Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 564

KÜFÜR YOK

2
Esra Yağmurlu
Üniversite hayatıyla ilgili yanlış bilinen o kadar çok şey vardır ki.
Mesela çoğu genç üniversite hayatını bol eğlenceli sanır, her gün
birinin evinde bir parti olur onlara göre ve sabaha kadar eğlenirler.
Hatta o partiden sıkılırlarsa eğer, oradan çıkar başka bir partiye
geçerler ve eğlence orada devam eder. Yanlış. Gerçeği ise şudur;
parti falan hikayedir, erken uyumak zorundasındır çünkü kargaların
bile uyanmadığı bir saatte senin dersin vardır. İşte bu yüzdendir ki
ben de erkenden uyumuştum ama gel gör ki gecenin köründe,
inşallah Allah'ın bir gün tepesinden bakacağı yeni komşum
tarafından Heidi gibi köyümün kırlarında koştuğum rüyamdan
koparılmam uzun sürmedi.
Yine aynı seslerle uyandım. Yastığı başımın altından çekip kafama
bastırdım ama nafile. Bu seslerin bir sonu yoktu arkadaş. Duvara bir
yumruk geçirdim. Yandaki oğlanda performans süperdi.
Devam aslanım kim tutar seni.
"Ulan ben ta sizin..."
Küfür yok dedi Gül'ün beynimin en derin yerlerine bile yer etmiş sesi.
Gül benim ahlak bekçisi ev arkadaşımdı. Annesinin pamuklara sarıp
katiyen ne argo ne de tek küfür söyletmediği ve Monaco Prensesi
edasıyla büyüttüğü sarışın ve su yeşili gözlere sahip güzel bir kızdı.
Ne yalan söyleyeyim, meşhur İzmir kızlarının da hakkını veriyordu.
Veriyordu vermesine ama iş beni anneme ispiklemeye geldiğinde o

3
güzelliğinden eser kalmıyor, adeta sinsi bir yılana dönüşüyordu. Ve
evet, bundan zevk aldığını düşünüyordum.
Yan odadan gelen sesler yükselince, "Ulan ben senin münasip
yerlerini kesmezsem eğer," diye gürleyip yataktan atladım. Atladım
atlamasına da odaya adeta fuhuş operasyonuna çıkmış polis edasıyla
dalan arkadaşım Elif tarafından durdurulmam bir oldu.
Yahu gidip yan evi bassanıza. Fuhuş varsa orada.
"Dur bakalım!" dedi Elif gözlerini kısarak. Gül'ün aksine Elif siyaha
yakın saçları, esmer teni ve oniks gözleriyle onun tam zıttıydı.
Adana'da yetişmişti ve benden sonra evin en çatlak kızı olduğu da
bir gerçekti. Tabii benim de ultra süper bela kokusu alan arkadaşım
oluyor kendileri ve ben bazen onun Rıza Baba'nın gizli görevle
aramıza sızdırdığını düşünüyordum.
"Çekil kızım keseceğim bu sefer."
Gül de kapıda görününce ekip tamamlanmış oldu. "Ne oluyor be
yine?" dedi, gözlerini ovuşturup aynı anda esneyerek. Yine şirin mi
şirin mavi pijamasıyla adeta şirinler kasabasından kaçmış gibi
görünüyordu.
Astım hastası olduğumdan bazen geceleri öksürük krizlerim
tutuyordu ve sevgili ev arkadaşlarım bu yüzden odama damlamakta
adeta mastır yapmışlardı.
"Ne olacak?" dedi Elif gülerek. "Yeni komşumuz tarafından yine
uyandırılmış belli ki."
"Kızım çekilsene," diye cıyakladım. "Bu sefer bu peze-" "Küfür yok,"
diye uyardı yine Gül kaşlarını çatarak.
"Tamam, küfür yok," dedim ve sakinleşmek için derin bir nefes
aldım. Sesler yine gelmeye başlayınca Elif yine güldü. Ben kafayı

4
yemek üzereydim, bu kız hala gülüyordu. Tabii çileyi çeken bendim,
gülerlerdi elbette.
"Çekilin kızım!" diye bağırdım. "Bu peze-"
"Küfür yok dedim Esra," diye yine atıldı Gül.
Evet, bendeniz Esra Yağmurlu. Efrasiyab Üniversitesi* Reklamcılık
bölümü 3. Sınıf öğrencisiyim. Ankara'nın ayazında okumaya hala
alışamasam da bu memleketi seviyordum ve Trabzon'dan buraya
geldiğimde biraz yadırgasam da sanırım artık alışmıştım.
Elif, Radyo ve Televizyon, Gül ise Arkeoloji bölümünde okuyordu.
Yani anlayacağınız, hepimiz ayrı telden çalıyorduk ama 3 yıldır
onlarla kardeşten bile yakın olduğumuz da bir gerçek. Elif'le kayıt
günü tanışmıştık. Gül'le de ev arkadaşı ilanı verdikten bir kaç gün
sonra. İşte o günden sonra da hep bu lafı duymaya mahkum
olmuştum.
Küfür yok!
Küfür yok Esra!
Esra küfür yok dedim!
Yok küfür Esra, yok!
"Ulan tamam küfür yok. Şu yan taraftaki Azman'ın münasip bir
yerlerini kesip geleceğim. İzin verir misiniz Türk Polis Teşkilatının
nadide çalışanları? Sonra söz gelip adalete teslim olacağım."
"Azman?" dedi Gül. "Gargamel'in kedisinin ismini mi verdin adama?"
"Yok kızım," dedi Elif gülerek. "Azgın adam demek. Az-Man." Evet,
bir bilimsel(!) konuya daha açıklık getirildiğine göre ben de artık
kutsal görevime dönebilirdim.

5
Elif'in kollarından tutup onu kenara çektim ve "Sen bir burada dur
komiserim," dedim. Elif saf saf yüzüme bakarken depar atıp kapıya
koştum.
"Gül!" diye bağırdı arkamdan. "Tut şunu!"
Gül gözlerini kocaman açıp önüme çıktı ve aynı anda kollarını bana
doladı. Kızda hayvan gücü vardı, bu kızı annesi neyle beslemişti
acaba? Halbuki ufak tefek de bir şeydi.
"Kızım bırakın be! Her gece ben bunu çekmek zorunda mıyım?
Keseceğim lan bu sefer!"
"Bak yavrucuğum," dedi Elif yanımıza gelerek. "Şimdi sen o kapıyı
çalarsan adamın işini yarıda kesersin."
"İşini değil, komple iş yapan yerlerini keseceğim kızım!"
"Bence o seslerin sana ait olmasını istemiyorsan dur Esra'cığım."
"Ne?" dedim bir anlık afallamayla. Kemiklerimin üçte birini kıran
arkadaşım her an kaçacakmışım gibi beni bir anakonda misali
sıkmaya devam ederken patlamama ramak kalmıştı. "Gül
kemiklerimi kırdın, evde bir şeyde yok yiyecek. Sen neyle
besleniyorsun ya?"
Kıpırdanınca beni daha da sıktı ve "Rahat dur be!" diye homurdandı.
"Bak Gül'cüğüm, sevgili Anakonda Şirin'ciğim. Bak, bir küfür daha
ağzımdan ha çıktı ha çıkıyor.
BIRAKSANA KIZIM!"
Gül en sonunda beni bırakırken kaburgamda bir sorun var mı diye
ellerimle yokladım. Hepsi aynı şekilde yerinde duruyordu, biri dışarı
fırladı sanmıştım bir an.
"Sakinim arkadaşlar," dedim ellerimi kaldırırken.

6
Sakinmiş... Yemişim sakinliğini. Bu ibne yan odada iş pişirsin ve
uykumun içine etsin, ben sakin kalayım.
"Küfür ettiğini anlamıyorum sanma," dedi Gül.
Bu kız kesinlikle dünyadan değildi. Nasıl Elif'i Rıza Baba aramıza
sızdırmışsa onu da uzaylıların gönderdiğinden şüpheleniyordum.
"Zihin mi okuyorsun sen?"
"Ne sandın?" dedi çarpık bir sırıtışla.
"İbne dedin," dedi Elif.
"Sen de mi zihin okuyorsun? Nereye düştüm Allah'ım ben?"
"Dudaklarını okudum Esra. Ne zihin okuması?"
"Ha!" dedim rahatlayarak. Sonra o rahatlama gerisin geri gitti. Gül
küfürlerimi algılamakta bir seviye daha ilerlemişti. Bu durumda çok
daha dikkatli olmam gerekiyordu artık. "Ben bir su içeyim en iyisi."
Ben mutfağa ilerlerken sevgili ev arkadaşlarım da yeni yumurtadan
çıkmış civciv misali peşime takıldılar. Dolabın üst gözlerinden bir
bardak alıp musluktan su doldururken de adeta her an balkondan
diğer balkona atlayacakmışım gibi beni göz hapsinde tutmaya
devam ettiler.
"Tamam, gidin yatın," dedim göz devirerek. "Çocuğun bir yerleri bu
gecelik de yerinde kalacak."
İkisi de şüpheyle bana bakarken aynı anda gözlerini kısıp başlarını da
yine aynı anda yana yatırdılar. "Korku filmlerinden fırlamış gibi
davranmayın kızım. Gidin yatın işte." "Tamam," dedi Elif en sonunda.
"Emin misin?" dedi Gül ona yan bir bakış atarak.
"Değilim ama bu psikopatın başında sabaha kadar bekleyemem.
Yarın sabah 9'da dersim var."
7
Kurban olduğum rabbim, sanki benim yoktu da keyfimden
uyumuyordum. Bir yerleri hiç inmeyen yeni komşumuz yüzünden
tam tamına 2 haftadır erotik sesler dinliyordum ben.
Elif odasına giderken Gül bana kuşkulu bir bakış attı ama en sonunda
o da pes ederek odasının yolunu tuttu. Ben de ayaklarımı sürüye
sürüye odama geri döndüm. Kadının sesleri en sonunda susmuştu en
azından. Bir öğrenciyseniz ve yan odanızda cinsel hayatı hiç
bitmeyen bir herif varsa ve lanet duvarları da bu kadar ince yapacak
andaval bir müteahhidin mükemmel evinde kalıyorsanız işte o
zaman size uyku haramdı.
Başımı yastığa koyup yorganı da tam üzerime çekmiştim ki...
Yok artık. Ulan enerjiniz hiç mi bitmez?
Sakin ol Esra diye kendi kendime tekrarladım ve ayağa kalkıp
kulaklığımı aramaya giriştim. Metallica dinleyip uyuyacaktım. Başka
çare yoktu. Bu sesleri ancak Metallica bastırırdı. 10 dakika boyunca
lanet kadının sesiyle kulaklık aradım. Allah'ın cezası kulaklığı
bozulduğu için çöpün ağzına bağlayıp attığımı da o an hatırladım.
Hay ben böyle şansın...
Sinirlerim tavan yaparken duvara bir de tekme indirdim. "Geberesice
Azman."
Yastığı kulaklarıma bastırıp uyumayı denesem de nafileydi. Yok, ben
bu herifi öldürmeden rahat etmeyecektim. Yorganı üzerimden
fırlattığım gibi koridora çıktım. Mutfağa girip çekmeceyi hışımla
açtığımda "Hadım edeceğim lan seni," diye bağırdım. Elime bir
ekmek bıçağı alıp kapıya dönmüştüm ki...
"Hay ben şansımı si-"
"Küfür yok!" Takılmış plak gibi Gül aynı sözü tekrarladı. Elif de bunun
üzerine bıkkın bir nefes verip göz devirdi.

8
Acaba ben öfkeden görmeden yanlarından geçmiştim de, benim mi
haberim yoktu? Bu kadar dakik mutfak kapısında bitmelerine başka
açıklama bulamıyordum. Gözlerim birden irileşirken ayaklarına
baktım. Sonra derin bir nefes alarak rahatladım. Gözümün önünde
neon ışıklarla yazılar belirir gibi oldu.
Ayaklar normal. Üç harflilere dair iz yok.
"Dostum şimdi yavaşça o elimdeki bıçağı yere bırak. Bu konuyu
konuşarak halledebiliriz," dedi Elif. Bu kız ne ara Rıza Babadan
Amerikan polisine bağlamıştı?
"Bırakın Allah aşkına. Şu geberesicenin fazlalıklarını keseceğim
artık."
"Hak ettin kızım," dedi Gül. "En geniş oda o diye avına saldıran aslan
gibi odaya dalmıştın. İlahi adalet işte."
"Hay ben aklıma tüküreyim. Bok vardı o odayı seçecek."
"Ayşe teyzeye bu küfürlerini bizzat ileteceğim Esra," dedi Gül. Ayşe
de benim annem oluyordu ki Gül her gün ona benim günlük küfür
listemi mesaj olarak bildiriyordu. Tabii onun yolladığı günlük raporlar
da bana eksik gönderilen haçlık olarak yansıyordu. Zorla
hanımefendi olacaktım bu gidişle, bu nasıl bir acı böyle?
"Küfür etmedim ben," diye hemen atıldım. Zira artık kesilen paramın
haddi hesabı yoktu. Meteliğe kurşun atıyordum.
"Tabii tabii etmedin."
Ayağımı küçük bir çocuk gibi yere vurdum. "Bok da mı
diyemeyeceğiz ya?"
"Dur bir bakayım," dedi Gül ve mavi pijamasının cebinden bir kağıt
çıkardı. Katlanmış kâğıdı açtı ve işaret parmağını kâğıt boyunca
yukarıdan aşağıya hareket ettirip "Bu resmi belgeye göre
diyemiyormuşsun," diyerek sırıttı.
9
"Yuh!" dedi Elif. "Liste mi yaptın bir de?"
"Ben değil Ayşe teyze yaptı. Bana da maille gönderdi."
"Mail mi? Annemin kullanabildiği bir maili mi var?" Annem bir
eğitimci olsa da internetle pek içli dışlı değildi. Yıllar önce bir e-posta
hesabı açmıştı ama o da benim çeyizim gibi unutulmuş ve umudu
kesilmiş olarak duruyordu.
"Lazkızıayş[email protected]," dedi Gül tüm dişlerini gösterip
gülerek.
"Yuh! Vallahi yuh artık!" diye inledim.
"Helal olsun! Ayşe teyzeme bak sen," dedi Elif.
"Bu ne ki kızım?" dedi Gül ve cebinden bu sefer telefonunu çıkardı.
Dokunmatik ekranda bir şeyler tuşlayıp telefonu Elif'e uzattı. Elif
önce kaşlarını kaldırdı. Sonra kahkahalarla gülmeye başladı.
Elimde ekmek bıçağıyla ilerleyip Elif'in elinden telefonu çekmem ve
ekrana bakmamla hayatımın şokunu yaşamam bir oldu. Sevgili
Lazkızıayşe53'ün mail fotoğrafında beyin yakan pozuyla, elinde bir
adet pompalı tüfek -abartmıyorum- karşı dağa nişan almış bordo
yazmalı annem vardı.
Anneciğim ya sen koskoca Türkçe öğretmeni kadınsın. Bu dağda
terörist arayan köy korucusu pozları da ne Allah aşkına?
"Gözlerim kanıyor." diye mırıldandım.
Elif hala gülerken "Bence annen eğitimci değil bordo bereli
olmalıymış." dedi.
Şu an kafamın üzerinden dumanlar çıktığına yemin edebilirdim. Zira
az önce gerçekten beynim yanmıştı.
Telefonu Gül'ün göğsüne bastırırken gözlerimi kısarak, "Bu resmi
kimse görmedi," dedim. "Ve görmeyecek.
10
Yoksa geçen gün ayrana su ekleyip ayyaş gibi poz verdiğiniz
fotoğraflarınızı basına sızdırırım." Buradaki basın kesinlikle babaları
oluyordu ki ikisinin yüzlerindeki ifadeden mesajı da aldıkları bariz
belliydi.
"Ne resmi?" dedi Elif.
"Ben tüfek falan görmedim?" dedi Gül.
İşaret parmağımı ona doğrulttum. "Tüfek dedin!"
"Demedim," diye atıldı. "Elif demiştir belki."
"İftiracı!" dedi Elif ona kızgın bir bakış atarak.
"Tamam kesin!"
Elif göz devirdi. "Taktın kesmeye sen de."
O an kutsal görevim tekrar aklıma geldi. Elimdeki bıçağı kaldırırken
şeytani bir gülümsemeyle ikisine baktım. İkisi de aynı anda
gerilerken, "Hatırlattığın iyi oldu aynasız," dedim. Keşke elimde bir
katana olsaydı ama ekmek bıçağı da iş görürdü. Bir ninja gibi ses
çıkarıp ileri atılmamla ikisinin de odalarına kaçışması bir oldu. Bana
da yol göründü tabi.
Kapıya yönelirken alt kattan birisi, muhtemelen süpürge sapıyla,
tavana vurdu. Bir kerede karşı daireye aynı muameleyi yapsanıza
vicdansızlar diye iç sesim feryat ederken kapıya varmıştım. Kapı
koluna kavrayıp çevirdim ama kilitliydi.
Eh ben sizin gibi... Neyse ki anahtarım her zaman montumun
cebinde olurdu. Odama girip ceplerimi yoklamaya başladım.
"Nerede bu anahtar?" diye söylenirken "Arama bulamazsın?" diye
yan odadan cevap gecikmedi.
"Ulan Elif!" diye söylenip odadan çıktım ve kapısına yürüdüm. Kapıyı
bir kaç kez açmaya çalıştığımda ise yine hüsrana uğradım.
11
"Uğraşma açamazsın," dedi Elif'in kıkırdayan sesi.
Ekranda yine neon ışıklarla Görev başarısız yazısı görününce odamın
yolunu tuttum. Devam eden seslerle yastığımı ve yorganımı kapıp
salona yürüdüm ve eskimiş lacivert koltuğa kendimi bıraktım. Başa
gelen çekilirdi. Kutsal görevim fiyaskoyla sonuçlanırken ben yine
salonda 1800'lü yılların nadide eseri bir kanepede konaklamak
zorunda bırakılmıştım.
🍀🍀🍀
Sabah alarmın sesiyle vücudumun yarısını hissetmeyerek uyandım.
Telefonu elime almamla kapatmam bir oldu. Güya alarma en
sevdiğim şarkıyı koyarsam daha mutlu uyanırım gibi saçma bir
düşünceyle Linkin Park müzik grubunun o güzelim Numb şarkısından
da kendimi en sonunda tiksindirmek üzereydim.
Önce Elif, sonra ise Gül evden çıkarken tabii ki en sona yine ben
kalmıştım ama aynaya baktığımda gördüğüm yüzün şekli şemali
biraz kaymışken böyle okula gidemezdim çünkü Halka filmindeki
Samara'yı görmüş gibi herkes kaçışmaya başlardı. Ee, toparlamak da
uzun sürüyordu. Neticede herkes bir Adriana Lima olarak
doğmuyordu. Bazılarımız hala makyaj denen şeye bir miktar
muhtaçtı.
Makyaj işi bitince açık kumral düz saçlarıma hafif şekil verdim.
Gözlerim hala uyku için yalvarırken üzerime siyah bir kot beyaz bir
de kazak geçirip gözlerimle uyumlu yeşil parkamı da onun üzerine
giyindim. Sırt çantamı ve telefonumu da alarak okul yolu düz gider
dizeleri eşliğinde kampüsün yolunu tuttum. Turnikeden geçip
kampüse ayağımı atmamla birinin koluma yapışıp beni çekiştirmeye
başlaması bir oldu. "Höst ulan!" dedim kolumu çekerken.
"Esra telefonu niye açmıyorsun?" dedi Ahmet. Bizim sınıfın en inek
öğrencilerinden olurdu kendileri ve ben de bu herifle bir ödev
listesinde eşleşmiştim maalesef. İşi çok ciddiye alıp sürekli kafamı
12
ütülüyordu. Ödev dediğin son gün yapılırdı. Bu yazılı olmayan
evrensel bir kuraldı ama bunu anlatamıyordum ki bu güzel
kardeşimize.
Telefonu arka cebimden çıkarım ön tuşa dokundum ama kapalıydı.
"Alarmı kapatayım derken telefonu tamamen kapatmışım. Ne oldu
Ahmet?"
"Ne demek ne oldu? Bugün ödevin son günü. Akşama kadar teslim
etmeliyiz. Ben kararlaştırdığımız kısmını yaptım. Sen de bitirdiysen
verelim şimdi."
Aha şimdi sı... hapı yuttum. Ben o ödev haftaya verilecek
sanıyordum. O zaman kadar da ancak kendimi ödev yapmaya hazır
bir psikolojisine sokabileceğimi düşünmüştüm. Şimdi tamamen
silahsız bir savaşa girmek üzereydim.
"Kaça kadar süresi var?" dedim telaşımı Ahmet'e belli etmemek için
kıvranırken.
"Akşam 5," dedi Ahmet.
"O zaman 5'ten önce seni bulurum ve ödevi veririz," dedim aceleyle
ve kütüphaneye doğru koşmaya başladım. Ahmet arkamdan
kalakalmış belli ki şu an ne kadar şanssız olduğunu irdeliyordu.
Çocuk kesin bundan önce büyük bir günah işlemişti. Benimle
eşleşmesi Allah'ın ona kestiği en büyük ceza olmalıydı.
Kütüphaneye girip bugünkü tüm derslerimi ekerek ödevi yapmaya
giriştim. Sabah 9'da başladığım ödevi akşam 4.30'da zar zor
bitirebilmiştim. Kütüphaneden fırlayıp Ahmet'i aradım ve beni ödevi
teslim edeceğimiz araştırma görevlisinin kapısında beklemesini
söyledim. O sırada bende açlıktan ölmek üzereydim. Kahvaltı bile
yapmamıştım ama açlığımdan daha önemli bir konu vardı, bir kaç
dakika daha çay içemezsem sinir krizi falan geçirebilirdim. Çaysız
geçirdiğim en uzun zaman dilimi bu olsa gerekti.
13
Önce ilk önüme çıkan fakültenin kantinine dalıp bir çay kaptım.
Sonra çayımdan bir yudum bile alamadan kendi fakültemin yolunu
tuttum. Tam binanın köşesini dönmüştüm ki sanırım elektrik
direğine çarptım. Önce ödevim yeri boyladı. Sonra ise çayım
süzülerek üzerine iniverdi. Güzelim siyah çay önce ödevimi sonra da
ayakkabılarımı bir güzel boyadı.
Yere doğru eğilirken acıyla "Çayım..." dedim. "Ödevim... Amansız çay
lekesine bulanmış beyaz ayakkabılarım... Ve yine çayım..."
"Dağdan mı indin kızım sen?" Duyduğum sesle başımı kaldırdığımda
yanı başımda bir oğlan buldum. Allah'ım! Şu an bir klişe yaşıyordum
ama o klişe neden çayımı dökerek başlamıştı ki? Klişelere saygımız
vardı, tamam ama bugün içeceğim ilk çayımı dökenlere bırak saygı
duymayı şu an ağız burun dalabilirdim.
Direk sandığım şeyin oğlan olduğunu anlamam ve bana Dağdan mı
indin diyecek kadar yürek yemiş olmasıyla yerdeki ödevimi
toparlayıp ayaklandım. "Yok, helikopter bıraktı az önce." "Ne?" dedi
anlamayarak.
Gözlerimi kıstım ve ciddi bir ifadeyle ona bakmaya başladım. "Biz
aslında bir örgütüz."
"Ne örgütü? Ne diyorsun sen?"
"Bak şimdi anlatayım. Bizi ünlü bir deterjan markası görevlendirdi.
Benim görevim çay, çimen, kan lekesi gibi amansız kirlerle insanları
zor duruma sokmak." Elimle diğer yolu gösterdim. "Şimdi de
şuradan görevli başka bir arkadaş gelip sana deterjanın reklamını
yapacak."
"Ne içtin sen kızım?"
İçemedim, Allah'ın belası! İçemedim!

14
Çayımı içememenin siniri ve saatlerdir uğraştığım ödevimi
batırmanın acısıyla çocuğu elimle kenara ittim. "Allah'ını seversen bir
çekil şuradan." dedim. Hocaya ne diyeceğimi düşünerek ilerlemeye
başlamıştım ki direk arkamdan konuştu.
"Hey! Bu tişörtü kuru temizlemeye vereceksin."
Kuru temizleme mi? Allah'ım sana geliyorum. Hangi öğrenci
tişörtünü kuru temizlemeye verirdi Allah aşkına? At 90 derece
beyazlara, yıkansın işte.
Duraksayıp başımı oğlana çevirdim. "Ne diyorsun oğlum sen?"
"Tişörtümü batırdın. Ya kuru temizlemeye verirsin ya da yenisini
alırsın."
Çocuğu baştan ayağa şöyle bir inceledim. Spor salonuna gittiği belli
olan vücudunun üst kısmında, önü çay lekesine bulanmış beyaz bir
tişört ve deri ceket, altında ise siyah bir kot vardı. Neredeyse
omuzlarına varan uzun dalgalı kumral saçlarının bir kısmını başının
arkasında toplamıştı. Kirli sakalıyla düzgün bir yüze sahipti.
Kolundaki reklam yapmamak için adını veremediğim, parasıyla bizim
evi satın alabilecek, saati görünce tamamıyla bir zengin çocuğuyla
karşı karşıya olduğumu anladım.
"Hey sana diyorum!"
Tamam lan! Sen kaşındın.
Geri dönüp önünde durdum. "İki seçeneğim mi var?" "Evet," dedi
sırıtarak.
Kim bilir kaç lira verdiği ama sosyete pazarından 10 liraya
alabileceğiniz tişörtünü işaret ettim. "Çıkar!" "Ne?"
"Seni de mi yıkatayım? Tişörtü çıkar!"
"Kızım sen ne tür bir çatlaksın?"
15
"Hey Allah'ım ya! Kuru temizlemeye ver diyen sen değil miydin? Çıkar
vereceğim diyorum işte."
Bıkkın bir nefes verdi ve cebinden telefonunu çıkarıp ekran kilidini
açarak bana uzattı. "Şuraya numaranı yaz. Yarın seni arar tişörtü
veririm." İşte şimdi seni bitirdim genç!
Telefonu alıp bir geyin telefon numarasını yazdım. Bir geyin telefon
numarasının bende ne işi olduğuna gelince çok eskiden internette
pek tekin olmayan bir arkadaşlık sitesinden bulmuştum ve numaramı
isteyen bir kaç kişiye daha aynısını yapmışlığım vardı. Pişman
mıydım? Kesinlikle hayır. Bu zengin çocuğu bu numarayı ararsa
telefonu sitedeki bütün gey aleminin eline geçecek ve o telefon hiç
susmayacaktı.
Öncekilerden biliyordum. Özellikle de mesajlaşma uygulamasındaki
profil resmine spor salonunda çekilmiş bir fotoğraf koymuşsa işte o
zaman bittiğinin resmiydi.
"Al!" dedim sinsi bir sırıtışla telefonu ona geri uzatarak.
Telefonu alıp sanki yeni aklına gelmiş gibi beni baştan ayağa inceledi
ve dudaklarında çarpık bir gülümseme oluştu. "Amma da
meraklıymışsın numaranı vermeye. Yoksa sen de bana takık
kızlardan biri misin? Bu ucuz numara da bunun içindi öyle değil mi?
Yine de bu tişörtü temizleteceksin."
"Evet, sana takığım," dedim alayla ve kaçınılmaz sona doğru
ilerlemeye başladım. Egosu Ağrı dağının zirvelerinde gezen bu
çocukla daha fazla çene çalacak değildim. Onunla hemcinsleri
uğraşacaktı. Benim şu an daha önemli işlerim vardı, yoksa bende
zevkle uğraşırdım. Sonuçta adam çayımı dökmüştü. Ne demek yani
benim çayımı dökmek?
"Hey! Adın ne?" diye seslendi arkamdan.

16
"Asiye!" dedim yürümeye devam ederken. Yalan sayılmazdı ya.
Köyde herkes bana Asiye derdi. Babaannem sağ olsun, bana kendi
ismi konulmayınca herkese adımı Asiye olarak söylettirmişti.
"Benden telefon bekle Asi."
Başımı ona çevirdiğimde aynı çarpık gülümsemeyle bana baktığını
gördüm. Ben de yüzüme sinsi bir sırıtış ekledim ve elimi telefon
işareti yaparak kulağıma götürdüm.
"Ara beni yakışıklı."
• 'Terlik Mağduru'
Hocaya amansız yakarışlarım sonucu ödevin süresini bir hafta daha
uzatabilmiştim. Yoksa Ahmet'in kesinlikle kalbine inmek üzereydi.
Hatta bir ara kalbini tutunca Ali Rıza bey gibi koltuğa yığılıp kalacak
diye korkmuştum. Ve şimdi o bir haftalık süre bitmişti. Zar zor
bitirdiğim ödevi Ahmet'le teslim edip eve doğru yol alırken aklımda
sadece tek bir şey vardı.
Çay...
Kapıyı açıp ayakkabılarımı karşı duvara doğru fırlattım, ilk uğrak
yerim mutfaktı. Su ısıtıcısını çalıştırıp artık her bir tarafı soyulmuş
eski ahşap sandalyelerden birine kendimi attım. Allahtan karşı
dairedeki FBI teyze Bir kaç kez beni kapıda sorguya tutmuşluğu
vardı- birkaç hafta önce bize bu sandalyeleri vermişti de sıra
gecesindeymiş gibi yerde oturmuyorduk artık. Tabii masayı da.
Üniversite hayatıyla ilgili yanlış bilinen şeylere birkaç örnek daha
vereceğim. Öyle saray gibi bir evde yaşayacağınızı, yiyip içip
gezeceğinizi sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz. Salonda oturacak ikinci
el bir koltuğunuz varsa şanslısınızdır. Zira öğrenci olmak toplama
evde yaşamak demektir. Açlık demektir. Makarna demektir.
Denkleştirilememiş kira, kesilen doğalgaz demektir ki biz bizzat
hepsini yaşamıştık.
17
Kapıdan gelen anahtar sesiyle başımı çevirip kim olduğuna baktım.
Aslında bakmama gerek de yoktu çünkü savrulan bir ayakkabı
vakasıyla Elif geldiğini belli etmişti. Ardından içeri giren Gül'se yine
hanımefendiliğinden hiçbir ödün vermeden zarifçe ayakkabılarını
çıkarıp kenara koymuştu.
Sanırsın buna evde annesi zarafet dersleri için özel hoca tutmuş.
"Yemekte ne var?" diye seslendi Elif.
"Dünden kalan makarnayı yeriz," dedim istemeye istemeye.
"Dün de öyle söylemiştin Esra. Ayrıca o makarna dünden kalmadı.
Ondan önceki günden kaldı." "Neyse ne."
İkisi de mutfağa girip kendilerini sandalyelere bırakırken ben
ısıtıcının kaynama sesiyle ayağa kalktım. Demliği ocağın üzerine
koyup çayı demledim çünkü sallama çaydan pek haz etmezdim. Bir
Karadenizli o çayın hakkını verirdi.
"Ne yiyeceğiz?" diye yakındı Elif. "Ne yiyeceğiz arkadaşlar? Bu durum
ciddi! Olağanüstü hal ilan ediyorum!"
Gül bir kaç saniye düşünceli bir şekilde dudağını kemirdi. Gözlerinde
bir ışık parlarken masaya doğru eğilip "Herkes cebindeki parayı
çıkarsın," dedi.
Elimi ceketimin cebine sokup olan ne varsa çıkardım. 5 TL, 25 kr. Elif
de masaya bir kaç bozukluk çıkardı. 5 TL, 10 kr. Gül'den de 4 TL çıktı.
Soru şuydu: Üç arkadaşın paralarının toplamı Burger King'de bir
menü bile zar zor alırken ne alırlarsa doyarlardı?
"Pirinç var mı?" dedi Gül.
"Var. Ne olacak?" dedim.

18
"Tavuklu pilav yapalım." Birden neşeyle havaya fırlayıp "Tavuk alıp
geliyorum," dedi. Ayakkabılarını ışık hızıyla giyinip o hanımefendi kız
adeta günlerce aç bırakılmış bir leopar edasıyla gözden kayboldu.
Elif'in de gözleri parlamaya başlamıştı çünkü bir sünnet düğününe
dalmaksınız tavuklu pilav yemek bizim için lüks sayılırdı ki sünnet
düğününe dalıp tavuklu pilav yemişliğimizde vardı. Kredi günü
yakındı ve biz de şu an meteliğe kurşun atıyorduk. Ailemin durumu
çok kötü değildi. Diğerlerinin de öyle. Yine de onlara çok yük
olmamak için çok para istemiyorduk. Zaten üçümüzde öğrenim
kredisi alıyorduk. Elif ise part time bir kafede çalışıyordu. Ben de bir
kaç kez çalışmayı denemiştim ama sonunda çenem yüzünden
şutlanmam uzun sürmemişti. Şimdi ise yine en yakın zamanda bir iş
bulmam gerekiyordu.
Çay demlenince hemen ince belli bir bardak doldurup sıcak sıcak
içtim. Gül gelince de yemeğe girişip karnımızı doyurmuştuk. Şu an
kâinattaki en mutlu insanlar bizdik sanırım. Hatta Elif şişen karnını
uzun süre mutlulukla ovuşturmuş, Gül ise o hanımefendi kişiliğine
rağmen odasına yerde yuvarlanarak gitmişti. Herkes odalarına
çekilirken ben de bir sezonluk Supernatural izlemek için bilgisayarımı
açmıştım. Saat akşam 10'u geçerken bir kaç bölümü de devirmiştim.
Ta ki yan komşum olacak Azman gelene kadar...
Bugün sanırım eve kız atmamıştı ama şimdi de galiba odasını salona
katmaya karar vermişti. Hiç susmayan telefon eşliğinde bir şeylerin
duvara vurma sesi duymamla yine kan beynime yavaş yavaş hücum
etmeye başlamıştı. Ya sabır çekip yeni bir bölüm başlatsam da yan
taraftan gelen küfürlerden dikkatimi veremiyordum ki. Zavallı Sam'i
en son Türkçe küfür ediyor sanınca pes ettim ve ekranı kapattım.
Bu sefer direkt boğazını kesmeye karar vererek yine yataktan bir
sıçrayış yaptım. "Ulan Azman ölümün benim elimden olacak!"
Kapıyı açmıştım ki Elif mutfaktan "Çay içiyor musun?" diye seslendi.
19
"Geberte... Çay mı?" Çay denince akan sular dururdu. Bir bardak içip
enerjimi toplarsam inşaatçı oğlanı daha iyi dövebileceğime kanaat
getirip mutfağa girdim. Elif bir bardağı masaya koyunca bir yudum
aldım. Öfkem biraz dinse de çay bitince yine gerisin geri yerine
gelmişti.
"Doldurayım mı?" dedi boş bardağı alarak.
"Sen doldur ben şu herifi boğup geliyorum."
Sandalyeden kalkarken "Erken mi başladı senin ki?" dedi gülerek.
"Bu sefer düz duvara tırmanıyor sanırım ama ben o duvarları onun
başına yıkmazsam eğer bana da deli Asiye demesinler."
Tek kaşı anında havalandı ve "Gül!" diye seslendi. "Alarm! Alarm! Acil
Asiye durumu!"
Gül aldığı uyarıyla anında odanın kapısında bitti ama bu sefer hızlı
davranıp o beni anakonda gibi sarmadan kapıya koştum ve açtım.
Bingo! Azman tam kapıdayken yakalamıştım bu sefer. Ayağımdaki
terliği çıkarıp fırlattığımda Elif ve Gül ancak yanıma gelebilmişti.
Terlik hedefi vurup çocuğun alnının ortasına çarparken o daha ne
olduğunu bile anlamamıştı.
"Seni azgın herif!" diye cırladığımda çocuk ağır çekimdeymiş gibi
önce yere düşen terliğe sonra bana baktı. Eli anlına giderken gözleri
şaşkınlıkla açıldı. Şu an tam aksiyon filmlerinin sonunda vurulan
başkarakterlere benziyordu.
"Ups!" dedi Gül.
"Tam on ikiden," dedi Elif.
"Ne oluyor be?" dedi çocuk.
Diğer terliği de ayağımdan çıkarıp elime aldım. Tam onu da
fırlatacaktım ki çocuk ellerini havaya kaldırdı.
20
"Hey! Sakin ol kızım. Derdin ne senin?"
"Derdim ne mi? Ulan senin eve kız atmaların yüzünden uyku nedir
bilmez oldum. Şimdi de inşaata mı başladın?"
"Ha sen onu diyorsun?" dedi gülerek. Bir de gülüyordu Nuri Alço
kılıklı Azman.
Diğer terliği de fırlattığımda çocuk geri sıçrayıp terlikten kurtuldu.
"Dur be kızım!" dedi yine ellerini kaldırarak. "Yanlış anladın. Ben o
değilim." "O ne demek?" dedi Gül.
"Şu demek," dedi çocuk. "Burası arkadaşımın evi. Ben de şimdi
ondan not almaya gelmiştim ama bendeki şans bu ya, uçan terliğin
gazabına uğradım." Harbiden ups! Hedefi yine vuramamıştık iyi mi?
Çocuk bana bakıp güldü. "Annemden daha iyi terlik atıyorsun."
"Pardon!" dedim yüzümü buruşturarak. "Seni kapıda görünce o
azgın teke sandım."
"Teke mi? Yok ben düz insanım."
Kapıdaki terlikleri giyip yanına gittim ve çocuğun yüzünü inceledim.
O da gözlerini kısmış bana bakıyordu. Alnında hafif bir kırmızılık vardı
ama anlaşılan söylediği kadar iyi atış yapamamıştım. "İyi bari," dedim
geri çekilirken. "Alnında numara izi çıkmamış."
Önce kaşlarını çattı ama hemen ardından bir kahkaha patlattı. "Ne
garip kızsın sen?"
Garipmiş... Sen daha hiçbir şey görmedin. Azman'ı bulduğumda
alnının çatında 38 numara ayakkabı izi bırakmayan namertti.
Başımı sağa sola yatırıp içeri bakmaya çalıştım. "O azgın teke evde
mi? Çağır da bir ifadesini alayım," dedim ve ellerimi belime koydum.
"Ha, yok o. Markete falan gitmiş herhâlde."

21
"İyi bari. Şimdilik yırttı azgın peze-" "Küfür yok!" dedi Gül.
Gözlerimi bir an yumup dişlerimi sıktım. "Tamam Gül'cüğüm.
Demedim bir şey anakonda şirinciğim."
Çocuğa baktım tekrar, hala sırıtarak bizi izliyordu. Hafifçe öksürüp
"Pekâlâ!" dedim. "Çay içer misin?"
"Çay mı?" dedi çocuk sanki anormal bir şey söylemişim gibi. Koyu
renk düz hafif uzun saçları alnına dökülünce onları geri itti ama ela
gözleri hala benim üzerimdeydi.
"Evet, çay. Hani şu Karadeniz'in bize sunduğu milli içeceğimiz." "Milli
içeceğimiz ayran," dedi Elif.
"Sana ne be?" diye tersledim. "Benimki çay. Şimdi söyle bakalım
terlikzede. Çay içiyor musun içmiyor musun?"
"İçerim," dedi yine gülerek.
"İyi. Gel hadi," dedim kapıya doğru yürürken. "Seni haksız yere
dövdüğüm için çay ikram edeceğim."
Çocuk hem şaşkınlıkla söylediklerimi dinledi hem de başıyla
onaylayarak güldü. Son anda aklıma gelen şeyle geri dönüp yanında
geçtim ve terliklerimi aldım. Savaş silahımı o azgın tekeye bırakacak
değildim ya. Geri dönüp kapıdan içeri girerken çocuğun hala olduğu
yerde durmuş bize baktığını fark ettim. Gül'e göz ucuyla bakıp "Kâğıt
kalem getir Şirine," dedim.
"Ne için?" dedi Gül ama anladığı sırıtışından belliydi.
"Davetiye yazacağım." Gül ve Elif kıkırdarken çocuğa "Ne
bekliyorsun? Gelsene!" dedim. "Yoksa FBI teyze eve oğlan attığımızı
sanıp olay çıkaracak. MIT teyze zaten destek ekip yollamaya dünden
hazır."
Kaşlarını ilgiyle kaldırdı. "FBI ve MIT teyze mi?"
22
İşaret parmağımla kattaki üçüncü daireyi gösterdim. "FBI teyzenin
evi. Muhtemelen şu an kapı deliğinden bizi izliyor. Birazdan da
federallere haber verip buraya döker." Sesimi yükselterek, "Değil mi
Selma Teyze?" dedim.
Aynı anda muhtemelen bir vazonun kırılma sesiyle Gül ve Elif
gülmeye başladı. "Yakalandı," dedi Gül.
Elimle bu sefer az önceki dairenin tam yanını işaret ederek çocuğa
döndüm. "MİT Teyzede orada oturuyor. Muhtemelen o da elinde
ultra süper dinleme cihazı olan su bardağıyla bizi dinliyordur. Değil
mi Makbule
Teyze?"
Bir şeyin yere çarpma sesiyle, "Ayağı yine halıya takıldı heralde,"
dedi Elif. "Hep o halıya takılıp düşüyor." Gül'le beraber tekrar
gülmeye başladılar.
Yüzünde hem şaşkın hem de sırıtan bir ifadeyle bana bakan çocuğa
elimle işaret vererek, "Hadi gel!" dedim
Sonunda ilerleyip kapıdan geçince kapıyı kapattım ve ona mutfağı
gösterdim. "Geç hadi."
Üçümüz birden mutfağa girerken çocuk sandalyeyi çekip oturdu.
Ben de çay doldurma işine giriştim. "Arkadaşınız özel gününde mi,
yoksa hep böyle mi?" diye sordu çocuk kısık sesle.
Bu da arkadaşı gibi utanmaz çıktı ya! Öyle soru mu olur?
"Yok, hep öyle o," dedi Gül.
"Bende mutfaktayım, farkındasınız değil mi?" dedim ve çayı çocuğu
önüne bırakıp kendiminkini de önüme aldım. Çocuk hafifçe güldü.
En insancıl arkadaşımız Gül elini çocuğa uzatırken, "Tanışmadık. Ben
Gül," dedi.
23
Çocuk onun elini sıkınca Gül Elif'i gösterdi. "Bu da Elif. Sana terlik
fırlatan da Esra."
Çocuk önce Elif'e sonra bana bakıp gülümsedi. Ben de mahcup bir
şekilde "O konu da özür dilerim," dedim.
"Önemli değil. Annemden alışkınım. Ben de Burak," dedi sıcak bir
gülümsemeyle. "Akın seni biraz kızdırmış sanırım." "Akın?"
"Komşunuz."
Komşumuz Azman'ın adı Akın'mış demek ki. "Biraz mı?" dedim yine
sinirlenerek. "O pe-"
Gül tarafından "Esra!" diye uyarılınca "Pek gebermeyesice
arkadaşın..." diye toparladım. "Yan odamda hergün artı 18 film
çekiyor." Elimle duvara vurdum. "Ve bu duvarlar da o kadar ince ki
benim odamda gibi her bir boku duyuyorum."
"Bok dedi," dedi Elif sırıtarak ve Gül'e yan bir bakış attı.
"Duydum," dedi Gül. Telefonu eline alıp hemen mesaj yazmaya
koyuldu. "Kod 11." Annemin listesinde küfürler bile numaralanmıştı.
"Gönderildi bile."
"Ulan yine Azman yüzünden olan bana oldu," diye söylendim. On
liradan olmuştuk yine.
Ne olduğunu tam anlamasa da, "Azman?" diye sordu Burak.
"Arkadaşına verdiği isim," dedi Gül sırıtarak.
Burak bana dönüp gözlerini kıstı. "Arkadaşıma Gargamel'in kedisinin
ismini mi verdin?"
"Yok, öyle değil," dedi Gül. "Esra dilinde azgın adam demek. Yani
Türkçe okunuşuyla, daha doğrusu Esra okunuşuyla Az-man."

24
Burak bir kaç saniye kaşlarını kaldırmış şekilde ona baktı. Bakışları
yine bana döndü ve aniden çatılan kaşlarıyla bana sert bakışlar attı.
Tam arkadaşına lakap taktık diye sinirlendiğini düşünmeye
başlamıştım ki kahkahalarla gülmeye başladı.
"Oha!" dedi Elif onu izlerken. Tepkisini anlayabiliyordum çünkü
çocuk çok güzel gülüyordu. Kısılmış hafif çekik gözlerinin gülerken
daha da kısılmış bakımlı dişleri açığa çıkmış ve sağ yanağında hafif bir
çukur belirmişti. Yanımdaki iki kıza göz attığımda öylece hipnotize
olmuş gibi Burak'a bakıyorlardı. Sanki hiç gülen yakışıklı, fazla
yakışıklı, bir erkek görmemişlerdi. Ben yanımdaki Elif'i çimdiklerken o
da kolunu ovuşturup kendine geldi ve Gül'ü çimdikledi.
Burak en sonunda kahkahasını dindirip "Bir takma isim..." dedi.
"Sahibine ancak bu kadar yakışır."
Sonraki bir saat boyunca sohbet ettik. Burak sıcakkanlı bir çocuktu.
Aynı üniversite okuduğumuzu öğrenmiştik. Mimarlık okuyormuş. Bu
bölümü okuması ona biraz ön yargılı bakmama yol açsa da her
Mimarlık okuyanın onun gibi olacağını düşünmem yanlıştı. İsmini bile
düşünmemeye çalıyordum çünkü o benim için artık sadece bir
üçüncü tekil şahıstı. Eski sevgilim yani o...
Elif ve Gül Mimarlık muhabbetinden sonra gözlerini bana çevirseler
de aynı ifademi devam ettirip gülümsedim. Onlarda gerilmiş hallerini
silerek rahatladılar.
Burak Azman'ın da yakın arkadaşıymış. Bir kaç not almak için
uğrayınca da benim terliklerimin gazabına uğramış.
Kime niyet kime kısmet işte...
4 bardak çaydan sonra kolundaki yine pahalı bir marka olan saate
baktı ve "Ben gideyim artık," dedi. Kıyafetlerine bakılınca anlaşılan o
da geçen hafta çarptığım çocuk gibi zengin tayfasındandı. Aklıma
ona yaptığım müthiş intikam planı gelince gülümsemememi
25
bastıramadım. Şimdi kesin susmayan telefonuyla uğraşıyor ve kafayı
yiyordu ama hak etmişti. Adam çayımı dökmüştü. Bunun benim
kitabımda affı yoktu.
Saat epey ilerlemişken Burak'a tabii ki ısrar edecek değildik. Zira FBI
teyze her an Türk polis teşkilatındaki dostlarına ulaşıp eve baskın
düzenletebilirdi. Zaten bu çifte standart hep bize yapılıyordu. Azman
her gün evini kadınlar hamamına çevirirken kimsenin ona bir şey
dediği yoktu sonuçta.
Burak kapının önünde durup Gül ve Elif'le tokalaştı. Elini bana
uzatınca ben de elimi uzatıp elini sıktım. "Şey!" dedi tereddütlü bir
sesle. "Artık beni tanıdığına göre bir daha ki sefere üzerime ayakkabı
falan fırlatmazsın değil mi?"
"Duruma bağlı," dedim gülerken. "Azman'ın arkadaşısın sonuçta.
Yine seni o sanırsam bu sefer bir çift terlikle kurtulacak kadar şanslı
olamayabilirsin."
Güldü ama elimi hala bırakmamıştı. "Tetikte olsam iyi olur ama
merak etme. Ben onu uyaracağım."
Elimi geri çekerek gülümsedim ve "Sevinirim." dedim. "Yoksa
münasip bir..."
"Zamanda görüşürüz," diye araya girdi Gül ve yine bana uyarıcı
bakışlar attı. Bu onun dilinde uslu bir kız ol demekti.
"Evet, görüşüz diyecektim," dedim göz devirirken.
"Görüşürüz." Burak kapıyı açtı ve dışarı çıktı. Bize doğru dönüp tam
bir şey söyleyecekti ki...
"Hay ben sizin topunuzun..." diye birisi bağırınca susup kim
olduğuna baktı. Bizim de gözlerimiz anında sesin kaynağına döndü.
Karşı dairenin önünde bir çocuk bir elinde bir anahtar tutarken diğer
elindeki çalan telefona küfürler yağdırıyordu. Gül ise muhtemelen
26
arkamda kızarıp bozarıyordu. Onun hanımefendi kişiliği art arda
gelen bu kadar küfrü kaldıramayacak kadar narindi.
"Akın!" dedi Burak. "Sayende bir alnıma terlik yemediğim kalmıştı."
Akın mı? Namı diğer Azman yani.
Akın başını çevirip ona baktı. Sonra gözleri tek tek bizim üzerimizde
dolaştı ve en sonunda da bende durdu.
Kaşları havalandı ama hemen ardından yüzü öfkeli bir ifadeye
büründü. Öyle ki şu an beni öldürecek gibiydi.
"Asi!" dedi dişlerinin arasından. Aha! Şimdi hapı yutmuştum. Bu
çocuk üzerine çay döküp sonra da telefonuna kendi numaram
diyerek gey numarası yazdığım çocuktu.
"Asi mi?" dedi Elif.
"Esra neden seni öldürecek gibi bakıyor?" dedi Gül.
Onları duymamış gibi keyifle gülümsedim. "Azman sen miydin?" Bir
taşla iki kuş diye ben buna derdim işte. Sen misin beni gecelerce
uykusuz bırakan?
"Ta kendisi," dedi Burak ama o da ortamda bir anda
yükselengerilime bir anlam verememiş gibiydi. Bir bana bir Azman'a
bakıyordu. Azman'ınifadesi ise anbean daha da katı bir hal aldı ve
dişlerini kırarcasına sıktı. Öfkeyle soluklandı ve elinde hala çalan
telefonunu acımadan yere fırlattı. Üzerime doğru bir adım atarken,
"Bittin sen kızım!" diye tısladı.
• 'And the Tişört goes to...'
Adaletini seveyim dünya...
Üç haftamın intikamını nasıl da bilmeden almıştım.
Azman kızgın boğa gibi üzerime yürürken "Sen bittin kızım," diye
söylenmeye devam ediyordu. Neredeydi benim ekmek bıçağım?
27
Ekmek bıçağı yoksa annelerin yegane silahı terlik vardı. Az önce
Burak'ın kafasına inen ayağımdaki terliği elime alırken Gül ve Elif'ten
komut gecikmedi.
"Hazır ol! Terlikler omza."
Kızlar da ne olduğunu anlamamıştı ama şu an en garip bakan
kesinlikle Burak'tı. Azman bana yaklaşmıştı ki diğer terliği de elime
aldım. "Yaklaşma, yoksa terliği yersin!"
Burak birden Azman'ın önüne çıktı. "Ne oluyor Akın?"
"Çekil Burak!" dedi Azman dişlerinin arasından. "Bu lanet kız
yüzünden telefon numaram bütün gey âleminin elinde dolaşıyor."
"Ney?" dedi Gül.
"Gey âlemi mi?" dedi Elif.
Ciddileşen ifadem Azman'ın bu cümlelerinden sonra yine silindi.
Ağzım kulaklarıma varırken kahkaha atmama ramak kalmıştı ki
kendimi durdurmayı başardım.
"Bu kız o kız mı?" dedi Burak. Evet, o kız tam da bu kız.
Elif ve Gül aynı anda kulağıma doğru eğildi. "Siz tanışıyor musunuz?"
Bunlar acaba tek yumurta ikizi falan mıydı?
Kızlara açıklama kısmını sonraya saklayıp gözlerimi Azman'ın
üzerinden bir an çekmedim. "Sen kaşındın," dedim. "Çayımı
dökmeseydin."
"Oh shit!" dedi Elif. "Üçüncü Asiye savaşının başlama nedeni."
"Hala çay diyor?" dedi Azman öfkeyle. Eli kolu ayrı oynuyor, sinirden
ne yapacağını bilemiyor gibiydi. Öyle ki az önce bir araba parası eden
telefonunu fırlatırken gözünü bile kırpmamıştı. Elif'in buna içinin
gittiğine emindim çünkü o telefona her akşam internetten bakıp
bakıp iç geçiriyordu.
28
Burak gülerek başını bana doğru çevirdi. "Neden o kızın sen
olduğuna hiç şaşırmadım acaba?"
Azman lazer fırlatmasına ramak kalmış gözlerini kısıp ona çevirdi.
"Onu tanıyor musun?" "Az önce tanıştık. Senin yerine terliği kafama
yediğim için bana bir can borcun var artık." "Ne terliği?"
"Uçan terlik, seni sapık herif!" dedim ve elimdeki terliği atmaya
hazırlandım.
"Kızım sen ne tür bir belasın? Beni burada da mı buldun?"
"Ben seni niye bulacakmışım be?" diye atıldım. "Burası benim evim
Azman efendi."
Azman kaşlarını çatarken bir kendi evine bir benim evime baktı. "Yok
artık!" dedi şaşkınlıkla. "Taşına taşına bu delinin yan dairesine mi
taşındım ben?"
"Diyene bak! Ulan senin karı kız düşkünlüğün yüzünden kaç haftadır
uyku uyuyamıyorum ben. Şimdi de inşaata mı başladın?"
Azman Burak'ı kenara iterken gelip tam önümde durdu. "Bak kızım!
Ne tür bir psikopatsın bilmiyorum ama bunların hesabını senden
soracağım."
Bir an dişlerimi sıkıp burnumdan nefes almaya çalıştım ve Gül'e
baktım. "Küfür yok!"
"Aferin," dedi Gül gururlu bir edayla. "Küfür yok!"
"O zaman ben bu çocuğa direkt dalıyorum," diye tıslayıp Azman'a
atılmıştım ki Gül bir kolumdan Elif bir kolumdan yakaladı. "Bırakın
kızım!" Gecenin bir vakti FBI ve MİT teyzelerin çıkıp olay
çıkarmayacağını bilsem şimdi bu çocuğun o uzun saçlarını elime
dolayıp içimdeki cazgır kızı serbest bırakmıştım ama yine biraz sakin
davranıyordum. Bu benim sakin halimdi işte, öfkeli halimi siz
düşünün.
29
Azman işaret parmağını önümde salladı. "O tişörtün de saçma
numara oyununun da hesabını vereceksin!"
Burak gelip onu geriye çekerek sakin olması için uyardı ve bana
doğru döndü. "Onun adına özür dilerim
Esra. Onunla konuşacağım."
"Esra mı?" dedi Azman. "İsmi bile yalanmış."
Burak ona göz ucuyla bakıp Gül ve Elif'e döndü. "İçeri götürseniz iyi
olur çünkü FBI teyze yine kapıda galiba."
Onun bu sözü üzerine öfkemi devam ettiremeyerek güldüm.
"Şimdilik gidiyorum ama şimdilik." Bu kez ben işaret parmağımı
Azman'a doğrulttum. "Asıl benim seninle işim bitmedi Azman.
Gözüm üzerinde."
Çocuk bana kaçıkmışım gibi baktı. "Azman ne be?"
Burak onu kolundan çekerken gülmemek için kendini tutuyor
gibiydi. "İçeride anlatırım."
Azman'ı eve sokup bize doğru döndü ve gülümsedi. Azman hala
öfkeyle onun arkasından bana bakarken ben de Burak'a
gülümsedim. "Görüşürüz kızlar. Görüşürüz Esra."
"Görüşürüz," dedik üçümüz de kurulmuş gibi. Burak kapıyı
kapatırken biz de en sonunda içeri girdik.
Doğrusun doğru mutfağa ilerledim. Tabii ki çay içecektim. Azman
tüm enerjimi çekip almıştı. Bir şekilde kaybedilen enerjimi geri
depolamalıydım. Bir bardak çay doldurup tam arkamı dönmüştüm ki
Gül ve Elif'i tam karşımda ellerini bellerine koymuş halde buldum ve
yerimde hafifçe sıçradım. Allah'tan çayım dökülmemişti.
"Ödüm patladı Allah'ın delileri!"

30
"Dökül!" dedi Gül. Elif uzanıp elimden çay bardağını aldı ve tezgâha
bıraktı. Beni de sandalyelerden birinin üzerine oturttu. İkisi de çatık
kaşlarla karşımda yerini alırken sorgu odasına ayak basmış
oluyordum. Bir tepemizde lambamız eksikti.
Başımı çevirip mutfak tezgâhındaki çayıma baktım. "Bari çayımı
alsaydım."
"Çay yok," dedi Elif. "Önce ifadeni alacağız." Ben boşuna buna
Aynasız demiyordum. Bu kız doğduğunda ebesini bile
sorgulamadıysa ben de Esra değildim.
"Ama..."
"Aması yok," dedi Gül. "Başla."
Hayır, buna ne oluyorsa? Körle yatan şaşı da buydu işte.
Derin bir nefes alıp önümdeki iyi ve kötü polise baktım ya da iki kötü
polise... Ve yapma bir sırıtışla gülümsedim. "Gülümsemek için 17, kaş
çatmak için 47 kasımızın çalıştığını biliyor muydunuz? Boşuna mı
yoruyorsunuz acaba o güzelim kaslarınızı?"
İkisinin kaşları daha da çatıldı. "Araya garip bilgiler sokarak
kaçamazsın. Anlatman için 10 saniyen var. Yoksa tüm çayı lavaboya
dökerim," dedi Elif.
"Ya Rabbim! Bu nasıl bir israf?"
"Ciddiyim."
"Savaş sebebi," dedim tek kaşımı kaldırarak.
"Son 5 saniye."
Adaletten kaçılmayacağı için çayıma hüzünle bakıp anlatmaya
başladım. Yoksa sadece bir bardaktan değil tüm demlikten
olabilirdim. Bu çatlak kız bir şey söylüyorsa yüksek ihtimalle yapardı.
"Geçen hafta ödevimi teslim edecekken bir aksilik çıktı demiştim ya
31
işte o aksilik bizim Azman'mış meğer. Ödevi teslim etmeye giderken
ona çarptım. Çayımın bir kısmı onun üzerine bir kısmı da ödevim ve
ayakkabılarıma döküldü." "Ee! Bu gey meselesi ne?" diye sordu Elif.
"Nasıl bir manyaksa bana tişörtünü kuru temizlemeye vermemi
söyledi."
"Kuru temizleme mi? Hangi öğrenci dahası hangi insan tişörtünü
kuru temizlemede temizletir ki?" dedi Gül. "İşte anlayın nasıl bir ruh
hastası olduğunu. Benden de numaramı istedi. Seni arar tişörtü
veririm dedi."
"Cem'e yaptığını ona da yaptım deme." Cem'de okulun ilk senesinde
numaramı almak için çeşitli Ali Cengiz oyunları çeviren aynı bölümde
okuduğum çocuktu. Ona da dünyayı aynı numarayla dar etmiştim ya
neyse...
"Yaptım," dedim geniş bir sırıtışla.
"O yüzden çocuk seni gözleriyle doğradı," dedi Gül.
"Çayımı döktü kızım. Kaç saat sonra içeceğim ilk çayımı döktü." Gül
gülerek, "Kızın ödevi gitmiş o hala çay derdinde," dedi.
Tezgâhtan kaptığım çayı havaya kaldırıp sırıttım. "Unuttunuz galiba.
Ben çayla çalışan bir insan tanesiyim."
🍀🍀🍀
Bugün dersim yok. Alarm da kapalı. Hatta Allah'ın belası telefon
komple kapalı. O zaman bu gürültü ne?
Gözlerimin üzerindeki göz bandını yukarı kaydırırken eski zamanların
nadide eseri olan antika zil çalmaya devam ediyordu. Önce aynalı
dolabın üzerindeki saate tek gözümü zorlukla açarak bakmaya
çalıştım ve tabii ki göremedim çünkü orada artık bir saat yoktu.
Nefret ettiğim tik-tak sesinden dolayı bir kaç gün önce onu duvara
savurmuştum. Şimdi aynanın önünde sadece Gül'ün ısrarlarına
32
dayanamayıp iki tane aldığımız şirinlerden bir tanesi duruyordu ki o
mavi yaratıktan hiç haz etmezdim. Bazen gece uyandığımda bana
sırıtıyor gibi hissedip tırsıyordum.
"Kim bu saatte?" diye söylenerek yine uykum açılmasın diye tek
gözümün yardımıyla yataktan çıktım. Ya ben klinomani* hastalığıyla
barışık bir insandım. Şimdi bunu katletmek isteyen kişi kimdi?
Dış kapıya yürüyüp daha kim olduğuna bakmadan kendimi
bağırmaya hazırlayarak kapıyı açtım ve aynı anda birisi karnıma bir
şey bastırdı.
Beyaz bir bez parçası...
Tek gözüm yukarı tırmanınca karşımda bana sırıtan Azman'ı buldum.
"Tişörtüm," dedi. "Yarın temizletilmiş olarak elimde olsun."
Ulan ben senin secere-i külliyene küfürlerden bir dörtlük dizdirirdim
de onların şu an konumuzla bir alakası yok.
"Sabahın köründe bir tişört için mi kapımdasın?" LAN! diye
devamında bağırmamak için kendimi zor tuttum ve diğer gözümde
en sonunda mecburi olarak açıldı ve böylelikle bu manyak herif de
uykumun içine etti.
Azman pahalı saatini gözüme sokarcasına kaldırıp "Öğlen oldu,"
dedi.
Bana hala sabah, sana ne?
"Sen bela mısın kardeşim?" dedim kolunu iterken.
"Aynı şeyleri düşünüyoruz Asiye." Sonra tek kaşını kaldırıp "Pardon!"
dedi. "Esra'ydı değil mi?" Bravo dallama! İsim hafızanla beni mest
ettin şu an.
Dallama acaba annemin küfür ve argo listesinde yer alıyor muydu?
Zira yoksa eğer, bundan sonra bolca kullanacaktım.
33
"Sahi Asiye'den başka uydurma isim mi yoktu?"
Kendimi "Neyi varmış Asiye'nin?" diye çıkışırken buldum.
"Bilmem. Biraz şey gibi..."
"Ney?"
"Pek modern sayılmaz." Bir si... Defol git ya! "Modern," diye
tekrarladım gözlerimi kısarak. Babaannemin ismine demode demek
gibi bir hata yaptın genç.
Asiye sultan şu an burada olsaydı namlunun ucundaydın.
"Senin ismin çok modern. Akın. İsminin hakkını da veriyorsun. Evine
akın akın gelen kız sürüsünden de belli."
Sırıttı. "Seni de davet etmek isterdim ama ilgi alanıma girmiyorsun."
"Çöplüklerden uzak dururum zaten. İlgi alanına basıp ayakkabılarımı
kirletmek istemem."
"Ağzında iyi laf yapıyor."
"Sen bir de küfrederken gör."
Güldü. En sonunda bir miktar ciddiyet takınıp işaret parmağıyla
elimdeki tişörtü gösterdi ve "Yarın!" diye hatırlatıp merdivenlere
yöneldi.
"Dur!" diye seslenince başını bana çevirip ne var? der gibi baktı.
"Burak'ın telefon numarasını ver."
Gözlerini kısıp bir kaç saniye daha bana bakmaya devam etti. Sonra
geçen yaz oğluna kız beğenmeye gelen Fadime teyzenin beni
süzdüğü gibi tepeden tırnağa inceledi ve yüzünü memnuniyetsizce
buruşturdu. "Ona mı yazıyorsun? Eğer öyleyse şimdiden vazgeç
kızım. Burak sana bakmaz."

34
Bıkkın bir nefes verip "Ben yazmam yazdırırım," dedim. Bir an
söylediğim şeyi anlamadı. Anladığında ise muhtemelen yine
aşağılayıcı bir cümle kuracaktı ki izin vermedim. "Tişörtü ona
vereceğim. Sen başımı ağrıtıyorsun." Duraksayıp "Ve..." diye
ekledim. "Onun egosu daha insani boyutta."
"Benim egomun neyi varmış?"
"Neyi yokmuş olacaktı o. Sınırı... Sınırı yok. Senin egon atmosferi
delmiş Azman."
Söylediğim şeye mi yoksa ona Azman dememe mi sinirlendiğini
bilemesem de kaşları çatılmıştı. "Bana bir daha o kelimeyi
kullanırsan..."
Belli ki Burak ona Azman'ın bilimsel(!) açıklamasını yapmıştı. Ve yine
belli ki çok hoşuna(!) gitmişti.
"Ne olur?" diye diklendim.
Geri dönüp tam karşımda durdu. Hatta fazlasıyla yakınımda durdu.
Öyle ki burnuma dolan pahalı ve yoğun parfüm kokusunu alıp
öksürmemek için kendimi zor tuttum. "O dinlediğin sesleri yakından
duyarsın."
İfademden taviz vermeyip "Duvarımı yıkacaksın," dedim gülerek. Ne
de olsa inşaat sektörüne de el atmıştı. Onu da pek ala yapabilirdi.
"Hayır. Seni duvarın diğer tarafına alırım."
Oha!
Sesler... Benim seslerim...
Çenem yer çekimine yenik düşerken Azman'ın keyfi yerine geldi ve
gülerek merdivenlere ilerleyip gözden kayboldu. Adam resmen üstü
kapalı küfür etmenin yolunu bulmuştu. Hem de bana karşı. BANA!

35
Bir süre o şekilde dursam da en sonunda içeri girip kapıyı kırar gibi
kapattım. Allah'tan Elif ve Gül sabah dersleri olduğu için evde
değillerdi. Yoksa hazır cevaplılığıyla ünlü ben, az önceki sözleri
yuttuktan sonra kesin dillerinden kurtulamazdım. Tabii ki bendeniz
Esra Yağmurlu, namı diğer Deli Asiye, bu lafların altında kalır mıydı?
Mümkün değildi.
"Ben sana yapacağımı bilirim," dedim ve elimdeki tişörtle banyoya
ilerledim. Tişörtü makinanı içine fırlatıp kirlilerde ne kadar renkli
çamaşır varsa üzerine tıktım ve deterjanı ekleyip makineyi
çalıştırdım.
"Kuru temizlemeymiş! Seni ilkbaharın renkleriyle donatayım da gör.
Modaya artık sen yön vereceksin Tişört
Güzeli Azman."
Makine çamaşırları yıkarken ben de uyanır uyanmaz yaptığım ilk işi
yapıp su ısıtıcısını çalıştırdım. Elimi yüzümü yıkayıp güzelce
demlediğim çayımı keyifle içtim. Makine durunca babası akşam eve
gelmiş küçük bir çocuk heyecanıyla banyoya koşup çamaşırları
çıkardım. Bir süre beyaz tişörtü aradım ve tabii ki bulamadım. Zira
elime geçen Azman'ın tişörtüne artık bir renk cümbüşü hâkimdi.
Beyaz tişörtün artık eskisi kadar masum değil Azman.
Çamaşırları asıp tişörtü de bir güzel ütüledim. Kırışık kırışık verecek
kadar da görgüsüz değildim sonuçta. Ee, Gül'den bir şeyler
kapmıştım. Bugün dersim olmasa da hazırlandım ve ütülediğim
tişörtü de yanıma alarak kampüsün yolunu tuttum. Okul kimliğimi
evde unuttuğumdan kapıda güvenlikle bir mücadele versem de en
sonunda adam pes ederek beni içeri aldı.
Mimarlık fakültesinden önünde durduğumda tereddütle bir süre
giriş kapısına baktım. Aslında ben buranın önünden bile mecbur
kalmadıkça geçmezdim ama nereye kadardı? Bir şekilde Azman'a
36
haddini bildirmek için Burak'ı bulmam gerekiyordu. Mecburen de
istemeye istemeye içeri adımımı attım. Gözlerim hiç kimseyi
kaçırmıyordu çünkü Gencer ve çetesine görünmek istemiyordum.
Gencer 'onun' en yakın arkadaşıydı ve neredeyse bir dönem
Gencer'le karşılaşmamak için köşe kapmaca oynuyordum. Şimdi de
onunla ve diğerleriyle karşılaşmaya niyetim yoktu. Çabucak Burak'ı
bulup gitmeliydim. Azman numarasını vermeye tenezzül etseydi
Burak'ı daha uygun bir yere çağırıp buraya hiç gelmemeyi tercih
ederdim ama yapabileceğim başka bir şeyde yoktu.
Burak'ın bugün dersi olmasını umarak bir süre koridorlarda dolaştım
ve açık sınıflara dikkat çekmeden göz gezdirdim. Bir an Gencer'i
görür gibi olduğumda ise kendimi kantine doğru koşarken buldum.
Sakinleşip kantinin kapısından içeri girdiğimde yine yüzlere göz
gezdirdim. Tam pes edecektim ki tanıdık simasıyla rahat bir nefes
aldım.
Burak kantinin diğer ucunda sırtını sandalyesine yaslamış ve
fazlasıyla bunalmış bir ifadeyle yanındaki Angelina Jolie çakması kızı
dinliyordu ya da dinliyormuş gibi yapıyordu. Bence ikincisiydi. Bıkkın
bir nefes alıp gözlerini etrafta dolaştırdı. Tam tekrar yanındaki kıza
bakacaktı ki gözleri tekrar bana döndü. Ona gülümseyerek el
salladım. Kız gidene kadar dikkat çekmeyen bir köşede bir çay
içebilir sonra da yanına gider tişörtü verirdim ama Burak kızın
gitmesini beklemedi, kız hala konuşurken ona doğru eğilip bir şey
söyledi ve sandalyeyi itip ayaklandı. Bana doğru yürürken esmer kız
da memnuniyetsiz bir ifadeyle örtülü gözleriyle onu takip ediyordu.
Burak yanıma geldiğinde "Seni burada görmeyi beklemiyordum,"
dedi.
"Aslında planladığım bir şey değildi." Hiç istemediğim ama yapmak
zorunda kaldığım bir şeydi.
Gülümsedi. "Ee, hangi rüzgâr attı seni buraya?"
37
"Az... Akın buralarda mı?"
Kaşları hafif çatılırken "Hayır," dedi. "İşi varmış. Az önce çıktı. Onu
mu arıyorsun?"
"Aslında seni arıyordum."
Yüz ifadesi düzelirken "Neden?" diye sordu. "Sana bir şey
vereceğim. Onu Akın'a verir misin?" "Nedir?" diye sordu tek kaşını
kaldırarak.
"Tişörtü."
"Tişörtü mü? Akın'ın tişörtü neden sende olsun?"
Ulan siz erkeklerin aklı da hep başka yerlere çalışıyor ya neyse...
"Sabahın köründe beni uyandırıp kuru temizlemeye vermemi söyledi
de ondan. Hani çay dökmüştüm ya."
"Ha!" dedi anlamış gibi. Sonra birden yüksek sesle güldü. "Gerçekten
kuru temizlemeye mi vermeni söyledi ya?"
"Eh, nasıl bir manyak olduğunu şu ana kadar anlamamışsan artık sen
de anlamış oldun." Elimdeki karton çantayı ona doğru uzattım.
Çantayı elimden alırken yine güldü. "Ben onun manyak olduğunu
hep biliyordum zaten ama senin onun söylediğini yapacağını hiç
düşünmezdim."
"Yapmam mı? Beyaz tişörtü adeta parlıyor şu an."
Şüpheyle yüzüme baktı. "Kesin bir şey yaptın." Çantayı açıp eserime
baktı. Hatta öyle ki çantadan tişörtü çıkartıp bir süre Nobel kazanmış
bilim adamı gibi tişörtü hayranlıkla(!) inceledi.
"İnanamıyorum," diye mırıldandı en sonunda. "Akın'ın 500 küsur lira
verdiği tişört mü bu?"

38
"Yuh! Bir tişörte 500 lira mı verdi?" Kim bir tişörte bir kira parası
verirdi aklım almıyordu. Üstüne burası devlet üniversitesiydi. Bu
herif bu kadar zenginse ne işi vardı devlet üniversitesinde?
Hafifçe öksürüp kendini toparlarken tişörtü çantaya geri tıktı. Keşke
market poşetine koyup verseydim diye düşünmeden edemedim.
500 liraymış. "Şimdi sen benden gökkuşağının engin renklerine
bürünmüş bu tişörtü Akın'a mı vermemi istiyorsun?"
"Aynen öyle."
"O zaman helalleşelim Esra," dedi gergince gülerek.
"O kadar ciddi diyorsun?"
"Ciddi de laf mı? Akın bunu görürse ilk önce beni sonra seni öldürür."
"Güzel," dedim tek kaşımı kaldırarak. İşte şimdi neon yazılarla
ekranda görev tamamlandı yazısı belirmişti. Kaçarcasına gitmeyi
planlayarak "Neyse ben gideyim artık," dedim. Tam arkamı
dönmüştüm ki kolumu tutmasıyla başımı çevirdim.
"Esra senden ufak bir yardım isteyebilir miyim?"
"Tabii," dedim biraz şaşırarak biraz da burada daha fazla kaldığım
için tedirgin olarak.
Bana doğru yaklaşıp kulağıma eğildi. Birden sıcak mı olmuştu bana
mı öyle geliyordu? "Şu kız. Az önce yanından kalktığım. Beni ondan
kurtarır mısın?" Ben...
Bayılırım kahramanlığa.
"Nasıl?"
"Şimdi sen gidersen ben onun yanına dönmek zorunda kalacağım ve
inan bana muhabbeti hiç çekilmiyor." "Peki, ben ne yapacağım?"

39
"Ona sana bir yemek borcum olduğunu söyleyeceğim sadece.
Buradan beraber çıkarsak da beni kurtarırsın."
Basitmiş. "Olur, da niye kaçmıyorsun? İşim çıktı deseydin. Bu numara
iş görmüyor mu?"
"Onda hiçbir numara iş görmüyor."
"Tamam. Git konuş, ben burada bekliyorum," dediğimde gülümsedi.
Hızlı ol Burak diye içimden geçirip sabırsızca ayağımla ritim tutmaya
başlarken aynı zamanda etrafımı kontrol etmeyi de ihmal
etmiyordum. Burak kızın yanına dönüp bir şeyler söyledi. Kızın yüzü
de bunun üzerine anında düştü ve bana dönüp seni kara kedi
bakışları attı. Burak kızın yanından gelince de beraber dışarı çıktık.
Fakültenin önünde durduğumuzda tam bir şey söyleyecekti ki
telefonu çalmaya başladı.
"Kim bu şimdi?" dedi ekrandaki numaraya bakarak, ardından açıp
kulağına götürdü. "Efendim... Akın sen misin?" Bana bakıp
dudaklarını kıvırdı. "Ha! Bu yeni numaran, anladım... Fakültenin
önündeyim... Burada mısın?" Etrafına bakındı ve gözleri bir noktada
durdu. Başımı çevirip onun baktığı yöne bakınca Azman'la göz göze
geldim.
Kulağındaki telefonla bir kaç saniye bir Burak'a bir bana baktı. En
sonunda telefonu kapatmayı akıl edip yanımıza yürüdü. Bana
bakmadan Burak'a "Sude'den kurtulmuşsun," dedi.
Burak bunun üzerine bana göz kırptı. "Esra sağ olsun."
Azman da sonunda bakışlarını bana çevirdi. "Okulda da mı
görüşüyorsunuz siz?" "Bir mahsuru mu var?" dedim kaşlarımı
kaldırarak.
Omuz silkti. "Yok ama senin daha önemli işlerin yok mu? Mesela
tişörtümü kuru temizlemeye vermek gibi." "Ups!" dedi Burak.

40
Bir an Mimarlık Fakültesinin önünde olduğumu da Gencer'in varlığını
da unuttum. "O iş tamam," dedim sırıtırken ve Burak'ın elindeki
çantayı gösterdim. "Burak'a verdim."
Burak dudaklarını birbirine bastırıp elinde kimyasal ilaç taşıyormuş
gibi ürkerek çantayı ona uzattı. Azman çantayı alırken göz ucuyla
bana bakıp dudaklarını kıvırdı. "Hızlıymışsın."
Sinsice sırıttım. "Öyleyimdir."
Ben dikkatle ona bakarken çantanın içine elini uzatıp tişörtü çıkardı.
And the Tişört goes to... AZMAN... diye sunucu edasıyla bağıran iç
sesimle Azman bir kaç saniye ağzı açık bir şekilde uzaya füze fırlatan
NASA görevlileri gibi tişörte baktı. Burak yanıma daha da yaklaşırken
"Lan bu ne?" dedi Azman. Sonra öfkeli gözleri beni buldu. "Kızım sen
var ya... BİTTİN! Bu sefer kurtuluşun olmayacak."
Burak birden işaret parmağıyla bir noktayı gösterip "Şeyda mı o?"
dedi. Azman bir anlık dürtüyle arkasını dönerken aynı anda Burak'ın
eli elimi buldu ve bana doğru eğilip fısıldadı.
"KOŞ!"
• 'Bakalım Nereye Kaçacaksın?'
Burak elimden sıkı sıkıya tutmuş son hızla koşarken o kadar
afallamıştım ki birden ben de kendimi onunla kampüsün içinde
koşarken bulmuştum. Şu an tıpkı şirinler kasabasında Azman'ın
gazabından kaçan iki şirin gibi görünüyor olabilirdik. Bir nevi öyle de
sayılırdı. Azman peşimizden geliyor muydu, bilmiyordum. Dahası
gelse ne yapardı onu da kestirmem mümkün değildi. Bense durup
onu madara edebilecekken niye Burak'a itaat edip peşinden
koşuyordum onu da anlamamıştım.
Kampüsteki öğrencilerin bakışları arasında Yeşilçam filmlerindeki
gibi ne kadar süre koştuk bilmesem de göğsümdeki daralmayla bir
41
astım krizinin geleceğini anladım. Nefes alışlarım azaldığında Burak'ı
birleşmiş ellerimizden çekerek durdurmaya çalıştım. O da nefes
nefese duraksayıp bana döndü ve hemen ardından etrafı kısaca
taradı.
"Ucuz yırttık," dedi genişçe gülümserken.
Ondan kurtardığım elimi dizlerime dayayıp nefes almaya çalıştım
ama sadece hırıltılı sesler çıkarabildim. Burak yanıma doğru eğilirken
"İyi misin?" diye sordu.
Başımı sallayıp sırt çantamı çıkartmaya yeltendim ama çanta elimden
kayıp yeri boyladı. Ben de en sonunda yere oturdum ve çantayı
tekrar almak için uzandım. Tabii bu artık almakta epey zorlandığım
nefesimle oldukça zordu.
"Esra neyin var?" dedi Burak panikleyerek. Çantayı işaret edip "İlaç!"
dedim en sonunda.
Hızla çantamı kapıp açtı ve içini karıştırdı. Eline gelen astım spreyini
bana gösterip "Bu mu?" dedi.
Yok, Matrix'deki kırmızı hapı kastetmiştim ben. Trinity bacım astıma
iyi geliyor demişti. Hay Allah'ım ya!
Başımı hafifçe sallayıp elimi uzattığımda o da spreyi elime bıraktı.
Spreyden derin ve yavaş nefesler çekip ciğerlerimden boşalan havayı
burnumdan dışarı verdim. Daha rahat nefes alabildiğimde ona
baktım. Paniklemiş bir halde beni izliyordu.
"Amma da... Hızlı koşuyorsun."
"Ben..." dedi afallayarak. "Özür dilerim. Bunu düşünemedim."
Elimi sallayıp onu rahatlatmak için "Sorun yok," dedim. "Türkiye'de
her 12 kişiden biri astım hastasıymış, internetin yalancısıyım tabii.
Ben de astım hastasıyım bir miktar."

42
O benim alaycı halimin aksine ciddiyetle "Şimdi daha iyi misin?" diye
sordu.
"İyiyim ama bir krizin daha geldiğini hissediyorum."
Gözleri irileşirken beni yerden kaldırıp çantamı aldı. "Hastaneye
gidelim hadi."
"Çay içebileceğim bir yer daha iyi iş görür."
"Ne?" Ah! Nasıl da panik halde görünüyordu? Bayağı korkutmuştum
çocuğu anlaşılan.
"Çay krizi. Çay krizim gelmek üzere Burak," diye açıkladım ama o
yine anlamayarak aynı ifadeyle bana bakmaya devam etti. Bu sefer
koluna girip onu çekiştirdim. "Aynı zamanda çay hastasıyım. Kısa
süre içinde çay içmezsem çay krizine gireceğim ve bu astım
krizimden bile tehlikeli, emin ol."
Başını bana çevirip gözlerini kıstı. Sonra gülmeye başladı. "Ödümü
koparıyordun."
"Dur! Çantamın içinde öd için de bir şeyler olacaktı."
Bir kahkaha atarken neşesi yerine gelmiş gibiydi. Ben de en sonunda
onun kolundan çıkıp biraz uzaklaştım. Daha dün tanıştığım bir oğlanı
önce terlikle dövmüş, sonra da el ele kampüste koşmuştum. Bir kaç
aydır heyecan nedir bilmeden okuduğum bu üniversitede tüm
bunlar benim için sahalara hızlı bir giriş olmuştu. Bünyem bunu biraz
yadırgıyordu sanırım.
Kampüsten çıktığımızda Burak'ın gösterdiği bir kafeye girdik. Ben
tabii ki tavşan kanı bir çay isterken o da espresso söyledi. Eh! Klas
görüntüsü daha aşağısını kaldırmazdı.
"İyi misin?" diye onuncu kez sorduğunda bıkkınlıkla göz devirdim.

43
"İyiyim Burak. Abartılacak bir şey değil. Arada oluyor böyle." Konuyu
değiştirmeye çalışıp genişçe gülümsedim. "Azman'ın yüzü gözümün
önünden gitmiyor." Sesimi kalınlaştırıp onu taklit ettim. "Bittin sen
kızım! Bu kez kurtuluşun olmayacak!"
Burak da güldü. "Uzun süre o görüntü benim de hafızamdan
gitmeyecek."
"Sahi biz neden kaçtık ki? Onunla baş edebilirdim."
"Onunla edebilirdin evet," dedi. "Ama Şeyda'dan pek emin değilim."
"Şeyda da kim?"
"Akın'ın belalısı," dedi gülerek.
"Ne yani? Sevgilisini mi üzerime salacaktı?"
"Tövbe de," dedi gözlerini irileştirirken. "Sevgili değil. Dedim ya
belalısı. Ve senin üzerine onu salarsa işler hiç de iyiye gitmez."
"Ne yapacaktı? Gidip Şeyda'cığım şu kız tişörtümü mahvetti. Haddini
bildir mi diyecekti? O koca egosu buna izin verir mi, bilemedim
şimdi."
"Yok, öyle yapmazdı. Muhtemelen sevgili olduğunuzu bağırır ya da
seni öperdi." "Ne?" dedim şaşkına uğrayarak.
"Yapmadığı şey değil. Sonra da sen Şeyda'nın kara listesinin başına
yerleşirdin. O kız..." Yapma bir şekilde titredi. "Ayaklı felaket
makinesi. Sana pek iyi şeyler yapacağını düşünmüyorum."
"Hayatımda böyle saçma bir intikam şekli görmedim," dedim
hayretle ama yine de şüpheyle sordum. "Şimdi yapmaz dimi. Yani şu
sevgili olayını." Öpme olayına hiç değinmiyordum bile. Yüceler
yücesi Allah'ım, kızı bir şekilde alt ederdim de Azman'ın sevgilisi gibi
anılmaktan daha berbat bir şey olabilir miydi bilemiyordum.

44
"Yapmaz. Sanırım. Herhalde. Yani o kadar acımasız olamaz diye
düşünüyorum. Sonuçta altı üstü 500 liralık bir tişörtünü..."
Duraksayıp "Düzeltiyorum," diye ekledi. "Bayılarak aldığı 500 liralık
tişörtünü Holi
Festivalinden çıkmışa çevirdin."
"Beyaz sade bir tişörtün bayılarak alınacak ne tarafı var Allah aşkına?
Hem de 500 lira vererek. Bu kadar deli parası varsa bu çocuk normal
bir mahallede eski bir binada niye yaşıyor o zaman?"
"Ha şey," dedi Burak. "Şeyda eski evinin adresini bulunca, daha
doğrusu bunu 10. Kez yapınca, o da eski bir binaya taşınmayı akıl etti.
Şeyda onu öyle bir muhitte aramaz."
"Aa, deliye bak!" dedim gözlerim irileşirken. Gerçi ne bekliyorsam?
Azman'ı beğenen biri normal olamazdı ki zaten.
"Korkma," dedi yapma bir ciddiyetle. "Öyle bir durumda seni
Şeyda'dan korurum."
"Şeyda mı? Bir kızdan korkabilecek biri gibi mi göründüm sana?
Benim derdim adımın Azman'la yan yana bir dedikoduda anılması."
Şaşırarak arkasına yaslandı. Garson şükürler olsun ki en sonunda
varlığımızı hatırlayıp siparişlerimizi getirdiğinde ben de çayımı
yudumladım. Yoksa birazdan bir yaygara koparabilirdim.
"Genelde kızlar Akın'ın etrafında pervane olur," dedi Burak ve ona
bakıp yüzümü ekşitmeme neden oldu.
"Ama belli ki sen onlardan değilsin."
"Çok şükür ki kafamın içinde bir beyin taşıyorum ve henüz o güzel
beynimi yemedim."
Burak yine gülerken ben şu an onu dövmek istiyordum. Ne vardı her
şeye bu kadar gülecek? O her güldüğünde kafedeki kadınlar hatta
45
bazı erkekler bile ona bakıyordu. Her ne kadar dikkatleri o çekse de
gözler masada dolaşıyordu. Bu da o meşhur sözü akıllara
getiriyordu. Çocuğa bak bir de yanındaki kıza bak! Özgüvensiz biri
değildim ve insanların ne düşündüğü de çok umurumda sayılmazdı
ama bu kadar göz önünde olmaya bu bünye alışık değildi.
"Ağzını bantlayacağım artık," diye söylenince susup bana baktı.
"Ne?"
"Herkes bize bakıyor Burak." Böyle güzel gülme diye eklememek için
kendimi zor tuttum
Etrafına öylesine bir bakış atıp umursamazca bana döndü. Anlaşılan
o bu gibi durumlara alışkındı. Yine de gözleri yan masadaki erkeklere
tekrar kayınca onlara sert bir bakış attı. Ben de ilk defa yüzünü bu
kadar sert bir ifadeyle gördüm. Çocuklar anında önüne dönerken o
da aynı ifadesiyle dönüp kahvesinden bir yudum aldı.
"Bir erkeğin yanındaki kıza bakabilecek kadar karaktersizlere
tahammül edemiyorum," dedi bardağı masaya bırakırken.
Bana... Bana mı bakıyorlarmış?
"Bana bakmıyorlardı," diye itiraz ettim. Biraz da utanmıştım açıkçası.
"Tabii ki sana bakıyorlardı," dedi gözlerini kısarak. "Her neyse. Aç
mısın?"
Hızlı konu değişimi üzerine başımı iki yana salladım. Aslında açtım
ama şu an ona vahşi doğa belgeselindeki aç aslanı göstermek
istediğimden emin değildim.
"O zaman tatlı yiyelim."
Ama damardan giriyorsun. Yapma!
"Aslında ben kalksam iyi olur. İş aramam lazım."

46
"Tatlı yedikten sonra beraber ararız," dedi ve gülümsedi.
Arka masadan bir Ah'lama gelince başımı çevirdim. Esmer bir kız
dirseklerimi masaya dayamış ve hipnotize olmuş gibi baygın baygın
Burak'a bakıyordu. Bir tövbe estağfurullah çekerken önüme
döndüğümde daha da sırıtan bir Burak'la karşılaştım. "Az önce
kızların etrafında pervane olduğunu söylediğin adam Akın değil de
sen olmayasın?"
"Kendimi övmeyi pek sevmem," dedi ve eliyle garsonu çağırdı. İki
waffle söyledi. Ben de araya dalıp bir çay daha istedim. Zira bir
bardak çay beni kesecek gibi değildi. Garson giderken Burak'ın
telefonu çalmaya başladı. Ekrana bakıp yüzünü buruşturdu ve
"Akın!" diye cevapladı. Karşılığı ise bir adet kükremeyle geldi. Hatta
öyle ki Azman'ın sesini bu mesafeden bile duyabiliyordum.
"Ne bok yemeye o kızı kaçırıyorsun?"
Beynimi bile ele geçirmiş Küfür yok! diyen Gül'ü Ben bir şey
demedim Valla diyerek susturdum.
"Neden bu kadar kızdığını anlamıyorum?" dedi Burak bana göz
kırparak. "Yaz mevsimine rengârenk bir tişörtle girersin. Fena mı
oldu?" Yangına körükle gitmek sanırım bu oluyordu.
"Bilmem farkında mısın Burak ama o kız yan dairemde kalıyor. Er geç
biletini keseceğim ve sana gelince, yine bilmem farkında mısın,
araban hala okulda ve bil bakalım ben neredeyim?"
Burak'ın neşeli ifadesi bir balon gibi sönerken "Seni öldürürüm,"
diye tısladı. "Arabamdan uzak dur Akın.
Ciddiyim."
"Ben de ciddiyim dostum. Hatta o kadar ciddiyim ki arabanın
üzerinde de ciddiyetimi belirttim." Yok artık! Nasıl bir psikopattı bu
çocuk?
47
"Seni si..." dedi Burak ama bana bakınca küfürlerini bastırdı. "Çok
seviyorum kardeşim."
"Anlaşılan misafirin var. Eğer o Asi yanındaysa dinleyin."
Her ne yaptıysa o sesi duyamadım ama muhtemelen arabayı çizmişti
çünkü Burak yüzünü acıyla buruşturdu. "Söyle ona da görüşeceğiz.
Çok yakında. Son olarak ben de seni seviyorum kardeşim."
Telefon kapanınca Burak telefonu masaya sertçe bıraktı. Ben de
tabii suçluluk hissiyle "Özür dilerim," dedim.
"Sen neden özür diliyorsun?"
"Benim yüzümden Azman'ın gazabına uğradın."
"Boş ver," dedi umursamazca. "Acısını bir şekilde çıkartırım ben."
Benim arabamı biri çizecekti, ben de bu kadar sakin kalacaktım.
Kafasını kopartırdım herhalde ya da arabaya sürterdim, sonra da
oturur kıvılcımlarının çıkardığı ateşe ayaklarımı uzatır ısınırdım ama
Burak sanki Azman oyuncağını kırmış gibi rahattı.
Garson tatlıları getirince ben tabii ki direkt çayı önüme çektim. Hem
tatlıyla çay iyi giderdi. Burak da çatalını eline almıştı ki yanındaki
katlanmış peçete dikkatini çekti ve eline alıp açtı. Sonra etrafına
bakındı ve bir kız hafifçe elini havaya kaldırıp ona selam verdi ama o
umursamazca tekrar önüne döndü.
"Tanıyor musun?" diye sordum meraklı görünmemeye çalışarak.
Tatlısından bir parça alıp umursamazca "Hayır," dedi. Peçeteyi
masaya bırakınca uzanıp aldım ve bir telefon numarasının yazılı
olduğunu gördüm. Az önce Burak'a selam veren kıza başımı çevirip
öfkeli bir bakış attım.
Belki bu adam benim sevgilimdi. Belki ben bir deliydim ve sevgilime
asılan her kızı kıtır kıtır kesiyordum. Bu ne cesaretti?
48
Başımı iki yana sallayıp önüme dönerken "Ne oldu?" dedi Burak.
"Millette ne cesaret var?" dedim hayret ederek.
Dudakları yukarı kıvrıldı. "Sende de fazlasıyla var."
"Yanında kız olan bir adama numaramı yollayacak kadar değil. Hele
de o kız benim gibi deliyse. Belki de sevgilinim. Bu nasıl bir kafa
anlamıyorum."
Pekâlâ, o sevgili kısmını söylemeyecektim. Ne sevgilisi? Sevgili yok.
Unut sevgiliyi!
"Sevgilim olsan ne olurdu?" dedi Burak hafifçe öne eğilerek.
Bir an boğazım kurudu. Ben sevgili mevgili işerine tövbe edeli çok
olmuştu. Çayımı alıp bir yudum alırken Sakin ol kızım. Mesela yani
diyor adam diye kendi kendime açıklama yaptım.
"Kız için mi, senin için mi?" diye sordum.
"Benim tarafımdan bir şey neden olsun? Sonuçta ben bir şey
yapmadım ki."
"Yapmadın mı?" dedim alayla. "Geldiğimizden beri gülüp
duruyorsun."
"Ee! Ne var bunda?"
"Hala ne var diyor. Sen hiç gülerken kendini izledin mi?"
"Hayır, tabii ki. Neden öyle bir şey yapayım? Gülüşümde bir problem
mi var? Dişimde maydanoz falan mı kalmış?" dedi bu sefer biraz
ciddileşerek.
"Problem var tabi. Çok güzel gülüyorsun." Oha! Ne dedim ben?
Burak önce şaşırmış gibi oldu ama hemen ardından yine bir kahkaha
attı. Tabii akabinde yine arka masamdan bir Ah'lama gecikmedi. "Al
işte yine yapıyorsun," dedim. "Ben senin sevgilin olsam önce o kızı
49
paralar sonra da seni gülemeyecek bir hale sokardım. Öyle ki yemek
bile zor yer, suyu pipetle içerdin."
Burak sonunda kahkalarla gülmeye başladı. Karşımda kahkalarla
gülen bir çocukla şu an ona bakakalmış yaklaşık 15 kızla bir kafede
olmak ise paha biçilemezdi. En sonunda Burak susmayınca kolunu
çimdiklemek zorunda kaldım. O da sonunda susarak kolunu
ovuşturdu.
"Siz kadınlar..." demişti ki "Hepimiz aynıyız değil mi?" diye alayla
sözünü tamamladım.
"Hayır," dedi. "Sen farklısın."
Göz devirdim. "Bu da klasik erkek cümlelerinden biri. Siz boş
zamanlarınızda bunları ezberliyor falan mısınız? Sen farklısın, tabii
canım. Diğer kızların iki, benim üç gözüm mü var? Nasıl bir
farklılıkmış bu?" Birden idrak ettiğim gerçekle gözlerim irileşti. "Ay,
yoksa ne kadar manyak olduğumu çok mu belli ettim?"
Yahu ben tabii ki farklıydım. Herkes uçurumdan atlasa ben ters köşe
yapıp paraşüt açardım. Çocuk belli ki ne kadar çatlak olduğumu
kavramıştı. Çok açık vermiştim tabii, çok.
Burak tekrar kahkaha attı. Arkamdan bir şeylerin yere devrilme sesi
geldi. "Arkamdaki kız bayıldı sanırım," dedim biraz yüksek sesle. Kız
da duymuş olacak ki bir çatalın yere düşme, akabinde birkaç da
öksürük sesi işittim. "Sen bir kaç kız daha bayıltmadan ye şunu da
gidelim artık." Gülme Allah'ın cezası! Gülme be artık!
Neyse ki Burak sonunda tatlısını bitirdi bende çayımı bitirip tatlımı
yarım bırakarak ayaklandım. Normal bir zamanda o waffle'ın hakkını
verirdim ama şimdi buradan çıkmak daha cazip geliyordu. Burak'la
bir süre hesap ödeme kavgası yaptık, sonra pes ettim. Tabii ki bunda
cebimde beş kuruş para olmamasının etkisi yoktu. Sadece çok ısrar

50
etmişti, herhâlde kızlar onu izlerken benim hesap ödememin
karizmasını bozmasından endişelenmişti.
Hava kararana kadar da Ankara'nın sokaklarında beraber bana iş
aradık ama ya ben bulduklarımıza burun kıvırdım ya da Burak bazı
yerleri katiyen olmaz diyerek eledi. Gerçi onu dinleyecek değildim
ama pek kadınlara uygun çalışma yerleri olmadığından ben de ses
çıkarmadım. En sonunda ikimizde yorgunluktan pes ettik ki ilk iflas
bayrağını çeken kesinlikle bendim. Tüm itirazlarıma rağmen beni eve
bırakmakta ısrar edince kabul etmek zorunda kaldım, gerçi şikâyetçi
falan da değildim. Burak iyi bir çocuktu, Azman gibi beyni samanla
dolu da değildi. İkisinin nasıl arkadaş olduğuna bile hayret
ediyordum zaten.
Apartmanın önünde duraksadığımda bir kaç saniye ne diyeceğimi
bilemedim. En sonunda "Her şey için teşekkürler Burak, seni de
yordum," dedim. "Sonra görüşürüz."
"Görüşürüz Esra," dedi o da yine gülümseyerek. Apartmana
yönelmiştim ki seslenmesiyle durup tekrar ona döndüm.
"Numaranı verir misin?" dediğinde tek kaşımı kaldırdım. "Yani şey...
Akın herhangi bir sorun çıkarırsa beni ararsın diye."
Azman halledemeyeceğim bir mesele değildi ama itiraz etmeyip
numaramı telefonuna kaydettim. O da kendininkini benim
telefonuma kaydederken, gelen onlarca arama ve mesajı da yeni
fark etmiş oldum. Sahibi gibi arıza telefonumun bazen sesi
çıkmıyordu işte. Yenisini de şu an alabilecek durumda değildim.
Burak gidince ben de evin yolunu tuttum. Mesajlara evde de
bakabilirdim. Azman'ın kapısına kısa bir bakış atıp hızla kapıyı açtım
ve içeri girdim. Hayır, korktuğumdan falan değildi. Sadece onunla
bugün uğraşma kotamı doldurmuştum. Tamam, Burak'ın
söylediklerinden sonra biraz tırsmış olabilirdim ama sadece birazcık.

51
Dedikoduyu sevmezdim yani ben yapmadığım sürece.
Kapıyı açar açmaz, "Ben geldim," diye bağırdım.
Ayakkabılarımı yine karşı duvara fırlatırken salondan "Hoş geldin,"
dedi bir ses.
Bu ses! Yok, hayır! Mümkün değil.
Azman salondan ağır adımlarla çıktığında bir an sendeler gibi oldum.
Benim evimde olmasını geçtim, bu adam eve nasıl girmişti?
Gözlerimi ovuşturup doğru görüp görmediğime baktım ama hala
koridorda pis bir sırıtışla bana bakıyordu. Evimde bir adam vardı.
Dahası o adam Azman'dı. "Sen... eve nasıl girdin?"
"Arkadaşların sağ olsun," dedi sinsi bir şekilde gülümseyerek. "Çok
yardımseverler."
Onu eve mi almışlardı? Ne akla hizmet onu eve almışlardı kesinlikle
daha iyi bir soruydu. Dişlerimi sıkarken öfkeyle "Gül! Elif!" diye
bağırdım.
"Evde değiller."
Evde değiller? Beynim hata mesajı verirken neon kırmızı ışıklarla
ekranda tehlike yazısı belirdi ve yanıp sönmeye başladı.
"Ne... N-ne demek evde değiller?"
"Onlara bir restoranı kapattırdım." Şaka! Şaka yapıyor olmalıydı. Kim
tanımadığı iki kıza restoran... Kahretsin ki bu adam şaşırma kotamı
tamamıyla doldurduğundan artık kim'li soruları es geçmeye karar
verdim.
"Hemen kabul ettiler ve hatta öyle sevindiler ki evin anahtarlarını
verdiler." Elini havaya kaldırıp ayıcıklı bir anahtarlık gösterdi. Elif'in
ayıcıklı anahtarlığını...

52
Vay hainler! İki tabak yemeye beni sattılar. Vicdansızlar!
"Şimdi..." dedi Azman bana doğru gelirken. "Evde sadece ikimiz
varız. Bakalım nereye kaçacaksın Asi?"
Gözümün önündeki tehlike yazısına bir de alarm sesi eklenmesi
normal miydi? Çünkü o sesi duyduğuma yemin edebilirdim.
• 'Tanıştırayım, Seri Katil Asiye'
Kapıya doğru gerilerken etrafıma bakındım. Süper savaş silahım olan
terliklerim neredeydi benim?
"Arama!" dedi Azman. Başımı kaldırdığımda dibimde olmasıyla
yerimde sıçramama ramak kalmıştı.
"Attım."
"Terliklerimi mi attın?" Ya Rabbim ben o terliklere 10 lira vermiştim.
10 lira, insafsız!
"Uyduruk bir çift terlik. Tişörtüme say."
"Ha! Tamam, o onu karşılıyorsa."
Bana doğru eğildiğinde kalbim gümlemeye başladı. Kendine gel
Esra! Sen kimlerle başa çıkmış insansın. Bir Azman ne ki?
"Sence karşılıyor mu?" dedi ürpertici bir tonda.
Yutkunmamı bastıramadım. Neden geri çekilmiyordu bu çocuk? Yine
de "Beni kışkırtmayacaktın," diye diklendim.
"Sen de beni kışkırtmayacaktın," dediğinde ellerini kapıya dayayıp
bana süper bir klişe ortamı yarattı. Aklıma Burak'ın seni öper sözü
gelince tekrar yutkundum ama kendimi toparlamam uzun sürmedi.
Bendeniz, namı diğer Asiye, bu adama pabuç bırakacak değildim.
Annem Rizeli babam Trabzonluydu benim. Hey yavrum hey! O daha
kime bulaştığını anlamamıştı ama anlatırdık. Hiç sorun değil.
53
Yakasından tuttuğum gibi onu ters çevirdim. Şimdi sırtı kapıda olan
o, yakasından alacaklı gibi tutan bendim. Şaşkınlıkla bana baktığında
"Ceketin güzelmiş," dedim. "O da kuru temizlemelik olsun
istemiyorsan hareketlerine dikkat et."
"Sert kız ha!" dedi dudaklarını kıvırırken. Kollarımdan tutup
çektiğinde neredeyse Azman'ın dudaklarına yapışacaktım. "Ama bu
numaralar bana sökmez kızım. Bana yeni bir tişört borçlusun." Yuh!
Oha! Ben... 500 liralık bir tişört... Ben var almak 500 liralık bir tişört.
Bok alırım.
Küfür y...
Tamam be Gül. Anladık küfür yok! Bari kafamda beni rahat bırak.
Hızla geri çekilirken "Oradan bakınca deli param varmış gibi mi
görünüyor?" dedim. "Olsa bile sana 5 kuruş harcamam ben."
"Alacaksın güzelim," dedi sırıtarak. Güzelim diyen o ağzını yırtarım
senin. "Yoksa bu resmi fakültenin sosyal medya sitesinde
yayımlarım."
"Ha-hangi resmi?"
Cebinden bir kart çıkardı. Benim okul kimlik kartımı. Okul kimlik
kartımı nereden bulmuştu? Aman be, odamda bırakmıştım ya ben
onu. Odamı mı karıştırmıştı bu herif?
Kimlikteki resmimde kesinlikle şaheserdi. Lise son sınıfta müdürün
odasındaki bilgisayarın kamerasıyla çekilen o beyin yakan resimde
bendeniz, saçlarımı iki kulak yapmıştım ve ölü balık gibi ekrana
bakmıştım. Üstüne üstlük beyaz tenli olan ben sanki bir gün önce
solaryumda uyumuş gibi kapkara çıkmıştım.
Elinden kimliği kaptığımda tepki göstermeden almama izin verdi. Bu
sefer cebinden telefonunu çıkartıp ekrana dokundu, ekranı bana
çevirdiği yine o resmi görmemle hayatımın ikinci, yok yok, üçüncü
54
şokunu yaşadım. Ya ben o resmi neredeyse iki buçuk yıllık üniversite
hayatımda sır gibi saklamış, hatta bir ara üzerini siyah bantla
kapatmış insandım ve şimdi o resim tehlikeli ellerde geziyordu.
"İşimi garantiye alırım Asi," dedi cehennem zebanisi gibi sırıtarak.
Telefonu da almaya çalışınca bu sefer elini geri çekip telefonu deri
ceketinin cebine attı. "Şu andan itibaren ne söylersem yapmak
zorundasın."
"Yapmıyorum ulan. İstersen ana haber bültenlerinde son dakika
olarak alt yazı geç."
"Sen bilirsin," dedi omuz silkerek. Telefonu cebinden çıkarıp bir kaç
tuşlama yapınca ne kadar ciddi olduğunu o an anladım.
Ellerimi havaya kaldırırken "Tamam tamam," diye kabullendim.
"Sana yeni bir tişört alacağım ama sadece o kadar. Senin kölen falan
olmam."
Allah'ım 500 liralık bir tişört almak için hangi duayı okuyup zengin
olunuyordu?
Telefonu kapatıp yine cebine attı. "Bence seçme şansın yok."
"Alacağım işte kahrolası tişörtünü, daha ne istiyorsun?"
Tüm dişlerini göstererek sırıttı. "Yemek!"
"Ne?"
"Karnım aç Asi. Seninle uğraşmaktan yemek yiyemedim ve şimdi sen
bir şeyler yapıp karnımı doyuracaksın."
"Sen restoran kapattırmış adamsın. Git yesene bir yerde."
"Keyifli değil. Ben senin yapmanı istiyorum. Yapmazsan eğer..."
"Yapacağım Allah'ın cezası," dedim dişlerimin arasından.

55
Onu kenara itip mutfağa yöneldim ve dolabın gözlerini tek tek arayıp
ne yapacağımı düşünmeye başladım. Seçenekler fazla sayılmazdı.
Seçenek bile yoktu ki. En sonunda kollarını önünde bağlayarak
kapıya yaslanmış, beni izleyen Azman'a döndüm. "Ev tam takır kuru
bakır."
"Biliyorum," dedi yüzünü ekşiterek. "Dolapta yıllanmış bir
makarnayla karşılaştım az önce. Hatta o beni yemeye çalıştı."
"Ha ha ha!" Dur bir dakika! "Dolabı mı karıştırdın?"
"Söyledim ya, karnım aç. Dolapta bir şeyler bulurum dedim ama sizin
evde bırak bir şeyler yemeyi az kalsın sadaka kutusuna para
bırakıyordum."
"Bizim sadaka kutumuz yok," diye çıkıştım.
"Bence olmalı," dedi sırıtarak. Sonra yanıma gelip kolumdan kavradı.
Beni kapıya doğru çekiştirirken kolumu hızla kurtardım.
"Hop! Ne oluyoruz?"
"Bizim eve gidiyoruz güzelim."
"Pardon?"
"Burada yiyecek bir şey olmadığına göre bizim evde yemek
yapacaksın."
"Hadi canım şaka yapıyorsun," dedim alayla. "Senin evine ayak
basmam ben."
Telefonunu çıkarıp önümde tehditkâr bir şekilde salladı. Sen o resme
dua et. Şimdilik ipler onun elindeydi. Şimdilik...
İç çekip önüne geçtim. "Karşı daireydi değil mi?"
Arkamdan gelen gülme sesiyle kapıyı açıp karşı daireye yöneldim.
Azman kapıyı açarken eliyle de sağ olsun içeriye buyur etti. O elini
56
kırmak varken bende mecburen içeri girdim. Mutfak benim evimle
aynı konumda olduğu için direkt oraya ilerledim ama içeri girmemle
şok olarak olduğum yerde kalakalmam bir oldu. Burası nasıl bir
öğrenci mutfağı olabilirdi diye tam düşünürken Azman'ın normal bir
öğrenci olmadığı aklıma geldi.
Geniş bir yemek masası duvara montelenmişti. Karşılıklı 4 beyaz
sandalye masanın etrafındaydı. Ankastre ürünler ve kahve
makinesine varana kadar değişik teknolojik aletler mutfak
tezgâhının bir bölümünü kaplıyordu. Adamın bulaşık makinesi vardı
ki o an en çok buna takılmıştım. Her öğrenci bizim gibi sefilleri
yaşamasa da bulaşık makinesi olan kaç öğrenci evi vardı?
Duvarda birkaç tablo asılıydı. Tabloları yapan kişi domates, biber ve
patlıcanı sanatsal(!) bir dille anlatmıştı.
O kadar sanatsaldı ki bir an aklıma Barış Manço'nun o meşhur
şarkısını bu mutfakta yazdığı bile gelmişti. Mutfak tıka basa bir
şeylerle dolu gibiydi ama bir erkek evine göre de o kadar temizdi ki
bizim mutfak burayı görse kendinden utanırdı. En azından ben
utanmıştım.
"Ne kadar daha orada dikileceksin?" dedi Azman arkamdan.
Oflayarak içeri girip ona döndüm. "Ne yapacağım?" Omuz silkip "Ne
biliyorsun?" diye sordu.
Düşündüm. Çok fazla da uzun da sürmemişti. Makarna, pilav,
patates yemeği, kızartma... Aslında başka şeyler bilmediğimden
değildi ama neredeyse iki buçuk yıldır bunlardan başka yemek
yapmamıştım. "Öğrenci yemekleri işte."
"O zaman dolma yap."
"Af buyur!"

57
Avucunu çevirip çukurlaştırdı ve diğer eliyle içine bir şeyler ekliyor
gibi yaptı. "Dolma diyorum. Hani şu biberin içine pirinçli bir karışım
konuyor ya..."
"Ne olduğunu biliyorum parlak zeka. Sorun onu yapacak olmam."
"O kısmı beni ilgilendirmiyor." Bir sandalyeyi çekip oturdu ve bir
bacağını diğerinin üstüne atıp keyiflice arkasına yaslandı. "Biberler
dolapta, kıyma buzlukta, bakliyatlar sağ alt çekmecede, baharatlar
sol üst dolapta. Başla."
"Ciddi misin sen?" dedim hayretle.
Tek kaşını kaldırıp dudaklarını kıvırdı. "Fazlasıyla." Pekâlâ! Çattık
belaya!
Ya sabır çekip ceketimin cebinden telefonumu çıkardım. Burak'a kısa
bir mesaj atıp o gelene kadar oyalanabilir, o gelince de bir yolunu
bulup kaçarım diye düşünmeme kalmadan Azman telefonu elimden
kaptı. Ne ara ayağa kalktığını bile anlamamıştım, ışınlanıyor muydu
ya bu herif?
"Ne yapıyorsun?" diye cırladım.
"Burak ha! Numarasını da mı aldın?"
Telefonu almaya çalışınca onu da ceketinin cebine attı. "Ver şunu!"
diye üzerine atıldım. Beni durdurmaya çalışırken, "Ne ara bu kadar
samimi oldunuz?" diye sordu imalı bir sesle.
"Sa-na ne?" dedim heceleyerek. Tam ceketinin cebinden telefonu
almayı başarmıştım ki bileklerimden tutup beni engelledi ve arsız bir
şekilde sırıttı. "Şu an beni taciz ediyorsun."
Kollarımı kurtarıp geriledim. "Saçmalama! Telefonu almaya
çalışıyordum sadece."
"Unut telefonu ve artık şu yemeği yap!"
58
Derin bir nefes alıp seslice dışarı üfledim. "Tamam be! Ama
telefonumu ver. Tarife bakmam lazım." Aslında tarife falan ihtiyacım
yoktu. Bendeniz Sabri Usta'nın kızıydım. Babamın Trabzon'da küçük
bir esnaf lokantası vardı. Oraya gide gele birçok yemeği de
öğrenmiştim. Amacım sadece telefonumu Azman'ın pençelerinden
kurtarmaktı.
"Üzgünüm güzelim ama kendin bulmak zorundasın çünkü o
telefonu vermeyeceğim." Ya ben ne günah işlemiştim de başıma...
Ha! Tamam. Tamam, Allah'ım hatırladım.
"Bu arada tencereler de şu gözde," dedi Azman eğlenen sesiyle.
Gösterdiği dolabı açıp bir tencere aldım ve gürültülü bir şekilde
tezgâha bıraktım. Buzdolabını açıp biberleri ararken ağzına kadar
dolu bir dolapla karşılaştım. Bizim en paralı zamanımızda bile dolap
bu kadar dolu değildi.
Zengin orangutan burangutan çocuğu!
Tüm malzemeleri tezgâha çıkarıp dolmanın iç harcını hazırlamaya
başlarken, "Umarım geceyi hastanede geçirmem," dedi Azman.
Ona öfkeli bir bakış atıp "Tek temennim bu," diye dişlerimin
arasından cevap verdim.
"Öyle bir durumda güzelim, hastane duvarlarındaki o meşhur
hemşire resmini senin fakülte kimlik fotoğrafın alır. Ve ben onun
daha çok dikkat çekeceğine eminim."
Ben ona öfkeyle bakarken o çalan telefonunu cebinden çıkarıp
kulağına götürdü. "Efendim... Hayır, güzelim bu gece olmaz." Bana
göz kırptı. "Bu gece başka bir misafirim var." Ulan ben senin o
imalarını sana yedirirdim de o resim olmasaydı.

59
Azman'ın son sözleri üzerine telefondan bir cırlama geldi ve Azman
yüzünü buruşturarak telefonu kulağından uzaklaştırdı. "Hazal'cığım
küfür o güzel dudaklarına hiç yakışmıyor."
Bana sen devam et der gibi yaptı ve mutfaktan çıktı. O çıkar çıkmaz
yemeği sabote edecek bir şeyler aramaya başladım. Keşke acil
durumlar için yanımda müshil ilacı bulundursaydım. Yarın ilk işim bir
eczaneye uğramak olacaktı. Neyse ki başka yöntemler de
deneyebilirdim. Üst dolabın kapağını açıp acı biber ve şekeri tezgâha
bıraktım. Şeker kavanozunu açıp tam hazırladığım karışıma
dökecektim ki "Sakın!" diye bir ses tarafından uyarıldım.
Başımı çevirince kapıda çatık kaşlarla bana bakan Azman'ı gördüm.
Bir elimdeki şeker kavanozuna bir ona bakarken dudağımı ısırdım.
"Aa! Bu şeker miymiş?"
"Hastane duvarları konusunda ciddiydim Asi," dedi ve elindeki
telefonu salladı.
Allah'ın belası!
Şeker ve biberi yerlerine koyup başa gelen çekilir diyerek yemeği
yapmaya devam ettim. Ocağa koyduğum biber dolması pişerken
gelen kokularla beraber ne kadar aç olduğumu da hatırladım. Dahası
en son ne zaman çay içtiğimi ben bile bilmiyordum. Bunun üzerine
dolapları açıp çay aradım. En sonunda bulduğum ambalajı açılmamış
çay paketini aşağı indirip bir de çay demlemeye giriştim.
"Çay sevmem," dedi Azman.
"Senin için değil zaten," dedim yüzümü buruşturarak. Hangi insan
çay sevmez demiyordum ama ben bir çay tiryakisiyken o insanları da
anlamam mümkün değildi.
Yemek pişince beyimize servis yaptım. Bir de Sultan Süleyman
havaları yok muydu, sinirimden ölmem an meselesiydi. Kendime de
bir tabak alacaktım ki -zira açlıktan midem birbirine yapışmıştı-
60
Azman'ın uyarısıyla elimle tabakla kalakaldım. "Sakın deneme bile. O
tencerenin tümü benim." Senin ağzından çıkanı kulakların duyuyor
mu acaba? Bu yemeği ben yaptım. BEN!
"Koca tencereyi yiyecek değilsin ya. Ben de biraz yesem ne olur?"
"Hepsi benim," dedi üzerine basarak.
"Aman, al dolmalarını da başına çal," diye söylendim. Üst gözden bir
bardak alırken en azından bir bardak çay içebildiğimi düşünüp
kendimi avuttum. Çayı doldurup Azman'ın karşısına oturduğumda
gömüldüğü dolmalardan başını kaldırmadan göz ucuyla bana baktı.
Allah'ım ne güzel de dolma yapmıştım? O biberler, o pirinçler ne
kadar da güzel görünüyordu. Ama ben yiyemiyordum.
İçimdeki acıyla çayımı yudumlamaya yeltenmiştim ki birden bardak
elimden çekildi. Gözlerimi büyütüp Azman'a baktığımda yapma bir
şekilde öksürüp "Boğazımda kaldı da," dedi ve çaydan bir yudum
aldı.
Benim çayımı içti. Benim. Çayımı. İçti.
"Allah'ım sana geliyorum," dedim şok içinde. Rabbim sen beni neyle
sınıyorsun?
Dişlerimi sıkıp ayağa kalktım ve bir bardak daha almak için dolabın
üst gözünü açtım. "Yeltenme bile," dedi
Azman ardımdan. "Çay da benim."
Gözlerim irileşirken ona baktım. "Yok artık!"
"Ne?" dedi. "Bu yaptığın şey -dikkat edersen dolma demiyorum-
boğazımdan zor geçiyor."
"Bari bir bardak içseydim." Sesim bu kadar acıklı çıkmak zorunda
mıydı? Ama elinden şekeri alınmış çocuk gibi hissediyordum şu an.

61
"Hayır. Benim dedim," dedi Azman elimdekini paylaşmayan açgözlü
çocuk edasıyla.
Seni adi piç kurusu diyen iç sesime Gül'ün müdahale etmesine fırsat
vermeden sen sus adi fırsatçı dost diye onu susturdum. Hala beni
nasıl sattıklarını aklım almıyordu ya. Hadi Gül biraz Polyannacı biriydi,
insanların gülen yüzüne hemen kanardı ama Elif böyle rüşvetlere
gelmezdi. O külyutmaz bir aynasızdı güya.
Azman iştahla benim yaptığım dolmaları ve benim yaptığım çayı
midesine indirirken ben de lokanta camına ekmek banan Kemal
Sunal gibi onu izledim. Vicdansız nasıl da güzel yiyordu?
Linkin Park'ın o güzelim şarkısı odayı doldurunca ben de girdiğim
transtan çıktım. Çalan telefonumu vermesi için elimi Azman'a
uzattım ama o telefonu cebinden çıkartıp cevapladı. Benim
telefonumu açtı. Benim!
"Efendim Burak'cığım." Burak kurtar beni diyen iç sesimi ve elinde
bir testereyle Azman'ı doğrama planları yapan katil tarafımı
susturup ona doğru telefonu almak için atıldım. Bir eliyle beni
engellemeye devam ederken konuşmaya devam etti. "Ha! Şey...
Evet, yanımda... Bizim evdeyiz tabii nerede olacağız. Keyifli zamanlar
geçiriyoruz dostum ve sen bizi oyalıyorsun."
Ben bu çocuğu öldürürdüm. Ben bu çocuğun o dilini kökünden
koparırdım. Gözlerimden ateş(!) kulaklarımdan duman(!) çıkarken
telefonu hala almaya çalışıyordum ama henüz telefona
dokunamamıştım bile. "Esra'ya veremem kardeşim. Kendisi bayağı
yoruldu."
Lan sen ne diyorsun? Allah'ım rezilliğin dibine vurmuştum. Gittikçe
de daha beter batacağımı hissediyordum.

62
Azman telefondan yükselen sesler üzerine, "Burak..." dedi bıkkın bir
şekilde. "Yarın görüşürüz." Telefondan hala sesler gelirken Burak'ın
yüzüne telefonu kapattı.
İçimdeki seri katilin gözlerini kan bürüdü. Kan istiyorum, vahşet
istiyorum, kopmuş kelle görmek istiyorum diye bağırınca sen istersin
de ben yapmaz mıyım? dedim hemen.
Yavaşça geri çekilip geriledim ve çekmecenin ilk gözünü açtım. Bir
ekmek bıçağı kapıp Azman'a döndüm ve şeytani bir şekilde sırıttım.
Tanıştırayım, Seri Katil Asiye...
Bir bana bir elimdeki bıçağa baktı. "Hey! Ne yapıyorsun kızım?" dedi
gözlerini büyüterek.
"Düşündüm de sen ölürsen resmi kimse internete atamaz." Başımı
yana yavaşça yatırdım ve psikopat sırıtışımı takındım. "Haksız
mıyım?"
Sandalyeden kalkıp gerilerken "Saçmalama!" dedi. "Bırak onu."
Ona doğru bir adım atıp "Artık çok geç!" dedim. "Önce dilini, sonra
az önce ima ettiğin yerlerini keseceğim."
İleri doğru atıldığımda hızlı davranıp dışarı koştu. Koridorda
duraksadığında "Delirdin mi kızım?" diye irileşmiş gözleriyle sordu.
"Delilik bizde irsî. Genlerden geliyor." Tekrar şeytan ve psikopat
karışımı sırıtışımı takınınca Azman yutkundu. Ona doğru koşmaya
başlamıştım ki kendini yan odaya atıp kapıyı kilitledi. Kapıya varıp
"Aç lan şu kapıyı!" diye bağırdım.
"Harbiden deliymişsin," dedi kapının arkasından gülerek. "Yine de o
ocağın başında çok ateşliydin."
"Ulan seni elime bir geçirirsem ben yapacağımı iyi bilirim." "Bu arada
ben hayatımda böyle felaket bir dolma yemedim."
63
"Zıkkım ye! Geberesice! Çık lan dışarı!" dedim kapıya vururken.
"Ne var bunda bu kadar sinirlenecek anlamıyorum," dedi yine
gülerek. "Altı üstü Burak'a biraz yorulduğunu söyledim. Ee, kaç
saattir yemek yapıyorsun. Yorulmuşsundur diye düşündüm." Sonra
bir kahkaha attı. "Aa! Sen şey mi anladın? İçin de amma fesatmış."
"Seni pis sapık herif! Azgın teke! Azman, senin var ya ben ta..."
Yaslandığım kapı birden açılınca başka bir sertliğe yaslanarak
düşmeden durabildim. Başımı kaldırıp Azman'ın kasılmış yüzüyle o
sertliğinde Azman'ın göğüs kasları olduğunu anladım. "Ne dedin az
önce bana sen?" Sesi az önceki keyifli halinin aksine sertleşmişti.
"Sapık herif! Azgın teke! AZMAN, hangisi?" diye sordum geri
çekilerek.
"Seni uyarmıştım," dedi dişlerinin arasından. Ardından hızlı bir
hareketle elimden bıçağı alıp koridora doğru fırlattı ve bileğimi
kavradı. Beni çekiştirirken kolumu kurtarmayı denedim ama piton
gibi koluma sarmıştı. Odadan içeri girdiğimizde "Ne yapıyorsun be?"
diye cırladım ama yatak odasına girdiğimizi fark edince öylece
kalakaldım.
Azman bana dönüp "Sana ne söylemiştim?" dedi.
Ne söylemişti diye düşünürken kelimeler birden zihnime doluştu.
'Bana bir daha o kelimeyi kullanırsan seni duvarın diğer tarafına
alırım.' Oha!
Biraz tırsarak hatta fazlasıyla tırsarak kolumu tekrar çekmeye
çalıştım ama o tuttuğu kolumdan çekip resmen beni kendine
yapıştırdı. "Sen kaşındın Asi," dedi kulağıma doğru. "Sen kaşındın."
Al şimdi ayıkla pirincin taşını!
• 'Fosilleşmiş Doğa Artığı'
🍀
64
Üniversite hayatım boyunca hiç böylesine boktan bir işin içine
düşmemiştim. Geçen sene olanlar haricinde tabii... Bir tişörtün
bunlara sebep olacağını bilseydim o Allah'ın cezası bez parçasını
koşa koşa kuru temizlemeye götürmez miydim ben? Ne tişörtmüş
ya? Sanki Hint kumaşı...
"Beni bırakmazsan eğer..." diye tısladım.
"Ne yaparsın?" dedi Azman dudaklarını yana kıvırarak.
Sigarayla karışmış parfüm kokusu genzime dolarken öksürmemek
için kendimi zor tutuyordum. "Bağırırım."
"Bağır o zaman. Bu da boşa konuşmadığımın kanıtı olur."
"Ne?"
"Sana o sesleri yakından dinlersin demiştim." Sesler ha! Görürsün
sen şimdi sesleri!
Ulan! Yetti be! Bunu sen istedin Aslanım diye savaş naraları atan
içimdeki sesle dizimi kırıp bacak arasına bir tekme savurdum ve bir
an o keyifli ifadesi tuzla buz oldu. Acıyla kasılıp gerilerken "Asıl sen
benimle uğraşırken bundan sonra iki kez düşüneceksin ulan!" diye
bağırdım. "Kolaysa bir daha bana dokun da bu sefer münasip
yerlerini kökünden keseyim."
Aferin kız Esra! Kiminle uğraştığını anlasın pezevenk. Of dedim de
rahatladım be! Sana da oh olsun Gül.
"Kızım..." dedi dişlerinin arasından. "Sen nasıl... Bir belasın?"
"Ha şunu bileydin." Benden buraya kadardı. Eve gidip çay
demleyecek sonra da karnıma taş bağlayıp uyuyacaktım. Adam
resmen hayat enerjimi bir günde tüketmişti. Zaten yiyemediğim o
dolmalar hala gözümün önünde süzülüyordu. Bunca zaman
içemediğim bir bardak çayın hayali ise bana işkence çektiriyordu.

65
Gözlerimin önünde süzülen dolmaların yanında artık çay bardakları
horon tepmeye bile başlamıştı.
Kapıya yönelmiştim ki Azman'ın yine önümde buldum. Anlaşılan o ki
kız kavgalarının nasıl başladığını göstermemi istiyordu. Ben de
zevkle o uzun saçlarını elime dolayıp gösterebilirdim. Geçen yaz
gittiğim kick boks derslerinden bir şeyler de üzerinde uygulamaktan
zevk duyardım.
"İşte bunu yapmayacaktın," dedi dişlerini sıkarak. Fazlasıyla kızmış
görünüyordu ki bu beni bu kez sadece keyiflendirdi. Bu şerefsizden
korkan onu gibi olsundu.
"Yaptım. Daha fazlasını yapmamı istemiyorsan çekil."
Öfkeli ifadesi birden silinip aptal sırıtışı yüzünü kapladı. "O zaman
sana iyi geceler." Bu da ne demekti şimdi?
Birden kapının üzerindeki anahtarı alıp dışarı çıktı. Kapıyı ardından
hızla çekip kilitledi. Bir kaç saniye saf saf kapıya bakıp olanları idrak
edince de kapıya koştum.
"Lan beni odaya mı kilitledin sen?" Bravo bana! Şu an en mantıklı
soru buydu sanki.
"Rahat dursaydın Asi," dedi yine eğlenen sesiyle. "Aslında bir şey
yapmayacaktım. Söyledim sana, ilgimi çekmiyorsun ama o son
hamle. O işte hiç olmadı."
"Aç lan şu kapıyı!" dedim kapıya vururken. Elimdeki sızıyla avucuma
baktım. Şerit şeklinde bir kesik vardı ama derin değildi. Muhtemelen
sapık herif bıçağı alırken olmuştu. Bense onunla uğraşmaktan yeni
yeni acısını hissediyordum.
"Sabaha kadar aç, susuz ve çaysız orada kal da aklın başına gelsin."
Sabaha kadar mı? Aç mı? ÇAYSIZ MI?

66
Kapı kolunu kavrayıp saçma bir şekilde açmaya çalıştım. "Aç şunu!
Bu nasıl ceza Allah'ın belası?"
"Sessiz olursan iyi olur. Yoksa gelen teyzelere senin odama dalıp
kapıyı üzerine kilitleyen ve tişörtlerimi koklayarak yatağımda
yuvarlanan saplantılı bir hayranım olduğunu söylerim."
Sinirden neredeyse ağlama noktasına gelmiştim. Aslında bu
tamamen elimdeki kesikle alakalıydı. Ne zaman bir yerimi yaralasam
gözlerim dolardı. "Aç şunu ya!" dedim artık kısılan sesimle.
"Ben gidip biraz daha ne olduğu belirsiz dolma çakmasından
yiyeceğim. Bir de çay içerim tabii. Fazla ses yapıp beni rahatsız etme.
Ha! Bu arada odamdaki tek bir eşyaya zarar gelirse ne olacağını
biliyorsun."
Duyduğum adım seslerinden gittiğini anladım. Hemen ceplerimi
karıştırıp telefonumu bulmayı denedim, Azman'da olduğu da bir kaç
saniye sonra aklıma geldi. Ee! Ben buradan nasıl çıkacaktım şimdi?
Karnım açlıktan guruldarken elime sarmak için bir şeyler bulmaya
çalışarak odada dolanmaya başladım.
Kapının hemen yanında bir tuvalet aynası vardı. Üzeri ise tıka basa
envaı çeşit parfüm ve çetesiyle doluydu.
Bir duvarda ise boydan boya bir kıyafet dolabı vardı. Dolabın
kapağını yana kaydırdığımda kıyafetlerinin düzenli bir şekilde renk
renk ayrılmış olduğunu gördüm. Ciddi ciddi tüm kıyafetlerini renk
ayrımına göre dizmişti adam. Her kıyafetin markası ise gözüme
gözüme çarpıyordu. Bir tane markasız şey bulsam yırtar elime
sarardım, en azından onun parasını karşılardım ama yoktu ki. Ben de
yeni bir tişört vakasını borç haneme yazdıramazdım. Daha ötekini
nasıl ödeyeceğimi bilmiyordum zaten. Yine de aramaya devam
ettim. Eşyaların herhangi birine ise dokunmaya korkuyordum. Bu
manyak her eşyayı da açık artırmadan falan almıştır, kim bilir?
67
Tüm odayı talan etsem de elime sarabileceğim ucuz bir bez parçası
bulamamıştım. Her yer o kadar düzenliydi ki tek bir dağınıklığa
rastlamadım. İnsanın çorabı da mı bir yerden çıkmazdı? Çıkmamıştı
işte.
Odanın ortasındaki yuvarlağımsı yatağın etrafını dolaştım ve
sonunda durup siyah örtülerini dağıttım. Yorganı da alıp yere
fırlattım ve ayakkabılarımla üzerinde tepindim. En azından bunu
yapabilirdim. Zaten o tişört meselesinden sonra yıkamam için bana
da veremezdi domuz herif. O yüzden oh olsundu. Sonra gidip o renk
renk ayrılmış kıyafetlerini yere saçtım. Onların üstünde de
tepinecektim ki, sonra vazgeçtim. Siyah nevresim takımından bir
şekilde lekeler çıkardı da bunlar muammaydı.
En sonunda duvar dibine oturup Azman'ın beni buradan çıkarmasını
bekledim. Dolan gözlerimle beraber burnumu çekerken içimde
tuttuğum tüm küfürleri tek tek saydırdım. O küfürlerin birazı da
Gül'ün kafamdaki sesine gitti. Bir saatin sonunda hala Azman'dan
ses yoktu. Acaba beni buraya kapatıp dışarı mı çıkmıştı adi herif?
Başımı duvara yaslayıp dizlerimi kendime çekerken çay içemediğim
en uzun sürenin acısıyla iç geçirdim.
🍀🍀🍀
Her yerde çay vardı. Hatta çaylar havalarda uçuşuyordu. Yakalamaya
çalışıyordum ama başaramıyordum. Bir kara demliğin bir ateşin
üstünde fokurdadığı duyunca oraya doğru koşmaya başladım bu
kez. Kurban olduğum çayın kokusu bile burnuma doluyordu ama
ben koştukça demlik de uzaklaşıyordu. Sonra Azman'ı gördüm, tam
kara demliğin yanında. Elindeki ince belli çay bardağıyla yere çöküp
demlikten bardağa çay doldurdu ve bana pis pis sırıttı. Çaydan bir
yudum alıp kötü adam kahkahaları atmaya başladığında ben hala çay
demliğine doğru koşuyordum. Azman yere oturdu ve yanında bu kez

68
bir dolma ağacı belirdi. Dolma ağacından bir dolma koparıp yemeye
başladı. Sonra yine çay içti ve kahkaha attı.
"Kızı odaya kapattığına inanamıyorum," dedi Burak onun yanında
belirerek.
Azman bir dolma daha koparıp midesine gönderdi. "Bir dersi hak
etmişti."
"Akın gerçekten bu çok fazlaydı. Ne akla hizmet onu buraya
kapattın? Elini de sen mi kestin?"
"Elini mi? Ben bir şey yapmadım." Biri elimi çekince seslerin
yakınımda olduğunu fark ederek gözlerim birden açıldı ve karşımda
Azman'ı buldum. Allah'ım ben burada mı uyumuştum? Hadi onu
geçtim benim bu herifin yatağında ne işim vardı? En son duvarın
dibinde değil miydim ben?
"Ne oluyor lan?" dedim elimi kendime çekerken. Hızla yatakta
doğrulunca Burak'ın da odada olduğunu o an fark ettim.
Azman elimi tekrar kendine çekti. Elimdeki yaraya bakıp bakışlarını
bana çevirdi. "Bu ne zaman oldu?"
Bir de soruyor ya, delirmemek işten değil. Elimi tekrar kurtardığımda
yine yakasını kavradım. "Seni ibne herif! Ne bok yemeye beni buraya
kapattın lan?"
Ellerimi tutup yakasından uzaklaştırırken "Kızım bir dur!" dedi.
"Önce eline bakalım, sonra hesap sorarsın."
Yine elimi tutacaktı ki onu itip ayağa kalktım ve o öfkeyle Burak'a da
hiçbir şey söylemeden yanından geçmek için hareketlendim.
"Gidiyorum ben. Kan beynime sıçradı ya."
Burak kolumdan yakalayıp beni durdururken "Esra!" dedi yumuşak
bir tonda. Ya ama yapma şunu! "Eline bakalım sonra gidersin."

69
Gel de şimdi bu adama itiraz et! "Tamam."
"Tamam mı?" dedi Azman. "Az önce ben de aynısını söyledim. Bana
ibne herif ona tamam mı?" Öfkeli gözlerimi ona çevirdiğimde, "Sen
sakın konuşayım deme!" dedim dişlerimin arasından.
"Sen boş ver onu," dedi Burak ve sağlam olan elimden tuttu. "Gel de
şu elini saralım artık."
Bu çocuk niye elimi tutup duruyordu? Yani gel dese yeterli olmuyor
muydu? Kaçacağımı falan mı düşünüyordu acaba? Daha düzinelerce
soru sıralayabilirdim ama burada kesmeye karar verdim. Zira şu an
tuttuğu elimden vücuduma bir sıcaklık yayılıyor ve soğuk soğuk
terletiyordu. Sıcaklık nasıl soğuk terletiyordu, onu ben de
bilmiyordum.
Burak gözlerini Azman'a çevirdi. "Akın sen de bir ilk yardım çantası
falan getir."
Azman önce Burak'ın elimdeki eline sonra ikimize baktı. Tek kaşını
kaldırıp tam bir şey söyleyecekti ki "Tamam," diyerek vazgeçtiğini
belirtmiş oldu.
Burak'ın peşi sıra salona doğru ilerlerken annesinin parka götürdüğü
ve her an kaçacakmış gibi elini sıkı sıkı tuttuğu bir çocuğa
benziyordum şüphesiz. Salona girdiğimizde yine burası bizim yan
daire mi diye düşünmeden edemedim. Yan yana iki duvar bordoya
tam karşısındaki iki duvar da krem rengine boyanmıştı. Ortada L
krem bir oturma grubu karşısında da gösterişli bir cam sehpa vardı.
Pencerenin önündeki karşılıklı iki bordo koltuğun ortasına ise küçük
bir başka sehpa konulmuştu. L koltuğun hemen karşındaki
televizyon ünitesinde devasa bir televizyon, onun da önünde
playstation konsolları duruyordu.

70
Etrafı izlemeye o kadar dalmıştım ki, Burak beni L koltuğa
oturttuğunda dikkatimi ona ancak verebilmiştim. Elimi kendisine
çekip "Derin gibi görünmüyor," dedi. "Acıyor mu?"
Başımı iki yana salladım. "Hayır, önemli bir şey değil."
Azman elinde bir kaç ilk yardım malzemesiyle gelip onları cam
sehpaya bıraktı ve yine bize garip bakışlar atıp sehpanın bir köşesine
oturdu. İnşallah o cam sehpa kırılır da cam parçaları da bir yerlerine
geçer eşliğinde geçen bir beddua tufanıyla ona öfkeyle baktım.
Keşke mavi gözlü olsaydım da şu cam sehpayı nazar gücüyle
kırabilseydim.
"Abartma Burak," dedi. "Ufak bir kesik işte. Hançer yarası değil
sonuçta."
"Bunu geçen gün ayağı sehpaya çarptığı için tüm mobilya sektörüne
küfreden adam mı söylüyor?" dedi Burak ve elimi temizlemeye
başladı.
"O başka. Bir an dünyam karardı sanmıştım."
"Senin dünyanı ben karartacağım, az kaldı," diye fısıldadım. Burak
bakışlarını elimden çekip bana baktı ve güldü.
Azman ise duyamamış olacak ki "Ne?" dedi.
"Yok bir şey," dedi Burak elimle ilgilenmeye geri dönerek. "Açım
ben. Evde bir şeyler var mı?"
"Olmaz mı?" dedi Azman. "Esra felaket dolması yaptı."
Burak anlamamış olacak ki "Ne dolması, ne dolması?" diye sordu.
"Felaket dolması. Bir yiyen bir de yemeyen pişman."
"Yemeseydin o zaman," diye atıldım. "Sana zorla yediren mi vardı?
Sanki hayvan gibi yemeğe saldıran bendim. Üstelik bir tanecik bile

71
yiyemedim. Hadi onu geçtim. İnsan bir bardak çayı da mı çok görür?
Çay ya bu?"
"Sus be kızım. Taramalıya bağladın. Amma da içerlemişsin."
"Harbiden kıza dolma yaptırıp üstüne üstlük ona yedirmedin mi?"
dedi Burak.
"Onu düşündüğümden. Dedim ya dolmalar felaketti," dedi Azman
yüzünü buruşturarak.
Burak elimdeki yaraya bir yara bandı yapıştırıp ayağa kalktı ve "Bir de
ben bakayım şu felaket dolmasına," dedi. Tam kapıdan çıkacaktı ki
Azman bir çita edasıyla koşup önüne atladı ve kollarını iki yana açtı.
"Olmaz!"
"Ne demek olmaz?" dedi Burak.
"Daha çok gençsin kardeşim. Bunu sana yapamam."
Burak onu kenara itmeye çalışsa da Azman yerinden kıpırdamamaya
diretiyordu. "Çekil şuradan Akın!" "Hayır diyorum."
"Oğlum kıracağım şimdi kafanı. Çekilsene!" Burak Azman'ı son bir
gayretle itip mutfağa koştu. Azman da peşinden koşarken "Benim
onlar!" diye bağırıyordu.
Onların bu halleri üzerine gülmeye başladım. Kesinlikle arasam bu
ikiliyi başka yerde bulamazdım. Gerçi Azman'ı bulmak ister miydim
orası muallaktaydı. Manyak herif ya! Beni odaya kilitlemişti. Onun
yüzünden aç kalmıştım, susuz kalmıştım ama en çok da çaysız
kalmıştım. Öyle ki hasretimden çay rüyalarıma bile girmişti.
İçeriden gelen bağrışmalar sonucunda Burak zafer kazanan taraf
olarak elinde bir tabakla kapıda göründü. Azman ise ona öfkeli bir
bakış atıp yanından geçti ve koltuğa oturdu. Bu sefer Burak karşıma

72
geçip sehpanın üzerine oturdu ve "Esra!" dedi hayretle. "Bunları sen
yapmış olamazsın."
"Vallahi ben yaptım sanıyordum ama yanlışlık olmasın. Yine de ben
bir kendime sorayım."
O bir kahkaha atarken ben de güldüm. "Muhteşem olmuş bunlar."
Bir de ben yiyebilseydim diye düşünürken içimi okumuş gibi "Dur bir
tabak da sana getireyim," dedi. Tam ayağa kalkmıştı ki Azman'ın bed
sesiyle tekrar aynı yerine oturdu.
"Hayatta olmaz. Onu verdiğimi dua et."
Ona bakıp yüzümü öfkeyle buruşturdum. Bu nasıl bir cimrilikti böyle
ya. Adam benim yaptığım dolmaları bana vermiyordu. İnşallah geri
kalan o dolmalar boğazında kalırdı, ya da yer yer de kabız olurdu. Bu
daha iyiydi. İnşallah kapkabız olurdu.
"O zaman biz de bunu beraber yeriz." Burak'ın sesiyle kendimi
beddualardan kurtardım. Başımı ona çevirdiğimde dolmadan kestiği
bir parçayı bana doğru uzattı.
Şaka mıydı bu?
Şaka falan mıydı bilemezdim ama ben açlıktan ölüyordum ve itiraz
falan edecek de değildim. Elimi çatala uzatırken o da bırakmamıştı.
Çataldaki parçayı alıp çiğnediğimde gözlerim büyüdü. "Sabri Usta
aşkına! Ne kadar da güzel yapmışım?"
"Kesinlikle," dedi Burak ve dudaklarını yukarı kıvırdı.
Azman homurdandı. "Egoma laf edene bak."
Ona burun kıvırırken Burak'la beraber dolmaları bir güzel yedik.
Düşününce romantikmiş gibi gelen bu eylem benim aç olmam ve
yemeğinde dolma olması dolayısıyla pek de romantik sayılmazdı
ama yine de Azman homurdanmaya devam etti. "Yanımda daha ne
73
kadar oynaşacaksınız," dediğinde pirinçler boğazımda kaldı ve
öksürmeye başladım.
Edepsiz ya bu! Allah'ından ne zaman bulacak ya bu?
Azman koltukta yanıma kayıp sırtıma sertçe vurduğunda "Helal,
helal!" diyerek sırıttı. O nasıl bir vurma tarzıydı bilmiyorum ama
ciğerlerim birazdan ağzımdan çıkacaktı. Hatta böbreklerim az önce
konkordato ilan etmeye fırsat bile bulamadan iflas bayrağını
göndere çekmişti. Safra kesem ve dalağım şu an onu teselli
ediyorlardı. Böbreküstü bezlerim ise gözlerindeki yaşları siliyorlardı.
"Ben su getireyim," dedi Burak.
"Hayır, hayır," diye itiraz ettim hala öksürürken. "Geç oldu... Ben
gideyim artık."
Azman kolundaki pahalı saate bakarken "Geç de laf mı? Saat bire
geliyor," dedi. Bir hışımla kolumdan tutup beni kaldırdı. "Hadi sen de
evine git artık. Ziyaretin kısası makbuldür, biz büyüklerimizden böyle
gördük." Beni kapıya doğru çekiştirirken Burak, "Bıraksana oğlum
kızı," diye çıkıştı. "Kendisi yürüyebiliyor."
Azman dış kapının önünde durup başını ona çevirdi. "Bunu az önce
ahtapot misali elini ona dolayan adam mı söylüyor?"
"Akın!" diye biraz kısık sesle uyardı onu Burak.
Azman buna karşı tek kaşını kaldırıp sırıttı ve hemen kapıyı açıp beni
dışarı itti. "İyi geceler Asi! Rüyanda beni gör Asi!" deyip kapıyı
suratıma çarptı.
Öylece ağzım açık kalakaldım. Adam beni eve zorla sokmuş az önce
de kapı dışarı etmişti. Erkeklere odun diyorlardı ya buna odun falan
az gelirdi. Bu bildiğin fosilleşmiş doğa artığıydı.
Bir de ne demişti o? Rüyanda beni gör mü? Allah'ım yazdıysa bozsun!
Onun olduğu bir rüya ancak kabus olurdu ki olmuştu da. Hala o
74
dolmaları yiyişi gözlerimin önünde, çayı hüpletişi, kötü adam
kahkahaları kulaklarımdaydı.
Kendi daireme doğru yönelip kapıyı açmaya yeltenmiştim ki
anahtarımın evde kaldığını hatırladım. Zili tehlike müziği eşliğinde
çalarken ayağımı da sabırsızca yere vurmaya başladım. Hesap saati
yazdı neon ışıklarla ekrandı.
Yaklaşık bir dakika sonra kapı açıldı ve "Ne var be gecenin köründe?"
dedi Elif gözlerini ovuşturarak.
"Dayak var. Hastanelik olmak var. Arkadaş satmanın bedelini
ödemek var." Gözleri anında açılırken "E-e-esra!" diye kekeledi.
"Ta kendisi! Saatlerdir bir bardak çay içememiş bir adet Esra şu an
kapınızda canım. Hadi Gül'ü çağır da başlayın hemen."
Titredi. "Başlayalım mı? N-neye?"
"Son duanızı etmeye," dedim şeytanca sırıtarak.
• 'Astım değil, Çay Krizi'

Elimdeki kalemi ritmik bir şekilde kantindeki masaya vururken
sıkıntıyla nefesimi dışarı üfledim. Allah'ım! Bu kız ne zaman
susacaktı? Saatlerdir başımda vır vır edip duruyordu. Saniyede en az
üç kelime konuştuğuna yemin edilirdim ama ispatlayamazdım.
İşkence çekiyordum resmen. Kulaklarım bile uğuldamaya başlamıştı.
Bir de parfüm şişesine düşmüş gibi kokmuyor muydu? Resmen
burnum hissizleşmişti. Voldemort gibi hissediyordum şu an. Şeyda
da gözümde şu an bir Harry değilse ne olayım?
"Sonra o sarışın yelloza dedim ki..."
"Şeyda..." dedim bıkkınlıkla. "Senin dersin yok mu?"

75
Önce yüzü düştü, sonra dudaklarını büzdü. Mavi lensli gözleriyle
yavru köpek bakışları atarken, "Seni sıkıyor muyum hayatım?" dedi.
"Bak kızım! Öncelikle ben senin hayatın falan değilim ve bunu sana
zilyonuncu kez söylüyorum ve evet, artık yelloz, oje, dip boyası
muhabbetinden kusmak üzereyim."
Kırmızıya buladığı dudaklarını sarkıttı ama sonra yine gülümsedi.
Jokere benziyordu bu kız ya, çok korkunçtu. "O zaman sana kahve
alayım da biraz da sen anlat. Hem belki yeni evinin adresini de
verirsin."
Evet, bir şeyi hep es geçiyordum. Şeyda da hakaret işe yaramıyordu.
Kız toprak yola dökülmüş zift gibiydi. Üzerine çakıl taşı döksen içine
çekiyor ve aynı yapışkanlığına devam ediyordu. Sırf onun bu
yapışkanlığı yüzünden evimi ara bir sokaktaki eski bir eve taşımıştım.
Allah'ım, ben bu kızdan ne zaman kurtulacaktım?
"Şeyda'cığım," dediğimde oradaki -cığım ekinden dolayı
gülümsemesi kulaklarına vardı. Daha da jokere benzedi ama ona
sorsan, o Adriana Lima'dan bile daha güzeldi.
"Evet bebeğim."
Keşke küçük kız kardeşimin Barbie bebeklerinin kafasını kopardığım
gibi aynı muameleyi bu kıza da yapabilseydim ama o yine de bir
yolunu bulup kopan kafasını yerine diker ve bana Bebeğim derdi.
"Fen ve Edebiyat Fakültesi'nin kantinindeki kahvelere bayıldığımı
söylemiş miydim?"
"Öyle mi?" dedi heyecanla. "Hemen alıp geliyorum." Bu kız bu
üniversiteyi cevap anahtarı üzerinde sayısal loto oynayarak
kazanmamışsa ben de bir şey bilmiyordum. Fen ve Edebiyat
Fakültesi kampüsün diğer ucundaydı. Neyse ki o bu topuklularla
gidip gelene kadar geçirebileceğim rahat bir 20 dakika vardı.

76
Şeyda gider gitmez biri masaya gürültüyle kitaplarını bıraktı. Başımı
kaldırınca Burak'ın yorgun bakışlarıyla karşılaştım. "Şeyda değil miydi
o?" dedi birden sırıtarak. "Nereye gidiyor?"
"Fen ve Edebiyat Fakültesi'nin kantininden bana kahve almaya."
Sandalyeyi çekip otururken güldü. "Çok acımasızsın Akın!"
"Hak etti. Bana dip boyasını anlatıyor ya! Dip boyası gelmişmiş ama
kuaförü öldüğünden boyatamışmış, o da tam ölecek zamanı
bulmuşmuş. Kafadan kırık bu kız oğlum!"
Burak güldü ve hemen ardından telefonunu çıkarıp birini mesaj
yolladı. Sonra telefonu masaya bırakıp kahve almak için ayaklandı. O
gidince gelen mesaj sesiyle telefonunu önüme çektim. Gönderen
kısmında Esra yazıyordu.
"Evet, Okuldayım. Yeni geldim."
Ne oluyor lan? Bunlar mesajlaşıyorlar mıydı bir de? Keşke telefonunu
sabah o sarışın kıza vermeseydim.
"Aman bana ne?" diyerek telefonu eski yerine ittim. Sonra aklıma
gelen şeytani düşüncelerle kendi telefonumu çıkardım ve mesaj
kısmına girdim.
"Canım kahve istiyor Asi," yazıp gönderdim. Telefonunu ele
geçirdiğimde açma kilidine koyduğu deseni bulmak zor olmamıştı
ama sadece numarasını araklamıştım. Özeline girip telefonunu
karıştırmak benim gibi bir şerefsize bile yakışmazdı. Evet, o sarışın
kızın anahtarını araklayıp evine girdiğimde odasını inceleyip o kimlik
resmini bulmuştum ama o da öylece masasının üzerinde duruyordu.
Ortalığı kurcalamamıştım yani. Zaten onun telefonuma kaydettiğim
kimlik resmini bile çoktan silmiştim ama bunu henüz ona söylemeye
niyetim yoktu.
Bir kaç dakika sonra cevap geldi.
77
"Lan telefonuma kendini Yakışıklı diye mi kaydettin?"
"Telefonumu nasıl açtın?"
"Senden kurtuluş yok mu oğlum?"
Mesajlar art arda yağmaya devam ederken sırıtmama engel
olamadım. Bu kızla uğraşmak gerçekten keyifliydi. Diğer kızlar gibi
ağzımın içine düşmüyordu en azından. Dahası biraz agresif bir tarzı
vardı ki bu hoşuma gidiyordu.
"Bir dur kızım ya! Kahve istiyorum diyorum senin derdine bak. Bu
arada kahveyi az şekerli ve sütlü içiyorum."
Burak'a göz ucuyla bakıp tekrar telefona odaklandım ve gelen
mesajı okudum.
"Bana ne oğlum bundan? Ben sizin köyün kahveci başı mıyım?
Starbucks mıyım lan ben?"
Bir kahkaha atarken kantinde bir kaç kişi dönüp bana baktı ve bu
tabii ki umurumda olmadı. Eh! Bakacaklardı tabii. Her zaman böyle
yakışıklı bir yüzü gülerken göremezlerdi.
"Ne oldu?" dedi Burak elinde kahvesiyle masaya otururken. "Az
önce yüzün sirke satıyordu. Şimdi kantini inletiyorsun."
İşaret parmağımı kaldırıp "Bir dakika!" dedim ve mesaj yazmaya
giriştim. "Şu an o nur cemaline bakıyorum. Aa! Parmağım yavaş
yavaş paylaş kısmına gidiyor. Kahve içemeyince hep böyle oluyorum
işte."
"Huysuz, aksi, lanet herhalde?" Okuduğum mesajla tekrar gülmemek
için kendimi zor tuttum. "Ne istiyorsun sadede gel."
"Ne oluyor oğlum?" dedi Burak merakla.
Dudaklarım sinsice yana kıvrılırken "Birazdan öğrenirsin," dedim.

78
"Söyledim ya kahve! Az şekerli ve sütlü. Mimarlık Fakültesinin
kantininde sağ taraftaki son masa ve senin 5 dakikan var." Mesaj
gecikmedi.
"Manyak mısın sen? Bizim fakülteden oraya gelmem bile 7 dakika
sürer."
"Ne ara hesapladı?"
"Neyi?" dedi Burak. "Ne karıştırıyorsun lan sen?"
"1 dakikan gitti bile."
Son mesajı gönderip Burak'a döndüm. "Şu kız, Esra. Onunla aranda
ne var?"
Sorduğum soruyla bir an afalladı. Sonra gözlerini kısıp "Ne alaka
şimdi?" diye sordu.
"Bu bir cevap değil Burak."
"Ne olacak? Arkadaşım sadece."
"Sen ne zamandan beri arkadaşların için gecenin bir vakti evime
damlıyorsun?"
"O zaman sen söyle. Esra'ya o dolmaları nasıl yaptırdın?"
Söylediği şeyle kaşlarım çatıldı ve yine aklım o dolmalara gitti. Kız
nasıl da güzel yapmıştı ve ben bir tabağı bu şerefsiz herife
kaptırmıştım. Evime gelen onlarca kızdan doğru düzgün makarna
yapabilen bile çıkmazken kız dolma yapmıştı. Dolma! Düşündükçe
insanın inanası gelmiyordu.
"Ne alaka lan şimdi?"
Burak "Bu bir cevap değil," dedi misilleme yapıp tek kaşını
kaldırarak. "O kız hayatımda gördüğüm en hırçın kız ve senden de
pek haz etmediği açık ama bir geliyorum ki sana dolmalar yapmış,
79
sen onu odana kilitlemişsin ve senin yatağında uyuyor. Söyle şimdi,
neyle tehdit ettin kızı?"
Ulan bu herif nasıl her şeyi şıp diye anlıyordu? Kızı odama kilitlemek
aslında planladığım bir şey değildi ama o da o son hareketi
yapmayacaktı. Yine de bir süre sonra insafa gelip onu çıkarmaya
gitmiştim. Hatta bir tabak dolma bile vermeyi düşünüyordum ama
odama girince onu uyurken bulmuştum. Vicdansız biri
sayılmadığımdan -yani bazen- onu yatağa yatırmıştım ve sanırım o
yatakta sadece uyuyan ilk kızdı.
Kız güzeldi ama çok daha güzelleriyle takıldığım olmuştu. Onun farkı
güzelliği değil davranışlarıydı. Ve tabii ki o upuzun dili... Hala o
bıçakla beni kovaladığı an aklıma gelince gülmemek için kendimi zor
tutuyordum. Yine de ser verip sır vermeyerek Burak'a "Cazibemle,"
dedim. "Kim benim cazibeme karşı koyabilir ki?" "Komik mi bu?"
dedi Burak yüzünde tek kas oynamadan.
Aynı anda biri nefes nefese yanımızda bitti ve masaya sertçe bir şey
bıraktı. Kahve...
Burak'la aynı anda başımızı kaldırınca yanakları hafif kızmış ve saçları
dağılmış Esra'yla karşılaştık. Belli ki koşmuştu. Ve itiraf etmeliyim ki
şu haliyle bile fazlasıyla çekici görünüyordu.
"Al Allah'ın cezası kahven. Zıkkımlan!"
Burak kaşlarını çatıp bana dönerken "Onunla mı mesajlaşıyordun?"
dedi. Niye sinirlenmişti bu çocuk şimdi?
"Evet," dedi Esra. "Ta İletişim Fakültesinden bu peze..." Duraksayıp
dudaklarını birbirine bastırdı. Belli ki küfür edecekti ama etraftan
çekiniyordu ki buna şaşırmıştım. Pek insanları takan bir yapısı varmış
gibi görünmüyordu. "Bu pek geberesice arkadaşına kahve getirdim."
"Niye?" dedi Burak.

80
Esra tam ağzını açmıştı ki telefonu sallayıp onu söylememesi için
uyardım. Burak resim meselesinden haberdar olursa yine keyfimin
içine limon sıkardı. Bir an gözlerinden ateş çıkacak sansam da "İyilik
yapma günümdeyim," dedi dişlerinin arasından.
Kahvemden bir yudum alıp yüzümü ekşittim. "Soğumuş bu."
"Lan tabii ki soğuyacak!" diye patladı. Şu an üzerime saldıracak gibi
görünüyordu ki onun bu hali ben de kahkaha atma isteği
uyandırıyordu. "O kadar yol gelirken dökmediğime dua et."
"İstemem," dedim burun kıvırarak. "Yenisini getir." Gözlerini tavana
çevirdi ve "Ya sabır!" dedi.
"Bırak Esra şunu!" dedi Burak. "Gel otur da biraz soluklan. Nefes
nefese kalmışsın."
Ona öfkeli bir bakış attım. Derdi neydi bu çocuğun Allah aşkına? İki
gramlık keyfim var, ne bozuyorsun oğlum?
Asi etrafına şüpheli bir bakış attı ve "Aslında gitsem iyi olur," dedi.
"Şuna şuradan kahve alayım, tekrar fakülteme döneceğim."
"Hayır. Ben yan fakültenin kahvelerinden istiyorum. Onlar daha
güzel yapıyor." "Akın!" diye uyarma gereği duydu Burak.
"Seni öldürürüm," diye tısladı Esra. Elimdeki telefonu tekrar
salladığımda bir an onu alıp karşı duvara fırlatacak sandım ama
dudaklarını kıpırdatıp bir şeyler mırıldanmakla yetindi. Muhtemelen
içinden şu an bana küfürler yağdırıyordu.
"Tamam. Gidip geliyorum hemen," dedi arkasını dönerken.
"3 dakika."
Başını hızla bana çevirip irileşen yeşil gözleriyle "Ne?" dedi. Bu göz
rengine yeşil değil de yeşim deniyordu sanırım. "3 dakikada nasıl
gidip geleyim?"
81
Omuz silktim. "Bundan bana ne ki?"
Burak bana öfkeli bir bakış atıp ayağa kalkarken Esra her an koşmaya
hazırlanır gibiydi, aynı anda yine etrafı sanki birini arıyormuş gibi
tarıyordu. Burak onu kolundan tuttuğunda yine bakışları ona döndü.
"Esra neler oluyor?" Gerçekten bu herif yavaş yavaş da beni
sinirlendirmeyi başarıyordu. Genelde benim kızlara takılmama
karışmazken şimdi bu hareketleri fazlasıyla sinir bozucuydu.
Esra tam ağzını açıp ona bir şey söyleyecekti ki "Zaman aleyhine
işliyor Asi!" dediğimde kolunu hızla Burak'tan kurtardı ve koşmaya
başladı.
Geniş bir sırıtışla ardından bakarken Burak sandalyeyi sertçe çekip
oturdu. Ben de bu hareketiyle bakışlarımı ona çevirdim. "Derdin ne
oğlum senin? Ne uğraşıyorsun kızla?"
Bana sesini mi yükseltmişti bu herif? Bu kıza ilgisi falan mı vardı
acaba? Daha tanışalı iki gün olmuşken bu konuşma tarzı da neyin
nesiydi böyle?
"Tişörtümü..."
"Başlatma tişörtüne! Sanki yenisini alacak paran yok. Sen o tişörtün
parasını bir günde yiyorsun Akın."
"Sana ne oluyor be?" diye öne doğru eğildim. "İki gündür tanıdığın
kıza mı tutuldun yoksa?"
"Saçmalama!" dedi sertçe. "Sadece o kız senin oynayabileceğin
kızlardan değil."
"Bundan sana ne Burak? Seni neden ilgilendirsin ki?"
Burak derin bir nefes alırken dudaklarını birbirine bastırdı. Bir süre
sakinleşmeye çalıştı, sonunda, "Bak!" dedi daha sakin bir sesle. "Kızı
oradan oraya koşturuyorsun. Belli ki bir açığını bulmuş oraya
oynuyorsun ama yapma."
82
"Sen iyi misin Burak?" dedim artık tamamıyla öfkeli bir sesle. "Şu an
tutmuş bana saçma bir kızı savunuyorsun."
"Anlamıyorsun," dedi yine sesi sertleşirken. "O kızın bir hasta..."
Gözleri bir noktaya takılınca devam edemedi. Başımı çevirip onun
baktığı yere diktim gözlerimi. Asi yine nefes nefese kantine girdi ve
elindeki karton bardağı bulduğu ilk masaya bıraktı. Sonra ellerini
dizlerine koyup nefeslenmek için olsa gerek eğildi. Dizlerine dayadığı
elinin birini çözüp yandaki masaya tutundu önce, sonra birden yere
oturdu ve masadaki elini diğeriyle birlikte yere dayadı. Nefes
almakta zorlanır gibi bir hali vardı.
Bir kaç kişi onun yanına birikirken Burak ayağa fırladı. "Lanet olsun
Akın!" diye tıslarken koşmaya başladı. "Kız senin yüzünden astım
krizi geçiriyor." "Ne?" dedim şaşkınlıkla. Astım krizi mi?
Sandalyeyi itmemle Burak'ın peşinden ilerlemem bir oldu. O da
çoktan Esra'nın yanına varmış ve hemen çantasına yönelmişti.
Çantayı sırtından hızla çıkarırken içini açıp karıştırmaya başladı.
Bense ellerini yere dayamış hırıltılı nefesler çıkaran kıza bakıyor ve
ne yapacağımı belki de ilk kez bilemiyordum. Kendime küfürler
ederken yere, onun yanına eğilip "Esra!" dedim panikle ama beni
görmüyor gibiydi. Burak her ne arıyorsa biraz uzun sürünce kız daha
da kötüleşmeye başladı. Yavaş yavaş gözleri kapanınca düşeceğini
anlayıp onu yakaladım, bir küfür savururken kız kollarıma yığıldı.
"Esra!" dedi Burak daha da panikleyerek. "Kahretsin! Nerede bu ilaç?
Tamam buldum." Eline aldığı astım spreyini kıza yaklaştırdı ama ne
yapacağını bilemeyerek kalakaldı. Elinden spreyi çekip Esra'nın
dudaklarına yerleştirdim. Üst taraftaki kısma basılı tutup "Hadi Asi!"
dedim. "Nefes al! Nefes Al!"
Bir kaç saniye sonra derin bir nefes aldığını işittim ve rahatladım.
Esra'nın nefesleri düzene girerken Burak da derin bir nefes alıp yere
oturdu. Onun şu haline bakınca ben de bir şeyin farkına vardım. Bu
83
kız kesinlikle ilgisini çekiyordu ve Burak bir kıza ilgi beslemeye
başlamışsa bu kolay kolay da geçmezdi.
"Neden uyanmıyor?" dedi yine panikleyip Esra'ya yaklaşırken.
"Bilmiyorum," diye itiraf ettim. Etrafa toplanan kalabalığa dönüp
öfkeyle bağırdım. "Dağılın lan! Tiyatro mu oynuyoruz burada?" Kızın
alacağı iki gram hava varsa onu da bu asalaklar tüketiyordu.
Kalabalık benim çıkışım üzerine yavaş yavaş dağılırken "Hastaneye
götürelim," dedi Burak.
"Tamam," deyip Asi'yi kucağıma almaya yeltenmiştim ki Burak
benden hızlı davranıp öfkeli bir sesle "Ben alırım," dedi ve kızı
kucağımdan kendi kucağına çekip ayaklandı. Ulan Burak bu
artistliklerini sana sormazsam eğer...
Onun peşi sıra ilerlerken sanki birisinin Esra diye seslendiğini sandım
ama kim olduğuna bakmak yerine hızlı adımlarla Burak'ı takip etmeyi
sürdürdüm. Dışarı çıktığımızda Burak bana dönüp "Araban nerede?"
diye sordu. "Çünkü ben benimkini senin yüzünde boyamaya vermek
zorunda kaldım."
"Gel!" dedim ve fakülte binasının yanından döndüm. Arabayı park
ettiğim yere hızla geldiğimizde arka kapıyı açıp geri çekildim. Burak
önce Asi'yi arka koltuğuna bıraktı. Sonra kendisi diğer tarafa yönelip
içeri geçti ve kızı tekrar kucağına çekti.
Arabaya bindiğimde dikiz aynasından ona baktım. Zaman geçtikçe
kızın hala uyanmaması Burak'ı daha da geriyor gibiydi. Gerçi uyansa
ne tepki verirdi, onu hiç kestiremiyordum çünkü şu an bir oğlanın
kucağında baygın yatıyordu.
Fark etmeden sinirlendiğimi hissederek arabayı çalıştırdım ve gaza
bastım. Kampüsün çıkışına doğru giderken "O iyi mi?" dedim
Burak'a. Karşılığı bir kükremeyle geldi.

84
"Çok iyi. Belli olmuyor mu?"
"Burak böyle olacağını bilemezdim. Ben nereden bileyim kızın astım
hastası olduğunu?"
"Sana yapma dedim. Ben dinleseydin ya piç kurusu."
Öfkeden sıkıca kavradığım direksiyondaki ellerim bembeyaz
kesilmişti. Sakinleşmeye çalışsam da başaramadım ve "Seni neden
dinleyecekmişim lan?" diye bağırdım.
"Bana bak oğlum..." dedi Burak dişlerinin arasından ama Asi
kıpırdanınca sanki az önce kükreyen aslan o değilmiş gibi süt
dökmüş kediye döndü. "Esra! İyi misin?"
Kızın gözleri yavaş yavaş açıldı ve bir kaç saniye Burak'a baktı. Kaşları
çatılırken ben ona bakmaktan kaza yapmama ramak kalmıştı. "Ne
oluyor lan?" dedi tıpkı dün benim yatağımda uyandığında olduğu
gibi.
Onun bu hali sinirimin dağılmasına sebep oldu ve yine dudaklarımın
yukarı kıvrıldığını hissettim. Esra kendini Burak'ın kollarından
kurtarınca keyfim iyice yerine geldi. Burak ellerini havaya kaldırdı ve
"Sakil ol!" dedi. "Seni hastaneye götürüyoruz."
Asi'nin gözleri ardına kadar açıldı ve "Biptir!" dedi. Biptir ne ya?
Sonra paniklemiş gibi o da ellerini havaya kaldırdı. "Yok. İyiyim ben.
Gerek yok."
"Esra daha dün bir atak geçirdin. Bugün de aynısı oldu. Bu tehlikeli
olabilir. Doktora görünmelisin."
Dün de mi kriz geçirmişti bu kız? Hem de Burak'ın bundan haberi
vardı. Ne zaman? Bunlar dün günü beraber mi geçirmişti yoksa?
"Hayır hayır. İstemiyorum. Durdurun arabayı. Hastaneye falan
gitmiyorum." "Esra saçmalama!" dedi Burak sinirlenerek.

85
Esra onu duymamış gibi bana dönüp "Arabayı durdur," dedi. "Yoksa
aşağı atlarım." Burak'la aynı anda "Ne?" derken bulduk kendimizi.
"Hastaneye gireceksem eğer bu ancak morg kapısından olur. Şimdi
durdur şu arabayı. Bir kriz daha geçireceğim yoksa."
Arabayı ani bir frenle durdurup hızla başımı Burak'a çevirdiğimde
"İlaç nerede?" diye sordum ama ikisi bir kaç saniye birbirine bakıp
birden gülmeye başladılar. Komik olan neydi şimdi?
"Astım krizi değil," dedi Asi yüzünde hala bir gülümsemeyle.
"Çay krizi," dedi Burak. O da sinir bozucu bir şekilde gülümsüyordu
ve ben şu an bu ikiliye bakarken beynim tehlike sinyalleri veriyordu.
• 'İkiniz Uslu Uslu Takılın'
Esra Yağmurlu
Çayımı yudumlarken sanki enerjimi yavaş yavaş geri depoluyordum.
İki manyağın elinden zorla kurtulup kendimi eve atmam ve çay
demlemem bir olmuştu. Adamlar beni hastaneye götürecekti.
Hastaneye ya! Düşündükçe çıldıracak gibi oluyordum. Hele kendimi
o arabada bulmama ne demeli? Bir an Azman'ın beni arabaya
taşıdığını düşünmüştüm de, rezillik... En azından beni taşıyanın
Burak olduğunu öğrenmem o rezilliği biraz azaltmıştı ama yine de
rezillik rezillikti işte.
Telefonumun mesaj sesiyle çayı mutfaktaki eski ahşap masaya
bıraktım ve çantamdan telefonumu çıkardım. Basit ekran desenini
Azman'ın çözdüğünü fark edince mecburen başka bir desen
kaydetmiştim ve şimdi bu karmaşık desen fazlasıyla can sıkıcıydı.
Mesaj Burak'tandı. "Esra daha iyi misin?"
Yüzümde şapşal bir sırıtma oluştuğunu hissedince birden kaşlarım
çatıldı. Hop dedim kendime. Ne oluyoruz?

86
Düğün davetiyesi seçen gelin adayı gibi, ne bu haller kızım?
"İyiyim. Çayın düzeltemeyeceği şey yok :)" yazıp gönderdim.
Çayımdan bir yudum almıştım ki telefon yine çaldı. Hemen elime
almaya yeltenmiştim ama yine kendimi uyarıp yavaşça ekranı açtım
ve gelen mesajla yüzümü buruşturdum. Bu seferki Azman'dandı.
Üstelik adını Yakışıklı diye kaydeden bir Azman'dan.
"Hey Asi! Nasıl oldun?"
Ulan ben senin şecere-i külliyene küfürlerden mani dizdirirdim de şu
küfür yasağı olmasaydı.
Hemen telefonun rehberine girip Azman'ın numarasını buldum ve
Yakışıklı olarak kaydettiği ismini Azman olarak değiştirdim ve tabii ki
ona cevap vermeye tenezzül etmedim. Telefonu kilitlemeden bir
mesaj daha geldi. Bu seferki yine Burak'tandı.
"Çay kadar sevdiğin başka bir şey var mı, merak ediyorum."
Bir an bunu düşündüm. Ee, vardı tabii. Çatlak arkadaşlarım ve saygı
değer aile üyelerim başı çekiyordu. Sonrası hep çay...
Hemen mesaj yazıp hevesli gibi görünmemek için biraz oyalanarak
cevap yazdım. "Kim bilebilir? :)" Çayım bitince kalkıp bir bardak daha
doldurdum ve yine sandalyeye kuruldum. Bir an arkaya doğru
sendeler gibi olunca sandalyenin ayaklarını kontrol ettim. Biri
sallanıyordu. Hatta çıkmasına ramak kalmıştı. Bu zamana kadar
dayanması zaten mucizeydi. Kraliçe Elizabeth, gençlik döneminden
bu zamana kadar gelen bu sandalyeyi görse gözyaşlarına boğulurdu
herhalde.
Telefonun sesiyle karşı sandalyeye geçip yine mesaj bölümüne
girdim ve Burak'ın mesajını okudum.
"Belki bir gün daha çok sevdiğin bir şey daha olur. Kim bilebilir? :)"

87
Ya beraber kuymağa ekmek bandığım ne güzel de ima ediyor da ne
ima ediyor?
Ona sadece bir gülücük işareti yolladım ve tezgâhta bitmek üzere
olan çay kavanozuna baktım. Yarın sabaha ancak yeterdi. En kısa
sürede çay almam gerekiyordu, yoksa evde terör estirmem
kaçınılmazdı. Tekrar ince belli çay bardağımı dudaklarıma
götürmüştüm ki zil çalmaya başladı. Çay bardağı elimde kapıya
ilerledim. Anlaşılan yine çatlaklardan biri anahtarını evde unutmuştu.
Kapıyı açmamla Azman'ın sırıtan ifadesiyle karşılaşmam bir oldu. Tek
kaşım aniden havalanırken burnum yine bela kokusu alıyordu.
"Neden mesajıma cevap vermiyorsun Asi! Senden cevap beklerken
az kalsın resmini paylaş butonuna basıyordum."
Derin bir nefes alıp sakin ol Esra dedim kendi kendime. Sakinlik iyidir.
"Ne var yine? Niye kapımdasın?"
Bana doğru bir adım atarken yine yüzünü bana yaklaştırdı. Kaşlarımı
çatıp suratına aval aval bakarken o yüze kafa atmamak için kendimi
zorluyordum. Bu çocuğun mesafelerle sorunu neydi? Üstüne üstlük
sigarayla karışmış pahalı parfüm kokusu burnuma her dolduğunda
öksürmemek için kendimi zor tutuyordum. Ben bu lanet astım
yüzünden çoğu parfüme düşman olmuşken, adam sanki bilerek en
ağır parfümü kullanıyordu.
"Çay!" dedi yüzüme doğru. Nefesi de naneli şeker eşliğinde sigara
kokuyordu. Bir an nefesimi tuttum. Etkilendiğimden falan değildi.
Sadece bu koku beni rahatsız ediyordu.
Sonra birden ne dediğini idrak ettim. "Çay mı?"
Elimden çay bardağını kapıp geri çekilince şaşkınlıkla bakakaldım.
Hatta benim çayımı içince resmen dumura uğradım. Adam benim
çayımı içmişti. Hem de ikinci kez...
88
"Soğumuş bu," dedi yüzünü ekşiterek. Beni kenara itip içeri girerken
ben hala saf saf arkasından bakıyordum. Adam kendi evinde gibi
rahat bir tavırla önce mutfağa ilerleyip çayı lavaboya döktü. Sonra
demlikten kendine bir bardak çay doldurdu. Ardından bana bakıp
bardağı kaldırdı ve sırıttı. "Sen de ister misin?" Yok artık ama ya!
Şoklardaydım. Cidden bu herifin sorunu neydi?
"Kapıyı kapat istersen," dedi. "Cereyan yapıyor."
Kendime gelince kapıyı çarparak kapattım ve mutfağa ilerledim.
Azman az önce kalktığım sallanan sandalyeye kurulurken karşısına
geçip ellerimi belime dayadım. "Dostum senin sorunun ne?"
"O Amerikan dublaj ha! Bayılırım."
Allah'ım, yine aynı soruyla baş başayım. Beni neyle sınıyorsun?
"Senden kurtulamayacak mıyım ben?" diye cırladım.
"Yine sinirlerin tepende anlaşılan. En iyisi ben sana bir çay koyayım."
Ayağa kalktı ve harbi harbi bana çay doldurdu. Çayı masaya bırakınca
oflayıp sandalyeyi çekip oturdum. Belli ki bu heriften kurtuluş yoktu.
O da hemen karşımda yerini alıp, "Ee!" dedi. "İyi misin?"
"İyi de laf mı? Seni gördüm yüzümde güller açtı."
Yine sırıttı. "Biliyorum ama alışırsın. Bu her kızın başına geliyor. Beni
görünce anlık bir kal geliyor insana." Narsist şerefsiz!
"Egon çarpıyordur. İnsan şaşırıyor tabii. Bir insanda bu kadar ego
görmemişlerse demek..."
"Sen bu çeneyle var ya..." dedi çay tuttuğu elinin işaret parmağıyla
beni işaret ederek. "İnsanı öldürürsün."
"Yok, ben daha güzel ölüm yolları biliyorum," dedim ve ayağımdan
terliği elime aldım. Dün gece bu terlikle ben ne şahaneler
yaratmıştım. Kızları eşek sudan gelinceye kadar nasıl bir güzel
89
dövmüştüm. Terlik deyip geçmemek lazım, çok işe yarıyordu.
Annelerin yegâne keşfi. Gerçi İkisi de anahtarı kendilerinin
vermediğini iddia etmişti ama ben yer miydim bu yalanları?
Yememiştim elbette. Sabah topallaya topallaya okula giden sevgili
ev arkadaşlarım da bunun kanıtıydı.
"Dur kızım be!" dedi sandalyede gerilerken. "Hep şiddet hep şiddet.
Hem ben senin terliklerini atmamış mıydım?"
Sinsice sırıttım. "Yedeği vardı."
"Oha!" dedi şaşkınlıkla. "Kimin yedek terliği olur ki?"
"Benim!" dedim ve terliği atmaya hazırlandım. Azman kollarını
yüzüne siper edip gözlerini yummuştu ki telefonum çaldı. Eh!
Şimdilik yine yırtmıştı hergele.
Terliği yere bırakıp tekrar ayağıma giyerken Azman tek gözünü açıp
tehlike analizi yaptı. Ona bir dakika işareti yapıp seni sonra
döveceğim diye dudaklarımı oynatarak kimin aradığına baktım.
Ekranda Ayşe sultanın o kırmızı yazmalı resmini görünce gözlerimi
Azman'a çevirip işaret parmağımı dudağıma bastırdım ve sessiz
olmasını işaret ettim. Yine o güzel dişlerini gösterip sırıtırken
telefonu açtım.
"Ayşe Sultan!"
Karşılığı bir adet bağırış oldu. "Bok yiyenın uşağı! Niye bizi hiç
aramıyorsun?"
Annemin güzel Trabzon'un yöresel ağzıyla, şehirlerin efendisi
İstanbul ağzını birleştirdiği konuşması devrelerimi yakmadan, "Ben
de tam seni arayacaktım ki..." dedim. "Sen aradın."
"Sus kız! Yalan da söyleyemiyorsun?"
En iyisi işi kıvırmaktı. "Annem onu bunu boş ver de ne var ne yok?"

90
"Ne olacak gavurun kızı?"
"Ama annecim babama şimdi sen..."
"Sus! Hala konuşuyor."
"Anne konuşalım diye aramadın mı zaten?" dedim göz devirerek.
"Ha! Doğru," dedi. Annem ya! "Sınav kâğıtlarını okuyordum da
aklıma sen geldin." Genelde de hep sınav kâğıtlarını okurken aklına
gelirdim.
"Niye ki?"
"Ne niye ki? Burada bir çocuk Anneciğim yazacağı yerde Annecuğum
yazmış. Sen de yapardın eskiden." Ee, ne yapalım? Yöresel ağız
bazen ortaya çıkıyordu. İstemsizce sırıttım.
Azman ise dikkatle beni dinliyor ve sinir bozucu bir şekilde çayını
yudumluyordu. Hatta ara ara o hüp sesini bile duyuyordum. Güya bu
çocuk çay sevmiyordu ama benim çayımı içmekte ne akla hizmetse
mastır yapmıştı.
"Köye gideceğiz hafta sonu. Asiye Sultan ültimatom verdi. Fasulye
ekme zamanı gelmiş."
"Ooo! Annem sana kazma kürek göründü desene! Okul
koridorlarından bahçelere geçiş."
"Seni eşek sudan gelene kadar döverim eşek sıpası. Anneyle dalga
geçiyor bir de. Kış günü ne fasulyesi. Ben diyorum, sen de hemen
inanıyorsun. Kafan nerede yine çocuğum senin?"
Azman çayını bitirince uzanıp benimkini alacaktı ki bileğinden
yakaladım. "Seni vururum oğlum!" Üçüncü kez çayımı içerse bunu
gerçekten yapabilirdim.
"Kimi vuruyorsun kız? Kim var yanında?" dedi annem telefonun diğer
ucundan. Ah! Aptal kafam. Bir an onu unutmuştum.
91
Azman hala çayı almaya çalışırken "Hiç," dedim dişlerimin arasından.
"Hiç kimse. Kim olacak annecuğum?" Azman dudaklarını oynatıp
Ben dedi. Annem ise "Kimi vuruyorsun o zaman?" diye sordu.
"Şirinleri izliyordum da Azman sinirlerimi bozdu annem."
Azman'ın neşeli ifadesi silinirken hızla kolunu benden kurtardı ve
çayı kapıp başına dikti. Adam üçüncü defa çayımı içiyordu ya. Üstüne
"Çay çok güzel olmuş hayatım," demez mi kan beynime sıçradı.
Annem gelen sesle "Kim o kız?" diye sordu sert bir sesle.
Dişlerimi sıkarken burnumdan derin bir nefes aldım. "Balkondayım
anne. Karşı komşunun sesi," diye yalan söyledim.
"Ha!" dedi annem. Bir de yalan söylemeyi beceremediğimi iddia
ederdi. "Bir an sevgili yaptın sandım. Gerçi sende o çene varken
biraz zor ama neyse!"
Azman duymuş olacak ki tam kahkaha atacaktı ama hızlı davranıp
elimle ağzını kapattım. Buna rağmen güldüğünü hissedebiliyordum.
Telefonun yan tuşundan sesini kısarken, "Doktora gidiyorsun değil
mi Esra?" dedi annem.
"Gidiyorum tabii gitmem mi?" Nah giderim o doktora. En son
gittiğimde kolumu matkapla delmeye çalışmıştılar. Neymiş, serum
takacaklarmış. Üstüne üstük bir de bu hafta randevu ayarlamıştı pek
sevgili arkadaşlarım. Bir şekilde ondan da yırtmam lazımdı ama o
sonranın meselesiydi.
"Yalan söylemiyorsun değil mi? Bak kontrollerini yapman lazım."
"Yok, gidiyorum anne işte. Annem ben seni sonra arayayım mı? Kapı
çalıyor da."
"Bir kerede başka bir yalan söyle be kızım," diye söyledi. "İyi tamam.
Hadi konuşuruz sonra. Öpüyorum."
92
"Ben de öptüm," deyip telefonu kapattım. Azman hala gözlerini
kırpmadan bana bakarken elimin altındaki dudakları kıpırdandı. Bir
şey söylediğini anlayıp en sonunda ben de elimi çektim ve yine
yakasını kavradım. "Hayatım ha! Ölümün benim elimden olacak."
"Azman ha! Yine damarıma bastın," deyip beni çekmesiyle kucağına
oturmam bir oldu.
Yok artık ama ya! Bu nedir ya?
Belime doladığı kollarını çözmeye çalışıp "Bırak be!" diye cırladım.
"Sen kaşındın kızım. Bana o kelimeyi söylemeyecektin." Gözleri
dudaklarıma kaydı. Eh o eylemi yapmazsa hatırı kalırdı. Hemen
ardından yüzünü hızla bana yaklaştırmaya başladı. Aha! Bu sefer
kesin öpecekti.
O saniyelik anda tam kafa atmaya hazırlanıyordum ki bir çatırtı
eşliğinde kendimi yerde ve Azman'ın üzerinde buldum. "Ah!" diye bir
yaygara kopardı ve acıyla yüzünü buruşturdu. Sanırım yere ultra
süper bir şekilde çakılmıştı. Buna karşın keyfim bayağı yerine geldi.
"Ezildim. Kızım kaç kilosun sen?" Ney? Pardon?
Üzerinden kalkarken kasıtlı olarak biraz kendisini çiğnedim. "60."
"Ne?"
"60 kiloyum." Ne var, boyum uzun bir kere benim. Hem herkes 45-
50 kilo olmak zorunda değil. Sonuçta Victoria Secret defilesine
katılmayacağız. Ayrıca kimi mutlu edeceğiz ki? Biz kendimizle barışık
olduktan sonra diğerlerine bilmem ne yemek düşer.
"Bence kesilme zamanın gelmiş," dedi ve ayağa kalkıp üzerini
düzeltti.
"Dana mıyım lan ben?"

93
"Haklısın değilsin," dedi. "Ben hayatımda böyle çenesi düşük bir
dana görmedim."
Onu öfkeyle kenara itip yerdeki sandalye parçalarını toplamaya
giriştim. Yanıma çökerken o da beni eliyle itti. "Çekil kızım. Elin daha
iyileşmedi. Şimdi bir yerine kıymık mıymık batacak. Sonra SWAT
ekibinin başı balkondan içeri dalacak."
"SWAT ekibinin başı mı?"
"Evet, namı diğer Burak Yıldırım."
"Soyadı Yıldırım mıymış?"
Tahta parçalarını toplarken durup başını bana çevirdi ve gözlerini
kıstı. "İsminin yanına soyadını koyup deneme yapmayacaksın değil
mi?"
Yere oturup sırtımı mutfak dolabına dayadım. "Yok, ben daha çok
ona kendi soyadımı vermeyi düşünüyorum.
Sence kabul eder mi?"
Bir an ciddiye alır gibi bir yüz ifadesi takındı ama sonra güldü. Burak
bir Sen iki... Ne güzel gülüyorsunuz ya siz?
Tövbeler olsun diyerek arsız iç sesimi susturdum. Azman'a iltifat
edecek kadar sert düşmüştüm sanırım.
Tahta parçalarını toplayınca bir market poşeti çıkardım ve Azman
elindekileri içine tıktı. "Şimdi sen de bana bir sandalye borçlusun,"
dedim poşeti çöpün yanına bırakırken.
"Sorun değil ama önce yemek yiyelim." Başımı neredeyse 90(!)
derecelik açıyla çevirip ona bakarken gözlerim büyüdü.
Azman bunun üzerine bir kahkaha attı ve "Korkma!" dedi. "Bu sefer
yemekler benden."

94
"Yemek mi yapacaksın? Dünya buna henüz hazır değil Az..." Tek
kaşını kaldırınca kendimi aniden frenleyip "Akın," dedim.
Bana doğru yaklaşıp, "Ha şöyle!" dedi. Sonra gözleriyle dudaklarımı
işaret edip arsız bir şekilde dudaklarını yana kıvırdı. "Bak! İsmim ne
güzel de yakıştı o güzel dudaklarına."
Elimi göğsüne dayayıp ittim. "Yılışma lan!"
Gülümsemesi genişlerken "Ne o? Seni etkiliyor muyum yoksa?" diye
sordu.
Bu çocuk Erotomani* hastası değilse ben de bir şey bilmiyordum
ama anlaşılan hala bu numaraların bana etki etmeyeceğini
anlamamıştı. Bu sefer aramızdaki mesafeyi ben kapattım ve onu
öpecekmiş gibi yapıp yüzüne yaklaştım. İşte bunu hesaplayamamıştı.
Öylece kalakalıp bana bakarken "Sence etkiliyor musun?" diye
sordum. Dudaklarımı yukarı kıvırıp geri çekilirken burnuma yine
dolan yoğun parfüm kokusu bende yine öksürme isteği uyandırdı.
"Sen var ya..." dedi hala aynı yüz ifadesiyle. "Ayaklı tehlikesin."
"Anlaman... Güzel," dedim ve artık kendimi tutamayıp hafifçe
öksürdüm.
"Ne oldu?" dedi hemen. "İlaç..."
"Hayır," dedim tekrar öksürürken. "Kokundan dolayı." "Nasıl yani?"
dedi ve kaşlarını çattı.
"Sigara ve parfüm birleşimi bir kokun var. Şu zıkkımı içmesen hatırım
kalırdı zaten."
"Arada içiyorum ya!" dedi küçük bir çocuk mahcubiyetine
bürünerek. Sanki annesine hesap veriyordu. Onun bu haline
neredeyse gülecektim.

95
"Bok iç!" diyerek yine öksürdüm. "Ayrıca bu ne ağır bir parfüm ya!
Benim astımım var be, sen de ayaklı astım tetikleyicisi gibi
dolaşıyorsun."
Kaşları havalanırken "Hadi ya!" dedi. Sonra düşünürmüş gibi tek
kaşını kaldırdı ve hemen ardından "Sen burada bekle!" deyip hızla
kapıya yöneldi ve açıp çıktı.
Öksürerek ardından bakakalırken, "Ne oldu şimdi buna?" diye
söylendim. Lan güya yemek yiyecektik. Dalavereci herif!
Öksürüğüm geçince masadaki bardakları alıp lavabonun içine
bıraktım. Kızlar acaba nerede kalmıştı? İlk olarak Elif'i aradım ve bana
ek dersi olduğunu söyledi. Bir de part time çalıştığı işten atılmış ki,
dokunsan patlayacak gibiydi. O yüzden hemen telefonu kapattım.
Bir Elif'ten daha tehlikeli bir şey varsa o da işten atılmış ve patlamaya
hazır bir bomba gibi dolaşan bir Elif'ti. Onun ardından Gül'ü aradım.
Ondan da araştırma yapmak için kütüphane olduğunu öğrendim.
Zil çalınca yine Azman'ın geldiğini anlayarak kapıya yöneldim. Bu
çocuktan kurtuluş yoktu. Anlaşılan kabullenmekten başka çarem de
yoktu. Kapıyı açınca Azman'ı görmeyi beklerken Burak'ı karşımda
bulunca biraz şaşırmıştım açıkçası.
"Merhaba!" dedi yine güzel bir gülümsemeyle.
"Merhaba," dedim ben de.
Başını kaşırmış gibi yaparken "Şey," dedi. "Seni merak ettim de."
Gülümsediğimi hissettim. Nasıl da şapşal görünüyordu da niye öyle
görünüyordu? Aptal değildim. Benimle ilgilendiğini anlayabiliyordum
ama daha kaç gün olmuştu tanışalı? Ayrıca peşinde dolaşan onlarca
kız olduğuna bahse girerdim. Benimle ilgilenmesi çok mantıksızdı ve
yerine oturmayan şeyler vardı.
"Esra!" deyince düşüncelerden kurtuldum.
96
"Ha! Evet, iyiyim. Buraya kadar zahmet etmişsin."
"Aslında..." dedi. "Çaya davet edersin diye düşünmüştüm." Şapşal
halinden birden özgüvenli haline dönmesine şaşırsam mı yoksa
gülsem mi bilemedim. "Çayın vardır diye umuyorum."
Ee! Kendini davet ettirmişken git diyemezdim çocuğa. Hem bir
bardak çayın hesabını mı yapacaktım? "Var, tabi. Gel hadi!"
Gülümseyip içeri yönelirken Azman'ın kapısının açılmasıyla
duraksadı. Azman dışarı çıkıp bizi görünce afalladı. Kıyafetlerini
değiştirmişti. Şimdi üzerinde koyu bir kot, gri bir tişört vardı. Benim
astımım yüzünden değişmiş olabilir mi diye düşünmeden edemedim.
Gözlerini kısıp Burak'a bakarken, "Kapıları mı karıştırdın Burak?" diye
sordu.
"Sence," dedi Burak ve sırıttı. "Esra'ya kendimi çaya davet ettirdim."
Azman bana bakıp gözlerini daha da kıstı ve "Sen de kabul mü
ettin?" diye sordu. Ne vardı bunda? Sanki az önce evime alacaklı gibi
dalıp çayımı içen o değildi. Adam tatlı bir şekilde izin istemişti bir
kere. Onun gibi fosil değildi sonuçta.
"Sorun mu var?" dedim tek kaşımı kaldırarak. "Çocuk kapıma gelmiş.
İçeri almayacak kadar da görgüsüz değilim."
"Hadi ya!" dedi sert bir alaycılıkla. "Daha bir kaç dakika önce bir
bardak çay için beni terlikle dövmeye kalkan sen değil miydin?"
"Yine ne oldu sizin aranızda?" dedi Burak. Şüpheli gözlerle bir ona bir
bana bakıyordu şimdi.
Azman'a kötü bakışlar atıp "Sandalyemi kırdı ve çayımı içti," dedim.
Geri kalanları ise es geçip dillendirmedim.
Burak da Azman gibi gözlerini kısıp "Akın seninle ne konuşmuştuk?"
diye sordu. Ne konuşmuştunuz?
97
"Sen konuştun kardeşim," dedi Azman. "Benim seni dinleyeceğimi
düşünmüyordun herhalde."
"Bu konuyu tekrar konuşacağız," dedi sesi sertleşirken ama hemen
ardından yüzünü yine yumuşattı. "Her neyse, sen bir yere mi
gidiyorsun?"
Azman önce bana baktı, sonra tekrar Burak'a döndü. "Evet, kız
meselesi. Bilirsin." Göz kırpıp pişkince sırıttı. Demek bu kıyafet
değişikliği yine zamparalık işi içindi. Ne diye kendime pay
çıkarmışsam zaten?
"Sapık herif!" diye söylenirken "Bir şey mi söyledin Asi?" diye sordu.
"Diyorum ki..." dedim ve duvara vurdum. "Bu duvarlar ince Allah'ın
belası ve ben bu gece uyumak istiyorum."
Gülümsemesi genişledi ve gözleriyle Burak'ı işaret etti. "Belki sen de
onun evinde kalmak istersin." "Akın!" dedi sert bir tonda Burak.
Pislik herif! İmaları bile kendisi gibiydi. Öfkeyle ağzımı açmıştım ki
"Sen ona aldırış etme!" dedi Burak.
Azman kapıyı çekip merdivenlere yönelirken aniden duraksadı ve
"Asi!" dedi. "Duvarlar ince ve ben de bu gece uyumak istiyorum. O
yüzden ikiniz onun evine gitmiyorsanız uslu uslu takılın."
O merdivenleri inmeye başlamıştı ki yerden kaptığım terliği peşinden
fırlattım. Kahkaha attığında daha da sinirlendim. Ben bu herifi
gebertecektim. Ben bu şerefsizi gebertecektim. Ben... Ben bu
fosilleşmiş doğa artığını kömür niyetine yakacaktım. Az kaldı.
• 'Aşırı Şiddet'
Artık dün Azman'a nasıl sinirlendiysem berbat öksürükler eşliğinde
yine berbat bir gece geçirmiştim ve şimdi uykusuzluktan ölüyordum.
Üstüne üstlük saat 9'da da dersim vardı. Yine zombi gibi derse
gidecektim anlaşılan. Aynadaki Zombi Esra şu an bana nanik
98
yapıyordu mesela. Birazdan da acayip hayvanlara benziyirsen diye
şarkıya girip zombi dilinde çay çay çay böğürüşüyle son noktayı
koyardı. Yine de ne makyaj yapacak halim vardı, ne de zerre isteyim.
O yüzden üstün körü hazırlanıp odadan çıktım.
Elif mutfaktan, "Esra kahvaltı hazırladım. Gel bir şeyler atıştır, öyle
çıkarsın," diye seslendi.
"İştahım yok. Siz yiyin," dedim kapıya yönelirken. Sanki kahvaltı da
kahvaltıydı. Kesin yine salçalı ekmek kızartmıştı. Ev de başka bir şey
yoktu ki zaten. Nankörlük ettiğimden değil elbette ama siz de bir
haftadır kahvaltı niyetine salçalı ekmek yeseydiniz salçayı bırak
domates görünce tabanları yağlardınız.
"Gel kızım işte. Çay da yaptım hem." Vuracağı yeri iyi biliyordu
insafsız.
Mutfaktan içeri girdiğimde bir an olduğum yerde kaldım ve uzun
uzun kahvaltı masasına göz gezdirdim. Ya halüsinasyon görüyordum
ya da çaysızlık serabı. Bu zengin kahvaltının başka bir açıklaması
olamazdı. Ağzım açık kalırken iştahsızlığım da o an tarihe gömüldü
ve başımı Elif'e çevirdim. "Bunları nereden buldun?"
"Annem para yollamış. Ben de biraz alışveriş yaptım."
"Oo zenginiz desene," dedim bir zeytin ağzıma atarken. "Gül
nerede? Kızım çağırsana! Bunu o da görmeli. Dolu bir kahvaltı masası
ya, gözlerime inanamıyorum hala. Resmen köyden indim şehire gibi
hissediyorum şu an."
Güldü. "Uyuyor kız. Dersi öğleden sonraymış." Sandalyeyi çekip
otururken "Diğer sandalye nerede?" diye sordu.
"Azman kırdı." Ağzımı tıka basa doldurmaya başladım.
Elif'in gözleri irileşirken "Şaka!" dedi. "Eve mi geldi?"

99
Çayımdan bir yudum alacaktım ki kaşlarımı çatıp ona baktım. "Ulan
evin anahtarlarını ona veren sen değilmişsin gibi davranmıyor musun
bir de."
"Aman, kızım ya. Ben vermedim dedim ya işte. Bize özür
dileyeceğim diyerek içeri girip araklamış şerefsiz. Bize restoran
kapattırınca biz de inandık işte. Senden de özür dileyeceğini söyledi
hatta. 'Ben onun gönlünü alıp yanınıza getiririm,' diyerek apar topar
yanımızdan ayrılmıştı."
"Evet, çok güzel gönlümü aldı. Kimlik resmimi telefonuna kaydetmiş
orangutanın morangutanın çocuğu. Şimdi de o resmi okulun sosyal
medya sitesine atmakla tehdit ediyor. Sizi dövmekten dün
anlatamadım ama dün oradan oraya koşturdu beni. Gerçi sizi de
haksız yere dövmüşüm gibi görü-"
"Ne?" dedi Elif ayağa fırlarken. "Ulan doğrarım ben o herifi." Aha!
Şimdi içindeki Adanalı ortaya çıkmıştı. Bıraksam şu an Azman'ın
üzerine atılırdı. Onun bazen benden bile tehlikeli olduğunu
düşünülürse Azman'ı pek iyi bir son beklemiyor gibiydi. Elif'in
korumacı yapısı devreye girdiğine göre ülke dışına çıkması Azman
için en hayırlısıydı.
Kapıya doğru hızla ilerlemeye başlamıştı ki "Dur be kızım!" diyerek
önüne geçtim. "Ben halledeceğim.
Hemen psikopata bağlama."
"Gebertirim o piç herifi ben. Ulan ben var ya..." Etrafına bakındı,
muhtemelen oklavayı arıyordu. Bir aynasız olarak copu yoktu ama
onun da oklavası vardı.
"Küfürlerin havada süzüldüğü bir güne daha merhaba Gül," diyerek
odasından çıktı Gül. Önce bizi kısaca süzdü, sonra "Garip!" dedi
dudaklarını büzerek. "Delirmiş gibi görünen bir adet Elif ve onu zapt

100
etmeye çalışan bir adet Esra. Ne oluyoruz kızım sabah sabah?" "Bu
peze-" demişti ki Elif kapıyı işaret ederek.
"Küfür yok be!" diye anında çıkıştı Gül.
"Bana yasak yok," dedi Elif istifini bozmadan. "Bu pezevenk kızı
tehdit edip oradan oraya koşturuyormuş."
"Azman mı?" dedi Gül. "Neyle tehdit ediyormuş?"
Ona da kısa bir brifing verdikten sonra şimdi iki canavarı durdurmaya
çalışıyordum. En sonunda beni ezip geçebileceklerini hissedince
"Nefes..." dedim. "Nefes... Alamıyorum." Bu numara her zaman iş
görürdü ki yine öyle oldu. İkisi de bir an öfkelerini unutup bana
yöneldiler. Elif astım ilacını almaya giderken sandalyeye oturup
"Gerek yok," dedim. "Numara yaptım."
"Lan!" diye gürledi. "Ödüm patlıyordu az kalsın. Her seferinde
yapma şunu!" "Kızım nefesini ben keseceğim en sonunda senin,"
diye atıldı Gül.
"Ne yapsaydım? Beni dinlemiyordunuz. Ben hallederim diyorum
anlamıyorsunuz."
"Tamam, anladık," dedi Elif. "Yine de bir daha o herif bir şey
yaparsa..."
"Size söylerim. Neyse hadi kaçtım ben," diyerek soğumuş çayımı
başıma diktim ve ayakkabılarımı giyinip evden fırladım.
Sokakta ilerlemeye başlamıştım ki bir araba yaklaştı ve korna çaldı.
Muhtemelen caddede bir başkasına Türk usulü selam verdiğini
düşünüp bakma gereği bile duymadım ama araba yanımda yavaşça
gitmeye devam ediyordu. Bir korna daha çalınca ağzımdan kaçacak
bir küfrü engelleyip ilerlemeye devam ettim. Ta ki bir kez daha korna
çalıp "Hey! Güzelim!" diye seslenene kadar.

101
Duraksamamla ayağımdaki ayakkabıyı çıkarıp arabaya savurmam bir
oldu. "İndirtme lan bana camlarını şerefsiz!"
Siyah camları filtreli cip tanıdık gelirken yolcu koltuğu tarafındaki
filtreli cam açılmaya başladı. Diğer ayakkabımı da elime alıp dikkatle
arabaya bakmaya devam ettim ve içindekinin kafasına hedef almayı
hesaplamaya başladım. Azman'ın sırıtan ifadesini görünce ise
kaşlarım çatıldı. "Dikkat et!" dedi. "Belki tişörtü alabilirsin ama bu
araba seni aşar."
"Lan yine mi sen?"
"Ben ya ne sandın? Hadi atla! Seni götüreyim."
"Nereye götürüyorsun? Lan sen kimi götürüyorsun?" diye gürledim.
"Kızım sen de ne fesatmışsın ya? Okula diyorum. Okula bırakayım
seni. Atla hadi!"
"İstemez," dedim ve ayakkabımı ayağıma giyip diğer tekini aramaya
koyuldum. Azman arabanın kapısını açıp çıkarken ben hala
ayakkabımın tekini arıyordum. Neredeydi bu Allah'ın belası
ayakkabı? Sanki uzaya fırlatmıştım.
"Bunu mu arıyorsun?"
Arkamı döndüğümde ayakkabımı Azman'ın elinde buldum. Seke
seke ona doğru ilerleyip ayakkabımı almak için uzandığımda geri
çekti. "Versene ulan şunu!"
"Vereceğim ama arabaya binersen."
"Binmeyeceğim o arabaya. Ver şunu!"
Yine eline doğru uzandım ama geri çekilip, "Sen bilirsin," dedi ve
ayakkabımla arabaya binip bana doğru döndü. "Son şansın."
"Bin-me-ye-ce-ğim!"

102
Omuz silkip arabayı çalıştırdı ve cadde de ilerlemeye başladı. Ciddi
ciddi ayakkabımı alıp gidiyordu ya. Allah'ım delireceğim!
"Dur lan!" diye bağırdım ve ardından koşmaya başladım. Araba hala
ağır ağır giderken ben de aksak aksak peşinden koşuyordum.
"Dursana oğlum!"
Araba ani bir frenle durunca Azman başını pencereden çıkardı ve
pişkince sırıttı. "Bir şey mi söyledin Asi?" "Allah belanı versin senin!"
diye bağırdım.
"Bela okuma, bela okuma. Gelir seni bulur."
"Buldu zaten. Seni başıma verdi."
Arabanın yanına geldiğimde pislik herif hala gülüyordu. Şu an elimde
bir levye olmasını ne kadar da isterdim. O camlarını aşağı indirsem
nasıl içimin yağları erirdi.
"Hadi atla! Akşama kadar seni bekleyemem." "Ayakkabım!" dedim
dişlerimi arasından.
"Arabaya bin vereceğim."
Şu an çığlık atıp olduğum yerde tepinmek istiyordum. Kafayı
yememek elde değildi. Arabanın önünü dolaşıp yan kapıyı açtım ve
arabaya bindim. "Ayakkabım," dedim ona dönerken.
Bana göz ucuyla bakıp arabayı çalıştırdı. "Sen de ne ayakkabı
düşkünü çıktın? Siz kızlardaki bu ayakkabı sevdasını hiç
anlamıyorum."
Ulan herif benimle bir de dalga geçiyordu. Şeytan diyor sarıl
direksiyona vur şu arabayı bir yere. Yapmadığım şeyde değildi hani
ama sokaktaki insanların ne suçu vardı?
Kollarımı önümde bağlayıp başımı cama çevirdim. Onunla tek kelime
daha konuşmayacaktım. O da bunu anladığında "Ne o trip mi
103
atıyorsun?" diye sordu. Ne cevap verdim ne de bir tepki de
bulundum. Benimle oynaması artık canımı sıkmaya başlamıştı.
"Asi!" dedi başını kısa bir an bana çevirerek. "Çok mu sinirlendin?"
Yok canım. Niye sinirleneyim?
"Hey! Tamam," dedi ve ayakkabımı bana uzattı. "Al ayakkabın."
Elinden ayakkabıyı sertçe çekip ayağıma giyindim ve yine cama
doğru döndüm. "Özür dilerim," dedi. "İleri gittim."
İleri gitmişmiş... Adam yüzünden iki kez astım krizi geçirmiş ve
günlerce uykusuz kalmıştım. Hala da gözlerim uyku için yalvarıyordu.
Bana yaptırdığı onlarca aptal şeye hiç değinmiyordum bile. Şimdi
gelmiş özür dilerim diyordu. Pişkinliğin bu kadarına da pesti
doğrusu.
Kızdığımı anlamış olmalı ki o da daha fazla bir şey söylemedi. Sadece
uzanıp radyoyu açtı ve arabayı kullanmaya devam etti. Slow çalan
şarkıyla iyice gözlerim ağırlaştı. Ne kadar dirensem de en sonunda
uykusuzluğun getirdiği yorgunlukla tamamen kapandı.
🍀🍀🍀
"Esra!" İsmimin söylenmesiyle gözlerimi zorlukla aralamaya çalıştım.
Tamamen açılan gözlerimin ilk fark ettiği şey bir çift yeşile çalan ela
gözdü ama bu güzel gözler acaba kime aitti? Birisi kafama sanki bir
çekiç indirir gibi hissettiğimde karşımdakinin Azman olduğunu
anladım.
"Ne oluyor lan?"
Güldü. "Okula geldik. Uyumuşsun. Sahi sen niye sürekli uyuklayıp
duruyorsun?" Bir de sormuyor mu indir kafayı suratına...
"Dün gece iyi uyuyamadım." Bir dakika! Ben şimdi neden bu herife
açıklama yapmıştım ki?

104
"Sebep?" diye sordu kaşlarını çatarken.
"Sana ne be?" diye çıkışıp kapıyı açtım ve aşağı indim. Kapıyı
kapattığımda gözlerim bir noktaya takıldı. Burak yanında sarışın bir
kızla üniversitenin kütüphanesinin önünde durmuş ve bize
bakıyordu. Kaşları çatılmışken yanındaki kızın da ondan bir farkı
yoktu. Yok, kız direkt gözleriyle beni doğruyordu. Hâlbuki onu ilk
defa görüyordum. Sanki tavuğunu öldürmüşüm gibi bakmasının
nedeni neydi acaba?
Azman arabadan inince eliyle onlara selam verdi ama Burak ona bir
süre sert bakışlarla bakmakla yetindi. Sonra yine aynı ifadeye sahip
yüzüyle başını hafifçe eğip selamını aldı. Kızın gözleri ise hala benim
üzerimdeydi, Azman'ın selamını alması bir yana her an üzerime
atlayacak gibiydi artık. Tavuğuna öldürmem bu bakışlar için yeterli
bir sebep şüphesiz ki olamazdı çünkü kümesini telef eden sansar
benmişim gibi bakıyordu bana.
"Gidiyorum ben," dedim ve Burak'a zoraki bir gülümsemeyle selam
verdim. O da bana soğuk bir gülümseme gönderdi. Arkamı dönüp
kendi fakülteme ilerlemeye başlamıştım ki Azman kolumu tutarak
beni durdurdu. Yüzünde yine üzerinde eğrelti duran mahcup ifadesi
belirmişti.
"Asi! Benimle konuşmayacak mısın?"
"Aa! Saçmalama!" dedim alayla. "Sonra maazallah elin paylaş
butonuna falan gider."
Kolumu bırakıp elini açık bıraktığı uzun saçlarından geçirdi ve
"Kızgınsın," dedi. "Tamam, seni rahat bırakıyorum."
Hadi ya! Lütfettiğiniz paşam!
Gülümser gibi yapıp geriledi ve Burak'ın yanına doğru yürüdü. Derin
bir nefes alırken en azından biraz rahatlamıştım. Bir kaç gündür

105
sürekli koca bir çocukla uğraşıyormuşum gibi hissediyordum. En
azından o yine oyun isteyene kadar biraz nefes alabilirdim.
İlerleyip kendi fakülteme yöneldim. İlk ders, dersi zor da olsa
dinleyebilsem de diğer dersler uyuklamam kaçınılmaz olmuştu. En
sonunda tüm dersler bittiğinde ise haka dansı yapmamak için
kendimi zor tutmuştum. Gerçi bu enerjiyle haka dansının h'sını bile
zor yapardım ama neyse... Ama fakültenin içinde Gencer'i görmemle
o enerji birden doldu. "Esra!" diye seslendiğinde önce geriledim.
Sonra koşarak kendimi dışarı attım. "Esra bekle!"
Ne halt yemeye benim fakülteme gelmişti ki şimdi? Üstelik uzun
süredir de beni rahat bırakmıştı. Katil olup ömrümü mapus
damlarında geçirmeye hiç niyetim yoktu. O yüzden onunla
konuşmayı bırak yüz yüze gelmek bile istemiyordum.
Hızla kampüsten çıkınca iş aramayı planlasam da tüm olanlardan
sonra eve gidip biraz dinlenmeye karar vererek fikrimi değiştirdim.
20 dakikalık bir yol yürümem gerekiyordu. Aslında dolmuşla da
gidebilirdim ama hem yürümeyi seviyordum hem de dolmuştaki
yoğun koku beni boğuyordu. O yüzden genelde okula yürüyerek
gidip gelirdim.
Yolu kısalmak adına bu sefer farklı bir yön denemeye karar vererek
her zaman gittiğimden farklı bir sokağa girdim. Bir müddet daha
ilerlesem de birden üç kişi yoluma çıktı. Biri sabah Burak'ın yanında
gördüğüm sarışın Barbie çakması kızdı. Diğer iki erkeği ise ilk kez
görüyordum.
"Seni sürtük!" dedi çakma Barbie.
Ne oluyoruz be?
"Ne diyorsun kızım? Hayırdır?" diye sordum kaşlarımı çatarak. Sinirli
bir şekilde yanıma ilerleyip birden beni bir binanın duvarına itti.
Allah'ım yine ne tür bir belaya denk gelmiştim ben?
106
"Derdin ne kızım senin?" diye sinirlenerek sordum.
"Sensin," dedi. "Akın'dan uzak duracaksın kızım. Anladın mı?"
Oh my god! dedi içimdeki Amerikalı. Akın... Ben... Uzak durmak...
diye kelimeleri bir araya getirmeye çalıştı ardından içimdeki has Türk.
Kıskanç kız vakası yazdı yine gözlerimin önünde neon ışıklarla. Ya biz
liseyi bitireli neredeyse iki buçuk yıl olmamış mıydı? Bu neydi şimdi?
"Anladım da bana ne Akın'dan?"
Kız kötü kadın kahkahası atmaya çalışınca şaşkınlıkla ona
bakakaldım. Bunu bile becerememişti çakma sarışın. "Bak kenar
mahalle güzeli." Aha! Televizyon dizilerine bağlamıştı şimdi de.
"Şimdi seni burada iyi bir benzeteceğim. Ondan sonra Akın'a
yaklaşmayı bırak bakmaya bile korkacaksın."
Pardon? Beni anlamamış mıydı acaba? "Kızım bana ne Akın'dan?
Tövbe tövbe."
Başını arkasına çevirip "Tutun şunu!" dedi. İki izbandut gibi oğlan
bunun üzerine bana yaklaşırken ben yine boktan bir durumun içine
düşmüştüm, iyi mi?
"Sende anlama geriliği mi var? Akın'la falan işim yok benim."
"Tabii tabi," dedi kız ve iki oğlan harbiden kollarımdan yakaladılar.
"Bırakın lan!" dedim kollarımı kurtarmaya çalışarak ama ne
mümkün? Adamların maşallahı vardı. Bizim köyün en irisi bile
bunların yanında halt etmişti.
Kız bana yaklaşıp yüzüme bir tokat geçirdi. Bana tokat attı. Bana!
Depreşen anılarımla "Lan!" diye gürledim. "Kızım var ya bittin sen. O
silikonlarını patlatmazsam eğer bana da Deli Asiye demesinler.
BIRAKIN LAN BENİ!"

107
"O suratını tırnaklarımla işaretlediğimde sen o zaman Akın'a
yaklaşmanın ne demek olduğunu anlayacaksın."
"Kızım hasta mısın sen?" Kız bu sefer histerik bir kahkaha attı ve
manikürlü Bülent Ersoy tırnaklarını yüzüme doğru uzattı. Harbiden
manyaktı ya bu.
"Şeyda!" diye bağırdı birisi o an. Başımı çevirdiğimde Burak'ın
fazlasıyla öfkeli ifadesiyle karşılaştım. "Ne halt ettiğini sanıyorsun
sen?"
Şeyda... Azman'ın belalısı Şeyda... "Bu kız..." demişti ki Şeyda denen
belalı manyak, "O kızın Akın'la bir alakası yok," dedi Burak. "Benim
arkadaşım. Akın'a onu okula bırakmasını söyledim sadece." Başını
beni tutan adamlara çevirip "Bırakın lan siz de onu!" diye gürledi.
Adamlar anında kollarımı bırakırken "Defolup gidin şimdi!" dedi
Burak. İzbandut gibi çocuklar süt dökmüş kedi misali bir kaç saniye
içinde gözden kaybolurken ben şaşkınlıkla Burak'a bakıyordum.
Çocuğun içinden adeta bambaşka biri çıkmıştı ya. Gözümün önünde
sakin görünüşlü ama öfke kontrol sorunlu diye beliren yazılarla
birlikte bir an ürperdim. Uzak durmam gereken insanlar listesine şu
an bir numaradan giriş yapmıştı.
Burak yanıma gelip yine eski haline dönerek yumuşak bir sesle, "İyi
misin?" diye sordu ama cevap beklemeden elini dudağıma uzattı. Bir
an donmuş olmalıyım ki onun bu hareketine tepki veremedim. İşaret
parmağı dudağımın yanına değince acıyla geri çekildim. Burak yine
öfkeli gözlerle Şeyda'ya döndü. "Sen mi yaptın bunu?"
Lan kim yapacak başka?
Kız birden hanım hanımcık bir yapıya bürünürken "Şey! Yanlışlıkla
oldu," demez mi, benim şarteller o an attı. Burak tam bir şey
söyleyecekti ki onu sakince kenara çektim. "Sen bir şurada bekle
süper kahramanım. Olay bundan sonra bende. Asayiş berkemal."
108
Anlamayıp şaşkınlıkla bana bakarken ani bir atakla Şeyda'nın
saçlarına yapıştım. "Ulan sen bana vurdun ya, işte ölüm fermanını
imzaladın o an." Kız çığlık çığlığa bağırırken Burak beni geri çekmeye
yeltendi. "Sakın!" dedim dişlerimin arasından. "Yoksa dayağa seninle
devam ederim."
Gözlerini büyütüp ellerini kaldırarak geriledi. Ben de önümde
saçlarını ellerime doladığım kıza döndüm. Kızın saçlarından tutup
başını geri çektim ve indirdim tokadı yüzüne. Sokaktan geçenler bir
kız kavgası görmenin heyecanıyla izlemeye başlarken daha da
sinirlenerek "Rezil ettin lan beni!" dedim.
Bir tokat daha attığımda kız ağlamaya başladı. "Lisede miyiz oğlum
biz? Ne bu erkeğimden uzak dur ayakları? Boşu boşuna
paralatıyorsun kendini bana."
Kızı yere ittiğimde poposunun üstüne çakıldı ve ellerini yüzüne
kapatıp ağlamaya devam etti. Bok vardı bana bulaşacak? İnsan
belaya bile bile gelir miydi hiç? Kaç kilo yürek yiyip yanıma gelmişti
acaba?
"Esra!" dedi Burak tereddütlü bir sesle.
"Ne var?" diye bağırdım. Sonra pişman olarak derin bir nefes aldım.
Çocuk bana yardım etmeye gelmişti sonuçta ve bir kabahati de
yoktu. Değişken ruh hali dışında... "Özür dilerim. Sana patlamak
istemedim."
"Önemli değil," dedi gülümsemeye çalışarak. "Hadi seni eve
bırakayım da şu dudağına bakalım." Ha! O da Şeyda'nın canı
cehenneme diyordu yani. Çok da umurumdaydı.
Onun bu teklifine bir an itiraz etmek için dudaklarımı araladım ama
yaptıklarından sonra ayıp olacağını düşünerek başımı sallayıp onu
onayladım. Bu sırada birileri de yerdeki ağlayan kızı kaldırmaya

109
çalışıyordu. Kendini şanslı saymalıydı manyak. Dua etsindi ki enerjim
düşüktü. Yoksa akşamı acil serviste geçirmesi garantiydi.
Burak'la beraber onun arabasına yöneldik. Azman'ın aksine o daha
spor bir araba kullanıyordu. Zenginlik işte böyle bir şey olmalıydı.
Zira biz bu arabanın benzinini bile zor alırdık. Arabayı çalıştırdıktan
bir süre sonra göz ucuyla bana bakıp "Senden korkulur," dedi çarpık
bir gülümsemeyle.
Yine rezilliğin dibine vurduğumu idrak edince dudaklarımı birbirine
bastırdım. İşte içimdeki çirkef kızı da görmüştü. "Aslında..." dedim.
"Böyle biri değilim. Yani tamam, bir kaç erkek patakladığım olmuştu
ama bir kız, ilk defa oluyor."
Yalana gel! Geçen evde terör estiren sanki ben değildim.
"Şeyda'yı da ilk defa birisi böyle benzetiyor. Onun için de bir ilk,"
dedi ve kahkaha attı. "Bu arada süper kahramanım ha! Buna
bayıldım." Yanağımın içini kemirirken utanarak ellerimle oynamaya
başladım. Azman yüzünden bir bunu yaşamadığım... Ulan zaten ne
yaşamışsam hepsi Azman yüzündendi.
Gebermeyesice! Niye gebermeyesice ya? Düzeltiyorum; geberesice.
"Kızardın mı sen?" dedi Burak eğlenen bir sesle.
"Yok," dedim hemen. "Araba fazla sıcak."
Klimayı çalıştırırken kendini tutmaya çalışsa da başaramayıp güldü.
"Şeyda Akın söz konusu olduğunda bir psikopattan farksızdır. Sana
demiştim, takıntısı tehlikeli bir boyutta o kızın."
"Onu anladım anlamasına da o yanındaki adamlar neydi?"
"Paralı adamlar işte."
"Yok artık. Bana mafya falan demeyeceksin değil mi?"

110
Başını bir an yoldan çekip bana baktı. Tekrar yola dönerken gülmeye
başladı. "Yok kızım, ne mafyası? Film mi çekiyoruz burada? Şeyda'nın
ağabeyinin bir gece kulübü var buralarda. O adamlarda muhtemelen
kapıdaki korumalardır."
İyi bari. Her yerden çıkan mafya mufya olaylarından gına gelmişti.
Sanki Türkiye'nin yarısı mafyaydı da bir bizim köye kimse
uğramamıştı. En son Emine teyzenin oğlu 'Ben mafyaya karıştım
anne,' deyince Emine teyze onu kürek sapıyla kovalamıştı. Ondan
sonra çocuk bırak mafya kelimesini ağzına almayı su tabancasına bile
tövbe etmişti.
Evimin olduğu sokağa girince Şeyda muhabbetinin sonuna
geldiğimiz ve onunla aynı arabada olmanın gerginliği son bulacağı
için rahatladım. Bu rahatlama binanın önünde FBI teyze ve MIT
teyzeyi dedikodu yaparken görmemle gerisin geri gitti. Şimdi
bunların dedikodu malzemesi ben olacaktım. Hey güzel Allah'ım!
Ben annemden bu kadınlardan çektiğim kadar çekmemiştim.
Burak arabayı kenara park edince mecburen aşağı indim. Teyzelerin
bakışları üzerimizde gezerken Burak da yanıma yürüdü. "Evinde
pansuman malzemesi var mı Esra?" diye sordu dudağımdaki yaraya
bakıp yüzünü buruşturarak. Hayır hayır, evim olmaz. Benden uzak
dur genç, yağız ve öfke kontrol sorunu olan delikanlı!
"Benim evimde var," dedi bir ses. "Ama siz zaten biliyorsunuz."
Başımı çevirince Azman'la karşılaşmam da ayrı bir güzel(!) oldu tabii.
Sokakta falan mı bekliyordu bilmiyordum ama bu çocuğu görmek
ben de Drapetomania* Sendromunun oluşmasına sebep oluyordu.
"Yine bir yerini mi kestin Sakar Şakir?" dedi bana göz ucuyla bakarak
ve sonra ikimizi kısaca süzdü. Ardından onunda gözleri dudağımdaki
yaraya kaydı ve gözlerini kıstı. "Dudağına ne oldu?" Ulan ben seni şu
sokağın ortasında evire çevire döverdim de, şu teyzeler olmasaydı.

111
"Sayende kızın bir dayak yemediği kalmıştı," dedi Burak sert bir
tonda. "O da oldu." Dayak mı yemiştim ben? Of be! Daha ne kadar
batabilirdim acaba?
"Ne?" dedi Azman anlamayarak.
"Şeyda diyorum Akın. Şeyda..."
"Bunu Şeyda mı yaptı?" dedi kaşlarını çatarak. Elini yüzüme doğru
uzatıp yaraya bakmak istedi ama geri çekilip izin vermedim.
Öfkeyle solurken, "Sen şu teyzelere dua et!" dedim ve gözlerimle
binanın önündeki kadınları işaret ettim.
"Esra! Ben... Gerçekten üzgünüm. O manyak kızın bunu yapacağını
düşünmem gerekirdi."
"Neyse ne," dedim ve Burak'a döndüm. "Teyzeler sorgu suale
başlamadan ben gideyim Burak."
İtiraz edecek gibi olsa da sonra başını salladı. Belli ki beni zor
durumda bırakmak istemiyordu. Ona minnetle gülümseyip son kez
Azman'a baktım. Kaskatı bir yüzle dudaklarını kenetlemişti ve arada
öfkeli gözleri Burak'a kayıyordu.
Tam gidecektim ki yine öfkeme yenik düşüp Azman'a yaklaştım.
Kısık sesle "Asıl film daha başlamadı," dedim. "Bu sadece fragman."
"Ne filmi?" dedi hala çatık kaşlarla bana bakarak.
"Aksiyon ve gerilim," deyip sırıttım ve yumruk olmuş elimi karnına
geçirdim. Şok ve acıyla kasıldığında "Ve aşırı şiddet," diye ekleyip
binaya yöneldim.
• 'Anne Sorunu'

Akın Korutürk
112
Kapının önünde mi beklesem diye düşünürken apartmanın fiskos
çetesini fark ettim. Şimdi oraya gitsem tüm aile fertlerimin
sağlığından başlar, 'Var mı birisi?' soruları eşliğinde beynimi
merdivenlere bırakarak çıkardım. En iyisi arabanın içinde beklemek
olacaktı.
Asi'yi beklerken radyoyu açtım. Kanallar arasında gezinip en
sonunda Ankara'nın yerel bir radyosunda durdum. En azından biraz
kafam dağılır diye düşünerek Ankara'nın Bağları'ndan girip bu
seferde Şişeler'den çıktım ama bu kız hala ortalıkta yoktu. Okuldan
çıkalı neredeyse yarım saatten fazla oluyordu. Bu saate kadar çoktan
gelmeliydi.
Tabii ki bir sapık gibi onu izlediğimden değildi. Sadece özür
dileyecektim ama okulda yanına yaklaşırsam kafama bir ayakkabı
yiyeceğimi düşünerek -Karizmamı herhangi bir fakültenin önünde
çiğnetemezdim- evin önünde beklemeye karar vermiştim. Evet, biraz
aşırıya kaçmış olabilirdim ama ne yapabilirdim ki? Bu kızla uğraşmak
halı sahadan bile daha keyifliydi. Yine de bir şekilde gönlünü almak
zorundaymış gibi hissediyordum.
Ulan yine aklım arabadaki görüntüsüne gitmişti, iyi mi? Nasıl da güzel
uyuyordu demek isterdim ama daha çok biraz şapşal görünüyordu.
Başı cama vurmaya başlayınca gülmemek için kendimi tutup
boynunu diğer tarafa çevirmiştim. Bunun iyi bir fikir olmadığını ise
ona bakma dürtümü bastırmaya çalışırken fark etmiştim. Ve onu
uyandırdığımda yine o klasik cümlesini kurmuştu. 'Ne oluyor lan?'
Bir araba apartmanın biraz gerisine park edince dikkatimi oraya
verdim. Araba Burak'ın arabasıydı ve içinden... Lan bu kız yine mi
bununlaydı? Gerçi bana neydi ki? Sadece özür dileyecektim.
Allah kahretsin! Niye onunlaydı ki?

113
Arabadan inip onlara yaklaştığımda teyzelerin gözü de
üzerimizdeydi. "Evde pansuman malzemesi var mı Esra?" dedi
Burak.
"Bizim evde var? Ama siz zaten biliyorsunuz," diyerek direkt konuya
giriş yaptım. Bir de selam mı verecektim?
"Yine ne yaptın Sakar Şakir?" dedim Esra'ya ama gözüm Burak'ın
üzerindeydi. O da seninle görülecek bir hesabımız var aslanım
bakışları atıyordu. Acaba yine ne yapmıştım? Esra'yı sabah okula
bırakmamdan sonra bana bir araba fırça kaymıştı, malum Şeyda gibi
bir manyak söz konusuydu. Gerçi kızı sadece okula bırakmıştım ki
bunu Şeyda'nın yanında da üzerine basarak söylemiştim ama
Burak'la o konuyu atlattık sanıyordum.
Esra'ya dönünce dudağındaki yarayı fark ettim ve kaşlarım çatıldı.
"Dudağına ne oldu?" deyip elimi yüzüne uzattım ama hızla geri
çekildi. Bana öfkeli yeşim gözleriyle bakarken sabahki sinirinin hala
geçmediğini anladım.
"Kızın senin yüzünden bir dayak yemediği kalmıştı. O da oldu," dedi
Burak öfkeli öfkeli.
"Ne?"
"Şeyda diyorum Akın. Şeyda."
Ulan bu kız... Bu sefer çok ileri gitmişti ve hesabını çok pis
soracaktım. Esra'dan özür dilesem de o öfkeyle bana bakıp
homurdanmakla yetindi. Burak'a veda ederken de bana hiçbir şey
söylemedi. Haklıydı da. Ama tam gidecekken bana dönüp "Asıl film
başlamadı," dedi. "Bu sadece fragman." "Ne filmi?"
"Aksiyon ve gerilim," dedi ve sinsice sırıttı. "Ve aşırı şiddet." Karnıma
bir yumruk indirmesiyle neye uğradığımı şaşırdım. O ise bana
bakmadan hızlı hızlı hareketlerle apartmana yöneldi. Teyzelerin

114
sorularından adeta magazincilere yakalanmış bir ünlü gibi usta bir
manevrayla sıvışarak apartmandan içeri girdi.
O içeri girerken "Eli de amma ağırmış," dedim ama onun bu hareketi
beni saçma bir şekilde gülümsetmeye yetmişti.
Burak ise benim aksime hala fazlasıyla ciddiydi, yanıma eğilip "Gel
benimle," dedi ve başka bir sokağa doğru yürümeye başladı. Esra'nın
arkasından gitme dürtümü bastırıp ben de onu takip ettim. Sokağa
ayak basar basmaz Burak beni şiddetle itti ve "Nelere sebep
olduğunu görüyor musun?" diye bağırdı.
"Sakin ol!" diye onu uyarırken buldum kendimi. Bu çıkışı fazla sertti.
"Neyine sakin olayım lan? Gitmeseydim kızı paralayacaktılar." "Onu
mu takip ediyordun?" dedim gözlerimi kısarak.
"Buna mı takıldın lan?" diye bağırdı yine.
Ben yine de olabildiğince sakin olmaya gayret ediyordum. "Buna
takıldım. Ne zamandan beri bir kızı takip eder oldun sen?"
"Onu takip etmiyordum geri zekalı. Şeyda'yı gözetliyordum. Senin
boktan oyunların yüzünden kıza bir şey yapacağını anladım ki haklı
da çıktım."
"Günün kahramanı olmuşsun işte. Ne bu haller?"
"Delirtme adamı Akın!"
"Şimdi de o kızdan uzak duracaksın falan mı diyeceksin?" dedim
alayla. Ama alaycılığım öfkemi zapt etmek içindi. Yoksa çoktan
yüzüne yumruğu geçirmiştim.
"Bak!" dedi o da sakinleşmeye çalışarak. "Sadece hareketlerine
dikkat et ya da şu Şeyda belasından kurtul."
"Kurtulacağım, onun suyu zaten çoktan ısınmıştı," dedim öfkeyle.
Bundan önce uğraşmak istememiştim çünkü kız bazen işe yarıyordu.
115
Takıldığım bazı kızlar hayallere dalınca hop Şeyda çıkıyordu ve o
hayallere balıklama dalıyordu ama bu son yaptığı canımı sıkmıştı.
Ona üzerine basarak kızla aramda bir şey olmadığını belli etmeme
rağmen yine onun peşine takılması görmezden geleceğim bir şey
değildi.
"Gerçi..." dedi Burak sinirli ifadesini bir nebze de olsun silip gülerek.
"Zaten artık ona yaklaşır mı, bilemem." "O ne demek?" dediğimde
yine güldü.
"Esra kızı iyi bir benzetti. Görmen lazımdı. Paraladı resmen Şeyda'yı."
Dudaklarım yana kayarken en azından biraz keyiflenmiştim. "Desene
yine kahraman olamamışsın."
Kaldırıma oturup bana ters bir bakış attı. Ben de gidip yanına
oturdum. Burak'la uzun yıllar arkadaştık. Babamın iş ortağının
oğluydu ve evleri bizim evin hemen karşısında olduğu için neredeyse
beraber büyümüştük. Arkadaştan öte kardeş gibiydik ve o da benim
gibi bir anlık öfkeyle bunu silebilecek biri değildi. Hele de bir kız
meselesi yüzünden. Yine de ona doğru dönüp "Hoşlanıyor musun
lan sen bu kızdan?" diye sordum.
Bana yan bir bakış atıp kesin bir sesle "Hayır," dedi. Yüzüne bakıp
söylediğinin doğruluğunu tarttım ama ne hissediyorsa yine iyi
gizliyordu. Bu kızdan gerçekten hoşlanıyorsa ben de daha fazla
Esra'yla uğraşacak değildim. Burak her zaman benim için önemli biri
olmuştu ve kardeşim dediğim adam bir kızdan hoşlandığını
söylemişse eğer aralarında kara kedi falan olacak en son kişi bendim.
"Doğruyu söyle!"
"Hayır, kelimesinin senin için anlamı ne?" dedi kaşlarını çatarak.
"Tamam be oğlum. Sordum işte," dedim ve omzuna vurdum. O
zaman sorun yoktu.

116
Bir kaç saniye sonra bana doğru başını çevirip çenesiyle beni işaret
ederek "Ya sen?" diye sordu.
Bir an bu soru beni afallatsa da dudaklarımı yana kıvırdım. "Hem de
nasıl!"
Yüzünü buruşturdu ve "Defol git lan!" dedi. Ciddiye almamıştı. Ben
de ciddiye alsın diye söylememiştim zaten. Yine de kızın ilgimi
çektiğini inkâr edecek değildim. Hoşlanıyor muydum? İşte o kısım
beni aşıyordu çünkü duygusal bağ bana göre değildi. Ben birine bağlı
olmaktan çok serbest takılmayı seviyordum.
Burak ayağa kalkıp bana doğru döndü. "Akın!" dedi. "Sadece o kızın
diğerlerinden farklı olduğunu bilerek davran. Kız senin yüzünden iki
kez astım krizi geçirdi."
"Tamam lan! Sen kendi işine bak." Hoşlanıyorsan hoşlanıyorum de
angut herif! Ben de maymuna döndüm burada.
Aslında Burak'ın da benden farkı yoktu. Sadece ben neysem oydum.
O ise daha çok göz önünde olmamayı tercih ederdi. Şimdi ise belli ki
kızın hastalığından dolayı geri çekiliyordu ama sonuçta kör kütük
aşık da değildi. Sadece ilgisini çekmişti o kadar. Zaten Esra hiçbir şey
yapmasa bile hareketleriyle çoğu erkeğin ilgisini çekerdi.
"Gidiyorum ben," dedi Burak ilerlemeye başlarken. Sonra duraksayıp
başını bana çevirdi ve "Son olarak..." dedi. "O kızdan uzak dur Akın."
Yoldan bulduğum bir taşı ona savururken havaya sıçradı. "Defol git
lan!" dedim gülerek.
O da güldü ama hemen sonrasında tereddütle bir kaç saniye
duraksadı. Ben de bir şey söyleyeceğini anlayıp bekledim ama Burak
başını hafifçe iki yana sallayıp sokağın başından döndü ve gözden
kayboldu. Bir kaç dakika sonra ayağa kalkıp üzerimdeki tozları
silkeledim ve ben de ilerleyip sokaktan çıktım. En azından teyzeler
hala kapıda fiskos yapmıyorlardı. Binadan içeri girip Asi'nin kapısına
117
kısa bir göz attım ve kendi kapımı açıp içeri girdim. Pansuman
malzemelerini alıp gerisin geri dışarı çıktım. Son anda dönüp bir
büyük bir tencere kapağı kaptım ve Asi'nin zilini bir melodi eşliğinde
çalmaya başladım.
Kapı açıldığında "Zilimle Mozart mı çalıyorsun lan sen?" dedi Asi.
Saçlarını toplamıştı ve üzerini değiştirmişti. Yüzünde hiç makyaj
olmamasına rağmen gözüme hala oldukça hoş görünüyordu. Çok
saçmaydı çünkü şu an ilgi çekebilecek bir görünüşten oldukça uzak
olan bir kızı ilk kez hoş buluyordum.
"Mozart dinlemek zihni açar ama en azından yine mi sen demedin,"
dedim sırıtarak.
"O zaman seni hüsrana uğratmayayım. Yine mi sen?"
"Evet. Yine ben."
"Ve yine sırayı bozmayalım," dedi Asi. Başını hafifçe omzuna doğru
eğince at kuyruğu yaptığı saçları sallandı.
"Sıradaki neymiş?"
Ayağından terliği yukarı fırlatıp eliyle yakaladı ve "Terlik!" diyerek
sırıttı.
Tencere kapağını önüme siper ederken "Hazırlıklıyım güzelim,"
dedim. "Zırhımı kuşandım da geldim."
Önce kaşlarını çatsa da hemen ardından bir kahkaha patlattı. Kapağı
aşağı çekip onu izlerken keyfim de sonunda yerine gelmişti. Kızın
insanı saçma bir şekilde neşelendiren bir yanı vardı. Hatta şu an
kahkahalarla gülerken terliği kafana fırlatmış gibi bir etki
bırakıyordu. Öyle mal gibi kalıyordunuz.
Birden bire durup ciddileşti ve parmağını dudağının kenarındaki
yaraya bastırdı. Belli ki gülerken acıyordu.

118
"Niye kapımdasın yine?"
Elimdeki pansuman malzemelerini gösterdim. "Canım doktorculuk
oynamak istiyor." "Ya bir git Allah aşkına!" dedi kaşlarını çatarak.
"Lütfen lütfen!" dedim çocuk gibi. "Hep doktor olmak istemişimdir."
"Oradan bakınca denek gibi mi görünüyorum?"
Onu şöyle bir süzdüm ve arsız bir şekilde sırıttım. "Hayır, çok güzel
görünüyorsun. Bayılıyorum sana."
"Şu an ya ölü taklidi yap kurtul ya da ben seni gerçekten bayıltayım."
"Kendini üstü kapalı ayı ilan ettiğinin farkında mısın?" diye
sorduğumda bocaladı. Düşünüyormuş gibi yapıp gözlerini tavana
çevirirdi ve kendi kendine konuşur gibi "Hadi ya!" dedi. "Bunu
hesaplayamamışım." Gözleri tekrar beni bulurken "Yine de bayıltma
konusunda ciddiydim," dedi.
"Ona ne şüphe." Tam gözlerimi devirecektim ki aklıma gelen fikirle
"Gel seninle bir anlaşma yapalım," dedim.
"Teşekkürler, almayayım. Hazımsızlık yapıyor."
"Kızım bir dinle!" diye atıldım. "Eğer içeri girmeme izin verirsen tişört
borcunu silerim."
Saniye duraksamadan kenara çekilip eliyle içeriyi gösterdi. "Gir
hemen!"
Gülerken duraksamadan içeri girdim ve bu sefer onun odasına
yöneldim. Odayı daha önce incelemiş olsam da yine göz
gezdirmekten kendimi alamadım, tipik öğrenci odasıydı. Duvarın
köşesinde tek göz bir kitaplık, yanında çift kapaklı bir giysi dolabı
vardı. Duvarın ortasına ise bir tuvalet aynası konulmuştu. Üzerinde
ise bir kaç makyaj malzemesi ve Şirinler çizgi filminden bir oyuncak,
yani mavi bir yaratık, duruyordu. Karşıda tek kişilik mavi örtülerle bir
119
baza ve yanında da bir sandalyeyle bir çalışma masası vardı.
Duvarlarda ise tek bir şey asılı değildi.
"Gel de şu yarana bakayım," dedim yatağa otururken.
Bana şüpheyle bakıp "Abartma!" dedi. "Hançer yarası değil
sonuçta." Anlaşılan söylenilen sözleri de unutmuyordu.
"Amma da huysuzsun. Gel işte. Kendimi affettirmeye çalışıyorum
burada."
"Anlaşmamızda bu kısım yer almıyor üzgünüm. Şimdi gidebilirsin."
"Ne?"
"Ne demek ne? İçeri girdiğine göre anlaşmaya uydum ben." Eliyle
kapıyı gösterdi. "Şimdi naş naş!"
Beni uğraştıracağını zaten tahmin ediyordum ama o daha beni
tanımıyordu, her zaman bir cin fikrim olurdu benim. Bu asi kıza
yenilecek değildim. "Yaranı temizlememe izin verirsen sana çay
ısmarlarım."
"Gerek yok. Ben kendi çayımı kendim yaparım."
"Yapamazsın," dedim bir sırıtışla. "Çayınız bitti."
"Ne?" dedi şaşırarak. "Sen nereden biliyorsun be?"
"Geçen geldiğimde çay kavanozunuzla ufak bir bakışma yaşadık."
"Hey Allah'ım ya!" diye söylendi. "Adam çay kavanozumuza bile
yürüyor."
"Ee! Ne diyorsun teklifime?" Aslında tam olarak çayın bittiğine emin
değildim. Sonuçta evde çay paketi de olabilirdi ama deneme yanılma
yoluyla başarıya da ulaşmak üzereydim.
Bana gözlerini kısıp kısa bir bakış attı. Ardından telefonunu çıkarıp
birini aradı. Acaba Burak'ı mı arıyor diye düşünürken "Alo, Elif," dedi.
120
"Çay bitmiş gelirken alsana... Akşam 10 mu? Ölürüm o saate kadar
ben..." Elini ağzının yanına siper ederken arkasını döndü ve
fısıldayarak devam etti. "Kızım param mı var? Kredi yatmadı daha,
nasıl alayım?... Tamam, Gül'ü arıyorum."
Telefonu kapatıp bana göz ucuyla bakarken ellerimi yatağa dayayıp
sırtımı hafifçe geri verdim. Yüzümdeki keyifli ifade üzerine Asi'nin
yüzü kasıldı. Telefonu tekrar tuşlayıp kulağına götürdü. "Şirine... Ne
zaman geliyorsun?... Yapma kızım, sonra alırsın o trençkotu. Hem
parayı nereden buldun sen?... Bana çay lazım. ... Of tamam be,"
deyip telefonu kapattı.
"Yine bana kaldın Asi."
İç çekip geldi ve yanıma oturdu. "Tamam ama kısa sürsün." Bir de
böyle bir huyu vardı. Olmayacağına kesin olarak emin olduğu
şeylerde hemen kabulleniyordu.
"Anlaştık," deyip küçük bir pamuğa biraz ilaç döktüm ve dudağının
yanına değdirdim. Ufak bir acı belirtisi beklesem de tepkisizce
durmuş bana bakıyordu. İnsan numaradan da mı acımış gibi
yapmazdı? Bildiğim tüm kızlar tırnağı kırılsa yaygara koparıyordu.
Demek ki hepsini bilmiyordum. Hele bu kız gibisini ilk kez
görüyordum. Öyle ki o yeşim gözlerine baktığımda bir an elim bile
öylece kaldı. Aklıma Burak'a sorduğum soru geldi ve kendimi bunu
sorgularken buldum. Gerçekten ben bu kızla neden uğraşıyordum?
Neden şu an durmuş onun yarasıyla ilgileniyordum? Ben kızlarla
takılırdım ve biterdi. Gerisini hiç düşünmezdim. Şimdi ise kendimi
sürekli bu asi kızla uğraşırken buluyordum. Bu iyi değildi. Hem de hiç
iyi değildi.
"Kaynadı galiba," dedi Asi.
"Ne?"
"Pamuk diyorum. Dudağımla birleşti. Kaynadı galiba."
121
Elimi hızla çekerken "Pardon!" dedim. "Dalmışım." Dalmışım mı?
Oğlum sen ne söylediğinin farkında mısın?
"Fazla derin dalma çıkamazsın," dedi Asi gülerek.
Al işte öyle laf edersen böyle de kapağı suratına yersin. Toparla
kendini.
Etrafıma bir bakış atıp "Odan güzelmiş," dedim.
"Ha! Zenginsin ya hemen bir yerden vur." Başımı ona çevirerek
kaşlarımı çattım. Yanlış anlamıştı. Tamam, ben de odanın gerçekten
güzel olup olmamasıyla ilgilenmiyordum, sadece konudan
uzaklaşmak için yapmıştım ama onu aşağılamak falan da değildi
amacım.
"İma etmedim. Odan şirin yani." Elimle konsolun üzerindeki mavi
yaratığı gösterdim. "Bayılırım Şirinler'e."
Kesinlikle bayılırdım. Hele o kırmızı şapkalı sakallı olanı da hep
dedeme benzetmişimdir. Saçmalık! Ben o çizgi filmden nefret
ederdim. Hele o kırmızı şapkalı dedeye gıcık olurdum. O minik mavi
yaratıklar uzaylılara benziyordu. Çirkin şeyler...
Esra kaşlarını kaldırıp "Ciddi misin sen?" diye sordu. Hem de ne
biçim?
"Tabii ki," dedim sırıtarak. Ayağa kalkıp gösterdiğim mavi yaratığı
aldı ve yürüyüp bana doğru uzattı. "Al senin olsun o zaman. Ben bu
korkunç şeyi pek sevmiyorum. Sırf Gül'ün gönlü olsun diye iki tane
almıştık ama bu şeyi gece görünce bile ödüm patlıyor."
Ciddi ciddi bu kız bana bir oyuncak mı vermişti? Hem de bu çirkin
yaratığı. Asi oyuncağı önümde sallayınca afallamış halimden sıyrıldım
ve elinden alıp kucağıma koydum. Eve gidince bir köşeye fırlatırdım
ya da direkt bir çöp torbasına koyar ve çöp konteynırının
derinliklerine yollardım.
122
"Sağ ol, hep mavi bir yaratığım olsun istemişimdir," dedim
gülümseyerek.
"Ne mutlu bana. Akşam akşam bir fakiri sevindirdim. Fakir mecazi
tabi," dedi son söylediğinin üzerine basarak.
"Yapma kızım. Zengin fakir muhabbeti değildi işte amacım.
Beğendim diyorum odanı. Hem yatağın da çok rahat." Gözlerini
kısarken yine yanlış anladığını fark ettim. "Ya sen de her boku yanlış
anlıyorsun. Bu yatak gerçekten rahat." Oturduğum yerde zıpladım.
"Bak! Test ediyorum." Ben yatakta zıplarken göz devirip "Kes şunu!"
dedi.
"Çok eğlenceliymiş. Sen de dene!"
"Yatağımda zıplamayı keser misin?" Omuz silkip zıplamaya devam
ettim. "Çocuk gibisin be!" dedi ve beni durdurmak için kollarımdan
yakaladı. Aynı anda yatak bir gürültü eşliğinde içeri çöktü. Tabii
bizimle beraber.
Asi şok içinden üzerimde bana bakarken "Yatağımı mı kırdın lan?"
diye tısladı. Yine boktan bir durumun içine düşsem de kahkahamı
bastıramadım. "Bir de gülüyor musun?" dedi hayretle.
"Gerçekten..." dedim kahkahalarım arasından. "Beni yine taciz
ediyorsun."
Bulunduğumuz konumu yeni fark etmiş gibi yeşim gözleri irileşti.
Tam kalkmaya yeltenmişti ki birinin gürlemesiyle ikimiz de başımızı
kapıya çevirdik.
"Esra!" İkimizin gözleri de aynı an da kapıya döndü. Kumral dalgalı
saçlı bir kadın şok olmuş bir ifadeyle bize bakıyordu. Elindeki ufak bir
çanta güm diye yere düştü ve kadın ellerini beline dayadı. Şaşkın
ifadesi yavaş yavaş katılaştı.

123
Esra öylece kalakalmışken bu ifadesine bir yutkunma sesi eşlik etti.
"Anne!" "Aha! Basıldık!" dedim kahkahalarımı bastırmaya çalışarak.
Yeşim gözleri bana döndü ve sanki bulunduğu konumu tekrar
hatırlamış gibi gözleri daha da irileşti. "Has-" "Küfür yok!" dedi
Esra'nın annesi. "Sopa var. Eşek sudan gelinceye kadar dayak var."
• 'Kaçış'
🍀
Esra Yağmurlu
Annemin gözlerinden ateşler çıkmasına ramak kala hızla Azman'ın
üzerinden kalktım. Acilen bir şeyler düşünmem lazımdı. Yoksa dayak
yememe saniyeler kalmıştı. Ne söylesem yırtarım diye düşünürken
Azman da ayaklandı.
"Önce hanginizi öldüreyim?" diye sordu annem.
"Anne bak, açıklayabilirim." Ne açıklayacaktım ben? Dahası annemin
burada ne işi vardı?
Annem "Açıkla," dedi tek kaşını kaldırarak. "Mantıklı olsa iyi olur."
Güzel. Dayağı bir kaç dakika ertelemiştim sanırım da ne diyecektim?
Aklıma da bir şey gelmiyor ki. Gerçeği söylesem...
Anneciğim bu çocuk yüzünden bir kızdan dayak yedim ama merak
etme ben de kızı iyi bir patakladım. Şimdi de bir bardak çay için,
uğruna dayak yediğim adamın bana pansuman yapmasını kabul
ettim. Sonra da yatağımın rahatlığını test etmek için trambolin gibi
kullanırken kırdı. Ben de onu durdurayım derken üzerine düştüm.
O kadar inandırıcıydı(!) ki annem muhtemelen bunları söylesem sen
benimle dalga mı geçiyorsun eşek sıpası diyerek beni ıslak odunla
döverdi. Bir bu duruma düşmediğim kalmıştı ve evet, Azman
sayesinde onu da başarmıştım.
124
"Şimdi anneciğim, şöyle oldu..."
"Nasıl oldu?" "Aslında..."
"Aslında ne?" Annem ya, bir dursana! Bir şey sallayacağım varsa onu
da sayende başaramıyorum. "Teyzeciğim ben anlatayım isterseniz,"
diye lafa girdi Azman. Sözü o devralmışsa kesin bitmiştim. En iyisi
ben gidip bahçeye iki tane mezar kazayım. Şu şansa bak ki bizim
apartmanın bir bahçesi bile yok.
"Ben nereden senin teyzen oluyorum?" dedi annem tek kaşını
kaldırarak.
Azman bir an bocaladı ama geri de durmadı. "Ayşe Hanım bir
dinleseniz..."
"Adımı nereden biliyorsun sen?"
Annemin köşeye sıkıştırma çalışmaları son hız devam ederken
Azman'ın yüzündeki ifade görülmeye değerdi. O şu an benden bile
beter bir durumdaydı. Bir şeyler söyleyeceği varsa da onu
dillendirebilecek miydi bu büyük bir soru işaretiydi. Anlaşılan hiçbir
kızla bu duruma düşmemişti.
Oh olsundu, canıma değsindi.
"Bakın..." dedi nasıl hitap edeceğini şaşırarak. "Bir açıklamama izin
verirseniz..."
"Açıkla! İzin veriyorum."
Azman derin bir nefes alırken gözleri bana kaydı. Belli ki yardım
istiyordu. Bu işin sonunda dayak kaçınılmazdı. O yüzden
zorlamamaya karar vererek omuz silktim. Belki annem onu benden
önce döverdi de bende izleyip keyiflenirdim. "Açıkla hadi!" dedim
ona.
Haydi, buyurun cenaze namazına.
125
Dudağını ısırdı önce sonra gözlerinde bir ışık parlar gibi oldu ve
anneme döndü. "Ben Esra'nın kapı komşusuyum. Şey... Nasıl
söylesem bilemiyorum ama kapıda tansiyonum düşüvermiş." Bravo!
Süper yalan!
"Esra da sağ olsun beni içeri getirdi. Yatağa oturmama yardım
ederken de yatak kırıldı ve sonuçta durum bu hale geldi."
Annem bir kırık yatağa bir bize baktı ve en sonunda kaşlarını
havalandırdı. "İyi misin bari şimdi?"
"Ah! Şey... İyiyim, evet. Teşekkür ederim efendim."
Efendim mi? Bu kibarlık ağır gelip birazdan gerçekten tansiyonu
düşmezse iyiydi.
Azman'a eğilip daha da korkutmak için "İnanmadı," dedim.
Gözleri endişeyle kısıldı ve "Ne yapmam lazım?" diye sordu kısık bir
sesle.
"Hiçbir şey," dedim ben de fısıldayarak. "Dua et."
"Ne?"
"Ölümün acısız olsun diye." Annem bizi incelemeye devam ederken
Azman'a gözlerimle annemin yanındaki küçük çantayı işaret ettim.
"O çantanın içi el yapımı sürmene av bıçaklarıyla dolu." "Ne bıçağı,
ne bıçağı?" diye sordu.
"Bir bıçak işte. Mınçıka ve muşta da vardır içinde. Birazdan seni
banyoya götürüp kıtır kıtır kesecek." "Şaka yapıyorsun?" dedi
gözlerini büyüterek.
"Kesin fısıldaşmayı," dedi annem en sonunda. "Sen..." dedi Azman'a
bakarak. "Adın ne evladım senin?" "A-Akın!"
"Beni takip et Akın!" dedi annem sert bir tonda. Azman bana bakıp
gözleriyle yardım çağrılarında bulunurken ona sırıtarak cevap
126
verdim. Annem eğer ona inanmamışsa zaten ikimizi de iyi bir
pataklayacaktı ama ben de o zamana kadar onun korkusuyla
eğlenebilirdim. Beni bu duruma düşürürken düşünseydi.
İstemeye istemeye ilerleyip annemin peşinden çıktı. Annem
harbiden banyoya girerken içeriyi işaret edip "Geç!" dedi.
Azman'ın gözleri daha da irileşti ve yine beni buldu. "Ciddi miydin
kızım sen?"
Dudaklarımı büzüp omuz silktim ve cevap vermedim. Aslında ben de
annemin ne yapmaya çalıştığını anlamamıştım ama bozuntuya
verecek de değildim.
"Geçsene oğlum." dedi annem sertçe.
Azman dişlerinin arasından "Esra!" diye fısıldadı. "Bir şeyler yap!"
Nah yaparım. Geber emi!
"Geçsene sevgili komşum," dedim onu iterek. Azman bana yalvaran
bakışlarla bakıp yavaş adımlarla banyoya girdi ve anneme doğru
döndü.
"Bari yere muşamba serseydiniz."
Annem yüzünü buruşturdu. "Ne diyorsun oğlum sen?"
"Üzerinize kan sıçramasın diye." Azman'ın sözleri üzerine bir
kahkaha ağzımdan firar ediyordu ki ikisinin öfkeli gözleri bana
dönünce elimi dudaklarıma bastırdım.
Annem tekrar Azman'a dönüp ilgili bir sesle "Esra sana ayran yapsın
mı?" diye sordu.
"Yok, son dilek hakkımı ayrandan yana kullanmak istemiyorum,"
dedi Azman.
Annem bana göz ucuyla bakıp "Kızım bu çocuk ne diyor, sen anlıyor
musun?" diye sordu.
127
"Yok, Ayşe Sultan. Ben onun dilinden pek anlamıyorum."
Bir "Tövbe estağfurullah," eşliğinde annem yine Azman'a döndü.
"Neyse iyi görünüyorsun. Şuradaki süpürge ve faraşı al da gel."
Azman onun işaret ettiği yere bakıp bir kaç saniye gözleriyle süpürge
ve faraşın görevini analiz etti ya da şu an süpürgeye atlayıp
Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu'na doğru yola çıkma planları
yapıyordu çünkü annem müdahale etmese öylece bir kaç dakika
daha süpürge ve faraşa bakabilirdi.
"Oğlum hadisene!" dedi annem bıkkınlıkla. "Bu çocukta bir problem
var Esra."
"Var annem de rencide etme çocuğu şimdi."
Azman bana kötü bir bakış atsa da bir şey söylemeyip en sonunda
süpürge ve faraşı aldı. "Beni takip et çocuğum," dedi annem çıkış
kapısına yönelirken. "Sen de Esra."
Azman yanıma gelirken "Şimdi ne planlıyor?" diye kısık sesle sordu.
"Kesmekten vazgeçmiş belli ki," dedim. "Muhtemelen caddede
evire çevire dövecek." "Kızım ciddi misin, değil misin ya?" dedi
yakınır gibi.
"Fısıldaşmayı kesin de beni takip edin," dedi annem. İkimizde
kurulmuş gibi onu takip ederek binadan çıktık.
Annem yerdeki alışveriş poşetlerini gösterip "Esra sen şunları yukarı
taşı," dedi. "Akın evladım, seninle de temizlik yapacağız."
"Siz temizleyeceksiniz herhalde." dedi Azman. "Ama niye beni göz
önünde temizliyorsunuz anlamadım. Bu işler gizli olmuyor mu?"
Annem bana doğru eğilip "Aslında bir haltlar yaptığınızdan
şüphelenmiştim," dedi. "Ama bu çocuk biraz saf bir şey. Sen

128
Lütfiye'nin oğluna bakmamışsan buna hiç bakmazsın." Allah'ım!
Sonunda şans bana da mı gülecekti?
"Öyle anneciğim. İnsanlık namına yardım edeyim demiştim ben de
zaten. Bunu burada hep itip kakarlar." İşaret parmağımla başımı
işaret ettim ve kısık sesle "Küçükken ateşli hastalık geçirmiş, kalıcı
bir etkisi olmuş muhtemelen," dedim.
Kısık sesle söylemiş olsam da Azman söylediğim şeyi duymuş olacak
ki "Ne?" dedi.
"Hâlbuki kılık kıyafeti de pek düzgün," dedi annem.
"Arkadaşı var bir tane. O yardım ediyor. Ne yapsın? O da acıyor işte."
Azman tam bir şey söyleyecekti ki kaşlarımı kaldırıp onu uyardım.
"Yazık kız!" dedi annem acıma dolu sesiyle. "Sen de yardım et
elinden geldikçe."
"Etmem mi anneciğim?"
Annem tekrar Azman'a döndü. "Oğlum getirdiğim turşu
kavanozlarından birini merdivenlerde kırdım. Onu temizle de sana
bir çay yapayım." Duraksayıp "Beni anlıyorsun değil mi evladım?"
diye bağırdı, sanki sağırmış gibi...
"Anlıyorum efendim," dedi Azman dişlerinin arasından. "Ve
duyuyorum da."
Annem eline bir kaç poşet alıp binadan içeri girerken "Ay! Acıdım kız
çocuğa," diye kendi kendine mırıldanmaya devam etti. O gidince
tuttuğum kahkahalarımı olabildiğince sessiz bir şekilde serbest
bıraktım. Ben gülerken Azman bana kötü bakışlar atıp kavanozun
kırıldığı yere yöneldi.
"Ecel terleri döküyorum ben burada. Sen gülüyorsun. Bu bana
çizdiğin kafadan problemli imajının hesabını da sonra soracağım."

129
"Aa! Sen ona mı takıldın? İstersen anneme gerçekleri anlatayım da
seni çifteyle vursun."
Ellerini kaldırıp "Tamam, tamam," dedi. "Böyle iyi, sonuçta senin
annen. Ne yapacağı belli olmaz şimdi." "Güzel değerlendirme,"
dedim sırıtırken.
"Hayır, nasıl inandığını da anlamıyorum. Zeki ve yakışıklı görünürüm
oysaki."
"Kime göre?"
Tek kaşını kaldırıp dudaklarını yana kıvırdı. "Beni tanıyan herkes
böyle düşünür."
"Miyoplarsa demek ki?"
"Ne?"
"Zeki ve yakışıklı görünürüm dedin ya, miyoplarsa demek ki? Ya da
hipermetrop. Ayrıca zeka görünen bir şey değildir. Belirteyim
istedim."
Tam bir şey söyleyecekti ki dudaklarını birbirine bastırıp bıraktı.
"Çenenin bağı kopsun inşallah!" dedi dişlerinin arasından.
"Beddua etme, beddua etme. Gelir seni bulur," diyerek sırıttım.
O da beni taklit ederek "Buldu zaten," dedi. "Senin gibi bir belayı
başıma verdi." Ardından ciddi ifadesini silip güldü. "En azından güzel
bir belasın."
Sonbahardan birden yaza geçiş yapınca ve yine aynı anda kışa
geçince bir an irkildim. Ani ve hızlı mevsim değişikliğini atlatamadan
birden bana çapkın bir şekilde göz kırptı. "Arsızsın!" diyebildim
kendimi toparlayarak.
"Belki biraz ama iyi sır tutarım," dedi.

130
"O nereden çıktı?"
"Mesela yatağını kırdığımı sır olarak saklayacağım." Yüzümdeki
afallama üzerine sinsice sırıttı. "Belki sadece Burak'a söylerim. Tabii
nasıl kırıldığı falan..."
Işık hızıyla atılıp elimi ağzına kapattım. "Seni öldürürüm." Sonra
annemin her an gelebileceğini düşünerek geri çekildim.
"Bana dokunmak için bahane arıyorsun kabul et," dedi gülerek.
"Evet," dedim. "Vücut yapını çözüyorum."
Gülümsemesi genişledi. "Yani vücudumu süzüyorsun."
"Kesinlikle. Sonuçta hangi boy valize sığacağını hesaplamam gerek."
Sırıtan ifadesi kayboldu ve kaşlarını çattı ama bir şey söylemesine
fırsat vermeden annem yine kapıda göründü. Kaşlarını çatıp bize
baktığında hızla yerden kaptığım bir kaç poşetle içeri girdim. İşte aile
ziyaretlerinin meyvesi de bu oluyordu. Annemin yaptığı bu alışveriş
bize uzun bir süre yeterdi.
Tüm poşetleri içeri taşıdığımda ben de bitmiştim. Annem her
ihtimale karşı Azman'ı sorguya çeker diye onu da ilaç içecek diyerek
evine postalamıştım ama beni sorgu sualden kim kurtaracaktı, işte
onu hiç bilmiyordum. Mutfaktaki sandalyeye kendimi bırakırken
"Dudağına ne oldu senin?" dedi annem beni süzerek.
"Uçuk," dedim hemen ve lafı değiştirdim. "Ayşe Sultan sen hafta
sonu köye gitmeyecek miydin? Nereden esti buraya gelmek?"
Annem bir bardak çayı benim önüme bırakıp kendine de bir bardak
alarak karşı sandalyeye kuruldu. "Gideceğim zaten. Yarın akşam geri
dönüyorum."
"Ee! Niye geldin o zaman?"

131
"Eşek sıpası!" diye çıkıştı. "Anneye neden geldin diye sorulur mu?
Özledim seni. Hem yarın hastane randevun varmış. Gideceğinden
emin olamadım ve seni kendim götürmeye karar verdim."
İçimdeki Amerikalı NO! diye bağırırken gözlerim irileşti. Gül
hastaneden randevu almıştı ama bunun yarın olduğunu tamamıyla
unutmuştum. Dahası o iki cadının elinden kurtulabilirdim ama
annem... Bu iş kesinlikle zor olacaktı ama ben o hastaneye git-me-ye-
cek-tim.
"Annem ne gerek vardı? Ben giderdim. Hem senin okulun yok mu?"
"Sus! Gidermiş. Sanki bilmiyorum seni. Hem iki günlük rapor aldım ve
okula verdim. Yani kaçışın yok, yarın o doktora gi-di-le-cek."
Anneme karşı gelmek işleri daha zora sokacağından sadece başımı
salladım ama ben gerekirse balkondan aşağı atlardım da o doktora
ne pahasına olursa olsun gitmezdim. Kan tahlili niyetine koluma bir
matkap daha yemeyecektim.
🍀🍀🍀
Yatağım kırıldığından annemle salona yer yatağı sermiştik. Uykusuz
olsam da korkudan yine uyuyamamış ve sabaha kadar kaçış planımı
düşünmüştüm ve sabah olunca da annem ve polis teşkilatı
uyanmadan kaçış planımı uygulamaya başlamıştım. Adeta Görevimiz
Tehlike misali sessizce yataktan süzüldüğümde odama girip hızlıca
hazırlandım. Çantamı ve telefonumu kapıp kapının önüne Cadı
Sila'nın elinden çocuklarını kurtarmaya giden Hugo edasıyla parmak
uçlarımda yürüdüm. Ayakkabılarımı sessiz ama olabildiğince hızlı bir
şekilde giyip kapı koluna uzandım. Tabii ki kilitliydi ve kesin benim
anahtarlarım dün sinsi bir planla alınmıştı. Ben de aynı sinsilikle
gülümsedim. Başıma gelecekleri bildiğimden dün herkes
mutfaktayken ben de gizlice Gül'ün odasına girmiş ve onun
anahtarlarını araklamıştım.

132
Gül'ün mavi yaratıklı anahtarlığını çantamdan çıkardım ve kapıyı
açtım. Tam dışarıya bir adım atıyordum ki "Kıpırdama!" dedi bir ses.
Ekranda neon ışıklarla Yakalandın! yazısı belirdi.
Arkamı yavaş ve korkarak dönerken Elif'i elleri belinde koridorda
bana bakarken buldum. Yine ultra süper hisleriyle bela kokusunu
almıştı. Allah'ın aynasızı ya!
"Elindeki anahtarlığı yavaşça yere bırak ve ellerini görebileceğim bir
şekilde yukarı kaldır," dedi ve kaşlarını kaldırıp sırıttı.
"Tamam, adalete teslim olacağım," dedim ve söylediği gibi ellerimi
kaldırdım. "Kaçabileceğini mi sandın? Hele de kırılan yatağının
hesabını bile daha vermeden." Sanmadım, kaçacağım.
"Aa!" dedim işaret parmağımı arkasından rastgele bir yere
doğrultarak. "Johnny Depp mi o?"
Bir an arkasını döndü ve ben de bundan faydalanarak dönüp kendimi
dışarı attım. Kızım Johnny Depp gece uykusunda bizi mi görmüş? Ne
işi olsun burada?
Elif için Johnny Depp denince dünya dururdu. Adı bir cümlede geçse
cümlenin anlamını bile kavrayamadan atılırdı. Odasının duvarları bile
bu adamın resimleriyle doluydu ve ben bir kez bir tanesine
dokunmak gibi bir hatada bulunmuştum. Akabinde üzerime atlayan
bir adet Elif'le kendimi yerde bulmuştum. O gün az kalsın Johnn
Depp yüzünden pestile dönüyordum. Bir hafta bel ağrısı çekmiştim
de nedenini kimselere
anlatamamıştım çünkü Elif eğer anlatırsam beni oklavayla dövmekle
tehdit etmişti. Bu kuru bir tehdit değildi, Elif derse kesin yapardı.
Elif yaptığım oyunu anlayınca "ALARM!" diye bağırdı. "Mahkum
kaçıyor."

133
Ama ben çoktan kendimi kapıya atmış ve elimdeki anahtarla kapıyı
kilitlemiştim. Merdivenlere koşarken Prison Break'teki Michael
Scofield gibi tek bir amacım vardı. Kaçış!
Odaklanmış bir şekilde merdivenleri inerken biri koluma asıldı ve sert
bir şekilde durduruldum. Yakalandın yazdı yine gözlerimin önünde.
Ya ama bu kadar çabuk mu?
Gözlerimi kapatırken korkuyla titredim ve kurtulmaya çalıştım.
"Bırakın ya! Gitmeyeceğim o hastaneye."
"Ne içtin yine sabah sabah sen?" dedi beklemediğim bir erkek sesi.
Gözlerimin anında açılmasıyla yakalandığım kişinin Azman olduğunu
anlamam bir oldu. Üzerinde eşofman takımı vardı ve ensesinde
topladığı saçlarının bir kaç teli terden yüzüne yapışmıştı. Belli ki
spordan geliyordu. Okul olmasaydı öğlene kadar uyuyabilecek ben,
sabahın köründe kalkıp spor ayağına dörtnala koşturan insanları
hiçbir zaman anlayamayacaktım. Şimdi de anlamak için
uğraşmayacaktım. Zira birazdan ben de onlar gibi kendimi
koştururken bulacaktım.
Azman'ın kolumdaki elini çekerken "Çekil şuradan," dedim telaşla.
Tekrar koşacaktım ki yine koluma pençelerini geçirdi.
"Sorunun ne senin?" dedi gözlerini kısarak.
"Sensin," diye tısladım. "Oğlum bıraksana, delecekler beni." "Ne?"
dedi şaşkınlıkla.
Aynı anda üst katın tırabzanlarından annem hafifçe aşağı eğildi. "Tut
şunu oğlum. Terlikleri bulup geliyorum." O geri çekilirken yerini Gül
ve Elif'e bıraktı. Vicdansız hain arkadaşlarım...
Azman bir yukarı kata bir bana bakarken "Bırak ne olur?" diye
yalvardım. "Delecekler diyorum. Bak, beni bırakırsan istediğin her
şeyi yaparım."

134
Kaşları havalandı ve aynı anda kolumu bıraktı. Tam tekrar koşmaya
hazırlanıyordum ki elimi tutmasıyla başımı ona çevirdim. "Gel
benimle!" dedi ve merdivenleri hızla inmeye başladı. Peşi sıra
ilerlerken Gül'ün bağıran sesini duydum.
"Ayşe Teyze mahkum gardiyanı ayarttı. Kaçıyorlar."
En sonunda binadan dışarı çıkıp kendimizi sokağa attık. Azman
cebinden arabanın anahtarlarını çıkartıp kumandanın düğmesine
basarak arabanın kilidini açtı. Sürücü koltuğuna yönelirken "Atla!"
diye komut verdi.
Normal zamandan asla o arabaya bir daha binmezdim ama şu an
normal bir zaman değildi. Ön koltuğa geçip kemerimi bağladım. O
sırada binadan dışarı çıkmış ve bir terliği ayağında diğeri elinde
annemi görmemle "Alarm! Hapishane müdürü arkamızda! Sür şunu
hemen!" diye panikle atıldım.
Azman arabayı çalıştırıp gaza yüklenince annem bize ulaşamadan
araba öne atıldı. Sokaktan çıktığımızda ise derin bir nefes aldım.
Ucuz yırtmıştım.
Azman bana göz ucuyla bakıp "Anlat bakalım şimdi! Neler oluyor
yine?" diye sordu.
Onun varlığı kafama dank edince "Yok bir şey," dedim. "Arabayı
durdur, ineceğim."
"Yok öyle yağma. Seni kurtardığıma göre bana bir açıklama
borçlusun."
"Kurtarmasaydın. Kim senden yardım istedi?"
"Beni bırakırsan istediğin her şeyi yaparım," diye beni taklit etti. "Bil
bakalım bu sözler kime ait?" "Beni bırak dedim. Kurtar mı dedim?"
diye ben de geri durmadım.

135
"Ben de bıraktım ve bu durumda sen de bugün benim istediğim her
şeyi yapacaksın."
Yağmurdan kaçarken doluya tutulmuştum iyi mi? Ne halt etmeye
böyle bir şey söylemiştim ben? Can tabii. Öylesine tatlıydı ki
düşünme fonksiyonunu etkiliyor, aptalca şeyler söyletiyordu ve artık
geri de dönemezdim.
Derin bir nefes alırken bunu kabullenerek "Tamam," dedim. Kendin
ettin kendin buldun dizeleri zihnimde dönerken Azman sırıttı. Ne
yapalım denize düşen Azman'a sarılırdı.
"Elime düştün Asi!" dedi sinsi bir gülümsemeyle. "Elime düştün."
Acaba hastaneye mi gitseydim?
• 'Benim Suçum Değildi'

Akın Korutürk
"Ne yani?" dedim hayretle. "Tüm o koşturmaca, beni delecekler
muhabbeti hastane kontrolü için miydi?"
Asi elindeki telefondan başını bana çevirip gözlerini kıstı. "Bu sana
göre normal bir şey olabilir ama bana göre orası Testere filmindeki
depodan farksız." Arkadaşlarının ve annesinin numarasını
engellemeye çalışma işine geri döndü.
"Bu kadar korkak olduğunu düşünmemiştim."
Telefonla işini bitirip başını cama doğru çevirdi. Omuz silkip
"Latrofobim* var," dedi.
Merdivenlerdeki hali gözümün önüne gelince doktor korkusunun ne
denli büyük olduğunu anladım. Muhtemelen astım hastası
olduğundan hastanelerde çok günü geçmişti. İnsanların korkularıyla
alay etmek bana göre olmadığından uzatmamaya karar verdim.
136
Rock bir müzik arabaya dolunca Asi dikkatini tekrar elindeki telefona
verip kimin aradığına baktı. Kaşları hafif çatılırken kim olduğunu
bilememiş olmalı ki dudaklarını büzüp telefonu açtı. "Efendim." dedi
ve bir kaç saniye karşıdaki sesi dinledi. "Evet benim... Neden?..."
Bana göz ucuyla bakıp "Bunu zaten bir kaç ay önce yapmıştım. Hatta
ondan bir kaç ay önce de," dedi öfkeli bir sesle. "Tekrar mı?" Derin
bir nefes aldı. "Tamam, önümüzdeki hafta gelip veririm ifadeyi...
Teşekkürler, kolay gelsin."
Kulağından çektiği telefonun ekranına bir kaç saniye boş boş baktı.
Rengi de birden solmuş gibiydi. Kötü bir şey mi olmuştu acaba?
"Ne oldu?" diye sordum meraklanarak.
Bana bakmadan "Hiç," dedi. "Hiçbir şey."
"İfade falan dedin."
"Önemli bir şey değil," deyip kestirip attı. Belli ki konu her neyse
soru sorulmasını istemiyordu. Polislik bir durum mu vardı? Yoksa
sadece mecazi bir ifadeden mi bahsediyordu? Konu her neyse onu
huzursuz ettiği belliydi, o yüzden üstelemedim. Bir şekilde başka bir
gün öğrenirdim.
Asi telefonu tekrar elleriyle kavrarken yüzündeki huzursuz ifade
silindi ve sessiz bir şekilde esnedi, belli ki yine uykusu vardı. Anlaşılan
gece iyi uyuyamamıştı. Yatağı kırıldığına göre muhtemelen salondaki
eski kanepede falan uyumuş olmalıydı. Bugün hem mutfaktaki
sandalye hem de yatak işini halletsem iyi olacaktı.
Telefonu tekrar çalınca bir an irkildi. Göz ucuyla ekrana baktığımda
Burak ismini gördüm. O da bir kaç saniye ekrana baktı ve telefonun
yanındaki ses tuşuyla sesi susturdu ama aramayı reddetmedi. Acaba
benim yanımda olduğu için mi açmıyor diye düşünmeden edemedim
ama yine de telefonu açmaması hoşuma gitmişti. Arama
sonlandırılmış olmalı ki bir kaç saniye sonra tekrar çaldı. Asi sıkıntılı
137
bir nefes verdi ama yine telefonu açmayı reddetti. Yüzüne dalgın bir
ifade yerleşirken ben göz ucuyla onu izliyordum. Sanki Burak'ın
aramasından rahatsız olmuştu. İşte kesinlikle bunun nedenini bugün
öğrenmeliydim.
Yine esneyince aklıma gelen fikirle dudaklarım yana kıvrıldı. Uzanıp
radyoyu açtım ve slow müzik çalan bir kanalda durdum. Bunun
üzerine kısılan yeşim gözleri bir an bana döndü ve elini uzatıp yavaş
tonlarda çalan bir rock müzik kanalını açtı. Anlaşılan rock müzik
seviyordu. Ben de severdim ama şu an amacım müzik dinlemek
değildi. Gideceğimiz yere varana kadar uyumasının iyi olduğuna
karar vermiştim. Onun yorgun hali hoşuma gitmiyordu. Enerjisi
düşünce onunla atışmak da pek zevk vermiyordu.
Tekrar radyoyu slow kanala çevirdim. O da yine kanalı değiştirmek
için uzanmıştı ki bileğinden yakaladım.
"Benim arabam ve benim müziğim."
"İyi be!" diye sitem edip tekrar cama döndü. Bir süre sonra "Nereye
gidiyoruz?" diye sordu.
"Gidince görürsün."
Tekrar bana döndüğünde gözlerinde bu sefer öfkeli bir ifade vardı.
"Bak Az... Akın efendi! Canını seviyorsan kafanda sapık fikirler
kurmazsın."
Güldüm. "İlgimi çekmiyorsun cümlesindeki gizli özne kim bil
bakalım."
"İyi," dedi sert bir tonda ve yine esneyerek elini dudaklarına kapattı.
Sadece bir kaç dakika sonra slow müzik eşliğinde gözleri ağır ağır
kapanmaya başladı. Yine de uyumamaya direniyordu ama en
sonunda göz kapakları galip gelerek yeşilliklerini kapattı. Başını
koltuğa yaslarken çoktan dalmıştı.

138
Yüzümde bir gülümsemeyle göz ucuyla ona baktım. Aslında bunu
geçen sefer ki araba maceramızda keşfetmiştim. Yorgun olduğunda
slow müzik onu daha da dibe çekiyordu. Şu an da buna kesin olarak
emin olmuştum. Arabanın hızını yavaşlattığımı ise çok sonra fark
ettim. Hele ki hız tutkunu olan benim bunu yapmam kendimi bile
şaşırtmıştı ama bunun onunla bir ilgisi yoktu. Tamamen hız
tabelasına ve trafik kurallarına uygun hareket ediyordum. Evet,
kesinlikle sebep buydu.
Gölbaşı istikametinde her zaman alışveriş yaptığım büfenin önünde
durdum ama amacım bu sefer alkol falan almak değildi. Evde pek bir
şey olduğunu düşünmediğim için büfenin yanındaki marketten bir
şeyler alacaktım. Arabadan inip kapıyı yavaşça kapattım. Asi'ye bakıp
uyuyan yüzünü süzdüm. Buna saçma bir şekilde gülümserken birden
ifademi düzelttim. Ulan sanki hiç uyuyan kız görmemiştim.
Markete ilerleyip Asi her an uyanıp kaçar korkusuyla oldukça hızlı bir
şekilde kahvaltılık bir şeyler aldım. Elimde alışveriş poşetleriyle dışarı
çıktım ve arabanın içini kontrol ettim. Hala uyuyordu.
"Ağabey ne zamandır uğramıyordun. Özlettin Valla." Başımı
çevirdiğimde İsmail'le karşılaştım. Büfede çalıştığından bu herifle
iyice yüz göz olmuştuk. Muhabbeti de hiç çekilmiyordu.
"Öyle oldu İso."
"Ee! Vereyim mi içecek bir şeyler? Gerçi sen hep gece gelirsin ama."
"Yok istemez. Ufak bir işim var. Halledip geri döneceğim."
İsmail pişkince sırıtıp başıyla arabayı gösterdi. "Bilmem mi ağabey?
İşin de pek güzel ama geçenki kızdan sonra çıtayı düşürmüşsün."
Buna nedense sinirlenmiştim. "Zevzek zevzek konuşma İsmail."
"Tamam ağabey ya. Bir şey demedim ama bu kız da güzel hani."

139
İsmail tekrar Asi'ye bakıp onu süzünce tepem attı. "Defol git İsmail.
Asabımı bozma benim."
"Aman niye kızdın ki Akın ağabey şimdi?" diye sordu yüzsüz herif.
"Hem çok gördük biz senin kızları." Hala pişkin pişkin Asi'ye bakınca
elimdeki çantaları yere bıraktım ve tek elimle yakasını kavradım.
"Gözlerini oymama ramak kaldı İsmail. Şimdi kaybol. Delirtme
adamı."
İsmail bu çıkışımla tedirgin olarak, "Tamam ağabey. Tamam,
gidiyorum ben," dedi ve elimi çekmemle hızla büfeye girdi.
Öfkeyle soluyarak yerdeki poşetleri arabanın arka koltuğuna
bıraktım. Ön kapıyı sert bir şekilde açınca Asi kıpırdandı ama neyse ki
uyanmadı. Kapıyı yavaşça çekip arabayı çalıştırdım ve dayımın
yazlığına doğru sürdüm. Çalan slow müzik içimi baysa da kanalı
değiştirmeyip yoluma devam ettim. Asi bir ara yine kıpırdanıp bir
şeyler mırıldandı.
"Dehliz mi?" dedim söylediklerinden sadece bu kısmı anlayarak.
Gerçi onu bile doğru anlamış olmayabilirdim ama o başka bir şey
söylemeyip uyumaya devam etti. Kaşlarının çatılmasından anladığım
kadarıyla muhtemelen kötü bir rüya görüyordu. Bir an onu
uyandırmayı düşünsem de vazgeçerek uyumasına izin verdim. Yine
de yol boyunca bir gözümü üzerinde tuttum. Daha da huzursuz
olduğunu sezersem onu uyandıracaktım ama o yol boyunca bir daha
sayıklamayı bırak kıpırdamadı bile.
Yazlık villanın önünde durunca arka koltuktan alışveriş poşetlerini
mutfağa taşıdım. Sırada Asi vardı. Yolcu koltuğunun kapısını
açtığımda acaba içeri taşıyıp koltuğa mı yatırsam? diye düşündüm.
Sonra bundan vazgeçtim, zira uyanır da kendini benim kucağımda
bulursa ayaklarıma beton döküp beni Mogan gölünün derinliklerine
yolculardı.

140
Yere doğru eğilirken "Asi!" diye kısık sesle seslendim. Tabii ki
uyanmadı. Böyle ninni söyler gibi seslenirsem zaten bok uyanırdı.
"Asi!" dedim bu kez sesimi yükselterek.
Kaşları daha da çatıldı ve yine bir şeyler mırıldandı. Tam tekrar adını
söylemeye yeltenmiştim ki merakım ağır basarak ona doğru eğildim
ve ne söylediğini duymaya çalıştım.
"Dur!" diye mırıldandı önce. Kesik bir nefes alıp dişlerini sıktı. Öyle ki
dişlerinden çıkan gıcırtıyı bile duymuştum. Derin bir nefes alırken
"Deniz!" dedi. Deniz mi? Önceki sefer de Dehliz değil Deniz mi
demişti bu kız? Deniz de kimdi? Asıl soru Deniz bir kız mı yoksa bir
erkek ismi miydi?
Kendimi hafifçe geri çektiğimde yüzünü inceledim. Deniz kız mıydı
erkek miydi bilmiyordum ama onunla ilgili pek iyi şeyler görmediği
yüz ifadesinden belliydi. Yol boyunca kıpırdamayan kız şimdi yine
aynı huzursuz ifadeye bürünmüştü. Bunun canımı bihayli sıktığını
fark ettim ama buna bir anlam veremedim.
Birden öylesine derin bir nefes aldı ki sanki uzun süredir nefessiz
kalmıştı. Gözleri de aynı hızla açıldı. Bir an beni bu kadar yakınında
görmenin şaşkınlığıyla bana baksa da yine aynı cümlesini kurdu. "Ne
oluyor lan?" Sonra hızla omuzlarımdan ittirdi. "Höst ulan, ne
oluyoruz?"
Bozuntuya vermeyerek "Dur kızım!" dedim. "Amma da derin
uyuyorsun. Seslendik uyanmadın. Biz de uyandırmaya çalışıyoruz
sabahtan beri."
Kaşları kalkarken "Hadi ya!" dedi ve arabanın içine göz gezdirdi.
"Yine mi uyudum ben?"
"Aynen," dedim sırıtmaya çalışırken. "Ayrıca felaket horluyorsun."

141
"Ha! Yorgun olduğumda olur bazen o," dedi sanki normal bir şey
söylemişim gibi. Kıza horluyorsun demiştim ve o bana çıkışmak
yerine olur bazen diyordu. Cidden şaka mıydı bu kız?
Emniyet kemerini çözüp dışarı çıktığında bir süre arkamdaki iki katlı
binaya baktı. Sonra gözlerini kısıp bakışlarını bana çevirdi. "Bu ne
şimdi?"
"Ta ta ta tam! Dayımın yazlığı."
Gözleri irileşti ve ellerini ağzına kapatıp şaşkınlıkla "Şaka
yapıyorsun?" dedi. "Ne kadar da zenginsiniz böyle. Bak çenem
hayranlıktan yere değiyor." Abartılı tepkisini bir an gerçek sansam da
birden ciddileşti. "Ulan bana ne senin dayının yazlığından. Niye
buradayız? Neden buradayız? Burada olma sebebimiz ne?
Bizi ne sebeple buraya getir-"
Göz devirmekten kendimi alamadım. "Devam edecek misin böyle?"
"Bütün soru kalıplarını kullanmayı düşünüyorum aslında."
"Gel içeri hadi."
"Bok gelirim."
"Bak kızım!" dedim. "Bugün ben ne istersem..."
"Hop!" dedi elini kaldırırken. "O kadar da uzun boylu değil."
Ona doğru yaklaştığımda gerilemesini bekledim. O ise sadece çatık
kaşlarla yüzüme bakmakla yetindi ama her an ayağındaki ayakkabıyı
çıkartacak gibi de bir hali vardı. "Spordan geldim," dediğimde
anlamayarak bana bakmaya devam etti. "Yani terliyim ve duş almam
lazım. Ee, eve dönersem de annene yakalanırım, mecburen buraya
gelmek zorunda kaldım."
Çatık kaşları düzeldi ve "İyi bari," dedi. "En azından seni buzdolabına
taşımak zorunda kalmayacağım." "Ne?"
142
"Ne ne? Katiller cesetleri ya dondurucuya ya da buzdolabına koyar.
Yoksa dondurucunuz da mı var? Bu daha iyi olur çünkü dik bir şekilde
seni o buzdolabına sığdırmam beni bihayli zorlardı."
"Kızım senin içinde bir seri katil falan mı var?"
Bana doğru eğilip fısıldarcasına konuştu. "Çantamda kasap bıçağı
taşıyorum. Söylememiş miydim?"
Geri çekildiğinde yüzünde tıpkı seri katil gülümsemesi vardı. Mizah
anlayışı bile farklıydı. İçimden onun bu haline kahkaha atmak geçse
de ciddi ifademi korudum. "Komik miydi bu?"
"Komik mi olmalıydı? Çünkü ben gayet ciddiydim."
Başımı iki yana sallayıp eve yöneldim. Asi arkamdan beni takip edip
içeri girdiğinde evi şöyle bir süzdü ve umursamazca burun kıvırdı.
Başını bana çevirdiğinde "Ee!" dedi. "Ben ne yapacağım?"
"Ben duşa gireceğim. İstersen sende bana ka-"
"Tek kelime daha edersen kendini buzdolabında bulursun, ölü
olarak," dedi yine o kavisli kaşlarını çatarak. Bir an tepkisini
anlamadım. Anladığımda ise yüzümde sinsi bir ifade oluştu.
Misilleme Asi, misilleme...
Bu sefer ben ona doğru eğildim ve kulağına fısıldadım. "İçin de
amma fesatmış."
Ben geri çekilirken anlamamış gibi yüzüme baktı. "Ne?"
"İstersen sen de bana kahvaltı hazırla diyecektim." Tek kaşımı
kaldırdım. "İçsel fantezi dünyanda neler kuruyorsun acaba?"
Bir an bocalar gibi oldu ama kendini hızla toparladı. "İçsel fantezi
dünyamda senin olman demek o dünyayı post-apokaliptik bir bilim
kurguya çevirir." Duraksayıp "Aslında..." dedi. "Bilim kurguları
severim ama içinde senin olduğun bir bilim kurgu... Sanmıyorum."
143
Allah'ım bu nasıl sivri bir dildi. Şu an anlıyordum ki Asi diğer kızlara
yaptıklarım yüzünden başıma verilmiş bir belaydı.
Kızla uğraşan sensin? diye hatırlattı o en olmadık zamanda ortaya
çıkan iç sesim.
Karıştırma şimdi orayı.
Sonunda onun sivri dilinden ölümü tadacağıma emindim artık ya da
o yeşim gözlerinden. Gözler yok! Gözler nereden çıktı şimdi? Zaten
ben yeşil rengi sevmezdim.
"Bana ne bundan?" dedi Asi.
"Ne?" dedim kendime gelerek.
"Bana ne senin sevdiğin renklerden." Allah kahretsin! Ben bunu
dışımdan mı söylemiştim? Yemin ederdim ki bu kız devrelerimi
yakıyordu. Post-Apokaliptik nedir ya? Kızlar daha çok romantik
filmleri sevmez miydi?
"Neyse ne," dedim bıkkınlıkla. "Ben duş alacağım ve çıktığımda
kahvaltım hazır olsun." Üst kata çıkan merdivenlere doğru
ilerlemeye başlarken Asi alayla konuştu.
"Emredersiniz paşam. Başka bir arzunuz?"
"Çay sevmiyorum. Kahve olsun. Az şekerli ve sütlü. Yumurtam kayısı
kıvamında, ekmekler ise kızarmış."
Bir hayret nidası çıkardı ardımdan. "Arabanızı da hazırlatayım mı?
Kahvaltıdan sonra şirkete gitmek istersiniz belki."
Duraksayıp ona döndüm ve bir şey hatırlamış gibi işaret parmağımı
kaldırdım. "Ha! Reçel." "Reçel mi?"
"Çilek reçeline de bayılırım. Uşağa söyle gidip alsın."

144
Merdivenleri çıkarken arkamdan söyleniyordu. "Görende Galler
Prensi sanır. Havalara bak."
Güldüm. "Galler Prensi benim kadar yakışıklı mı, bilemiyorum."
Asi arkamdan homurdanırken üst kata çıkıp yatağa bakmadan
banyoya girdim. Zira aşağı katta bir kızın varlığıyla o yatak şu an boş
duruyordu. İradeli bir insandım, yani çoğu zaman. Yine de kendimi
zorlamanın lüzumu yoktu. Tabii Asi'ye öldürtmenin de. Ama bu
yakınlaşmaları da azaltmam gerekiyordu. Yoksa hiç iyi şeylerin
olmayacağını hissediyordum.
Hızlı olmaya çalışarak duş aldım. Çıktığımda çalan telefonumu
yatağın üzerinden aldım ve arayan kişiyi görmemle yüzümü
buruşturdum. "Burak..."
"Neredesin?" dedi hiçbir selamlaşma cümlesi bile kurmaya gerek
duymadan.
"Neden soruyorsun?"
"Gölbaşında mısın?"
Bir an kalakaldım. "Arabama izleme cihazı mı taktın lan?"
Güldü. "İzleme cihazı yanımdan az önce ayrıldı. Sarışın ve mavi lensli
gözlere sahip. Hatta bir ismi bile var.
Şeyda."
Elimi ıslak saçlarıma daldırıp öfkeyle çektim. "Ulan bu kız beni en
sonunda çıldırtacak."
"Geçenlerde senin büfeciye ufak bir rüşvet teklif etmiş, senden
haber vermesi için ve şu an senin bir kızla Gölbaşı'ndaki yazlıkta
olduğunu biliyor. Az önce de yanındaki kızı paralamak için yola çıktı.
Sahi sabah sabah kızı nereden buldun? Sabah kaçamakları da hiç
tarzın değildir üstelik."
145
Son söylediklerini zorlukla idrak ettim, Şeyda gibi bir baş belasının
buraya gelme düşüncesi bile beni germişti. Bu kızdan kısa sürede
kurtulmam şart olmuştu artık. Ağabeyiyle bir konuşma yapmanın
zamanı geldi de geçiyordu.
"Akın!" dedi Burak sessizlik uzayınca.
"Tamam, sağ ol kardeşim," deyip telefonu kapatmaya yeltenmiştim
ki konuşmasıyla dikkatimi yine ona verdim.
"Kız kim? Tanıdık mı?" Bunu niye sorguluyordu şimdi?
"Yok, tanımazsın," deyip uzatmadan telefonu kapattım. Şu aralar
beni fazla sorgular olmuştu ve böyle giderse en sonunda
bozuşacaktık.
Sabah sabah bir Şeyda vakasını kaldıramayacağımdan acilen
buradan ayrılmalıydım. Üzerimi giyinip alt kata indim ve mutfağa
ilerledim. Sofra donatılmıştı ve ocaktan kaynayan su sesi geliyordu.
Belli ki Asi yine çay demlemişti ama içememiş olmalı ki bardağı dolu
olarak masanın üzerinde duruyordu. Kendisi de kollarını başının
altına almış yine uyukluyordu. Gülümsememi bastırmaya çalışarak
onu uyandırmak için yanına gitmeye yeltendim ama birden nefes
nefese hızla doğruldu. Öyle ki önündeki dolu çay bardak yere düşüp
gürültüyle parçalara ayrıldı ama sanki o bunu hiç fark etmemişti.
Ellerini yüzüne kapatıp derin nefesler aldı ve boğuk bir şekilde
"Lanet olsun!" diye mırıldandı.
Kâbus görmüş olduğunu düşünerek "İyi misin?" diye sordum.
Yüzündeki elleri geri çektiğinde yeşim gözleri beni buldu. Sanki
varlığımı yeni fark etmiş gibi gözleri büyüdü ama kendini toparlayıp
"İçim geçmiş," dedi normal bir konuşma yapar gibi.
Aklıma arabadaki mırıldanmaları gelince "Deniz'i mi gördün?" diye
sordum. Belki bu o konu da bilgi alabileceğim kapıyı açan bir

146
başlangıç olur diye düşünsem de yüzünde beliren ifadeyle yanlış bir
yola giriş yaptığımı anladım.
Yüzü kasıldı ve sık ve derin nefesler almaya başladı. "Sen..." dedi
öfkeli bir sesle. "Onu tanıyor musun?"
Bir kaç saniye onun bu tepkisine neden olabilecek düşünceler
zihnimden geçti. Belki okuldan bir çocuktu, belki de sevmediği bir
arkadaşı ya da sevgilisi... Sahi bu kızın sevgilisi var mıydı? Ben
düşüncelere dalmışken onun yüzü daha da gerildi. Öyle ki o şakacı ve
öfkesi bile komik gelen kız gitmiş şimdi yerini yakıcı bir öfkeyle dolan
iki yeşim göze bırakmıştı.
Sessizliğimi tanıdığıma yormuş olmalı ki birden hızla ayağa
kalkıpçantasını yerden aldı. Bana öfkeyle bakarken tek cümle kurdu
ve kapıya yöneldi.
"Benim suçum değildi."
• 'Sherlock Holmes'

Onu bu kadar öfkelendiren şeyi delice merak etsem de şu an sadece
onu yatıştırmaya odaklanmam gerekiyordu. Asi kapıdan hızla çıkınca
ben de peşinden koşup ona yetiştim ve önüne geçtim. Öylesine
öfkeli görünüyordu ki onu ilk defa böyle görüyordum. Hatta farkında
bile değildi belki ama öfkeden titriyordu. Beyaz yüzü bir ton daha
açılmış gibiydi. Teninde parlayan sadece öfkeli yeşim gözleriydi artık.
"Çekil!" dedi dişlerinin arasından.
Ellerimi havaya kaldırıp kendimi savunmaya çalıştım. "Asi bak, yanlış
anlıyorsun. Deniz kim hiçbir fikrim yok."
"Yalan söyleme bana," dedi öfkeyle. "Söylesene sen de Gencer'in
tayfasından mısın yoksa? Demek o aralarına yeni birini alacak kadar
egosunu indirebilmiş." Gencer de kimdi şimdi? Bir de Gencer çıkmıştı
147
ortaya ama nedense bu isim bana hiç de yabancı gelmiyordu. Yine
de şu an Gencer diye tanıdığım birisi olup olmadığını sorgulayacak
durumda değildim.
"Ne Gencer'i tanıyorum ne de Deniz'i."
"Ha! Öyle durup dururken tanımadığın bir ismi sordun yani bana.
İsmi de sallamışsındır değil mi?"
"Sallamadım tabii ki. Uyurken Deniz diye sayıklıyordun."
Öfkeli ifadesi afallamaya dönüştü. Gözlerini bir an kapatıp burun
kemerini hafifçe sıktı. Onu ilk kez bu halde gördüğümden ben de ne
yapacağımı bilemiyordum. O yüzden sessizce sakinleºmesini
bekledim. Önce titremeleri duruldu. Sonra dik tutmaya çalıştığı
omuzları ağır bir yüke maruz kalmış gibi çöktü. Gözlerini açıp derin
bir nefes aldı ve sesi bu kez az öncekinden oldukça kısık çıktı. "Özür
dilerim. Yanlış anlamışım."
"Sorun değil," diyerek gülümsemeye çalıştım. "Peki, bu De-"
"Söyleme," diye sözümü kesti. "İsmini söyleme ve lütfen soru
sorma." Bugün ilklerin günü olmalıydı çünkü ilk kez benden
böylesine içten bir ricada bulunuyordu. Üsteleyebilirdim ama
yapmadım. Onu daha çok huzursuz etmek istemiyordum, onun bu
ruh hali beni de geriyordu.
"İstediğin gibi olsun. Soru yok." Ve yine içten bir şekilde minnetle
gülümsedi. Uzanıp elindeki çantayı aldım ve "Hadi gel," dedim. Evin
içine yönelirken o da itiraz etmeden beni takip etti. İçeri girer girmez
ise mutfağa yöneldi ve yerdeki camları toplamaya başladı. "Bırak
dokunma," dedim hemen. "Birini çağırırım halleder." "Zenginsin ya
tabii," dedi alayla. Yine de toplamaya devam etti. Kesecekti yine bir
yerlerini.
Yere eğilip onu kaldırdım. "Bırak şimdi temizliği falan. Gitmemiz
lazım."
148
"Niye? Daha paşamız kahvaltısını yapmadı." Alaycı sözleri az önceki
halini kapatmak içindi, elbette ki anlamıştım çünkü yüzü hala bir ölü
kadar beyazdı.
"Dışarıda yaparız."
"Ne bu acele, hayırdır?" dedi tek kaşını kaldırarak.
Lafı dolandırıp zaman kaybetmemek için "Şeyda," dedim. "Buraya
geliyormuş."
Bu kez iki kaşı da narince havalandı ve güldü. Biraz daha iyi
görünmeye başlamıştı en azından, bu beni de bir nebze olsun
rahatlatmıştı. "Belalın yani. Gelsin bakalım. Geleceği varsa göreceği
de var. Anlaşılan yediği dayak az gelmiş."
Buna gülmeden edemedim. Aslında onu Şeyda'yı paralarken izlemek
keyifli olabilirdi ama bugünü Şeyda'ya ayırmak gibi bir niyetim yoktu.
O yüzden onu caydıracak yola giriş yaptım. "Benim için yapılan bir kız
kavgası. En sevdiğim."
Kaşları anında çatıldı. "Doğru. Onu burada döversem bu senin
içinmiş gibi görünür. Ben onu daha uygun bir zamanda da döverim.
Gidelim hadi!" Elimdeki çantayı kapıp ocağı kapattı ve kapıya yürüdü.
Ben de eve aldıklarımdan bir çanta hazırlayıp bagaja koydum.
Arabada geçen yolculuğumuz boyunca tek ses çıkarmadı. Arabayı
Mogan Gölünün piknik alanının park yerinde durdurduğumda başı
en sonunda bana doğru döndü. "Yine aynı soruyla baş başayız.
Neden buradayız? Niçin buraya geldik? Buraya gelmemizdeki
amaç..."
"Piknik yapacağız," diye sözünü kestim. Yoksa bu böyle devam edip
giderdi.
"Biz öğrenciyiz, bilmem farkında mısın?" diye sordu. "Ve benim saat
1'de dersim var."
149
"Benim de," dedim. "O zamana kadar bir kaç saatimiz var. Unutma
bugün ne söylersem..."
Gözlerini devirip "Yapmak zorundayım," diye beni tamamladı.
Arabadan aşağı indiğinde gözleri Mogan Gölünün manzarasıyla bir
süre oyalandı. Yeşim gözlerinin parlamasından anladığım kadarıyla
suyu seviyordu. Tabii doğayı da.
Beton yapılardan sonra en sonunda biraz yeşillik görmek bana da iyi
hissettirmişti. Şansımıza hava bugün güneşliydi. Kalabalık piknik
alanlarında koşturan çocuklar ve gülüşen insanlar vardı.
Kamelyaların her biri dolu doluydu ve herkesin neşesi görülmeye
değerdi. Havada yoğun bir şekilde mangal kokusu vardı. Bu da bana
ne kadar aç olduğumu bir kez daha hissettirdi. Asi'nin de öyle
olduğunu sorduğu soruyla anladım.
"Ee!" dedi bana dönerek. "Piknik için alışveriş yaptın mı? Çünkü sen
pek yenecek gibi durmuyorsun."
"Tadıma bakmadın daha, bence peşin konuşma."
Ağzı bir karış açılırken gülüp ona göz kırptım. Bagajdan hazırladığım
çantayı çıkarırken "Sapık herif!" diye söylendiğini duydum ve tekrar
güldüm. Evden aldıklarımda mangallık bir malzeme yoktu belki ama
açık havada kahvaltı edebilirdik. Zaten mangaldan da pek
anlamazdım. Bizde mangal işleri dayımdan sorulurdu.
Boş bir kamelya bulup yerleşene kadar biraz uğraşmıştık. Sanki tüm
Gölbaşı halkının bugün piknik yapacağı tutmuştu. Asi çantayı açıp
yine masayı hazırlamaya girişirken ben biraz işim olduğunu
söyleyerek uzaklaşmıştım. Bana ters ters baksa da üzerinde
durmamıştı. Bir kaç piknik sakiniyle ahbap olsam da en sonunda
aradığımı bulmuş ve birinden bir çay termosunu 100 lira vererek
alabilmiştim. Çok cömert olduklarından(!) iki bardağı da kibarlık edip
vermişlerdi. Asi çay tiryakisiydi ve sabah da çayını içememişti. Eh!
Biraz jest yapmanın kime ne zararı olurdu ki?
150
Kamelyaya ilerlediğimde Asi çoktan masayı donatmıştı. Becerikli bir
kız olduğunu zaten dolma yaptığı gün anlamıştım ama yine de buna
her seferinde şaşırmadan edemiyordum. Beni gördüğünde
"Nerelerdeydin?" diye imayla sordu. "Karı kız kesmiyordun değil
mi?"
"Kestim." dedim sırıtarak. "Ama buralarda koyacak bir buzdolabı
bulamadım."
Ağzına bir zeytin atarken yaptığım espriye karşı yüzünü buruşturdu.
"İğrençti."
"Senden öğrendim."
Elimdeki termosu fark ettiğinde gözleriyle onu işaret edip bu kez, "O
ne?" diye sordu.
Termosu kaldırıp "Roket," dedim. "Belli olmuyor mu? Hava açık,
uzaya fırlatırız diye düşünmüştüm. Bizim için de anı olur hem.
İstersen üzerine isimlerimizin baş harfini de kazırız."
Masadan bir bıçak aldı ve kendine doğrultup saplıyormuş gibi yaptı.
"Yeter! Kendimi öldüreceğim artık."
Gülerek yanına yürüyüp termosu ve bardakları önüne bıraktım. "Çay.
Sonra kriz falan geçirirsin. Seninle uğraşamam."
Oturup bir süre termosa baktı ve burun kıvırdı. "Canım istemiyor."
Kaşlarım havalanırken "Bugün bir milat olmalı," dedim. Omuz silkip
ağzına bir yeşil zehrin daha attı. Kahvaltı umduğumdan sessiz
geçmişti ve Asi gerçekten de bir yudum bile çay içmemişti. Benim
onca zahmetle aldığım çaydan bir yudum içmemişti. Her ne kadar
belli etmemeye çalışsa da hala keyifsiz olduğu fazlasıyla belliydi. Bir
şekilde neşesini geri kazandıracak bir şeyler yapmam gerekiyordu
ama benim de kafam ilk defa duracak zamanı bulmuştu.

151
Asi ayağa kalkıp ellerini yıkamak için çeşmeye doğru yürürken bir
şeyler düşünmeye çalışarak gidişini izledim. Düşüncelere dalmışken
masanın üzerindeki telefonunun zil sesi beni kendime getirdi, uzanıp
aldım. Mesaj gelmişti. Telefonun kilit desenini değiştirse de
teknolojinin nimeti, Burak gibi onunda kilit açılmadan mesajları
okunabiliyordu. Burak demişken, mesaj elbette yine ondandı.
"Esra neden telefonlarımı açmıyorsun?"
Gerçekten de bu kız neden Burak'la konuşmuyordu? Eh! Bu iyi bir
şeydi. Kesinlikle Burak tarafından tabii. Sonuçta kendini kaptırmasını
engellerdi.
Burak da hemen kendini kaptıran bir tipti ya zaten!
Telefonu tekrar masanın üzerine koyacaktım ki bu kez aradığını
gördüm. Açmaya yeltenecek değildim. Bu dengesiz herifin işi hiç
belli olmazdı. Asi'nin benim yanımda olduğunu öğrenirse yine
keyfimin içine ederdi. O yüzden telefonu yerine bıraktım. Asi gelince
de gözlerimle telefonunu işaret ettim.
"Burak aradı." Ne tepki vereceğini dikkatle incelerken gözleri irileşti.
"Bana açmadığını söyle."
"Elbette ki açmadım. Aranızdaki ilişkiden bana ne?"
Tahta banka otururken "Aramızda bir şey yok," diye çıkıştı.
"Bu olmayacağı anlamına gelmez," diye imayla cevap verdim. Ağzını
aramak için bundan iyi bir fırsat bulamazdım. Hem bu onun kafasını
bir nebze de olsun dağıtırdı.
Arkasına yaslanıp gözlerini kıstı ve bir kaç saniye düşünceli bir
biçimde bana baktı. Sonra kesin bir sesle "Olamaz," dedi. "Seninle
bile bir ilişkim olabilir ama Burak'la asla."

152
Seninle bile bir ilişkim olabilir... Bunu neden bu kadar kötü bir şeymiş
gibi söylemişti? Bu beni öfkelendirse de bilgi alma işime geri dönmek
için belli etmedim.
"Neden? Burak oldukça hoş bir çocuk."
"Daha ne kadar bu kıskanç arkadaş davranışlarına devam edeceksin.
Merak etme arkadaşının başına musallat olacak değilim. Söyledim
sana. Onunla aramda hiçbir şey o-la-maz. O yüzden ağzımı
aramaktan vazgeç."
Ulvi amacımı şıp diye anladığına nedense şaşırmadım. Akıllı bir kızdı
ama bunun nedenini öğrenmeden de onun yakasını bırakacak
değildim. "Ben de nedenini merak ediyorum."
"Sana cevap vermek zorunda değilim."
"Bence zorundasın çünkü ben cevap vermeni istiyorum."
"Kahrolası cümleyi kuracağıma hastaneye gitseydim keşke," diye
hayıflandı. Verdiği sözleri tutmaktaki azmini takdir ettim. Şu an
istese burada bir dakika bile kalmayabilirdi ama sırf bana söylediği
bir cümle yüzünden kendini zorluyordu.
"Seni dinliyorum," diyerek arkama yaslandım.
Bıkkın bir nefes verip "Çünkü..." dedi. "Beni korkutuyor."
Şaşkınlığıma mani olamadım. Bizim romantik prens Burak mı onu
korkutuyordu? Dahası Asi pek de erkeklerden korkacak biri gibi
görünmüyordu. Acaba âşık falan mı olmuştu Burak'a? Belki de o da
aştan korkan kızlardandı.
Yüz ifadem son düşüncemden sonra sertleşti. "Neden?"
"Değişken bir ruh hali var," dedi. "Mesela sen öfkelendiğinde bu
belli oluyor ama o gizliyor. Aslında göründüğü gibi sakin bir yapıya

153
sahip değil. Birden içinden bambaşka biri çıkıyor. Bastırılmış bir
kişilik..."
Bu kızın zeki olduğuna o an tastamam emin oldum. Burak'ı resmen
çözmüştü. Burak yapı itibariyle sakin biriydi. Kibar ve mütevazi...
Öfkelendiğinde bile bunu çoğu zaman gizlerdi ama bazen de içinden
adeta başka biri çıkıyordu. Gözü hiçbir şeyi görmeyen...
Ama kızlar gelende tehlikeli tiplere daha çok ilgi duymazlar mıydı
zaten? Her ne kadar aksini iddia etseler de.
Asi yine dalgın bir şekilde göle bakıp bir şeyler mırıldandı. "Bana
birini hatırlatıyor."
O kadar sessiz söylemişti ki bir an doğru duyup duymadığımdan
emin olamadım. Ona kimi hatırlatıyor sorusuna beynim nedense
Deniz cevabını vermişti. O an Deniz'in bir erkek olduğuna kesin
olarak emin oldum. Yine emin olduğum bir başka konu, Deniz
herkimse -ki eski sevgilisi olduğunu düşünmeye başlamıştım-
aralarında iyi şeyler olmadığıydı.
"Burak korkulacak biri değildir," derken buldum kendimi. Burak en
yakın arkadaşımdı ve onu benden başka bu kadar iyi tanıyan başka
biri yoktu. Evet, öfkelendiğinde içinden bir Hulk çıkmıyor değildi ama
bu onu kötü biri yapmazdı. Burak ne kadar öfkeli olursa olsun
sevdiklerine zarar vermezdi çünkü en çok korktuğu şey sevdiklerine
zarar vermekti. Bazen bir şeylerin artık geri dönüşü olmuyordu.
Burak da bunu en iyi bilenlerden biriydi, o hayatının çoğunu birini
üzmekten korkarak geçirmişti. Öfkesini içinde tutması ve aniden
gelen patlamaları hep bu yüzdendi.
Asi başını bana çevirdi. "Göründüğü gibi olmayan insanlar
korkulacak insanlardır. Ne yapacaklarını kestiremezsin."
"Bazen öfkeli birine dönüşebilir ama sevdiklerine asla zarar vermez,"
dedim yine onu savunarak.
154
"Ben onun sevdiği birisi değilim. Hem sen neden onu savunup
duruyorsun? En başından sana bakmaz diyen sen değil miydin? Şimdi
çöpçatan falan mı olmaya karar verdin?"
"Saçmalama." dedim sertçe. "Sadece Burak'ın öyle biri olmadığını
anlatmaya çalışıyordum. Onu yanlış yorumluyorsun çünkü."
"Söylediklerim seni kızdırdı mı? Söyle diye direten sendin." Kızmış
mıydım ben? Ne diye kızacaktım ki? Sadece şu çöpçatan lafı hoşuma
gitmemiş, ister istemez sesim sert çıkmıştı.
"Kızmadım. Sadece Burak'ı yanlış tanımanı istemem."
Dudaklarını büzdü ve bir kaç saniye düşündükten sonra "Haklısın
aslında," dedi. "Daha onu doğru düzgün tanımıyorken önyargılı
davranmam mantıklı değil. Hatta..." dedi telefonunu eline alırken.
"Şimdi onu arayacağım." Ne?
Elinden telefonu hızla kaptım. "Bence gerek yok. Rahatsız etme
şimdi."
Elini uzatıp telefonu almaya çalıştı. "Versene oğlum şunu!"
"Aslında düşündüm de bence de Burak haddinden fazla öfkeli biri."
Asi telefonu almaya çalışmaya devam ederken telefon çalmaya
başladı. "Lan ver şunu! Biri arıyor."
Havaya kaldırdığım telefonun ekranına bakmaya çalışırken birden
telefonu yakaladı ama elimden yine de alamadı. "Akın ver şunu.
Delirtme beni." "Akın mı?" dedi bir ses. Burak'ın sesi...
Birden etrafıma bakındım. Gaipten sesler mi duymaya başladım
derken "Esra sen Akın'la mısın?" diye sordu yine Burak.
Esra öfkeyle telefonu almaya uğraşıyordu. "Telefonu açtın geri
zekalı. Ver şunu da konuşayım. Bir de hoparlöre almışsın. Konferans
veriyoruz millete."
155
Durumu idrak edince telefonu hoparlörden çıkarıp kulağıma
götürdüm ve Asi'ye bakıp dudaklarımı kıvırdım.
"Hi! My darling."*
"Ulan Akın!" diye bağırınca telefonu hafifçe kulağımdan
uzaklaştırdım. "Buyurun benim."
"Versene şu telefonu!" diye hala telefonu almaya çalışan Asi'ye bir
dakika işareti yaptım.
"Lan o kız Esra mıydı? Hani tanımazdım?"
"Sadede gel canım kardeşim, işimiz var bizim."
"Esra'ya ver telefonu."
"Veremem dostum, çok yoruldu. Dinleniyor şu an." Asi masadaki
bıçağı kapıp bana doğrultunca "Kahvaltı hazırladı da. Çok uğraştı,"
diye atıldım. Telefonu elimle kapatıp Asi'ye göz ucuyla güvenlik
kulübesini işaret ettim. Yoksa şu an gerçekten beni doğrayacak
gibiydi. O da bıçağı indirip bana işaret parmağını salladı ve sen bittin
dedi dudaklarını kıpırdatarak.
"Neredesiniz lan? Oraya geliyorum," dedi Burak.
"Evde yokuz Burak. Evde yokuz," diyerek Burak'ın ettiği küfürler
eşliğinde telefonu yüzüne kapattım.
Asi gözlerini kısmış bana bakarken "Bir tercihin var mı?" diye sordu.
"Ne?"
"Seni nasıl öldüreyim diyorum. Bir tercihin var mı?"
"Ölü taklidi yapsam, olmaz mı?" dediğimde kaşlarını kaldırıp indirdi.
"Geç mi kalmış oluyorum?"
Yine seri katil sırıtışı yüzüne yerleşti. "Hem de çok geç." Hızlı bir
atakla üzerime atılıp boynuma sarıldı.
156
"Yettin artık sen be."
"Ah! Nefes alamıyorum. Bu kız beni taciz ediyor."
Benim bağırışımdan sonra başını kaldırıp etrafa baktı. Ben de başımı
hafif tahta oturakta geriye doğru verdiğimde bakışların bizde
olduğunu gördüm. Asi önce yapma bir şekilde kendine bakanlara
genişçe gülümsedi. Sonra "Şakalaşıyoruz," dedi hala 32 dişini
gösterirken.
Yaşlı bir kadın başını iki yana salladı. "Yeni nesil, amma da edepsiz."
Sırıtarak Asi'ye baktığımda yanakları kızarmıştı.
"Oğlanı öptü," dedi esmer bir çocuk arkadaşlarıyla kıkırdarken.
"Lan!" diye bağırdı onlara Asi. "Çabuk kaybolun. Yoksa topunuzu
keserim."
Çocuklardan sarışın olanı şaşırdı. "Abla bizim topumuz yok ki."
"O zaman sizi keserim." Çocukların gözleri irileşirken hızla gözden
kayboldular.
Kendimi tamamen banka bırakıp gülmeye başladım. Asi'nin gözleri
bana döndü ve öfkeyle soludu. "Gül bakalım. Son gülüşlerin."
"Amma da edepsizsin Asi. Üstümden kalkacak mısın? Yoksa çekici
çağırayım mı? Ya da beni taciz etmeye devam mı edecek... Ah!
Ezildim kızım."
Resmen üstümden tepinerek kalktığında doğruldum ama
gözlerindeki ölümcül ifade bende yine gülme isteği oluşturdu.
"Sırıtma!" diye tısladı. "Seni sonra öldüreceğim. Önce ıssız bir yere
gidelim." "Bu bir randevu mu?" dedim göz kırparken.
"Evet, randevu," dedi alayla. "Ölüm randevusu. Bendeniz de
Azrail'in."

157
Asi'nin ölümcül bakışları eşliğinde masayı toplamasına yardım ettim.
Arabaya bindiğimizde ise hemen ona doğru dönüp ellerimi
kaldırdım. "Şimdiden söyleyeyim. Buraya gelirken Mobese
kameraları tarafından kaydedildik. Yani eğer bana bir şey olursa ilk
senden şüphelenirler."
Dudaklarını büzdü. "Mantıklı bir analiz ve iyi zamanlama çünkü bunu
söylemeseydin kafanı direksiyona vurmayı düşünüyordum."
Yapma bir şekilde sesli bir nefes verdim. "Ucuz yırttım desene."
Güldü ve gülümseyişi bana da yayıldı. Arabayı çalıştırıp yola
koyulduğumda yine sessizliğe bürünmüştü. Tam ruh hali düzeldi
diyordum, yine başa sarıyordu. Neydi ki onu bu denli huzursuz eden?
Sonunda dayanamayarak saçma bir şekilde oluşan derin sessizliği
bozmak için konuşmaya karar verdim. "İyi." "Neymiş o iyi olan?" diye
sordu.
"Beni öldürme planlarını askıya alman. Ne bileyim, direksiyona sarılıp
arabayı bir yerlere vurmaya falan çalışırsın diye korktum bir an."
Ben gülümserken onun yüzü birden yine bembeyaz oldu. "S-
saçmalık," dedi kekeleyerek. Yine hızlı nefesler alırken cama doğru
döndü. Ne vardı şimdi bir espride bu kadar gerilecek?
"Bir şey mi oldu?" diye sordum kaşlarım çatılırken.
"Yok bir şey," dedi, bugün verdiği sabit cevabıyla. Ardından yine yolu
izlemeye devam etti. Bugün anlamıştım ki bu kızda çok başka bir
şeyler vardı. Gizlediği şey her neyse düşüncesi bile onu fazlasıyla
geriyordu. En kısa sürede bu Deniz ve Gencer meselesini öğrenmek
benim için şart olmuştu. Onunla ilgili olmasından değil, sadece
meraktan...
Gölbaşı'ndan çıktığımızda bana bakmadan "Beni ilerideki üst geçidin
orada indirir misin?" diye sordu.

158
"Okula gitmiyor musun?"
Yine bana bakmadı. "Biraz işim var, sonra gideceğim."
"Tamam," dedim ne işi olduğunu merak ederek ama yine de
sormadım çünkü cevap vermeyeceğine neredeyse emindim. Cevabı
elbette kendi başıma bulacaktım.
Üst geçidi geçip yol kenarında durduğumda bana dönüp
"Teşekkürler," dedi. "Bugün için." Tam olarak hangi kısma teşekkür
ettiğini anlayamasam da içten olduğu belliydi. Ona gülümserken o
da bana bir gülümsemeyle karşılık verdi ama bu içten sözlerinin
aksine gerçek bir gülümseme değildi.
Kapıyı açıp kaldırımda yürümeye başladı ve bir daha dönüp arabaya
bile bakmadı. Lanet olası merakım ağır basarken arabanın
dörtlülerini yakıp o biraz uzaklaştıktan sonra dışarı çıktım. Nereye
gittiğini de işinin ne olduğunu da öğrenmek isteyen tarafım bendeki
Sherlock Holmes'u canlandırmıştı. O dalgın bir şekilde yürürken ben
de bir süre fark ettirmeden onu takip ettim. Lanet olsun ki hayatım
boyunca ilk defa böyle bir şeye kalkışıyordum ve yine ilk defa bir şeyi
öğrenmeye bu kadar istek duyuyordum.
Özel bir hastanenin önünde durunca şaşkınlıkla ben de duraksadım.
Bu kız sabah hastaneye gitmemek için evden kaçmamış mıydı? Şimdi
ne diye hastaneye gelmişti?
Burnuma hiç de iyi kokular gelmezken Asi hala öylece hastanenin
girişine bakıyordu. Tereddütlü bir kaç adım attı ama aniden durup
geri döndü. Kendimi gizleyip onu izlemeye devam ederken o yine
duraksayıp gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı ama bu yetmemiş
olacak ki bir banka oturup çantasından astım spreyini çıkardı ve bir
süre sprey yardımıyla nefesinin düzene girmesini bekledi. Yanına
gidip gitmeme konusunda kendimle bir savaş başlatırken onun
gözleri yine hastanenin girişine kaydı ve ayaklandı. Kararlı bir şekilde
girişe ilerliyordu ki yine durdu ve bu kez arkasını dönüp hızla
159
hastanenin bahçesinden çıktı. Ana yola yönelip kısa sürede gözden
kaybolduğunda ben tekrar hastaneye baktım.
Ne vardı bu hastanede onu bu kadar korkutacak bilmiyordum ama
öğrenecektim. Onu bu denli tedirgin eden şeyin burasıyla bir ilgisi
vardı.
Bakalım Asi neler karıştırıyordu.
• 'Araştırılacaklar Listesi'
🍀
Esra Yağmurlu
Allah kahretsin! Ne diye hastaneye gitmişsem? Yemin ediyorum
bugün tüm beynim neredeyse yanıyordu. Azman olmasaydı
kesinlikle berbat bir gün geçirecektim. O bilmese de bugün için,
zihnimi oyaladığı için, ona minnettardım.
Okula gidip derse girsem de bunu sadece devamsızlık için
yapmıştım. Derse ise dikkatimi bir dakika bile veremedim. Eve
dönerken duraksayıp caddede bir kaldırıma oturdum. Elif ve Gül'ü
engellenenler listesinden kaldırdım ve hangisini arayacağıma karar
vermeye çalışarak bir süre bekledim ama benim aramama kalmadan
telefon çalmaya başladı. Gül'ün ismi ekranda belirince biraz
rahatladım, ben de tercihimi ondan yana kullanmaya karar
vermiştim zaten. O aramızdaki en ılımlı tipti en azından.
"Şirine!"
"Esra!" diye kükreyince bir an Elif'le mi konuşuyorum acaba diye
düşünmeden edemedim. Bu kızın ılımlı olması gerekiyordu. "Kızım
şu an evde seni kesme planları yapan üç cani bekliyor." Lafı
uzatmamaya karar vererek direkt konuya girdim. "Gül ben
hastaneye gittim."

160
"Kontrole mi?" dedi şaşırarak. "Hayır. Ben... Şey... o-onu görmeye."
"Kimi?" dedi tereddütle.
"Gül anladın işte. Onu görmeye git-"
"Ne dedin, ne dedin?" diye bağırarak sözümü kesti.
"Gül lütfen yapma. Sadece annemi oyalayacak bir şeyler bulun. Eve
geleceğim. O zaman anlatırım."
"Esra..."
"Lütfen Gül."
"Tamam, halledeceğim," dedi sesini yumuşatarak. "Sadece eve gel."
"Tamam," diyerek telefonu kapattım. Derin bir nefes alırken kendimi
toparlamayı denedim. Başarısız olacağım aşikârdı ama en azından
yüzümü maskeleyebilmiştim. Doğrulup eve yürürken ayaklarım geri
geri gidiyordu ama eninde sonunda o eve girmek zorundaydım.
Kaçışım yoksa kabullenmekten başka çarem de yoktu.
Binaya girip kapının önünde bir süre bekledim ve en sonunda Gül'ün
anahtarıyla kapıyı açtım. Karşımda elleri belinde annemi bulmam da
ayrı bir güzel olmuştu tabii. "Annem!" dedim yumuşak bir tonda,
daha çok yaramazlık yapan çocuk bakışlarıyla.
"Kızım!" dedi o da beni taklit ederek. "Seni dövmek için birçok alet
edevat hazırlamıştım ama neyse ki Akın oğlum sayesinde pek de
gerek kalmadı."
"Akın mı?"
Gül odasından çıkarken "Akın seni hastaneye gitmeye ikna etti ya
canım arkadaşım. Annen ondan bahsediyor," diye beni uyardı.
Uyarıyı alıp Gül'ün yanında biten Elif'in öldürücü bakışlarında biraz
oyalanarak yine anneme döndüm.
"Ha! Evet. Çok ikna edici bir çocuk."
161
"Bu hareketinden sonra ateşli hastalık geçirenin sen olduğunu
düşünmeye başladım," dedi annem tek kaşını kaldırarak.
"Hadi annem ya!" dedim ve yanına gidip ona sarıldım. "Gittim işte
hastaneye, asma suratını."
"Neyse..." dedi. "Çok mükemmel bir anne olduğumdan seni
affediyorum."
Geri çekilirken güldüm. "Ve çok da mütevazi." "Öyleyim dimi," dedi
annemde gülerek.
Üzerine dikkat ettiğimde ceketini giymiş olduğunu gördüm.
"Hayırdır annem, bir yere mi gidiyorsun?"
"Trabzon'a geri dönüyorum ya, a benim şapşal kızım. Uçağım bir kaç
saat sonra kalkacak. Gelmesen seni görmeden gitmek zorunda
kalacaktım."
Doğru ya! Ben bunu nasıl unutmuştum? Tabii kafa mı kalmıştı bende?
"Ee, ben seni havaalanına götüreyim o zaman."
"Gerek yok kızım. şuradan bir taksiye biner giderim ben. Sen biraz
dinlen, yorulmuşsundur. Hastanenin seni nasıl etkilediğini
biliyorum."
Yalan söylediğim için yoğun bir suçluluk hissettim ve Gül ve Elif'in
bakışları da bu konuda hiç yardımcı olmadı. Annemin ısrarları sonucu
onu kapıdan yolculamakla yetinip içeri girdik. Mutfağa ilerleyip
kendimi sandalyeye bıraktığımda ikisi de karşımdaki yerini aldı.
"Kızım sen delirdin mi?" diye kükredi Elif.
"Kızlar kafam kazan gibi, bir de siz başlamayın."
"Esra bu ciddi," dedi Gül. "Neden durup dururken hastaneye gittin,
anlat hemen."

162
"Bugün karakoldan aradılar. İfade için..."
İkisi de aynı anda gözlerini kıstı. "Zaten iki kez ifade vermedin mi? Ne
diye bir daha çağırdılar?" diye sordu Elif.
"Bilmiyorum," diye omuz silktim.
"Peki, hastaneye niye gittin?"
Kollarımı masaya koyup başımı üzerlerine yasladım. "Bilmiyorum."
"Bu sabit cevabını kabul etmiyoruz. O çocuğun sana neler
yaptığını..."
Başımı aniden kaldırıp bu kez "Biliyorum," diye sesimi yükselttim.
"Ve unutmadım. Zaten unutulmuyor.
İstiyorum ama olmuyor. Silinmiyor."
İkisinin yüzleri de bu çıkışımdan sonra yumuşadı. "Peki," dedi Gül
suçluluk okunan bakışlarıyla. Konu ne zaman Deniz'den açılsa
gözlerinde o suçlu ifade belirirdi, hem de hiçbir suçu olmadığı halde.
Beni onunla tanıştıran Gül'dü belki ama ona kapılmak tamamen
benim aptallığımdı. Aslında tek bir suçlu vardı. O da bendim. Hem
arkadaşımın aşkını göremediğim için, hem de onun âşık olduğu
çocuğa kapıldığım için ama geriye bir şekilde dönsek bile onun Gül'ü
seçmesini istemezdim. Belki ben aynı şeyleri yine yaşardım ama en
azından Gül benim yaşadıklarıma maruz kalmazdı.
"O zaman film gecesi yapalım!" diye bağırdı Elif. Şu an için en uygun
yolun bu olduğunu ikisi de biliyordu. Muhtemelen en acıklı olan filmi
şu an zihinlerinde bulmaya çalışıyorlardı. İçimi boşaltmanın en kolay
yoluydu bu ve ben de itiraz etmeden başımı salladım.
🍀🍀🍀
Bir kaç saattir izlediğimiz iki filmin sonucu şu an karşımda duruyordu.
Boşalmış koca bir kutu peçete, yere yayılmış sümüklü mendiller,
163
ağlamaktan kızarmış 3 çift göz ve durmadan çekilen burunlar...
Başımda şiddetli bir ağrı vardı artık. Biri kafamın üstünde halay
tepiniyormuş gibi hissediyordum ve o halay ekibi gitgide çoğalıyordu
sanki.
Gül bir film daha açmaya yeltenmişti ki burnumu çekerek "Yeter
lan!" dedim. "Kadın vücudunun yüzde 50'si suysa bizim şu an yüzde
15 falan kaldı."
"Ya ama en ağlak olanı sona saklamıştım."
"Dur tahmin edeyim," dedi Elif. Bir peçeteye gürültüyle burnunu
sümkürdü. "Babam ve Oğlum."
Gül başını iki yana salladı. "Hayır, daha acıklı."
Elif bir kaç saniye düşündü, sonra gözleri irileşti ve "Hayır!" diyerek
başını iki yana salladı. "Bir neslin psikolojisini bozan o sahneyi bana
asla bir daha izlettiremezsin." "Neymiş ki o?" diye sordum merakla.
"Doktorlar," dedi Elif bir korku filminden bahseder gibi bir ifadeyle.
"İlhan Mansız'ın öldüğü sahne."
Derin bir iç çektim. "Ha! Diyorsun ki biz o su oranını eksilere
indirelim." "Zaten benim uykum geldi," dedi Elif esneyerek.
"Gidin zıbarın," dedim. "Ben de uyuyacağım."
İkisinin gözleri de bana dönünce "Ne?" diye çıkıştım. "Uyumayayım
mı?"
"Uyu tabii," dedi Gül. "Uykun varsa..."
"Var var. Hadi naş!"
Elif "Bir de kovuluyoruz ya. Şu işe bak!" diye hayıflandı ama
diretmeden ikisi de bana kötü bakışlar atıp odadan çıktılar. Onlar
gidince salondaki yatağa girip yorganı başıma kadar çektim. Birde

164
yatak meselesi vardı tabii. Henüz kızları bu konuda bile
atlatamamıştım. Onun hesabına da er geç tutulacaktım.
Gözlerimi sıkıca kapatırken aklıma gelen anıları geri plana itmeye
çalıştım.
Düşünme... Düşünme Esra! Sadece uyu!
Kolaysa sen uyu! diye kendi kendine çıkışan ilk insan muhtemelen
bendim. Bugün bir bardak çay içmemiştim, gergin olduğumda canım
istemiyordu ama o gerginlikte bir türlü geçmiyordu. Yalnız başıma
kaldığım ilk anda vücudumdaki tüm hava çekiliyordu sanki.
Yavaşça yataktan kalkıp telefonun ekran ışığıyla mutfağa yöneldim.
Kızlar uyumadığımı anlarsa birde onlarla uğraşmak zorunda
kalacağımdan olabildiğince sessiz hareket ediyordum.
Sandalyelerden birini alıp balkona geçtim ve tüm camları açtım.
Sonra sandalyeye kurulup gelen serin havayla rahatlamaya çalıştım.
Telefonumdan gelen mesaj sesi neyse ki düşüncelere dalmadan
dikkatimi dağıttı ama mesaj atan kişi yine yüzümün düşmesine
neden oldu. Mesaj Burak'tandı.
"Esra uyudun mu? Müsaitsen seninle konuşmak istiyorum." Değilim,
olmayacağım da.
Hayır, Akın'ın söylediği gibi çocuğun bir günahı da yoktu ama Burak'ı
onunla bağdaştırmadan duramıyordum. Yüksek ihtimalle sadece
hüsnü kuruntu yapıyordum, önyargılı davrandığımın da
bilincindeydim ama bu elimde değildi. Çok benziyorlardı ve bunu
fark ettiğim andan beri de Burak'a karşı sıcak davranasım
gelmiyordu.
Bir süre yine sessizlikle dışarıyı izledim. Sokaklar bomboştu. Tek bir
lanet araba bile geçmiyordu ki sayıp dikkatimi dağıtayım. Ben ileride
ki caddeye dikkatimi verip oradaki arabaları saymaya karar verirken
bir mesaj daha geldi.
165
"Uyudun galiba. Neyse yarın görüşürüz Esra."
Derin bir iç çektim. Yarın bir şekilde onu yine atlatmam gerekecekti
anlaşılan ya da şu önyargılarımdan kurtulmanın bir yolunu
bulmalıydım.
Üşüyünce kollarımı kendime sardım ve arabaları sayma işine geri
döndüm. Tam 35. arabayı takip ederken telefon tekrar öttü. "Yat
uyu be çocuk!" diye sessizce söylenirken mesajın Burak'tan
gelmediğini gördüm. Bu seferki Azman'dandı.
"Hey Asi! Uyudun mu?"
Burak'ın aksine birden parmaklarımı ona cevap yazarken buldum.
Kafamı bir şeylerle meşgul etmem gerekiyordu ve Burak'ın aksine
Azman bunun için biçilmiş kaftandı.
"İyi geceler öpücüğü vermeyi unutmuşsun. Bir türlü gözüme uyku
girmiyor." Dudaklarım yana kayarken ekrana bakmayı sürdürdüm.
Cevap gecikmedi.
"Yeni nesil. Amma da arsız."
Sessizce kıkırdadım. Ve Azman'dan bir mesaj daha geldi.
"Yine de uykusuz kalma diye istemeye istemeye bir öpücük
gönderiyorum. Bak sadece uykusuz kalma diye. Hemen hayallere
kapılıp gelinlik kataloglarına tüm paranı yatırma. :* "
Yüzümdeki gülümseme genişledi. Bu çocuk gerçekten sinir
bozucuydu ama insanı gülümsetmeyi başarıyordu.
"Ah! Bu öpücüğü sonsuza kadar saklayacağım. Beni kalbimden
vurdun yakışıklı."
Bir kaç saniye yazıyor kelimesini izledim. "Allah'ım ben ne yaptım?
Bir belalıyı daha kendi ellerimle kendi başıma sardım. Bu kadar
yakışıklı ve çekici olmak benim lanetim galiba." Megaloman piç!
166
Küfür...
Yok, tamam sadece Megaloman...
İçimden bile küfredemiyordum ki. Sonra alışıp dışımdan
söylüyordum, yine olan bana oluyordu.
"Lanetli olduğun doğru ama bu kesinlikle ne yakışıklı ne de çekici
olduğundan. Bence bu lanet senin egondan kaynaklanıyor."
"Yani egomun yanı sıra yakışıklı ve çekici olduğumu kabul
ediyorsun." Mesajı okumamla kaşlarım çatıldı.
"Ben öyle bir şey demedim," diye yazıp gönderdim.
"Demene gerek yok çünkü öyleyim." Megaloman p...
Megalomanyak...
"Bu mesajına he deyip geçiyorum ve şimdi egon izin verirse uyumak
istiyorum."
"İzin veriyor ama bir şeyi unutmuşsun. Hatırlatmamı istedi."
"Neymiş o?"
"İyi geceler öpücüğüm."
"Avucunu yalarsın."
"O öpücüğü almazsam mesaj yazmaya devam edeceğim. Hatta
kapına bile dayanabilirim maazallah."
Başımı gülerek iki yana salladım. "Senden kurtulmak için mecburen
bir öpücük gönderiyorum. Ama sadece senden kurtulmak için.
Hemen hayallere dalıp internetten damatlık sipariş etme :* "
"Bu öpücüğü kitabımın arasında saklayacağım."
"O nasıl olacakmış?" diye yazdım kahkaha atmama ramak kala.

167
"Ekran resmini alıp tabii. Çok zekiyim, unutuyorsun."
"Egon zihnimde çok yer kaplıyor, normaldir. Neyse hadi uyuyacağım
ben."
"Tamam, öpüyorum seni yanaklarından. Annengile selam söyle."
Çocuk mesajlarına akraba konuşmasıyla son vermişti ya! Hayret bir
şey.
"Manyak ya!" dedim birden sesli bir gülüşle. Sonra hemen arkama
göz attım. Neyse ki kimse uyanmamıştı.
Elimdeki telefonda mesajları tekrar okumaya başladım ve
gülüşlerimin sesini minimuma ayarladım.
Gerçekten hayatımdaki en garip insandı Akın ama saçma bir şekilde
en gergin anımda bile beni güldürmeyi gerçekten güldürmeyi-
başaran tek insandı.
🍀🍀🍀
Akın Korutürk
Elimi atıp telefonu kaptım ve lanet alarmı erteledim ve tabii ki 5
dakika sonra olağanüstü hal ilan edilmiş gibi tekrar çalmaya başladı.
Ben bu alarmı niye kurmuştum ki zaten?
Lan 9'da dersim vardı ya benim.
Yorganı firlatmamla ayağa kalkmam bir oldu. Banyoya girip hızlı bir
duş alırken aklım yine düne gitti. Asi gittikten sonra kendimi ne
hikmetse hastanenin danışmasında bulmuştum. Görevli kızı ikna
etme çalışmalarım sonuç verdiğinde rahat bir yarım saat
harcamıştım ama en sonunda cazibeme yenik düşüp istediğimi
yapmıştı. Hastanedeki Deniz isimli hastaların bilgisini vermişti ama
söylediğine göre yatılı Deniz isimli sadece iki hasta vardı ve ikisi de
kadındı. Belki de tamamıyla yanlış bir düşünceyle ilerlemiştim ama
168
aradığımın bir kadın olmadığını düşünüyordum. Hüsrana uğrasam da
pes edecek değildim. Bir şekilde bu Deniz'in kim olduğunu
öğrenecektim.
Duştan çıkıp hızlıca hazırlandım. Kahvaltıyı okulda yapabileceğime
kanaat getirip arabanın anahtarlarını aldım ve evden çıktım. Asi
uyanmış mıydı acaba? Dersi erken bir saate olabilirdi, uyanmış olma
ihtimalini düşünerek kapıyı çaldım. Okula beraber gidebilirdik öyle
değil mi? Sonuçta arkadaş sayılırdık artık.
Sen hangi arkadaşını bugüne kadar okula bıraktın? diyen o saçma iç
sesimi susturdum. Bazen bu ses bana şizofrenmişim gibi
hissettiriyordu.
Kapı açıldığında karşımda en azından Asi'nin annesi yerine onun
esmer arkadaşını buldum. Gerçi annesi de olsa onu bir şekilde
savuşturabilirdim. Sonuçta apartmandaki teyzelere evime gelen
kızlar konusunda az yalanlar dizdirmemiştim. Bir gün kuzenim diğer
gün sütkardeşim az gelmemişti bu eve.
Kız bana ölümcül bakışlar atarken "Hayırdır?" diye sordu.
"Sana da günaydın. Elif'ti değil mi?"
"Belki öyle belki değil. Seni ilgilendiriyor mu?"
Ters tarafından kalkmıştı anlaşılan. En iyisi direkt konuya girmek
olacaktı. "As... Esra evde mi?" "Belki öyle belki değil. Seni
ilgilendiriyor mu?" dedi yine aynı cümleyi kurup tek kaşını kaldırarak.
Dur bir dakika! Yoksa ben bu kızla da...
Yok yok, mümkün değil. Yapmamışımdır öyle bir şey. Yapsam kesin
hatırlardım. Bok hatırlardım, o liste öylesine uzundu ki kim bilir
içinde kaç tane Elif vardı?
"Kimmiş?" dedi boğuk bir ses.

169
Elif kafasını çevirip "Azman!" diye cevap verdi ve yine kan beynime
hücum etti. Bu nasıl bir lakaptı?
"Adım Akın!" diye sert bir sesle cevap verdim ama kız pek etkilenmiş
gibi değildi. Başını kısa bir an bana çevirip burnunu kırıştırdı ve tekrar
başını sesin geldiği yöne çevirdi.
"Adının Akın olduğunu iddia eden bir adet Azman." Ya sabır!
"Ben hazırlanmaya gidiyorum Esra. Sen de..." Bana bakıp yine
burnunu kırıştırdı. "Bununla çok oyalanma." Bununla?
Bu kızın benimle derdi neydi Allah aşkına? Sonra şu anahtar
mevzusunu hatırladım. Anahtarını araklamama bozulmuştu anlaşılan
ama sonra kapının önüne bırakmıştım ben onu ve köprünün altından
da çok sular geçmişti. Anlaşılan bu kız diğerinin aksine fazlasıyla
kinciydi. Buna dikkat etsem iyi olacaktı.
Elif koridorda ilerleyip kendi odasına girerken Esra da odasından
çıktı. Kapıya geldiğinde onu memnuniyetsizce süzdüm. Gözleri
kızarmış ve rimeli akmıştı. Elinde bir peçeteyle burnunu çekiyordu ve
kızarmış burnu haricinde yüzü fazlasıyla solgundu.
"Ağladın mı sen?" derken birden tüm neşem anlamsızca kaçmıştı.
Bir kaç saniye çatık kaşlarla bana baktı ve en sonunda "Evet," dedi.
Aslında inkâr etmesini beklemiştim ama o zaten pek beklenileni
yapan bir kız değildi.
"Ne oldu?"
Yine şu Deniz meselesi miydi acaba?
"Terk edildim," dedi burnunu çekerek.
Ne? Terk mi edilmiş?
"Kim?" diye saçma bir soru sordum.

170
"Annem. Bir kaç saat önce beni cami avlusuna bırakıp gitti. Burayı da
emekleye emekleye buldum. Kim olacak, sevgilim tabii ki."
"Senin sevgilin mi vardı?" diye şaşkınlığımı bastırmaya çalışarak
sordum. Hayır, bu şaşkınlık değildi. Başka bir şeydi.
"Olmamalı mıydı?"
"Yok... Yani... Şey ne bileyim hiç etrafında erkek falan görmedim
de."
"Normaldir çünkü erkek değildi."
Bu sefer şaşkınlığımı bastıramayarak "Ne?" diye atıldım.
Ciddi olamazdı!
"Kadınlardan hoşlandığımı söylememiş miydim?" dedi yine burnunu
çekerek.
Lan ciddi miydi bu kız? Deniz yoksa gerçekten bir kız mıydı? Şimdi
benden etkilenmemesi mantıklı gelmeye başlamıştı. Zira bu zamana
kadar benden etkilenmeyen tek bir kız bile hatırlamıyordum.
Gözlerim irileşmiş bir şekilde ona bakarken bir kahkaha patlattı.
"Dizisi aniden final yapan teyze gibi bakıyorsun," dedi hala gülerken.
Ardından peçeteyi ağzına kapatıp hapşırdı. Yine benimle gırgır
geçmişti ve ben de saf gibi bunu yutmuştum. Yine de bir an gerçek
olmadığı için rahatladım.
Peçeteyi dudaklarından çekip "Ne ağlaması oğlum," dedi. "Soğuk
almışım sadece." "Rimelin akmış," dedim yine de üzerine giderek.
Dudaklarını büzdü. "Makyaj yapıyordum. Rimel sürerken lanet
hapşırık yüzünden sanat eserim bozuldu." Sonra gözleri irileşti ve
gerileyip koridordaki boy aynasına baktı. Ardından gözleri bana
kaydı. "Evrime kafa atarken geri gitmişim. Sen bir burada dur." Hızla
odasına girdi.
171
Anlaşılan görünüşündeki felaketi yeni fark ediyordu ve bana böyle
görünmek hoşuna gitmemişti ama onun aksine bu davranışı benim
fazlasıyla hoşuma gitmişti. Demek ki hakkında ne düşündüğümü
umursuyordu. Bir kaç dakika sonra makyajını düzeltmiş olarak dışarı
çıktı. Buna memnun olmuştum çünkü ağlamış gibi görünmesi canımı
sıkmıştı.
"Ee!" dedi. "Yine niye kapımdasın?"
"O sabit sorunu sormasan olmazdı."
"Kesinlikle," dedi dudaklarını yukarı kıvırarak.
"Okula gidiyordum. Sen de gidiyorsan, bırakayım diyecektim."
Ağzını açıp itiraz edecek gibi oldu ama sonra vazgeçip "Tamam,"
dedi. Bu kadar hızlı kabullenmesine şaşırsam da belli etmeyip
gülümsedim. "Çantamı alıp geliyorum. Sen arabada bekle istersen
çünkü Amerikan ve Türk işbirliğiyle kendimi bir sorgunun ortasında
bulmak istemiyorum."
Yine bir mizah koyuverse de ben de yine anlamamıştım ama
sorgulamak yerine "Tamam," diyerek aşağı inip araba da onu
beklemeye başladım. Kısa süre sonra bir elinde bir peçete ve diğer
elinde çantasının kulpunu tutan Asi kapıdan çıktı. Arabaya
bindiğinde ben de arabayı çalıştırdım. Bir kaç dakika sonra "Dün işini
halledebildin mi?" diye sordum.
"Halledemedim," dedi sessizce. "Önemli değildi zaten."
Başını yine cama dönünce ortamdan soyutlanmak istediğini anladım
ama en azından dünden daha iyi görünüyordu. Tabii şu soğuk
algınlığını saymazsak. Bu kız neden kendine hiç dikkat etmiyordu ki?
Bugün saçlarını topladığından yanağının kenarındaki hafif çizgi
şeklindeki yara izi ortaya çıkmıştı. Sanırım kapatıcı sürmeyi
unutmuştu. Bu da ne kadar dikkatsiz olduğunun bir başka kanıtıydı
işte.
172
"Küçükken de uslu biri değilmişsin anlaşılan," dediğimde
anlamayarak başını bana çevirdi. Gözlerimle yara izini gösterdim.
"Yanağındaki izi kast ediyorum."
Eli birden yanağını buldu. Yeşim gözleri açılırken hemen çantasını
açıp karıştırmaya başladı. Bir ayna ve kapatıcı olduğunu
düşündüğüm bir tüp çıkardı. Hızlı bir şekilde yara izini kamufle etti.
Aslında çok ufak bir izdi. Dikkatli bakmadan fark edilmesi imkânsız
gibiydi ama o fazlasıyla abartılı bir tepki vermişti. Belli ki onu rahatsız
ediyordu.
Kampüse girdiğimizde derse yarım saat daha vardı. "Gel hadi, sana
bir çay ısmarlayayım," dedim Asi'ye göz ucuyla bakarak. Onunla
daha fazla vakit geçirmek için kendime bahane uydurduğumu
elbette kabul edecek değildim. Sadece hala üzerinde olan o
gerginliği atması için bir öneriydi bu.
"Belki sonra..." dedi dalgın bir şekilde.
Cevabı hoşuma gitmese de "Öyle olsun," dedim. İletişim fakültesinin
önünde arabayı durdurduğumda kapıdaki öğrencilerin gözleri bize
doğru döndü ve Asi bir iç geçirdi.
"Düşünce baloncuklarını görüyor musun?"
"Ne?"
Ben bu kızın söylediği hiçbir şeyi niye anlayamıyordum?
Gözleriyle hala bize bakan kalabalığı işaret etti. "Kafalarının
üzerindeki düşünce baloncukları," dedi. "Mesela şu öndeki kızıl saçlı
kız. 'Zengin çocukmuş, nasıl kafaladı?' diye düşünüyor. Şu esmer
çocukta 'Uf be! Güzel arabaymış. Kaç basıyor acaba?' diye
düşünüyor."
Dudaklarım yukarı doğru kıvrılırken "Hadi ya!" dedim ve ona ayak
uydurarak en öndeki sarışın kızı gösterdim. "Peki ya o?"
173
Asi kıza bakıp şöyle bir süzdü. "'Yakışıklı çocukmuş, bu kızda ne
buldu anlamıyorum,' diye düşünüyor." İyice keyiflenirken "Bu
güzelmiş," dedim.
Burnunu kırıştırdı. "Benim sende ne bulduğumu düşünenler de var."
"Zeki, çekici ve yakışıklı olmam dışında mı?"
"Megaloman piç," dediğinde bir kahkaha attım ve oyunu
sürdürdüm. Gözlerimle elleri ceplerinde öne doğru çıkan ve siması
oldukça tanıdık olan esmer çocuğu gösterdim. "Peki ya o?"
Asi gözlerini gösterdiğim yere çevirdi ve çocuğa baktı. Ardından
gözleri kısıldı. "Hasbiptir!"
Bunun onun dilinde sansürlü bir küfür olduğunu sonunda
anlamıştım. Kaşlarım çatılırken gözlerimi tekrar çocuğa çevirdim.
Belli ki Asi bu çocuğu tanıyordu. Deniz bu muydu acaba? Peki, bu
çocuk bana niye hiç yabancı gelmiyordu?
"Ne oldu?" dedim hala çocuğa bakarken.
"Hiç," dedi hemen. "Teklifini kabul ediyorum. Hadi sizin fakülteye
gidelim de bana çay ısmarla." Çocuktan kaçıyordu belli ki. Kimdi ki
bu çocuk?
Çocuğu daha dikkatli bir şekilde inceledim. Siyaha yakın saç rengine
ve aynı tonlarda gözlere sahipti. Uzun boylu ve hafif yapılıydı.
Kısılmış gözleri ise direkt Asi'nin üzerindeydi. Yüzünde ise fazlasıyla
katı bir ifade vardı. Sanki bir şeyin kararsızlığını yaşıyordu ama her an
yanımıza gelecek gibi de bir hali vardı.
"Hadisene!" dedi Asi sabırsızlıkla.
"Tamam," dedim soru sormayarak çünkü ne sorarsam sorayım yine
cevap alabileceğimi düşünmüyordum. Arabayı tekrar çalıştırıp
Mimarlık Fakültesine yönelirken Asi sesli bir nefes verdi. İçimdeki
Sherlock Holmes ise şu an onun her hareketini analiz ediyordu ve
174
bugünkü araştırılacaklar listesinin en başına az önceki çocuk hızlı bir
giriş yapmıştı.
Acaba Watson'a da bilgi vermeli miydi? Hayır, bu işte yalnız
başınaydı. Belki ihtiyaç duyarsa Burak Watson'dan da ufak bir yardım
alabilirdi.
• 'O Kız Benim Gözetimimde'

Akın Korutürk
Çekilin ve krala yol verin diyen iç sesimle kantine yine kaliteli bir giriş
yapmıştım. Ta ki bu havalı girişim bir adet Asi'nin omuz saldırısıyla
suistimale uğrayana kadar. Ona baktığımda çarpık bir şekilde
sırıtıyordu.
Kesinlikle kasıtlı yapıyordu.
Gözleriyle en kuytudaki masayı işaret etti. "Şu masaya geçelim."
"Bunu söylemenin daha insancıl yolları var."
"Zeus'un oğlu Herkül gibi kasıla kasıla girmeseydin insancıl
davranabilirdim. Mitolojik karakterler agresif yönümü ortaya
çıkarıyor," dedi ve göz kırptı.
Fazlasıyla sempatik!
Başımı iki yana hafifçe sallayıp güldüm. "Sanki hiç agresif değilmiş
gibi," diye mırıldanırken gösterdiği masaya ilerledim. O otururken
ben iki çay kapıp karşısına kuruldum. Benim önümdeki karton
bardağa bakıp "Hani sen çay sevmiyordun?" diye sordu.
Gerçekten sevmiyordum ama onun sayesinde hayatımda içmediğim
kadar çayı bir hafta içinde devirmiştim. "Kutsal bir deney için
kendimi feda ediyorum."

175
Biçimli kaşları ilgiyle havalandı. "Neymiş o deney?"
"Çay içince çene gücüm kuvvetlenecek mi onu deniyorum. Sana bir
şekilde yetişmem lazım."
"Yolun uzun desene," dedi ve kısa bir an etrafa göz gezdirdi. Geçen
sefer kantine geldiğinde olduğu gibi sanki gözleri yine birini arıyordu
ve zaman geçtikçe daha da huzursuz bir yapıya bürünüyordu.
"Burası seni geriyor mu?" diye sordum en sonunda dayanamayarak.
"Koşullu uyarıcı."
İç geçirdim. "Keşke dilini anlayabilsem."
"Sizin fakülte Akın. Benim için koşullu uyarıcı. Pavlov bilirsin."
"Peki, bu koşulun ardından ne gelecek? Pekiştireç ödül mü, ceza
mı?"
"İkisi de değil. Sadece bende sönme gerçekleşmiyor."
"Peki, ödül ya da ceza herhangi biri gelecek olsaydı, hangisi olurdu?"
Ellerini sıcak karton bardağın etrafına sardı ve bir kaç saniye
düşündü. Bakışları tekrar beni bulduğunda "Ceza," dedi.
Daha açık konuşmasını istesem de bu kadarını söylemesi bile
mucizeydi. Belli ki bu fakülteyle ilgili iyi anılara sahip değildi. Asi'nin
keyfi kaçınca bu bana da yansıdı. Kantinin giriş kapısından giren kişiyi
görmem ise kalan keyfimi de alıp götürmüştü. İşin yoksa birde şimdi
Burak'ın nasihatleriyle uğraş.
Burak kısa bir an etrafı taradı ve sonunda gözleri benim üzerimde
durdu. Gözlerini kısıp işte şimdi seni yakaladım bakışları eşliğinde
bize doğru ilerlemeye başladı. Belli ki Asi'nin arkası ona dönük
olduğu için henüz onu fark edememişti. Yakınlaştığında Asi'yi fark
etti ve duruşunu düzeltip öfkeli ifadesini sildi. Elini Asi'nin omzuna

176
koyarken "Selam," dedi ama Asi birden onun bu hareketiyle irkilip
geriledi. Burak'ı görünce ise biraz rahatlar gibi oldu.
"Özür dilerim," dedi Burak mahcubiyetle. "Korkutmak istemedim."
Asi hafif bir nefes aldı. "Boş bulundum sadece." Ayağa kalkıp
çantasını omuzuna astı. "Ben gideyim. Dersim birazdan başlar."
Ani bir kaçış daha. Ve bunu fark edince Burak'ın yüzü düştü. "Esra
biraz konuşalım mı?"
Ne konuşacaksın oğlum? Gizli saklımız mı var? Burada konuş
dememek için kendimi zor tuttum.
"Şey..." dedi Asi tereddütle. "Derse yetiş..."
"Sadece 5 dakika," diye ısrar etti Burak. Delice müdahale etmek
istesem de sadece izlemekle yetindim.
Asi yine itiraz edecek gibi oldu ama sonra vazgeçip "Tamam," dedi.
Bana dönüp "Görüşürüz Akın," diyerek Burak'la beraber kantinden
çıktılar.
Peşlerinden git!
Hayır! diye kendimi dizginledim. Ne konuşurlarsa konuşsunlar
bundan bana neydi? Umurumda değildi, hem de hiç değildi. Birden
başıma diktiğim sıcak çayla kendime gelmem de çok uzun sürmedi.
Bu Asi'nin beddualarının getirisi değilse ben de bir şey bilmiyordum.
Yanan dilimin acısı geçmeden Burak geri geldi. Gerçekten bu kadar
kısa süreceğini ben bile tahmin etmemiştim. Rahat bir nefes alırken
Burak yine hınçla karşımdaki sandalyeye kuruldu. Öfkeli gözleriyle
bir kaç saniye beni delmeye çalışınca "Ne var?" dedim.
"Söylesene Akın," dedi gözlerini kısarak. "Bu kız neden benden
kaçıyor? İki kelimeyi bile zorla edebildim ve kaçar gibi gitti."
"Ben nereden bileyim lan?" "Sen her bir boku bilirsin."
177
Doğru, bilirdim. Bir Asi'nin ne işler çevirdiğini anlayamamıştım. Onu
da kısa sürede aydınlatacaktım.
"Biliyorsam ne olmuş?"
"Benim hakkımda ne söyledin lan kıza?" diye sesini yükseltti.
Gelmesiyle yine sinirlerimi bozması bir olmuştu.
"Ben. Bir şey. Yapmadım," dedim dişlerimin arasından.
"Neden sana inanamıyorum acaba."
"Delirtme beni Burak. Benimle bir ilgisi yok."
"Ne o zaman?"
"Seni muhtemelen eski sevgilisine benzetiyor," diye bende sesimi
yükselttim. Sonra bunu söylememem gerektiği tokat gibi yüzüme
çarptı.
Allah kahretsin!
"Ne?" dedi Burak şaşkınlıkla.
"Yok... Yok bir şey," diye üstünü kapatmaya çalıştım ama Burak bu
saatten sonra her şeyi duymadan durmazdı zaten.
"Ne biliyorsun anlat hemen."
"Sana hiçbir şey anlatmak zorunda değilim Burak."
"Zorundasın. Yoksa Şeyda'ya evinin adresini veririm."
"Şerefsiz herif!" diye hırladığımda o sırıttı ve kollarını önünde
bağlayıp arkasına yaslanarak dinlediğini belli etti.
"Başla!"
Derin bir nefes alıp ona öldürücü bakışlar atsam da "Duydun işte,"
dedim. "Ona eski sevgilisini hatırlatıyor olma ihtimalin var."

178
Kaşları çatıldı. "Yani benden etkilendiği için mi..."
Öfkelenerek sesimi yükselttim. "Hayır. Senden etkilendiği için
kaçmıyor."
Kaşları daha da çatıldı. "Ya ne için kaçıyor?"
"Korkuyormuş."
"Ben... Benden mi korkuyor?" dedi şaşkınlıkla.
"Bastırılmış bir kişiliğin olduğunu düşünüyor. Birde öfke kontrol
sorunu tabii..."
"Çok saçma. Neden böyle bir şey düşünsün?" Sonra avucunun içiyle
alnına vurdu. "Şeyda meselesi... Ulan senin yüzünden düştüğüm
duruma bak."
"Ne olmuş?" diye atıldım. "Neticede kızdan hoşlanmadığını kendin
söyledin." Tek kaşım havalandı. "Öyle değil mi?"
"Öyle," dedi hemen. "Sadece beni yanlış tanımasını istemiyorum."
Üstelememe fırsat vermeden başka bir konuya giriş yaptı. "Tamam,
şimdi bugün ne halt etmeye Gölbaşı'na gittiğinizi anlat."
"Böyle her bir boku sorgulamaya devam mı edeceksin?" "Sadece
merak," dedi omuz silkerek.
Sen gel bunu benim külahıma anlat!
Ona kısaca olanları ayrıntılara inmeden anlattım. Yoksa bu adi
heriften kurtuluşum yoktu. Soru sormasına fırsat vermeden
ayaklandım. "Sana laf anlatacağım derken derse geç kaldık."
O da soracağı sorular varsa bile sonraya erteleyip beni onayladı.
Sınıfa doğru yürürken Asi'ye sabah gösterdiğim çocuğu koridorda
bir kaç kişiyle konuşurken buldum. Elindeki kitaplara bakınca belli ki
bizim fakültedendi. O da başını çevirip etrafa bakarken bakışları

179
bizim üzerimizde durdu. Gözleri Burak ve benim aramda bir süre
oyalanırken başımı Burak'a çevirdim.
"Şu merdivenlerin oradaki siyah tişörtlü çocuğu tanıyor musun?"
Burak başını çevirip çocuğu incelerken çocuk da hala bize bakıyordu.
Hatta bir süre sonra yanındakilerin bakışları da bize döndü.
"Son sınıf galiba," dedi Burak. "Bir kaç kez bizimle derse girdiğini
hatırlar gibiyim. Alttan dersin olmalı. Ne oldu?"
"Adını biliyor musun peki?"
"Hayır. İlgimi çekebilecek vücut tipine sahip değil. Ben daha çok
kıvrımlı tiplerden hoşlanıyorum. Bilirsin kadınlar."
"Dikkat et," dedim odak noktamdan çocuğu çıkartıp ona dönerek.
"Gizli çapkın imajın ortaya çıkmak üzere." Savunmaya geçti hemen.
"O sensin."
Sınıfın kapısına gelince duraksadım. "Bunu geçen evinden çıkan
esmer kıza sormalı mıyım? Ne yaptınız? Sabaha kadar kâğıt falan mı
oynadınız?" Ona göz kırparken Burak'ın kaşlarını çatıldı.
"Sadece not almaya gelmişti." Hadi hadi, yeme beni der gibi kaşım
gözüm ayrı oynayınca omzuma bir tane geçirdi ve "Defol git Akın,"
diyerek kapıyı açtı.
☘☘☘
Son ders bittiğinde ben de bitmiştim. Burak inkar ettiği
çapkınlıklarının kahramanlarından birine koridorda yakalanınca bana
onu arabada beklememi söyledi. Arabasını getirmediğini söyleyince
ve akabinde benim arabasına yaptıklarımı hatırlatınca mecburen ben
de onu dinlemek zorunda kaldım. Arabanın yanına geldiğimde sırtımı
kapıya yasladım. Ardından telefonumu çıkardım ve okulun sosyal
sitesinden son sınıflara bakınmaya başladım ama çocuğa dair hiçbir
iz bulamadım. Bu beni daha da meraklandırmıştı işte.
180
Hala telefona bakarken görüş alanıma bir çift bot girdi. Başımı
kaldırmamla aradığım kişiyi karşımda bulmam bir oldu. Gözlerimi
kısıp esmer çocuğa bakarken onun konuşmasını bekleyerek sustum.
İşte bu benim elime geçen en büyük fırsattı ve bana kendi ayağıyla
gelmişti. Bugün şanslı günümdeydim anlaşılan.
"Akın'dı değil mi?" dedi çocuk pek de sıcak olmayan bir açılışla.
Adımı nereden biliyordu?
"Kim soruyor?" "Ben Gencer."
Gencer mi? Asi'nin bahsettiği Gencer demek bu herifti. İstesem bu
kadarını yakalayamazdım.
"Ee, tanışmaya gelmedin herhalde."
Ses tonum ister istemez biraz sert çıkınca Gencer de gerildi. "Bir
konuyu konuşmak için buradayım." "Dinliyorum," dedim elimdeki
telefonu arka cebime tıkıştırarak.
"Esra'nın arkadaşıyım ve sanırım siz de öylesiniz." Bana pek
arkadaşıymışsın gibi gelmedin demek istesem de kendimi
dizginledim.
"Farz edelim ki öyle. Bu bizi nereye götürecek?"
Gözleri kısıldı. "Biraz gergin misin?"
"Olmalı mıyım?" Derin bir nefes alıp duruşumu dikleştirdim. "Sadede
gelecek misin?"
"Açık konuşalım o zaman," dedi o da sesini sertleştirirken. "Esra'yı
ne kadar süredir tanıyorsunuz bilmiyorum ama umarım onu sadece
arkadaş olarak görüyorsunuzdur. Her ikinizde."
Konuşmalarındaki uyarıcı ton gayet açıktı ki o da bunu kasıtlı
yapmıştı. Aklınca akıllı olun demeye getiriyordu. Uzun zamandır bir

181
kavgaya karışmamıştım ama nedense bu çocuğu burada iyi
benzetmek istiyordum.
"Bu seni neden ilgilendirsin Gencer?"
"O kız benim gözetimimde ve yanlış bir durumda hiç iyi şeyler
olmaz."
O an ani bir öfkeyle "Gözetimimde ne lan?" dedim sesimi
yükselterek. "Kimsin sen?"
Omuzları gerildi. "Sesini alçalt."
"Sen kimsin de bana ne yapıp yapamayacağımı söylüyorsun?" Ona
yaklaşıp "Senin derdin ne lan?" diye sordum. "Bu gözetimimde lafları
falan senin dilinde kız benim falan demek mi oluyor?"
"Ağzını topla. Yoksa ben toplarım. Kardeşim onu bana emanet etti
ve siz ondan uzak duracaksınız."
Kardeşim onu bana emanet etti. Burada yem atmaya karar vererek
içimi kemiren ismi dillendirdim. "Deniz mi?"
Bir an afallayınca doğru bir atış yaptığımı anladım. Bir şeyler
öğrenmek için bundan iyi şans olamazdı.
Dökül bakalım.
"Sana onu anlatmış olamaz," dedi hala aynı afallamış ifadesiyle.
"Demek ki onu düşündüğünden fazla tanıyormuşum. Şimdi sen git,
kardeşin gelsin."
Afallamış ifadesi benim sözlerimden sonra silindi ve gözlerini kıstı.
"Aklınca bir şeyler öğrenmeye çalışıyorsun belli ki. Esra sana hiçbir
şey anlatmamış. Anlatamaz da. Deniz'in ismini nereden öğrendin
bilmiyorum ama o yoksa bile ben varım. Şimdi sana son kez
söylüyorum. Ayağını denk al, sonunda canın yanmasın."

182
Bir şekilde yem attığımı anlamıştı ama nasıl olduğu konusunda bir
fikrim yoktu. Aslında önemi de yoktu. Bu çocuk fazlasıyla sinirlerimi
bozmuştu ve üstüne üstlük beni tehdit etmişti. Ben Burak gibi
değildim. Öfkelenirsem bunu gizlemezdim ve şimdi de öyle olacaktı.
Gencer denen çocuğun yakasından kavrayıp "Haddini bil!" diye
tısladım. "Yoksa o tehditlerini sana yediririm."
Ellerimi yakasından çözüp beni ittiğinde kan beynime tam manasıyla
çıkmıştı. "Yedir de görelim." Sihirli sözcükleri söyledin ibne herif!
Yumruk olmuş elim tam havaya kaldırmaya yeltenmiştim ki biri beni
geri çekti. "Ne oluyor burada?" dedi Burak.
"Bırak lan!" diye kükredim.
"İyi zamanlama," dedi Gencer Burak'a bakarak. "Birde seni
aramadığıma memnun oldum." Burak hala beni tutmaya çalışırken
"Ne diyorsun sen?" diye sordu.
"Arkadaşını uyardım. Seni de uyarmadan gitmeyeyim madem.
Esra'dan uzak durun. Bir daha ikinizi de uyarmayacağım."
"Esra mı?" dedi kaşları çatılırken.
"Bırak oğlum!" diye tısladım tekrar. "Bu pezevenk iyi bir dayağı hak
etti."
"Belki başka zaman seni iyi bir benzetirim," dedi Gencer. "Şimdi işim
var dua et ki."
Burak kulağıma eğilip "Olay çıkmasın Akın," dedi. "Geçen sefer
yırttık ama okulun içinde bir olaydan daha yırtamayız. Sakin ol."
Gencer ikimize tiksinti dolu bakışlar atıp ilerlerken ben lanet olsun ki
Burak'ın haklı olduğunu biliyordum. Kız meselesi yüzünden çıkan
kavgalarımızda bölüm başkanıyla yeterinle içli dışlı olmuştuk. Bir
olayda daha uzaklaştırma almamız garanti olurdu. Şimdilik bu
183
şerefsizin dayağını erteledim, onu dışarıda bir yerde yakalardım
elbette ben. İşte o zaman hastanelik olmasını garantileyecektim.
Gencer uzaklaşınca Burak beni bıraktı ve "Anlat şimdi," dedi. "Derdi
neymiş bu şerefsizin?"
"Duymadın mı lan?" diye bağırdım öfkeyle. "Belli ki Esra'yla ilgili bir
mesele. Uzak durun diyor işte onun bunun çocuğu."
Burak bir süre düşünceli bir şekilde yüzüme baktı. Onunda öfkeli
olduğunu anlamıştım ama nasıl oluyor da bunu dizginlediğine her
seferinde anlam veremiyordum. "Sen niye bu kadar sinirlendin
peki?" dedi durağan bir sesle.
"Şaka mısın sen Burak?" dedim hayretle. "Adam bizi tehdit etti. Bir
de soruyor musun?" "Buna sinirlendin yani?"
"Neye sinirleneceğim lan başka?"
"Hiç," dedi omuz silkerek. "Nereden tanıyorsun bu herifi?"
"Tanımıyorum. Az önce birden yanımda bitti."
"Ha! Bir kaç saat önce bana onun kim olduğunu sordun ve tesadüfe
bak ki o adamı gelip yanında buldum. Buna inanayım mı?"
"Neye inanıyorsan inan Burak. Bir de seninle uğraşamayacağım."
Arabanın kapısını açıp sürücü koltuğunda yerimi aldım ve başımı ona
çevirip "Geliyor musun?" diye sordum.
"Sen git," dedi. "Benim bir kaç işim var."
Ne işi olduğunu sormadım. Daha doğrusu bu öfkeyle onunla
uğraşacak değildim. Arabayı çalıştırıp evin yolunu tuttum. Gidip bir
duş alsam biraz sakinleşebilirdim belki. Yolda giderken hala bu
Gencer lavuğunun ne ayak olduğunu düşünüyordum. Direksiyondaki
elim öfkeyle titrerken sakinleşmek için arabayı durdurup derin bir
nefes aldım. Ardından ise telefonu elime çıkardım. Asi'ye sorsam mı
184
diye kararsızlıkla numarasını tuşladım. Sonra hemen kapatıp arkama
yasladım. Savunma mekanizması devreye girerse hiç bir şey
öğrenemezdim ve yine öfkelenip kaçabilirdi.
Gözlerim boş boş etrafta dolaşırken bir yerde durdu. Arabanın
kapısını açıp indim ve caddenin karşısındaki eczaneye doğru
yürüdüm. Soğuk algınlığı için bir kaç ilaç alırken bunun sadece
Asi'den bilgi almak için bir bahane olduğunu kendime tekrarladım.
Onu düşündüğümden falan değildi.
Binanın önüne geldiğimde Asi'yi merdivenlerde şaşkın bir ifadeyle
otururken buldum. Hafif dolmuş gözleri merdivenlere saçılmış
çantasındaydı. Yine astım krizi geçirdiğini düşünerek arabadan hızla
çıkıp yanına gittim ve yere diz çöktüm. Belki de sorun astım krizi
değildi, Gencer denen şerefsiz bizden sonra kızı bulmuş da olabilirdi.
Eğer bu haline o sebep olmuşsa kesinlikle hastaneye morg
kapısından girecekti.
"İyi misin?" dedim biraz tereddütlü bir sesle.
Hala şaşkın olan ifadesi beni görünce sertleşti. "Beni gördün mü?"
"Ne?" Beni gördün mü de ne demek şimdi?
"Diyorum ki..." dedi. "Ne zaman geldin? Beni gördüğünde ne
yapıyordum?"
"Oturuyordun. Aynı şu an olduğu gibi."
Yüzü gevşedi. Sonra dudakları hafifçe yukarı doğru kıvrıldı ve birden
kahkahalarla gülmeye başladı. Onun bu hali üzerine endişem daha
da arttı çünkü şu an hiç de sağlıklı bir ruh halinde gibi durmuyordu.
Susmayınca onu omuzlarında tutup sarstım. "Kendine gel kızım.
Delirdin mi?" Birden sustu ama hala gülmemek için kendini tutuyor
gibiydi.
"Neyin var senin?" dedim kaşlarım çatılırken.
185
"Ultra süper bir şekilde yere çakıldım az önce. Görmemen büyük
kayıp," dedi ve yine kendini tutamayıp gülmeye başladı.
Beni gördün mü derken bunu kastediyormuş demek ki. Allah'ım bir
insan bunu ancak bu kadar anormal bir şekilde anlatabilirdi.
Aklımdan neler geçmişti benim. "Bir şey oldu mu bari?" dedim, ben
de sırıtmama engel olamayarak.
Sağ bacağını ileri doğru uzattı. Kotunun yırtık kısmından görülen diz
kapağı kanamıştı. "Futbol kariyerim az önce sonlandı. Tam da
haftaya Atletico Madrid'le anlaşmaları yenileyecektik. Şimdi
hayatıma spor spikeri olarak devam etmek zorundayım."
Konuşmaları bendeki tüm öfkesi yok ederek gülme isteği uyandırsa
da ciddiyetle dizindeki yarayı incelemeye çalıştım ama birden dizini
çekip "Hayır," dedi. "Bana acıyarak bakma. Katlanamam."
Kendimi tutamayıp güldüm. "Bunu nasıl başardığını merak ediyorum
Sakar Şakir?"
"Hapşırırken gözleri açık tutmak imkânsızmış, bunu biliyor muydun?
Beni de illet merdivenlerde yakaladı ve birden kendimi yerde
buldum. Ama görmeliydin. Tıpkı Oscar almaya giden Jennifer
Lawrence gibi muhteşem bir düşüş sergiledim."
"Desene paparazzilerin olmaması büyük kayıp."
"Onların yararına," dedi omuz silkerken. "Kuzey Kore liderinin
fotoğrafını çekmekten beter ederdim onları." Gülerken ayağa kalkıp
"Kalkabilecek misin?" diye sordum.
Bana alaycı bir bakış attı. "Ah! Sanırım kalkamayacağım. Beni güçlü
kollarınla kucağına alıp yukarı taşır mısın?" Sonra başını yana yatırıp
"Dememi bekliyorsan, çok beklersin," dedi. Yerden destek alıp
ayaklandı ve biraz aksayarak dökülen eşyalarını toplamaya başladı.
Bende doğrularak ona yardım etmeye başladım.

186
"Seni keçiler falan büyükmüş olabilir mi?" dedim göz ucuyla ona
bakarak.
Sonunda toparladığı çantasını omzuna astı ve "Balinalar..." dedi.
"Katil olanlar."
"Komik ama sonra güleceğim," dedim ve işaret parmağımı ona
doğrulttum. "Burada bekle." Kaşlarını çatıp bana bakarken arabaya
yönelip içinden ilaçları aldım ve yanına geri döndüm. Elimdeki küçük
poşeti ona uzattığımda "Bu ne?" diye sordu.
"Antiespresan. Günde 2 defa alınca esprilerde yavaş yavaş azalma
meydana geliyor."
"Komik," dedi elimden poşeti alırken. "Ama buna daha sonra bile
gülemeyeceğim." Poşetin açıp içindekilere göz gezdirdi ve
sorgulayıcı bakışlarını bana çevirdi.
İstemsizce gözlerimi kaçırdım. "Hastalığı bana geçirme diye bir
tedbir."
Burnunu kırıştırıp "O zaman kendi kendine teşekkür edebilirsin,"
dedi ve yine aksayarak binaya doğru yöneldi.
Peşinden ilerleyip ona yetiştim. "İstersen bana tutun."
Elini tahta tırabzanlara koyup merdivenleri çıkarken "Bu da aynı
işlevi görüyor," dedi. "Hem bak, ikinizin hammaddesi de aynı."
Çene gücü atom enerjisinden bile fazla.
Homurdanarak onu takip etmeye devam ettim. Bacağı acısa da en
ufak bir yardım isteğinde bulunmadı ve sadece yüzünü buruşturup
ağır ağır merdivenleri çıkmakla yetindi. Kapısının önüne gelince de
anahtarla kapıyı açmaya girişti.
"Aç mısın?" dedi ağırlığını diğer ayağına verip hala doğru anahtarı
bulmaya çalışarak.
187
Şaşırarak "Bana mı dedin?" diye sordum.
Başını çevirip bana baktı. "Sen etrafta başka birini daha görebiliyor
musun? Eğer görebiliyorsan Supernatural'ın gelecek sezonuna
staring olarak ismini yazdırabilirsin."
"Hangi dağda kurt öldü? Ayrıca planın beni annenin gazabına
uğratmaksa almayayım."
"Annem dün gitti," dedi en sonunda kapıyı açarak. "Ve istemiyorsan
sen bilirsin. Teklif var, ısrar yok."
Ani bir çıkışla itiraz ettim. "Tamam, kabul, açım. Hatta öylesine açım
ki seni bile yiyebilirim." Kaşları bir an çatılırken "Yanlış anladın," diye
atıldım. "Tamamıyla ne kadar aç olduğumu anlatmaya çalışıyordum.
Yani seni yemek falan..."
"Konuştukça battığının farkında mısın?"
İç çekerken haklı olduğunu kabullendim ve daha fazla konuşmayıp
açık kapıdan geçtim. Mutfağa gidecekken son anda duraksayınca
"Ne oldu?" dedi Asi.
"Oyuncağım odanda kalmıştı. Alıp geliyorum."
Onunda telefonu çalmaya başlarken "Peki!" dedi ve arka cebinden
telefonu çıkardı. Asi'nin sarışın ev arkadaşı Gül'ün ismi ekranda
belirirken Asi telefonu cevaplayıp kulağına götürerek mutfağa
yöneldi.
Odasına girdiğimde kırık yatağın üzerinden mavi yaratığı aldım. Bu
çirkin şeyi neden istediğimi bilmiyordum ama yine de onu alacaktım.
Odadan çıkacakken son anda duraksayıp etrafa kısa bir göz
gezdirdim. Belki geçen geldiğimde fark edemediğim bir şey
görebilirdim. Bir resim ya da bir not... Ama üstünkörü ortalığı
tarasam da yine hiçbir şey bulamadım. Sonunda uzatmayarak pes
edip odadan çıktım ve mutfağa yöneldim.
188
Asi öylece mutfağın ortasında durmuş elindeki telefona bakıyordu.
"Ee!" dedim dikkatini çekmek için. "Ne yiyeceğiz?"
Tamamen dönüp bana baktı ve gözlerini kısıp dişlerini sıktı. Yine
birdenbire ne olmuştu bu kıza böyle?
"Merak ediyorum da..." dedi dudağını ıslatarak. "BanaGencer'le
konuştuğunu ne zaman söyleyecektin Akın?"
• 'Şutgirl'

Akın Korutürk
Onun öfkeyle sorduğu bu soru karşısında bir an ne söyleyeceğimi
bilemedim. Nerden öğrenmişti? Gül'den mi? Nasıl? Bunu bilen sadece
Burak, ben ve o ibne herif vardı. Gül'e anlatan ben olmadığıma göre
Gencer şerefsizimi söylemişti acaba? Belki de Gül'den sonra o
şerefsiz herif arayıp söylemişti. Bu canımı daha da sıktı ama Asi'ye
belli etmedim.
"Önemli bir şey olduğunu düşünmedim," dedim umursamaz
görünmeye çalışarak. "Sen nasıl öğrendin?"
Sorumu duymamış gibi "Ne söyledi o pislik?" diye sordu. Gözlerinde
yoğun bir öfke dolanırken yine titremeye başlamıştı. Sinirleri alt üst
olmuş gibiydi. Her an ağlamaya başlayacak gibi görünüyordu artık.
"Sakin ol biraz. Aşırı tepki veriyorsun."
"Aşırı tepki, öyle mi?" diye patladı. "Sen ne yaşadığım hakkında ne
biliyorsun da beni yargılıyorsun?"
Kendimi tutamayıp "Ne yaşadın?" diye sordum, sanki karşımda
öfkeden deliye dönmüş bir kız yokmuş gibi sakin bir sesle ama
birimizin sakin olması gerekiyordu. Yoksa durum daha da içinden
çıkılmayacak bir hal alacak gibiydi.
189
Dişlerini sıktı ve burnundan öfkeli bir soluk aldı. "Git buradan!"
Bir an şaşkına uğradım. "Ne?"
"Evimi terk et Akın."
"Esra gerçekten iyi görünmüyorsun," dedim ve yanına yürüdüm.
Kolunu tutup onu sandalyeye oturtmaya çalışsam da hızla kendini
geri çekti. Şimdi de birden tedirgin olmuş gibiydi. Dokunmayacağımı
belirtir gibi ellerimi kaldırıp hafifçe geriledim. "Sadece otur ve
sakinleş."
Sırtını balkonun kapısına yaslayıp gözlerini yumdu ve derin bir nefes
aldı. Hala gözleri kapalıyken "O şerefsizi en sonunda öldüreceğim,"
dedi.
"Esra!" dedim aramızdaki mesafeyi yine kapatırken. "Neler oluyor?"
Gözlerini açıp bir süre öylece bana baktı. Ardından daha sakin bir
sesle "Sadece git," dedi. "Beni biraz yalnız bırak yeter."
Öylece çekip gidecek değildim. Burada neler dönüyor öğrenecektim.
Bu Gencer, Deniz ve Esra üçgeninde bir şeyler dönüyordu ve ben
bugün bu evden eli boş çıkmayacaktım. Dahası onu bu halde
bırakamazdım. Bir şeyler öğrenmek bir yana buradan gideceksem
eğer en azından iyi olduğuna emin olup öyle gidecektim. Sesli bir
nefes verip geriledim ve gidip sandalyeye oturdum. "Açım ben."
"Ne?" dedi kaşlarını çatarak.
"Beni yemeğe davet ettin. Yemek yemeden şuradan şuraya
gitmem." "Akın..." diye itiraz etmeye çalıştı. İsmimi ne güzel de
söylüyordu.
Konuya odaklan!
"Ah! Gözüm kararıyor Asi. Açlıktan sanırım."
"Kötüye bir şey olmaz," dedi hala çatık kaşlarıyla. "Hadi naş naş!"
190
"Borborigmus!"
"Ne?"
"Mide guruldamasını tıptaki adı."
"Bana ne lan bundan?"
"Midem gurulduyor. Açım ben. Hem tıp bile sevgili midemin sesine
bir isim vermişken senin bu yaptığın hiç hoş değil." Bıkkın bir nefes
alıp pes etti ve yaslandığı kapıdan ayrılıp buzdolabına yöneldi.
Zafer kazanmış gibi sırıtırken "Ne yiyeceğiz?" diye sordum.
Başını bir an bana çevirip gözlerini kıstı. "Zıkkım var, bol zehirli. Yer
misin?"
"Bayılırım, özellikle zehir fare zehriyse. Enfes bir tadı var." Kendini
tutmaya çalışsa da hafifçe güldüğünü duydum. İçim bir anda ısındı.
Dolaptan bir tencere çıkarırken, "Kaç kez fare zehri yedin?" dedi
gülerek.
Yavaş yavaş eski havasına kavuşuyordu. Güçlü bir savunma
mekanizması vardı ve sadece saniyeler içinde bile devreye
girebiliyordu. Şu haline bakınca az önce sinirden titreyenin o
olduğuna inanmak zordu. Bu da çoğu şeyi içinde yaşadığı anlamına
geliyordu. Yani asıl Esra göründüğü neşeli yapının tam zıttına da
sahip olabilirdi çünkü bir şeyleri dışarı vurmak yerine içine atmak
insanı yıpratırdı. Belki de ben onun biraz içini dökmesine yardımcı
olabilirdim. Hayır, kesinlikle olacaktım.
"Aslında yemedim," dedim. "Kızlar bana pek kıyamaz. Suikast
planlarını bozmak bir kez yüzlerine gülmeme bakar."
Dolaptan çıkardığı tencereyi ısıtmak için ocağa koydu ve su ısıtıcısına
su doldururken omzunun üzerinden bana baktı. Tek kaşını kaldırınca

191
bir şey söyleyeceğini sandım ama o sessizce bana bakmaya devam
etti. Konuşmayacağını anlayınca, "Ne oldu?" dedim.
"Fare zehrinin nerede olduğunu düşünürken sana beni ikna etme
fırsatı veriyorum," dedi.
Genişçe gülümsedim. "Bu nasıl?"
"Hmm!" dedi gözlerini benden çekip çay demlemeye odaklanarak.
"İkna oldun mu?"
"Evet," dedi ve yine omzunun üzerinden bana bakıp sırıttı.
"Koyacağım zehrin iki katını hak ettiğine kesinlikle ikna oldum."
Gülerken onu izlemeye devam ettim. Kendini o kadar iyi
maskeliyordu ki şu an ruh haline hiçbir şekilde çözemiyordum. Ne
yaşamış olabileceğini düşünüyordum ama onun hakkında hiçbir şey
bilmezken bu oldukça zordu. Asi bu sırada çayı demleyip dem
almasını bile beklemeden iki bardağa döktü ve yemeği bölüştürdüğü
iki tabağı masaya koydu. Yemeğe bakınca yüzümü buruşturdum.
Nohut en sevmediğim yemekti.
Yüz halimi görmüş olacak ki "Ne oldu paşam?" dedi alayla.
"Beğenemediniz mi? Size layık değil ama?"
"İdare edeceğiz artık." İstemeye istemeye nohutu kaşıkladım. Başka
bir zaman olsa kesinlikle elimi bile sürmezdim ama şimdi bir amacım
vardı. O yüzden nohut yemeğine de katlanacaktım.
"İnsan nasıl nohut sevmez hayret," dedi tabağından bir kaşık alırken.
Yüzümü ekşittim. "Sen seviyorsun galiba?"
"En sevdiğim yemek," dedi bana bakmadan.
Yüzümü istemsizce buruşturdum. "Şaka?"

192
Başını kaldırmadan uzun kirpikleri arasından bana bir bakış attı. "Ne
var bunda? Nohuta bayılırım. Annemde seviyorum diye gitmeden
yapmış."
"İnsanın nasıl en sevdiği yemek nohut olur aklım almıyor."
"Seninki ne beyin mi? Sürekli beynimi yiyorsun."
"Dolma!" dedim sırıtarak. "Belki bir kez daha yaparsın o güzel
ellerinle."
"Avucunu yalarsın. Zıkkımlan şunu da git hadi."
Hayır, o nohuttan bir kaşık daha alamayacaktım. Elimdeki kaşığı
masaya bıraktım ve arkama yaslandım. "Gel seninle bir anlaşma
yapalım."
"Hazımsızlık yapıyor demiştim. Hatırlıyor musun?"
"Gencer'in benimle ne konuştuğunu bilmek istemiyor musun?"
dedim tek kaşımı kaldırarak.
Bir süre kararsızlıkla bana baktı. Belli ki şu an bu bilginin onun için
olan değeriyle benim sunacağım anlaşmanın kıyaslamasını
yapıyordu. Bana güvenmediği açıktı ki haklıydı da. Pek güven veren
bir insan olduğum söylenemezdi. Yine de kabul edeceğine dair ilk
sinyali verdi. Arkasına yaslandı ve kollarını önünde bağladı. "Tamam,
neymiş şu anlaşma?"
"Birbirimize sorular soracağız." Homurdanarak gözlerini etrafta
dolaştırdı. "Hemen itiraz etme. Cevap vermek istemezsen pas dersin
ve bu karşı tarafa bir soru hakkı daha verir." Kaşlarını kaldırıp emin
olmak ister gibi, "Israr etmek yok," dedi.
"Yok," diye onayladım. "Tamam, başla hadi."
Bir süre düşünüyormuş gibi yaptım sonra "Deniz..." diye başladım
ama hemen sözümü kesti.
193
"İsmini söyleme."
"Peki, o zaman ilk soru şu. Neden isminin söylenmesinden
rahatsızsın?"
Dudaklarını ıslatarak saçlarını kulağının arkasına kıstırdı. "O isim bir
zamanlar en sevdiğim isimdi ama artık..." Dudaklarını birbirine
bastırdı ve kaçırdığı gözlerini bana çevirdi. "Duymak bile beni
öfkelendiriyor." Ağzımı açıp nedenini soracaktım ama soru hakkı
ondaydı. "Sıra sende."
"Gencer sana ne söyledi?"
"Senden uzak durmamı, daha doğrusu durmamızı."
"Şerefsiz," diye tısladı. "Başka?"
"Soru hakkı bende," dediğimde dudağını ısırıp başını salladı.
"Deniz sevgilin miydi?"
"Evet," dedi kısaca ve duraksamadan sorusunu yöneltti. "Gencer
başka ne söyledi?"
"Kardeşi yoksa o varmış."
"Kardeşi..." diye mırıldandı öfkeyle.
"Kardeşi Deniz yani. Yakın arkadaşlardı herhalde?"
Bana bakan yeşil gözleri karardı. "Yakın, hem de çok yakın. Beni
dikkate bile almadı çünkü o lanet olasıca onun yakın arkadaşıydı..."
Birden çok fazla şey söylediğini düşünmüş olacak ki aniden sustu ve
bir kaç saniye sonra tereddütle kendi sorusunu yöneltti.
"Sana onunla ilgili... bir şey söyledi mi?" O... Yani Deniz.
"Hayır," dediğimde belirgin bir şekilde rahatladı. "Sadece senin bana
onunla ilgili bir şey anlatmayacağından emin gibiydi."

194
Sessizce bana baksa da buna cevap vermedi. "Deniz nerede?" diye
sorduğumda ismini söylediğim için önce gerildi, sonra yine
bakışlarını kaçırdı ve yutkundu.
"Pas."
"Pekâlâ, onunla neden ayrıldın? Yani ayrıldın değil mi?" İsmini
söylememin onu ne kadar rahatsız ettiğini az önce gördüğüm için bir
daha buna yeltenmedim.
"Neden sürekli bunu sorguluyorsun?" diye çıkıştı.
"Sadece cevap ver ya da pas de. Anlaşmamız böyle."
"Çünkü..." dedi yine öfkelenerek. "Göründüğü gibi biri değildi."
Başını mutfaktan görünen koridora odakladı. "Onu tanıdığımda o
kadar ince düşünen biriydi ki. Nazik, neşeli ve insanı saçma bir
şekilde mutlu eden bir yapısı vardı." Soğuk bir şekilde güldü.
"Öfkelenmezdi bile. Yani şu kitaplarda geçen tercih edilmeyen iyi
çocuklar olur ya işte o Deniz'di." Sonra ismini söylediği için yüzünü
buruşturdu. "Ben saçma bir şekilde kötü çocuk seven kızlardan
değildim ve o tam manasıyla âşık olacağım adamdı. Ben okuduğum
kitaplarda bile seçilmeyen o çocuklara acır ve o lanet kızlara küfürler
ederdim. Kötü ve iyi... Denklem basit. İyiyi seçersen mutlu olursun.
Kötüyü seçmenin mantığı ne? Mazoşist olmak mı? Ben onu o kitap
karakterleri gibi gördüm ve ona âşık oldum. O hayatımdaki en
sevilesi kişiydi. Acı çekeceğim değil mutlu olacağım bir aşktı."
Bir an anlatmasını istediğim için rahatsız oldum ama onu
engellemeyip anlatmasına izin verdim. Bana kısa bir cevap verip
geçiştirebilirdi ama yapmamıştı. Sanki şu an kime ne anlattığının
farkında olmadan içini döküyordu ki bu zaten benim istediğim şeydi.
En azından bu onu biraz da olsa rahatlatırdı. Yani öyle olmasını
umuyordum.

195
"Sonra..." dedi koridordaki bakışlarını önündeki ahşap masaya
çevirerek. "O yavaş yavaş garip davranmaya başladı ve bir gecede
tamamıyla değişti, bambaşka birine dönüştü. O kitapların sevimli
yüzü lanet kötü çocuklardan bile beter oldu." Acı bir gülümseme
yerleşti dudaklarına. Ne olduğunu sormak için delice bir istek
duymamda Asi birden silkelenir gibi olup kendine geldi ve sorusunu
yöneltti.
"Gencer başka bir şey söyledi mi?"
"Hayır. Sadece bir kaç tehdit zırvaladı," dedim iğrenircesine.
"Bir bok yapamaz o," diye tısladı. "Sadece içi boş tehditlerdir."
Kaşlarım çatıldı. "Ondan korkmuyorsan neden kaçıyorsun?"
Bana alaycı bir bakış attı. "Sadece o iğrenç herifle konuşursam
kendimi tutamayıp burnunu kırmaktan korkuyorum."
"Ben bunu zevkle yaparım," dedim gerginliğini geri plana atıp
sırıtarak. "O herifle işim bitmedi."
"Boşver onu. Uğraşmana değmez."
"Beni tehdit etti şerefsiz. Öyle kolay yırtamaz."
O da soğuk ifadesine biraz sıcaklık ekleyip en sonunda güldü.
"Benim için yapılan bir erkek kavgası. En sevdiğim."
"Doğru," dedim bende gülerek. "Onu şimdi döversem senin içinmiş
gibi görünür. Ben başka bir zaman onu dövecek daha uygun bir
bahane bulurum."
Gülümsemesi genişledi ve hafif öne doğru eğildi. Şimdi gözlerinde
daha garip bir ifade vardı. Daha meraklı...
"Son soru hakkı ben de, sonra bu oyun biter."

196
Nedense gerildim. "Hadi sor bakalım." Tek kaşı havalandı ve
dudaklarını ıslattı. Onun bu hareketine karşın garip bir şekilde daha
da gerildim ve dikkatimi dudaklarından çekip gözlerine odakladım.
Yüce rabbim, bu neden beni daha da germişti?
"Söyle bakalım Akın," dedi o da yeşilliklerini benim gözlerimden
ayırmadan. "Bunlar seni neden ilgilendiriyor ve benimle neden
uğraşıyorsun?"
Bir an afalladım. Bu sorulara verecek bir cevabım var mıydı?
Merak ediyorum çünkü... Devamı neydi? Devamını ben biliyor
muydum acaba?
Ve ikinci sorusu... Bu daha cevap verilebilir bir soruydu.
Seninle uğraşmak hoşuma gidiyor. Seninle konuşmak beni
neşelendiriyor. Sen... Tam bir belasın ama bu bela hoşuma gidiyor.
Peki ya açıklaması? Ve ardından gelecek neden sorusu?
Sonunda verilecek en doğru cevabı bulduğumda ben de onun gibi
masada hafif ileri doğru eğildim ve ona doğru tamamen yaklaştım.
Dudaklarım aralanırken pür dikkat beni izliyordu. "Pas. Oyun bitti!"
🍀
Esra Yağmurlu
"Hayır."
Elif gözlerini kırpıştırıp dudaklarını büzdü ve başını yana yatırdı.
"Sana hayır dedim."
Başını hafifçe eğip dudaklarını daha da büzdü ve kirpikleri arasından
bana yavru köpek bakışları attı. "TDK'de hayır kelimesinin anlamına
bak Elif çünkü HAYIR."

197
Yaklaşık yarım saattir onun yalvarışlarını dinliyordum. Sınıfı bir barda
parti vermeye karar vermişti ve o da bizsiz gitmeyi kabul etmiyordu
ama ben partilerden pek haz etmezdim. Hele de bir barda olan
partiden... İçince sapıtan tipler ve bulduğuna sırnaşan yılışık
erkekler... Bunlar hiç benlik değildi. Ben daha çok evde pijamalarıyla
bir koltukta pinekleyen ve yabancı dizilerden kafayı bulan
tiplerdendim.
"Ya kızım ne sorun çıkarıyorsun? Biraz eğleneceğiz işte. Sen
gelmezsen Gül de gelmeyecek. Bir işler karıştırdığından
şüpheleniyorum ve bu akşam onu sarhoş edip öğrenecek fırsatım
var."
Gözlerimi kıstım. "Ne gibi?"
"Bilsem neden onu sarhoş etmeye uğraşayım," diye hayıflandı.
"Onu sarhoş etmeye çalışırken sen sarhoş olmayasın çünkü Gül senin
yemini yutmaz."
"Sen öyle san," diyerek sırıttı. "Geliyorsun değil mi?"
Gülümseyince o da gülümsedi ama ben birden ciddi bir ifadeye
büründüm. "Hayır."
Yüzü düştü ama uzun sürmedi. Birden tek kaşını kaldırdı ve sinsice
sırıttı. "Gelirsen önümüzdeki hafta tüm temizlik ve yemek işlerini
ben devralırım."
Kârlı anlaşma teklifi yazdı neon ışıklarla ekranda. Hemen "Kabul,"
dediğimde bir kahkaha patlattı. "Ama çok kalmayacağız. Farkında
mısınız bilmem ama ben astım hastasıyım. Otobüse bile bilmiyorum
be ben."
"Tamam be," dedi o da. "Biliyoruz herhalde, bunalırsan kaçarız
hemen." Sonra Gül'ü arayıp müjdeli haberi vermek için koşarak
kendi odasına daldı. Gül içine kapanık bir kızdı. Duygularını içinde
198
yaşardı. Pek ağzından laf alamazdık. Deniz'de bunu kanıtıydı ve
benim salaklığımın.
Kapının çalmasıyla bende salondan çıkıp kapıyı açmaya gittim. Açılan
kapıyla karşımda bir kaç tane adam buldum. Ellerinde sandalye olan
adamlar... "Abla..." dedi en öndeki yaşı küçük olan. "Bunları nereye
bırakalım?"
Ona ters bir bakış attım. "Şöyle kapıya bırakın. Daha gelinle damat
gelmedi. Kurabiye ve meyve suyu ister misiniz?"
Çocuk yüzünü buruşturdu. "Anlamadım abla. Ne gelini, ne damadı?"
"Asıl ben anlamadım. Köyün kıraathanesinden düğün için meydana
getirilmiş gibi ne bunlar?" "Sandalye," dedi arkadaki amca.
Gözlerim irileşti. "Aman Allah'ım," dedim heyecanlı bir sesle. "Dayı
sen ne diyorsun? Sonunda sandalyeyi icat etmişler mi? Biz hala
taşların üzerinde oturuyorduk."
"Abla asıl sen ne diyorsun?" dedi yine çocuk. "Hiçbir şey
anlamıyorum."
"Kardeşim," dedim bıkkınlıkla. "Bu sandalyelerin benim kapımda ne
işi var?"
"Ha!" dedi çocuk. "Akın ağabey istedi. Biz de getirdik."
Ulan adam milattan kalma sandalyemin yerine bir yemek takımı
yollamıştı. Tövbeler olsundu, Aman Yarabbimdi. Tabii ki Ay bunlar
çok pahalı, kabul edemem triplerine girecek değildim. Adam
sandalyemi kırmıştı, yenisini alacaktı elbette. Ama insan bir haber
verirdi.
"Siz içeri taşıyın," dedim onlara. "Mutfak koridorun sonunda."
Onlar beni onaylarken gidip Azman'ın kapısını çaldım. Bana fazlasıyla
uzun gelen bir sürenin sonunda kapı açıldı ama karşımda Azman
199
yerine bir kız bulmuştum. Buna neden hiç şaşırmamıştım acaba?
Salonda yatmanın faydaları, en azından artık sesleri duymuyordum
ama bu yine de beni sinirlendiriyor olduğu gerçeğini
değiştirmiyordu. Hatta bu kez öfkem daha garip bir boyut almıştı.
Esmer kız tek kaşını kaldırıp "Evet," dedi.
"Bende sizi karı koca ilan ediyorum," dedim ağzımı eğerek.
"Ne?" dedi kız.
Elimi salladım. "Boş ver. Akın evde mi?"
"Buradayım," dedi Azman kapıda belirirken. Sonra kıza bakıp pek de
kibar olmayan bir dille "Sen de artık gitsen mi Melisa?" dedi.
"Giderim tatlım. Acelemiz ne?" dedi kız pişkince.
Azman sıkılgan bir nefes alırken "Çattık belaya!" diye mırıldandı.
"Bir şey mi dedin hayatım?" dedi kız dudaklarını büzerek. Sanki
duymamıştı haspam.
"Boğazım kurudu da Melisa'cığım, bana bir bardak su getirir misin
diyordum?" Besbelli kaybol demeye getiriyordu.
Kız hemen "Tabii tatlım," diyerek içeri yöneldi. O gidince Azman
hızla yanıma gelip bana doğru eğildi.
"Esra, yalvarırım beni şu kızdan kurtar."
Yine bir kız vakası ve yine ultra süper şutlama kahramanı ben...
ŞutGirl...
Zamparalık yapıp elinize yüzünüze mi bulaştırdınız? Kız sakız gibi
yapıştı, kurtulamıyor musunuz? One night stand dediniz ama
anlamadı mı? Beni arayın. Şutgirl hizmetinizde.
Yüzümde sinsi bir ifade oluştu. "Karşılığında ne alacağım?" "Ne
istersen?" dedi hemen.
200
Güzel diyerek içimdeki kız ellerini ovuşturdu. Elime düştün Azman.
Elime düştün.
"Tamam," dedim ve sırıttım. Azman da bunun üzerine sırıttı. Başına
geleceklerden habersiz nasılsa güzel gülüyordu. Ah! Zavallı
Şutgirlzede...
Kız elinde bir su bardağıyla çıktı ve bardağı Azman'a uzatıp kasıtlı
olarak eline dokundu. Bu kızı bıraksam birazdan Azman'ın üzerine
saldırırdı. Keyifli ifadem silinirken gözlerimi kıza odakladım. O da
bakışlarımı fark etmiş olacak ki bana döndü.
"Tatlım," dedim onu taklit ederek. "Biraz gelir misin?"
Önce kaşlarını kaldırdı ama yine de merakla yanıma doğru yürüdü.
Kızın kulağına doğru eğilirken o da dikkatle ne söyleyeceğimi
bekliyordu. "Bu çocuk..." dedim fısıltıyla ve Azman'a kısa bir bakış
attım. Gözlerini kısmış bizi izliyordu. "HIV virüsü taşıyor."
"Anlamadım," dedi o da fısıltıyla. Şaşırmadım demek istesem de
kendimi tuttum. "O ne? Domuz gribi virüsü falan mı?"
Bu niye benim aklıma gelmemişti? Keşke HIV virüsü yerine A(H1N1)
virüsü deseydim. Bu domuz herife daha çok yakışırdı. Neyse artık... O
da bir dahaki sefere inşallah. Sesime hayret eden bir ton ekleyip
"AIDS kızım. Nasıl bilmezsin?" dedim.
Gözleri ardına kadar açıldı. "Ne?"
Taşımacı çocuk bir kişiyle daha elinde koca bir yatakla kapıda
göründü. "Abla bunu nereye bırakalım?" Yatakta mı almıştı? Ee,
yatağın kırılması da onun suçuydu, tabii alacaktı. Domuz herif işi
gücü yataklarlaydı zaten.
Ağzı beş karış açılan kızdan bakışlarımı dairemin kapısına
çevirdiğimde Elif de şaşkın şaşkın dışarı çıkıyordu. "Neler oluyor
burada? Bunlarda ne?"
201
Onları dikkate almayıp tekrar kıza döndüğümde, "Şu esmer kızı
görüyor musun?" dedim. Kız hala şok içindeyken başını salladı.
"Benim arkadaşım o. Şu adi herif ona da bulaştırmış hastalığı.
Görüyor musun, nasıl sararıp solmuş benim canım arkadaşım.
Bembeyaz bir teni vardı. Baksana hastalıktan Rihanna'ya dönecek
neredeyse."
Kız gözlerini çevirip Elif'i incelerken herkes öylece bize bakıyordu.
"Bu kız beyaz mıydı?" dedi kız hayretle. "Hastalığın yan etkileri işte.
İlk önce ten rengin değişiyor. Sonra da..." "Sonra da?" dedi kız
tereddütle.
"ÖLÜYORSUN!" diye sesimi bağırdım. Yavaş yavaş esmer teni
gerçekten beyaza çalan kız eğer kendini aynada görseydi kalp krizi
geçirirdi. Bu kadar aptal olmak için üstün bir çaba sergilemesi
gerekmiyor gibiydi çünkü şu söylediklerime inanması kesinlikle
kalıtsal genlerden olmalıydı.
Kızı süzdüm. "Sen..." dedim korkmuş gibi gerilerken. "Beyazlamaya
mı başladın bana mı öyle geliyor?" "Ne?" dedi kız iyiden iyiye
panikleyerek.
"Abla!" dedi yatağı elinde tutan çocuk yine. "Yatak diyorum, nereye
koyalım?"
Çocuğu duymazdan geldim yine. Görev kutsaldı. Daha ekranda
mission completed yazmamıştı.
Yine kıza yaklaştım ve yatağı işaret ettim. "Birde utanmaz herif af
dilemek için ona yatak hediye etmiş. Pisliğin imasını bak. Yatak...
Düşünebiliyor musun?"
Kız korkulu ifadesini anında silip dişlerini sıktı ve "Şerefsiz," diye
tısladı. Arkasını dönüp "Geberteceğim seni." diye bağırırken
Azman'a doğru atılmıştı ki belinden yakaladım.
Azman çatılan kaşlarıyla ve şaşkın çıkan sesiyle "Ne?" dedi.
202
Kıza doğru eğilip "Onu ben hallederim," dedim. "Sen hemen bir
hastaneye git ve HIV testi yaptır. Michael
Jackson'dan bile beyaz oldun. Çabuk ol."
Kız hala öfkeyle Azman'a bakıyordu ki yine panikleyerek "Tamam,"
dedi ve onu bırakmamla Azman'ı itip daireye girdi. Yalnızca bir kaç
saniye sonra elinde çantası ve ceketiyle geri döndü. Azman'ın
yanında durup "Şerefsiz," diye bağırdı ve ardından ona okkalı bir
tokat attı. Kahkaha atacaktım ki elimi hızla dudaklarıma bastırdım
ama Elif'in arkamdan güldüğünü duyabiliyordum.
"Ne oluyor kızım? " dedi Azman şok içinde. Kız ona tiksinen bir bakış
atıp koşarak merdivenleri inerken hala elinde yatağı tutan oğlan
gülerek konuştu.
"Ablanın eli de amma ağırmış Akın ağabey. Beş parmağının izi çıktı
suratında." Azman ona öfkeli bir bakış atıp "Kaybol Osman!" diye
gürledi.
Adının Osman olduğunu öğrendiğim oğlanla diğeri koşarcasına
yatakla beraber içeri girdi. Elif'i de onlara bakması için içeri yollarken
Azman yanımda bitti. "Ne söyledin kıza?" dedi hala öfkeli ifadesiyle.
Dudaklarımı büzdüm ve omuz silktim. "Hiç."
"Hiç mi? Bir hiç yüzünden mi dayak yedim ben?"
"Dayak yediğini kabul ediyorsun yani?" Kaşları daha da çatıldı.
"Ayrıca hiç yüzünden dayak yemedin, zamparalıkların yüzünden
dayak yedin." "Asi!" dedi dişlerinin arasından.
"Ne var?" diye diklendim. "Kızdan beni kurtar dedin, ben de
kurtardım." "Ne şeytanlık yaptın yine?" Yine?
Sanki her gün şeytanlık yapıyordum ben. Hâlbuki bir başımda beyaz
harem eksikti. İşaret parmağımı dudağıma bastırıp gözlerimi tavana

203
çevirdim. "Kim bilebilir ama umarım bu kız bizim üniversiteden
değildir."
"Öyle olsa ne olacak?"
"Senin için pek iyi şeyler olmaz."
"Ne demek o?"
Elif yine kapıda belirdi ve "Esra hadisene," dedi. "Daha
hazırlanacağız."
Derin bir of çektim. Parti meselesini tamamıyla unutmuştum. "Bir de
o vardı değil mi?" Azman bir an az önce olanları unutup "Bir yere mi
gideceksiniz?" diye merakla sordu.
Elif tek kaşını kaldırarak "Belki öyle, belki değil," dedi. "Seni
ilgilendiriyor mu?"
"Kızım başka cümle bilmez misin sen? Hem senin benimle sorunun
ne?"
Elif yüzünü ekşitti ve yanıma doğru yürüyüp kolumu kavradı.
"Arkadaşımdan uzak dur Azman." Sonra beni kapıya doğru
çekiştirdi. Tüm eşyaları içeri taşımayı bitiren adamlar benim kırık
yatağımı ve milattan kalma masa ve sandalyeleri kaparak dışarı çıkıp
Azman'a baş selamı verdi ama o onlara değil hala bize bakıyordu. Elif
kapıyı kapatmadan Azman'a dönüp "Eşyalar için sağ ol," dedim.
Elif'in homurdanmalarını göz ardı ederken "Ve unutma," diye devam
ettim. "Ne istersem yapacaksın?" Ben sinsice sırıtırken Azman'ı yüzü
kasıldı. "Son olarak da..." diye devam ettim. "Kıza senin HIV virüsü
taşıdığını söyledim."
Gözleri irileşti. "Ne söyledin, ne söyledin?"
"Duydun işte. Senin AIDS'li olduğunu sanıyor. Yani eğer kız bizim
okuldansa cinsel hayatın az önce bitti."
204
Elif bir kahkaha atarken bu sefer ona doğru döndüm. "Hiç gülme
Elif'ciğim. Kız senin de AIDS'li olduğunu sanıyor."
Elif şok olmuş bir ifadeyle kalakaldı ve gülümsemesi yüzünde dondu.
"Nasıl?"
İşaret parmağımla öfkeden yüzü kızarmış Azman'ı gösterdim ve
sonra parmağımı ona çevirdim. Ardından parmaklarımı birbirine
sürtüp "İkiniz..." dedim sırıtarak. "Sizce nasıl?"
"Lan!" diye gürleyen Elif'in sesiyle odama doğru koştum ve kapıyı
hızla kilitledim. "Aç lan şu kapıyı!" diye gürledi Elif ve kapıya birkaç
yumruk indirdi.
Bir kahkaha attım. "İntikam Elif'ciğim, intikam. İki kap yemeğe beni
sattığınız güne ne çabuk unuttun. Daha sırada Gül var. Onu da
bitireceğim."
"Lan anahtarı ben vermedim dedim ya, manyak seni!"
"Olsun, o koca midenizi benden önde tutup beni aramadığınız
içindi."
"Kızım aradık da açtın mı sanki? Sen var ya... Öldüreceğim kızım
seni."
"Çekil sen," dedi Azman'ın sesi. "Bundan sonrası bende." "Ne?" dedi
Elif kapının ardından.
"İkimizin de intikamını alacağım kızım. Çekil şimdi." Kapıdan bir
gürültü yükselince "Kapıyı kıracaksın," dedi Elif.
"Amacımda o," dedi Azman.
Korkuyla gözlerim irileşti ve "Lan manyak mısın sen?" diye bağırdım.
"Yok, hastayım," dedi ve kapıya bir omuz darbesi daha indirdi.
Kapımı kıracaktı lan harbiden. Kafayı yemiş!

205
"İyi kır," dedi Elif. "Benim parfümeriden alacaklarım var. Benim
intikamımı da al."
"Alacağım." Kapı bir omuz darbesiyle gürültüyle açıldı. Ben yerimde
sıçrayıp gerilemeye başlarken Azman şeytani bir sırıtışla kapıda
belirdi. Elif onun yanından bana sırıtarak el salladı. Sonra koşarcasına
çıkış kapısına yöneldi. "Lan!" diye bağırdım arkasından. "Az önce
arkadaşımdan uzak dur diyen sen değil miydin?"
"Kaşınmasaydın," diye seslendi apartmanın içinden ve dış kapı
kapandı.
Azman başını yavaşça yana yatırdı. "AIDS HA!"
Sırıttım ve ellerimi kaldırıp geriledim. "Sakin mi olsak biraz?"
"Olamam," dedi Azman. "Hastayım ben unuttun mu?" Bana doğru
bir kaç adım attı ve ben de onunla aynı adımlarla yine geriledim. Bir
adım daha atarken "Şimdi ne yapacağım biliyor musun?" diye sordu.
"N-Ne?"
"Hastalığı sana da bulaştıracağım." Yine üstü kapalı bir küfür ve yine
muhatabı ben...
İşte şimdi ayvayı tam manasıyla yemiş bulunuyordum.
• 'Denizleri Aş Da Gel!"
🍀
Esra Yağmurlu
Yine ultra mükemmel bir durumun içine düşsem de bu kez nedendir
bilmem kahkaha atmak istiyordum.
Uzun zamandır böyle eğlenmemiştim. Kaldı ki Azman'ın yüzündeki o
ifade gözümün önünden gitmiyordu. Tabii Elif'inki de. Azman

206
üzerime doğru gelirken gerilemeye devam ettim ve yine ellerimi
kaldırıp "Bu konuyu konuşarak halledebiliriz," dedim.
"Almayayım," dediğinde bana doğru atıldı. Yana kayıp gerilemeye
devam ettim.
"Hatice'ye değil neticeye baksak?" dedim sırıtarak.
"Hatice'leri severim. O yüzden Hatice'ye bakacağım."
"Ona ne şüphe!" dedim yine ondan kaçarak. "Ama şu hastalık işini
fazla abartmadın mı?"
İkimiz de odada dönüp dururken çarpık bir şekilde gülümsedi. "Söz
konusu hastalık mı sence?" "Hastalık değilse ne peki?"
"İntikam," dedi tek kaşını kaldırıp kötücül bir sırıtışla. "Senden
öğrendim."
"Benim her yaptığım doğru olamaz ya," dediğimde yine bana doğru
atıldı. Hızla yeni aldığı yatağın üzerine çıkıp uzaklaştım.
"Yatak için sağ ol," dedim yine sırıtarak.
O da yatağın üzerine çıkarken "Çift kişilik," dedi aynı sırıtışla.
Bir an bakışlarım ayaklarımın altındaki yatağa kaydı. Harbiden çift
kişilik yatak almıştı manyak. "Zahmet etmişsin."
"Ne zahmeti? Ne de olsa ilk biz deneyeceğiz." Oha!
Yataktan aşağı atlayıp gerilemeye devam ederken bana doğru ani bir
atak yapınca kapıya doğru koştum ama kapıdan çıkamadan kapı
kapandı ve ben hızla arkamı döndüğümde pis pis sırıtan Azman'da
göz göze geldim. Onu itmek için ellerini kaldırmıştım ki
bileklerimden kavrayıp kapıya bastırdı.

207
"Şu an beni taciz ediyorsun?" dedim sırıtmaya çalışarak ama daha
şimdiden gerilmeye başlamıştım. Az önceki neşem içime kaçmak
üzereydi.
"Beni sen kışkırttın ama," dedi gülümsemesini genişleterek. Ona
göre bu bir çeşit flörtleşme gibi algılanabilirdi ama benim içimdeki
durum bambaşka bir hal almaya başlamıştı.
"Bırak!" deyip ellerimi kurtarmayı deneyince daha sıkı kavradı. Bu iş
gitgide kötü bir hal alıyordu ve bu hiç hoşuma gitmemişti. Son çare
dizimi kırıp bacak arasına tekmeyi basacaktım ki diziyle bacaklarıma
bastırıp hareket etmemi engelledi. "O bir kere olur."
Hareket etmeye çalışsam da tamamıyla köşeye sıkışmış gibiydim.
Panik duygusu yavaş yavaş beni esir alırken nefes alışlarım da
düzensizleşmeye başladı. Lanet olsun! "Bırak!" dedim tekrar, bu kez
oldukça kısık çıkan sesimle.
"Ne oldu asi kızımız korkuyor mu yoksa?" Korkuyorum, lanet olsun!
Çekil diye bağırmak istesem de sesim çıkmadı. Bir an sanki karşımda
Deniz'in yüzünü görür gibi olduğumda nefesim durdu sandım.
Geçmişin görüntüleri bir bir gözümün önünde belirmeye başladı.
Boğulur gibi oldum. Ne kadar süre nefes bile almadan Deniz'e
baktım bilmiyorum ama üzerimdeki baskının çoktan hafiflemiş
olduğunu zorlukla fark ettim ve Deniz'in görüntüsü dağılarak yerini
gözleri irileşmiş panikle bana bakan Akın'a bıraktı.
"Esra!" dedi ellerini yüzümün iki yanına yerleştirerek. "İyi misin sen?"
Öylece ona bakıp geri çekilmesini bekleyince "Esra!" dedi tekrar.
Gittikçe daha da panikliyor gibiydi. "Nefes al!"
Uzaklaşmasını istesem de konuşamıyordum. Uzaklaşsa nefes
alacaktım ama hala bana böylesine yakın olması nefesimi tıkamaya
devam edecekti. Sorunun ne olduğunu anlamıyor muydu? Sorun
oydu. Kapana kısılmışım gibi hissettiren lanet baskın gücüydü. Tüm
208
kontrolümü elimden alıp beni köşeye sıkıştırmasıydı. Öyle ki sırf
bunun için aldığım kendimi savunma derslerim bile bir işe
yaramamıştı. Hiçbir zaman yaramayacağının bilincine de o an
vardım.
"Nefes al!" diye sesini yükseltti panikleyerek. Sonra beni
omuzlarımdan hafifçe sarstı. "Kahretsin Esra, ilacın nerede?"
Sessiz ve nefessiz ona bakmaya devam edince etrafına kısa bir bakış
atıp ilacı bulmak için olsa gerek geri çekildi. O uzaklaştığında
öylesine derin bir nefes aldım ki sanki aldığım nefes bana ağır geldi.
Sırtım kapıdayken kayarak yere oturduğumda Akın hızla yanıma
çöktü. Hızlı hızlı nefes alırken gözlerini bir an bile benden ayırmadı.
Bana daha fazla yaklaşmadığı sürece sorun yoktu. Zaten savunma
mekanizmamın devreye girmesi çok sürmezdi. Sadece şu bir kaç
dakikayı daha atlatmam gerekiyordu.
"Özür dilerim. Ben..." demişti ki dolmaya başlayan gözlerimi ona
çevirip "Git!" dedim.
"Esra..."
"Lütfen!"
Beni yerden kaldırırken ona engel olmadım ama birden beni çekip
sarıldığında neye uğradığımı şaşırdım. "Özür dilerim," diye fısıldadı.
"Sadece aptalca bir şeydi. Böyle olacağını kestiremedim. Angut
herifin tekiyim. Özür dilerim, özür dilerim."
Ve beni bıraktığı gibi kapıyı açıp çıkıp gitti.
🍀🍀🍀
Kendimi toparlamam yaklaşık bir yarım saati bulmuştu. Kızlar eve
geldiğinde ise yine o eski benle karşılaşmışlardı. İkisine de önce
kırılan yatağın hesabını –mecburen- verip sonra sandalye ve yatak
olayını açıklamıştım. Şimdi ise Gül yan odada gideceğimiz patiye
209
hazırlanıyor, Elif ise bu işi kabul ettiğime beni bin pişman etmekle
meşgul oluyordu. Elimdeki kıyafetleri tek tek fırlatırken "Bunu
giymem, bunu da giymem," diye söylenirken beni her an
boğacakmış gibi görünüyordu. Biraz daha buna devam edersem
yapabileceğine de emindim artık. Gül de içeri girince şimdi iki çift
öldürücü bakışa maruz kalmaya başladım.
"Hele bunu hiç giymem." Kırmızı bir elbiseyi de arkaya doğru
fırlattım ve onlara bakıp sıyırdım.
"Sıyırmama ramak kaldı," dedi Elif.
"Ben galiba sıyırdım," dedi Gül. "Ben makyaj yapmaya gidiyorum.
Sen şu huysuz şirini hallet."
"Tamam, sen git. Halledeceğim ben," dedi Elif. Siyah dizlerinin
fazlasıyla üzerinde bir elbise giymiş, saçlarını maşayla kıvırmıştı.
Ayağındaki hafif topuklularla oldukça da zarif görünüyordu, makyajı
da çok abartılı değildi. Zaten o doğal haliyle bile oldukça güzel bir
kızdı.
Gelip yatağın üzerinden saks mavisi bir elbise aldı ve "Bunu giy,"
dedi.
"Onu giyersem..." dedim. "Kuzenlerim toplanıp köyden beni
vurmaya gelir. Töre cinayetine kurban gitmek istemiyorum."
"Birincisi sen Karadenizlisin. İkincisi abartıyorsun ve üçüncüsü bana
gelenler gelmek üzere."
"Onu giyemem Elif," dedim üzerine basarak ve diz kapağımın biraz
üzerini gösterdim. "Tam şuramda güzel mi güzel(!) 10 dikiş izi var."
İşte bu yüzdendir ki yaklaşık bir yıldır midi boy dışında bir elbise
giymemiştim. Yüzü düşerken dolabıma yürüdüm. Dar siyah bir kot,
bir de beyaz bir bluz alıp dolabı kapattım. "Bunları giyeceğim."

210
"Saçmalama," dedi Elif gözlerini büyüterek. "Hayatta olmaz. Bakkala
ekmek almaya gidiyor gibi olursun onlarla."
"Sen bilirsin. Ya bunları giyerim ya da gelmem."
Öfkeli bir soluk verdi ve yatağın üzerinden iki parça aldı. İkisini de
bana doğru çevirip "Bari şunlardan birini giy üzerine," dedi.
"Peki," dedim daha fazla huysuzluk etmek istemeyerek. "Şu siyah
olanı seçiyorum. En azından o bir şeye benziyor." Diğerini Gül'ün
kırmızı bluzuydu ve yakası fazla açıktı. Pardon yaka mı demiştim?
Yakası yoktu ki. Elif sırıttı ve siyah olanı bana doğru uzattı. Bunun da
sırtı fazlasıyla açıktı. Yine de üzerime bir ceket alacağımı hesap
ederek ses çıkarmadım.
Gül içeri girince gözlerimi büyüttüm. O da gri bir bluz ve beyaz bir
yırtık kot giymişti ama asıl sorun kesinlikle üzerinde değil
yüzündeydi. "Odamın boya malzemesinin tümünü yüzüne mi
harcadın? Bu ne hal kızım?"
"Abartı mı olmuş?" dedi Gül dudaklarını büzerek.
Elif bana kötü bir bakış atıp "Güzel olmuş. Sen ona bakma," dedi.
Tek kaşımı kaldırdım. "Bence sirkten kaçmış gibisin." "Esra!" diye
cırladı Elif.
Gül gözlerini büyüttü ve hızla odadan çıktı. Muhtemelen makyajını
silmeye gitmişti.
Elif, "Ne yapıyorsun kızım? Güzel olmuştu kız." diye hayıflandı. Evet,
güzel olmuştu. Fazla güzel olmuştu. Kurtlar sofrasında yitip gidecek
kadar güzel... Benim o kurtlar sofrasında hangisini koruyacağımı
düşünen yoktu tabii. Gerçi Elif kendini bir şekilde korurdu da. Gül için
emin değildim, o yüzden gözlerimi üzerinden bir an ayırmayacaktım.

211
Omuz silktim ve yatağa oturdum. Elif makyaj kutusuyla yanıma
gelince "Abartma," diye uyardım. "Aynaya bakınca en azından
kendimi tanıyayım."
Burnunu kırıştırıp bana cevap vermeyerek makyaj yapmaya girişti.
Gül tekrar odaya geldiğinde Elif'te makyaj işini bitirmişti. Gül beni
süzüp "Bana boya badanacı diyene bak," dedi. "Senin yüzündeki
boyayla kaç evin dış cephesi yenilenir haberin var mı?" "Yapma Gül.
Güzel oldu işte," dedi Elif.
Gözlerimi kısıp ayağa kalktım ve aynaya yürüdüm. Kendimi görünce
ufak bir çığlık attım. "Allah'ım bu kim? Bana ne yaptın sen? Resmen
yüzümde bir renk cümbüşü hâkim. Sanki ellerindeki fosforlu
mendillerle yüzümde düğün halayı çekiyorlar."
Elimi ıslak mendile uzatmıştım ki Elif elime vurdu. "Sakın. Abartma
ayrıca. Güzel oldun." "Azcık silseydim."
"Seni öldürürüm." Ellerini beni boğacakmış gibi uzatınca gerçekten
yapabileceğini düşündüm.
Gül gelip yanağıma bir öpücük kondurdu. "Şaka yapıyorum kızım.
Çok güzel olmuşsun."
Kollarımı açarak ikisini de kolumun altına aldım. "Asıl siz güzel
oldunuz be. Bugün kaç kişiyi pataklamak zorunda kalacağım
haberiniz var mı?"
Birlikte gülerken biraz uzun sürmüş olmalı ki Elif'in çıkışıyla
kendimize geldik. "Hadi gidelim artık."
Ayağıma elinde oklava tutan Elif'in zoruyla onun hafif topuklu siyah
kısa botlarını giyince hazırlık işi sonunda bitmişti. Hala soğuk
algınlığım tam manasıyla geçmemişken ve hava böylesine soğukken
ceketimi üzerime geçirdim. En azından bu hem sırtımı biraz örter
hem de daha sıcak tutardı.

212
Elif kapıdan başını çıkarıp adeta bir gizli görevdeki FBI ajanı gibi
apartmanın içini kontrol etti ve kimse olmadığını anlayınca eliyle
gelmemizi işaret etti. Zira FBI teyze ve MİT teyzeye bu halde
yakalanırsak hiç de iyi şeyler olmazdı. Hızla merdivenleri inerken Gül
birden bir çığlık koyuverdi. Elif hızla onun ağzını kapatırken "Ne
oldu?" dedim kısık sesle.
"Ayağım burkuldu."
Burkulan ayak! Güzel. İşte aradığım köşe.
"Hadi geri dönelim," deyip arkamı dönmüştüm ki Gül koluma asıldı.
"Bu kadar süslendim. Ayağım kopsa da o partiye gideceğim."
Parti manyağı çıkan iki adet çatlak kız, kurtuluş yok! yazdı neon
ışıklarla ekranda.
Gül aksayarak yürüyor ve buna rağmen beni çekiştirmeyi de ihmal
etmiyordu. Sanırım şu an zombiler sokaktan çıkıp kolunu bacağını
koparsa o yine de o partiye giderdi. Binanın dışına çıkınca Elif
çağırdığı taksinin gelip gelmediğini kontrol etti. Allah'ım yiyecek
ekmek zor buluyoruz. Taksiyle partiye gidiyoruz. Biz hak ediyoruz
her şeyi. Bize müstahak hepsi.
Elif taksiyi göremeyince telefonunu çıkarıp tekrar aradı. Bir kaç
sessiz bağırış çağırışın akabinde ise öfkeyle bize döndü. "Taksiyi
yanlışlıkla başka birine yönlendirmişler. Bize yeni bir tane yollamaları
da en az 15 dakikayı bulurmuş."
"Bekleyeceğiz o halde," dedi Gül.
"Bu halde mi? Kafayı mı yediniz? Ekim ayının sonlarındayız ve Tarzan
gibi giyindik. Donarız," diye bir çıkış yaptım.
"Haklı," dedi Elif kollarını kendine sararken.
"Bence de haklı," dedi arkadan bir ses. Tüm başlar geriye çevrilince
karşımızda Azman'ı bulduk. Önce kızları kısaca süzdü. Bana gelince
213
ise haddinden fazla oyalandı. Bakışları aşağıdan yukarıya ağır ağır
tırmandı. Neredeyse utançtan kıpkırmızı kesileceğim şekilde arsızca
tek kaşını kaldırıp sırıttı.
"Bu saatte üç kız, düzeltiyorum, üç fazlasıyla göz alıcı kız ne halt
etmeye dışarıda acaba?"
Eh, en azından hakaret yerine iltifat etmişti. Belki de sabahki
öküzlüğünü telafi etmeye çalışıyordu. Bu yüzden ses çıkarmadım.
Hatta sabah olanlardan bahsetmemesi beni bir hayli rahatlatmıştı.
Elif tam ağzını açmıştı ki Azman önce davranıp alayla konuştu. "Belki
öyle belki değil. Beni ilgilendirmiyor." Ardından merdivenleri inip
arabasının yanına yürüdü ve bize doğru döndü. "Beni ilgilendirmiyor
ama yine de nezaket icabı söylemeden geçemeyeceğim. Her nereye
gidiyorsanız sizi bırakabilirim kızlar."
Tam itiraz etmek için ağzımı açmıştım ki Gül burktuğu ayağına
rağmen depar atarak onun yanına yürüdü. "Kabul ediyorum."
"Ne?" diye atıldım.
"Dondum kızım."
Azman sırıtırken Elif de hızla yanlarında yerini aldı. Ona öfkeyle
bakınca "Ne?" dedi. "Ben de donuyorum."
Azman arabanın kilidini açınca ikisi de arka koltuğa kuruldu. Bense
olduğum yerde durmuş esen rüzgârla kollarımı kendime sarmakla
yetinmiştim. Deli gibi üşüsem de yine de kımıldamayıp ona bakmaya
devam ettim.
"Gelmiyor musun Asi?" Başını hafifçe yana yatırdı ve ensesinde
topladığı uzun saçlarından bir kaç teli kurtularak yüzüne döküldü.
Birden ben de kendimi onu incelerken buldum. Tıpkı onu ilk
gördüğüm günkü gibi dar beyaz bir tişört giymişti ve fit vücudu
kesinlikle dikkat çekiyordu. Siyah bir kot ve deri ceket ise sıradan
214
olamayacak kadar iyi duruyordu. Hayır, yani böyle dar şeyler
giymeye devam ederse çocuğu olmazdı. Yakışmamıştı. İğrenç
olmuştu. Yakışıklı da hiç değildi. Esra yalan söylüyordu ve
çarpılacaktı.
"Sapık!" Gözlerimi kırpıştırıp kendime geldiğimde Azman'ın gülüşü
görülmeye değerdi.
"Ne?"
"Nedense..." dedi. "Birazdan beni soyacakmışsın gibi hissediyorum.
Endişelenmeli miyim?"
Gözlerim ardına kadar açılırken kıpkırmızı kesildiğime artık kesinlikle
emindim çünkü kan yüzüme hücum etmişti. Yine de geri durmadım.
"Hıyar olduğundandır. Senden iyi cacık olur diye düşünüyordum."
Bir kahkaha attı ve birden içimde bir sıcaklık hissettim. Ona tekrar
bakmayarak ve kaderimi kabullenerek ayaklarımı sürüye sürüye
onun yanına gittim. Pişkin bir şekilde yüzüme baktığını hissetsem de
ona bakmayıp arka kapıyı açmaya yeltendim ama elindeki anahtarla
birden kilitledi. Ona dönünce ön koltuğu işaret etti ve yine sırıttı.
"Gelinin kız kardeşi kontenjanı."
Dişlerimi sıkıp ön koltuğa geçtim. Arabanın içi dışarıya göre biraz
daha sıcaktı en azından. Azman sürücü koltuğuna kurulduktan sonra
bana dönüp yine baştan ayağa süzdü. "Gözlerini oymama saniyeler
kaldı," dediğimde güldü ve arabayı çalıştırdı.
"Siz kadınları anlamıyorum," dedi. "Bakmamız için böyle
giyinmediniz mi? Ama bakınca da kızıyorsunuz."
"Kadınlar sadece erkekler için süslenmez parlak zeka. Bunu daha çok
kendini iyi hissetmek için yaparlar."
"O zaman sen niye kendini iyi hissetmek varken sürekli ölü gibi
dolaşıyorsun."
215
Elif ve Gül gülerken onlara kötü bir bakış attım, kanlı dişlerimle
gülümsemişim gibi dudaklarını birbirine bastırıp anında ciddileştiler.
"Ölüleri severim," dedim Azman'a dönerek. "Dirilerden daha sessiz
ve daha zararsızlar."
Azman gülse de bana cevap vermeyip "Nereye gidiyorsunuz?" diye
sordu.
"Karakonda Club," dedi Elif. Bu ne biçim isimdi be? İsimde bile
meymenet yoktu.
Azman dikiz aynasından ona baktı ve gözlerini kıstı. "Neden orası?"
"Sana hesap vermek zorunda mıyız acaba?"
Gül ona dirsek atıp "Elif'in sınıfı orada bir parti düzenlemiş," diye
açıkladı. Elif kadar kinci olmaması ve evde nezaket dersleri görmesi,
ayrıca Azman'ın bizi bırakmak gibi bir incelik yapması dolayısıyla
devreye o girmişti.
Azman bu sefer bana dönüp "Hep başını belaya sokacak yerlerde
dolanıyorsun," dedi.
"Ne demek bu?"
"Gitme bence."
"Saçmalıyorsun."
"Gideceksin yani?"
Sen kimsin ki seni dinleyeceğim? "Elbette ki gideceğim."
Kaşlarını çatıp dudaklarını birbirine bastırıp bıraktı. "O zaman gidince
nedenini anlarsın."
Ne söylemek istediğini anlayamasam da yol boyunca açtığı radyodan
gelen müzikten başka ses çıkmadı.

216
Sonunda arabayı kulübün önünde durdurunca aşağıya indik. O da
bizimle dışarı çıktı. "Teşekkürler," dedi Gül. Elif de yarım ağız bir
teşekkür etmekle yetindi. Onlar içeri yönelirken ben de "Getirdiğin
için sağ ol," deyip peşlerinden gitmeye yeltenmiştim ki kolumdan
tutarak beni durdurdu.
"Esra sabah olanlar için tekrar özür..."
"Sabah bir şey olmadı," diye sözünü kestim. "Sıradan bir astım
kriziydi. Oldu, bitti. Özre gerek yok." Biraz sert çıkmış olmalıyım ki
kaşları çatılmıştı ve pek de ikna olmuş gibi değildi. "Her neyse..."
dedim çabucak.
Buradan hızla sıvışsam iyi olacaktı. "İçeri girmeliyim artık."
Tam bir adım atmıştım ki yine kolumdan yakaladı. Gözlerimi kısa bir
an kapatıp derin bir nefes aldım ve geri açtım. Hayır, yumruk
atmayacaktım. Tabii bir daha bu hareketi tekrarlamadığı sürece...
"Beraber gidelim."
Şaşkınlıkla "Pardon?" dedim.
"Bensiz o kapıdan girersen sağ çıkamayabilirsin."
"Allah aşkına ne diyorsun sen?" dedim bıkkınlıkla.
Elimi kavrayıp "Gel!" dedi ve peşi sıra çekiştirip kapıdaki korumalara
kötü bakışlar atarak içeri girdi. Ben bu adamları bir yerden
hatırlıyordum ama nereden? Aman neyse ne!
İçeri girince elimi çekip "Ne oluyor be?" diye çıkıştım.
Tam ağzını açıp bir şey söyleyecekti ki biri "Hayatım," deyip boynuna
atıldı. Sarışın kız ahtapot misali kollarını onun boynuna dolarken
"Şeyda!" dedi Akın. "Nefes alamıyorum." "Şeyda mı?" dedim sesimi
yükselterek.

217
Kız da benim sesimle Azman'dan ayrılıp bana baktı. Önce beni
görünce şaşırdı, sonra ise öfkeli bir ifadeye büründü. "Senin burada
ne işin var?"
"Asıl senin burada ne işin var? Yediğin dayak az mı geldi?"
"Burası ağabeyimin mekânı kızım. Defol şimdi buradan."
Burak'ın bununla ilgili bir şeyler söylediğini hatırladım. Şansa bak ki
gele gele onun ağabeyinin mekânına gelmiştik. Hay bin kunduz!
Azman, "O giderse bende giderim Şeyda," dediğinde kız ona doğru
dönüp dudaklarını sarkıttı. Bense onun söylediklerinin şaşkınlığıyla
bir kaç saniye ona bakakaldım.
"Peki, hayatım ama sadece senin için..." Bana bakıp memnuniyetsiz
bir ifadeyle "Geç hadi," dedi.
Azman kızla bir şeyler konuşmak için olsa gerek duraksarken ben
omuz silkip ilerledim ve içeri girdim. İçerisi o kadar boğuktu ki daha
şimdiden arkamı dönüp buradan kaçmak istiyordum. Elimle cebimi
yokladım, istemsizce. Astım spreyimin varlığı bile bir rahatlama
sebebiydi o an için. Çok geç bir saat sayılmasa da içerisi tıklım
tıklımdı. Bir kaç dans eden kişiye çarpıp hatta kazayla bir kaç kişiyi
elleyip kızları bulmaya çalıştım.
Şimdiden kan ter içinde kalmış bir şekilde kalabalıkta bir süre de
kızları aradım. Onları bar kısmında bulunca ilerleyip ellerim belimde
karşılarına dikildim. Gül hemen atıldı. "Sadece iki kadeh bir şey."
"Daha fazlası olmayacak," diye lafa girdi Elif. "Hem Emre de burada,
çok içip ona madara olamam."
Emre Elif'in platonik olarak yaklaşık bir yıldır sevdiği çocuktu. Çocuk
ona karşı bir şey hissediyor muydu bilmiyordum ama Elif biraz fazla
takmıştı bu çocuğa. Bu parti işine de sırf Emre geleceği için

218
girmediyse ben de bir şey bilmiyordum. Gül'müş... bir şeyler
saklıyormuş falan hep dalavere...
Elif Gül'ü çekiştirip Emre'yle tanıştırmaya götürürken ben onlarla
gitmeyi reddederek bar taburesine kuruldum. Elif biraz huysuzluk
etse de üstelemedi, kalabalıkla haşır neşir olmama sebebimi
biliyordu. Bu yüzden gitmeden önce kendimi iyi hissetmezsem
hemen haber çakmamı tembihledi.
İçerisi o kadar sıcaktı ki istemeye istemeye üzerimdeki deri ceketi
çıkarmaya mecbur kaldım. Barmen çocuk bir şey içip içmediğimi
sorunca alkolsüz bir meyve kokteyli istedim. Buradan ayık kafayla
çıkmaya niyetliydim. Alkol almazdım, sevmezdim de. Bir bardakla
bile kafayı bulacak bir bünye vardı ben de zaten. Berrak bir zihin
yerine insanların neden kafalarını bulandırdıklarını anlayamıyordum
ya neyse. Buraya da sadece Elif'in gönlü olsun diye gelmiştim. Tabii
ufak rüşvetinin de payını da yok sayamazdım.
Meyve kokteyli elimden çekilince gözlerimi kalabalıktan çevirdim.
Azman kokteylden pipetini ağzında yuvarladı ve bir yudum alıp
kaşlarını kaldırdı. "Alkolsüz, akıllı kız." Yine beni süzdü ama bu kez
yüzünü buruşturdu. "Üşümüyor musun sen? Bence ceketini giy.
Zaten hastasın." Ulan içerisi cehennem gibi, ne üşümesi?
"İyi böyle," dediğimde kaşlarını çattı ama başka bir şey
söylemeyerek barmeni çağırıp bir bira söyledi ve yine bana doğru
döndü. "Çok eğleniyor gibisin." "Hem de nasıl," dedim alayla.
Güldü. "İyi misin peki?"
"Niye olmayayım?" diye tersledim.
Boğazını işaret etti. "Şu astım şeyi işte."
"Şu an sıkıntı yok," dedim ama sorması garip hissettirmişti. "Zaten
çok kalmayacağız." "Bir sıkıntı olursa..."

219
"Olmaz sıkıntı falan ya," diye onu yine tersledim. "Sen işine bak!"
Omuz silkti ama gözü üzerimdeydi. İçkisinden bir yudum daha
alırken bir oğlan yanına yaklaşıp kulağına eğildi ve bir şeyler söyledi.
Azman gözlerini kısıp onu onaylarken bana doğru döndü. "Doğru
karar. Dans etme ve alkol alma. Ufak bir işim var ama hemen
geleceğim. Buradan ayrılma sakın. Ayrıca..." dedi ve yapma bir
şekilde titredi. "İçerisi soğudu mu ne? Ceketini giy."
Bana emir mi vermişti bu dallama? Bir dakika! Bana emirler mi
vermişti bu dallama?
Kaşlarımı çatıp tam ona çıkışacaktım ki gelen çocukla beraber hızla
kalabalığa karıştı. Kokteylden öfkeyle büyük bir yudum aldım ve
kızları gözetleme işine geri döndüm. Elif, Emre denen sarışın çocukla
koyu bir sohbete girişmiş gibiydi. Gül de arada onlara katılıyordu
ama daha çok onların konuşmalarına müsaade ediyor gibiydi. Bugün
kesinlikle Elif'in yararına bitecekti çünkü bu çocukta Elif'e hiç boş
bakmıyordu. Elif'in bu keyifli anlarını bölmek istemesem de o elinde
tuttuğu içecekten biraz daha alırsa kesinlikle müdahale edecektim.
Bir Elif'ten daha tehlikeli bir şey varsa o da sarhoş bir Elif'ti.
Gözlerimi etrafta dolaştırıp Akın'ı görmeye çalıştım ama ortalıkta
görünmüyordu. Acaba yine ne zamparalıklar peşindeydi? Pislik herif.
Çok da umurumdaydı ya sanki.
Bir kaç dakika sonra Şeyda yanıma gelip oturunca onu
umursamadan kızları izlemeye devam ettim. Hayır, onu ağabeyinin
mekânında dövmeyecektim.
"Seni gökte ararken yerde buldum."
Ona yan bir bakış attım. "Yine Akın meselesiyle ben almayayım. Sen
de daha fazla dayak yeme." Evet, dövmeyecektim.
"Merak etme," dedi ağzını eğerek. "Onu anladım. Zaten Akın sana
bakmaz. Yine de ondan uzak durman karşılığında seninle ateşkes
220
ilan etmeye karar verdim. Yoksa şey miydi?" Bir an düşünür gibi
yaptı. "Kesateş falan. Aman neyse işte."
Birden 360 derece dönmesinden şüphelensem de, "İyi," dedim.
"Yaptık say şu kesateşi. Akın'dan upuzak duracağım. Şimdi kaybol
yanımdan."
"Ama yapma böyle," diyerek dudaklarını büzdü. Sonra bir sevinç
nidası attı. Elimdeki bardağı aniden alıp tezgâha bıraktı ve kendi
elindeki bardağı bana doğru uzattı. "Sana barışmamızın şerefine bir
içki ısmarlayacağım. Benim spesiyalim."
"Gerek yok," dedim elini iterek. "Barıştık işte be, gitsene sen."
Kız inatla içeceği elime tutuşturdu. "Hadi iç ya! Tadı güzeldir, emin
ol!"
Bok güzeldir. Yer miyim be ben bu numaraları? Kim bilir sen bu
şirretlikle içine ne koymuşsundur demedim ama gülümsedim. "Sağ
ol!" dedim ve bardağı kaldırdım. "Keyifle içeceğim. Aaa, şu Akın değil
mi? Bir kızla mı konuşuyor o?"
Hemen gösterdiğim yöne döndü. "Ne? Ne kızı ya?" diyerek birden
kalabalığı yara yara ilerlemeye başladı. Ardından sırıtarak bakarken
barın öteki ucunda müşterilerle ilgilenen barmene seslendim.
Yanıma gelip ilgiyle bana bakarken elimdeki içeceği ona uzattım ve
"Yok et şunu!" dedim. O da sırıtarak elimden aldı. Tekrar önüme
dönerken ben de sırıttım. Aklınca beni oyuna getirecekti kıza bak ya!
Ben namı diğer Asiye gelir miyim hiç bu oyunlara?
Kızları tekrar görmek için gözlerimi etrafta dolaştırmaya başladım
ama sanki kalabalık zaman geçtikçe daha da artmış gibiydi. Sıcaklık
da beni bir hararet bastı. Hala gözlerim etrafta kızları ararken elimi
tezgâha uzatıp bardağımı aldım ve kafama diktim. Yanan boğazımın
acısıyla, "Bu ne be?" diye inledim.

221
"O bendendi," dedi barmen. Ona dönünce sırıttı. "Biraz rahatlamaya
ihtiyacın varmış gibi göründün."
"Yahu sana ne be adam?" diye tısladım. "Rahatım ben, su... Su ver
bana Allah'ın rahatsızı!" Bir şişe suyu yine sırıtarak bana uzatınca
elinden öfkeyle çektim. "Ciğerim yandı ya!" Barmen bu kez kahkaha
attı. Bu beni öfkelendirince yarısını içtiğim suyu yüzüne boşattım. Bu
kez daha da güldü. Deli midir, nedir?
Onunla uğraşmayı bırakıp tekrar kızları görmeye çalıştım. Kalabalığın
arasında biri sarı diğeri esmer kafa sonunda kendini belli etti. Birkaç
kişiyle sohbet ediyorlardı. En azından bazılarımızın keyfi yerindeydi.
Elif beni fark edince elini sorun var mı dercesine salladı. Ona her şey
yolunda işareti yaptım. Yine de yanıma gelip durumumu analiz etti
ve onlara katılmamı, kabul etmeyeceğimi bildiği halde yine teklif etti.
Keyfimin burada yerinde olduğunu söyleyince Biraz bıdılansa da yine
ısrar etmeyip arkadaşlarının yanına döndü.
Onların biraz daha eğlenmelerine karşı çıkacak değildim, o yüzden
uzaktan izlemeye devam ettim. Zaten bu manyak herif bana ne
verdiyse üzerimdeki gerginlik gerçekten yavaş yavaş azalıyor gibiydi.
Dakikalar sonra suratıma yayılan aptal sırıtışla sırtımı bar tezgâhına
yasladım. Dünyayı ben mi kurtaracağım moduna o an itibariyle geçiş
yapmış bulunuyordum. Kızlara bakmaktan da vazgeçip gözlerimi boş
boş etrafta dolaştırmaya başladım. Kocaman kadınlardı, baksınlardı
başlarının çaresine? Her şeye de Esra yetişemezdi ya.
Barmen çocuk kahkaha atınca ona doğru döndüm. İşte o zaman az
önce tüm söylenmelerimi aslında dışımdan yaptığımı fark ettim.
Tezgâhın üzerinden bana bir bardak daha uzattı. "Susuzluğunu
giderir," dedi gülerek.
"Önceki gibi sert de değil hem."
"Ver lan!" dedim sırıtarak. Hayır, niye aldığımı da bilmiyordum ama
dünyayı ben mi kurtaracağım modu o an ağır basmıştı. Yoksa normal
222
bir zamanda bardağı onun başından aşağıya boşaltırdım. Elinden alıp
ağır ağır yudumlamaya başladım. Kısa süre sonra gözlerim
bulanıklaşmaya başlayınca başımı tezgâha yasladım. Barmen çocuk
güldü yine. "Ne dayanıksız kızmışsın sen de?"
"Ulan senin ben..." diye başlayan küfürlerime gülerken arkadaşlarımı
çağırması için birine seslendi. Son bir gayretle başımı çevirip kızları
görmeye çalıştım ama bulanık görüntüler eşliğinde her yer
dönüyordu artık. Başımı yine bar masasına yaslarken kendimi
merdaneli makineden çıkmış gibi hissediyordum. Şimdi de garip bir
melankoli haline bürünmüştüm. Elimi arka cebime atıp telefonumu
aldım ve son mesaj attığım kişiye tıklayıp kısa bir mesaj çekerek
gözlerimi kısa bir an kapattım. Tabii mesaj yazdığım kişinin bizzat
Azman olduğundan o an bihaberdim. Mesajın içeriğinden de.
• 'Şefkatli Dokunuşlar'

Akın Korutürk
Engin'in odası boğucu ve loştu. Deri kahverengi koltuk takımını yeni
almış olmalıydı ki kokusu burnumun direğini sızlatıyordu. Duvarlarda
garip hayvan resimleri vardı ve odaya ürkütücü bir hava katmıştı.
Gözlerim ise sürekli yerdeki ayı postuna gidiyordu. Engin'in av
merakı olduğunu biliyordum ama bu hoşuma gitmediği gerçeğini
değiştirmiyordu. Hayranlara verilen hiçbir zarar hoşuma gitmezdi
zaten. Zevk için neden bir canlıyı öldürürdün ki?
Engin dakikalar boyu beni konuşturmamış ve uzun uzun iş
hayatından bahsetmişti. Bu herifin çenesi bir açıldı mı susturana aşk
olsundu zaten. Sonunda asıl konuya zor bela girmeyi başarmıştım ve
o da durumun ciddiyetini şükür ki anlayıp gözlüklerini geriye iterek
dikkatle söylediklerimi dinlemişti. İnce, uzun bir adamdı. İlk bakışta
ona asla bir eğlence kulübü işletmecisi demezdin, daha çok bir ofis
çalışanını andırıyordu. Şu saçma hobisini bilmesem, bırak onun av
223
yapabileceğini bir hayvan gördüğünde korkup kaçacak bir tip
olduğunu düşünürdüm şüphesiz ama dış görünüş yanıltıcı olabilirdi.
Zira Engin'in istediği zaman ne kadar otoriter ve sert bir mizaçlı
birine büründüğünü bizzat görmüştüm ama Şeyda'nın aksine
ağabeyi Engin, garip hobileri olsa da, aklı başında bir adamdı. Onunla
konuşmak istememin sebebi de buydu. En azından o Şeyda'yı
kontrol edebilirdi.
"Beni anladığını umuyorum Engin. Kız kardeşini biraz dizginle ve
arkadaşlarımdan uzak dursun. Yoksa artık hiç hoş şeyler olmayacak."
Engin koltuğunda öne doğru eğildi. "Anladım Akın. Çatlaktır biraz
bizimkisi, biliyorsun ama onu uyaracağım."
"Sağ ol," dedim ve elimi uzattım. Engin elimi tutarak ayaklandı.
Odadan çıkarken cebimdeki telefon titredi. Ekranı açtığımda Asi'den
bir mesaj geldiğini gördüm ama mesajı birkaç kez okusam da
anlayamadım. "Denizleri aş da gel kurbanın olam, kurtar beni
buralardan ne olur."* Bir dakika! İçmiş miydi yoksa bu kız?
Panikle hızımı artırıp bara doğru yöneldim ama gördüğüm şeyle
adeta kan beynime sıçradı. Lavuğun biri Esra'nın kolunu omzuna
atmış çıkışa doğru yürüyordu. Esra da pek kendinde değil gibiydi.
Adama bakıp bir şeyler söylüyor, arada gülüyordu ama daha çok
uykulu gibiydi. Ne ara bu kadar içmişti bu kız?
Kapıya varamadan onlara yetiştiğimde Esra'nın kolunu kavrayıp
kendime çektim ve sertçe gövdesini bana çarpıp inledi. Aynı anda
adamın suratına kafayı çaktım. "Şerefsiz."
Asi yere düşen adama bakıp cıkladı. "İnsan arkadaşını döver mi?"
dedi bana dönerek.
"Ne arkadaşı Asi?"
"Sen de kimsin lan?" diye bağırdı kafa attığım adam.

224
Asi bu kez ona döndü ve kelimeler ağzından yine yuvarlarcasına
döküldü. "İnsan arkadaşını tanımaz mı?"
"Ona benim arkadaşım mı olduğunu söyledin lan piç?" dediğimde
çoktan yumruğu çocuğun suratına indirmiştim.
"Değil mi? Kim ulan o zaman bu?" dedi Asi kaşlarını çatarak. Ayakta
durmakta zorlansa da hala dik başlıydı. Yerdeki adamın tekrar
yakasını kavradım ve yüzüne bir yumruk daha indirdim, sonra bir
tane daha. Adam daha ikinci yumrukta yakarmaya başlamıştı.
"Ağabey vallahi kötü bir niyetim yoktu, Şeyda abla arka sokağa
getirin deyince..." Bir yumrukla daha devamını getiremedi ama
benim tepem bir kez atmıştı. Şeyda koşarak yanıma gelip beni geri
çekene kadar adamın suratını da Perşembe pazarına çevirmiştim.
Birkaç tane de bizi ayırmak isteyen birkaç kişiye sallamış olabilirdim.
"Bebeğim ne oluyor burada?" dedi ve yerdeki yüzü gözü kan içindeki
adama baktı.
"Şeyda var ya sen şu andan itibaren bittin!" diye bağırdığımda Şeyda
ürkerek geriledi. "Seni pişman edeceğim Şeyda. Bu burada kalmadı.
Bunun hesabını soracağım."
Yerdeki adama bir de tekme savurdum. Öfkeden deliye dönmüştüm
adeta, Esra o an aklıma geldi. Etrafıma hızla bakındığımda duvar
dibinde uyukladığını gördüm. Onu kendime çekip kucaklayacaktım ki
gözlerini açtı ve homurdanarak beni itmeye çalıştı, ben de çareyi zor
da olsa yürümesine yardımcı olmakta buldum.
Dışarı çıktığımızda yüzüne vuran rüzgârla irkildi. Ceketimi çıkarıp ona
giydirdiğimde başını bana çevirip, "O neydi be?" diyerek güldü yarı
kapalı gözlerle. "Jason Statham gibiydin."
Görevli çocuk arabayı getirirken öfkemi içime gömdüm, onu
ürkütmek istemiyordum. Yine de dayanamayıp, "Ne vardı bu kadar
içecek?" dedim sinirle.
225
"Sana ne be?" dedi ve kırmızı rujlu dudaklarını ıslattı. Pekala, bu hiç
hoş olmadı. Hem de hiç! "Senin şu Şırfıntük var ya..." dedi ardından
ağzını yayarak.
"Şırfıntük ne be?"
"Şırfıntıyla sürtük karışımı bir şey işte ya." Bir kahkaha ağzımdan
istemsizce kaçıverdi. "İşte bu şırfıntükle senden uzak durmak
üzerine bir anlaşma yaptık ve ben de kabul ettim. Bundan sonra
senden uzak duracağım." Beni hafifçe itmeyi denedi ama
başaramadı. "Çekil be adam! Anlaşma anlaşmadır." "Benim için mi
bu kadar içtin yani?" dedim daha da sinirlenerek.
"Öyle olsun isterdin değil mi?" dedi ve yüzünü yüzüme yaklaştırdı.
Bu da falsolu hareketti işte! "Ama değil." Güldü. "Ben niye içtim lan
zaten, onu bile bilmiyorum."
"Tamam, sus da bir şu arabaya!" dedim sesimi yumuşak tutmaya
çalışarak. Arabanın kapısını açıp onu ön koltuğa oturturken "Gül ve
Elif?" dedi.
Sürücü koltuğuna geçip arabayı çalıştırdım. "Burak'a söylerim, ikisini
de eve götürür."
Başını sallayıp bir hıçkırık koyuverdi ve bir kaç dakikaya varmadan
sızdı kaldı. Titreyince üşüdüğünü düşünüp ısıtıcıyı açtım. Belli ki
uykuya dalmıştı. Bu kadar içmişken nasıl hala üşüyordu
anlamıyordum.
Ona kısa bir bakış atıp yola odaklandım. Binanın önünde arabayı
durdurduğumda Burak'a kısa mesaj çektim ve kızları eve bırakmasını
söyledim. Aramadım çünkü onun dilimden kurtuluş olmazdı. Şimdi
bir ton soru soracaktı ve ben onunla uğraşacak durumda değildim.
Sonra Engin'i aradım ve ağzıma geleni saydım. Eğer Şeyda'yı bir
daha okulda görürsem olacaklardan ben sorumlu değildim artık. Asi
bu süre zarfından bırak uyanmayı kıpırdamamıştı bile. Birkaç kez ona
226
seslensem de homurdanmakla yetindi. En sonunda arabadan çıkıp
onu kucakladım ve merdivenleri tırmanmaya başladım. Dairesinin
önüne gelince "Asi!" dedim.
"Anahtarın nerede?"
Bir şeyler mırıldanıp uyumaya devam etti. Mecburen kendi daireme
girip onu yatak odasına götürdüm. Asi'yi yatağa bırakırken "Bak şu
kaderin işine..." dedim. "Yine benim odamdasın." Rahat uyuması için
ceketimi üzerinden çıkardım ve bu kesinlikle farklı niyetler
içermeyen belki de ilk soyma giriºimimdi.
Tam üzerine örtüyü çekecektim ki gözleri birden açılınca göz göze
geldik ve o yine gülümsedi. Saçları yatağa dağılmış ve makyajı hafif
akmıştı ama buna rağmen fazlasıyla çekici görünüyordu. Yutkunarak
geri çekilmeye yeltendim ama kollarımdan tutup muzip bir ifadeyle
bana baktı. "Ne o? Seni etkiliyor muyum yoksa?" Sonra bir kahkaha
attı. Şu an farkında olmasa da hiç iyi şeyler yapmıyordu çünkü beni
fazlasıyla zorluyordu. Onu arzuladığımı inkâr edecek değildim ve
uzun zamandır bir kıza bu denli bir istek duymadığıma yemin
edebilirdim.
Ona doğru daha da eğildiğimde uykulu yeşim gözlerini hala benden
çekmemişti. "Sence etkiliyor musun?"
Bir kaç saniye donuk bir şekilde bana baktı ve sonunda kışkırtıcı
kırmızılıktaki dudakları yana kaydı. "Bence şu an beni öpmek
istiyorsun."
"Seni öpersem ne olur?"
"Seni öldürürüm," dedi kıkırdayarak.
Yapabilme potansiyeli oldukça yüksekti. "Kaç bardak içtin sen?"
dedim gülerek.
Parmaklarıyla iki yapıp "Bir," deyince daha çok güldüm.
227
"Bu kadarcık şeyle mi sarhoş oldun?" Dudaklarını büzüp omuz silkti.
"Peki ne içtin?"
"Meyveli bir şeydi. Kokona mı ne? Bir de..." Kahkaha attı. "Ne
bileyim ya işte. İçtik mi, içtik ama kabul, güzel içtik."
"İçtiğin şeyi ne olduğunu bilmiyor musun?" dedim yine sinirlenerek.
Düşünür gibi yaptı. Sonra dudaklarını bilmiyormuş gibi tekrar büzdü.
Öfkem yine silindi ve yerini başka bir duyguya bıraktı. Şu an
gerçekten onu öpmek için yoğun bir arzuyla dolup taşmaya
başladım. Kendimi dizginlemek hiç bu kadar zor gelmemişti. İçimde
bir ateş vardı. Sanki beni söndürecek tek şey onun dudaklarında
gizliydi. "Bir öpücük..." diye mırıldandım.
Hala uykulu yeşim gözleriyle bana bakarken sırıttı. "Yazık olacak
sana."
"Ne?"
"Şimdi beni öpeceksin ya," dedi. "Yazık olacak sana." "Kızmaz mısın
yani?" dedim dikkatle ona bakarak.
"Öldürürüm dedim ya az önce," diyerek güldü. "Ama önce öpmen
lazım tabii. Öpecek misin?"
"Öpeceğim," dedim onaylayarak. Aramızdaki tüm mesafeyi bir anda
öldürdüm ve onu öptüm. Ne kıpırdadı, ne de beni itti. Bir süre
tepkisiz kalsa da en sonunda gözlerini kapattı ve dudaklarını araladı.
Dünya sadece bir kaç dakikalığına durdu. Günlerce didişip durduğum
bu kız beni öylesine etkiliyordu ki ne yaptığımı da ne yapacağımı da
bilemiyordum. Aramızdaki bu çekimi tanımlayacak bir kelime yoktu
ama bu kesiklikle muhteşemdi. Hissettirdiği bu duygu kesinlikle
muhteşemdi. Tabii ki her güzel şeyin bir sonu vardı.
Birden yaptığım şeyin farkına varınca yüksek voltaj elektriğe maruz
kalmış gibi geri çekildim. O an sanki birisi suratıma güçlü bir yumruk
228
indirdi. Lanet olsun! Ne yapıyordum ben? O sarhoştu ve sözlerinin bir
hükmü yoktu. O yüzden bana izin vermiş olsa bile, hatta bana karşılık
verse bile buna devam edemezdim. Hayır, bu kadar da adi bir herif
değildim. Buraya kadardı. Onu hala öpmek istiyordum, hem de hiçbir
kadını öpmek istemediğim kadar ama o... bunu isteyecek bilince
sahip değilken buna devam etmek beni adi şerefsiz hatta duble
şerefsiz bir piç kurusu yapardı.
Nefesimi düzene sokmaya çalışırken ona tekrar bakma gafletinde
bulundum. Gözleri güzel yeşilliklerini kapatmış o da sık nefesler
alıyordu. Ve... Kahretsin ki çok güzeldi. Hay ben böyle işin...
Sınanıyordum. Yemin ederim ki sınanıyordum.
Asi'nin yeşim gözleri yine yavaşça aralandığında yüzü artık garip bir
ifadeyle örtülüydü. Bir kaç saniye o yeşim gözler benim gözlerimde
dolaştı ve kurduğu tek cümleyle yüzüme daha güçlü bir yumruk
daha yedim.
"Sen o değilsin."
Az önce cehennemde kavrulan ben bu sözlerle birden fırtınanın
ortasında kalmıştım. Bir anda buz keserken öfkelendiğimi hissettim.
Delice öfkelendiğimi... Deniz denen lavuktan nefret ettiğini
düşünmüştüm hep. Ondan bahsediş şekli başka bir şey düşünmeme
mahal vermemişti ama belki de ona hala âşıktı.
"Onu hala seviyor musun?" diye sordum.
Bir an yine gözlerini kapatınca yine sızdığını sandım ama dudakları
aralandı ve boğuk sesine rağmen keskin bir şekilde "Hayır," dedi. Bir
kelime nedensiz beni rahatlatmaya yetmişti. Bir süre ondan başka
ses gelmeyince gitmek için doğruldum. Burada daha fazla kalmam
hiç sağlıklı değildi. Bu kızın beni bu denli etkilediğini nasıl olurda bu
zamana kadar anlamamıştım? Bu göz ardı edebileceğim bir şey
değildi.
229
Kapıdan çıkmak üzereydim ki Asi bir şeyler mırıldandı. Ona doğru
yaklaştığımda "Bir şey mi söyledin?" diye sordum. Belki de susamıştı,
kim bilir kaç bardak içmişti?
"Sakın bir daha yapma," dedi boğukça.
"Neyi?" Onu öpmemden bahsettiğini sanıp bir an suçlulukla dolsam
da o bambaşka bir şeyden bahsediyordu.
"Bugün yaptığını." Gözleri kapalı halde bacaklarını kendine çekip
kollarını etrafına sardı. Sanki bir şeylerden kendini korumaya
çalışıyordu. "Bir an onu gördüm sandım."
Odasında olanlardan bahsediyordu. Evet, şerefsizin biriydim belki
ama kesinlikle amacım onu taciz etmek falan değildi. Zaten hiçbir
zaman beni istemeyen birine yaklaşacak biri olmamıştım.
Şakalaşıyorduk ve durum o hala gelmişti. Bana kafa falan atar diye
bekliyordum hatta ama durum birden kötüleşmişti. Asi'nin
kilitlendiğini ve korktuğunu görmüştüm, ona böyle hissettirdiğim
için kendime içimden küfürler etmiştim ama şimdi anlıyordum ki asıl
sorun Deniz denen herifti. Yatağa otururken, "Deniz'i mi?" diye
sordum dişlerimin arasından.
Bana cevap vermek yerine "Boğuluyordum," dedi. "Onun gibi
davranma. Beni savunmasız bırakma." Yoğun bir öfkeyle dolarken,
"Sana ne yaptı?" dedim.
"Onu sevmiştim," dediğinde daha çok sayıklar gibiydi ama bundan
sonra kurduğu cümlelerle kaskatı kesildim ve sanki odanın sıcaklığı
bir kaç derece birden düştü. "Bana çıkış yolu bırakmadı. Onu
öldürmeye çalıştım. Kendimi de."
"Asi..." dedim tereddütle. "Sana ne yaptı?"
"Kimse sonum olamaz. Ben kendi sonumu kendim yazarım," diye
mırıldandı ve sessizliğe gömüldü.

230
'Sen ne yaşadığımı biliyor musun?' demişti daha bir gün önce. Neler
yaşamıştı? O lanet herif onu bu denli korkutacak ne yapmıştı? Ve
şimdi ne cehennemdeydi? Sorular zihnimde dönüp dururken Asi'nin
sözleri de onlara karıştı.
'Onu öldürmeye çalıştım, kendimi de.' Peki, o ne yapmıştı?
Aklımdan bin bir türlü senaryo geçti ve hepsi birbirinden berbattı.
Belki de şu an çoğu sarhoş insan gibi sadece saçmalıyordu. Kimi
kandırıyorum? Bu saçmalarcasına bir konuşma değildi. İstemsizce
ellerim yumruk oldu. Şu an odada ne var ne yok dağıtma hissimi
güçlükle bastırdım. Ne olduğunu er geç öğrenirdim. Sorun bunu
gerçekten öğrenip öğrenmek istemediğimdi.
Asi'nin üzerini örtüp bir yastık ve çarşaf aldım. Saçlarının örttüğü
yüzüne son kez baktığımda gidip saçlarını yüzünden çekmemek için
kendimle büyük bir savaş verdim ve sonunda büyük bir galibiyet elde
ederek ondan uzak durmayı başardım.
Hayır, dokunmak yok. Daha fazla ateş istemiyorum.
Dışarı çıkıp salona ilerledim ve kendimi koltuğa atıp derin bir nefes
aldım. Saatler saatleri kovalarken aklımdaki düşüncelerin ardı arkası
kesilmedi. Uyuyamayacağımı anlayınca mutfağa girip dolaptan bir
kaç şişe bira çıkardım. Kafamı bir şekilde dağıtmam lazımdı.
Devirdiğim bir kaç şişe sonrasında düşünceler dağılmaya başladı.
Sarhoş oluyordum sanırım. Boş şişeleri çöpe attım ve elime bir şişe
daha alıp salona yürürken boş ver dedim kendi kendime. Neden
kurcalıyorum ki? Kadınlar kırılgandı ve eğer aklımdaki korkunç
senaryoların birini bile yaşamışsa böyle neşe saçamazdı. Elbet bir
çatlak verirdi. O ise... Fazla hayat doluydu. Enerjikti. Ve de esprili...
Güzeldi. Hatta bugün kesinlikle gördüğüm en güzel şey olduğuna
karar kılmıştım.

231
Koridorda duraksayıp yatak odasının kapısıyla uzun uzun bakıştım.
En sonunda güldüm. "Şerefsiz yatak, şerefsiz yastık ve şerefsiz örtü.
Ne kadar da şanslı piç kurularısınız."
☘☘☘
Çalan kapıyla küfürler ederek doğruldum. Kapıyı açmamla Burak'ın
beni itip eve girmesi bir oldu. "Ne boklar dönüyor yine?" diye sorup
salona doğru ilerlerken ben de kolumdaki saate baktım. Lan saat
daha sabahın yedisiydi ve bugün hafta sonuydu. Bu dallamanın
sabahın köründe evimde işi neydi?
Salona girdiğimde Burak koltuktaki yastık ve örtüye bakıyordu.
"Niye burada uyudun?"
"Sana ne lan?" dedim gözlerimi ovuşturarak ve gidip koltuğa
oturdum. Sahi ben niye burada uyumuştum? Başım patlayacak
gibiydi. Ben dün ne kadar içmiştim acaba? Garip bir şekilde ortalıkta
kız falan da yoktu. Ve bir anda bu düşüncem tuzla buz oldu. Bir kız
kafasını tutarak salondan içeri girdi ve "Ne oluyor lan?" diye sordu
yarı kapalı gözleriyle. Esra...
Burak öylece kalakalıp ona bakarken dün olanlar aklıma hücum etti.
Allah'ım, ben onu öpmüştüm ve eğer bunu hatırlıyorsa muhtemelen
birazdan Asi'nin hışmına uğrayacaktım. Acaba beni acısız bir ölüm
mü bekliyordu? Hiç sanmıyordum. Peki, Burak beni ondan korur
muydu? Hiç sanmıyorum.
Burak şaşırarak, "Esra!" dedi biraz yüksek sesle.
"Bağırma," dedi Asi yüzünü buruşturarak. Saçları dağılmış makyajı
daha da akmıştı. Kırmızı rujuna hiç değinmiyordum çünkü şu an kiraz
yemiş bir çocuğa benziyordu. O ruju ben dağıtmıştım. Şu an bile onu
tekrar öpmek istediğim gerçeği suratıma bir tokat gibi çarptı. Onu
öpmüştüm ve bitmesi gerekiyordu. Lanet olsun!

232
Asi'nin kısılmış gözleri birden ardına kadar açıldı ve yeşim gözleri
hiddetle parlarken ikimize göz gezdirdi, ardından tüm salonu nerede
olduğunu anlamak istercesine taradı. "Oha!" diye mırıldandı. "Ne
işim var lan benim burada?"
Burak'ın gözleri anında bana döndü. "Bir milyon dolarlık soru! Cevap
vermek ister misin Akın?" Ellerimi teslim olur gibi havaya
kaldırdığımda "Açıklayabilirim," dedim.
Asi'nin gözleri bir an üzerine kaydı ve elleriyle sanki emin olmak ister
gibi kıyafetlerini yokladı. Sonra öfkeli gözleri beni buldu. Ani bir
hareketle sarsak bir şekilde hızla salondan çıktı. Burak hala öldürücü
bakışlarla bana bakarken Asi elinde bir bıçakla içeri girdi. "Lan ne
yaptın sen bana?" Anında ayağa fırlarken "Hiçbir şey," diye atıldım.
Seni öpmem dışında...
Burak Asi'ye doğru ilerleyip "Sakin ol Esra," dedi. "Neler olduğunu
hatırlamıyor musun?"
Asi öfkeli gözlerini benden çekerken bir kaç saniye düşündü. Eğer
hatırlarsa beni zaten birazdan kıtır kıtır kesecekti. "Kulüp..." dedi.
"İçki..." Sonra elindeki bıçağı Burak'ın ellerine bıraktı ve yanaklarını
şişirip elini dudaklarına bastırdı. "Kusacağım," dedi boğuk bir sesle.
Koşarak salondan çıkıp banyoya girdiğinde Burak da, ben de
peşinden kurulmuş gibi gittik.
Burak bir erkeğin en ulvi görevini yerine getirip Asi'nin saçlarını
toparlarken Asi içinde ne var ne yoksa klozete boşalttı. Sonra
banyonun zeminine oturup derin bir nefes aldı.
"İyi misin?" dedi Burak endişe ve ilgiyle.
"Rezil oldum. Zıkkım içseydim keşke. Ben ne içtim ki ya böyle?"
Gözleri beni buldu ve hızla kısıldı. İşaret parmağını bana doğrulttu.
"Seni kesateşe yatırmadım mı ben? Ne diye hala yanımdasın?"
"Kesateş de ne?" diye sordu Burak yüzünü buruşturarak.
233
"Sahi ben buraya nasıl geldim?" dedi Asi onu duymamış gibi etrafına
kısa bir bakış atarak.
Burak öfkeyle bana bakınca olanları ayrıntılara girmeyerek anlattım.
Burak da bunun üzerine rahatlayacağına dişlerini daha da sıktı. Kızı
kurtardık işte birader, sorun ne?
"O barmen dangozunu bir bulursam var ya eğer onu gebertmezsem
bana da Deli Asiye demesinler," diye birden bağırdı Asi.
"Barmen mi?" dedim gözlerim kısılırken. Burak da ona aynı şekilde
bakıyordu artık.
"O ruh hastası var ya?" dedi inler gibi. "Bir bardak bir şey verdi bana,
rahatlatacakmış güya. Kafam gitti ya o andan." Şeyda'nın bir şeyler
yaptığından emindim artık. Belli ki barmenle anlaşıp kıza bir şey
vermiştiler ve umarım her ne verdiyse bu onu öldürmemi
gerektirmeyecek bir şey olurdu. Asi'nin iyi olduğuna emin olduğum
an onun biletini kesecektim. Bu işin peşini öyle kolay bırakacak
değildim.
Asi ve duvara tutunarak ayağa kalktı. Sarsak adımlarla lavaboya
ilerledi. Burak ilk defa çocuğu yürüye anne gibi tetiğe geçerken Asi
suyu açtı ve ağzını çalkaladı. Sonra başını kaldırıp aynaya baktı ve
ufak bir çığlıkla geriye sıçradı. "Yüzüme dün şarapnel parçası mı
isabet etti? Yoksa tüm geceyi Salvatore kardeşlerle geçirip bir kaç
insanla ziyafet mi çektim? Zayiat ne kadar? İnşallah tüm kasabayı
telef etmemişizdir."
Aynadan gözleri arkaya kayıp bizi kısaca göz atınca hemen elleriyle
yüzünü kapattı. "Sakın bakmayın!"
Burak gülerken benim de dudaklarım kenara kıvrılmıştı. "Gördük
zaten göreceğimizi."
Asi ellerini yüzünden çekmeden geriledi ve "Eve gidiyorum," dedi.
"Beni gördüğünüzü unutun. Hatta komple yüzümü unutun."
234
Kapıya yaslanmış onu izlerken o çıkmak için elleri yüzünde kapıya
yöneldi. Tam çıkacaktı ki elimi önüne uzattım ve Asi koluma çarpınca
parmakları arasından bana baktı. Başımı yana yatırıp boynumu
gösterdim. "0 rh negatif, acıktıysan aperatif olarak benden
başlayabilirsin Ayyaş Vampir Elena. Sabah kahvaltısı niyetine."
Hafifçe güldü. "Lezzetli ama canlı kanı sevmiyorum. Çay haricindeki
içecekleri soğuk tercih ederim. Seni öldürüp buzdolabında
bekletmemin sakıncası var mı?"
"Buzdolabı takıntın olduğunun farkında mısın?"
"Buzdolabı fetişiyim, söylememiş miydim? Özellikle kırmızı olanlara
bayılıyorum." Birden ellerini yüzünden indirip yine dudaklarına
bastırdı ve ardından klozete koşması bir oldu. "Ölüyorum galiba,"
dedi geri çekilirken.
Burak bana doğru dönüp "Kahve yap Akın," dedi. "İyi gelir."
Emrivaki konuşması yine sinirlerimi bozdu. "Starbucks mıyım lan
ben?" "Ben olmuştum," dedi Asi bitkin bir sesle.
Yüz ifadem onun bu hali üzerine yumuşadı. "Önce yüzünü yıkayalım
da biraz ayıl."
Ona doğru ilerleyip yerden kalkmasına yardımcı olurken Burak'ın
delici bakışlarını da yok sayıyordum. "Ben hallederim," diye
atıldığında elimi kaldırıp "Ben hallederim," dedim. Öfkeyle yüzü
kasılsa da umurumda olmadı.
Asi benim yönlendirmemle tekrar lavaboya ilerlerken güldü. "Çok
romantik. Evine gelen her kıza bunu yapıyor musun?"
Avucumu suyla doldurup yüzüne çarptığında irkildi. "Tüm hizmeti
paket halinde sunuyorum. 9,90'dan başlayan fiyatlarla."
"Kafamı komple musluğun altına tutman da bu fiyata dâhil mi?" diye
yakındı.
235
"Değil ama sen yabancı sayılmazsın. Sana 9,99'a da olur. Konaklama
artı şefkatli dokunuşlar. Bu hizmeti bu fiyata başka bir yerde
bulamazsın. Maksat ayağın alışsın." "Şefkatli dokunuşlar?" dedi tek
kaşını kaldırarak.
Pis pis sırıttım ve avucumu soğuk suyla doldurup yine yüzüne
çarptım. "Yüzünü yıkıyorum ya. Şefkatle..."
Öylesine irkildi ki sesli bir iç çekti. "Allah'ın belası bu nasıl hizmet?"
"Bizde böyle güzelim, işine gelirse." Bana öfkeli bakışlar atıp başını
kaldırdı ve yine aynaya bakmak gibi bir hatada bulundu. Görüntüsü
daha feci bir hal alırken alt dudağını dişledi ve başını benden aksi
yöne çevirip "Çıkar mısınız?" diye fazlasıyla kibar bir dille sordu.
Hatta bu kibarlık üzerine birkaç beden büyük bile gelmişti.
"Ayakta durabiliyorsan..."
"Ayaklarım duruyor ama yüzümdeki boyalar akıp beni dibe çekiyor
ve siz biraz daha kalırsanız Samara'yla tanışacaksınız."
Güldüm ve Burak'a dönüp kapıyı işaret ettim. Öfkeli bakışlar
eşliğinde kapıya yönelip dışarı çıktı. Asi'ye son kez bakıp "Sorun
olursa seslen," dedim.
"Sorun hala senin burada olman Kötü Salvatore."
Yüzümde aptal bir gülümsemeyle dışarı çıkıp salona yöneldim. Burak
salonun kapısını kapatıp bana dönerken sakin bir şekilde koltuğa
oturdum. Bakalım nasıl bir açılış yapacaktı. Kısık sesli gürlemesi bana
gereken cevabı o an verdi. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?" Arkama
yaslanıp "Oturuyorum," dedim.
"Akın bu kızın hali ne?"
"O kısmı açıkladım sanıyordum."
"Rujunu da açıklamak ister misin?"
236
Gözlerimi kısıp ona baktığımda hafif öne doğru eğildim ve Sana ne
oğlum kızın rujundan deyip ona kafa atan düşüncelerimi dizginledim.
"Dün öylece sızdı işte. Makyajını temizleyecek fırsatı olmadı." "Senin
de olmamış."
"Ne?"
Bir kaç adım atıp bana yaklaştı ve işaret parmağıyla yüzümü
gösterdi. "Dudağına ruj bulaşmış," dedi oldukça sert bir tonda.
Elimin dış yüzeyiyle hızla dudaklarımı sildim. Elime bulaşan bir parça
kırmızı boyayla gözlerim yine Burak'a kaydı. Bomba soru yoldaydı.
"Onu öptün mü?" Ve geldi.
"Seni ilgilendiriyor mu?"
Çatılı kaşları daha da çatıldı. "Öpmüşsün." Birden yakamdan kavrayıp
beni ayağa kaldırdığında şaşkınlığın zirvesini yaşıyordum. "Sarhoş bir
kızdan mı faydalandın lan şerefsiz?"
Ellerini öfkeyle iterken "Kendine gel!" diye sesimi yükselttim. "Ve
saçmalamayı kes!" "Ne kadar ileri gittin pislik herif?" diye gürledi
yine.
"Asabımı bozuyorsun Burak. Defol git. Delirtme beni."
"Delir lan! Sen ne ara bu kadar şerefsiz bir insan oldun?"
"Burak sabrımın sınırlarında geziyorsun."
"Sen..." dedi yine yakamı kavrarken. "Benim sınırımı çoktan geçtin.
Sana kıza bulaşma dedim. Ne istiyorsun lan bu kızdan? Ne?"
Öfkeden patlama noktasına gelince onu şiddetli bir şekilde ittim.
"Seviyorum lan var mı?"
Ne sevmesi? Allah kahretsin! Sevmek nereden çıktı? Öfkeyle saçma
sapan konuşmaya başlamıştım. Ben bu herifi bugün kesin döverdim.
237
Burak onu itmemle arkasındaki cam sehpaya çarpıp sendeledi ve
yüzünde oluşan afallamış ifadeyle bana bakmaya devam etti ama bu
uzun sürmedi. Şimdi daha fazla bir öfkeyle bana bakıyordu. Tam bir
şey söyleyecekti ki kapı aralandı ve Asi kapıda durup ikimizi kısaca
inceledi. Onu tamamıyla unutmuştum, iyi mi?
"Kimi seviyorsun?" dedi gözlerini kısarak.
"Sen... Bizi duydun mu?" dedi Burak tereddütle.
Asi yüzünü acıyla buruşturup elini başına götürdü. Yüzü
temizlenmişti ve şimdi biraz daha solgun görünüyordu. "Sana aşkını
itiraf ettiğini duydum," dedi koltuğa yönelirken. "Sizin aranızda
bilmediğim bir şeyler mi var? Duygusal şeyler..." Koltuğa oturup öne
doğru eğildi ve başını ovuşturdu. "Başımda şu an Tarkan, şarkısıyla
dans ediyor yemin ederim. En çok da bu kısmı seviyorum. Dinleyin."
dedi ve şarkının bir kısmını melodisiyle dillendirdi. "Yolla, yolla
kaderim yolla. Dertleri bana yolla. Dert babasıyım ya ben."*
Derin bir nefes alırken rahatladım. Bizi duymayı bırak şu an
etrafındakileri idrak edecek durumda bile değildi. Öyle ki şarkının
melodisini bile tutturamamıştı.
"Ben..." dedi Burak bana bakıp dişlerinin arasından. "Sana bir ağrı
kesici getireyim en iyisi. Sen de bir kahve yap Akın."
Emrin olur birader. Kıracağım ağzını yüzünü o olacak.
Onun peşinden mutfağa doğru giderken kendime tekrar tekrar sakin
olacağımı hatırlattım. Burak'la çocukluktan beri arkadaştık. Bugüne
kadar da en yakın dostumdu. Ne bok yersem yiyeyim yine de benim
yanımda olmuştu. Aynı şekilde ben de. Beraber az kavgaya
girmişliğimiz az dayak yemişliğimiz yoktu. Şimdi sakin olmalı ve onun
sorununa odaklanmalıydım. Derdi neydi bu şerefsizin anlayacaktım.
Başıma ahlak bekçisi mi kesilmişti? Yoksa İl Milli Emniyet

238
Müdürlüğüne göz dikmişti de şimdiden asayişi mi sağlamaya
çalışıyordu, bakalım neydi bu herifin sorunu?
Mutfağa girer girmez Burak yine kapıyı örtüp bana doğru döndü.
Onun da daha sakin olmaya çalıştığını görebiliyordum ve o bu gibi
kontrol sağlaması gereken durumlarda kesinlikle daha başarılıydı.
Keşke bunu arada bir kendine de hatırlatsaydı. Bu ani çıkışları artık
çok oluyordu ve sonu kötü bitecekti.
"Akın..." dedi daha sakin bir sesle. "Bu seviyorum saçmalığını es
geçiyorum."
Lan herif beni iplemiyor bile. Bu konuda dikkate almasını
istediğimden değil, zaten bir anda öfkeyle söylenmiş bir şeydi ama
yine de her şeyi sorgularken sadece bunu sorgulamaması beni
öfkelendiriyordu.
"Bana açık konuş kıza bir şey yaptın mı?"
Derin bir nefes alıp ona yumruk atma dürtümü bastırmaya çalıştım.
"Lan sen beni tanımıyor musun? O kadar pislik bir herif miyim ben?"
"Hayır, seni tanıyorum ama..."
"Anlattıklarımdan fazlası yok," diye kestirip attım. "Götür şu ağrı
kesiciyi, yoksa yumruğu yiyeceksin şimdi.
Ben de kahve yapıp geliyorum."
İstemese de uzatmamak için beni onaylamak zorunda kaldı. Bir
bardak su ve ağrı kesiciyi alıp mutfaktan çıkarken ben de üç fincan
fazla sert kahveyi hazırlayıp salona yöneldim. Zira sadece Asi'nin
değil hepimizin ayılmaya ihtiyacı vardı. Salonun kapısından girmem
ve öylece kalakalmamda bir oldu. Asi ellerini başının altına alıp
bacaklarını karnına çekmiş yine uyukluyordu ama sorun bu değildi.
Sorun kesinlikle Burak'ın cam sehpaya oturmuş onu izliyor oluşuydu.

239
Öfkelenerek gidip elimdeki tepsiyi sert bir şekilde sehpaya bırakınca
Burak girdiği transtan çıkıp bana baktı.
"Uyumuş."
"Görebiliyorum," dedim tersleyerek.
Asi'ye tekrar bakınca yine öfkelendim. Ne vardı bu kadar açık
giyinecek? Üzerindeki bluzun sırtı neredeyse tamamen açıkken
uyuduğu pozisyonla sırtı ve beli daha da açılmıştı. O an yumruğu
kendi suratıma indirmek istedim. Niye sorguluyordum ki? Bana
neydi? Günün sorusu da buydu ya. Bana neydi?
Evet, sanki az önce bana ne diye içimden söylenen ben değilmiş gibi
örtüyü alıp Asi'nin üzerine örttüm. Burak kahvesini alıp yudumlarken
dikkatini Asi'den kendime çekmeye çalışıp "Turnuvaya ne dersin?"
diye sordum.
Tek kaşını kaldırıp "Sabah sabah?" dedi. "Ayrıca açım ben."
"Maçı kaybeden kahvaltı hazırlar." Mırın kırın yapınca üzerine gittim.
"Ne o korktun mu? Eh, geçenki mağlubiyetinden sonra kim olsa
korkardı."
Ayağa kalkıp televizyonu ayarlamaya giderken, "Senden korkan
senin gibi olsun," diyerek güldü. Yaklaşık bir saat sessiz bağırışlar
eşliğinde oynadığımız Playstation savaşını tam kazanmak üzereydim
ki Asi sıçrayarak uyandı. Bakışlarımız anında ona döndü ve "Çık
kafamdan Allah'ın cezası!" diye mırıldandı.
Burak'ın gözleri bana kayarken ne olduğunu sorguladığını
görebiliyordum. Keşke ben de bilebilseydim. Dün anlattıklarıyla ilgili
tehlike senaryoları yine zihnimi ele geçirirken Burak ayaklanıp onun
yanına gitti ve "İyi misin?" diye sordu ama Asi bir an duyduğu sesle
gözlerini açıp geriye sıçradı.
"Esra!" dedi Burak tedirgin olarak.
240
Asi derin bir nefes aldı. "Uyudum yine değil mi?" dedi kendi kendine
konuşur gibi. "İyiyim. Sorun yok." Kendini hızla toparlayıp bana
baktı. "Siz ne yapıyorsunuz?" Şaşkın bir şekilde elimdeki konsolu
kaldırıp "Maç," dedim.
Güldü ama hala yüzü bembeyazdı. Bir an titreyince konsolu yere
bırakıp ayaklandım ve üzerimdeki
Sweatshirt'ü çıkartıp ona uzattım. İtiraz edecek sansam da üzerine
kısa bir bakış atıp hemen elimden kaptı ve üzerine geçirip boğazına
kadar çekti. Garip bakışlarla bana bakıp "Parfümünü mü
değiştirdin?" diye sordu.
Dudaklarımı umursamazca büzdüm. Gülümsedi. "Bu daha iyi.
Marketlerdeki ekmek reyonu gibi hissettiriyor."
"Acıktırıyor mu yani?" dedim pis pis sırıtarak.
"Hayır, rahatlatıyor parlak zeka," dedi ama yine de gülüyordu. "Çok
hoş!"
Burak'ın sorgulayıcı bakışlarını yine üzerimde hissettim. Ne var lan?
der gibi bakarken bakışlarını çekti. Sanki Fransızların parfüm
imalatına ben öncülük etmiştim. Altı üstü parfümümü
değiştirmiştim, bunun için öldürücü bakışlar atmanın anlamı neydi?
Asi ayağa kalkarken "Kahvaltı yaptınız mı?" diye sordu.
"Burak hazırlayacak," diye sırıttım.
"Ne diye ben hazırlıyorum?"
"Çünkü yenilmek üzereydin."
"Üzereydim," dedi. "Yani yenilmedim."
"Oyunbozanlık yapma piç."
"Ne oluyor be?" dedi Asi araya girerek.
241
"Maçı kaybeden kahvaltı hazırlayacaktı," diye açıkladım. "Sen
dikkatimizi dağıtınca da maç yarım kaldı ama ben yeniyordum."
"Hadi lan oradan," diye atıldı Burak. "Tam ceza sahandaydım. 90'a
golü çakmam an meselesiydi."
"Uyanıkken hayal görmek böyle bir şey demek ki."
"Tamam, ben hazırlarım. Siz oyununuza devam edin," dedi Asi
gülerek.
"Ben sana yardım edeyim," dedi hemen Burak. Sanki az önce
kahvaltı hazırlamamak için olay çıkaran o değildi. Yalaka piç kurusu!
Asi, "Ben hallederim," diye itiraz edince keyfim yerine geldi ama
Burak'ın yüzü anında düştü. "Bu bugün olanlar için benden ufak bir
rüşvet."
"Güzel bir başlangıç," dedim. "Yoksa az sonra gazetecileri çağırıp
seni yarınki magazin gündemine manşet yapacaktım." Ellerimi
manşet atar gibi havada hareket ettirdim. "Yakışıklılığı ve
çekiciliğiyle bilinen Akın Korutürk'ün tişörtünü acımadan mahveden
kız sonunda layığını buldu."
Asi alayla burnunu kırıştırdı. "Senin zamparalıkların tüm sayfayı
kaplarken bana yer kalır mı, bilemedim şimdi."
Ben gülerken o kahvaltı hazırlamak için salondan çıktı. Kısa sürede
de kahvaltı masasını donattı ve Burak'ın hayran bakışlarına ve hayret
dolu sözlerine maruz kaldı. Yüzü kızarırken Burak'a olan önyargısı da
yavaş yavaş kırılıyor gibiydi. Acilen bu herifi evden şutlamam
gerekiyordu ama fazlasıyla yapışkan çıkmıştı. Hatta son bir hafta
içinde evime kaç kez damladığını ben bile saymamıştım.
Asi kahvaltı yapmayı iştahı olmadığını söyleyerek reddedince bir de
Burak'ın baskılarına maruz kaldı. Besbelli kızın midesi iyi değildi. Ne
diye bu kadar ısrar ediyordu bu herif?
242
En sonunda Asi'yi ikna edemeyeceğini anlayan Burak pes edince kız
da ben de derin bir nefes aldık. Asi'yi kapıya kadar geçirirken
aklımdan Burak'ı da şutlama planları yapıyordum çünkü birazdan
yine sorgu suale başlayacağı aşikârdı.
Asi gitmeden kulağıma eğilip "Elena değil," dedi. "Benden olsa olsa
Katherine Pierce olur." Yüzüme bakıp dudaklarını yukarı kıvırırken
beni nasıl bir durumda bıraktığından bihaberdi. Akşam olanları o
hatırlamasa da ben HD kalitesinde hatırlıyordum ve unutacağımı da
hiç sanmıyordum. Tehlike sinyali yayıyordu bu kız. Hem de alarm
vererek.
Asi'nin sarışın arkadaşı uykulu gözlerle kapıyı açıp bize göz gezdirdi.
Gözlerine öfke sinmişti sanki. Asi'yi telefonunu neden açmadığı ile
ilgili sorgu suale tutmaya başlamıştı ki Asi onu zorla içeri sokup bize
gülümseyerek kapıyı kapattı. Burak da kapıyı örtüp bana
döndüğünde kendimi yumruk atmamı gerektirmeyen bir konuşma
yapacağı konusunda ikna etmeye çalışıyordum.
"Sanırım..." dedi ve kapıya yaslandı. Derin bir nefes alırken dalgın bir
şekilde bana baktı ama odak noktası ben değil gibiydim. Şu an
kafasında bir şeyler döndüğü belliydi.
Devam etmediğini görerek "Sanırım ne?" diye dikkatini tekrar
kendime çektim.
Hala dalgın bir şekilde bana baksa da söylediği sözlerle beni şoka
uğratmayı da ölesiye öfkelendirmeyi de başarmıştı.
"Sanırım ben bu kıza aşık oldum."
• 'Önemli Konuşma!'
🍀
Esra Yağmurlu

243
Elimdeki kitabı bir tarafa notları bir tarafa fırlatırken bunu karşı
duvara çarpan ayakkabılarım takip etti. Biten vizelerle ben de
bitmiştim. Günlerce ders çalışmaktan tamamıyla bitik ve uykusuz bir
haldeydim. Sınavlar yetmezmiş gibi bir de Gül'ün peşine takılan bir
lavukla uğraşmıştım. Çocuk kıza kene gibi yapışmıştı adeta. Rahat
vermeyeceği de açıktı. Geçen gün sınavın birinden çıkıp eve
gelmiştim ki kapıda kıza askıntı olduğunu görmüştüm. Az kalsın nasıl
bir hanımefendi(!) olduğumu uçan tekmemle açık edecektim ki Gül
beni engelleyip eve sokmuştu.
Hatta dün de bir olaylar olmuştu. Gül eve geldiğinde yağmurdan
sırılsıklamdı ama ağzından tek kelime alamamıştım. Sanırım bu
çocuk canını fazlasıyla sıktığından son bir haftadır fazlasıyla
durgundu. Hatta ağzımdan kaçan küfürleri bile anneme rapor
etmemişti. Bir kaç kez benimle konuşmak istemişti ama hemen
sonra vazgeçip kendisini odasına kapatmıştı. Bazen onun başka bir
derdi olduğunu düşünmeden edemiyordum ama Gül istemedikçe
onun ağzından laf alamazdınız.
Ardımdan kapıyı kapatmaya yeltenmiştim ki Azman'ı
merdivenlerden çıkarken yakaladım. O da beni fark edince bir an
duraksar gibi oldu ama hemen ardından merdivenlerin son
basamağını çıkıp kapısının önünde durdu. Kapıyı açmaya çalışırken
bir kaç kez hapşırdı. Kaşlarımı çatarken, "Çok yaşa!" dedim.
Başını çevirip göz ucuyla bana baktı. "Sağ ol."
Son bir haftadır onu nadir görmüştüm. Burak'la da merhaba,
merhaba modunda kısa selamlaşmadan öteye geçmemiştik. Sanırım
o sınavları ciddiye alan bir yapıdaydı ama Azman'ın hiç öyle
olduğunu sanmıyordum. O yüzden çat kapı kapıma dayanan adam
neden birdenbire görünmez olmuştu anlamamıştım ama buna
fazlasıyla memnundum. Yani sadece bazen zil çaldığında o geldi
sanıp kapıyı açmış olabilirdim. Tamam, bunu biraz abartmış ve her

244
kapıyı ben açmış da olabilirdim ama bunun onu görmek istememle
bir alakası yoktu. Sadece onu azarlamak hoşuma gidiyordu o kadar.
Tekrar hapşırırken "Ne oldu, hasta mısın?" diye sordum.
"Hayır," dedi kısaca.
Azman kapıyı tam kapatacaktı ki "Ne o?" dedim. "Akdeniz'de
gemilerin mi battı?"
Gözlerini kıstı. "Karadeniz değil miydi o?"
"Mümkünse senin gemin bizim karasularımıza girmesin."
Güldü ama ardından hemen kendini düzeltti. "Görüşürüz Esra."
Esra! Asi'ye ne oldu? Aslında doğru soru bu çocuğa ne oldu
olmalıydı.
Dudaklarımı birbirine bastırırken gözlerim kısıldı. Azman tam kapıyı
kapatacaktı ki söylediğim şeyle duraksadı. "Görüşürüz Azman."
Gözlerine yine öfke hücum ederken "Sen..." dedi. "Ne dedin?"
Kaşlarımı kaldırıp umursamazca omuz silktim. "Görüşürüz dedim."
"Hayır, başka bir şey daha söyledin."
"Görüşürüz Akın?" dedim tek kaşımı kaldırarak.
Bana doğru yürüyüp "Hayır," dedi.
"Ne demişim?"
Tam karşımda durduğunda "Görüşürüz Azman," diye beni taklit etti.
"Demişsem ne olmuş?"
Bana doğru eğilip fazlasıyla yaklaştı, tam bir şey söyleyecekti ki
birden geri çekildi. "Hiç." Kaşlarım birden çatılırken Azman arkasını
dönüp kendi dairesine doğru yöneldi. Bu herifte bir şeyler vardı ama
245
ne olduğuna dair fikir bile üretemiyordum. Hareketleri çok garipti,
sanki hiç o değil gibiydi.
"Hey!" diye seslendiğimde derin bir nefes alıp tekrar duraksadı ve
ağır ağır başını bana çevirdi.
"Yine ne var?"
"Tüm bu hallerin bana verdiğin söz yüzünden değil mi? Anlamalıydım
ama merak etme herkesin benim gibi sözüne sadık olmasını
beklemiyorum. Kaçmana gerek yok, boş ver gitsin." Aslında
nedeninin bu olmadığına emindim ama bu yol da bana asıl soruna
gideceğim yolu aralayacaktı.
"Ne sözü?" derken kaşları çatıldı.
"Beni bu kızdan kurtar Asi. Ne istersen yaparım Asi," diyerek bu kez
ben onu taklit ettim.
Eli alnına gitti ve bakışları yere indi. "Söz verdim," dedi kendi
kendine. "Evet, bu sayılmaz. Üzgünüm kardeşim çünkü söz verdim."
Kardeşim mi? Ne saçmalıyordu acaba?
"Anlamadım," dediğimde başını bana çevirdi.
"Yok bir şey. Tamam, sözümü tutacağım. Bugün patron sensin."
"Güzel," dedim ve ellerimi ovuşturup sırıttım. Bu hareketime karşı
onunda sert ifadesi yumuşadı.
"Abartmazsın değil mi?"
"Aa! Saçmalama. Ben sen miyim?" Elimle gelmesini işaret ettim ve o
da itiraz etmeden tekrar yanıma geldi.
"Tamam, ne istiyorsun?"
Parmak uçlarımda yükselip kulağına eğildim. "Dolma."

246
Gözleri bana kayınca bir an yutkunur gibi oldu ama sonra söylediğim
şeyi idrak etmiş olmalı ki "Ne?" dedi.
"Dolma istiyorum."
Derin bir nefes alıp telefonunu çıkardı ve bir kaç tuşlama yaptı ama
ben telefonu elinden kaptım. "Lokanta yok." Elini uzatıp telefonu
almaya çalışınca ceketimin cebine attım ama pes etmeyip ceketimin
cebinden telefonu almaya çalıştı. Gıdıklanınca güldüm ve ellerini
yakaladım. "Gerçekten şu an beni taciz ediyorsun," dedim
kahkahalarımı bastırarak. Bir kaç saniye anormal bir şey söylemişim
gibi bana baksa da birden geriledi.
"Telefonumu ver Esra," dedi sinirlenerek.
"Telefon yok Azman."
"Bana şöyle seslenmeyi kes! Yoksa..." "Yoksa ne?" diye diklendim.
Bir an üzerime gelir gibi olsa da "Hasbiptir!" dedi sinirle. Sözü
üzerine sırıtmadan edemedim, bu benim küfür sansürümdü.
Ardından yine bana bakıp "Hay! Lanet!" diye tısladı. "Yapacağım
dolmayı ama nasıl yapıldığı konusunda hiçbir fikrim yok. Bana tarif
lazım. O yüzden o telefona ihtiyacım var."
Daha da sırıtmama mani olamadım. "Üzgünüm güzelim ama kendin
bulmak zorundasın. Unut telefonu ve artık şu dolmaları yap."
Şaşkınlıkla kalakalsa da sinirli hali uçup gitti ve sonunda bir kahkaha
patlattı. "Yemin ederim delisin sen," dedi ve yanımdan geçip içeri
girdi. Mutfağa doğru ilerleyip dolapları karıştırdı ve sonunda başını
bana çevirdi. "Malzeme eksik. Daha doğrusu evde dolmalık tek
malzeme var. O da tencere." Ayağa kalkıp bana döndü. "Siz bu evde
ne yiyorsunuz Allah aşkına? Dolapları falan mı kemiriyorsunuz?"

247
"Ha! Yok hayır. Acıkınca fırından ekmek alıp alt sokaktaki lokantanın
camına banıyoruz. Lokanta sahibi İhsan ağabey, çok iyi adamdır. İzin
veriyor sağ olsun." "Ne?" dedi gülerek.
"Boş ver sen şimdi bizin ne yiyip içtiğimizi. Şu an odaklanman
gereken şey dolma." Gidip elini kavradım ve peşim sıra çekmeye
başladım. Bir an afallamış olmalı ki tepki vermeden bana itaat etti
ama dış kapının önünde beni çekerek durdurdu. Ona doğru
döndüğümde kısılmış gözleriyle "Ne yapıyorsun?" diye sordu.
"Sizin evin nimetlerinden faydalanacağız," dedim omuz silkerek. Hiç
gurur yapacak falan değildim. Hem açtım hem de bu herifin derdini
öğrenmek istiyordum. O yüzden karnım doyana ve istediğim
cevapları alana kadar geri adım atmak yoktu.
Elini çekip "Benim evim olmaz," diye itiraz etti.
"Niyeymiş o?"
"Çünkü..." dedi ve duraksadı. En sonunda bir şey bulamamış olmalı ki
"Olmaz işte," dedi.
"Oldukça mantıklı bir açıklama," dedim alayla. "Ama bil bakalım
bugün patron kim? O yüzden, sen sizin evde bana dolma
yapacaksın."
Anahtarları çantamdan alıp arka cebime attım ve ayakkabılarımı
giyindim. Tekrar elini kavrayıp onu dışarı çektim ve evin kapısını
kapatıp hala açık olan dairesinin kapısına yöneldim. Oflayıp puflasa
da bu kez ses çıkarmadı. Mutfağa girip sandalyeye kuruldum ve
"Başla!" diye komut verdim.
"Ciddi ciddi ben şimdi sana dolma mı yapacağım?" diye sordu. "Ve
sen de yiyeceksin öyle mi?"
"Aslında haklısın," dedim ve düşünürmüş gibi bir kaç saniye
duraksadım. Vazgeçtiğimi sanıp rahat bir nefes alacaktı ki "Çay..."
248
dedim. "Çaysız olmaz. Çay da yap." "Asi!" diye çıkışacaktı ki kendini
dizginleyip "Esra!" dedi.
"Ne bu haller?" diye kendimi tutamayarak sordum.
"Anlamadım," dedi.
"Bal gibi de anladın. Sende bir gariplik var. Sorun ne?" "Sorun falan
yok," diye çıkıştı.
"Pekâlâ," dedim inanmayarak. "Sorunun ne olduğunu söylersen seni
azat ederim."
Öylece bir kaç saniye bana baktı, ardından dolabı açıp malzemeleri
çıkarmaya başladı ve bu süre boyunca tek kelime kurmadı. Çıkan tek
ses tezgâha sertçe dizdiği malzemelerden geliyordu. Ardından
yüzünde beyin ameliyatına giren Doktor Levent ciddiyetiyle
dolmanın iç harcını hazırlamaya koyuldu ya da yeni bir buluş
deniyordu.
"Sen iyi misin?" diye sordum dayanamayarak.
"İyiyim," dedi donuk bir sesle.
"Öyle mi? Çünkü az önce önündeki karışıma bulaşık deterjanı
döktüğüne yemin edebilirim."
Bir bulaşık deterjanına bir önündeki karışıma baktı. Başını hafif
geriye attı ve derin bir nefes aldı. Sonra ensesinde topladığı uzun
saçlarını çöküp tekrar topladı. "Hastaneye gitmeni garantilemeye
çalışıyorum," dedi en sonunda.
"Cidden neyin var senin? Sınavların pek iyi geçmedi sanırım."
Bana doğru dönüp sırtını tezgâha yasladı. "Sorun vizeler değil," dedi
sıkılmış bir ifadeyle.
"Bir sorun olmadığını söylemiştin."

249
"Yalan söyledim."
"Sorun ne öyleyse?"
Gözleriyle beni işaret etti. "Sensin."
"Ben mi?"
"Bak!" dedi ve kollarını önünde bağladı. "Ben sıkıldım, anladın mı?
Biz seninle arkadaş falan değiliz, hiç olmadık da. Yani seninle
uğraşmak bir yerden sonra bayıyor." Arkadaş değiliz, olmadık da!
Vücuduma birden bir sıcaklık hücum etti ve öfkeli bir nefes aldım.
"Bayıyor?"
"Evet, bayıyor. Seninle biraz eğlendim sadece ve benim eğlence
anlayışımın nerede bittiğini az çok tahmin etmişsindir," dedi ve ciddi
ifadesini silip alaycı bir yüz ifadesi takındı. Beni inceleyip
memnuniyetsizce yüzünü buruşturdu. "Ama senin buna
değmeyeceğine karar verdim ki isteseydim bu zaten zor olmazdı, bu
kadar uzamazdı bile ve muhtemelen birazdan kapıma gelen kıza
tıpkı sana söylediğim gibi beni senden kurtarmasını söyleyeceğim."
Alayla güldü ama ben neredeyse içime dolan öfkeden alev
alacaktım.
Bu... Bu da neydi böyle? Hayatımda böyle aşağılandığımı
hatırlamıyordum.
Oturduğum sandalyeden hızla kalkıp ona yaklaştım ve "Eğlendin ve
sıkıldın öyle mi?" dedim.
"Aynen öyle," dedi pişkin bir gülümsemeyle. Ellerim titremeye
başladı. Şu an onu yumruklamak istiyordum. "Ne o şimdi de tokat
falan mı atacaksın?" dediğinde hala yüzünde aynı alaycı ifade vardı.
Onu tanıdığımdan beri ilk kez gerçekten şımarık adi bir zengin piçi
gibi davranıyordu. Bilmiyorum ama onun bu davranışları o an canımı

250
yaktı. Saçmaydı aslında. Zaten onun benimle oynadığını biliyordum
ama bunu ondan duymak...
"En azından iyi bir özelliğini keşfettim," dedim sesimi sabit tutmayı
başararak.
Güldü. "Neymiş o?"
"Dürüstlük ama şerefsizliğin ve yüzsüzlüğünden biraz arkalarda
kalmış."
Keyifli ifadesi bir an bozulur gibi olsa da söylediklerim onda hiçbir
etki bırakmamış gibi bana bakmaya devam etti. "Ve sana tokat falan
atmayacağım."
"Çünkü buna bile değmem mi?" dedi yine alayla.
"Hayır," dedim. "Çünkü beni senin gibi bir heriften kurtardın. Hatta
bunun için sana teşekkür etmeliyim.
Şimdi beni iyi dinle adi herif, eğer seni bir daha yakınımda görürsem
hiç tanımadığın bir Esra'yla tanışırsın. Şimdi lanet evinden defolup
gideceğim..." Yine nefesim düzensizleşince dillendireceğim onlarca
kelimeyi yuttum. Burada daha da aciz duruma düşmeyecektim.
"Sakın!" dedim son kez. "Benimle bir daha göz teması... Bile kurma!"
İşte şimdi keyifli ifadesi silinmişti. Kaşlarını çatılırken bir an sanki bir
şey söyleyecek gibi oldu ama ben cebimden telefonunu çıkarıp eline
tutuşturduktan hemen sonra hızla arkamı döndüm ve mutfaktan
çıktım. Ardımdan, "Esra!" diye seslense de umursamadım. Acil ilaç
almam gerekiyordu.
"Defol git!" Kendi evime girdiğimde o da kendi kapısındaydı.
"Bak! Ben..." demişti ki kapıyı tüm öfkemle çarptım. Yerdeki
çantamdan astım spreyini çıkarıp nefesimi bir süre nefeslerimin
düzene girmesini bekledim. Kendimi toparladığımda ise içimdeki
öfkeyi serbest bıraktım. Önce mutfağa girip yine kapıyı çarptım.
251
Sonra ise tezgâhta bulduğum tüm bardakları yere savurdum. Bu yine
de öfkemi atmaya yetmedi. Bir kaç öfkeli tekmede balkon kapısına
geldi ardından.
Dış kapı açıldığında "Ne oluyor yine?" dedi holden Elif. Mutfak kapısı
açıldı ve Elif'in gözleri bir süre savaş alanına dönmüş mutfakta
dolaştı, ardından beni buldu ve irileşti. Sonra ağlamadığımı görüp
rahatladı. Derin bir nefes alıp "Sıradan Asiye günleriymiş," dedi. "Bir
an yine sinir krizi falan geçirdin sandım." Ne yani? Bu sinir krizi
sayılmıyor muydu? Sonra geçen yıla gitti aklım. Hayır, sayılmıyordu.
"Beni öldürmeyeceksen içeri geleceğim."
"Garanti veremem," dediğimde cam kırıklarına basmamaya dikkat
ederek yanıma geldi.
"Gül'de bir haller, sende bir haller. Ne oldu kızım yine?"
"Yok bir şey," dedim öfkeyle ve Elif sesimden dolayı irkildi.
"Kükremeseydin belki sana inanabilirdim. Anlat hadi!"
Onu kenara itip "Dışarı çıkıyorum ben. Biraz dolaşacağım," dedim.
Elif de öfkemin boyutunu fark edince üstelemedi. Çantamı ve
ceketimi alıp kendimi dışarı attım. Hava kararana kadar sokaklarda
öylece dolaşmaya devam ettim.
Pislik herif! Ne bekliyordum ki zaten? Onun ne olduğu en başından
belliydi. Zamanını geçireceği biriydim ben. Yatağa atamayınca da en
sonunda sıkılmıştı belli ki. İstese zor olmazmış. Pislikteki özgüvene
bak ya!
"Lanet olasıca Azman!" diye tısladığımda bir kaç kişinin garip
bakışlarına maruz kaldım ama umursamasan ona küfretmeye devam
ettim. Ettiğim küfür dağının sonucunda biraz sakinleştiğime kanaat
getirip eve geri yürümeye başlamıştım ki telefonum çalmaya başladı.

252
Ekranda beliren isim ise yüzümü ekşitmeme neden oldu. Yine de
"Efendim Burak!" diyerek telefonu cevapladım.
"Merhaba," dedi Burak boğuk bir sesle. Selamlamasına bir kaç
öksürük sesi eşlik etti. "Nasılsın?"
"İyiyim," dedim kaşlarım çatılırken. "Ama sen pek öyle değil gibisin."
"Şey... Biraz soğuk almışım sadece. Önemli bir şey değil. Seninle bir
şey konuşmam gerekiyor Esra." "Seni dinliyorum."
"Telefonda değil. Neredesin şimdi? Oraya geleyim."
"Önemli mi?" diye sordum. "Yani sesin pek iyi gelmiyor. Bence biraz
dinlenmelisin. Sonra konuşsak..." "Hayır, ben iyiyim gerçekten," diye
itiraz etti.
"Peki, o zaman senin evin yakınlarında bir yerde buluşalım. Sen de
sonra evine gidip dinlenirsin."
İtiraz etmeyip evinin yakınlarında olduğunu düşündüğüm bir kafeyi
tarif etti. Düşünceli olmanın tam sırasıydı ya, zira kafe bulunduğum
yere 1 saat uzaklıktaydı. Elif'e merak etmemesini Burak'ın yanına
gideceğimi ileten bir mesaj atıp mecburen dolmuşa binmek zorunda
kaldım. Boğulmama ramak kala kendimi dolmuştan attım ve 10
dakikalık bir arama sonuncunda Allah'ın belası kafeyi de sonunda
buldum.
Allah'ın belası kafe söylendiğimin aksine küçük, sıcak bir kafeydi.
Duvarlar doğal taş desenliydi. Masalar ise çoğunlukla 4 kişilikti ve
krem tonlarındaydı. Işıklandırma ne çok aydınlık ne de loştu ama
duvarlarda sadece dekorasyon amaçlı küçük süslü lambalar vardı.
Kapının sağ tarafında yine büyük oranla dekorasyona hoş bir hava
veren bir şömine, karşısında da renkli puflar vardı. Bir kaç kişi
pufların üzerine oturmuş hararetle sohbet ediyorlardı. İçerisi
fazlasıyla doluydu ve çoğunlukla burası dolu olur diye

253
düşünüyordum. Gerçekten hoş bir mekândı. Aslında evime yakın
olsa benim de gelmek isteyeceğim türden bir yerdi.
Burak çoktan gelmiş ve köşede bir masaya kurulmuştu. Fazlasıyla
solgun görünüyor ve arada hapşırıyordu. Önünde ise bir bitki çayı
bardağı ve bir fincan duruyordu. Üzerindeki eşofman takımından
anladığım kadarıyla yataktan çıkıp soluğu burada almıştı. Bu kadar
hastayken böylesine önemli olan şey neydi acaba?
Beni gördüğünde gülümsedi ama biraz da morali bozuk gibiydi. Belki
de hastalığın getirdiği bir durgunluktu sadece. Ben de gülümseyip
karşısına oturdum. "Kusura bakma!" dedi mahcubiyetle. "Seni biraz
yordum." Aynen öyle demek istesem de "Önemli değil," diyerek
kelimelerimi yuttum.
Gülümsedi ve "Ne içersin?" diye sordu. "Ah! Benimki de soru. Çay
tabii ki." Sipariş vermek için elini kaldırmıştı ki onu durdurdum. Ne
söyleyecekse çabucak söylesin ve eve gideyim istiyordum. Eve gidip,
bir demlik çay demleyip dibine vurayım istiyordum. Çok mu şey
istiyordum?
"Bir şey içmeyeyim Burak, sağ ol yine de. Nedir bu kadar önemli olan
şey? Yani sen pek iyi görünmüyorsun?"
Bir süre dalgın bir şekilde önündeki bitki bardağına baktı. "Önemli,"
dedi fincanı kavrarken. "Hem de fazlasıyla." Sonra yine öksürmeye
başladı. Dudakları kurumuş olsa da hafiften terlemiş gibiydi. Kumral
saçlarını diplerindeki nemlilik belki oluyordu. Genelde tek bir tona
sahip olan yüzüne şimdi biraz kırmızılık eklenmişti. Muhtemelen
ateşi vardı. İstemsizce elimi kaldırıp alnına koydum. O da birden
öksürmeyi kesti. Şimdi ise ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu.
Gözlerim irileşirken elimi geri çektim ve hızla ayaklandım. "Boş ver
konuşmayı falan. Sen yanıyorsun."
O da ayağa kalkıp "Hayır," diye itiraz etti. "Konuşalım lütfen."
254
"Birazdan alev alacaksın hala konuşalım diyorsun Burak. Tamam,
kendini yak da kafedekilerin ne günahı var? Hadi bir hastaneye
gidelim."
"Hastaneye falan gitmeyeceğim Esra. Bu önemli. Beni dinle lütfen."
Bu saçma hareketleri yüksek ateştendi muhtemelen. Koluna girip
onu çekiştirdim. "Gidiyoruz. Hemen." "Esra!"
"Eğer beni dinlemezsen ben de seni dinlemeyeceğim."
"Tamam," dedi sesli bir nefes verip pes ederek. "Ama hastanelik bir
durum yok. Bana gidelim." Kısa bir süre hastane ve onun evi
arasında gidip geldim. Hastaneden pek haz etmezdim. Aslında hiç
haz etmezdim, bir erkeğin evine gitmekte tövbelerim arasındaydı
ama...
Adam hasta... Benim düşündüğüm şeye bak! Hem Azman'ın evine de
girmiştim. Onu böyle bırakacak kadar vicdansız da değildim. Ateşi
düşünce hemen kaçardım.
Onu onayladım ve hesabı isteyip kalktık. Dışarı çıktığımızda Burak
evini tarif etti. Çok uzakta değildi. O yüzde bir kaç dakikaya evine
varmıştık. Eve girdiğimde derin bir iç çektim. Hol sarımsı bir
ışıklandırmayla aydınlatılmış, duvarlarda garip şekli bozuk ama hoşa
giden tablolar asılıydı. Holden görünen salon ise oldukça sade ama iç
ferahlatıcıydı. Evin rengi beyaz, sarı ve açık kahvenin tatlı bir
tonlarındaydı.
Burak'ın tekrar öksürmesiyle etrafı incelemekten vazgeçip onu
salona doğru çekiştirdim ve açık kahve kanepeye oturttum. Gülüp
beni izlerken "Kız kardeşim gibi davranıyorsun," dedi. "O da böyle
tez canlıydı." "Annem demen gerekmiyor muydu?" Neşeli bir
kahkaha attı. "Fokurdamana ramak kalmış sen gül bakalım," diye
yakındım. "Bir de lahana gibi sarılmışsın." Bir an üzerindeki
sweatshirt'e uzanmıştım ki kendime geldim. O da bunu fark edince
255
güldü. "Şey... Ben ateşini düşürmek için soğuk su falan getireyim.
Sen de şu üzerindekini çıkar."
Ayağa kalkıp bilmediğim bir evde bilmediğim bir mutfağı bulmaya
ilerlerken Burak'ın güldüğünü bu mesafeden duyabiliyordum.
Zorlanmadan bulduğum mutfağa girip hemen dolabı açtım ve bir
şişe soğuk su çıkardım. Bir bardağı doldurup başıma diktikten sonra
geri kalanı da bir kaba boşalttım. İçine döktüğüm sirkeden sonra
yüzümü buruşturdum ve rafların birinden bir bez çıkardım. Bir kaç
gözü daha karıştırınca soğuk algınlığı için ilaçlar da buldum. Hepsini
yanıma alarak salona döndüm.
Burak hala bıraktığım gibi oturuyordu. Elimdekileri görünce göz
devirdi. "Buna gerek var mıydı gerçekten?"
Elimdekileri sehpaya bırakıp ilaçları ona uzattım. Yine göz devirse de
aldı. Ardından koltuğun başındaki yastığı düzelttim. "Yat hadi.
Dinlenmen gerek. Sahi nasıl bu kadar hasta oldun?" "Dün yağmurda
ıslandım biraz," dedi başını yastığa koyarken.
"Niye? Sende şu yağmuru seven tayfadan mısın yoksa?"
Bezi suda ıslatıp başına koyarken onun ifadesi değişmişti. Şimdi biraz
daha öfkeli bakıyordu. "Lavuğun biri canımı sıkmıştı. Ona haddini
bildirdim." "Kız meselesi mi yoksa?" dedim alayla.
"Kız meselesi," diye kabullendi.
"Kim bu şanslı kız tanıyor muyuz?" Allah beni kahretmesin. Bok vardı
soracak. Bana ne be?
"Aslında fazlasıyla yakından tanıyorsun." Kaşlarımı kaldırıp ilgisiz
görünmeye çalışarak alnından bezi aldım ve tekrar ıslattım. Allah'ım
lütfen sen demesin diye dua ederken yanağımın içini kemirmeye
başlamıştım.

256
Burak hoş çocuktu. Zeki ve yakışıklıydı ama benim ona duyduğum
tek his arkadaşlık olabilirdi çünkü daha fazlası yoktu. Zaten öfke
kontrol sorunu olduğunu düşündüğümden beri ona karşı
kırılamayan bir önyargım vardı. Yanlış olduğunu biliyordum ama
bundan kurtulamıyordum da. Şu an isteyeceğim tek şey Burak'tan
bir aşk itirafıydı. Ne onu üzmek ne de aramızın böyle bir meseleyle
açılmasını istiyordum. Buraya gelmek kesinlikle kötü bir fikirdi ya da
ben tamamıyla abartıyordum. Benimle ilgileniyor olması illa ki
benden hoşlanacağı anlamına gelmiyordu. Belki kız ben değilim diye
düşünsem de o zaman benimle neden konuşmak istesindi ki?
"Ben suyu değiştireyim." İtiraz etmesine fırsat vermeden ayağa
fırladım ve su kabını kaptığım gibi mutfağa girdim. Derin bir of çekip
suyu yeniledim ve istemeye istemeye salona girdim. Yarım saat
saçma sapan mevzularla Burak'ı konuşturmadım.
"Ateşin düştü. Ee, ne diyordum en son? Ha! İşte Elif'le günlerce
tartıştık. O diyor; yok efendim Tarkan daha güzel dövüşüyor, Atıl
kurt! falan efsane adam. Ben diyorum; hadi oradan! Kara Murat bir
okla üç haçlı indiriyor. Koca Bizans'a kafa tutuyor tek başına, asıl
efsane o. Burak, sence hangisi..."
"Esra!" dedi bıkkınlıkla. "Bence Kartal Tibet ve Cüneyt Arkın'ın
oyunculuğunu sonra tartışalım. Beni artık dinleyecek misin?"
"Dinleyeceğim," dedim hemen. "Ama önce bir duş al. Sirke
kokuyorsun. Ayaklı turşu bidonu gibisin. Bir sarımsağın eksik. Ben de
sana tavuk suyuna bir çorba yapayım. Sonra konuşuruz." Allah'ım
batıyordum. Duş al ne ya!
"Peki," dedi yine derin bir nefesle. Ayağa kalktı ve köşede metal
sarmal merdivenler yöneldi. Evin bir üst katı olduğunu bile
tedirginlikten yeni fark ediyordum. Burak ağır ağır merdivenleri
tırmanırken ben de rahat bir nefes alarak tekrar mutfağın yolunu
tuttum. Tavuk suyuna erişte çorbası yapıp mutfak masasına
257
oturduğum da Burak'tan hala ses yoktu. Buna da memnundum. Bu
evden acilen kaçmam şart olmuştu.
Başımı kollarımın üzerine yaslarken esnedim. Lanet uykusuzluk
kâbusum gibi yine peyda olmuştu. Bu kez uyumamaya kararlıydım.
Burak gelir gelmez evimin yolunu tutacaktım. Acil bir telefon geldi
deyip anında kaçacaktım. Belli ki Kartal ve Cüneyt beyler onu daha
fazla oyalayamayacaktı.
Tekrar esnerken uykusuzluğa yenilmemek için tüm çabalarım birden
kayboldu ama sadece bir kaç dakika dalmış olmalıyım ki zil sesiyle
kendime geldim. Gözlerimi ovuşturup bir süre kendime gelmeye
çalıştım. Üzerimdeki örtüyü çektim ve ayağa kalktım. Salondan çıkıp
kapıyı açmak için ilerledim ama gördüğüm manzarayla öylece
kalakaldım.
Burak üzerinde sadece bir eşofman altıyla kapının önünde dikiliyor
ve biriyle konuşuyordu. Allah'ım o biri ne kadar da tanıdıktı. Uzun
kumral saçlar, yakışıklı bir yüz, şerefsiz bir kişilik... Ve karşınızda
Azman!
Ben bir kaç dakika dalmamıştım ve az önce salondan çıkmıştım. Ve
ve ben az önce o koltuğun üzerinde uyuyordum. Allah'ım
ayağımdaki ayakkabılar neredeydi? Ya da ceketim?
Burak'ın arkası bana dönük olsa da Azman beni fark edince önce
gözleri irileşti, ardından kısılıp çenesi kasıldı. Bir karşısında duş aldığı
açıkça belli olan Burak'a bir de saçı başı birbirine girmiş, ayakları
çıplak bana bakarken Burak da gözlerini bana çevirmişti. "Uyandın
mı?" dedi gülümseyerek.
Süper bir cümle! Allah seni kahretmesin emi! Birisi ayaklarıma beton
döküp beni Karadeniz'in derinliklerine yollasın, rica ediyorum.
Gerginlikten kafamda Dilberay'ın şarkısı dönmeye başlamıştı.
Tavukları pişirmişem, Hacı'yıda çarşıya göndermişem. Hayır, ne alaka
258
onu da bilmiyordum. Bu kez boktan bir durumun içine ilk defa kendi
akılsızlığım ve saçma vicdanım yüzünden düşmüştüm ve o Hacı'da
çarşıdan gelip beni kurtarmayacaktı.
Azman başını hafifçe yana yatırdı. Ela gözleri şu an yoğun kahve
tonlarına bürünmüştü. Dudakları aralandı ve "Uyandın mı?" diye
tekrarladı hırıltılı bir sesle. Kara Murat'ın üç haçlıyı vurduğu ok şu an
bu bakışlarla bana saplanırken Tarkan da her an Atıl Kurt! komutunu
verecek gibiydi. Ben ise niye kaçacak bir delik arar haldeydim
bilemiyordum.
• 'Seni Öperim!'

Akın Korutürk
Günlerdir Şeyda meselesiyle uğraşmaktan canım çıkmıştı. O bar
meselesini öylece kapatacağımı sanan sinsi kız bir gün sonra yine
dibimde bitmişti. Ona biraz ilgi gösterince de sapır sapır dökülmüştü.
Asi'ye verdiği meyve kokteyline sakinleştirici atmış geri zekalı.
Öfkemi belli etmeden devam etmesini istemiştim çünkü asıl
amacının ne olduğunu öğrenmem gerekiyordu. Eğer ki o amaç
büyük bir iğrençlik içeriyorsa zaten onu elimden kimse alamazdı ama
kız saf bir şeydi. O kadarına cesaret edeceğini sanmıyordum. Zaten o
da sadece Asi'yi arka sokağa çekip onu biraz pataklamak istediğini
söylemişti.
Yine de o gün dövdüğüm çocuğu bulup onu biraz daha benzeterek
bunu tasdiklemiştim. Bir de barmeni dövmüştüm tabii akabinde
çünkü onun da işin içinde olduğunu düşünüyordum. Gerçi herifin
hiçbir şeyden haberi yokmuş ama yine de onu dövdüğüme pişman
değildim. Asi akıllılık edip Şeyda'nın verdiği içeceği içmese de
şerefsiz barmenin işgüzarlığı yüzünden iki bardakla madara olmuştu.

259
Bu Şeyda'yı aklamamıştı elbette, aklayamazdı da. Onun biletini de bir
kaç gün içinde kesmiştim zaten. Onu Engin'e götürüp yaptığı her
şeyi ona itiraf etmesini istemiştim. Elbette ki yapmamıştı, bir de
üstüne yalanlamıştı ama ben işimi her zaman garantiye alırdım.
İtirafını çoktan kaydetmiştim zaten, sadece ona bunu kendisinin
yapması için bir fırsat tanımıştım. Şeyda o şansı kendi elleriyle itmişti.
Engin duyduklarıyla bir ala bir mora dönerken Şeyda yanında pusup
kalmıştı. Ondan sonra da Şeyda'yı bir daha görmemiştim çünkü
Engin onu yurtdışına postalamıştı. Bu takıntılıkta kızın gelebileceği
en son noktaydı zaten ve Engin de bunun farkındaydı.
Şimdi ise günlerce uğruna ter döktüğüm o kız karşımdaydı ve ben
karşımdaki iki yüze de bakarken hayatım boyunca hiç duymadığım
bir şekilde öfke doluydum. Esra nasıl oluyor da bu evde olurdu aklım
almıyordu.
Dahası şu an bulundukları durum içime yakıcı bir öfke serpiyordu ki
bu evi darmaduman etsem yine de o ateş sönmeyecek gibiydi.
"Şey..." dedi Asi biraz tedirgin olarak. "Benim biraz içim geçmiş."
Göz devirdi. "Yine."
Burak güldü. "Masanın üzerinde uyumana gönlüm razı olmadı." Ne
masası be? Ne masası?
Asi'nin yanakları kızardı ve "Ha! Şey... Sağ ol... Yani salona
götürmüşsün."
Lan bir de bu herif onu salona mı taşımıştı? Sakin ol Akın! Derin
nefesler al... Evet, derin nefesler.
"Önemli değil," dedi Burak sırıtarak.
Asi'nin yanakları daha da kızardı. "Çorba tamamdır. İçine biraz limon
sıkarsın, soğuk algınlığına birebir gelir."
"Teşekkür ederim," dedi Burak.
260
Ne çorbası diye düşünürken Burak hapşırdı. Kısılan gözlerimle bu kez
onu inceledim. Burnu ve yanakları kızarmış, yüzü bunun haricinde
solgundu. Bir haftadır onunla konuşmak bir yana aynı masaya bile
oturmamıştım. Burak bunu yadırgasa da sınavlardan olsa gerek
kafası fazlasıyla dalgındı ya da şerefsizin evladı o bir haftada tam da
bu karşımdaki olayın planlarını yapmıştı ve benim kafamda sorular
cevap bulmak için sıraya girmişti adeta.
Bu hastalık bir numara mı?
Burak ne zamandır eve kız atmak için böylesine ucuz numaralara
başvuruyor?
Eve atacak başka kız mı bulamamış?
ve son ve en önemli soru... Ben neden onu yumruklamak istiyorum?
Beni bu sorulardan çıkaran ise önümde hala yarı çıplak duran Burak
oldu. Dişlerimi kırarcasına sıktıktan sonra "Üzerine bir şey giyecek
misin Burak?" diye sordum. "Hani hastaymışsın ya."
O da gözlerini kısıp bana baktı. Bana çıkışacak gibi olsa da gözleri
Asi'ye kaydı ve benim sabrımın sınırına doğru yol aldı. Burak başını
sallayıp Asi'nin yanından geçti ve yukarı kata çıktı. O gidince Asi'nin
gözleri beni buldu ama öfkeli yeşim gözlerini hemen benden çekip
Burak'ın peşinden "Ben çıkıyorum Burak," diye seslendi. Burak'tan
cevap gelmedi, belli ki duymamıştı.
Asi salona girerken ben hala kapının önünde dikiliyor ve öfkemi zapt
etmeye çalışıyordum. Burak'ın itirafından sonra onunla uğraşmayı
bırakmıştım ama o zaman zarfında bir şeyi de iyi kavramıştım. Asi
benim sadece eğlenmek istediğim bir kız hiç olmamıştı. Onunla vakit
geçirmek, didişmek hoşuma gidiyordu belki ama onu öptükten
sonra bunun sadece öylesine bir hoşlantı olmadığını anlamıştım.
Aklımdan çıkmıyordu işte ve en yakın arkadaşım onu seviyordu.

261
Hatta kim bilir kaç saattir ikisi aynı evdeydi. Benim delice
etkilendiğim o kız ona çorba yapmıştı. Çorba... Lanet olsun!
İkisini ilk gördüğümde yanlış anlamama mahal veren bir durum olsa
da olayın o boyutta olmadığı kavrayacak kadar Burak'ı da Esra'yı da
tanıyordum ama olayın olduğu kahrolası boyut da pek ala yoğun bir
öfke duymama yetmiş de artmıştı. O an amacımın ne olduğunu
düşündüm. Eğer aralarına girmek istemiyorsam bunu da
sorgulamamam gerekirdi. İstediğim zaten onların bir araya gelmesi
değil miydi? Dünkü saçmalayışım da sırf Esra benden uzaklaşsın ve
Burak'a yaklaşsın diye değil miydi? Ee, sonuçta tam istediğim gibiydi
öyleyse.
Bok istediğim gibiydi. Teoride amacım buydu evet ama gerçek
hayatta bunu görmek bende, freni boşalmış kamyon gibi eve dalıp,
bu duvarları başlarına yıkma isteği oluşturuyordu.
Asi bir elinde çantası, diğerinde ceketiyle salondan çıktı. Telefonunu
arka cebine tıkıştırırken sadece bir an bana baktı ama hemen
gözlerini çekti ve hiçbir şey söylemeden kapıya yöneldi. Tüm
söylediklerimden sonra davranışlarında haklıydı. Halklıydı da gel de
bunu benim deliye dönmüş ruh halime anlat. Şu an onu kollarından
tutup 'Ne bok arıyorsun lan burada?' dememek için kendimi zor
tutuyordum.
Tam yanımdan geçecekti ki bana olan davranışları beni daha da
öfkelendirdi ve kendimi durduramayıp kolunu kavradım ve
çıkmasına izin vermedim. Asi kolundaki elime bakıp gözlerini bana
çevirdi ve "Çek patini! Elini kolunu kırdırtma bana!" dedi dişlerinin
arasından.
"Yapma!" dedim alayla. "Bu sert kız ayakları demek bunun içindi."
Sesimdeki alaycı tonla onun Gölbaşı'nda bana söylediği sözleri tekrar
ettim. "Seninle bile aramda bir şey olabilir ama Burak'la asla.

262
Benimle aranda bir şey olamayacağını anlayınca mı soluğu Burak'ın
evinde aldın?"
"Sana açıklama yapacağımı mı sanıyorsun?" dedi ve kolunu
kurtarmaya çalıştı. Dişlerimi kırarcasına sıkarken diğer bileğini de
kavradım ve tutuşumu sıkılaştırdım. Öyle ki Asi bir anlık afallamayla
elindeki ceket ve çantayı yere düşürdü. Şimdi yoğun bir öfkeyle o da
bana bakıyordu.
"Amacın ne kızım senin?"
"Çekil git başımdan Akın!"
"Amacını dur ben tahmin edeyim," dedim onu duymamış gibi.
"Burak'ı kafalayıp zengin koca hayallerini gerçekleştirmekse amacın
bunun için neleri göze aldın merak ediyorum," dedim ve öfkeyle
güldüm.
"Burak'ın bu hastayım numarasına inanacak bir kız değilsin sen ama
şunu bil ki Burak senin kafandaki evlilik düşüncelerini
gerçekleştirebiceğin bir adam değil. Ha, sadece parasını yemek
istiyorsan da sana beş kuruş koklatmaz o. Git kendine başka
kurbanlar ara!"
Çenesi titredi ama bu kesinlikle sinirseldi. Bağıracak gibi oldu önce
ama sonra kesik bir nefes aldı. Ve bir kesik nefes daha... "İkinizin
de..." dedi ve bir kesik nefes daha aldı. "Allah belasını versin."
Kollarını sertçe kurtarmasıyla kapıdan hızla çıkması bir oldu.
Söylediklerimin onu sarstığı belliydi çünkü ne ceketini ne de
çantasını yanına almıştı. Muhtemelen sakinleşince geri dönerdi.
Kapıyı çarparcasına kapatırken salona gidip koltuğa sertçe oturdum.
Elimle alnıma vururken bir şeyleri kırma isteğimi zorlukla bastırdım.
Kahretsin ki çok ağır konuşmuştum ama öylesine öfkeliyken kendimi
tutmam mümkün değildi. Ben Burak'ın aksine öfkemi zapt etmekte
hiç de başarılı değildim. Sanki bu beni haklı çıkarıyordu ya. Ellerimi
263
yüzüme kapatıp, "Of be!" diye inledim sonunda. "Her şeyi daha da
bok ettim."
Geri gelince özür mü dileseydim? Özür dilesem ne değişecekti ki?
Hiçbir şey. Asi suratıma bile bakmadı artık, beni dinlemezdi bile ki
haklıydı da. Ben de olsam benim gibi şerefsiz bir herifi dinlemek bir
yana bir daha görmek bile istemezdim.
Burak üzerini giyinerek aşağı indiğinde gözlerini etrafta dolaştırdı.
"Esra nerede?"
"Dışarıya çıktı," dedim ona bakmayarak çünkü baksam suratını
dağıtacağımdan emindim.
"Dışarı mı? Neden?"
"Belki nöbetçi eczane bulmaya gitmiştir," dedim öfkeli bir alaycılıkla.
"Belki de sana hızlı iyileşmen için alışveriş yapmaya..."
"Bir şey söylemedi mi?"
"Allah ikinizin de belasını versin dedi."
Karşımdaki koltuğa kurulurken güldü. "Komikti." Burnunu çekip
arkasına yaslandı. "Sana bir şey söyleyeceğim."
"Söyledin ya zaten şerefsiz," diye tısladım. Yüzüne bakma Akın!
Yüzüne bakma! Hayır, ona vurmayacaksın!
Yüzünü anlamsızca buruşturduğunu göz ucuyla gördüm. "Neyi
söyledim be? Salak salak konuşma da dinle. Esra'nın beni birine
benzettiğini söylemiştin ya, ben de onu birine benzetiyorum."
"Sende eski sevgilim demeyeceksin değil mi?" Sonunda ona bakıp
gergince sırıttım, eğer cevabı evet olursa bu kez kimse suratını
dağıtmama engel olamazdı ki zaten evde sadece ikimiz vardık.
"Hayır," dedi ve buruk bir gülümseme yerleşti yüzüne. "Yağmur'a."

264
Bir an söylediği ismi doğru duyup duymadığımı sorguladım. Yağmur
Burak'ın kız kardeşiydi ve bir kaç yıl önce kansere yenik düşüp
hayata veda etmişti. Burak için zor zamanlardı çünkü yağmur
gözlerinin önünde eriyip bitmişti. Neşeli cıvıl cıvıl yapısı sönmüş
nadiren gülümser olmuştu. İşte Burak'ın öfkesini içine gömmesinin
nedeni de buydu. Yağmur üzülmesin diye üzüntüsünü de öfkesini de
hep içinde yaşayan biri haline gelmişti.
"Onu kız kardeşine mi benzetiyorsun?" dedim şaşkınlıkla.
Dalgın bir şekilde iç çekti. "Sence de benzemiyor mu?"
Yağmur'u da elbette ki tanıyordum ve şimdi düşününce Esra'yla
arasındaki benzerlik gerçekten fazlaydı. Davranışları, konuşmaları,
hatta jest ve mimikleri bile birbirine fazlasıyla benziyordu. Onun
peşinden az koşmamış Burak'la bu yüzden az birbirimize
girmemiştik ama aradaki benzerliği ben bile şu an fark ediyordum.
"Ne yani?" dedim. "Bu kıza olan ilgin kız kardeşine benzediği için
miydi?"
"Aslında ilk başta ondan hoşlandığımı sanmıştım," diye itiraf etti.
"Hareketleri beni ona çekiyordu ama sonra fark ettim ki ben bana
Yağmur'u hatırlattığı için ona yakın olmak istiyordum. Bunu sen ona
yaklaştığında anladım. Onu senden korumam gerektiğini
düşündüm."
"Kardeşine benzediği için?"
"Evet," dedi burukça gülümseyerek.
İsterik bir kahkaha atmaktan kendimi alamadım. "Ona âşık olduğunu
söyledin lan. Ya buna ne demeli?" Şaşırarak "Ne?" dedi.
"Ne demek ne?" dedim öfkelenerek. "Geçen hafta ben bu kıza aşık
oldum diyen sen değil miydin? Şimdi gelmiş kız kardeşime benziyor

265
diyorsun." Gözleri irileşti önce ama hemen ardından gülmeye
başladı. "Ne gülüyorsun lan?"
"Sen..." dedi gülmeye devam ederek. "Bunu onun için mi söylediğimi
sandın?" "Ya kime söyleyecektin?" dedim anlamayarak.
"Kastettiğim Esra değildi gerizekalı. Gül'ü kastediyordum."
"Gül?" diye tekrarladım. Gül... Esra'nın sarışın ev arkadaşı Gül... O
gün olanlar bir filmden kesit gibi gözümün önüne geldi. Esra'nın eve
gitmek için evimden çıkması, Gül'ün kapıyı açıp Esra'dan önce
gözlerinin Burak'ı bulması, sorgulayıcı bakışlar, aşk kelebeklerinin
havada uçuşması ve kıskançlık dolu geçen bir kaç saniye, ve ve ve
benim bunları yeni fark ediyor oluşum...
Bir şok dalgası beni sararken "Nasıl?" diye sordum.
"Ben bir kaç haftadır onunla konuşuyorum. Aslında onu okulda ilk
gördüğümde ben konuşmak istedim. Şu Gencer'in seni bulduğu
gün... Amacım sadece Esra hakkında bilgi almaktı. Belki şu Gencer
meselesini de çözerim dedim ama Gül biraz ağzı sıkı çıktı." Gül'ün
Esra'yı aradıktan hemen sonra Esra'nın Gencer'le ilgili benden hesap
sorması geldi aklıma. Şimdi Gül'ün bunu nereden öğrendiğini
anlamıştım. Ona öten bu şerefsizdi.
"Sonra konuşmaya başladık işte," diye devam etti Burak. "Bir süre
sonra ise onunla buluştuğumda Esra'dan bahsetmediğimizi fark
ettim. Onunla sohbet etmek iyi hissettiriyordu, beni mıknatıs gibi
kendine çekiyordu ama ben hala hissettiklerime bir anlam
veremiyordum. O gün sen onları bardan almamı söyleyince
öfkelendim. Sonraki gün evine de o yüzden geldim. Ne olduğunu
öğrenecektim. O kapıda onu gördüğümde aslında sana geliş
amacımın o olduğunu anladım. Ve dün..." Dişlerini sıktı.
"Lavuğun biri onu okul çıkışı sıkıştırmış. Onu öyle görünce deliye
döndüm. Herifin ağzını burnunu dağıttım ama hala öfkem dinmiş
266
değil. Bir an kendimi kaybetmişim. Bir baktım onu kolundan tutmuş
çekiştiriyorum. Kendini benden kurtardığında bana ne dedi biliyor
musun? 'Sen kim oluyorsun da hayatıma karışıyorsun?' Ona o an bir
cevap veremedim ama kendi içimdeki karmaşayı çözdüm. Evet, ona
âşıktım." Öne doğru eğilip güldü. "Ben onu hayatımda istiyorum
Akın."
"Süper konuşma şerefsiz herif," diye hırladım adeta. "Bana niye
anlatmadın? Aşığım deyince her bir boku yanlış anlamışım ben."
"Nasıl anlatacaktım lan? Gül'ü sevdiğimi söyledikten sonra beni
tuttuğun gibi kapıya attın. Bir haftadır da doğru düzgün yüzüme
baktığın yok."
Çünkü kastettiğinin Esra olduğunu sanmıştım.
"Peki, Esra'nın ne işi vardı burada?"
"Ben çağırdım. Ondan Gül konusunda bana yardımcı olmasını
isteyecektim. Kız bana karşı anlayamadığım bir şekilde mesafeli.
Hoşlanıyor mu hoşlanmıyor mu bir türlü anlayamıyorum. Bir an
başka davranıyor bir an kendini geri çekiyor. Esra bana yardım eder
diye düşündüm ama ateşim çıkınca konuşamadık. Kaç saat benimle
uğraştı. Yağmur da böyleydi. Hasta olduğumda bir an bile başımdan
ayrılmazdı. Ona o kadar benziyor ki sürekli onu görmek istiyorum.
Yağmur'u özlediğimde soluğu senin kapında alıyordum hep. Sonra
bir de Gül çıktı. Aslında aklımdan hiç çıkmıyor zaten de neyse."
"Yani sen Gül'ü seviyorsun. Esra'ya ise kardeşlikten öte bir şey
hissetmiyorsun. Tüm o davranışlarında bu yüzdendi öyle mi?"
"Aynen öyle," dedi ve birden kaşlarını çattı. "Sen bunu neden bu
kadar sorguluyorsun? Yine kıza musallat olacaksan bu kez suratını
dağıtırım şerefsiz."
Onu duymamış gibi ayağa kalkarken "Allah kahretsin!" diye tısladım.
"Kıza neler söyledim?"
267
Gözleri kısıldı ve beni inceledi. Ardından "Akın!" dedi tereddütle. "Kız
bir şey almaya gitmedi değil mi?" Ben hala öfkeyle soluklanıp ona
cevap vermeyince o da öfkeyle ayaklandı. "Ne bok yedin yine lan?"
Aynı anda telefonu çalmaya başladı. Sehpanın üzerinden telefonu
alıp "Gül arıyor," dedi ve kulağına götürdü. "Efendim Gül." Bir süre
karşıdan hararetli sesler geldi ama Burak araya girdi. "Gül dur bir
dakika. Evet, buradaydı ama bir şeyler almak için dışarı çıktı." Bunu
söylerken bana öfkeli bakışlar atmayı da ihmal etmedi. "Gül şunu
sakince anlatır mısın?" Gül her ne dediyse Burak'ın gözleri yine bana
kaydı ve telaşla "Nerede?" diye sordu.
"Neler oluyor?" diye sordum ben de iyiden iyiye tedirgin olmaya
başlayarak.
Burak telefona "Peki ilaç..." dedi ama Gül konuşmasına izin
vermemiş olmalı ki hemen sustu. "Tamam, bulacağım, sen
telaşlanma ve benden haber bekle."
Telefonu kapatıp "Esra!" dedi telaşla ve kapıya koştu.
İçime yerleşen korkuyla onu durdurdum. "Ne oldu Esra'ya?"
"Bilmiyorum ama sanırım kriz geçirmiş ve onları aramış ama telefon
ardından kesilmiş. Lanet ilacı nasıl yanında olmaz?"
Çünkü ona söylediklerimde sonra ilacı bile düşünemeyecek kadar
büyük bir öfkeyle çıkıp gitti ve ben de öylesine öfkeliydim ki kesik
nefeslerinden nefes almakta zorlandığını bile anlamamıştım çünkü
ben şerefsizliğin kitabını yazandım.
"Bekle!" dedim Burak'a aceleyle. Esra'nın çantasına doğru hızla
yöneldim. Çantasında bulduğum ilacı kapıp Burak'a döndüm.
"Nerede olduğu hakkında bir şey söylemiş mi?"
"Hayır ama sanırım çok uzaklaşamamış."

268
"Hadi!" dedim ve koşarak dışarı çıktım. Caddede etrafı tararken
hayatımda hiç böylesine panik olduğumu hatırlamıyordum.
Birbirimize haber vermek üzere sözleşip ayrıldık. Burak diğer
caddeyi kontrol etmeye giderken ben de başka birine daldım. Aynı
anda telefonla onu arıyordum. Bir kaç sokak sonra duyduğum
telefon sesiyle o tarafa yöneldim ve boş bir sokaktaki duvar dibinde
bir siluet fark edip oraya doğru koştum.
Esra'yı bilinçsizce yerde görmemle tüm kanım çekildi. "Allah benim
belamı versin."
Yere oturup onu kucağıma çekerken "Esra!" diye seslendim ama
tepki vermedi. Elimdeki spreyi dudakları arasına yerleştirip üst kısma
basılı tuttum ama saniyeler saniyeleri kovalarken hiçbir şey olmadı.
Öylesine korkuyordum ki titrediğimi bile onu kucağıma aldığımda
fark ettim. Ya artık nefes almıyorsa... Lan ben ne bok yiyecektim o
zaman?
O kadar panik haldeydim ki şu an nefes alsa bile bunu
hissedebileceğimi sanmıyordum. Burak'ın evinin önüne park ettiğim
arabama hızla ilerlerken hayatımda ilk defa ailemden başka birinin
hayatı için bu kadar endişe duyuyordum. Sonunda arabaya ulaşınca
Asi'yi arka koltuğa yavaşça bıraktım ve yüzündeki saçları geri çektim.
Yüzünde hala ıslaklığını koruyan gözyaşı izlerini gördüğümde ise
kendimden hiç bu kadar nefret etmemiştim. "Allah benim belamı
versin. Allah benim belamı versin. Şerefsiz herifin tekiyim."
Direksiyona kurulup arabayı çalıştırdım ve gaza yüklendim. Elim
direksiyona ardı ardına vururken aynı cümleyi peş peşe tekrarladım.
"Lütfen ölme!"
🍀
Esra Yağmurlu

269
Yüzüme vuran serin havayla aldığım nefesleri hissederek gözlerimi
aralamaya çalıştım ama sanırım gözlerimin üzerine birisi kaçak kat
çıkmıştı. Kimden izin aldınız insafsızlar diye feryat ettim içimden.
Vicdansız belediye edasıyla zorlukla derme çatma duvarları yıkarak
gözlerimi açmaya çalıştım ve açılan gözlerimle bir süre beyaz tavanı
seyrettim. Ağzımın üzerine kapalı zımbırtıyı fark ettiğimde ise kalbim
bir an tekledi. Ağzımdan nefes almama yardımcı o lanet şeyi
çekerken fark ettiğim şey ise kolumun matkapla delindiğiydi.
Kolumu... Kolumu delmişlerdi. Hayır, kol benim kolumdu. Keşke
bana da sorsalardı. Bakalım ben derimin içinde bir demir çubuk
istiyor muydum?
Anında dolan gözlerimi sıkıca yumup diğer tarafa çevirdiğimde
"Kolumda bir şey var," diye cırladım. Sesim çatlak çıksa da aynı sözü
tekrarlayıp sanki kolum benden bağımsız bir eşyaymış gibi onu
kendimden uzaklaştırmaya çalıştım. "Çıkarın şunu!"
"Esra sakin ol!" diye duyduğum tanıdık ses bile beni sakinleştirmeye
yetmedi. Daha doğrusu bu ses tamamıyla daha fazla öfkelenmeme
neden olmuştu. Gözlerimi yavaşça araladığımda yanımda endişeyle
bana bakan Azman'ı buldum. Evet, şu an zaten ilk görmek istediğim
kişi buraya düşmeme neden olan şerefsiz bir herifti. Onu
öldürecektim. Onu lime lime edip köpeklerin önüne atacaktım.
Biri telaşla içeri girince gözlerimi ondan çektim. Gül ve Elif yanımda
biterken onları Burak takip etti. "Esra iyi misin?" dedi Gül. Beyaz teni
sanki bir ton daha açılmıştı.
"Kolumun içinde..." dedim yutkunarak. "Bir şey var!" Ardından ise
resmen bağırdım. "Çıkarın şunu!" "Serum o," dedi Azman. "Bitince
çıkaracaklar." Bir de konuşuyor ya hala!
"Allah senin belanı versin!" diye bağırdığımda tüm gözler ona
döndü.

270
"Versin," dedi o da beni şaşırtarak. "Sen iyi ol da, Allah benim belamı
versin. Teneşire de geleyim, boyum da devrilsin!"
Söylediği sözleri anlamlandırmaya çalışmadım çünkü kolumda hala
bir zımbırtı vardı. "Elif..." dedim yalvarırcasına. "Söyle şunu
çıkarsınlar."
"Serum bitsin çıkarırlar zaten Esra. Biraz sabret!" dedi Elif. Ondan
bana fayda yoktu. O yüzden Gül'e döndüm.
"Gül, Anakonda şirinem. Çıkarttır şunu. Kolumu hissetmiyorum bak."
Yüzü anında yumuşadı ama Elif ona uyarıcı bakışlar atınca yine
ciddileşti. "Abartma Esra. Sık dişini biraz." Benden günah gitti. Bunu
siz istediniz.
Önce sık nefesler almaya başladım. Sonra yavaş yavaş aldığım
nefesleri azalttım. "Esra!" dedi Gül birden panikleyerek.
"Kızım nefes al," dedi Elif ve birden Azman ve Burak da tepemde
bittiler. İkisi de telaşlı bir halde bana baktı önce, sonra "Doktoru
çağırıyorum," dedi Azman ve ışık hızıyla gözden kayboldu.
"Esra sakinleş ve nefes al," dedi tekrar Gül. O kolumdaki şey çıkana
kadar nefes falan almayacaktım. Doktor içeri girdiğinde yaptığım
numaraya devam ettim ve gözlerimle kolumu işaret ettim. Elif şükür
ki sonunda doktora serumu çıkarmasını söyledi. Serum çıkar çıkmaz
ise hızla doğruldum. Biraz başım dönmüştü ama hastanede
olmaktansa buna bile razıydım. Beni hastaneye götürecek kadar zeki
olan etrafımdaki insanlar sürüsünü sonunda ikna edince en sonunda
evime varabilmiştim. Tabii bunun için ne Burak'tan ne de
Azman'dan yardım istemiştim. İkisini de görmek istemediğimi Elif'e
söyleyince Elif anında onları şutlamış ve bir taksi çağırmıştı. Allah'tan
Öğrenim kredisi geçen gün yatmıştı da parasız değildik.

271
Lanet olasıca Azman beni delirtmeseydi bu kargaşayı yaşamak
zorunda kalmayacak, koluma bir matkap yemeyecektim. Pislik herif!
Tamam, o pisliğin tekiydi ama söylediklerini kesinlikle hak etmiştim.
Ne halt etmeye o eve gitmiştim ki? Adam hastaysa hastaneye
götürüp gerisin geri dönecektim. Azman neydi ki Burak'ın ne
olmasını bekliyordum? Besbelli ikisi de benimle eğleniyordu.
Kızları en azından kendimi iyi hissetmediğimi ve uyumak istediğimi
söyleyerek gönderebilmiştim. Yoksa neler olduğunu öğrenmeden
durmazlardı. Kendimi yatağa attığımda yine aklıma lanet Azman
geldi. Bu yatakta yatacak değildim. Hatta tüm gece salondaki Kraliçe
Elizabeth'in gençlik döneminin(!) nadide eseri olan koltukta yatmaya
bile razıydım.
Yastığı ve yorganı kapıp salonun yolunu tuttum. Allah'ım ben ne
zaman huzurlu bir uyku uyuyabilecektim?
🍀🍀🍀
Okuldan çıkıp evin yolunu tuttuğumda elim ara ara matkapla
deldikleri koluma gidiyordu. İnsafsızlar nasıl delmişlerse hala
acıyordu. Koltuğun şeklinin çıktığı sırtıma ise hiç değinmiyordum
çünkü sırtımı artık hissetmiyordum.
Omuzlarımı oynatıp derin bir nefes aldım ve sırt çantamı düzelttim.
Ağrıyan her hücrem için Azman'a içimden küfürler yağdırdım. Hatta
küfürlerden mani yazdım. Sonra maniyi geçti dizdirdiklerim, on
kıtalık küfür silsilesi oluşturdu. Ara ara bir kaç tane dörtlükte
ağzımdan firar etti ama umursamadım. Hatta hızımı alamayıp
akrostiş şiirle bir de beddua ettim.
"Allahın belası domuz herif,
Zombiler kovalasın seni
Mayına basıpta parçalan emi,

272
At tepsin münasip yerlerini
Nasipse bende izlerim keyifle seni."
"Bende seni seviyorum." Duyduğum sesle hızla başımı çevirdim ve
tam olarak bahsettiğim Allahın belasını yanımda elleri ceplerinde
yürürken buldum. "Ve bende sana akrostiş şiir yazdım, dinle bak!"
"Affet n'olur bu domuz herifi,
Salaklık etti ama vardı bir sebebi,
İnsanlık sende kalsın bir dinleyiver
Mallın onda büyüklük sende kalsın Asi."
Bir an boğazına sarılmakla gülmek arasında kalsam da ikisini de
yapmadım. Ona karşı en ufak bir tepki vermeyecek ya da en ufak bir
cümle kurmayacaktım. Önüme dönüp adımlarımı hızlandırdım ama o
da hızlanan adımlarla yanımda yürümeye devam etti.
"Hadi söyle!" dedi omuzlarını kaldırıp indirirken. "Ağzına geleni say,
küfret ya da suratıma yumruğu indir.
Hak ettim."
Acaba hangi dağda kurt ölmüştü? Muhtemelen beyimizin yeni bir
eğlence bulamayınca mecburen eskilere talim ediyordu.
Konuşmayacağımı anlamış olacak ki "Asi!" dedi ve kolumdan
yumuşak bir şekilde tutup beni durdurdu.
"Özür dilerim. Ben pislik herifin tekiyim."
Bak, o konuda haklısın ama eksik söylüyorsun! Pislik, adi, domuz,
şerefsiz, karaktersiz... Pardon, biraz gaza geldim de.
Kolumu sertçe çekip ilerlemeye devam edecektim ki beni yine
durdurdu. "Lütfen! Sadece bir kaç dakika konuşmama izin ver."

273
"İzin falan vermiyorum," dedim dişlerimin arasından. "Git
başımdan."
Onu umursamadan tekrar ilerlemeye başladım ama beni rahat
bırakacağa benzemiyordu. Yine yanımdan yürümeye başlarken
"Bak!" dedi. "Saçmaladım tamam mı? Neden öyle davrandığımı
anlatacağım." "İstemiyorum."
"Lütfen!" dedi neredeyse inanacağım bir içtenlikle. Peki, ben artık
yer miyim bu numaraları? Asla.
"Git. Başımdan," diye üzerine basarak vurguladım.
"Sadece beni dinle."
"Hayır."
"Asi, hadi ama!"
"Din-le-me-ye-ce-ğim."
"Yani beni dinlemeyeceksin?" dedi süper bir analizde bulunarak.
"Aynen öyle."
"Emin misin?"
"Kesinlikle."
"O zaman bunu da sen istedin."
"Neyi ben istedi-" Birden yerden havalanırken şimdi görüş alanımda
asfalt yol vardı. Tabii bir de Azman'ın sıkı kalçaları. Psikopat herif
beni sırtına atmıştı ya, hayret bir şey!
"Lan ne yapıyorsun?"
"Seni kaçırıyorum," dedi alaycı bir sesle.
Omzunda çırpınmaya başladım. "Dağ başı mı lan burası? İndir beni."

274
"Dağ başında kız kaçırmak serbest mi?"
Sorduğu soruyla yüzümü ekşittim. "İndir çabuk beni."
"Beni dinleyene kadar seni indirmeyeceğim."
"Dinlemeyeceğim lan!" diye bağırdım. "Seni indiğin dağ başındakiler
dinler ancak." "Öyle mi?" dedi alayla.
"Öyle." Etraftaki insanlar bize garip bakışlar atarken ellerimi yüzüme
kapatıp "Rezil oldum," dedim. "Bak, indir beni yoksa bağıracağım."
"Bağır bakalım. Akşama ana haber bültenlerine çıkmak istiyorsan
bağır tabii. Annen seni televizyon ekranlarında görünce çok
sevinecektir."
Neden ben? Neden ben? diye bağıran içimdeki sese lanet tişörtü
kuru temizlemeye vermediğimi hatırlattım ve iç sesim bir alkış
tufanıyla bana Bravo dedi. Bundan sonra Ankara'daki bütün kuru
temizlemecilerin adreslerini ezberlemeyen namertti. Koskoca
üniversitede bulaşılacak en manyak adama bulaşmıştım.
Azman'ın omzunda çırpınmaya devam ederken gördüğüm bir
teyzeyle içimde umut tohumları filizlendi. "Teyze bu adam beni
kaçırıyor. Polis, FBI, CIA'e haber ver."
Teyze önce beni, sonra Azman'ı dikkatlice süzdü ve güldü. "Kızım bu
filinta gibi delikanlı beni kaçırsa gıkımı bile çıkarmam. Bu çocuğu
kaçırma sen."
Gözlerim irileşirken Azman güldü. "Teyze ne kaçırması? O beni
kaçırıyor."
Allah'ım! Kırk yılın başı teyzenin birinden yardım istedim. O da
Azwoman çıktı, iyi mi?

275
Teyze gülerek yanımızdan geçip gitti. Ben de bu kez yoldan geçen
bir kıza seslendim. Hemcinslerim bana yardım ederdi. Hemcinslerim
candı. "Kardeş, Kardeş bu adam beni kaçırıyor polisi ara."
Kız bana bakıp gözlerini kıstı. Kesin feminist bir bacımıza denk
gelmiştim. Bu kızda haberleri izleyip balkona çıkan ve 'Kadına
şiddete hayır!' diye bağıran bir hava seziyordum.
Kız "Bırak kızı!" dediğinde zafer kazanmış gibi gülümsedim ama
cümlenin devamını getirince resmen dumura uğradım. "Beni kaçır."
Yanlış tespit yazdı neon ışıklarla ekranda. Bu kız bir günde aşırı
pembe dizi yüklemesi yapıp, ertesi gün bakkaldan bir kilo Kıvanç
Tatlıtuğ yarım kilo da Burak Özçivit isteyecek kafadaydı.
Azman bu kez kahkaha atarken ben kıza öfkeyle baktım. Kız ise bana
bir daha bakmadan ona öpücük attı ve gözden kayboldu. Azman'ın
omzunda tekrar çırpındığımda, "Rahat dur Asi," dedi gülerek.
"Amma da ağırsın zaten."
Omzunda benimle diğer sokağa dönmüştü ki bu kez elinde telefonla
bir çocuk karşımıza çıktı. Dikkati elindeki telefonda olsa da "Hişt
bakar mısın?" diye seslenince başını kaldırıp bana baktı ve bir kaç
saniye karşısındaki durumu analiz etti ama bir sonuca varamamış
olacak ki aval aval bakmaya devam etti. "Bu adam beni kaçırıyor.
Allah rızası için bari sen polisi ara."
Kaşları çatılınca çok şükür dedim içimden. Şimdi bu cengâver
delikanlı beni kurtarmak için Azman'ın üzerine atılırdı. O bir Cüneyt
Arkın'dı, o bir Serdar Gökhan'dı.
"Ah!" dedi çocuk Azman'ı süzüp birden iç geçirerek. "Keşke cinsel
yönelimlerin farklı olsaydı. Ama değişirse ben buralardayım. Beni bul
yakışıklı."
Allah'ım! Burası nasıl bir mahalleydi? Ayrıca bu kuluna şans hiç mi
gülmeyecekti?
276
Çocuk Azman'a göz kırpıp yanından geçerken "Bıraksana oğlum!"
diye cırladım. Hemen sonrasında ise kendimi bir arabanın kaputunda
otururken buldum. Azman bana doğru eğilip "Çok konuşuyorsun,"
dedi. "Devam edersen seni susturmak için aklımda çok güzel bir fikir
var." "Ağzımı mı bantlarsın?" dedim alayla.
"Hayır." dedi ve arsız bir şekilde sırıttı. "Seni öperim."
Oha!
• 'Çakma Kara Murat'
🍀
Esra Yağmurlu
Domuz herif beni arabaya tıktıktan sonra sesi de kesilmişti ama ben
susmamıştım elbette. Ağzıma geleni saymış ve kendimi arabadan
dışarı atmaya çalışmıştım. Tabii kapıları kilitlemiş olması bana sürpriz
olmamıştı. Adam ne kadar manyak olduğumu biliyordu neticede
ama asıl manyağın aslında kendi olduğundan haberi bile yoktu.
"Allah'ın belası domuz herif!" Onuncu kez aynı cümleyi tekrarlarken
Azman hiç oralı olmadan arabayı sürmeye devam etti. "Sana
diyorum," dedim sesimi yükselterek.
"Farkındayım," dedi sonunda ve başını kısa bir an bana çevirdi. "Peki,
sen, sana söylediğim son cümlenin farkında mısın?"
"Bok öpersin. Denersen bile seni öldürürüm."
"Bunu daha önce de duymuştum ama bak hala canlıyım," dediğinde
kaşlarım çatıldı. Ne demek istemişti şimdi bu?
"Ne?"
Güldü ve "Boş ver," dedi. "Artık susup da beni dinleyecek misin?"

277
"Dinlemeyeceğim," dedim ve başımı yan cama çevirip kollarımı
önümde bağladım. Sonunda pes edip beni bu kahrolası arabadan
indirecekti.
"Beni indiğim dağ başındakiler dinler öyle değil mi?" dedi alayla.
"Aynen öyle," dedim başımı çevirme zahmetine girmeden. Araba
yavaş yavaş hızlanırken bulunduğum pozisyonu korumaya çalıştım,
aslında çok hızlı gidiyor sayılmazdık ama hurdaya dönmüş bir
arabadan sağ çıkınca normalin üstünde her hız beni korkutuyordu
artık. Sonunda tedirgin olarak ona döndüm. "Ne yapıyorsun?"
"Araba kullanıyorum," dedi umursamazca.
"Farkında olman güzel. O yüzden yavaşla biraz."
"Şu kadarcık şeyden korkacak değilsin ya, huysuz!" Yine de arabanın
hızı yavaş yavaş azalttı ve derin bir nefes verdi. Küfür ve
hakaretlerime sonunda ara verdiğimi anlayınca, "Bak!" dedi gergin
bir sesle. "Sana onları söyledim çünkü..."
Elimi kulaklarıma kapatıp yüksek sesle şarkı söylemeye başladım bu
kez. Onun hakaret cümlelerini daha fazla duymak istemiyordum.
Yeterince aşağılanmıştım ve tekrarına izin verecek değildim. O
yüzden iyiden iyiye karanlıklaşan havada dikkatimi sokak
lambalarının ışıklarına verip şarkıma devam ettim.
Ofladığını duydum sadece ve arabayı anayoldan çıkarıp bir yan yola
saptı. Tam ona nereye gittiğimizi soracaktım ki vazgeçtim ve bu
zamana kadar aklıma gelmemiş olan teknolojik aleti o an düşündüm.
Hala şarkı söylerken ona fark ettirmeden arka cebimden telefonu
yavaşça çıkarıp mesaj kısmına girdim. Elif'e konumu mesaj
atacaktım. O bir yolunu bulup beni bu manyaktan kurtardı.
Ta ki telefon elimden sertçe çekilene kadar... Başımı ani bir hareketle
yana çevirdiğimde "Telefon yok!" dedi Azman. Pencereyi açmasıyla
telefonumu dışarı fırlatması bir oldu.
278
Telefonumu...
Dışarı... Attı!
Benim telefonumu!
Sırtımdan bir ürperti tüm vücuduma yayıldı ve gözlerim ardına kadar
açıldı. Adam saniye düşünmeden telefonumu dışarı fırlatmıştı. Ben
bu sahnenin sadece dizilerde ve filmlerde olabileceğini düşünürdüm
ama az önce birebir yaşamıştım. "Lan ne yaptın sen?" dedim şok
içinde. Bozuktu mozuktu ama o benim telefonumdu. Ciğerim
yanıyordu ciğerim!
"Huysuzluk yapmayıp beni dinleseydin buna gerek kalmazdı."
"Allah'ın belası, telefonumdan ne istedin?"
"Yenisini alırım," dedi yine en umursamaz haliyle. Lan sen kimsin de
bana telefon alacaksın? diyen iç sesim içeride kükrüyordu adeta.
Yemin ederim utanmasam şu an sinirden oturup ağlardım.
"İstediğini yap," dedim neredeyse bağırarak. "İstersen beni de dışarı
fırlat ama seni dinlemeyeceğim. Anladın mı?"
Derin bir nefes alıp seslice dışarı üfledi. "Sinirlisin, anlıyorum ama
sakinleşince beni dinleyeceksin."
"Bok dinlerim. Allah'ın belası domuz!"
Bu domuz herifi hayvanat bahçesinin önüne bırakıp 'Azarsa yemini
azaltın!' diyerek kaçasım geliyordu.
Ağız burun dalıp o uzun saçlarını kökünden koparasım geliyordu.
Kürekle ağzına ağzına vurasım, lokal anestezi diyerek kaldırıp
beynini uyuşturmadan açasım geliyordu. Olmayan beynini söküp
içine saman doldurasım geliyordu.

279
Kalbini durdurup, '300'e şarj et!' dedikten sonra aniden makinayı
kapatasım geliyordu.
Allah'ım! Hey güzel rabbim, ben bu kadar da büyük bir günah
işlememiştim ki. Bu herifin beni bulması için 7 büyük günahtan birini
işlemem lazımdı benim. Ben en fazla 7 küçük, miniminnacık, günah
işlemişimdir.
Yine cama dönüp onu yok saymaya çalıştım. O da bir müddet
sessizce ilerlemeye devam etti. Ara ara bana baktığını hissetsem de
umursamadan dikkatimi dışarıya odakladım. Allah'ım ben yeni bir
telefon nasıl alacaktım? İş bulmam artık kaçınılmaz olmuştu. Zira bu
herifin aldığı tek bir eşyayı bile bir daha evime sokmayacaktım. Hatta
eve gidince ilk işim o yatağı ve mutfaktaki masa ve sandalyeleri
parçalamak olacaktı.
Toprak yola girdiğinde arabaya vuran çakıl taşlarıyla tekrar ona
döndüm ve artık dayanamayarak "Nereye gidiyoruz?" diye sordum.
"Dağ başına," dedi bana yan bir bakış atarak.
"Pardon?" Oha ama artık! OHA!
"Sen söylemedin mi? Beni ancak dağ başındakiler dinler diye. O
yüzden sen de beni orada dinlemek zorunda kalacaksın."
"Kafayı mı sıyırdın sen?" diye sesimi yükselttim.
"Sayende."
"Durdur şu arabayı," dedim dişlerimin arasından. Hiç oralı bile
olmadı. Elim defalarca açmayı denediğim kapı koluna uzandı yine.
Kilitli kapıyı tekrar açmak için zorlarken "Durdur şunu," diye
söylenmeye devam ettim.
"Kes şunu Asi!" Onu dinlemeyerek kapıyı zorlamaya devam ettim.
"Açamayacağını bile bile ne diye uğraşıyorsun?" Açamazsam

280
kıracaktım. Yine de yaptığım şeyden vazgeçmeyerek kapıyı açmak
için zorlamaya devam ettim. "Kes şunu!" dedi tekrar.
"Durdur arabayı!" dedim ben de yine ve lanet kapı kolunun elimde
kalması pahasına daha da asıldım. Azman elimi kapı kolundan
ayırmak için elini uzatmıştı ki araba bir an yalpaladı ve neredeyse
yoldan çıkıyorduk. Son anda aracı toparlayabilse de ben korkuyla
öylece kalakaldım.
Öfkeli bir soluk verip "Dur demiştim sana!" diye bağırdı.
"Ben..." dedim korkumdan dolayı kısık çıkan sesimle. "Sadece...
Durman için..."
"Durmayacağım," diye tekrar bağırdı ve ses tonu en sonunda beni
ürkütmeyi başardı. "Durmayacağım ve sen beni dinleyeceksin."
Bir an titredim. Öyle ki sanki aniden açık bir pencereden içeri sızan
soğuk iliklerime işlemişti. Bir ses zihnimi ele geçirdi o an. Ve anılar...
Lanet anılar yine tüm gerçekliğiyle yüzüme vurdu.
"Durdur arabayı Deniz?"
"Durdurmak mı?" dedi isterik bir şekilde gülerken. "Tek kelime
etmeye hakkın yok senin."
Emniyet kemerini titreyen ellerimle en sonunda takmayı
başarmıştım. "Lütfen biraz yavaşla."
"Kapa çeneni! Anladın mı? Çeneni kapat!" "Sana ne oldu böyle?"
dedim korkuyla.
"Bir de soruyor musun?" dedi hayret eder gibi. "Bu kaçıncı? Söyle
hadi! İtiraf et!"
Bağırarak söylediği cümleler üzerine daha da ürperdim.
"Paranoyaksın sen," dediğimde sesim o kadar kısık çıkmıştı ki ama o
beni duymuştu.
281
"Paranoyağım öyle mi?" Gaza daha da yüklendiğinde artık ne
yapacağımı bilmiyordum.
"Lütfen dur artık!"
"Bundan sonra..." dedi dişlerinin arasından. "Hiçbir şey söylemeye
hakkın yok. Artık ben ne söylersem o olacak. Önce senin biletini
keseceğim, sonra sıra o Hakan şerefsizine gelecek. Hepsini...
Hepsinin biletini sırasıyla keseceğim."
"Ne demek istiyorsun?" dedim delice bir korkuyla. Bana cevap
vermedi ve dişlerini kırarcasına sıktı. "Deniz nereye gidiyoruz?"
"Kimseyi göremeyeceğin bir yere. Senin hayatında tek olacağım
yere. Ben son olacağım anladın mı? Ben senin sonun olacağım!"
"Esra!"
"Esra beni duyuyor musun?"
Azman'ın sesiyle bulunduğum duruma geri döndüm. Fark etmeden
sindiğim koltukta en ufak bir ses çıkaramadım. Onun gözleri ise yola
değil bana odaklıydı. Aslında artık hareket etmiyorduk. Arabanın ne
ara durduğunu bile anlamamıştım.
Azman emniyet kemerini çözüp bana yaklaştığında kendimi hızla
geri çektim. Öyle ki sırtım arabanın kapısına sertçe çarpmıştı. O da
bu hareketimden sonra şaşırarak geri çekildi ve "Özür dilerim," dedi.
"Sana öyle bağırmamam gerekirdi. Sen iyi misin?"
Cevap vermeyince "Esra," dedi tekrar ve yine bana yaklaşmaya
yeltendi. Ellerimi hemen kaldırıp "İ-iyiyim," dedim. "Sadece
yaklaşma!"
Kaşları çatılırken "Ne?" dedi. Sonra çatılan kaşlarına kısılan gözleri
eşlik etti. "Benden... Benden korkuyor olamazsın. Bak! Sana bir şey
yapmayacağımı biliyorsun değil mi?" Karanlık gecede tek tük ağacın

282
yansımasına göz gezdirdi. "Konuşmak istiyordum sadece. Sana asla
bir şey yapmam. Esra beni duyuyor musun?"
Derin derin nefes alırken hala ona cevap verecek duruma
gelememiştim. O da bunu anlayınca "Tamam," dedi. "Geri
dönüyoruz. Seni eve bırakacağım."
Arabayı çalıştırıp bana baktı ve gaza bastı ama araç bir kaç dakika
sonra ani bir sarsılmayla durdu. Arabayı tekrar hareket ettirmeyi
denedi ama camlara sıçrayan çamurdan anladığım kadarıyla çamura
saplanmıştık.
"Kahretsin!" diye tısladı. Arabanın koluna eli gitmişti ki bana döndü.
"Ne durumda olduğumuza bakacağım. Sen burada kal." Sessizliğime
karşı sesli bir soluk verdi. "Esra!" dedi yine sesini yükselterek. "Beni
duyuyor musun? Burada kal."
Dudağımı ısırırken başımı salladım. O da beni kısaca süzüp arabadan
indi. Şimdi ise ben açık kapıya bakıyordum, o ise arabanın
tekerleklerine. Zihnim biz kütlesinin içine gitgide batıyordu.
Düşünemiyordum bile. Mantığım devreye girmeden içimdeki tek
kelimeye itaat ettim.
Kaç!
Ne irdeledim ne de ne yaptığımın farkına vardım. Sürücü koltuğuna
geçip kendimi dışarı attığımda tek isteğim o arabaya tekrar
girmemekti. Yolun aşağısındaki bayıra hızla koşarken karanlıkta
düşmemeyi diledim ve arkamdan panik dolu bir sesini duydum. "Esra
dur!"
Onu dinleyecek değildim. Burada uzaklaşacaktım. Ondan
uzaklaşacaktım.
"Esra!" diye bağırdı yine ardımdan ama ne duraksadım ne de durup
ona baktım. Peşimden geliyordu belki ama o bana ulaşamadan bir ev
bulurdum. Ardımdan tekrar tekrar adımı seslenip durmamı söylerken
283
daha da yaklaşıyordu ama birden bir küfür savurdu ve sesi kesildi.
Muhtemelen düşmüştü. Buna başka bir zaman olsa gülerdim ama
onun aksine koşmaya devam ettim. Bir süre sonra zihnimin açıldığını
hissettim. Sanırım yavaş yavaş yaşadığım panik duygusundan
kurtuluyordum. Duraksayıp ellerimi dizlerime dayadım ve artık
yanımdan ayırmadığım astım spreyini cebimden çıkarıp nefeslerimi
düzene sokmaya çalıştım. Sonunda kendime gelebildiğimde
doğruldum ve başımı geriye çevirdim.
Acaba geri dönüp Azman'ın ne durumda olduğuna baksa mıydım?
Bok bakardım. Allah onun belasını versin!
Etrafıma kısaca göz gezdirdim. Pislik herif harbiden dağ başında bir
yere getirmişti beni. Bana bir şey yapmayacağını elbette
kavramıştım, tabii bunu kavramam bana bir kilometrelik bir yola mal
olmuştu ama Deniz'i hatırlamam kesinlikle beni donduruyordu. Ne
düşünebiliyor ne de mantıklı davranabiliyordum. Şu an insanlıktan
soyutlanmış bu yerde olmam da bunun kanıtıydı. Etrafta bırak bir ev
bulmayı ağaçlardan başka bir şey bile yoktu.
Bir ışık görür gibi olduğumda tekrar koşmaya başladım. Ağaçlar son
bulup kendini bir açıklığa bıraktı ve ben hemen karşımda yanan bir
ateş buldum. Tabii etrafındaki üç adamı da. Şimdi mantıklı olan
onlardan bana yardım etmelerini istemek olabilirdi, ellerinde
tuttukları içki şişelerini görmemiş olsaydım eğer.
Adamların yüzleri bana döndüğünde önce şaşırdılar sonra
birbirlerine baktılar. Ben ise aptal gibi tek elimi kaldırıp sırıttım. "Hiç
rahatsız olmayın. Ben de gidiyordum."
Ayakların geri geri giderken adamlar güldü. Sonra ise biri ayaklandı.
"Dur bakalım! Bu saatte..." Eliyle etrafı işaret etti. "Burada ne işin var
güzelim?" "Akşam gezisi..." dedim.
Adam güldü. "Taner Allah'tan başka bir şey istesen olacakmış."
284
Diğerlerinden daha iri olan adam kahkaha attı. Taner o olmalıydı.
Tehlike çanları o an zihnimde çalmaya başladı ve yine aynı komut art
arda aradan sıyrılıp beni uyardı.
Kaç, kaç, kaç...
Arkamı dönmemle koşmaya başlamam bir oldu ama bunca yolu
koşarken bir kez bile tökezlememiş ben bir süre sonra yere
kapaklandım. Toparlanmama bile fırsat kalmadan bir çift ayakkabıya
bakarken buldum kendimi. Ve bir çift daha... Ve bir çift daha... Başımı
kaldırdığımda bana soru soran adam sırıtıyordu. "Nereye kızım? Dur
daha yeni geldin."
"Bakın!" dedim ve ellerimden destek alarak geriledim. "Kick boks
biliyorum ben. İnanın bana bulaşmak istemezsiniz."
Komik bir şey söylemişim gibi üçü de gülmeye başladı. Ardından
Taner denen adam kolumdan sertçe tutup beni kaldırdı. "Gece uzun
güzelim. Gösterirsin marifetlerini. Acele etme."
Adamın beni tutan kolunu tuttuğum gibi arkasına çevirdiğimde bir
küfür savurdu. O kadar iriydi ki elbette benden böyle bir hareket
beklemiyordu. "Uzak durun!" dedim diğerlerine de. "Gebertirim
yeminle."
Önümdeki ikili bir an şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Sonra ise daha
zayıf olanı "Tamam, sinirlenme," dedi. "Bırak adamı. Sonra da ne
cehenneme istiyorsan git." Hah şöyle! Yola gelin.
Adamı sertçe itekledim ve geriledim. Şimdi yine koşma vaktiydi.
Tetikte biraz daha gerileyip ardından koşmaya başladım ama çok
kısa bir süre sonra birisi saçlarıma yapışıp beni geri çekti ve kendimi
yerde buldum. "Sürtük!" diye tısladı Taner denen çam yarması.
"Kaçacağını mı sandın?"
Ayağa kalkamadan üzerime abandı. "Kolaysa şimdi de aynısını yap."

285
Sırtıma batan taşlarla adam kollarımı da yere çiviledi. "Bırak lan!"
diye bağırıp onu itmeyi denedim ama başaramadım.
Üzerime eğilip "Bakalım göründüğün kadar da sert misin?" diye
soludu. İçki kokusu buram buram bana çarparken iğrenerek yüzümü
yana çevirdim.
Arkadan yine bir gülme sesi geldi. "Taner bize de bırakırsın biraz
değil mi dostum?"
Adam başını sesin geldiği yöne çevirip güldü. "Pek hali kalmaz ama
idare edeceksiniz artık."
Adamın iğrenç cümleleri eşliğinde diğerleri kahkaha attı. Şu an elim
kalksaydı bu adamın suratına yumruğu indirmiştim. İyiden iyiye
paniklerken nefesim yine düzensizleşmeye başladı ama sakinleşip
buradan kurtulmaya odaklanmalıydım.
Hala bir nebzede olsun kıpırdatabildiğim bacaklarımın yardımıyla
adamın bacak arasına sert bir darbe indirdim. Adam inleyip bir küfür
savururken ağırlığının hafiflemesini fırsat bilerek onu üzerimden
ittim ama düşündüğüm kadar etki etmemiş olacak ki bacağımdan
yakalayıp tekrar beni yere çekti ve dizlerimin üzerine otururken eli
saçlarımı buldu. Koparırcasına başımı yere bastırırken "Sürtük!" diye
tısladı yine. Ellerimle onu itmeyi denediğimde saçlarımı daha da çekti
ve bir çığlık attım.
Kurtuluşumun olmadığını anladığımda ağzımdan tek isim çıktı.
"AKIN!"
"Akın mı?" dedi üzerimdeki adam alayla. "İstersen senin için Akın da
olurum güzelim." Nefesim kesiliyordu! Allah kahretsin!
Adamın tek elin tişörtümün eteklerini bulduğunda "Akın!" diye
bağırdım tekrar. Neredeydi bu lanet herif?

286
Geri dönüp ne olduğuna bakmalıydım. Belki de ciddi bir şey olmuştu.
Lanet olsun, şu an kendimi düşünmek varken ben onu
düşünüyordum çünkü kabul etmek istemesem de şu an tek kurtuluş
umudum oydu. Hayır, kesinlikle onun sağlık durumuyla
ilgilenmiyordum. Tamam, biraz ilgileniyordum.
Hem nefes almaya çalışıp hem de ellerimle adamı durdurmak için
uğraşırken pislik herif eğlenerek gülüyordu. Gözlerim dolarken son
kez şansımı deneyip "Akın!" diye bağırdım. "Allah'ın belası... Domuz
herif!"
Birden adam üzerimden çekilirken "Farkındaysan..." dedi bir ses.
"Bana dedi."
Sonra adamın yüzüne inen bir yumrukla adam yanıma devrildi ve
Akın "Allah'ın belası domuz herif'le tanışın lan şerefsizler!" diye
kükredi. Evet, gerçek manada kükredi.
Diğer iki adam şaşkınlığını atlatmış olacak ki ona yöneldiler. Ben ise...
Evet, bendeniz Asiye ise soluklarımı düzene sokar sokmaz çevik bir
hareketle yanımdaki adamın üzerine çıkıp suratına bir yumruk
indirdim. Bileğim acıyınca salladım ama durmadım.
"Marifetlerimi merak etmiştin," dedim ve bir yumruk daha indirdim
yüzüne. "Nasıl? Beğendin mi?"
Güç avantajını kullanıp beni etkisiz hale getiren o olsa da şimdi
avantaj kesinlikle bendeydi. Belki biraz Azman'ın attığı yumrukla
adamın beyin fonksiyonlarını kaybetmesinin de payı vardı ama
biraz...
Ben şu an Wonderwoman'dım. Heheyt ulan! Yemişim
Wonderwoman'ı. Zeyna'ydım ben ve şu an zililili diye zılgıt çekip
etrafa o yuvarlak bıçaklardan atasım vardı. O derece gözüm
dönmüştü ki sormayın. Adam derin derin nefes alırken içimdeki
Zeyna'ya bir dur be bacım! dedim. Bizim adam piyasada yok!
287
Gözlerimi etrafta dolaştırdım ve sonunda Azman'ı buldum.
Adamlardan biri yerde can çekişir gibi kıvranırken Azman diğerinin
suratına güçlü bir yumruk indirdi. Oha! Ben Zeyna'ysam bu kimdi?
Kara Murat? Savulun bre adiler diye bağırırsa kesin Kara Murat!
"Ulan siz yürek mi yediniz?" diye kükredi. "O kız kim biliyor musunuz
lan siz?"
Karşısındaki adam kaçmaya çalışsa da saçma bir şekilde sordu.
"Kimmiş lan?"
Azman bir an durdu ve harbi harbi düşündü. "Kapı komşum lan o
benim!" der demez adamın suratına bir yumruk indirdi.
Yok be! Ne Kara Murat'ı? Bu bizim bildiğimiz Allah'ın belası domuz
herif Azman'dı. Kapı komşum ne be?
Üzerinde olduğum adamın durumunu analiz ettim ve yerden
kalkamayacağına kanaat getirince ayağa kalktım. Hızımı alamayıp bir
de bacak arasına çocuğu olmamasını kesinleştiren bir tekme
geçirdim ve adamım suratının patlıcan moruna dönüşmesini izledim.
"İşlev görür mü artık bilemem, ibnenin evladı!"
Azman'ın yanına koşar adım giderken diğer adam hala onunla baş
etmeye çalışıyordu ama pek de şansı yok gibiydi. Hatta çok bile
dayanmıştı. Azman'ın içinden böyle bir canavar çıkacağını ben bile
düşünememiştim yani. Az önce kendinin iki kadı olan Taner denen
şerefsizi tek yumrukla yere indirmişti herif. Şu an Hulk'a dönüşse
şaşırmazdım yani.
Birden adamın elini cebine attığını gördüm ve bir şey ay ışığının
yüzeyine vurmasıyla parladı. Olduğum yerde donarken adam bıçağı
Azman'a doğru savurdu.

288
"Dikkat et!" diye bağırdığımda ise onun gözleri bir an bana kaydı.
İşte her şey tam o an da oldu. Adam bıçağı Azman'a sapladı ve derin
karanlıkta bir çığlık yankılandı. Benim çığlığım!
• 'Çok Konuşuyorsun!'

Akın Korutürk
Karnımda hissettiğim acıyla bir çığlık duydum. Bıçağı saplayan
şerefsiz herifin elini bıraktığımda geri çekildi ve ben de bakışlarımı
aşağı indirdim. Şüphesiz elini son anda yakalamasaydım şu an
bambaşka bir durumda olurdum. Yine de bıçak karnımın yanına
isabet etmişti. Tişörtüm kana bulanırken karşımdaki adam geriledi ve
aynı hızla koşmaya başladı. Yerdekiler de biraz daha kendilerini
toparlamış olacaklar ki onlarda aynı hızla ayağa fırlayıp sarsak sarsak
koşmaya başladılar. Şüphesiz Asi olmasa ve Asi'nin peşinden
koşarken bacağımı sakatlamamış olsam onları böyle kolayca
bırakmazdım.
Arkamı döndüğümde Asi'yi gördüğüm aynı pozisyonda buldum.
Öylece kilitlenmiş gibi bana bakıyordu. Hızla arkamı dönüp
bacağımdaki ağrıyla biraz aksayarak yanına gittiğimde onu kendime
çekip sarıldım. Yara şiddetle acısa da bu umurumda olmadı. Acaba
bu kız beni nasıl korkuttuğunun farkında mıydı? Adımı bağırırken
neredeyse yüreğim ağzıma geliyordu. Hele o şerefsizi onun üzerinde
bulunca yemin ederim nevrim dönmüştü.
O öylece kaskatı bir şekilde dururken ne kadar süre sonra ondan
ayrıldığımı bilmiyordum. "İyi misin?
Yaralanmadın değil mi? O şerefsizler sana bir şey yaptı mı?" O cevap
vermeyince ay ışığında üzerini taradım. Tişörtünde gördüğüm
lekeyle yine panikledim.

289
"Yaralandın mı?" derken elim tişörtüne gitti ama bileğimi tutarak
beni durdurdu.
"Benim değil."
"Ne?"
"K-kan, senin kanın," dedi çenesi titrerken. Bu sefer onun titreyen
elleri benim tişörtümü buldu ve hafifçe yukarı kaldırmaya yeltendi.
Onu durdururken "Önemli bir şey değil," diyerek sakinleştirmeyi
denedim. Yarayı görürse daha da panikleyecek gibiydi.
"Nasıl önemli bir şey değil?" diye birden bağırdı. "Bıçaklandın be!"
Daha da titremeye başlayınca "Asi, sakin ol," dedim. "İyiyim ben."
"Bok iyisin," dediğinde gözleri doldu. Sonra birden ağlamaya
başladı. Hatta öyle ki ağlarken omuzları şiddetle sarsılıyordu. Yine
kollarımı ona doladığımda ağlamaya devam etti. Acı katlanarak artsa
da dayandım ve bir süre onun sakinleşmesini bekledim. En sonunda
beklemediğim bir hızla benden ayrıldı ve iç çekip "Tamam." dedi.
"Ambulansı arayalım, polisi de. Hatta jandarmayı da arayalım."
Duraksayıp "Allah senin belanı versin!" diye bağırdı. "Nasıl
arayacağız? Telefonumu attın." O kadar hızlı ve panikle konuşuyordu
ki onu durdurmaya her yeltendiğimde başaramıyordum.
"Dur!" dedi birden ve eli ceketime gitti. "Senin telefonun hala
yanında değil mi?"
Bir an yoklarken karnımdaki yaraya değince dişlerimi sıktım ama o
fark etmişti. "Canın mı yandı? Allah'ım çok kan var, ne bok yiyeceğiz
şimdi? Ya ölürsen."
Ellerimle omuzlarını kavrayıp onu olduğu yere sabitledim. "Dur artık
be güzelim."

290
Ama o öylesine panikti ki duracağa benzemiyordu. "Telefonunu ver
Akın. Hadi çabuk! Bak dokunamıyorum bile. Sen ver."
"Telefonum arabada kaldı. Artık sakin olur musun?"
"Allah'ım!" diye inledi elleri alnını bulurken. "Öleceksin. Kesin
öleceksin. Ben de bu dağ başında seni gömmek zorunda kalacağım.
Sonra açlıktan ben de ölürüm zaten."
"Saçmalama!"
"Doğru saçmalıyorum. Buralarda kazma kürek yok ki, seni nasıl
gömeyim?"
"Asi sakinleş artık."
"Kokacaksın!" diye bağırdı ve gözleri yeni yaşlarla doldu. "Ölünce
insanlar kokar. Allah'ım bu salak herif ölecek ve ben onu
gömemiyorum bile."
Bıkkın bir nefes aldım ve bir o yana bir bu yana dönen Asi'yi tekrar
durdurdum. Ellerim yüzünün iki yanına yerleşirken "Çok
konuşuyorsun!" dedim. "Ve ben seni uyarmıştım." İşte o an onu
susturdum. Tam olarak onu tehdit ettiğim şekilde. Dudaklarımı
dudaklarına bastırdım ve onu pek de yumuşak olmayan bir şekilde
öptüm.
Şaşırmış olsa da bu onu durdurmaya yetmişti. Aslında tam olarak
sadece öpüp geri çekilecektim ama bu pek mümkün olmadı. O
öylece kalakalmışken ben dudaklarını keşfetmeye devam ettim.
Bana karşılık vermezken bile böyle hissediyorsam karşılık verse ne
hissederdim kim bilir. Aslında onu da biliyordum ve karşılık
vermemesi o an için çok daha iyiydi.
Zorlanarak geri çekildiğimde irileşen ve gecenin karanlığında bile
kendini belli eden yeşim gözleriyle karşılaştım. Yaşadığı şoku

291
atlatmış olacak ki "Sen..." dedi. "Asıl şimdi öldün." Narin elleri
boynumu bulduğunda "Sen beni nasıl öpersin lan?" diye gürledi.
Boynumdaki ellerini umursamadan ona doğru eğildim ve "İşte
böyle," dedim. Onu tekrar öptüğümde yine kalakaldı.
Ondan ayrıldıktan birkaç saniye sonra "Sen..." dedi yine. "Seni
öldüreceğim azgın teke!" Ellerini sıkılaştırırken bana doğru yaklaştı
ve tam o anda dengesini kaybedip üstüme düştü. Tabii bende yeri
boyladım. Karnımda iyiden iyiye acısı hissedilmeye başlayan yara,
Asi'nin ağırlığıyla ağzımdan bir inilti dökülmesine neden oldu ve Asi
aynı anda ellerini çekip doğruldu. "Ölüyor musun? Ya Rabbim kesin
şimdi ölüyor."
Zorlanarak da olsa ben de doğruldum ve onun bileğini kavradım ama
bu seferde o acı bir inilti çıkardı. "Ne oldu?" diye sorup bileğini
kaldırınca bu kez ufak bir çığlık attı. "Bileğini mi incittin?"
"Bende mi öleceğim?" dedi alaycı sözlerinin aksine dolu gözlerle.
"İkimiz de öleceğiz ve bizi kimse bulamayacak. Resmen Lost olduk."
"Neden iki kelimenden biri ölmek oluyor?"
"Çünkü öleceğiz," Aynı anda kurt ulumasına benzer hayvan sesleri
duyuldu ve Asi eliyle etrafı gösterdi.
"Kurtlar da bizi yiyecek."
"Saçmalama Asi!" Diğer bileğini kavrayıp onu peşim sıra çekmeye
başladım. "Arabaya ulaşalım. Birilerini ararız."
"Tabii oraya kadar ölmezsen," dedi hem ağlayıp hem burnunu
çekerken.
"Az önce bana hayat öpücüğü vermedin mi sen? Hem de iki kez,"
dedim alayla.
"Geber inşallah!"
292
Güldüm. "Üç canım var güzelim. O biraz zor." "İki!" diye beni
düzeltti.
"Üç!" diye ısrar ettim.
"Nasıl üç olabilir? Eğer öptüğün başka kızları da sayıyorsan
ölümsüzsün demektir."
"Hayır, bana can veren sadece sensin. Sen Mario'daki gizli
mantarsın."
"Komik mi bu? Ölüyorsun ve sen hala espri yapıyorsun. Hem senin
bacağına ne oldu?"
"Çukura düştüm," dedim kızgınlıkla. "Ne akla hizmet dörtnala
koşuyorsun? O çukura sen de düşebilirdin. Ve o adamlar..."
Duraksadım ve dişlerimi sıktım. Bunun düşüncesi bile kanımı
hızlandırıyordu. Şu durumdan kurtulalım onlara yapacaklarım
kelimelerle anlatılacak şeyler değildi. Ona dokunan her uzuvlarını
koparıp lime lime edecektim.
"Ben..." dedi Asi ama devam etmedi. Başımı en sonunda arkaya
çevirip ona baktım. O da başını yere eğmiş burnunu çekiyordu.
Arabada ona bağırdığım için pişman olmuştum ama kaza yapıp ona
bir şey olacak olması ihtimali bile beni bir an felaket korkutmuştu.
Yine de bu ona ilk bağırışım değildi ama ilk kez böyle bir tepki
vermişti. Hatta benden korktuğunu gözlerinden anlamıştım.
Onu bir türlü anlayamıyordum. Korkusuz bir kızdı ama bazı anlarda
sanki kilitleniyordu. Onu tetikleyen şeyin ne olduğunu bilmiyordum
ama geri plana attığı kötü bir şeylerin varlığını sezmemek imkânsızdı
ve bu nedenlerin kaynağı bence Deniz denen o şerefsizdi. Ona ne
yapmıştı bilmiyordum ama öğrendiğimde sakin kalamayacağımı
hissediyordum. Sadece o pislik herifi bulduğumda diğer tarafa
yollamamamı gerektirmeyecek bir şeyler olmasını umuyordum.

293
Ortamı yumuşatmak için "Bir canımın nereden geldiğini merak
ediyor musun?" diye sordum.
Başını kaldırıp bana baktı. Onu böyle görmek ise yine içimi sızlattı
ama ona belli etmedim. "Ben sanıp yolda bir ayı falan mı öptün?"
"Yani seni öpmek istediğimi düşünüyorsun."
"Düşünmüyorum adi herif. Az önce beni öptün zaten." "Niye
sinirlisin ki?" dedim çarpık bir gülümsemeyle.
"Allah'ım bir de soruyor. Ben kaçırıp sonra da öptüğün için olabilir mi
Allah'ın belası?"
Duraksayıp ona döndüm. "Tamam ödeşelim."
"Ne?"
"Sen de beni öp, ödeşelim."
Gözlerini kıstı. "Sapıksın, Allaha şükür ki en azından ölüyorsun."
"Az önce benim için pek bir endişeli görünüyordun."
"Kendim içindi o. Kendimi düşünüyorum, seni değil."
"Öyle mi?"
"Öyle."
Bileğini bırakıp elimi yaraya bastırdım ve sendeledim. Asi'nin
gözlerini birden irileşirken beni tuttu. "İyi misin? Ölüyor musun
cidden?"
"Sanırım," dedim acı çeker gibi.
Yine gözleri doldu. Paniklemiş olmasa kesinlikle beni ciddiye
almazdı. "Ölemezsin geri zekalı," dedi burnunu çekerken. Her an
yine ağlamaya başlayacak gibiydi. "Sen ölürsen ben burada tek
başıma ne yaparım? Allah'ım ne olur ölmesin bu domuz!"
294
Acı çeksem de gülümsememi bastıramadım. "Benden
kurtulamayacağını hala anlamadın mı?"
"Doğru, senden kurtuluş yok," dedi ve hafif bir tebessüm etti.
Koluma girip beni doğrulttuğunda "Kan durmadı," dedi. "Saracak bir
şey bulmamız lazım. Arabaya ne kadar var?" "Az kaldı."
Her ne kadar belli etmemeye çalışsa da arada acıyla yüzünü
buruşturduğunu görebiliyordum. "Bileğin çok mu acıyor?"
"Önemli bir şey değil. İncinmiştir. En azından delik deşik olan ben
değilim."
Biraz daha sakinleşmiş gibiydi. Fazlasıyla uzun bir süre sonra arabaya
ulaşmıştık. İçeri girer girmez Asi hemen tişörtümü yukarı çekti ve
aynı anda gözleri irileşti ve yutkundu. Etrafına bakınıp kanı
durduracak bir şeyler aradı ama bulamayarak bana döndü. "Yarana
bastıracak bir şeyler yok mu bu kahrolası arabada?" "Sanmıyorum."
"O zaman şunu çıkaralım," dediğinde önce ceketimi sonra tişörtümü
çıkardı. Onun bu ilgili hali hoşuma gittiğinden acı bile katlanılır
geliyordu.
Utandığından olsa gerek bana bakmamaya özen göstererek
çıkardığı tişörtümü yarama bastırdı. Kısa bir an acıyla kasıldığımda
panikledi. "Çok mu acıdı? Ya ben ne anlarım bu işlerden?"
"İyiyim ben!"
"Belli çok iyisin." Dişlerini sıktı ve yaraya baskı uygulamaya devam
etti. Gittikçe bitkin hissederken gözlerim kapanmaya başladı.
"Uyuma!" dedi yükselen sesiyle. Gözlerimi araladığımda yine
gözyaşlarının yüzünü ıslattığını gördüm.
"Sen de ağlama!" dediğimde içini çekti ve elimi tutup yaranın
üzerindeki tişörte bastırdı.

295
"Şunu biraz tut. Sakın bırakma. Ben birilerini arayayım." Arabanın
gözünden telefonumu aldı ve bir kaç tuşlama yaptı. Sonra öfkeli bir
soluk verdi.
"Çekse şaşardım. Acaba dağ başına bizi getirirken ne
düşünüyordun?"
"Sadece beni dinlemeni istemiştim," dedim artık bitkin çıkan
sesimle. Onun da yüzü anında yumuşadı. "Beni dinleyecek misin
Asi?"
"Kan kaybından birazdan diğer tarafı boylayacaksın ama hala bana
açıklama yapmak mı istiyorsun?" "Evet."
Bir kaç saniye öylece bana baktı ardından kapı koluna uzandı ama
yaranın üzerindeki elimi kaldırıp bileğini yakaladım. "Kaçmıyorum,"
dedi hemen. "Telefonun çekebileceği bir yer bulup birilerine haber
vereceğim.
Hemen dönerim."
"Hayır," diye itiraz ettim. "Dışarı çıkma."
"Akın saçmalama! Birilerini çağırmalıyız."
"Hayır dedim. Burada kal. Dışarısının ne kadar tehlikeli olduğunu
gördün. O adamlar hala dışarıda olabilir."
Sesli bir soluk verdi ve kapı kolunu bıraktı. "Peki, ama ölürsen
mesuliyet kabul etmem."
Gülmeye çalışarak "Tamam," dedim. "Tüm sorumluluk bana ait."
Karnımdaki tişörte baktı ve tekrar yutkundu. "Neden durmuyor bu?"
Gözlerim açık tutmam artık o kadar zor geliyordu ki direnemiyordum
bile. Yarı kapalı gözlerle ona bakarken birden yüzümde elini
hissettim.

296
"Akın!" dedi titreyen bir sesle.
"Hı!"
"Ateşin çıkıyor."
"İ-iyiyim ben."
"Şunu söylemeyi keser misin? Sinirlerimi bozuyorsun."
"Tamam, söylemem," dediğimde gözlerimdeki ağırlıkları artık
tutamıyordum. Asi'nin uyuma uyarısına "Uyumazsam beni affedecek
misin?" diyerek cevap versem de kısa sürede uykuya dalmam
kaçınılmaz olmuştu.
☘☘☘
Yüzüme vuran güneş ışıklarıyla gözlerimi zorlukla araladığımda
üzerimde bir ağırlık hissettim. Bakışlarımı aşağı indirip ne olduğunu
anlamaya çalıştım ve Asi'nin açık kahveye çalan saçlarıyla karşılaştım.
Tam olarak şu an göğsüme yaslanmış uyuyordu.
Onu rahatsız etmemek için kıpırdamamaya çalıştım. Zaten o kadar
bitkin hissediyordum ki istesem de kıpırdayamam gibi geliyordu.
Alnımda bir ıslaklık olduğunu fark edince yavaşça elimi kaldırıp ne
olduğuna baktım. Alnımın üzerinde ıslak bir bez vardı. Belli ki Asi
ateşimi düşürmeye çalışmıştı ama yarama kompres yapmak için bile
bir bez bulamazken alnımdaki bu bez parçasını nereden bulduğunu
merak etmiyor değildim.
Asi birden kıpırdanınca karnımdaki yara acısını belli etti ama kendimi
tutup gözlerimi kapattım. Tamamen doğrulmuş olacak ki üzerimdeki
ağırlık hafifledi. "Olamaz," dedi panikle. "Uyudum mu ben?" Bir an
duraksadı. "10 dakika, 10 dakika uyumuşum. Ölmüş olamaz." Tüm
gece benimle uğraşmış olamazdı değil mi?
Eli alnımı bulduğunda gülmemek için kendimle bir savaş verdim.
"Ateşi düşmüş de niye bu kadar soğuk? Allah'ım öldü mü yoksa?
297
Ölmüş olamaz. Ya ölmüşse. Burada koyacak bir buzdolabı da yok."
Yine yoğun bir panikle nefes almadan konuşurken bileğimi çekti ve
"Nabza nasıl bakılıyordu?" dedi kendi kendine. Bileğimdeki elinin
titrediğini bile hissedebiliyordum.
"Düşün Esra, düşün! Sen her sene yazı Doktorlar'ı izleyerek
geçirirsin. Açık kalp ameliyatı bile yaparsın sen." Sonra daha da
panikleyerek devam etti. "Öldü, kesin öldü bu. Akın!" dedi ve
omuzlarımı sarstı. Canım acısa da tepkisiz kalmayı başardım. "Akın
ölme ya! Bak ölmezsen seni affedeceğim. Yemin ederim bak seni
dinlerim de." Beni tekrar sarstı. "Kalp masajı ya da suni teneffüs mü
yapsam? Ne yapacağım şimdi ben ya?"
"Suni teneffüs tercihimdir," dediğimde boş bulunmuş olacak ki
"Evet," dedi. "Suni teneffüs." Saçları yüzüme döküldüğünde "Dur bir
dakika!" dedi ve ben gözlerimi açtım. "Lan sen yaşıyor musun?"
"Ölmemi mi tercih ederdin?"
Kızarmış ve şişmiş gözleri yine dolu doluydu. Acaba hayatında hiç bu
kadar ağlamış mıydı? Onu böyle görmek hiç hoşuma gitmemişti, hem
de hiç ve tüm bunların sebebi yine bendim çünkü ben lanet herifin
tekiydim.
"Ödümü koparıyordun lanet olası!" diye bağırdı ve geri çekilmeye
yeltendi ama kollarını kavrayıp izin vermedim.
"Beni affedeceğini söyledin."
"Bir de beni duyduğun halde numara mı yaptın?" dedi öfkeyle. "Ben
saatlerdir neler çekiyorum haberin var mı senin?"
"Özür dilerim."
"Özür falan dileme. Geberme yeter bana."
İstemsizce gülümserken o da geri çekildi ve ben tişörtünün üzerinde
olmadığını o an anladım. Gözlerim kısılırken yutkunmamı kesinlikle
298
bastıramadım. "Gece..." dedim tekrar yutkunmamak için kendimi
zorlukla tutarak. "Bana bir şey mi yaptın sen?" "Ne?" dedi
anlamayarak.
Gözlerim önce yarıya kadar açık ceketinden görünen beyaz
sutyenine, sonra sol göğsünün üzerinde kalan eğrelti otu
biçimindeki dövmeye kaydı. Sırıtarak ona da işaret ettim. "Artık
benimle evlenmek zorundasın?" "Ne?" dedi gözlerini kısarak.
"Namusumu kirlettin. Beni ortada mı bırakacaksın?"
"Ne namusu? Ne diyorsun sen be? Kan kaybından kafan da gitti
iyice."
Sonra birden kafasına dank etmiş gibi gözleri kendine kaydı ve ne
durumda olduğunu anladı. Başını hızla kaldırıp irileşen gözleri beni
bulduğunda "Bakma!" diye bağırdı ve hemen arkasını döndü. Bir
kahkaha attım ama canımın acısıyla susmak zorunda kaldım. Yoksa
buna dakikalarca gülebilirdim.
Asi ceketini boynuna kadar çekmiş olarak bana döndüğünde
yanakları kızarmıştı. "Tişörtüne ne oldu?" diye sordum.
"Şu an alnında duruyor."
"Gece olanları hatırlamamam ne büyük kayıp," dedim sırıtarak.
"Çok bir şey kaybetmedin, merak etme. Böbreklerini aldım sadece.
Sıra dalağına gelmişti ki uyandın. Şimdi de onu sökeceğim."
Öfkeli bir hareketle elini alnıma uzatıp tişörtü alırken güldüm. O ise
bana bakmadan "Daha iyi misin?" diye sordu. İlgili görünmemeye
çalışsa da bunda pek başarılı olamıyordu.
"İyiyim. Sadece biraz halsiz hissediyorum."
"Normal. Kan kaybettin ama bir kaç dakikaya Ambulans burada olur.
Biraz sabret."
299
"Ambulans mı? Nasıl yani?"
"Ambulansı aradım. Biraz ileride telefon çekiyordu." "Ne zaman?"
dedim kaşlarım çatılırken.
"Bir saat kadar oluyor."
"Dışarı mı çıktın? Sana çıkma demiştim."
"Sonsuza kadar burada mı duracaktın? Bir şekilde birine ulaşmamız
gerekiyordu," diye çıkıştı. "Ölüp de başıma mı kalacaktın?"
"Aslında canlarım bitti. Bana bir can daha verir misin?"
"Sen ne utanmaz adamsın be?"
"Ne? Sonuçta bu hayat memat meselesi. Ee, hani canım?" deyip
dudaklarımı ileri uzattım.
"Suratına yumruğu indireceğim şimdi arsız piç!"
Elini yumruk yapmıştı ki acıyla dişlerini sıktı ve sol eli diğer bileğine
üzerine kapandı. Ovalayınca yine acıyla yüzünü buruşturdu.
Doğrulmaya çalışıp eline uzandım ama yine acıyla inledi. Bileğinin
etrafı morarmış ve biraz daha şişmişti. "Bileğini nasıl bu hale getirdin
anlamıyorum," dedim acıtmamaya özen göstererek kolunu kendime
çekerken.
"Adamın suratını dağıttım." Yüzünde çektiği acının izleri olsa da
keyifli bir şekilde güldü.
"Bravo Zeyna!"
"Ah! Zeyna gibiydim değil mi ya?"
Kaşlarımı kaldırdım. "Zeyna eşcinseldi, biliyorsun değil mi?"
Bir an şaşkınlıkla dudakları aralandı. Söylediğim şeye mi yoksa bunu
bilmiyor olmasına mı şaşırdığını anlamadım. Sonra sırıttı. "Benim
olmadığımı kim söyledi?"
300
Şimdi ağzı beş karış açılan ben oldum ve o yine bir kahkaha patlattı.
"Her seferinde bunu yutuyorsun ya! Şu surata bak!"
"Çok komiksin güzelim," dedim alayla. "Ama boşuna kendini
paralamışsın, o adam zaten attığım yumruktan sonra
doğrulamazdı."
Omuz silkti ve bir arabanın sesi uzaklardan duyuldu. Asi heyecanla
dışarı bakarken "Ambulans geliyor," dedi. "Allah'ım ölmeden bu
geceyi atlattık çok şükür."
"Gece hiç uyumadın mı?" dediğimde bakışları bana kaydı.
"Öleceksin diye diken üstündeydim be, ne uyuması? Her neyse..."
dedi ve kapı kulpuna uzandı.
"Asi!" dediğimde başını bana çevirdi. "Güzelmiş."
"Ne güzelmiş?" dedi elini kapı kolundan çekmeden. Gözlerimle
ceketini işaret ettiğimde kaşları çatıldı. "Bu konuda tek kelime
edersen seni kendi ellerimle öldürürüm."
"İçin gerçekten çok fesat." Yüz ifadesinde bir değişme olmayınca
sırıttım. "Dövmenden bahsediyordum." "Sen onu gel de benim
külahıma anlat."
Kapı kolunu çekmişti ki tekrar "Asi!" dedim.
"Yine ne var?"
"Teşekkür ederim. Her şey için."
"Ne demek?" dedi alayla. "Ödümü kopardın ama canın sağ olsun."
"Ödeşmiş olduk."
"O ne demek?"
"O gün seni sokakta baygın bulduğumda benim de ödüm
kopmuştu."
301
Neşeli ifadesi silindi ve "Öyle mi?" dedi artık biraz daha öfkeli bir
sesle. "Çünkü buna sebep olan kişi de tam olarak sendin. Şimdi bana
benim için endişelendiği söyleme sakın."
"Endişelenmek mi?" dedim ben de ciddileşerek. "Hayatımda hiç
böylesine korktuğumu hatırlamıyorum. Tabii dün gece sen kaçana
kadar."
Bir kaç saniye sessizce doğru söyleyip söylemediğimi anlamaya
çalıştı. Sonra "Vicdan mı yaptın?" dedi. "Sonuçta bir gün içinde beni
fazlasıyla aşağıladın ama biliyor musun, haklıydın. Hepsini hak ettim.
Benimle oynadığını zaten biliyordum, yine de sana izin verdim."
"Esra..." diye araya girmeye çalıştım ama izin vermedi.
"Sonra da ağzımın payını aldım ama emin ol amacım sadece Burak'a
yardım etmekti. Yani onun yatak arkadaşı olup onu kafalamak değil.
Hele parasını yemek hiç değil."
"Böyle bir şey hiç düşünmedim zaten," dediğimde hayretle ağzı
açıldı.
"Sen benimle kafa mı buluyorsun? Bana tam olarak ne muamelesi
yaptığının gayet net anladım ben." "Çünkü öfkeliydim."
"Çünkü arkadaşına askıntı oluyordum," dedi alayla.
"Hayır," dedim. O da öfkeli bir soluk verdi ve kapı kolunu çevirdi ama
kolunu tutup izin vermedim. "Söyleyeceklerimi dinle sadece,"
dediğimde öfkeyle güldü.
"Allah'ın belası domuz herif olduğunu söyleyeceksen bunu zaten
duydum."
"O da var tabii," dedim. "Ama bu başka."
"Neymiş?"

302
Zorlukla ve son kalan gücümle doğruldum ve ona yaklaştım. O
dikkatle bana bakarken "Onları söylemem sadece..." dedim ve
kaşlarının çatılışını izledim. "Kıskançlıktandı."
"Kıskanmana gerek yok. Burak'la bir daha görüşmeyeceğim zaten.
Al arkadaşını da başına çal." "Kıskandığım o değildi."
Önce anlamadı. Anladığında ise "Yeter!" dedi dişlerinin arasından.
"Benimle oynamayı kes artık."
"Her şeyin tek bir nedeni vardı Esra." Ve ona daha da yaklaştım. "Ve
sence de..." dediğimde aramızda neredeyse hiçbir mesafe yoktu. "O
neden çok açık değil mi?" Yeşillikleri gözlerimden ayrılmadan onu
dördüncü kez öptüm.
• 'Emin misin?"
🍀
Esra Yağmurlu
Bir gün içinde yaşamadığım şey yine kalmamıştı. Azman hayatıma
girdiğinden beri hayatımdan heyecan eksik olmuyordu ki. Şimdi bir
de şu öpücük meselesi çıkmıştı başıma. Adam sürekli beni öpüp
duruyordu, delirmemem işten bile değildi. Tam onu dayak manyağı
yapacaktım ki kapı açılmış ve Azman'ı hızla ambulansa almışlardı
ama benim öfkem öyle çabuk dinecek gibi değildi. Bu herifi bugün ya
dövecektim ya dövecektim yani. Başka bir seçenek o an için yoktu.
Bir kez daha ambulansa doğru atıldığımda yine geri çekildim.
"Bırakın! Bu herifi öldüreceğim. Yetti artık!"
"Hanımefendi," dedi beni tutan jandarma komutanı bıkkınlıkla.
"Sakinleşip bize neler olduğunu anlatın lütfen."
İşaret parmağımla ambulansın sedyesindeki Azman'ı gösterirken
"Bu herif..." dedim. "Bu domuz herif..." Acil tıp teknisyeni Azman'ın
yarasını temizlerken Azman tek kaşını kaldırıp sırıttı. Diğer sağlık
303
personeli ise Azman'ın yarasını temizleyen kıza gerekli malzemeleri
veriyordu. Beni tutan bölge jandarma komutanı sonunda, "Bu
herif?" diye devam etmemi belirtti.
"Hayır, bu herif değil," dedim. "Bu domuz herif... Domuzu es
geçmeyelim."
Komutan sesli bir nefes verirken diğer jandarma er güldü. "Peki, bu
domuz herif..."
Azman ambulansın sedyesinde yatarken atıldı. "Komutanım ayıp
oluyor ama."
"Beyefendi domuz olduğunuzu iddia etmiyorum. Hanımefendi öyle
söyledi diye... Tövbe estağfurullah!" dedi ve başını iki yana salladı.
Sanırım adamı da sonunda çıldırtmıştık. "Bütün deliler de beni
buluyor. Ee, devam edin artık hanımefendi."
"Bu herif beni kaçırdı," dedim öfkeden köpürürken. "Bunun
yüzünden az kalsın sapık adamlara yem oluyordum. Sonra da beni
öptü." "Adamlar mı?" dedi komutan.
"Ne adamları?" diye bağırdım. "Bu adamlardan kurtardı beni.
Adamlardan biri de bunu deşti işte. Sonra da bu domuz herif öptü
beni."
"Bu adam sizi saldırganlardan kurtarıp sonrada kendisi taciz etti,
doğru mu anlamışım?"
"Aynen öyle. Hem de ne taciz! iki kez, iki kez öptü beni bu şerefsiz!"
"Üç," diye düzeltti Azman. "Az öncekiyle Üç, günler öncesiyle dört."
"Anlamadım," dedi komutan. "Yani hanımefendiyi kaçırdığınızı ve
taciz ettiğinizi kabul mü ediyorsunuz?"

304
Azman umursamazca omuz silkti. "Taciz demeyelim bence
komutanım. Onun da gönlü var bende." Hayretle ağzım açılırken bir
de bana göz kırpmasın mı kan damarlarımda fokurdamaya başladı.
"Yalancı domuz!" diye bağırdım. "Sen beni kaçırmadın mı lan? Sonra
da öpmedin mi? Hani bunda rıza, hani bunda gönül?"
"Kaçırdım evet, çünkü beni dinlemiyordun. Öptüm de, çünkü çok
konuşuyordun. Ben de hoşlandığımı böyle belli ediyorsam demek
ki."
Öfkeyle tekrar Azman'a atıldığımda komutan yine beni geri çekti.
"Duydunuz mu domuz herifi? Duydunuz mu? Geberteceğim bunu
ben."
"Hanımefendi," dedi yine beni tutan komutan. "Sakinleşmezseniz
sizi arabaya tıkmak zorunda kalacağım."
Derin bir nefes alıp "Tamam, sakinim," dedim. "Bırakın." Adam
tereddütle beni bırakıp gerilerken kafama bir şey dank etti ve birden
gözlerim yine Azman'ı buldu. "Hoşlandığımı mı?"
Azman sırıttı. "Ne hoşlanması?"
"Sen az önce hoşlandığımı demedin mi?"
"Dedim mi?"
"Demedin mi lan?" diye gürledim.
Komutan "Hanımefendi!" dedi artık sabrının sınırında olduğunu belli
eden bir sesle.
"Ya ben hanım mıyım Allah aşkına?" diye kükreyince adam irkilip bir
adım geriledi. "Efendi gibi bir halimde yok. Hanımefendi,
hanımefendi yeter be! Siz bunu duydunuz mu onu söyleyin. Bu adam
az önce hoşlanmak dedi mi demedi mi?"

305
"Görüyorsunuz ya!" dedi Azman. "O da benden hoşlanıyor. Bunu
uzaydan çıplak gözle bakan astronotlar bile anlar."
"NE?" diye kükredim. "Lan senin neyinden hoş olacağım? Aman işte
hoşlanacağım."
"Bak dilin bile dolandı. Hadi itiraf et!"
Ayağımdaki ayakkabıyı çıkarınca komutan önüme geçti. "İkinizi de
içeri tıkmama ramak kaldı. Oynaşacaksanız gidin evinizde oynaşın,
bizim de işimiz gücümüz var."
"Ne... Ne oynaşması ya?" Yanaklarıma kan toplanırken Azman
kahkaha attı ama acı çekmiş olmalı ki hemen sustu. Gebermedi ki
kurtulayım! Sahi kim kurtardı lan bu adamı? Hangi salak?
Salağı çok uzakta aramaya ne hacet? Bendeniz resmen salaklıktan
parlıyordum şu an. O astronotlar uzaydan görse görse benim
salaklığımın parıltısını görürdü.
"Bu adamdan şikâyetçi misiniz?" dedi en sonunda Komutan.
"Şikâyetçiyim, sürüm sürüm süründüreceğim onu."
"Peki, o halde buyurun merkeze gidelim." Komutan eliyle bileğime
dokununca acıyla yerimden sıçrayıp ufak bir çığlık attım.
"Dikkat edin!" dedi oldukça sert bir sesle Azman. Şimdi eğlenen
ifadesi silinmişti. "Bileği iyi değil. Önce hastaneye gitmeli."
Sağlam elimin işaret parmağını ona doğrultup "Sen konuşma sakın!"
dedim. "Önce seni hapse tıktıracağım." "Sonra onu da yaparsın
inatçı keçi." Yanındaki kıza dönüp "Bileğine bakabilir misiniz?" diye
sordu.
Allah'ım bir de kibar, bir de flörtöz konuşmuyor mu, şeytan diyor
kopar kafasını!

306
Sarışın görevli kız en sonunda başını Azman'ın yarasından kaldırdı,
önce bana öylesine gibi bir bakış attı. Sonra Azman'a dönüp oldukça
yumuşak bir sesle "Elbette ama önce yaranızı temizlemeliyim," dedi.
Bu çocuk gördüğü her kızı ayartmak zorunda mıydı acaba? Ya da bu
kız ne tür bir manyaktı da hala ona kur yapabiliyordu? Sonuçta az
önce adamın beni kaçırıp öptüğünü söylemiştim.
Azman kızın karnındaki elini tuttu ve ona çapkın bir şekilde
gülümsedi. "Önce ona bakın lütfen. Ben biraz daha dayanabilirim."
Kız Azman'ın elinin üzerindeki eline bakıp iç çekti ve donuk bir sesle
"Peki," dedi. Yanındaki sağlık çalışanı kıza devam etmesini belirtip
ambulanstan indi.
"Hanımefendi," diye o sabit hitabını yapan Komutana "Hanım da
efendi de senin anandır," diye sessizce söylenip başımı ona çevirdim.
"Elinizi serbest bırakın da görevli arkadaş kontrol etsin. Sonra gider
ifadenizi alırız."
Onun uyarısıyla gözlerimi ellerime çevirdim. İkisi de sıkı sıkıya
yumruk olmuştu ve o an şişmiş ve morarmış sağ bileğimden güçlü
bir acı dalgası yayıldı. Dişlerimi sıkarken yumruklarımı açtım ve acıyla
sesli soluklar vermeye başladım.
Kız yanıma gelip bileğimi kontrol etti. Ardından ise bakışlarını sanki
ben burada yokmuşum gibi Azman'a çevirdi. "Çatlak olabilir. Film
çekilmesi gerekiyor."
"Hey!" dedim dikkati kendime çekmek için. "O adam beni kaçıran
adam ve açıklamayı bana yapman gerekiyor çünkü bu benim
bileğim."
Kız hiç oralı olmazken, Azman gülüp komutana baktı. "Hastaneden
sonra ifade versek olur mu komutanım?" Komutan ise fazlasıyla
bunalmış olmalı ki uzatmayıp kabul etti. "Ulan sanki başka işimiz

307
yok, bir de dağ bayır fantezisi olan âşıklarla uğraşıyoruz," diye
söylenerek arabasına yöneldi.
Dağ bayır fantezisi ne ya?
Görevli kız ambulansa yürüdü. Şimdi ise ambulansta ikisinin de
gözleri bendeydi. Diğer sağlık çalışanı ise hala Azman'ın yarasıyla
ilgileniyordu. "Gelmiyor musunuz?" dedi kız sanki ne tantana yaptın
be, hadi der gibi.
Ben ve hastane...
Nasla!
Jandarma arabasına koşmaya yeltendiğim o kısacık anda "Sakın!"
dedi Azman ve araba patinaj çekerek ilerlemeye başladı.
Adamlardaki rahatlığa bak be! Beni resmen sapık bir domuz herifle
aynı ambulansa binmek zorunda bırakmışlardı.
"Bin şu ambulansa!" dedi Azman.
"Bok binerim!"
"Asi çocuklaşma!"
"Hanımefendi," dedi görevli kız sesiyle beni döver gibi. Bugün ne
kadar çok hanımefendi olmuştum ben ya? "Beyefendinin yarasına
dikiş atılmalı, hastaneye gitmeliyiz. Binin artık." "Ölecek mi yani?"
dedim gözlerimi kısarak.
"Ne?" dedi kız hayret eder gibi.
"Çok mu ciddi mi yani?"
"Elbette ki," dedi yüzünü buruşturarak.
"Gebersin o zaman. Cehenneme direk olasıca! Ben gidiyorum."
Yere düşmüş ayakkabımı alıp ayağıma geçirdim. Arkamı dönüp yol
boyunca yürümeye başlarken kızın arkamdan şok olmuş bir biçimde
308
baktığına neredeyse emindim. Bir kaç adım atmıştım ki kolumdan
geriye doğru çekildim ve kendimi Azman'ın çıplak gövdesine
bakarken buldum. İyi spor yapmıştı kabul. Ee, kızları nasıl ağına
düşürecekti tabii? Kadınlar tatlı sever, bu baklavalarda boşuna
değildi neticede!
Biraz daha bu manzaraya bakarsam bende o baklava ağına
düşecektim ya neyse! Yok öyle bir şey! Düşünmedim bile! Unut Asi!
Asi ne be? Unut Esra!
Beynim şu an mavi ekran vermişti!
Yutkunurken bakışlarım yavaşça yukarı tırmandı. Ela gözler
yorgunluk ve öfkeyle benimkilerle buluştu. "Karnımdaki yarayı
umursamadan seni şu an sırtıma atmamı istemiyorsan bin şu
arabaya artık!"
"Bana emir veremezsin sen!"
"Bin. Şu. Arabaya."
"Bin-mi-yo-rum."
"Beş Asi, beş olmasına çok az kaldı."
Anlamayarak gözlerimi kıstım. O ise bana göz kırpıp dudaklarıma
baktı. Fısıltıyla "Beş," dedi tekrar.
Kanımın akış hızı artarken nefes alışlarımda bir an hızlandı. "Seni adi
herif!" diye tısladığımda derin bir nefes aldı ve yüzünü buruşturdu.
Ardından ise sendeledi. Panikleyip onu tutarken gözleri yine beni
buldu.
"Canım yanıyor Asi. Gidelim artık şu hastaneye."
O an gerçekten çocukça davrandığımın farkına vardım. Adam benim
yüzümden bıçaklanmıştı ve belki de gerçekten durumu ciddiydi.
Fazlasıyla kan kaybetmişti. Fazlasıyla da solgun görünüyordu. Hatta
309
her an bayılacak gibiydi. Birden suçlulukla dolarken kolunu omzuma
attım ve onu doğrulttum. Ona destek olarak ambulansa doğru
yürümeye başladım. "Çok mu acıyor?"
Gülümser gibi oldu ama hemen ardından acıyla yüzünü buruşturdu.
"Fazlasıyla. Gidici miyim ne?" "Nerede bizde o şans?" dediğimde
güldü ve yine yüzünü acıyla buruşturdu.
Onu ambulansa çıkarırken görevli kıza döndüm. "Ağrı kesici bir şey
veremez misiniz? Canı yanıyor." "Aslında verdim zaten."
"Ama..." diye atıldı Azman. "Hala acıyor. Bayağı acıyor! Felaket
acıyor!"
Kız tekrar ona döndü ve güldü. "Bence siz biraz nazlısınız."
"ADAM ÖLÜYOR!" diye bağırırken buldum kendimi. Hatta kız bu
çıkışımla resmen yerinden sıçramıştı. Diğeri ise sessiz sakin yapısına
rağmen ufak bir çığlık atmıştı. "Ne nazlanması?"
"Az önce gebersin diyen siz değil miydiniz?" dedi kız bana göz ucuyla
bakarak. Ardından Azman'ın yarasıyla ilgilenmeye geri döndü.
Sana ne be dememek için kendimi zor tuttum.
"O lafın gelişiydi. Daha hapis yatacak. Anlayabiliyorsun değil mi? Onu
hapse attıracağım."
"Bana kalırsa..." dedi kız. "O da yaptığı şeyden pişmandır. Yani sen
pek onun tipi gibi durmuyorsun."
Bir anda sizden sene geçmesine takılmadan sözlerinin anlamıyla
öfkelendim. Azman ise sadece keyifli bir gülümsemeyle dinlemekle
yetiniyordu. Sanki gerçekten beni öptüğü için pişmanmış gibi tek
kelimede etmemişti. Bu beni daha da öfkelendirdi.

310
"Anladığım kadarıyla sende don, atlet götürmeye pek meraklısın,"
dediğimde kız anlamayarak bana doğru döndü ve gözlerini kıstı ama
diğeri bu kez gülmüştü.
"Pardon?"
"Diyorum ki..." dedim. "Onun tipi sarışınlar da değildir."
O an Azman beni şoka uğratarak "Sarışınları severim," demesin mi
sinirlerim tepeme zıplayıvermiş hatta bununla yetinmeyip halaya
durmuşlardı.
Allah'ım sana geliyorum! Ya bu adam daha yarım saat önce bana seni
kıskanıyorum dememiş miydi? Üstüne de beni öpmemiş miydi? Daha
bir kaç dakika önce hoşlanmakla ilgili zıvralamamış mıydı? Ben
bunları kendi kafamdan mı uyduruyordum?
Hayır, uydurmuyordum. Bunları yapan adamın Azman olduğunu
unutuyordum sadece. Yine saçma oyunlarla benimle oynuyordu
besbelli.
"İyi," dedim ve oturduğum koltukta geriye yaslandım. "Kimi
seversen sev. Bana ne ki?"
Sessizce bileğimdeki acıya odaklanırken Teknisyen kızla Azman
keyifli keyifli konuşmaya devam ettiler.
Hatta bir ara diğeri bile onların sohbetine karışmıştı. Hiçbiri beni
umursamamıştı bile. Beni ya!
Yaklaşık yarım saattir tek uğraşım olan tırnaklarımı kemirme işine
son hızla devam ederken sağ kolum acıyla zonkluyordu. Ayağımla
yerde ritim tutarken etrafıma bakma dürtümü bastırdım. Hele sol
tarafıma bakmaya korkuyordum. Zira dakikalar önce Azman'ın
derisine batırılan iğneyi görmemle az kalsın hastaneyi ayağa
kaldırıyordum ama o demir çubuk bana saplanmadığı sürece şu anlık
sorun yoktu. Hatta onu delik deşik edebilirlerdi. Aslında şu
311
ambulansta fingirdediği kızı da delseler hiç fena olmazdı. Hatta ve
hatta şu an ona dikiş atan ve sürekli onunla fısıldaşan esmer doktor
da elindeki iğneyi direkt kendine batırabilirdi.
"İşte bitti," dedi fısıltı doktoru. O an ayağa fırlayıp "Ölmüyor değil
mi?" diye atıldım. Azman yine kısık sesle gülerken doktor bana
deliymişim gibi baktı. "Hayır, ölmüyor." "Tamam, ben gidiyorum o
zaman," dedim ve kapıya yöneldim.
"Bileğinizin alçıya alınması gerekiyor hanımefendi," dedi doktor
arkamdan.
"Asi inat etme artık."
Duraksayıp derin bir soluk aldım. Hastaneye geldiğimizde ağrıyı
kesmek için kolumu delmeye çalışmışlardı ve ben az kalsın o an
baygınlık geçiriyordum ama en sonunda Azman onları sadece ağrı
kesici vermeye ikna etmişti. Gerçi o ağrı kesicilerin hiçbir etkisi
olmamıştı çünkü şu an bileğimdeki ağrıyla neredeyse çığlık
atabilirdim. Acıyı da geçtim, ya bizim ne işimiz vardı özel hastanede?
Ben buranın parasını nasıl ödeyebilirdim Allah aşkına? Devlet
hastanesinin suyu mu çıkmıştı? Tabii beyefendimiz hastane odası da
olsa otel odası gibi bir odada konaklamak isteyince benim cebimin
boşluğu kimin umurundaydı ki?
Başımı Azman'a çevirdiğimde en azından yarası sarılmıştı. Yoksa
biraz daha kan görürsem artık kusacaktım. Dün geceyi hatırlamam
bile titrememe neden oluyordu.
"Bileğim iyi," diye itiraz ettim.
"Çekilen filme göre bileğinizde çatlak var," dedi doktor gözlerini
kısarak.
"Acımıyor ki," diye yalan söylerken sanki acı da beni yalancı çıkmaya
yemin etmiş gibi şiddetini artırdı. Dişlerimi sıkarken gözlerimi bir an
kapatıp derin bir soluk aldım ve sol elim bileğime kapandı.
312
"Belli," dedi Azman öfkeli bir sesle. "İnat etme artık."
Gözlerimi açıp ona öfkeyle baktım. "Senin yüzünden ikinci kez
kendimi deldirmeyeceğim." Buraya param da yetmez ama onu
söyleyecek değilim.
"Peki," dedi ve hafifçe doğruldu. Kolundaki serumu göstererek
"Serumu çıkartın," dedi. "Ve sargıları da." "Ne?" dedi doktor
şaşkınlıkla.
"Kayıtlara bunun benim tercihim olduğunu geçersin Pınar. Tedavi
olmuyorum." Pınar!
Allah'ım bir de kadınla senli benli olmuşlardı. İsmini bile öğrenmişti
ya. Bu ne samimiyet? diyecekken olayın başka bir kısmı o an kafama
dank etti. "Ne? Saçmalama!"
"Asıl sen saçmalama," dedi bana. "Ağrı kesici serumu almazsan ve
bileğini sardırmazsan ben de tedavi olmuyorum. Lütfen sargıları
çıkarır mısın?"
Kadın ağzı açık bir bana bir ona baktı. Sonra ise "Tamam," dedi beni
şoka uğratarak.
"Tamam mı? Bu riskli bir şey değil mi? Nasıl kabul edersiniz?"
"Elbette riskli," dedi. "Sonuçta sargılar açılırsa durumu daha da
kötüleşebilir. Mesela dikişler iltihap kapabilir. Böyle şeyler ölümcül
olabiliyor." Gözlerim irileşirken "Ama zorla kimseyi tedavi
edemeyiz," dedi doktor. "Hasta kendi durumuna kendisi karar
verebilir."
"S-saçmalık bu," dedim ama doktor ciddi ciddi gidip sargıyı açmaya
yeltenince birden kendimi koşarken buldum. Kadının koluna ahtapot
misali sarılırken "Tamam, durun," dedim. "Kahrolası serumu
alacağım. Hatta ne derseniz uyacağım. Sadece bu Allah'ın belasını
dinlemeyin." Bolluk ve bereket duası yükleniyor.
313
Kim ödeyecek bu hastane masraflarını diye soran yok tabii! Bir de
iğne yemek vardı ki onun için hangi duayı okuyup kurtulacaktım onu
ben de bilmiyordum.
Doktor Azman'a bakınca Azman gülümseyerek başını salladı ve
doktora yaklaşmasını işaret etti. Kadın ona doğru eğildi. Azman
kadının kulağına bir şeyler fısıldarken ben o sırada lanet olasıca
iğneden nasıl kurtulabileceğime dair bir şeyler düşünmeye
çalışıyordum ki...
Dur bir dakika! Lan bunlar yine ne fısıldaşıyordu?
Doktor Azman'ın sözleri üzerine güldü ve ayaklanıp odada çıktı. O
sırada benim öfkeli gözlerim Azman'ın üzerindeydi. O ise pişkince
bana göz kırptı. "Domuz herifin tekisin."
"Teveccühün," deyip güldü ve sağlam kolumdan çekip beni yatağa
oturttu. Kolumu işaret edip "Çok acıyor mu?" diye sordu.
"Dayanabil..." Yine bir acı dalgasıyla sesli bir soluk verdim. "Hatırlatıp
durma şunu. Sanki lanet çatlak yalan söylediğimi anlıyor."
"Neden bu kadar diretiyorsun? Ufak bir iğne sadece."
"Birazdan nedenini anlarsın," dediğimde belirgin bir şekilde titredim.
"Nasıl yani?" derken bir hemşire elinde hazırlanmış bir serumla içeri
girdi. Sesli bir şekilde yutkundum. "Ben..." dedim ve tekrar
yutkundum. "Vazgeçtim. İstemiyorum." Ayağa fırlarken Azman beni
tutup tekrar yatağa çekti ve gözleriyle karnındaki yarayı işaret etti.
Bir ona bir hemşireye bakarken iki ucu boklu değnek deyimini tam
olarak yaşıyordum. Hemşire yaklaşırken Azman'a doğru dönüp
"Lütfen!" diye neredeyse yalvardım.
Omuz silktiğinde elimdeki acı olmasaydı suratına bir yumruk
indirmiştim. Hemşire yanıma gelince "Ceketinizi çıkarın isterseniz,"
dedi.
314
"Yok kalsın!" diye yüksek sesle aniden atılınca kadın şaşırdı,
Azman'sa tahmin edin ne yaptı? Güldü.
Ne yapayım? Bu domuz herifin yanında bir daha soyunacak değildim.
Hemşireye de içimde sadece iç çamaşırı var desem olmazdı. Neyse ki
o da "Peki," dedi sadece. "Lütfen kolunuzu uzatın." Birazdan beni
defalarca delecek birine göre fazla nazikti.
Son bir umut "Akın!" dedim yine yalvaran bakışlarla. "Bari serum
olmasa, sadece ağrı kesici iğne yapsın en azından!" Umursamaz yüzü
sonunda yumuşadı ve yatakta iyice doğrulup yüzünü acıyla
buruşturarak oturur pozisyonu aldı. Hemşireyi yollayacak diye
düşünürken o bana doğru eğilip sağ kolumu nazikçe kavradı ve
ceketin kolundaki fermuarı açıp yukarı doğru sıyırdı, sonra kolumu
hemşire kadına doğru uzattı.
Allah'ım adam resmen bunun hayaliyle yaşamıştı.
Kadın deleceği yeri temizlerken "Sizi başka bir odaya alalım
isterseniz," dedi ama Azman "Gerek yok!" diye cevap verdi. Bense
tamamen koluma girecek o demir çubuğa odaklıydım. Dolan
gözlerim eşliğinde iğneyi yemeğe hazırlanarak gözlerimi sıkıca
yumdum. Korkudan titrerken birden belimde kollar hissettim ve bir
sıcak bedene yaslandım. "Sakin ol!" dedi kulağıma Azman. Gözlerim
anında açıldığında onu bana gülümserken buldum. Bir kaç saniye
öylece ona baktım. Ela gözleri şimdi daha çok yeşile çalıyordu.
Gözleri de bayağı güzeldi hani domuz herifin.
Kolumdaki acıyla inlerken girdiğim transtan çıktım ve sıkıca gözlerimi
kapattım. O beni daha sıkı sararken başımı istemsizce göğsüne
gömdüm. "Sakin ol. Bitecek birazdan." Sesi yatıştırıcıydı ama
kahretsin ki bunun bitmeyeceğini sadece ben biliyordum.
Demir çubuk kolumdan çıkarken "Ne oldu?" dedi Azman.

315
"Damarları çok ince," diye cevap verdi hemşire. Sonra bir kez daha o
lanet şeyin koluma girdiğini hissederek kasıldım. Yavaş yavaşta
yanaklarımın ıslandığını hissediyordum. Belki şanslıysam 5.
denemede bulurdu. İğne koluma üçüncü kez girdiğinde sanırım
Azman'ın gövdesiyle tamamen bütünleşmiştim. Öyle ki onun yaralı
olduğunu düşünemeyecek kadar korkuyordum.
"Doktoru çağırın," dedi Azman öfkeli bir sesle. "Böyle deneme
tahtasına çevirdiniz kızı."
"Bakın beyefendi," dedi hemşire de öfkeli bir sesle. "Ben bu
hastanenin en tecrübeli hemşirelerinden biriyim ama arkadaşınızın
damarları çok ince. Bu benim suçum değil."
İğnenin kolumda oynadığını hissedince yine ufak bir çığlık attım ve
bu kez sesli bir şekilde ağlamaya başladım. Elimde değildi. O
kolumdaki metal şey bileğimin acısını bile unutturmuştu.
"Esra!" dedi Azman. "Bana bak!"
Onu duymamış gibi ağlamaya devam ettim. Sonraki iğne ise
diğerlerinden kolumun iç kısmına değil üzerine saplanmıştı. "Esra!"
dedi tekrar.
Ağlamalarım arasında gözlerimi araladım. "Derin derin nefes al."
Söylediğini yaparken "Güzel," dedi. "Bana güveniyor musun?"
"Ne... saçma... bir soru... bu," dedim iç çekişlerim arasından. "Tabii
ki... hayır." Güldü. "Ama bence güvenmelisin. Sonuçta ben senin
tişörtünü çıkarttıran adamım." Hemşirenin gülme sesiyle utanarak
"Adi domuz... herif," diye tısladım.
"Bunu daha önce de duydum mesela seni öptükten sonra. Hem de
dört kez."
Hemşire bu kez daha sesli bir şekilde gülerken ben ağlamaktan ve
uykusuzluktan iyice kısılan gözlerimi öfkeyle Azman'ın gözlerine
316
çevirdim. "Üç Allah'ın belası. Matematiğin... bu kadar zayıfken
nasıl... mimarlık okuyabiliyorsun?"
"Hayır, dört olduğuna eminim."
"Bir tanesi... ne zaman oldu? Dur tahmin... edeyim.
Hatırlamadığıma... göre sarhoş falan olmalıydım."
Tek kaşı havaya kalktı ve dudakları yana kıvrıldı. Buna karşı iç
çekişlerimi bastırarak tereddütle "Sarhoşken..." dedim.
"Sarhoşken..." diye tekrardı hala aynı eğlenen ifadesiyle.
"Sarhoşken hiçbir şey... Yapmadığımız doğru değil, öyle... Değil mi?"
Kaşlarını kaldırıp indirdi ve arsız gülümsemesi tüm yüzünü kapladı.
"Sen..." dedim. "Ve ben..." "İkimiz!" dedi Azman sırıtarak.
"İkimiz, hayır hayır. Saçmalık. İkimiz... Hayır ya." "Emin misin?" dedi
Adi domuz.
Yutkundum. "Mümkün değil. Öyle olsa... Hatırlardım. Hayır,
mümkün değil."
Azman sanki mümkünmüş gibi gitgide genişleyen pis bir sırıtışla tam
olarak şu an ona yapışmış beni izlerken yine tek kaşı havalandı.
"Serumu taktım," dedi hemşire. "Ağrı kesici ve sakinleştirici birazdan
etkisini gösterir. Birazdan da gelip bileğini alçıya alırız. İsterseniz onu
başka bir odaya..."
Azman başını kaldırıp yine "Gerek yok!" diye vurguladı.
Ben ise şu an öyle bir durumdaydım ki ne onların sözlerini idrak
edebildim ne de kıpırdayabildim. Yavaş yavaş gözlerim ağırlaşırken
kurulmuş gibi aynı cümleyi tekrarladım. "Mümkün değil."
Azman kulağıma doğru eğildi ve o da aynı cümlesini kurdu. "Emin
misin?"
317
• 'Hoşlanıyorum!'

Akın Korutürk
Hastane polisini iyi olmadığım yalanıyla şutlarken bakışlarımı yine
Asi'ye çevirdim. Söylediklerimin hesabını soramadan sakinleştiricinin
etkisiyle uyuyakalmıştı. Aslında tamamen onun panik halini silmek
için uğraşmıştım. Yoksa her an bayılacak gibiydi. Tüm gece de
benimle uğraşmaktan uyuyamamıştı. Şimdi ise kollarımın arasında
mışıl mışıl uyuyordu. Açık kumral saçlarının birazı kollarıma birazı da
yatağa dağılmıştı. Yanakları da hafifçe pembeleşmişti. Hafif nefes
alışlarında kızaran dudaklarından çıkan nefesi tenimi okşuyordu. Şu
perişan haliyle bile o kadar güzel görünüyordu ki, onu izlemekten
kendimi bir türlü alamıyordum.
"Çok saçma," diye mırıldandı uykusu arasından. Bir de uyuduktan
sonra ara ara konuşmaları vardı ki hiçbirinden bir anlam
çıkaramadım. Aslında belki bir şeyler öğrenebilirim diye ona içimi
kemiren soruları yöneltmiştim ama o sadece yine kendi kendine
mırıldanmakla yetinmişti. Beni duyduğundan bile şüpheliydim.
Nerede kalmıştı bu hemşire? Bileğinin alçıya alınacağını
söylediğinden beri ortalıkta yoktu. Bileğine dokunmamaya özen
göstererek kıpırdandım. O da hissetmiş gibi benimle birlikte
kıpırdandı. Kesinlikle aynı yatakta yatmak iyi bir fikir değildi!
Kapı açılınca hemşirenin geldiğini sanıp başımı çevirdim ama odaya
dalan kesinlikle başıma bela olacak o çocuktu. Hatta, Allah'ım! O
kızlardı.
Burak beni görünce duraksadı. O bir bana bir yanımda uyuyan
Esra'ya bakakalırken "Oha!" dedi Esra'nın sarışın ev arkadaşı.
Burak'ın yanık olduğu kız Gül.
"Lan!" diye gürledi Elif.
318
"Sessiz olun!" diye onları uyardım.
Burak öfkeyle dişlerini sıktı. "Ne. Boklar. Dönüyor. Burada?"
"Anlatırım ama dur bir dakika! Sizin nereden haberiniz oldu?" "Pınar
haber verdi," dedi Burak.
Çenesi düşün doktor kız!
Pınar'ı elbette ki Burak'tan ötürü tanıyordum. Burak'ın kuzeniydi. Bu
hastanede olduğunu bilseydim kesinlikle başka bir yere
götürmelerini isterdim ama itiraf etmeliyim ki kız işime yaramıştı.
Asi'ye karşı oynadığım tedavi olmayacağım oyununu kavrayıp bana
destek olmuştu. Hatta ona sakinleştirici vermesini ondan ben
istemiştim çünkü hem gece uyumamıştı, hem de hastanede
olmasının onu nasıl etkilediğini görebiliyordum. Biraz dinlenmesi
gerekiyordu.
Elif öfkeyle Asi'ye doğru yürüyüp onu kontrol etti ve öfkeli gözlerini
bana çevirdi. "Neden kolunda serum var?"
"Çünkü bileği çatlak. Ağrı kesiciler etki etmeyince serum taktılar."
"Peki, bileği neden çatlak?" dedi Gül.
"Ve seni kim delik deşik etti?" diye devam etti Burak.
"Ve siz tüm gece beraber miydiniz?" dedi ardından tekrar Gül.
Elif de geri kalmadı. "Ve siz neden aynı yatakta yatıyorsunuz?"
Gözlerimi bıkkınlıkla tavana çevirdim. "Polis bile bu kadar soru
sormadı." "Ne olduğunu anlatacak mısın artık?" dedi Burak.
"Bir kaç serseriyle kapıştık," dedim kısaca.
"Bu kadar mı yani?"
"Hesabınızı sonra sorsanız," dedim iç geçirerek. "Çünkü yorgunum."

319
Elif Asi'nin bileğine bakmak istemiş olacak ki kolunu çekti. Asi aynı
anda inleyince "Dikkat et!" diye onu uyardım.
"Karışma!" diye tısladı. "Bu kız seninle tanıştığından beri başından
bela eksik olmadı. Şu haline bak! Ne yaptın lan sen bu kıza?"
Fazlasıyla öfkeli görünüyordu ki ona hak veriyordum çünkü tüm
bunlar gerçekten benim suçumdu. Yine de alttan alacak falan
değildim. Bu kız kim oluyordu da benden hesap soruyordu? "Sana
açıklama yapmak zorunda mı olduğumu sanıyorsun?"
"Zorundasın," dedi dişlerinin arasından. "Ona bunları yaşatmaya
hakkın yok senin." Sonra Burak'a baktı ve "İkinizin de," dedi. "O sizin
eğlenceniz değil. İkiniz onun hayatına girdiğinden beri başına
gelmeyen kalmadı be."
"Elif..." diye araya girmeye çalıştı Gül ama kız duracağa
benzemiyordu.
"Onun yaşadıklarından haberiniz bile yok. Şımarık zengin
çocuklarısınız, belli ama gidip kendinize başka uğraşlar bulun. O
daha fazlasını kaldıramaz. Neşeli, hayat dolu bir kız, değil mi?
Görünen o ama öyle değil. Neler yaşadığını ben biliyorum. Esra hiçbir
sorunu yokmuş gibi davranır ama içinde koca bir cehennemi
yaşıyor."
Burak'la ben şok olmuş gibi kızı izlerken Gül "Elif, sakin ol!" diye onu
uyardı.
"Sakın!" dedi Elif ona dişlerinin arasından. "Sen sakın konuşma! Ne
yaşadıysa senin yüzünden zaten."
Gül birden bembeyaz kesildi ve gözleri doldu. Burak ona destek
olmak için koluna dokunurken Elif öfkeli ifadesini sürdürdü. Odada
oluşan ölüm sessizliği ise Esra tarafından bozuldu. "Yapma!" diye
mırıldandı. "Onun suçu değildi." Elif onun bizi duymasının
afallamasını yaşarken biz de aynı durumdaydık. "Gül, senin suçun
320
değildi. Ben onu sevdiğini bilmiyordum," diye devam etti Esra. Hala
aynı pozisyondaydı ve gözleri kapalıydı. Konuşmaları ise sayıklar
gibiydi.
Gül'ün gözleri irileşti ve Burak'a baktı. Burak da gözlerini kısmış ona
bakıyordu. Asi'nin sözleri şu an aralarında bir elektrik yayıyor ve hava
da soru işaretlerini oluşturuyor gibiydi.
"Ona..." dedi Elif. "Sakinleştirici mi verdiniz?"
Nasıl anladığını bilemesem de "Evet," dedim. "Çünkü..."
"Pişman değilim," diye sözümü kesti Asi. "Benim yaşadıklarımı sen
yaşa istemezdim. Deniz seni seçsin istemezdim."
Burak Gül'e "Deniz de kim?" diye sordu. Gül ise tek kelime
etmeyerek gözlerini kaçırdı.
Gözlerim o an Elif'le buluştu. Esra yine konuşmaya yeltendiğinde ise
Elif susması için "Esra!" diye bağırdı. Esra bunun üzerine irkilerek
yatakta daha da küçüldü.
"Kes şunu!" dedim öfkelenerek. "Ona bağırma." Elif bunun üzerine
sakinleşmek için derin bir nefes aldı.
Gül dolu gözlerini zorlukla tutarken "O..." dedi Burak tereddütle.
"Böylesine ağır ne yaşadı? Deniz denen herif..."
Elif öfkeli bir soluk verip "Sizi ilgilendirmiyor," diye sözünü kesti.
Sonra Gül'e döndü. "Git ve hemşire, doktor her kimi buluyorsan
çağır. Esra'yı başka bir odaya alsınlar."
Gül onun söylediğine tepki veremeden Elif dönüp Esra'nın
omuzlarını kavradı ve onu benden uzaklaştırmak için olsa gerek
kendine doğru çekti. Esra yine inlerken bu artık benim dayanma
sınırımın da sonu oldu. Elif'in ellerini itip onu Esra'dan uzaklaştırdım.
"Dokunma! Canını yakıyorsun."

321
"Daha fazla canı yanmasın diye uğraşıyorum," dedi dişlerinin
arasından ve yine yerinden kıpırdamayan Gül'e döndü. "Git ve
birilerini bul demiştim sana."
"Gerek yok!" dedim dişlerimin arasından. "Bırak uyusun! Ben başka
bir odaya geçerim." Elif'in öldürücü bakışları üzerimdeyken
karnımdaki acıyla doğrulmaya çalıştım ama kolumda hissettiğim
baskıyla durdum.
Asi'nin eli koluma dolanmışken "Gitme!" dedi. "Yanımda kal."
Başımı yavaşça kaldırdığımda Elif hala bana bakıyordu ve Asi tekrar
konuştu. "O Deniz değil Elif."
Elif derin bir soluk verirken kendine gelmek ister gibi silkelendi ve
"Pekâlâ," dedi. "Gitmeni istemiyorsa kal."
Sanki iznine ihtiyacım varmış gibi... Asi kalmamı istiyorsa bu esmer
kız hastaneyi ayağa kaldırsa da pek umurumda olmazdı. Sırtım tekrar
yatakla buluştuğunda Asi bana daha çok sokuldu. Karnımdaki yara
onun hareketleriyle acısa da bu kesinlikle onun yakınlığı kadar beni
etkilemiyordu.
Bir süre herkes odadaki koltuklara kurulup sakinleşirken tek ses
çıkmadı. En sonunda "Özür dilerim," dedi
Elif. "Öyle söylemek istemedim Gül. Biliyorsun öfkelenince ne
dediğimi bilmem ben. Senin bir suçun yok.
Gerçekten özür dilerim."
"Ö-önemli değil," dedi Gül yere diktiği bakışlarını kaldırmadan.
Aslında yüz ifadesi ne kadar sarsıldığını ele veriyordu ama
uzatmamıştı. Aralarındaki bu sır her neyse belli ki hepsini fazlasıyla
etkiliyordu. Burak'ın bakışları ise yanında oturan Gül'ün üzerindeydi.
Öyle ki bana hesap sormaya ya da gözleriyle beni dövmeye bile

322
yeltenmemişti. Bu kıza gerçekten güçlü hisleri olduğunu
görebiliyordum.
Asi yine kıpırdandı ve gözlerini bir an açtı. Gözlerimiz birleşirken bir
kaç saniye uykulu bir şekilde bana baktı ama hemen ardından gözleri
yine kapandı ve "O kızım numarasını aldın mı?" diye mırıldandı.
Kaşlarım çatılırken "Hangi kız?" diye sordum ama cevap vermedi.
Elif bana bakmadan "Sakinleştirici ve türevi ilaçlara böyle tepki
veriyor," dedi. "Çok konuşur ve bazen yapmayacağı şeylere yeltenir.
Dikkate alma."
"Sakinleştirici türevi mi?"
Söylediğini yeni fark etmiş gibi afallamış bir şekilde aniden bana
baktı. Bir şey söylemek için ağzını açsa da tek kelime edemedi ve bu
kez de Gül devreye girdi. "Hastane kontrollerinde bazen kendini
kaybeder. Geçen sefer gördünüz. O yüzden bazen sakinleştirici
verirler."
Burak'la bakışlarımız birleşti. Onun gözlerindeki ifadede buna
inanmadığını açıkça gösteriyordu. "Evet," diye destekledi Elif. "Yani
sakinleştiricinin etkisi geçene kadar konuşup duracaktır. Dua edelim
de kimseyi gıdıklamaya çalışmasın. Birkaç kez yapmadı değil.
Konuşup durması yapabileceklerinin yanında en hafifi."
Onun esprisine kimse gülmedi ama kimse konuyu üstelemedi de.
Ben de konuyu şimdilik uzatmak istemedim ama bu sırlı haller artık
beni boğmaya başlamıştı. "Alıştım sayılır, normalde de susmak nedir
bilmiyor zaten." Asi, "Ama sen beni susturmanı yolunu buldun," dedi
boğuk sesiyle.
"Seni susturmanın yolu yok," dedi Gül gülümserken. Odadaki
atmosfer en azından biraz daha yumuşamıştı. Tabii bunda Asi'nin
susmayan çenesinin de payı vardı.

323
"O buldu," dedi. "Beni öptü. Hem de üç kez."
Ben onun bunları söylemesinin şaşkınlığını yaşarken "Onu öptün
mü?" diye bağırdı Elif.
"Hem de üç kez," diye ayağa fırladı Gül.
O an Asi "Aslında dört," diye karşı çıkmasın mı "Yuh!" dedi Burak.
"Biliyor musun Akın seni benim dövmeme gerek bile kalmadı.
Birazdan zaten bu odadan cenazen çıkacak gibi."
"Ölemez," dedi Asi. "Onu burada gömemem. Kazma kürek bile yok."
Bana her an saldıracak gibi bakan yüzlerle yutkunurken "Ağzını
bantlayacağım artık kızım," diye söylendim. "Sen ağzımı
bantlamazsın ki," dedi şirin mi şirin bir sesle. "Beni öpersin." "Seni
öldüreceğim," diye tısladı Elif.
"Hayır," dedi Asi. "Ölünce kokar. Ayrıca bence ölmek için çok
yakışıklı." "Oha!" dedi Gül.
O an şaşkınlığımı atlatıp güldüm. "Bugün senin itiraf günün mü?
Devam et, ben seni sabaha kadar dinlerim." "Hayır, sus artık Esra,"
dedi Elif.
Asi onu duymamış gibi "Dövme değil," dedi.
"Dövme mi?" dedi Burak.
"Göğsümün üzerindeki şey dövme değil," diye devam etti Asi.
"Doğum lekesi."
Bu kez "Onun göğüslerine mi baktın?" diye bağıran kişi, Asi'nin en az
onun kadar psikopat arkadaşı Elif'ten başkası değildi.
"Saçmalama. Ateşim çıkmıştı..." diye açıklayacaktım ki bayan çenesi
düşük yine izin vermedi.
"Ben de söndürdüm."
324
Allah'ım batıyordum! Öyle ki Titanik bile böyle batmamıştı.
"Akın..." dedi Burak tereddütle. "Ne yaptınız oğlum siz?"
"Ne yapmış olabiliriz?" diye patladım. "Şu halimizle. Yaram
enfeksiyon kapmış ve ateşim çıkmıştı. Arabada bir bez bulamayınca
o da mecburen tişörtünü ıslatıp ateşimi düşürmeye çalıştı hepsi bu."
Tam toparladım derken Asi odaya bombayı bıraktı. "Seninle
yatmadım."
Aynı anda üç kişiyle nasıl göz göze geldim ben de bilmiyorum.
Yutkundum, ardından pişmiş kelle gibi sırıttım. Birazdan belki de üç
kişi tarafından parçalara ayrılacak, o parçalarım valizlere
doldurulacak ve izbe bir yere gömülecektim ama yine de bu durum
fazlasıyla komikti.
Elif, "Ne yatması?" dedi tehlikeli derecede sakin bir sesle. Aslında
diğerlerinin de ondan pek farkı yoktu.
"Öyle olsa hatırlardım," dedi Asi.
"Bir sus kızım," diye tısladım en sonunda.
"Sana. Ne. Yatması. Diye. Sordum," dedi Elif her kelimenin üzerinde
haddinden fazla oyalanarak.
"Sen söyledin, çok konuşur diye," dedim hemen. "Hem yatmadım
diyor kız. Yani yatmadığını belirtiyor. Çok konuşuyor işte." Ardından
masumca sırıttım. Ben ve masumluk! Tabii ki inanmadılar.
"Sakinleştiriciyle sayıklar ve çok konuşur," dedi Gül gözlerini kısarak.
"Ama asla saçmalamaz ve yalan söylemez."
Kurtuluş yolu ararken Burak'la iki sevgili gibi bir süre bakıştık. Gerçi
Burak'ın gözlerinde benim katliam planlarım dolaşırken bu tabir pek
de yerinde olmamıştı. Beni kurtarmak bir yana şu an bu kızlarla eline
neşteri alıp beni parçalara ayırabilirdi.
325
"Yatmak falan yok," dedim. "Yani teknik olarak şu anda yatıyor
sayılırız öyle değil mi?" "Batıyorsun!" dedi Burak. Biliyorum salak
herif, biliyorum!
"Sağ ol ya, çok yardımcı oluyorsun sen de," diye sitem ettim.
"Akın!" diye mırıldandı Asi ve beni cevap bekleyen yüzlerden bir kaç
saniyede olsa kurtardı.
"Efendim güzelim," dedim ona dönerek.
"Benden hoşlandığını söyledin mi, söylemedin mi?"
Odadaki üçlü koro halinde "Ne?" diye bağırdı. Üçü birden
konuşmaya başlamışsa Karacaahmet Mezarlığından yer ayırtsam iyi
olacaktı.
"Ondan hoşlandığını mı söyledin?" dedi Burak.
"Evet, söyledim," diye kabullendim. Niye gizleyecektim ki? Sonuçta
söylediğimde yalan yoktu, bu kızdan feci halde hoşlanıyordum.
"Yani ondan hoşlanıyorsun?" dedi Gül.
"Evet!"
"Benden hoşlanıyor musun?" diye sordu Asi.
Bıkkın bir nefes aldım ve ona bakıp istemsizce sesimi yükselttim.
"Hoşlanıyorum be hoşlanıyorum!" "O zaman ne diye o kızla
fingirdeştin?" demesin mi bu kez dörtlü olarak "Hangi kız?" diye
sorduk.
"Ambulanstaki kızla."
Sırıtmama engel olamadım. "Sen beni kıskandın mı?"
"Kıskandım," diye mırıldanıp bana sokulduğunda vücudumun
ısındığını hissediyordum. Tabii bunda yakınlığı kadar itirafının da
etkisi vardı.
326
"Sakinleştiricini etkisi geçtiğinde..." dedi Gül. "Bunları söylediği için
kafasını duvarlara vuracak." "Tabii önce kendisine sakinleştirici
verenleri öldürecektir," diye onu tamamladı Elif.
Hemşire elinde bir kaç sargı malzemesiyle içeri girdi ve odadakilere
odayı boşaltmalarını söyledi. Kızlar huysuzluk çıkarsa da Burak zor
bela onları dışarı çıkarmayı başarmıştı. Hastanenin ödemesini de
yapmasını söylediğimde buradan çıkınca beni bir küfür silsilesinin
beklediğini haber veren o bakışlarına maruz kalmıştım ama tek
kelime etmemiºti.
Hemşire Asi'nin bileğini alçıya alırken serum etkisini göstermiş olmalı
ki Asi acı hissettiğini gösteren bir tepkide bulunmamıştı. "Esra!"
dediğimde "Hı!" diye komik bir tepki verdi. Benim de cevap almam
gereken sorular vardı ve en önemlisinden başladım. "Benden
hoşlanıyor musun?" "Bilmem," dedi yine şirinlikle.
"Nasıl bilmezsin?"
"Parfümünü benim için mi değiştirdin?"
Bu da nereden çıkmıştı şimdi? Harbiden ben o parfümü neden
değiştirmiştim? Cevabı belliydi ama ben bunu şimdi anlıyordum. Sırf
bir kızın astımı yüzünden parfüm değiştirecek duruma ben nasıl
gelebilmiştim? Kendime şaşırmanın eşliğinde geçen bir kaç saniye
sonrası "Evet," diye itiraf ettim ve o gülümsedi.
"Hoşlanıyorum."
"Ne?"
"Senden hoşlanıyorum."
☘☘☘
"Ne?" dedi Asi. "Neden bana öyle bakıyorsunuz?"

327
Kollarını göğsünde bağlamış önümdeki üçlüyü sırıtarak izliyordum.
Hele Asi hepsinden daha komikti. Yatak başlığına yaslanmış yarı
kapalı gözlerle ve sersemlemiş bir ifadeyle karşısındaki yüzlere
bakıyordu. Sonra beni işaret etti. "Neden aynı yatakta yatıyoruz
açıklayabilirim." "Merakla bekliyorum," dedi Elif tek kaşını
kaldırarak.
Asi ağzını açtı sonra tekrar kapattı. Bir daha açtı ve yine dudaklarını
birbirine bastırdı. Sonra aniden bana döndü. "Lan biz niye aynı
yatakta yatıyoruz?"
"Benden ayrılmamak için ağladın ya!" dedim. "İzin vermek için
mecbur kaldılar. Hatta doktorlara bunun için rüşvet teklif ettin. 1000
lira kadar..."
"Ne?" dedi yeşim gözleri irileşirken. "1000 lira mı?"
"Hem de kişi başına."
"Peki, kaç doktor vardı?" dedi ciddi ciddi panikleyerek.
"9 tane falan."
"NE?" diye bağırdı. "9000 lira mı teklif ettim yani?"
Burak, Gül ve ben kahkaha atarken "Yemin ederim..." dedi Elif. "Bu
ilaçlar sende kafa yaptı Esra. Hey! Seninle dalga geçiyor kızım,
kendine gel. Şu haline bak ya! Yeni yumurtadan çıkmış gibisin. Ne
zaman geçecek bu ilacın etkisi?"
Asi harbiden biraz uyuşmuş gibiydi çünkü gözlerini kısarak bir süre
bunu düşündü. En azından serum bitince çıkarmışlardı. Uyandığında
bir de onu görürse ne yapabileceğini kestiremiyordum. Normal bir
zamanda bana çıkışıp hesap soran kız hiçbir tepki vermeden "Çok
sıcak!" dedi ve ceketini çıkarmak için fermuarını açmaya yeltendi.
Gözlerim irileşirken elini yakaladım. Ayılmadığına o an kesin olarak

328
emin oldum çünkü durdurmasaydım Burak'ın önünde o ceketi
çıkartacaktı.
"Çıkarma sakın!"
Bana bakıp gözlerini kıstı, sonra elini çekip çocuk gibi tek eliyle
gözlerini ovaladı ve "Eve gitmek istiyorum," dedi yorgun bir sesle.
"Ben çıkış işlemlerini hallettim," dedi Burak. "Pınar da gitmemizde
sorun görmedi."
Sonra Esra'nın yanına gelip ona destek oldu ve yataktan kalkmasına
yardım etti. Onun, geçen günkü sözlerinden sonra Esra'ya
kardeşlikten öte bir şey hissetmediğinin farkındaydım. O yüzden
Esra'ya destek olmasına ses çıkarmadım ama benim aksime Gül'ün
yüzü düşmüştü. Burak belki bu kızın kendine olan hislerini
anlamlandıramıyordu ama benim için olay gayet netti. Gül de
Burak'tan hoşlanıyordu çünkü gözlerindeki ifade kıskançlıktan çok
kırgınlıktı.
Elif, Burak'tan Asi'yi çekip kendi destek oldu ve Gül derin bir nefes
aldı. Elif'in Asi'ye karşı aşırı korumacı olduğunu görebiliyordum. O
yüzden bu kıza biraz daha yumuşak davranmayı aklıma kazıdım. Asi
yol boyunca ara ara uyukladı ama tek kelime etmedi. Aslında benim
olanları kısaca anlatmamdan ve Burak'a arabamı aldırmamı
söylememden başka da kimse de konuşmamıştı. Hatta kızlardan
gelecek öfkeli sözlere kendimi hazırlasam da ikisi de sadece dikiz
aynasından bana öfkeyle bakmakla yetinmişti. Sanırım Asi'yi daha
fazla huzursuz etmek istemiyorlardı.
Apartmanın önüne geldiğimizde kızlar Asi'yi arabadan çıkarırken sağ
olsun Burak'ta bana destek oldu. Un çuvalı taşır gibi muamele
etmeseydi daha memnun kalabilirdim aslında. "Senin ne işin var
burada?" diye bağıran Elif'le gözlerimi binanın girişine çevirdim. Tabii
Gencer denen şerefsizi binanın girişinden Esra'nın önünde bitmesi
sadece saniyelerini aldı.
329
"Esra!" dedi panikle onu süzerek. "Ne oldu sana böyle?"
"Sana ne be?" diyerek Elif onu itti. Esra ise sadece uyuşuk gözlerle
ona bakıyordu.
Burak'ın ne ara kolumu kavradığını bilmiyordum ama elimi hızla
kurtardım ve "Ne arıyorsun lan sen burada?" diye bağırıp Gencer'in
üzerine yürüdüm.
Burak beni geri çekerken Gencer bana öylesine bir bakış attı ve
Elif'ten hayır gelmeyeceğini anlamış gibi dikkatini Gül'e verdi. "Ne
oldu ona?"
Gül cevap veremeden Elif yine atıldı. "Seni ilgilendirmiyor Gencer.
Burada ne bok yiyorsun bilmiyorum ama hemen defol."
Asi başını Gül'ün omzuna yasladı ve "Uykum var!" diye mırıldandı. O
an Gencer denen şerefsiz beni şoka uğrattı ve Asi'yi kucaklayıp eve
doğru yürümeye başladı. Asi ise gözlerini kapatıp hiçbir tepki
vermedi. Bu herifle ilgili anladığım bir şey varsa arkadaşının
sevgilisini koruması falan palavraydı. Adım kadar emindim ki Asi'den
hoşlanıyordu dallama.
Öfkeden gözüm dönmüşken Elif'inde benden farkı yoktu. Öyle ki
ikimizde aynı anda ileri doğru atıldık ama Gül önümüze geçti. "Yeter!
Saçma kıskançlığınızı da kininizi de içinizde tutun. Esra'nın biraz
dinlenmeye ihtiyacı var. Daha fazla olay çıkmayacak."
Elif dişlerini sıksa da bu kez itiraz etmedi ama benim bunu öylece
kabullenmem mümkün değildi. O herif kim oluyordu da ona
dokunuyordu. Yemin ederim suratını dağıtacaktım.
Gül arkasını dönüp hızla Gencer'in arkasından giderken "O piç
kurusunu geberteceğim!" deyip ben de ilerlemeye yeltendim ama
hem koluma asılan Burak hem de önüme geçen Elif buna izin
vermedi. "Gül haklı!" dedi Elif. "Olay çıkmasın. Zaten apartmanın

330
gözü üzerimizde. Ben onu birazdan gönderirim. Burak sen de Akın'ı
eve götür."
"Eve falan gitmiyorum," diye kükredim. "O herif Esra'nın yanına
yaklaşamaz."
"Kim söylüyor bunu?" dedi Elif öfkeyle. "Onu bu hale getiren adam
mı? Kızın senin yüzünden başına gelmeyen kalmadı be!"
"Bak kızım!" dedim öfkeyle. "Esra o heriften nefret ediyor. Şimdi
kendinde olsa buna müsaade eder miydi sence?"
"Bu seni ilgilendirmez," dedi Elif. Ben niye bu kızı dinliyordum ki
zaten? Hızla yanından geçtim ve karnımdaki acıyı bile umursamadan
merdivenleri aceleyle tırmandım. Burak arkamdan gelirken Elif de
onun peşindeydi. Dairemin olduğu kata gelince Asi'nin dairesinin
açık kapısından içeri girdim. Asi'nin ağlama sesini duydum ve
korkuyla kendimi onun odasının kapısında buldum. İşte o an
olduğum yerde adeta dondum. Esra başının Gencer'in göğsüne
gömmüş ağlıyordu ve Gencer denen şerefsiz piç kurusu da ona
sarılmış saçlarını okşuyordu. Gül ise duvara yaslanmış sadece
izliyordu.
"Sana beni götür demiştim," dedi Asi ağlayarak Gencer'e. "Beni
götür demiştim."
"Özür dilerim," dedi Gencer. "Yemin ederim böyle olacağını
bilseydim, onu kendi ellerimle öldürürdüm." Sonra gözleri beni
buldu ve koyu renk gözleri daha da kısıldı. "Ama artık her şey farklı
olacak Esra. Sana söz veriyorum. Kimse artık sana zarar
veremeyecek, ben yanındayım ve hep yanında olacağım."
• 'Kaza Nasıl Oldu?'
🍀
Esra Yağmurlu
331
Kitapları kantindeki masaya bırakırken kendimi de aynı hızla
sandalyeye bıraktım. Çay almam gerekiyordu ama sandalyeden
kalkacak kadar bile enerjim yoktu. Etrafıma öylesine bir bakış attım.
Kantin bugün çok dolu değildi. Hava bugün diğer günlerden daha
sıcak olduğundan herkes dışarılardaydı. Böylesi daha iyiydi, zaten
kalabalıktan çok hoşlanmazdım. Havada kızartma kokusu vardı, aç
olsam bu hoşuma gidebilirdi belki ama kızlar günlerdir yaptığı gibi
beni tıka basa doyurmuşlardı. Son günlerde olanlardan sonra daha
çok üzerime titrer olmuşlardı ve ben tam da bu zamanlarda onların
gerçek birer dost olduğu tekrar tekrar hatırlamıştım.
Karşımdaki sandalyelerden ikisi aynı anda çekildi ve sınıfta anlaştığım
tek tük kızdan ikisi karşıma oturdu. "Selam!" dedi Yonca.
"Selam!" dedim ben de ve sırtımı sandalyenin arkasına yaslandım.
"Derste soramadım, koluna ne oldu?" diye soran Çiğdem'e döndü
gözlerim. Bugün koyu kumral saçlarını toplamıştı ki genelde saçlarını
toplamazdı, sadece morali bozuk olduğu zamanlarda bunu yapardı.
Demek ki o da iyi bir gün geçirmiyordu.
"Ufak bir kaza," diyerek geçiştirdim onu.
Yonca sarı saçlarını arkasına savururken gözleri başka bir yerdeydi.
Muhtemelen yeni bir av bulmuştu. Neden tek tük konuştuklarım
listesinde onun olduğunu sorguladım o an. Sanırım Çiğdem
yüzündendi. Çiğdem'i severdim ama bu kızla neden samimi
olduğunu bir türlü anlamıyordum. İkisi o kadar farklıydılar ki.
"Ben bir kahve alıp geliyorum," dedi Yonca. "Bir şey istiyor
musunuz?" Çiğdem başını olumsuz anlamda sallarken ben bir çay
istedim. Hemen masadan kalkarken "Kerem!" diye seslenerek
kasadaki birkaç kişiden oluşan sıraya koşturdu. Demek yeni kurbanın
adı Kerem'di.

332
Telefonum titreyince cebimden çıkarıp baktım. Hatta bir kaç saniye
bir sanat eseri inceler gibi telefona baktım çünkü bu telefon gerçek
bir sanat eseriydi. Azman telefonumu arabadan fırlatınca Elif'in
müzelik olan telefonunu kullanmaya mecbur kalmıştım. Bir kaç
saniye ekranı açmak için adeta savaştım ama şükür ki en sonunda
başardım.
"Efendimissss! Kölenisiss! Emredin yeter!"
Bir de bu herif vardı ki sabahtan beri mesaj atıp duruyordu. Verdiği
sözü tutamadığını söyleyip bugün kendisini benim kölem ilan
etmişti. Evet, kulağa süper geliyordu değil mi? Ama adam daha
bıçaklanalı iki gün oluyordu, yoksa ben onun burnundan fitil fitil
getirirdim.
Hayır, getiremezdim. Sakinleştiricinin etkisiyle söylediklerim
yüzünden resmen onunla köşe kapmaca oynuyordum. Hatta
Jandarmaya ifade vermek için beni aldığında konuşmamak için
gidene kadar uyuyor numarası yapmış ve gelirken de aynı numaraya
başvurmuştum ama bana o sakinleştiriciyi vereni bir bulursam
dünyayı ona dar edecektim.
O günün ertesi günü sabahında uyandıktan yaklaşık olarak 3 dakika
6 saniye sonra söylediklerim bir havan topu gibi suratıma çarpmıştı.
Rezilliğin dibine vurmuştum. Ya ben ne akla hizmet Azman'a senden
hoşlanıyorum demiştim ki? Ben aklımı çamaşır suyuna bulanmış tuz
ruhu ile terbiye edilmiş peynir ekmekle mi yemiştim? Dahası ben bu
çocuktan hoşlanmıyordum ki. Evet, hoşlanmıyordum. Net!
Önüme bırakılan karton bardakla dikkatim Yonca'ya çevrildi. Çayı
alırken "Teşekkür ederim," dedim.
Elini önemi yok der gibi salladı. "Kerem'in sevgilisini gördünüz mü?
Tam bir paçoz." Kerem kim? Paçoz kim? Ne diyor bu kız?
"O çocuk sana yüz vermez demiştim," dedi Çiğdem umursamazca.
333
"Zevksiz olduğundandır," dedi Yonca ve yüzünü buruşturup
kahvesini yudumlamak için kaldırdı ama birden gözleri fal taşı gibi
açıldı ve kahve bardağı elinde kalakaldı.
Yanımdaki sandalye sertçe çekildi ve biri yanıma oturdu.
"Efendimis!" Yooo! Hayır! Bu ses?
"Akın!" dedim gözlerim aynı Yonca gibi irileşirken.
"Ta kendisi!" der demez önümdeki çayı kapıp bir yudum aldı.
"N'aber güzelim!" "Güzelim?" dedi Çiğdem kaşlarını kaldırarak.
Azman sanki onları ilk kez fark ediyormuş gibi "Selam hanımlar!"
dedi ve elini önce Çiğdem'e uzatıp "Ben Akın," diyerek kendini
tanıttı.
"Çiğdem," diyerek elini sıktı Çiğdem.
Azman elini Yonca'ya uzattığında kız hala kahve bardağı elinde
öylece ona bakıyordu. Azman gülüp elini önünde sallayınca kız
girdiği transtan çıkıp "Aa, şey... Ben de Yonca," dedi ve elini
haddinden fazla uzun bir süre elinden ayırmadı. En sonunda
patilerini çekip bana baktı ve "Arkadaşın mı?" diye sırıtarak sordu.
Gözlerindeki ifade aynı şu şekildeydi. Saat 12 yönünde yeni Av
bulundu. Acayip fena bir şey!
"Arkadaş-" ım diyemedim çünkü Azman beni şoka uğratarak lafı
ağzıma tıktı.
"Sevgilisi."
"Ney?" diye çenem o an masaya vurdu.
"Sevgilin olduğunu bilmiyordum," dedi Yonca gözlerinde eve aç
dönen panter ifadesiyle.
"Yok ki zaten," dedim saf saf.

334
"Ee, sevgilim demedin mi?" dedi Çiğdem tekrar Azman'a bakarak.
"Öyle," dedi Azman sırıtarak arkasına yaslanırken. "Ama daha haberi
yok!"
"Oha ama ya! Ne sevgilisi be? Hem senin evde dinleniyor olman
gerekmiyor mu? Ne işin var burada?" "Sevgilimi özledim," dedi
sırıtarak.
"Bana bak..." deyip boğazına sarılmayı planlıyordum ki hem
önümdeki ikilinin dikkatle bizi izliyor oluşu hem de bu domuz herifin
yaralı oluşu buna engel oldu. "Bana bak canım kardeşim," diye
öfkeyle sırıttım. "Sabah sabah kezzap mı içtin sen? Ne sevgilisi?"
"Sen benden hoşlandığını söyledin, ben de senden. Sevgili
sayılıyoruz artık." Yakın, yıkın bu kantini! Gebersin bu herif artık!
"Hoşlandığını mı söyledin?" dedi Yonca ağzı beş karış açılarak.
"Y-yok öyle bir şey."
"Nasıl yok?" dedi Azman yalancı bir hayal kırıklığıyla. "Duygularımla
mı oynadın sen benim? Geçen gün yatakta senden hoşlanıyorum
demedin mi? Beni resmen kullanıp atmışsın. Yazıklar olsun sana."
"Yatak mı?" dedi önümdeki ikili aynı anda.
Allah'ım, hemen şu an kıyamet kopabilir mi? Tsunami, deprem,
göktaşı yağmuru, yeraltı canavarı, Predator, Alien, ne olursa artık, bir
şey olsun lütfen! Ya da en iyisi yer yarılsın da ben içine gireyim.
"Allah senin belanı versin!" dedim dişlerimin arasından.
Sırıttı ve kızlara döndü. "Şaka yapıyorum canım. Yatak falan hikâye
ama benden hoşlandığını söyledi gerçekten."
"Söylemedim," diye tısladım. "Senin neyinden hoş olacağım? Aman
işte hoş olacağım? Aman ya, hoşlanacağım?"

335
Azman dirseklerini masaya dayayıp ellerini yüzünün altına koydu ve
bana dönüp baygın baygın sırıttı. "Dilin ne güzel de dolanıyor senin."
Sonra kızlara baktı. "Fazla utangaç değil mi? Çok tatlı ya!" "Kasap
bıçağı!"
"Ne?" dedi Çiğdem.
"Bana acil kasap bıçağı lazım," dediğimde domuz herif kahkahayı
bastı ve kantindeki tüm gözler bize döndü.
Rezillik yükleniyor... %91
Yonca Azman'ın gülüşünü izlerken uzun bir ah çekti ve Çiğdem'in
dirsek darbesine maruz kaldı. Benim de tekmeme tabii...
Azman bardağımı masadan kaptı ve bir yudum aldı. Ardından,
"Sevgilim bu çay soğumuş!" dedi melodik bir sesle. Ya bu kantinin
havası birden nasıl çekildi? Bu kaloriferleri deli gibi yakan kim? Ne bu
sıcak? Çay soğumuş bana ne? Beni şu an ateş basıyor!
Başımı ona çevirdiğim de... Aman! Bu adam ne ara dibime kadar
sokulmuştu?
"Geri bas!" dedim ve irkilerek sandalyemi geri çekmeye çalıştım ama
artık nasıl elim ayağıma dolanmışsa az kalsın sandalyeyle yeri
boyluyordum. Az kalsın diyorum çünkü beyaz atlı domuz prens
sandalyeyi tutup beni belimden yakaladı. Sonra beni sanki
cehenneme düşmekten kurtarır gibi çekince... Evet, tam manasıyla
pembe dizi çeker gibi ona yapıştım.
Sanki Titanik'ten okyanusa düşüyorum ben? Jack Rose'a böyle
sarılmamıştır, durum o kadar fena.
Etrafı şöyle bir tarayıp tüm gözlerin bizde olduğunu görünce o
okyanusun dibini gerçekten boylamak istedim. Yüzüm domatesten
hallice olunca Azman'ı hızla ittim. Aynı anda "Ah!" diye inledi.

336
"Yaran mı açıldı?" dedim kendime gelerek. Yarasına bakmak için
tişörtüne sarılınca güldü. Numaracı domuz! Tepemin tası da
böylelikle attı. Sandalyeden hızla kalkıp kitapları tek elime topladım
ve kızlara bile tek kelime etmeden hızla kantinden çıktım. Bir kaç
dakika geçmişti ki sağlam kolumdan çekilerek durduruldum.
"Çok mu kızdın?" dedi Azman.
Allah'ım birde soruyor ya!
Bana yaptığı numaradan sonra o an boğazına sarılmayı düşünsem de
aklıma daha iyi bir fikir gelmişti. Demek numara ha... Şimdi o
numaranın alasını görecekti. "Ben..." dedim ve öksürmeye başladım.
"Ben... nefes..." "Asi!" dedi panikle. "İyi misin?"
Boğazımı işaret ettim. "Nefes... Nefes ala-mıyorum."
"İlacın nerede?" derken panikle sırtımdaki çantaya yöneldi. O an yere
oturup şiddetle öksürmeye başladım. Azman'ın eli ayağı birbirine
dolaşırken hemen çantamın içini açtı ve ilacı aramaya başladı.
"Tamam, sakin ol! İlaç... İlacı bulacağım şimdi."
Öksürmeyi kestim ve sırtımı duvara yasladım. "Ön gözde."
Hemen çantanın ön gözünü açtı ve aramaya başladı. "Yok... Yok
burada."
"Bir de arka göze bak!"
"Tamam," dedi telaşla ve bu kez arka gözü açtı. Yine bulamayınca
"Yok, lanet olasıca ilaç! Nerede be?" diye bağırdı.
"Sınıfta bıraktım sanırım," dediğimde hemen ayağa kalktı ve hızla
sınıfların olduğu koridora yöneldi ama birden durdu. Sanırım
kafasına anca dank etmişti.
Bana doğru dönüp "Hangi sınıf!" dediğinde kokmuş hali gözle
görülür cinstendi.
337
Dudaklarımı büzdüm ve "Amfi 15," dedim. Arkasını dönüp koşmaya
başladı. Hala anlamamıştı.
Kamera şakası gibi ya!
Şaşkın bir şekilde ardından bakarken gülmeye başladım. Hatta bir
süre sonra gülmekten gözümden yaş gelmeye başlamıştı artık. Öyle
ki Azman nefes nefese geri geldiğinde ben hala gülüyordum.
"Bu fakültede..." dedi ve ellerini dizlerine dayayıp nefeslenmeye
çalıştı. "Bu fakültede... 14 amfi var."
"Hadi ya!" derken hala kendimi durduramıyordum. O da ellerini
dizlerinden çekip doğruldu ve gözleri kısıldı.
"Numara yaptın!"
"Yok canım!" derken bir kahkaha daha attım. Bayağı erken olmuştu
bu.
"Nasıl korktum haberin var mı?" diye bağırdı.
En sonunda susabildiğimde "Az bile," dedim. "Rezil ettin lan beni
tüm fakülteye. Bir de tutmuş bana numara yapıyorsun. Numara öyle
yapılmaz böyle yapılır."
Yanıma gelip yere eğildiğinde öfkeli ifadesi silindi ve güldü. "Tamam,
hak ettim." Yanıma oturup sırtını duvara verdi ve bana döndü.
"Bileğin nasıl?"
"Ya sen bela mısın?"
"Belayım. Senin belanım," dedi sırıtarak.
Öfkeli görünmeye çalışsam da başaramadım ve ben de güldüm.
Sonra gözlerim tişörtündeki kırmızılığa kaydı. "Lan!" diye
bağırdığımda Azman hafifçe yerinde sıçradı. "Yaran mı kanadı
senin?" Ağzını açmasına fırsat vermeden tişörtünü yukarı kaldırdım.

338
Sargıdaki kanı görünce ayağa fırladım. "Kalk çabuk kalk! Revire
gidiyoruz."
Aval aval yüzüme bakınca kolundan çektim ve itirazlarına fırsat
vermeden onu revire sürükledim. En azından dikişlerinin açılmadığını
görünce rahatlamıştım. Hemşire pansumanını yaptığında artık benim
de diğer derse yetişme şansım kalmamıştı.
Dışarı çıkarken Azman'ın telefonu çaldı. Burak'la kısa bir konuşma
yapıp bana döndü. "Burak kantindeymiş.
Seninle konuşmak istiyor."
Derin bir iç çektim. Yine mi bu mevzu? "Benim işim var. Bayağı
önemli bir iş."
"Görevde G20 zirvesini sen topluyorsun sanır. Altı üstü bir kaç dakika
konuşacak seninle. Hem ne işin varmış?"
"Sana ne be?" diye çemkirdim adeta. "İşim var işte."
"Asi!" dedi bıkkınlıkla. "Bu önemli. Çocuk aşk acısı çekiyor." Aşk
acısı? Kime aşk acısı?
"Alışır ya," diye mırıldandım.
"Niye alışsın?" diye sordu. "Hem kızın da gönlü var bence."
Ya bu çocuk benimle dalga mı geçiyordu? İnsan hoşlandığı kıza aşk
itirafı yapsın diye en yakın arkadaşına götürür müydü?
"Belki de yoktur," dedim bu düşünceyle öfkelenerek.
Kaşlarını kaldırdı. "Nereden biliyorsun? Yoksa seninle konuştu mu?
Başka birisini mi seviyormuş?"
O an beynim birbirine yapıştı. "Nasıl bilmem be? Hem sen ne ayaksın
oğlum? Amacın ne senin?"
"Sevenler kavuşsun istiyorum. Ne var bunda?"
339
"Ya hem hoşlanıyorum diyorsun, hem de sevenler kavuşsun
istiyorsun. Geniş mezhepli misin sen?"
"Ne?" dedi şokla duraksayarak. "Kim dedi hoşlanıyorum diye. Biz
sadece arkadaşız."
"Ha! Şimdi de öyle mi oldu? Ne domuz herifsin sen be?" Öfkeyle
suratına bir yumruk indirecektim ki vazgeçip yürüdüğümüz yolun
tam aksi yönünde yürümeye başladım. Ben bu herifi sonunda ya
gebertecektim ya gebertecektim.
Bir kaç adım atmıştım ki karşıma geçip gitmeme izin vermedi. "Asi
saçmalama! Ne diye Burak'ın hoşlandığı kızdan hoşlanayım. Hem
ona karşı tek bir duygum bile yok. Ben seni seviyorum kızım."
Gözlerim hayretle açıldı. "Ya sen sabah kafanı buzlu suya mı soktun?
Hem duygum yok diyorsun, hem seviyorum diyorsun."
Bıkkın bir nefes verdi. "Asıl sen ne saçmalıyorsun? Kızım ben Gül'ü
tanımıyorum bile. Ayrıca tanımakta istemiyorum. Söyledim sana.
Seni seviyorum diye. Neyini anlamıyorsun bunun?" "Gül mü?" dedim
anlamayarak.
"Gül tabii. Bizim oğlan yanıkmış sizin kıza. Aralarını yap diye kaç
gündür kafamı ütülüyor. Gına geldi artık. Bir el atta bitsin bu
işkence."
"Burak Gül'e mi âşıkmış?"
Kaşlarını çattı. "Elbette Gül'e âşık. Sen ne sanıyordun?"
Şu an kafamdan dumanlar çıkıyor olabilirdi. Gül... Burak... Âşık! Yok
artık! Demek bu yüzden o gün benimle konuşmak istemişti. Tabii ya!
Bir dakika! Bu herif beni mi seviyormuş? Beni... Beni mi seviyormuş?
"Sen az önce ne dedin?" dedim gözlerim geç yaşadığım idrakle
irileşirken.

340
"Gül ve Burak diyorum Esra," dedi yine bıkkınlıkla.
"Yok yok, ondan önce."
Yine kaşları çatıldı. "Ne demişim yine?"
"Seni seviyorum kızım demedin mi?"
Çatık kaşları düzeldi ve yine sırıttı. "Dedim mi?"
"Lan demedin mi?"
"Bilmem. Olabilir de olmayabilir de."
"Yeter be!" dedim yine öfkelenerek. "Kafam bir milyon oldu. Senin
oyunlarınla uğraşamayacağım, gidiyorum ben. Kimi seversen sev."
Arkamı dönmüştüm ki birden hızla döndürüldüm ve "Beş," dedi
Azman, aynı anda dudaklarımda bir baskı hissettim. Gözlerim ardına
kadar açılırken Azman geri çekildi. Şoku atlatınca yakasını kavradım.
"Lan sen beni sürekli öpüp durmak zorunda mısın?" diye kükredim.
"Sapık herif!"
Hiç oralı olmadan kollarını belime doladı ve "Şimdi beni iyi dinle Deli
Asiye!" dedi. "Sonra aman ben duymadım, yok efendim sen ne
söyledin falan istemiyorum. Ha, hala anlamamazlık edersen seni
tekrar öperim kızım."
"Tamam be!" diye atıldım hemen ve kollarını çözüp geriledim. Bir
heyecan basmıştı şimdi. "Dinliyorum," derken sesimden
yansımamasına şükürler ettim.
O an öyle bir gülümsedi ki, kalbim yerinden hopladı. Ben bir de
bundan hoşlanmıyordum, bir de hoşlansam kim bilir ne olacaktı.
"Ben seni sevi-"
"Akın!"

341
Birden geriye itilmem ve bir kızın Azman'ın boynuna sarılması bir
oldu. Kız hafifçe geri çekilince "Tuana!" dedi Azman. "Ne işin var
burada?"
"Canım!" dedi kız ve Azman'ın yanağına uzun bir öpücük bıraktı.
"Tuana ne işin var senin burada dedim."
Kız kaşlarını çatıp dudaklarını büzdü. "Seni özledim. Hem dün gece
için teşekkürde edememiştim. Bana evini açtın, bu zaman da kim
kime yapar bunu ki?"
Bir an başımdan aşağı kaynar sular dökülür gibi oldu. Ben bir de
burada durmuş bu adamı dinliyordum. Dünkü azılı çapkın bir günde
uslanacak değildi ya. Üstelik benim de artık yoğurdu üfleyerek yeme
zamanım gelmişti.
Azman "Tuana!" diye çıkışırken ben arkamı dönüp hızla yürümeye
başladım. Hayır, bu çocuktan hoşlanmıyordum ama o zaman
gözlerimden çıkan bu ateşte neydi?
Allah'ın belası domuz herif!
"Esra!" diye seslendi arkamdan ama onu umursamadan yürümeye
devam ettim. "Esra bekle!" "Defol git!" diye tısladım.
Kolumdan çekip beni durdurdu. Zaten artık bu kolu kesip atacaktım
ben, az kalmıştı. "Bak düşündüğün gibi değil."
"Bir şey düşünmüyorum. Senin hakkında niye bir şey düşüneyim ki
hem?" Kolumu çekmeye çalıştım ama bırakmadı.
"Yanlış anladın. Beni bir dinlersen..."
Tuana denen kıza göz ucuyla baktığımda sırıtarak bizi izliyordu. Buna
daha da öfkelendim. "Senin neyini dinleyeceğim be? Sapık herifin
tekisin işte. Şimdi bırak kolumu."
"Bir kere de huysuzluk yapmada beni dinle!" diye sesini yükseltti.
342
"Bırak kolumu Akın!"
O elini çekmeden biri kolumdaki elini hızla itti ve Gencer Azman'la
arama girdi. Al işte! Bela birdi, iki oldu. Onu son gördüğüm an aklıma
gelince yutkundum. Lanet olası sakinleştirici yüzünden bir de bu
lanet herife sarılıp ağlamıştım. Düşündükçe çıldıracak gibi
oluyordum, en azından uyandığımda çoktan gitmişti. Yoksa
yapacaklarımdan ben bile korkuyordum.
"Türkçen bayağı kıt anlaşılan. Kolumu bırak cümlesinin hangi kısmını
anlamadın?" dedi Gencer.
Azman'ın yüzü öfkeyle kasıldı. "Sen kimsin? Türkçeyi anlayalım ve
sevelim öncü lideri mi? Çekil önümden.
Seninle işim yok benim."
Gencer göz ucuyla bana bakıp "Onu rahatsız ediyorsan benim
seninle güzel bir işim olabilir," dedi. Hayır, bundan sana ne be adam?
"Öyle mi?" Azman ona doğru bir adım atarken yumruklarını sıktı.
Hızla ikisinin arasına girdim.
"Kesin şunu! Derdiniz ne sizin?"
Birden Azman elimi kavradı ve "Gidiyoruz," dedi. "Yoksa evinde
yapamadığımı şimdi yapacağım ve beni bu kez engelleyecek biri de
yok."
Allah aşkına burada neler oluyordu böyle?
Azman beni çekiştirirken bu kez kendimi karşı takımda buldum.
Gencer beni öylesine sert bir şekilde çekmişti ki bir an yalpalamıştım.
"Esra seninle hiçbir yere gitmiyor. Şimdi uza buradan!"
Azman artık öylesine öfkeli görünüyordu ki derin bir nefes aldıktan
sadece bir saniye sonra yumruğunu Gencer'in suratına indirdi.
Gencer yere kapaklanırken benim gözlerim ardına kadar açıldı. Ve
343
sadece bir kaç saniye sonra karşımdaki ikili birbirine girdi. Ben ne
yaptım peki? Kollarımı önümde bağladım ve bir süre onların havada
uçuşan yumruklarını izledim. Tuana denen kız da öylece onları
izliyordu. Hem keyifli hem de şaşkın bir ifadeyle... Sonra arkasını
dönüp kaçarcasına gözden kayboldu.
En sonunda bir kaç kişi gelip Gencer ve Azman'ı zor da olsa ayırmayı
başardı. Güvenliğin gelmesi de uzun sürmedi tabii. Şimdi ise üçümüz
tıpış tıpış bölüm başkanının yanına gidiyorduk. Öylesine öfkeliydim ki
Azman bir şeyler dese de tek kelime etmedim. Burada
paylaşılamayan kız durumunda değil, sadece güçlerini birbirlerine
kanıtlayacakları bir sebeptim. Bu da ne kadar boktan bir durumda
olduğumu ve aşağılandığımı yüzüme vuruyordu.
Mimarlık Fakültesinden içeri girdik ve en sonunda bölüm başkanının
kapısında durduk. Ancak o an Azman'ın elini karnına bastırdığını fark
edebildim. Öfkem bir nebze de olsun geri plana çekilirken yine
saçma vicdanım ortaya çıktı ve içeri girmeden onu durdurdum. Elini
karnından çekerken tişörtünü yukarı çektim. Sadece bir saat önce
değiştirdiği sargı yine kızıla boyanmıştı ve emindim ki bu kez
kesinlikle dikişleri açılmıştı.
"Allah'ın belası!" diye tısladım. "Şu durumdan bir kurtulalım, sana
ben göstereceğim dünyanın kaç bucak olduğunu."
Katı yüzü yumuşadı ve sırıttı. Adamın yarası açılmıştı ve belki de
birazdan okuldan uzaklaştırılacaktı, buna rağmen hala sırıtabiliyordu.
Üstelik dudağının yanındaki yara bile buna engel olamıyordu.
Gencer'in ise ondan çok da farkı yoktu, hatta o daha feci
görünüyordu ama en azından o gülmüyordu. Bize dişlerini sıkarak
baksa da tek kelime etmedi.
İçeri girdiğimizde bölüm başkanı bir kaç dakika sessizce üçümüze
baktı ve gözleri önce Azman'da sonra ise Gencer'de durdu. Eh, bu
fakültenin öğrencisi olan onlardı. Onlar düşünsündü. Dahası bu
344
adam Gencer'in babası Serhat Durukan'dı, yani sadece Azman
düşünsündü.
"Akın Korutürk!" dedi Serhat Hoca. "Yine sen ve yine bir sorun ama
beni şaşırtan sen oldun Gencer." "Baba bak..."
"Baba mı?" dedi Azman ona yan bir bakış atarak. "Bölüm başkanı
senin baban mı? Adamdaki şansa bak be!"
Serhat hoca ikisini de susturmak için elini kaldırdı. "Akın kotanı
doldurdun artık. Seni geçen sefer uyarmıştım ama yine bir kavgada
odamdasın."
"Üstelik oğlunuzu dövdüm," dedi Azman sırıtarak.
"Geri zekalı!" diye dişlerimin arasından fısıldadım. Gencer ise ona
öfkeli bir bakış attı.
"Hala alaycısın," dedi Serhat hoca kınayan bir sesle. "Sana bugüne
kadar müsamaha gösterdim çünkü zeki bir öğrencisin..."
"Çünkü bölüm birincisiyim," diye düzeltti Azman tek kaşını
kaldırarak.
Gözlerim irileşti. "Bölüm birincisi misin? Vay anasını!"
Azman gülerken Serhat hoca hafifçe öksürdü. Bunun üzerine hemen
kendimi toparladım. "Yine de bu, bu kez seni kurtarmayacak."
"Çünkü..." dedi Azman yine pişkince. "Oğlunuzu dövdüm."
Ona doğru eğilip "Çeneni kapatsan artık diyorum!" diye fısıldadım.
"İşi yokuşa sürme domuz herif. Yaran açıldı. Hastaneye gitmemiz
lazım." Omuz silkti. Herifteki umursamazlık hayret edilecek ve saç
baş yolduracak cinstendi.
Serhat hoca bıkkın bir nefes alıp Gencer'e döndü. "Anlat bakalım
Gencer. Niye kavga ettiniz?"

345
Gencer bana baktı, sonra da Azman'a. Gözleri en sonunda babasını
bulduğunda "Yanlış anlaşılma," dedi. "Esra'yı rahatsız ettiğini
sanmıştım ama öyle bir durum yokmuş."
Akın'ı kurtarmaya çalıştığını fark edince hayretle ona baktım. O ise
bana bakıp gülümsedi ama Azman öfkeyle homurdandı.
"Esra..." dedi Serhat Hoca bana bakarak. "Bu fakülteden misin?"
"Hayır hocam. İletişim Fakültesi."
"Anladım. Sen bu konuda ne söyleyeceksin?"
"Hocam Gencer haklı. Sadece ufak bir yanlış anlaşılma oldu. Akın
arkadaşımdır, biz sadece önemsiz bir sebepten kavga ediyorduk.
Gencer de yanlış anlayıp müdahale etmek istedi."
"Erkek arkadaşın mı?"
"Efendim?" dedim anlamayarak.
"Akın erkek arkadaşın mı?"
Ya bundan sana ne be adam?
"Hay-"
"Evet," diyen Azman'la hem Gencer hem de ben başlarımızı
kırarcasına ona çevirdik.
"Şimdi kavganın nedeni ortaya çıktı işte," dedi Serhat Hoca gülerek.
"Seni hatırladım kızım. Esra Yağmurlu değil mi? Deniz Ardınç'ın
arkadaşıydın. Doğal olarak da Gencer'le de arkadaşsınız. Akın'ın
üzerine atlamasına şaşmamak gerek."
Gerginlik tüm vücuduma yayıldı. Deniz'den elbette ki haberdar
olması doğaldı ama beni tanıması kör talih değil de neydi?
Serhat Hoca başını tekrar Gencer'e çevirdi. "Hastaneyi arayacaktın
bugün. Deniz nasılmış?"
346
Azman'ın bana baktığını fark edebiliyordum, hatta Gencer'in de ama
ben o an ayakkabılarımın ne kadar kirlendiğiyle ilgileniyordum çünkü
odanın benim için tamamen buz kesmesi an meselesiydi.
"Aradım," dedi Gencer ama sesindeki değişimi yakalamıştım. Yalan
söylüyordu. Buna anlam veremedim.
"Hala komada."
Göz ucuyla Azman'a baktığımda o da gözünü kırpmadan bana
bakıyordu. Gerginliğim gitgide artarken onun soru soran bakışları
beni daha da gerdi. Odanın havası sanki her geçen saniye azalıyordu.
"Esra!" diyen Serhat Hoca'ya bile zar zor bakabildim. "Kızım sen de o
arabadaydın değil mi?" Nefes al! Nefes al! Sakinleş ve nefes al!
"E-evet! B-bende o arabadaydım."
"Ne?" dedi kısık sesle Azman. Bu tonda bile yaşadığı şaşkınlığı
anlayabiliyordum.
"O kazadan sağ çıkabilmeniz..." dedi Serhat hoca. Sonra hayret eder
gibi bir ses çıkardı. "Tam bir mucize. Kaza resimlerine baktım da
araba resmen hurdaya dönmüş. Sahi kaza nasıl olmuştu?"
Azman gözlerimin içine bakarken nefesim tıkandı. O günü
hatırlamam titrememe neden olurken Gencer yanımda huzursuzca
kıpırdandı. Kaza nasıl olmuştu? Kaza nasıl olmuştu?
Serhat Hoca'nın sorusu kulaklarımda yankılanmaya devam etti.
Cevap ise o kadar basit ve aynı zamanda bir o kadar korkunçtu ki.
O kazaya ben sebep olmuştum. Bilerek ve isteyerek...
• 'Sırlar ve İtiraflar'
🍀
Esra Yağmurlu

347
Kaza nasıl oldu?
Soru kulaklarımda çınlamaya devam etti ama dudaklarım cevap
vermemekte ısrarcı bir şekilde kilitlenmişti. Tıpkı tıkanan nefesim
gibi. Beynim bir kurtuluş arıyordu ama vücudumun oksijene olan
ihtiyacı her saniye artarken o da işlevini yerine getiremiyordu. O an
kurtarıcım konuştu.
"Baba, Esra bu konuyla ilgili konuşmaktan hoşlanmıyor. Takdir
edersin ki zor zamanlar geçirdi."
Serhat Hoca yeni fark ediyormuş gibi mahcup bir ifadeye büründü.
"Anlıyorum. Pekâlâ, o zaman. Gencer
Esra'yı da al ve çıkın."
Sanki bu komutu bekliyormuş gibi kapıya atıldığımda Serhat
Hoca'nın sesiyle durdum. "Sen kal Akın!
Seninle konuşacaklarımız bitmedi."
Başımı Azman'a çevirdiğimde onun gözleri de üzerimdeydi ve Serhat
Hoca'ya itiraz edeceğini anlayınca başımı hafifçe iki yana sallayarak
onu uyardım. Zaten yeterince göze batmıştı ve dahası başını daha
büyük belaya sokardı. Kapıyı açıp kendimi dışarı attığımda Gencer
arkamdan adımı sesleniyordu ama durmadım. Okuldan çıkıp kendimi
gözden uzak bir yere attım ve nefesimin düzene girmesini bekledim.
Gencer çok geçmeden yanında belirdi.
"İyi misin?"
"Umurunda mı?" dedim sertçe.
"Elbette ki umurumda Esra," dedi bana yaklaşırken.
Bana sarılacağını anladığımda onu sertçe ittim ve "Benden ne
istiyorsun?" diye bağırdım. Savunma mekanizmam az önce o odada
enkaza dönmüştü ve ben şu an öfkeden alev alev yanıyordum.
348
"Yanında olmak istiyorum," dediğinde soğuk bir şekilde güldüm.
"Yanımda olmak istiyorsun," diye tekrarladım, gözlerimi etrafta
dolaştırırken. En sonunda bakışlarım yine onu buldu. "Yanımda
olman gerektiğinde neredeydin ha?" diye bağırdım. "Deniz beni
sürüklerken neredeydin? Beni o odaya tıktığında..." Yutkundum.
"Bana dokunduğunda neredeydin? Tüm bunları senin yüzünden
yaşadım ben. Sana onda bir gariplik olduğunu söyledim. Beni götür
dedim sana. Beni dikkate bile almadın ve bana aynen şöyle dedin.
'Sadece konuşacak Esra!' Konuşmadı Gencer. Deniz benimle
konuşmadı." Tek ses çıkarmadan yine bana yaklaşmaya yeltendi ama
gerileyip ona izin vermedim ve konuşmaya devam ettim.
"Neler yaşadığımı biliyorsun değil mi Gencer? Tekrar duymak ister
misin? Deniz'in beni nasıl savunmasız bıraktığını duymak ister misin?"
"Esra..." dedi sanki durmamı ister gibi ama durmadım.
"Ya da dur göstereyim," dedim ve çantamdan bir ıslak mendil çıkarıp
yüzümün sol tarafındaki kapatıcıyı temizledim ve yüzümü ona
çevirdim. "Bu izi görüyor musun?" dedim ona. İz küçüktü ama
kalbimde açtığı yara hala kanayıp duruyordu. Gencer belli belirsiz ize
baktı ve yutkundu.
"Bana vurduğunda ne hissettiğimi sana söyleyeyim mi? Acı hissettim
ama yüzümdeki acı içimde yankılanan kadar etki etmedi bana.
Sonra..." "Esra lütfen!" dedi yalvarır gibi.
"Sonra gözlerimi onun arabasında açtım. Söylesene Gencer, senin
sadece konuşacak dediğin arkadaşın beni nereye götürüyordu?"
Sessizce bana bakmaya devam edince "Söyle!" diye bağırdım.
"Bilmiyorum," diye sesini yükseltti. "Kahretsin ki bilmiyorum."
"Hayatında tek olacağım yere. Neresi olduğunun önemi var mı? Beni
arkadaşlarıyla yatmakla itham etti ve senin sonun olacağım dedi." O
gözlerini kapatıp dişlerini sıkarken benim de gözlerim yanmaya
349
başlamıştı. "Sevdiğim, âşık olduğum o adam... Benim sonum olacaktı
ama..." dedim gözlerimden akan yaşlara inat keskin bir sesle. "Kimse
benim sonum olamaz. Ben kendi sonumu kendim yazarım, yazdım
da."
"Özür dilerim," dedi kaskatı bir yüzle. "Yaşananları geri alamam ama
bundan sonra yaşayacağın her şeyde yanında olurum Esra. Bana
bunları telafi hakkı ver sadece. Yeter ki yanında olmama izin ver!"
Elini teselli etmek ister gibi bana doğru uzatınca hızla geri çekildim
ve "Dokunma!" dedim. "Bazı şeylerin telafisi olmaz Gencer ve sen..."
Gözlerim bir an binanın köşesine kayınca kelimeler boğazıma dizildi.
Gözlerim irileşti.
Azman allak bullak olmuş bir yüzle bana bakıyordu. Duymuştu. Yüz
ifadesi her şeyi duyduğunun açık bir göstergesiydi.
Gözyaşlarım hızını artırdı. Bitmiştim. O öğrenmişse bitmiştim. Eline
benimle oynayacağı büyük bir koz vermiştim ama bu oyunu
kaldıramazdım. Her şeyi kaldırabilirdim ama bunu kaldıramazdım.
Yoğun bir titreme vücudumu sardı ve ağlamalarım şiddetini artırdı.
Gencer tam kollarını bana dolayacaktı ki şiddetle geriye itildi. Onun
yerine beni saran kollar Akın'dan başkasına ait değildi.
"Şşş!" dedi kulağıma. "Sakin ol! Sadece beni dinle!"
Hiçbir ses çıkarmazken benim yerime dökülen gözyaşlarım ve
sarsılan omuzlarım cevap verdi. "Asi!" dedi şefkatli bir sesle. "Seni ilk
gördüğümde ne düşündüm biliyor musun?" Ağlamaktan cevap
veremedim ama zaten o da bunu cevap almak için sormamıştı.
"Tam bir felaket olduğunu. Sen bir felaketsin Esra," dediğinde ne
düşüneceğimi bilmiyordum ama bu sözler daha da şiddetli ağlama
sebep oldu. Doğruydu. Ben bir felakettim.
Sonra elleri saçlarımı buldu ve yavaşça okşamaya başladı. "Ama
hayatımdaki en güzel felaketsin.
350
Yaşadıklarını tahmin edemem, yaptıklarımı da telafi edemem ama
yanında olacağım."
"Bunu..." dedim hıçkırıklarım arasından. "Duyduklarını... Bana karşı
kullanacaksın."
"Asla!" dedi sert ve kesin bir sesle. "Pisliğin tekiyim belki ama bu
pislik seni seviyor." "N-ne?"
Hafifçe geri çekildi ve yüzüme baktı. Elinin birini çözüp yüzümdeki
yaşlara dokundu. Yüzümdeki acının izlerini silerken söylediği iki söz
bu kez gerçekten içten gibiydi.
"Seni seviyorum. Hem de deli gibi."
Bir kaç saniye bunu sindirdim. Daha doğrusu sadece denedim. Bu iki
cümle bende yasaklılar arasındaydı. "Ama... Duydukların..." derken
gözlerim istemsizce Gencer'i aradı. Gitmişti, onu görmek
yaşadıklarımı hatırlatırken gitmesi beni fazlasıyla rahatlattı.
"Ben sadece senin ne kadar güçlü olduğunu fısıldayan sesleri
duydum ve sana daha çok âşık oldum."
"Yapma!" dedim yine de. "Benimle oynama Akın! Güçlü görünmeye
çalışsam da içi cam kırıklarıyla dolu çatlak bir vazoyum ben. Bunu, bu
kadarını kaldıramam, parçalanırım."
"Tamir edemem," dedi. "Ama kırılmamanı sağlarım, seni sararım. Ve
inan bana hayatımda hiç bu kadar gerçekçi olmadım. Seni sevdiğime
inanmanı beklemiyorum, sadece göstermeme izin ver. İzin ver seni
sevgiye boğayım."
"Neyi göstereceksin?" dedim en sonunda hıçkırıklarımı durduğunda.
"Evine girip çıkan kızları görüyorum zaten. Hatta yarım saat önce
birisi boynuna atıldı ve sen hala seni seviyorum gibi yoğun iki
kelimeyi basit bir şeymiş gibi söylüyorsun."

351
"Başka kızlar yok. Uzun zamandır yok ve benden seni seviyorum
cümlesini duyan ilk kızsın sen. Bu iki kelime benim için hiçbir zaman
basit olmadı Asi, var olması bile imkânsız gibiydi ama sonra sen
sadece bir bardak çayla beni yaktın ve o iki kelimeyi kalbime
yaymaya başladın." Duraksayıp derin bir nefes alırken benim
nefeslerim çoktan sıklaşmıştı. "Ve Tuana," dedi. "O cadı benim kız
kardeşim." "Anlamadım," dedim öylece kalakalırken.
"Tuana baş belası kız kardeşim işte. Dün aniden çat kapı geldi. Düşük
çeneli Burak ibnesi yaralandığımı söylemiş ona. O da soluğu burada
aldı."
"Ama söyledikleri..."
"Beni kızdırmaya bayılır Asi ve bunu ilk kez yapmıyor. Yanımda bir kız
görünce hep aynı numarayı yapar ve izler."
"Neyi izler?"
"Kızların bana tokat atmasını. Salak salak zevkleri vardır geri
zekâlının. Dayak yememden haz alıyor." Buna başka bir zaman olsa
gülebilirdim ama şimdi sadece "A-anladım," diyebildim.
"Neyi anladın?" dediğinde yine kolları belimi sıkıca sardı. "Seni
sevdiğimi mi?"
"Ben..." dedim ama devamını getiremedim. Zaten ne söyleyeceğimi
bile bilmiyordum ki.
Yüzünü bana yaklaştırdığında "Sen ne?" dedi. Yakınlığından tedirgin
olarak gözlerimi kaçırdım. Aniden, yüzümdeki belli belirsiz yaranın
üzerine ufak bir öpücük bıraktı ve başımı göğsüne yasladı. "Sen
benim Asimsin ve ben bana çıkışıp duran hırçın kızı geri istiyorum
sadece."
O kızın sadece biraz toparlanmaya ihtiyacı vardı ve ne olursa olsun
geri gelecekti. Acı hep vardı ama hayatta devam ediyordu ve benim
352
devam etmem için o kıza ihtiyacım vardı. O kızın gücüne direncine
ihtiyacım vardı.
Bir süre öyle kaldık ve dilimin bağı en sonunda çözüldü.
"Sormayacak mısın?" "Hayır!" dedi kesin bir sesle. Neyi kast ettiğimi
hemen anlamıştı.
"Neden?"
"Önemi yok. Benim umurumda olan kısım geçmişin değil, geleceğin.
Birlikte neler yaşayacağımız."
Rahatladım. Öyle ki benimde kollarım onun belini sardı ve o an beni
kendine daha da bastırdı. Sanki güven vermek ister gibi...
"Muhtemelen ikimizden biri diğerini öldürür," dediğimde güldü ama
hemen ardından ciddi bir sesle "İyi misin?" diye sordu.
İyi miydim? Bir kaç dakika öncesine kadar dipteydim ama şimdi sanki
huzur beni içine çekiyordu. O kadar garipti ki belki de hayatımdaki
en güvenilmez insan bana güven veriyordu ama şaşırmadım. Beni
parçalayan en güvendiğim kişi değil miydi?
"Benimle çıkar mısın?" dedim aniden.
Aniden geri çekildi ve "Ne?" dedi. Şaşkın ifadesi üzerine bu kez de
ben güldüm. Bilmiyorum ama geçirdiğim son dakikalar inkâr ettiğim
şeyleri dışa vurmaya itmişti beni. Yine büyük bir hata da yapıyor da
olabilirdim ama sürekli duygularımı bastırarak, korkup kaçarak
nereye varacaktım ki? Belki de yeni bir başlangıç yapmamın zamanı
gelmişte geçiyordu. Artık korkmayacaktım.
"Ben senden hoşlandığımı söyledim. Sen de benden. Artık sevgili
sayılırız ama yine de sorayım dedim." "Ciddi misin sen?" dedi
hayretle.
Omuz silktim. "Eğer istemiyorsan..."

353
"Ne? Hayır. İstiyorum. Çıkalım. Yani çıkmak derken, ergenler gibi...
İşte şu sevgili şeysini... Aman ya!"
Bir kahkaha attım. "Dilin ne güzel de dolandı senin. Çok tatlı!"
Kendi sözlerini duyunca kaşları çatıldı. "Ne kadar kinciymişsin sen."
"Öyleyimdir. Ödeşmeden durmam ve şimdi de ödeşeceğiz."
"Yine ne hinlik yapacaksın acaba?" dedi tek kaşını kaldırarak.
"Ormanda ödeşelim demiştin ya," dedim ve parmak ucumda
yükseldim. "Şimdi ödeşeceğiz ve bundan sonra ikimiz sadece
birbirimizle ödeşebiliriz." O anlamayarak dikkatle bana bakarken
ben o ilk sayıyı fısıldadım.
"Bir."
İşte o an Akın Korutürk'ü öpen kişi benden başkası değildi.
🍀🍀🍀
Azman'ın arabasından indiğimde o da bir kaç saniyeye yanımda
yerini aldı. Suratındaki pişkin sırıtış onu öptüğümden beri devam
ediyordu, hatta karnına tekrar dikiş atılırken de devam etmişti ve
uzun bir süre daha devam edecek gibiydi. Hay lanet! Ne diye
öpmüştüm ki ben bu domuzu zaten?
"Kes şunu!" diye tısladım.
"Ne?" dedi dudaklarını büzerek ve yine aynı sırıtışına geri döndü.
"Sırıtma lan, pişmiş kelle gibi!"
"Çok romantiksin hayatım," dedi gülerek. "Bu odunluk sana yük
yapıyorsa soba kuralım sizin eve. Yakar ısınırız."
"Dikişlerini sökerim senin," dedim dişlerimin arasından.

354
"Doktor yeni dikti bebeğim ama senin elinden soyulmaya da razıyım
ben. Üzerimdeki her şeyi sökebilirsin."
"Derini mi mesela? Derini zevkle soyarım sevgilim."
Aniden durdu. "Tekrar söylesene."
Kolundan tutup çektim. "Ergen ergen davranma da yürü. Açım ben."
"Dolma yap da yiyelim hatun," dediğinde yüzüne hayretle baktım.
Hatun mu? Hatun diyen ağzını senin... Dur ya! Bu çok tatlı geldi
birden.
"Elma soyup bıçağın ucuyla da sana uzatayım mı bey?" "Yapar mısın
cidden?" dedi ve kahkahayı bastı.
"Karnıyarık bile yaparım."
Keyifle dilini dudaklarında gezdirdi. "Hadi ya! Harbi mi?"
"Tabii, özellikle senin karnını deşmekten zevk duyarım."
"Sadistsin kızım ama yine de seni seviyorum."
Ah! Sanırım buna alışamayacaktım. Neon ışıklarla ekranda hep aşırı
yüklenme yazıyordu. Sıcaklık artıyor, iklim birden değişiyordu.
Aniden yanağımdan öpüp beni kolunun altına aldı. Ya yapma şunu
be çocuk! Bak ekran tamamen çöktü sayende. Bir Esra doğada kaç
yılda yetişiyor haberin var mı senin? "Sence de biz süper olmadık
mı?" dedi, bu kez alayla değil gerçekten hissettiren bir sesle.
Olduk mu acaba? Bizden bir cacık olur muydu cidden?
"Sence bizden bir cacık olur mu?" dediğimde önce bana öylece baktı
ve ardından kahkahalarla gülmeye başladı. Öyle ki boynumdaki
kolunu çekip dizlerine dayadı ve katıla katıla gülmeye devam etti.

355
"Lan ne gülüyorsun?" diye sinirle sordum. Teyzeler pencereye çıktı
ve gözleri hemen bizi buldu. "Sussana lan, Allahın belası domuz,"
dedim dişlerimin arasından.
"Esra, kızım hayırdır?" dedi FBI teyze.
Hayrı mı kaldı be FBI teyze? Aldık başımıza belayı işte. Hayrı da
kalmadı ama yine de seni kırmayalım, hayırlı uğurlu olsun!
"Yok, Selma Teyze!" dedim gülümsemeye çalışarak. "Arkadaşı kızın
biri taciz etti arka sokakta da, kriz geçiriyor şu an." Azman aniden
gülmeyi kesti ve kaşları çatıldı.
"Vay vah!" dedi diğer pencereden MİT teyze. "Şimdi ki gençler çok
edepsiz oldu canım. Su getireyim mi
Akın evladım?"
Azman'ın gözleri ona döndü. "Yok, sağ ol Makbule Teyze. Alıştım
artık..." dedi ve gözleriyle beni işaret etti. "Bu kızın tacizlerine."
Rezillik yükleniyor...%94
Sen kaşındın Esra! yazdı neon ışıklarla ekranda.
"Ne tacizi canım komşum." Ve Allahın belası domuz, bir de sevgilim
tabii. "Seni kızdan ben kurtardım ya!"
Yanıma yaklaştı ve fısıldadı. "Dolma yap, seni kurtarayım."
"Bok yaparım."
Hemen kafası dikkatle bizi izleyen teyzelere döndü. "Üzerime atladı
bu kız teyzelerim. Yeter bendeki de can! Bıktım artık! Allah'ım al
canımı da kurtulayım!" Nerede, nerede bizde o şans?
"Kız Esra..." dedi FBI teyze. "Sen bu çocuğa yanık mısın yoksa?"

356
"Yok be teyze. Bunun kafası gidiyor arada," dedim ve tek elimi sır
verir gibi ağzımın yanına kapattım. "Deli raporu var diyor okuldaki
çocuklar."
"Yuh!" dedi Azman. "Belden aşağı vuruyorsun."
Sırıttım ve "Hodri meydan Allah'ın belası domuz seni," dedim kısık
sesle.
"Öyle mi sevgilim?" dedi sinsi bir sırıtışla.
"Öyle sevgilim."
Yine teyzelere döndü. Bakalım atakları ne denli başarılı olacaktı.
"Delirdim teyzelerim," dedi. "Ama sorun niye delirdim? Bu kız
yüzünden delirdim ben. Evime dalıp yastığımı kokluyor, parfümlerimi
sıkıyor. Tişörtlerime çay döküyor. Neymiş efendim? Bu tişört bana
çok yakışıyormuş da kızlar içime düşüyormuş. Sonra yatağımda..."
Bu da mı gol değil? diyen Sadri Alışık'a Tamam be gol, gol! diye
bağırdım içimden ve aniden Azman'ın ağzını kapatıp "Sus artık, seni
domuz herif!" dedim. "Rezil oldum." Boğuk sesler çıkarırken ne
dediğini hemen anladım. Dolma!
"Tamam yapacağım." Yine bir şeyler söyledi ama bu kez
anlamayarak elimi ağzından çekmek zorunda kaldım.
"Yapacağım ne?"
"Yapacağım Akın!" dedim anlamamazlıktan gelerek. Cıkladı.
"Yapacağım Az-"
Teyzelere dönüp "Yatağımda..." demişti ki "Tamam, tamam,"
diyerek ellerimi kaldırdım. "Yapacağım sevgilim."
"Ah! Benim aşkım sevgilisine dolma mı yapacakmış? Güzel elleriyle
sevgilisini mi besleyecekmiş? Hanimiş benim sevgilim?" derken
gülmemek için kendini zor tutuyordu.
357
"Kapa çeneni de kurtar beni şu durumdan, Allah'ın belası!"
"Benim sevgilim benden yardım mı istiyor-"
"Boğarım lan seni!" dedim dişlerimin arasından. "Temizle sıçtığın
boku!"
"Küfür yok aşkım! Biber sürerim ağzına sonra." "Lan!" diye
gürleyince irkilip geri gitti.
"Temizlik imandandır!" dedi irileşen gözlerle. Sonra teyzelere
döndü. "Tiyatro kulübüne katıldık da biz teyzeler. Dengesiz bir çifti
oynuyoruz. Komşular falan da var oyunda. Sizi görünce role
girebiliyor muyuz diye bir deneyelim dedik. Nasıl güzel oynuyor
muyuz?"
Zekaya bak, zekaya! Pırıl pırıl! Maşallah! Bölüm birincisi olduğuna
hayret etsem de kıvırmadaki başarısının yarısını derslerinde de
gösteriyorsa birinci olması normaldi. Bir annemin yanında sudan
çıkmış balığa dönmüştü galiba. Yoksa adam usta kıvırmacıydı.
FBI ve MİT teyzenin şüpheci bakışları silindi ve güldüler. "Helal olsun
Akın oğlum! Gerçek sandık bir an. Gerçi Esra'nın biraz daha çalışması
lazım bence," dedi FBI teyze.
"Bence de," diye ona destek verdi MİT teyze. "Konuşurken biraz
tutuluyor sanki."
Ha hayt! Diyenlere bak! Görende Türkiye Tiyatrolar Birliği başkan ve
başkan yardımcısı konuşuyor sanır.
"Çok yalvardı da, hoca o yüzden aldı onu zaten," dedi benim domuz
herifve bana göz kırptı. Soluk borusunu sökeceğim o olacak. O da
her an üzerine atılacakmış gibi baktığımı anlayınca hafifçe öksürdü
ve ciddi bir ifadeye büründü. "Gidelim mi artık Esra arkadaşım? Daha
evde çalışacağız."

358
"Çalışın çalışın tabii evladım," dedi FBI teyze. "Sosyal aktiviteler
önemli."
Ulan herife bak! Bir taşla iki kuş vurmuştu. Hem olayı toparlamış hem
de eve girip çıkmak için bahaneyi önceden ileri sürmüştü. Teyzelerin
şüphesini çekmeyecekti artık çakal.
"Şeytansın lan sen," dedim hayretle.
"Sen bir de beni kırmızı giydiğimde gör," dedi ve sırıttı. "Özellikle iç
çamaşırlarımda." "Sapıksın!" dedim yüzümü buruşturarak.
"Bunu bir kaç saat önce beni öpen kız mı söylüyor?"
İşte buna sinirlenmiştim. Hala her şeyi yüzüme vuruyordu. Yüzüm
düştü ve "Tekrarı olmaz!" dedim sinirle. Hızla binanın girişine yönelip
içeri girdim. Merdivene adım atmıştım ki beni durdurdu.
"Özür dilerim, gerçekten. Biliyorsun arsızım biraz. Amacım seni
kırmak değildi, düşünmeden ağzımdan çıktı." Çatık kaşlarla ona
bakmaya devam edince "Affet hadi domuz sevgilini," dedi çocuk gibi
dudaklarını sarkıtarak.
Tam onun bu haline gülecekken ciddi ifademi korudum. "Hadi ama
Asim," dedi Küçük Emrah bakışlarıyla.
"Tek şartla," dedim ciddi halimi sürdürerek.
"Kabul ettim gitti."
"Emin misin?"
"Elbette. Söyle hadi, neymiş şartın?"
"Dolmayı sen yapacaksın?"
Kaşları havalandı. "Ama..."
"Sen bilirsin," deyip merdivenlere yönelince yine koluma asıldı.

359
"Tamam, yapacağım sinsi sevgilim." Gülümseyince o da gülümsedi.
Kalbim aylar sonra sanki biraz ısındı ve sıcaklık yaralarımın acısını
bastırdı. Onun bana iyi geleceğine o an emin oldum. Onun evine
girdiğimizde kapıyı kapatıp bana döndü. "Dolmadan önce, tatlı ister
misin?" "Sen yapacaksan neden olmasın?" diyerek sırıttım.
"Ben yapacağım," diye o da sırıttı ve üzerime yürümeye başladı.
"Ne yapıyorsun be!" dedim gerilerken.
"Tatlı bir öpücük vereceğim sana."
"Sapık!" diye bağırıp hızla yana kaydım ve salona koştum. Gülerek
peşimden gelirken koltuğun arkasına geçtim. "Uzak dur pis sapık!"
"Sapığım ama senin sapığınım." O koltuğun arkasına geçince ben de
bir kahkaha atıp hemen önüne geçtim.
"Teyzeler evi basacak!" dedim gülerken.
"Basmazlar. Unuttun mu? Biz dengesiz iki sevgiliyi oynayan tiyatro
karakteriyiz," dediği an koltuğun üzerinden atladı. Koltuğun
etrafında fırıl fırıl döner gibi yine kendimi koltuğun arkasına attım.
"Zeki bir pisliksin!"
"Onore oldum," diye sırıttı ve koltuğun üzerine atlayıp beni
yakaladığı an koltuğa çekti. Şimdi tam olarak üzerinde duruyordum.
Yaralı olduğu için ağırlığımı olabildiğince üzerine vermemeye özen
gösterdim ama yerimden kalkmadım da. O da bir süre kıpırdamadan
bana baktı. Belli ki bugün olanlardan sonra tedirgin olmamdan
korkuyordu ama ilk defa korkmadığımı hissettim ve gülümsedim.
Ellerimin altındaki omuzlarının gevşediğini hissettim ve "O zaman
altı," dedi o da gülümseyerek.
Tam beni öpecekti ki "Akın!" dedi yüksek bir ses.

360
İkimizin başı da aynı anda sesin geldiği yöne döndü. Kumral düz
saçlarıyla ve üzerindeki gecelikle 40'lı yaşlarının ortasında bir kadın
koridorda bize bakıyordu. Ela gözleri uykuluydu. Belli ki uykudan
uyanmıştı.
Bizim oynaşmamız yüzünden... Domates o an beni görse
kırmızılığından utanırdı.
"Biptir!" dedi Akın. Adamı da iyice kendimize benzetmişiz, iyi mi?
"Anne!"
"Oha! Basıldık!" dedim şok içinde. Deja vu denen lanet şey neden
bizi bulmak zorundaydı ki?
"Ayvayı yedin oğlum," dedi Akın'ın annesi gözlerini ikimizarasında
dolaştırarak. "Ayvayı yedin çocuğum.
Ayvayı yedin Yavrum."
• 'Çatlak Kaynana!'

Akın Korutürk
Asi hızla üzerimden kalkıp kıyafetlerini ve saçlarını düzeltmeye
çalışırken ben de doğruldum. Bu anneme ilk yakalanışım sayılmazdı
ama ona Asi'nin farklı olduğunu anlatmam zor olacaktı. Kısacası
gerçekten hapı yutmuştum. Asi'ye baktığımda utançtan kızardığını
gördüm ve anneme bakmaktan itinayla kaçınıyor gibiydi. Gözleri
önünde birleştirdiği ellerindeydi. Utangaç hali de ayrı güzel
oluyordu. Hele sürekli birbirini bastırıp bıraktığı dudakları... Of Hatice
Sultan of! Ne olurdu bizi biraz geç bassaydın?
"Gözün çıkmasın emi Akın," dedi annem. "Seni okul okumaya
yolluyoruz, sen hala hovardalık peşindesin. Hiç mi uslanmayacaksın
çocuğum sen?"

361
"Hatice sultan," dedim ayağa kalkarken ve annemin boynuna
sarıldım. "Ne zaman geldin sen?"
"İki saat oluyor," dedi annem çatık kaşlarla. "Oğlumu özledim, çıktım
geldim. Biraz uyuyayım dedim ama ne mümkün. Oynaşmanız
yüzünden neye uğradığımı şaşırdım."
"Oha ama!" dedi Asi ve ağzından kaçırmış olacak ki hemen
dudaklarına vurdu. Hanım hanımcık gibi bir hale bürünürken bu
ifadenin üzerinde nasıl eğrelti durduğundan bihaberdi. "Teyzeciğim
biz şey... Oynaşmıyorduk. Çok yanlış anladınız siz." Ellerini iki yana
açtı ve masum mu masum bir ifade takındı. "Oynaşmak ne demek
ben daha onu bile bilmiyorum ki zaten."
Tam gülecektim ki annemin konuşmasıyla kendimi tuttum. "Neyi
yanlış anlayacağım kızım. Oğlumun üstüne modern dans gösterisi
için çıkmadın herhalde." Annemin sözleriyle Asi daha da kızardı ve
ağzı şaşkınlıkla aralandı. Bana baktığında belli ki yardım istiyordu. Ne
demişti daha bugün...
'Ödeşmeden durmam' Ödeşelim o zaman!
"Anne," dedi ona dönerek. "Bu müstakbel gelinin Asi... Şey, yani
Esra. Sevgilim bu da annem Hatice. Öp kaynananın elini hadi!" "Çüş!"
dedi Asi birden.
"Bu mu gelinim?" dedi annem çatık kaşlarının birini kaldırıp Asi'yi
süzerek. "Ağzı amma da bozukmuş. Bunun gelinim olduğuna emin
misin Akın?" Asi'nin gözleri şaşkınlıkla yine aralandı ve içerlemiş
olmalı ki yutkundu ama annemi tanımıyordu. Annemin sesindeki
alayı alabilen biri varsa o da bendim.
"Eminim ve son kararım. Bizzat test ettim? Gelinin işte." "Test mi
ettin?" dedi ikisi aynı anda.
Sırıttım. "Test etmeden nasıl sana gelin olarak getireyim Hatice
hatun?"
362
Annem şokla Asi'ye döndü. "Kızım sen hamile misin yoksa?"
"Hasbiptir!" diye ağzından kaçırdı Asi ve yine dudaklarına vurdu.
"Ne... Ne hamilesi Hatice Hanım?" "Hamile değilsin yani?"
"Değilim tabii," dedi bana öfkeyle bakarak.
"O zaman benim gelinim olmak isteyecek kadar ne içtin be yavrum?"
dedi annem.
Asi ne söyleyeceğini bilemez bir halde anneme baksa da sonra
duruşunu dikleştirdi. "Oğlumdan uzak dur falan diyecekseniz, her
şey paraya bakar." Şok içinde "Ne?" diye atıldım.
Asi omuz silkti. "Salaklık edip seninle sevgili oldum belki ama aklım
başıma geldi şükür. Hatice Hanım çek defteri nerede? 5 bin lira işimi
görür." "5 bin lira mı?" dedi annem.
Asi tek kaşını kaldırdı. "Çok mu geldi?"
Annem beni ilk kez görüyormuş gibi şöyle bir süzdü. "Çok tabii. Bu
hergele o kadar etmez."
Gözlerim şaşkınlıkla irileşti. "Anne sen ne dediğinin farkında mısın?"
"Farkındayım oğlum," dedi istifini bozmadan. "Sen etsen etsen 100
lira falan edersin." "Ney?" derken gözlerim yuvalarından fırladı.
"Haklısınız," dedi Asi ve annemin önüne yürüyüp elini uzattı.
"Anlaştık." Annem de elini sıkmasın mı şok üstüne şok. Olay
tamamen benim meydan okumamdan çıkmıştı.
"Esra..." dedim dişlerimin arasından. "Delirtme adamı!" Beni
kızdırmak için yaptığını biliyordum ve başarıyordu da.
Yine omuz silkti ve elini geri çekip avucunu yukarı gelecek şekilde
anneme uzattı. "Paramı alayım. Sonra nereyi istiyorsanız imzalarım."

363
Annem güldü ve elini itti. Sonra aynı şekilde o elini ileri uzattı.
"Paramı alayım. Sonra al tepe tepe kullan oğlumu. Kullanım haklarını
sana devrediyorum Esra'cığım."
"Ne?" diye ikili koroya bağlayan bu kez Asi ve bendik. Annem ise
kahkaha attı ve elini para almak ister gibi hafifçe kapatıp açtı.
"Bu fiyata seninle evlenecek deli bulmuşum, hayatta kaçırmam. Eli
yüzü de düzgün. Aslında akıllı bir kıza da benziyor, seni nasıl buldu
aklım almıyor. İkinizi hemen baş göz etmezsem sen bu salaklıkla
bunu elinden kaçırırsın."
"Anne ayıp oluyor ama."
"Ayıbı senden mi öğreneceğim eşek sıpası? Az önce oynaşırken ayıp
mayıp dinlemeyen sanki bendim."
Asi yine dudağını dişledi. "Bakın! Yanlış anladınız. Evlenme falan..."
Annem kaşlarını çattı. "Anlaşıldı fiyatı düşüreceğim. Tamam, 50 lira
olsun."
"Ben bir de bu herifle evlenmek için para mı vereceğim?" dedi Asi
birden çıkışarak.
Annem bir süre düşündü ve sonunda "Haklısın kızım," dedi. Sonra
hızla yatak odasına girip çantasıyla geri döndü. Cüzdanını çıkartırken
"10 bin," dedi, sonra kendi söylediğine kendisi itiraz etti. "Yok yok.
Biz şunu 50 bin yapalım. 25 bini şimdi, 25 bini de Akın'la evlendikten
sonra. Hatta düğün, kına, nişan hepsini ben karşılıyorum."
Ya Rabbim, Asi çatlaktı da annem de ondan hiç geri kalmıyordu.
Asi'nin yüzü allak bullak oldu. Sanırım ona bir şeyi söylemeyi
unutmuştum, annem normal değil. Hem de hiç değildi. Öyle oyun
oynarsan böyle tongaya düşersin güzelim. Hak ettin!
"50 bin de benden," dedim ve annem kafama vurdu.
364
"Senin paran mı var eşek sıpası?"
"Anne ya senin paran benim param mı var?" dedim ve Asi'nin önüne
diz çöktüm. "Yüzük yok ama sana daha sonra kaşıkçı elmasını
çalarım güzelim." Sırıttım. "Benimle evlenir misin?"
Bana irileşmiş yeşim gözleriyle bakarken "Olay tamamen boka
sarıyor," diye mırıldandı.
Sen daha bir şey görmedin benim oyunbaz sevgilim. Demek benden
ayrılmak için 5 bin ha! Demek 100 lira da olur ha! Şimdi çık bakalım
işin içinden çıkabiliyorsan.
"Anne," dedim başımı anneme çevirerek. "Belgeleri hazırla, tabii
parayı da. Yarın yıldırım nikâhıyla evleniyoruz."
"Şaçmalama oğlum," diyen annemle Asi rahat bir nefes almıştı ki
"Baban da para vermek ister belki," deyince Asi aldığı nefesi şiddetli
öksürüklerle geri verdi.
"Şaka... değil mi bu?" dedi sonunda öksürmeyi kestiğinde. Annemin
ciddi ifadesi üzerine panikle devam etti. "Hatice Hanım bakın!
Oğlunuzla gönül eğlendiriyorum ben. Kullanıp atacağım yani.
Benden gelin falan olmaz." Vurgulayıp "Ayrıca..." diye devam etti.
"Bu herifle evlenecek kıza sizin paranız yetmez. Oğlunuz diye
söylemiyorum, çok affedersiniz ama domuzun tekidir." Yuh! İtirafa,
yerin dibine gömmeye gel!
Annem onun bu hali üzerine kahkahalarla gülmeye başladı. Benim
ise dişlerimi sıkmaktan çenem kasıldı.
"Bana bak kızım!" dedim dişlerimin arasından. "Seni omzuma atar
dağa kaçırırım. Benimle evleneceksin."
"Bok evlenirim," dedi ve sonra dudaklarını birbirine bastırdı. "Şey
yani..." dedi anneme bakarak. "Bok evlenirim derken, biraz ayıp

365
oldu. Sansürleyeyim izninizle. B nokta K evlenirim." Üzerine basarak
"Evleneceksin." dedim.
"Ev-len-me-ye-ce-ğim."
"Ay! Durun!" dedi annem karnını tutarak. Onun hala gülmekte
olduğunu o an anladım. "Yeter yahu!
Gülmekten nefes alamıyorum." Asi'yle birbirimize öfkeli bakışlar
atarken annem biraz daha sakinleşti. İkimize bakıp "Geçin, oturun,"
dedi ve L koltuğu işaret etti. Asi itiraz etmek için ağzını açınca "Tek
kelime edersen nikâh memurunu buraya çağırım," dedi annem.
Bunun üzerine Asi'ye bakıp sırıttım.
"Hadi itiraz et Asi!"
Uyarı dolu sesiyle "Senin içinde geçerli Akın!" dedi annem.
"Çağır annem, durman hata." Asi dirseğini koluma geçirince "Of!"
diye inledim. "Acıdı be!"
"Domuz!" diye fısıldadı. "Annenin konuşması hele bir bitsin, sonra
seni terk edeceğim."
Kaşlarım anında çatıldı. "Hamileyim."
"Ne?" diye şaşkın şaşkın sorarken annem yine gülmeye başladı.
"Bu çocuğu doğuracağım. Beni terk edersen çocuğunu asla
göremezsin."
Asi gözlerini tavana çevirip "Yemin ederim aklımı kaçıracağım artık,"
diye mırıldandı. Sonra işaret parmağını bana çevirdi. "O çocuğu
aldıracaksın."
"Buna asla izin vermem. Torunuma ben bakarım," dedi annem.
O an ikimizde şaşkınca anneme baktık ve neredeyse aynı anda
hepimiz gülmeye başladık. Annem en sonunda "Geçin oturun hadi!
366
Yoksa gülerken şuracığa bayılıvereceğim," dedi ve ikimizde en
sonunda susup koltuğa kurulduk. Asi duvarların badanasıyla
ilgilenirken ben de onu izliyordum. Saçını kulağının arkasına kıstırıp
dudağını ısırırken ne kadar güzel göründüğünden hiç haberi yoktu.
Of anne! diye sitem ettim içimden yine. Biraz daha geç uyansan ne
olurdu?
Gözlerim anneme kaydığında o da dikkatle beni inceliyordu. Sonra
gülümsedi ve Asi'nin yanına oturdu. Asi sessizce ona bakarken o
ellerini ellerinin arasına aldı ve aynı gülümsemeyle gözlerinin içine
baktı. "Teşekkür ederim kızım."
"Ne... ne için?" diye kekeledi Esra.
"Oğlum ilk kez bir kıza bakarken gözlerinin içi parlıyor. Bunu bir an
hiç göremeyeceğimi sanmıştım. Tüm bunları bana gösterdiğin için
teşekkür ederim."
Asi bir kaç saniye sessizlikle ona baktı. Sonra "Zengin misiniz?" diye
sordu. Annemin kaşları çatılırken ben Asi'nin bu söyleminin altından
ne çıkacağını bekliyordum. Yine aklından neler geçiyordu acaba?
"Allaha şükür maddi durumumuz iyi." Asi duraksamadan "Ne kadar
iyi?" diye sordu.
Araya girip "Bayağı iyi," dedim sırıtarak.
Asi bana kötü bir bakış atıp tekrar anneme döndü. "Zenginsiniz yani.
O zaman bana bunları neden söylüyorsunuz?"
Bu kez afallayan annemdi. "Anlamadım kızım. Söylediklerimde bir
şey mi var?"
"Hayır, hayır. Yani söyledikleriniz çok içten ve samimi."
"Öyleyse sorun ne?"

367
"Sorun ne mi?" dedi Asi gülerek. "Sizin şu an karşıma geçip sen
ailemize layık değilsin. Aramızda sınıf farkı var. Oğlum senden çok
daha iyilerini hak ediyor falan deyip hakaretler yağdırmanız
gerekmez mi?"
Annem bir an kalakaldı. Sonra ise yine kahkaha attı. "Kızım o
söylediklerin ancak filmlerde olur. Biz de varlık içinde büyümedik.
Akın'ın babasıyla evlendiğimizde iki göz bir evimiz vardı. Sobaya bile
odunları sayıyla atardım ben. Nereden geldiğimi unutmadım çok
şükür. Ve..." dedi ve bana baktı. "Oğlum bence tam kendi gibi birini
bulmuş."
Anneme minnetle gülümsedim. Asla ve asla annem zengin hayata
dalıp kendini kaybeden biri olmamıştı. Beni har vurup harman
savurmakla az suçlamamıştı. Doğruydu da. Onun kendini
kaybetmediği para havuzuyla ben çoğu zaman bar disko
gezmekteydim. Kız meselelerine hiç girmiyorum bile, bunu
düşününce bile Asi'nin anlayıp gözlerimi oyacağından korkmuyor
değildim. Kız cin gibiydi ama fazlasıyla güzel sadist bir cin.
Şu an ona bakıyordum da... Allah'ım bu kız benim miydi? Of be
Hatice sultan! Ne olurdu sende yatağa yattığında top patlasa
uyanmayanlardan olsaydın?
'Benimle çıkar mısın?' Sorusu hala kulaklarımda çınlıyordu. Bu
hayatındaki en güzel soruydu bence. Bu asi kız artık benim
sevgilimdi, vay be! Hatta beni öpmüştü. Sanırım o an hayatım
boyunca aklımdan çıkmayacaktı. Tabii duyduklarımı da... Düşününce
bile öfke damarlarıma doluyordu. Öfkemi Asi'ye belli etmemek için
kendimle büyük bir savaş vermiştim, yeterince incinmişti ve ben onu
incitmeyecektim. O pislik herif ona... dokunduysa...
Yüzüm istemsizce kasıldı. Düz bir beyniyle bakacak değildim. O herif
ona dokunsa da dokunmasa da onun içinde neler yaşadığını bugün
görmüştüm. Hayatımda bir insanın ölmesini istediğimi
368
hatırlamıyordum ama o herif eğer komadan çıkarsa onu ben
öldürecektim. Ona yaptığı her şeyi ona ödetmekten
çekinmeyecektim ve içimdeki bu öfke dinecek gibi değildi. Yine de
Asi'ye karşı bunu sorgulamayacaktım. Onu seviyordum ve bu
değişmeyecekti. Her ne yaşadıysa unutturamazdım belki ama ona
aşkı ve daha çok güveni tekrar kazandırabilirdim. Unutturamazdım
belki ama daha az hatırlamamasını sağlayabilirdim. Mutlu edip
onunla mutlu olabilirdim.
Yapacaktım da...
Asi ağzı açık bir şekilde bir süre anneme baktı ve "Hah şimdi oldu,"
dedi. "Sonunda hakaret safhasına geçtiniz."
"Hakaret mi?" dedi annem şaşırarak.
"Hakaret tabii. Oğlum tam kendi gibi birini bulmuş demediniz mi?"
"Evet ama..."
"Allah aşkına Hatice Hanım, beni benzete benzete bu herife mi
benzettiniz? Aşk olsun!"
Annem yine gülmeye başladı. "Akın..." dedi gülmeye devam
ederken. "Bu kızı elinden kaçırırsan seni evlatlıktan reddederim."
Sinsice sırıttım ve Asi'yle göz göze geldik. "Şu kaçırma mevzusunda
garanti veremiyorum anne. Vermezlerse kaçırırım."
Asi alaycı bir ses çıkardı. "B nokta k kaçırırsın."
• 'Ceza'
🍀
Esra Yağmurlu
Sırıtmaktan yüz kası yaptığım yegâne anlardan biriydi. Zili tekrar
çalarken Hatice Hanım, yani müstakbel kaynanam, hamamda kız
369
beğenirmiş gibi bana bakmaya devam ediyordu. Çaktırmadan
bacaklarıma baktım. Çarpık değil. Kalça göğüs de fena sayılmaz.
Yahu sevgili kaynanacığım bunlar oğlunun ilgilenmesi gereken şeyler
değil mi? Sana ne oluyor acaba?
Kendi iç konuşmamla gözlerim büyüdü. Amma da arsızlaşmıştı bu
içimden konuşan kız. Bak şimdi onun yerine ben utandım.
Zildeki elim düğmeyle kaynaşırken evdekiler kış uykusuna yatmıştı
herhalde. Tam da anahtarı unutacak zamanı bulmuştum. Sırıtan
müstakbel domuz sevgilimin yüzü jokerden halliceyken onu
öldürmemek için adeta kendimle bir savaş veriyordum. Sonunda
beni anasına da rezil etmişti ya helal olsun!
Kapı sonunda açılınca Elif'in sorgulayıcı bakışları bermuda şeytan
üçgeninde gezindi. Domuz sevgili, çatlak kaynana, bu üçgene
girmekle zeka küpü olduğunu kanıtlayan ben...
"Ne... oluyor?" dedi Elif hiç bir şey anlamamış yüz ifadesiyle.
"Alarm! Alarm!" dedim dişlerimin arasından. "Kaynana vakası!"
"Ney?" derken ağzı kapının paspasına sürtüyordu. Kolunu kavrayıp
içeri çekiştirirken arkamdaki ikiliye yine gülümsedim ve iyi akşamlar
dileyip kapıyı haddinden fazla kibar bir şekilde kapattım. Hatta o kapı
ilk defa benden böyle bir muamele görünce bir an dile gelip teşekkür
edecek sandım.
Rahat bir nefes verip arkamı dönmüştüm ki... Vov vov! Elif Gulyabani
gibi karşımda dikiliyordu. "Dökül!"
Az önceki performansıma taş çıkartır bir biçimde sırıttım. Her şeyi
hesap etmiştim, hayır hiçbir boku hesap etmemiştim ama bunu
hesap etmem gerekirdi. Oklava yemek vardı işin ucunda.
"Kaynanayı açıkla!" dedi Elif cehennem zebanisi gibi.
"Kaynana, şey... Kaynana işte."
370
"Aaa!" dedi şaşırmış gibi. "Hadi canım!" Sonra aniden ciddileşti.
"Tam tamına her şeyi anlatmaya başlaman için beş saniyen var!"
"Elif'ciğim..."
"Zaman aleyhine işliyor. Oklavam al beni diyor."
Öylesine hızlı bir açıklama yaptım ki hızlandırılmış İngilizce kursu
yanımda halt etmişti. Son cümlemden sonra nefes nefese kalmıştım
adeta. Elif'in kaşları en sonunda halay çekmeyi bırakmış sabit bir
ifade almıştı. Bir kaç saniye öylece bana baktı. Ardından sakince "Bir
dakika!" dedi. "Sakın bir yere ayrılma. Geliyorum."
Arkasını dönüp mutfağa girince derin bir nefes aldım. Tabii bu nefes
onun Flash'tan bile hızlı bir şekilde önümde bitmesiyle aldığım son
nefese doğru koşuyordu. Hele elindeki oklava kesinlikle bunu
tasdikliyordu. "Kızım n-ne yapıyorsun?" dedim geri geri giderek.
"Beynin durmuş canım kardeşim," dedi üzerime üzerime yürürken.
"Tekrar çalıştıracağım. Sabit dur! Sadece kafanı patlatıp beynine
oksijen gitmesini sağlayacağım o kadar."
Gözlerim şokla irileşti ve gerilerken sonunda dış kapıyla bütünleştim.
O sırada kapıdan gelen anahtar sesi kurtuluş çanlarımı çaldı. Gül
kapıyı açmadan hemen kapıyı açtım ve onu çekip önüme siper ettim.
"Kurtar beni Anakonda Şirine!"
Gül şaşkınlıkla bir Elif'e bir de arkasına sinmiş bana baktı. "Ne oluyor
yine kızım akşam akşam?" "Oklavalı beyin canlandırma operasyonu!"
dedi Elif transtaymış gibi hala bana bakarak.
"Ne?" dedi Gül.
"Ver onu bana Gül."
"Verme!" diye bağırdım.

371
"Acımayacak Esra, gel buraya!" dedi Elif ve Gül'ü hışımla önümden
çekti. Elindeki oklavadan nasibini alan ilk olarak popocuğum oldu ve
bir yaygara kopardım ama Elif adeta yaramazlık yapan çocuğunu
hizaya getirir gibi oklavayı sallamaya devam etti.
"Getire getire enişte diye o azgın tekeyi mi getirdin lan?" diye bağırıp
oklavayı popoma popoma vurmaya devam etti.
"Enişte mi?" diyen Gül'ü bile çığlıklarımdan zar zor duydum.
"Seni gidi Azgirl!" diye bağırıp beni dövmeye devam eden Elif rahat
bir yarım saat buna devam etti. Gül beni zar zor onun elinden alırken
şimdi üçümüzde koridora yan yana oturmuş karşı duvara
bakıyorduk. Popomun acısıyla Elif'e dönüp "O oklavayı icat edenin
de, senin de..." diye küfür silsilesine başlamıştım ki "Küfür yok!"
diyerek yorgun bir sesle araya girdi Gül. O da bizi ayırayım derken
epey hırpalanmıştı anlaşılan.
"Şimdi şunu adam akıllı anlatın." Tam ağzımı açmıştım ki zilin
çalmasıyla ayağa kalktım. Kapıyı açmamla birinin boynuma atılması
bir oldu.
"Yengem benim!"
"Nefes... nefes a-alamıyorum," dedim kızı kendimden
uzaklaştırmaya çalışarak ama ne mümkün. Ahtapot misali sanki
birden fazla kolu vardı. En sonunda kız kendini geri çekince derin
derin nefeslerle havayı ciğerlerime doldurdum.
"Yengecim ya!" diyen kız tekrar odak noktam haline geldi. Uzun
dalgalı kumral saçlarıyla bu Azman'ın kardeşi Tuana'ydı.
"Yengen batsın be! Ölüyordum," diye sitem ederken elim hızla inip
kalkan göğsüme basılıydı.

372
"Ya sen çok tatlısın!" dedi tekrar bana sarılmaya yeltenerek. Geri
adım atıp elimi kaldırdım. "Orada dur bakalım ahtapotgirl!" "Bu kız
kim?" dedi Gül açık kapıya yaslanarak.
Elif ise gözlerini kısıp kızı inceledi. "Ela gözler, dalgalı kumral saçlar,
güzel bir surat ve yenge diye bağıran koca bir çene... Aklıma birini
getiriyor." Tuana'yı şöyle bir inceledim. Harbiden Akın'a benziyordu
ve ben bunu şu an fark ediyordum. Sadece onun kemikli yüzünün
aksine Tuana'nın yüzü daha yuvarlak, sempatikti ve çocuksuydu ama
ela gözlerini kesinlikle ağabeyinden almıştı, ya da o kimden almışsa
ondan işte.
"Kimi?" dedi Gül.
Elif seri katil bakışlarıyla işaret parmağını bana çevirdi. "Aha şu
salağın sevgilisini."
Gül'ün gözleri irileşti. "Senin sevgilin mi var? Oha! Demek o dayak
bunun içindi. Ne ara sevgili yaptın?" "Bugün," dedim omuz silkerek.
Bir kaç saniye sessizce bana baksa da "Kim?" dedi biraz tedirgin bir
ifadeyle. Yüzünü inceledim. Sanki duyacağı şeye kendini
hazırlıyordu. İlk olarak bunun Azman'la ilgili bir önsezi olduğunu
düşündüm ama sonra Burak faktörü araya girdi. Aklıma hain bir
planın temelleri atıldı o an. Bakalım bizim Şirine'nin bizden gizlediği
şey Burak'la mı ilgiliydi?
Tuana, "Kim olacak benim ağabeyim A..." derken elimi ağzına
kapattım. O elimin altında çırpınırken "Burak," dedim.
Gül'ün rengi attı ve yüzü düştü. Dudakları aralansa da tek kelime
edemedi. Şu an allak bullak olmuştu. Gözlerini benden kaçırdı ve
sonunda, "Bu-Burak!" diye tekrarladı.
Elif'in kaşları çatılırken, "Burak mı?" diye sordu.

373
Kaşlarımı kaldırıp Gül'ü işaret ettim. Ona bakınca hemen anladı. Cin
gibi kızdı bu Elif, maşallah! "Ha evet
Burak."
"Tebrik ederim," dedi Gül bana bakmadan. "Gidip üzerimi
değiştireyim ben. Sonra konuşuruz." Gözleri beni bulurken buruk bir
şekilde gülümsedi ve odasına girip kapıyı kapattı.
Elimin altındaki kızın çırpınışları artınca onu bir an unuttuğumu fark
ettim. Elimi hızla ağzından çekip kızı bıraktığımda kız nefes nefese
"Ölüyordum," dedi. "Görümce katili olacaktın yenge. Ucuz yırttın
hadi! Ya da yırtamadın, ölünceye kadar başınıza bela olacağım." Hala
nefes nefeseyken pis pis sırıttı. "Bu arada koluna ne oldu yenge?"
Yengeler kovalasın seni emi!
Bileğimdeki varlığını unuttuğum alçıya baktım. "Domuzun birinin
suratını perşembe pazarına çevirirken oldu."
O kahkaha atarken Elif, "Görümce-gelin muhabbetini bölmek
istemem ama..." diye araya girdi. "Gül diyorum. Ne oluyor diyorum?"
"Ha!" derken bir şey kafama dank etti. "Gelin benimle."
"Yenge ya neden Burak'ı..."
Kızın koluna asılıp içeri çekerken "Sus be görümce!" dedim ve Elif'e
de gelmesini işaret ettim. Parmak uçlarımızda hareket ederken
Görümcem de şaşılacak biçimde bize ayak uydurdu. Yüzünde
eğlenen ifadeden anlamıştım ki bu kız bir ayaklı felaketti. İşimiz vardı
bununla iyi mi?
Gül'ün kapısına adeta karısını ve çocuklarını cadı Sila'nın elinden
almak isteyen Hugo'nun sessizliğiyle ilerledik. Kulaklarımız aynı anda
kapıya dayandı ama bir süre ses gelmedi. Görümce kulağını kapıdan
çekip eliyle bir dakika işareti yaptı ve mutfağa hızlı ve sessiz bir giriş
yaptı. Bunlarda genetikti galiba, böyle rahat olmak.
374
Kız tekrar yanımıza geldiğinde elindeki üç su bardağını adeta
teknolojinin son harikası dinleme cihazları olarak görüp kaptık ve
kapıya dayadık. Bir kaç saniye içinde Gül'ün hafif hafif içini çektiğini
duydum ve gözlerim Elif'le buluştu.
"Ne sandıysam?" dedi içeriden gelen hafif boğuk sesi. "Esra'yı
seviyormuş işte. Aptal kafam!"
Görümce gözlerini kısarak bana baktı ve Ne oluyor yenge? der gibi
kaşlarını oynattı. Allah'ım, kaşları bile yenge diyordu bu kızın.
"Bu kız..." dedim Elif'e Gül'ün kapısını işaret ederek, kısık sesle.
"Burak'a yanıkmış lan."
"Ne?" derken Elif'le görümcenin sesi koro halinde koridorda
yankılandı. İyi ki çaktırmadan dinliyorduk, yoksa karşı apartmana bile
haber ederdi bu ikili. Eh, benden günah gitmişti o zaman. Kapıyı
hışımla açıp kocasını metresiyle basmaya gelen kadın gibi içeri
daldım ve arkamdaki ikili de çok geçmeden yanımda yerini aldı.
Gül hafif kızarmış gözleri ve onlarla uyumlu burnuyla bir an
şaşkınlıkla bize baktı. "Ne... Ne oluyor be?"
Elimdeki bardağı yandaki masanın üzerine koyup ellerimi belime
dayadım. "Seni gidi yere bakan yürek yakan seni," dedim gözlerimi
kısarak.
"Ne?"
İşaret parmağımı suçluyu bulmuş gibi ona doğrulttum. "Burak'a
âşıksın."
Gözleri irileşti ve ayağa fırladı. "Y-yok öyle bir şey." "Yalan söyleme!"
dedi Elif.
Gül korkuyla ona baktı, sonra gözleri beni buldu. "Esra yemin ederim
biz sadece arkadaşız."

375
"İnsan hiç arkadaşının sevgilisine yan gözle bakar mı?" diyen benim
görümcem oluyordu. O an 100 puanı kaptı ve oyuna hızlı bir giriş
yaptı.
"Esra..." dedi Gül panikle. "Dinle lütfen!"
Dudaklarımı ağlayacakmış gibi sarkıttım ve arkamı dönüp Elif'e
sarıldım. "Ben bunu hak edecek ne yaptım?" dedim ağlamaklı bir
sesle.
Elif teselli vermek ister gibi sırtımı sıvazlarken "Sakin ol kardeşim.
Şimdi sırtındaki bıçağı çıkarıyorum," dedi.
"Dur yenge!" dedi Tuana ve Gül'ün kalemliğinden bir kalem kapıp
bana uzattı. "Şunu ısır, canın çok yanacak.
Bıçak amma derine saplanmış."
Elini ittim. "Daha ne kadar yanacak? Kardeşim beni sırtımdan
bıçakladı. Bu günleri de mi görecektim ben?
Çekilecek çilem varmış Allah'ım."
"Esra ben..." derken Gül çoktan ağlamaya başlamıştı.
Elif kulağıma eğilip "Yazık kıza be! Bitirelim," diye fısıldadı.
"Bozma sakın. Burak'a aşkını itiraf ettireceğim daha." Elif'ten ayrılıp
Gül'e döndüm. Ağlarken omuzları hafifçe sarsılıyordu. İçim cız etti
bir an ama o itirafı alacağımdan yolumdan dönmedim. Beni buna o
zorlamıştı. Ne vardı bu kadar içine kapanık olacak? Biz kardeş
gibiydik, bunu bize söylemesi gerekiyordu. Hele de Deniz
meselesinden sonra... Ona olan aşkını da gizleyip içten içe hep acı
çekmişti.
"Söyle Gül..." dedim yine ağlamaklı bir sesle. "Onu seviyor musun?"
"Esra..." derken "Söyle!" diye vurguladım.

376
"Seviyorum," dedi kısık sesiyle ve gözlerini kaçırdı. "Ama yemin
ederim aranıza girmek gibi bir niyetim yok. Zaten o... seni seviyor.
Yarın eşyalarımı toplayıp giderim." Bok gidersin seni gidi saf âşık
Şirine! "Onunla konuşmam bir daha Esra... Ben özür dilerim. Senin
onu sevdiğini bilmiyordum, bilsem onunla konuşmazdım bile."
"Sevmiyorum zaten," dediğimde ıslak gözleri hemen beni buldu.
"Ne?"
"Sevmiyorum Burak'ı. Eğleniyorum biraz onunla, o kadar." "Oha
ama Esra!" dedi Elif arkamdan.
Görümce güldü. "Yenge aman ağabeyim duymasın. Ufak bir rüşvetle
ağzımı kapatırım."
"Sen..." dedi Gül öfkelenerek. "Onunla oynuyor musun?"
"Oynuyorum, ne var bunda?"
Gül daha da öfkelendi. "O seni seviyor ve sen onunla oynuyor
musun? Sen ne ara böyle bir insan oldun
Esra?"
"O da beni sevmiyor ki!" dediğimde yüz ifadesi görülmeye değerdi.
"Seni seviyormuş." "Ne?" derken gözleri adeta yuvalarından
fırlayacaktı.
"Sana yanıkmış işte."
"Ben bu evin babası mıyım lan?" diye gürledi Elif. "Niye her şeyi en
son ben duyuyorum?"
Tuana işaret parmağıyla dudağının üzerini gösterdi. "Bıyıklardan
dolayı."
"Bıyıklar mı?" dedi Elif. "Oha! Bıyıklarım mı çıkmış benim?" Odadan
çıkması ve ağda makinesini prize takmasının arasında sadece
377
saniyeler vardı muhtemelen. Tuana arkasından gülerken benim
gözlerim hala Gül'ün üzerindeydi.
"Beni seviyor," diye tekrarladı. "Peki, sen nereden biliyorsun?"
"Bir gece onu sarhoş edip yatağa atacaktım da o zaman anlatmıştı.
Kıyamadım ben de namusunu kirletmeye, sana âşıkmış neticede.
Bize yakışmaz." Gül'ün yüz rengi yine değişti. Bu kız bugün her şeye
inanma günündeydi galiba.
"Yenge!" dedi Tuana keyifli bir sesle. "Bunu söylememem için bana
beşi bir yerde alman gerekiyor."
"Beşi bir yerde az olmaz mı sence de kardeşim?" diyen sesle
gözlerim irileşti. Allah'ım şu an ecelim kapının önünde miydi yoksa?
Korku filminde gıcırdayan kapı duymuş gibi yavaşça arkamı döndüm.
Ya bu çocuk eve nasıl girmişti? Avuç içimle alnıma vurdum. Kapıyı
açık unutmuştuk, Allah kahretmesin!
"Haklısın!" dedi Tuana sanki bunu ben söylemişim gibi hala bana
bakarak. "Akın'a söylememem için senden 10 bin dolar istiyorum.
Yarın söylediğim yere parayı getir. Yoksa..." "Yoksa?" dedi Azman.
"Yoksa Akın'a söyler-" derken bilmem kaç köşeli jetonu yeni düştü
ve yavaşça arkasını döndü. "Akın!"
"Akın ya fırsatçı kız kardeşim. Son bir dileğin var mı, yoksa mutlu
olsam yeter mi?" "Dayaktan önce kaç saniyem var?" dedi Tuana
gergince sırıtarak.
"On," deyince Tuana rahat bir nefes aldı. "Ama... Bu, bugün ikinci
vukuatın olunca bu sayı üçe düştü. Yani...
Üç, iki, bir, sıfır..."
Tuana yutkundu ve bana bakıp "Beni döversen yengemi kaçırırsın,"
diye bağırdı. "Bak sen beni döverken onda buradan sıvışacak tip var.
378
Ben burada bekliyorum, sen önce onun hesabını kes." "Vay be!
Amma hızlı harcadın beni!" dedim şok içinde.
Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Can tatlı yengecim, kusura
bakmayacaksın."
"O konuda haklısın Tuana," dedi Azman. "Önce onun biletini
keseceğim." Üzerime doğru gelmeye başlayınca hemen yine
kalkanımı önüme çektim, yani Gül'ü. "Söylediklerim şakaydı Şirine!
Burak dünya ahiret kardeşimdir. Benim sevgilim şu domuz herif.
Sadece senin ağzından laf almak için numara yaptık." Göz ucuyla
bana baktı. "Burak'ın beni sevdiği de mi yalandı?"
"Ha, yok, o doğruydu. Sana fena yanık."
"Yani bana oyun oynadınız?"
"Kızım bırak hesap sormayı şimdi," dedim onun omzunun üzerinden
Azman'a bakarak. Gözleri üzerimden bir an ayrılmamıştı. Gül'e daha
da sokulup "Kurtar beni kızım!" diye yalvardım.
"Demek oyundu ha!" dedi sert bir sesle. "Sen görürsün şimdi,"
dediği an hızla benim arkama geçti ve kollarımdan kavrayıp
Azman'ın önüne kadar itekledi. "Azman enişte, eti senin kemiği
benimdir."
"Azman ha!" dedi Azman bana bakarak. Ya sanki ben söylemiştim,
hayret bir şey. Her şey de bana patlıyordu.
"Ben demedim," dedim savunmaya geçerek. İşaret parmağımla
arkamdaki Gül'ü gösterdim ve sır verir gibi, "O dedi," dedim.
"Yine de cezasını sana keseceğim." "Niye ya?" diye hayıflandım.
"Çünkü canım öyle istiyor," dedi ve kötücül bir şekilde sırıttı.
Ardından ani bir hareketle beni kucağına aldı. Ufak bir çığlık atarken
düşmemek için refleks olarak kollarımı boynuna doladım.

379
"Canım başka ne istiyor biliyor musun?" dedi yüzüme doğru eğilerek.
Masumca sırıttım. "Bilmek istediğimi sanmıyorum."
"Kusacağım," dedi hain görümce. Azman ona uyarı dolu bir bakış
atınca hemen sessizliğe gömüldü.
"Beni bıraksan mı acaba?" dedim yine sırıtarak.
"Henüz cezanı vermedim," dedi dışarı yürümeye başlarken. "Hem bu
ceza senin de hoşuna gidecek."
"Bırak be sapık herif!" deyip kurtulmaya çalıştım. "Ulan görümce var
ya..."
"Küfür yok!" dedi biz odadan çıkarken Gül.
Hain görümcem ise, "Yengem çok iyi insandı. Yazık oldu," diyerek
akıbetim hakkındaki üzüntüsünü(!) diye getirdi. Bunun acısını
senden sormazsam eğer bana da Deli Asiye demesinler küçük sinsi
görümce. "Bırak Akın!" dedim çırpınmaya devam ederken. "Bak
küfredeceğim şimdi."
"Et ama bunun da cezası var."
"Başlarım lan cezasına! Senin ben..." Öyle bir hızla beni susturdu ki
dudaklarımdaki dudaklarını idrak etmem zaman aldı. Şu an nerede
olduğumuzu bilmiyordum, dahası bizi görecek gözleri bile bir an
unutmuştum. Beni öpüşüne öyle dalmıştım ki kaskatı kesildim.
Hafifçe geri çekilirken ona karşılık vermememin kırgınlığını yüzünde
görebiliyordum. "Seni ben..." dedim gülümseyerek. "Öperim be."
Boynundaki kollarımdan destek aldım ve gözlerimi kapatıp onu
öptüm. Bende bıraktığı muhteşem hissi tüm hücrelerim sahiplendi.
Uzun saçlarına giden ellerim saçları arasında gezerken bir kaç saniye
sonra beni bir şeyin üzerine bıraktı ama ne olduğuna bakmadım.
Ellerim hala yumuşak kumral saçların arasında dolaşıyordu ve onun

380
elleri yüzümün iki yanına çoktan yerleşmişti. Bir süre sonra nefesimiz
yetmez oldu ve zorlukla ayrıldık.
Ela gözleri tutkuyla koyulaşmıştı ve nefes nefese soludu. "Annem
uyudu ama eğer uyanıp yine bizi böyle yakalarsa bu kez soluğu nikâh
masasında alırız."
O an nerede olduğumu idrak ettim. Onun evinin mutfağında
tezgâhın üzerinde oturuyordum. Allah'ım tövbe!
Yemek yapılıyor burada yemek!
"Çarpılacağım," dedim tezgâhtan atlarken. "Allah'ım sen affet!"
Azman gülünce ona ters ters baktım. "Cezam bittiyse gidiyorum
ben." Utançtan yüzüm yanıyordu ve sürekli gözlerimi kaçırıyordum.
Bir de annesine aynı gün içinde tekrar yakalansaydım herhalde
utançtan bu kez kesin hakkın rahmetine kavuşurdum.
Tam yanından geçiyordum ki kolumu yakaladı. "Cezanı vermedim
daha."
"Az önce verdin ya Allah'ın belası!" diye sesimi son anda minimumda
tutmayı başardım.
"O senin için olsa olsa ödül olur güzelim," dedi yine bana yaklaşarak.
"Hah!" diye bir nida çıktı dudaklarımdan. "Egon yine maratona
koşuyor. Bırak, gideceğim ben." "Cezanı vermeden olmaz," dedi
inatlaşarak.
"Tamam, Allah'ın belası domuz," dedim dişlerimin arasından. "Söyle,
neymiş cezam."
"Dolma." Dolma dolma olalı bu adamdan çektiğini kimseden
çekmemişti. Kurabiye canavarı bu adamın yanında halt etmişti, bu
herif bildiğin dolmayla çalışıyordu. "Yapmıyorum lan dolma molma
sana. Zıkkımın pekini ye!"
381
"O zaman cezayı kaldırıp ödüle geri dönüş yapalım, ne dersin?" dedi
ve yaklaşıp burnunu burnuma sürttü. Yutkunmamı bastırıp onu ittim.
"Kalsın, dolma yaparım daha iyi." Buzdolabına yönelirken arkamdan
güldüğünü duyabiliyordum ve söylediği şey beni parmak uçlarıma
kadar utandırdı.
"Ödülün devamını getirseydik eğer, adım kadar eminim ki böyle
düşünmezdin."
• 'Sürpriz'
🍀
Esra Yağmurlu
"Ya beni bir dinleseniz." diye bağırıp tepemde dikilen ikilinin
konuşmalarını susturmaya çalışsam da çabalarım nafileydi.
Domuzların domuzu sevgilime dolma yaparken zaten yeterince
yorulmamışım gibi bir de bu ikiliyle uğraşıyordum.
"Hayır, anlamıyorum," dedi Elif. "Yani bu kadar da salak olamazsın
derken nasıl gidip de Azman'la sevgili olursun aklım almıyor."
"Demek ki o kadar salakmış," dedi Gül işaret parmağını dudağına
bastırıp düşünürmüş gibi.
"Herif azılı çapkın kızım. Sen aklını peynir ekmekle mi yedin?" diye
devam etti Elif.
Onlar yine hararetli bir tartışmanın içine girerken "Her şeyi öğrendi,"
diye bombayı bıraktım. İkisi de aynı anda sustu.
"Her... Her şeyi derken?" dedi Elif en sonunda tereddütle.
"Deniz'le olanları."
"Her şeyi mi?" dedi Gül şaşkınlıkla. "Nasıl?"

382
Onlara bugün olanları kısaca anlattığımda ikisi de tek kelime
etmeden beni dinledi. Hatta konuşmam bittiğinden sonraki bir kaç
dakikada bile ikisi tek kelime etmedi.
"Gercer denen şerefsizi öldüreceğim," diyen Elif'in öfke dolu sesiyle
sessizlik bozuldu.
"Yani Azman hiçbir şey sormadı ve seni sevdiğini mi söyledi?" dedi
Gül hayret içinde.
"Aynen öyle," dedim.
"Bu çok... garip," diye mırıldandı.
"Yoksa seni yine tehdit mi etti?" diye atıldı Elif.
"Hayır, söyledim ya. Soru sormayı bırak bahsini bile açmadı bir
daha."
"Aklında kesin bir hinlik vardır. Ona güveniyor musun cidden?"
Dirseklerimi mutfak masasına dayayıp çenemi birleştirdiğim ellerimin
üzerine koydum. "Saçma gelecek ama inanıyorum. Beni seviyor mu
sevmiyor mu bu kadar hızlı emin olamam ama bana tek soru
sormadı. Geçmişinle değil geleceğinle ilgileniyorum dedi. Bu çok
güzel değil mi?" "Aa! Bu iyice aşk böceğine bağlamış," dedi Gül
hayretle.
"Kızım manyak mısın sen?" dedi Elif. "Bunun açıklaması şu:
Geleceğinin içine de ben sıçacağım. Sen ne saf bir şey çıktın ya."
Sandalyeyi itip ayaklandım. "Beni bilirsin Elif. Bende onunkine sı-"
"Kod 22," dedi Gül anında telefonun ekran kilidini açarak. Elinden
telefonu kaptım ve, "Demedim bir şey kızım." dedim dişlerimin
arasından. "Hem senin daha mühim meselelerin yok mu? Mesela
Burak isminde yağız bir delikanlı meselesi."

383
Gül'ün yüzü kızarırken "Ha o mesele!" dedi Elif tek kaşını kaldırarak.
"Sıra sende. Dökül çabuk. Yoksa Esra'nın dayağından bir porsiyonda
sana söylerim."
"Elif şey..." diye Gül gevelemeye başlamıştı ki fırsattan istifade
aradan sıvışıp odama kapandım. Günün yorgunluğu omuzlarıma
binerken uyuma eylemi hiç bu kadar güzel gelmemişti. Gözlerimin
kapanmasıyla uykuya eş zamanlı bir giriş yaptım.
🍀🍀🍀
Diğer güne farklı bir başlangıç yapmamıştım. Hatta sevgilim denen
hıyar her fırsatta kapımda bitmesine rağmen son derse kadar ne
arayıp ne de sormuştu. Sadece okula giderken kapıma yeni bir
telefon bırakmıştı. Allah'tan eski telefonumun aynısıydı da ses
çıkarmamıştım. Sanırım o da pahalı bir şey alırsa kafasına
fırlatacağımı anlamıştı. Gerçi son dersin bitimine doğru bana
selamsız sabahsız bir mesaj atıp onu kampüsün 2. kapısında
beklememi söylemişken bunu hala yapabilirdim. Yarım saattir buz
gibi havada bu herifi bekliyordum çünkü.
Onun siyah arabasını kapının önünde görünce yerimde kıpırdandım.
Siyah arabanın yolcu koltuğu tarafındaki filtreli cam açılınca onu her
zamanki sırıtan ifadesiyle gördüm. "Atla!" Atla mı? Tövbe
estağfurullah!
Hani nerede aşkım? Nerede canım, bir tanem, sevgilim? Çiçek
çikolata nerede ulan? Sevgililik denilen mecra bu kadar mı düşmüştü
yani?
Birden gaza gelen iç sesime durumu çiçek çikolataya bağladığı için
bir alkış gönderdim. Ama Atla nedir ya?
Kanka karşılaşması gibi...
"Asi hadisene!" dediğinde gözlerim kısıldı. Ulan seninle sevgili olan
aklıma tüküreyim ben...
384
Arabaya yaklaşıp açık cama eğildim. "At teper seni inşallah ve ayrıca
seni terk ediyorum domuz herif."
"Ne?" diyen gözleri ardına kadar açılırken arkamı dönüp kaldırım
boyunca yürümeye başladım. Araba kapısının açılıp kapanma
sesinde sadece saniyeler sonra kolumdan tutup tango yapar gibi
çevrildim. Şimdi baktığım yüzün bir önceki halinden eser yoktu.
Kaşlar çatılmış dişler kenetlenmişti.
"Ne demek seni terk ediyorum?" dedi kollarımı belime dolayıp her an
kaçacakmışım gibi davranarak.
"Evet, terk ediyorum. Bir yerlerim dondu seni beklerken be!
Domuzluğun da cabası. Açım ben, aç aç! Seni beklerken güvenlik
kulübesindeki çocuğu kemiriyordum az kalsın."
Öfkeli ifadesini silip yine sırıttı. "Beni kemirebilirsin. Zevk duyarım."
"Sapık domuzun tekisin," demiştim ki hızla dudaklarıma bir öpücük
kondurup geri çekildi. "Ne yapıyorsun be?" dedim etrafı göz ucuyla
yoklarken.
"Çemkirirken çok güzel oluyorsun kızım," dedi aynı sırıtışla.
"Yumruk atarken de çok güzel oluyorum. Göstermemi ister misin?"
"Daha evlenmeden şiddete başladın. Ne yapacağım ben seninle?"
dedi ciddi bir ifade takınarak.
"Seninle evlenmeyeceğim oğlum. Söyledim ya. Ben seninle gönül
eğlendiriyorum sadece."
"Ne arsız çıktın sen be! İnsan bari yüzüme söylemez."
Omuz silktim. "Gerçekleri bilirsen umutlara kapılmazsın diye
düşünüyorum. Haksız mıyım?"

385
"Yanılıyorsun," dediği an belimdeki elleri beni çekip kendine yasladı.
"Ben damatlık siparişini verdim bile. Annem de dünden razı zaten.
Eğer benimle evlenmezsen annenleri arar, bana kaçtığını söylerim."
"Sana kaçmak mı? Hayal kurma bence," dedim eğlenen bir sesle.
Birden beni kucakladığında yine hazırlıksız yakalanarak bir çığlık
attım. "İyi alıştın sen ya?" diye bağırdım. Etraftaki tüm gözler
bizdeyken bizim sınıfın haset kızlarından bir kaçını da gördüm. Fısır
fısır konuşmaya başlamışlardı. Utandım, sonra aman boş ver dedim
kendime. Artık kimin ne düşündüğünü takmayacak, sadece kendi
mutluluğuma bakacaktım.
Arabaya yürürken Azman güldü. "Bana kaç ya da ben seni
kaçırayım."
Kollarımı boynuna dolarken "Kaçır beni yiğidim," dedim. Duraksayıp
şaşkınlıkla aralanan gözlerini bana çevirdi. Boynuna doladığım
kollarımla onu kendime çekip bu kez de ben onun dudaklarına ufak
bir öpücük bıraktım. Yutkunurken iyice şok oldu. "Senden iyiden
iyiye korkmaya başladım Asim," dedi kalakalmışken. Ay, ne güzelde
Asim diyor ya. "İyice arsızlaştın sen."
"Körle yatan şaşı kalkarmış yavrum," deyip yanağından makas aldım
bu kez.
"Yavrum mu?"
"Eh! Hadi ama, dondum diyorum. Bin şu arabaya da nereye
gideceksek gidelim."
Aynı kalakalmış haliyle daha fazla konuşmadan arabaya yürüyüp
beni yolcu koltuğuna oturttu. Kendisinde sürücü koltuğuna
geçtiğinde arabayı çalıştırdı ve ısıtıcıyı açtı. Ellerimi birbirine sürtüp
ısınmaya çalışırken "Nereye gidiyoruz?" diye sordum.
"Sürpriz!" dedi gözlerini yoldan ayırmadan.

386
"Bir ipucu!"
"Hımm!" diyerek dudaklarını birbirine bastırdı. "Güzel anlar
geçireceğimiz bir yer..."
Kaşlarım çatıldı. "Sizin ev dersen seni vururum. Annene daha fazla
madara olma eylemine iştirak etmeyeceğim."
"Ha, annem olmasa geleceksin yani?"
"Nasıl da istediğin gibi anlıyorsun seni adi piç."
"Ağzın çok bozuk sevgilim ama istersen düzeltebilirim," dedi ve
bana dönüp öpmek ister gibi dudaklarını büzdü.
"Önüne bak sapık herif. Geberteceksin ikimizi de."
"Hiç yapar mıyım öyle bir şey? Sen bana lazımsın," deyip arsızca göz
kırpınca yanaklarıma kan hücum etti.
Yok Allah'ım, mümkün değil ben bu adamla aşık atamıyorum.
Yarım saattik yol boyunca didişmemiz sonucu araba bir barın
önünde durdu. Gözlerim yine istemsizce kısılırken dudaklarımdan bir
"Hasbiptir!" küfür sansürü ait olduğu yere doğru süzüldü. Son gece
kulübü maceramız gözümün önüne gelince bir sansürlü küfür daha
hızla peşinden geldi. "Lan getire getire beni yine bir bara mı
getirdin?"
"Bir kerede itiraz etme be!" dedi ve arabanın kapısını açıp indi.
Ardından benim kapımı da açıp kolumu kavradı ve beni dışarı çıkardı.
Girişe doğru beni çekiştirirken ona direnmeye çalışıyordum. Son
maceramızda yaşadıklarım malumken ben artık tövbeliydim böyle
mekânlara. "Bırak be! Girmem ben oraya!"
"Amma huysuzsun," dedi ve beni sırtına attı. Bağırıp beni indirmesini
isterken o kalabalığı yara yara sanki un çuvalını fırın deposuna

387
götürür gibi yürümeye devam etti. En sonunda ayaklarım yere
bastığında sanki saatlerdir koşuyormuş gibi nefes nefese kalmıştım.
"Ulan ben senin babanın şarap çanağına..." diye küfürleri dizdirmeye
başlamıştım ki biri alelacele yanımızda bitti. Hayatı 2x hızına mı
almıştım? Ne olduğuna akıl erdiremiyordum bir türlü.
"Akın bey biraz gelir misiniz?"
Azman bana baktı ve "Uslu dur! Geliyorum birazdan," deyip adamla
birlikte ortalıktan kayboldu. Ağzım hayretle açılmışken ardından bir
süre bakadurdum. Lanet gelesice, beni bir başıma bırakıp gitmişti ya
hayret bir şey! Geçen sefer de böyle yapmıştı bu manyak. Acaba
bugün başıma yine bu herif yüzünden ne uğursuzluklar gelecekti?
Ayaklarımı sürüye sürüye kızgın bir boğa gibi bar taburesine
oturdum. Barmen bir şey içip içmediğimi sorarken onu da tersledim
ve etrafıma bakınmaya devam ettim. Sıcaktan hararet basınca ve bu
lanet herif öfkeden beni deliye çevirince çocuktan bir su istedim ve
Azman'ı gözlerimle aramaya devam ettim. Barmen masaya suyu
bırakınca bardağı alıp başıma dikledim. "Oh be!" diyerek
serinlediğimde yanıma ne ara geldiğini bilmediğim bir çocuk,
"Sanırım o benimdi," dedi.
Koyu sarı saçları ve açık mavi gözleri vardı. Kemikli bir yüzü olmasına
rağmen bu ona sert bir hava vermemişti. Aksine bu hatlar ve hafif
yanık ten ona daha karakteristik bir güzellik vermişti. Fazlasıyla
yakışıklı olduğunu kabul ediyordum. Hele de sesindeki hafif aksan
onun kesinlikle genç kızların gözdesi olmasına yeter de artardı.
Muhtemelen turist olmalıydı.
Elimin tersiyle ağzımı silip "Su mu?" diye çıkıştım. "Şimdi bir bardak
su için kavga mı edelim canım kardeşim? Sen ne olsun istiyorsun?"
Çocuk şaşkınlıkla bana baksa da "Yenisini isteyeyim madem," dedi
uysal bir kedi gibi. "Afiyet olsun size." "Sağ ol," dedim yarım ağız.
388
"Yenge!" diyerek sondaki e'yi fizana kadar uzatan görümcemin
üzerime atılmasıyla neredeyse oturduğum bar taburesinden yeri
boyluyordum.
"Ahtapotgirl geri çekil," dedim onu şiddetle iterek. "Ağabeyin bile
böyle sarılmıyor ya."
Pişkin pişkin güldü. "Sarılmaz tabii, onun aklı hep başka bir yere
çalışır."
"Amma açık sözlüsün aşkım," diyen ses az önce yanlışlıkla suyunu
arakladığım çocuktu. Demek ki bu yakışıklı turist bizim görümcenin
manitasıydı. Turnayı gözünden vuranlarda bugün kim var, bilin
bakalım.
"Ups!" dedi Tuana hala bana bakarak. Sonra başını çocuğa çevirip
masumca sırıttı. "Senin için fesat Nick. Ben yengemin güzelliğine
dalmasından bahsediyordum." Sonra çocuğu öyle bir öptü ki
kendimi ellerimle gözümü kapatırken buldum.
"Vay be!" diyen ecnebiboy bile buna hayret etmiş gibiydi. "Ağabeyin
bizi böyle görürse sonumuz kilisede papazın önünde biter."
"Yanlış," dedim ellerimi gözümün önünden çekerken. "Muhtemelen
size Pierre Loti yakınlarında manzaralı bir arazi satın alır."
"Ah! Oraya gitmiştim," dedi Nick. Sonra gözleri kısıldı. "Bir dakika
orasının etrafı mezarlık değil miydi?"
Görümcem hemen müdahale edip elini omzuma attı. "Yengem latife
yapıyor." Kulağıma eğilip "Ya yenge korkutmasana çocuğu," diye
hayıflandı.
Nick ise, "Yengen neden senin halanı taklit ediyor?" diye sordu.
Tuana yapma bir kahkaha patlattı. Öyle ki yüksek müzikte bile sesi
duvarlarda yankılandı. "Şaka yapıyor demek istedim canım. Latife

389
halamla bir ilgisi yok." Bana dönüp "Söylediğim şeyleri bazen
anlamıyor ya, illet oluyorum," dedi dişlerinin arasından.
"Onu bunu bırak da ne işin var burada Tuana?" diye sordum.
"Ha!" dedi sanki birden bir aydınlanma yaşar gibi. Sonra ceplerini
yokladı ve bir kutu çıkarıp bana uzattı.
"Nice mutlu yıllara yenge."
Kutuyu elinden alırken hala ona bakıyordum. "Yılbaşı çekilişi yapıldı
da benim mi haberim yok? Ne şimdi bu?"
Anlamayarak bana baktı. Sonra dudaklarına vurup hızla kutuyu
elimden aldı. "Az önceki şeyler hiç yaşanmadı. Yoksa Akın sürprizini
bozduğum için beni öldürür."
"Sürpriz mi?" dedim birden heyecanlanarak.
Tuana bu kez daha sert bir şekilde dudaklarına vurdu. "Sürpriz falan
demedim ben. Sürprizi unut. Doğum günü sürprizi falan sanıyorsan
yanılıyorsun."
"Tuana ağabeyinin tüm kumaşını pazara çıkardın," dedi Nick gülerek.
"İplik o, iplik!" dedi Tuana artık gergince sırıtırken.
"Bugün benim doğum günüm mü?" dedim şaşkınlıkla. Ben doğum
günlerimi hiç unutmazdım ki. Hatta bir hafta önceden kimse
unutmasın diye çalar saat gibi aynı şeyi ötüp dururdum. Hediyelere
bile karıştığım olurdu, öyle değişik bir insandım. Telefonumu çıkarıp
tarihe baktım. Kasım 18... Harbiden unutmuştum. Azman sağ olsun
hayatta yapmayacağım şeyleri bana yaptırmakta bir numaraydı.
Tuana yerinde zıplayıp bir süre kendi kendine ve düşük çenesine
sitem etti. Sonra da Nick'i çekerek yanımdan uzaklaştı. Onun
gidişiyle tam etrafıma bakıp Azman'ı arayacaktım ki müzik sesi
birden sustu.
390
Herkes dans etmeyi bırakıp bir yöne dönmeye başladı. Ben de
merakla baktıkları şeyi görmek için döndüm.
Sahne kısmı aydınlatılmış ve benim domuz sevgilim elinde eskitilmiş
tarza sahip bir gitarla orada oturuyordu. Arkasında ise küçük bir
orkestra vardı. Ona bakınca gülümsedi ve o an kalbim tekledi.
Bana... Bana şarkı söyleyecek olamazdı. Allah'ım onun bu
özgüveninin bir gün başımıza bela olacağını biliyordum. Yaka paça
atacaklardı buradan şimdi bizi.
Yine de yerimden kımıldayamadım. Bırak onu engellemeyi şu an
öylece ona bakıyordum. Tıpkı diğer kızlar gibi... Hayran hayran
bakanlar, salyaları akanlar, ah çekip fısıldaşanlar...İçimdeki Hannibal
şu an hepsini kesip doğramayı hesaplıyordu. Hayır, bu herif ne halt
etmeye oraya çıkmıştı? Sanki best model of the Azmanland...
Ey insan evladı, sendeki bu yakışıklılıkla ben seni yanımda nasıl
gezdireceğim? Bir de gülümsüyor hala. Gülümseme Allah'ın cezası!
Ben de eğer Asiye'ysem yanımda bundan sonra kahverengi koli
bandı gezdirmeyen namertti.
Gitarın tellerinde elini sürttüğün an barmenden alelacele bir soğuk
su istedim. Azman yavaş yavaş gitarı tıngırdatmaya başlarken
hazırlıklı olmak için küçük bir yudum aldım ve bardağı düşürmeden
bara bıraktım. Orkestra da ağır ağır devreye girerken onun gözleri
benimkilerden bir an ayrılmadı ve şarkıya giriş yaptı.
"Sevdim seni bir kere
Başkasını sevemem,"
Oha! Sadece iki sözle şu an bayılabilirdim. Bir de, ya bu herif bu
kadar güzel şarkı söyleyerek ne yapmayı planlıyor? Kesin katil
olacağım.
"Deli diyorlar bana

391
Desinler değişemem
Desinler değişemem"
Yeter tamam sus! Allah'ım bana jest yapacak diye kızların radarına
yakalanıyor. Ne yapsın bu zavallı kulun Asiye? Sahneye atlayıp
'Annen seni bar köşelerinde şarkı söyleyesin diye mi büyüttü' diye mi
bağırsın? Neden sesi bu kadar güzel? NEDEN?
"Daha yolun başındasın
Değişirsin diyorlar
Oysa sana çıkıyor
Bildiğim bütün yollar"
Saçlarını yolacağım! Evet, o havalı, şampuan reklamından çıkmış gibi
duran uzun saçlarını yolacağım. Bundan sonra oynayacağı tek film
Kıskanç kızın gazabı adlı kısa film. Ya da seri de olabilir.
"Sevgi anlaşmak değildir
Nedensiz de sevilir
Bazen küçük bir an için Ömür bile verilir"
Mesela şu an! Bu mekân kıskançlıktan gözü dönen Asiye'nin
katliamına tanıklık edecek birazdan.
"Sevdim seni bir kere
Başkasını sevemem
Deli diyorlar bana
Desinler değişemem
Desinler değişemem."*

392
Gözlerini bir an benden ayırmazken müzikle biten son sözleri içime
işledi. Ben az önce bir şeyin planlarını kuruyordum ama... Aman
neyse!
Azman sandalyeden kalkarken alkış tufanı havada uçuşuyordu. O ise
onun yürüyüşüyle açılan kalabalıkta bana doğru geliyordu. Gözlerimi
ondan çekmeden aceleyle tezgâhtaki su bardağını tekrar kavradım
ve bu kez günlerce çölde susuz kalmış gibi bir dikişte tüm suyu
mideme gönderdim.
Azman gelip tam önümde durdu ve bir kutu çıkarıp bana uzattı.
"Doğum günün kutlu olsun sevgilim."
Bardağı tezgâha bırakıp kutuyu titreyen parmaklarımla kavradım ve
yavaşça açtım. Su damlası figürlü sade ama çok güzel bir kolyeydi
bu. Kolyeyi zincirinden tutup çıkarırken içinde gerçekten sanki denizi
barındırır gibi parlak taşın içindeki mavilik dalgalandı.
Azman elimden kutuyu alıp tezgâha bıraktı ve kolyeyi de elimden
aldı. Arkama geçip saçlarımı bir omzumda topladı ve kolyeyi
boynuma takarken kulağıma fısıldadı. "Tıpkı sana benziyor.
Duruluğuyla göz alıcı olsa da her an hırçınlaşabilecek bir deniz."
Sonra tekrar karşıma geçip tepkisiz yüzümü inceledi. Yüzü düşerken
"Beğenmedin mi?" diye sordu kırgın bir çocuk gibi.
İstemsizce ellerim o an yakalarını kavradı ve onu kendime çektim.
"Ne halt yiyorsun lan sen?" dedim sesimi kısık tutmayı başararak.
"Ne?" dedi şok olarak.
Etrafıma baktım ve "Görmüyor musun?" dedim. "Tüm kızlar sana
bakıyor. Bana bak oğlum, şunu önce bir netleştirelim. Sen
benimsin."
Şok olmuş yüzü yine o bilindik sırıtışı takındı. "Kıskanç sevgilim
benim." Aniden sırıtışı silindi ve kaşlarını çatıldı. Burnunu bir koku
393
almak ister gibi bana yaklaştırıp havayı içine çekti. "Sen bir şey mi
içtin yine?"
Sanırım az önceki hareketlerimi alkol almama yormuştu. Beni sarhoş
edip başımı döndürenin o güzel sesi olduğunu elbette ki bilmiyordu.
"Hı! Galiba," dedim ben de, az önce deliye dönen sanki ben
değilmişim gibi ağzımı yayarak konuşarak.
"Galiba mı?" Oyunbaz bir şekilde omuz silktim. "Ne içtin peki?"
Düşünürmüş gibi yaparken dudaklarımı büzdüm. Kaşları daha da
çatıldı. "İçtiğin şeyin ne olduğunu bilmiyor musun?"
Bir dakika! Ya bu konuşma bir yerden tanıdık geliyor ama nereden?
Düşüncelere dalmışken onun sesiyle kendime geldim. "Boş ver!"
dedi ve benim ellerim hala yakalarındayken onun elleri belimi sardı.
"Belki de ne içtiğini yine kendim öğrenmeliyim." Son cümlesinden
sonra az önce utandığım Tuana&Nick öpücüğünden bile daha ateşli
bir şekilde beni öptü ve ben bu kez ellerimi gözlerime siper bile
edemedim.
• 'Gelsin Goller!'
Arabada sessizce giderken geceyi aydınlatan sokak lambalarındaydı
bakışlarım çünkü yan tarafıma bakarsam yine bir sinir dalgası beni
sarabilirdi. Yanımdaki bu herif, yani sevgilim olacak o domuz herif
yine kulaklarına varan bir sırıtışla sürüyordu arabayı. Arkada oturan
görümceden ise hiç bahsetmiyordum çünkü kendisi susmak nedir
bilmiyor, beni daha da delirtmeye yemin etmiş gibi damarıma
damarıma basıyordu.
"Nasıl kaçırdım ya? Hayır, nasıl o ateşli öpüşmeyi kaçırmış olabilirim?
Yani ben nasıl oluyor da o öpüşmeyi kaçırmış olabilirim?
Anlamıyorum, ben nasıl o müthiş öp-"

394
Elimi alnıma vurdum ve "Şu arabayı hemen kenardaki duvara doğru
sür!" dedim. "Yoksa ben bu kızı öldüreceğim."
Azman güldü. Tuana ise, "Ama yengecim, yani ben nasıl oluyor da o
sahneyi kaçırabilirim aklım almıyor," dedi gülerek.
İçimdeki Deli Asiye'nin canlandığını hissettim ve yana eğilip ona
baktım. "Ecnebiboy'la daha ateşli zamanlar geçirdiğin için olabilir mi
canım?"
Gözleri irileşti ve şoför koltuğundaki ağabeyine korkuyla baktı.
Azman'ın ise gözleri kısıldı. "Ecnebiboy? Ateşli zamanlar? Cinayet...
Katliam... Ecel is coming Tuana!"
Nick'le barda tanışmıştı elbette ve bahsettiğimin o olduğunu hemen
anlamıştı. Tabii o zamana kadar onun sadece Tuana'nın arkadaşı
olduğunu sanıyordu ama o durumda bile çocuğu öldürecek gibi
bakıp durmuştu. Şimdi ise bakışları daha ürkütücü bir boyut
kazanmıştı. Hiç vicdan azabı falan duymuyordum ama. Tuana bunu
hak etmişti çoktan. Bana yaptığı o son numarayı unutacağımı
sanıyorsa yanılıyordu. Sonra da evde beni anında satmıştı. Arabaya
bindiğimizden beri susmayan çenesi de cabasıydı.
Tuana bana kötü bakışlar atıp savunmaya geçti. "Ya Akın! Yengem
Latife yapıyor. Yok öyle bir şey. Nick sadece arkadaşım."
Yüzüm garip bir şekle girdi Tuana'ya bakarken. Bu da ona sessizce şu
kelimeleri fısıldıyordu. 'Sen arkadaşlarını hep öyle yer misin?'
O da bana bakışlarıyla aynen şu cevabı verdi. 'Yenge beni genç
yaşımda mezara mı göndermek istiyorsun?'
'Yes,' dedi içimdeki Amerikalı. 'Sus ya da öl dostum.'
Tuana ağzına fermuar çekme işareti yaparken Azman, "Şu Nick
denen herifi yarın eve çağır," dedi şüpheli bir sesle. "Kimmiş
tanıyalım."
395
"Pierre Lotti!" dedim gülerken. "Mezarların müthiş bir deniz
manzarası var Tuana. Bence ara ve iki kişilik yer ayırt. Gerçi çok
doluymuş ama sen yine de bir şansını dene." "Ya ağabey!" diye
çocuk gibi itiraz etmeye çalıştı Tuana.
"İtiraz edersen bara döner, onu orada tanımaya çalışırım Tuana.
Hem ona ülkemizin güzel miraslarından birini de tanıtırım."
"N-neymiş o?"
"Osmanlı tokatı!"
Tuana'nın gözleri tekrar irileşti. "Pekala ama ona insan gibi
davranacaksın."
"İnsanlıktan çıkmamı gerektirmeyecek bir durum olmazsa, neden
olmasın?" dedi Azman. Tuana göremese de ben yüzündeki sinsi
sırıtışı seçebilmiştim. Tuana'dan Yunan olduğunu öğrendiğim
Ecnebiboy atalarıyla aynı akıbete uğramak üzereydi ama bu kez
sonu biraz farklı olacak gibiydi çünkü Ankara'da deniz yoktu. Bu da
demek oluyordu ki kendisini denize dökülmekten daha kötü bir son
bekliyordu. Mesela Ankara'nın bağları ve o büklüm büklüm yollarının
en ıssızlaştığı yerde bir adet kimsesiz bir mezar...
Tuana'nın dudağını dişlemesinden bir çıkış yolu aradığını
görebiliyordum. Sonra birden gözleri parladı.
"Yarın olmaz!"
"Nedenmiş o?" dedi Azman ona dikiz aynasından bakarak.
"Çünkü yarın derbi var. Maçtan önemli değil ya, sonra tanışırsınız."
"Futbol bilgin gözlerimi yaşartıyor Tuana ama sana Derbi'nin ne
demek olduğunu anlatacak değilim ve o lavuğa gelince..." dedi
Azman ve yine sırıttı. "Onu Trabzonsporlu kabul edip öyle muamele
edeceğim." "Ah! Hayır," diyen Tuana'yı yok sayarak, "Neyi varmış
Trabzonspor'un?" diye sordum.
396
Bir an gözlerini bana çevirdi. "Yarın alacağı büyük bir yenilgiden
başka mı?"
"Kime karşı?"
"Tabii ki Galatasaray'a," dedi benim tuttuğum nadide, biricik takımı
küçümsercesine.
"Hah! Görmeyeli hayal dünyan bayağı gelişmiş senin. Trabzonspor
sizi çiğ çiğ yer."
"Dur bir dakika!" dedi başını dikleştirerek. "Sen Trabzonsporlu
musun?"
"Elbette ki Trabzonsporluyum. Galatasaraylı olacak halim yoktu ya."
"Şaka değil mi bu? Hayır, kim Trabzonsporlu olur ki?"
"Trabzonlular?" diye fikir yürüttü Tuana.
"Karadenizliler," dedim sanki her maçta takımını gururla izleyen bir
teknik direktör edasıyla.
"O zaman Karadeniz yarın çarşaf gibi dümdüz olacak," dedi Azman
meydan okurcasına.
"Ya da Aslanı sularıyla boğacak kadar hırçın."
"Göreceğiz."
"Göreceğiz," diye tekrarladım.
⚽⚽⚽
Arkamdaki ikiliye bakıp son kez her şeyin hazır olup olmadığına emin
olmaya çalıştım.
görev başarılı! Trabzonspor formaları giyinilmiş.
görev başarılı! Trabzonspor atkıları takılmış.
görev başarılı! Trabzonspor bayrakları ellerde.
397
görev başarılı! Bordo mavi boyaları yüzlerde.
görev başa- "Bu ne be?" dedim Gül'ün elindeki pasta tabağını
çekerken.
"Ya!" diye pastaya hüzünlü bir bakış attı. "Kızım senin doğum günün
için cebimizdeki son kuruşla alındı o pasta. Son parçasına kadar
hakkını vermeliyim."
"Son kuruş!" diye vurguladı Elif gözlerini kısarak. "Son kuruşumuz
sevgilisiyle doğum günü kutlaması yapan bir hain için harcandı. Hem
de sevgilisi azman olan bir hain için."
Yüzümü mahcup bir ifade kapladı. Dün gece eve geldiğimde ikisini
de mutfak masasında uyuklarken bulmuştum. Benim doğum günüm
için hazırlanmış mutfak masasında... O görüntü aklıma gelince yine
yüreğim sızladı. "Kızlar ne kadar üzgün olduğumu biliyorsunuz. Hem
size açıklama yaptım. Bundan haberim bile yoktu. İnanmayacaksınız
ama doğum günümü unuttum ben."
"Ah!" diye iç geçirdi Gül. Elif'in aksine o hemen yumuşamıştı. "Aşk
işte. Aklını başından alıyor."
Elif onun karnına bir dirsek geçirdi. "O çocuğu unut Gül. Bir kişiyi
daha hormon savaşında kaybedemem."
Gül karnını tutup "Ama..." demişti ki "Aması falan yok," diye atıldı
Elif. "Hem bugün o düşmanın safında. Biz ise..." Bana bakıp yüzünü
buruşturdu. "Biz de bir hainin safındayız ama neyse. Trabzonspor'un
hatırı var."
Omzuna vurdum. "Sağ ol kanka! Trabzonspor sana minnettar
kalacak."
"Tamam, cıvıklaşmayın," dedi ciddiyetle. "Bugün savaş günü. Ciddi
olmalı ve düşmanı bozguna uğratmalıyız."

398
"Elif buna Ankara savaşı muamelesi yapıyorsun, farkında mısın? Bu
sadece bir maç..." dedi Gül.
"Hayır!" diye bağırdım. "Bu bir savaş. Futbol savaşı!"
Elif bir ıslık çaldı ve yumruğunu havaya kaldırdı. "Re re re, ra ra ra..."
"Yalnız o Galatasaray'ın marşı!" dedi Gül.
Öfkeli gözlerimle çakıştı Elif'in koyu renk gözleri. "Kanka..." demişti
ki, "Seni gidi hain. Seni kim gönderdi?" dedim üzerine yürürken.
"Galatasaray'ın mı, yoksa yan dairenin mi casususun sen?"
Ellerini kaldırdı. "Yemin ederim şakaydı. Bilirsin, ben has bir
hamsiyim."
"Öyle olsa iyi olur uşağum," dedim. "Yoksa seni hamsilere yem
yaparım."
"Uy haçan da!" diyen Gül'le bakışlarımız ona döndü. "Ne?" dedi
omuz silkerek. "Bugün hepimiz hamsiyiz." Elif'le aynı anda gülmeye
başladık. Bugün hepimiz hamsiydik ve bu hamsiler o aslana diz
çöktürecekti.
⚽⚽⚽
L koltuğun kısa kısmı galibiyet taraftarlarına, yani bize tahsis edilmiş
locaydı. Uzun kısmını ise mağlubiyet ekibi kaplamıştı. Azman,
Görümce ve yeni enişte, yani Burak...
Birbirimize attığımız ölümcül bakışlar bir süredir devam ederken
hepimiz maçın başlamasını bekliyorduk. Azman'ın gözü sürekli
Trabzonspor formamda dolaşıyordu. Arada atkıma ve elimdeki
Trabzonspor bayrağına da yırtacak gibi bakmıyor değildi hani. Tuana
ise kollarını dizlerine dayamış, öne eğilmiş bir vaziyette yüzünü
ellerinin arasına almıştı ve ayağını stresini belli eden bir şekilde yere
vuruyordu. Burak ayrı bir dünyadaydı ve Gül'ü de yanında
sürüklüyordu. Şu an ikisi de dünyadan soyutlanmış bir şekilde
399
birbirlerine kaçamak bakışlar atıyorlardı. Şimdiden bir taraftar
kaybetmenin hüznü sarmıştı içimi ama karşı takımda aynı durumda
olduğundan çok üzerinde durmadım.
Kaynanam en azından ortalıklarda yoktu. Komşularla arayı ne zaman
kurdu bilinmez ama en son Azman'ın evine gelirken onu FBI teyzeyle
kapının önünde derin bir dedikodu yaparken görmüştüm. Durum
içler acısıydı. Kaynanam adeta Türk ve Amerikan işbirliğine sonradan
katılan KGB ajanlığına doğru yol alıyordu.
Elif'e baktığımda bir nebze de olsa içim rahatladı çünkü o karşı
takıma öldürücü bakışlar atıp rakibi ürkütme çalışmalarına hiç ara
vermiyordu. O tam bir hamsiydi. O bir Trabzonspor holiganıydı.
İçimde o an gururun haklı yansıması belirdi. Allah'ım, resmen bir
Adanalı ve bir İzmirliyi Trabzonspor'un renklerine bağlamıştım.
Damarlarında bordo mavi kan dolaşıyordu artık diye düşünürken
yine Gül'e baktım. Her ne kadar biri şu an bordo maviye biraz kalp
eklese de.
Gül'e bir dirsek attım ve uyarıcı bakışlarımı gözlerine diktim. Anında
toparlandı ve fazla abartıp Burak'a sanki dün onu terk eden eski
sevgilisiymiş gibi bakmaya başladı. Burak afallarken ben ve Elif
sırıttık. Taraftarımızı tekrar hayata döndürmüştük.
Maçın başlamasına dakikalar kala zil çaldı ve aynı anda Tuana ayağa
fırladı. "Nick geldi." "Geleceği varsa göreceği de var," dedi Azman
ölümcül bakışlarıyla.
"Kendi ayaklarıyla ölümüne yürüdü," dedi Burak ve Azman'la
yumruklarını tokuşturdular. Son bir saatte anladığım kadarıyla Burak
da Tuana'ya en az Azman kadar koruyucu yaklaşıyordu. Azman ve
Burak'ın çocukluktan beri arkadaş olduklarını kısa süre önce
öğrendiğimden bu durumu da çok yadırgamadım. Burak da Tuana'yı
kardeşi gibi seviyordu belli ki.

400
Tuana korku dolu bakışlarla onlara baktı. "Koltuğun altını kesici
aletle doldurmadınız değil mi?"
Azman sırtını geri yasladı ve elini koltuğun altına uzattı. Bir ekmek
bıçağı çıkarırken "Bunun gibi mi?" diye sordu.
"Aman Ya Rabbim!" dedi Tuana gözlerini büyüterek.
"Ya da bunun," dedi Burak da aynı yerden bir levye çıkararak.
"Nick!" diye bağırdı Tuana kapıya koşarken. "Sakın gelme!"
Azman ve Burak birbirine bakıp kahkaha attılar. Gül ve Elif ise buna
göz devirdi. Bir kaç dakika sonra Nick Tuana'nın engellemelerine
rağmen salonun kapısında göründü. Üzerinde... Hamsiler aşkına!
Üzerinde Galatasaray forması vardı.
Azman ve Burak onu kısaca süzdü. Ardından ikisi de aynı anda
yavaşça ayaklandılar. Sanırım Nick'in bu göz boyama taktiği ona
pahalıya patlayacaktı. İkisi de Nick'e doğru ağır ve ürkütücü
adımlarla yürürken Trabzonspor taraftarları, yani biz de her an
oluşacak bir tehlike ihtimaline karşı ayaklandık. Tuana hemen Nick'in
önüne geçti ve onu korumak ister gibi kollarını iki yana açtı.
"Acıyın bize!"
Azman onu hızla kenara itti ve Burak da Tuana'nın Nick'e
yaklaşmasını engellemek için onun önüne barikat kurdu. Biz ise yan
yana dizilmiş sessizce cenaze marşını mırıldanmaya başlamıştık.
Ecnebiboy'u pek tanımazdım ama yine de cenazesinde iyi bilirdik
diyenlerden olacaktım. Yok! Bu olmadı. Adam ecnebi. Bu durumda
tabutuna bir avuç toprak atıp hakkında iyi bir kaç kelime
söyleyecektim.
Azman aşağıdan yukarıya Nick'i süzerken, Nick hareketsiz ve
beyazlamış bir yüzle ona bakıyordu. Tuana ise Burak'ı itmeye çalışıp
ağabeyine yakarıyordu. O an Azman beni şoka uğrattı. Nick'i
401
kucakladı ve "Hoş geldin kardeşim!" dedi. "Tuana, Nick'in
Galatasaraylı olduğunu neden söylemedin?"
"Sormadınız ki," dedi Tuana rahatlayarak. "Annesi Türk ve kendisi
koyu bir Galatasaray taraftarı. Nick de öyle."
"Dur bakalım kardeşim," dedi Burak. "Bu aldatmaca olabilir."
"Doğru!" dedi Azman ona. Tekrar Nick'e döndü. "Söyle bakalım,
Trabzonspor ile Galatasaray arasında kaç maç yaşandı?"
Nick duraksamadan "Toplam 127," dedi.
Burak beğenmişcesine dudaklarını yukarı kıvırdı. "Peki," dedi. "Kaçını
Galatasaray aldı?"
"58 Galatasaray, 42 Trabzonspor; 27 berabere."
Azman bana dönüp sırıttı. "Bildin. 58 Galibiyet."
"Bugün 58'de kalacağınız gün," diye meydan okudum.
"Hamsiler hazır mı?" dedi Azman beni dikkate almayarak. "Hazır!"
dedi Burak sırıtarak. "Buğulama mı olsun, kızartma mı?" "Izgara!"
dedi Azman.
"Minik kediler mi miyavlıyor?" dedi Elif.
"Kükrüyor olmasın o?" dedi Nick. "Kulaklarınıza su kaçtığından iyi
duyamıyorsunuz belli ki." Oha! Ecnebiboy'un Galasaraylı olmasını
geçtim, adam bir de laf sokuyordu.
Tuana kıkırdadı. Tabii keyfi yerine gelmişti hain görümcenin. "Vay
kardeşim!" dedi Burak. "Helal be!"
"Birazdan hamsilere yem olacak kedilerden iddialı sözler," diyen Gül
beni şoka uğrattı. Elif onu kolunun altına alıp "Yürü be kızım!" diye
destekledi. Ben de omzuna hafif bir yumruk atıp "İşte aradığım ruh!"
diye bağırdım.
402
Bu atışma uzayacağa benzerken Tuana "Maç başlıyor!" dedi
heyecanla. Herkes eski yerlerine kuruldu ve dikkatle dev ekrana
bakmaya başladı. O an bir şey kafama dank etti. Benim maç bilgim
topun yuvarlak olduğunu bilecek kadardı. Elif'e doğru eğilip
fısıldayarak, "Kızım biz fena gaza geldik ama..." dedim. "Aramızda
ofsayttın ne olduğunu bilen var mı?"
"Bana bırak!" dedi göğsünü kabartarak. "Sol beki bile bilirim ben."
"Ne jack, ne jack?" dedim yüzümü buruşturarak.
Elif bana acınası bir bakış attı. "Sakın ikinci emre kadar konuşayım
deme kızım."
Dudaklarımı birbirine bastırıp başımla onayladım ve Gül'e baktım. O
da UFO görmüş masum köylü gibi ekranı izliyordu. Yüzünü
buruşturdu ve "Şu adam hangi takımdan?" diye sordu. "Siyah forma
giyen."
Düşman safları odayı bir kahkahayla inletti. Elif eliyle alnına vurdu.
"Hakem o Gül. Sen mümkünse üçüncü emre kadar konuşma."
Gül dudağını dişledi ve "Peki!" dedi uysal bir sesle. Allah'tan Emre
hangisi diye sormamıştı.
Dakikalar dakikaları kovalarken iki takımda herhangi bir üstünlük
elde edemedi. Gül'ün sürekli yaptığı uyarılarından küfür de
edemeyen erkeklerin hepsi şu an burnundan soluyordu adeta ve
sonunda olan orta sehpaya olmuştu. Galatasaray'ın son gol şansını
kaçırmasıyla Azman'ın gazabına uğradı. Şimdi yan yatmış bir şekilde
boynu bükük salonun ortasında duruyordu.
Sonunda ilk yarı bitti ve ben de sallamaktan yorulduğum bayrağı
koltuğa bıraktım. Hiçbir şey bilmezken bile 45 dakika bağırmaktan
boğazın kurumuştu. Karşı takıma kötücül bakışlar atıp mutfağa
yöneldim. Musluktan doldurduğum bir bardak suyu yudumlarken bir

403
çift kol belime dolandı. "Rakip taraftarlar soğuk suyu içmek için
erken davrandı."
Bardağı tezgâha bıraktım ve ona doğru döndüm. Belimdeki kolları
ise hala yerli yerindeydi. "Ceza sahasına giriyorsun!"
"Gol atmak içindir o," dedi sırıtarak.
Ellerine vurup belimden çözülmesini sağladım. "Dikkat et de gol
yeme!"
Sırıtışından bir şey kaybetmeden kolları tekrar belimi sardı. "Bir daha
gol desene. Dudakların çok güzel oluyor."
"Sırnaşma!" dedim ellerini çözmeye çalışarak ama bu kez izin
vermedi.
"Biliyor musun? Üzerindeki şu formaya rağmen hala çok güzel
görünüyorsun."
"Renklerin asaleti işte."
"O da kabul." Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Bana da bulaştırır mısın o
asaletten birazcık?"
Birden yelkenleri suya indirmesi garipti. Hele de içeride benimle
kıyasıya mücadele eden o'yken. Yine de bu içimi eritmesine engel
değildi. Şu an o rakipti ve benim ceza sahamda süzülüyordu ve onu
engelleyemeyen tarafım öpücüğünü bekliyordu. Kulağımdaki hayali
taraftarlar ise yuhalamalara çoktan başlamıştı.
Tam dudakları dudaklarıma değiyordu ki biri tarafından geri
çekildim. "Hop!" dedi Elif. "Geri bas oğlum!"
Azman ona öfkeli bir bakış atarken Elif de aynı bakışı bana attı.
"Kızım hemen yelkenleri suya indirmişsin. Adam totem yaptı haberin
yok." "Totem mi?"

404
"Evet, Burak'la bu sinsiyi konuşurken duydum. O Gül'ü bu herif de
seni öperse Galatasaray gol atacakmış. Totem kızım totem! Gül'ü bin
bir zorlukla karşı odaya kilitledim ve sana koştum. Yetişmeseydim bir
toteme kurban gidiyordun yani."
Azman'a döndüğümde dudaklarını büzüp omuz silkti. "Seni adi
domuz!" diye tısladım. "Demek takımımı yenilgiye uğratmak için
beni kullanacaktın."
"Savaşta her yol mubahtır sevgilim," dedi sırıtırken.
"Öyle mi?"
"Öyle."
"O zaman ben de bir totem yapıyorum," dedim ve onu birden
kendime çekip dudaklarına ufak bir öpücük bıraktım. Geri çekilip
sırıttım. "Ben seni öptüm. Bu da benim totemim."
Elif kahkaha atarken onun gözleri irileşti ve elinin arkasıyla dudakları
sanki onu öpmemin izleri silmek ister gibi sildi. "Hayır, hayır, hayır!
Bu sayılmaz. Hayır!"
Güldüm ve o şok içindeyken bir kez daha öptüm. "Evet ve evet
bebeğim. Gelsin goller. Sayende maç sonucu belli artık!"
Yumruğumu havaya kaldırıp bağırdım. "En büyük Trabzonspor!"
• 'Dokunmasın!'
Maçın ikinci yarısı başlarken yine herkes yerli yerine kurulmuştu.
Benim öfkeli gözlerim ise Azman'ın üzerindeydi henüz. Onun da
gözleri kısa bir an ekrandan bana kaydı. Önce sırıttı, sonra göz kırptı.
Totem ha!
Dudaklarımı oynatarak 'Ben seni öptüm.' dedim. 'Bu maç bizim.'
O da dudaklarını kıpırdatarak 'Sen öyle san,' dedi bilmiş bakışlarla.

405
Dudaklarımı kıpırdatarak ona bir küfür gönderdim. Gözleri irileşti ve
"Gül!" diye atıldı. Allah'tan Elif onu maç başlamadan önce odadan
çıkarmıştı. Yoksa Burak Elif'i boğacak gibiydi.
Gül sanki kırk yıllık spor izleyicisi gibi ekrana kilitlenmişken bu çıkışla
irkildi ve "N-Ne?" diye kekeledi.
"Asi bana küfretti," dedi Azman, annesine şikâyette bulunan küçük
bir çocuk gibi.
"Kanıtla!" dedim sırıtıp arkama yaslanırken.
Öne doğru eğilip sinsice sırıttı. "Sizi çiğ çiğ yiyeceğiz, hamsiler."
Kaşlarım çatıldı. "Kodluyorum iyi dinle. B nokta k yersiniz."
Azman işaret parmağını bana çevirip parmaklarını şıklattı. "Al işte
küfretti."
Oyuna geldim iyi mi? "Seni sinsi!" deyip ayağa fırlamıştım ki Gül
koluma asıldı. "Sakin ol hamsi! Bugün küfür serbest. Tabii sadece
Trabzonspor taraftarlarına."
Burak burun kıvırdı. "Çifte standart ama bu." Gül ise sadece omuz
silkti. Harbiden ciddiydi bu kız. Önce Gül'e baktım şaşkınlıkla, sonra
gözlerim ağır ağır Azman'a kaydı. Yüzümde ise pis bir sırıtış vardı.
"Duydun mu seni şerefsiz?"
"Hey!" dedi yükselen sesiyle. "Bu benim senin sevgilin olduğum
gerçeğini değiştirmiyor. Bana küfredemezsin."
"Hasbiptir oradan!" dedim hala sırıtırken.
Birden karşı takım ayağa fırladı ve "Goooool!" bağırışları havaya
karıştı. Bu kez ikimizin de gözleri ağır ağır ekrana kaydı. Ekranın sol
köşesinde aynen şu ibare vardı artık.
1 : GS | TS : 0
406
Yine aynı anda Azman'la gözlerimiz birleşti ve onun dudakları yukarı
kıvrıldı. Anında bana atılıp kucakladı ve "İşte bu be!" diye bağırdı.
"Hadi küfret bana güzelim."
"Bırak lan beni!" dedim sinirle. Ya totem yapan benken ne diye bu
herifin takımı gol atıyordu?
Azman beni sıkıca kucaklarken ben ondan kurtulmaya çalışıyordum.
Gül ve Elif'in bizi ayırma çabaları da sonuçsuz kalınca pes edip
yerlerine oturdular. Sonunda ayaklarımı yere basmamı sağlayan
domuz sevgilim yine de beni ahtapot gibi sarmaktan vazgeçmemişti.
Şimdi görümcenin kime çektiğini anlamıştım. Darwin'in evrim teorisi
şu sıralarda sulara gömülmüştü. Zira bu herifin sülalesi maymunlara
değil olsa olsa ancak ahtapotlara dayanırdı.
"Bıraksana oğlum!" diye kükredim.
"Dur daha seninle işim bitmedi," dedi sırıtarak. Sonra hızla
dudaklarını dudaklarıma bastırdı. O beni öperken hem öfkeyle hem
de utançla dudaklarının arasına bu kez gerçek bir küfür gönderdim
ve yalnızca saniyeler sonra yine rakip takım ayağa fırlayıp sevinç
çığlıkları atmaya başladı. Azman benden ayrılıp başını hızla ekrana
çevirdi ve bu kez o bir küfür savurdu. "Vay anasını! Resmen takımımı
adım adım zirveye taşımanın formülünü buldum. Bir taşla iki kuş!"
Ya ben küfredince bu herifin takımı gol atıyordu da bu herif
küfredince bizim takım ne diye inme inmiş gibi duruyordu? "Hay ben
böyle işin içine sı-"
Ağzıma kapanan elle geri çekilmem bir oldu. "Senin yapacağın işin
içine tüküreyim Esra!" diye tısladı kulağıma Elif. "Sıçtın, batırdın
kızım."
Popom yumuşak koltuğa temas ettiğinde adeta tonluk değerli
mücevher taşıyan ve gemisi Karadeniz'de buz dağına çarpıp sulara
gömülen kaptan gibiydi ruh halim. Zaman ilerlerken Trabzonspor da
407
benim ruh halime bürünmüş gibiydi. Ne bir atak vardı, ne de şu lanet
olası topu ayaklarında tutabiliyorlardı. Maçı yorumlayan amca bile
aynen şu yorumda bulunmuştu ve gözler anında bana dönmüştü.
"Trabzonspor taraftarları karşı takıma küfürler yağdırıyor ama bu
spor camiasında pek tasrif etmediğimiz bir hareket değil şüphesiz.
Değil mi Ercan?"
Ercan da sanki bana düşmandı. Sanki ben bu Ercan'ın hasmıydım.
"Öyle evet. Biz her zaman dostluk kazansın diyenlerdeniz ama şu
manzaraya bak Mustafa. Sanki Trabzonspor taraftarı küfür ettikçe
Galatasaray gol yağdırıyor."
Gül dirseğiyle beni dürttü. "Senden bahsediyor küfürbaz hain."
"Dilim kopsaydı da demeseydim keşke."
"Senin o tatlı dilini yesinler sevgilim," dedi Azman sırıtarak. "Maçın
son dakikalarında bana söylemek istediğin küfürler var mı?"
"Seni ağzına..." Son anda ellerimle dudaklarımı kapattım.
"Eee!" dedi sırıtarak.
Ellerimi çekip "Kurban olayım," dedim dişlerimin arasından.
"Ben de sana kurban olurum bebeğim."
Yok, ben bu herifi gebertecektim. Yok arkadaş! Ben ne içmiştim de
bu herifle sevgili olmuştum ki? Hayır, benim aklımla zorum mu vardı
anlamıyorum ki. O an idrak ettiğim bir gerçekle onu vuracağım yeri
ve kurban edeceğim insanı bulmuştum. Tanrılar kurban istiyordu ve
o kurban Tuana ve Nick'ten başkası değildi.
"Bu arada..." dedim. "Aranızda Tuana-Nick ikilisini gören oldu mu?
Hani şunu belirtmeyi kendime borç bilirim ki ikisi şu an farklı bir maç
sonucu için çalışıyor olabilir."

408
Azman'ın sırıtan ifadesi tuzla buz oldu o an. Başını hızla sağa sola
çevirdiğinde Burak da aynı şeyi tekrarladı. Azman küfredip ayağa
fırlarken ekrandan bir gürültü yükseldi. Bu kez ayağa fırlayan Gül ve
Elif ikilisiyken ben de anında onlara eşlik ettim. "Gol be!" dedim
bağırırken. Demek ki küfür ediyorken sinirlenmek şarttı. Totem diye
buna derdim işte ben.
Azman anın şokuyla bir an duraksadı. "Lan!" diye gürledi o an.
"Yedim seni Tuana!"
O odadan fırlarken Burak da padişahın peşinden ayrılmayan yeniçeri
gibi onu takip etti. Yalnızca birkaç dakika sonra biri Tuana'nın
boynunun arkasındaki kazaktan tutmuş, diğeri Nick'in kazağından
kavramış bir şekilde içeri girdi.
"Söyle kardeşim!" dedi Azman tuttuğu Nick'in yakasından sallayarak.
"Bu herifi nereye gömelim?"
"Ağabey!" diye yalvarırcasına atıldı Tuana. Nick'in ise beti benzi
atmıştı adeta. "Ağabey ya! Valla kardeş kardeş takılıyorduk biz
içeride."
"Şey..." dedi Elif. "Tuana bir şeyi belirtmem gerek ki kardeşinin
dudağına ruj bulaşmış."
Tuana'nın gözleri irileşirken Azman öfkeyle kokulaşan gözleriyle
eğilip Nick'in yüzüne baktı. "Şimdi..." dedi dişlerini sıkarak. "İki
seçeneğin var ecnebi herif. İlki; küçüklükten beri annenin rujlarını
sürdüğünü iddia edip kurtulmak. İkincisi..."
"İ-ikincisi?" dedi Nick gözleri kısıp yavru köpek bakışlarıyla.
"İkincisi mezar yerini seçmek."
"İlk olan!" diye atıldı duraksamadan. "Bayılırım ruj sürmeye." Biz
kahkaha atarken Tuana'nın gözleri irileşti. "Bayağı yürekli çıktın." "O
yüreği az önce sayende yedim," dedi Nick.
409
"Ben inanmadım," dedi Burak.
"Ne yapalım?" diye sordu Azman. "Söyle kardeşim, bu şerefsize ne
yapalım?"
Ekrandan bir gürültü daha yükseldi ve biz yine ayağa fırladık.
Trabzonspor'un attığı golle birbirimize sarılmaya başladığımızda
Azman kükredi. "Sallandıralım." "Neresinden?" dedi Burak öfkeyle.
"İş yapan yerlerinden."
Nick adeta sararıp solarken Tuana hala onu kurtarmaya çalışıyordu.
Dakikalar boyunca dil dökse de hiçbiri işe yaramadı. Tabii o sırada
Azman yakasından tuttuğu Nick'i bir o yana bir bu yana sallamaya
devam ediyordu. Nick şu an gözümde yayık makinesiydi. Ayran
çoktan olmuştu da üzeri yağ bile bağlamıştı. Maçın bitmesine
yalnızca bir dakika kala kurtuluş umudunun olmadığını anlayıp öyle
bir laf etti ki artık ölümüne kesin gözüyle bakan biz yavaşça cenaze
marşını mırıldanmaya başlamıştık.
"Tuana hani ağabeyin maç izlerken dünyadan soyutlanırdı? En fazla
ikinci öpüşmemize kadarmış yakalanmamız."
O kadar sallamaya çocuğun beyni akmıştı tabii. Yoksa şu an söylediği
şeylerin son sözleri olduğunun farkında bile değildi şüphesiz.
"Akın sakin ol!" diye baştan uyardı onu Burak ama Azman şu an
gözlerinden ateş çıkarmaya çalışıyordu muhtemelen. Nick'in yakasını
daha sıkı kavradı. Sonra onu çekip yüzüne eğildi. Öyle bir küfür etti ki
Elif, Gül'ün kulaklarını hızla kapatmasaydı Gül o an baygınlık bile
geçirebilirdi. Ev yine gol sesleriyle inlerken Azman'ın gözleri kısa bir
an ekrana kaydı ve ağır ağır sol köşedeki skor kısmına gitti.
2 : GS | TS : 3
O olayı idrak ederken maçın bitiş düdüğü çaldı ve Azman Nick'in
yakasını bıraktı. Aynı anda Nick'in suratına öyle bir yumruk indirdi ki
410
Nick hızla televizyon ekranına çarpıp televizyonla beraber yere
devrildi. "Bu da son gol," dedi Azman kükreyerek.
🍀🍀🍀
Gelecekteki kaynanam olanlardan bihaber dün geri dönmüştü.
Azman'la beraber onu havaalanına
götürmüştük hatta çünkü kadın beni gelini olarak çoktan
kabullenmişti ve sabah sabah kapımda bitip benimde onlarla
gelmemi istemişti. Yol boyunca da gelecekteki düğünümüzden
bahsedip beni soğuk soğuk terletmiş ve yine oğluna bulaştığıma
beni bin pişman etmişti. Kadın çocuklarımızın isimlerine kadar
ilerliyordu ki Azman halimi görünce konuyu değiştirmek zorunda
kalmıştı. Yoksa o an bayılmam an meselesiydi. Bir de Tuana vardı
tabii. Kadına kızının yokluğuyla ilgili ayaküstü kırk yalan söylemiştik.
Yok efendim, ödevi varmış da, üniversite üniversite dolaşıp onu
yapmaya uğraşıyormuş da. Derslerine öylesine düşkünmüş ki
annesini bile göndermeye vakit bulamamış da. Bu ve bunu gibi
yalanlardan adeta bir plaza dikmiştik. Gerçek ise bambaşkaydı tabii.
Evden hızlı adımlarla çıkarken telefonu tuşlayıp kulağıma götürdüm.
Üçüncü çalışta açıldı. "Yenge!" dedi burnunu çektiği açıkça belli olan
görümce.
"Öldü mü?" dedim alnımı ovalayarak. "Okula gitmem gerek Tuana.
Çabuk söyle öldü mü? Bak peşin peşin söyleyeyim öldüyse ben orada
yoktum. Şahit falan tutmasınlar beni."
"Ya yenge ya!" dedi sitem ederek. "Başıma bu işleri sen açtın. Hala
dalga geçiyorsun."
Kendimi tutamayarak güldüm ama Tuana'nın öfkeli soluklarıyla
kendimi dizginledim. Azman çocuğu öyle bir hırpalamıştı ki iki
gündür hastanede yatıyordu. İki kaburgası zedelenmiş ve kolu
incinmişti. Yüzü ise Avatar'dan halliceydi. Bıraksak o kaburgalardan
411
ızgara, koldan da kebap yapardı ya, iyi sıyırmıştı yine paçayı. Ama
helal olsundu çocuğa. Karşılık bile vermemiş, hatta yeltenmemişti
bile. Nick de ufak tefek bir şey sayılmazdı, istese çok da iyi karşılık
verebilirdi ama o da yaptığı hatanın farkındaydı sanırım.
Eh! Ben de vicdan azabı çekmiyor değildim hani ama o da adamın
evinde kardeşini yemeseydi. Cesaret denen şeyin bir bedeli vardı
sonuçta.
"Tamam, tamam. Nick nasıl oldu?" dedim binadan dışarı çıkarken.
"Suyu pipetle içiyor yenge. Turp gibi maşallah. Bir de soruyorsun
ya!"
"Eh be kızım! Bana mı sordun herifi odaya atarken?"
"Tuana mı o?" diyen sesle Azman yanımda belirdi. "Ver telefonu Asi!
Bir şey diyeceğim." "Yok, o değil," dedim telefonu almak için uzattığı
elinden uzaklaşmak için.
Beni dikkate almayıp telefonu kulağımdan çekti ve kendi kulağına
dayadı. İçindeki canavar yine o an kendini belli etti. "Nerede lan o
puşt? Hangi hastane? Adresi ver Tuana."
"Akın!" diye bağırıp telefonu almaya yeltensem de izin vermedi.
"Tamam, verme adresi Tuana. Ben nasıl olsa sizi bulurum."
Telefonu kapatıp bana uzattı. Elinden sinirle kaparken "Abartıyorsun
artık," dedim.
"Ulan adam evimde kardeşimi götürü-" Dişlerini sıktı. "Tövbe
estağfurullah. Geberteceğim lan bu herifi."
"Ha sen yaparken iyi, başkası yaparken mi kötü?" dedim tek elimi
belime dayarken. "Klasik Türk erkeği mantığı bu."
Birden masum masum gözlerini kırpıştırdı. "Ben de yapmıyorum ki
ama. Hem o farklı bir durum."
412
"Değil efendim," diye çıkıştım. "O kafandaki sığ düşünceden hemen
sıyrılıyorsun, yoksa bu kez seni ben döverim. Kızı da artık biraz rahat
bırak."
"Ama..."
"Aması falan yok!"
"Peki," dedi uysal bir kedi gibi ve beni öpmek için eğildi. O an evin
önünde bir polis arabası durdu ve o kendini geri çekti. İkimiz de kısık
gözlerle arabaya bakarken ne tür bir olay olduğunu düşünüyorduk
şüphesiz. Kesin bu domuz herif yine bir boka bulaşmıştı. Arabadan
inen iki polis memuru bize doğru ilerlerken bu düşüncem yavaş
yavaş kesinlik kazanmaya başladı. Polisler önümüzde durdu. Önce
Azman'a baktı, sonra ise bana döndü.
"Esra Yağmurlu."
"Benim," dedim tedirginlikle.
"Bizimle karakola gelmeniz gerekiyor."
Azman'ın kaşları çatıldı ve "Ne demek bu?" diye araya girdi.
"Hanımefendinin bizimle gelmesi gerekiyor."
"Onu anladım ama neden?"
"İfade için çağrılmasına rağmen gelmedi. Daha sonra defalarca
arandı ama kendisine ulaşılamadı. İbrazlara da cevap vermedi. Zorla
ifade alınma kararı var. Gerekli bilgileri merkezde alırsınız."
İfade? Deniz'le ilgili ifadeye çağrılmıştım haftalar önce ve o kadar şey
olmuştu ki aklımdan çıkmıştı. "Gidelim," dedi polis kolumu tutarak.
Şok olarak ona bakarken Azman adamın elini kolumdan çekti.
"Bu sizce de fazla olmuyor mu?" dedi öfkeli bir sesle.

413
"Bakın!" dedi diğer polis. "Biz sadece emir kuluyuz. O yüzden zorluk
çıkarmayın."
Adam tekrar kolumu tutarken neredeyse ağlamak üzereydim.
Azman'ın gözleriyle buluştu puslu gözlerim ve o, o an polislerin
önüne geçti. "Bu kadarına gerek yok. Onu ben getiririm."
"Beyefendi..." dedi polis sabrının sınırında gibi.
"Hemen arkanızda olacağız memur bey," diye diretti.
Kolumu tutan polis diğerine baktı. Diğer polis ise bana. Yüz
ifademden sonra tekrar karşısındaki polise dönüp başını salladı.
"Peki," dedi bunun üzerine polis ve kolumdaki elini çekti. Onlar
arabalarına yönelirken Azman elimi kavradı ve arabasına yöneldi.
Arabayı çalıştırıp polis arabasını takip ederken tek kelime kurmadı.
Bense gözyaşlarımı tutmaya uğraşıyordum. Bunun olması... Hele de
onun önünde olması... Kahretsin!
"Ben..." demiştim ki, "Konuşman gerekmiyor," diye sözümü kesti ve
direksiyondaki elini çekip tekrar elimi kavradı. "Sadece yanında
olduğumu bil yeter."
"Deniz'le ilgili," dedim ve o elimi tekrar kavradı.
"Asi, anlatmak zorunda değilsin."
"Anlatmak istiyorum." dediğim an gözümden bir damla yaş firar etti.
Dişlerini sıktığında gıcırtısını duydum. "Ağlama! O piç için... Ağlama!
Anlatmak istersen seni dinlerim ama ağlama."
"Tamam," dedim başarısız olacağımı bile bile. "Deniz'le ilişkimiz
başlayalı 8 ay falan oluyordu. İyi biriydi, sana anlatmıştım."
"Sonra garip davranmaya başladı," dedi dişlerinin arasından.
"Evet. Son bir kaç haftadır garipti. Fazla sinirli olmuştu. Gencer ona
iyi geleceğini düşünerek bir parti verdi. Bir dağ evinde. İlk başta her
414
şey iyi gidiyordu. Ta ki Deniz bir şeyler almak için eve girene kadar.
Dışarıda ateş yakmıştık ve biz de Hakan'la sohbet ediyorduk.
Gencer'lerin gruptan bir çocuk. Hatta o grupta en ince düşünen
çocuk oydu. Kendime yakın görür hep sohbet ederdim. O gün de
farklı değildi. O komik bir şeyler anlatıyordu, ben de gülüyordum
işte. Deniz birden gelip onun yüzüne yumruğu geçirdi. Beni de
kolumdan tuttuğu gibi eve doğru çekiştirmeye başladı. Ruh hali hiç
iyi değildi. Bilmiyorum, belki de içip kafayı falan bulmuştu.
"Onu eve girmeden durdurdum ve sakinleştikten sonra konuşmak
istediğimi söyledim. Beni dinlemeyip çekiştirmeye devam etti.
Kolumu kurtarıp Gencer'e doğru koştum. Ondan beni geri
götürmesini istedim. Tereddüt etti çünkü Deniz onun yakın
arkadaşıydı. Onunla bozuşmak istemiyordu şüphesiz. Hiçbir şey
yapmadı. Hiçbir şey... Deniz yine koluma asıldı. Gencer'e onun iyi
olmadığını söyledim ve Deniz beni sürüklerken ona beni geri götür
diye bağırdım. Bana... Bana sadece seninle konuşmak istiyor dedi ve
arkasını döndü. Şok ve panik içindeydim. Deniz beni eve soktu ve
öfkeyle üzerime yürüme başladı. Delirmiş gibiydi. Onu... Onu ilk kez
öyle görüyordum." Sertçe yutkunduğumda ondan tek ses
çıkmıyordu. Direksiyonu sıkıca kavramış beni dinliyordu sadece.
"Beni arkadaşlarıyla yatmakla itham etti. Onlarca küfür savurup
üzerime yürümeye devam etti. Sonra kollarımdan kavradı. Öyle sert
tutuyordu ki kıracak gibiydi. Sırtımı duvara vurdu ve bağırıp
çağırmaya devam etti. Ona paranoyak olduğunu söyledim. İşte o an
öfkesi gözle görülecek gibiydi. Dedi ki..." Gözyaşlarım daha da arttı
ve bir hıçkırık kaçtı dudaklarımdan.
"Anlatma!" dedi, elimdeki elini sıkıp güven vermek ister gibi.
Onu dinlemedim. Bilmesini istiyordum. "Dedi ki onlara nasıl
hissettiriyorsam ona da aynısını hissettirecekmişim."

415
Direksiyona durdu ve "Şerefsiz herif!" diye tısladı. "Sana..."
duraksadı ama ben anlamıştım ne söyleyeceğini.
"Beni öptü, belki devamını da getirirdi bilemiyorum ama..." Akın
öfkeli soluklar verip küfretmeye devam etti. "O an nasıl yaptım
bilmiyorum ama onu şiddetle ittim. Yere düştü ve bağırarak ayağa
kalktı. Ona doğum gününde bir yüzük almıştım. Saçma bir şekilde
herkesin onun bana ait olduğunu bilmesini istiyordum. Ne kadar da
aptaldım." Yüzümdeki yara izini üzerine gitti boştaki elim.
"Ayağa kalktı ve bana tokat attı. O gün yüzümde gördüğün iz benim
eserim. Onu bana ait kılmak isterken kendi mezarımı kazıyormuşum
meğer. Bana vurunca başımı duvara çarpıp bayıldım. Gözlerimi onun
arabasında açtım tekrar. Deli gibi sürüyordu. Emniyet kemerimi takıp
durmasını istedim ama o daha da hızlandı. Sonun olacağım dedi
bana." İsterik bir şekilde güldüm. "Sonum olacaktı. Her şekilde. Ne
yaptığımı tahmin edebiliyorsun belki ama yine de dinle. O son sürat
giderken bir anlık panikle direksiyona sarıldım. Arabanın hâkimiyetini
kaybetti ve şarampole yuvarlandık. Emniyet kemeri beni korudu ama
onunki takılı değildi. Ön camdan savruldu. O günden beri de komada
işte."
Bir kaç dakika sessizce araba kullanmaya devam etti. En sonunda
tedirginlikle, "Bir şey söylemeyecek misin?" diye sordum.
Elimi çekip avuç içime bir öpücük bıraktı. "Seni seviyorum.
Diyebileceğim her şey sadece seni seviyorum. Ne olursa olsun
ben..." dedi. "Seni seviyorum."
Bir hıçkırık daha kaçtı dudaklarımdan ve koluna girip başımı omzuna
yasladım. Gözyaşlarım ceketini ıslatırken başımın üzerine bir öpücük
bıraktı ve karakola gidene kadar ağlamama izin verdi. O
yanımdayken huzurluydum ve huzurla ağlayıp içimi döktüm. Belki
birbirimizi hırpalıyorduk çoğu zaman ama o an anladım ki o benim

416
birbirine girmiş yapbozumda en can alıcı parça olmuştu. Onu
hayatıma yerleştirince diğer her şey yerli yerine oturuyordu.
Sonunda araba durdu ve ben de başımı kaldırdım. Azman ellerini
yüzümün iki yanına yasladı ve "iyi misin?" diye sordu.
İyi olmasam da başımı salladım. "Polisler... Bunun sadece aşırı hız
sonucu bir kaza olduğunu sanıyor ama bilemiyorum. Belki de
benden şüpheleniyorlardır. Onu öldürmeye çalış-"
Elini dudaklarıma bastırdı. "Sen hiçbir şey yapmadın. O piç daha
beterini hak ediyor. Sakin olacak ve önceden ne söylediysen devam
ettireceksin. Anladın mı?"
Başımı salladığımda elini çekti ve beni öpmek için eğildi ama son
anda dudaklarını alnıma bastırıp beni kollarına aldı. "Her şey iyi
olacak. Söz veriyorum. Sana bir daha yaklaşamayacak." Ona sıkıca
sarılırken hayatıma aldığıma şükrettim. Kim derdi ki bu herifin
içinden böyle güzel bir dünya çıkacağını. O benim yeni dünyam
oluyordu yavaş yavaş.
Camı birisi tıklatılınca ayrıldık. Kapının önünde bekleyen polis
inmemizi istedi. Arabadan çıkınca Azman elimi yine sıkıca kavradı ve
ilerlemeye başladı. Karakolun merdivenlerini çıkarken titriyordum
adeta. Burası bende hiç iyi anılar barındırmıyordu. Bu yüzdendi
sürekli ifade vermeyi geciktirmem ve sonunda da unutmam.
Azman tedirgin olduğumun farkındaydı. Bu yüzden elini çözüp
kolunu belime sardı. Ona yaslanırken kulağıma sessizce fısıldadı. "İyi
şeyler düşün!"
"N-ne gibi?"
"Mesela annenin bizi basması gibi."
"Ya da seninkinin," dedim biraz da olsun rahatlarken. Üst katın
koridorunda ağır ağır ilerlemeye devam ettiğimizde güldü.
417
"Şu işe bak!" dedi alayla. "İkimizin ailesi de bizi bastı ama seni nikâh
masasına bir türlü oturtamadım. Söylesene sen benimle oynuyor
musun?"
"Gönül eğlendirdiğimi söylemiştim," dedim sonunda ben de buruk
da olsa gülerken.
"Hamile olduğumu söylemiş miydim?" dediğinde karnına hafifçe
vurdum.
"Ah! Bebeğimi düşürdün," dedi sesini incelterek. "Yavrum annen
tam bir cani! İçip içip beni dövüyor. Yetişin komşular." Bir kahkaha
istemsizce firar etti dudaklarımdan ve önümüzde ilerleyen iki polis
garip bakışlarını bir an bize çevirdi.
"Sen var ya..." dedim yapmacık bir sinirle.
"Ben var ya?"
Güldüm yine. "Beni kendine âşık eden domuz herifin tekisin." Bana
daha sıkı sarıldı. Sanki sen de öylesin der gibi. O an bir ses ismimi
vurguladı ve tüm mutlu hikâyem tuzla buz oldu.
"Esra!" Tüm kanım dondu ve olduğum yerde kalakaldım.
Kıpırdayamadım bile. Bir zamanlar âşık olduğum ve şimdi ise
duymaktan delice korktuğum o ses sanki o an tüm hayat enerjimi
birden söküp aldı. Azman başını arkaya çevirirken ben de kendime
gelip ağır ağır döndüm. Gerçek olmadığını, yanlış duyduğumu ümit
ederek baktım sesin geldiği yöne.
Görüş açıma giren açık kumral saçlar ve mavi gözler tüm
gerçekliğiyle önümdeydi. Kalbim sıkıştı ve nefesim tıkandı. Sık
aldığım nefesler astım krizinin habercisiydi adeta.
"Esra!" dedi Azman panikle ve koktuğum o ses de ismimi
tekrarlayarak ona eşlik etti. Bacaklarımdaki tüm güç çekilirken
Deniz'in bize doğru hızla geldiğini gördüm. Düşecekken Azman'ın
418
belimdeki eli buna izin vermedi ve beni hemen kucakladı. Deniz'in
yanımıza gelmesiyle daha da titremeye başladım. Nefes almak için
ciğerlerim adeta haykırıyordu. Bana doğru ellerini uzatınca Azman'ın
beni geri çektiğini hissettim. Gözlerim karardı o an. Başım onun
göğsüyle buluştu ve bilincimi kaybetmeden önce zorla da olsa
söyleyebildim.
"Lütfen... Bana... dokunmasın!"
• 'Gitti!'
***Ekleme: Bölümde yöresel ağız var ve bundan sonraki bölümlerde
de var. Ben Trabzonlu değilim arkadaşlar ama yöresel ağzı da
sallamasyon ya da dizi film özentisi olarak yazmadım. Yöresel ağız
kısımlarını doğma büyüme Trabzonlu olan bir arkadaşım yaptı.
Özellikle buna dikkat ettim ki bir hata yapmayayım yani.
Hal böyleyken Trabzonlu olmayıp da nasıl yöresel ağız böyle değil
dersiniz anlamıyorum. Trabzonlu iseniz de bölgeden bölgeye bile
ağız farklılıkları olduğunu bilirsiniz. Bunu da ben değil Trabzonlu
arkadaşım söyledi. Şaka gibi ama yöresel ağız berbat diyenleriniz bile
var. Böyle düzelt şöyle düzelt diye fikir verenlerinizden
bahsetmiyorum bile.
Lütfen rica ediyorum, bu zihniyetteyseniz (Bilgim yok ama fikrim var
zihniyeti) kitabı tam da şu an okumayı bırakın ❤
Akın Korutürk ☘
Lanet olası ifade gününden bu yana üç gün geçmişti ve ben koskoca
üç gündür ona ulaşmaya çalışıyordum. Ne telefonlarımı açıyor ne de
beni arıyordu. Evde de değildi ve ne Gül ne de Elif nerede olduğunu
söylüyordu. "Açsana şu telefonu kızım!" dedim kaç kez aradığımı
bilemeyerek.
Çıldıracaktım artık!

419
"Hay, ben böyle işin içine sıçayım!" diye kükredim ve telefonu karşı
duvara savurdum. Parçalar etrafa saçılırken yatağa oturup başımı
ellerimin arasına aldım. O herifi öldürecektim. O şerefsizi yemin
ederim dümdüz edecektim. Karakolda polisler beni engellemeseydi,
bunu yapacaktım da. Kahrolası bir geceyi bu yüzden kodeste
geçirmiş ve çıkınca da Asi'yi bir türlü bulamamıştım. İyi miydi, onu
bile bilmiyordum. O gün bayıldıktan sonra onu apar topar hastaneye
götürmüştük ve orada da Deniz'le birbirimize girmiştik. Daha
doğrusu ben ona girmiştim.
Kafayı yememe saliseler kalmıştı!
Hızla ayağa kalkıp koridora çıkarken Tuana önüme çıktı. En azından
annem kodes maceramı öğrenemeden eve dönmüştü de bir de
onunla uğraşmak zorunda kalmıyordum. "Çekil önümden!" dedim
dişlerimin arasından. Hızla yana kaydı.
"Anneciğim! Transformers Buldozere dönüşmüş. Geç, geç hemen!"
Ona cevap vermeyerek yanından geçsem de kuyruğumdan
ayrılmaya pek niyeti yok gibiydi. Yeni yürümeye başlayan velet misali
son günlerde peşimden ayrılmıyordu. "Ağabey bak!" dedi. "Gel şu
Müge Anlı fikrimi bir daha düşün. Kadın koskoca İstanbul'da bir
papağanı buldu ya. Bir deli yengeyi mi bulama-"
Dış kapıyı açarken ona doğru başımı çevirmiştim ki gözlerimde seni
parçalar, her parçanı valizlere doldurup o İstanbul'un yedi tepesine
gömerim bakışlarından sonra ağzına fermuar çekme işareti yaptı.
Karşı dairenin kapısına varıp kapıyı 3 gündür günde 8-9 kez yaptığım
gibi King Kongvari çalmaya başladım. Kapıyı ikinci çalışımda açan Elif
bana bakıp öfkeli bir nefes verdi. "Kır ulan! Kır da sen de kurtul, ben
de kurtulayım." "Esra'nın yerini söylemezsen bir dahaki sefere onu
da yapacağım."
"Yok Esra mesra! Bitti, elimizde kalmadı."

420
"Elif delirtme adamı!" diye kükresem de kız oralı bile olmadı. Tuana
gelip beni eliyle kenara çekti ve Elif'in karşısına dikildi.
"Yengemin yerini söylersen, geçen gün aç bir aslan gibi baktığın
ayakkabıları sana alırım."
Elif'in gözleri bir anda parladı ve "Trabzon'a döndü," dedi birden.
Söylememesi gerekirmiş gibi gözleri irileşti ve dudaklarına sertçe
vurdu. "Aha! Şimdi bittim."
"Ne demek Trabzon'a döndü?" dedim kısık sesle. Başımdan aşağıya
o an kaynar sular dökülmüştü sanki.
Elif dudağını ısırınca Tuana, "Söyledin işte Çirkef kanka, bundan
sonra susamazsın," dedi.
Elif derin bir nefes aldı ve pes ettiğini belli etti. Yüzüne hüzünlü bir
ifade otururken "Gitti işte," dedi.
"Trabzon'a döndü."
Dilim tutulmuş Elif'e bakarken "Benim yüzümden," diye bir ses araya
girdi. İçimdeki canavarı harekete geçirecek ve tüm hıncımı
çıkarabileceğim bir ses...
"Deniz!" diye tısladı Elif ama devamını getiremedi çünkü arkama
dönmemle kafamı it herifin suratına gömmem bir olmuştu. Sonrası
ise hızlı çekimde ilerledi. Çocuğun yakasını yakalayıp kızların
bağırışlarını duymayarak onu ite kaka dışarı çıkardım ve yan sokağa
fırlatırcasına atıp üstüne abandım. Yüzüne ardı ardına yumruk
indirirken garip bir şekilde tepki bile vermedi. Neredeyse onu
öldürebilecek duruma geldiğimde Tuana'nın bağırışı beni kendime
getirdi. Güçlü iki el de o an belimi kavrayıp beni geri çekti.
"Lan geberteceksin herifi! Dur oğlum artık!" dedi Burak. Ne ara
gelmişti bilmiyorum ama gelmeseydi eğer bu herifi elimden kimse
alamazdı.
421
"Geberteceğim zaten!" diye kükredim.
"Hıncını çıkardıysan..." dedi yerdeki piç zorlukla. "Beni dinle artık!"
"Lan bir de konuşuyor. Bırak oğlum! Bırak lan! Ecelin olacağım lan
senin şerefsiz!"
Ben debelenip Burak'ın pençelerinden kurtulmaya çalışırken Deniz
denen lavuk doğrulup ağzındaki kanı yere tükürdü ve bana doğru
döndü. "Dinle beni!" dedi yine.
"Sus lan!" diye kükredim. "Tek kelime etme-"
"Hastayım ben!" diye bağırdı. "Hastayım anladın mı? Belli ki bir
şeyleri öğrenmişsin ve yine belli ki Esra'ya değer veriyorsun. O
yüzden beni dinle!"
"Hastasın doğru!" diye kükredim. "Hasta pezevengin tekisin!"
"Şizofreni!" dediğinde hareketlerim durağanlaştı.
"Ne?" dedi Burak.
"Şizofreni hastasıyım. Uzun yıllar ilaç kullandım, terapi gördüm ama
sonra... Sonra ilaç kullanmayı da terapiyi de bıraktım. Bak!
Yaptıklarımı telafi etmez belki ama kendimde değildim. İlaçları
kullanmayı bırakınca kendimi de yavaş yavaş kaybettim. Esra'nın
yüzüne bakacak yüzüm yok ama gelip onu görmeli ve-
"
"Af mı dilecektin lan!" dedim yine sinirlenerek. "Hastaysan ne diye
ilaçları kullanmayı bıraktın ha?"
"Af dilemeyecektim," dedi gerçekten acı çeken bir ifadeyle. "Af
dileyecek kadar bile yüzüm yok. Ben onu uyaracaktım sadece. Bunu
yapmalıydım en azından." "Ne diye uyaracaktın?" dedi benim yerime
Burak.

422
"Gencer..." dedi ve dişlerini sıktı. "Gencer'e dikkat etmesi için. Bakın
onu önemsediğiniz belli. Ben üç gün sonra gidiyorum, yurtdışına.
Tedavime orada devam edeceğim, Esra'ya yaptıklarımdan sonra
zaten burada kalamam. Gitmeden önce en azından onu uyarmam
gerektiğini düşündüm ama bana bir not bırakmış. Gittiğini o zaman
anladım. Yine de en azından arkadaşlarına ulaşırsam..." "Ne notu?"
dedi Burak benden önce davranarak.
Deniz önce gözlerini kaçırdı, sonra bana baktı. Cebinden bir kâğıt
çıkarıp bana uzattı. Elinden parçalarcasına çektim ve Burak da
kâğıda eğilirken okumaya başladım.
"Deniz,
Ne zaman uyandın, bilmiyorum. Neler yapabileceğini ise düşünmek
bile istemiyorum. İstersen gerçekleri polise itiraf et, kazaya benim
sebep olduğumu, seni öldürmeye çalıştığımı falan söyle, inan bana
hiçbiri umurumda değil ama şunu bil ki, yanımda gördüğün o çocuk
sadece arkadaşım. Kafanda başka bir şeyler kurma ve sadece bir kez
olsun bana inan. Lütfen Deniz, sakın ona zarar verecek bir şeyler
yapma. Ben gidiyorum. Hapis yatmaktan korktuğum için değil,
benim yüzümden kimseye zarar verme diye gidiyorum. Sana hoşça
kal demek bile gelmiyor artık içimden ama yine de yaşadığımız güzel
günlerin hatırına... Hoşça kal Deniz.
Esra..."
Mürekkebin yer yer gözyaşlarıyla dağıldığını fark ettiğimde içimden
bir şeyler koptu sanki. Kim bilir canı ne kadar yanmıştı yazarken,
benim okurken yandığından çok daha fazlası olmalıydı. Başımı
kaldırdığımda karşımdaki yüze daha da öfke dolu bakıyordum artık.
Ona yaşattığı acıların sadece en ufak bir kısmını görmüştüm ben ve
geri kalanını ancak tahmin edebilirdim ama o bile Deniz denen bu
şerefsizi şu an öldürmem için yeterliydi. Yine de sakin olmalıydım,
Gencer denen o şerefsizin bu işin neresinde olduğunu
423
öğrenmeliydim en azından. Kâğıdı elimle parçalara ayırırken Deniz'in
gözlerine bakmaya devam ettim.
"Bu yazıdan başka birinin haberi var mı?" diye tısladım.
Başını iki yana salladı. "Hayır. Olamaz da. Bak, ne düşündüğünü
biliyorum ama Esra'nın başını belaya sokabilecek en ufak bir şey
yapmam artık ben. Komadan çıkalı neredeyse bir ay oluyor. Sence
yapacak olsam bu zamana kadar yapmaz mıydım? Onun ifadesini
doğruladım ve yakında da yurtdışına gideceğim. Dosya kapandı
artık."
"Bir aydır neredeydin lan o zaman?" diye tısladı Burak.
Yine utançla gözlerini kaçırdı. "Kendimi toparlamaya çalışıyordum,
bir de onu görmek için cesaretimi tabii.
Ben..."
"Gencer'le ne alakası var?" dedim araya girerek çünkü bu herifin
konuşmalarına tahammül etmek zaman geçtikçe daha da zor
gelmeye başlamıştı.
Yüzüne yine öfke hücum etti. "Her şeyin o şerefsizle ilgisi var. Her
şeyin... Gitmeden önce eğer onu bulursam..."
"Sadede gel. Ne yaptı o piç?" dedim sabrımın sınırlarında gezerken.
"Beni o hale getiren..." demişti ki "Ne oluyor burada?" diye tok bir
ses araya girdi. Bakışlarımız o yöne dönerken bizi iki polis karşıladı.
İri yapılı esmer olanın gözü yerde yüzü gözü kan içindeki Deniz
şerefsizini buldu, diğer ince yapılı olanı ise Burak'la bana bakıyordu.
O ana kadar kızların hiç birinin ortalıkta olmadığını öfkeden fark
edememiştim bile. Muhtemelen Burak onları içeri göndermişti.
"Bu çocuğun hali ne?" dedi iri polis.

424
Deniz ellerini yere dayayıp ayağa kalktı ama verdiğim hasarla yüzünü
buruşturmayı da ihmal etmedi. "Bir sorun yok memur bey," dedi
sabit bir sesle ama şu anki haliyle iki polis de ona pek inanmamıştı.
"Korkma oğlum!" dedi iri polis babacan bir tavırla. "Ve siz, ikiniz..."
dedi bize dönerek. "Bizimle merkeze geliyorsunuz."
"Gerek yok!" diye atıldı Deniz. "Ufak bir anlaşmazlık vardı aramızda
ama hallettik. Yakın arkadaşımdır ikisi de."
Tam ağzımı açıp itiraz edecektim ki Burak kolumu sıkarak beni
uyardı. Neyse ki şu an nezarette kalmaktan daha önemli işlerim
vardı. O yüzden itiraz etmedim.
Polisler karşı çıksa da Deniz denen it herif sonunda onları ikna
etmeyi başardı. Yine de ondan daha fazla bilgi edinemeden polisler,
her ne kadar Deniz gerek olmadığını söylese de, onu yanlarına alarak
uzaklaşmayı ihmal etmedi. Sanırım ne kadar inandırıcı olsa da hala
onu biraz daha hırpalayacağımızı düşünüyorlardı. Eh! Haksız da
sayılmazlardı ya, neyse.
Onlar gidince Burak'ın konuşma çabalarını duymazdan gelip
arabama yöneldim. "Lan nereye gidiyorsun?
Dur biraz da konuşalım."
Arabamın kapısını açıp sürücü koltuğuna kuruldum. "Hastaneye!"
Kapıyı çekecektim ki kapıyı tutup izin vermedi.
"Ne işin var şimdi hastanede? Bana yalan söyleme Akın. Bak şu
çocuğun peşinden gidiyorsan-"
"Gideceğim ama onun peşinden değil. Önce gidip şu şerefsizin
söylediklerini tasdikleneceğim. Sonra da Asi'mi geri getireceğim. Sen
sadece şu herifin uçağı kalktığı an beni bilgilendir yeter. Bir de şu
Gencer itini takibe al, bir şey öğrenirsen yine haberim olsun." Burak
onaylarken kapıyı çekip Asi'yi haftalar önce takip edip ulaştığım
425
hastaneye doğru sürdüm. O gün bir şey öğrenememiştim, belli ki
bilgileri gizli tutmuşlardı ama bugün her şeyi öğrenmeye kararlıydım.
Belki de herif yalan söyleyip onu Asi'ye kendi ayağımla götürmemi
istiyordu. O yüzden gerçekleri söylediğini net olarak öğrenmeden
gidemezdim.
Hastaneden bin bir taklayla aldığım, daha doğrusu arakladığım
bilgilerle şerefsiz herifin doğruyu söylediğini anlamıştım. Hemşire
kızı oyalayıp onun dosyasına bakmıştım. Bununla da yetinmemiş
Deniz'in gerçekten gidip gitmeyeceğini de öğrenmiştim. Üç gün
sonra Lonra'ya bilet aldığını söylemişti Burak. Nasıl öğrenebildiğini
sormamıştım çünkü önemi yoktu. Herif gerçekten gidiyordu ya gerisi
fasa fisoydu. Şimdi ise asi kızımı geri getirmeye gidiyordum ve onu
almadan dönmeyecektim.
☘☘☘
Aylar önce birisi bana okulu bırakıp bir kızın peşinden ta Trabzon'lara
gideceğimi söylese ona önce güler, sonra biptirip gitmesini
söylerdim. Şimdi tam da o durumdaydım ama peşinden gittiğim kız
da öylesine bir kız değildi. Benim Asi'mdi. Onsuz geçen ve ondan
haber almadığım o üç günde benim için ne kadar değerli olduğunu
tekrar tekrar kavramıştım. Ben onsuz yapamazdım artık. Sırf beni
korumak için gittiğini bilsem de onun peşini öylece bırakabileceğimi
nasıl düşündüğünü bilmiyordum ama gidince ilk işim bunu ona
sormak olacaktı. Benim aşkıma hiç mi güvenmemişti yani? Onu
öylece unutup arayıp sormayacağıma nasıl inandırmıştı ki kendini bu
kız?
"Ağabey ya! Bu koltuk da amma rahatsız!" diye yüzüncü
söylenmesiyle oflayıp başımı Tuana'ya çevirdim.
"Seni davet eden olmadı ama maşallah dibimden ayrılmıyorsun ki."
Sırıttı. "Eh! Böyle bir aksiyonu kaçıramazdım. Hem Nick de geli..."
Birden dudaklarına vurdu ama ben duyacağımı duymuştum çoktan.
426
"İkinizi de Karadeniz'in ormanlarına gömerim Tuana. Söyle o herife
geri dönsün."
"Ağabey ya!" dedi dudaklarını büzerek. Sonra sinsi bir parıltı yerleşti
gözlerine. "Nick'in gelmesine izin verirsen okulu astığını babama
söylemem."
Tam ona dişlerimi gösterip hırlayacaktım ki yan koltuktaki teyzenin
dikkatle bize baktığını görüp fısıldar gibi konuştum. "Tuana bu
tehditlerini sana nasıl iade etmemi istersin. Paketle mi? Yoksa naylon
poşette mi? Tehditlerinin ödemesi nasıl olsun? Sağ kroşe mi? Yoksa
sol kroşe mi?"
"Valla ağabey, istersen kapıda ödeme yap ama avucumdasın.
Geleceğin iki dudağımın arasında. Ya kabul et..." Hafif bana doğru
eğilip şeytan gibi tısladı. "Ya da ölümlerden ölüm beğen!"
"Şu son dediğin var ya Tuana..." Eee!, der gibi yüzüme baktı. "Onu
unutma canım kardeşim! Paketin üstündeki zarfa altın harflerle
işleyeceğim o notu."
Sırıtarak arkasına yaslandı. "Babama haber verirsem o altın harfleri
bile yazacak, hatta o paketi bile yaptıracak paran olmayacak.
N'aber?"
Ben bu kızı niye müsait bir yerde inip gömmüyordum ki zaten? Hayır,
o lanet arabada tam zamanında bozulmuştu. Uçak bileti de
bulamamıştık üzerine. Ben şimdi HasHamsi Turizmin sayın
yolcularına nasıl, 'Bir dakika otobüsü durdurabilir misiniz? Kardeşimi
müsait bir yerde gömüp geliyorum.' diyebilirdim?
"Gızım sen nerelisın?" diyen teyzeyle Tuana elindeki telefonu bırakıp
ona döndü. Al işte! O tüm otobüs sohbetlerinin ilk başlangıcı da
yapılmıştı. Yanmıştım ben!

427
"Mars Teyze!" dedi Tuana. İstemsizce sırıttım. Teyze daha kiminle
uğraştığını bilmiyordu. Tuana otobüste sohbet edilecek en son kişi
bile olamazdı.
"Maraş mi?" dedi Teyze ve yanındaki ergen kızı dürttü. Muhtemelen
torunuydu. "Gız Ceylan! Cemal emicenler da Maraş'taydi da?" "Hı hı!
Şanlımaraş'taydı nene." Şanlımaraş! Not fould!
"Kız ilkokul eksi üç terk!" dedi Tuana kıkırdarken.
"Cemal oğlumun orda bir nalbur tükani var. Caminın yaninda... Bildın
mi gızım?"
"He bildım nene!" dedi Tuana. "Bizim ev de tam nalbur dükkanının
olduğu sokağın köşe başında zaten."
"Haa! Şu mavi bina mi? Nazife'nın evi da orda.. Bi oğlu var,
apardumandan bir gıza sevdaliymiş. O gız, sen misın?"
"Uy!" dedi Tuana. "Ağabey ifşa oldim." Yöresel ağzı batasıca! Onu
bile beceremiyor ya! Tuana'ya bir dirsek atsam da sırıtmadan
edemedım. Pardon, edemedim. Ulan, daha Trabzon'a varmadan ağız
kaymıştı bende, iyi mi?
"Nazife ne zilli karidır," dedi teyze. "Kim bilı ne eza ceza çektırmıştır
sana?"
"Sorma nene!" dedi Tuana ağlayacakmış gibi. "Ne etmedi ki? Beni
merdivenlerden yuvarladı, saçımı yoldu, yüzüme kezzap bile attı."
"Abart, abart!" dedim fısıltıyla. "Ulan sen ne şeytansın!" Teyzeye
çaktırmadan sırıtıp bana göz kırptı. Aman ne halin varsa gör diye
omuz silkip koltuğu geri yatırdım.
"Uy zilli!" diye teyze birden bağırınca yerimde hafifçe sıçradım.
"Nele etmiş el kada gıcuğaza? O sidikli oğlan senden daha iyisini mi
bulacak?"

428
"Sorma teyze! Sorma!" dedi Tuana iç çekerek.
"Gız yavrim birak sen bu oğlani! Gel seni bizım Bayburtli Rüstem'e
yapalım. Boyli, posli uşaktır. Gız
Ceylan..." diye yanındaki torununu dürttü yine. "Bayburtli Rüstem'i
bilırsın sen. Has uşaktır da!" "He nene!" dedi kız elindeki telefondan
gözlerini ayırmadan. "Şanlibayburt, bildım." Şanlibayburt! Error!
Error!
"Ula şimdi sana ha burdan bir şanlikötek geliy! Ne var o zimbirtida?
Bi birakamadın elından oni?"
"Teyze!" diye araya girdim artık, çünkü kafam çorba gibi olmuştu.
Fokurdama sesiyle beraber kafamda yüzen patates ve havuçları bile
hayal eder olmuştum, o derece.
"Sen bu kıza aldırma! Kafası hafif gidiktir. Zaten o yüzden almadı
bunu oğlan. Bende düzelir diye Of'lu hocaya üfürtmeye
götürüyorum." "Ağabey!" diye ciyakladı Tuana.
"Uy yavrum! Hep o zilli Nazife'nun yüzündendır. O kıçi kırik kari
delirtti gül gibi kizi."
Derin bir nefes alıp geriye yaslandım. Yok ben bu teyzeyle aşık
atamazdım. O zilli Nazife'ye saydırırken ben gözlerimi kapatıp
Trabzon'a kadar uyuklamaya karar verdim. Ta ki sevgili kardeşim
Tuana mükemmel(!) sesiyle Karadeniz şarkıları mırıldanana kadar...
Allah'ım ben ne günah işledim de bana bunu reva gördün?
'Hangi birini soraysın?' diye ortaya çıkan Karadeniz çakması iç sesime
'Senin diline ne oldu?' diye sorduktan sonra kafayı yavaş yavaş
sıyırdığıma karar verdim. Uyku bana şu andan itibaren haramdı. Hele
de bu Karadeniz'den hallice iç ses ve bir gram yöresel ağız bilmeden
Karadeniz şarkıları söyleyen kız kardeşle...
☘☘☘
429
Elimdeki küçük çantayı Tuana'nın kafasına fırlatmama ramak
kalmıştı. Hele görüntülü aramayla o Nick denen şerefsizle
konuştuğunu gördüğümde onu Çin usulü işkencelerime ortak
etmeyi planlamıyor değildim. Şu köy minibüsünden bir inelim, onu
müsait bir yere zevkle gömecektim. Yanına da o Nick denen ecnebi
için bir mezar yeri kazacaktım.
Elif'ten aldığım adresle Asi'nin evine gitmiş ve annesinden onun
Babaannesiyle köyde kaldığını öğrenmiştim. Asi belli ki onlara da pek
bir şey anlatmamıştı çünkü annesi resmen bizi ahiret sorgu sualine
tutmuştu. Sonunda onu bir ödev için köy ortamında analiz
yapacağımıza dair saçma sapan bir yalanla atlatmayı başarmıştım.
Yalanda nasıl usta olduğumu tekrar anlatmaya gerek duymuyorum.
Zira herkes evime girip çıkan kızları komşulara kuzenim, süt
kardeşim vs. şeylerle nasıl kandırdığımı iyi bilir.
Minibüs durduğunda kendimi apar topar dışarı attım ve arabadan
inen bir amcayı durdurup Asiye Nene'nin evini sordum. Sormaz
olaydım.
"Şu yoldan dümdüz gidiysın. Ordan sağ sap. Birazcuk yüru, sonra
sola dön. İlk sapaktan bayır aşa iniysın. Orda mavi bir kulübe
görecesın. Anladın mi? O mavi kulübeyi geç. Aşağida yanyana iki ev
var. O evlerin sonindaki."
Hangi sonundaki? Yan yana iki evden sonuncu hangisi olur? Sağdan
mı sonuncu? Soldan mı sonuncu? Ya ben ne diyorum Allah aşkına?
Minibüsten inen diğer amcalar da olaya dâhil olunca kendimi av
tüfeğiyle vurmak istedim. Tuana önüme kolunu uzattığında
amcalardan bakışlarım ona döndü. "Kes! Kes şu bileklerimi! Daha
fazla yöresel ağız ve yol tarifine dayanamayacağım. Öldürün beni!
Biri beni öldürsün!"
"Uy ha bu gız zırpıt deli midır, nedır?" diyen yaşlı bir amcayla
diğerleri de yol tarifini bırakıp yanımızdan alelacele ayrılmaya
430
başladı. Allah'ım çok şükür! Sonunda bir gün Tuana'nın bir işe
yarayacağını biri bana söylese inanmazdım.
"Bir..." dedi Tuana. "Bir daha Karadeniz'de yol tarifi istemek yok. İki,
herkesle olabildiğince az sohbet ediyoruz. Ve üç, nerede ya bu
Allah'ın belası ev?"
"Gel benimle!" dedim ve yürümeye başladım. Tuana oflaya puflaya
peşimden ilerlerken top oynayan bir çocuğu durdurdum. Eline
tutuşturduğum 50 lirayı görünce çocuk bizi uzaya bile götürebilecek
bir sırıtış takındı. Küçük çocuğun peşinden yorgun argın ilerlerken
Tuana oflamaya devam ediyordu ve gördüğü her hayvanla köyü
ayağa kaldırıyordu. En son bir çığlık atıp arkama sindiğinde "Yine ne
var Tuana?" diye çıkıştım.
"Panter! Akın panter yetiştiriyorlar burada?"
Küçük çocuk önümüzdeki köpeğe bakıp bize döndü. "Ha yok abula.
O panda değil. İt o. Necmi emicenın itidır. İlişmez kimseye. Anca ürer
durur. Kortma!"
"Ulan sanki hiç köpek görmedin kızım!" diye söylendim. Tuana ise
adeta çemkirdi.
"Ne köpeği ya! Bu bildiğin panter! Hatta bu aslan ve leopar kırması."
"Yok dinozor!" dedim alayla.
"Yok ağabey!" dedi çocuk. "Dinozor yoktur bizım köyde ama Deli
Nuri karşi köyde bi dene görmiş. Kortma ha buriye gelmez. Köpri
eskidır. Yıgılır, geçemez üstunden ama ejderhalar için garanti
veremam." "Ejderha da mı var?" diye bağırdı Tuana.
"He Tuana!" dedim hayret ederek. "Bu köyde üç kişiden biri Ejderha
besliyormuş. Duymadın mı?" Bu kız benim kardeşim olamazdı.
Annem seni çöpten bulduk dediğinde ona inanmamak kesinlikle
benim hatamdı.

431
"Yok ağabey!" dedi yine çocuk. "Deli Nuri Ejderyalari her gün
kovalar. Korkma abula! Deli Nuri, delidı melıdı ama tam ejderha
düşmanidır."
"Yok oldu olacak son ejderha bükücü," dedim artık şaşkınlıkla.
"Yok ağabey!" dedi çocuk. "Ejderhalar bükülur mi hiç? Çamaşir mi
bu?"
Ejderha kovalamak normaldi de ejderha bükmek mi anormaldi? Ulan
ejderha nereden çıkmıştı şimdi? Hay Ya Rabbim! Daha geldiğim ilk
günden kafayı yemek üzereydim.
"Tamam lan, çok konuşma da sen bize yolu göster."
Sonunda çocuğu susturmayı başarınca yine yollara düştük.
Tuana'nın her gördüğü hayvanı amazon ormanlarındaki zehirli ve
vahşi bir hayvana benzetmesi eşliğinde sonunda bir evin önünde
durduk. Çocuk işaret parmağını tek katlı bir eve çevirdi. "İşte Asiye
nenenin evi orasidır."
Etrafıma bakındım. Yahu bu evin etrafındaki en yakın ev 300 metre
ilerdeydi ve biz hiç mavi bir barakanın yanından geçmemiştik. Bu
amcalar nereyi tarif etmişti bize? Tövbe estağfurullah. Neyse ne?
Birazdan Asi'mi görecek olmanın heyecanını yaşarken bunlara
takılacak değildim. Ona kızgındım ama bu delice özlediğim gerçeğini
değiştirmiyordu.
Çocuk geri dönerken Tuana'yla beraber tahta kapıyı açıp bahçeye
giriş yaptık. Taşlı yolu takip ederken bir yerden odun kırma sesi
geliyordu ve yağmur birazdan başlayacakmış gibi gök gürlemesi
kulaklarımıza doldu. Evin köşesini dönünce yöresel kıyafetli bir kızın
odun kırdığını gördüm. Odunları öyle bir hırsla yarıyordu ki dışardan
gören birisi aralarında bir husumet olduğunu bile düşünebilirdi. Bir
süre şaşkınlıkla kıza bakarken

432
Tuana'dan bir hayret nidası yükseldi. "Sen bile böyle odun
kıramazsın ağabey!" diye fısıldadı kıkırdayarak.
Bir tövbe estağfurullah daha eşliğinde ona cevap verme gereği
duymadım ve kıza seslendim. "Hey bakar mısınız? Biz Asiye Nine'in
evini arı-"
Kız birden sopa yutmuş gibi dikleşti. Ardından hızla arkasını dönünce
hem onun hem de benim gözlerim ardına kadar açıldı. Bir rüzgâr esti
o an ve gök yüksek sesle tekrar gürledi. Sağanak yağmur baş
gösterdiğinde ikimizde aynı anda konuştuk.
"Asi!"
"Azman!"
• 'Koca'
Öylece hipnotize olmuş gibi ona bakarken yağmur üzerimize hızla
nüfus ediyordu. İşte karşımdaydı. Sadece 4 gün olmuştu onu
görmeyeli ama bana sanki bir asırmış gibi gelmişti. Sanırım bugüne
kadar kimseye böylesine özlem duymamıştım.
"Romantik bakışmanızı bölmek istemem ama donuma kadar
ıslandım. Hadi siz de küfürleşecek misiniz, yoksa öpüşecek misiniz
karar verin artık."
Tuana'nın mızmız sesi ikimizi de kendine getirirken ayaklarım ileri
doğru hareketlendi ve sadece saniyeler içinde kendimi onun önünde
buldum. Kollarımı beline sıkıca dolarken onu özlemle kendime
çektim. Asi ise hiçbir tepki vermeden öylece duruyordu. Sıkıca
sarıldım ona. Allah'ım aşk böyle bir şeyse ben bu kıza son beyin
hücreme kadar âşıktım. Sanki günler sonra onun kokusuyla nefes
alıyordum. Ben ne ara böyle romantik düşünen bir insan olmuştum
bilmiyordum ama kesinlikle ben de salak âşıklar kervanına
katılmıştım.

433
"Seni öyle çok özle-" Cümlemi tamamlayamadan kafama inen sert
bir şeyle "Ah!" diye inledim.
Başımı çevirmemle yine yöresel kıyafetli bir ninenin elinde bastonla
bana baktığını gördüm. "Ula seni udanmaz da irz düşmani!" Bastonla
üzerime yürürken Asi beni geri çekip aramıza girdi.
"Nene bir dur Allah aşkına!"
Tuana'ya şaşkınlıkla bakarken "Uyarmaya çalıştım bro!" dedi. "Ama
sen o sıra derin sulardaydın." "Ula utanmaz!" dedi nene yine
üzerime yürüyerek.
"Nenem gözünü seveyim, bir beni dinle!" dedi yine Asi.
"Nine ağabeyimi içeride dövsen, ejderhalar gelebilir her an. Çok pis
tırsıyorum ben," dedi Tuana nineye yaklaşarak.
"Azdihar (ejderha) mi? Ne diy ha bu çirpi bacakli?" dedi nine kaşlarını
çatıp Tuana'ya bakarak.
"Yaaa!" diye inledi Tuana bacaklarına bakarak. "Bacaklarım çırpı
değil benim."
Nine yüzünü ekşitip yine deli deli bakan yeşil gözlerini benim
üzerime çevirdi ve "Damat!" diye bağırdı. "Terhal tüfeğumi getı!
Vuracağum ha bu ırz düşmanini." "Nene bir dinle ya!" dedi Asi
yalvarırcasına.
"Neyini dinleyeyım? Ula ırz düşmani! Utanmay misın evli barkli kariya
sirnaşmaya?" "Evli?" dedim gözlerim kısılırken.
"Barkli?" dedi Tuana.
Nine evin kapısından alelacele çıkan kişiye dönünce bizim de
gözlerimiz oraya döndü. Tanıdık simayla ise kan beynime hücum etti.
Gencer...
"Ula damat gel, terhal karina sahip çık!"
434
Ninenin söylediği şey ise o an benim için hayatımın en büyük
şokuydu. Öfke damarlarımda öyle bir kabardı ki küçük çocuğun
ejderhaları şu an içimde fink atıyordu. Dışarı çıkmak, yakıp yıkmak
için zaman kovalıyorlardı. Gencer beni fark ettiğinde gözleri kısıldı.
Karşımda durduğunda ona doğru yaptığım atak Asi'nin elini
göğsüme dayamasıyla sekteye uğradı. Bana doğru eğilip
"Anlatacağım," diye fısıldadı. Onu dinlemeyip yine ilerlemeye
yeltendiğimde. "Akın!" dedi. "Lütfen, lütfen. Anlatacağım, bekle."
"Öyle olsun!" dedim dişlerimin arasından ve arkamı dönüp öfkeyle
elimi saçlarımın arasından geçirdim.
"Ne bakaysın damat? Al karıni, ben bu tensıza (densiz) hattıni
(haddini) bildirirım."
"Nene!" diyen ses Gencer şerefsizinden başka birine ait değildi.
Gebertecektim, ant olsun gebertecektim ben bu herifi. "Nene sakin
ol. Kuzenlerim onlar benim."
Ulan daha dün Deniz şerefsizinin arkadaşı, bugün de bu puştun
kuzeni olmuştum iyi mi?
"Senin belanı si-" diye arkamı dönmüştüm ki "Akın!" diye uyardı Asi.
"Nene, Akın ve Tuana, evet, şey Gencer'in kuzenleri olur."
"Ula ne pok etmeye gıza sarılıy o zaman?"
"Biraz densizdir nene. Sen kusuruna bakma," dedi Gencer, bana
bakıp gözlerini iyice kısarak.
"Densiz senin-"
"Nene!" diye yine yüksek sesle araya girdi Asi. "Hadi sen içeri gir.
Islandın iyice."
"Eyi temam," dedi nine elini sallayarak. "Damat sen da ha bu tensıze
tikkat edesın. Karina bi daha sarılısa çekinma vur oni!"

435
Nine karın demeye devam edersen o dediğini ben kesinlikle
yapacağım.
"Vururum nene!" dedi Gencer sırıtarak. "Ben varken karıma sarılmak
onun ne haddine?" "Tövbe tövbe!" dedi Asi dişlerinin arasından.
"Elimde kalacak!" diye tısladım ben de.
"Eyi!" dedi nine ve bana göz ucuyla uyarısını yapıp eve yöneldi.
O eve girince Gencer'in suratına yumruğu indirdim. Asi koluma
yapışıp beni geri çekmese devamını da getireceğim aşikârdı. "Ulan
puşt! Seni gebertirim lan. Ne demek karım lan? Ne işler
karıştırıyorsun oğlum sen? Derdin ne lan senin şerefsiz?"
"Akın bir durup beni dinler misin?" dedi Asi beni zapt etmeye
çalışarak. Gerçi bunda başarılı olamazdı ama bana sarılı o ince, narin,
güzel kollarını incitmek istemediğimden bir atak da yapamıyordum.
Kesinlikle bunda onun hayvan gücünün etkisi yoktu. Bu kız dört
günde kas falan mı yapmıştı ya?
Hareketlerimi tamamen sonlandırıp yerdeki pislik herifin sırıtan
ifadesini de sineye çekerek -şimdilik"Dinliyorum," dedim.
"Dinliyorum anlat Asi'm. Yoksa bu herifi buraya gömeceğim."
"Taktın sen de gömmeye!" dedi Tuana.
"Kes sesini Tuana!" diye gürleyince dudaklarını birbirine bastırıp
sustuğunu belli etmek için ellerini havaya kaldırdı.
"Öncelikle biz evli falan değiliz, sadece babaannem öyle sanıyor."
Bir de evlenseydiniz diyecektim ki kendimi dizginleyip, "Neden?"
dedim yine gürleyerek. "Hem bu puştun burada ne işi var lan?"
"Laflarına dikkat et!" dedi sonunda konuşan şerefsiz.
"Sen... Sen sakın konuşayım deme!"
"Gerçekten sus Gencer," dedi Asi öfkeyle.
436
Gencer dişlerini sıksa da sessiz kaldı ve bu hayatındaki aldığı en
mantıklı karardı. Asi'ye bakıp devam etmesini beklerken, o sesli bir
nefes verdi. "Bu salak..." dedi Gencer'e hitaben ki salak bu şerefsiz
için az bile kalırdı. "Dün geldi. Aklı sıra beni uyarmaya gelmiş işte.
Bildiğin mevzular..." Yüzü düştü. Bu herifte bir iş vardı da hadi
hayırlısı! Deniz pisliği de tam ortadan kaybolacak zamanı bulmuştu.
"Senin gibi gördüğü ilk an bana sarılınca da-"
"Lan bu herif bir de sana mı sarıldı? Geberteceğim, dinime imanıma
geberteceğim." İleri atılırken Asi beni geri itti.
"Ulan bağırıp durma! Nenem ağır işitmese şimdiye seni çifteyle
vurmuştu."
"Tamam, sakinim." Hem de ne biçim sakinim! Birazdan burada kan
çıkacaktı, kan kan! "Devam et! Bu damat meselesi ne?"
Dudağını ısırdı. "Şey... Nenem biraz nasıl desem, eski kafalıdır. Erkek
arkadaşımın olması demek beni diri diri gömmesi demek."
"Lan bu şerefsiz zaten senin arkadaşın değil ki?" "Şansını
zorluyorsun!" dedi Gencer.
"Kapa çeneni!" dedik Asi'yle aynı anda. Yine dişlerini sıktı ve bir
şeyler mırıldandı. Kesin küfür ediyordu ama bunu ona en güzel
şekilde iade edecektim.
"Şimdi nenem bu geri zekâlıyı bana sarılırken görünce ikimizi de
vurmaya kalktı."
"Yok artık!" dedi Tuana. "Nene sayko çıktı, iyi mi?"
Asi onu duymamış gibi devam etti. "İşte bu geri zekâlı da o an ben
onun kocasıyım demesin mi, olay bundan sonra tamamen boka
sardı. Mermiden kurtulduk ve neneme haber vermeden
evlendiğimiz(!) için sadece bir kaç baston darbesiyle bu badireyi
atlatmış olduk."
437
"İyi o halde ben nenene gidip her şeyi anlatıyorum. Çeksin bu herifi
vursun," deyip eve yöneldiğinde Asi irileşmiş yeşim gözleriyle yine
önüme çıktı. "Dur oğlum! Sadece onu değil hepimiz vurur!"
"O zaman bu herifin işini ben, bizzat kendim bitiriyorum."
"Ya bir dur Allah aşkına!" diye inledi Asi koluma daha da asılarak.
"Nenem tansiyon hastası, yüreğine mi indireceksin kadının?"
"Tövbe estağfurullah!" dedim öfkeyle soluyarak. "Ne bok yiyeceğiz
o halde?"
"Bilmiyorum ama ona bizi vurmadan ve kalpten gitmeden bunu
anlatmanın bir yolunu bulacağım. Sadece biraz sabret!" Sonra birden
kaşlarını çattı. "Lan bir dakika! Sizin burada ne işiniz var? Nereden
öğrendiniz burada olduğumu?"
"Ne işimiz mi var?" dedim yine kükreyerek. "Peşinden geldim kızım.
Bir açıklama yapmadan kayıplara karışan sevgilimin peşinden geldim.
Sahi söylesene! Bir açıklamaya bile değmez miydim? Bu mu gözünde
bana biçtiğin değer?"
"Ah! Sanırım ağlayacağım," dedi Tuana.
Asi'nin hırçın hali sonlanırken omuzları düştü. "Tüm olanlardan sonra
ben... O geri dönünce korktum işte. Hem o psikopat sana da zarar
verebilirdi, her şey beklenir ondan..."
Aklıma Deniz'e yazdığı not geldi o an. "Sen de gidersen beni
koruyacağını mı düşündün?"
Hafifçe başını sallarken "Beni unutur ve hayatına devam edersin
sandım," dedi. Gelirken kendi kendime sorduğum sorunun cevabını
da o an aldım ama o an düşündüğümün aksine bunu benim sevgime
güvenmemesine yormamıştım. O öyle şeyler yaşamıştı ki kendince
en mantıklı yolun bu olduğunu düşünmüştü. Onu unutamayacağımı

438
aklına bile getirememiş şüphesiz, sadece beni korumaya
odaklanmıştı. Dolan gözlerini görünce onu çekip sıkıca sarıldım.
"Seni unutmak mı? Mümkün mü bu deli kız? Deli Nuri'nin
ejderhalarını üzerime salacağını, beni dinozorlara yem yapacağımı
bilsem yine de ben seni sevmeye devam ederim."
"Ay çok romantik!" diye ciyakladı aniden ruh halini değiştirerek
Tuana. Gencer ise homurdandı sadece.
Asi burnunu çekerek güldü. "Deli Nuri'yi görmeden karar verme
bence."
"Deliden korksak seni sevmezdik kızım."
Göğsüme hafifçe vurdu. "Hala domuzsun!"
"Ama beni seviyorsun!" dedi tek kaşımı kaldırarak. O da tek kaşını
kaldırdı ve dudaklarını büzdü. Kaşlarımı çatıp "Sevmiyor musun?"
diye sordum.
"Belki biraz."
"Biraz mı?" dedim bozularak. "Kızım delirtme adamı. Bak sizin
buralar hep dağ. Kaçırırım seni şuradan bir dağa. Sonra Stockholm
sendromunun alasını yaşarsın." "Daha beterini yaşadım bile," dedi
hafifçe sırıtarak.
"Neymiş o?"
"Azman Sendromu. Âşık ola ola azgın bir tekeye âşık oldum."
Azman kelimesi yine beni sinirlendirse de devamı suratımda geniş bir
sırıtma oluşturdu. "İyi hatırlattın. Tam tamına dört gündür seni
öpemedim ben. Şöyle güzel bir öpücük alayım, sonra seninle
konuşmamız gereken mevzular var."
Yüzü düştü. "Geri dönemem Akın."

439
Bal gibi de döneceksin Asi'm ama bunu sana bu şerefsizin önünde
anlatacak değilim.
"Sana da burada kal diye-"
Sözünü hemen kestim. "Bunları sonra konuşacağız, daha uygun bir
zamanda. Şimdi şu dudaklarını biraz ödünç ver de özlemim dinsin
biraz be kızım."
Burukça gülümsediğinde başımı eğip tam Asi'min dudaklarının
özlediğim tadına bakacaktım ki "Esra babaannen her an gelebilir,"
diyen varlığını unuttuğum şerefsizle Asi panikleyerek benden ayrıldı.
"Harbiden ya, ecelimiz her an gelebilir," dedi ve hızla ıslanmış
üzerine çeki düzen vermeye çalışmaya başladı.
Gencer'e bakarak, "Ortam gayet müsait!" dedim dişlerimin
arasından.
"Ne?" dedi anlamayarak.
"Seni şurada bir yere gömsem kimsenin ruhu duymaz piç herif!"
Ağzını açmıştı ki bir araba patinaj çekerek bir kaç metre ilerimizde
durdu. Gözlerimiz anında o yöne döndü ve eceline susamış bir
şerefsiz daha Tuana'nın "Nick!" bağırışları eşliğinde arabadan indi.
Yumruklarımı sıkıp, "Mezarlar ikiye çıktı!" dedim dişlerimin
arasından.
☘☘☘
Yemek masasına oturduğumuzdan beri gözüm masadaki iki piçin
üzerindeydi. Asi'yi Gencer şerefsizinin yanında gördükçe elimdeki
çatalı daha bir sıkı kavrıyor ve içimden bu çatalı onun gırtlağına
saplamamak için ona kadar sayıyordum. 'Dokuz, on. Dokuz, on.
Dokuz, on...'

440
Dahası yan tarafımdaki manzarada bundan iyi değildi. Tuana da Nick
denen şerefsizin yanında, sırıtarak onun ağzına ekmek tıkmaya
çalışıyordu. Ah şu nine olmayacaktı ben şu ikisini ne yaratıcı
işkencelerle öldürürdüm ya neyse. Sağ olsun Asi Nick'i de Tuana'nın
nişanlısı diye ninesine tanıtınca elim kolum bayağı bayağı
bağlanmıştı.
Gözlerimi Tuana&Nick -bir kaç saat daha böyle devam ederse ölü-
ikilisinden çekip Asi'ye çevirince yüzünü buruşturup ninesini işaret
etti. Bu da yine 'Ne yapayım? Nenem gavur damadı anca böyle kabul
ederdi' demek oluyordu. Bir de ben bu herifi iyi bir benzettiğimden
şimdi tekrar dövmek istememem vardı. Ara ara yüzünü acıyla
buruşturduğunu görebiliyordum. Acıyor muydum? Asla! İyileşsin bir
daha dövecektim şerefsizi. Hele şu karnımdaki yara tamamen
iyileşsin, onu da beklemeyecektim ya, yine neyse!
Asi'ye bir şekilde Deniz'in söylediklerini de anlatmam ve onu Deniz'in
gittiğine ikna edip geri götürmem gerekiyordu ama geldiğimden beri
ninesi dibimizdeydi, bizi bir an yalnız bırakmıyordu ki kadın. Şu ana
kadar ona anlatabildiğim tek şey buraya nasıl alelacele geldiğimiz
olmuştu.
Asi yemek yemem için tabağımı işaret edince, sanki zerre iştahım
kalmış gibi, bileğine gitti gözlerim. Ne ara bu kadar iyileşmişti bu
kızın bileği? Bir de Herkül gibi odun kırıyordu. Kendine hiç dikkat
etmiyordu, işimiz vardı bununla.
"Asiye!" diyen nine en sonunda ölüm sessizliğini böldü ve ben de
gözlerimi Asi'nin bileğinden çekip ona çevirdim. "Bu boyle olmaz
gızım. Yuldurum zımbırtısi diye bi şe uydurdunuz ama düğun şart."
"Düğün mü?" diye üçlü koroya bağlayan ben, Asi ve piç Gencer'di.
"He, şöyle davulli zurnali bir duğün yabalım size."
"Esra!" dedim dişlerimin arasından. "Bak içimde ki Hulk dışarı ha çıktı
ha çıkacak."
441
"He işte benda oni diyrım," dedi nine. "Köyliyi çağirir anli şanli bir
düğun yabarız. Hem ha bu gavurla çırpi bacaği da aradan çikaruruk."
"Bacaklarım çırpı değil benim," diye inledi Tuana. Nick ise bıyık
altından güldü.
"Esra bak yakacağım bu köyü o olacak," diye tısladım.
"He doğri!" dedi nine. "Beyukçene da (büyükçe) bir ateş yakar
yemek pişiriruk. Yemeksız olmaz." Nine bir cümle ancak bu kadar
yanlış anlaşılır. Seni gönülden tebrik ediyorum.
Asi konuşmalara ayak uyduramaz gibi bir bana bir ninesine bakarken
beyni yanmak üzereydi muhtemelen.
"Nene buna gerek yok dedim ya."
"Aşkım kadın bizi düşünüyor işte," diyen Gencer kolunu Asi'ye
sarmasın mı işte o an ayağa fırlamam bir oldu. Yer masası da dizimin
çarpmasıyla yere boylu boyunca devrildi.
"Ula noldi şimdi ha bu uşağa?" dedi nine.
Asi de kendini toparlayıp Gencer'e kötü bakışlar atarak ayağa kalktı.
"Çişi gelmiş nene. Tutamaz o hiç. Ben ona tuvaleti göstereyim."
"Sen niye gösteriysın?" dedi nine. "Damat göstersın."
Gencer o an ayağa kalkıp sırıttı. Sabrımla oynuyordu bu herif! "Ben
gösteririm hayatım. Sen sofrayı topla istersen."
"Yok yok!" dedi Asi dişlerinin arasından ve hızla yanıma geldi. Yoksa
ben o an bu herife kesin dalacaktım. "Sen burada kendini
kaybediyorsun canım, bir de gece gece seni aramayalım. Ben
gösteririm." "Canım!" diye tekrarladım dişlerimin arasından.
Asi dudağını ısırıp beni çekiştirmeye başladı. "Hadi Gencer'in kuzeni.
Hadi! Şimdi salıvereceksin eve o olacak."

442
Beni dışarı çıkarınca kolumu hızla elinden kurtardım. "Bırak Asim!
Ben bu herifi öldüreceğim."
Geri dönecekken tekrar koluma asıldı. "Akın beni seviyorsan olay
çıkarma! Bak, söyledim sana, nenem hasta zaten. Tansiyonu yükselir
maazallah."
"Ben ne yapacağım kızım? Söyle o zaman! Ben bu herife nasıl
tahammül edeceğim? Delireceğim ya!"
"Halledeceğim. Halledeceğim domuz sevgilim. Sadece biraz sabret."
Ah o sevgilim diyen dili yok mu? En vahşi hayvanı bile muma çevirir.
"Tamam, öyle olsun asi sevgilim benim," dedim. "Sen istiyorsan öyle
de varsın olsun."
Gülümsedi. "Söz ver Akın, Gencer'e bulaşmayacaksın. Söz ver bana."
"İste o biraz zor."
"Akın!" dedi yakınarak. "Bak neneme bir şey olursa dayanamam ben.
Lütfen, söz ver bana."
Yine o yeşil gözleri dolmaya başlayınca kollarımı ona dolayıp
sarıldım. "Tamam kızım, tamam. Sen de her şeye ağlar oldun. Söz, o
şerefsize bir şey yapmayacağım." Onu hafifçe geri çekip ellerimi
yüzünün iki yanına yasladım. "Bundan sonra ağlamak yasak sana.
Çocuğumuzu mu susturayım seni mi?" "Çocuğumuz mu var bizim
Akın?" diye göz devirdi.
"Ha! Yoktu değil mi? Ee, yapalım o zaman."
"Yuh! Öküz. Vallahi öküz!"
"Ne? Şöyle minik minik Esra'lar Akın'lar olsa etrafta iyi olmaz mı?"
Kaşlarını çattı ama sonra komik gelmiş olmalı ki güldü. "Nenem
çıldırırdı herhalde." Sessiz bir kahkaha daha attı. Ne güzel de
gülüyordu gülüşünü sevdiğim.
443
"Asi!" dediğim de "Hı!" dedi gülmeyi keserek. "Sen hep gül güzel
sevgilim. Gözünden tek damla akmasın, mutluluktan bile akmasın o
incilerin."
Bir an kalakaldı. Alışkın değildi benden böyle cümleler duymaya,
bunun şaşkınlığı vardı yüzünde. Sonra gülümsedi yine. "Ya sen ne
güzel herifsin be! Öpeceğim ya! Valla öpeceğim!" Ellerini yüzümün iki
yanına sertçe yaslayan bu kez oydu. Gözlerim bir an durumun aldığı
halle irileşirken o parmaklarının üzerinde yükseldi. Harbiden
öpecekti ya bu deli kız! Canıma minnet.
"Asiye!" diye bağıran nineyle Asi yine hızla geri çekildi. Ah nine! Ah
nine! Yatağına raptiyeler dizeceğim bu gidişle. "Kenefe mi düşti o ırz
düşmani?"
"Geldik nene, geldik," dedi Asi bıkkınlıkla. Sesli bir nefes verip içeri
yönelirken ben de oflaya puflaya onu takip ettim. İçeri girdiğimizde
Tuana ve Nick çoktan sofrayı toplamıştı. Tabii yeni evli çiftler gibi
kıkırdamayı da ihmal etmiyorlardı. Neyse ki bu şerefsizi dövmemek
için Asi'ye söz falan vermemiştim. O yüzden ona seri katil gibi
sırıttım. O da o an kardeşimle fingirdemeyi kesip neredeyse onun
arkasına sindi. Tuana ise dudaklarını büzüp bana öfkeli bakışlar attı.
Seninle de en kısa sürede görüşeceğiz kardeşim, sen dur hele!
"Gelın hayde!" dedi nene bastonuna dayanıp ayağa kalkarak. "Yatın
zibarın da yarın erken kalkarsunuz. İş çok."
Onu takip edip ince ve uzun hole çıktık. Asi yanımda birden gergin
mi gergin bir ruh haline bürünürken nine durup benimle Nick'e baktı
ve sondaki odayı bastonuyla işaret etti. "Siz şu sondaki odada
yatarsınız. Asiya size yastuk, yorgan verır." Sonra Tuana'ya döndü.
"Sen benla yatacaksın çirpi bacak." "Niye ya?" diye yakındı Tuana.
"Gızım seni birakisam bu oğlanın ırzına geçersın. Sizi evlendurene
kadar gözum üzeruğuzde (üzerinizde)."

444
İlk defa nineye katılarak "Çok doğru karar nine!" dedim. Tuana
ayaklarını yere vurup sessiz isyanını sergilese de itiraz edecek
durumda olmadığından ağzından tek itiraz cümlesi çıkmadı.
"Sen sus ırz düşmani! Hele şunun sacına başina bak! Bu naşi bi
tiptır." "Ne... Ne varmış saçımda?" dedim ellerim uzun saçlarıma
giderken.
"Ne olacadi?" dedi nine. "Yarın kari gibin iki yandan örer çember
(yazma) bağlarsın. Erkek dedığın ha bu damat gibi olur. Bak ne temiz
yüzli uşacuk. Maşallah evlatuma."
"Sağ ol nenem," dedi Gencer lavuğu. "Utandırıyorsun beni."
Dişlerimi kırarcasına sıkmıştım ki Asi dirseğiyle beni dürttü. "Sen ona
bakma. Ben senın o uzun saçlarına vuruldum sevdıceğum
(sevdiğim)."
"Ben senin o sevdıceğum diyen yöresel ağzını ye-"
"Ne fısıldaşiysınız siz he?" dedi nine çatık kaşlarla. Kara kedi bu kadın
yeminle!
"Hiç nenem. Yine çişi gelmiş de. Onu diyor," dedi Asi.
"Tutamadi bu da. Zırt pırt çişi geliy. Öğrenmiştır kenefin yerini.
Bulsun kendisi." Tuana'ya dönüp "Düş peşime çırpi bacak," dedi ve
Tuana'yı peşine takarak odası olduğunu düşündüğüm odaya doğru
ilerlemeye başladı.
Aklıma gelen altın soruyla, "Ya bu şer... Yani Gencer kuzenimle,
Asiye?" diye ninenin arkasından seslendim. Dönüp bana çatık
kaşlarla baktı.
"Ha bu uşağın birkaç tahtasi eksuk midı nedı?" dedi nine Asi'ye
bakarak. Ben de ona baktığımda dudağını dişleyerek parmaklarıyla
oynadığını fark ettim. Gencer ise geniş bir sırıtışla bana bakıyordu.

445
Hissediyordum. Birazdan duyacaklarım beni kesin delirtecek türden
şeyler olacaktı. İçimdeki Hulk da bu kez kesin ortaya çıkacaktı.
"Uşağum nerde yatacak da nedı? Karisinın koyninda tabii," dedi nine.
Oha! "Asiye sen kocani al, dün yattuğunuz odada yatarsınuz gene."
Bir yerlerden fokurdama sesi geliyordu. Bir yerde bir şeyler fokur
fokur kaynıyordu. İşte o da benim damarlarımda dolaşan deli kandı.
Yemişim sözünü, bu şerefsiz şu andan itibaren ölüydü. Hulk ortaya
çıkmış birilerini çiğ çiğ yemek için zaman kovalıyordu ve o birileri şu
an yanımda bana pis pis sırıtıyordu.
• 'Beni Bırakırsan Eğer...'
Yumruk olan elim yanımdaki piçin yüzüne inmek için titremeye
başlarken koluma asılan elle sürüklenmeye başladım. "Çişin gelmişti
senin. De haydi! Haydi, çabuk!" diyen Asi öyle bir kuvvetle beni
çekiyordu ki ne olduğunu anlamadan kendimi dışarıda buldum yine.
Nine ise bu kez bıdılanmakla yetindi.
"Akın!" dediğinde sertçe kolumu kurtardım ve işaret parmağımı ona
doğrultup "Sakın!" dedim. "Sakın tek kelime etme! Şimdi o piç
ellerimden ölümü tadacak, sen de ben geri gelene kadar bana şöyle
güzel bir açıklama hazırlasan iyi olur."
"Akın vallahi bir şey olmadı, olamaz da. Nenem ısrar edince mecbur
kaldık-"
"Sen mecbur kaldın!" dedim sesimi yükselterek. "O piç halinden
gayet memnun görünüyordu az önce." "Sesini alçalt lan!" dedi kısık
sesle.
"Ulan ben burada kafayı yiyorum, sen sesini alçalt diyorsun. İyi misin
sen kızım?"
"Bir şey olmadı diyorum. O yerde yattı, ben yatakta. Bana inanmıyor
musun?"
446
İnanıyordum, herkesten çok ona inanıyordum ben ama sinirlerim yay
gibi gerilmişken az önce tamamen kopmuştu. "Sana inanmam o piçi
öldürmeyeceğim anlamına gelmiyor."
"Akın, göndereceğim onu en kısa sürede. Bir yolunu bulana kadar
sabret. Bana söz verdin hem."
"Yemişim sözü!" dedim kükreyerek. "Ben o herifi öldürmeden bana
rahat yo-" Bağıran sesimi susturan onun özlediğim dudakları olurken
öylece kaldım. Asi beni kenara çekerken ona itiraz bile etmedim ki
itiraz edeceğimden de değildi. Ulan ne seviyordum ben bu kızı? Bir
öpüşü aklımı başımdan alıp öfkemi balon gibi söndürüyordu. Bu
çektiklerim geçmişimin cezası değilse ne olayım? Elimi kolumu
bağlıyordu Asi'm.
Afallamış ruh halim bir kaç sonra silindi ve kendime geldiğim an
yüzünü kavradım. Madem beni engellemek için böyle tehlikeli bir
yola girmişti, o zaman bunu da o istemişti. Geri çekilmeye yeltendiği
o kısacık anda ona bunun artık mümkün olmadığını kanıtlayacak
şekilde onu öpmeye başladım. Özlemiştim, onu öylesine özlemiştim
ki uzak durmak fazlasıyla zordu.
Asi nefessiz kaldığından mı yoksa nenesi gelir diye korktuğundan mı
bilmem sonunda beni geri itmeyi başardı. "Vur dedik öldürdün ya!"
diye söylendi ama yüzündeki saklamaya çalıştığı gülümsemeyi
seçebilmiştim.
"Sen başlattın!" deyip tekrar dudaklarına uzandığımda ellerini
omuzlarıma koyup başını geri yatırdı.
"Kaşinma! Kaşinma!" dedi yöresel ağzını sevdiğim.
"Kaşisana gız!" dedim yine yaklaşmaya yeltenerek.
Sinirli bakmaya çalışsa da güldü, sonra gülüşü silinerek yüzü
ciddiyetle örtüldü. "Seni seviyorum ben Akın.

447
Lütfen bana güven! Bir şey olmaya-"
Az önceki yumuşamış halim silinirken yine sinirlenerek sözünü
kestim. "Ne yani? Senin o herifle aynı odada yatmana göz mü
yumayım? Bak Esra! O herife zerre güvenim yok ve bunu
kabullenmemi sakın bekleme! Sakın! Bilmediğin şeyler var üstelik.
Dinle de sana..."
"Asiye!" diye bağıran nineyle sert bir şekilde beni itti. Nine sen
benim düşmanım mısın ya? Bir rahat ver be kadın, bir rahat ver
gözünü seveyim.
Asi ne diyeceğini düşünürken nine gelip tam onun önünde durdu.
Yüzü sinirle kasılmışken elindeki bastonunu sıkı sıkıya tutuyordu.
"Seni etepsız (edepsiz)!" dedi ve bastonu Asi'nin poposuna vurmaya
başladı.
"Ya nene!" diye inledi Asi. "Ne oldi şindi?"
Ben nineyi geri çekerken diğerleri de yanımıza toplanmıştı. "Ne mi
oldi? Ne mi oldi?" Tekrar ona vurmaya yeltendiğinde izin vermedim.
Kadın harbiden Tuana'nın dediği gibi sayko çıkmıştı. Acaba bizi mi
görmüştü?
Ama o zaman muhtemelen bastonun değil çiftenin ucunda kendini
bulan ben olurdum. O zaman ne olmuştu harbiden? Asi ise cevap
arar gibi diğerlerine bakıyordu. Tuana dudaklarını birbirine bastırmış
gülmemeye çalışırken, Nick'in de ondan bir farkı yoktu. Sadece
Gencer denen piç gülmüyordu. Aksine az önceki keyifli ifadesinden
eser yoktu.
"Seni etepsız!" dedi nine yine. "Sen nasi imam nikahi gıymazsın?"
"İmam nikâhı mı?" dedik Asi'yle aynı anda.
Tuana ciddi durmaya çalışarak lafa karıştı. "Kusura bakma Asiye
yenge! Sen imam nikâhı kıymadığımızı neneme söylemeyin dedin
ama ağzımdan kaçtı." Sanki mahcupmuş gibi dudaklarına vururken
448
şu an ultra süper bir oyunculuk sergiliyordu. Gencer ona öfkeyle
baktı, benim ise sırıtmam tüm yüzüme yayıldı. Ulan Tuana! Bu kız
şeytana pabucunu ters giydirir demiş miydim?
"Kuzenciğim çok özür dilerim," dedi Tuana Gencer'e çaktırmadan dil
çıkarırken. "Ağzımdan kaçıvermiş. Affettin mi beni?" Ardından
neredeyse duyulmayacak şekilde devam etti. "Fırsatçı piç!"
"Hay ağzını yiyeyim!" dedi Nick, sözleri Tuana'ya ait olsa da Gencer'e
tehditkâr gözlerle bakıyordu. Gencer ise sadece dişlerini sıkmakla
yetinip hızlı hızlı nefes alıyordu.
"Biz seni habuyle mi beyuttuk (büyüttük)?" dedi nine.
"Nene!" dedi Asi ne diyeceğini bilemeyerek.
Nine elindeki bastonu tehditkârca salladı. "Sus gonişma! İmam
nikahi olana kada ayri odalarda yatacasınız."
Sırıtmam mümkünmüş gibi genişlerken Gencer şerefsizine baktım.
Yüzü kasılıyordu ama sonra sinsice sırıtıp nineye döndü. "Nene
nikâhı ertelemek olmaz. Yarın yapalım!"
"Bakaruk damat ama sen da gözumden düştun. Şindi yatin zibarın.
Gizla bi odada, erkekle bi odada yatsın," dedi nene ve yaşına rağmen
hızla yürüyerek içeri girdi.
Sırıtışım solarken Tuana ve Nick, Gencer'e ters ters baktılar. Asi ise
gözlerini kıstı. Ben Gencer'e atılamadan Asi yakasını kavradı. "Ne
bok yiyorsun lan sen?" "Ne?" dedi Gencer anlamazdan gelerek.
"Lan yarın imam nikâhı kıyalım da ne demek?"
"Ben..." dedi. "Şey... Panikle ağzımdan çıktı işte."
"Seni gebertirim Gencer! Anladın mı? Yüzünü görmeye tahammülüm
yok. Bir de abuk subuk konuşup beni zora sokma. Bu işi en kısa

449
sürede yoluna sokacağım ve sen, o zamana kadar çeneni kapalı tut
yeter!"
"Esra!" dedi bu kez dişlerini sıkarak. "Bir hata yaptım ve telafi
etmeye çalışıyorum ama emin ol, o gün peşinizde geldim. Sadece
Seda kaybolunca ortalık karıştı ve ben geç kaldım. Geldiğimde
gitmiştiniz. Tüm gece sizi bulmaya çalıştım ben. Hepsini geçtim,
hatırla Esra. Hatırla artık! Biz seninle hep iyi olduk, lütfen bana böyle
davranma. Terapi gördüğünde bile ben hep seni ziyarete geldim.
Sen o ağır ilaçlardan fark etmesen de ben hep oradaydım,
hastanedeki odanın önünde."
Asi'nin elleri onun yakasından iki yanına düştü ve istemsizce geri
adımladı. Öylece kalakalmış gibiydi.
"Terapi mi?" dedi Tuana. "Ağır ilaçlar mı?" dedi yüzünü ekşiterek.
Deniz meselesi dâhil hiçbir şeyi bilmiyordu, o yüzden Gencer
konuşurken Nick'le beraber anlamamış yüzlerle dinlemekle
yetinmiştiler. Asi'nin kaçışının nedenlerini sorgulamıştı ama benden
cevap alamayınca daha fazla zorlamamıştı. Zekiydi ve nerede
duracağını çoğu zaman bilirdi.
"Esra!" dediğimde rengi kaçmış yüzünü bana çevirdi ve Gencer yine
ortaya atladı. "Ben... Üzgünüm. Biliyorlar sanıyordum." Asi
yutkundu, Gencer ise mahcup görünüyordu ama adım gibi emindim
ki bu puşt bunu kasıtlı yapmıştı.
"Akın..." dedi. Nasıl zorlandığını anlayarak yanına yürüdüm ve onu
kollarıma aldım. Bıçaklandığımda hastanede kızların söyledikleri
geldi aklıma. Sakinleştirici aldığında yaptıklarından bahsedişlerini
hatırladım. Bunu bana söylememesinin nedenini anlıyordum.
Karakola giderken bile Deniz pisliğiyle yaşadıklarını nasıl zorlukla
anlattığı zihnimdeydi ve onu anlatmadığı için suçlayamazdım. O
yaralıydı ve ben onun yaralarını saracak kişiydim, kanatacak değil.

450
"Sorun değil," dedim ve Gencer'in gözlerinin içine bakarak
tekrarladım. "Sorun değil asi sevgilim." Bunu Asi benim demek için
yapmamıştım, bu piçin ne olursa olsun Asi'nin yanında olacağımı
bilmesi için yapmıştım. Saçlarına bir öpücük bıraktığımda Gencer'in
nasıl kendini tuttuğunu görebiliyordum. Esra'ya âşıktı. Deniz'in
sözleri zaten onda çok daha fazlası olduğunu anlamama yetmiş de
artmıştı ve ben bu herifteki numarayı öğrenecektim. Sanırım bunun
için Burak Watson'ı en kısa sürede aramam gerekecekti.
Asi'yi geri çektim ve son zamanlarda yüzünden eksik olmayan yaşları
yüzünden sildim. "Sana ne dedim ben kızım? Seni mi susturacağım,
yoksa çocuklarımızı mı?"
"Ben çocukları sustururum," dedi Tuana ilk kez alaycı olmasına
rağmen kısık sesle. Kötü bir şeyler olduğunu sezen kardeşim ortamı
yumuşatma görevini yine omuzlamıştı. "Sen yengemi sustur. Birkaç
öpücük işe yarar bence."
"Güzel fikir!" dedim muzipçe ve Asi'min dudaklarına Tuana'nın
söylediği gibi ufak bir öpücük bıraktım. Buruk bir tebessüm sundu
bana ve birden sıkıca sarıldı. "Seni çok seviyorum oğlum? Çok
seviyorum." "Oğlum deme, lazım olur!" dedim tekrar onu sararken.
"Sevdiceğum!" dedi içime işleyen sesiyle.
"Bu çok daha güzel! Sevdiceğum!"
☘☘☘
Yine Asi'yle konuşamamıştım, onunla konuşurken en azından ruh
halinin biraz daha düzelmesini istiyordum çünkü söyleyeceklerim
ciddiydi. Gencer şerefsizinin göründüğünden daha da sinsi olduğunu
ve bir işler çevirdiğini ona üstünkörü anlatamazdım ama ninenin
uyuduğuna emin olduğum an ilk işim onunla yalnız kalıp bunu ona
bir şekilde anlatmak olacaktı. Bu işin yarını bekleyecek durumu

451
yoktu çünkü Asi'yi belli ki buradan götürmeden bu evlilik oyunu son
bulmayacaktı.
Nick yer yatağının örtüsünü sererken ben öfkemi kontrol altına
almaya çalışıyordum ama bana sırıtarak bakan piç herif yüzünden bu
pek mümkün görünmüyordu. Duvara yaslanmış pis pis sırıtan
Gencer'e bakarken "Sırıtma lan!" dedim.
Sırıtması daha da genişledi ve öne doğru hafifçe eğildi. "Eninde
sonunda o odaya Esra'yla beraber gireceğimi bildiğin için mi bu
öfken? Belki dün gece neler olduğunu da bilmek istersin ha!"
Esra'nın sözlerine güvensem de şu an duracağım nokta da değildim.
İşte o an "Akın!" diye beni engellemek için atılan Nick'i hızla itmem
ve Gencer pisliğinin üzerine atılmam bir oldu. Yakasını kavramamla
kafamı suratına indirmem de bunu takip eden isabetli bir ataktı. Yere
sırtüstü düşen Gencer'in üzerine gömüldüm ve yüzüne ardı ardına
inen yumruklarımın ahenkle nasıl dans ettiğini göstermeye başladım.
Nick bana sarılıp geri çekmeye çalışırken, "Yaya gelecek şimdi!" diye
konuştu.
"Ya ya, gelecek tabii!" dedim ve bir yumruk daha indirdim Gencer'in
yüzüne. "Bak, geldi bile."
Daha sıkı sarıldı ve tüm gücüyle çekti bu kez. "Esra'nın mamasının
maması işte ya."
"Mama ne lan?" diye kükredim. "Pavyon mu burası gavur herif?"
Yüzü garip bir şekle büründü. "Ha! Şey... Siz ona Nina mı
diyordunuz?"
"Ulan koskoca aksi huysuz Asiye nineyi de Nina yaptın ya..." diye
söylenirken suratıma inen bir yumrukla bu kez Nick'i de beraberimde
sürükleyip yere kapanan ben oldum. Dişlerimi sıkarken karşımda kaşı

452
patlamış Gencer pisliğini bulmama nedense şaşırmadım. Temiz
dövüşmek tabii ki onun tarzı değildi.
"Şimdi beni iyi dinle!" dedi dudağındaki kanı elinin tersiyle silerek. "O
seni sevmiyor anladın mı? Sevseydi sana bir açıklama bile yapmadan
gitmezdi. İşte ben bunu anlamasını sağlayacağım. Onun da, senin
de. Ve onu bırakıp gideceğimi sanıyorsan yanılıyorsun. Ben bir kez
onu yalnız bırakma hatasını yaptım ve seni buldu. İkincisi olmaya-"
Öfke damarlarımda çağlarken Gencer bir inlemeyle yere kapaklandı
yine ve bu kez ona yumruğu geçiren Nick olmuştu. Öfkem şaşkınlıkla
çevrelenirken Nick ilk kez bağırdı. "Ulan benim yengeme yan bakan
gözlerini oyarım senin puşt!" Hadi canım! Yok artık!
Herifin içindeki has Türk ortaya çıkmıştı. Kabul ediyorum ki bu
hareketi bendeki eksilerinin çoğunu da silmişti.
"Sen kimsin be?" diye gürledi Gencer.
"Ben kim miyim?" Beni gösterdi. "Ben bu herifin kayınçosuyum ve
sen oğlum, ayağını denk alacaksın." Kayınço mu? Bu ne ama? Olmuş
ama tam olmamış.
Gencer dişlerini sıkıp bir şey söylemek için ağzını açmıştı ki kapı
açılınca hepimizin gözlerimiz o yöne döndü. İki kız elleri bellerinde
kapıdan üçümüze bakıyordu şimdi. Tuana Asi'ye dönüp "Ben sana
demedim mi yenge?" dedi. "Bu üçünü yalnız bırakırsak uzuneşek
oynarlar diye."
Asi gözlerini kısmış üçümüze de göz gezdirirken gözleri Gencer'in
kanlı yüzünden bana döndü. "Söz vermiştin."
Omuz silktim ve Nick yine kendini ortaya attı. "Ben yaptım yenge.
Hiç öyle bakma! Bu herif yatakta bana sarılıp ellemeye kalktı. Akın da
bizi ayırırken suratına yumruğu yedi."

453
Adam beni koruyordu ve olayın iç yüzünü örtbas ediyordu. Hayret
bir şey!
Gözlerim irileşip Nick'e bakarken Gencer isterik bir gülüş sergiledi.
Sinirleri bozulmuş gibiydi. Daha beterini görecekti, çok az kalmıştı.
"Ellemeye mi?" diye inledi Tuana. "Ya daha ben onu elleyemedim.
Adalet mi bu?" "Tuana!" diye sertçe uyardığımda Nick gülüyordu.
Tuana ise bana bakmak yerine Nick'e bakıyordu. Hızla yanına yürüdü
ve ona sarıldı. "Çok ellemedi değil mi hayatım? Nereni elledi? Öpeyim
de geçsin!" "Yuh!" dedi Asi.
"Seni doğrarım Tuana!" diye tısladım.
"Hiç bana kızma ağabey. Bu herif sevgilimi ellerken sen ne
yapıyordun? İnsan eniştesinin namusunu korumaz mı? Onu ben
ellemeliydim, elin oğlu değil!" Gencer'e bakıp "Sapık piç!" diye
tısladı. Gencer ise yumrukları sıkmış kasılan yüzüyle sadece
bakıyordu.
Bir, "Tövbe estağfurullah!" daha çektim. "Allah'ım sen sabır ver bana
ya da kürek. Evet, kürek iyi fikir!"
Asi yanıma gelirken "Tüm bunları yemedim ama neyse!" dedi. Yere
oturup güzel eliyle çenemden tuttu ve başımı iki yana çevirip
yüzümdeki hasarı inceledi. Gencer'e ise bu kez göz ucuyla bile
bakmadı ve bu Gencer'i daha da sinirlendirmişe benziyordu. Ben ise
buna fazlasıyla memnundum.
Asi sinirle dişlerini sıktı ve "Buz getireyim!" diyerek ayağa kalkmaya
yeltendi. Bileğini tutup gitmesini engelleyince bana döndü.
"Asiye nine uyudu mu?"
Kaşlarını çattı. "Uyudu."

454
Ayağa kalkıp "Gel benimle o zaman!" diyerek bileğini kavradığım
elimle onu dışarı çekmeye başladım. Kapıdan çıkmadan önce
Tuana'yı da uyarmayı ihmal etmedi. "Sen de odana çırpı bacak!"
Eh, Nick artı puan kazanmış olabilirdi ama o kadar da değildi.
Kapıdan çıkmıştım ki onun öfkeli yüksek sesiyle güldüm. "Bacaklarım
çırpı değil benim."
Dış kapıdan çıkıp evin arkasını dolaştım ve bileğini bıraktım. Ona
bakıp tek söz etmeyince dudakları aralandı ama o da tek kelime
edemedi. Bir saat önce olanların yine söz konusu olacağını
düşünüyor olmalıydı ama benim tek ilgilendiğim şey onun nasıl
olduğuydu. "İyi misin?" dedim en sonunda.
Gözlerini kaçırdı. "Bak, terapi gördüm ve bunu da sana anlatacak-"
"Esra iyi misin?" diyerek sözünü kestim. Bilmek istediğim bunlar
değildi. İyi olmasını istiyordum sadece.
Omuzlarını düşürdü ve hala bana bakmadan "Değilim," dedi. "O... o
geri dönmüşken..." Derin bir nefes alıp sustu.
"Üç gün sonra gidecek," dediğimde başını hızla bana çevirdi.
"Yurtdışına. Hastaymış Asi." "Ne... Ne hastası?"
"Şizofren." Gözleri irileşirken ben devam ettim. "Tüm yaptıkları
ilaçları ve terapiyi bırakmasındanmış." "Sen bunları nereden
biliyorsun?"
"Seni görmeye geldi." Sözlerimden sonra gözle görülür bir şekilde
titredi. Üşümesinden değildi ama yine de kollarımı ona sardım.
"Pişmanmış pislik!"
"Özür dilemeye gelmiş olamaz," dedi Asi sanki ağlamak istediği
halde gülerek.
"Özür dilemek için değil, seni uyarmak istemiş."

455
"Uyarmak mı?"
"Gencer, Asim. Her şeyin onunla ilgisi olduğunu söyledi. Ondan uzak
durman için seni uyarmak istemiş." "Gencer'le ne alakası var?"
Derin bir nefes aldım ve karanlık havadan gözlerimi sanki bir şey
görebilecekmiş gibi etrafta dolaştırdım. En sonunda ona dönen
gözlerimle merakla bana baktığını fark ettim. "Bilmiyorum,
anlatamadan gitmesi gerekti," dedim ayrıntı vermeyerek. Her şeyi
net olarak önce ben anlayacaktım ama Asi'nin de o zamana kadar
ona karşı daha dikkatli olmasını istiyordum.
Yine soğuk bir şekilde güldü. "Bir günah keçisi arıyordur. Kim bilir
neler uyduracaktı?"
"Hayır!" dediğimde gözleri kısıldı. "Asi o herifte bir şeyler var."
"Yapma Akın!" diye inledi. "Deniz'e inandığını söyleme bana.
Tamam, Gencer'den haz etmiyorsun, kabul ben de etmiyorum ama
Deniz'in yaptıklarının tüm sorumluluğunu da ona yükleyemem. Onu
Deniz'den önce de tanıyordum ben. Nasıl göründüğünü biliyorum
ama iyi birisiydi. O gün yaptıkları sadece Deniz'in arkadaşı
olmasındandı."
Onu savunmasına sinirlenmiştim. "Onu mu koruyorsun? O pislik herif
sana vururken ya da dokunurken neredeydi o zaman? O iyi herif
neredeydi Esra?"
Ona sardığım kollarımın altındaki bedeni sarsıldı ve geri çekilmeye
çalıştı. O an söylediklerime pişman oldum ve gerilemesine izin
vermeyip ona sıkıca sarıldım. "Özür dilerim, özür dilerim. Amacım
sana olanları hatırlatmak değildi, yemin ederim. Özür dilerim."
Bir süre tereddüt etse de başını omzuma yasladı ve "Unutmadığım
bir şeyi hatırlatamazsın," dedi. Canım yandı ama buna rağmen onun
acısını da almak istedim. Sadece benimle mutlu olacağına ve her şeyi

456
unutturacağıma inanmasını istedim ama yapacaktım. Onu buna
inandıracaktım.
"Unutursun güzelim. Yaramaz kızımız yüzünü rujlarınla boyadığında,
oğlumuz topla avizeyi indirdiğinde hepsini unutursun. Şimdi iki
çocuğunun babasına bakıp güzelce gülümse hadi!" dedim ve
yanaklarına yasladığım ellerimle yüzünü yukarı çevirdim.
Gözleri bu kez ıslanmamışsa da yüzü keyiften yoksundu. Gözlerime
baktı donukça. Sözlerim bile bu kez keyiflenmesine yetmemişti.
Kaşlarımı çatıp yapma bir kızgınlıkla konuştum bu kez. "Eğer hemen
gülmezsen çocuklarımı da alır anneme yerleşirim. Sana da
çocuklarının yüzünü bile göstermem bir daha."
Kıvrılmaya meyleden dudakları bu kez galip geldi ve güzel
gülümsemesi yine gözler önüne çıktı. O böyle gülümseyince benim
onu bir yerlere saklayasım geliyordu. Sanki onun gülüşüne bakan
herkes ona âşık olurmuş gibi hissedip onu sadece kendime saklamak
istiyordum.
"Ne kadar da gaddarmışsın sen be? Çocuklarımdan beni
ayıramazsın." İşaret parmağını göğsüme bastırdı.
"Hele senden hiç ayıramazsın."
"Öyle mi?" dedim başımı yana doğru yatırarak. "Yani bana o kadar
âşıksın?"
"Seviyrım ula seni! Se-viy-rım. Aşığım sana!" dediğinde bir kahkaha
attım. Asi hemen ağzımı kapattı ama o da kıkırdadı.
"Demek bana âşıksın deli kız," dedim ona eğilirken.
"He aşığım, ne olmiş?"
"Hiç!" dedim omuz silkerek. "Güzel, yani beni sevmen çok hoş. Hadi
içeri girelim."

457
Kollarımı belinden çekip elini tuttum. İçeri yönelmiştim ki tuttuğum
elimden beni çekti. Öfkelendiğini biliyordum. Başını gülmemeye
çalışarak ne oldu der gibi ona çevirdiğimde çatık kaşlarla bana
baktığını gördüm.
"Öküz!" diye tısladı. "Harbi öküzsün."
"Ne? Ne yaptım şimdi?" dedim anlamazdan gelerek.
"Seninle çocuk yapanda kabahat."
Elimdeki elini çözmesiyle önüme geçip ilerlemesi bir oldu. İkinci
adımında kollarımı beline doladım ve gitmesini engelledim. Çenemi
omzuna yaslarken kokusunu doyasına içime çektim. Sözler dilimden
dökülürken kımıldamadı bile. Sessizce beni dinledi. "Sen aşksın, sen
kalbimdeki ateşin sahibisin. Sen var ya asi kız, benim gibi bir adamın
dünyadaki bütün kadınları silmesinin en güzel nedenisin. Seni
seviyorum, seni öylesine seviyorum ki sadece bana bak, sadece bana
gül diyecek kadar bencilce seviyorum."
Belinde sarılı duran ellerim hızlanan nefesiyle yükselip alçalırken iç
çektiğini duyumsadım. Kollarımdan çıkmadan yavaşça bana döndü
ve ellerini yüzümün iki yanına yasladı. "Sen aşksın," dedi. "Sen
kalbimdeki yarayı iyileştiren en mükemmel ilaçsın. Sen var ya çapkın
herif, benim gibi kalbi parçalanmış bir kızın aşka tekrar inanma
sebebisin. Seni seviyorum, seni öylesine seviyorum ki sadece bana
bak, sadece bana gül diyecek kadar bencilce seviyorum."
Dudaklarıma uzanan dudaklarına karşılık vermemek en büyük hata
olurdu ve benim ona karşı hata yapma lüksüm yoktu. Kalbime
tamamen işlediğini düşündüğüm kız, aslında her hücremde adeta
kendi devletini kurmuştu. Ruhumu da ele geçirmiş kendi dikta
rejimini ilan etmişti. O yeşil gözler benim cennetimdi ve ben o
cenneti kaybetmemeye yemin etmiştim.

458
Ben Akın Korutürk, aşkın düşmanı, teslimiyetin en büyüğünü
göstererek kalbimi ona teslim etmiştim.
Ve onun kalbi de bana teslimdi.
Önünde durduğumuz camın perdesi bir an dalgalandığında
umurumda olmadı ve Asi'me, asi kızıma sıkı sıkıya sarıldım.
"Beni bırakırsan eğer, kendimi intihar ederim Asi."
Kahkahası göğsümde yankılandı ve konuşmasıyla bu kez kahkaha
atan ben oldum.
"Beni bırakırsan eğer suratını dağıtırım Azman."
• 'Tehdit'
Yatakta bir o yana bir bu yana dönerken ne yapacağımı
düşünüyordum. Akın bana Deniz'in gideceğini söyleyip yarın geri
gitmemizi istese de kabul etmemiştim çünkü korkum Deniz hala
Ankara'dayken devam edecekti. O yüzden ondan üç gün istemiştim.
Deniz'in gittiğine emin olunca elbette onunla geri dönecektim, daha
şimdiden evimi, çatlak arkadaşlarımı, hatta okulumu bile özlemiştim
ama o üç gün nasıl geçecek hiçbir fikrim yoktu. Ben bu işin içinden
nasıl çıkacaktım mesela?
Gidip 'Nene ben bu herifle evli falan değilim. Ben aslında şu salak
herifi seviyorum,' desem nenemin tansiyonu fırlar ama buna rağmen
bizi vurmadan hakkın rahmetine ulaşmazdı. Onu üç gün daha
oyalayıp sonra gidebilirdim, annemlere bir şeyler söylese de tüm
bunları yaşlandığı için söylediğine onları inandırabilirdim ama sıkıntı
bu kadarla da sınırlı değildi ki. O üç gün Azman'ın Gencer'i vurması
için geçerli bir süreydi mesela.
Şerefsiz herif tam da gelecek zamanı bulmuştu. Üstüne üstlük bana
aşk itirafı yapması yetmezmiş gibi bir de beni öpmeye çalışmıştı.
Benim hışmıma uğramasına kalmadan nenemin ortaya damlaması da
459
cabasıydı. Bulunduğumuz durum kesinlikle nenemin aklının
alabileceğinin ötesindeydi. Bu herif beni öpmeye çalıştı falan desem
nenem kesinlikle onu orada vururdu. Zaten ona bile fırsat vermeden
Gencer evlendiğimizi söylemiş ve olay iyice işin içinden çıkılmaz bir
hal almıştı.
Onu bir köşeye çekip derdinin ne olduğunu sormuştum elbette ve
beni Deniz'den korumak istediğine dair saçmalamalarını dinlemiştim.
O arkadaşı olduğu için suçluluk duyup aşkını hep gizlemiş ve geri
planda kalmış, olanlardan sonra da suçluluk duymuş ve yüzüne
bakmadığım için benimle konuşmaya çekinmiş falan filan. Ben o
korunma faslını atlayalı çok oluyordu. Ona ihtiyaç duyduğum anda
beni nasıl bir başıma bıraktığını da neler yaşadığımı da dün gibi
hatırlıyordum ben. Aşk kısmı ise... saç-ma-lık-tı. Başlı başına
saçmalık... Âşık bir insan o gün onun yaptıklarını yapmazdı. Bu
herifte başka bir şey vardı.
Daha saatler önce Gencer'i savunur gibi olduğum an geldi aklıma.
İşin iç yüzünü Azman'a anlatsam kan çıkacaktı ama ben de Gencer
konusunda ona hak veriyordum. Evet, o lanet olay olana kadar
Gencer'in hiçbir ters hareketini görmemiştim ama bu, adamın daha
bir kaç gün önce kapımda bitip ani aşk itirafına kadardı. Beni öpmeye
çalışması da cabasıydı. Düşündükçe deli oluyordum ve tüm bunlara
rağmen hiçbir şey belli etmemeye çalışmak fazlasıyla zordu.
Gencer'i bir yolunu bulup yarın göndermem şarttı. Lakin bunu nasıl
yapacağım tam bir muammaydı. Herif fazlasıyla yapışkan çıkmıştı ve
ben yakınımda olmasını bir türlü hazmedemiyordum. Ben bu
durumdayken Azman'ı zapt etmek çok daha zordu. Çıkmaza girdim
rabbim! Sen duy sesimi! Ne yapacak bu Asiye kulun! Ateşle barut şu
an aynı odada yatıyor, yakında ortalık cehenneme dönecek.
Uykusuzluk ve bitmeyen dertlerle "Of!" diye inlerken Tuana bir
bacağını üzerime attı ve "Nickicik!" diye mırıldandı. "Nereni elledi?"

460
Elimi dudaklarıma bastırıp güldüm. Bu kız benim terapimdi, Elif ve
Gül'ün yokluğunda beni saçma bir şekilde neşelendiriyordu. Allah
Nickiciğin yardımcısı olsun! Bu kız ayaklı tehlikeyken Nickiciğin
namusu tehlikedeydi.
Tuana birden popomu mıncıklayıp "Buranı mı?" diye sorunca
yerimden sıçradım resmen. Onu hızla itince yere kapaklanıp bir
yaygara koyuverdi ve hafifçe doğrulup bana yarı kapalı gözlerle
baktı.
"Yuh ama kızım!" diye inledim. "Yuh yani! Sen de azılı sapık çıktın."
Anlamamış gözlerle bana bakarken kaşlarını çattı sonunda. "Ben
seni o fırsatçı sapık heriften kurtarayım, sen beni yataktan at yenge.
Nankörsün, nankör!"
Kapı gümbürdeyerek açılırken "Ne... ne oldu?" diye içeri daldı
Azman.
"Tuana ne oldu?" dedi Nick de ardından belirerek. Gencer ise etrafa
bakınıp ne olduğunu anlamaya çalışıyordu ve onu görmek bile
içimde öfkenin kabarmasına sebep oluyordu.
"Bir şey olmadı lan. Ne diye lap diye odaya dalıyorsunuz hayvanlar?"
diye çıkıştım.
Azman hala uyku mahmurluğuyla saf saf yüzüme bakıyordu. "Tuana
niye bağırdı o zaman?"
Tuana'ya baktığımda sinirli bakışları yüzümdeydi. "Yengem beni
öldürmeye çalıştı. Neymiş efendim? Seni çok sevdiğini, deli divane
âşık olduğunu kimseye söylemeyecekmişim."
Azman'ın şaşkın ifadesi sırıtmaya dönerken "Lan öyle mi oldu? Öyle
mi oldu hayvanın evladı?" diye kükredim.
"Pedere laf yok!" dedi elini kaldırırken. "Bizde tüm hayvan
kontenjanını ağabeyim dolduruyor."
461
Azman'ın keyifli ifadesi silindi ve kaşları çatıldı. "Seni gebertirim
Tuana."
"Gebert!" diye çıkıştım. Sen kaşındın görümce, sen kaşındın. "Senin
bu kardeşin olacak sapık beni Nick sanıp ellemeye kalktı."
Tuana'nın gözleri irileşirken Nick güldü. "Elleyen elleyene."
Azman ona bakıp senin derini yüzerim bakışı atınca dudaklarını
birbirine bastırdı. "Tuana!" diye sesini yükseltti. "Onu daha ben
ellemedim kızım. Ben, ben!"
Avuç içimle alnıma vurdum, kabahat ondan medet umandaydı.
"Ailecek sapık çıktılar iyi mi?"
"Sizi gidi namızsız ırz düşmanlari!" diye kükreyen sesle karşımdaki
üçlü ne olduğunu anlayamadan baston darbelerine maruz kalıp
inlemeye başladı. Ultra süper bela kokusu alan nenem ağır işitse bile
yine bir olay mahalline erkenden teşrif etmiş ve olaya el atmıştı.
Şimdi ise adaleti kendi yöntemleriyle yerine getiriyordu. "Sizın ne
işınız var gızlarin odasinda?" deyip bastonu teker teker üçüne de
indirmeye devam etti.
Ben keyifle bu manzarayı izlerken Tuana ayağa fırlamış nenemi
durdurmaya çalışıyordu. Tabii ki bu ağabeyi için yapılan bir çaba
değildi. Zira kız Ecnebiboy'a deli gibi aşıkken sadece onu korumaya
odaklanmıştı. Haliyle nenemden bastonu da çoğunlukla Azman ve
Gencer şerefsizi yiyordu. Gencer'in yüzündeki morlukları ise nenem
henüz fark etmemişti. Keşke bıraksaydım da Azman onu iyi bir
benzetseydi ama salak herifin elinin ayarı yoktu ki. Bir de üstüne
dayak yiyordu, hayret bir şey.
Kıyamıyordum ya! Hala onu bırakıp geldiğim için vicdan azabı
çekiyordum ama Deniz tüm beyin hücrelerimi dondurmuştu. Onu
bırakırsam Deniz ona bulaşmaz diye düşünmüştüm, acı çeksem de
bir gün beni unutur diye ummuştum. Yine de onu bırakmama
462
rağmen peşimden gelmişti. Benden hesap sormak yerine yanımda
olmuştu. Benim için çabalamıştı. Bunları düşünmek bile içimi
ısıtıyordu. Çok seviyordum, ulan ne seviyordum bu domuz herifi?
Benim adamın haline acıyıp en sonunda ayaklandım ve nenemi
durdurdum. "Nene bi dur Allah aşkına! Ses duymişle, hırsız
sanmişle."
Allah'ım bu yalanlar yüzünden bir gün gazabına uğrayacağım,
biliyorum ama şu başımdaki dertleri görüp umarım bana güzel bir
indirim yaparsın.
Nenem sonunda ikna olup bastonu indirdi. Tabii sabah ezanının
okunmasıyla mesai saati de bir süre sonra başlamış oldu. Nenem
kahvaltı bile yapmadan erkekleri soğuk havada köy işlerini yapmaya
yollarken bize de eve dönecek erleri doyurma görevi düşmüştü.
🍀🍀🍀
Yemek masasına kurulmuşken yanımdaki şerefsizi yok sayıyordum
adeta. Benim azgın teke neredeydi acaba? "Tuana, ağabeyin
nerede?" diye sordum en sonunda dayanamayarak.
"Burak'la konuşmaya gitti. Telefonu çektiremediği için muhtemelen
şu an bahçeye baz istasyonu kuruyordur çünkü en son Türkiye'nin
tüm telekominasyon alemine küfrediyordu."
"Yalnız o telekominasyon değil, telekomünikasyon hayatım," diye
düzeltti ecnebiboy.
Tuana yüzünü kırıştırdı. "İşine geldin mi nasıl şakır şakır Türkçe
konuşuyorsun."
"Yalnız o aslen Türkçe bir kelime değil hayatım."
"Kötek nasıl aşkım? Hem Türkçe de."
"Yalnız kötek Türkçe kökenli değil Tuana'cığım," dedim sırıtarak.
463
"Ya sen ne nankörsün yenge," dedi isyan edercesine. Sonra
gözleriyle Gencer' işaret etti. "Ben sana bu herif de senin kocan
değil diyor muyum?"
"Ne dedi ha bu çırpi bacakli?" dedi nenem.
Tuana'ya kötü bakışlar atıp "İmam nikâhı yok ya, onu diyor nene,"
dedim. Tuana ise sırıttı. "Neyse bir Gencer'in kuzenine bakayım,"
dedim ayaklanırken. Tabii nenemin olaya müdahale etmesi de
gecikmemişti. Ya bir dur, bir dur kadın Allah aşkına! "Sen niye
gidiysın? Damat gitsın."
Gencer kolumu tutup, "Haklı hayatım! Ben bakarım," dedi hemen.
Ona ters ters bakarken Azman içeri girdi. Bir Gencer'e bir de
kolumdaki eline baktı ve dişlerini sıktı.
"Aha da geldi ırz düşmani!" dedi nenem. "Otur da zıkkımlan."
Kolumu sertçe kurtarıp yerime oturduğumda Azman öfkesini zapt
edip karşıma oturdu. "Nerede kaldın?" dedim öfkeli bir sesle ama
öfkem yanımdaki şerefsizeydi. Lakin o pek anlayacak gibi durmuyor
aksine pişkin pişkin sırıtıyordu. Allah'ım sen sabır ver!
"Telefonu çektirmek için dere tepe düz gittim," dedi Azman da
öfkeli bir sesle. Ardından ağzında yuvarlayarak bir şey söyledi.
"Ne?" dedi görümce gülerek.
"Kayboldum," diye tısladı Azman ona.
Gencer de alayla güldü. "Kayıp mı oldun? Hem de küçücük köyde."
"Kapa... O güzel ağzını kuzenciğim," dedi Azman dişlerinin
arasından. "Dudağın patladı ya! Canın acır." Gencer'in keyifli ifadesi
silindi.
"He! Nasi becerdın kapiya çarpmayi?" dedi nenem. Sonra dudaklarını
büzüştürüp hoşnutsuzca Gencer'i süzdü. "Sen diğil da kapi sana
464
çarpmış gibin sanki." Eh! Bir şekilde ona da bir şeyler uydurmuştum
ve yalan haneme bir kaç puan daha eklemiştim. En azından Azman'ın
yüzünde onun aksine sadece ufak bir kızarıklık vardı da nenem fark
etmemişti. Şerefsiz benim Azman'ımın güzel yüzüne vurmuştu ya,
düşündükçe tırnaklarını kerpetenle çekesim geliyordu.
"Güzel becerdi," dedi bu kez Azman sırıtarak. "Aman dikkat et
kuzenciğim, tekrarı olmasın. Bu kez maazallah bir kaç morlukla
kalmazsın. Kıyamam!"
"Sen de dikkat et!" dedi Gencer dişlerinin arasından. "Kuzenim..."
diye de ekledi. "Bu kez kapıya çarpan sen olma. Karıcığım
misafirlerine çok düşkündür, üzülür sonra. Sahi nene, hoca ne zaman
gelecek imam nikâhı için?"
Azman'ın gözleri karardı. Harbiden şu kitaplarda okuyup da lan bir
insanın gözü nasıl kararır dediğim eyleme şu an birebir şahit
olmuştum. Ayağa fırlarken bu kez görümce sofrayı erken davranıp
tuttu.
"Gene ne oldi bu uşaa?" dedi nenem.
"Asi çişim geldi!" dedi Azman dişlerinin arasından.
Normal bir zamanda buna kahkalarla gülebilirdim ama şu an hiç de
normal bir zaman değildi. "Dur ben seni götüreyim," dedim aceleyle
ayağa kalkarken.
"Ha bu uşak da porostat mi vardır, nedı?" dedi nenem. "Kenefin
yoluni da bi öğrenemedi gitti."
Nenem Gencer'i devreye sokmadan Azman'ın sürüklercesine dışarı
çıkardım. Ellerini önce uzun saçlarından geçirdi ve onları darmadağın
etti. Sonra "Ulan... Ulan... Ulan!" diyerek yerdeki birkaç taşı
tekmeledi. Bir süre derin derin nefes alırken sakinleşmeye çalıştığı
belliydi. "Ulan belasını si-"

465
Eve doğru atılırken bu kez, "Küfür yok!" deyip koluna asıldım. Ah
Gül! Görmesen de ben senin görevini yerine getiriyorum kardeşim.
"Küfür yok mu? Ben bunun şeceresine dümdüz dalacağım, sen küfür
yok diyorsun Esra!" Ya bu herif bana Esra deyince canım harbi harbi
sıkılıyordu benim.
"Boş ver şimdi onu!" dedim lafı değiştirmeye çalışarak. "Burak
nasılmış?"
"İyiymiş Asi, iyiymiş!" dedi öfkeyle. "Şu puştu dövebilir miyim artık?"
"Söz verdin Akın."
Öfkeli bir soluk verdi ve işaret parmağını karşıya çevirdi. "Şu dağı
görüyor musun?" Birden sorduğu soruyla afallayarak, "Evet," dedim.
"Peki, şu karartıyı?" dedi bir bölgeyi göstererek.
Gözlerimi iyice kısıp inceledim. "Evet."
"Burak'la konuşurken boş durmadım Asi," dedi tek kaşını kaldırarak.
"İçerideki şerefsizin mezarını kazdım. Her şey hazır. Verdiğim söz bu
evin sınırlarında kalır ve ben bu herifi oraya gömerim." Harbi harbi
mezar kazmış olamazdı. Yok artık!
"Sınır belirtmedik biz," diye itiraz ettim hemen. Manyak ya bu!
"Ben içimden belirttim. Duysaydın."
"Ya Allah aşkına içinden belirttiğin şeyi nasıl duyayım ben?"
"İşte duymuyorsun, sorun orada. Ben içimde neler yaşıyorum
haberin var mı? Sevdiğim kız, kocam dediği bir şerefsiz herifle hep
gözümün önünde. Üstüne üstlük bir de imam nikâhı zımbırtısı var.
Ne olacak Asi? Bu işin sonu ne olacak, söyle bana."

466
Derin bir iç çektim ve "Bugün onu bir yol bulup göndereceğim,"
dedim. "Sadece bana güven tamam mı?" "Bugün?" diye sordu
şüpheyle.
Başımı salladım ve dudaklarına ufak bir öpücük bırakıp, "Bugün,
hatta birazdan," dedim. Kaçak oynuyordum belki ama onu da ancak
böyle sakinleştirebiliyordum. Yine öyle oldu ve yüzü hemen
yumuşadı.
"Peki, yine senin istediğin gibi olsun Asi'm." Alnıma bir öpücük
bırakıp bana sarıldı. Benim için değiştirdiği o rahatlatıcı parfüm
kokusu burnuma doldu. Ona sıkıca sarıldım ve "Seni çok seviyorum,"
dedim birden.
"Doğal," dedi. "Genelde kızlar beni sever."
"Domuz herif!" dedim sinirlenerek. Geri çekilmeye çalıştığımda beni
bırakmadı ve "Ama..." dedi. "Ben o kızları artık göremeyecek kadar
büyük bir aşkla bir asi kıza tutuldum."
Tepemin tasını attırıp tek cümleyle içimi ısıtabiliyordu işte. Bunu da
ancak bu domuz herif başarırdı. Sonunda ayrılıp içeri geçtik. Azman
eski yerine kurulurken Gencer'in gözü üzerimizdeydi.
"Bir dakika benimle dışarı gelir misin Gencer?" dediğimde gözleri
kısıldı ve Azman'ın başı da bana döndü. Ona güven verici bir şekilde
gülümseyip neneme çaktırmadan göz kırptım. Tatmin olmasa da bir
şey dememeyi başarabildi. Nenem de bize göz ucuyla baksa da bir
şey demedi.
"Tabii hayatım," dedi Gencer ayağa kalkarken. Ulan senin o hayatım
diyen dilini sonunda kökünden kopartacağım o olacak.
Dışarı çıkıp evin arkasını dolaştım ve ona döndüm. Azman'a söz
verdiğim gibi bu işi en hızlı şekilde halledecektim ve bu şerefsizi
buradan gönderecektim.

467
"Seni dinliyorum Esra," dedi gülümseyerek.
"Gideceksin," dedim lafı uzatmadan.
"Ne?"
"Gideceksin oğlum. Bugün topla eşyalarını uza artık buradan. Geldin,
uyardın, hatta saçmaladın ama artık git be!"
Kaşları çatıldı ve "Ama nenen..." diye itiraz etmeye çalıştı.
"Ben ona bir şekilde bir açıklama yapacağım. İşin çıktı ve gitti derim.
Sonra da gerçeği bir şekilde anlatırım.
Sen git yeter ki."
"Yanlış yapıyorsun. O herif yüzünden bana böyle davranarak yanlış
yapıyorsun," dedi dişlerinin arasından.
"Ondan bahsetmeye kalkma Gencer ve sen benim hayatıma
karışacak kişi değilsin. Dua et, o gün nenem geldi. Yoksa dinime
imanıma seni gebertirdim. Sen kimsin de beni öpeceksin?"
"Neden?" dedi sesini yükselterek. "Seni sevdiğim için mi? O şerefsiz
heriften ne farkım var? Üstelik onu sevmiyorsun bile."
Allah'ım çıldıracağım. "Seviyorum," dedim kükrer gibi. "Senin aklının
alacağından fazla seviyorum hatta. Ve sen defolup gideceksin
anladın mı? Bu iş fazla uzadı. Bu ne be? Fukara sümüğü gibi yapıştın
kaldın!"
Birden kolumu kavrayıp beni ittiğinde sırtımı evin duvarına sertçe
çarptım. Gencer artık tamamen öfkeden kasılan bir yüzle karşımda
duruyordu. Şaşkınlıktan ne olduğunu bile anlayamadan,
"Gitmeyeceğim," diye tısladı. "Ben seni bir kez serbest bıraktım ve
gidip içerdeki piçi buldun. Tekrarı olmayacak. Kalacak ve onu
sevmediğini görmeni sağlayacağım." Yüzünü bana yaklaştırdığında
şaşkınlıktan kalakalmıştım, kıpırdayamamıştım bile. "Eğer..." dedi.
468
"Eğer sen de beni göndermek adına bir şeyler yapmaya devam
edersen hiç hoş şeyler olmaz Esra. Nenen ya da ailenden herhangi
birinin geçen yıl olanları öğrenmesini istemezsin diye umuyorum."
Sıkıca tuttuğu kolumu bırakıp bu kez de birden gülümsedi. "Ben seni
seviyorum ve öyle kolayca pes edeceğimi sanıyorsan yanılıyorsun."
O an kendime geldim. Bu herif ne hakla beni tehdit edebilirdi?
Haddini fazlasıyla aşmıştı artık ve ben buna öylece göz
yumamazdım. İşte o an yumruk olan elim suratına indi ve o yeri
boyladı. Bileğim şiddetle zonklasa da umursamadan kükredim. "Lan
sen kimsin de beni tehdit ediyorsun?"
Elinin tersiyle dudağını sildi ve bana birkaç saniye şok olmuş gözlerle
baktı. Sonra ise güldü. "Senin bu asi yanın yok mu? Beni benden
alıyor."
"Seni senden alırsam, seni sana bırakmam lan!" diye bir şarkı sözünü
garip bir şekle sokarak gürlemem kesinlikle sinirdendi. "Git söyle lan!
Senden korkan senin gibi olsun!" "Emin misin?" dedi tek kaşını
kaldırarak.
Elimi saçlarımdan öfkeyle geçirdim. "Defol git Gencer! Yoksa
samanlıktaki orakla üzerinde uygulayacağım hain planlarım var. Bir
yerlerini seviyorsan kaybol!"
Güldü şerefsiz! "Seni senden alırsam, seni sana bırakmam ha!" Öfkeli
gözlerim onu bulunca ellerini kaldırdı. "Tamam, gidiyorum
sinirlenme!" dedi ve yerden kalkıp bana göz kırptı. Az önce delirmiş
gibi davrana o değilmiş gibi az önceki şarkıyı mırıldanarak görüş
açımdan çıktı.
Hızlı hızlı nefes aldığımı o an fark ettim. Adam az önce beni alenen
tehdit etmişti. Beni. Tehdit. Etmişti. Fark ettiğim diğer şeyse
tamamen kontrolsüz tavırlarıydı ki onu ilk kez böyle görüyordum.
Aklıma gelen anılarla bazı şeyler gün yüzüne çıkmaya başladı.
469
'Gencer'i nereden tanıyorsun?' demiştim bir keresinde Deniz'e.
Yüzünün aldığı şeyli şimdi bile hatırlıyordum. Rahatsız olmuştu.
'Ufak bir kaza yaşamıştım ve biraz tedavi görmem gerekmişti,'
demişti. 'Tedavi sırasında karşılaştık. Ondan sonra da hiç ayrılmadık
zaten. Aynı okula geldik, ev arkadaşı olduk falan.'
Kazadan kastının ne olduğunu sorsam da önemsiz bir şey diye her
seferinden beni geçiştirmişti. Tedavi... Akın'ın söylediklerinden sonra
tedaviden kastının terapi olduğunu şimdi anlıyordum. Kaza falan
geçirmemişti, söyledikleri tamamen hastalığıyla ilgiliydi. Bu
Gencer'in de bir şekilde terapi görmesi demek miydi? Bu şerefsiz de
hasta olabilir miydi? Ya da en önemlisi, gerçekten geçen yıl olanlarda
bu herifin parmağı mı vardı? Ama nasıl? Nasıl olabilirdi ki?
Hasta olsa bugüne kadar böyle normal görünemezdi ama... Ama
Deniz de son zamanlara kadar fazlasıyla normaldi. Hatta
hayatımdaki en mükemmel erkek bile sayılırdı. Bir şeyler çok yanlış
gelmeye başlamıştı artık ve ben düşündükçe nefesim tıkanmaya
başlamıştı. Yere çöktüm ve birkaç dakika hiçbir şey düşünmemeye
çalıştım, kendimi toparlamalıydım. Kendimi toparlanmalı ve bu işin iç
yüzünü bir şekilde öğrenmeliydim. Nefeslerimi düzene
sokabildiğimde sonunda ciğerlerim havayla rahatça buluştu ve biraz
da olsa rahatladığımı hissettim.
"Yenge!" diye şakıyan sesle başımı kaldırdım ve Tuana evin
köşesinden çıktı. Beni gördüğünde kaşları çatıldı ve hızla gelip
önümde diz çöktü.
"Ne oldu sana yenge?" dedi telaşla.
"İyiyim Tuana," dedim yatıştırmak için.
"Yoksa ejderha mı gördün?" dedi etrafına korkuyla bakınarak.
Allah'ım bu kız hangi kafayı yaşıyorsa ben de ondan istiyorum. İstek
listesine yazılsın lütfen.
470
"Yoksa dinozor mu gördün? Belki de unicorn..."
"Ha evet!" dedim ve işaret parmağımla rastgele bir yönü işaret
ettim. "Az önce de şuradan iki unicorn geçti.
Görsen nasıl tatlı boynuzları var. Birinin bordo, birinin mavi."
"Hadi ya!" dedi gösterdiğim yere bakarak. "Bayılırım unicornlara!
Demek Karadeniz'de de varmış."
"Başka nerede var ki Tuana'cığım?" dedim gülmemeye çalışarak. Az
önceki halimi silip süpüren görümce ayaklı bir stres atma
makinesiydi adeta. Ben bu kızı en az sapık ağabeyi kadar sevmeye
başlamıştım. Yok, yok! O azgın teke çıtayı fazlasıyla yükseltmişti.
Kimse artık o yüksekliye HALO-Proteus'la* bile çıkamazdı.
"Ha şey..." dedi sırıtarak. "Nick bir keresinde devekuşu çiftliğinde
gördüğünü söylemişti. Unicornların devekuşlarıyla akraba olduğunu
biliyor muydun yenge? Nick söylediğinde bayağı şaşırmıştım. Yani
öylesine güzel bir canlı nasıl devekuşlarıyla akraba olur hala aklım
almıyor." Aniden sustu ve ardından yine aniden yüksek bir kahkaha
patlattı. "Ama ağabeyim aklıma gelince çok da yadırgamıyorum. Bizi
akraba yaratan rabbim, niye unicornlarla devekuşlarını da aynı soy
ağacına dayandırmasın ki, değil mi?"
Elleriyle kibirli bir edayla kendini gösterdi. "Bir benim şu dayanılmaz
güzelliğime bak, bir de onun çirkin suratına... Hayır, yani nasıl olur da
devekuşu kılıklı ağabeyime âşık olursun yenge sen? Kafan gidik
tamam da, gözlerinde mi kör?"
"Bu neye benziyor biliyor musun Tuana?" dediğimde ilgiyle "Neye?"
diye sordu.
"Tuvaletinin gelmesine. Tutarsan rahatsız eder ama salıverirsen
rahatlarsın ama sonuç olarak ne tuvaletinin gelmesini
engelleyebilirsin, ne de onu sonsuza kadar içinde tutabilirsin."

471
"Yenge sen de az değilsin ha!" dedi gülerek. "Valla saf olsam bu
laflarına bir 'Ah!' çekeceğim. Ama zeki görümcenin buradan çıkardığı
sonuç aşkın bok olması. Ha bir de ağabeyimin de kenef! Bu
hayatımda duyduğum en iyi benzetmeydi."
Ben gülmeye başlayınca o da gülmeye başladı. Sonunda
susabildiğimizde Tuana ayağa kalkıp elini bana uzattı. Elini tutup
ayaklandım ve her ne kadar ayaklarım geri geri gitse de eve
yöneldim. Azman'a ne diyeceğimi düşünüyordum şimdi de. Olanları
anlatmam bir felaket olurdu ama neler konuştuğumuzu ve bu herifin
neden hala gitmediğini öğrenmek isteyecekti. Benim ise buna
verilecek bir cevabı bırak yalanım bile yoktu.
Tuana arkamdan ilerlerken "Yenge!" dedi yine. Omzumun üzerinden
ona bakınca az önceki neşeli halinin silindiğini ve ciddi bir şekilde
bana baktığını gördüm. "Bana her şeyi anlatabilirsin, biliyorsun değil
mi?"
Durdum ve tamamen ona doğru dönüp gözlerimi kıstım. "O da
nereden çıktı?" "Duydum," dedi ve başını eğip mahcupça elleriyle
oynamaya başladı.
"N-neyi duydun Tuana?" dedim tereddütle.
Başını aniden kaldırdığında işaret parmağını eve doğrulttu öfkeyle.
"O şerefsiz piçin dediklerini. Yenge dalarım ben buna. Seni nasıl
tehdit ede-"
Gözlerim irileşirken aramızdaki mesafeyi aşıp hızla ağzını kapattım.
"Sessiz ol Tuana. Duyacaklar kızım."
Her şeyi duymasına rağmen az önceki halinin beni rahatlatmak için
olduğunu o an anladım ve ona olan sevgim bir kat daha arttı. Buna
rağmen yine de içinde tutamamıştı. Elimi ağzından çekip,
"Duysunlar!" dedi. "Hem sen neyden korkuyorsun yenge? Ben de

472
seni cesur kız sanırdım." "Bilmediğin şeyler var Tuana," dedim derin
bir nefesle.
"Şu..." dedi bir an duraksadı. "Geçen yıl olanlar mı?" Yutkundum ve o
da bunu fark etti. "Yenge geçen yıl ne oldu? Şu Deniz denen..."
"Boş ver Tuana," dediğimde sustu ve birkaç saniye bana baktı. "Boş
ver... Şimdi bana söz vermeni istiyorum. Akın'a ya da içerdeki
herhangi birine bir şey söylemeyeceksin, tamam mı? Söz ver bana."
"O iş yaş!" dedi başını yana çevirip burnunu havaya dikerken.
"Lütfen Tuana! Bak bu işleri daha da zora sokar."
"Tek bir şartla!"
"Nedir?"
"Bana her şeyi anlatacaksın."
Dudağımı dişleyip, "Tuana!" diye itiraz etmeye çalıştım ama onun
pes etmeye niyeti yoktu. "Bekliyorum yenge!"
"Tamam," dedim kabullenerek çünkü bu kızın nasıl bir inatçı keçi
olduğunu bizzat deneyimlemiştim. Ona Deniz'den başlayarak her
şeyi anlattım. O süre boyunca sessizce beni dinledi. Belki de
hayatında ilk kez bu kadar ciddi olmuştu ama dişlerini sıkması ve
verdiği kısa sesli nefesler ne kadar öfkelendiğini de gösteriyordu.
Sustuğumda bir süre etrafa derin bir sessizlik hâkim oldu. Sonra
Tuana'nın gözleri doldu ve dudakları titredi. Sanki onun bu hali bana
yansımış gibi ben de aynı tepkileri verdim ve birden bana sıkıca
sarıldı. "Sen gerçekten çok güçlü bir kadınsın yenge!" dedi ve
burnunu çekti.
"Söylemeyeceksin değil mi?" dedim ben de kısılan sesimle.
Geri çekilip yüzüme hafif kızarmış gözlerle baktı. "Söylemeyeceğim
ama o piçe haddini de bildirip doğduğuna pişman edeceğim. Bugün
bu heriften kurtulacağız yenge."
473
"Tuana her ne düşünüyor-"
"Güzel şeyler düşünüyorum yenge," dedi ve gözlerini elinin tersiyle
kuruladı. Şimdi yüzünde pis bir sırıtış vardı.
"Çok güzel şeyler düşünüyorum. İzle ve gör!"
• 'Flash Mob'
Akşam yemeğini yedikten sonra sofrayı toplamaya başlamıştım. Akın
bana yardım ederken nenem eski model koltukların birinde çoktan
uyuklamaya başlamıştı. Görümce ile Nick ise muhtemelen içerideki
odaların birini ahlaksız oynaşmalarına maruz bırakıyorlardı. Gencer
şerefsizi ise her ne boklardaysa umurumda değildi.
"Asi'm!" dedi Azman tabakları mutfak tezgâhına bırakırken. Ona
Gencer'in yarın gideceğini söylediğimden beri rahattı ama ben ecel
terleri döküyordum adeta. Şu an denize düşmüş ve Tuana'ya
sarılıyordum. Onun bana bir şekilde yardımcı olacağını ummaktan
başka çarem yoktu. İşte bu da tamamen yine boka battığımın
kanıtıydı.
"Azman'ım!" dedim ben de sırıtmaya çalışarak.
Gözlerini kıstı ve birden belimi kavrayıp beni kendine çekti. "Şu an
bana verdiğin o lakabın hakkını vermem için beni teşvik ediyorsun."
"Yok canım!" dedim ellerimi göğsüne dayayarak.
"Öyle canım," dedi ve dudaklarıma ufak bir öpücük bıraktı. "Ne
dersin? Artık evlensek mi biz?" dedi öküz sevgilim damdan düşer
gibi.
"Yuh! Yavaş gel, ruhsuz domuz!"
"Evlen..." dedi ve ufak bir öpücük bırakıp "Benimle..." diye ekledi. Bir
kez daha öpüp "Asi'm!" diye mırıldandı. Sıcaktan eriyen asfalt yol
kıvamı geldiğim için ben de saf saf onu izliyordum ama kendime
474
gelmem uzun sürmemişti. Son öpücüğünü engelleyip kollarındaki
bedenimi geri eğimledim.
"Başımızda bin bir türlü dert var. Hadi hepsini geçtim, bu ne biçim
evlilik teklifi Sayın Odunuslar sülalesinden Azmanus? Katıksız bir
odun olduğunu kanıtlamaya çalışıyorsan ona hiç şüphem yok zaten.
Sen o konuda mastırını yapıp fosilleşmiş doğa artıklığına çoktan
geçiş yaptın."
"Kızım sizin şu sıra dışı evlilik teklifi anlayışınız yüzünden her gün kaç
genç heba oluyor biliyor musun? Biri damdan atlıyor, biri ortalığı
ateşe veriyor, öteki son parasıyla çiçekçiyi satın alıyor. Yani sen bari
insaflı ol Asi'm! Ne yapsın bu âşık herif? Flash mob mu yapayım bu
karizmamla? Hintli miyim ben?"
"Bir kere Flash mob'un hintli olmakla bir alakası yok. Ve evet, iyi
fikirmiş. Güzel bir koreografi hazırlayıp bana şöyle en afilisinden
flash mob'lu bir evlenme teklif etmezsen seninle evlenmeyeceğim."
Gözleri irileşti. "Şaka yapıyorsun değil mi?"
Dudaklarımı büzdüm. "Hiç olmadığım kadar ciddiyim."
"Asi saçmalama!" Elleriyle kendisini gösterdi. İki kardeşin huyları
benziyordu ama mimikleri de mi aynı olurdu? "Şu karizmamı sen hiç
dans ederken heba edebileceğimi düşünebiliyor musun?"
"Sus sus!" dedim elimi kaldırarak. "Dua et, Gangnam Style'la dans et
demiyorum."
"Kızım saçmalıyorsun bak!"
"Ben bilmem Azmanus! O flash mob yapılacak. Youtube'dan mı
çalarsın, yoksa oturur kendin yeni baştan bir koreografi mi yazarsın,
o senin bileceğin iş."
"Hay dilimi eşek arıları soksaydı ya!" dedi eliyle saçlarını karıştırarak.

475
"Yenge!" dedi Tuana içeri dalarken. Bu saçma muhabbet de onun
gelişiyle burada sonlandı ama en azından bu flash mob saçmalığı bir
süre Azman'ı oyalardı. Allah'ım çok mu kötüydüm ne?
"Ne oldu Tuana?"
"Biraz gelir misin?"
"Ne oldu?" dedi Azman az öncenin etkisinden çıkıp gözlerini kısarak.
"Kadınsal bir mevzu ağabeyciğim, sen anlamazsın," dedi ve ona dil
çıkardı. "Hadi yenge!
Azman ona öfkeli bakışlar atarken ben yanına yürüdüm ve beraber
mutfaktan çıktık. Tuana dış kapıyı da açınca, "Nereye gidiyoruz?"
diye sordum.
"Soru sorma yenge! Soru sorma!" dedi şeytani bir sırıtmayla.
Herkesin kafasında dolanan şeytanları vardı ama bu kızın kafasında
ekstra şeytan kontenjanı açılmış olmalıydı. Hatta minik minik
şeytanlara bir anaokulu bile açmış olabilirdi. Acaba yine ne hinlik
peşindesin görümce? Rabbim ne olur başıma başka bir bela açacak
bir şey olmasın! Ona ne diye güvendiysem ben zaten?
El mahkûm onu takip ettim ve ahır tarafına döndük. Sonra ahırın
yanındaki samanlığın kapısını açıp içeri girdi ve geçmem için bekledi.
Tereddütle içeri adımladım ve Tuana ışıkları yaktı. Bu kız ışıkların
yerini nereden...
Oha! Yuh!
"Lan ne yaptın sen?" dedim gözlerim yuvalarından fırlamak
üzereyken. Samanlığın odun direklerinin birinin dibinde Gencer
dizlerinin üzerinde oturuyordu. Dahası başı öne eğik bilinci yerinde
değil gibiydi. Dahasının dahası arkasındaki odun direğe sıkı sıkıya
bağlıydı.

476
Allah'ım, az önce başıma başka bir bela açmasın demiştim ama ben!
Demiştim yani! Bu kız adam kaçırdı, adam!
"Kızım bu ne?" diye bağırdığımda "Şşş!" diye beni susturdu.
"Sürprizimi beğendin mi yenge? Kurbana bunu keseriz diye
düşündüm." İşaret parmağını dudaklarına bastırdı ve düşünürmüş
gibi başını samanlığın tavanına çevirdi. "Ama domuz kesmek
dinimizce caiz değildi ya!" dedi ve bana bakıp aniden sırıttı.
"Unutmuşum."
"Tuana!" dedim. "Allah aşkına sen bu herifi niye bağladın? Lan sen
bu herifi nasıl bağladın?"
"Yenge sesini kıs biraz ya! Çocuk uyuyor," dedi gülerek. "Pardon!
Domuz diyecektim."
"Kızım çabuk söyle! Sen bu haltları karıştırırken bu seni gördü mü?"
"Görmedi. Niye ki?"
"Çöz... Çözelim şunu hemen."
Gencer'e doğru attığım bir adımla koluma asıldı. "Ya bir dur Allah
aşkına! Sen bu herifin bir işler karıştırdığından şüphelenmiyor
musun?"
"Evet, şüpheleniyorum da..."
"Hah işte! Şimdi bunu öğrenme zamanı. Hem ondan da kurtulacağız.
Güven bana yenge." Yine şeytan şeytan sırıtmasından ürkmedim
desem yalan olurdu.
"Lan ne yapacağız? Başına silah dayayıp 'Konuş!' mu diyeceğiz? Çete
miyiz biz?"
"Çeteyiz," dedi sırıtarak. "Bitirim Horon çetesi! Nasıl isim? Gerçi
henüz 2 kişiyiz ama Nick'i ve devekuşu kılıklı ağabeyimi de
katarsak..." "Tuana!" diye çıkıştım.
477
"Ya yenge, sen bana bırak o işi." Cebinden telefonunu çıkarıp bir
şeyler yaptı ve Gencer'in arkasındaki tahta sütunun yanındaki ufak
saman yığınının altına telefonu gizleyip yanıma geldi.
"Ne yaptın?" dedim gözlerimi kısarak.
"İşimi garantiye aldım yengeciğim. Hayat bana eşeği sağlam kazığa
bağlamayı öğretti. Ah! Yaşanmışlıklar." Göz devirdim. "Tuana, sen
daha 20 yaşındasın. Ne yaşanmışlığı acaba?"
"Öyle deme yenge! Şu içerideki yarı Yunan yarı Türk güzeli var ya,
ömrümü yedi benim. Onu tavlayacağım diye 10 yıl yaşlandım ben. Bu
herif hep böyle miydi sanıyorsun?" Göğsünü kabarttı. "He heyt! Bu
yola gelmiş hali. Az koşturmadı beni peşinden ama bak şimdi
dibimden bile ayrılmıyor. Beni küçümseme yenge!"
"Hadi ya!" dedim kaşlarımı kaldırarak. "Merak ettim. Anlatsana, nasıl
tanıştınız?"
"Yenge!" dedi aniden sesini yükselterek. "Dikkatin tek bir yerde
olsun! Sonra sana ecnebi damat ayarlama yollarını anlatırım ama
sakın devekuşu kılıklı ağabeyime söyleme. Keser beni bu sefer!"
Bir inleme sesiyle ikimiz de susup Gencer'e baktık. Gözlerini açar gibi
olsa da sonra acı çeker gibi sıkıca yumdu ve tekrar inledi. Hayır,
anlamıyordum. Tuana ufak tefek bir kızdı ve Gencer onun iki katıydı.
Bu kız bu narin bedenle bu çocuğu nasıl bayıltıp da, üstüne üstlük
samanlığa taşımıştı?
Tuana kapının yanına yürüyüp bir kovayla döndüğünde gözlerim
irileşti. Sonra kovadaki suyu lap diye Gencer'in yüzüne serpti. Gencer
iç çekip bir kaç küfür savurdu ve sonunda gözlerini açtı. Yüzünden
süzülen sularla bir kaç kez gözlerini kırpıp açsa da sonunda gözleri
tamamen açıldı.
Artık adam kaçırmayı geçmiş işkenceye doğru yol alıyorduk. Hadi
hayırlısı!
478
"Esra!" dedi bana bakarak. Sonra kıpırdamayı denedi ve başaramadı.
"N-ne yapıyorsunuz?" "İyi, sen ne yapıyorsun?" dedi Tuana sırıtarak.
Gencer ona bakıp yüzünü ekşitti, sonra ciddiye almamış gibi bana
döndü ve tekrar kıpırdamayı denedi. "Esra, ne yaptığınızın farkında
mısın? Çözün beni hemen!"
Bir kere bu boktan işe bulaşmıştım. Bari bir işe yarasındı. Onun
önüne doğru yürüyüp karşına diz çöktüm. "Çözeceğiz elbette ama
önce bize anlatman gerekenler var?" "Ne?" dedi şaşkınlıkla.
"Ne denmez, efendim denir. Kaba domuz!" dedi Tuana.
Gencer yine ona 'Sen ne tür bir çatlaksın?' bakışı attı. Tuana da geri
durmayıp 'Kaliteli çatlak!' bakışlarıyla cevap verdi.
"Esra saçmalama! Bu yaptığınız suç! Çözün beni!"
"Önce sorularıma cevap vereceksin Gencer!" dedim ifademden taviz
vermeyerek.
"Ne sorusu? Sen kendinde misin?" dedi öfkelenerek.
"Hem de fazlasıyla. İlk olarak Deniz'in söylediklerinden başla."
"N-ne Deniz'i?" dediğinde sesi fazlasıyla tereddütlü çıkmıştı. "Deniz
ne söyledi ki? Hem sen onu görmedin bile, nasıl bir şey söylemiş
olabilir?"
"Her şeyin senin suçun olduğunu söylemiş Akın'a. Devamı da var-"
"Yalan söylüyor," diye atıldı hemen. "Ona inandığını söyleme bana,
hele de sana yaptıklarından sonra. Belki de bu tamamen o sevgilim
dediğin şerefsizin uydurmasıdır. Deniz onunla niye konuşsun ki?"
"Lan!" diye kükredi Tuana. "Şerefsiz senin sülalendir, şerefsiz!"

479
Gencer onu yine dikkate almadı. "Esra kafan karışmış belli ki ama
benim olanlarla ne gibi bir ilgim olabilir? Mantıklı düşün Allah aşkına!
Çöz beni de adam gibi konuşalım."
"Mantıklı düşünüyorum Gencer. Ben bugün beni tehdit edişinden
sonra bayağı bayağı mantıklı düşünüyorum artık. Anlat şimdi! Yoksa
buradan çıkamazsın."
Laflara bak, laflara! Sanki adamın turşusunu kuracaktık. Gören de
bizi 40 yıllık mafya zannederdi. Salmayıp ne yapacaktık bu domuzu?
"Özür dilerim tamam mı?" dedi öfkeyle. "Öyle... Öyle söylemek
istemedim. Sadece beni yine kendinden uzaklaştırmaya çalışmana
sinirlenmiştim."
"Neyine sinirleniyorsun lan şerefsiz?" diye atıldı Tuana. "Ne
yapacaktı seni? Ağabeyimin üstüne kuma mı alacak?"
"Ah! Sen çeneni kapatır mısın artık?" diye inledi Gencer.
"O gün ben de oradaydım biliyor musun şerefsizciğim, Deniz denen
lavuk Akın'la konuşurken... Ne dediğini söyleyeyim mi?" Gencer
huzursuzca kıpırdandı. "Her şeyi sen planlamışsın hasta pislik. Hani
şu saplantılı derecede olan kişilik bozukluğundan bahsediyorum."
Akın'ın söylediklerine göre Deniz ona böyle bir şey söylememişti.
Blöf yaptığını anlamıştım ama asıl sorun hastalıkla ilgili
söyledikleriydi. Bunu tahmin etmiş, ya da boş atıp dolu tutturmaya
çalışmış gibi değildi. Bundan eminmiş gibi söylemişti. Benden
gizlediği bir şeyler vardı.
Beni düşüncelerden çıkaran Gencer'in dişlerinin gıcırtısı olurken,
"Sen... Bunları biliyor olamazsın?" dedi dişlerinin arasından.
"Ama biliyorum canım. Tüm o hastane maceralarını, Deniz'le bu
esnada tanıştığı ve daha birçok şeyi..." "Bilsen ona anlatırdın!" diye

480
tısladı ama sesindeki endişe alenen ortadaydı. "Beni buraya kapatıp
sorguya çekmezdiniz."
"Anlattım zaten," diye yalan söyledi Tuana. "Ama yengem senden
de duymak istiyormuş. Neden yaptığı merak ediyor."
Gencer'in önce şokla gözleri irileşti ama kısa sürede ifadesi
bambaşka bir hale bürünüp isterik bir şekilde güldü. "Neden mi
yaptım?" Yemi yutmuş muydu yani? Bu kadar çabuk mu? "Neden
yaptım ha! Anlatayım o zaman." Bayağı bayağı yutmuştu.
"Seni seviyordum ben!" diye birden bağırınca irkildim. "Ama o
şerefsiz benden önce davranıp sana açıldı. Bekledim, onu
bırakacağın günü bekledim çünkü onu sevmen bana imkânsız
gelmişti. Şizofren pisliğin tekiydi. Onunla hastanedeki tedavilerimiz
sırasında tanışmıştık. Keşke o pisliği hiç tanımamış, dost
olmasaymışım dedim her gün. Beni sırtımdan vurdu."
Öğrendiklerimle kendimi sakin kalmaya zorlayıp, "Biliyor muydu?"
diye sordum.
Yine güldü. "Bilmesi mi gerekirdi? Söylememiştim ama anlamalıydı.
Anlamadı. Hatta gözümün önünde iğrenç aşkınızı yaşamaya devam
ettiniz. Neden yaptığımı merak ediyorsun ya Esra, senin için yaptım.
Onun ilaçlarını vitamin haplarıyla değiştirdim, bazen de kendi
ilaçlarımla, terapilere gitmesini engelledim evet, yaptım." Kanım
dondu adeta. Tuana'ya baktığımda o aynı ifadesini koruyor ve
hislerini iyi maskeliyordu.
"Ona seninle ilgili saçma sapan şeyler anlattım." Dudakları iğrenç bir
şekilde yana kaydı. "O gün ona seni Hakan'ın evinden çıkarken
gördüğümü söyledim. İlaçlarını kullanıyor olsaydı bana inanmazdı
belki ama kullanamıyordu işte. Ruh hali uzun süredir hiç iyi değildi
zaten. Her şeyi planlamıştım, o sana saldıracak, ben ise seni kurtarıp
kahramanın olacaktım ama lanet kızın kaybolacağı tuttu, işler
toparlayamayacağım bir biçimde kontrolümden çıktı. Sana
481
yaklaşmaya her çalıştığımda da benden kaçtın. Benden kaçtın ama
gidip o şerefsizi buldun. İşte o an seni kaybetmemeye ant içtim."
Bedenim kaskatı kesilmişti. Bir an ne söyleyeceğimi de ne
yapacağımı da bilemeden sadece ona baktım ama sonra... Öylesine
öfkelendim ki şiddetle yakasına sarıldım. "Seni adi hastalıklı şerefsiz!
Ben senin yüzünden neler yaşadım lan? Neler yaşadım Allah'ın
belası!"
"Senin için yaptım," dediğinde yumruğumu daha fazla tutamayıp
yüzüne indirdim ve bir kaç ağır küfür savurdum.
"Hayatımı mahvediyordun kahrolası. Hayatımı mahvediyordun."
Tuana gelip beni geri çektiğinde ayağa kalkıp ellerimi öfkeyle
saçlarıma daldırdım. Bugüne kadar her şey için Deniz'i suçlamıştım
ama şimdi onun da benim gibi kurban olduğunu öğreniyordum.
İkimiz de bu şerefsiz herifin aşk diye nitelendirdiği hastalıklı
duygularının kurbanıydık. İkimiz de bir hiç yüzünden bedel
ödemiştik. Dahası ben onu ve kendimi Gencer yüzünden öldürmeye
çalışmış ve günlerimi hastanelerde onu yüzünden işkence içinde
geçirmiştim. Deniz... Suçsuzdu ve hiçbir suçu olmadığı halde onun
yüzünden aylarını komada geçirmişti.
"Sakin ol!" dedi Tuana.
Gencer, "Seni seviyorum Esra," dedi bir de utanmadan.
"Kapa çeneni!" diye gürledim.
"Seni seviyorum ve vazgeçmeyeceğim. Neler yapabileceğimi
gördün, daha fazlasını da yaparım," diye beni tehdit etti yine.
Tuana hızla yanına gidip yüzüne dizini geçirdi ve eğilip yana dönen
başını çenesinden kavrayarak kendisine çevirdi. "Bok yaparsın!"
dedi. Elini onun arkasına doğru uzatıp samanların altından telefonu
aldı ve kulağına götürdü. "Burak ağabey?"
482
Burak mı? Burak'ın bunlardan nasıl haberi olmuştu?
Gencer'in rengi birden attı ve "Yalan söylüyorsun," diye bağırdı.
"Telefon... Telefon çekmiyordu."
Tuana güldü. "Bu farklı bir operatör bebeğim ve garip bir şekilde en
iyi bu samanlıktan çekiyor. İstersen yalan olmadığı kanıtlayabilirim."
Telefona döndü ve "Dinlediniz mi Burak ağabey?" diye sordu.
Sesi dışarı vermiş olmalı ki Burak'ın sesini duydum. "Dinledik
güzelim, her bir pisliğini dinledik. Değil mi
Serhat Hocam?"
Serhat Hoca! Gencer'in babası olan Serhat Hoca mı?
Gencer öfkeyle küfürler savurmaya başlarken artık şiddetle
kurtulmaya çalışıyordu. "Bana ver!" dedi Serhat hocanın sesi. Sonra
telefonu almış olmalı ki konuşmaya o devam etti. "Esra!" dediğinde
gözlerim doldu. "Esra kızım! Özür dilerim. Her şey için özür dilerim.
İlaçlarını kullandığını ve iyileştiğini sanmıştım ama merak etme! Bu işi
çözeceğim. Şu an yoldayız, yaklaşık bir saate orada oluruz. Her şeyi
halledeceğim kızım!" "Beni tekrar o hastaneye kapatamazsın!" diye
bağırdı Gencer.
"Bu konuşma kayıt altında ve senin iki seçeneğin var oğlum," dedi
Serhat hoca, artık mahcup değil öfkeli geliyordu sesi. "Ya bana
zorluk çıkarmaz, tedavi olmayı kabul eder ve hastaneye gidersin ya
da kaydı polise veririm ve tüm bunları polis zoruyla yaşamak zorunda
kalırsın."
Gencer hareketlerini kısa bir an durdurup gözlerini kapattı ve derin
nefesler aldı. Tam kabullendiğini sanırken gözlerini açtı. Artık o
gözlerde deli pırıltılar vardı. "İkisi de olmayacak!" diye tısladı. O an
ben, iplerinden nasıl kurtulduğunu bile anlamadan ayağa fırladı ve
Tuana'nın kollarını kavrayarak onun bedenini sertçe samanlığın
taştan duvarına vurdu. Tuana acı bir çığlıkla yere yığıldığında ben de
483
çığlık attım. Öfkeden kararan gözleri beni bulurken Tuana'ya doğru
koşmaya çalıştım ama o, anında beni de yakaladı. Yere fırlatıp
bacaklarımın üzerine oturduğunda ellerimi de sıkıca bileklerinden
kavradı. "Seni şerefsiz!" diye bağırdım çırpınmaya başlarken.
Başını yana eğdi ve öfkeyle güldü. "Bunu yapmayacaktın Esra, bunu
yapmayacaktın. Beni yaktın ama sen de yanacaksın!"
Gözüm duvara dayalı küreği buldu. Bileklerimi sert bir hareketle
çekip kurtarırken onu tüm gücümle itip küreğe doğru atıldım ama
bacağımdan yakalayıp beni geri çekti. Yüzüne bir yumruk
indirdiğimde bir an kurtuldum sandım. Ta ki benimde yüzümde
şiddetli bir acı baş gösterene kadar... Ve yine sırtım yerle buluştu.
Görüşüm puslanırken gittikçe paniğe kapılmaya başladım.
"Seni bekledim," dedi. "Seni bekledim ama artık beklemeyeceğim.
Bugün ikimizin de son günü olacak." Elleri boynumu kavradığında
yapabileceğim tek bir şey vardı artık. Dudaklarımı aralayıp belki de
son kez derin bir nefes aldım ve sesim yettiğince bağırdım.
"AKIN!"
• 'Dayı'
Esra Yağmurlu
🍀
Boynumdaki elleri nefesimi şiddetle keserken gücüm yettiğince
debelenmeye başladım. Neredeydi bu domuz herif? Samanlık evin
biraz uzağında kalsa da yüksek seslerin ulaşamayacağı kadar da
değildi. O an kafama bir şey dank etti. Bu herif küfürle çalışıyordu.
Küfür ise benim uzmanlık alanımdı ama yine de Gül'ün hatırından
hakaretle de yetinebilirdim. Alamadığım nefesler sonum olacaktı ki
zor bela, "Allah'ın belası... Domuz herif!" diye bağırmaya çalıştım
ama sesim o kadar kısık çıkmıştı ki ben bile zor duyabilmiştim.

484
Gözlerim kararmaya başladığında Gencer hızla uçarcasına ileri
savruldu. Şiddetle öksürmeye başlarken üzerinde yer eden bedeni
fark edebilmiştim. Sonra ise gürleyen sesini duydum. "Allah'ın belası
domuz herif, canını almaya geldi piç!"
Azman ona ardı ardına yumruk atmaya başlarken başka bir ses
kulaklarıma doldu. "Tuana! Hadi güzelim, aç gözlerini!" Berraklaşan
görüşüm duvar dibindeki ikiliyi bulduğunda öksürüklerim de
kesilmişti. Ellerimden destek alarak Tuana'ya doğru yönelmeye
çalışsam da hala tam manasıyla kendimi toparlayamadığımdan ve
şerefsiz herifin sıkmaktan uyuşturduğu bileklerimde güç
kalmadığından başaramadım. Zaten bileğimdeki alçıyı salaklığımdan
çıkardığımdan şimdi sağ bileğimde zonkluyordu.
Azman'ın yumruk sesleriyle Tuana gözlerini kırpıştırarak araladı.
Hem Nick hem de ben o an sesli birer nefes aldık. "Ah! Tanrıya
şükür!" dedi Nick onu göğsüne bastırırken.
"Allah'ım!" diye inledi o an Tuana ve Nick yüzüne bakmak için onu
hafifçe geri çekti. "Allah'ım!" diye yine inledi Tuana. "Cennette de
bana bu herifi verdiğin için sana ne kadar teşekkür etsem az.
Sonunda verdiğim sadakaların işe yarayacağını biliyordum."
"Tuana iyi misin?" dedi Nick telaşlı sesiyle.
"Ölümüme dayanamayıp arkamdan intihar ettin değil mi?" dedi
Tuana hüzünlü bir sesle.
"Evet!" dedi Nick, hala telaşlı olsa da hafifçe gülümseyerek. "Hiç
durur muyum sensiz? Atladım geldim hemen. Hem trafik de yoktu
şansıma."
"Sırat köprüsünde de mi?" "Sırat neyi?" dedi Nick.
"Boş ver, boş ver," dedi Tuana. "Zaten ben de görmedim daha. Ay,
bakarsın ikimiz beraber geçeriz. Ya çok romantik!" Sert çarpmıştı
duvara tabii. Bu gidişle de sayesinde hepimiz çarpılacaktık.
485
"Başlarım romantikliğine!" diye birden patladı ecnebiboy. "Ben sana
ne demiştim kızım? Ne demiştim?" "Ölüme de beraber yürürüz mü?
"Hayır!" dedi Nick öfkeli bir sesle. "Ben yanında yokken ölmek yok
demiştim."
"Ha! Şey... Çok pardon aşkım ya! Planlanmış bir şey değildi.
Tamamen kendiliğinden gelişti."
Nick gülüp tekrar ona sarıldı ama birden panikle elini çekip
avucundaki kızıllığa baktı. "Yaralandın mı sen?
Tuana yaralandın mı?"
Tuana'nın bir şey söylemesine fırsat vermeden onu dizlerine yatırıp
üzerindeki asker yeşili tişörtü çıkardı ve onu tekrar doğrultup önce
başını kontrol etti, sonra tişörtü başının altına bastırdı. "Neyse ki..."
dedi rahatlayarak. "Büyük bir şey gibi durmuyor. Yine de ayağa
kalkma sakın! Uzan biraz daha."
Tuana iç çekip, "Allah'ım!" dedi yine. O Nick'i dinlemek yerine
bambaşka âlemlerdeydi şu an. Sapıklık âlemlerinde... "Keşke
ölmeden önce şu baklavaların tadına baksaydım. O son dilenciye
inanmayıp sadaka vermediğim için mi bu ceza?" Elini zorlanarak
kaldırıp Nick'in çıplak gövdesine götürdü ama dokunmadı. Birden bir
diziden alıntı yaparak sesini yükselti. "Rabbim! Ne büyük acılar
bunlar? Buradasın ama dokunamıyorum. İçim gidiyor ama
sarılamıyorum. Çok saçma!"
"Tuana saçmalama!" dedi Nick kendini tutamayıp gülerek. Elini tutup
kalbinin üzerine götürdü. "Dokunuyorsun ya güzelim. Hemen drama
bağladın sen de. İyisin!"
Tuana bir homurtu çıkardı. "Yahu ben oranı mı diyorum?"
Nick'in tek kaşı havalanınca, "Baklavaları diyorum, baklavaları," diye
atıldı görümce. "Senin de için ne fesatmış ya?" Hâlbuki çocukta öyle
486
ahım şahım baklava da yoktu. Tamam, fit bir vücudu vardı ama
Tuana'nın çocuğa Baklavacı Ömer Usta muamelesi yapabileceği
kadar da değildi. Azman'ımın yanından geçemezdi. Sahi ya, onu
unuttuk!
"Tuana!" diye gürleyen sesle bakışlarım diğer tarafa döndü bu kez.
Oha ama ya! Bu herif hala bu şerefsizi mi yumrukluyordu?
Azman Tuana'yı kısaca süzdü ve iyi olduğuna kanaat getirmiş olacak
ki gözleri bu kez beni buldu. Altındaki şeref yoksununa kısa bir göz
atıp bayıldığına kanaat getirince hızla kalkıp yanıma geldi. Yerden
çektiği bedenimi sıkıca kendisine bastırırken, "Ecelim olacaksın
kızım!" dedi. "Bir gün beni öldüreceksin sen! Aklım çıktı, aklım!"
Geri çekilip yüzüme baktı önce, sonra ise yaralanıp yaralanmadığıma
kanaat getirmek için üzerimi taradı.
Gözleri boynumu bulunca dişlerini sıktı. "Geberteceğim!" diye
gürledi. "Bu şerefsiz or-"
Bir an yine Gencer'e atılacak gibi olunca kolunu tutup, "İyiyim ben!"
diye sözünü kestim.
"Ben de iyiyim ağabey! Sağ ol yani," diye yakındı Tuana. "Biraz
beynim aktı sadece ama iyiyim. Sağ ol sorduğun için!"
"Sende beyin var mıydı Tuana?" diye bağırdı Azman. Ya bu çocuk
niye bağırıp duruyordu Allah aşkına? Zaten kulaklarım uğulduyordu
hala. Gözleri bu kez beni buldu ve yine bağırdı. "Ya sende? Siz ne bok
yiyorsunuz lan bu herifle?"
"İfadesini aldık!" diye sırıttı görümce. Sonra acıyla yüzünü
buruşturdu.
"Dur ben senin ifadeni alacağım, az kaldı!" dedi Nick dişlerinin
arasından.
"Sana ne oluyor lan?" diye yine gürledi Azman.
487
O an bir tüfek sesi doldurdu samanlığı. "Ula ırz düşmanlari
namızsızla! Yaktım çırağuzi (çıranızı)!" Nenem! Ah nenem! Bir sen
eksiktin, sen de gel! Sen de gel, tam olsun!
Nenem tüfeğin namlusunu bize çevirip şerefsiz Gencer'e göz attı.
"Seni ırz düşmani!" dedi Azman'a. "Damadi öldürup gizi gaçiracadin
ha!"
"Nene bir du Allah aşkina!" dedim doğrulmaya çalışırken. "Öyle
olmadi o iş!"
"Sen sus zilli!" dedi nenem. "Senin da siran gelecek. Daha evleneli ne
kada oldi da koca boynuzlaysın?" Elinin birini dizlerine vurup başını
iki yana salladı. "Uyy seni zilli!"
"Ne kocası nine?" dedi Tuana. "Bu şerefsiz, yengemin kocası falan
değil. Zaten bu heriften koca moca olmaz. Bundan olsa olsa koca bir
domuz olur."
"Gene ne diy ha bu çırpi bacak?"
Tuana o an açtı ağzını yumdu gözünü. Hani şu filmlerde müzik çalar
da bir olay anlatılmaya başlanır ya şu an o durumdaydık. Bir
müziğimiz ekşitti işte. Tuana patlamış beynine rağmen susmayan
diliyle ne var ne yok anlatmıştı. Tabii bazı kısımları es geçerek. Deniz
meselesine girmeden Gencer'in hastalığından başlamış, benim
nenemin korkusundan bir şey söylemememden çıkmıştı. Burak'la
konuşmasını da es geçmemişti tabii. Bu domuz sevgilim Burak'ı
gelmeden önce Gencer'i araştırmasını söylemiş, Tuana da bugün
Burak'ı arayınca, Azman'a onunla konuşmasından sonra bir daha
ulaşamayan Burak, ilk ona anlatmış meğer öğrendiklerini.
Azman ise yeni aldığı bilgilerle bir ala bir mora dönmüş sonunda ise
domates kırmızısında karar kılmıştı. Burnundan soluyordu ki
Gencer'e tekrar atılmasın diye ben de mecburen ahtapot misali ona

488
sıkıca sarılmak zorunda kalmıştım. Hem de nenemin önünde.
Nenemin!
Kelimeyi şahadet yükleniyor yazdı uzun zaman sonra neon ışıklarla
ekranda.
"Yani ninecim..." dedi en sonunda Tuana. "Bu herif hasta domuzun
teki, bu kız bu herifle evli falan değil; bu oğlan da bu kıza sevdalı.
Hatta sevgililer, hatta ve hatta evlenecekler, hattasının hattası bana
minik minik yeğenler yapacaklar."
Zar zor kalkan elimle alnıma vurdum. Evet, az sonra kurşunlara
gelecektim. Arka planda İbrahim Tatlıses çalıyordu artık. 'Gel Gel
Gümle Gel. Gel Gel Gümle Gel. Gel Böğrüme Domdom Kurşunu!'
Domdom kurşununu beklerken nenemin eli kalbine gitti. Aha!
Kalpten gidecekti şimdi. "Nene!" diyerek tam hareketlenmiştim ki
Azman beni durdurdu ve nenem elini iç cebine soktu. İki mermi
çıkarıp tüfeğe sürdü ve namluyu bu kez Gencer'e doğrulttu.
"Temek asıl ırz düşmani namızsıs buymiş! Gıracağım başıni,
yedıreceğum oğa mermiyi!" dediğinde bir kez daha anladım ki,
sinirlenince nenemin yöresel ağzı iyice birbirine karıştırıyordu.
Azman'ı aniden bırakıp sürünerek Gencer'in baygın bedeninin önüne
geçerken, "Nene dur artık ya!" diye inledim. Azman da neneme
yönelmişti. O da durdurmaya çalışacak diye düşünürken tüfeği kıvrak
bir hareketle nenemin elinden alıp bu kez o Gencer'e doğrulttu.
"Ben vururum Asiye nine! Sen elini hiç kana bulama!"
"Uy gurban olurum seni verene evlatım! Aferin sana!" dedi nenem
onun sırtına vururken. Ulan adam tek hareketle nenemin gözüne de
girmişti. Şeytan tüyü vardı bu çocukta resmen. Benim inat nenemi
bile kendine hayran bırakmışsa bundan her şey beklenirdi.

489
"Saçmalama Akın!" dedim namlunun önünü kapatırken. "İndir
şunu!"
"Çekil Asi! Bana bugüne bugün ırz düşmani avcisi derler bu köyde.
Piç avlayan da olabilir."
"Uy uşuğum! Nenen gurban sana! Vur hau (şu) ırz düşmanini!"
"Saçmalama Akın! Bak elinden bir kaza çıkacak şimdi! İndir şunu!"
"Lan bu herif seni öpmeye çalışmış, az önce de öldürecekti resmen.
Diğer yaptıklarını hiç saymıyorum bile.
Yok, ben bunu vuracağım."
"Vuracasın tabii!" diye başını salladı nenem.
"Ben sana don, atlet getiririm ağabey. Vur gitsin!" dedi Tuana.
Allah'ım sen sabır ver!
"Valla sen onu vurursan..." dedi Nick. "Ben de peşinden bir daha
vururum kayınço. Seni içerde yalnız bırakamam. Kader arkadaşıyız
bundan sonra. Vur gitsin ama bana da mermi bırak!"
"Helal olsun sana da uşağum!" dedi nenem. "Gavur mavur ama has
uşaksun."
Hayretle açılan gözlerime Tuana'nınkiler eşlik etti. "Sen vuramazsın.
Ben seni özlerim oğlum."
"Lan!" diye gürledim. "Sen özlersin de ben özlemem mi? Ben de bu
domuzu özlerim."
"Merak etme gızım," dedi nenem. "Bu şerefsızi bi vursun yeni
damat, ben sizı evlendırecım. Hatta şu çırpi bacakla, gavur damadi
da aradan çikarıruk. İmam yoldadi, gelı birazdan. Bu ırz düşmaninin
da selasıni verır hem."

490
Ya nenem! Sen gecenin köründe imamı nereden buldun Allah
aşkına? Ayrıca sen de ne vurma düşkünü kadın çıktın başıma. Ateşe
barutla gidiyorsun nenem. Yapma kurban olayım!
"Kimse kıpırdamasın! Polis!" Tüm gözler kapıya çevrildi o an. Elinde
tabanca tutan 25-30 yaşlarında bir adam samanlığın kapısında
dikiliyordu. Aha! Polis de gelmişti sonunda. Ne güzel ya!
Adam kaçırma, darp etme, işkence, öldürmeye teşebbüs... Allah'ım
şimdi bittik biz. Haydi, buyurun cenaze namazına!
Adamın arkasında ise Deli Nuri duruyordu. Onun elinde de bir çubuk,
silah gibi üzerimize doğrultmuştu. Gören de bu deliyi sat komandosu
sanırdı. "İşte komiserım!" dedi Deli Nuri. "Teröristler ha buradadır.
Ejderhalarımın yarisini telef ettılar vicdansızlar!"
"Ejderha mı?" dedi polis. "Lan ben de ciddi ciddi terörist sandım
Allah'ın delisi!" "Dayı!" dedi Tuana iri iri gözlerle.
"Dayı mı?" dedim ben de. Bu herif şimdi bunun dayısı mıydı? Bu
herifte artist olurdu, manken olurdu, Türk polis teşkilatının bir neferi
de olurdu ama dayı... Dayı olmazdı. Mümkün değil olmazdı yani.
Hafif uzun Azman'a benzeyen kumral saçları vardı ve yine Azman'ı
andıran ela gözleri. Azman'dan biraz daha yapılı olsa da, harbiden bu
adam Azman'a biraz benziyordu. Erkek dayıya çeker boşuna
demiyorlardı demek. Yine de dayı olmazdı bundan, o kadar. Ayrıca
dayı ne alakaydı ki şimdi?
"Dayı?" dedi Azman ona göz ucuyla bakarken. "Hoş geldin. Tam da
zamanında geldin. Şu şerefsizi öldüreyim, sonra teslim alırsın beni."
Dayı silahını kılıfına sokup onun yanına geldi. "İndir lan şunu!" dedi
silahı kavrayıp elinden çekerken.
"Ver dayı şunu!" diye elinden almaya çalıştı Azman. "Ant içtim
geberteceğim bu herifi!"
491
Dayı tüfeği vermemeye direnirken Azman'ı geri itti. "Rahat dur
oğlum! Zaten adamın pestilini çıkarmışsın." "Hak etti puşt!" dedi
dişlerinin arasından Azman.
"Hak etti kabul de, oğlum bize de bıraksaydın ya. Ben şimdi bunu
merkeze götürüp keyifle dövemem ki artık. Sesi de çıkmaz bunun."
Dayı da manyak çıktı, iyi mi?
"Uşağum sen polis misın?" dedi nenem.
"Polisim nine," dedi Dayı. "Kanunun namına birilerini tevkif etmeye
geldim. Artık kim olursa."
"Eyi! Al ha bu pok yiyenın uşağini da elimızı kana bulamiyalım."
Nenem sonunda imana gelince rahat bir nefes aldım. "Ben gideyım
da imam geldi mi diyne (diye) bakayım!" Ya nene hala imam mı
diyorsun? Pes Vallahi!
Nenem samanlıktan çıkarken, "İmam mı?" dedi dayı.
"Uzun mesele!" diye geçiştirdi Azman.
Dayı üstelemeyip eliyle Deli Nuri'yi yanına çağırdı ve ona iki plastik
kelepçe uzattı. "Şu ejderha düşmanı teröristtin ellerini ve ayaklarını
bağla asker!"
Deli Nuri elini alnına götürüp asker selamı çakarken, "Emredersin
kumandanım!" diye bağırdı ve kelepçeleri elinden alıp Gencer'i
kelepçeleme işine ciddi bir giriş yaptı.
"Seni ejderha düşmani! Ne istedın benım ejderhalarimdan?" diye
söylenmeyi ve ona bir iki tane vurmayı da ihmal etmiyordu.
"Sen ejderha düşmani diğil miydın?" diye sordum sanki normal bir
konuşma yapar gibi, hatta sanki şu an problemimiz buymuş gibi.
Hatta ve hatta bu adam sanki bir deli değilmiş gibi... Sanki burada
deli olmayan vardı da.
492
Başını bana çevirdi. Tek eliyle Gencer'i sıkı sıkıya tutarken diğeriyle
kafasındaki Trabzonspor beresinin üzerinden başını kaşıdı. "He
oyleydi Asiye ama sora ejderha çifliğı kurmaya karar verdım. Hiç oyle
bakma bağa! Eyi para var ha bu işte."
"Ne kadar mesela?"
Yerden çubuğunu alıp kaldırdı ve bana da gösterdi. "Ha bu
Lamborciniyu nasi aldım sanıysın? Derenın kenarındaki villa da
benım." Göğsünü kibirli bir hareketle şişirdi. Ben durmuş bir deliyle
ne diye konuşuyorsam zaten.
"Bu kız mı?" diyen dayıyla gözlerimi ona çevirdim.
"Yok, oğlan!" dedi Azman alayla. "Kız tabii, görmüyor musun dayı?
İyice yaşlandın sen, gözler de görmüyor artık."
Dayı eliyle onun ensesine bir tane vurdu. "Oğlum senin kız bu mu
diyorum! Oldum olası boş kafalının tekiydin zaten."
"Annem sana benzediğimi boşuna söylemiyor," dedi Azman hem
sırıtıp hem boynunu ovalayarak. Dayı ona doğru hamle yapınca geri
sıçradı. İkisi şu an hemen hemen aynı yaşlardaki kardeşlere
benziyorlardı.
"He benim kız!" dedi gülerken.
"Bu kız sana nasıl baktı hayret!" dedi dayı.
Onu hiç sorma dayı! Ben de bilmiyorum.
"Sana benzemediğim bir huyum sayesinde."
"Neymiş o?"
"Yakışıklılığım, çekiciliğim, cazibem... Dur ya! Ben bayağı bayağı sana
benzemiyormuşum ki zaten." "Bana benzesen ibnenin teki olmazdın
zaten," dedi dayı.

493
"Sana benzesem puştun teki olurdum, doğru."
"Polise görev başında hakaret ha! Kodesde bir kaç gün kal da aklım
başına gelsin!" dedi dayı yine onun üzerine yürümeye başlarken.
"Yanlış anladın dayı!" dedi Azman ve sırıtıp geri geri gitmeye başladı.
"Türk silahlı kuvvetlerine saygımız sonsuzdur. Ver elini öpeyim.
Yaşlısın ya sen, hürmet göstermek lazım."
Yüzümdeki sırıtmayla onları izlemek keyfimi bayağı bayağı yerine
getirmişti. Hatta sırtımı samanlığın direklerinden birine yaslayıp bu
komik hallerini izlemeye başlamıştım. O sırada varlığını unuttuğum
ikiliden, bu kadar zaman sesinin çıkmamasına hayret ettiğim
görümce, "Bölmek istemem ama..." dedi tereddütlü bir sesle. "Dayı
senin ne işin var burada?" diye ilk defa mantıklı bir soru yöneltti.
"Bu herif saçma sapan bir şey yapmasın diye Burak haber verdi,"
dedi dayı Azman'a kısık gözleriyle bakarak ve ardından gözlerini
Tuana'ya çevirdi, aynı anda da gözleri daha da kısıldı. "Bu yarı çıplak
herif de kim ve niye benim yeğenime sarılıyor?"
"Tanıştırayım, damadın!" dedi Azman yüzünü ekşiterek.
Dayının yüzünü ise birden sinsi bir sırıtış kapladı. "Ne güzel bir haber
bu! Sesi çıkan bir hedef buldum desene!"
Tuana, "Ya!" diye inlerken Azman güldü.
"Dayı!" diye birden sırıttı. "Hasretli kavuşmamızı bir kenara
bırakırsak, beraber bir danaya girmeyeli ne kadar oldu?"
"Çok oldu yeğenim, çok oldu," diyerek ellerini ovuşturdu dayı. "Nasıl
hasret çektiğimi bir ben bilirim." Deli
Nuri'ye çevirdi gözlerini ve bir plastik kelepçe daha çıkardı ceketinin
cebinden. Sanırım o ceketin içi plastik kelepçe deposuydu.

494
"Asker!" dediğinde, "Emredin kumandanım!" diyerek ayağa fırladı
Deli Nuri ve bir asker selamı daha çaktı.
"Şu ırz düşmanını da kelepçele. Senin ejderha çiftliğini
bombalayacakmış namussuz."
"Uy! Bitirdım senı, Ejderha düşmani!"
Nick yutkundu, iki deli ise sinsice sırıtmaya devam etti. O an anladım
ki Deli Nuri bile bu dayı, yeğenin yanında akıllı sayılırdı.
Deli Nuri plastik kelepçeyle Nick'e doğru yürürken, Tuana,
"Dokunanı yakarım!" naraları atıyordu ve benim beynimin arka
planında tehlike sirenleri bangır bangır çalıyordu.
'Onbeş Kişiye Saldırdım.
Vurdum Vurdum Saymadım.
Yumruk Yedim Durmadım.
Yere Düşdüm Caymadım.
Tek Başıma Savaştım.
Hepsini Yerden Topladım...'
• 'Garip Teklif'
Esra Yağmurlu
🍀
Kampüsten içeri adımımı attığımda burayı ne kadar çok özlediğimi
fark ettim. Bu egzoz kokusunu, betonarme yapıları, sokaklardan
yükselen korna seslerini, yeşillikten uzak kentleşmeyi... Yahu ben
burayı neden özlemiştim harbiden?
Başımı iki yana sallayıp güldüm. Ben hayatımı özlemiştim. Normal
sıradan üniversite hayatımı. Gerçi artık hayatımda Azman varken
495
normal kelimesi tasını tarağını toplayıp hayatımdan hızla çıkmış ve
uzak diyarlara yol almaya başlamıştı ama bundan asla şikâyetçi
değildim. Son olanlardan sonra Serhat Hoca Gencer'i bilmediğim,
merak daha etmediğim bir kliniğe yatırmıştı, sanırım Gencer de
mecbur kaldığından kabul etmek zorunda kalmıştı. Serhat Hoca
kendini affettirmek için olsa gerek geçen sürede yapılan
devamsızlıklarımızı da halletmişti. Yoksa en az iki dersten kesinlikle
kalmıştım çünkü devamsızlığımın sınırındaydım.
Ertesi günün sabahında ise nenemin imam nikâhından bin bir
zorlukla sıyrılıp soluğu yine Ankara'da almıştık. Sonra da Deniz'in
evinin önünde. Azman'ın tüm itirazlarına rağmen onu ikna edebilmiş
ve Deniz'e gitmeyi kabul ettirebilmiştim. Yine de bu durumdan
memnun olmadığını her seferinde göstermekten geri durmamıştı.
Deniz kapıyı açıp beni gördüğünde yüzüne bir şok ifadesi oturmuştu.
İlk başta ne diyeceğini bilemiyor gibi sadece susmuştu. Yüzü gözü
perişan haldeydi. Sanırım Azman bana onu hırpaladığını söylemeyi
unutmuştu(!), gerçi ikisinin konuşmasının normal geçeceğini
düşünmek zaten mantıksız olurdu.
Onun konuşamayacağını anladığımda onu affettiğimi söylemiştim.
Omuzlarının öyle bir düşüşü vardı ki içim acımıştı. Sonra ise
hayatımda ilk kez onu gözleri dolarken görmüştüm. Ona sıkıca
sarıldığımda bir zamanlar âşık olduğum o adam hüngür hüngür
ağlamaya başlamıştı ve benim de ona katılmam uzun sürmemişti. O
art arda özürlerini sıralarken Azman ağzının içinde bir şeyler
söylemekle yetinmişti, muhtemelen küfretmişti ama bize de engel
olmamıştı. Dile getirmekten kaçınsa da sonunda Deniz'in masum
olduğu gerçeğini kavradığını biliyordum.
Sonuç olarak Deniz artık hayatımın en büyük kâbusu olmaktan o gün
çıkmıştı. Hatta dün onu havaalanından bizzat biz yolculamıştık. Biz,
yani ben ve Akın... Bu şey diye algılanmasın... Güle oynaya
havaalanına gittiğimiz. Adam gidene kadar buna ne gerek var şimdi
496
deyip durmuştu ama ben en azından Deniz'in bu ülkedeki son
anlarında yanında olmak istiyordum. O aslında mükemmel birisiydi
ve bir gün layık olduğu hayata kavuşacaktı. İnanıyordum.
"Azgirl!"
Başımı çevirip yan tarafıma bakınca Elif'in yanıma koşturduğunu
gördüm. Hızını alamayıp kolunu boynuma dolarken az kalsın
ikimizde yeri boyluyorduk. Sonunda dengeyi kurabildik derken biri
ikimize de freni boşalmış kamyon gibi çarpınca yeri boylamamız
uzun sürmedi.
"Lan maratona mı koşuyorsunuz hayvanlar?" dedim bize çarpanın
Gül olduğunu fark edince. Bu iki deliyi de fena özlemiştim. Gerçi geri
döndüğüm ilk gün Elif'in oklava seansından sonra, 'Hadi gel
köyümüze geri dönelim, Fadime'nin düğününde halay çekelim,'
dizeleriyle tekrar köye kaçmaya çalışmış, bir posta da o yüzden
dayak yemiştim ama neyse... Zor saatlerdi.
"Maratona sen koşuyorsun kardeşim," dedi Elif. "Vıcık vıcık bir aşk
maratonu!" Ellerini havaya kaldırıp manşet atar gibi yaptı.
"Azmaraton!"
"Ya bence çok tatlılar!" diye inledi Gül. Sonra yüzünü buruşturdu.
"Yani en azından o son olayı görmeseydim kesinlikle çok tatlı
olduklarını düşünürdüm."
Elif, "Son olay?" diye sorgularken benim yüzüm yine Çanakkale
domatesine dönmek üzereydi. Lanet kapıyı ya kilitlemeyi öğrenmeli
ya da domuz sevgilimi odamdan uzak tutmalıydım. İkincisi daha
mantıklıydı çünkü domuz herif kapımın menteşelerini kırdığı için o
kapı kilitlenmiyordu artık.
"Azman'ı tıkınırken gördüm de," dedi Gül bana imalı bir bakış atarak.
"Esra'nın odasında." Bir dost bu kadar çabuk harcanmamalıydı.

497
"Ne var bunda?" dedi Elif. "Normal bir şey bu. Domuzlar da yemek
yer."
Gül'e kaş göz işareti yapsam da iplemedi beni. "Yediği şey Esra
olmasaydı normaldi tabii."
Elif bana bakınca gözleri irileşti. "Evimi pis emellerinize alet mi
ediyorsun sen, edepsiz Azgirl?" Sonra elini dudaklarına bastırdı. "Ah
kusacağım. Gül eve gidince her yeri çamaşır suyuna bulayalım.
Bunun odasını da tuz ruhuna. Hatta bu Azgirl'ü de tuz ruhuna
daldırıp çıkaralım."
"Yapalım kardeşim," dedi Gül. "Hijyen önemli. Tüm hormon izlerine
savaş açalım."
Ulan demeyecektim ama sen kaşındın Gül bacım. İçimdeki çirkef kız
dışarı ha çıktı, ha çıkacak! Ahan da çıktı! Demek hormon savaşları ha!
Görev tanımlanıyor yazdı neon ışıklarla ekranda. Sonra kırmızı
ışıklarla görevim kendimi belli etti. Seni madara eden dostunu çatır
çatır harca!
"Mutfağı da tuz ruhuna bulayın!" dediğimde Gül'ün yüzündeki
sırıtma birden kendini öksürüklere bıraktı. Bense 32 dişimi ortaya
serdim. "Hatta yemek masasını da." Gül daha şiddetli öksürmeye
başladı.
"Yemek masası?" dedi Elif anlamayarak ya da anlamaktan korkarak.
"Yemek masası..." deyip sinsice sırıtmaya devam ettim. Şimdi kaşı
gözü ayrı oynayan Gül'dü. "En son Burak orada bir şeyler
atıştırıyordu."
"Kesin Gül'dür," diye güldü Elif, sonra yeni idrak etmiş gibi gözleri
irileşti ve "Gül!" diye bağırdı.
Gül'ün yüzü panik, sırıtma, korku ve minimum her türlü ifade
arasında hızlı geçişler yapmaya başladı. "Ufak bir öpücüktü sadece."
498
"Masa çatlamış!" dedim tek kaşımı kaldırarak. Evet, ilk kez basılan
değil de basan taraf olmanın hazzı vardı üzerimde. İkisini
yakaladığımdaki yüz ifadeleri paha biçilemezdi. Masa çatlamıştı,
çünkü Gül beni görmenin paniğiyle haka dansı yaparak aşağı
atlamaya çalışıp Burak'ın üzerine düşmüştü. Çocuğun bir kaç
kaburgasını sanırım ilk hormon savaşlarına feda etmişti. Eh bu ilk
öpücük seansı da benim baltalamam sayesinde hüsranla
sonuçlanmıştı. Ve bu sinsi kız bu bilgiyi bir kaç değişiklikle halka
pazarlamayı iyi başarıyordu.
"Masa mı çatlamış?" diye gürledi Elif.
Elif aldan mora dönerken, "Sahi..." dedim. "Sen hala nasıl
çarpılmadın Gül? Yemek masasında..."
"Sus!" dedi Elif elini kaldırıp gözlerini kapatarak. "Yalvarırım sus!
Daha fazlasını duymak istemiyorum. Evim resmen günah yuvasına
dönmüş. Rabbim helak edecek sizi de arada ben güme gideceğim."
"Gel gel gümüle gel. Gel gel gümüle gel. Böğrüme domdom
kurşunu!" Söylenen şarkıyla üçümüzün şaşkın bakışları, birden
karşımızda biten ve bir elinde halay mendili gibi ceketini sallayıp
Mahmut Tuncer moduyla halay çeken Tuana'yı buldu.
'Yine ne haltlar dönüyor burada dostum?' diyen Amerikalı iç sesime,
'Biz ha buralarda Amerikan uşağına hesap vermeyuk' diyen has
Trabzonlu yanımla susturdum.
Tuana, "Tey tey tey!" deyip halay çekmeye devam ederken birden
yanında Nick belirdi. İkisi ummalı bir halaya tutuşurken biz hala
yerde ağzı açık bir şekilde onlara bakıyorduk. Bir kaç kişi daha birden
ortaya çıkıp yanlarına birikmeye başladı ve halay ekibi çoğaldı.
Birden bir kemençe müziği kampüsü doldururken önümdeki ekip
Karadeniz semalarına hızlı bir geçiş yaptı. Ayaklar şiddetle yere
vuruluyor, kollar ileri uzatılmış omuzlar ileri geri oynuyordu.

499
"Ha uşak ha!" diye komut verenin Nick olduğunu şu an Yunanistan
Dış İşleri Bakanı görse horon ezelden beri bizimdi diyerek Türkiye'yle
aralarında bir savaş başlamasına sebep olur, Karadeniz bölgesinden
ayaklanan gruplar ise 'Ula ula ula!' diye takalara atlayıp ellerinde
kemençelerle Yunanistan'a doğru yola çıkarlardı. İstanbul'dan bu
manzarayı izleyip gururlanan Türk insanı ise Bülent Ecevit'in şu
meşhur şiirinin iki dizesini usulca mırıldanırlardı. 'Takalar geçiyor allı
yeşilli. Takalar geçiyor dümenleri Lazlı.'
Daha da hareketlenen gruba inanamayan gözlerle bakıp arada
gözlerimi kırpıştırsam da hala karşımda oynamaya devam
ediyorlardı. Garip bir şekilde hepsinin hareketleri de birbiriyle uyum
içindeydi. Sonra bir şey kafama dank etti. Flash mob...
Yok artık! Ama yani... Yok artık! Hadi canım! Azman bunu yapmamış
ol! Ama... Yok artık!
"Ne oluyor be?" dedi Elif ayağa kalkıp, bizi de ellerimizden tutup
kaldırarak.
Horon ekibi gitgide çoğaldı ve etrafımızı çevrelemeye başladılar.
Resmen çığırından çıkmış horon savaşının ortasında kalmıştık. Biri
Elif'i çekti önce, horon savaşında ilk kaybımızı böylelikle verdik.
Kalbimizde yaşayacaksın Elif'ciğim. Mezarına 'Horon savaşında
cesurca çarpıştı' yazacak.
Elif'ten sonra başka biri Gül'ü horon cengine sürükledi. Senin mezar
taşında da 'Arkadaşını ispiyonladığı için layığını buldu' yazacak
Gül'cüğüm. Horon mücadelesinde ayakkabıları paralanasıca hain
dost...
Yuvarlak horon ateşinin içinde tek başıma kalırken saf saf
oynayanları izliyordum. Tam sıradaki kurban benim derken birden
hepsi horonu kesti ve değişen müzikle yere oturdu. Müzikle uyum
içinde mırıldanarak hafifçe sallanmaya başladılar. Allah'ım
bulunduğum yere en acilinden bir göktaşı düşmesini talep ediyorum!
500
Amin...
Başıma gelecekleri içten içe bilerek soğuk terler dökmeye
başlamıştım ki hafif müziğe karışan hoş sesle etrafıma bakındım. Bu
ses... Bu kahrolasıca şarkı söyleyen güzel ses...
Rabbim göktaşı diyorduk en son!
"O ilk bakışın bir adı varsa
Hoş geldin de aşka selam dur kalbim
Dokunduğum yerde güller açarsa Gül bahçesine dönecek tenin..."
Hadi göktaşı! Hadi!
"Gel gel, dokun hisset
Kalbim senin emret..."
Çember hafifçe aralandı ve Azman açıklıktan içeri girdi. Ah'lar yine
havada uçuştu. Allah'ım bu adam yine bana artistlik yapacağım diye
akbabaların radarına giriyordu. Hayır, şimdi şuradan sinsi, entrikalı ve
yılan bakışlı bir kötü yan karakter çıkıp boşu boşuna hikâyemi boka
çevirecekti yani. Ne gerek var şimdi buna?
Azman karşımda durup gülümsedi. Ellerimi tutup şarkının son
dizelerini söylerken ne düşündüğümü bırak adımı bile
hatırlayamayacak kıvama gelmiştim.
"İki kalp severse adı aşk olur İki ayrı kalp aynı anda vurur
Sen, ben ayrı yazılır
Gel biz olalım n'olur"*
Söylemez olaydı. Yüksek bir ah sesi duydum. Gözlerim bir an etrafa
kaydı yine. O entrikacı kötü yan karakteri bir bulursam ben onu var
ya...
"Asi'm!"
501
Kimi arıyordum ben ya? Alzheimer mı olmuştum genç yaşta?
Gözlerim yine Azman'ı bulduğunda o yine, "Asi'm!" dedi. Asi kimdi?
Ben kimdim? Burası neresiydi?
Azman tek dizini yere dayayıp önümde eğildi ve hala bir elim
elindeyken diğeriyle cebinden mavi küçük bir kadife kutu çıkardı.
Açılan kutuyla boynumdan çıkarmadığım kolyedeki gibi denizi
andıran mavi taşlı bir yüzük ortaya çıktı. "Benim gönlümün asi kızı!"
dedi Azman. "Ne dersin? Artık sen, ben değil de biz olalım mı?"
Sessizlik bomba gibi düştü ortamıza. Biz derken? Biz kimiz? Adem'le
Havva'dan gelen bir insan soyu mu? Yoksa Darwin'in dediği gibi
maymunlardan gelen bir maymun soyu mu? Yahu Darwin! Şu
önümde diz çökmüş adamın maymundan geldiğine kim inanır Allah
aşkına? Buna maymunlar bile bir taraflarıyla güler.
"Asi!" deyip beni ana dönmeye teşvik etti Azman.
Şimdi polis izinsiz gösteri diyerek okulu basacaktı. Şu önümde duran
parlak mavi taşın ışığı kodes damlarını aydınlatacaktı. Hayatımın
devamı mapusta kitap yazarak mı geçecekti?
"Yenge!" diye ortaya atlayan görümcemin sesi yine beni düşünce
âleminden çıkardı. "Ağabeyimin bacakları kireç tuttu! De artık ne
diyeceksen? Ya evet de... Ya da evet, evet, evet de!"
Azman'ın bana beklentiyle bakan yüzüne baktım yine. İrileşen
gözlerimle sadece şaşkınca mırıldanabildim. "Sanırım artık seninle
evlenmek zorundayım!"
"Sanırım..." dedi o da sırıtarak. "Ama yine de bir evet desen fena
olmaz."
"Ya da..." dedi Tuana ve yan tarafındaki Nick'e döndü. Yakasından
kavrayıp onu kendine çekti. "Bu da iş görür yenge. Tavsiyemdir,"
deyip Nick'in dudaklarına yumuldu.
502
Azman dişlerini sıkıp başını iki yana salladı. "En güzel günümde katil
olacağım da varmış," dedi birden ayağa fırlarken. Az önce Tuana'nın
yaptığı gibi hızlı bir manevrayla yakalarını kavradım ve Tuana'ya göz
kırptım.
"İyi fikirmiş!" Müstakbel domuz sevgilimin dudaklarına küçük bir
öpücük bıraktığımda boş bulunarak kaskatı kesildi. Okulda olmasak
ve okulun yarısı etrafımızda iş makinası izler gibi birikmemiş olsa
devamını da getirirdim ama henüz Tuana kadar yürek yememiştim.
Dahası Elif'in söylediği gibi Rabbimin gazabını üzerime salmasını
naklen yayın olarak izlettiremezdim. O yüzden geri çekilip, "Ulan
seninle evlenmeyip kiminle evleneceğim?" dedim. "Cevap
veriyorum. Ja, shi, oui, ne, yes, beli ve... Evet, lan evet!"
"Yengeme birden yeni güncelleme geldi herhalde," dedi Tuana.
"Baksana mutluluktan dünya dillerini şıp diye öğrendi."
"Sondaki evet yeterli güzelim, yemişim dünyasını!" dedi Azman
gülerek beni kucaklarken. "Seni seviyorum
Asi kız! Seni çok ama çok seviyorum lan!"
Yerden havalanan ayaklarımı sallarken gülmeye başladım. "Ulan ben
de seni seviyorum Azgın Teke!" dedim ve beni gondol misali bir
oyana bir bu yana sallayan Azman'ı durdurdum. "Ama artık şu
yüzüğü taksan diyorum."
"Ha yüzük!" dedi o da aklına yeni gelmiş gibi. Ayaklarım yere
basarken elimi kavrayıp yüzüğü parmağıma geçirdi. Alkışlar havada
uçuştu ve çok geçmeden kalabalık yavaş yavaş dağılmaya başladı.
Elif, Gül ve Burak'ı gördüm bir an. Gül bize dolu dolu gözleriyle
bakarken Burak ona sarıldı. Nasıl da yakışmışlardı ya! Elif ise önce
bize sonra onlara bakıp yüzünü ekşitti. Bir kusma işareti yapıp
ilerideki kafeteryaya yöneldi. Emindim ki sırf ağlamamak için böyle
kaçarcasına gitmişti. Duygularını belli etmemeye çalışsa da ben onu
tanıyordum. Benim için çok mutlu olduğunu anlamamak imkânsızdı.
503
Burak bize gülümseyip hala ağlayan Gül'ü Elif'in peşinden yürümeye
teşvik etti.
"Seni çok seviyorlar," dedi Azman.
"Ben de onları seviyorum," dedim gözlerim nemlenirken.
"Hey! Sulu gözlülük yok. Benimle evleneceksin, havalara uçman
gerekirken ağlıyor musun? Bu çok büyük nankörlük ama Asi'm."
Gözlerimi kırpıştırırken ağlama isteğimi bastırdım ve gülümsedim.
"Senin şu egon var ya, atmosferi delmişti çoktan ama yakında
galaksiyi de ele geçirecek."
"Senin dilin de öyle," derken bana yine yaklaşmıştı. Tam öpecek
derken bir kızın sesi bu eylemi başlamadan bitirdi.
"Akın, bu cidden sen misin? Hala gözlerime inanamıyorum. Sen bu
yolların adamı değilsindir pek. Bu değişim... çok garip!"
Kıza gözlerimi kısarak bakarken Azman dişlerini sıkıp bir şey
söylememek için kendini kasıyordu. Göz devirirken anlamıştım. Eski
meseleler...
"Aşk işte!" dedi Azman sonunda gerginleşen bir sesle.
"Aşk!" dedi kız alaycı bir gülüşle. Çok güzel sayılmazdı ama sanki
küçük dağları ben yarattım havası vardı üzerinde. "Hiç inanasım
gelmedi." Bana bakıp yüzünü ekşitti. "Yoksa hamile misin?" Sana ne?
Sana ne? Yahu sana ne?
"Ayda bence artık gitmelisin," dedi sertçe Azman. Bence de Ayda, en
iyisi aya yerleş sen. "Bunlar seni ilgilendiren konular değil."
Kız yine alaycı bir kahkaha attı. Sessizce sarı saçları beline uzanan kızı
süzmeye devam ettim. Kahve gözleri ise bana bir şeyleri bas bas
bağırıyordu adeta. Ben işte o beklenen sinsi, entrikacı, yılan bakışlı

504
kötü yan karakter. Yuvanızı yıkıp sizi perişan edeceğim. Bu herif
benim olmalı, benim...
"Bok!" diye tıslarken kız yüzünü kırıştırıp, "Pardon, ne?" dedi.
"Diyorum ki bok yaparsın!"
"Anlamadım," dedi kaşlarını çatarak.
"Bak kızım!" dedim ona yaklaşıp kulağına fısıldarken. "Kafanda
dönen yılanların sesini duyuyorum. Peki, sen benim kafamda yüzen
balinaların sesini duyuyor musun?"
Kız deliymişim gibi bana yan bir bakış atsa da, "Ne diyorlarmış?" diye
gülerek sordu.
"Asi!" dedi Azman bir gerginlik oluşacağını anlamış gibi.
Onu dikkate almadan kıza deli bakışlarla baktım. Kız bunun üzerine
alaycı ifadesini silerek yutkundu. "Diyorlar ki..." dedim. "Senin
gelmişini geçmişini..." Bundan sonra söylediklerimi Gül'ün
gazabından 'BİPPPP' diyerek özetleyeyim, isteyen o noktaların
üzerini kendi hayal dünyasıyla tamamlayabilir.
Kız bir an kıpkırmızı oldu ve hızla kendini geri çekti. "Balinalarım
biraz edepsiz ve vahşidir. Biraz da..." Sırıttım. "Ağzı bozuk... Ama
söylediklerini kesinlikle hayata geçirecek potansiyelleri var. O
yüzden
KAYBOL!"
Kız bağırmamla irkildi ve kaçarcasına kısa sürede gözden kayboldu.
Azman onun gidişiyle bana bakıp kaşlarını kaldırdı. "Balinalar mı?"
"Balinalar," dedim sırıtarak. "Sana bir keresinde anlatmıştım. Beni..."
"Balinalar büyüttü," diye sırıtarak tamamladı beni.
"Evet, katil olanları ve ben onları şeyle beslerim."

505
"Neyle?"
"Kötü yan karakterlerle."
Bir kahkaha patlattı ve ardından bana yaklaşıp kollarını belime
doladı. "O zaman bundan sonra aç kalacaklar."
Kaşlarımı çatıp ona tehditkâr bir bakış attım. "Umarım."
"Ama onların aç kalmasına gönlüm razı gelmez," dedi arsızca.
Kaşlarım daha da çatıldı. "Beni yiyebilirler," dediğinde ise sinirli
bakmaya çalışsam da başaramayıp güldüm.
"Amma edepsizsin."
"Yerinde olsam müstakbel kocama artık böyle şeyler söylemezdim,"
dedi pis pis sırıtarak. "Çünkü sen böyle söyledikçe içimdeki edepsiz
dışarı çıkmaya can atıyor."
Tam ağzını açmış ona çıkışacaktım ki Tuana neşeli İsmail YK şarkısını
dillendiren sesiyle Nick'le beraber yanımızdan geçti.
"Sana sana yanarım yanar yanar yanarım
Sana sana yanarım yanında horlarım
Tatlı tatlı konuşur ne istersen yaparım Her gün evde kalırım sarma
sarma sararım."* "Tuana!" diye ofladı Azman.
"Ne?" dedi arkasını dönmeyip yürümeye devam ederken. Nick'in
omzuna elini atıp kahkaha attı. "Nick'le bizim şarkımız bu ama size
daha çok yakıştı." "Tuana!" diye kükredi Azman yine.
Tuana arkasını dönüp sırıttı. Ardından komik bir şekilde dans etmeye
başlayıp elleriyle havada bir kadın figürü çizdi.
"90 60 90 Vücudum var
Doya doya bitmez tadım var

506
Kendime arkadaş arıyordum." Nick'i işaret etti ve çocuk korkuyla
sırıttı.
"Aradığım bana uyacak dediğimi yapacak,"* dedi Tuana hala
oynarken. "Değil mi aşkım?"
Nick hala zoraki sırıtırken, "Tuana ağabeyin bizi kesecek!" dedi
dişlerinin arasından. Köyde dayıyı bir şekilde engellemiştik ama şimdi
Azman'ı pek engelleyebilecekmişim gibi durmuyordu. Bakışları ikisini
de doğrayacak gibiydi ki sözleriyle de bunu tasdikledi.
"Bildin ecnebi herif!" dedi seri katil gibi sırıtarak. "İkinizi de bu
kampüse gömeceğim. Üzerinize de türbe dikeceğim."
Azman tam tahmin ettiğim gibi benim yakalamama fırsat vermeden
onların üzerine hızla yürürken Tuana neşeli ifadesini silip yutkundu.
Sonra Nick'e bakıp sırıtmaya çalıştı. "O zaman ikinci şarkımızı son
kez söyleyelim mi aşkım?" "N-neymiş o?"
Tuana onun elini yakaladı ve hem şarkıyı söyleyip hem de onu
çekiştirerek koşmaya başladı.
"Bas gaza aşkım bas gaza
Kim tutar seni bas gaza
Yollar senin hiç durma
Hadi uçur beni burdan."
• 'Kız İsteme'
Esra Yağmurlu 🍀
Yarıyıl tatili gelmiş çatmıştı ve kesinlikle bu kadar güzel(!)
geçebileceğini tahmin etmemiştim. Şu an karşımda elinde terlikle
bana bağırıp çağıran annemin sesinin derinlerden gelmesini
sağlasam da görüntü hala feciydi. Onu karıncalandırmayı bir türlü
başaramamıştım. Kafasına sıkıca bağlı olan yazmanın içi patates
507
dilimleriyle doluydu ve baş ağrısını almak yerine sadece etrafa
kızartma kokusu yayıyordu. Gözlerinden çıkan ateş alnına
vurduğundan bu gayet normaldi de.
"Kızım kime diyorum?" Annem elindeki terliği önümde tehditkâr bir
şekilde salladı.
Evet, o lanet olasıca isteme gününden herkese merhaba. Bendeniz
Azman denen domuzun evlenme teklifini kabul edip nasıl bir zekâ
küpü olduğuna kanıtlayan Esra yağmurlu. Burada ne kadar salak
olduğumu tekrar anlatmayacağım, zira herkes nasıl büyük bir salak
olduğumu gayet iyi bilir.
O tüm dillerde evet diyen dilimi eşek arıları değil de dev Japon eşek
arıları soksaydı, Yeraltı canavarı yerinden fırlasaydı, Alien Predetorle
bizim kampüste karşılaşsaydı, Trump'la Kim Jong-Un o gün halay
başı kavgası yapıp birbirine nükleer bomba fırlatsaydı da ben
bugünler görmeseydim.
Bir de annem var tabii. Ayşe Sultan'a her şeyi anlattığımda beni terlik
manyağı yapsa da sevgili kaynanam tarafından arandıktan sonra küf
tutan çeyizimi ortaya sermeye başlamıştı. En usta rallici bile böyle U
dönüşü yapmamıştır yani, o derece. O dönüşün yaydığı lastik kokusu
evin içine sinmişti adeta. Pencereden eser rüzgârla burnuma
burnuma doluyordu.
"Ayşe teyze sen gidip içerideki hazırlıklarla ilgilen istersen," dedi Elif.
"Ben onu kendine getirecek bir yol biliyorum." Ona kayan donuk
bakışlarım yüzündeki sırıtışı yakaladı.
Oklavalı beyin canlandırma seansına hoş geldiniz!
Annem söylene söylene dışarı çıkarken, "Yüzüne vurma bari!" dedi
Gül. "Birazdan istemeye gelecekler garibimi."
"Merak etme!" dedi Elif sinsice sırıtarak. "Sopa yediği belli
olmayacak. Beynine biraz oksijen gitmesini sağlayacağım, o kadar."
508
"Ya bir durun Allah aşkına! Zaten hayatı 4x hızında yaşıyorum. Kimse
de çıkıp şurada durduralım da şu kız nefes alsın demiyor."
Temizlikten elimde kalan bezi tezgâha bırakıp mutfaktaki
sandalyeye çöktüm.
"Dur be kızım!" dedi Elif yumuşayan yüzüyle. "Hemen karalar
bağlama. Tıp çok ilerledi. Olmadı kısırlaştırırsın."
"Ney?" dedim ona dönerek.
"O azgın tekeyi diyorum. Kısırlaştır gitsin."
"Ben yeğen sevmek istiyorum ama!" dedi Gül itiraz ederek.
Gözlerimi ona çevirip ağzımı bozdurma benim şimdi diye
çığıracaktım ki Elif'in tezgâhın üzerine dizdiği malzemeler görünce
gözlerim irileşti. "Ne yapıyorsun lan?"
"Kahve malzemelerini hazırlıyorum," dedi sırıtarak.
"Kızım orada çamaşır suyu, tuz ruhu ve kireç sökücü var."
Elif şeytani bir kahkaha attı. "Kahveye asıl tadı veren onlar kanka
ama haklısın kireç sökücü abartı olmuş."
"Öldürecek misiniz lan erimi?" dedim ayağa fırlarken. Gül ve Elif'i bir
hamlede geri itip onların lügatinde kahvenin olmazsa olmazlarını
kucağımda topladım. Arkamı döndüğümde ikisi de bana şaşkınlıkla
bakıyorlardı. Sonra Elif Gül'e dönüp gözlerini kıstı.
"Erim mi dedi o?"
"Harbi erim dedi," diye mırıldandı Gül. Sonra yüzünü ekşitti. "Ay çok
kroca!"
Başımı dikleştirdim. "Erim, evimin direği, çocuklarımın babası... Ve
karşınızda Azman!"
İkisinin kaşları da aynı anda havalandı ve aynı anda yanaklarını
havayla doldurup ardından gür sesle kahkaha atmaya başladılar. Ben
509
de dayanamayıp gülmeye başladım. Dakikalarca gülmekten
karnımıza ağrılar girse de duramıyorduk bir türlü. Ta ki annem
mutfağa dalana kadar. "Yahu kızı kendine getirsinler diye bunlara
güvendim ama bizim kız bunları da delirtti."
Ah annem ah! Onlar benden de feci, haberin yok!
Annem ikisini yaka paça pencereleri silmek için mutfaktan çıkarırken
bana da gidip hazırlanmamı söyledi. Ee, bu sarayın valide sultanı
oydu. O yüzden tıpış tıpış odama geçtim.
Kısa bir duşun ardından yatağın üzerindeki mavi elbiseyi üzerime
geçirdim. Dizlerimin altında fazlasıyla mütevazı, 'ben tam evlenilecek
kızım' diye bağıran bir elbiseydi. Çok hanım hanımcık olmuş
görüntüme bakıp aynada kendime göz kırptım. Saçlarımı kendi
dalgalı halinde bırakıp makyaj yapmaya giriştim. Elif içeri girmeden
bu işi halletmem gerekiyordu. Zira gelinin kız kardeşi konseptini
üzerimde zevkle uygulardı o. Hâlbuki bizzat gelin bendim. Bu beni
daha feci bir duruma sokardı.
Kendime kısa bir bakış atıp, 'Oldun sen kızım' dedim içimden. Ay bu
kadar hanım hanımlık bana tersti ya. Umarım içimdeki çirkef kız olur
olmadık bir zamanda ortaya çıkıp, 'Aslına dön!' diye bağırmazdı.
Gerçi kaynanam bunu en ayrıntılısından bizzat deneyimlenmişti ama
kayın babacığıma ilk günden 'Aldık başımıza belayı' dedirtmemeye
yeminliydim.
Sahi benim peder ne alemlerdeydi acaba? Hayır yani, okeye
dördüncü olacak zaman mıydı şimdi?
Gerçi adamı da anlıyordum. Azman'ı onlara anlattıktan sonra annem
terliği popoma popoma vururken, babam yarım saat inme inmiş gibi
duvarların badanasını incelemişti. Sonra hızla yatak odasına girip
elinde dedemin beylik tabancasıyla çıkmıştı. "Hanım anamı ara, evin
arkasına bir çukur kazsın!" dediğinde annem elinde terlikle
kalakalmıştı. Ardından adamın içinden çıkan has Trabzonlu,
510
"Vuracağum o ırz düşmanini, pok yiyenın oğli, bula bula benım gızımi
mi bulmuş?" naraları atarak evde dört dönmeye başlamıştı. Annem
sonunda onu biraz daha sakinleştirse de adam Nuh deyip
peygamber demiyordu. "Gelısalar vururum!" "Baba..." dediğim an,
"Vururum!" diyordu.
"Sabri yemek hazır!"
"Vururum!"
"Baba kumandayı uzatsana!"
"Vururum!"
"Sabri ekmek alınacak."
"Vururum!"
"Sabri yoğurt..."
"Vururum!"
Adamın hayatı üç-beş gün sadece 'Vururum,' cümlesiyle geçmişti.
Annem en sonunda onu bir odaya çekmiş ve her ne konuşmuşsa
adam sonunda sabit cümlesinden vazgeçip "Gelsin istesinler,"
kısmına geçiş yapmıştı.
Annem babamı nasıl ikna ettiğini sorduğumda kahkaha atmıştı ve
beni çekerek salondaki kapıdan babamı göstermişti. Telefondan bir
şeylere bakıyordu. Zaten annem onunla konuştuktan sonra o
telefondan elinden düşmez olmuştu. Yavaş yavaş arkasından
ilerleyip ne yaptığına bakmıştım. Bir video izliyordu.
'Evlenecem, vermezlerse kaçacam!' diye bağıran kıza hüzünlü
gözlerle bakıp iç çektiğini gördüğümde arkadan boynuna
sarılmıştım. Annem adama sübliminal mesajın alasını verip dağ gibi
Sabri Usta'yı acımasızca uyarmış sanmıştım ilk ama gerçekler daha
acıydı.
511
"Babam, kaçmam ben ya. Sen niye tatlı canını sıkıyorsun ki?"
dediğimde yine iç çekmişti.
"Kaçmazsın kızım da..." dedikten sonra yine iç geçirmişti. "Ya evde
kalıp da bu kız gibi olursan?"
Oha! diye bağıran iç sesime karışmıştı annemin kahkahaları. Meğer
acımasız sübliminal mesaj bayağı bayağı bana gelmişti.
Yatağa oturup ayağıma süet topuklu ayakkabılarımı geçirirken kapı
açıldı. Gül ve Elif katıla katıla gülerek içeri girerken arkalarında
annem vardı. "Demek... Öyle dedi... Sabri Amca!" diyen Elif
gülmekten zorlukla konuşuyordu.
Çatılan kaşlarımı anneme çevirdim. Yani bunu anlatıp beni bu iki
manyağın diline düşürmesi reva mıydı şimdi?
Allah is watching Ayşe Sultan!
"Ay ömrümde böyle gülmemişimdir," dedi Gül.
"Gülün gülün!" dedim dişlerimin arasından. "Elif evde kaldı. Gül
desen Burak'ın evlenmede gözü yok, o da evde kaldı. Benim
çocuklarım parkta sallanırken siz köşede melül melül baktığınızda da
ben güleceğim." İkisi de gülmeyi birden kesti ve öylece kaldılar.
İçimdeki şeytan ise kahkaha attı. Esra vurdu ve gol!
"Ben evde kalmadım."
"Biz henüz evliliğe hazır değiliz," diyen ikilinin sesleri birbirine karıştı.
Elimi havada sallayıp, "He çok çok!" diyerek onları daha da kızdırdım.
Canıma deysindi, oh olsundu.
Kızlar kendi bunalımlarına gömülüp bana öfkeyle bakarken annem
gülerek yanıma geldi. "Uyy ha bu güzellığa bak! Oy anasının güzeli.
Maşallah benım birenses gızım. Uyy pok yiyenın uşağı!" Hâlbuki iyi
gidiyordun anne!
512
"Kızım bu ayakkabı olmuş mu hiç bu elbisenin altına?" dedi İstanbul
Türkçesine geçiş yapıp ayaklarıma bakarak. Ne vardı
ayakkabılarımda ya? "Dur ben sana beni istemeye geldiklerinde
giydiğim ayakkabıları getireyim."
Oh no! diye bağırdı içimdeki Amerikalı.
Annem kapıdan çıkacaktı ki Elif koluna asıldı. "Ayşe teyzem müze
kapanmıştır şimdi. Hava karardı bak!"
"Müzede ne işim var kızım? Odamdaki sandıktan alıp geleceğim."
"Sorun da o ya Ayşe teyze!" dedi Gül. "Şimdi onlar müzelik
olmuşlardır."
Annem ikisinin kolunu çimdikledi ve ikisinden de ah sesleri yükseldi.
"Arsızlar sizi! Aman siz ne anlarsınız modadan?" İkisine de
küçümsercesine birer bakış atıp odadan çıktı. Sanırsın kendisi
İtalya'da her sene moda haftası düzenliyordu. Havalara bak şundaki!
Ayşe Sultan ben senin bordo yazmayla tüfekli poz verişlerini
biliyorum. Hiç boşuma moda ikonu İvana Sert gibi ortalarda
dolaşma!
Bizımla değilsın!
🍀🍀🍀
Ya kim çıkardı bu isteme işini? Yani beni niye istiyorsunuz ki? Ben
kendim gelirdim. Kafamdaki saçma düşüncelerle stresle ayağımı
yere vururken duyduğum sesle ayağa fırladım. "Zil sesi miydi o?"
Gül telefonunu kaldırıp bıkkınca salladı. "Mesaj geldi Esra ve bu
senin her mesajla ayağa fırladığın kaçıncı seferin saymadım."
"Sen de kıs şunun sesini," diye söylendim. "Evde kalacaksın diye
çocuğun burnundan getirdin."
Su yeşili gözleri irileşti. "Yok öyle bir şey ya!"
513
"Hadi hadi, yeme bizi!" dedi Elif. "O baktığın beyaz şey de kefendi
zaten. Üç vakte kadar bekârlıktan ölecek misin yoksa?"
"Diyene bak! Kuruyup kalacaksın başımıza. Sahi senin bir Emre
durumun vardı, ne oldu o?" dedi Gül.
"Bara gidip de içip madara olmayacağım dedikten sonra kafayı bulup
üstüne kusmuştur. O günden sonra da çocuktan köşe bucak
kaçıyordur," dedim sırıtarak.
"Sen nereden biliyorsun be?" dedi hiddetle. "Kimseye de
anlatmamıştım. Müneccim misin sen?"
"Seni tanıyorum kızım, yapmışsındır," dedim gülerek. Tahmin etmek
zor değildi, zira Elif'in ilk vukuatı bu da değildi. "Pis ayyaş!"
Yüzünü ekşitip burun kıvırdı. "Çok da hoşlanmıyordum zaten. Ayrıca
çok da yakışıklı değildi."
"Kedi uzanamadığı ciğere mundar, Elif üzerine kustuğu oğlana çirkin
dermiş," dedi Gül sırıtarak.
Elif ayağa kalkıp üzerindeki yeşil elbisesini düzeltirken, "Ulan bir
herif yüzünden beni sattın, yetmiyor bir de gömüyorsun," diye
hayıflandı. "Olmaz olsun senin gibi dost!"
"Ben senden yanayım, biliyorsun değil mi kanka?" dedim sırıtarak.
Bana kötü kötü baktı. "Gerçek dostsan bu dediğimi yaparsın."
"Neymiş o?"
Pis pis sırıttı bu kez de. "Azman'ın kahvesine tuz yerine tuz ruhu
koyacaksın."
"Yuh!" dedi Gül.
"Sen nasıl bir sadistsin kızım?" diye söylenirken zil bu kez gerçekten
çaldı ve ben, ayağa fırlama geleneğimi yerine getirdim. Koridora
514
korkak adımlarla çıkınca babamı kapının önünde annemle buldum.
Nenem ben yaşliyum ben gelemam, zati ben verdım o gızi çoktan
diyerek gelmemişti. Bu bir nevi iyi de olmuştu, zira nenem yaşlılığın
getirisiyle köyde olanları bir bir ortaya serecek potansiyele sahipti.
"Evde yokmuşuz gibi mi yapsak?" dedi babam.
Tabii baba, kesin yerler zaten!
"Yapma Sabri, videoyu hatırla," dedi annem ve arkadaki ikili
kıkırdamaya başladı. Dönüp onlara ters ters baktım. Babam başını iki
yana sallarken kabullenmiş gibiydi. Eli kapı kulpunu bulurken yavaşça
açtı. Dağ gibi adam gözümün önünde çöktü yeminle!
"Merhaba Sabri bey," dedi Azman'ın babası olduğunu düşündüğüm
adam. Saçları yanlardan hafifçe kırlaşmış olsa da karizmatik bir
adamdı. Koyu kahve gözleri ve koyu kahve saçlarıyla ne Azman ne
de Tuana ona çekmiş gibiydi. Yüzü fazlasıyla ciddiydi ve sert bir
mizaca sahip olduğu daha şimdiden belli oluyordu.
"Babişko ya Sabri Bey falan çok resmi değil mi sence de? Dünür
diyeceksin dünür! Tekrar et bakayım. Dünür!"
Eh be görümce! Eh be görümce!
Azman'ın babası ona ters ters bakarken babam elini ileri doğru
uzattı ve kayın babacığımın elini kavradı.
"Hoş geldiniz Kadir Bey. İçeri buyurun."
Demek kayıp babacığımın adı Kadir'di. Yahu ben bile bunu şu an
öğrenirken babam nereden biliyordu? Ah, tabii! KGB ajanı gibi bir
anam vardı benim. Yoksa kayınpederimin ismini bilmemek benim
ayıbım değildi.
Tükür çocuğum gelin kızın suratına!

515
Annem kaynanama sıkıca sarılıp ardından Tuana'yı da kucakladı. Hoş
geldinizler eşliğinde ben de ceketlerini alırken gözlerim malum şahsı
arıyordu. Herkes içeri girince aradığını bulamamış bir çocuk gibi
Tuana'yı hızla çektim. "Lan domuz ağabeyin nerede?"
"Ha o mu?" dedi Tuana, sanki çok önemi yokmuş gibi. "O vazgeçmiş
yenge. Biz de seni istemek yerine çay istemeye geldik, ev de bitmiş
de."
"Vaz mı geçmiş?" diye üçlü koroya bağladık.
"Esra kızım ne oluyor orada?" diye seslendi içeriden annem.
Erim yok anne! Evimin direği Odunuslardan Azmanus yine yapacağını
yapmış beni üç çocuğumla bir başıma bırakmış. Daha ne olsun?
"Şaka şaka yenge!" dedi Tuana gülerek. "Amma da korktun. Şu
haline bak! Geyşalara döndün." "Katanamı getir şirine!" dedim
dişlerimin arasından. Bu nasıl şaka insafsız!
Tuana'nın gözleri irileşti. "Sakin ol yenge ya! Hemen şiddete
başvuruyorsun. Yani ben bugüne bugün senin görümce-"
"Lan benim herif nerede?" diye gürlediğimde Tuana geri sıçradı.
Annem yine içeriden bağırdı. "Esra kızım yine ne oluyor?"
Tuana, "Görümce öldürüyorlar Ayşe teyze!" diye bağırırken ağzını
kapattım.
"Kızım delirtme adamı! Nerede bu domuz?"
Ağzının üzerindeki elimi çekti. "Gelir şimdi ya! Arabayı park ediyordu.
Sen ne korkunç oluyorsun ya sinirlenince? Ödüm koptu!"
Kapıdan giren siluetle öfkeli bakışlarım onu buldu. Sonra ise
gözlerim eriyerek halının üzerine aktı. Allah'ım hem bu kadar domuz
hem de böylesine yakışıklı başka bir erkek olabilir miydi? Petrol
mavisi takım elbisenin içinde adam resmen ben o kitaplarda
516
gördüğünüz genç ve yakışıklı CEO'yum diyordu. Hâlbuki görüntü
CEO, aslı ise Azman olan bir domuzdu. Kumral uzun saçlarını ense
kökünden düzgünce bağlamış ve son zamanlarda uzayan sakallarını
kirli sakala dönüşecek şekilde kısaltmıştı. Dudakları yukarı
kıvrılmışken o güzel ela gözleri ışıl ışıl parlıyordu.
"Ateş ediyorsun!" Ağzımdan istemsizce dökülen cümleyle herkes
kahkahalara boğuldu. Tabii domuz sevgilimde onlardan geri kalmadı.
"Sağ ol güzelim ama..." dedi. Bana yaklaştı ve elleri belimi sardı
hemen. "Ben ateş edemeden sen beni kalbimden çoktan vurdun."
Aşırı ısınma yazdı neon ışıklarla ekranda. Devrelerim yanmıştı
sanırım. Beynim de gözlerimden akmaya başlayacaktı birazdan.
Azman dudaklarıma eğilip öpecekti ki evde kalmış haset kara kedi
tarafından hızla geri çekildim. "Hop! Orada dur bakalım. Evlenmeden
o mıç mıç işleri yasak!"
Hayır yani Elif'ciğim, sence de biz o safhayı çoktan geçmedik mi?
Yani şimdi senin bu yaptığın insanlığa sığıyor mu? Hayır yani, sen
romantizm düşmanı mısın?
Azman ona öldürücü bakışlar atarken, "Haset şey!" diye mırıldandı.
"Kim koymuş o yasağı hem?"
"Sabri amca!" dedi Elif sırıtarak. "Şu an içeride dededen kalma beylik
tabancasıyla seni bekliyor. Üç gündür
'Vururum!' dışında bir şey duymadık ağzından. Son zamanlarda da
tek uğraşı silah temizlemekti."
Elif'e kaş göz işareti yapsam da mutluluğumu bozmaya yeminli
olmalı ki sırıtmaya devam etti. Daha evlenmeden dul bırakacaktı beni
hain dost! Azman ise irileşen gözlerle bizim evin beyaz badanasının
rengine anbean iştirak ediyordu. "Sen ona bakma erim!" dedim
koluna dokunurken. "Ben seni korurum evimin direği!"

517
Bu kez irileşen gözleri beni buldu. "Erim? Evimin direği?" Sonra
korkmuş hali silinip birden sırıttı.
"Olmuşsun kızım sen. Hadi isteyelim seni de hemen evimize direk
olayım."
"Yani ağabeyim diye demiyorum hammaddesi odun olunca ondan
fiyakalı bir direk olur diye düşünüyorum," dedi Tuana.
"Senin dilini bir gün keseceğim kızım!" dedi Azman dişlerinin
arasından.
"I love you too bro!"* diye bağırdı Tuana.
Yine gülmeye başlarken annem bu kez yanımızda bitti. Hepimiz o an
sus pus olduk. Azman'ı şöyle bir alıcı gözüyle süzerken sanki ilk kez
görüyordu. Azman röntgen işi bitince elini öptü ve hepimiz içeri
geçtik. Kızlarla ben kapıda dikilirken annem babamın yanına, Azman
da herkesin elini öpüp annesinin yanına kuruldu. Hal hatır muhabbeti
başlarken annem kahveleri yapmamız için bizi dışarı şutladı. 10
dakikada yapacağım kahve işi ise yaklaşık olarak yarım saat sürdü.
Neden mi? Elif başımı çevirdiğim an kahvenin içine minimum ne
kadar baharat varsa döküyordu. Bu kızın benim mutluluğumla zoru
vardı, söylemedi demeyin bak!
Sonunda sadece yarım kilo(!) tuz koyduğum Azman'ın ve
diğerlerinin kahvesiyle salona adım attım.
Kahveleri dağıtıp en son Azman'ın önünde durdum. Şeytani bir
sırıtmayla ona bakarken, o da bir kahveye bir bana baktı ve
yutkundu. "Abartmadın değil mi?" dedi fısıltıyla.
"Yok canım ne abartması? Al hadi! Hem içine senin sevdiğin bir şey
de kattım." Korkuyla, "N-neymiş o?" diye sordu.

518
Dudaklarımı kıpırdatıp 'Fare zehri' dedim. Bu kez sesli bir şekilde
yutkundu. "Alsana oğlum!" dedi kaynanam. Ardından bana göz
kırptı. "Hem o kahveyi bir dikişte bitirmen lazım. Adettendir."
Azman zorlanarak kahveye uzanıp alırken elleri titriyordu. İçim cız
etti bir an. Sonra silkelenip kendime geldim. Sabahtan beri temizlik
yaparken benim de canım çıkmıştı. Öyle kolay değildi bu işler. O
kahve bir dikişte içilecekti.
Kızların yanına geçip gözlerimi Azman'a diktim. O da dudaklarını
birbirine bastırmış beni izliyordu. Herkes kahvelerini yudumlarken
ona da kahvesini işaret ettim. "Ay dur!" diye ciyakladı yanımda
Tuana. "Bu anı kaçıramam." Cebinden telefonunu çıkartıp kameraya
girdi ve ağabeyine çevirdi.
Azman kahveyi titreyen elleriyle dudaklarına götürürken, Kadir
babacığım konuşmaya girdi.
"Sebebi ziyaretimiz belli Sabri Bey. Bizim oğlanla sizi kız birbirlerini
görmüş-"
Azman o an kahveyi başına dikti. Yutkunurken yukarı aşağı hareket
eden adem elması o an dile gelse 'Canınız çıksın insafsızlar, bu nasıl
kahvedir?' diye bizden hesap sorardı. "Gömün beni!" diye
bağırmasıyla babasının sözleri yarım kaldı ve herkesin gözü Azman'a
döndü. Kızlar ise arkamdan kahkahayı patlattı.
Kaynanam ona bir dirsek atarken babasının öldürücü bakışları da
üzerindeydi. Asıl bombayı ise babam patlattı. "Hanım kazma kürek
getir."
"Ne diyorsun Sabri?" dedi annem irileşen yeşil gözleriyle. Bu seferki
kahkaha ise bizzat kaynanamdan gelmişti. Şimdi kocasını sert
bakışları onun üzerindeydi. Azman can çekişir gibi bir ala bir mora
dönerken dayanamayıp yanına gittim ve sehpada ki suyu alıp ona
uzattım.
519
"Tuz gölünü komple kahveye mi koydun kızım?" diye sitem etse de
elimdeki bardağı alıp başına dikti.
Gülmemeye çalışıp geri dönerken babam da kendini toparlayıp, "Ne
diyordunuz Kadir bey?" diye devam etmesini belirtti.
Adam da kendini toparladı ve tekrar babama döndü. "Bizim oğlanla
sizin kız birbirlerini görmüş, beğenmiş."
"Ona hala hayret ediyorum ya neyse!" diye araya atladı Tuana.
Babası yine öldürücü bakışlarını ona çevirince ağzına fermuar çekme
işareti yaptı. Gerçi o çene en dayanıklı fermuarı bile patlatırdı.
"Bize de onlara ön ayak olmak düşer," dedi Kadir bey.
"Baba sen geçenlerde ağabeyime ne evlenmesi lan it, sen
evlenilecek adam mısın? diye bağırmıyor muydun? Yoksa ben mi
yanlış hatırlıyorum," dedi yine Tuana.
Evet, isteme günümde katil olacağım da varmış. Görümce katili!
Neyse artık mapustan mektup yazarım sevdiğime. Sonra da
yaşadıklarımı yazar kitap çıkartırım.
Herkes önce Azman'a ardında Kadir babama dönünce adam
Tuana'ya bakıp sadece dudaklarını kıpırdattı. 'Kredi kartı!' Azman da
Tuana'ya babamı işaret edip dudaklarını kıpırdattı. 'Nick!'
Tuana aldığı mesajlarla birden bağırdı. "Ay ben yanlış duymuşum ya!
Ağabeyim diye demiyorum, ondan iyisi mezarda şu an!"
Rabbim! Bu kızın ağzından hiç mi normal bir şey çıkmayacak?
Kayın babacığım sesini temizledi ve Tuana sonunda susunca devam
etti. "Lafı uzatmayı sevmem Sabri Bey. Allah'ın emri peygamberin
kavli ile kızınızı oğluma istiyorum."
Tuana yine bir şey diyecekti ki Gül atılıp ağzını kapattı. Babam
anneme baktı ve annem sanki günlerdir evlen de senden kurtulayım
520
modunda gezen o değilmiş gibi dolu gözlerle başını salladı. Babam
bunun üzerine bana döndü. "Sen ne diyorsun kızım bu işe?"
Ver gitsin be baba! Turşumu kuracak değilsin ya! Bak sonra
evlenecem videolarıyla başına bela olurum ha!
Başımı öne eğerken ultra süper hanım hanımcık rolüme büründüm.
"Sen bilirsin babacığım!"
"Ay haspam!" dedi arkamdan Elif. "Bir zılgıt çekmediği kalmış
durmuş sin bilirsin bıbıcım diyor."
"Sus kızım!" diyen Gül'le, "Tamam be!" diye söylendi. "Kiminle
evleniyorsa evlensin ama şunu da belirteyim. Diyanet domuzlarla
evlenmeye sıcak bakmıyor." Burnunu çektiğini duyup ona baktım.
"Ağlıyor musun sen?"
"Ne ağlayacağım be! Evlenirsen evlen bana ne ki?" Ay içerlemişti
yavrum ya!
Ona sarılacaktım ki, babam hafifçe öksürüp sesini temizledi. Başını
kaldırıp kayınbabama baktı. İç çektikten sonra dudaklarını araladı.
"Vermiyo-" "Sabri! Video!" diye annem atıldı.
Babam yine iç geçirdi. "Verdim gitti o zaman."
Oh deyip olaysız belasız bugünü atlattığımı düşünerek sanırım erken
davranmıştım çünkü domuz herif ayağa fırlayıp sanki bir futbol
maçında gibi, "Oley be!" diye bağırmış ve olayın içine etmişti. Bir de
üstüne, "Aldım seni kızım!" diye bağırmasın mı tamamıyla sıvamıştı.
Babamda ayağa fırlayıp, "Tabancamı getir!" diye anneme bağırmış
ve, "Yok sana kız mız!" diye devam etmişti. Son kelimeleri ise çokça
tanıdıktı.
"Vuracum seni, pok yiyenin oğli!"
• 'Ev-len-dum!'
521
Esra Yağmurlu 🍀
Ev savaş alanına dönmüş, domuzların domuzu sevgilimin kara
toprağı boylamasına saniyeler kalmıştı. Babamı tutmaya çalışan
annem, 'Aman Ali Rıza Bey tadımız kaçmasın!' modunda dil
döküyordu. Bense 'Aman be, ne haliniz varsa görün!' modundaydım.
Rabbim kusura bakma ama herkes kafayı yemiş neticede, ben kimi
durdurayım?
Elif ardımdan kıs kıs gülerken, Gül Tuana'nın ağzını kapatmakla
meşguldü çünkü sevgili görümcem ateşe benzin dökmekte fazlasıyla
ısrarcıydı. Babamın bağırışından sonra, "Dur Sabri Amca!" diye
bağırmış ve tüm gözleri yine üzerine toplamıştı. "Ben afili bir mezar
yeri bulmadan sakın vurma! Bir kaç cast ajansını arayıp cenazede
ağlayan oyuncular istenecek, kefen takımı ayarlanacak, ay bir de en
pahalısından herkese güneş gözlüğü de lazım. Çok işim var ya! Sabri
amca sen bu öldürme işini yarına mı ertelesen?"
İşte o andan beri de koca çenesini Gül'ün ellerinden kurtarmaya
çalışıyordu. Kayınbabam ise Azman'ın yakasına yapışmış en az
babam kadar onu öldürmeye meraklı haliyle bağırıyordu. "Rezil ettin
beni lan it! Sen kim, evlenmek kim?"
"Baba!" dedi Azman ne yapacağını şaşırmış bir halde. "Niye
kızıyorsun şimdi? Annemi istemeye gittiğinde, 'Bu kızı ya bana
verirsiniz, ya da beni bu kıza alırsınız!' diye bağıran sen değil miydin?
En azından benimkisi daha mantıklı bir tepkiydi."
Azman'ın annesi elini ağzına kapatıp gülerken kayınpeder olamadan
evlat katili olacak babası ona, 'Niye anlatırsın kara maziyi?' dercesine
kötü kötü baktı. Kaynanam, artık olur mu tabii bilmem ama, oğlunu
öldürmeye hayli hevesli kocasının bakışlarına karşı omuz silkti ve
yanıma geldi. "Kızım iyi misin?"

522
"Şu an Hindistan'da kendisini yılan sokmuş Bülent Ersoy moduyla,
Faik'ini kaybetmiş Safiye modu arasında gidip geliyorum. Gerisini siz
düşünün!" dedim donuk bir sesle.
O da korktuğumu sanmış olmalı ki beni çekip koltuğa oturttu.
Alışkınım ben bunlara kaynanacığım! Oğlun sağ olsun, alıştırdı beni
aksiyona!
İçimdeki söylenmeyi doğal olarak duyamayan kaynanam, "Sakin ol
kızım!" dedi telaşlanarak. "İlaç falan ister misin?" Astımımı
öğrenmişti sanırım. Başımı sallayıp gerek olmadığını belirttim ama
fazla heyecandan karnıma kramplar girmeye başlamıştı. Elimi
karnıma götürüp ovalarken kaynanam da önümde eğildi ve "Stres
yok Esra'cığım, bak bir şey olacak şimdi!" dedi telaşla.
"Dur bir dakika!" diyen babamın sesiyle gözlerim onu buldu. İrileşmiş
kahve gözleriyle bana bakıyordu, daha doğrusu karnıma bastırdığım
elime. Rabbim niye herkes karnımdaki elime bakıyordu? Yüzüğüm o
kadar mı göz alıcıydı? Bir dakika, biz daha yüzük kesmemiştik ki.
Babamın gözleri ağır ağır Azman'a kayarken, kayınpederim de aynı
ağır bakışlarla gözlerini oğluna çevirdi. İkisinin ağzından ise cümleler
aynı anda küfür gibi süzüldü.
"Lan kızı hamile mi bıraktın?" Bakınız: Kayınpeder.
"Gızımi... Sen... Pok yiyenın oğli... sen... benım... gızımi... hamile mi?...
Tutmayin ula beni!" Bakınız: Bizzat bizim peder.
Babam annemin pençelerinden kurtulup Azman'ın üzerine
atıldığında babası vermemek için diretti. "Sen dur Sabri! Bu iti ben
halledeceğim."
'Sabri!' Hayır yani, birden ne bu samimiyet?
'Halledeceğim!' Hayır yani, ne halletme-
Erim gidiyor! Ay öldürecekler evimin direğini!
523
Ayağa fırladığımda Tuana önümde bitti ve beni koltuğa geri itti.
"Yenge!" diye bağırmasını ise fizandan bile duymuşlardır şüphesiz.
"Ay yengem doğuruyor! Yenge derin derin nefes al! Ay bana yeğen
geliyor! Yenge derin derin nefes al!"
Gözlerim yuvalarından fırlarken herkese birden inme indi. Oldukları
yerden öylece şok olmuş gibi bana bakıyorlardı. Annem sonunda bir
evladı olduğu aklına gelince yanımda belirdi ve kaynanamla beraber
aval aval bana bakma eylemine iştirak etti. Tuana yine bağırdı. "Ikın
yenge, ıkın!"
Rabbim Pearl Harbor saldırısını ben mi düzenledim? Yoksa
Barbarossa harekâtına ben mi öncülük ettim? Sovyet Rusya ile ABD
benim yüzümden mi soğuk savaşa girdiler? Kuzey Kore ile Güney
Kore'yi birbirine kırdırtan ben miydim?
Bunların benim başıma gelmesi için bu saydıklarımdan en az üçünü
yapmış olmam lazımdı. Neden ben? Neden ben?
"Kızım iyi misin?" dedi babam telaşla.
"İyi iyi!" dedi ne zaman yanıma geldiğini bile anlamadığım Gül.
"Yalnız artık heyecan yapmasın Sabri Amca! Torunun söz konusu
bak!"
Sen de vur! Sen de vur hain dost!
"İyi de bu kız mitoz mu bölünüyor? Bunlar hiç şey-" diye araya
girmeye çalışan Elif'in üzerine uçan Tuana'yı son anda fark ettim.
Kolunu Elif'in boynuna dolamış ve Elif'in boğuk sesleriyle onu
salondan çıkarmıştı.
"Ee artık şu işi bağlayalım dünürlerim," dedi kaynanam. "Malum bu
durumdan sonra ne kadar çabuk evlenirlerse o kadar iyi." Yahu kadın
nasıl usta oyuncu çıkmıştı? Bununla işimiz vardı bizim!

524
"Sabri amca..." diyen karnımdaki olmayan çocuğun babası Azman
ruhlar âleminden hallice beyaz yüzüyle bana bakıyordu. "Ben... yani
biz... ikimiz... Esra ile ben... yani öyle bir şey olma-"
Babam gözü dönmüş gibi eli ayağına dolanan domuz sevgilime
bakarken kayınpederim sözünü şiddetle kesti.
"Sus lan! Evleniyorsunuz, o kadar!"
"Tamam evlenelim de, yani biz öyle bir şey-"
Babam elini kaldırdı. "Sus! Duymak istemiyorum. Verdim gitti kızı.
Yarın kına, diğer gün de düğün yaparız. Yalnız şu herif saçını sakalını
kesmeden kapıma gelmesin."
"NE?" diye sonunda dili çözülen kız bizzat bendim. "Evlenmek mi?
Kına mı? Düğün mü?"
Azman yutkunup bana baktı. Sonra şok ifadesi geniş bir sırıtmayla
bozuldu. "Bana uyar!"
🍀🍀🍀
"Kınayı getir aney! Parmağın batır aney! Bu gece misafirem,
koynunda yatır aney!" Ağla Esra! Ağla kızım! Tam da şu an ağlaman
gerekiyor! Hadi, sen yaparsın!
Tek damla yaş akmayan gözlerime bir de kıkırdayan dudaklarım eşlik
etti. Tam yüksek sesten duyulmadığımı düşünürken Elif bacağımı
çimdikledi. "Amma meraklıymışsın evlenmeye! Zırlamanı geçtim
üstüne bir de kih kih kih gülüyorsun. Ayıptır be!"
"Rahat bırak kızı Elif!" diye söylendi Gül.
"Ne zaman bitecek bu işkence!" diyen ise karnımda olmayan
çocuğun babası domuz sevgilim, gelecekteki Azman kocamdı.
Allah'ım o gelecek ne kadar da yakındı! Ben yaza kadar uzar bu iş
derken birden kendimi elime kına yakılırken bulmuştum ama.
525
Dün isteme ekibi gittikten sonra ne kadar aileme durumu izah
etmeye çabalasam da babam dinlemek bir yana hışımla odasına
kapanmıştı. Anneme durumu anlatmıştım anlatmasına da o da en az
kaynanam kadar çatlak olduğunu gözler önüne sermişti. "Sus sus!
Oldu da bitti."
Annem bu benim sünnet törenim de benim mi haberim yok. Adam
beni gebe sanıyor, gebe! dememek için kendimi zor falan
tutmamıştım. Direkt olarak suratına suratına söylenmiştim.
"Adam beni evlatlıktan reddedecek!"
"Yok yok! Dur sen! Ben onun gazını alırım," diyen anneme karşın
ellerimle yüzümü kapatmıştım. Hayır yani, evlenmeden önce
travmalar geçirip hastanelere mi yatmamı istiyordu bu kadın. Hiç mi
çocuklar duymasın izlememişti.
Psikolojimi bozan annem babamın gazını almış olacak ki babam tek
kelime daha etmemişti. Hayır yani, bir değişiklik de yoktu. Adam
zaten önce de konuşmuyordu. Annemin bu gaz alma olayına beni
bahane etmesi de ayrı bir psikolojik çöküntü sebebiydi.
"Sen sus!" diye Azman'a çıkışan Elif'le başımı iki yana salladım ve bu
acı verici ve hafızamdan silinmeyecek anıdan kurtulmaya çalıştım.
Azman ise homurdandı.
"Ben ne yapacağımızı iyi biliyorum," dedi görümce. Zebani is
coming! yazdı neon ışıklarla ekranda.
Bir kaç saniye geçmişti ki kırmızı duvağın altına bir el süzüldü. Aynı
anda ağzıma kapanan bu el beni kınamda boğma deli cesaretine
sahip Tuana'dan baºka birisi olamazdı. Aniden dudaklarımdan soluk
boruma(!) doğru ilerleyen parmaklarının amacı sanırım ecelime
zemin hazırlamaktı.
Tuana'yı hızla itince poposunun üstüne çakıldı. Lakin şu an
umursadığım şey kesinlikle onun bu hali değil dilimden ağzımın içine
526
yayılan yanardağ lavlarıydı. "Yanıyorum!" diye bir yaygara kopardım.
Gözlerim acıyla yanarken duvağı başımdan şiddetle geri fırlattım.
"Allah'ını seven bana damacana fırlatsın!"
Etrafımda akbabalar gibi döner kız sürüsü duraksayıp bana şaşkın
gözlerle bakarken yerdeki Tuana dâhil, hatta domuz sevgilim de
dâhil, herkes kahkahalara boğuldu. Elif kahkahaları arasından, "Kız
sinsi!" dedi Tuana'ya. "Ne yaptın?"
Tuana yere dayadığı elini geri çekip avucunu açtı ve küçük bir kutuyu
gösterdi. "Wasabi!"
Gözlerimden oluk oluk alevli yaşlar akarken Tuana'ya kırmızıya
bürünen gözlerle baktım. "Yanıyorum!" diye bir feryat daha firar etti
alev alev yanan dudaklarımdan.
Azman kulağıma eğildi ve arsızca fısıldadı. "Bu kadar belli etme
güzelim!"
"Allah senin belanı versin!" diye bağırdım acıyla. "Yandım ulan!"
"Halledeceğim Asim! Yarına kadar sabret!" demesin mi boğazına
sarılmaktan son anda beni engelleyen Gül sayesinde kurtuldu. Hala
pis pis sırıtıyordu bir de. Arsız domuz!
"Su verin su!" diye bağırdım. "Rabbim, bu gidişle yüksek yüksek
tepelere cidden ev kuramayacak, aşrı aşrı memlekete gerçekten kız
veremeyecekler."
Birisi bir bardak suyu önüme uzatınca hızla kavradım. Tam
dudaklarıma götürüyordum ki görümcemin sesiyle durdum. "Gelin
ağladı!"
Bir zılgıt çekti ki sormayın. Görende Urfa aşiret ağasının CEO oğluna
gelin gidiyorum sanırdı. "Ağladım, ağladım," diye kafa salladım. "Bak
yüzüm Habeş maymununa döndü sayende." Elimdeki suyu suratına
fırlattığımda irkilip yine yere düştü.
527
"Ya!" diye inlerken sırıttım.
"Gelin ağlar da görümce hiç kuru kalır mı canım görümcem?"
🍀🍀🍀
Üzerimdeki yarı balık model gelinlikle aynaya bakarken iç geçirdim.
Hayır, şimdi bu stresle olmayan çocuğumu şuracığa
düşürüverecektim. Evlenmek zor işti vesselam. Hele Azmanusların
veliahtıyla evlenmek... Neyse, Hatice'ye değil neticeye bakarsak,
fena olmamıştım.
"Şişman göstermiş." Aynada gözlerimizin birleştiği Elif'e sert bir
bakış attım. "Ne? Şişman göstermiş işte! Kilo mu aldın sen? Kız yoksa
hamile misin?"
Bir kahkaha koyuverirken Gül de elindeki telefondan başını kaldırıp
güldü. "Olmayan yeğenim babasıyla anasının evlenmesine vesile
oldu."
"Geçin dalganızı, geçin!" dedim başımı sallarken. "O ayakkabının
altına ismimi yaz diye etrafımda pervana olurken göreceğim sizi
ben."
Elif aniden arkamdan kollarını belime dolayıp çenesini omzuma
yasladı ve aynaya baktı. "Peri kızı gibi oldun kanka! Yani şuradan bir
peri çıksa kızım gelin oluyor diye gözyaşlarına boğulurdu."
"Yemezler kanka!" dedim burun kıvırarak. "Seni mimledim.
Ayakkabının bağcıklarına yazacağım ismini." "Bağcıklar yere
değmiyor ki."
"Amaçta o ya zaten. Evde kalacaksın!" deyip kıs kıs güldüm.
"Gaddarsın!" dedi kaşlarını çatarak.
"Teveccühün."

528
Kapı birden açılınca bakışlarımız o yöne döndü. Tuana nefes nefese
bir şekilde kollarını iki yana açmış kapının açılmasını engelliyordu.
"Uğursuzluk diyorum ya, nesini anlamıyorsun?"
"Yemişim uğursuzluğunu!" diye kapının ardından bağırdı Azman. "Aç
şunu Tuana! Karımı görecem, karımı!" Ay ne güzel de karım diyor ya!
"Ya uğursuzluk diyorum haçan ya!"
"Kızım manyak mısın sen? Bu kızı evden davul zurnayla alırken zaten
gelinlikle gördüm ben."
"O zaman makyajsızdı. Şimdi kamufle olmuş. Uğursuzluk makyajını
kapsıyor."
"Ne saçmalıyorsun sen acaba?" diye gürledi Azman. "Böyle bir şeyi
ne duydum ne de işittim!"
"Çünkü az önce ben uydurdum," dedi Tuana. Gözleri beni bulunca
sırıttı. "Yenge var ya enfes olmuşsun. Bu düğün efsane olacak.
Gazetelere, magazinlere çıkacaksınız. Manşet de şu: Shrek sonunda
prensesle evleniyor."
Kahkahalarımın arasından Azman kapıyı hızla itti ve Tuana Gül'ün
üzerine düştü. "Sen de üçüncü sayfa haberlerine çıkacaksın
kardeşim. Manşette şu: Düğünde vahşet! Kardeş kardeşi öldürdü."
Ayaküstü müstakbel domuz kocamın MR'ını çekerken rujumun
yarısını da mideme göndermiştim. Allah'ım, adam nasıl yakışıklıydı? O
siyah takım elbisenin içinde nasıl nefes kesici görünüyordu? O uzun
saçları nasıl... Bir dakika! Bunun saçlarına ne oldu be? Baba! BABA!
Yapılır mı bu? Kıyılır mı o güzelim saçlara?
Azman'ın kısa saçları hacimli bir biçimde sola taranmış ve şu an
baktığım suret bambaşka bir yakışıklı hal almıştı. Saçlarına hayran
olduğum adam şu an ki kısa saçlı haliyle yine nefesimi kesmişti.
Babacığım affettim bile seni!
529
Azman'ın gözleri etrafta dolaştı ve beni es geçerek yine yerde
oflayan kardeşinde durdu. Kaşları çatılırken, "Ee..." dedi. "Asi'm
nerede?" "Domuz!" diye tısladım.
Sesimle beraber kaşları havalandı ve dudakları yapma bir şaşkınlıkla
aralandı. "Şu kız... Şu kız..." İşaret parmağını bana doğrulttu ve
tekrarladı. "Şu kız... Şu kızı siz de görüyor musunuz? Ya Asi kızacak
diye söylememiştim ama ben vazgeçtim. Ben bu kızla evleneceğim."
"Domuzsun!" dedim dişlerimin arasından. "Sor bakalım o kıza, o
seninle evlenmek istiyor mu?" "Benimle evlenmeyip kiminle
evlenecekmiş?" dedi kaşlarını tekrar çatarak.
Gözlerimi umursamazca etrafta dolaştırdım. "Bulurum şimdi birini,
dert etme sen!"
"Gebertirim," dedi yanıma yürürken. "Dinime imanıma o herifi
vururum."
Dibimde belirip ellerini belime sararken sırıtarak yüzüne bakıyordum.
"Yok canım!"
"Öyle canım! Atı alan Üsküdar'ı çoktan geçti."
"Ben at mıyım lan?" diye yine sinirlenerek sordum.
"Sen var ya..." dedi. "Sen olsan olsan Pegasus olursun. Böyle bir
güzelliğe ancak o yakışır."
Tam yine eriyip yere doğru akacaktım ki romantizm katili görümcem
yine anın içine çift katlı tuvalet inşa etti. "Unicorn olsa! Unicornlar
çok minnoş. Keşke benim de bir unicornum olsaydı." "Seni unicorlar
tepsin Tuana!" diye söylendim.
"Sen takma onu güzelim. Hadi! Herkes bizi bekliyor." Bir öpücük
çalmak için yüzüme eğilmişti ama öptüğü Elif'in kınalı avuç içi oldu.

530
"Avucumu yalarsın!" dedi Elif elini geri çekip kırmızı elbisesinin
eteklerine yüzünü buruşturarak silerken. "Kuduz olmam inşallah!"
"Ya bu kız..." diye iç geçirdi öfkeyle Azman. "Bu kız bela mı ya?"
"Belayım canım!" dedi pis pis sırıtarak Elif. "Ne dedim ben:
Evlenmeden o mıç mıç işleri ya-sak!"
Azman ona sert sert baktı ve eli elimi kavradı. "Gel Asim, gidelim
evlenelim! Senin de inşallah gelin çiçeğini tutayım derken topuğun
kırılır."
Elif ona öldürücü bakışlar atmaya başladı. Azman'ın neredeyse ona
dil çıkaracağını düşünmüştüm ki sadece kötü kötü sırıtmakla yetindi
ve kavradığı elimden beni de peşi sıra çekerek kapıya yönlendi ama
kapıdan çıkmadan önce Tuana'nın önüne çıkmasıyla duraksadı.
Tuana elini öne uzatarak kapatıp açtı. "Pamuk eller cebe
ağabeyciğim."
"Of Tuana, of!" diye inledi Azman ve cebinden cüzdanını çıkardı.
İçinden çıkardığı 100'lük bir banknotu Tuana'ya uzatacaktı ki Tuana
elinden cüzdanı çekti ve içini silip süpürdü. Cüzdanı geri verirken,
"Kızımıza az bile ama neyse!" diye sırıtmayı da ihmal etmedi.
"Salak salak konuşma Tuana! Sen erkek tarafısın!" diye soludu
Azman.
"Niye hatırlattın ya?" diye inledi. "Ben bunu unutmaya
çalışıyordum."
Azman eliyle onu kenara çekmeye çalışırken Tuana önümüzde
dikilmeye devam etti. "Yine ne var Tuana?" "Ayakkabı!" dedi Tuana.
"Yahu ayakkabı nereden bulayım ben şimdi sana?"
"Yengemin ayakkabısı!"

531
Azman sabrının son sınırlarında gezerken eğilip ayağımdaki
ayakkabıyı çıkardım ve eline tutuşturdum. Küçük bir çocuk gibi
havaya sıçradı ve kabarık kumral saçlarının arasından bir kalem
çıkardı. Şaşkınlıkla ona bakarken o ayakkabının altına isimleri
dizdirme işine girişti. Elif ve Gül yanında bitip bakmaya çalışsa da gizli
bir iş yapar gibi arkasını dönüp kızların 'Bizi de yaz!' söylenmeleri
eşliğinde yazmaya devam etti. Sonunda dönüp elindeki ayakkabıyı
bana uzattı. Ayakkabının altını çevirince kızlar da görmek için
eğilmişlerdi.
"Bu ne be?" diye bağırdı Gül.
"Seni gidi hain!" dedi Elif.
"Katil olacağım, katil olacağım," diye söylenen ise Azman'dı. Zira
ayakkabının altı Tuana ve Nick isimleriyle doluydu. En üste ve en
altta ise minicik Gül ve Elif'in ismi yazıyordu. Dikey olarak ise tanıdık
bir isim dikkat çekiyordu. 'AKIN'
"Akın yazıyor burada!" dedim Tuana'ya bakarak.
Güldü. "Ne olur ne olmaz diye yazdım. Evlenemezsiniz belki, bu
adam başıma mı kalsaydı?" "Bezdım!" dedi Azman, ne güzel de
öğrenmişti yöresel ağzımızı.
Tek elimle ayakkabıyı ayağıma geçirirken diğer elimle, Azman
Tuana'yı düğün öncesi katletmesin diye kolunu da sıkı sıkıya
tutuyordum. Sonunda duvağımı yüzüme kapatıp odadan çıktık ve
düğün salonuna giriş yaptık. Slow bir aşk müziği eşliğinde ilk dansa
başlarken Azman'ın gözleri üzerimdeydi. "Seni şu an öpsem..."
"Babam da seni vursa..."
"Ne yani karımı öpemeyecek miyim?"
"Karını, karının Trabzonlu babasının önünde öpüp kara toprağa
girmek istiyorsan durma kocacığım."
532
"Of of!" diye iç çekti. "Sınavım çok zor."
Gülümsedim. Demek ki dans ederken çiftler böyle mıç mıç işlerini
konuşuyorlardı. Bunu hep merak etmiş ve sonunda kendi
düğünümde cevabını almıştım. Yani umarım sadece mıç mıç işlerini
konuşuyorlardır.
Dans müziği biterken nikâh masasına yöneldik. Azman sandalyemi
odunusluğunu bir kenara bırakarak centilmence çekti ve sonra kendi
sandalyesinde yerini aldı. Nikâh memuru da masada yerini aldığında
bilindik hoş geldiniz konuşmasıyla açılışı yaptı. Açılış konuşması
boyunca ise Tuana'nın oflayan sesine maruz kaldım. "Bitse de gitsek,
bitse de gitsek!"
Nick ise karşısında işaret parmağını dudaklarına bastırıp ona
susmasını işaret ediyordu. Tabii Tuana bu, dinler mi hiç? Bir de
müthiş(!) Karadeniz yöresel ağzıyla imalı bir şarkı tutturdu.
"Sonra pişman olacam, ben niye evleneyim.
Da ben niye evleneyim.
Ben, ben, ben ben ben ben...
Ben niye evleneyim da, ben niye evleneyim."*
Azman'ın gözleri dönmeye başlayınca yanımdaki Tuana'ya bir çimdik
attım. Acıyan bacağını ovalarken, "Doğruyu söyleyeni dokuz köyden
kovarlarmış derlerdi de inanmazdım," diye söylendi.
"Siz Esra Yağmurlu..." diyen nikah memuruyla ona döndüm. Boş
bulunarak, "Buyrun benim!" dedim ve salondan bir kahkaha
yükselince utanarak dudağımı ısırdım.
Nikah memuru da güldü. "Sensin kızım tabii. Akın Korutürk'le
evlenmeyi kabul ediyor musun?" "Ee, istemesek niye nikâh masasına
oturalım?" Yine gülüşmeler...

533
"Evet ya da Hayır diyeceksin kızım."
"Ee, Hayır diyeceksek niye gelinlik giye-"
"Asi'm!" diye uyardı sonunda Azman. Hayır yani, adam mantıksız
soru soruyorsa suç benim miydi?
"Evet diyor!" diye bağırdım ve annemin ve babamın, 'Bu kız
olmamış, biz yapamamışız bunu!' bakışlarına maruz kaldım.
Nikâh memuru ise kahkaha atmamak için sıktığı dudaklarıyla
Azman'a döndü. "Sen Akın Korutürk, Esra Yağmurlu ile evlenmeyi
kabul ediyor musun?"
"Bu da soru mu?" dedi Azman. "Tabii evlenirim, Seda Rüzgarlı'yla."
"Seda kim lan?" diye gürledim.
"Çiftimiz biraz esprili!" diye toparlamaya çalıştı nikâh memuru.
Azman kahkaha atıp elimdeki elini havaya kaldırdı ve üzerine bir
öpücük bıraktı. "Şaka yapıyorum aşkım!"
"Şakanı al da başına çal. Seda gelsin evlensin seninle," diyerek ayağa
kalkmaya yeltendim ama tuttuğu elimden beni çekip tekrar
sandalyeye oturmamı sağladı.
"Evet!" dedi yüzümdeki duvağa rağmen tam gözlerimin içine
bakarak. "Esra yağmurlu'ya soyadımı verip sonsuza kadar onu
seveceğim, her gün tekrar tekrar aşık olacağım bir hayata evet." Ya
bu çocuk... Allah'ım bu çocuk... Ya ama ben bunu severim!
Nikâh memuru rahat bir nefes alırken şahitlere, yani Charlie'nin
meleklerine, döndü. "Sizler de şahit misiniz?"
"El mahkûm!" dedi yarım ağız Elif.
"Girdik bir alamete gidiyoruz kıyamete!" dedi Tuana.

534
"Siz onlara bakmayın. Bunlar onların dilinde evet demek," dedi en
mantıklı Charlie kızı Gül.
"Evet demeleri lazım kızım," dedi artık bıkkınlıkla nikâh memuru.
Elif ve Tuana aynı anda kafalarını iki yana çevirdi ama Elif Gül'ün
çimdiğine, Tuana da benimkine maruz kalınca avazı çıktığı kadar
bağırdılar. "Evet, evet, evet!"
Nikâh memuru sonunda geniş bir rahatlamayla, 'Bir nikahı daha kan
gövdeyi götürmeden atlattık,' bakışlarıyla bize döndü. "Ben de sizi
karı koca ilan ediyorum." Evlendim mi ben şimdi? Ay, vallahi ev-len-
dim!
İmzalar atıldıktan sonra, Azman gülümseyerek bana döndü ve
duvağımı yavaşça açtı. Gözleri yüzümde dolaşırken dudaklarımda
durdu. "Babam!" dedim sessizce ama sırıtmama engel olamadım.
Sert bir şekilde yutkundu.
Babamın varlığıyla mecburen alnıma bir öpücük bıraktı ve
kulağımaeğildi. "Baban balayında bizimle birlikte olmayacak karıcım.
Bakalım ozaman bahanen ne olacak?"
• 'Bal-Ayı'

Balayı balayı demiştik de henüz sadece ayıyı görebilmiştik. Şu an
yanımda fosur fosur uyuyan benim minik domuz ayıcığım balayının
sadece belli bir boyutuyla ilgileniyordu ki ne olduğunu onun ilk balayı
günümüzdeki sözleriyle açıklayabilirdim ancak. Ben balmışım, o da
ayı. Onun balayından anladığı buydu işte.
Evet, kış günü evlenip de nereye gidecektik. Tabii ki Uludağ'a. Dışarı
da lapa lapa kar yağarken biz de otel odasına kapanıp kalmıştık. Şu
yanımdaki domuza sorsan halinden gayet memnundu da, bana
sorsan... Ne vardı kış günü evlenecek modundan halliceydim. Bir yaz
535
düğünü, sonra sıcak bir deniz kıyısı şehrinde balayı hayal ederken
düştüğüm durum hayaller hayatlar felsefesinden başka bir şey
değildi.
Ani bir kararla arkamı dönüp Azman'ın omzunu dürttüm. "Teleferiğe
binelim."
Uyku sersemi homurdandı ve kollarını belime dolayarak beni çekip
kaburgalarına ek yapmaya çalıştı. "Ben varken teleferik..." dedi
mırıltıyla. "Alınıyorum ama."
"Arsız domuz!" diye bu kez de ben homurdandım. "Kalk hadi!
Teleferiğe binelim."
Burnunu boynuma sürmesiyle huylanarak çekilmeye çalıştım ama ne
mümkün? Bunların sülalesinin bir an ahtapotlara dayandığını
unutmuştum.
"Biraz daha uyuyayım, sonra neye istiyorsan binersin. Tabii benim
tercihim..."
"Tamam!" diye sözünü kestim. Yanaklarıma yine kan hücum etmişti.
"Sus sus! Edepsiz ahtapot!" Ay! Kulağımı mı ısırmıştı o? Ya elleri niye
rahat durmuyordu bu herifin?
"Uykun yok muydu senin? Bırak kalkacağım."
"Aklıma bir şey geldi," dedi gözlerini açmadan.
"Yemezler yemezler!" dedim hemen. O yemi bir kez yutmuş ve ne
olduğunu sormuştum. Sormaz olaydım ya da... Aman pek de pişman
sayılmazdım ya, neyse...
"Yerler yerler!" dedi sırıtarak.
Ay! Dudağımı mı ısırdı o?
"Ya dursana! Teleferiğe bine-"

536
Adam konuşturmuyor ki? Konuşamıyorum ya! Lafı ağzıma tıkıyor,
hem de kendi ağzıyla bizzat tıkıyor.
"Akın telefe... Ya şu ellerin bir rahat dur-"
Yok konuşamıyorum, adamın susturma yöntemleri FBI'ı bile sollar.
"Sana teleferik alırım," dedi öpücüklerine devam ederken. "Teleferik
senin köpeğin olsun Asi'm! Şimdi daha önemli bir işimiz var seninle."
"Saçmalama ya! Hep böyle yapıyor-"
Evet, yine bizzat öpücükleri tarafından susturuldum. Anladım ki
teleferik hayal olmuştu. Yemişim teleferiği zaten. Sanki teleferikte
doğduk.
"Ulan sen kaşındın!" dedim ve uzanıp örtüyü üzerimize çektim.
Odunuslardan Azmanus'la evlenince biz de arsız olup çıkmıştık, iyi
mi?
♡♡♡
Üzerime kalın bir hırka alıp balkona çıktım ve kar havasını içime
çektim. Her yer bembeyazdı. Kış aylarından haz etmesem de bu
manzara beni gülümsetmişti. Kardan adam yapanlar, birbirlerine kar
topu atan çocuklar, karlarda yuvarlanan çiftler...
Adamlar romantizmde boyut atlamıştı, bir de bize bak!
Hemen arkama döndüm ve yatakta tavanın analizini yapan Azman'a
baktım. Otelin mühendisi onu böyle görse, 'Ne güzel de tavan
planlamışım ya!' diye iç çekerdi.
"Karda yuvarlanalım mı?"
Gözleri ağır ağır bana döndü ve ela gözleri yavaş yavaş kısıldı. "Ne?"
"Karda yuvarlanalım. Çok eğlenceli görünüyor."

537
Şöyle bir yatakta etrafına bakındı ve güldü. "Yuvarlandık ya
yeterince!"
"Ya sen normal konuşmak nedir bilmez misin be adam?" diye
çıkıştım. "Hemen kalkıp hazırlanmazsan atarım kendimi şuracıktan.
Sonra beni İnkaya Çınarı'nın dibinde kardan adam olarak bulursun."
Yavaşça doğrulurken sırıtıyordu yine. "Tamam kalktım Asi'm."
Üzerinde sadece baksır olunca içeri giren soğuk havayla titredi ve
"Kapıyı kapat da içeri gel," dedi.
"Burası iyi," dedim arkamdaki korkuluklara yaslanarak. Kapıdan
içerisi tehlikeli bölgeydi. Öyle ki neon ışıklarla Tehlike yazısı sürekli
yanıp sönüyordu. "Hem manzara da güzel!"
Tamamen bana döndü ve kendine şöyle bir bakıp sırıtışını genişletti.
"Farkındayım!"
"Senden bahseden kim? Ben karı kastetmiştim."
"Hangi karı? Ben varken karı-kız mı kesiyorsun?"
"Ne iğrenç espri ya bu?" dedim göz devirerek. "Hem şu kaslı ve
şortlu delikanlılar varken niye kadınlara bakayım?"
"Ne?" dedi gözleri irileşirken. Hızla, o halde yanımda bitti ve buz gibi
havada yarı çıplak aşağıya göz gezdirdi. "Neredeymişler lan?"
"Teleferikte!" dedim gülmemeye çalışarak. Teleferiğe ateşe vermek
ister gibi bakarken hala uyanamadığını düşünüyordum. Sonra
gözlerini kızgın bir bakışla baba çevirdi.
"Bunlar giyinik kızım!"
"Hadi ya!" dedim artık gülerken. "Herkes senin gibi buz gibi havada
yarı çıplak dışarı çıkmıyorsa demek..."
Alık alık yüzüme baktı. Ardından idrak ettiği gerçekle titredi.
"Dondum!"
538
"Normaldir. Hala yarı çıplak balkonda dikiliyorsun!"
"Evet!" dedi dişleri birbirine vurmaya başlarken. "Senin yüzünden."
Birden bacaklarımdan kavradı ve beni sırtına attı.
"Ay! Ne oluyor be?"
"Üşüdüm ve sobama sarılıyorum," dedi. İçeri girip kapıyı çekti.
Yatağa doğru ilerlediğini fark edince bacaklarımı çırpmaya başladım.
Al işte! Neon ışıklarla yine tehlike yazısı yanıp sönüyordu.
"Yok artık! Seni kısırlaştıracağım artık. Bırak be!"
Beni yatağa bırakıp masumca dudaklarını büzdü. "Sadece
ısınacağım." Tabii tabii! Biz de yedik!
Yatağın üzerindeki battaniyeyi çekip ona fırlattım. "Al bununla ısın!"
Tuttuğu battaniyeyi saniye duraksamadan geri fırlattı ve arsız bir
sırıtmayla üzerime yürümeye başladı. "Ama sen daha çekici bir
seçeneksin!"
Yatakta kayıp geri geri gittim ve odanın ondan uzak başka bir
köşesine kendimi attım. "Ya kendimi plates yaparken kol kasları
yırtılan Seda Sayan gibi hissediyorum. Sen yorulmak nedir bilmez
misin be adam?"
Bana doğru yönelirken, "Yorgunluk seni görünceye kadar," dedi.
"Unuttun mu? Sen balsın ben de ayı."
Kendimi başka bir köşeye attım. "Azdın azdın iyice!"
Hızlı bir atakla üzerime atılırken çalan kapı kurtuluşum oldu ve
kendimi yana atıp kapıya koştum. Hızla açtığım kapıda bana sırıtan
yüz kurtuluşumdu. "Yenge!" dedi yine sondaki e'yi fizana kadar
uzatarak Tuana. "Ben geldim!" Beni eliyle kenara itip içeri girdi. "Hoş
geldim, beş geldim biliyorum."

539
Azman onu görünce hemen yerdeki battaniyeyi kapıp önüne tuttu.
Tuana ise dağılmış odadan gözlerini ona çevirdi ve pişkince sırıttı.
"Yeğen çalışması üzerinde yakaladım değil mi? Sizi gidi yaramazlar
sizi!" "Kızım senin ne işin var burada?" diye gürledi Azman.
"Balta!" dedi Tuana.
"Ne?"
"Balayınızı baltalamaya geldim," dedi ve yatağa oturdu. "Düşündüm
de yeğen fikrine hazır değilim. Bence siz bunu biraz erteleyin. Yani o
küçük şeyi sevmeyeceğimden değil de biraz yaşlı hissettiriyor."
"Tuana sen manyak mısın?" dedi Azman öfkeyle.
"Teveccühün ağabeyciğim. Hadi hazırlanın da kayak yapmaya
gidelim. Hem teleferiğe de bineriz." "Teleferik mi?" dedim
haddinden fazla bir sevinçle.
"Evet evet teleferik," dedi Tuana iç çekerek. Tepkisine anlam
veremesem de o sözleriyle ağabeyi gibi sapık kişiliğini öne serdi.
"Nick'in yükseklik korkusu var biliyor musun yenge? Düşündüm
de..." Ve sinsi bir sırıtma. "Korkarsa ne yapar?"
"Bağırır mı?"
"Ay hayır tabii ki. O korkunca küçük minnoş bir kedi gibi bana
sokuluyor. Ay, çok tatlı değil mi?"
Azman battaniyeyi üzerine sarındı ve yavaşça komedinin üzerindeki
telefonuna yöneldi. Sakinliği ise şaşkınlık sebebiydi. Telefonda bir
kaç tuşlama yaparken, "Kimi arıyorsun?" diye sordum.
İşaret parmağını kaldırıp bir dakika işaret yaptı ve telefonu kulağına
götürdü. "Alo!... Muhsin ağabey benim Akın. İki mezar yeri
istiyorum. Müsait bir yer var mı?" Tuana'nın gözleri irileşirken ayağa
fırladı ve gelip arkama gizlendi.

540
"Mümkünse mezar yerleri birbirinden bir kaç kilometre uzak olsun...
Şey kız kardeşim az önce hakkın rahmetine kavuştu da... Sağ ol
ağabey, Allah geride kalanlara sabır versin... Diğer mezar mı? O
ecnebinin birine ait. Bir de Muhsin ağabey bir hoca bir de papaz
ayarla. Malum oğlan ecnebi. Onların dinine göre defnetmek daha
doğru olur... Tamam sağ ol ağabey... Yok yok! Aman ağabey
annemlere haber verme! Sürpriz olsun istiyorum ben... Delirdim evet
Muhsin ağabey. Sen mezar yerlerini ayarla, ben seni tekrar
arayacağım."
Telefonu kapatıp bize dönerken Tuana'yla beraber gözlerimiz
yuvalarından fırlamak üzereydi. Tuana kollarımı kavrayıp arkama
daha çok sindi ama göz ucuyla da Azman'ı da takip ediyordu.
"Harbi delirdin ya! Mezar yeri ayarlamak nedir?" dedim şok içinde.
"Ne yapayım Asim? Kardeşim koksun mu? Gömmemiz gerek!" "Ya
ben ölmedim ki?" diye inledi Tuana.
"Aa, bak o konu da haklısın," dedi Azman. "Ama büyük bir sorun
teşkil etmiyor. Ben onu şimdi halledeceğim. Seni nasıl öldüreyim
kardeşim? Kesici bir alet mi tercih edersin? Yoksa delici bir alet mi?
İkisini de zevkle kullanacağıma emin olabilirsin."
"Kesici bir alet aynı zamanda delici de olabiliyor ama," dedi Tuana
sanki tek takılması gereken buymuş gibi.
Azman bir an düşünür gibi tavana bakıp işaret parmağını dudaklarına
bastırdı. "Haklısın kardeşim. Bak bunu hiç düşünemedim. O zaman
ikisinden de karışık bir paket yapıyorum sana."
Sonunda idrak ettiği gerçekle Tuana daha da sırtıma yapıştı. "Yenge
kurtar beni bu Hannibal Lecter'dan." "Akın korkutmasana kızı!"
dedim Tuana'ya ulaşmasını engellemeye çalışarak.
"Çekil Asim! Çekil! Adama mezar yeri kazdırdık. Boşa mı gitsin?"

541
"Ağabey ya! Mürüvvetime engel olamayacaksın."
"Mürüvvetinle değil tamamen sapık kişiliğinle ilgileniyorum
kardeşim," dedi Azman.
Tuana kafasını yana eğip göz ucuyla ona baktı. "Keşke bunu
üzerinde sadece don varken söylemeseydin."
"Haklısın kardeşim. Siyah takım elbisemi giyineyim seni öyle
öldüreceğim. Şimdi kaybol!" Son kelimesiyle kükrerken Tuana
arkamda korkuyla sıçradı ve uçarcasına kapıya koştu.
"Sen görürsün. Herkese senin balayında kalpli don giydiğini
söyleyeceğim."
Ben kahkahayı basarken Azman kapıya koştu. Tuana ise hızla ona dil
çıkararak kapıdan çıkıp gözden kayboldu. Azman sesli bir iç çekip
ellerini beline dayadı. "Bu kız beni kanser edecek? Kime çekti
bilmiyorum ki."
Tek kaşımı kaldırıp ona baktığımda kapıyı çarpıp, "Ne?" dedi. "Bana
çekmedi herhalde." Kaşımı daha çok yukarı kaldırdım. O da bir şey
idrak etmiş gibi, "Bana çektiyse..." diye mırıldandı. Birden dolaba
koştu ve kıyafetlerini yatağa fırlatıp hızla giyinmeye başladı. "Bana
çekmişse onu kesin geberteceğim bu sefer!"
O kadar hızlı giyinmişti ki ben daha dolaba bile bakamamıştım.
Kapıya yöneldi ve "Sen giyin, ben aşağıda ateşle barutu kontrol
edeceğim," dedi. O fişek gibi kapıdan çıkarken peşinden Nick'e bir
şey yapmamasını bağırdım ama duyduğunu hiç sanmıyordum. Duysa
da etki eder miydi o da muammaydı tabii. Başımı iki yana salladım ve
dolaptan kar kıyafetlerini çıkarıp giyindim. Hızlı olmaya çalışıyordum,
zira bu herifin işi hiç belli olmazdı. Adam Nick'i gömmeye takmıştı.
Lobiye indiğimde gözlerimle etrafı taradım. Tuana o an gözüme
takıldı. Bir o yana bir bu yana yürüyüp durdurduğu insanlara bir
şeyler söylüyor sonra elindeki telefonun ekranını gösteriyordu.
542
Yanına gidip elimi omzuna attığımda bana doğru döndü. "Yenge!"
dedi dolu gözlerle. "Nick'i bulamıyorum. Kayboldu filinta gibi
delikanlı."
"Ağabeyin nerede?"
İç çekti. "O dışarıda kardan adam yapıyor."
"Nick'e bir şey yapmış olmasın?"
"Yok ya, ben de ilk ondan şüphelendim ama dışarıda normal bir
şekilde kardan adam yapıyor."
Bu bana hiç doğal gelmiyordu. Kesin Azman'ın bu işte bir parmağı
vardı. Tuana'nın kolunu kavradım ve onu dışarı çekiştirdim.
Kalabalıkta Azman'ı seçmem hiç de zor olmadı. Issız bir köşedeydi.
Yere eğilip avucunu karla dolduruyor ve keyifli bir şarkı mırıldanarak
önündeki devasa kardan adama ekliyordu.
Yanına yürüyüp sorgulayıcı bir biçimde ellerimi belime koydum. Bana
göz ucuyla bakıp geri çekildi ve kaşıyla kardan adamı işaret etti.
"Nasıl olmuş ama?"
"Bırak şimdi kardan adamı da Nick'e ne yaptın onu söyle," dedim
kaşlarımı çatarak.
Omuz silkti ve kardan adamına döndü. Bu herif bu kadar kısa sürede
bu büyüklükte bir kardan adamı nasıl yapmıştı? "Havucumuz da olsa
tam olacaktı."
"Ya ağabey Nick'e bir şey yapmadın değil mi?" diye inledi Tuana.
Yine omuz silkti. "Sakal da mı yapsaydım acaba? Kömür bulabilir
miyiz burada?"
"Akın ne yaptın adama? Hem bu ne biçim kardan adam?"
Gözlerini üzerime çevirdi. "Neyi varmış?"

543
"Ağzında şnorkel olması dışında mı?" dedim gözlerimi kısarak.
Güldü. "Ee, başka türlü nasıl nefes alsın?"
"Kardan adam niye nefes alsın-" diye soracaktım ki gözlerim irileşti.
Yok artık! Ama yani yok artık! "Lan adamı karla mı kapladın?" diye
şok içinde sordum.
"Ne?" diye bağırdı Tuana ve kardan adama doğru atıldı. Eliyle karları
iki yana atarken Azman kahkahalarla gülüyordu.
"Adını da Ecnebi koydum. En azından herif bir işe yaradı."
"Psikopat mısın sen? Hipotermiden öldürecek misin çocuğu?" dedim
köpürerek. Yine omuz silkti.
Tuana'ya yardımcı olurken sonunda karların arasından Nick'e
ulaşabildik. Donuk bakan gözleri gibi bedeni de herhangi bir tepki
vermiyordu. "Nicky!" dedi telaşla Tuana. "Ya ağabey ya! Öldürecek
miydin çocuğu? Donmuş şuna bak! Kıyamam ya!" İçini çekerken
gözleri dolu doluydu.
Öfkeli gözlerimi Azman'a çevirdim. Dudaklarını büzdü ve
umursamazca bize bakmaya devam etti. Adam gram takmıyordu ya,
hayret bir şey! "Nick!" dedim çocuğa dönerek.
Donuk gözleri bana döndü. Dişleri birbirine vurmaya başlarken, "E-
efendim y-yenge!" demeye çalıştı.
"Yengesi..." dedim ben de konuşabildiği için biraz rahatlayarak. "İyi
misin?"
"Y-yenge b-beyaz ı-ışığı gö-gördüm." Ardından göz ucuyla etrafına
baktı. "H-hala da gö-görüyorum."
"Beyaz ışık değil o aşkım," dedi Tuana iç çekerek. "Düşmanlarımız
bizi ayırmak için sana karla işkence yaptı ama biz yengemle seni
kurtardık."
544
Öfkeli gözlerimi yine Azman'a çevirdim. Ellerini beline dayamış
sırıtarak Nick'e bakıyordu. "Lan yardım etsene! Ne bakıyorsun?" diye
bağırdım.
Oflayıp yere eğildi ve un çuvalı misali özensizce Nick'i ayağa kaldırdı.
Kolunu omzuna attı ve yüzüne bakıp yine kıs kıs güldü. Nick ise
köpek balıklarıyla okyanusta tek başına kalmış gibi titrek ve buz
tutmuş kirpikleriyle ona bakıyordu. Yüzü kıpkırmızı, dudakları ise
mosmordu.
"Doktor çağıralım," dedim Nick'in diğer kolunu omzuma atarken.
"Bir bok olmaz ona," dedi Azman yürümeye devam ederken.
"Ne vicdansız adamsın sen be!" diye çıkıştım. Tuana yanımızdan
yürüyordu ama Nick'e bakarken hafif hafif iç çekiyordu. Çok
korkmuştu garibim.
"Kaşınıyordu," dedi hala gülerken. "Hem başka türlü ateşini
söndüremezdim. Şimdi barut düşünsün." Yine kahkaha attı.
"Eğer ben de bunun hesabını senden sormazsam bana da Tuana
demesinler," dedi Tuana sinirle.
Nick'i odaya çıkarıp yatağa bıraktık. Azman üzerini çıkarırken bizi de
Tuana'nın söylenmeleri eşliğinde dışarı postaladı. Tuana ise hala, "Ya
öldürecek ama bu sefer!" diye itiraz ediyordu. "Hem ben onu çıplak
gördüm."
Kapanan kapı birden açıldı ve Azman ateş saçan gözlerle ona baktı.
"Kızım şu dilini eşek arıları soksun senin!" diye tısladım.
"Yok, yani çıplak derken... Üzerinde şort vardı. Okulun yüzme
kulübündeydi. Ya siz de her şeyi yanlış anlıyorsunuz."
Azman kapıyı yüzümüze çarparken Tuana bağırdı. "Vallahi doğru
söylüyorum ağabey. Öldürme sakın!"

545
"Kolunu kopardım sanırım," diye seslendi içeriden Azman. "Bu kolu
nereye bırakayım."
Tuana kapı yoluna asıldı ve şiddetle açmaya çalıştı. "Ya! Yenge bir
şey yap! Kocan sevgilimi parçalıyor."
"Bacağı da elimde kaldı," dedi Azman. "Aa, bu bacağı değilmiş.
Hadım etmişiz adamı bilmeden. Ne talihsizlik!"
"Yenge!" diye gürledi Tuana deli gibi kapıya vururken. "Yenge bir şey
yap!"
Kapıya vurup Azman'a açmasını söylerken sesimiz muhtemelen tüm
otelde yankılanıyordu. Dakikalar sonra, "Hanımefendi bir şey mi
oldu?" dedi otel görevlisi sonunda koridorda belirerek.
Tuana koşup adamın yakasına yapıştı. "Ağabeyim sevgilimi
parçalıyor. Gitti adamın şeyi..."
"Neyi?" dedi adam şaşkınlıkla
"Şeyi yahu şeyi..." dedi Tuana ve gözlerini adamın bedeninde aşağı
indirdi.
Adamın gözleri daha da irileşti ve Tuana'nın ellerinden kurtulup
geriledi. "Şey... Tamam anladım. Nerede ağabeyiniz?"
Tuana adamın koluna yapışıp odanın kapısına doğru çekti. "İçeride!
Açın... Açın kapıyı!"
Adam cebinden acil durumlar için görevlilerde bulunan kartı çıkarıp
kapıyı açtı ve operasyona dalan polis ekibi gibi içeri koştu. Tuana da
peşinden tabii. Ben de içeri girdiğimde Azman tekli koltukta oturmuş
bir bacağını diğerinin üzerine atarak bize bakıyordu. Nick ise yatakta
mışıl mışıl uyuyordu. Azman işaret parmağını dudaklarına bastırıp,
"Şşş!" dedi. "Çocuğu yeni uyuttum."

546
"Ebedi mi yoksa ya?" diye korkuyla sordu Tuana ve telaşla koşup
Nick'in üzerini açtı, gözleriyle bedeninde eksik var mı diye hasar
analizi yaptı. Sonra rahatlayarak yatağa oturdu. "Oh be! Takımlarda
sağlam!"
Azman'ın gözlerine yine ateş hücum etti. Otel görevlisi ise şaşkın
haliyle özür dileyip odadan çıktı. Azman ayağa kalkarken, "Çık hadi!"
dedi Tuana'ya.
"Hayatta gitmem!" dedi Tuana.
"Tuana!"
Azman'ın elini kavrayıp kapıya doğru çekiştirmeye başladım. "Bırak
yanında kalsın bari. Çocuk zaten perişan olmuş." Tekrar itiraz
edecekti ki öfkeli öfkeli yüzüne bakıp, "Seni ilk haftadan boşarım
bak! Yeter ya!" diye çıkıştım.
Yüzü hemen yumuşadı, hatta şimdi yavru köpek bakışlarıyla bana
bakıyordu. "Tamam," dedi uysal bir sesle. Beraber yemek yemek için
tekrar aşağı indik. Ben ona öfkeli öfkeli bakmaya devam ederken o
artık bana bakmıyor, sadece yemeğiyle ilgileniyordu.
En sonunda çatalı masaya bırakıp dikkatimi tamamen ona verdim.
"Niye böyle yapıyorsun?" "Patlıcan sevmiyorum," dedi tabağının
kenarına patlıcanlarla iterek.
"Neyi kastettiğimi biliyorsun!"
Başını kaldırmadan kirpikleri arasından bana baktı. "O heriften haz
etmiyorum."
"Nedenmiş o?"
Omuz silkti. "Erkek olması en büyük neden."
"Bu konuyu seninle konuşmuştuk Akın. Şu zihniyette vazgeç artık,
Tuana'yı ne kadar üzdüğünün farkında mısın?"
547
En sonunda yemeğiyle ilgilenmeyi bırakıp arkasına yaslandı. "Onun
üzülmesi istemediğimden uğraşıyorum zaten. Bak Esra! Tuana deli
doludur. Herkese hemen güvenir. O yüzden çabuk kırılır. Sonra da
günlerce kendisini odasına kapatır. Ne yer ne içer. Bu yüzden
eskiden çok sık hastalanırdı. O gösterdiğinin aksine çok kırılgan. Ben
o herifin onu üzmesini, kardeşimin onun yüzünden acı çekmesini
istemiyorum."
Uzanıp ellerini avucumun içine aldım. "Sen çok iyi bir ağabeysin ama
Nick Tuana'yı seviyor. Onu üzmek istemediğini bence sen de
biliyorsun. Tek sebep bu değil, değil mi? Küçük kardeşini
kıskanıyorsun."
Alaycı bir şekilde güldü ama benim ciddi bakışlarımla susup
dudaklarını birbirine bastırdı. Gülümsedim. "Onu çok seviyorsun
biliyorum ama bırak da neyin doğru neyin yanlış olduğuna o karar
versin. Sen yine gizliden gizliye onu kollarsın ama onu biraz serbest
bırak ki nefes alsın."
Derin bir nefes verdi ve avucumun içine uzun bir öpücük bırakıp,
"Peki, öyle olsun," dedi.
"O zaman bir daha Nick'i gömmek istemek yok!" Gözlerini kaçırdı.
"Akın!"
"Tam gömmesem, yarım gömsem?"
"Hayır!"
"Üzerine toprak atsam?"
"Hayır!"
"Kürekle ağzına vursam?"
"Akın!"

548
"Pekala, gömmek yok. Yine bıçağa talim." "Bıçak da yok!" dedim
hemen.
"Ama sen de her şeye itiraz ediyorsun."
"Yok dedim."
"Yine kardan adam yapsam."
"Ha-yır!"
"Öpsem."
"Ha- Ne?"
Masada öne doğru eğildi ve "Öpersem anlaştık," dedi.
Güldüm. "Nick'i mi öpeceksin? Daha neler?"
"Seni öpeceğim, ne Nick'i? Hadi öpücüğümü ver."
İç çekip yanağımı çevirdim. O ise çenemi kavrayıp yüzümü çevirdi ve
dudaklarımı salonu inletecek sesli bir öpücük bıraktı. Kıpkırmızı
olduğuma emindim. Hele de herkesin bakışları bize dönerken... Elimi
kaldırıp saçlarımı düzeltir gibi yaparken, "Azman, ne olacak?" diye
tısladım.
Birden ise kendimi havada buldum. Ufak bir çığlıkla kollarımı
boynuna doladım. "Ne yapıyorsun ya?"
Yürümeye başlarken eğilip kulağıma tanıdık sözlerini fısıldadı ve beni
yine ölesiye utandırdı. "Sana bana bir daha o kelimeyi kullanırsan,
dinlediğin o sesleri yakından duyarsın demiştim."
Final • 'Babaoliysan!'
Bulaşıklar tamamdı. Ev de toplanmış ve süpürülüp silinmişti.
Pencereler... Aman onlar da kirli dursun canım. Belki eski ev
arkadaşlarım, yeni komşularım Aynasız Elif ve Anakonda Şirine Gül'ü
çağırıp camları onlara sildirtirdim. Sonra hemen bu düşünceden
549
vazgeçtim. Elif oklavayla beni döve döve o camları yine bana
sildirtirdi. En iyisi camları olduğu gibi bırakmak olacaktı.
Temizliği bitirmiş olmanın haklı gururuyla demlediğim çayı ince belli
bir bardağa döktüm ve salona doğru ilerledim. Hafta sonu
olduğundan okul yoktu. O yüzden sevgili odunus kocam hala
uyuyordu. Ben de o uyanana kadar kahvaltıyı biraz ertelemeye karar
verdim. Çayı koltuğun ahşap kısmına koyup televizyonu açtım. Bin
küsur bölümlük o saçma dizinin yarısına yetişmiştim, çok şükür. Ne
kadar az izlersek o kadar kârdı.
Dakikalar sonra esas oğlanın kızı yerden yere, yerden de duvarlara
çarptığı kısımda yerimden hafifçe doğruldum. Kız ağlarken bir de
baktım benim de gözlerim dolmuş. Hayır, bu salak kız bunu yarım
bölüm sonra affedecek de bana ne oluyorsa? Kanalı değiştirip bir
belgesel kanalında karar kıldım bu kez.
Belgeseller masumdu, belgeseller candı. Tabii bu düşüncem kısa
süre sonra tuzla buz oldu. Zavallı kertenkele yılanların arasından
sıyrılıp tam kurtuldu derken hop bir yılanın midesine indi.
"Ay, Allah sizi kahretmesin ya!" derken bu kez neden ağladığımı yine
bilmiyordum. "Ne istediniz ya o minicik kertenkeleden? Anası,
babası, çoluğu çocuğu vardı belki. Bir yuvaya ateş düşürdünüz."
"Asi'm!"
Duyduğum sesle sürekli akan ama bir o kadar da çabuk dolan
gözlerimi yatak odasının kapısına çevirdim. Azman'ım yine üzerinde
sadece pijama altıyla kapıda dikiliyordu, saçları biraz daha uzamıştı.
Uzun halini daha çok sevdiğimi ona söylediğimden beri makas
vurdurmuyordu ama sakala karşıydım. O yüzden neredeyse her gün
tıraş oluyordu çünkü sakal eşittir öpücük yok demekti.
Ona bakınca endişeli gözlerle gelip önümde diz çöktü ve ellerimi
elleri arasına aldı. "Ne oldu sevgilim yine?"

550
"Bırak ya!" deyip ellerimi ellerinden kurtardım. Sanki kertenkeleyi
yiyen benim kocamdı. "Yediler minicik kertenkeleyi. Acımasızlar!
Caniler!"
"Kertenkele mi?" dedi televizyona bir bakış atarak. "Aşkım belgesel
o. Belgeselde illa bir hayvan diğerini yer yani. Buna mı ağlıyorsun?"
"Sus sus!" dedim ve onu geri ittim. Poposunun üzerine düşerken
yüzünü buruşturdu. "Siz erkekler hep böylesiniz işte?"
"Nasıl ya?" dedi allak bullak olmuş bir yüzle. "Konu nasıl biz
erkeklere geldi ki şimdi?"
"Sen hala konuşuyor musun ya? Git kahvaltı hazırla! Bu evde her şeyi
ben mi yapacağım?" Koltuğun arasından gözüme çarpan çorabı alıp
ona savurdum. "Bu ne?" "Çorap," dedi saf saf.
"Ne işi var ya senin çorabının koltuğun arasında? Hem bu çorabın eşi
nerede? Çorap çekmecesindeki eşi olmayan çoraplar ayaklansa bizim
evi ele geçirir, seni de idam ederler."
"Aşkım o senin çorabın ama."
"Ha, çorabım gözüne mi battı yani? Vay be! Demek şimdi de böyle
olduk?"
Bu kez temkinli bir ifadeyle yanıma yaklaşıp yüzümü ellerinin arasına
aldı. "Senin bu aralar bir şeye moralin mi bozuk Asi'm? Söyle hadi
kocana!"
"Karnım aç benim! Aç aç! Doyuramıyorsan niye evlendin lan
benimle? Ne güzel eskiden alt sokaktaki lokantanın camına ekmek
banardık, şimdi orası da kapandı."
"Tamam, ağlama! Ben sana şimdi güzel bir kahvaltı hazırlıyorum. Sen
de bana biraz içini döker rahatlarsın. Bak çayını da içmemişsin, hatta
dur önce ben senin çayını tazeleyeyim."

551
Bir yudum almadığım ve soğumaktan soğuk çay kıvamına gelmiş
çayımı eline aldı ve gidip yenisini doldurup yine aynı yerine koydu.
Yanağıma sulu uzun bir öpücük bırakıp kahvaltı hazırlamaya başladı.
Geçen sürede ben de kertenkeleleri yiyen yılanlara, antilopları
didikleyen aslanlara, Amerikan başkanına, hatta gelecek
başkanlarına, bizim köyün muhtarına, dünyayı istila etme planları
yapan uzaylılara sayıp bir güzel de sövdüm. Gül de duyarsa duysun.
Ne olacaksa olsun artık ya!
"Asi'm!" dedi Azman yine yanıma tereddütle yaklaşarak. "Bitti mi
dünyaya isyanın?"
"Bitmedi!" diye bağırdım. "O kertenkeleyi yiyen yılanın Allah belasını
versin! O Amerika'nın başkanının da boyu posu devrilsin de kel
kalsın."
Azman bağırışımla irkilirken, benim gözlerim arkasındaki masaya
kaydı. Bir kuş sütü eksikti. Çeyizimdeki kahvaltı takımı bile bana
oradan işveli işveli göz kırpıyordu. Birden az önce neye kızdığımı
unutuverdim ve sevinçle cıvıldadım. "Ay sen bana kahvaltı mı
hazırladın odunuslar sülalesinin kralı?"
Ayağa kalkıp masaya doğru koştum. Azman ise şu an hata vermiş
windows yeni sürümü gibi beni izliyordu. Bir peynir dilimi ağzıma
atarken, "Canım kocam benim ya!" diye dolu ağzımı yaya yaya
konuştum. "İyi ki seninle evlenmişim."
"Asi'm sen muayyen gününde falan mısın?" dedi Azman. Sonra
düşünür gibi gözlerini tavana çevirdi. "Gerçi olsaydın herhalde dünkü
keşfimde bunu anlardım."
"Edepsizleşme be!" dedim ve bir zeytini ona doğru fırlattım.
"Nimet o nimet! Çarpılacaksın karıcığım!" O da kahvaltı masasına
kurulurken bugün üçüncü çay bardağımı önüme itti. Bardağı kapıp

552
dudaklarıma götürmüştüm ki kokusuyla tekrar masaya bıraktım. "Ne
oldu?" dedi hemen.
"Bu çay küflendi mi?"
"Paketini az önce açtım."
"Kokuyor ama!"
Kendi bardağını masadan alıp bir yudum aldı. "Bana normal geldi
tadı."
Bir yudum da ben alıp iğrenç tatla bağırdım. "Ne normali be?
Kokuyor diyorum sana. Midem bulanmaya başladı bak! Ay ben
kusacağım galiba!" Ayağa fırlamamla banyoya koşmam bir oldu.
Klozete eğilirken Azman'ım da hemen yanıma gelmiş ve saçlarımı
yüzümden çekmişti. Sırtımda gezinen eliyle içimde ne var ne yoksa
kanalizasyon sistemine armağan ettim.
"Sen soğuk aldın değil mi?" dedi hafif bir kızgınlıkla. "Tüm
pencereleri açarsan olacak olan oydu."
"Ne yapsaydım ya? Güneşe kurşun mu sıksaydım? Ben
Trabzonluyum, en fazla fındık falan atar ya da çay fırlatırdım. Ya sen
bana niye küflü çay içiriyorsun?" diye ağlamaya başladım. "Sen
benim çayla aramı bozmaya çalışıyorsun değil mi? Kıskançsın!
Kıskanç!"
"Bu bir kaç haftadır ağladığın en saçma şeydi Asi'm. Yok en saçması
şeydi: Düğün konvoylarının korna seslerine ağlaman."
"Çok acıklı çalıyordu ama," diye itiraz ettim.
"Tabii tabii. Damat kornayla ağıt yakıyordu zaten."
"Evlendi diye mi? Sen benimle evlendiğine pişman oldun değil mi?
Bunu ima ediyorsun. Hadi söyle, söyle!"
"Aşkım ne alakası var ya? Ağlama artık."
553
"Zaten S-400'ler de Ordu'yu kapsamıyormuş."
"O nereden çıktı Allah aşkına? Asi'm ağlama artık güzelim!" dedi ve
beni yerden kaldırdı. Lavaboya götürüp yüzümü yıkamaya başladı.
"Ordu'yu kim koruyacak ya!" diye ağlamaya devam ederken Azman
yüzümü kuruladı ve beni yatak odasına götürüp yatağa yatırdı.
Üzerimi sıkı sıkı örttü ve yataktan kalkmamamı tembihledi. Bense
ağlayarak uyurken hala Ordu'nun derdindeydim. Güzel ülkemin
güzel şehrine niye üvey evlat muamelesi yapılmıştı ki?
🍀🍀🍀
Yatak sallanıyordu. Ben daha şiddetli sallanıyordum, biri de kafamda
ağzına megafon tutmuş gibi bağırıyordu. Rüyamda bile bir bardak
çay içmemenin öfkesinin ise beni çileden çıkarmasına ramak
kalmıştı. "Yenge! Yenge ya! Kış uykusuna mı yattın? Kalk hadi, akşam
oldu."
"Ne var be? Ne var?" diye gözlerimi aralamaya çalıştım. Tuana'yı
bana doğru eğilirken görünce neredeyse yerimden sıçradım. Tabii
kafalarımızın atom bombası şiddetinde birbirine çarpması da aynı an
da oldu.
"Yenge kör oldum!" diye bağırdı. "Yok dur! Yıldızları görüyorum. Şu
kutup yıldızı galiba." "Ya kızım, sen yine niye geldin?" diye inledim
başımı ovuştururken.
"Ayıp ya, gelene niye geldin diye sorulur mu?"
"Soruyorum işte, niye geldin? Niçin geldin? Gelme amacın ne?"
"Tamam yenge. Tüm soru kalıplarını israf etme. Ben şey için geldim.
Şey için... Ben ne için gelmiştim ya? Ha şey... Test için."
"Ne testi, Allah aşkına Tuana!"

554
"Yeğen testi," dedi ve yerden bir poşet kaptı. İçinden çıkardığı küçük
bir kutuyu gözümü içine doğru soktu adeta. "Hadi buna işe yenge!"
"Bu nedir?" dedim kutuyu alırken.
"Yeğen testi diyorum ya. Ağabeyim beni arayıp sürekli ağladığını, bir
de kustuğunu söyledi. Geldiğimde safım seni hasta sanıp salonda
dört dönüyordu. Annemleri ve sizinkileri telaşlandırmamak için beni
çağırdı işte. Ben de süper görümceliğimi icra ediyorum her zamanki
gibi." Kafamı ovuşturup, "Ağabeyin nerede peki?" diye sordum.
"Nöbetçi eczane bulmaya gitti. Ona verdiğim ilacı arıyor." Sinsice
güldü.
"Ne ilacı?"
"Babaoliysan ilacı," dedi gülerken. "Garibim o kadar telaşlanmıştı ki
ben bir soğuk algınlığı ilacı biliyorum deyip kâğıda yazdığımda
okumadı bile. Uçtu gitti."
"Ne babası Tuana?" dedim yine inleyerek. Kafam hala zonkluyordu.
O zonklama arasında ise bir ampul patladı. "Dur bir dakika! Bu herif
başka kadınlardan çocuk mu peydahladı yoksa?"
"Sen uyu yenge! Futbol takımı bile kurdu, haberin yok." "Aldatıldım
mı ben yani?" dedim gözlerim dolarken.
"Yok ağabeyim sporla ürüyor yenge, merak etme!" Ağlamaya
başlamam üzerine, "Ya şaka yaptım!" diyerek bana sarıldı. "Harbiden
sen her şeye ağlar olmuşsun. Beni ciddiye aldığına göre de
hormonlar iyice cozutmuş."
"Baba olacakmış ya, kim bilir kim o şırfıntük?"
Tuana kahkaha attı. "Sensin yenge!"
"Ya sen ne diyorsun?" Birden gelen aydınlanmayla onu kollarından
tutarak benden ayırdım. "Dur bir dakika!
555
O şırfıntük bensem..."
"Evet yenge, sensen?" dedi devam etmemi ister gibi.
"Ben baba mı oluyorum?"
"Evet!" diye bağırdı, sonra yüzünü ekşitti. "Ne babası yenge ya? Oldu
olacak elti falan ol! Anne oluyorsun, anne!"
"Anne mi oluyorum?" dedim donakalmış gibi. "Nasıl anne oluyorum?
Ne demek anne oluyorum? Kimden peydahladım ben bu çocuğu ya?"
Eliyle alnına vurdu. "Hamilelik sana hiç yaramamış yenge. Bir kaç
beyin hücren vardı, onu da kaybetmişsin. İnşallah yeğenim sana
benzemez. Hele ağabeyime benzerse Türkiye'nin IQ ortalaması
hepten düşer. Ay inşallah bana benzer ya! Yoksa yandık!"
"Ben anne oluyorsam sen nereden biliyorsun ki?" dedim kaşlarımı
çatarak. "Daha ben bile bilmiyorum."
"Görümceler bilir de bize kesin kanıtlar lazım." Yatağa bıraktığım
kutuyu alıp yüzüme doğrulttu yine. "Artık işe şuna da bakalım, elti
mi, enişte mi oluyorsun?"
Kutuyu elinden alıp gözlerimi kuruladım. Sonunda biraz daha
beynim işlevini yerine getirmeye başlamış olmalı ki bunun bir
hamilelik testi olduğunu anladım. Bir süre kutuyla derin bir bakışma
yaşadık. Sonunda Tuana dayanamayarak beni tuvalete doğru
sürüklemeye başladı.
Dakikalar sonra elimizde hamilelik testiyle yatakta oturuyorduk.
Beklemeye dayanamayan görümce, "Yanlış yere mi işedin yenge
acaba?" diye fısıldadı. Testin üzerinde tek çizgi çıktığında ise, "Aferin
yenge, doğru yere işemişsin," diyerek nefesini tutup teste doğru
eğildi. Çok geçmeden çizginin ardından bir çizgi daha geldi. Tuana
sevinçle ayağa fırladı. "Elti oluyorsun yenge! Aman işte anne, anne!"

556
Öylece teste bakmaya devam ederken Tuana beni omuzlarımdan
tutup sarstı. "Yenge diyorum, anne oluyorsun diyorum. Duba gibi
olacaksın diyorum. Habire yemek yiyip, habire kusacaksın diyorum.
Ayakların şişecek, geceleri uyuyamayacaksın diyorum. Ay ne güzel
değil mi? Anne oluyorsun ya!"
"Anne oluyorum," diye mırıldandım. Anne oluyordum, işte o an o
kadar saçma şeyden sonra ağladığım en mantıklı şey bu olmuştu.
Tuana da bana sarılınca bu kez ikimiz birden ağlamaya başlamıştık.
"Sen niye ağlıyorsun ya?" dedim burnumu çekerek.
"Ben de hala oluyorum, hayatımda ilk kez bir şey oluyorum. Kolay
mı? Hem biliyor musun bugün ağabeyimin doğum günü. Ay, keşke
ona hediye olarak boklu bez getirseydim."
Hızla geriye çekildim ve ona şok olmuş gözlerle baktım. "N-ne? Nasıl?
Ay ben onu unuttum. Hediye falan da alamadım."
"Yenge sen ona en büyük hediyeyi vereceksin zaten. Hem kızlara
söyledim, pasta alıp gelecekler. Burak ağabeyimle, Nick de birazdan
burada olur. Hadi şu üzerine bir çeki düzen verelim. Barda kavgaya
karışmış ayyaş bacılar gibi görünüyorsun."
Tuana dolaba yönelip elbiseleri bir bir yatağa sererken ben de
yüzümü güzelce yıkayıp heyecanla hafif bir makyaj yaptım. Bir kaç
elbiseyi denedikten sonra bir tanesinde karar kıldık. Diz hizasının
biraz aşağısında sade beyaz bir elbiseydi. Saçlarımı kısaca tarayıp
aynada son kez kendime bakarken kapı çaldı.
"Akın mı geldi acaba?" dedim panikle. Daha kızlar, oğlanlar, dahası
pasta falan ortada yoktu.
"Yok, sen giyinirken ben onu aradım. İlacı almış ama arabayı nereye
park ettiğini unutmuş." Kahkalarla gülmeye başladı. "Dayım da
yanındaymış. Arabayı arıyorlar şu an."
"İlacı nasıl almış?"
557
"Ne bileyim, kim bilir ne anlayıp ne verdiler buna."
Zil tekrar çalarken kapıya yönelip açtım. Tabii üzerime atlayan iki
canavar teyzeyi hiç hesap etmemiştim. Tam yere serilecekken Tuana
kurtarıcı görevi görerek bizi doğrulttu. "Yeğenimi düşürecektiniz
ya!" dedi kızgın bir sesle.
"Ya ben şimdi teyze mi oluyorum?" diye bağırdı Gül.
"İstersen elti olabilirsin," dedi Elif gülerken.
"Aaa ben de aynı espriyi yapmıştım," diyen Tuana'la gözleri birleşti
ve iki deli yumruk birleştirdiler.
"Geçin dalganızı siz," dedi Gül ve bana bir daha sarıldı. "Teyze
oluyorum ben be!" "Ben de amca oluyorum," diyerek kapıdan
göründü Burak. Yanında ise Nick vardı.
"Ben ne oluyorum peki?" dedi o da.
Burak, "Sen niye ortaya atlıyorsun lan?" diye onu tersledi.
"Ya Burak ağabey! Yapmasana şöyle! Evleneceğim ben onunla.
Güzel davran benim aşkitoma!" Burak başını iki yana salladı ve o da
gelip bana sarıldı. "Tebrik ederim Esra. Allah analı babalı..." "Ve
halalı..." dedi Tuana.
"Ve teyzeli..." diye ekledi Gül ve Elif aynı anda.
"Ve ecnebili..." diye atıldı ardından Nick. Herkes ona bakınca, "Ne?"
dedi. "Akın bana hep öyle diyor."
"Büyütsün," diye tamamladı cümlesini Burak gülerek ve kolunu
Gül'ün beline sarıp saçlarına bir öpücük bıraktı. Gül'de yeni gelin gibi
kikir kikir güldü.
Hep beraber salona geçtik önce. Kızlar mutfağa girerken ben de
onlara yardım edeyim dedim ama demez olaydım. Her mutfağın
kapısında görünmemle beni koltuğa sürüklemeleri bir oluyordu.
558
'Sen hamilesin yenge!'
'Yeğenimi düşüreceksin Esra!'
'Otur oturduğun yerde yeğenimin annesi!'
Sanki hep bugünün hayalini kurmuşlardı. Çocuk kim bilir daha
fasulye kadardı ama şimdiden taliplisi çoktu. Halalar, teyzeler,
amcalar havada uçuşuyordu. Bir babası denen herif ortada yoktu.
Ay ben şimdi anne mi olacaktım? Azman'ım da baba mı olacaktı?
Gerçi artık o Azfather'lığa yükselip level atlamıştı.
Kısa sürede masa donatılmış pasta da ortadaki yerini almıştı. Kapının
ardından gelen sesler ise tüm apartmanı gürültüye boğmuş
olmalıydı. Hepimiz ayağa kalkarken Tuana ışıkları da hızla kapattı.
Herkes bir köşeye gizlenirken ben de kapının bir kaç metre
ilerisindeki tekli koltuğun arkasına gizlenmiştim.
"Dayı adam suratıma aval aval bakıp güldü diyorum," diyen çiçeği
burnunda babamızdı.
"Oğlum adamın üzerine atlamak nedir? Dua et, şikâyetçi olmadılar!"
diyen ise onun dayısıydı. Gerçi biz ona hep dayı diyorduk ama adı
Olcay'dı, ve Azman'dan sadece üç yaş büyüktü. Görevde olduğu için
o zamanlar düğünümüze gelememişti ama birkaç ay önce tayını
Ankara'ya çıkmıştı ve o da bir sokak ötemizdeki bir evde yaşamaya
başlamıştı. Azman'la dayı yeğenden daha çok iki arkadaş gibi
olduklarından taşındıktan sonra evime çok gelmişliği vardı. Tabii
Elif'le ikisinin yıldızı da bir türlü barışmamıştı, yani onlara sorsan
öyleydi. Bana göre ise yakında evlenirdi bunlar. Elif onun sesiyle
yüzünü buruştursa da yerinde hafifçe kıpırdanması ve göz ucuyla
üzerindeki giysileri taraması ne kadar heyecanlandığını çoktan ele
vermiş ve yine bu tezimi desteklemişti.

559
"Karım hasta diyorum, adam kâğıda bakıp gülüyor ya! Altı üstü bir
ilaç verecek! Herif gülüyor! Asi'm kim bilir ne halde ama adam
karşıma geçmiş gülüyor! Bunu eczacı yapan okulun ben ta..."
"Küfür etme lan!" dedi dayı. "Bağırıp durma da. Apartmanı ayağa
kaldırdın."
Kapıdan gelen kilit sesiyle istemsizce nefesimi tuttum. Azman'ım
kapıyı aralayıp içeri girerken sessizce
Tuana'ya seslendi. Ses gelmemesi üzerine ışığa doğru yöneldi ama
birden muhtemelen birine takılıp paldır küldür yeri boyladı. Dayı
arkasından ışığı açarken o küfrediyordu. Sevgili kocam, çocuğumun
babası ise önce takılıp düştüğü Nick'e sonra "Sürpriz!" diye bağıran
bize baktı. İyi ki doğdunlar havada uçuşurken gözleri kısıldı. "Ne
oluyor lan?" diye istemsiz bir tepki gösterdi.
"Hop! O benim lafımdı!" dediğimde gözleri sonunda beni buldu.
Hızla yanıma adımlarken, "Asi'm neler oluyor canım, aşkım, bir
tanem?" dedi. "Hem sen niye ayaktasın? Yataktan kalkma demedim
mi ben sana?" Gözleri odadaki kişiler arasından Tuana'yı bulurken
öfkeyle kükredi. "Karımı sana emanet edip çıkıyorum ama sen evde
doğum günü partisi veriyorsun! Benim doğum günü partisini
düşünecek halim mi var? Kızı da kaldırmışsın zaten yataktan! Kızım
bu kız hasta be!" "Hastayım ama sana hastayım!"
Gözleri yine beni buldu. "Asi'm senin dinlenmen lazım güzelim."
Herkese kısaca baktı. "Size de hoş geldiniz, güle güle arkadaşlar.
Müsait bir zamanda tekrar bekleriz inşallah, maşallah!"
"Aşkım bir dur!" dedim ve kollarına elimi koydum. Bakışları bana
döndü hemen. "İyiyim ben. Hasta falan da değilim."
"Nasıl değilsin? Kaç gündür kusup duruyorsun. Rengin de soluk.
Sürekli de uyukluyorsun. Geçen gün seni tost makinesinin üzerinde

560
uyuklarken gördüğümde nasıl korktum haberin var mı? Allah'tan fişi
takmamışsın. Belli ki soğuk almışsın işte. Dinlenmen lazım."
Gülümsedim. "Soğuk almadım, bebek aldım."
"Bebek mi aldın?"
"Bebek aldım, evet."
"Ne diyorsun sen Asi'm? Ateşin falan mı var?" Elini alnıma koyup
ateşime baktı. "Çok da sıcak değilsin ama."
"Ya bebek, bebek!"
"Ne bebeği kızım?"
Gözlerimle onu işaret ettim. "Senin bebeğin."
"Benim bebeğim mi?" Yüzünü ekşitti. "Tuana ne yaptın karıma?
Eskisinden daha kötü olmuş bu! Zaten seninle bırakanda kabahat!"
Tuana dayının elindeki poşeti çekerken gülüyordu. "Ben bir şey
yapmadım sen yaptın. Neler yaptınsa artık?" Ağzını yüzünü şekilden
şekle sokarken Azman'ım yine yüzünü buruşturdu. Tuana ise
merakla elini eczane poşetine daldırıp çıkardı. Şimdi avuçları
arasında bir kutu tutuyordu. Kutuyu parçalarcasına açtı ve bir beyaz
emziği önünde salladı. Emziği gören Azman'ın yüzünü yine öfke
kapladı.
"Yahu adama karım hasta diyorum, bana emzik vermiş. Resmen
benimle dalga geçmiş. Geberteceğim bu herifi ben!"
"Eee yazdığım ilacı en azında o anlamış," dedi Tuana ve bu kez
poşetten çıkardığı kâğıdı salladı. "Babaoliysan bro!"
"Baba mı oliysan?" dedi Azman.

561
"He baba oliysan!" dedi Tuana Urfa aşiret ağası gibi sesini
kalınlaştırarak. Herkes sessizce gülerken Azman şaşkın şaşkın tekrar
sordu. "Baba mı oliyram?" "Oğlum, ne kaz kafalısın ya!" dedi Dayı.
"Sana çekmiş," dedi Elif yüzünü ekşiterek.
"Sen de mi buradaydın muşmula?" dedi Dayı ama ışıklar açıldıktan
sonra gözlerinin ilk onu bulmasını bendeniz kesinlikle
kaçırmamıştım.
"Belki öyle, belki değil. Seni ilgilendiriyor mu Ramiz?" dedi Elif, onun
bu meşhur lafının muhatabı uzun zamandır Azman değil hep dayıydı
artık.
"Baba mı oluyorum?" dedi Azman.
"Kızım başka bir laf bilmez misin sen?" dedi Dayı gözlerini devirerek.
"Belki öyle, belki değil. Seni ilgilendiriyor mu?" diye aynı cümleyi
kurdu Elif.
"Bir daha bu buradayken beni çağırmayın," dedi Dayı.
"Seni kimse çağırmadı ki zaten," dedi Elif. "Ama yüzsüz olduğundan
yine damladın ortaya."
Dayı işaret parmağını ona doğrulttu. "Kızım seni içeri attırırım bak,
beni kışkırtma!" Elif, "Attır bakalım, nasıl attırıyorsun?" diyerek
üzerine yürüdü.
Dayı o an elini ceketinin cebine attı. İki aynasızın kapışması an
itibariyle başlarken Aha, yine olay var yazdı neon ışıklarla ekranda.
Dayı ceketinin cebinden çıkardığı olay yeri inceleme şeridini bir kapı
kolundan diğer kapı koluna bağlarken hepimiz ağzı açık onu
izliyorduk. Bir tek Azmanım hala inme inmiş gibiydi o başka.

562
"Hadi bakalım!" dedi dayı. Şimdi Elif'e arasında bir olay yeri inceleme
şeridi duruyordu. Şaka gibiydi ama bizzat gerçekti. "Yaklaş, yaklaş da
izinsiz olay yerine girdi diye attırayım seni içeri!"
"Ay kavga var, en sevdiğim," dedi Tuana sevinçle. "Bir de çekirdeğim
olsaydı keşke."
"Deli ya bu!" dedi Elif şaşkınlıkla. "Oğlum ne olayı? Kafayı kırdın sen
gece gece!"
"Ben bir şeyler bulurum kızım, sen dert etme! Sıkıysa bir adım daha
at hele!"
"Senden mi korkacağım be!" diyen Elif olay yeri şeridi kâğıdını
kavramıştı ki, Dayı hemen ellerini tuttu. İkisinin gözleri önce ellerini
sonra ağır ağır birbirini bulurken hızla geri çekildiler. "Of çok
romantik ya!" diye inledi Tuana. Gül, Burak, Nick ve ben gülerken,
Azman'ım hala aynı şekilde duruyordu. Bir türlü baba olacağı
düşüncesi yüklenememişti adama.
Elif önce Tuana'ya ters ters baktı, sonra Dayı'dan gözlerini kaçırarak
geriledi. "Deliyle deli olanda kabahat!"
"Kızım sen deli doğmuşsun, ne anlatıyorsun?" dedi Dayı ama o da
Elif'e bakmıyordu artık. "Ama ben senin bu deliliğinin nedenini
biliyorum. Hep evde kalmaktan bunlar. Merak etme, ben sana bizim
Deli Nuri'yi en kısa sürede ayarlayacağım. Seninle ancak bir deli
evlenir zaten. Ayrıca deli meli ama ejderha çiftliği var. Deli
Nuri'nin Khaleesi'si olursun fena mı?"
Dayı sanırım o deli sensin, Elif'ciğim aslında çoktan o olay yerine girdi
ama bunu söyleyip gelecek hakkında büyük bir spoiler
vermeyeceğim.
Elif'in gözlerini o an kan bürüdü. Kan istiyorum, vahşet istiyorum,
kopmuş kelle görmek istiyorum diyen bu bakışları ben bizzat
563
kendimden tanıyordum. "Ulan ben bu herifi gebertirim," deyip
Dayı'ya doğru atılmıştı ki canım arkadaşım Gül ve onun sevgili
manitası Burak sonunda olaya dahil olmaya karar vererek
kollarından yakaladılar. Onlar Elif'i sakinleştirmeye çalışırken Dayı
gülüyordu.
"Baba ben mi oluyorum?" dedi yine Azman.
"Evet ulan, evet! Baba oluyorsun!" diye bağırdı Nick.
Azman'ın gözleri ona dönünce birden sırıttı. "Yani evet, ağabey!
Baba oluyorsun demek istedim."
"Ben baba oluyorum," dedi sessizce. Neon ışıklarla ekranda yükleme
tamamlandı yazdı. Ardından Azman'ım, "Baba oluyorum ulan!" diye
bağırıp beni kucakladı. Etrafında hızla döndürürken "Baba
oluyorum!" diye bağırmaya devam etti. Tabii benim midem de içerde
yine taklalar atmaya başladı.
"Dur kusacağım!" dedim gülerken. Beni yere indirip bu kez iyi
misinleri dizdirmeye başladı. Sonunda onu iyi olduğuma ikna edince
bana sıkı sıkı sarıldı. Bu da ortamı sakinleştiren şey oldu.
"Seni seviyorum asi kız. Seni o kadar çok seviyorum ki."
"Ben de seni seviyorum, Azman'ım, ödev katilim, tişört güzelim,
Kara Murat'ım, romantik şarkıcım, kocam ve çocuğumun babası.
Seni çok seviyorum."
Kendini biraz geri çekip yanağıma uzun ve sesli bir öpücük bıraktı.
"Baba oluyorum ya ben. Baba! Has-"
Tam küfür ediyordu ki elimi dudaklarına bastırdım ve gülümsedim.
"Şşş! Küfür yok aşkım. Artık hiç küfür yok!"

564

You might also like