Professional Documents
Culture Documents
MEB - Tercüme Sayı 7 1941
MEB - Tercüme Sayı 7 1941
müracaat adresi:
Tercüme Mecmuası,
Maarif Vekilliği Neşriyat Müdürlüğü
Ankara
TERCÜME
Sayı: 7 19 Mayıs 1941 Cilt: il
- Köle, anlaşıldı mı ?
- Evet efendim, evet.
- Beni vaktinde uyandır, arabayı koş, saraya gideceğim.
- Gidin efendim, gidin. Kıra! sizi görünce, size iltifat eder, icabın-
da da kusurlarınıza göz yumar.
- Hayır, köle, saraya gitmiyeceğim.
- Gitmeyin efendim, gitmeyin. Ordu seferber edilince, kıral sızı
tanımadık diyarlara gönderir, gece gündüz hoşa gitmiyecek hadiselere
şahit eder.
*
* *
- Köle, anlaşıldı mı ?
- Evet efendim, evet.
- Hizmet et, su getir, elimi yıkıyayım, sofraya oturacağım.
- Oturun efendim, oturun. İ tinalı yemek yemek, insanın kalbine fe-
rahlık verir. Böyle yemek yiyen biriyle birlikte, güneş tanrısı da, temiz
el ve sevinçli kalble sofraya oturur.
- Hayır, köle, sofraya oturmıyacağım.
- Oturmayın efendim, oturmayın. Acıkmak, doymak, susamak,
içmek, hep insanlar içindir.
*
* *
KÖLE İLE EFENDi ARASINDA BİR DİYALOG 5
- Köle, anlaşıldı mı ?
Evet efendim, evet.
- Beni vaktinde uyandır, arabayı koş, ava gideceğim.
- Gidin efendim, gidin. Bir yerde durmadan avlanan adamın karnı
aç kalmaz. İz üstündeki köpeği de kemirecek kemik bulur. Doğan [ 1 ]
d a bir dalda durmaz, her yerde kendine yuva bulur. Sürüden ayrı kalan
yaban eşeği de çayırından memnundur.
- Hayır, köle, ava da gitmiyeceğim.
- Gezginciler zaten akıllarını kaçırırlar. Köpek te kemik kemirir-
ken dişlerini kırar. Doğan duvar kovuklarında yuva yapmağı tercih eder.
Sürüden ayrılan yaban eşeği bile, kendisine sorulsa, şehir kenarında
oturmasını ister.
*
* *
- Köle, anlaşıldı mı ?
- Evet efendim, evet.
- Yuva kurup evlat sahibi olmak istiyorum.
Evlatlı bir yuva, insanı koruyan bir kalkandır . . . . . . . [ 2 ]
- Hayır, köle, yuva da kurmıyacağım.
- Kurmayın efendim, kurmayın. Dünyada kaç defa görülmüştür ki
oğul babasının ocağına incir dikmesin?
*
• *
- Köle, anlaşıldı mı ?
- Evet efendim, evet.
-- Düşmanımı [ 3 ] mahvetmek, zincire vurmak, derisini yüzmek,
ateşe atmak istiyorum.
- Mahvediniz efendim, mahvediniz. [ 2 ] . . . . .
- Köle, anlaşıldı mı ?
- Evet efendim, evet.
- Düşmanla [ 4 ] iyi geçinip, susup uzlaşmak istiyorum.
Uzlaşınız efendim, uzlaşınız. Kavga küçük adamlara yakışır.
- Hayır köle, susmıyacağım.
- Susmayınız efendim, susmayınız. Susarsanız o zaman haklı o çı-
kar, davayı da o kazanır.
*
* *
[l] Babilce metindeki < hahhuru J> kuşunun ne kuşu olduA"u bilinmiyor ( Mütercim).
(2] Cevaplar eksiktir.
[31 Buradaki düşmandan, yurt düşmanı kastedilmektedir.
(4] İkinci düşman, şahsi düşmandır ( Mütercim ).
6
TERCÜME
- Köle, anlaşıldı mı ?
- Evet efendim, evet.
- Kadın sevmek istiyorum.
- Seviniz efendim, seviniz. Kadın seven kimse gamını kasavetini
unutur.
- Hayır köle, kadın da sevmiyeceğim .
-- Sevmeyiniz efendim, sevmeyiniz. Kadın bir tuzak, erkeğin ense-
sinde keskin bir hançer, içine düşülen bir çukurdur.
*
,,. *
- Köle, anlaşıldı mı ?
- Evet efendim, evet.
Beni vaktinde uyandır, elime su hazırla, tanrıya kurban kese-
ceğim.
Kesin efendim, kesin. Tanrısına kufban kesen adamın işi yolunda
gider, herkesin yanında itibar kazanır.
- Hayır köle, kurban da kesmiyeceğim.
- Kesmeyiniz efendim, kesmeyiniz. Tanrıyı alıştınrsınız; sonra arka-
nızdan sizi köpek gibi koğalar. Sizden dini icabatı yerine getirmenizi
istiyeceği gibi, her gün de yeni bir şey bekliyecektir.
*
* •
- Köle anlaşıldı mı ?
Evet efendim, evet.
- Adamlarıma erzak dağıtacağım.
- Dağıtınız efendim, dağıtınız. Adamlarına erzak dağıtan, hem buğ-
dayından olmaz, hem de faiz kazanır.
KÖLE İLE EFENDİ ARASINDA BİR DİYALOG 7
- Köle, anlaşıldı mı ?
- Evet efendim, evet.
- Adamlarıma iyilik etmek istiyorum.
- iyilik edininiz efendim, ediniz. İ nsanlara iyilikte bulunan tanrısın-
dan mükafat görür.
- Hayır, köle, adamlarıma iyilik te etmiyeceğim.
- Etmeyiniz efendim, etmeyiniz. Eski, metruk höyüklere bir çıkıp
dolaşınız. Gelmiş geçmiş kuru kafalara bakınız, iyi adamla kötü adamı
ayırt edebilir misiniz?
*
* *
- Köle, anlaşıldı mı ?
- Evet efendim, evet.
- Pek ala, en iyi şey nedir? Bence en iyi şey, senin boynunu, benim
boynumu koparıp çaya atmak.
- Atınız efendim, atınız. Kimin boynu acaba göğe erecek kadar
uzun, kimin kollan dünyayı kaplıyacak kadar geniştir?
- Hayır köle. Evvela seni öldürüp önümden göndereceğim.
- Ama, efendim de üç gün sonra arkamdan buyursun.
Babil dilinden çeviren: Mebrare TOSUN
CARMİNA
5.
27.
Minister vetuli puer Falerni,
Inger mi calices amariores,
Ut lex Postumiae iubet magistrae,
Ebrioso acino ebriosioris .
At vos quo lubet hine ubite, lymphae
Vini pernicies, et ad severos
Migrate : hic merus est Thyanianus.
72.
Dicebas quondam solum te nosse Catullum,
Lesbia, nec prae me velle tenere Iovem.
Dilexi tum te nan tantum ut volgus amicam,
Sed pater ut gnatas diligit et generos.
Nunc te cognovi: quare etsi inpensius uror,
Multo mi tamen es vilior et levior.
Qui potis est? inquis . quod amantem iniuria talis
Cogit amare magis, sed bene velle minus.
75.
Huc est mens deducta tua, mea Lesbia, culpa
Atque ita se afficia perdidit ipsa suo,
Ut iam nec bene velle queat tibi, si optuma fias,
Nec desistere amare, amnia si facias.
85.
Odi et ·ama, quare id faciam, fortasse requiris.
Nescio, sed fieri sentia et excrucior.
Lesbia mi dicit semper male nec tacet umquam
De me: Lesbia me dispeream nisi amat.
Quo signo? quia sunt totidem m ea: deprecor illam
Adsidue, verum dispeream nisi ama.
CATULLUS
ŞİİRLER 11
Act il
fails, of course, to produce the effect demanded. Here, then, is one ins
tance out of many, in which not only the understanding is allowed to
ovverule the eyes, as it were; for not only does the man believe the
evidence of his understanding in opposition to that of his eyes, but (what
is monstrous!) the idiot is not aware that his eyes ever gave such evi
dence. He does not know that he has seen (and therefore quoad his
consciousness has not seen) that which he has seen every day of his life.
But to return from this digression, my understanding could furnish
no reason why the knocking at the gate in Macbeth should produce
any effect direct or reflected. in fact, my understanding said positively
that it could not produce any effect. But 1 knew better; 1 felt that it
did; and 1 waited and clung to the problem until further knowledge
should enable me to solve it. At length, in 1812, Mr. Williams made
his debut on the stage of Ratcliffe Highway, and executed those unpa
ralleled murders which have produced for him such a brilliant and
undying reputation. On which murders, by the way, 1 must observe,
that in one respect they have had an ill effect, by making the connois
seur in murder very fastidious in his taste, and dissatisfied by anything
that has been since done in that line. Ali other murders look pale by
the deep crimson of his; and, as an amateur once :;..iid to me in a
querulous tone, "There has been absolutely nothing doing since his time,
or nothing that's worth speaking of.,, But this is wrong; for it is unrea
sonable to expect ali men to be great artists, and born with the genius
of Mr. Williams. Now it will be remembered, that in the first of these
murders ( that of the M urs ), the same incident ( of a knocking at the
door) soon after the work of extermination was complete, did actually
occur, which the genius of Shakespeare has invented ; and all good
judges, and the most eminent dilettanti, acknowledged the felicity of
Shakespeare's suggestion, as soon as it was actually realized. Here,
then, was a fresh proof that 1 was right in relying on my own feeling,
in opposition to my understanding; and 1 again set myself to study the
problem ; at length 1 solved it to my own satisfaction, and my solution
is this. Murder, in ordinary cases, where the sympathy is wholly directed
to the case of the murdered person, is an incident of coarse and vulgar
horror; and for this reason, that it flings the interest exclusively upon
the natura) but ignoble instinct by which we cleave to life ; an instinct
which, as being indispensable to the primal law of self - preservation,
is the same in kind ( though different in degree) amongst ali Iiving
creatures : this instinct, therefore, because it annihilates ali distinctions,
and degrades the greatest of men to the !eve! of the poor beetle that
(MACBETHı> PİYESİNDE KAPININ VURULUŞUNA DAİR 21
lının ileri sürdüğü delile inanmakla kalmaz ; fakat (asıl feci olan da budur 1)
o sersem, gözünün ne gördüğünün farkında bile değildir. Ömrünün her
günü görmüş olduğu şeyi gördüğünü bilmez - bilmediği için de şuu
runa varmaz.
Fakat bu istidradı burada bırakalım. Macbeth piyesinde kapıya vuruş,
insana anında, yahut teemmül neticesi, niçin tesir icra etsin, aklım bir se
bep bulamıyor; hatta onun hiçbir tesir icra edemiyeceğini kat'iyetle söy
lüyordu. Fakat ben daha iyi bilmiştim. Bir tesiri olduğunu hissediyor
dum ; ve bekledim, bir gün gelip edindiğim bilgi bana onu çözmek imy
kanını verinceye kadar bu muammayı zihnimden çıkarmadım. Nihayet
1812 de Mr. Williams ilk defa olarak Ratcliffe Highway'de sahneye çıktı.
Kendisine o derece parlak ve ölmez bir şöhret temin eden o görülme
miş cinayetleri işledi. Bu cinayetlerden bahsederken söz arası kaydede
yim ki tesirleri bir bakıma fena oldu. Cinayet erbabının zevkı fazla
inceldi ; o zamandan beri bu yolda ne yapılsa beğenmiyorlar. Onunkinin
kızıllığı yanında diğer bütün cinayetler soluk kalıyor. Heveskarın birinin
bana, bir kere, kızgın bir sesle dediği gibi, "Onun zamanındanberi bir
şeyler olduğu yok, ne de söylenmeye değer bir şey var,, . Maamafih bu
yanlış. Çünkü herkesin büyük bir sanatkar olacağını ve dünyaya
Mr. Williams'ın dehasiyle geleceğini ummak doğru olmaz. İmdi, hatırlar
dadır ki bu cinayetlerin ilkinde - yani Marrs'ınkinde - Shakespeare'in
dehasının icadı olan o hadise - yani kapının tokmaklanması - cinayet
işlendikten hemen az sonra hakikaten vukua geldi. İşinin ehli olan
hakemler ve en tanınmış sanat erbabı da Shakespeare'in buluşun
daki isabeti tasdik ettiler. Demek ki bu da, kendi hislerime
itimat etmekte haklı olduğumu gösteren yeni bir delildi. Bunun
üzerine meseleyi tekrar tetkika koyuldum; nihayet onu, kendimi tat
min edecek surette hallettim. Hallim şudur. Cinayet alelade hallerde,
alaka tamamen cinayetin kurbanına teveccüh ettiği zamanlarda, dehşet
veren kaba ve iptidai bir hadisedir. Şu sebeple ki alakayı tamamen,
bizi hayata bağlamakta olan tabii, fakat süfli bir insiyaka irca eder.
Bu insiyak nefsin muhafazası gibi a sli bir kanun için elzem olduğundan,
- derece bakımından farklı ise de - yaşıyan bütün mahlukatta
bir ve aynıdır. Binaenaleyh bu insiyak - değil mi ki bütün derece ve
farkları yok eder, ve en büyük insanları "çiğneyip geçtiğimiz zavallı bö
cekler" derekesine indirir - insanı en düşkün ve zelil haliyle meydana
koyar. Böyle bir hal şairin maksadına pek uygun değildir. Öyleyse ne
yapmalı? Alakayı katile çekmeli. Alakamız ona olmalı - tabiidir ki onun
halini bütün şümuliyle kavrıyan, duyduğu hisleri bize duyuran ve anla
tan bir alaka demek istiyorum; acımaktan yahut beğenmekten mütevellit
bir alaka değil. Cinayete kurban giden adamda bütün fikir çarpışmaları,
22 TERCÜME
we tread on,, , exhibits human nature in its most abject and humiliating
attitude. Such an attitude would little suit the purposes of the poet.
What then must he do ? He must throw the interest on the murderer.
Our sympathy must be with him ( of course 1 mean a sympathy of
comprehension, a sympathy by which we enter into his feelings, and
are made to understand them - not a sympathy of pity or approbation.)
in the murdered person, ali strife of thought, ali flux and reflux of passion
and of purpose, are crushed by one overwhelming panic ; the fear of
instant death smites him "wilh its p etrific rnace ,, . But in the murderer,
such a murderer as a poet will condescend to, there must be raging
some great storrn of passion - jealousy, ambition, vengeance, hatred -
which will create a heli within him ; and into this hell we are to look.
In Macbeth, for the sake of gratifying his own enormous and teeming
faculty of creation , Shakespeare has introduced two murderers: and, as
usual in his hands, they are remarkably discriminated : but, though in
Macbeth the strife of mind is greater than in his wife, the tiger spirit
not so awake, and his feelings caught chiefly by contagion from her, -
yet, as both were finally involved in the guilt of murder, the murderous
mind of necessity is finally to be presumed in both. This was to be
expressed ; and on its own account, as well as to make it a more pro
portionable antagonist to the unoffending nature of their victim, 'the
gracious Duncan' and adequately to expound 'the deep damnation of his
taking off,' this was to be expressed with peculiar energy. We were to
to be made to feel that the human nature, i. e. the divine nature of love
and mercy, spread through the hearts of all creatures, and seldom
utterly withdrawn from man - was gone, vanished, extinct, and that the
fiendish nature had taken its place. And as this effect is marvellously
accomplished in the dialogues and soliloquies themselves, so it is finally
consummated by the expedient under consideration ; and it is to this 1
now solicit the reader's attention. If the reader has ever witnessed a
wife, daughter, or sister in a fainting fit, he may chance to have obser
ved that the most affecting moment in such a spectacle is that İn which
a sigh and a stirring announce the recommencement of suspended life.
Or, if the reader has ever been present in a vast metropolis, on the
day when some great national idol was carried in funeral pornp to his
grave, and chancing to walk near the course through which it passed,
has felt powerfully in the silence and desertion of the streets, and in the
stagnation of ordinary business, the deep interest which at that moment
was possessing the heart of man - if all at once he should hear the
death - like stillness broken up by the sound of wheels rattling away
<MACBETH� PİYESİNDE KAPININ VURULUŞUNA DAİR 23
his ve düşünce meddü cezri ve tek herşeyi sürükleyip götüren bir boz
gunla mahvolmuştur; bir an meselesi olan ölümün verdiği korku onu
" dehşet salan gürzüyle,, yere serer. Fakat katilde, bir şairin yaratmak te
nezzülünde bulunacağı bir katilde, - kıskançlık, hırs, intikam, nefret gibi -
büyük bir ihtiras fırtınası hüküm sürüyor olmalı. Bu fırtına onun içinde
bir fırtına yaratacaktır, ve biz bu cehenneme bakmalıyız.
Macbeth eserinde Shakespeare, kendi hudutsuz ve cevval muhay
yilesini tatmin etmek arzusiyle, meydana iki katil koyar: bunlar, onun
elinde, herzamanki gibi, dikkate değer bir derecede temyiz ve tefrik edil
miştir. Fakat hernekadar Macbeth'in ruh mücadelesi karısınınkinden daha
büyük, kaplan tabiati daha az uyanık ve hisleri umumiyetle karısından
aşılanma ise de, sonunda cinayetten ikisi de mücrim çıktıklarına göre,
cani ruhun zaruri olarak her ikisinde de bulunduğunu kabul etmek la
zımdır. İfade edilecek olan bu cani ruhtu: hem kendi ehemmiyeti bakı
mından; hem de Macbeth'Je karısının kurbanı "hayır - sever Duncan'ın,,
masumiyetyle mücessem bir tezat teşkil etmek ve "onun canı alınmakla
uğranan büyük laneti,, layıkiyle anlatmak bakımından bunun büyük bir
kudretle ifade edilmesi icap ediyordu. Bize hissettirmek lazımdı ki insan
ta biati, yani bütün kalpler de yer bulan ve insandan çok seyrek olarak
büsbütün geri alınan, sevgi ve merhamet mahsulü o ilahi ruh gitmiş,
yok olmuş, ölmüş ve yerini şeytani ruh almıştır. Bu his nasıl, kahraman
lar biribiriyle yahut kendi kendilerine konuşurken harikulade bir surette
telkin ediliyorsa, öylece, tetkik etmekte olduğumuz vasıtayla nihayet
kemale erdiriliyor. Şimdi ben de okuyucunun dikkatini buna tevcih et
mesini rica ederim. Eğer okuyucu karısını, yahut kızını, yahut kız kar
deşini bir baygınlık esnasında gördüyse belki farketmiştir ki böyle bir
manzara karşısında en müheyyiç an, bir iç - çekişin, yahut bir kımıldanı
şın, durakalmış olan hayatın yeniden başladığını haber verdiği andır.
Yahut ta eğer okuyucu, milli bir kahraman büyük bir cenaze alayı ile
mezarına götürüldüğü gün büyük bir şehirde bulunup tesadüfen alayın
geçtiği yol civarından hiç geçtiyse sokakların sessizliği ve ıssızlığından,
günlük işlerin durgunluğundan, insanların o anda duydukları derin heye
canı kuvvetle hissetmiştir. Eğer ansızın , o sahneden gürültüyle uzaklaş
makta olan tekerlek seslerinin ölü sükUtu yırttığını ve geçici olan o ha
yalin kaybolduğunu ilan ettiğini işitecek olursa farkedecektir ki insanın
günlük düşünce ve kaygılarındaki bu umumi tevakkufu asla, o tevakku
fun sona erdiği ve beşer hayatının faaliyeti birdenbire yeniden başladı
ğı andaki kadar tam ve müessir olarak anlamamıştır. Hangi sahada
olursa olsun her hareket, en iyi, bir aksi hareketle ölçülüp izah edilir
ve anlaşılır hale gelir. Şimdi bunu "Macbeth,, m eselesine tatbik edin.
24 TERCÜME
from the scene, and making known that the transitory vision was dis
solved, he will be aware that at no moment was his sense of the com
plete suspension and pause in ordinary human concerns so full and
affecting, as at that moment when the suspension ceases, and the go
ings-on of hum an life are suddenly resumed. All action in any direction
is best expounded, measured, and made apprehensible, by reaction.
Now apply this to the case in Macbeth. Here, as 1 have said, the reti
ring of the human heart, and the entrance of the fiendish heart was to
be expressed and made sensible. Another world has stept in; and the
murderers are taken out of the region of human things, human desires.
They are transfigured : Lady Macbeth is 'unsexed' ; Macbeth has forgot
that he was born of woman ; both are conformed to the image of devils ;
and the world of devils is suddenly revealed. But how shall this be
conveyed and made palpable ? in order that a new world may step in,
this world must for a time disappear. The murderers, and the murder
must be insulated - cut off by an immeasurable gulf from the ordinary
tide and succession of human affairs - locked up and sequestered in
some deep recess ; we must be made sensible that the world of ordi.
nary life is suddenly arrested - laid asleep - tranced - rocked into a
dread armistice ; time must be annihilated ; relation to things without
abolished ; and all must pass self - withdrawn into a deep syncope and
suspension of earthly passion. Hence it is, that when the deed is done,
when the work of darkness is perfect, then the world of darkness pas
ses away like a pageantry in the clouds : the knocking at the gate is
heard ; and it makes known audibly that the reaction has commenced ;
the human has made its reflux upon the fiendish ; the pulses of life are
beginning to beat again ; and the re-establishment of the goings-on of
the world in which we !ive, first makes us profoundly sensible of the
awful parenthesis that had suspended them.
O mighty poet 1 Thy works are not as those of other men, simply
and merely gr eat works of art; but are also like the phenomena of
nature, like the sun and the sea, the stars and the flowers ; like frost
and snow, rain and dew, hail-storm and thunder, which are to be stu
died with entire submission of our own faculties, and in the perfect
faith that in them there can be no too much or too little, nothing use
less or inert - bu that, the farther we press in our discoveries, the more
we shall see proofs of design and self - supporting arrangement where
the careless eye had seen nothing but accident !
Thomas De QUJNCEY
<MACBETH» PİYESİNDE KAPININ VURULUŞUNA DAİR 25
burada, dediğim gibi, insani ruhun gidişini ve onun yerini şeytani ruhun
alışını anlatmak lazımdı. Ortaya yeni bir dünya çıkmış oluyor, ve katil
ler insanla alakalı eşya, insanla alakalı düşünce ve arzular dünyasından
çıkarılıyorlar. Bütün haletleri değişmiştir : Lady Macbeth "cinsiyetinden
sıyrılmıştır,,, Macbeth ana evladı olduğunu unutmuştur ; her ikisi de şeytan
suretine girmiştir ; ve şeytanlar dünyası birdenbire ayan olmuştur. Fakat
bu nasıl ifade edilecek ve nasıl gözle görülür bir hale getirilecek ? Yeni
bir dünya ortaya çıkmak için bu dünyanın muvakkaten ortadan kaybol
ması icap etmektedir. Katiller ve cinayet tek başlarına bırakılmalı - beşer
hayatının hergünkü cereyan ve temadisinden sonsuz bir uçurumla ayrıl
m alı - kilit altına kapanıp derin bir mahpeste tecrit edilmeli; bize hisset
tirilmeli ki bugünlük hayat dünyası birdenbire durdurulmuş, uyutulmuş,
büyülenmiş, müthiş bir mütarekeye mecbur edilmiştir ; zaman ortadan
kalkmalı ; harici alemle münasebet kalmamalıdır. Onun içindir ki iş
işlenip karanlığın m arifeti tamam olunca, karanlıklar alemi bulutlar üzerine
resmedilmiş bir alay gibi geçip gidiyor : kapının vurulduğu işitiliyor, ve
bu vuruş bildiriyor ki aksi hareket başlamıştır, şeytani olana karşı İnsani
olanın meddi başlamıştır. içinde yaşadığımız dünyanın işleri yeniden yola
konmakla, onları durdurmuş olan korkunç vakfeyi ilk defa olarak derin
bir surette bize meş'ur kılar.
Ey ulu şair ! Senin eserlerin başkalarınınki gibi sadece büyük sanat
eserleri değil; onlar aynı zamanda tabiat hadiseleri gibi, güneşle deniz,
yıldızlarla çiçekler gibi, karla buz, yağmurla şebnem, dolu fırtınasiyle
gök gürültüsü gibidir. Bunlar : kendi melekelerimiz tamamen inkıyat
ettikten ve bunlarda artık yahut eksik, faydasız yahut atıl hiçbir şey
olamıyacağına, ancak, keşiflerimizi ilerlettiğimiz nispette, evelce dikkatsiz
gözün tesadüften başka bir şey görmediği yerlerde bir maksadın ve
kendi kendine yeter bir nizamın delil ve ispatını göreceğimize tam bir
iman getirdikten sonra tetkik edilebilir.
Tercüme eden: Orhun BUR/AN
WALT W HITMAN
1 CELEBRATE myself ;
And what 1 assume you shall asume ;
For every atom belonging to me, as good belongs to you.
Houses and rooms are full of perfumes - the shelves are crowded
with perfumes ;
1 breathe the fragrance myself, and know it and like it ;
The distillation would intoxicate me also, but 1 shall not let it.
1 pass death with the dying, and birth with the new-wash'd babe,
and am not contain'd between my hat and boots ;
And pursue manifold objects, no two alike, and every one good ;
The earth good, and the stars good, and their adjuncts all good ;
Kendimi KUTLUYORUM ;
Benim için doğru olan, senin için de doğrudur;
Benim olan herbir atom, benim kadar senindir de.
Undrape 1 you are not guilty to me, nor stale, nor discarded ;
1 see through the broadcloth and gingham, whether or no ;
And am around, tenacious, acquisitive, tireless, and cannot be shaken
away.
21
The pleasures of heaven are with me, and the pains of heli are
with me.
The first 1 graft and increase upon myself - the Iatter 1 translate
into a new tongue.
Her cins kendi için ve kendininkiler için - benim için benimki, erkek
ve dişi,
Benim için, çocukluğu tatmış olan ve şimdi de kadınları seven
erkekler ;
Umursanmayışın sivri keskin acısını duyan adam, mağrur adam,
benim için ;
Sevgili kadar evde kalan kız da benim için, analar ve anaların
anaları, benim için ;
Benim ıçın, gülümsemiş dudaklar, yaş akıtmış gözler ;
Benim için, çocuklar ve çocukları doğuranlar.
Ey eli açık toprak 1 bana sevgi getirdin, benim sana sevgi getirmem
de bunun için 1
Ey sen, anlatılamıyan, ihtiraslı sevgi !
Çeviren : Behice Sadık BORAN
ÜSLÜP HAKKINDA N UTUK [ 1 ]
BUFFON
Tercüme eden : Sabahattin E YUBOGLU
(J] Bu söz evvelce dilimize <tarzı beyan ayni İnsan dır» şeklinde tercüme edilmiştir.
(2] Nutkun başında ve sonunda Akademi azalarını methetmek için söylenmiş sözleri
tercüme etmedik. S, E.
HAYAL VE HAKIKAT'TEN
kabil değildir. Şu garip, fakat kudretli söz herhalde buna benzer müta
lealardan doğmuş olsa gerek :
Yani, ekendi çaA"ırdığım hayallerden kurtulamıyorum> diye feryat eder. Korku, nedamet
ve dehşet içindedir. Bu sırada usta yetişir, çırağın unuttuA"u kelimeleri 11öyliyerek hayali
yine eski haline sokar.
42 TERCÜME
kalmam için ise bin türlü neşeli vesilel�r yaratmağa çalışarak beni, orada
geçireceğim zamanı uzatmağa teşvik ediyordu.
Bahsi Lili'ye dökmek istediğim zamanlar o, benim istediğim kadar
memnun ve alakadar olmuyordu. Bilakis, mevcut vaziyetler dahilinde
birbirimizden ayrılmak hususunda verdiğimiz karc.rı takdir ediyor, imkan
sızı akıldan çıkarıp zarurete uymak ve yeni bir hayat alakası aramak
lüzumundan bahsediyordu. Bunu ise - her şeyi düşünüp hazırlıyan insan
lar mizacında olduğundan - tesadüfe bırakmağa razı olmamış, benim
gelecekteki vaziyetim için de teklifler hazırlamıştı. Artık bu son Heidel
berg davetinin ilk tahminim gibi maksatsız olmadığını anlıyordum.
Mesele şu idi : sanat ve ilim namına çok işler görmüş olan Kurfürst
Kari Theodor henüz Mannheim'da oturuyordu. Saray erkanı katolik,
memleket ise protestan olduğu için, halk kendi tarafını genç ve ümit
verici adamlarla kuvvetlendirmek lüzumunu hissediyordu.
Şimdi bana : "Mademki bukadar istiyorsun, ltalya'ya git ve sanat
bilgilerini genişletedur, diyorlardı. Biz burada senin için uğraşırız. Frl.
von W .. nin belirmekte olan temayülünün arttığı veya geçtiği, yüksek
bir aileye intisap ederek varlığını ve saadetini yeni bir vatanda kurmanın
münasip olup olmadığı döndüğün zaman meydana çıkar... ,, [1]
Bütün bunları reddetmedim, yalnız benim planlı hareketi sevmiyen
mizacım arkadaşımın hesaplı kafasıyle tamamiyle uyuşmuyordu ; anın
müsaadekarlığından istifade ediyordum. Lili'nin hayali gece gündüz gözü
mün önünden gitmiyor, hoşuma giden veya beni oyalıyan herşeyin içinde
bulunuyordu.
Fakat nihayet büyük seyahat teşebbüsümün ciddiyetini göz önüne
getirdim ve kimseyi incitmeden münasip bir şekilde kendimi çekmeğe
ve birkaç gün içinde yoluma devama karar verdim.
Gecenin geç vaktine kadar Demoiselle Delph bana tasavvurlarını,
benim için yapılması düşünülen şeyleri birer birer canla başla anlattı.
Belli bir takım kimselerin benim vasıtamla ve saray erkanı nezdindeki
muhtemel vaziyetim dolayısıla kendi taraflarını kuvvetlendirmek niyet
leri pek aşikar olmasına rağmen, "hakkımda beslenen bu nevi iyi,, dü
şüncelerden dolayı minnet duyarak onlara hürmetle muameleden başka
bir şey yapamıyordum.
Ancak saat bire doğru birbirimizden ayrıldık. Derin bir uykuya
dalalı pek çok olmamıştı ki atlarını evin önünde durduran bir posta ara
basının borazaniyle uyandım. Az sonra Demoiselle Delph elinde bir ışık
ve bir mektupla göründü, baş ncuma gelip :
[1] Vasıtalı anlatım'ı 11aaıtaııız olarak tercüme etmek burada daha muvafık bulundu.
48 TERCÜME
[1] Yunan esatirine göre giineş, göklerde güneş tsnrıaı cPhoibos> veya Apollo'nun
ııevkettiği, ateşli atlar tarafından çekilen bir arabadır.
Goethe cSonnenpferd-giineşat> kelimesiyle bu sembolü hatırlatıyor.
HEKİM UÇTU
Le Medecin va/ant
Ş AHISLAR
GORGIBUS Luclle'ln babaaı
LUCILE Gorgibu•'Gn kızı
VALERE Luclle'ln •evgill•l
SABiNE Luclle'ln amcazade•!
SGANARELLE Valere'ln ut•iı
ŞiŞlılAN RENE Gorgibua'Gn upiı
BİR AVUKAT
BiRiNCi SAHNE
VALERE - SABiNE
lıdNCi SAHNE
VALERE - SGANARELLE
işi bana bırakın. Eğer Gorgibus, söylediğiniz gibi kolay aldatılırsa işimiz
yolundadır. Yalnız siz bana bir hekim kıyafeti bulup nasıl hareket
52 TERCÜME
ÜÇÜNCÜ SAHNE
DÖRDÜNCÜ SAHNE
SABiNE. - Amca, sizi tam zamanında buldum. İyi bir haber verece
ğim: size dünyanın en mahir hekimini getiriyorum. Yabancı memleket
ten gelen bir adam, harikulade sırlara vakıf, kızınızı muhakkak iyileşti
rir... Allahtan onu bana tavsiye ettiler, size getiriyorum. O kadar
alim ki tek o tedavi etsin diye ben de hasta olmak isterdim.
GORGIBUS. - Arzı hürmet ederim, hekim beyfendi. Bendeniz
kulunuzum, efendim. Sizi hasta kızıma bakmanız için istettim. Bütün
ümidimi size bağlıyorum.
SGANARELLE. - Bukrat hekim der ki, Calinus da sarih delillerle
anlatır ki : Bir insan hasta olunca sıhhati bozulur. Ümidinizi bana bağla
makta haklısınız. Zira ben nebati, hissi ve madeni melekelerin en büyük,
en mahir, en alim hekimiyim.
GORGIBUS. - Oh ! Oh 1 Pek memnun oldum.
HEKiM UÇTU 53
BF.ŞiNcf SAHNE
ALTINCI SAHNE
AVUKAT (Yalnız)
YEDiNCi SAHNE
GORGIBÜS • AVUKAT
SEKiZİNCf SAHNE
GORGIBUS - AVUKAT - SGANERELLE.
DOKUZUNCU SAHNE
VALERE ( Yalnız )
ONUNCU SAHNE
VALERE - SGANARELLE
ONBiRiNCi SAHNE
SGANARELLE - GORGIBUS
men beni kapı dışarı etti. Artık beni bir daha görmek istemiyor. Şimdi
hiç kimseyi tanımıyorum. Neymiş bu benim taliim 1
GORGIBUS. - Ben sizi barıştırırım, onun dostuyum. Aranızı bula
cağımı size vadediyorum. Görünce kendisine bahsederim.
SGANARELLE. - Ah 1 Monsieur Gorgibus, bana bu iyiliği etseniz,
ömrüm oldukça unutmam !...
(Sganarelle çıkar ve derhal hekim kıya/eti ile tekrar gelir)
ONiKINCi SAHNE
SGANARELLE - GORGIBUS
ON 0Ç0NC0 SAHNE
VALF.RE - SGANARELLE
ON DÖRD0NC0 SAHNE
GORGIBUS - SGANARELLE
ON BEŞfNCi SAHNE
ŞİŞMAN RENE-GORGIBUS-SGANARELLE
ŞiŞMAN RENE.- Vay canına 1 Tuhaf be, amma da cin gibi pencere
den atladı . Burada kalayım da bakalım altından ne çıkacak.
GORGIBUS. - Şu doktoru bulamıyacağım. Nerelere cehennem ol
du, bilmiyorum. (Sganarelle'i doktor kıya/atinde görerek) Ha 1 işte ; Beye
fendi yalnız kardeşinizi affetmek kafi değil ; beni menun etmek için onu
HEKiM UÇTU 59
Paris est aussi grand qu'Ispahan. les maisons y sont si hautes, qu'on }ugerait qu'elles
ne sone lııaıbitees que par des astrologues. Tu juges bieıı qu'uııe ville bacie en l'air, ıquıi a
six ou sept maıisocs les unes sur les autres, est exr&nement peuplee, et que, quand ıout le
monde est desccndu dans la rue, il s'y fait un bel embarras .
Tu ne le croirais pas peut-Etre : depuis un mois que je suis ici, je n'Y' ai eocore vu
marclıer personne. Jl n'y a point de gens au moo-Oe qui tireııt mieux parti de leur machine
que les Français : !ils cou:rent ; Hs voleııt. Les voitures lentes d'Asie, le ıpas r6gle de noıs
clıameaux, les feroient romber en syncope. Pour mai, qui oe suıis point .fait iı. ce tra.in, et
ıqui vais souvent a pied sans cha.ıııger d'allure, j'enrage quelquefois comme un chretien :
car eııcore passıe qu'on m'eclabousse depuis les pieds jw1qu"'iı. la <tete ; mais je ne pws par-
Ne crais ,pas que j.e puisse, ıquant a preseot, te w:>a:rler a fond des moeurs et des
counımes europeennes : je n'en ai moi-m&ne qu'une Iegere idee, et je n'ai eu iı. pin que le
·temps de m'etoıı.ner.
Le roi de France est le plus puissaıı t pr.ince de l'Europe. il n'a point de mines d'or
comme le roi d'Espagne, son vdisin ; mais il a plus dıe rrohesses que lul, parcequ'il les tire de la
vanire de ses sujets, plus inepuisable que les mines. On lui a vu entrepreıı.dre ou souteni.r
de grandes guerres, n'ayanıt d'autres fonds que des ıııitres d'ihonneur a vendre, et, par un
prodige de l'orgueil humıain, ses troupes se trouvoient payees, ses places, munies, et ses
flottes, c!ıquipees.
D'aıilleurs, ce roi est un graml magıicien : il exerce son empire sur l'esprit meme dıe
ses sujets ; il les .fait pens.er ooınme il ıveut. S'il n a ıqu'un million d'ecus dans son tresor,
'
et qu'il en ıait besoin de deux, il n'a qu'iı. leur persuader ıcıu'uo ecu en vaut dewc, et ils le
croiıent. S'il a une <guerre difficile a soutenir, et qu'ıil n'aiıt po.int d'argeot, il n'a qu"'iı. leur mectre
IZMIR'E
dans la tete qu'un mordeau de papier est de l'argeot, et ils en sont aussi-tôt coovaincus.
il va meme jusqu"a leur faıire croire ıcıu'il les .guer.iıt de ıtıoutes sor,tes de maux, eo les rou
chant, tant est grandıe la fooce et la puıissancıe ıqu'il a sur !es espr.its.
Ce que je dis de ce ·prince ne doit pas <t'etonner : ıii y a un autre magicien, plus fort
que lui, qui ı:ı'est pas moins maltre de son esprit qui l'est lui-meme de celui des autres.
Ce •magicien, s'appelle le Pape. Taı:ıtôt il lui fa:i.t croire que trois ne foo.t qu'un, que le
·Paİın ıqu'on mange n'est pas du pain, ou que le vin qu'on boit n'est pas du vin, et mille
autres choses de cettıe espece.
Et, pour le tenir toujours en ıhaleine, et ne point lui laisser perdre l'hahi<tude de
croire, ıil lui doone, de temps en temps, pour l'exercer, de cel'tains articles de croyance.
il y a deux ans qu'il lui envoya un grand ecrit, qu'il appella Consıiıution, et voulut obliger,
sous de grandes prines, cıe prioce et ses sujets de croire mut cıe qui y etoit (l()Dtenu. il
reussıit a l'egard du prince, qui se souııllt aussitôt, et donna l'exemple a ses sujets. Maıis
ıquelques..uns d'entre eux se revolterent, et dirent qu'ils ne vouloienıt rien croire de tout
ce qui etoit dans cet ecrit. Ce sont les femmes ıcıui ont 6te les motrices de mute cetıte
revoltıe, ıqui divıise toute la Cour, tout le Royaıume, et toutes les familles. Cette Coastitutloo
leur defend de lire uo livre que :tous les Chr6tiens disent avoir ete appoote du Ciel : c'est
propreıne:ıı.t Jeur Alcoraııı. Les femmes, indignees de l'outra.ge fait a leur sexe, soııleveot
tout rootre la Constltution : elles oDt mis les hommes de leur parti, qui, dans ceHe occasion,
ne veulent poıi.ıı t avoiı: de privilege. On doit powıtant avouer ıcıue oe moufti ne raisonne
pas mal, et, par le grand Halıi, il faıut qu'il ait ete iıısuuit des principes de ı:ıotre sainte loi.
Car, puİ.51QUe les femmes SODt d'wıe creation iı:ıferi� a la nôtre, et que 1105 propbetes
nous disenıt qu'elles n'entreroot point dans le Para<fi:s, pourquoi faut il qu'elles se melent
de lire un livre ıcıui ı:ı'est faı1t que pour apprendre le ebemin du Paradis ?.
J'ai oui racomer du Roi des choses qui tiemıet du prodige, et je ne doute pas que
tu ne batances a !es croi:re.
On dit que, pendant ıcıu'il faisoit la guerre a ses voısıns, quıi s'etoienıt fOllS l igues
oontre lui, il avoit dans san royaume wı nombre inııoınıbrable d'eıınemi5 iavisibles qui
l'entouroient. On ajou te qu'il les a cherc!hes pendant plus de trente ans, et que, malgre
les soins .infatiga:bles de ceı:ıta:ia:ıs dervis ıqui oı:ıt sa ooofience, ıil n'en a pu ıtrouver un seul. Ils
vivent avec lui: ils sont a sa Cour, dans sa cap1tale, dans ses ıtroupes, dans ses tribunaux ;
et cependaot on dit qu'il aura le cb:JJgrin de mouriır sans les avoir ıtrouves. Oı:ı diroi.t qu'ils
exisıent en general, et qu'ils ne sont plus rien en parıicıılıie r: c'est un corps, ma·is point de
membres. Sans doute que le Ciel veut punir ce prince de n'avoir pas ece assez mode.re
envers les ennemis ıcıu'il a :vaiı:ıcus, puisqu'il lui en donne d 'invisibles, et doı:ıt le pe et
le destin soııı t au..dessus du sien.
Onu daima merakta tutmak ve inanmak itiyadını kaybetmesioe [4} meydan verme
mek için, km.la arada sırada bazı dini yazılar veriyor. tici sene evve l ona, Coostitution adı
verdiği ıbüyük ıbir yazı yollamış ve birçok zahmeti göze alarak, hükümdar ve tebaasını,
bu yazının içinde buluruınların hepsine inanmıya mec;bur etmek istemiş. Hükümdar hususuoda
muvaffaık olmuş, çiinki o derıhal itaat etmiş ve ·tebaasına misal olmak istemiş. Fakat onların
arasında bazdan isywı etmişler ve bu yazıda bulunanların hiç birine inanmak istemediklerini
söylemişler. Bütün sarayı, bütün payitahtı ve bütün aileleri ikiye ayının bu isyanı harekete
getiren kadınlar olmuş. Bu Coastıitution, :bütün hıristiyanların Allahtan geldiğİllıİ iddia
ettikleri bir ıkitafo, yani onların kur'anını o.kumalarını menediyor. Cinslerine yapılan bu
hakaretten hiddetlenen kadınlar, iherıkesi Constitunion'un aleyhine teşvik ediyorlar; erkek
leri de kendi ;taraf.tarları yapmışlar: zaten onLı.r da bu hususta imtiyazlı olmamıya razı.
Maanıafilh ıİıiraf eanelıi ıki ıbu müfni pek fena düşünüyor, ve Hazreti Ali namına söyliye
bilirıim ıki ıbizim mukaddes :kanunumuz halkıkında malWı:ıatı var. Zira, mademki kadrolar
yaradılışca bizden aşağı mertebededirler, ve peygamberlerimiz onların cennete gireımiye
ceklerini söylerler, niçin cennetin yolunu öğretıın ekten başka gayesi olmıyan ıbu kitabı oku
mıya kalkışsınlar?
Kral hakikında mucizeye ben21iyen şeyler ıişittim, ve bunlara inanmakıta ,tereddıüt ede
ceğine şüphem yok.
Sana tekrar yazacağım ve İranlı karakter ve düşüocesine çok uzak olan şeyler ogre
teceğiım. İkimiz de ayni dünya üzerindeyiz ; faılmt benıiın yaşaıdığım memleketteki insanlarla
senin bulunduğun memleketdekiler ıbidbirinden çok farklı.
{4} «Üna daima helecanlar çektirmek, imanına halel gelmesine . . . » demek daha uygun olurdu.
{'} Bu cümleyi B. S. Tanyeri, d�ha doğru olarak, şöyle tercüme etmiştir : «Deniliyor ki kendisi
aleyhinde hepsi birlik olmuıı komşularına karşı harp yaptığı sırada krallığının içinde sayısız adette
göze görünmez düşmanlar err.afını sarmış bulunuyorlardı.» Ancak bu cümle de çok ağır ve «harp
yapmak» gibi türkçeye hiç uymıyan tabirlerle dolu.
{'} B. S. Tan}'eri ve B. S. Dilmen gibi «talih» demek daha iyi olurdu,
66 TERCÜME
LETTRE XXX
Rica au Meme iı. Smirne
j'ardvai, je fus regarde comme si j'avois ete eııvoye du Ciel : vieillards, hammes, Iemmes,
enfans, tous vouloienıt me voir. Si je sorıtois, tout le monde se mettdit aux fenetres ; si
j'ıfıtois aux Tuillıeries, je voyois aussitôt un cerde se forıner autour de moi : les femmes
memm faisoient un arc-en-ciel, nuanoe de mille roıuleurs, qui m'enıouroi,t ; si j'eıois aux
specı.a.cles, je 'trouvois d'albord cent lorıgnettes dressees contre ma figure : enfin, jamais
homme ıı'a tant ere vu que moi Je souriois quelquefois d'eatendre des gens qui
n'etoient presque jaımais sortis de leur dhambre, qui disaient entr, eux : ı «il faut
avouer qu'il a l'air ibien persan.>> Chose a.dmirablıe! je trouvais de mes
porıta.ires par,tout ; je rne voyois multiplie dans toutes les boutiques, sur ·toutıes les cheminees :
tant on craignoit de ne m'avoir pas assez: vu.
Tant d�rs ne laissent pa.s d'etre a clıar.ge : je ııe rne croyois pas un ıhoınme si
curieux et si rare ; et, quoiq.ue j'aıye tres•bonne opinion de moi, je ne me serois jamais imagine
ıque je dusse ıtroUbler le ·repos d'wıe gm.nde ville, ou je �s ,paint coıınu . Cela me fit
resoudre a qui,nter l'habj.t persan, et a en eııdosser un a l'europeenne, pour voir s'il res
tero.İ>t encore, dans ma physionomie quelque chose d'a.dm:irable. Cet essıai. me fit connoitre
ce que je valois reelleınent. LiJbre de 'tous !es omements etrangers, je me vis appretiC au plus
juste. J'eus sujet de me plaioclre de mon tailleur, qui m'avoit fait perdre ! en wı ıinstant
l'attention et l'estime puhlique ; car j'entrai tout a coup dans un neant .affreux. Je demeurois
quelquefois une heure dans une compagnie sa:ns qu'oo m'elı.t regarde, et qu'on m'eüt mis
en occasion d'ouvrir la lbouche. Ma.is, si quelqu'un, par hasard, l!pPI't'llOİt a la compaıgnie
que j'etois Persan, j'entendois aussitôt autour le moi un bourdonnement : «Aıh ! ah! Mon
sieur est Persan ? C'est uııe clıosıe lbien extraordina.irıe! Comment peut-on etre Persan ?�>
MONTESQUIEU
RICCA'DAN IBBENE 67
Paris halıkı ifrat (') derecede mütecessis. Buraya .geldiğim zaman gökten inmi, gibi
herkes bana bakıyordu : İhtiyar, erkek, ıkadın, çocuk, hepsi beni görmek .istiyordu. Ne va·
kiı soka,ğa çıks.'lm herkes pençerelere üşü�üyor. Tuilleries'ye gittim, etrafıımda derhal bir
ha1kanın .teşekıkül etti�i görüyordum ; kadınlar ıbile ıbinbir renkten müteşekkil ıbir alayi
müssema halinde etrafımı çeviriyorlardı ; �eına,a yerlerinde ıbulunsam, hemen yüzlerce dür
bünün yüzüme doğru dikilmiş olduğunu görüyordum. Velhasıl, hiç bir zaman kimseye be
rum kadar bakmamışlardır. Bazen, odalarından dışarı ıbile çııkımaımış insanların, beni görün
ce biribirlerine : «Hakikaten onda bir İNfllı hali var,» demelerine .gülüms iyordum ; beni
kafi derecede görememekten o kad ar ıkoı1kuyorlardı ki ıbütün dükkanlarda, ve bütün şö
ıminelerin üzerinde teksir edilmi5 res.Lmleriım� ıbU!uyordum.
Bu kadar mtiram mutlaka raıhatsız ediyor ("} : bu derece de merak uyandıncı ve
na diren tesadüf edilen bir adam olduğumu bilmiyordum ; ve, nefsime ait iyi bir kanaatim
olduğu halde, tanınmadığım büyük bir şehrin rahatını ıbozacağıımı hiçbir zaman tasavvur
etm�iştim. Bu sebeple, çehremde hala şayanı hayret birşey kalıp kalmryacağını anlamak
içio, İranlı kıy.afetini terkedip avrupai bir elbise giymeğe karar verdim. Bu tecrübe bana
hakiki ,kıymetini gösterdi : ecnebi kryafetirulen çıkınca asıl değerinin ne olduğunu anladım.
Bana lbir anda, halkın alaka ve takdirini '�ttiren ter:zıiımden şikayetçi oldum ['] : çünki
·birdenbire korkunç bir boşluk içine gimıiştim. Bazen hiır mecliste, baoa ağzımı açmak fır
satı verilmeden ve yüzüme baıkılmadaıı bir saat kaldığım oluyordu. Faıkat tesadüfen birisi
mecliste iranlı olduğumu bilirse, derh al enrafınııda loor uğuJ.tu ıişiciyoı:ıdum. �<IA ! a! r"J
Monsieur iranlı mıymış ? Ne aayip şey ! İnsan nasıl iranlı olabi·lir ?
{') Şöyle demek belki daha İyi olurdu : «Bu Paris'in insanlan tecessüste garabete vanyorlar.»
{8) «lhtiramın. itibarın bu kadar da insana yük olmuyor değil» demek belki daha iyi olurdu.
{8) « . . . Şikayet etsem yeri idi» denilebilirdi.
p•] İki «A !» değil, belki bir «Aaa !» ; yahut : «Ya !».
HOMEROS'UN TERCÜMESİNE DAİR [1 ]
Homeros'u ıtercüme eanem bana kaç kere tavsiye edildi. Ancak bu işe girişmek için
bende ne vakit ne de cesaret vardı ; fakat bu teklif beni zaten çok tetkik ettiğim bir şairi
yeniden tetkika sevketti ve bir �i senedir Homeros'wı eserleri eliıııden düşmez oldlL
Klasik edebiyatın <tetkiıkı dhtirmaJ. ki gi tgide aza.lııruı:ktadır ; fak at .tahsilin genişlemesiyle
ve kari miıktarının ıbüyüınesiyle ş üphe yok ki Homeros'un şiiri daha çok dikkati cefüedecektıir ;
bwıun sabeıbi de klasik olduğundan değil, fakat e lim.izde !bulunan en ehemmiyetlıi şairane
eser o1duğundandır. Bu son on sene içinde ( 1850 - 1860) bile İngil terede llyada'nm iıki
yeni tercümesri. yapıldı. Hiç korkmadan söyliyebiliriz ki bu eserlerden hiç biri Homeros'wı
esas teroümesi olarak kalrnıyacaktır; Homero.wıı .tercüınesiııre şüphe ıyok ki dıiğer mütercimler
<tarafından da ıteşei)büs edilecekti r. Onlara kendilerinden evvel aryni işe .teşebbüs eaniş
olanların gayretlerin in akiııiı kaldığı noktalan, Homeros müterciminin QiJQkaınin i tespit etmesi
icap eden haıkiki gayeleri göstermekle belıki faydalı rbir yardımda bulunmak kabil
olacaktır.
Bir mütercimin ıkendi kendine tayin eımesi :icap eden gayenin ne olacağı hila münakaşa
edilmektedir. Bu mesele bile henüz ıhaılıled.ilmemiışcir. Bir tarafta.ır ikar1io okuduğu
eserm rmümlkünse bir ııercüıne olduğwıu uınutaibilmesi ve (mesela J.ngiliz.ceye yapılmış ıbir
tercüme mevzuuba:hs ise) ingilizce yazılmış bir eser okuduğu zehabına kapılması lazım
geldiği söyleniyor... Bura.da ana dildek i metin vatandaşlarımıza, asll manzumenin ilk dinleyi
cilerine ıtesir eni� g�bi , 1esir edebi lecek bir eser için esas :irnihaz edilmiştir. Bu naza
riyeyi iptal dçio serdeden profesör Newman, ıbil:haıSSa bunun aksine ola.rıaJk asıldaki rbütün
hususiyetleri, mümkün o l duğu kadar muhafaza etmiye ve ifade ne kadar yabancı olursa
olsun onu olduğu giıbi vermek !hususwıda ritina gösteıııneğe taraftar olduğunu söyliyor.
Mr. Newman <<mütercimin ilk vazifesi sadık olmaktın> diyor. ihtimal ki iki tarafda
«mütercimin ilk vazifesin·in sroaka.t olduğwıdıu> mutaıbı!k kalacaklardır. Fakat işte asıl
mesele de bu sadaıkatin neye mütew:kkıf olduğudur.
Yegii.ne ıgayem mütercime ameli tavsiyelerde ıbul�tıan ibaret olduğu için burada
tercüme nazarı1yesi.yle lkart'iyyen uğraşmaık niyetinde değilim. Fakat mil<tercimJere, lliyada'nın
temeli üzerine m uasırl armn.mn llyada'nın ille clinleyicilerinin sevdikleri gilbi, sevebilecekleri
rbir manzume ·İnşasını tecrübe etmemelerıio:i ,tavsiye ederim. Zira 1/yada'yı ilk dınl eyenle rin
onu nasıl sevmiş olduklarını bilmiyoruz. Bununıla, ihtimal ki, Homeros 'un yunanlılara derinden
tesir edişi gibi te rcümenin de ingıilrizlere derinden tesir etmesi kastolunuyor ; fakat bu
kaıiıde, amel i bir kıymeti olaıbilrnesi için, çak umumi ıbir kaidedir. Çiinki, rbüti!n ıbüyük
şai rler dinleykilerine derinden tesir ederler; fabt, her birinin hasıl ettiği tesİ!r ayn
ayndır ; mütercimin gayesi, Homeros'un tesirini yeniden hasıl etmektir ve ihi�ir şey ona
İngiliz ıkariinin üzerinde Homeros'un hasıl eııtiği tesiri mi, yoksa bambaşka bir tesir mi hasıl
edecıeğini tayin edemez. O zaman Mr. NeMllan'ın tavsiyesine ciayet edebili r. Sadık olmayı
ve ıbü.tün ·huswiyetleri muhafaza eıımeyi deneyebilir; fakat 'bu şekilde ıhareket etmekle
Homeros'un seyyal üslubuna ve taıbii düşünüş tarzına sadık kalmış olur muyuz ?
{•] Matthew Atnold ( 1822 - 1888) Victoria devrinin en büyük münekkidi ve kuvvetli şair
lerindendir. Profesör Newınan' m yapağı ll:rada tercümesi münasebetiyle Matthew Arnold'un 1861 de
verdiği üç konferansın bir kısmını burada hulh4 ettik. (Müt.)
HOMEROS'UN TERCÜMESİNE DAİR 69
Mütercimin dalba .praıtik rtavsiyelere muhtaç olduğu muhaıkkaktu:. Hiç ıkimse ona Home
ros'un eW yunanhlara nasıl tesir edebildiğini tayin .edemez; faıkat Homeros'un oo.lan nasıl mü·
ıtehassis ettiğiınıi. söyliye'bilecek kimseler bulunur. Bunlar yunanca.yı ıbilmekle lberaıber zevki ve
şairane duygusu olan mal\ımaıt sahibi kıimselıerdir. Şüphe 'Yok ki hiç bir tercüme asliıyle
mukayese edildiği zaıman, oıılaır için .büyük bir kıyımeıt .ifaıde etıın iyerektir. Bununıla heralber
tercümenin, az veya çok asıldaki resiri !hasıl ediıp eOOınedıiğıini de ancaık onbı.r söyliyeıbilider.
Bu hususta salahiyet sah�bi yegme ha.kim onlardır : Eski yunanlılar ölmüşlerdiır ; ilmi
malfunatı olm ıyan İngiliz hir karar veı:ıın ek için lüzumu olan esaslardan mahrumdur ; hlç kimes
de ıkoodinde kendi eserini muhakeme etımek ceısaretıiı:ıi bulamaz . .. Böyleıc:e mütercimin sadece
Homerosu anlryaıbilecek olaın ilim a&ımlarım tatmin etmesi lazımdır; oıııların maalesef
ekseııiyetle malumatfüruş oldukları ve bu ·taıkdıirıde müt!a.leal:arımn bir kıymetıi olmıyacağı
şüphesizdir ; fakat bir ilim adamı şairane duy.guya da maliık olabilir ve o zaman Homeros'u
layiık.i yle muhakeme edebi.Lir; ha.lıbuıki diiınyan.m bütün şairane duyguları eskıi yun'll.fl cayı
bilmiyeıı bir aıdama, ıtercüım.esıi haıkıkmda ıbir söz söylemek imkanını veremiyec.ektıir.
Bunun içindir ki umumiyetle ıkalbul edilen ilki ayrı mukaddemeden, ilim adaml a rının ve kari
kütlesinin muhaıkemelerlııd en bize göre ancaık ilıki varittir. Bazıları her iki ıhükmü de kabul
eder ; her ikisinin de kendine mahsus ıhataları, rhudutları ofabilirıniş ve bunlardan her iki·
sinin de müterciım tarafından naz.an itiıbare alınması icıap edermiş... Halbuki hakikatte bir
tek hüküm vardır ve olabilir; o da zeki ilim adamı, bir -tercümede ıbllbç (keli.mell.İ.n değil,
fakat tercümenin umumiyet �tiha..riyle verdiği mütercimin vazifesi zeki ve şiir zevki olan bir
hellenist üzerinde asıl metnin tesirine, tesirin ehemmiyetli ol duğunu bilen iiliım adamınmdır.
Bu ıh ususta tek miyar odur ; mümkün olduğu kadar ıyaikı:n bir tesir husule ,getirebilmesi ol·
malıdır... Şimdi ıbu miyan kabul ettiıkten sonra bir tercümenin muvaffak bir tercüme sayıl·
ması için ne yapmalıdır?
Bu hususta önceden ıbazı <<JDenfİ» tavsiyelerde lbulunmaık, yapılmaması kap eden şeyler·
den, baıhsetımeık isterim. Evvela mütercime Homeros'un yaşamış olmadığııııı, llyada'nm bir
veya birkaç muharrir tarafından vücude getirilip getirilmediğini ıiıla:h düşümnenıes.ini tavsiye
•••
edeceğim ; bunların tercüme için hi�ir ehemmiyetıi yokıtu.r ve olamaz. Diğer taraftan mü
,terciıme tercümesi jçin hususi bir vokabüler vürude getimniye uğraşm aınasını da tavsi ye
ederim. Bu ıbir çeiklan ta.rafından ileriye siınü:lmüş tehlikeli .bir fikirdir. Homeros sade
bir lisan kull anm ı�r ve biz de mümkün olduğu kadar onu sade ıbir lisanla rerciime etmeli·
yiz. Homeros için hususi bir vokabüler aramak, mü tercimi kolayca ımalumatfüruşluğa
götıiirmektedir, halbuki malıimatfu ruşluk Homeros'a dünyada en zıt olan şeydir.
Bir şaıire yaıklaşırken içinde bulunduğumuz haleti ruıhiye o şaıi rin anılaşımasında
müessir olur. Onun Jçin Homeros mümkün olduğu ıkadar sade ıbir haletiruhiye içind e
okunmalıdır. Biz eskıi filemi kendimize maLeıtııneğe uğraşıyoruz. Fa!kat, kendi düşüncelerimizi
ve :kendi hislerim�i Homeros'a izaJe etımıeğe kalkışmak t.ehlilkelJdir. Maalesef ıbu pek umumi
ıbir temayül.dür. Meseli Mr. Ruskin, Helene'ııin !kardeşleri Kastor ile Pohlux'tan, çoktan
ölmüş oldılk.lan halde hila hayatta imişler gibi bahsettiği parçayı takip eden güzel mısraları,
·şu suretle tefsir edi'Yor. �<Sair Wpraıkıtaın kederle 'bahseanelidir ; fakat bu keder
kendisini.o topraık ·haıkıkındaki düşünceler.iııı.i değiştirmiyecektir. Hayır; Kastor ile Pollux
ölmıüş te ol6alar roprak daima bizim, velOOiyetle 'ha.yat verıeo aııaıdı ınz r.» 'Bu pek güzeldir
ve okuyucuyu mütıtılıassis edebilir ; fakat bu 1al.andır. Bütün bu asri hassasiyet Homeros'tan
uzakur. «Hoıneros'.tan her .gün öğreniyoruz ki şu topnı:k üzerinde geçen ihayatıımızda adeta
cehennemi sakmm ıya meoblll'UZ)> (G<etıhe). Eğer Homeros �çin mutlııka bir aruııhtara ibciyacım ız
varsa bunu ele alalım ve onunla ne yapaıbileceğim.izıi düşünelim. Her ıhalde o, şaıir haıkkındaki
görüşümüzü Rusikin'in rakik pantlıeisme'� gibi yanıJ.tımryacalktır.
70 TERCÜME
Bu vezinle de sade bir şekilde ve belagate kaçmadan ifadei meram eıtımek lazımdır.
Homeros mev:zuıunu dosdoğ.ru ve en sade ıbir üslup içinde kullanınalkıtadır. Horneros 'laSV'ir
lerini, gözleri tasvir etıtiği eşyanın ,iizerıinde olduğu halde )'13.pmışrır. HaLbuki m�ercimlerin
çoğu, çeviocliıkleni mevzuun ıüslubwıa bakarak tercüıme ediyorlar. Bu surede, Homeros'un
bizıe doğruıdan doğruya ifade ecti§ini müteroim bir mutavass ı tın vasıtasiyle vermiş oluyor ;
ve ıbunu söylerken mütercimJer.iımizin en büyüğünü, Pope'u kasdediyorum. Pope Homeros'.a
süs ve ihtişam vermek .istemiş.tir. Bir his retor.iık bir şekle sokulduğu halde kuvvetini
ıka.yhenıniyebilir ; faıkat lbizzaıt .ınev:rua ıbaıkmadan ve onıun sÜISIÜnden başka şey düşünmeden
y.aıpılan bir tasıvirin kıymeti yoktu•r. Bunun içiııı mütercimin Homeros'un fiikirlerini
ifade etmek ıic;in kullanıdığı üslubun saıdelij/ıine nıüfuz etmesi l izımdır . üsllrbun fazla
edebi bir 1elaıkıkiyle en iyi bir mütercimle Homeros arasında ne derin bir ayrılık vücude
getirebileoeği Pope'Ull misalinde göriilebilir.
Bundan maada unutımryahm ki Homeros nasıl sade ıbir şekıilde konuşmuşsa o kadar
['} Eski yunanca ve latincede altı tefileli mısraLar. Bu mesele Prof. Newıran ile Manhew
Amold'ıo arasındaki uzun münakaşanın esas mevzuu teşkil ecmekıedir. Burada bu meseleden babsede-
miyeceiiz. (Müc.)
HOMEROS'UN TERCÜMESİNE DAİR 71
da sade olarak düşünmüştür. Tercümede lüzumundan. fazla «faal» olmaıkıtan, Hoım eros'un bn
derece sade olnuyacağı ıbaiıanesiıyle ona ıkendinden ilaveler yapmaıkıtan çekirunelimr.
Homeros'u:ıı Jiık.irleri karışık değildir ; o, aıyni zaman içinde ancak bir şey düşünür ve onu bir
başka fikre geçmeden evvel :tamamiyle söyler. ıBu vadide Homeros'Uı!l Volta.ire'le ne derece
benzerliık al"Zeıt iğini söylemeğe cesaret edebiliriıın . Eski Yunan ırkının en müm<az bir ırk
okluğunu ıbundaıı:ı daha :kuvvetle ıne gösterebilir ? Bu ırkın aıyni ımümıessioli Volt.a.ire gibi sade
ve <Iilcli ıbir ·tarzda mantığa hiıtap edeııkeıı ayni z:ııınanda Voltaıire'de noksan olan bir ılrudretle
beşer kalibini çok der.inden m ütebassis etmesini de billiıyor .
Bunula ıberaber bütün ıbu f:ikir ve üslup sadeliği içinde Homeros Ulvi derecede neciptir;
<�büyü!lo> bir üslup yapmışnr ve Phidias gibi, Dante veya Midıel-An•gelo giıbi yücedir.
Müterciııni ümıi.tsi.zliğe düşüren işte :bu-Our: Nesre y;tkışan alelade mevzuları ( yemek,
içmek, uywnak. giyinmek .giıbi) .gülünçlıüğıe dü,mıedeıı K<büyü�rn bir üslupta ifade etmek
fevkalade güçcür. Güçnür ve b un u:ııl a ıberaher Homeros bunu yapm ıŞtır. Ve Homeros bilhassa
bunu yaptığı İfindir ki kimse ile mukayese edileımiyecek ıbir şairdir. Homeros ımütercimi
sun'i olmamalı, «edebi>> olmamalıdır ; fakat ayni zaımanda bayağı ve �ük te olmamalıdır ...
Sözıil!müz.ii biciıımeden evvel vokaıbüler ha;idı;ında da birkaç � söyliye!im. Bizi
sevkeden preıı sıip Hoıneros'un sadeliği ve açııklığı olmalıdır. Bundan, m ütercimin de terCÜ·
m�inde, sade ve açık olıması ıi.cap eotiğıi �ticesiı:ıi çı<karrnalryız. Şüphe yok iki bütün
filologlar ıbana Homems '1 a hayli filolojik meseleler ·:e ş imdiye kadar cevaps ız kalmış <birçok
sual ler ıbuhınduğunu söyl:i�rdıi•r. Faıkaıt ıbwııda.n ne çııkarıJabilir? Şaıiırane teroüınenin
bire bütün bu güçlükled verıme�i, memi ık:aıraıınma&ım icap eder m i ?
Bazı keliımclerinin veya 'bazı p arçal annın gayri muayyen manaları Homeros'un şiıirin<lc
umuımiyetıle hisrolunan sıı.<leliğin ve açdd ığm tesirini boı.aımaz ve bozmamalıdır. Homeros'un
filolojisi bize şiiriıni unutturacağı yerıde, bilakis, şiiri filolojisini unutturmalıdır. Hana , o
kadar söyliyeıbilirim ki şiirinden zevk almak için Homeros'u sıık sı:k dkuyan ıbir kimse ( zaten
onu bu maksaıcla okuımadııkça hiç kİımı9e asla rercfıne� muktedir olamllo/acaktrr) zihn inde
Homeros'un müh�m keliımeleri ıhaıkkı n da çok vazııh .bir fiıkri hasıl etmeye muvaffak olur ; bu
kelimeler üzerinde filologlaının ne kadar şüpheleri olıurısa olsun.. . Filolog ıbu ıhwıusta müte
redclintir ; fa!kıat okuyucu anlamıştır. Ayni şeyi esasen kendi dilimizde de müşaıhede edebiliriz.
Khi.sikler�mizin pek sarih ıbir ımana veremedignmiz ne çok kelimeleri vardır. Ve bu ke·
Hmeler t.ekrar edile edile nihay.e.: filoJoji'k değilse de şairane olan bir mana jktisap ediyor.
Mütercimin bize vermesi icap eden şey de filolojik müphemiyet değil, kelime ve mısraların
şairane, olduğu için de daima açık olan manalardır.
Doğrusunu söylmek icap ederse, biz hepimiz ancak Hoıneros'un müsıtakbel mütercimi
�çin, daıima ıbek!emekte olduğumuz ve ıbir�Üın şüphesiz gelecek olan o mütercim için, çalı·
şabiliriz. Homeros'un hakiki m ütercim i , &isi de o kadar nadİ!r ve kııymedi olan, derin ıbir
anlayışa ve her •türlü menfaatten uıak bir sevgiye istinat edeceknir ; filolo;isinin kendisine
adını ıbaşında açt ığı karışık .yoJ.Iara pek fazla sa.pmaımağa çalışacak ve her yerde esasa
nüfuz etmesini bilec�t.i:r ; faıkaıt bu esası bize .ifade tarzında hiç ıbir nüans kendisine fazla
·İnce gözükmiyecek, hiçbir güçlük onu yıklırmcyaca:kıtır ; modeli gıiıbi, a.Jelade şeylerden
asaletle, ıbüyük şeylerden de s a del ikl e bahsetmesini, doğru, sade, Vllil ıh ve her yerde büyük
modeline ·sıı.dık kalmasını ıbileceıkıııi:r. Böyle bir mütercim geleıbileceık mi ? ıBeJıki.... Fakat
unutmiyalıım ki 'böyle müterciıın de Homeros'tan çok dail:ıa nadir değildir.
MATTHEW ARNOLD
Tercüme eden: Erol GVNEY
TECRÜBE USULÜNÜN PRENSİPLERİ
Maanif Velci.llıiği on dokuzuncu a.s.rın büyük ıi1im felsefesi eserini, büyük fransız a.I.imi
Clau<le Bernard'ın K<T1pta tecrübe usulünün .teclcikına giriş» ini ['], mevzua olduğu kadar lisana
da hakim, ilim ıbir mütercime tercüme ettirmekle, şüphesiz milli kütüpanernize, kıymeti za
manla daha i� takdir olunacak, büyük lbir hediye vermiştir. Eserin adına bakarak muayyen
bir ihtısas zümresine hitap ettiğini sarumı!k doğru olmaz. Bilakis, alim, tıp vesilesiyle, tecrübi
ilmi, ve onun vesilesiyle de bütÜ!n ilmi, ve nihayet, Bergson'un dediği gibi, insanla tabiat
arasında.ki diyaloğu, kendinin de dediği g�bi, nadir insanlara nasip olan bir nüfuzu nazarla
te1lklilk etmiş.tir. fü�haıssa eserin umumi ola.rak tıecrilbe usulünü tetkik eden ifilc ilci. bahsi, ilim
felsefesıinde artık klasik olmuştur. Nasıl Aristo'suz mantık, Descarres'siz riyaziyeden bah
setmek .imkansız, ayni şekilde, Claude Bemard'sız ıtecrübi ilimlerden bahsetmek te o kadar
imkansızdır.
�<Felsefe Claude Bernard'a her şeyden önce, tecrübe usulünün nazariyesini borçludur.
Modem ilim faaliyetini daıima tecrübeye göre tanzim etmiştir ; faıkat ilkin mihanik ve riya
ziye ile başladığı, ve maddede, evvela, en umu.m.1 ve riyaziyeye en yakın olan şeyleri tet·
kik ettiği için, uzun zaman tecrübeden ancak hesaplarına bir hareket noktası vermesini ve
muvasalat noktasında da ıbu hesapları ta:hkiık ecmesini istemiştir. 13.horatuar ilimleri, tecrübenin
bfüün ivicaçların.ı, onunla teması asla ika}'betmeksizin, takip eden ilimler, on ddkuzuncu asır
da başlamıŞ<tır. Nasıl Descartes mücerret madde ilimlerinin usulünü getirmişse, Claude
Bernard da diğer tabii ilimlerden daha müşahhas olan bu ilimlerin usulünü getirmiştir. Bu
manada bizce, �lTıpta tecrübe usulünün tetıkikına giriş» XVII nci ve XVIII inci asırlarda
«Usul hakkında nutılio> ne idise odur. d:ler iki halde de, bürük keşifler yapmakla işe başlıyan,
sonra bu keşifleri yapmak için nasıl hareket etmek icap ettiğini kendi kendine soran deha
sahibi bir adamla karşılaşıyoruz. Modern ilmin tarihinde, yalnız iki defa, icat fikri kendi ken
dini tahlil ve ıbu suretle ilmi keşfin wnum1 şartlarını: tayin için dikka t ruı.zannı !kendi üze.
�ine çevi.r.mııştır. Ta:viıyetle .teeının.ülün, felsefe ile ilmin bu mesut karışması iki defa
Fransada da vakıi olmuştur ... Claude Bemard bu usulü tasvir ettiği, buna ait misalleri verdiği
ve ıbunun üzerıine y:tpağı taubikatı anlattığı zaman, ıbütüıı ıbunlar bize o kadar taıbii görünü
yor kıi, nerde ıise onları söylemeğe lüzum bile o�ığına ve buııLı.nn her zaman ıbildıiğimiz şey
ler olduğuna inanacağımız geliyor.» ['].
Filozoflar gibi ilimler de çok zaman müşahede ve tecrübenin tarifi üzerinde muıtabık
·kalmamrşlardır. Bacan <<müşahede ve tecrUbe malzemeyi toplam1ya, istikra ile uı.lil de onu
imal etmiye yaran>, derken 'OOsi arasında bi r fa.!'k görmüyor. Bazılarına göre de, bilaık.i.s mü
him farklar vardır : Müşahede hadiseleri, t:tbiatin anlan bize sunduğu şekilde tesbic etmektir.
Halbuki tecrilbe, taıbiaıtin sunmasını ıbeklemeden, alim tarafından yapılan bir müdahale ile,
tabiaıte sundurtulan vakıaları <tıetkiktir. Böylece, müşabedeci ile tecrübeci arasında bir ztd·
diyet vardır : Biri görür, diğeri baıkar, biri dinler, diğeri sorar, biri tabiate itaat eder, diğeri
ta.biati zorlar, biri hadiseleri değiştirmez, diğeni değ4tirir, ıbiri hadiseyi taıbiatin istediği
{'] Tıpta tecrübe usulünün tetkikına giris tercüme eden G. Ataç. Maarif Vekilliği neş,,iyanadan.
{2] Heari Bergsoa, «La Philosophie de Claude Bemard» lA Pensee et le Mouvant, s. 257 • 258.
TECRÜBE USULÜNÜN PRENSİPLERİ 73
şekilde, diğe11i kendi istediği .şekilde müşaıhede eder. Hulasa müşahedeci münfail (passif),
tıecrübeci fail (actıif) dir. Ve binnetıice tabiat ilıimlerini de, müşaihede ve tecrUbe �himleri ola
rak ayıııt eıım ek lazımdır. Böylece heyet müşaihede ilmi, füik tecrübe ·ilmidir.
Bu tel M<kinin hatası, hadiseleri tesbit eden araştırma sanan ile haikiıkati bulan mul:ııaıkeme
sanatının bi.ııiıbiırıine karıştırılmasından ıileri geliyor. Ydksa iliımleı:in ıbu şe!kilde ayrılması tecrübi
ilme tamaımiyle ZFttır. Fail müşahedeler olduğu gibi münfail tecrilbeler de vardır. Tecrilbe ile
müşahede, tecz;Ubeoi ili! müşa:hedeci arasında ıkaıt'i bölmeler yolctur. Bu ameli o1maktaıı Ziyade
nazari, tabii olmakıtan ııiyade sun'i bir görüştür. Serruı,ya bakan bir heyetçinin. dürıbini önünden
geçen bir yıldızı görmesi tesadüfi ve münfail ıbir müşahededir. Diğer tarafatn bir yıldızda
müşahede ettiği .tahavvülatın sebebini anlamak için, dürbini çevirerek yaptığı yeni müşahe
deler de kasdi ve faildir. Keza:liı.lı: tesadüfen karşılaştığı bir hadiseyi tetkik eden ·tecriibeci lllJÜ:n
faıil, iıhdas ettiği vakıayı ·tııkiık eden de faildir. Esasen tecrübe bir hükümdür. Ve bizzarure iki şey
arasında bir mukayese icap ettirir. Alim bu muıkayeseyi ihdas ettiği hadiseler arasında yaptığı
gibi, .tesadüfen önüne çılkan hacl'iseler arasında da yapabilir. Fakat ister kasti, ister tesadüfi
olsun, mukayese dıaıirna mukayesedir. f1im gerek tesadüfen, gerek i'hdas ıile m�e ediilen
bir vakıanın ilıham enciği bir fiıkir üzerine yapılan muhakeme neticesinde elde edilen bir
faraziyenin tecrjjbede tahkik edilmesi ile elde edilen ıhilgidir. ilim anca!k müşahede üzerine
düşünmekle, eskilerin dediği glbi, hayretimizıi davet eden vaikıayı anlamak istemekle başlar.
Görmek kafii değildir. Bakmadc ve anlamak lazımdır. İlmin hareket noktası ne bir vakıa, ne de
onu müşahededir. ilmin hareket noktası bir fikirdir. Müşahede ve tecrübe ıbu fü:kri ilıham ve
talıkıik eden i!ki vasıtadır. K<lfecrübi ıisıtiıdlilin ıiık.i mıiintehasıdır.» Halibukıi ıisdidlil, bir
fikirden diğer ıhir filkri çıikamıak olduğuna göre, usul «aklı iyi idare etme ve ilimlerde ha
kikati bulma sanatıdır.»
Tecrübeci burada •tıplcı riyaziyeci gıbi hareket eder. Nasıl riyaziyeci iıki kemiyet ara
sında mevcut lbir münasebet üzerine kurduğu fara:zıiyeyi evvelce ıispat edıi� bir davaya veya
bediıhi bir prensipe irca etmek suretiyle isıpaıt ediyorsa, tecrübeci de ıci hadise arasında müşa
hede ettiği münasebet üzerine kurduğu faraziyeyi ya ıbaşkalarının kendinden evvel yaptığı,
veya çok zaman olduğu gıiıbi ıkendinin idare ettiği, bir müşahede ile tahkik eder. O da riya
ziyeci gibi bir faraziye}Iİ ıispat eder. Her i•kisinin de düşünüş tarzı, muhakeme şekli aynidir.
İnsanın nasıl bir türlü yürüme tarzı varsa, ayni suretle ıbir türlü düşünme tarzı vardır. Ara
larındaki fark, biri faraziyesini beıdiıhi veya �pat edilmiş halci:katlerle ispat eder, diğeri ise
faraziyesini tecrübenin verdiği vakıalarla tahkik eder. Birinin miyarı ka:bli prensipler, diğerinin
miyarı tecrübi mutalardır. Birinde hakikat faraziyenin prensip veya davaya, diğerinde ise
�ilkrin valkııaya uıyrnasındadır. Böylece riyazi usulü •tecrübi usulıden ayırmaık, birine talili, dıiğerıine
istikrai dernek kadar yaınlış bir şey olamaz. Talil ve ıİıSttikra ne lbiııiıbirine zıt, ne de hıiriıbirinden
ayrı iOOi düşünce •tarzıdır. Talil külliden cüz'iye gitmek olmadığı gibi, istikra da cüz'iden külliye
gitmek değildir. Her ikisinde, gerek .riyaziyede, gerek tabii ilimlerde, bir faraziyeden bir ne-
1iiceye varılır, ve bu netıice, daima bir halk:ikattir. Nasıl yüriirıken bir ayağına dayanaraık diğer
ayağını ileri atıyorsa, düşüıı ilı&: en de, hir fikre dayanarak diğer bir f:iıkri ileri atryor. İster riya
ziy.ede olduğu gföi, hususi bir halden umumi bir hale, veya umumi bir halden hususi bir hale
geçsin, ister ·tecrübede olduğu gibi, vakıalardan kanunlara, veya kanunlardan vakıa:lara geçsin,
geçen daıiıma insan kafası olıduğu gı�bi, geçiş tarzı da ayni<lir. Hı.dii.<;a Desoantes'la dıiyebiliriz ki
insan zilini gilbi, insan ıilmıi de bıirdir, ve hinnetice, usul de birdir.
«Claude Bemard'ın sabit f.ikr.i, tecrıübi araşttımada vakıa ile fükrin ruısıl iJ birliği yap
tığını göstermekti. Az veya çok vuzuhla müşahede edilen vakıa bir izahın fikrini ilham eder.
Alim bu fikrin tasdiıkını ıtecri'lbeden talep eder. Fakat tecrübesi devam ettiği müddetçe
faraziyesini tıerlketmeğe veya onu vaıkıalara göre yeniden tanzim etmeğe hazır olmalıdır.
Şu halde ilmi araştuıma düşünce ile ıtabıiat arasında karşılıklı bir konuşma, bir diyalogdur.
74 TERCÜME
Tabiat .tecessüsüınüzü uyaın.r; biz onu sorguya çekeriz ; vıerdi� c.evaplar konuş.maya bıeıkle
nilmeık bir biçim veri r ; bizi yeniden sorgular sorıııuya tahrik eder ; o bun.fara yeni fikirler
ilham etmek suretiyle cevap verir ; ve diyalog fbu şekıilde durmadan devam eder. Bizim
nazarurnzda abes olan talbiatin nazarında aıbes değıildin>. rJ
Faik.at ıinsan ıdıiyalogtıın çok monologtıın ıhoşlanır ; tahiatten çdk ikend!inıi dinle r ; o
tabiauten metaf.iızıiikçi ve mağrurdur. Şu ıha.ide usulün asnl sırrı bu diıyalogııı iıdaıre ede
bilm ek ; z.iıhnimizi tabiatle kon�mıya all\Ş'tırmaık sanatıdır. Her sanat gibi b=da da riayet
e<lilmesi gerelren düstıırlaır vardır.
Evvela, önceden edinilen bir fikfr veya faraziye her tecrübi istidlilin zaruri hareket
noktasıdır ; tecrübede ilk teşebbüs daima fikirdedir; tecrübeyi ihdas eden odur; farazi yesiız
ne aramak, ne de öğrenme.k mümlciindür ; f·ilkri mı.ı:kaddemsiz tecı:;übe yapmak, ıbaşı boş yola
çıkmaktır. Hiç semere vermiyen hir sürü .vakıa toplamaktır. Faıka,ı diğer taraftan, fikri mu
kaddemle müşahede ya,pmaikta da fikre saplanmak, zihindeki mefhumları taıbia�te mevcut
ıhakikatler yerine almak tı.ıhlikesi vardır. Tecı:ıübi f.iıkirler fıtri değildir. Onları edinmek için
müşahede lazımdır. Tecrübi faraziye daima ıkaıbli müşahedeye istinat etmeli dir ; mümkün
�!duğu kadar muhtemel, tecrübede kahili .tahkıik olmalıdır. Tecrüıbeciye, yaptığı müşahededen
doğru ve velut bir fikir edinmesini öğretecek br kaide yoktur. Tecrübi usul, yani ve veli'ıt
Hkirlere malik olanıyanlara, yeni ve velut fikirler veremez . O ancak fikre malik olan1ara,
fikri idare ve mesut neticelere götürmek vasıtalarını verebilir. Fikir tohumdur. Usul topraJc
tır. Toprakta ancak ekilen biter. Usul kendiliğinden 'birşey doğurmaz. Yeni haıkiıkatlerin
hissine malik insanlar p:eık nadirdir. Keşif yapanlar yeni ve veli'ıt fiıkirleri onaya aıtanlardır.
Bir keşif ·yeni bir vakıayı değil, yeni bir fikri bulmaktır. Bun= için bir usul yoktur.
Bütün büyülk filozoflar gibi, müellif te ilimde ferde, zekanın, bilhassa hissin hususiyetine,
hülilsa dehaya �Jk safta yer vel'iyor. Bergson K<ıil!im iikıi gayret is.ter, ıbiıii birlcaç insanın yeni bi r
şey bulması, diğeri de ıbütün insıın.Jann onu k�bul etmesidin> diyor. Büyük adam ta.biatin
mesut bir cilvesidir demeyıi unutımuyor. Descartes de, şairlerde feylesoflardan daha çok hakikat
vardır dedı:.en yeni haıkikaıtlerin akıldan çok hisle, mantı'ktan çok hadiselerle bulunduğunu söy
lemek istiyordu.
Şu halde tecrübi üimde iki şeyi göz önünde tutmalıdı r : Fiıkir ve usul. Usul .fikri idare
etmelidi r ; fakat fil<ıir daima müstalcil ikalmalıdır. Onu ne ilmi, ne felsefi ve ne de dini itikat
larda zaptetımelidir. Alim fikrini izharda serbe�t, cüretli olmalıdır. Naızariyelerle tenakuza
düşmek gıiiııi çocukça korkular önünde dıurmamaılıdır. Tecrübi usulün prenswpledne sahip
oldukça ıkorkacak birşey yoktur. Fikir yanlışsa, onu tashih için tecri.lbe hazırdır. Hataya düş
mek bahasına da olsa, meselelere bir hal sureti vermelidir. Hata ilme ip.hamdan daiha çok himıet
etmiştir, diyenler pek te haksı:z değildir. Hala da fikir her yerde olduğu ·�ibi, ilimde de her
türlü muhaıkemenin saiıkıdır. Fakat onu daima ıbir miyara tabi kılmalıdır. tliande bu miyar
tecrübedir, ve bu miyar zaruridir, onu başkalarının fiıkrine olduğu kadar le.endi fiıkrimize de
ıtanbika rneubu ruz .
Kendini .tabii ·hadiselerin tetkiık.ına veren ihir alimin yerine getirmesi .icap eden i lık şan,
felsefi şüphe üzerfoe .istinat eden tam fiiılcir serbestliğini muhafaza etmektir. Bunun için septik
olmak !azım değildir. F.aıkat nazariyelerimizin değ�mez hakikatler olmadığını unutmamalıyız.
Bunların, ıbize, araştırmalarımızda, lilzı:m olan cıüz'i ve muvakkat hakikatler olduğunu da.i
ma göz önünde bulundurmalıyız. Fikirlerimiz müşaıhedelerirnfaıden gelir, hiçbir şeyi tam .mü
şa:hede ettiğimizi, 'herşeıyıi gördüğümü?;ü ·iddia edemeyiz. İnısan hatadan salıiıııı değildir. Sonra,
ıbWJlar üzerine yaptığıanı:z muhakeme ve istidlallerin müphemlıiğiı:ıi hatırlamalıyız, zira
mııbdeler müphemdir. Tecrübi hakiikaıtler, riyazi ıhaıkiıkatler gibi değildir. Bedihi prensiplere
değjl, müşahede edilen vakıalara i stinat eder. Böylece •tecrübede mantığa saplanmak iskolas.ı:iğe
(') Heori Bergsoo. Aynı eser.
TECRÜBE USULÜNÜN PRENSİPLERi 75
döıınreık1'.ir. Kd<:eşif ıyaıpmak için caihil olmaJk 13.zrmdrr» diyenl er haksız değıiUerdir, şu manaıda ki
ıbıirtakım saıbit fibıı:.Jere saplamnak için değıil, kontrol etmek ıiçin tecı:ıüD:ıe Y'llPfa
fi lıdmr. Tecri.Jbenin
kararlan önünde, ıbaşkalarmım kanaatlerini olduğu kadar, ıkendi f00.rlerüı1 de silmeyi bilmek
lazımdır. Şu ılıa.lde tecrübe usulünün birinci prensipi şüphe'dir.
Tecrübi usulıiin diğer esas prensipi de .büyük aliınılerin ferdi otoritesi yerine ilmin mi·
ya rını kaibul etmektedir. Hiçbir adamın f ikri, ilimlerde mutlaık hakikati �emsil edi yor denemez.
9 bir rehber, bir ışıil<nr. Fakat mutlak obir otorite değildir. Tecrübi ilimde yegane otorite
va.luala.rın otorite sidir. Descar:tes ancak bedalhete veya ispaıt edilene inanmak lazımdır de:rlcefı,
iskolistİ!k gibi şahısların otorötes.ine değil, haikiıJca.tleııi tecrübede tees.s.üs etmiş vakıalara ıinan
ma rı kastediyordu. Binaenaleyh ilimde bir fikrj ortaya atnğımız zaman, onu .tashi!h eden
vakıalardan ziyaıde, cerheden vakıaları aramahyız. Teraıkki ancak bu �ilde mümkündür.
Fikirlerimıiz had isel ere nüfuz etmemizde işimize yanyan aletlerdir. Uzun zaman kullandıktan
sonra k üf lendiği için değıiştiroiğimiz cerraıhl 'bıçağı .gfüi, onları da değişcirmeliyiz. Her devrin
haki:kıııtl eri, ve haıta..lan vardır. 1Imin te.raıkık.isi , ıhataların az alm ası nisbetinde hakikatlerin art·
rnasiyle mümıkündür. Dellıa tal1iat hadiselerıinin lka.ıımılarmı ıince bir hisle doğru ıbir tarzda
önceden hissetmekıtir ; faıkaıt unutmamalıdır ıki !his isabeti ve fiıkir velıldiyeti ancak tecrübe ile
tesis ve i spat edilebilir.
Hulasa, ilim zihni meziyetler kadar aıhlaki veya manevi meziyetl er de ister. Birinciler,
zeka keskinliğıi, his inceliğıi, muhayyile zenginliği, görüş derıinliği gibi, dehayı teşkil eden daha
birçok bassalar Allaıh vergisi ise, ilimc iler , fikir serbestliği , fikri ıtıenkit, şüph e, fiıkir samimiyeti,
fikri naıınuskirlık, bi•r k.elıiıme ·iıle �1iın ıkafasmı (esprit .scien1ıiıf.ique) teş.kıil eden bütün vasıflar,
herıkesin ·iiktisap edebileceği şeylerdir. Fakat iıkincileri iktisap, birincilere mazhariyetten daha
kol ay değildir. Be�gson'un d ediği giıbi, güç olan d ehayı bulmaık değıildıir, - zira o tabiat
vergisi olduğuna .göre, tabia.tin muayyen devirler ve cem iyetler içi.ıı cömert, diğerleri için
ha.sis olması anl aşrlama.z - fakat dehaıyı inıki.şaf etıtirecek şartlan ve ona .inanacak ias.anlan
bulmaktır.
Mehmet KARASAN
BİR SHAKESPEARE TERCÜMESİ MÜNASEBETİYLE il.
..
* *
2. - Piyes tercümesine pek uygım olmıyan bu yolu ihtiyar ederken türkçenin seli
kasma riayet etmek şartına da heryerde riayet etme1Tliş, bazen tiirkçeye aykırı geldiğini
sandığımız ifadeler kullanmıştır. Misall er :
. • Bu güzel :leydi (Lady'nio, riiıçık ede aynen muhafaza olunca, bir ingıiliz kadını
ifade etmesıi ılllınııd ır, sancyoruz.)
Mağnplı ,bura.ya gel ; zaten senin olmasaydı canı gönülden seıı:ıden saklamış olacağım
şeyi buxa.da canı gönülden sana veriyorum.
Eğer bir kadın hem güzel, hem de zeki ise, güzelliği kullanılmak zekası da kullanmak
içindir.
(İta.lıiık ıkısım, �çede iykıe anlaşılımyor.)
78 TERCÜME
Onu teılkit enmek ıbana düşmez. Eğer olması ,icap etti�i Wbi de�l ise keşke öyle olsa !
(Othelılo'nun ı.ıi!hnıinde ıbir ıbozukluk o1masın ? sualine cevaıp olaraık söylenmiş ; pek
vazıh değil !)
Eğer geride Ca.Wo ka!lırsa, hayatının temiz ·bir �lli� var �. beni çidııin gösterecek.
ı kalıl'S3., ben çirOOin görü
(Burada ıne dernek ıistenıdiği aınlaşrhyor : «eğer Cassio ıhayıııta
necefıim, ÇÜıikü onun hayatının .tem.İz ıbir güzelli� vaırdır.:>> Fakat ıbu :filcıir, tercümede had
dinden fazla sadaikıı.t gösterilmesi ıyüzünden karanlık ıbir ifade ıbulmuş oluyor.)
Metniın !birkaç yer.inde : iyi lago, iyi Cassio, iyi mülaziım gilbi hiıtaplar var. Bu hitaplar
Avrupa lis.aınlanna U}'gundur, falkat :�ürtkçede yalbanc:ı ıtııSiı:ıi ıyapıyor ; 'bıınclaın da vazgeçilirse
i}U oLur. Bu ;hitıap tıarzı metnıİ!ll yalnrz bir yerıiınıde : �4benıim ıiyıi ıhanıırn.ı>ııı» şekliinde, şayanı
kabul görünmektedir.
Teroümenin farııla sadık olmasına daha başka mıisaller vecilebilirııe de, yu.\arda-
kileri, maksadımızı anlatmak i çin kafi addediyoruz.
*
"' *
O beni, başınıdan geçen tehlikeler Jçin severdi, bense onu bunlara acıdığı için sevdim.
Kullaındığım yegane efsun budur.
Eğer bu Htirayı cehennemliık, mel un :bir her.if, dedikoducu, saman altından su yiliüteo
. '
bir müııevir, hilelkar, dolandırıcı köpeğin biııi meWııi elde euıxlk için uydurmadı ise, ben
kafamı kıesenim. ıihlh... ..
Bu münasebetle ufaık bir nokıta.ya ıişaret etmek istıiyoruz : mütercim, bazı tiiıbirlerıin
tüıkçe mukabillerıi.ııi bulmak hususunda dllkte ka değer gayretler göstıermişııir. Mesela :
Kanlı lbıçaklı olm3k, ciğeri ıbeş para ebıniıyeıı, JlMı... �bi ; yalnız bunda da ç.olk ileııi gidıil
ııneınesıi lazımdır. Mütercim, P. 2, S. 3 de, Lago'Dlllil .söylediji şarıkıda, Kı:ra.I Stefaın'ıın
1<4bir mecidiye>> ye çılka.n di.zılijiındeıı ıbabsediyor.. Bazı tabirler vardır ilci, bunlar bir
11ara.ftan ·1!Ü� ıkonuışa.n şahiıSlan mnh lkııtınağa yararlar, diğer ıtaraf.tan da !bunlar
menşelerinden o ıkadar uzaklaşmışlardır ki esuta .cüı:lıke yabancı olan şaıhısları Türk alemine
lüzumundan fazlıa ıbağlaımazlar. HaLbuk.i i«lmedİıdİye>> keliımesiınde 19 uncu asrın
80 TERCÜME
son Osmanlı padişablarmdıın Acbdülmeci'din ismi canlı olarak yaşadığı gribi, birçoğumuz
*
* *
Netice olarak diyebilkiz ki, Bay Orhan Burian'nın Otihello tercümesi, dikkat
vıe �tiııa ile yapılmıştır. Tam manaısiyle yanlış diıye uvsiıf ediı.ecdı: yenlere pek nadir
tesadüf edilmektedir. Esenin sonuna konmuş olan 1 5 :ııo:t, 3.lemıiımize yabancı olan bazı
ıtaıbi rl eııi ıİıyıi bir tarzda Wh etmektedir.
Bununla beraıber, tercüme Shak.espıea.re'ıin <�haıva>> şmı vemıiıyor. Bunun başlıca sebe
ıbirui biz, yuıkardadci misaller:den anl�cldığı g�bi, sadakat ıile sel'bestıiyi lazrm olduğu tarzda
mez.retımımiş olmasında görüyoruz. Maamafili, ıtıercüıneııin. lbu ılıa.J.iyle de Slhaıkespeare'i
otürkçeye karzandırmak yolunda ihmal edilmiyecek bir deneme olduğunu ikaydetıneliyiz.
N. ve N. HIZIR
BİR ZAMANE ÇOCUGUNUN İTİRAFLARI [1]
{'} Alfred de Musset'den tercüme eden : Yaıar Nabi. Remzi Kitapevi, 1941.
82 TERCÜME
İşte ıroımanıın vak'ıa taraıfı ıbu. Eser, Geceler şairine yakışan Lirik bir üsli'ıpla yazılmıştır,
jiir dolu sayfalardan hiç te maılınım. değıildir.
Geçen seneye ,gelinceye bdar, Mfred de Mu sset ınin yalnız FrUbic et Bernerette,'
il ne faut iurer de rien ·isimLi eserleriyle bazı şiıirlerıi dilimize ıteroüme edıi1mişci. Geçeııı
sene Maaııif Vekilliğıi tarıı.fındıuı Devılet Konservıatııvan ıiçiın tercüme ettıirilen On ne badine
pas avec l'amour, Les Caprices de Marianne, Lorenzaccio, 11 faul qtlune porte soit
ouverte ou ferme gibi mühim sahne eserleriyle Tercüme Mecmuasında bir perdesi iıntişar
eden Şamdafieı, !bize Musset'ni:n en or ij iınal :tarafını tanııtımış oluyor. Geçen aıy zarfında da
'
l" Confssion gıi!bi mühim !bir eserıi Y�ar Nabli dilimizıe kazandırdı. Şaıiırıiıı o nefis
Contes et Nouvelles leri de tamamen <lilimize çevrilirse, ıbütüıı Musset' yi tanıııı1J3 olacağız,
itiraf, 'bendeki Flamımarion tba.skınında ıküçük harflerle dizilımiş 355 sayfalık biı
roman<l.ır. Remzi ılci.ubevl'nin !bastığı tercüme ise iri harflerle dizilmiş 350 sayfayı geç
miyor. Yaşar Naıbi, roıruınııı ıbirQ'.)k yel'Jeıüni ıaıttlam:ış ve teroüıne etmemiş. Bu roman,
alelade ıbir lriıkiyıe o1mayıp ,,aıir.in kendi nesli ihaıkkmda psiıkolojik. ıbir tahlıiıldir. Es.erin
en mUbim kıısımlarını da ıbu ,tahliller teşkiJ. eder. Halbulci bu ıkr5ımlar 1eroüme ediJ
rnem.iş. Mesela Yaşar Nabi'ni:n tercümesinde, romanın ruhunu ayıdmlataın birinci ve 1ıkinci
kısmılaın göremedik ; yirmi ilki sayfa !birdıen ydk oluvermiş. Romanın dördüncü kısınmdan,
daima ,tahliJ.Jer atlan.arak, ıbazı sayfalar tercüme edilmiş, bazı sayfa ve ciimleler ,tercüme
edieeımişıir. Yedincıi kısmı a:raıdııksa da lbulamadıık. OnUll(lU ve müteakıp kısımlarda da
ayni maıkas faıalıiyetini gördük. Netice : Yaşar Naıbi bize XIX wııcu asrın ve roıruımizmin
mühim biır veıncasr olıan bir eseri kaza.nıduacağı yerde mııira:s, ikı:skaınçlık, ıisyan sayfalarını
iihtiıva eden aleli<le bir roman ver.mi� oluyor, sarfolunan emek, elde edilen necice biribirini
ruımuyor. 1 1
Sanat eseri ,bi r bütündür ; onun değıil saoyfalarmı, bir samını biıle aıımağa haliı:mız
ydktur. Sanat eserıinin ruhuna aykrn olan bu hareıketıi maruesef sık sık ı göriiyonız.
Yaşar Na:bi'mn terciiınesi heyeti umıuıniyesi �le doğrudur, fakat !biraz daha dilkkatle
eser daıba muvaffakryıet1e .tercüme edilirdi bıa-aıtlinde}Ü2. Kliıtaıbın saıyfalanm ra.sgele çıevfrelim :
�roe yıııbancırun dirsıeık diırseğe gıi.dip geldi� bu sok.allcla.rda nekaıdar I9tırap !»
(S. 28).
Bu ciiınlede ısakaadarıı ıtavsif eQ.eıı tortueuse ıkelıiınesi atlanmış.
Ayni sayfanın sonwıda şöyle bir oümJıe var :
�loaque ou les corps seuls soDt en societe, laissaot !es ilme sıolitaiıres, et ou il:
n'y a que .Les prosoi.tuees quıi vous ıemleot la main aıu passage!�
Bu saınrlann 11eroÜmesİ iyice aı:ıılaşıJmıyor, dilıimize uygun görüıımüyor. Burada cloaque
ke.liımesiıyle eğri büğrü ısoıkaık1ar kastoluomaktadrr. Binaeııaleyh yuıkardalcıi saıtırlan, mesela
,c;yle tercüme etmelcle ıherlw:ı@li bir 'YIUZu'hsuzlukıtan ıkaçmmaik mümlk:üı:ı olurdu :
«lı;Uode ruhların münzıev,i, vücıııtlerro cemiyet halıinde yaşadığı lağımlar ; geçerken yalnız
fahişelerin size el ıu7.al!tJğı bu sokaklar !»
Yıiıne ayni sayfada «Que vlens-1U dhercher �> cümlesi K<Ne aıraımaya gelıiyQrsun?»
�inde terciiıne ecliılmiş. <c8urada ıne qin var ?>> de:nilseyıdi daha tıüıkçe olmaz mıydı ?
Mıüterciım:in üslubu umumiyıetle düz� ve piiriizsİi'z. Yaılnız, ıihm.ale aıtıfedild>ilecek
bazı aıksaık ve ıiirkçeııin bünyesine uymıyan cümlelere raısladık:
BiR ZAMANE ÇOCUÔUNUN iTiRAFLARI 83
Devlet Konservatuvarı için tercüme etıVi0r.iLeııı birer perdelllc 10 tiyaıtro piyesi Maarif
VeklliıiJince, seni hal.inde ve güzel bir formda, neşredildi. Saıhne eserleciniın memlekeimizde
ilk ciddi tercümeler.ini teşkil eden ıbu neşriyaıttan bahsetııneği faideli bul.uıyoruz.
•
* *
Birer penleLik t.eroüme piyeslerin herbiciru: ayni ön.sözü yazmış olan Suut Kemal
Yetkin, :kuvvetli lbir sahnemiz teşekkül edip de onun ifadesi olan milli eserler.im.iz ken
diliğinden vücıııt ibu1uru:aya lkadaır dünıyaıca tanınmış eserlerin tercüıneleniyle ikıifa edile
cıeğinden, adapte piyes ismi altında, şab!Iİyet!i bozulmuş derm eçaıtıruı eserler ıistenınıedi
ğind en faıkaıt sonu gelmiyen bir tercüme faaliyetinin de gaye olmadığından ıbailllederken :
,
«gıdasını milli kaynaklardan alarak, bir gün sahnemize hakim olacak muharririn, sistemli
ve rasyonel bir tiyatro ve tercüme faaliyeti içinde hazırlandıktan, tiyatro sanatının tekniğini
ve ruhunu iyice k1Z1Jradıktan sonra, yetişebileceğine inanıyoruz. işte Mnari:f Vekilliğinin
açtığı tiyatro kültürüne ve sahne eserlerine ait tercüme serileri bu inanışın ifadesidir.»
diyor.
Bu sö:z.l erin ne kadar doğru okluğunu tıiyatromuzla alaıkıa.sı olan ve ya onu yakından
taıkip eden herkes ıbilir. Devlet Konservatuvarının Devlet Tiyatrosuna ' çıkaran diık yolunu
henüz aşaımaıdrk.. Tiyaıtro denebilecek bfüün varlığımızı İısta.n'bul Şehir T.iyatrosu teşkil
ediyor. Bu yegane sahnemiz telif ve tercüme, bütün tiyatro eserleriıınıize de açıık buJwıan
telk kapıd ır.
Bu tek 'kapının .iıpini çek.en tellif pi.yes, bugün için yoık denecek ıkadar az. .Bu yüzden
sahnemizi işga l edeıı eserlerıin hem.en hemen hepsi ya a.daptıe, ;yahut ta tercüme piyeslerden
füaret kaolııyor. Adapte piyes muharııi.rleııi umumiyetle Suut Kemal Yetkin'm işaret ettıiği
.gföi {<Şahsiyeti bozulm�, derme ç.aıwna eserlen> vücude .getiriyordu. Doğrudan doğruya
tercüme piyes yaıpanlaır da ıiıkincıi dıilden ve hatti ooncıi dildeki adaptasyonlardan tercüme
ediyorlar.
İşte bunun içindir lkıi rte1iHer ·umwnıiyetle ııiyaı�roda olduğu g;iıbi ıkıitapçrda da rağbet
görüyor ve çoğu neşrediliyor. Falkıat adapte ve ıtercüme piyeslerin ekserisi basılmıyor.
Tabilerin hakkı var. Çüıı:kıü zaten piyes karii azdır ve temsillerde rağbet görmiyen eser
lerin nadiren ok,u;yucıısu olur. Böyle olmasa da bu neviden piy esl erin neşri esasen büyük
bir fayda arz etımem e!ktedir Bununla ibera!ber umumiyetle tiyatro eserlerinin ı:ıeşr.i halkın
.
{1] Hayat'm il.ivesi, Faust, Grethe'nin şah eseri, mütercimi : Galip Bahtiyar ; İstanbul, Milli
Matbaa, 1926.
BİR PERDELiK TERCÜME PİYESLER 85
*
* ..
*
* *
EVİN İÇİ rJ - ·Birer perdelik tercüme piıyesler serısınan ıilkıi olan Evin içi
M. Maererlıinck'ıin eserıidir. Gerek şiıirlerinde, gerek piyeslerinde insanların ve eşyanın
iç ilemini tal:ıLil etmiş olan muharrir bu �üçük perrle de bize küçük kızları nehirde
boğulmuş, belki de ıintihar etmiış bir aifoye ıbu ıkederlıi ilıaıberin nasıl verıileceii diişüı:ıü
lürkaı her şeyden bil:ıaber olan aile efradının raıhat ve emin hıryatım pencerelerıiıı&.ıı
arkasından bir tablo gibi seyretıti.riyor. Ayni zamanda «evin içinde» ralhat yaşıyan insanlann
ekselli.ya hiç beklemediıklerti bir anda nasıl saadetten felakete düşebilecekleııini ve mesut
olmanın baz.en iruıanm elıinde olmadığını, bir.takım beklenmiyeıı haıdıiselerıin, bir fe13ıket
ıhaıberiniın, bu saadeti alriiıst edebileceğini ve hayattaki saadet mefhumunun ancak o zaman
anlaşıldığını izah ediıyor. Bütıün tiyatrosunda sembolik � tanıda iç alemi canlandırmış
olan Maeterlıindc burada da eşhastan birinin - ihriyarm - ağmyle bize tkenıdi felsefesini
a.n!a.tryor. İnsan nıhundaıki muamm aları, ruhların daha 'VÜrut yaşaB:eıı de bir başka aleme
girelbileceıkler:ini ve artık şuursuz bir ıhalde o alemin malı olacakla.rmı ve insan ruhunun
içini anlamıya imkan olmadığını .söyletiyor. Belki bu yüzden küçük piyes bir tiya�ro eseni
ıİ.çin ağır göriil&ilecek fikirlerle y:ük.lüdür. Belıkıi bu yüzden eşhas hayatta düşüoımüş
bile olmadcl<ları şeyleri 5Öylüyorl ar. Faıkat öızJ,ü piyeslerin hepsinde görü.len bu .gayri
r.abiilıiği hoş .görmdc lazımdır. Yet.er ki müellıil ıbizi ıyarattığı ruh ve his ileıninin içine
solkabi!sin ve ıbi.z orada lbllza.t taıbi11iğimiri unutarak bu gaym tabiiliğıin farkında olmıyalım.
Evin içi, Saba!hatıtin Eyüpoğlu tarafından ıterciime edilmiştir. Mütercim ıhem ıtürk-
çedcıki ıkonuşma dilinden ayrılmaımıya, lhem de asla sadık lkalımıya çalışmış ve muvaffak ta
olmuştur. Bazı replitclerde ana dilin hususiyetlerini rürkçıeoiıı hususiyetleriyle ıifaıde eden
tam ve güıı.d karşılııklar bulmuşaır. iBiı:ıkaç misal gösterelim :
2 - (Sa:hi.fe 7) İhtiyar : «- Kızların eli durdu. Odada J.erin bir sükut var.)>
3 - (Sahife 10) İhtiyar : «- ... Kızlar görseler bile bir şey anhazlar ki... Onlara
arkalarını çevirmişler, ne fayda? her adım attıkça yaklaşıyorlar ve felaket iki saattenberi
gitikçe büyüyor. Ne yapsalar büyüyecek. Onu durdurmak getirenlerin de elinde değil artık.
Onlar do felaketin hükmü altmdai111T. Ona ister istemez hizmet edecekler...»
Aslı şöyledir : «- ... et si elks /es voyaient elles ne comprendraient pas... Elles
ont beau leur tourner le dos, ils approchent .i choque pas qu'ils font et le malheur grandit
depuis plus de deux heures. Ils ne peuvent l'empecher de grandi:r; et ceux-la qui l'apporlent
ne peuvent plus l'arreter... il esi leur maitre aussi et il /aut quils le servent...»
Görülüyor ki, mütercim muhtevaya tıımamen sadıık kalarak ıınetııi .remiz bir konuşma
diliyle türkçeye çevinni§ ve ıbunu yaparken uzuın cümleleri yer yıer ayırmakta mahzur gör-
{"] Evin iri, tercüme eden :S. Eyiiboğlu ; lstaııbul Maarif Maıbaası, 1940 ; 18 s.
{'] S•yyah, tercüme eden hzet Melih Devrim ; lsıaobul, Maarif Matbaası, 1940 ; 49 s.
BİR PERDELi K TERCÜME PİYESLER 87
meıniştir. Bu arada ıkendisine lüzwnsuz gıibi gelen ıbazı kelıimeleri türk� selikasını
bomıamaık için hazfetııneğıi, ba..zıen de cümleleri OO!mek zaruretiyle, ,tektük Haveler veya teker
rürler yapmayı .tercih etmiştir. iBunlar bahse !bile değıni,yecek 'kıadar az ve ehemmiyetsi2se de
biııkaçı.ııı gösterelıim :
4 - (Sahife 12) "ıhtıiyar -... Hayatta bu kadar hazin bir şey olacağını bilmiyordum.
Hayata bakanların korku duyabileceğini bilmiyordum .. ." Halbuki aslında ayni ihtiya·r :
- ... /e ne savais pas qu'il y eıit quelque chose de si iriste dan� la t1İe,> el qu'elle fit peur
ı:İ ceux qui la regardent..."
Bu cümlenin türkçede ikiye böH.inmiiş olması ve hayat kelimesinıin zaruri ,tekrarı ma
nayı ,bir az değiştinmeıkıtedir. Aslında hayata bakanlara korku t1eren haıyatın biuaıt kendisidir.
Koıılcunun sebebi de yine bndtsindeki hazin şeydir. Tercümede "korku t1ermek yerine
«korku duymalım şl<linin rterciıhi mef'ulün fail yapılmasiyle .tamamen aksi olan manayı
kurtarmış olmıyor. Yıiııe ayni sahifede ayni ciradın sonlarında :
" İhtiyar - ... onların küçük saadetini, bir türlü açamadığım şu ihtiyar ellerimin İçinde
tutuyorum.'' diyor. Aslınıa balkalım :
" Je tiens ici, a deux pas de leur coeur, tout leur petit bonheur entre mes vie
"-... /e tiens ici, ı:İ deux pas de leur coeur, tout leur petit bonheur entre mes t1İe
illes mains que ie n'ose. pas out1rir..."
Şüphe yok ki mütercim «bir türlü açamadığı111>> diye tercüme ederlken «açmıya ce
saret edemediğim" diyen müellifüo kasdetti� şeyi ka:sdıetmiştr. Yani fütiyann, başkaları
nıın :kendi elinde bulunan saadenim bomıamak ıi�n elini bir türlü açamadığını... Fakat
ıburada metnin aslındaki cesaret etmek filinin kullanılması esasen ihtiyar olan adamın elle
:rini ne için açmak istemediğim bize daha ıkat':iyertle jfade etmiş olur..
5 - (Sahife 14) " İhtiyar -... Bu hıçkırıkları duyunca benim ne yapacağımı da bil
miyorum!'
Aslında cümle şöyledıirı: "- ... /e ne sais pas moi-meme ce qu'il me faudra faire
quand ie les e1'1endrai ..."
Tercümede hata yok, ·yalnız cümler:ıın türkçe şekli yanlış . . . "Bu hıçkırıkları duyunca
ne yapacağımı ben de bilmiyorum . . .'' denilebilirdi. Fakat bu cümlenin bir tertip batası ola
railc ıbu hale gelm.iş olması pek mümkündür.
Netice itiıbariyle Evin içi pLyesinin muvaffakiyetle diJimize mal edilmiş olduğunu söy
liyebilirıi:z.
*
* *
SEYYAH rJ - Seyyah Fransız sahnesrnde birçok ince ve ruhi tahlil eserleri kazandır
mış olan Deııys Aıniel'm eseridir. Gaston Baty tarafından saıhneyıe konulmuş eser ibilhassa
88 TERCÜME
diyaloğunun lbasıit .gö�ü altında saklanan ıbüyük sevgi dramiyle ve sözden çok daha
ifadel i olan mizanseniyle yeni bir tiyatro tela.kik.isinin mahsulüdür. Müellif bunu piyesinin
;bıaşrna yazd ığı ıbir kaç sa,tırla izaıh ed�or : «Bir metni bir akuvaryum gibi tetkik ederek onun
şelfafiyeti arkasında kaynaşan, kıvranarak dibe inen ve arada sırada satha fıkan her şeyi -
hislerimizin deniz altı bir gezintisi gibi - görmeliyiz. Seyyah biril>idıni çılgınca seven ve
biribir.inden bir senedir ayrı bulunan ik.i insanın hikayesidir. Ayrılığın biribirlerini unutmıya
kafi geleceğini zannederler ve kadın sevgilisinin en yakın do9tu ile yeni bir haıya1, yeni bir
sev�iıye kavuştuğunu um ar. Seyyah'ın avdeti'}'le hisler değişir. Piyesin üç kaıhramaru arasında
zahirde biç ıbir hidi!ie olmadan geçen, imali konuşmalarla dolu. bey.ecanlı bir meclis
birleştirmeğe lkafi gelir. Norımal ;bir muhavere içinde gizlenmiş olan kmin fakat sessiz ifa·
deler, bu üç kişi arasında oynanan dramı bize için için yaşatı r. Tiya·tro tekniğine büyük bir
vukufu olan müe11if lbize, bu küçük eserde, üsciiıı bir diyalog nüınunesiİ �roıiştıir.
« - f'ai pense que vous prefereriez peut-etre venir chez moi tout simplement.. /e ne
savais qeu fı:ıire...»
«- Paul, il est impossible que sous m'aye.z comprise. Q ueı v<Ms· ;e devenir... Mais ;e
vous en supplie...» diye 'Yaıılnhr.
Görülüyor ki «Ben şimdi ne yapayım ... Aman...>> diye birşey yoık. Burada «Ben ne olaca·
cağım? Sizden rica ederim ... » demek daha uygun düşerdi. Hem de rep1ilk «Aman rica ede·
rim .. .» gilii yersiz ve gayrıi tabii :bir yarını oümle ile ıbitirıi!meıriiş olurdu.
3 - (Sahife 13) «Maıdeleine - Bu söyledikleriniz pek fena ... Kötülükle, sanki üzetine
lanet indirmek ifin böyle hareket ediyorsunuz.» diyor. Aslına baıka.hm :
«- C'est mal ce que vous venez de dire la, vous venez de le faire mechamment ıpour
me jeter comme nu sort, on dirai�...»
Müıterdm sort kelimesini lanet diye tercüme etmiş. Vakıa ;eter un sari buna yakın
bir manaya geliyor. Fakat lanet indirmek g�bi türkçede kullanılmıyan bir şekle sokulmuş.
Lanet etmek denelbilir.
4 - (Sabile 26) «Jaques - Zinet bazen fakirin elbisesidir.» diyor. Halbuki aslında :
q, - L'espriı esı quelquefois le vhement du pauvre.» diror.
BiR PERDELİK TERCÜME PİYESLER 89
Mütercim espriı'yi zinet oJa.rak tercüme etmiş ve cüııliesiııdeki fakidikle ıbıüyük bir
tezada düşm�. Mütercim bıir evvelkıi replikte luxe kelıimes.ini de zinet diye tercüme ettiği
için .burada a.yni kelimeyi !kullanamlk : «bazen zeka fakirin zinetidir.>> diyeıbilıirdi.
Tercümede konuşma dilıimıize pek uygun olmadığını işaret ettıiğimiz birkaç yeri de
gösterelim :
5 - (Sahife 29) «Paul - Koştum, ne giireyim? Vasi salonda yapa yalnız MJsis Müre
piyanoya oturmuş, benim ,iJl:ıamımıın arabasının yağız atlan gibi, aynıi eıııniyet ve serbesci ile
idare edryordu. Ancak bu sefer halinde, aşikane bir istiğrak 11ardı. Kendisine yaklaJtım...
Bazı hislerimizden bahsettik. O anda hmusi rayihasını duyduğum bu sigaraları içiyordu.
Konuştuğu müddetçe yüzü dumanlar içinde idi. Kendisinden ayrılırken şuna benzer birşey
söyledim: «Misis Müre, siz karışık hayatımın üstünde bir duman hayali gibi kalacaksınız,
kokulu, küçük bir duman: «Kadın birçok güldü 11e sordu: Bir duman mı? Ne için bir
duman?» ilah...
6 - (Sahife 33) ı<&ul - Pek şirin mahluklar... Faal 11e çalak olmakltJ beraber insanı
yormazlar, çünkü kalbe nüfuz etmezler. Söndükten sonrtJ küllerinde hiç izi kdlmıyan ha11ai
fişekleri hatırlatırlar. E11et1 Amerika kadınları fazla müteharrik oldukları için küller altında
kalmayı sevmezler. lhtiyaJsız gönlünüze yerleşince, hü11iyetinizi uzun seneler yakan mahluk·
tara benzemezler...»
GöI'ülüyor kıi mütercim bu gıüı:ı konuştuğumuz dile uygun bir tercüme yapmamıştır ve
tercıüıne !koıkusu dedıiğimıiz şeyin yer ·yer metni !kaplamasına mani olamamıştır.
Dünya gözüyle .belki bir daha dönmemek üzere vatanı.adan aynlmıiya karar vermiş
olan ıbir insanın on beş senedir dargın olduğu aıblasınt ve ancak küçüık1erini hanrladığı
yiğenlerini son bir defa görmek üzere ıbaıba evine dönüşünıüıı kr.sa :hikayesinden başka birşey
de{;ildir. Doğup büyüdüğü, kalhiode acı, taıtlı :birçok haıtıralarını taşıdığı taşra şehrini,
vaıkuiyle senelerce içinde yaşadığı evi, senelerce ku11andığı ve wıuınınadığı eşyayı, «dünya
gözüyleı> son ibir kere daıha görmeğe geleo bu adamın 'hislel'iııi ço�uz duymuşuzdur.
müellif ayni zamanda ·iıki ka� arasındaki der.in karalııter farklarmı, ön ·plana aldığı bu
1haleti ruhiy.enin tahlilini bir an elden bıra:kmıyarak bize Üsta·tça göstemıektıedir.
Dünya gözüyle tüDkçeye Nurullah Ataç tarafı.adan tercüme edilmiştıir. Eserin fransızca
ismi Le pelerin, muıkaddes veya hatırasına hürmet edilen bir yeri görmeğe giden zair, bir
nevl hacı manasına ıgel:iıyor. Müteroim eserin havasına ve müe1llifıin düşüncesine en uygun
bir şelW!de bunu dünya gözüyle diye tercüme etmek cesaretinde bulunmuş. Piyesin ·ismiyle
başlıyan ıbu serıbest ve cesur tercüme bütıün repliklerde kendisini göstermekııedir. Mütercim
ııiyatro eserlıertinin tercümesinde muhafaz.ası zaruri olan konuşma lıisıaruna bilhassa ıtına
göstermiştir. Asıldalcıi konuşma dilıinin bususiyetlenini muhtıevaya sadıılc kalarak, fakat şekle
{'] Dün1a 11özu1le, tercüme eden : Nurullah Ataç ; İstanbul, Maarif Matbaası, 1940 ; '· 53.
90 TERCÜME
esir oJ.mıulaıı bu günkü güzel tiirk.çe ile ifade etmiş. bu suretle eşhasın ıtüıkçe konuşurken de
canlı kaJmala.rma çahşmı�r. .Bu !hususta birkaç misal veımeği faydalı ıbuluyoruz.
1 - �iyesin ıbaşuxla çalınan :kapıyı açmıya � Deıııise'in ıilk sözü şudur : «Monsieur?»
Mütercim bunu yeııinde olaırak : «Kimi 1Zradınız efendim?» diıye :tıürkçeye tercüme euınekte
tereddüt etmemi.ştir.
Çüı:ıkıü Denise'in sualinde mündemiç bulunan mana da llnxıdan ıbıaş.ka lbir şey değildir.
2 - (Sahife 6) Denise'ıin bir söııü var « - ... Maıis ça m'ennuie de vous laisser la
g1Zrde de la maison». Mütercim giizıel bir buluşla bunu da «Bir gelen olursa rahatsız olur·
sunuz diye korkuyoru111)> şekliıruie ıterciiın e etmiş.
Buradakıi paıronnage .kelimesi bizde da!ha zıiya.de spor fillkrtini uyandıran gençler birüği
manasına değil, muavenet veya yardım cemiyeti miııasın a geliyor. .Matnus'dt!n kast olunan
şeyin de piyaınonuıı delaletine rağmen konser olduğuna hükmetmek müşkül. Bunu u.mwni
bir minada miısamere olarak <tercüme etmek veya kelimeyi aslındaki cemi halinde buakarak
cümleyi : «- Matineler için y1Zrdım cemiyetine verdik>> şeklinde cercüme etmek de kabil
olurdu. Çüokü maline kelıimesi de konser .kadıı:r dilimize girmiş bulunuyor.
Fakat .ha.zen bu iyi arzuları lüzumuodaıı fazla ileriye .göriirerı mütercim eşhasa müel
lifin yazıruımr.ş olduğu �eni söyl�r. Meseli:
Anlaıabiliyor muyum? Aramızda bmi müteessir edecek bir geçmiş yok Sen de benim gibi •.•
bu evde büyüyorsun, sana baktılkça adeta keodimi görür gihi oluyomın .. .>> diyor.
Aslına ba:kalmı: «- .. . ll est predeux pour m<>i de pouvoir, en entrant İf'İ, m'aban·
donner un peu a mes imperessions, sans leur donner d'auJres tbnains qılıme charmante petite
niece qui ne ftrit pas partie de mes souvenirs et qui grandit fri ocmme fy trİ grandi 1T1<Ji-mem.:»
Göriilüyor kıi mütercim bu uzun cümleyi lbiııkaç parçwya ayırmış. Bu ıiyıi, fakat aslında
«sen sayılmazsın, anlatabiliyor muyum, aramızda bmi mütessir edecek bir geçmiş •yok sana •••
baktıkça adeta kendimi görür gibi oluyorum.,> diye ıbir şey yok. Mütercim burada müellif·
ten faz.la !hassas da'Vraı:ı:ıı:ı ış 'Ve belıki de oııunu.n söyleıneğe lürum gömıediğıi şeyleri söylemiş •.•
5 - (Sahife 20) Desavennes'Jn uzunca bi:r tlimdı var. Pek güzrl tercüme edilmiş olan
bu tiradın sonunda: «- ... pazar günleri bir krra, ormana gittik mi, sepeti bf?!aber taşırdık>>
diıyor. Halbukıi aslında :
«- ... quand nous allions passer un dimınıcbe au Moulin • Blanc ou dans les bois.
deai.yor .
Beyaz DeğİTmen'io manzarası hoş bir lor veya su ftoenarı olması muhtemel <ise de i�
şeltlinde ve ımalllın bir yerıin ismi olarak göstenilmıiş olan bu kelime a.slınıdalııi gibi tercüme
edilebilirdi.
BİR PERDELİK TERCÜME PİYESLER 91
6 - (Sahife 42) de «Desavennes - ... Hayır, abla; teşekkür ederim. Yemin ederim ki
imkô:nı yok. Pariste fOk işlerim var; iki güne kadar hareket edeceği1fl')> diyor. Halbulm
aslında :
«- ... Je t'assure que c'est impossible... ]'ai beaucoup a faire avant dd quitter Paris,·
et ie pars dans deux iours.» deniliyor.
Görülüyor iki cümlede yemJn etmek dıiıye birşey yoık. Mütercim burada kelimenin
etim-Olojik mii.nasını lkullaruıbilir ; cümıl.eyi seni temin ederim ki ya.hut ta inan ki kabil değil
şeklinde 00,,lataıbilirdi.
Tercümede bunun gıİbİ ufa!k ıtefek ilaveler veya değişiklikler var. Faıkaıt hemen şunu
ilave edelim iki bunlar eser.in · ruhuna 'temamiıyle nüfuz etmiş, adeta onu benimsemiş olan
müterdmin asıldaki muhtevayı -bir riya.tro eserinde mazur göttbilecek tanıda - şekil
eııdi,şesiyle bağlanmadan .türkçede tam mr kOOilŞ!Ila di.Liyle, iyice ifade edebilmdc gayretinden
doğuyor. Bu gayret bazen müellifin metnini geride bını:kıyorsa, mütercim eserin ruhuna bu
·der.ece nüfuz edebildiğıi ve eŞhası bİ7.e, müelLif namına bu kadar güzel bir rurkçe ile konı.14·
ıtwımıya muvaffak olduğu için ancak sevıinebiHriz.
LUTFI AY
d'hui» isimli ıbir eser vardır. Vaktiyle içindeki hikayelerden bir çoğunu dilim!irt.e çevirmiş ve
neşretmiş olduğum bu kitaptaki hikayeleri şimdi de Halit Fıa!hri Ozansoy'un tercümeye başla
mış hulwıduğunu görüyorum. Değerli şairimiz, bunlar arasında. Son Posta gazetesinin 22 nisan
tadhli sayısında Is.albelle Sandy'nin «Ölüm Bülbii.IÜ>> ıisimli hiıkiyesini tercüme etmiş. Ayni bika
yey.i or:ta mektep talebesi iken dilimize çevirmiş ıve Hayat meanuasınıda neştetmiştim. O
ı)ımankıi tecrübesizlıiğıimle .bu teocüınOOe �im ıbi lıir ne kadar hatalar yapmış olacağımı
düşiinerek usıta ve salilııi.yedıi ıbir kalemden çıkan yeni· 'tercüme & ıküçük hir !k.ar3rlaştırma
yapmak hevesinden kendimi alamadım. ttimf edeyim ki daıha ilk sa.nrlarda benıi 'k.arşıhyan.
hayret ve ıİnkıİ5a.r oldu. Küçük � h.ikiyeııin tercümesinde raı.ladığım sakatlıkların �luğu
ve büyüklüğü beo4 bu yazıyı yazmağa sevketci.
Sakatlık daha ilk cümleden başlıyor. Bu cümleyi beraber <$.uyalım: « ... Nereden mi
geliyorum, küçük lbahacığmı ? Ölüm diyarından>>. 1<.<Mon petit pere& tabiri «küçül baha
cığım» diye tercüme edilmiş. Hal!buılci ıbabacıık esasen «penit ,pere>> karşılığıdır. Fransızcada
tasgir edan olımadığından ı<qnpoçka:ı> kelimesindeki Rw usgir edaıtmm vazifesini, Fransız,
zaruri olarak pet:iıt sıfatına gör:dürmüştıür. Küfük babacığım mükemmel bir haşiv önıeğ,i-
dir. Sonra «du pays de la peun> ıiba.resi de «ölüm diyarındarz>> şeklinde tahrif edilmiş.
Müterniımin peur kelıimesi.n i bilmedi�i ıiddia etrniye, şüphesiz, ıimkin yok. Bu·ra.da bir
92 TERCÜME
dikkat sürçmesi karşısındayız. Ancak da:ha ilik cümlede va.ki alan böyle bir hal biraz da
ka)'luızlııık ve ihmale delalet etmez mi ?
«Büyiik bir u-ylmdan ftkıyorum ben, kendimin canlı olduğuma inanm.ım için .)> •
odunlar. .>> şeklinde çevirmiştir. Halıbuki ölü ııdunlar yerine kuru dallar deseydi Nrkçe
lcştirme ameLiyemn da:ha tam olaraık yapmış olurdu.
Devam edelim : «Bizim, İfmek İfin yalnız bir tane votkamız vardı». Fran5ız notre
provision de votka diyor. «Provision» u bir tane sözüyle !karşılamak doğrusu güç hatıra
gelir ıbir garaıbet. Çüak.ü <wir tane votka» bize hi� şey ıiıfadıe etmiyor. Hiç olmazsa
bir taneyi kalıd.ınp «ifecek bir votkamız vardı.» diyebilirdi. <1.Un tout pelit tonneaM>, o«l.üfÜ
cük bir fıft» yerine �<bir tek flft» diye çevrilmiş. Bu da bir ba.şka diıkıkat sürçü. Bu cüm·
leyi tam olarak alalım : «Bundan kala kala bir tek fıçı ıkalmca., fıçıyı en ikıüçUk çocukaa
beygirin üstüne yerleştirdim.» Metin şöyle diyor : «Quand ii n'en resta qılun tout petit
tomıeau,, ie l'ai place ave� le pim jeune en/ant, sur le cheval». «Fıç ı ile en küçiik ço
cuğu» veya �<en küçük çocukla fıçıyn> demeılc Jiızımdı. Ak!ii. ıl:ıalde, küçük çocuğun beygire
yerkş.ıirildiğıi de�il, f ıçın ın yerleşmesine onun yardım etti� mana5ı çtkryor.
<cSeulemenl, ecou/e bien cecİ:ı> ibaıres.i o«ya/nız şunu iyi dinleyin» diye tercüme edil
miş. Fransızca ciiınlelerıdekıi siz'lenin ıürlkçeye uygun düşmai. için bazen sen'e çevııiLıneısli
caiz göriiteıbilir. Faıkaıt Fnnsız muharnirıin.in ıka.sten lailbalıi ıbir ıifadeyle konu�turduğıı Rus
mujiğinin ağzına lbu lüzumsuz nezaketi veıımtik istemek neden ?
ıBir başka cümle: «Yolun ve tarlaların uzağında bir karga sürüsünü her görüşümüzde
şüyle diyordum: (lşıe köyünkiler!) �>
İşte sakat ıbir sadaıkat ziliniyetine ıkurban edilımiş bir ciim le daha. Aslmı okuyalım.
Ghaque fois qu'on voyaiı un essaim de cotbeaux, loin sur la route ou dans !es champs
ie disais: <cVoila ceux du villagef» Bu oümle}li dilıiımize şöyle ç.eWrıcıbilriz :
«Ne zaman ıyolun ve)ja kırların üstünde uzaktan bir karga sürüsü görsek '<<İşle
bizim köylüleri» diyordum.)> «Bizim köylüler» taıbi.riyle mütercim, bir anlayış hatasına
düşmekten korwırnaık isoomiş. Zira yukarda z�krettiğimiz cümlede muharrir, vak'a kah
ramanının kargaları her görü�de o civarda ıkargaJara yem vazifesini gören kendi köy
lülerinin ıbulunduğuna bülmnettiğini anlatmak ;istiyor.
ve iki focuk ta>>. Bur.OOA ile «<le» den :biri fazla ve �vdi.r. Gene devam edelim :
ı«ve»
«Şimdi üç kişi 1kaLımşnk ve şa.yet bulursalk ot yiyorıdu:k.>> Ve şayet bulursak ne kadar -ter
cüme koku-yor. <�BuLdukça» ayni vazifeyi görebilirdi.
«En vmte, ie me suis entendu chanten>. Bu cümle)Iİ \«Doğrusu, şarkı söylediğim bile
oldu.» gıibi basit bir şelııil dıe ıifade edeıbliniz. Metıııe daha sadık kalmak için lbaŞka şekillere
de başvurulaıbilir. Fakat ıher halde mütercimin dediği g.abi. «hakikaten kendi sesimi şarkı
EDEBİ HIKA YELERİN TERCÜMESi 93
«En me relevanJ, ie tenais une pierre ronde que i'ai lancee contre /es corbeaux,
de toute la force heme du vodka.»
İşte ıınütercimıin lkalemıinden çıkan teroümesi :
�<Kalkarken elime yuvarlak bir taş geçirmiş ve Allah razı olsun votkanın verdijffi
bütün kuvvetle bu taşı kargalara fırllllmıştım.»
Tüııkçeye çeWrelim :
«Kalkarken el;mde yuvarlak bir taş vardı, bu taşı votkanın bütün mübarek kuvve
tiyle kargalara fırlattım.» Bir cümlede yapılmış haıtafarın bolluğunu hesap edin.
«Du geste, i'invitai la /emme et le petit .ı en faire auttmh> cümlesi şu şekile sokul
muş : «/estimle, kadını ve çocuğu da böyle yapmağa davet ettim.»
Bu cümleyi türıkçede biz şöyle ifade ederiz : �<Karımla küçüğü ayni şeküde hareket
etmeğe işaretle davet ettim.» Yahut daıha kısaca: «Karımla küçüğe ayni şekilde ·harekf}J
etmelerini iaşret ettim.» J est ıkelimesi gerçi t�ye girmiştir. Ama işaret maoasiyle
değil, nürkçede karışılığı o1mıyan diğer manasıiyle.
Mütercimin bir cıümlesi daha : «Uyandığımda - belki bir saat sonra, belki bir gün
sonra... - çocukla anası kaskatı ve donmuştuJar.». «Raides et froids», �<kask41 kelilmiş
ve soğumuştulaT>> diye .tercüme edileceıkti. Kaskatı ve donmuştular Tür<k şivesine aykırıdır.
Hem ıbir insanın donrruıs ı ile öldilkten sonra soğuması rııamamiyle ayrı mefhumlardır. Ateş
ten kavrulan ıbir mınt.a.ka tasvir edildiğine göre donmak esasen mevzuubahs olamaz.
1'.<fe suis reste longtemps, .ı cause des corbeaux, /es ecartanJ de la main, criant.,>
cüm lesini mütercim şöyle çevirmiş : Uzun müddet kargaların yüzünden, elimle onları ayı
rarak, haykırdım durdum.». Mana kayboluyor. Şöyle denilecd<!l:i : �<Kargalar yüzünden
uzun zaman kaldım, elkrimle onları uzaklaştırıyor, haykırıyordum.>>
Mütercim «PoP�> kelimesini «rus papazı>> diye çevıirmiş. Gerçi llıgat bu ıkeliııneyi
öyle tarif eder. Fakat Rusyadan bahseden bi r metindeki «mıiiik» kelimesini «rus köylüsü»
diye tercüme edeıniyeceğimiz gibi, pope'u da ya aynen pop yahut ta «papan> şek.tinde
kaydetmeliydi.
Mütercimin hir oümlesi : «Sen beni deli sanıyorsun değil mi, çünkü cennetten bah
setÜyorumh>. «Tu me crois fou, parceque ie parle du paradin> cümlesinin FransIZi sen°tak
siyle dilimize maledilişidir. Halbuki bir Tütlc bu fikri ; şöyle ifade eder: «Cennetten
bahsediyorum diye beni deli sanıyorsun değil mi?»
Mütercim ikinci cümlede «İıb> zamirinin merdinin •tayininde hataya driişmıüş, şöyl e diyo r :
«Bir ormana vardım ki, ağaçların gövdeleri, oradan geçen t1flar tarafından adam boyuna ka
dar kemirilmişti.
94 TERCÜME
Bu gövdelerden çıplak, yahut hemen hemen çıplak bir halde olan, kül renginde
bazıları sararmış fundalıklar arasmda ba/w kalmıştı.»
tıkinci cümle şöyle olacaıku : Bu ağaçlardan, çıplak veya yarı çıplak, kül rengi vücutlariy
le, sarı çaldık/ar arasında bala sürüklenenler vardı.l>>
Mütercim <�giıbiydi>> veya diye rteroüme etmek daha doğru olaın (<on-
«saoıkİ>>
eut dit>> ®a.resici daima K<de:ılilebilirdi» dıiye ıtıeroüme ediyor ve mesela «ıi.iç ya,ıada
�cuklar denilebilirdi onıla.ta>> ıg�bi cümleler ·yapryor.
«Avec un bruit sonore de squelette vide>> ibaresini mütercim içi boş sesli bir iske
let gürültüsüyle>> diye teroüme edince gürültüyü taS'V!ir eden Sonore ıterciimede iskeleti
vasıflandırıyor. «kof bir iskeletin tannan gürültüsüyle>> veya daha doğrusu kof bir iske
let çatırtıuyl�> deoileceıkci.
«lls se sont resignes et se sont rest.es coucbes o la lisüre du boir» CüıQle$ «Müte-
11ekkildiler ve ormanm kenarında yatnuşlan> diye rercüme edilmiş. Tevekkül gösterdi
ler ve yatmış bir halde kaldılan> demek 13zmnd.ı. <<Lisiere du boir» nm ormanın kenarını
değil içindeki bir dü:zlüjü .ifade erttiğini söyl.emeğe hacet yok.
«Ansızın, ölü bir ağacm tepesinden ilahi bir terennüm indi. Bir IJh:z.a geçen 11e du
ran bir melek terennümü,,> Tüıık «ölü ağap> demez «kuru ağaç» der. Sonra i«Un cbant
d'ange qui passe et s'arrete un instanl>> nekadar yanlış ifade edilmiş. cGeçm 11e bir an
4uran bir meleğin türküsü» demek lazımdı. Mütercimin ifadesinde geçen 11e duran sıfat
ları meleği değil (eremıümü vası:filandınyor.
i«Eğer ,,,IJ.ızlar billurdan olsaldrdı 11e hazan birer birer, bazt111 ahnıkli gümüş keı
silmiş olan güzel bir göle ıelJle halinde tanelenselerdi eğer, akşamları, 11111m11ş bak;relerin
rüyalarını ören bütiin aşlı melelelm alım harplerinm sesini hep bir anda hafif nisan,
rüzgôrlarının sesiyle alıorı etselerdi bu akşamın tnennümünden daha az ta/ bir teren
nüm yükstilirdi.»
«Si les etoiles sont du crital et qu'elles �,egrennent, tantôt une .ı ıme, tantôt en
,cascade, dans un beau lac qui serait d!argmt sonore, si tous les anges 4dmollf'I qui 110111
lisser, le soir, les rifles des 111'!rges endorm;es, accordaient o la fois leurs barps lor au 1
ton des brises d'tl1'f'İI, il s'eleverait un chant mıoins pur que le chllfll de ce soir-14.r»
«Yıldızlar billıirdansalar 11e kah teker teker, leah çağlıyan \halindı ufalanarak Jt111111J
gümüıten güzel bir göle dökülseler, akıamları uyumuı balıirelerin rüyalarını rJokuyan ;
bütün aşk melekleri altın harplerini hep birlikte nisan meltemlerinin sesiyle düzenleseler,
o akıamki nağmelerden daha az saf nağmeler hasıl olurdu.,>
ıcUn rayon de la lune>> ü, mütercim, cbir ay bii:mıeff» veya bir «mehtap biizmesiıı>
diyecek yerde, «bir ay ı1ığ11> diyerek «mehta.P» anlamiyle çeV'mışıi .
EDEBİ HiKA YELERİN TERCÜMESİ 95
«Qui meurt en joie emre tout droit au parıulim. K.itıabı Mukaddes''1!ell alınmış olan
bu cümJedekıi «ioie» mütercimin yapuğı gtbi «sevinp> kelimesiyle ıifade edilemez. Dilimıiz
deki :karşılığı saadet'·tir. �<Mesut olem> demnek 13zımdı. Keza «Ve sevinç onlara da ve
I'ildi» değil «ve saadet onlara da verildi>> olacaktı.
«Le dernier de tous, le grand vieillard blanc comme la lune se couch11 pour le der
nier sommeil» cümlesinde, ;bakınız, mütercim ne bü}'i.lk bir hataya diişüıyor:
«Hepsinin sonuncusu olarak, büyük beyaz ihtiyar da, ay gibi son uykusuna ytat!tı.>>
Ha1bukıi cümle, böyle bir yanlış anlamrya ıimkin verecıek kadar ka.rışıık da değıildir. Mu
harrir sadece «En sonra, ay gibi beyaz uzun boylu ihtiyar son uykusuna yatlı.» demek
ıİstıİyor. Mütıercıim .� !hat ırı İçki cümleye �i' olan aıyı uykuya yaıtırmış, !bumda
uzun boylu demek olan grand'ı büyük diyıe ·tercüme eaıniş.
«Le bois mart n'abrita que des morJM> cümlesinde bois'ııın ormaııı demek olduğu
aşikardır. Halbulcıi mütercim bir ağa.cm birçok ölillem nasıl ısığabiJeceğioıi düşüıımedeıı
cölü ağaç yalnız ölüleri sığındırm> diyerek ağır ·bİ!r l:ııa.taya daha düşm.Ü!j. ÖJ.ii ormanda
ölülerden ıba,,ka bi:rşey kalım.adı.�> demesi lbımdı.
Ayni derecede ağu :bir :hata da!ha : «Je me riveille dans un lit blanc, soignis par
des femmes blanches, par toi.» cıümlesinıi ıı:ıııütercim ba'kınız ıııe :halıe koyuyor: «Beyaz bir
yatakta uyanıyor, senin vasıtanla beyaz kadmlar tarafından bakJıyorum.» Halıbuki cümle
şudur : «Beyaz hir yaıta!kta uıyamyor, etrafımda bana bakan beyazJar �yüııııiia kadınlan,
seni buluyorum .>>
Y"lar NABl
ECNEBİ MECM UALAR :
AnsiklopeJ,ialarm Psik11114l;zi:
asularda dünyaya sahip olmıya başladı ve ilk evvela her saıhiıbin y apn ğı işi yapmıya
karar verdi. Bilanço ve intizam. yam ansiklopedi yapılmış, maceraperest seyyah sermayedara yer
vermiştir... Ansiklopedi iyice düzeltilmiş hir eve ıbenziyor ; öyle bir ev �i onda h erşey yerinde
olduğu içiın hiçbir şey kaybo1=ııınaıktadır. Encyclopedist'ler llısana sahip olduğu bütün şey·
ECNEBİ MECMUALAR 97
leri göstenip diyorlaır: KclBıkın bu size aıı.tllı!l'. Siz lkenıd.iniziıı bu !kadar zeogıin olıdu�uzu
bilmiıyordunuz. Süoün bu servetten ·isııifade edin ve .unutmaymıız ıkıi !bu siziın eseriniz, ıinsanmı
eseridir... Esasen mevcut olıan dünya değil, rnm, bi1gıidir. K4Bu şe}ıi· .göt<liJın, veya lbu vak'a
böyle olmuştun> değil, faıka:t K<ıİılim böyle söyleımekıte i.Iıiıı:ı:ı bize bU11u şu �edGi.Ide öğrenmekte
,
dir» demelıiıyiz. Su şey vıeya vak'a lhöykre bilgıim.ize, ıilmi sıervıecimize girımektedir. OnLar anık
gayelenine eniyor ; onlar ansiklopedimizin bir makalesini teşkil edebilirler.»
Söylece ıbu dünyada olan iherşey ıinsanm mülkü olacaktır. Diinyanın herşeyi, fakat
dünyanın, kendisi değil...
Metaphysıique':in parlı!k =ıanında ıinsan dünyaıyt ıhlrıdeıı anlamıyıa çalışmışıtır. Fakat
bu Metafiziıkçiler onlarla �hemasır olan kralLara benziyorlardı ; onlar da .bu krallar gibi
her �eye hiikmedip hıiçbir şeye saıhip değillerdi. Çok daha ihtiyatlı olan ıburjuvaJar büyük
ülıkelere hiilkımetımtlk dejil, fakat ıbi11kaç şeye maıliık olırulk ıistemişlerdir. Krallar kuvvetli
olmayı, ıburjuvalar rengin olma,yı teraiıh ettiler. Mıeta.filziıkçiler sisıtıem kurıınuş, fakat ıbilginin
.burjuvaları ansiklopedi kurmuşlardır. Metafizilkçiler •tefelclcüriin imperialist'leridir, onlar
ıbütün alemi tefekıküıılerıiyle fedtetmıeık isıtıiyorlar. Ansıiklopedis.tler de yavaş çalışan, herşey
den evvel eşyaya sahip oLmayı ıistiyeıı ıtülccar.IMdır.
Faka.t 1helıkıi de AnSi'klopeıdialarnı muaxzam oiltleııini olkuyan lbir .inısan bire diyebi
lir ıkıi: �<Muazzam eseIIİnlizi okudum, fakat düeya bana '}1ine gaı1ip göı:ıü:nmekte ve esas sualler
y.ine cevapsız ıka:lmakıtadu. Bir .keHme söyleyıin bana, bir lkelıime Jle !bütün bu dünyanm,
manasını bana söyleyin ve ben size maalmemnuniye ansiklopedinin büyilk ciltlerini bağış
lanım». Bu adama AnsH<lopedistler ancak şu cev®ı 'Vıt'rebilirler: �<ıSiz esas şeniyet denilen
şeye varmalk ve dünyayı bir noktar nazardan görmek ümidine kapılmışsınız. İŞte lbu sizin
ıbir metaf,izikçi ve ıma21İye bağlı kaldığınm gösterir. Devrıiıın;İ7.ıİn adamı esıas şerriyetleri bir
tarafa bırakıp dünya servetine sahiıp olmıya çalışryor. Esas meseleleri ıbir tarafa bır�ak...
Bu, dünyaya sahip olmaık ·için, ödediğimiz fiyattır. Eşyanın esası nedir sormayin ; ancak on
:La.rı lkullanlilL.. Çalr§m ve zengin olun .. .>>
Ansiklopedi insanın servetidir. Bu serveti !büyütmek vazifemizdir. Akıllı tüccar, ik
tısadi hayatta olduğu sfui ilmi hayatta da spekülasyondan koı:ıkar, sahip olduğu şeylerle
ilktiJa eder.. llim serveııi. ıbüyük aıilelerin servetıi gibi birden değil, yaıvaş yavaş meydana
gelmektedir. Yeni devrin adamı buna seviniyor ; o, ıkola.yca .kazanılan bir ilMrı istemiyor;
o, ancak uzun gayretlerin mahsulü olan bir ilme karşı emniyet duyuyor. Uim tarihi, ecdat
Lı.rımızm mütemadiıyen inlcıişaf eden büyilc ilim servetine yaptığı ilaveleri anlatm�tadır.
Servetimiz, sayelerinde tedricen ve durmadan büyümüştür...
XVIII :inci asrın Encyclopedistle'leri, ki bütün Ansiklopedistlerin babalarıdır, ansik
lopedilerin usul ve füciyat ıkaideleIIİnİ bize öğrecirler. Biz ıbüyük derslerinden isııifade edip
onların başladığı esere devam etmeliyiz. Öyle IU bütün ansiklopedialanmız bu ilk ansiklo
pedinin yeni bir .tab'ı görünsün, ıl:ıer yeni neslin bilgi servetimize getirdiğini gösteren bir
tab'ı. iBöylece Diıderot'nuıı büyük eseri yalnız hir haura değlil lbıir mevcudiyet ve bir ümit
olacaktır.
Bergson'un büyüklüğü :
Bergson'.un ölümü münaseıbetıiyle Reııue des Deux Mondes'w:ı 1 Şubat 1941 sayısında
Andre Chaumeix'nin iımzasıiyle çıkan bir maıkaleden alınmıştır:
Skolastiıklere göre her devrin kendine mahsus ıbir filozofu vardır; devrin nakta:i nazarına
göre <Jilıanı düşünen ıbir filozof... Her ne denirse densin devrimiz �çin bu fillozof Sergson
olmuştur.
Tercüme 7
98 TERCÜME
Bergson'dan çok bahsedildi ve çok bahsedildiği .için esas büyüklüğünü anlryan pek az
kimse vard ır... Beı;gson, vardığı ı:ı.eticelıere !bakılırsa ibirçok hakımlaroan muhafa:zakardı r. O,
mistikleri tetkika, insanın ulUlı.i.yetini ibile ka'bul etımiye mütemayil .görünmekıted.ir. Faikaıt
bu dini .tanayüllerıin bu alhenkiıi ve g&ıe.l üslU:bım ıarıkasmda felsıefe tariıhi.n:in en
ci.ireddi.r mütefel&irlıeııinden Jııiri keıodini ,gösterme:1ctedir. Berg:son'un esas vasfı
cür'et, :büyjjk ıbir felsefi cür'etıtir. Aristodan ıbugüne kadı.r her .felsefi sistemin
temelinde bulunan esas mefhumların çoğu Bergı;oı:ı tarafınd'aJl reddedilmekte veya
değişti rilmektedir. O, nizam ve J:llçlıik (neant) mefhumlarını .ııede d tmiş tekamül
fikrıini deifütirmi�, zaman ve hürııiyet mefhumlarına tamamiyle başka lhiır mana veımiştir.
Bergson'dan geçen her mefhum, ıher mesele, şeıkliııi mutlak ıbir suretıte değiş�iııiyor.
Hiç bir fiilozof Bergson kadar yıkıcı olmamrştır ; 'ruç Sciımse onun kadar bü yük mef
hum ları putperestliğine karşı şiddetli ıbir m ücade leye girişmem�tir. Faıkat bu mücadeled e
Bergson birçok müspet neticelere de varmıştır. İmajlar nazarıiyesiyle Bergson, W. James ve
bütün Arnıer,ik.an neo-realismine bir istinat noktası v ermiştir. Bergson'un zaman n azariyesi
Jaımes, Wlütehead, Hei<legıger sistemlerinin temelindedir. Devriımizin fikir hayatının her
köşesinde ·Bergson'la karşılaşıyoruz. O, bütün mücerret mefhumların yıkılmasından sonra
kalan esas şah s iyet i !bize hissetirmiye azmetmiştir ; ve hiQbir zaman bu kad ar basit ve
hususi vaık' alardan hareket eden bir felsefe bu kadar geniş neticelere vavmamıştır ... Berg
son'un her eseri yeni netıicelere varıyor ; öyle neticeler ki onlar evvelkilere nazaran ilk
görünüşte başka ve belki de zıt görünebilirler. Bergson'un felsefesi hiçbir zaman durmamış,
hiçbir zaman KGkrıist.alize» olmamıştır. O halde adeta bir «yaratıcı ıtekamillüdür...,>
Berg�n'a nazaran Eflatıun veya Kant, ne daha çok oetioe ne de daha fa:zJ.a mesele
bırakmamışlardır. Ve ıbellki Beq�519n'.u Olll ara bemetınek ıcloğr.u oJ.maz. O, daha faz1a
Heraklitıes ve Spıinorza cinsindendir ... Bergson'un eseri yaşıyor vıe ıya,ııyacaıknr. ·Bu eser 'bize
felsefenin ıbüyük yolunu devam ettiği kanaatini veriyor. İnsan bug�ü haline rağmen
düşünen ıbir mahllik kalacaktır.
Psychologsit m cmuasının
e il inci ıkanun 194 1 sayısında çıkan bir makaleden alınmıştır :
Harbin ilk İçtiım ai tesi rl erinden ıbiri iz divaçl arın çoğalması olmuştur.
Harpten önce, evlenmeden evvel K<ls.tikbalıi temin etmek», yani iy.i lbir mevkıi, döşenınliş
bir ev, biraz pa:ra v.s., İstiyen gençler artık İstikbalin mevcut olmadığını anladılar. Bu
huihranlı de\'irde maddi lkı}metlerin ebemmiyeni ıbiçe iniyor ve ıher an ıt:eh<lit edilen şah
siyet ıkendi enıniyetini, sevmek ve sevilmek hislerinde arıyor. Bu temelsiz dünyada yegane
istinat edebikğiıniz nokta aŞkta kalmıştnr. A� insana bir zırh giydiriyor ve :bu devirde,
her devirden fazla bir zı rha .futıiyaamız var...
Fakat gençler ıbu zırhın tamamen manevi olduğunun farkındadırlar ; ve ıbunun için
dir ki onlar kısa haya t larından en .iyi iıbir şek.ilde istifade etmek İstiyorlar. İzdivaç ·ta, sulh
.d ev rinde değıilse <le harp devrinde, lbu istifade)li mümk ün ıkrlmakta<lır. O, artıık burjuva
1
ıma:hiyenini ıka�ediıp (ıbu mahiyet ıki gençleni birçok defa ·izdivaçtan ıuzaıkla ş tı ıııruşt ı r) ıbir'
maoera maıhıiyetini aimaıktadır. Temeilsiz bir diiıy ı. ada, ölüm onları her an rteh<lit ederken ili
genç hayatlarını :ıbiribirlerine ıbağlıyor. Bu bir macera, en cür'etkarca bir macera değil midir?
1ııdivacın meşru :bir vasfı da aşka ıbir devamlılıık temin etme s idi r, bu devaınhlık lci
şimd iki dünyada en kı.ymetli hlqeyıdir. . . Evlenen bir genç aşkın ve hayatın daha devam
ed ebi leıceğinıi, :isıtikbalin daıha mevcut olacağını zımnen söylemıektedir ; vıe evlenirken belki de
kendini buna inandırıyor... Evlenmekle insan cemiretıin içine daha fazla girmekte, onunla
ECNEBi MECMUALAR 99
,ok daha fazla raıbıta tesis etmektedir. Ve cemiyete bu bilar sıkı bir surette ıbağlanan
kimse ıkolaıy kolay yok oLmiyacağını zanneder. İçtimai rabıtalar insaını hayata bağlar gi,bidir;
maalesef, bir kurşwı parçası lbu bağl:arı ne ıkaıdar drola.ylıkla çfu.üp attyor !
Saadet :
Joumal de Geneve'ın 10 nisan 1941 sayısında büyü'k İsviçreli muharrir G. F. Raımuz'ün
İm7.asiyle çııkan bir ma.kaleden a:lınınışnr :
İnsanda ı;aadet !kısmi ıbir muvaffakıyetten doğmaık<taıdır. Aşık olan iınsan bir an Jç.in
sa.adeti duı}'Ulyor. lııntilihanJannı geçen !bir :ta!lebe, büyıük lbiT ıişte muvaffak olan
'bir ,� adamı gene •saadeti duyuyorlar. Saadet ıböyle m esut iıir halin
devamıdır. Bu hal bize diğer bütün fenalııklan unutturuyor. Faıkat bu örtü çahucaık 1k alk·
maıkta ve bir � perdesıi §ilbi dağılma!ktadır. O ı.aman ' boşluklar görünür ; ve �i de :her
şey esasen boştur ; jşte !bu f,ijcre de tahammül eıdiılemez ..•
Times Literay Supplemenfın 17 şubat 1941 sayısında büyük İrlandalı muharrir James
Joyce'un ölümü münasebetiyle çıkan ıbiır maıkaleden ' alınmıştır :
Şüphe yok ki Joyce ·İıki harp aırasıodaılai. devoo en ıbüyilk simalarından lbfoi.diır. Omınla
romıaın yeııi bir ısafhaya gimılşrir...
Joyce'un eserleııi :bizi bildiğimiz edebiyatıtan uzaklıaşnnp bambaşka ıbir .roman tipi
yaratmaktadır. Joyce, bütliıı hudutları ıkaldınyor, sıaruııte elzem zannedilen ıbütün kaideleri
yok ediyor. Edebi sahada Joyre, belkıi de şimdiıye kıadaır .gelen en ıbüyıük yıkıcııcl:ır. O,
Riclıardson'la lbaşlıyan ve Flauıberıt'le en mükemmel şekfilni bulan romanın ık Jisiık •tekni
ğinden v.azgeçiyor. Roman, Joyce'a ıkadar p.9ikoloj.iık veya sosyolojak bir ote:ı.i ispat ediyor,
veya ıbir cemiyetin, bir kara&teriıı , bir hayatın tekamülünü gösteriyordu. Joyce'un roman
larında Ulysses ve Finnigan's Wake',ıe lbllfla benzer bir gaye mevcut değ ildir. Gaye bir
ser;ımeyi icap ettirir ; vak' al ar ıbu gayeye göre muharrir tarafından icat edilir. Madame
Bovary'd e gezinDi e.sııa:sında wçiiık Hoına1s çamura gir.ip paıpuçlannı kirıl.eüyor ; Bovary
100 TERCÜME
de oıılan tmı.izleınek için bıçağını veriyor. ıBu ıvak'a:lıarm ga�i nedir? Pek sarih :
Emına hu sahneyi görerek : �� ttpkı ıköylüler -gibi cebinde ıbiçak ıtaşıyon> d i ye düşünür.
hte ararulaıı gaye bu cümledi:r. ıBu cümleyi Emma'ya söyletebilmek �çin Flaubert birıkaç
kişiyi gezintiye se\'ılc etmiştir ; ve istediği. .gayeye vardtkıatı sonra ar.ıık ge:ııinoo-in lüzumu
kalmaınışıır. Fi.l:ha&ka Bmma'nm !bu düşüncesinden S011 ra heıkes eve dönüyor. joyeıe'la vaz.iyet
bambaŞk.adır. Eınma Bova.ry ile bir �aıye •için yola çıknk. Bloom'Ia (UlySıSıes'in bhra.manı)
yola çıkmak !için çkryoruz, gayesiz çıkııyoruz. Antık B loom ' la her hangi bir vak'a olursa
olsun onunla geııintinin sonuna kadar ıber:ıberiz. Bu gezintide eheınm.iyeclıi ehemmiyetsiz
hiçb-ir vak'aya her hang·i bir sebepten dolayı hususi ıbir ehemmi yet adedi�ıyeceıknir. Her
!hareket kayde değer ve :hiçbir hareket diğerinden faızla kaıyde değer değildir.
Flauber:t'de arci.sıtin · seçtiği veya yara<Ltığı bir dünyadayız. O, sanacine uygun şeyleri
segi.yor. Flauiıer�iın dünyasında «Privileges» ler vardır ; Sanate gireceık olan ve sanatle
.
ala.kası o1mıyan şeyler mevcuııtur. Joycıe'ta onlar ıtıefrik edi1memiştir. Her şey sanate girer
ve ayni derecede sanıa.tin mevzuudur. Flaubent'ıiıl. MOati ve onıunla büııün. romaınctlaınn
sana�i muayyen, saııı.atkirane olan şeylerin Jfudesi.dir ; jayce'un sanati tam ıifaduı:in sanatıdır;
her şey.in, .bütün şııyledin ıiıfude sanari...
Flaubert kelime ıbıılmaık için adeti 1stirap ç:ıekıiyordu ; Joyce onları aramiıyor ; o,
keliınıeler ona ıkıt gelirse ıyen.i kelime yaratryor. Flaubeı::t, oüınılenin Ditmin!i bulma!k için
�rce ıoou yilksek sesle dk.uyup dinliyordu ; Joyce, ııitm araıniyor; O, Finnigan's
Wake'tıelki Anna Livla Plurabell'in kelimelerini ciiıııleye sokmak � nehirlerin ·sesini
lkelimelerıin hafızasındaılci. '.ilk.si sedasını, hayallerimizin mus.ik.is.i.n.i dio.lıtyor. FJaubem'in
is tediği rioiııne varmak .için ılcelimeleri .intizama ıkıo)'lllak ve heceleri saymak kiflidir ; Joyce'un
çoık daha kompleks olan cici.mine va11ınaık için (ı!Gi lbu riııiıın hassasiyeı.iıı değil eşya:ıı.m ve
onların manevi alııenginin riıciımidir) kelimeleri nizama dmaık ıkifi değildir. Burada ıkelıime
yaratımaık lizımdrr ve Joyce bunu mükemm el bir şelai.lde yapıyor. O hiçren yaratmıyor ; her
lisanın ona verdi� 'kelimelerle o yelli terkipler yapıyor...
Şuura @irıen, şuura .gıirecelk olan, tahııeşşuurundan çıka.caık olan oe vansa hepsi Joyce'un
mevzuudur. 600 sayfalıık mwıızzam bir eser olaııı ��Ulysses» DıııbJıin' de bir p iQinıde geçer ve
Bloom ile Steplıen'in duyıduklam::ıı, hissettiklerini an!fa.tmaktadır. Hiç bir şey ıb!irzden sak
lannıiyor ve kafatası altında her ne geçerse lldtapta yer alıyor ; Bloonı'un yüz numaradaki
his ve düşünoeleni ıbirkaç sayfa tuımaıktadır. Joyce ıiçiın şuurla tahteşşuur a.raısındaki geniş
saıhada doğan veya do�rya temayül gösteren kelime, his, ıduy,gıu ve .ses kırıntılarının
hepsi romana girip onun esasını ve ıbellk.i ıde ıyegu mevzuıınu te�il eıımel i dirler Herşey
.
boş ve bundan dolayı müsavıidir. Joyce'ıin dün·ya:sında hayret verici bir müsavat h üküm
sürmektedir. Dünyada n.iızam ıyoktur ; onun yeg3ıne �am ı !Wlal!İn ıııizam ı olaıbilir, saınatin
eşya arasında ;kurduğu semboHk ve estetiık rabıtalardır. Böyleie Joyce'un büyUk eserleri
dünyaya nizam veriyorlar. Onlar yegine haıkiki dünyaıyı, sanatin dünyasını !kuruyorlar.
Mevzusuz, manasız ıgilbi götıünen ıbu esenler yegane hakiki aleme nium.ını, .manasını
veriyorlar. Aruk Joyc.e'.ıan sonıra biiyUk .bir sanıat dünyası mevcutıtur; gör.düğümüz her
günkü alemin içinde lhaılcilki ebedi saın'at diioyası ıyıer alıruıktad ır.
Erol GÜNEY
Maarif Vekilliğince Devlet Konservatuvarı
. için tercüme ettirilen piyesler
D. AMIEL 1. Melih DEVRl.111 Seyyah [*]