
daha fazla ısınacaktır. Yükselti de bir diğer topografik faktör olarak sıcaklık
dağılımında etkilidir. Sıcaklık yükseklere doğru her 200 m’de 1oC azalır.Bunun nedeni
yukarıda bahsettiğimiz gibi troposferin alt kısımlarının yer ve okyanus yüzeylerinden
yansıyan uzun dalga boylu radyasyon ile ısınmasıdır. Bir diğer neden ise alçak
yüksekliklerde nem oranı yükseklere göre daha fazladır bu da oralarda sıcaklığın daha
kolay tutulmasına imkan verir. Yükseltinin etkisine en güzel örnek aynı enlem
üzerinde yer alan iki yerleşimin yükseklikleri farklı ise sıcaklıkları da farklı
olmaktadır. Yüksek kesimlerin örneğin dağların zirve kesimleri sıcaklık özellikleri ise
güneşe daha yakın oldukları için gün içinde çok çabuk ısınır ancak özellikle nem
azlığından dolayı da geceleri çok çabuk soğurlar.
Diğer bir sebep ise güneş ışınlarının atmosferde aldığı yoldur. Güneş ışınları kutuplara
ulaşmak için ekvatordan daha uzun bir mesafe kat ederler bu nedenle atmosferde daha
fazla tutulma, yansıma ve dağılmaya maruz kalarak kaybına uğrarlar (Şekil 4.3).
Güneşlenme süresi de sıcaklık üzerinde etkilidir. Mevsimlere göre gün içindeki
gündüz ve gece süreleri değişkenlik gösterir. Yazları günler uzun geceler kısa iken
kışları geceler uzun günler kısa olmaktadır. Bu da güneşlenme süresinin azalmasına ya
da artmasına neden olmakta ve sıcaklığı etkilemektedir.
Bitki örtüsü yeryüzü üzerinde özellikle çok yoğun olduğu alanlarda bir izolasyon
malzemesi gibi etki yapar. Yoğun bir bitki örtüsü sahip alanlarda bitkilerin yaprakları
güneş ışınlarını kırarak zeminin fazla ısınmasını geceleri ise ısının kaybolmasını
engelleyerek sıcaklık üzerinde bir etki yapar. Bitki örtüsünün yanında kar örtüsü,
toprak nemi ve kayaçların cinsi ve bulutluluk sıcaklık dağılışını etkileyen diğer
etmenler olarak sıralanabilir. Şekil 4.6 tüm bu etmenleri göstermektedir.
Küresel sıcaklık dağılışı daha çok yıllık ortalama sıcaklık dağılım haritası ya da en
soğuk ve en sıcak ayları temsil eden ocak ve temmuz izoterm haritaları kullanılır. Bu
verilere bakarak dünyada üç ana sıcaklık kuşağı oluşmuştur. Bunlar sıcak, ılıman ve
soğuk kuşaktır (Şekil 4.7).
İklimin temel elemanlarından biri de basınçtır. Basınç kısaca birim alana etki eden
dik kuvvet miktarıdır.Atmosfer de su buharı ve gazlardan oluşmasına rağmen bir
ağırlığa sahiptir ve yeryüzü üzerine bir kuvvet uygular. Normal hava basıncı 1013
milibardır (1033gr=760 mm civa basıncı). Bunun anlamı 45o enlemlerinde deniz
seviyesinde 0oC sıcaklıkta 760 mm yüksekliğindeki civanın yaptığı basınçtır. Bu
değerin üstündeki basınç değerlerine yüksek basınç (antisiklon), altındaki basınç
değerlerine ise alçak basınç (siklon) denir. Basınç ölçen cihazlara barometre adı
verilir. Basınç yeryüzünde eşit oranda dağılmış değildir (Şekil. 4.8). Bu dağılışı
etkileyen nedenler yerçekimi, yükselti, sıcaklık ve dinamik
etkenler olarak sıralanabilir. Bunlardan yerçekimi bilindiği göreceli olarak
kutuplarda ekvatordan daha fazladır. Yerçekimi aynı zamanda yüksekliğe bağlı
olarak da değişkenlik gösterir. Buna göre yüksek dağlarda yerçekimi daha azdır.
Yerçekimi ile basınç arasında doğru orantı olduğu için ekvator bölgesi ve yüksek
dağlar göreceli olarak düşük yerçekimi dolayısıyla göreceli olarak basıncın düşük
olduğu alanlar olacaktır. Diğer bir etken ise yükseltidir. Yükseldikçe hava basıncı
her 10.5 metrede 1mm (0.75 milibar) azalır. Bunun nedeni yerçekimi ve ayrıca
yükseklere çıkıldıkça atmosfer kalınlığının azalması nedeniyle basıncın düşmesidir.
Dolayısıyla hava basıncı ile yükselti arasında ters bir orantı
vardır. Sıcaklık basınç üzerinde etkili olan önemli bir etkendir. Isınan bir gaz
kütlesinin davranışı genleşmedir. Genleşen hava kütlesi yükselir ve yeryüzü
üzerindeki ağırlığı azalarak basıncın düşmesine sebep olur. Havanın soğuması
sonrasındaki davranışı da bunun tam tersidir ve basıncın artmasına neden olur. Bu
şekilde havanın ısınması ve soğumasına bağlı olarak oluşan basınç
merkezlerine termik basınç merkezleri denir (Şekil 4.9). Kutuplar devamlı soğuk
olduğu için buralarda termik yüksek basınç merkezleri varken ekvator devamlı
sıcak olduğu için buralarda termik alçak basınç alanları vardır. Dinamik etkenler
ekvatorla kutuplar arasında hareket eden hava kütlelerine bağlı olarak oluşan basınç
merkezleridir. Sıcak hava kütleler atmosferin üst kısımlarından ekvatordan kuzeye
ve güneye doğru hareket eder ve 30o enlemleri civarında soğuyarak alçalırlar ve
60o enlemleri civarında da tekrar yükselirler. Alçaldıkları alanda dinamik yüksek
basınç alanları yükseldikleri alanlarda ise dinamik alçak basınç alanları
oluştururlar. Alçak basınç alanlarında yükselen hava kütleleri soğuyarak yoğunlaşır
ve bulutlar oluşur. Bu nedenle bu bölgeler bulutlu ve yağışlı bölgelerdir. Bu basınç
bölgeleri yeryüzündeki sürekli basınç alanlarını oluştururlar. Bunlar termik ve
dinamik kökenli basınç alanlarıdır.
Şekil 4.8. Yeryüzünde ortalama basınç dağılımı. Üst harita Temmuz alt harita Ocak
ayına aittir. High: Yüksek basınç, Low: Alçak basınç
Şekil 4.9. Dinamik ve termik basınç kuşakları ile rüzgârlar
4.2.3. Rüzgâr
Rüzgârlar yatay hava hareketleridir. Bunlar yeryüzüne yakın oldukları gibi troposferin
üst katlarında da olabilir. Rüzgârın ana sebebi basınç farkıdır. Rüzgâr her zaman
yüksek basınç alanlarından alçak basınç alanlarına doğrudur. Rüzgârların hızını ve
yönünü etkileyen etkenler, basınç farkı, basınç merkezleri arasındaki uzaklık,
dünyanın dönmesi ve sürtünmesidir (Şekil 4.10). Rüzgârın hızını bu iki basınç
merkezi arasındaki basınç farkı belirler. Fark ne kadar büyükse rüzgârın hızı da o
kadar yüksek olur. Rüzgârın hızı m/sn veya km/saat olarak ifade edilir ve anemometre
denen aletle ölçülür. Rüzgârın hızını etkileyen bir diğer unsur ise basınç merkezleri
arasındaki uzaklıktır. Uzaklık ne kadar az ise hız o kadar fazladır (Şekil 4.8).
Şekil 4.11.
İdealize edilmiş ortalama rüzgâr dolaşımı
Devirli rüzgârlar ise yıl içinde basınç alanlarının yer değiştirmesi sonucunda
mevsimlere göre yön değiştiren rüzgârlardır. Bu tip rüzgârların en bilineni güneydoğu
Asya’da Hint Okyanusu ile Himalaya dağları arasında esen yaz ve kış
muson rüzgârlarıdır. Yerel rüzgârlar bazıları çok küçük alanlarda etkili olmasına
rağmen bazıları bölgesel olarak etkili olabilirler. Bunlar deniz ve kara meltemleri,
vadi ve dağ meltemleri, sıcak yerel rüzgârlar (Fön, Sirokko), soğuk rüzgârlar
(Bora, Mistral, Krivetz) ve tropikal rüzgârlar olarak ayrılırlar.
Günümüzde yapılan gözlemler her iki yarı kürede de üç hücre tarafından kontrol
edilen bir dolaşım sistemi olduğunu göstermektedir (Şekil 4.12). Isı fazlasının olduğu
ekvatorda ısınan hava yükselir ve yüksek seviyelerden kutuplara doğru hareket eder,
yaklaşık 30o kuzey ve güney enlemlerinde ise çöker ve alt seviyelerden ekvatora
doğru hareket eder. İklimciler bu basit dolaşım hücresine Hadley Hücresi (Hadley
Cell) derler. Bu hücre dünyanın dönmesinden dolayı Tropik bölgelere sıkışmıştır.
Bunun yanında her iki kutup bölgesinde de ısı eksikliği vardır. Bu durumda benzer bir
dolaşım alçalan hava ve ekvatora doğru esen bir yüzey rüzgârı vardır ancak bunlar
dünyanın dönmesinden dolayı doğuya doğru sapmışlardır. Tropikal Hadley Hücresi
ile kutup hücresi arasında Ferrel Hücresi olarak bilinen bir hücre daha vardır. Bu
hücre 30o enleminde çöken havanın batı rüzgârları ile kutuplara doğru taşındığı
hücredir ve kutup cephesine (polar front) doğru yükselen bir hava hareketine sahiptir
(Şekil 4.12). Ekvatordan 20o ila 30o enlemleri arasında tropikal Hadley Hücresi’nde
havanın alçaldığı yerlerde Azor Yüksek Basıncı (anticyclone) gibi yüksek basınç
alanları oluşur. Alçalan hava ısındığı için nem azalır ve bulutsuz bir gökyüzünün
olduğu ve hafif rüzgârların estiği yüksek basınçlı alanlar oluştur. Dünyadaki neredeyse
bütün büyük çöller bu alanlarda bulunur. Sub-tropikal yüksek basınç alanlarının
ekvatora bakan taraflarında rüzgârların ekvatora doğru kuzeydoğudan güneybatıya
doğru esmesi ticaret rüzgârları (Alize rüzgârları) ya da doğu rüzgârları olarak
bilinir.
Şekil 4.11. Küresel atmosferik dolaşımı denetleyen atmosferik hücreler ve ana rüzgâr
dolaşımı. Polar cell: Kutup hücresi, Mid-latitude cell: Orta enlem hücreleri, Hadley
cells: Hadley hücreleri, Polar easterlies: Doğulu Kutup rüzgârları, Polar front: Kutup
cephesi, Westerlies: Batı rüzgârları, NE trade winds: KD ticaret rüzgârları, SE trade
winds: GD ticaret rüzgârları.
Bu rüzgârlar ekvator civarında düşük basınç alanlarının oluşturduğu bir hava oluğunda
karşı karşıya gelirler (Şekil 4.12). Bu hava oluğu yüzeye yakın bir kavuşma zonu
oluşturur ve bu zona İntertropikal Çarpışma Zonu (Intertropical Convergence
Zone) denir. Bu zon hava kütlelerinin yükseldiği, su buharının yoğunlaştığı, yoğun
bulutlu ve yüksek yağış oranları ile karakterize edilir. Genişliği birkaç yüz kilometre
olan bu zonun konumu günden güne değişir.
4.3. İklim
Yerin dört ana küresinden biri olan atmosfer iklim olaylarının içinde geliştiği bir
ortamdır. İklim yeryüzünde gerek küresel gerekse yerel ölçekte bitki örtüsü, yüzey
süreçleri ve insan faaliyetlerini etkileyen en önemli unsurlardan biridir. İklim sistemi
terim olarak birbirleri ile etkileşim halindeki beş bileşenden oluşur. Bu
bileşenler atmosfer, hidrosfer (örn:okyanuslar, göller, nehirler, kriyosfer (örn. buz,
kar ve buzullar), yer yüzeyi ve biyosfer (örn. Bitki örtüsü). İklim sistemi değişik dış
mekânizmalar tarafından yönetilir. Bunlardan en önemlisi güneştir. Bu bölümde
değineceğimiz atmosfer, iklim sisteminin durağan olmayan ve hızla değişen bir
parçasıdır. Özellikle devamlı olarak değişen bileşimi ve şu an yaşadığımız iklim
değişimi ile birlikte en önemli uluslararası ilgi alanı haline gelmiştir. Yapılan
araştırmalar insan faaliyetleri sonucu ortaya çıkan sera gazlarının (karbondioksit) bir
sonucu olarak iklimin beklenenden çok daha hızlı bir şekilde değiştiğini
göstermektedir. Sera gazları ısıyı yeryüzüne yakın bir seviyede tutar ve yüzey
sıcaklığının artmasına neden olur. Karbodioksit (CO 2) ve metan (CH4) en
önemli antropojenik (insan kaynaklı) sera gazlarıdır. Endüstri devriminden itibaren
(yaklaşık 1750’li yıllar) CO2 derişimleri 280 ppm’den 379 ppm’ e kadar yükselmiştir.
Bunun sebebi özellikle fosil yakıtların yakılması, ormansızlaştırma ve diğer yanlış
arazi kullanımlarıdır. Bu duruma özellikle metan ve nitroksit gibi diğer sera gazlarının
artan derişimleri eşlik etmektedir. Antartika’dan alından buz sondaları içinde sıkışmış
hava kabarcıklarından yapılan analizler sera gazlarının son 650 bin yılda hiçbir zaman
bugünkü kadar yüksek olmadığını göstermektedir. Artan sera gazlarının etkisi ile
küresel ortalama sıcaklık son yüzyılda 0.7oC artmıştır.Son 30 yılda hızlı ve devamlı
olarak küresel sıcaklıklar neredeyse her on yılda 0.2 oC artmakta,küresel ortalama
sıcaklıkları içinde yaşadığımız buzularası dönemin son 12 bin yıldaki en yüksek
seviyesine getirmektedir. Bu durum insan ve diğer canlılar açısından bir tehdit
oluşturmaktadır. Bu yüzden atmosferik süreçlerin anlaşılması fiziki coğrafya açısından
çok önemlidir.
İklimdeki mevsimlik farklılıkların temel sebepleri yerin küresel şekli ve yerin dönme
ekseninin 23.27o eğik olmasıdır. Yerin küresel şekli kuzey-güney yönlü keskin sıcaklık
farkları olmasına neden olur (Şekil 4.16).
Şekil 4.16. Küresel iklim sisteminin bileşenleri, süreçler ve etkileşimler (ince portakal
renkli oklar)
4.5. Güneş Radyasyonu ve Enerji Sistemleri
4.5.1. Enerji
Bir çok meteorolojik süreç bir enerji akımını ifade eder bu yüzden enerjinin doğasını
anlamak hava olaylarının esaslarını anlamak için gereklidir. Enerji en basit şekli ile bir
işi yapma kapasitesidir. Isı, radyasyon, potansiyel enerji, kinetik enerji, kimyasal ya da
elektromanyetik enerji gibi çok farklı şekillerde olabilir. Temel klimatolojik terimler
açısından ısı bir enerji şeklidir ve ısının dolaylı olarak farkı mekânik enerji şekillerine
dönüşümü atmosferdeki küresel hava dolaşımını yönetir. Böylelikle ısının mekânik
enerjiye dönüşümü belirli bölgelerdeki iklimi genel özelliklerini tanımlayan hava
sistemlerinin oluşumundan sorumludur.
Küresel radyasyon yatay bir yüzey üzerine güneşten gelen (doğrudan güneş
radyasyonu) ve gökyüzü ve bulutlardan alınan dolaylı (difüz radyasyon) radyasyon
gibi tüm kısa dalga boylu radyasyonların toplamıdır (Şekil 4.17). Dünya çapında
güncel küresel radyasyonun dağılımı astronomik etkenlerin ve küresel rüzgâr dolaşımı
ile tanımlanan bulut dağılımını yansıtır.
Şekil 4.17. Yüzey güneş radyasyonun yıllık ortalama dağılışı (W m-2) (Lockwook,
1979 ve Budyko, 1974).
4.6. Nem Dolaşım Sistemleri
4.6.1. Hidrolojik Döngü
Küresel ölçekte yıllık buharlaşma ve yağış oranları neredeyse birbirine eşittir. Şekil
4.18 yıllık tahmini yağış ve buharlaşma dağılışını göstermektedir. Buna göre
yeryüzünde ana buharlaşma alanları okyanuslardır ancak en fazla yağış görülen alanlar
ise karalar üzerindedir. Bu da su buharının okyanuslar üzerinde karalara doğru
atmosferik bir akım içinde yer değiştirdiğini göstermektedir. Kara kütleleri üzerinde
oluşmuş yağış iki bileşene ayrılabilir. Birincisi, uzak okyanus kökenli sulardan
oluşmuş ve alçak rüzgârlarla karalar üzerine getirilmiş yağıştır. İkincisi yerel olarak
buharlaşmış su ile oluşmuş yağış bileşenidir. Orta enlemlerdeki kıtalarda, birinci
bileşen kışın baskındır ve orta enlem batı rüzgârları ve aktif cephe depresyonları ile
ilişkili iken ikincisi yazın daha önemlidir ve tropikal-ekvatoral alanlardaki konvektif
fırtınalarla ilgilidir.
Uygulama Soruları
Bölüm Özeti
Bu bölümde atmosferin kimyasal özelliklerini onu oluşturan gazlar ayrıca atmosferin
yeknesak tek bir katman olmadığını troposfer, stratosfer, mezosfer ve iyonosferden
oluştuğunu bu katmanların her birinin farklı farklı kalınlıkta ve sıcaklıkta olduğunu
ayrıca her birinin farklı görevi olduğunu gördük. Bununla birlikte iklimin ne olduğunu
ve iklim elemanları olan sıcaklık, basınç, rüzgâr, nem ve yağışın özelliklerini, küresel
dağılışlarını, tiplerini bunların birbirleri ile etkileşimini öğrendik.
Ünite Soruları
Soru-1 :
Aşağıdaki gazlardan hangisi atmosferdeki oranı sabit olmayan gazlardandır?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Azot
(B) Oksijen
(C) Karbondioksit
(D) Argon
(E) Neon
Cevap-1 :
Karbondioksit
Soru-2 :
Aşağıdakilerden hangisi atmosferin katmanlarından değildir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Mezosfer
(B) Stratosfer
(C) Eksozfer
(D) Troposfer
(E) Litosfer
Cevap-2 :
Litosfer
Soru-3 :
Aşağıdakilerden hangisi kuzey yarımkürede ticaret rüzgarlarının estiği yöndür?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Kuzeydoğu
(B) Güneydoğu
(C) Kuzey
(D) Güney
(E) Batı
Cevap-3 :
Kuzeydoğu
Soru-4 :
Dünyada albedo’nun en çok yoğunlaştığı alan aşağıdakilerden hangisinde doğru olarak
verilmiştir?
(Çoktan Seçmeli)
(B) Kutuplar
(C) Okyanuslar
Cevap-4 :
Kutuplar
Soru-5 :
Aşağıdakilerden hangisinde suyun kalış süresi en uzundur?
(Çoktan Seçmeli)
(B) Nehirler
(D) Okyanuslar
Soru-6 :
Atmosferi oluşturan gazların oranlarına baktığımızda ................, Oksijen (%21), diğer
gazlar helyum, neon, argon ve kripton gibi ise %1 civarındadır.
Cevap: Azot (%78)
(Klasik)
Soru-7 :
Atmosfer en içten dışa doğru troposfer,
stratosfer, ................... , mezosfer, ve termosfer olmak üzere 5 ana katmana ayrılır.
Cevap: ozonosfer
(Klasik)
Soru-8 :
Bu kat içindeki sıcaklık, ................., rüzgar, nem ve yağış iklimi oluşturan ana
etkenlerdir.
Cevap: basınç
(Klasik)
Soru-9 :
Sıcaklık yükseklere doğru her .................. 1 C azalır.
o
Cevap: 200 m’de
(Klasik)
Soru-10 :
İklim sistemi terim olarak birbirleri ile etkileşim halindeki beş bileşenden oluşur. Bu
bileşenler atmosfer, hidrosfer, .................., yer yüzeyi ve biyosferdir.
Cevap: kriyosfer
(Klasik)
5. TOPRAK
5.1. Toprak
Toprak (Pedologie) doğa bilimlerin içinde yeralmaktadır (Kantarcı, 2000). Toprakla
ilgili bilgiler uzun süre diğer doğa bilimlerin içinde veya bunların bir yan dalı olarak
kabul edilmiş ve kullanılmıştır. Jeoloji ve petrografi ile uğraşanlar, coğrafyacılar,
kimyacılar toprağı kendi meslekleri açısından incelemişlerdir. Botanikçiler, bitki
yetiştiriciler ve bitki beslenmesi ile ilgilenenler de toprağı bir yetişme ortamı olarak ele
almışlardır. Çeşitli bilim dallarına ve bitki yetiştirme ile ilgili disiplinlere göre toprak
bitkilerin kök saldığı, su ve besin maddelerini sağladığı bir ortam olarak kabul
edilebilir (Kantarcı, 2000). Bu tür bir toprak kavramı içinde toprak ile topraklaşmamış
bir materyal, hattâ yosun veya likenlerin yetişebildiği bir kaya yüzeyi dahi toprak
sayılabilmektedir (Kantarcı, 2000).
Bitkilerin büyümesi ve gelişimi için bir ortam olduğu kadar; bitkilere destek,
gerekli besinler, su ve hava sağlar. Bitki ve hayvan yaşamını desteklemektedir.
Su için bir depo görevi görür, nehirlerimiz, göllerimiz ve akiferlerimizdeki su
miktarını etkiler.
Toprak, kendisine eklenen malzemeler için filtreleme ve dönüştürme rolü görür.
Böylece toprak genellikle havanın ve suyun kalitesinin korunmasına yardımcı
olur.
Ölmüş bitkiler ve hayvanlar, tüm canlıların ihtiyaç duyduğu besin maddeleri
haline dönüştürülür.
Organizmalar için bir yaşam alanı sağlar. Bir avuç toprak binlerce türe ait
milyarlarca organizmaya ev sahipliği yapabilir.
Killer, çakıllar, kumlar ve mineraller gibi ham materyaller ve turba gibi yakıtlar
sağlar. Aynı zamanda binaların ve yolların temelleri için fiziksel bir altlık sunar.
Topraktaki organik madde üç kategoriye ayrılabilir: (1) çöp olarak adlandırılan bitki
ve hayvan artıklarının parçalanmış kalıntıları; (2) humus olarak bilinen dirençli
organik madde; ve (3) toplu olarak biyokütle adı verilen canlı organizmalar ve bitki
kökleri. Taze bitki ve hayvan çöpleri, toprağın mikroorganizmaları tarafından humus
denilen ve daha fazla parçalanmaya karşı dirençli olan az çok istikrarlı bir son ürüne
giderek ayrıştırılır. Organik maddenin mikroorganizmalarla parçalanması sırasında
özellikle azot, fosfor ve sülfür olmak üzere bitki besin maddeleri salınır. Bu işleme
mineralizasyon denir. Bitki ve hayvansal girdilerin katkıları ile ayrışma ile oluşan
kayıplar arasındaki denge, topraktaki organik madde miktarını belirler. Genellikle,
organik madde hacimce %2 ile %6 arasındadır, ancak toprak üzerinde büyük bir etkiye
sahiptir. Bununla birlikte, parçalanma işlemleri büyük oranda yavaşlatıldığında, suya
doygun haldeki koşullarda olduğu gibi, sadece kısmen ayrışmış malzemenin yüzey
birikimi birkaç metre derinliğe kadar oluşmaktadır. Bu organik topraklar turba olarak
bilinirler.
Toprak organik maddesi toprakların çok önemli bir bileşenidir, çünkü: (1) toprak
organizmaları için ana besindir; (2) mineral parçacıkları birbirine bağlar ve bu nedenle
toprağın yapısını dengeler ve erozyona karşı korur; (3) su tutma kapasitesini geliştirir;
(4) gözenekliliği ve havalandırmayı geliştirir ve bu nedenle bitkilerin büyümesine
yardımcı olur ve (5) önemli bir besin kaynağıdır ve bu nedenle toprak verimliliğini
etkiler.
Tablo
5.1: Toprak çözeltisinde bazı önemli katyonlar ve anyonlar.
Su, su moleküllerinin birbirlerine ve toprak parçacıklarına çekilmesiyle toprakta
tutulur. Su, toprakta üç halden birisi olarak bulunur (Şekil 5.3). Her ). Her koşulda
tutulan miktar, bitkiler için mevcut su miktarını ve besin maddelerinin ve kirleticilerin
toprak içindeki potansiyel hareketini etkileyen zaman içinde değişir. Tüm toprak
gözenekleri yağıştan ötürü suyla dolduğunda, toprak doymuş olarak tanımlanır (Şekil
5.3a). Bununla birlikte, toprak, gravitenin (yer çekiminin) etkisi altında suyun büyük
gözeneklerden boşaltılmaya başlayacağı ve yerine hava ile değiştirildiği sürece bu
durumda kalmaz. Bu suya gravite suyu denir.(Şekil 5.3b). Küçük gözenekler suyu yer
çekimi kuvvetine karşı korur: bu su kılcal su olarak bilinir ve bitki alımına elverişli
suyun çoğunu temsil eder. Bu su toprakta kalır, çünkü (1) su moleküllerinin birbirine
ve (2) toprak parçacıklarına su çekim kuvveti yer çekim kuvvetinden daha büyüktür.
Kılcal su, yüksek potansiyelli (ıslak bölgeler) bölgelerden daha düşük potansiyele
(kuru bölgeler) toprak içinde hareket eder. En yaygın hareket, bitki köklerine ve
buharlaşma ve terleme ile kaybolduğu zemin yüzeyine yöneliktir.
Şekil 5.3: Toprak suyunun durumu: (a) doymuşluk: Tüm gözenek alanları su ile
doldurulduğunda; (b) Su tutma kapasite durumu: Küçük gözenekler su ile
doldurulduğunda ve daha büyük gözenekler havayla dolduğunda; (c) sürekli solma
noktası: Bitkiler, artık toprak parçacıklarının etrafında sıkıca tutulan suyun geri
çekilmesi için yeterli emme sağlayamadığında.
Her koşulda tutulan su miktarı, toprak dokusu, toprak yapısı ve organik madde içeriği
gibi bir dizi faktörle ilişkilidir. Toprak suyunun toprak parçacıkları etrafındaki filmler
halinde oluşması nedeniyle, bir toprağa çok küçük parçacıklar (yani kil boyutu
parçacıkları) varsa birim hacim başına daha büyük toprak yüzeyi alanı nedeniyle daha
fazla su tutacaktır. Bununla birlikte, kil boyutu parçacıklarının yüksek bir oranı olan
topraklarda tutulan suyun büyük kısmı, çok küçük gözeneklerde tutulduğu için bitkiler
(yani, higroskopik su) için kullanılamaz. Toprak dokusu ile toprak suyu
kullanılabilirliği arasındaki genel ilişki Şekil 5,4’te gösterilmektedir. Toprak yapısı,
toprak gözeneklerinin doğasını ve bolluğunu ve toprak geçirgenliğini ve dolayısıyla
suyun toprağa akma oranını etkiler. Örneğin, bir topun çok bağlı gözenekleri varsa ve
çok geçirgen ise, su bunun içinden hızla süzülür. Organik madde, toprağın su tutma
kapasitesini arttırır ve toprak yapısına ve toplam gözenek alanına olan etkisiyle,
dolaylı olarak su içeriğini etkiler.
Şekil 5.4: Toprak tekstürü (dokusu) ile toprak suyu kullanılabilirliği arasındaki genel
ilişki.
5.2.4. Toprak Boşluklarındaki Hava
Tablo 5.2: Kirli havanın açık atmosfere göre hacimsel (%) kompozisyonu. Topraktaki
havadaki oksijen ve karbondioksit miktarı, oksijeni kullanan ve karbondioksit üreten
mikroorganizmaların solunması nedeniyle atmosfere göre daha az olma eğilimi
gösterir.
5.3. Toprak Profili
Topraklar, toprak profilinin özellikleriyle tanımlanır. Bu, zemin yüzeyinden ana
materyale kadar olan toprak boyunca dikey bir kesitten oluşur.Bu, toprak
horizonları olarak olarak bilinen bir dizi farklı yatay katmandan oluşur. Bu yatay
sıralanma, esas olarak, suyun toprak boyunca hareketi ile malzemelerin yer
değiştirmesinden kaynaklanmaktadır. Bir horizonda katı veya çözünmüş malzemenin
uzaklaştırılmasına elüviyasyon denirken,başka bir horizondaki
birikim ilüviyasyon olarak adlandırılır.
Yaygın bir kanı olarak toprağın üst kesimi (nebati toprak) ve toprakaltı kesim (nebati
toprağın alt kesimi) genellikle toprağı tanımlamak için kullanılır. Toprağın üst kesimi,
toprak üst bölümünü (genellikle A horizonu veya pulluk horizonu) işaret eder ve bitki
büyümesi için en önemli kısımdır. Toprak altı kesim, nebati toprağın altındaki
bölümüne (pulluk derinliği) karşılık gelir ve genellikle B horizonu ile ilişkilidir.
Uygulamalar
1. Dünyada var olan ekosistemler için toprağın önemini araştırınız.
2. Toprakta organik madde bulunmasının önemi hakkında araştırma yapınız.
3. İklimin toprağı oluşturan bileşenler üzerindeki etkisi hakkında araştırma
yapınız.
Uygulama Soruları
Bölüm Özeti
Bu bölümde toprak kavramı, toprağın bileşenleri ve toprak horizonları konuları ele
alınmıştır. Toprak kavramı canlıların yaşamı ile yakından ilişkili ve karşılıklı pozitif
etkileşimin yaşandığı bir unsurdur. Toprak canlıların yaşamı için gerekliyken, toprak
oluşum sürecinde de canlıların etkisine ihtiyaç vardır. Toprağı oluşturan organik ve
inorganik bileşenler, toprak suyu ve toprakta bulunan hava toprağın oluşum sürecinde
optimum koşullara sahip olduğunda toprak oluşumu gerçekleşmektedir. Bunu yanı sıra
toprağın oluşum süreci ayrışma koşullarıyla doğrudan ilişkilidir ve bu süreç
milyonlarca yıl alabilmektedir. Ayrışma süreci devam ederken zemin yüzeyinden
anakayaya kadar devam eden ve farklı katmanlar içeren dikey kesit toprak horizonları
olarak adlandırılmış ve her bir horizonun özellikleri detaylarıyla açıklanmıştır.
Ünite Soruları
Soru-1 :
Aşağıdakilerden hangisi toprağın işlevlerinden değildir?
(Çoktan Seçmeli)
Cevap-1 :
Atmosfer için oksijen üretir.
Soru-2 :
Aşağıda toprak ile ilgili verilen bilgilerden hangisi yanlıştır?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Toprağın üst katmanının yaklaşık olarak yarısı katı maddelerden oluşur.
(B) Toprak içinde bulunan hava ve suyun nisbi oranı birbiriyle ters ilişkilidir.
(D) Tekil toprak parçacıklarının etrafında sıkı bir film olarak tutulan suya kılcal su adı
verilmektedir.
(E) B horizonunda demir oksitlerin birikimi, toprağa kırmızımsı bir renk verir.
Cevap-2 :
Tekil toprak parçacıklarının etrafında sıkı bir film olarak tutulan suya kılcal su adı
verilmektedir.
Soru-3 :
Aşağıdakilerden hangisi toprağın organik bileşenleri ile ilgili doğru bir bilgi değildir?
(Çoktan Seçmeli)
Cevap-3 :
Organik maddeler, anakayanın ayrışma koşullarından kaynaklanır.
Soru-4 :
Toprak horizonlarıyla ilgili verilen bilgilerden hangisi yanlıştır?
(Çoktan Seçmeli)
(C) O horizonu mineral ve organik malzemenin bir karışımını içerdiği için çoğunlukla
koyu renklidir.
(D) E horizonu bir tükenme bölgesi olduğu için genellikle solgun, kül renklidir.
(E) A, E ve B horzionlarına bazen latince bir terim olan solum adı verilir.
Cevap-4 :
Regolit, fiziksel ve kimyasal ve biyolojik aktivitelerden yüksek oranda etkilenir.
Soru-5 :
Toprak havası ile ilgili aşağıda verilen bilgilerden hangisi yanlıştır?
(Çoktan Seçmeli)
(C) Toprak havasının bileşimi atmosferik havanın bileşimi ile aynı özelliklere sahiptir.
Cevap-5 :
Toprak havasının bileşimi atmosferik havanın bileşimi ile aynı özelliklere sahiptir.
Soru-6 :
Toprak dört ana bileşenden oluşur: .................... ya da mineral
fraksiyonu, ..................., ..................... ve ...................... .
(Klasik)
Soru-7 :
Tüm toprak gözenekleri yağıştan ötürü suyla dolduğunda, toprak ................ olarak
tanımlanır.
Cevap: doymuş
(Klasik)
Soru-8 :
Toprak zemini yüzeyinden ana materyale kadar olan toprak boyunca, dikey bir kesitten
oluşan bir dizi farklı yatay katmana .................. denir.
Cevap: toprak horizonları
(Klasik)
Soru-9 :
................ horizonu, ayrışmamış veya kısmen ayrışmış organik madde birikimin hakim
olduğu bir yüzey katmanıdır.
Cevap: O
(Klasik)
Soru-10 :
................ kayaların ve organik maddenin yüzyıllar boyunca çeşitli etkenlerle
parçalanıp ayrılmasıyla meydana gelmiş, içinde geniş bir canlılar alemini barındıran ve
bitkilere durak vazifesi görmesinin yanında, su ve besin maddesi sağlayan bir
maddedir.
Cevap: Toprak
(Klasik)
6. TOPRAK OLUŞUMU
6.1. Toprak Oluşumu
6.1.1. Pedojenez
Bu süreçlerin uzunca bir süre sonundaki etki, farklı toprak horizonlarının oluşmasıdır.
Bununla birlikte, belirli bir bölgede egemen olan süreçler, o bölgedeki fiziksel ortam
koşullarına bağlıdır. Yağış miktarının evapotranspirasyonun üstünde olduğu alanlarda,
net su hareketi toprak boyunca aşağıya iletilir (Şekil 6.1a). Yıkanma derecesi çoğu
zaman toprak asitliği ile belirtilir (Jarvis vd., 1984). Serbest drenaja sahip birçok
toprakta, kil üst horizonlardan suyun alt horizonlara sızdırılması ile taşınır ve bu kil
elüviyasyonu olarak bilinir (Şekil 6.1b). Kil agrega yüzeyinde veya gözeneklerde ve
taşların etrafında kabuklar veya katman olarak yeniden birikir. Kil birikimi ile
karakterize edilen toprak horizonları, arjillik olarak tanımlanmaktadır. Kil
elüviyasyonu asitli kahverengi topraklar veya lüvisoller olarak bilinen bir grup toprak
oluşumuna imkan verir (Şekil 6.2).
Şekil 6.1: Toprak oluşum süreçlerinde suyun hareketi (a) Yıkanma (leaching), (b) Kil
eliviyasyonu, (c) Podzolleşme, (d) Gleyleşme (Gleying), (e) Lateritleşme, (f)
Tuzlanma veya tuzlaşma.
Podzolleşme (podzolizasyon), materyalin aşırı miktarda sızıntısı ve transloke (yer
değiştirdiği) olduğu topraklarda oluşabilir (Şekil 6.1c). Demir ve alüminyum
bileşiklerle organik asitler kompleksi olup E horizonundan aşağı doğru sızma suretiyle
aşağı doğru taşınır ve B horizonuna çökelir. Podzolizasyon, ormanların ve çalılıkların
altında iyi drene edilmiş bölgelerde gerçekleşir ve bu işlemin son ürünü, organik bir
tabaka, yıkanmış bir E horizonu ve demir birikiminin varlığı olan podzol (Şekil
6.2) adı verilen bir zondur. Bu topraklar tarım için çok verimli değildir çünkü bunlar
asidiktirler ve iyi gelişmiş drenaj, gübrelerin bitki köklerinden uzaklaştırılmasına
neden olur.
Şekil
6.2: Killi kahverengi orman toprağı (Kent yerleşimin kırsal kesimlerinden, İngiltere).
Birçok yerde su akışı, topraktaki demir bileşiklerinin azaltılması, mobilizasyonu ve
uzaklaştırılmasına veya yeniden çökmesine neden olur (Şekil 6.1d). Demir (Fe3+) 'ün
mikroorganizmalar tarafından daha hareketli, gri demirli (Fe 2+) demir bileşiğine
indirgenmesi gleyleşme olarak bilinir. Toprak ferrik oksidin kahverengi / kırmızı
rengini kaybeder ve gri veya mavimsi hale gelir. Su içeriğindeki dalgalanmalara bağlı
olarak indirgeme ve oksidasyonun diğer safhaları, Şekil 6.3'te gösterildiği gibi, kök
kanalları ve daha büyük gözenekler boyunca oluşan kahverengi / kırmızı demir oksit
lekeleri veya çizgilerine sahip, benekli bir görünümde olan toprağın gelişimine neden
olur.
Şekil 6.3: Bir
podzol, Wye (Galler) havzasının üst kesimlerinden.
Şekil 6.4:
Bir gleysol, Rusya batısından.
Lateritleşme (ferralizasyon), yüksek sıcaklıklar ve şiddetli yağmurun, yoğunlaştırma
ve süzdürme ile sonuçlanan tropik ve subtropikal topraklarda gerçekleşir (Şekil 6.1e
ve 6.4). Ayrışmanın hemen hemen tüm yan ürünleri toprağın içinden süzülerek baz
katyonlarda (örneğin kalsiyum, magnezyum, potasyum ve sodyum) tüketilen ve
silisyum ve alüminyum ve demir oksitlerce zengin horizonlar geliştirilir (McRae,
1988). Bu topraklardaki kırmızı renk, hematitin ve götitin varlığından
kaynaklanmaktadır (Şekil 6.4). Kurak ve yarı kurak alanlar gibi buharlaşmanın yağış
miktarını aştığı bölgelerde, su toprak yüzeyince çekilmekte ve su buharlaştıkça tuzlar
da buharlaşmaktadır (Şekil 6.1f). Bu tuzlanma işlemi, yıkanma işleminin hemen
hemen tam tersidir.
Şekil 6.5: Nemli ve
sıcak bir tropik iklim altında gelişmiş kırmızı bir lateritik toprak. (Fotoğrafın kaynağı:
E.A. Fitzpatrick).
6.1.2. Toprak Oluşumunu Etkileyen Faktörler
Toprak oluşumunda yer alan başlıca süreçler, yerel ve bölgesel çevresel faktörler
tarafından kontrol edilmektedir. 1800'lü yılların sonlarında, bir Rus bilim adamı olan
Dokuchaiev, topraklarda tesadüften meydana gelmeyen, ancak iklimin, litolojinin,
organizmaların ve zamanın etkileşimi sonucu toprağın genellikle arazide bütüncül
bir birlik olduğunu fark eden ilk kişilerden biriydi. 1930'lu ve 1940'lı yıllarda bu eser
üzerine kurulan Hans Jenny, topoğrafik rölyefin (maksium yüksekliğin minimum
yüksekliğe oranı) önemli bir faktör olduğunu ileri sürdü (Jenny, 1941).
6.1.2.1. İklim
İklim, toprak oluşum süreçlerini etkileyen belki de en etkili faktördür. İklim, nem ve
sıcaklık rejimleri altında hangi toprak tipinin oluşacağını belirler. Buna ek olarak,
iklim, bitki örtüsü dağılımının belirlenmesinde etkili olmaktadır. Kar suyu, toprakta
meydana gelen fiziksel, kimyasal ve biyolojik süreçlerin çoğunda ve özellikle de
ayrışma koşullarına ve yıkanmalara katkıtada bulunmaktadır. Bununla birlikte, etkili
olabilmesi için suyun tümü toprak profili boyunca aşağıdan geçerek regolite
iletilmelidir. Topraktan aşağı doğru süzülen yağış sonucu akışa geçen su miktarı esas
olarak toplam yıllık yağış ve buharlaşma oranı (bitki örtüsü ve topraktan) ile ilgilidir.
Bununla beraber, ana kayanın topoğrafik özellikleri ve geçirgenliği de önemli
faktörlerdir. Genel olarak, yıkanma, aşınım süreçlerini etkinliğini artırır, toprağı
horizonlara ayrılmasına yardımcı olur ve toprak derinliğini etkiler.
6.1.2.2. Anakaya
Anakaya ve bunun üzerin de meydana gelen toprağın özellikleri arasında yakın bir
ilişki vardır. Ana materyal veya ana kayanın toprak oluşum hızı ve diğer faktörlerin
toprağın oluşumu üzerindeki tesislerine etkisi oldukça önemlidir.
Her hangi bir toprağın fiziksel (renk, derinlik, tekstür, strüktür (yapı),
kimyasal(organik madde miktarı pH mineral madde miktarı ) biyolojik özellikleri o
toprağın geldiği ana materyalin fiziksel ve kimyasal özelliğine göre değişir. Örneğin
eğer bir toprak sadece mineral ana materyalden (ana kayadan) oluşmuş ise o toprağın
mineral madde miktarı daha yüksektir, buna karşılık bir toprak sadece Organik ana
materyalden mesela bataklık bitkilerinden meydana gelmiş ise bu topraklar organik
maddece yani humusça zengin topraklardır. Diğer taraftan eğer bir toprağın ana
materyali sedimanter kayadan oluşmuş ise bu topraklar boz renkli (açık renkli) notral
pH’lı ve kalsiyum karbonatça (CaCO3) zengin bir özelliğe sahip olurlar diğer taraftan
ana materyali kumtaşı olan bir toprak organik maddesi düşük çok fazla geçirgen ve
kum içeriği yüksek olan topraklardır.
Şekil 6.6: Ekvator'dan kuzey kutup bölgesine kadar olan kesimde iklim ve biyom ile
toprak derinliği değişiminin şematik gösterimi. Tropikal ve nemli bölgelerde toprak
kalınlığı daha yüksekken, nem oranının düşük ve sıcaklığın az oldu kesimlerde daha
sığdır. Ayrışma ürünleri olan Alüminyum ve demir oksitler de şekilde ifade edilmiştir.
Kaya mineralojisine ilişkin bilgi, kayaların, ayrışma koşullarına karşı duyarlılığına
göre sıralanmasına izin verir. Sert mağmatik kayaçlar ve Karbonifer ve Jura yaşlı
kumtaşı, sığ, çakıllı, kaba dokulu topraklar vermek için yavaşça ayrışırlar. Buna
karşılık, daha yumuşak örneğin Permo-Jura kumtaşı daha hızlı ayrışırak daha kalın,
daha az çakıllı, kireçli ve kumlu topraklar oluşutur. İri kristalli mineraller içeren
yapıları çok sağlam (kompakt) olmayan kayaların ayrışma ve parçalanması ince yapıya
sahip kayalardan daha kolay ve hızlıdır ayrıca ana materyalin suyu geçirme özelliği
üzerine kaba materyalin suyun hareketini kolaylaştıracağı böylece toprak oluşum
hızını olumlu yönde etkilediği söylenebilir.
Toprak, ayrışmaya uğramış anakaya yüzeylerinde veya kütle hareketleri, su, buz ya da
rüzgâr tarafından taşınıp edilebilen ve biriktirilebilen, konsolide olmamış, yüzeysel
malzemelerin yıpranmış yüzeylerinde gelişebilir. Anakayanın atmosferle temas eden
yüzey alanı ne kadar büyük olursa, ayrışma hızı da o kadar yüksek olur. Bazı
minerallerin ayrışmaya karşı olan duyarlılığı diğerlerine göre daha farklıdır. Goldich
(1938), Şekil 6.6'da gösterildiği gibi silikat mineralleri için bir “dayanım serisi”
önermiştir. Minerallerin bu düzenlenmesi, silikat minerallerinin kristalleşme sıralarına
yerleştirildiği Bowen reaksiyon serileriyle aynıdır. Kristalleşen mineraller, ilk önce
kristallenenlerden daha yüksek sıcaklıklarda oluşurlar. Sonuç olarak, olivin ve
piroksen gibi önce kristalleşen mineraller, sıcaklık ve basıncın oluştuğu ortamdan çok
farklı olduğu yeryüzünde kararlı değildir. Aksine, son kristalleşen kuvartz, hava
koşullarına karşı en dirençlidir (Şekil 6.6).
Şekil 6.7: Kaya oluşturan yaygın mineraller için ayrışma sekansı. Ayrışma kolaylığına
göre silikat minerallerini sıralamıştır.
6.1.2.3. Topoğrafik Rölyef
Yüzey akışı çok düşük eğime sahip alanlarda gleyleşmeye neden olurken, daha az
geçirgen anakayadan oluşmuş yüksek eğime sahip yamaçlarda yüzeyden gelen sular
toprağın üst horizonlarına kadar ancak sızabildiğinden düşük nemliliğe sahiptirler.
Bu, Şekil 6.7a'da gösterilen toprak dağılımı desenini üretir. Çok geçirgen yamaçlarda
su toprağın alt horizonlarına kadar iletilirken bu alanlarda kot olarak daha alçak
seviyedeki yamaçlar ve vadi tabanları daha çok yeraltı suyunun etkisindedir (Şekil
6.7b). Doğu Afrika'daki topoğrafik olarak belirlenmiş toprak profilleri için toprak
katena terimini ilk kullanan Mil (1935)’dir. Yamaç eğimi boyunca; litolojide ve yapıda
herhangi bir değişiklik olmayan alanlarda katenadaki toprak farklılıkların nedeni
drenaj koşulları, aşınmış materyal ve taşınabilir kimyasal bileşenlerin yıkanması,
translokasyonu ve yeniden çökmesidir.
Topoğrafik rölyef ile yamaç eğimleri arasında belirgin bir ilişki vardır. Genel olarak
ortalama topoğrafik rölyefin yüksek olduğu kesimler eğiminde yüksek olduğu alanlara
karşılık gelirler. Bu bakımdan topoğrafik rölyef hem yüksekliği hem de eğimi içerir.
Bu iki alt faktörün toprak oluşumuna etkisi şu şekilde olmaktadır genellikle dik
yamaçlarda ve yüksek arazilerde toprak oluşum süreci daha yavaş cereyan etmektedir.
Dolayısıyla meydana gelen topraklar daha az derin ve daha açık renkli olurlar. Buna
karşılık taban arazilerde düz topraklar ise daha koyu renklidirler. Her hangi bir
arazinin bakısı o arazinin yönünü veya pozisyonunu belirtir. Mesela devamlı güneş
gören güney yamaçlardaki arazilerde meydana gelen topraklar daha çabuk oluşur ve
daha derindirler (ısınma ve soğutma) Buna karşılık daha az güneş olan kuzey
yamaçlarda veya güneydeki topraklar ise daha yavaş olurlar ve daha az derindirler dik
yamaçlarda erozyon toprağın oluşmasını engeller su ve taban suyu da gleyleşme
üzerinde etkilidir.
Şekil 6.8: (a) Düşük düzeyde geçirgen ve (b) yüksek düzeyde geçirgen anakaya
birimlerinde yamaç eğimi, hidroloji ve toprak oluşumu arasındaki ilişki.
6.1.2.4. Organizmalar
Organizmanın esas itibari ile bitkilere makro ve mikro organizmaları için alır. Eğer bir
bölgede bitkisel topluluklar fazla ise ve bu bitkisel topluluklar ana kaya üzerinde
geliyor ise önce orman ağaçlarının kökleri ana kaya içerisinde çatlaklara sızarak basınç
yaparak parçalanmasına yol açar ve daha sonra bu bitkilerden ana kaya üzerine düşen
yapraklar ve bitkisel artıkların ayrışması ile ortaya çıkan asitler ana kayayı hidroliz ve
çözünme yolu ile ayrıştırarak kimyasal ayrışmaya yol uğratır. Sonuçta bitkisel
toplulukların sık olduğu bölgelerde meydana gelen toprak oluşum süreçleri (fiziki,
kimyasal, biyolojik) daha hızlı olmakta ve meydana gelen toprakta içindeki organik
madde miktarına bağlı olarak daha koyu renkli olmaktadır.
6.1.2.5. Zaman
Zaman toprağın çevresi ile denge sağlamasına imkan veren bir faktördür. Bilindiği gibi
herhangi bir fiziksel ve kimyasal reaksiyon başlangıcından sonuna kadar tam olarak
oluşabilmesi için belirli bir zamana ihtiyaç vardır. Toprak oluşum süreçlerinde bir
reaksiyon olduğuna göre mineral veya organik ana materyalden bir toprağın
oluşabilmesi için (olgun toprak) uzun bir zamana ihtiyaç vardır. Sonuç olarak toprak
oluşum esnasın da oluşma süresi fazla ise meydana gelen topraklar daha olgun ve daha
derin topraklardır. Örnek olarak tropik bölgelerde volkanik küller üzerinde yaklaşık
yüz yılda toprak oluşur. Serin ılıman bölgelerde kireçtaşı anakayası üzerinde toprak
oluşum hızı çok düşüktür. 500 yılda 1 cm kalınlıkta toprak oluşur.
Toprak oluşumunu etkileyen beş faktörün tek başına bağımsız birer faktör olarak
çalışmadığı bilinmektedir. İklim, bitki örtüsü ve insan faaliyetlerini etkiler ve
topografya tarafından da etkilenir. Vejetasyon iklim ve anakayadan etkilenir. Beş
faktörün birleşik etkisi, bir takım toprak oluşum süreçleri sağlar ve bu da dünyada
farklı toprak profillerine neden olur. Dünyadaki toprakların tümünde aynı horizonlar
gelişmediği gibi ve bu horizonların kalınlıkları da farklılıklar gösterir. Bu nedenle
toprakları sınıflandırmak için belirli horizon kombinasyonları kullanılır.
Bilimsel çalışmalarda, her bir grup mümkün olduğu kadar benzersiz doğal özellikleri
içeren, adı ve özellikleri onu toplumun diğer üyelerinden ayıracak şekilde
oluşturulmuş bîr sınıflandırma sistemi temel bir ilkedir. Böyle bir sistem bilimsel ya da
doğal sınıflandırma olarak adlandırılır. Doğal bir sınıflandırma sistemi,
sınıflandırılacak toplumun özel veya uygulamaya yönelik amaçla ilişkili olmadan
mümkün olduğu kadar en önemli özelliklerini ortaya koyacak şekilde düzenlenmeli ve
çok sayıda anahtar karakteristik dikkate alınmalıdır.
Bir topluluğun, düşünülen bir gruplama düzeyinde, ayırıcı ölçütlerin çeşidi açısından,
kendi aralarında benzer olan sınıfların tümüne kategori denilmektedir. Diğer bir
belirleme ile herhangi bir ayırım düzeyinde kategori, aynı topluluğun diğer
sınıflarından farklı fakat kendi aralarında benzer olan sınıfların tümüdür, örneğin
toprak serileri, büyük toprak grupları, farklı toprak sınıflarının benzer topluluklarıdır.
O halde aynı kategoriyi oluşturan sınıfların bireyleri, sınıflar için ayırt edici olan
karakteristikler bakımından benzerdirler.
USDA toprak taksonomisi, (1) düzen, (2) alt sınır, (3) büyük grup, (4) alt grup, (5) aile
ve (6) seriye ayrılmış hiyerarşik bir sınıflandırmadır. Bu toprak sınıflamasına göre;
Horizonların belirlenmesi için toprak oluşum süreçlerinin baskın kümesini veya
kimyasal özelliklerini baz alan belirteçlere göre 11 adet düzen ayırt edilmiştir. Bu tip
sınıflamalar, sabit bir ilke içermediği için aslında öznel bir süreçtir.
Şekil 6.9: ABD (USDA) görüşüne ve 1975’den sonraki “7. Dünya Toprak
Sınıflandırma Sistemi”ndeki yeni toprak adlamasına göre Dünya Toprak Bölgeleri
Haritası.
6.2.1. Toprak Sınıflandırmasının Amacı
Buol vd., (1973), herhangi bir sınıflandırmanın amaçlarını buna benzer olarak
aşağıdaki şekilde açıklamaktadırlar:
Bilgilerin organizasyonu,
Sınıflandırılan topluluğun sınıf ve bireyleri arasındaki ilişkileri anlamak,
Sınıflandırılan objelerin özelliklerini hatırlamak,
Sınıflandırılan topluluğun esaslarını ve ilişkilerini öğren mek (davranışın
tahmini, en
iyi kullanmayı belirtme, üretkenliği tahmin),
Pratik ve uygulamalı amaçlar için objeleri uygun bir şekilde grup veya sınıflara
yerleştirmek.
Yukarda adı geçen amaçlardan ilk dördü bilimsel veya doğal sınıflandırmaları,
sonuncusu ise teknik gruplama veya sınıflamaları kapsamaktadır.
Toprak oluşumu ile ilgili kuramlar böyle bir sistemde en uygun ayırıcı ölçütlerin
seçimi ile gerekli temel bilgelerin önemli bir kısmını meydana getirir. Morfolojik
ölçütler, ölçülebilen veya gözlenebilen karakteristikler olup yorum değildirler. Cline
(1967) göre toprak sınıflandırılmasında kullanılan ölçütlerin arazide basit testlerle ve
süratle, gözlenebilmesi veya saptanabilmesi gerekmektedir.
Nitekim topraklar arasında toprak serileri düzeyindeki ayırım için Marbut tarafından
önerilen aşağıdaki ölçütler henüz pek fazla değişikliğe uğramamıştır (Cline, 1967;
Smith, 1983):
Her bir kategorideki bir veya birkaç tanımlayıcı işlemlerle toprakları ortak kapalı
(diğer sınıf kriterlerine kapalı) sınıflara bölen çok kategorili bir sistemdir. Sistem 6
kategoriden oluşur. En yüksek kategori ordo adı verilen 12 sınıftan (ordodan)
oluşmuştur. Bir alt kategorik seviye alt ordolardır ve her ordo bir alt ordoya
bölünmüştür. Toplam 60 alt ordo vardır. Daha düşük kategoriler ise Büyük Grup
(300), Alt Grup (2400), Familya (6600) ve serilerdir(Amerika Birleşik Devletleri için
19000).
Çoklu kategorik veya fazla sayıda kategorili sınıflandırma sistemi hiyerarşik (önem
derecesine göre düzenlenmiştir) ve çok sayıda bireylere sahip varlıkların toprak gibi
sınıflandırılmaları için oluşturulmuştur. Topraklar hakkındaki bilgilerimizi daha iyi
düzenlemek için seriler daha yüksek kategorinin sınıfları (familya) içinde
gruplandırılır ve tekrar bunlar da daha yüksek kategorilere; alt grup, büyük grup,
altordo ve ordolar içerisinde gruplandırılarak sınıflandırma işlemi tamamlanır.
Kategori; aynı sınıflandırma derecesindeki sınıfların bir birleşimidir.
Örnek: Çok zayıf ve yeni gelişme gösteren topraklar Entisol; her yıl uzun bir dönem
kuru topraklar Aridisol ordosunda gruplandırılır. Entisol ismi genç karakterli toprağı
hatırlatmak amacıyla ent eki recent:yeni (genç)’ten alınarak oluşturulmuştur. Arid ismi
ise bu sınıftaki toprakların arid koşullar altında olduğunu belirtir. Alt grup isimleri iki
heceden oluşmaktadır; ön ek ve ordodan alınan yapım eki.
Örnek: Entisol’de yapım eki Ent; aridisol’de ise id’tir. Bu nedenle herhangi bir toprak
ismi “ent” ile son buluyorsa bu Entisol, “id” ile bitiyor ise Aridisol ordosunun alt
ordosu olduğunu belirtir.
Alt grup isimleri iki heceden oluşmaktadır. Örneğin, Entisol; yüzey suları ile yeni
depolanmış ve hala orijinal dizilim veya katmanlaşma gösteren Entisoler (sedimentler)
Fuluvents olarak isimlendirilir (Latin: fluvius=nehir).
Alt katmanlarının bazı horizonları içinde kil birikimi görülen Aridisoller, Argid olarak
isimlendirilirler (Latin: argilla=kil)
Büyük Grup isimleri alt grup isimlerinin önüne bir veya birkaç yapım ekinin
getirilmesiyle türetilir. Bu nedenle büyük grup isimleri üç veya daha fazla heceden
oluşur. Örneğin, yazın çoğunlukla kuru olan fluventler (yalnız aridisoller kadar kuru
değil) Xerofluvents olarak adlandırılır (Greek: xeros=kuru). Sertleşmiş bir horizon
içeren Argidler ise Durargids olarak isimlendirilir (Latin: durus=sert).
Alt grup isimleri, büyük grup isimlerinin önüne bir veya birkaç sıfatın eklenmesi ile
oluşturulur. Typic (tipik) sıfatı büyük grubun merkezi kavramını niteleyen alt gruplar
için kullanılır. Alt grup ek alarak kendi gruplarının bazı önemli karakteristiklerini ya
da diğer sınıfların bir karakteristiğine sahipse bu özelliği de sıfat yapısı ile tanımlanır.
Örneğin,
Xerofluventlerden genel yapıları olan kuru profile sahip olmayan yani profillerinin
daha derin bölümlerinde yaşlıkla ilişkili karakteristikleri içerenler Aquic (Latin:
aqua=su) sıfatını ön ek olarak alırlar. Bu durumdaki xerofluventlerin alt grup isimi
Aquic xerofluvent’tir. Sertleşmiş horizon içeren Durargid’lerden sertleşmiş horizonu
levhalı ya da masif olmayanlar tipik alt grup kavramından uzaklaşmaları (başka alt
gruplara benzerlikleri) nedeniyle Haplic Durargids olarak sınıflandırılırlar.
Uygulamalar
Uygulama Soruları
Bölüm Özeti
Bu bölümde toprak oluşum süreci, toprak oluşumunda etkili olan faktörler, toprak
türleri ve toprak sınıflandırması konuları ele alınmıştır. Pedojenez adı verilen toprak
oluşum süreci için en önemli faktör olan iklim konusu, dünya ölçeğinde farklı iklim
kuşaklarında oluşan toprakların genel özellikleri bakımından incelenmiştir. Toprak
oluşum sürecinde iklim ile birlikte anakaya, organizmalar, topoğrafik rölyef, zaman ve
tüm bu faktörlerin birleştirici etkisinin toprak oluşumuna etkisi örneklerle
sunulmuştur. Toprak oluşum sürecinde birçok farklı etken bulunduğu için, bu durum
toprak türlerine dair geniş bir sınıflandırma ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Toprak
snıflandırmasında kullanılan ölçütler ve kabul görmüş toprak sınıflandırmaları bu
bölümde incelenmiştir.
Ünite Soruları
Soru-1 :
Buharlaşmanın yağıştan çok olduğu yerlerde, topraktaki tuz ve kireç daha çok toprağın
yüzeyinde birikir. Buna göre, yukarıdaki haritada numaralandırılmış yerlerden
hangisinde toprak yüzeyinde tuz ve kireç oranının daha az olması beklenir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) I
(B) II
(C) III
(D) IV
(E) V
Cevap-1 :
V
Soru-2 :
Taşeli Platösu'nda kırmızı renkli topraklar, Nevşehir-Ürgüp çevrelerinde tüflü
topraklar bulunmaktadır. Bu yörelerde farklı toprak türlerinin bulunmasında
aşağıdakilerden hangisinin etkisinin daha fazla olduğu söylenebilir?
(Çoktan Seçmeli)
(B) Yerşekilleri
(C) Doğal bitki örtüsü
Cevap-2 :
Anakaya yapısı
Soru-3 :
Yağış miktarı, nem ve sıcaklığın fazla olduğu yerlerde toprak oluşumu hızlıdır. Buna
göre, aşağıdaki bölgelerden hangisinde toprak oluşumu en hızlıdır?
(Çoktan Seçmeli)
(B) Afrika
(E) Kafkasya
Cevap-3 :
Amazon Havzası
Soru-4 :
Laterit topraklar, dönenceler arası kuşağın sıcak ve nemli bölgelerin toprağıdır. Bu
bölgelerin bitki örtüsünün gür olmasına rağmen humus miktarı bakımından zayıftır.
(Çoktan Seçmeli)
Cevap-4 :
Yağış miktarı fazla olduğundan dolayı toprakların fazla yıkanması
Soru-5 :
Türkiye’de çok çeşitli toprak tipleri görülmektedir. Bu durumun temel
sebebi aşağıdakilerden hangisidir?
(Çoktan Seçmeli)
Cevap-5 :
Çeşitli iklim tiplerinin görülmesi
Soru-6 :
Toprak horizonları, toprak içinde meydana gelen
ve ................, .................., ...................., ...................... ve ...................... olmak üzere
kategorilere ayrılabilen bir dizi sürecin sonucu olarak gelişir.
(Klasik)
Soru-7 :
...................... çözeltideki toprak malzemesinin uzaklaştırılmasıdır ve yüksek yağış ve
hızlı drenaj koşullarında çok etkindir.
Cevap: Yıkanma
(Klasik)
Soru-8 :
.................... toprak oluşum süreçlerini etkileyen belki de en etkili faktördür.
Cevap: iklim
(Klasik)
Soru-9 :
........................., yüksek sıcaklıklar ve şiddetli yağmurun, yoğunlaştırma ve süzdürme
ile sonuçlanan tropik ve subtropikal topraklarda gerçekleşir.
Cevap: Lateritleşme
(Klasik)
Soru-10 :
..................... doğada bulunan "varlık"ların doğal ilişkilerine göre sınıflandırılmaları ve
isimlendirilmeleri için stabil bir sistemin kurulmasında yardımcıdır.
Cevap: Taksonomi
(Klasik)
7. AYRIŞMA
7.1. Ayrışma Süreçleri
Ayrışma, kayaların mekânik parçalanma ve kimyasal ayrışma nedeniyle
ufalanmasıdır. Birçok kayaç yüksek sıcaklık ve basınç altında yer kabuğunun
derinlerinde meydana gelir. Kayalar yeryüzünde düşük sıcaklıklara ve basınçlara
maruz kaldıklarında ve hava, su ve organizmalarla temasa geçtiklerinde bozunmaya
başlarlar. Bu süreç sürekli olarak yenilenir; ayrışma kayaların dayanımı zayıflatır ve
geçirgenliklerini arttırır, böylece onların erozyon etkenleri tarafından daha kolay
uzaklaştırabilecek hâle gelmesine yardımcı olur. Sonuç olarak ayrışmış materyalin
taşınması kayaların daha fazla ayrışmaya maruz kalmalarına yol açar. Henüz tam
olarak anlaşılmamış olmakla birlikte, canlı organizmalar da çeşitli biyofiziksel ve
biyokimyasal süreçlerle kayalara ve minerallere etki ederek ayrışma üzerinde
etkili olurlar.
Ayrışma; katı, kolloidal ve çözünür maddeler üretmek suretiyle kayalar üzerinde etkili
olur. Bu malzemeler boyut ve nitelik bakımından farklılık gösterir.
1. Katı parçalar iri kaya bloklarından kum boyutuna ve siltten kile doğru sıralanır
(Tablo 7.1). Ayrışmış molozlar, özellikle ikincil kil olarak ifade edilen ve yeni
oluşum (neoformasyon) süreci sonucunda bozunan unsurlar ile yeni oluşan
ayrışma materyalinin parçalanması ve ayrışması ile oluşan büyük, orta ve küçük
boyutlu kayaç parçalarından oluşurlar. En küçük boyutlu maddeleri ise sırayla
ön-kolloid, kolloid ve çözünen maddeler oluşturmaktadır.
Şekil 7.1: Half-Dom (Yarım dom): klasik bir eksfoliasyon domu, Yosemite Vadisi,
California, ABD. Half-Dom granit domu olup 700 m yüksekliğinde dik bir duvara
sahiptir.
Şekil 7.3: Yüksek dağlık bir alandaki kayanın donma-çözülme süreçleri sonrası
uğradığı mekânik parçalanma (Kaynak: fvcgeography).
7.2.1.3. Islanma ve Soğuma
Kil minerallerinin üç grubu iki levha türünün birleşmesiyle oluşur (Şekil 7.4). 1 : 1
killeri hidrojen iyonlarıyla sıkı bağlanmış sekizyüzlü levhanın bir kenarı ile birleşmiş,
bir dört yüzlü levhaya sahiptir (Şekil 7.1a). Sekiz yüzlü levhaların yüzeyinde bulunan
anyonlar hidroksillerdir. Kaolinit buna bir örnektir ve yapısal formülü
Al2Si2O5(OH)4 şeklindedir. Halloysit, bileşim olarak kaolinite benzer. 2 : 1 killeri
potasyum iyonlarıyla güçlü şekilde bağlantılı olan, iki yanında dört yüzlü levhalar
bulunan, bir sekiz yüzlü levhadır (Şekil 7.4b). İllit buna bir örnektir. Üçüncü bir grup
olan 2 : 2 killeri aralarında sekizyüzlü levhalar bulunan 2 : 1 tabakalarından oluşur
(Şekil 7.4c).
Şekil 7.4: Kil
minerallerinin yapısı. (a) Kaolinit, bir 1 : 1 tabakası iki tane düzgün sekiz yüzlü
(dioktahedral) silikat tabakasıdır. (b) İllit, bir 2 : 1 silikat tabakası, iki yanında dört
yüzlü levha bulunan bir sekiz yüzlü levhadan oluşur. (c) Smektit bir 2 : 2 silikat
tabakasıdır, aralarında sekiz yüzlü levha bulunan 2 : 1 tabakalarından oluşur. A
angström ifade eden bir uzunluk birimidir (1A = 10-8 cm) (Kaynak: Taylor ve
Eggleton'dan (2001) alınmıştır).
Daha önce montmorillonit adı verilen smektit buna bir örnek oluşturur. Smektit, illite
benzemekle birlikte, tabakaları daha kalındır ve suyun ve belirli organik maddelerin
kafese girmesini ve dolayısıyla genleşmeyi veya şişmeyi mümkün kılar. Bu durum,
killerde iyon değişimine olanak sağlar.
Ayrışma, farklı iklim koşullarında ve farklı kaya türleri üzerinde etkili olan birçok
kimyasal reaksiyona bağlı olarak gerçekleşir. Kayaların ufalanmasında altı ana
kimyasal reaksiyon etkili olur: çözülme, hidrasyon, oksidasyon ve redüksiyon,
karbonasyon ve hidroliz.
7.2.2.1. Çözünme
Mineral tuzları çok etkili bir çözücü olan suda çözünebilir. Çözünme olarak (solution
veya dissolution) adlandırılan bu süreç moleküllerin anyonlarına veya katyonlarına
ayrışmasını içerir ve her bir iyon su ile çevrilidir. Kimyasaldan çok, mekânik bir süreç
olmakla birlikte, diğer kimyasal ayrışma süreçleriyle birlikte meydana gelmesi
nedeniyle kimyasal ayrışma ile ilişkilendirilir.
7.2.2.2. Hidrasyon
Oksidasyon, bir atom veya iyon, bir elektron kaybettiğinde meydana gelir ve pozitif
yükün artmasına veya negatif yükün azalmasına yol açar. Maddeye bu yolla oksijen
eklenir. Suda çözünen oksijen ortamdaki baskın oksitleyici unsurdur. Manganez, sülfür
ve titanyum gibi elementler de oksitlenebilmekle birlikte, oksidasyon başlıca demir
içeren mineralleri etkiler. Suda çözünen oksijen, demir içeren minerallerle temas
ettiğinde aşağıdaki şekilde yazılan reaksiyon meydana gelir:
Alternatif olarak kayaç oluşturan birçok mineralde oluşan ferro demir (Fe 2+), ferrik
(Fe3+) şekline dönüştürülebilir ve böylece kristal kafesin nötr yükünü bozarak bazen
kafesin çökmesine ve mineralin kimyasal ataklara daha yatkın hâle gelmesine yol açar.
Toprak veya kayaçlar durgun suyla doygun hâle geldiklerinde oksijen açığı oluşur ve
anaerobik bakterilerin yardımıyla redüksiyon (indirgenme) gerçekleşir. İndirgenme
oksidasyonun tersidir ve gleyleşme olarak isimlendirilen değişimlere yol açar. Gley
toprak horizonları genellikle gri renktedir.
Oksidasyon veya indirgenme eğilimi redoks potansiyeli (Eh) ile gösterilir ve milivolt
(mV) birimiyle ölçülür. Pozitif değerler oksitleyici potansiyeli, negatif değerler ise
indirgeyici potansiyeli ifade eder.
7.2.2.4. Karbonasyon
CO32- + H+ 3 HCO32-
7.2.2.5. Çelasyon
Bu işlem, alüminyum, demir ve manganez iyonları başta olmak üzere, metal iyonların,
katı maddelerden fulvik veya humik asitler gibi organik asitlere bağlanarak taşınması
ve böylece çözünebilir organik madde ve metal komplekslerin oluşum sürecidir.
Çelasyona kısmen bitkilerin bozunma ürünleri, kısmen de bitki köklerinin salgıları yol
açar. Çelasyon, kimyasal ayrışmaya katkıda bulunarak toprak veya kayaçlardaki
metallerin taşınmasına yardımcı olur.
Bazı organizmalar kayaları mekânik veya kimyasal olarak ya da her iki şekilde
aşındırırlar. Tabaka düzlemlerinde ve eklemlerde gelişen bitkiler ve özellikle ağaç
kökleri bir biyomekanik etkiye sahiptir; büyüdükçe kayaçların kırıklarına basınç
yaparlar (Şekil 7.5.). Ölü likenler kayaç yüzeylerinde koyu renkli bir katman
bırakırlar. Bu koyu lekeler çevresindeki açık renkli kısımlardan daha fazla termal
radyasyonu absorbe eder ve böylece termal ayrışmayı hızlandırırlar. Genellikle kaya
dikliklerindeki kuş yuvalarının alt kısımlarında bulunan soluk renkli dışkıdan oluşan
kabuk, solar radyasyonu yansıtır ve dar alanda ısınmayı azaltarak kayaların direncini
düşürür. Kıyılarda deniz canlıları kayaları deler ve kazırlar (ör. Yatsu 1988, 285-397;
Spencer, 1988; Trenhaile, 1987). Bu süreç özellikle tropikal kireçtaşlarında etkilidir.
Delici organizmaları çift kabuklu yumuşakçalar (bivalvia) ve klinoid süngerler
oluşturur. Buna bir örnek mavi midyedir (Mytilus edulis). Kazıyıcı organizmaları ise
kayaç yüzeyini aşındıran ekinoidler, kitonlar ve gastropodlar oluşturur. Buna Batı Hint
deniz kabuklusu olan otobur gastropod (Cittarium pica) örnek olarak verilebilir.
Şekil 7.5: Ağacın ve ağaç köklerinin gelişimi sonucu anakaya üzerinde yaptığı
biyolojik ayrıştırma sonucu gelişen çatlaklar (Fotoğrafın
kaynağı: http://bunkrapp.com).
Bazı durumlarda bakteriler, deniz yosunları, mantarlar ve likenler kayalardaki
mineralleri kimyasal yolla ayrıştırabilirler. Süngerler (Cliona celata) kalkerli kayaları
delmek için az miktarda asit salgılar. Bu biyolojik erozyonla kayaçtaki mineraller
ortadan kaldırılabilir. Güney Tunus'un kurak kesimlerinde ayrışma, daha fazla neme
sahip olan alçak (çukurlar ve tavalar) kesimlerde ve alglerin kireçtaşlarını delme,
kavlatma (koparma) ve kimyasal aşındırma suretiyle aşındırdığı sahalarda fazladır
(Smith vd., 2000).
İnsanlar taş ocağı, maden, kara ve demir yolu açmaları ile anakayanın yüzeylenmesine
neden olmuşlardır. Dahası patlayıcı maddelerle toprağın dokusunu bozmuşlar ve
kentsel alanlarda toprak katmanını beton ve asfalt tabakası altına hapsetmişlerdir.
Tarım uygulamaları ile birçok bölgede toprak ve ayrışma süreçleri değişme uğramıştır.
7.3.1. Regolit
Ayrışma mantosu veya regolit, ayrışmamış veya bozunmamış anakayanın üzerindeki
ayrışmış maddenin tamamıdır (Ehlen, 2005). Regolit ayrışmamış anakaya parçalarını
içerebilir. Genellikle ayrışmış manto veya kabuk gözle görülebilen horizonlardan
oluşur ki buna ayrışma profili denir (Şekil 7.6). Ana kaya ile ayrışmış kaya arasındaki
sınıra ayrışma cephesi denir. Ayrışma cephesinin hemen üzerinde bulunan ve
ayrışmanın ilk aşamasını temsil eden tabakaya ayrışmış kaya (saprock) dendiği de
olur. Ayrışmış kaya üzerinde ondan daha fazla bozunmuş olan ve anakayaya ait
yapıların kalıntılarını da içeren saprolit denilen kısım bulunur. Saprolit oluştuğu yeri
muhafaza eder, yani kütle hareketleri veya diğer aşındırıcı etkenlerle yapısı
bozulmamıştır. Derin ayrışma profilleri olan ayrışmış kaya ve saprolit tropik
bölgelerde yaygındır. Saprolit üzerinde bulunan ve ayrışmanın ilerlediği ve ana kayaç
yapısının ortadan kalktığı kısım için kesin bir tanım bulunmamakla birlikte "hareketli
zon", "dokusuz zon", "kalıntı" ve "pedolit" gibi terimler kullanılmaktadır (bk. Taylor
ve Eggleton 2001, 160).
Ayrışma ile farklı örtü mantoları gelişebilir. Örneğin yüzeylenmiş anakaya üzerinde
donmanın yoğun olması nedeniyle blok denizi (felsenmeer) ve taşlık araziler olarak
bilinen bloktarlaları oluşur. Bloklu alanlarda kaba ve köşeli kaya parçaları geniş
alanlar kaplar. Bunlar tipik olarak orta ve yüksek enlemlerdeki platoların yanı sıra,
kutup ve kutupaltı çöllerinin bulunduğu alanlarda meydana gelir. 35°den daha eğimli
alanlarda blok akıntıları (blockstreams) oluşur. Buna bir örnek olarak Falkland
Adalarındaki "taş akmaları" verilebilir. Cairngorms'ta (İskoçya) olduğu gibi bazı
bloklu sahalar da son buzul örtüsü ilerleyişine tarihlen- dirilen kalıntı alanlardır. Talus
veya döküntü yamaçları ve talus konileri ayrışmayla bozunan ve dik kaya
yüzeylerinden düşen blok parçalarının birikmesiyle meydana gelir (Şekil 7.7a). Moloz
konileri, moloz akıntıları ile taşınan maddelerin birikmesiyle oluşur (Şekil 7.7b)
Şekil 7.6: Granitte tipik ayrışma profili. Ayrışma cephesi, ayrışmamış anakayayı
regolitten ayırır.
Regolit ise ayrışmış kaya, saprolit ve mobil (hareketli) zon olmak üzere kısımlara
ayrılır.
Bazı koşullar altında, çözünmüş maddeler ayrışma mantosu içinde veya üzerinde
çökerek sertkabuk (duricrust), hardpan ve plintit denilen oluşukları meydana getirirler.
Sertkabuklar dirençli bir kayaç tabakası oluşturmaları ve tepeleri takke şeklinde
örtmeleri nedeniyle yer şekli oluşumunda öneme sahiptir. Bunlar sert yumrular
(nodüller) ve kabuklar ya da sert tabakalardan oluşur. Başlıca tiplerini demir
bakımından zengin olan demirli kabuk (ferricrete), kalsiyum karbonatça zengin olan
kalkerli kabuk veya kaliş (calcrete), silika bakımından zengin silisli kabuk (silcrete),
alüminyum bakımından zengin olan alüminyumlu kabuk (alcrete), jips bakımından
zengin jipsli kabuk (gypcrete), magnezit bakımından zengin olan magnezitli kabuk
(magnecrete) ve mangan bakımından zengin olan manganlı kabuk (manganocrete)
oluşturur.
Şekil 7.7: Talus ve
moloz konilerine örnek (Fotoğrafların kaynağı: Neil F. Humphrey)
Demirli ve alüminyumlu kabuklar, ayrışmanın derine ulaştığı ayrışma profillerinde gö-
rülürler. Nemli ve yarı nemli tropikal bölgelerde oluşurlar. Alüminyumlu kabuklar bu
bölgelerin kurak olan kısımlarında gözlenir.
Laterit, demir ve alüminyumca zengin olan ayrışma çökellerini tarif etmek için
kullanılan bir terimdir. Boksit ise alüminyum bakımından yeterince zengin, ekonomik
açıdan öneme sahip bir ayrışma ürünüdür.
Silisli kabuk, genellikle %95'ten fazla silika içerir. Nemli ve kurak tropikal bölgelerde,
özellikle Avustralya'nın iç kesimlerinde, Afrika'nın kuzey ve güneyi ile Avrupa'nın
bazı kısımlarında, bazen demirli kabuk ile aynı ayrışma profillerinde oluşur. Daha
kurak bölgelerde ise kalkerli kabuk ile birlikte bulunur.
Kalkerli kabuk, yaklaşık %80 oranında kalsiyum karbonattan oluşur. Genellikle yıllık
orta-lama yağış miktarının 200 ile 600 mm arasında olduğu sahalarda bulunur ve
yeryüzündeki yarı kurak bölgelerin büyük kısmında, yeryüzünün ise %13'lük kısmında
yayılış gösterir.
Jipsli kabuk, sulu kalsiyum sülfattan oluşur. Çoğunlukla yıllık ortalama 250 mm'nin
altında yağış alan kurak bölgelerde oluşur. Bu kabuk kırıntılı sedimanlar arasında
gelişen ve tane yü-zeylerini kaplayan veya yerlerini değiştiren jips kristalleri
tarafından oluşturulur.
Magnezyumlu kabuk, magnezitten oluşan ve nadir görülen bir sert kabuktur. Manganlı
ka-buk ise manganez-oksitten oluşan, çimentolayıcı materyal içeren bir tür
sertkabuktur. Hardpanlar ve plintitler de sert tabakalar olup çöl verniklerinden farklı
olarak bir spesifik element bakımından zenginleşme göstermezler.
Çöl vernikleri genellikle içinde bulundukları maddelerden daha sert ve erozyona karşı
daha dayanıklıdır. Yeryüzü şekillerini denüdasyon etmenlerinden bir zırh gibi korurlar.
Yüzey ve yeraltı sularının toplandığı alçak ve düz alanlarda gelişen sertkabuklar,
birleşen suların derine kazmasını geciktirir ve böylece çevredeki yüksek bölgelerin
vadi tabanına göre daha hızlı aşınması nedeniyle rölyef terselmesinde yol açarlar.
Rölyef terselmesinde; Regolitteki dirençli unsurları meydana getiren jeomorfik
süreçler rölyef terselmesine neden olabilir. Rölyef terselmesinde genellikle
sertkabuklar belirleyicidir. Demirli kabuk içeren eski vadi tabanları erozyona karşı
dayanıklı olmaları nedeniyle, zamanla tepelik kısımlara dönüşebilir (Şekil 7.8).
Alüvyon dahi rölyef terselmesine yol açabilmektedir (Mills, 1990). ABD'nin doğu
kesimlerinde, Appalaş Dağları'ndaki vadi tabanları bir metreden büyük çaptaki
kuvarsit parçalarıyla kaplanmakta, bu büyük bloklar vadi tabanını erozyondan
korumaktadır. Bu nedenle vadinin yan kısımları aşındıkça kalın saprolitleri örten bu
bloklar sırtlara dönüşmektedir.
Şekil
7.8: Sertkabuk oluşumuna bağlı rölyef terselmesinin gelişimi (Kaynak: Hugget, 2011).
7.4. Ayrışma Ürünleri: Yerşekilleri
Yeryüzünün birçok kesiminde çıplak kaya yüzeyleri görülür. Kayanın yüzeylenmesi
anakayadaki seçici ayrışma ile ayrışma molozunun yamaç süreçleri ile taşınmasından
kaynaklanır. Ayrışmanın sınırlı olduğu ortamlarda çıplak kaya ile ilişkili iki tip
yerşekli vardır: (1) büyük ölçekli yarlar ve sütunlar ile (2) küçük ölçekli kaya
çukurları, tafoni ve balpeteği şekilleri.
7.4.1. Yarlar ve Sütunlar
Yarlar ve sarp kayalıklar kireçtaşları, gre ve kumtaşları gibi çeşitli kaya tipleri
üzerinde oluşur. Kumtaşı üzerinde oluşanlara bakıldığında (Robinson ve Williams
1994), bunlar derin vadiler ve platoların kenar kısımları başta olmak üzere, sıkı
çimentolu kumtaşları üzerinde oluşurlar. Bireysel kayaç sütunları da bu gibi alanlarda
yaygındır. Yeryüzü genelinde kumtaşı yarları ve sütunları, kumtaşları üzerinde gelişen
özgün şekillerdir. Kurak alanlarda dikkat çekmekle birlikte, İngiltere gibi daha nemli
bölgelerde bitki örtüsü altında kalırlar. İngiltere'nin güneydoğu kısmında yer alan
Ardingly Kumtaşı'nda oluşan yarlar, yoğun ağaçlık alan altında bulunur. Bu yarların
birçoğu genişlemiş düşey eklemlerle parçalanmış ve bu yolla açık çukurluklar ve
patikalar oluşmuştur. Britanya'da bu gibi genişlemiş eklemlere madencilerin deyimiyle
gull veya went denmektedir. Bazı kesimlerde bunlar, patikalar içinde yürünmesi
mümkün olan labirentlere dönüşürler.
Birçok kumtaşı yarı, sütunu ve iri bloku kendi tabanlarına doğru alttan oyulur. İri kaya
blokları ve sütunlar olması durumunda, alt kısmını aşındırma işlemi; mantar veya
tünemiş kayaları üretir. Alttan oyulmaya neden olan süreçler; (1) daha yumuşak veya
daha az çabayla ayrışan kayaç bantlarının varlığı; (2) rüzgârla üfürülen kumun
abrazyonu; (3) yar tabanında toprak kaplı molozdan kılcal (kapiler) etkiyle yükselen
tuzların getirdiği ayrışma; (4) topraktan veya molozdan yükselen nem ile kumtaşında
yoğun kök gelişimi ve (5) yeraltı ayrışmasının yamaç eteği alçalmasına öncülük
etmesini içerir.
Hemen hemen yüzeylenen tüm kayaların yüzeyleri ayrışma nedeniyle pürüzlü hâle
gelir. Farklı iklimlerde ve farklı kayaç türleri üzerinde kaval benzeri, oluklar ve kovuk
gibi şekillere yaygın olarak rastlanmaktadır. Bu şekiller kaya yüzeylerinin çıplak
olduğu kurak ve yarı kurak ortamlarda daha belirgindir. En çok kireçtaşları üzerinde
gelişmekle birlikte, granit gibi kayalar üzerinde de bulunabilirler.
Çeşitli şekillerde olan, kavallar, oluklar (rill), kanalcıklar ve yivler farklı ortam ve
kayaç türleri üzerinde oluşur ve düzenli bir dağılış deseni meydana getirirler.
Oluklarda derinlik 5-30 cm, genişlik 22-100 cm arasında olabilir. Bu şekillerin
gelişimi kireçtaşları üzerinde daha dikkat çekicidir. Ayrışma çukuru veya gnamma
olarak da isimlendirilen kaya çukurları (kaya havzaları), kapalı, dairesel veya oval
şekilli çukurlar olup genişlikleri birkaç santimetreden birkaç metreye kadar değişir.
Düz veya hafif eğimli kireçtaşı, bazalt, gnays veya diğer kaya yüzeylerinde oluşurlar
(Şekil 7.9).
Şekil 7.9: Ben
Avon'da (Doğu Cairngorms, iskoçya) Clach Bhân üzerinde ayrışma çukurları
(Fotoğraf Adnan M. Hall'dan alınmıştır).
Genellikle düz bir tabana sahip, dik kenarlı, bazıları tabak şeklinde olan bu kaya
çukurlarının derinliği 1 metre veya daha azdır. Kenar kısımları eğimli olan çukurların
üst yamacında çıkıntılar, dip kısımda ise yanlara doğru girintiler bulunabilir. Çukur
içinde toplanan yağmur suyunun taşmasıyla gedikler oluşur ve bu gediklerin
derinleşmesi ile çukurun içi sürekli olarak drene edilir. Kaya çukurlarının oluşumu,
yağmur suları veya kar erimesi ile açığa çıkan suların biriktiği küçük çukurların
oluşumu ile başlar. Çukurun çevresindeki yüzeyler kuru iken iç kısmı nemlidir. Hatta
içinde uzun süre varlığını koruyan küçük bir havuz oluşur ve bu su ayrışmanın hız
kazanmasına yol açar. Sonuç olarak kaya havuzu genişler ve derinleşir. Kaya havuzları
genişledikçe birbirine yaklaşır ve birleşirler. Çözünme havuzları (tavalar, ayrışma
havzaları, düz tabanlı kaya havuzu) ise kalkerli kayaları kesen kıyı platformları
üzerinde oluşurlar. Bu çeşitli ayrışma çukurlarının oluşumunun başlangıcı bir pozitif
geri bildirimi içerir, çukur içinde gittikçe daha fazla nem birikimi olacağı için
genişleme de gittikçe artacaktır.
Şekil 7.10: Korsika'da granit blok üzerinde büyük bir tafoni (Fotoğraf Heather
Viles'tan alınmıştır).
Belirtilen her iki süreç de etkili olabilmekle birlikte, tüm tafonilerde önemli miktarda
tuz bulunmayabilir. Oluşumu sonrasında tafoni yüzey sularının etkisine karşı korunaklı
hâle gelir ve tuzun birikeceği ve sonrasında tuz ayrıştırmasının gerçekleşeceği bir
merkeze dönüşebilir. Dıştaki koruyucu sert kabuğun daha zayıf geliştiği kısımlar
kimyasal etkiye daha fazla maruz kalır. Mevcut deliller blokların çekirdek kısımlarının
yüzeyden daha hızlı ayrıştığını, bunun da ayrışma çukurlarının seçici olarak
gelişmesine katkıda bulunduğunu göstermektedir. Tafoni oluşumu kıyı ortamlarında
yaygın olmakla birlikte, kurak ortamlarda da bulunmaktadır. Bazıları kalık şekiller
hâlinde de olabilir.
Şekil 7.11: Coos Körfezi yakınlarında kumtaşında alveol oluşumu (Sunset Körfezi,
State Park,
Oregon, ABD) (Fotoğraf Marli Miller'dan alınmıştır).
7.4.3. Eklemler ve Ayrışma
Tüm kayalar belli bir oranda kırık içerir. Bu kırıklar çeşitli türde olup kayaları kübik
veya dikdörtgen bloklara ayırırlar. Kayalardaki eklemler, ayrışma kanalları ve erozyon
için zayıf kısımlar oluşturmaktadır. Bir eklem setinin jeomorfik önemi, eklemlerin
açıklığı, yapısı ve aralıklı olma özelliğinin yanında, kaya kütlesinin diğer fiziksel
özelliklerine bağlıdır. sızdığı çok sayıda kanal kayanın parçalanmasını hızlandırır.
Eğer akarsular yataklarını derine kazabilir ve ayrışma ürünlerini ortamdan
uzaklaştırabilirse alçak rölyefli bir düzlük oluşturabilir. Bu durum Kuzey
Avustralya'daki Eyre Yarımadası'nda görüldüğü gibi birçok eski kıta kalkanında söz
konusudur. Granitler, aralıkları 1-3 metre arasında olan orta derecede yoğunlukta
kırıklar içermesi durumunda bile, yeterli zaman olduğunda tamamen ayrışmaya maruz
kalır. Bu ayrışma sürecinde, kırıklar boyunca sızan, ardından mika ve feldispat
minerallerinin ayrışması sonucu oluşan boşlukları izleyerek kırıklar arasından kaya
bloklarına ulaşan suyun etkisi vardır.
Tablo 7.2: Weston-super-Mare
(Avon, İngiltere) kıyılarında kıyı savunma duvarlarında
balpeteği ayrışması evreleri (Kaynak: Mottershead'den (1994) uyarlanmıştır).
Orta derecede eklem içeren granitlerin ayrışmasıyla bazı özel yerşekilleri oluşur (Şekil
7.12). Eklemlerle sınırlanmış bloklarda ayrışma en hızlı şekilde blokların köşe
kısımlarında gerçekleşirken kenar kısımlarında orta, ayrışma yüzeylerinde ise en yavaş
tempoda olur. Bu seçici veya diferansiyel ayrışma, köşeli blokların zamanla
yuvarlanmasına yol açar ve böylece ayrışmış kayanın kuşattığı yuvarlak çekirdekler
veya çekirdektaşlar (corestones) oluşur. Ayrışmış kaya veya grüs kolaylıkla aşınır ve
taşındığında geride birçok granit sahasında karakteristik olarak görülen yuvarlanmış
bloklardan müteşekkil bir yığın bırakır. Eklemler boyunca ayrışma ve ayrışan
unsurların taşınması diorit ve gabro gibi diğer plütonik kayalarda da benzer şekilde
gelişirken, kumtaşı ve kireçtaşlarında daha nadir görülür. Bu süreç farklı kırık
sistemlerine sahip, iyi klivaj veya dilinime sahip gnays gibi kayalarda da söz
konusudur. Fakat bu tip kayalarda bloklar yerine, tövbetaşı (penitent rocks),
keşiştaşları (monktaşları) veya mezartaşları olarak bilinen kaya dilimleri oluşur (Şekil
7.13).
Granit ayrışması sonucu oluşan bir diğer şekil adatepelerin (ada dağların) kenarlarında
uzanan anakaya platformlarıdır. Bu platformların kimyasal ayrışmayla oluştukları
görülmektedir (s. 440). Adatepeler üç şekilde bulunurlar: domtepeler (bornhardt)
(Şekil 7.14); bağımsız bloklardan oluşan nubbin veya tepecikler (Şekil 7.15) ve küçük
ve köşeli kaletepeler (castle koppies). Nubbinler ve köşeli kaletepelerin daha önce var
olan dom şekilli tepelerden türedikleri düşünülmektedir. Bunlar çok az eklem içeren
granit ve gnays gibi masif kayaların yanı sıra, dasit gibi silisli volkanik kayalarda,
kumtaşlarında (Uluru gibi) ve Avustralya'da Alice Kaynakları yakınlarında ve Olgas
karmaşığında olduğu gibi konglomeralar üzerinde de görülebilmektedir. Bu tepeler
kireçtaşı karstında gelişen kule karstının eşleniğidir. Bunların çoğu, adatepelerde
olduğu gibi, genellikle aynı kayadan oluşan düzlüklerle dokanak hâlinde bulunurlar ve
yamacın ani eğim kırığına karşılık gelen kısmı dağeteği düzlüğü (piedmont) açısı
olarak tanımlanır.
Şekil 7.12:
Eklemli kayaçların ayrışmasının iki aşaması. (a) Yüzey altı ayrışması temel olarak
eklemler boyunca gerçekleşir ve ayrışmış granit (grüs) ile kuşatılmış çekirdektaşlar
(corestones) oluşur. (b) Ayrışmış granitin aşınması sonucu geriye bloklar kalır.
(Kaynak: Twidale ve Campbell'den (2005) alınmıştır).
Şekil 7.13: Devils Postpile'de (Kaliforniya,
ABD) bazalt sütunlarında mezar taşları, (Fotoğraf TonyWaltham'ın Geophotos
Arşivi'nden alınmıştır).
Şekil 7.14: Farklı ayrışmayla oluşan domtepe granit bloğu (Minas Gerais,
Brezilya) (FotoğrafTonyWaltham'ın Geophotos Arşivi'nden alınmıştır).
Şekil 7.15: Masif kumtaşında nubbin ayrışmasıyla oluşan kalıntılar (Hammersley
Ranges, Pilbara, Batı Avustralya) (Fotoğraf Tony Waltham'in Geophotos Arşivi'nden
alınmıştır).
Domtepe oluşumu konusunda bir diğer olası açıklama, yamaç dikliğinin uzun mesafeli
olarak gerilemesidir. Diğer bir alternatif açıklama ise iki aşamalı ayrışma sürecinde
olduğu gibi, granit bloklarının derine ayrışması ve ayrışan enkazın sıyrılması şeklinde
olan iki evreli bir oluşum sürecidir. Granit masiflerinde kırık yoğunluğunun fazla ve az
olduğu kısımlar bulunmaktadır. İlk aşamada kırıkların fazla olduğu kısımlarda ayrışma
daha etkiliyken daha az kırıklı olan kısımlar kuru kalır ve aşınmaya karşı direnç
gösterir. İkinci aşamada daha fazla ayrışmış olan yoğun kırıklı alandaki ayrışma enkazı
aşındırılır. Bu teori Avustralya'nın batı kesiminde, Kellerberrin kasabasının güneyinde
bulunan Tuz Nehri Vadisi yakınlarındaki domtepelerin oluşumlarına uygun
görünmektedir (Twidale vd. 1999). Bu tepeler, derinde Kretase ve Erken Mesozoyik
regolitlerinin temeline sokulan bir anakaya olarak oluşumuna başlamıştır. Daha sonra
bunlar Tuz Nehrinin yatağında meydana gelen gençleşme ve nehrin kollarının regoliti
ortamdan süpürmesi yüzünden Erken Senozoyik sırasında tekrar yüzeylenmiştir.
Şekil 7.16: Domtepelerden (bornhardt) (a) nubbin ve (b) köşeli kaletepelerin oluşumu.
Kaynak: Twidale ve Campbell'den (2005, 137) alınmıştır.
Torlar da muhtemelen domtepelere benzer şekilde oluşurlar (Şekil 7.16.). Tor oluşumu
kristalen kayalar üzerinde yaygın olmakla birlikte, kuvarsit ve bazı kumtaşları gibi
diğer dirençli kaya tipleri üzerinde de görülebilir. Bazı jeomorfologlara göre tor
oluşumu için derine ayrışma ön koşuldur. Onlar, eklemler boyunca etkili olan yoğun
kimyasal ayrışma sürecinin ardından, ayrışma materyalinin sıyrıldığı ve erozyonla
ortadan kaldırıldığı düşüncesindedirler. Bazı jeomorfologlar ise torların derine ayrışma
olmadan da gelişebileceğine ve oluşumlarında farklı dirençteki kayalar üzerindeki
ayrışma ve aşınmanın etkili olduğuna inanırlar.
Regolitteki su bütçesini belirleyen iklim ve diğer faktörler (ve bir ayrışma profilinin iç
mikroiklimi) ayrışmayla ve yeni oluşum ile ortaya çıkan killerin oluşması için oldukça
önemlidir. Regolitte oluşan ikincil kil minerallerinin türünü başlıca iki etken belirler:
(1) kayalardaki birincil (primer) minerallerin çözünme hızı ve çözeltinin suyla
yıkanma hızı arasındaki denge ve (2) dörtyüzlü (tetrahedral) tabakalar oluşturan silisin
yıkanma hızı ile silisten oluşan kristalen tabakalar arasındaki boşluklara giren
katyonların yıkanma hızı arasındaki denge. Açıkçası regolitin yıkanma rejimi, uzun
mesafelerde ayrışma ürünlerine birbirini etkileme fırsatı tanıdığı için bu dengeler
açısından büyük öneme sahiptir.
Zayıf, orta ve yoğun yıkanma nedeniyle farklı tipte ikincil kil mineralleri oluşur (ör.
Pedro 1979):
Organik asitlerce zenginleşen toprak suyu, yıkanma rejimi ile kil mineralleri ilişkisini
karmaşıklaştırır. Organik asit bakımından zengin sular çelüviyasyona yol açar.
Topraklarda podzolleşme ile ilişkili olan bu süreç, silise oranla alüminyum
bileşiklerinin yıkanmasına, alkali topraklar ve alkali katyonların oluşumuna yol açar.
Regolitin yıkanma rejimi kil minerallerinin yeni oluşumu üzerinde güçlü bir etkiye
sahip olduğundan, farklı iklim bölgelerinde farklı ayrışma tipleri ve ayrışma
kabuklarının oluşması şaşırtıcı değildir.
6. Buz örtüsü kuşağı: Buzul örtülerinin varlığına bağlı olarak ayrışmanın az çok
duraksadığı alanlardır.
İlk beş kuşağın her birinde topoğrafyanın, anakayanın ve diğer yerel faktörlerin
etkisine bağlı olarak sınırlı ölçüde farklılıklar söz konusudur. Örneğin, podzolleşme
nemli tropikal iklimlerde kumlu anakaya üzerinde oluşur.
Geniş alanlı ayrışma bölgelerinde anakaya, topoğrafya, bitki örtüsü gibi yerel faktörler
ayrışma üzerinde önemli rol oynar ve iklimin denetlediği ayrışma süreçlerini önemli
ölçüde değiştirebilir. Bu açıdan toprak drenajını etkileyen yerel faktörler daha
önemlidir. Örneğin ılıman iklimlerde çözünebilir organik asitler ve kuvvetli asitli
koşullar ayrışmayı hızlandırırken, yeni killerin oluşumunu yavaşlatır, var olan killerin
de bozunmasına yol açar. Diğer taraftan, yüksek miktarda alkali toprak katyonları ve
kuvvetli biyolojik aktivite ayrışmayı yavaşlatırken, silis bakımından daha zengin olan
killerin yeni oluşmunu ve korunmasını arttırır. Herhangi bir iklimin etkisi altında yeni
kil oluşumu, asit kristalen kayalara oranla, bazik volkanik kayalarda daha belirgindir.
İklim, kil minerallerinin oluşumda tek faktör olsaydı bu durumda yerel faktörlerin
etkileri, bazı iklim kuşaklarında farklı tiplerdeki kil minerallerinin oluşumu anlamına
gelecekti. Bu konuda tropikal iklimlerin durumunu ele alalım. Bu iklim kuşağında iki
farklı ayrışma rejiminin yan yana bulunduğu bazı sınırlı alanlarda topraklar çeşitli kil
minerallerini içerebilir. Yağışın bol olduğu, drenajın yıkanmayı hızlandırdığı,
katyonların tamamı ve silisin bir kısmının uzaklaştırıldığı alanlarda kaolinit
oluşmaktadır. Örneğin Hawai bazaltlarında oluşan topraklardaki kil türü yıllık
ortalama yağışa bağlıdır ve düşük-yüksek yağış özelliğine bağlı olarak smek tit,
kaolinit ve boksit şeklinde bir sıralanma söz konusudur. Aynı durum farklı kil
minerallerinin bulunduğu Kaliforniya'da magmatik kayalarda oluşan killerde de söz
konusudur. Burada nem derecesine göre smektit, illit (sadece asit magmatik kayalar
üzerinde), kaolinit ve halloysit, vermikülit ve gibsit şeklinde bir sıralama oluşturan
killer oluşmaktadır (Singer 1980). Benzer şekilde, Endonezya adalarındaki topraklarda
kil minerali oluşumu drenaj derecesine bağlıdır. Drenajın iyi olduğu yerlerde kaolinit
oluşurken, kötü olduğu yerlerde smektit oluşur (Mohr ve van Baren 1954; bk. Şekil
7.19.). Bu son örnek kil minerali oluşumunda, drenajı etkilemesi nedeniyle
yerşekillerinin rolünü ortaya koymaktadır. Topoğrafyanın oksisollerde kil oluşumu
üzerine benzer etkileri Brezilya'nın merkezi platolarındaki bazaltlar üzerinde oluşan
topraklarda görülmüştür (Curi ve Franzmeier 1984).
Şekil 7.19: Tipik tropikal topoğrafyada yükseltiye bağlı kil türleri (Kaynak: Ollier
ve Pain'den (1996) uyarlanmıştır).
7.5.3.2. Yaş
Zaman, ayrışmada iklimin doğrudan etkisini ortadan kaldıran bir etkendir. Örneğin
ferrallitleşme uzun süreli yıkanmadan kaynaklanır. Tropiklerle olan ilgisi, tropikal
iklimin özellik-lerinden ziyade, kısmen tropikal yerşekillerinin birçoğunun eski
olmasından kaynaklanır. Daha genel bir ifadeyle, kimyasal ayrışmanın derecesi kıta
yüzeyinin yaşı ile ilişkilidir (Kronberg ve Nesbitt 1981). Kimyasal ayrışmanın değişen
hızlarda da olsa aralıksız sürdüğü bölgelerde, ayrışma Senozoyik başından itibaren
ilerlemiş ve aşırı ayrışma ürünleri oluşmuştur. Bazı bölge-lerde, buzullaşma,
volkanizma ve alüvyonlaşma kimyasal taze kaya molozları yaratarak ayrışma "saat"ini
yeniden kurmaktadır. Bu alanlarda 3 milyon yıldan daha genç olan ve ilksel ve orta
derecede ayrışma izleri taşıyan topraklar yaygındır. Bu karmaşık etkenler yanında,
iklim de-ğişimlerinin Holosen'de dahi gerçekleştiği göz önüne alındığında ayrışma
kabuklarının güncel olduğuna dair iddiaların ihtiyatla değerlendirilmesi gerekmektedir
(Burada güncel ifadesi hâlâ oluşmakta olan ve oluşumları sırasında güncel iklim
koşullarına benzer iklim koşullarına maruz kalan topraklar için kullanılmıştır).
Uygulamalar
1. Çevrenizdeki iklim koşullarını göz önüne alarak bu alanda hangi tür ayrışmanın
meydana gelebileceği konusunda araştırma yapınız.
2. Ayrışma ürünlerine ait yerşekillerini inceleyerek Türkiye’de hangi bölgede
hangi ayrışma ürünü görülebileceğine dair harita üzerinde çalışma yapınız.
3. Yaşadığınız bölgenin iklim özelliklerini dikkate alarak hangi ayrışma kuşağı
içinde bulunduğunu ve özelliklerini araştırınız.
Uygulama Soruları
Ünite Soruları
Soru-1 :
Erozyonla yüzeydeki ayrışmış materyal süpürüldüğünde, alttaki kayanın maruz kaldığı
basınç azalır. Düşük basınç koşulları altında mineral taneleri birbirinden daha fazla
uzaklaşır, boşluklar oluşur. Burada tanımlanan süreç aşağıdakilerden hangisi ile
açıklanır?
(Çoktan Seçmeli)
(E) Çözünme
Cevap-1 :
Yük eksilmesi
Soru-2 :
Aşağıdakilerden hangisi mekanik ayrışmanın ana süreçleri içerisinde gösterilemez?
(Çoktan Seçmeli)
(D) Çözünme
Cevap-2 :
Çözünme
Soru-3 :
Mekanik ayrışma, sıcaklığın donmayı engelleyecek kadar yüksek olduğu ve suyun
nadiren donabildiği bölgelerde en zayıftır. Bu önerme dikkate alındığında Türkiye’de
mekanik ayrışmanın en düşük olduğu kesim aşağıdakilerden hangisinde doğru
olarak verilmiştir?
(Çoktan Seçmeli)
Cevap-3 :
Alanya kıyı kuşağı
Soru-4 :
Ana kaya ile ayrışmış kaya arasındaki sınıra verilen isim aşağıdakilerden hangisidir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Regolit
(B) Kil
(C) Tafoni
(E) Hardpan
Cevap-4 :
Ayrışma cephesi
Soru-5 :
Aşağıdakilerden hangisi dünyadaki başlıca ayrışma kuşakları arasında gösterilemez?
(Çoktan Seçmeli)
Cevap-5 :
Hidrolizleşme kuşağı
Soru-6 :
Ayrışma, ....................., ..........................., ..........................., olarak üç şekilde meydana
gelir.
(Klasik)
Soru-7 :
..................ayrışmamış veya bozunmamış ana kayanın üzerindeki ayrışmış maddenin
tamamıdır.
Cevap: regolit
(Klasik)
Soru-8 :
................. ayrışmanın yoğunluğu nem varlığına ve yüksek hava sıcaklıklarına
bağlıdır.
Cevap: kimyasal
(Klasik)
Soru-9 :
................. süreci moleküllerin anyonlarına veya katyonlarına ayrışmasını içerir ve her
bir iyon su ile çevrilidir.
Cevap: çözünme
(Klasik)
Soru-10 :
................. genişliği ve derinliği birkaç santimetreyi geçmeyen, iç içe gelişmiş bir
düzen oluşturan, dar duvarlarla birbirinden ayrılan sayısız ayrışma çukurları veya
alveoli tanımlamak için kullanılan bir terimdir.
Cevap: balpeteği ayrışması
(Klasik)
8. Aşınım
8.1. Erozyonel Süreçler
Toprakların su, rüzgâr, buzul, dalga ve yerçekimi ile çığ gibi çeşitli atmosferik
faktörlerle aşınıp yerinden uzaklaştırılmasına erozyon denir (Şekil 6.19). Kelime
anlamı ile Latince “Erodere” kelimesinden dilimize çevrilmiştir (Cebel ve Akgül,
2011). Kayaçların ve bitkilerin doğa koşullarında fiziksel (mekanik), kimyasal ve
biyolojik faktörlerle ayrışması sonucu topraklar, çeşitli erozyonel faktörler ile
oluştukları yerden aşınır, taşınır ve birikirler. Bu süreçlerin insana yansıması değerli
tarım arazilerinin oluşumu ve kaybı başta olmak üzere, doğal ortam değişikliklerine ve
karbon döngüsüne katkıda bulunurlar. Şekil 6.20’de sistematik halde verilen erozyon
ve erozyona neden olan etkenler özetlenmiştir.
Yağış ve yağıştan kaynaklı yüzeysel akışı, dört ana tip toprak erozyonu meydana
getirir. Bunlar: damla (sıçrama) erozyonu, yüzey erozyonu, parmak (oluk) ve yarıntı
(gully) erozyonudur. Sıçrama erozyonu genel olarak toprak erozyonu sürecinde ilk ve
en az şiddetli aşama olarak görülmekte ve bunu yüzey (sheet) erozyonu izlemektedir.
Erozyon oranının daha yüksek olduğu tipleri ise oyuntu ve yarıntı erozyonu oluşturur.
Yağmur damlaları çıplak toprak yüzeyine hızla vurarak toprak zerrelerini bağlı
bulunduğu kümeden çözüp koparmaları, oynatmaları ve harekete hazır hâle getirmeleri
olayıdır (Şekil 8.3.). Kopan zerreler, suyla birlikte değişik açılarla havaya sıçrar (Cebel
ve Akgül, 2011). Bu sıçramalar yer yer 90 cm kadar olabilmektedir. Toprak yüzeyi
eğimli ise, eğim yönünde sıçrayan zerreler yatay olarak hareket etmiş olurlar.
Damlaların aşındırma etkinliği, yağışın yoğunluğu, hızı ve damların iriliğine bağlıdır
(Cebel ve Akgül, 2011). Damlanın enerjisi ise, ağırlığına, büyüklüğüne, biçimine,
hızına ve yönüne bağlıdır. Damladaki bu enerji toprak zerrelerinin koparılmasını
sağlayan başlıca faktördür (Cebel ve Akgül, 2011). Eğer yüzey bitki ve organik
artıklar ile kaplı ise enerji kırılır ve böylece de damla aşındırması olmaz.
Ş
ekil 8.3.: Damla (sıçrama) erozyonunun toprak partikülleri üzerindeki etkisi.
8.1.1.1.2. Yüzey erozyonu
Eğimli arazilerde, yüzey akışa geçen suların erozyona hassas toprakları gözle
görülebilir derecede koparılıp küçük kanalcıklar oluşturacak şekilde taşıması sonucu
oluşurlar (Cebel ve Akgül, 2011). Yamaç eğimi yönünde oluşan bu kanalcıkların
derinlik ve genişliği; toprağın fiziksel özelliklerine, yamaç eğim uzunluğuna ve
derecesine göre değişir (Cebel ve Akgül, 2011). Bazen, toprağın alt horizonlarına
kadar inebilen bu kanalcıklar tarla sürümleri ile kaybolabilir.
Parmak (oluk) erozyonu için gerekli önlemler alınmaz ise, kanalcıklar daha çok
derinleşip (60-90 cm) genişleyerek (3-5 cm) tarımsal sürümle yok edilemeyecek
boyutlara ulaşan oyuntular (yarıntılar) oluşur (Cebel ve Akgül, 2011). Böylece daha
çok toprak ve su erozyonuna sebep olan bu oyuntular, alt toprağın yapısına göre “V”
ve “U” şeklinde olurlar. Alt toprak sert yapıya sahipse, oyuntular “V” şeklini, löslü
topraklarda, alüvyon ovalarda, granit veya gnaystan oluşan bitki örtüsüz arazilerde ise
genel olarak U kesitli derin oyuntular oluşur (Şekil 8.5.).
Şekil 8.5.: Oyuntu erozyonu ve “V” şekilli kanallar (Nallıhan, Ankara).
8.1.1.2. Nehir ve akarsular
Yüksek ve alçak kıyılarda meydana gelen kıyı şeridi erozyonu öncelikle akıntı ve
dalgalarla oluşur; ancak deniz seviyesi değişimi ve gelgitler de kıyı erozyonu üzerinde
rol oynayabilir. Kıyıda, sürüklenen çakıllarla ve kıyı kesimini etkileyen dalgalarla
fiziksel ve kimyasal aşındırma gelişir. Fiziksel aşındırma, dalgaların sürüklediği çakıl
ve kumlarla olur. Bunlar sahillerin dik kısımlarına vurarak orayı aşındırırlar. Üst
tarafta isnatsız kalan kısım çöker. Böylece falezler meydana gelir. Bunun sonucu ise
kıyı geriler.Deniz suları kimyasal aşındırma ile de sahildeki kayaları eriterek oyuk ve
mağaralar meydana gelmesine sebep olurlar. Ayrıca taşların çatlakları arasında
birikmiş olan tuzlar, kristal büyümesi sonucu hacmi artarak kayanın parçalanmasına
sebep olurlar. Dalgaların hidrolik etkileri, dalganın şiddetine, yani dalga yüksekliğine
ve uzunluğuna bağlıdır.
Şekil 8.7.: Falezlarin gerilemesine bağlı olarak gelişmiş dalga aşınım platformu, Galler
Güneyi (Fotoğrafın kaynağı: Yummifruitbat, 2014).
8.1.1.5. Rüzgar
Rüzgâr: Rüzgâr, toprakyüzeyinde gevşek halde bulunan çok küçük tanecikleri (İnce
kum, silt, kil) doğrudan üfleyerek ve özellikle içerisinde taşımakta olduğu bu
tanecikleri kayalara ve topraklara çarptırarak, bir törpünün, zımparanın ya da mekanik
toz temizleyicinin etkisi gibi, onları aşındırır. (Şekil 8.7.). Rüzgar erozyonu, özellikle
kurak ve yarı kurak bölgelerde önemli bir jeomorfolojik faktördür. Ayrıca,
ormansızlaşma, şehirleşme ve tarım gibi insan faaliyetleri tarafından doğal taşıma
kapasitesini aştıktan sonra, aynı zamanda arazi bozulması, aşırı buharlaşma ve
çölleşme, havadaki zararlı toz ve bu ozların tarımsal ürünlere verdiği hasarının önemli
bir kaynağıdır.
Şekil 8.8.: Rüzgarlar yönüne bağlı olarak taşıdığı (askıda ve sıçratarak) partikülleri
ifade eden şamiteze gösterim.
8.1.1.6. Kütle hareketleri
Genel olarak, kaya, toprak zeminin veya molozların yamaç eğimi boyunca hareket
etmesi veya yerinde çökmesi şeklinde tanımlanırlar. Aşırı yağış, deprem, volkanik
aktivite ve antropojenik etkiler gibi faktörler ile veya bu faktörlerin çeşitli
kombinasyonları sonucu tetiklenen kütle hareketleri, dünyada yıllık yaklaşık 4 milyar
dolar ekonomik zarara neden olmaktadırlar (USGS, 2012).
Kütle hareketleri mataryelin türü ve hareketin tipi bakımından farklı alt tiplere
ayrılırlar. Bunlar aynı zamanda farklı hız ve su içeriğine sahiptirler. Bir çok
jeomorfolog ve jeolog tarafından tip sınıflaması tanımlanmış kütle hareketlerine ilişkin
en yaygın ve benimsenmiş olan sınıflama Varnes tarafından 1978 yılında
yapılmıştır (Şekil 8.8.).
Şekil 8.9.: Kütle hareketleri sınıfları (Varnes 1978).
Özellikle dağlık alanlardaki erozyonel süreçlerin başında gelen kütle hareketleri boyut
ve sıklıklarına göre egemen oldukları dağlık ortamların jeomorfolojik evrimini
tamamen denetleyebilir. Buzulların olmadığı tüm dağlık lanlardaki erozyonel bir süreç
olan kütle hareketleri sismik veya volkanik aktivite, aşırı yağış, ani kar erimesi ve
insan tarafından tetiklenirler.
Daha önceki satırlarda da ele alındığı gibi erozyon (aşınım) doğal bitki örtüsü altındaki
toprağın su, rüzgâr ve yer çekimi gibi faktörlerle aşındırılmasıdır. İnsan müdahalesi
olmamış alanlarda, jeolojik dönemlerde, anakayadan toprak oluşum hızına eşit veya
daha az bir hızla oluşur (Cebel ve Akgül, 2011). Yeryüzünde görülen ovalar, vadiler
ve taban araziler milyonlarca yıl süregelen jeolojik dönemlerdeki erozyon sonucunda
oluşmuşlardır. Doğal yada diğer tanımıyla normal erozyon (aşınım) jeomorfolojik bir
süreçtir. Zamana bağlı olarak her bölgede doğal süreçler sonucu yerel topoğrafik
koşullara ve iklime bağlı olarak aşınım gerçekleşir. Aşınımın temposu genelde
litolojik, topoğrafik, iklimsel ve tektonik gibi yerel koşullar tarafından kontrol
edilir (Şekil 8.9.).
Şekil 8.9.: Dünyadaki en geniş ve yaygın normal erozyonun gözlendiği Himalaya Dağ
Kuşağındaki aşınım ve birikim sistemi ile bu aşınımın temposu üzerinde etkili olan
faktörler (örn. Muson dönemsel yağışları, deniz düzeyi değişimleri ve tektonik
yükselim) (Christian France-Lanord’dan türkçeleştirilmiştir).
Erozyonun doğadaki normal temposunun yanı sıra; doğal koşullarında oluşmuş bitki
örtüsü, insanların bilinçsiz kullanması sonucunda zayıflatılıp yok edilerek toprağın
erozyona uğraması hızlandırılmış olunur (Cebel ve Akgül, 2011). Erozyon, toprağın
oluşumundan daha hızlı olduğu için doğal denge bozulur. Toprak aşınır, bitki besin
maddelerince yoksullaşır, toprak sığlaşır, bitki örtüsü zayıflar, böylece erozyonun hızı
artar. Bu şekilde birbirinin neden ve sonucu olan ve birbirini kovalayan iki olay, doğa
koşullarında hızla devam etmektedir (Cebel ve Akgül, 2011). Hızlandırılmış erozyon
olarak isimlendirilen bu olay, rüzgâr, su ve kütle erozyonu olarak üç kısımda incelenir
(Cebel ve Akgül, 2011). Dünyada hızlandırılmış olan erozyona Haiti ülke olarak örnek
verilebilir. 1980’li yıllardan başlayarak Haiti’deki hızlı ormansızlaşma başta oyuntu ve
yarıntı erozyonu olmak üzere sığ heyelan oranını da arttırmıştır (Şekil 8.10.).
Şekil 8.10.: Haiti’de ormansızlaştırma sonucu hızlandırılmış erozyon.
8.1.3. Erozyon hızının ve riskinin küresel dağılımı
Şekil 8.13.: Dünyada rüzgar erozyon riskinin yüksek olduğu alanlar (Kaynak:
tr.wikipedia.org)
Şekil 8.14.: Dünya ölçeğinde heyelan tehlikesinin dağılımı (Nadim, 2006).
Uygulamalar
Uygulama Soruları
Bölüm Öğrendik
Bu bölümde erozyon, erozyona neden olan faktörler ve erozyon tipleri ele alınmıştır.
Erozyona ilişkin süreçlerin ele alındığı bu bölümde normal erozyonun sistematiği, su
erozyonu ve hızlandırılmış erozyon gibi konular dünya ölçeğinde, erozyon riskinin
yüksek olduğu örnekler ile sunulmuştur. Buna göre dünyada yağışın ve eğim
koşullarının yüksek olduğu alanların yanı sıra yağışın düşük olduğu çöl ortamlarında
normal erozyon riskinin yüksek olduğu ve bu alanların dünyadaki dağılımı ders
notlarında sunulmuştur. Bun dışında, insanın neden olduğu hızlı ormansızlaştırma,
aşırı ve yanlış su tüketimi gibi etkenlerin hızlandırılmış erozyonun başlıca nedeni
olduğu ele alınmıştır. Ele alınan erozyon tiplerinin her ülkede görülebileceği gibi
erozyonun yoğunluğunun doğal ortam faktörleri ve ülkelerin ekonomik ve eğitim
düzeyleri de yakından ilişkili olduğu tartışılmıştır.
Ünite Soruları
Soru-1 :
Aşağıdakilerden hangisi hem doğal hem de insanın etkili olduğu olaylardan birisine
örnek olarak verilebilir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Depremler
Cevap-1 :
Toprak erozyonu
Soru-2 :
Yağmur damlalarının çıplak toprak yüzeyine hızla vurarak toprak zerrelerini bağlı
bulunduğu kümeden çözüp koparmaları, oynatmaları ve harekete hazır hâle
getirmelerine ne ad verilir?
(Çoktan Seçmeli)
Cevap-2 :
Damla (Sıçrama) erozyonu
Soru-3 :
Aşağıdakilerden hangisi erozyon hızını etkileyen faktörlerden değildir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Litoloji
(B) İklim
(C) Topoğrafya
(D) Hidroliz
(E) Tektonizma
Cevap-3 :
Hidroliz
Soru-4 :
Aşağıdakilerden hangisi erozyona neden olan doğal kuvvetler arasında gösterilemez?
(Çoktan Seçmeli)
(C) Heyelan, dalga, buzul ve çığ gibi dış kuvvetlerin aşındırması ve taşıması
(D) Tarımsal açmalar sonucu toprağın aşınıma karşı duyarlı hale gelmesi
Cevap-4 :
Tarımsal açmalar sonucu toprağın aşınıma karşı duyarlı hale gelmesi
Soru-5 :
Erozyon ile ilgili verilen bilgilerden hangisi yanlıştır?
(Çoktan Seçmeli)
Cevap-5 :
Birikme, arazi eğiminin artmasına neden olur.
Soru-6 :
Türkiye topraklarının ise, %90'ı .............. erozyonu, %1'i de ............. erozyonuna
maruz kalmaktadır.
Cevap: su ve rüzgar
(Klasik)
Soru-7 :
Parmak (oluk) erozyonu için gerekli önlemler alınmaz ise, kanalcıklar daha çok
derinleşip (60-90 cm) genişleyerek (3-5 cm) tarımsal sürümle yok edilemeyecek
boyutlara ulaşan ................ oluşur.
Cevap: oyuntular (yarıntılar)
(Klasik)
Soru-8 :
Doğal koşullarında oluşmuş bitki örtüsü, insanların bilinçsiz kullanması sonucunda
zayıflatılıp yok edilerek toprağın erozyona uğraması ............................ olur.
Cevap: hızlandırılmış
(Klasik)
Soru-9 :
Regolit ayrışmamış anakaya parçalarını içerebilir. Genellikle ayrışmış manto veya
kabuk gözle görülebilen horizonlardan oluşur ki buna ....................................denir.
Cevap: ayrışma profili
(Klasik)
Soru-10 :
......................, toprak yüzeyinde gevşek halde bulunan çok küçük tanecikleri (İnce
kum, silt, kil) doğrudan üfleyerek ve özellikle içerisinde taşımakta olduğu bu
tanecikleri kayalara ve topraklara çarptırarak, bir törpünün, zımparanın ya da mekanik
toz temizleyicinin etkisi gibi, onları aşındırır.
Cevap: Rüzgâr
(Klasik)
9. Biyosfer
9.1. Biyosfer ve Genel Özellikleri
Biyosfer, genellikle, yeryüzünün üst kısmını çağrıştırır ve yeryüzünde yaşama imkan
tanıyan ve onu koruyan üst ve alt katmanlarla (örn. atmosfer ve litosfer) birlikte
değerlendirilir. Bu nedenle, ilgi alanı, atmosfere ait parçaların yanı sıra Dünya'nın
toprakları ve sularını da içerir. Biyosfere ilişkin araştırmalar jeoloji, ekoloji, topraklar,
atmosferik süreçler ve iklimler ve okyanuslarla bağlantılıdır.
“Biyosfer, insanın da içinde yeraldığı doğal dünyayı kapsar. İnsan zihinsel kapasitesi
sayesinde nesnel düşünebilir ve çoğu zaman kendisini doğanın üstünde görür.
İnsanoğlunun kendi sonu gelinceye kadar doğayı amaçlarına göre kullanılması
yegane yol değildir. İnsan, ayrıca, Dünya'nın ekolojik dengesini ve kapasitesini en iyi
şekilde korumak ve sürdürmekle yükümlüdür. Doğanın yasalarını tanıyarak ve onu
benimseyerek hareket etmek zorundadır ve ancak bunu yaparak uzun vadede kendi
varlığını sürdürebilir ve çevreyi tehlikeye düşürecek şekilde sömürmekten
kaçınabilir.”
(Walter, 1985)
9.2.2.1. Sıcaklık
Hem gerçek sıcaklık, hem de sıcaklığın mevsimsel dağılımı, bitki veya hayvan yaşamı
için kritik öneme sahiptir. Orta enlemlerde dört mevsimi görebilmek mümkünken,
küresel bakımdan üç veya iki mevsim söz konusu olabilmektedir. Bu yönüyle
biyomları anlamak için sıcaklık öne çıkan en önemli faktörerin başında gelir. Tüm
canlılar için temel bir besin altyapısı oluşturan bitkiler büyüme dönemleri boyunca
gelişim hızları sıcaklık farklılıklarına göre değişkenlik gösterir.
9.2.2.2. Nem
Nem mevcudiyeti yerel yağış rejimiyle, özellikle kurak mevsim süresiyle ilgilidir.
Ayrıca, buharlaşma ve yüzey veya yeraltı suyuna erişilebilirliği yoluyla su kaybına
kıyasla yağışın potansiyel etkililiğine de bağımlıdır. Bir dizi başka faktör, bu
çerçevede çeşitlilik üretmek için yerel olarak etkin olabilirler. Özellikle, toprak tipi,
litoloji, eğim ve yükseklik, artan ve azalan nemliliğe bağlı olarak temel birer
unsudurlar.
Bölgesel makro iklimler (ekvatoral, muson, çöl vb.), bitkiler ve hayvanlar için
karakteristik olarak olumlu veya olumsuz koşullar yaratır. Soğukluk veya kuraklık
seviyesi, uyku hali veya bozulma derecesini belirleyebilir ve ayırt edici yaşam
biçimlerine yol açabilir. Besin döngülerinin göreceli hızını da etkileyebilir. Bu nedenle
dünya biyomlarının büyük bir kısmı, makro iklim bölgelerine çok yakındır. Örnek
vermek gerekirse; Kahverengi orman toprakları gibi bölgesel topraklarda, örneğin,
ayırt edici mekanik özellikler ve besin maddesi türleri ve oranları bulunmasıdır.
Güney yarım kürede ayrı olduğu düşünülen üç alan daha mevcuttur. Neotropikal bölge
Güney Amerika'yı ifade ederken, Avustralya alanı bazen Yeni Zelanda'yı floral
bakımdan dışında tutatr (Takhtajan, 1969) ancak diğer araştırmacılar sıklıkla Yeni
Zelanda’yı Güney Güney Amerika ve Güney Güney Afrika'yı kapsayacak şekilde bu
alanların içinde tutar (Walter, 1985). Bir başka Antarktik bölge, genellikle Şekil
9.2'deki gibi Güney Güney Amerika, Güney Afrika ve Yeni Zelanda'yı kapsadığı
düşünülür ve hepsi de Gondwanaland'ın eski süper-kıtasının güney kesimi ile
ilişkilidir. Bu sınıflamanın okyanus alanını göz ardı ettiğine dikkat edilmelidir.
Yukarıdaki bölüm genelde karasal dağılımlarla ilgilenen bilim insanlarının
çalışmalarını temel almıştır ve bu nedenle dünyanın biyocoğrafik bölgelerinin tam
zenginlikleri bazen indirgenmiştir.
9.3. Biyomlar
9.3.1. Tundra
Dünyanın en genç biyomu olan Arktik Tundra 10.000 yıldan beri ortaya çıkmıstır. 55°
K ve 70°K enlemleri arasında kuzey kutup dairesini saran geniş, ağaçsız alandır (Şekil
9.3). Genellikle çok soğuk ve sade yer şekillerine sahiptir bu bölge ve tundranın
hemen tamamı kuzey yarımkürede bulunur. Güney yarımkürede ise Antarktika
çevresinde küçük bir alanda görülür çünkü Antarktika çok daha soğuktur kar ve
buzlarla kaplı, -56° C ortalama sıcaklığı ile tundra gelişimine olanak tanımaz. Tundra
Tunturia sözcüğü, Fin dilinde boş, kısır, tamtakır, çıplak arazi anlamında bir kelimedir.
100 cm’ye kadar donmuş olan tundra toprağı ağaç gelişimine uygun değildir. Çıplak
ve kayalık arazilerde çalı, ot yosun ve likenler yetişir. Kışın soğuk ve karanlıktır.
Yazın karlar erir ve toprağın donmus yüzeyi açılır. Bataklık haline geçen yazda tundra,
göller, akıntılar, binlerce böcek ve göçmen kuslarla senlenir. Ana mevsimler yaz ve
kıstır. İlkbahar ve sonbahar kısa geçis mevsimleridir. Tundra dünyanın en soğuk ve en
kurak biyomudur. Yıllık ortalama sıcaklık -28°C dır. Birkaç hafta günesin göründüğü
kıs mevsiminde sıcaklık -70°C civarındadır. Yazın genellikle 24 saat güneslidir, buna
arktikte “gece yarısı günesi” denir. Yazın genellikle ılık, 3°C ile 12°C arasında
sıcaklıklar görülür. Arktik tundra rüzgarlı olup rüzgar hızı 48-97 km/saat arasında
değisir. Kuzey Amerika, İskandinavya ve Rusya’da bulunan tundralardan
İskandinavya tundraları -8°C kış sıcaklıklarına sahiptir (Gulf stream etkisi, çevirenin
notu). Tundra yağıs yönünden çöl gibidir, yıllık yağıs tutarı 15-25 cm kadardır.
Donmuş tundra toprağına permafrost denir. Kısa yaz mevsiminde toprağın üst kısmı
eriyip bitki gelişimine olanak sağlar. Tundrada sadece 1700 kadar bitki türü yasar
(örneğin bu rakam Türkiye’de 10.000 tür dolayındadır). 400 kadar çiçek türü 50-60
günlük yaz mevsiminde ortaya çıkar. Ağaçlar donmuş toprağa köklerini salamadıkları
için gelişemezler. Arktik tundrada alçak bitkiler yeri örten alçak bir halı gibi tundranın
bazı alanlarını kaplar. Ölen bitki ve hayvan kalıntıları binlerce yıl toprakta birikerek
besin ve mineral döngüsüyle toprağı gübreler.
Şekil 9.3: Dünyadaki biyomlar (Kaynak: WWF).
Çok fazla olmamakla birlikte tundrada hayvanlarda yaşar. 48 Memeli türü
bulunmuştur. Bunlardan bazıları kır faresi, yabani tavşan, kemirgenler, kurt, tilki, ayı
ve geyikdir. Amerika'da karibu, Avrasya'da ren geyiği olarak bilinen hayvanlar büyük
sürüler oluşturarak liken ve otlarla beslenirler. Daha küçük sürüler halinde musk
öküzlerini görürüz. Kurt, tilki ve kutup ayıları tundranın etçil yırtıcı hayvanlarıdır.
Kara sinek, sivri sinek ve tatarcık tundra yazını çekilmez hale getirirler. Sivrisinekler
salgıladıkları gliserol kimyasalı ile kışın kar altında soğuktan etlenmeden kalırlar.
Tundra bataklıkları göçmen kuşlar için beslenme alanıdır. Yaz mevsiminde ördek,
çulluk, yağmur kuşu yörenin göçmenlerini oluştururlar.
Tundra yeryüzün üç büyük karbon dioksit kapanından biridir (Şekil 9.4). Sera etkili
gaz olan karbon dioksit küresel ısınmadan sorumludur. Kısa süren yazda havadan CO2
alan alan tundra bitkileri su ve güneş ışığı ile fotosentez yapar. Fakat kısa ve serin yaz,
uzun ve soğuk kış sıcaklıkları bitkilerin ayrışmasına olanak tanımaz. Binlerce yıldan
beri birikip kalan permafrost tundra topraklarına rastlanmıştır. Böylece tundra CO2
kapanları atmosferden karbondioksit çekerler. Günümüzde küresel ısınma nedeniyle
permafrost toprakların erimesiyle her yıl tundra sınırı birkaç metre ortadan
kalmaktadır. Bu sırada bitkiler ayrışmakta ve karbondioksit tekrar atmosfere
dönmektedir.
Tundra çok kırılgan bir çevredir. Çok düşük sıcaklıklarda bitki ve hayvanlar olumsuz
koşulların üstesinden gelmeye çalışır. İnsanlar da madencilik ve petrol arama amaçlı
yollar yapıyor ve yerleşim merkezleri kuruyorlar. Bu nedenle bazı hayvanlar beslenme
alanlarını terk etmek zorunda kalıyor. Yerleşim alanlarından geçmek zorunda kalan
hayvanlar ürküyor veya insanlar tarafından avlanıyor. Beslenme düzenleri bozulan
kutup ayıları açlıktan ölüyor. Alaska petrol boru hattı karibuların göç yolunu kesecek
şekilde yapılmış. Böcek öldürücülerin kullanımı göçmen kuşlar ve tundrada yaşayan
hayvanlar için hayatı tehdit etmektedir. Tundra sonsuz ve boş değil, çok nazik ve
kırılgan bitki ve hayvan türlerinin, uzun kışlara akıl almaz bir şekilde uyum sağlamış
türlerin yaşadığı biyomdur. Tundra canlıları tehlike sınırında yaşayan ve küçük
streslerin yıkıma yol açacağı durumdadır.
Yaşam alanı olan dağların üzeri de, çöller, ve tropikal ormanlar gibi iklimin denetimi
altındadır. Tayga, iğne yapraklı ormandır. Tayga, Rusça bir kelimedir, ormanı ve
dünyanın en geniş biyomunu oluşturur (Şekil 9.6). Avrasya'dan (Asya ve Avrupa)
Amerika'ya kadar uzanan geniş bir alana yayılmış olup tundra biyomuyla komşudur.
Taygada kışlar çok soğuk ve kar yağışlıdır. Yaz ılık yağmurlu ve nemlidir. Taygada
birçok iğne yapraklı ağaç yetişir. Taygaya "boreal forest" da denir.Boreal, Yunan'da
kuzey rüzgarı tanrısının adıdır. Taygada bitki ve hayvan türleri tropikal bölge kadar
zengin değildir. Yaz mevsiminde milyonlarca sinek yaşarken göçmen kuşlar da yuva
yapmak ve beslenmek için buraya göç eder.
Yılda 6 aydan daha uzun süre sıcaklık 0°C altında gerçekleşir. Kış sıcaklıkları ise -54
°C ile -1°C arasında değişir. Yaz ortalamaları -7°C ile +21°C arasındadır. Yazlar
oldukça sıcak, yağmurlu ve nemlidir. Donun görülmediği günlerin sayısı 50-100
kadardır. Yıllık yağış tutarı 30-85 cm arasındadır. Yağış türleri kar, yağmur ve çiy
şeklindedir. Taygada yağışın çoğu yazın düşer. Taygada ana mevsimler kış ve yazdır.
İlkbahar ve sonbahar çok kısa olup fark edilmeyecek ölçüdedir. Taygada sert koşullar
nedeniyle fazla hayvan ve bitki türü bulunmaz. Çok düşük sıcaklık koşullarında
bitkilerin canlı kalması zordur. Liken, yosun ve ak ladin, hemlock çamı, ve douglas
köknarı gibi konifer ağaçlar tayganın bitkileridir. Konifer ağaçları her zaman yeşildir.
Uzun mumsu özellikte iğneleri vardır. Mumsu madde soğuktan ve kurumaktan korur.
Şekil 9.6: Tayga biyomuna ilişkin Alaska Sıradağları’ndan bir görünüm (Kaynak:
National Parks U.S.).
Tayga ağaçları yaprak dökmez. Havalar ısındığında fotosentez yaparlar. Koyu renkli
iğneler güneş ışığını emmeye ve fotosentez yapmaya yarar. Her zaman yeşil tayga
ağaçları zayıf ve birbirine yakın olarak bulunur (Şekil 9.7). Bu durum soğuktan ve
rüzgardan korunmayı sağlar. Ağaçlar karın ağırlığından dolayı kırılmayacak şekilde
gelişmiştir. Kar eğimli dallar üzerinden kayarak düşer. Tayga yangınlara karşı
dayanıklıdır. Ağaçlar uyum için kalın kabuk geliştirmişlerdir. Yangın ağacın üst
dallarını yaktığında güneş ışınları yere ulaşır, büyüyen yeni bitkiler daha önce orada
yalnızca ağaçlar olduğu için yaşamayan hayvanların yiyeceğini oluşturur. Tayga
hayvanları vaşak gibi yırtıcılardan, gelincik familyasından mink ve kakımdan oluşur.
Bu etoburlar kar tavşanı, sincap ve tarla farelerini avlayarak beslenirler (Şekil 9.8).
Kızıl geyik, elk ve moose tayganın yaprak döken ağaçlarından beslenen otoburlardır.
Birçok göçmen kuş böceklerle beslenmek için taygaya gelir, beslenme mevsimi
bitiminde ayrılırlar. İspinoz, serçe gibi tohumla beslenenlerle hem ot hem et yiyen
karga yıl boyunca taygada kalır.
Şekil 9.7: Tayga’da yer alan bazı ağaç türleri (Kaynak: A. Aydoğmuş).
Şekil 9.8: Tayga’da yer alan bazı hayvan türleri (Kaynak: A. Aydoğmuş).
Şekil 9.9: Tayga ve Tundra soğuk biyomlarının yayılış haritası (Kaynak: Holden,
2008).
9.3.3. Çayır (Avrasya Stepleri, Kuzey Amerika Prerileri ve Güney Amerika
Pampaları)
Çayırların iki tipi vardır: Uzun boylu Çayırlar nemli ve yağışlı yerlerde, kısa Çayırlar
kuru ve daha sıcak yaz ile daha soğuk kışların yaşandığı alanlarda görülür. Çayır
biyomu orta enlemlerin kara içlerinde, ayrıca nemli karasal iklimde ve kuru
subtropikal iklimde de görülür. Güney Amerika Arjantin'de Çayırlar pampa olarak
bilinir orada iklim nemlidir. Güney yarımküre Çayırları kuzey yarım küreden daha çok
yağış aldığı için uzun boyla otlara dönüşmüştür. Geniş alanlar kaplayan Çayırlar
Ukrayna'dan Sibirya'ya kadar uzanır. Burası çok soğuk ve kuraktır çünkü denizel
etkilere uzaktır, kuzey rüzgarlarını kesecek dağlar da yoktur. Buralar Rusya ve Asya
stepleri olarak bilinir.
Şekil 9.10: Çayır biyomlarına ilişkin genel bir görünüm, Arjantin (Kaynak:
http://blog.oup.com).
Kışın -40°C kadar olan sıcaklık yazın +21°C civarındadır. Gerçekte iki mevsim,
büyüme ve bekleme mevsimi vardır. 100-175 gün kadar süren büyüme mevsiminde
don görülmez. Büyümenin olmadığı bekleme mevsiminde bitkiler büyümez çünkü
sıcaklık çok düşüktür. Tropikal ve subtropikal Çayırlarda büyüme mevsimini yağışlı
mevsimin sonu belirler. Ilıman Çayırlarda ise büyüme mevsimi sıcaklıklara bağlıdır.
Günlük sıcaklık 10°C olduğunda bitkiler büyümeye başlar. Ilıman Çayırlarda yıllık
ortalama yağış 25-75 cm arasındadır. Tropikal ve subtropikal Çayırlarda ise yıllık
yağış 60-150 cm arasında değişir. Çayırlarda yağış miktarı çok önemlidir, yerleri ot
kaplar, yağış azlığı ağaç için zor koşullar oluşturur. Toprağın üst kısmı yılın bir
kısmında nemlidir derin toprak katmanı ise daima kurudur. Kuzey Amerika
prerilerinde bitki türleri bufalo çayırı, ayçiçeği, yabani tütün, yıldız çiçeğidir (Şekil
9.11). Bazı hayvanlarsa; kurt, kartal, gri kurt, yabani hindi, vaşak, Kanada kazı,
çekirge, bizon ve preri tavuğudur (Şekil 9.12).
Şekil 9.11: Çayırlarda yer alan ot ve çiçek türleri (Kaynak: A. Aydoğmuş).
Şekil 9.12: Çayırlarda yer alan bazı hayvan türleri (Kaynak: A. Aydoğmuş).
9.3.4. Yaprak döken ormanlar
Yaprak döken ormanlar Kuzey Amerika'nın doğu yarısı ile Avrupa'nın ortasında
bulunur. Asya'nın bazı yerlerinde de bu tür ormanlar vardır. Güneybatı Rusya'da,
Doğu Çin'de, Japonya'da, ve Güney Amerika'da Güney Şili ve Paraguay doğu
kıyılarında görülür. Yeni Zelanda ve Güneydoğu Avustralya'da da yaprak döken
ormanlara rastlanır. Yıllık ortalama sıcaklığın 10°ve yıllık yağış tutarının 75-150 cm
olduğu alanların biyomudur. Alçaktan yükseğe doğru 5 farklı katman seçilir.
Karaların küçük bir kısmında ABD batısı Kaliforniya, Güney Amerika Orta Şili
kıyıları, Güney Afrika Cape Town, Avustralya’nın batı ucunda ve Akdeniz kıyılarında
görülür. Maki biyomunda arazi düz alanlar, kayalık tepeler ve dağ yamaçlarından
oluşur (Şekil 9.14). Kışları ılıman 10°C civarında, yazları sıcak ve kurak 40°C
civarında sıcaklıklara sahiptir. Kuraklık ve yangınlar çok sık gözlenir. Bitki ve
hayvanlar bu şartlara uyum sağlamıştır. Bitkilerin çoğu küçük sert yapraklı ve su
kaybını önleyici özelliktedir. Bazı bitki türleri meşe, kaktüs ve ağaçlardan oluşur
(Şekil 9.15). Hayvan türleri de sıcaklık ve kurak koşullara uyum sağlamıştır. Kurt,
tavşan, geyik, kertenkele, kara kurbağası, bal arısı ve uğur böceği maki biyomunun
bazı hayvanlarıdır.
Şekil 9.14: Akdeniz/Maki (chaparral) biyomunun gözlendiği Güney İtalya’dan genel
bir görünüm (Kaynak: http://www.untamedscience.com)
Şekil 9.15: Akdeniz/Maki (chaparral) biyomunun gözlendiği alanlardaki floraya ilişkin
bazı türler.
9.3.6. Çöller
Savan (Şekil 9.17), tropikal yağmur ormanı ile çöl biyomu arasında otlar, çalılar ve
seyrek ağaçlardan oluşur. Savanlara orman oluşturacak kadar yağış düşmez. Savan
tropikal çayırlık olarak da bilinir. Tropikal yağmur ormanlarının kenarında geniş bir
kuşak şeklinde yer alır. Savan yıl boyunca sıcaktır. Genelde iki farklı mevsim, çok
uzun ve kurak kış ile çok nemli yaz mevsimi yaşanır. Kurak mevsimde yaklaşık 10 cm
kadar yağış düşer, Aralık-Şubat arası ise hiç yağış düşmez. İşin tuhafı bu kurak
mevsimde sıcaklık biraz düşmüştür. Bu zor koşullarda sıcaklık 21°C civarındadır.
Yazın yağış çoktur. Afrika'da muson yağmurları Mayıs ayında başlar ve bu süre içinde
40-60 cm kadar yağış düşer. Her gün sıcak ve nemli hava yükselip soğuk hava ile
karşılaşarak yağış oluşturur. Çok farklı türde bitkilere (Şekil 9.18) ev sahipliği yapan
Savanlarda farklı besinleri yeme alışkanlığında olan hayvanlar besinleri tüketmek için
yarışırlar.
Yeryüzünde birçok farklı Savan türü vardır. Doğu Afrika'nın akasya ağaçlarıyla kaplı
Savansı Serengeti ovası- Tanzanya en çok bilinendir. Arslan, zebra, fil, zürafa gibi
birçok toynaklı hayvan otlanır ve avlanır (Şekil 9.19). Çok sayıda otçul memeli burada
yaşar, çevrede zengin Çayırlar vardır. Etçiller de otçulları yiyerek beslenir. Güney
Amerika'da sadece birkaç türün bulunduğu Savanyı görürüz. Brezilya, Kolombiya ve
Venezuela'daki Savanlar yaklaşık 2.5 milyon km2 alan (Türkiye’nin üç katı kadar)
kaplar.
Şekil 9.17: Savan biyomununun gözlendiği Güney Afrika’dan bir görüntü (Kaynak:
https://bg.wikipedia.org/)
Hayvanlar çevre biyomlardan Savana doğru yönelir. Orinoko Llanoları (Orinoko
nehri çevresindeki Kolombiya ve Venezuela düzlükleri) Orinoko nehrinin sularıyla
kaplanır. Bitkiler uzun süre su içinde kalmaya uyum sağlamışlardır. Capybara ve
bataklık geyiği yarı sulak hayata uyum sağlamıştır. Kuzey Avustralya'da da Savana
rastlanır. Burada, okaliptüs ağaçları akasyanın yerini almıştır. Birçok kanguru türü var
fakat hayvan türü çeşitliliği azdır. Savan bitkileri uzun süren kurak dönemde
büyümeye uyum sağlamışlardır. Derindeki suya ulaşan kökler, yangına karşı kalın
kabuk, gövde içlerinde su depolamak, kurak kış süresince su kaybını azaltmak için
gelişmiş yaprak biçimleri gibi. Otlar, hayvanların yemesinden korunmak için çok
keskin kenarlı olmak veya acı lezzetde olmak gibi bazı özellikler kazanmışlardır.
Uygun otlar her cinsten otobur hayvanlar tarafından yenir. Farklı otlar farklı hayvanlar
tarafından tüketilir. Bazı bitkiler otlanmaktan korunmak için baş aşağı büyür veya çok
ince dokuludur. Birçok Savan bitkisi (Şekil 9.19) kurak mevsimde bitki soğanı
şeklinde kalır. Savandaki bitki ve hayvan türleri çok geniş bir yelpaze oluşturur. Türler
bir denge içinde bir birine bağlıdır. Afrika Savanlarında 40'dan fazla toynaklı memeli
türü yaşar. Bir alanda 16'dan fazla yaprak yiyen hayvan türü birlikte bulunabilir. Her
biri kendi tercih ettiği ot ve yaprakları, farklı yükseklikte olanları, günün farklı
zamanlarında, arazinin uygun alanlarında ve kurak mevsim süresince farklı alanlara
göç ederek tüketir. Otçul hayvanlar arslan, kaplan, leopar, çita, çakal ve sırtlan gibi
çeşitli etçillere yem olurlar. Her tür kendi tercihine ve yapabildiğine göre rekabet
içinde birlikte yaşar. Afrika Savanlarının bir kısmında insanlar sığır ve keçilerini
otlatırlar. Çevreden uzaklaşmadıkları için yenilen otlar tamamen tükenir. Bitkisiz
savan da çöle dönüşür. Her yıl, Savannın geniş alanları otlatma ve yanlış tarımsal
uygulamalar nedeniyle çölleşerek Sahra’ya katılır.
Şekil 9.18: Savan biyomunun gözlendiği alanlardaki floraya ilişkin bazı türler
(Kaynak: A. Aydoğmuş).
Şekil 9.19: Savan biyomunun gözlendiği alanlardaki faunaya ilişkin bazı türler
(Kaynak: A. Aydoğmuş).
9.3.8. Tropikal Yağmur Ormanları
Yıllık 125-660 cm yağışın düştüğü sıcak bölgelerin uzun boylu ağaçlarıdır. Yağmur
ormanı tropikal nemli iklim grubu içinde bulunur (Şekil 9.20). Sıcaklık 34°C'i çok
nadir olarak geçer genellikle 20°C civanırdadır. Nem değeri % 77-88 arasındadır.
Yıllık yağış miktarının 250 cm'yi geçmesi olağandır. Yağışın az olduğu kısa bir
mevsim görülür. Muson bölgesinde gerçek kurak mevsim vardır. Tüm yağmur
ormanları ekvatorun yakınındadır. Yağmur ormanları dünya kara alanının % 6'sından
azını kaplar. Bilim insanları, dünyadaki bitki ve hayvan türlerinin yarıdan fazlasının
tropikal yağmur ormanlarında yaşadığını tahmin ediyorlar. Yeryüzü oksijeninin %
40'ını yağmur ormanları üretir.
Şekil 9.20: Tropikal yağmur ormanları biyomununun gözlendiği Güney Amerika’dan
(Brezilya) bir görüntü (Kaynak: https://wikipedia.org/)
Tropikal yağmur ormanlarında dünyanın diğer yerlerinden daha fazla ağaç çeşidi
vardır. Bilim insanları Güney Amerika'da 1 hektar alanda (10.000 m2) 100-300 tür
saymışlardır. Bitkilerin % 70'i yağmur ormanı ağaçlarıdır (Şekil 9.21). Kullandığımız
ilaçların yarısından fgazlası yağmur ormanı bitkilerinden elde edilir. Örneğin Curare
(yerlilerin ok uçlarında kullandığı şiddetli zehir) tropikal bir sarmaşıktan elde edilir,
anestezik ve kas gevşetici olarak olarak cerrahide kullanılır. Kinin, cinchona ağacından
elde edilip sıtma tedavisinde kullanılır. Lenf kanserinde hastalığı hafifleten pembe
Cezayir menekşesi gibi 1400'den fazla potansiyel tropikal bitkinin kanser tedavisinde
kullanılabileceği düşünülmektedir.
Şekil 9.21: Tropikal yağmur ormanı biyomunun gözlendiği alanlardaki floraya ilişkin
bazı türler (Kaynak: A. Aydoğmuş).
Şekil 9.22: Tropikal yağmur ormanı biyomunun gözlendiği alanlardaki faunaya ilişkin
bazı türler (Kaynak: A. Aydoğmuş).
Tropikal yağmur ormanları çeşitli bakımlardan birbirine benzer. Ağaçlar düzgün
gövdeli, fazla dallanmadan 30 metre boya ulaşır. Kanopiden aşağıya az ışık girdiği için
dallar fark edilmez. Kendilerini soğuktan koruma ihtiyacında olmadıkları için büyük
ağaçlar düzgün ve ince kabukludur. Burada sorun, bitkiler üzerinde yaşayan asalak üst
bitkenler (epifitler) ile bitki parazitleridir. Birçok bitkinin kabuğu çok basit olduğu için
bitkiyi kabuğuna göre tanımlamak zordur. Birçok ağaç çiçeklerine bakılarak
tanımlanabilir. Buna rağmen üç büyük yağmur ormanında (Güney Amerika, Afrika,
Asya) farklı bitki ve hayvan türlerine rastlanır (Şekil 9.22). Farklı yağmur
ormanlarında farklı maymun türleri yaşarken farklı alanlarda aynı tip yağmur ormanı
türleri de bulunabilir. Bazı ağaç türleri Amazon yükseklerinde bulunurken alçak
alanda aynı orman yetişmez. Dolayısdıyla topoğrafik farklılar da yağış kadar tür
farklılığında önemli bir faktördür.
Tropikal yağmur ormanına sürekli yağmur yağar ve çok nemlidir. Yıllık yağış 150 cm
civarındadır. Çok yağış alır çünkü çok sıcak ve nemlidir. Sıcak hava daha çok nem
taşıyabilir. Günlük yağış miktarı genelde 3 mm veya m2 ye 3 kg'dır. Bu iklim güneş
ışınlarının büyük açıyla geldiği ekvator çevresinde görülür. Güneş enerjisinin etkisi ile
karadan ve denizlerden buharlaşma olur. Daha çok su buharı taşıyabilen sıcak hava
yükseldiğinde soğur, taşıyamadığı su buharının yoğuşması ile su zerreciklerinden
oluşan bulutları oluşturur. Bulutlar da yağmur üretir. Yılda 90 günden fazla yağışlı gün
vardır, yağmurdan sonra pırıl pırıl güneş çıkar. Su döngüsü ekvator boyunca
tekrarlanır.
Bu biyomun ana bitkisi ağaçlardır, bu önemlidir çünkü yağmur ormanında bazı ağaçlar
yağmurun yere ulaşmasını engeller ve aşağıda ancak küçük bitkiler yetişebilir. Burada
ağaçların boyu 50 metreyi geçer, kanopi-çatı oluşturur. Orman tabanı alt katman
olarak ifade edilir. Kanopi alt katmana ulaşacak güneş ışırlarını tutar. Kanopi ve alt
katman arasındaki lower canopy'de sızan güneş ışınlarını alan küçük ağaçlar bulunur.
Tropikal yağmur ormanı Köppen Classification Sisteminde (Af) ile gösterilir. (A), her
ayın nemli ve ortalama sıcaklığın 18°C'dan yüksek olduğunu ifade eder. (f), her ay
yeterli yağışı ifade eder. Ekvatorun 15-25° Kuzey ve Güneyinde görülür. Yıllık yağış
150 cm'den fazla olup kısa bir kurak zaman yaşanır. Bu bir ay süresince 10 cm kadar
yağış düşer. Yağmur ormanı iklimi diğer iklimlerden farklıdır, diğer iklimlerde nem
uzak yerlerden taşınarak yağış oluşur, yağmur ormanında ise yağışın % 50'si bitkilerin
terlemesiyle oluşan neme bağlı olarak gerçekleşir. Düşen yağışın bir kısmı yere
ulaşamadan ağaçların yaprakları arasında kalır. Yağmur ormanında ortalama sıcaklık
25°C civarındadır. Sıcaklık yıl boyunca fazla değişmez ve 17°C'ın altına hiç düşmez.
Çünkü ekvatora yakındır. Ekvatora yakınsanız orada güneş radyasyonu fazladır, daha
çok güneş radyasyonu daha yüksek sıcaklık demektir. Yağmur ormanında 0°C gibi
düşük sıcaklıklarda bitkisel hayat söz konusu olamaz. Alt katmandaki bitkiler az olan
güneş ışığında yaşamaya uyum sağlamışlardır. Eğrelti otları ve yosunlar, epifitler gibi.
Bu bitkiler başka bitkilerin üzerinde yaşarlar. Yağmur ormanında birçok farklı bitki
türü bulunur.
Uygulama Soruları
Bölüm Özeti
Bu bölümde biyosferin genel özellikleri ve biyosferdeki süreçlerin genel hatları ele
alınmıştır. Biyosfer içerisindeki ana bölgesel farklılıkları oluşturan faktörler ve bu
faktörlerin biyosfer karakteristikleri üzerindeki rolleri özet bir şekilde
ddeğerlendirilmiştir. Dersin dokuzuncu bölümünü oluşturan bu kısım diğer konularda
ele alınan yer sistemleri ile en çok etkileşimin bulunduğu katman veya küredir.
Biyosferi oluşturan ve farklı karakteristiklere sahip Biyomlar dokuz ana başlık altında
toplanarak ele alınmış ve bu zonlara has bitki ve hayvan türleri genel bir çerçevede ele
alınmıştır.
Ünite Soruları
Soru-1 :
Yeryüzünde yayılış gösteren biyomlar ile ilgili aşağıdaki yargılarından hangileri
doğrudur?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Yalnız I
(B) Yalnız II
(C) I ve II
(D) I ve III
(E) I, II ve III
Cevap-1 :
I ve II
Soru-2 :
Aşağıdakilerden hangisi atmosfer ve biyosfer arasındaki doğrudan ilişki
arasında gösterilemez?
(Çoktan Seçmeli)
(B) Sıcaklık
(C) Evapotranspirasyon
(D) Bakı
(E) Yağış
Cevap-2 :
Bakı
Soru-3 :
Aşağıda verilen biyomlardan hangisi Dünyanın en genç biyomudur?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Tayga
(B) Alpin
(D) Çöl
(E) Tundra
Cevap-3 :
Tundra
Soru-4 :
Aşağıdaki biyomlardan hangisinde gece ve gündüz arasındaki sıcaklık farkı
diğerlerinden daha yüksektir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Tayga
(B) Çöl
(D) Tundra
(E) Akdeniz
Cevap-4 :
Çöl
Soru-5 :
Biyomların oluşumunda,
I. sıcaklık
II. nem
III. yeryüzü şekilleri
(Çoktan Seçmeli)
(A) Yalnız I
(B) Yalnız II
(C) I ve II
(D) I ve III
(E) I, II ve III
Cevap-5 :
I, II ve III
Soru-6 :
Biyosferin yaklaşık ................... yıl önce bazı aşamalardan geçerek evrim geçirdiği
düşünülür.
Cevap: 3,5 milyar
(Klasik)
Soru-7 :
Karaların küçük bir kısmında ABD batısı Kaliforniya, Güney Amerika Orta Şili
kıyıları, Güney Afrika Cape Town, Avustralya’nın batı ucunda görülen
biyoma .................. denir.
Cevap: Akdeniz
(Klasik)
Soru-8 :
.................. biyomu Dünya’nın en geniş biyomunu oluşturur.
Cevap: Tayga
(Klasik)
Soru-9 :
.................... biyomu sıcak-kurak ve soğuk-kurak olarak ikiye ayrılır ve dünya
yüzeyinin 1/5’ini kapsar.
Cevap: Çöl
(Klasik)
Soru-10 :
Tropikal yağmur ormanı ile çöl biyomu arasında otlar, çalılar ve seyrek ağaçlardan
oluşan biyoma verilen isim ................'dır.
Cevap: Savan
(Klasik)
10. Akarsular
Giriş
Akarsular yeryüzünü şekillendiren en yaygın jeomorfik etmenlerdir. Buzularla kaplı
kutup bölgeleri hariç yeryüzünün neredeyse heryerinde akarsuların doğa ve insan
üzerindeki etkilerini görmek mümkündür. Bu dersimizde fiziki coğrafyanın bir alt dalı
olan “akarsu jeomorfolojisi” yani akarsuların genel özellikleri ile bunların
oluşturdukları yerşekillerine değineceğiz.
Aslında bu durmaksızın devam eden bir döngüdür (Şekil 10.1). En fazla buharlaşma
yaklaşık 320 000 km3 ile okyanuslar üzerinde olur ve yağışları büyük kısmı da, 284
000 km3 buralarda gerçekleşir. Bu süreç su döngüsünün en hızlı gelişen sürecidir.
Diğer yandan rüzgarlar bulutları karalar üzerine taşır ve buralarda da yaklaşık 106000
km3 lük bir yağış gerçekleşir (Şekil 10.1).
Şekil 10.1. Su döngüsünün şematik gösterimi
Bu yağışın bir kısmı süzülerek toprak yada kayaların içine sızar (infiltrasyon) 36000
km3’lük bir kısmı da yüzey akışına geçer. Toprak yada kayalar içine sular yeraltı suyu
haline gelmeden önce yine buharlaşabilir (evaporasyon) yada bitki köklerine ile
alınarak bitkilerin terlemesi (trasnpirasyon) ile tekrar atmosfere verilirler. Bu iki
süreç eş zamanlı gerçekleştiği için buna evapotranspirasyon denilir. Yağış olarak
yüzeye düşen su miktarı buharlaşandan daha fazladır. Fazlalık olan su akarsular
vasıtasıyla tekrar okyanuslara geri döner. Örneğin, ülkemize yağışlar Atlantik
Okyanusu üzerindeki Azor ve İzlanda başınç merkezlerinin etkisi ile gelir ve örneğin
Kızılırmak sularını Karadenize döker ancak Karadeniz de Marmara ve Akdeniz
bağlantıları ile Atlantik Okyanusuna bağlandığı için sular tekrar Atlantik Okyanusuna
geri dönmüş olur. Böylelikle su döngüsünün üç ana evresi tamamlanmış olur.
Bunlar buharlaşma, yağış ve akıştır (Şekil 10.1).
Akarsu havzalarının boyutları birkaç km2’den milyonlarca km2’ye kadar geniş bir
alanları kaplayabilir. Ülkemizdeki Fırat, Dicle, Kızılırmak, Çoruh, Yeşilırmak,
Sakarya ve Gediz, Büyük Menderes ve Meriç büyük akarsu havzalarıdır (Şekil 10.4).
Şekil 10.5. Bir akarsu havzasında baskın süreçlerin etkili olduğu bölümler
10.5. Akarsuların akışı
Nehir kanallarındaki sular yer çekimi etkisiyle aşağıya doğru hareket ederler. Çok
yavaş akan akarsulardaki su akışı yaklaşık olarak düz çizgisel hatlar boyunca akarsu
kanalına paralel olan bir akıştır ki buna Laminer Akış denir. Hâlbuki, tipik bir akarsu
akışı genel olarak Türbülanslı Akış karekterindedir.Türbülanslı akışta su parçacıkları
düzensiz bir şekilde yatay ve dikey yönlerde dönerek rastgele hareket ederler. Güçlü
türbülans hareketleri hızla dönen, girdap şeklinde, beyaz köpüklü kabararak hızla akan
sular şeklinde kendini gösterir. Suyun üst tarafında düzgün bir akışa sahip nehirlerde
bile taban kısmına yakın yerlerde ve yan cidarlannda akışa karşı direnç oldukça
arttığından türbülanslı akış vardır. Türbülans akarsuyun kanalını aşındırma yeteneğine
önemli ölçüde katkıda bulunur, çünkü türbülans akarsu yatağındaki katı maddeleri
yerinden kaldırarak hareket ettirir.
Akım hızı suyun bir noktadan diğer noktaya ulaşma hızını ifade eder. Yağışın miktarı
ve şiddetindeki değişime bağlı olarak akarsu boyunca bir noktadan başka bir noktaya
veya belli bir noktada zaman boyunca önemli miktarlarda değişiklikler gösterir. Bir
nehrin aşındırma ve katı madde taşıma yeteneği doğrudan akış hızıyla orantılıdır. Akış
hızındaki az bir artış bile akarsuyun taşıdığı katı madde yükünün önemli oranda
artmasına neden olabilir. Bundan dolayı akım hızına etkiyen bazı faktörler akarsuyun
“iş” yapma potansiyelini de kontrol altında tutarlar. Bu faktörler şunlardır: (1) kanal
eğimi veya gradyanı, (2) kanal büyüklüğü ve enine kesit şekli, (3) kanal pürüzlülüğü
ve (4) kanalda akan su miktarı.
Akarsu kanalının eğimi yani belirli bir yatay mesafe boyunca gerçekleşen düşüm
gradyan olarak adlandırılır. Gradyanın daha dik olduğu yerlerde, kanal akımını
sürükleyecek daha fazla yer çekimi enerjisi mevcut demektir. Bir akarsu kanalındaki
su, eğim boyunca hareket ederken önemli oranlarda sürtünme direnciyle karşılaşır.
Kanal kenarları ve yatağıyla temas hâlinde olan su miktarını büyük oranda kanalın
enine kesit şekli (kanaldan enlemesine alman bir dilim) belirler. Bu ıslak çevre olarak
bilinen bir ölçüttür. En etkin kanal enine kesit, en az ıslak çevreye sahip olan kesittir.
Şekil 10.6 sadece şekil bakımından farklı iki kanalı karşılaştırmaktadır. Kanal A geniş
ve sığ, kanal B ise dar ve derin. Bu iki kanalın enine kesit alanlan aynı olmasına
rağmen, kanal B’de daha az su kanal kenarlan ile temas halindedir ve bu nedenle bu
kanalda daha az sürtünme direnci vardır. Sonuç olarak, bütün diğer etkenler eşit olmak
şartıyla, Kanal B’deki su Kanal A’dan daha etkin ve hızlı akacaktır. Su derinliği de
kanal kenarlarının akışa uyguladığı sürtünme direncini etkilemektedir. Maksimum
akım hızı, akarsuyun tam dolu aktığı yani su seviyesinin henüz kanal yatağım aşıp sel
yatağına taşmasının hemen öncesinde oluşur. Bu seviye kanal kesil alanının ıslak
çevreye oranının en büyük olduğu seviye-dir ve akış en etkin durumdadır. Benzer
şekilde kanal büyüklüğünü artırmak, kesit alanının ıslak çevreye oranını da
artırdığın¬dan kanalın etinliği de artmış olur. Bütün diğer etkenler aynı olmak şartıyla
büyük kanallarda akım hızlan küçük kanallara göre daha yüksektir. Akarsuların çoğu
pürüzlü olarak tanımlanabilecek kanallara sahiptirler. Kaya parçaları, kanal
yatağındaki düzen-sizlikler, ağaç ve bitki parçaları kanaldaki akışı önemli oranda
yavaşlatacak türbülans oluştururlar.
10.5.3. Debi
10.7.1. Aşındırma
Çizgisel bir şekilde yani belirgin bir yatakta toplanan yağış suyunun yaptığımı
aşındırmanın üç temel mekanizması vardır. Bunlar: 1) Hidrolik etki, 2)
Korrazyon(çarpma etkisi), 3) Korrozyon (kimyasal etki). Hidrolik etki akarsuyun
kütlesinin kinetik enerjisinin yardımı ile zeminden unsurlar koparması yada
sürüklemesidir. Dolayısıyla dirençsiz anakaya yada döküntü malzemesi ve toprak
üzerinde bu mekanizma daha etkilidir. Korrazyon yani çarpma etkisi ise su tarafınan
taşınan malzemenin üzerinde aktıkları zemine yani yatağın dibine ve yanına çarpması
sonucu meydana getirdikleri aşındırmaya denir. Korrozyon ise suyla temas ettiğinde
çözülebilen kayaçların olduğu kireçtaşı ve jips kayaçlarından oluşmuş alanlarda daha
etkilidir.
10.7.2. Taşıma
Taşıma ile aşındırma arasında çok yakın bir ilişki vardır. Akarsuyun aşındırma gücü
esas itibarı ile taşıma gücü ile doğru orantılıdır. Bu yüzden en etkili aşındırma
mekanizması korrazyondur. Bir şekilde akarsu kütlesi içine dahil olmuş maddelerin
taşınımı 4 farklı mekanizma ile gerçekleşir. Bunlar: 1) suda erimiş maddelerin
taşınması, 2) Askıda maddelerin taşınması, 3) zıplama, 4) Kayma ve yuvarlanma
şeklinde taşınma (Şekil. 10.9)
Gerek aşındırma gerekse taşıma yeryüzü şekilleri üzerinde tahrip edici bir etkiye
sahiptir. Ancak biriktirme daha çok yapıcı bir özelliğe sahip bir süreçtir. Biriktirme
akarsuyun gücünün içindeki taşıdığı malzemeleri taşımaya yetmediği yada yükün
arttığı durumlarda ve sahalarda meydana gelir. Dolayısıyla 1)Akarsuyun
gücü, 2) Yük miktarına göre birikim gerçekleşir. Biriktirmeye sebeb olan durumlar
şunlardır: A) Akarsu gücünün azalması-yani i) eğimin azalmasına bağlı hız azalması,
ii) tıkanmalara bağlı hız azalması, iii) yatağın genişlemesine bağlı olarak hız azalması,
iv) su kütlesinin azalmasına bağlı olarak hız azalmasıdır yada B) Akarsu yükünün
artması yani i) iklimin soğumasına bağlı olarak fiziksel ayrışma ürünlerinin artması, ii)
buzulların akarsu vadilerine malzeme getirmesi, iii) bitki örtüsünün seyrekleşmesi, iv)
dik eğimli yamaçlardan gelen kolların ana akarsuya bol su katı madde getirmesi. Bu
iki değişken birikim üzerinde etkilidir.
Şekil 10.11. Akarsu kanal desenleri. En üstte örgülü, ortada geçiş ve en altta
menderesli
10.9. Akarsu (drenaj) şebekesi desenleri
Akarsuların kanal deseni olduğu gibi akarsu şebelerinin de desenleri vardır. Akarsu
havzalarında ana akarsu ve onun kollarından bahsetmiştik. Ana akarsular ile kolların
birleşmesi bir bütün olarak bir akarsu şebekesi oluşturur. Bu şebekenin kuşbakışı
görüntüsünün desenleri farklılıklar gösterebilir. Şebeke desenleri (drainage pattern)
fiziki coğrafya açısından üzerinde geliştikleri zeminin jeolojik özellikleri hakkında
önemli bilgiler sağlar. Bu desenlerden en yaygın olanı şekil 10.12’te verilmiştir.
Bunlardan ilki dallantılı (dendiritik) desendir ve ağaç dallarına benzediği için bu isim
verilmiştir. Dallantılı desen kayaçların yatay yada yataya yakın oluduğu ve litolojik
olarak farklılık göstermeyen zeminler üzerinde gelişir. Dairesel yada ışınsal desen ise
merkezde belirgin bir yüksekliği olan konik yada kubbemsi yapılar üzerinde gelişir ki
bunlar ya volkanik dağlar, kıvrım yada içpüskürük sokulumlar üzerinde olabilir.
Diktörgensel şebeke deseni zemini oluşturan ana içerisinde zayıflık zonları olan
eklemleri takip ederek oluşmuş bir şebekeyi gösterir. Kafes desenli akarsu şebekesi ise
tektonik hareketlerle kıvrılmış farklı dirençteki çökel kaya tabakalarının yüzeylendiği
zeminler üzerinde oluşur.
Şekil 10.12. Akarsu şebekesi desenleri
Görüldüğü gibi sadece akarsu şebekesinin desenine bakarak üzerinde geliştikleri
jeolojik unsurlarla ilgili olarak bilgi edinmek mümkündür.
Diğer bir aşındırma yönü ise geriye doğru aşındırmadır. Geriye doğru aşındırma
aslında düşey aşındırmanın bir sonucudur. Çünkü düşey aşındırma akarsuyun kaynak
noktasına doğru bir aşınım dalgasının oluşmasını sağlar. Bunun sonucunda akarsuyun
boyuna profilinde zaman içinde kaynak noktasına doğru göçeden bir eğim kırıklığı
(knickpoint) meydana gelir. Geriye doğru aşındırma ve eğim kırıklığının en güzel
örneği NiagaraŞelalesidir (Şekil 10.15). Niagara Şelalesi 10 yılda 30 cm gibi yavaş bir
hızla gerilemektedir
Şekil 9.14. Yanal aşındırma sonucu vadi yamaçlarının gelişmesi ve taşkın düzlüğünün
oluşması, sonrasında düşey aşındırma ve terasların oluşumu
10.11. Akarsu biriktirme şekilleri
Akarsuların birikim süreçinde akarsu enerjisi ve taşıdığı yük miktarı gibi değişkenlerin
önemli olduğunu görmüştük. Akarsular bu iki değişkene bağlı olarak örneğin
enerjilerinin azaldığı yada yüklerinin arttığı her durumda birikim sürecini
gerçekleştirir ve bunun sonucu olarak yerşekillerini oluşturur. Bu yerşekillerini, taşkın
ovası, birikinti yelpazesi ve delta şeklinde sıralayabiliriz. Taşkın ovasının oluşum
mekanizmasını akarsuların vadilerini yanal aşındırma ile genişletmeleri ve burada
alüvyon birikimi ile meydana geldiğini anlatmıştık. Taşkın ovalarının en karakteristik
özellikleri akarsu kanalından fazla yüksekte olmayan (<5m) tamamen taşınmış
malzemeden oluşmuş düzlüklerdir. Bunların üzerinde eğer akarsular menderesli bir
şekilde akarsa kopmuş menderes göllerini, sedde, burun seti gibi taşkın ovası
yerşekillerini görmek mümkündür. Birikinti yelpazeleri (alluvial fans) bunlar
genellikle dağ önlerinde akarsuların düşük eğimli ova gibi alçak topoğrafyalara
sularını boşalttığı ortamlarda oluşur (Şekil 10.16). Bursa, Manisa, Aksaray gibi
şehirler bu tür birikinti yelpazeleri üzerinde oluşmuş şehirlerdir.
Şekil 10.16. Kurak bir bölgede gelişmiş bir birikinti yelpazesi örneği ancak bu tür
yelpazeler tüm iklim bölgelerinde de gelişir.
Deltalar akarsular tarafında oluşturulan en büyük birikim şekilleridir. Bunların
boyutları binlerce km’yi bulabilir. Deltalar akarsuların sularını bir büyük göle, denize
yada okyanusa boşaltığı ortamlarda oluşur. Bu ortamda akarsu artık taşıma görevini
yerine getirmiş ve birikim gerçekleşmeye başlamıştır. Akar bir su içindeki çökeller bu
durgun su ortamlarına girince boyutlarına bağlı olarak en büyükler en kıyıda en
küçükler açığa doğru sıralanacak şekilde birikiler ve Yunanca’da delta harfine
benzediği için delta olarak tanımlanmışlardır (Şekil 10.17 ve 10.18). Dünyada
Missisipi ve Nil gibi deltalar bilinen deltalardır. Ülkemizde en büyük deltalar
Kızılırmak, Yeşilırmak ve güneyde Çukurova ve Silifke deltalarıdır.
Şekil 10.17. Olası bir deltanın evrimi
Uygulama Soruları
Bölüm Özeti
Bu bölümde su döngüsünü ve ona enerji veren süreçleri öğrendik. Bununla birlikte
akarsu sistemlerinin kendi içinde aşındırma, taşıma ve biriktirme yaptığı bölgelere
değindi. Akarsuyun hızını ve debisinin arasındaki farkları ve akarsu süreçleri
üzerindeki etkilerini gördük. Akarsuların dersimiz açısından en önemli özelliği
oluşturdukları yerşekilleridir. Bu derste akarsular aşındırması ve biriktirmesi ile
oluşmuş yerşekillerini öğrendik. Bunların yanında akarsuların kanal desenlerini ayrıca
drenaj desenlerinin bunların hangi etmenlerle kontrol edildiklerini öğrendik.
Ünite Soruları
Soru-1 :
Aşağıdakilerden hangisi su döngüsünün üç ana evresidir?
(Çoktan Seçmeli)
Cevap-1 :
Buharlaşma, yağış ve akış
Soru-2 :
Aşağıdakilerden hangisi bir akarsu havzasında katı madde üretim bölgesidir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Taşınım bölgesi
(D) Delta
Cevap-2 :
Aşınım bölgesi
Soru-3 :
Aşağıdakilerden hangisi debinin tanımıdır?
(Çoktan Seçmeli)
Cevap-3 :
Belli bir noktadan birim zamanda geçen su hacmi
Soru-4 :
Bir akarsu havzasında kaynak kısmından ağız kısmına kadar görülen jeomorfik
süreçler sırasıyla aşağıdakilerden hangisidir?
(Çoktan Seçmeli)
Cevap-4 :
Aşınım, taşınım ve birikim
Soru-5 :
Aşağıdakilerden hangisi akarsu taşıma mekanizmalarından biri değildir?
(Çoktan Seçmeli)
(B) ayrışma
(C) zıplama
(E) askıda
Cevap-5 :
ayrışma
Soru-6 :
Akarsular üzerindeki aktıkları zemine göre kendi içinde ................ ve ................ olmak
üzere iki sınıfa ayrılabilir.
Cevap: anakaya - alüvyal
(Klasik)
Soru-7 :
Kanal desenleri ..............., ................ ve ............... olarak 3 şekil karşımıza çıkar.
(Klasik)
Soru-8 :
................. yada ............. drenaj deseni ise merkezde belirgin bir yüksekliği olan konik
yada kubbemsi yapılar üzerinde gelişir ki bunlar ya volkanik dağlar, kıvrım yada iç
püskürük sokulumlar üzerinde olabilir.
Cevap: dairesel, ışınsal
(Klasik)
Soru-9 :
Akarsu aşındırmasının üç yönü vardır. Bunlar 1) ............, 2) .................., 3) ............. .
(Klasik)
Soru-10 :
Akarsular bu iki değişkene bağlı olarak örneğin ................ yada ................. her
durumda birikim sürecini gerçekleştirir ve bunun sonucu olarak yer şekillerini
oluşturur.
(Klasik)
11. Kıyılar
Giriş
Yerkürenin haritasına baktığımızda aslında bir su küre olduğunu okyanuslar konusunu
incelerken görmüştük. Kıyılar hidrosfer ile litosfer, atmosfer ve hatta biyosferin bir
arayüzüdür. Günün her saniyesi hareket halinde olan bu dinamik kıyılar insan hayatı
için de önemlidir. Bugün dünya nüfusunun yarısından fazlası kıyılarda yada kıyılara
yakın alanlarda yaşamakta ekonomik faaliyetler de bu bölgelerde gerçekleşmektedir.
Kıyı çizgisi (shoreline) kara ile deniz arasındaki ilişkiyi işaret eden çizgidir. Her
saniye, dalgalar geldikçe, kıyı çizgisinin konumu değişir. Uzun zaman içinde, kıyı
çizgisinin ortalama konumu, deniz düzeyi yükselip alçaldıkça dereceli olarak yanal
yönde kayar.
Şekil 11.1. Kıyı kuşağı bir kaç bölümden oluşur. Kumsal bir okyanus veya gölün kara
tarafındaki çökel birikimidir. Kıyı boyunca hareket eden gereç olarak da
düşünülebilir.
Kıyı kumsalı (shore) en düşük gelgit düzeyi ile karanın fırtına dalgalarından etkilenen
en yüksek yükseltisi arasında uzanır. Kıyı (coast) ise tersine, kıyı kumsalından kara
içlerine doğru okyanusa bağlı yerşekilleri ve bitki örtüsünün bulunabileceği en son
noktaya kadar uzanır. Kıyı kenar çizgisi (coastline) kıyının deniz tarafındaki sınırını
çizer, kara içi (inland) sınırın tanımlanması her zaman açık ve kolay değildir.
Şekil 11.1’de görüldüğü gibi, kıyı kumsalı kıyı önü ve kıyı gerisi olarak ikiye
bölünmekledir. Kıyı önü (foreshore) gelgit geri çekildiğinde (düşük gelgit) su üzerine
çıkan ve gelgit ilerlediğinde (yüksek gelgit) suya gömülen alandır. Kıyı gerisi
(backshore) yüksek gelgit kıyı çizgisinin kara tarafıdır. Genellikle kuru olup yalnızca
fırtına dalgaları tarafından etkilenir. Diğer iki kuşak kabaca şöyle tanımlanır. Kıyı
yakını (nearshore) kuşağı, düşük gelgit kıyı çizgisi ile düşük gelgitte dalgaların
kırıldığı yer arasında kalan alana denir. Kıyı yakını kuşağının deniz tarafı kıyı ötesi
(offshore) kuşağıdır.
11.1.2. Dalgalar
Çoğu okyanus dalgası enerjisini ve hareketini rüzgârdan sağlar. Bir esinti saatte 3
kilometreden az hızdaysa yalnızca küçük dalgacıklar görülür Daha yüksek rüzgâr
hızlarında giderek daha kalıcı dalgalar oluşur ve artan rüzgârla büyürler. Okyanus
dalgalarının karakteristikleri Şekil 11.2’de açıklanmaktadır. Burada basit ve
kırılmamış bir dalga formu gösterilmiştir. Çukurluklarla birbirinden ayrılan tepeler sırt
olarak adlanır. Sırtlar ile çukurluklar arasındaki yükseklik farkı yassı durgun su
düzeyine karşılık gelir ve bu, hiçbir dalganın olmadığı durumdaki düzeydir. Çukurluk
ile sırt arasındaki düşey mesafe dalga yüksekliği (wave heigth) olarak, birbirini izleyen
iki sırt (veya iki çukurluk) arasındaki yatay uzaklık da dalga boyu (wavelength) olarak
tanımlanır. Bir tam dalganın (bir dalga boyunun) belirli bir noktayı geçme zamanı
dalga periyodu (wave period) olarak adlanır.
Bu muazzam şokların etkisinde kalan falezler, kıyı yapıları veya herhangi bir şeyde
çatlak ve yarıkların çabucak açılması hiç de şaşırtıcı değildir. Su her açıklığa,
çatlaklarda hapsolmuş havayı sıkıştırtarak güç uygular. Dalgalar sakinleştiği zaman,
sıkışan hava hızla genleşerek kaya parçalarını yerinden oynatır ve çatlakları genişletip
yaygınlaştınr.
Dalga kırınımı denilen dalgaların bükülmesi, kıyı çizgisi süreçlerinde önemli bir rol
oynar (Şekil 11.6). Dalga kırınımı kumsal boyunca enerjinin dağılımında etkilidir ve
böylece nerede ve ne derecede aşınma olacağını, çökel taşınacağını ve dolgulanacağını
büyük oranda etkiler. Dalgalar kumsala ender olarak tam düz bir çizgi oluşturarak
yaklaşır. Çoğu dalganın yaklaşımı ise, daha çok bir açıyla olur. Bununla birlikte,
pürüzsüz bir eğimli yüzeye sahip sığ bir suya eriştiklerinde bükülmeye başlayarak
kıyıya paralel olma eğilimine girerler. Böyle bir bükülme, dalganın kumsala en
yakınında bulunan kısmı sığ suya eriştiği ve geri kalan kısmından önce yavaşladığı,
hâlâ derin suda bulunan bölümü ise tam hızla ilerlemeye devam ettiği için ortaya çıkar.
Sonuç, dalganın orijinal doğrultusu ne olursa olsun, kumsala hemen hemen paralel
yaklaşabilen bir dalga cephesidir.
Şekil 11.12. Meksika'daki Baja Yarımaası'nın ucunda bir deniz kemeri ve kulesi
11.4.2. Kıyılarda oluşan birikim şekilleri
Uygulama Soruları
Bölüm Özeti
Bu bölümde kıyı dediğimiz alanın kavramın aslında basit bir kavram olmadığını deniz
ve kara tarafında kendi içinde farklı bölümlere ayrıldığını gördük. Ayrıca kıyılarda
dalgaların ve akıntıların şekillendirici etkileri olduğunu ve bu etkilerine bağlı olarak
karakteristik yerşekillleri oluşturduğunu işledik. Bu süreçlerden aşınım süreçlerinin
kıyılarda dalga aşındırması platform, falez, tektonik etkiyle birlikte denizel seki gibi
büyük yerşekilleri ile deniz kuleleri yada kemerleri gibi nispeten daha küçük boyutlu
yerşekilleri oluşturduğunu gözlemledik. Bununla birlikte birikim süreçlerinin de kıyı
okları, kıyı sedleri yada tombolo gibi karakteristik yerşekilleri oluşturduğunu gördük.
Kıyıların sabit olmadığı zaman içinde bir evrim geçirdiği konusu yine bu derste
öğrendiğimiz konulardan bir tanesi.
Ünite Soruları
Soru-1 :
Aşağıdakilerden hangisi kıyı kuşağının bölümlerinden biri değildir?
(Çoktan Seçmeli)
(C) Su bölümü
Cevap-1 :
Su bölümü
Soru-2 :
Aşağıdakilerden hangisi en düşük gelgit yüzeyi ile karanın fırtına dalgalarından
etkilenen en yüksek yükseltisi arasında uzanır?
(Çoktan Seçmeli)
(D) Delta
(E) Kumul
Cevap-2 :
Kıyı kumsalı
Soru-3 :
Aşağıdakilerden hangisi kıyının deniz tarafındaki sınırını çizer?
(Çoktan Seçmeli)
Cevap-3 :
Kıyı kenar çizgisi
Soru-4 :
Dalganın boyunun yarısı derinlikte dalgaların etkisi önemsizleşir. Bu derinlik
aşağıdakilerden hangisidir?
(Çoktan Seçmeli)
(C) Sırt
(E) Çukurluk
Cevap-4 :
Dalga tabanı
Soru-5 :
Aşağıdakilerden hangisi kıyılardaki aşındırma şekillerinden biri değildir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Falez
Cevap-5 :
Kıyı oku
Soru-6 :
Kıyılar hidrosfer ile litosfer, atmosfer ve hatta biyosferin bir …………. .
Cevap: arayüzüdür
(Klasik)
Soru-7 :
Kıyılarda yer şekillerinin oluşumunun da i) yapı ve litoloji, ii) İç etkenler (volkanizma
ve tektonizma), iii) dış etkenler (dalga, akıntı, gelgit, organizmalar, insan), iv) zaman
unsuru ve v) kıyı bölgesinin ..................... özellikleri etkilidir.
Cevap: jeomorfolojik
(Klasik)
Soru-8 :
Aşınma ilerledikçe falezin tabanında oluşan oyuntunun üzerinde çıkıntı yaparak asılı
kalan kayalar sörf içine yıkılır ve falez geriye kayar. Böylece yalıyar karaya doğru
gerileyerek …………. …………… …………… adı verilen, göreceli düz, masamsı bir
yüzeyi geride bırakır.
(Klasik)
Soru-9 :
Eğer dalga-aşındırması platformu tektonik etkilerle deniz düzeyi üzerine yükselirse bir
....................... dönüşür.denizel sekiye
Cevap: denizel sekiye
(Klasik)
Soru-10 :
Bir .................... karadan komşu bir körfezin ağzına doğru uzanan, uzunlamasına bir
kum sırtıdır.
Cevap: kıyı oku
(Klasik)
O hâlde, kuraklık yalnızca yıllık toplam yağışın değil sıcaklıkla yakın ilişkili olarak
buharlaşmanın da bir fonksiyonudur. Sıcaklık arttıkça buharlaşma potansiyeli de artar.
Nevada’da yirmi beş santimetrelik yağmur ancak seyrek bir bitki örtüsü oluşumunu
destekleyebilirken, kuzey Iskandinavya’ya düşen aynı miktar yağış ormanları
beslemek için yeterlidir.
Suyun kıt olduğu bu bölgelerde iki iklim tipi ayırt edilir: kurak çöl ve yarı
kurak bozkır. Bu iki iklim tipinin pek çok ortak noktası vardır; farklılıkların ise neler
olduğu tartışmalıdır. Bozkır çölün kenar bölümündeki daha nemli bir çeşididir ve
çevrelediği çölü sınırdaş nemli iklim bölgelerinden ayırır. Çöl ve bozkır bölgelerinin
dağılımını gösteren Dünya haritasında, kurak alanların subtropik ve orta enlem
bölgelerinde yoğunlaştığı görülmektedir (Şekil 12.1).
Şekil 12.1. Kurak ve yarı kurak iklimler Yeryüzündeki kara alanlarının yaklaşık
%30'unu ( 42 milyon kilometre kare) kaplamaktadır.
12.1.1.1. Alt Enlem Çölleri
Bu alt enlem çöl bantlarına neden olan nedir? Bunun yanıtı hava basıncı ve rüzgârın
küresel ölçekte dağılımıdır. Şekil 12.2. Dünya’daki genel hava dolaşımının ilişkileri
görselleştirmeye yardımcı olacak şekilde idealize edilmiş bir diyagram verilmektedir.
Ekvatoral alçak basınç alanı olarak bilinen basınç kuşağında ısınan hava çok
yükseklere (genellikle 15-20 kilometre) çıkmakta ve sonra yayılmaktadır. Üst
seviyelerdeki bu akım 20°-30° kuzey veya güney enlemlerine ulaştığında Yeryüzü’ne
doğru inmeye başlar. Atmosferde yükselerek genişleyen ve soğuyan hava bu süreçte
bulutların gelişimine ve yağışa yol açar.
Bunun tersine, dağların kuytu yanları genelde çok daha kurudur (Şekil 12.3). Bu
durum, kuytu tarafa erişmeden önce havanın neminin çoğunu kaybetmiş olmasından
kaynaklanır. Eğer bu hava alçalırsa sıkışıp ısınarak bulut oluşumunun daha da
azalması sonucunu doğurur. Bu olayın gerçekleştiği kurak bölgeler, yağmur perdesi
çölü olarak tanımlanır.
Şekil 12.3. Dağların nem yüklü bulutlar üzerindeki orografik bariyer etkisi. Sol altta
yağış alan taraftaki orman örtüsü sağ altta yağış perdesi arkasındaki çalı formasyonu.
Çoğu orta enlem çölü, dağların kuytu tarafında yer aldığı için aynı zamanda yağmur
perdesi çölü olarak da sınıflandırılabilir. Kuzey Amerika'daki Coast Ranges, Sierra
Nevada ve Cascades Dağları, Pasifik’ten gelen nemin önündeki ilk engellerdir.
Asya’da büyük Himalaya silsilesi, nemli Hint Okyanusu havasını taşıyan yaz
musonunun iç kesimlere erişmesini önler.
Güney Yarıküre’de orta enlemlerde geniş kara alanları olmadığı için bu enlemlerde
yalnızca küçük bir çöl ve bozkır alanı görülür. Bu alan asıl olarak, Güney Amerika’nın
güney ucunda, bir kale gibi yükselen And Dağları’nın yağmur perdesinin ardında yer
alır.
Orta enlem çölleri tektonik süreçlerin iklimi nasıl etkilediğinin bir örneğidir. Yağmur
perdesi çölleri, kıtalar çarpıştığında meydana gelen dağlar sayesinde ortaya çıkarlar.
Böyle dağ oluşum evreleri olmasaydı bugün Yerküre’nin pek çok kurak bölgesinde
nemli iklimler hüküm sürüyor olacaktı.
Daimi akarsular nemli iklimlerde olağandır ama çöllerdeki hemen hemen tüm akarsu
yatakları çoğu zaman kurudur. Çöllere özgü yalnızca ani sağanak yağmurlarda su
taşıyan geçici akarsular vardır. Tipik bir geçici akarsu yılda yalnızca birkaç gün veya
belki de birkaç saat akabilir. Bazı yıllarda kanalda hiç su taşınmamış olabilir. Altından
su akmayan bir sürü köprüden geçen ve kuru kanalları kesen yollardaki çok sayıda
enine çukurluğu aşan sıradan bir turist bile bu olguyu açıkça fark eder ama ender
şiddetli sağanak geldiğinde, sürede öyle çok yağmur yağar ki bunun tümü emilemez
(Şekil 12.4). Çöl bitki örtüsü seyrek olduğu, akış büyük ölçüde engellenemediği için
hızlıdır ve genellikle vadi tabanı boyunca ani taşkınlar yaratır. Bu taşkınlar nemli
iklimlerdekilere hiç benzemez. Missisippi gibi bir nehirdeki bir taşkının doruğuna
ulaşması birkaç gün alır ve sonra taşkın geriler ama çöl taşkınları aniden başlar ve
çabucak biter. Bir çöldeki yüzey gerecinin çoğu bitkiler tarafından tutulmadığı için
kısa süreli bir yağmur sırasında gerçekleşen erozyon miktarı etkileyicidir. Şunu
özellikle vurgulamak gerekir ki seyrek de aksa, çöllerdeki erozyonun çoğu akarsular
tarafından gerçekleştirilir (Şekil 12.5). Bu, çöl manzaralarını oluşturan en önemli
erozyon yapıcı etmenin rüzgâr olduğu yönündeki genel görüşe aykırıdır. Her ne kadar
rüzgâr erozyonu kurak alanlarda diğer ortamlara göre gerçekten daha önemliyse de,
çoğu çöl ortamının yüzey şekilleri akarsuların aşındırmasıyla oluşmuştur. Aşağıda
kısaca görüleceği gibi, rüzgâr ana rolünü çökel taşımını ve dolgulanmasıyla oynar ve
kumul adını verdiğimiz kum sırtı ve tepelerini oluşturur ve biçimlendirir.
Şekil 12.4. Kuzey Afrika'daki Nijer'de yağmurun bir vadiyi nasıl değiştiğini
göstermektedir. A) Vadi her zamanki kuru durumunda, B) Bir yağmur döneminin
ardından yeni filizlenen bitki örtüsü vadiyi yeşillendirmiştir.
Şekil 12.5. Çöl ortamında akarsuların etkisini gösteren vadiler
12.2.3. Rüzgarla Taşınım
Hareket eden hava, aynen akarsular gibi, türbülanslıdır ve kaya kırıntılarını alıp başka
bir yere taşıyabilir. Tıpkı bir akarsudaki gibi, rüzgârın hızı yüzeyden yükseldikçe artar.
Yine bir akarsu gibi, rüzgâr daha ağır taneleri yatak yükü olarak götürürken ince
tanelileri asılı olarak taşır. Bununla birlikte, rüzgârla kırıntıların taşınması, akarsuyla
taşımasından iki yönden farklıdır. Birincisi, rüzgârın suya göre düşük yoğunluğu onu
kaba kırıntıları alıp götürme kapasitesini düşürür. İkincisi, rüzgâr bir kanalla
sınırlanmadığı için taşıyabildiği kırıntıları geniş alanlara hatta atmosferin yüksek
düzeyleri¬ne kadar dağıtabilir. Rüzgârın taşıdığı yatak yükü kum tanelerinden oluşur.
Arazi gözlemleri ve rüzgâr tüneli kullanılarak yapılan deneyler, rüzgârın savurduğu
kum tanelerinin yüzeyde sıçrama (saltation) terimiyle ifade edilen bir süreç olan
atlama ve zıplamalarla taşındığını göstermektedir. Orijinal terimdeki “salt" sözcüğü
İngilizce’deki “tuz" olmayıp “sıçramak” anlamındaki Latince sözcükten türetilmiştir.
Kum tanelerinin hareketi, rüzgârın yerde duran kırıntıların ataletini yenecek bir hıza
ulaşmasıyla başlar Önce kum taneleri yüzey üzerinde yuvarlanır. Hareket eden kum
taneleri birbirine çarpmaya başladığında biri veya ikisi de havaya sıçrar. Taneler
havaya sıçrayınca gravite (yerçekimi) onları yüzeye geri çekinceye kadar rüzgâr
tarafından ileri taşınırlar. Kum tanesi yüzeye çarpınca hem tekrar zıplar hem de diğer
taneleri yerinden oynatarak yukarı sıçratır. Böylelikle kısa bir süre içinde zeminin
hemen üzerini sıçrayan kum taneleriyle dolduran zincirleme bir reaksiyon oluşur
(Şekil 12.6). Zıplayan kum taneleri asla yüzeyden çok yükseğe çıkamaz. Rüzgârlar çok
güçlü olsa bile kum tanelerinin sıçrama yüksekliği ender olarak bir metreyi aşar,
genellikle de yarım metreden fazla değildir.
Şekil 12.6. Rüzgarın taşıdığı yatak yükü yüzeyde sıçrayan kum tanelerinden oluşur.
Kumun aksine, daha ince toz tanecikleri rüzgâr tarafından süpürülüp atmosferin yukarı
düzeylerine kadar kaldırılabilir. Tozun genelde ağırlıklarına oranla geniş yüzey
alanlarına sahip yassı taneciklerden meydana geldiği için türbülanslı hava çekim
gücünü dengeleyerek bu ince taneleri saatlerce hatta günlerce havada asılı tutabilir. Silt
ve kil asılı olarak taşınabilse de çöllerdeki düşük düzeyli kimyasal ayrışma çok az kil
ürettiği için asılı yükün çoğu genellikle siltten meydana gelir. İnce taneleri rüzgâr
kolayca taşır, ama onları başlangıçta yerinden oynatmak öyle kolay değildir. Bunun
nedeni, zeminin hemen üzerindeki çok ince bir hava katmanında rüzgâr hızının pratik
olarak sıfır olmasıdır. Bu yüzden, rüzgârın kendisi çökeli kaldıramaz. Bunun yerine
tozun, zıplayan kum taneleri veya zemini dürten diğer şeyler tarafından hareket eden
havanın içine fırlatılması veya sıçratılması gerekmektedir. Bu görüş kuru bir toprak
arazi yolunda rüzgârlı bir günde gözlenebilir. Rüzgâr yoldan çok az toz kaldırır ama
bir araç yolda hareket ettiği zaman silt katmanını yerinden oynatarak kalın bir toz
bulutunun oluşmasına neden olur.
Asılı yük genellikle kaynağına oldukça yakın birikse de şiddetli rüzgârların büyük
miktarda tozu çok uzaklıklara taşıma kapasitesi vardır (Şekil 12.7).
Şekil 12.7. 21 Mays 1937'de ABD Kansas'taki kum fırtınası, B) 30 Haziran 2009'da
Büyük Sahara'dan havalanıp Kızıl Denizi geçmekte olan toz bulutu.
12.2.4. Rüzgar Erozyonu
Rüzgâr erozyonunun bir yolu da gevşek gerecin kaldırılıp götürülmesi demek olan
rüzgâr süpürmesidir. Rüzgâr süpürmesinin etkileri, tüm yüzey aynı zamanda alçaldığı
için bazen zor fark edilse de önemli olabilir. 1930’larm toz çanağı fırtınalarının bir
kısmında, geniş alanlar birkaç yıl gibi kısa bir süre içinde bir metre kadar alçaldı. Bazı
yerlerde rüzgâr süpürmesinin en dikkate değer sonuçları süpürülme çukurları olarak
adlanan sığ çukurlardır (Şekil 12.8A ve B). Great Plains bölgesinde, güneyde
Texas’tan kuzeyde Montana’ya kadar uzanan alanda binlerce süpürülme çukurunu
görmek mümkündür. Bunlar, çapı yaklaşık 3 metre ve bir metreden daha sığ küçük
çukurlar olabildiği gibi derinliği yaklaşık 50 metre ve birkaç kilometre çapında devasa
çukurlar da olabilir. Bu çukurların derinliklerini denetleyen yani, taban düzeyi olarak
rol oynayan etmen yerel su tablasıdır. Süpürülme çukurları su tablasına kadar
alçaldığında nemli zemin ve bitki gelişimi daha fazla rüzgar süpürmesini önler.
Şekil 12.8. A) Süpürülme çukurları rüzgar süpürmesi ile meydana gelen çukurlardır.
B) Rüzgar süpürmesi örneği.
12.2.4.2. Çöl Kaplaması
Pek çok çölün bazı kısımlarında, yüzeyde çok sıkışık kaba tanelerden oluşan bir
katman meydana gelir. İrili ufaklı çakıllardan oluşan bu kaplama çöl kaplaması olarak
adlanır ve yalnızca bir ya da iki çakıl kalınlığındadır (Şekil12.14). Bu katmanın altında
önemli oranda silt ve kum içeren bir katman yer alır. Çöl kaplaması bulunduğunda
kaplamayı oluşturan çakıllar rüzgâr süpürmesi ile yerinden kaldırılamayacak kadar iri
olduğu için rüzgâr erozyonunun denetlenmesinde önemi vardır. Bu zırh bozulursa
rüzgâr açığa çıkan ince silti kolayca taşır. Uzun yıllardır çöl kaplamasının oluşumu
için ileri sürülmüş olan en genel hipotez, kaplamanın kötü boylanmış yüzey
çökellerindeki kum ve siltin rüzgâr tarafından kaldırılması sonucunda geliştiği
yönündeydi. Şekil 12.10A’da gösterildiği gibi, daha ince taneler rüzgâr tarafından
uçuruldukça yüzeydeki daha iri taneler giderek artar. Sonunda yüzey tümüyle, rüzgârın
hareket ettiremeyeceği çakıl ve bloklarla kaplanmış olur. Ancak, yapılan çalışmalar,
Şekil 12.10A’da açıklanan sürecin çöl kaplaması olan her ortamda için uygun bir
açıklama olamayacağını göstermiştir. Örneğin, çoğu yerde çöl kaplamasının altında,
içinde çok az hatta hiç çakıl bulunmayan oldukça kalın bir silt katmanı yer alır. Böyle
bir durumda, ince taneli çökelin rüzgârla süpürülmesi geride kaba taneli bir katman
bırakmaz. Bu konudaki çalışmalar da göstermektedir ki bazı alanlarda çöl kaplamasını
oluşturan çakıllar hep aynı oranlarda yüzeyde görülmektedir. Bu gözlem, Şekil
12.10A’daki sürecin geçerli olmayabileceğini göstermektedir. Bu şekildeki örnekte,
rüzgâr süpürmesi ince taneli gereci yavaş yavaş ortadan kaldırabileceği için kaplamayı
oluşturan kaba tanelerin yüzeye ulaşması geniş bir zaman dilimi içinde gerçekleşir.
Sonuçta, çöl kaplamaları için alternatif bir açıklama formüle edilmiştir (Şekil 12.10B).
Bu hipoteze göre, çöl kaplaması başlangıçta kaba tanelerden oluşmuş bir yüzeyde
gelişir. Zaman içinde yüzeyde çıkıntı yapan iri çakıllar rüzgârın sürüklediği ince
taneleri kapanlar ve bu tanecikler iri yüzeyli taşlar arasındaki boşluklara elenerek girer.
Bu sürece yağmur suyunun aşağı süzülmesi de yardımcı olur. Bu modelde, çöl
kaplamasını oluşturan iri çakıllar asla gömülmezler. Bu görüş çöl kaplamasının
altındaki düzeyin neden iri tanelerden yoksun olduğunu da başarılı bir şekilde
açıklamaktadır.
Şekil 12.9. Çöl kaplaması yalnızca bir yada iki çakıl kalınlığında çok sıkışık küçük ve
iri çakıllardan oluşur.
Şekil 12.10. Çöl kaplamasının oluşumu. A) Bu model kötü boylanmalı yüzey dolgusu
olan bir alanı açıklamaktadır. Rüzgâr süpürmesi kum ve silti kaldırarak yüzeyi
alçalttıkça kaba taneler giderek sıkı paketlenmiş bir katman halinde yoğunlaşmaya
başlar. Burada çöl kaplaması rüzgâr erozyonu sonucunda meydana gelir. B) Bu model
başlangıçta küçük ve iri çakıllarla örtülü bir yüzeyde çöl kaplamasının gelişimini
göstermektedir. Rüzgârın sürüklediği toz yüzeyde birikir ve yavaş yavaş aşağıya, kaba
tanelerin arasındaki boşluklara elenir. Yağmur suyunun süzülmesi sürece yardım eder.
Bu dolgulanma süreci yüzey yükseltir ve irili ufaklı kaba çakıllardan oluşan katmanın
altında kalınca bir ince taneli çökel katmanını oluşturur.
12.2.4.3. Rüzgar Çakılları ve Mantar Kayalar ve Yardanglar
Buzullar ve akarsular gibi rüzgâr da abrazyon ile aşındırabilir. Bazı kumsallarda
olduğu gibi kurak bölgelerde de rüzgârın taşıdığı kum taneleri kaya yüzleklerini oyar
ve cilalar. Abrazyon bazen iri kaya parçalarına rüzgâr çakılı olarak adlanan ilginç
şekiller kazandırır (Şekil12.11A). Taşın esen rüzgâra bakan yüzeyi cilalı,
zımparalanmış bir yüzey ve keskin kenarlar oluşturacak şekilde aşındırılır. Eğer rüzgâr
sürekli aynı yönden esmiyorsa veya çakılın duruş yönü değişmişse bu çakıl birkaç
parlatılmış yüzeye sahip olabilir. Ne yazık ki abrazyona sık sık yapabileceğinden öte
işler atfedilir. Dar bir kaide kısmı üzerinde dengede duran kayalar ve uzun kuleler
üzerindeki karmaşık ayrıntıda yapılar abrazyonun sonuçlarından değildir. Kum ender
olarak yüzeyden itibaren bir metreden daha yukarıdan gider ve dolayısıyla rüzgârın
kumlama etkisi düşey yönde açıkça sınırlanır. Rüzgâr çakıllarına ek olarak, mantar
kayalar oluşturabilir. Bu tamamen rüzgarla taşınmış kumların daha çok yere yakın
taşınmasından dolayı yüzeylenmiş bir kaya kütlesinin alt kesiminin üst kesimine göre
daha fazla aşınıma maruz kalması sonucu oluşmuş yerşekilleridir (Şekil 12.11B).
Rüzgar erozyonu ayrıca daha büyük ölçekli aşındırma şekilleri de oluşturur. Bunlardan
Orta Asya’da en yayın olanları yardanglardır. Yardang terimi Türkistan Türkçesinden
alınmıştır ve "yarlı bank" anlamına gelir. Yardang egemen rüzgâr yönüne paralel
uzanan, aerodinamik şekilli (hava akımına uyumlu), rüzgâr tarafından yontulmuş bir
yer şeklidir (Şekil. 12.12) Rüzgârın kumlama etkisi yer seviyesine yakın kısımda daha
büyük olduğu için, aşınmış bu kaya kalıntılarının genellikle alt kesimleri daha incedir.
Bazı yardangların boyutları daha büyüktür. Peru’nun lca Vadisi nde 100 metre
yüksekliğinde ve birkaç kilometre uzunluğunda yardanglar bulunur. Iran Çölündeki
bazı yardangların ise yükseklikleri 150 metreye ulaşır (Şekil 12.12).
Şekil 12.12. Orta Asya’dan yardang örnekleri. Sağdaki fotoğrafta kumların üzerindeki
araç ölçek olarak.
12.2.5. Rüzgar Birikim Şekilleri
Rüzgar birikimleri iki farklı tiptedir:1) Kumul olarak adlandırılan, kum tepecikleri ve
sırtları ve 2) asılı olarak taşınıp çökelen, lös adı verilen geniş silt örtüleri.
12.2.5.1. Kumullar
Rüzgâr, akarsu örneğinde olduğu gibi taşıyıcı gücünü sağlayan hızı ve enerjisi
azaldığında taşıdığı kırıntı yükünü bırakır Böylece, rüzgârın yolu üzerinde hareketini
yavaşlatan herhangi bir engelde kum birikmeye başlar. Geniş alanlarda yaygı benzeri
katmanlar oluşturan silt dolgularının aksine, rüzgârlar kumu genelde kumul adı verilen
tepecikler ve sırtlar hâlinde biriktirir (Şekil 12.13). Rüzgâr bir bitki kümesi veya kaya
gibi bir nesneyle karşılaştığında, bu engelin ardında daha düşük enerjili bir akım zonu
gölgesi, ön bölümünde ise daha sakin bir cephe oluşturarak etrafından ve üzerinden
akar. Rüzgârla hareket ederek sıçrayan kum tanelerinin bir bölümü bu rüzgâr
gölgelerinin içinde birikir. Kum birikimi sürdükçe bunlar rüzgârın önünde daha
kocaman bir engele ve böylece daha çok kumun birikmesini sağlayan daha etkili bir
kapana dönüşür. Eğer yeterince kum sağlanabiliyorsa ve rüzgâr yeterince uzun bir süre
kesintisiz eserse kum tepeciği büyüyerek bir kumul haline gelir.
Şekil 12.13. A) Kum, kumul sırtının yakınında biriktikçe yamaç dikleşir ve B) kumun
bir bölümü bu yüzeyden aşağıya akar.
Kumulların çoğu, kuytu yanları daha dik yamaçlı ve rüzgâr alan tarafları düşük eğimli
olan bakışımsız bir kesite sahiptir. Şekil 12.13’deki kumullar bunun iyi bir örneğidir.
Kum, rüzgâr alan düşük eğimli yamacına sıçramalarla tırmanır. Kumul sırtının rüzgâr
hızının azaldığı hemen arka kısmında kum birikir. Daha fazla kum biriktikçe yamaç
dikleşir ve sonunda yerçekimi ile yamacın bir bölümü kayar veya göçer Bu şekilde,
kumulun kayma yüzü olarak adlanan kuytu yanı, gevşek kuru kum için duraylı şev
açısı olan yaklaşık 34 derecelik açı oluşturur. (Şekil 12.13B). Kayma yüzünden
aşağıya tekrarlanan kaymalarla birleşerek devam eden kum birikimi, havanın hareket
ettiği yönde kumulun yavaş yavaş göç etmesini sonuçlar. Kum kayma yüzünde
birikirken rüzgârın estiği yöne eğimli katmanlar oluşur. Bu eğimli katmanlara çapraz
katman denir. Kumullar en sonunda diğer çökel katmanları altına gömüldüğü ve
sedimanter kayaların bir parçası oldukları zaman bakışımsız şekilleri bozulur, ama
çapraz katmanlar kökenlerine tanıklık etmek üzere bozulmadan kalırlar. (Şekil 12.14).
Barkan kumulları sivri uçları rüzgârın ilerlediği yönde bulunan, hilal şekilli tekçe
kumullar barkan kumulu olarak adlanır (Şekil 15A). Bu kumullar kum beslenmesinin
sınırlı ve yüzeyin oldukça düz, sert ve bitki örtüsünden yoksun olduğu yerlerde oluşur.
Yılda en fazla 15 metrelik bir hızla çok yavaş olarak göç ederler. Boyutları genellikle
çok büyük değildir, en büyük bar- kanların yüksekliği yaklaşık 39 metreye erişir ve
boynuz kısımları arasındaki genişlik en fazla 300 metre kadardır. Rüzgâr yönü hemen
hemen sabit olduğunda, bu kumulların hilal şekilleri yaklaşık bakışımlıdır. Ama
rüzgârın yönü tam sabit olmazsa kumulun bir ucu diğerinden daha büyük
olabilir. Enine kumullar egemen rüzgârların istikrarlı, kumun bol ve bitki örtüsünün
kıt olduğu veya hiç bulunmadığı bölgelerde kumullar çukurluklarla birbirinden ayrılan
ve egemen rüzgâr yönüne dik uzanan bir dizi uzun sırt oluşturur. Bu yönlenme
nedeniyle de enine kumul olarak adlanırlar (Şekil 12.15B). Tipik olarak kıyı
kumullarının çoğu bu türdendir. Ayrıca, enine kumullar, pek çok kurak bölgede bazen
kum denizi de denilen yaygın dalgalı kum yüzeylerinin bulunduğu yerlerde yaygındır.
Büyük Sahra ve Arabistan çöllerinin bazı kesimlerinde, enine kumulların yüksekliği
200 metreye, enleri 1-3 kilometreye ve uzunlukları 100 kilometreye ulaşabilir.
Şekil 12.15. Kumul tipleri
Barkanımsı kumullar ayrık barkanlarla geniş dalgalı enine kumullar arasında bir
geçiş formu olan oldukça yaygın kumul şekli vardır. Barkanımsı kumul olarak
adlandırılan bu tür kumullar, rüzgâra dik yönde uzanan tarak biçimli kum sıraları
halindedirler (Şekil 12.15C). Sıralar, yan yana duran bir dizi barkana benzer. Boyuna
kumullar kum girdisinin orta ölçekte olduğu yerlerde, egemen rüzgâr yönüne az çok
paralel olarak gelişen uzun sırtlardır (Şekil 12.15D). Egemen rüzgâr yönü her ne kadar
değişse de pusulanın aynı çeyreği içinde kalır. Küçük tipleri yalnızca 3-4 metre
yükseklik ve birkaç on metre uzunluktadır, ancak bazı büyük çöllerde boyuna
kumullar çok büyük boyutlara erişebilir. Örneğin, Kuzey Afrika'nın bir kısmı,
Arabistan ve Orta Avustralya’da bulunan bu tür kumulların yüksekliği hemen hemen
100 metre ve uzunluğu 100 kilometreden daha fazla olabilir.
Dünyanın bazı kesimlerinde, yüzey topografyası rüzgârın taşıyarak getirdiği lös adı
verilen silt birikimleriyle örtülüdür. Toz fırtınaları binlerce yıl boyunca bu ince taneli
kırıntıları biriktirmiştir. Bu lös birikimlerinde bir akarsu aşındırması ile veya yol
yapımı sırasında meydana gelen yarmalar dik yamaç halinde kalma eğilimindedir ve
Şekil 12.20'de görüldüğü gibi bu yarmalarda herhangi bir katman gözlenemez. Lösün
Yerküre ölçeğinde dağılımı, bu çökellerin belli başlı iki kaynağı olduğunu gösterir: çöl
ve buzul çökelleri Dünya üzerindeki en kalın ve en yaygın lös çökelleri batı ve kuzey
Çin'de görülür. Bu çökeller bulundukları yere Orta Asya'nın geniş çöl havzalarından
rüzgârlarla getirilmiştir. 30 metre kalınlıkta birikimler olağandır ve 100 metreden fazla
kalınlıklar da ölçülmüştür. Çin’de Sarı Nehir'e adım veren bu ince taneli deve tüyü
renkli çökellerdir. Dünyadaki en verimli tarım toprağı rüzgârın biriktirdiği bu çökelden
türediği için lös dolguları ile belli başlı tarım bölgelerinin dağılımı arasındaki örtüşme
bir rastlantı değildir. Çin’deki çöl kökenli birikimlerden farklı, ABD ve Avrupa'daki
lös birikimleri buzullaşmanın dolaylı ürünüdür. Bunların kaynağı katmanlı buzul
akması çökelleridir. Buzullar geri çekilirken birçok nehir vadisi, eriyen buzul suları
tarafından taşınan çökellerle tıkandı. Çıplak taşkın ovaları üzerinde güneybatıdan esen
kuvvetli rüzgârlar ince taneli çökelleri alıp vadilerin doğu taraflarına yaygılar halinde
yığdılar. Lös birikimlerinin ana buzul akaçlama çıkışları olan Mississippi ve Ilionis
nehirlerinin kuytu taraflarında en kalın ve en kaba olması ayrıca, vadilerden
uzaklaştıkça hızla incelmesi böyle bir oluşum modelini desteklemektedir.
Şekil 16. A) Güney llionis'teki Mississippi Nehri’nin kenarındaki bu düşey lös yarması
yaklaşık 3 metre yüksekliğindedir. B) Çin'in bazı yerlerinde, lös ev yapmak için
kazılmaya elverecek ölçüde yeterli yapısal sağlamlığa sahiptir. C) 13 Mart 2003
tarihinde alınan bu uydu görüntüsü, Alaska Körfezi'ne doğru güneybatıya hareket eden
toz bulutunun akma şeritlerini gösteri¬yor.
Uygulamalar
1. Türkiye’nin coğrafi konumunu dikkate alarak en yakın alt enlem çöllerini harita
üzerinde işaretleyiniz.
2. Türkiye’nin coğrafi konumunu dikkate alarak en yakın orta çöllerini harita
üzerinde işaretleyiniz.
3. Türkiye’nin İç Anadolu Bölgesi kurak bir bölgedir. Bu bölgenin kurak olmasını
alt enlem çöllerine yoksa orta enlem çöllerine mi benzetirsiniz?
Uygulama Soruları
Bölümde Özeti
Bu bölümde kuraklık kavramını ve yeryüzünde kurak bölgelerin dağılışını etkileyen
faktörleri yani atmosferik dolaşım ve topoğrafik unsurların nasıl etkili olduğunu
öğrendik. Alt enlem çölleri dediğimiz çöllerin subtropikal yüksek basınç alanlarında
alçalıcı hava hareketlerinin olduğu alanlarda orta enlem çöllerinin ise yüksek dağ
sıralarının arkasında nem yüklü bulutların ulaşamadığı yani karasallığın baskın olduğu
ortamlarda oluştuğunu gördük. Ayrıca kurak bölgelerde rüzgarın etkili bir süreç olması
rağmen yerşekillerinin çok nadir yağan yağışlar sırasında oluşan akarsular tarafından
oluşturulduğunu öğrendik. Bununla beraber rüzgarında aşındırma, taşıma ve biriktirme
süreçlerini yönettiğini ve bunlara bağlı olarak aşınım ve birikim yerşekillerini
oluşturduğunu öğrendik.
Ünite Soruları
Soru-1 :
Aşağıdakilerden hangisi alt enlem çöllerini oluşturan basınç merkezidir?
(Çoktan Seçmeli)
Cevap-1 :
Subtropikal Yüksek Basınç
Soru-2 :
Türkiye topoğrafyası dikkate alındığında nerede çöle yakın kurak bir ortamın oluşması
beklenir?
(Çoktan Seçmeli)
Cevap-2 :
İç Anadolu Bölgesi
Soru-3 :
Çöllerde en önemli şekillendirici unsur aşağıdakilerden hangisidir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Akarsular
(B) Rüzgar
(C) Buzul
(D) Ayrışma
(E) Heyelanlar
Cevap-3 :
Akarsular
Soru-4 :
Aşağıdakilerden hangisi rüzgarın aşındırma etkisi oluşmuş yerşekillerinden biridir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Tüneller
(D) Mağara
(E) Yardang
Cevap-4 :
Yardang
Soru-5 :
Kumulların şeklini etkileyen sebeplerden biri de rüzgarların esiş yönleridir. Aşağıdaki
kumul şekillerinden hangisi çok farklı yönlerden esen rüzgarlar tarafından
oluşturulmuş olabilir?
(Çoktan Seçmeli)
Cevap-5 :
Yıldız kumulları
Soru-6 :
Bu nedenle, iklim bilimciler kurak iklimi, yıllık yağışın yıllık buharlaşma
yoluyla ................ potansiyelinden az olması biçiminde tanımlar.
Cevap: su kaybı
(Klasik)
Soru-7 :
Suyun kıt olduğu bu bölgelerde iki iklim tipi ayırt edilir: kurak .............. ve yarı
kurak ............... .
Cevap: çöl, bozkır
(Klasik)
Soru-8 :
Alt enlem kurak iklimlerinin ana bölgeleri ................ ve ............ dönencelerinin
dolaylarıdır.
Cevap: yengeç, oğlak
(Klasik)
Soru-9 :
Taneler havaya sıçrayınca ................ onları yüzeye geri çekinceye kadar rüzgar
tarafından ileri taşınırlar.
Cevap: gravite
(Klasik)
Soru-10 :
Dünyanın bazı kesimlerinde, yüzey topografyası rüzgârın taşıyarak getirdiği ................
adı verilen silt birikimleriyle örtülüdür.
Cevap: lös
(Klasik)
13. Karst
Giriş
Jeomorfolojide karst terimi, çözunebilen kayaların, suyun çözücü etkisi yüzünden,
yüzeyde ve yeraltında bozunmasıyla oluşan ve karakteristik rölyef ve drenaj
özelliklerine sahip olan araziyi ifade eder (Jennings 1971). Karst kelimesi yeryüzünde
görülen karstik şekilleri ifade etmek için kullanılan uluslararası jeomorfolojik bir terim
niteliği kazanmış ve literatüre geçmiştir. Karstik şekilleri içeren arazilere de “karstik
araziler” adı verilmiştir (Pekcan, 1999).
Şekil 13.1: Guangxi Bölgesi’nde (Çin Halk Cumhuriyeti) yer alan karstik arazinin
görünümü (Fotoğraf: Trey Ratcliff).
13.1. Karst Ortamları
Karst, genellikle yüzey drenajından yoksun, yama şeklinde ve ince bir toprak örtüsü
bulunan pek çok kapalı depresyonu içeren ve mağara ve boşluklardan oluşan bir yeraltı
şekilleri ağına sahip kireçtaşı arazilerini ifade eder. Bununla birlikte, tüm kayalar
suda bir miktar çözünebilir ve karst en cok çözünen kaya tipleri ile sınırlandırılamaz.
Karst, jips, tuz gibi evaporitlerde; kumtaşı ve kuvarsit gibi silkatlarda ve uygun
koşullar altında bazı bazalt ve granitlerde de oluşabilir. Karst şekilleri ayrışma,
hidrolik etki, tektonik hareketler, buzul erimesuları ve erimiş kayaların (lavların)
tahliyesi gibi diğer yollarla da oluşabilir. Bu şekiller, gelişimlerinde çözünme baskın
süreç olmadığı için sahtekarst (pseudokarst) olarak isimlendirilir. Karst yaygın
olarak karbonat kayalarda (kirectaşı, dolomit) ve daha dar alanlı olarak kayatuzu,
anhidrit ve jips içeren evaporitlerde gelişir. Kireçtaşı ve dolomitler bir komplekstir ve
ceşitli kaya gruplarını oluştururlar. Kireçtaşı, en azından %50 kalsiyum karbonat
(CaCO3) iceren ve büyük oranda kalsit ve nadir olarak da aragonit mineralinden
oluşan bir kayadır. Saf kireçtaşı en az %90 oranında kalsit icerir. Dolomit de en az
%50 kalsiyum magnezyum karbonat (CaMg(CO3)2) içeren ve dolomit olarak
adlandırılan mineralden oluşan bir kayadır. Saf dolomitler (dolotaşı olarak da
isimlendirilir) en az %90 oranında dolomit içerir. Saf kireçtaşı ve saf dolomit arasında
orta derecede kompozisyona sahip karbonat kayalara magnezyumlu kireçtaşı,
dolomitik kireçtaşı ve kalkerli dolomit gibi çeşitli isimler verilir. Karst şekilleri tam
gelişimlerini, %80'den fazla kalsiyum karbonat içeren oldukça saf, cok kalın, mekanik
olarak dayanıklı ve büyük eklemlere sahip kireçtaşı tabakalarında gerçekleştirebilir.
Bu koşullar Adriyatik Denizi'nin doğu kenarı ile sınırlı ülkelerin klasik karst
alanlarında yerine getirilir. Tebeşir cok saf bir kireçtaşı olmasına rağmen, mekanik
olarak zayıftır ve yeraltı drenajının gelişmesine uygun değildir. Dolayısıyla tebeşir orta
ve büyük ölçekli yüzey karst yerşekillerinin evrimi icin gerekli olan ön koşulları yerine
getiremez (Huggett, 2015).
13.2.2. İklim
İklim her şeyden önce, yağış unsuruyla, erime (suda çözünme) olayı için gerekli olan
suyu sağlar. Aşağıda görüleceği gibi, erime miktarı ve hızı üzerinde sıcaklığın da etkisi
vardır. Kimyasal reaksiyon hızı her 10 derecede iki kat artmaktadır. İklim erime
olayında dolaylı yoldan da etkili olur. Bu etki, onun, bitki örtüsü ile toprak
özelliklerini tayin etmesi yoluyla gerçekleşir. Yeryüzünün gür bir bitki örtüsüyle kaplı
bulunduğu veya toprakla örtülü olduğu sahalarında suyun derin kısımlara sızması
gecikir. Ayrıca gür bitki örtüsü, yüzeysel suların topografya yüzeyinde oyalanmasını
sağlar. Bunun sonucunda atmosferle daha fazla temasta kalan su atmosferik karbon
dioksit (C02) gazıyla yüklenir. Ayrıca, toprak havasında, bitki köklerinin solunumu ve
humus parçalanması dolayısıyla karbondioksit miktarı çok fazladır. Bu ise, kalkerin
erimesinde çok önemli katkı sağlar. Diğer bir deyişle, kalkerin erimesinde atmosferik
karbondioksitin yanı sıra biyolojik karbon dioksit ile humus asidi gibi toprak
asitlerinin de çok önemli rolleri vardır. Bunların miktar ve etkinlik dereceleri ise,
sıcaklık ve nemliliğe bağlı olarak artar. Bu nedenle, gür bir bitki örtüsüne sahip olan
sıcak-nemli tropikal bölgeler, mübadele katsayısının küçük olmasına rağmen,
karstlaşma ve karstik şekiller bakımından, soğuk iklim bölgelerine göre, büyük
gelişme göstermişlerdir (Hoşgören, 2016).
Herhangi bir bölgenin jeomorfolojik gelişimini kontrol eden morfolojik taban düzeyi,
bilindiği gibi yerel (geçici) ve devamlı olmak üzere ikiye ayrılır. Göl ve ova tabanı,
nehir yatağı veya geçirimsiz formasyondan biri; bulunduğu bölgede, yerel taban
düzeyini oluşturur. Bunlar geçicidir ve küçük bir bölgede birden fazla bulunabilirler.
Bu düzeyler genel olarak daimi taban düzeyi olan deniz seviyesine bağlıdırlar. Başka
bir deyişle geçici olan yerel taban düzeyleri, daimi taban düzeyine bağlı olarak göç
ederler. Morfolojik taban düzeyi ve değişimi, karstlaşmaya dolaylı olarak etki eder.
Bu düzeyin alçalması veya yükselmesi, kendine bağlı akarsuların hareketlerini, bunlar
da karstik bölgelerdeki yeraltı sularını kontrol eder. Böylece karstlaşma yerel olarak
canlanır veya yavaşlayabilir. Ayrıca karstlaşma için baz teşkil eden karstik taban
düzeyi ile olan yükselti farkı, karstik gelişimin hızı üzerinde etkili olur. Bu iki düzey
arasındaki yükselti farkı ne kadar fazla ise, kaynakların boşalımı ve bağlı olarak erime
o derece fazla olur. Buna karşılık, karstik ve morfolojik taban düzeylerinin birbirlerine
yakın yüksekliklerde bulunması, karşılaşmayı yerel olarak yavaşlatır. Çünkü
buralarda, kaynaklardan olan yeraltı suyu boşalımı en aza iner. Suyun
yavaşlamasından dolayı erime de azalacaktır. Bu sular karst taban düzeyi üzerinde
Ca(HC03)2 yönünden doygunluğa ulaştıklarında çözücü veya agresif (saldırgan)
değillerdir. Eğer morfolojik taban düzeyi değişmezse derine karstlaşma ancak bu taban
düzeyine kadar devam edebilir. Buna karşılık morfolojik taban düzeyinin alçalması
durumunda sığ ve derin karst hızlanır ve oluşan mağaralar farklı gelişim dönemlerini
(polisiklik) karakterize eden çok katlı olarak gelişecektir. Mağaralarda kat sayısı,
morfolojik taban düzeyi değişimleri sayısı kadardır (Tuncer, 2003).
Şekil 13.6: Morfolojik taban düzeyinin karstlaşma üzerindeki ektisi (Tuncer, 2003).
Karstlaşmanın derinliğini ve gelişimini belirleyen karst taban düzeyi,
karst morfolojisinde önemli bir faktördür. Karbonatlı kayaçların altında veya
aralarında bulunan litolojik olarak geçirimsiz formasyonlar, karst taban düzeyini
oluştururlar. Flüvyal veya normal aşınım, yerel veya daimi taban düzeyine bağlı olarak
gelişim gösterdiği halde, karstik gelişim, bu düzeylere bağlı değildir. Bu düzey
morfolojik taban düzeyinin altında veya üstünde bulunabilir. Öyle ki, karstlaşmanın
deniz düzeyinden 150-200 m aşağılarda veya yüzlerce metre yukarıda gelişebileceği
tespit edilmiştir. Karst taban düzeyi, karst derinliğini belirlediği gibi, yeraltı suyunun
fiziko- kimyasal ve dolaşım özelliklerini, karstik şekillerin oluşum ve gelişimlerini
kontrol ederler. Bu düzeyin morfolojik taban düzeyinden yukarıda bulunduğu
alanlarda (vadoz kuşak) belirgin bir yeraltı kuşağından söz etmek mümkün değildir.
Birbirinden bağımsız bir veya daha çok geçici yeraltı suyu tablası oluşabileceği gibi,
hiç oluşamayabilirler de. Karst taban düzeyi, topografik yüzeye çok yakın ve bu
seviyenin morfolojik taban düzeyinden yukarıda olduğu bölgelerde "sığ
karst/tünemiş karst" meydana gelir. Bu bölgelerdeki şekiller dikey yönde değil, daha
çok yanal yönde gelişim gösterirler. Sığ karstta, morfolojik taban düzeyinin aşağıda
olmasından dolayı hidrolojik olan doygun zon (phreatik zone) bazı özel durumlarda
oluşmaz. Çünkü buralarda kaynakların boşalımı hızlıdır. Bu nedenle, bu alanlar
genellikle havalandırma kuşağında (vadoz zone) yer alırlar. Buna karşılık karst taban
düzeyinin morfolojik taban düzeyinden biraz aşağıda olduğu kesimlerde, yeraltı su
zonları oluşur. Bu tür bölgelerde bulunan kaynaklar, kurak dönemlerde düden
konumunu alırlar. Yeraltı sularının akış hızı, karst taban düzeyi ile morfolojik taban
düzeyi arasındaki yükseltiye ve stratigrafık konuma bağlı olarak değişir. Karst taban
düzeyinin, morfolojik taban düzeyinden çok aşağılarda bulunduğu bölgelerde "derin
karst" veya meydana gelir.Yoğun karsta ait tüm şekillerin büyük boyut ve derinliğe
ulaştığı bu bölgelerde, genellikle düden konumlu mağaralar da gelişebilir. Derin
karstın geliştiği bölgelerin üst seviyelerine de çoğunlukla fosil mağaralar bulunabilir
(Nazik, 1989).
Şekil 13.7: Karst taban düzeyi (KTD) ve değişiminin karstlaşmaya etkisi (Tuncer,
2003).
Topoğrafya yüzeyinin yatay veya çok az eğimli olduğu yerlerde, genellikle, ,delik,
oyuk, çukur ve kazan şeklinde, düşey doğrultuda gelişmiş, lapyalar meydana
gelmektedir. Buna karşılık eğimli yüzeylerde oluk ve kanal şeklinde lapyalar
gelişmektedir. Lapyaların oluşumlarında erime sürecinin yanı sıra, oyuk, delik, oluk ve
kanalcıkları genişletmek ve derinleştirmek suretiyle fiziksel parçalanma da rol
oynamaktadır. Lapyaların çok gelişmis oldukları sahalarda topoğrafya yüzeyi
yürünmesi güç, çok arızalı bir özellik kazanabilir. Bu gibi sahalara karrenfeld (çapır
arazi) adı verilmektedir (Hoşgören, 2016).
Düşey doğrultuda gelişmiş, dik kenarlı, derin, baca veya silindir şeklindeki doğal
karstik kuyulardır. Derinlikleri 400-500 metreyi bulanları vardır. Alt kısımlarından,
genellikle, yeraltı mağara ve galerileriyle yeraltı akarsu yataklarına açılırlar. Böylece
yüzeysel akışın yutulduğu birer düden görevi görürler. Oluşumlarında erime ve/veya
çökme olayları rol oynamaktadır.
Obruk gibi düşey doğrultuda gelişmiş karstik kuyulardır. Ancak şekilleri obruklardan
farklıdır. Ağız kısımları geniştir. Derine doğru çapları daralır. Böylece bir huniye
benzerler. Düdenler alt kısımlarından yeraltı akarsu yataklarıyla mağara ve galerilere
bağlı bulunurlar. Özellikle polye gibi geniş karstik depresyonlarda yer alan düdenler,
yerüstü sularını yutarak onların kısmen veya tamamen yer altına geçmelerine sebep
olurlar. Yeraltısuyu seviyesinin yüksek olduğu devrelerde ise, bazı düdenler, yerüstü
sularını yutacakları yerde, hidrostatik basınç nedeniyle, bol debili karstik kaynaklan
meydana getirirler. Bu şekilde bol akımlı karstik kaynakların çıktığı düdenlere suçıkan
ismi verilmektedir. Bazı durumlarda düdenlerin dar olan alt kısımları tıkanabilir. Bu
durumda onlar sularla dolarak göllerin oluşmasına yol açarlar. Düdenlerin
oluşumlarında da erime ve/veya çökme süreçleri rol oynamaktadır. Düdenlere,
yurdumuzdan, şu örnekler verilebilir: Elmalı Düdeni (Elmalı Polyesi - Batı Toroslar),
Keste Düdeni (Kestel Polyesi - Batı Toroslar), Bıyıklı Düdeni (Antalya), Büyük
Düden ve Düdeni (Gembos Polyesi - Batı Toroslar) ve Tomaklar Düdeni (Eynif
Polyesi - Batı Toroslar) (Hoşgören, 2016).
Değişik çap ve derinlikte, vatav kesitleri daire veya elips şeklinde olan karstik
depresyonlardır. Çapları genellikle derinliklerinden fazladır ve 10-1000 metreler
arasında değişir. Derinlikleri ise, 2-100 metreler arasında bulunur. Dolinler üzerinde
oluştukları kayacın (kalker, jips gibi) yapısal özellikleri ve iklim koşullarına bağlı
olarak çeşitli şekillerde olurlar. Bazıları nispeten basıktır ve bir tavayı andırır. Bazıları
ise, sarp ve yüksek kenarları, çok dar tabanları ile huniye benzer. Kuyu veya silindir
şeklinde olanları da vardır. Tabanları sürekli veya geçici göl ve bataklıklarla işgal
edilmiş dolinler varsa da çoğunun tabanı kurudur. Yüzeysel suların hızla yeraltına
intikal etmelerine olanak sağlayan düdenlerin de yer alabildiği bu yerler, dekalsifiye
olmuş, kırmızı renkli ve killi bir toprakla örtülü bulunur veya taşlıktır. Elverişli olan
dolin tabanlarında tarım yapılır.
Oluşumlarında erime ve çökme süreçlerinin rol oynadığı dolinler, buna göre, iki tipe
ayrılmaktadır:
1. Erime dolinleri
2. Çökme dolinleri.
Bunlardan, kırık ve çatlak sistemleri boyunca kayaca sızan suların onu eritmesi sonucu
oluşan erime dolinleri, çökme dolinlerine oranla az derindir ve kenarları da çok sarp
değildir. Kenarların üst kısımları hafifçe dışbükey, alt kısımları ise içbükeydir.
Kenarların alt kısımlarından dolin tabanına birleşmeleri tatlı meyillerle, belli belirsiz
bir şekilde olur. Çökme dolinleri ise, yer altındaki mağara ve galeri tavanlarının
çökmesi sonucu oluşurlar ve erime dolinlerine oranla daha derin ve sarp kenarlı
bulunurlar. Kenarlardaki tabakalarda çökme olayını kanıtlayan aşağıya doğru bükülme
ve meyillenmeler görülebilir. Ayrıca tabanda, toprakla karışık bir şekilde, çökmüş olan
mağara veya galeri tavanına ait parçalardan oluşan enkaz bulunur (Hoşgören, 2016).
Şekil 13.12: Kanada'nın Alberta eyaletinde Wood Buffalo Ulusal Parkı'nda su tablası
seviyesindeki çökme dolinleri. Bu dolinler dolotaşlarının alttaki jips içine çökmesiyle
oluşmuştur. Dolinlerin çapları 40-100 m arasında değişir. (Fotoğraf Kanada Parkları
Arşivi'nden alınmıştır).
13.3.5. Uvala
Birbirlerine komşu olan bir kaç dolinin gelişmeleri sonucu, onları birbirlerinden ayıran
eşik sahaları zamanla daralır ve ortadan kalkarlar. Böylece komşu dolinler birleşerek
daha büyük karstik depresyonları oluştururlar. Bunlar uvala adı verilmektedir.
Birleşme izleri aşınımla tamamen ortadan kaldırılmamışsa, dolinlerin birleşmeden
önceki yerleri kolaylıkla saptanabilir. Uvala kenarının keskin girinti ve çıkıntı yapan
yerleri ile tabandaki nispeten derin kısımlar, bize, bu bakımdan ipuçları verir.
Uvalaların tabanları da, dolinlerde olduğu gibi, sürekli veya geçici göl ve bataklıklarla
kaplı bulunabildiği gibi kuru da olabilir (Hoşgören, 2016).
Polyeler gerek erime sonucu meydana gelmiş olan gerekse tektonik kökenli bulunan
bir depresyonun kenarlarının, erime ve çökme süreçleri sonucu gerilemesi, komşu
depresyonları kendisinden ayıran kalker eşiklerin ortadan kalkması ve sonuçta
depresyonun büyümesiyle teşekkül ederler.
13.3.7. Mağara
Mağaraları uzanış doğrultularına göre, esas olarak, üç ana gruba ayırmak mümkündür;
1. Yatay mağaralar
2. Düşey mağaralar
3. Karmaşık mağaralar
Akarsu vadilerinin tabanlarında, karstlaşma olayına bağlı olarak, düden gibi suları
hızla yer altına geçirecek delikler meydana gelirse akarsular bu deliklere girerek
kaybolurlar. Böyle akarsularda düdenlerin kaynak tarafında kalan vadi parçalarına kör
vadi denir. Düdenlerin ağız tarafındaki vadi parçaIarı ise kuru hale
geldiklerinden, kuru vadi veya ölü vadi olarak adlandırılırlar (Hoşgören, 2016).
Şekil 13.15: Kör ve kuru vadi (Hoşgören, 2016)
13.3.9. Çıkmaz Vadiler
Kör vadilerde suların düdenlere girdiği kısımlar geriye doğru gittikçe derinleştirilirler.
Böylece önleri kapalı, iki kenarı dik yamaçlarla çevrili nispeten derin kısımlar
meydana gelir. Bunlara çıkmaz vadi denir. Çıkmaz vadilerde derinlik, düdene doğru,
yavaş bir şekilde artar (Hoşgören, 2016).
Karstik sahalarda, yatağı üzerinde yer alan bir düdenden yer altına giren herhangi bir
akarsu, bazen, daha ilerideki bir noktadan tekrar yeryüzüne çıkabilir. Bu akarsuyun,
düden ile tekrar yeryüzüne çıktığı kaynak noktası arasında kalan yeraltı yatağı uzun ve
insanların, hatta vasıtaların geçecekleri kadar genişse, diğer bir deyişle bir tünel
görünümünde ise, buna doğal tünel denir. Doğal köprülerde ise, yeraltı akarsuyu
yatağının tavanı kabaca bir köprü genişliğindedir.
Travertenler veva kalker tüfleri bazen akarsu vadilerini enine kesen setler meydana
getirirler. Yamaçların alt kısımlarından veya vadi tabanlarından çıkan kaynakların
içindeki kalsiyum karbonatın, bitkilerin de etkisiyle, çökelmesi sonucu oluşan bu
setlerin arkalarında suların toplanmasıyla traverten seti gölleri meydana gelir.
Yurdumuzda, Erzincan ili içindeki Otlukbeli Gölü bunlara güzel bir örnektir.
Uygulamalar
1. Dünya genelinde karst ortamlarına ait ortak özellikler hakkında araştırma
yapınız.
2. Farklı iklim tiplerinin karstlaşma üzerindeki etkisi hakkında araştırma yapınız.
3. Türkiye’de karstlaşmanın derinliğine yönelik araştırma yapınız.
Uygulama Soruları
Bölümde Özeti
Bu bölümde karst ortamları, karstlaşmanın gelişimi ve bu gelişimde etkili olan
faktörler ile karstik aşınım ve birikim şekilleri ele alınmıştır. Bir sahada karst
topografyasının oluşumu ve gelişimi için yalnızca karstik kayaçların bulunması yeterli
olmayıp; iklim, jemorfolojik etkenler, tabakalanma özellikleri gibi koşulların aynı
anda uygun ortamlar sağlaması gerekmektedir. İyi gelişmiş bir karst topoğrafyasının
oluşması için; sıcak iklim koşulları, ortamda karstik kayaçların bulunması, bu
kayaçların belirgin bir topoğrafya yaratması için eğim koşullarının düşük olduğu
nispeten yatay tabakalanmaya sahip bir saha bulunması gerekmektedir. Böyle bir
sahada karstik aşınım ve birikim şekillerinin görülmesi muhtemeldir. Karstik aşınım
ve birikim şekilleri bu bölümde örnekleriyle birlikte ortaya konmaya çalışılmıştır.
Ünite Soruları
Soru-1 :
I. Pamukkale Travertenleri
II. Karain Mağarası
III. Ürgüp Peribacaları
IV. Nemrut Krater Gölü
(Çoktan Seçmeli)
(A) I ve II
(B) B) I ve III
(C) II ve III
(D) D) II ve IV
(E) III ve IV
Cevap-1 :
I ve II
Soru-2 :
Yukarıdaki taralı bölgelerden hangisinde karstik şekiller daha yaygın olarak görülür?
(Çoktan Seçmeli)
(A) I
(B) II
(C) III
(D) IV
(E) V
Cevap-2 :
III
Soru-3 :
Karstik şekillerin oluşumunda aşağıdakilerden hangisinin etkisi yoktur?
(Çoktan Seçmeli)
(B) B)Eğim
(D) İklim
(E) Yükseltinin
Cevap-3 :
Bitki örtüsü
Soru-4 :
Aşağıdakilerden hangisi karstik aşınım şekillerinden biri değildir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Düden
(B) Uvala
(C) Obruk
(D) Dikit
(E) Lapya
Cevap-4 :
Dikit
Soru-5 :
Karstlaşma ile ilgili verilen bilgilerden hangisi yanlıştır?
(Çoktan Seçmeli)
Cevap-5 :
Traverten oluşumunda karstik aşınım süreçleri ön plandadır.
Soru-6 :
Karst yaygın olarak ......................... kayalarda gelişir.
Cevap: karbonat
(Klasik)
Soru-7 :
Karstlaşma ve karstik şekiller bakımından, ..................... iklim bölgeleri .................
iklim bölgelerine göre, daha büyük gelişme göstermişlerdir.
Cevap: sıcak / soğuk
(Klasik)
Soru-8 :
Karst taban düzeyi, topografik yüzeye çok yakın ve bu seviyenin morfolojik taban
düzeyinden yukarıda olduğu bölgelerde .................... meydana gelir.
(Klasik)
Soru-9 :
Düşey doğrultuda gelişmiş, dik kenarlı, derin, baca veya silindir şeklindeki doğal
karstik kuyulara .................. adı verilir.
Cevap: obruk
(Klasik)
Soru-10 :
.............................. kalsiyum bikarbonatın yer altı sularının yeryüzüne çıktıkları
yerlerde içlerindeki kalsiyum karbonatın çökelmesiyle oluşturdukları taraçalara veya
kademelere karşılık gelirler.
Cevap: traverten taraçaları
(Klasik)
14. Buzullar
Giriş
Buzullar kendi ağırlığının altında yavaşça hareketeden sıkıştırılmış kardan oluşmuş
büyük buz kütleleridir. Buzullar şekillerine ve altındaki topoğrafyayla ilişkilerine göre
sınıflandırılırlar (Sugden ve John 1976, 56). Günümüz karalarının % 10'a yakın bir
kısmı (15 milyon km2) buzullarla örtülü bulunmakta ve bu sahalarda, esas olarak,
buzul aşındırma ve biriktirme faaliyetlerine bağlı olarak meydana gelmiş yerşekilleri
yer almaktadır. Buzullar belirli iklim koşullarına bağlı olarak oluştuklarından, onların
yer aldıkları buzul bölgeleri, akarsu topografyasının görüldüğü bölgeler veya kurak ve
yarıkurak bölgeler gibi, kendine has iklim özellikleri ve dolayısıyla yerşekilleri olan
morfojenetik bölgelerden birini meydana getirirler (Hoşgören, 2016).
Şekil 14.2. :
Dünya'nın dönüş ekseni, yaklaşık 26.000 yıllık bir döneme kadar bir daireyi izleyerek
yavaşça döner. Dönme ekseni daire boyunca hareket ederken, açısı 22.1° - 24.5°
arasında hafifçe değişir ve bu olay yaklaşık 41.000 yıl süren bir periyot şeklinde
devam eder etmektedir (Strahler, 2011’den uyarlanmıştır).
Şekil 14.3.: Milankovitch eğrisi. Dikey eksen son 500.000 yılda 65° kuzey enleminde
yaz mevsiminde günlük güneş radyasyonundaki dalgalanmaları göstermektedir.
Bunlar, Dünya-Güneş mesafe değişiminin matematiksel modellerinden ve zamanla
eksensel eğimdeki değişmeden hesaplanmaktadır. Sıfır değeri günümüzü temsil
etmektedir (Strahler, 2011’den uyarlanmıştır).
Dünya’da kısa aralıklarla iklim salınımlarının en yoğun olarak yaşandığı dönem son
jeolojik dönem olan Kuvaterner’dir. Günümüzden 2.6 milyon yıl önce başlamış olan
Kuvaterner’in neredeyse tamamını kaplayan Pleistosen’e buzul çağları damgasını
vurmuştur ve Pleistosen süresince 20 den fazla buzullaşma için uygun iklim
koşullarının yaşandığını gösteren bulgular vardır. Bugün dünyanın 1/10 ’u buzullarla
kaplı iken Pleistosendeki buzul çağlarında bu oran 1/4 kadar olması Pleistosen
buzullaşmalarının etkisinin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olabilir.
Şekil 14.4.: Yerküre’nin Kambrien devrinden günümüze (Holosen) değin yaklaşık 545
milyon yıllık dönemdeki jeolojik geçmişinde çeşitli zaman ölçeklerinde gerçekleşen
iklim değişikliklerinin çeşitli birleştirilmiş sıcaklık zaman dizileriyle gösterimi. Robert
A. Rohde tarafından Global Warming Art için hazırlanan orijinal çizimden
yararlanarak yeniden düzenlendi
(www.globalwarmingart.com/wiki/File:65Myr_Climate_Change_Rev_png, erişim:
Haziran 2013) (Türkeş, 2013).
Kuvaterner sırasındaki buzul ve buzularası döngüler, orta ve yüksek enlemlerde
bulunan arazilerde belirgin değişikliklere neden olmuştur. Ekstrem koşulların hâkim
olduğu dönemlerde soğuk ve kurak iklimler, sıcak ve nemli iklimlere dönüşmüştür. Bu
değişimler işleyen jeomorfik süreçlerin tipinde ve hızında oynamalara neden olarak
ayrışma, aşınma, taşınma ve depolanmayı etkilemiş olmalıdır. Kuramsal olarak sıcak
ve nemli buzularası dönemlerde meydana gelen güçlü kimyasal ayrışma süreçleri
(örneğin yıkanma ve boru yıkanması gibi), derin toprak ve regolit oluşmasına neden
olmuştur. Soğuk ve kurak buzul dönemlerinde, permafrost kuşakları, örtü buzulları ve
soğuk çöller gelişmiştir. Buzul ve buzularası dönemdeki süreçlerle oluşan yerşekilleri
ve topraklar genellikle karakteristiktir ve bir iklim rejiminden diğerine olan nispeten
kısa geçiş döneminde oluşturulan aşınım şekillerinden farklı oldukları kolayca ayırt
edilebilir. İklimsel geçişler olduğunda, buzul ve buzularası süreçleri yamaç ve nehir
sistemlerinde eşik değerlerini aşmak üzere devam etmektedir (Huggett, 2015).
Buzul karın biriktiği, sıkıştığı ve buza dönüştüğü her yerde oluşur (Bennett ve Glasser
2009, 41). Buzul oluşma süreci, kar düşmesinin erimesinden daha hızlı olduğu
herhangi bir iklimde görülebilir. Kar ne kadar hızlı birikir ve buza dönüşürse buzul da
o kadar çabuk oluşur. Buz bir kez oluştuğunda buzulun hayatta kalması birikme ve
ablasyon (buz kaybı) arasındaki dengeye bağlıdır. Buzulun kütle dengesini, her tip
buzulda, buzun net kazanç ve kaybı belirler ve bu durum iklimle sıkı bir şekilde
ilişkilidir.
Buzul kütle dengesi genellikle bir yıl veya daha fazla süreyi kapsayan, belirli bir
zaman içinde bir buzuldaki su giriş ve çıkışlarının hesaplanmasına
dayanmaktadır. Buzul denge yılı birbirini takip eden iki yaz boyunca hesaplanan
yüzey alanlarıdır. Bir yaz yüzeyi buzul kütlesinin en az olduğu zamanı gösterir. Buzul
kütlesindeki denge şartları zamanla değişir ve mevsimsel olarak da tanımlanabilir. Kış
mevsimi buz birikim (akümülasyon) oranı, buz kayıp (ablasyon) oranını aştığında
başlar ve yaz mevsimi kayıp oranı birikim oranını aştığında başlar. Bu tanımlara göre
buzul denge yılı ılıman ve buzul çevresi bölgelerin büyük kısmında yaz sonu veya
sonbaharda başlar. Buzulun karla kaplı yukarı kesimi birikme (akümülasyon)
bölgesidir ve aşağı kesim kayıp (ablasyon) bölgesidir. Firn veya neve yaz
mevsiminde, yani erime döneminde varlığını sürdüren kar için kullanılan bir
terimdir ve burada kar, buzul buzuna dönüşmeye başlar. Firn sınırı (kalıcı kar
sınırı) birikme ve kayıp bölgelerini ayıran hattır. Bir buzul için kalıcı kar sınırı,
birikme bölgesindeki net su kazanımı ile kayıp bölgesindeki net kaybın eşitlendiği bir
denge hâlidir ve buzul genel şeklini ve hacmini yıldan yıla korur. Eğer tüm buzulda
net kazanç veya net kayıp olursa buzulun şeklinde ve hacminde değişimler görülür ve
kalıcı kar sınırının konumu değişir. Kütle dengesi karasal örtü buzulları ve takke
buzulları için bir hat şeklinde olabilir. Bir örtü buzulunda birikme kuşağı merkezde,
yani yükseltilmiş kesimde bulunur ve onu alçak seviyelerde uzanan erime kuşağı
çevreler. Antarktika'da bu durum daha karmaşıktır çünkü bazı buz akıntıları kurak
koşulların hâkim olduğu iç kesimlerde net kayba ve nemli koşulların bulunduğu kıyı
yakınlarında ise net birikime izin verir. Aktif ve durağan buzulu birbirinden ayırmak
önemlidir. Aktif buzul yamaç aşağı hareket eder ve kaynak bölgelerindeki kar
tarafından beslenir. Durağan buzul hareket etmez, eski kaynak bölgesinden artık uzun
süre beslenemez ve durduğu yerde zayıflar (Huggett, 2015).
1. Kırma veya koparma: Bu süreç iki ayrı mekanizmayı kapsar: Bir buzul
altında anakayanın kırılması ve kırılmış veya koparılmış anakayanın
sürüklenmesi. İnce ve hızlı buz kırmayı tercih eder, çünkü buzul kendi
tabanında boşluklar yaratacak şekilde geniş ayrılmaları teşvik eder ve böylece
buzulun yatağına temas ettiği yerlerdeki çıkıntıları gibi belirli noktalarda
gerilim yoğunlaşır. Tekdüze kayaçlarda hareketli buzun içindeki büyük
kırıntıların kuvveti, buzun yatağındaki homojen yapılı anakayayı kırar ve
koparabilir. Bu süreç hilal şekiller, çentikler ve koparılmış kayaçları yaratır.
Anakaya buz eridikten sonra basıncın ortadan kalkmasıyla da çatlayabilir.
Buzun ağırlığı azaldığında, gerilim altındaki anakayada çatlak gelişebilir ve bu
durum yamaçlardaki kayaçlarda büyük tabakalar hâlinde eksfoliasyona yol açar.
Genellikle glasyal çatlatmaya açık olan kayaçlar buz gelişmeden önce oluşan
çatlak sistemlerine sahiptir ve bunlar aşınmayı kolaylaştıracak şekilde
tabakalanmış, yapraklanmış ve kırılmıştır. Çatlaklar buz gelmeden önce
ayrışmamış olabilir, fakat mevcut buzul örtüsünde buzul tabanındaki don ve
çözülme yoluyla bloklar gevşetilir ve buzul tabanında erime suyu çatlak
hatlarını aşındırabilir. Gevşetme ve aşındırmaya uğramış olan anakayanın
üzerinde buzulun akması, kayaçların büyük bloklar hâlinde kopmasını
kolaylaştırır. Blok sökülmesi, hörgüç kayaların buzulun aktığı yöne bakan
kesimlerinde yaygın olarak görülür ( Huggett, 2015).
2. Glasyal abrazyon: Buzulaltı sedimanları veya anakaya üzerinde kayan dağınık
kaya parçaları (kırıntılar) tarafından anakayanın çizilmesi olayıdır. Kırıntılar
çizikleri (ince oluklar) ve diğerlerini oluşturmak için anakayayı çizer, oluk
açar ve cilalar. (Şekil 14.6.) Bunun yanı sıra anakayayı ince taneli (100
mikrondan daha küçük) materyaller şeklinde öğütür. Genellikle üzerinde
çizikler bulunan düzeltilmiş anakaya yüzeyleri buzul aşındırma etkinliğine
tanıklık etmiştir. Buzul erimesiyle oluşan akıntılar içinde bulunan taş unu (silt
ve kil boyutundaki parçacıklar) glasyal abrazyonun bir ürünüdür. Glasyal
abrazyonun etkinliği en az sekiz faktöre bağlıdır (Hambrey, 1994).:
Koparma ve aşındırma soğuk tabanlı buzullar altında da oluşabilir, fakat onlar buzul
erozyonu üzerinde sadece erimesularıyla açığa çıkan kayganlaştırma ve kaymanın
teşvikiyle ılıman buzulların altında önemli bir etkiye sahiptir.
Buzul, anakayadan kopardıklarını iki yolla içine alır. Anakaya çıkıntılarının akma
yönünde yaygın olduğu yerlerde, küçük kaya parçaları yeniden donmayla (regelasyon)
buza katılır. Buz tarafından sürüklenen büyük bloklar yeniden biçimlendirilir ve buz
tarafından yutulurlar. Sıcak tabanlı buzullar, buzul tabanında donmayla oluşmuş til,
alüvyon ve kayşat (talus) gibi daha önceki işlemelerle oluşmuş sedimanları da
sürükler.
Glasyal sedimanlarının depolanmasına neden olan pek çok süreç bulunmaktadır. İlgili
mekanizmalar buzuldaki göreceli konumuna göre sınıflandırılmaktadır. Bunlar
buzulaltı, buzulüstü ve buzul kenarı mekanizmaları olarak sıralanabilir. Buzulaltı
birikimi en az üç mekanizmadan etkilenir:
Buzulüstü birikimi iki süreçe bağlı olarak oluşur. Bunlar erime ve akıştır. Erime, buz
yüzeyinin erimesiyle sedimanların depolanmasına yol açar ve bu durum bir yaz
mevsiminde kayıpla buz kalınlığının 20 m eksildiği sıcak buzulların dil kısımlarında
daha aktiftir. Akış, enkazın buz yüzeyinden aşağıya doğru olan hareketidir. Akış,
özellikle buzulun dil kısmında yaygındır ve yavaş bir sürünme ile hızlı bir akım
arasında değişmektedir. Kenar birikimi birkaç süreçten doğar. Doygun til buz altında
sıkışmış olabilir ve bazı buzulüstü ve buzuliçi moloz erime suyuyla boşaltılabilir.
Buzulönü (proglasyal) sedimanları, bir örtü buzulu veya buzulun önünde meydana
gelir. Se- dimanlar erime sularıyla oluşur ve örgülü akarsu yataklarında ve buzulönü
göllerde depolanır. Buzul göllerinin yarılmasıyla glasyal sedimanlar geniş alanlara
yayılır.
Şekil 14.8.: Glasyal birikim (Hoşgören, 2014)
14.3. Buzul Tipleri
14.3.1. Kıtasal Buzul Örtüleri (İnlandsisler)
Çok geniş bir alan kaplayan, kalın buzul örtüleridir. Şekilleri kubbeye benzer.
Buzulun kalınlığı merkezi kısımda fazla, çevrede ise azdır. İnlandsislerin ortalama
kalınlıkları 2000 metreyi geçer. Kenarlarından çok sayıda buzul dilleri çıkan
inlandsisler çevreye doğru olan bir harekete sahiptirler. Bu hareket dil kısımlarının
dışında çok ağırdır. Tipik örneklerini Grönland ve Antarktika buzulları teşkil eder
(Hoşgören, 2016).
Sürekli kar sınırından daha yukarıda bulunan platoların üzerlerini örten örtü şeklindeki
buzullardır (Hoşgören, 2014).
Şekil 14.9.: Grönland kıta buzulu (solda) ve Doğu Antartika Platosu’nu örten plato
buzulu (sağda)
14.3.3. Doruk (Zirve) Buzulu:
Dağların sürekli kar sınırının üstünde kalan doruk kısımlarını bir külah şeklinde
kaplayan örtü şeklindeki buzullardır. Büyük Ağrı Dağı’nı örten buzul bu tiptedir
(Hoşgören, 2014).
Sürekli kar sınırının üzerinde, sirk adı verilen kenarları sarp çukurlarda biriken karların
değişikliğe uğramaları sonucu meydana gelen buzullardır. Bunların, vadi buzullarında
olduğu gibi, dil kısımları yoktur veya çok belirsizdir. Bu tip buzullar, içlerinde yer
aldıkları sirklerin kenarlarına yapışık olarak bulunmazlar. Rimaye veya bergschrund
ismi verilen bir yarık onları sirk duvarından ayırır (Hoşgören, 2016).
14.3.5. Vadi Buzulları
Akarsular gibi, bir vadi içinde gelişmiş bulunan buzullardır. Sirk buzullarının uygun
koşullar altında sirkten taşması ve eğimi takiben doğal bir yatağa bağlı olarak hareket
etmesi sonucu meydana gelirler.Vadi buzulları iki kısımdan müteşekkildirler.
Bunlardan sürekli kar sınırının üzerinde yer alan ve sirkin bulunduğu yere karşılık
gelen kısma neve denir. Bu kısım buzulun beslenme sahasıdır. Vadi buzulunun diğer
kısmı ise, buzul dilidir. Bu kısım sürekli kar sınırının altında yer alır ve buzulun erime
sahasına karşılık gelir. Vadi buzulları çeşitli uzunlukta olurlar. Örneğin, ağız kısmı
Alaska'da, kaynağı Kanada'da olan Hubbard Buzulu’nun batı kolunun uzunluğu 135
km'yi bulur. Vadi buzulları bazen, Alp Dağlarında, Himalayalar'da ve Alaska'da
olduğu gibi, ana buzul ve buna her iki tarafından katılan kollarla bir buzul ağı
meydana getirirler (Hoşgören, 2016).
Bir dağ yamacında yer alan vadi buzullarının, o dağın eteklerinde birbirleriyle
birleşmeleri sonucu oluşmuş örtü şeklindeki buzullardır. Bu tipteki buzullara örnek
olarak Alaska'nın güneyindeki Bering Buzulu, Guyot Buzulu ve Malaspina Buzulu
gösterilebilir. Bu buzullar kıyı gerisinde yer alan Steller, Miller, St.Elias, Augusta ve
Cook dağlarından beslenirler ve eteklerde birbirleriyle birleşerek Alaska Körfezi
kıyılarına kadar sokulurlar (Hoşgören, 2016).
Şekil 14.11.: Vadi buzulu ve sirk buzulu, İsviçre (solda) Piedmont buzulu (sağda)
14.4. Buzul Aşınım Şekilleri
Buzullaşma ortamlarında aşındırma, çizilmiş kayaç yüzeyleri, hörgüç kaya, sirk, tekne
vadi gibi karakteristik ve oldukça bilenen şekillerle sonuçlanır ve son derece ilginç
topografyaları meydana getirir. Bir havzada buzulun mevcudiyeti, proglasiyal dere
kanalları gibi buzul kenarı (alanı) ötesinde aşınım şekillerinin gelişimi üzerinde de
güçlü bir etkiye sahiptirler. Aşınım şekilleri, farklı zaman ölçeğinde glasiyal süreçlerin
işleyişini yansıtan çok değişik ölçülerde meydana gelirler (Benn & Evans, 1998).
Küçük aşınım şekillerinden olan glasiyal çizikler, buzulun hareketi esnasında, ana
kaya ile çakıl ve blokların yüzeyinde, buzulun ağırlığı altında farklı boyuttaki kaya
parçalarının birbirine veya ana kayaya sürtünmesi sonucu oluşan doğrusal uzanımlı
aşınım şekilleridir. Karakteristik özellikleri, bu şekillerin bazal enkaz taşıyan sıcak
tabanlı buzullar tarafından oluşturulmaları ve çiziklerin buzul ilerleme yönünü
hakkında fikir vermeleridir. Her bir çizik >1 mm den daha büyük klastlar tarafından
oluşturulmaktadır (Benn ve Evans, 1998).
Şekil 14.13.: Şekil 40: Bir glasiye vadisinin boyuna profili (Flint’den). Asıl profil
kesik çizgiyle işaret edilmiştir. R - Eşik ve sürgüler (dirençli kısımlar). B - Fazla
oyulan kısımlara rastlayan çanaklar (zayıf direnç sahaları) (Erinç, 2014).
14.4.4. Piramidal Zirveler ve Aretler
Piramidal zirveler, bir dağın farklı yamaçlarında yer alan üç ya da daha fazla sirkin,
duvarlarını geriye doğru aşındırması bağlı olarak sirklerin birbirine yaklaşması sonucu
oluşan piramit şekilli tepeler ya da zirvelerdir. Aretler ise piramidal zirvelerin
kenarlarını oluşturur ve aynı zamanda sirkleri birbirinden ayıran duvarlar
durumundadırlar. Aretler dağ buzullarında sirkleri ve buzul vadilerini bir birinden
ayıran testere ağzı gibi keskin kenarlı sırt veya morfolojik duvarlardır (Turoğlu, 2011).
14.4.5. Sirkler
Sirkler dağlık arazilerde çeşitli boyut ve şekillerde olan, tipik olarak koltuk (hilal)
şekilli çukurluklardır. Klasik şekil geride sarp bir duvar ve onun önünde aşınmadan
arta kalan bir çıkıntı veya alçak anakaya çemberi ve çoğunlukla bir göl içeren derin
anakaya çukurlarıdır. Cephe morenleri çoğunlukla bu çemberi örter.. Sirkler sıcak
tabanlı buz ve bol miktardaki erime sulannrn birleşik eylemleriyle oluşturulurlar.
Sirkler sıklıkla geçmiş buzul etkinliğinin tartışılmaz göstergeleri sayılırlar ve
jeomorfologlar tarafından geçmiş bölgesel kalıcı kar sınırını belirlemekte kullanılırlar
(Huggett, 2015).
Buzul tekne vadileri ya vadi buzulları tarafından aşındırılır ya da buzun akış gösterdiği
takke buzulları ve örtü buzulları kenarında gelişirler. Pek çok buzul tekne vadisi
değişen derecelerde U şekilli enine profile ve uzun ve düz bölümlerle aralanmış, kısa
ve basamaklı düzensiz bir boyuna profile sahiptir. Düzensiz boyuna profil, buzun
akışının herhangi bir özelliğinden çok, anakaya dayanıklılığındaki farklılıkları
nedeniyle buzun düzensiz derinleştirmesinin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.
Buzularası dönemde buzun ortadan kalkmasıyla vadi yamaçlarında serbest bırakılan
paraglasyal gerilim tekne vadilerin şekillenmesine yardım eder (Huggett, 2015).
Ana buzul vadisinin taban kısmı, bu buzulun kollarına ait vadilerin taban
kısımlarından daha derindir. Bu durum, ana buzulun kollarına oranla daha büyük bir
aşındırma gücüne sahip bulunması ve yatağını daha fazla derinleştirmesinden ileri
gelir. Tabanları ana buzul vadisi tabanından yüksekte bulunan, diğer bir deyişle, ana
buzul vadisinin üst yamaçlarına açılan bu tür vadilere asılı vadi ismi verilir (Hoşgören,
2016).
Şekil 14.14.: Buzul dönemi ve buzul sonrası döneme ait glasyal aşınım şekilleri
14.4.8. Hörgüç kayalar
Balina sırtları da buzulun anakaya üzerindeki erozoyonu ile oluşur. Balina sırtları
hörgüç kayalara benzemekle birlikte buzullar tarafından aşınan ve törpülenen ana kaya
yüzeyinin simetrik bir özelliğe sahip olmasıyla ayrılır. Enkaz malzemesi taşıyan sıcak
tabanlı buzulların oluşturduğu bir aşınım şekli olan balina sırtları; az oranda taban
erime suyu barındıran kalın buzulların yavaş hareketleri sonucu oluşurlar (Turoğlu,
2011).
14.4.10. Nunataklar
Buzla çevrili olan ve bir kilometreden yüzlerce kilometreye kadar değişen
boyutlardaki kaya çıkıntılarıdır. Nunataklar buzun örtmediği dağ parçalarını ya da
Antarktika üzerindeki Transantarktik Dağları'nda olduğu gibi, buz örtüsünün yanlara
doğru sıyrıldığı bütün bir dağ sırasında oluşmaktadırlar (Huggett, 2015).
Bunlar deniz tarafından işgal edilmiş buzul vadileridir. Böylece dik kenarlı, dar, derin
ve dallı budaklı körfezler şeklinde karaların iç kısımlarına doğru sokulurlar.Bazıları bir
kaç yüz kilometre uzunluğunda olabilen fiyordların yamaçlarında yer yer çağlayanlar,
yer yer de boğazlar meydana getiren asılı vadiler bulunur. Fiyordların çok bulunduğu
bazı yerler şunlardır: Norveç kıyıları, Alaska'nın güneyi, Labrador yarımadası kıyıları,
Grönland kıyıları ve Antarktika'nın bir kısım kıyıları (Hoşgören, 2016).
Gerek vadi, gerek örtü glasiyasyonunda en geniş sahayı kapsayan moren depoları,
glasiyelerin altında çökelmiş olan taban morenleridir. Vadi glasiyelerinde bunlar,
kalınlığı seyrek olarak 10 metreyi aşan bir örtü oluştururlar. Üzerleri birkaç metrelik
tepeler, küçük kapalı çukurlar sunan hafifçe dalgalı bir topografya gösterir. Esas olarak
kil ve çeşitli boyuttaki kaya parçalarından, bloklardan meydana gelmiş ve
tabakalaşmamış bir depo karakteri sunarlar. Bu durum kısmen glasiyenin zeminden
kopardığı maddelerin, kısmen de glasiyelerin ortadan kalkmasına paralel olarak buz
üzerinde ve içindeki döküntünün tekne vadi tabanındaki döküntü üzerine düzensiz bir
şekilde çökelmesi sonucunda meydana gelmiştir (Erinç, 2014).
Glasiye kenarına düşen döküntü bu kısımdaki glasiye buzunu ablasyona karşı bir
dereceye kadar korur. Bu nedenden dolayı glasiye buzunun kenar kısımları üzeri
döküntüyle örtülmüş bir durumda, glasiyenin orta kısmına oranla yüksekte kalır.
Böylece, döküntüyle karışık kirli glasiye buzunu örten yan morenleri topografya
bakımından genelde belirgin bir sırt meydana getirerek uzanırlar (Erinç, 2014).
Şekil 14.18.: Salmon Buzulu, Brtisih Columbia (Kanada) orta ve yan morenler
14.5.3. Orta Morenler
İki buzul kolunun birleşerek tek bir buzul haline gelmeleriyle oluşan morenlerdir.
Birleşen iki buzul kolunun yan morenlerine karşılık gelirler ve dolayısıyla buzulun
ortasında yer alırlar. Bunlar yan morenlerine paralel bir veya birkaç sıra oluştururlar.
Orta morenleri aslında yan morenleridir. Gerçekten iki glasiye birleştiğinde, bunların
birer kenarındaki yan morenleri, kavşak noktasından itibaren birleşik glasiyenin orta
moren setleri haline dönüşürler. Glasiyenin sonuna doğru ablasyon arttıkça buz kütlesi
gittikçe incelir. Bunun sonucunda orta ve yan morenleri niteliklerini kaybederek, sanki
bütün glasiye yüzeyini örterler. Bu durumda glasiyenin son bulduğu nokta, döküntü
altında görünmez olur. Döküntüyü taşıyan buz kütlesinin tamamen erimesi halinde ise,
orta ve yan morenleri ablasyon morenleri halinde oldukları yere çökelirler (Erinç,
2014).
Vadi, örtü ve önülke tipi glasiyeler tarafından bunların içinde, üzerlerinde, yanlarında
ve altlarında taşınan döküntünün bir kısmı bu glasiyelerin dillerinin veya loblarının
sona erdiği sahada bırakılır. Bu şekilde glasiye dillerini ve loblarını kuşatan cephe
moreni setleri meydana gelir. Bunlara aynı zamanda son morenler adı da verilir. Bu
depolar alttan taban morenlerine, yanlardan ise kenar yani yan morenlerine geçerler.
Bu şekilde cephe morenleri vadi glasiyelerinin dillerini veya inlandsislerin loblarını
kuşatır ve sanki onların kalıbını alır. Glasiyeler ortadan kalktıkları zaman bu cephe
moreni yığınlarının uzanışına dayanarak, eski glasiye dillerinin ve loblarının sahaları
kolaylıkla belirlenebilir (Erinç, 2014).
14.5.6. Kame’ler
Tabakalanmış depolardan müteşekkil alçak, dik kenarlı, kısa sırt veya masa şeklindeki
tepelerdir. Bunların bir kısmı, buzulların üzerlerinde veya içlerindeki yarık veya
çatlaklarda birikmiş depolara karşılık gelirler. Buzullar eriyip ortadan kalkınca
zeminde tepeler halinde kalmışlardır. Bu tipteki kameler gruplar teşkil ederler ve
genellikle buzulların akış doğrultularında sıralanmış olarak bulunurlar. Kamelerin
diğer bir kısmı ise, buzul vadilerinin yamaçlarına bitişik olarak yer alırlar. Bu
özelliklerinden dolayı, bu tip kamelere kame taraçaları ismi verilmektedir.
Zikzaklı bir şekilde uzanan bir kaç kilometre uzunluğundaki sırtlardır. İsveç'de Oser
(Osar), Anglo-Sakson ülkelerinde ise esker adı verilen bu sırtların yükseklikleri,
genellikle, 10-20 metreler arasında değişir. Uzanış doğrultuları buzulun hareket
doğrultusuna paraleldir. Bunlar iyi bir şekilde tabakalanmış depolardan meydana
gelmişlerdir. Bu depoları oluşturan unsurlar yuvarlaktır ve ağız tarafına doğru
boyutları küçülür. Buna göre bu depolar akarsu depolarıdır ve buzul kütlelerinin
altlarındaki tünellerde akan akarsular tarafından depolanmışlardır.
Bunlar tabakalaşmış depolar içinde yer alan kapalı çanaklardır. Genellikle daire
şeklinde ve 40-50 metre çapında olan bu çanakların derinlikleri 5-10 metreler arasında
değişir. Kettle veya sollerin, buzulların erime devrelerinde, morenler arasında kalmış
ölü buz kütlelerinin yerlerine karşılık geldikleri ileri sürülmektedir.
14.5.9. Sandur'lar
Uygulama Soruları
Bölüm Özeti
Bu bölümde buzul süreçleri, buzul tipleri, buzul aşınım ve birikimine ilişkin süreçler
ve buzullaşma sonucu ortaya çıkan yerşekilleri ele alınmıştır. Uzun süreli geçmiş
dönemlerden günümüze kadar gelen süreçte, iklim değişiklikleri ile buzul ve
buzularası dönemler arasındaki ilişki ortaya konmaya çalışılmıştır. Buzulun oluşum
sürecinde hangi koşulların gerekli olduğu, buzul oluştuktan sonra buzulun hareketi ile
meydana gelen glasyal aşındırma ve biriktirme süreçleri tartışılmıştır. Bununla birlikte
dünya ölçeğinde topoğrafyaya bağlı ya da topoğrafyadan bağımsız olarak meydana
gelen buzul tipleri örneklerle açıklanmaya çalışılmıştır. Buzul aşındırma ve biriktirme
süreçleri sonucunda ortaya çıkan yerşekilleri örnekleriye birlikte ortaya konmuştur.
Ünite Soruları
Soru-1 :
Buzulların hareket hızı aşağı faktörlerin hangisine bağlı değildir?
(Çoktan Seçmeli)
(C) Yükseltiye
(D) Eğimine
Cevap-1 :
Yükseltiye
Soru-2 :
Buzul çizikleri aşağıdaki konulardan hangisi hakkında bilgi verir?
(Çoktan Seçmeli)
Cevap-2 :
Buzulun ilerleme yönü
Soru-3 :
Yukarıdaki resimde görülen buzul aşınım şekli aşağıdakilerden hangisidir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Sirk
(C) Nunatak
(D) Aret
(E) Fiyord
Cevap-3 :
Sirk
Soru-4 :
Vadi, örtü ve önülke tipi glasiyeler tarafından bunların içinde, üzerlerinde, yanlarında
ve altlarında taşınan döküntünün bir kısmı glasiyelerin dillerinin veya loblarının sona
erdiği sahada bırakılır. Aşağıdakilerden hangisi bu tanımımlamayı doğrular
niteliktedir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Kettle
(B) Sandur
Cevap-4 :
Cephe morenleri
Soru-5 :
Buzul ve buzularası döngü sürecinde, aşağıdakilerden hangisinde değişiklik meydana
gelmez?
(Çoktan Seçmeli)
Cevap-5 :
Anakaya tipinde
Soru-6 :
Dünya’da kısa aralıklarla iklim salınımlarının en yoğun olarak yaşandığı dönem son
jeolojik dönem olan............................... .
Cevap: Kuvaterner’dir
(Klasik)
Soru-7 :
Glasyal aşındırma üç temel süreçle
gerçekleşir: ........................., ......................, .................... .
(Klasik)
Soru-8 :
.................................bir dağın farklı yamaçlarında yer alan üç ya da daha fazla sirkin,
duvarlarını geriye doğru aşındırması bağlı olarak sirklerin birbirine yaklaşması sonucu
oluşan zirvelerdir.
Cevap: Piramidal zirveler
(Klasik)
Soru-9 :
İki buzul kolunun birleşerek tek bir buzul haline gelmeleriyle oluşan
morenlere .......................... denir.
Cevap: orta morenler
(Klasik)
Soru-10 :
Cephe morenlerinin ve dolayısıyla buzulların önlerinde yer alan ve onlardan çıkan
akarsuların depoladıkları çakıl, kum gibi unsurlardan oluşmuş birikinti
konilerine......................... denir.
Cevap: sandur
(Klasik)