Professional Documents
Culture Documents
Said Havva - İslam
Said Havva - İslam
TÜRK ؟ES٤
SAlD §IM ؟EK
Not': Bu kJtap, yazarin «٠t!slSm٠
» islmli kitabimn tereumesidir,
Kitebin Arap ؟ast dSrt kü ؟ük cözdür.
/ ,,
A R JS A N M o tb o o crfik * 2 9 75 39 29 05 5 . ANKARA
MUKADDIME
Wz. Adernden peygamberlerin sanuncusu Hz. Muham. 1 - ،SLÄM٠
med'e kadar b.ütön resUI ve nebilerin dinidir. Kur'ön-I Kerim bu manayi
-kesinlikle te'yid eder. Kurön-1 Kerim'de Hz. Nuh'un dilinden ?Oyle, buyu
rulur Isliim anlardan olmakla emralundum((. )1, ؛brohim ve ،smail..
..؛-n'dilinden: «Ey Rabbimi'z bizi sana MUslüman (samimiyetle teslim) .Ion
tardan kil». (2) Hz.. Yakub.un cocuklarina vasiyetinden » ؟-uphe y.k k!, Ai
otdug Isidm dinini sizin iah, räz٠؛. i. 0 balde،in se٠٠ئ "ancak MüslUman
olarak c tv e rin » . (3) Hz. Musa.nin dilinden: «Eger MUslUman ؛-seniz Al
lah’a tevekkUI edin» (4). Tevrat.tan bahsedillrken de ؟. Oyle buyurulur: «Müs
.lUman (Allah.a teslim) olan peygamberier onunla hUkmederler». (5)..Hz
•Musa'ya inanen Firavunun Sihirbozkjfjnin dilinden: «EyRabblmiz iizeri
-mize sabir yagdir ve bizi MUslUman olarak öldür.» (6) Hz. isanin havarle
rinin dilinden: «Allah’a iman ettik ve sen. ؟ahit .ol k؛, -biz gercekten Müslü
manianz*. (7) Inanmi ؟.، an SabS Melikesinin dilinden: . ؟-.imdl SUleyman
n ber٠ erliginde aiemlerin Rabbi olan Allah'a teslim olup MUslUman, ٠،*
saiih ki dum.» (8٠ ؟inin duasindan : «Ziirriyetim hokkmda da benim ؛.،n
..... saldh hall nasib eyle. CUnkU ben tevbe edjp sana döndöm, ve ben
:cek Müslümanlardanim.» (3} Sahih hadis-i ?erifte de ?Oyle buyurulur
٠yn olan kardeylerdir. Diniert de ،«Peygamberier; babalari bir. anneJer
Wrtlr.. )10(
1 — Nemi : 91
2 - Bakara : 128
3 _ B ak ara: 132.
،-Y u n iB : 8٠.
s — M ild e :«
ا _ ﺀAra128 : ؛
7 — Ali toran : 52
8 - Neral : 4.
ﺀ- ﺀ د: 1ا
1. - Bubari. MUsllm. Bbu Davud
. . . . . .
.5 -
Ayrica Kur’Sn-1 Kerlmde ؟٠٥JnJ elbirlik tatbik :SyJe buyurulmaktadir
٠٥٠ ٠٠ »yrihga dü ؟mey؛n dlya Allah, dJnden (tevhfd esasindan) Nöh’a
tm lyeettiglnlve Sana vahy eyledigimizJ; b!r ئ،brahim’e, Musa'ya, ا8ﻟﻪ
yatevalyaettigimizi, sizln l ؟ln ؟erlatyapti.«) 11 (
Aslinda Islämin mdnast: Vahly d — 2 ؛!؛Ozere gelen AJlah'in emJr ve
yasaWanna tesllm olmaktir. Klm hütön !!؟erde yözönö ١٠ kalbini Allah’a
tesllm ederse, ، وو-MUslöman .،an odu. Nebf ve residier diger Insanlar
dan daha ؟ok Allah'a teslim olduklarindan onlar Mlümanlarin Ilkidlrler.
'.*٠٠ kJ: I?öphea،z benim namazim, ibadatlerlm, hayatim va ölümUm
^ » دan Allah ؛؟؛nd؛r٠. )12(
}-Hz* Musa): «Al،ah'im, senl tenzlh ederlm. Tavbe .«Im ve ben Ina
V ' 7 .
. . . dlrdlm, Uzerlnlzdeki nimetlml tamamladim ve s!ze dln olarak « Is la n
tim.. )22(
Bu konuda Resülillah -da ?Oyle buyurdu: «Benbn He banden Onceki
zerl: bir ev i n - p ٠ ؟a edip onu süsleyen e güzelle ؟tlren
adam gibldir. Ancak evin ko ؟elerinden birinin brr karpiel (ta؟ . ij ekslktlr
Insanlar bo evl ziyaret eder hayrM kahrlar ve: (Neden b؛r ke^pl? yerine
kOnma ؛ ؟tir?) detier. ،؟te ben o kerpi ؟im ve peygamberlerin sonuncusu-
yum. (23)
Bu tamamlama ve kemalden delayi bütön fnsanliktan. son rJsalete
-uymalari Istendl. Bu risaletle daha Sncekl ?eriatlarm hepslnin hükmü kal
dirildi. Ve bundan senra h؟؛bir ؟٠ünkö Hz. Mu- .eriat gelmiygcektlr
hammed !le peygamberllk -son bulmu?tur: «Muhammed erkeklerinlzdea
-higblrlnin babas. degildir; fakat 0 , Allah'in resölü ve- {»ygamberlerln so
nuncusudur». €24] ,«De k؛: Ey Insanlar, ger ؟.ekten ben sizln hepinlze ge
-Jen AHahJn peygamberiylm...» (25) «(Ey ResUiim) biz senl ancak bü
i Inssniara .enneti müjdeleylcl, azabi haber ver؛cj olarak peygamber
Sen) 8 - ، k ٠« )26 ؛de (ey resölüm.l ancak alemlere rahme., olarak
Klm ،siam'dan ba) 8٥nd٠rdlk٠« )27 ؟ka bir din ararsa, ٠ Istedig ؛d؛n asla
k٠ndi٠؛nd،n kabul ojunmaz ve ahrette de o, ٠ ٠ ؛zarar » ؟.ekenlerdendjr
Al.ah’.n yanrnda makbul olan d« )28(؛n٠Hz. Muham- .ancak jsläm'd٠r٥
med'e uymsyan heläk olmu ؟tur ve sapiktir. Hz. Peygamber buyuruyor kl
Mefstatl yed-1 kudretinde tutana yemJn cdetim k؛, ٠mm٥٠ten be- bu
nl duyan blrl ؛-yabudi olsun, pasranl olsun, duyduktan sonra benim ge
tlrdigim Kur’in'a ve bana Inanmazsa .mutiaka 0 , ate ؟ehlindendlr.a ؛23(
»Her k؛m kendlslne dogru yol apa؛، k bell ؛-dduktan sonra.. Peygam
bere ayktfi harekette bulunur ve müm؛n؛er؛n- yolundan ba ؟kasina uyar
.d e r., onu. döndügü sapikbkta birakir.z. Ahirette de- kendisinl cehen,..
neme koyar.z kl, ٠, ne kötü bir dönü ؟yeridlr.« )30(
. ,kimseier kl, Allah', ve Peygamberlnl Inkär ederek käfir olurlar 0
Allah J؛e Peygamberinln arasini ay.rmak ؛sterter ve: «Peygamberterin b؛r
22 ~ M٥d٠: a
aa Buhari. Mösllm
اا-» ؛ ﻫﻬ ﻰﻟﺪ
25 — A'raf ٠. 158
28 ' Seba 28 ذ
Enblya - 27 ؛lOT
Al-i Imrto — 28 ؛85
22 ٠ MUsMm
N H a . » ؛US .
M U K A D D ll
kismina inaniriz, bir kismini inkär ederiz» derler ve böy.ßce !man !!e kü-
für arasinda .rtak bir yol tutmak !sterler.» (31)
Aslinda ge ؟m!? peygamberlsrin kendileriyle gönderildikleri !släm;
unutulmus. tahrif edilmi? veya degigtirilmi ؟ve ta?idigi hakikatlar kay-
bolmu?tur. Ona tab! olanlarin !nan ؟, ibadet ve hareketlerine batil kari?-
migtir. 5 الanda yeryüzünde Kur'än'dan ve Resülü!؛ah (S.A.V.)'!n sahih
sünnetinden ba?ka muttasil senedi bulunan din! b!r kitap yoktur. Bunu
bu ?ekilde bildikten sonra !drak ederiz k!, insanlik yaraticisina teslim ol-
mak !sterse. önünde tek bir yol vardir.' 0 da: Hz. Muhammed (S.A.V.)'e
uymaktir. Allah'in bundan ba?ka bir yol kabul etmiyecegi kesindir-:
«Ey eh!-! kitab, Peygamberlerin arasi kesildigi b!r bo ؟luk zamaninda
size ،s!äm d!n!n! agiklayan Peygamberimiz (Hz. Muhammed Aleyhisse-
läm) ge!m!؟tir. Tä kl, b!ze٠ müjdeley!c! ve korkutucu bir ei ! ؟gelmed! de-
meyesiniz. Gergekten size. cennet müjdecis! ve cehennem habercisi gel-
m! ؟tir. Allah her ؟eye kadirdir». (32)
6 — ResQIUllah (SA.V.)'in kendisine gagird.gi !släm, Kur'än'dan ve
rivayetlerin elegtirisini yapabilen älimlerce gUvenilir sayilan sUnnetten
ögrenilebilir. !?te bu isiäm, insanlar igin tarn bir hidayettir. YUce Allah
bu dini her yönden' mUkemmel ve ?umüllü kilmi?tir. Oyleki, varlikta hük-
mü agiklanmami? mesele kalmamigtir. 0 mesele mubah midir veya ha-
ram midir, mekruh mudur veya sünnet midir. vacip midir veya farz midir?
Mesele; inan ؟, ibadet, siyaset, sosyal, iktisat, sava ؟, bari ؟, hukuk veya
Insani ilgilendiren diger bir mesele olsun mutlaka onunla ilgili bir hu-
küm vardir. YUce Allah. Kur'än'i Kerimi ؟Oyle vasfeder: ،،Sana bu kitabi
(Kur'än'i) her ؟eyi beyan etmek igin gönderdik...» (33) Diger bir äyette
de Kur'än i ؟in: «... ve (o) her ؟eyin beyanidir.» (34) buyurulur.
Kitap ve sünnette hükmü serahaten belirtilmeyen meseleler hak-
kindaki hükmü, !släm Ummetinin mUctehidleri kitap ve sünnete dayana-
rak gikarirlar.
Kitap ve Sünnette; inang, ibadet, ,iktisat. igtimaiyat harp ve sulh,
te ؟ri ve kaza, ilim ve kültür meseleleriyle hüküm ve idare meseleleri
agiklanmi؟tir. Fakihlerimiz: ،،?unu bilin k!, d!n i! ؟er!, !nanglari, adabi, !ba-
detleri, muameleleri ve cezalar. ihtiva ederler»». sözleriyle bunu ifade et-
mektedirler.
N isa — 31 ; 150
Maide — 32 ؛19
N ahl - 33 ؛89
Yusuf — 34 : 111
9
؛SLÄM
7 — Resülüllah (S.A.V.) isläm ؟؛in bir ؟٥k tarifier yapmi ؟tir. insan-
lardan bir الؤه ؟Resülüllah'in bundan neyi kasdettigini bilmezier. Re-
sülüllah (S.A.V.) bazan cüz'ün Onemini belirtmek i ؟in küll'ü (tümü), onun
cüz'üyle (tümün bir pargasiyla) tarif etmistir. Meseia: ResUlUllah (S.A.V.)
hac ibadeti ؟؛erisinde Arefe daginda durmanin Onemini belirtmek ؟؛in:
«Hac, Arefede vakfedlr» buyurmustur. Haccin tümünün. Arafatta dur-
maktan ibaret oldugunu sanan insan hatada oldugu gibi, ResQIOllah'm is-
lämi bir cüz'üyle tarif etmesinden hareket ederek !släm'm 0 cüzden iba-
ret oldugunu sanmak da hatadir. Simdi bu tariflerin mänalari ve !?gal
ettikleri mevkiler üzerinde duracagiz.
Birinci Tarif : Ubeydullah oglu Talha ?Oyle dedi: Bir adam Resülü!-
lall (S.A.V.)'e geldi. Me.ger isläm'in ne oldugunu soruyordu.
- (S.A.V.): «Bir gün VS bir gecede be? namaz» buyurdu.
Adam: Bunlardan baska namaz olarak yapmam gereken b؛r?ey
var rm؟
Resülüllah (S.A.V.): «Hayir, meger ki tatavvu edesin» Ve zekati da
kendisine sOyledi.
Adam: Uzerimde bundan baskasi da olacak mi?
Resülüllah (S.A.V.f: «Hayir, meger ki tatavvu edesin.., buyurdu. Bu-
nun Uzerine adam :
»Vallahi bundan ne fazla ve ne de eksik yapacak degilim» diverek
gitti.
Resülüllah fS.A.V. اde: «Dogru söylediyse felah buldu» veya «dogru
söylediyse cennete girdi.» buyurdu. (35)
ikinci Tarif : Muaviye b. Hayda Resülüllah (S.A.V.)’e ?Oyle dedi :
»Allah i؛؟n, Allah'm seni bize neyle gOnderdigini soruyorum?» Re-
sülüüah (S.A.V.): «Islam ile...» buyurdu.
»؛släm'm alämetleri nedir?» dedim.
«Kendimi Allah’a teslim ettim, demen ve .'n d an baskasiyla i؛i?k؛ni
kesmen. Namazi kilman ve Zekat vermendir'. MUslUmamn her?eyi rizasi
olmadan Mtislümana haramdir. Onlar biribirlerine yardim eden iki kar.
de?tirler. ،släm’a girdikten sonra MUslUman, mü ؟r؛kten ili?kisini keser ve
piU?rikler toplulugundan tamamen avriiarak müslUmanlar topluluguna ka.
tilir,.» buyurdu.
35 . - H uhari. MUslim. Ebu D av ud , N ö ؛ai, Ihn.i ]Vlua.
10
MUKADDiME
11
i S L A M
37 — Nah! : 89
2
MUKADDiME
؛erde A lla h 'in dUzenini hakim kilm ak ؟؛in de cihad i ؛e em redi!m i? ؛ir. YÜ-
ce A lla h ؟Oyle buyuruyor :
«YeryUzUnde fitne kalm ayip din, tam am iyls A lla h 'in oluneaya kadar
onlarla sava ؟m, cihad yapin...» (38)
«Ey m dm inler, dnee, kafirlerden size yakin bulunanlarla savagin. On-
lar sizd e sid d e t V S kuvvet bulsunlar...» (39)'
Bu u ؟husus: Cihad. iy iliä i em ir ve kötüiukten sakindirm a. !släm 'm
uygulanm asi ؟؛in begeri m üeyyidelerdir. isläm dan sapm aktan dolayi do-
gan fitri cezalarla dünya ve ahiretteki Rabbani m üeyyideler bunlarin dl-
sindadir. ResUlUllah (S.A.V.)'in isläm I' ؟in yaptigi bazi ta rifle rd e bu ü ؟hu-
sus, Onem lerinden dolayi z ik re d ilm isle rd ir.
Bezzar, ResUldllah (S.A.V.)'den ؟Oyle rivayet ede:': «؛släm se kiz pay-
dir: Selärn. b؛r paydir. ^ainaz, bir paydir. Zekät, b ؛r paydir. O ru ؟, b ir pay-
dir. ß eyt'i haccetm ek, bir paydir. iy ilig i em retm ek, b ir paydir. KötüJük-
ten sakindirm ak. bir paydir. Cihad, b ir paydir. Ve (Bunlardan) payi olma.
yan kaybetm igtir.»
Häkim de; ResUlUllah (S.A.V.)'in ؟Oyle buyurdugunu rivayet eder:
<،؛släm : A lla h 'a bir ؟eyi ortak kcgm adan ibadet etm en, namazi kilm an,
zekati verm en, Ramazan orucunu tutman, hacca gitm en, marufu emret"
men, münkerden sakindirm an ve e filin e seläm verm endir. K im bunlardan
bir sey terkederse isläm dan bir pay terketm igtir. Ve kirn bunlarm hepsini
terkederse, ؛släm 'a s irt cevirm istir.»
M aruf : Seriatca yapilm asi istenen veya mubah kilinan hergeyi kap-
sayan bir terim d ir. Bu gey; farz, vacip, sünnet veya mubati olab ilir.
MUnker : S e riatin caiz görmedig! geylerin hepsini ipine alan bir te-
rinidir. Haram ve mekruh buna girerler.
M aruf, jsläm 'in rUkUnlerini ve is lä m '1 ؟؛ine alir. MUnker ise, isläm 'in
rUkUnlerinden ve binasindan sapm ayi kapsar.
M U slüm anlarin görevi, is lä m '1 tüm olarak ayakta tutm aktir. Onun ؟؛in
Isläm idaresinin Ozellig! gudur: «M uhakkak ki A lla h , dinin e yardim ede-
ne yardim edecek, zafer verecektir. Süphe yak ki A lla h , ؟ok k u w e tlid ir,
hergeye galiptir» (40)
Namaz kilm ak, M U slüm anlarin devle tle rin in A lla h 'a ibadet devleti ol-
duguna aläm ettir.
38 — E n fa l : 33
33 - T ev be : 123
40 — ؛lacc : 40
13
i SLÄM
15
İSLÂM
dişte: «imanın en faziletlisi, her nerede olursan ol, Allah’ın seni gördüğü*
nü bilmendir.» buyurulm aktadır. İleride de gö re ce ğim iz gibi, im anın a ltı
rüknü şe ha de t k e lim e sin in için dedir. O halde hadis-i şe rif, Islâm 'ın rü
künlerinden b irin c is in i geniş b ir şe k ild e açıklam aktadır. Daha önce de
gördüğümüz gibi, rükünler İslâm ’ın bir cüz'üdürler; tam am ı de ğ ild irler.
0 halde şim d iy e kadar an lattıklarım ızdan şu nları anlam aktayız :
16
MUKADDİME
İSLAM
Müeyyideler :
Cihad, marufu emretmek, münkerden sakındırmak,
hüküm ve cezalardır.
Bina :
Hayat sistemleri: Siyasî sistem, İktisadî sistem, as
kerî sistem, öğretim sistemi, ahlâkî sistem v.s.
Rükünler :
İbadetler: Namaz, zekât, oruç ve hac.
İnanç: Şehadet: Allah’a, meleklerine, kitaplarına,
peygamberlere ve âhiret gününe inanmaktır.
9 — İslâm ’ın zıddı, ca h iliy e ttir. İslâm ’ın her c ü z’ünün karşısında
mutlaka ca h iliy e t vardır. İslâm 'a uymayan bir tasarrufundan dolayı, Re-
sû lüllah (S.A.V.)’ın Ebu Z err'e sö yle d iğ i söz bunu teyid eder. R esûlüliah
(S.A.V.) Ebu Z err'e şö yle dem işti: «Muhakkak ki sen, kendisinde cahiliye
bulunan birisin». Y üce A lla h da (C.C.) şö yle buyuruyor: «Evlerinizde otu
run ve evvelki cahiliyet (zam anında sü slenerek, ince e lb is e le r giyerek, a ç ı
lıp sa çıla ra k sokağa çıkan kadınların) çıkışı gibi çıkmayın. Namazı gereği
üzere kılın , zekâtı verin, Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin». (43) Örtünm e
İslâm ’dır. Onun zıddı ise c a h iliy e ttir. Hz. Ö m er de şöyle dedi: «islâm la ca-
h iîiy e ti bilmeyenler türeyince, İslâm’ın düğümleri teker teker çözülürler.»
İslâm tüm a yrın tılarıyla , ca h iliy e tin karşıtıd ır. Çünkü İslâm ’dan her
bir cüz, her şeyi için e alan A lla h ’ın (C.C.) ilm inin e se rid ir. Ona karşı olan
her düşünce ve hareket de, m utlaka ca h iliy e ttir. Çünkü o, s ın ırlı insan il
m inin e se rid ir. Ü ste lik insanın heva ve şe h ve tle ri kendisine gâliptir. G ü
ze li çirkin, ç irk in i de güzel gö rebilir
Islâm, kem alin ken disidir. C a h iliy e t ise, e ksik liğ in ken disidir. İnsan
bu iki yoldan birine uymakta se rb e sttir. K a rşılığ ı da önündedir. Y üce A l
lah (C.C.) şö yle buyurur: «Doğrusu biz ona (insana) gerçek yolu göster
dik. İster şükreden (mümin) olsun, ister nankörlük eden (kâfir)». (44)
Bazı insaniar, c a h iliy e t yolunda gidenlerin bir kısm ın ın hareket, ya
şa yış veya bazı siste m le rin d e ortaya çıkan kem ali görünce şüpheye dü-
43 — A h z â b : 33
44 — İ n s a n : 3
17
İ SLÂM
serler. Bunun sebebi: İslâm iyetten olan b irşe y bazan ca h iliy e tle karışır.
İslâmdan olan o şey, orada da güzel görünür. C a hil kişi, İslâm ’ın hakika
tim bilm ediğ i için bu düzene bağlanır. Şayet bu adam hakkı b ilse yd i, o
ca h iliy e düzeninde gördüğü iy ilik le rin İslâm'a ait olduğunu anlayacaktı.
İslâm ’dan herhangi bir şeyin c a h iliy e t düzeninde bulunm ası norm al
dir. A lla h ’ın (C.C.) insana verd iği aklın e serlerinden birinin ve insanı yer
yüzünde halife kılan ruhî nefhanın e se rin in bulunm ası gibi. Y üce A lla h
(C.C.) şöyle buyurur: «... ve tarafımdan ona bir ruh verdim...» (45) Böy-
lece insan m edenî hayatta hoş ve güzel olan birtakım şe y le ri bulabilir.
Am a daha önce de b e lirttiğ im iz gibi, insanın hayatta her türlü kem ale
ulaşm asına engeldir. İnsanın hevâsı, şehveti ve b e şe rî za’fiy e tle ri, onun
hakkı görm esine çoğu zaman mani olurlar. Vahiy nuruyla nurlanan azın
lık ancak bu eksiklerd en sâ lim kalabilir.
A k lın bazı şe y le rin iy isin i gördüğünü sö y le d iğ im iz zaman şüphe ka-
rışm aksızın aklın yalnız başına iyiyi ve hayrı g ö rebileceğ ini kasdetm ediği-
m izi tekrar edelim . A k ıl güzeli gö rebilir. Am a aklın kendisi s ın ırlı olduğu
için bu görüşün gerçek olup olm adığına k e sin lik kazandıran vahiydir. Hay
rı ve şe rri tüm olarak bilen, sadece A lla h ’aır. A lla h , (C.C.) insana kendi
tarafından bir ruh ü fle m iştir. A ncak böylece insanın bilm e imkânı olm ak
tadır. A m a bu bilm e sın ırlıd ır. Vehim ve hata k a rışa b ilir. A lla h (C.C.) ise,
sın ırsızd ır. Vehim ve hataya düşm e ihtim ali olmayan sadece O'dur.
Bu sözüm üz, deneye tabi tutulan şe y le r için değildir. Zaten deneye
tabi tu tulabilen ve kendisine d e lille varılan herşeyi, İslâm önceden kabul
etm iştir. Bizim sözüm üz, insanın davranışları konusundadır. İsteriz ki,
insanın davranışları da, kâinattaki düzen gibi bir düzene girsin.
İnsan vücûdunun organlarından her biri, ken disine düşen görevi tam
o\atak yerm e g e tire b ilm e k iç in , b ir m üddet o görevde ih tisa s yapm ası
gerekir. H er organdaki hücre ç e ş itle ri ise görevlerini yerine g e tire b ilm e
leri için birçok şe y le re ihtiyaç duyarlar. İnsan şahsiyeti, his ve duygula-
rr, hayatı ve ç e v re siy le iliş k ile ri... Bunlardan her biri hakkında insanın
kendisinin ih tisa s sahibi o la b ilm e si için de çok uzun bir müddete ih ti
yacı vardır.
Babadan oğula tevarüs eden etkiler; yer, iklim ve çevrenin diğer
şartların ın e tk ile riy le beraber çıkm azlarıyla sosyal hayatın etkileri... ve
... ve... Bütün bunlar insanı her yönden kapsam ış ve ona büyük e tkile ri
var iken insanın başka insana yol gösterm esi ve her şeyin ilm in i kavra
ması mümkün müdür? Bütün bu e k s ik le riy le beraber insan bu işi hakkıy
la yerine g e tire b ilir mi?..
45 — M ü c a d e le : 58
18
MUKADDİME
Y üce A lla h (C.C.) İslâmî bir bütün olarak gönderm iştir. Kim tümü
nü alırsa, işte o M üslüm andır. Kim onun bir kısm ın ı a lır ve bir kısm ın ı a l
mazsa, İslâm 'la ca h iliy e ti b irib irin e k a rıştırm ıştır: «Diğer bir kısmı da, gü
nahlarını itiraf ettiler ve iyi bir ameli, sonradan yaptıkları başka bir kö
tüyle karıştırdılar...» (46) Bu kim se günahtan sonra tevbe eder ve İs
lâm 'ın tümüne inanırsa, M üslüm andır ve hayra doğru hareket etm ektedir.
Kötülükte İsrar ederse fâ s ık tır ama, yine de M üslüm andır. G e re kli olan,
her M üslüm anın c a h iliy e tin bütün âdetlerinden arın m ış ve İslâm ’ın bütü
nünü alm ış o lm asıdır. İslâm üm meti de, İslâm düzeni için m ükem m el bir
örnek olm alı ve yeryüzünden ca h iliy e t düzenini silm e ye ça lışm a lıd ır.
İslâm ’ın idare düzeninde ortaya çıkan te h lik e li sapma, İslâm idare
düzenini Peygam berin yoluna uygun idare ve hilafetten saptırarak zâlim
bir su ltanlığa dönüştürm üştür. R esûlü llah (S.A.V.) şö y le buyurdu: «Ben
den sonra hilafet otuz yıl devam edecek ve sonra zâlim sultanlık olacak
tır». (47) Bu sapma, önce idare düzeninden ba şlıya rak M üslüm anlar ara
sına ca h iliy e t düzeninin sızm asına v e s ile oldu: «İslâm’ın halkaları teker
teker çözülecek. İlkin idare halkası çözülecek ve sonunda da namaz hal
kası sökülecektir».
46 — T ev b e : 102
47 — D i ğ e r b i r r i v a y e t t e : « B e n d e n s o n r a ü m m e t i m d e h i l a f e t o t u z b i r y ı l d e
vam edecek ve ondan s o n ra s u lt a n lık o l a c a k t ır . » ( A h n ıe d , T ir m iz i,
E b u y a ’l a v e İ b n - i H i b b a n , S ü f e y n e ’d e n r i v a y e t e t m i ş l e r d i r . H a d is Sa.
h ih tir ) .
19
İSLÂM
RÜKÜNLER
RÜKÜNLER
BİRİNCİ BÖLÜM
Beş rükün, İslâm ’ın bütünü için pratik ve nazarî te m e lle rd ir. Şeha-
det kelim e si, kendisinden başka herşeyin pratik ve nazarî te m e lid ir.
A lla h ’tan (C.C.) başka ilâh olm adığına ve M uham m ed'in, (S.A.V.J O'nun
kulu ve Resûlü olduğuna şehadet etm eyen bir insan İslâm 'a girm em iştir.
Onun için şehadet, ilk rükündür. Çünkü bir yandan İslâm 'ın rükünleri için
tem eldir, diğer yandan İslâm 'ın tümü için te m e ldir. D iğer rükünlere ge
lince, herbiri İslâm ’ın bir yönünün te m e lid ir. Namaz; ibadet yönünün tü
mü için pratik ve nazarî tem eldir. İbadete lâyık, sadece A lla h 'tır. Z ikir,
dua ve K u ra n okum akla kendisine ibadet etm em izi iste m iştir. A lla h ’ı her
türlü e ksik likte n tenzih etmek, övm ek ve ondan günahlarım ızın affını d ile
mek zikirdir. Bütün bu m ânaları, farz kılınan namazda bu lab iliriz. B ir in
san namaz kılm adıkça A lla h 'a ibadeti dosdoğru olm az. O halde namaz, iba
detlerin m erkezidir.
Zekât, m alî yönün pratik ve nazarî te m e lid ir. İslâm ’da mal A lla h ın d ır.
İnsanın mala karşı durumu vekâlettir. M a lı A lla h 'ın sın ırla d ığ ı yoldan ka
zanm alı ve O'nun tayin e ttiği yolda harcam alıdır. B ir insan zekâtla A lla h 'a
te slim olm am ışsa, m alı elde etme ve harcam a yollarınd a da A lla h ’a te s
lim olm ayacaktır.
Oruç, nefsi A lla h yolunda tutm anın pratiK ve nazari te m e lid ir. Yüce
A llah, cennete girm eyi, nefsi zaptetm e konusuna ba ğlam ıştır : «Nefsini
temizleyen felâh bulmuştur. Nefsini kirleten de hüsrana uğramıştır». (48)
«Kim Rabbinin makamından korkmuş ve nefsini şehvetlerden alıkoymuş
sa, muhakkak cennet onun varacağı yerdir». (49) N efsi zaptetm ek onu ha
ram şehvetlerden ve sa pık isteklerden sakındırm ayı, güzel ahlâk üzere
tutmayı ve A lla h ’ın bütün e m irle rin i uygulam akta devam etm eyi için e alır.
Oruç, bütün bunların pratik ve nazarî te m e lid ir. A slın d a oruç, nefsi bir
müddet içinde olsa heial şehvetlerden alıkoym aktır. Böylece insan diğer
yasak şehvetlerden de n e fsini uzak tutm a a lışk a n lığ ı kazanır,
Hacc ise, sam im i olarak A lla h yolunda canla ça lışm a ve malı harca
ma yönü için pratik ve nazarî tem eldir. Y üce A lla h , can ve mal ile cihad
etm eyi farz k ılm ış tır. Hac, bunun pratik bir e ğ itim id ir. R esûlüllah (S.A.V.)
48 — Ş em s : 9-10
49 — N a z ia t : 40-41
23
İ SLÂM
buna işa re t ederken şö yle buyrur: «Lâkin cihadın en faziletlisi, kabul edi
len hacdır». Hac, ayrıca bütün M üslüm anları tek bir üm m et olarak kabul
eden İslâm î s iy a se t siste m in in pratik ve nazarî te m elid ir, insanın A lla h ’a
te slim olm asının da pratik ve nazarî tem eli yine hacdır.
Bu rükünlerden her biri İslâm 'ın yön le rin i ge rçe k leştirm e k için diğer
rükünlere hizm et eder. Hac, en önem li ibadetlerden biridir. O ruç da öy
ledir, zekât da. Bütün bu ibadetler, M üslüm ana diğer M üslüm anların kar
d e şliğ i şuurunu aşılar. H epsi de nefsi zaptetm e ve A lla h ’a te slim olmaya
hizm et eder.
Y in e bütün ib ad etler İslâm binasını her yönden m ü kem m elleştirir-
ler. Onun için M üslüm an, İslâm binasının, İslâm 'ın rükünleri olm adan ku
rulacağını tasavvur edemez. Bina, kuvvetini; tem elin in kuvvetinden alır.
Tem el ne kadar kuvvetli olursa, bina da o kadar .kuvvetli olur. Ve tem el
ne kadar çürük olursa, binanın y ık ılm a s ı da o kadar kuvvet kazanır. Onun
için İslâm ’da te rb iye prensibi, rükünleri sağlam a bağlam akla başlar. Tâ
ki ondan sonra İslâm binası üzerlerine kurulabiİsin. Tem el s a ğ la m la ştırıl
madan veya tem el s a ğ la m la ştırılır da ondan sonra üzerine bina kurulm az
sa, apaçık bir m a n tık sızlık olur.
24
ŞEHADET
BİRİNCİ RÜKÜN
ŞEHADET
A — Tahlilci Bir Bakış:
1— Resûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu : «Kim Allah'tan başka ilâh
olmadığına, benzeri ve ortağı bulunmadığına, Muhammed’in O'nun kulu ve
resûlü olduğuna ve İsa’nın da, Allahın kulu ve resûlü olduğuna, bir emirle
onu Meryeme verdiğine, cennet ve cehennemin hak olduğuna şehadet
ederse, bu kimsenin ameli ne olursa olsun Allah onu cennete sokacaktır».
Diğer bir rivayette şöyle buyurur: «Kim, Allah’tan başka ilâh olmadı
ğına ve Muhammed’in Allah’ın resûlü olduğuna şehadet ederse, Allah
onun cesedini ateşe haram kılar.»
Diğer bir rivayette şöyle buyurur : «Cebrail bana gelip müjde verdi:
Ümmetinden her kim Allaha ortak koşmadan ölürse, cennete girecek
tir.» «Zina etse de, hırsızlık yapsa da mı ?» dedim. «Zina etse de, hırsız
lık yapsa da» dedi. «Zina etsede, hırsızlık yapsa da mı ?» dedim. «Zina
etse de, hırsızlık yapsa da» dedi. Sonra dördüncüsünde şöyle d e d i: «Ebu
Zer, kabul etmese de».
Yine şöyle buyurur: «İki şey vardır ki, gerekli kılarlar.» Bir adam :
«Gerekli kılanlar nedir, Ya Resûlüllah?» dedi. «Allah’a ortak kokarak ölen
ateşe girecektir; Allah’a ortak koşmadan ölen cennete girecektir», bu
yurdu.
25
İ SLÂM
m ıştır)» (50) Hatta M üslüm anın kendisi b ile bir iş yaptığında, bu iş ne ka
dar yararlı olursa olsun, o işte şehadetin ruhu yoksa makbul değildir.
«Ameller niyetlere göredir. Her kişi için niyyet ettiği vardır. Kimin hic
reti, Allah ve Resûlü için ise, hicreti Allah ve Resulü içindir. Kimin hic
reti, elde etmek istediği bir dünya ve nikahlamak istediği bir kadın için
ise; hicreti, hicret ettiği şey içindir.» «Allah’ın rızasını kazanmayı gerek
tiren bir ilmi, dünyalık bir şey için öğrenen kimse, kıyamet gününde cen
netin kokusunu almayacaktır.»
3 — Yüce A lla h , R esûlü llah (S.A.V.)'in sahabelerini överken şöyle
buyurur: «... Allah, Resulünün ve müminlerin üzerine manevî huzuru indir
miş. Onlara takva kelimesini de ilham etmişti. Onlar da buna lâyık ve
ehil idiler. Allah herşeyi kemal üzere bilendir». (51) Takva sözü, şehadet-
tir. O nsuz takva da yoktur, am el de kabul edilm eye ce ktir: «Allah ancak
müttekîlerden kabul eder» Onun için en çok arzu ettiğim iz, ken d isiyle va
sıflanm ağa ç a lıştığ ım ız ın en yükseği, onu elde etm e yolunda yorulduğu
muz şe y le rin en ö n e m lisi, b ild iğ im izin en güzeli, şehadet kelim esind e A l
lah'ın em rini ge rçe k leştirm e m izd ir. «Bi! ki, Allah’tan başka ilâh yoktur»,
sözünü g e rçe k le ştird iğ im izd e ve kalbim iz bu söz üzere karar kıldığında
bunun e se ri olarak meydana hoş m eyveler çıkacaktır: «Hoş bir kelime olan
tevhid ve şehadet, (iman) kökü yerde sabit ve dal-budağı yukarda olan
hoş bir ağaca benzer. Rabbının izniyle Allah her diledikçe yemişini verir.»
(52)
4 — Şahadetin her iki bölümü; biri diğeri olmadan olmaz. «Lâ ilahe
illallah» şehadetini, «Muhammed'un Resûlüllah» şehadeti tam am lar. Çün
kü «Lâ ilâhe illallah» şehadeti, göreceğim iz gibi b e lli bir hareket tarzını
gerektirir. Bu sözün m anâsı çok derindir. Bu sözün g e re ktird ik le ri vardır.
Şehadette bulunan kim seye yüklediği yüküm lülükleri vardır. Onun mükâ
fatı onu yerin e getirenedir. C e zası da, terkedenedir. Bütün bunlar, ancak
gerçekten Hz. M uham m edin A lla h ’ın Resûlü olduğuna naklî ve aklî d e lil
lerin şehadet ettiğ ini kab ullenenler için g e çe rlid ir.
Onun için «Lâ ilâhe illallah» şehadetiyle «Muhammed’un Resûlüllah»
şehadeti k e s in lik le birbirinden ayrılm azlar. «Lâ ilâhe illallah»m m anasını
öğrendiğim izde bu durum daha çok a ç ıklığ a kavuşacaktır.
5 — «İlâh» m addesi lûgatta, (Elif, lâm ve hâ) dan meydana g e lm iş
tir. Lügat kitaplarında bu madde şu manalara gelir: Isınmak, güvenmek,
sığınmak, şiddetli bir sevgiyle yönelmek, aşırı özlem ve kulluk etmek.
50 — F u rk an . : 23
51 — Feth : 26
52 — İb r a h im : 24-25
26
ŞEHADET
Arapça dilinde ayni kökten gelen kelimeler arasında bir ilgi vardır.
Yukarıdaki maddenin delâlet ettiği manaları düşünecek olursak araların
daki ilgiyi apaçık görürüz. Ben; ancak benden daha kuvvetli olduğuna
inandığım, ona ısındığım ve kendisini sevdiğime sığınırım. Ancak o za
man sığınmanın bir manası olur. Buna göre ilâh; kendisine ısınılan, gü
venilen, sığınılan, sevilen ve tapılandır. O halde «Lâ ilahe illallah» dedi
ğimizde, bu sözün içine belirli manalar girer, insan, bunu söylemekle
sanki şunu ifade etmek iste r: Kendisine güvenilen, sığınılan, sevilen ve
tapılan ancak ALLAH’tır. Fiilî olarak da Kur'ân-ı Kerim,, bütün bu mana
ların. İlâhî Zâtın özelliklerinden olduğunu bize bildirmektedir:
a — «... Bilin ki, ancak Allah'ı anmakla kalbler yatışır ve huzur bu
lur» (53) «... Gerçek mümmler iseniz, Allah'a tevekkül edin» (54)
b — «Doğrusu insanlardan bazı erkekler, cinden bazı erkeklere sı-
ğımyorlarda, cinlerin kibir ve azgınlıklarını arttırıyorlardı.» (55) «Muhak
kak ki bütün mescidler, Allah'a ibadet için kurulmuştur. O halde Allah İle
beraber başka birine ibodet etmeyin» (56)
c — «... iman eden kimselerin Allah’a olan sevgileri daha kuvvetli
ve devamlıdır...» (57) «Allah da onları sever, onlar da Allah’ı» Allah’ın
Resûlünü sevmek ise, Allah’ı sevmenin hemen ardından gelir. «Nimetle
rinden sizi gıdalandırdığından, Allah’ı sevin. Beni, Allah ben! sevdiği İçin
sevin. Ehl-i Bey’timi de ben onları sevdiğim için sevin».
d — «Ey Resûlüm, sana ecdadının dinine dön, diyen kâfirlere) De
k i: «Bunca delillerden sonra, Allah’tan başkasına mı ibadet etmemi isti
yorsunuz ey câhiller». Gerçekten sana ve senden öncekilere şöyle vahy
olundu: (farz-ı muhal) eğer Allah'a eş koşarsan, muhakkak amelin boşa
gider ve elbette hüsrana uğrayanlardan olursun. Bilâkis Allah’a ibodet et
ve şükredenlerden ol.» (58)
«İlâh» kelimesinin en önemli manâlarından biri, «Mabud» yani ken
disine tapılan olduğuna göre, bu kelimenin manaları üzerinde de durmak
gerekir.
Bu kelimenin kökü olan «Abede» kelimesi (Ayn, bâ ve dal) harflerin
den meydana gelmiştir. O halde bu maddeden gelen kelimelerin manala
rı üzerinde durmak faydalı olur. Bu manaların birkaçını aşağıya alıyoruz:
53 — R a ’d : 26
54 — M aide : 23
55 — Cin : 6
56 — Cin : 18
57 — B a k a ra : 165
58 — Z üm er : 6 4 -6 6
27
İ SL ÂM
59 — Ş u a r a : 22
69 — Y a s in : 60
61 — N as : 1 - 2
62 — Â l- i İm ra n : 189
28
ŞEHADET
«Lâ İlâhe İllallah »ın m anasını öğrendikten sonra geriye «eşhedu» ke
lim e sin in m anasını öğrenm ek kalıyor.
65 — M u ta ffıfin -. 2 1
66 — A la k : 2
67 — M u n a fik u n : 1
30
ŞEHADET
lilin i getirdikten sonra inanmayana; A lla h ’ın kâfir hükmünü verm esi bun
dandır: «O kimseler ki, Allah'ı ve Peygamberlerini inkâr ederek kâfir olur
lar. Allah’la peygamberlerinin arasını ayırmak isterler ve: (Peygamberle
rin bir kısmana inanır, bir kısmını inkâr ederiz) derler. Böylece iman ile
küfür arasında orta bir yol tutmak isterler». (68)
İslâm 'ın alam etinin: «Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Mu-
hammeden resûlüllah» olm ası bundandır.
68 — N isa : 150
31
İSLÂM
İmanın rükünlerinden birin i ihlâl etm ek, aslında şehadeti ihlâl etm ek
tir. Bu rükünlerin kapsadıkları m anaları iy ice anlam ak ise şehadeti iyice
anlam ak olduğundan, onları, bazı y ö n le riy le iy ice açıklam ak gerekiyor.
1 — Bazı m ü fe ssirle r, A lla h ’ın: «O kimseler ki, gayba inanırlar» sö
zünden m aksadın, im anın altı rüknüne inanm ak olduğunu sö y le rle r. Çün
kü gaybe ait diğer m e se le le r, bunlara bağlıdırlar. Biri: «Allah, m elekler,
âh iret günü ve kader gaybî şe yle rd ir. Am a kitap larla peygam berler bu du
rumda d e ğ ild irle r. O nlara inanm ayı, nasıl gayba iman olarak adlandırabi
liriz?» dese, ona cevabım ız şöyle olacaktır: Peygam berlere inanm ayı
gaybten saym am ız, vahyin peygam berle iliş k is i yönündendir. Vahiy ise,
gaybtır. Peygam berlik sıfa tı, ancak vahiy ile o la b ilir. Bu sıfata iman, gay
ba im andır.
Kitaplara inanm ayı gaybten saym am ız, onların A lla h ’tan peygam ber
lere in d irilm e le ri yönündendir. Bu ise, gayb işid ir.
32
ŞEHADET
70 — B a k a ra : 177
71 — N isa: 136
72 — 1K a m e r : 49
73 — H a d id : 22
74 — R a ’d : 39
75 -— Tevbe : 51
76 — B a k a ra : 25 0
33
İ SLÂM
yenler) müstesna, kim Allah'a küfrederse, onlara şiddetli bir azap var. Lâ
kin küfre bağrım açanlar üzerine Allah'dan bir gazab ve kendilerine çok
büyük bir azap vardır.» (77)
Peygam berlere İman etm ek gerekir: «O kimseler ki Allah'ı ve pey
gamberlerini inkâr ederek kâfir olurlar, Allah ile peygambelerinin arasını
ayırmak isterler ve: (Peygam berlerin bir kısm ına inanırız, bir kısm ın ı in
kar ederiz.) derler ve böylece iman ile küfür arasında orta bir yol tutmak
isterler.» (78) «Nefsim-i yed-i kudretinde tutana yemin ederim ki, Yahudi
veya, Nasrani olsun bu ümmetten beni duyduğu halde kendisiyle gönde
rildiğime inanmazsa o, ateş ehlindendir.»
M e le k le re iman etm ek gerekir. Bu konuda Y üce A lla h şöyle buyurur:
«Peygamber ve müminler Rabbinden kendine indirilen Kur’ân’a iman et
tiler; hepsi Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman et
tiler. (A lla h ’ın) peygamberlerinden hiç birinin arasını ayırt etmeyiz, duy
duk ve itaat ettik; Ey Rabbimiz, mağfiretini isteriz, dönüşümüz ancak sa
nadır diye, söylediler.» (79 ) «De ki: «Kim Allah’a, meleklerine, peygam
berlerine, Cebrâil’e, Mikâil’e düşman olursa bilsin ki, Allah kâfirlerin düş
manıdır?» (80)
Kitaba iman etm ek gerekir: «... Allah'ın âyetlerini inkâr eden ve on
lardan yüz çevirenden daha zâlim kimdir?» (81) «Allah’ın kadrini gereği
gibi tanımadılar. Çünkü «Allah, hiç bir insana birşey indirmedi» dediler.»
(82)
 h ire t gününe iman etm ek gerekir: «Dediler ki: «Bu dünya hayatı
mızdan başka bir hayat yoktur ve biz, bir daha dirilecek değiliz.» (83)
77 — N a h l : 106
78 — N is a : 150
79 — B a k a r a : 285
80 — B a k a ra : 98
81 — E n 'â m : 157
82 — E n 'â m : 91
83 — E n 'â m ; 29
34
ŞEHADET
35
I S L A M
yo edep kaidelerinde olsun, yalnız onun söylediği haktır. Cin, melek, gök,
cennet, cehennem, kıyamet gibi gaybî şeylerin hepsi haktır. Söyledikleri
nin tümüne inanırız. Sünnete de, inanırız. Çünkü sünnet, Kur’an-ı açıklar.
Kur’an-ı Kerim'in tafsilen anlaşılması, ancak sünnetin yardımıyla olur. Ki
tap ve sünneti en iyi anlayanlar, İslâm ümmetinin müctehitleridir.
Kur’ân-ı Kerim’in kıyamete kadar Rabbanî hidayetin kitabı olduğuna
inanırız. Kim başkasından hidayet, hak ve hayır veya adaleti isterse, onun
bu durumu sapıklıktır, dinden dönmektir, küfürdür.
Peygambere İman • Kur’ân-ı Kerim'in tafsiren zikrettiğine tafsilen,
icmalen zikrettiğine de icmalen inanmayı içine alır.
Peygamberlerin doğru, masum, zeki olduklarına ve tebliğ vazifesini
yerine getirdiklerine iman edilir. Doğru olmalarının manası: Sözlerinin,
Allah'tan gelen hak doğruların tebliğcisi olmalarıdır. Onlara muhalefet
edenler yalancıdır. Zekî olmaları, akılda en üstün örnek olmaları demek
tir. Onlara uymayan her şey sapıklıktır, akılca geriliktir.
Âhiret Gününe İman : Kıyametin mukaddimeleri durumunda olan kâ
inatın dış görüntülerindeki alâmetlere, ilâhlık iddiasında bulunan Dec-
cal’ın eli üzerinde ortaya çıkacak hârikulade şeylere, Arz-ı Mukaddes’e
Ye-cüc ve Me’cü.cün gelmesine inanmayı kapsadığı gibi, dünya hayatın
dan sonra. Berzah’a, kıyamete, birinci ve ikinci sura üflemeye, cennet
ve cehenneme, Kitap ve sünnette bu konuda zikredilenlere inanmayı da
içine alır.
Şunu da belirtelim ki, imanın en aşağı sınırı, şek ve şüpheye yer ver
meyen tasdiktir. Yani, kesinlikle inanmaktır. Böyle olmayınca, iman yok
tur. Nitekim Allah müminleri vasıflandırırken şöyle buyuruyor: «Mümin
ler ancak o kimselerdir ki, Allah'a ve Peygamberine iman etmişlerdir;
sonra (imanlarında) şüpheye düşmemişler ve Allah yolunda mallarıyla,
canlarıyla savaşmışlardır. İşte böyle kimseler, imanlarında sadık olanlar
dır.» (87)
Şüphe var ise, işte o, nifaktır. Yüce Allah, münafıklardan bahseder
ken : «Kalbierinde hastalık vardır» buyurur. Buradaki hastalık, şüphe ile
tefsir edilmiştir.
Şüpheden maksadın vesveseden ayrı olduğunu beyan etmek iste
riz. Şüphe, nifak ve küfürdür. Vesvese ise, şeytanın kalbimize attığı ve
kalbimizin kovduğudur. Bu vesvesenin hiçbir zararı yoktur. Bunun benzeri
şu d u r: Bir adam, bir mümine «ey kâfir» der veya onu küfre davet eder-
87 — H u c u ra t : 15
36
ŞEHADET
se, mümin davete icabet etm edikçe, bu davetin ona h içb ir zararı yoktur.
Şeytanın, v e sv e se sin i kalbe atm ası da aynen öyled ir. Kalb, iman ile mut
main olduğu m üddetçe bunun bir değeri yoktur. Ebu H üreyre'nin: «Re-
sû lü lla h ’ın sahabelerinden b ir to pluluk ona sordular: «Dil ile ifade etm eyi
bile çok ağır bulduğum uz şe y le r kalbim ize geliyor?» Peygam ber (S.A.V.):
«Öyle şeylerle karşılaşıyor musunuz?» buyurdu. «Evet» dediler. Resûlül-
lah [S.A.V.): «Bu apaçık îmandır» buyurdu, h a d isiy le ibn-i M es'ud'un: «Ya
Resûlüllah, dediler. «Bizden herhangi b irim izin kalbinde öyle şeye rastlar
ki, kül oluncaya kadar yanm ası veya gökten yere düşm esi onu sö yle m e
sinden daha se vim lid ir» R esûlü llah (S.A.V.): «O saf imandır» buyurdu.
Bu durumun apaçık veya saf iman oluşu, kalbin ondan s ık ılm ış ve tik s in
m iş olm asındandır. Onun bu hareketi, ca n lılığ ın a d e lild ir. Kalbin, v e sv e
seyi duyarak ondan tik sin m e si, sa ğ lığ ın ın alam etidir: «Allah’dan korkan
lar, kendilerine şeytandan bir vesvese dokunduğu zaman, Allah’ı ve aza
bını düşünürler; bir de hemen bakarsın ki, onlar doğru yolu bulup şeyta
nın vesvesesini atmışlardır bile.» (88) O haide vesve se , imana aykırı dü
şen şüpheden ayrıdır. Şüphe, A lla h 'ın insandan kabul edeceği im anın en
aşağı sın ırın a da aykırıdır.
5 — A lla h 'ın iman için kabul ettiğ i en aşağı sın ırdan yukarısı ise,
in san lar arasında d e ğ işik lik gösterir. İnsan, bu d e re ce le rd e ne kadar yük
se lirs e takvası da o kadar m ükem m el olur. A şa ğ ıy a alacağım ız m is a lle r
le, im anın rükünlerinden her birinde in san ların fa rk lı se v iy e le rd e o ldu kla
rını izah edeceğiz.
a — A lla h ’a inanma de re ce le rin in en aşağısı; ta sd iktir. Bundan yu
karısı; İlâhî Zâtın sıfa tla rın ın ve O'na yönelm enin şuuruna varm aktır:
«İmanın en faziletlisi, nerede olursan ol, Allah’ın seni gözettiğini bilinen
dir?» «Allah'ı görüyormuşçasına O ’na ibadet et. Eğer sen O ’nu görmü
yorsan, kesinlikle o, seni görüyordur.» A lla h ’ın isim le rin e inanm anın en
açık şe k li, insanın bu isim le rin e tk isin d e o lm a sıd ır. Kim in kalbinde rah
m et var ise, A lla h ’ın Rahîm ism ini daha çok b ilir. A n ca k şunu da b e lirte
lim ki, A lla h 'ın rahm etine benzer h içb ir rahm et yoktur. İnsan cöm ert
olunca, A lla h ’ın Kerîm ism in i anlam aya daha yakındır. Y aln ız, iki makam
arasındaki farkı unutm am ak gerekir. H erşeyin, A lla h ’ı ken disine h a tırla t
tığı kim se yle hayalinde A lla h ’ı hatırlayan kim se arasında büyük fark var
dır. Y ü ce A llah: «Allah’ın rahmetinin eserlerine bak.» ve «Görmedin mi,
Allah gökten (buluttan) su indirdi», buyurm aktadır.
b — M e le k le re im anın en aşağı sın ırı, ta sd iktir. Am a bazan, bir kısım
insanların kalbi o kadar b e rra k la şır ki, diğ e rle rin in gayben in andıklarını
88 — A ’r a f : 201
37
İ SLÂM
onlar zahiren görürler: «Hatırla ki, bir vakit melekler şöyle demişti: «Ey
Meryem, hakikaten Allah, seni ibadetle seçkin kıldı; seni pâk ve terte
miz büyüttü; ve seni âlemlerin kadınları üzerine seçti.» (89)
«üseyd b. Hudayr (R.A.) ın şö yle dediği rivayet olunm uştur: Bir ker-
re Üseyd gece vakti Sakara Sûresini okuyordu. Atı da yanında bağlan'
mıştı. Kur’ân okunurken birden at tepinmeye başladı. Üseyd sustu. O
susunca at da sakinleşti. Üseyd tekrar okumağa başladı. At yine şahlan
dı. Üseyd sustu; at da sakinleşti. Bundan sonra bir daha okumağa baş
ladı. At yine hırçınlaştı. Üseyd, de artık vazgeçti. Üseyd’in oğlu Yahyâ
ise ata yakın bir yerde (yatmakta) idi. Atın çocuğa bir zararı dokunma
sından endişe ederek çocuğu geriye çekti. Bu sırada başını kaldırıp gö
ğe baktığında beyaz bulut gölgesine benzer bir sis içinde kandiller gibi
birtakım ecrâmın parlamakta olduklarını gördü. Sabah olduğunda Üseyd
bu olayı Resûlüllah’a arzetti. Nebi (S.A.V.) ona :
«— Oku ey Hudayr oğlu, oku ey Hudayr oğlu, diyerek (Okumağa de
vam edilm esi gerektiğin i bildirdi.) Üseyd :
«— Atın Yahyâ'yı çiğnemesinden endişelendim. Çünkü çocuk ata ya
kın bir yerde idi. (Onun için okum ayı kestim .) O sırada başımı göğe doğ
ru kaldırdığımda gökyüzünde bulut gölgesi gibi ecrâmın parlamakta ol
duklarını gördüm. Artık bu beyaz gölge tabakası, içindeki ziya manzumesi
ile göğe doğru çekilip çıktı. Nihayet onu göremez oldum,» dedi.
R e sû l’i Ekrem :
«— Bilir misin onlar nedir?» buyurdu.
Üseyd der ki, ben de «Hayır» diye cevap verdim .
R e sû l’i Ekrem :
«— Ey Üseyd onlar meleklerdi. Senin sesine yaklaşmışlardı. Eğer
okumağa devam etseydin sabaha kadar seni dinlerlerdi. Nâs da onlara
bakardı. Halkın gözünden gizlenmezlerdir.» buyurdu. (90)
c — K itaplara im anın en aşağı sın ırı, gördüğümüz gibi, bu rüknün
kapsam ına giren leri ta sd iktir. Bundan sonra, daha üst m akam lar gelir.
Yüce A lla h şö yle buyurur: «Kur’ân’dan evvel kendilerine kitab verdikle
rimiz, Kur’ân’a iman ediyorlar.» (91) «Gerçek müminler, yalnız o kimse
lerdir ki, Allah anıldığı zaman, kalbleri korkarak ürperir; onlara âyetleri
okunduğu zaman, imanlarını arttırır ve onlar yalnız Rablerina tevekkül
89 — A l - i İ m r s u ı : 42
90 — Buharî, M ü slim
91 — K a sa s : 52
38
ŞEHADET
ederler.» (92) «Allah, sözün en güzeli olan Kur'ân'ı, âyetleri birbirine ben
zer mükerrer bir kitap halinde indirdi. Öyle ki, Rablerinden korkanların
derileri, ondan ürperir. Sonra derileri de, kalbleri de Allah’ın zikri ile yu
muşar...» (93) «... Çünkü Kur’ân’dan önce kendilerine Tevrat’la, âhir za
man peygamberinin vasfına dair ilim verilenlere karşı, Kur’ân okunduğu
zaman, yüzleri üstü secdeye kapanıyorlar.» (94) İn sa n la rın . A lla h ’ın K ita
bına karşı durum ları d e ğ işiktir. Bazıları okur ve sanki A lla h 'ta n vahiy ola
rak alıyo rm u şçasına e tk ile n irle r. Sanki onun m uhatabı, yaln ız ke n d ile riy
m iş gibi onunla amel ederler. D iğer kim se le r ise, öyle değ ille rd ir. Bütün
insanlar için ayrı bir makam vardır.
92 -— E n fâ l : 2
93 — Z ü m e r ; 23
94 — îs r â : 107
95 — T ev b e : 51
96 — N is a : 78
97 — Â ’r a f : 34
39
İSLÂM
1 — «Lâ ilâhe illa lla h M uham m ed’un R esûlüllah» kelim e sin d e n ha
yat düzeni fış k ırır. «Yoldaki İşaretler» kitabının yazarı (98) «Lâilâhe İllallah
B ir Hayat N izam ıdır» başlığ ı altında şö y le der :
Sadece A lla h ’a ku llu k etm ek, K elim e-i Ş e hadetle ortaya çıkan İslâm
in ancıaın ilk rükününün y a rısıd ır. «M uham m ed’un R esûlüllah» cü m le sin
de ortaya çıkan ik in ci y a rısı ise, kulluğun, R e s û lü lla h ’tan öğre n ild iğ i ş e k il
de yap ılm a sıd ır.
M ü'm in ve M üslüm an olan kalb, bu p rensibin her iki bölüm ünü ihtiva
eden kaibdir. Çünkü bunun dışınd a kalan iman e sa sla rıy la İslâm pren
sip le ri şehadet k e lim e sin in ica p la rıd ır. A lla h 'a , m e le klerin e, kitaplarına,
peygam berlerine, âhiret gününe, kadere; hayır ve şe rrin A lla h ’tan olduğu
na iman etm ek, Namaz, oruç, zekât, hacc ve had ve ta zîr cezaları, helâl
ve haram m uam eleleri, İslâm î öğüt ve prensipler; yaln ız A lla h ’a kulluk et
meğe dayanırlar. Bütün bunları öğrend iğim iz kaynak ise, R e sû lü lla h ’ın
A lla h ’tan getirip bize te b liğ e ttik le rid ir.
İslâm cem iyeti, bu pre n siple onun gereği olan hu susların tüm ünün or
taya çık tığ ı ce m iye ttir. Çünkü bu tem el p re n sip le onun gereği olan hu sus
lar yerine getirilm eden o cem iyete İslâm ce m iye ti denem ez. Onun iç in
dir ki, «Lâilâhe illa lla h M uham m ed’un R esûlüllah» .c ü m le sin d e beliren
kelim e-i şehadet, İslâm üm m etinin hayatının bütün a y rın tıla rıy la b irlikte
üzerine oturtulduğu tem el prensip ve nizam ı te şk il eder. D o la y ısıy la bu
93 — K ita b , Ş e h id S e y y id K u tu b ’u n o lu p ik i d e fa T ü rk ç e ’y e te r c ü m e e d il
m iş tir. B u b ö lü m ü te r c ü m e e d e rk e n İs m a il N u r i’n in te r c ü m e s in d e n is
tifa d e e ttik . (M ü te rc im ) t
40
ŞEHADET
tem el prensip olmadan İslâm ce m iye tin in yaşam ası mümkün değildir. Baş
ka te m e lle r üzerinde kurulan hayata, İslâm î hayat denem ez. A y rıca bir
hayat, bu p rensiple b irlik te yabancı p re n sip ler üzerinde kurulm uşsa, bu
nun da İslâm î hayat veya İslâm î ce m iy e tle iliş k is i yoktur.»
İkinci olarak «İslâm cem iye tin in doğuş metodunu» sın ırlam am ızı sağ
lar.
Üçüncü olarak « C a h iliye t ce m iy e tle ri karşısınd a İslâm 'ın takip edece
ği metodu» sın ırla r.
|
Dördüncü olarak da «Beşer hayatının re a lite si karşısınd a İslâm dü
zeninin takınacağı tavrı» kesin olarak b e lirler.
Bu tem el p re n sip ler ise eski ve yeni İslâm î hareketin metodunda son
derece önem li e sa sla rı taşır. İslâm ce m iye tin in karekterini gösteren ilk
a y ırıc ı işa re t şudur: İslâm cem iye ti bütün işle rin d e yaln ız A lla h 'a kulluk
e sasına dayanır ve bu kulluğun şe k li ve keyfiyeti «Lâilâhe illallah Muham-
med’un Resûiüllah» cüm lesind e ortaya çıkar. A y rıc a bu kulluk, ibadet ş e
k ille rin d e ortaya çık tığ ı gibi düşünce, hukuk ve nizam la ilg ili konularda da
kendini gösterir. Şüphesiz ki, A lla h ’ın b irliğ in e inanmayan, sadece A lla h ’a
kul d e ğ ild ir :
«Allah da şöyle buyurdu: «İki ilâh edinmeyin. O, (hak) ancak bir ilâhtır.
Onun için yalnız Benden korkun. Göklerde ve yerde her ne varsa hepsi
O ’nundur. Din de devamlı olarak O ’nundur. Böyle iken siz, Allah’tan başka
sından mı çekiniyorsunuz?...» (101)
A lla h ’dan başkasına ibadet şe k lin d e hareket yapanlar veya A lla h 'la
b irlikte başkasına da ibadet edenler h içb ir zaman için yalnız A lla h 'a kul
luk e tm iş olm azlar.
99 — Y u su f : 40
100 — N is a : 80
101 — N a h l : 51-53
41
İ SLÂM
102 — Ş u r â : 21
103 — H a ş r : T
42
ŞEHADET
topluluk düşünce ve inançlarda A lla h ’tan başkasına boyun eğm ediği gibi
topluluk düşünce ve inançlarda A lla h ’tan başkasına boyun eğm ediğidi gibi
ibadet ve hareketlerde de A lla h 'ta n başkasına kul de ğ ildir. Prensip ve
siste m le rin d e de hâkim, A lla h ’tır. Bu cem iyet, hayat sis te m le rin in he p si
ni bu sam im i kulluk üzere kurar. Kalbini A lla h 'ta n başka inançlardan te
m izler. H ayatî p re n sip le rin e A lla h ta n başka veya ona denk zannedilen
k im se le ri karıştırm aktan uzak durur.
işte o zaman (yalnız o zaman) bu topluluk M üslüm an bir topluluk
ve ce m iye t de M üslüm an bir ce m iy e t olur. Fakat daha önce de b e lirttiğ i
m iz gibi in san lar A lla h ’a kullu kla rın ı sa m im iy e tle kabul etm eden M ü slü
man olam azlar. Kendi hayatlarım bu esa sla ra göre düzenlem edikçe M ü s
lüman bir ce m iye t sa yılam azlar. Çünkü İslâm ’ın üzerinde kurulduğu ilk
ana prensip, iki bölüm üyle b irlik te «Lâilâbe illallah Muhammed’un Re-
sûllüüah» dır...
Şu halde İslâm 'ın sosyal düzenini ve bu düzene dayalı toplum u mey
dana getirm eden önce, ne olursa olsun fe rtle rin kalblerinden A lla h 'ta n
başkasına kul olm ayı te m izle m e li ve böylece İslâm î bir cem aat m eyda
na g e tirm eliyiz. Ferd lerinin kalb leri ibadet,- şe ria t ve inanç yönünden Al-
lah’dan başkasına kul olm aktan kurtulm uş olan cem aattan ancak bir İs
lâm cem iyeti kurulabilir. Y a ln ız başına A lla h ’a kulluk e sa sın ın açıkça be
lird iğ i ve yaşıyanların ibadet, şe ria t ve in ançlarıyla d ile d ik le ri gibi yaşa
dıkları bu cem iyete herkes katılabilir...
43
İSLÂM
sa va şla rla onu yok etm ek için sa va ştığ ın ı gösterm ekte ise de, aksi de
o lab ilir. Arna Nuh (A.S.)’dan tutun da M uham m ed (S.A.V.)’e kadar baştan
sona İslâm davasının tarihinde is tisn a sız bu durum hâk'im olm uştur.
Y eni kurulan İslâm cem iyetinin ; inanç, düşünce, ahlâk, ruhî olgun
luk ve cem iye ti düzenlem e yönünden ca h iliy e t cem iyetinden daha kuv
v e tli olduktan sonra bu cem iyete karşı ge lm esi ta biid ir. H er yönden ca h i
liy e t düzeninden güçlü veya en azından ona karşı g e le b ile ce k güce sa
hip o lm alı ki, karşı g e le b ilsin .
A n ca k «ca h iliye t ce m iye ti nedir? Ve bu cem iyete karşı İslâm ’ın takip
e ttiği metod nasıldır?»
44
ŞEHADET
n ist siste m insanı in san lık derecesinden düşürür. H ayvanlık veya makina
d e recesine kadar götürür.
Halen H indistan, Japonya, F ilip in le r ve A fr ik a ’da hakim durumda bu
lunan putperest toplum lar da c a h illy e t cem iyeti ifadesinin iç e risin e g ire r
ler. Çünkü bu toplum lar, A lla h 'ta n başkasını iiâ hla ştırm a esasına daya
lı bir inanç siste m in e bağlıdırlar. A y rıc a ta n rılığ ın a inandıkları bir takım
ilâh ve mabudlara ç e ş itli şe k ille rd e ibadet etm ektedirler.
A lla h 'ın şe ria tın ın dışında nizam lar hâkim dir bu topluluklara. Bu ni
zam ve şe ria tla r iste r m abetlerden, kâhinlerden, büyücülerden, kabile re
islerin den, din adam larından alınsın; ister lâik ve m edenî heyetlerden
alınsın farksızdır. Ö nem li olan kanun çıkarm a y e tkisin in A lla h 'ta n başka
sına v e rilm e sid ir. İster m ille t adına olsun, ister parti adına olsun veya
herhangi bir v a rlık adına olsun en üstün hakim iyet kaynağı olarak A lla h ’
tan başkası kabul edildi mi, o topluluk ca h iliy e t topluluğudur.
Yeryüzünün neresinde o lurlarsa olsu nlar Yahudi ve H ıristiy a n top-
lum ları da ca h iliy e t toplum udurlar. Çünkü herşeyden önce onlar tahrif
şd ilm iş bir inanç siste m in e bağlıdır. Ve bu sistem de ilâ h lık y e tk is i y a l
nız başına A lla h ’a veriJm em iştir. A k sin e ç e ş itli v e s ile le rle A lla h 'a eş put
lar bulunm aktadır. Bu putlar gerek T e slis a k id e siy le ve A lla h ’a oğulluk
isnadıyla meydana gelsin, gerekse A lla h ’ı başka başka şe k ille rd e ta sa v
vur etm ek tarzında olsun fa rk s ızd ır :
«Yahudiler: «Uzeyr Allah’ın oğludur» dediler. Nasraniler de: «Me
sih Allah’ın oğludur» dediler. Bu onların kendi ağızlarının sözüdür, onlar
kendilerinden önce küfretmiş olanların sözünü andırıyorlar. Allah onlara
hadlerini bildirdi. Onlar nasıl yüz çeviriyorlar?» ( 104)
«Allah üçten üçüncüsüdür diyenler kâfir olmuşlardır. Halbuki bir tek
ilâhtan başka bir ilâh yoktur. Eğer bu söylediklerinden vazgeçmezlerse
içlerinde küfürde kalanlara elbette acı bir azap gelecektir.» ( 105)
«Yahudiler «Allah’ın eli bağlıdır» dediler. Kendi elleri bağlansın, söy
ledikleri sözden dolayı melânete uğrasınlar. Hayır, O ’nun elleri açıktır,
O dilediğine verir.» (106)
«Yahudiler ve Nasraniler : «Biz Allah’ın oğulları ve dostlarıyız» de
diler. «Öyleyse günahlarınızdan dolayı O size niçin azab ediyor?» de. «Ha
yır, siz O'nun mahluklarından beşersiniz.» (107)
101 — T ev b e : 30
105 — M â id e : 73
106 — M â id e : 74
107 — M â id e : 15
45
İ SLÂM
49
ŞEHADET
110 — N isa : 6 0 - 6 5
47
İ SLÂM
111 — H aşr ; 7
112 — B a k a r a : 140
43
ŞEHADET
49
İSLÂM
rak meydana ge tirdiği ve m uhtevası bakım ından insan ih tiya çla rının hep
sin i g e rçe kleştire n , beşerin fıtrî ih tiyaçlarına uygun düşen bir pratik ha
yatın... Bu ih tiya çla rı en güzel şe k ild e te sb it edenin; herşeyi yaratan o l
m ası çok ta b iîd ir ;
«Yaradan bilmez mi? Halbuki O Lafifdir, haberdardır...» (116)
Din, ne şe k ild e olursa olsun pratik hayatı istikrara kavuşturm ak, ona
bir dayanak noktası bulm ak ve üzerine ısm arlam a bir alâmet-i farika gibi
asılan ş e rî hüküm lerden meydana gelm ez. Din pratik ih tiyaçları k a rşıla r
ken onları kendi ölçüsüne göre değerlendirm ek, atılm ası gereken nok
taları atm ak ve g e tirilm e si gerekenleri getirm ek için ça lışır. Din, rıza gös
term ediği p ra tikle ri atar ve rıza g ö ste rd ik le rin i getirir. İşte İslâm ’ın, pra
tik hayatın dini oluşunun m anası budıır. Veya başka bir ifadeyle; İslâm ’ın,
gerçek kavram larıyla sö ylem ek isted iğ in in gereği olan şeylerd ir.
Burada şöyle bir soruyla k a rşıla şa b iliriz :
in san ların pratik hayatlarını şekillendiren, m aslahatlarının ken disi de
ğil m id ir? Biz bu arad.a tekrar İslâm 'ın ortaya attığı soruya ve bu sorunun
cevabına dönelim :
—«Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı? (117)
—«Ve Allah bilir, siz bilmezsiniz...» (118)
Şüphesiz ki insanlarm m aslahatı; A lla h ’ın indirdiği ve R esûiiinün
O'ndan tebliğ e ttiğ i ş e k liy le A lla h ’ın düzenindedir... Bir gün insanlar kal
kıp da m aslahatların ı A lla h ’ın düzeninin dışında arayacak olsalar... B i
rin c isi : O n lar bu kanaatlarında bir vehim içe risin d e d irle r. «Onlar ancak
zanna ve nefsin arzuladığı şeylere uyarlar... Halbuki onlara Rab'ları ka
tından hidayet gelmiştir. Y oksa insan kendi arzusuna mı uyar? Halbuki
Shiret de dünya da Allah'ındır.» (119)
Onlar... İkinci olarak; kâfirdirler... Kim ki m aslahatın, A lla h ’ın düze
ninin dışında olduğuna inanıyor ve iddia ediyorsa, bir saniye biie bu din
de kalm ası ve bu dinin ehlinden sa yılm a sı mümkün değildir...
2 — Lâiiâhe illallah, kendisine inananlarla bütün kâinat kanunları ara
sında bir düzen kurar. «Yoldaki İşaretler» kitabının yazarı «Kâinat Nizamı»
ba şlığ ı altında şöyle diyor :
İslâm, itik a d î düzenini kalb ve pra'tik hayata y e rle ştirirke n tamamen,
sadece A lla h 'a ait olduğu tem eli üzerine y e rle ştirir. Bu kulluk; hem inanç-
116 — M ülk : 14
117 — B a k a r a : 140
118 — B a k a r a : 216
119 — N ec in : 23
50
ŞEHADET
larda, hem ibadette ve hem de kanunî hüküm lerde ortaya çıkar. Çünkü
bu şe k liy le yaln ız A lla h 'a kulluk «Lâilâhe illallah» şehadetinin pratik m ed
lulüdür. Bu kulluğun n asıl olacağını R esûlü llah (S.A.V.)’den alm ak ise;
M uham m eden R esûlü llah şehadetinin pratik m edluludur.
Şü ph esiz ki İslâm, Lâ ilâhe illa lla h M uham m ed’un R esûlü llah şeha-
detini; İslâm î hayat düzenini te m sil edecek ve bu düzenin ö ze llik le rin i be
lirte ce k tem el üzerine y ap ısın ı kurarken... Evet in san lığın tanıdığı diğer
bütün düzenlerden İslâm düzenini ayıran bu kavram üzere yap ısın ı ku
rarken... M uhakkak ki sadece insan v a rlığ ıy la ilg ili değil, tüm v a rlık la rla
ilg ili daha şum ûiiü bir tem ele dayanm aktadır. Böylece yaln ız in san lık için
değil tüm v a rlık la r için hayat düzeni belirlen m ekted ir.
«Biz bir şeyi istediğimiz zaman ona söyliyeceğimiz söz yalnız ol de
mektir. O da oluverir...» (120)
«Ve O herşeyi yarattı böylece bir ölçü takdirinde takdir etti...» (121)
M uhakkak ki bu kâinat v a rlığ ın ın gerisind e, onu idare eden b ir irade,
onu harekete sevkeden bir takdir ve ona düzen veren bir kanun vardır. Bu
kanun, varlık ta ki fe rd le r arasında m evcut olan hareketleri düzenler. Biri
diğerine çarpmaz. H areketler düzenli bir şe k ild e devam eder. (Tâ A l
lah d ile yin cey e kadar) Çünkü bu kâinat A lla h ’ın iradesine te slim o lm uş
tur. Onu harekete sevkeden A lla h 'ın ta kd irid ir. Onun düzenini sağlayan,
A lla h 'ın kanunudur. H iç bir zaman A lla h ’ın iradesin e karşı gelinem ez.
Kâinat bu kanunlara hiç bir zaman karşı gelem ez. A lla h d ile yin ce y e kadar
o, bu seyrine devam edecektir. Ona bozukluk ve yok olm a diye bir şey
sira ye t edem iyecektir.
«Muhakkak Rabbınız, O Allah’dır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı.
Sonra Arşı istilâ etti. Allah, gündüzü geceyle örter ve süratle gece gün
düzü, gündüz de geceyi kovalar. Güneşi, Ayı ve yıldızları Allah; emrine
bağlı kıldı. Dikkat ediniz ki, hem yaratmak, hem de emretmek O’na mah
sustur. Âlemlerin Rabbı olan Allah ne kadar yücedir.» (122)
120 — N e m i : 40
121 — F u r k a n : 2
122 — A ’r a f : 54
51
İSLÂM
52
ŞEHADET
53
İSLÂM
«Vay bizlere. Biz gerçekten zalimler idik:» dediler. Biz onları sön
müş kiil yığsnı olarak biçilmiş bir ekin haline getirinceye kadar, her söz
leri bir feryad olmuştu. Biz gök ile yeri ve aralarındaki şeyleri boş bir
eğlence için yaratmadık. Eğer biz eğlence edinmek isteseydik, elbette
onu katımızdan edinirdik.
Hayır biz hakkı bâtılın tepesine atarız da onu parçalar. Bir de bakar
sınız o anda mahvolmuştur. Allah’a isnad ettiğiniz vasıflardan ötürü size
yazıklar olsun.
Gckierde ve yerde olan bütün varlıklar Allah’ındır. O’nun katindaki
ler kendisine ibadet etmekten ne çekinirler ve ne de yorulurlar. Gece -
gündüz hep A lla h ’ı teşbih ederler, usanmazlar...» (124)
İnsan fitratı bu gerçeği bizzat kendi d e rin lik le rin d e hisseder. Ken
di y a ra tılışı ve bütün kâinatın y a ra tılışı ona bu v a rlık la rın hak üzere o l
duklarını ifade eder. Kâinatta tem el gerçeğin hak olduğunu, hakkın de
ğişm eyen sa b it kanunları bulunduğunu, hakka giden yolların ayrı ayrı
olm adığını, hakkın v a zife sin in d e ğ işik olm adığını, hakta çatışm a diye bir
şeyin bahis konusu olm adığını, başıboş tesa dü fle re göre kendiliğinden
hiçbir şeyin akm adığını, değişen arzulara, azgın iste k le re göre hiç bir şe
yin değişm ediğini görür*. Kâinat ince ve muhkem nizam ında kendisine tat
bik edilen ölçü iç e risin d e hareketini sürdürür. Binaenaleyh ilk ay rılık
meydana çıkarsa insanla fıtratı arasında çıkar.
İnsan, arzu ve he ve sle rin e kapılarak fıtra tın ın d e rin lik le rin d e gizli bu
lunan haktan ayrıld ığ ı an, ça tışm a başlar. İşte bu çatışm a; hayat düzeni
ni değişken arzulardan kurtararak A lla h ’ın şe ria tın a dayandırm adıkça ve
O ’na boyun eğen kâinatın te slim iy e ti gibi A lla h ’a te slim etm edikçe devam
eder.
Bu gibi ayrılıklar; fe rdler, ce m iye tle r, m ille tle r, n e sille r arasında
olacağı gibi, insanla onu çevreleyen kâinat arasında da o lab ilir. İnsanın
güç ve kuvveti insanoğlunun iy iliğ in e ça lışa ca ğ ı yerde, aleyhine çalışan
b ir v e s ile olur.
124 E n b iy a ; 1(>20
54
ŞEHADET
de onu g e rçe k le ştirir. Sonra g e lişe re k ikin ci m erhale olan âhirette tam
kem ale kavuşur.
İslâm 'ın kâinat görüşü ve kâinatın genel va rlığ ın ın gölgesinde insan
görüşü. Bu görüş, tabiatı icabı beşeriye tin tanıdığı diğer bütün düşünce
siste m le rin d en tem elde ayrılır. Onun için, h içb ir düşünce ve düzenin yük
lenm ediği sorum lulukları y ü k le n m iştir ve h içb ir düzenin elde edem eyece
ği neticele ri alabilm ektedir.
125 — B a k a ra : 258
126 — Â l-i İm ra n : 83
55
İSLÂM MEDENİYETİN KENDİSİDİR
Böylece bu toplum A lla h ’ın v a rlığ ın ı kabul etse; havra, k ilis e ve ca
m ilerde ib ad etleri se rb e st bıraksa da ca h iliy e t toplumudur.
57
İ SLÂM
takdirde «insancıl m edeniyet» ten sö ze d ile b ilir. Çünkü İnsanî tem e lle re
dayanan bir m edeniyetin ana kaidesinin insanın gerçek manada ve tam
olarak hürriyetine kavuşm ası, toplum içe risin d e k i fe rtle rin m utlak mana
da e fe n d ilik le rin i korum aları esasım te şk il eder. Halbuki, gerçek mana
da bazı kim se le rin bazılarını kul ve köle durumuna düşürdüğü, bir kısım
insanların ta n rıla ştırıld ığ ı bir toplum da ne insan haysiyetinden, ne de ger
çek hürriyetten söz e d ile b ilir.
Bu arada şunu da b elirtm em iz gerekir ki te şriin alanı, şe ria t kelim e
si için günümüzün dar a n la y ışlı kafaların anladığı şe k ild e sadece kanunî
hüküm lere in hisar etmez. D üşünce ve m e to d la r değer ve ö lçü le r âdet ve
gelenekler... H epsi de te ş rî kanuna boyun eğerler. Ve bir kısım insanlar
diğer bir kısm ın ı bu gibi baskı un surlarıyla boyun eğdirm eye ç a lış tık la
rında ve ce m iye t iç e risin d e k i bazı fe rtle r de bunu kab ullend ikleri takdirde
böyle bir- toplum da gerçek hürriyetin sözü bile edilem ez. Daha önce de
b e lirttiğ im iz gibi bu toplum , bazı insanların ta n rıla ştırıld ığ ı ve bazısının
da k ö le le ştirild iğ i bir toplum dur. Onun için de gericidir... Veya İslâm'ın
tabiriyle: « C a h iliye t toplumudur.»
Tek bir ilâhın hakim olduğu ve insanların insanlara kul olm adığı tek
toplum; İslâm toplum udur. işte bunun için İslâm toplum unda yaşayan
fe rtle r gerçek hü rriye tle rin e kavuşm uşlardır. İnsan m edeniyeti, insanın
şe re f ve haysiyeti ancak İslâm toplumunun g e rçe k le ştird iğ i bu hü rriyet
te ortaya ç ık a b ilir.
B ir toplum u b irib irin e bağlayan tem el bağlar; inanç, düşünce ve ha
yat nizam ı olur ve beşer için en üstün hakim iyet kaynağı olarak da tek
bir ilâh olur ve beşeri beşere kul eden yeryüzü ilâhları araya sokulm az
sa... İşte böyle bir cem iyette ancak insanın üstün ö ze llik le riy le değerleri
ortaya ç ık a b ilir. Ruhî ve fik rî ö zellikler... Am a cem iyetin fe rtle rin i b irib i
rine bağlayan ana tem el; cins, renk, ırk ve toprak bağı veya bunlara ben
zer bağlar oiursa; bunların insanın üstün d e ğ erlerin i te m sil etm edikleri
apaçıktır... Renkten, cinsten, kavim den ve topraktan ayrı olarak da insan
kendi hür ira d e siy le inanç ve düşüncesini, ideoloji ve hayat siste m in i de
ğ iştire b ilir. Fakat kendi iste ğ iy le renk ve cin sin i değ iştire m e yeceğ i gibi
doğacağı topluluğu ve y e tişe ce ğ i bölgeyi seçm e im kânına da sahip d e ğ il
dir. M ed enî toplum lar, ancak hür irade ve kendi se çm e le riy le bir id eo lo
ji etrafında toplanan toplum lardır... Fertleri, iste k le ri dışındaki bir şey
üzere toplanm alarından meydana gelen toplum lar, gerici toplum lardır.
Veya İslâm 'ın ta b iriyle , « cahiliyet toplum larıdır.»
A ncak İslâm toplum udur ki fe rtle rin i b irib irin e bağlayan ana bağı,
inanç te şk il eder. Siyahla beyazı, sa rıyla kırm ızıyı, A rap 'la B iz a n s lı’yı,
58
ŞEHADET
59
İSLÂM
O zaman ah lâkî değ erlerin sın ırla rın ı toplum un âdet ve gelenekleri
sın ırlayam az. Toplum d e ğ işik liğ in in ötesinde sa b it bir ölçü vardır... Ve iş
te o zaman bir yerde tarım ahlâkı ve değer ölçüsü, diğerinde sanat ahlâkı
ve değer ölçüsü, k a p ita list ahlâkı ve değer ölçüsü, so s y a lis t ahlâkı ve
değer ölçüsü, burjuvazi ahlâkı ve değer ölçüsü; öbür yanda kolhoz ahlâ
kı ve değer ö lçüsü diye bir şey olmaz. Toplumun kendi yapısı ve hayat
se v iy e sin in doğuracağı bir ahlâk ç e ş itli de olmaz... A k sin e [bütün bun
ların ötesinde) İnsanî d eğ erler ve ahlâkı ile (tabiri caizse) hayvanî değer
ler ve ahlâkı vardır. Veya İslâm ’ın tabiriyle: İslâm î değerler ve ahlâkı ile
c a h iliy e t değerleri ve ahlâkı.
İslâm bu İnsanî değer ö lçü le ri ve ahlâkı bir taraftan y e rle ştirirke n ,
diğer taraftan da hâkirp olduğu toplum larda onu yavaş yavaş g e liş tir
mek, sağla m la ştırm a k ve korum ak için ç a lışır. İnsanî ahlâk görüşü der
ken, insanın bütün k a b iliy e tle rin i g e liştire n ve onu hayvanlardan ayıran
ahlâkî p re n sip le ri kastediyoruz. Bu toplum iste r tarım la uğraşan bir top
lum olsun, iste r sanayi toplum u olsun, ister çobanlık yaparak geçinen be-
d evî arap toplum u olsun, iste r m ü e sse se le rin i kurm uş ve ile rle m iş bir
toplum olsun, ister zengin veya fa kir olsun. O kendi ahlâk ve değer ö lçü
le rin i y e rle ştire re k insanın İnsanî ö z e llik le rin i g e liş tirir v e insanın hay
van laşm asını önler. Çünkü değer ve ö lçü le r üzerinde hareket eden gra
fik hayvanî m erhaleden başlayarak y ü k se lir ve İnsanî se viyeye kadar ç ı
kar. İnsan, madde m edeniyetinin büyüsüne kapılarak bu grafikteki ç izg i
den aşağılara dü şerek hayvanlık se v iy e sin e indiği zaman bu aslâ bir me
deniyetin ifadesi olm ayacaktır. B ilâ k is gerilem enin veya İslâm ’ın ta b iriy
le: C a h iliy e tin İfadesidir...
Toplumun ana tem eli a ile 'o lu r ve e şle r arasında iş bölümü y a p ılır
sa... B ir de ailen in en çok önem verdiği, yeni nesli y e tiştirm e k olursa...
İşte o toplum elbetteki m edenî bir toplumdur... Çünkü ailen in bu şe k ild e
(yani İslâm metodu üzere) o lm ası, yukarıda zik re ttiğ im iz «İnsanî» ahlâk ve
değerlerin g e lişm e sin e zem in hazırlar. Y en i yetişe n n e sild e bu ö z e llik le
rin y e rle şm e sin i sağlar. Bunun dışında başka bir toplum da böyle bir dü
zenin olm ası mümkün değildir.
Toplumun te m e li, m eşru olm ayan c in s î iliş k ile rin se rb e stiye ti üzere
olursa... Ki o zaman iki cin s arasındaki iliş k ile r, ailede yüküm lülük ve
iş bölüm ü te m e lin e dayalı değil, hevâ, heyecan ve ta şk ın lık la r üzerine
kurulm uş olur. B ir toplum da kadın, tem el görevi olan yeni n e sli y e tiş
tirm e k olduğu halde bunu unutur; süslenm ek, aldatm ak ve fitne kopar
mak görevini yüklenirse... Kendi iste ğ iy le (veya cem iyetin zo rlam a sıy
la) otel, gem i ve uçaklarda ça lışm a yı te rcih ederse... «M addî üretim» ve
60
ŞEHADET
«sanayi m addelerini arttırm ak», «insan yetiştirm ekten» daha kârlı ve da
ha ş e re fli olduğu için kadın gücünü bu alanlara harcarsa... İşte o zaman,
İnsanî ö lçülere göre «m edenî yönden gerilik» olur. Veya İslâm ’ın ta b iriy
le: «Cahiliyetin» ken disi olur.
A ile ve iki cin s arasındaki iliş k ile r m e se le si, toplum un ö ze lliğ in i be
lirle m e açısından kesin bir hükme vardırır. O toplum geri m idir, yoksa
m edenî m idir? İslâm toplum u mudur, yoksa ca h iliy e t toplum u mudur?
Hayvanî değer, ahlâk ve e ğ ilim le rin hakim olduğu toplum lar; sanayi,
ekonomi ve m üsbet ilim yönünden ne kadar ile ri g itse le r de aslâ m edenî
toplum sayılm azlar. Bu ölçü her zaman için in san lığın g e lişm e si ve g e ri
liğ i için şaşm az ölçü olarak kullanılabilir...
61
İ SLÂM
A ncak bu gibi toplum lar geri toplum lardır... Hem insan yönünden,
hem de İnsanî ge lişm e ç izg isin in ölçüsü yönünden m edenî olmayan top
lum lar bu toplum lardır...
İnsanî gelişm e ç izg isi el betteki hayvanî e ğ ilim le ri zaptetm ek ve insa
nın şehevî arzusunu aile çe rçeve sin e hasretm ekle olur. Tabiî ailen in her
terdi ayrıca Kendisine düşen görevi yerine getirecektir. Çünkü in san lı
ğın ana gâyesi İezzet değil, insanlığın m edenî m irasını taşıyacak olan
ve İnsanî ö z e llik le riy le tem ayüz edecek yeni n e sli y e tiştirm e k ve emaneti
böylece em in e lle re verm ektir. İnsanî ö ze llik le rd e g e lişm iş ve hayvanî
ö zelliklerd en uzak bir neslin sevgi ve muhabbet üzere kurulan ailelerden
ancak y e tişe b ile ce ğ i tabiid ir. Ve böyle a ile le rin g e çici arzu ve h e ve sle r
le değişm eyen, heyecan ve reaksiyonlarla bozulmayan bir iş bölümü
üzerinde kurulu olm alarının g e re kliliğ i şü ph esizdir. Am a şu rası da bir ger
çe ktir ki, ze h irli ve iğrenç duyguların empoze edildiğ i, ahlâkî m efhum la
rın yok olup edep kaid e lerin i çiğneyerek se k s edebiyatının yap ıldığı top-
lum larda böyle ideal aile yuvalarının kurulm ası mümkün değildir...
62
ŞEHADET
lah’ın tevdi ettiği h ilâ fe t v a zife sin i yerin e getirm eye çalrşarak A lla h 'a
kulluk ettiği takdirde... İşte o zaman bu insan tam manada m edenî bir in
san o lab ilir. Ve toplum ancak o zaman m edeniyetin zirv e sin e ulaşa bilir.
Şu kadar var ki tek başına m addî bu lu şlar İslâm nazarında m edeniyet v a s
fını taşım az. Bir toplum maddeten g e lişm iş olup da ca h iliy e t bataklığına
düşm üş o lab ilir. N itekim Yüce A lla h ’ın; ca h iliy e ti ta v s if ederken verd iği
örneklerde m addî g e lişm e le ri görm ek mümkündür:
134 — N u h : 10-12
135 — A ’r a f : 96
64
ŞEHADET
65
İSLÂM
b içim in i b e lirler. İslâm düzeninin nizam larını ve te n fizî icra atla rın ı diğer
düzenlerden ayırır... Ve ona m üstakil bir ö ze llik kazandırırlar. Yabancı
düzenlerin toplum a bu ö ze lliğ i kazandırm aları mümkün değildir. İslâm
toplumunun, yabancı düzenlerle pro blem lerinin çözüm lenm esi düşünüle
mez.
66
______________ ŞEHÂDET___ __________ ______
67
I s l â m
B — İS LÂ M D Ü ŞÜ N C ESİ VE K Ü LTÜ R
68
________________ ______ ŞEHADET___
69
İSLÂM
tan, insanın ve kâinatın y a ra tıc ısı A lla h 'la bütün bunların iliş k ile ri sana
ta da etki ederler. Ö ze llik le insan gerçeği, insanın kâinat içe risin d e k i ye
ri, insan varlığ ının gâyesi ve insanın kâinattaki va zife si, fonksiyonu, ha
yat ölçüsü gibi bütün konularda İslâm düşüncesi insana te s ir eder, yalnız
m ücerred bir fik rî ideoloji olarak kalm ayıp her yönüyle itika d î bir düşün
ce siste m i olarak canlı, diri, etkin, aksiyo ner ve itici bir güç olarak insan
bünyesi içe risin d e k i bütün hareket ve atılım la rla etkin bir güç olur. [137]
Fikrî ç a lışm a la r m e se le sin e ve m ükem m el bir şe k ild e yalnız başına
A lla h 'a kulluğu g e rçe kleştirm e k için bu ça lışm a la rı İslâm düşüncesine ve
onun kaynağına döndürülm esi zarûretine gelince, işte bu tezi iy ice a çık
lamak m ecburiyetindeyiz. Çünkü bu m esele zam anım ızın okuyucusuna
(hatta hakim iyeti sadece A lla h 'a verm ek ve sadece O'nun kanunlarının
g e ç e rliliğ in i kabul eden m üslüm anlara bile) çok yabancıdır.
Şüphesiz ki müslüm an, inancı, v a rlık la rı ilg ile n d iren genel düşünce
yi, ibadeti, ahlâk ve davranışları, değer ve ö lçü le ri ilg ile n d iren veya s i
yasî, İçtimaî, İktisadî nizam ları veyahutta insan enerjisin in â m ille rin i açık
lamak ve in san lık tarihinin hareket se y rin i beyan etm ekle ilg ili konuların
hangisinde olursa oisun rabbânî kaynaktan başka b irisin i kaynak edin
meye y e tk is i yoktur... Bir m üslüm an bu konuların hepsinde dinine, tak
vasına ve günlük yaşayışın da akid esinin em rine uyduğuna güvendiği bir
m üslüm anın sözüne ancak be! bağlayabilir... Fakat m üsbet ilim le rd e kim
ya, fizik, biyoloji, astronom i, tıp, teknik, ziraat ve işle tm e c ilik gibi diğer
p ozitif bilgi dallarında, gerek işletm e sanatı yönünden olsun, gerekse
idare bakım ından olsun, güzel sanatlar dallarında ve savaş tekniğinde
metod yönünden bunlara benzer bütün enerji ve ça lışm a şekillerind e...
Evet bunların hepsinde bir m üslüm an, müslüm an olm ayan k işile rin bul
dukları ve g e liştird ik le ri şeylerden istifade edebilir, onları alabilir... Şu
kadar var ki bir müslüm an toplum kurulduğunda bu alanda kab iliyeti
olanlara imkân tanım ak m ecburiyetindedir. Bu konularda m ü teh assıs ela
man yetiştirm e k farz-ı kifayedir. A k s i takdirde toplum un bütün günahı
bu k a b iliyetle ri geliştirm e yen ve k a b iliyetle rin o lu şm asın ı hazırlayacak
havayı tem in etm eyen, onlara yaşama, hayat şa rtlla rı, çalışm a ve g e liş
me im kânlarını sağlam ayanların üzerindedir... A n ca k bu durum g e rçe k le
şin ce ye kadar müslüm an fe rt po zitif ilim le rin hepsinde, onların pratik tat
bikatında, iste r müslüm an olsun, iste r olm asın herkesten bazı şe y le ri öğ
re n e bilir ve onları kullanabilir. M üslüm an olsun veya olm asın enerji sa
hiplerinin e nerjilerin den faydalanabilir. Bu konularda müslüm an olsun
veya olm asın herkesi ç a lıştıra b ilir. Çünkü bu hususların hepsi efend im iz
(S.A.V.)'in hadis-i şe rifin in m ühtevasına giren şeyle rd ir. Ve bunlar kâinat,
73
İS LÂ M
138 — B a k a ra : 109
139 — B a k a ra : 120
140 — Â l- i İm ra n : 100
74
ŞEHÂDET
75
İ SLÂM
76
/
ŞEHADET
le ri alırken b ile ih tiya tlı davranm am ız şa rttır. Bu ilim le rin iliş k is i bulundu
ğu fe ls e fî akım ları dikkatten kaçırm am alıyız. Çünkü bu ilim le rle ilg ili e se r
verenler g e n e llikle tem elden d in î dü şüncelere düşman olduklarından ö ze l
lik le İslâm düşüncesine de düşm anlık e de ce klerd ir. Bu düşüncelerden
çok azı b ile İslâm ’ın tertem iz kaynağını ze hirlem eye yete rlid ir.
gelem eyenler için g e çe rlid ir. G ö lg esi altında bütün düşüncelerin ve fik ir
lerin basit kaldığı büyük bir gerçeğe dayanm adıkça bütün güçlerin üstün
de kuvvetli ve büyük bir kaynaktan beslen m edikçe cem iyette hakim olan
düşünce ve fikirle rd e n yaygın laşm ış olan görüşlerden insanın kendisini
kurtarm ası elbette ki çok zordur.
Cem iyet, toplumun mantık, âdet, değer, düşünce ve e ğ ilim le rin e tabi
olunca Bir y a ln ızlık h issedecek ve insanlardan daha kuvvetli, dayandık
ları kaynaklardan daha sağlam ve hayattan daha yüce bir kaynağa dayan
m adıkça da kendisini daha güçsüz kabul edecektir.
Şüphesiz ki A lla h m üm ini bu baskılara karşı yalnız başına bırakmaz.
Bu ağ ırlıkla rın altında e zilm esin e ve g ü çsü zleşm esin e meydan verm ez.
İşte bunun için m üm inlere: «G evşem eyin, üzülm eyin. Eğer gerçekten ina
nıyorsanız, üstün olan sîzle rsin iz» (147) hitabı gelm iştir.
Bu hitab ge vşe kliğe karşı koymak için geldiği gibi üzüntüye karşı
koymak için de g e lm iştir. Her iki duygu da bu gibi durum larda insan ru
hunda gezinen başlı başına hususlardır. M üm in onları karşılarken mü-
cerred manada direnm ek ve sabretm ekle karşı koymuyor. A k sin e ona üs
tün geliyor. Z alim dikta kuvvetlerine, yeryüzünde ge çe rli olan değerlere,
yaygın olan id eolojilere, siste m le re, adetlere, geleneklere ve sa p ık lık la
b irle şm iş kalabalıklara bakarken yukarıdan bakıyor... M uhakkak ve mu
hakkak en üstün olan m üm indir. Dayanak bakım ından da, kaynak bakım ın
dan da üstünlük m üm indedir. Bütün yeryüzü ne o la b ilir? İnsanların ne değe
ri var? Yeryüzünde geçerli değer ö lçü le ri ne mana ifade eder? K alabalıklar
arasında yaygınlaşan değerler ne dereceye kadar ge çe rli o la b ilir? H albu
ki mümin em irle rin i A llah'tan alm aktadır. Y in e A lla h 'a dönecektir... Ve
A lla h 'ın nizamına göre yoluna devam eder.
H erşeyden önce mümin varlık gerçeği ile ilg ili düşünce ve anlayış
bakım ından üstündür. İslâm ın bildird iği şe kild e tek bir A lla h ’a inanmak
büyük gerçeği bilm e tarzının en m ükemmel şe k lid ir. Bu düşünce siste m i
eski ve yeni büyük fe ls e fî akım ların, inançların ve ekollerin g e tird ik le ri
yığınca kum küm elerini andıran düşünce tarzlarıyla kıyas edildiğ i zaman..
Putperest inançların, yolunu y itirm iş ehl-i kitabın ulaştığı hedefler.. M a
teryalizm in insanlığı öldüren baskıları gözönünde bulundurulduğu za
man... Evet o kum yığınlarına ve baskı rejim lerine kıyasland ığı zaman
İslâmın bu parlak, aydınlık, m ütenâsip ve güzel düşünce siste m i işte o
zaman İslâm akidesinin büyüklüğü, yüce liğ i h içb ir devrede açığa çıkm a
m ış tarzda ortaya çıkar. Ve şüphesiz ki bu bilgi kaynağına sahip olanlar
yeryüzünde bulunan her şeyden ve herkesten çok da'na üstündür. (148)
147 — Â l-i İm ra n : 139
148 — Bkz. İslâ m D ü şü n c e si
78
ŞEHADET
80
ŞEHADET
tim i, karşısınd a h içb ir şey duramaz. Bütün in san lar ölür ama yalnız mü
min şe h it olur. (*) Bu dünyayı terkederken cennete doğru yol alır. Halbuki
onu mağlup edenlerin boylayacağı yer, cehennem o lacaktır. Bunlar apay
rı şe yle rd ir. Ve m üm inin kulağında Y üce Rabbinin şu hitâbı daima çın la r :
«O, Allah’ı tanımayanların refah içinde diyar diyar gezip dolaşmaları
sakın sizi aldatmasın... Kâfirlerin tattıkları bu zevk çabuk kaybolan bir
zevktir. Sonra varacakları yer cehennemdir. O, ne azap verici bir döşek
tir. Fakat Rablarından korkanlar, işte onlar için altlarından ırmaklar akar
cennetler var ve onlar orada ebedî olarak kalıcıdırlar. Allah tarafından
hediyelerle konukludurlar. Allah'ın katındaki nimetler ise iyi kimseler için
de hayırlıdır.» (149)
Cem iyete, m üm inin inanç, düşünce ve değer ö lçü le rin e uymayan
inanç, düşünce ve değer ö lçü le ri hakim olab ilir. Am a onun en üstün olma
duygusu kaybolmaz. Bütün bunların aşağı şe y le r olduğuna inanır. Y in e
üstten bakar onlara. Efendice ve şereflice... A cıy a ra k bakar. K e n d isiyle
b irlikte onların da hidayete erm e lerin i ve için de yaşadığı yüce ufuklara
yü kse lm e le rin i isteyerek...
C e m iye t a ş a ğ ılık fik irle rin kurbanı o lab ilir. A ld a tıc ı e ğ ilim le re uyabi
lir. Çam ura ve batıklığa d alabilir. Bunu yaparken de eğlendiğini, baskı
ve ayıplardan kurtulduğunu sanabilir. Bu gibi toplum larda ta b iî olarak te
m iz eğle n cele r ve helâl nim etlerden istifâde etm ek mümkün olmaz. O rta
da sadece korkunç projeler ve çam urlukla b a tık lık kalır... Ve işte mümin
yine üstten bakar onlara. Am a yalnız kalm ıştır. Ne önemi var? G evşem ez,
üzülmez, tem iz ve pâk e lb ise sin i üstünden çıkarıp atmayı düşünmez. Çir-
kefe dalm ayı, bataklıklarda boğulm ayı arzu etmez. O, imân nim eti ve ya-
kînî inancın verd iği hazla en üstün olduğunu kabul eder.
Dinden, faziletten, üstün değerlerden, her türlü te m izlik ve g ü ze llik
ten uzaklaşan cem iyette mümin dinini tutar. Bu kor ateşi elde tutmak
g ib id ir ama o yine dinine sık ı sıkıya sa rılır. D iğ erle ri onun bu tutumuna
alay ederler. D eğer ölçü le rin e gülerler. Am a m üm inde bir gevşem e olmaz.
Çünkü o, bu gülenlere, alay edenlere, eğlenenlere üstten bakıyordur. A y
d ın lık la rla dolu imân kervanının biri olan ve ondan önce gelen Nuh (A.S.)
ın sö y le d ik le rin i sö y le r :
«Nuh şöyle dedi: «Ey kavmim! söyleyin bakayım fikriniz nedir? Eğer
ben Rabbimden verilen açık bir burhan üzerinde isem, bir de Allah bana
kendi katından bir peygamberlik vermiş de, size onu görecek göz veril
memişse, istemediğiniz halde cnu size zorla mı kabul ettireceğiz?..» (150)
149 — Âl-İ İm ra n : 19G-198
150 — H û d : 28
(*) _ D e m o k ra s i şe h id i, S o sy a liz m şe h id i g ib i sö z le r k e sin lik le k ü f ü r d ü r.
Bu sö z le r A lla h a is y a n İslam d in in i is tis m a rd ır.
81
İ SLÂM
i ş i — M u ta fflfin : 29-36
1S2 — M e ry e m : 73
82
ŞEHADET
153 — Âl-i îm r a n : 8 9
154 — T evbe : 25
83
İ SLÂM
K â fir ile mümin arasındaki farkm gizlen diğ i nokta, işte buradadır. Kâ
fir bütün gücünü harcar, mümin de. Am a b irin c is i sadece çalışm a sın a gü
venir. İkincisinin güvencesi ise sadece A lla h 'd ir.
S eb ep lere güvenerek A lla h ’tan gâfil kalm ak, m a 'siyettir. Am a sebep
lere güvenerek A lla h ’ın bu se b e p le rle iliş k is i olm adığını iddia etmek, Şe-
hadete a y k ırıd ır ve şirk tir. Bu durumda olan kim se, herşeyi A lla h ’ın irade,
ilim ve kudretine n isb e t eden K u r’an-ı K e rim ’in birçok ayetini yalanlam ak
tadır: «Siz Bedirde o kâfirleri kendi kuvvetinizle öldürmediniz. Lâkin Allah
size yardım etmekle onları öldürdü. Ey Resulüm, düşmanların gözlerine
bir avuç toprak attığın zaman da sen atmadın, ancak Allah attı; ve bunu,
güzel bir ganimet ve zafer tecrübesi vermek için (yaptı). Muhakkak ki
Allah, (sö ylenenleri) işiten, (her şeyi) bilendir.» (155)
«Zafer, ancak Allah’ın indindendir.»
«Doğrusu rızkı veren, o çok şiddetli kuvvet sahibi olan Allah'dir.»
(156)
«Hastalandığımda O bana şifâ verir.»
«Görmüyor musun? Allah gökten su indirdi.»
A lla h ’ın bu kâinata s e rp iştird iğ i seb ep le re inanm ak gereklidir. Am a
A lla h ’ın her şe yi yarattığına inanm ak da gereklidir: «Allah, her şeyi ya
ratandır.» Kim se b ep le ri inkâr eder ve onları hüküm süz sayarsa küfret-
m iştir. Ve kim te sirin onların kendilerinden olduğuna inanırsa, o da A lla h ’a
ortak koşm uştur
2 — İnsanın, kendisine v erilen açık ve gizli, m a d d î'v e m anevî her
nim etin A lla h ’ın fazlından olduğunu ve A lla h olm asaydı bu nim etlerin ola-
m ıyacağını itira f etm em esid ir. «Lâjlâhe illallah» ın lügat m analarının ta h li
lin i yaparken besleyen ve nim etleri verenin yalnız A lla h olduğunu gör
müştük.
Bize isa be t eden her şeyin A lla h ’tan geld iğini, n im etleri verenin O
olduğunu, engel olanın da ken disi olduğunu itira f etm em iz bu manâyı ta
m am lam aktadır. N im eti verm em ek ve insanı belâlara uğratm ak A lla h ’ın
hakkıdır. Bütün bunlara karşı takın acağım ız tavır; rızâ gö sterm ektir :
«...Eğer Allah’ın bunca nimetini teker teker saymağa kalkışsanız, onu
kısım kısım bile sayamazsınız. Gerçekten insan çok zalimdir, çok nankör
dür.» (157)
«Görmediniz mi ki, Allah, göklerdekini ve yerde olanı hep menfaati
niz için birer sebep kılmıştır. Hem aşikâre, hem g iz li olarak her türlü ni-
155 — E n fâ l : 17
158 — Z a riy a t : 58
1.57 — İ b r a h im : 34
84
ŞEHADET
86
ŞEHADET
tesna, onu yapmazlardı. Onlar, kendilerine öğüt verilen şeyleri yerine ge
tirseydiler elbette bu, haklarında çok hayırlı ve imanlarını kökleştirme
bakımından sağlam bir hareket olurdu.» (167)
Vatan paro lasıyla hareket etm ek, vatan bütünlüğünü savunm ak ve
vatanın yararı için çalışm anın, m e se le le rin ölçüldüğü tem el ölçü olm ası
asla caiz değildir. Eğer durum böyle olursa, şirk e düşülm üş olur. Am a
m e se le le rin ölçüldüğü tem el ölçü: A lla h ’a iman ve O ’nun em rettiğ ini yap
mak ise, ta b iî ki durum değ işir. N itekim vatanın yararına ça lışm a k da A l
lah'ın em irlerindendir. Şayet vatan için ça lışm a kta A lla h ’ın e m irle rin i ger
çe kleştirm e k ve O n u n rızasın ı kazanma gaye e d in ilm iş ise, bu ibadettir.
Ve bunda h içib r sakınca yoktur.
insanlık ve insan için ç a lışm a k yine ş irk tir. İnsanın gönlünü k e n d isi
ne yön eltm esi gereken A lla h ’dır. Gönlü başkasına yöneltm ek şirk tir.
«İlim için ilim» parolası şirk tir.
«Görevi yerine getirmiş olmak için görev yapmak» paroiası şirk tir.
«Sanat için sanat» parolası şirk tir.
Allah'ı, insanın maksat ve mabudu olmaktan çıkaran ve yönünü baş
ka tarafa çeviren her parola şirktir.
4 t- Aliah'dan başkasına emretme ve yasaklama, helâl etme ve ha
ram kılma, kanun çıkarma ve hakimiyet hakkını verme de şehadet dava
sını bozar.
Yüce A lla h şö yle buyurur :
«Yaratma ve emretme O'nundur.»
«Hüküm ancak Allah'ındır.»
«Onlar âlimlerini ve râhiblerini Aliah’dan başka Rabbler edindiler.»
(168)
«Demokrasi» ismiyle anılan idare tarzı da buna girer. Çünkü dem ok
rasi, parlam ento veya başka bir m e c lis le idarenin yürtülm esi ve sözün
çoğunluğa ait olm a sıdır. Bu m e clis, d ile d iğ i kanunu çık a rır. Bu hareketi,
bazı ülkelerde olduğu gibi ancak anayasa s ın ırla y a b ilir. Fakat anayasa
nın kendisi hzırlantrken yine h iç b ir s ın ır tanım adan çoğunluğun görüş ve
dü şü ncelerine göre hazırlanm aktadır. Bu, kanun koyma, helâl ve haramı
tayin etme y e tkisin i insana verm e ktir ve şirk tir.
İslâm toplum unda bizi bu şirkte n koruyan gerçek ifade, bizim şurâ
m e clisim izin o lm asıdır. Bu m e c lisin se çim le gelm esind e b ir sakınca yok
tur. A ncak m e clisin her ferdinin ve bütünün A lla h ’ın e m irle rin e bağlı ol-
167 — N isa : 66
168 — T e v b e : 31
87
I S L Â M
m aları şarttır. A lla h 'ın ken dilerin e izin verd iği konularda ictihad eder, ke
sin ve açık nass bulunan konularda olduğu gibi nassa uyarlar. Şayet nass
zannî ise onlar için b ir seçm e hakkı vardır. Yani Kur ’ân-ı Kerim ve Re-
sûlüllah (S.A.V.)’in sünneti, anayasal parlam enter düzenle idare edilen
ülkelerde anayasa durumundadır. S e çile n m e clis, anayasaya aykırı kanun
çıkaram adığı gibi şura m e c lisi de K u ra n ve Sünnet'e aykırı düşen kanun
ları çıkaram az. Şurâ, ya anayasayı aç ıkla r veya verd iği kararlar anayasa
ya aykırı olm az. A lla h ’ın hükmü b ırakılarak kanun çıkarm a y etkisin in zen
ginler sın ıfın a, orta sın ıfa veya aşağı sın ıfa, partiye, parti y ö n e ticile rin e ,
din adam larına, siy a se t adam larına veya herhangi bir s ın if veya ferde
v erilm esi şirk tir.
İnsanın, R esûlüllah (S.A.V.)’in A lla h tarafından g etird iğ i yüküm lü
lü klerle ken disin i sorum lu kabul etm em esi yine şirk tir. N a sıl R esûlüllah
(S.A.V.)'e uyma m ecburiyeti o lm asın ki. Y ü ce A lla h Resulüne hitap eder
ken şö yle buyurur :
«Sonra (ey Resûlüm ) seni dinden bir yo! (şeriat) üzere görevli kıldık.
Onun için sen o şeriata uy da, ilmi olmayanların arzu ve isteklerine tabi
olma.» (169)
5 — Allah'ın izni olmaksızın itaat edilme makamını Allah'tan başka
sına vermek de şe’nadet davasını bozan hususlardandır. N itekim «Lâilâhe
illallah» in m anâsını açıklarken gördüğümüz gibi: K e n d isin e itaat edilen
sadece A lla h ’tır. A lla h ’ın itaat konusunda bize izin verd iği yerler: Re-
sûlüllah'a ve bizden olan ululem re itaattir: «Resule itaat eden, Allah’a itaat
etm iştir.» U lulem re itaat, ancak A lla h ’ın K itab'ı ve R e sû lü lla h ’ın Sünnet'i
üzere olur. İdare edenler yoldan çıkarlarsa; Allah’ın ma'siyetinde onlara
itaat yoktur. İster bunlar âlim olsun, iste r paşa olsunlar. Şu âyet-i kerim e
buna işaret etm ektedir :
«Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygambere ve sizden olan ida
recilere de itaat edin. Sonra bir şey hakkında çekiştiniz mi, hemen onu
Allah’a ve Resûlüne arz ediniz; eğer Allah’a ve âhiret gününe inanıyor
sanız...» (170)
İdareciye itaat, id arecinin bizden olm ası ve bizim le ih tilâfa düştüğün
de A lla h ’ın K ita b ’ına ve Resûlünün sü nnet’ine m üracaat etm esi şartıyla-
dır.
Hadis-i şe rifte de şö yle buyurulur :
«Yaratıcının ma'siyetinde hiçbir yaratılmışa itaat yoktur.»
«İtaat, ancak iyi şeylerdedir.»
169 — Casiye : 18
170 — N is a : 59
88
ŞEHADET
M üslüm an, A lla h 'ın zatında h içb ir kim seye itaat etmez. Ne nefsine,
ne şeytana, ne kâfire, ne sapığa, ne bid'atçıya, ne fasığa, ne haddini aşa
na, ne gâfile, ne sapıklığ a çağırana ve ne de A lla h 'ın em rinden b aşkası
na davet edene :
«O zevkini kendisine ilâh edineni gördün mü?» (171)
«Eğer yeryüzündeki insanların e kse risin e uyarsan, seni, onlar A lla h
yolundan saptırırlar. Onlar, ancak zan ardında yürürler ve sadece yalan
uydururlar.» (172)
«Kâfirlerin emrine itaat etmeyin. (Onlar) o kimselerdirler ki, yeryü
zünü fesada verirler de düzeltmezler.» (173)
«... Eğer kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir topluluğa uyar-
sanız, sizi imanınızdan sonra çevirirler, kâfir yaparlar.» (174)
«... Eğer kâfirlere itaat edecek olursanız, sizi geriye çevirirler de zi
yana düşenler olursunuz.» (175)
«Şeytana itaat etmeyin, o size açık bir düşmandır diye öğüt verme
dim mi?» (176)
Bunlardan hangisine itaat edersen, onu kendine ilâh edinm iş s a y ılır
sın. Onu ilâh edinince de küfre gidersin.
«Muhakkak ki, kendilerine hak belli olduktan sonra arkalarına dö
nenlere şeytan teşvikte bulunmuş ve kendilerini uzun boylu emellere dü
şürmüştür. Bunun sebebi şudur: Allah'ın indirdiğinden hoşlanmayanlara de
mişlerdi ki: «Biz size bazı işlerde itaat edeceğiz...» (177)
Bu kim se le rin dinden dönm elerinin alâm eti: Bazı durum larda A lla h 'ın
indirdiğinden hoşlanm ayanlara itaat e tm eleridir. Bu durumdan sayılan
bazı hu suslar :
Resûlü!lah (S.A.V.)'e itaat etm em ek. Çünkü A lla h ’a itaat etmek, an
cak Resulüne itaat etm ekle olur. A lla h 'a itaati ancak Resûlü v asıtasıyla
öğrenebiliyoruz. R e sû lü lla h ’a itaat demek, onun sünnetine itaat etm ek
dem ektir. Onun için Resûlü!lah (S.A.V.)’in sünnetini kabul etmeyen, kâfir
dir. Kabul edip de itaat etm eyen ise, fâsıktır.
171 — C a siy e : 23
172 — E n ’a m . : 116
173 — Ş u a r a : 151-152
174 — Â l-i İm r a n : 100
175 — AT-i İm ra n : 149
176 — Y a sin : 60
177 — M u h am m ecl : 25
89
İ S L Â M
178 — N is a : 60-61
179 — N is a : 65
180 — M a id e : 49
181 — N ur ; 48.52
ŞEHADEf
182 — M uham m ed : 8
183 — İb ra h im : 2 - 3
184 — H û d : 15 - lf>
185 — Â l-i İr rır a n : 1 4 - 1 5
81
I S L A M
186 — H a d id : 20
187 — Tevbe : 24
92
ŞEHADET
188 — Tevbe : 64
1 8 9 /a — Bu a y e tte n m aksat hukuka veya d e v le t e k a rş ı m ü s lü m a n v a ta n
d a ş la r ın e ş it o lm a d ık la r ı dem ek d e ğ ild ir . İs lâ m d ü z e n in d e bu ko
n u la r d a ta m e ş itlik v a r d ır . İs lâ m d ü z e n i n d e b ö y le b i r s ı n ı f l a ş m a n ı n
o lm a d ığ ı konusu iç in bkz: M uham m ed e lJ B e h iy , « A v ru p a T o p lu -
m unda S ın ıf la ş m a ve Ç ağdaş İs lâ m T o p lu m u n a E tk ile r i» ve M us
ta fa S ıb a l « İs lâ m S o s y a liz m i» M e r h u m S ı b a i ’n i n « S o s y a liz m » t a b ir i
h a ta lı is e de k a n a a tım ız c a bu k ita b ın m u h te v iy a tı m ü k e m m e ld ir
'M ü t e r c im )
93
İ S L Â M
i8 9 /b — Nahl : 105
190 — Nahl : 1 1 6 -1 1 7
191 — Tevbe : 37
1S2 — H u c u ra t: i
94
ŞEHADET
193 — B a k a ra : 85
194 — T irm iz i
195 — T a b e r a n i « K e b ir » de
95
i s 'l â m
man inkılâbı ile Islâm mağlûp olur, derler. Fakat yakındır ki, Allah, müs-
liimanlara zaferi veya kendi katından bir emri getirir de nefislerinde giz
lediklerine pişman olurlar. Münafıkların hali açığa çıkınca müminler bir
birine şöyle diyeceklerdir: «Sizinle beraber olduklarına, kuvvetli yemin
leriyle, Allah’a yemin edenler şunlar mı? Onların bütün yaptıkları boşa
çıktı da âhirette hüsran içinde kaldılar.» (196)
«Ey iman edenler! Ne sizden önce kitap verilenlerden dininizi oyun
cak ve eğlence yerine tutanları, ne de diğer kâfirleri dost edinmeyin. Eğer
gerçek müminlerseniz Allah’tan korkun.» (197)
«Münafık erkeklerle münafık kadınlar, birbirine benzerler. Onlar, kö
tülüğü emrederler, iyilikten alıkoymaya çalışırlar. Ellerini sıkı tutarlar.
Allah'ı unuttular, Allah da onları unuttu (hidayetinden mahrum etti.) Doğ
rusu münafıklar hep fasıktırlar. Allah, münafık erkeklere, münafık kadın
lara ve bütün kâfirlere, içinde ebedî olarak kalmak üzere, cehennem ate
şini vaad buyurdu. Bu azap onlara yeter. Allah onları rahmetinden uzak
laştırdı. Onlara devamlı bir azap vardır.» (198)
«Kendileri için gerçekten acıklı bir azap olduğunu münafıklara müj-
deleyiver!.. O münafıklar ki, müminleri bırakarak kâfirleri dost ediniyor
lar, izzet ve zaferi onların yanında mı arıyorlar? Muhakkak ki bütün izzet
ve kudret Allah’ındır.» (199)
«Onlara o kimsenin haberini oku ki, kendisine âyetlerimizi vermiştik
de, o, bunları inkâr ederek imandan çıkmıştı. Böylece şeytan onu arka
sına takmış da azgınlardan olmuştu. Eğer dileseydik, o kimseyi, bu âyet
ferle iyiler derecesine yükseltirdik. Fakat o, aşağılığa saplandı ve heva-
sına uydu. İşte bunun hali, o köpeğin haline benzer ki, üzerine varsan da
dilini sarkıtıp solur, kendi haline bıraksan da dilini sarkıtsp solur. Âyet
lerimizi yalanlıyanların hali işte böyledir. Ey Resûlüm, sen hâdiseyi kâfir
lere anlat. Olur ki, gereği gibi düşünürler. Âyetlerimizi yalanlayıp ancak
kendi nefislerine zulmeden topluluğun hali ne kötüdür.» (200)
D enildi ki: Bu âyette sözü edilen şahıs, Hz. M u sa ’ya ve onunla be
raber olanlara karşı kâfir olan m ille tin in tarafını tutm uştu. Kendi m illeti
için Hz. M usa ve onunla beraber olanların aleyhine dua etm işti. Halbuki
bu adam, daha önce sa lih bir k işi idi.
96
ŞEHADET
201 — H u c u ra t : 2
202 — B a k a r a : 217
203 — E n ’a m : 112-113
204 — Z ü m e r : 45
97
İSLÂM
Desen ki: «H azırlığ ım ızı yaptık. Savaş plânına uygun hareket ettik. Ve
ce su r olduğumuz için de zafere u la ştık » s e v in irle r buna. Am a: «Allah
bize yardım etti» desen, s ık ılırla r. Yine: «M odern harp usulune başvur
m adığım ız için yenildik» desen, buna se v in irle r. Am a: «Günahkâr olduğu
muz için A lla h zafere ulaşm am ızı istem edi» desen bu sözden tik sin irle r.
H er şeyde gayelerinin A lla h o lm asını onlardan ıstesen sık ılırla r. Am a ne
fis, dünya, şehvet ve paradan söz etsen hemen buna kulak k e s ilir, böyle
sohbetlerin devam ını iste rle r. (205)
«İşte biz, o Kur’ân’ı böyle arapça bir hikmet olarak indirdik. And ol
sun ki, eğer sana vahy ile gelen bu ilimden sonra, kâfirlerin arzularına
uyacak olursan, senin için, Allah’ın azabından kurtaracak ne bir yardım
cı, ne de bir koruyucu vardır.» (208)
A rapça d ilin in m üfredatı ve kaid eleri b e llid ir. K u r’ân da, onu açıklı-
yan sünnet de ancak dilin bu m üfredat ve kaidelerinin, b ir de onları söy-
liye n le rin uslûb ların ın b ilin m e siy le a n la şılırla r. Kim bu yoldan ayrılır; baş
ka yollar se çe rse , hevâ ve sapıklığ a sapm ıştır. Bu durum, şe ria t ve nass-
lara engel olm ak ve m üslüm anları tefrikaya düşürm ektir. Çünkü böyle ya
p ılırsa ortada m üsüm anların başvuracakları bir tem el kalmaz. Yahudi ve
H ıristiy a n la r bile kitaplarını anlam ak konusunda bu sapıklığ a düşm ediler
Şüphesiz ki bu iddiada bulunanlar, m üslüm anlar arasından çık m ış en
büyük zınd ıklard ır. .
98
ŞEHADET
207 — N a h l : 103
208 — R a ’d : 37
209 — A ’r a f : 180
210 — Taha : 8
211 — Ihlas sûresi
212 — Â l-i İm r a n : 7-8
99
İ SLÂM
213 — F a tır : 27
214 — Ş u a r a : 79
215 — E n ’a m : 60
216 — E n fa l : 17
217 — A 'r a f : 155
100
ŞEHADET
Kem alin, bütünüyle A lla h ’a ait olduğundan habersiz olan, A lla h ’ı ta
nım am ıştır.
«Allah’ın azametini gereği gibi takdir edip bilemediler. Muhakkak ki
Allah çok kuvvetlidir. Her şeye üstündür. (218)
«Yahudiler, Allah’ın kadrini gereği gibi tanımadılar. Çünkü: «Allah,
hiç bir insana bir şey indirmedi» dediler...» (219)
H ıristiyan lar: «Allah doğurur; O'nun oğlu vardır» d e d ile r ve küfre
düştüler. Y ah u d îler de: «Allah cim rid ir» d ed iler ve küfre gird iler. A y rıca
«Allah, yaratıkları yarattıktan sonra yoruldu ve istirah at etti» d e d iler
yine küfre düştüler.
A lla h (C.C.) şö yle buyuruyor :
«And olsun ki, «Allah, O, Meryem'in oğlu Mesih’dir» diyenler şüp
hesiz kâfir olmuştur.» (220)
«Allah, üç ilâhdan üçüncüsüdür» diyenler, elbette kâfir olmuşlardır.»
( 221)
«Yahudilerle Nasraniler: «Rahman, çocuk edindi» dediler. Yemin
olsun ki, siz çok çirkin bir şey söylediniz. Az kalsın, söyledikleri sözden
gökler çatlayacak, yer yarılacak ve dağlar parçalanıp yere düşecek. O
Rahman’a çocuk iddia ettiler diye... Halbuki Rahman'a çocuk edinmek
yaraşmaz. Göklerde ve yerde hiçbir kimse yoktur ki, Rahman’a kul olarak
gelici olmasın.» (222)
«Allah fakirdir, biz zenginiz, diyen Yahudilerin sözünü elbette Allah
işitmiştir...» (223)
«Bir de Yahudiler: «Allah’ın eli bağlıdır (cöm ert değildir) dediler. Bu
dedikleri söz sebebiyle elleri hayır yapmak hususunda bağlandı ve lânet-
lendiler. Doğrusu Allah'ın kudret elleri açıktır...» (224)
«Celâlim hakkı için, biz göklerle yeri ve aralarındakini altı günde ya
rattık; bize bir yorgunluk da dokunmadı.» (225)
A lla h ’ı sağlam bir şe k ild e tanım am ak, zâtına yakışm ayacak v a s ıfla
rı O ’na atfetm ek, O ’nu yaratıklarına benzetm ek veya yaratıklarını O ’ndan
bir cüz saym ak küfürdür; şehadete aykırıdır. Çünkü o zaman ilâhlık, ha-
2 18 — H acc : 74
219 — E n ’a m : 91
220 — M a id e : 17
221 — M aid e : 73
222 — M e ry e m : 88-93
223 — Â l-i İm r a n : 181
224 — M aid e : 64
225 — K â f : 38
101
İSLÂ M
102
____________________ ŞEHADET____
103
İSLÂM
mezler. O kâfirlerin hali, kuyu başında, su, ağzına gelsin diye, suya doğ
ru iki avucunu açıp uzatana benzer ki, su ona yükselip gelmez. Kâfirlerin
dua ve ibadetleri, sapıklıkta ve boşuna yerde olmaktan başka bir şey de
ğildir.» (231)
Allah’tan başkasını yücelterek ona yemin etmek yine şehadet dava
sını bozan durumlardandır. Resûlüilah (S.A.V.) bu konuda şöyle buyuru
yor : «Allah’tan başkasına yemin eden, şirk koşmuştur.» Şayet bu yemini
ne muhalefet edince kendisiyle yemin ettiğinin ona bir zararının dokuna
bileceğine inanıyorsa.
Allah’tan başkasına bir adak adayarak onunla Allah'a yaklaşılacağına
inanmak da ayni durumdadır.
Allah'a yaklaşmak niyetiyle Kâbe'den başkasına haccetmek için git
mek, yakınlık vesilesi kılmadığı yerleri Allah'a yakın olmak niyyetiyle zi
yaret etmek yine şehadete aykırı olan durumlardır.
Bu konuda genel kaide şudur : Müslüman, ancak Allah için bir iş ya
par ve ancak O’nun emrettiği doğrultuda hareket eder. Allah’ın izin ver
mediği doğrultuda hareket edilir ve O’nun izin vermediği bir şey yapılır
sa bu, ma’siyettir. Ama Allah'tan başkası için yapılırsa, o zaman şirktir.
20 — Diğer bir çeşit şirk vardır ki, bir yönden şehadeti bozmakla
beraber şehadeti temelinden bozmaz. Bu çeşit şirk, şirk-i asğar diye isim
lendirilen şirktir. Bunun ilâcı: «Allahım! bilerek sana bir şeyi ortak koş
maktan sana sığınırım. Bilmediğim bir şeyden dolayı da affını dilerim.»
şeklinde dua etmektir. Bu çeşit şirkin dış görüntüleri çoktur.
İnsanlar onu görsün diye kişinin namazım güzel kılması... İnsanlar
onun hakkında iyi konuşsun ve övsünler diye iyi yollara malını harcama
sı. Değeri artsın ve şöhreti yayılsın diye cihad etmesi. İnsanlar arasında
yüksek bir makam elde etmek için ilim öğrenmesi. İnsanlar güzel konuşu
yor desinler diye güzel konuşması v.b...
Bu çeşit şirk için daha birçok misaller verilebilir. Bütün bunlar Tev-
hid’in bir dalına aykırı düşen şirk çeşitleridir. Onun için de şirkin bu çe
şidine «şirk-i asğâr» denilmiştir. Bu şirk ma’siyet olup sahibi onunla ate
şe girmeyi hakkeder. Bu konuda bir çok hadisler vardır.
Müslim Resûlüllah’tan şöyle rivayet eder: «Allah (C.C.) buyurdu:
Ben, en çok ortak koşulmağa ihtiyacı olmayanım. Kim bir iş yapar da baş
kasını o işte bana ortak koşarsa, onu ve bana ortak koştuğunu başbaşa bı
rakırım.» (232)
231 — R a ’d : 14
232 — M ü slim
104
ŞEHADET
105
İ SLÂM
Ma! sahibi :
Evet Yâ Râb, diyecek.
Y üce A lla h :
Sana verdiğimle ne yaptın diye soracak.
Ma! sahibi :
Akrabalarıma yardım ettim ve o maldan sadaka verdim, diyecek.
Bunun üzerine Yüce A lla h ve m elekler şöyle d iye ce kler :
Yalan söyledin.
Sonra A lla h (C.C.) şöyle buyuracak :
Falan cömerttir denilmesini istedin. Nitekim öyle de denildi.
Sonra da A lla h yolunda öldürülen huzura g e tirilir.
A lla h (C.C.) ona da şöyle diyecek :
Hangi uğurda öldürüldün?
Öldürülen adam :
Senin yoluna cihadla emroîundum. Ben de ölünceye kadar savaştım,
diyecek.
A lla h da, m elekler de:
Yalan söyledin diyecekler.
Sonra Y üce A lla h şöyle buyuracaktır :
Aksine: «falan cesurdur» denmesini istedin. N itekim öyle de denildi.
Ebu Hüreyre hadisi naklettikten sonra şö yle diyor: «Sonra Resûlüllah
(S.A.V.) dizlerime vurarak şöyle buyurdu: «Yâ Eöâ Hüreyre; Bu üç kimse
kıyamet gününde cehennem ateşinin tutuşturulacağı ilk yaratıklardır.»
Şehadet davasını bozan durumlardan bu kadarıyla yetiniyoruz. Daha
fazla açıklam alarda bulunmak ve m addeleri sıralam ak im kânım ız olm a
dı. Hem bu prensiplerin kapsam ına başkaları da girer. A lla h ’tan im anı
mızı kurtarm asını dileriz. A srım ızd a küfür çok azg ınlaşm ıştır. Ö yle ki, şe-
hadetin sa ffiye tin i devam ettiren ve şehadeti bozulmayan insan çok azdır.
106
İ K İN C İ RÜKÜN
234 — B a k a r a : 143
235 — M ü slim , E b u D a v u d , T ırm izi, İbn-i M ace ve  h m e d
236 — E b u D av u d , N e sa i ve A h m e d
107
İ SLÂM
ketlerin i A lla h 'ın e m irle rin e uyduran dire kt sebep; namazdır: «Gerçekten
namaz, kötü işten ve uygunsuzluktan alıkor. Muhakkak ki Allah’ı zikret
mek daha büyüktür...» (237)
Onun için namaz ölçüdür: «Namaza kalktıklarında tembel tembel kal
karlar.» «Veyl o namaz kılanlara ki onlar, namazlarından gafildirler.» (238)
A bd ullah b. M es'u d (R.A.) şöyle der: «Bizi (sahabeyi) gördüm. A n
cak m ünafıklığı bilinen m ünafıklar namazdan geri kalırlardı.»
İslâm ’da namazdan önce ve sonra gelen rükünler, ancak namazla ger
ç e k le ş e b ilirle r.
O, b irin ci rüknü şuur ve pratik bakım ından g e rçe kleştire n ikin ci rü
kündür. İslâm ’ın tümü bundan hemen sonra g e lir ve bunu takip eder. Onun
için b irin ci m addedeki b irin ci âyet namazı, «kötülük ve uygunsuz işlerden
sakındırır» şe klin d e değerlendirm ektedir.
M üslüm anın yapacağı en h ayırlı şey ve insanı A lla h ’a en çok yak
laştıran am eli; nam azdır :
«Dosdoğru olun. Allah’ın nimetlerini sayamazsınız ve bunların karşı
lığını da yerine getiremezsiniz. Ve bilin ki, amellerinizin en hayırlısı na
mazdır. Ancak mümin olan abdestine dikkat eder.»
«Kulun Rabbına en yakın olduğu durum, secdede olduğu durumdur.»
M a'dan b. Ebi Talha şöyledi dedi: «R esûiüllah (S.A.V.)'in kölesi Sev-
bân (R.A.)'la karışlaştım . K endisine: Bana öyle bir am elden haber v er ki,
onu yaptığım takdirde A lla h beni cennete götürsün. Veya şö yle dediğini
söyledi: «A llah'a en se v im li olan am elden bana haber ver.» Sevbân, su s
tu. Tekrar sordum . Y in e sustu. Üçüncü defa sorduğum da şöyle dedi: Bu
nu R esûiü llah CS.A.V.)’den sordum . Buyurdu ki: «Çok secde etmeğe bak.
Sen Allah’a bir secde etmezsin ki, Allah seni onunla bir derece yükselt
mesin ve bir günahını da silmesin.» M a'dan şö yle dedi: Ebu’d D erda’ya
gittim . Kendisinden de aynı şeyi sordum. O da, Sevbân’ın bana verdiği
cevabın ayn ısını verdi.
3 — G erçekten namaz, A lla h ’ı tanım anın ve kulluğun hakkım O ’na
verm enin m ükem m el bir alam etidir.
A lla h her şeyi insan için yaratm ıştır. Kulun: «EI-HarndüliIlah (Her
türlü m ükem m el şükür ve övgü A lla h ’ındır)» dem esi, bu şe k ild e A lla h 'ı
tanım asına ve bu gerçeği itira f etm esine alam ettir.
A lla h , herşeyi yarattığından O, herşeyden büyüktür. M üslüm an «Al-
lah’u Ekber (A llah her şeyden daha büyüktür)» deyince, Allah’ı bu şe
kilde tanımasına ve O ’nu bu şekliyle kabullenmesine alamettir.
237 — A n k e b u t : 45
238 — M a u n : 5
108
N A M A Z
239 — B a k a ra : 45
109
İ SLÂM
n a flied irler. N a file namazlar, farz nam azlardaki e ksik le rin tam am lanm a
sı veya farz namazlarda e k s ik lik yoksa insanın d e recelerinin yükselm esi
içindir. Nam azlarında e k s ik lik bulunm ayanlar kem ale erm iş insanlardır ki,
çok azdırlar.
Am m ar b. Yaser'den, dedi ki: «Resûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu:
«Kişi namazını bitirir de, namazından ancak onda biri, dokuzda biri, sekiz
de biri, yedide biri; altıda biri, beşte biri, dörtte biri, üçte biri veya yarısı
ona yazılır.» (240)
7 — İslâm 'ın m erkezleri, m escid lerdir: «Muhakkak ki bütün meseid-
ler, Allah’a ibadet için kurulmuşlardır, O halde Allah île beraber başka bi
rine ibadet etmeyin.» (241)
M e s c id le ri inşa etm ek müslüm anın, İslâm ve m üsiüm anlaria olan
bağlılığının alam etidir: «Allah'ın mescidlerini, ancak Allah’a ve âhlret gü
nüne iman eden, gereği üzere namazı kılan, zekâtı veren, Allah'tan başka
sından korkmayan kimseler imar eder, onarır. İşte hidayet üzere bulu
nanlardan oldukları umulanlar bunlardır.» (242)
İbn- M es'ud dedi ki : Gördüm ki, aram ızda sadece m ünafıklığı belli
olm uş m ünafıklar veya hasta olanlar namazdan geri kalırlardı. Hasta, iki
adam arasında yürüyebilince yine namaza geliyordu.»
Y ine şöyle dedi: R esûlüllah (S.A.V.) bize «Hudâ» sünnetlerini öğret
ti. Kendisinde ezan okunan m e scid lerdeki namaz da hudâ sünnetidir.»
(243) Ebû Davud buna ek olarak şunu da rivayet eder: «Sizden h erbirinizîn
evinde de muhakkak namaz kıldığı yeri vardır. Şayet evlerinizde namazı
kılar ve mescidierinizi terkederseniz, Peygamberinizin sünnetini terket-
miş olursunuz. Şayet Peygamberinizin sünnetini terkederseniz küfre gi
dersiniz.»
D iğer bir hadiste R esûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurm aktadır : «Münafık
lara en ağır gelen namaz, yatsı ve sabah namazlarıdır. Bu namazlardaki
sevabı bilselerdi, (em ekliyerek bile olsa) g e lirle rd i. K ara rlaştırdım ki; na
maza emredeyim. Namaz için kamet getirilsin. Sonra b irisin e , cemaata
namaz kıldırmasını emredeyim. Sonra beraberlerinde bir demet odun bu
lunan birkaç kişi ile, namaza iştirak etmeyenlerin yanma gidip evlerini ate
şe vereyim.»
D iğer bir hadiste de şöyle buyurur: «Kim yatsıyı cemaatla kılarsa, ge
cenin tümünü namaz kılmış gibidir.» (244)
240 — E bu D avud
241 — C in : 18
242 — T ev b e : 18
243 — M ü slim , E b u D av u d
244 — M ü slim
110
N A MAZ
111
İ SLÂM
247 — T irm iz i
248 — M u tte fe k u n a le y h
112
N A M A Z
bir adam Peygam ber (S.A.V.)’e geldi. M eğer İslâm ’ın ne olduğunu soru
yordu. R esûlüllah (S.A.V) cevabında şöyle dedi: «Bir gün ve gecede beş
vakit namazdır.» Adam: «Beş farz namazdan başka üzerim e birşey yok
mu?» dedi. R esûlüllah (S.A.V.): «Hayır, nafile kılmak istersen başka.» bu
yurdu. Sonra R esûlüllah (S.A.V.): «Ramazan orucunu tutmaktır» buyurdu.
Adam: «Oruç olarak üzerim de başkası var m ı? dedi. R esûlüllah (S.A.V):
«Hayır, ama nafile olarak tutmak istersen o başka» buyurdu. Adam , yüzü
nü dönerek gitti ve: «Vallahi bundan ne fa zlasını yaparım vc ne de e ksi
ğini» dedi. Bunun üzerine R esûlüllah (S.A.V): «Doğru söylediyse kurtul
du» buyurdu.
İnsan bir zorluğa düşünce onun için namaz h a fifle tilir; M isa fir, dört
rekatlı farz namazları iki rekat olarak kılar. Hasta, gücünün yettiği ş e k il
de kılar: Ayakta, oturarak veya başka bir şekilde. Su bulam ıyan teyem
müm eder. H astalığından suyu kullanam ıyan yine teyem m üm eder. Bütün
bunlarla beraber A lla h 'ın em irlerinden insanın yerine getirem iyeceği bir
em ri yoktur. D o layısıyla insan herhangi bir m azeret ile ri sürem ez.
Bütün bunlardan sonra insanın yıkanm ası, abdest alm ası, m isvak
kullanm ası gibi d ışın ı ve içini de kendisine yakışm ıyan pislik le rd e n temiz-
liyen namazı terketm esi, kendisi için bir cinayettir. Ve bu cinayetin kar
şılığ ım cehennem ateşinde yanarak ö deyecektir :
«Sorarlar mücrimlerden: «Sizi Cehennem'e sokan nedir?» Onlar şöy
le derler: «Biz namaz kılanlardan değildik. Yoksula yedirmezdik. Batıla
dalanlarla beraber dalıyorduk. Hesab gününü de yalan sayardık. Nihayet
bize ölüm gelip çattı.» (249)
B — HADİSLERLE NAMAZ
ZEKAT
A — Zekâta Gene! Bakış :
1 — Islâm ’ın iktisa t nizam ının tem e li zekâttır. İslâm ’ın ik tisa t nizam ı,
asıl mülk sahibinin A lla h olduğunun itirafı tem eli üzerinde kuruludur. Bu,
mülk edinm eyi ve m ülk edinm e hukukunu ilg ile n d iren m e se le le ri düzen
leme hakkının da, sadece A lla h ’a ait olduğunu itira f etm ek dem ektir. Z e
kât ise bütün bu hüküm lerin pratik ifadesidir. Hadis-i şerifte: «Malda ze
kâttan başka da, hak vardır.» duyurulm aktadır. A n ca k zekât, maldaki hak
ların en ö n e m lisid ir. Onun için m alın tüm m e selelerind e A lla h ’a te slim
olm anın alam eti, zekâttır. R esûlüllah (S.A.V.) buyuruyorlar ki: «Zekât de
lildir.»
Zekâtın in cele n m esiyle İslâm ’ın serm aye konusundaki görüşlerinin
birçoğu a n la şılm ış olur.
251 — T ev b e : 34
115
İ S LÂ M
İslâm, diğer bütün nizam ları ve zekât m ü e sse se siy le m eseleyi, daha
adaletli davranm ak için h içb ir yol bırakm ıyacak şe k ild e çözm üştür :
Serm aye, ziyanı kabul etm esin e k a rşılık kazanır da.
Serm aye sahibi, iş le ri idare etm e ve ziyanı kabul etm esine k a rşılık,
onun da kazanmağa hakkı vardır.
Serm aye, sahibi, sadece kazançtan değil; hem kazançtan ve hem de
serm ayeden her sene b e lii sın ıfla ra te sb it e dilen oranda mal dağıtır.
Buna göre M a rk s ’ın tasavvur ettiği artık-değerden ancak çok basit
bir m iktarı serm aye sahib inin eline geçer. G eri kalanı da, her güçlü in
sanın katılm ak m ecburiyetinde olduğu sosyal dayanışm anın g e rçe k le ş
m esi için cem iyetten hakkeden sın ıfla ra gider. Bununla beraber şunu da
unutmamak gerekir: İşçi, işverenden hakkettiğini en mükemmel şe k ild e
alır. İnşaallah İslâm 'ın ik tisa t nizam ını anlattığım ızda bu m e selelere daha
geniş yer vereceğiz.
2 — Bazı insanlar zekâtın diğer verg ile ri gibi devletin em rettiği bir
vergi olduğunu tasavvur ederler. Bazıları da, hayır kazanmak niyyetiyle
verilen bir sadakadır, kanaatındadırlar. Onlara göre zekât keyfidir. Dev
letin onunla herhangi bir iliş k is i yoktur, hfer iki görüş de büyük bir hata
içe risin d e d ir. Bu konuda doğru görüş şö yle d ir :
— Â d il devletin aldığı vergiyi, m illete lüzumlu olan hizm etleri ger
çe kle ştirm e k için aldığını kabul etsek, bu takdirde, bu adaletli vergi dev
le tin d ir ve zekât bundan ayrıdır. Çünkü zekât, insanlardan belli sın ıfla rın
maldaki haklarıdır. O, devletin değildir. Kanun koyucusunun tayin ettiği
kim selerin hakkıdır. İnşallah zekâtı hakkeden sın ıfla rı ile rid e anlatacağız.
— A ncak m aldaki bu hakkın sahip le rin e ulaşm asından sorum lu olan
devlettir. K u r’ân-ı Kerim bu görevin yerine g e tirilm e sin i, devletin tem el
hizm etleri arasında sa y m ıştır :
«Onlar, o m üm inlerdir ki, eğer k en d ilerin i yer yüzünde iktidar m ev
kiine g e tirirse k namazı kılarlar, zekâtı verirle r, iy iliğ i em rederler ve fe
nalıktan da alıkoyariar. Bütün işle rin sonu A lla h ’a dönecektir.» ' (254)
Buna göre İslâm de v le tin in norm al olarak yapm ası gerekli olan: Ze
kât işle riy le uğraşacak m ü stakil bir te şk ilâ t kurm asıdır. Bu te şkilâ tta ça
lışanlar, zekâtı toplayacak ve ge re kli yerlere dağıtacaklardır. A y rıca bu
te şk ilâ tın ve bu te şkilâ tta ça lışa n la rın nafakaları da zekâttan olacaktır.
Bunu şöyle ifade etsek, durumu daha iyi a çıkla m ış olacağız: Bu te şk ilâ t
ta ça lışa n la rın m aaşları zekâttan karşılanacak, m esken ve buna tabi olan
konular ise devlet hâzinesinden ödenecektir.
2 5 4 --- HaCC : 41
117
İ SLÂM
255 — M u tte fe k u n a le y h
118
ZEKAT
Buna göre devlet, bir kim sede mal bulunduğunu ve zekâtım verm e
diğini te sb it ederse zekât m iktarım alacağı gibi, m a lî b ir ceza olarak da
m alının b ir k ısm ın ı alır.
3 — Zekâtı vacip olan m allar beş k ısım d ır :
a — T icaret m alları.
b — A ltun, güm üş ve onlara tabi olan nakidler (paralar),
c — Ekin ve m eyveler,
d — Hayvanlar,
e — M aden ve rikâz.
*
M üçtehid im am lar bu beş kısm ın teferruatı hakkında birçok ih tilaflara
düşm üşlerdir. Bu durum, İslâm d evletine geniş s ın ırla rı olan bir tatbikat
im kânını sağlam aktadır. İslâm devleti, durum lardan her biri için ile ri sürü
len görüşlerden en uygununu s e ç e b ilir. M ese lâ: Bazı durum larda m aden
lerin zekâtı hakkında H anb e lîle rin görüşünü alır. Am a b ir müddet sonra
öyle bir durum g e lir ki, insanların H anbelî görüşüne ih tiyacı kalmaz. Bu
defa Ş a fiîle rin görüşü daha uygun o la b ilir. Bu durumda Ş a fiî’nin görüşü
alın ır. Hakkında nass bulunmayan bir m eselede ictih a d î gö rüşlerin çe
ş itliliğ i, m üslüm anların yararınadır. O n lar için bir g e n işlik tir. H er ne prob
lem olursa olsun, onu çözm e yolların d a güçlük çekm eyen d e vle tle rin in de
yararınadır.
Şim di de ken dilerin de zekât v a cip olan mal k ısım la rın ı kısaca arz ede
lim :
1 — Nakîdlerin Zekâtı :
Nakîdden maksat: A ltu n , gümüş, m a lî değeri olan evrak ve tedavül
de mal yerine geçebilen paralardır. Bunlar m adenî olsun veya olm asın
hepsi de m aldır ve takd ir olunan zekât bunlarda vardır. H er ne kadar asıI-
da altun ve güm üş olan paralara zekât farz k ılın m ışsa da, değeri olan ev
rakla diğer paralar altun ve güm üş m e sâbesin ded irler. Â d e t itib a riy le bun
lar altun ve güm üşe dayalıdır. K a rşılık la rın d a dire k t olarak altun ve gü
müş a lın a b ilir.
119
2 — Ticaret Mallarının Zekâtı :
İnsanın tica ret n iyyetiyle satın aldığı herşey d e ğ e rle n d irilir ve para
zekâtında olduğu gibi zekâtı v e rilir. Ticaret m alları değerlendirildikten
sonra şayet hem mal ve hem de paralar bir şahsın ise ik isi birb irine ek
le n ir ve nisaba vardıktan ve en son zekâtını verdikten sonra üzerinden
bir yıl ge çm işse beraberce zekâtları ç ık a rılır. Ancak ödenm eden önce ki
şinin üzerindeki borçlar ç ık a rılır. H anefî m ezhebinde kişin in karısının meh-
ri de ç ık a rılır.
Am a insanın alacakları olursa, bu alacaklar mal ve paralara eklen
dikten sonra yılbaşında hepsinin zekâtı birden ödenir mi, ödenm ez mi?
Hanefî Fakîhlerine göre :
Kuvvetli Alacaklar : Ödünç v erilen parayla tica re t alacakları gibi. Bu
alacaklar ele geçtiğinde geçm iş her sene için zekâtı ödenir. Bir defada ele
geçen kırk dirhem den daha az değ ilse ele geçtiği zaman zekâtı çık a rılır.
Orta derecede alacaklar : İnsanın oturduğu evi ve e lb ise le ri gibi a s lî
ih tiyaçları arasında olan bir şeyi satm asından dolayı olan alacaklarıdır.
Eline geçen ikiyüz dirhem den (nisabdan) az değ ilse geçm iş her sene için
zekâtını öder.
Zayıf derecede alacaklar : Kadının kocası üzerindeki mehri gibi. Bu
alacaklar ele geçin ceye kadar geçen senelere itibar şdilm ez. Ele ge çtik
ten sonra üzerinden bir y ılın geçm esi gerekir.
3 — Ekin ve Meyvelerin Zekâtı :
Hanefîlere göre :
Ûşur arazîsinde yetişen herşey için zekât vardır. A zı için de çoğu
için de... Saklanabilenden de, saklanam ıyandan da...
Tarla, yağmur suyu veya külfet olm aksızın akan suyla sulanıyorsa
elde edilenin onda biri, âlet gibi külfetli bir şe kild e su lan ıyo rsa yüzde
beşi zekât olarak v e rilir.
Şafiîlere göre :
G elird e belli şartlar gerçe kleşin ce tarla uşriye olsun, haraciye olsun
y etiştird iğ in d e zekât vardır :
Şartlar :
1 — Nafaka olabilen (saklanabilen) şeylerden olm ası.
2 — B elli bir m âlikin mülkü olm ası.
3 — ; Nisaba ulaşm ası. O nlarca nisab, beş vesaktır. Her bir v e sa k ’ın
ağ ırlığ ı 120 kg dır.
120
ZEKAT
121
İ SLÂM
257 — T ev b e : 60
122
Z E K A T
258 — B u k it a p ta şu y o lu ta k ip e d iy o ru z ■. A n la ttığ ım ız k o n u d a b a ş k a la rı
iyi b ir a r a ş tır m a y a p m ış s a h e m e n o n u ik tib a s e d e riz . B öylece İs
lâ m h a k k ın d a y a z ılm ış g ü z e l fik irle rd e n is tifa d e e tm iş o la c a ğ ız .
(M ü eliif)
N o t : Bu ik tib a s K a rd a v i’n m « M ü ş k ila tu l-F a k r v e K ey fe  le c e h â ’l-
İslâm » isim li e s e rin d e n y a p ılm ıştır. E ser, A b d u lv e h h a b Ö z tü rk ta -
ta r a f ı n d a n -F a k irlik P ro b le m i K a rş ıs ın d a İslâm » ism iy le T ü rk ç e y e
te r c ü m e e d ilm iştir. (M ü te rc im )
123
İ SLÂ M
sebeple hak sa h ip le rin in arasına sokulm ak isteyen tam ahkârın tam ahı
na bırakm ıştır. Bu yüzden z e k â t v e rile c e k ş a h ı s ve yönleri Kur'ân-ı Ke
rim tayin e t m i ş t i r . Bu da h a k s ız yere zekât m allarına sa lyaları akarak ko
şan ve o n l a r ı ihmal ettiği ve i s t e k l e r i n e cevap verm ediği için R esûlüllah
(S.A.V.)’ı ayıplayan m ü n a f ı k l a r a b i r reddiye olmuştur... Yüce A lla h buyu
ruyor ki : «İçlerinde sadakaların taksim i hususunda seni ayıplayacaklar da
vardır. Çünkü eğer kendilerine d ile d ik le ri bir şey v e rilirs e hoşlanırlar.
Şayet yine kendilerinden olanlara d ile d ik le ri b irşe y v e rilm e zse derhal k ı
zarlar... Sadakalar, A ila h ’dan bir farz olarak; ancak fa kirlere , m iskin lere,
sadakaların üzerinde m em ur olanlara, kalb ieri m üsiüm anlığa yatkın olan
lara, kölelere, borçlulara, A lla h yolunda harcam ağa ve yolda kalm ışlara
m ahsustur. A lla h A lîm 'd ir, H akım ’dir.» (259)
Ebû D â v û d ş ö y l e r i v a y e t e t m i ş t i r : B ir a d a m p e y g a m b e r ( S .A .V .) e g e l
di v e ş ö y l e d e d i: B a n a z e k â t m a l l a r ı n d a n v e r. P e y g a m b e r e f e n d i m i z ken
d is in e zekât hususunda n e A l l a h ’ ın h ü k m ü n ü n d ış ın d a , ne b ir p e y g a m b e
rin v e ne d o b a ş k a h e r h a n g i b ir k i m s e n i n razı o l a m ı y a c a ğ ın a bu k o n u d a
a n c a k A l l a h ’ın h ü k ü m v e r m i ş o l d u ğ u n u v e z e k â t ın s e k i z k ı s m a a y r ı l d ı ğ ın ı
b e l i r t e r e k ş a y e t s e n b u n la r d a n is e n h a k k ın ı v e r i r i z d e d i.
Burada z e k â t ın v e r ile c e ğ i y e rle rd e n ilk i k is i b izi ilg ilend irm ekted ir.
Z e k â t a lm a y ı h a k k e d e n bu ik i k ı s ı m : F a k ir v e m i s k i n l e r d i r . '
2 O İJ — i e v D C : 59-60
124
Z E K A T
ne g e ç e n e el a ç a n l a r o l d u k la r ı n ı s a n m a k t a d ır l a r . H e r h a ld e m is k in in bu
t ip i, e s k i z a m a n la r d a n b e r i hattâ P e y g a m b e r im i z in z a m a n ın d a b ile b ir k ı
s ı m i n s a n la r ı n z ih i n l e r i n d e b ö y le haya! e d i l m i ş o l m a l ı ki P e y g a m b e r im i z
( S .A .V .), h a k lı o la r a k c e m i y e t i n y a r d ı m ı n a m ü s t a h a k o la n v e b i r ç o k l a r ı n ı n
t a n ı m a d ı k l a r ı h a k ik i i h t iy a ç s a h i p l e r i n e k a r ş ı in s a n la r ı u y a r m ı ş v e bu k o
nuda ş ö y le d e m iş tir :
«Bir iki hurma ve bir iki lokm anın geri çe vird iğ i kim se m iskin d e ğ il
dir. A s ıl m iskin, iffe tli olandır. D ile rse n iz şu âyeti okuyun: «Onlar insan
lardan yüzsüzlük edip d e b i r sey istem ezler.» (260)
«Yüzsüzlük e d ip d e b i r şey istem ezler» s ö z ü n ü n m a n a s ı: İste m e d e
ıs ra r e tm e z le r v e m u h t a ç o l m a d ı k la r ı şey iç i n in s a n la r a te k lifte b u lu n
m a z la r , d e m e k t i r . İ s t e m e k t e n k e n d i s in i k u r t a r a c a k b ir ş e y i o lu p da d i l e
nen k i m s e y ü z s ü z l ü k e t m i ş olur.»
Bu, A l l a h ' a v e R e s u lü n e k e n d i l e r i n i a d a y a n f a k ir m u h a c irle rin vas
f ıd ır . H a lb u k i k e n d i l e r i n i n ne m a l l a r ı v e ne d e i h t iy a ç l a r ı m k a r ş ı l a y a n k a
z a n ç l a r ı v a r d ı. (261)
A l l a h T e a lâ b u n la r ı ö ğ m e v e ş a n l a r ı m ' y ü c e l t m e s a d e d in d e ş ö y l e b u
yuruyor :
«Sadakalar A lla h yolunda ken dilerin i vakfetm iş fa k irle r için d ir ki
onlar yeryüzünde dolaşm aya m uktedir olm azlar. H alle rin i bilm eyen; if
fet ve istiğnalarından dolayı onları zengin kim se le r sanır. S e n ( R e s u lü m )
o g ib ile ri sim alarından tanırsın. O nlar insanlardan yüzsüzlük edip de bir-
şey istem ezler.»
İşte b u n la r v e b e n z e r le r i R e s û lü l l a h ' ı n da b iz e b i l d i r d i ğ i g ib i in s a n
la r i ç e r i s i n d e y a r d ım e d ilm e y e en ç o k hakkı o la n la r d ır .. . D i ğ e r b ir r i v a
y e t t e ş ö y l e b u y u r u im a k t a d ır : « K a p ı kapı d o l a ş ı p d a b ir - iki lo k m a v e b ir -
iki hurmanın g e r i ç e v i r d i ğ i k i m s e m i s k i n d e ğ i l d i r . Lâkin m i s k i n o k i n i ş e
d i r ki: İ h t i y a ç l a r ın ı g i d e r e n z e n g in b u la m a y a n , b i l i n m e d i ğ i iç i n k e n d i s in e
sadaka y e r i l m e y e n v e k a l k ı p d a i n s a n la r d a n d ile n m e y e n d ir.» (262). İşte
y a r d ım a lâ y ık o la n b u d u r. İ n s a n la r o n d a n g a f il o l s a da. D u r u m u b i l i n m e s e
de... A n c a k ş u n a d i k k a t e d e l i m ki P e y g a m b e r ( S .A .V .) g ö z l e r i b u n a ç e v i r
m iş , akı! v e k a lb le ri buna u y a rm ıştır. Bu da z a m a n ın m ü s i b e t in e düçar
o la n , ya'nut i k t i d a r s ı z l ı ğ ı n k e n d i l e r i n i s ırt ü s tü e t t iğ i, y a h u t m a lı az o lu p
da a i l e s i ç o k o la n v e y a h u t i ş l e r i n i n g e lir i, m a k u l i h t iy a ç l a r ı n ı k a rş ıla m a
y a n n ic e i f f e t li e v v e a ile s a h i p l e r i n i i ç in e a lır,
125
İSLÂM
126
ZEKAT
U b e y d u l l a h b. A d î e l - H a y y â r ’dan: İki k i ş i k e n d i s i n e h a b e r v e r d i l e r ki
o n la r , P e y g a m b e r ( S .A . V . ) e g e lip ondan zekât is te d ile r. P e y g a m b e r (S.-
A .V .) o n la r ı s ü z d ü k t e n s o n r a i k i s i n i n d e g ü ç lü k u v v e t l i o l d u k la r ı n ı g ö r d ü .
O n la r a d e d i ki: « D ilerse n iz size vereyim . Am a ne zenginin ve n e d e ka-
zanabilen kuvvetlinin zekâtta payı vardır.» (272)
R e s û lü l l a b ( S . A . V . ) ’ın b u n la r ı m u h a y y e r b ı r a k m a s ı n ı n s e b e b i; durum
la r ın ın m a h iy e t in i b i l m e m e s i y d i . G ö r ü n ü ş t e k u v v e t l i id ile r s e de k a za n ç s ız
v e y a k a z a n ç la r ı o n la r a y e t m i y o r o l a b i l i r d i .
N e v e v î d iy o r ki: « M ü t e b e r o la n k iş in in hal v e ş a h s i y e t i n e y a r a ş a n
b ir k a z a n ç t ır . Y a r a ş m a y a n is e y o k h ü k m ü n d e d ir . » (274)
A y rıca «eli kolu kuvvetli, sağlam kim seye» zekâtı haram eden ha-
dis-i şerif, örfen kendi g ib ile rin e kazanç fırsa tla rı hazırken tem b elliğ i te r
cih eden kim seyi de için e alır.
127
İ SLÂM
N e t i c e o la r a k : K a z a n m a ğ a g ü c ü y e t e n h e r k e s , k e n d i k e n d in i g e ç i n d i
recek ş e k ild e ç a lış m a k la ş e r 'a n m ü k e l le f t i r . B e d e n in d e k i z a f iy e t t e n , ç o
c u k l u k , k a d ın lık , b u n a k lık , i h t iy a r lı k , d ü ş k ü n l ü k v e h a s t a l ı k t a n d o la y ı â c iz
o la n y a h u t k e n d i s in e l â y ık b ir k aza nç k a p ısı b u la m a y a n y a h u t b u lu p da
k a z a n c ı k e n d i s in e v e ç o l u k ç o c u ğ u n a y e t m i y e n v e y a h u t i h t iy a c ı n ı n t a m a
m ın ı d e ğ il d e b i r k ı s m ı n ı k a r ş ı l a y a b i l e n k i m s e l e r i n z e k â t a lm a s ı c a iz d ir .
A l l a h ’ ın d i n in d e bu g ib i k i m s e l e r i n z e k â t a l m a l a r ı n d a b i r s a k ı n c a yoktur.
İş te b u n la r a d a l e t le i h s a n ı v e y a a d a l e t le r a h m e t i b i r l e ş t i r e n İ s lâ m 'ın
s a f ta lim a tla rıd ır. A m a m a t e r y a li s t l e r in : « Ç a lış m a y a n y em ez» p re n s ip le ri
g e r ç e ğ e t e r s d ü ş e n v e a h lâ k î o l m ı y a n b i r p r e n s i p t i r . İ n s a n î d e ğ i l d i r . B azı
k u ş v e h a y v a n la r ın b i l e k u v v e t l i s i z a y ıfın a y iy e c e ğ in i ta ş ırk e n in s a n , bu
d i l s i z h a y v a n la r ın d a m ı s e v i y e s i n e u l a ş m a y a c a k ?
128
ZEKAT
277 — M ü s lim
129
İ SLÂM
134
ZEKAT
olan... şahsın kendisine ve nafakasında olanlara, isra f veya sık ın tı olm a
dan durumuna uygun yiyecek, g iyecek ve diğer ge re kli şe y le rin tem in idir.
(292)
A srım ızd a k işi için gerekli olan hususlardan biri de: K endilerin den ce
halet karan lıkların ı giderecek, onlara şe re fli hayat yolunu kolaylaştıracak,
d in î ve dünyevî ö devlerin i yapmağa yardım edecek olan d in î hüküm leri
ve zam anın b ilg ile rin i (kendinden başka) ço cu kların ın da öğrenm esidir.
Fakîh ler M üslüm an ferdin a s lî ih tiya çla rın ı sayarlarken bunlar arasın
da şunu da sayarlar: M üslüm an ferdin kendisinden cehaleti g id e rm e si
dir. Çünkü cehalet, te rb iy e v î b ir ölüm ve m anevî bir yok olm adır.
Y in e asrım ızda ferdin, a s lî ihtiyaçlarından biri de: kendisi veya aile
efradından biri hastalandığında ilâ ç alabilm e im kanının o lm a sıd ır ve yem
gibi hastalığa terk e d ilm em esid ir. Bu, kendini öldürm ek ve kendi e liy le
kendisini te h like y e atm aktır. H adiste: «Ey Allah’ın kulları! tedavi olun.
Hastalığı yaratan, ilâcını da yaratmıştır.» (293) buyurulm aktadır.
Y üce A lla h da şö yle buyuruyor :
«Kendinizi tehlikeye atmayın.» (294)
«Kendilerinizi öldürmeyin. Şüphe yok ki Allah sizi çok esirgeyici
dir.» (295)
Sahih-i B uh arî’de şö yle rivayet e d ilir: «Müslüman, müslümanın kar
deşidir. Ona zulmetmez ve onu yardımsız bırakmaz.» B ir m üslüm an, kar
de şin i veya ce m iye t bir mensubunu te d a vî etm e ksizin hastalığa terke-
derse şü ph esiz onu yard ım sız bıra km ış ondan yardım ını kesm iş olur. Şu
na dikkati çekm ek ge re kir ki, bir şahsın hayat se v iy e s in i donuk ve kesin
şe k ild e sın ırlam ak mümkün değ ildir. Çünkü bu, zaman ve mekâna, her
m illetin se rvetine ve m illî g e lirin e göre d e ğ işir.
B ir asırda bir m ille t için fu zu lî sa yıla n birçok şe y le r diğer b ir a s ır
da lüzumlu, lâyık ve zarurî olur.
Düzenli ve Muntazam Bir Yardım :
İslâm ’da zekâtın hedefinin (her hangi bir m esleğ i bulunmayan ve ça
lışam ayan fa kir ve m iskin e nisbetle) k en d isin e ve çoluk çocuğuna uygun
b ir geçim se v iy e sin i garanti etm ek ve tam b ir seneye kadar kendisine
yetecek m iktarı verm ek olduğunu b e lirttik te n sonra buna şunu da ilâve
edelim : Zekât, hak sa h ip le ri içe risin d e n bu s ın ıf için devam lı ve düzenli
292 — El-Mecmû, C. 6
293 — Buhari
294 — Bakara : 195
295 — N isa : 28
135
İ SLAM
136
ZEKAT
137
İSLÂM
ZEKAT
Ebû Ubeyd eliyor ki: Bütün bu ha d ise ler şunu isbatlıyor: Her kavim ken
di kavm inin zekâtına daha lâyıktır. Tâ ki muhtaç oianlar kalm ayıncaya
kadar. Hadîs-i şe rifin onlara bu hakkı verm esini, kom şuluk hakkında ve
zenginlerin evlerin e yakın olm alarında görüyoruz. (301)
Şayet zekât memuru bilm eyip zekâtı, halkının muhtaç olduğu şe h ir
den başka bir şehre götürürse devlet bunu, onlara geri gönderir. N itekim
Ö m er b. A bd ülaziz böyle yapm ış ve Said b. M üseyyeb de böyle fetva v er
m iştir. (302)
Y a ln ız İbrahim Nehâî ve Hasan-i B asrî kişin in zekât konusunda ak
rabalarını te rcih etm esine ruhsat verm işle rd ir.
Ebu Ubeyd diyor ki; Bu, ancak kişin in şa h sî m alında caiz olur. D ev
letin topladığı um um î zekâtta ise olmaz.
Ebû’l-Â liy e ’nin hadisi de bu iki zâtın hükmüne uygundur. Ebûl-Âliye
zekâtını M e d in e ’ye götürürdü. Ebû Ubeyd şö yle diyor: Götürdüğü bu ze
kâtı akraba ve azadlı kölele rin e götürdüğünü sanıyoruz. (303)
Zekâtın to p la tıld ığ ı şehird e d ağıtılm ası, ittifak edilen bir hüküm oldu
ğu gibi o m em lekette zekât alacak durumda olan kalm az veya zekât on
lara çok ge lirse, zekâtın başkalarına taşınm ası, yahut ih tiyaç halinde kul
lanılm ak üzere devlet başkanının y e tkisin e v e rilm e si veya komşu m em le
ketlere götürülm esi de üzerinde ittifak edilen b ir hükümdür.
Bu konuda İmam M a lik ’in dediği pek hoşuma gidiyor: Zekâtın bir y e r
den başka bir yere taşın m ası caiz değildir. A n ca k bir şe h ir halkının b a şı
na birşey g e lir ve m uhtaç duruma d ü şe rle rse Devlet, görüş ve ietihad yo
luyla oraya zekâtı ta şıy a b ilir. (304)
Sahnûn da şöyle der: «Bazı m em leketlerde şid d e tli ihtiyaç olduğu
devlete haber v e rilse zekâtın bir kısm ın ı oraya taşım ak devlet için caizdir.
ÇünKü muhtaç olanın, m uhtaç olm ayana tercih e d ilm esi vacip tir. M ü slü
man m üslüm anın kardeşidir. Ona zulm etm ez ve ondan yardım ını e sirg e
mez.» (305)
6 — Bütün bu anlattıklarım ızdan sonra biri: Zekât m alları bütün bu
an latılanları k a rşıla y a b ilir m i? Başka bir ifadeyle: Zekât, toplum un İkti
sadî pro blem lerinin tümünü h a lle d e b ilir m i? diye so rab ilir.
Cevap: Zekâtın İslâm iktisad nizam ında herşey olduğunu sö yle m e
dik. Bizim ded iğim iz şudur: Zekât bu nizam ın tem elid ir. G ö receğ im iz gibi
139
İSLÂM
bu tem el, İslâm ’ın ik tisa t nizam ıyla beraber olursa İslâm toplum undaki
tüm İktisadî p ro b lem leri çözm esinde şüphe yoktur.
Y a ln ız zekâtı ele aldığım ızda şü ph esiz ki o, ferdlerin.. bütün iktisadi
pro b lem lerini halleder. A ncak İslâm 'ın hüküm lerini hayatın gerçeklerin e
uygulayabilen b e ce rik li bir düzenlem enin olm ası şartıyla. Çünkü zekât
g e lirle ri o kadar çoktur ki, karşılarınd a bir problem in durabilm esi müm
kün değildir. Bir de şu durumu da gözden kaçırm ayalım : Zekât nizam ı
bir insanın problem ini hallederken, onu kökten hallediyor. Ö yle ki, insan
ondan sonra zekât öder duruma gelm ektedir. Durumun daha iyi a n la ş ıl
m ası için bir m isa lle konuyu a çıkla yalım :
İnsanın İktisadî pro b lem lerinin en ö n e m lile ri, evlenm e, barınm a, iş
s iz lik ve â c izlik tir.
Bu prob lem leri zekât v a sıta sıy la halletm ek isted ik mi şunları yapma
m ız gerekir :
1 — Ç a lışa c a k güçte olm ayanlar için Ş a fiî m ezhebinin hüküm lerini
uygularız. O nlara ve baktıkları k im se le re y etece k bir tarla alırız. Bir y ıl
da ça lışa m ıyaca k durumda o lan ların problem ini h a lle ttik mi, gelecek yıl
önüm üzde g ü çsü zler problem i büyük çapta ö nlenm iş olur. A rtık zekât ge
lirle rin i başka bir problem in çözüm ünde ku lla n a b iliriz. M e se lâ bu, iş s iz
lik problem i o la b ilir.
2 — Bu konuda da Ş a fiî m ezhebinin görüşünü se çe riz. İşsizle rin sa
y ısın ı, her birinin ça lışm a im kânını tesb i teder, aşağıdaki te d b irle ri alırız:
B elli b ir zanaatı olan fakat serm ayesi bulunmayana, işin e yetecek
kadar serm aye v e rilir.
D iğ erle ri de işe a lış tır ılır ve m eslek sahibi olm aları sağlanır. Sonra
işle rin i y ü rü te b ile ce kle ri m iktarda ken dilerin e zekât v e rilir.
Veya hüküm et İktisadî araştırm alar y a p tırır ve durumu uygun görür
se iş s iz le r için işy e rle ri satın alır. Bu işy e rin in m ü lkiyetin i işç ile re devre
der. K endisi de işle rin bir düzen içe risin d e yürüm esi için idare işle rin i yü
rütür. A slın d a bu, işs iz e işi için gerekli olan â le tle ri alm ası için b ir m ik
tar zekât verm eyi öngören Ş a fiî görüşünün ayn ısıd ır.
Bir, iki veya üç sene iç e risin d e iş s iz le r problem i h a lle d ilin ce g e n e llik
le g elecek y ılla rd a bu m esele karşım ıza çıkm az.
Bundan sonra, m isal olarak barınm a ve evlenm e problem leri ele a lı
nır. İlânlar y a p ılır. G e re kli belg e ler hazırlandığı takdirde evlenenin ve
kendisi için ev yapanın bo rçlarının ödeneceği b ild irilir.
Bu sö zle rim izle şunu ifade etm ek istiyoruz: Ferdlerin İktisadî prob
le m le rin i zekât nizam ı v a sıta sıy la köklü bir şe k ild e h a lle d e b iliriz. Ö yle ki,
14 0
Z E K A T
306 — Hacc : 41
(*) Y apılan ödeme (Z ekât) Ş e ria tın gösterdiği yerlere yapılm azsa sah ib i
ne İslam! olm ıyan bir k uruluşu güçlendirdiği için sadece sevab olm a
m ak değil ay nen cehennem azabını getirir. M üslüm an d ik k at .......
K urum u gibi L aikliğin p ro p ag an d ası y ap an yerlere ZIRNIK verme.
141
İSLÂM
142
ZEKAT
sadakayı Allah’ın (C.C.) kendilerine farz ettiğini bildir. Eğer bunu kabul
ederlerse mallarının değerlilerinden sakın. Ve mazlumun bedduasından
kork. Allah'la (C.C.) onun arasında bedduasının kabulüne mani olacak
perde yoktur.»
Bu hadisteki delilim iz; Farz olan sadaka hususunda Peygam ber'in
(S.A.V.) «zengilerden alınıp fakirlerine verilecektir» sözüdür. Böylece
hadis zekâtın behem ehal alınıp m üstahaklarına v e rilm e si ica bettiğini, ken
dilerine zekât verm ek farz olan kim selerin isteğ ine b ırakılm adığ ını açıkça
beyan ediyor.
Ş e yhülislâm İbn-i H acer diyor ki: Bu hadisten, İslâm D evlet Başka-
mnın zekâtı toplam a ve dağıtm a işin i bizzat yapm ası veya v e k ilin e yap
tırm asın ın kendisine ait bir vazife olduğu d e lili çık a rılm ıştır. Başkan, v e r
meyenden zorla alır. (309) A yni ifade ile bunu Şevkâni Neylü'l-Evtarda
nakletm iştir. (310)
Bunun için âlim le r Em irülm üm inin zekât için m em urlar gö nderm esi
ni onun v azifele ri arasında sa ym ışla rd ır. Çünkü Peygam ber (S.A.V.) ve
ondan sonraki h a life le r zekât için m em urlar gönderirlerdi. M a lı olup da
üzerinde ne kadar zekât dü şeceğini bilm eyen ve c im rilik gösterenlerin o l
duğu göz önünde bulundurulursa m em ur gönderm enin g e re k liliğ i daha iyi
a n la şılm ış olur. (311)
M al sa hip lerine gelince, vazifele rin i yapmak üzere m em urlara yar
dım etm eleri, üzerlerine düşen m iktarı verm eleri ve zekât m alından birşey
saklam am aları farzdır. R esûlüllah (S.A.V.)’in ve sahabelerinin em rettiği
de budur.
C a b ir b. A tik 'te n (R.A.): R esûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu :
»Size hoşlanmayacağınız atlı memurlar gelecek. Onları hoş karşıla
yın ve istediklerinde serbest bırakın. Adalet yaparlarsa kendi lehlerine,
zulmederlerse kendi aleyhlerinedir. Çünkü zekâtlarınızın tamam olması
onların razı olmalarına bağlıdır. Size dua etsinler.» (312) Bunların hoşfa-
nıim ıyacak k im se le r olm aları şunun içindir: Çünkü bunlar mal iste y e ce k
ler. İnsan ise mala karşı cim rid ir. M al, insanın en çok sevdiğ i şe y le r ara
sındadır.
Enes (R.A.) dan rivayet e d ilm iştir :
Bir adam R esûlüllah (S.A.V.)’e şöyle d e d i: Zekâtı gönderdiğin e lçiy e
verirsem A lla h (C.C.) ve Resûlü (S.A.V.j'e karşı zekâttan kurtulm uş oiur-
143
İSLÂM
144
ZEKAT
Cevap: Bu diğer dinler için doğrudur. Am a İslâm için aslâ doğru de
ğildir. Çünkü İslâm hem inanç, hem düzendir. Hem ahlâk, hem kanundur.
Hem Kur an ve hem de devlet nizam ıdır.
İslâm'da insan, y a rısı dine, y a rısı dünyaya a it olm ak üzere ikiye bö
lünmüş değildir. Hayat da ikiye bölünm üş değ ildir. İnsan da, hayat da,
kâinat da bütünüyle her şeye hakim olan A lla h ’ındır. İslâm, hayatın tüm
yönlerini için e alan bir düzen olarak geldi. H edefleri: Ferdi hürriyete ka
vuşturm ak, ona değer verm ek ve ce m iye ti refah ve saadete kavuştur
m aktır. M ille t ve iktid arları hakka ve iy iliğ e yöneltm ek ve bütün in san lığı
A lla h ’a (C.C.) ibadet etm eğe, O'na hiç bir şe yi ortak koşmam ağa, A lla h ’
tan başka b irb irle rin i Rab edinm em eğe davet etm ek ve bunları g e rçe k le ş
tirm ektir.
Zekât nizam ı işte bu çerçeve iç e risin d e geldi. Zekât ferdin işlerin d e n
değil de, hüküm etin işlerin d e n sa yıld ı. İslâm, zekâtı toplayıp hakkeden
yerlere dağıtım ı işlem in i devlete bıraktı. O nları fe rd le rin vicda n la rın a bı
rakam azdı. Böyle davranm ış o lsaydı, iyi bir şe y yapm ış olm ayacaktı :
1 — İnsanlardan birçoğunun vicdanları dünya ve lezzet s e v g is iy le
ö le b ilir. Ö lm ese bile hastalan ab ilir ve yapm ası gerekeni hakkıyla yerine
getirm eyebilir. Fakirin hakkını bu gibi k im se le re bırakm ak doğru değ ild ir.
2 — Fakirin, hakkını zenginden değilde hüküm etten alm asında fa k i
rin şe re fin i koruma vardır. B öylece fa kir zengine karşı yüzsuyunu dökm e
m iş ve haysiyetini dilenm ekle zedelem em iş olur.
3 — Bu işi ferdlere bırakm ak anarşiye yol açar. O la b ilir ki birçok
zengin zekâtını ayni fakire v e rir de daha m uhtaç durumda olanlara kim
se b irşe y verm ez.
4 — Zekât dağıtım ı sadece fa kirlere , yoksu llara ve yolda k a lm ışla
ra h a sre d ilm iş değildir. Zekâtın harcanacağı yerlerden b iri de müslüman-
ların âmme m enfaatidir ki bu m enfaati fe rtle r ta kd ir edemez. Bu, hükü
met ve şûrâ ehlinin işid ir. K alb le ri İslâm'a ısındırm ak, A lla h (C.C.) yolun
da cihad için hazırlıklard a bulunm ak ve İslâm 'ı her tarafa duyurabilm ek
için propaganda heyetleri düzenlem ek gibi fa a liy e tle r ancak devlet tara
fından yürütülm esi mümkün olan faaliyetlerdir...
Buradan öğreniyoruz ki: İslâm düzeninde zekâtın özel bir bütçesi var
dır. Bu bütçe sın ırla rı belirlen en yerlere harcanır. H arcanacağı yerler, İn
sa n î ve İslâm î yerlerdir. Bu bütçe, ç e ş itli ye rle re harcanm ak üzere hazır
lanan devletin diğer bütçesine eklenm ez.
145
İSLÂM
146
ZEKAT
316 — T e v b e : 5
317 — T e v b e : 11
147
İSLÂM
Şu halde kâfirin müslüm an cem iyete katılm asının ge rçe kleşm e si, on
larla din kardeşi sa yıla b ilm e si ve kopmaz bağlarla onlara bağlanabilm esi
ancak şirkte n ve şirk e ait şeylerden tevbe etm esi, m üslüm anlar arasında
içtim ai bir bağ olan namazı kılm a sı ve ce m iye t arasındaki m alî bağı te ş
kil eden zekâtı ödem esiyle mümkündür.
A rala rın d aki bağın kuvvetine ve bir kim senin m üslüm anlığının her
ik isi olmadan tamam olam ıyacağına delâlet etm ek için Kur an ve sünnetin
üslûbu; daima namazla zekâtı beraber zikretm ek olm uştur. Namaz dinin
direğidir. Onu yerine getiren dinini ayakta tutm uştur. Y erin e getirm eyen
de dinini yıkm ış olur. Zekât ise İslâm 'ın köprüsüdür. Üzerinden geçen
kurtulur. Sapan helâk olur. A bdullah b. M esud diyor ki: «Namaz kılm ak
ve zekât verm ekle emrolundunuz. Zekât verm iyenin namazı yoktur.» (318)
C â b ir b. Zeyd de şö yle der: «Nam azla zekât b irlikte farz kılınd ı. Biri-
b irleri arası ayrılm am ıştır.» C â b ir bunu sö yledikten sonra şu âyeti okudu:
«Namaz kılar, zekât v e rirle rse artık onlar dinde kardeşlerinizdir.» (319)
A lla h (C.C.) zekâtsız namazı kabul etm em iştir. Câbir, yine şöyle der: « A l
lah (C.C.) Ebu Bekr'e rahm et etsin. Ne an layışlı adam m ış! «Bununla Hz.
Ebu B e kr’in şu sözünü kasteder: « A lla h ’a yem in ederim ki, namazla ze
kâtı birbirinden ayıranlarla savaşırım .»
Kur'ân-ı Kerim , zekât verm eyi, mümin ve yardım se ver takva sahip
le rinin vasıflarından saym ıştır. Verm em eyi de, m üşrik ve m ünafıkların
ö zelliklerin d e n kabul etm iştir.
Zekât im anın m ihengidir. Sahih hadis-i şe rifte b e lirtild iğ i gibi İhlasın
d e lilid ir. «Sadaka delildir.» Zekât; İslâm ’la küfür, im anla nifak, takva ile
fücurun arasını ayıran bir alam ettir.
K endilerin e kurtuluş yazılan, cennete girm eyi garanti eden, onlara
hidayet ve müjde v erilen m üm inler zin c irin in halkalarından biri o la b il
mek, zekâtı verm eksizin mümkün değildir. Y üce A lla h (C.C.) şöyle buyu
rur: «M üm inler muhakkak felah bulm uşlardır. Ö yle m üm inler ki onlar na
m azlarında huşua riayetkârdırlar. Ö yle m üm inler ki onlar boş lakırd ıla r
dan ve faydasız şeylerden yüz ç e v iric id irle r. Ö yle m üm inler ki onlar ze
kât verirler.» (320) «Onlar, m üm inlere birer hidayet ve müjdedir. O mü
m in ler ki, namazı gereği üzere kılarlar, zekâtı verirler; âhireti ancak bun
lar hakkıyla ta sd ik ederler.» (321)
K işi zekâtsız, iyi, sâ dık ve m ü ttekiler züm resine girem iyor.
148
ZEKAT
322 — B a k a r a : 117
323 — F u ss ile t : 6-7
324 — T ev b e : 67
325 — T ev b e : 54
326 — A r a t : 156
327 — T ev b e : 71
328 — M a id e : 55
149
İSLÂM
yüzünde bir iktidar mevkii verirsek dosdoğru namazı kılarlar, zekâtı ve
rirler, iyiliği emrederler, kötülükten vaz geçirmeğe çalışırlar. Bütün işle
rin sonucu nihayet Allah'a racidir.» (329)
İslâm.szekât v erm iye n le r için dünya ve ahirette şid d e tli bir azap vadet-
m iştir. A lla h ’ın hakkını ödem eden altun ve gümüşü stok edenlerin ahiret
azapları hakkında Y ü ce A lla h şö yle buyuruyor: «Altunu ve gümüşü yığıp
ve biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlar (yok mu) işte bunla
ra pek acıklı bir azabı haber ver! O gün bunlar, üzerinde yakılacak Cehen
nem ateşinin içinde 'kızdırılacak da o kimselerin alınları, böğürleri ve sırt
ları bunlarla dağlanacak ve denilecek: İşte bu, nefisleriniz için toplayıp
sakladıklarınız! Artık saklayıp istif ettiğiniz bu nesnelerin acısını haydi
tadın!» (330)
Buharî Ebû H ü re yre ’den, rivayet ediyor: Peygam berim iz (S.A.V.) şö y
le buyurdu :
«Allah kime mal verir ve o da zekâtını edâ etmezse, o mal, kıyamet
gününde gözlerinin üstünde iki siyah beneği olan kel bir yılana çevrilir.
O şahsın boynuna dolanır. Sonra iki avurdundan yapışır. Ben senin malı
nım, senin hazinenim, der. Peygamberimiz (S.A.V.) sonra şu âyeti okumuş
tur: «Allah’ın fazlu kereminden kendilerine verdiğini infakta cimrilik eden
ler zinhar bunun kendileri için bir hayır olduğunu sanmasınlar. Bilâkis bu,
onlar için kötü bir şeydir. Onların cimrilik ettikleri kıyamet gününde
boyunlarına dolanacaktır.» (331)
D ünyevî ceza hakkında da Peygam ber (S.A.V.) şöyle buyuruyor: «Ze
kâtı vermeyen bir kavim yoktur ki Allah onları kıtlık ve açlıkla müptelâ
kılmasın.» (332)
D iğer bir hadiste de şöyle buyurulm uştur: «Mallarının zekâtını ver
mezlerse göğün yağmurundan mahrum kalırlar. Hayvanlar olmasaydı üzeri
lerine yağmur yağmazdı.» (333) A y rıc a başka bir hadiste şö yle buyurulur:
«Sadaka (yahut zekât dem iştir) bir mala karıştımı, onu muhakkak bozar.»
(334) Bunun m anası, zekâtın m alda b ıra k ılm a sı ve a y rılıp ve rilm e m e si de
m ektir ki, m alı m ahveder. Bütün bunlar İlâhî kudretin takdir buyurduğu
cezalardır.
A y rıc a bir de şe r'i kanunların tayin ettiği ceza vardır. Bu ceza, İslâm
cem iyetind e idareci durumunda olan lar tarafından yürütülür. Bu cezadan
150
ZEKAT
zekâtla ilg isi konusunda Peygam ber (S.A.V.) şö yle buyuruyor: «Kim ze
kâtı, mükafatını bekleyerek verirse mükâfatını görür. Kim de meneder
vermezse Rabbimizin cezalarından bir ceza olarak hem zekâtı hem de geri
kalan malının yarısını alırım. Zekâttan olan bir şey, Muhemmed’in ehl-i
beytine helâl olmaz.»
Bu hadis-i şe rifte zekâtını verm eyenin m alının ya rısın ın devlet tara
fından m üsadere edilm esine cevaz vardır. Bu, b ir bakım a m alî b ir ce za
dır. İhtiyaç anında hakim bu cezayı uygulayarak zekâtım verm ekten ka
çın anları te ’dip eder. A n ca k bu, devam lı uygulanm ası şart olan ce zala r
dan değildir. Hüküm etin takdirine, İslâm cem iyetind e bulunan ehl-i hal
ve ehl-i akdin içtihad ların a dayanan ta 'zirî b ir cezadır.
Zekât verm iyenin ce zası sadece m alî ceza ile yetinilm ez, m aslahat
ve ihtiyaç gereğince hapis ve diğer bedeni cezaları kullanm ak da ulûlem r
için caizdir.
Dahası var: İslâm zekât verm iye n le re ve zekâttan kaçanlara k ılıç
çekm eyi ve savaşm ayı m eşru k ılm ıştır. Bunun için ilk halife Ebû Bekir
(R.A.) yanında sahabeler olduğu halde zekât v e rm iye n le rle sa va şm ış ve
m eşhur sözünü sö yle m iştir: «A llah'a yem in ederim ki, namazla zekâtın
arasını ayıranlarla savaşırım . Çünkü zekât m alın hakkıdır. A lla h 'a yem in
ederim ki R esûlüllah (S.A.V.)’e zekât olarak v e rd ik le ri bir oğîakı dahi
verm e sele r onun için de o lsa onlarla savaşırım .» (335)
İbn-i Hazm diyor ki: «Zekât verm iyenin hükmü; iste se de, istem ese
de zekâtı elinden alm aktır. Verm em ek için m ücadele ederse m uhariptir.
Eğer inkâr ederse m ürteddir. V e rm e m e zlik etm ez fakat imha cih etin e g i
der ve inkâr ederse getirene, yahut lanetler içinde ölene kadar dövülür.»
N itekim Peygam ber (S.A.V.] şöyle buyurur: «Sizden her kim kötü bir şey
görürse gücü yettiği takdirde eliyle ona engel olsun.» İşte bu, b ir kötü
lüktür. Gücü yetenin ona engel olm ası gerekir. Bu nasslar, zekatın sahip
olduğu yüksek m üeyyide dere ce sin i bizlere te ’kiden anlatır. Şu halde ze
kât m ücerret ve alelade bir borç değil, (daha önce de b e lirttiğ im iz gibi)
İslâm binasının üzerinde oturduğu beş sütundan b irid ir. K atiye tle bilin
m e lid ir ki, zekât İslâm ’ın rükünlerinden b ir tanesid ir. Farz oluşu ayrıca
aklî bir d e lile muhtaç değildir. Bol bol tekrar edilen K u ra n âyetleriyle,
m ütevatir sünnet-i nebeviyye ile ve halefin se le fte n naklettiği icma-ı üm
m etle farziyeti sa b it olm uştur.
M uhakkik â lim le r diyor ki: Kitap, sünnet, icma-ı üm m et zekâtın farz
oluşuna de la le t ettiği gibi akıl da de lâ le t eder. Bu de lâ le t ediş birkaç
yöndendir :
335 — B u h a ri v e M ü slim
151
İ SLÂM
1 — Zekât verm ek; zayıflara yardım etmek, darda kalm ış kim seyi kur
tarmak, âcizi A lla h ’ın kendisine farz kıld ığ ı itika t ve ibadetleri eda etm e
ğe güç sahibi yapm ak ve takviye etm ek dem ektir. Farzın ifasına yol açan
şey de farzdır.
2 — Zekât, zekât verenin nefsini günah kirlerinden arıtır; cö m e rtlik
ve kerem le ahlâklanm akla, c im rilik ve bahilliğ i bırakm akla ahlâkını te
m izler. Çünkü nefis, mal bakım ından c im rilik edecek seciyyed e y a ra tıl
m ıştır. Bu v e s ile ile, hoşgörü kazanır, em anetleri yerine te slim etm ek ve
hakkı hak sah ip le rin e ulaştırm ak bakım ından b a ğ ışık lık kazanm ış olur.
Y üce A lla h 'ın şu sözü, bütün sö y le d ik le rim izi için e a lır :
336 — T e v b e : 103
337 — E l-M uğ n i, C . 11, sh. 573 (Ü ç ü n c ü b a sk ı, M e n a r)
338 — G ü n ü m ü z ü n ü z e rin d e d u ru lm a s ı g e re k li o la n «M ürted» lik le ilgili
h ü k ü m le ri e tr a f lıc a ö ğ re n m e k is tiy e n O s m a n Z. S o y y iğ it v e A h m e t
T e k in ’in, D r. N u m a n A. e s -S e m e rra î’d e n te r c ü m e e ttik le ri «İSLÂM
FIK H IN D A M Ü R TED E A İT HÜKÜM LER» k it a b ın a b a k s ın . (M ü te rc im )
339 — K â sâ n i, B e d a y iu ’s-S a n a y i’, C. 2, sh. 3
152
ZEKAT
340 — Z a riy a t : 19
341 — M e a ric : 24-25
342 — H a d id : 7
343 — E l-M u h a llâ , C. 6, sh, 87
153
______ = ______ İSLÂM
kât, m üslüm anın boynunda borç olarak daima kalır. Onu ödem edikçe müs-
lüm anlığı sağlam laşm az. Üzerinden y ılla r da geçse (İbn-i Hazm ve başka
alim lerin görüşünde olduğu gibi) ayrı bir makamı olan bir borçtur. D iğer
borçlardan daha m ukaddem dir. Çünkü onda birçok v a sıf ve ö ze llik le r bir
arada bulunm aktadır. O, hem A lla h ın , hem fakirin ve hem de topyekün
cem iyetin hakkıdır.
M al sahibinin ölüm üyle de zekât sakıt olmaz. V a siy e t etm ese de te
rekesinden ç ık a rılır. Atâ, Hasan-i Basri, Z ührî Katâde, M âlik, Şâ fiî, Ah-
med, İshak, Ebû Sevr ve İbn-i M ü n zir’in görüşleri budur. 1 - Bu görüş A l
lah’ın m iras hususundaki şu sözüne uygundur: «Edeceği vasiye tin yerine
getirilm esind en veya borcun ödenm esinden sonradır.» 2 - Y üce A llah,
borçları genel olarak zikrediyor. Zekât ise (İbn-i H azm ’ın dediği gibi) A l
lah’a, m iskin lere, fa kirlere , borçlulara ve K u r’ân’ın nassında A lla h ’ın ken
d ile ri i ;in farz ettiği diğer kim selere ait bir borçtur.
M ü slim 'in S a h ih ’inde İbn-i A b b a s ’ın rivayet ettiği hadisle İbn-i Hazm,
zekâtın diğer insanların borcundan daha mukaddem olduğunu istidlâ! edi
yor. İbn-i A bb as diyor ki: Peygam ber (S.A.V.)’e bir adam geldi; «Ey A l
lah'ın Resûlü, annem öldü. Üzerinde bir ay oruç kazası var, onun adına
kaza edeyim mi?» dedi. Efendim iz: «Annenin üzerinde bir borç olsa idi,
vermez miydin,» buyurdu. Adam : «Evet,» dedi. Bunun üzerine R esûlüllah
(S.A.V.) şöyle buyurdu: «Allah’ın borcu ödenmeğe daha lâyıktır.»
Buradan anlıyoruz ki, zekâtla m ü kellef olan bir k işin in ölüm üyle üze
rindeki zekât düşm üyor. A lla h yolunda savaşarak ve şehid olarak ö lse b i
le. Çünkü M ü slim 'in İbn-i Ö m er’den rivayet e ttiği bir hadiste R esû lü l
lah (S.A.V.) şö yle buyuruyor: «Şehidin bütün günahları affedilir. Ancak
borcu müstesna»
Zekât, insanı ve m alı yaratan, m alı insana bağışlayan ve kâinattaki
şe yle ri insana hizm et ettiren Y üce A lla h ’ın hakkıdır.
Zekât, aralarındaki kardeşliğin gereği olarak zengin kardeşine muh
taç olan fakirin hakkıdır.
Ebû H üreyre’de şöyle dedi: R esûlüllah (S.A.V.) vefat edip Ebû Be
kir halife olunca araplardan küfredenler küfre g ittile r. Hz Ömer: «R esûlül
lah (S.A.V.) : «İnsanlar Lâ ilahe illallah deyinceye kadar onlarla savaşmaya
emrolundum. Kim, Lâ ilâhe illallah derse mal ve canım benden korumuş
tur. Ancak hakkederse o başka. Karşılığı da Allah’ın yanındadır.» buyun-
154
ZEKAT
duğu halde in san larla na sıl savaşırız?» dedi. Bunun üzerine Hz. Ebu B ekir
şö y le dedi: «Vallahi, namazla zekâtın arasını ayıranlarla savaşacağım.
Vallahi, Resûlüllah (S.A.V.)’e verdikleri bir keçi yavrusunu benden esirge-
seler, onun için bile olsa onlarla savaşacağım.» Hz. Ö m er de şö yle dedi:
«Vallahi şuna kesinlikle inandım ki, Allah, Ebu Bekir’in kalbini savaşa aç
mıştır. Ben de kesinlikle bildim ki, hak Ebu Bekir’in söylediğidir.» (344)
Ebû H üreyre R esûlüllah (S.A.V.)'in şö yle dediğini rivayet ediyor:
«Hiç bir altun ve gümüş sahibi yoktur ki, onun hakkını ödemez ise kıya
met gününde onlar yaprak haline getirilir, Cehennem ateşinde ısıtılır ve
yanları, alnı ve sırtı onlarla dağlanır. Her soğuduğunda da tekrar ısıtılır ve
ayni şey yapılır. Bu işlem, ellibin yıllık miktarı olan bir gün boyunca tat
bik edilir. Nihayet insanlar arasında hüküm verilir. O kişi de yolunu gö
rür; ya Cennet’e veya Cehennem’e.» (345)
ibn-u Hümeyd es-Saidî'den, şö yle dedi: « R esûllüllah (S.A.V.) Ezd ka
bile sin d e n İbnulletbiyye ism inde birin i zekât memuru olarak tayin etti.
Döndüğünde bu sizin, bu da benim. Bana hediye e dildi, dedi. Bunun üze
rine R esû llü lla h (S.A.V.) ayağa kalktı. A lla h ’a harnd u sena ettikten sonra
şö yle dedi : «Bundan sonra, ben sizden birinizi Allah’ın beni hakim kıldı
ğı bir işe memur tayin ederim. O da gelir : «Bu sizin, buda benim. Bana
hediye edildi» der. Acaba ana-babasının evinde otursaydı bu hediye ona
gelirmiydi?...» (346)
Ebu H üreyre’den :
«M iskin , dolaşa dolaşa dilenen ve b ir iki lokm a ile bir iki hurma ala
rak dönen değ ildir. A s ıl m iskin , yaşam asına yetecek m alı bulam ayandır.
K im se durumunu b ilm iy o r ki, sadaka versin, ken disi de kalkıp kim seden
b ir şe y istem iyo r ki, ih tiyacı karşılansın.» (347)
Zübeyrn İbni’l-Evvam'dan :
«Yem in ederim ki, b irin izin ipi alıp odun yüklenerek onu satm ası ve
A lla h ’ın onun yüzünü ak etm esi d ile n cilik te n hayırlıd ır. İstediği kim seden
b ir şe y alsın veya alm asın, böyledir.» (348)
155
DÖRDÜNCÜ RÜKÜN
ORUÇ
A — Oruca Genel Bakış :
1 — İnsan, ne fsini sın ırlam ak m ecburiyetindedir. A k lı olan her insan
kabul eder ki, insan her alanda s ın ır tanım adan nefsinin istek le rin e uyar
ve bunu g e rç e k le ştirirse birkaç saat veya birkaç günde beşeriyetin sonu
gelir. En azından hayat çe kilm e z olur. İnsanın uym akla yüküm lü bu lun
duğu sın ırlam ala rla hareketlerini sın ırlam ayın ca düşülen ç irk e fliğ i bu
günkü in san lığın durumu aksettirm ekted ir. A lla h ’ın em irle ri çiğnenm esey-
di ve insanların b irib irle riy le iliş k ile ri konusunda A lla h 'ın e m irlerine uygun
hareket e d ilm iş olsaydı in san lık bu ç irk e fliğ e düşm eyecekti.
A lla h ’ın e m irlerine uymaktan sözediyoruz. Çünkü em irle rin e uyulm a
sı gereken sadece O ’dur. Emretme, yasaklam a ve hüküm koyma ye tkisi
yalnız kendisinindir. En iyi bilen, en yararlıyı seçen ve en çok m erham e
ti olan O ’dur.
O din ki, A lla h ’ın dinidir; İslâm 'dır, insanın nefsini ona uydurmakla
yükümlü olduğu din, ancak bu dindir. İnsan ona uym alıdır. Şehvet ve
n e fsi arzularını ona uym akla gem lem elidir. İnsanlar ancak onunla hayat
bulur. Odur dosdoğru olan yol. İnsanlar ona uyunca, kendileri için uyar
lar. Saadete erm ek için. Çünkü saadete giden tek yoldur o;
«Hiç, küfürle ölü olup kendisini hidayetle dirilttiğimiz ve ona, insan
lar arasında yürüdüğü bir iman verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kal
mış olan ve ondan bir türlü çıkamıyan kimse gibi olur mu?...» (349)
2 — A lla h dininde nefsi zaptetm enin pratik alam eti, farz kılman oruç
tur. Onun iç in d ir ki bu dinin rükünlerinden biri olm uştur. Ve gerçek tak
vaya ulaştıran yollardan biridir.
«Ey iman edenler! sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sizin üzerinize
de oruç farz kılındı. Gerek ki oruç sayesinde fenalıklardan korunasınız»
(350)
N asran ilik, Y ah u dilik ve Brahmanizm gibi M uharref dinlerde orucun
pratiğe aktarıIışı ç e ş itli şe k ille rd e ise de, bu âyetten oruç düşüncesinin
s ırrın ı anlayabiliriz. (351)
349 — E n ’a m ; 122
350 — B a k a r a : 183
351 — Bkz. «D ört R ü k ü n » E b u 'l-H a sa n en -N ed v i
157
İ SLÂM
Oruç, ken disine peygam ber gönderilen her ümmete farz k ılın m ıştır.
Daha önce gördüğümüz gibi, her üm mete de peygam ber gö n derilm iştir.
A şa ğ ıd aki bölüm lerde orucun insan hayatı üzerindeki etkilerinden
bahsedeceğiz :
3 — Bize farz kılınan oruç, kam erî aylardan Ramazan ayının orucu
dur. Farz orucun bu ayda o lm asının bir çok m anaları v ard ır :
Kur'an-ı K erim 'in in d iriliş i bu ayda olm uştur. İslâm î davete bu ayda
başlanm ıştır. Bu ayda oruç tutm ak bunları, anmayı e b e d îleştirm e ktir. Ve
bu hatıra m üslüm anın ruhunda şuurluca ve pratiğe akta rılm ış şe k liy le d i
ri olarak kalacaktır.
Kâinatta büyük alam eti olan kam erî ayın se çilm e si; H ilâlin görülm e
s iy le oruca başlanıp tekrar görülm e siyle oruca son v e rilm e si önem li şe y
lerdir. Böylece ayın s e ç iliş i, k e sin lik ve ap açıklık kazanm ıştır. Başkasının
araya girerek bunu yozlaştırm a imkânı ortadan k a ld ırılm ıştır. H iç bir kuv
vet ve gurup m üslüm anları bu aydan vaz geçirtem ez ve araya b ir takım
sa p ık lık la rı sokarak durum larını sarsam az.
Kam erî ayın se çilm e sin d e ayrıca bir takım hikm etler vardır ;
Kam erî yıl, aşağı yukarı güneş yılınd an on gün daha e ksiktir. Böy
lece her y ıl güneş y ılın a nazaran Ramazan on gün önce gelir. Ve otuz y ıl
boyunca y ılın her günü m utlaka m üslüm an tarafından oruçlu g e çirilm iş
olur.
Y ılın iç e risin d e uzun günler ve kısa günler vardır. Sıca k günler var
dır, soğuk günler vardır. B ö yle likle bütün bölgelerdeki m üslüm anlar dev
relerin her birinde orucun m iktar ve şiddeti açısından e ş it olurlar. Şa
yet güneş aylarından biri s e ç ilm iş o lsaydı, sıca k bölgelerde yaşıyan müs-
lüm anların payı soğuk jjp lg elerd e yaşayan m üslüm anların payından da
ha şid d e tli olurdu. Kim i, hayat boyunca uzun günlerde oruç tutarken, ki
mi de hayat boyu kısa günlerde tutm uş olurdu. Am a kam erî ay s e ç ild i
ğinden bir devre iç e risin d e herkesin çektiği şiddet e ş it seviyede olur.
Ç e ş itli m eyveler ve ç e ş itli yem ekler için b e lli m e vsim le r vardır. Böy
lece her bir devrede m üslüm an, b e lli zam anlarda her yiyeceğe karşı ken-
352 — B u h a ri
158
ORUÇ
d işin i tutabilm e alışk a n lığ ın ı kazanır. Buna k a rşılık oruçlu bulunduğu müd
detçe yiyeceğin bir çeşidinden hayat boyu mahrum kalm am ış olur.
Ramazan ayının oruç ayı olarak se çilm e sin in ve insana bir yıl iç e ri
sin de dile diğ i ayı seçm e yetkisin e sahip olam am asının zikrettiğ im iz fay
daların yanında ayrıca bir çok faydaları vardır. Böylece m üslüm anlara bir
lik şuuru aşılanm aktadır. M üslüm anlar, topluca ve düzenli bir şe kild e A l
lah'a te slim olmağa alışm aktadır. H ayır kapısı hepsine birden açılm ak
ta ve her m üslüm an ondan nasibini almağa gayret etm ektedir. Onun için
m üctehidlerin çoğu (Ş a fiile r hariç) müslüm an bölgelerden birinde hilâl
göründü mü, bütün m üslüm anların oruca başlam alarının gerekli olduğu
nu sö y le m işle rd ir. Böylece m üslüm anların tümü bir günde b ir m edreseye;
büyük manalar taşıyan Ramazan m edresesine girm iş oluyorlar.
4 — Oruç; Fecrin doğuşundan güneşin batışına kadar A lla h için oru
ca niyyetle b irlikte orucu bozan şeylerden uzak kalm aktır. O ruçlu, oru
cunu A lla h için tutmuyor; A llah'a, Peygam berine, Kitabına ve şeriatına
inanm ıyorsa, orucu oruç değildir. Orucun sam im i olarak A lla h için olm ası
şarttır. Hadis-i şe rifte şöyle buyurulur : (*)
«Kim inanarak ve hayrını umarak Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş
günahları affolunur.»
Orucu bozan şeyler: M ideye giren yiyecek, içecek ve diğer ş e y le r
le. c in s î m ünasebet veya oynama ve istim nâ ile m eninin akıtılm asıdır.
Ohalde oruçta tem el, mide ve cin siy e t uzuvlarının şehvetlerinden alı-
konm asıdır. Zaten insan şe h vetlerinin baş!ıcaları bunlardır. Kim oruçlu bu
lunduğu müddet içe risin d e nefsini bu iki şehvetten uzak tu tab ilirse , diğer
şehvetlerden rahatlıkla uzak durabilir. Ve kim oruçtan sonra da bu şeh
vetleri bir düzene sokar helâl sın ırın ın dışına çıkm azsa, işte o kim se C e n
net yolundadır.
Hadis-i şe rifte şöyle buyuruluyor :
«Kim bana iki çenesinin arasıyla iki bacağının arasını garanti eder
se, ona Cenneti garanti ederim.»
Dil, oruçla zapt edildiği kadar, hiç bir şe y le zapt edilem ez. Bu, önem
li bir noktadır. İnsanın daima tok olm ası, bütün azalarını ve nefsini mü
kemmel bir güce sahip kılar. D ilin sın ır tanımadan sa lıv e rilm e si, bir çok
sakıncalar doğurur. Çünkü nefisten gelen em irleri ifade eden dildir. N e
fis A lla h yolundan ayrılın ca bu ayrılış, dilde, elde, ayakta, hareket ve daş-
ranışlarında kendini gösterir. N efsi yem ek şehvetinden alıkoym ak, A lla h '
159
İ SLÂM
N efsi tem izlem ek, oruçta gözetilen tem el hedeftir. Ramazanın g e lişi
için R esûlü llah şö yle buyurdu :
«Ey temizleyen! Merhaba.»
«Size bereket ayı Ramazan ayı geldi. Allah bu ayda rahmetini bol bol
indirir. Günahları siler. Duayı kabul eder. O halde kendinizden Allah’a ha
yır gösterin. Bu ayda Allah’ın rahmetinden mahrum kalan muhakkak ki
bedbahttır.»
B irin c isi : Kutuplar m eseiesid ir.Ç ü nkü iki kutupta gece ve gündüz
altı aya kadar uzam aktadır. İnsan bu gibi bölgelerde orucunu nasıl ayarla
yacaktır?
i 60
ORUÇ
İkincisi : Kutupların b e risin d eki bölgelerde gece y irm iü ç saata kadar
yükselm ekte gündüz de h a liyle b ir saata inm iş olm aktadır. V e ya aksi olur.
Tabii kutuplardan uzaklaştıkça bu oranlar azalır.
A caba bu bölgelerde yaşayan m üslüm anlar n a sıl oruç tu taca ktır?
Cevap :
Ş a fiile r şö yle der: F e cir ve yatsının b irib irle rin d e n a y rılm a d ıkla rı y er
lerde yaşıyanların orucu, yatsın ın fe cird en ayrıld ığ ı en yakın bölgelerdeki-
lerin orucuna göre ayarlanır. G ece ve gündüzü yirm id ö rt saattan daha
uzun olan bölgelerin durumu da aynıdır. A y rıc a namaz ve nam azın v a k it
leri de aynı şe k ild e ayarlanır.
G üneşin batışı, fe crin başlangıcı olan yerle rd e de durum ayn ıdır .Bu
gibi yerlerde yatsın ın vakti, akşam şafağının kaybolduğu en yakın bö l
geye göre ayarlanır.
Bütün bu durum larda mühim olan; hiç b ir yerd e orucun fa rziye tin in
kalkm adığıdır. F e c ir ve güneşin b e lli olduğu yerle rd e de, olm adığı y e rle r
de de. (*)
(*) Bu m evzuda k ıy m e tli ilim a d a m ı, M u h te re m F e th u lla h G ü le n hoca
m ız ın g ö r ü ş le r in i d ip n o t o la r a k y a y ın lıy o r u z . (İk b â l Y a y ın la n )
S — Beş v a k it nam az fa r z d ır . (O tu z g ü n o r u ç ta ) K u t u p la r d a is e , b a z e n a ltı
ay gece a ltı a y d a g ü n d ü z o lu r . B u ra d a n a s ıl n a m a z k ılın a c a k ?
C. — Bu s o ru y u s o r a n l a n n s a m im i o lu p o lm a d ığ ın ı b ilm iy o r u z . Z ir a ş im d i
ye k a d a r b u s o r u , İ s l â m i y e t ’i n a l e m - ş u m û l b i r d i n o ld u ğ u n u i n k â r e d e n m ü lh id -
le r ta r a fın d a n k u r c a la n d ı. Ve denm ek is te n d i k i: s iz İs lâ m iy e t- i a le m - ş u m û l
kabul e d iy o r s u n u z a m a , a ltı a y gece ve a ltı ay g ü n d ü z o la n b a z ı y e r le r d e n a
m a z ıy la o r u c u y la bunu yaşam ak acaba m üm kün o la c a k m ıd ır ?
H em en a r z e d e l im ki dünyada hangi s is t e m var d ır k i — H a tta bu s is t e m
s a d e ce ik tis a d i d a h i o ls a — in s a n lığ ın yüzde y ü z ü n e ta t b ik e d il s i n . . En m odem
ve en yeni s is t e m le r d e d a h i o kadar çok a r ız a g ö z e ç a r p a r k i, in s a n y e n i b ir
s is te m d e m e y e s ık ılır . H a tta b u n la r ın iç in d e , daha s is te m in n a z a r iy e c is i h a y a t
ta ik e n b ir ka ç d e fa r e v iz y o n a t a b i t u t u ia n la n da o l u r . M e s e lâ M a rk s , o rta y a
s ü rd ü ğ ü ik t is a d i s i s t e m i, E n g e ls ’le b e ra b e r b ir kaç d e fa gözden g e ç ir ip d ü z e lt
me lü z u m u n u d u y m a la r ın a ra ğ m e n , b ir b ir in i ta k ip eden e n t e r n a s y o n e ll o r de
yer yer t a 'd ila t a g i d i l m iş , r u t u ş l a r y a p ılm ış ve her d e fa s ın d a ayn b ir k ılığ a
s o k u lm u ş t u r .
Bu, günüm üzdeki b ir i k t i s a d i s is te m d e b ö y le o ld u ğ u g ib i, b ü tü n z a m a n la r
da ve ç e ş it ç e ş it s is t e m le r d e d e s ık s ık göze ç a r p a n b e ş e rî o lm a a n z a la n n d a n -
d ır .
Şunu d a h e m e n i la v e e d e y im k i ben b ir m ukayese i l e i ş i ö r t - b a s e d ip h a f i
fe a lm a k d a is te m iy o r u m . F a k a t b u s o ru y u im a l e d e n le r in m e s le ğ i v e m e ş re b i
d iy a le k tik o ld u ğ u iç in b iz im i ç in d e m u v a k k a t b ir te n e z z ü l ve çocuk e d a s ın a
g ir m e m iz e s e b e b o ld u .
S a n iy e n , a c a b a dünya n ü fu s u n u n k a ç ta kaçı bu t ü r lü y e r le r d e y a ş ıy o r k i,
o n la r iç in hususî ka n u n v a z ’ e d ilm e s i d ü ş ü n ü l ü y o r . E vet S i b i r y a ’d a veya E s k i-
p ıo la r d iy a r ın d a yaşam a m e c b u r i y e t in d e o la n la r um um in s a n lığ ın k a ç ta k a ç ı
d ır ? B e lk i d e m ily o n d a b i r i b ile d e ğ il. . Ö y le is e k ü r e - i a r z ’m her ta r a fın ı ve
161
I S L Â M
b ü tü n b e ş e ri b i r t a r a f a b ır a k a r a k , ü ç-b e ş ta n e b u z ü s tü n d e y a ş a y a n s e rg e r-
d â n 'ın d u r u m u n u , m e v z u k a n u n la r a m e n a t g ib i g ö ste rip te r e d d ü t im a l e tm e y e
ç a lış m a k , n a s ıl s a m im iy e tle v e b u n u n iç in d e ilm ilik le t e ’lif ed ilir.
S a lise n , a c a b a k u tu p la r d a m ü s lü m a n v a r m ı k i, m ü s lü m a n la r ’ın n a m a z m e
se lesi d e r t e d iliy o r d a k u tu p la r d a y a ş ıy a n in s a n la r ’ın n a s ıl n a m a z k ıla c a k la r ı
s o ru lu y o r. E ğ e r b ir g ü n in s a n lık k u tu p l a r d a k ü tle le ş m iş h a liy le b ü tü n İç tim a î
vo ik tis a d i m e s e le le rin i h a lle d e r v e s ır a ib a d e te g e lirse , o z a m a n b ö y le b ir so
r u îr a d e tm e n in d e m a n a s ı o lu r. Y o k sa b ö y le b ir so ru s ırf m a s u m g ö n ü lle re
ş ü p h e a tm a k iç in d ir.
Ş im d i Is lâ m m b u h u s u s d a b ir şe y d e y ip d e m e d iğ in i g ö re lim . M u h a k k a k ki
h iç b ir n o k ta d a a ç ık lık b ır a k m a y a n İslâ m b u m e v z u n d a ih m a l e tm e m iş tir. Bıı
m esele b ir h a d is e v e b ir h a d is m ü ııa s e b e tiy ie t â ilk a s ı r d a v u z u h a k a v u ş tu
r u lm u ş tu r. İm a m M ü siim in S a h ih ’i (11 ile, A iım e d H a m b e l'in M ü s n e d in d e (2)
E fe n d im iz v e A s h a b ı a rtıs ın d a şö y le b ir m ü z a k e re n in c e ra y a n e ttiğ in i g ö rü y o
ru z . P e y g a m b e rim iz : «-D inden d ö n ü ld ü ğ ü z a m a n , d e c c â i çık ar» b a ş k a b ir r i
v a y e tte : «O ş a r k d a n z u h u r e d e r ve k ır k g ü n d e y eri b ir b a ş ta n b ir b a ş a d o la
şır. O n u n b ir g ü n ü siz in b ir se n e n iz ve b ir g ü n ü d e v a r d ır ki, b i r a y ın ız , d i
ğ e r b i r g ü n ü b ir h a fta n ız , s a ir g ü n le ri ise siz in g ü n le rin iz g ib id ir.» b u y u ru r
S a h a b i s o ra r: «-M ik tarı b ir se n e o la n o g ü n d e , b ir g ü n lü k n a m a z y e te r mi?»
O c e v a p v e rir: « H a y ır, ta k d ir ve h e s a p e d e rs in iz , y a n i b ü tü n b ir g ece ve g ü n
d ü z o la n a y la r ı ve h a f ta la r ı y irm id ö rt s a a tlik g ü n le re b ö le r, ib a d e tin iz i o n a g ö
re y a p a rsın ız .»
M esele fu k a h a ın n e lin e g e ç in c e h e r h a n g i b ir a n la m a in h ir a f ın a d ü şm e d e n ,
Ş a fiî’n in «El-Umm » k ita b ın d a n m e z h e b in d e k i «M enhec»e (3) k a d a r , v e H an e-
file rin , k a d îm k ita p la r ın d a n «T ahtavî» (4) h a ş iy e s in e k a d a r ü z e rin d e d u r u la n
m e s e le le rd e n o lm u ştu r.
M evzu, v a k itle r in n a m a z a se b e b o lm a sı b a h s i iç in d e ele a lın ır v e iz a h e d i
lir. B iz sa d e c e m e se le m iz le a la k a lı k ıs m a te m a s edeceğiz:
V a k itle r n a m a z la rın se b e b le rid ir. V a k it b u la m a y ın c a , n a m a z fa r z olm az.
M eselâ, b ir y e rd e y a ts ın ın v a k ti ta h a k k u k e tm iy o rs a y a ts ı n a m a z ı d a f a r z o l
m az. A m a bu, b ö y le g ü n ü n b ir v a k tin in b u lu n m a d ığ ı y e rle r iç in d ir, y o k s a dec-
c a l h a d is in d e a n la tıld ığ ı gib i, s e n e n in b ü y ü k b ir k ısm ı g ece v e y a g ü n d ü z o ld u
ğ u y e rle rd e , o u z u n g ü n v e y a g ecey i, g ü n le rim iz ve g e c e le rim iz ö lç ü s ü n e g ö re
bölüp, h e s a p v e ta k d i r e tm e k le y a p a rız . Y a n i o m ın tık a y a e n y a k ın y e rin im
s a k iy e s i k u lla n ıla ra k , m e v c u t g e c e v e g ü n d ü z ü b e lli b ö lü m le re a y ır a r a k , g e c e
le ri g ec e d e y a p ıla n ib a d e ti, g ü n d ü z le r i d a g ü n d ü z y a p ıla n ib a d e ti e d a ed eriz.
T ıp k ı yem e, içm e, y a tm a ve k a lk m a d a , ta b ii v e f ıtr i o la r a k b u p a r ç a la m a işin i
y a p tığ ım ız g ib i. E v e t a y la r c a g ü n e ş in b a tm a d ığ ı v e d o ğ m a d ığ ı y e rle rd e , f ı tr a t
k a n u n la r ın a k a r ş ı n a s ıl ik i b ü k lü m isek , o ru ç , n a m a z v e h a c g ib i ib a d e tle rd e
d e, y a şa d ığ ım ız h a y a ta lıe m a h e n k o la r a k a y n ı ritm i m u h a f a z a e tm e m e c b u ri
y e tin d e y iz .
D em ek o lu y o r k i İslâ m , b u h u s u s u d a ih m a l e tm e m iş; k u tu p la r a e n y a k ın
y e rle rd e n , b eş v a k tin ta h a k k u k e ttiğ i b ir d a ir e y e a it e v k a t c e tv e lin in k u lla
n ılm a s ı p re n s ib in i g e tirm iş tir. İşin d o ğ ru s u n u o b ilir.
B u ra d a d iğ e r b i r m e s e le n in d e eie a lın m a s ı u y g u n o la c a k tır . O d a vak
tin b u lu n m a d ığ ı y e rd e n a m a z ın d a ta h a k k u k e tm iy e c e ğ i h u s u s u d u r. E v et, g e r
çi v a k itle r n a m a z la r a se b e b g ö ste rilm iş ise de n a m a z ın h a k ik i se b e b i A lla h ’ın
e m rid ir. B in a e n a le y h v a k tin ta h a k k u k e tm e d iğ i y e rle rd e d a h i b a ş k a b ir v a
kit iç in d e o n a m a z ın k a z a ed ilm esi ih tiy a ta m u v a fık tır.
ORUÇ
Y üce A lla h şö yle buyuruyor :
«... ve gece iie gündüzü ayıran fecrin beyaz ipliği, gecenin siyah ip
liğinden ^izce seçilinceye kadar yeyin, için...» (353)
B öylece oruçlu insana cese d in in yiyecek, içe ce k ve c in s î m ünase
bet gibi yönlerden kayıplarım te la fi etm ek için b ir v a k it im kânı v e rilm iş
tir. O ruç hem vücud ve hem de ruh için k a tık sız faydadır. H er ne kadar
hedef bu olm ayıp, A lla h ’a itaat ve takva ise de n etice itib a riy le bu fay
dalar da elde edilm ektedir. Biz bu konuya, orucun vücuda zarar v e rd i
ğini iddia edenlere cevap verm ek için girdik. V e bunun için is ta tis tik ç i
lerin n e tic e le rin i buraya aktarm ayı uygun gördük. «El-Müsiimûn» derg i
sinin «Orucun İnsan Sağlığı Üzerindeki Etkileri» b a şlığ ı altında y a y ın la d ı
ğı in celem eyi aşağıya alıyoruz.
Yazan: Pakistan Dekar Tıp Fakültesinden iki Prof.
İlâve ve yorum larda bulunan: Prof. Dr. A .A .
M ukaddim e :
M üslüm anlar her y ıl yeryüzünün ç e ş itli bölgelerinde kam erî y ılın do
kuzuncu ayında oruç tutarlar. G üneşin doğuşundan aşağı yukarı birbuçuk
saat öncesinden (Fecrin doğuşundan) batışına kadar m üslüm anlar için ye
mek ve içm ek haram dır. A n ca k iftar ve im sak arasındaki müddet iç e ris in
de güçleri nisbetin ce yem ek ve içm ekte se rb e sttirle r.
Oruç, sa ğ lık lı erke kle r için onbeş yaşından ve sa ğ lık lı kadınlar için
oniki yaşından itibaren farzdır. Hasta ve m is a firle r oruç tutm akla yüküm
lü değildir. N itekim bu konuda âyet de vardır: «O günlerde sizden kim
hasta, yahut seferde olur iftar ederse, tutamadığı günler sayısınca sıhhat
bulduğu ve rahat ettiği başka günlerde oruç tutar...» (354)
O ruç kam erî aya göre tutulduğundan oruç ayı her sene bir öncekine
nazaran onbir gün önce gelir.
Coğrafi yerle rin ve Ram azan'ın ç e ş itli m evsim lere rastlam ası nede
niyle günlük oruç, oniki saatla ondokuz saat arasında d e ğ işik lik göste
rir. Onun için oruç tutan k işi gece boyunca, tâ fe crin doğuşuna kadar ih
tiyacının gerektirdiğ i şe k ild e bir veya iki defa yem ek yer.
Orucun vücud fizyo n o m isi üzerindeki e tk isi konusunda uzun İlmî tar
tışm ala r yapıldı. Kim i, orucun vücud için zararlı olduğunu iddia ederken
kimi de, m esele sadece yem eğin vaktini de ğ iştirm ek şe klin d e kaldığı
333 — B a k a r a : 187
354 — B a k a r a : 183
163
___ İ S U M _______________________
müddetçe hiç bir zararının o lm adığını ile ri sürdü. A slın d a yem ek v a k itle
rinin d e ğ iştirilm e si, yirm id ö rt saat boyunca insan vücudunun ih tiya ç duy
duğu kalorinin toplam ı üzerinde herhangi b ir e tk isi yoktur.
B ir A raştırm a : O ruçlu onüç k işi üzerinde bir araştırm a yap ıldı. A ra
larında altın cı aya g irm iş ,b ir ham ile kadın da vardı. Gâye, orucun insan
vücudu üzerindeki te sirin i öğrenm ekti. Arada bir karşılaştırm a yapm ak
için ayni zamanda ve benzer şartlarde yirm iyed i yaşında orucsuz b ir e r
kek üzerinde benzer b ir tatbikat yapıldı. A raştırm a orucun ağ ırlık, sıc a k
lık, kan d olaşım ı, vücuttaki tem el hücrelerin oranı, sıv ı m addelerdeki
denkleşm e ve kanla idrar üzerinde kim yevî araştırm aları için e alıyordu.
Tutulan Yol :
Orucu onüç k işi içe risin d e n üçu kadın olup yaşları sıra sıyla ; onyedi,
yirm iyedi ve kırk idi. Erkeklerin yaşları ise y irm iik i ile aitm ışdokuz ara
sında değişiyordu. O rtalam a yaş otuzüçtü. Elde e ttik le ri kalori sa y ısı 2500
ile 3000 arasında değişiyordu. H epsinin sıhhati yerindeydi. U zvî veya di
ğer herhangi bir h a sta lıkları yoktu.
O ruçlu oldukları zam anla oruçlu o lm adıkları zaman arasında bir kar
şıla ştırm a yapma im kânını bulmak için denem e ve in cele m e le re Rama
zandan bir hafta önce başlandı. Sabah kahvaltılarından önce incelenm ek
üzere nüm uneler alındı. Ramazanda ise iftar vakti b ir yudum su a lın d ık
tan sonra nüm uneler alındı. Bu denem e Ram azan'ın birin ci, onuncu ve
sonuncu gününde tekrar edildi.
Araştırmada en modern Umî yo’dar takip ediidi.
Elde edilen n e tic e le ri aşağıya alıyoruz.
N e tice :
1 — Orucun vücud ağ ırlığ ı üzerindeki e tk ile ri aşağıda g ö ste rilm iştir.
N ot : A ğ ırlık ö lçüsü olarak «rıtıl» se çilm iştir.
Oruçtan Önce Ramazanda Oruçtan Sonra
A B C D E
Orucsuz 142 140 140 142 142
O ruçluların ortalam a a ğ ırlıkla rı 122 122 121 119 121
H am ile kadının ağ ırlığ ı 106 106 108 110 117
A: Ramazandan önceki durumu gösterir.
B.C.D. Ramazanın birin ci, onuncu ve sonuncu günlerdeki durumu gös
terir.
E: Ramazandan bir ay sonraki durumu gösterir.
Denem e sonucu dikkati çeken durum; O rucsuz insanın ağırlığında
herhangi bir d e ğ işik lik olm am ıştır. O ruçlulardan ik isi hariç, oruçluların
ağ ırlıkların da basit bir d e ğ işik lik olm uştur. Ramazan boyunca bu d e ğ işik
liğ in m iktarı en çok ancak yedi «rıtıl» olm uştur. A y rıca Ramazan boyunca,
164
ORUÇ
ham ile kadının ağ ırlığ ı dört «rıtıl» artm ıştır. B ir de tecrübeye tabi tutulan
ların y arısı Ramazandan b ir ay sonra eski a ğ ırlıkla rın a tamam en kavuş
m uşlardır.
2 — Kan D olaşım ı : O ruçtan dolayı kan dolaşım ı ve vücut sıc a k lığ ı
üzerinde herhangi b ir etki gö rülm em iştir. Hem oglobin durumu da normal
bir şe k ild e devam etm iştir. Orucun hem oglobin üzerinde herhangi bir et
kisin in olm ası için oruç m üddetinin y e te rli olm adığına inanılm aktadır. Ka
nın atışında da önem senecek derecede bir d e ğ işik lik o lm am ıştır. Bazı du
rum larda Ram azan’ın ilk günlerinde kan atışında b ir düşüşe rastlanm ışsa
da çok b a sit b ir d e ğ işik lik olm uştur.
3 — H ücrelerin oranı ve sıc a k lık : O ruç boyunca vücutta bulunan hüc
re le r üzerinde herhangi bir d e ğ işik lik o lm a m ıştır. H am ile kadında bir de
ğ iş ik lik m üşahede e d ilm işse de ö nem senecek durumda d e ğ ild ir ve ham i
le kadınlar için böyle d e ğ iş ik lik le r h a liyle o lacaktır.
4 — Kandaki Ş e ker N isbeti: Kanda bulunan şe k e r nisbeti d e ğ işik liğ i
aşağıdaki çizelg ed e g ö ste rilm iştir.
Ram azan’ın kandaki şe ker nisbeti üzerindeki te sirin i gösteren çizelge.
(Yüzde olarak)
Kandaki miligram nisbeti. A B C D E
O rucsuz 92 87 90 88 93
O ru çluların yüzde o la ra k
kanlardaki o rtalam a şeker
nisbeti : 88 80 80 84 86
H am ile kadının : (355) 88 84 82 68 81
A: Ramazan'dan önceki durum.
B,C,D: Ram azan’ın birin ci, onuncu ve sonuncu günlerindeki durum.
Bu çizelgede de görüldüğü gibi kandaki şe k e r n isb stin d e ap açık bir
düşm e görülm üştür. O ruç tutanların onunda bu oran % 70 m iligram dan
daha az olm uştur. Bu da normal olarak bir insanda m üşahede edilen en
aşağı sın ırd ır. H iç bir durumda da şe ker yüzdesinin % 104 ün üstüne
çık tığ ı gö rülm em iştir.
5 — S ıv ı M addelerde D enkleşm e : O ru çlu la rın çoğuna, a ld ıkla rı su
yeterli g e lm iştir. Hatta bazılarında en yü kse k seviyed e olm uştur. Ö yle
ki yirm id ö rt saatte 2,4 litre ye u la şm ıştır. İdrar nisbeti de aşağıdaki ç iz e l
gede g ö ste rild iğ i şe k ild e olm uştur. Y irm id ö rt saat içe risin d e ge n ellikle
normal durum devam etm iştir. Nadiren b ir düşm e gö rülm üşse de, ayni
düşm e orucsuzda da olm uştur. Bu düşm enin oruçtan değil de havanın
355 — M ü s lü m a n â d il b i r d o k to r u n h a b e r v e rm e siy le o ru c u n k e n d is i iç in
z a r a r lı o lm a s ın d a n k o r k a n h a m ile k a d ın ın o ru c u n u b o z a b ile c e ğ i göz-
ö n iin d e b u lu n d u r u lm a lıd ır.
165
İ SLÂM
sıc a k lığ ın ın değişm esinden ve vücud d e risin d e bulunan d e likcik le rd e n su
yun buharlaşm a nisbetin in d e ğ işik olm asından ile ri geldiğinde şüphe yok
tur. Çünkü ayni düşm e orucsuzda da aynen m üşahede e d ilm iştir.
Ram azan’ın idrar üzerindeki te s irin i gösteren çize lg e «Günlük iitre
m iktarı» :
A B c D E
168
O R U Ç
« A lla h ’ım, senin rızan için oruç tuttum . Rızkın üzerine orucum u boz
dum. Sana tevekkül ettim . Sana inandım. Su suzlu k gitti ve m ükâfat sa
bit oldu. Ey fa zile ti bol olan, beni affet. O ruç tutmam için bana yardım
edene şü kü rler olsun.» (*)
M üslüm anların yatsı namazından sonra cem aatla k ıld ık la rı teravih
namazı orucun diğer bir sünnetidir. M üslü m a n la r bu namazda A lla h ’ı z ik
reder, Kur an okur, ruku’ ve secdeye varır; ibadet ederler.
Ram azan’ın sünnetlerinden biri de son on günde itikâfa girm ektir.
İtikâfa giren m üslüm anın kalbi tüm dünya işlerin de n k e s ilir. Tamamen ahi-
ret am elleri için hazırlanır.
Ram azan'ın diğer sünnetlerinden biri de Kur an okum aktır. Bunun en
azı, Ramazan boyunca Kur an-ı K e rim ’i b ir defa bitirm e ktir. Beraber oku
mak da bu okuyuşun sünnetlerindendir. C e b ra il aleyh isse lâ m her sene
Ramazan ayında R esûlüllah (S.A.V.)Te K u r’ân ’dan o ana kadar inenin tü
münün tekrarını yapardı.
A y rıc a A lla h yolunda m alı harcamak, yine Ram azan'ın sünnetlerinden- •
dir. Resûlül lah (S.A.V.) Ramazan ayında şid d e tli rüzgârdan daha cöm ertti.
Ramazanın sünnet ve vacip le rin d en b irisi de, Sadaka-i F ıtırd ır. M ü s
lüman, hem ken disi ve hem de bulûğ çağına erm em iş ço cukları için Sa-
daka-i fıtır verir.
Ram azan’da m üslüm anların ca m ile ri ilim , vaaz ve z ik ir halkalarıyla
dolar. B öylece dinini bilm eyen dinini öğrenir. D ininin e m irle rin e karşı gev
şek davranan öğüt alır. G a fil, kendine gelir.
Ramazan'da m üslüm anların her yaşta olanı İslâm ’la haşir-neşir olur.
Fecirden önce ailen in hepsi İslâmî hatırlar. Akşam dan önce iftarı be kle r
ken İslâmî düşünür.
B ir çok fakîhin görüşüne dayanılarak yedi yaşına gelen çocuğa oru
cun pratiği de uygulanır. Ç o cu k v e lis i yedi yaşındaki çocuğuna oruç tut
m ası için em reder. On yaşına geldiği halde hala tutm uyor ise, tutm ası için
onu döver.
Bütün bunların yanında Ramazan sa bır ayıdır. M üslü m a n la r ondan bü
yük ve önem li d e rsle r alırlar. Belki de bu dünyada insanın m uhtaç olduğu
şe y le rin y a rısı, sa b ırd ır
Ramazân öyle b ir okuldur ki, te rb iy e si her şeyde ken d isin i gösterir:
Fertte, ailede ve üm mette. Hem s iy a s î yönden, hem a sk e rî yönden, hem
p sik o lo jik açıdan ve hem de terbiye yönünden. Tâ ki İslâm her alanda can
lılığ ın ı devam ettirsin.
(*) O ru ç d u a s ın d a İs ia m i o lm a y a n k â f i r b ir d e v le tin b e k a s ı iç in d u a eden
k im s e n in o ru c u p e rh iz o lu r. Bu k im s e le r A lla h ’ın d e v le t siste m i y e rin e k a
f i r b ir d e v le t s iste m i is te m e k le A llah ı y a la n la m ış o la c a k la r ın d a n k a f i r
d ir le r (İk b â l Y a y ın la n )
169
İSLÂM
Ebû H üreyre'den :
«Resûlüllah (S.A.V.) her Ramazan'da on gün itikâfa girerdi. Vefat ede
ceği yılda yirmi gün itikâfa girdi.» (363)
Hz. A iş e ’den :
Resûllüllah (S.A.V.) mescitte itikâfta iken başını dışarı uzatırdı ve
ben iddetli olduğum halde başını yıkardım.»
B ir rivayette :
«İnsana ait ihtiyaç hariç, eve girmezdi.»
Başka bir rivayette :
«İtikâfta olduğu halde hastanın ziyaretin e giderdi. Fakat orada bek
lem eden hastanın durumunu so rar ve yoluna devam ederdi.»
D iğer b ir rivayette ise Hz. A iş e şö yle der :
«İtikâfa giren k işi için sünnet olan, hastayı ziyare t etm em esi, cena
zelerde hazır bulunm am ası, bir kadına dokunm am ası ve kaçın ılm az ihti
yaçlar hariç dışarı çıkm am asıdır. İtikâf ancak oruç zam anında ve büyük
cam ide olur.»
E n e s’den .
«Ramazan g eld iğinde R esû llü lla h (S.A.V.) şö yle dedi: Şu gelen ayda
bir gece vardır ki bin aydan daha hayırlıdır. Kim ondan mahrum kalırsa
tüm hayırdan mahrum kalmıştır. M ahrum kimse, ancak onun hayrından
mahrum olandır.»
Ebû H üreyre'den :
«R esûlüllah (S.A.V.)'in yanında oturuyorduk. A nid en b ir adam çık a
geldi :
— Ya R esûlüllah, helâk oldum, dedi.
R esû llü lla h : Neyin var?
Adam : O ru çluyken karım la iliş k i kurdum.
R esûliü ilah: Azad edeceğin bir köle bulabilir misin?
Adam: Hayır.
R e s û llü lla h : Altmış yoksulu doyurabilir misin?
A d a m . H a y ır .
3G3 — B u h a rı, E b u D a v u d
3ti4 B u h a rı. M ü slim , T irn ıi/.i, E bu D a v u d , ib n i M ace, M esai
170
ORUÇ
R esûllülîah: Otur, dedi. Sonra içinde hurma bulunan bir se p e t getir
di ve hani o soru soran nerede? dedi.
Adam : Benim.
R esû llü lîa h : Bunu al ve sadaka o larak dağıt.
Adam: Benden daha fa kir birine mi. ya R esûlüllah. V a llahi bu iki ma
halle arasında benim çoluk çocuğum dan daha fa kiri yoktur.
Bunun üzerine R esûlü llah (S.A.V.) güldü. Ö yle ki gülüşünden d işle ri
göründü. Sonra: «Götür ço cu kların a yedir» dedi.» (366)
B ir rivayette şunu da ekledi :
«Bir günde oruç tu t ve günahının affı iç in A lla h ’ın b a ğ ışla m a sın ı dile.»
C âbir'den :
«Peygam ber (S.A.V.) bir yolculukta idi. Bir adam gördü ki etrafına
bir kaç k işi toplanm ış ona gölge yapıyorlardı. Peygam ber (S.A.V.) sordu:
«Neyi var?» O ruçlu olduğunu sö y le d ile r. Bunun üzerine R esûlü llah (S.A.-
V.) şö yle dedi: «H ayır yolcu lu kta oruç tutm anız şart değildir.» (367)
« Y o lculu k için A lla h (C.C.) nam azın y a rısın ı in dirdi. Y olcunun orucu
nu bozm asına da ruhsat verdi. A y rıc a e m zikli veya ham ile olan kadın da
çocuğu için zararlı olacağından korkarsa orucunu bozabilir.» (368)
Hz. A iş e ’den :
171
İSLÂM
«Resûllüllah (S.A.V.) Ramazan hariç hiç bir ayı tamamen oruçlu ge
çememiştir....» (373)
Hz. A iş e ’den :
«Resûlüllah (S.A.V.) o kadar oruç tutardı ki artık orucunu bozmaya
cak derdik. Ve o kadar oruç tutmadan kalırdı ki artık oruç tutm ayacak der
dik. Ramazan hariç hiç bir ayın tam am ını oruçlu g e çird iğ in i görm edim . Ve
Şaban ayından daha çok oruç tuttuğu bir ayda görmedim.» (374)
Ebu Eyyüp el-E n sarî’den :
« R esûllüllah (S.A.V.) şö yle dedi: «Kim Ramazan orucunu tutar ve on
dan sonra da Şevval'den altı gün oruç tutarca, bir yıl oruç tutmuş gibi
olur.» (375)
Ebu Hüreyre'den .
«R esûllüllah (S.A.V.) buyurdu ki: Yüce Allah buyurdu: Kullarımdan
bana en sevimli olanları (vakit girince) en çabuk iftar edenleridir.» (376)
Ebu H üreyre'den :
«Oruçlu olduğu halde unutarak yemek yiyen ve su içen orucuna de
vam etsin. Şüphesiz ki onu yediren ve içiren Yüce Allah'tır.» (377)
Ebu H ü re yre ’den :
«Kim yalan şehadeti ve onunla amel etmeyi terketmezse, yeme ve
içmesini terketmesine Allah'ın ihtiyacı yoktur.» (378)
Enes'den :
«Sahur yeyin. Şünhesiz ki sahurda bereket vardır.» (379)
Ebu H ü re yre ’den :
«Kim, iman ederek ve sevabını Allah'tan isteyerek Ramazan orucunu
tutarsa geçmiş (küçük) günahları affolunur.» (380)
172
B E Ş İN C İ RÜKÜN
HAC
A — H ACCA GENEL BAKIŞ
381 — H u c u r a t : 13
173
İSLÂM
175
İSLÂM
ğa geldilc.» «R esûlü ilah (S.A.V.): D ile rse n iz neyi benden soraca ğ ın ızı size
haber vereyim ; iste rs e n iz de ben susayım , s iz neye ge id iğ in izi söyleyin»
dedi «Neye g e ld iğ im izi haber ver Yâ R esûlüilah» dediler. Resûlüilah
(S.A.V.) Ensariye dedi ki: «Beyt-i Haram ı kast ederek kendi evinden ç ık ı
şından ve bunda se nin ne gibi b ir m ükâfatının olduğundan, tavaftan son
raki iki rekat namazdan ve mükâfatından, Sata ile M erve arasındaki gidip
g e lişte n ve m ükâfatından, A re fe ’de duruşundan ve mükâfatından, cem re
lere taş atm aktan ve m ükâfatından, kurban kesm ekten ve mükâfatından,
başın ı traş etm enden ve m ükâfatından ve bunlardan sonra B eyt'i tavaf
etm enden ve m ükâfatından sorm ağa geidiıı.» Ensâri: «Seni hsk iie gönde
rene yem in ederim ki doğru söyledin bunları sorm ağa gelm iştim .» dedi.
Resûiüüah (S.A.V.): «Beyt i Haram ı ziyaret n iyy e tiy ie evinden çıktığ ın d a
deven h iç b ir adım atm az ki onunla Âüah sana b îr basene yazm asın ve
b ir günahını silm e sin . Tavaftan sonraki ik i rekâtın. İsm ail oğullarından b ir
köle a z la etm en g ib id ir. Safâ iie fvierve arasında g idip gelm en, yetm iş
köle azâd etm en g ib id ir. Â re fe ’deki duruşuna gelince, A lla h (C.C.) dünya
göğüne in er ve s iz in le m e le klerin e karşı öğünür. D er ki: «Benim kullarım
ç e ş itli ve uzak yerlerden geld ile r. Cenn etim i d iliy o rla r. G ü nah ların ız kum
taneleri, yağm ur dam laları veya denizdeki köpükler kadar o lsa affettim .
K ullarım , dağılın. G ü nah ların ız da, ken dilerin e şefaatçi o ld u kların ızın günah
la rı da bağışlandı. C e m re le re taş atman ise, attığın her taştan dolayı gü
nahlarından b iri affolunur ve b ir sevap hanene yazdır. K e stiğ in kurban ise
A lla h ’ın yanında senin iç in sa kild ir. Traşına g elince, tra ş e dilen sa çın ın her
te li iç in b ir hasene y azd ır ve b ir günahın da s ilin ir. Bütün bunlardan sonra
Beyti tavaf etm en ise , sen günahsız olduğun haide Beyti tavaf edersin. O
zaman b ir m elek g e lir e d e rin i om uzlarının üzerine in d irir ve: «G elecek
iç in ç a lış. A lla h g e çm işin i affetti» der.» (385)
Ebu H üreyre'den :
«Umreden um reye, araların dakiier için kaffarettir. Kabui olunan hac-
cın k a rşılığ ı ise. ancak Cennettir.»
B ir rivayette :
«Kim, A lla h iç in hacceder de kötü ve çirk in söz söylem ez, fe n a lık yap
m azsa, annesinden doğduğu gibi (günahsız evine) döner.» (386)
N e tice : Hac, beşerin tanıdığı ebedileşen Rabbâni anıların a n ılm a sı
dır. A lla h uğrunda h iç bir şeye a ld ırış etm eyen aileyi hatırlam aktır. A lla h
176
HAC
için canını feda eden çocuğu, çocuğunu kurban etm ekten çekinm eyen
babayı s ın ır tanımayan bir itaatla A lla h 'ın e m irle rin e A lla h ’a bağlanan ve
kocasına sonsuz itaati olan anayı anm aktır. Tam tevekkülün hatırasını
yaşam aktır.
Hac bir ölçüdür. M üslüm anların işle rin e değer ve re n le r onunla müs-
lüm anlarm durum larını öğrenirler. İslâm üm m etinin kuvvet ve iy iliğ in i,
za y ıflık ve cehaletini, z ille t ve fa kirliğ in i veya izzet ve ze n g inliğ ini, k ısa
cası bütün yönlerini en güzel şe kild e gözler önüne seren hacdır.
Hac, bu üm m etin fe rtle ri arasında birer engel durumunda olan ırk
çılık , b ö lg ecilik, mal, makam, şöhret ve şeytan gibi menfi unsurları yıkan
bir balyozdur.
Hac, her şeyden önce şeytanın pençelerinden kurtuluşa götüren y o l
lardan biridir. K âb e’yi tavaf etmeden önce cem relere taş atan ve ondan
sonra Kabe'yi tavaf eden ve sonra tekrar taş atmağa giden müslüm an,
Yüce A lla h 'ın şu sözünü düşünürse kurtuluş onun için g e rçe k le şir :
«Artık kim, azgınlığa ve sapıklığa sevkedenleri tanımayıp da Allah’a
iman ederse, o muhakkak ki, kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa
tutunmuştur.» (387)
Şüphesiz ki İslâm âlem i haccı iyi değ erle n dirm iş olsaydı, hac, müs-
lüm anların tüm problem lerinin halli için bir vasıta olurdu.
İslâm 'ın tem eli, bu beş rükündür. G erek ferdin ve gerekse m illetin
müslüm an oluşu onlarla b ilin ir. İdarenin de müslüm an oluşu onlarla bi
linir. O n larsız İslâm olmaz. Ne fertte, ne halkta, ne idarede ve ne de üm
mette...
Şehadeti getirm eyen insan, şehadetin kapsadığı m anaiarı yerin e ge
tirse de, namaz k ılsa da, zekât verse de, oruç tutsa da ve hacca g itse de
nasıl İslâm iyeti sahih o lab ilir?
A lla h ’a ve İslâm iyete b a ğ lılığ ın ı kelim e-i şehadet, namaz, zekât, oruç
ve hacla gerçekleştirm eyen cem iyetin İslâm ’ın diğer e m irle rin i yerine ge
tirm esi beklenem ez.
Bütün fe rtie ri bu rükünlerle A lla h ’a te slim olmayan, bunların canlan
ması için m ücadele etmeyen, ü ste lik bunlara engel olan; hacca müsaade
etmeyen, orucun tutulm am asına te şv ik eden, zekâtı yerinden alıp hak
keden yerlere dağıtmayan ve şehadeti bozan şe y le ri işleye n bir idare na
sıl İslâm î o la b ilir? Bu tip id arelerin İslâmî ge tire ce k le ri nasıl b e kle n e b ilir?
M üslüm anların, gayba inanmayan, namaz kılm ayan, zekât verm eyen, oruç
tutmayan ve hacca gitm eyenleri isteye rek idare makamına g etirm eleri
177
İ SLÂM
çok çirkind ir; büyük bir hatadır. Ü ste lik bu za v a llıla r onlardan Islâm dü
zenini hem inanç, hem nizam ve hem de ruh olarak g e tire ce kle rin i zan
nederek bu hareket içerisin dedirler...
K alblerinde İslâm ’ın rükünleri y ık ılm ış bulunan m illet, İslâm 'ın sade
ce ism ini taşıyan m illettir. M e se le böyle olunca gerçek m üslüm anların,
işle ri gözden geçirm eleri, İslâm 'ın rükünlerini önce en güzel şe k liy le ken
d ile ri yaşam aları ve bu rükünlerin he rkeste canlanm ası için tüm gayret
lerini sarfe tm e ie ri gerekir. Çünkü bu rükünler cem iyette iyice yerle şirse :
m üslüm anlar namaz için cam ilerde bir araya gelir, zekât v a sıta sıy la bü
yük m ebleğlar toplanır, oruçla n e fisle r te m izle n ir ve hacla İslâm 'ın s iy a sî
görüşünün pratiği yap ılırsa, m üslüm anların işle ri düzelir.
A yrıca, gerçek m üslüm anlar bu rükünlerle, idare eden ve idare edi
lenleri ölçüp tartm alı ve durumu anlatm alıdırlar.
A ncak bu rükünler, İslâm ’ın tem elid ir, İslâm 'ın tamam ı değildir. İs
lâm, bu tem el üzerinde kurulan binadır. Bina için tem elin önem i b e llid ir.
A m a hiç b ir zaman tem el binanın tam am ı değildir. A y rıc a tem el, binanın
üzerinde kurulm&sı için atılır. M üslüm an da tem eli, üzerinde binayı oturt
mak için atm am ışsa bina yapmadan s ırf boş yere tem el atan kişin in du
rumunda olur. Bu ise, çok acavip bir harekettir.
G e le ce k üç bölüm bina konusunu açıklayacaktır. Bu bölüm lerden ilki :
«İslâm ’da ictim â î ve A h lâ k î Nizamlar»
İSLÂM OLMAYINCA
İslâm hayat sahnesinden çe k ilin c e yeryüzünde hiç bir şey yerinde
kalmaz. Düzen bozulur. Ö lç ü le r sa rsılır. Dünün helâlı haram ve haramı
helâl olur. Bugün kabul edilen yarın reddedilir. Yarın kabul edilenin hük
mü, b ir sonraki gün k a ld ırılır. B e şe r ar2uları, ç e ş itli ve ç e liş k ili nazariye-
lerle kendilerini aldatma çabasına girerler. İnsan, bu nazariyeleri ,ıe ka
bul e d e b ilir ve ne de onlardan kurtulabilir. Şaşkına döner. Ne yapaca
ğını şa şırır. Ne yapacağını b ild iğ in i zannettiği an, muhakkak ki onu ne
için yaptığını bilm ez. H er nesil, bir önceki nesilden fa rklı bir şe k ild e ken
d isin i takdim eder. N e sild e ki her fe rt de, diğerlerinden farklı b ir şe kilde
kendisini takdim eder. İnsanların başvurdukları ve kabul e ttikle ri bir tem el
yoktur. Yaptığından dolayı kim se sorum lu değildir. Herhangi bir ölçü ferd-
lerı'n hareketlerini sınırlandıram az. H içb ir kim se başkasını b ir ölçüye zor-
lıyam az. İnsan özgür değil m idir?
O zaman insanlık, başıboş dolaşan hayvanların bir çe şid i olur. Hatta
bu durumda, hayvan çe şitle rin in de en aşağ ısıd ır. Çünkü insanın elinde
178
HAC
1 — DİN
M üslüm anlar Endülüs'ü fethetti. Orada sa yıla rı m ilyonları buluyordu.
Sonra yen ild ile r. Bu m ilyonlardan geriye ne kaldı. Şim di tek b ir müslü-
mana rastlıyam a zsın ız Endülüs’te. M üslüm anlar, M ıs ır'ıd a fethetti. Şam ı'-
da. O zaman M ıs ır ve Şam 'da h ıristiyan vardı. Bugün hala buralarda hıris-
tiyan vardır, inançlarından dolayı insanların ö ldü rülm esi b ir tarafa zor
landıklarına bile rastlıyam a zsın ız İslâm tarihinde. A s ırla rc a H in d ista n ’a
hükm ettik. D inim ize ters düşen her şeyi s ilip sü pü re b ilird ik. H iç kim se
buna engel olam azdı. A m a bunu yapm adık. D in lerin i d e ğ iştirm e le ri için
hiçbir baskıda bulunm adık. Onun için H in d ista n ’da m üslüm an olm ayanla
rın sa y ısı, m üslüm anların iki katından daha çok olarak devam etti.
İngiltere krallarından birinin, s ır f m ezhepleri d e ğ işik olduğu için vatan
daşlarından ö ldürdüklerinin sa y ısı yüzbinleri a şm ıştır. D in lerin in te m e lin
de b ir fa rk lılık yoktu. Sadece m ezhepler d e ğ işikti. Bu kralın kanunların
dan b iri şöyleydi: «H irtok m ezhebine bir erkek tevbe ederse, kendisine
179
İSLÂM
2 — AKİL
A k lın korunabilm esi, akıl yararına göre hareket e d ile b ilm e si için tek
çıkar yol, İslâm düzeninin hakim o lm asıdır. Bu, tecrübe ile sabittir.
Günümüzde, aklın tamamen hür olduğu ve aklın en güzel şe kild e ko
runduğu iddia ed ilir. Halbuki günümüzün düzenlerinde, akıl ihmal e d ilm iş
tir. Bunun birçok örnekleri vardır :
a — Günümüzün idare düzenleri, lâ ikliğ i b e n im sediklerin i sö ylerler.
Halbuki, ilm in dediği bir türlü, tatbikat başka türlüdür. İlim, alkolün za
rarlı olduğunu söyler, Ne var ki. dünya devle tle rin in hemen hemen hep
sinde alkoi serbesttir. İlim, sigaranın zararlı olduğunu söyler. Am a dev
letlerin tümünde, sigara te şv ik e dilir. İlim, zinanın, insan neslinin yararı
na olm adığını söyler. Am a, tatbikatta zina serbesttir. İlim, kadının erkek
ten farklı olduğunu söyler. Lâkin tatbikat, (her şeye rağmen) kadını er
kekle bir tutmağa ça lışır.
b — A k ılc ı asrım ızda gazete, mecm ua ve radyoların sa y ısız yalan
uydurduklarını, böylece a s ıls ız haberlerin her köşeye u la ştırıld ığ ın ı, su ç
ları tem ize çıkarm ak için, gerçeklerin büyük bir u stalıkla örtbas edildiğini
görüyoruz. Ö yle ki, toplum idaresi dem ek olan siyaset, yalan ve demogoji
anlam ında k u lla n ılır oldu. Ü ste lik bu yalan ve dem ogoijnin b aşarılı ola-
388 — Hacc : 41
181
_______________________ ____ İ S L Â M
b ilm e si için p siko lo ji ve toplum b ilim in in v e rile ri istism a r edilm ektedir.
Bu hata ve sa p ık lık la rla beslenen akıl, insana y a k ışır bir akıl m ıdır, başka
b ir d e y işle aklın bu şe k ild e aldatılm ası, aklın yararına m ıdır?
c — İki şe k ild e akla kötülük yapılm aktadır. Biri, akla b ir ç e ş it düşün
me e m redilir. A m a aklın bu düşünceyi e le ştirm e sin e müsamaha g ö ste ril
mez. D iğeri ise, düşünme a m eliye si olmadan dilin konuşm asıdır. S ırf he-
vâ ve şehvete uyularak.
İslâm ’ın hakim olm adığı yerde, bu iki durumdan biri vardır dem ektir.
K om ünist toplum da akıl, kom ünizm doğrultusunda düşünm ek m ecburiye
tindedir. Başka türlü düşünem ez ve kom ünizm i eleştirem ez. K a p ita list top
lumda ise, insan d ile d iğ i şe k ild e konuşur. A k la taban tabana zıt o lsa bile.
Çünkü bu toplum larda inşa güya hürdür (!)
U la yla r, çağım ızda akıl yararına hareket edilm ed iğ ini gösterm ekte
dir. İsta tistik le r de, bu gerçeği isb atlar m ahiyettedir. Yeryüzünde zekâ
oranı azalırken, g ittik çe a k lî h a sta lıklar da çoğalm aktadır. '
ıslam in hakim olm adığı yerde, aklın korunam ayacağı bir gerçektir.
3 — CAN
Bazı durum lar hariç, insanın hayat hakkı, m ukaddes haklardandır :
«Kim, kısas gerekmeksizin veya yeryüzünde fesat işlemeksizin bir
nefsi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur.» (389)
Y ü c e ltile n insanın ö ldürülm esi kolay bir şey d e ğ ild ir :
«Gerçekten biz, Âdem oğullarını üstün kıldık...» (390)
Lâkin İslâm 'ın olm adığı yerde, seb ep li se b ep siz insan öldürm ek, bir
yudum su içm ek gibidir.
«Medeniyet Çağı» şe klind e nitelenen çağım ızda bu acı g erçekleri
açıkça m üşahede ediyoruz :
a — Kom ünizm in g e rçe kleşm e si için 19.000.000 Rus vatandaşı öldü
rülm üş, 2.000.000 k işi ç e ş itli ağır cezalara ç a rp tırılm ış ve 4-5 m ilyon vatan
daş da sürgün e d ilm iştir.
Bu rakam lar neyi ifade ediyor? İnsan canına değer v e rild iğ in i mi?.,
b — A m e rika ve Güney A fr ik a ’da s ır f siyah oldukları için, m ilyonlar
ca insanın öldü rülm esin in m anası nedir? A tom ve hidrojen bom baları ne
yi ifade ediyor? Söm ürgelerde katliâm lar, istikra r bulam am ış ülkelerde
koltuk kavgaları ve birçok ülkede karşıt s iy a s î görüşte olanların kurşuna
dizilm e le ri bize neyi anlatıyor? M üslüm anları yok etm ek için zaman za
man H in d ista n ’da çıkan kargaşalıklar, kellelerd en kurulan binalar ve dün
ya sa va şla rı bize neyi g ö ste riyo r? (* *)
389 — M a id e : 32
390 — İ s r a : 70
(*) T ü rk iy e d e lâ ik liğ in y e rle şm e si iç in ö ld ü r ü le n in s a n sa y ısı 500 b in d ir.
B u in s a n la r ın p e k ç o ğ u a lim v e is tik la l s a v a ş m a k a tılm ış k im s e le r
di. (İk b â l Y a y ın la n )
182
HAC
Bütün bunlar, insan canına değer verilm ed iğ in i isbatlam ak için, ye
te rli değil m idir?
A m a Islâm hakim olsaydı, haksız yere tek bir insanın canına kıyılm a-
yacaktı. (*)
* 4 — MAL
M al, canın yongasıdır. Ö yle derler. Yüce A lla h , insan için şö yle bu
yurur :
«G erçekten o, m alı se vdiğ i için çok cim ridir.» (39 ı)
« M alı da pek çok seversiniz.» (392)
Onun için insanın m alını korumak, çok önem lidir. N a sıl ki canı koru
mak zarûrî ise, m alı korum ak da zarurîdir. Am a İslâm olm ayınca, herşey
yok olur.
Ebu Ubeyd b. el-Cerrah, H um us’taki hıristiyan ahaliyi koruyam ıyacak
duruma düşünce, daha önce onlardan aldığı cizy e le ri geri verdi. Bu olay,
tarihte benzeri olmayan b ir adaletin doğumunu ve e şsiz b ir toplum un or
taya ç ık ış ın ı gösteriyordu. Bu toplum , insan hayatı iç ir zarûrî olan her şe
ye hakkını veren e şsiz bir toplumdu.
Ebu U beyd’in bu hareketiyle sö m ü rg ecilerin ele g e çird ik le ri y e rle r
de yaptıkların ı karşılaştır. Veya haksız yere hiç kim senin m alının alınm a
dığı ve haksız yere kim senin mala sahip olm adığı İslâm toplum uyla çağ
daş kom ünist veya k ap italist toplum ları karşılaştır.
K om ünist toplum da, m ü lkiyet ve hayat hakkından hiç sorm a. Bunla
rın ik isin in de bu toplum da y o k edild iğ i apaçaktır. K a p ita list toplum a ge
lince, bu toplum da görünüşte mal korunm uş görünüyorsa da gerçekte
faiz, karab o rsacılık ve söm ürü ile mal çalınm akta, fa kir ve m uhtaçların
hakları ç e ş itli zulüm y o lla rıy la elle ri.id e n alınm aktadır.
M al, ancak İslâm ile korunur. İslâm ’ın hakim olduğu yerde ne zulüm
le a lın ır ve ne de zulüm le elde edilir.
5 — NESİL
İnsan için zarûrî olan beş şeyden biri de, n e slin i korum aktır.
İslâm hakim olmauan insan nesli de, tam olarak korunamaz. İslâm yer
yüzüne hakim olunca, insanları, kendi kendilerinden sorum lu tutar ve on
ları korur.
B a sit bir araştırm a yapılsa, günümüzde insan neslin in nereye götü
rüldüğü açıkça görülür. M e se lâ altm ış y ıld ır Fran sa’da doğum oranı g ittik
çe azalm aktadır.
391 — A d iy a t : 8
392 — F e c r : 20
' (*) L a ik liğ in 50 n c i y ılın ı d o ld u rd u ğ u T Ü R K İY E b v h u s u s ta ib r e t a lın
m a s ı g e re k e n b i r d u ru m d a d ır. O sm a n lId a n k a la n n e sille b u g ü n e k a
d a r g e le b ile n LAİKLİK a c a b a k e n d i y e tiş tird iğ i n e sile k a ç se n e y a
ş a y a b ile c e k le rd ir. (İk b â l Y a y ın la rı)
183
İSLÂM
184
İS L A M A G İR M E K O N U S U N D A TAHLİLİ BİR İNCELEM E
İNSAN YA MÜSLÜMANDIR
VEYA KAFİRDİR
«G erçekten biz, Â dem o ğ u lların ı diğer hayvanlar üzerine» üstün k ıl
dık.» (393)
«G erçekten insanı en güzel bir biçim de yarattık.» (394)
«Ben, onun (Â dem ’in) y a ra tılışın ı tam am ladığım ve ona ruh verdiğim
zurnan, s iz hemen onun iç in secd eye kapanın.» (395)
«O vakti hatırla ki, Rabbin m eleklere: «Ben yeryüzünde (hüküm lerim i
yerine ge tire ce k b ir halife (bir insan) yaratacağım » dem işti.» (396)
«O, o y a ra tıcıd ır ki, yerde ne varsa hepsini s izin için yarattı.» (397)
«G örm ediniz mi ki, A lla h , gö klerdekini ve yerde olanı hep m enfaatiniz
için birer sebep k ılm ış tır. Hem aşikâre, hem g iz li olarak her türlü nim et
le rin i üzerinize tam am lam ıştır.» (398)
«Ben, in san ları ve c in le ri, ancak bana ibadet e tsin le r diye yarattım .»
(399)
«Biz, em aneti göklere, arza ve dağlara te k lif e ttik de onlar bunu yük
lenm ekten çe kin diler; ondan korktular da onu insan yüklendi. İnsars (bu
em anetin hakkını gözetm ediğinden) cidden ço k zalim , çok ca h il bulunu
yor. (400)
«İnsanı b ir menjden yarattı. Bîr de bakarsın ki, o, apaçık b ir m ücade
le ci olm uştur.» (401)
«Kahrolası (kâfir) insan, ne nankör şey.» (402)
393 — is ra : 70
394 — T in : 4
395 — HİCİr : 29
396 — B a k a r a : 30
397 — B a k a r a : 29
398 — L o k m a n : 20
399 — Z a riy a t : 27
400 — A h z a b : 72
401 — N ahl : 4
185
İ SLÂM
«And olsun asra ki, gerçekten insan, ziyandadır; ancak, iman edip
de salih ameller işleyenler, birbirine hakkı tavsiye edenler ve sabrı bir
birine tavsiye edenler müstesnadır.» (403)
«Yemin olsun ki, cin ve insanlardan bir çoğunu cehennem için yarat
tık. Onların kalbleri vardır; bu kalblerle gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır
onlarla görmezler. Kulakları vardır; onlarla nasihat dinlemezlar. İşte bun
lar hayvanlar gibidir; doğrusu daha sapık ve daha şaşkındırlar. Gâfil olan
lar da işte bunlardır.» (404)
O halde insan kendisine ve yeryüzü haiifesi olm anın, kâinatın ken
disi için m usahhar kılınm asının, em aneti taşım asın ın, A lla h ’ın em irle rin i
yerine getirm esinin ve O'na ibadet etm enin sırrıy la yaratıkların en şe re f
lisid ir. A ncak insanlardan bir kısm ı, ken dileri için yaratılıp onlarla şe re f
lendikleri şe y le ri yapmazlar. Boylece, gerçek insan ölçüsüne göre hay
vandan aşağı duruma düşerler. Çünkü onlara verilen , hayvanlara v e ril
m em iştir. Ü ste lik onlar, bunları doğr»1 olm ayan yollarda ku lla n m ışlard ır
İşte bunun n e ticesi olarak insanlar iki kısm a ayrılm ışla rd ır. K âfir ve müs-
lüman. B irin c isi, kaybetm iştir. İkincisi de kazançlıdır. B irin cisi, in san lığını
eng ellem iştir. İkincisi onu g e rçe k le ştirm iştir. A s ıl yönünden, ik isi de e şit
tir. A m a değer yönünden e şit d e ğ ild irle r :
«Ey insanlar sizleri bir erkek ve bir dişiden yarattık. Hem de sizi soy
lara ve kabilelere ayırdık ki, birbirinizi tanıyasınız. Biliniz ki, Allah katın
da en iyiniz, takvası en ziyade olanınızdır.» (405)
«De ki: «Murdarla temiz bir olmaz; murdarın çokluğu hoşunuza gitse
bile.» (4C3)
— II —
402 — A b ese : 17
403 — A s r S û re s i
404 — A ’r a f : 179
405 — H u c u r a t : 13
406 — M aid e : 100
407 — K a le m : 35
186
İNSAN YA MÜSLÜMANDİR YA KÂFİRDİR
— III —
— IV —
188
İNSAN YA MÜSLÜMANDIR YA KÂFİRDİR
Tekrar etrafa baktığım ızda, dün olduğu gibi bugün de en ucuz şeyin
insan olduğunu görürüz. V a rlığ ın ın zarurî ih tiyaçlarının tamam ı veya bü
yük bir kısım başka kim selerin hesabına yok e d ilm iştir.
H içb ir m illetin tarihinde adalet, kuvvete hakim olam am ış, ce sa re t ve
rahmet bir arada yürüm em iş ve hak her şeyden daha se v im li olam am ıştır.
A n ca k İslâm ’ın hakim olduğu de virle r hariç... Evet, İslâm hakim olunca
durum değişiyor. Sem erkent Kadısı, Sem erkentli kâfirlerin lehine ve müs-
lüman askerlerin aleyhine hüküm veriyor. M üslüm an askerler de bu hük
me itiraz etm iyor. M üslüm an kadı, m üslüm anların halife sin in aleyhine ve
kâfirlerin lehine hüküm v ere b iliy o r İslâm tarihinde. Ü lk e le r fetheden ce su r
m üslüm anın ce sa re tiyle şefkati ancak bir arada yürüyebiliyor.
M üslüm anların mağlup e ttik le ri her m ille t b ilir ki, din konusunda ken
disin e bir baskı yap ılm am ıştır. İnsanı koruyan en iyi düzen İslâm düzeni
dir. Bu düzende ne bir din hor görülür, ne akıl yok e dilir, ne can öldürü
lür, ne mal gasb e d ilir ve ne de nesle değer verm em eziik e dilir.
— V —
— Vi —
419 — B a k a ra : 208
189
I s l A m
420 — N isa : 94
421 — T ev b e : 123
422 — B a k a r a : 193
190
İNSAN YA MÜ5LÜMAMDIR YA KÂFİRDİR
dikleri zaman da, onlar kusur bağışlarlar. O kimselerdir ki, Rablerine itaa-
ta icabet etmişler ve namazı gereği üzere kılmışlardır. İşleri de hep ara
larında şûrâ iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar.
O kimselerdir ki, kendi haklarına tecavüz vaki olduğu zaman, onlar yar
dımlaşırlar ve intikam alırlar.» (423)
«Halbuki kuvvet ve üstünlük, Allah’ın, Resulünün ve müminlerindir;
fakat münafıklar bilmezler.» (424)
«... Müminlere karşı yumuşak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve baş
ları yukarıdadır...» (425)
A ncak A lla h ’ın hakim iyetine boyun eğen ve m üslüm anların him ayesi
ne giren kâfirler, m üslüm anların zim m etine g ire b ilirle r.
H er kâfir için zim m î akdi y a p ıla b ilir mi?
Bazı fa kîh le r zim m îliğ i ta h sis etm iş, bazısı da u m u m ile ştirm iştir. Ama
uygulama, um umî olm uştur. Bundan hariç tutulan sadece m üşrik araplar
olm uştur.
Hanbeli fakîhler zim m et konusunda şöyle derler :
«Zimmet, ancak, ehl-i kitap veya M e c u sîle r gibi ohl-i kitaba benziyen-
ierle akd ed ile bilir. H alife onların kötülüklerinden emin olduğu ve şu dört
hükme uymaya söz ve rd ik le ri takdirde onlarla zim m et akdini yapar :
Birincisi : C izye yi, zelilane ve hazır ödem eleri.
İkincisi : İslâm dininden sözettiklerind e, iy ilik le sözetm eleri.
Üçüncüsü : M üsiüm anlara zarar verecek şe y le ri yapm am aları.
Dördüncüsü : Can, ma! ve namus konusunda İslâm î hüküm lerin onla
ra da uygulanm ası ve zina gibi onlarca da haram kabul edilen şeylerde
had uygulanm ası, ancak alkol gibi onlarca helâl olan şeylerd e serbestir-
ler.
Kadından, erke klik ve kadınlığı belli olmayandan, çocuktan, deliden,
papazdan, körden, ihtiyardan ve m anastıra çe k ilm iş rahipten cizye alınmaz.
C izye yi verm ekten, ze lil görünm ekten veya hüküm lerim ize uym ak
tan kaçman, m uslüm an bir kadınla zina eden veya onu nikâhlayan, yol
kesen, A lla h ve Resûlünü kötülükle anan, bir m üslüm anı öldürm ek veya
onu dininden uzaklaştırm ak şeklinde haddini aşan kim se ahdini bozm uş
tur. D evlet başkanı muhayyerdir; onu e sir edip m alını fe y ’ olarak alabilir.
Bu duruma düşen zim m înin kadın ve ço cuklarının ahdi bozulmaz.» (426)
423 — Ş û r â : 36-39
424 — M ü n a fik u n : 8
423 — M aid e : 8
426 — Bu n ıe tû ı «D eiü u t-T alib » adlı k i t a p t a n a lın m ıştır.
191
I SLÂM
Buna göre eh!-i zim m etin devlet m em uriyeti alma, şûrâya katılma,
id a re cilik yapma ve m üslüm an devletin başkanını seçm e hakları yoktur.
Bazı zarûretlerden dolayı ken dilerin e devlet m em uriyeti v e rile b ilir. Ancak
bu görevi yürütürken m üsiüm anlar üzerinde idareci olmama şartı vardır.
Çünkü zim m et akdinin şartlarından biri, m üslüm anlara karşı z e lil durum
da olm alarıdır. M üslüm anların bulunduğu bir m e cliste başa geçm em eleri
bu z ille tin gereğidir. M üslüm anlara önce kendilerinin selâm verm esi y i
ne bu z ille tin gereklerin dend ir. Peygam ber (S.A.V.) şöyle buyurur: «Ya
hudi ve hıjiistiyaııfara önce siz selâm vermeyin. Onlardan biriyle yolda
karşılaştığınızda (şayet yol kalabalık ise) onu en darından geçmeğe mec
bur edin.» Buna k a rşılık d in le rin i d e ğ iştirm e le ri için m üsiüm anlar onları
zorlıyam azlar. «Dinde zorlama yoktur.» O nlarla en güze! şe k ild e ta rtışa cak
lar: «D üşm anlıkta ile ri gidenler m üstesna olm ak, üzere, Yahudi ve hıristi-
vanlarla en güze! şe k ild e tartışın.» (427) O nların nam uslarına tecavüz et-
m iyecekler. «Kim b ir zim m iye eziyyet ederse, brma eziyyet etmiş gibidir.»
Başka bir hadiste de şöyle buyurulur: «Allah (C.C.), kendilerine düşeni
verdikleri halde ehl-i kitabın kadınlarını vurmanızı, meyvelerini yemenizi
helâl kılmamıştır.»
M üslüm an fakîhler der ki: «Bir müslüm an bir zim m înin domuzunu
öldürür veya iç k isin i dökerse, onu öder. Am a bir zimm? bir m üslüm anın
domuzunu öldürür veya iç k isin i dökerse k a rşılığ ın ı ödemez.»
Z im m îie rin m üslüm an devlete cizye ödem eleri bir bakıma z ille tle ri
ne bir işa re t olduğu gibi diğer bakımdan da İslâm ’ın adaletine bir işa
rettir. Çünkü cizye, aske rî yönden onları koruma karşılığın da alınır. Böy-
lece zim m île r savaşm akla sorum lu tutulm azlar. Sorum lu tutulm am aları
adaletin gereğidir. Çünkü savaşm ak, İslâm ’da bir ibadettir. Şayet onları
bizim le beraber savaşm ağa m ecbur tutarsak, inançlarından olmayan bir
şeyle onları sorum lu tutm uş oluruz. Ama bizim le beraber düşmana karşı
savaşm ak iste rle r ve bizim de onlara güvenim iz olursa, o zaman onlar
da cizye ödem ezler. N itekim bu, tarihte olm uştur.
Bize cizye verm ek üzere bizim le antlaşm a yapan, hüküm lerim izi ka
bul eden ve bizim de onlardan bu durum larını kabul ettiğ im iz kâfirin hük
mü budur.
Hükmümüzü kabul etmeyen ve bizim de yararım ız olduğu için kendi
le riyle ateşkes antlaşm ası im zaladığım ız kâfirlere gelince, bunlarla ancak
b e lirli bir zaman için ateşkes antlaşm ası im za lıyab iliriz. Bu müddet içe
risin de onlar antlaşm ayı bozm adıkça, biz bozamayız: «Ancak muahede
yaptığınız müşriklerden sözleşme şartlarına size hiçbir noksanlık etme
miş ve aleyhinizde hiç kimseye yardım yapmamış olanlar müstesnadır. Bu
427 — A n k e b u t : 46
132
İNSAN YA MÜSLÜMANDIR YA KÂFİRDİR
193
İSLAM
lardan yüz çe v irirle rse , netice savaşm aktır. A lla h (C.C.) o zaman kadın
ve çocukların ı köle edinm em izi helâl k ılm ıştır. Onları da ya öldürür veya
köle ediniriz. K a rş ılık s ız se rb e st bırakm ak istesek, bunda da herhangi bir
sakınca yoktur. S e rb e st bırakm adığım ız takdirde kadınları ve m alları müs-
lüman askerlere taksim edilir. D evlet başkanı d ile rse onları e sir de ede
bilir.
Tarlalarına gelince, bazı âlim le rin sö ylediğ i gibi devlet başkanı mu
hayyerdir. Tarlalarını ya orayı fetheden m üslüm an askerlere dağıtır veya
eski sa hip le rinin elinde bırakır. O nlar da buna k a rşılık m üslüm anlara ha
raç öderler. Bu m e se le le rle ilg ili malumat, fık ıh kitap larıyla bu konularda
yazılm ış kitaplarda etraflıca anlatılm aktadır. Bu m ese le le rin geniş ş e k li
ni o kitaplarda bu labiliriz.
K â firle ri köle edinm em izi büyük görenler aldanıyorlar. Bu kim seler,
onların inkârcı tutum larını niye büyük görm üyorlar da, köle e d in ilm e le ri
ni büyük görürler? A lla h ’a kul olm ayı kabul etm eyen, insan köle olm ayı
hakketm ez m i? Bununla beraber onlara uygulanan köleliğin, bütün beşer
düzenlerinin e sirle re uyguladıkları m uam elelerden daha şe fka tlice d ir. Bu
nu da dikkatlerden uzak tutm am alıyız. Hem unutm ayalım ki onları köle
edinmek, m üslüm anların m uhayyer oldukları yollardan biridir. İctihadların
bir çoğuna göre devlet başkanı başka bir yol takip etm ek isterse, kapı açık
tır. Bu arada köle edinenlere İslâm düzeninin gösterdiği şefkati anlatmak
istiyoruz. Bu konuyu şu şe kild e ö z e tliy e b iliriz :
1 — E sir kadın, taksim i yapıldıktan ve ham ile olup olm adığı belli o l
sun diye te m izliğ i bir hayızla sabit olduktan sonra ancak bize helâl olur.
Şayet ham ile olduğu ortaya çıkarsa, çocuğunu doğuruncaya kadar sahibi
ona yanaşamaz.
2 — E sirle ri, büyük-küçük fatihlere dağıtıldıktan ve kim in, kim in m ül
kü olduğu belli olduktan sonra, sahibi yiye ce k ve giyecek konusunda ken
di şahsıyla e şit tutacaktır. Bir de gücünün yetm ediği şe y le ri ona vükle-
m eyecektir. «Onlar sizin kardeşlerinizde. A lla h onları, elinizin altında hiz
metçiler (köleler) kılmıştır. Kimin kardeşi elinin altında ise, yediğinden
yedirsin, giydiğinden giydirsin ve gücünün yetmediği şeyi ona yükleme
sin. Onlara böyle bir şey teklif ettiğinizde, onlara yardım edin.»
3 — Sahip lerinin onları vurm aları caiz değildir. Onlardan kim vuru
lursa, vuruluşunun keffareti, âzâd e d ilm esid ir. D eğilse, onu vuran A lla h
huzurunda sorum ludur.
4 — Köleye, değerli bir insan m uam elesi g ö ste rilir. Onu çağırırken
bile... Peygam ber (S.A.V.) şöyle buyurur :
«Sizin biriniz kölem demesin. Köle de ona sahibim demesin. Sahip,
kızım oğlum desin. Köle de, efendim, desin.»
194
İNŞAM YA MÜSLÜMAND1R YA KÂFİRDİR
430 — N u r : 33 (B u h a ri’d e n )
431 — B eied : 11-13
195
İ SLÂM
ERKEK, KADIN
İslâm gelm eden önce kadının hakikati araştırılıyo rdu . Kadın insan
m ıdır, değil m idir? Ruhu var m ıdır, yok mudur? Ruhu varsa necis m idir,
şe rir m idir? Hatta bazı e ko lle r kadının da erkek gibi A lla h ’ın em anetini
taşım ağa ehil olm adığını ile n sürerek A lla h huzı,.unda yalnız erkeğin so
rumlu olduğunu iddia ederlerdi. Bazı görüşlerde de, ilk günahtan sorum
lu olanın kadın olduğu ile ri sürülür.
Bu konuda İslâm şunları ilân etti ■
a — Kadın, in san lık açısından tamamen erkeğe e ş ittir .
«Ey insanlar, sizleri tek bir şahıstan yaratan, o şahıstan da eşini vü
cuda getiren, ikisinden bir çok erkeklerle kadınlar üreten...w (434)
«Hep birbirinizden siniz, din yönünden erkek ve dişiniz birdir...» (435)
b — Kadın da, erkek gibi A lla h huzurunda sorum ludur :
«Gerçekten Allah’ın emrine boyun eğen bütün erkekler ve kadınlar,
mümin erkekler ve mümin kadınlar, ibadete devam eden erkekler ve ka
dınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden
kadınlar, mütevazi erkekler ve mütavazi kadınlar, sadaka veren erkekler
ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırz
larını koruyan erkekler ve kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve ka
dınlar (var ya), Allah bunlara bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırla
mıştır.» (436)
«Ey Peygamber, mümin kadınlar, Allah’a hiç bir şeyi ortak koşma
mak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek çocuklarını öldürmemek, elleriy
le ayakları arasında bir bühtan uydurup getirmemek herhangi bir iyilik
hususunda sana isyan etmemek üzere sana söz verdikleri zaman, biatla-
rım kabul et. Onlar için Allah’tan mağfiret dile...» (437)
c — Kadın erkekten daha çok A lla h ’tan korkarsa, A lla h ’/n yanında
erkekten daha efdaldir. *
432 — N isa : 25 433 — N is a : 26-27 434.— N isa : 1
435 — Â l-i İm r a n : 195 436 — A h z a b : 35 437 — M ü m ta h in e : 12
* (B u a n c a k h a r p le r in o r ta d a n k a lk m a s ı ile o la b ilir. H a rp le r in d e v a m ı h a lin d e
k ö le lik m ü e s se se s in in ilg a sı m ü m k ü n d e ğ ild ir. H a rp e s iri o la r a k tu tu k la n a n k im
s e le r y a b u y u r g it t e k r a r b a n a k a rş ı b ü tü n g ü c ü n le g e l d e rc e s in e v e a p ta lc a s ın a
s e r b e s t b ır a k ıla c a k y a h u t k a f ir (R o m a v.s h u k u k u n a g ö re ) s e n e le rc e b ir a d a d a
y a h u t k a m p la r d a h a y v a n la r a b ile ta tb ik ed ilm e si iğ re n ç m u a m e le ile k a r ş ıla ş a c a k
y a h u t b u k o n u d a İsla rn m k ö le lik m ü e s se se s in in h u k u k u n u iş le te c e k tir.
D oiayısı ile h a r p b u lu n d u ğ u s ü re c e k ö le lik n ıü e sse sid e z a r u r e ttir . Bu h u s u s a
İsla m h u k u k u n u n d ış ın d a n a m u s lu v e in s a n h a y s iy e tin e y a r a ş ır b ir ç ö z ü m h iç b ir
n iz a m g e tirm e m iş tir). (İk b a l Y a y ın e v i)
197
İ SLÂM
— II —
A n ca k kadın her nekadar in sa n lık açısın dan erkekle e şit ise de, yara
tılış ı bakım ından erkekle bir değ ildir. «Erkek kadın gibi değildir.» Kadının
vücud organları, d e risi, hü creleri, se si, beyni, bazı m addeleri ifrazı erkek
ten ayrıdır. Kadın iddet görür, erkek görmez. Kadın ham ile olur, erkek
olmaz. Çocuğu dokuz ay karnında kalır. Doğumdan sonra çocuğun rızkı
kadının yanındadır. Onu em zirir. Ona bakar. Çocuğu, yaratıkların en âci-
zi olduğu iç in uzun müddet bakılm ağa m uhtaçtır. Henüz b irin ci çocuğun
bakım ından kurtulm am ışken ik in cisin e d e gebe kalır. Bütün bunlar sadece
kadım ilg ile n d irir. Erkek bir kaç tohum eker, ondan sonra da kadının bu
görevleri başlar.
— III —
H akikatte in san lık alem inin erkek ve d işi olarak ikiye ayrılm ası, A l
lah’ın yaratıklara hakim k ıld ığ ı kanunların devam ından başka bir şey de
ğildir. Y a ln ız insanlar değil, hayvanlar da, b itk ile r de erkek ve d işi olarak
yaratılm ıştır. Ve erkekle d işin in iliş k ile r i sayesind e o cin sin n e sli devam
eder. İnsan da öyledir. Erkekle kadın arasındaki c in s î iliş k i olm asaydı bir
n e sild e insan nev’i tükenirdi. Erkek ve kadınlardaki c in s î duyguların hik
m eti burada daha iyi anlaşılm aktadır. Şayet erkek erkekle, kadın da kadın
la iliş k i kursaydı, insan nesli hemen tükenirdi.
438 — N is a : 32
439 — B a k a r a : 233
198
ERKEK — KADIN
— IV —
E rkeklik ve d iş ilik açısından insanla hayvan arasında büyük farklar
vardır. İnsanoğlu y ılla rca başkasının bakım ına m uhtaçtır. A y rıca insan ha
yatı daha de ğ işik olduğundan g e n e llikle bu bakım ın müddeti onbeş y ıl de
vam eder. Bir insanın sa ğ lık lı bir şe k ild e hayata a tıla b ilm e si için bu dev
re boyunca e ğ itilm e si gerekir. Bir de bu eğitim in sa ğ lık lı bir şe k ild e yapı
labilm esi için hem erkeğe ve hem de kadına ih tivac vardır.
Çünkü aynı anda hem erkeğin ve hemde kadının eğitim inden uzak y e
tişen bir insanın şahsiyeti, insanlık alem inde e k sik bir şahsiyettir. Hatta
zam anla kaybolabilir de. Onun için babalık, annelik ve aile m ü esse se si
sa ğ lık lı bir cem iyet için şarttır.
— V—
E v lilik , zaruridir. Hatta erke kle ' kadın arasında b iric ik makul yol ev
lilik tir. Çünkü kadın yalnız başına çocuğun bakım ı için gerekli olan şe y
leri yerine getirem ez. B irin in bakım devresi bitm eden diğer çocuklar akın
ediyor. A y rıc a ge b elik devresinde kadın bir nev’i hastadır. Halbuki bakı
ma m uhtaç olan çocuklar, her zaman için bakıma m uhtaçtırlar. B irin ci
çocuğu, İkincisi, üçüncüsü... takip ederse kadının yalnız başına bu çocuk
ların bakım larını üzerine alm ası mümkün müdür. Nafakası, giyeceği ve
diğer hizm etleri vb. Kadın ne yapsın? Ne onlardan uzak bir yerde ç a lış a
b ilir ve ne de onları te rke d e b ilir Her anne çocuğunu terkederse yeryü
zünde insan kalmaz. O halde en uygun yol, bu çocuklara gebe kalm asın
da ona ortak olan erkeğin, çocukların yüklediği sorum luluklarda da ona
ortak o lm asıdır. A m a bir kim seyi sebep olm adığı ve iliş k is in in bulunma
dığı bir çocuktan sorum lu tutmak da makul değildir. Erkek, ancak kendi
çocukların ın sorum luluklarını yüklenebilir.
Erkek ve kadının, çocukların sorum luluklarını beraberce yüklenm ele
rine sebep ise, e v lilik tir.
— VI —
Y e r yüzünün her tarafında yapılan ista tistik le r, zina eden kadının, z i
na yoluyla çocuğunun o lm asını istem ed iğini gösterm ektedir. Doğum yü
künü ancak e v li kadın yükle ne bilir. Çünkü gebelik, doğum, sorum luluk ve
yorgunluk c in s î iliş k in in verd iği zevkten daha ağırdır. İnsan nevinin deva
mı e v lilik le mümkündür. Şayet in san lık e v lilik m ü esse se sin i kald ırırsa bu,
in san lığın sonu dem ektir.
199
İ SLÂM
Onun için zina, erkek ve k a d ın iiişk isi için ya ra tılışa uymayan bir va
sıtadır. Evli olduğu halde zina ederek gebe kalan kadın kocasına başka
larının ço cukların ın sorum luluğunu yü klem iş olur. Bu ise, zulümdür. Evli
olm ayan ve gen çliği dönem inde zevkine bakan kadın daha sonra evlene
rek tek bir kocayla yetinm ek ve çocuğun verdiği m eşakketlere katlanm ak
istem ez.
— VII —
Islâm A lla h ’ın em riyle in san lar arasındaki iliş k ile ri y a ra tılışla rın a uy
gun bir tem el üzere oturtm ağa geldi :
1 — E vlilik, erkekle kadın arasında b iric ik m eşru iliş k id ir.
2 — Kadının yüklendiği görev, erkeğinkinden a y rılır. Erkek tohumu
eker ve bu konuda görevi biter? Kadının durumu ise böyle kısa bir müd
det iç e risin d e bitm iyor. G ebe kalıyor. Doğum yapıyor. Doğumdan sonra
çocuğu büyütüyor. V e b irin ci çocuktan kurtulm adan ikin ci çocuk geliyor,
derken üçüncüsü yetişiyor... H epsi de bakıma m uhtaçtır. Kadın onların
bakım ıyla m eşgul olursa, elbette başka birinin nafakalarını tem in etm e
si ge re klidir. İslâm 'ın erkeğe, hem karısının ve hem de ço cuklarının nafa
kasını tem in etm esini em retm esi bundandır.
3 — Erkeğin görevi dışarıd aki işle ri yürütm ektir. Kadının görevi ise,
e vlilik te n önce de, e vlilik te n sonra da evin içe risin d e k i işle ri yapm aktır.
E vlilikte n önce, ev işle rin i yürütm e a lışk a n lığ ın ı kazanması için dir. E v li
likten sonra ise, görevi o olduğu için dir. Ç o cuklarına bakacak, gebe kala
cak, ço cuklarım em zirecek ve ken disiyle ço cukları için çalışan kocasının
işle rin i gö recektir. Bütün bunlar tabii olarak kadının ça lışm a sın ırla rın ı
evin iç e risin d e kılm aktadır.
O halde erkekle kadın arasındaki bünye farkları vazife ve işle rin in
sın ırla rın ı belirlem ed e de fa rk lılık la rın doğm asına sebep olm uştur.
— VIII —
Zina, erkek ve kadın iliş k ile rin d e yarad ılışa uygun düşm eyen bir yol
olduğundan A hdfı (C.C.) onu haram k ılm ıştır. A y rıc a kadının çıp la k lığ ı,
süsünü dışa verm e si, erke kle rle ih tilâfı, yabancı e rke kle rle yalnız başına
kalm ası ve m ahremi olmadan onlarla yolcu lu k yapm ası gibi zinaya götü
ren yolları da haram k ılm ıştır.
— IX —
Erkekle kadının bünye ve hayatî v azifele ri arasındaki farklılıklard a n
dolayı başka durum lar da ortaya çıkm aktadır :
200
ERKEK — KADIN
1 — Erkeğin birden fazla kadınla evlenm esi caiz olduğu halde kadın
aynı anda ancak bir erkekle evli olab ilir.
Çünkü kadın birden fazla kocayla evlen ecek olsa her biri için ayrı bir
rahmi olm alı ki, her ik isin in çocuğunu kendisine ayırd ığı rahme koyabilsin.
A y rıc a kadın birkaç kocanın yükünü nasıl y ü k le n e b ilir? Bunlardan hangisi
kadının m esu liyetini üzerine alacaktır? Kadının bu kocalarla iliş k is i nasıl
o lacaktır? Y a ra tılış mantığı ve kadın karakteri der ki: Kadın, ancak, bir
erkeğe k a rılık edebilir.
Erkeğe gelince o, birden fazla rahim e tohumunu e ke b ilir. Birden faz
la kadına bakabilir. Bundan doğacak sorum lulukları yükle ne bilir. O halde
bu konuda erkeğe m eşru olan bir şeyin kadın için haram olm ası norm aldir.
A n ca k bir erkeğin birden fazla kadınla e vlen eb ilm e si için birçok şa rt
lar vardır.
a — Nafaka, m esken ve gece yanlarına gitm e hususlarında adalet
li davranmak.
b — N afakalarını tem in edecek güçte olmak.
c — K ad ınlık yönlerini tatm in ederek onları iffe tli kılm ak. Çünkü di
nî yönden erkeğin, başka erkekleri istem em esi için karısının kadınlık ar
zularını tatm in etm esi, görevidir.
d — E şitliğ in gerektiği yerlerde hepsinin çocuklarına e ş it davran
mak.
Şunu da unutm ayalım ki: İslâm iyet dört kadınla evlenm eyi mubah k ıl
m ıştır. Dört kadıma evlenin dem em iştir. İslâm iyet hiç bir kim seyi birden
fazla kadınla evlenm eye zorlam ıyor. Fakat İslâm diyor ki: Erkek olsun,
kadın olsun evlendikten sonra zina ederse öldürülür. Çünkü kendisi için
tem iz ve şe re fli yol açıldıktan sonra zina yapm ası için bir dayanağı yoktur.
Şayet erkeğin şehveti fazla olur ve bu yönden karısı soğuk ise, erkek
ikin ci b irisin i getirir. O da yetm ezse, üçüncüsünü. Ve o da yetm ezse dör
düncüsünü getirir. Am a artık bundan s o b a s ı haramdır.
A y rıc a şu durumu da göz önünde bulundurm alıyız: Gebe kalan kadın
dır. Ve kadınlardan bir kısm ı kadın-erkek iliş k is in i ham ile kaldığı müddet
boyunca istem ez. Doğumdan sonra da bir müddet için kadına yanaşılm az.
H er erkek böyle uzun bir müddet kadınsız dayanamaz. B ir de, daha çok
hastalanan kadınlardır. Ve bu h a sta lıklar daha çok kadın hasta lıkları şe k
linde olm aktadır. Kadın h astalıkların a yakalanan kadın kad ınlık yönünden
zayıflar. Ozaman da e v lilik tam gâyesine ulaşm a m ıştır dem ektir. Bütün bu
durum ları göz önünde bulundurduğumuzda erkeğin birden fazla kadınla ev
lenm esinin normal bit şey olduğunu görürüz. Bu durumda erkeğin kadını
201
___________________________ İ S L Â M _________________________
boşam ası mı kadın için daha iyidir, yoksa ikin ci b ir kadın ge tirm esi m i?
Hem geien ikin ci kadın da, kuma üzerine gitm eğe zorlanm am ış olur.
Ö z e llik le savaş zam anlarında kadınların sa yısı erkeklerden daha çok
tur. A ç ık ta kalan kadınlar için birden fazla kadınla evlenm ekten başka ç ı
kar yol var m ıdır? Kadınlar yalnız savaş zam anlarında değil, g e n ellikle diğer
zam anlarda da erkeklerden daha çoktur. Fazla kadınları zinayla karşı karşı--
ya bırakm ak mı, yoksa ikinci kadın olarak kocaya varm aları mı daha iy id ir?
Y a ra tılış mantığı, birden fazla kadınla evlenm eyi mubah kılar. Bunu
ne m ecburi tutar ve ne de haram kılar. Tabi birden fazla evlenenin şart
lara riaye t etm esi şartıyla... (*)
A y rıca, kocasına razı olmayan kadın, başka b iriy le evlen eb ilm ek için
kocasından kendisini hu i ’ etm esini istey e b ilir. (440]
Kadın h u l’u arzu ederse, şartlarına uygun olarak her zaman ve her
durumda hul'u istem esi mubahtır.
2 — Erkek ve kadın arasındaki tem el ayrılıklardan dolayı İslâm iyet
erkeğin ölüm ünde kadının iddet beklem esini farz k ılm ıştır. Boşanm alarda
da durum böyledir. Kadın b e lli bir müddet içe risin d e evlenem ez ve evlen
meyi iste r durumda görünemez. Bu, fıtrata uygundur. Çünkü kadın kocasın
dan gebe o lab ilir. İlk kocadan iliş k is in in ke silm e si için çocuğunu doğur
ması ve gebe olm adığının bilin m e si gerekir. Bu gibi durum lar koca için
söz konusu olm adığından, erkeği ilgilendirm ez.
3 — G erek gördükleri vazife ve gerekse vücud yapıları bakım ından
erkekle kadının fa rklı olduklarını be lirtm iştik. Bunun n e ticesi olarak kadı
nın örtm ekle sorum lu tutulduğu kısım lar, erkeğinkinden daha çoktur. Bu,
m antiki bir şeydir. Erkeğin işi, evin dışındadır. Kadından da ayni şey isten
m iş olsaydı çok zor olurdu. Kadının görevi, ev sın ırla rın ın içe risin d e d ir.
Zarûret icabı kadın dışarı ç ık a b ilir. A m a örtünm ek şartıyla. A y rıc a yara
tılış ı itib ariyle kadın, erkeğe cazip gelir. Kadın bu ca zibe sin i kocasına
karşı kullanacaktır. A slın d a insan nevinin devam ı için bu cazibe gereklidir.
Ve bu g e re k lilik tek bir kocayla evli olm ayı gerektirir.
4 — İslâm, yine vazife ve bünye fa rklılıkların d an dolayı kadının şa
hitliğ in in erkeğinkine denk olab ilm esi için ikinci bir kadının onu destek-
440 — Hul’ : K a d ın ın k o c a s ın a v e re c e ğ i b e d e l k a rş ılığ ın d a k e n d is iy le m e v
c u t b u lu n a n n ik a h a k d in in fe s h e d ilm e sin i istem esi (M ü te rc im )
(*) İs la m ın b ir d e n f a z la k a d ın la e v le n m e iz n i A lla h ın b i r r a h m e tid ir.
B u h u s u s u y a d ır g a y a n k im s e le r İs la m ın h ü k m e tm e d iğ i to p r a k la r a
g e ric i (c a h iliy e ) n iz a m la r ın a iy ic e b a k s ın la r b ir d e n f a z la e v liliğ e
k a rş ıy ız d iy e n b u k a firle rin ; M a h a lle le rin d e D isk o te k le rd e , Fuhuş
y u v a la r ın d a , O k u lla rd a , B a rla rd a , P a v y o n la rd a , b iz z a t d e v le tin
p .............. e ttiğ i g e n e le v le rd e is te d iğ i k a d a r k a rıs ı y o k m u d u r. B a şk a
b i r ta b ir le p a r a l a r ı k a d a r k a r ı la r ı y ıo k m u d u r b u n la r ın . (İk b â l Y a
y ın la n )
202
ERKEK — KADIN
lem esine ihtiyaç duym uştur. Çünkü kadının görev ve so rum lulukları, onu
diğer m eselelere önem verm ekten alıkor. Bir şeye önem verm eyen, o şe
yi çabuk unutur. İki kadının ayni şeyi sö ylem eleri, unutm adıklarını daha
iyi gösterir. A y rıc a kadının şefkati, y a ra tılışı itib ariyle erkeğinkinden da
ha çoktur. Bu şefkati onu erkekten daha çok haktan u zaklaştırır. İki ka
dının varlığ ı, insanların haklarının yenm em esi için daha sağlam b ir y o l
dur. K u r’ân-ı K erim 'in kendisi bunun hikm etini be lirtirke n şö yle buyuru
yor: «...Böylece o iki kadından biri unutursa, diğeri ona şahitiiği hatırlat
sın...» (441)
İslâm iyet yine zarûrete binaen kesin liğ in kuvvetlenm esi ve herkese
hakkının v e rilm e sin e gösterdiği önemden dolayı bazı durum larda kadın
ların şehadetinin yanında bir erkeğin şehadetini şart koşm uştur. A n ca k
kadınları ilg ile n d iren m eselelerde kadınların şehadeti makbuldür.
5 — Y ine bu farklılıklard a n dolayı İslâm iyet çoğu zaman, erkeğe ve
rilen m irasın ya rısın ı kadına ta n ım ıştır. Bu da m antikîdir. Çünkü erkeğin
m ali sorum lulukları kadınınkinden daha çoktur. Nafakayı tem in etm ek er
keğe aittir. Nikâh akdindeki m ehri erkek kadına verir. Ev bulmak, erkeğin
görevidir. Bu konuda erkeğin payının kadınınkinden daha çok o lm ası, nor
m aldir.
6 — Y in e kadınla erkek arasındaki vazife ve bünye fa rk lılık la rın ın
n e tic e si olarak İslâm iyet, erkeğe kadından daha çok so ru m lu lu kla r yük
le m iştir.
Birkaç durum hariç kadın cihadla m ü kellef değildir.
H ayız ve nifas de vrelerin de namaz kılm az. Orucunu da sonraya er
teler.
İyiliği em ir ve kötülükten sakındırm a gibi halkı ilg ile n d ire n işlerd en
kadın sorum lu değildir. İslâm iyet bu gibi işle rle kadını m eşgul etm em iş ki
ev işle rin i yürü te b ilsin . İslâm'da kadının bakım ve nafakasının da başka
sına- a it olduğunu daha önce görm üştük.
7 — İslâm iyet yine bu fa rk lılık la rın n e ticesi olarak kadını te 'd ip et
me hakkını erkeğe verm iştir. A m a ö lçü le re riaye t etm ek şartıyla. Ö nce
öğüt verecek ve A lla h ’ın em irle rin i hatırlatacaktır. Vazgeçm ediği takd ir
de, ayrı yatacaktır. Bu da fayda verm ezse, o zaman onu dövecektir. Am a
bu döğme onu te'dip edecek m ahiyette o lacaktır. Hakaret olsun diye de
ğil. Peygam ber (S A V.) şöyle buyurur: «Kadınlara vurun. Ama, iyileriniz
kadınlarına vurmazlar.»
— X —
Yukarıda an lattıklarım ızı şu şe k ild e ö ze tliy e b iliriz :
i — in sa n lık açısından kadın da tamamen erkek gibidir.
441 — B a k a r a : 282
203
İSLÂM
204
ERKEK ~ KADIN
— XI —
D e n ile b ilir ki: Bir koca bulam ıyan bir kadının bulunduğunu kabul ede
lim. Bu durumda da kadın çalışm az m ı? A y rıca kadının da okuması caiz
değil m idir? Bu konuda sorular ço ğ a ltıla b ilir.
Bunlara vereceğim iz cevap :
A lla h (C.C.) normal durum larda kadının evinde ça lışm a sın ı istem iş
ve nafakasını başkalarına yüklem iştir. Am a ne ça lışm a sın ı, ne okum asını,
ne m ülk sahibi olm asını, ne kazanm asını ve ne de görüşünü açıkla m a sı
nı yasaklam ıştır. A k sin e İslâm toplumunun kuruluşunu incelediğim izde,
h içb ir asırda kadının çalışm aktan, okumaktan veya m ülk sahibi olmaktan
alıkondıığunu görem eyiz. Her asırda kadın ça lışm ış, emeği karşılığında
ücret alm ış, okumuş, öğrenm iş, yazm ış, kendisinden ilim ö ğrenilm iştir.
Tarihim izde şair, edebiyatçı, fakih, muhaddis ve m ü fe ssir kadınlar var
dır. İslâm 'ın hakim olduğu asırların hepsinde kadının bağım sız m alî şah
siy e ti vardır. Satar, satm a lır ve m ülk sahibi olur. Y ine tarihim izde kadı
nın insanlık şahsiyeti v a rd ır..K e n d isin e da n ışılır. Görüşünü açıklar. Tar
tışm alara g irişir. H aklıysa, onun görüşü a lın ır Bütün bunlar tarihim izde
olan şeylerdir.
Tarihim izde kadının savaşa bile katıldığı vakidir. Hatta bazı durum
larda savaşın kadın içir, de farz-ı ayın olduğunu sö y liy en le r vardır. Bu
bazı durumlar, bir çok ilim lerd e olduğu gibi savaş ilm inin de kadın için
farz olduğunu gösterir.
İslâm iyet kadının itim elde etm esini yasaklam adığı gibi bazı ilim le ri
öğrenm esini farz k ılm ıştır.
Kadının ça lışm a sı haram değildir. A k sin e bazı işle rin kadınlar tara
fından yapılm ası gereklidir.
Kadının savaşm ası haram değildir. Ancak savaşm ası farz da değildir.
Bunların hepsinde caiz olmayan, tayın edilen sın ırla rın aşılm am ası-
dır. Kadının a ç ılıp saçılm asın a, yabancı e rkeklerle beraber bulunm asına
sebep olan, fitneye ve zinaya sürükleyen işlerd e kadının çalışm a sın a izin
yoktur. İşin kendisinden değil, işin kapsadığı durumlardan dolayı bu gibi
islerd e çalışam az.
205
İSLÂM
Hangi ilim olursa olsun kadının onu elde etm esi caizdir. H içb ir kim se
kadının m atem atik, fiz ik veya kimya öğrenm esini engelleyem ez. Am a bu
ilim le rle beraber hayasızlığı, a h lâksızlığ ı, sa p ık lığ ı, küfrü, .edepsizliği ve
la u b aliliğ i öğrenm esi veya öğrenirken onu öğreten hocayla yalnız başla
rına bulunm aları haram dır. Yasaklanan, işte budur.
Kadının savaşm ayı öğrenm esinde de bir sakınca yoktur. A ncak bu
nu öğrenirken A lla h ’ın haram k ıld ığ ı yollara g idilm eyecektir. Günümüzün
insanları ah lâksızlıkların d an genç kızlara savaşm ayı öğretm e bahanesiy
le onlara a ç ılıp sa çıla ra k ken dilerin i insanlara nasıl takdim edeceklerin i
ö ğretirler. İşte A lla h (C .C .)’un yasakladığı budur.
O halde normal olarak kadının m eskeni, evidir. Am a evden çıkm a
m ecburiyeti olunca şe ria tın sın ırların ! aşm am ak şa rtıy la çıkm ası caizdir.
Bu arada şunu da hatırlatalım : Kadının nafakasının erkeğe ait olm a
sı, evde hapsed ilm esinin k a rşılığ ıd ır. Ş e r’an caiz olan bir işe kocasının
izn iyle çıktığ ınd a kazancı kendisinedir. N afakası da kocasına aittir. Am a
kocasının izni olm aksızın çıkarsa, nafakayı tem in etm ek ikisin e düşer.
206
ERKEK — K A D İN
— II —
207
İSLÂM
kalbe yerle şir. Kaib onunla dolar ve böylece bir inanç haline gelir. Hareket
ve ahlâkın yönünü tayin eder.
Küfür düşüncesi de, insanın kâinat, insan ve hayata bakışını, in san
ların takip edecekleri yolu ve kaynaklanacakları kaynağı kapsar. Bazıları
kendi hevâlarını, beşer zanlarım , sakat düşünceleri kaynak seçerken bazı
ları da hükmü k a ld ırılm ış vahiy düşüncesine birtakım hurafeler ekleve-
rek onu kaynak edinir. K im isi de kendi hevâ ve hevesinden başka h .ir
kaynak tanım az. Bütün bu düşünceler ken dilerin e uygun hareket tarzlarının
çıkm asına sebep olurlar.
D iğer düşünce, yani m ünafıkların düşüncesi, kâfirlerin düşüncesinin
ayn ısıd ır. A n ca k m ünafıklar görünüşte m üm inlerin yolunu takip ederleri
Bundan da ç e liş k ili ahlâk ve hareket ş e k ille ri ortaya çıkar. Fakat, bu kim
se le rin şa h siye tle riy le uyuşan bir ç e liş k id ir bu.
O halde insanların dü şü ncelerindeki farklılıklardan, inanç ve hareket
şe k ille rin d e de fa rk lılık la r doğar.
İnancın hareket üzerindeki e tk ile rin i açıklayan birkaç m isal :
a — M üslüm an mümin talim at, em ir ve yasakları helâl ve haramı
kendisinden alacağı yegâne kaynağın A lla h olduğuna inanır. Bunlar da an
cak Peygam ber v a sıta sıyla ö ğrenilir. M üslüm an âlim lerin görevi, bu me
se le le ri açıklam aktır. O halde helâl oluşu apaçık olan bir şey ebede ka
dar helâl olarak kalır. H aram lığı apaçık olan bir şeyin haram lığı da ebede
kadar haram olarak kalır.
K âfir toplum un görüşü böyle değildir. Ona göre te m silc ile ri veya ve
k ille ri v a sıta sıy la yaşam a hakkı kendisinindir. H elâl olan bir m esele yarın
yasaklanabilir. Birkaç gün sonra da h içb ir aklî ve İlmî dayanak olm aksızın
s ır f toplum böyle isted iğ i için ayni m esele tekrar helâl kabul ed ilir. M e s e
lâ: B ir zam anlar A m e rika B irle şik D evletlerin de alkol yasaklandı. Y asak
lam asını uygun gördüler ve yasakladılar. İlmî araştırm alar yasaklam anın
g e re k liliğ in i teyid ettiği halde s ırf n e fsî arzuları başka şe kild e arzu et
tiği için sonra alkolü tekrar se rbe st bıraktılar.
b — Başka bir m isal :
M üslüm an, ism etin sadece peygam bere m ahsus olduğuna inanır.
Peygam berlerden başkası hata edebilir. Buna göre her insan, m ertebesi
ne olursa olsun hata edebilir. Bunun n e ticesi olarak da m üslüm an hata
dan korunm uş olan peygam bere sık ı sıkıya bağlanır. Başkasının sözü,
vahiye yakın lığ ı n isbetin ce hakka yakındır. Lâkin diğer dinlerde olanların
bir kısm ı ism etin peygam berlerden başkaları için de söz konusu olduğu
nu sö ylerler. Buna göre peygam ber olm adığı halde hatadan korunmuş
208
m ü m İn — k â f ir
olan kim se le r birşey sö yle d ikle rin d e sö zle rin e tam itib ar e d ilir. V a h iym iş
gibi gereği yerine g e tirilir. Ne em rederse ona itaat e d ilir ve neden sakın-
dırırsa ondan sa kın ılır. H elâl kıld ığ ı helâl ve haram k ıld ığ ı da haram olur.
Bunun n e ticesi olarak görürsün ki ayni m ese le yi biri helâl kılm ışke n d i
ğeri haram kılm ış, başka biri ge lm iş ve ikisin de n de fa rklı şe y le r sö y le
m iştir. Halbuki m eselenin şartlarından bir şe y d e ğ işm e m iştir. Onu helâl
kılacak veya haram kılacak herhangi bir durum ortaya çıkm am ıştır. M e s e
lâ, ö nceleri k ilis e adam ları Lût kavm inin fiilin i y asa klad ıkları halde ba
karsın ki biri g e lm iş ve onu se rb e st b ıra km ıştır. H albuki bu hareket, şe h
veti tatm in için insan fıtratın a uygun düşm ediği için yasa klan m ıştı.
c — Başka bir m isal :
M üslüm an inanır ki söz, fiil ve tasarruflarından sorum ludur. A z olsun,
çok olsun kıyam et gününde yap tıkların ın hesabını v ere ce ktir. A ffe tm e k
veya ceza verm ek y e tkisin e sahip olan sadece A lla h ’tır. H er insan ya p tı
ğından sorum ludur. H iç b ir kim se b aşkasının günahım yüklenm ez. Bunun
ne ticesi olarak m üslüm an günahtan uzak durur. Günah işle d i mi, sadece
A lla h 'a tevbe eder. Ve tevbe sin in kabul edilm em esi korkusuyla yaşar. Bu
durum, k işiy i kötü fiilin e k a rşılık iyi iş le r yapmağa sevkeder.
M isa l olarak, günüm üzdeki hıristiyan , Hz. İsa’nın günahlarını yüklen
diğine inanır. A y rıc a günahlarını papa ve v e k ille rin e itira f ederse, onların da
kendisini affetm e y e tkisin e sahip o lduklarına inanır. Bunun n e tice si ola
rak günümüzün h ıristiy an ı günah konusunda çok tem b eld ir. A lla h 'ı unut
muş ve beşere bel bağlam ıştır.
Bu b a sit m isallerden , düşüncenin inancı nasıl e tk ile d iğ in i ve bu inan
cında hareketlere nasıl yön verd iği ortaya çıkm aktadır. Hangi hareket olur
sa olsun, inancın veya nefis ve hevânm n e tice si o larak yap ılır.
Küfür, ç e ş it ç e şittir. H er ç e şid in in ken disine göre inancı vardır. Her
inançtan da bir hareket tarzı ortaya çıkar. K â fir inançlar d e ğ işik o lm a ları
na rağmen n e tic e le ri olan hareket tarzları b irib irin e b e n ziye b ilir de, ben-
ze m iy e b ilir de. A m a her zaman b irib irin e yakındır.
İman da b ir in an çtır ve neticesin d e b ir hareket tarzı ortaya çıkar. N i
fak da aynı durum dadır.
— Hl —
209
İ SLÂM
«İzzetim ve celâlim hakkı için sende cimri bana komşu olmaz.» Çünkü kâ
firin m aslahat, m enfaat veya başka bir m aksat olm aksızın m alını infak
etm esi için bir sebep yoktur. M üslüm ana gelince onun yanında m isafire
ikram da bulunm ak infak için bir sebeptir. Çünkü Yüce A lla h bunu da em
retm iştir...
Doğruluk, m üminin ahlâkındandır. M aslahat, m enfaat ve bir garaz o l
m aksızın kâfiri yalan söylem ekten alıkoyacak bir engel yoktur. M üm in ise,
A lla h ’ın yalana m üsaadesinin olm am ası ona engeldir. Her ahlâkî hareke
tin durumu budur.
Lâkin bazan doğru sö yliyen bir kâfir, yalan sö yliyen bir mümin veya
cöm ert bir kâfir ve cim ri bir mümin bulunabilir. Bunun sebebi mümin a çı
sından şudur: Ya iman tam olarak kalbine yerle şm em iştir. Ya uygun bir
terbiye imkânından mahrum kalm ıştır. Veyahut im anî bir ahlâkla ahlâklan-
masına çe vre si m üsaade etm em iştir.
K âfire nisbetle bunun sebebi: Ya sa p ık lık la karışm adan önceki sağ
lam inancının kalıntılarından biridir. Ya kom şusu bulunan iman ehlinden
etkilenm esindendir. Veya pratik tecrübelerden istifade ederek mümin ah
lâkının, hayatı sağlam a bağlamak ve istikb a li garanti altına alm ak bakı
mından daha yararlı ve daha sa ğ lık lı olduğunu bilm e si seb eb iyled ir. O
hareketin o şahsın özel karakterinden biri de olm ası mümkündür.
H er ne olursa olsun m üm inin kötü ve kâfirin iyi ahlâktan paylarının
oluşu az rastlanan durum lardandır.
Şayet iki toplum ele alsak ve bunlardan biri vahiyle iliş k is in i kes
m iş kâfir bir toplum olsa, diğeri de İslâm 'ın e tk ile rin i üzerinde taşıyan
m üslüm an bir toplum olsa, ahlâkları arasında büyük bir farkın olduğu açık
ça görülecektir. O zaman, imandan bir ahlâkın ve küfürden de başka bir
ahlâkın doğduğu daha rahatlıkla görüleb ilir.
M e se lâ A lm a n ya’da cö m ertliğ in ism ine bile rastlanam az. Bir arka
daş diğerinden bir sigara aldığında parasını ona takdim etm esi normal
karşılanır. K işi kızkardeşini evine davet eder, ama kızkardeşi kendi yem e
ğinin parasını kendisi verir. Bunun benzerine g e n ellikle İslâm toplumunda
rastlanam az.
Küfrün ahlâkı geç de olsa m utlaka ortaya çıkar. Toplumun kab iliyeti
olur ve imanı besliyen durum lar m evcut ise zam anla imanın ahlâkı da mut
laka ortaya çıkacaktır.
Sapık h ıristiy a n lığ ı se b eb iyle kâfir olan h ıristiyan Avrupa tarihinin
bir devresind e İsa ale y h isse lâ m 'ın ge tirdiği İslam ’ın bazı tem el ahlâk
p re n sip le rin i korum uşsa da, zam anla bu ahlâk zay ıflam ış ve nihayet yok
210
MÜMİN — KÂFİR
— IV —
İslâm ahlâkının bazısını taşıyan kâfire bu ahlâkının A lla h yanında
faydası olacak m ıdır? B ir de, küfür ahlâkından ba zısın ı taşıyan m üslüm a-
na bu ahlâkın A lla h yanında ona zararı olacak m ıdır?
M üslüm anın bu durumu onu küfre götü reb ild iği gibi g ö tü rm iyeb ilir de.
G ötürürse, kâfirlerin âkibetine uğrar. Götürm ezse, bu hareketten dolayı
A lla h onu sorguya çe ke ce ktir. A lla h (C.C.) onu dünyada da cezaland ıra
b ilir. A y rıc a Y üce A lla h doğruluk kap ısın ı bu dünyada açık bıra km ıştır.
Doğru olm ayı d ile rse yaptığına pişm an olur, te kra r o kötülüğü işlem em e
ğe ve doğru olmağa azm ederse tevbe eder; A lla h ’ın ken disin i bağışlam a
sın ı d ile r ve yaptığı harekette başkalarının hakkına tecavüz etm işse,
haklarını öder. Bunları yaptığı takdirde A lla h d ile rse günahlarını affeder
ve âhirette onu cezalandırm az.
K âfirin zahirde İslâm la uyuşan hareketleri, sadece dünyada ken d isi
ne fayda sağlar. Â h ire tte bunun herhangi bir faydası yoktur. Çünkü bu
hareketler A lla h ve peygam berini itira f etm enin te s iriy le o lm am ıştır. H al
buki İslâm î am ellerin kabulünün şartı budur. Çünkü İslâm ve iman, ta sd ik
etm ek ve A lla h ’a te slim olm aktır. Bu hareketlerde ise, ta sd ik ve A lla h ’a
te slim olm a mührü yoktur. Bunun için de A lla h ’ın yanında bu hareket
lerin değeri olm ayacaktır.
«Hem biz, onlar (hayır diye dünyada) ne amel işledilerse, onu kasd
edip saçılmış zerre halinde getirmişizdir, (artık h iç b ir kıym eti kalm am ış
tır.)» (447)
«Kafirler’in amelleri ise, dümdüz engin bir arazideki serab gibidir.
Susayan, onu bir su zanneder, nihayet ona vardığı zaman, onu zannettiği
gibi bir şey bulmaz.» (448)
446 — İb r a h im : 24
447 — F u r k a n : 23
448 - N u r : 39
211
İ SLÂM
— V —
M üslüm anın yolu b e llid ir. Bu yol, nebi ve R esûllerin .yoludur M ü slü
man, ne h ıristiyan ın, ne yahudinin ve ne de diğer yollardan birinin peşin
den gider.
M üslüm anın yolu, her nebî ve Resülün kendisine davet e ttikle ri yol
dur. R esûlle rin sonuncusu Hz. M uham m ed (S.A.V.) gelerek bu yolu mü
kemmel bir şe k ild e açıklığa kavuşturm uştur.
«Ey Resûlüm, de ki: «İşte benim yolum budur. Ben Allah’a bir görüş
ve anlayış üzere insanları davet ediyorum. Ben ve bana tabi olanlar böy-
leyiz. Allah’ı bütün noksanlardan tenzih ederim, ben müşriklerden deği
lim.» (450)
«Şu emrettiğim yol benim dosdoğru yolumdur. Hep ona uyun. Baş
ka yolara ve dinlere uymayın ki, sizi onun yolundan saptırıp parçala
masınlar. İşte Allah, kötülükten sakınasınız diye, size bunları emretti.»
(452)
212
MÜMİN — KÂFİR
— VI —
Bütün bu anlattıklarım ızdan a n la şılıy o r ki, gerçek m üslüm an, her şey
de tamamen diğer insanlardan fa rklıd ır. Başlangıcından beri inançlarında,
ibadetlerinde, hayat düzeninde uzak ve yakın hederinde diğer insanlardan
ayrılır.
M üslüm an olm ıyanın nihaî hedefi dünya hayatının eğlence ve oyu
nu, süs ve öğünm esi, altın ve gümüşüdür. Halbuki m üslüm anın nihaî he
defi, dünya değil, âhirettir.
Kâfirin dünya hayatındaki sosyal ve siya si hareketleriyle İslah hare
ketlerinden m aksadı, maddi ilerle m e ve şehveti ge n elleştirm e ktir. H al
buki m üslüm anın tüm işlerin d e hedefi, A lla h 'ın devletini hakim kılm ak,
Islâm üm m etini birliğe kavuşturm ak, İslâm düzenine yardım cı olmak, Pey
gamber (S.A.V.)'in sünnetini canlandırm ak ve yeryüzü A lla h ’ın düzenine
boyun eğinceye kadar bu yolda cihad etm ektir.
K âfirin şahsî hedefi, daha çok lezzete kavuşm aktır. Halbuki müslü-
ınanın şahsi hedefi, A lla h 'ın kendisinden razı olm ası, A lla h 'ı sevm esi,
O'nun kitabına sa rılm a sı, Peygam berini lid e r olarak se çm e si ve şenid
oluncaya kadar A lla h yolunda cihad etm esidir. M üslüm an, bu yoldan gider.
Saadetini bu yolda bulur. Birine mal v e rilin ce , babası bile olsa kâfir bun
dan üzüntü duyar. Çünkü kendisi kaybetm iştir. Halbuki m üslüm anın saade
ti, m alını infak etm esindedir. M üslüm anın saadetiyle kâfirin saadeti ara
sındaki yolların a y rılış noktası buradadır. M üslüm anın saadeti, A lla h 'ın
em irle rin i yerine getirm esinden, üzüntüsü de, O'nun e m irlerine hakkıyla
uym am asındandır. K âfirin saadeti ise, hiçbir kayıtla kayıtianm am asıdır.
453 —- Â l i İ m r a n : 14
213
I SLÂM
onun bitirdiği nebat, çiftçilerin hoşuna gidör. Sonra değişir, bir de onu
görürsün ki sararmıştır. Sonra da çör çöp olmuştur. (İşte dünya da böy-
iedir. Kuruyup yok olan bu nebat .gibi, bekas» yoktur.) İşte hayatı bu şe
kilde olan kimse için, ahirette şiddetli bir azap, müminler için ise, Allah
tan bir mağfiret ve bir rıza vardır. Dünya hayatı ancak bir aldanış men
faatidir.» (454)
Kâfirin tüm gayreti dünya içindir: «Çünkü insanların kimi: «Ey Rab-
bimiz bize (nasibimizi) dünyada ver.» der. O kimsenin ahirette bir nasi
bi yoktur. (455) Ancak dünyayı düşünür. Dünyalık şeyleri elde etmeğe çalı
şır. Dilediğince eğlenmek, zina yapmak ve dilediğine bakmak için kadın is
ter. Hiçbir kadının kendisinden kaçmasını istemez. Çocuk ister. Altın
ister. Otomobil ister. Konfor ister. Tomturaklı bir hayat ister. Tarla ister.
Oynamak, eğlenmek ister. Ev eşyalarının, elbiselerinin güzel olmasını is
ter. Başkalarından daha yüksek, daha forslu ve daha üstün olmak ister...
Tüm gayreti bu gibi şeylerdir. Ahirete en küçük bir değer vermez. Aksine
ahirete inanmaz veya ondan şüphe eder. En azından onu hatırlamak is
temez,
Müslüman ise, Allah’ın vasfettiği şekildedir: «Kimi de: «Ey Rabbi-
miz, bize dünyada iyi hal ver ve ahirette merhamet ihsan et; ve bizi ce
hennem azabından koru» der.» (456) Müslüman, Karun kavminin Karun’a
öğüt verdikleri şekildedir. «Allah’ın sana verdiği mal ile ahiret yurdunu
iste. Dünyadan nasibini de unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi sen de ih
san et. Yeryüzünde fesat çıkarma, çünkü Allah fesat çıkaranları sevmez.»
(457)
Müslüman Allah’ın emirlerini gerçekleştirmek için sırf ahirette çalış
mak ister. Dünyadan sakınır :
«Siz, geçici dünya malını istiyorsunuz. Halbuki Allah, ahireti kazan
manızı diliyor. Allah azizdir, hükmünde hikmet sahibidir.» (458)
«Kim ameli ile dünya menfaatini isterse dilediğimiz kimseye istediği
miz şeyi dünyada peşin verîriz; sonra da onu cehenneme koyarız. Kötülen
miş ve rahmetten koğulmuş bir halde ona ulaşır.» (459)
«Kim dünya menfaatim isterse kendisine ondan veririz ve kim de ahi
ret sevabını isterse buna da ondan veririz. Şükredenlere ise muhakkak
m ükâfat vereceğiz.» (460)
454 — H a d id : 20
455 — B a k a r a : 200
453 — B a k a r a : 201
457 — K a sa s : 77
458 — E n fa l : 67
459 — I s r a : 18
450 — Â l-i İ m r a n : 145
214
MÜMİN — KÂFİR
461 — Ş u r a : 20
462 — Buharı, Müslim
463 — Müslim
215
İ S L Â M
M üslüm an mal sahib i olur.. K âfir de. Fakat aralarında fark vardır: Kâ
fire göre mal, bizzatih i gayedir. Hatta her hususta kendisine itaat ettiği
ta nrısı durum undadır. M alın hangi yoldan geldiğine aldırm az. G e lsin de,
nereden g e lirse gelsin. G eldi mi de, ancak istem iye re k elinden onu çık a
rır. Bu ise, bir nevi kulluktur. Peygam ber (S.A.V.) şö yle buyurur : «Para
nın kulu helak oldu.»
A lla h ’ın rızasın ı ve ahiret gününü istiye n m üslüm anın yanında ise,
itsal, şe re fin i korum ası, iy ilik kazanm ası ve günahlarının bağışlanm ası için
bir vasıtad ır. Bunun n e tic e si olarak malı m utlaka helâl yoldan kazanır. M al
sahib i olunca da, A lla h ’ın hakkını ondan verir. V e o zaman mutludur. İn-
fak iç in b ir zaruret gördüğünde daima cöm erttir. Kalbi mala e s ir değildir.
M üslüm ana göre mal v e s ile d ir. Onu helâl yoldan elde etm ekle im a
nını sa ğ la m la ştırır. İmanın sa ğ la m lığ ı ise, infak etm eyi, cö m e rtliğ i ve bütün
bunlar da A lla h 'ın rıza sın ı iste m e s iy le sağlanır.
216
MÜMİN — KÂFİR
— I! —
— IH —
217
İSLÂM
— IV —
465 — Tahrim : 6
466 — Enl'al : 38
467 — Tevbe : 24
218
OYUN EĞLENCE
defi, bu gibi şe yle rd ir. B ir şeyi elde ederken veya onu kullanırken h içb ir
s ın ır tanım az. G âyesi bu v a sıta la rla dünya hayatında eğlenm ek; hayatın
tadını çıkarm aktır.
M üslüm anınsa, bunları elde etm esi için önünde engel yoktur. A n ca k
bunları kullanınca öğünmez, başkalarına karşı böbürlenm ez. Bu hayatı ya
şam ak için birer v e s ile d ir bunlar. H edef âh ire ttir onun yanında. Onun için
A lla h 'ın em irle rin i yerine getirm ek, mal toplam aktan daha önem lidir. M ü s
lüman, A lla h ’ın kendisine verd iği nim etlere şükreder. A lla h ’ın kullarına
tevazu gösterir. M aldaki haklarım sık ın tı duymadan verir.
— V —
1 — OYUN VE EĞLENCE
219
ni domuz eti ve kanıyla boyayan gibidir, (463) Hanefi fakih le ri, satranç ve
benzeri oyunların da ayni olduğu görüşündedirler. A ncak şa fiile r satranç
la oynam ayı hoş karşılam akla beraber m üslüm anı uzun müddet m e ş
gul etm em ek, görevine engel olm am ak ve A lla h 'ı anm asına mani olm a
mak kaydıyla satrançla oynamayı mubah kabul e tm işlerd ir. Onlarca, sat
rançta zihn î bir h a re k e tlilik vardır. Her neyse, onlar da oynanm asını hoş
karşılam azlar. Çünkü o da, oyundur. N itekim hadis-i şe rifte şöyle buyuru
lur: «Ren oyundan, oyun da benden değildir.»
Bu gibi oyunların faydası yoktur. A k sin e vakit a lışı, fik rî yönden in
sanı yorm ası, kötülenen tartışm alara, değersiz şe y le rle öğünmeye sebep
olm ası nedeniyle zararlıdır.
Am a faydası olan oyunlarla oynamak caizdir. A ncak bir şeyin fay
dalı oluşunu akıl yalnız başına takdir edemez. Bunu belirleyen A lla h ve
Resûlü veya nasslardan hüküm çıkarm a yetkisin e sahip olan m üctehidlerin
nasslara dayanarak ve rd ik le ri hüküm lerdir.
R esûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurur :
«(Ok') atın ve (Ata) binin. Ok atmanız, ata binm enizden bana daha se
v im lid ir. H er eğlence ba tıldır. Eğlenceden ancak üçü övülenlerdendir:
K işin in atını tım ar etm esi, hanım ıyla oynaşm ası ve ok ve yayıyla ok a t
m ası. Bunlar haktandır. Kim . ok atmayı öğrendikten sonra ondan yüz çe
v irere k onu bırakırsa, muhakkak ki o nim ettir ve onu te rke tm iştir (veya
ona küfretm iştir) dedi.»
Başka bir yerde de şöyle buyurur :
«Ödül, ancak deve koşusunda yahut atış veya at m üsabakasında var
dır.» (469)
Y ine şö yle buyurur :
«Her kim, g eçileceğ ind en em in olm ayarak iki at arasında b ir at koyar
sa bunda bir sakınca yoktur. G eçile ce ğ in d e n em in o lursa o kumardır.»
(470)
C ü b e yr’den :
«İbn-i Öm er, KureyşÜ gen çlerle karşılaştı. Bir kuş veya tavuğu nişan
olarak tu tm uşlar ve ona değm iyen oku onun sahibine veriyorlard ı, ibn-i
Ö m er’i gördükleri zaman dağıldılar, ibn-i Ömer: «Bunu kim yaptı? Bunu
yapana A lla h lanet eder. Peygam ber (S.A.V ); C a n lıy ı hedef edinene la
net e tm iştir, dedi.» (471)
468 — M ü s lim
469 — T irm izi, E b u D av u d , İbn-i Mace, A h m e d
470 — E b u D av u d , A h m e d
471 — B u h arı, M ü s lim N esai
220
O Y U N EĞ LEN CE
Buradan anlıyoruz ki, bir oyunun mubah olm ası için ona haram bir
şeyin karışm am ası gerekir. Boğa ve benzeri gü reşlerin de haram olduğu
nu buradan anlıyoruz.
A iş e ’den :
«...Bayram günüydü. (A frikalı) siyahlar m e scid ’de deriden yap ılm ış
kalkan ve harbelerle oynuyorlardı...» (472)
Başka bir rivayette :
«Peygamber (S.A.V.) Tebük veya Hayber gazvesinden geldi. Oyun
caklarım ın berisinde b ir perde vardı. Rüzgâr e sti ve oyuncak k ızlar görün
dü. Peygam ber (S.A.V.}: «Bu ne ya A işe ?» dedi. «Kızlarım » dedim . O rta
larında da, bezden iki kanadı olan oyuncak bir at gördü ve şö yle dedi: «Or
talarında şu gördüğüm ne?» «E ir at» dedim . «Ya şu üzerind ekiler ne?»
dedi. Dedim ki: «İki kanat». O da şöyle dedi: «İki kanatlı at ha.» Dedim
ki: «Hz. Süleym an'ın kanatlı atlarının olduğunu duym adın m ı?» Bunun üze
rine güldü. Ö yleki, azı d iş le n göründü.»
221
İSLAM
 m ir b. S a id ’den :
«Bir düğün günü Karza b. K a ’b ve Ebu M esud el-Ensarî'nin yanına
gittim . Yanlarında şarkı söyleyen ca riye le r vardı. Dedim ki; «Siz B e d ir’e
katılm ış Peygam ber sahabelerinden olduğunuz halde yanınızda bu iş na
s ıl yap ılır?» Şöyle dediler: «Dilersen sen de oturup bizimle dinleyebilirsin.
Düğünde, eğlenme için bize ruhsat verilmiştir.» (474)
Hz. A iş e ’den :
«Bu nikâhı ilân edin. Onu mescidlerde yapın ve def çalın.» (475)
Buhârî'den :
«Ümmetimden ipek, içki ve çalgı âletleri (keman, ut vs. yi) helâl kı
lanlar olacaktır...» Bu hadis-i ş e rif çalgı âletlerin in haram olduğuna de
lâlettir. Am a dar sın ırla r, b e lli v a k itle r ve sa y ılı sebeplerden dolayı ça lg ı
sız şarkı için g e n işlik vardır.
2 — SÜSLENME :
İbn-i Ö m er’den :
«Kim tekebbüründen elbisesini yerde süründürürse kıyamet günü Al
lah ona bakmaz. Hz. Ebû Bekir: «Ya R esû liillah bazan entarim gevşer ve
uzar. A ncak ona dikkat ettiğim zam anlar hariç.» dedi. Peygam ber (S.A.V.):
«Sen tekebbürden yapanlardan değilsin» buyurdu.»
474 — N esaî
475 — T irm izi
476 — E bu D a v u d , N esai
222
SÜSLENME
Ebu H üreyre’den :
«Kadın elbisesini giyen erkeğe ve erkek elbisesini giyen kadına Pey
gamber (S.A.V.) lanet etti.»
Ebu’l-Ahvas'tan, o da babasından :
«Peygaımber’in yanma geldim . Ü zerim de basit e lb ise le r vardı. Bana:
«Malın var mı?» dedi. «Evet» dedim. «Hangi maldan» dedi. «Her ç e şit m al
dan A lla h bana deve, sığ ır, koyun ve köleler verm iştir,» dedim ? Dedi ki:
«Allah sana mal verdiği zaman, Allah'ın nimet ve fazileti üzerinde görül
sün.»
Said b. M ü se y ye b ’den :
«Allah hoştur, hoş kokuyu sever. Temizdir, temizliği sever. Fazilet
sahibidir, faziletliyi sever. (Şöyle dediğini görüyor gibiyim) Evinizin önünü
temizleyin, yahudilere benzemeyin.»
Kadın, evinin dışına çık tığ ı zaman güzel koku kullanamaz. Sünen sa
hipleri M u s a ’dan R esûlüllah (S.A.V.)’ın şöyle buyurduğunu rivayet eder
ler: «Her göz zina edicidir. Kadın da güzel koku sürünür ve bir topluluğun
yanından geçerse o da öyledir; yani zaniyedir.»
b — E lbise konusunda insanın aşm am ası gereken sın ırla r vardır.
Hem erkek ve hem de kadın avret y erle rin i gösteren ince ve şe ffaf e l
b ise le r giyem ezler. Erkeğin dizkapağıyla göbeği arası avrettir. Bazıları,
dizin de avret olduğunu sö yle rler. Kadının ise, ebediyyen ken disiyle ev-
lenem iyenlerin dışında olan erkeklerin yanında vücudunun tamam ı avret
tir.
«Erkek erkeğin avretine bakmasın. Kadın da kadının avret yerlerine
bakmasın. Erkek başka bir erkekle ayni örtü altında olmasın. Kadın da
başka bir kadınla ayni örtüde bulunmasın.»
c — Yasaklanan diğer sü sle r :
Hz. A işe 'd e n :
«Aişe, re sim li bir yastık satın alm ıştı. Peygam ber (S.A.V.) yastığı
görünce kapıda durdu ve içeri girm edi. Hoşlanm am a ifadesini yüzünde
gördüm ve dedim ki: «Ya R esûlüllah A lla h ’a ve Resulüne sığ ın ırım , ne gü
nah işledim ?» «Bu yastık da ne?» dedi. «Onu sana satın aldım ki üze
rinde oturasın ve yaslanasın.» dedim. O da şöyle dedi: «Muhakkak ki bu
resimleri yapanlar kıyamet gününde azaplandırılırlar ve kendilerine «Bu
yapaklarınıza can verin denilir.» Ve şöyle devam etti: «İçinde resim bulu
nan eve melekler girmez.»
Başka bir rivayette Hz. A işe şöyle der: «Peygamber (S.A.V.)’e bir y a s
tık doldurdum. Peygam ber (S.A.V.) geldi ve iki kapı arasında durdu. Yüzü
223
w
İSLÂM
d e ğ işm işti «Ne yaptık yâ Resûlüllah» dedim. «Bu yastık da ne?» dedi.
«Ona yaslanm anız için yaptım,» dedim. O da (S.A.V.] şöyle dedi: «M e le k
le rin re s im li eve g irm e d ik le rin i b ilm iyor musun?»
D iğ er bir rivayette ise şö yle deniyor: «Hz. A iş e kapısını sü slü bir ör
tü ile örtm üştü. Peygam ber (S.A.V.) geldiğinde örtüyü gördü. Hz. A işe ,
hoşlanm adığım yüzünde gördü. Peygam ber (S.A.V.) perdeyi kaparak par
çaladı ve şö yle dedi: «A llah taş ve toprağı giyd irm em izi emretmedi,» de
di. Hz A iş e diyor ki: «Ondan iki yastıktık kestim ve lifle doldurdum. Pey
gamber (S.A.V ) bu hareketim i kınamadı.»
B elki de, m üslüm anın dünya işle rin e saplanm am ası, daima ahireti
hatırlam ası, dar-ı im tihanda olduğunu h içb ir zaman unutm am ası, dünyayı
hedef edinen ve dünyaya kulluk eden kim selerden farklı olm ası için Y ü
ce A lla h bu sın ırla m a la rı koym uştur, B ö ylcce müslüm an vaktini m ükem
mel bir şe k ild e de ğ erle n d ire b ilsin ve gereksiz şe y le rle zam anını harca
masın.
224
M Ü S L Ü M A N IN HEDEFİ
— VI —
M üslüm an nihaî hedeflerinde diğerlerinden fa rk lı olduğu gibi umû
mi hedeflerde ve gerek yaln ız ken disi ve gerekse diğer m üslüm aniarla
yardım laşarak g e rçe k le ştirm e k isted iğ i yüce hed eflerinde de d iğ e rle rin
den fa rklıd ır. M üslüm an olm ayanın dünyadan faydalanm aktan başka he
defi yoktur. D iğer in san larla ortak olarak g e rçe k le ştirm e k isted iğ i bir he
defi o lsa bile bu, dünya hayatının cüzlerinden b irin i; yükselm ek, şöhrete
kavuşm ak gibi şe y le ri elde etm ek için d ir.
M üslüm an için durum fa rklıd ır. H er şeyden önce m üslüm an, dünyada
hedefsiz değildir. O, b ir hedefi olan k işid ir. Ve bu hedef dünyevî değ ildir.
Hatta d o la yısıy la bile dünyevi değildir.
M üslüm anın umumi h ed eflerini b e lirle m e k gerekirse, bunlar beş ta
nedir :
1 — A lla h 'ın d e vletini kurm aktır. A lla h ’ın devletine yardım cı olm ak,
onu korumak, İslâh etm ek veya o yoksa, kurulm ası için m ücadele etm ek
tir.
2 — A lla h 'ın düzenine yardım cı olm aktır.
3 — R e sû lü lla h ’ın sünnetini d iriltm e k tir.
4 — A lla h ’a inanan üm m et arasında b irliğ i sağlam ak ve bunun için
çalışm aktır.
5 — Yeryüzü tam am en A lla h ’ın Hakim iyetine boyun eğlnceye kadar
O ’nun yolunda cihad etm ektir.
A lla h ’ın e m irle rin in g e çe rli olm adığı b ir devlette m üslüm an yaşıya-
maz. Buna göre o, kâfir b ir devletin gölgesinde yaşam ak istem ez. Onun
için m üslüm anlara farz olan hususlardan biri; A lla h ’ın sözünün hakim ol
duğu bir devlet kurm aktır. Ve bu devlette, A lla h ’ın e m irle rin i uygulayan
bir başkanları o lacaktır. Bundan ortaya çıkan netice şudur: A lla h ’ın düze
ninin hakim olduğu d evlet yok ise, m üslüm anın hedefi, onu kurm aktır.
Şayet var iso, ona yardım cı olm ak, onu korum ak ve onda b ir bozukluk
gördüğünde düzelm esi için ça lışm a ktır. Bu durum lardan hangisine ih ti
yaç duyulursa duyulsun m üslüm an bu ça lışm a lara katılm ad ıkça günah
kârdır.
M üslüm an, A lla h ’ın hüküm leri hakim oluncaya kadar bu yolda ç a lı
şır. Sonrada A lla h ’ın düzeninin gölgesinde yaşar. İslâm devleti, İslâm
düzenine bağlıdır. D eğilse, İslâm devleti iddiası boştur. Bu tem ele göre
m üslüm an, cem iyetin bozulm ası veya devletin A lla h ’ın düzeninden sap-
225
İ SLÂM
— VII —
M üslüm anın bu hedeflere ortak olab ilm esi için ö n ce likle kendisinde
şu beş sıfatı g e rçe k le ştirm e si gerekir.
1 — Bütün bunlarda gâyenin A lla h olm ası.
2 — R esûlüllah (S.A.V.)’in ona önder olm ası.
3 — Kur'an ve sünnetin ona rehber olm aları.
4 — Devam lı bir cihad am eliyesi içe risin d e bulunm ası. Ruh, bünye
ve bilgi yönünden cihad am eliye sin e h a zırlıklı olm ası.
5 — Bunlar,, için ölm ek, en tatlı am ellerinden ve hayatta kalmaktan
daha se v im li olm ası.
M üslüm an bu n ite likle re sahip olm azsa sözünü ettiğ im iz hedefleri
gerçekleştirem ez. M üslüm anlar için en üstün örnek olan sahabeler (A l
lah onlardan razı olsun) bu sıfa tla rı hayatlarında g e rçe k le ştirm işle rd i.
477 — Enfal : 3»
226
M Ü SLÜ M ÂN 1N HEDEFİ
O n lar her işte s ırf A lla h 'ın rızasın ı gözetiyorlardı: «Sabah ve akşam
A lla h ’ın rızasın ı dile ye re k R abierine dua eden k im se le rle beraber n e fsini
s a b ırlı tut; dünya hayatının süsünü arzu edip de gö zle rini onlardan başka
sına çe virm e...» (478)
O nlar en ince ve en b a sit m ese le le rde bile R esûlü llah (S.A.V.)’in
sünnetine bağlıydılar. Yüce A lla h hem onlara ve hem de bize şöyle diyor:
«G erçekten A lla h ’ı, ahiret gününü arzulayanlar ve A lla h ’ı çok zikred e n le r
için, size A lla h ’ın Resûlünde pek güzel bir örnek vardır.» (479)
Rabîarının kitabına ve Peygam berinin sünnetine sık ı sık ıy a s a rılm ış
lardı. Onlardan a y rılm ıyo r ve hidayeti başka yerde aram ıyorlardı.
• K e sin tisiz ve devam lı bir cihad içe risin d e y d i onlar. Tem el iş le ri cî-
had idi. R esûlü llah (S.A.V.) cihadı te rke d e n le ri tehd it e tm iştir: «Barca
a lış v e riş yapar, s ığ ırla rın ku yrukların ı ta kip eder v e ekin e rıza g ö ste rir
se n iz A lla h üzerinize b ir z ille t hakim kıla r. Ta ki, d in in ize dönüneeye ka
dar.»
Yüce A lla h da, dünyalık bir şeyin m üslüm ana cihaddan daha se v im li
olm asını fa sık lık la n itelem iştir: «De ki «Babalarınız, oğu lların ız, kardeş
leriniz, k an ların ız, so yların ız, kazandığınız m allar, g e çe rsiz olm asından
korktuğunuz bir ticaret, hoşunuza giden m eskenler, size A lla h ve Resulün
den ve onun yolunda cihaddan daha se v g ili ise, artık A lla h ’ın em ri g e lin
ceye kadar bekleyin. A lla h fa sık la r topluluğunu hidayete erdirm ez.» (480)
Cihaddan gâyem iz, cihadın her ç e şitid ir. (Bu konuyu «C U N D U LLA H
SEKAFETEN VE A H LA K E N » isim li kitabım ızda e tra flıca açıkladık).
Sahabeler, A lla h yolunda ölm eyi se v e r ve onu dünya hayatına tercih
ederlerdi. Şehid olmadan ö le ce k le rin i anlayınca çok üzülürlerdi. Hz. Ha-
lid b. V e lid ’in bu konudaki sözü çok meşhurdur: «Size öyle bir kavim le
geldim ki, hayatı (başka bir rivayette içkiyi) se v d iğ in iz kadar ölüm ü se
verler.»
O halde m üslüm anın sıfa tla rın ın bunlar olm ası çok norm aldir. Çünkü
sözü geçen hedeflerin g e rçe kleşm e si, bunlarsız olamaz. Bazıları bu hedef
lerin hepsini bir arada m üslüm anların dilinden şu şe k ild e ifade e derler :
«Allah, gayem izdir. R esûlüllah, ö nd erim izdir. Cihad yolum uzdur. Ve
A lla h yolunda ölm ek, e m e lle rim izin en yücesidir.»
Bununla m üsiüm an diğer herhangi bir insandan ayrılır. H edefleri bu
hedeflere benzeyen ve bu sıfatlara benzer sıfa tla rı ge rçe k leştirm e k için
478 — K e h f : 28
479 — A h z a b : 2 1
480 — T e v b e : 24
227
İ SLÂM
— VIII —
M üslüm an özel ve genel, uzak ve yakın hedefleri ve sıfa tla rıy la diğer
insanlardan fa rklı olduğu gibi her şeyde de diğer insanlardan fa rklıdır.
Çünkü önder ve hidayet kaynağı birdir. Bunun n e tice si olarak da hak ve
batıl, hidayet ve sa p ık lık , a ç ık lık ve kap alılık, doğruluk ve e ğ rilik gibi şe y
lere im kânı olan hususlarda diğer insanlardan fa rklıd ır. Terbiyesinde, y e
m esinde, içm esinde v e 'y a tm a s ın d a diğerlerinden fa rklıd ır. G örevini y e ri
ne getirm esind e ve ken disine düşeni yerine ge tirm ediği zam anlarda, az
bile o lsa nefsini sorguya çekm esind e fa rklıd ır. Bütün işlerd e müslüma-
nın diğer insanlardan fa rklı olm ası a s ild ir. Daha önce de b e lirttiğ im iz gibi
bu kitap m üslüm anın fa rklı olduğu yön leri anlatm aktadır. A ncak yine de
burada umumi iş le ri ilg ile n d iren iki m isal verm ek istiyo ruz :
Birincisi : M üslüm anın sözünde fa rklı oluşu.
İkincisi : M üslüm anın yem e ve içm esinde fa rklı oluşu.
BİRİNCİSİ
M üslüm an olm ayan bir kim se sö zle rin i herhangi bir sın ırla s ın ırla
maz. A ğzına geleni söyler. H er husustaki konuşm alara katılır. B ilsin veya
bilm esin. A ra ştıra ra k olsun veya olm asın. K en disin i ilg ile n d iren konular
olsun veya olm asın, İyi olsun veya kötü olsun... Sapıklarla s a p ık lık la rın
dan, hak e h liyle haktan görünür. B ilir bilm ez m ünakaşalara g irişir. M üna
kaşa etm ekten gâyesi, gerçeğin ortaya çıkm ası değil, karşı tarafı su stu r
m ası ve ona hakaret etm esid ir. Onun için bazan kötü sö zle r kullanır. Ba-
zan ge re ksiz yere yum uşak davranır. Daha güzel ve parlak sö zle r kullanır.
Edebiyat parçalar. A ğzından kötü ve çirk in sö zle r çıkm asına a ld ırış et
mez. H aksız yere alay eder. A la y la k a rışık yalan söyler. Hatta her za
man yalan söylem ekten çekinm ez. S ır saklam az. Söz verir, sözünü y e ri
ne getirm eğe a ld ırış etmez. Y em in eder ama yem in etm am iş gibi davra
nır. En yakın akrabası b ile olsa aleyhinde konuşm aktan çekinm ez. Kötü
228
MÜSLÜMANIN SÖZ VERMESİ
sö zleri insanlar arasında 'd o la ştırır. O n ları b lrib irin e düşürm eğe ça lışır.
Öğme ve yerm elerinde ölçüsüzdür. Konuşm alarında faydalı mı, zararlı mı
konuştuğuna a ld ırış etmez.
B elki bütün bu sıfatları kendisinde toplıyan bir kâfir bulam ayız. Am a
sözlerinden dolayı sorguya ç e k ile c e ğ in i hesaba katm ayanın bu şe kild e
davranm asına engel o la b ile ce k b ir şe y yoktur.
M üslüm anın durumu ise, tam am en bunun te r s in e d ir .7
•O, henüz ilk anda ancak hayır söylem ek m ecburiyetindedir. A lla h
(C.C.) şöyle buyuruyor: «Onların fısıldaşmalarının çoğunda hayır yoktur.
A ncak sadaka vermeyi veya bir iyilik etmeyi, yahud insanların, arasını
düzeltmeyi emreden başka...» (481)
Peygam ber (S.A.V.) de şö yle buyuruyor : «Allah’a ve ahiret gününe
inanan kimse hayır söylesin veya sussun.» (482)
M üslüm an, kendisini ilg ilend irm eyen bir konuda konuşm az.
Peygam ber (S.A.V.) şö yle buyuruyor: «Kişinin, kendisini ilgilendirme
yen şeyle uğraşmaması, islâmının güzelliğindendir.»
M üslüm an, konuşm adan önce kendis'rni sorguya çeker. A lla h 'ın aza
bından korkarak ağzından ö lçülü sö zle rin çıkm asına önem verir.
Peygam ber (S.A.V.) diğer bir ha d is-i şerifte şöyle buyuruyor : «Kişi
Allah’ın hoşlanmadığı bir söz söyler de aldıriş etmez. Halbuki onunla yet
miş «harîf» cehennem ateşinin derinliklerine düşer.»
M üslüm an insanların sa p ık lık la ra d a ld ıkla rın ı görünce A lla h ’ın em ri
ne uyarak onlardan yüz çe virir.
Yüce A lla h bu konuda şöyle buyuruyor: «Ayetlerimizle alay yollu söz
edenleri gördüğün zaman, kendilerinden yüz çevir, yanlarında oturma; tâ
ki, Kur’ân’dan başka bir söze dalarlar. Eğer onlardan yüz çevirme işini, şey
tan sana unutturursa, hatırladıktan sonra hemen kalk da, o zalimler kavmi
ile beraber oturma.» (483)
«Onlar ki, yalana şahidiik etmezler ve boş söz konuşanlara rasgel-
dikleri zaman, bulaşmadan iyi bir şekilde yüz çevirir geçerler. (484)
M ü s l ü m a n , m ü n a k a ş a ve g ö ste rişte n hoşlanm az. A n ca k h a k ika ti.a çık
lar. H akikat neredeyse, o da oradadır. Peygam ber (S.A.V.) şöyle buyuruyor:
«Kardeşine karşı gösteriş yapma. Onunla alay etme. Bir de, ona söz ver
diğin zaman, verdiğin söze aykırı hareket etme.»
229
İ S L Â M
M üslüm an, başkasına lânet etm eyi, te rb iy e sizce söz söylem eyi ve
başkasına sövm eyi sevm ez. Peygam ber (S.A.V.) bu konuda da şöyle bu
yuruyor : «M üm in, lânet eden, başkalarına söz atan, a ş ırı giden ve te rb i
y e s iz lik yapan değildir.» Lânet etm ekten sakınır. A n ca k A lla h ’ın ken d isi
ne helâl kabul ettiği hu suslar başka. M üslüm an da şa kalaşır, ama onun
şakalaşm ası onu batıla, yalan uydurmaya sürüklem ez. R esûlüllah (S.A.V.)
den, insanları güldürm ek için söz uyduran k işiy i sordular. Buyurdu ki :
«Veyl ona, veyl ona»
M üslüm an, alay etm ekten, b a şkalarıyla eğlenm ekten ve dedikodu yap
maktan uzak durur ; Yüce A lla h bu konuda şö yle buyuruyor : «Ey iman
edenler, b ir kavim diğer bir kavim le alay etm esin. O lu r ki alay e d ilen le r
ken dilerin den daha ha yırlı bulunurlar. B ir takım kadınlar da diğer kadınlar
la eğlenm esin. O 'u r ki eğlenceye a lın a n la r kendilerinden daha ha yırlı o lur
lar, Hem b irb irin izi ayıplam ayın. İmandan sonra fa s ık lık la aldanm ak ne kö
tü isim d ir. Kim de tevbe etm ezse, işte onlar ken dilerin e zulm edenlerdir.»
(486) «Bir k ısm ın ız bir k ısm ın ızı çe k iştirm e sin . H iç sizden b irin iz ölü kar
d e şin izin e tin i yem ek ister m i? Bundan tik sin d in iz değ il mi ?) O halde (de
dikodu yapmakta) A lla h ’tan korkun. M uhakkak ki A llah, te vb e le ri kabul
edendir ve çok m erham et sahibidir.» (487)
B iri ona güvenerek sırrın ı sö y le rse , onu açığa vurmaz.
M üslüm an, verd iği sözü yerin e getirm eğe azim lid ir. Söz verd iği zaman
niyeti o sözü yerine getirm ektir. Y ü ce A lla h şö yle buyurur ; «Ey iman
edenler, v e rd iğ in iz sözü yerin e g e tirin ...» (488) «K ur’ân’da İsm ail'i de an.
Çünkü o, vaadinde sâ d ık tı ve kavm ine gö n de rilm iş bir peygam berdi.» (489)
Söz v e rild iğ i zaman sözde durulm am ası, m ünafığın alam etlerindendir.
485 — B u h u s u s iç in b k z . M a id e : 8
480 — H u c u r a t : 11
487 — H u c u r a t • 12
488 — M a id e : 1
489 — M e ry e n .
230
Ğ 1Y B E T
V erd iği sözde doğru olm ak ve yem inin e sa d ık olmak, m üslüm an için
gerekli olan şeylerd end ir. Sözün şe re fin i bilen in san dır o. A hlaken sözüne
sa rsılm a z bir bağla bağlıdır. Peygam ber (S.A.V.) şö yle buyurur : «Kişi dai
ma doğru söyler ve doğruyu araştırır. Nihayet Allah onu kendi yanında
sıddîklerden yazar.»
Peygam ber (S.A.V.)’in ruhsat verd iği yalan, haram değildir. Bu konu
da Umm-u G ülsüm şu hadis-i şe rifi naklediyor : «Şu üç şey hariç, Peygam
ber (S.A.V)’in herhangi bir şey hakkında yalana ruhsat verdiğini duyma
dım : İnsanların arasını İslah etmek için söylenen söz* Savaşta söylenen
söz. Ve kişinin karısına ve karısının kendisine söylediği söz.» (490) Hat
ta bu işle rd e b ile sözünün doğru b ir yönünün olm asm ı se çe r.
M üslüm anın başka bir kim senin aleyhinde dedikodu yapm am ası gere
kir. İnsanların hoşlanm adıkları durum larından bahsetm ez. K â fir o lsa lar bile.
A n ca k anlatm am asından bir zarar doğacak ise veya anlatm ası gerekli ise,
o başka.
M üslüm anın, insanların arasını açan, d ü şm anlıklarını arttıran ve düş
m anlığın devam etm esini sağlıyan sö zle ri de götürüp getirm em esi gerek
lid ir. Peygam ber (S.A.V.) şö yle buyurur : «Koğuculuk yapan cennete gir
mez.»
M üslüm an, aksine insanların arasını islâh eden sö zle rin ta ş ıy ıc ıs ıd ır.
O, iki yüzlü de değ ildir. B ir şundan, b ir bundan görünmez. Peygam ber
(S.A.V.) şöyle buyurur. «Dünyada iki yüzü olanın kıyamet gününde ateşten
iki dili olur.»
«Kıyamet gününde Allah’ın nezdinde insanların en kötüsü olarak iki
yüzlüyü bulursun. Bir kısmına bir yüzle ötekilere başka yüzle gelir.» (491)
M üslüm an başkalarını yüzlerinde övm eyi sevm ez. Çünkü bunda riya
şüphesi vardır. A y rıc a öğülende ken disini beğenm e tohumu e kilm iş olur.
M üslüm an, konuştuğunda sözünün sağlam İlm î b ir tem ele dayanma
sı gerekir. Konuşm adan önce sö yle ye ce ğ i sözün doğruluğu ken disince ke
sin dir: «Fetva konusunda en cesaretliniz, ateşe eti cesaretli olanınızdır.»
O, d in le y ic ile re faydası olan şe y le ri konuşur. Zararlı olan şe y le ri veya
inanç ve am elde g e vşe kliğ e sebep olan sö zle ri söylem ez. «Bir kavme akıl
larının yetmediği şeyleri anlatsan, bazıları için fitne olur.»
N e tice olarak : G erçek m üslüm an, A lla h ’ın izniyle d ilin e hakim dir. İyi
şe y le ri sö y le r ve kötü şeylerd en sakınır.
490 — M ü slim
491 — B u h a ri M ü slim
231
İ S LÂ M
İkincisi:
232
SANAT
mekte düğüm lenir. Kâfir, kendi üzerinde hiç kim senin hakim iyetini kabul
etmez. Bir şeyi yapm adığında bir sebebe dayanarak ve isteğ i öyle olduğu
için yapmaz. Yaptığında da durum öyledir. Am a m üslüm an böyle değildir.
A lla h 'ın kendi üzerindeki hakim iyetini itira f eder. Hz. M uham m ed (S.A.V.)
in de A lla h ’ın sadık bir e lç is i olduğuna inanır. Buna inanarak, güven iç e ri
sinde bağlanır.
M üslüm an, yem e ve içm eğe başladığında A lla h ’ın ism iy le başlar. Son
verince de A lla h 'a şükrederek son verir. Y em eğe besm ele ile başlam ası,
A lla h ’ın o yem eği kendisine helâl kıldığın a alam ettir. A y rıc a yem eği sağ
e liy le yer. Bu da sağı soldan üstün tutm asına de la le t eder. Bu konuda
m üslüm anm uyduğu diğer terbiye kaid eleri de vardır. Ve bütün bunlar
inançla sık ı sık ıy a bağlıdır. Bu konuda da m üslüm an kâfir ve m ünafıktan
farklıdır.
U m arız ki bu iki m isalden sonra m üslüm anm hayatında diğer insan
lardan tamamen farklı olduğu d e rin liğ in e a n la ş ılm ış oldu. A yn ı zamanda
bu fa rk lılığ ın y ü ce liğ i de idrak ediidi. İslâmi şa h siye ti inceleyen, bu şah
siy e tin tüm g ü z e llik le rle d iğ e rle rin d e n üstün ve fa rklı olduğunu görür. Bü
tün bu anlattıklarım ızdan sonra İslâm toplum unun diğer toplum lardan fa rk
lı olduğunu ve bu toplum larda ortaya çıkan durum ların da d e ğ işik oldu
ğunu söylem em iz norm aldir. Daha önce de kâfir bir toplum da gelişen b ir
çok m ü essesenin İslâm toplum unda yeri olm adığına işa re t etm iştik. Kâ
fir toplum da zirveye çıkarıla n fahişe, dansöz, türkücü ve ş a rk ıc ıla r İslâm
toplum unda horlukla k a rşılan ırlar. M üslüm an toplum un var gücüyle bağ
landığı m ü esseselerden kâfir toplum vargücüyle uzaklaşır. Şu veya bu
tarafa kaym ası m uhtem el konuların hepsi İslâm toplum unda s ın ırla n d ırıl
m ış ve bir düzene sokulm uştur.
İslâm toplum unun diğer toplum lardan fa rklı olduğunu günümüzde
yaygınlaşan dört m ese le yi ele alarak izah etm eğe ça lışa ca ğ ız :
1 — Güzel sanatlar.
2 — M illiy e tç ilik , vatanperverlik, ırk ç ılık ve hüm anistlik.
3 — Özgürlük.
4 — K ard eşlik ve e şitlik .
1 — GÜZEL SANATLAR
233
İS LÂ M
m iktarda değer kazanır. Bunu yaparken yabancıların şehve tle rini kabart
tığın, düşünceleri m eşgul ettiğine, zinaya te şv ik ettiğine ve görevlerin
yerine g e tirilm e sin e engel olduğuna bakılm az. Bütün bunlar, gü zellik uğ
runa değersiz şeylerdir.
K âfir toplum da h e y ke lcilik, m edeniyetin gü zelliklerindend ir. Çünkü
heykel zevk ve titiz liğ in üstünlüğünü ifade eder. H eykeltıraşın kalbinde
yerleşen gü zelliği e b e d ile ştirir. B iri, h e y k e lcilik veya resim yoluyla bir şeyi
ifade etm ek istedi mi, halktan büyük bir ilgi görür. Ö yle ki bir resim
tablosu m ilyonlara sa tılır. Bunlar, büyük şeylerd ir. C a n sız bir şeyin, taşın
yü ce ltild iğ in e heykeltıraş ve ressam ın boşa giden vaktine a ld ırış edilm ez.
A y rıca seyretm eğe gelen se y irc ile rin boşa giden v akitle ri de nazar?, alın
maz. Bu re sim le rin bir kısm ın ın pu tp erestliği aşıladığ ına da önem v e ril
mez. N itekim Hz. M ervem , Hz. İsa ve papaların re sim le ri pu tla ştırılm ış-
tır. K âfir toplumda, bu resim le rin aşıladığ ı sapık değerler göz önünde bu
lundurulmaz. M eselâ, genç ve çıp lak bir kız resm i y a p ılır ve ona namus
tim sali denir. Hem bu sanata g kadar önem v e rilir ki, m ilyonlarca insan
bu alanda ç a lışır. Ö yle ki bir şeytanın aklına gelm iyen hayasızca resim
ve h e ykeller büyük bir u stalıkla yapılır. Erkek ve kadın iliş k ile rin in ç e şitli
şe k ille rin e varıncaya kadar... Bunlar için bir engel yoktur. B ö yle likle in
san eğlenm iyor mu...
K âfir toplum da edebiyat, insanın kendisini, iyi ve kötü durum lardaki
benini anlatır. A lç a k yönlerini de, yüksek yönlerini de. O nlarca edebiyat,
insanın her yaptığını tem ize çıkarm ak ve onu başkalarına sevdirm ekle
görevlidir. B ir hikâye okursun; bakarsın ki, kadına, kocasından başkasını
sevm e ufuklarını açm ış ve ardından kadını tem ize çıkarm ak için her tür
lü yola başvurulm uştur. B öylece kötülük yo lları ve kötünün kendisini sa
vunma ş e k ille ri edebiyat yoluyla an latılır. Başka bir hikâyeyi okursun;
bakarsın ki, kötülükte de olsa, insanın diğer insanlardan farklı o lm asını
te şv ik ediyor. D iğer birini okursun, suçluya acım ayı aşılıyo r.
Öte yandan b ir ş iir ele alırsın , şa ir dilediğ i rezaleti rahatlıkla anla
tıyor. Zinaya te şv ik ediyor, âşık olm ayı öğütlüyor. Şarkı; m üzik gibi şe y
lerin konuları hep bu şeyler.
K â fir toplumun diğer özel m ü esse se le ri, içki ve afyonun içild iğ i yer
ler. M ü zik li, şa rkılı toplantılar. G izli ve açık fuhuş yuvaları. Toplumun şe h
vet haritası böylece tam am lanır. A rtık bu toplum daki insan, hep şehvet
âlem inde yaşar. Oturur, onu düşünür. Kalkar şehveti düşünür. Uyur şe h
veti düşünür. G e ce le ri uykusu kaçar onunla uğraşır. Bu toplum da beşe
rin tasa rru fla rın ı e n g elliye ce k a k ıllıc a bir hareket bulunmaz. M aslahat,
güç yettiğ in ce faydalanm ak ve faydalandırm aktadır. A h lâ k n e fsî istek ve
arzuları g e rçe kleştirm e ktir.
234
SANAT
496 — M u m in u n : 71
497 — N is a : 27
235
İSLÂM
İbn-i A bbas'a yanaştı. Sonra tekrar «yaklaş» dedi. Adam , daha da yanaş
tı. İbn-i Abbas, e lin i onun başının üzerine koyarak şöyle dedi : «Resûlüllah
(S.A.V.) den duyduğumu sana haber vereyim m i? Peygam ber’in şöyle de
diğini duydum : «Her sûret yapıcısı ateştedir. Her yaptığı surete bir can
verilir ve cehennfcmde bu suretler ona azap verirler». Eğer bunlara de
vam edeceksen, ağaç ve cansız şe yle rin re sim le rin i yap, dedi. (498)
İslâm toplum unda kadının gü zelliği, giyim i, ç e k ic iliğ i ve bu konuda
gücü yettiğince sü slenm esi sadece kocası içindir. Çünkü ondan faydalan
mağa sadece kocasının hakkı vardır. D iğer erkeklerin ondan faydalanm a
hakları k e sin lik le yoktur. Hatta m ahrem lerle akrabalar bile. Kadın da o l
sa, bir kadının gü zelliklerinden ancak bir sın ıra kadar olanına bakabilir.
İslâm toplum unda insanın c in s î duyguları ancak bir yoldan tatm in
edilir. O da, e v lilik tir. C addelerde a ç ılıp sa çılm a ve avret yerle rin i göste
recek kısa ve şe ffa f e lb ise le r giym e yoktur. Bizim toplumum uz, A lla h 'ın
sevdiğini seven bir toplum dur. D iğ erleri gü ze llikle vakit harcam ayı hoş
görürken o, A lla h ’a itaat etm ekten hoşlanır. Ş e re fli, tem iz ve iffe tli olm ak
tan zevk alır. Bu olm adıkça iman da olmaz. Peygam ber (S.A.V.) şöyle bu
yurur : «Sizden biriniz, arzuları getirdiğime uymadıkça inanmış değildir.»
İslâm toplum unda edebiyatın görevi, nefsi islâh etm ektir. A rzu la rı
coşturarak onları haktan uzaklaştırm ak değildir. H ikâye olsun, kitabe o l
sun, ş iir olsun, m akale olsun, konferans olsun... Edebiyatın hangi dalı
olursa olsun, görev islâh etm ektir.
Şarkı da, bu sın ırla r içe risin d e d ir. Erkek ş iir veya şarkı söyler. Erkek
de dinler, kadın da. Bunun bir sa kınca sı yoktur. Am a ş iir ve şarkın ın te
m iz olm ası şartıyla. Y ine bu şartlarla bir kadın diğer kadınlara ş iir ve şa r
kı sö yle ye b ilir.
M üziğe gelince, kahram anlık için kullanılan tram pet ve def gibi âlet
ler savaş, hacc ve se v in ç anlarında caizdir. Çoban kavalı gibi fa sık ve kâ
firle re ait olmayan, harama davet etmeyen, dünyayı hedef yapacak ş e k il
de dünyayı süslem eyen ve şe h e vî duyguları harekete getirm eyen aletler,
yine caizdir.
İslâm toplum unda müzik için okul ve fa kü lteler açılm az. O k u lla rı
mızda da bu d e rsle r programa alınm az. Daha benzer m e se le le re para har
canmaz. Ş a rkıcı ve ça lg ıcılara değer verilm ez. Hatta günah olan çalg ıla rla
meşgul olanlara iyi bir gözle bakılm az. Mübah olanıyla uğraşanlara da nor
mal bir insan gözüyle bakılır. Güzel s e sle söylenen ş iirle r tem iz duygu
ları kabartır. Am a m esele, yem eğe tuz m esabesinde kaldığı müddetçe.
Çoğu zarar, azı karar.
498 — B u h a ri, M ü slim , N esai
236
M İ L L İ Y E T Ç İ LİK
O halde müzik ve şa rkıcı kadın gibi şe yle rin İslâm toplum unda özel
bir fonksiyonları yoktur. Mubah olanından bile o lsa İslâm toplum unda bu
gibi şe y le rle uğraşan radyo istasyo nlarının çoğalm ası doğru değildir. Bu
gibi yayınlar ancak yem eğe tuz durumunda ve ç a lg ısız olacaktır. Bayram
ve se vin ç günlerinde te f ve çoban kavalı gibi mübah olan ça lg ıla rla be
raber şarkı söylenm esinde bir engel yoktur.
İktisadî yönden de, s iy a s î yönden de, pedagojik yönden de, öğretim
yönünden de, savaş yönünden de ve p sik o lo jik yönden de m üslüm anın
sanat ve gü zellik karşısında takındığı tavıra genel bir şe k ild e göz atarsan,
b iric ik aklî tavırın bu olduğunu görürsün.
Böylece, boşa giden ne kadar zamanın önüne g e çilm iş olur. M ille tin
kendi m e se le le rin e uyanık kalm ası için ona ne kadar yardım cı olunur. Böy
lece ne kadar insan enerjisin in boşa gitm esin e engel olunur. Ve nasıl da
m ille tim izin sa va şçı ruhunu, gerektiğinde kendini feda etm e duygusunu
muhafaza etm iş oluruz.
K adınların kucağında yaşayan, şehvet üzere eğitilen, eğlence ve zevk
leri kendisine adet edinen toplum, yavaş yavaş yoklara karışan toplum
dur. Bu toplum zam anla nem elazım cı ve -kendini feda etm e duygusundan
uzak bir toplum olur. Y üce değerlere önem verm ez. İyi duyguları körelir.
Sadece dünya için, eğlenm ek için yaşar.
237
İSLÂM
şıd ır. O, ancak m üslüm an bir ülkeyi vatan olarak kabul eder. Ve ancak
m üslüm anları m illetin d en sayar. Hangi ırk, toprak, renk ve m illetten olur
sa olsun İslâm toplum una h icre t eden ve ona tam bağlanan m üslüm an, or-
daki m üslüm anların bütün haklarına sahip olur. O nlar gibi m uam ele gö
rür. Irkçılığ ın k e s in lik le yeri yoktur İslâm toplumunda. İnsanî değer a çı
sından beyazla siyah e şittir. M üslüm anların yanında bir siyah binlerce
beyazdan daha değerli o la b ilir. M üslüm an beyazın yanında Hz. B ilâ l’ın de
ğeri, öz kardeşininkinden daha çoktur. Çünkü İslâm 'da B ilâ l’ın değeri, öz
kardeşinin değerinden daha ile rid ir.
233
M İ L L İ Y E T Ç İ Lİ K
ç iliğ i için İslâm'dan nasıl u zaklaşabilir ki. Halbuki onlar A lla h 'a , Resûlüne
ve dinine savaş açan kâfirler ise hepsinin kanlarının a kıtılm asın ı seve
seve ister.
Peygam ber (S.A.V.) şöyle buyurur : «Kim A lla h 'ın sözünün üstün o l
m ası için savaşırsa, o, A lla h yolundadır.»
Y üce A lla h da şöyle buyurur : «Ey insanlar, sizi, bir erkekle bir d iş i
den (Âdem ile H avva’dan) yarattık. Hem de sizi soylara ve kab ile le re ayır
dık ki, b irb irin izi tanıyasınız. B ilin iz ki, A lla h katında en iyiniz, takvası en
üstün o lam nızdır...» (502)
A lla h 'ın yanında ırk ve renkten dolayı bir insan diğerinden üstün de
ğildir. Ü stünlük takva iledir. Kim in iman, İslâm ve ihsanı daha iyi ise, o,
A lla h 'a daha yakındır. Siyah bir köle bile olsa.
Ebu H üreyre’nin naklettiği bir hadiste şöyle buyurulur :
«Ölen atalarıyla övünen kavim ler bundan sakın sın lar. O nlar (babala
rı) cehennem in odunlarıdır. Y oksa A lla h ’ın yanında, p is liğ i burnuyla yu
varlayan böcekten daha basit duruma düşerler. M uhakkak ki yüce A lia h ,
c a h iliy e t tekebbürünü ve babalarla övünm eyi sizden kald ırm ıştır. O (ba
ba), ya A lla h ’tan korkan bir mümin veya kötü bir insandı. İnsanların hepsi
 d e m ’in o ğ u llarıd ır  d e m ’de topraktandır.» (503) M ü slim ve T irm izî’nin
Cündeb'den rivayet e ttik le ri diğer bir hadis-i şe rifte şöyle buyurulur :
«Kim kör bir dava uğruna; ırk ç ılığ ı isteve rek ve ırk çılığ a yardım cı olarak
öldürülürse, ölüm ü ca h iliy e t ölümdür.» (504)
3 — Ö Z G Ü R LÜ K
K â fir bir toplumda parola; Daha çok özgür olm aktır. Özgürlük, ya ko
m ünist ülkelerde olduğu gibi devlet için veya dem okratik ülkelerde oldu
ğu gibi fe rtle r için istenir. İnsanların İktisadî özgürlüğünün artm asını, s i
y asî özgürlüğün artm asını, davranış ve tasarruf özgürlüğünün artm asını,
şa h sî özgürlüğün artm asını isteyerek hayvanca hayat en üstün hedef ed i
nilir. H ayvanlar gibi çıp lak dolaşm ak, hayvanlar gibi çiftle şm e k, bütün
bu özgürlüklere kavuşm ak kâfir toplumun hedefleridir.
İslâm toplumunda ise durum tamamen aksinedir. Burada parola: Halk
açısından da, devlet açısından da, daha çok A lla h 'a kul olm ak ve daha s ı
kı İslâm ’a bağlanm aktır. M üslüm anın huzur ve saadeti, müslüm an toplu
mun huzur ve em eli sadece A lla h 'a kulluk etm ekte ve her konuda em ir ve
502 — H u c u ra t : 13
503 — T irm iz î
504 — M ü slim , T irm iz î
239
İSLÂM
505 — Y a sin : 61
506 — N u r : 27
507 _ A n c a k A lla h ’a is y a n e d e rs e o n a it a a t ed em e z. B u h u s u s şu k a id e d e
b e lirle n ir: «H alike m a ’siy e tte , m a h lu k a it a a t y o k tu r.»
240
ÖZGÜRLÜK — EŞİTLİK
4 — KARDEŞLİK ve EŞİTLİK :
İnsanlar kâfir bir toplum da inançları d e ğ işik olm akla beraber bir g e lir
üzerinde bile olsa kardeş o la b ilirle r, hak ve y e tkile rin d e ism en de olsa
e şit s a y ıla b ilirle r. Bu mümkündür.
Am a İslâm toplum unda asla. Hak ehli ile batıl ehli e şit tutulam az.
Hak ve batıl, ayrı ayrı şe yle rd ir. Hak e h liy le batıl ehlin in kardeş olm aları
mümkün değ ildir. M üslüm an, m üslüm an olm ayanı kendisine kardeş olma
şe re fin e yükseltm ez. Y ü ce A lla h : «Ancak müminler kardeştir» (508) bu
yurur.
508 — H u c u r a t : 10
509 — T ev b e : 29
510 — M u n a f ik u n : 8
511 — K a le m : 35
512 —■R a ’d ; İS
241
İ SLÂ M
NETİCE OLARAK :
İslâm toplum u, değer ö lçü le ri, olaylara b akışı, ahlâkı, ad aletleri, gele
nekleri ve kanunlarıyla diğer topium lardan fa rklı ve benzeri olmayan bir
toplum dur. Bütün in san lığa kapıları aç ıktır. Çünkü b iric ik hak odur? Bizim
farklı oluşum uz, ayıp değildir. Çünkü hak b ird ir ve b atılların hepsinden
fa rklıdır. A yıp , hakkı kabul etm iyen ve kab ullendiğim izi kabullenm iyenle-
rindir. A y ıp la n m a sı gereken, ancak batıl e hlid ir. B izle r ise, A lla h ’ın hida
yetiyle şe re fle n m işizd ir. Bize in d ird iğ iyle iftihar ederiz : «Haktan sonra,
sapıklıktan başka ne vardır?»
— X—
M üslüm an terd ve müslüm an toplum diğer ferd ve topium lardan fark
lı oldukları gibi m üslüm an d evlet de diğer devletlerden farklıdır.
K âfir devlet ya halkın arzu ve iste k le rin i ge rçe k leştirm e k için halkın
arzusuyla başa geçm iştir. Veya işb aşm dakilerin arzu ve iste k le rin i gerçek
leştirm ek için zorla iktidara geçm iştir.
Em irülm ü’m ininin başında bulunduğu İslâm devleti ise, ancak müs-
lüm anların rızası ve kitapla sünneti hakim kılm a şa rtıyla kurulur. Y o lla
rın a y rılış noktası buradadır. K âfir halk, devletinden iste k le rin in yerine
g e tirilm e sin i ister. Bugün isted iğ i, dünkü isteğ inin aksi bile olsa devletin
onu yerine getirm esi gerekir. B ir sonraki gün bunun da aksini iste se dev
let onu gerçe kleştirm e k m ecburiyetindedir.
M üslüm an devlet ise, kitap ve sünnetin sın ırla rın ı aşmaz. K endisi
çıkm adığı gibi başkasının çıkm asına da müsaade etmez. A y rıca müslü-
manlar için önem li olan konularda devletin halka danışm ası m ecburidir.
Bu durumda üç m esele ortaya çık ıy o r :
1 — M üslüm anlar, başkalarını kendi rızalarıyla se çe rle r. H içb ir kim
se rızaları olmadan onlara başkan olamaz. Peygam ber (S.A.V.) şöyle bu-
513 — Z ü m e r -.9
514 — M a ıd e : 100
242
ÖZGÜRLÜK — EŞİTLİK___________________
yurıır: «Kim bir kavme imamlığını istemedikleri halde imam olursa nama
zı kulaklaımı geçmez.»
2 — M üslüm anlar başkanlarına, aralarında A lla h ’ın K itabın ı ve R esu
lünün sünnetini hakim kılm ak üzere biat ederler. Peygam ber (S.A.V.) şö y
le buyurur : «Amirlerinizi dinleyin ve itaat edin. Aranızda Kur’ân’ı hâkim
kıldığı müddetçe, başı üzüm tanesine benzer bir Habeşî bile olsa âmirinize
itaat edin.» (515)
515 — B u h a rî
516 — Â l-i İm r a n : 159
517 — Ş ura : 38
518 — Ş u r a : 52-53
243
_________ _______ __ İ S L Â M _________________
A llah, A lîm (her şeyi b ile n )’dir. Bilm e yeteneğini insana da v erm iştir.
A llah, irade sahib idir. İnsana da irade verm iştir. A lla h K a d îr’dir. İnsana
da kudret v erm iştir. A llah, H ayy’dır. İnsana da hayat verm iştir. A lla h ,
S e m î’dir. İnsana da işitm e yi v erm iştir. A lla h B a sîr’dir. İnsana da görme
yeteneğini v e rm iştir. A lla h , M ü te k e llim ’dir. İnsana da konuşm a gücünü
verm iştir...
519 —- A ’r a f : 179
520 — E n fa l : 55
244
MÜSLÜMANIN AHLÂKI
— II —
A lla h 'ın yânında insanın kurtuluş veya düşüşü ahlâkına göredir. Y üce
A lla h şö y le buyurur: «Sonra da o nefse, isyanını ve itaatim öğretene ki,
muhakkak temizlediği nefis kurtulmuştur.» (523)
Peygam ber (S.A.V.) de şö yle buyurur : «Kıyamet gününde bana en ya
kın oturanlar, ahlâkı en güzel oianlarınızdır. Onlar, çevrelerindekilere yu
muşak davranırlar, iyi geçinirler ve onlarla iyi geçinilir.»
İnsan ne fsini tem izlem enin ilk yolu, A lla h ’a kulluk çe rçe v e sin d e ah
lâkî y eten ekle ri zaptetm ektir. Peygam berler v a sıta s ıy la çizile n sın ırla rın
dışın a çıkm am aktır.
Büyüklük ve azam et A lla h ’ın olduğuna göre insanda büyüklenm e ve
azam etli görünm e yeteneği o lsa bile, onun büyüklenm e ve azam etli gö
rünm eye hakkı yoktur. A n ca k A lla h ’ın büyüklenm esi, hakkıdır. Buna göre
insanın kem ale erm esi, bu yeten eğ inin g e lişm e sin i e n g e lle m e siyle olur.
A lla h , H alim 'd ir. (524) İnsan da, halim dir. Fakat insanın bu hilm i, A l
lah'ın ken disine çizd iğ i s ın ırla rla ka y ıtlıd ır. A lla h ’ın çizd iğ i s ın ırla r çiğ n e
nince M üslüm an uysal değ ild ir. A lla h ’ın dinin in za y ıfla d ığ ın ı görünce so
ğuk soğuk yerinde duramaz. A m a kendi zatına karşı bir h a k sızlık y a p ılır
sa, ağ ırb a şlıd ır.
A lla h , intikam a lıcıd r. (525) İnsan da intikam alır. Lâkin insan intikam
duygularını ancak A lla h ’ın çizd iğ i sın ıra kadar kulla n a bilir. Babamı kas-
den öldüreni ö ld ü reb ile ce ğ im gibi onu affederim veya diye t alırım . D iyet
245
/
_______________ İ S L Â M ______________________ .
aldıktan sonra artık intikam alamam. B iri başka birinin hakkına tecavüz
ederse, o da ancak ayni şe kild e onun hakkına tecavüz edebilir, daha ağır
bir şe k ild e tecavüz edemez.
A lla h , affe d icid ir. (526) İnsanda da affetm e yeteneği vardır. Lâkin bu
nun A lla h ’ın çizd iği sın ırd a durm ası gerekir. Bana zûlm edeni affedeb ilirim
ama hakim isem zina gibi A lla h ’ın hadlerinden biri hakkında affetm e se-
lâhiyetim yoktur. B ir hasım hakkını isterken ben suçluyu affedem em .
A lla h , irade sahibidir. (527) İnsana da irade v e rilm iştir. A n ca k A lla h ’ın
iradesi m utlaktır: «D ilediğini yapar.» «Yaptığından sorguya çekilm ez. On
lar ise sorguya çe kilecekle rd ir.» İnsan, her isted iğ in i yapm akta se rb e st de
ğildir. A k sin e irad e sin i kullanırken A lla h ’ın çizd iği sın ırla rla m ukayyettir.
Bu sın ırlard an en ufak bir ç ık ış, doğru yoldan ahlâkî bir sapm adır.
A lla h (C.C.) hem sa p tırır ve hem de hidayete erdirir. (528) Saptırınca,
hak ve adaletle saptırır. H idayete erdirin ce de, hak ve adaletle erdirir. Lâ
kin insan doğru yolu gösterm ekle yüküm lüdür.
A lla h , S e m î’dir. (529) H er şeyi duyar. İnsanı da duyar. Am a insan,
ancak duyulm ası mubah olan şe y le ri duym akla yüküm lüdür. A lla h ’ın du
yulm asını haram k ıld ığ ı dedikodu, fısk, küfür ve haram olan m üziği din
lem esi yasaktır.
Beşer yeteneğinde m anasının çıkm ası mümkün olan A lla h 'ın her is
mi hakkında durum, bu şe kild e d ir.
— III —
Onun için Y üce A lla h her konuda helal ve haramın sın ırın ı çizm iştir,
insan, bu sın ırla ra b a ğ lıd ır ve bu sın ırla ra b a ğ lılılığ ı n isb e tin ce kem ale
erer: değer kazanır.
Y üce A lla h şöyle buyurur: «Allah yanında en değerliniz. O n d a n en
çok korkanınızdır.»
«Takva elbisesi, işte o, hepsinden daha hayırlıdır... » (53ü)
«...Bu hükümler Allah’ın sınırlarıdır, sakın onlara yaklaşmayın.» (531)
«...Bütün bu hükümler, Allah’ın şeriatı ve çizdiği sınırlardır. Kim Al
lah’a ve Peygamberine itaat ederse. Allah onu ağaçları altından ırmaklar
246
__________________ MÜSLÜMANIN AHLÂKI
akan cennetlere koyar ki, orada ebedî olarak kalıcıdırlar. İşte bu, en büyük
kurtuluş ve saadettir.» (532)
«Bu hükümler, Allah’ın hudutlarıdır. Kim Allah'ın hududunu aşarsa,
nefsine zulüm etmiş olur-..» (533)
Son âyetteki noktaya dikkat edelim . A lla h 'ın çizd iğ i sın ırla rı aşmak,
insanın kendi n efsine zulüm etm esi şe klin d e d e ğ erle n d iriliyo r. Çünkü
Yüce A lla h , insan için çizd iğ i her sın ırı, insanın yararı için çizm iştir. Do
muz ve y ırtıc ı hayvanların e tini yasaklam ası, alkolü haram kılm ası, z i
nayı yasaklam ası insanın yararınadır. Zina ço ğ a lır ve g e n e lle şirse zina
edenin nam usuyla da zina e d ilir. N eticed e karısından doğan ço cuklar aca
ba kendisinin m idir, değil m idir? B aşkasın ın ise kendisi neye yorulup on
ların geçim ini tem in etm ek için şuraya-buraya koşsun? İktisadî muame
lelerde de durum böyledir. A lla h ’ın çizd iğ i sın ırd a durulm ası insanın ya
rarınadır. Y a ln ız İktisadî konularda değil bütün konularda durum aynıdır.
İnsan bu sın ırla ra riayet edip onları aşm aktan korktukça, hatta onlara ya
naşm aktan çekin d ikçe y ü k se lir. Yabancı kadın ve e rkeklerin bir arada
oturm aları, g e re ksiz yere konuşm aları zinaya y a k la ş tırıcıd ır. M üslüm an,
a sıl sınırdan uzak durm akla beraber, o sın ıra yaklaştıran şeylerden de
uzak durur. Hatta yaklaştıran a yaklaştırandan da.
Peygam ber (S.A.V.) şö yle buyurur : «Kişi, müttaki olma mertebesine
ulaşmaz, tâ ki sakıncalı olana düşmemek için sakıncası olmayanı da bira-
kıncaya kadar.» (534)
— IV —
N etice olarak, A lla h ’ın güzel isim le rid ir. K e n d isin i onlarla vasıfla m ış-
tır. O, Rab'dır. A lla h ’a ku llu kla beraber A lla h 'ın is im le riy le ahlâklanm ak
yeteneğine sahip tir. İnsan A lla h 'a kulluğunu ne kadar m ü k e m m e lle ştirir
se, o kadar kem ale erer. Bazı â lim le r : «Allah’ın doksandokuz ismi vardır.
Onları ezberliyen cennete girsr» h a d is’i şe rifin d e k i ezberlem ekten mak
sadın, onları haks-ıyia b i l e k t e de rin leşm e k ve onlardan insanın ahlâk-
lanab ile ce ğ i son noktaya dek ahlâklanm ak şe klin d e açıklarlar. İnsan, A l
la h ’ın kendisine verd iği yeten ekleri O ’nun çizd iğ i s ın ırla r çe rçeve sin d e
kullanınca kem ale erer.
İnsana y a ra tılış, akıl, kudret, İrade ve iste d iğ in i güzel bir şe k ild e ifa
de etm e üstünlüğünü verene, insan da tam bir kulluk ile şü kre tm e lid ir.
Şükrün en güzel şe k ild e yerin e g e tirilm e si ise, şü ph esiz ki itaattir.
532 — N isa : 13
533 — T a la k : 1
584 — T irm iz i H a s e n b ir h a d is tir.
247
İ SLÂM
A lla h ’a kul olana gelince, o hürdür. A lla h ’a itaat ettiği m üddetçe top
luma itaat eder. A lla h ’a itaat eden guruba itaatkârdır. Böyle bir toplumun
hakim ine itaatkârdır. Peygam bere itaatkârdır. Çünkü Peygam bere itaat,
A lla h ’a itaat etm ektir. «R e sû lü lla h ’a itaat eden A lla h ’a itaat etm iştir.»
M üslüm an her konuda A lla h ’a itaat eder. Y a ln ız O ’na kuldur. D iğer her
türlü kulluktan âzâddır. Onun için m üslüm an, insanların en ekm elidir.
— V—
insan A lla h ’ın e m irle rin i ve k e n d ile riy le kullarına terbiye verd iği şe y
leri gözden g e çirirse , her birinde kem al ve faydanın olduğunu görecektir.
Buna b a sit birkaç m isal v e re lim : .
— M üslüm an e sneyince e liy le ağzını örter. Böyle davranm ak mı da
ha iyi ve m ükem m eldir, yoksa küçük d ilin i e trafınd akilere gö sterm esi m i?
— M üslüm an aksırd ığ ınd a e lle riy le ağzını örter. Böyle davranm ak mı
daha iyi, yoksa ağzından çıkan tükürükle etrafın d akile rin yüzünü yıkam a
sı m ı?
— M üslüm an b ir yolda yürüdüğünde ağ ırba şlı ve m ütevazi bir ş e
kilde yürür. Böyle yürüm ek mi daha iyid ir, yoksa başkalarına ça lım sata
rak m ütekebbirane yürüm ek m i?
— M üslüm an kim senin m alına, nam usuna veya canına eziyyet et
mez. Böyle davranm ak mı daha iyid ir, yoksa başkalarının namusuna, ma
lına ve canına tecavüz etm ek m i?
A lla h hangi edep ve ahlâkla kulunu terbiye e tm işse m utlaka o, ke
m aldir ve ondan başka kem al yoktur.
A y rıc a Y üce A lla h mutlaka her hususta kuluna yol g ö ste rm iştir : «Sa
na bu kitabı herşeyi beyan etmek için ve bir hidayet, bir rahmet, mümin
lere de bir müjde olarak peyderpey indirdik.» (535)
Talim atlardaki bu şu m u llu lu k ve her birindeki kem al k arşısın d a ger
çek m üslüm an m utlaka bütün in san ların en m ükem m elidir. İslâm ahlâkı
535 — N a h l : 89
248
İNSANIN ÜZERİNDEKİ HAKLAR
şum ullu, üstün ve her yönden m ükem m el olm akla beraber tatbiki de müm
kündür. Y üce A lla h gücümüzün yetm ediği h içb ir şe y le bizi sorum lu tut
m am ıştır : «Din işinde üzerinize de bir güçlük yüklemedi.» (536) «Hiç kim
se gücünden ziyadesiyle mükellef tutulmaz» (537) «Allah size kolaylık
diler, güçlük dilemez.» (538)
İslâm ’ın e m irle rin i te ker teker in cele. H er birinin insanlık yararına
olduğunu ve insan gücünün çe rçe v e si içe risin d e bulunduğunu görürsün.
Namazı da, orucu da, haccı da, a lış - v e riş i de, diğer tüm e m irle ri de. Bun
lardan birini şö yle hafiften in celeşen, İslâm 'ın ne kadar kolay olduğunu
görürsün.
M e se lâ orucu ele alalım . Oruç, yılda bir ay m üslüm anlara farzdır.
M üddeti, fecrin, doğuşundan güneşin batışına kadardır. H ayızlı ve n ifaslı
kadın, orucunu bozmak m ecburiyetindedir. Hasta, orucunu bozabilir. M e ş
ru bir m azereti olan oruç tutm ayabilir. M isa fir, orucunu bozabilir. O ruç
tuttuğu takdirde hastalığı artan ve iy ile şm e si geciken oruç tutm ayabilir, v.s.
Bu m isalden, A lla h ’ın kullarına em rettiği e m irlerde ne kadar kolay
lık la r gö sterd iğini görürsün.
İnsanı en yükseğe götüren ve yaşanm ası kolay olan nizam, İslâm
nizam ıdır.
— VI —
A lla h ’a kullukta kem ale ermek; insanın yapm ası gereken bütün görev
leri yapm akla, başka bir ifadeyle herkese hakkını verm ekle olur.
a — A lla h ’ın hakkı vardır ve bu hakkın yerin e g e tirilm e si gerekir.
b — Anne - babanın hakkı vardır ve bu hakkın yerine ge tirilm e si ge
rekir.
c — Kocanın kadın üzerinde ve kadının kocası üzerinde hakkı var
dır ve bu hakların k a rş ılık lı b ir şe k ild e yerin e g e tirilm e si gerekir.
d — A krabaların hakları vardır ve bu hakların yerine g e tirilm e si ge
rekir.
e — Kom şunun hakları vardır ve bu hakların yerine g e tirilm e si ge
rekir.
f — İş ve sanatın hakkı vardır ve bu hakkın yerine g e tirilm e si ge
rekir.
536 — H a c c : 28
537 — B a k a r a : 233
538 — B a k a r a : 187
249
İ SLÂM
A — ALLAH HAKKI
A lla h ’ın haklarını şu şe k ild e ö ze tle y e b iliriz : A lla h ’ın zat, sıfa t ve f iil
lerine inanm ak. Peygam berler, m elekler, kitaplar, âh iret günü ve kader
gibi ken dilerin e inanm ayı em rettiği şe y le re inanmak. A y rıca R esûlüllah
(S.A.V.)’in d ili üzere b ild irile n şe y le re inanmak.
Sadece A lla h 'ı ilâh edinm ek ve O'nunla b irlikte başkalarına tapm a
mak.
B aşkasına ancak O ’na itaat çe rçeve sin d e itaat e d ilir. B aşkasını O ’n-
dan daha çok sevm em ek. B aşkasına dua etm em ek. Başkasına tevekkül
etm em ek ve yüceltm em ek. İbadet anlam ına gelen her şeyi O n d a n başka
sına yapmamak.
O ’nu daim a anmak. H er hareket ve davranışta O n d a n gâfil olm am ak.
A lla h ’ın nizam ının geçerli olduğu bir devletin kurulm ası için müslü-
manlara yardım cı olmak.
Yeryüzünde A lla h ’ın sözü hakim oluncaya kadar cihad etmek.
H er durum da Peygam berine uymak : «De ki : «Allah’ı seviyorsanız
bana uyun ki Allah da sizi sevsin.»
Em rettiği şe k ild e namaz kılm ak, oruç tutmak, zekât verm ek, hacca
gitm ek ve O ’na dua etmek. O ’nun hükmü neyse ona te slim olm ak. Heiâ-
lından yem ek ve m alın hakkını eda etmek.
Bütün bunlarla b irlikte A lla h 'ın haklarından diğer bir tanesi de, hak
ları sah ip le rin e verm ek ve bütün bunları s ırf A lla h ın rızasına kavuşm ak
250
_______________ ALLAHIN_______HAKKI
için yapm aktır. Bundan sonra kavuşm ak istediğin her hayıra dünyada da,
ahirette de kavuşursun.
Y üce A lla h şöyle buyurur : «Kim ameli ile dünya menfaatim isterse
dilediğimiz kimseye istediğimiz şeyi dünyada peşin veririz; sonra da onu
cehenneme koyarız; kötülenmiş ve rahmetten kovulmuş bir halde ona ula
şır. Kim de mümin olduğu halde ahireti isterse çalışmasını da onun için
yaparsa, işte bunların çalışmaları makbul olur.» (539)
O halde A lla h 'ın haklarından biri de, O'nun nizam ına yardım cı olm ak
ve isted iğ i nizam ı kurarak onda yaşıyan ferdlerden biri olm aktır. Bu niza
ma ta lip olanlar dağınık iseler, b irle şm e le ri için çalışm ak, peygam berine
uymak ve A lla h ’ın sözü en üstün oluncaya kadar çarpışm ak. Bunun için
A lla h ’tan başka bir kim seden m ükâfat beklem em ektir.
Y üce A lla h şöyle b u y u ru r: «De ki : Sizi bu tevhide (K u r’ân’a) ça
ğırmama karşılık sizden bir ücret istemem...» (540) «Şu ahiret yurdunu
(cenneti) biz, yer yüzünde ne bir zulüm, ne de bir fesad istemiyen kimse
lere veririz. İyi akibet sakınanlarındır.» (541)
Sen küçükken onlar senin iste k le rin i nasıl yerine g e tird iy se le r büyü
dükten sonra sen de onların iste k le rin i yerine getire ce ksin . G e çim in i sağ
la d ıla r sana hizm et e ttile r ve seni se vdile r. Büyüdükten sonra sen de on
ların geçim ini sağlayacak, onlara hizm et edecek ve onları seveceksin .
O n larla iyi g e çin eceksin . A nnenin hakkı, babanınkinden daha çoktur. Ç ü n
kü o, se n in le daha çok yorulm uştur. Seni karnında ta şım ış ve memele-
riden sü t v e rm iştir. Ne e şin i, ne çocuğunu ve ne de başka bir dostunu an
nenden daha üstün tutam azsın. Flesûlüllah (S.A.V.) kıyam et kopmadan
önce kişin in dostunu ana ve babasından daha üstün tutma sapıklığ ın a dü
şe ce ğ in i b e lirtm iştir.
Buharî ve M ü s lim ’de rivayet edilen bir hadiste şö yle buyurulur :
«Bir adam Peygam ber (S.A.V.)’e gelerek şö yle d e d i:
— Ya R esûlüllah, insanlar iç e risin d e ken disiyle iyi geçinm em i en çok
hakkeden kim dir?
— Annendir.
— Sonra kim dir?
— Annendir.
539 — I s r a : 18-19
540 — E n ’a m : 90
341 — K a sa s ; 83
251
İSLÂM
— Sonra kim dir?
— Yine annendir.
— Sonra kim dir?
— Babandır, buyurdu.»
Bu hak, İslâm sın ırla rı iç e risin d e vardır. Anne ve baba m üşrik olsa lar
bile. A n ca k iste k le ri islâm a ters düşünce, işte o zaman hakları yoktur. Y a
ratana isyan konusunda yaratılana itaat edilm ez.
Ebeveynin hakkı, onlara iyi davranm andır. O nlara kaba sö zle r söyle-
m em e lisin . O nların yanında toz kaldırm ak, onlardan yüksekçe bir yerde
oturm ak ve onların arkadaşlarına iyi davranmamak, haklarına aykırı hare
ket etm ektir.
Bu konuda tem el, A lla h ’ın şu buyruğudur : Rabbin kesin olarak şun
ları emretti : Ancak kendisine ibadet edin, ana babaya güzellikle muame
le edin, eğer onlardan biri veya ikisi senin yanında ihtiyarlık haline ula
şırsa, sakın onlara «öf» bile deme ve onları azarlama. İkisine de iyi ve yu
muşak söz söyle. (542)
Kocanın karısı üzerinde hakkı vardır. Bu hakkın bir kısm ın ı daha ön
ce an latm ıştık.
A ile n in her ferdinin diğe rle rinin üzerinde hakkı vardır.
Ç o cu kla rın babaları üzerindeki hakkı : Erkek olsunlar, kız olsu nlar
babalarının onları g iyd irm esi, yed irm esi, onlara iyi bir terbiye verm esi,
güzel bir isim le isim le n d irm e si ve gö revlerin i yerine g e tire b ile ce k le ri şe
kilde onları y e tiştirm e sid ir.
Ç o cu k adam se v iy e s in e gelin ce ye kadar İslâm ’dan sorum lu de ğ ildir.
Bu seviye, aşağı yukarı onbeş yaştır. A ncak bu se viyeye ulaşm adan ön
ce bir h a zırlık devresi vardır. Bu devrede çocuk, namaz, oruç, cihad, yüz
me, ata binme, savaş âle tle rin i kullanm a gibi şe y le re a lış tırılır. M e sle k
sahibi o lm asına ç a lış ılır. İyiliği nasıl em redeceği ve kötülükten nasıl sa
kındıracağı ö ğ re tilir. Her türlü hayırlı şe y le ri işlem e a lışk a n lığ ı kazandırı
lır. A k id e n in her yönü farz-ı ayndır. Kitap ve sünnetten bir şeyle r, farz-ı
kifayelerden biri ve ço cuklar arasında e ş itlik ve adalet gibi çocuk bağ
ları çocuğa ö ğ re tilir. Bu konuda kaynak çoktur. Bunlardan birkaç tanesini
aşağıya alıyoruz :
Hz. İbrahim ’in çocuklarına dua ve v asiyye ti :
«Bu dini, Hazreti İbrahim kendi oğullarına vasiyyet ettiği gibi, Haz-
reti Yakub da vasiyyet etti : «Ey oğullarım, şüphe yok ki, Allah, razı oldu-
542 — k r a : 23
252
ANA — BABA KARI — KOCA HAKKI
ğu İslâm dinini sizin için seçti. O halde siz, ancak müslüman olarak can
verin.» (543)
«Rabbim, beni gereği üzere namaza devam eden kıl, zürriyetimden de
böyle kimseler yarat... Ey Rabbimiz, duamı kabul et.» (544)
Lokm an'ın oğluna v asiyye ti :
«Bir vakit Lokman oğluna öğüt vererek şöyle demişti : «Yavrum, Al
lah'a ortak koşma. Çünkü Allah'a ortak koşmak, çok büyük bir zulümdür.
Biz insana, ana - babasına da tavsiye ettik. Anası onu meşakket üstüne
meşakketle taşımıştır. Sütten kesilmesi de iki sene içindedir. «Hem bana
ve hem de ana • babana şükret, dönüş ve geliş ancak banadır.» Bununla
beraber ana - baban bilmediğin bir şeyi bana ortak koşman için seni zor
larlarsa, bu takdirde kendilerine itaat etme. Onlara dünyada iyi bir şe
kilde sahiplik et ve bana yönelenin yolunu tut. Sonra dönüp bana gelecek
siniz de, ben, size yaptıklarınızı haber vereceğim. (Lokman öğüdünde de
vam la şö yle dem işti) : «Yavrum, yapılan iyi veya kötü iş, bir hardal tanesi
ağırlığında da olsa bir kaya içinde yahud göklerde veya yerin dibinde giz-
lense, Allah onu meydana çıkarır. Çünkü Allah Lâtif’dir (ilm i her gizli ş e
ye ulaşır.) Habîr'dir. her şeyin künhünü bilir.) Yavrum, namazı gereği
üzçre kıl, iyiliği emret ve fenalıktan alıkoy. Bu hususta sana isabet ede
cek eziyyete katlan; çünkü bunlar, kesin olarak farz kılınan işlerdendir.
(K ib irlile rin yaptığı gibi) insanlara yüzünün yanını çevirme ve yeryüzünde
çalımla yürüme. Çünkü Allah, her büyüklük taslıyan öğüngeni sevmez. Yü
rüyüşünde mütevazi ol, sesini alçalt, çünkü seslerin en çirkini, elbette ki
eşeklerin sesidir.» (545)
R esûlü llah (S.A.V.)’in de hem çocuklara ve hem de ço cuklar hakkın
da v e lile rin e pek çok va siyy e ti vard ır :
«Bir baba, çocuğuna, güzel bir terbiye vermekten daha iyi bir şey ve
remez.» (546)
«Kişinin çocuğuna terbiye vermesi, bir sadaka vermesinden daha ha
yırlıdır.» (547)
«Kim üç kız veya üç kızkardeş yahud iki kız veya iki kız kardeş bes
ler, onlara iyi terbiye verir ve evlendirirse, cennet onundur.»
«Çocuklarınızı Peygamber, ehl-i beytini ve Kur’an okumayı sevmek
üzere terbiye edin.»
543 — B a k a r a : 132
544 — İbrahim : 40
545 — L o k m a n ; 13-19
546 — Tirm izî
547 — E b u D a v u d
253
İSLÂM
Ç ocuklara vasiyye tle rind en :
«Ey çocuk, Allah’ın ismini an. Sağ elinle ve kendi önünden ye.»
«Ey çocuk, Allah'ın hakkını koruki, O da seni korusun. O ’nun dinini
koru ki, O ’nu yanında bulasın. İstediğin zaman, Allah'tan iste. Yardım di
lediğin zaman, O'ndan yardım dile. Şunu da bil ki, bütün insanlar bir şey
de sana faydalı olmak isteseler, ancak Allah yazmışsa sana faydalı ola
bilirler. Ve sana bir zarar vermek üzere bir araya gelseler, ancak Allah
yazmışsa sana bir zarar verebilirler. Kalemler kalktı ve sahifeler kurudu.»
Bu konuda tem el kaynak Yüce A lla h 'ın şu sözüdür :
«Ey iman edenler, kendinizi ve aile halkınızı öyle bir ateşten koruyun
ki, onun tutuşturucusu insanlarla taşlardır. (O ateşin) üzerinde öyle me
lekler vardır ki, çok sert, çok kuvvetlidirler. Allah kendilerine ne emretti
ise, o'na isyan etmezler ve emredildikten şeyi yaparlar.» (548)
D — AKRABA HAKKI ;
548 — T a h rim : 6
549 — M u h a m m e d :22
254
AKRABA HAKKI — KOMŞU HAKKI
E — KOMŞU HAKKI :
Kom şu hakkının asg a risi, onun namus, mal, can ve çocuğuna zarar
verm em ektir. Kötü kom şu insanı daima huzursuz eder. Daim a ondan korku
lur. Onun için kom şusuna bu asgari hakları verm eyen, hayır ve iy ilik le ri
ne kadar çok o lursa olsun cehennem e gire ce ktir. M ü s lim ’in rivayet ettiği
b ir hadis-i şe rifte şö y le buyurulur : «Komşusu onun kötülüklerinden emin
olmayan kimse cennete giremez.»
R esûlü llah (S.A.V.)’e çok namaz kılan, çokça gece namazına kalkan,
fakat kom şusuna eziyye t eden bir kadından b a h settile r R esûlü llah (S.A.V.):
«O, ateştedir,» buyurdu.
D iğer bir hadiste de şö yle b u y u ru r: «Vallahi iman etmemiştir... Kom
şusunun aç olduğunu bilerek tok yatan kimse.»
Bu dostluk ve iy ilik le rd e n sonra b ir sın ırla sınırlanm ayan durumlaı
gelir. Bu konuda da birkaç m isal ve re lim :
«İbn-i Ö m er’e bir koyun kestim . Evdekilere: «Yahudi kom şum a ondan
b irşe y v erd in iz mi?» dedi. «Hayır» dediler. Dedi ki : «Ona götürün. Re
sû lüllah (S.A.V.)’in şö yle dediğini duydum : «Cebrail bana komşuyu o ka
dar tavsiye etti ki, komşunun komşuya mirasçı olacağını sandım.» (550)
«Allah’a ve ahiret gününe inanan komşusuna iyi davransın.»
F — İŞ HAKKI
İşin de bir takım hakları vardır. İş sa hib inin onları yerin e getirm esi
gerekir. Bunları şu şe k ild e ö z e tliy e b iliriz :
İşi sağlam yapmak. Peygam ber (S.A.V.) şö yle b u y u ru r: «Sizden biri
niz iş yaptığında onu sağlam yapanı Allah sever.»
İşte başkasını aldatm am ak. Peygam ber (S.A.V.): «Aldatan bizden de
ğildir» buyurur.
İş sahibi sözünde duracak. Çünkü m ü nafıklığın alam etlerinden biri :
«Söz verdiğinde sözünü tutmamaktır.»
İş sahibi tü ccar ise kim seyi aldatm am ası, yalan sö ylem em esi ve ye
min etm em esi. Bu konuda da Peygam ber (S.A.V.) şöyle buyurur : «Güve
nilir ve doğru olan tüccar peygamberler, sıddıkler ve şehitlerle beraber
dir.»
«Yalan yemi.: ticaret eşyasını sattırır ama kazancı götürür.»
255
İSLÂM
G — MÜSLÜMANLARIN HAKKI :
551 — K a sa s : 26
552 — Y u su f : 55
553 — K ü tü b -i H a m se
256
___________________ MUSAFAHALAŞMAK
M üslüm anın haklarından biri de, ona selâm verm ektir. H adiste şöyle
buyurulur: «Nefsimi kudretinde tutana yemin ederim ki, inanmadıkça cen
nete girmezsiniz. Bir birinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Size
bir şeyi haber vereyim mi? Onu yaptınız mı, birbirinizi seversiniz. Selâmı
aranızda yayın.» (554)
D iğer bir hadiste de şö yle buyurulur : «Binek üzerinde olan, yayana
veya oturana ve az çoğa selâm verir.»
M usafahalaşm ak da, selâm dandır. Peygam ber (S.A.V.) şöyle buyu
rur : «Karşılaşıp musafahalaşan iki müslüman birbirlerinden ayrılmadan
önce günahları bağışlanır.
Y in e şöyle buyurur : «Musafahalaşın. Musafahalaşmak, kinleri giderir.
Hediyeleşin. Hediyeleşmek, birbirinizi sevmenize vesile olur. Aranızdan
düşmanlık çekilip gider.»
H astalandığında m üslüm anın ziyaretin e gitm ek, yine m üslüm anın hak
larındandır. Hadis-i şe rifte şöyle buyurulur : «Bir hastayı ziyaret eden, dö-
nünceye kadar cennet meyvelerinin içerisindedir.» (555) Y in e şöyle buyu
rulur : «Kim bir hastayı ve Allah için bir kardeşini ziyaret ederse bir çağı-
rıcı (m elek) ona şöyle der : «Ne mutlu sana. Yürüyüşünle mutlu oldun. Ve
cennetten bir mesken edindin.» (556)
«Kim güzelce abdest alır ve hayrım umarak bir kardeşini ziyaret eder
se yetmiş harif mesafelik ateşten uzaklaştırılır.»
M üslüm anın haklarından bir tanesi de, cenazesinin peşinden gid ilm e
sid ir Peygam ber (.SA.V.) şöyle buyurur : «Kim bir cenazenin peşinden gi
der ve onu üç defa taşırsa, o cenazenin, kendisi üzerindeki hakkım yerine
getirmiştir.» (557)
M üslüm an aksırdığında ona «yerham ukellah» dem ek yine onun hak
larındandır. Peygam ber (S.A.V.) şö yle buyurur : «Sizden biriniz aksırdığın
da «elhamdu lillahi ala külli hal (her durumda Allah’a şükürler olsun)» de
sin. Kardeşi de ona «yerhamukellah (Allah sana rahmet etsin)» söylesin.
O da şöyle karşılık versin : Allah sizi hidayete erdirsin ve kalbinizi islâh
etsin.» (558)
M üslüm anın haklarından diğer bir tanesi de, seni davet ettiğinde da
vetine icabet etm endir. Peygam ber (S.A.V.) şöyle buyurur : «Davet edildi-
554 — M üslim
555 — N e sa i h a riç K ü tü b -i H a m se
556 — M ü slim
557 — T irm iz î
558 — B u h a r!
257
İ SLÂM
ğsn zaman davete icabet et.» İbn-i Ö m er oruçlu olduğu (Ramazan orucu d ı
şında) halde düğün ve diğer davetlere giderdi. (559)
Ebu D avud’un naklettiği b ir hadiste de şö y le buyurulur : «İki davet bir
arada yapıldığında kapısı daha yakın olana icabet et. Çünkü kapısı daha
yakın olan daha çok komşudur. Şayet biri diğerinden daha önce davet et
mişse, daha önce davet edene icabet et.»
M üslüm anın haklarından b iris i de, onun hakkında iyi zan beslem en,
ayıp ların ı araştırm am an, onu kıskanm am an, en güzel is im le riy le onu ça ğ ır
man, ona tam k a rd e şlik gösterm en, zulüm etm em en ve onu küçüm sem e-
m endir. Onun m alına canına ve namusuna eziyyet etm em endir. Bu konu
da R esûlü llah (S.A.V.) şö y le buyurur :
«Zandan sakının. Zan, sözün en yalanıdır. Biribirinizin ayıplarınızı
araştırmayın. Biribirinizle mücadele etmeyin. Biribirinizi kıskanmayın. Bi
rbirinize buğzetmeyin ve biribirlerinizle ilişkilerinizi kesmeyin. Allah’ın
emrettiği şekilde Allah’ın kardeş kulları olun. Müslüman, müslümanın kar
deşidir. Ona zulüm etmez. Onu yardımsız bırakmaz. Ona hakaret etmez.
Kişiye kötülük olarak müslüman kardeşine hakaret etmesi yeter. Müslü-
manın her şeyi müslüman üzere haramdır. Malı da, kanı da, namusu da.
Allah (C.C.) sizin suretlerinize, vucüdlarınıza bakmaz. Lâkin kalblerinize
ve fiillerinize bakar. (Göğsünü işaret ederek) Takva buradadır. Takva bu
radadır. Takva buradadır. Sizden bir kısmınız başka bir kısmınızın satışı üze
re satış yapmasın. Allah’ın kardeş kulları olun. Müslümanın kardeşinden
üç günden fazla dargın kalması helâl olmaz.» (560)
«Ac olanı yedirin. Hastayı ziyaret edin ve esir düşeni kurtarın. (561)
M üslüm anın haklarından diğer bir tanesi, s ırrın ı açığa vurm am aktır.
Ona yardım etm ek yine haklarından b irid ir. M üslüm an m üslüm ana yardım
eder. Onu g iyd irir. Z orlu kların ı kola y la ştırır. İhtiyacını giderir. M üslüm an
y aşlıya hürm et edilir. Küçüğe şe fka t g ö ste rilir. H akları korunur. Bu ko
nuda tem el şudur :
«Küçüğümüze acımayan, büyüğümüze değer vermeyen ve iyiliği em
redip kötülükten sakındırmayan bizden değildir.» (562)
«Kim kardeşinin namusunu korursa, Allah da kıyamet gününde ateşi
onun yüzünden uzaklaştırır.» (563)
559 — N e sa i h a riç K ü tü b -i H a m se
560 — M ü slim
561 — B u h a ri
562 — T irm iz i
563 — T irm iz i
253
GAYRİMÜSLİMLERİN HAKKI
564 — M ü slim
565 — B u h a rî, M ü slim
566 — Ebu D avud
567 — Ebu D avud
568 — E b u D a v u d , N e sa î
259
I — DEVLETİN HAKKI
Ü ç ç e ş it d e vle t vardır :
1 — K â fir devlet.
2 — Fasık M üslüm an devlet.
3 — Salih M üslüm an devlet.
D e v le t kâfir ise m üslüm anın görevi, onunla savaşm aktır.
M üslüm an, fakat fa s ık ise, m üslüm an en azından fâ sık lığ ı konusunda
ona yardım cı olmaz.
Peygam ber (S.A.V.) sahabelerinden birine öğüt verirken şöyle buyu
rur: «Ya Kâb b. Acrete, benden sonra gelecek bazı idarecilerden Allah’a
sığınmanı dilerim. Onların kapılarına gelerek yalanlarını doğrulayan ve zu
lümlerinde onlara yardımcı olan benden değildir. Ben de ondan değilim.
Ve o havuz başında yanıma gelmeyecektir. Kapılarına gitmeyip onları doğ
rulamayan ve zulümlerinde onlara yardımcı olmayan bendendir. Ben de on-
danım. Ve havuz başında yanıma gelecektir.» (569)
569 — T irm iz ı
570 — B u h a rı
571 — Kütüb--i H a m se
572 — B u h a ri, M ü slim ,
573 — B u h a ri, M ü slim , N esaî,
260
DEVLETİN HAKKI
— VII —
261
İ SLÂM
«Ben her mümine kendisinden daha yakınım. Kim bir borç veya kayıp
bırakıp ölürse, o, bana aittir. Ve kim mal bırakırsa, o da varislerinedir. Ben,
sahibi olmayanın sahibiyim. Onun malının varisiyim ve borçlarını da ben
öderim. Dayı da, başka sahibi olmayanın sahibidir. Ölenin malının varisi
dir ve borçlarını da, o, öder.»
«Hepiniz çobansınız ve güttüğünüzden sorumlusunuz. Devlet başkanı
çobandır ve güttüğünden sorumludur. Kadın, kocasının evinde çobandır
ve güttüğünden sorumludur. Hizmetçi, efendisinin malının çobanıdır ve
güttüğünden sorumludur...» (574)
M üslüm anın devlet başkanı üzerindeki hakkı, devlet başkanının, onun
ih tiya çla rın ı tem in etm esid ir. Peygam ber (S.A.V.) şö yle buyurur : «Allah’ın,
mğslümanların işlerinin başına geçirdiği kimse, onların ihtiyaç ve fakirlik
lerinin önüne geçerse, kıyamet gününde de Allah onun ihtiyaç ve fakirliği
nin önüne geçer.» (575)
Y in e m üslüm anların devlet başkanı üzerindeki hakları, devlet başka-
mnın onlara ha in lik yapm am ası ve onları aldatm am asıdır. Peygam ber (S.-
A.V.) şö yle buyurur : «Allah’ın bir topluluk başına geçirdiği kimse onları
aldatarak ölürse, Allah cenneti ona haram kılar,» (576)
D e vlet başkanı adaletle onları idare edecektir. O nlara yum uşak dav
ranacak ve acıyacaktir. Peygam ber (S.A.V.) şö yle buyurur : «İşleri yürüt
menin en kötüsü, zorbalıkla olanıdır.» (577)
M üslüm anın haklarından diğer bir tanesi, şüpheli bir durum olm a
dığı halde izin siz d e v le t tarafından e vinin aranam am asıdır. M üslüm an dev
leti tenkit eder. H aklı olduğu zaman m ertebesi ne olursa olsun devlet bu
tenkidi dinlem ek m ecburiyetindedir. Y a ln ız d inlem ekle de kalmaz, haklı
tarafları hemen uygulam aya koyar. A sk e rin bile b e lli bir müddetten son
ra a ile s iy le görüşm esine engel olunamaz.
Şu noktaya da dikkat e d ilm e lid ir. M üslüm anın haklarını m ükem m el
bir şe k ild e alab ilm esi için, gö re vlerin i m ükem m el bir şe k ild e yerine getir
m esi gerekir. G ö revle rin i yerin e getirm eyenin cezası, haklarını tanrı bir ş e
kilde alm am asıdır. H erkes bütün gö revlerin i yapınca ancak bütün hakla
rına kavuşur.
574 — N e sa ı h a r iç K ü tü b -i H a rz e »
575 — E b u D a v u d , T irm iz î
576 — B u h a ri, M ü slim
577 — M ü slim
262
DEVLETİN HAKKI
— VIII —
263
İ SLÂM
şuna gitmeyen bir işi, insanların gönlünü almak için yaparsa, Allah onun
işini insanlara bırakır.» (580)
— IX —
5Ü0 — T irm iz i
581 — M e ry e m S u re s i
264
________ ___ DEVLETİN HAKKI
diğer insanlarla yarışsın . Şayet bu duygu kıskan çlığa dönüşür ve ken d isi
nin ulaşam adığı her iy iliğ e hiçbir kim senin ulaşm am asını dilem e şe k lin e
girerse, bu bir h a sta lıktır ve bu hastalıkla insan kem ale erem ez. A h lâ k î
hastalıkların hepsi bu durum dadır. Onun için d ir ki İslâm, güzel ahlâkın na
s ıl yerle şe ce ğ in i öğrettiği gibi ahlâkî hastalıklardan korunma y o lların ı da
gö sterm iştir.
B öylece kötülüklere giden yolu tıkayan ve insan fıtratına uygun dü
şen b iric ik yol, İslâm olm uş oluyor.
İnsanın cesedi vardır. Bu cesedin g e lişm e si, gü çlenm esi, korunm ası
ve her organının kulla nılm ası gereken yerlerin dışında kullanılm am ası lâ
zım dır. C e se d in i her türlü hayra yükselten ve onu her türlü zararlı şe y
lerden uzak tutan ve her organını kulla nılm ası gerekli olan yerlerde kul
lanan insan, ancak m üslüm andır. İslâm aklî yeten eklerin de bu yolda kul
lanılm asın ı ister. M üslüm ana, düşünm esini ve tecrübeye değer v e rm e si
ni em reder. D e lils iz olarak bir şeye inanm asını yasaklar. İlim öğrenm e
sin i farz kılar, ilm i sevdiğ i kadar h içb ir şeye sevgi b eslem em esini ister...
İslâm, ruhî yeten ekle ri de bu yolda kullanır. Ruh ebediyete yön eliktir.
İslâm da, ebedî nim etlerin yolunu ona gösterir. Ruhun zarûrî ih tiyaçları
vardır. İslâm, bu ih tiya çla rın tem ini için en güzel yolu se çm iştir. İslâm-»
da insanın h içb ir yeteneği iş s iz kalmaz. Her yetenek y e rli yerinde kulla
n ılır. B öylece insan her yönüyle kem ale erer.
Kem ale giden bir yol vardır ve o da İslâm ’dır.
Netice : İnsan ancak İslâm î ahlâkla kem ale erer. Çünkü :
1 — İslâm, insanın ruhî, İlmî, aklî ve ce se d î yani bütün yeten eklerini
en sa ğ lık lı yoldan harekete geçirir. H içb ir yetenek iş s iz kalmaz. İlim, farz
dır. Düşünm ek, farzdır. F ıtrî ahlâkı kazanmak farzdır. Beden eğitim i farz
dır. H anefî fa kih le rin b e lirttiğ i gibi evlenm ek ibadete çekilm ekten daha
hayırlıdır.
2 — İnsanın rûhî yeten ekle rinin çoğu kullan ılm ad ıkla rı takdirde ö lür
ler. İslâm ’da beslenm eyen h içb ir rûhî yetenek yoktur. Sevgi, cöm ertlik,
hilim , hidayet, acıma...
3 _ K ısk a n çlık , kin, tekebbür, böbürlenm e gibi birçok rûhî hastalık
kâfirlerd e g e lişir. İslâm ’da ise bu gibi rûhî h a sta lıklar sökülüp atılır.
4 _ jnsan v arlığ ın ın hikm etini ancak İslâm î ahlâkla g e rçe k le ş tire b i
lir. İnsan ancak bu ahlâkla kâinatın e fe n d iliğ i ve A lla h ın kulu olm a m er
tebesine ulaşabilir.
5 _ insan olsun, hayvan olsun, canlı olsun, cansız olsun her şeye
hakkını veren sadece İslâm dır.
265
______________________ I S L Â M
266
DEVLETİN HAKKI
A y rıc a toprak m ahsu lle riyle beslen e n le rle daha çok etle beslenen
lerin ahlâkı fa rklıdır.
A h lâ k ın iy isi vardır, kötüsü vardır. Tem izi vardır, çirk in i vardır. A ld a t
mak kötü bir ahlâktır. Hem sahibi ve hem de in san lar için kötü n e ticele r
doğurur. Sahibine kötülüğü, nihayet insanlar onun bu ahlâkının farkına va
racak ve ona güvenleri kalm ayacaktır. Tüccar ise ifla s edecek, doktor ise
hastası olm ayacak vs. İnsanlara olan zararına g elince, in san lar da is
teklerin e onun yüzünden kavuşam azlar.
Sözünde durm am ak kötü bir ahlâktır. İnsanların hayatlarına zararlıdır.
N ice v a k itle r bunun yüzünden kaybolup gider. V e rile n sö zle re güven
azalır.
Yalan, kötü b ir ahlâktır Y alanla birçok haklar yen ilm ekte ve görevler
aksam aktadır. Yalan, sö zle re güvenin azalm asına ve birçok sosyal hasta
lık la rın doğm asına v e s ile olur.
A n ca k herhangi bir ahlâka iy id ir veya kötüdür dam gasını vuracak
olan kim dir?
A k ıl, yaln ız başına hangi ahlâkın iyi ve hangisinin kötü olduğunu kes
tire b ilir m i?
Veya tecrübe yaln ız başına bu neticeye v a ra b ilir m i?
Şü ph esiz ki akıl sa ğ lık lı bir şe k ild e düşünse bir kısım ahlâk için sağ
lam hüküm ler v e re b ilir. Örneğin, insan erkeğin erkekle cin si m ünasebet
kurm asını sa ğ lık lı bir şe k ild e düşünecek olsa, bunun ya ra tılışa uygun o l
m adığı sonucuna v arab ilir. Çünkü bunu düşünen insan, c in s î şehvetin
kadın ve erkekte k a rşılık lı bir şe k ild e yaratıld ığ ın ı ve bu c in s î b irle şm e
nin insan cin sin in devamı için bir sebep olduğunu b ilir. Erkeğin erkekle
b irle şm e si y a ra tılışa uygun değildir. Erkeğin erkekle b irle şm e si insan
ruhunu tik sin d ire n bir şeydir.
N e tice olarak akıl, erkeğin erkekle b irle şm e sin in kötü bir davranış
olduğuna hüküm vere b ilir.
İnsan te c rü b e le riy le bugünün işin i yarına bırakm anın kötü bir ahlâk
olduğunu an layabilir. Çünkü bu şe k ild e erte lem ele rin işle ri b iriktird iğ i ve
neticede insanı zor durum larda bıraktığı a n la şıla b ilir.
Lâkin şunu da göz önünde bulundurm alıyız: İnsanın akıl ve tecrüb e
leri her akıl için hüküm verm eye ehil olm adıkları gibi varılan netice de
her zaman kesin değildir.
1 — Çünkü insan aklı herşey için hüküm v e re b ile ce k bir kapasitede
değ ild ir.
267
İSLÂM
582 — E n ’a m : 90
583 — N is a : 23
584 — M a id e : 3
268
DEVLETİN HAKKI
— II —
Daha önce ve sonra beşeriye tin tanıdığı iyi ahlâkın bütün g ü ze llik
lerini bir arada toplayan bu m ükem m el ahlâk yerine g e tirild ik çe insan yük
se lir. Ne derece aksi de y a p ılırsa in san ’ın se v iy e si o derece düşer.
Bu ahlâk, insanda var olan in san lık sıfa tın ın onunla ölçüldüğü bir ö l
çüdür. İnsan ondan ne kadarını alırsa, se v iy e si de o kadar y ü kse lir.
535 — N a h l : 89
5 3 6 — Y u su f : 111
269
İSLÂM
587 — A s r S û re s i
58 8 — M a id e : 35
270
DEVLETİN HAKKI
271
İ SLÂM
590 — M ü c a d ile : 22
591 — B a k a ra : 2-3
272
İSLAM
Y ü c e A lla h şö yle b u y u r u r :
«Yoksa Allah içinizden cihad edenlerle sabredenleri belli etmeden
cennete gireceğinizi mi sandınız ?» (592) «Andolsun, sizi imtihana sokaca
ğız, tâ ki içinizden mücahidleri ve sabır gösterenleri meydana çıkarolım ve
haberlerinizi imtihan meydanlarına örnek yapalım.» (593)
Sözün ü ettiğ im iz â ye tle r beş a h lâ k î kaideyi z ik r e tm iş le r d ir :
1 — A lla h o n la rı sever. O n la r da O'nu.
2 — M üm in lere karşı a lç a k gönüllü.
3 — K â firle re karşı onurlu ve b a şla rı yukarı.
4 — A lla h yolunda cih ad e d e rle r ve a y ıp la y ıcıla rın a yıp lam ala rın d an
korkm azlar.
5 — Sizin d o stu n u z y aln ız A lla h ve Peygam beridir, b'.r de iman e d e n
lerdir ki, o n la r A lla h 'ın e m irlerine boyun eğerek nam aza devam e d e r le r .
B urada d ikk a tim izi çeken durum : M ü ca d ile sû resin d e geçen âyet,
b e şin ci sıfa t diğer sıfa tla rın zirvesin d e olduğu için y aln ız onu zikretm iştir.
Y ani bu sıfat, y aln ız ba şın a değ ildir. İnsan A lla h ’ ın hizbi için gerekli olan
beş sıfa tı ta şım a d ık ça , A lla h ’ın hizbinin sıfa tla rın ı ta şıy o r sayılm az. M ü
m inlere karşı o lç a k gönüllü olm ayan A lla h ’ın hizbi olm a m ertebesinde s a
yılmaz. C ih a d etm eyen bu m ertebede sayılm az. A lla h 'ı sevm eyen ve A l
la h ’ın da onu sevm ediğ i kim se bu m ertebede sayılm az. Kim m üm inlerin
d ışın d a k ile re do st ve yardım cı o lu rsa bu m ertebe ehlinden sayılm az. A l
lah ve R esulünden b a şk a sın ı ken d isin e dost edinen bu m ertebenin e h lin
den sayılm az.
D inden dönm enin ya y g ın la ştığ ı ç a ğ ım ızd a bu a h lâ k ı e tra flıca anlatm ak
bir zaru ret halini alm ıştı. A y rıc a bu konu e tra flıca a n la tılırsa m ü stakil bir
kitapta a n la tılm a sı gerekiyordu. Onun için bu konuyu «Cundullah : Sekafe-
ten ve Ahlâken» isim li kitapta e tra flıc a anlattık. O ra d a bu beş sıfatı e t
ra flıca aç ıkla d ık. D ostluğun m ana ve sın ırla rın ı izah ettik. A lla h se vg isin e
götüren yolları K ita p ve sünnete d a yan a rak a ç ık la d ık . M ü m in le re karşı a l
ça k gön üllü ve k â firle re karşı onurlu ve başı yukard a olm anın k a p sa m la rı
nı anlattık. İslâm ’d a cih ad ın çe şitle rin i ve her çe şid in in n asıl y a p ıla ca ğ ın ı
a çıkla d ık. B ö yle ce bu kitap ça ğ ım ızın m üslüm anının ih tiya ç duyduğu bir
kitap niteliğin i kazandı. Ç ü n kü çağdG ş İslâm üm m etinin prob lem lerini
çö züm le m e k için m ü slü m an ların hareket n o ktası bu kitap ta dile getiriliyor.
A y rıc a ça ğ d a ş m üslüm anın ih tiya ç duyduğu b irço k m esele ele alınm ıştır.
Kitap, konu b akım ınd an bu kitap la ilişkilid ir. İslâm ah lâk ın ın tem el k a id e
lerini mükemmel bir şekilde öğrenmek isteyen o kitabımıza m ü ra caa t
etsin.
HAYAT NİZAMLARI
MUKADDİME
İslâm için, onu koruyan ve gözeten bir devletinin olm ası şarttır...
N e fsi arzularının peşinden koşanlardan, sa pıkların sapıklıklarından,
zınd ıkların zınd ıklıkların dan, kâfirlerin şüphelerinden inancın korunm ası
ve dinden dönenlere m ürtedlik hükmünün uygulanm ası için İslâm î bir dev
letin v a rlığ ı zarûridir. Hadis-I şerifte: «Dinini değiştireni öldürünüz» buyU-
rulm aktadır. Ö ldürm ek için bir devletin varlığ ı gereklidir.
İbadetlerin yerine g e tirilm e si İçin İslâm î bir devletin olm ası lüzum lu
dur. Tâ kİ namaz konusunda te m b e llik edenler te'dip e d ilsin , zekât ver
m eyenler ce zala n d ırılsın , oruç tutm ayanlar takip e d ilsin ve güçleri yettiği
halde hacca gitm eyenlere gereken ceza v e rilsin .
Canların korunm ası için İslâm î b ir devlete ihtiyaç vardır. «Ey iman
edenler, öldürülmüşler için size kısas (misilleme yapmak) farz kılındı...»
(594) «Ve bu kısasta sizin için bir hayat vardır, ey tam akıl sahipleri. Ge
rek ki, haksız adam öldürmekten korunursunuz.» (595)
N am usların korunm ası için İslâm î b ir devlete ihtiyaç vardır: «Bu bir
süredir ki, onu indirdik ve onda helâl ile haramı beyan ettik»... (596) «Zi
na eden kadın ve zina pden erkeğin her birine yüz değnek vurun...» «İf
fetli müslüman kadınlara zina iftira edenler, sonra dört şahit getireme
yenler (varya) işte bunlara seksen değnek vurun.» (597)
M alla rın korunması İçin devlet şarttır: «Mallarınızı aranızda batıl ile
yemeyin...» (598)
Cihadın yap ılm ası için İslâm î bir devletin olm ası şarttır: «Ey mümin
ler, önce, kâfirlerden size yakın bulunanlarla savaşın. Onlar sizde şiddet
ve kuvvet bulsunlar. Biliniz ki Allah takva sahipleriyle beraberdir.» (599)
A lla h sözünün üstün olm ası için İslâm î bir devletin varlığ ı şarttır.
İslâmî koruyan bir devleti olm ayınca m üslüm anlar z e lil duruma düşer.
İnsanlardan baskılardan kurtularak, şe h ve tle re ve iste k le rin i yapmağa
kavuşm ak iste rle r. «Eğer Allah onların keyiflerine tabi olsaydı, göklerle
594 — B a k a r a : 78
595 — Bakara : 79
596 — N ur : 1
597 — N ur : 4
593 — B a k a ra : 183
H A Y A T N İZ A M L A R I
599 — T c v b s : 123
600 — M u m in û n : 71
601 —• M ü n afik u n : 8
602 — ÂI-i Im ra n : 139
27G
__________ _______________ İ S L Â M
mez. N itekim günümüzde durum budur. Bugünkü ca h iliy e tin in san lığı çık
mazlara sürükleyerek ona sunduğunu güzel gösterm e s in s iliğ in i durdur
mak ve insanlığı her alanda yükseltm ek için te k çözüm yolu; İslâmî bir
devletin kurulm asıdır. Yüce İslâm dininin te b liğ i için İslâm î bir hüküme
tin varlığ ı zaruridir. İnanç açısından zorlanm aksızın in san lığın A lla h ’ın dü
zenine boyun eğm esi, insan gibi hayvanların da İslâm ın rahm etinden is ti
fade etm eleri ve insanın diğer bir insanın zulm ünden kurtulm ası için İs
lâm î bir devletin olm ası şarttır. Çünkü tüm adalet ancak A lla h 'ın düze
ninde g e rçe k le şe b ilir. A lla h 'ın düzeninin hakim olm adığı b ir yerde ya bir
fert veya bir sın ıfın b askısı vardır. Hangi idare olursa olsun, İslâm ’ın ida
re siste m in e uym uyorsa, gerçekte o idare insanın başkasına kölele şm e
sid ir. D em okrasi, so syalizm v!s. gibi...
Netice olarak : İslâm devletinin olm adığı yerde İslâm î halkalar teker
teker çözülür. Hadis-i şe rifte şöyle buyurulur; «İslâm î halkalar çö zü le ce k
tir. İlk çözülen halka idaredir. Sonuncusu da namazdır.» İslâm ’ın diğer hal
kaları, ancak idare halkası çözüldükten sonra çözülürler. İlk halka sağ
lam kaldığı m üddetçe diğerleri de devam lıdır.
Bu halkaların hepsi m üslüm anın görevleri olduklarından ve hepsi de
ancak İslâm î bir devletçe korunacaklarından İslâm î bir devletin kurulm ası
farzdır. Çünkü, ancak ken disiyle vacip yerin e g e tirile b ile n şey de, v a cip
tir. Onun için ça lışm a k ise, her m üslüm an için farz-ı ayndır. Çünkü her
farz-ı kifaye yerine g e tirilm e d ik çe farz-ı ayn durumundadır.
— II —
İslâm devletinin üzerinde kurulacağı tem el, A lla h 'ın şeriatına bağlı
lıktır. Bu devlet m üslüm anların ira d e le riyle işbaşına geçecek, A lla h ’ın hü
küm lerini uygulayacak ve O'nun e m irle rin e uymayan davranışlara engel
olacaktır.
Salih bir idarenin olm ası, salih kim se le rin varlığ ına m uhtaçtır. Salih
kim seler işbaşında olm adıkça İslâm da yoktur. A y rıca idarenin her ırıües-
se se sin in bir siste m i vardır. Bunların hepsi de İslâm î olm adıkça, İslâm
devleti de yoktur. Ve bu sis te m le r pratiğe aktarılm adıkça yine İslam yok
tur.
K ısa ca sı : D evletin m ü essese ve organlarının hepsi İslâm ın boya
sıyla boyanm adıkça o devlet, İslâm devleti değildir.
Üm m etin bütün dü şünceleri, folkloru, kültürü, m edeniyeti İslâm dü
şüncesine uym adıkça İslâm devleti vardır denemez.
M üslüm anların iradelerine dayanmayan hükümet, zalim bir hüküm et
tir. Hakkı hak sahiplerinden zorla a lm ıştır.
277
___________________ HAYAT NİZAMLARI
İslâm devleti kendine has m ü e sse se le riyle tek bir çe şittir. Ümmet,
vatan, idare, savaş s is te m le ri kendine hastır.
A y rıc a İslâm ’ın kendine has İktisadî, askerî, te ş riî ve s iy a s î siste m
leri vardır. Bütün bunlardan ortaya şu netice çıkıyor: Genel m eselelerde
İslâm 'ın nazariyesi b iric ik tir ve in san lar'ın ferd olarak toplum olarak ya
rarları bu nazariyeye uym alarındadır.
İnsanlık, m utluluğa erm ek için aklına gelen her yolu denedi. Hala da
denem ekte devam ediyor. A m a bütün bu denem elerin sonunda: A c ı, ke
der, huzursuzluk, anarşi, sa p ık lık , zulüm, kan dökme, insan şere fin i ayak
lar altında çiğnem e ve yü kse k değerleri yıkm a gibi durum lar ortaya çıktı.
Ve in san lığın önünde tek b ir sa ğ lık lı yol vardır: A lla h ’ın yolu, A rtık insan
lık onu denem ek m ecburiyetindedir.
İnsanlığın başına salih, ad aletli, âlim ve tem iz insanlar geçerek her
yönüyle kâm il ve âdil İslâm düzenini uygulam adıkları m üddetçe bu a cıklı
anarşiden kurtulam ıyacaktır.
Bu bölüm de İslâm ’ın, hayatın genel konularında ile ri sürdüğü görüş
leri anlatacağız.
603 — E n b iy a : 92
604 — M u m in û n : 62
278
İ SLÂM
Hz. M uham m ed’den önce İslâm dini m illi bir din şeklinde ortaya ç ı
kıyordu. Yani peygam berler sadece kavim lerine gö nderiliyorlardı. N itekim
Kur an-ı Kerim Hz. Nuh (A.S.)’ın Hz. Şuayb [A.S.)’ın, Hz. Salih (A.S.)’m...
kendi kavim lerine gön de rildikle rini ifade etm ektedir. H epsi de hitap et
tik le ri zaman «Ey kavmim» şe klind e hitap ediyordu. Hz. İsa’nın şöyle de
diğini rivayet ederler: «İsrailin sapık hu rafecilerin e gönderildim .» Resû-
lüllah (S-A.V.)’de şöyle buyurur : «Peygamber sadece kendi kavmine gön
derilirdi.»
Am a Hz. M uham m ed (S.A.V.)'in g ö n derilm esiyle İslâm dini m illilik
çerçevesinden çıkarak bütün insanlığı içine aldı. A rtık nidâ: «Ey insanlar»
«Ey insan» şe k lin e dönüştü. Bütün in san lar tek bir peygam bere uymakla
m ükellef tutuldu. Ondan sonra peygam ber gelm eyecektir. Daha önce ge
len peygam berlerden birine uymak da kabul edilm eyecektir. «Muhammed
Allah’ın Resûlüdür ve peygamberlerin sonuncusudur.» (605) R esûlüllah
(S.A.V.) de şöyle buyuruyor : Benden sonra peygamber gelmeyecektir.»
«Şayet Musa (A.S.) hayatta olsaydı, bana uymaktan başka yolu yoktu.»
«Hem Allah vaktiyle peygamberlerin misakını (bağlılık sözünü) şöyle al
mıştı: «Celâlim hakkı için, size kitap ve hikmetten verdim. Sonra size, be-
raberinizdekini tasdik eden bir peygamber geldiğinde mutlaka ona iman
edeceksiniz. Bunu ikrar ettiniz mi ve bu ağır ahdimi üzerinize alıp kabul
lendiniz mi?» buyurdu. Onlar: «İkrar ettik» dediler. Allah şöyle buyurdu:
«Öyle ise birbirinize karşı şahit olun, ben de sizinle beraber şahidierde-
nim.» (606)
Böylece in san lığın tam am ı; ırk, renk, dil ve ülke farkı olm aksızın; be
yazı, siyahı, sa rısı, k ız ıld e rilisi; A s y a lıs ı, A v ru p a lısı, A m e rik a lıs ı, Okyanus-
yalısı... tek bir peygam bere üm m et oldu. Bütün in san lığın onu peygam ber
ve tek lid er kabul etm esi farzdır. Onun ge tirdiği şe ria t ve dine te slim ol
mak m ecburiyetindedir. Bütün m ille tle r peygam berin davetine m üsbet ce
vap v e rirle rse , hepsi tek bir üm m et olur. Am a m ille tle rin tamam ı icabet
etmez ise, kabul edenler, İslâm üm m etini meydana g e tirirler. Her müslü-
man fert, bu İslâm üm m etinin b ir üyesidir. Ferd bunu ikrar etm edikçe ve
bu şuurla şuurlanm adıkça m üslüm an sayılm az. Çünkü bu m esele herkesçe
bilinen d in î zaruretlerdendir. Bunu inkâr eden kâfirdir. İslâm üm meti tek
b ir üm m ettir ve fe rtle rin d e n her biri, onun üyesid ir.
2 — Islâm üm meti b irliğ in in dış görünüşleri de çoktur ve biri birine
bağlıdır. M üslüm anlar bu m efhum larla b irib irle rin e sık ı sık ıy a bağlıdırlar.
Bu m efhum lardan her biri, diğ e rle rin i destekler. Ö yle ki bu b irlik tam ak
raba bağlarla bağlanm ış gibidir. Bu b irliğ in görüntülerinden bazısı
605 — A h z a b : 40
606 — Al-i Imran : 81
279
_ _ ______ HAYAT NİZAMLARI
a — İnanç birliği :
«La ilahe illa lla h M uham m edun Resûlüllah» m üslüm anların b irliğin in
tem elid ir. İnsan bunu sö ylediğ i zaman bu üm metten olur. Onu sın ırların ın
dışında kaldığı müddetçe ondan değildir. İnsan, R esûlüllah (S.Â.V.)’in gös
terdiği yoldan A lla h a te slim olunca O n a kulluğunu g e rçe k le ştirir. Baş
kalarının kulluğundan kurtulur. A lla h bir olduğuna göre O ’na kulluk eden
ler hangi ırk ve renkte o lu rla rsa o lsu n la r kalbleri birdir.
b — İbadet birliği ;
Biz m üslüm anlar, ken disine inandığım ız A lla h 'ın bizi, kendisine ibadet
etm em iz için yarattığını biliyoruz.
«Cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.»
A lla h 'a inanm anın şuurda ve pratikte gerçekleşm esi, ancak ibadetle
olur. İnsanın in san lığı ancak onunla ge rçe kleşir. M üslüm anların hepsine
farz kılınan ibadet, birdir. Erkek olsun, kadın olsun her müslüm an fert
ondan sorum ludur. İnsan ne kadar daha m üslüm an olursa, o kadar Resû
lüllah (S.A.VJ’in sünnetinin sın ırla rı iç e risin d e daha çok ibadet eder. M ü s
lüm anların b irliğ in in sağlanm ası için bu mananın büyük te s irle ri vardır.
Buna ek olarak İslâm î ibadetlerde birçok manalar vardır ki, İslâm üm m eti
nin b irliğ in i daha çok sa ğ la m la ştırır ve gü çlendirir. M üslüm anların kıb le
lerinin bir olm ası ve her m üslüm anın günde beş defa ayni kıbleye yö
nelm esi, diğer m üslüm anlarla bir ve beraber olduğu şuurunu kalbine yer
le ştirir. M üslüm anların hepsinin y ılın b ir ayında beraberce oruç tutm aları,
aynı hayat ve davranış iç e risin d e bulunm aları ve o müddet boyunca diğer
insanlardan ayrı bir görüntü iç e risin d e olm aları İslâm kardeşliğin i daha
da p e k iştirir. H er y ıl m üslüm anlar hac ayında ülke, renk, ırk ve m ille t
farkı olm aksızın bir araya toplanarak ayni dil ile ib adetlerini yapm aları, ay
ni e lb ise le ri g iym eleri, ayni hareketleri yapm aları, ayni sö zle ri söyle m e leri
b irlikle rin e güç katar. İbadet b irliğ i, üm m etin b irliğ in i sağlam ada tem el
olm akla b irlikte m üslüm an İslâm üm meti potasında erim e sini sağlar.
c —- Âdet, ahlâk ve davranış birliği :
H er m üslüm an için R esûlüllah [S.A.V.)’de güzel örnekler vardır. Bun
dan şu mana ç ık ıy o r : M üslüm anlar terbiye kaidelerinde ayni davranış sa
hibidir. Bütün m üslüm anlar bir şe k ild e yem ek yer. Bir şe k ild e yatıp kalkar.
U yandıklarında ayni şeyi yaparlar. Hatta ayak yoluna gitm ek iste se le r
ayni terbiye kaidelerine uyarlar. H epsin in kullandığı selâm şe kli birdir.
Sağlık ve hastalıkta takip e ttik le ri kaid eler hepsinde birdir. H intli m üslü
man aksırdığında m üslüm an arabın aksırd ığ ı şe k ild e aksırır. H in tli müslü-
m anııı da, A rap m üslüm anın da bu harekete karşı takın dıkla rı ta vır birdir.
280
____________ _________ I S L Â M ______ _______
Yürüdükleri zaman hepsi ayni şe kild e yürürler. Bunlarla beraber insan için
temel ahlâk niteliğin de bulunan sabır, doğruluk, cöm ertlik, vefalılık.i. Gibi
konularda da m üslüm anların davranışları aynıdır. Şayet insanlar yaratılış
ve zekâ bakımından farklı olm asalardı bütün m üslüm anlar tek bir baskı
dan ç ık m ış gibi birb irle rin e benzeyeceklerdi. Başka hiçbir devlette buna
benzer adet, davranış ve ahlâk b irliğ i yoktur.
d — Tarih b irliğ i :
M üslüm anın tarihi vatan toprağına, renk boyasına ve kişin in m ensu
bu bulunduğu ırkın diline bağlı değildir. M üslüm anın kendisine bağlandığı
ve onunla şe reflend iği tarih, İslâm tarihidir. Onun da vetçile ri ise; A lla h 'ın
peygam berleridir. Ben müslüm anım . Benim tarihim Hz. Adem 'e, Hz. Nuh'a
Hz. M usa'ya, Hz. İsa'ya, Hz. M uham m ed’e bağlıdır. Onlara tabi olanlara,
onlara inananlara ve onlarla berber A lla h ’a te slim olanlarla bağlıyım . Bu
tarihe bağlanm aktan şe re f duyarım. Vakıa bağından başka, diğer ta rih le r
den hiçbirin e bağlı değilim . M üslüm an bir arabı, ondan etkilenm e ve onun
la şe reflenerek övünme bağıyla ca h iliy e t devri Arap tarihine bağlıyan bir
bağ yoktur. M üslüm an, sadece İslâm tarihiyle övünür. D iğerlerinden utanç
duyar. Her m üslüm anın takındığı ta vır budur. Onu cah iliye te bağlıyan bir
bağ da yoktur.
M üslüm an tarihi, İslâm üm m etinin tarihidir. Yani peygam berler ta rih i
dir. Bu, onu fa z ile t ve şe re fle dolduran bir şeydir. Onun şe rle herhangi b ir
iliş k is i yoktur.
Onunla A lla h ’a kavuşacağı inanç şudur :
«Ey m üm inler, şöyle deyin : «Biz A lla h 'a ve bize in d irile n K ıır'â n ’a
İbrahim ve İsm ail ve İshak ve Yakup ve torunlarına in d irile n lere , M u sa ’ya,
İsa’ya verile n le re ve bütün peygam berlere Rableri tarafından v erilen ki-
tablara iman ettik. Onlardan h içb irin i diğerlerinden ayırt etm eyiz. Biz, an
cak A lla h ’a boyun eğen m üm inleriz. A rtık Yahudi ve H ıristiy a n la r sizin bu
im anınız gibi iman ederlerse, muhakkak hidayet bulm uşlardır. Eğer yüz
ç e v irriie rs e , size karşı a y rılık ve düşm anlık üzeredirler. Ey (Resulüm ) sen
onların düşm anlığından endişe etme, A lla h sana kâfidir. A lla h hakkıyla iş-i
ten ve bilendir.» (607)
«Aiiah, c a h iliy e t âdetini ve atalarla böbürlenm eyi üzerinizden kald ır
m ıştır.»
«A talarıyla övünen kavim artık buna son versin. Y oksa A lla h 'ın yanın
da, p is liğ i önünde sürükleyen böcekten daha b a sit duruma düşerler.»
607 — B a k a r a : 13G:137
281
HAYAT N İZ A M L A R I
M üslüm anın İslâm 'ın dışındaki bağlarla övünm esi, onu İslâm ’ın özün
den uzaklaştırır. A slın d a bu, sa ğ lık lı bir durumdan pis ve çirkin bir du
ruma düşüştür.
e — Dil birliği :
608 — İb r a h im : 4
609 — R u m : 32
282
İ S L Â M
283
______________________ H A Y A T N İZ A M L A R I
lâm üm m etinin b irliğin in sem bolüdür. Bir olm aları da, kuvvetli o lm aları
nın sem bolüdür. Kuvvetli olm aları ise A lla h ’ın hakim iyetini yeryüzüne ka
bul e ttirm enin ve fesadı yok etm enin b iric ik yoludur. (* *)
İnanç b irliğ i, ibadet b irliğ i, davranış birliği, tarih b irliğ i, dil b irliğ i ve
lid er b irliğ i sayesinde İslâm üm m etinin birliğ i kuvvet kazanır. M üslüm an
ların hepsi tek bir üm m ettir. Ve bu üm metin fe rdlerin in hepsi kardeştir :
«Ancak m üm inler kardeştirler.» B e ra b e rlikle ri bir b irle rin e karşıdır: «M ü
min erke kle r ve mümin kadınlar b irb irle rin in yard ım cıla rıd ırla r.» Tek bir
vücud ve tek bir ruh im işçesine: «Sevgi, acım a ve şefkat konusunda müs-
lüm anlar bir vücud gibid irler. Vücudun bir organı rahatsızlandığında diğer
organlar da sızı ve uykusuzlukta ona ortaktırlar.» M üslüm anların müslü-
man olm ayanları sevm eleri, onları kardeş edinm eleri ve onlara yardım cı
olm aları mümkün değildir.
« Â iia h ’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavm i, A lla h 'a ve pey
gam berine m iih a ie fe ie kalkışan k im se le rle s e v iş ir bulam azsın; v elev ki, o
m uhalifler, babaları, oğulları, kardeşleri veya a ş ire tle ri bile o lsa işte A l
lah, böyle k im se le ri sevm iyen b ir kavm in kalbierine imam te sb it buyurm uş
ve ken dilerin i yüce katından bir rahmet iie ku vvetlen dirm iştir. O nları, a l
tından ırm aklar akar cennetlere koyacak, içle rin d e ebedî olarak kalacak
lardır. Ö yle ki, A lla h onlardan razı, onlar da A lla h ’tan razı... İşte bunlar,
A lla h 'ın hizbidir, gerçekten onlar, zafer bulanlardır.» (613)
3 — Buradan anlıyoruz ki müslüm an duygu, akıl, pratik ve şuur yö
nünden ancak İslâm üm m etine bağlıdır. Y e te n e k le rin i onun yolunda kul
lanır. Yardım ve kardeşlik bağlarını bir kabile, ırk veya toprağa verm ez.
«Yoldaki işaretler» isim li kitabın yazarı «M üslüm anın M illiy e ti İnancıdır»
başlığı altında şöyle der :
«İslâm b a ğ lılık ve alakalarla ilg ili yeni bir düşünce siste m in i insan
lığa ge tirm iştir. Daha geldiği gün değer ö lçü le riy le ilg ili yeni bir düşün
ce getirdiği gibi bu ölçü le rin alınacakları konusunda da bir y e n ilik getir
m iştir.
İslâm, insanı Rabbine döndürmek için ge lm iştir. V a rlık ve hayatın
kaynağı A lla h ’ın hakim iyeti olduğu gibi değer ve ölçü le rin de kaynağının
bu hakim iyet olm ası için g e lm iştir. İnsan, b a ğ lılık ve iliş k ile ri konusunda
da onu kaynak kabul edecektir. N itekim insanın kendisi de o iradeden ç ık
m ış ve ona dönecektir.
İslâm, insanları A lla h ’a bağlıyan tek bir bağın var olduğunu belirtm ek
için g e lm iştir. Bu bağ g e liştiğ i andan itibaren başka bir şeye ba ğ lılık ve
sevgi yoktur :
613 — M ü c a d ile : 22 .
(*) __ B u g ü n (1980 sen esi) H a life yeı~yüzünde m e v c u t d e ğ ild ir. (ik b â l
Y a y ın la n )
284
İ SLÂM
614 — M ücadile : 22
615 — Nisa : 76
616 — E n 'am : 151
617 — M alde : 50
618 — Casiye : 18
619 — Y unus : 32
285
_____ ___________________ H A Y A T ^İZAMLARI
Ortada tek bir yurt vardır, o da Islâm yurdudur. O yurt kİ, orada İs
lâm devleti vardır. A lla h ın şe ria tı hakim dir orada. Onun kanunları uygu
lanır. M üsltim anlar başlarına ımüslümanları g e çirir ve onları dost edinirleı
bu yurtta. G eride kalanlar ise darulrıarpdir. M üslüm anın onlarla İlişkisi ya
savaş, ya da bir müddete kadar antlaşm adır. Am a orası Islâm diyarı d e ğ il
dir. Orada olanlarla m üslüm anlar arasında bir dostluk da yoktur :
286
İSLÂM
«Ey insanlar, Rabbinizin size bildirdiği şekilde yaşayınız. O Rab ki, si
zi bir nefisden yarattı, o nefisden de onun eşini yarattı; ve onların ikisin
den de sayısız erkek ve kadınları yeryüzüne dağıttı. Onun için Aüa’n’ın
emirlerinin dışına çıkmak sûretiyie günah işlemekten kaçının ve İlâhî bu-
dudlar içerisinde birbirinize yardımcı olun...» (621)
A n ca k bu düşünce akide ayrılığ ına rağmen, Islâm'a düşman b ir tavır
takınm adıkları müddetçe m üslüm an ana ve babasıyla iyi geçinir. İslâma
düşman bir tavır takın dıkları anda akrabalık bağı k e silm iştir. A bdullah b.
Übey'yin oğlu A bd u llah ın davranışı bizim için güzel bir ö rn e ktir :
«İbn-i C e rir ibn-i Ziyad'dan kendi sene d iyle şö yle rivayet eder : Re-
sûlüllah (S.A.V.) A bd ullah b. Ü b ey’in oğlu A b d u llah 'ı çağırarak dedi ki :
— Babanın dediğini görüyor musun?
— Babam ne diyor? (Anam babam sana fedâ olsun.)
— Baban diyor ki : Medine’ye döndüğümüzde, kimin üstün kimin al
çak olduğunu göreceğiz.
— A lla h ’a yem in ederim ki, doğru sö y le m iştir ey A lla h ’ın Resûlü.
V a llahi üstün olan sensin ve alçak olan da odur. M e d in e ’ye geldiğin zaman
herkes biliyordu ki anne ve babasına benden daha çok hürm etkâr kim se
yoktu. Şayet A lla h ve Resûlü ik isin in başlarını getirm em den razı olacak
larsa k e s in lik le onları getiririm .
— Hayır.
M ed ine'ye geld iklerinde A bd ullah b. Ü bey’yin oğlu A bdullah M edine
kapısında k ılıc ın ı kınından çık a rm ış olarak babasının karşısına d ikild i ve:
«Sen m iydin M ed ine'ye vardığım ızda üstün olan alçak olanı M edine'den
çıkaracak diyen. H ayır vallahi üstünlüğün sana mı, yoksa R e sû lü lla h ’a mı
ait olduğunu öğreneceksin. V alla h i, A lla h ve Resûlünden izin olmadan
M ed ine'n in gölgesinde barınm ayacaksın.» dedi A bd ullah b. Übey bağırıp
çağırm ağa başladı: «H azrecliler! N eredesiniz. Oğlum beni evim den a lıko
yuyor!» A bdullah : «R esûiüllah'ın izni olmadan kim se onu barındıram az»
dedi. Birkaç k işi toplanarak ona g e ld ile r ve ondan babasını bırakm asını
isted ile r. Am a o yine yem inini tazeledi ve şöyle dedi : «Allah'a yem in
ederim ki, A lla h ve Resûlünden izin alm adan içe ri girm eyecektir» Bunun
üzerine R esûlüllah (S.A.V.)’e g e ld ile r ve durumu ona haber v erd ile r. Pey
gamber (S.A.V.) şöyle buyurdu : «Gidin ona söyleyin, onu (babasını) eviy
le başbaşa bıraksın.» Bunun üzerine A bd ullah : «R esûlüllah em rettikten
sonra, evet...» dedi.
621 — Nisa : 1
287
HAYAT NİZAMLAR!
622 — E n fa l : 72
623 — H a ş r : 9-10
624 — H u d : 45-47
288
__________ __ HAYAT NİZAMLARI
rahim ile İsmail’e de şöyle emretmiştik : «Evimi tavaf edenlere, orada iba
det kasdıyla oturanlara, rükû ve secde eden namaz kılıcılara karşı terte
miz tutun.» O vakit Hazreti İbrahim : «Ya Rab, burasını emin bir belde kıl
ve ahalisinden Allah’a ve ahiret gününe iman edenleri çeşitli meyvelerden
rızıklandır» diye dua etti. Allah : «Kâfir olan kimseyi de dünyanın az vak
tinde rızıklandırırım, sonra onu ahirette cehennem azabına mecbur bıra
kırım. O varılacak ateş ne kötü bir yerdir» buyurdu.» (625)
Hz. İbrahim anne ve babasının sa p ık lık üzere İsrar e ttik le rin i görünce
onlardan uzaklaşıyor :
625 — B a k a r a : 124-12 3
626 — M e ry e m : 48
627 — M ü m te h in e : 4
239
İSLÂM
niz rahmetinden size genişlik versin ve size, işinizde bir kolaylık hazır
lasın.» (628)
Nuh peygam berin k arısıyla Lût peygam berin karısı aralarında akide
b irliğ i kalm ayınca eşlerinden a y rılıy o rla r :
«Allah kâfirler için Nûh’un karısı ile Lût’un karısını misal getirdi. O iki
kadın, kullarımızdan birer salih kulun nikâhları altında idiler. Böyle iken
hainlik ettiler. Onun için kocaları da onları Allah’ın azabından zerre mik
tarı uzaklaştıramadı. O iki kadına şöyle denildi : «Girin ateşe, diğer giren
lerle beraber.» (629)
Firavun’un k arısı başka tarafta yer alıyor :
«Allah iman edenlere de Firavun’un hanımını misal getirdi. O vakit bu
kadın şöyle demişti : «Ey Rabbim, senin katında benim için cennetinde bir
ev yap, beni Firavun'dan ve onun yaptıklarından kurtar; beni o zalimler
topluluğuna uymaktan kurtar.» (630)
Bütün alaka ve b a ğ lılıklar sa yılı m isallerde işte böylece sıralanıyor...
Hz. Nûh'un kıssa sın da babalık bağı, peygam berlik ve vatan bağı ashab-ı
kehf kıssasında, karı kocalığ bağı da Hz. Nûh ve Lût'un karılarının k ıssa
larında anlatılm ıştır...
iliş k i ve b a ğ lılık la rı ta sv ir etmede kervan bu şe k ild e yoluna devam
ediyor. Nihayet orta ümmet devri geliyor. Ve bu üm met o örnekleri, tecrü
beleri ve hâzineleri buluyor. Rabbani metodunda yürüm ek için onlardan
istifade ediyor. M üm in bir ümmeti meydana getirm ek için a şire tle r bölü
nüyor, a ile le r ayrılıyor. İdeolojiler ayrı olunca herşeyi kendilerine göre
parça parça ediyor. İman bağı kalbde y e rle şin ce diğer bağlar ge çe rsiz ha
le geliyor. N itekim Yüce A lla h kitabında m üm inleri şu şe k ild e v a sıfla n d ı
rıyor :
«Allaha ve ahiret gününe inananların, babaları veya oğulları veya kar
deşleri veya aşiretleri de olsa, yine de onların, Allah’ı ve O'nun Resûlünü
düşman tutanlara dostluk ettiğini görmezsin. İşte Allah, sadece Allah’a ve
Resulüne düşmanlık eden kimseleri düşman bilen ve ona göre muamele
eden kimseleri mümin sayar ve rahmetiyle onları kuvvetlendirir» (631)
Hz. M uham m ed (S.A.V.) ile am cası Ebu Leheb, am zacadesi A m r b. Hi-
şam (Ebu C ehil) arasındaki akrabalık bağı kopunca, m uhacirler Bedir gü
nünde akraba ve yakın la rıyla savaşıp onları öldürünce... İşte o zaman mu
h a cirle rle Ensar arasındaki akide bağı kuruluverdi birden... B ir de bakıldı
628 — K e h f : 13-16
629 —- T a h rim •. 10
630 — T a h rim : 11
631 — M ü c a d ile : 22
290
HAYAT NİZAMLARI
632 — Nisa : 65
291
İSLÂM
292
HAYAT NİZAMLAR!
634 — B a k a ra : 136-137
635 — Âl-i îm ran : 110
293
İSLÂM
636 — T e v b e : 24
637 — Â l-i İm r a n : 110
638 — T irm iz i
294
HAYAT NİZAMLARI
başka bir gurup buldu. Bunlar güneş batıncaya kadar geri kalan işi tamam-
lıyarak ça lıştıla r. Ve daha önceki iki gurubun ücretlerini de aldılar. İşte
bu m üslüm anların ve şu (tevhid ile nübuvvet-i M uham m ediye) nurunu
kabul edenlerin m eselidir.» (639)
Abdullah b. Ö m er (R.A.) dan :
«Resûlüllah (S.A.V.) den şu te m sili işittim . Buyuruyor ki: Sizden ev
vel gelen ümmetlere nisbetle sizin (dünyada) bekanız (bütün güne nisbet-
le) ikindi namazından güneşin batışına kadar (olan müddet gibidir.) Ehl-i
Tevrat'a Tevrat verildi. (Onunla) âmil olup çaîışdılar. Lâkin gün yarıyı bu
lunca çalışmaktan âciz kalıp vazgeçtiler. Fakat kendilerine yine birer kırat
olan gündelik verildi. Ehl-i İncil'e de İncil verildi. Onlar da ikindi namazı
vaktine kadar onunla âmil olup çalışdıktan sonra âciz kaiıp vazgeçtiler.
Onlara birer kırat olan gündelik verildi. Sonra bize Kur’ân verildi. Güneş
batıncaya kadar çalıştık. Ve bize ikişer kırat olarak gündelik verildi. Bu
nun üzerine ehl-i Tevrat ile ehl-i İncil: Ey Rabbimiz, onlara ikişer kırat,
bize ise yalnız birer kırat verdin. Halbuki biz daha çok çalıştık, derler.
Allah (C.C.) da : «Gündeliğinizden birşey kestim mi ki?» diye sorar. On
lar: «Hayır» derler. O da: «İşte o, benim kerem ve fazlımdır ki, dilediği
me veririm» buyurur.» (640)
Ebu Hüreyre'den :
«Allah Teâlâ bizden evvel gelenlere cuma’yı tutmak yolunu göster
medi. Yahudilerin özel günü cumartesi, hıristiyanların özel günü de pazar
oldu. Derken bizi dünyaya getirdi ve cuma günü yolunu bize gösterdi ve
cuma, cumartesi, pazar günlerini ibadet günü kılmış oldu. Onlar da kıya
met günü bu günde bize tabidirler. Dünyada sonuncuyuz ama kıyamet gü
nünde ilk olan biziz. (641)
Kıyam ete kadar en hayırlı ümmet, Islâm üm meti olarak devam ede
cektir.
5 — İslâm üm meti ancak hak üzere b irleşir. Ne üzere b irle şirse , işte
o haktır. A le y h isse lâ tu vesse lâm şöyle buyurur: «Ümmetim sapıklık üze
re birleşmez. Cemaatla beraber olun. Allah'ın eli cemaat üzeredir.» (642)
O halde müslüm an cem aatla beraber olmak, hakla beraber olm aktır.
Ve m üslüm an cem aatten ayrı olmak, haktan da ayrı olm ktır. Onun için d ir
ki R esûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurm uştur : «Kim cemaattan bir karış bile
ayrılırsa, İslâm yularını boynundan çıkarmıştır.» (643)
639 — B uharl
640 — B u h a r!
641 — B u h a r!
642 —• T a b o ra n !
643 — Ebu D avud
295
İ SLÂM
A n ca k cem aat züğürt, c a h ille rin ve fa sıkla rın meydana g e tird ikleri
topluluk değ ildir. Bunlar cem aatı te m sil edem ezler. Cem aat; A lla h ’ı ta
nıyan, e m irle rin i bilen, onlarla amel eden, ve onlara çağıran rabbânîlerdir.
V elev ki bir kişi dahi olsa. İbn-i M esud şö yle der: «Cemaat, hakka muva
fakat edendir. V e le v ki yaln ız b ile olsan.» ?
Bu üm m et de ç e ş it ç e şittir. Z ürriyetinden bir çokları sa p ıtab ilir. Y a l
nız bununla beraber Y üce A lla h bu üm metten daima hak üzere olanların
m evcut olacağını vadeder :
Buharî ve M ü slim R esûlü llah (S.A.V.) in şö yle dediğini rivayet eder
le r ;
644 — B a k a r a : 256
645 — B a k a ra : 193, E n fa l : 39
646 — T e v b e : 33
296
HAYAT NİZAMLARI
297
___ ______ İ S L Â M __
H izb u liah ’dan olanlara vereceğiz. Sürekli olarak kem ale erm iş sağiam mü-
e sse se le rim izi üm m etin işle rin i düzeltm ek için harekete geçireceğiz. D i
ğer m ü esse se le rin kem ale erm esine çalışacağız. Üm m etin hepsinin H izb
u liah ’dan olm asına ça lışacağ ız. Onun için «Cundullah: Sekafeten ve A h la
ken» kitabını yazdık. İnşaallah «Cundullah: Tahtîtan ve Tanzimen ve Tenfi-
zen» ism inde bir kitap daha yazacağız. Tâ ki İslâm üm m etinin elinden tuta
cak H izb u lla h ’ın iste k le rin i, takip edecekleri yolu ve bugün olduğu gibi ya
rın da A lla h ’ın e m irle rin i nasıl g e rç e k le ştire ce kle rin i izah etm iş olalım .
Hİ L AF E T
N e se fî'n in görüşü: M üslüm anlar im am sız olam azlar. İmam, hüküm le
ri yerine getirir. H adleri uygular. A ç ık la rı kapatır. A s k e ri hazırlar. Zekâtı
toplar. Z orbacılara ve yol k e s ic ile re engel olur. Topluluk ve bayram ları
idare eder. İnsanlar arasındaki an laşm azlıkları çözüm e bağlar. Hakları il
gilendiren şehadetleri kabul eder. K im se si bulunmayan genç erkek ve kız
ları evlen dirir. G anim etleri taksim eder. Ve buna benzer fe rd lerin yalnız
başlarına yerine g etirem eyecekleri işle ri yerine g e tirir ve düzenler.
Üm m etin icm a’ ettiği İmamlık, H a life liğ in kendisidir.
B — H ilafet düzeni yeryüzündeki bütün düzenlerden fa rklıdır. Bazı
yön le riyle bazı düzenlere ben zeyebilir ama bütün olarak diğerlerinden ta
mamen fa r k lıd ır .'A lla h ’a halife olm anın aslı R esûllerindir: «Ey Davud biz
298
HAYAT NİZAMLAR!
647 — S a d : 26
648 — İ b r a h im : 124
649 — Â l-i İ m r a n : 164
650 — E n ’a m : 39
651 — Ş u r a : 38
299
İSLÂM
D — H iç bir kim senin bu makama kendisini aday gösterm esi caiz de
ğildir. Bu konuda Peygam ber (S.A.V.) şö yle buyurur :
«Vallahi biz bu işi, onu isteyen veya ona hırsı olan kimseye vermeyiz.»
«Amirliği isteme. Onu isteyerek alırsan onunla başbaşa bırakılırsın.
Ama senden bir istek olmadan sana verilirse, onu yürütmen için yardım
görürsün.»
300
HAYAT NİZAMLARI
301
İ SLÂM
İbn-u Said, Selm an'dan yine şöyle nakleder: «Şayet m üslüm anların
tarlalarından bir dirhem veya daha azını vergi olarak alm ış ve onu haksız
yere harcam ış isen, o zaman sen kralsın demektir.» Bunun üzerine Hz.
Ö m er’in gözlerinden yaşlar akmağa başladı.
H — M üm in lerin em iri bütün İslâm üm m etinin güven kaynağıdır.
A lla h ’ın em irlerine bağlı kaldığı m üddetçe verilen hüküm lerden, Ş û râ ’dan
ve hüküm lerin uygulanm asından o sorum ludur. M üm in lerin em iri bu de
rece so rum lulukları olduğuna göre elbetteki onda bulunm ası gereken bir
takım şartlar da vardır. İslâm î ilim le ri, ictihad yapabilecek derecede b il
m esi gerekir. Siyaset, idare ve savaş işlerin d e basîret ve malumat sahi
bi olm alıdır. M üslüm an, m üttekî ve savaş işle rin d e ba sîre t ve malumat
sahibi olm alıdır. M üslüm an, m üttekî ve son derece A lla h 'ta n korkan biri
olm ası şarttır, vs... A y rıca üzerinde ittifak olunmayan bir takım şartlar
da vardır. M e se lâ Ş iîle r, halifenin H aşim i ve Hz. A ii'n in soyundan olm a
sın ı şart koşarlar. Ehl-i Sünnetin çoğunluğu bunu şart olarak kabul etmez
ama onlara göre halifenin K u re yş’ten olm ası şarttır. Ehl-i sünnetin bir k ıs
m ıyla h 'a rici’lere göre h a lifeliğ in şartı, ehliyettir. A ile , kabile veya ırk
şartı yoktur.
Bununla beraber nassiar, halifenin K u re yş’ten ve H aşim oğullarından
olm ası üzerinde ısrarla durmaktadır.
Buharî ve M ü s lim ’in rivayet e ttikle ri bir hadiste Peygam ber (S.A.V.)
şöyle buyurur :
«Onlardan iki kişi kaldığı müddetçe bu iş Kureyşliler arasındadır.»
Buharî’nin rivayet ettiği bir hadiste de şöyle buyurur :
«Dini hakim kıldıkları müddetçe bu iş Kureyşliierindir. Onlara karşı
geleni Allah yüzüstü düşürür.» «İmamlar Kureyş’tendir» hadisi meşhurdur.
A n ca k Hz. Ö m er (R A.) halifenin K u re y ş’ten olm ası görüşünde de ğ il
dir. O, şöyle derdi: «Şayet H üzeyfe’nin kölesi Salim hayatta olsaydı, onu
baş edinirdim .»
İbn-u Haldun bu nassları şuna bağlar: Kureyş kab ilesi, araçların et
rafında toplandıkları b iric ik kabile idi. Kabile, m ensuplarıyla İslâm 'ın iş le
rini ayakta tu tabilecek güçtedir. Kureyş bu yükü taşıyam ıyacağı veya Ku
re y ş’ten bu görevi yüklenenler doğru yoldan sa p tıkla rı veyahut A lla h ’ ın
dinini daha güzel yüklenecek bir kabile bulunduğu an hilafetin başkaları
na geçm esi sahih olur.
Ebu B ekir'in S e k îf günü E nsar’la yaptığı tartışm ayı inceleyen, onun
ta rtışm a sın ı m evcut duruma dayandırdığını görecektir. Hz. Ebu Bekir En-
sar'a şö yle dem işti: «Sizde var olduğunu sö y le d iğ in iz iy ilik le re gerçek-
302
HAYAT N İZ A M L A R I
ten sahipsin iz. A ncak araplar arasında bu iş, hep K u re yşiile rin olm uştur.
K u re y ş'lile r hem soy ve hem de yurt itib ariyle arapiarın ortasını te şk il
eder.»
Ebu B ekir işi vakide olan durum açısından değerlendirdi, nassiar a çı
sından değil. Şüphesiz ki o gün araplar arasında m evcut durum buydu.
R e islik konusunda K u re yş’ten başkasına arapiarın hepsi bağlanamazdı.
Resûlü!lah (S.A.V.) şu sahih hadisinden an laşıld ığ ı gibi bu vakii anlatır.
Peygam ber (S.A.V.) bu hadisinde şöyle buyurur : «Bu işte insaniar Ku-
reyş’e tabidir. Müslüman olanlar, Kureyş'in müslümanlarına, kâfir olanlar
da, Kureyş'in kâfirlerine tabidir.»
H ilafet konusunda vakii nazara almak, önem li bir şeydir. Ş e rif H üse
yin'in M e k k e ’de g iriştiğ i hareket, İslâm tarihinde önem li bir tecrübedir.
Bu hareket, hilafeti tekrar araplara geri getirm eyi hedef edinen ilk hare
ket idi. Lâkin netice hem hilafetin y ıkılm a sıyla ve hem de arapiarın ken
d ile rin i kâfir e m p eryalistlerin boyunduruğuna d ü şü rm eleriyle sonuçlandı.
Ve bugünkü irtidat hareketinin doğup büyüm esine zem in hazırladı.
G e rçe k m üslüm an, Rabbini fiile n ve şuuren seven, m üslüm anlara karşı
alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve A lla h yolunda savaşm aktan çe kin
meyen kim sedir.
A lla h 'ın hizbi olm aya layık ve hilafe t işin i karara bağlayıp onu e h li
ne vere ce k olan, işte bu m üslüm andır. Bir kabile veya topluluk bu sıfatları
veya sıfatlardan birini kaybedip gerekli sıfa tla rı taşıyan başka bir toplu
luk bulununca hilâfe t işin ' onların halletm esi normal ve haliyle olacak bir
şeydir.
M eselâ, O sm anoğulları ortaya çık tık la rı zaman İslâm âlem inin hep
sinde cihad ruhu ve savaş yeteneği zayıflam ıştı. Şayet d zaman İslâm
âlem inde bir ista tis tik yap ılm ış olsaydı, onlara tabi olanlardan cihad ru
hunu taşıyan ların çoğunlukta olduğu görülecekti. Çünkü onlar, hem m üs
lümanlara ve hem de müslüm an olm ayanlara hakim oldular. H ilafetin on
lara geçm esi elbetteki norm aldir. H ilafet m e se le le rin i te sb it etme konu
sunda bir ırkın diğer bir ırka üstün tutulm asını istem e suçu, müslüman-
ların hepsine ait olan bir suçtur. Çünkü bu durumda müslüm an, İslâm
şa hsiyetin i kaybediyor.
Am a m üslüm anların hepsi anlattığım ız mânada m ücahidier durumu
na yü kselince, hilafetin bütün m üsiüm anlar arasında şûrâ ile olm asından
başka çıkar yol yoktur.
Her ne durumda olursa olsun, iş normal seyrini takip edince m üslü
manlara ve onlarda bulunan Ehl-i Hal ve A kd'e bağlıdır. Aday gösterecek,
303
_______ JjsJL Â M ___
s eçim i yapacak ve karar vere ce k olanlar onlardır. M ese le, olacağı zamar.
hükme bağlanır. Şûrâ. ancak hayır getirir. Buna inanıyoruz.
İ — İslâm hilafeti ç e ş itli şe k il ve devreler g e çirm iştir :
1 — Raşid hilafe t devri.
2 — Yezid devrinin sonuna kadar, ilk Emevi H ilafeti.
3 — İbnü’z-Zübeyr’in hilafeti.
4 — M ervan b. M uham m ed devrinin sonuna kadar, ikinci Emevi hila
feti.
5 — Bağdad’ın düşüşüne kadar, A b b a sî hilafeti.
6 — Sultan S e lim 'in K ahireyi istilâ sın a kadar, Kahire A b b a sî h ilafe
ti. Sonra A b b a sî hilafe ti son bulup hilafet Sultan S e lim ’e geçiyor.
7 — Ve 1924 yılınd a son bulan, O sm anlı hilafeti.
Şüphesiz hilafetin bu şe k ild e bir s ils ile takip etm esi, hilafet müesse-
se sin in g e lişm e si sonucu takip edilen normal bir durum değildir. Çünkü
hilafe t şu prensipler üzere kuruludur :
a — Cem aat, halife olm aya ehil olanları aday olarak gösterir.
b — Sonra halife için Ehl-i Hal ve A k d ’in se çim i yapılır.
c — Sonra, m üsülm anların hepsi se çile n halifeye biat eder. Bu biat,
itaat karşılığın da halifeye A lla h ’ın e m irlerini uygulam a y e tkisin i verm ektir.
d — Bundan böyle halife İslâmî uygular ve m üslüm anların işle rin i İs-
lâma göre bir düzene sokar.
Şüphesiz m üslüm anların başına geçen h a life le r müslüm an id iler. İs
lâm ’dan başkasına inanm ıyorlardı. Başka inançları yoktu. İnanç ve davra
nışlarında m üslüm anların İslâm'a uym alarını istiyo rla rdı. Y aln ız kendi şa
h ısların ı ilg ile n d iren bazı m e selelerde değil. Yukarıda zikrettiğ im iz pren
sip le r tam uygulanm ıyordu. Hatta bazısı katiyyen nazarı itibara alınm ıyo r
du. B ir kısm ı da e ksik uygulanıyordu. Bazan hilafet, tamamen şe k lî idi.
Am a her ne olursa olsun hilafe t vardı ve fonksiyonsuz olm asının müslü-
manlara yüklediği suç, tamamen yok olm asının yüklediği suçtan daha
azdır.
H ilafetin takip ettiği se yri ve başa geçenlerin eh liye t durum larını bir
tarafa bırakıyoruz ve ile ri sürülen yan lış bir iddia üzerinde durmak istiyo
ruz.
Raşid H alifele rin son bulm asıyla hilafetin de son bulduğunu sananlar
yan ılıyorlar. N asslara ve vakie ters düşüyorlar. Çünkü M ü slim ve diğer
lerinin C a b ir b. Sem u re’den rivayet e ttikle ri sahih bir hadiste şöyle buyu
rulur: «Babamla beraber Peygam ber (S.A.V.)’in yanma girdim . O ’nun şöy-
304
HAYAT NİZAMLARI
!e dediğini duydum: «Bu iş son bulmaz, tâki aralarında oniki halife geçme
dikçe... Hepsi de Kureyş’tendir.» Ö yle görünüyor ki bu. Ö m er b. Abdülaziz
devrinin sonuna kadardır. Çünkü M e rv a n ’ı ç ık a rır ve İbnü'z-Zübeyr'i halife
sayacak olursak durum beyledir. Veya aksini kabul etsek yine aynidir. Ha
disten m aksadın ard arda gelm e şe klind e kabul edersek, durum budur.
H adisin diğer rivayetleri bir araya g e tirilirse başka yorum lar ortaya çık a
b ilir. Lâkin ne olursa olsun her durumda dört Râşid halifeden sonra da
halife liğ in var olduğu ortadadır.
H a life liğ in dört Râşid h a lifeyle son bulduğunu sö yle ye n le rin vakıaya
ters düşm elerine gelince, m üslüm anların çoğunluğu sonraki h a life le ri, ha
life olarak kabul etm iştir. Bu dahi onların ş e r'i yönden halife sayılm alarına
yeterlid ir. Kaldı ki, bu h a lifelerin hepsi m üslüm an idi ve İslâm'dan başka
b irşe y kabul etm iyorlardı. Bazan zayıf ve bazan gevşek olm alarına rağ
men İslâm uygulanıyordu. Bu zayıflık, idareyi İslâm d ışı sayacak derecede
değildi.
J — H ilafet s ils ile s i yukarıda n a klettiğim iz şe kild e değildir. Çünkü
Endülüs'de Abdurrahm an en-Nasır kendisini halife ilân etm iştir. M ağrib
krallarından birçoğu ken dilerin i halife ilân e tm işlerd ir. Bu h a life le r konu
sunda tartışm alara girm ek istem iyoruz. A nlatm ak isted iğ im iz, bir anda
birden fazla halifenin var olduğudur. M üslüm anların birden fazla h a life le
rinin bulunm ası caiz m idir? M a lik i fa kih le r bunu caiz görür. Çünkü Da-
ru'l-İslâm ’ın sın ırla rı çok gen iştir, derler. A n ca k bu içtihadın değeri nedir?
Şuna dikkat ed ilm eli ki bu ietihad, birden fazla halifenin olam ıyacağı
konusunda icm a' yapıldıktan sonra ortaya a tılm ıştır. A y rıca bu, b e lli bir
çevrede, M ağrib çevresinde ortaya ç ık m ıştır. Ve görüyoruz ki şarklı h ali
feye karşı ken dilerin i halife edenlerin hepsi M ağ rib 'iid ir.
Bu, işin b irin ci yönü. İkinci yönden m eseleyi ele aldığım ızda: Hilafet,
İslâm üm m etinin aske rî ve s iy a s î b irliğ in in görüntüsüdür. Bu b irliğ in ola
bilm e si için m üslüm anların tek b ir m erkezden idare edilm eleri şarttır.
M e s e le y i başka bir yönden ele aldığım ızda şu durumla karşılaşıyo ru z :
A d a le t ehli, Hz. A li’nin M uaviye ile savaşm asını adaletli bir savaş olarak
görür. Şayet birden fazla halife o lab ilse yd i, bu savaş, adaletli bir savaş
sayılm azdı.
A y rıca bu görüşü ile ri sü ren ler M ü s lim ’in rivayet ettiği şu hadis için
ne derler: «İki halifeye biat edilirse onlardan diğ e rin i öldürün...»
İslâm üm m etinin b irliğ i, hilafe t ve hacda kendisini gösterir. Tek bir
Kâbe ve tek bir İmam. Buharî ve M ü slim , Ebu H üreyre’den şu hadisi ri
vayet ederler: «İsrajioğullarını peygamberler idare ederdi. B ir Peygamber
305
İ SLÂM
vefat ettimi diğeri idareyi ele alırdı. Benden sonra ise peygamber yoktur.
Benden sonra halifeler olacak ve çoğalacaklar.» D ediler ki : «Bize neyi
emredersin?» «Önce kendisine biat ettiğiniz kimseye vefalı olun. Sonra
onlara haklarını verin ve kendiniz için Allah’tan dileyin. Muhakkak ki Al
lah onlardan, idare ettiklerinden dolayı hesap soracaktır.»
K — Bir h a lifeye biat yapıldıktan sonra bütün m üslüm anların ona
itaat etm eleri vacip olur. Ona karşı gelm ek ve itaat etm em ek haramdır.
M ü slim ve T irm izi R esû lü llah (S.A.V.)’in şöyle dediğini rivayet eder
ler :
«Bana itaat eden Allah’a itaat etmiş olur, bana isyan eden Allah'a
isyan etmiş olur.. Kim emîre itaat ederse bana itaat etmiş olur ve kim
emîr’e isyan ederse bana isyan etmiş olur.»
M a lik hariç Kütüb-i H a m s e n in rivayet e ttik le ri bir hadiste Peygam
ber (S.A.V.) şöyle buyurur :
«Masiyetle emir olunmadıkça, hoş görsün veya görmesin müminin
emre itaat etmesi lâzımdır. Masiyetle emrolunursa dinlemez ve itaat et
mez.»
Buharı ve M ü slim 'in rivayet e ttik le ri bir hadiste de şöyle buyurur :
«Her kim emîrinden sevmediği bir hareket görürse sabretsin. Çün
kü her kim sultana itaattan bir arşın dışarı çıkarsa, o, cahiliyet ölümüy
le ölür.»
Buharî, M ü slim ve Ebû Davud'un rivayet e ttikle ri bir hadiste de şöyle
buyurur :
«Üç kişi vardır ki, Allah kıyamet gününde onlara söylemez, onlara
bakmaz ve onları tezkiye etmez. Ve onlar için acıklı bir azap vardır... Ve
bir kimse ki, İmam’a ancak dünya için biat eder; dilediği dünyalık birşeyi
ona verirse, ona vefalı davranır. Ama istediğini ona vermezse, kendisine
vefasızlık eder.»
«İmamlarınızın hayırlısı sizi sevenleriniz ve sizlerin de sevdikleriniz-
dir. Siz onlara, onlar da size dua ederler. İmamlarınızın en şerlisi o kim
selerdir ki siz onları, onlar da sizleri sevmezler. Si2 onlara onlar da size
beddua ederler,» buyurunca denildi ki; «Ya R esûlüllah onlara k ılıç çekmi-
yelim mi?» «Hayır onlar aranızda namaz kıldıkça çekmeyiniz. Onların iş
lerini kerih gördüğünüz zaman kötü görün yine de itaatten el çekmeyin.»
(652)
«Başınızda bulunan emirlerden iyi veya kötü haller müşahede edebi
lirsiniz o zaman onların kötülüğünü hoş görmiyen manevi sorumluluktan
652 — M ü slim ;
306
HAYAT NİZAMLAR!
kurtulur. Onlarla dili ile, eliyle mücadele verenler günahtan salim olurlar,
fakat rıza gösterenler ve onlara tabi olanlar sorumluluk alırlar,» diye bu
yurunca sahabî, «Ya R esûlüllah onlarla savaş yapm ıyalım mı?» diye Pey
gam berim izin fik rin i öğrenm ek için sual sorm uşlard ı. Resûl-ü Ekrem de
cevaben: «Hayır namaz kıldıkları müddetçe savaş yapmayınız» (653)
D evlet başkanından apaçık küfür görülünce ona karşı gelinir. A p a
çık küfür, iki şehadeti bozan durumdur. (Rükünler bölüm ünde buna örnek
ler verm iştik.) A n ca k fakihler, d e vle t başkanı fâ sık olunca, fışkından do
layı makamından düşürülür mü, düşürülm ez m i? m e se le si üzerinde dur
m uşlardır. Bu konuda şö yle derler: F itn e siz onu dü şü reb ilirsek, düşürü
rüz. Yoksa, hayır.
Bir İmama biat edildikten sonra m üslüm anın önünde bir yol vardır.
O da, H alifeye itaat etm ek ve ona karşı g e le n le rle savaşm ak.
A ncak A lla h bizi h a lifeye karşı gelm ekten sa kın d ırm ışsa bunun mâ
nası, ona hakkı ta vsiye etm eyecek ve hakka uym asını da istem iye ce ğ iz
dem ek değildir. Onunla savaşm am ız haram dır ama ona öğüt verm em iz,
adaletle hükm etm esini istem em iz ve zülm e düşerek sapıttığında ona itaat
etm em em iz de v a cip tir :
«Cihadın en faziletlisi, zalim sultanın yanında söylenen doğru sözdür.»
«Din nasihattir... Allah için, Resulü için ve bütün miislümanlar için»
O halde m üslüm anların halifeye karşı takın acakları tavır, iyi husus
larda ona itaat etm e le rid ir. Onun hakka bağlı kalm ası da, hilafe tin edeple-
rindendir.
Bu genel açıklam alardan sonra Tlstad A b d u lka d ir Üdeh'in kitabından
hilafe tle ilg ili bölümü aşağıya aktaracağız. A n ca k bu kitapla in sicam ha
linde olm ası açısından bazı c ü m le le rin i atarak nakledeceğiz. Bu arada ba
zı tekrarlar olacaktır. A m a bunda fayda mülahaza ettiğ im iz için b ir sa kın
ca görmüyoruz.
307
İSLÂM
654 - - el-D ev ak ıf, Sh. 603; e l-M u sa m e re , C. 2 , Sh. 141; E s n a ’l-M etalib ve H
ş iy e tü ’l-Ş ih ab e r-R e m e li, C. 4, Sh. 103
655 — A h k a m u 's - S u lta n iy y e , Sh. 3
656 — M u k a d d im e . Sh. 180
308
HAYAT NİZAMLARI
309
İ SLÂM
310
HAYAT NİZAMLARI
Bütün bu âyetler m üslüm anların tek b ir üm met olm aları s iy a s î bir bir
lik kurm aları gerektiğini bild iriyo r. M üslüm anların ken diliklerin den bir
devlet içe risin de toplanm alarına işaret ediyor.
R esûlüllah (S.A.V.) den rivayet edilen hadislerde de şöyle buyurulu
yor :
Tenha bir yerde bulunan üç kişinin, aralarından birini kendilerine
başkan seçmemeleri helal değildir.»
«Yolculuğa çıkan üç kişi aralarından birini kendilerine başkan seç
sinler.»
Bu iki hadisten üç ve üçten fazla topluluğun ken dilerin e bir başkan
seçm eleri gerektiği b ild iriliy o r. Çünkü ancak bu şe k ild e ihtilaftan kurtu
lur ve herkes benim dediğim olsun tefrikasınd an em in olurlar. Hem bir
kişi üzerinde ittifak etm eleri, sö zle rin in b irliğ in i ve aralarında b irlik bağı
nın olm asını sağlar.
Tenha bir yerde veya yola çıkan üç k işi için böyle bir em rin olm ası,
köy ve şehirlerd e y e rle şik olan birçok insan için bu em ir daha çok geçer-
lidir. A ralarınd aki zülm ün bertaraf e d ilm esi ve an laşm azlıkların g id e rilm e
si için bu gereklidir.
Daha önce aktardığım ız ha d isle ri bir tarafta bıraksak bile yalnız bu
iki hadise dayanarak m üslüm anların ken dilerin e bir İmam veya H alife s e ç
m elerinin gerektiğini s ö y liy e b iliriz . A y rıc a m üslüm anların hepsi tek b ir
ümmet olduklarından kendilerine yaln ız bir k işiy i se çe rle r.
Üçüncüsü : Yüce A lla h m üslüm anların hepsini tek b ir üm met k ılm ış
ve onların kendilerine bir d evlet kurm alarını iste m iştir. D evlet y ö n e tilir
ken işlerin in şûrâ ile olacağını da be lirtm iştir: «İşleri aralarında şûrâ ile
dir.» M üslüm anların hepsi tek bir üm m et olduklarına ve id are cile rin i ken
di aralarından se çm e le ri gerektiğine göre müslüm an devlet için bir İmam
seçm eleri gerekir. Birden fazla kim seye biat etm eleri caiz değildir.
1 — İSLÂM
İmam veya H alife'n in m üslüm an olm ası gerekir. Çünkü onun v azi
fe- bunu gerektirir. Onun görevi, dini ayakta tutmak ve devlet idaresini
311
İ S L A M
Islâm 'ın sın ırla rı ç e rç e v e sin d e yürütm ektir. A n c a k İslâm ’a inanan bir müs-
lüm an bu işi sa ğ lık lı b ir ş e k ild e yürüteb ilir. İslâm ’ın pre nsip ve yön elişle
nni bilm eyen bu görevi yürütm ez. O halde İslâm de v le tin in b a şkan ı m ut
laka m üslüm an olm alıdır.
M ü slü m a n olm ayan bir kim senin m ü slü m an lara ba şk an olm a sı ca iz
değ ildir. Y ü c e A lla h ’ ın şu âyetin den de bunu a n lıy o ru z : «Müminler, mü
minlerden ayrılıp kâfirleri dost edinmesin. Bunu her kim y a p a rsa artık
Allah'tan ilişiği kesilmiş olur.» (664) İslâm, m üm inlerin m üm in o lm a ya n
ları do st e din m elerini y a sa k la d ığ ın a göre, o n la rı ken dilerin e baş ed in m e
lerini de y a sa k la m ıştır. Ç ün kü bu da d o stluktur.
Bu konuda yü ce A lla h yine şö y le b u y u r u r :
«Erkek ve kadın bütün müminler, birbirlerinin yardımcılarıdır...» (665)
«Kâfirler de birbirilerinin yardımcılarıdır. Eğer siz emredildiğiniz gibi
yardımlaşmazsanız, yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat olur.» 666 ( )
«Allah elbette kâfirler için müminler aleyhine bir yol verecek d e ğ il
dir.» (667)
2 — ERKEK OLMAK
İmam veya H alifen in e rkek o lm a sı şarttır. Ç ün kü kadın y a ra tılışı iti
bariyle d e v le t b a şk a n lığ ın ı gü zel bir şe k ild e yürütem ez. H alifen in işi a ğ ır
dır. D evam lı ç a lışm a yı, orduya kum anda etm eyi ve devletin bütün işle
rini yürütm eyi gerektirir.
Peygam ber (S.A.V.) bu konuda şö y le b u y u r u r : «Kendilerine bir ka
dını başkan yapan kavim felah bulmaz.»
3 _ MÜKELLEF OLMAK
im am veya H alifen in m ü kellef olm ası, yani â k il ve bâliğ olm a sı ş a rt
tır. Ç o cu k , d e li ve bunak d e v le t işlerin i yürütm ez. Ç ün kü İm am lık b a ş
kala rın ın so rum luluğun u ta şım a ktır. H alb uki bunlar kendi so ru m lu lu k la rı
nı yü k le n e ce k durum da değildir. B a şk a la rın ın so rum luluğun u n asıl y ü kle n
s in le r ? İslâm 'a göre ç o c u k deli ve bunak sorum lu değ ildir. Peygam ber
(S.A.V.) ‘şö y le b u y u r u r : «Kalem üç kişiden kaldırılmıştır: Ç o cu kta n , b â
liğ o lu n ca y a kadar. U yuyandan, u y a n ın ca ya kadar. Deliden, a k ılla n ın ca y o
kadar.»
312
HAYAT NİZAMLARI
4 — İLİM
İmam veya H alifenin âlim olm ası şarttır. En önce b ilm esi gereken
hususlar İslâm î hüküm lerdir. Çünkü bu hüküm leri uygulayacaktır. D evlet
idaresini bu hüküm lerin çizd iği çerçeve içe risin d e yürütecektir. Şayet İs
lâm î hüküm leri bilm iyorsa İmamlığa ge tirilm e si caiz değildir. Bazıları,
İmamın İslâm î hüküm ler konusundaki b ilg isin in m u ka llid lik seviyesind e
o lm asını yeterli görm üyorlar. Çünkü m ukallidlik, bir e ksik liktir. H alifenin
rnüctehid derecesinde olm ası onlara göre şarttır. Çünkü onların görüşüne
göre İmamlık, sıfa t ve davranışlarda kemal sahibi olm ayı gerektirir. Geri
kalan diğer âlim le r ise, İmamın m ukallid olm asını caiz görür ve mücte-
hidiiği bir şart olarak ile ri sürm ezler. (668)
İmamın İslâm î hüküm leri b ilm esi de yeterli değildir. Yüksek seviyede
kültürlü olm ası gerekir: A srın ın ilim le rin i bilm elidir. M uta h a ssıs derece
sinde olm azsa bile yeterli m iktarda bu ilim le ri bile cektir. D e vletler kanu
nunu, devletler arasındaki antlaşm alari, tic a rî sö zle şm e le ri ve bu konula
rın tarihini de b ilm esi gerekir.
5 — ADALET
İmam veya H alifenin adaletli olm ası şarttır. Çünkü adaletin gerekli
olduğu birçok m üessese bu makamın gözetim i altındadır. O halde ö n ce lik
le adaletin bu makamda sözkonusu olm ası gerekir.
Fakîhlere göre adalet, farzları ve faziletten sayılan şe y le ri yerine ge
tirm ekle m asiyet, çirk in davranış ve şahsiyete dokunan hareketlerden
uzak olm aktır. B azıları adaletin H alife olacak şahısta m eleke halinde o l
m asını şart koşarlar. Bazıları da, davranışlarıyla âdil olan kim sede ada
let m eleke halini a lır diyor. (669)
6 — YETERLİLİK
İmam veya H alife olacak şahsın insanları idare edebilecek, onlara yön
verecek, ve siy a si engelleri atlatabilecek güçte olm ası şarttır.
608 — el-M ev ak ıf, Sh. 605; e l-M u h a ilâ , C. 9, Sh. 632; E sn â ’l-M e ta lib ve H a-
şiy e tu ş-Ş ih ab , Sh. 108; el- M ilel v e 'n -N ih a l, C. 4, Sh. 166; A n k a m u 's-
S u lta n iy y e (M a v e rd i), Sh. 4; e l-M u sa m e re , C. 2 Sh. 263; e l-H ilafetu ,
sh. 16
669 — el-Milel v e'n -N ih al, C. 4, Sh. 167; M u k a d d i m e t u 'l İbıı-i H a ld u n , Sh. 183
el-M evakıf, Sh. 605-606, el-M u sam ere, C. 2, Sh, 162-164; A h k a m u ’s-Sul-
ta n iy y e , Sh. 625
313
İSLÂM
7 — SAĞLIKLI OLMAK
8 — KUREYŞLİ OLMAK
ih tilâ flı bir şarttır. Cum hur imam veya H alifenin K u re y ş’ten olmasın^
şart koşar. Bu konuda d e lille ri Peygam ber (S.A.V.)’den bu konuda rivayet
edilen hadislerdir. Peygam ber (S.A.V.)’in şöyle rivayet ettiği nakled ilir :
«İmamlar Kureyş’tendir.»
«İmamlar Kureyş’tendir. Hükmettiklerinde adaletle hükmederler.»
«İmamlar Kureyş’tendir. Benim üzerinizde hakkım vardır. Onların da
buna benzer üzerinizde hakları vardır. Onlardan rahmet istenince rahmet
enerler, söz verdiklerinde sözlerini yerine getirirler, hükmettiklerinde ada
letli davranırlar. Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onlardan
böyle davranmayanın üzerinde olsun.»
«Allah’a itaat ettikleri ve emrine göre hareket ettikleri müddetçe bu
iş Kureyş'liler arasındadır.»
«Ey Kureyş topluluğu, Allah'a isyan etmediğiniz müddetçe bu işin eh
lisiniz. Allah’a isyan ettiğiniz zaman (elindeki deyneği göstererek) bu dey-
neğin kabuğunun soyulduğu gibi sizi soyacak kimseleri Allah üzerinize
gönderir. Ve elindeki deyneğin kabuğunu soydu. Bir de baktık ki, deynek
kabuğundan soyulmuş bembeyaz olarak ortaya çıktı.»
«Kureyş’lileri öne sürün ve siz önlerine geçmeyin...»
Cum hur, bu nassların yanında bir de sahabelerin icm aına dayanır. Se-
kîfe günü Hz. Ebu B ekir E nsar’a karşı, İmamların Kureyş'ten olduğunu de
lil olarak ge tirin ce Ensar İmamlığı istem ekten vazgeçti. Halbuki daha ön
ce «Bizden bir em ir ve sizden bir em ir olsun» diyorlardı. Ondan sonra Hz.
Ebu B e k ir’in : «Em irler bizden, v e zirle r sizden» sözüne razı oldular. (670)
H a ric ile rle m utezilenin bir kısm ı İmamın K u re yş'li olm asını şart koş
mazlar. Kitap ve Sünnete göre hareket eden Arap olsun veya olm asın
İmamlığa lâyıktır. O nlar bu hadislerin âhâd hadisler olduğunu sö yliyere k
onları delil kabul etm ezler. Z irar b. Öm er ise, K u re yş’li olm ayanın başa
314
HAYAT NİZAMLARI
g e tirilm e si daha evlâdır, diyor. Çünkü aşire tçe daha za y ıftır ve isyana g ir
diğinde onu makamından düşürm ek daha kolaydır. (671)
Kureyş uğradığı konfor ve lüksten dolayı zayıflayın ca işi yüklenm ek
ten âciz kaldı. A rap olm ayanlar onlara galib geldi. Hal ve akd ye tkisi on
lara geçti. Bu durum birçok araştırm acıyı şüpheye düşürdü. N ihayet onları
K u re yş'li olma şartından vazgeçirdi. Bu görüşe giderken şu hadisi delil
olarak g ö ste rd ile r : «Başınızda olan, başı üzüm tanesine benzer bir Habeşî
bile olsa dinleyin ve itaat edin.» Hz. Ö m er'in şu sözünü de d e lil olarak
ile ri sü re rle r : «Şayet ecelim u laşırsa ve Ebu Übeyde hayatta olursa onu,
o vefat e tm işse M uaz b. C e b e l'i H alife seçerim .» M uaz, E n sar’dandır ve
K u re yş’lik le iliş k is i yoktur. A y rıc a savaşlarda A bd ullah b. Revaha, Zeyd
b. H arise, Üsam e b. Zeyd ve K u re y ş’li olm ayan diğer kim se le rin kumandan
se ç ilm e le rin i delil kabul ederler. Kadî Ebu Bekir el-B akıllan î de K u re y ş’in
zayıflad ığın ı ve A rap olm ayanların bu işte diren m elerin i nazar-ı itibara
alarak K u re yşî olm a şa rtını saym am ıştır. (672)
A n ca k K u re yşî olm anın şart olduğunda İsrar edenler hadis-i şeriften
m aksadın küçük b a şkan lıklar olduğunu İmamet-i Uzmâ olm adığını, Hz.
Ö m er’den rivayet edilen sözün kendi içtihadı o lab ile ce ğ in i ve sonra da
görüşünün de ğ iştiğ in i ile ri sü rerle r. N itekim A bd ullah b. Revaha'nın ve
diğe rle rin in kumandan s e ç ilm e le ri İmamet-i U zm â’ya girm eyen bir durum
dur. „
Şunu da b e lirte lim ki K u re yşîliğ in şa rt olduğunu ile ri sü ren ler zorla
işbaşına gelen K u re yşli olm asa bile H a life liğ in i caiz görüyorlar. A slın d a
bu, K u re yşî olm ayı şa rt koşm akla ç e liş ik bir durum dur ama onlar bunu
zarûrete bağlarlar.
İmam veya H alifede bulunm ası gereken şartlar, bunlardır. Umumi
m aslahat başka şartları da gerekli kılarsa, herhangi bir engel yoktur. M e
selâ b e lli bir yaşın s ın ır olarak kabul e dilm esind e bir sakınca yoktur. Veya
İlmî bir kariyere sahip olm ası şa rt olarak kabul e d ile b ilir. G ü nlerin geç
m e siyle başka şa rtla r da doğabilir.
İm am lığın tek bir şe r'i yolu vardır: Hal ve Akd ehlin in İmamı veya Ha
life y i se çm e le ri ve İmam veya H alifenin H a life lik m akam ını kabul etm esi.
İmamlık veya H ilâfet bir antlaşm adır. A ntlaşm anın bir tarafını H alife,
ikin ci tarafın ı da üm m et iç e risin d e k i «Ü lü'r-R e’y*>den olanlar te şk il eder.
315
İSLÂM
Bu İcap ve kabul ile olur. İcab ümmet içerisin deki R e’y veya Şûra E h lin d e n
olur ki bu, H alifeyi seçm ekten ibarettir. Kabul ise ümmet içe risin d e ki R e’y
ehlinden gelen H alife seçim ini, se çile n kişin in kabul etm esidir.
R esûlüllah (S.A.V.)’in vefatından sonra Raşid H alifele rin hepsine bu
yolla biat yap ılm ıştır. Her birinin h a life liğ in i, olayları gözönünde bulun
durarak incelediğim izde bu yolun takip e dildiğini görürüz.
316
HAYAT NİZAMLARI
317
İSLÂM
318
HAYAT NİZAMLARI
için altı k işiy i aday gösterdi. Şayet söz, bu altı kişin in olsaydı, Abdürrah-
man; M ühacir, Ensar, halkın ile ri gelenleri ve ordu kom utanlarıyla üç gün
üç gece görüşm elerde bulunmazdı. Ö yle ki, son gece hiç uyum adığı b ild i
rilm ektedir. Eğer böyle olsaydı namazdan sonra halkı cam ide toplam asına
ve onların gö rüşlerini belirtm elerin i istem esine ne gerek vardı. Ve eğer
görüş sadece bu altı kişin in olsaydı, beşi biat ettikten sonra H ilâfet hük
me bağlanırdı. A ltın c ıs ın a gerek yoktu. Neden bütün halkın biat etm esine
ihtiyaç duyulm uştu?
O halde Ö m er'in de se çim i, aday gösterm e idi. Abdürrahm an'ın O s
m an’ı seçim i de aday gösterm e idi.
A li’nin Biati :
Hz. Osman öldürüldüğünde M u h a cirle rle Ensar biat etm ek üzere Hz.
A li'y e g ittile r. Hz. A li : «Benim işin ize ihtiyacım yoktur» dedi. Tekrar tek
rar gelip İsrar etm eleri üzerine biatin m escidde olm ası gerektiğini bildirdi.
Halk m escidde toplanarak ona biat etti.
Buradan da an laşılıy o r ki, halkın umumi biati olmadan seçrpe ve kabul
olmadan H ilâfet hükme bağlanamaz.
Şüphe Götürmeyen Bir Netice :
Dört Râşid H a life ’nin s e ç iliş i işte böyle olm uştu. Bu tarihî olayları
sa ğ lıklı bir incelem eye tabi tuttuğumuzda doğruluğunda şüphe olmayan
bir neticeye varırız. O da, H ilâfetin ancak R e ’y Ehli'nin tam am ının ve ço
ğunluğunun oyu ve H alife s e ç ile c e k kişin in bunu kabui e tm esiyle gerçek-
'eşe ce ğ id ir. A y rıc a m evcut H a life ’nin kendisinden sonra gelecek H a life ’-
yi te sb it etm esi, ancak bir aday gösterm edir ve Re'y E h li’nin kabulüne
bağlıdır. Şayet bu adayı kabul e derlerse ona biat ederler, etm ezlerse, baş
ka birini aday olarak gösterirler.
Süleym an b. A bd ülm elik, kendisinden sonra Öm er b. A bd ülaziz'i Ha
life tayin edince onun takındığı tavır, m eseleyi bu şe kild e anladığını gös
terir. Olay şöyleydi : Süleym an bir mektup yazdı. A ltın ı m ühürledikten
sonra R eca’ b. H ayve’den yakınlarını toplam asını ve bu mektupta yazılı
olan kim senin adını bilm eden kendisine biat etm elerini iste m işti. S ü ley
man vefat ettikten sonra R eca’ halkı Dabık m escidinde toplayarak mühür
lü ve kapalı mektupta yazılan kim seye biat e d ilm esin i istedi. O nlar da biat
ettiler. Biattan sonra mektup açıldı. Ve okundu. M eğer şöyle y azılm ıştı :
■ Bu mektup Emirülpnü’m inin A lla h ’ın kulu Sü leym an’dan Öm er b. Abdül-
aziz’eair. Onu kendim den sonra H alife tayin ettim ve ondan sonra da Ye-
zid b. A b d ü lm e lik'i dinleyin, itaat edin ve A lla h ’tan korkun, ihtilafa düş
meyin, yoksa başkaları size göz diker.» M ektup okununca Öm er b. Ab-
319
İSLÂM
HİLAFETİN MÜDDETİ
H alife, A lla h ’ın e m irle rin i uygulam ak ve ümmeti A lla h ’ın e m irleri çe r
çevesind e idare etm ek konusunda ş e r ’an üm mete n aiblik ettiğinden ve
bu iki fiil sü re k li olarak üm m et için gerekli olduğundan H ilafet b e lli bir
zam anla s ın ırlı değildir. H alife, h a life lik görevini yeterin ce yürütebildiği ve
ken disini makamından düşürecek bir harekette bulunm adığı müddetçe.
H alife olarak kalır. H a life lik sü rekli olarak v a cip liğ in i devam ettird iğin i ve
mevcud H alife de selahi.yetiyle görevini yürütebildiğin e göre, onu belli s ı
nırlarla sın ırlam ak m anasızdır.
Haşan b. A li ve M uaviye b. Y e z id ’in yaptığı gibi H alife kendi isteğ iyle
makamından ayrılm adığı, İbrahim b. V e lid ve M ervan b. M uham m sd (ikisi
de Em evîlerdendir) gibi b ir sebepten dolayı makamından alınm adıkça İs
lâm tarihinde olduğu gibi H a life lik ölüm e kadar devam eder.
G erçek şu ki, H alife'n in ölünceye kadar makamında kalm ası ümmet
işle rin in daha istik ra rlı ve H alife tayini yönünden m üslüm anlar arasında
ih tilafın çıkm am ası açısından daha yararlıdır.
H alifenin ölünceye kadar makamında kalacağı konusunda apaçık bir
nass yoktur. A ncak üm m etin bu konudaki icm aı nass m akam ındadır. Çün
kü icm a'da İslâm şe ria tın ın kaynaklarındandır.
320
HAYAT NİZAMLAR!
HALİFENİN ADALETTEN A Y R IL M A S !
321
larına rağmen onu m akamından düşürürken fitnenin doğm ası söz konusu
ise bu durumda ih tila f e tm işlerd ir. Bazılarına göre yeterli bir sebep olun
ca fitn e ye sebep olsa bile H alife makamından düşürülür. Bazıları, g e le
cek fitne onun makamında kalm asından daha ehven olursa yine düşürü
lür görüşündedir. Bazıları da yaptığı hareketlerle H alife makamından düş
m eyi hakketse b ile fitne sö z konusu ise makamından düşürülem ez der...
(679)
BEDENİ SAKATLIK
İkincisi : U zuvların kaybed ilm esid ir. Bunların da bir kısm ın ın hem yeni
yap ılacal bir akde ve hem de m evcut akde engel oldukları sö ylenir. İki
elin veya iki ayağın yok o lm ası gibi iş yapm ayı ve yürüm eyi engelleyen
sa ka tlık la r devam ına engeldir, bazılarına göre değildir.
Üçüncüsü : Tasarruf e k sik liğ id ir. Bu da iki şe k ild e olur : a - Hacir,
b - Kuhre hali.
H acir hali : H alifen in idarecilerinden; en yüksek m em urlarından b i
rinin D e vlet iş le rin i b ir kötülük ve su istim a l yapm aksızın aksatmadan yü
rütm esidir. Böyle bir durum, halifenin h a life liğ in e engel olmaz. A ncak iş
leri yürüten bu k işin in işle rin e ba kılır. Eğer dini hüküm leri aksatmadan
yürütüyor, adaletin ge re ktirdiğ i şe k ild e hareket ediyorsa, topluluk içinde
bir fesadın, bozuk nizam ın yayılm am ası, dini işle rin , m uam elelerin durma
ması için h a lifen in bu iş le ri kabulu, ta sd iki gerekir, esasen tasd ik edeceğ
de düşünülür.
Kuhre ise, Savaşta galip gelen düşman eline H a life n in düşm esi ve
kurtulm aya imkân bulm am asıdır. E sir düşen, H alife adayı ise bu durun
H alife olm asına engel te ş k il eder. Şayet H alife ise, yine m üslüm anlarır
işle rin i yürütm ekten âciz olduğu için H a life liğ i devam etmez... (680)
6 79 _ Ş e h r u ’z -Z e rk a n i, C. 8, S h. 60; H a şiy e tu îb n -i A b id in , C. 3, Sh. 429
322
HAYAT NİZAMLARI
681 — M ü m te h in e : 13
323
I
İSLÂM
Sûrâ E h lin in , H alife olm ayı isteyen veya buna şid d e tli iştiya kı olanı
seçm e m e le ri ve ona biat etm em eleri güzel olur. Çünkü idareci olm ayı
istem ek haram değ ilse de m ekruhtur. Onu isteye n le rin çoğu şöhret ve
halktan daha yüksek b ir makama yükselm e düşkünüdür. Ve çoğunlukla bu
gibi kim se le rin id a re ciliğ i fesada sürüklenir.
682 — F e th : 11
0 8 3 — K a d ın e v in d e (v e y a p e rd e a rk a s ın d a ) o ld u ğ u h a ld e u m u m i b ir m e
se le d e k e n d is in e d a n ış ılır. S e ç im d e n s o n r a k e n d is in d e n b ia t d a a lı
n ır . B u n d a b i r s a k ın c a y o k tu r. B u so n d u ru m sa d e c e H ila fe t m e s e
le s in d e o lu r.
324
HAYAT NİZAMLARI
R esûlüllah (S.A.V.), idareci olm ayı isteyen ve buna h ırsı olanı idareci
yapm am ış ve böyle iste k le rd e bulunulm am asını iste m iştir. Ebu M usa, Re
sû lüllah (S.A.V.)’in yanına gird iğ ini ve am cası oğullarından iki kişin in
onun yanında olduğunu ve ik isin in de R esûlü llah (S.A.V.)’den ken dilerin i
idareci yapm asını iste d ik le rin i ve onun da şö y le buyurduğunu sö y le r :
«Vallahi biz bu işi, onu hırsı olana vermeyiz.» Abdürrahm an b. Sem üre Re
sû lüllah (S.A.V.)'in ken disine şö y le ded iğin i rivaye t eder : «Ey Abdürrah
man b. Semüre, emir olmayı isteme. Şayet senden bir istek olmadan sana
verilirse onu yürütmen için sana yardım edilir. Ama, isteyerek alırsan
onunla başbaşa kalırsın.»
H ele bu işi isteyen zayıf ve onu yerin e getirm ekten âciz olursa, ona
mani olm ak daha da evlâdır. N itekim R esûlü llah (S.A.V.) Ebu Z e rr’e zayıf
olduğu için v a lilik v erm e m iştir. Ebu Z e rr R esûlü llah (S.A.V .)’e şö yle der :
«Ya R esûlüllah, beni vali yapm ayacak m ısın?» R esû lü llah (S-A.V.)’in ce
vabı şö yle olur :! Sen güçsüzsün. Bu ise, emanettir. Kıyamet gününde de
utanç ve pişmanlıktır. Ancak onu hakkıyla yerine getiren ve kendisine dü
şeni mükemmel bir şekilde yerine getiren için değil.»
Şûrâ Ehli İmam’ı se ç ip ona biat e ttile r mi, İmam’hk onun için k esin
le şm iş olur. İm am lığın k e sin le şm e si ise ona b ir takım görevler yükler. A r
tık m e su liy e tle rin i de yerin e getirm ek m ecbu riyetinded ir. A n ca k o İmam
kaldığı ve gö re vlerin i e k s ik siz yerin e ge tird iğ i m üddetçe üm m et üzerinde
ken disinin birtakım hakları da vardır.
İMAMIN GÖREVLERİ
İmam’ın gö revleri çok olm akla beraber iki ana tem elde mütalaa edilir:
1 — İslâm 'ı ayakta tutmak.
2 — D e vlet iş le rin i İslâm çe rçe v e sin d e yürütm ek.
D evleti İslâm ’ın s ın ırla rı iç e risin d e idare etm enin İmam’ın g ö re vle rin
den olduğunu söylem em iz, Şûrâ sın ırla rı iç e risin d e devleti idare e de ce ği
ni sö ylem ek gibidir. Çünkü İslâm iyet Ş û râ ’yı m üslüm anlara farz k ılm ıştır.
İdareciler bir görüşte ittifa k etm e yin ce her işte idare e ttik le rin in görüş
lerine başvuracak ve çoğunluğunun görüşünü alacaklardır.
325
İSLÂM
İM A M 'IN H A K LA R I
VATAN
1 — İslâm üm m etinin vatanı, yeryüzünün tam am ıdır. Çünkü yeryüzü
A lla h ındır: «Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır.» Yeryüzünde A lla h ’ın
ehli ise, m üslüm anlardır: «Sizden iman edip de salih ameller işliyenlere
Allah şöyle va’d buyurdu: «Yemin olsun ki, kendilerinden evvel gelenleri0 5
8
085 — N isa : 59
327
İSLÂM
Buna göre Yüce A lla h yeryüzünün tam am ına sahip olm a hakkını müs-
lüm anlara ta n ım ıştır. Tâ ki yeryüzünün hepsi onlara vatan olsun. Bu hak
kı alm ayı da onlara farz k ılm ıştır: «Ey müminler, önce, kâfirlerden size ya
kın olanlarla savaşın. Onlar, sizde, şiddet ve kuvvet bulsunlar. Biliniz ki
Allah, takva sahipleriyle beraberdir.» (688) «Fitneden eser kalmayıncaya
ve din de yalnız Allah’ın oluncaya kadar o müşriklerle savaşın. Vazgeçer
Serse, artık düşmanlık ancak zalimlere karşıdır.» (689) H akim iyet A lla h ’tan
başkasında oluncaya kadar yeryüzünde fitn e v ard ır dem ektir. A n ca k yer
yüzü A lla h ’ın şe ria tın a ve bu şe ria tı savunanlara boyun eğerek O'nu bo
yunduruğuna gire rse , yeryüzünde em niyet (İslâm) g e rçe k le şm iştir. Çün
kü em niyet İslâm ’ ın ken disidir. İslâm sız em niyet olmaz: «Ey müminler,
A lla h yolunda cihada çıktığınız zaman, mümini kâfirden ayırmak için iyice
araştırın . Size İslâm selâmı veren kimseye sen mümin değilsin deme
yin...» (690) A lla h hakkı galip g e tireceğine ve şe ria tın ı şe re fle n d ireceğ in e
söz verm iştir. Bu söz, her zaman için g e ç e rlid ir : «Peygamberini hidayetle
ve hak din ile, bütün dinlerin üzerine geçirmek için gönderen Ö ’dur; ister
se müşrikler hoş görmesinler.» (691) B ir hadis-i şe rifte R esûlü llah (S.A.V)
gece ve gündüzün ulaştığı her yere İslâm ’ın ulaşacağını haber verm iştir.
B ir hadiste de İslâm kelim e sin in girm eyeceği h içb ir kara parçası ve evin
kalm ıyacağım bildirm e kte dir. A lla h ’ın izn iyle bu o lacaktır. V e işte o zaman
yeryüzünün hepsi, ka y ıtsız ve s ın ırs ız m üsiüm an için vatan olacaktır. Ve
ancak o zaman in san lık topyekün m utluluğa kavuşacaktır.
a — İslâm yurdu.
688 — N u r : 55
887 — E n b iy a : 105
683 — T e v b e :123
689 — B a k a r a : 191
890 — B a k a r a : 191
691 — T e v b e : 33
328
HAYAT NİZAMLAR]
692 — N is a : 66
693 — N is a : 97
329
İ SLÂM
604 — E n fa l : 72
330
HAYAT NİZAMLARI
331
İSLÂM
695 — T ev b e : 47
696 — A h z a b : 60
332
____________ HAYAT N İZ A M L A R I
vali söz konusu olunca halkın arzusu nazar-ı itibara alınır. N asslardan da
açıkça anlaşılan budur :
«Üç kişi oldunuz mu, aranızdan birini başkan seçin.» Başa geçirm e
«Kim, imamlığından hoşlanmadıkları
hakkı, idare edilece k olanlarındır.
halde bir cemaata imam olursa, namazı iki kulağını geçemez.» Namaz ön
d e rliğ i, İslâm'da ö nd erlikler arasında önem li bir m evki işgal eder.
H A Y A T N İZ A M LA R !
tır. H iç bir vilâye tin m erkezden ayrılm asına veya itaattan çıkm asına fır
sat verm eyecektir.
M üslüm anlar için durum budur. M üsiürnan olm ayanlara gelince, müs-
lüman fakihlerin, müsiürnan m em leketlerde müsiürnan olm ayanların bir
güç olacak şe k ild e bir araya g e lm elerin i hoş karşılam a d ıkla rın a dikkati
çekelim . M üslüm an olm ayanların iskân ede ce kleri özel yerlerin in olm ası
veya İslâm m em leketlerin e geld ikle rin d e b ir arada toplanm alarının önlen
m esi ve başkaldırarak gü çlerinin olm am ası için d ağıtılm aları gereğine
inanırlar.
maçı olağandır. A n ca k valid e bir takım özel sıfa tla rın bulunm asının şart
olm ası da olağandır. Çünkü onun görevi de vilâ y e tin in sın ırla rı dahilinde
tıp kı İmam’ın görevi gibidir. O da, İslâm ’ı uygulayacak ve m üslüm anlann
işle rin i idare edecektir. Hz. Ö m er'in bu konudaki sö zle ri ilg in çtir :
«Ey insanlar, ben yem in ederim ki, yü zlerinize vurm aları ve m a lları
nızı alm aları için size v a lile r gönderm iyorum . Size d inin izi ve yolunuzu
öğretm eleri için gönderiyorum . Kim bu şe k ild e bir davranışla k a rş ıla ş ır
sa, onu bana b ild irsin . Ö m er’in nefsini kudretinde tutana yem in ederim
ki, onun hakkını ondan alacağım.»
335
(BİRİNCİ KİTAP)
İ Ç İ N D E K İ L E R
M U K A D D İM E 5
İSLÂ M 17
BİRİNCİ B Ö LÜ M B irin c i C i i î RÜ KÜ N LER
B irin c i Rükün (ŞEHADET) 25
İkinci Rükün (N A M A Z ) 107
Ü çüncü Rükün (ZEKAT) 115
Dördüncü Rükün (O R U Ç) 157
B eşin ci-R ükün (H A C ) 173
İKİNCİ B Ö LÜ M
İslâm olm ayınca 178
İnsan ya m üslüm andır veya kâfird ir 185
İnsan (Erkek - Kadın) 197
Oyun ve E ğlence 219
S ü sle n m e 222
G üzel Sanatlar 233
M illiy e tç ilik , v ata n sev e rlik, ırk çd ık , k a b ile c ilik 237
Ö zgürlük 239
K a rd e şlik ve e ş itlik 241
N e tice olarak 242
İslâm ahlâkı insanı her yönden kem âle e rd irir 243
A lla h hakkı 250
Ana - baba hakkı 251
Karı - koca hakkı 252
A kraba hakkı 254
Kom şu hakkı 255
İş hakkı 255
M üslü m a n la rın hakkı 256
M üslüm an olm ayanların hakları 259
D evletin hakkı 299
Ü Ç Ü N C Ü B Ö LÜ M
M U K A D D İM E (Hayatın um umi nizam ları) 274
Ü m m et 277
H ilâ fe t 297
H a life liğ in farz oluşunun kaynağı 308
İmamda bulunm ası ge re kli olan şa rtla r 319
H a life n in adaletten a y rılm a sı 328
İmam veya halife n in se ç im i 322
İmanın hakları 225
Vatan ° b
İS L A M
Said Havva
Cilt: 2
TÜRKÇESÎ
SAlD ŞÎMŞEK
İKTİSADÎ SİSTEM
İslâ m n iktisa t siste m in d e n söz ederken iki hususu b irb irin e k a rış
tırm am ak gerekir: A rz ve talep p re n sib i olara k İktisadî hayatın kanunla
rıma İktisadî hayatı te m sil eden te ş r iî yönü. Çünkü İktisadî siy a se tin sa
dece te ş r iî -yasama- yönle iliş k is i vardır. İktisadî hayat, tabiat kanunla
rına benzer. B ir hukuk kitabında çekim kanunlarının yazılm ası beklen-
m e d ğ ı gibi İktisadî te şrîd e n bahseden bir kitapta da İktisadî hayatın pren
sip le rin in y azılm ası beklenem ez.
İktisadî te şriin konusu, İktisadî iliş k ile rin adalet üzere yürütülm esi
ve g e lirin yararına olm a sıdır. Buna önem v e rilir. A y rıc a İktisadî hayattan
doğan problem ve m e se le le rin çözüm ü üzerinde durulur.
1 — İslâmda M ü lk iy e t Nizam ı
339
İSLAMDA MÜLKİYET NİZAMI
A — İslâm ın m ü lkiye t nizam ını anlatm adan önce zih in le rim izd e üç
gerçeğin a ç ık lık la b e lirle n m e si g e re kir :
1 — M ald a in san lar arasında tam b ir e ş itlik im kân d ışıd ır. Buna bir
m isal v e re lim :
K e s in lik le hayır
Ş ayet ik in c i defa e ş itliğ i geri getirm eğe ç a lışır; yanında daha çok
bulunandan m alını a lır ve daha az m alı bulunana ve re ce k olursak, ne
o laca ktır? Daha çok ça lışa ra k daha çok kazanan, ça lışm a sın ın k a rşılığ ın ı
görem ediği için ç a lışm a yı bırakacaktır. V e b ir gayret sarfetm eyen de, yo
rulm adan kazanç elde e ttiğ in e bakarak daha çok te m b e lle şe c e k tir. Bu
işi ne kadar kontrol altınd a tutm ağa ç a lış ırs a k ç a lış a lım yine de id dia edi
len e ş itlik olm az. Çünkü o kadar kontrolcuya ih tiya ç duyulacak ki,
çalışm ağa adam kalm ayacaktır. B ö ylece büyük bir çoğunluğun g e lir ge
tiric i olm asına engel o lunacaktır. A y rıc a her zam an için kontrol da ko
lay değ ildir.
0 halde bu düşünce te m elin den y a n lıştır. Onun için A lla h fc. c.}
Kur'an-ı K e rim ’de, b e ş e rî hayatın, ancak rızık konusunda in san ların bir
birlerin den fa rk lı o lm a larıy la düzene g ire b ile ce ğ in i b ild irm iştir. İktisat
m e se le le rin d e A lla h 'ın sü nnetlerin den b irid ir bu. Y üce A lla h şö yle buyu
rur: «Allah rızık hakkında bir kısmınızı b ir kısmınızdan üstün kıldı..» f1]
Bundaki hikm eti de şö y le açıklar: «-Ey müminler- Allah, O ’dur ki,
sizi arzın halifeleri yaptı ve derecelerle kiminizi kiminizin üstüne çıkar*
1 — N ah! : 71
341
İ SLÂM
dı. -Bunun hikmeti ise, sizi size verdiği şeylerde imtihan etmek için
dir.» (2)
«Rabbinin rahmetini onlar mı bölüyorlar? Onların bu dünya hayatın
daki geçim rızıklarını aralarında biz böldük. Bir kısmını da derecelerle
diğerlerinin üstüne çıkardık ki, bir kısmı bir kısmını tutup çalıştırsın...»
(3] Ş a ye t herkes gücüne göre b ir diğ e rin in işin d e ça lışm a m ış o lsayd ı, in
sanların m a slahatları e n g ellen ird i. K im se kim senin işin i görm ezdi.
2 — E n 'â m : 165
3 — Z u h r u f : 32
4 — H a$r : 7
(*) Ercüm ent Rusya İstatistiği
342
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMİ
munda olanın ken disi zulüm yaparsa bu zulm ün ortadan kald ırılm a sı
kim den iste n e b ilir ve buna kim engel o la b ilir?
A — FAİZ
İslâm fa izi haram k ılm ış tır. A zı da, çoğu da. H aram lığı zina derece
sin i aşacak de re ce d e d ir. O ysa zina yapan k işi evli ise recm i hak .eder.
R ivayet e d ilir ki. «Bilerek kişinin yediği bir dirhem faiz otuz altı zinadan
daha kötüdür.» «Faiz yetmiş üç kapıdır. En aşağısı kişinin annesini nikah
laması gibidir.»
Faizin haram lığı onunla iliş k is i olan herkese dokunur: «Resûlüllah
(S.A.V.), faizi yiyene yedirene, yazana, şahitlerine lanet etti ve hepsi de
-günahda- eşittir, dedi.»
Faizin bu derece çirk in karşılanm ası, İçtim aî ve İktisadî hayata kötü
etkile rin de n d o la yıd ır. Faiz, üm m etin bütün m alların ın bazı hallerde; şa
yet yaln ız ken disi devletin fa izci ise d e vletin e lin d e toplanm asına se
bep olur. Faizcin in m alı, d iğ e rle rin k in in hesabına e ksilm e kabul etm e
den gün g eçtikçe artar. F a iz c ile r ve fa izle uğraşanlar çoğaldıkça, fa iz
c ile rin se rv eti günden güne artar. Ve b ir gün g e lir ki, h e rşe y onların
olur. Böyle b ir düzen, halkı para babalarına köle yapar. Hatta bazan
e m e kçiler görünürde ücret k arşılığ ın d a ç a lış ıy o r görünm ekle beraber as
lında k a rş ılık s ız ç a lış ırla r. Bu, ne kötü b ir durumdur! Çünkü bazan borç
lu ç a lış ır ama ça lışm a sın ın k a rşılığ ın d a ald ığ ı, ödediği fa iz m iktarını
karşılam az. Bazan da faiz m iktarı o kadar ço ğ a lır ki, borçlu g ittik çe içe
ri girer. Y in e böyle b ir ortam da fa izle para y atıra n la r çoğuzam an b ilfiil
iş hayatına katılm az. O turdu kları yerde para b irik tirirle r.
Faizin pek çok kötülükleri vardır. Bu m ese le yi e tra flıca ele alan ki
taplardan bunları o ku ya b ilirsin iz. (*)
(*) İS L Â M ve F A İZ S e y y id K u tu p ( İk b â l Y a y ın la r ı)
343
İSLÂM
«Ey müminler,
İslâm de vle tin in de bu savaşa katılm ası, görevidir:
Allah'dan korkun ve faiz hesabından arta kalanı bırakın (alm ayın), eğer
gerçek müminler iseniz... Yok eğer bu faizi terketmezseniz bilin ki, A l
lah’a ve Peygamberine karşı harbe girmişsiniz. Eğer ribâ almaktan tevbe
ederseniz ana paranız sîzindir; ve böylece ne zalim olursunuz, ne de
zulme uğramış bulunursunuz.» (5)
İslâm fa izi y a sa klam ışsa , bir de ona ih tiya ç bırakm ayan y o lla r aç
m ıştır. H erşeyden önce m udarebe ortaklığ ın a m üsaade vardır. M üdarebe,
bir taraftan serm aye diğer taraftan em ek olm ak üzere kurulan ortaklıktır.
Bu o rtaklıkta iki ta rafın üzerinde a n la ştığ ı m iktar e sa s alınarak kazanç
aralarında bölü şülür. Z iyan o lursa serm aye sahib in e a ittir. Çünkü ça
lışan tarafın em eğinin boşa g itm e si y e te rlid ir.
D evletin fa izi mubah k ılm a sı için elind e bir m azereti yoktur. D e vle
tin e lin d e b irço k im kânlar vardır. Bunları harekete g e tirir, halkın m asla
hatına uyan yo llara başvurur. M aslah a t ise, A lla h 'ın düzeninin k en d isid ir.
Hâşâ; A lla h ’ın düzeninin uygulanm aya m ü sait olm adığı düşünülem ez.
5 — B a k a r a : 278-279
344
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI
A lla h düşm anlarının piyango olarak isim le n d ird iğ i şey, ca h iliy e tte k i
m e y sirin ken d isid ir. Hatta c a h iliy e t devrindeki m e y sirin kötülüğü daha az
idi. Çünkü c a h iliy y e t m e ysirin d e kazanan, kazancının hepsini fa k irle re da
ğ ıtırd ı. O ysa bugünün piyangosunda ikram iye le r num arası çıkan ın kendi
sin e v e rilir. Kum ar, bütün ş e k ille riy le s ırf kötülüktür. Bütün bunlar m ülk
edinm e iç in haram yollardır. Çünkü zulüm le a lın ıp zuiüm le v erilm ekte d ir.
Rıza katiyyen yoktur.
B in le rce lira yı b irik tirip s ırf num arası çık tığ ı için onları b ir insanın
m ü lkiyetin e verm ek akıl kârı m ıd ır? Veya tavla zarın ın şu veya bu ş e k il
de g e lm e siy le m ü lkiye tin bir elden ç ık ıp başka ele geçm esi doğru mu
dur? Ç a lışa n işç i, gö revli memur, binbir gü çlükle beş-on kuruş b irik tirs in
ve saçm a b ir şe y le em eğinin k a rşılığ ın ı kaybetsin. N ice insan ve aile bu
g ib i şeyle rd e n sık ın tı çe km ekte dir. N ice insan bunlardan dolayı b irb irin e
düşm andır. Ve nice insan üretim e katılm adan kahvehane ve kumar yer e-
rinde piyango m ü e sse se le rin d e ç a lışıy o r: Ş a ye t bu oyunlar olm asaydı,
buralarda ç a lışa n la rın hepsi ü cre tli bir işde ça lışm a k m ecbu riyetinde ka
lacaktı. İslâm, İktisadî ve İçtim aî hayata kötü e tk ile ri bulunan ve üretim i
engelleyen bu gibi şe y le rle , bunlara götüren v e s ile le ri ya sa k la m ıştır. Ç ü n
kü bu oyunlar m ü lkiye ti gayr-i makul bir şe k ild e b ir elden başka bir ele
g e çiriy o r. Zam anı boş yere harcıyor ve üretim i eng elliyo r. D o stla rın ın
hepsi kum arbazlardan olan k iş i m utlaka hepsine düşm andır. Bu arada
atlar üzerinde oynanan oyunların da kum ara dahil olduğunu, ancak özel
bazı durum larda ve şeriatta b e lirtile n şa rtla r içe risin d e ca iz olduğunu
b e lirtm ek gerekir.
C — HIRSIZLIK-GASB VE YANKESİCİLİK
345
İ SLÂM
lere şid d e tle cezalar e m re tm iştir. Satarken ölçü ve tartıda e k sik ölçüp
tartm ak ve alırke n fazla alm ak da haram kılınan h ırs ızlığ a girer. (*)
Ebu Ham îd e s-S a îd î (R.A.) dan, de r ki: Peygam ber (S.A.V.) Benû
Esed kabilesinden İbnu’l-Letbiyye ism inde birin i zekât memuru olarak gö
revlen dirdi. Bu adam zekâtı topladıktan sonra döner ve: «Bu sizin, bu
da bana hediye edildi» der. Bunun üzerine Peygam ber (S. A. V.) kalkıp
m inbere ç ık tı ve A lla h 'a ham dettikten sonra şöyle dedi: ««Bu adam anne-
babasının levinde oturaydı da göreydi, ona hediye verilecek miydi; Nef
simi kudretinde tutana yemin ederim ki, kişi böyle şeyler getirdiğinde
mutlaka kıyamet günü çaldığı malı boynuna yüklenerek haşrolunur. Çal
dığı hayvan deve ise, omuzunda müsibet-zede develer gibi İnleyerek,
eğer sığır ise omuz kökünde avaz avaz bağırarak, koyun ise şiddetle
feryat ederek Arasat meydanına getirilir,» buyurdu.
Sonra R esûlü llah m übarek e lin i biz koltuk altını görünceye kadar
kald ırdı ve üç defa :
(*) İs lâ m n iz a m ın ın d ış ın d a k i d ü z e n le r d e k i k a n u n la r h ır s ız lığ ı te ş v ik
e d ic i b ir e r u n s u r d u r la r . ( İk b â l Y a y ın la r ı)
6 — B u h a rı, M ü slim
346
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI
c — H üküm et bazı fe rtle rin veya halkın yahut şirk e tle rin b a sk ısıy la
m illî sanayiyi koruma g a y e siyle bir kanun çıkarır; diğer m em leketlerd e
•şlenen m alların özel şirk e tle r tarafından ithal e d ilm e si e n g ellen ir. Böy
lece y e rli m a lların fia tı y ü k se lir yahut olduğu gibi kalır. A m a arada bir re-
kâbet o lm adığı için m alın k a lite si düşük olur. Bu durumda birkaç fe rt için
halk ziyana u ğ ra tılm ıştır. Biz m ille tim iz in her şeyind e başkalarına muh
taç olm am asını bir farz olarak kabul ediyoruz. Am a birkaç k işi için m il
letin hepsine zarar g e lm e sin i hoş karşılam ayız. Bu gibi durum larda da
ha ad aletli bir yol bulm alıyız.
Görünen o ki, bu, İslâm de v le tin in e lin d e olm ası gereken bir şeydir.
Çünkü bütün asırlard a İslâm de vle ti kanalları ve nehir k o lların ı elinde
bulundurm uştur. E le k trik için barajlar yapmak ve bu e le ktriğ i halka sa t
mak da buna benzer. B ir şirke t, halkın m alını tahakküm ü altına alarak
sonra da iste d iğ i fiata o m alın m ahsulünü satm a hakkını nereden alıyor?
Bu gibi iş le rin devlet e liy le yap ılm ası gerekir. Ş ayet devlet bu işle rin
347
İ SLÂM
3 — idareyi kötüye kullanm a ve haram kazanç elde etm enin bir ;e-
şid i de, altında şa h s î kazanç bulunan im tiyazlara sahip olm akla elde
e d in ilen m ülktür. Çünkü Raşid hilâfe tin uygulam ası, m ü slüm anların iş le
rinden b irin in başına geçen şahsın, başa g e çtikten sonra artan mal ve
kazancından dolayı onu sorguya çekm ek olm uştur. K işin in kazanç elde
etm esi, idareyi kötüye kullandığına bir şüphe te ş k il ederdi. R aşid h ilâ fe
tin uygulam alarından birkaç m isal vere re k durumu açıklığ a kavuşturalım :
E — KARABORSACILIK (İHTİKÂR)
İhtikâr yoluyla m ülk edinm enin haram olduğuna dair birçok hadis
v ard ır :
«Gıda maddeleri üzerinde kırk gün ihtikâr yapan kişi Allah’tan kop
muş, Allah da ondan berî olmuştur.»
«Piyasaya mal getirip satan Allah tarafından rızıklandırılır. İhtikâr
yapan ise, lanete uğramıştır.»
«Ancak günahkâr ihtikâr yapar.»
«Müslüman toplumda fiatları arttırmak için ihtikâr yapan günahkâr
dır.»
348
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI
manında ın aclahatlı olanını seçm ekte se rb e sttir. M aslah a t zam anla de
ğ işe b ilir. M üslüm an ferd ise, ne kadar ih tiya tlı olanını se çe rse o kadar
takvası artar.
F — FİATLARLA OYNAMAK
B elli bir maddeyi ele g e çirip sadece ken disi imâl eden ve normal
fiatın üstünde bir fia tla onu satanın durumu da fa rklı değildir.
Birkaç şirk e tin kendi aralarında anlaşarak bir m addenin fia tın ı makul
sın ırla rın ve se rb e st piyasa fia tın ın üstünde bir fia tla satm aları da buna
girer. Halka zarar v ere ce k şe k ild e bir ça rşıda ki s a tıc ıla rın kendi arala
rında anlaşarak fia tla rı yü kse ltm e le ri yine ayni durum dadır. Am a zarar
etm em ek için rekabete girm em ek üzere anlaşm alarında bir sakınca yok
tur. Bu durumda rekabet etm eleri ken dilerin e zarardır. H albuki İslâm
hukukunda zarar k a ld ırılm ıştır: «Ne zarar ve ne de zarar verme vardır.»
K işin in , m alının fia tın ı yükseltm ek için başka m ü şterinin yanında yap
m acık sa tış yapm ası yine yasaklanan hareketlerdendir.
Oyun kâğıtları, tavla gibi kumar â le tle riy le ûd ve gitar gibi müzik
âle tle rin i imâl etm ek, heykel ve çıp la k re sim le rle bazı m ezheplere göre-
canlı şe y le rin re sim le rin i yapmak, içki imâl etm ek ve bunları satm ak yo
luyla mülk edinm ek haram dır. Bunların satışından e ld e edilen kazanç caiz
d e ğ ild ir. Tabi bunları satın alm ak da caiz değil, haram dır. Bu konuda
d ikk a tlice düşündüğüm üzde bu şe y le rin v a rlığ ın ın tamam en kötülük
ve olm am asının da tamam en m aslahat olduğunu görürüz. B irçok insanın
e n e rjisin i bu gibi şe yle rd e harcam ası, o kadar enerjinin in san lığın fayda
sına harcanm asına engeldir. Kaldı ki bunlarla nice insanın duyguları is t is
mar e d ile re k malı elinden alınm aktadır. Bunlarla uğraşanlar haksız yere
para babası olurken nice insan da bunlar yüzünden fa kir duruma düş
m ektedir.
349
İSLÂM
H — HARAM İCAR
Onu zulüm lerine âlet e tsin le r diye ken disini zalim le re ica r ettiren
kim senin aldığı ücret haram dır. Bundan açıkça a n la şılıy o r ki, İslâm, in
sanlara zararlı olan b ir yoidan m ülk edinm eyi hoş karşılam ıyor. B irçok
insanın faydalı üretim den uzaklaşarak zararlı işle rd e ça lışm a sın ı redde
diyor. Üm m et bu alanda ça lışa n la rın 'em ekleri konusunda iki bakımdan
zarar görm ektedir. Bu k iş ile rin e n e rjilerin i kötü işle rd e harcam aları ve bu
blm adığı takdirde bu e n e rjile rin i iyi işle rd e harcayacaklarını düşündüğü
müzde gerçekten üm m et iki defa zarara düşm üş olm aktadır.
350
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI
Hz. Ebu B ekir tarlayı onlara ikta etm ek üzere bir yazı yazdı ve Hz.
Ö m eri de şa h it olarak gösterdi. A n ca k Ö m er orada hazır bulunm adığı
için onu aramaya çık tıla r. Hz. Ö m er mektupta yazılanları duyunca onu e lle
rinden aldı ve için e tükü rerek parçaladı. O nlar buna kızd ılar ve nahoş
'sözler sa rfe ttile r. Bunun üzerine Hz. Ö m er şö yle dedi :
— O zaman İslâm güçsüzdü. R esûlü llah (S.A.V.) size bu yüzden ya
k ın lık gösteriyordu. Halbuki bugün A lla h İslâmî üstün kıldı. G id in e lin iz
den geleni yapın.
Ebu B ekir :
— A k sin e , d ile se yd i o olurdu, dedi.
351
İ S L Â M
Hz. Ö m er :
Yine H anefî fa kîh le rin , harbî olan kim se le re İmam’ın rikâz arama
m üsaadesi v e re b ile c e ğ in i ve onun şart koştuğu m iktarın onlara v e ri
lece ğin i sö y le m e le ri, üzerinde durulm ası gereken bir noktadır. Biz şu
nu sö yle m e k iste riz ki: H a n e fîle r buna cevaz v e rm işle rse de onlar İmam'ı
tasarrufunda yetim e v a s îlik eden kim seye be n zetirler. H albuki olm ası
gerekenden e k sik olan her tasarru f g e çe rsizd ir. D iğ e rle rin in bu e ksiğ i
tam am lam aları isten ir. A y rıc a ile rid e gö re ce ğim iz gibi İslâm, s e rv e tle ri
m izi kendi e lim iz le işle tm e m izi bize em rediyor.
Bugün İslâm âlem i ç e ş itli ülke le re a y rılm ıştır. Bu ü lke le rin bazı
sında boica hammadde bulunm aktadır. A slın d a ham m addelerin tam am ı,
İslâm üm m etinin m ülküdür. B ir bölgedeki hammadde, o bölgenin ih ti
yacından fazla geldi mi, diğer bö lg elere yohut d e v le t hâzinesine aktarı-
352
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI
lir. Tabii tek bir İslâm devleti olursa. K i, doğru olanı da budur. A n ca k
günümüzde ham m addelerin zekâtı veya H anefî ta kîh le rin e göre, çıkaran
gayr-i m üslim o lsa b ile be şte b iri çıkarılm am aktad ır. A y rıc a ham m adde
le rin kârları ayni bölgede kalm akta ve bazı b ö lg e le r fa k irlik te n kıvra
nırken bazıları da g ittik çe se m irm e kte dir. Bu bölgelerde artan m a lların d i
ğer mürted, kâfir veya azm ış d e vle tle re a k ta rılm a sın ı iste y e ce k değ i
liz. Tek olacak olan İslâm de vle tin in artıp y ığ ıla n bu paraları fa k ir İslâm
b ö lg elerin e aktarm asını istiyoruz. İstediğim iz, tek b ir Islâm de vle ti ku-^
ruluncaya kadar bu artan paraların, her bölgedeki İslâm d a v e tçile rin e ve
rilm e si ve böylece İslâm de vle tin in kurulm ası yolunda harcanm asıdır.
N e tice olarak, bütün m üslüm anlara a it olan m allar konusunda bazı fe rt
ve bö lg elere ö n ce lik tanınm ası c a iz değ ildir.
7 — Haşr : 7-9
353
İSLÂM
yem in ederim ki, her m üsüim am n bu m alda hakkı vardır. Ona, ondan bir-
şey v e rils in veya v e rilm e sin . A d e n ’deki çobanın b ile bunda hakkı vardır.»
D evlet, üm m etin ih tiyaç duym adığı, zarûri olm ayan b ir iş çıkaram az.
D e vletin bu hareketi ca iz olm adığı gibi bu işe atadığı memurun m aaşıda
caiz değildir.
L — ALDATMAK
354
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMİ
B irşe y satın alınd ığın da onu piyasa fiatından düşük gösterm ek veya
sa tılırk e n yalandan piyasa fia tın m daha yü kse k olduğunu sö y le m e k yine
aldatm a kapsam ına girer.
N — M E V C U T O L M A Y A N , Y O K O L M A K L A K A R Ş I K A R Ş IY A O LA N
Y A H U T BÜTÜN M Ü S L Ü M A N L A R A M Ü B A H O L A N VE ÖZEL
BİR ŞEKİLDE ELDE ED İLM EYEN BİR ŞEYİ S A T M A K
355
İSLÂM
Hanefî fakîhler, fa sit akidle ele geçen kazancı bir nevi faiz sayarlar.
İslânıın mubah kıldığı akidlerde adalet, k a rşılıklı rıza ve anlaşma vardır.
Bunları taşımayan her türlü şart reddedilm iştir. A kidle rde bunlar esastır.
Hadis i şerifte şöyle buyurulur: «Allah’ın kitabında olmayan her şart ba
tıldır. Velev ki yüz maddeyi kapsamış olsun.»
Ölü arazi : M üslüm an olsun veya zım nıi olsun kim senin mülkü olma
yan, ondan faydalanılm ayan ve m üslüm anların ihtiyaç duymadığı a ra zî
d ir. Kendisinden su kesilen, sular altında kalan, kumla kaplanan veya
bitek olm adığı halde devlet başkanının izni alınarak bitek hale getirilen
35 6
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI
arazî de buna girer. Bazı fakihlere göre, devlet başkanının izni gerekmez.
Nerede kim senin mülkü olmayan ölü bir arazi bulunursa, herhangi bir in
san onu ihya edebilir. Kim onu önce ihya ederse onun mülkü olur.
Ot, bütün m üslüm anlar arasında ortaktır. Bir kim se hakkını kulla
nır ve ot toplarsa, topladığı ot onun mülküdür. Onu satm ası ve ondan
faydalanm ası caizdir. H iç kim senin mülkü olmayan arazîden ağaçlara
zarar verm em ek kaydıyla odun toplamanın durumu da aynıdır. A yrıca
bir yerde suyu topladıktan sonra onu satmak yoluyla mülk edinmek müm
kündür. Bütün bunlar caizdir ve mülk edinme yollarıdır.
357
İSLÂM
nın ca iz olduğu gibi. Â m m eye zarar verm e için ç e ş itli m isa lle r serde-
d ilm iştir. Suyun taşarak halkın m alların ı bozm ası, nehirin suyunun ke
silm e s i, gelip geçen ge m ilere engel olunm ası vs.
H anefî fa kîh le r şö yle der : D e vlet başkanının izni olm adan daru'l-har-
be giren ler üç veya daha az o ldu kları takdirde elde e ttik le ri m allar ken
d ile rin in d ir ve bu m allarda be şte bir yoktur. Am a d evlet başkanının izniyle
g irm işle rse onda beştebir vardır ve g e risi onlarındır.
Bu, ta şın a b ilir m allar için d ir. A ra z î konusunda da H anefîler şöyle der :
D e vlet başkanı m uhayyerdir. D ile rse onları sa h ip le rin in elinde bırakır ve
tarlalar için haraç, şa h ısla r için de cizye alır. D ile rse de onları fa tih ler
arasında taksim eder.
353
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMİ
3 — M Ü LK ED İN M ED E G EN EL VE Ö ZEL H A K L A R :
«O nların m allarında d ile n cin in ve (ih tiya cın ı açıkiayam ayan) m ahru
mun bir hakkı vardır.» ( 10]
Zekâtın vacip o la b ilm e si için m alın nisab m iktarına u laşm ası gere
kir. Nisab: Zekâtı g e re ktirecek m iktar, ze n g in lik için asgarî s ın ırd ır ve
m allara göre d e ğ işik lik gösterir. M ese lâ, deve le rin asgarî nisabı beş,
koyunlarınki ise, kırktır.
G iyim ve diğer a s lî ih tiya çla r çık a rıld ık ta n sonra nisab m iktarı ara
nır ve nisaba u la ş ılırs a zekât ödenir.
D iğer bir durum da, insanın nisaba sahip olduktan sonra üzerinden
tam bir kam erî y ılın g e çm e sid ir. Y ıl boyunca mal nisabın altına düşm e
yecek ve yıl bitince de nisab s e v iy e s i muhafaza e d ilm iş olacaktır.
10 — Zâriyât : 19
11 — En’ûm .- 141
359
İ SLÂM
a — Haraç
b — C izye.
C izy e ise , İslâm topraklarında yaşıyan her m üahhidden alın ır. Bu,
onun İslâm de vle tin in ha kim iyetin i kabul ettiğ ine bir d e lil ve devlet
m asrafların a onun da ortak olm a sıdır.
Buna k a rşılık m üslüm anlar onun mal, namus, can ve #din hü rriye
tin i korur.
360
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI
4 — M üslüm anın gücü yeterse hac farz olur. G ücün yetm esi ise.
hac aylarında onunla hacca g id ile b ile n m alın o lm a sıd ır. Z aru rî ih tiya çla rı
dışında ken d isin in ve a ile s in in nafakasıyla b irlikte onu hacca götürüp
ge tire ce k kadar m alı olan m üslüm anın hacca g itm e si m aldaki haklar
dan biridir. A y rıc a b ir hacda tem ettü veya hacc-i kıran olarak iim re ile
iki haccı bir arada yapan kim senin bir koyun k esm e si gerekir. B ir de
hacca zarar v e re ce k bir harekette bulunan kim seye fık ıh kitaplarında
anlatılan m ali bir ceza terettüb eder.
361
İSLÂM
362
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMİ
11 — M ald aki haklardan biri de, diyette aKrabalara ortak olm aktır.
12 — M a lı olm ayan ölüyü te çh iz etm ek, kom şu olsun veya olm asın
acı doyurm ak m aldaki haklardandır. Tabi kom şu olursa, hakkı daha ço k
tur. Çünkü kom şu kom şuya göz kulak olm azsa, kom şuluk kaybolur. Onun
için kom şusunun yanıbaşında ac olduğunu bile bile yatan insanın davra
nışı im anın yokluğuna alam et sa y ılm ıştır.
13 - M ald aki haklardan biri de, m isa fir ve yolcunun haklarını ye- .
rine getirm ektir.
Ebû Davud, R esûlü llah (S.A.V.) in şö yle buyurduğunu nakleder :
«Misafir herhangi bir miislüman üzerinde konakladığı gece kendisine
değer verilmesi ve yedirilmesi o misafirin hakkıdır. Herhangi bir misafir,
hane sahibinden hüsnü kabul görmez de menzil haricinde ve civarında
sabahlarsa, hane sahibi üzerinde bir alacağı tahakkuk eder. Misafir di
lerse hakkını alır, dilerse bırakır.»
12 — M a û n : 4-7
13 — B irin c i g ü n m is a firin ö z e l b i r itin a ile a ğ ır la n a c a ğ ın ı ve d iğ e r g e ri k a la n
g ü n le r d e ise n o rm a l b ir şe k ild e a ğ ır la n a c a ğ ım ifa d e e tm e k te d ir.
363
İSLÂM
364
İ8LÂMDA MÜLKİYET NİZAMI
olur ve onu gözetmediği takdirde onun helâk olma durumu varsa gere
keni yapmak m ecburiyetindedir. (*
*)
b — Halkın ihtiyaç Duyduğu Şeyleri Satma Mecburiyeti :
Hanefî fakihler insanların veya bir insanın zorunlu olarak birşeye ih
tiyaç duyarsa o şeyin normal fiatla kendisine satılm ası m ecburiyetinin
olduğunu söylerler, ilâç, içecek, yiyecek ve insanların ihtiyaç duyduğu
herşey bu kaide içerisinde mütalaa edilir. Ona ihtiyacı olan ve başka
sını bulamayan kim seye tarlayı icar olarak verm ek de buna girer. Tabi
tarla asıl sahibin zarûri ihtiyacı dışında olursa. Yine başka bir işi bece
remeyen kim seyi ücretli olarak çalıştırm ak ve ona piyasa fiatı aşağı
sına düşmemek kaydıyla ücret verm ek de buna girer. İşveren bu kim
seyi çalıştırm am azlık edemez.
c — Tebıir ve lerafın Yasak Oluşu ve bu Durumda Hacrin Cevazı :
Tebzir : İslam Şeriatının istem ediği şekilde malı harcamak ve telef
etm ektir. Nafakada israf veya dindar ak ıllıla rın bir gaye olarak saym a
dıkları harcamak. M eselâ, şarkıcı ve oyunculara para vermek. Yüksek
fiatlarla iyi uçan güvercinler almak gibi. Tasarruflarda müsamahanın
aslı, İyiliktir, israf haramdır. Yiyecek ve içecekte yapılan israf gibi. Yü
ce A lla h şöyle buyurur: «Onlar ki, harcadıkları zaman israf etmezler, sıkı
lık da yapmazlar ve harcamalar bu ikisi arası ortalama olur.» (16) Hatta
Hanefî fakîhler malın hepsinin hayırlı yerlere harcanm asını, m eselâ ma
lın hepsinin bir m escidin inşaatına verilm esini israf saym ışlardır. Şafiî,
Ebû Y usuf ve M uham m ed’e göre m alını tebzîr eden bir kim senin malı
hacredillr. Ebu Y usuf ve Muhammed, malım uygun olmayan yerlere har
cayan yahut İsraf eden kim senin m alının hacredileceğini söylerler. Şafiî
fazladan bu görüşe şu hususu da ekler: Bir kim se fasık olursa malı yine
hacredilir. Ebu Hanife ise hür ve m ükellef olan bir kim senin malının
hacredllem eyeceğini, ancak bulûğe erdiği halde aklı mükemmel olm a
yan bir kim senin malı yirm ibeş yaşına gelinceye kadar ona te slim e d il
mez ama bu yaşa gldikten sonra ne olursa olsun malı kendisine teslim
edilir. D evlet başkam bu görüşlerden dilediğini seçm ekte serbesttir..
d — İnsanın Malındaki Tasarrufunu Başkasına Vermiyecok Şekilde
Sınırlandırması :
Çünkü hadis-i şerifte: «Ne zarar vardır ve ne de zarar vermek var
dır» buyurulmaktadır. Bu kaideden birçok m esele çıkar :
18 — F u rk a n : 67~~
(*) Muhterem müellif h e rh a l d e İslam d ev letin in sınırları d ış ın d a yaşayım
müslümanları kasd ed iy o r olmalı.
365
İ SLÂM
1 — İcar v e rilm iş bir tarlan ın biçim zam anı gelm eden m üddet b i
te rse e c rü lm isi! il-e ica r alanın e lind e kalır. A k s i takdirde biçim zamanı
gelm eden ta rlayı ica re veren şa h ıs ta rla sın ı sü rer ve d iğerine zarar v e
rir. ,
2 — Ş a ye t suyun bir tarlaya v a ra b ilm e si için m utlaka başka bir
tarladan geçm esi g e re kiyo rsa , aradaki tarlanın sa h ib i suyun geçm esine
engel olam az. B ir m e se le d e Hz. Ö m e r’in hükmü böyleydi.
 m m enin m aslahatı veya hakkı bir kim senin m alına bağlı o lursa o
kim senin o m aldaki ta sa rru f hakkı kalkar ve y aln ız bedel hakkı devam
eder. Onun bed elini alır. Y olu g e n işletm ek, bir cam i inşaa etm ek veya
m ü siüınan ların um umi m enfaatini ge n işle tm e k durum larında olduğu gibi.
f — Âmme Menfâati :
 m m enin hakkı b e lli bir m enfaatla iliş k ili o lursa sa h ip le rin in rızası
olm asa b ile be n zerle rin in de ğ eri v e rile re k ge re kli işle m y a p ılır. İbn-i
Kayyim el-Cevzi «Sanatçıyı Piyasa fia tım kabul etm eye zorlam ak» baş
lığ ı altında şö y le der :
366
*
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI
«Halk -çiftç ilik , dokum acılık, inşaat gibi- bir grubun zenaatına ih ti
yaç duyarsa d e v le t başkanı ben zerlerinin ü cre tiy le onları çalışm aya zo r
layabilir. Çünkü halkın m aslahatı ancak bu şe k ild e tam am lanır.» « A yrı
ca ge re kli hizm etlerin yap ılm a sın ı sağlam ak d e vle t başkanıyla yardım
cıla rın ın görevlerindendir.»
h— Bazı Durumlar :
Şu durum lar da aşılm am ası gereken sın ırla r içe risin d e s a y ılm ış tır :
Üzüm suyunu satm ak helaldir. Onu alanın, onu içki yapıp yapm a
yacağını ara ştırm ası gerekm ez. Üzüm suyunun ken disi helâl olduğu
için sa tışı da helaldir. Tıpkı diğer helâl ş e y le ri satm ak gibi. O n ları sa
tan k işi a laca klın ın onlarla ne yapacağını so ruşturm ası sözkonusu de
ğ ild ir. G e re k doğrudan ve gerekse do laylı olarak a lıcı onu içki yapa
cağını b e lirtm ezse a lış v e riş akdi caizdir. Bu durum da sa tış sahihdir. Ve-
levki onu satınalan onunla içki yapsın. (19)
H an e fîler yine şö yle derler: M aym una gelince, Ebû H a n ife ’den sa-
tın a lın m a sın ın hem caiz, hem de caiz olm adığına dair iki rivayet vardır.
C a iz olm adığım belirten rivayette şöyle deniliyor; «Çünkü seran ondan
17 — Z e y la î, c. 5, sh. 125
18 — e l-F e ta v a ’l-H a n iy y e , c. 2, sh. 822
19 — M u h ta s a r a ’t-T a h a v i, sh. 280
367
İ SLÂM
«Fitne anında veya harbîlere yahut y o lke sicile re silah satmak caiz
değildir. Satıcı bunu alıcılardan dolaylı olarak da anlasa satamaz. Çün
kü Yüce A llah şöyle buyuruyor: «Günah ve düşmanlık üzere yardımlaşma
yın.»
Zulm edenlerle savaşan adaletli kim selere ve yol kesenlerle sava
şanlara silah satm ak ise, caizdir. Çünkü bu, hayır ve takva üzere bîr
yardım laşm adır. (21)
368
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMİ
«M üslüm anların harbîlere savaş âleti satm alarına engel olunur. On
dan haç yapana tahta satm ak, k ilis e yapacaklara ev satm ak ve onu içki
yapana üzüm satm ak da haram dır. (23)
«M ahzurlu yerlere, m eselâ içk i alın m a sı için, ölüye ağlam ak için ve
ya p u tp ere stlerin ın abed lerine yardım için yapılan bütün v a siy e tle r ge
çe rsizd ir. Bu, mahza se rd ir ve onun için de batıldır.»
i — Rüşvet Vermek :
M al sa h ib in in aşm am ası gereken sın ırlard an biri de, b aşkasının ma
lını haksız yere elde etm ek için m alını rüşvet olarak v e rm e sid ir. Y üce
A lla h şöyle buyuruyor :
369
İSLÂM
5 — MÜLKİYETİN EL DEĞİŞTİRMESİ
Bir müslüman dinden dönerse bir görüşe göre malı hâzineye gider.
Diğer bir görüşe göre ise irtidat müddeti boyunca elde ettiği mal hâzi
neye, daha öncekisi de müslüman m irasçılarına verilir.
37 0
ISLAMDA MÜLKİYET NİZAMI
b — İki veya daha fazla kız çocuk bulunup erkek ço cu klar yoksa
m irasın üçte ik isin i alırlar.
c — Eğer tek bir kız b ıra k ılm ışsa , m alın y a rısın ı alır.
d — Ö len in bir oğlu veya bir kızı varsa ebeveynden her birine a l
tıda bir vardır.
e — Ö le n in oğlu olm ayıp farz sa h ih le ri de yoksa ana için üçte bir
ve baba için üçte iki vardır. D eğilse , geri kalanın üçte biri ananın üçte
ik isid e babanındır.
27 N isa 11 M
371
İ S L Â M
b — A m a b ir e r k e k o ğ lu v a r is o ne e r k e k v e ne de kız k a r d e ş I c ı b ir
ş e y a lır .
e— İki v e y a d a h a f a z la o lu rla rs a üçte i k id e o r t a k t ı r l a r .
2H - N is a : 170
29 - Enfâl . 75
070
\ ) I C-
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAM!
30 — M u ttefek u n aleyh
31 — Ebu Davud, İbn-i Mace
32 — Tirm izî, Ebu D avud, İbn-i M ace, A h m ed
33 — Tirmizi, Ebu Davud, İbn-i Mace, Malik, Darımı
373
İ SLÂM
1 — Oğulun bir oğlu yahut soyu içe risin d e bir erkek bulunursa,
ana, babayla e ş it m iktarda pay alır. H er biri için altıda bir....
3 — Oğulun zürriyeti olm ayıp -baba bir veya ana bir- kardeşleri
olursa, k a rd e şle r b ir şe y alm azlar. Ana, sadece altıda b ir alır. G e ri ka
lanını da baba alır, ki bu da altıda beştir. Am a oğulun karde şleri yoksa,
ana üçte bir, geri kalanı da baba alır. Bu durum ları bir daha gözden ge
çirm e k için bu konu ile ilg ili fık ıh kitablarına m üracaat e d ile b ilir.
M üslüm an fa kîh le r bunu, öien oğulun k ard e şlerin in bakım ından ba
banın sorum lu oluşuna bağlarlar.
374
İSLÂMDA MÜLKİYET N İZ A M İ
— 4 —
Bu m addeyi, v a siy e t konusunu anlatm akla b itire ceğ iz. Çünkü v a si
yet de, m alın n erelere kalacağı konusundaki düzenlem enin için e girer.
Burada da önce n assları nakledecek ve sonra fa kîh le rin görü şle rin i nak
ledeceğiz.
İbnu Ö m er (R.A.) dan, dedi ki: R esûlüllah (S.A.V,) şöyle buyurdu:
«Müslümanın, vasiyeti olduğu halde vasiyetini yazmadan iki gece yat
ması, hakkı değildir.»
S a ’d b. Ebi Vakkas (R.A.) dedi ki: Fetih y ılı öldürücü b ir hastalığa
yakalandım . R esûlü llah (S.A.V.) ziyaretim e geldi. K endisine: «Ya R esû
lüllah, benim çok malım vardır. Kızım dan başka da m irasçım yoktur.
M a lım ın hepsini v a siy e t edeyim mi?» dedim. «Hayır» dedi. «Üçte ik is i
ni» dedim. «Hayır» dedi. Ben: «Üçte birini» deyince şöyle dedi: «Üçte
bir, üçtebir de çok. Mirasçılarını zengin bırakman, muhtaç, insanlara el
açanlar olarak bırakmandan daha iyidir. Allah’ın rızasını kastederek har
cadığın her nafaka için mutlaka mükâfat alacaksın. Hatta hanımının ağ
zına götürdüğün lokma için bile.» (35)
Ebu Üınam e (R.A.) dan: Vedâ haccı y ılın d a R esûlüllah (S.A.V.) in,
hutbesinde şöyle dediğini duydum: «Allah her hak sahibine hakkını ver
miştir. Mirasçıya vasiyet yoktur.» (36)
Ebû H ü re yre ’den, o da R esûlü llah (S.A.V.) den ve o da, Aüah'dan:
«Er kişiyle kadın altmış yıl Allah’a itaatia çalışırlar ve sonra ö lü rle r de
vasiyette zarar verirlerse, onlar için ateş gerekli olur.» (Ebu Hûreyre
sonra şu âyeti okudu) :
«(Gerek vasiyyette, gerek borç ikrarında v a risle re ) zarar vermek
olmamalıdır.» (37)
Hanefî Fakîhler Şöyle Derler :
Şayet insanın zekât ve oruç fid y e si gibi zim m e tleri yoksa v asiye t
onun için vacip değildi**. A m a A lla h 'ın veya kulların onda hakları varsa
o zaman v asiye t vacip olur. V a siy e tin fa kirle re yap ılm ası müstehap,
zeng inlere yap ılm ası mübah, fa sık la ra yap ılm ası ise, m ekruhtur.
V a siye tin m irasçılardan birine yap ılm ası caiz değildir. A n ca k diğer
m ira sç ıla r rıza g ö ste rirle rse o başka....
35 — M uttefekun aleyh
36 — Ebu D avud, lbn-1 M ace
37 — N isa : 12
375
İSLÂM
M üslüm anın zım m îye ve kâfirin m üslüm ana v a siye tte bulunm ası
caizdir.
V a siy e tin üçte birden az olm ası m üstehaptır. Çünkü üçte bir çok
tur.
Ölünün te rikesin d en ilk olarak kulların borçları ödenir. Sonra üçte-
biri aşm ıyo rsa v a siy e t edilen y e rle re v e rilir.
6 — H içb ir kim senin kumar, piyango, m üzik ve zina gibi hakîki bir
g e lir sağlam ıyan yollardan kazanç elde etm esine m üsaade etm ediği
İçin bütün fe rtle rin y eten ek le rin i zo rlam aksızın ve ta b iî b ir şe k ild e ger
çek ü re tici olm ağa yöneltir.
7 — Zekâtı ve hâzinedeki fazla m a lları üm m ete dağıtarak üm m etin
ç e ş itli sın ıfla rın ın elin e çokça mal ge çm e sin i sağlar. B öylece İktisadî
hayata bir c a n lılık kazandırılır. İleride bu konuyu ele alacağız.
8 — Bu nizamda bütün pro b lem ler makul bir şe k ild e çözüm e bağ
la n m ıştır. İnsanın sıh hat ve selâm eti için b iric ik yoldur o....
376
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAM)
İçtim aî hayat, ancak mal ile çö züm ien eb ilen p ro b le m le rle doludur.
Fakirlik, yok su llu k ve öğrenim problem i... Çünkü b irçok kim se okumak
istem ekte ancak ona kavuşm ak ve onu devam e ttirm e k için g e re kli pa
raya sahip olam am aktadır. Bu problem lerden biri de sakatlar m e s e le s i
dir. Kim i doğumdan, kim i de sonradan sa ka tla n m ış ve iş yapam az hale
g e lm iştir. F e lçtir, kördür, ayakları k e s ik tir vs. Bu k im se le r, hayatlarını
devam e ttirm e le ri için paraya m uhtaçtır. K im i insan evlenm ek ihtiya-
cın da dır ama evlenm ek ve g e çim in i devam e ttirm e k için g e re kli m ad
di güce sahip d e ğ ild ir. K im in in oturup barınacağı bir eve ih tiya cı var
dır. Kim i iş yap ab ildiğ i halde, ya iş saha sın ın olm am ası veya y e te rli bir
serm ayeye sahip olam am ası yüzünden işs izd ir. K im in in de işi vardır,
ç a lışm a k ta d ır ama bir müddet sonra ifla s e tm iştir, borçlu duruma dü ş
m üştür. Bütün bu p ro b le m le r çözüm b e klem ekted ir. K im i vardır d a h ilî
ve harici gavur istilâ sın d a n kurtulm ak, h ü rriye tin e kavuşm ak istem ekte
ve bu yolda m ücadele verm ektedir. Bunun da paraya ih tiya cı vardır.
Ve çözüm bekleyen daha nice problem ... İslâm nizam ında bu prob lem
lerin çözüm ü nedir?
3 — V a k ıf m ü e sse se si,
377
İSLÂM
1 — ZEKÂT MÜESSESELER! :
378
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI
M utlak sadakalar dışında ayrıca bir kayıt veya durum la kayıtlı olan
sadakalar da vardır. F ıtır sadakası, kurbanın etinden bir k ısm ın ı dağıt
ma, adaklar ve k e ffa re tle r de vardır.
Bütün bu ve buna benzer durum lar İktisadî p ro b lem lerin çözüm ü için
yardım cıdır.
3 — VAKIF MÜESSESESİ :
Zekât m ü e sse se sin e en büyük yardım cı vakıf m ü e sse se sid ir. Müs-
lüm anlar, hayatın bütün yö n le rin i ilg ile n d ire n bütün ih tiya çla rı göz önün
de bulundurm uş ve onlar için v a k ıf yap m ışlardır.
T aleb elerin kim seye m uhtaç olm adan ta h sille rin e devam etm eleri
için, â lim le r için, ç e ş itli dinî gö re vleri yürüten ler için v a k ıfla r y a p ılm ış
tır.
Y e tim le r için, dul kalan kadınlar için, kim seye m uhtaç kalm ıyacak-
ları ş e k ild e v a k ıfla r y a p ılm ıştır.
379
İ SLÂM
4 — NAFAKALAR MÜESSESESİ :
Hz. A işe 'd e n , dedi ki: U tbe'nin kızı Hind R esû llü lla h (S.A.V.) e ge
le rek şö yle dedi: Ebu Süfyan cim ri bir adam dır, bana ve çocuğuna y e te
cek kadar harcam a yapm ıyor. Ondan habersiz harcıyorum da ancak b i
ze yetiyor. R esû llü lla h (S.A.V.) kendisine: «Sana ve çocuğuna yetecek ka
darını maruf ile al» dedi. (38)
C a b ir b. Sem ure (R.A.) dan, dedi ki: R esûlü llah (S.A.V.) şö yle bu
yurdu: «Allah birinize hayır (mal) verirse, kendisinden ve çoluk çocu
ğundan başlasın.» (39)
Ö m er b. Şuayb'dan, o babasından ve o da dedesinden: «Biri Pey
gam ber (S.A.V.) e gelerek: «Benim m alım vard ır ve babam da m alım a
muhtaç durum dadır.» dedi. Peygam ber (S.A.V.) ona: «Şenle malın ba
banınsınız. Muhakkak ki çocuklarınız, kazancınızın en hoşundandır. Ço
cuklarınızın kazancından yeyiniz,» dedi. (40)
Süheyb b. e l-H an zaliyye ’den, dedi ki: R esûlü llah (S.A.V.) bir deveyle
k a rşıla ştı. Karnı beline ya p ışm ıştı. Buyurdu ki: «Bu dilsiz hayvanlar ko
nusunda Allah’tan korkun. İyi bir şekilde onlara binin ve iyi bir şekilde
onları bırakın.» (41)
«Kadının nafakası, kocasına aittir. Koca iste r fa kir veya küçük olsun.
Kadın da, iste r m üslüm an veya ehl-i kitap, iste r zengin veya fa kir olsun.
K o casının yanında kaldığı m üddetçe nafakası ona aittir. Şayet zengin
ise le r, zengin nafakası, fa kir is e le r fa kir nafakası gerekir. Ş a ye t biri fa
kir ve diğeri zengin ise rivaye tin zah irine göre kocanın durumu mûte-
berdir. «Hidaye» sa h ib in in görüşüne göre -ise, iki durumun arasındadır.
A n ca k fa kir olan koca ise, gücünün y ettiğ i ondan iste n ir ve geri kalanı
zengin oluncaya kadar boynunda borç olarak kalır.»
38 — M ü tte fe k u n a le y h
39 — M ü slim
40 — E b u D a v u d , İb n -i M ace
41 — Ebu D avud
320
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI
«Çocuk başka dine m ensup olsa b ile nafakasından baba sorum lu
dur.» Küçükten maksat, bulûğe erm em iş o lanlardır. « A s lî ih tiya çla rı d ı
şında nisaba m alik olan bir erkek, kazanmaya gü çleri yetse bile ister
anne ve ister baba tarafından fa kir olan dede ve n in e le rin in nafakasını
verm ek m ecburiyetindedir. Söz, ze ng inliğ i inkâr edenin ve d e lil g e tir
mek de, iddia m akam ında olanındır. K âfir o lsa la r bile ebeveynin nafa
kasında kim se çocuğa ortak o lm a z....»
G enel ta rif :
Bedir gazvesinde yüce A lla h ’ın şu sözü indi: «Biliniz ki, kâfirlerden
ganimet olarak aldığınız her hangi bir şeyin muhakkak beşte biri Allah
içindir. O da, Peygambere ve onun akrabasına, yetimlere, miskinlere ve
yoicfa kalmışlara aittir; eğer siz Allah’a iman etmiş ve o hak ile batılın
ayrıldığı Bedir günü, o iki ordunun birbiriyle çarpıştığı gün kulumuza
tHazreti Peygambere) indirdiğimiz âyetlere iman etmişseniz. Allah her
şeye kadirdir.» (42) M ü şrik kâfir ordusundan m üslüm anların elin e geçen
ganim etler için bu âyet kesin bir hükümdür. Beşte bir, A lla h ’ın, resûlü-
nün ve resûlünün akrabalarının, yetim , yoksul ve yolda k alm ışın d ır. G e ri
ye kalan beşte dördü ise, o ganim etleri elde eden sa v a şçıla rın d ır.
42 — Eni al : 41
331
İSLÂM
Hüneyn gazvesinde ise atlıya üç, yayaya bir pay verd iği rivayet e d il
m ektedir.
Ebû Z err el-G ifarî'n in şöyle dediği rivayet edilir: Huneyn’de ben
ve kardeşim R esû lü llah la beraberdik. İkim iz de atlıydık. R esûlullah
(S.A.V.) bize altı pay ayırdı. D ört pay atlarım ız için ve iki pay bizim
için. (44)
R esûlü llah (S.A.V.) den iki davranış n a k le d ilm iştir. A rtık şunu veya
bunu alm ak d e v le t başkam nının takd irine kalm ış bir şeydir. H angisini
uygun görürse onu tatbik eder.
İmam Ebû H anife (R.A.) adam için bir, at için bir yani sü vari için iki
ve yaya için bir payın olduğunu söyler. Der ki: Bir hayvan bir insandan
daha fa z ile tli değ ildir. Bir adam ın ald ığ ı bir pay, bir at için y e te riid ir. (45)
Ebû Y u su f ise, at için iki ve adam için bir pay v e rild iğ in i belirten
hadis ve e se rle rin hem daha çok ve hem de daha g ü v e n ilir oldu klarını,
umumi görüşün de bu olduğunu sö yle r. Burada fa z ile tlilik söz konusu de
ğildir. Şayet fa z ile tlilik söz konusu o lsayd ı adama bir v e rilirk e n ata da
bir v e rilm e s i uygun düşm ezdi. Çünkü o zaman bir hayvanla bir müslü-
man e ş it tutulm uş olurdu. Bunun sebebi A lla h yolunda cihad için halkın
at b e sle m e sin i te şv ik etm ektir.
382
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI
yurulm aktadır. Âyetten anlaşılan, bu beşte birin beş kısma taksim edile
ceğidir. Biri A lla h ve Resûlünün, biri yakın akrabalarının, biri öksüzle
rin, biri yoksulların ve biri de yolda kalm ışların.
İbn-i Abbas (R.A.) dan yapılan bir rivayette Peygamber (S.A.V.)
zamanında beşte birin beşe pay edildiği, birinin A llah ve Resulüne a y rıl
dığı, birinin yakın akrabaya ve diğer üçünün de öksüz, yoksul ve yolcu
ya verildiği söylenir. (47)
Yine İbn-i A b b a s’dan rivayet edilir. O der ki: «Ganimet beş paya
bölünürdü. Dördü savaşanlara v e rilir ve beşte bir de dörde bölünürdü.
Dörtte biri A lla h ’a, Resûlüne ve akrabasına verilirdi. A lla h ve Resûlüne
ait olan Peygamber (S.A.V.) in yakınları içindi. R esûllüllah (S.A.V.) beş
te birden bir şey almadı. İkinci dörtte bir öksüzlere, üçüncüsü yoksullara
ve dördüncüsü de yolda kalm ışa v e rilird i ki, o da m üslüm anların ya
nında konaklayan zayıf ve fakir biri olursa.» (48)
Hz. Ebu Bekir, Öm er ve Osman onu üç paya böldüler. Sonra Hz. A li
de Ebu Bekir, Ömer ve Osmanın taksim atına uydu. Yüce A llah'ın, Allah,
Resûlü ve yakın akrabasına ayırdığı iki pay Peygamber (S.A.V.) i Mgilen-
diriyordu. O vefat edince bu iki pay kaldırıldı ve beşte birin tamamı geri
kalan üç kısma: Öksüz, yoksul ve yolcuya kaldı.
47 — Kitabu'l-Harac,
48 — Ebu Ubeyd, el Emval : 325
49 — el-Emval, sh-, 325
383
İ S L Â M
384
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI
B — MÜLAHAZALAR
2 — Şunu da anlıyoruz ki: Yeryüzü A lla h ’ın hakim iyetine boyun eğ
m edikçe İslâm ümmeti sü re k li bir cihad içe risin d e olm ak m ecburiye
tindedir. İslâm nizam ında bu kaynak fakir, yoksul ve ö ksü zle r için de
ğerli bir kaynaktır. A lla h ’ın hakim iyetine boyun eğm eyen k â firle r k ald ı
ğı müddetçe onlarla sa va şılaca k ve diğer haklarının yanında fakir, yok
sul ve öksüzler ganim etlerden de istifa d e ed e ce klerd ir.
6 — RİKÂZ :
şey... Petrol, hem buna ve hem de diğerine girer. Onu suya benzetmele
ri ise, eski durumunu ilgilendiren yanıdır. Şimdiyse asla....
Sonuç olarak :
Ebu H üreyre (R.A.), Peygam ber (S.A.V.) in şöyle dediğini rivayet eder:
«Ben müminlere kendilerinden daha yakınım. Kim ölür de mirası borcu
nu karşılamazsa, geri kalanı ben öderim. Mal bırakanın malı ise, miras-
çılarmedır.»
Gelirler ı
1 — Haraç
2 — Ö şür ve güm rükler
3 — Â m m e m ülkiyetinde bulunan y erle rin toprak altı ve toprak üstü
g e lirle ri,
4 — M ira s ç ıs ı bulunmayan te rik e ile sahibi bulunmayan m allar
5 — M eşru m ü sad erelerle elde edilen m allar
6 — C izye
7 — İhtiyaç anında konan verg iler.
8 — M üslüm an devletin hakları
9 — Fey'
10 — M a lî cezalar
11 — D evletin m ü lkiyetinde bulunan m ü e sse se ie rin gelirleri....
Giderler :
1 — M em ur m aaşları
2 — Daha önce an lattık larım ız yetm ediği takdirde m üslüm anların za-
rûrî ih tiya çla rın ı karşılam ak. Tabi bütün bunlar için kaid eler vardır.
BEYTÜ’L-MAL’IN GELİRLERİ
1 — HARAÇ
« E s -S iy a se tü l-M a liy ye ti f i ’l-İslâm» isim li kitabın yazarı haraç için
şunları sö y le r :
«Fey'e gelince, o bize göre «haraç» yani arazinin haracıdır. -Allahu
a le m - Çünkü A lla h u Teâlâ şöyle buyurur :
389
İ SLÂM
— Allah sizden sonra gelecek olanları bu fey'e ortak etti. Eğer ben
size bölüştürürsem sizden sonra gelecek olanlara bir şey kalmaz. Eğer
_ 53 — H aşr : 7
54 — H aşr : 8
55 — H aşr : 9
58 — H a ş r : 10
390
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMİ
İkincisi : Savaş yap ılm a ksızın b e lli bir haraç üzere fe th ed ile n top
raklar. Bu toprakların s a h ip le riy le hangi m iktar üzere antlaşm a y a p ıl
m ışsa o m iktar a lın ır, fa zlası alınam az.
«Biliniz ki, kâfirlerden gatıimet olarak 'aldığınız her hangi bir şeyin
muhakkak beşte biri Allah içindir. O da, peygambere ve O’nun akraba
sına, yetimlere, miskinlere ve yolda katmışlara aittir. Eğer siz A lla h ’a
iman etmiş ve o hak ile batılın ayrıldığı Bedir günü, o iki ordunun bir-
b iriyle çarpıştığı gün, kulumuza (Hazreti M uham m ede) indirdiğimiz âyet
lere iman etmişseniz, Allah her şeye kadirdir.» (58)
D ile rse , onu fe y ’ o larak kabul eder. Beşe bölm ez ve dağıtm az. A ncak
bu durumda o, bütün m üslüm anlar için vakıftır. N itekim Hz. Ö m er (R.A.]
S e v a d ’da ayni şe yi yapm ış, ve ayrıca Irak, Şam ve M ıs ır toprakları için
de ayni harekette bulunm uştur. H ep sin i haraç toprağı olarak sa ym ış ve
h aracın ın hem hazır bulunanlara ve hem de onlardan sonra g e le ce klere
v e rilm e s in i sa ğ la m ıştır. (59)
Ebu Y u su f der ki: Leys b. S a ’d, Habip b. ebi Sabit'ten naklen bana
dedi ki : R esûlü llah 'ın ashabı ve m üslüm anlardan bir topluluk Hz. Ö m e r’
den, R e sû lü lla h ’ın H ayber'i taksim e ttiği gibi Şam 'ı taksim e tm esin i is
te d iler. Topluluk arasında bu hususta en çok İsrar ed e n le r Zübeyr b.
A vvam ile B ilâ l b. Rebah idi. Hz. Ö m er cevaben: «O halde sizden sonra
ge le ce k m üslüm anları b irş e y s iz mi bırakayım ?» dedi ve şö yle dua etti:
Hz. Öm er, Şam to praklarını taksim etm edi. M üslüm anlara öden
mek üzere sa h ip le rin e vergi tayin e tti....' (60)
59 — el-Emvâl, sh. 55
60 — el-Harac, sh. 26
61 — el-E m v âl, sh: 57
62 — e l-H a ra c , sh. 59
392
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI
— O nlar ancak senin dediğin gibid ir. Lâkin ben m e se le yi öyle gör
müyorum.
393
İ SLÂM
der ki: Hz. Ö m er ilk m u h acirlerle istişa re etti, ih tilafa düştüler. Abdur-
rahmen b. A v f ’m görüşü, haklarının ken dilerin e taksim e d ilm e si yo
lunda idi. Hz. Osm an, Hz. A li, Talha ve A bd ullah b. Ö m er Hz. Ö m erin
görüşünü b e n im se d iler. Hz. Öm er, beşi Evs, beşi de H azre ç’in eşrafı ve
büyüklerinden olm ak üzere Ensardan on k işi çağırdı. O n lar g e lip Hz.
Ö m e r’in yanında hazır olunca A lla h ’a hamd ve senâ ettikten sonra şö y
le hitap etti : •
— Şü ph esiz ben s iz i ra h a tsız-e tm e k istem em , ancak size a it iş ve
m e su liyetlerd en yü klenm iş bulunduğum hususlarda ve üzerim e aldığım
em anette bana ortak olm anız için s iz i rahatsız ettim . M uhakkak ki ben,
sizin her b irin iz gibi bir insanım . S iz ise bugün hak ve doğru olanı ikrar
e dersin iz. Bana m uhalefet eden etti, m uvafık düşünen de m uvafakat etti.
Ben sizin, benim n e fs î arzularım a tabi olm anızı istem iyorum . S izin e li
nizde hakkı sö yliyen bir kitap var. A llah.a yem in ederim ki, arzu ettiğim
b ir şeyi eğer sö yle rse m , ben onunla ancak hakkı murad ederim . Bunun
üzerine: Ey M ü m in le rin Em iri konuş, işite lim , dediler. Hz. Ö m er s ö z le ri
ne devam la dedi ki :
— Benim , haklarında, ken dilerin e zu lm ettiğ im i iddia eden bu insan
ların sö zle rin i işitin iz. Ben zulm ün sırtın a binm ekten A lla h 'a sığ ın ırım .
Eğer ben onlara a it olan bir hakkı zulm en onlardan alıp başkalarına v er
m iş o lsaydım gerçekten kötülük e tm iş olurdum . Lâkin ben gördüm ki Kis-
ra ’nın m em leketinden sonra fetholunacak b irşe y kalm adı, A lla h onların
m alların ı, a ra zile rin i ve halkların ı bize ganim et o larak ihsan etti. G anim et
olarak elde edilen m alları hak sah ip le rin e taksim etti. 1/5 ini ayırdım ve
m ahalline sarfettim . Ben, şu anda da onun sa rfıy la m eşgulüm . Bundan
sonra iş le y ic ile riy le beraber a ra zile ri tutm ayı, a ra zile r için haraç v e rg isi
koym ayı, sa h ip le rin e de m uharip m üslüm anlar ve ge le ce k n e s ille r için bir
fe y ’ olm ak üzere v e re c e k le ri b ir cizye tayin etm eyi düşündüm.
Bununla m üslüm anlar arasında araziyi kim seye verm em ek ve ona ha
raç tayin etm ek görüşü hakim oldu. A y rıc a bu, hem k en d ileri ve hem de
onlardan sonra g e le n le r için faydalı ve b e re ke tli oldu.
Sahabelerin çoğu, haraç ara zisin in , üzerinde ça lışa n zım m île rin e lin
de kalacağı ve onların da haracını ö d e yece kle ri, satm alm a veya bağışla
m ü slüm anların e lin e geçe m iye ce ğ i görüşündedir.
C3 — e l-H a ra c , sh. 24 v e d e v a m ı
Bununla beraber A bd ullah b. M e s ’ud, M uham m ed b. Ş îrîn ve Öm er
b. A bd ü la ziz gibi bazı sahabe ve tabiîn haraç ara zisin in satın alın m asın a
ruhsat v e rm işle rd ir.
İmam M a lik (R. A.) savaş yap ılm a ksızın feth edilen, yani sa h ip le rin in
elinden alınm ası caiz olm ayan toprakların sa h ip le rin e ait olduğu görüşün
deydi. Çünkü onlar, toprakları üzerine antlaşm a yaparak onu korum uş
lardır. Zorla alman her toprak m üslüm anlar için fe y ’dir. (64)
Ö şü rle haracın arasın ı ayıran ve ik isin in ayrı ayrı iki hak oldu klarını
gösteren husus ik isin in ayrı alanlara harcanm asıdır. Haraç sa v a şçıla rla
beraber sonradan gelen m üslüımanlara v e rild iğ i halde öşür sadece şu âyet
te zik re d ile n sekiz sın ıfa v e r ilir : «Sadakalar (zekâtlar), Allah tarafından
bir farz olarak ancak şunlar içindir: Fakirler, miskinler, zekât toplayıcıları,
kalbleri müsiümanlığa ısındırılmak istenenler, mükâteb köleler, borçluUr,
Allah yolundaki gaziler ve yolda kalmışlar. Allah Alimdir, Hakîm'dir.» (68)
Ebu Hanife ve Ebu Y u su f'a göre öşür iki katına ç ık a rılır. İmam M a
lik b. Enes ise ona birşey gerekm ediğini söyler. Çünkü sadaka m üslıım an-
lar üzerinedir. M a lla rın ın zekâtı ve ken d ileri için te m izlik tir. M ü şrik le rin
tarla ve hayvanlarında sadaka yoktur. Y in e onun görüşüne göre tarlayı
satana birtakım sm ırla r koymak gerekir. Çünkü tarlayı satarken üzerinde
farz olan ve m üslüm anın elinde kaldığı müddetçe v e rilm e si kesin bulunan
sadakaya engel olm uştur. (71)
2 — ÖŞÜRLER (GÜMRÜKLER)
1.— Yağm ur suyuyla sulanan ta rla la rın öşrü. Bu, müslüm andan alınan
zekât olup zekâtın harcandığı yerle re harcanır.
Yahya b. Âdem , Ebû M usa el-Eş'arî'nin Hz. Ö m er'e bir m ektup yaza
rak, m üslüm an tü ccarla r daru’l-harbe g ird ikle rin d e onlardan vergi a lın d ığ ı
nı sö y le d iğ in i ve Hz. Ö m er'in de: «M üslüm an tü ccarlardan a ld ık la rı gibi
sen de onlardan vergi al» dediğini rivaye t eder. (73)
Bu iki nasstan öşürün konm asının se b ep le rin i çık a ra b iliriz. Şöyle ki:
1 — M üslüm an tü cca rla r daru’l-harbe g ird ik le rin d e m alların ın onda-
b iri alınıyordu. Buna k a rşılık daru'l-harpten İslâm to praklarına giren tü c
carlardan da böyle bir verginin alınm ası ihtiyaç haline geldi.
2 — D ışarıdan gelen tü ccarla r em niyet, yargı vs. gibi umumi mües-
se se le rd e n yararlanm aktadırlar. O ysaki bu m ü e sse se le ri besleyen kay
nak, m üslüm anların hâzinesidir. O halde bu m ü esse se le rde n istifa d e le ri
karşısınd a onların da b irş e y le r ödem eleri gerekir.
3 — M üslü m a n la r zekât ve ih tiyaç anında umumi m aslahatlar için
ç e ş itli v e rg ile r ö dem ektedirler. Bu gibi m e su liy e tle ri yüklenm eyen kim se
le rle pazarlarda rekabete g iriş irle rs e fırs a t e ş its iz liğ i doğm uş o lur ki bu,
m üslüm an tü ccarla rın iflâ s etm e le rin i doğurur.
72 — el H a ra ç , sh. 173
73 — el-H a ra c , sh. 161-162
398
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI
İslâm dü şü ncesi, değeri asgarî ikiyüz dirhem veya yirm i m iskal olan
tica rette n öşür alınacağ ını k a ra rla ştırm ıştır. (76)
Bazı lim anlara uğrayan gem ilerden alınan v e rg ile r de ö şü rle re girer.
Taşıdığı m alların ondabirini aynî veya para olarak öder. Yem en v a lile ri,
H int'ten g e lip lim anlarına uğrayan gem ilerden öşür alırlard ı. G e m ile r m isk,
anber, sandal ve buna benzer güzel kokulu b itk ile r ta şırd ı. Endülüslüler
C e b e li Tarık boğazından geçen gem ilerden buna benzer bir vergi a lırla r
dı. A v ru p a lıla r veya başkaları g e m ile riy le Endülüs'ün en güney noktasın
da bulbnan «Tarif» şehrin e uğradıklarında onlardan vergi alın ırd ı. A v ru
p a cıla r ithalat ve ihracatta tica ret m allarına vergi veya haraca «Tarif» is
mini v e rirle r ki bunun «Tarif» ism inden geldiği sö ylenir. (77)
Birincisi : D iğer devle tle k a rş ılık lı olarak ayni m uam elede bulunmak.
G e çm işte işle r b a sit ve açıktı. M üslüm anların devleti bir tane idi.
A ncak günümüz için durum çok d e ğ işm iştir. Karm aşık bir hal a lm ıştır. Dev
let iç e risin d e s ın ırla r yoktu. Pratik uygulam alara varm ak kolay idi. İslâm
ü lke le ri arasında bile s ın ır ve eng eller vardır. M üslüm an tü ccarla r daru'l-
harpten ithalatta bulunm aktadırlar. Güm rük v e rg ile ri artık başka gâyeler
için alınm aktadır. B öylece ithal edilen malın yerli m alla rekabeti e ng ellen
m ekte veya halktan ancak belli bir sın ıfın onu alınası istenm ektedir. Tabii
ki bu konuda başka yeni g e lişm e le r de oluyor. D e vle tle r arası özel tica re t
antlaşm aları yap ılıyor. Fetva, zaman ve mekâna göre takdir e d ile ce k tir
elbet. A ncak biz bu konuda tafsilata girm eyecek ve m eseleyi fık ıh kitap
larına bırakacağız.
İmam-ı Ş a fii şöyle der: A çık ta (toprak üstünde) olan petrol, kükürt,
z ift ve mumya gibi şe y le rin yatakları kim seye ait olm ayan bir yerde bulu
nursa h içb ir kim se onu yalnız kendisine ayıram az. Sultan bile onu kendi
şahsına ta h sis edem eyeceği gibi halkın b e lli bir kesim in e de verem ez.
Çünkü bütün bunlar açıktad ır ve suyla ot durumundadır.
İmam-ı M a lik ’in m ezhebinde ise: «M adenler, ister petrol gibi sıvı, is
ter altun, gümüş ve bakır gibi katı olsun, özel m ü lkiye t altında bulunan
topraklarda çıksa bile ümmete aittir. Çünkü bunlar ne arazinin ve ne de
için d e k ile rin in bir parçasıdırlar.» İmam M a lik 'in görüşü bu konuda dev-
lete geniş y e tk ile r tanım aktadır. Çünkü devlet, üm m etin v e k ili olarak İs
lâm topraklarında bulunan bütün ham m addeleri ken disi iş le te b ilir.
A y rıc a unutm ayalım ki, rikâz olarak isim le n d irile n bazı ham m addele
rin beşte biri fa k irle re a ittir ve tüm İslâm üm m etinin bu hammadde g e li
rinde hakkı vardır.
N e tice olarak, sahibi olm ayan her mal üm m etin tam am ına a ittir. Bu
rada şu hususa da dikkati çekm ek isteriz: R e sû lü lla h ’la akrabalarına ait
olan ganim etlerin beşte ik is in i sah a be le r sila h ve savaş araçlarında kul
lanm ışlard ır. O halde um umi Beytülm al R esûlü llah (S.A.V.) in soyundan
fa kir olan ların ın ge çim in i üzerine alırsa, bu beşte ikinin ona de vred ilm e
si caiz olur.
5 — MEŞRU MÜSADERELER
A le y h iss a lâ tü vesse lâm zekât için şö y le buyurur: «Kim zekâtı ver
mezse, biz onu ve malının yarısını Allah'ın emirlerinden bir emir olarak
alırız. Muhammed’in yakınlarına ondan birşey helâl olmaz.»
Bu nasstan şunu anlıyoruz: Z ekât verm eyenin m alından zekât alın a
cağı gibi ceza olarak, onun dışınd a m alının b ir kısm ı fazladan alın ır. M ü sa
dere edilen bu m iktar, zekât fonuna k a y d e ttirilir. İslâm ü lke le rin d e İslâm î
idarenin o lm a yışı sonucu ortaya b ir m esele çıkm aktadır. H alkın b ir çoğu
uzun y ılla r g eçm esine rağmen m alların ın zekâtını ödem em ektedir. Şayet
İslâm î b ir d e v le t kurulur ve geçm iş y ılla rd a zekâtım verm eyen te s b it ed i
lirs e d e vle tin ceza payı ile b irlik te ge çm iş her y ılın zekâtını alm ası hak
kıdır. Tabii ki alınan bu m allar da zekât fonuna v e rilir.
401
İ SLÂM
M ille t hesabına .m eşru olm ayan yoldan mal elde eden s iy a se t erba
bının m alları...
Kumar, eğlence ve sp o rtif fa a liye tle rin g e lirle ri. Sadece anaser-
maye sa h ip le rin e v e rile re k g e risi m üsadere e dilir.
Tabi ki bütün bunlar önceden yap ılacak kesin ara ştırm ala r n e tic e s in
de olacaktır. Tâ ki zulüm olm asın. Çünkü zulüm, kıyam et gününde zulü-
m attır. «Hz. Ö m e r’in, bazıla rının m alların ın y a rısın ı m üsadere etm eğe ka
rar verd iği rivaye t e d ilir. Bazı durum larda m üsadere ve m üsaderenin m ik
tarı konusunda bu uygulam a asıl alınm aktadır. Bu konuda biz bu sözüm üze
k e s in lik gözüyle bakıyoruz.»
6 — CİZYE
«Es-siyasetü v e ’i-iktisadu f i ’t-T efkiri’l-İslâm î» isim li kitabın yazarının'
bu konuda yazd ıkların ı kısa ltara k aşağıya alıyoruz.
73 — Tövbe : 29
402
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMİ
C izye, İslam hakim iyetini kabul edip İslâm a girm ek istem eyen ferd-
ler başına konan b e lli b ir m eblağdır.
403
İSLÂM
nında m üslüm anlar gâlip g e lirse , onlara y e n ile n le r ganim et olm uş olurlar.
Bu durumda e rke kle ri için dört şıktan biri uygulanır: Ya öldü rülürler, ya
köle e d in ilirle r, ya k a rş ılık lı veya k a rş ılık s ız se rb e st b ıra k ılırla r. Bu dört
şıktan birin i uygulam ak caizdir. Daha önce de işa re t e d ild iğ i gibi Sevad
feth ed ild iğin de savaşa katılan m üslüm anlar toprak ve ah alinin ken dilerin e
dağ ıtılm a ların ı b e kle d iler. Abdurrahm an b. Avf: «Tarla ve halk ancak A l
lah’ın onlara b ir fe y ’idir» sözüyle bu isteğ i Hz. Ö m er’e b ild ird i. A ncak
Öm er, Irak ve Şam fe tih le rin d e böyle davranm adı. Hem de topraklar hak
kında ictihadda bulundu. M üslüm anlara danıştı. N eticed e, se rb e st bıra
k ılıp cizye ve rm e le ri üzerine karar kılın d ı. Yahya b. Â dem olayı anlatırken
şö y le der : Öm er, Sevad sa k in le rin in m üslüm anlara d a ğ ıtılm a ların ı iste y e
rek sa yılm a la rın ı em retti. Baktı ki, her m üslüm an erkeğe üç k işi düşm ek
tedir. Bunun üzerine sahabelere danıştı. Hz. A li : «O nları bırak, m üslü
m anlara yardım cı olsunlar,» dedi. Ö m er de, ken d ilerin e Osm an b. H anifi
göndererek kim inden k ırksekiz, kim inden y irm id ö rt ve kim inden de oniki
dirhem cizye alm asını em retti. Yahya b. Â dem ayrıca, S e v a d ’ın ile ri ge
le n le rin in Ö m er b. Hattab'a gelerek: «Bizler Sevad halkıyız. İranlılar bize
galip g e lm işle rd i de, bizi vurm uşlar, türlü tü rlü zulüm de bulunm uştular.
S izin galip ge ld iğ in izi görünce se vin d ik ve buna hayran kaldık. O nları kov
dunuz ya, ne istersen iz, bize y a p a b ilirsin iz. Bizi köle edin eceğ in izi duyduk..»
Hz. Ö m er onlara : «-0 zaman sahabelere danışm ıştı.- Şim di d ile rse n iz İs-
lâma g ire rsin iz, d ile rs e n iz cizyeye razı olursunuz,» dedi. C izy e yi verm eye
razı oldular. (81)
Belâzuri Hz. Ö m er'in Sevad halkını zim m î yaptığını; şa h ısla r üzerin
den cizye ve ta rla la r için de haraç ald ığ ın ı rivayet ederek : «Onlar zim m î-
d irle r köle değiller» der (82)
C izy e n in m iktarına g elince, bu konuda en güzel görüş, Ebu H an ife ’nin
görüşüdür. O zim m île ri üç guruba a y ırır :
a — Z e n g in le r : K ırk se k iz dirhem öderler,
b — Orta h a llile r: Y irm id ö rt dirhem öderler,
c — F akirle r : Bunlar da oniki dirhem öderler :
404
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAM!
Orta tabaka : Zengin tabakadan daha az kazancı olan, henüz revaç bul
m am ış veya küçük tic a re t sa h ip le riy le şö h re t bulm am ış ta b ip le ri içine
alır.
C izye hür, a k ıllı ve ç a lış a b ilir durumda elan erkeklerden a lın ır. Ka
dın, çocuk, deli, köle ve yoksula cizye düşm ez. N itekim , m üsibetzededen,
yaşlıdan ve uzlete ç e k ilip halkın sada ka la rıyla nafakasını tem in eden ra
hipten cizye alınm az. A n ca k zengin rahipler, cizye yi öderler. Yahya b.
Âdem , kadın ve çocuktan cizye alınam ıyacağın ı be lirtere k, m ezhebim izce
bilinen budur, der. (85)
C izy e yi veren iki hakka sahip olur : Biri : Ona dokıınulm am ası, İkin
c is i de : Korunm asıdır.
N a fi’in, İbn-i Ö m er'den rivayetine göre: İbn-i Öm er, R esû llü lla h (S.A.V.)
in, sözünün sonunda: «Benim zimmetimi koruyunuz» dediğini rivayet
eder. (87)
Cizye, o kim senin İslâm hakim iyetini kabul e ttiğ in e bir alâm ettir.
A y rıc a onu ödeyen bazı yüküm lülüklerden kurtulm uş olur. N itekim cizye
veren :
405
İ SLÂM
2 — Ehl-i kitaptan gücü yerin de olan lar silâ h la n ıp vatanı müdafaa et
m ekle sorum lu d e ğ ille rd ir. Bu işi yüklenen m üslüm anlardır. O n lar da bu
nun k arşılığ ın d a cizye öderler. Ş ayet onlardan bazısı vatanı savunm ak için
m üslüm anlarla beraber ça rp ışsala r, üzerlerinden cizye sa kıt olur. A y rıc a
m üslüm anlar onları korum aktan âciz kalınca da, üzerlerinden cizye düşer.
Y ani cizye ödem ezler.
Taberî, Utbe b. Fe rka d ’ın A zerbeycan halkına şu mektubu yazdığını
rivayet eder :
B ism illa h irrah m an irrah im
Em irü lm ü’min'în Ö m er b. el-H attab’ın v a lis i Utbe b. Ferkad, A ze rb e y
can halkına; ovada, dağda ve yaylalarda y a şıya n la rıyla b irlik te ç e ş itli
inançta bulunanlarına, can, mal ve in ançlarına eman v e rm iştir. Bunun kar
ş ılığ ı olarak da onlar, cizye öde yece kle rd ir. Ç ocuk, kadın ve e lind e dünya
m alı bulunmayan m üsibetzede ile b ir köşede ibadetle m eşgul olan kim
seye cizye yoktur. (88)
406
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI
Sonuç olarak cizye, askerî hizm etlere k a rşılıktır ve bu, islâm ın mut
lak adaletinin bir gereğidir. Çünkü İslâmda savaş inançla ilg ilid ir. Allah
yolunda yapılır. İnanmadığı bir inanç uğruna birini savaşa sürüklem ek ve
ya onu ayni inancı taşıyan kim selerle karşı karşıya getirm ek adalete uy
maz.
Şu iki hususu zikretm eden geçem iyeceğiz :
Şayet devlet başkanı bunu yapmazsa İslâmın gücü yok olur ve ülke
miz kâfirlerin istilâ sın a maruz kalır. Bu zararla mallarından bir m iktarını
almaktan dolayı uğradıkları zarar karşılaştırıldığ ınd a, İkincisinin tercih
edilm esi gerektiği konusunda şüphe yoktur. D e lille re baş vurmadan önce
de şariatın m aksatları arasında bunun varlığ ı bilinebilir.»
407
İ SLÂM
ve soğuk yüzünden ölm e te h lik e si varsa gasbetm esi üzerine vacip olur.
C anı kurtarm ak iç in bu v a cip olunca, canları kurtarm ak için ne d e n e b ilir
ki, Eibetteki bunu yapm ak b ir ferdin zarû retine te rcih e d ilir.
Lâkin bu v e rg ile r hangi tem ele göre tayin e d ilip halka taksim e d i
le c e k tir?
T ica ret m a lla rıy la zarû rî ih tiya ç m addelerine konarak dire k t olm ayan
y o lla rla mı a lın a caktır?
E şit b ir ş e k ild e dire k t olarak fe rtle rd e n mi alın a ca k tır?
Y oksa herkes sahip olduğu m ala göre mi vergi öde yece ktir?
A y rıc a sahip o ldu kları m allar n asıl ve hangi tem el üzerinde takdir
e d ile c e k tir?
Kazanç mı ölçü alın a ca k tır? D e vlet da ire le rin d e ça lışa n la rla devletin
m u h te lif m ü esse se le rin d en istifa d e edenler kazançlarına göre mi vergi
ö d e y e ce k le rd ir?
Bütün bu so ru la r cevap ister. Tabi bütün bu sorulara cevap verm enin
zam anı d e ğ ild ir. Lâkin biz burada şunu zikretm ek iste riz :
ibn-i Kudame der ki: «İbn-i Ö m er'in şö yle dediği rivayet edilir: Pey
gam ber (S.A.V.) N a k i’ denen yeri m üslüm anların atları için m er'a haline
g e tirm iştir. M üslüm an d e vle t başkanları da m ü cahidlerin atları, zekât de
v e le ri, cizye hayvanları ve d evlet başkanmm bakm akla yükümlü olduğu
diğer halkın hayvanlarıyla fa kir kim se le rin hayvanları için halka zarar
verm em ek şa rtıy la bazı y e rle ri m e r’a haline g e tire b ilirle r. Ebu Hanife, M a
lik ve Ş a fiî’nin sahih görüşü budur.
«Ey m ü 'm inlerin em îri! Bu topraklar bizim dir. C a h iliy e tte onun için
sa va ştık ve onun üzerinde m üslüm an olduk. Neye dayanarak onu m e r’a
yapıyorsun?
Hz. Ö m er başını önüne eğdi. Soluk alm aya ve b ıyıkla rım kıvırm aya
başladı. Â d e tle rin d e n d i, zor bir şeyle karşıla ştığ ın d a b ıyık la rın ı k ıv ırır ve
so lu k alırd ı. A ’rabî bunu görünce, sö y le d ik le rin i te krarlad ı. O zaman Öm er
şöyle dedi :
— M al, A lla h 'ın m alı, kullar da O n u n kuludur. A lla h ’a and olsun ki,
A lla h yolunda kullanm ayacak olsaydım , yeryüzünde tek bir karışı bile m er’a
yapmazdım.
D e vlet başkanları ancak halka zarar verm eyecek şe k ild e m er'a ya
p a b ilirle r. Çünkü bir yer m er'a yap ılırken m aslahat için buna cevaz ve
rilm iş tir. H alkın çoğunluğuna zarar verm ek ise, m aslahat değildir.»
9 — FEY'
410
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI
Bazı âlim ler ise, gerek ganim et ve gerekse fey' yalnız başlarına kul
lanıldıklarında her birinin, diğerinin manasını da kapsadığını, ancak be
raber kullandıklarında kendi öz manalarında kullanıldıklarım söylerler.
Tıpkı fakir ve m iskin kelim elerinde olduğu gibi.
411
İ SLÂM
G eri kalan beşte dördü ise tamam en hâzinenindir. Bu, onun tem el
g e lirle ri arasındadır. Onun iç in -a s lın d a fe y ' d e ğ ilse de, onun dışındaki,
hâzinenin g e lirle rin e de fe y ’ d e n ilm iştir. M ese lâ, haraç ara zisi, sa va ş
çıla ra dağıtılm am ası karara bağlanınca bazı a ra ştırm a cıla r fe y ’ tabirin i
onun için de ku lla n m ışlard ır. Harcanacağı yerle r b ir olunca cizye ve
ö şü rle re de fe y ' d e n ilm iştir. H araç ve fe y ’i in celed ikten sonra açıkça
görüldüğü gibi fe y ’ genel olarak k u lla n ılm ıştır. Çünkü hâzinenin g e lirle
rinde tem el odur. Hazine g e lirle rin in bir kısm ı haraçtan olduğu için o da
genel manada k u lla n ılm ıştır.
10 — MALÎ CEZALAR
B azı m ü e s s e s e le r v a rd ır ki, a n c a k d e v l e t t a r a f ı n d a n i ş l e t i l i r . F e r t l e r
o n la r ı i ş l e t e m e z v e y a b unu h a k e t m e z l e r . D e v a m l ı m a s r a f g e r e k t i r e n mü-
e s s e s e l e r d i r b u n la r . S u la r ı ilg ile n d ir e n t e s is le r le e le k tr ik te s is le r i g ib i.
Ş ü p h e s i z bu m ü e s s e s e l e r i n g e l i r l e r i , h â z in e n in d ir . B u r a d a ş u n u a ç ı k l a m a k
i s t e r iz ki: D e v l e t i n b i r m ü e s s e s e y e b a ş l a n g ı c ı n d a n k u r m a s ıy l a h a z ır h a le
9:ı - En t'Al 41
412
İSKAMDA MÜLKİYET NİZAMI
HAZİNE GİDERLERİ
H âzinenin g id e rle ri şu n la rd ır :
Buharının Hz. A işe 'd e n rivayetine göre, A iş e , Hz. Ebu B ekir (R.A.)
halife se ç ild iğ in d e şö y le ded iğin i söyler: «Kavm iın b ilir ki, m esle ğ im a ile
min g e çim in i karşılam aktan aciz de ğ ildi. Şim di m ü slüm anların iş le riy le
m eşgul bulunuyorum . Onun için Ebu B ekir a ile s i bu maldan -hazineden-
y iye ce k ve o da m üslüm anların hâzinesi hesabına kazanacaktır.»
Ebû Davûd sahih bir isn ad la Hz. Ö m e r’in şö y le ded iğin i rivayet
eder; «R esûlüllah (S.A.V.) zam anında g ö re vle n d irild im ve görevim in üc
retin: bana ödedi.»
Y ine Ebû Davud sahih bir se n e d le M ü ste v lid b. Ş e d d ad ’ın şö yle dedi
ğini rivaye t eder: «Benim -devletin- işinde çalışan, evli değilse kendisi-
413
İSLÂM
ne bir eş alsın. Hizmetçisi yoksa bir hizmetçi tutsun. Evi yoksa kendisi
ne ev yapsın.» Bir rivayette: «Kim bunlardan başkasını edinirse o h ır
sızdır.»
H aksız yere alm ak -hırsızlık-, izin alınm adan bir şey alın d ığ ı zaman
sözkonusudur. N itekim Ebu D avud’un Biireyde'den naklettiği sahih r i
vayette, R esûlü llah (S.A.V.) in şö yle dediği rivayet e d ilir : «Birini bir
işe memur kılarsak kendisine tayin edilen maaşı alır. Şayet bundan
fazlasını alırsa, bu hırsızlıktır.»
Fazladan aldığı, iste r apaçık rüşvet olsun, ister m em uriyette yapa
cağı bir şeyden dolayı aldığı bir hediye olsun veya tam bir h ırs ız lık o l
cun, hepsi fa rksızd ır. H epsi de h a k sızlık tır, haram dır.
Bu nasslardan anlıyoruz ki, m üslum anlar için ça lışana ç a lış m a s ı
nın ücreti v e rilir. V e rile n bu ü cre t ona ye tin e li, ev, evlenm e ve hizm et
çi gibi tem el ih tiya çla rın ı karşılayaca k şe k ild e o lm a lıd ır. R ivayetlerde
binek de z ik re d ilm iş tir. A y rıc a n a k ille rd e nakil işin in de, yani h a rcıra
hın da karşılan m ası gerekir.
Burada şu noktaya da işa re t etm ek gerekir: V a zife le n d irm e ancak
ihtiyaca göre ve m utlaka m eşru yolda o lm a lıd ır. D evlet, üm m etin ih ti
yaç duym adığı bir alana g ö revlen dirm e yapam ayacağı gibi m eşru olm a
yan alanlara da kim seyi görevlen direm ez. Bu alanlara m alın harcanm a
sı caiz değ ildir.
Buradan da anlıyoruz ki, bugün için birçok lüzum suz ve gayr-i m e ş
ru yollardaki g ö re vlen d irm e le r İsiâın d e vletind e iptal e d ile ce k tir.
İleride İslâm ik tisa t nizam ının hedef edin diğ i bazı kamu hizm etlerin i
göreceğiz. İsiâm ik tisa d ı m uharip b ir d e vle tin ik tisa t düzenidir. Ü m m e
tin tem el ih tiya çla rın ı karşılayan bir düzendir. Bütün bunlar m ala ih ti
yaç gösterir.
414
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMİ
İbn-i Said, Sefil b. Ebu Hatme ve diğerlerinden rivayet eder ki: Ebu
B ekirin S e n h ’de bir Beytülm alı vardı. Onu koruyan bir bekçi yoktu. Ken
disine: «Ey R esûlü llah 'ın h a life si, Beytülm alı koruyacak birini tayin et
m iyor musun?» den ildi. «Onun için korkulm az» dedi. «Neden?» dedim.
Şöyle cevap verdi: «Üzerinde bir k ilit vardır.»
A y rıc a içinde b irşe y bırakm ıyor, ne g e lirse dağıtıyordu. Ebû Bekir
M e d in e ’ye taşın ınca onu da oturduğu eve taşıdı. Ç e ş itli kab ile le rin ve
Cüheynenin m adenlerinden gelen g e lirle açılan Ebu Se lim maden oca
ğından gelen sadakalar hâzineye konuyor ve Ebu Bekir gelen m alları
415
İSLÂM
halka teker teker dağıtıyordu. Her yüz k işiy e şu kadar, şu kadar düşü
yordu. D ağıtım e ş it b ir şe k ild e yapılıyordu. Köle-hür, erkek-kadın, küçük-
büyük ayırım ı yapm ıyordu. A y rıc a A lla h yolunda kullanılm ak üzere deve,
at ve silâh alıyordu. B ir y ıl badiyeden e lb ise satın aldı ve bu e lb is e le ri
kışın M e d in e ’deki dul kadınlara dağıttı.
Hz. Ebu B ekir vefat edince Hz. Ö m er hazine m em urlarını çağırarak
Ebu B e kir'in hâzinesine beraberlerinde girdi. Y an ların da Abdurrahm an
b. A v f ve Osm an b. A ffan bulunuyordu. Betülm alı açtılar. İçinde bir d i
nar bile yoktu. Paranın konduğu bir torba bulundu. Torba s ilk e le n in ce
içinde bir dirhem olduğu görüldü. Ebu B e k ir’e acıdılar.
Ebu B ekir'in b ir m uhasibi vardı. Hâzineye gelen m alları h e sa p lıyo r
du. K e ndisine soruldu: «Ebu B ekir'e ulaşan m alların m iktarı ne kadar
dı?» «İkiyüzbin dinar» cevabını verdi.
Ebu Naîm «Hilye» is im li kitapta şö yle der :
Ö m er'e Irak'tan mal geldi. Onu dağıtm ak istey in ce bir adam: «Ey
m üm inlerin em îri, um ulm adık bir düşman s a ld ırıs ı veya bir fe lâ ke t için
bu maldan bir m iktar kaldırsan daha iyi olm az mı» dedi. (99) Öm er, şu
cevabı verdi: ' «Ne yapıyorsun, A lla h sana acısın . Seni şeytan konuş
turdu. Bunun sebebini A lla h benden so racaktır. V a lla h i yarın için, bugün
A lla h ’a isyanetm em . R esûlüllah (S.A.V.) adaletli davrandığı gibi bende
adaletle davranacağım.»
İbn-i Said ve İbn-i A sa k ir, H asan’ın şöyle dediğini rivayet ederler:
Hz. Öm er, M u s a ’ya (A llah ikisin de n razı olsun) bir m ektup yazarak şö y
le der : Bundan sonra yılda bir gün te s b it et ve o günde hâzinede b ir tek
dirhem kalm asın. Ta ki A llah, her hak sahib ine hakkını ödediğim e şa
hit olsun.»
M ecm a' et-Teymîden, şöyle dediği na kledilir: «Hz. A li (R.A.) Beytül-
m alı süpürür, orada namaz kılar ve orayı m escid e din irdi ki kıyam et gü
nünde lehine şehadet etsin.» (100)
A n tere eş-Şeybanî şö y le der: Hz. A li (R.A.) her sanat erbabından
cizye ve haraç alırd ı. İğne, çuvaldız, ip lik ve sic im yapanlardan bile. Son
ra, bu a ld ık la rın ı halka dağıtırdı. D ağıtılm ayıp e rte si güne kalan olm azdı.
Orada ge ce le m e si, ancak dağıtım ı için fırs a t bulunm am ası halinde oiur-
du; Dağıtım işine gelince, Hz. Ebu Bekir herkesi •eşit tutardı. Hz. Ömer
sahabelerin faziletine önem verir, Resûllüllah’a yakınlık ve uzaklıkları
nı göz önünde bulundururdu. Ancak son zamanlarda Ebu Bekir’in görü
şüne döndü.
Raşid Halifeler devrinde eşit bir şekilde dağıtım üzere karar kılın-
H».
417
İSLÂM
Onun için bu konuda İslâm Üm m eti m uhayyer b ıra k ılm a m ıştır. Tabii
ki bu, başkaları ile tic a re t ve iktisad iliş k ile rin in haram olduğu an lam ı
na gelm ez. Bu, caiz bir şe yd ir. İstenen, bu iliş k ile r le b irlik te tem elde
kendi kendim ize y e te rli olm am ızdır.
Ümmet, gücü n isbetin de bundan sorum ludur. Y üce A lla h İslâm top
raklarını bereketle dolu k ılm ış tır. Ş a ye t m üslüm anlar b irle ş e c e k o lsa d i
ğer m ille tle r onlara m uhtaç olur da başkalarına ih tiya çla rı olmaz. De
n ild iğ in e göre, yeryüzü ham m addesinin % 75’i bizdendir. Petrol re zer
v im iz ise yer yüzünün % 85 i kadardır.
>. 101 — H û d : 61
418
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAM!
İmar ancak m ü teh assıs insan gücü, m ali im kanlar ve bunun ad alet
li te m e lle r üzerinde ku ru lm asıyla olur. «Eğitim siy a se ti» bölüm ünde ha
yatın her alanında m ü te h a ssısla rın y e tiş tirilm e s i konusunda A lla h 'ın Üm
mete yüklediğ i so rurp lulu kları göreceğiz. İslâm ik tisa d nizam ının her
ferdi nasıl maddi im kanlara sahip k ıld ığ ın ı ve en ad aletli ve m ükem m el
b ir nizam olduğunu görm üştük.
Hz. B ila l (R.A.) beraberinde ordu kom utanları olduğu halde Ş a m '
dan gelirken Hz. Ö m er (R.A.) a gider :
Hz. Ö m er (R.A.) :
102 — B akara : 29
103 — Lokm an : 20
419
İSLÂM
Hz, Ö m er (R.A.) :
— Doğru sö yie d in . A lla h ’a yem in ederim ki, her m üslüm an için iki
«müd» buğday ve payına düşen zeytin yağı ve sirk e için garanti verm e
d iğ in iz m üddetçe bu toplantıdan ayrılm am .
O n lar da :
— Peki, sana garanti veriyoruz, bize borç olsun. A lla h bize bol bol
nim et ve im kân lar v e rm iştir.
Bunun n asıl sağla n a cağ ın ı, hatta zım m înin bile hâzineden faydalan
dığın ı gördük. İslâm to praklarında tem el ih tiya çla rı karşılanm ayan bir
insanın v a rlığ ı ca iz d e ğ ild ir. İslâm d e vle ti bunu b ilir. Raşid H a life le r
devrinde bunu gösteren b e lg e le r pek çoktur.
420
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAM!
A lla h 'ın ken d isin i hesaba çekm esind en korkar» deyince acaba neyi ka s
te d iyo rla rd ı?
Buna göre m ü slüm anlarin bütün ih tiy a çla rın ı d e vle t başkanı b ile
cek ve âmme m alını bu alanda harcayacaktır. Toplum bunların s ık ın tıs ı
nı 'duym ayacaktır.
104 - - En fa l ■. 60
421
İSLÂM
Ş a ye t s a tıc ıla r b ir şe y in fiy a tın ı y ü kse ltm e k üzere an laşsa lar, bunu
yapma hakları yoktur. B irlik le ri zo rla bozdurulur. Ş a ye t ş irk e tle r fiy a tla r
la oynar ve halka zara r v e rirle rs e bu y a p tık la rı kabul ed ilm ez ve bunu
yapm am ak konusunda m ecbur e d ilirle r. F a k ih le r fiy a tla r y ü k se lip halka
zararlı o lm a sın diye kervan ların ş e h ir d ışın d a k a rşıla n m a la rın ı y a sa k la
m ış la r ve s a tıc ıla r tarafından h a k sız lık yap ıld ığ ın d a d e v le t başkanının
fiy a t ta rife s i yapm asını ca iz gö rm ü şlerdir.
F akih lerin bu konuda v e rd ik le ri örn e kle r pek çoktur. D iie yen taf
s ila tın ı fık ıh kitaplarında o ku ya b ilir. Şü ph esiz bütün bunlar ad aleti kesin
o larak yerin e getirm ek ve am m e m aslahatını sağlam ak için d ir. A lla h
(C.C.) halkın heva ve h e v e sle rin e b ir şe y bırakm am ış, her iy iy i em ret
m iş ve her kötülükten sa k ın d ırm ıştır. E lim ize sağlam ö lç ü le r v e rm iştir.
Kim hidayeti A lla h ’ın kitab ının dışınd a ararsa, A lla h onu s a p ıttırm ıştır.
B öylece iktisad siy a se tin i ilg ile n d ire n konu burada son buldu.
422
EĞİTÎM-ÖĞRETÎM ve BASIN SİYASETİ
Ö ğretim ve yayın s iy a se ti, üm m etin şa h siy e tin in ortaya çık ışın d a
y ard ım cıd ır. A y rıc a yayın s iy a se ti, üm m etin düşm anlarına üm m etin d i
liy le cevap v e rir. Onu savunur. D üzenine davet eder, dü şm a n la rıyla ta r
tış ır.
Bu iki yön b irb iriy le iliş k ili olduğundan ik is in i ayni b a şlık altında
anlatm ağa ç a lıştık .
İslâm da öğretim ve yayın siy a se tle rin d e n -h e r b irin in üzerinde dur
duğu b ir takım m e se le ve h e d efle ri vardır.
Bu konuyu işle rk e n İslâm üm m etinin öğretim siy a se tin i ilg ile n d ire n
ve g ö ze tilm e si gereken beş ayrı m e se le üzerinde duracağız :
1 — İslâm m eden iyeti ve ona m ütenasip düşen öğretim siy a se ti
2 — İslâm şa h s iy e ti ve y e te n e k le rin in ortaya ç ık a rılm a sı v e öğre
tim siy a se ti.
3 — İslâm da ilim , m e su liy e t ve öğretim siy a se ti.
4 — Ş a h siye tin olgu nlaşm ası ve insanı her türlü ç e lişk id e n kurtar
mak için g e re kli olan öğretim s iy a se ti.
Bölüm ün sonunda da g erçek b ir İslâm düzeninde yayın siy a se ti ve
v a sıtala rın d an bahsedeceğiz.
423
İ SLÂM
ik i ç e ş it m e de n iye t v a rd ır :
a — İslâm î m eden iyet
b — C a h ilî m eden iyet
— 3 —
424
E Ğ İT İM — Ö Ğ R E T İM ve B A S IN S İY A S E T İ
— 4 —
— 5 —
— 6 —
425
İSLÂM
c — Kumar ve oyun p a rtile ri, dans ve m üzik to p lan tıları, balolar, eğ
lence ye rle ri, m eyhaneler, pavyonlar ve plajlar küfür m ille tle ri tarafından
g e liş tirilm iş tir. Çünkü onlarca en büyük hedef eğlence ve oyundur.
426
EĞİTİM — ÖĞRETİM ve BASIN SİYASETİ
Bu m is a lle r bir m ille tin tekn iğ in in o m ille tin kültürüne b a ğ lılık dere
ce sin i g ö ste rir. M ed e n iye te a it bazı m a h sû lle r genel b ir ş e k ild e in san lar
arasında ortak o la b ilir. A n ca k dünyada ku llanılan ve onları y e rli y e rle rin e
y e rle ştirm e y o lla rı cüzi veya k ü llî fa rk lılık la r gösterir.
427
İSLÂM
— 8 —
Burada önem li bir noktaya işa re t etm ek isteriz: id e o lo jile rin hakim
bulunduğu asrım ızd a te k n ik yönden ile ri olan de v le tle r, ile ri o lu şla rın ın
d ü ze n le rin in bir gereği olduğunu savunarak kendi dü zenlerine davet ça
bası iç e ris in e g ird ile r.
K o m ü n istle r geri ülke le re, kom ünizm in ile riliğ e sebep olduğu fik rin i
aşıla rk e n , k a p ita listle r, kom ünizm in değil kap italizm in ile riliğ e sebep
olduğunu savu nu yorlar. D iğ er taraftan h ıristiy a n m isyo n e rle r ile riliğ in ,
H ıristiy a n lığ ın b ir gereği olduğunu sö ylüyo rlar. H albuki gerçek, tam a
men bu id d ia la rın ak sid ir.
Teknik yönden ile ri olan b ö lg elerd e ç e ş itli düzenler hakim dir: Rus
ya v s Ç in 'd e kom ünizm , Bazı Batı ü lk e le riy le A m e rik a ’da kapitalizm , Ba
tının d iğ e r baz: ü lke le rin d e so sy a lizm ve m eselâ Jap o n y a’da m uhafaza
kâr düzen hakim dir.
A y rıc a h ıris tiy a n lık A v ru p a ’da g e riliğ in seb eb iydi. Avrupa hıristiyan-
lığa bağlı kald ığı m üddetçe geriydi. H ıris tiy a n lığ ı bir tarafa attıktan son
ra ancak ile rle y e b ild i.
G e ri bö lg e lerd e de ç e ş itli düzenler hakim dir. Bazı yerle rd e ağ ır yürü
yen kapitalizm , bazı y e rle rd e daha da g e rile m e le rin e sebep olan so sy a
lizm işb aşın d ad ır. Bu b ö lg elerd e yaşayan halkın bazısı H ıristiyan, ba
z ıs ı bu d ist ve ba zısı da m üslüm andır. (106)
İle rilik ve g e riliğ i düzene bağlam ak büyük bir aldatm acadır.
Şü ph esiz, bazen düzen veya sapık bir din ile rle m e k için e n g e lle
m elere sebep o la b ilir. M e se lâ , in san ları in e k le rin hizm etinde kılan H in
duizm ve halka güven aşılam ayan, kap ita lle rin k a çırılm a sın a sebep
olan düzenler için bu sö y le n e b ilir.
A n ca k bununla beraber zik re ttiğ im iz tem el şa rtla r yerin e g e tiri
lince teknik ile rle m e n in g e rçe k le şm e m e si için bir sebep yoktur.
108 — B u ra d a ö n e m li b i r n o k ta y a iş a r e t e tm e k g e r e k ir : G ü n ü m ü z d e İs lâ m ’ın
ta m o la r a k h â k im o ld u ğ u b ir ü lk e y o k tu r. İs lâ m 'ı y a rım y a m a la k u y g u
la y a n b ir-ik i d e v le t d ış ın d a İslâ m a le m in d e b u lu n a n d iğ e r d e v le tle r d ü
z e n o la r a k İs lâ m ’a d ü ş m a n d ır. Y a rım a s rı a ş a n z a m a n d a n b e ri İslâ m a le
m in e h â k im o la n ve b a ş a g e ç tik le ri a n d a n b u y a n a İs lâ m ’a n e fe s a ld ır
m a k is te m iy e n b u d ü z e n m e n s u p la rı k e n d i b e c e rik s iz lik le rin i ö rtb a s e t
m e k iç in g e riliğ im iz i d u r m a d a n İs lâ m ’a y ü k le m e ğ e ç a lış ırla r . G eriliğ i
m izi, k e n d is in e y a ş a m a h a k k ı ta n ın m a y a n İs lâ m ’a y ü k le m e k b ü y ü k b ir
v ic d a n s ız lık tır. (M ü te rc im )
428
E Ğ İT İM — Ö Ğ R E T İM ve BASIN S İY Â S E T İ
— 9 —
B ir kısm ı akaid m e s e le le riy le ilg ili hüküm leri çık a rm ış, bir kısm ı
m uam elâtla ilg ili ç ık a rm ış, d iğ e r b ir kısm ı da ahlâk ve âdâb m e s e le le
riy le ilg ili hüküm ler üzerinde durm uştur. H er alanda b in le rce kitap y a z
m ışlard ır.
Şü ph esiz İslâmî isteyen, bunlara a ld ırm a zlık edem ez, çünkü bu â lim
lerin, geniş anlam a k a b iliy e tle ri ve ta kv a la rıy la beraber ihatalı b ilg ile ri,
429
İSLÂM
108 — B a k a r a : 29
430
EĞİTİM — ÖĞRETİM ve BASIN SİYASETİ
— 10 —
Bu iki nasstan İslâm ın iyi b ir niyye tle yeryüzünü bayındır hale ge
tirm e m iz için bizi ne derece te şv ik e ttiğ in i anlıyoruz.
109 — Lokman : 20
110 — el-B ezzar. (R a v iie r s ik a d ır.)
431
İSLÂM
hemen karşım ıza R esûlü llah (S.A.V.) in K ıyam et gününde insana «haya
tın ı nerede harcadığının» so ru la cağ ın ı b ild ird iğ i ha d isi çık ıy o r. Ve ka-
naatım ızca İslâm ın zam ana v e rd iğ i önem i b e lirtm e bakım ından bu hadis
y e te rlid ir.
432
EĞİTİM — ÖĞRETİM ve BASIN SİYASETİ
433
İ SLÂM
D inim iz, herhangi iyi bir hususta herhangi bir kim senin bizden ü s
tün veya ile ri o lm asına rıza gö sterm iyo r. Bu konudaki n a ssla r pek ço k
tur : Uhud gazvesinde savaştan sonra bazı m ü şrik le r dağa tırm anarak
m üslüm aniardan daha yükseğe ç ık tıla r. R esû lü llah (S.A.V.) aşağıya in
d irilm e le rin i e m rederek : «Bizden daha yüksekte olmaları onlara düş
mez.» buyurdu. Bu b ile hoş karşılanm azken diğer hu suslard a b a şk a la rı
nın bizden daha yü kse k ve ile ri olm a ların a İslâm n asıl m üsam aha eder.
434
EĞİTİM — ÖĞRETİM ve BASIN SİYASETİ
a b ıra k ılır.
S a ğ lık lı b ir öğretim sis te m i insanda bulunan bütün y e te n e k le ri ha
rekete getiren ve onları y e rli yerin d e kullanan siste m d ir.
Ve bunu, İslâmdan başka h iç b ir nizam g e rçe k le ştire m e z.
435
İ SLÂM
— 2 —
—• 3 —
A kla, gücünün yettiği m iktarda yolu açık tu tu lm a lı, ken d isin e reh
b e rlik yap ılarak g e lişm e si sa ğ la n m a lıd ır. A k ıl, analiz ve se n te zle r yapa
b ile c e k kıvam a g e tirilm e lid ir.
H afıza, sü re k li g e liş tirilm e z ve ebedî yüceyi -Kur'an-ı Kerim i- ezbe r
lem ezse ihmal e d iliy o r dem ektir.
Günüm üz o ku lların da Ebedî Y ü ce bir tarafa b ıra k ıla ra k m anasız ede
biyattan ezber yap ılm aktadır. A y rıc a ta le b e le re ezber yapm anın doğru
o lm adığı ve hafızayı za y ıfla ttığ ı fik ri aşılanm aktadır. (111) M ü sb e t ilim
le ri okurken, onların A lla h 'a v a rd ırıc ı a k lî d e lil o lu şla rın a d ikkatler ç e
k ile c e ğ i yerde, durmadan aksi tarafa vasıta olarak k u lla n ılm a la rın a ça
lış ılıy o r ve akıl k ıs ır bir düşünm e çe rçe v e sin d e kalm ağa zorlan ıyor.
436
EĞİTİM — ÖĞRETİM ve BAS!N SİYASETİ
— 4 —
437
İ SLÂM
— 5 —
— 6 —
433
EĞİTİM — ÖĞRETİM ve BASIN SİYASETİ
İslam a göre bazı ilim le r farz-ı ayn, ba zısı farz-ı kifâye, b a zısı vacip,
bazısı sünnet, ba zısı mubah, b a zısı m ekruh ve b azısı da haram dır.
İnsan e rg in lik çağından önce m ü k e lle f d e ğ ild ir. M ü k e lle flik erg in
lik le başlar. E rg in lik çağından önceki m erhale sorum luluğu yüklenm eğe
hazırlanm a d e v re sid ir. İslâm ın öğretim siste m in d e ta le b e n in e rg in lik ça
ğından önceki d e vreyle sonraki devre ve karakteri gözönünde bu lun
durulur.
Farz-ı ayn olan ilim le rin tam am ı herkese ö ğ re tilir. A y rıc a herkes
farz-ı kifaye olan ilim le rd e n birinde m ü tah assıs olur. D evlet, farz, va
cip, sü nnet ve mubah olan ilim le r için g e re kli h izm etleri halka götürür.
Haram ve m ekruh olan ilim le rd e n de sa kınm aların a ç a lış ır.
F akih ler şö yle der :
«Şunu bil ki; İlmi öğrenm en farz-ı ayndır. Bu, dini için insanın ih ti
yaç duyduğu m iktardır. Farz-ı kifaye ise, b aşkalarına fa yd alı olm ak için
fazladan öğ re n ile n d ir. F ıkıh ve m anevi ilim le rd e d e rin le şm e k mendûb-
dur.
(*) K u r ’a n ı K e rim , tilâv eti, T e fsir v e H a d is c i h a d a h a z ır lık d e rs le ri gibi.
43?
İ SLÂM
440
EĞİTİM — ÖĞRETİM ve RASIN SİYASETİ
— 3 —
— 4 —
M ubah ilim le re g e lin ce , daha önce an lattığ ım ız n ite lik le ri taşım ayan
ilim le rd ir. A y rıc a her ilim d e m ü ta h a ssısla rın bulunm ası farz-ı kifa ye d ir
ama, m ü tah assıs o lm ayanların bu ilim le rle uğ raşm aları m ubahtır. Mü-
ta h a ssıs o lm ayanlar iç in m atem atik, c e b ir ve m ü h e n d islik öğrenm ek bu
durum dadır. Tabiat kanunlarını öğrenm ek, İslâm î açıdan ç e ş itli ü lke le rin
du rum larını öğrenm ek, ik tisa t ve so sy a l hayatın kanunlarını bulm ağa
ç a lışm a k yine m ubahtır.
441
İSLÂM
Burada şu hususa da dikkat etm ek g e re kir ki, mubah ilim le rle uğra
şırke n farz-ı ayn, sünnet veya m üstehap olan ilim le rin ö ğ re n ilm e sin e en
gel o lun m am alıd ır.
Bizce insan iki m erhaleden geçer. E rgin lik çağından ö nceki m erhale
ile ondan sonraki m erhale. E rg in lik te n m aksat, erkeğin e rk e k lik ve
kızın da kad ın lık çağına g e lm e si dem ektir. Bu da ya yaş veya ih tilâm
o lm akla g e rç e k le ş ir. İnsanın ih tilâm olm a sı e rg in liğ e alam ettir. Kız için
alam et iddet kanı g ö rm e sid ir. Am a bu ve ö olm azsa, insan oğlu onbeş
kam erî y ılı doldurdu mu, artık A lla h yanında sorum ludur.
O halde b irin c i m erhale, sorum luluğ a h a zırlık m e rh a le sid ir. Bu m er
halede insan sorum lu d e ğ ild ir. Çünkü m uhakem e gücü henüz tam am
lanm am ıştır.
N orm al olarak bu m erhalede insanın ezber yeteneği ca n lıd ır. İlme
ve öğrenm eye istid a d ı gerçekten fazlad ır.
İkinci m erhalede ise am elî y e te n e k le r g e liş ir. Bu, A lla h ’ın bir h ikm e
tid ir.
insan birinci m erhalede ilm e, İkincisinde ise, ça lışm a ya yönelir.
— 5 —
442
EĞjTİM — ÖĞRETİM ve BASIN SİYASETİ
— 6 —
443
İSLÂM
N a sıl iyi bir eş, iyi bir anne ve iyi bir e ğ itici olacağı ö ğ re tilir. İffet,
haya, şe re f ve namusa aykırı düşen durum lardan uzak durma h a sle tle ri
g e liş itir ilir. Kadin öğretim in de tem el budur. Sâlihâ, dindar iyi bir eş ve
iyi bir ev hanım ı olm ası böylece sağlanm ış oiur.
A y rıc a bazı branşlar v ard ır ki, kadının o alanda ih tisa s yapm ası da
ha uygundur: Kadın h a sta lık la rı doktorluğu, kadınlar için te rz ilik , evde
yapılan dokuma ve örgü iş le riy le kız ta le b e le re ö ğ re tm e n lik gibi. Bü
tün bu işle rd e kadın önde g e lir. Şayet İslâm î v e cib e le rin e zarar v e rm i
yorsa onu bu konulara m e ylettirm e k önem li b irşe yd ir.
Bunun sonucu olarak de riz ki: K ızla rın öğretim in de iki m erhale o l
m alıdır:
444
E Ğ İTİM — Ö Ğ R E T İM ve B A S IN S İ Y A S E T İ
445
İSLÂM
a — Ö yle bir program olm alı ki herşeyi y e rli yerin e y e rle ş tirs in .
Ç e liş k ile r i ortadan k a ld ırsın ve önem li olan şe y le re önem ve rip önem li
olm ayan şe y le ri de büyütm esin. Tabi bütün bunlar, sa f bir İslâm bakı
şıyla h a d ise le r d e ğ e rle n d irilin c e g e rç e k le ş e b ilir.
115 —- Y a z a r p r o g r a m l a r ı n İs lâ m s ü z g e c i n d e n g e ç ir il m e s i n i istiyor. Y a z a n n d i
ğ e r b ö lü m le r d e a n l a t t ı k l a r ı n d a n d a a n la ş ıl d ığ ı gib i bu, d ü z e n m e s e le s i
d ir. B eşeri d ü z e n l e r i n h a k i m o ld u ğ u m e m l e k e t l e r d e b u n u n y a p ıl a m ı y a -
c a g ı a p a ç ı k tır . H e r ş e y d e n ö n c e İs lâm a le m in d e i d a r e c i l e r İ s lâ m ’a en
b ü y ü k t e h l ik e g ö z ü y le b a k m a k t a d ı r l a r . Ç ü n k ü js lâ m ’Ia b u g ü n k ü z u l ü m
le r in i n son b u la c a ğ ın ı b iliy o r la r. (M ü te rc im )
446
EĞİTİM — ÖĞRETİM ve BASIN SİYASETİ
3 — H alka yön v erm e le r tek bir çe rçeve içe risin d e ve bir yol üze
rinde olsun.
447
İSLÂM
K u la kların ı, düşm anlarına açık tutan m ille tin iflah olm a sı mümkün
d e ğ ild ir. Hem bu konuda ve hem de diğer yayın konularında ce su r o l
mak m ecbu riyetindeyiz.
H alkla tam bir iliş k i iç e risin d e olacağız ki, halk bununla yetin sin .
Ona inansın ve b ö y le lik le onu sa p ık lık ta n koruduğum uzu anlasın.
116 — N is â : 83
117 - - T ev b e : 47
448
ASKERÎ SİYASET
İslâm devletinin görevi, yeryüzünü A lla h ’ın hakim iyetine boyun eğ
dirm ek, «Vatan» konusunu anlatırken gördüğümüz gibi yeryüzünün ta
mamım Daru'l-islâm haline getirm ek, aynen bunun gibi kendi halkının
da A lla h 'ın hakim iyetine boyun eğm esini sağlam aktır. İslâm devletinin
bu iki görevden birini ihmai etm esi haram olduğuna göre bu am eliye
için devletin daima hazırlıklı olm ası gereklidir. Dışarıdan geleb ilecek
bir sa ld ırıyı her zaman bertaraf edecek güçte olm alıdır. A y rıca daima
gelişm e eğilim inde olduğu için hazırlıklı olm ası elzem dir :
1 — Silah,
2 — Uzman,
3 — A ske rî gücü kullanmanın yolu,
4 — Özel bir eğitim,
5 — Düşmanı tanıma ve ona karşı sağlam tedbir.
1 — Silah
na — Tövbe r.;:ı
449
İ S L Â M
119 — E n fâ l : 60
120 - E nfâl : 60
450
ASKERÎ SİVASET
ğız. A n ca k şunu gözden kaçırm ayalım ki biz savaş h a zırlığ ın a halkın an
ladığı b a rış için değil, in san lığ ın nihaî b a rışı için yapıyoruz. Ve bu, an
cak yeryüzünün A lla h ’ın hakim iyetine boyun e ğ m e siyle g e rçe k le şir. A n
cak o âlem şüm ul bir barış o la b ilir.
2 !— Uzman :
A s k e rî üstünlük araç-gereçle sağ la n sın veya başka ş e y le rle sağlan
sın; m utlaka eğitim görm üş ve y e tişm iş m ü tah assısla ra ih tiya ç vardır.
Hem karada, hem havada ve hem de denizde... Böyle olm adıkça üstün
lük sağlanam az. Bunun sağlanm ası ise, ancak halkın tam am ının sa va ş
çı ve daim a savaşa h a zırlık lı o lm a larıy la olur. Onun için Y üce A lla h mü
m in lere şö yle hitap eder: «Ey iman edenler, düşmana karşı hazırlığınızı
görün ve silahlarınızı takınarak cenge hazır olun da birlikler halinde sa
vaşa çıkın, yahut toptan seferber olun» (121)
«Müşrikler sizinle toptan harb ettikleri gibi siz de onlarla toptan
harbedin...» (122)
«Ey müminler, gerek hafif (süvari), gerek ağırlıklı (piyade) olarak
seferber olun ve mallarınızla, canlarınızla.'Allah yolunda muharebe edin.
Eğer bilirseniz bu, sizin için pek hayırlıdır.» (123)
Bu âye tle rin gereği o larak bütün ınüslüm anların; erkek, kadın ve
ço cukların sa va şçı o lm aları lâzım dır. Ç o cu k la rım ıza a tıc ılık , yüzücülük
ve ata binm eyi öğretm em izin sünnet oluşu bu se b ep le d ir. Kadın, ülkeye
bir baskın yap ıldığın da kocasın ın iznini alm aksızın d ışa rı çık ıp sa va şa
b ilir. Bu, İslâm ın hü küm lerindendir. A n ca k k işi sa va şm a sın ı bilm e zse na
s ıl sa va şa caktır. Bununla Y üce A lla h ’ın bütün m üslüm anlara sa va şçı
olm a ların ı em re ttiğ in i anlıyoruz. Tabi silah , araç-gereç ve stra te ji ala
nında m ü tah assısla r olm adan üstün bir savaş gücüne sahip olm am ız
mümkün değ ild ir. O halde savaşın her ç e şid in d e m ü ta h a ssısla rım ızın
olm ası ve bu m ü tah assısla rın daim a ve bunların her zaman savaşa ha
z ır lık lı olm a sı e sa stır.
R esûllü llah (S.A.V.) şö yle buyurur : «Ey İsmail oğulları (ok) atın,
babanız atıcı idi...»
«Ok atın ve (ata) binin. Ok atmanız ata binmenizden bana daha se
vimlidir....» (124)
121 — N is a : 71
122 — T e v b e : 36
123 — T e v b e : 41
124 — Ebû D avud
451
İSLÂM
125 — M üslim ,
126 — Hucıırat . 9
452
A S K E R Î S İY A S E T
hakim olm aya k a lk ışırla rsa onlarla elbetteki s a v a şılır. Hatta onlarla sa
vaşm ak vacip tir. A y rıc a her ne durum da o lursa olsun İslâm dininden
dönen hakkında v e rile c e k hüküm, ölüm dür.
127 —- M a id e .: 33
453
İ SLÂM
454
A S K E R Î S İY A S E T
dır. Y ahut onları savaşa sü rükleyen madde veya boş m anevî b ir te keb
bürdür. O ysa m üslüm an ordu için durum tam am en d e ğ işik tir. M ü s lü
man aske rin üzerinde e ğ itild iğ i te rb iy e n in ana ç iz g ile ri şö y le d ir :
131 — M u h a m m e d : 20
132 — N isa : 81
133 — B u h a d is i, b e ş h a d is k ita b ı r iv a y e t e tm iş le rd ir.
134 — B u h a rî M ü slim v e N e sa î.
455
İ SLÂM
135 — B u h a rı.
136 — M üslim .
137 — N is a : 78
138 — Â l-i İ m r a n : 168
456
A S K E R Î S İY A S E T
«Allnh'ın iznıySe nice az bir topluluk, daha çok bir topluluğa üstün
gelmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir.» (140)
«Eğer Allah size yardım ederse, size galip gelecek yoktur; ve eğer
size yardımı terkederse ondan sonra size yardım edecek kimdir? Mü
minler sadece Allah’a güvenip tevekkül etmelidir.» (141)
Bu, hiç h a zırlık yapm ayacağız, s ila h sana yim izi kurm ayacağız de
mek d e ğ ild ir. A m a bununla beraber sa de ce A lla h 'a te vekkül etm em iz
g e re kir :
«Şüphe yok ki Allah, size birçok savaş yerlerinde zafer verdi; ve
«HUNEYN» gününde size yardım etti. O vakit Huneyn'de çokluğunuz size
güven vermişti de, bir faydası olmamıştı. Yeryüzü o genişliğiyle başını
za dar gelmişti. Sonra da bozularak arkanızı dönmüştünüz.» (142)
Y ukarıd a a n la ttık la rım ızın gereği o larak A lla h ’ ın yard ım ın ın birtakım
se b e p le rin in olduğunu ve yardım ın ancak bu se b e p le rle g e rç e k le ş e c e ğ i
ni b ilm e liy iz . Bu se b e p le rin başında A lla h ’ın sözünün -Tevhid’in- hedef
o larak a lın m a sı g e lir :
«Ey imân edenler, siz Allah'ın (dinine, O 'nun Peygam beri zişânına)
yardım ederseniz O da düşmanınıza karşı size yardım eder ve ayakla
rınızı sâbit kılar.» (143)
«Ailah, (dinine) yardım edenlere elbet yardım eder. Şüphesiz ki
Allah kavidir, yegâne galipdir. Onlar, (o m ü m in le rd irki) eğer kendilerine
yeryüzünde bir iktidar mevkii verirsek dosdoğru namazı kılarlar, 1zekâtı
verirler, iyiliği emi'ederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar. Bütün iş
lerin âkibeti Allah'a râcidir.» (144)
457
İ SLÂM
145 — B a k a ra : 154
146 — Âl-i îm r a n : 169
147 — A h z â b : 22
148 — Â l-i İm r a n : 178
149 — Tevbe : 15
150 — N is a : 74
458
ASKERÎ SİYASET
151 — A h z â b : 61
152 — N is a : 83
153 — N is a : 94-
154 — Enfâl : 67
155 — Nisa : 104
459
İSLÂM
156 — M u h a m m e d : 35
157 — E n fâ l : 15
158 — E nfâl : 45-47,
159 — T e v b e : 24
160 — E n fâ l : 1
460
A S K E R İ S İY A S E T
lattan bir şey aşırır, gizlerse) kıyamet günü hainlik ettiği o şeyin günahı
nı yüklenerek gelir. Sonra harkes ne etti, ne kazandıysa (mücazât veya
mükâfatı) eksiksiz ödenir. Onlar haksızlığa uğratılmazlar.» (161)
461
İSLA M
F ırsa tla rın d e ğ e rle n d irilm e s i ve hem başta ve hem de sonda A lla h ’a
dayanm akla beraber s iy a s î ve a ske rî iş le rin m ükem m el bir ş e k ild e dü
ze n le n m esi gerekir.
Burada şuna işa re t etm ekle yetineceğiz: A srım ızd a , İslâmi askerî
bir hareketin önünde birçok e n g e lle r bulunm aktadır. M üslü m a n la rın
bunları aşm ası, önce A lla h ’ın fa zile ti, sonra da her alanda eşi g ö rü l
m em iş bir gayretle olur.
462
İSLIMDA CEZA HÜKUKÜ
Şehid Üstad A b d ü lk a d ir Û d eh ’in «İslâmda C eza Hukuku» (162) is im
li kitabı bu konuda y e te rlid ir.
İslâm ın bütün siste m le rin d e n bahseden bir kitap e lbe tte C eza Hu
kukundan da ba hsetm e liyd i. Onun için Şehid Ü sta d ’ın m ezkûr kitabının
özetini sunm ayı uygun gördük.
463
İ SL ÂM
zeni olsu n diye. B ö ylece insan, hem dünya hayatında ve hem de âh ire t
hayatında m utluluk ve sa ad e te kavuşacaktır. Y ü ce A lla h 'ın ris a le ti, bu
nu en m ükem m el b ir ş e k ild e yerin e g e tire b ile c e k güçtedir.
İslâm nizam ı uygulanm ak için g ö n d e rilm iş tir. U ygulam a alanı da,
şe h ve t ve arzu ları k a rşısın d a za y ıf olan ve onlardan do layı a zg ın laşa rak
b a şk a la rın ın h a kların a tecavü z eden, bö yle ce ce m iy e tin m a sla h atların ı
tehd it eden insan olduğuna göre, in san ı b ir s ın ırd a tutacak ve ba şkala
rın ın haklarına tecavü z e tm e sin i e n g e lliy e c e k birtakım te d b irle ri bera
berinde g e tirm iş o lm a sı g e re kir. Bu te d b irle rd e n b iri, cezâd ır.
A n ca k İslâm nizam ı cezaya bir sila h o larak sa rılm a z. En sonunda
ona başvurur. Ferdi e n g e lliy e c e k başka te d b irle r kalm ayınca s ıra ona
g e lir.
İslâm, k işin in n e fsin in İslahına, kalb in in A lla h korkusuyla im arına ve
kıyam et gününde m esul bulunduğunu hatırlatm aya önem v e rm iştir. Böy
le ce k işid e im anın ilk gereği olan A ila h ve R esû lü n e itaat duygusu a ş ı
la nm ış olur. İkinci o larak yasak f ille r i yaptığında hem k e n d isin e ve hem
de m üm in k a rd e şle rin e zararının dokunm ası konusunda u y a rılır.
464
İS LÂ M D A CEZA HUKUKU
465
İ SLÂM
İslâm, İlâhî bir nizam dır. Ona batıl karışm az. O, A z iz ve Hakîm olan
A lla h ’ın n iza m ıd ır : «(Biz 'Allah’ın boyasıyla (boyan m ışızdır) Allah’tan da
ha güzel boyası olan kim? Biz ona kulluk ederiz.» (163) H a liy le bu, onun
bir pa rçası olan ceza hukuku için de söz konusudur.
İslâm şe ria tı, insan ta b ia tın ı gö ze tm iş ve h ü kü m lerini insan fıtra
tında olan korku ve üm it ile kuvvet ve za a fiy e t üzere kurm uştur. Böyle-
ce her zam an ve m ekana uygun bir hukuk ortaya ç ık m ıştır. İnsanın fıt
ratı, zam an ve m ekânın d e ğ işm e siy le d e ğ işm e z :
'<0 halde (Resulum ) sen yüzünü bir muvahhid olarak dine, Allah'ın o
fıtratına çevirir ki O, insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yara
tışına (h içb ir şey) bedel olmaz. Bu, dimdik ayakta duran bir dindir. Fa
kat insanların çoğu bilmezler.» (164)
163 — B akara : 138
164 — R um : 30
466
İS L Â M D A CEZA HUKUKU ________________________
İslâm ş e ria tın ın her zam ana uygun o lm a sın d ak i s ır, iş te buradadır.
C e za la r tehdit, korkutm a ve azarlam a gibi insan ta b ia tın a ilâ ç olan
şe y le ri de kapsar. İnsan, şa h sî m enfaatına ve te re ttü b e d e ce k cezalara
baktığında kötü bir şe yi m aslahatına te rc ih etm ekten n e fre t eder. Y in e
fa rzla rı düşündüğünde bunlarda o n la rı te rke tm e sin e davet eden birtakım
m e şa kk e tle rin olduğunu g ö re ce ktir. Lâkin o n la rın te rkin d e n d o layı ken
d isin e terettüb edecek cezaları hatırladığ ınd a, cezalardansa bu meşak-
ketlere taham m ülü yeğ kabul e d e ce k ve sa b ırla o n la n yapacaktır.
C e zala r, insanlara, k e n d ile rin e ve ce m iy e te fa yd alı olduğu halde
yapm ak is te m e d ik le ri şe y le ri yaptırm ak ve za ra rlı olduğu halde yapm ak
is te d ik le rin i onlara yap tırtm am aktır.
Buna göre suçu şö y le ta rif e d e b iliriz: Y a s a k la n m ış ve k e n d isin e
ceza terettüb eden harekette bulunm ak yahut te rk e d ilm e s i yasaklanan,
ve terkinden dolayı ceza terettüp eden h a reke ttir. F a k îh le r su ç la rı şö y
le ta rif ederler: « A lla h ’ın had ve ta zîr koyarak y a sa k la m ış olduğu mah
zurlardır.» M ah zu rlar ise, ya y asa klan m ış bir fiild e bulunm ak yahut em
re d ilm iş bir f iili yapm am aktır. M ah zu rlar ş e r ’îlik le v a s ıfla n m ış tır. Bu
nunla, bir şe y in su ç o la b ilm e si için ş e ria tın onu m ahzurlu sa ym ası ve
m ahzurlu saym ası da ş e r ’ı bir esasa göre o lm a sı g e re ktiğ in e işa re t
e d ilm ekte d ir.
İslâm ceza hukukunda fiille r in su ç s a y ıia b ilm e s i için Ş â r i’den su ç
sa y ıld ık la rın a dair b ir na ssın bulunm ası veya Ş â ri'in koyduğu tem el ve
k a id e lere göre suç sa y ılm a s ı ge re kir.
İslâm şe ria tı toplum için g e re kli olan koruyuculuğu, e m n iye t ve is- '
tik ra rı m ükem m el bir şe k ild e sağlam ak için su çla savaşm aya büyük
önem v e rm iştir. Toplum un tem el d e ğ e rle ri m e sa b e sin d e olan şe y le re
dokunacak te h lik e le ri bertaraf etm ek için bu gibi su çla rın ce zala rın ın
s ın ırla rın ı ken disi te sb it etm iştir.
F a k îh le r bu k ısım su çlara hadler, k ısa s ve d iy e t su çla rı ism in i v e r
m iş le rd ir.
Daha sonra ceza hukukunu tam am lam ak için Û lü le m r’s ş e ria tın ha
ram k ıld ığ ı ve n a ssla rın ceza s ın ırın ı tayin e tm e d iğ i her şe ye ceza v e r
me y e tk is in i v e rm iştir. A y rıc a ce m iy e tin durumu, herhangi b ir f iilin su ç
sa y ılm a s ın ı g e re k tiriy o rsa bu konuda Û lü lem re , onu su ç saym a ve bu
fiild e bulunana ceza verm e y e tk is i v e rilm iş tir. F a k îh le r bu k ısım su ç la
ra da «Teâzîr» ism in i v e rm işle rd ir.
B ö ylece şe ria tın suç ve ceza konusunda da özel gö rüşüyle beraber
yürüdüğünü görüyoruz. S u çla rı iki kısm a a y ırm ış ve her b iri için n e v ’i,
önem i ve toplum hayatına e tk isin e göre hüküm ler v a ze tm iştir. Bu tak
sim de, ise, suçun toplum a e tk isin i ölçü o larak kabul e tm iştir.
467
İSLÂM
A — BİRİNCİ KiSIM
468
İS L Â M D A CEZA HUKUKU
4G9
İSLÂM
B — İKİNCİ KISIM
İnsan hayatına önem li e tk ile rin d e n ve ondan doğan n e tic e le rin ha
yatın te m e l d e ğ e rle riy le olan sık ı iliş k ile rin d e n , insanın h ü rriye t ve
g ü ven liğ in i tabiatı itib a riy le yakından ilg ile n d ire n ceza hukukunda apa
ç ık ka id e le rin bulunm ası ge re kir. Ta ki tatbik e d ild ik le rin d e hataya dü
470
İS L Â M D A CEZA HUKUKU
şü lm e sin . B öylece her fert, toplum da aşm am ası gereken s ın ırla rı b il
sin . N eyin ken disi için haram ve ondan u zaklaşm ası g e re ktiğ in i kolay
lık la s e ç e b ilsin .
Bütün bu se b ep le r İslâm ceza hukukunun İslâm yasam a siste m in e
uygun özel birtakım ka id e le rin bu lunm asını g e re kli kılm aktadır. Bu k ai
d e le rin ö n e m lile ri şu n la rd ır :
1 — H er fe rt m ahkem e ile su çlulu ğu k e s in le şin c e y e kadar su çsu z
dur.
Bu kaideden de şu hüküm ler doğm aktadır.
a — A ffe tm e k te hata etm ek, cezaland ırm akta hata etm ekten iy i
dir.
b — H adler, şü p h e le rle sa k ıt olur.
2 — Hüküm oJmadan suç ve ceza yoktur.
3 — C eza hukukunda hükmün önceki su çla rı kapsam ası ancak iki
durumda ca izd ir :
a — G enel em n iye t ve nizam a zarar veren te h lik e li suçlarda.
b — Su çlu için bir m aslahat varsa.
BİRİNCİ KAİDE
HER FERT M A H K E M E İLE S U Ç L U L U Ğ U K ESİN LEŞİN CEYE
KAD AR SUÇSUZDUR
165 —• F a tı r : 18
166 — T ü r : 21
471
İ SLÂM
son d e re ce titiz davranm ası, bunu en a çık ş e k liy le g ö zle rim izin önüne
se rm e kted ir.
İslâm hukukunun te m e l kaid e lerin d e n biri, «Beraet-i zim m et asri
dir,» k a id e sid ir. Bu kaide İslâm ın: «M ahkem e ile s u çlu lu k sa b it olun ca
ya kadar su çsu zlu k a sild ir» p re n sib in e v e rile n önem i p e k iştirm e k te
dir.
Bu önem li kaidenin gereği olarak İslâm hukukunda bu kaideden ç ı
kan iki p re n sip le k a rşıla şıy o ru z :
a — A ffe tm e k te hata etm ek, ceza verm ekte hata etm ekten daha iy i
dir.
b — H adler, şü p h e le rle s a k ıt olur.
472
İSLÂMDA CEZA HUKUKU
İKİNCİ KAİDE
HÜKÜM OLMADAN SUÇ VE CEZA YOKTUR
Bu kaide İslâm şe ria tın d a bulunan iki pre n sip ten çık a rılm a k ta d ır.
a — Eşya ve fiille rd e aslo lan ib ahattır :
Y an i bir şe yin harem liği hakkında nass yoksa; o şey y a p ıla b ilir de,
y a p ılm a y a b ilir de.
b — N ass gelm eden önce akıl s a h ip le rin in y a p tık la rı için herhangi
bir hüküm yoktu r :
Y ani m ü k e lle f ve sorum lu olan kim se n in y a p tık la rın ın haram lığı
hakkında nass bulunm uyorsa onları h a ra m lıkla n ite le m e k mümkün de
ğ ild ir. H aram lığı hakkında nass g e lm ed ik çe m ü ke lle fin onu yapıp yap
m am asında b ir sa kın ca yoktur.
Bu iki p re n sip ayni m anayı ifade e tm e k ted ir ki bu da: Bir şe y i yap
ma veya yapm am a, ancak haram lığı hakkında açık bir nass bulunuyor
sa su ç s a y ıla b ilir. Bir şe y in y a p ılm a sı veya yap ılm a m ası konusunda
nass yoksa, onu yapan yahut terked en için b ir so ru m lu lu k veya ceza
yoktur. Kanun koyucu nazarında su ç o lara k kabul e d ilen h a re k e tle r için
ancak ceza terettüb ettiğinden, bütün bu a n lattıklarım ızd a n şunu ç ık a
rıyoru z : N a ss bulunm adan ne su ç lu lu k v a rd ır ve ne de ceza.
Bu tem el p re n sip le r, bu m anayı ta şıyan özel ve a çık n a ssla ra da
yan ır. Bunlardan birkaç ta n e si, Y ü ce A lla h 'ın şu â y e tle rid ir :
«... Bir de biz, bir peygamber göndermedikçe azab etmeyiz.» (167)
«Senin Rabbın şehirlerin- (m erkezine) en büyüğüne, halkı üzerine
âyetlerimizi okuyan bir Peygamber göndermedikçe, o memleketler hal
kını helak edici değildir,» (163)
«(İman e d e n le ri ce nn etle) müjdeleyici, (kü fre d e n leri cehennem le)
korkutucu olarak Peygamberler gönderdik ki, bu Peygamberlerin geiişin-
167 — I s r a : 15
168 — K a sa s : 59
473
İ S L Â M
den sonra in san ların (yarın) kıyam ette: «Bizi imana çağıran olmadı»,
diye Allah’a bir hüccet ve özürleri olmasın. Allah Azîz’dir, hükmünde
hizmet sahibidir.» (169)
Bütün bu n a sslar, b ir açıklam a gelm eden önce bir şeyin su ç sayıIa-
m ıyacağını ve korkutm a olm adan ceza v e rile m iy e c e ğ in i k e s in lik le be
lirtm e k te d ir. A lla h (c. c.), açıklam a yapmadan ve e lç is in in lis a n ı üzere
korkutm adan önce k im se yi ce zala n d ırm az ve h içb ir kim seye gücünün
y ettiğ in d e n fa zla sın ı yüklem ez.
İslâm hukuku bu kaideyi rastg e le her suç için ayni şe k ild e uygula
maz. Suçun had, kısa s, diye t veya tazir suçu o lm asına göre tatbikatı
fa rk lı fa rk lıd ır. Bu, İslâm hukukunun ceza v e rilirk e n varılm a k istenen
gayenin g e rç e k le ş m e si ve ce m iye ti hasta ruhlu ve kötü insanlardan ko
rumağa verd iği önem in sonucudur.
1 — Haddi g e re ktiren su ç la rın ö nem leri, toplum a yansıyan büyük
e tk ile ri ve haddin uygulanm ası n e tic e sin d e ortaya çıkan durum göz
önünde bulundurularak: «Hüküm bulunm adan su ç ve ceza yoktur» pren
sib i bu su çlara titiz lik le u yg u lan m ıştır. Bu su çla rla ilg ili n a ssla r in ce
le nd iğinde bunu açıkça görürüz. Bu su çla rın b a zısın ın ce za la rın ın s ı
n ırla rı, suçlunun fiilin in s ın ırla rın ı b e lirten nassın k en d isin d e b e lir t il
m iştir. D iğ er bir kısm ın ın ce zala rı ise başka nasslarda a ç ık la n m ıştır.
Ne û lü ’l-emr ve ne de hakim, cezanın ç e şid in i yahut m ikta rın ı tayin
etm e y e tk is in e sah ip tir.
2 — İslâm hukuku, k ısa s ve d iye t su çların d a da, had su çların d a
takip e ttiğ i yolu takip e tm iş tir. Yani hem suçun Ve hem de cezan ın s ın ır
larım ç iz m iş tir. A n ca k fa rk lı olarak, hak sahib in e atfetm e y e tk is i bu
su çlard a g e ç e riid ir.
3 — T a’z îri ge re ktiren su ç la rın ce zala rın d a ise çe rçe v e geniş tu
tulm uştur. Çünkü âmme m aslahatı ve ta 'zîr suçunun tabiatı, e k s e riy e t
le ceza ve nadir durum larda su ç konusunda çe rçe v e y i gen iş tutm ayı
g e re ktirir.
C eza konusu gen iş tu tulm u ş çünkü ta ’z îr su çların d a n her b iri için
b e lli bir ceza ta yin e d ilm e m iştir. Hakim , ta ’zîr su çla rı için k a ra rla ş tı
rıla n cezalardan işlen en suça uygun b irin i se çe r ve tatbik eder. T a’zîr
ce zala rı: Ö ğüt verm ek, hapis ve önem li su çlard a ölüm arasın da fa rk lılık
gösterir. Bunun m ânası, bu prensibin tazîr cezalarında uygulanm aya
cağı dem ek 'değ ildir. Suç da s ın ırla n d ırılm ış tır, ceza da. A n ca k hakim e
ce zala r lis te sin d e n uygun b irin i seçm e y e tkisi v e rilm iş tir. Bu yetkid en
109 — N isa 165
474
İSLÂMDA CEZA HUKUKU
tıakime, suçun te h like sin i ölçm e ve uygun ilâcı seçm e im kânını ver
mek kasted ilm iştir. A daleti gerçekleştirm ek, yarayı sarmak ve işle ri
y e rli yerine yerle ştirm e k için münasip bir yetkidir bu.
ÜÇÜNCÜ KAİDE
CEZA HUKUKUNDA HÜKMÜN ÖNCEKİ SUÇLARi KAPSAMASI
475
İ SLÂM
DÖRDÜNCÜ KAİDE
İSLÂM YURDUNDA İKAMET EDENLERİN HEPSİ KANUN
KARŞISINDA EŞİTTİR
476
İSLÂMDA CEZA HUKUKU
477
İSLAM
478
İSLÂMDA CEZA HUKUKU
Y aban cı bir d e vle tin başkan ıyla b e ra b e rin d e k ile ri m ahkem e huzuru
na çıkarm ak m is a fire iyi davranm ak ve sa y g ılı olm ağa la yık olm adığı
gibi te m sil e ttik le ri d e v le tle re sa y g ılı olm ağa da uygun düşm ez. Am a
ne yazık ki bu iddia insan m antığına sığ m ıyo r. Çünkü su ç işle m e y i ken
d isin e layık gören bir d e v le t başkanı m is a firlik k a id e le rin in d ışın a ç ık
m ıştır. A rtık onun hürm et ve saygıya hakkı yoktur. O nunla beraber
o lan lar için de ayni şe yi s ö y liy e b iliriz .
G e rçe k şu ki: Bu af, b e şe rî kanunların önceki ta tb ika tların ın bir de
vam ıdır. Ve günümüze kadar yürürlükte k a lm ıştır. D e v le tle rin bunu ka
bul e tm e le rin in seb eb i büdur ve günüm üzde ca rî d e v le tle r hukukunun
bir parçası haline g e lm iştir.
İslâm hukukunda: İslâm hukuku, en üstün d e vle t olan İslâm d e v le
tin in başkanına böyle bir a y rıc a lık tanım azken yabancı b ir d e vle tin baş-
kanına bunu tanım ası mümkün d e ğ ild ir. O halde İslâm hukuku İslâm
yurdunda bulunan yabancı d e v le t b a şk a n la rıy la b e ra b e rin d e k ile re ay
nen uygulanır. B ir suç iş le d ik le rin d e diğ e r fe rtle r gibi ceza görürler.
3 — KORDİPLOMATLAR :
479
İ SLÂM
480
İSLÂMDA CEZA HUKUKU
5 — ZENGİNLER VE FAKİRLER :
481
İ S L Â M
6 — SEÇKİN LER
482
İSLÂMDA CEZA HUKUKU
BEŞİNCİ KAİDE
İDARECİLER TAZÎR CEZALARI DIŞINDA ÖZEL YAHUT G EN EL A F
VEREMEZLER
İslâm hukuku su ç n a zariye sin e uygun o larak af için de özel b ir n i
zama sah ip tir.
a — Had Suçlarında Af :
170 — B a k a r a : 178
171 — M a id e : 45
483
İSLÂM
c — Ta’zir Suçlarında A f :
2 - S U Ç
İslâm hukukunda su ç ta rif ed ilirke n : « A lla h 'ın had veya ta ’zir koya
rak m enetm iş olduğu ş e r ’î m ahzurlardır» veya: « Şeriatın, haram lığına
ve onu yapana ceza ile hükm ettiği f iil Veya terketm edir» şe k lin d e ta rif
e d ilir.
M ahzurlar, ya yasaklanan bir f iili yapm ak veya e m redilen bir fiili
te rke tm ektir. M ah zurların ş e r ’îilik le v a sıfla n d ırılm a la rı suçun ş e ria t ta
rafından m ahzurlu sa y ıld ığ ın ın g e rektiğin e b ir işa re ttir. Bu ise, «Nass
olm adan ne su ç ve ne de ceza vardır» p re n sib in in bir gereğidir.
Suçun ta rifin d e n d e a n la ş ıld ığ ı gibi yapma veya yapmama için an
cak ceza terettüb ed e rse su ç olarak kabul e d ilir. Yapm a veya yapm a
ma için b ir ceza yoksa, su ç sayılm az.
SUÇUN ÇEŞİTLERİ ;
Y asak lan m ış o lm a ları açısın dan su çla r arasında bir fark yoktur.
A n ca k onlara başka açılardan baktığım ızda aralarında birtakım fa rk lı
lık la rın bulunduğunu görürüz.
484
İSLÂMDA CEZA HUKUKU
SUÇUN UNSURLARI
Suçu ta rif ederken: «Suçlar ş e r 'î m ahzurlar olup A lla h ın yap ılm a
sın ı had ve t a ’zîr koyarak m enettiği davra n ışlard ır» de m iştik.
A n ca k e m ir ve n e h iyle r ş e r 'î te k lifle r o ldu klarınd an sa de ce te k lifi
anlam a k a b iliy e tin e sahip bulunan a k ıllı k im se le re y ö n e ltile c e k le ri ta
b iid ir.
Onun için suçta şu üç tem el unsurun bulunm ası g e re kir :
435
İ SLÂM
486
İSLÂMDA CEZA HUKUKU
1 — MEŞRU MÜDAFAA :
M e şru m üdafaa, yap ılan hareketin te m ize ç ık a rılm a s ı veya mubah
172 — İs lâ m y u rd u n d a ik a m e t e d ip k ü fü r y u rd u n d a suç iş le y e n le r in d u ru m u
h a k k ın d a ç e ş itli g ö r ü ş le r v a r d ır . T ü rk ç e kaynak o la r a k bk. Ö m er N a-
suhi B il m e n , Is tıla h a tı F ık h ıy y e Kam usu ile M uham m ed H a m id u lla h , İs-
lâ m d a D e v le t İd a r e s i. İlg ili b ö lü m le r . ( M ü t e r c im i
487
İ SLÂM
483
İSLÂMDA CEZA HUKUKU
2 — S a ld ırı ayni anda o lm a lıd ır. Çünkü savunm a, ancak fiile n veya
sö zle s a ld ırı b aşladığı durum da olur. S a ld ırın ın olm ası, savunm a duru
munu doğurur. Onun için sonradan o la ca k b ir s a ld ırı için savunm a söz
konusu olam az. Tehdit de savunm aya geçm ek için y e te rli değ ild ir.
İslâm hukukçuları s a ld ırıy ı defetm ek için kaçm anın bir yolu olm a
dığında ih tila f e tm iş le rd ir. 'B azıları kaçm anın ayıp olduğu ve olm adığı
durum ları b irb irin d e n a y ırm ışla r ve kaçm anın ayıp olduğu durum larda
kaçm ayı ge re kli görm eyip kaçm anın ayıp olm adığı durum larda kaçm ayı
g e re kli gö rm ü şlerdir.
439
İ SLÂM
Onun için sa ld ırıy a uğrayan, s a ld ırıy ı defetm ek için zaru rî olan ha
reketten fa z la s ın ı yaparsa, o fa z la lık m iktarınca su çlu olur.
2 — TEDİP
174 — N is a : 34
İ7 5 — N is a : 34
490
İSLÂMDA CEZA HUKUKU
b — Küçükleri Te’dib :
3 — TEDAVİ ETME :
Tıp ilm in i öğrenm enin ö ğ re n ilm e sin in farz-ı kifa ye olduğu konusu
m ü cte h id lerin ittifa k e ttik le ri b ir noktadır. Farz-ı kifaye y e rin e g e tirilm e
d ikçe her fe rt 'ondan sorum ludur, yani farz-ı ayn durum undadır. Tıp il
m inin ö ğ re n ilm e sin in farz k ılın m a sı, toplum un tedavi ih tiya cın ın g id e
rilm e s i iç in d ir. S o syal bir zaru rettir. Buna göre h a sta y ı tedavi etm ek
doktorun b ir g ö re vid ir. G ö re v in i y e rin e g e tirm e m e zlik edem ez. T edavi
nin m ecburî oluşunun sonucu olarak e lb e tteki doktor gö re vin i yerin e
g e tirirk e n sorum lu tutulam az. Çünkü görevin se lâ m e t şa rtıy la kay ıtla n
m ayacağı b ir kaid e d ir. A n c a k bu görevi yerin e g etirm en in yolu dok
torun ih tiya rın a , İlm î ve f ii lî içtihad ına b ıra k ıld ığ ın d a n te d a v i n e tic e s in
de hastaya dokunduracağı zararlardan sorum lu tutulup tutulm ayacağı
araştırm a konusu olm uştur.
D oktor g ö revini y e rin e g e tirirk e n hastaya dokunacak zarardan so
rum lu d e ğ ild ir. Bu konuda fa k îh le r arasında ittifa k vardır. A n ca k bu so-
491
r İSLAM
rum luluğun kalkm a sın ın ille ti hakkında araların da ih tila f vardır. Ebu Ha-
nife ille ti, k en d isin e karşı su ç işle n e n -hasta- veya v e lis in in izn iy le dok
torun hareke tin in İçtim aî zaru ret oluşuna dayandırır. Ş a fiî ve İbn-i Han-
bel ille ti, k en d isin e k a rş ı su ç işlen en veya v e lis in in izn iyle doktorun
k astın ın zarar de ğ il, yarar olm a sın a d a yan d ırırla r. İmam M a lik ise ille t
o larak id a re cin in ve hastanın iznini g ö ste rir. A n ca k hepsi de tedavînin
tıp ilm in e uygun b ir şe k ild e y p ılm ış o lm a sın ı şa rt koşarlar.
Buna göre doktorun sorum lu olm am ası için şu şa rtla rın g e re kli
olduğunu s ö y le y e b iliriz :
1 — Doktorun, d e v le t başkanının uygun gördüğü şa rtla r çe rçe v e
sin de bu m e sle k te ç a lış m ış ve onun iznini a lm ış -diplom alı- o lm ası.
2 — H are ke tin tedavi ve iyi n iye tle y a p ılm ış olm ası: Bu ise, ta b i
bin g a yesin in hastayı şifa y a kavuşturm ak o lm a sıd ır. M e se lâ , hastaya
acıdığ ı; fazla e ziy ye t çe km e sin i istem ed iğ i için onu öldürem ez.
M e c b u rî bir ih tiya ç yokken doktorun, hastanın c in s iy e t 'horm onla
rıy la o yn am a sın a m üsaade e d ilm e d iğ i gibi s ır f İlm î d en em eler gâye e d i
n ile re k de bu gibi ş e y le rin yap ılm a sın a m üsaade edilm ez. Bu ve buna
benzer durum larda hasta izin v e rm iş o lsa b ile d o kto r sorum ludur.
3 — ilim e h lin ce b ilin e n m e to tla rla hareket e d ilm iş o lm a sı. Bu me-
to dları bilm e ye n veya onlara a ld ırış etm eyene m üsam aha g ö s te rile
mez. A n c a k d o kto r bir dereceye kadar takdir y e tk is in i kullanır. Henüz
tam y e rle şm e m iş b ile o lsa m ü tah assıs â lim le rin ile ri sürdüğü nazari-
yelerd en b irin i se çm e hakkı v ard ır.
A n ca k bir doktor gücünün yetm ediği bir h a sta lığ ı tedavi etm eğe
k a lkışm am a lı ve hastayı e h il k im se le re gö n d e rm e lid ir. A k s i takdirde
sorum lu o lur.
4 — H astanın yahut v e lis i gibi y e rin i alan kim se n in izin v e rm iş o l
m ası: Ş a ye t tedavi iç in izin alın m a m ış ise doktor m üdahalede buluna
maz. A n ca k izin alm a im kân sız olup hem en m üdahale gereği bulunur
sa o hariç.
492
İSLÂMDA CEZA HUKUKU
1— Harbî :
Harbî, İslâm d e v le tiy le savaş durumunda olan bir devlete mensup
bulunan yahut bir eman ve antlaşm a ile korunm uş olup eman müddeti
b itm iş veya antlaşm ayı bozmuş kim sedir.
H arbî b irin i öldüren veya yaralayan ceza görmez. Bunun üzerinde
ittifak vardır. Çünkü ö ld ü rü lm e si ve yaralanm ası mubah olan b irin i öldü r
müş veya y aralam ıştır. A ncak bazı durum larda fa il, ken disin i icra m aka
mının y e r i n e g e ç i r d i ğ i iç in ceza görür.
493
İ SLÂM
2 — M ürted :
M ürted, dinin i d e ğ iştire n m üslüm ana denir. M ü rte d lik sadece müs-
lüman için söz konusudur. D iğ er din le re m ensup olan biri dinin i d e ğ iş
tirirs e m ürted sayılm az. İslâm hukukunda m iirteddin kanı helâldır.
M ürtedd in ö ld ü rü lm e sin in d e vle t e liy le olm ası a s ild ir. Herhangi bir
kim se devletin iznini alm adan b ir mürte.ddi ö ldü rürse hata işle m iş ve
devlete a it olan s ın ırla rı ç iğ n e m iş olur. Ceza görm esi, m ürteddi ö ld ü r
düğü için değil, bu sın ırla rı aştığ ı için d ir.
M ürtedd in ö ld ü rü lm e sin in ille ti, m ürtedliğin İçtim aî nizamdan bir
ç ık ış o lm asınd an dır. İçtim aî nizamdan ç ık ış ise, toplum a karşı işlen en
te h lik e li suçlardan b irid ir. İçtim aî nizam ı korum ak için m ürted b ir kim
se ye ancak böyle b ir cezanın uygulanm ası g e re klid ir.
R esû llü lla h (S.A.V.) in şöyle dediği rivaye t e d ilir :
«Dinim değiştireni öldürün.»
D iğer bir hadiste de şö yle buyurur :
«Bir kimsenin öldürülmesi ancak üç şekilden biriyle mubah olur :
a — İmân e ttikten sonra küfre dönm esi.
b — Evlendikten sonra zina etm esi.
c — Ve bir nefse k a rş ılık olm adan birin i öldürm esi.»
3 — Evlinin Zina Etmesi :
İslâm hukuku, zina eden e v liy i. R e c ın ’le, bekârı, da C e ld ü e -c e za la n
d ırır. Recm ce zası ölüm olup bununla zina edenin ö ld ü rü lm e si ve diğ e r
le rin in de korkutulm ası k a ste d ilir. Onun için evli olduğu halde zina ede
nin kanı helâldır.
M alik, Ebu Hanife, Ahrned ve Ş a fiî m ezhebinde te rcih e dilen görü
şe göre evli olduğu halde zina edeni öldüren için k ısa s yoktur.
494
İSLÂMDA CEZA HUKUKU
5 <
— İsyan ve İhtilâl Çıkaran (El-Bâği)
176 — M aide : 33
495
İ SLÂM
meden önce kan larının heder e d ile c e ğ in i kabul e d e rle r. M a lik , Ş a fiî ve
A hm ed ise savaş ye sa ld ırıy a başla m a ların ı şa rt koşarlar. BâğilerJe sa
vaş Y ü ce A lla h 'ın : «Eğer müminlerden iki zümre birbiriyle döğüşürlerse
aralarını bulup barıştırın. Eğer onlardan biri diğerine karşı halâ tecavüz
ediyorsa siz, o tecavüz edenle, Allah'ın emrine dönünceye kadar, sa
vaşın...» e m irle ri ge re ğin ce vacip tir.
6 — Kısas Mahkûmu :
7 — Hırsız :
El kesm eyi g e re ktiren h ırs ız lığ ı yapan kim se ye h ırs ız denir. K e s il
m esi gereken organına n isb e tle artık o masum d e ğ ild ir. Bu cezayı hata
kettikten sonra kesm e işle m in in y a p ılm a sı vacip tir.
B ir h ırsızın e lin i veya ayağını kesen kim se, k e stiğ i için değ il dev
letin, yetki s ın ırın ı a ştığ ı için ceza görür.
a — İdarecilerin görevleri :
İslâm hukuku id a re c ile re b ir takım g ö re vler yükler. Toplum un m as
lahatı için bunları yapm alarım em reder. Bu g ö re vle r d e re ce le rin in fa rk
lılığ ın a göre m em urlar tarafından yerin e g e tirilir. H erk e s k en d isin e dü
şen görevi yerin e g e tirm ek le sorum ludur.
M em ur, g ö revini yerin e g e tirirk e n ortaya çık a ca k suçtan sorum lu
de ğ ildir. M e s e lâ öldürm ek, h erkes için haram dır ama hakim in buna
hükm etm esi ve ce lla d ın bu hükmü yerin e g e tirm e si b ir görevdir. D iğ er
cezaların uygulanm asında da durum ayn ıdır.
496
İSLÂMDA CEZA HUKUKU
İslâm hukukunda kaide, memurun, tayin edilen sın ırla r içe risin de
görevini yerine getirm ekten dolayı ortaya çıkacak suçlardan sorumlu tutul-
mam asıdır. Am a kendisi için tayin edilen sın ırları bilerek aşarsa cinaî yön
den sorum ludur. Ancak iyi niyetle görevinin gerçekten o şe kilde oldu
ğuna inanırsa cinai' yönden sorum lu tutulmaz.
Hadleri uygulamak da bu kaideye girer. Tayin edilen sın ırla r iç e ri
sinde hadleri uygulamanın bir görev olduğu fakihlerin ittifak ettikleri bir
noktadır. Bu ceza uygulanırken su çlu birşeyini kaybederse cezayı uy-
gulayan sorum lu tutulamaz. Çünkü görev, selâm et şartıyla kayıtlı de
ğildir. Ama kasden cezayı arttırırsa artırdığı miktardan sorumludur.
Buna göre: D evlet memuru halka zûlm ettiğinde devlet başkanı on
dan haklarını alır.
Bir devlet memuru zulüm le birini öldürürse, devlet başkanı onu
öldürtür. Birinin bir organını keserse, onun da o organını keser. M em ur
ister kendisi bunu yapm ış .olsun, ister başkasına zorla yaptırm ış olsun
farketmez.
D evlet başkanının kendisi de kasıtlı veya yanlış icraatlarından so
rumludur. Ancak tazm inatın nereden ödeneceği konusunda fakîhler ih
tilafa düşm üşlerdir. Bazıları tazm inatın devlet başkanı ile yakınları ta
rafından ödeneceğini söylerken, bazıları da, hâzineden ödeneceğini söy
ler. Çünkü devlet başkanının hataları pek çoktur. A yrıca o, kendi şah
sı için değil, toplum için çalışm aktadır.
M alik, Ebu Hanife ve Ahmed, tazir cezaları uygulanırken cezayı gö
ren şahsın bedenî kayıplarından dolayı devlet başkanının sorum lu ol
madığını sö ylerler. Bu fakîhlerin dayanağı şudur: Mahkûmun işled iği suç
cezanın uygulanm asını gerekli kılm ıştır. Fertlerin maslahatı ve teplum
nizamının korunması için tazir cezasının uygulanması vaciptir. Görevin
ifası ise selâm et şartıyla kayıtlı değildir.
Şafiî'nin içtihadına göre tazir cezasıyla mahkum ölür yahut tazir ce
zası olarak ölüm cezası v e rilirse devlet başkanı bunun diyetini ver
mek m ecburiyetindedir. Çünkü devlet başkanı onu affetme yetkisine
sahip olduğu gibi suç ve suçluya uygun cezayı seçm e yetkisine de sa
hiptir. Ta’zirden maksat uslandırm aktır, öldürnmk değildir. Onun için se
lâmet şarttır. Şafiîye göre kırk celdeyi aştığı takdirde içki içm enin had-
di için de durum budur.
Ş a fiî’nin bu görüşü faydalı İçtimaî bir prensibe dayanmaktadır.
Çünkü mahkûm, ken disiyle ölüm kast edilm eyen bir cezayla ölm üştür
497
I S L A M
b — İdarecilerin hakkı :
177 — N isa : 59
178 — Ni sâ : 59
498
İSLÂMDA CEZA HUKUKU
Üçüncü : F iil ile meydana gelen n etice arasında v a rlığ ı kaçın ılm az
olan b ir iliş k in in bulunm asıdır. H iç b ir kim se, zararı g e rçe k le ştire n n eti
cenin k e s in lik le ken d isin in işle d iğ i fiild e n dolayı olduğu te s b it e d ilm e
dikçe c e z a la n d ırılm a z .
İslâm hukuku, suçun n e tic e sin in husûle g e lm esin d e suçlunun b iri
c ik âm il yahut faal se b ep le rde n biri olm a sın ı şa rt koşar. M e se lâ bir
öldürm e olayında, ölüm, sadece suçlunun h a re k e tiy le de g e rçe k le şse ,
diğ e r se b e p le rle beraber hareketin in de e tk isi o lsa olaydan sorum ludur.
Suçlunun işle d iğ i fiil ile ken disine karşı suç işlen en kim senin ölümü
arasında sebep iliş k is i ortadan kalkınca yahut bu sebep ortada iken
sonra başka biri ken disine ölüm n isb e t edilen b ir hareketle o k işin in ölü
mü g e rç e k le ş irse b irin c is i ölüm den sorum lu olm az. Y ahut ken disine kar
şı su ç işlen en kim se o suçun te s irin i k e s in lik le g id e re b ile ce k durumda
olup suçlunun e n g ellem esi olm adığı halde te s iri giderm ek için h içb ir
harekette bulunm adığı takdirde su çlu ölüm e sebep sayılm az. Suçlu, iş
le diğin in n e ticesin d en sorum ludur. İşled iği fiil yakın sebep olsun, uzak
sebep olsun her iki durum da sorum lu olur.
SUÇA İŞTİRAK
Suçu bir k işi işle y e b ile c e ğ i gibi birkaç k işi ortaklaşa da iş le y e b ilir.
Suçun işlen m e sin d e hepsi pay sahibi olur. Yahut b ir kısm ı d iğ e rle rin e
yardım cı olur. Paylaşm a veya yardım laşm a m utlak olarak şu dört du
rumdan b iriy le olur.
a — Su çlu suçun maddi unsurunu başkalarıyla paylaşarak işler.
499
İ SLÂM
179 — B a k a r a : 173 .
500
İSLÂMDA CEZA HUKUKU
Şibh-i amdi kabul edenler katil suçunda bunu kabul etm ekle bera
ber n efisten aşağı, yani ö lüm le sonuçlanm ayan vücudun d iğ e r k ısım
larına yapılan sa ld ırıla rd a şibh-i am din olup olm adığı konusunda ih tilâ f
ederler. K atilde şibh-i amd dem ek suçlunun niyyeti katil olm adığı halde
öldürücü bir fiild e bulunm ası dem ektir. Lâkin fiil ölüm e götürm üştür.
Şibh-i amd, am d'den daha hafiftir. Onun için cezası da daha hafif
olur.
501
İ SLÂM
y a n ılm ıştır. H areketinde yan ılm asına m isâl, bir kuşa attığı okun b ir şah
sa isa be t etm esi. Kastında yan ılm asına m isal de, onların safında veya
o nların üniform alarını giydiği için düşman askeri olarak sandığı masum
bir m üslüm an askeri ö ldü rm esi gibi.
2 — Kasdı o olm adığı halde suçlunun suç sayılan bir fiild e bulun
m asıdır. Suyu bir yerden başka b ir yere akıtm ak için yoldan ge çird iği
çukura gece oradan geçen birinin o çukura yuvarlanıp ö lm e si gibi.
Buna göre hata, hata yerine geçenden daha büyüktür. Çünkü ha
tada suçlu o f iili kasdeder ve kusurundan, ih tiya tlı davranm adığındar
yasaklanan netice ortaya çıkar. Hata yerin e geçende ise suçlu o f iili
kasdetm em iştir. Lâkin kusurundan veya tesebbüben yasaklan m ış olan
fiil ortaya çık m ıştır.
502
İSLÂMDA CEZA HUKUKU
180 — Mai de : 93 - a
181 — Ahzab : 5
503
İ SLÂM
1 — Zorlam a
2 — Sarhoşluk
3 — D e lilik
4 — Küçüklük
1 — ZORLAMA
Zorlamanın şartları :
504
İSLÂMDA CEZA HUKUKU
1 — Zorlam anın e tk ili olm adığı su çlar. Zorlam a onları mubah kıl
maz. Onda ruhsat yoktur.
505
İ S L A M
506
İSLÂMDA CEZA HUKUKU
2 — SARHOŞLUK
İslâm hukuku şarap içm eyi zatı için haram kılar. İçinde sarhoşluk
verm iş olsun veya olm asın farketm ez. Şarap içm e suçu hudûd suçların-
507
İ SLÂM
3 — DELİLİK :
186 — N is a : 43
508
ISLAMDA CEZA HUKUKU
509
İ SLÂM
Birinci Merhale :
İkinci Merhale :
Z ayıf bir idrake sahip olma de vresid ir. Çocuğun yedi yaşm a bas
m asından başlar ve buluğ çağıyla sona erer. Bütün fa kîhle r buluğ ça
ğının azam îsinin onbeş yaş olduğunu sö yle rler. Ç ocuk bu yaşa u la şın
ca fiile n buluğ çağma erm ezse bile hükmen buluğ çağma erm iş sa yılır.
510
İSLÂMDA CEZA HUKUKU
Üçüncü Merhale :
3^— C E Z A
CEZANIN KISIMLARI :
Ö ğrenci ve ara ştırm acıla rın kolayca an layabilm eleri için fa kîh le r
cezayı birçok kısım lara ay ırm ışlard ır. Bütün bu ayırm alar her kısm ın kap
sadığı sıfa tla r gözönünde bulundurularak y a p ılm ıştır.
A rala rın d aki iliş k i açısından cezalar dört kısm a a y rılırla r :
1 — Aslî cezalar : S u çlar için tayin edilen a sıl cezalardır. Katil için
kısas, zina için recm ve h ırs ız lık için el kesm e vs..
2 — Bedeli cezalar : A s lî cezaların uygulanm asını engelleyen ş e r ’î
bir sebep ortaya çıktığ ınd a, a s lî cezaların yerin e geçen cezalardır. D iyet
ve ta zîr cezaları gibi...
3 — Tabeî cezalar : A s lî cezaya çarp tırıla n suçluya bu cezayla be
raber isa be t eden cezalardır. K atilin m irastan mahrum e d ilm e si gibi.
4 — Tekmîlî cezalar : A s lî cezalara m ebnî olarak suçluya isabet
eden cezalardır. H ırsızın eli k e sild ikte n sonra e lin in boynuna asılm a sı
gibi.
H akim in takdir y e tkisi bakım ından cezalar şu kısım la ra a y rılırla r :
a — Sadece bir hadde sahip cezalar : H akim in bu cezaları a rttır
ma veya e ksiltm e y e tkisi yoktur.
b — İki haddi bulunan cezalar : A zam î ve asgarî haddi bulunan ce
zalar olup bunlar arasında hakim in seçm e y e tkisi vardır. Tazîr cezala
rında hapis ve celd gibi.
511
İSLÂM
512
İSLÂMDA CEZA HUKUKU
1 — ZİNANIN CEZASI :
513
İ SLÂM
c — Recm : Recm , zina eden muhsan kim senin ce za sıd ır. Erkek
için olsun, kadın için olsun recm in m anası ta şla vurularak öldü rülm e
sid ir. T e şri kaynağı ise f iilî ve kavli sünnettir. R esû llü lla h zam anında bu
ceza uygulanm ış, R esû llü lla h (S.A.V.) bununla em retm iş ve ondan so n
ra sah a be le ri de bunun üzerinde icm a e tm işle rd ir. Bu konuda m eşhur
hadislerden biri ş e y le d ir :
« B ir müslümamn kanı ancak üç şekilde helâl olur : İman ettikten
sonra küfre gitmesi, evlendikten sonra zina etmesi ve başka bir can
karşılığı olmadan bir canı öldürmesi halinde.»
187 — N Û r : 2
514
İSLÂMDA CEZA HUKUKU
2 — İFTİRANIN CEZASI
İslâm hukukunda iftira eden için iki ceza vardır. B iri a s lîd ir ki, celd-
dir. D iğ eri ta b e îd ir ki, o da, iftira edenin şehadetinin kabul e d ilm e m e si
dir. Bu iki cezanın tem el kaynağı: «Namuslu ve hür kadınlara (zina is-
nadiyle) iftira atan, (sonra bu konuda) dört şâhid getirmeyen k im se le r (in
her birine) de seksen değnek vurun. Onların ebedî şâhidliklerini kabul
etmeyin. Onlar fasıkların ta kendileridir,» (189) âyetid ir. İddiayı ortaya
atan yalancı çık ın ca cezaya ç a rp tırılır. A m a sö y le d iğ i doğru çıkarsa ta
b iatıyla onun için ceza yoktur.
İftiracıyı iftiraya sürükleyen birçok etken vardır. K ısk a n çlık , kin ve
intikam duyguları bu etkenlerdendir. A n ca k bütün bunlar bir m aksatla
188 — N u r : 2
189 — N û r : 4
515
İ SLÂM
y a p ılır: K e n d isin e iftira e dilen şahsa eziyye t verm ek, onu ta h kir edip
küçültm ek.
İslâm hukukunda iftiraya ceza v e riliş sebebi bu m aksatla savaşm ak
üzere kurulm uştur. İftira eden, iftira edilen e eziyyet verm ek istem ektedir.
Onun ce zası da bedenî eziyye ttir. Çünkü bu, ruh ve duygulara hitap eden
m anevî cezalardan daha e tk ilid ir. İftira eden iftira sıy la iftira e ttiği kim seye
hakaret etm ektedir. A y rıc a bu hareketi de fe rd îd ir. Çünkü bunun kayna
ğı iftira eden ferdin ken d isid ir. Bunun ce zası ise bütün toplum dan haka
ret g ö rm e sid ir. Ve bu um um î hakaretten sonra ceza olarak adaleti sa
k ıt olur. Bu olaydan sonra şehadeti katiyyen kabul edilm ez. A rtık o,
daim a fa sık la r sın ıfın d a mütalaa e d ilir. Böylece İslam kanunları insanla
rın h a y siy etleri ile oynayan k im se le ri ce m iye tin içinde s ilik bir duruma
getirir.
3 — ŞARAP İÇMENİN CEZASI
İslâm hukuku şarap içeni seksen değnekle ce zala n d ırır. Ş a fiî diğer
üç imamdan fa rklı o larak şarap içe n in ce zasın ın kırk değnek olduğu gö
rüşündedir. D e lili de R esû llü lla h (S.A.V.) den, şarap içene kırk değnek
ten fazla vurduğunun sa b it olm adığ ıdır. D iğ er kırk değnek ise, Ş a fiî’ye göre
had olm ayıp ta zîrdir.
Cezanın te ş ri kaynağı R esû llü lla h (S.A.V.) in: «Şarap içeni döğün.
Şayet tekrar içerse, tekrar döğün» h a d isid ir. Tercih e d ilen görüş, ceza
nın m iktarının ancak Hz. Ö m er zam anında s ın ırla rın ın te sb it e d ild iğ id ir.
Hz. Ö m er (R. Â.) şarap içenin haddinin m iktarı konusunda sahabelere
danıştığ ınd a Hz. A li (R. A.) se kse n değnek vurulm asını iste m iş ve bunu
şuna dayandırm ıştı: Şarap içen sarhoş olur. Sarhoş olan hezeyanlar
(abuk sabuk sözler) savurur. Hezevan savuran iftira eder. M ü fterin in
ce zası ise se kse n değnektir.
O haide şarabın haram oluşunun kaynağı K u r’an-ı K erim dir. Buna
ceza terettüb e ttiğ in i b ild ire n kaynak sünnet-i m utahharadır. Haddin
m iktarının kaynağı ise, icm a'dır. Şarap içeni bu haramı işlem eğ e sevke-
den etken ruhî e le m le ri unutma arzusudur. Şarap içen g e rçe k le rin e le
m inden şarap n e şe sin in doğurduğu v e h im le r saadetine kaçar. İslâm hu
kuku şarap içe n i içm eğe sevkeden bu etkene karşı içeni değnek vurm ak
la ce zaland ırarak savaş açm ıştır. İçen m anevî elem lerden kaçm ak is
terken m addî e le m le rle k a rşıla şır. Onu bu yoldan döndürm ek için en et
k ili yol da budur.
4 - - HIRSIZLIĞIN CEZASI
İslâm hukuku h ırsızın e lin in k e s ilm e sin i em reder. Y üce A lla h şöyle
buyurur: «Erkek hırsızla kadın hırsızın -o irtikâb ettiklerine bir karşılık
516
İSLÂMDA CEZA HUKUKU
ve ceza ve Allah’dan (insanlara) ibret verici bir ceza oimak üzere- ei-
lerini kesin...» (190)
«Eller» k e lim e sin in hem el, hem de ayağı kapsadığı konusunda fa-
kîh le r arasında ittifak vardır. H ırs ız lık yapan kim senin önce sağ eii
k e s ilir. Şayet ikin ci defa h ırs ız lık yaparsa sol ayağı k e s ilir.
El, avucun m afsalından (bilekten), ayak ise, yukarı topukların m af
salınd an k e s ilir. Hz. A li (R.A.) ayağı yarısından; ayakkabı bağının bağ
landığı yerden kesiyordu ki, bu cezaya çarp tırıla n üzerinde yü rü ye b ile
ceği b ir tabanı bulunsun.
H ırs ız lık için el kesm enin b ir ceza olarak e m re d ilm e si şundandır:
İnsan, h ırs ız lığ ı düşününce, başkasının kazancıyla m alını arttırm ayı dü
şünm ektedir. Kendi em eğinin k a rşılığ ıy la yetinm eyip b aşkasının em eği
nin kazancına göz dikm ektedir. İnsan bunu, harcam a gücünün artm ası,
zengin olm ak, çalışm anın yorgunluğundan rahata kavuşm ak yahut ge
leceğinden em in olm ak için yapar. H ırsızlığ a sürükleyen etken ve bu
m e se le le re dayalı olan husus kazancın yahut servetin a rttırılm a sıd ır do
la y ıs ıy la İslâm hukuku elin k e silm e sin i em rederek daha tasarı halindeyken
bu etkene savaş açar. Çünkü e lin k e silm e sin i,-ka za n cın azalm asına ve
se rvetin k e silm e sin e sebep olur.
Şayet n e fsi arzuları galip g e lir ve insan bu suçu işle rse , göreceği
ceza tekrar bu gibi suçlara dönm esine engel olur.
D iğer hukukların tayin e ttik le ri cezaların h ırs ız lığ ı eng elleyem ediği
ilm i ista tis tik le r sonucu ortaya çıkan bir ge rçe k tir. O lu p b ite n le r gözle
rim izin önündedir.
H ırs ız lık dalgası yeryüzünün her tarafında her gün biraz daha ile r
lem ekte ve bir m e sle k haline gelm ektedir. G e riye sadece bir m eslek o l
duğunun resm en ilânı kalm ış durum dadır.
Göz ve kulak sahibi olup zerre m iktarı aklı olan herkes fe rd î ve
şebeke h ırs ız lık la rın ı duym uştur. Bugün içir» h ırs ız lık la r d e v le tle r ça
pında yapılm akta ve bazı h ırs ız lık şe b e k e le riyle devlet güçleri bile baş
edem em ektedir. Bu şe b eke le rin elinde öyle imkân ve v a sıta la r vardır
ki birçok devlet bu imkân ve vasıtalara sahip değ ildir. Ve bütün bunlar,
b e şerî kanunların h ırs ız lık suçu için tayin e ttik le ri cezaların ifla sın ı sim
gelem ektedir.
5 — EŞKİYALIĞIN CEZASI
Eşkiyalığm suçunu anlatırken cezası hakkında da bilgi verm iştik.
190 — Maide : 3ö
517
İ SLÂM
6 — İRTİDADIN CEZASI
Dinden dönm ek için iki ceza vardır. B iri a s lîd ir ki, ölüm dür. D iğeri
de ta b s î olup m üsaderedir.
a — Ölüm : İslâm hukuku İslâm din in i terkedeni ö lüm le ce zaland ırır.
Bu hükmün tem el kaynağı Y üce A lla h ’ın şu âyetidir: «..Sizden kim di
ninden döner de kâfir olarak ölürse, bu gibilerin yaptığı iyi şeyler, dün
yada da, ahirette de boşa gitmiştir; ve onlar Cehennem ehli olup orada
ebedî olarak kalırlar.» (191) Peygam ber (S.A.V.) de şö yle buyurur: «Dini
ni değiştireni öldürün.» M ü rte d liğ in m anası, İslâm dinin i terketm ek, ona
bağlı iken ondan çıkm aktır. M ü rte d lik ancak İslâm dininden olur. İslâm
hukuku m ürtedliği ölüm le cezala n d ırır. Çünkü dinden dönme, İslâm d i
nine te rs düşm ektedir. H albuki toplum un so sya l düzeni İslâm üzere ku
ruludur. Bu suçu işle y e n le re g e v şe k lik gösterm ek nizam ve düzenin bo
zulm asına sebep olur. (*)
b — M ü sa d e re : İslâm dininden dönm enin tabeî cezası, m ürteddin
m alının m üsadere e d ilm e sid ir. M üsaderenin kapsam ı konusunda fakîh-
le r arasında ih tila f vardır. İmam-ı M a lik , Ş a fiî ve A h m e d ’in m ezhebinde
te rc ih edilen görüşe göre m üsadere m ürteddin m alının tam am ını kap
sar. Ebu H anife iie bazı H anb elî fa kîh le re göre m üsadere edilen, irtidat-
tan sonra kazandığı m aldır. İrtidattan önceki m alı ise, m üslüm an miras-
cıla rın ın d ır.
7 — İSYAN VE İHTİLAL YAPMANIN CEZASI
İslâm hukukunda isyan ve ih tila l yapm anın ce zası ölüm dür. Bu ko
nuda tem el yüce A lla h 'ın : «Eğer müminlerden iki birlik çarpışırlarsa, he
men aralarını düzelterek barıştırın. Eğer onlardan biri (A lla h 'ın hükmüne
razı olm ayarak) tecavüz ediyorsa, o vakit tecavüz edenle, Allah’ın emri
ne dönünceye kadar savaşın...» (192) âyeti ile R esû llü lla h (S.A.V.) in
şu h a d îsid ir : «İleride kötü olaylar olacaktır. Ümmetim birlik olduğu halde
onlara karşı çıkan, kim olursa olsun boynunu kılıçla vurun.»
İsyan ve ih tilâ l suçu idare düzenine ve işb aşınd a olanlara y ö n e lik
tir. İslâm hukuku bu konuda şid d e t g ö ste rm iştir. Çünkü bu konuda gev
ş e k lik gösterm ek fitne ve huzursuzluğun çıkm asına, güven ve istikra rın
bozulm asına v e s ile olur. Böyle o laylard a toplum geriler. Şü ph esiz tamah
ve yükselm e arzusuyla işlen en bu suçtan halkı uzaklaştırm ak için en
e tk ili ceza, ö lümdür.
191 — B a k a ra : 217
192 — H u c u ra t : 9
(*) M ü r te d z ım n e n ş u n u s ö y le m e k is te r; G e l d i m b a k t ı m g ö rd ü m İS L A M
iy i b ir n iz â m d e ğ il. D o la y ısile m ü r te d is la m ın a le y h in d e k i b i r p r o p a
g a n d a d ır . (İk b â l Y a y ın la rı)
518
İSLÂMDA CEZA HUKUKU
1 — KISAS :
519
İ SLÂM
fsret olur. Kim Allah'ın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse işte onlar
zalimlerdir.» (194)
Sünnette Kur'an-ı K erim in bu hükmü p e k iştirile re k şö yle buyurulur :
«Sebepsiz yere bir mümini öldüren onun yerine o da öldürülür. An
cak öldürülenin velisi, öldürülmemesine rıza gösterirse o başka.»
«Biri öldürüldüğünde akrabaları muhayyerdirler. Dilerse, öldüre
nin öldürülmesini isterler. Dilerlerse karşılık olarak diyet alırlar.»
Y e r yüzünde k ısa s cezasından daha âdil b ir ceza bulunamaz. Çünkü
suçlu yap tığının a y n ısiy le k a rşıla şır. G enel olarak k iş iy i ba şkasın ı öldür
m eye ve yaralam aya sevkeden âm il yaşam a y a rışı ve üstün gelm e ar
zusudur. Şayet su ç işle y e c e k kim se avın ı öldürdükten sonra ken disinin
de öldü rü le ce ğ in i b ilse , ö lm em ek için onu öldürem ez. İslâm hukuku ölüm
ve yaralam alar için ayni ç e ş it cezayı v e rm iştir. M a n tık î ve ta b iî olan da
budur. İki suçun ç e ş id i ve â m ili budur. Çoğu zaman vurm a ve yaralam a
olm adan öldürm e olm az. İki su ç da ayni çe şitte n olduğuna göre cezala
rı da ayni ç e şitte n o lm a lıd ır. İslâm hukuku, ken disine karşı su ç işlen en e
veya v e lis in e k a rş ılık lı v j k a rş ılık s ız su çluyu kısastan affetm e y e tkisi
v e rm iştir. A n ca k bu durum d e v le t başkanının su çluyu uygun bir tazir
c e za sıy la cezaland ırm asına engel değ ildir.
İslâm hukuku bu su çla rın , ken disine karşı su ç işlen en kim senin şah
sıy la s ık ı iliş k is i olduğuna ve toplum dan çok zararın ken disine dokun
duğuna bakarak ona bu y e tkiy i v e rm iştir. D iğer yönden h içb ir kim se
başkasın ın katilin d en endişe etmez. Kendi haklarına tecavüz e deceğin
den korkm az. Çünkü b ilir ki, şa h s î bir âm il ile başka birin i öldürm üş,
yaralam ış veya dövm üştür. M e s e lâ h ırs ız için durum fa rklıd ır. H erkesin
hırsızdan yana e n d işe si vardır. H ırsız ın nerede, ne zaman ve kim in ma
lın ı çalacağı b e lli değ ildir.
İslâm hukukunun ken disine karşı su ç işlen en kim seye affetm e yet
k isin i v erm e si bir g e rç e k ç ilik tir. A ffe tm e suçun toplum daki izle rin i yok
eder. Çünkü affetm e ancak barış, gönül rızası ve kinin kalblerden kalk
m asıyla olur. B öylece cezanın ge tire ce ği faydanın ayn ısı affetm eyle ha
sı! olm uştur.
K ıs a s la hükm etm e, im kânlara ve şa rtla rın yerin e g e tirilm e sin e bağ
lıd ır. Eğer im kânlar m ü sait olm az ve k ısa sın şa rtla rı g e rçe kleşm e zse
k ısa sla hüküm v erilem e z. Ö zam an d iye tle hüküm v e rilir. K e n d isin e kar
şı su ç işlen en veya v e lis i istem ezse de. Çünkü diye tle hüküm verm e
fe rtle rin isteğ ine bağlı değ ildir.
194 — M aide : 45
520
İSLÂMDA CEZA HUKUKU
K ısa sla hüküm verilm ed iğ i takdirde d iye tle beraber bir ta zir ceza
sın ın v e rilm e s in i İslâm hukukunda e n g e lliye ce k b irşe y yoktur. Am m e
m aslahatı bunu ge re ktird iğ in d e y a p ıla b ilir. Hatta M a lik î m ezhebi bu du
rumda tazîr ce zasın ın vacip olduğu görüşündedir.
2 — DİYET :
195 — N isâ : 92
521
İ SLÂM
ÂKİLE :
522
İSLÂMDA CEZA HUKUKU
M a lik i m ezhebindeki diğer bir görüşe göre her şahsa bir dinar y ü k le tilir.
A hm ed 'in m ezhebindeki bir görüşe göre de, zengin yarım m iska! ve
orta halli b ir m iska lın dörtte birin i öder. Ş a fiî m ezhebinin görüşü de
budur. Ebu H anife ise her fertten üç veya dört dirhem den fazla alınam i-
yacağım sö y le r ve zenginle orta halli arasında ayırım yapmaz.
Fakirden, kadından ve çocukla deliden b irşe y alınm az. Çünkü fakire
b irşe y yüklem ek onu m alî sık ın tıy a sü rüklem ektir. Kadın, çocuk ve de'i
ise yardım ehlinden d e ğ ild irle r. A n ca k bunlar su çlu olunca onlar için
diye t v e rilir.
Şayet suçlunun â k ile si bulunmaz yahut bulunurda fa kîr is e le r veya
sa yıla rı az o lursa diyetin tam am ını yüklenm ezler. Bu konuda iki görüş
vardır :
Birincisi : Bu görüşte olanlar, hâzinenin âk ile yerin e ge çtiğ in i ve d i
yetin tam am ını yahut âkile n in ödeyem ediği geri kalanını ö deyeceğ ini
sö y le rler. M a lik î, Ş a fiî, H anbelî ve H anefînin zâh irine göre hüküm budur.
İkincisi : Bu görüşte olan lar ise diyetin, katilin m alından ödenece
ğini sö y le rle r. Çünkü aslınd a diyetten m esul olan odur. M uham m ed bu
görüşü Ebu H a n ife ’den rivaye t eder. H anbelîlerden bazıları da bu gö
rüştedirler.
523
İ SLÂM
Şayet suçlu yaln ız başına diyeti y ü kle n irse ken disine karşı suç iş
lenm iş olan tayin edilen m iktarın çoğuna kavuşamaz. Çünkü d iye t nor
mal olarak bir ferdin servetinden daha çoktur. Diyet-i kâm ile yüz deve
dir ki, bin dinar eder. Şayet tem el kaideye uyar ve diyetin tam am ının
suçlu tarafından ödenm esini istersek, ödem esi mümkün olmaz.
D ikkat e d ilirse ken dilerin e karşı suç işle n m iş bulunanlar amden iş
lenm iş cezalar için o zaman diyete yanaşm azlar. Bu su çla r için asıl ce
za kısa stır. K e n d isin e karşı su ç işlenen veya v e lis i suçluyu affetm edik
çe kısa s ce zası uygulanır. Suçlu yalnız başına diyeti ödeyem iyeceğine
göre kendisine karşı su ç işlenen veya v e lisin in ken disin i affetm eleri çok
nâdir olur.
3 — Â k ile , hataen işlenen ve amde benzer su çlarda -ki o da hataya
girer- diyeti yüklenir. Hatalı su çların çoğu ihmal ve d ikk a tsizliğ in sonu
cudur. Bu iki şeyin sebebi, çoğu zaman kötü terbiye ve yetişm edir.
Ferdin te rb iye ve y e tişm e si kan iliş k ile rin i ilg ile n d iren bir durum dur. Ferd
daima a ile sin e ç e ke r ve yakınlarına benzem eye ç a lış ır. İhmal ve dikkat
s iz lik çoğu zaman aileden ferde geçen bir m ira stır. A ile de çevre ve
yakınların e tkisin d e olduğuna göre, netice olarak ihmal ve d ik k a tsizlik
yakınlardan gelm e b ir m irastır. Onun için âkilen in hata eseri su ç iş le
yen suçlunun suçundan dolayı ortaya çıkan cezayı yüklenm esi norm aldir.
4 — A ile ve toplum düzeni, yap ısı itib a riy le yardım laşm a üzere
kuruludur. A ile n in diğer fe rtle rin e yardım cı olm ak her ferdin görevidir.
D iyetin önce âkileye ve ikin ci olarak toplum a y ü k le tilm e si yardım laşm ayı
en m ükem m el şe k liy le tam am lar. Hatta her zaman onu y e n ile r ve pe
k iştirir. Her hatalı bir suç işlen diğ ind e suçlu â k ile siy le ve âkile b irb iriy le
olan bağları y e n ile rle r. Y ard ım laşarak m allarından diyeti öderler. Hataen
işlen en su çla r her zaman işle n e b ile ce ğ in e göre bunun m anası, fe rtle r
arası ve toplum iç e risin d e her zaman için b a ğ lılık ve yardım laşm a var
d ır dem ektir.
5 — D iyetin hem suçluya ve hem de â k ile sin e yü kle tilm e sin d e su ç
lunun yükünü hafifletm e, ona acım a vardır ve başkalarına da bunda
zulüm yoktur. A y rıc a âkilen in başka b ir ferdi yarın ayni şe k ild e bugün
suç işley e n kim seye m uhtaç olacaktır.
6 — İslâm hukukunda tem el kaide, canı korum ak ve onu heder et
m em ektir. D iyet de kanın b e d e lid ir ve onun heder e d ilm e sin e engeldir.
O halde âkile m ü e sse se sin i kabullenm ek rahmet, e ş itlik ve adaleti
g e rç e k le ştirir, kanın boşa g itm e sin e engel olur ve hakların hak sa h ip
lerine u laşm asın ı sağlar.
524
İSLÂMDA CEZA HUKUKU
3 — KEFFÂRET :
196 — Nisa ; 92
525
İS L Â M ■
Ebu Hanife, öldürm enin dire kt ve bir tecavüz ile o lm ası, katilin de
baliğ ve a k ıllı olm ası şartıyla, nasıl olursa olsun katilin mahrum e d ile
ceği görüşündedir. A n ca k v a risle r v asiye te rıza g ö ste rirle rse o zaman
v a siy e t sahih olur. Ebu Yusuf, m ira sçıla r rıza gö ste rse bile sahih ol
m ayacağını söyler.
Birincisi : V a siy e tin katile yap ılm a sın ın sahih olm adığını sö y le d ik
ten sonra m ira sçıla rın rızası olduğu takdirde sahih olup olm ayacağı ko
nusunda ih tilafa dü şm ü şlerdir.
İkincisi : M ira s ç ıla rın rızalarına ihtiyaç olm aksızın her durumda ka
til içi;; vasiye t sahihtir.
526
İS L Â M D A CEZA HUKUKU
TAZİRİN ÇEŞİTLERİ :
İslâm hukukunun ceza verirken varm ak isted iğ i ,birtakım hedefler
vardır. Bu hedeflere ulaştıran herhangi bir cezanın uygulanm asında bîr
sakınca görmez. Lâkin İslâm hukukunda uygun görülen ta zir cezalarının
ön e m lile ri şunlardır.
1 — Öiüm Cezası
İslâm hukukunda tem el, tazirin uslandırm ak için olduğudur. Genel
olarak tazir cezası uygulanırken âkibetin em niyet içe risin d e olm ası is
tenir. Tazir cezasının helâk ed ici olm am ası gerekir. Onun için ta'zirde
öldürm e ve kesm e ca iz değildir. A ncak fakîhlerden bir çoğu bu genel
kaidenin, dışında âmme m aslahat, ölüm c e za sın ı g e re k tirir veya su çlu
yu öldürm eden düzelm esi mümkün d e ğ ilse ölüm ce za sın ı kabul e tm iş
lerdir. C asusun, b id a te davet edenin, te h lik e li su çları işlem ey i âdet
haline getirenin ö ldü rülm esi gibi.
Bu istisn an ın uygulanm asında hüküm h a k i m e bırakılm az. A ksin e ,
d evlet başkanm ın hangi suçlarda öiüm c e z a s ı n ı n v e rile ce ğ in i tayin et
m esi gerekir.
527
İSLÂ M
İslâm hukuku ölüm cezasını çokça verm ez. Bu durum ları pratiğe ak
tardığım ızda ölüm ce zası had suçlarından dört su ç ile kısa s suçlarından
biri için verir. Yani ölüm ce zasın ı gerektiren su çla r toplam olarak beş
tanedir.
2 — Celd Cezası :
C e ld İslâm hukukunda tem el bir ceza olup had ve tazir cezalarının
bazısı için tayin e d ilm iştir. Ö nem li tazir su çların da te rcih edilen ceza
celddir. Tercih e d ilm esin in sebebi önem li cezalara a lış ık olanları daha
çok suçtan u za klaştırab ild iğ i için dir. A y rıca bir sayıda kalıp laşm ad ığ ı için
suç ve suçlunun şa h siye ti göz önünde bulundurularak sa y ısı a rttırılıp
e k s iltile b ilir.
Bütün bunlardan başka devletin ve bu cezayı uygulam ası kendisi için
daha kolaydır. Hüküm giyen şa h ıs da üre tici olm aktan alıkonm az. Ken
d ile rin e baktığı, g e çim le rin i yüklendiği k im se le ri yüz üstü bırakm am ış
olur. Halbuki hapis için durum fa rklıd ır.
Ç e ld in en önem li ö zelliklerin d e n biri de mahkûmu hapishanelerin
a şıla d ığ ı kötülüklerden ahlâk bozucu durum lardan kurtarm asıdır. Hapis
çoğu zaman insanın ahlâkını bozduğu gibi sa ğ lığ ın ı da bozar. Onu tem
b e lliğ e a lış tırır. Hapis yatm ış bir kim se hapisten çıktıkta n sonra ç a lış
maktan nefret eder.
Fakîh ler celd için en yüksek sın ırı tayin etm e konusunda ih tilafa düş
m üşlerdir. M a lik i m ezhebinde en yüksek s ın ır UlJI-em re b ıra k ılm ıştır.
Ebu Hanife ve M uham m ed, azam î celde (değnek vuruşu) sa y ısın ın otuz-
dokuz olduğunu sö yle rler.
Ebu Y u s u f’a göre azam î sayı yetm işb eştir. Ş a fiî m ezhebinde ise üç
görüş vardır: Bunlardan ik isi Ebu H anife’nin m ezhebine uyanndnr. Üçün
cü görüşte olanlar azam î sayının yüz olduğunu sö y le rler. H anhelî m ezhe
binde birçok gö rüşler olup yukarıda zik re d ile n le re uyan gö rüşlerin d ış ın
da on celdeyi aşm am ası gerektiğin i sö y liy e n le r de vardır. Bu görüşte
olanların d e lili, R esû llü lla h (S.A.V.) in: «Allah Tealâ’nın hadleri dışında
hiçbir hadde (cezada) on vuruştan fazlası vurulmaz» hadisidir.
M ezh epler arasındaki ih tila f yukarıya a ld ığ ım ız hadis ile: «Had sa
yılmayan suçlarda hadde ulaşan (had su çları için tayin edilen değnek
sa y ısı kadar ceza veren) sınırı aşmıştır» hadisine dayanır. Bu hadisi sa
dece M â lik î'le r reddeder ve mensuh olduğunu sö y le rler. B irin ci hadis ise
sadece bazı H anbelî fa kih le rce kabul e d ilm iştir. Onu kabul etm eyenler
m ensuh olduğunu sö ylerler.
528
İSLÂMDA CEZA HUKUKU
İkinci hadisi kabul edenler had sın ırın a ulaşm a konusunda ihtilafa
d ü şm ü şlerdir. B azıları bu haddi hü rlerin haddi olarak alırken d iğ e rle ri
k ö le le rin haddi olarak kabul ederler.
3 — Hapis Cezası
529
İ SLÂM
5 — SaEb (197)
Salb, e şk iy a lık suçu için uygulanan bir cezadır. Bazı fa kîh le r mah
kum öldürüldükten sonra sa lb e d ilir derken d iğ e rle ri sa lb e d ild iğ i halde
öldü rü le ce ğ in i sö y le rle r.
197 — Salbın şekli şöyledir : Evvelâ yere âm udi surette bir ağaç dikilir, sonra
bunun tepesine doğru ufkî şekilde bir ağaç rabt edilir. Ba’öehu salb edi
lecek şahsın elleri tepedeki ağaca, ayak lan da altındaki ağaca bağlanır
Maslub evvelce katledilm em iş ise karnı veya sol m em esi ölünceye kadar
bir m ızrak ile y a n lır ve üç gün kadar bu halde bırakılır. N ihayet def
nedilm esi için ehline m üsaade olunur.
Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukuku İslâm iyye ve Istılahatı Fıkhiyye Ka
musu, c. 3, s. 292. (Mütercim)
530
İSLÂMDA CEZA HUKUKU
7 — Hecr Cezası
H ecr İslâm hukukunda ta zirî cezalardandır. Y üce A lla h : «Sonra us
lanmazlarsa, kendilerini yataklarında yalnız bırakın...» sözüyle bunu ta zirî
ceza olarak kabul etm iştir. (199)
R esûlü llah (S.A.V.) kendi devrinde bu cezayı uygulam ış ve Tebük
gazvesine katılm ayan Ka'b b. M alik, M ürare b. Rebia ve H ilâl b. Ümey-
ye'yi hecr c e za sıyla cezaland ırm ış, e lli gün kim se onlarla konuşm am ış-
tır. N ihayet şu âyet-i kerim e geldikten sonra ancak onlarla konuşm aya
b a şla n ılm ıştır :
«(Tebük savaşından) geri bırakılan üç kişiyi de Allah bağışladı. Çün
kü o derece bunalmışlardı ki, yer yüzü bütün genişliği ile onlara dar gel
miş, vicdanları da kendilerini sıkmıştı ve Allah’tan kurtuluşun ancak Al
lah’a sığınmakta olduğunu anlamışlardı. Bundan sonra Allah onları tev-
bekâr olmaya muvaffak kılıp tevbelerini kabul buyurdu. Şüphesiz ki Al
lah, tevbeleri çok kabul edicidir, çok merhametlidir.» (200)
8 — Tevbih Cezası
İslâm hukukunda tazîr cezalarından biri de tevbih (azarlama) ceza
sıd ır. Hakim suçlunun İslahı için tevbih i y eterli görürse onunla yetinir.
R esû llü lla h (S.A.V.) b ir tazir ce zası olarak tevbihi uyg ulam ıştır.
198 — N isâ : 34
199 — N isa : 34
200 — Tevbe : 118
531
İ SLÂM
9 — Tehdit Cezası
Tehdit yapmacık olmamak şartıyla tazir cezalarındandır. A yrıca ha
kim suçlunun bu yolla islâh olacağına inanm alıdır.
10 — Teşhir Cezası
Teşhir İslâm hukukunda tazir cezalarından biridir. Teşhirden maksat
suçlunun suçunu ilân etmektir. Bu, yalan şahitliği ve aldatma gibi hal
kın suçlu hakkında itim at ve güvenliğini ilgilendiren konularda olur. Ön
celeri başka yayın vasıtaları olm adığı için suçlunun durumu mahalle ve
sokaklarda tellâl vasıtasıyla ilân edilirdi. Ama günümüzde gazete ve di
ğer yayın organlarından faydalanmak mümkündür.
11 — Tazminat Cezası
İslâm hukukunda bazı tazir suçlarının tazminat ile tecziye edildiği
kabul edilen bir şeydir. Ağaçta asılı bulunan hurmayı çalandan h ırsızlık
suçuna ek olarak çaldığının iki katı değerinde para cezası alınır. Resû-
lüllah (S.A.V.) şöyle buyurur: «Kim bir şeyi aşırırsa aşırdığının iki ka
tını öder ve cezaya müstahak olur.» Y itik bir şeyi saklamak tazminatı
gerektirir. Onu iade etmek m ecburiyetinde olduğu gibi ceza olarak bir
katını da öder. Zekât verm eyenin m alının yarısını ceza olarak almak da
buna girer. Lâkin bununla beraber her suç için tazminat cezası verm e
nin caiz olup olm adığı konusunda fakîhler ihtilafa düşm üşlerdir. Bazıları
genel olarak tazminatı bir tazir cezası olarak görürken bazıları bunu doğ
ru görmez.
532
İSLÂMDA CEZA HUKUKU
12 — Diğer Cezalar
A y rıc a genel olm ayan bir takım cezalar vardır ki, ö n e m lile ri şu nlar
dır :
a — Görevden atmak. M em urları ilg ile n d iren bir cezadır.
b — Bazı âmme hizm etlerin e atanmamak, şehadetten alıkonm ak
gibi bazı haklardan mahrum edilm ek.
c — M üsadere. Suç lâ etlerin in m üsadere edilm esi....
d — Suçun te s irle rin i izale etm ek. M ahzurlu bir yere inşa edilen b i
nanın y ık ılm a sı gibi.
İslâm hukukunda asi olan, had ve ta zir ce zala rının devlet başkam
tarafından yerin e g e tirilm e sid ir. K ısa s cezaları ise b e lli şa rtlar çe rçev e
sinde ken disine karşı suç işle n m iş kim se veya v e lis i tarafından yerine
g e tirilm e si caizdir.
Had ce zala rın ın yerin e g e tirilm e si: Haddin ya devlet başkanı veya
v e k ilin in tarafından yerin e g e tirilm e si fa kîh le rin ittifa k e ttik le ri bir nok
tadır. Çünkü had A lla h ’ın hakkıd ır ve toplum yararınadır. O halde bu ce
zayı toplum u te m sil eden d evlet başkanına bırakm ak gerekir. Haddin
uygulanm ası için d e vle t başkanının bizzat hazır bulunm ası gerekm ez.
Çünkü Peygam ber (S.A.V.) hazır bulunm asını şa rt koşm am ıştır. B ir ha
d isle rin d e şö yle buyurur : «Ya Enes, falan kadına git, suçunu itiraf eder
se onu recm et.» yine M a iz ’in recrr> e d ilm e sin i em retti ve kendisi hazır
bulunm adı.
Lâkin haddin yerine g e tirilm e si için d evlet başkanının izni vacip tir.
R esûllü ilah (S.A.V.) zam anında O n u n izni olm adan kim seye had uygu
landığı vakî değildir.
533
İ SLÂM
201 —- I s r â : 33
534
İSLÂMDA CEZA HUKUKU
535
İ SLÂM
İslâm hukuku henüz ilk günden ham ile kadına cezanın infaz edile-
m iye ce ğ in i ka b u lle n m iştir. Ğ a m id iy e 'li kadın hakkındaki hadis kesind ir.
H am ile olduğu için R e sû llü lla h (S.A.V.) k e n d isin e : «Git, hamlini (çocu
ğunu) indirinceye kadar...» der. M uaz hadisi de bunu ifade eder. Resû-
lü llah (S.A.V.) ona şö y le dem işti: «Kadının üzerinde hakkın vardı ama
karnındaki üzerinde bir hakkın yoktur.» H am ile kadına infazı yasaklanan
ceza, çocuğuna zarar dokunduranıdır.
F akîh ler bu pre n sip te ittifa k halin d e le r. Lâkin ta tb ikin s ın ırı konu
sunda bazı şe yle rd e ih tila f e tm işle rd ir.
536
İSLÂMDA CEZA HUKUKU
Ş a fiî’ye göre kadın ham ile olduğu yahut h a m ile likte n şü ph elen diğ ini
sö y le rse doğumu yapıncaya veya ham ile olm adığı b e lli oluncaya kadar
be kle n ir ve doğumdan sonra ceza infâz e d ilir. Şayet çocuğunu em zirecek
kim se bulunm ayıp ceza ölüm ise e m zirici bulununcaya kadar infaz bir
kaç gün e rtelen ir.
Ebu H anife ceza ce ld o lsa b ile ham ile kadın doğum yapıp nifâs dev
rini g e çirin ce ye kadar infazın yap ılam ıyacağ ını söyler.
M a lik ’e göre çocuğunu doğuruncaya kadar beklenir. N ifas devresi
de h a sta lık sayıld ığ ın d an ce ld ce zası te h ir e d ilir. Çocuğuna e m zirici bu
lununca ölüm ce zası infâz e d ilir. Şayet em zire cek kim se bulunm azsa
ölüm ce zasın ın infazında acele edilm ez.
A h m e d 'e göre ise doğum yapıp çocuğunu em zirin ce ye kadar kısas
ve recm uygulanm az. Çocuğunu e m zire cek biri bulunursa hüküm infâz
e d ilir. A n ca k çocuğunu sütten k esin ce ye kadar v e lin in beklem esi müs-
tahabdır. Ş a ye t e m ziric i bulunm adığı takdirde çocuğunu em zirm esi için
iki y ıl beklenir. C eza celd ise çocuğunu doğurduktan sonra ceza infâz
edilir.
204 — N û r : 2
537
MÜSLÜMAN DEVLETİN İCRA ORGANLARI
Y ukarıd a anlatılanlardan İslâm İçtim aî hayatı hakkında bir takım
ş e y le r öğrendik. Şü ph esiz o, kapsam ı itib a riy le diğ e r herhangi b ir hayat
tan öz olarak fa rk lıd ır. Bunun n e tic e s i o larak bu hayatın g e re ktird iğ i ic
ra o rganları şe k ild e başkalarına benzese b ile kapsam ı d iğ e rle rin e ben
zem ez. En azından hed efle r tam am en ayrı ayrıdır.
M e s e lâ İslâmda te k parti s is te m i hakim dir. A n ca k diğer tek partili
düzenlerden fa rk lıd ır. İslâm î partinin diğe rle rin de n fa rklı olarak kendine
has te rb iye vî, ah lâkî v e fik r î m etodları vardır. İslâm düzenindeki parti
ve parti ü yelerinin elin d e ki y e tk ile r ile diğer tek p a rtili düzenlerde parti
ve parti ü ye le ri elin d e ki y e tk ile r arasında büyük fa rk lılık la r vardır.
Bu, İslâm de vle tin in her m ü e sse se si için g e çe rlid ir. Onun için deriz
ki: M üslüm an d e vletin m ü e sse se le ri ile diğer herhangi b ir devletin mü-
e s s e s e s e le ri arasındaki b e n zerlik zah irîd ir.
İslâm devletin ih tiya ç duyduğu tem el organlara g e lin ce , onlar da
şu n la rd ır :
1 — İslâm de vle tin in her bölg esind e kendi iç yap ısın da tu tarlı, üs
tün bir terbiye ve ince bir m etoda sahip, o bölgenin bütün pro b lem le rin i
çö ze b ile ce k yetenekte İslâm î bir partinin v a rlığ ı. Şart koşulan fik rî, ah
lâ kî ve am elî n ite lik le re sahip her m üslüm an bu partiye girm eye aday
dır. Bu partinin iç e risin d e n bir şûrâ m e c lis i te şe kkü l e ttir ilir ve e m irü ’l-
m inin bu m e c lis tarafından se ç ilir.
2 — E m ir’ul-m üm inîn'in tayin edeceği birinin başkan lığ ınd a bir ba
kanlar kurulu.
3 — İslâm âlem inin tam am ına hükm eden bir halife.
4 — H alifeyi seçen bir kurul. Bu kurulun, İslâm âlem in in bütün böl
gelerind e bulunan şûrâ m e clisle rin d e n te şe kkü l e ttirilm e s i en iyi yoldur.
5 — İslâm âlem inin bütün bö lg e lerin i te m sil eden ha life ye bağlı bir
şûrâ m e clisi. İslâm î h ed efleri g e rç e k le ştirm e konusunda h a lifen in iş le y e
ceği kusurlardan dolayı bu m e c lis halifeden hesabım sorar.
6 — H alifeye bağlı bakanlar kurulu.
7 — V ila y e tle ri b irib irle rin e bağlayan kurullar.
539
İ SLÂM
12 — Tüm İslâm v ilâ y e tle rin i için e alan bir yüksek m ahkem e. Bü
tün vilâye tle rd e , m ahalli anayasa ile um um î anayasa arasında doğabile
cek ç e k iş k ile ri ve ken disine ile tile c e k m e se le le ri halletm e bu m ahke
m enin görevidir.
15 — H alife, zülm e yelten diğ ind e onu doğru yola dönm eye zorlayan
bir kurul. H alife yüksek m ahkem enin aldığı kararlara uym adığı zam an
larda bu kurul harekete geçer.
540
İSLİMİN MÜEYYİDELERİ
Bu se riy e "başlarken İslâm ın birtakım m ü eyyideleri bulunduğunu sö y
le m iştik .
Şim di bu m ü eyyideleri e traflıca anlatm ak istiyo ru z :
1 — Cihad, iy iliğ i e m ir ve kötülükten sakındırm a ve bir de dünyevî
ceza ile ortaya çıkan beşerî müeyyideler.
2 — A lla h 'ın e m irle rin e m uhalefet etm ekten dolayı kendiliğinden
meydana gelen fıtrî müeyyideler.
3 — Dünyada A lla h ’ın gazabı, âhirette sevab ve îkâbla ortaya çıkan
rabbânî müeyyideler.
İslâm nizam ında beşerî m ü eyyideleri önceki bölüm lerde e traflıca an
latm ıştık.
Onun için bu bölüm de b e şerî m üeyyidelerden tekrar bahsetm e ih ti
yacını duymuyoruz. Sadece fıtr î ve rabbânî m ü eyyideleri anlatm akla ye
tineceğiz.
F ıtrî m üeyyidelerden m aksadım ız, A lla h ’ın e m irle rin d e n inhiraf eder
ken ken diliğin den gelen cezadır. Çünkü İslâm b e şe riy e tin fıtra t d in id ir :
«O halde (ey Resûlüm ) gerçek müslüman (m üvahhid) olarak kendini
dine doğrult, (başka şeye iltifa t etme); Allah’ın dinine ki, insanları onun
üzerine yaratmıştır. (Zira herkes, hak dini kabul e decek yaratılıştad ır.)
Allah'ın yarattığı bu dini değiştirmeye kimsenin gücü yetmez. İşte dos
doğru din budur; fakat insanların çoğu, (hak dinin Islâm olduğunu) bil
mezler.» (205)
insan fıtrat yolunun dışın a çık ın ca ken disine azap verm iş olur ve sa
pıklığa düşer. H er ne kadar diğer yollarda, kaybolm aya mahkûm lezzet
ler varsa da fıtratan e zik lik iç e risin d e d ir.
«Her kim de benim zikrimden (Kur an ımdan) yüz çevirse, ona dar
bir geçim vardır ve onu, kıyamet günü, kör olarak haşrederiz...» (206)
Dünyada dar bir geçim ve âhirette şid d e tli azab. Y in e Y üce A lla h
küfür ve sa p ık lık iç e risin d e olanların kendi n e fisle rin e zu lm e ttik le rin i b il
direrek şöyle buyurur :
205 — R û m : 30
>06 — T a h a ; 124
541
İ SLÂM
Y ü ce A lla h şö y le buyurur :
«Erkek ve dişiden mümin olduğu halde, kim iyi amel işlerse, muhak
kak onu güzel bir hayat ile yaşatacağız ve işlemekte oldukları amellerin
daha güzeli ile mükâfatlarını elbette vereceğiz.» (209)
Bu söz bazılarına ilk anda çok acayip g e le b ilir. Lâkin vakıa olarak
bu. böyledir. O la y la r hep bunu g ö ste rm iştir. F ıtrî m ü eyyideleri anlatırken
beşerî hayatın vakıalarından m is a lle r vereceğiz.
Rabbânî m üeyyidelerden kasdım ız: Y üce A lla h ’ın, yolundan ayrılan-
ları henüz dünya hayatında cezaland ırm ası, yolundan gide nle ri de ç e ş itli
şe k ille rd e te'yid edip d e ste kle m e si ve sa p ıkla r için hazırladığı uhrevî azab-
la yolundan gidenlere hazırladığı nim etleri için e alır.
Buna göre bölüm, f ı t r î ‘ve rabbânî olm ak üzere iki kısm a ayrılm ak
tadır.
BİRİNCİ KISIM
FITRÎ MÜEYYİDELER
207 — T e v b e : 30
208 — Nahl : 118
209 — N ah l : 97
542
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
1 — ZİNÂ
Beşinçisi : Kadın ve erkeğin b irib irle rin e yanaşm alarından özel bir
sevgi doğar. Am a zinâ eden k işi için bu, ruhî bir sık ın tıy a dönüşür. Ç ü n
kü b ilir ki o kadınla bu yakınlaşm a başkası için de olacaktır. Bu madde
bir öncekine yakındır. A ncak onu, aile düzeni üzerinde yapacağı etkiyle
sın ırla n d ırm ıştık .
A ltın c ıs ı : Zinaya alışan, daima onun şe rri içe risin d e huzursuz bir
hayat ge çirir. Aldatm ak ve kandırm ak için sü rekli bir çaba harcama ve
543
İ S L Â M
iste d iğ in i elde edem em enin verd iği s ık ın tı onu huzursuz eder ve bu du
rum daki k işi y a şla n ır da ne çoluk çocuk, ne ev ve ne de akraba sahibi
olur. Zinâ ile yetinen hastalandığında veya yaşlandığında kim ona bakar?
Ona kim hürm et eder?
Zinâ gerçekten fe rtle ri, a ile le ri ve cem iye ti yıkan çirk in bir hareket
tir. Onun için Y üce A lla h şö yle buyurur: «Zinaya da yaklaşmayın, çünkü
o, pek çirkindir ve kötü bir yoldur.» (210) Zina kötü b ir yoldur ve kötü bir
yoldan gitm enin ce zası hemen ardından gelir.
Bütün bunlardan sonra m esle, İslâm ın bu su ç için tayin e ttiği bedenî
cezadır. A lla h 'ın azabı ise tevbe etm eyen için ondan sonra g e licid ir. Biz
burada sadece A lla h 'ın em irle rin d en sapanların hayat kanunları iç e ris in
de uğrayacakları cezaları açıklam akla yetineceğiz. A slın d a bu konuda da
bazı noktalara işa re t edip fazlaca izahat yapm aya girişm iyo ruz.
2 — İÇKİ İÇMEK
İçki A lla h ’ın dininde haram dır ve her haram da olduğu gibi içki için
de ceza vardır. Haram olan bu iş i yaparak A lla h 'ın e m irle rin in dışın a ç ı
kan kim senin uğrayacağı cezalardan b azısını şu şe k ild e sıralam ak müm
kündür :
a — içki içen kim se ilk olarak şuur ve aklından zarar görür. M e se lâ
bir kadeh v is k i içen d aktilo tu şla rın ı biribirin den ayıram ayacak kadar
ken disin i kaybeder. H er zaman için rahatlıkla ve düzenle yaptığı şe y le ri
yapamaz duruma düşer. D e lile r m esabesinde bir k işi olur.
b — A lk o l alan k işi irade ve hafıza kuvvetlerin i y itirir. D a lg ın lığ ı ar
tar. Dil sü rçm e le ri çoğalır. İçtikçe bu durum ları daha da artar. İnsanın
bu h a ssala rın ı her gün biraz daha kaybetm esi ne kötüdür.
c — Trafik kazalarının % 13 ü alkollü araba kullanm aktan olmakta-
tadır. Bir çok cinayet, facia ve ihanetin sebebi alkoldür. Bu ceza fıtr î olup
yalnız bu suçu işleyene değil ona müsamaha gösteren toplum a da do
kunur.
d — A lk o lü n insan bünyesi üzerinde büyük e tk isi vardır. O kadar ki,
zararı ferdin ken disind e kalm ayıp nesline bile geçm ektedir. Sarhoşların
ço cukların ın bünyesi sa ğ lık lı değ ildir. Bünyeleri zayıf ve a k ılla rı noksan
dır. Suç işlem e ve kötülüğe sapma m e y ille ri fazladır.
e — B irçok hastalığın sebebi alkoldür. A k ıl h a sta lıkları, tansiyon
yü k se lm e si, birçok mide ve c iğ e r h a sta lık la rı, h a zım sızlık ve daha başka
nice hastalığın meydana gelm esinde alkolün büyük rolü vardır.
210 — İ s r â : 32
544
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
f — A lk o l alm anın fıtr î cezalarından b iri de vaktin öldü rülm esi, düş
m anlık tohum larının e kilm e si, a ile le rin y ık ılm a s ı, vicdanın körelm esl, duy
guların yok o lm ası v s. gibi zararları vardır.
3 — KUMAR
A lla h ’ın e m irlerind en h a n g isi olursa o lsu n ona m uhalefet etm ekten
dolayı m utlaka ceza gerekir. Kum ar da böyledir. M a 's iy e t için terettüb
eden fıtr î cezalar pek çoktur. Tabi bu ce za la r kum arbazın uğrayacağı
ta ’z îr cezası ile kıyam ette çeke ce ği cezaların d ışınd ad ır. Bu konuda
önem li fıtrî cezalardan birkaçını kısaca şö y le sıra lam ak m üm kündür :
545
İSLÂM
4 — D O M U Z ETİ Y E M E K
Domuz eti yem ekle A lla h 'ın e m irle rin in dışına çıkan bir kim senin uğ
rayacağı ilk ceza ken disine domuz kürtünün geçm esidir. B. VVedicson
şö yle der :
«Fransa, Alm anya, İtalya ve İngilterenin belli yörelerind e yaşayan
ların hemen hemen hepsinde bu kurt vardır. Halbuki' şarkta, d inleri do
muz etini yasaklad ığı için bu parazitlere rastlam ak mümkün değildir.»
Domuz eti yiyenin karşı karşıya kaldığı ikin ci ceza, tiriş in h a sta lığ ı
dır. Bu hastalığın ö z e llik le ri :
B irin c is i : H içb ir doktor herhangi bir domuz için bunda bu tenyalar
yoktur diyem ez. Çünkü bunun te s b it e d ilm esi için domuzun bütün adale
le rinin parçalanıp m ikroskopla muayene e d ilm esi gerekir ki böyle bir
am eliyeye maruz kalan domuzda yenecek et kalmaz. A d e le le r parça
lanıp muayene e d ilirke n eti tükenir.
İkin cisi : Bu tenyaların bir d iş is i y e rle ştiğ i barsağın sa lyala rı ara
sına binbeşyüz tane civarın da yavru bırakır. D işi tenyalardan doğan m il
yonlarca yavru tenya kan d o laşım ı v a sıta sıy la bütün vücuda da ğılırlar.
A d a le le re geçen bu yavrular şid d e tli ağrı ve iltihablara, s in ir dokularının
şiş m e sin e sebep olurlar.
Bu h a sta lığ ın ilâcı yoktur. Bazı fennî sebeplerden dolayı ilâcın bu
hastalığa faydası tam bir netice verem em ektedir. Henüz tam e tk ili bir
ilâç bulunam am ıştır.
Ü çüncüsü : Domuz eti, insan vücuduna ve m ideye zarar veren m ik
roplarla paratifo hastalığ ı m ikroplarım taşır. Hazım siste m i bu m ikrop
lardan dolayı m üthiş ağ rılar yapar.
Dördüncüsü : Domuz etinin insan şa h siye ti üzerindeki e tk isid ir. Y e
nen ve içile n şeyin insan şa h siye ti üzerindeki e tk ile ri apaçıktır.'
546
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
A lla h (C.C.) Peygam ber'in hanım larına em rederken diğer hanım lara
da hitap ederek şöyle buyuruyor: "Hem evlerinizde oturun ve evvelki ca-
hiliyet (zam anında sü slenerek, ince e lb ise le r giyerek, a ç ılıp sa çıla ra k so
kağa çıkan kadınların) çıkışı gibi çıkmayın. Namazı gereği üzere kılın, ze
kâtı verin, Allah’a ve Resulüne itaat edin." (211) O halde Yüce A lla h , ka
dının tem el m eşg alesinin evinin içi olduğunu b ild iriy o r. O, b ir anne ve bir
te rb iy e cid ir. Ç o cu kla rın y e tiş tirilm e s iy le uğraşır. Bunun karşılığ ın d a na
fakası daim a başkalarına aittir. Evlenm eden önce babasının evinde evin
nasıl idare e d ile ce ğ in i, çocukların nasıl y e tiş tirile c e ğ in i öğrenir. Ne koca
ve nede baba bulunm adığı takdirde kendisine en yakın akrabası nafaka
sın ı tem in etm ekle m ü kelleftir.
Bu konuyu ilg ile n d iren m e se le le re İçtim aî ve ahlâkî s is te m le ri anla-
fırken dokunm uştuk.
Kadın ve erkeğin m aişet konusunda başka bir yol takip e ttik le rin i
ve bugün tam anlam ıyla batıda olduğu gibi kadının erkek gibi işe g itti
ğini, ik isin in beraberce evden ç ık tık la rın ı ve evin ih tiya çla rın ı p a y la ştık
larını farzedelim .
211 — A lızab : 33
547
İ SLÂM
6 — RÜŞVET
İslâm rüşveti haram k ılm ış tır. Rüşvet alm ayı da, verm eyi de, aracı
olm ayı da y a sa k la m ıştır. «ResûllüHah (S.A.V.) rüşvet alanı, vereni ve
aracı olanı lanetledi.» A lla h Teaia şö yle buyurur: «Aranızda birbirinizin
mallarını hırsızlık, kumar ve gasb gibi haksız sebeplerle yemeyin ve in
sanların mallarından bir kısmını bile bile yalan şahitliği gibi günahla ver
mek için, o malları rüşvet olarak hakimlere aktarmayın.» (212)
R üşvetin yaygın olduğu devlette hem devletin, hem cem iyetin ve hem
de ferdin başına gelen birçok fıtr î ceza vardır.
Bu cezalardan ilki: Hakka ancak batıl yollarla ve rüşvetle u la şıla
cağı dü şü ncesin in yaygın olduğu toplum da ö lçü le r kaybolur. Güven y ı
k ılır. Şüpheler yaygın laşır. Toplumun d evletine güveni kalmaz. Ondan
intikam alm aya ç a lışır. Y ık ılm a s ı için gayret eder.
İkincisi : R üşvet yayg ın laştığ ınd a her insan onu ödem ekle karşı kar
şıya kalır. Rüşvet alan, aldığını' başka alanlarda rüşvet olarak yatırm ak
m ecburiyetindedir.
212 — B a k a r a : 188
548
İSLÂM1N MÜEYYİDELERİ
M üslüm anlar iy iliğ i em retm eyi, kötülükten sakındırm ayı ve cihadı ter-
kettiklerin d e birçok fıtrî cezaya ça rp tırılırla r.
H er şeyden önce İslâm üm m eti dışta düşm anlara, içte m ünafıklara
karşı ze lil duruma düşer. Bu bir vakıadır. Günüm üz İslâm üm m etinin du
rumu açıktır. R esûlüllah (S.A.V.) m üteaddit hadislerde bu âkibete işa re t
etm ektedir :
«Borca alış-veriş yaptığınız, sığırların kuyruğuna tabi olup ekine rıza
gösterdiğiniz ve cihadı terkettiğiniz zaman Allah üzerinize bir zillet mu
sallat eder. Siz dininize dönmedikçe onu üzerinizden kaldırmaz.»
«İyiliği emredecek ve kötülükten sakındıracaksınız. Değilse, Allah,
kötülerinizi üzerinize musallat edecek ve iyilerinizin sözü dinlenilmeye-
cektir.»
İyiliği em ir ve kötülükten sakındırm a yapılm adığı takdirde toplumun
başına gelecek cezalardan biri de zulüm ve sa p ıklığ ın yaygın laşm ası ve
fitnenin in tişa rıd ır. Hadis-i şe rifte şöyle buyurulur :
«— Kadınlarınız azdığı ve gençlerinizin fişka girdiği zaman durumu
nuz ne olacaktır?»
Sahabeler :
— Bu da olacak mı, ya R esûlü llah ?
— Nefsimi kudretinde tutana yemin ederim ki evet. Hem de daha
şiddetlisi olacaktır.
549
İ SL ÂM
1 — D e v a m lı m ü z i k d i n le m e k , beşer n e fs in i s ü re k li b ir rehavete
s ü rü k le r. İnsanda, hevâ ve heves e ğ ilim le ri k u v v e tle n ir. R a h a t ın a d ü ş
kün o lu r . T e k l i f v e m e ş a k k e t l e r d e n h o ş l a n m a z . M i l l e t iç in bu, t e m e ld e n
b ir t e h l i k e d i r . O zam an m ille t y ü k le n d iğ i g ö re v in şu u ru n a varm az. Fe
d a k â r l ı k d u y g u la r ı k ö r e i ir . M ü z i k ve a h lâ k bozucu ş a rk ıla rı d i n le m e k t e n
doğan ilk c e z a b u d u r. M ille t le r in ta rih in i i n c e le , m ü ziğ e d a la n h e r m i l
le t in t e s l i m b a y r a ğ ım ç e k tiğ in i ve m ü c a d e l e a z m in i y i t i r d i ğ i n i görürsün.
550
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
2 — M ü zik Iehviyâtın zirv e sid ir. Lehviyât ise, dünya hayatının z ir
v e sid ir. İnsan'ın m üzik ve nağm elere dalm ası ve devam lı ona yön elm esi,
pratik hayatında ruhî açıdan âhiretten sapar. Onu unutur. Bütün duy
guları dünya m etaına yön elir. G ö rev le rin i hakkıyla yerin e getirm ez, in
san hayatını incele. Erkek olsun, kadın olsun m üziğe düşkün ise sorum
lu lu kların ı yerin e getirm ekte m utlaka te m beldir. Bir k ısm ın ı yerin e g e ti
rirse , d iğ e rle rin i yerin e getirm ez. M ü zik insanın yüce duygularını ge r
çekten uyuşturur, insanın kalbinde dünyaya bir pencere açar.
3 — İnsanın zam anı normal o larak ça lışm a , g e lirin i elde etme, uyku,
yem e-içm e ve diğer şe y le rle geçer. G eri kalan vaktini kendi n e fsin i İslah
etmek, fa zile t ve kem alatım arttırm ak hu susların da harcam ası gerekir.
Vaktini bu gibi şeyle rd e harcayan bir toplum un geleceği için h ayırlı şe y
ler um ulur. A m a boş v a k itle rin i lehviyât ve boş avuntularla g e ç irirle rse
o toplum un hayatı hayvan hayatına döner. Yem ek, içm ek, eğlenm ek ve
diğer dünyevî hedefler dışında h içb ir hedefi kalmaz. İnsan hep bunlara
götüren y o lla rı ara ştırır.
4 — Bütün bunlara fa s it b ir hayal ve değ ersiz duyguların, çirk in
dü şü ncelerin ve sa pık iste k le rin m ahsulü olan şa rk ıla r da e k le n irse bu,
m ille tin ruhu için ölüm dür. Böyle bir m ille t hergün biraz daha özünden
uzaklaşır.
Şarkı, bir m ille tin eğitim ind e o m ille tin kanunlarından daha e tk ilid ir.
Konfüçyüs'ün bu konudaki sözü pek hekim ânedir: «Bir m ille tin kanun
koyucularından önce bana şa rk ıla rın ı tanzim edenlerden haber verin.»
İnsan eğitim inde şa rkın ın e tk isi diğer şe y le rin e tkisin d e n daha çoktur.
Çünkü o, nefse ve duygulara daha yakındır. Eğer m ille tin gece-gündüz
din le d iğ i şa rk ıla r zik re ttiğ im iz neviden ise vay bu m ille tin haline. G ö re
vini yerin e getirm e se v g is in i y itire n bir m ille t y ık ılış ve intihara doğru
gidiyor dem ektir.
Bu durumda insanın etrafında döndüğü m erkez, le zze tle re kulluktur.
Ş a h sî m enfaattir. «Ben» den başka herşeyi unutm adır.
M ü zik ve fa s it şa rk ıla rla insan ölçüsünü kaybeder.
İnsanlara bak! Falan kadın veya erkek se s sanatkârını duydukların
da nasıl davranıyorlar? N asıl harekete g e çiy o rla r? N a sıl bağırıp ç a ğ ırı
yo rla r? N asıl se rm e st oluyo rlar?
551
İ SLÂM
10 — İLİMDE İFRAT
Farz ilim le rd e n her b irin in her bölümü farz-ı ayn veya farz-ı kifayedir.
Bunlarda yap ılacak a ş ır ılık cezayı ge re ktirdiğ i gibi m ekruh yahut haram
olan ilim le ri öğrenm ek de fıtrî ce zala rı g e re ktirir.
M e se lâ güzel ahlâkı öğrenm ek ve öğretm ekte aşırı g id ile c e k o lsa te r
biyenin asg a risi b ile elde edilm ez. Bunu yapan k işi başkalarına eziyye t
verd iği gibi kendi ken disine de e ziy ye t eder. K iş iy i görürsün b a şkasıyla
552
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
alay eder, başkasına söver ve kim seye saygı duymaz. K işi insanlara nasıl
davranırsa onlar da ona öylece davranırlar. İfrata düşm üş toplum un her
ferdi için bu bir azaptır.
Farz-ı kifaye olan farzlardan herhangi birinde a şırı g ittiğ im izd e o
konuda başkasına muhtaç oluruz. Başkaları da bize kin besler. Bize ya
rarlı olm ayan şa rtla r ile ri sürer. Yahut bizi aldatır. Ondan faydalanm ak
iste d iğ im iz yönde o bizi köstekler. Bütün bunlarda azap vardır.
Z ararlı olan kitapların yazılm asına, halkın elin e geçm esine m üsam a
ha gö ste rd iğ im iz an ilk göreceğim iz zarar halkın v a k itle rin in boşa harcan
m asıdır. Sonra, bu kitapların se m e re leri onları okuyanların d ü şü n ce le rin
de bir takım gö rüşle r ortaya çıkar. A zap yaygın laşır: «Başka yollara ve
dinlere uyup gitmeyin ki, sizi onun yolundan saptırıp parçalamasınlar.
İşte Allah kötülükten sakınasınız diye, size bunları emretti.» (214)
Bundan da anlıyoruz ki, ilm in her dalında aşırı gitm ek doğru olm a
yan bir davranıştır.
Bu on m isal ile A lla h 'ın e m irlerind en ayrılm aktan dolayı ortaya çıkan
fıtrî cezaların b azısını açıklam ak isted ik. A ş ır ılık ve sapm a sünnet, vacip
ve farzlarda o lab ile ce ğ i gibi m ekruh ve haramda da olab ilir.
M isv a k sünnetini terketm ek d işle rin bozulm asına ve ağızın pis kok
m asına v e sile d ir.
A v re t y e rle rin in ö rtülm em esi İslâm te rb iy e sin in tem el ahlâk kaid ele
rinden bir kısm ın ın y ık ılm a sın a sebeptir.
Namaz kılm am ak, akideyi taşıyan kalbin ölüm üyle akidenin ölüm ü
ne v e s ile d ir. Kalb ölünce de insan A lla h , Resûlü ve şeriatınd an gafil ka
lır. A lla h 'a kulluktan sapmak, -başkasına: Hevâya, puta, insana vs. ye
kulluğa götürür. İnsanın insana veya şeytana kulluk etm esi çok çirkin
bir durumdur. O zaman insanın h içb ir değeri kalmaz. Hergün fıtra tın ın
asaletinden b irş e y le r kaybeder. N ihayet hayvan olup çıkar.
İnsanlar İslâmdan yahut onun bir bölüm ünden sapm anın n e tic e s in
de uğ radıkları m u sib etleri b ilm iş olsa lard ı A lla h 'a itaattan ve şeriatına
uymaktan başka bir şeye kalb le ri mutm ain olm azdı. Lâkin A lla h 'ın sü n
netinin gereği budur: Sapacaklar ve azap gö recekler. Kendi ken dilerin e
zulm edecekler. A m a buna akıl e rd irem eyecekler.
553
İ S L Â M
Üstad Seyyid Kutub, A lla h ’ın dininden ve O ’na iman etm ekten sap
ma üzerine terettüb eden cezaları fıtratın cezası olarak isim le n d irip
«İslâm ve M ed eniyetin Problem leri» isim li kitabında buna bir fa s ıl ayır
m ıştır. Bu fa sılın ta şıd ığ ı üstün d e lille ri ve konunun m ükem m el bir ş e k il
de işle n işin i göz önünde bulundurarak tam am ını buraya aktarm akta fay
da buluyoruz :
K urtu luş yoktur!... Buna rağmen insan düzenini fa iz üzere kurm uş
tur. B öylece g e lirin tam am ı birkaç bini geçm eyen bankacı v e fa izcin in
elin e geçm ektedir. V e bu fa iz c ile r m uhteşem yazıh anelerin, İktisadî na-
za riy e le rin ve tüm basın yayın organlarının arkasında g izle n m işle rd ir.
N e tice olarak, yine kurtuluş yoktur. Buna rağmen insan A lla h d ı
şında maldan, n e fs î arzularından, maddeden, gelird en, k a rşıt cinsten,
topraktan ve kanunlardan ilâ h la r e d in m iştir. Ki bu son k ısım ilâ h la r kul
lara yeni yeni anayasalar koym akla A lla h ’ın, kanun koyma hususundaki
ih tisa sın ı ve O ’nun kulları üzerindeki A lla h 'lık hakkını gasbederler. Bü
tün bu ilâ hla rı y a ln ız A lla h ’tan uzaklaşm ak ve O ’nun ibadetinden m üs
tağni kalm ak için e d in m iş ve onlara ibadet etm iştir.
K urtu luş yoktur!.. Buna rağmen insan fıtra tın ce zasın a m üstahak o l
mak iç in bütün bunları yapm ış... A lla h ’a m uhalefetin derin ve te s irli n i
dasına uym ak su re tiy le insan, bu cezaya m üstahak olm uştur.
A lla h ’ın bu şe k ild e k i irad esin e k a rşılık , insanın karşı koym ası hiç
reva görülür mü... Bütün bunlar olur mu?
Ve... Oldu...
İnsan bütün bu m uhalif nidalara uym uştur. N e fsi ve âsâb iyle uy
muştur... Bedeni ve âfiyetiyle... Saadeti ve sukûnu ile... M e v h ib e le ri ve
hu sû siyetleriyle ... Dünyası ve âhiretiyle... uym uştur!...
Uym uştur... Fakat, maddi m edeniyetin z irv e s in e u la şm ış m ille tle r
de b ile bu sebepten n e sil, inkiraz tehdidi ile karşı karşıya k a lm ıştır, in
sa n lık h u sû siy e tle ri barbarlığa dönüşm üştür... M ed e n iy e tin dayandığı il
min uçurum lara sü rü k le n m e siy le zekâ ve akıl tehdid e d ilm iştir. Ve en
sonunda m edeniyetin ken disi helâk te h lik e s iy le karşı karşıya kalm ıştır.
B öylece bugünkü y o lla rıy la tekniğin m uhtaç olm adığı bütün kuvvet
leri yüz üstü atm anın b e lirtis i ç ık ıv e rm iştir. Feveran için de bulunan mad
di toplum un istik b a li için rah atsız edecek ha lle rin b e lirtile ri... D in siz m e
den iyette fe ls e fe le rin ve diğer halle rin ortaya attığı ruhî, bo şluk b e lirtile
ri... ç ık m ıştır. Ve bütün bunlar asabi, aklî, n e fs î h a sta lık la r ve şa şk ın lık ,
d e lilik , nefret, a y rılık ve c in a y e t gibi durum larda b e lirm iştir...
555
İSLÂM
215 — B a k a r a : 211
216 — B a k a r a : 108
217 — A ’r a f : 175-176
2 18 — B a k a r a : 275-276
556
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
557
İSLÂM
221 — A le x is C a r r e l, în s a n Bu M e ç h u l, s. 10-11
222 — A yni E ser, s. 332
223 — A yni E ser, s. 36
224 — A yni E ser. s. 37
225 — A yni E ser, s. 160
558
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
559
İ SLÂM
İnsanın, sıhhatta bulunmak için, dikkati dağıtmayan bir dikkat sarfı ile ken
dini unutm ası daha iyidir. M uayyen bir gâyeye göre fa a liye t ayarlanır
sa, zihn î ve uzvî fo nksiyo nlar daha kâm il surette âh e nkleşirle r. A rzu la rın
b irle ş m e si aklın bir tek istikam ete yön elm esi, bir ç e ş it kalb huzuru v e
rir. K işi, fa aliye tte bulunm ak olduğu kadar m ürakebeye varm akla da
kendi kendisinde tem erküz edebilir. Fakat denizin, dağların ve bulutla
rın gü ze lliğin i, sanatkârların ve şa irle rin şa h e se rle rin i, fe ls e fî tekerrürün
büyük in şalarını, ta b iî kanunları ifade eden riyazî fo rm ülleri tem aşa et
mek yetmez. G e re kir ki, ahlâkî bir ideale e rişm e k için m ücadele eden,
eşyanın karanlığı arasında ış ık arayan, hatta m istiğin yollarında yürüye
rek bu âlem in göze görünm eyen özünü bulm ak için kendinden geçen bir
ruh da olsun....»
«Şuur fa a liye tle rin in tevhidi, ahşâî ve asabî fon ksiyo n la r arasında
daha büyük bir âhengi tem in eder. A h lâ k duygusu ve zekânın ayni za
manda g e liş tik le ri sosyal guruplarda beslenm e ve s in ir h a stalıkları, cin a
yet ve d e lilik hayli nadirdir. İnsanlar bu guruplarda mutludurlar...» (231)
«M edeniyetim iz, şim diye kadar dim ağî fa a liye tle rim ize uygun bir çe v
re yaratm ayı başaram am ıştır. M odern insanlardan birçoğunun fik r î ve
ahlâkî kıym etlerin in zayıf o lm asını, p sik o lo jik ik lim in in y e te rsizliğ in e ve
fena terekkübüne atfetm ek lâzım dır. M odern ilim le rin anaları olan hıris-
tiyan m ille tle rd e a n la şılm ış oldukları ş e k ille riy le , entellektüel kültürü, gü
ze lliğ i ve ahlâkı yok etm eye sevkeden endüstriyel dinin doğm aları, yani
m add ecilik ve fa yd a cılık olm uştur. A yni zamanda, yaşam a tarzındaki
d e ğ işik lik le r, ken dilerin e m ahsus şa h siye tle ri ve ananeleri olan a ile ve
ce m iye t guruplarının da dağılm asını intaç etm iştir. Kültür, hiçbir tarafta
tutulam am ıştır. G azetelerin, radyoların ve sin em aların geniş bir şe k ild e
yayılm aları, ce m iyetin entellektüel s ın ıfla rın ı en aşağı noktada bir s e v i
yeye in d irm iştir. Hâla radyolar, kalabalığın zevkine giden bayağılığı her
kesin evine kadar sokuyor. K o llejlerd e ü n iv e rsite le r kursla rın ın m ükem
m elliğ ine rağmen, a k ıls ız lık gitgide gen elleşiyo r. Bu a k ıls ız lık çoğu kez
ile ri fen b ilg ile riy le aynı zamanda m evcut bulunuyor.
M e k te b lile r ve ü n iv e rsite lile r zih in le rin i, a lış ık o ldu kları radyo ve s i
nema proğram larının m anasızlığı kalıbına sokuyorlar. İçtim aî çevre, ze
kânın g e lişm e sin i kolaylaştırm adıktan başka buna, hatta karşı g e li
yor.» (232)
«Ayni cinsten olanlar arasında seksüel m ünasebetler ile rliy o r. C in s î
ahlâk yok e d ilm iştir. Psika n a lizcile r, kadınlarla erkeklerin ze vciye t muâ-
560
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
«Yarı yarıya boş kiliselerinde boş yere zayıf bir ahlâk telkini yap
maktadırlar. Bugünkü cemiyetin kadrosu, zenginler hesabına muhafa
zaya yardım eden jandarmalar derekesine düşmüşlerdir. Yahut, politika
cılar misâli kitlelerin hisliliğini veya anlayışsızlığını okşamaktadırlar...»
Zihni şahsiyet, uzvi şahsiyetten daha az b e lirlid ir. Çağdaş in san lar
da bunun henüz m evcud olduğundan haklı olarak şü p h ele n ilir. Bazı mü-
şahidler, bu fik ird e d irle r, Theodore D reiser, bunu bir efsane sayar. M u
hakkak ki yeni beldenin sa kin le ri ahlaki ve zihni zaafları bakımından
büyük bir y e k n e sa k lık arzederler. Orada fe rd lerin çoğu aynı tipte y e tiş
tir ilir. Bu tip bir s in ir lilik ve g e vşeklik, öğünme ve kendine güvenme,
kasgücü yorgunluğuna d a y a n ıksızlık karm asıdır. Bu tip, hem önüne ge
çilm e z, hem az az şid d e tli ve bazan da hom oseksüel tenasül tem ayü l
lerinden m ürekkebtir.
«Nihayet şunu düşünm eliyiz: Y eni hayat tarzı ırkın geleceği üzerin
de nasıl bir etkiye sahib olacaktır. Çağdaş m edeniyetin cedlerim izd en
kalm a ad etleri d e ğ iştirm e sin e karşı kadınların m ukabelesi anî olm u ş
tur. Doğum derhal aza lm ıştır. Bu pek önem li olay, fennin doğrudan doğ
ruya veya v a sıta lı olarak meydana g e tirm iş olduğu ile rle m e le rd e n ilk
faydalanan so syal tabakalarla m ille tle rd e daha v a k itsiz ve daha te h lik e
li olm uştur. K ad ınların gönüllü k ıs ırlık la rı m ille tle rin tarihinde yeni de
ğildir. G e lip ge çm iş m ille tle rin m e den iyetlerin in şu veya bu devrinde
vuku bulm uştur. Bu, k la sik bir alam ettir. M an asın ı biliriz...»
562
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
«Erkekle kadın arasındaki fa rkla r yaln ız tenasül cih azla rın ın hususi
şe k ille rin d e n , rahim in varlığından, adet görm ekten, veya terbiye tarzın
dan ile ri gelm ez. Bunun sebebi çok daha derin dir. V e tenasül guddele
rinin m ahsulü kim yevî m addelere bütün uzviyetin iş başından h asıl olur.
Bu e sa slı o layları b ilm e m e ktir ki, Fem inizm ö ncü lerin i, iki cin sin de ay
nı te rbiye ye aynı işle re aynı se la h iy e t ve m e s ’u liye tle re m alik o la b ile
ceği fik rin e sü rü k le m iştir. H akikatte kadın erkekten pek başkadır. V ü cu
dundaki hücrelerden her biri c in sin in izle rin i ta şır. U zviyeti, hele s in ir
s is te m le ri de böyledir. Fizy o lo jik kanunları da y ıld ız la r alem inin kanun
ları kadar m erham etsizd irler. O nların yerin e b e şerî arzuları koym ak im
kansızdır. O nları oldukları gibi kabule m ecburuz. K adınlar istid a tla rın ı
kendi tabiatlarına göre g e liştirm e li, e rke k le ri taklide y e lte n m e m e lid ir
ler.»
Teşekkülüne baba ve anne m üsavî su rette yardım ederler. Fakat
ana yum urtaya nükleer m addenin yarısından başka, nüveyi saran bütün
protoplazm ayı da verir. Bu su retle de ceninin teşekkü lün de babanınkin-
den e h em m iyetli bir rol oynar
«Tenasülde erkeğin v a zife si, sü rek sizd ir. K ad ının ki ise dokuz ay sü
rer. Bu sıra da cenin, dölyatağının gışalarından süzüldükten sonra ana
nın kanından gelen m addelerle beslen ir. Ç ocuk, n e sicle rin in in şa sı için
anasından b ir takım kim yevî unsurlar alırken, ana da çocuğunun nesic-
lerin e ifraz olunan bazı m addeleri alır. Bu m addeler, fayd alı veya zararlı
o la b ilirle r. Z ira cenin, hem ananın hem de babanın nü kleer m addelerin
den husule gelm ektedir. Bu, m enşei yabancı bir y a ra tıktır ki, kadirim vü
cudunda y e rle şm iştir. Bütün g e b elik m üddetince kadın bu e tkinin a ltın
dadır. K im i v a k it cenin tarafından ze h irle n ir. F izy o lo jik ve p s ik o lo jik
vaziyeti daim a cenin in te s iri altında d e ğ işik liğ e uğrar. D e n ile b ilir ki d iş i
le r hele m em eli hayvanlarda ancak bir veya b ir kaç gebelikten sonra tam
g e liş e b ilirle r. Ç o cuksu z kadınlar diğerlerinden daha az m uvazeneli ve
daha çok s in irli olurlar. Hülasa, n e sic le ri ta ze likle rin d e n ve bilhassa k ıs
men de kocaya aid iye tle rin d en dolayı ken dilerin kin den başka olan ce n i
nin m evcudiyeti kadın üzerinde derin ce te s irlid ir. K adının doğum daki
fonksiyonu umumi su rette y a n lış b ilin ir. H albuki, bu vazifen in ifa sı,
onun tam g e lişm e si bakım ından zaru ridir. Bu seb eb le de kadını analıktan
alıkoym ak m anasızdır. D e lik a n lıla ra v e rile n en te lle ktü e l terbiye, hayat
tarzına, genç kızları da tabi tu tm am alıdır. T e rb iy e cile r, erke kle d işin in uz-
vi ve dim ağı a y rılık la rın ı ve ik isin in de ta bii ro lle rin i göz önünde bulun
du rm alıdırlar. İki cin s arasında u zla ştırılm a z b a şk a lıkla r vardır. M edeni
dünyanın kuruluşunda bunları dikkate alm ak elzem dir...
563
İ SLÂM
K ızla rın öğretim program larının, fizy o lo jik durum larına ve akli ka
p a site le rin e göre ayarlanm am ış olm ası ve böylece diğer çocuklara ve
küçüklere tatbik edilen programa göre y e tiş tirilm e le ri acaip değil m idir?
Kadına, yaln ız gebe kalıp doğurm aktan ibaret olm ayan, fakat aynı za
manda küçüklerin bakım ı olan tabii v azifesi geri v e rilm e lid ir.
C in s î m ünasebetlerde m übalağanın dim ağı faaliye ti sü ratlen dirdiği
iyice b ilin ir. Zekânın bütün kudretiyle b e lire b ilm e si için hem iyi g e lişm iş
c in siy e t guddelerinin v arlığ ı, hem de c in si arzunun m uvakketen baskıda
kalm ası lazım dır.
Freud c in si in d ifa’ların şuur fa aliye tle rin d e ki ehem m iyetinden haklı
olarak bahis etm iştir. A n ca k bu gö zlenim ier hastalara aittir. Bu hüküm
leri normal insanlara, hele dayanıklı s in ir s is te m le ri olanlara, n e fisle re
hakim bulunanlara te şm il e tm em elidir. Z ayıflar, s in irlile r, m üvazenesiz-
le r c in si arzularını za b te ıtik le ri zaman büsbütün an o rm alie ştikleri halde
kudretli insanlar perhizin bu şe k li sayesind e daha kuvvetlen irler.
Şim d i de bu m edeniyetin düşm anı olduğu için hiç bir zaman iddia
edilm eyen A m e rik a lı yazar ve filo z o f Vel D ’iv ran t’ın m üşahedelerini göz
den geçirelim ... Z ira o, bu m edeniyetin te m sil ettiği bütün y e n ilik le re ve
terakkiye hayrandır... İslâm dinine açıktan açığa düşm anlık yaptığı gibi;
ihtiva ettiği anlam olarak her türlü din tasavvurunun aleyhindedir. Onun
«Felsefenin P ırıltıla rı» kitabından b irin ci ciİd ve «M edeniyetin H ikayesi»
kitabından bir kaç c ild d ilim ize tercüm e e d ilm iş bulunm aktadır. Arap-
çayı okuyabilen herkes onun bu m edeniyet hakkındaki hayranlığını her
türlü din an layışına ve bilh a ssa İslâm dinine karşı tutumunu ve düş
m anlığını anlıyabilir...
Bununla beraber o, «Felsefenin P ırıltıla rı» kitabında bu m edeniyet
hakkında şu görüşleri ile ri sürer.
«Bugürki kültürüm üz sathi ve b ilg im iz tehlikelid ir... Çünkü biz, alet
bakım ından zengin, gayeler bakım ından da fakiriz. D in î im anın hareke
tinden bir gün yetişen akıl m uvazenesi; bugün bitm iş durum dadır. İlim,
yüksek ahlâk kaid e lerin i çe kip götürm üştür. B öylece m uzdarib ah lâkım ı
zın c ü zle rin i aksettiren m uzdarip bir fe rdiye tte bütün bir alem dalgaya
kap ılm ış durum dadır. Biz S o k ra t’ın fik rin i rahatsız eden m üşkülle tekrar
karşılaşm aktayız... Yani, insanların yaşayışın da bütün izle ri kaybolan ih
ta rların yerin i tutacak tabii ah lâk’a nasıl sahib o la b iliriz? B ir yönden bu
y a k ış ık s ız fesadla ve diğer yönden aşırı d e liliğ im iz le so syal m ira sım ızı
ay ıra b iliriz. Ve bunu, kendisi olm a ksızın arzuların sağla m lığ ın ı, gayelerin
te k liğ in i tem in eden bu k ü lli nazarıyyeyi de kaybettiğim iz fe lsefed en ay
564
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
565
I SLÂM
lı alm aya m uktedir olan ve alan e v lile re yüklenm ektedir. Fakat en kuv
v e tli bir ih tim ale göre, bu kötülüğün en çoğu, şu asrım ızd a e v lilik haya
tı için ta b iî olm ayan gecikm eye râcidir. E v lilik te n sonra vukubulan şe y
lerin hemen hepsi; e vlilik te n önceki a lışk a n lık la rın bir m e yvesid ir. Şu
m üreffeh teknik hayatta canlı ve so syal d e lille ri anlam aya ça lışıyo ru z.
İnsanın yarattığı âlem de kendisinden kaçın ılm a sı im kân sız olm ası do-
la y ıs iy le bunu bilm eye çalışıyoruz...»
Bugünkü m ü tefe kkirle rin hakim ve yaygın fik ri, işte budur... G a zi
nolarda ve a çık yayınlarda bize takdim edilen bir m ilyonu aşkın A m e ri
kalı kızın, ken dilerin i ibahe m ezbahanelerinde kurban takdim etm eleri ve
bizim bu manzaraya razı olm am ız bizim için kâfi b ir utanç mevzuudur...
Ki onlar, bununla erkekler v e mahrum kadınlar arasındaki rağbeti -arzu
yu- tatm in etm ek sû re tiyle mâl kazanmaya ça lışıy o rla r.
«Diğer taraf da ç irk in lik yönünden, bundan aşağı değildir... Z ira ev
liliğ i ge ciktire n her erkek m u htelif boyalarla k en d ilerin i d e ğ iştire n so
kak kızlarından birkaç ta n e siy le iliş k i kurar. A yn ı zam anda erkek bu
ge ciktirm e esnasında kendini tatm in için devletçe kabul edilen ve İlmî
idare y o lla rıy la idare edilen bir nizam görm ektedir. B öylece bir ilim ada
mı arzuları tatm in için mümkün olan bütün y o lla rı icad edebilir...»
Büyük bir ih tim ale göre şehvete bu kadar düşkün olm ak Darvvin'in
bütün d in î inançlara hücum etm esine yardım etm ektedir. Erkek ve kız
bütün gen çler ilm i terketm ek için bin türlü sebep aradılar. V e bu, c in s î
hayatta zühd ve donukluk, edebî ve her türlü ilim h a lle rin i reddetm eye
sebep oldu. Eski lahût â lim le ri bir kızın eline dokunm anın günahlığım
m ünakaşa ediyo rlard ı. Fakat şim d i deh şetle şö yle dem em iz gerekir: «O
e li görüp de öpm em ek, b ir su ç değil m idir?» İnsanlar im anı kaybettiler
ve şaşkın deneysel hayata ve eski korkudan firara doğru yöneldiler...
İlk büyük savaş bu d e ğ işik liğ in son etkeni oldu. Z ira o savaş tek
nik ve tic a re t bölgesinde bulunan kim se le rin se lâ m e ti için y ard ım laş
ma kaid e leri kurmuş ve onlara vahşeti iade e tm iştir. Harpten sonra her
kes kendi ülkesine dönm üş ve ahlâkî bozukluk için bir kaynak o lm u ş
lardır. Ve yine o savaş b irço k kim senin başını yediği için hayatın ucuz
luğu intibaını verm iştir. N e fs î ızdıraplara dayanan zulü m lerin zuhuruna
sebep oldu. İlâhî imanı param parça etti. Ve kalblerden d in î akideyi sö
küp attı. Bu iyi ve kötü ham lelerin çarpışm asından sonra aldanm ış bir
nesil çık ıv erd i. B öylece hüküm etler bir tarafta, halk da bir tarafta kaldı.
S ın ıfs a l savaş yeniden başladı. Teknik umumi m enfaati düşünm eden yal-
| nız kazancı hedef edindi... Sorum luluktan korkarak e rke k le r e v lilik te n
566
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
uzak durdu. Kadınlar nihayette kuru bir tapınm a âleti veya bozuk birer
v a rlık haline geld ile r. G e n çle r bu yeni bazı ica d la r d o la y ısıy la eskiden
bir yük kabul edilen kadın m ünaseb etlerinin neticesin d en kurtuldu ve
ken dilerin i gen iş bir hü rriyet alanı için de h isse tm e ye başladılar. B ir gen
cin etrafında hayat ve fen sahalarında m ilyonlarca c in s î te s ir do la şm a k
tadır.
Bugün te kn ik çağı olduğu için her şeyin de ğ işm e si şa rttır. Sosyal ha
yatın güvenliği için son derece tedb ir alın d ığ ı her zam anda fe rt kendi
em niyetinden endişe etm eye başladı. H er ne kadar cis m a n î hayatın em
niyeti e skisin d e n daha önem li ise de, te kn ik hayat, te h like n in her an
g e le b ile ce ğ in i düşündüren bir çok k a rışık p ro b lem le rle doludur... E sk i
sinden daha gururlu ve daha ce su r görünen g e n çlik ise; o şim d iy e ka
dar görülm em iş bir şe kild e , maddi yönden âciz, te kn ik yönden de ca
h ild ir. G e nçlik, ce p le ri para ile dolu olduğu ve aşkın kucağına a tıld ığ ı
halde evlenm eye cü re t edem ezler. S e n e le rce onlara aşk, kalbin kap ısın ı
vurur. Fakat c e p le r e v liliğ e kâfi gele ce k paraya sahip değ ild ir. Y in e s e
nelerce sonra c e p le rin dolu dolu olduğu bir zam anda aşk yine döner,
e v lilik vukubulur.
Şim di de bu m eden iyet ve bu m edeniyetin in sa n lık h u su s iy e tle riy
le beraber in san lık hayatını te h d it eden halle ri hakkında Ebu A la el-M ev-
d u d î’nin bazı m ü şahedelerini görelim ;
— Daha önce de sö y le d iğ im iz gibi- O n se k izin ci asırda İslah san
cağını ortadan kaldıran büyük fe ls e fe c ile rle tabii ilim le r kutuplan muh
te lif kayıt ve se d le ri ha şin liğ i, k o la y lık yerin e zorluğu insan fıtra tın ın
kabul taklid ve kuralları fıtrata ve akla uymayan y o lla rı içeren bir m ede
niyet nizam ıyla karşı karşıya kalıyorlardı... Uzun zamandan beri devam
edegelen bu gerilem e tekabül ve m edeniyet yolunda ile rle ye n her top
lumun önünde büyük bir m üşkül olm aktadır. B ir yönden yeni ilm i ve a k lî
ham le, orta tabakaya ile rle m e , işte m aharet ve şa h si gayret aşkın ı ş id
detle aşılam akta ve diğer yönden bu orta ta b a ka n ın 'b a şı üstünde hüküm
sa h ip le ri veya din adam ları tabakası vardır ki; ke n d ile rin in ta klid bağla
rına sım s ık ı bağlanm alarını şid d e tle ve hararetle ta vsiye etm ektedir.
K ilise d e n a ske rliğ e ve hüküm m akam larına kadar... şato hakim iyetinden
ziraa t ve tic a re t devrine kadar... hayat şu be le rin d en ve so syal nizam
ları tanzim eden m ü esse se le rd e n herbiri; bazı özel tabakalara m iras yo
luyla intikal eden e ski ve hukukî im tiya zlar tanıyordu... Ve bunun ne ti
c e s i olarak bu im tiyaz sa h ip le ri, ken d ilerin e uymayan iş ç ile re ve ç ift
ç ile re her türlü cefayı reva görüyor iş ç ile rin se m e re sin i alıyor, ü re ttik
lerine el koyuyordu.
567
İSLÂM
569
İSLÂ M
« Söylediğim iz gibi, a ltm ış seneden beri Fran sız m ille tin d e k i doğum
nisbeti g ittik çe azalm aktadır. Bazı sen e le rd e ölenler, doğanlardan daha
çok, bazılarında beraber ve pek azında ve bazı zam anlarda daha azdır.
D iğer yönden Fransa'ya h icre t edenlerin sa y ısı gittik çe artm aktadır. M e
selâ; 1931 y ılın d a Fransa'nın kırk iki m ilyon nüfusundan üç m ilyona ya-
yakın kısm ı bu m uhacirlerdendi. Eğer durum böyle devam ederse, y ir
m inci asrın sonunda Fransız m ille tin in , kendi vatanında a zın lık d e re ce
sin e düşm esi hiç garipsenm ez.» (236)
«Yalnız Fran sız m ille tin in bu durumda olduğu h iç kim se tarafından
düşünülm em elidir. A k s i, ahlâk n azariyelerine ve sa p ık so syal kurallara
güvenerek bağlanan bütün m ille tle r aynı akıntıya kapılm ışlardır.»
A m e rik a ’nın D e tre it şehrin de çıkan Free Press gazetesinde yayın
lanan bir m akalede şu s a tırla r yer alıyordu :
570
İSLÂMİN MÜEYYİDELERİ
«N efsi arzulara tabi olm ak. E v lilik m ü esse se sin de n nefret etm ek ve
uzaklaşm ak... A ile d e so sy e tik hayatı te rcih etmek... E v lilik bağlarını
önem sem em ek... Evet, bütün bunlar, kadınlarda bulunan ruhî değerlerin
en ş e re flis i olan ve yalnız m edeniyetin değil, ayni zamanda bütün b ir in
san lığ ın bekasının dayanağı bulunan fıtr î an alık h is s in i kadından alıp
götürm üştür. Doğum kontrolü, çocuk düşürm e ve ço cukları öldürm e,
kadında bulunan bu analık h issin i yok etm ekten başka bir şey yapm a
m ış tır. Kanunun kayıtlarına rağmen A m e rika B irle ş ik D evletlerin d e ge
b e liğ i m eneden te d b irle r, her genç kız ve erkek tarafından bilinen şe y
lerdir. S e v g ilis i geb eliği m eneden tıb b î m üstahzarlan beraberinde alm a
yı unuttuğu takd irde hazır bir şehvetinden mahrum olm am ak için bütün
kadınlar ve hatta bütün okul ve ü n iversite kızları bu gaye için hazırlan
m ış a le tle ri a lırla r ve aletler, mubah her .hangi b ir eşya gibi umumi yer
lerde s a tılıp alınm aktadır.
İKİNCİ KİŞİM
RABBÂNİ MÜEYYİDELER
A — DÜNYADA RABBÂNİ MÜEYYİDELER
A — Karun
««Gerçekten Karûn Musa’nın kavminden idi de onlara karşıazgınlık
etmişti. Ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları güçlü kuvvetli bir
toplulukla (zorla) taşınıyordu. O vakit (M usa), ona şöyle demişti:
«Gururlanıp şımarma, çünkü Allah (dünya m alı ile) şımaranları sevm ez.
Allah’ın sana verdiği mal ile âhiret yurdunu (cenneti) iste, (servetini ha
yır yoluna harca) Dünyadan nasibini de unutma (ihtiyacın kadar sakla.)
neme atılırla r.) (Derken bir gün Karûn) zînet ve ihtişamı içinde kavmine
zünde fesat arama: çünkü Allah fesad çıkaranları sevmez. Karûn dedi ki:
«Ben bu mala, ancak bendeki ilim sayesinde nail oldum.» Allah’ın ondan
evvel, geçmiş asırlar halkı içinden kuvvetçe ondan daha şiddetli, mal ve
etrafça daha çok, nice kimseleri helâk etmiş olduğunu bilmiyor muydu?
Mücritnler günahlarından da sorulmaz, (A lla h günahlarını b ilir de cehen
neme atılırla r.) (Derken b irg ü n Karûn) zînet ve ihtişamı içinde kavmine
karşı çıktı. Dünya hayatını arzu edenler: «Keşke Karûn’a verilen mal
gibi, bizim de olsa. O, gerçekten büyük bir bahtiyardır.» dediler. Kendi
lerine âhiret ahvali hakkında ilim verilenler de şöyle dediler : «Ey Karûn
gibi dünyayı isteyenler) yazıklar olsun size! İmân edip salih amel iş
leyen için Allah’ın (cennetteki) sevabı daha hayırlıdır. Ona (cennete ve
sevaba ise) ancak ibadet üzerinde sabredenler kavuşur.» Nihayet Ka
run’u, hem de sarayı ile yere geçirdik. Artık Allah’a karşı kendisine yar
dım edecek bir cemaatı yoktu onun. Allah’ın azabından kendini kurtarıcı
lardan da olmadı. Dün onun mal ve saltanatını temenni edenler, şöyle
demeğe başladılar: «Vay demek ki, Allah, dilediği kimsenin rızkını geniş
letiyor ve daraltıyor. Eğer Allah bize lütuf etmeseydi, bizi de batırmıştı.
Vay demek ki hakikat şu: Kâfirler asla kurtulmayacak!...» (237)
237 — Kasas : 76-82
572
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
B — Bağ Sahipleri
«Muhakkak ki biz, Mekke’lileri (kıtlık, açlık, ölüm ve esa re t gibi
belâlarla) imtihan ettik; nasıl ki o bağ sahipleri, sabah olunca bağın
hıeyvelerini mutlaka devşireceklerine yemin etmişlerdi. İstisna da yap
mıyorlardı, (İnşallah dem iyorlardı.) Bir de onlar uyurlarken, o bahçe
üzerine Rabbinden bir belâ indi de, o bahçe kapkara kesiliverdi, (kökün
den yandı gitti.) Derken sabahleyin birbirlerine seslendiler: «Haydin dev-
şirecekseniz, ürününüzü toplamaya erkence çıkın! Hemen fırladılar; ara
larında şöyle fısıldaşıyorlardı: «Bugün bağınıza bir miskin sokulmasın.»
Hem zanlarınca, miskinleri mahrum etmeğe güçleri yeterek erkenden
gittiler. Vakta ki o bahçeyi (böyle yanm ış kapkara) gördüler: «Biz her
halde yanlış gelmişiz» dediler. (Etrafa bakınıp kendi bahçeleri olduğunu
anladıklarında) : «Hayır, (bahçenin bereketinden) biz mahrum edilmişiz»
dediler.» (238)
C — İki Bağ Sahibi
«Kâfirlere ve müminlere (şu) iki adamın halini misâl getir: Birine
her türlü üzümden iki bağ vermişiz Ye her iki bağın da etrafını hur
malarla donatmışız, ikisinin arasına da bir etkinlik yapmışız. İki bağın
ikisi de yemişlerini vermiş, hiçbir şeyi noksan bırakmamış, ikisinin or-
tasıda bir de nehir akıtmışız. Bu adamın başkaca geliri de var. Bundan
dolayı (Bu kâfir dönerek mümin) arkadaşına şöyle dedi: «Ben malca
senden daha zenginim, toplulukça da senden daha kuvvetliyim.» O
kâfir, nefsine zulmeder olduğu halde bağına girdi; dedi ki: «Bu bağın
helak olacağım ebediyyen zannetmiyorum. Kıyametin kopacağım da san
mıyorum. Böyle olmakla beraber, eğer Rabbime döndürülürsem, mu
hakkak bundan daha hayırlı bir akibet bulurum. (M üm in olan) arkadaşı
Ona hitap ederek şöyle dedi: «Seni (aslen) topraktan, sonra bir damla
sudan yaratan, sonra da seni düzgün bir adam kılığına getiren Allah’ı
inkârı mı ettin? (Sen inanm ıyorsun) fakat ben iman ederek diyorum ki:
O Allah, benim Rabbimdir, ben Rabbime kimseyi ortak koşmam. Kendi
bağına girdiğin zaman; «Bu Allah’tandrr, benim kuvvetimle değil, Allah
ın kuvvetiyle olmuştur» deseydip ya!.. Eğer beni, malca ve evlâtça ken
dinden az görüyorsan, olur ki Rabbim, bana, senin bağından daha ha
yırlısını verir. Seninkinin üzerine de gökten bir âfet indiriverir de yalçın
bir toprak oluverir. Yahut bağının suyu çekiliverir de bir daha onu ara
makla bulamazsın.» Nihayet o kâfirin bütün serveti helâk edildi. Bunun
üzerine bağına yaptığı masrafa karşı, avuçlarını oğuşturmaya durdu. Bağ
238 — Kalem : 17-25
573
İ SLÂM
574
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
F — Ad Kavmi
«Ad kavmi de tekzip etti. İşte (bak ey Resûlüm ) nasıl oldu azabım ve
tehditlerim!... Çünkü biz, uğursuzluğu devamlı bir günde, (Hûd peygam be
rin gönderildiği) ad kavminin üzerlerine kökü kurutan şiddetli bir rüzgâr
gönderdik. Öyle ki, insanları, kökünden sökülmüş hurma kütükleri gibi
söküp atıyordu. İşte (bak ey Resûlüm ) nasıl oldu azabım ve tehditlerim!..»
(242)
«Ad kavmine gelince; onlar da kasıp kavuran şiddetli bir rüzgâr ile
helâk edildiler. Allah o fırtınayı, üzerlerine yedi gece ve sekiz gün arka
arkaya musallat etti. (Orada bulunaydm ) bu kavmin o fırtınada yıkılıp
kaldığını görürdün; sanki onlar, içleri kof hurma kütükleri idiler. Şimdi
onlardan görüyor musun bir geri kalan.» (243)
G — Semûd Kavmi
«Semûd kavmi (Salih peygam berin öğütlerini ve) azab haberlerini
tekzip ettiler de, şöyle dediler: «İçimizden (peygam ber iddasında olan)
bir insana mı tabi olacağız? O takdirde biz, muhakkak sapıklık içinde
kalır ve ateşe düşeriz. O katip (vahiy)' aramızdan ona mı bırakılıyor?
Doğrusu o, şımarık bir yalancıdır.» İleride bilecekle? o şımarık yalancı
kimdir? İşte biz, onlara bir imtihan olmak üzere, o dişi deveyi (bir mûci-
ze olarak kayadan) çıkarıp gönderiyoruz. Şimdi onların ne yapacaklarını
gözetle ve eziyyetlerine sabret. Hem onlara haber ver ki, (kuyudan is
tifade ede ce kleri) şu, (deve ile kendi aralarında) nöbetledir. (Bir gün deve
ye, bir gün onlara) «Her su nöbetinde, sahibi hazır bulunmuş olsun.» (Sa
lih peygam berin kavm i bir müddet nöbetleşe bu em re uyduktan sonra),
nihayet (Kudar İbni Salih adındaki) arkadaşlarım çağırdılar. O da kılıca
sarılarak deveyi kesti. Fakat bak nasıl oldu azabım ve tehditlerim!.. Çün
kü biz üzerlerine korkunç bir ses gönderdik de, onlar, ağıldaki hayvan
ların çiğneyip ufaladıkları kuru çöpler gibi oldular.» (244)
H — Hz. Lût'un Kavmi
«Melek olan elçiler Lût kavmine gelince, Lût dedi ki : «Doğrusu siz
ürkülecek bir kavimsiniz. Elçiler dediler ki: «Yok, biz sana kavminin şüp
he edip durdukları azabı getirdik. Sana, onların azabına dair gerçekle
geldik, ve biz muhakkak doğru söyleyicileriz. Hemen gecenin bir kısmın
da aileni yürüt (yola çıkar), sen de arkalarından git ve hiç kimse ardın-
242 — K a m e r : 18-21
243 — H a k k e : 6-8
244 — K a m e r : 23-31
İ SLÂM
dan bakmasın (zira gö receği azabın şid d e tin e tahammül edemez.) Emroiun
dununuz yere geçin gidin. «Biz Lût'a şu kesin emri vahyettik: Bu kâfir
ler sabaha çıkarken muhakkak kökleri kesilmiş olacaktır. (Sedum) şehri
halkı, (g ü ze llik le rin i haber a ld ık la rı e lç ile rin ırzına tecavüz h ırsı ile) sevi
nerek yanlarına geldi. Lût (o gelen m ü tecavizlere) dedi ki: «Hakikaten
bunlar benim misafirlerimdir, beni rüsvay etmeyin. Allah’tan korkun ve
beni utandırmayın.» Onlar: «Biz seni âlemin işine karışmaktan men et
m edik mi?» dediler. Lût şöyle dedi: «Eğer sözümü tutarsanız, iste bun
lar kızlarım (onları size nikâhlayayım .) (R esûlüm ) ömrün hakkı İçin doğ
rusu onlar sarhoşlukları içinde azgın bir halde idiler. Nihayet onları, gü
neşin doğm a vaktinde korkunç gürültü yakalayıverdi. Hemen şehirlerinin
üstünü altına geçirdik ve üzerlerine de çamurdan pişirilmiş taş yağdırdık.
Elbette bunda kesin anlayışlılar için ibret alametleri vardır. Hem o Lût
kavminin bulunduğu şehir harâbesi, (Kureyş k â firle rin in de ibret a la b ile
ceği uğrak) bir yol üzerinde bulunmaktadır. Gerçekten bunda iman eden
ler için bir ibret vardır.» (245)
«Onlara azap emrimiz gelince o memleketin üstünü altına getirdik ve
üzerlerine, arka arkaya ateşte pişirilmiş çamurdan taşlar yağdırdık, ki
onlar, Rabbinin katında (hükmünde) azap için damgalanmalardı. Bu taş-
iar, senin ümmetinin zalimlerinden de uzak değildir (onların da başına
yağar).» (246)
576
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
K — Firavun ve Kavmi
«And olsun ki biz, Firavun ailesini, düşünüp ibret alsınlar diye, tut
tuk senelerce mahsul kıtlığı ve kuraklıkla kıvrandırdık. Fakat onlara
(Firavun ailesin e ) iyilik ve bolluk geldiği zaman :
«Bu bizim hakkımızdır» dediler. Başlarına bir fenalık geldiği zaman
da, Musa ile beraberindekilerin uğursuzluğuna yoruyorlardı. Dikkat edin!
İyilik ve kötülüğü yaratmak ancak Allah’ın kudretindedir. Fakat onların
çoğu bunu bilmezler. Bir de; «Sen bizi büyülemek için her ne mucize ge
tirsen, asla sana inanacak değiliz, biz.» Biz de kudretimizin ayrı ayrı aka
metleri olmak üzere başlarına (sel fe lâketi) tufan, (ekinlerine) çekirge,
248 — A ’raf : 8Ö-93
577
İ SLÂM
L — İsrail Oğulları
«Biz, İsrail Oğullarına Tevrat'ta şunu vahy ettik: «Muhakkak siz, Şam
arazisinde iki defa fesat çıkaracaksınız (iki peygam ber öldü receksin iz)
ve muhakkak ki, çok büyük bir azgınlıkla taşacaksınız. Onlardan birinci
fesadınızın ceza vakti gelince kuvvet ve şiddet sahibi elan kullarımızı
üzerinize musallat ettik de (onlar sizi, yakalayıp öldürm ek veya e sir et
m ek için) evlerin aralarına girip araştırdılar. Bu, yapılması kesinleşmiş bir
va’d idi (tevbekâr olduktan) sonra sizi, o istilâcılar üzerine galip getirdik,
size mallarla ve oğullarla imdad ettik. Cemiyetinizi de (önceki topluluğu
nuzdan) daha fazla yaptık. Eğer iy ilik ve g ü ze llik işle rse n iz, kendinize iy i
lik etmiş olursunuz; ve eğer kötülük ederseniz yine kendinize... Artık di
ğer fesadınızın ceza va’dı gelince ds, (önceki dü şm anlarınız size kötülük
ederek kederinizden doğan) fenalık eserini yüzlerinize çıkarsınlar; birinci
defa girdikleri (ve tahrip e ttik le ri) gibi, yine Bcyt-i Makdis’e girsinler ve
her istilâ ettikleri yeri mahvedip dursunlar diye, onları üzerinize musallat
ettik. Olur ki, bu ikinci azabdan sonra tevbe edersiniz de, Rabbiniz size
merhamet eder ve eğer tekrar fesada dönerseniz biz de (size ceza ver
meye) döneriz. Biz cehennemi, kâfirlere bir zindan yaptık.» (250)
«Bir vakit Musa, kavmine şöyie demişti: «Ey kavmim, Allah’ın üze
rinizdeki nimetin! düşünün, Zira içinizden size peygamberler gönderdik
ve sizi hükümdarlar yaptı, âlemlerden hiçbirine vermediği şeyi size verdi.
Ey kavmim Allah'ın sizin için (vatan) takdir ettiği mukaddes yere girin ve
düşmandan kaçıp arkanıza dönmeyin ki, hüsrana düşer zarara uğrarsı
nız.» İsrâil Oğulları: «Ya Musa! O mukaddes yerde zalimler kavmi var.
Onlar, oradan çıkmadıkça asla biz oraya giremeyiz. Eğer oradan çıkar-
249 — A ’r a f : 130-136
250 — İ s r â 4-8
578
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
İkincisi : AÇIKLAMALAR
579
İ SLÂM
254 — Ş u ra : 30
255 — E n biya : 35
256 — En’am : 42-45
257 — A ’ra f : 94-95
580
İSLÂM1N MÜEYYİDELERİ
258 — R a ’d : 13
259 — Â l-İ İm ran : 165
260 — M ü ttefeku n aleyh dir.
261 — Bu hadisi T irm izi riva yet etm iş ve hasen b ir hadis old u ğu n u
söylem iş tir.
262 — T irm iz
581
İSLÂM
Cenab-ı Hak, insan fayd alansın diye bu kâinatı yaratm ıştır. Am a in
san onun her şe y in i tahrip etm ek için kullanm aktadır. Sanırım ki B irin ci
ve ik in ci Dünya S a vaşlarınd a m eydana gelen o laylar bu tür ce zala n d ır
manın ö rn e kle rid ir.
582
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
267 — Tevbe : 14
268 — Enbiya : 35
269 — Rûm : 7
583
İ SLÂM
m erhale kabul edilm ekted ir. İslâm ise, ona giden yoldur. Â h ire t konusu
na ç e ş itli yollardan girm eğe özen gösterdik. Bu konuda yazı yazan de
ğ e rli kim selerden n a k ille r yaptık. Ta ki, m ahiyeti, gönüllerde y er etsin.
 h ire t konusuna Üstad Said-i N u rs î’den n a k ille r yaparak söze başladık
ve M e v d û d i’nin sö z le riy le son verd ik. Y ap ılan aktarm aların kitapla b ir bü
tünlük arzetm esi iç in gereken k ısıtla m a la rı da ihmal etm edik.
Bu konudaki n a k ille rin çokluğu, d e ğ işik ş e k ille rd e gerçeği ifade ede
rek, k â firi haklı çıkaracak h içb ir sebebe yer bırakm am ak için d ir. Zaten
başından sonuna kadar kitabın tam am ında iman te rb iy e si en büyük he
defim izdir. Bu konuda te n k itç ile rin herhangi bir şe k ild e yapacakları te n
kide itib ar etm eden faydalı olacağına inandığım ız her hususa dokunm ayı
uygun gördük.
270 — Kitapla bir bütünlük arzetm esi için yazar, her ne kadar m etinden bazı
yerleri atm ışsa da o haliyle, anlatılm ak istenenin m ükem m el bir şekilde
aıılaşılam ıyacağm a kanaat getirdiğim iz için atılan kısım ları ekleyerek Ü s
tad Said-i N ursi’nin Türkçe «Haşir Risâlser» bu konunun tam am ını bu
raya alıyorum. (Mütercim)
584
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
535
İSLAM
ya fe tle r vardır. Bak senin giDl se rsem lerden başka herkes, v azife
sin e gayet dikkat eder. K im se zerrece haddinden tecavüz etm ez
En büyük şahıs, en büyük bir itaatle m ütevaziâne bir havf ve hey
b e t altında hizm et eder. Dem ek şu saltanat sahib inin pek büyük bir
kerem i, pek geniş bir m erham eti var. Hem pek büyük izzeti pek ce-
lâ lli bir haysiyeti, nâmusu vardır. Halbuki kerem ise, in ’am etm ek
ister. M erham et ise, ih san sız olam az. İzzet ise, gayret ister. Hay
s iy e t ve nâ.mus ise, e de b sizle rin t e ’dibini ister. Halbuki şu m em
lekette o m erham et, o namusa lâyık binden biri yapılm ıyor. Zâlim
izzetinde, mazlûm zille tin d e kalıp buradan göçüp gidiyorlar.
Demek bir Mahkeme-i Kübraya bırakılıyor.
586
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
«Ey bizi n im e tle riyle perverde eden su ltânım ız, bize gö ste rd i
ğin nüm ûnelerin ve bölg elerin asılla rm ı, m enba’larını göster. Ve bi
zi makarr-ı saltanatına celbet. Bizi bu çö lle rd e m ahvettirm e. Bizi
huzuruna al. Bize m erham et et. Burada bize ta ttırd ığ ın le zîz n i
m etle rini orada yedir. Bizi zevâl ve te b ’îd ile tâzib etm e. Sana
m üştak ve m ü teşe kkir şu m utî raiyyetini başı boş bırakıp îdam
etme» diyor. Ve pek çok yalvarıyor. Sen de işitiy o rsu n . A cab a bu
kadar şe fk a tli ve kudretli bir Padişah, hiç mümkün müdür ki; en
edna b ir adam ın en edna bir m erâm m ı ehem m iyetle yerin e g e tir
sin, en se v g ili bir Yaver-i Ekrem inin en güzel bir m aksûdunu y e ri
ne g e tirm esin ? H albuki, O se v g ilin in m aksudu umumun da m ak
sududur. Hem, Padişahın m arzîsi, hem m erhâm et ve adâletinin
m u ktezasıaır. Hem Ona rahattır, ağır değil... Bu m isafirh an elerd eki
m uvakkat nüzhetgâhlar kadar ağır gelm ez. M âdem , nüm ûnelerini
gösterm ek için beş altı gün seyrangâhlara bu kadar m asraf ediyor,
587
İ SLÂM
588
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
589
İ SLÂM
590
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
İşte görüyorsun ki: H er saat, se nin aklın kabul etm ediğ i o tebdîl-i
diyar gibi çok in kılâplar, te b d ille r oluyor. Şu toplanm ak, dağılm ak
ve şu hallerden a n la ş ılıy o r ki: Bu görünen s ü r’atli içtim ala r, d a ğ ıl
m alar, te ş k ille r, ta h rib ler içinde, başka b ir m aksat var. B ir sa a tlik
içtim a için on sene kadar m asraf yap ılıyo r. Dem ek bu va ziy e tle r,
maksûd-u bizzat d e ğ ille r. B ir te m sild ir, b ir ta k lid d irle r. O zat m û ci
ze ile yapıyor. Tâ sû re tle ri a lın ıp te rkip e d ilsin . Ve n e tic e le ri h ıfze
d ilip y a zılsın . -N âsılki, m anevra meydan-ı im tihan ının her şeyi kay
ded iliyo rd u ve yazılıyordu.- D em ek, bir m ecm a-ı ekberde m uam ele,
bunlar üzerine devam edip, dönecek. Hem, b ir m eşher-i âzamda daimî'
g ö ste rile ce k . Dem ek, şu g e çici, kararsız vaziy e tle r: sa b it sû re tle r.
bâki m eyve le r veriyo rlar.
592
İSLÂM1N MÜEYYİDELERİ
rekâtı vardır. Bak, bu rütbe b irk şç günlük için değil; pek uzun bir
zaman için v e rile b ilir. «Şu m aaşı, hazine-i hassadan filân tarihde
alacaksın» y a zılıd ır. H albuki o tarih çok zaman sonra ve bu m ey
dan kapandıktan sonra g e lir. Şu vazife ise, şu m uvakkat meydana
göre değil, belki Pâdişâhın kurbunde d aim î bir saadeti kazanmak
için v e rilm iş tir. Şu m atlûbât ise, b ir kaç günlük bu m isâfirhânede
geçinm ek için olam az. B e lk i,'u zu n ve m e su d â n e bir hayat için ola
b ilir. Şu düstur ise, bütün açığa v e rir ki: Cüzdan sahibi başka yere
nam zettir, başka âlem e ç a lış ır. Bak, şu defterlerd e, â le tle r te çh iza
tın ın sûret-i istim â li ve m e s’û liy e tle r vardır. H albuki, eğer, y aln ız bu
meydandan başka âli, daim î bir yer bulunm azsa, şu muhkem defter,
o kat’î cüzdan, bütün bütün m ânâsız olur. Hem, şu m uhterem zâb it ve
m ükerrem kumandan ve muazzez reis; bütün ahaliden aşağı, herkes
ten daha bedbaht, daha bîçare, daha z e lîl, daha m u sîb etli, daha fa
kir, daha zayıf b ir derekeye düşer. İşte buna kıyas et. Hangi şeye
dikkat etsen şehadet eder ki; Bu fâniden sonra b ir bâki var...
Ey arkadaş! Dem ek, bu m uvakkat m em leket b ir tarla hükm ün
dedir. B ir talim gahtır, b ir pazardır. Elbette arkasında bir M ahkem e-i
Kübrâ b ir saadet-i uzmâ g e le c e k tir.’ Eğer bunu inkâr etsen; bütün
zab itle rd eki cüzdanları, de fterle ri, te çh iza tla rı, düsturları belki şu
m em leketteki bütün intizâm âtı, hattâ hüküm eti inkar etm eğe m ec
bur olursun. Ve bütün vaki olan icraatın vücudunu te kzip etm ek lâ
zım gelir. O v a k it sana; insan ve zîşu u r denilm ez. So fe stâîie rd e n
daha a k ıls ız olursun.
Sakın zannetme; tebdil-i m em leket d e lille ri bu On iki Sûrete
m ünhasırdır. B elki, had ve hesaba gelm ez em âreler, d e lille r var ki:
Şu kararsız, m ütegayyir m em leket; ze vâ lsiz, m üstekar b ir m em leke
te tahvîl e d ile ce k tir. Hem, had ve hesaba gelm ez işâ re tle r, alâm etler
var ki: Bu ahali, şu m uvakkat m isafirh an elerd en alınacak, saltana
tın makarr-ı da im îsin e gö n derilecek.
Bahusus, gel sana On iki S û ret kuvvetinden daha kuvvetli bir
bürhan daha göstereceğim .
İşte gel bak, şu uzaktaki görünen cemaat-ı azîm e içinde, evvel
adada gördüğümüz büyük nişan sahibi Yâver-i Ekrem bir tebliğatta
bulunuyor. G id e lim , din le yelim . Bak, o parlak Yâver-i Ekrem, bak
o yüksekte ta ’lîk e d ilm iş Ferman-ı Âzam i, ahaliye b ild iriy o r. Ve di
yor ki: «H azırlanınız, başka, d aim î bir m em lekete g id e ce ksin iz. Ö yle
b ir m em leket ki; bu m em leket ona nisbeten b ir zindan hükm ündedir.
Pâdişâhım ızın makarr-ı saltanatına gidip, m erham etine, ihsaniarı-
593
İSLÂM
na m azhar o laca ksın ız. Eğer güzelce bu ferm anı din le yip itaat et
seniz. Y o k sa isyan edip din le m e zse n iz m üthiş zindanlara a tıla ca k
sınız» gibi te bliğa tta bulunuyor. Sen de görüyorsun ki: O ferman-ı
Âzarnda öyle îca zkâ r b ir turra v ar ki, h iç b ir v e çh ile kabil-i ta k lit de
ğil. Senin gibi se rse m le rd e n başka herkes, o Ferman, Pâdişâhın fe r
manı olduğunu kat’î b ilir. Ve o parlak Yâver-i Ekrem de öyle nişan lar
var ki: Senin gibi körlerden başka herkes O Zâtı, Padişahın pek doğ
ru tercüm ân-ı evâm iri olduğunu yakînen anlar.
A caba o Yaver-i Ekrem o Ferman-ı âzâm la beraber bütün kuvve
tiy le dâva edip, te b liğ e ttik le ri şu tebdîl-i m em leket m e s’e le si, hiç
kabil m id ir ki, itiraz kabul etsin. Evet kabil değil. İllâ ki, bütün bu
gördüğüm üz her şe yi inkâr edesin....
Şim di ey arkadaş söz şe n in dir, söyle. Ne diyorsan de!
— Ben ne diyeceğim , daha buna karşı bir şe y d e n e b ilir m i?
Gündüz o rtasında güneşe karşı söz sö y le n ir m i? Y a ln ız derim ki: El-
ham dülillâh. Yüz bin defa şükür olsun ki, vehim ve heva tahakkü
münden, n e fis ve heves esaretinden kurtulup, daim î hapis ve zin
dandan halâs oldum . Ve inandım ki: Bu karm akarışık, kararsız misa-
firh ân elerd en başka ve kurb-u şâhânede b ir diyar-ı saadet vardır.
Biz de ona namzediz...
İşte, H a şir ve  h ire tte n kinaye ve ibare olan şu hikâye-i te m sîliy e
burada tam am oldu.
«... Biz bir toprak olduğumuz zaman mı cidden yeni bir yaratılışta
olacağız (öldükten sonra yeniden mi d irile ceğ iz?» (272)
271 — E n a m : 29
272 — Ra’d : 5
273 — N ahl : 38
594
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
«Bir de şöyle dediler: "biz, kemik ve toz yığını olduğumuz vakit mi,
gerçekten biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz.» (274)
«Halbuki insan şöyle der: "Ben öldüğüm zaman, ileride gerçekten
diri olarak (mezardan) çıkarılacak miyim?"» (275)
«Siz öldüğünüzde, bir toprak ve bir yığın kemik olduğunuz zaman,
muhakkak dirileceğinizi mi size va’dediyor? O korkutulduğunuz şey
(azab) ne uzak, ne uzak! (olur şe y değil). Hayat, ancak bu dünya hayatı
mızdır. Bazımız ölür, bazımız yaşarız. Fakat biz öldükten sonra diriltil
meyiz. O (size peygam ber olduğunu söyleyen) ancak Allah’a karşı ya
lan uyduran bir adamdır. Biz ona inanacak değiliz.» (276)
«Şöyle demişlerdi: "Biz ölüp de bir toprak ve bir yığın kemik oldu
ğumuz zaman mı, cidden biz mi diriltilmiş olacağız. Yemin ederiz ki, bize
de atalarımıza da bu dirilme işi bundan önce va’d olundu. Bu, eskilerin
masallarından başka birşey değil!.."» (277)
«Fakat onlar kıyameti de yalan saydılar...» (278)
«Fakat âhiretin olacağına dair kendilerine (peygam berler v a sıta
sıyla) arka arkaya ilim ulaşmaktadır. Doğrusu onlar bundan şüphe içe
risindedirler, daha doğrusu onlar, âhiretten yana kördürler.» (279)
«Bir de (kıyam eti inkâr edenler): «Arzda, toprağa karışıp kayboldu-
duğumuzda jm; cidden biz mi, yeni bir yaratılışta olacağız?» dediler.
Doğrusu onlar, Rablerinin huzuruna varacaklarını inkâr eden kâfirler
dir.» (280)
«Ve: "Bu, ancak apaçık bir sihirdir" dediler. Öldüğümüz ve bir top
rakla çürümüş bir yığın kemik olduğumuz zaman mı, biz mi diriltilecek-
mişiz.» (281)
Konuyu çok garip gördüler çünkü yakın m ukaddim e ve alem ler ona
de lâ le t etm iyor. C a h il bir kim senin başlangıçta küçük sayılard an başla
yan b ir sayım ın neticede çok büyük sa yılara varm asını g aripsem esi g i
bi.
D e rle r ki: Satranç oyununu icad eden kim seye bunun k a rşılığ ı ola
rak b ir m ü kâ fat işte m e si sö y le n in c e m ükâfat olarak b irin ci haneye bir
274 — Is r â : 49
275 — M e ry e m : 66
276 — M ü ’m in û n : 35
277 — M ü ’m in û n : 82
27 8 — F u rk a n : 11
279 — N em i : 66
280 — S ecd e •. 10
281 — S a ff a t : 15
595
İ SLÂM
buğday, ik in ci h a n e y e ' b irin c in in iki katı, üçüncüsüne İkin cisin in iki katı,
dördüncüsüne üçıincüsünün iki katı... ve bu usul ile satran ç haneleri
nin 64 ta n e sin in do ld urulm asını isted i: G örünüşte bu b a sit b ir iste k tir
ve 5-10 k ilo iste ğ in i k a rşıla y a ca ktır. H albuki sayım a başlanınca görül
dü ki, o gün için yeryüzünde bulunan buğdayın tam am ı bu işe yetm eye
ceği gibi birkaç y ılın g e lirin i de buna e klem e k gerekecektir.
K ıyam et günü m e se le si de böyledir. Y akın m ukaddim elerine b a kıl
dığında k işi onun o lm ayacağını görür. A n ca k m e se le ye daha geniş ve
şu m ullü olarak bakıldığın da m atem atiksel b ir n etice gibi vukuunun ke
s in liğ i rah atlıkla görülür.
Şim di m e se le ye şum ûllü b ir ş e k lid e bakalım :
M e s e le , olanca b a s itliğ iy le şö y le d ir :
1 — A lla h , A zze ve C e lle vardır. Bunun d e lille rin i bu s ils ile n in bi
rin ci kitabı olan «ALLAH » is im li kitabım ızda gördük.
2 — A lla h , A zze ve C e lle herşeyi b ilir. Bunun d e lille rin i de gördük.
3 — A lla h , A z z e v e C e lle her şe ye kadirdir. Bunun d e lille rin i de
gördük.
4 — A lla h , A zze ve- C e lle d ile d iğ in i yapandır. Bunun d e lille rin i de
gördük.
5 — A lla h , A zze ve C e lle adalet sa h ib id ir. Â d il olduğunun d e lille ri
ni de daha önce görm üştük.
6 — A lla h , A zze v e C e lle m azlum un hakkını zalim den alır. Bu ko
nunun d e lille rin i de gördük-
7 — A lla h , A zze ve C e lle K e rim d ir, nim etle ri verendir. Bu konuda
ki d e lille ri de yine görm üştük.
Y e ri ve göğü yaratan ve gücü her şeye yeten Allah,, insanı ikin ci
defa yaratm aktan âciz değ ild ir. H er şe yi bilen ve gören A lla h , insanın
ze rre le rin i b ir araya getirm ek iste d iğ i zaman gözünden h içb ir şey kaç
maz. Y in e  d il olan A lla h , onları bir araya getirirken zulm e yer verm e
yen şn ad aletli yolu b ilir ve se çe r. İnsanı hesaba çe km esi, adaletinin
b ir ge re ğid ir. Çünkü he rşe yi insana m usahhar k ılm ış tır. Bunun hesabı
nı e l b e t t e so raca ktır. Z alim in hakkını mazlum dan alm ası yine adaletinin
b ir gereğidir.
İ n tik a m a l ı c ı olan A lla h , bunun gereği olarak ken disine
savaş açan
la r d a n e ziy e t edip itaat etm eyenlerden intikam ala
p e y g a m b e rle rin e
caktır. K e r e m ve nim eti bol olan A lla h , bunun gereği olarak iy ilik eden,
O ’na itaat eden ve dünyada dostlarına do st olanlara nim etlerini v e re
cektir.
596
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
— III —
a — Y üce A lla h şö yle buyurur :
«Kafir olanlar ise şöyle dediler: "Bize, o kıyamet vakti g elm eyecek."
(Ey R esulüm , onlara) de ki: "Öyle değil, doğrusu gaybi bilen Rabbim hak
kı için kıyamet muhakkak size gelecektir. O’ndan (Rabbim in ilm inden)
göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey kaçmaz. Bundan daha küçük ve
daha büyük ne varsa hepsi muhakkak bir KİTAB-I M Ü B ÎN ’dedir. -Levh-i
Mahfuzda yazılıdır.- (kıyam etin g e lm esi şundan), çünkü A lla h , im an edip
salih ameller işleyenleri mükâfatlandıracaktır. İşte bunlar için b ir m ağ
firet ve bir güzel rızık (cennet) var. Ayetlerimizi iptal etm ek için y a rış ır
casına koşanlara da, azabın en kötüsünden acıklı bir azab vardır. K en
dilerine ilim verilmiş olanlar, görülüyorlar ki, Rabbinden sana in d irile n
Kur’an hakkın kendisidir; ve o, hem de lâyık ve her şe y e gaüb olan A l
lah’ın yolunu (dinini) gösteriyor..» (282)
Bu â ye tle r in kâ rcılara şu yollardan cevap v e riy o r :
1 — K ıyam etin hikm eti; iy ilik yapanların m ü kâ fatlan d ırılıp A lla h
ve R esulüne savaş açarak O ’nun yoluna engel o lan ların ce za la n d ırıla
cağını a çıklıyo r.
2 — İlm inden h iç b ir şe y kaçm ayan A lla h ’ın, bunun böyle o lm asını
iste d iğ in e işa re t ediyor.
3 — İlmi olan herkes K u r’an-ın hak olduğunu b ilir. K u r’an, hak
oluşu ve onun kıyam et gününden haber ve rm e si yine b ir olarak gös
te riliy o r.
597
İ SLÂM
598
İSLAİVSİN M Ü E Y Y İD E L E R İ
3 — O A lla h ki, her şe y i insan için yaratm ıştır. Elb etteki insanın
ona karşı böyle b ir ta v ır takınm ası yakışm az.
4 — O A lla h ki, gö kle ri ve yeri ya ra tm ıştır. Ve bunları da sadece
irade ve e m riyle yap m ıştır. Bütün bunları yaratan insan gibi bir yaratığı
te kra r yaratam az m ı? Bunlara gücü yetenin insanı ik in ci bir defa y arat
m ası y ad ırg a n ab ilir m i?
599
İ S L Â M
600
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
291 — Kaf : 2
292 — İs râ : 49-51
601
İ SLÂM
602
İSLİMİN MÜEYYİDELERİ
— IV —
297 — N a h l : 96
298 — A 'lâ : 16
603
İ SLÂM
299 — K ıy a m e : 20
300 — M ü slim , T in n iz i
301 — Y u n u s : 23
302 — R a ’d : 26
303 — K e h y f : 45
304 — A n k e b u t : 64
604
İSLÂMİN MÜEYYİDELERİ
305 — H a d id : 20
306 — M ü slim , T irm iz ı
307 — T â h â : 102-104
308 — M ü ’m in û n : 112
309 — K a sa s : 80
605
İSLÂM
60 G
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
—V—
O halde hayatın iki bölümü vardır: Dünya ve âhiret. A rala rın d aki
a y ırıc ı çizg i ise, kıyam etin kopm asıdır. K ıyam etin kopm asıyla dünya ha
yatı son bulur ve â h ire t hayatı başlar
Dünya ile â h ire t arasında bir s ın ır v a zife sin i gören kıyam et ne za
man kopacaktır?
Y ü ce A lla h bunun haberini gizli tutm uştur: «Sana kıyametten soru
yorlar: "Ne zaman kopacak?" Onu anlatmak sana nerden olsun? Onun
nihayeti (ilm i), yalnız Rabbine aittir. Sen, ancak kıyametten korkacakları
sakındıran bir peygambersin. (İnsanlar) kıyameti görecekleri gün sanki
bir akşam veya kuşluğundan başka (dünyada yahut kabirlerde) durma
mışa dönecekler.» (314)
«Sana kıyametten soruyorlar: "Ne zaman kopacak." De ki: "Onun il
mi yalnız Rabbimin katindadır*. Onu tam vaktinde, ancak o tecelli ettire
cektir. O kıyamet öyle büyük bir meseledir ki, göklerde ve yerde ona ta
hammül edecek hiç kimse yoktur. Size o, ancak ansızrn geleceği ile bi-
liyormuşsun gibi senden ısrarla onu sorarlar. Yine de ki: "Onun ilmi an
cak Allah katindadır. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.» (315)
O halde kıyam et an sızın ge le ce k tir. A n ca k onun ya k la ştığ ın ı göste
ren b ir takım alam e tle r vardır. Y a k la ştığ ın a dair beklerken, bu yakın lığ ı
n isb î olarak alıyoruz. Yani A lla h ’ın yam ndakine yahut kâinatın yaşına
n isb e tle yakın. Y ü ce A lla h şö y le buyurur: «Kıyamet yaklaştı ve ay ikiye bö
lündü.» (316)
Y in e şö yle buyurur: «Artık onlar, yalnız o kıyametin kopmasına, onun
birden bire kendilerine gelivermesine bakıyorlar. İşte onun alametleri
(sayılan âhir zaman peygam beri) gelmiştir. Fakat o (kıyam et ansızın) baş
larına geldiği vakit, anlamaları kendilerine ne fayda verir?» (317)
Y a k la ş tığ ın ı gösteren alâm etlerden biri, R esû llü lla h (S.A.V.)'in gön
d e rilm e sid ir. Buhârî, R esûllü lah (S.A.V.) in: «Benle kıyamet (parm akları
nı göstererek) şu iki şey gibiyiz,» buyurduğunu rivayet eder.
Kıyam etin alâm e tle ri pek çoktur. Bu alâm etlerden her biri ayni za
manda kıyam etin birer şa rtıd ır. Bütün alâm e tle r gelm ed ikçe, kıyam et
kopmaz. R esû llü lla h (S.A.V.) bu alâm etlerin çoğuna, K u r’an-ı Kerim de
bir kısm ına işa re t e tm iştir. R esû llü lla h (S.A.V.) in işa re t e ttiğ i bazı hu-
314 — N a z ia t : 42-46
315 — A ’r a f : 187
318 — K am er : ı
317 — M u h a m m e t! : 18
607
İS L A M
318 — E n ’a m : 158
608
İSLÂMİN MÜEYYİDELERİ
609
İ SLÂM
610
İSLÂMİN MÜEYYİDELERİ
32 5 — H acc : ı
611
İ SL ÂM
612
İSLÂM1N MÜEYYİDELERİ
M ü s lim ’in rivaye t e ttiği b ir hadiste Peygam ber (S.A.V.) şöyie bu
yuruyor: «İsfahan yahudiierinden taylaşan (baş ve boyun örtüsü) giyen
yetmişbin kişi Deccâl’e tabi olur.»
M ü slim ve T irm iz î’nin rivaye t ettiği bir hadiste şö yle buyurulur: «İn
sanlar Deccâl’den dağa kaçacaklar.» O zaman A ra p la r nerededir, dedim .
«O zaman onlar azdırlar» buyurdu.
Buhari ve M ü s lim ’in, Ebu S a id ’den yap tıkları b ir rivayette Peygam
ber (S.A.V.) şö yle buyuruyor: «Deccâ! gelecektir. Fakat Medine yoliarın-
dan içeriye girmek ona haram kılınmıştır. Nihayet Medine e trafınd aki
bazı çorak ve çakıllı araziye kadar varacakdır. O gün (M edine) halkının
en hayırlı bir siması yahut insanların en hayırlılarından b iris i D e c c â l’e
karşı çıkar ve :
— Şehadet ederim ki muhakkak sen, Resûllülîah’ın bize haber ver
miş olduğu Deccâl'sini der. Bunun üzerine Deccâl yanında bulunan şakı
kimselere :
— Şimdi ben bu adamı öldürür, sonra diriltirsem ne dersiniz? Be
nim (uluhiyet) iddiamda şüphe eder misiniz? diye sorar. Yanındakiler :
— Hayır şüphe etmeyiz derler. Deccâl o kimseyi hemen öldürür,
sonra da diriltir. Ve diriltir diriltmez o kimse :
— Vallahi benim, senin Deccâl olduğun hakkındaki şimdiki kanaa
tim, bundan evvelki imanımdan daha kuvvetlidir der. Bunun üzerine
Deccâl o kimseyi tekrar öldürmek ister. Fakat artık onu öldürmeye muk
tedir olamaz.»
D iğ er bir rivayette şö y le buyurulur: « D eccâl çıkar. Ona karşı m ü
minlerden bir adam yönelir. Derken o m üm in k im se y e bir çok sila h lıla r,
Deccâl'in (m erkezlerde gözetlem e yapan) silahlıları karşı çıkarlar ve ona:
— Nereye gitmeyi kastediyorsun? derler. O zât :
— Şu çıkan kimseye (yani D e c c â i’e) karşı gitmeye kasdediyoîum
der. Deccâlin taraftarları da ona :
— Sen bizim Rabbimize iman etmiyor musun? derler. O zât da :
— Bizim Rabbimizde hiçbir gizlilik yoktur der. Ötekiler :
— Bunu öldürün! derler. Bu emir üzerine bazısı, diğer bazısına :
— Sizin Rabbiniz, kendi önünde herhangi bir kimseyi öldürmekten
sizleri nehyetmiş değilmidir? der. Akabinde; O iyi kimseyi Deccâl’in ya
nına götürürler. Mümin Deccâl’i görünce :
— Ey insanlar! Resûllüllah’ın zikretmiş olduğu Deccâl işte büdur,
der. Deccâl hemen onunla ilgili emrini verir de o zât karnı üzere uzatı
lır, müteakiben Deccâl :
613
İ SLÂM
— Onu alın da yaralayın, der. Artık o zâtın sırtı ve karnı döve döve
genişletilir. Sonra Deccâl :
— Sen bana iman etmiyor musun? der. Mü’mln:
— Sen sadece pek yalancı olan Mesih’sin der. Bu sefer Deccâl em
reder de o mü’min kişi, büyük bir bıçkı ile başının ortasından başlayarak
tâ iki ayağının arasına varıncaya kadar iki parçaya ayrılır. Sonra Deccâl
bu iki parçanın arasında yürür. Sonra bu iki parça halinde bulunan mü'
minin cesedine hitaben :
— Kalk! der. O mü’min düzelip dikilerek eski vaziyetine döner. Son
ra Deccâl ona :
— Sen bana iman ediyor musun? der. O mü’mln yine :
— Ben, senin hakkındaki eski kanaat ve inancımı daha da arttır
maktan başka bir şey yapmadım der. Sonra halka hitaben :
— Ey insanlar! Şu muhakkak ki artık Deccâl bana yaptığı bu işi in
sanlardan hiçbir kimseye yapamayacaktır der. Tam bu sırada o mü'minin
boynu ile köprücük kemiği arası bir bakır levha hâline geliverir de ar-
tık Deccâl onu kesmeye hiçbir yol bulamaz. Bu sefer onu iki eli ve iki
ayağı ile yakalar da fırlatır atar. İnsanlar Deccâl onu bir ateş içine attı
sanırlar. Halbuki o mü’m in'bir cennet içine atılmıştır.»
M üteakiben R esû llü lla h : «işte o mü’min kişi âlemlerin Rabbı katın
da insanların şehadet bakımından en büyük olanıdır» buyurdu.
614
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
615
İ SLÂM
616
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
Ç ü n k ü b u n la r d a n b ir k ıs m ı K ıy a m e te çok y a k ın b ir zam an d a; M e
s i h ’ in g e l i ş i n d e n b i r k a ç y ı l ö n c e v e y a o n u n la b e ra b e r m e yd a n a g e le c e k ,
d iğ e r b ir k ı s m ı da b u n d a n çok önce v u k u b u lm u ş v e y a v u k u b u la c a k tır.
B a zıla rı b u n la r ı b i r m ü t a la a e d e r e k h a ta e t m e k t e d i r l e r . Günüm üzde or
ta y a çık a n b irta k ım m e s e le v e t e k n ik b u lu ş la r ı bu a l a m e t l e r d e n s a y a r a k
y a n lış d e ğ e rle n d irm e le re v a rıy o rla r. B ö y le c e , a s lın d a h a y ırlı o la n b azı
b u lu ş la ra kötü g ö z le b a k ı y o r l a r .
6 :7
i S LÂM
Henüz vukubuim ayıp sağlam nasslarda sözü geçen alâm etlere inan
mak g e re klid ir. Ne zaman, nerede ve nasıl vukubulacakiarın ı A lla h daha
iyi b ilir.
K u r’an ve Sünnette sözü geçen alâm et ve şa rtların tam am ı m eyda
na g e lm ed ik çe K ıyam et kopm ayacaktır. A y rıc a d ikkatleri çekm ek iste d i
ğim iz diğer b ir nokta, asrım ızd aki g e lişm e le re bakıp henüz vukubulma-
m ış alâm etleri, te v ille r yaparak vukubulm uş gösterm e gayre tlerin in yan
lış olduğudur. A srım ızd a k i b u luşların b ir anda yok olup g itm e le ri pek
b asittir. B ir nükleer sa vaşın ın patlak verm e si, her şe y in ye rle b ir olup
in san lığın ilk durumuna yani c a h iliy e t çağına dönm esi için y e te rlid ir.
— VI —
618
İSLÂMİN MÜEYYİDELERİ
327 — N ecnı : 17
328 — T e k v i r : 24
619
İSLÂM
329 — S ecd e : 11
330 — E n ’a m : 61
331 — Z ü m e r ; 4 2
62 o
İSLÂMİN MÜEYYİDELERİ
621
İ SLÂM
622
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
332 — Mü’min : 46
333 — A'raf : 40
G23
ISLÂM
buz suyu ile yıka, kalbimi de günahlardan -beyaz elbiseyi kirlerden te
mizler gibi- pâkla; benimle günahlarımın arasını da doğu ile batı arası
uzaklığı kadar uzak kıl!.» (M a lik hariç altı hadis kitabı.)
Bütün bunlardan sonra m esele, iman ve am el m e se le sid ir. F e lse fe
yapm a ve soru sorm a m e se le si de ğ ildir. A lla h ’a ve R esûlüne inanan
-inanm am ası için ne sebep var ki.- A lla h ’ın h içb ir şeyden âciz o lm adığ ı
nı b ilir. Sahih n a sslaria k a rşıla şın ca onları olduğu gibi kabul eder. Â le
m im izi ilg ile n d irm e ye n m e se le le rd e çok soru surm a ih tiya cın ı duymaz.
M üslü m a n la r ancak inanç kuvvetini kaybettikleri zam anlarda bu m e se le
lere daldılar. Ç o k soru sordular, m ünakaşalara g iriş tile r ve bu konular
da d e rin le ştik ç e , d e rin le ş tile r. Bunun ilâ cı, m ünakaşalara dalm ak değil,
A lla h ve Resulünü tanım aktır; hakkıyla bilm ektir.
O nları tanıyan kapıya g e lir ve o zaman problem i kalm az ki cevap
arasın. A n ca k nasslarda m anasını b ilem ed iğ i bir kelim e veya ne kas-
d e ttiğin i bilm e diğ i b ir cüm le ile k a rşıla şırs a öğrenm ek için bir bilene
m üracaat eder.
Bu m e se le le rd e biz ve sahabeler şuna benzeriz: İki m ille t bir te h
lik e ile te h d it e d iliyo r. Bunlardan biri, te h like y i fa rke d iyo r ve tehlikenin
bertaraf e d ilm e si için hemen çalışm aya koyuluyor. D iğeri ise, şü ph ele
niyor. araştırm a ve soruşturm aya g irişiy o r. Fe rtle ri b irb iriy le ta rtışm a
lara koyuluyor. O nlar bu durumda iken te h like gelip ça tıyor ve yok olup
gidiyorlar.
Ey insanlar! G aybe dair R esûlü llah (S.A.V.) den rivayeti sağlam
olan haberlere iman edin. Ona inanm anın ve doğru yolun gereği budur.
Kaldı ki in sa flı bir araştırm acı her neyi a ra ştırırsa ve ara ştırm asın
da ne kadar derine gide rse imanı o kadar kuvvet kazanır.
insan kulağı, b e lli frekanslar arasındaki s e s le ri duyabilir. Frekans
lar daha şid d e tli veya daha h afif olursa o se sle ri duymaz. Halbuki hay
vanların durumu böyle değildir. İnsanın duym adığı Berzah âlem inden ge
len s e s le ri hayvanlar duyuyor. Onun için m ezarlığın yanından geçen atın
nasıl kulak kab arttığın ı görürsün.
Ölüm anlarında sa lih k im se le rin yüzleri, hal ve durum ları ile diğer
le rin in yü zle ri, hal ve durum ları biribirin den çok fa rk lıd ır. Buna dikkat
eden herkes bunun farkına varır.
M üsiüm anlardan y ılla rc a hatta a sırla rca sonra vücudu toprakta çii-
rüm iyenlerin durum larım takip edersen hayretler içe risin d e k alırsın . B e l
ki de bu konuda en hayret v e ric is i, Şam ’ın K ü rtle r m ahallesinde bulunan
zâttır. Bu zâtın, m ezarının dışınd a bulunan ayağı hiç değişm eden olduğu
624
İSLÂM1N MÜEYYİDELERİ
İmanı arttıran pek çok konular vardır. Lâkin her konuda Resûlül-
lah’ın sözüyle yetinm eyen, R esûlüllah ve A lla h 'a im anını yen ilem eğe muh
taçtır. Bu kim se çokça K u r’an okusun. Şü ph esiz o, hastadır. K u r’an-ı
Kerim ise , kalb lerd eki h a sta lık la r için şifâd ır.
— VII —
334 — Z ü m er : 67
625
İ SLÂM
626
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
627
İ SLÂM
Enes (R.A.) rivayet ediyor: "B ir k işi R esûlü llah (S.A.V.) e... Yüce
A lla h : «O y ü zle ri üstü Cehennem’e sürüklenenler, işte bunlar, yer bakı
m ından çok fena, yolca da sapıktırlar.» (349) buyuruyor. A caba kâfir
yüzü üstüne mi haşr o lun acak” dedi. R esûlü llah (S.A.V . ): «Dünyada onu
iki ayak üzere yürüten, K ıyam et gününde onu yüz üstü yürütmeye kadir
d e ğ il m idir?» dedi. (Buharı ve M ü slim )
Ebu H üreyre, R esû llü lla h (S.A.V.) in şö yle buyurduğunu rivaye t eder:
« K ıyam et günü in san lar üç s ın ıf o larak haşr olunurlar: Bir sınıfı yayan,
b iri sü vari ve d iğ e ri de yüz üstü haşr olunur.» "Y a R esû llü lla h , n asıl yüz
üstü haşr o lu n u rla r?” den ildi. R asûllü llah : «Onları ayakları üzerinde yü
rüten yüz üstü yürütm eye da kadir değil midir? Ancak yüzlerini her türlü
ç ık ın tı ve dikenden koruyacaklar» buyurdu. (Tirm izî)
Ebu Hüreyre, R esû lü llah (S.A.V.) in şö yle buyurduğunu rivaye t eder:
buyurm uştur: «İnsanlar üç fırk a olarak haşr olunurlar. Birinci fırka müs
takbel hayatı özliyen, (geride kalan dünya hayatından) nefret eden züm
redir. İkinci fırk a ik is i bir deve, üçü bir deve, dörcfü bir deve, onu bir deve
üzerinde se vk olunurlar. Bunların bakiyesini (ki, üçüncü fırkad ır) bir ateş
h aşredip toplar. O n lar nerede istirahat ederlerse o ateşde beraber isti
rahat eder. O n ların geceledikleri yerde onlarla beraber geceler. Onların
saba h la dıkla rı yerde birlikte sabahlar ve onlarla beraber yürüyüp onların
akşa m la d ıkla rı yerde beraber akşam lar.» (Buhaî, M ü slim ve N esârî)
4 — «(Bu m akam ların) her birine, melekler ve Cebrail, miktarı elli-
bin y ıl olan, b ir günde çıkar. O halde (ey Resûlüm , o k a firle rin e ziy e tle ri
ne) güzel b ir sa b ır ile sabret; (çünkü azabın inm e zam anı yaklaşm ıştır.)
D oğrusu onlar, onu uzak (im kânsız) görüyorlar. Fakat biz, o azabı yakın
görüyoruz. O gün, gök erimiş maden gibi olacak; Dağlar da, renk renk
atılmış yün gibi bulunacak. Hiç bir yakın (akraba), bir yakına halini sor
maz.» (350)
«Bunlar, zannetmezler mi ki, öldükten sonra kendileri diriltilecekler.»
Buharı ve M ü s lim 'in rivayet e ttik le ri b ir hadiste R e sû llü lla h (S.A.V.)
şö y le buyuruyor: «Yedi kişi vardır ki, hiçbir gölgenin bulunmadığı bir gün
de Allah onları gölgesinde gölgelendirir. (Bunlar) :
a — Adalet sahibi hükümdar,
b — Allah’a ibadet ederek yetişen genç.
628
İS L Â M İN M Ü E Y Y İD E L E R İ
351 — M u ta ffıfin ■ 4
352 — İsrâ : 13
353 — K a f • 16-25
629
I SLÂM
630
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
İbn-i M e s ’ud, R esû llü lia h (S.A.V.)’in şö yle buyurduğunu rivayet eder:
«Kul beş şeyden sorguya çekilmedikçe Allah’ın huzurundan ayrılmaz:
Hayatından sorulacaktır, hayatını nerede harcamıştır. Gençliğinden soru
lacaktır, gençliğini nerede tüketmiştir. Malındlan sorulacaktır, malını ne
reden kazanmış ve nereye harcamıştır. Ve bildiğiyle amel etmiş midir,
ondan sorulacaktır.»
A bd u llah İbn-i M e s ’ud (R.A.) dan rivayete göre, Peygam ber (S.A.V.) :
«Kıyamet günü insanlar arasında verilen ilk hüküm kan davaları hakkın
dadır.» (Buharî, M ü slim , T irm izî ve N esâî)
Ebu H üreyre (R.A.) dan R esûlü llah (S.A.V.) şö yle buyurdu dediği
rivayet e d ilm iştir: «Kim ki, uhdesinde (bir din) kardeşinin nefsine, yahut
malına tecavüzden mütevellid hak bulunursa -dinar, dirhem bulunmıyan
(K ıyam et günü gelm ez) den evvel- bugün (dünya) da mazlumdan o hak
kı bağışlamasını istesin! (K en disine helâl e d ilm ed iğ i takdirde) zalimin
zulmü miktarı alınır (da m azlûm a v e rilir). Eğer zalimin hasenatı bulun
mazsa mazlûmun seyyiatından alınıp zâlimin üzerine yükletilir.»
Y in e Ebu H üreyre rivayet ediyor: R esû lü llah (S.A.V.) şö yle buyur
du. «Müflisin kim olduğunu biliyormusunuz?» "A ra m ızd a m ü flis, parası
pulu olm ayand ır.” dediler. Buyurdu ki: «Müflis Kıyamet gününe namaz,
oruç ve zekâtla gelen fakat şuna söven, ona iftira eden, şunun malını
yiyen, bunun kanını akıtan ve onu döven kimsedir ki, Kıyamet gününde
şuna, buna ve ona hasenelerinden verir. Üzerindeki haklar tükenmeden
631
İ SLÂM
632
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
633
İ SLÂM
Cennet’e girecek ateş ehlinin sonuncusu olacaktır. (O kim se): "Ya Rab,
yüzümü (şu ateşten döndür. Kokusu beni zehirleyip duruyor, yalınız beni
yakıp duruyor” diyecek. (Adam cağız m ütem adiyen dua ve niyazda bulu
nacak. Sonunda Hak Teâlâ) ona buyuracak ki: "Bu senin dediğin yapıla
cak olursa acaba başka şey (daha) istemiyecek misin?” O ise: "(C e lâ l)
ve İzzetine kasem olsun ki, hayır!” diyecek. Ve Ailahu Teâlâ’ya müşlyyet-î
İlâhiyyesi tealluk eden ahd ü misakı verecek (ondan sonra) Ailahu Teâlâ
onun yüzünü Cehennem yönünden (C enn et tarafına) çevirecek. Yüzünü
Cennet'e doğru döndürünce Cennet’in güzelliğini görecek (Lâkin başlan
gıçta talebden haya edip) Allah’ın dilediği kadar (bir müddet) sustuktan
sonra: "Ya Rab, benî Cennet’in kapısına yanaştır” diyecek. Ailahu Teâlâ
da: "Evvelce istediğinden başka (hiç) birşey istemiyeceğine ahd ü misak
vermiş değil miydin?” diye (kendisini ilzâm edecek) O. da: ”Yâ Rabb,
mahlukatının en bedbahtı ben olmayayım” cevabını verecek. Bunun üze
rine (yine) Ailahu Teâlâ: Bunu da sana verirsem başka birşey istemiye
cek misin? diyecek. Oda : "Celâl ve İzzetine kasem olsun ki, hayır. Bun
dan başka (hiç) birşey isteyecek değilim” cevabını verecek. Ve Rabb (- Ce-
lîl)ine dilediği ahd ü misakı verdikten sonra Rabbı (Teâlâ v e Tekaddes
H azretleri) onu Cennet’in kapısına yanaşdıracak. (O kim se) Cennet ka
pısına varıp da ondiaki revnak ve letâfeti ve içindeki nadret ve sürürü
görünce (yine utanıp) Allah’ın dilediği kadar (bir müddet) susacak. Son
ra: "Yâ Rabb, beni içeriye sok” diyecek. Allah (Azze ve C e ile ) de : "Al
lah lâyığını versin behey Âdem-oğlu, sen ne sözünde durmaz kimsesin!
Sen verdiğimden başka (hiç) bir şey istemiyeceğine (daha evvel) ahd ü
misâk vermiş değil miydin?” buyuracak. O da: "Yâ Rab, (dem ek ki) mah-
lukatmın en bedbahtı ben olacağım” diyecek. (Bu söz üzerine ve dua ve
niyazını te k ra r ede ede nihayet) Ailahu Teâlâ ona gülecek. Ve Cennet’e
girmesine izin verecek. (Oraya alırke n de) ona: "Temenni et” buyuracak.
O da (uzun boylu) temenni (ler)de bulunacak. Nihayet dilekleri kesilince
Ailahu Teâlâ: "(Bunlardan başka) şunu da, bunu da, şunu da, bunu dâ
iste” buyuracak ki, (isten ece k şe y le ri) Rabbi aklına getirecek. Nihayet
(bu türlü) dileklerinin tamamı da kesilince AHahu Teâlâ: "Bunların hepsi
ve bir o kadarı (hep) şenindir” buyuracaktır. -(H adisi Ebu H ü re yre ’den
rivayet edenlerden biri olan A tâ b. Yezid-i L e y sî der ki: Ebu H üreyre bu
nu rivaye t ederken Ebu Said-i H udrî de oturuyor ve Ebu H ü re yre ’nirv de
diklerinden h iç b ir şeyi d e ğ iştirm eye lüzum görm üyordu. Tâ: "B u n la rın hep
si ve bir o kadar dahası hep ş e n in d ir” sözüne gelince) Ebu Said-i Hudrî
(R.A.) Ebu Hüreyre (R A.)e: "Resûlüllah (S.A.V., Allah (Azze ve Cel*e):
Bunlar (ın hepsi) ve daha on misli şenindir” buyuracaktır, demişti,” dedi.
634
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
635
İ SLÂM
636
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
dopdolu buldum" diyecek. (Bu defa) Cenab-ı Hak ona: "Git, Cennet’e gir:
dünya kadar, dünyanın on misli kadar yer şenindir” buyuracak... Râvi
der ki: Vallahi (bu v a ’d-i İlâhîyi o bîçare alaya ham ledeceğinden dolayı)
Resûlüllah (S.A.V.) in gerideki dişleri belirinceye kadar tebessüm bu
yurduğunu gördüm. (Sahabeler arasında) Cennet ehlinin en dûn menzil
ve mertebe sahibi işte bu kimsedir, denirdi.»
B — CENNET VE CEHENNEM
Y üce A lla h şö yle buyurur: «Artık o ateşten sakının ki, onun tutuştu-
rucu odunu insanlarla taşlardır...» (365)
Ebu H üreyre'den nakledilen b ir hadiste R esûlü llah (S.A.V.)
«"Sizin (şu dünya) ateşiniz, Cehennem ateşinin yetmiş cüz’ünden
bir parçadır,” buyurm uş. Sahabeler tarafından :
— Yâ R esûlü llah Dünya ateşi (kâfirle ri, fâ c irle ri azab için) herhal
de kâfidir, d e n ild i. R esû llü lla h :
— Cehennem ateşi (m iktarca ve sayıca) dünya ateşieri(nin umumu)
üzerine altmış dokuz derece fazla kılındı: Bunlardan her birinin harareti
bütün dünya ateşinin harâreti gibidir.» (366)
Y üce A lla h , başka bir yerde şö y le buyurur : «Şüphesiz ki âyetleri-
rimizi inkâr eden kâfirleri yakında ateşe atacağız. Derileri piştikçe, aza
bı duysunlar diye kendilerine, değiştirerek başka deriler vereceğiz. Çün
kü Allah, gerçekten Aziz’dir, Hakimdir.» (367)
Y in e şö yle buyurur: «Allah, Kıyamette kâfirlere: "Sizden önce insan
ve cinden gelip geçen ümmetlerin bulunduğu ateşin içine girin” buyura
caktır. Her ümmet girdikçe, kendini sapıtan daha önceki dindaşına lanet
edecektir. Nihayet hepsi Cehennem’de birbiriyle buluşup toplanınca, bağ
lılar (tabi olanlar) öncüleri için şöyle diyecek: "Ey Rabbimiz, bizi sapıtan-
lar, işte bunlardır. Bunlara ateşten iki kat bir azap ver.” Allah: "Her bi
rinize iki azap var.” fakat bilmiyorsunuz,” buyurur. Önceki öncüler de
sonrakilere: "Sizin de bize karşı bir üstünlüğünüz olmadı. Artık kendi yap
tığınızın cezası olan azabı tadın” derler.» (368)
Ebu S a id ’den yapılan b ir rivayette R esûlü llah (S.A.V.) şö yle buyu
ruyor: «Kıyamet günü (Cennet ehli, C e n n e t’e: C e h e n n e m lik le r de Cehen-
nem ’e ayrıld ıktan sonra) ölüm, aklı karalı alaca bir koyun süretinde geti
rilir. (Ebu K u ıe yb şunu ziyade etti:) Cennet ile Cehennem arasında dur-
365 — B a k a r a : 24
336 — M a ü k , B u h a rı, M ü s lim T ir m iz i
367 — N isa : 56
358 — A ’r a f : 38-39
637
İSLÂM
durulur. {İki ravi de hadisin geri kalan kısm ında ittifâ k e tm işle rd ir) Mü
teakiben: Ey Cennet ahalisi! Sizler bunu tanıyor musunuz? denilir. Cen
netlikler hemen boyunlarını uzatıp başlarını ona doğru kaldırırlar ve ona
(o koyuna) bakarlar. Ve Cennet ahâlisi: Evet, tanıyoruz, bu ölümdür der
ler. Sonra: Ey Cehennem ahâlisi! Sizler bunu tanıyor musunuz? diye so
rulur. Onlar da başlarını kaldırıp bakarlar ve: Evet tanıyoruz, bu ölü?**-
dür, derler. Bunu takiben koyun suretindeki ölümün (Cennetie Cehen
nem arasında) kesilmesi emrolunur ve derhal boğazlanır. Bundan sonra:
"Ey Cennet halkı! Cennet’te ebedi yaşıyacaksınız, artık ölüm yoktur. Ve
ey Cehennem halkı! Sizler de karargâhınızda ebedisiniz, artık ölüm yok
tur denilir.» Bundan sonra R esûlü îlah şu âyeti okudu: Sen onları İlâhi
emrin yerini bulduğu vakti ile, hasret (ve nadamet) günü ile korkut. On
lar hâlâ gaflet içerisindedirler, onlar hâlâ iman etmiyorlar. Şüphe yek ki
Arz’a ve onun üzerindekilere biz vâris olacağız biz! Onlar (nihayet) bize
döndürüiecekieridr.» (369) R esûlü îlah bu ayeti okurken e liy le dünyaya
işaret etm iştir.» (370)
Y üce A lla h şö y le buyuruyor: «Kâfir olanlara gelince; onlara Cehen
nem ateşi var. (İkinci defa haklarında hüküm v e rilip ) öldürülmezler ki, öl
sünler (de rahata kavuşsunlar). Üzerlerinden Cehennem’in azabı da hafif
letilmez. İşte (A lla h ’ı ve nirrietlerini inkâr eden) her nankörü böyle ceza
landırırız. O kâfirler Cehennem’de şöyle derler: "Ey Rabbimiz! Bizleri
çıkar, (dünyada ş irk gibi) yapageldiğimizden başka salih bir amel yapa
lım.” (A lla h onlara şö y le buyurur): "Size, düşünecek kimsenin düşüne
ceği kadar ömür vermedik mi? Hem size Peygamber de geldi. O halde
tadın (ateşin azabını)!... Çünkü zalimleri (A lla h ’ın azabından) kurtaracak
yoktur.» (371)
«O Kıyamet günü, mücrim kâfirleri birbirine bağlanıp kelepçelenmiş
olarak görürsün. Gömlekleri katrandandır ve yüzlerini de ateş kaplar.»
(372)
«De ki: Kur’an Rabbinizden gelen bir haktır. Artık dileyen iman et
sin, dileyen kâfir olsun. Çünkü biz zalimler için öyle bir ateş hazırladık
ki, onun kalın duvarları kendilerini kuşatmaktadır. Onlar, susuzluktan im
dat istedikçe, erimiş maden tortusu gibi kaynar su ile imdat edilirler
ki, o, yüzleri kavurur. O ne fena içkidir ve o ateş de ne kötü konaklama
yeridir.» (373)
374 — E n b iy a : 39
375 — H a c c : 20
376 — M ü 'm in û n : 104
377 — F u r k a n : 11-13
378 — A n k e b u t : 54-55
379 — S â ff a t : 62-68
380 — S âd : 57
639
İ SLÂM
maktan) ümidini kesmişlerdir. Biz onlara zulüm etmedik; fakat kendileri za
lim idiler.» (381)
«Gerçekten Cehennem’deki o Zakküm ağacı, kâfir olanın yemeği
dir. Maden tortusu gibi karınlarında kaynar; kaynar suyun kaynaması
gibi... (A lla h Cehennem deki v a zife li m eleklere o kâfir için şöyle buyu
rur): Onu yakalayın da sürükleyip Cehennem'in ortasına atın. Sonra da
başının üstüne o kaynar su Azabından dökün. (Sonra ona şö yle deyin):
Tad bakalım, çünkü sen, (zanınca kavmin arasında) çok şerefli ve çok
iyi bir kimse idin!... (382)
«Muhakkak ki mücrimler (m üşrikler) şaşkınlık ve çılgın ateşler için
dedirler. O gün yüzleri üstü ateşte sürüklenecekler; (ve onlara): "Tadın
Cehennem’in dokunuşunu» denilecek.» (383)
«Sol ehli ise, onlar ne acıklı dürümdalar!.. Onlar ateşin alevi ve kay-
nar su içindedirler. Bir de üzerlerinde Cehennem’in kapkara dumanı olan
bir gölge var.. O gölge ne serindir, ne mülayim... Çünkü onlar, bundan
önce (dünyada) zevklerine düşkündüler. Ve en büyük günah (A lla h ’a or
tak koşmak) üzerinde ısrar ediyorlardı... Bir de diyorlardı ki: Öldüğümüz
ve bir toprak, bir yığın kemik olduğumuz vakit mi, hakikaten biz mi diri
lecekmişiz? Evvelki atalarımızda mı? (Ey Resulüm , o m ünkirlere) söyle:
"Muhakkak bütün evvelkiler ve sonrakiler, belirli bir günün muayyen bir
vaktinde çaresiz toplanacaklardır.” Sonra, muhakkak ki siz ey sapkınlar,
yalancılar! Elbette (C ehennem ’de) Zakkum ağacından yiyeceksiniz. Ka
rınlarınızı ondan dolduracaksınız. Üstüne de (şid detle su sayacağ ınız için)
o kaynar sudan içeceksiniz. Öyle ki, suya kanmayan develerin içişi gibi
içeceksiniz.» (384)
«Ey iman edenler! Kendinizi ve aile halkınızı öyle bir ateşten koru
yun ki, onun tutuşturucusu insanlarla taşlardır. (O ateşin) üzerinde öyle
melekler vardır ki, çok sert, çok kuvvetlidirler. Allah kendilerine ne em
retti ise, ona isyan etmezler ve emredildikten şeyi yaparlar.» (385)
«Rablerini inkâr edenlere de Cehennem azabı vardır. O, ne fena dö
nüş yeridir. İçine atıldıkları zaman, Cehennem’in korkunç sesini (an ırışın ı)
işitirler ki, (kendilerini) kaynatıyordur. Nerde ise (kâfirlere) öfkesinden
çatlayacak olur. (K âfirlerden) bir topluluk onun içine her atıldıkça, Cehen-
381 — Z u h ru f : 74-76
382 — D u n h a n : 43-49
383 — K a m e r 47
384 — V a k ia : 41-46
385 — T a h rim : 6
640
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
nem bekçileri o kâfirlere sorarlar: Size, azap ile korkutan bir Peygamber
gelmedi mi?» (386)
«Zira (ahirette k â firle r için) bizim yanımızda bukağılar ve (içine gi
re ce k le ri b ir ateş var.)» (387)
«Çünkü biz, kâfirler için zircirler, bukağılar ve alevli bir ateş hazır
ladık» (388)
«(Ey in kâ rc ıla r topluluğu) haydi Cehennem’in üç çatallı duman göl
gesine gidin. Ne gölgelendirir, ne alevden korur, (sırf size bir azap)... Z i
ra o ateş, öyle kıvılcımlar atar ki, her biri saray gibi... (Renk ve çokluk
bakım ından) sanki o kıvılcımlar, sarı deve sürüler... (Bu hali) yalan sa
yanların, o gün vay haline!.. Bugün dilleri tutulacak gündür, (İnkarcı
ların). .. Kendilerine izin verilmez ki, özür dilesinler.» (389)
«(Ey Resûlüm ! Bütün in san ları dehşeti ile) kaplayacak olan Kıya
metin haberi, muhakkak ki sana gelmiştir. Bir takım yüzler vardır ki o
gün zelildir; çalışmış, fakat boşuna yorulmuştur. Kızgın ateşe girerler.
Kaynar bir kaynaktan içrrilirler. Onlara, (hayvanların b ile sa kın ıp y iy e
m ediği) bir nebattan başka yiyecek yok. O, ne besler ,ne açlıktan kur
tarır.» (391)
«Cehennem de ogün getirilip ortaya konur; ogün kâfir insan düşü
nür, fakat o düşünüp (gerçeği) anlamaktan ona ne fayda? (A rtık düşün
m ek ona h iç b ir fayda sağlıyam az.) (O, Şöyle) der: "Ah ne olurdu! K e ş
ke ben (ebedi olan ahiret) hayatım için, önce (fani dünyada) saiih amel
ler yapmış olsaydım.» (392)
386 — M ü lk : 6-8
337 — M ü z e m m il : 12
388 — jn s a n : 4
389 — M ü r s e lâ t : 30-38
390 — N e b e ’ : 21-30
391 — Ğ a şiy e : 1-7
392 — F e c r : 23-24
641
İSLÂM
393 — H ü m e z e : 4-9
394 — K â f : 30
395 — B u h a ri, M ü slim , T irm iz i
396 — M ü slim
397 — M ü slim
398 — M ü slim
642
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
399 — B a k a r a : 25
400 — Al-i İm r a n : 133
643
lir. O n e: C e n n e t’» g ir, d e n ile c e k . O is e : Ey R abbim , h e r k e s k en d i m e n z i
lin e y e r le ş tik te n , a la c a ğ ın ı a ld ık ta n s o n r a bu n a sıl m ü y e s s e r o la b ilir? d i
y e c e k .” C en âb -ı R a b b ü ’l-âlem in ile o n u n a r a s ın d a ş ö y le b ir k o n u şm a o la
c a k : "D ü n y a p a d iş a h la rın d a n b ir p a d iş a h ın m ü lk ü n e b e n z e r b ir m ülke
nail o lu rs a n (nasıl) razı o lu r m u s u n ? ” "R azıy ım yâ R ab.” " İ ş te ö y le bir
m ü lk ş e n in d ir. Bir o k a d a r d a h a , b ir o k a d a r d a h a , b ir o k a d a r d a h a , b ir o
k a d a r d a h a .” -(B e şin cisin d e cevaba k a rşılık v e re re k ) "ra z ı old u m y â R ab.”
" İ ş te bu k a d a r h e p ş e n in d ir . O n u n o n m isli d e ş e n in d ir. Bir d e n e fs in h e r
n ey i arzu e d iy o rs a , g ö zü n h e r n e d e n h o ş la n ıy o rs a h e p s i ş e n in d ir.” "R â-
zı o ld u m yâ R ab .” Bu c e v a p ta n s o n r a M û sâ a le y h i’s - s e lâ tü v e ’s -se lâ m :
"Y a C e n n e t e h lin in e n y ü k s e k m a k a m v e m e n z ile t s a h ip le ri n a s ıld ır? ”
d iy e s o rd u . C e v a b e n b u y u rd u ki: "K e n d im için ih tiy a r v e is tifâ e ttiğ im
k u lla r iş te o n la rd ır. K e râ m e t fid a n la rın ı k en d i yed-i k u d re tim le d ik ip m ü
h ü r a ltın a a ld ım . O nu n e b ir g ö z g ö rm ü ş , n e b ir kulak iş itm iş , n e d e b e
ş e r d e n h iç b ir k im s e n in k a lb in e n e o ld u ğ u h a tıra g e lm iş tir..” Ravi der ki:
Bu rivayetin K ita b u ’l-lah'tan m ısdâkı: "A rtık (dünyada) işle d ik le ri sa lih
a m e lle r e m ü k â fa t o la ra k k e n d ile ri için , göz a y d ın lığ ın d a n n e h azırlay ıp
sa k la n d ığ ın ı k im s e b ilm e z .” â y e ti kerim esidir.»
Ebû Said Hudri ile Ebu H üreyre (R.A.) dan; Peygam ber (S.A.V.) :
«Bir m ü n a d i: D aim a s ıh h a tli k a lm a n ız v e e b e d iy y e n h a s ta o lm a m a n ız s i
zin h a k k ın ız d ır. D aim a n im e tle r iç e r is in d e h o ş hal o lm a n ız v e e b e d iy y e n
s ık ın tı v e ç e tin liğ e m a ’ruz k a lm a m a n ız siz in h ak k ın ızd ır, d iy e n id â e d e
c e k tir» b u y u rd u . İ ş te bu, Aziz v e C elîl o lan A llah ’ın ş u k av lidir: « O nlara:
İşte y a p m a k ta d e v a m e ttiğ in iz (iyi işler) s a y e s in d e m ira s ç ı e d ild iğ in iz
c e n n e t budur! d iy e n id â e d ile c e k tir.» (402)
401 — A r a f : 42
402 — M ü slim
644
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
C e rir (R.A.) den; Ş ö yle de m iştir: Bu gece peygam ber ile b irlik te bu
lunuyorduk. (ayın ondördüne m ü sad if idi) A y a bakıp buyurdu ki: «Şu ayı
n a s ıl r u ’y e tin d e n h iç b irin iz m a h ru m o lm a k sız ın (Yahut b irb irin ize g ö ste
re b ilm ek için s ık ış ıp üst üste y ığ ılm an ıza hacet kalm aksızın hepiniz zah
m etsizce) g ö rü y o rs a n ız R ab b in iz (taala ve takaddes H azre tle rini) d e ö y le
c e g ö re c e k s in iz . A rtık g ü n e ş in d o ğ u ş u n d a n d a b a tış ın d a n d a ev v elk i
n a m a z la rın h iç b irin d e n a lık o n m a m a k e lin iz d e n g e lir s e (ona) ç a lışın ız .»
Sonra (C e rir R adiyallahu anh): « G ü n e ş in d o ğ u ş u n d a n v e b a tış ın d a n ö n c e
R abbini h am d i ile te ş b ih e t.» âyeti kerim esin i okudu.
Ebu H üreyre R esû lü llah (S.A.V.) in şö yle ded iğin i rivaye t eder:
« C e n n e t’e g ir e n e bol bol n im e t v e rilir v e o , ü m its iz liğ e d ü ş m e z . E lb ise le ri
y ıp ra n m a z . G e n ç liğ i s o n b u lm a z . C e n n e t’te , g ö zü n g ö rm e d iğ i, k u lağ ın
d u y m a d ığ ı v e b e ş e r in h a tırın a g e lm e y e n ş e y le r v a r.» (404)
403 — Y u n u s : 26
404 — M ü slim
405 — M e ry e m - 59-63
645
İ SLÂM
406 — H a c : 23-24
407 — A n k e b u t : 58-59
408 — Y a s i n : 55-58
409 — T e b e râ n i
410 — Z ü m e r : 73-75
411 — B u h a ri, M ü slim
646
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
415 — T u r : 17-24
416 — R a h m a n : 46-78
648
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
"(Bir de üçüncü sın ıf, hayır işlem ekte) ileri geçenler, (ahirette de)
ileri geçenlerdir. (İlk C enn et'e giren lerd ir.) Bunlar, dereceleri en yük
sek olanlar... Naîm Cennetlerindedirler. Evvelki ümmetlerin (hayırla
rında ileri geçenlerinden) çok kimseler, biraz da sonrakilerden, mücev-
haratla işlemeli tahtlar üstünde, onlara yaslanarak karşı karşıya kurul
muşlar. Dolaşır etraflarında (ta zelikle ri) daimi genç hizmetçiler. Cennet
şarabından dolu sürahiler, ibrikler ve kadehlerle... Ondan başları ağrımaz,
sarhoş da olmazlar... Bir de seçtikleri meyvelerle ve arzu ettikleri kuş
etleri ile (h izm e tçile r e trafların da dolanır.) Onlar için iri gözlü (güzel
yüzlü) hûriler de var; gün görmemiş inci emsali-.. (Bütün bunlar, C e n n et
liklerin) işledikleri amellere mükâfat içindir. Onlar Cennet’te ne bir boş
laf işitirler, ne de bir hezeyan. Ancak bir söz işitirler : Selâm... Sağ ehli,
ne mutlu o sağ ehline!.. Onlar, dal bastı kirazlar, dolgun salkımlı muzlar
altında ve yaygın bir gölgede, çağlayan bir su kenarında ve tükenmeyen,
yenmesi yasaklanmayan bir çok meyveler arasında, kıymetleri yüksek dö
şeklerdedirler... Gerçekten biz, onları yepyeni bir yaratılışla yaratmı-
şızdır. Böylece onları hep bakir kızlar, kocalarına âşık yaşıtlar yaptık sağ
ehli için...” (417)
A b d u llah İbn-i Kays (R.A.) dan R esûlü llah (S.A.V.) in şö y le buyurdu
ğu rivaye t olunm uştur; «İki Cennet vardır ki, bunların kapları ve eşyala
rı gümüştendir. Diğer iki Cennet daha vardır ki, bunların kapları ve eşya
ları da altındadır. Adın Cennetteki ehl-i Cennet ile bunların Rable-
rine nazarları arasında Allah’ın yüzünde ridây-i azamet ve kibriyasından
başka bir şey bulunmayacaktır.» (418)
Ebu H üreyre (R.A.), R esû lü llah (S.A.V.) in şö y le buyurduğunu riva
y e t eder: «Şüphesiz Cennet’te bir ağaç vardır ki bir süvari onun gölge
sinde yüz sene yürür.»
E n e s’ten R esûlü llah (S.A.V.) in şö yle buyurduğu rivaye t e d ilir ;
«"Mümine Cennette şöyle şöyle kadına yaklaşma gücü verilir” Bu
arada sahabeler: "Buna güç ge tire ce k m i?" ded iler. Buyurdu ki: "Yüz
kişinin kuvveti kendisine verilir.” » (419)
«Şüphesiz takva sahiplerine kurtuluş (Cennet) var. Bahçeler var,
üzümler var. Ayni yaşta tomurcuk sîneliler, hem dolgun kadehtiler var...
Orada ne boş bir lâf işitilir, ne de bir yalan... Bir karşılık ki, Rabbinden
bir ihsandır, yeter mi yeter...» (420)
649
İ S L Â M
— VII —
650
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
651
İ SLÂM
425 — A ’r a f : 44-51
426 — S a f f a t : 50-55
652
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ
Azgınların dönüp varacağı yer ise, muhakkak ki fena bir yerdir. Ce
henneme, oraya girecekler. O ne kötü döşektir!.. İşte bu kâfirlere.. Ar
tık tadsınlar kaynar sudan ve irinden ibaret Cehennem azabını... O azap
şeklinden diğeri de var: Çifte çifte (türlü türlü) acılar (M e le k le r kâfir
lerin e lebaşlarına, dünyada e m irle rin e bağlı olan ları g ö ste rip şö y le d iye
cekler): "İşte sizinle birlikte Cehenneme giren güruh.” Elebaşılar da
yardakçıları için şöyle diyecekler : "Onlar rahatlık görmesinler; ateşe
girmeğe hak kazanmışlardır.” (yardakçılar e le b a şla rın a şöyle) derler:
"Hayır, asıl siz rahatlık görmeyin. Bu azabı önümüze asıl siz getirdiniz.
Bakın ne kötü karargâh!” (Yine devam la şö yle ) derler: "Ey Rabbimiz!
Bu azabı bizim önümüze kim geçirdi ise, onun ateşteki azabını kat kat
artır.» Bir de (o Cehennem deki azgın e le b a şıla r m ü m inleri kastederek
şöyle) diyecekler: "(Dünyada) kendilerini bayağı kimselerden saydığı
mız birtakım adamları (fakir m üm inleri bu ateşte) neye görmüyoruz? Biz
onları eğlenceye (alaya) alırdık. Yoksa gözlerimiz onlardan kayadı (da
k en d ilerin i görem iyoruz) "İşte bu, Cehennem ehlinin birbirleriyle müca
delesi, şüphe götürmeyen bîr gerçektir.» (427)
«Hatırla o vakti ki, (kâfirle rin ö n d e rle riy le ayak ta kım ları) ateşte bir
birleriyle çekişirlerken zayıf olanlar, büyüklük taslıyanlara (ö n d erle ri
ne) şöyle diyecekler: "Biz (dünyada) size itaatkâr idik. Şimdi siz, bizden
ateşin bir kısmını savabiliyor musunuz?” Büyüklük taslayıp imandan yüz-
çevirenler de şöyle diyecektir: "Biz topyekün o ateş içindeyiz. Doğrusu
Allah, kulları arasında (gerekli) hükmünü verdi. Ateşte olanlar,. Cehen
nem bekçilerine diyecekler ki: "Rabhinize dua edin, (hiç olm azsa) biz
den bir gün (m üddetince) azabı hafifletsin.» (428)
«O küfre varanlar: "Biz, asla ne bu Kur’an-a inanırız, ne de ondan
öncekine (Tevrat ve İn cil’e).” dediler. Fakat sen o zalimleri, Rablerinin
huzurunda durdurulurlarken sözü birbirlerine çevirerek, düşükler, o bü
yüklük taslayanlara: "Siz olmasaydınız muhakkak biz iman ederdik.”
dedikleri zaman bir göreydin!.. Büyüklük taslayanlar, düşüklere (cevap
olarak şöyle) derler: "Size hidayet geldikten sonra, sizi ondan biz mi
çevirdik? Hayır, siz kendiniz suçlu idiniz.” O düşükler de büyüklük tas-
iıyanlara: "Hayır, gece ve gündüz bizi aldatıyordunuz. Çünkü siz, bize
Allah'ı inkâr etmemizi, (Peygam beri tanım am am ızı), O ’na ortaklar koşma
mızı emrediyordunuz.” derler. Azabı gördükleri zaman içlerinden piş
manlık getirirler. Biz de o kâfirlerin boyunlarına demir lâleler vururuz.
Onlar ancak yaptıklarının cezasını çekerler.» (429)
427 — Sâd : 49-64
428 — Ğafir : 47-49
429 — Sebe’ 31-33
653
İSLÂM
«Allah kıyam ette kâfirlere: "Sizden önce insan ve cinden gelip ge
çen ümmetlerin bulunduğu ateşin içine girin” buyuracaktır. Her üm met
girdikçe, kendini sapıtan daha önceki dindaşına lanet edecektir. N ih a
yet hepsi Cehennem de b irb iriy le buluşup toplanınca «Bağlılar (tabi olan
lar) öncüleri için şöyle diyecek: "Ey Rabbimiz, bizi sapıtaniar, işte bun-
iardır. Bunlara ateşten iki kat bir azap ver.” Allah: "Her birinize iki kat
azap var, fakat bilmiyorsunuz" buyurur.» (430)
«Allah'a ortak koşarak nefislerine zulüm edenler, vaktinde göre
cekleri azabı bilselerdi, muhakkak bütün kuvvet ve kudretin Allah’ın ol
duğunu ve azabının çok şiddetli bulunduğunu anlarlardı. O zaman, küfür
öncülerinin arkasında gidenler görecekler kî, arkalarına düşüp uydukla
rı kimseler, kendilerinden hızla uzaklaşmıştır. Hepsi o azabı görmüştür
ve aralarındaki bağlarda parçalanıp kopmuştur. Ve öncülere tabi olanlar
da şöyle demektedir: "Ah! Bizim için dünyaya bir dönüş olaydı da on
lar bizden ayrılıp uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık.” İş
te böylece Allah, onlara bütün yaptıklarını hasret ve pişmanlıklar ha
linde gösterecektir ve onlar ateşten de çıkacak değillerdir.» (431)
Bu konuyu Üstad M evd udî'nin "İslâm M ed eniyeti: Esas ve M en
ş e i” (432) is im li kitabından yap tığım ız şu nakil ile b itiriyo ru z :
ÂHİRET GÜNÜNE İMAN
A h ire tte n maksat: Ö lüm den sonraki hayattır. Buna ah iret hayatı
yahut ah iret yurdu d e n ilm iştir. Kur'an-ı Kerim bu inancı m üm inin zih n i
ne y e rle ştirm e k için ah ire t sözü geçm eyen sa h ife le ri pek azdır. Doğru
luğuna dair d e lille r g e tirilir, önem ve hikm eti s ık s ık izah e d ilir. K u r’-
en-ı Kerim , ona inanm ayan kim senin a m ellerin in boşa gideceğin i a ç ık
lıkla be lirtir. Dünyada ve ahirette en büyük hüsran, onu inkâr edenin
dir :
«Halbuki ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalan sayanların bütün
işledikleri boşa gitmiştir. Onlar, yapmakta olduklarından başkasıyla mı
cezalandırılacaklardı ya?» (433)
«Allah’ın huzuruna çıkmayı yafan sayanlar gerçek en büyük ziy? la
uğramıştır.» (434)
A h ire t gününün önem ini çok açık b ir şe k ild e b elirten bu ayetler
aslınd a insanda b eliren b ir takım fıtrî so ruların cevabı olm aktadır.
430 — A ’raf : 38
431 — B a k a r a ; 165-167
432 — A dı g e ç e n k ita p M e h m e t A y d ın ta r a f ı n d a n d ilim iz e ç e v rilm iş ve «Hi-
lâl>- y a y ın la n a r a s ın d a y a y ın la n m ış tır. "(M ütercim )
433 — A ’r a f : 147
434 — En'am : 261
654
F I T R Î SORULAR
İnsan, hüzün ve kederi, ferahtan, elem ve s ık ın tıy ı da rahatlık ve
nim etten daha çok h isse d iyo r. İnsan tabiatı budur. D uygularını daha çok
e tkileyen fik r i kuvvetini de daha çok tahrik eder. G örm üyor m usun? Bir
şe yi elde e ttiğ im iz zaman bunun nereden ge ld iği, n asıl g e ld iği ve ne
zamana kadar yanım ızda kalacağı so ru la rı üzerinde az dururuz. Fakat
bir şe yi kaybettiğim iz zaman hemen m u hayyilem izi hüzün ve kederin
kapladığını ve şu so ru la rın zihn im izd e kaynaşm aya başla d ığ ın ı görürüz:
Onu nasıl kaybettik? N ereye g itti? Şim di nerede o la b ilir?. A cab a te k
rar e lim ize ge çe r mi?..
Aynen bunlar gibi, hayatın m ebdei, ölüm ve ölüm den sonraki hayat
için bazı fıtrî so ru la r aklım ıza gelir; Şü ph esiz biz bu alem e b a k tığ ım ız
da bu âlem in büyüklüğü karşısın d a, deh şet içinde: Bu âlem ned ir? B aş
langıcı n a sıld ır? Onu kim bina etti?
Fakat bütün bu so rular halk tabakası için boş şe yle rd e n öteye g e ç
mez. Onlardan ancak çok azının kafasını m eşgul eder. A n ca k havas
tan birkaçı ve derin görüş ve düşünce sa h ip le ri bu so ru la rla m eşgul
Dİur.
655
İSLÂM
İçim izden her ferdin nail olduğu kısa dünya hayatı, b ir cehd ve didinm e
b ir hareket ve gayret için de akıp gidiyo r. Bu hayat vasatında pek tabiki
insan denen v arlık, ruh durgunluğunu bulam am aktadır. Bu işin gerçek
yüzü nedir? İş ve m eşguliyet! Bu g ayretlerin n e ticesin d e, insanın iy ilik
yaptığına m ukabil iy iliğ e kötülük yaptığına m ukabil kötülüğe ulaşm ası
lâzım gelirken böyle olm uyor. Biz dünya hayatım ızda böyle bir n e tice y
le karşılaşm ıyo ruz.
Fasık bir adam hayatı boyunca kötülük, m enhiyat işle r, elem e, ke
dere, fe lâ ke t ve m usibete maruz kalır. Fakat bazıları da bütün m enhi
yatlarına rağmen ta ltif e d ilir. B azıları m enh iyatlarını tam olarak g izle r
ler, in san lar bunları sa lih k im se le r zannederler. Pek ta b iî ki bu g ib ile
rin kötülükleri dünyada elbette kalm ayacaktır...
Bu gibi za lim le rin zulm ü devam etsin de, mazlum un sabrı n e tice
s iz mi kalsın ?
AHİRET İNKÂRI
656
FITRİ SORULAR
«Dediler ki: «Bu (Hayat) dünya hayatımızda başka bir şey değil
dir. ölüyoruz, yaşıyoruz. Bizi o sürekli zamandan başkası helak etmez.»
Halbuki onların buna dair de hiç bir bilgisi yoktur. Onlar (Başka değil)
sade öyle sanıyorlar» (436)
Bizim y a şa d ığ ım ız kâinat fa b rik ası ezeli ve ebedi b ir y e rd ir derler.
O fani olm ayacaktır. Ona ebediyyen h içb ir şey dokunam ıyacaktır, der
ler. Bu sö zle ri sö yle ye n le r, haddizatında d e d ik le ri şeyin m ahiyetini b il
m iş de ğ ille rd ir. O nların, âlem in ezeli ve ebedi olduğuna dair h içb ir ya
kın m alum atları da yoktur. O n lar ancak duyu organlarına inandılar. Böy-
lece de h iç b ir m alum atları bulunmayan âlem in sonu hakkında fik ir yü
rüttüler. Çünkü onlar bizzat g ö zle riy le alem in d a ğ ıld ığ ın ı ve parçalan
dığını g ö rselerde böyle d e m iye ce klerd i. O n lar her şe y i p o zitiv is t nazar
la ta tkik e ttik le rin d e n fik ir le r i de dar ve m anasızlıktan öte geçm ez.
Çünkü b ir şeyi şuurum uzun kavrıyam am ası onun yokluğuna kafi
d e lilm id ir? Bizim görd üklerim iz var da, g ö rm e d ikle rim iz yok mu? Eğer
işin iç yüzü böyle olm uş o lsayd ı benim de şö y le söylernem doğru o lur
du: «Elim le dokunduğum, gözüm le gördüğüm, gözümün önünde değilde
b ir perde arkasında olsa e lim le dokunam azsam , gözüm le görm esem o
şeyin yokluğu için bu k â fim id ir?
435 — D u h a n : 35
436 — C a siy e : 24
657
İSLÂM
658
!
FITRİ SORULAR
D e rle r ki :
659
rar şe k il d e ğ iştire re k gelir. B öylece eskiden işle d iğ i günahların c e za s ı
nı çe km iş olur.
Fakat ilim ile rle y in c e in san lar hayatla ölüm hakkındaki bu düşün
ce le rin i te yid im kânı bulam adılar. Esasen bu inancın g erçek tarihi,
H in d ’dedir. B ilh assa H ind'de m evcut olan «Vedalar» daki A ry a la rın inan
cım ihtiva eder. Bunlar insan ruhunun devam lı su rette yaptığı am eller
n e tice sin d e şe k il d e ğ iştird iğ i in ancını b e s liyo rla rd ı. Y ap tığ ı am ellere
göre, iyi veya kötü hayat sü rece ğ i inancı bunların e sas in ançlarıydı.
Sonra şe k il d e ğ iştird i. Tam bir fe ls e fî ekol şe k lin i aldı. Şim d iye kadar
da bu d e ğ işik liğ in m enşei tahakkuk edem edi.
B azıları d iyo rla r ki: Bu inanç D raver yoluyla A rya la rın dinine girdi.
Bunlar eski H int kav im le rid ir. B azıları da bu inancın A rya la rın aşağı ta
bakalarında daha önceden m evcut olduğunu ile ri sürer. Sonra Brahma-
n izim ’de b ir fe ls e fe olarak b e lird i. Bunlar bu inancı v eh im le r, zanlar
ve k ıya sla r üzerinde oturttu. Esasen şim d ik i Buda kitaplarında bulunan
tenasüh akid e si ilk zam anlarda B ud izm ’de pek görülm üyordu. Bu dinin
ilk k itap la rın ı in c e le y e n le r ilk zam anlardaki in ançları, vücudun tıp kı bir
nehir gibi tağayyür ve in kıla pla devam lı bir d e ğ işik liğ e uğrayarak ak tı
ğına in anıyorlard ı.
Bu inanç, bir m üddet şu şe k ild e tezahür etti: Bütün âlem bir tek
ruhtan m eydana g e lm iştir. Bu da devam lı o e ğ iş ik liğ e uğrayarak, muh
te lif ş e k ille r altında görülüyor. N e fis de kalıptan kalıba d eğ işiyo r. Bu
izahlar bize bu inancın vehim ve zan üzerine bina e d ilip a slı ve e sası
o lm adığ ını gösteriyor.
660
FITRİ SORULAR
bırakm adan çürütm eye kâfi gelm ektedir. Fakat bu konunun iyice an
la ş ılır b ir hale g e lm e si için b ir defa da yukarıdaki b a şlık altında in ce
le y e lim :
Bu inançta olan bir kim se iste r istem ez akıl ve ilm e ters düşen ve
bu inanca bağlı bulunan başka birkaç inanca da bağlanm ak m e cb u riye
tindedir. M eselâ:
661
İSLÂM
Tenasüh akid e sin in diğer b ir zararı da, insana dünyayı te rk fik rin i
te lk in etm e sid ir. B öylece bir ruhban s ın ıfı m eydana g e le ce k tir. Bu ak i
deye bağlı olan lar d iyo rla r ki, yeryüzünde bütün fe sa tla rın ve kötülük
le rin kaynağı «şehvet»tir. Ruhun galipten galibe nakli bundandır. Bu
nun için, belâlara maruz kalıyo r. Eğer insan şe h ve ti terkeder, n e fsini
dünya m e şg u liye tle rin d en kurtarırsa ruhu kurtuluşa e rm iş olur. Bundan
başka «tenasüh» çarkından kurtulm anın im kânı yoktur, diyo rlar. N e fs i
nin tenasüh çarkından kurtulm asını istiy e n bir kim se, dünyaya h içb ir
de ğ er verm eden kendini orm anlara, dağların te p e le rin e m ağaralara at
sın . Bunu yapm ayanlar kurtuluştan ü m itle rin i k e se re k aşağı tabakalara
inm eye razı olsunlar.
662
FITRİ SORULAR
663
İ SLÂM
664
FITRİ SORULAR
437 — S ec d e : 10
438 — İsra : 49
439 — K a f : 3
440 — F u ss ile t : 53
441 — A 'ral' : 185
442 — Y u su f : U'5
665
İ S L Â M
666
F IT R ! S O R U L A R
«Ölü toprak -ki biz onu canlandırdık, içinde dâne (1er) çıkardık da
ondan yeyip duruyorlar- onlar için bir ibret (bir delil) dir.» (447)
«Şimdi bak Allah'ın rahmet eserlerine: Arzı, ölümünün ardından na
sıl diriltiyor. Şüphe yok ki O, ölüleri de derhal (tekrar) dirilticidir. O, her
şeye hakkıyle kadirdir.» (448)
«Senin hakikaten boynunu bükmüş gördüğün arz da O’nun âyet-
Jerindendir. Fakat biz üzerine suyu indirdiğimi? vakit o, harekete gelir,
kabarır. Ona muhakkak can veren (A ilah) elbet ölüleri de dirilticidir.
Çünkü O, her şeye hakkıyle kadirdir.» (449)
«Aliah rüzgârları salıverip de bului(ları). harekete getirmekte olan
dır. Derken biz onu ölü bir toprağa sürüp onunla yeri, ölümünün ardın
dan canlandırmışadır. İşte (ölülerin) dirilme(si) de böyledir.» (450)
Bundan sonra K u r a n kendi n e fs im iz i d ü ş ü n m e m iz i te lk in e d iy o r :
667
İ SLÂM
(olun, m utlaka d iriltile c e k s in iz ). "O halde bizi kim (dirilte re k) geri çe
virecek?” diyecekler. Sen de de ki: "Sizi ilk defa yaratmış olan (kud
ret sahibi d irilte c e k tir) ” . O vakit sana başlarını sallayacaklar da: "(istih
za ile) ne vakit o?” diyecekler. Söyle ki: "Yakın olması me’muldür.» (455)
«O, (döl yatağına) dökülen menîden bir damla su değil miydi? Son
ra o (meni) bir kan pıhtısı olmuş, derken (Allah, onu) insan biçimine ko
yup yaratmış, (uzuvlarını) düzenlemiştir. Hülâsa, ondan erkek, dişi iki
sınıf çıkarılmıştır. (Bütün bunları yapan A lla h ) ölüleri tekrar diriltmeye
kadir değil midir?» (457)
D iyor ki: C a n lıla rı hiç yoktan v a rlık âlem ine çıkarm ak, parçalanıp
dağıldıktan sonra onları ik in ci b ir defa ilk sû re tle ri üzere yaratm aktan
daha zordur. Bu daha zoru başaran elbette ki daha kolayını rahatlıkla
başaracaktır. Burada âciz kalm ası beklenem ez. M e se lâ hiç yoktan bir
araba yapan b ir adam, o arabanın parçalarını söküp dağıttıktan sonra o
araoayı te kra r yapam ayacağını iddia etmek, a kılla bağdaşır m ı? Bu m i
sa le kıya sla b ilm e lis in iz ki, Y üce A lla h bu kâinatı hiç yoktan var et
m iştir...
Ö ldükten sonra tekrar insanı yaratam ıyacağını sö ylem ek ahm aklığın
c a h illiğ in tâ k en d isid ir. Bu konuda Yüce A lla h şö yle buyuruyor :
«Allah hilkate nasıl başlıyor, sonra onu (nasıl ölüm ünden sonra) ge
ri çeviriyor, görmediler mi? Şüphesiz bu(nlar) Allah’a göre kolaydır.» (458)
668
FITRİ SORULAR
«Yâ biz, ilk yaratışta aciz mi gösterdik -ki tekrar diriltmekten âciz
olalım- hayır onlar bu yeni yaratıştan şüphe içindedirler.« (460)
Bütün bunlardan sonra b ir te k şüphe kaldı. O da, ölüm den sonra yok
olan vücudun, ayni vücud olarak ya ra tılm a sı n asıl mümkün olacak? Ce
setlerd en bazıları, suda hayvanların ağızlarında parça parça olarak yok
olup gidiyor, bazıları y a k ıla ra k kül, duman ve kum lar arasında yok o lu
yor. B azıları da toprağa göm ülerek toprakla k arışıp gidiyor. İşte bu ce
se tle re na sıl olurda sura üfürülürken ilk y a ra tılışa d ö n eb ilir?
İnsan âh iret hayatına inanma akid e sin e ih tiya cın ın isbatı aşağıda
ki soruya v e rile n cevabın için d e d ir :
459 — R u m : 27
460 — K af : 15
461 — K af : 4
462 — E n’am : 59
669
İSLÂM
670
FITRİ SORULAR
«Ya, sizi ancak boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten bize dön-
dürülrrueyeceğinizi mi sandınız?» (463)
«İnsan, kendisinin başı boş bırakılacağını mı sanıyor?» (464)
«Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunan şeyleri boşuna iş yapan
lar olarak yaratmadık.» (465)
671
ISLÂM
«Biz bunları hakkın ikamesine sebep olmaktan başka (bir hikm etle)
yaratmadık. Fakat onların çoğu bunu bilmezler.» (466)
Bu kadar ib re tle rle , h ikm e tle rle dolu olan bir âlem in bir â le t gibi
gâyesi olm adan yok olup g itm e si m uhaldir. Onun m utlaka bir gaye ile
y a ra tılm ış olduğu ortadadır.
4(i6 — D u h a n : 39
467 — R u m : 8
672
FITRİ SORULAR
673
İ SLÂM
«Allah o dur ki, güneşi, ayı da teshir etmiştir ki (bunların) her biri
muayyen vakte kadar (seyr ve) cereyan eder.» (469)
«Gök yarıldığı zaman, yıldızlar dağılıp döküldüğü zaman, denizler
fıskırtıidığı zaman, kabirlerin (toprağı) alt üst edildiği zaman.» (470)
438 — A h k â f : 3
439 — R a ’d : 2
470 — İn fitar : 1-4
674
FITRİ SORULAR
«Senin İçin hakkındc bir bilgi hasıl olmayan şeyin ardına düşme.
Çünkü kulak, göz, kalb; bunların her biri bundan mesûldür.» (474)
«Biz kıyamet gününe mahsus adalet terazileri koyacağız. Artık hiç
bir kimse hiçbir şeyle haksızlığa uğratılmayacaktır. (O şey) bir hardal
dânesi kadar bile olsa onu getiririz (mizana koyarız). Hesapçılar olarak
da biz yeteriz.» (475)
«Onun yoldaşı olan (m elek) dedi (der) ki: "İşte yanımda (yazılı) olan
şey karşındadır.” (478)
«O gün (huzura) arz olunacaksınız. (Ö yle ki) size ait hiçbir sır gizli
kalmayacak.» (479)
A h ire t nizam ında bütün fiille rin n e tic e le ri tam olarak adalet üzere
n e tic e le n e ce k . Orada maddi h içb ir kanun cari de ğ ildir. Zam anım ızda o l
duğu gibi, maddi se b ep le re kıym et verilm ez. Orada bütün işlem tam bir
adalet, doğruluk üzere ö lçü lü r ve ta rtılır. M e s e lâ orada, dünyada bir de
ğer taşıyan; makam, servet, soy, üstünlük, zekâ, konuşm a kab iliyeti,
m addî güç, akraba çokluğu, yüksek m akam lara s ırt dayama gibi hal ve
■ şefaatlerin h iç b iri görülm ez. Orada, dünyada hangi hareketleri yaptıysa
onların n e tic e le rin i bir bir görecek ve adalet üzere n e tice sin e u laşacak
t ır :
476 — A ’r a f : 8-9
477 — Z ilzal : 6-8
478 — K a f : 23
479 — H a k k a : 18
480 — Y u n u s : 30
431 — Âl-i İın ra n : 28
676
FITRİ SORULAR
«Ve öyle bir günden korkun ki (o günde) hiçbir kimse, hiçbir kimse
namına bir şey ödeyemez. Ondan herhangi bir şefaat kabul olunmaz.
Ondan bir fidye (bedel) alınmaz, onlara (A lla h 'ın azabından kurtulm ak
hususunda) yardım da edilmez.» (483 )
482 — Â l-i İm ra n : 30
483 — B a k a r a : 48
484 •— M ü ’m in u n : 101-105
485 — Ş u a r a : 88-89
486 — E n ’a m : 94
487 — M ü m te h in e : 3
488 — A bese : 34-47
677
İ SLÂM
«Yoksa biz iman edip de güzel güzel amel (ve hareket) edenleri yer
yüzünde fesat çıkaranlar gibi mi tutacağız? Yahut Allah’tan korkanlar;
doğru yoldan sapanlar gibi mi sayacağız?» (489)
«Yoksa kötülükleri kazananlar, kendilerini, iman edip de iyi iyi ame;
ve hareketlerde) bulunanlar gibi mi yapacağız, dirim ve ölümleri bir mi
olacak sandı(lar)? Hükmede geldikleri (bu) şey ne fenâ!..» (490)
489 — S â d : 28
490 — C asiy e : 21
491 — En’am : 132
492 — Ş u a r a : 90
678
FITRİ SORULAR
Bu inanca inanm am asının m anası ise, insanın ken d isin i her konu
da m utlak olarak hür b ilm e si, yap tıkların da so ru m lu lu k duym am ası, bu
dünya hayatında yap tık la rın ın tam am ının zan üzere bina e d ilm e si ve bu
hayattan sonra ile rik i bir hayatta bugün y ap tıkların ın hesabını v erm e ye
ceği ta vrıy la hareket etm e si dem ektir..
İşte insan zihn inin ahirete iman konusunda boş olm a sı halinde, in
san gözünü v e gönlünü bütün a m ellerd e doyuracak h içb ir inanç yoktur.
A h ire te iman tıp kı, ze h ir yem ek ve ateşe el sokm aya benzer... Çünkü
zehir yiyen yahut e lin i ateşe sokan b ir kim se bunların sonucunu b ild iğ i
için onlardan sa kın ır.
679
İSLÂM
493 — M ü ’m in u n : 115
494 — K ıy a m e : 36
494 — B eled : 5-7
493 — Rûm : 7
497 — Y u n u s : 7-8
493 — K ıyam e : 20
499 — A ’la : 17
500 — A 'r a f : 51
680
FITRİ SORULAR
501 — K a sa s : 79-80
502 — N em i : 4
503 — M ü ’m in u n 55-56
504 — K e h f : 103-105
681
ı SL ÂM
rürlerse (yol diye işte) onu edinirler! Bu, ayetlerimizi yalan saydıkların
dan, onlardan gafil olmalarındandır. Halbuki ayetlerimizi ve ahirete ka
vuşmayı yalan sayanların bütün işledikleri boşa gitmiştir. Onlar yapmak
ta olduklarından başkasıyla mı cezalandırılacaklardı ya?» (505)
Şü ph esiz ah ire t inancından mahrum o lan ların kalb le ri ta şla şır. Na
zarları ibadet-i İlâhiyeden uzaklaşır. İnsanlar arasında yaptıkları her mua
m ele riyaya dayanır ve m enfaati ön plâna a lırla r :
«Dini yalan sayanı gördün mü? İşte yetimi unf-ü şiddetle iten, yok
sulu doyurmayı teşvik etmeyen odur. İşte (bu v a sıfla rla beraber) namaz
kılan (m unafık)ların vay haline ki, onlar namazlarından gafildirler. Onlar
riyakârların ta kendileridir. Zekâtı da menederler onlar.» (509)
Sözün kısa sı, insanın, Hakkın hududuna tecavüz etm esi, kötü fiille r i
işle m e si hep ah iret itika dın ın yokluğuna bağlıdır.
«Halbuki onu, haddi aşkın ve taşkın, günaha düşkün olan her kim
seden başkası yakın saymaz.» (510)
A n la ş ılıy o r ki, ahiretinancından zihni mahrum olan kim seyi, maddî
hayatında ancak maddi e sa sla r üzerine hayat ikam e e ttiğ in i görm ekte
yiz. Onun yalnız dünya hayatına bağlanm asının sebebi bu inançtan mah
rum o lm asına bağlıdır.
505 — A ra f : 146-147
506 — N alı] : 22
507 — K a sa s : 39
508 — T a tfif : 1-5
509 — M aun : 1-7
510 — T a tfif : 12
FITRİ SORULAR
B iz im , " a h i r e t i in k â r e d e n b ir a d a m ın , d in î h ü k ü m l e r i t a t b ik e , d in in
e m irle rin i y e rin e g e tirm e y e a s la im k â n ı yo ktu r," d iy e n k im s e y i re d d et
m e m iz e im k â n y o k tu r .
Ş i m d i de bu in a n ç la i s l â m ı n g e rç e k le ş tirm e k is t e d i ğ i h u su s la rı gö
r e l im : İs lâ m i n s a n ı a h lâ k v e s a l i h a m e l l e r e d a v e t e t t i ğ i n d e o n d a n bazı
m addî le z e tle rin i b ıra k m a s ın ı is te m e k m e c b u r iy e tin d e d ir . B ö y le c e in s a
nı, R a b b in e ib a d e t e , n e f i s t e z k i y e s i n e ç a ğ ır ıy o r .. . İn san a, d ü n y e v î e le m v e
m u s ib e tle ri görm eden y a ş a m a s ın ı ta v s iy e e d iy o r . İs lâ m bu in a n ç la , he
lâl v e h a ra m , güzel v e ç i r k i n b i l u m u m d ü n y a n ın her s a h a s ın ı d e ğ e rle n
d i r m i ş o lu y o r . Bu in a n ç la , f e r t v e c e m i y e t i n h a y a t ın ı ta m o la r a k ; d ü n y a
m e n fa a tle rin d e n u z a k l a ş t ı r a r a k en g ü z e le k a y ıt l ı d ı r .
«Onlara de ki: "D ünyanın faydası pek azdır, A h ire t ise, sakınanlar
iç in elbette h a y ırlıd ır,” » (512)
511 — A n k e b u t üi
5 1 — Nİ S H : iı
683
İ SLÂM
513 — T ev b e : 38
514 — A ’la : 16-17
515 — Â l-i İm ra n : 185
516 — Z ü m e r : 15
517 — N a z ia t : 37-41
518 — Âl-i İm ra n : 14-15
519 — H ad id : 20
68 4
FITRİ SORULAR
Bu ayet-i kerim e le rin b e lli bir uslûbla ifade e ttik le ri, ahireti dün
yaya te rc ih etm ek ve ahirette ebedî saadete kavuşm ak için g e çici dün
ya hayatının zevklerind en vazgeçm ektir. A h ire tte ebedî hüsrana uğra
mak için dünyada zarar, m û sib et ve zorluk ih tim aline katlanm anın ge
re k liliğ i anlatılm aktadır... Kur'an ve M uham m ed (S.A.V.) in risa le tin e
inanan, bir zorlanm a o lm a ksızın kendi iste ğ iy le İlâhî e m irle re boyun
eğer. A h ire t saadeti için gerekli olan şe y le re sa rılır. Dünyada faydalı
olsun veya zararlı olsun, buna bakm aksızın ah irette hüsrana sebep olan
şeylerd en de sakınır.
K u r’an-ı K e rim ’in insan zihnine nakşetm ek isted iğ i ikin ci husus: İn
san bu dünya hayatında her ne gâye ile her ne yaparsa yapsın mutlaka
bir kitapta te s c il e d ilm ekted ir. İnsan, küçük-büyük ne yaparsa yapsın
m utlaka bu kitaba geçer. K ıyam et günü Y üce A lla h ’ın âdil m ahkem esin
de bu kitap insana arze d iie ce k ve dünya hayatında fiille riy le ilg ili her
şey ve her zerre aleyhine şehadet edecektir. Hatta insanın d ili, gözü,
e lle ri, ayakları ve diğer bütün uzuvları aleyhine şehadet ed e ce klerd ir.
Sonra am elleri teraziye konacak; haseneler bir kefeye ve s e y y ie le r öbür
kefeye... H asenelri ağır basan kurtuluş ve ebedî saadeti kazanacak, va
racağı yer cennet olacaktır. İkinci kefesi ağır basan ise apaçık bir hüs
rana uğrayacak ve varacağı yer cehennem o lacaktır. Bununla beraber
K u r’an-ı Kerîm kişin in o m ahkem eye yalnız başına çıkacağı ve dünyada
bir değer taşıyan şan, şöhret, soy, dost, oğul, mal ve makamın fayda
verm eyeceğini açıklıyor.
685
İSLÂM
ne olmuş, küçük büyük hiçbir şey bırakm ayıp sa y m ış". Onlar bütün işle
diklerini hazır bulmuşlardır. Rabbin h içb ir kim seye haksızlık etmez.» (521)
b — D e ri, organ v e i n s a n ın kendi k e n d is in e ş e h a d e t e t m e s i :
528 — M ü ’m in : 18
529 — Ş u a r a : 88
530 — E nbiya : 47
531 — C asiye : 28
532 - E nam ; 132
İ SLÂM
688
FITRİ SORULAR
Cehenneme giden yol nefse hoş geljr: Kadın erkek karışımı, sınır
sız açık, saçıkiık, zina ve livata, içki, hırsızlık ve soygun, aldatma, gö
revleri yerine getirmeme, sorumsuzluk ve hiçbir şeye değer vermeme,
Allah v e Resûlüne düşmanlık, şehvet ve bâtıl üzere bir araya gelme,
Allah’a ibadetten kaçınma, madde ve zahirî şeylere sarılma, zulüm ve
zulüm üzere yardımlaşma... Kısacası, nefsin dilediğini yapması ve dile
mediğini yapmaması... Neticesi ne olursa olsun... « S o n ra, bu peygam
b e r le s a lih k im s e le rin a rk a la rın d a n (kötü) b ir n e s il g eld i ki, namazı te r
k e ttile r , ş e h v e tle r in e u y d u la r; b u n la r d a c e h e n n e m d e k i «Gayya» vadisi
ni b o y la y a c a k la rd ır.» (543) «K âfir o la n la ra , a t e ş e a rz e d lle c e k ie ri gün
ş ö y le d e n ir: "S iz, d ü n y a h a y a tın d a b ü tü n z e v k lerin izi y a şa y ıp bitirdiniz
v e b u n la r la s a f a s ü rd ü n ü z . A rtık b u g ü n h a k a re t a z a b ıy la cezalanacaksı
n ız. Ç ü n k ü y e ry ü z ü n d e h a k s ız y e r e k ib ir ta slıy o rd u n u z , b ir d e dinden
ç ık ıy o rd u n u z (fasıklık ediyordunuz)”» (544)
Cennete giden yol ise, nefse ağır gelir: Zikir ve fikir; Tevhid ve hiz
met; tevekkül, havf ve recâ; abdest alma, namaz kılma, oruç tutma ve
zekât verme; hac ve örtünme; tenha yerlerde mahrem olmayan kadın
ve erkeklerin bir arada bulunmaları; ne içki, ne kadın -Allah'ın hela! k:I-
540 — Â l- i İm ra n : 180
541 — N a z ia t : 40-41
542 — B u h a r i , M ü s li m
543 — M e ry e m : 59
544 — A hkaf : 26
689
İ SLÂM
d ığ ı hariç-; n e fsi b e lli ahlâk üzere eğitm e; cihad, ilim ve am el; b a tıl eh
liy le m ücadele; n e fsin hoşuna giden bazı şe y le rd e n sa kın m a ve bütün
bunlar üzerinde sabır; te k k e lim e yle , ne kadar zo r o lu rsa olsun n e fs i
A lla h ’ın e m irle rin e ilzam e tm ektir. H akikatte zo rlu k da yoktur; h iç b ir
kim se ye gücünün yetm e d iğ i y ü k le n m e m iştir: "Allah bir kimseye, ancak
gücü yettiği kadar teklif e d e r.”
«Yoksa, Allah içinizden mücadeıe eaenlerle sabredenleri hiç belli
etmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız?» (545)
Ey insan! A lla h , A lla h 'tır. Kendi n e fsin e de baksan A lla h ’ ın v a rlığ ın ı
an larsın . O'nun R e s u lle ri, te b liğ a tın ı sana ile ttile r; se n i korkuttular ve
m ü jd e le d ile r s ö y le d ik le rin i isb atlam ak için de d e lille r ge tird ile r...
İslâm a g irip A lla h ’ın e m irle rin e itaat eden için de dünya ve ahirette
hoş b ir hayat ve devam lı bir n im e ttir bunlar...
«De ki: "Kur’an Rabbinizden gelen bir haktır. Artık dileyen iman e t
sin, dileyen kâfir olsun. Çünkü biz, zalimler için öyle bir ateş hazırla
dık ki, onun kalın duvarları kendilerini kuşatmaktadır. Onlar, susuzluk
tan imdat istedikçe, erimiş maden tortusu gibi kaynak su ile imdat edi
lirler ki, o, yüzleri kavurur. O ne fena içkidir ve o ateş de ne kötü ko
nuklama yeridir.» (546)
«Erkekten ve dişiden, mümin olduğu halde, kim iyi amel işlerse,
muhakkak onu güzel bir hayat ile yaşatacağız ve işletmekte oldukları
amellerin daha güzeli ile mükâfatlarını elbette vereceğiz.» (547)
B ö ylece bu kitap la " İ S L Â M ” kitab ın ın dördüncüsü ve bu konuyla da
dördüncü kitap son buldu.
690
İÇİNDEKİLER
(BİRİNCİ KİTAP)
R Ü K Ü N L E R
BİRİNCİ B Ö L Ü M .................................................................... ... ......... 23
B irin ci Rükün (ŞEH AD ET) ...................................... 25
Şehadetin mana ve te s irle ri ..................................................... 40
İslâm m edeniyetin k e n d isid ir ... ................................................ 56
İslâm düşüncesi ve kültü r ...............' ....................................... 68
Şehadet davasını bozan durum lar ......... ............. ............... 83
İkinci Rükün (N A M A Z ) ......................................................................... 107
Namaza genel bakış .................................................. 108
H ad isle rle namaz ..........................................................................
/
113
H a d isle rle nam az.............................................................................. 113
Üçüncü Rükün ( Z E K Â T ................ ...................................... ............ ... 115
Zekâta genel bakış .................... ................. . ........... .............. 115
Zekât beytülm alı (BÜTÇESİ) .......................................
Zekâtla ilg ili nasslardan se ç m e le r .............................................. 154
Dördüncü Rükün (O R U Ç) ..........................................
Oruca genel b a k ış ............................................................... 15
, Kutuplarda O ruç ve namaz (F. G ü len hoca e f e n d i) ................. 161
O ru çla ilg ili hadislerden se çm e le r .............................................. 170
(İKİNCİ KİTAP)
U M U M İ S İ S T E M L E R
taT İSA D İ S 'İ S T E M ..................................................................................... 339
İsiâm da m ü lk iy e t nizam ı ....... ...................................................... 341
M ü lk edinm e için m ahzurlu ve m eşru olm ayan y o lla r ......... 343
M ü lk edinm e için m eşru y o lla r ............................................... 356
M ü lk edinm ede genel ve özel haklar ...................................... 359
M e şru m aldaki ta sa rru f h ü rriye tin i sın ırla y a n kayıt ve şa rtla r 364
M ü lk iy e tin el d e ğ iştirm e si ........................................................... 370
M ü lk edinm e nizam ının ö z e llik le ri .......................................... 376
İktisada dayanan İçtim aî pro b lem lerin çözüm ü ..................... 377
Z ekâ t m ü e sse se le ri ........ ......................................................... 378
M u tla k ve m ukayyet sadakalarla k effare tle r m ü e sse se si ... 378
V a k ıf m ü e s s e s e s i.......................................................................... 379
N afakalar m ü e s s e s e s i.................................................................. 380
G a n im e tle rd e beşte b ir m ü e sse se si .................... ............... 381
R ik â z ................................................................................................ 385
Daru'l-İslâm da bulunan herkese b e ytu ’l-m alın kefaleti ........... 388
BİRİNCİ KISIM
FITRİ M Ü E YY İD E LE R :
Z in a ...................
543
İçki i ç m e k .........
544
K u m a r .................
545
Domuz eti yem ek ... -............................................... 5*6
K ad ının evinden dışarı çık m a sı ................................ - — 547
R üşvet ........................................................................ *43
iy iliğ i emir,, kötülükten sakındırm a ve cihadı te rk e t-e * 549
M üzik ve ahlâk bozucu ş a r k ı........................................................ 550
Kanunların uygulanışında taraf tutm ak ..................... 552
İlim de i f r a t .................................................................... .......... 552
İKİNCİ KISIM
R A B B A N İ M Ü EYYİD ELER :
Dünyada Rabbanî m ü eyyideler ................................................ — 571
Cezalardan ö r n e k le r ................................................................. — 572
A ç ık la m a la r ...................................................................................... 579
CEN N ET VE C E H E N N E M ...................................................................... 534
Bedüz zamandan haşir ve ahiret hayatı .................................... 554
A h ire t gününe iman ............................................ ......................... 554
F ıtrî s o r u la r ..................................................................................... 555
A h ire tin inkârı ..................................................... ........................ 555
A h ire ti inkâr etm enin ahlâk üzerinde e tk ile ri ........................... 657
Ruhların tenasühü inancı ............................................................ 659
A k lî tenkid te ra zisin d e tanasüh a k id e s i..................................... 660
Tanasüh akid e sin in m edenî hayata te s iri ................................. 662
A h ire t hayatına im a n .................................................................... 663
A k lî araştırm alarda doğru yol .................................................... 663
K â firle rin ah iret hayatına itira zla rı ........................................... ' 664
K u r’an-ı K erim in isbat metodu ..................................................... 665
A h ire t hayatının mümkün oluşu .......................................................... 666
Kâinatın nizam ı b ir gâyeye bağlıdır ............................... ........ 669
 le m in nizam ı bir hikm ete ba ğ lıd ır ............................................ 672
K u r’an-ı K e rim e göre alem nizam ının varacağı nokta ......... 674
 h ire t hayatının n iz a m ı.................................................... - ......... 675
İnsanın âhirete imana olan ihtiyacı ............................ .............. 678
 h ire ti dünyaya te rcih etm ek ................................................... 683
A m e lle r için hesap ve ceza ...................................................... 685
 h ire te im anın faydası ............................................................... 687
İÇİNDEKİLER ............................................... ..................... 690 — 696
(S O N )
İKBAL Y A YIN LA R I
İSLÂM Î K A Y N A K L A R IN D A N BİLMENİN
ZARURETİNİ K A B U L EDER