Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 689

Said Hawa

TÜRK‫ ؟‬ES٤
SAlD §IM‫ ؟‬EK
Not': Bu kJtap, yazarin «٠t!slSm٠
» islmli kitabimn tereumesidir,
Kitebin Arap‫ ؟‬ast dSrt kü‫ ؟‬ük cözdür.

/ ,,

A R JS A N M o tb o o crfik * 2 9 75 39 29 05 5 . ANKARA
MUKADDIME
Wz. Adernden peygamberlerin sanuncusu Hz. Muham. 1 - ،SLÄM٠
med'e kadar b.ütön resUI ve nebilerin dinidir. Kur'ön-I Kerim bu manayi
-kesinlikle te'yid eder. Kurön-1 Kerim'de Hz. Nuh'un dilinden ?Oyle, buyu
rulur Isliim anlardan olmakla emralundum((. )1, ‫؛‬brohim ve ،smail..
..‫؛‬-n'dilinden: «Ey Rabbimi'z bizi sana MUslüman (samimiyetle teslim) .Ion
tardan kil». (2) Hz.. Yakub.un cocuklarina vasiyetinden »‫ ؟‬-uphe y.k k!, Ai
otdug Isidm dinini sizin iah, räz٠‫؛‬. i. 0 balde،in se٠٠‫ئ‬ "ancak MüslUman
olarak c tv e rin » . (3) Hz. Musa.nin dilinden: «Eger MUslUman ‫؛‬-seniz Al
lah’a tevekkUI edin» (4). Tevrat.tan bahsedillrken de ‫ ؟‬. Oyle buyurulur: «Müs
.lUman (Allah.a teslim) olan peygamberier onunla hUkmederler». (5)..Hz
•Musa'ya inanen Firavunun Sihirbozkjfjnin dilinden: «EyRabblmiz iizeri
-mize sabir yagdir ve bizi MUslUman olarak öldür.» (6) Hz. isanin havarle
rinin dilinden: «Allah’a iman ettik ve sen. ‫ ؟‬ahit .ol k‫؛‬, -biz gercekten Müslü
manianz*. (7) Inanmi‫ ؟‬.، an SabS Melikesinin dilinden: . ‫ ؟‬-.imdl SUleyman
n ber٠ erliginde aiemlerin Rabbi olan Allah'a teslim olup MUslUman, ٠،*
saiih ki dum.» (8٠ ‫ ؟‬inin duasindan : «Ziirriyetim hokkmda da benim ‫؛‬.،n
..... saldh hall nasib eyle. CUnkU ben tevbe edjp sana döndöm, ve ben
:cek Müslümanlardanim.» (3} Sahih hadis-i ?erifte de ?Oyle buyurulur
٠yn olan kardeylerdir. Diniert de ،«Peygamberier; babalari bir. anneJer
Wrtlr.. )10(
1 — Nemi : 91
2 - Bakara : 128
3 _ B ak ara: 132.
،-Y u n iB : 8٠.
s — M ild e :«
‫ ا _ ﺀ‬Ara128 : ‫؛‬
7 — Ali toran : 52
8 - Neral : 4.
‫ ﺀ‬- ‫ ﺀ د‬: 1‫ا‬
1. - Bubari. MUsllm. Bbu Davud
. . . . . .

.5 -
Ayrica Kur’Sn-1 Kerlmde ‫ ؟‬٠٥JnJ elbirlik tatbik :SyJe buyurulmaktadir
٠٥٠ ٠٠ »yrihga dü‫ ؟‬mey‫؛‬n dlya Allah, dJnden (tevhfd esasindan) Nöh’a
tm lyeettiglnlve Sana vahy eyledigimizJ; b!r ‫ ئ‬،brahim’e, Musa'ya, ‫ا‬8‫ﻟﻪ‬
yatevalyaettigimizi, sizln l‫ ؟‬ln ‫ ؟‬erlatyapti.«) 11 (
Aslinda Islämin mdnast: Vahly d — 2‫ ؛!؛‬Ozere gelen AJlah'in emJr ve
yasaWanna tesllm olmaktir. Klm hütön !‫!؟‬erde yözönö ١٠ kalbini Allah’a
tesllm ederse, ،‫ وو‬-MUslöman .،an odu. Nebf ve residier diger Insanlar
dan daha ‫ ؟‬ok Allah'a teslim olduklarindan onlar Mlümanlarin Ilkidlrler.
'.*٠٠ kJ: I?öphea،z benim namazim, ibadatlerlm, hayatim va ölümUm
‫ ^ » د‬an Allah ‫؛؟؛‬nd‫؛‬r٠. )12(
}-Hz* Musa): «Al،ah'im, senl tenzlh ederlm. Tavbe .«Im ve ben Ina

Allah’in hU^imler‫؛‬: ne teslim olmaksizm Islam yoktur


iiakki ،‫؟‬in onlar, aralarmda ‫ ؟‬ekistlkleri ‫ ؟‬-eylerde senj ha
kem yaptp sonta da verdigin hiikUmden nefislerJ hi‫ ؟‬bir darhk duymadan
tarn Wr teslimiyetle Iwyun egmedik‫ ؟‬e , ‫؛‬man etmi‫ ؟‬olmazlar«. }14(
Allah'm hükmö. ancak keain vahyln bulunmasi ve sadik peygamberln
.ona haber vermeslyle ogrenilebllir. Durum böyle olunca Insan mantg
Allah’m emrine teslim olmayi gerektirir. ‫ ؟‬.önkü insan, Ällah'.n yaratigi
dir. Allah, ‫؛‬-Imiyle her ?eyl Ihata ettiginden ve. hikmet sahibi oldugun
.dan kullugun geregi, .'n a tesllm. olmaktir. Hayatin kanunlari, Insanin Al
lah'a tesllm olmasini gerektirir. ‫ ؟‬٥nk٥ bu kanunlari da, Insam da en Iyi
.bJlan AJlah'tir
Insanin iyilig- 3‫ ؛‬Allah’a teslimlyette oldugundan. Yö.e Allah Um
metlerden her blrine peygamber göndermistir: «Celfilim hakki ‫؟؛‬,in Wz
t e r a m ^ e . «AJah'a ibadet edin ve putlara tapmaktan sakinin. diye bir
peygamber g d t t d e t * ) 15(
».kJ HJg Wr. ‫؟؛‬lerinden cehennem ile korkutan Wr pey
olmasm g a m ^ «. ، 16(
. . . har - . J m J z - ^ygamber،, ancak bulundugu kavminln dk
l17j. J J y t e g ^ ^ W ٠o«Jaraapa5ikanlatein٠
.ResOlullah da ?Oyle buyurdu: .Slzlar vetmlsinci ömmet: tamamliyor
».sunuz. Allah’m yaninda en hayirh ve degerlileri sizlerslnlz
g- 11- ..13
Eb'4i b - 12: 1٥
٠f - 13‫؛‬٠s : s٠
‫ ه‬٠ ‫ﺀ‬٠‫»؛ﺀه‬
17 ٠ lWito ‫ ؛‬٠
Bundan anliyoruz ki baz. kimselerin. peygamberlerin sadece bazi mil.
Jet ve bölgelere gönderildig‫ ؛‬vehimleri. hakikata bykindir. Ama b‫؛‬r Wm.
senin ^ygamber oldugunu kesinlikle bilmemlz, ancak ondan babseden
kesin bir vahyin bldirmesjyle mümkün olur.
Meseld:iranhlar ٠Zerdü‫؟‬ti isminde bir peygamberlerinin olduguna
inantrlar. Bizlerde Kur'ön’in öyetlerihden inaniyoruz ki. IranMara da bir
peygamber gönder‫؛‬lm‫؟؛‬t‫؛‬r. Ancak ٠Zerdü‫ ؟‬t٠ ün peygambw oldugunu
kesinlikle söyleyemeyiz. Kur'an-1 Kerimde zikr^ilmeyen ve diger m«.
letlerin peygamber olarak kabul ettikleri kimselerin hepsinin durumu bu
merkezd^ir.
4 ٠١ slöm. iki mdnaya kulamlir:
a — ٠Allah'in dinini aciklamak iizere vahyettigi nasiara.
b - ،nsanin bu nasslara inranma .ve onlara teslim olma ‫؛?؛‬ne.
Dikkat edilecek husus; birinci mdhasiyla ،slöW’.n. temel prensip.^
rinde birlk oimakla beraber. geni?lik ve sumulluiuk yonunden bir pey.
-gamberden digerine deö،?ik٠ ‫؛‬k gOsterdigidir. Hz Musa.ya indrien isidm,
Hz. Nöh'a indirilen S31öm'dan daha geni.tir. Cünkü Cenäbi Hak Tevrattan
bahsederken ?pyie buyurur:
«Biz Musa icin Tevratin Levhalarfnda her ?eydwi yazdik: ‫ ه‬٥‫ﺣﺊ‬
re ve din h u lle r f n e alt her ‫؟‬eyi...٠J18)
Hz. Muhamjned'e indiriiene gejince‫ ؛‬daha bnce geten her peygam.
bere indiri'len Islöm'dan daha geni‫؟‬tir. Cunku doha Snce gO^erilenpey-
gamberierin hepsi sadece kendi kavimierine gönderiimi‫؟‬lerdi. H o i
Hz'. Muhammed b٥tön insanhga göndertmi?tir. ٠ hafde Hz. Muhammed'in
getirdigi Islam’m digerlerinden daha geni‫ ؟‬ve ?umullu olmasi gereklidir.
Allah (G. c.),' Kur'On-، ٠٠٠، ‫ ؟ الو‬ekilde vasfeder: «Sanabu Mtab,. . . .
‫؟‬ey، beyOT etmek icin ve b،r hldayet, bfr rahmet, mümjn.ere de b،r müj-
deolorOkpeyderpey indlrdik.. (19)
'5 — Hz. Muhammed'in geli?iyle nöbüv^t ve resöluk bin٥s٠ ta.
mamlandi. AHah insana nebi ve resOleri vasitasiyla hidayet yolunu gös.
terdi. ٠٥ Peyg^berler, Allah’in hidayetlne er|‫؟‬tird٤ g‫ ؛‬klmselerdir. Sen
de onlarin gittigi yoldan yürü.» (20, «Allah sizlere bilmedlklerinlzl blldlr-
mek ve sizden oncekilerin yollarini slze gOstermek ; Tamam.
ianmasi gerekeni .bize tamamladi: «BugUn slzln JeIn i in i z i kemale er.
18 — A’r a r 135 ‫؛‬
19 — N a h l: 88
20— E n'Ä m : 90
2 1 - N ls a : 28

V ' 7 .
. . . dlrdlm, Uzerlnlzdeki nimetlml tamamladim ve s!ze dln olarak « Is la n
tim.. )22(
Bu konuda Resülillah -da ?Oyle buyurdu: «Benbn He banden Onceki
zerl: bir ev i n - p ٠‫ ؟‬a edip onu süsleyen e güzelle‫ ؟‬tlren
adam gibldir. Ancak evin ko‫ ؟‬elerinden birinin brr karpiel (ta‫؟‬ . ij ekslktlr
Insanlar bo evl ziyaret eder hayrM kahrlar ve: (Neden b‫؛‬r ke^pl? yerine
kOnma‫ ؛ ؟‬tir?) detier. ،‫؟‬te ben o kerpi‫ ؟‬im ve peygamberlerin sonuncusu-
yum. (23)
Bu tamamlama ve kemalden delayi bütön fnsanliktan. son rJsalete
-uymalari Istendl. Bu risaletle daha Sncekl ?eriatlarm hepslnin hükmü kal
dirildi. Ve bundan senra h‫؟؛‬bir ‫ ؟‬٠ünkö Hz. Mu- .eriat gelmiygcektlr
hammed !le peygamberllk -son bulmu?tur: «Muhammed erkeklerinlzdea
-higblrlnin babas. degildir; fakat 0 , Allah'in resölü ve- {»ygamberlerln so
nuncusudur». €24] ,«De k‫؛‬: Ey Insanlar, ger‫ ؟‬.ekten ben sizln hepinlze ge
-Jen AHahJn peygamberiylm...» (25) «(Ey ResUiim) biz senl ancak bü
i Inssniara .enneti müjdeleylcl, azabi haber ver‫؛‬cj olarak peygamber
Sen) 8 - ، k ٠« )26‫ ؛‬de (ey resölüm.l ancak alemlere rahme., olarak
Klm ،siam'dan ba) 8٥nd٠rdlk٠« )27‫ ؟‬ka bir din ararsa, ٠ Istedig‫ ؛‬d‫؛‬n asla
k٠ndi٠‫؛‬nd،n kabul ojunmaz ve ahrette de o, ٠ ٠ ‫ ؛‬zarar ‫» ؟‬.ekenlerdendjr
Al.ah’.n yanrnda makbul olan d« )28(‫؛‬n٠Hz. Muham- .ancak jsläm'd٠r٥
med'e uymsyan heläk olmu‫ ؟‬tur ve sapiktir. Hz. Peygamber buyuruyor kl
Mefstatl yed-1 kudretinde tutana yemJn cdetim k‫؛‬, ٠mm٥٠ten be- bu
nl duyan blrl‫ ؛‬-yabudi olsun, pasranl olsun, duyduktan sonra benim ge
tlrdigim Kur’in'a ve bana Inanmazsa .mutiaka 0 , ate‫ ؟‬ehlindendlr.a ‫؛‬23(
»Her k‫؛‬m kendlslne dogru yol apa‫؛‬، k bell‫ ؛‬-dduktan sonra.. Peygam
bere ayktfi harekette bulunur ve müm‫؛‬n‫؛‬er‫؛‬n- yolundan ba‫ ؟‬kasina uyar
.d e r., onu. döndügü sapikbkta birakir.z. Ahirette de- kendisinl cehen,..
neme koyar.z kl, ٠, ne kötü bir dönü‫ ؟‬yeridlr.« )30(
. ,kimseier kl, Allah', ve Peygamberlnl Inkär ederek käfir olurlar 0
Allah J‫؛‬e Peygamberinln arasini ay.rmak ‫؛‬sterter ve: «Peygamberterin b‫؛‬r
22 ~ M٥d٠: a
aa Buhari. Mösllm
‫اا‬-‫» ؛ ﻫﻬ ﻰﻟﺪ‬
25 — A'raf ٠. 158
28 ' Seba 28 ‫ذ‬
Enblya - 27 ‫ ؛‬lOT
Al-i Imrto — 28 ‫ ؛‬85
22 ٠ MUsMm
N H a . » ‫ ؛‬US .
M U K A D D ll

kismina inaniriz, bir kismini inkär ederiz» derler ve böy.ßce !man !!e kü-
für arasinda .rtak bir yol tutmak !sterler.» (31)
Aslinda ge‫ ؟‬m!? peygamberlsrin kendileriyle gönderildikleri !släm;
unutulmus. tahrif edilmi? veya degigtirilmi‫ ؟‬ve ta?idigi hakikatlar kay-
bolmu?tur. Ona tab! olanlarin !nan‫ ؟‬, ibadet ve hareketlerine batil kari?-
migtir. 5 ‫ ال‬anda yeryüzünde Kur'än'dan ve Resülü‫!؛‬ah (S.A.V.)'!n sahih
sünnetinden ba?ka muttasil senedi bulunan din! b!r kitap yoktur. Bunu
bu ?ekilde bildikten sonra !drak ederiz k!, insanlik yaraticisina teslim ol-
mak !sterse. önünde tek bir yol vardir.' 0 da: Hz. Muhammed (S.A.V.)'e
uymaktir. Allah'in bundan ba?ka bir yol kabul etmiyecegi kesindir-:
«Ey eh!-! kitab, Peygamberlerin arasi kesildigi b!r bo‫ ؟‬luk zamaninda
size ،s!äm d!n!n! agiklayan Peygamberimiz (Hz. Muhammed Aleyhisse-
läm) ge!m!‫؟‬tir. Tä kl, b!ze٠ müjdeley!c! ve korkutucu bir ei‫ ! ؟‬gelmed! de-
meyesiniz. Gergekten size. cennet müjdecis! ve cehennem habercisi gel-
m!‫ ؟‬tir. Allah her ‫ ؟‬eye kadirdir». (32)
6 — ResQIUllah (SA.V.)'in kendisine gagird.gi !släm, Kur'än'dan ve
rivayetlerin elegtirisini yapabilen älimlerce gUvenilir sayilan sUnnetten
ögrenilebilir. !?te bu isiäm, insanlar igin tarn bir hidayettir. YUce Allah
bu dini her yönden' mUkemmel ve ?umüllü kilmi?tir. Oyleki, varlikta hük-
mü agiklanmami? mesele kalmamigtir. 0 mesele mubah midir veya ha-
ram midir, mekruh mudur veya sünnet midir. vacip midir veya farz midir?
Mesele; inan‫ ؟‬, ibadet, siyaset, sosyal, iktisat, sava‫ ؟‬, bari‫ ؟‬, hukuk veya
Insani ilgilendiren diger bir mesele olsun mutlaka onunla ilgili bir hu-
küm vardir. YUce Allah. Kur'än'i Kerimi ‫ ؟‬Oyle vasfeder: ،،Sana bu kitabi
(Kur'än'i) her ‫ ؟‬eyi beyan etmek igin gönderdik...» (33) Diger bir äyette
de Kur'än i‫ ؟‬in: «... ve (o) her ‫ ؟‬eyin beyanidir.» (34) buyurulur.
Kitap ve sünnette hükmü serahaten belirtilmeyen meseleler hak-
kindaki hükmü, !släm Ummetinin mUctehidleri kitap ve sünnete dayana-
rak gikarirlar.
Kitap ve Sünnette; inang, ibadet, ,iktisat. igtimaiyat harp ve sulh,
te‫ ؟‬ri ve kaza, ilim ve kültür meseleleriyle hüküm ve idare meseleleri
agiklanmi‫؟‬tir. Fakihlerimiz: ،،?unu bilin k!, d!n i‫! ؟‬er!, !nanglari, adabi, !ba-
detleri, muameleleri ve cezalar. ihtiva ederler»». sözleriyle bunu ifade et-
mektedirler.
N isa — 31 ; 150
Maide — 32 ‫ ؛‬19
N ahl - 33 ‫ ؛‬89
Yusuf — 34 : 111

9
‫ ؛‬SLÄM

7 — Resülüllah (S.A.V.) isläm ‫؟؛‬in bir‫ ؟‬٥k tarifier yapmi‫ ؟‬tir. insan-
lardan bir ‫ الؤه ؟‬Resülüllah'in bundan neyi kasdettigini bilmezier. Re-
sülüllah (S.A.V.) bazan cüz'ün Onemini belirtmek i‫ ؟‬in küll'ü (tümü), onun
cüz'üyle (tümün bir pargasiyla) tarif etmistir. Meseia: ResUlUllah (S.A.V.)
hac ibadeti ‫؟؛‬erisinde Arefe daginda durmanin Onemini belirtmek ‫؟؛‬in:
«Hac, Arefede vakfedlr» buyurmustur. Haccin tümünün. Arafatta dur-
maktan ibaret oldugunu sanan insan hatada oldugu gibi, ResQIOllah'm is-
lämi bir cüz'üyle tarif etmesinden hareket ederek !släm'm 0 cüzden iba-
ret oldugunu sanmak da hatadir. Simdi bu tariflerin mänalari ve !?gal
ettikleri mevkiler üzerinde duracagiz.
Birinci Tarif : Ubeydullah oglu Talha ?Oyle dedi: Bir adam Resülü!-
lall (S.A.V.)'e geldi. Me.ger isläm'in ne oldugunu soruyordu.
- (S.A.V.): «Bir gün VS bir gecede be? namaz» buyurdu.
Adam: Bunlardan baska namaz olarak yapmam gereken b‫؛‬r?ey
var rm‫؟‬
Resülüllah (S.A.V.): «Hayir, meger ki tatavvu edesin» Ve zekati da
kendisine sOyledi.
Adam: Uzerimde bundan baskasi da olacak mi?
Resülüllah (S.A.V.f: «Hayir, meger ki tatavvu edesin.., buyurdu. Bu-
nun Uzerine adam :
»Vallahi bundan ne fazla ve ne de eksik yapacak degilim» diverek
gitti.
Resülüllah fS.A.V.‫ ا‬de: «Dogru söylediyse felah buldu» veya «dogru
söylediyse cennete girdi.» buyurdu. (35)
ikinci Tarif : Muaviye b. Hayda Resülüllah (S.A.V.)’e ?Oyle dedi :
»Allah i‫؛؟‬n, Allah'm seni bize neyle gOnderdigini soruyorum?» Re-
sülüüah (S.A.V.): «Islam ile...» buyurdu.
»‫؛‬släm'm alämetleri nedir?» dedim.
«Kendimi Allah’a teslim ettim, demen ve .'n d an baskasiyla i‫؛‬i?k‫؛‬ni
kesmen. Namazi kilman ve Zekat vermendir'. MUslUmamn her?eyi rizasi
olmadan Mtislümana haramdir. Onlar biribirlerine yardim eden iki kar.
de?tirler. ،släm’a girdikten sonra MUslUman, mü‫ ؟‬r‫؛‬kten ili?kisini keser ve
piU?rikler toplulugundan tamamen avriiarak müslUmanlar topluluguna ka.
tilir,.» buyurdu.
35 . - H uhari. MUslim. Ebu D av ud , N ö‫ ؛‬ai, Ihn.i ]Vlua.

10
MUKADDiME

ü ‫؟‬üncü Tarif : ResUlUllah (S.A.V.) ?Oyle buyurdu: «isläm: Allah'tan


ba‫؟‬ka Häh olmadigina ve Muhammed’in 0 ’nun kulu ve Resöl’ü .Iduguna,
‫؟‬ehadet etmen, namaz kilman, zekät vermen, Ramazan orucunu tutman
ve ena y .l bulabilirsen Beyt'i haccetmendlr.» (36)

!?te bu tarifierin hepsi, tariflerde ge‫ ؟‬en cüzlerin Onemini belirtmek


‫؟؛‬in cüz ile küll'ü ifade eden tariflerdir. Görüldügu gibi, son hadis daha
Onceki hadisleri de igine almaktadir. Bu k.nuda delilimiz: Bu be? husu-
SU ‫؛‬släm igin rükün kabul eden diger sahih hadislerdir. ibn-i Omer'in ri-
vayet ettigi sahih hadiste ?Oyle buyurulmaktadir: «isläm, be? ‫؟‬ey Uzere
kurulmustur. Allah’tan bagka iiah olmadigina ve Muhammed'in 0 ’nun ku-
lu ve elgisi olduguna ‫؟‬ehadet etmek. Namaz kilmak. Zekät vermek. Beyt’i
haccetmek ve Ramazan orucunu tutmaktir».

Bu hadis, isläm binäsinin bu be? temel Uzerinde kurulu oldugunu


agiklamaktadir. 0 halde bu be‫ ؟‬husus, isläm'in temelleridir ama, !släm'm
tamami degildir. Rer ne kadar adet geregi temel, binanin cinsinden
ise de...
Biri gikar ve buna itiraz ederse, cevabimiz ‫ ؟‬udur: ‫ الو‬ev, dort temel
Uzerinde kurulmu‫ ؟‬tur. Bu, dogrudur. Ama bir insan buradan hareket ede-
rek evin temellerden ibaret oldugunu ileri sUrerse elbetteki hata etmek-
tedir. Bir insanin, isläm'in bu be‫ ؟‬rUkUnden (temelden) ibaret oldugunu
söylemesi de ayni ‫ ؟‬ekilde bir liatadir.
Bu kimsenin hatasini anlamasi igin Kur'än-I Kerimi agip bakmasi
yeterlidir. GOrecektir ki, bu be‫ ؟‬hususun diginda ahläktan, iktisattan, SOS-
yal meselelerden, siyasetten, bari‫؟‬tan, sava‫؟‬tan, hayirdan, ‫ ؟‬erden... SÖZ-
edilmistir.
Bu kimsenin hatasini anlamasi igin , bir fikih kitabi'ni gözden gegir-
mesi yeterlidir. GOrecektir ki 0 kitapta: ibadetlerden, insanlarin biribir-
leriyle olan ili‫ ؟‬kilerinden, hüküm vermekten. cihaddan, mirastan, evlen-
mekten bahsedilmektedir.
Bu kimsenin hatasini anlamasi'igin, Buhari gib‫ ؟ ؛‬ümullü bir hadis
kitabina bakmasi yeterlidir. GOrecektir ki: Akaid ve ibadetlerle ilgili hü-
kUmlerden ba‫ ؟‬ka, ali‫ ؟‬-veri‫ > ؟‬akidler, siyaset. cemiyet ve ahläkla ilgili
meselelerden sözedilmi‫ ؟‬tir.
0 halde bu be‫ ؟‬husus. isläm binasmin Uzerlerinde kuruldugu temel-
lerdir. isläm'in tamami degildir.
36 — Miislim, Tinnizi, Ehu Davud, N esai, ibn-i Mace

11
i S L A M

N etice olarak d iy e b iliriz kJ: isläm , teme! ve binadan m eydaiia gel-


m i‫؟‬t!r. Temel, bu rükünlerdir. Bina ise, beser m e se le le riyle ilgil! isläm 'in
diger huküm lsridir.
Sayin okuyucu, islä m '1 in celed igin zaman göreceksin ki :
!släm'm m üstakil siyasT siste m i vardir. Ummet, vatan, devlet bas-
kanligi, s ٧ rä, kaza, hüküm leri uygulama organlari. idarf taksim at V.S. gibi
k.n ulard a !släm 'm görüsü diger id eo lo jile rin gO rüslerinden ayridir.
C e m iye t m eselelerinde: erkek, kadin, aile ilis k ile ri ve diger mesele-
lerde is!äm 'in kendine has görüs‫؛‬eri vardir.
Onun m üstakil bir ahläk s is te m i'v a rd ir. Bu sistem ; m ükem m el, ge-
nei, ‫!؛‬eriye dönük ve ger‫ ؟‬eklere uygun bir sistem dir. Hayatm h i‫ ؟‬bir yö-
nü yoktur ki. bu siste m onuilia ilg i!‫ ؛‬en te-miz ve düzenli yolu s e ‫ ؟‬m is ol-
masin.
Onun kendine has bir ogretim siste m i vardir. Bu sistem de dünya
m ü ke m m e lle stirild ig i gibi ähiret de unutulm am istir. Bu sistem , her türlü
e grilikten uzak, e k s ik siz ve m ükemmel bir siste m d ir. Onda ne ifrat var-
dir, ne de tefrit.
Onun m üstakil bir iktisat görü$ü vardir. M U lkiye t ve devlet hazi-
nesi mese.lelerinde diger iktisat' siste m le rin d en tarkli bir görüs... Sosyal
ve iktisad? problem lerini degi$ik se k iile rd e ‫ ؟‬Ozüm lem istir. V.S.
B eserle ilg ili higbir m esele y .k tu r kl onun hakkinda is.äm 'in b ir hük-
m ii bulunmasm. j$te bu huküm lerin toplam i, rUkünleri Uzerinde kurulan
isläm binasidir.
ibn-i O m er'in rivayet ettigi «isläm bes sey Uzere kurulm u‫؟‬tur...»
hadisinden an lasilm asi gereken budur. D iger tiadisleri de bu hadisin I$ig'
altinda anlam aliyiz. YUce ,Allah buyuruyor: «Sana bu kitabi her‫؟‬eyj beyan
etm ek ‫؟؛‬in ve bir hidayet, bir rahm st, m Um inlere de bir müjde olarak
peyderpey indirdik.» (37)
8 — DUnya ve ah iret isle rin i dUzenlemek ‫؟؛‬in A lla h 'in beseriyete
sundugu isläm , iste budur. A ncak insan, yaratilis! icabi kendisine yarar-
||' olsa da hevä, sehvet ve hü rriyetini sin irlayan yüküm lülük ve sinirlam a-
lardan hoslanm az. Onun ‫؟؛‬in YUce A lla h , kendisine inananlara: 0 ’nun hü-
küm lerine boyun egm eleri i‫ ؟‬in m ücahedeyi farz k ‫؛‬lm i‫؟‬t ‫؛‬r. iste buna iyilig!
em ir, kötü!ükten sakindirm a ve cihad denir.
MUslüm an, isläm 'in isläm toplum unda tarn ye rle sm e si i‫؛؟‬n iy ilig i
em ir ve kbtüiukten sakindirm akla, isläm vatanm in sin iria ri disindaki yer-

37 — Nah! : 89

2
MUKADDiME

‫؛‬erde A lla h 'in dUzenini hakim kilm ak ‫؟؛‬in de cihad i ‫؛‬e em redi!m i?‫ ؛‬ir. YÜ-
ce A lla h ‫ ؟‬Oyle buyuruyor :
«YeryUzUnde fitne kalm ayip din, tam am iyls A lla h 'in oluneaya kadar
onlarla sava‫ ؟‬m, cihad yapin...» (38)
«Ey m dm inler, dnee, kafirlerden size yakin bulunanlarla savagin. On-
lar sizd e sid d e t V S kuvvet bulsunlar...» (39)'
Bu u‫ ؟‬husus: Cihad. iy iliä i em ir ve kötüiukten sakindirm a. !släm 'm
uygulanm asi ‫؟؛‬in begeri m üeyyidelerdir. isläm dan sapm aktan dolayi do-
gan fitri cezalarla dünya ve ahiretteki Rabbani m üeyyideler bunlarin dl-
sindadir. ResUlUllah (S.A.V.)'in isläm I'‫ ؟‬in yaptigi bazi ta rifle rd e bu ü‫ ؟‬hu-
sus, Onem lerinden dolayi z ik re d ilm isle rd ir.
Bezzar, ResUldllah (S.A.V.)'den ‫ ؟‬Oyle rivayet ede:': «‫؛‬släm se kiz pay-
dir: Selärn. b‫؛‬r paydir. ^ainaz, bir paydir. Zekät, b ‫؛‬r paydir. O ru‫ ؟‬, b ir pay-
dir. ß eyt'i haccetm ek, bir paydir. iy ilig i em retm ek, b ir paydir. KötüJük-
ten sakindirm ak. bir paydir. Cihad, b ir paydir. Ve (Bunlardan) payi olma.
yan kaybetm igtir.»
Häkim de; ResUlUllah (S.A.V.)'in ‫ ؟‬Oyle buyurdugunu rivayet eder:
<،‫؛‬släm : A lla h 'a bir ‫ ؟‬eyi ortak kcgm adan ibadet etm en, namazi kilm an,
zekati verm en, Ramazan orucunu tutman, hacca gitm en, marufu emret"
men, münkerden sakindirm an ve e filin e seläm verm endir. K im bunlardan
bir sey terkederse isläm dan bir pay terketm igtir. Ve kirn bunlarm hepsini
terkederse, ‫؛‬släm 'a s irt cevirm istir.»
M aruf : Seriatca yapilm asi istenen veya mubah kilinan hergeyi kap-
sayan bir terim d ir. Bu gey; farz, vacip, sünnet veya mubati olab ilir.
MUnker : S e riatin caiz görmedig! geylerin hepsini ipine alan bir te-
rinidir. Haram ve mekruh buna girerler.
M aruf, jsläm 'in rUkUnlerini ve is lä m '1 ‫؟؛‬ine alir. MUnker ise, isläm 'in
rUkUnlerinden ve binasindan sapm ayi kapsar.
M U slüm anlarin görevi, is lä m '1 tüm olarak ayakta tutm aktir. Onun ‫؟؛‬in
Isläm idaresinin Ozellig! gudur: «M uhakkak ki A lla h , dinin e yardim ede-
ne yardim edecek, zafer verecektir. Süphe yak ki A lla h , ‫ ؟‬ok k u w e tlid ir,
hergeye galiptir» (40)
Namaz kilm ak, M U slüm anlarin devle tle rin in A lla h 'a ibadet devleti ol-
duguna aläm ettir.

38 — E n fa l : 33
33 - T ev be : 123
40 — ‫ ؛‬lacc : 40

13
i SLÄM

Zekät vermek, onlarin devletlerinin Rabbani adalet devleti olduguna


alämettir.
Marufu emretmek, devletlerinde her iyiligin var olduguna alämettir.
Münkerden sakmdirmak ise,'devletlerinde her kötülügün belinin kl-
rildigina alämettir. Ve bütün bunlarm varhgi, isläm binasinin temel ve ga-
tisiyla ayakta olduguna alämettir.
Daha Once anlattiklarimizin igigi altinda deriz ki: Biraz Once nak.
iettigimiz iki hadis de isläm'1, onda bulunan Onemli cüzleriyle tarif etmi?.
lerdir. ‫ ؟‬ünkü gördügümüz gibi Isläm, büttin bunlardan da daha kapsamli-
dir. Tariflerden biri, rükUnleri zikrederek isläm'in ayakta durmasi i‫ ؟‬in be-
geri müeyyideleri eklemig ve böylece MUslüman ‫؟؛‬in rükün ve müeyyide-
lerin Onemini belirtmistir. Diger tarif ise, rUkünlerle beraber lslämi mü-
eyyidelerden ikisini ve MUslUmanin evi igerisinde gözetecegi edep kai-
delerinden birini zikretmigtir. Tä ki, bu manalarin isläm'daki degerlerinin
üstünlügu anlagilsin. Gördügümüz gibi bunlar da, isläm'in tamami de il.
dirler.
Hz. Omer'in naklettig! S U hadis, yine bu nevidendir. Hz. Omer ‫ ؟‬Oyle
diyor :
..Bizler ResUIUIIah (S.A.V.)'in yaninda otururken, elbiseleri gok beyaz,
saglari gok siyah bir adam gikageldi. Uzerinde yolculuk izleri gOrünmüyor-
du. Bizden de higbir kimse onu tanimiyordu. Peygambere yanagip oturdu.
Dizlerini onun dizlerine, ellerini de bacaklarinin Uzerine indirdi ve ‫ ؟‬Oyle
dedi :
— Ey Muhamnied (S.A.V.), bana islämdan liaber ver.
ResUIUIIah (S.A.V.): Allah'tan bagka iläh olmadigina ve Muhammed'in
0'nun kulu ve Resölü olduguna gahadet etmen, namaz ki.man, zekät ver-
men, Ramazan orucunu tutman ve ona yol bulabilirsen Bevt'‫ ؛‬haccet"
mendir.
Adam: Dogru söyledin, dedi. Buna hayret ettik. Hem kendisi ondan
soruyor ve hem de onu dogruluyordu. Adam: «Bana imandan haber ver«
dedi.
ResUlUllah (S.A.V.): Allatia, Meleklerine, Kitaplarina, Peygamberleri.
ne, Ahirete, Kadere; Hayir ve gerrin 0 ’nun takdiriyle olduguna inanmandir.
buyurdu. Adam dogru sö'/ledin. Bana ihsandan haber ver.
ResUlUllah (S.A.V.}: «Allah'i görüyo! gibi ibadet etmendir. Sen 0'nu
görmUyorsun ancak 0, seni göl-üyor.
Adam : Dogru söyledin. Bana kiyamem ne zaman kopacagindan ha-
ber ver.
14
MUKADDİME

R esûlüllah (S.A.V.): Ondan kendisine sorulan, bu konuda sorandan


daha bilgili değildir.
Adam: Kıyam etin, A lam etlerinden bana haber ver.
Bu soruya da R esûlüllah (S.A.V.) şöyle cevap verdi: Câriyenin efen­
disini doğurmasını, koyun çobanı yalınayak, çıplak, ayak takımının yapı­
larının yüksekliğiyle öğünür (yarışır) olduklarım görmendir. (41)
Öm er (R.A.) : Sonra adam gitti. Ben bir süre (bir rivayette üç gün)
Peygam berin huzurundan ayrı kaldım. Sonra kendisine vardığım da şöyle
«Yâ Ömer, soranın kim olduğunu biliyor musun?» buvurdu. «Allah ve Re-
sûlü daha iyi bilir» dedim.
R esûlüllah (S.A.V.): «O Cebraildir. Dininizi size öğretmek üzere gel­
di» buyurdu. (421
H adisdeki «Cebrail'di, size dininizi öğretmeğe geldi», sözü, ba zıla rı­
nın, dinin bu m eselelerden ibaret olduğunu zannetm elerine sebep oldu.
Tabi bu anlayış yan lıştır. Çünkü usûl kaidesince nefiy anlatım ı iç e ris in ­
de gelen nekıre um um îdir ama, isbat anlatım ı içe risin d e gelen m a'rife
um umî değildir. R esûlüllah (S.A.V.)’in «size dininizi öğretiyor» sözü, bü­
tün külliyâ t ve cü z’iyâtıyla dinin tümünü size öğretiyor mânasına gelm ez.
M eselâ: B iri bir fıkıh kitabı okuyunca kendisine: «Ne okuyorsun?» dedi­
ğim iz zaman o da: «İslâm’ı okuyorum» de se, her ne kadar İslâm, fık ıh ki­
tabından daha geniş ise de, bu söz doğrudur. Veya fıkıhtan bir bölümü
okuyan birine ne okuduğunu sorduğumuzda «fıkıh okuyorum» de se, her
ne kadar o kim se fıkıhtan bir bölümü okuyorsa da, sö ylediğ i söz, doğru­
dur.
Yukarıda ki hadisin durumu da aynıdır.
İnsan, hadisi başka şe k ild e düşünecek olsa, görecektir ki: İhsan, her
ne kadar im anın üst derecelerinden ise de yine im andır. N itekim bir ha-

41 — H ad is-i ş e n l in a h ir e tin a la m e tle riy le ilg ili b ö lü m ü n d e a s n m ız ın ö n e m ­


li b a z ı m e s e le le rin e iş a r e t v a rd ır. H a d isin b u b ö lü m ü iç in h a d is il­
m iy le u ğ ra ş a n a lim le r ç e şitli a ç ık la m a la rd a b u lu n m u ş la rd ır . B u n la r­
d a n ö n e m li g ö rd ü ğ ü m ü z ik i h u s u s şö y le t
« C â riy e n in e fe n d isin i d o ğ u rm a sı» ; A n n e sin e is y a n e d e re k onu
b ir c a riy e d e ğ e rin d e tu ta n , k e n d is in e h iz m e t e ttir e n b ir n e s lin o r ta y a
ç ık m a sı. N ite k im b u d u ru m a s r ım ız d a m e v c u ttu r.
«K oyun ç o b a n ı y a lın a y a k , ç ıp la k a y a k ta k ım ın ın y a p ıla rın ın y ü k ­
sek liğ iy le ö ğ ü n ü r (y a rış ır) o lm a la rı» ; M a lın ç o ğ a la c a ğ ı v e iyi o lm a ­
y a n , d e ğ e rsiz , se fih in s a n la r ın k ü lliy e tli m ik ta r d a m a la sa h ip o la ­
c a ğ ın a v e â h ir z a m a n d a y ü k s e k b in a la r ın y a p ıla c a ğ ın a iş a re ttir . (M ü­
te rc im )
42 — B u lıâ rî, M üslim , E b u D av u d , T irm iz i

15
İSLÂM

dişte: «imanın en faziletlisi, her nerede olursan ol, Allah’ın seni gördüğü*
nü bilmendir.» buyurulm aktadır. İleride de gö re ce ğim iz gibi, im anın a ltı
rüknü şe ha de t k e lim e sin in için dedir. O halde hadis-i şe rif, Islâm 'ın rü­
künlerinden b irin c is in i geniş b ir şe k ild e açıklam aktadır. Daha önce de
gördüğümüz gibi, rükünler İslâm ’ın bir cüz'üdürler; tam am ı de ğ ild irler.
0 halde şim d iy e kadar an lattıklarım ızdan şu nları anlam aktayız :

1 — İslâm, şehadet ve im anın rükün leriyle ortaya çıkan inançtır.

2 — İslâm, namaz, zekât, oruç ve hac ile ortaya çıkan ibadettir.


Bunların ik is i de, İslâm ’ın rükünleridir.

3 — İslâm ’ın geri kalanı ise, bu rükünler üzere kurulan binadır. Bu


binayı m eydana getiren unsurlar: İslâm 'ın hayat siste m le rid ir: S iy a s î s is ­
tem, İktisadî siste m , ah lâkî siste m , aske rî siste m , İçtim aî siste m , öğretim
siste m i v.s...
4 — İslâm ’ın hakim iyetini sağlam ası için ayrıca m üeyyideleri var­
dır. Bu m üeyyideler; Cihad, marufu em retm ek ve m ünkerden sakındırm ak-
la ortaya çıkarlar. F ıtrî cezalarla A lla h ’ın IC.C.) dünya ve âhirette v erd i­
ği Rabbanî cezalar, bu m ü eyyidelerin dışındadır.
O halde İslâm: İnanç, ibadet, hayat siste m le ri ve m üeyyidelerdir.

16
MUKADDİME

İSLAM
Müeyyideler :
Cihad, marufu emretmek, münkerden sakındırmak,
hüküm ve cezalardır.
Bina :
Hayat sistemleri: Siyasî sistem, İktisadî sistem, as­
kerî sistem, öğretim sistemi, ahlâkî sistem v.s.
Rükünler :
İbadetler: Namaz, zekât, oruç ve hac.
İnanç: Şehadet: Allah’a, meleklerine, kitaplarına,
peygamberlere ve âhiret gününe inanmaktır.
9 — İslâm ’ın zıddı, ca h iliy e ttir. İslâm ’ın her c ü z’ünün karşısında
mutlaka ca h iliy e t vardır. İslâm 'a uymayan bir tasarrufundan dolayı, Re-
sû lüllah (S.A.V.)’ın Ebu Z err'e sö yle d iğ i söz bunu teyid eder. R esûlüliah
(S.A.V.) Ebu Z err'e şö yle dem işti: «Muhakkak ki sen, kendisinde cahiliye
bulunan birisin». Y üce A lla h da (C.C.) şö yle buyuruyor: «Evlerinizde otu­
run ve evvelki cahiliyet (zam anında sü slenerek, ince e lb is e le r giyerek, a ç ı­
lıp sa çıla ra k sokağa çıkan kadınların) çıkışı gibi çıkmayın. Namazı gereği
üzere kılın , zekâtı verin, Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin». (43) Örtünm e
İslâm ’dır. Onun zıddı ise c a h iliy e ttir. Hz. Ö m er de şöyle dedi: «islâm la ca-
h iîiy e ti bilmeyenler türeyince, İslâm’ın düğümleri teker teker çözülürler.»
İslâm tüm a yrın tılarıyla , ca h iliy e tin karşıtıd ır. Çünkü İslâm ’dan her
bir cüz, her şeyi için e alan A lla h ’ın (C.C.) ilm inin e se rid ir. Ona karşı olan
her düşünce ve hareket de, m utlaka ca h iliy e ttir. Çünkü o, s ın ırlı insan il­
m inin e se rid ir. Ü ste lik insanın heva ve şe h ve tle ri kendisine gâliptir. G ü­
ze li çirkin, ç irk in i de güzel gö rebilir
Islâm, kem alin ken disidir. C a h iliy e t ise, e ksik liğ in ken disidir. İnsan
bu iki yoldan birine uymakta se rb e sttir. K a rşılığ ı da önündedir. Y üce A l­
lah (C.C.) şö yle buyurur: «Doğrusu biz ona (insana) gerçek yolu göster­
dik. İster şükreden (mümin) olsun, ister nankörlük eden (kâfir)». (44)
Bazı insaniar, c a h iliy e t yolunda gidenlerin bir kısm ın ın hareket, ya­
şa yış veya bazı siste m le rin d e ortaya çıkan kem ali görünce şüpheye dü-

43 — A h z â b : 33
44 — İ n s a n : 3

17
İ SLÂM

serler. Bunun sebebi: İslâm iyetten olan b irşe y bazan ca h iliy e tle karışır.
İslâmdan olan o şey, orada da güzel görünür. C a hil kişi, İslâm ’ın hakika­
tim bilm ediğ i için bu düzene bağlanır. Şayet bu adam hakkı b ilse yd i, o
ca h iliy e düzeninde gördüğü iy ilik le rin İslâm'a ait olduğunu anlayacaktı.
İslâm ’dan herhangi bir şeyin c a h iliy e t düzeninde bulunm ası norm al­
dir. A lla h ’ın (C.C.) insana verd iği aklın e serlerinden birinin ve insanı yer­
yüzünde halife kılan ruhî nefhanın e se rin in bulunm ası gibi. Y üce A lla h
(C.C.) şöyle buyurur: «... ve tarafımdan ona bir ruh verdim...» (45) Böy-
lece insan m edenî hayatta hoş ve güzel olan birtakım şe y le ri bulabilir.
Am a daha önce de b e lirttiğ im iz gibi, insanın hayatta her türlü kem ale
ulaşm asına engeldir. İnsanın hevâsı, şehveti ve b e şe rî za’fiy e tle ri, onun
hakkı görm esine çoğu zaman mani olurlar. Vahiy nuruyla nurlanan azın­
lık ancak bu eksiklerd en sâ lim kalabilir.
A k lın bazı şe y le rin iy isin i gördüğünü sö y le d iğ im iz zaman şüphe ka-
rışm aksızın aklın yalnız başına iyiyi ve hayrı g ö rebileceğ ini kasdetm ediği-
m izi tekrar edelim . A k ıl güzeli gö rebilir. Am a aklın kendisi s ın ırlı olduğu
için bu görüşün gerçek olup olm adığına k e sin lik kazandıran vahiydir. Hay­
rı ve şe rri tüm olarak bilen, sadece A lla h ’aır. A lla h , (C.C.) insana kendi
tarafından bir ruh ü fle m iştir. A ncak böylece insanın bilm e imkânı olm ak­
tadır. A m a bu bilm e sın ırlıd ır. Vehim ve hata k a rışa b ilir. A lla h (C.C.) ise,
sın ırsızd ır. Vehim ve hataya düşm e ihtim ali olmayan sadece O'dur.
Bu sözüm üz, deneye tabi tutulan şe y le r için değildir. Zaten deneye
tabi tu tulabilen ve kendisine d e lille varılan herşeyi, İslâm önceden kabul
etm iştir. Bizim sözüm üz, insanın davranışları konusundadır. İsteriz ki,
insanın davranışları da, kâinattaki düzen gibi bir düzene girsin.
İnsan vücûdunun organlarından her biri, ken disine düşen görevi tam
o\atak yerm e g e tire b ilm e k iç in , b ir m üddet o görevde ih tisa s yapm ası
gerekir. H er organdaki hücre ç e ş itle ri ise görevlerini yerine g e tire b ilm e ­
leri için birçok şe y le re ihtiyaç duyarlar. İnsan şahsiyeti, his ve duygula-
rr, hayatı ve ç e v re siy le iliş k ile ri... Bunlardan her biri hakkında insanın
kendisinin ih tisa s sahibi o la b ilm e si için de çok uzun bir müddete ih ti­
yacı vardır.
Babadan oğula tevarüs eden etkiler; yer, iklim ve çevrenin diğer
şartların ın e tk ile riy le beraber çıkm azlarıyla sosyal hayatın etkileri... ve
... ve... Bütün bunlar insanı her yönden kapsam ış ve ona büyük e tkile ri
var iken insanın başka insana yol gösterm esi ve her şeyin ilm in i kavra­
ması mümkün müdür? Bütün bu e k s ik le riy le beraber insan bu işi hakkıy­
la yerine g e tire b ilir mi?..

45 — M ü c a d e le : 58
18
MUKADDİME

Bütün bu an lattıklan m ızdan şu sonucu çıkarıyo ruz :


İnançlarda İslâm ve cahiliyet vardır... İbadetlerde İslâm ve cahili-
yet vardır... Ahlâkta İslâm ve cahiliyet vardır... Siyasette İslâm ve ca­
hiliyet vardır... Öğretimde İslâm ve cahiliyet vardır... Savaş, barış ve
sosyal meselelerde İslâm ve cahiliyet vardır... insanla ilgili bütün mese­
lelerde ve bütün kanunlarda İslâm ve cahiliyet vardır...

Hak neredeyse, işte o; İslâm dır. Bâtıl neredeyse, o da ca h iliy e ttir.


M aslahat neredeyse, A lla h ’ın (C.C.) şe riâ tı oradadır. Bunun aksi nere­
deyse, o, c a h iliy e ttir. İnsan için hakiki m aslahat, ancak A lla h ’ın (C.C.) yol
gö sterm esiyle ö ğre n ile b ilir. İnanç ve ibadetlerdeki ca h iliye t; ca h iliy e tle -
rin en te h lik e lis id ir. Onun için Y ü ce A lla h , (C.C.) sağlam itikatla beraber
bazı ca h iliy e t hareketlerinde bulunanı affeder ama, inanç ve ibadetleri ca­
h iliy e t inanç ve ibadetleri olan kim seyi, İslâm ’ın bütün ah lâkıyla ahlâk-
iansa da katiyyen affetm ez: «Allah kendisine ortak koşmayı affetmez.
Am a bunun dışında dilediğini affeder».

Y üce A lla h (C.C.) İslâmî bir bütün olarak gönderm iştir. Kim tümü­
nü alırsa, işte o M üslüm andır. Kim onun bir kısm ın ı a lır ve bir kısm ın ı a l­
mazsa, İslâm 'la ca h iliy e ti b irib irin e k a rıştırm ıştır: «Diğer bir kısmı da, gü­
nahlarını itiraf ettiler ve iyi bir ameli, sonradan yaptıkları başka bir kö­
tüyle karıştırdılar...» (46) Bu kim se günahtan sonra tevbe eder ve İs­
lâm 'ın tümüne inanırsa, M üslüm andır ve hayra doğru hareket etm ektedir.
Kötülükte İsrar ederse fâ s ık tır ama, yine de M üslüm andır. G e re kli olan,
her M üslüm anın c a h iliy e tin bütün âdetlerinden arın m ış ve İslâm ’ın bütü­
nünü alm ış o lm asıdır. İslâm üm meti de, İslâm düzeni için m ükem m el bir
örnek olm alı ve yeryüzünden ca h iliy e t düzenini silm e ye ça lışm a lıd ır.

İslâm ’ın idare düzeninde ortaya çıkan te h lik e li sapma, İslâm idare
düzenini Peygam berin yoluna uygun idare ve hilafetten saptırarak zâlim
bir su ltanlığa dönüştürm üştür. R esûlü llah (S.A.V.) şö y le buyurdu: «Ben­
den sonra hilafet otuz yıl devam edecek ve sonra zâlim sultanlık olacak­
tır». (47) Bu sapma, önce idare düzeninden ba şlıya rak M üslüm anlar ara­
sına ca h iliy e t düzeninin sızm asına v e s ile oldu: «İslâm’ın halkaları teker
teker çözülecek. İlkin idare halkası çözülecek ve sonunda da namaz hal­
kası sökülecektir».
46 — T ev b e : 102
47 — D i ğ e r b i r r i v a y e t t e : « B e n d e n s o n r a ü m m e t i m d e h i l a f e t o t u z b i r y ı l d e ­
vam edecek ve ondan s o n ra s u lt a n lık o l a c a k t ır . » ( A h n ıe d , T ir m iz i,
E b u y a ’l a v e İ b n - i H i b b a n , S ü f e y n e ’d e n r i v a y e t e t m i ş l e r d i r . H a d is Sa.
h ih tir ) .

19
İSLÂM

C a h iliy e t düzenini yeryüzünden söküp atmak için hucum edenin İslâm


olm ası gerekirken hucuma uğrayan kendisi oldu. C a h iliy e t düzeni onu ta­
mamen söküp atma çabasındadır. Bugün İslâm topraklarında ne de çok
c a h iliy e t idareleri vardır ve bu davetlere icabet eden M üslüm anlar ne de
çoktur. M isy o n e rlik, komünizm, herşeyi mubah sayan fe lsefe, İslâm ’a uy­
mayan siy a si partiler, ile r ic ilik ism i altında gavur uşaklığı ve g e riciliğ e
savaş ism i altında fa aliye t gösteren bu te şe kkü lle rin tümü, ca h iliy e t da-
ve tçile rid ir. Bütün bunlar âniden İslâm âlem ine girm edi. Uzun müddet ça­
lışm a ve dâhiyane plânlarla girdi. Ne yazık ki bütün bu ca h iliy e t davetçi-
leri, İslâm âlem inin her tarafına sıza b ilm iş ve ken dilerin e «Müslümanım»
diyenlerden taraftar bu lab ilm iştir.
Bütün bunların İslâm âlem ine sızm alarına imkân veren durum lar :
1 — M üslüm anların İslâm ’ı bilm em eleri.
2 — S iy a s î hakim iyetin önce söm ürücülerin eline geçm esi ve onlar
gittikten sonra düşünce ve siya se tte onların yolunda gidenlerin eline
geçm esidir. B öylece İslâm âlem i düzenli ca h iliy e t akınlarına maruz kal­
dı. Davet yolları, şim diye kadar yeryüzünde âkim kaldı? N etice, İslâm bi­
linm ez oldu. Bu durumda, İslâm hakkında şüm ullü bir kitap yazmak, gerek­
liydi.
Onun için bu kitabı 'yazdık. Kitap dört bölümden meydana gelm iştir'.
1 — B irin ci bölüm: İslâm ’ın rükünleri
2 — İkinci bölüm: İslâm 'da İçtim aî (sosyal) ve ahlâkî siste m le r
3 — Üçüncü bölüm: G enel siste m le r
4 — Dördüncü bölüm: İslâm ’ın m üeyyideleri
İslâm 'ın tamam en açıklığ a kavuşm ası, M üslüm anın İslâm ’ı sağlam ­
ca anlam ası, onun hakkında m ükemmel bir düşünceye sahip olm ası; İs­
lâm ’ın hiçbir ortaklığı kabul etm ediğini, tam M üslüm anın kim olduğunu,
hareketlerinin tam am ını İslâm 'a uydurmak için nasıl davranm ası gerek­
tiğ in i, buna uyduğu takdirde kazancını ve uym adığı takdirde kaybını b il­
m esi ve bütün bunlardan sonra A lla h ’ın (C.C.) kullarına te k lif ettiği düze­
nin m ahiyetini anlam asını tem in m aksadıyla bu şe k ild e bîr kitap yazmak
ih tiyacın ı duyduk.
İçtim aî siste m le ahlâkî siste m i bir arada anlattık. Çünkü bunların
ik isin in b irb irle riy le sık ı iliş k ile r i vardır. S iy a sî, askerî, eğitim , m alî ve
bunlara uygun siste m le ri de bir bölüm de topladık. Çünkü savaş, kültür
ve m alî siste m le r s iy a s î siste m in dışında düşünülem ez. M ü e yyid eler bö­
lümünde de, dünya ve âhiretteki Rabbanî cezalarda ortaya çıkan gaybî ve
fıtrî m üeyyidelerden bahsettik.
A lla h 'ta n dileğim iz, bu kitabı b itird iğ in iz zaman; A lla h 'ın din ve dü­
zeni hakkında her yönden bilgi sahibi olm uş ve bununla da yetinm eyerek
ha reketlerinizi de buna göre düzeltm iş olm anızdır.
20
BİRİNCİ BÖLÜM

RÜKÜNLER
RÜKÜNLER

BİRİNCİ BÖLÜM

Beş rükün, İslâm ’ın bütünü için pratik ve nazarî te m e lle rd ir. Şeha-
det kelim e si, kendisinden başka herşeyin pratik ve nazarî te m e lid ir.
A lla h ’tan (C.C.) başka ilâh olm adığına ve M uham m ed'in, (S.A.V.J O'nun
kulu ve Resûlü olduğuna şehadet etm eyen bir insan İslâm 'a girm em iştir.
Onun için şehadet, ilk rükündür. Çünkü bir yandan İslâm 'ın rükünleri için
tem eldir, diğer yandan İslâm 'ın tümü için te m e ldir. D iğer rükünlere ge­
lince, herbiri İslâm ’ın bir yönünün te m e lid ir. Namaz; ibadet yönünün tü­
mü için pratik ve nazarî tem eldir. İbadete lâyık, sadece A lla h 'tır. Z ikir,
dua ve K u ra n okum akla kendisine ibadet etm em izi iste m iştir. A lla h ’ı her
türlü e ksik likte n tenzih etmek, övm ek ve ondan günahlarım ızın affını d ile ­
mek zikirdir. Bütün bu m ânaları, farz kılınan namazda bu lab iliriz. B ir in­
san namaz kılm adıkça A lla h 'a ibadeti dosdoğru olm az. O halde namaz, iba­
detlerin m erkezidir.
Zekât, m alî yönün pratik ve nazarî te m e lid ir. İslâm ’da mal A lla h ın d ır.
İnsanın mala karşı durumu vekâlettir. M a lı A lla h 'ın sın ırla d ığ ı yoldan ka­
zanm alı ve O'nun tayin e ttiği yolda harcam alıdır. B ir insan zekâtla A lla h 'a
te slim olm am ışsa, m alı elde etme ve harcam a yollarınd a da A lla h ’a te s ­
lim olm ayacaktır.
Oruç, nefsi A lla h yolunda tutm anın pratiK ve nazari te m e lid ir. Yüce
A llah, cennete girm eyi, nefsi zaptetm e konusuna ba ğlam ıştır : «Nefsini
temizleyen felâh bulmuştur. Nefsini kirleten de hüsrana uğramıştır». (48)
«Kim Rabbinin makamından korkmuş ve nefsini şehvetlerden alıkoymuş­
sa, muhakkak cennet onun varacağı yerdir». (49) N efsi zaptetm ek onu ha­
ram şehvetlerden ve sa pık isteklerden sakındırm ayı, güzel ahlâk üzere
tutmayı ve A lla h ’ın bütün e m irle rin i uygulam akta devam etm eyi için e alır.
Oruç, bütün bunların pratik ve nazarî te m e lid ir. A slın d a oruç, nefsi bir
müddet içinde olsa heial şehvetlerden alıkoym aktır. Böylece insan diğer
yasak şehvetlerden de n e fsini uzak tutm a a lışk a n lığ ı kazanır,
Hacc ise, sam im i olarak A lla h yolunda canla ça lışm a ve malı harca­
ma yönü için pratik ve nazarî tem eldir. Y üce A lla h , can ve mal ile cihad
etm eyi farz k ılm ış tır. Hac, bunun pratik bir e ğ itim id ir. R esûlüllah (S.A.V.)

48 — Ş em s : 9-10
49 — N a z ia t : 40-41

23
İ SLÂM

buna işa re t ederken şö yle buyrur: «Lâkin cihadın en faziletlisi, kabul edi­
len hacdır». Hac, ayrıca bütün M üslüm anları tek bir üm m et olarak kabul
eden İslâm î s iy a se t siste m in in pratik ve nazarî te m elid ir, insanın A lla h ’a
te slim olm asının da pratik ve nazarî tem eli yine hacdır.
Bu rükünlerden her biri İslâm 'ın yön le rin i ge rçe k leştirm e k için diğer
rükünlere hizm et eder. Hac, en önem li ibadetlerden biridir. O ruç da öy­
ledir, zekât da. Bütün bu ibadetler, M üslüm ana diğer M üslüm anların kar­
d e şliğ i şuurunu aşılar. H epsi de nefsi zaptetm e ve A lla h ’a te slim olmaya
hizm et eder.
Y in e bütün ib ad etler İslâm binasını her yönden m ü kem m elleştirir-
ler. Onun için M üslüm an, İslâm binasının, İslâm 'ın rükünleri olm adan ku­
rulacağını tasavvur edemez. Bina, kuvvetini; tem elin in kuvvetinden alır.
Tem el ne kadar kuvvetli olursa, bina da o kadar .kuvvetli olur. Ve tem el
ne kadar çürük olursa, binanın y ık ılm a s ı da o kadar kuvvet kazanır. Onun
için İslâm ’da te rb iye prensibi, rükünleri sağlam a bağlam akla başlar. Tâ
ki ondan sonra İslâm binası üzerlerine kurulabiİsin. Tem el s a ğ la m la ştırıl­
madan veya tem el s a ğ la m la ştırılır da ondan sonra üzerine bina kurulm az­
sa, apaçık bir m a n tık sızlık olur.

24
ŞEHADET

BİRİNCİ RÜKÜN

ŞEHADET
A — Tahlilci Bir Bakış:
1— Resûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu : «Kim Allah'tan başka ilâh
olmadığına, benzeri ve ortağı bulunmadığına, Muhammed’in O'nun kulu ve
resûlü olduğuna ve İsa’nın da, Allahın kulu ve resûlü olduğuna, bir emirle
onu Meryeme verdiğine, cennet ve cehennemin hak olduğuna şehadet
ederse, bu kimsenin ameli ne olursa olsun Allah onu cennete sokacaktır».
Diğer bir rivayette şöyle buyurur: «Kim, Allah’tan başka ilâh olmadı­
ğına ve Muhammed’in Allah’ın resûlü olduğuna şehadet ederse, Allah
onun cesedini ateşe haram kılar.»
Diğer bir rivayette şöyle buyurur : «Cebrail bana gelip müjde verdi:
Ümmetinden her kim Allaha ortak koşmadan ölürse, cennete girecek­
tir.» «Zina etse de, hırsızlık yapsa da mı ?» dedim. «Zina etse de, hırsız­
lık yapsa da» dedi. «Zina etsede, hırsızlık yapsa da mı ?» dedim. «Zina
etse de, hırsızlık yapsa da» dedi. Sonra dördüncüsünde şöyle d e d i: «Ebu
Zer, kabul etmese de».
Yine şöyle buyurur: «İki şey vardır ki, gerekli kılarlar.» Bir adam :
«Gerekli kılanlar nedir, Ya Resûlüllah?» dedi. «Allah’a ortak kokarak ölen
ateşe girecektir; Allah’a ortak koşmadan ölen cennete girecektir», bu­
yurdu.

2 — Yukarıda anlattıklarımızla, İslâm’ın bütününe nisbetle bu rük­


nün ne derece önemli bir rükün olduğunu anlamaktayız. İslâm, rükünler
olmadan ayakta duramadığı gibi, şehadet olmaksızın diğer rükünler de
ayakta duramazlar. Hatta şehadet olmayınca, İslâm da tamamen yoktur.
Şehadetin, İslâm’ın bütünüyle ilişkisi, ruhun cesedle ilişkisi gibidir. Cese­
din her zerresi ancak ruhla canlı olabileceği gibi, «Lâ ilahe illallah, Mu-
hammedun Resûlüllah» da, İslâm’ın her cüz'ünün hayatıdır. İnsanın islâm-
da yaptığı her hareket bu kaynaktan beslenmiyorsa ölüdür. O hareketin
Allah’ın terazisinde hiçbir ağırlığı yoktur. Onun için kâfirlerin amelleri-
faydalı olsa da; Allah’ın yanında hiçbir değerleri olmaz. Yüce Allah şöyle
buyurur: «Hem biz, onlar (hayır diye dünyada) ne amel işledilerse onu
kast edip saçılmış zerre haline getirmişizdir. (Artık hiçbir kıymeti kalma­

25
İ SLÂM

m ıştır)» (50) Hatta M üslüm anın kendisi b ile bir iş yaptığında, bu iş ne ka­
dar yararlı olursa olsun, o işte şehadetin ruhu yoksa makbul değildir.
«Ameller niyetlere göredir. Her kişi için niyyet ettiği vardır. Kimin hic­
reti, Allah ve Resûlü için ise, hicreti Allah ve Resulü içindir. Kimin hic­
reti, elde etmek istediği bir dünya ve nikahlamak istediği bir kadın için
ise; hicreti, hicret ettiği şey içindir.» «Allah’ın rızasını kazanmayı gerek­
tiren bir ilmi, dünyalık bir şey için öğrenen kimse, kıyamet gününde cen­
netin kokusunu almayacaktır.»
3 — Yüce A lla h , R esûlü llah (S.A.V.)'in sahabelerini överken şöyle
buyurur: «... Allah, Resulünün ve müminlerin üzerine manevî huzuru indir­
miş. Onlara takva kelimesini de ilham etmişti. Onlar da buna lâyık ve
ehil idiler. Allah herşeyi kemal üzere bilendir». (51) Takva sözü, şehadet-
tir. O nsuz takva da yoktur, am el de kabul edilm eye ce ktir: «Allah ancak
müttekîlerden kabul eder» Onun için en çok arzu ettiğim iz, ken d isiyle va­
sıflanm ağa ç a lıştığ ım ız ın en yükseği, onu elde etm e yolunda yorulduğu­
muz şe y le rin en ö n e m lisi, b ild iğ im izin en güzeli, şehadet kelim esind e A l­
lah'ın em rini ge rçe k leştirm e m izd ir. «Bi! ki, Allah’tan başka ilâh yoktur»,
sözünü g e rçe k le ştird iğ im izd e ve kalbim iz bu söz üzere karar kıldığında
bunun e se ri olarak meydana hoş m eyveler çıkacaktır: «Hoş bir kelime olan
tevhid ve şehadet, (iman) kökü yerde sabit ve dal-budağı yukarda olan
hoş bir ağaca benzer. Rabbının izniyle Allah her diledikçe yemişini verir.»
(52)
4 — Şahadetin her iki bölümü; biri diğeri olmadan olmaz. «Lâ ilahe
illallah» şehadetini, «Muhammed'un Resûlüllah» şehadeti tam am lar. Çün­
kü «Lâ ilâhe illallah» şehadeti, göreceğim iz gibi b e lli bir hareket tarzını
gerektirir. Bu sözün m anâsı çok derindir. Bu sözün g e re ktird ik le ri vardır.
Şehadette bulunan kim seye yüklediği yüküm lülükleri vardır. Onun mükâ­
fatı onu yerin e getirenedir. C e zası da, terkedenedir. Bütün bunlar, ancak
gerçekten Hz. M uham m edin A lla h ’ın Resûlü olduğuna naklî ve aklî d e lil­
lerin şehadet ettiğ ini kab ullenenler için g e çe rlid ir.
Onun için «Lâ ilâhe illallah» şehadetiyle «Muhammed’un Resûlüllah»
şehadeti k e s in lik le birbirinden ayrılm azlar. «Lâ ilâhe illallah»m m anasını
öğrendiğim izde bu durum daha çok a ç ıklığ a kavuşacaktır.
5 — «İlâh» m addesi lûgatta, (Elif, lâm ve hâ) dan meydana g e lm iş­
tir. Lügat kitaplarında bu madde şu manalara gelir: Isınmak, güvenmek,
sığınmak, şiddetli bir sevgiyle yönelmek, aşırı özlem ve kulluk etmek.
50 — F u rk an . : 23
51 — Feth : 26
52 — İb r a h im : 24-25

26
ŞEHADET

Arapça dilinde ayni kökten gelen kelimeler arasında bir ilgi vardır.
Yukarıdaki maddenin delâlet ettiği manaları düşünecek olursak araların­
daki ilgiyi apaçık görürüz. Ben; ancak benden daha kuvvetli olduğuna
inandığım, ona ısındığım ve kendisini sevdiğime sığınırım. Ancak o za­
man sığınmanın bir manası olur. Buna göre ilâh; kendisine ısınılan, gü­
venilen, sığınılan, sevilen ve tapılandır. O halde «Lâ ilahe illallah» dedi­
ğimizde, bu sözün içine belirli manalar girer, insan, bunu söylemekle
sanki şunu ifade etmek iste r: Kendisine güvenilen, sığınılan, sevilen ve
tapılan ancak ALLAH’tır. Fiilî olarak da Kur'ân-ı Kerim,, bütün bu mana­
ların. İlâhî Zâtın özelliklerinden olduğunu bize bildirmektedir:
a — «... Bilin ki, ancak Allah'ı anmakla kalbler yatışır ve huzur bu­
lur» (53) «... Gerçek mümmler iseniz, Allah'a tevekkül edin» (54)
b — «Doğrusu insanlardan bazı erkekler, cinden bazı erkeklere sı-
ğımyorlarda, cinlerin kibir ve azgınlıklarını arttırıyorlardı.» (55) «Muhak­
kak ki bütün mescidler, Allah'a ibadet için kurulmuştur. O halde Allah İle
beraber başka birine ibodet etmeyin» (56)
c — «... iman eden kimselerin Allah’a olan sevgileri daha kuvvetli
ve devamlıdır...» (57) «Allah da onları sever, onlar da Allah’ı» Allah’ın
Resûlünü sevmek ise, Allah’ı sevmenin hemen ardından gelir. «Nimetle­
rinden sizi gıdalandırdığından, Allah’ı sevin. Beni, Allah ben! sevdiği İçin
sevin. Ehl-i Bey’timi de ben onları sevdiğim için sevin».
d — «Ey Resûlüm, sana ecdadının dinine dön, diyen kâfirlere) De
k i: «Bunca delillerden sonra, Allah’tan başkasına mı ibadet etmemi isti­
yorsunuz ey câhiller». Gerçekten sana ve senden öncekilere şöyle vahy
olundu: (farz-ı muhal) eğer Allah'a eş koşarsan, muhakkak amelin boşa
gider ve elbette hüsrana uğrayanlardan olursun. Bilâkis Allah’a ibodet et
ve şükredenlerden ol.» (58)
«İlâh» kelimesinin en önemli manâlarından biri, «Mabud» yani ken­
disine tapılan olduğuna göre, bu kelimenin manaları üzerinde de durmak
gerekir.
Bu kelimenin kökü olan «Abede» kelimesi (Ayn, bâ ve dal) harflerin­
den meydana gelmiştir. O halde bu maddeden gelen kelimelerin manala­
rı üzerinde durmak faydalı olur. Bu manaların birkaçını aşağıya alıyoruz:
53 — R a ’d : 26
54 — M aide : 23
55 — Cin : 6
56 — Cin : 18
57 — B a k a ra : 165
58 — Z üm er : 6 4 -6 6

27
İ SL ÂM

1 — «EL A B D U » Köle, hür o lm ayan m a nasınadır. K u r'â n -ı K erim de


şö yle b u y u ru lu r: «Zahiren başıma kaktığın o nimet de, gerçekte İsrail oğul­
larını köle edinmiş olman içindi.» (59)
2 — «EL İBADETU» : Boyun e ğ m ekle itaat m anasınadır. K u r’ân-ı K e ­
rim de şö yle b u y u ru lu r: «Şeytana itaat etmeyin o size açık bir düşmandır
diye size bir öğüt vermedim mi ? Ey Adem oğulları». (60)
3 — «EL - MUABBED» : K e n d isin e ço k de ğ er verilen, büyütülen m a­
n a sın ad ır.
4 — «ABEDE BİHİ» : O n unla b eraber oldu. O ndan a yrılm a z oldu.
5 — «MA ABED EKE ANNİ» Se n i benden alıkoyan ; hapseden n e ?
Bu m addenin ç e ş itli m a n a ların ı d ü şü n e ce k olu rsa n ara la rın d a tam bir
aağlantının olduğunu görürsün.
H apsetm ek, bir nevi kul edinm ektir. Kim e kulluk edersen ona b a ğ ­
lanır, onu büyültür, ona ita at eder, boyun eğer ve onun için b irço k hür­
riyetlerinden v a zg eçe rsin .
Buna göre «MABUD» kelim esinin ihtiva ettiği m â n a la r : S a h ip olan,
itaat edilen, yü ce ltile n ve ken d isin e bağ lan ılan d ır. «Lâ mabude illallah»
den diğ i zam an bunun m a n a s ı: Benim için A lla h ’tan b a şk a sa h ip yoktur. İtaat
edilen, yü ce ltile n ve k en d isin e b a ğ la n ıla n sa d e ce A lla h ’dır.
K ur'ân-ı Kerim i d ü şü ndü ğü m üzd e fiilî o la ra k Z ât-ı ilâ h î'n in ö z e llik le ­
ri ara sın d a şu m anaları buluruz :
a — «Ey Resulüm ) de k i : S ığ ın ırım insanların Rabbına, Melikine
(H üküm darına), insanların İlâhı'na». (61) «Göklerin ve yerin mülkü Al­
lah’ındır.» (62)
b — «(Ya M uham m ed)» de k i : A lla h ’a ve Resule itaat edin.» G e rç e k ­
te R esûle itaat etm ek. A lla h 'a itaat etm ektir. «Kim Resûle itaat ederse,
Allah’a itaat etmiştir.»
c — «O, Yüce ve Büyüktür»
d — «Allah’tan gerektiği şekilde sakının ve mutlaka müslüman olarak
ölün».
Kulluk. R ububiyetin karşıtıd ır. M a ’bud ise, R a b b ’d ı r : «(Ey Resûlüm )
de k ' ; Sığınırım insanların Rabb’ına, insanların Melikine, insanların
İlöh’ı-na».

59 — Ş u a r a : 22
69 — Y a s in : 60
61 — N as : 1 - 2
62 — Â l- i İm ra n : 189

28
ŞEHADET

0 halde, acaba «Rabb» k e lim e sin in m addesi ne gibi mânalara ge l­


m ektedir? «Rabb» k e lim e sin in m addesi lûgatta: «Râ ve çift bâ'dır» Bu
maddenin ku lla n ıld ığ ı m analardan birkaçı:
1 — Beslem ek, işle ri düzene sokm ak, gözetm ek.
2 — idare edip hükm etm ekle beraber idare e d ile n le rin itaat etm esi.
3 — Sahip, m âlik.
Bu m analar arasındaki bağlantı açıktır. M âlik: İdare eder, islâh eder,
y e tiştirir, Sahib inin hakim iyeti, gücü ve bir nevi m ülkü vardır.
G erçekten herşeyin sahibi A lla h 'd ır. Büyük, O'dur. Hâkim, O ’dur.
O'ndan başka hiç kim senin büyüklük ve hâkim iyeti yoktur. Yaratan ve
terbiye eden, O ’dur. Kâinatın iş le fin i düzenleyen ve gözeten O ’dur. Kur'-
ân-ı K erim i düşündüğüm üzde bütün bu m anaların Zât-ı ilâhiyenin ö z e llik ­
lerinden oldu klarını görürüz: «Yaratma ve işleri düzenleme Ö'nundur».
«Hüküm, ancak Allah’ındır». «Bütün ve mükemmel övgü âlemlerin Rabb'ı-
nsdır». «Firavun şöyle dedi: Âlemlerin Rabbi de kimdir? Musa dedi ki: O
göklerle yerin ve aralarında bulunan herşeyin sahibi ve işlerinin düzenle­
yicisidir.» (63)
A n la ttıkla rım ızd a n da a n laşıld ığ ı gibi M üslüm an «Lâ ilahe illallah»
dediğinde sanki şö yle der: K e ndisine güvenilen ve sığ ın ılan , se v ile n ve
tapılan, sahip olan ve itaat edilen, y ü ce ltile n ve bağlanılan sadece A lla h ’-
dır. A lla h 'ta n başka büyük ve hâkim yoktur. O ’na tevekkül etm ek v a cip ­
tir. O ’ndan başkasına sığ ınm ak bâtıld ır. O 'nu sevm ek farzdır. Başkasını
sevm ek ise ancak Onun izniyle o la b ilir. İbadet ve kulluk, ancak kendisine
yap ılır. Sadece O, benim m âlikim dir. O'ndan başkasına ancak O ’nun iz­
niyle itaat ederim . Y ü c e ltilm e y i hakeden O'dur. O ’na bağlanırım . Beşer
üzerinde m utlak büyüklük Ö'nundur. M utlak hâkim O ’dur. Em retm e ve ya­
saklam a y e tk is i O'na aittir. B ir şeyi helâl kılm a ve haram kılm a y e tk isi,
yine Ö'nundur. Kanun koyucusu O ’dur. O ’ndan başkası için kanun koyma
ye tkisi yoktur. O, yüce ve kemal sahib idir. Şânı yüce ve her türlü e k s ik ­
ten m ünezzehtir. O ’ndan başka ilâh yoktur.
Bu yetkilerd en herhangi birin i O'nun izni olm adan verm ek; böylece
sa yd ığ ım ız hususlardan birine aykırı davranm ak, A lla h 'ın hakkım bilm e ­
mektir:
«De ki: «Rabbim; Bütün fuhşiyatı (küfür ve nifakı), açığını ve giz­
lisini her türlü günahı, haksız isyanı ve Allah'a hiçbir zaman bir bürhar
indirmediği herhangi bir şeyi ortak koşmanızı ve bilmediğiniz şeyleri Al
lah'a isnad etmenizi haram etti». (64)
63 — Şu a r a : 23-24
64 — A ’r a f : 33
29
İSLÂM

«Lâ İlâhe İllallah »ın m anasını öğrendikten sonra geriye «eşhedu» ke­
lim e sin in m anasını öğrenm ek kalıyor.

«Eşhedu» lûgatta üç manaya gelir. Bu m anaların üçü de K u r’ân-ı Ke­


rim de k u lla n ılm ıştır:

1 — Hâzır bulunmak, görm ek «... ki huzurunda mukarreb (olan me­


le k le r bulunurlar)» (65)

2 — Şehadet etmek: «... ve içinizden adalet sahibi iki erkeği de şa­


hit» yapın.» (66)

3 — Y em in etmek: K u r’ân-ı K e rim ’de bu mânaya da kulla n ılm ıştır:


«Münafıklar sana geldiği zaman şöyle dediler: «Yemin ederiz ki, doğru­
su sen, muhakkak Allah’ın peygamberisin...» (67) Neşhedu» kelim e si ye­
min olarak kabul e d ilm iştir. H anefî fa kîh le ri şöyle derler: Kim «Eşhedu»
derse yem in etm iştir.
Bu m ânalar arasında tam bir bağlantı vardır. İnsan şahit olursa, ye­
min eder ve ancak görürse şa h itlik yapar.
O halde insanın; «Allah’tan başka ilâh yoktur» şehadeti, ancak bu
mânaların tümünü için e alıyo rsa m uteberdir.
a — A k ıl ve kalble A lla h 'ta n başka ilâh olm adığına, gürm üşçesine
inanmak.
b — Buna dil ile şehadet etmek.
c — Şehadetin, k en d isiyle yem in e d ile b ile ce k derecede kesin olma-
sj ve hiçbir tereddüdü taşım am ası.
İnadından ve tekebbüründen dolayı, A lla h ’tan başka ilâh olm adığına
şehadet etm eyen, kâfirdir. A k lı ve kalbi A lla h ’tan başka ilâh olm adığına
k e s in lik le inanm adığı halde d iliy le inanıyor gibi görünen, m ünafıktır. Bu
durumda olan şahıs, d iliy le inanm ış gibi olan davranışını terkederse k a ­
firdir.
6 — İnsan ancak Ali- h ’ın peygam berini tanırsa, «Lâ ilâha ülallâh»
m gereklerin i yerine g e tire b ilir. Peygam ber olm aksızın, Tevhid’in gerek­
tird ik le ri bilinm ediği gibi, yerine de g e tirilem ezle r. Peygam ber olm azsa,
insan sa p ık lık içe risin d e d ir. Ne yapacağını bilm ez. Onun için peygam be­
ri tanım ak, A lla h 'ı tanım akla bir tutulm uştur. Çünkü peygam ber bilin m e ­
dikçe, A lla h ’ın hakkı yerine getirilem ez. Peygambere, peygam berlik de-

65 — M u ta ffıfin -. 2 1
66 — A la k : 2
67 — M u n a fik u n : 1

30
ŞEHADET

lilin i getirdikten sonra inanmayana; A lla h ’ın kâfir hükmünü verm esi bun­
dandır: «O kimseler ki, Allah'ı ve Peygamberlerini inkâr ederek kâfir olur­
lar. Allah’la peygamberlerinin arasını ayırmak isterler ve: (Peygamberle­
rin bir kısmana inanır, bir kısmını inkâr ederiz) derler. Böylece iman ile
küfür arasında orta bir yol tutmak isterler». (68)
İslâm 'ın alam etinin: «Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Mu-
hammeden resûlüllah» olm ası bundandır.

Şehadetin iki bölümünden herbiri, diğeri olmadan y e te rli değildir.


«ALLAH» ve «ER-RASÛL» isim li kitaplarım ızda A lla h 'a ve üstün
sıfatlarına, R esûlüllah (S.A.V.)'e ve onun A lla h 'ın hak peygam beri oldu­
ğuna dair birçok d e lille r gösterdik. A lla h ’tan başka ilâh olm adığına ve Mu-
hammed'in, A lla h ’ın Resûlü olduğuna, insanın akıl ve kalbinin mutmain
olm ası için bu konuya birçok bölüm ler ayırdık. Ki böylece okuyucu kalbi
tam inandıktan sonra, d ili şehadeti sö y le sin ve rahatlıkla bu s ö y le d ik le ri­
nin g e re ktird ikle rin i yerin e getirsin.
Şehadet kelim e sin e iman ettikten ve onu dil ile söyledikten sonra,
A lla h ’ın peygam berinin bize haber verd iği gaybe iman etm ek gelir.
ı

Bu imanın ana p re n sip leri :


A llah'a, m eleklerine, kitaplarına, peygam berlerine, ahiret gününe ve
kadere iman etm ektir. Bunlara «imanın rükünleri» denir. H epsi de zım nen
şehadet kelim e sin in içe risin d e d ir. Şehadet k e lim e sin e inanan, gerçekte
imanın diğer bütün rükünlerine de inanm ıştır. Onun için bir insanın: «Eş­
hedü en lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden Resûlüllah» de­
m esi, o insanın İslâm ’a girm esine yete rlid ir. Sözünde sam im i ise artık o,
m üm inlerdendir. Halbuki bu kim se, im anın diğer rükünlerini henüz d iliy le
söyle m e m iştir. Onun mümin sayılm ası, im anın diğer rükünlerinin şehadet
kelim esinin iç e risin d e olm asındandır.
Bunun açıklanm ası :
«Eşhedü en lâ ilâhe illallah» şehadeti, im anın ilk rüknü olan, A lla h ’a
imanı apaçık zikretm iştir.
«Eşhedü enne Muhammeden Resûlüllah» şehadeti de, peygam bere
imanı apaçık zik retm iştir. Peygam bere inanmak, O ’nun haber verdiği bü­
tün peygam berlere inanmayı gerektirir. Böylece, p e ygam b erlere’ iman olan
ikinci rükün, şehadetin bu bölüm üne girm iş olur.

68 — N isa : 150

31
İSLÂM

A ila h 'a ve peygam berlere inanan, peygam berlerin kendilerinden ha­


ber v e rd ik le ri m e le klere de inanır. N itekim A lla h ’ın em ir ve vahyinin pey­
gam berlere te b liğ in d e aracı, m eleklerdendir.
A lla h ’a, peygam berlere ve m e le klerin e inanan, vahye de, vahyin A l­
lah’tan ge tird iğ i kitaplara da inanm ak m ecburiyetindedir.
A lla h ’a, peygam berlere, m e le klere ve kitaplara inanan, âh iret günü­
ne de inanır. Çünkü ah ire t günü, A lla h 'ın kudret, adalet ve fa zile tin e inan­
manın bir bölüm üdür. Peygam berler de, ahiret gününün varlığından haber
v e rm işle rd ir. A y rıc a ah iretin v a rlığ ı, kitaplarda da zik re d ilm iştir.
Kadere iman ise, A lla h ’a im anın bir bölüm üdür. A lla h ’ ın e ze lî ilm ine,
eşyanın o la y la rın ı ta h sis eden iradesine; eşyanın ortaya çıkm asın ı sağla­
yan kudretine ve olayların bir kitapta y a zılm ış olduğuna inanan, kadere
de in anm ıştır, dem ektir.

İmanın rükünlerinden birin i ihlâl etm ek, aslında şehadeti ihlâl etm ek­
tir. Bu rükünlerin kapsadıkları m anaları iy ice anlam ak ise şehadeti iyice
anlam ak olduğundan, onları, bazı y ö n le riy le iy ice açıklam ak gerekiyor.
1 — Bazı m ü fe ssirle r, A lla h ’ın: «O kimseler ki, gayba inanırlar» sö ­
zünden m aksadın, im anın altı rüknüne inanm ak olduğunu sö y le rle r. Çün­
kü gaybe ait diğer m e se le le r, bunlara bağlıdırlar. Biri: «Allah, m elekler,
âh iret günü ve kader gaybî şe yle rd ir. Am a kitap larla peygam berler bu du­
rumda d e ğ ild irle r. O nlara inanm ayı, nasıl gayba iman olarak adlandırabi­
liriz?» dese, ona cevabım ız şöyle olacaktır: Peygam berlere inanm ayı
gaybten saym am ız, vahyin peygam berle iliş k is i yönündendir. Vahiy ise,
gaybtır. Peygam berlik sıfa tı, ancak vahiy ile o la b ilir. Bu sıfata iman, gay­
ba im andır.

Kitaplara inanm ayı gaybten saym am ız, onların A lla h ’tan peygam ber­
lere in d irilm e le ri yönündendir. Bu ise, gayb işid ir.

B iri çıkıp: «gaybi şeyler, bunlardan daha çoktur.» dese, ona da şu ce ­


vabı v eririz: G ayblerin hepsinin kaynağı, bu ana p re n sip lerd ir. G e çm iş
peygam berlerin m u cizelerin e inanmak, cin le re inanm ak, K u r’ân-ı K erim e
inanm anın birer bölüm üdürler. M e le k le rin ve cennetin içinde bulunduk­
ları yedi göğe inanmak, yine Kur'ân-ı K erim e inanm anın b ir bölümüdür.
Ölüm den sonraki berzah âlem ine inanmak, ah iret gününe inanm anın bir
bölümüdür. B öylece her gayb, m utlaka bu altı rükünden birine dönm ek­
tedir.

2 — Daha önce naklettiğim iz; iman, İslâm ve ihsandan bahseden


C e b ra il hadisi, bu altı rüknü bir arada zik re tm iştir.

32
ŞEHADET

K u r’â n ’da da bu rü kü n le r zikred ilm e kte d ir. B eş ta n e si b ir arada, b :r-


den fa zla yerde, a ltın c ıs ı ise, y a ln ız ba şın a birden fa zla yerde zik re d il­
m iştir.
Y ü c e A lla h (C.C.) şö yle b u y u r u r :
«... Fakat hayır ve ibadet Allah'a, chirete, meleklere, Allah’ın indir­
diği kitaplara ve peygmaberlere iman edenin ibadetidir...» (70) «Kim Al­
lah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr
ederse, muhakkak, hidayetten uzak bir sapıklığa düşmüştür». (71) «Ger­
çekten biz, herşeyi bir kaderle yaratmışızdır.» (72) (Kıtlık ve k u raklık gibi)
ne yerde, ne de (hastalık ve âfet gibi) nefislerinizde bir müsibet başa gel­
mez ki, biz onu yaratmazdan önce (o) bir kitapta (Levh-i M a h fu z’da : A l­
lah'ın ilm inde) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır». (73)
«Allah dilediği hükmü kaldırır ve yerinde bırakır (veya de ğiştirir) Bütün ki­
tapların esası Onun katindadır.» (74) «De k i : «Bize Allah’ın takdir etti­
ğinden başkası ulaşmaz. O, bizim Mevlâmızdır. Onun için müminler yal­
nız Allah'a tevekkül etsinler.» (75) «Herşeyi apaçık bir kitapta saydık
(yazdık)» O la b ilir ki yu k a rıd a k i iki âyette sa d e ce beş rükünün zikred ilerek
kaderin zikred ilm e m e si, onun A lla h ’a İman kap sam ın a girm esinden dir.
Ç ün kü g e rçekten kaderin m anası; o la c a k şe yle rle ilgili A lla h 'ın kadîm il­
mi ve İlâhi iradenin bu şe yle re ta h sis edilm esi, İradenin ta allu k ettiğinde
A lla h 'ın kudretinin ortaya ç ık m a s ı ve bütün bunların âlem -i gaybten olan
Levh-i M a h fu z'd a y a zılm ış o lm asıdır. B ilin diğ i gibi; Lehv-i M ahfuz, gayb
âlem indendir. O halde kedere iman, A lla h ’a im ana racidir. Ayni zam anda
A lla h ’a im anın iç e risin d e d ir de. G ö rü ld ü ğ ü gibi kadere iman, âyetlerde
yalnız başına zikred ilm iştir.
3 — İman, bölünm e kabul etmez. B ir rüknünü in kâ r eden, tümünü
in kâ r etm iş gibidir. B ir rüknünün, k e s in lik le için e ald ığ ı bir şeyi in kâr eden
de o rüknün tam am ını in kâ r etm iştir.
A lla h 'a iman etm ek g e r e k ir : «İman ile küfür kesin olarak meydana
çıkmıştır. Artık kim, azgınlığa ve sapıklığa sevkedenleri tanımayıpta Al­
lah'a iman ederse, o muhakkak ki, kopması mümkün olmayan en sağlam
kulpa tutunmuştur.» (76) «Kalbi iman ile kararlaşmış olduğu halde, (kü­
für kelim esini söylem eye) zorlananlar (ve bö yle ce yolnız d ille riyle söyle-

70 — B a k a ra : 177
71 — N isa: 136
72 — 1K a m e r : 49
73 — H a d id : 22
74 — R a ’d : 39
75 -— Tevbe : 51
76 — B a k a ra : 25 0

33
İ SLÂM

yenler) müstesna, kim Allah'a küfrederse, onlara şiddetli bir azap var. Lâ­
kin küfre bağrım açanlar üzerine Allah'dan bir gazab ve kendilerine çok
büyük bir azap vardır.» (77)
Peygam berlere İman etm ek gerekir: «O kimseler ki Allah'ı ve pey­
gamberlerini inkâr ederek kâfir olurlar, Allah ile peygambelerinin arasını
ayırmak isterler ve: (Peygam berlerin bir kısm ına inanırız, bir kısm ın ı in­
kar ederiz.) derler ve böylece iman ile küfür arasında orta bir yol tutmak
isterler.» (78) «Nefsim-i yed-i kudretinde tutana yemin ederim ki, Yahudi
veya, Nasrani olsun bu ümmetten beni duyduğu halde kendisiyle gönde­
rildiğime inanmazsa o, ateş ehlindendir.»
M e le k le re iman etm ek gerekir. Bu konuda Y üce A lla h şöyle buyurur:
«Peygamber ve müminler Rabbinden kendine indirilen Kur’ân’a iman et­
tiler; hepsi Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman et­
tiler. (A lla h ’ın) peygamberlerinden hiç birinin arasını ayırt etmeyiz, duy­
duk ve itaat ettik; Ey Rabbimiz, mağfiretini isteriz, dönüşümüz ancak sa­
nadır diye, söylediler.» (79 ) «De ki: «Kim Allah’a, meleklerine, peygam­
berlerine, Cebrâil’e, Mikâil’e düşman olursa bilsin ki, Allah kâfirlerin düş­
manıdır?» (80)

Kitaba iman etm ek gerekir: «... Allah'ın âyetlerini inkâr eden ve on­
lardan yüz çevirenden daha zâlim kimdir?» (81) «Allah’ın kadrini gereği
gibi tanımadılar. Çünkü «Allah, hiç bir insana birşey indirmedi» dediler.»
(82)

 h ire t gününe iman etm ek gerekir: «Dediler ki: «Bu dünya hayatı­
mızdan başka bir hayat yoktur ve biz, bir daha dirilecek değiliz.» (83)

Kadere iman etm ek gerekir. Bu konuda R esûlüllah (S.A.V.) şöyle bu­


yuruyor: «Şayet onlardan birisinin Uhud dağı kadar altunu olsa ve bu al-
tunun hepsini infâk etse; o kimse, kadere inanmadıkça Allah ondan kabul
etmez.»
O halde, altı rüknün altısın a da inanmak gerekir. Kim bunları b ir b i­
rinden ay ırırsa küfre gitm iştir.

77 — N a h l : 106
78 — N is a : 150
79 — B a k a r a : 285
80 — B a k a ra : 98
81 — E n 'â m : 157
82 — E n 'â m : 91
83 — E n 'â m ; 29

34
ŞEHADET

4 — im anın rükünleri, bölünm e kabul e tm edikleri gib! ayrıca her


rüknün, içine aldığı birçok hu suslar vardır. H er rüknün ta fsila tın ın tümü
ta sd ik edilm ed ikçe iman, iman olarak kabul edilm ez.
Allah’a iman: Varlığ ına, sıfatlarına, isim le rin e ve kendisi için istenen
şe k ild e fiille rin e iman etm eyi kapsar. N itekim Yüce A lla h şö yle buyurur:
«Bil ki, Allah’tan başka ilâh yoktur.» «Allah’ın gördüğünü bilmiyor mu?»
«Bilin ki, kesinlikle Allah her şeyi bilir.» «Bilin ki, Allah'ın, cezası şiddetli­
dir ve Allah, çok affeden ve acıyandır.» «En güzel isimler, Allah’ındır. O
halde Allah’a bu isimlerle dua edin...» (84) «Allah, her şeyin yaratıcısı­
dır.» «O, her gün bir iştedir.» (85) «Siz Bedir’de o kâfirleri kendi kuvve­
tinizle öldürmediniz. Lâkin Allah size yardım etmekle onları öldürdü...» (86)
Meleklere iman: M e le k le re iman, sıfa tla rın a inanm ayı da içine alır.
M e le k le r, ne erkek ve ne de d işid irle r. Nurdan yaratılm ış, nuranî c is im ­
lerdir. Y em ezler, içm ezler. A lla h onlara neyi em rederse, bu emre karşı
gelm ezler ve onu olduğu gibi yerin e g e tirirle r. Gece-gündüz A lla h ı’ te ş ­
bih ederler. Bundan katiyen bıkm azlar. C e b ra il, M ikâiİ, Ölüm m eleği, Sur'u
üfleyen melek, A rş ta ş ıy ıc ıla rı, A te ş b a k ıcısı, Koruyucu Z eb an ile r gibi zik ­
re d ile n lere tafsilen ; diğe rle rin e de, icm alen inanırız.
Peygam berlere A lla h 'ın e m irle rin i tebliğ, insanların am ellerin i, rızık
ve e ce lle rin i, şa ki mi veya m esut mu oidu klarını yazma, kabirde ölüyü so r­
guya çekm e, ruhları alma, S u r’a üflem e, insanları koruma; m escidlerde,
ibadet yerlerinde, hayır ve z ik ir m e c lisle rin d e hazır bulunma, A lla h ’a iba­
det etm e ve buna benzer, Kitap ve sünnette bir kısm ına verilen v a zife le ­
rin hepsine inanırız.
Kitaplara İman :
Teker teker bütün İlâhi kitaplarla sa h ife le ri içine alır. Hz. İbrahim 'in
sa h ife le ri, eklenecek ki bunlara suhuf denir. Hz. M usa'ya vahyoiunan Tev­
ra t’ı, Hz. Davud'a vahyoiunan Zebur'u, Hz, İsa’ya vahyoiunan İn cil’i ve Hz.
M uham m ed’e in dirilen K u r’ân-ı Kerîm kitabların sonuncusudur. K u ra n , di­
ğer bütün kitap ve sa h ife le rin hükmünü kald ırm ıştır. Şu anda elim izd e bulu­
nan K u r’ân-ı Kerîm , tüm üyle haktır. Onda bâtıl yoktur. H içb ir harfi bozulm a­
m ış ve d e ğ iştirilm e m iştir. Hz. M uham m ed’e nasıl ge lm işse , öylece ko­
runmuş ve bize kadar g e lm iştir. Ona ne eklem e yap ılm ış ve ne de birşey
ondan ç ık a rılm ıştır. M u cize d ir de. Haram dediği haram helâl dediği de he la l­
dir. Onun nizam ları haktır. N izam larının dışında hak nizam yoktur. İnançta
olsun, hayat sis te m le rin d e olsun, ahlâkta olsun, kanun koymada olsun ve-
84 — A 'r a f : 180
83 — R a h m a n : 29
86 — E n fa l : 17

35
I S L A M

yo edep kaidelerinde olsun, yalnız onun söylediği haktır. Cin, melek, gök,
cennet, cehennem, kıyamet gibi gaybî şeylerin hepsi haktır. Söyledikleri­
nin tümüne inanırız. Sünnete de, inanırız. Çünkü sünnet, Kur’an-ı açıklar.
Kur’an-ı Kerim'in tafsilen anlaşılması, ancak sünnetin yardımıyla olur. Ki­
tap ve sünneti en iyi anlayanlar, İslâm ümmetinin müctehitleridir.
Kur’ân-ı Kerim’in kıyamete kadar Rabbanî hidayetin kitabı olduğuna
inanırız. Kim başkasından hidayet, hak ve hayır veya adaleti isterse, onun
bu durumu sapıklıktır, dinden dönmektir, küfürdür.
Peygambere İman • Kur’ân-ı Kerim'in tafsiren zikrettiğine tafsilen,
icmalen zikrettiğine de icmalen inanmayı içine alır.
Peygamberlerin doğru, masum, zeki olduklarına ve tebliğ vazifesini
yerine getirdiklerine iman edilir. Doğru olmalarının manası: Sözlerinin,
Allah'tan gelen hak doğruların tebliğcisi olmalarıdır. Onlara muhalefet
edenler yalancıdır. Zekî olmaları, akılda en üstün örnek olmaları demek­
tir. Onlara uymayan her şey sapıklıktır, akılca geriliktir.
Âhiret Gününe İman : Kıyametin mukaddimeleri durumunda olan kâ­
inatın dış görüntülerindeki alâmetlere, ilâhlık iddiasında bulunan Dec-
cal’ın eli üzerinde ortaya çıkacak hârikulade şeylere, Arz-ı Mukaddes’e
Ye-cüc ve Me’cü.cün gelmesine inanmayı kapsadığı gibi, dünya hayatın­
dan sonra. Berzah’a, kıyamete, birinci ve ikinci sura üflemeye, cennet
ve cehenneme, Kitap ve sünnette bu konuda zikredilenlere inanmayı da
içine alır.
Şunu da belirtelim ki, imanın en aşağı sınırı, şek ve şüpheye yer ver­
meyen tasdiktir. Yani, kesinlikle inanmaktır. Böyle olmayınca, iman yok­
tur. Nitekim Allah müminleri vasıflandırırken şöyle buyuruyor: «Mümin­
ler ancak o kimselerdir ki, Allah'a ve Peygamberine iman etmişlerdir;
sonra (imanlarında) şüpheye düşmemişler ve Allah yolunda mallarıyla,
canlarıyla savaşmışlardır. İşte böyle kimseler, imanlarında sadık olanlar­
dır.» (87)
Şüphe var ise, işte o, nifaktır. Yüce Allah, münafıklardan bahseder­
ken : «Kalbierinde hastalık vardır» buyurur. Buradaki hastalık, şüphe ile
tefsir edilmiştir.
Şüpheden maksadın vesveseden ayrı olduğunu beyan etmek iste­
riz. Şüphe, nifak ve küfürdür. Vesvese ise, şeytanın kalbimize attığı ve
kalbimizin kovduğudur. Bu vesvesenin hiçbir zararı yoktur. Bunun benzeri
şu d u r: Bir adam, bir mümine «ey kâfir» der veya onu küfre davet eder-

87 — H u c u ra t : 15

36
ŞEHADET

se, mümin davete icabet etm edikçe, bu davetin ona h içb ir zararı yoktur.
Şeytanın, v e sv e se sin i kalbe atm ası da aynen öyled ir. Kalb, iman ile mut­
main olduğu m üddetçe bunun bir değeri yoktur. Ebu H üreyre'nin: «Re-
sû lü lla h ’ın sahabelerinden b ir to pluluk ona sordular: «Dil ile ifade etm eyi
bile çok ağır bulduğum uz şe y le r kalbim ize geliyor?» Peygam ber (S.A.V.):
«Öyle şeylerle karşılaşıyor musunuz?» buyurdu. «Evet» dediler. Resûlül-
lah [S.A.V.): «Bu apaçık îmandır» buyurdu, h a d isiy le ibn-i M es'ud'un: «Ya
Resûlüllah, dediler. «Bizden herhangi b irim izin kalbinde öyle şeye rastlar
ki, kül oluncaya kadar yanm ası veya gökten yere düşm esi onu sö yle m e ­
sinden daha se vim lid ir» R esûlü llah (S.A.V.): «O saf imandır» buyurdu.
Bu durumun apaçık veya saf iman oluşu, kalbin ondan s ık ılm ış ve tik s in ­
m iş olm asındandır. Onun bu hareketi, ca n lılığ ın a d e lild ir. Kalbin, v e sv e ­
seyi duyarak ondan tik sin m e si, sa ğ lığ ın ın alam etidir: «Allah’dan korkan­
lar, kendilerine şeytandan bir vesvese dokunduğu zaman, Allah’ı ve aza­
bını düşünürler; bir de hemen bakarsın ki, onlar doğru yolu bulup şeyta­
nın vesvesesini atmışlardır bile.» (88) O haide vesve se , imana aykırı dü­
şen şüpheden ayrıdır. Şüphe, A lla h 'ın insandan kabul edeceği im anın en
aşağı sın ırın a da aykırıdır.
5 — A lla h 'ın iman için kabul ettiğ i en aşağı sın ırdan yukarısı ise,
in san lar arasında d e ğ işik lik gösterir. İnsan, bu d e re ce le rd e ne kadar yük­
se lirs e takvası da o kadar m ükem m el olur. A şa ğ ıy a alacağım ız m is a lle r­
le, im anın rükünlerinden her birinde in san ların fa rk lı se v iy e le rd e o ldu kla­
rını izah edeceğiz.
a — A lla h ’a inanma de re ce le rin in en aşağısı; ta sd iktir. Bundan yu­
karısı; İlâhî Zâtın sıfa tla rın ın ve O'na yönelm enin şuuruna varm aktır:
«İmanın en faziletlisi, nerede olursan ol, Allah’ın seni gözettiğini bilinen­
dir?» «Allah'ı görüyormuşçasına O ’na ibadet et. Eğer sen O ’nu görmü­
yorsan, kesinlikle o, seni görüyordur.» A lla h ’ın isim le rin e inanm anın en
açık şe k li, insanın bu isim le rin e tk isin d e o lm a sıd ır. Kim in kalbinde rah­
m et var ise, A lla h ’ın Rahîm ism ini daha çok b ilir. A n ca k şunu da b e lirte ­
lim ki, A lla h 'ın rahm etine benzer h içb ir rahm et yoktur. İnsan cöm ert
olunca, A lla h ’ın Kerîm ism in i anlam aya daha yakındır. Y aln ız, iki makam
arasındaki farkı unutm am ak gerekir. H erşeyin, A lla h ’ı ken disine h a tırla t­
tığı kim se yle hayalinde A lla h ’ı hatırlayan kim se arasında büyük fark var­
dır. Y ü ce A llah: «Allah’ın rahmetinin eserlerine bak.» ve «Görmedin mi,
Allah gökten (buluttan) su indirdi», buyurm aktadır.
b — M e le k le re im anın en aşağı sın ırı, ta sd iktir. Am a bazan, bir kısım
insanların kalbi o kadar b e rra k la şır ki, diğ e rle rin in gayben in andıklarını

88 — A ’r a f : 201

37
İ SLÂM

onlar zahiren görürler: «Hatırla ki, bir vakit melekler şöyle demişti: «Ey
Meryem, hakikaten Allah, seni ibadetle seçkin kıldı; seni pâk ve terte­
miz büyüttü; ve seni âlemlerin kadınları üzerine seçti.» (89)
«üseyd b. Hudayr (R.A.) ın şö yle dediği rivayet olunm uştur: Bir ker-
re Üseyd gece vakti Sakara Sûresini okuyordu. Atı da yanında bağlan'
mıştı. Kur’ân okunurken birden at tepinmeye başladı. Üseyd sustu. O
susunca at da sakinleşti. Üseyd tekrar okumağa başladı. At yine şahlan­
dı. Üseyd sustu; at da sakinleşti. Bundan sonra bir daha okumağa baş­
ladı. At yine hırçınlaştı. Üseyd, de artık vazgeçti. Üseyd’in oğlu Yahyâ
ise ata yakın bir yerde (yatmakta) idi. Atın çocuğa bir zararı dokunma­
sından endişe ederek çocuğu geriye çekti. Bu sırada başını kaldırıp gö­
ğe baktığında beyaz bulut gölgesine benzer bir sis içinde kandiller gibi
birtakım ecrâmın parlamakta olduklarını gördü. Sabah olduğunda Üseyd
bu olayı Resûlüllah’a arzetti. Nebi (S.A.V.) ona :
«— Oku ey Hudayr oğlu, oku ey Hudayr oğlu, diyerek (Okumağa de­
vam edilm esi gerektiğin i bildirdi.) Üseyd :
«— Atın Yahyâ'yı çiğnemesinden endişelendim. Çünkü çocuk ata ya­
kın bir yerde idi. (Onun için okum ayı kestim .) O sırada başımı göğe doğ­
ru kaldırdığımda gökyüzünde bulut gölgesi gibi ecrâmın parlamakta ol­
duklarını gördüm. Artık bu beyaz gölge tabakası, içindeki ziya manzumesi
ile göğe doğru çekilip çıktı. Nihayet onu göremez oldum,» dedi.

R e sû l’i Ekrem :
«— Bilir misin onlar nedir?» buyurdu.
Üseyd der ki, ben de «Hayır» diye cevap verdim .
R e sû l’i Ekrem :
«— Ey Üseyd onlar meleklerdi. Senin sesine yaklaşmışlardı. Eğer
okumağa devam etseydin sabaha kadar seni dinlerlerdi. Nâs da onlara
bakardı. Halkın gözünden gizlenmezlerdir.» buyurdu. (90)
c — K itaplara im anın en aşağı sın ırı, gördüğümüz gibi, bu rüknün
kapsam ına giren leri ta sd iktir. Bundan sonra, daha üst m akam lar gelir.
Yüce A lla h şö yle buyurur: «Kur’ân’dan evvel kendilerine kitab verdikle­
rimiz, Kur’ân’a iman ediyorlar.» (91) «Gerçek müminler, yalnız o kimse­
lerdir ki, Allah anıldığı zaman, kalbleri korkarak ürperir; onlara âyetleri
okunduğu zaman, imanlarını arttırır ve onlar yalnız Rablerina tevekkül
89 — A l - i İ m r s u ı : 42
90 — Buharî, M ü slim
91 — K a sa s : 52

38
ŞEHADET

ederler.» (92) «Allah, sözün en güzeli olan Kur'ân'ı, âyetleri birbirine ben­
zer mükerrer bir kitap halinde indirdi. Öyle ki, Rablerinden korkanların
derileri, ondan ürperir. Sonra derileri de, kalbleri de Allah’ın zikri ile yu­
muşar...» (93) «... Çünkü Kur’ân’dan önce kendilerine Tevrat’la, âhir za­
man peygamberinin vasfına dair ilim verilenlere karşı, Kur’ân okunduğu
zaman, yüzleri üstü secdeye kapanıyorlar.» (94) İn sa n la rın . A lla h ’ın K ita­
bına karşı durum ları d e ğ işiktir. Bazıları okur ve sanki A lla h 'ta n vahiy ola­
rak alıyo rm u şçasına e tk ile n irle r. Sanki onun m uhatabı, yaln ız ke n d ile riy ­
m iş gibi onunla amel ederler. D iğer kim se le r ise, öyle değ ille rd ir. Bütün
insanlar için ayrı bir makam vardır.

d — Peygam berlere im anın en aşağı sın ırı, daha önce gördüğümüz


şe kild e d ir. Daha yukarı derecelerd e ise, insanlar, fa rklı d e recelere sa h ip ­
tirle r. Kalbi, peygam berlere sevgi, hayranlık ve ta z im ile doldurm ak ge­
rekir. Onun şahsiye tin de kendini bulm alıdır. «Sizden biriniz beni baba­
sından, oğlundan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe kâmil) mü­
min değildir.» D iğer bir rivayette: «Malından ve çoluk çocuğundan daha
çok sevmedikçe...» buyurulm uştur.

e — Â h ire te iman da öyledir. Kim i mümin vardır ki, daima âhireti


hatırlayarak, duyarak, nfefsini m uhasebe ederek ve hayatım tüm olarak
R esûlüllah (S.A.V.)’in g etird iğ i haberlere uydurarak yaşar. G âyesi âhiret-
tir. Dünyayı kalbinden söküp atm ıştır.
 h ire te inanan ve onun ehlini kendisine örnek edinm ek isteyen, Re­
sûlüllah (S.A.V.)’le sahabelerinin yaşa y ışla rım kendisine rehber edinsin.
f — Kadere iman konusunda da insanlar fa rklıd ırla r. Kim i, kadere
imandaki: «Elde edemediğinize -üzülmeyiniz ve size verdiğine de güvenip
sevinmeyiniz» hikm etini g e rç e k le ş tirir. Her durumda A lla h ’tan râzıdır.
Her işde O na tevekkül eder. Parolası: «De ki: «Allah bizim için ne yaz­
mış ise ancak bize o ulaşır. Bizim sahibimiz O ’dur. İnananlar Allah’a da­
yansınlar.» (95) R ızkına razıdır. E celi konusunda h içb ir kuşkusu yoktur.
A lla h tan başka h içb ir şeyden korkmaz: «Her nerede olursanız, ölüm size
erişir. Velevki, tahkim edilmiş yüksek kalelerde bulunun.» (96) «Ecel­
leri gelince bir an geri kalmazlar ve öne de geçmezler.» ( 97 )

92 -— E n fâ l : 2
93 — Z ü m e r ; 23
94 — îs r â : 107
95 — T ev b e : 51
96 — N is a : 78
97 — Â ’r a f : 34

39
İSLÂM

g — G erçek şu ki; im andaki bu üst ve alt de re ce le rin hepsi, in sa­


nın şebadet k e lim e sin e olan im anıyla o ra n tılıd ır. Şehadet k e lim e si, kalb-
te ne derece sağlam ca y e rle şm işse iman bütün rükü n le riyle o derece
kuvvetlidir.
Y in e şu gerçek b ilin m e li ki: İman ve İslâm ’ın bütün am elleri, M üslü-
manın kalbine şehadet k e lim e sin i şuurlu bir şe k ild e y e rle ştirm e k için d ir.
Bu bakımdan Şehadet K e lim e si İslâm ’ın başlang ıç ve sonucudur. Hadis-i
Ş e rifte de şö y le buyurulur: «Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muham-
med’in O ’nun elçisi olduğuna şehadet eden, cesedini ateşe haram kıl­
mıştır.»
B — « LÂ İLÂ H E İL L A L L A H , M U H A M M E D ’ UN
R E S Û L Ü L L A H » İN K A P S A D I Ğ I M Â N A V E T E S İR ­
L E R İ:

1 — «Lâ ilâhe illa lla h M uham m ed’un R esûlüllah» kelim e sin d e n ha­
yat düzeni fış k ırır. «Yoldaki İşaretler» kitabının yazarı (98) «Lâilâhe İllallah
B ir Hayat N izam ıdır» başlığ ı altında şö y le der :

Sadece A lla h ’a ku llu k etm ek, K elim e-i Ş e hadetle ortaya çıkan İslâm
in ancıaın ilk rükününün y a rısıd ır. «M uham m ed’un R esûlüllah» cü m le sin ­
de ortaya çıkan ik in ci y a rısı ise, kulluğun, R e s û lü lla h ’tan öğre n ild iğ i ş e k il­
de yap ılm a sıd ır.

M ü'm in ve M üslüm an olan kalb, bu p rensibin her iki bölüm ünü ihtiva
eden kaibdir. Çünkü bunun dışınd a kalan iman e sa sla rıy la İslâm pren­
sip le ri şehadet k e lim e sin in ica p la rıd ır. A lla h 'a , m e le klerin e, kitaplarına,
peygam berlerine, âhiret gününe, kadere; hayır ve şe rrin A lla h ’tan olduğu­
na iman etm ek, Namaz, oruç, zekât, hacc ve had ve ta zîr cezaları, helâl
ve haram m uam eleleri, İslâm î öğüt ve prensipler; yaln ız A lla h ’a kulluk et­
meğe dayanırlar. Bütün bunları öğrend iğim iz kaynak ise, R e sû lü lla h ’ın
A lla h ’tan getirip bize te b liğ e ttik le rid ir.

İslâm cem iyeti, bu pre n siple onun gereği olan hu susların tüm ünün or­
taya çık tığ ı ce m iye ttir. Çünkü bu tem el p re n sip le onun gereği olan hu sus­
lar yerine getirilm eden o cem iyete İslâm ce m iye ti denem ez. Onun iç in ­
dir ki, «Lâilâhe illa lla h M uham m ed’un R esûlüllah» .c ü m le sin d e beliren
kelim e-i şehadet, İslâm üm m etinin hayatının bütün a y rın tıla rıy la b irlikte
üzerine oturtulduğu tem el prensip ve nizam ı te şk il eder. D o la y ısıy la bu

93 — K ita b , Ş e h id S e y y id K u tu b ’u n o lu p ik i d e fa T ü rk ç e ’y e te r c ü m e e d il­
m iş tir. B u b ö lü m ü te r c ü m e e d e rk e n İs m a il N u r i’n in te r c ü m e s in d e n is­
tifa d e e ttik . (M ü te rc im ) t

40
ŞEHADET

tem el prensip olmadan İslâm ce m iye tin in yaşam ası mümkün değildir. Baş­
ka te m e lle r üzerinde kurulan hayata, İslâm î hayat denem ez. A y rıca bir
hayat, bu p rensiple b irlik te yabancı p re n sip ler üzerinde kurulm uşsa, bu­
nun da İslâm î hayat veya İslâm î ce m iy e tle iliş k is i yoktur.»

«Hüküm ancak Allah’ındır. O, yalnız kendisine kulluk etmenizi em­


retti. İşte en doğru din budur.» (89)
«Kim Peygambere itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur...» (100)
Bu öz ve kesin te sb it, İslâm dininin gerçek m e se le le rin i açıklam ak
ve pratik hareketlerini ilg ile n d ire n pre n sip lerin i vererek kısaca onların
s ın ırla rın ı be lirtm ek bakım ından çok büyük faydalar sağlar.

Bu prensip, başta «İslâm ce m iye tin in karekterini» belirtm em ize yarar.

İkinci olarak «İslâm cem iye tin in doğuş metodunu» sın ırlam am ızı sağ­
lar.
Üçüncü olarak « C a h iliye t ce m iy e tle ri karşısınd a İslâm 'ın takip edece­
ği metodu» sın ırla r.
|
Dördüncü olarak da «Beşer hayatının re a lite si karşısınd a İslâm dü­
zeninin takınacağı tavrı» kesin olarak b e lirler.

Bu tem el p re n sip ler ise eski ve yeni İslâm î hareketin metodunda son
derece önem li e sa sla rı taşır. İslâm ce m iye tin in karekterini gösteren ilk
a y ırıc ı işa re t şudur: İslâm cem iye ti bütün işle rin d e yaln ız A lla h 'a kulluk
e sasına dayanır ve bu kulluğun şe k li ve keyfiyeti «Lâilâhe illallah Muham-
med’un Resûiüllah» cüm lesind e ortaya çıkar. A y rıc a bu kulluk, ibadet ş e ­
k ille rin d e ortaya çık tığ ı gibi düşünce, hukuk ve nizam la ilg ili konularda da
kendini gösterir. Şüphesiz ki, A lla h ’ın b irliğ in e inanmayan, sadece A lla h ’a
kul d e ğ ild ir :
«Allah da şöyle buyurdu: «İki ilâh edinmeyin. O, (hak) ancak bir ilâhtır.
Onun için yalnız Benden korkun. Göklerde ve yerde her ne varsa hepsi
O ’nundur. Din de devamlı olarak O ’nundur. Böyle iken siz, Allah’tan başka­
sından mı çekiniyorsunuz?...» (101)

A lla h ’dan başkasına ibadet şe k lin d e hareket yapanlar veya A lla h 'la
b irlikte başkasına da ibadet edenler h içb ir zaman için yalnız A lla h 'a kul
luk e tm iş olm azlar.

99 — Y u su f : 40
100 — N is a : 80
101 — N a h l : 51-53

41
İ SLÂM

«De ki: «Benim namazım, haccım, yaşayışım, ölümüm âlemlerin Rab-


bı Allah içindir. O ’nun eşi yoktur. Ben bununla emrolundum. Ben Müslü­
manların ilkiyim.»
H ukukî pre n sip lerin i A lla h ’dan başkasından alan veya R esûlünıin bi­
ze tebliğ ettiği yolun dışında, başka yolların herhangi birinden alan kim ­
se sadece A lla h ’a kul değildir.
«Yoksa onlar Allah için eşler mi koştular? Ve Allah'ın kendilerine
müsaade etmediği şeylerde, kendileri için bir takım dini emirler mi koy­
dular?...» (102)
«Bir de peygamber ne getirirse onu alın. Ve sizi neden sakındırırsa
sakının...» (103)
İslâm cem iyeti işte budur... O cem iyet ki, fe rd ierin in inanç ve düşün­
ce le rin e yaln ız A lla h ’a kulluk hakim olduğu gibi; so syal düzen, hareket,
ibadet ve hukuklarına da yalnız A lla h 'a kulluk hakim dir. Bu noktalardan
hangisinde bir aksam a göze çarparsa İslâm ’ın kendisinde aksam alar baş­
la m ıştır dem ektir. Ö nce İslâm 'ın ilk prensibi olan «Lâilâhe illa lla h Muham-
med'un Resûlüllah» direği sa rsılm a ya b aşlam ıştır.
Daha Önce de de m iştik ki A lla h ’a kulluk itika d î düşüncede kendini
gösterir. O halde itika d î düşüncenin ne olduğundan sözetm ek yerinde
oiur. İslâm 'ın itika d î düşüncesi, beşer idrakinde akidenin g e rçe klerin i han­
gi kaynaktan alm ası, Rabbanî kaynağından ne şe k ild e alınm ası, Rabbının
hakikatim idrak konusunda insanın nasıl bir keyfiyet kazanm ası, görünen
ve görünm eyen h a liyle için de yaşadığı kâinatın ve mensubu bulunduğu ha­
yat re a lite sin in g e rçe kleri ve bizzat insanın kendi va rlığ ın ın gerçeği husu­
sunda nasıl hareket etm esi gerektiğin i bildiren düşünce tarzıdır. Sonra
insan bu ge rçe k lerle kendisi arasındaki fa a liye tle ri bu itik a d î esa sla ra gö­
te şe k ille n d irir. Rabbı ile olan hareketlerinde yaln ız başına A lla h 'a kul­
luğu ortaya çıkar. Etrafını saran herşeyle, kendi cin sind en olan insanlara
nasıl davranacağını R esûlü llah (S.A.V.)'in haber v erd iklerin e göre ş e k il­
lendirir. B öylece her hareketinde yaln ız A lla h 'a kulluğunu g e rçe k le ştirir,
işte bu ş e k liy le A lla h ’a kulluk insanın bütün hayatî fa a liy e tle rin i için e alır.
«İslâm C e m iy e tin in ne olduğunu açıkladıktan sonra bu cem iyetin ne
şe k ild e kurulacağım ve metodunun ne olacağını öğrenm em iz gerekiyor.
İslâm cem iyeti, yalnız A lla h 'a kul olan ve O ’nun kulluğundan
başkasına sapmayan bir insan topluluğu olduktan sonra kurulabilir. Bu

102 — Ş u r â : 21
103 — H a ş r : T

42
ŞEHADET

topluluk düşünce ve inançlarda A lla h ’tan başkasına boyun eğm ediği gibi
topluluk düşünce ve inançlarda A lla h ’tan başkasına boyun eğm ediğidi gibi
ibadet ve hareketlerde de A lla h 'ta n başkasına kul de ğ ildir. Prensip ve
siste m le rin d e de hâkim, A lla h ’tır. Bu cem iyet, hayat sis te m le rin in he p si­
ni bu sam im i kulluk üzere kurar. Kalbini A lla h 'ta n başka inançlardan te ­
m izler. H ayatî p re n sip le rin e A lla h ta n başka veya ona denk zannedilen
k im se le ri karıştırm aktan uzak durur.
işte o zaman (yalnız o zaman) bu topluluk M üslüm an bir topluluk
ve ce m iye t de M üslüm an bir ce m iy e t olur. Fakat daha önce de b e lirttiğ i­
m iz gibi in san lar A lla h ’a kullu kla rın ı sa m im iy e tle kabul etm eden M ü slü ­
man olam azlar. Kendi hayatlarım bu esa sla ra göre düzenlem edikçe M ü s­
lüman bir ce m iye t sa yılam azlar. Çünkü İslâm ’ın üzerinde kurulduğu ilk
ana prensip, iki bölüm üyle b irlik te «Lâilâbe illallah Muhammed’un Re-
sûllüüah» dır...
Şu halde İslâm 'ın sosyal düzenini ve bu düzene dayalı toplum u mey­
dana getirm eden önce, ne olursa olsun fe rtle rin kalblerinden A lla h 'ta n
başkasına kul olm ayı te m izle m e li ve böylece İslâm î bir cem aat m eyda­
na g e tirm eliyiz. Ferd lerinin kalb leri ibadet,- şe ria t ve inanç yönünden Al-
lah’dan başkasına kul olm aktan kurtulm uş olan cem aattan ancak bir İs­
lâm cem iyeti kurulabilir. Y a ln ız başına A lla h ’a kulluk e sa sın ın açıkça be­
lird iğ i ve yaşıyanların ibadet, şe ria t ve in ançlarıyla d ile d ik le ri gibi yaşa­
dıkları bu cem iyete herkes katılabilir...

İlk İslâm ce m iyetinin kuruluşu bu şe k ild e olm uştur. Her M üslüm an


cem aatın doğuşu ve her M üslüm an cem iyetin kuruluşu da öyle olacaktır.
İslâm cem iyeti, ferd ve to plulukların A lla h 'ta n başkasına (veya
O'nunla beraber başkasına) ibadet etm ekten kurtularak O ’na kulluk etm e­
ğe geçm esi ve hayat sis te m le rin i bu kulluk üzere kurm asıyla g e rçe k le şe ­
b ilir. Ve işte o zaman yeni bir doğuş am eliye si, yeni bir cem iyetin ortaya
ç ık ış ı tam am lanm ış olur. Bu ce m iye t eski ca h iliy e t cem iyetinden a y rıl­
m ıştır artık. Bundan böyle eski cem iyete k a rşıd ır da. A n ca k bu şe k ild e Lâ-
ilâhe illa lla h M uham m ed’un R esûlü llah prensibi her iki bölüm üyle ce m i­
yette ortaya ç ık m ış olur ve ona dayalı ce m iye t kurulabilir.
Eski c a h iliy e t toplum u bazan tamamen İslâm cem iye tine katılab ilir,
bazan da katılm az. Bunun gibi, o ca h iliy e t ehli yer yer bu yeni İslâm ce ­
m iye tiyle anlaşır, yer yer de savaşır. Her ne kadar tabii kanunlar her za­
man c a h iliy e t ce m iyetinin aman verm e ksizin korkunç bir harekete g iriş ti­
ğini, yeni doğan bu ce m iye ti daha doğarken fe rd le r ve cem aatler halinde
bastırm aya ç a lıştığ ın ı, b ilfiil ce m iye t haline geldikten sonra da am ansız

43
İSLÂM

sa va şla rla onu yok etm ek için sa va ştığ ın ı gösterm ekte ise de, aksi de
o lab ilir. Arna Nuh (A.S.)’dan tutun da M uham m ed (S.A.V.)’e kadar baştan
sona İslâm davasının tarihinde is tisn a sız bu durum hâk'im olm uştur.

Y eni kurulan İslâm cem iyetinin ; inanç, düşünce, ahlâk, ruhî olgun­
luk ve cem iye ti düzenlem e yönünden ca h iliy e t cem iyetinden daha kuv­
v e tli olduktan sonra bu cem iyete karşı ge lm esi ta biid ir. H er yönden ca h i­
liy e t düzeninden güçlü veya en azından ona karşı g e le b ile ce k güce sa­
hip o lm alı ki, karşı g e le b ilsin .

A n ca k «ca h iliye t ce m iye ti nedir? Ve bu cem iyete karşı İslâm ’ın takip
e ttiği metod nasıldır?»

Şü ph esiz ki ca h iliy e t ce m iye ti demek, M üslüm an olmayan ce m iye t


dem ektir. Konuya uygun bir şe k ild e ifade etm ek iste se k şö yle deriz: C a ­
h iliy e t cem iye ti yaln ız başına A lla h 'a kulluk e sasına bağlanm ayan her ce ­
m iyetin adıdır. Bu kulluk; itikadı düşünce sistem ind e, ibadet şe k ille rin d e
ve kanuni hüküm lerde ortaya çıkar.

Bugün fiile n yeryüzünde m evcut olan bütün ce m iy e tle r konu a ç ıs ın ­


dan yaptığım ız bu ta rifin kapsam ına girerler. Yani bu ce m iye tle rin hepsi
de ca h iliy e t c e m iy e tle rid ir.

K om ünist to plum ların tümü bu ta rife girer... Çünkü herşeyden önce


bu toplum A lla h 'ı inkâr ederek m evcudattaki her türlü hareketi (mad­
de) veya (tabiat)a bağlar. İnsan hayatında ve tarihin deki en önem li gücü
«ekonomi» veya «üretim vasıtaları» olarak değ erlen dirir. İkinci olarak
bu toplum lar partiye kulluk te m elin e dayanan düzeni kurm akla hakim i­
yeti A lla h ’tan başkasına verm ektedirler. İnsanlar partinin kulu durum un­
dadır. A y rıc a bu düşünce şe klind e ve bu düzende insanın in san lığını ayak­
lar altına alan ve insanın tem el arzusunun sadece hayvanı isteklerden
ibaret olduğunu kabul eden birtakım ak sa k lık la r vardır. Kom ünist düşün­
ceye göre insanın bütün, istekle ri: Yem ek, içm ek, giyinm ek, oturmak, c in ­
siy e t gibi unsurlardır. Bunun yanı sıra insanı hayvandan ayıran ve baş­
langıçta da A lla h inancı, seçm e hürriyeti, ibadet hürriyeti gibi ruhî değer­
lere asla yer verm em ekte ve insanı bütün bunlardan mahrum etm ektedir.
Bu arada insanın in san lığın ı ifade eden en önem li ö z e llik le rin başında
gelen şa h siye tin i ve ifade hü rriyetini elinden alm aktadır, insanın fe rdî
hürriyeti; fe rd î m ülkiyetinde, ça lışm a ve ih tisa s sahasın ı seçm esinde,
kendi v a rlığ ı hakkında dile diğ i gibi sanat kab iliyetin i kullanm asında ve
insanı diğer hayvanlardan ayıran veya makinadan te frik eden diğer hu­
su siy e tle rin d e belirm ektedir. G erek kom ünist düşünce, gerekse komü-

44
ŞEHADET

n ist siste m insanı in san lık derecesinden düşürür. H ayvanlık veya makina
d e recesine kadar götürür.
Halen H indistan, Japonya, F ilip in le r ve A fr ik a ’da hakim durumda bu­
lunan putperest toplum lar da c a h illy e t cem iyeti ifadesinin iç e risin e g ire r­
ler. Çünkü bu toplum lar, A lla h 'ta n başkasını iiâ hla ştırm a esasına daya­
lı bir inanç siste m in e bağlıdırlar. A y rıc a ta n rılığ ın a inandıkları bir takım
ilâh ve mabudlara ç e ş itli şe k ille rd e ibadet etm ektedirler.
A lla h 'ın şe ria tın ın dışında nizam lar hâkim dir bu topluluklara. Bu ni­
zam ve şe ria tla r iste r m abetlerden, kâhinlerden, büyücülerden, kabile re­
islerin den, din adam larından alınsın; ister lâik ve m edenî heyetlerden
alınsın farksızdır. Ö nem li olan kanun çıkarm a y e tkisin in A lla h 'ta n başka­
sına v e rilm e sid ir. İster m ille t adına olsun, ister parti adına olsun veya
herhangi bir v a rlık adına olsun en üstün hakim iyet kaynağı olarak A lla h ’­
tan başkası kabul edildi mi, o topluluk ca h iliy e t topluluğudur.
Yeryüzünün neresinde o lurlarsa olsu nlar Yahudi ve H ıristiy a n top-
lum ları da ca h iliy e t toplum udurlar. Çünkü herşeyden önce onlar tahrif
şd ilm iş bir inanç siste m in e bağlıdır. Ve bu sistem de ilâ h lık y e tk is i y a l­
nız başına A lla h ’a veriJm em iştir. A k sin e ç e ş itli v e s ile le rle A lla h 'a eş put­
lar bulunm aktadır. Bu putlar gerek T e slis a k id e siy le ve A lla h ’a oğulluk
isnadıyla meydana gelsin, gerekse A lla h ’ı başka başka şe k ille rd e ta sa v­
vur etm ek tarzında olsun fa rk s ızd ır :
«Yahudiler: «Uzeyr Allah’ın oğludur» dediler. Nasraniler de: «Me­
sih Allah’ın oğludur» dediler. Bu onların kendi ağızlarının sözüdür, onlar
kendilerinden önce küfretmiş olanların sözünü andırıyorlar. Allah onlara
hadlerini bildirdi. Onlar nasıl yüz çeviriyorlar?» ( 104)
«Allah üçten üçüncüsüdür diyenler kâfir olmuşlardır. Halbuki bir tek
ilâhtan başka bir ilâh yoktur. Eğer bu söylediklerinden vazgeçmezlerse
içlerinde küfürde kalanlara elbette acı bir azap gelecektir.» ( 105)
«Yahudiler «Allah’ın eli bağlıdır» dediler. Kendi elleri bağlansın, söy­
ledikleri sözden dolayı melânete uğrasınlar. Hayır, O ’nun elleri açıktır,
O dilediğine verir.» (106)
«Yahudiler ve Nasraniler : «Biz Allah’ın oğulları ve dostlarıyız» de­
diler. «Öyleyse günahlarınızdan dolayı O size niçin azab ediyor?» de. «Ha­
yır, siz O'nun mahluklarından beşersiniz.» (107)
101 — T ev b e : 30
105 — M â id e : 73
106 — M â id e : 74
107 — M â id e : 15

45
İ SLÂM

İbadet ve m e rasim le riyle, sa pık ve ç e liş k ili inanç ve dü şü n ce le riyle


de ayrıca ca h iliy e tin çe rçe v e si içe risin d e d irle r. Hem A lla h ’tan başkası-
s nın hakim iyetine dayanan, sadece A lla h 'a m ahsus olan y e tkile ri başka­
sına veren bu ce m iy e t'e rle onlara benzeyenler ca h iliy e t ce m iye tin in iç i­
ne girerler. A lla h 'a ait olan y e tkile ri haham ve rah lblerin e v e rd ik le ri iç in ­
dir ki, Yüce A lla h onları m ü şrik lik le v a sıfla n d ırm ıştır :
«Onlar Hahamlarını ve Rahiblerini Allah'tan başka ilâhlar edindiler.
Meryem oğlu Mesih’i de. Halbuki bunlar da ancak bir olan Allah'a ibadet
etmelerinden başkasıyla emrolunmamışlardır. O, onların şirk koştukları
şeyden münezzehtir...» (108)
Hem onlar haham ların ve rah iblerin doğrudan doğruya ilâh o ldu kla­
rına da inanm ıyorlardı. İbadet ve hareke tle riyle onlara tapınm ıyorlardı.
Sadece hakim iyet ye tkisin i onlara veriyo rlard ı ve onların koyduğu hüküm­
leri kabul ediyor, e m irle rin i ben im siyorlard ı. Halbuki A lla h bu konuda on­
lara izin verm e m işti. Şu halde onlara doğrudan doğruya m üşrik adını
verm ek daha doğru olurdu.., A y rıc a haham ve rahiblerinden başka kim se ­
leri de ilâ h la ştırm ışla rd ı.
Son olarak da, günümüzde ken dilerin e M üslüm an adı verilen ce m i­
yetler de, bu ca h iliy y e t cem iye tin in ç e rçe v e sin e girerler.
H er ne kadar bu ce m iy e tle r ca h iliy e t çe rçe v e si içe risin e girerken
A lla h ’tan başka b irisin i ilâ h la ştırd ık la rı veya A lla h 'ta n başka ilâhlara tap­
tık la rı için girm em ekte ise le r de günlük yaşa yış siste m i bakım ından A l­
lah'tan başkasına kulluk e ttik le ri için ve yalnız A lla h 'a kul olm aya rıza gös­
te rm e dikle ri için girm ektedirler. Günümüzün halkı M üslüm an ce m iy e tle ri
her ne kadar doğrudan doğruya A lla h 'ta n başka b irisin i ilâhlaştırm am akta
ise de ulûhiyetin en önem li ö zelliklerin d e n b irisin i A lla h 'ta n başkalarına
verm ekte, A lla h 'ta n başka, insanların koydukları hüküm lere tabi olm akta ve
hâkim iyet yetkisind en hayat nizam larını, siste m ve değer ö lçü le rin i, âdet
ve gele n e kle rin i alm akta ve yaklaşık olarak bütün hayatî d e ğ erlerin i bu
ö lçü le re göre ayarlam aktadırlar. Halbuki Allah-u Teâla böyle davranan­
lar hakkında şöyle buyuruyor :

«Kim Allah'ın indirdikleriyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin tâ


kendileridir . » (109]
H ükm edilenler hakkında da şö y le buyuruyor :
«Sana indirilen Kur'ân’a ve senden önce indirilenlere inandıklarını
iddia edenleri görmedin mi? Oysa kendilerine onu inkâr etmeleri emre-
108 — Tevbe : 31
109 — Mâida . 44

49
ŞEHADET

dilmlşti. (Fakat) Toğut ile muhakeme edilmelerini isterler. Şeytan onlan


uzak bir sapıklığa saptırmak istiyor.

O nla ra : «Allah’ın indirdiğine ve peygambere gelin» denilince müna­


fıkların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün.

Ya başlarına, kendi işlediklerinden ötürü bir musibet geldiğinde na­


sıl olur ? Sonra da gelmişler sana «Billahi gayemiz sadece bir iyilik et­
mek ve ara bulmaktan ibaret idi» diye yemin ediyorlar.

Onlar öyle kimseler kİ (kalb lerindekini ve yalan yere yem inlerini A l­


lah bilir) sen onların bu hallerini nazar-ı itibara alma da öğüt ver, kendi­
leri hakkında tesirli sözler söyle.

Biz peygamberleri ancak Allah'ın izniyle itaat olunmaları için gön­


derdik. Onlar kendilerine yazık ettikleri zaman sana gelip Allah’tan mağ­
firet dileseler ve peygamber de onlara mağfiret dileselerdi elbette Allah'ı;
tevbeleri, ziyadesiyle kabul edici ve çok esirgeyici bulacaklardı.

Hayır Rabbına andolsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni ha­


kem tayin edip de sonra senin verdiğin hükümden dolayı içlerinde bir sı­
kıntı duymadan tamamen kendilerini vermedikçe iman etmiş olmazlar.)
( 110)
A y rıc a Y ü c e Allah; Y ah udi ve N a sran ile ri, sırf ken dilerin e M üslü-
m anım diyen bazı kim selerin bir takım in sa n la rı ta n rıla ştırd ık la rı gibi ha­
ham ve rah iblerin i ta n rıla ştırd ık la rı için küfür ve şirk le v a sıfla n d ırm ıştır.
H ıristiy an ve Y ah u d îlerin rah ip ve ha h a m ların a v erd ikleri m akam la, k e n ­
dile rin e M üslüm an diyen bazı kim selerin bir takım in sa n la ra verd ikleri
m akam aynıdır. T abii ki böyle davranm ak; y aln ız ba şın a A lla h 'a k u llu k ­
tan. İslâm dinin den ve Ş e h a d e t'in ka p sa m ın d a n çık ış tır

K e n d ilerin e M ü slü m a n ım diyen bu cem iye tle rd e n b ir kısm ı a ç ık ç a


lâ ik o ld u kların ı ilân ediyorlar. Y a n i dinle h içb ir ilişk ile rin in olm adığ ını be­
lirtiyorlar. D iğer bir kısm ı da dine hü rm etlerinin olduğunu, a n ca k din b ir­
takım bilinm eyen h u su sları ihtiva ettiği için so sy a l hayatta g e çe rliliğ in in
o la m a y a ca ğ ın ı, so sy a l niza m la rın ilm e d ayalı o lm a ların ın g e re kli o ld u ğ u ­
nu, ilm in de, dinin g e çe rliğ in i kabul etm ediğ ini söyler. H alb uki bu id d ia ­
lar tam am en kurun tulardan ib arettir ve bunu sö yleyen insan tam bir c a ­
hildir. Bu cem iye tle rd e n d iğ e r bir kısm ı da fiilî hakim iyeti A lla h ’tan b a ş­
kasına verm ekte, o kim se d ile d iğ i gibi hareket etm ekte ve so n ra da bu hü­
kümlere «işte A lla h 'ın şe ria tı budun» dem ektedirler.

110 — N isa : 6 0 - 6 5

47
İ SLÂM

Allah’a kulluk açısından bunların hepsi ayni durumdadır.


Bu husus tamamen belirdikten sonra Islâm’ın bütün bu cahiliyet top-
lumlarına karşı durumu tek bir cümle ile ifade edilirse; Bu toplumların
hepsi de Islâm toplumu değildir ve İslâm açısından bu toplumlar meşru
olmayan toplumlardır.
Değişik şekiller arzetmelerine rağmen, İslâm; bu cemiyetlerin taşıdı­
ğı âlamet, işaret ve unvanların hiç birisini nazarı itibare almaz. Çünkü
bunların hepsi bir gerçekte birleşmektedir... Bütün bu toplulukların haya­
tı yalnız başına Allah’a kulluk esasına dayanmamaktadır. Onun için bu
topluluklar da, diğer «cahiliyet sıfatı» noktasında gayr-i İslâmî topluluk­
larla birleşmektedirler.
Bu gerçek bizi son olarak beşeriyetin pratik hayatı karşısında Islâ-
mın takip ettiği metoda götürür. Bugün, yarın ve zamanın en son anına
kadar... Birinci bölümde «İslâm cemiyetinin karakterini anlatırken belirt­
tiğimiz bütün emirlerde Allah’a kulluk esası bize birçok pratik faydalar
sağlar.
Gerçekten de İslâm cemiyetinin karakterini belirtmek, şu soruya ve-
rilecelc cevapta kesinlikle ortaya çıkar :
Allah’ın dini ve hayat düzeni mi, yoksa ne olursa olsun beşerin or­
taya koyduğu herhangi bir hayat düzeni mi?
İslâm bu soruya son derece kesin ve kati cevap verir. Bu cevapta
hiçbir tereddüt ve gevelemeye yer bırakmaz. Beşerin, hayatına uygula­
yacağı tek bir düzen vardır. O da; Allah'ın hayat düzenidir. O'nun uygu­
lanmak için gönderdiği, dinidir. Bu temel olmadıkça, İslâm'ın ilk rüknü
olan Lâilâhe ilallah Muhammed'un Resûlüllâh o cemiyete hâkim değildir
ve gereği yapılmamaktadır... Kulluk sadece Allah'adır. Bu kulluğun keyfi­
yeti ise, ancak Allah’ın peygamberinden öğrenilebilir. Bu gerçek tam ola­
rak kabul edilip hiçbir tereddüt ve gevelemeye yer bırakmadan uygulan­
madıkça Allah'a kulluk gerçekleşemez :
«Peygamber size neyi getirirse onu alın ve neden sakındırırsa ondan
sakının». (111)

Sonra İslâm soruyor ;


«Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?..» (112)

111 — H aşr ; 7
112 — B a k a r a : 140

43
ŞEHADET

Ve bu soruya cevap veriyor :


«Ve Allah bilir siz bilmezsiniz...» (113) «Size ilimden ancak çok azı
verildi...» (114)
Bilen (yaratan ve rızık veren) elbette ki hükmedecektir de. Hayatın
düzeni olmayı hakkeden, sadece O’nun dinidir. Hayat'ın bağlanacağı ana
temel, bu dindir.
İnsanların günlük yaşayışları, nazariye ve ekolleri ise; bilmeyen, ken­
dilerine ilimden azı verilen beşer ilmine bağlıdır. Onun için bu ilme daya­
lı nazariye ve ekoller sapıktır, doğru yolun kendisi değildir.
Hem Allah'ın dini kapalı ve hayat sistemi de kaypak değildir. Bu dü­
zen şehadet kelimesinin ikinci bölümüyle sınırlandırılmıştır. Resûlüllah
(S.A.V.)’in gösterdiği temeller çerçevesindedir. Bir mesele hakkında nass
varsa, hüküm nassa göredir ve o konuda içtihadın yeri yoktur. Nassın
bulunmadığı yerde içtihadın fonksiyonu başlar. Tabi burada da Allah’ın
düzeninde belirtilen prensiplere aykırı düşmeme şartı vardır. Yoksa ar­
zulara ve nefsî isteklere göre değil...
«Eğer bir işte çekişirseniz, onu Allah’a ve Resulüne bırakın» (115)

Ictihad ve nassiardan hüküm çıkarmak için konan prensipler de ay­


ni şekilde açıktırlar; kapalı ve her tarafa çekiiebilen şeyler değillerdir. Hiç
kimsenin kendiliğinden koyduğu hükme, bu Allah’ın hükmüdür deme selâhi-
yeti yoktur. Ancak en üstün hâkimiyet noktasının Allah’ın hâkimiyeti ol­
duğunu, yegâne sulta kaynağının Allah’ın kendisi olduğunu, «parti ve hal­
kın» veya herhangi bir insanın hakimiyet yetkisinin bulunmadığını açıkla­
ması müstesna... Allah’ın irade buyurduğu hususlarda her hangi bir bilgi
vasıtasına başvurmadan Allah’ın Kitabına ve Resûlünün sünnetine sarıl­
mak ve hiç bir hususda Allah adına hâkimiyet taslayanlara hâkimiyet
hakkı vermeme haiî müstesna... Bir zamanlar Avrupa’da «Teokrasi» veya
«Mukaddes Hüküm» adıyla bilinen durum müstesna... Bunun Islâmla hiç­
bir ilişkisi yoktur. Allah’ın Resûlünün dışında Allah namına konuşma yet­
kisi hiçbir ferde verilmemiştir. Ortada sadece nassiar vardır ve bu nass-
lar Allah’ın hükümlerinin sınırlarını çizerler.
«Pratik hayatın dini» tabiri de aslında yanlış anlaşılmakta ve yanlış
yerlerde kullanılmaktadır. Evet bu din pratik hayatın dinidir ama, hangi
pratiğin?.. Elbette ki, bu dinin ortaya çıkardığı kendi düzenine uygun ola-
113 — B a k a r a : 216
114 — İ s r â : 85
115 — N is a : 59

49
İSLÂM

rak meydana ge tirdiği ve m uhtevası bakım ından insan ih tiya çla rının hep­
sin i g e rçe kleştire n , beşerin fıtrî ih tiyaçlarına uygun düşen bir pratik ha­
yatın... Bu ih tiya çla rı en güzel şe k ild e te sb it edenin; herşeyi yaratan o l­
m ası çok ta b iîd ir ;
«Yaradan bilmez mi? Halbuki O Lafifdir, haberdardır...» (116)
Din, ne şe k ild e olursa olsun pratik hayatı istikrara kavuşturm ak, ona
bir dayanak noktası bulm ak ve üzerine ısm arlam a bir alâmet-i farika gibi
asılan ş e rî hüküm lerden meydana gelm ez. Din pratik ih tiyaçları k a rşıla r­
ken onları kendi ölçüsüne göre değerlendirm ek, atılm ası gereken nok­
taları atm ak ve g e tirilm e si gerekenleri getirm ek için ça lışır. Din, rıza gös­
term ediği p ra tikle ri atar ve rıza g ö ste rd ik le rin i getirir. İşte İslâm ’ın, pra­
tik hayatın dini oluşunun m anası budıır. Veya başka bir ifadeyle; İslâm ’ın,
gerçek kavram larıyla sö ylem ek isted iğ in in gereği olan şeylerd ir.
Burada şöyle bir soruyla k a rşıla şa b iliriz :
in san ların pratik hayatlarını şekillendiren, m aslahatlarının ken disi de­
ğil m id ir? Biz bu arad.a tekrar İslâm 'ın ortaya attığı soruya ve bu sorunun
cevabına dönelim :
—«Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı? (117)
—«Ve Allah bilir, siz bilmezsiniz...» (118)
Şüphesiz ki insanlarm m aslahatı; A lla h ’ın indirdiği ve R esûiiinün
O'ndan tebliğ e ttiğ i ş e k liy le A lla h ’ın düzenindedir... Bir gün insanlar kal­
kıp da m aslahatların ı A lla h ’ın düzeninin dışında arayacak olsalar... B i­
rin c isi : O n lar bu kanaatlarında bir vehim içe risin d e d irle r. «Onlar ancak
zanna ve nefsin arzuladığı şeylere uyarlar... Halbuki onlara Rab'ları ka­
tından hidayet gelmiştir. Y oksa insan kendi arzusuna mı uyar? Halbuki
Shiret de dünya da Allah'ındır.» (119)
Onlar... İkinci olarak; kâfirdirler... Kim ki m aslahatın, A lla h ’ın düze­
ninin dışında olduğuna inanıyor ve iddia ediyorsa, bir saniye biie bu din­
de kalm ası ve bu dinin ehlinden sa yılm a sı mümkün değildir...
2 — Lâiiâhe illallah, kendisine inananlarla bütün kâinat kanunları ara­
sında bir düzen kurar. «Yoldaki İşaretler» kitabının yazarı «Kâinat Nizamı»
ba şlığ ı altında şöyle diyor :
İslâm, itik a d î düzenini kalb ve pra'tik hayata y e rle ştirirke n tamamen,
sadece A lla h 'a ait olduğu tem eli üzerine y e rle ştirir. Bu kulluk; hem inanç-

116 — M ülk : 14
117 — B a k a r a : 140
118 — B a k a r a : 216
119 — N ec in : 23

50
ŞEHADET

larda, hem ibadette ve hem de kanunî hüküm lerde ortaya çıkar. Çünkü
bu şe k liy le yaln ız A lla h 'a kulluk «Lâilâhe illallah» şehadetinin pratik m ed­
lulüdür. Bu kulluğun n asıl olacağını R esûlü llah (S.A.V.)’den alm ak ise;
M uham m eden R esûlü llah şehadetinin pratik m edluludur.

Şü ph esiz ki İslâm, Lâ ilâhe illa lla h M uham m ed’un R esûlü llah şeha-
detini; İslâm î hayat düzenini te m sil edecek ve bu düzenin ö ze llik le rin i be­
lirte ce k tem el üzerine y ap ısın ı kurarken... Evet in san lığın tanıdığı diğer
bütün düzenlerden İslâm düzenini ayıran bu kavram üzere yap ısın ı ku­
rarken... M uhakkak ki sadece insan v a rlığ ıy la ilg ili değil, tüm v a rlık la rla
ilg ili daha şum ûiiü bir tem ele dayanm aktadır. Böylece yaln ız in san lık için
değil tüm v a rlık la r için hayat düzeni belirlen m ekted ir.

İslâm düşüncesi, tüm varlık la rın A lla h 'ın yaratıkları oldukları ve A l­


lah’ın iradesi onların var o lm aların ı iste y in ce var oldukları te m elin e da­
yanır. A lla h bu kâinata, hareket gücünü veren ve bu hareketleri düzen­
leyen kanunlar bahşetm iştir. B öylece kâinattaki hareketler arasında bir
b irlik sağlanm ıştır.

«Biz bir şeyi istediğimiz zaman ona söyliyeceğimiz söz yalnız ol de­
mektir. O da oluverir...» (120)
«Ve O herşeyi yarattı böylece bir ölçü takdirinde takdir etti...» (121)
M uhakkak ki bu kâinat v a rlığ ın ın gerisind e, onu idare eden b ir irade,
onu harekete sevkeden bir takdir ve ona düzen veren bir kanun vardır. Bu
kanun, varlık ta ki fe rd le r arasında m evcut olan hareketleri düzenler. Biri
diğerine çarpmaz. H areketler düzenli bir şe k ild e devam eder. (Tâ A l­
lah d ile yin cey e kadar) Çünkü bu kâinat A lla h ’ın iradesine te slim o lm uş­
tur. Onu harekete sevkeden A lla h 'ın ta kd irid ir. Onun düzenini sağlayan,
A lla h 'ın kanunudur. H iç bir zaman A lla h ’ın iradesin e karşı gelinem ez.
Kâinat bu kanunlara hiç bir zaman karşı gelem ez. A lla h d ile yin ce y e kadar
o, bu seyrine devam edecektir. Ona bozukluk ve yok olm a diye bir şey
sira ye t edem iyecektir.
«Muhakkak Rabbınız, O Allah’dır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı.
Sonra Arşı istilâ etti. Allah, gündüzü geceyle örter ve süratle gece gün­
düzü, gündüz de geceyi kovalar. Güneşi, Ayı ve yıldızları Allah; emrine
bağlı kıldı. Dikkat ediniz ki, hem yaratmak, hem de emretmek O’na mah­
sustur. Âlemlerin Rabbı olan Allah ne kadar yücedir.» (122)
120 — N e m i : 40
121 — F u r k a n : 2
122 — A ’r a f : 54

51
İSLÂM

Bu kâinat v a rlığ ı iç e risin d e insan ve onıın y a ra tılışın a hakim olan ka­


nunlar bizzat varlığ a hâkim olan kanunların çe rçev e si içe risin d e d irle r. Al-
la h ’ü Teâlâ bu v a rlık la rı yarattığı gibi onu da yaratm ıştır. İnsan, maddî
yapısı itib a riy le yeryüzünün çam urundandır. A n ca k ana m addesini te şkil
eden bu çam urdan fa rklı olarak ken disine A lla h tarafından v e rilm iş olan
ö z e llik le r, ona insan olm a hü viyetin i kazandırm ıştır. Y üce A lla h ona in­
sa n lık şe re fin i verirken b e lirli bir takd ire göre kaderini çizm iştir. Bünyesi
itib a riy le iste r istem ez A lla h ’ın koyduğu ta b iî kanunlara uyacaktır. Çün­
kü o, her şeyden önce A lla h ’ın ira d e siy le dünyaya g e lm iştir. Kendi iste ­
ğ iyle değil... Hatta ana ve babasının iste ğ iy le de değil... Ana ve baba b ir­
le şirle r. A m a bir çocuğun v a rlığ ın ı verem ezler. İnsan, A lla h ’ın koyduğu
kanunlara uygun olarak doğar. B e lirli bir müddet annesi onu karnında ta­
şır. Doğum şa rtla rı hazırlanınca da dünyaya gelir. Dünyada alacağı ne­
fe sle r de A lla h ’ın önceden ta kd ir e ttiği ö lçüye göredir. N efes alırken an­
cak A lla h ’ın takdir e ttiği ölçü ve keyfiyette alır. İnsan, hissederken ve
üzülürken... yerken ve içerken... A ç kalırken ve tok olurken... Ekmeğe ve
suya uzanırken. K ısa c a sı bütün hayatî fa aliye tle rin d e A lla h 'ın kanunları­
na uyar. Burada onun irade ve arzsusu söz konusu değ ildir. Bu konuda
onun durumu diğer bütün v a rlık la rın durumu gibidir. A lla h ’ın ta kd ir ve
kanununa, irade ve d ileğin e m utlak bir şe k ild e boyun eğer.
Bu kâinat ve insanı yaratan, kâinatın boyun eğdiği kanunlara insa­
nı da boyun eğdiren, Y ü ce A lla h ’tır. İnsanın, iradesine dayalı hayatıyla
ta b iî hayatı arasındaki düzeni, gönderdiği şe ria tla düzenleyen de O ’dur.
Bu tem ele göre, ş e ria t insanın ve kâinatın genel y a ra tılışla rın a hükm e­
den ve bütün bunların arasındaki iliş k ile r i düzenleyen gene! İlâhî kanu­
nun bir bölümüdür.
A lla h 'ın kelim elerin den hiç bir kelim e, h içb ir em ir ve nehiy, hiçbir
vaad ve vaîd, h içb ir hüküm ve te vcihâ t yoktur ki, bu evrensel kanunun bir
bölümünü te şk il etm esin. Ve bizzat tabiat kanunları (yani A lla h ’ın tabiata
hâkim kıldığı tabiat kanunları) h içb ir zaman A lla h ’ın em irle rin in dışına
çıkam azlar. A lla h nasıl e m retm işse öylece hareket ederler.
Bundan do layıdır ki; insan hayatını düzenlem ek için A lla h ’ın koyduğu
şeriat, bir kâinat kan-tınu oluyor.
O halde beşer hayatım düzenlem ek için A lla h 'ın koyduğu kanunlar,
kâinat kanunlarıyla iliş k ilid ir ve onlarla bir düzen içe risin d e d ir. Onun için
o kanunlara uymak insan hayatıyla insanın içinde yaşadığı kâinat hayatı
arasında bir uygunluğun tem ini için zarûrîdir... Hatta d iy e b iliriz ki, insa­
nın fıtratına hükmeden gizli kanunlarla hayatına hükm eden açık kanun­
lar arasında bir uygunluğun tem in e d ile b ilm e si için şarttır. İnsan ka­

52
ŞEHADET

palı şa h siye tiy le d ış görünüşü arasında bir m uvafakatin tem in i için A l­


la h ’ın kanunlarına uym ak zorundadır.
İnsanlar kâinatın bütün kanunlarını idrâk ede m e dikle ri ve genel ka­
nunları ihata e d em edikleri için (hatta kendi y a ra tılış la rıy la ilg ili kanun­
ları bile tüm olarak kapsayam am aktadırlar) iste r istem ez kâinatın hare­
k e tle riy le insan hayatı arasında d en kleşm eyi sağlayacak bir hayat düze­
nini te sb it edem ezler. T e sb it e d e ce kle ri düzen m uam m alarla dolu, fıtra t­
larıyla günlük hayatları arasındaki uygunluğu b ile sağlıya b ilm ekte n çok
uzaktır. Buna, bu kâinatı ve insanoğlunu yaratan, hem kâinatı ve hem de
insanları uygun bulduğu b iric ik kanuna m uvafık olarak yöneten yarata­
nın gücü ancak ye te b ilir.
Şu halde bu uygunluğun sağ a lan ab ilm e si için A lla h 'ın ş e ria tıy la ameJ
etm ek kaçınılm azdır... Bu, ge re kli olm akla beraber İslâm inancının ger­
ç e k le şe b ilm e si iç in d ir de... Y a ln ız başına A lla h ’a ku llu k sa m im iy e tle yü­
rütülm eden ve bunun keyfiyeti R e sû lü lla lı (S.A.V .)’den öğrenilm eden ne
ferdin hayatında ve ne de ce m iye tin hayatında İslâm m evcuttur. İslâmın
tem el e sası olan Lâilâhe illallah Muhammed’un Resûlüllalı şehadetinin
de lâ le t ettiği mananın g e rçe k le şm e si iç in bu şa rttır.
Beşer hayatıyla kâinat kanunları arasın daki bu m utlak uygunluğun
gerçekleşm esin den in sa n lık için tam am en hayır ve fayda bulunduğu gibi
hayatın bozulm asını ö n le yece k koruyucu bir te m in at da vardır... İnsan­
lar ancak bununla doğru yolu bulur. Kâinatın kanunlarım k o la y lık la çö ­
ze b ilirle r. Kâinatta bulunan kuvvet ve hâzin e le ri rah atlıkla keşfe de rle r.
Bütün bunların arasında ç e liş k i ve uyuşm azlığın olm am ası için bu düzen
şarttır, A lla h ’ın şe ria tın ın karşıtı, b e şer arzu larıd ır :
«Eğer hak o nların arzularına uymuş olsaydı, gökler ve yervüzüyle bir­
likte onun içinde bulunanlar fesada uğrardı...» (123)
Bundan d o la yıd ır ki İslâm ’ın görüşü; bu dinin üzerinde kurulduğu hak
ile yer ve göğün üzerinde kuruldukları hak; hem dünya, hem de âhirete
uygun düşen b irliğ i sağlar. V e A lla h kıyam et gününde in san ları bu hak
ölçüsüne göre sorguya çeker... Şu halde hak bird ir, birkaç tane değil...
Elbette ki bu da, A lla h ’ın kâinat için vaze ttiğ i kanundur :
«... Size öyle muazzam bir kitap indirmişiz ki, bütün şerefiniz onda-
dır. Halâ akıllanmayacakmısınız? Biz kâfir olan nice memleket halkını kı­
rıp geçirdik ve bunların helâkinden sonra da, bir kavim olarak yarattık.
Onlar azabımızın şiddetini duydukları zaman memleketlerinden kaçıyorlar­
dı. Kaçmayın, içinde bulunduğunuz nimete ve evlerinize dönün; çünkü
sorguya çekileceksiniz.
123 — M u ’m in u n : 71

53
İSLÂM

«Vay bizlere. Biz gerçekten zalimler idik:» dediler. Biz onları sön­
müş kiil yığsnı olarak biçilmiş bir ekin haline getirinceye kadar, her söz­
leri bir feryad olmuştu. Biz gök ile yeri ve aralarındaki şeyleri boş bir
eğlence için yaratmadık. Eğer biz eğlence edinmek isteseydik, elbette
onu katımızdan edinirdik.
Hayır biz hakkı bâtılın tepesine atarız da onu parçalar. Bir de bakar­
sınız o anda mahvolmuştur. Allah’a isnad ettiğiniz vasıflardan ötürü size
yazıklar olsun.
Gckierde ve yerde olan bütün varlıklar Allah’ındır. O’nun katindaki­
ler kendisine ibadet etmekten ne çekinirler ve ne de yorulurlar. Gece -
gündüz hep A lla h ’ı teşbih ederler, usanmazlar...» (124)
İnsan fitratı bu gerçeği bizzat kendi d e rin lik le rin d e hisseder. Ken­
di y a ra tılışı ve bütün kâinatın y a ra tılışı ona bu v a rlık la rın hak üzere o l­
duklarını ifade eder. Kâinatta tem el gerçeğin hak olduğunu, hakkın de­
ğişm eyen sa b it kanunları bulunduğunu, hakka giden yolların ayrı ayrı
olm adığını, hakkın v a zife sin in d e ğ işik olm adığını, hakta çatışm a diye bir
şeyin bahis konusu olm adığını, başıboş tesa dü fle re göre kendiliğinden
hiçbir şeyin akm adığını, değişen arzulara, azgın iste k le re göre hiç bir şe ­
yin değişm ediğini görür*. Kâinat ince ve muhkem nizam ında kendisine tat­
bik edilen ölçü iç e risin d e hareketini sürdürür. Binaenaleyh ilk ay rılık
meydana çıkarsa insanla fıtratı arasında çıkar.
İnsan, arzu ve he ve sle rin e kapılarak fıtra tın ın d e rin lik le rin d e gizli bu­
lunan haktan ayrıld ığ ı an, ça tışm a başlar. İşte bu çatışm a; hayat düzeni­
ni değişken arzulardan kurtararak A lla h ’ın şe ria tın a dayandırm adıkça ve
O ’na boyun eğen kâinatın te slim iy e ti gibi A lla h ’a te slim etm edikçe devam
eder.
Bu gibi ayrılıklar; fe rdler, ce m iye tle r, m ille tle r, n e sille r arasında
olacağı gibi, insanla onu çevreleyen kâinat arasında da o lab ilir. İnsanın
güç ve kuvveti insanoğlunun iy iliğ in e ça lışa ca ğ ı yerde, aleyhine çalışan
b ir v e s ile olur.

O halde yeryüzünde A lla h ’ın düzenini hakim kılm a hedefi, sadece


âhiret için değildir. Dünya ve âhiret birb irin in devam ı ve ta m am layıcısı
olan iki m erhalelerdir. A lla h ’ın şe ria tı ise, insan hayatında bu iki m er­
halenin arasını uzlaştıran ve d o la y ısıy la hayatı tam am en evrensel ilâhı
kanunlarla bir düzene sokan yegâne unsurdur. İlâhî kanunlarla olan bu
uzlaşm a insanın saadetini âhirete ertelem ez. A k sin e b irin ci m erhalede

124 E n b iy a ; 1(>20

54
ŞEHADET

de onu g e rçe k le ştirir. Sonra g e lişe re k ikin ci m erhale olan âhirette tam
kem ale kavuşur.
İslâm 'ın kâinat görüşü ve kâinatın genel va rlığ ın ın gölgesinde insan
görüşü. Bu görüş, tabiatı icabı beşeriye tin tanıdığı diğer bütün düşünce
siste m le rin d en tem elde ayrılır. Onun için, h içb ir düşünce ve düzenin yük­
lenm ediği sorum lulukları y ü k le n m iştir ve h içb ir düzenin elde edem eyece­
ği neticele ri alabilm ektedir.

Bu düşünceye göre A lla h ’ın şeriatına bağlanm ak; beşer hayatıyla


kâinat hayatı ve beşerin fıtra tı ile kâinata hâkim olan kanunlar arasındaki
m ükemmel intizam ın gereğidir. Sonra bıı, umumi kanunlarla insan hayatı­
nı düzenleyen şe ria t arasındaki m utabakatın zarurî bir icabıd ır. Ve ancak
bu şeriata bağlanm akla be şeriye tin yalnız ve yalnız A lla h 'a kul olm ası
sağlanabilir. N itekim bu kâinat da, sadece A lla h ’a kulluk v a zife sin i ifa
etm ektedir. Binaenaleyh hiç bir kim se böyle bir ö ze lliğ i kendi şahsı için
iddia edemez.
İslâm üm m etinin atası Hz. İbrahim (A.S.)'le yeryüzünde kulların üze­
rinde hâkim iyet taslayan zalim Nem rud arasında geçen tartışm a bu mu
tabakat ve uzlaşm anın zarûretine gayet güzel işa re t etm ektedir. A ncak
kullara hâkim olduğunu iddia eden Nemrud, göklere ve göksei c is im le re
hâkim iyetini isb atlıyam a m ış ve Hz. İbrahim 'in k arşısın d a susm ak m ecbu­
riyetinde kalm ıştır. Hz. İbrahim ona şö yle dem işti: Kâinat hakim iyetini
elinde tutan, ancak insanların hayatına hâkim olab ilir. Nemrud, bu deliı
karşısında cevap bulam am ıştı :
«A llah kendisine saltanat ve m ülk verdi diye İbrahim ile Bahbı hak­
kında m ücadele eden N em rud’u görm edin m i? İbrahim ona; «— Benin
Rabbım hem d iriltir, hem öldürür.» dediği zaman o Nemrud: «— Bea ds
d iriltir öldürürüm » demişti. İbrahim: «Allah güneşi doğudan getiriyo r,
haydi sen onu batıdan getir» deyince, o küfreden Nem rud şa şırıp tu tul­
du. Allah zâ lim le r kavmini m uvaffak etmez.» (125)
«Onlar Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar? H albuki g ö k le r Uf
ve yerde ne varsa hepsi ister istemez O na boyun e ğ m iştir ve â h ire tk
O na çevrilip götürüleceklerdir.» (126)
3 — Lâilâhe illa lla h M uham m ed'un Resulü!lah cü m lesin in özel bi,
kültürü ve gerçek bir m edeniyeti olm alıdır. «Yoldaki İşaretler» kitabının
yazarı bu iki m ese le yi iki başluk altında inceler: Birincisi: İslâm Medenî,
yetin K e n d isid ir. İkincisi: İslâm D üşün cesi ve Kültür,

125 — B a k a ra : 258
126 — Â l-i İm ra n : 83

55
İSLÂM MEDENİYETİN KENDİSİDİR

İslâm, sadece iki toplum tanır :


1 — İslâm toplumu
2 — Cahiliyet toplumu.
«İslâm toplumu» İslâm’ın uygulandığı toplumdur... İnanç ve ibadet
yönünden, kanun ve düzen yönünden, ahlâk ve davranış yönünden İslâm’ın
uygulandığı toplum...
«Cahiliyet toplumu» ise İslâm’ın uygulanmadığı, İslâm inanç, düşün­
ce, değer, ölçü, nizam, kanun, ahlâk ve hareket tarzlarının kendisinde
hakim slmayan toplumdur ....
İslâm toplumu, kendilerine «Müslüman» ismini veren ve İslâm düze­
ninin kendilerine hâkim olmadığı kimseleri içeren toplum değildir. Bu top­
lum namaz kılsa da... Oruç tutsa da... Ve Hacca gitse de İslâm toplumu
sayılmaz. Kendi kendisine bir İslâm icad eden, Allah’ın belirttiği ve Re-
sûlüllah (S.A.V.)’in tayin ettiği İslâm'ın dışında bir İslâm uyduran ve me­
selâ bu uydurduğuna «Modem İslâm» ismini veren toplum da İslâm top­
lumu değildir.
Cahiliyet toplumu ise, çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir. (Ne var ki
hepsi de cahiliyet toplumlarıdır.)
Bu toplum, Allah’ı inkâr eden, tarihi, diyalektik materyalizm ile yo­
rumlayan ve «bilimsel sosyalizm» ismini verdiği düzeni uygulayan top­
lum şeklinde ortaya çıkabilir.
Bu toplum; Allah'ı inkâr etmeyen, fakat göklerin hâkimiyetini Allah’a
bırakarak yeryüzünün hakimiyetini O’na bırakmayan hayat nizamlarına
O’nun şeriatını hâkim kılmayan, İslâm’ın değerlerine itibar etmeyen, hav­
ra, kilise ve camilerde Allah'a kulluk etmeyi serbest bırakıp, hayatlarına
Allah düzeninin hâkim olmasını isteyenleri engelleyen bir toplum şeklin­
de de ortaya çıkabilir. Böyle davranmakla, Allah’ın yeryüzünde ulûhiyetini
reddetmektedirler. Halbuki Yüce Allah şöyle buyurmaktadır :
«Giikte de, yerde de İlâh olan O’dur...» (127)
İşte bunun için Allah’ın şu sözünün sınırladığı İslâm toplumunun dı­
şındadır bu toplum :
«Hüküm ancak Allah’ındır. O ’ndan başkasına ibadet etmemenizi em*
retti. İşte en doğru din . » (128)
127 — Z u h ru f : 84
128 — Yusuf : 84
56
ŞEHADET

Böylece bu toplum A lla h ’ın v a rlığ ın ı kabul etse; havra, k ilis e ve ca­
m ilerde ib ad etleri se rb e st bıraksa da ca h iliy e t toplumudur.

Bu ö ze lliğ iy le sadece İslâm toplum u m edenî toplumdur; Ve c a h ili­


yet toplum ları tüm ş e k ille riy le ge rici toplum lardır. Bu büyük gerçeği a ç ık ­
lam ak gerekir.
B ir defasında basılm ak üzere olan bir kitabım ın adını «M edenî bir
İslâm cem iyetine doğru» şe klin d e açıkla m ıştım . Sonra bu isim den vaz­
geçtim ve «medenî» kelim e sin i atarak «İslâm C e m iye tin e Doğru» (129)
ism iy le yetindim . N itekim konusu da buna uygundu.
Bu düzeltm e C e z a y ir li bir yazarın dikkatini çe km iş ve Fran sızca yaz­
dığı bir yazısında bu hareketin «İslâm ’ı içten müdafaa etm ek için p sik o lo ­
jik bir savunm a tarzı» olduğunu b e lirtm işti. Ne yazık ki şuursuzca olan bu
hareket «problem in» olduğu gibi karşısın a dikilm ekten beni alıkoyuyor.
Yazarı mazur görüyorum... Ö n ce leri bende onun gibi düşünüyordum .
Hatta bu konuyu ilk defa yazm ayı düşündüğüm zaman yazarla aynı fikri
paylaşıyordum . V e benim yanım da ona problem (tıpkı onun bugün düşün­
düğü gibi) «m edeniyetin tarifi» problem iydi.
O sıralard a henüz a k lî ve ruhi yapım da yabancı kaynaklardan gelm e
kültür artıklarından kendim i kurtarabilm iş değildim . H albuki bu yabancı
kültür artıkları benim İslâm düşüncem e tamam en yabancı idi. O günkü
aç ık ve aydın İslâm düşüncem e rağmen bu kültür artıkla rı yine de zih n i­
mi k a rıştırıy o r ve onu köreltm eye ça lışıyo rdu. Avrupa düşüncesinde yer
aldığı tarzda bir m edeniyet an layışı gözümün önünde canlanıyor, zihn iye­
tim i k a rıştırıy o r ve konu üzerindeki tem el ve aydın düşünce ufkumu ka­
rartıyordu.
Sonra m esele aç ıklığ a kavuştu... «M üslüm an Toplum», «medenî top­
lumun kendisidir». O halde «medenî» k elim e sin i kullanm ak boşunadır.
M anaya e kliye ce ğ i hiç bir şey yoktur... A k sin e daha önce benim de dü­
şüncem i karıştıran, asıl ve apaçık görüşten beni mahrum bırakan o ya­
bancı duyguları okuyucuya h isse ttire ce k ti.
O halde ih tila f «m edeniyetin tarifi» konusundadır... Ö yle yse önce
bu gerçeğin açıklanm ası gerekir.
Toplumda hakim iyet, yalnız A lla h ’a olur ve bu hakim iyet İlâhî düze­
nin üstünlüğü te m elin e dayanırsa ancak insan bütünüyle hürriyetine ka­
v u şa b ilir ve gerçek manada kula kul olm aktan kurtulab ilir. Ve ancak o

129 — B u k ita p K e m a l S a n d ık e r v e M e h m e d S ü slü ta r a f ı n d a n T ü rk ç e ’ye


te r c ü m e e d ilm iş v e Ş a m il y a y ın e v i .ta r a fın d a n b a s ılm ış tır. (M ü te rc im )

57
İ SLÂM

takdirde «insancıl m edeniyet» ten sö ze d ile b ilir. Çünkü İnsanî tem e lle re
dayanan bir m edeniyetin ana kaidesinin insanın gerçek manada ve tam
olarak hürriyetine kavuşm ası, toplum içe risin d e k i fe rtle rin m utlak mana­
da e fe n d ilik le rin i korum aları esasım te şk il eder. Halbuki, gerçek mana­
da bazı kim se le rin bazılarını kul ve köle durumuna düşürdüğü, bir kısım
insanların ta n rıla ştırıld ığ ı bir toplum da ne insan haysiyetinden, ne de ger­
çek hürriyetten söz e d ile b ilir.
Bu arada şunu da b elirtm em iz gerekir ki te şriin alanı, şe ria t kelim e ­
si için günümüzün dar a n la y ışlı kafaların anladığı şe k ild e sadece kanunî
hüküm lere in hisar etmez. D üşünce ve m e to d la r değer ve ö lçü le r âdet ve
gelenekler... H epsi de te ş rî kanuna boyun eğerler. Ve bir kısım insanlar
diğer bir kısm ın ı bu gibi baskı un surlarıyla boyun eğdirm eye ç a lış tık la ­
rında ve ce m iye t iç e risin d e k i bazı fe rtle r de bunu kab ullend ikleri takdirde
böyle bir- toplum da gerçek hürriyetin sözü bile edilem ez. Daha önce de
b e lirttiğ im iz gibi bu toplum , bazı insanların ta n rıla ştırıld ığ ı ve bazısının
da k ö le le ştirild iğ i bir toplum dur. Onun için de gericidir... Veya İslâm'ın
tabiriyle: « C a h iliye t toplumudur.»
Tek bir ilâhın hakim olduğu ve insanların insanlara kul olm adığı tek
toplum; İslâm toplum udur. işte bunun için İslâm toplum unda yaşayan
fe rtle r gerçek hü rriye tle rin e kavuşm uşlardır. İnsan m edeniyeti, insanın
şe re f ve haysiyeti ancak İslâm toplumunun g e rçe k le ştird iğ i bu hü rriyet­
te ortaya ç ık a b ilir.
B ir toplum u b irib irin e bağlayan tem el bağlar; inanç, düşünce ve ha­
yat nizam ı olur ve beşer için en üstün hakim iyet kaynağı olarak da tek
bir ilâh olur ve beşeri beşere kul eden yeryüzü ilâhları araya sokulm az­
sa... İşte böyle bir cem iyette ancak insanın üstün ö ze llik le riy le değerleri
ortaya ç ık a b ilir. Ruhî ve fik rî ö zellikler... Am a cem iyetin fe rtle rin i b irib i­
rine bağlayan ana tem el; cins, renk, ırk ve toprak bağı veya bunlara ben­
zer bağlar oiursa; bunların insanın üstün d e ğ erlerin i te m sil etm edikleri
apaçıktır... Renkten, cinsten, kavim den ve topraktan ayrı olarak da insan
kendi hür ira d e siy le inanç ve düşüncesini, ideoloji ve hayat siste m in i de­
ğ iştire b ilir. Fakat kendi iste ğ iy le renk ve cin sin i değ iştire m e yeceğ i gibi
doğacağı topluluğu ve y e tişe ce ğ i bölgeyi seçm e im kânına da sahip d e ğ il­
dir. M ed enî toplum lar, ancak hür irade ve kendi se çm e le riy le bir id eo lo ­
ji etrafında toplanan toplum lardır... Fertleri, iste k le ri dışındaki bir şey
üzere toplanm alarından meydana gelen toplum lar, gerici toplum lardır.
Veya İslâm 'ın ta b iriyle , « cahiliyet toplum larıdır.»

A ncak İslâm toplum udur ki fe rtle rin i b irib irin e bağlayan ana bağı,
inanç te şk il eder. Siyahla beyazı, sa rıyla kırm ızıyı, A rap 'la B iz a n s lı’yı,

58
ŞEHADET

İran’Iıy!a H ab eş’liyi ve yeryüzündeki diğer bütün cin sle re m ensup insan­


ları tek bir üm m et bağı altında toplayan ve cin siy e tin yerine inancın de­
ğer kazandığı yegâne toplum, İslâm toplum udur. Bu toplum da herkesin
rabbı A lla h 'd ır. Kulluk da, sadece O nadır. Bu toplum da insanların en üs­
tünü A lla h 'ta n en çok korkanıdır. A lla h 'ın şe ria tı karşısında herkes e şittir.
İnsanlar, kulların hükmüne değil A lla h 'ın hükmüne boyun eğerler.
B ir ce m iye t ki en üstün değeri insanın insanlığı te şk il ederse... En
üstün değer ve şe re f insanın İnsanî ö ze llik le rin e tanınırsa, işte bu ce m i­
yet m edenî bir cem iyettir... Am a bir cem iyette ne şe k ild e olursa olsun en
üstün değer maddeye verilirse... G erek M arksizm in tarihi açıklam a tar­
zında olduğu gibi nazarî şe kild e olsun, gerekse Avrupa ve A m e rik a ’da
olduğu gibi m addî üretim şe klind e belirsin; herhangi bir toplum da mad-
aı üretim en üstün değeri ifade ederse ve bu uğurda İnsanî ö lçü le r ve
ö ze llik le r çiğnenir, ayaklar altına alınırsa... H iç şüphesiz ki bu toplum ge­
ri bir toplum dur. Veya İslâm ’ın ta b iriy le ca h iiiy e t toplumudur.
Şüphesiz ki m edenî bir toplum olan İslâm toplumu... M addeyi asla
hor görmez. Ne nazarî şekilde, ne de«m addî üretim» sûretinde. Çünkü
içinde yaşadığım ız, ondan e tkilenip ona etki e ttiğ im iz bu kâinat m adde­
den meydana g e lm iştir. M addî üretim ise A lla h 'ın insana lütfettiği yer­
yüzünün hilafeti için ana unsurdur. A ncak madde uğrunda İnsanî ö zellik
ve değerler feda edilm ez. İslâm, ferdin bu uğurda hürriyet ve haysiyetinin
çiğ nenm esini uygun bulmaz... M ad dî üretim i tem in için a ile yuvasm în te ­
m el d ire k le rin i sarsm ayı, cem iyetin harem gâhını ayaklar altına alm ayı,
ahlâkını bozmayı normal karşılam az... M addî üretim i arttırm ak ve mad­
dî refahı sağlam ak için ca h iiiy e t ce m iye tle rin in heder ettiği başka nice
üstün değerlerin heder e d ilm esin i kabul etmez.
«İnsanî değerler» ve «insan ahlâkı» toDİuma hâkim olursa, elbetteki
o toplum m edenî bir toplum dur. İnsanî değerler ve insan ahlâkı g irift ve
c ıv ık olm adığı gibi; gelişen, değişen ve bir durum üzerinde karar kılmadan
daima şekilden şe k iie bürünen değerler de değildir. N itekim ta rih î m ater­
yalizm yorum cuları ve «bilim sel sosyalizm » taraftarları bunu böyle kabul
etm ektedirler.
Şüphesiz insanı hayvanlardan ayıran ve insanda «insanlık» ö z e llik le ­
rini ge liştire n , bu değerler ve ahlâktır. İnsanın hayvanla ortak olan yön­
le rin i g e liştire n elbetteki bu değerler ve ahlâk değildir.

M e se le bu şe k ild e ortaya konulunca ayırıcı, kesin ve sabit sın ır be­


lirle n m iş olur. Bu sın ır, «tekâınülcülerle» « b ilim sel so sy a listle rin » iddia et­
tik le ri devam lı ve sa b it yönü olmayan de ğ işke n lik am eliye sin i kabul et­
mez.

59
İSLÂM

O zaman ah lâkî değ erlerin sın ırla rın ı toplum un âdet ve gelenekleri
sın ırlayam az. Toplum d e ğ işik liğ in in ötesinde sa b it bir ölçü vardır... Ve iş ­
te o zaman bir yerde tarım ahlâkı ve değer ölçüsü, diğerinde sanat ahlâkı
ve değer ölçüsü, k a p ita list ahlâkı ve değer ölçüsü, so s y a lis t ahlâkı ve
değer ölçüsü, burjuvazi ahlâkı ve değer ölçüsü; öbür yanda kolhoz ahlâ­
kı ve değer ö lçüsü diye bir şey olmaz. Toplumun kendi yapısı ve hayat
se v iy e sin in doğuracağı bir ahlâk ç e ş itli de olmaz... A k sin e [bütün bun­
ların ötesinde) İnsanî d eğ erler ve ahlâkı ile (tabiri caizse) hayvanî değer­
ler ve ahlâkı vardır. Veya İslâm ’ın tabiriyle: İslâm î değerler ve ahlâkı ile
c a h iliy e t değerleri ve ahlâkı.
İslâm bu İnsanî değer ö lçü le ri ve ahlâkı bir taraftan y e rle ştirirke n ,
diğer taraftan da hâkirp olduğu toplum larda onu yavaş yavaş g e liş tir­
mek, sağla m la ştırm a k ve korum ak için ç a lışır. İnsanî ahlâk görüşü der­
ken, insanın bütün k a b iliy e tle rin i g e liştire n ve onu hayvanlardan ayıran
ahlâkî p re n sip le ri kastediyoruz. Bu toplum iste r tarım la uğraşan bir top­
lum olsun, iste r sanayi toplum u olsun, ister çobanlık yaparak geçinen be-
d evî arap toplum u olsun, iste r m ü e sse se le rin i kurm uş ve ile rle m iş bir
toplum olsun, ister zengin veya fa kir olsun. O kendi ahlâk ve değer ö lçü ­
le rin i y e rle ştire re k insanın İnsanî ö z e llik le rin i g e liş tirir v e insanın hay­
van laşm asını önler. Çünkü değer ve ö lçü le r üzerinde hareket eden gra­
fik hayvanî m erhaleden başlayarak y ü k se lir ve İnsanî se viyeye kadar ç ı­
kar. İnsan, madde m edeniyetinin büyüsüne kapılarak bu grafikteki ç izg i­
den aşağılara dü şerek hayvanlık se v iy e sin e indiği zaman bu aslâ bir me­
deniyetin ifadesi olm ayacaktır. B ilâ k is gerilem enin veya İslâm ’ın ta b iriy ­
le: C a h iliy e tin İfadesidir...
Toplumun ana tem eli a ile 'o lu r ve e şle r arasında iş bölümü y a p ılır­
sa... B ir de ailen in en çok önem verdiği, yeni nesli y e tiştirm e k olursa...
İşte o toplum elbetteki m edenî bir toplumdur... Çünkü ailen in bu şe k ild e
(yani İslâm metodu üzere) o lm ası, yukarıda zik re ttiğ im iz «İnsanî» ahlâk ve
değerlerin g e lişm e sin e zem in hazırlar. Y en i yetişe n n e sild e bu ö z e llik le ­
rin y e rle şm e sin i sağlar. Bunun dışında başka bir toplum da böyle bir dü­
zenin olm ası mümkün değildir.
Toplumun te m e li, m eşru olm ayan c in s î iliş k ile rin se rb e stiye ti üzere
olursa... Ki o zaman iki cin s arasındaki iliş k ile r, ailede yüküm lülük ve
iş bölüm ü te m e lin e dayalı değil, hevâ, heyecan ve ta şk ın lık la r üzerine
kurulm uş olur. B ir toplum da kadın, tem el görevi olan yeni n e sli y e tiş ­
tirm e k olduğu halde bunu unutur; süslenm ek, aldatm ak ve fitne kopar­
mak görevini yüklenirse... Kendi iste ğ iy le (veya cem iyetin zo rlam a sıy­
la) otel, gem i ve uçaklarda ça lışm a yı te rcih ederse... «M addî üretim» ve

60
ŞEHADET

«sanayi m addelerini arttırm ak», «insan yetiştirm ekten» daha kârlı ve da­
ha ş e re fli olduğu için kadın gücünü bu alanlara harcarsa... İşte o zaman,
İnsanî ö lçülere göre «m edenî yönden gerilik» olur. Veya İslâm ’ın ta b iriy ­
le: «Cahiliyetin» ken disi olur.

A ile ve iki cin s arasındaki iliş k ile r m e se le si, toplum un ö ze lliğ in i be­
lirle m e açısından kesin bir hükme vardırır. O toplum geri m idir, yoksa
m edenî m idir? İslâm toplum u mudur, yoksa ca h iliy e t toplum u mudur?

Hayvanî değer, ahlâk ve e ğ ilim le rin hakim olduğu toplum lar; sanayi,
ekonomi ve m üsbet ilim yönünden ne kadar ile ri g itse le r de aslâ m edenî
toplum sayılm azlar. Bu ölçü her zaman için in san lığın g e lişm e si ve g e ri­
liğ i için şaşm az ölçü olarak kullanılabilir...

M odern ca h iliy e t toplum larında ahlâkî değ erler tam am en yokolup


gidiyor. İnsanı hayvanlık dam gasını taşım aktan ayıracak her türlü m üna­
sebet la rzla rı yok oluyor.' M odern ca h iliy e t toplum larında, m eşru olmayan
c in s î iliş k ile r (hatta anorm al iliş k ile r) çirk in hareketlerden sa yılm ıyor.
A hlâk kavramı neredeyse İktisadî (ve bazen devletin m enfaati söz konu­
su olunca siya sî) sın ırlard a s ık ış ıp kalıyor. M e s e lâ C ris tin K e lle r ile İn­
giltere bakanlarından Profim o arasında geçen skandal İngiliz toplumu-
nun örfünde c in s î yönden değildi. Bu olayda skandal olacak derecede
mühim olan asıl unsur C h ristin e K e lle r’in ayni zamanda Rus deniz subay­
larından b irisin in de dostu o lm asıydı. Ve bu noktadan, arada geçen dostluk
bir bakanın bu herkesin kadını ile iliş k i kurm ası devlet s ırla rı açısından
te h like li olarak görüldü ve böylece C h ristin e K e lle r olayı bir skandal derece­
sine yükseldi. Buna benzer skan dallar A m erikan senatosunda, Rusya'ya
kaçm ış İngiliz ve A m e rika n g ö re v lile ri arasındaki ca su sla r m eyanında
pek çok kere ortaya çıkm aktadır. A m a bu olaylarda skandal ö ze lliğ in i ta­
şıyan unsur gayri m eşru c in s î iliş k ile r değil, d evlet sırla rın ın çalınm a teh­
likesidir...

C a h iliy e t toplum larında gazete ve roman yazarlarının n rs a t uufdukça


genç kız ve erkeklere ta vsiye le ri: Hür c in s î iliş k ile rin ah lâkî rezalet olm a­
dıklarıdır... O nlarca a sıl ahlâkî rezalet genç kızın genç delika n lı arkadaşını
ve delika n lın ın genç kız arkadaşını aldatm ası ve se v g isin d e sa m im î olm a­
m asıdır. E vlile rd e ki durum ise, kadının kocasına karşı şe h e v î se v g isi kö-
reldiği halde iffetin i koruma d ü şü n ce siyle başka e rke k le rle yatıp kalk­
m am ası ve kocasıyla yetin m e sid ir. Fazilet, kadının kendi vücudunu ona
em anet edeceği bir dost bulm asıdır. B in lerce haber sp otları, re sim le r,
karikatür, hikâye ve fıkraların okuyucularına aşılam ak iste d ik le ri düşün­
ce budur...

61
İ SLÂM

A ncak bu gibi toplum lar geri toplum lardır... Hem insan yönünden,
hem de İnsanî ge lişm e ç izg isin in ölçüsü yönünden m edenî olmayan top­
lum lar bu toplum lardır...
İnsanî gelişm e ç izg isi el betteki hayvanî e ğ ilim le ri zaptetm ek ve insa­
nın şehevî arzusunu aile çe rçeve sin e hasretm ekle olur. Tabiî ailen in her
terdi ayrıca Kendisine düşen görevi yerine getirecektir. Çünkü in san lı­
ğın ana gâyesi İezzet değil, insanlığın m edenî m irasını taşıyacak olan
ve İnsanî ö z e llik le riy le tem ayüz edecek yeni n e sli y e tiştirm e k ve emaneti
böylece em in e lle re verm ektir. İnsanî ö ze llik le rd e g e lişm iş ve hayvanî
ö zelliklerd en uzak bir neslin sevgi ve muhabbet üzere kurulan ailelerden
ancak y e tişe b ile ce ğ i tabiid ir. Ve böyle a ile le rin g e çici arzu ve h e ve sle r­
le değişm eyen, heyecan ve reaksiyonlarla bozulmayan bir iş bölümü
üzerinde kurulu olm alarının g e re kliliğ i şü ph esizdir. Am a şu rası da bir ger­
çe ktir ki, ze h irli ve iğrenç duyguların empoze edildiğ i, ahlâkî m efhum la­
rın yok olup edep kaid e lerin i çiğneyerek se k s edebiyatının yap ıldığı top-
lum larda böyle ideal aile yuvalarının kurulm ası mümkün değildir...

Bunun iç in d ir ki insanın in san lığına yaraşan ahlâk ve değer ölçü le ri,


duygu ve tem inat unsurları yalnız ve yalnız İslâm ’da bulunm aktadır. İs­
lâm, m edeniyetin kendisi ve İslâm toplumunun da yegâne m edenî toplum
olm ası da bu yüzdendir... D eğişm eyen ve daima sa b it olan ölçüye gö­
re bu, böyledir.
Son olarak; insan yeryüzünde kendisine A lla h tarafından v erilen h i­
lâfeti, yalnız A lla h ’a kulluk ederek ve başkasına kul olm aktan kurtularak
en güzel şe kild e yerine getirdiği zaman... Y a ln ız A lla h ’ın düzenini ger­
çe kle ştirip başkalarının düzenlerinin m eşruiyyetini reddettiği ve tüm ha­
yatına A lla h ’ın şe ria tın ı hâkim kıldığı, A lla h ’ın koyduğu ahlâk ve değer
ö lçü le riy le yaşayıp sahte ahlâk ve değer ö lçü le rin i süpürüp attığı an...
Ve bütün bunlardan sonra A lla h ’ın bu maddî kâinata verd iği kâinat ka­
nunlarını keşfederek onu hayatın g e lişm e si için kullandığı; yeryüzünün
ham m addelerini bulmak, toprağın bağrına g izlen m iş olan hazine ve rı-
zıkları meydana çıkarm ak için bu kâinat kanunlarına kendi mührünü bas­
tığı zaman... İnsana sunulm uş olan hilâfet vazifesin e uygun şe k ild e ve
ölçüde bu İlâhî mührü kazıma gücünü kullandığı an... Yani yeryüzünde
A lla h ’ın ahdine ve şartına uygun hilâfet v a zife sin i yüklendiği, ham mad­
de kaynaklarını kendi em rinde kullandığı, ç e ş itli sanayi d a llarını ç a lış tır ­
dığı, rızık kaynaklarını akıtm aya başladığı ve bunun neticesind e elde et­
tiği her türlü sın a î ve İlmî buluşları in sanlığın tarihi boyunca meydana
getirdiği tecrüb eleri bu hususta kullandığı zaman... Evet o bütün bunları
yaparken rabbanî olma e sasını göz önünde bulundurarak yeryüzünde A l­

62
ŞEHADET

lah’ın tevdi ettiği h ilâ fe t v a zife sin i yerin e getirm eye çalrşarak A lla h 'a
kulluk ettiği takdirde... İşte o zaman bu insan tam manada m edenî bir in­
san o lab ilir. Ve toplum ancak o zaman m edeniyetin zirv e sin e ulaşa bilir.
Şu kadar var ki tek başına m addî bu lu şlar İslâm nazarında m edeniyet v a s­
fını taşım az. Bir toplum maddeten g e lişm iş olup da ca h iliy e t bataklığına
düşm üş o lab ilir. N itekim Yüce A lla h ’ın; ca h iliy e ti ta v s if ederken verd iği
örneklerde m addî g e lişm e le ri görm ek mümkündür:

«Buna karşı sizden bir ücret de istemiyorum; mükâfatım ancak âlem­


lerin Rabbi'ne aittir. Siz her tepeye bir alâmet bina eder eğlenir misiniz?
Dünyada ebedî kalacakmışsınız gibi, bîr takım saraylar ve havuzlar da
ediniyorsunuz. Hem yakaladığınız zaman merhametsizce zorbaca yaka­
lıyorsunuz. A rtık A lla h 'ta n korkun, bana itaat edin. Size bildiğiniz şeyleri
verenden sakınınız. Size davarlar ve oğullar verenden. Bağlar ve pınar­
lar ihsan edenden. Doğrusu ben, size gelecek büyük bir günün azabından
korkuyorum.» (130)
«Siz buradaki nimetler içerisinde emin olarak bırakılacak mısınız?
Bağların ve pınarların içinde. Ekinlerin ve meyvası yumuşak, hoş hurma
ağaçlarının içinde. Bir de dağlardan neş’e ve zevkle evler yontuyorsunuz.
Artık Allah’dan korkun ve bana itaat edin. Kâfirlerin emrine itaat etmeyin.
O kimseler ki, yeryüzünü fesada verirler de düzeltmezler.» (131)
«Hiç olmazsa, böyle şiddetimiz geldiği zaman bari yalvarsaydılar.
Fakat kalbleri katılaşmış, şeytan da bütün yaptıklarım kendilerine süslü
göstermişti. Böylece ne zaman ki, yapılan ihtarları unuttular, üzerlerine
nimet ve zevklerden her şeyin kapılarım açtık. Nihayet kendilerine veri­
len bu genişlik ve serbestlikle tam ferahladıkları sırada, onları ansızın
yakaladık. Artık o anda, bütün ümitlerinden mahrum kaldılar. Böylece,
o zûlmeden kavmin kökü kesilmişti. Harnd, âlemlerin Rabbı olan Allah’ın
dır.» (132)
«Menfaat ve aldanma bakımından bu dünya hayatının hali, gökten
indirdiğimiz bir yağmura benzer. Öyle ki, bu yağmurla, gerek in san ların
gerekse hayvanların yiyeceği ürün ve bitkiler yetişip birbirine karışmıştır.
Nihayet arz bütün güzelliğini takınıp süslendiği ve sahipleri de bu mah­
sulü toplamaya ve ondan faydalanmaya kendilerini kadir sandıkları bir
sırada, geceleyin veya gündüzün ona emrimiz gelivermiştir. Sanki dün
yerinde yokmuş gibi, onu kökünden biçip yok etmiştir. İşte düşünecek
bir kavim için âyetleri böyle açıklarız.» (133)
130 — Ş û ara. : 127-135
131 — Ş û a ra : 145-152
132 — E n ’a m : 43-45
133 — Y unus : 24
63
İSLÂM

A n ca k İslâm, (daha önce de b e lirttiğ im iz gibi) m addeyi hor görmez.


M ad dî bu luşları da küçüm sem ez. Bu yönden b ir ile rle m e yi (A lla h ’ın dü­
zeninin gölgesinde) A lla h ’ın kullarına bağışladığı nim etlerden biri olarak
kabul eder ve kendisine itaat edild iğ i için m ükâfat m üjdeler :
«Dedim ki: Gelin Rabbınızın mağfiretini isteyin; çünkü O, Gaffar'dır.
mağfireti çok boldur. Üzerinize bol yağmur salıverir. Hem mallarınızı, hem
de oğullarınızı çoğaltır ve size bahçeler yaratır, size ırmaklar akıtır.» (134)
«Eğer o memleketlerin halkı, iman edip Allah'tan korkmuş olsaydı­
lar, muhakkak ki üzerlerine yerden ve gökten bereketler saçardık. Fakat
onlar peygamberleri yalanladılar da kendilerini, yapmış oldukları küfür
yüzünden azabla yakalayıverdik.» (135)
Ö nem li olan sın a î gelişm enin tem el kaide ve toplum a hakim olan
değer ö lçü le rid ir. Ve bütün bunların toplam ından meydana gelen, insan­
lık m edeniyetinin ö ze llik le rid ir.
Sonra... İslâm toplumunun hareket kaidesi ve organik yap ısın ın ka­
rakteri b ir araya gelerek ortaya e şsiz bir toplum çıkarm aktad ır ki cahili-
yet toplum larm da ve bunların organik b ile şim le rin d e görülen nazarî açık­
lam alardan h içb iri ona uymaz... İslâm toplum u hareketin m ahsuludur. Ha­
reket onda sü re k lid ir. Bu hareket, fe rd lerin İslâm toplum undaki kader
ve değer ö lçü le rin i b e lirle r. Bundan sonra da vazife ve işgal e ttik le ri ye­
rin sın ırla rın ı çizer.
Bu toplum un m ahsulu olan hareket başlangıçta yeryüzünün ve beşer
çe vre sin in dışından gelm ektedir... Çünkü o, A lla h tarafından beşere gön­
derilen inançta belirm ektedir. V e bu inanç, varlık, hayat, tarih, değer ö l­
çü leri ve hed efler konusunda özel bir ideal yap ısı meydana getirm ekte­
dir. A y rıc a bu id eo lo jiye tercüm an o la b ile ce k bir hareket metodu tayin
etm ektedir... H areketi harekete getiren ilk etken ne insanların ken dile­
rinden, ne de kâinatın cevherinden gelm ektedir... Bu etken (be lirttiğ im iz
gibi) yeryüzünün dışından ve beşer çe vre sin in haricindendir... İslâm top-
iumunun karakter ve yap ısın ı diğer toplum lardan ayıran ilk ö ze lliğ i işte
budur.
İslâm toplumu, insan ve maddî kâinatın çevrelerinin dışından bir et­
kenle harekete itilmektedir.
H iç b ir beşerin bilm ediği, hesabını yapam adığı ve oluşunda hiçbir
e tk isin in olm adığı bu gaybî kader unsuruyla (daha başlangıçta) İslâm top­
lumunun meydana g e lişin d e ilk adım lar atılm aktadır... Bununla birlikte

134 — N u h : 10-12
135 — A ’r a f : 96

64
ŞEHADET

insanın hareketi de ayni noktadan başlamaktadır... Tabii ki bu insan, yal­


nız Allah'ın takdiriyle gaybî bir kaynaktan geldiğine inanan insandır. Tek
başına bir insan bu akideye inandığı an (farazî olarak da olsa) İslâm top-
lumunun varlığı başlar. Şüphesiz ki tek başına da olsa insan bu inancı
içinde gizleyip duracak değildir... O bu inançla harekete geçecektir... Çün­
kü islami inancın karakteri bunu gerektirir Canlı hareketin karakteri bu-
ilâhî akideyi o gönüle gönderen yüce kuvvet, onun sınırını hemen aşaca­
ğını gayet iyi bilmektedir... Çünkü bu akidenin o gönüle akıttığı canlı
enerji ve hareket unsuru, hemen adım adım yolunda yürümeye başlaya­
caktır...
Bu akideye inananların sayısı üçe ulaşınca, bu akidenin kendisi onlara
şöyle diyecektir: «Şu anda siz bir toplumsunuz. Bu akideye bağlanmayan
ve bu akidenin değer ölçülerinin kendisine hakim olmadığı cahiliyet top-
lumundan ayrı bir toplumsunuz» Ve işte bu andan itibaren artık fiilen de
İslâm toplumunun varlığı meydana gelmiştir.
Bu üç kişi yarın onu, yüzü, yüz bini bulacaktır. O yüz bin de bir gün
bakılacak ki milyonları bulmuştur... Böylece İslâm toplumunun varlığı or­
taya çıkacak ve kesinleşecektir.
İnanç ve düşüncesiyle, değer ölçüleri ve hedefleriyle, varlığı ve öz
yapısıyla cahiliyet toplumundan ayrılan ve ferdlerini bu cahiliyet toplll-
mundan koparıp kazanan İslâm toplumu yolunda devam ederken ■elbette
ki bu iki toplum arasında çatışma olacaktır. Başlangıç noktasından itiba­
ren İslâm toplumu fertlerin değer ve ölçülerini biçecek ve onları yerli ye­
rine oturtacaktır. Bu değerlendirmenin İslâm’ın değer ölçülerine göre ola­
cağı tabiidir. Böylece fert kendisine çeki düzen verecek ve daima hareket­
leri toplum tarafından dikkatle izlenecektir.
Fakat İslâm inancının damgası ve bu toplumun mührü olan hare­
ket hiç kimsenin bakışlarından gizlenmesine müsaade etmez. Çünkü bu
toplumun fertlerinden herbiri hareket etmek zorundadır. İnananda hare­
ket vardır. Kanununda hareket vardır. Toplumunda hareket vardır. Bu toplu­
mun organik yapısında hareket vardır. Her fert etrafındaki cahiliyetle,
kendi şahsında ve etrafındakilerde arta kalan cahiliyet artıklarıyla sürek­
li savaş içerisindedir. Çünkü CİHAD kıyamete kadar devam edecektir.
Hareketin doğuracağı olaylar ve hareket esnasında her ferdin bu
toplumdaki yeri belirlenir. Vazifesinin sınırları çizilir. Ve ancak o zaman
toplumun fertleri arasında herkesin işgal edeceği mevki ve fertler arasın­
daki vazife dağılımı uzlaşması ortaya çıkar.
İşte bu doğuş ve oluş İslâm toplumunun özelliklerini belirleyen iki
özelliktir. Bu iki özellik İslâm toplumunun varlık ve yapısını, karakter ve

65
İSLÂM

b içim in i b e lirler. İslâm düzeninin nizam larını ve te n fizî icra atla rın ı diğer
düzenlerden ayırır... Ve ona m üstakil bir ö ze llik kazandırırlar. Yabancı
düzenlerin toplum a bu ö ze lliğ i kazandırm aları mümkün değildir. İslâm
toplumunun, yabancı düzenlerle pro blem lerinin çözüm lenm esi düşünüle­
mez.

Bizim m edeniyet konusundaki m üstakil tarifim izd en de an laşıld ığ ı gi­


bi İslâm toplum u tarihe karışm am ıştır. Tarihin karanlıklarında kalan şe y ­
ler gibi ondan söz edilm eye ce ktir. O, şu anada ta lip tir, geleceğe de
İdeali budur. G erek bugün ve gerekse yarın b eşeriyetin hasretle aradığı
ve gözlediği yegâne hedeftir. Ekonom i yönünden ile rle m iş toplum lar ol­
sun, geri kalm ış toplum lar olsun tüm toplum ların ca h iliy e t karanlığından
kurtulm aları için yegâne kurtarıcı nizam İSLÂM DIR
Ö zetçe işa re t e ttiğ im iz bu değer ölçü le ri, aslında İnsanî değer ö lçü ­
le rid ir. İnsanlık ancak «İslâm m edeniyeti»nin hâkim olduğu kısa bir dev­
rede bu değer ö lçü le rin e kavuşa bilm iştir. «İslâm M edeniyeti» te rim iyle
ifade etm ek isted iğ im iz mâna üzerine dikkatleri çekm em iz ge re kir İs­
lâm m edeniyeti o m edeniyettirki, İslâm ’ın tüm değer ö lçü le rin in hakim o l­
duğu m edeniyettir. Y oksa İktisadî, sın a î ve m üsbet ilim alanında ile rle yip
de bu değer ö lçü le ri alanında geri durumda olan toplum değil...
İslâm ’ın bu değer ö lçü le ri «hayalî bir idealizm » den ibaret değildir.
A k sin e onlar pratik birer re alited ir. İnsan çabasıyla her zaman için uy­
gulanm aları mümkündür. İslâm ’ın sağlam kavram larının gölgesinde her-
toplumda, o toplum a hakim olan düzeni bir tarafa atarak ve onun sınaî,
İktisadî ve İlmî ile rle m e le rin i bir kenarda bırakarak bu değer ö lçü le rin i
ge rçe k leştirm e k mümkündür. Hem İslâm ’ın değer ö lçü le ri sın aî, İktisa­
dî ve İlmî ile rle m e yle çatışm az ki. A k sin e bizzat bu akidenin takip ettiği
m antık metodu bu g e lişm e le ri alkışlam akta ve te şv ik etm ektedir. A lla h 'ın
bağışladığı hilafe t sahalarının hepsinde g e lişm e yi em reder. Hem bu sa­
halarda g e lişm e m iş olan m em leketler de iki e li böğründe durup d ikile ce k
değildir. M ed eniyetin her yer ve toplum da kalkınm ası mümkündür
Hem de bu ö lçü le rle kalkınacaktır... M ed eniyetin maddî şe k ille rin e ge lin ­
ce; bunun s ın ırı yoktur. Çünkü her toplum m evcut im kânlarım fiile n kul­
lanır ve g e lişm e le ri için ça lışır.
O halde İslâm toplum u şekli, hacmi ve onda hakim olan hayat bakı­
mından sabit ta rih î bir şe k il üzere değildir. Lâkin onun varlığ ı ve m ede­
niyeti, sa b it ta rih î değer ölçü le rin e dayanır. «Tarihî» derken bununla ta­
rihin belli bir devresinde ancak bu değerlerin bilin d iğ in i kasdetm iyoruz.
Yoksa bu ne tarihin yap ısıd ır, ne de tabiatlarında zamanı ilg ile n d iren bir
şeydir. M uhakkak ki bu değerler bir ge rçe ktir ve Rabbanî bir kaynaktan

66
______________ ŞEHÂDET___ __________ ______

insanlara ge lm işle rd ir. O nların kaynağı beşer re alitesin in ötesindedir...


Ayni zamanda maddî varlığ ın da ötesindendir.
İslâm m edeniyeti, maddî yap ısı ve şe k li açısından ç e ş itli ş e k ille r ala­
bilir. A ncak üzerinde kurulduğu tem el ve değer ö lçü le ri değişm ez. Çünkü
bunlar m edeniyetin tem el dayanaklarıdır. Bunlarsız Islâm m edeniyeti o l­
maz.
İslâm medeniyetinin üzerlerinde kurulduğu değerler: Sadece Allah’a
kulluk ve inanç bağları üzerinde bir araya gelmek. İnsanın insanlık özel­
liklerini maddeden üstün tutmak. İnsanın hayvanı özelliklerini değil, İn­
sanî özelliklerini geliştiren İnsanî değerleri hâkim kılmak. Aile dokunul­
m azlığı. Allah’ın gösterdiği ahde ve şarta uygun olarak yeryüzünde hi­
lâfet vazifesini yerine getirmek... Ve bu hilâfet yerine getirilirken sadece
A lla h ’ın düzen ve kanunlarını hakim kılmak.
Bu sa b it te m e lle r üzere dayanan «İslâm m edeniyeti»nin ş e k ille ri s ı­
naî, İktisadî ve İlmî ile rlem enin d e recesine göre e tkile n irle r. Çünkü o her
toplumda fiile n m evcut olan şe k ille ri kullanır... Onun için de şe k ille rin in
değişm esi gereklidir. Çünkü bütün toplum ve hayat se v iy e le rin in İslâm ’ın
çe rçevesin e g ire b ilm e le ri, İslâm: ölçü ve prensiplere göre keyfiyet kazan­
maları için şe k ille rd e gerekli e sn ekliğ in olm ası şarttır... M edeniyetin- dış
şe k ille rin d e m evcut bulunan bu esneklik, bu m edeniyetin kaynağı olan
İslâm akidesine zorla kabul e ttirile n bir şey değil, bu akidenin tabiatı
gereğidir. A ncak esneklik, her isten ile n tarafa çe kile b ilm e değildir... A ra ­
daki fark çok büyüktür.
İslâm A frik a 'n ın ortalarında ç ıp la k la r arasında bile b ir m eğeniyet
meydana g e tir e b ilir .. Çünkü s ır f onun v a rlığ ıy la çıp lak vücutlar örtü­
nür. İnsanlar örtünme m edeniyetine girerler. Çünkü İslâm insanları doğ­
rudan doğruya buna yöneltiyor. A frik a lı insan böylece vahşetten kurtu­
larak maddî hâzineleri kendi em rinde kullanabilm esi için plânlı bir ç a lış ­
ma ve fa aliye t devresine girer. Bunun yanında a şire t ve kabile devresin­
den kurtularak üm met devresine girer. Toteme tapınm aktan sıy rıla rak
büyük bir intikal devresi g e çirir ve âlem lerin Rabb’ı olan A lla h 'a kulluğa
başlar M ed eniyet bu değil de nedir? Tabi ki, bu m edeniyet fiile n o top­
lumun elinde olan im kânlara göre şim d ilik ancak bu m erhalede o lab ilir.
Am a İslâm bir başka toplum a g ire rse orada da yine kendi sabit değer
ö lçülerin e uygun olarak bir başka m edeniyet şe k li meydana getirir. Bu
toplumda da m evcut im kânları kullanır- ve gittikçe daha olgun hale ge­
çilm e si için zaman kaybetm eden yoluna devam eder.
Böylece İslâm 'ın metod ve pre n sip lerin e göre m edeniyetin kurulm a­
sı h içb ir zaman sinaî, İktisadî ve İlmî ile rle m e yi belli bir seviyede don-

67
I s l â m

durmaz. Üstelik İslâm medeniyeti iş başına geçer geçmez bu ilerleme­


yi daha da ileriye götürür ve bu ilerlemenin hedeflerini yüceltir. Daha
ulvî gayeler için kullanılmalarını sağlar. Şayet böyle bir ilerleme yoksa,
yeniden meydana gelmesine ve sürekli olarak gelişmesine yardımcı olur.
Ancak her durumda İslâm'ın müstakil temelleri oldukları gibi kalırlar. İs­
lâm toplumunun öz karekteri ve ilk hareket noktasından doğan ve bu
toplumu cahiliyet toplumlarından ayıran organik yapısı oldukları gibi de­
vam ederler...
«Allah’ın boyası (ile boyandık). Boyası Allah’tan daha iyi olan kim­
dir.» (136)

B — İS LÂ M D Ü ŞÜ N C ESİ VE K Ü LTÜ R

Yalnız Allah'a kulluk, İslâm'ın birinci rüknünün ilk bölümüdür. Allah'­


tan başka ilâh olmadığına şehadet etmenin delalet ettiği mana işte bu-
dur. Bu kulluğun nasıl yerine getirileceğini Resûlüllah (S.A.V.)’den öğ­
renmek de bu rüknün ikinci bölümüdür. Muhammed’un Resûlüllah'ın en
uygun manası da budur. Bunu, «Lâilâhe illallah Bir Hayat Nizamıdır» baş­
lığı altında etraflıca açıklamıştık.
Yalnız Allah’a mutlak manada kulluk inanç, ibadet ve hukuk açısın­
dan sadece Allah'ı ilâh edinmekle gerçekleşir. Müslüman «ilâhlığın» Al­
lahtan başkasına olduğuna inanmaz. «İbadet»in Allah’tan başka birisine
yapılabileceğine inanmaz. «Hakimiyetin» Allaht’an başkasına, kullarından
herhangi birisine verilebileceğine; bir kulun bir kula hâkim olabileceğine
inanmaz. Bu konuları da yine geçen bölümde anlatmıştık.
Yine o bölümde kulluk, inanç, ibadet ve hakimiyetin delalet ettikleri
manaları açıklamıştık. Bu bölümde ise hakimiyetin delalet ettiği mana ile
kültürle ilişkisini açıklayacağız.
«Hakimiyet» kelimesinin İslâm düşüncesine göre manası, kanunî hü­
kümleri sadece Allah’tan almaya inhisar etmez. Kanunî meselelerde Al­
lah’ın hükümlerini kabullenmekle ve başkalarını bırakıp onunla hükmet­
mekle iş bitmez... İslâm’da «şeriat» denince bunun manası sadece kanu­
nî hükümler hatta muhakeme usulleri, nizam ve kurumlan demek değil­
dir. Bu dar anlayış İsiâm düşüncesindeki «şeriat» kelimesinin kapsadığı
mananın tümünü içine almaz.
136 — B a k a r a : 96

68
________________ ______ ŞEHADET___

«Allah'ın Şeriatı» denirken Allah'ın insan hayatı için koyduğu bütün


nizamlar kastedilmiştir. Bu nizamlar itikadî esaslarda olabileceği gibi
ahkâm ile ilgili de olabilir. Ahlâkî esaslarda olabileceği gibi hareket ve
bilgi kaynakları ile de ilgili olabilir. Ayrıca Allah’ın şeriatı bütün özellik­
leriyle birlikte düşünce ve inanç konusunda ortaya çıkabilir. Ulûhiyyetle
ilgili gerçekleri ifade ederken kâinatın hakikatim, görünen ve görünme­
yen âlemleri, hayatın mahiyetini, bilinen ve bilinmeyen taraflarını, insa­
nın gerçek yanını ve bu gerçeklerle insan arasındaki münasebetleri, in­
sanın bunlarla faaliyet icra edişini ihtiva eden bir düşünce ve inanç ni­
zamı şeklinde ortaya çıkabilir.
Allah’ın şeriatı siyasî, İçtimaî ve İktisadî konularda ve bunların üze­
rine kaim olduğu temel esaslarda ortaya çıkarak yalnız başına Allah'a
tam kulluk şeklinde belirebilir.
Kanunî teşriatta, sistemlerin tanziminde de yine bu husus ortaya çı­
kar. Çok kere şeriat denince dar manasıyla bu sonuncusu kastedilmek­
tedir. Ama bu dar mana İslâm düşüncesindeki gerçek mânasını ifade ede­
mez. Şeriat ahlâk kaidelerinde ve hareket prensiplerinde topluma hakim
olan değer ve ölçülerde de ortaya çıkar. Şahısların, eşya ve hadisele­
rin sosyal hayattaki yerini tayin eden kaideleri de yine şeriat düzenler.
Sonra... Her tarafıyla birlikte «bilgi» hadisesinde, fikrî çalışmalarda ve
bütün sanat metodlarında kendisini gösterir.
Binaenaleyh bütün bunlarda Allah’ın telakkisine bağlanmalı, çevrede
yaygın olan dar mânadaki şeriat hükümleriyle birlikte bu hususların hep­
sinde de Allah’ın emrine uyulmalıdır.
Topluma hakim olan ahlâk ve hareketleriyle değer ve ölçüler bir de­
receye kadar anlaşılmış olabilir. Çünkü herhangi bir topluma hakim olan
değer ve ölçülerle ahlâk ve hareket prensipleri direkt olarak o toplumda
hakim olan itikadî düşünceye bağlıdır. İnanç hakikatlarının kaynaklandığı
kaynaktan kaynaklanır ve ona göre şekil kazanır. Garipsenebilen husus
(hatta bu gibi İslâmî araştırmaları okuyan kimselerce bile) fikrî alanda
ve sanat çalışmalarında İslâm düşüncesine ve İslâm’ın rabbanî kaynağı­
na dönme meselesidir.
Sanat çalışmaları konusunda bu meseleyi mükemmel bir şekilde
açıklayan bir kitap çıkmış bulunuyor. Bu kitap, bütün sanat çalışmalarının
insanın duygu ve düşüncelerini, arzu ve isteklerini ifade etmek, hayat ve
insan psikolojisinin şekillerini canlandırmak için yapıldığını belirtir... Ve
işte bütün bu hususlarda müslüman’ın ruhundaki İslâm düşüncesi bütün
yönleriyle hükmeder. Hatta sanatı bu hususlar ortaya çıkarır. İslâm dü­
şüncesine göre kâinatın her tarafını, insan psikolojisini ve hayatını kuşa­

69
İSLÂM

tan, insanın ve kâinatın y a ra tıc ısı A lla h 'la bütün bunların iliş k ile ri sana­
ta da etki ederler. Ö ze llik le insan gerçeği, insanın kâinat içe risin d e k i ye­
ri, insan varlığ ının gâyesi ve insanın kâinattaki va zife si, fonksiyonu, ha­
yat ölçüsü gibi bütün konularda İslâm düşüncesi insana te s ir eder, yalnız
m ücerred bir fik rî ideoloji olarak kalm ayıp her yönüyle itika d î bir düşün­
ce siste m i olarak canlı, diri, etkin, aksiyo ner ve itici bir güç olarak insan
bünyesi içe risin d e k i bütün hareket ve atılım la rla etkin bir güç olur. [137]
Fikrî ç a lışm a la r m e se le sin e ve m ükem m el bir şe k ild e yalnız başına
A lla h 'a kulluğu g e rçe kleştirm e k için bu ça lışm a la rı İslâm düşüncesine ve
onun kaynağına döndürülm esi zarûretine gelince, işte bu tezi iy ice a çık­
lamak m ecburiyetindeyiz. Çünkü bu m esele zam anım ızın okuyucusuna
(hatta hakim iyeti sadece A lla h 'a verm ek ve sadece O'nun kanunlarının
g e ç e rliliğ in i kabul eden m üslüm anlara bile) çok yabancıdır.
Şüphesiz ki müslüm an, inancı, v a rlık la rı ilg ile n d iren genel düşünce­
yi, ibadeti, ahlâk ve davranışları, değer ve ö lçü le ri ilg ile n d iren veya s i­
yasî, İçtimaî, İktisadî nizam ları veyahutta insan enerjisin in â m ille rin i açık ­
lamak ve in san lık tarihinin hareket se y rin i beyan etm ekle ilg ili konuların
hangisinde olursa oisun rabbânî kaynaktan başka b irisin i kaynak edin­
meye y e tk is i yoktur... Bir m üslüm an bu konuların hepsinde dinine, tak­
vasına ve günlük yaşayışın da akid esinin em rine uyduğuna güvendiği bir
m üslüm anın sözüne ancak be! bağlayabilir... Fakat m üsbet ilim le rd e kim ­
ya, fizik, biyoloji, astronom i, tıp, teknik, ziraat ve işle tm e c ilik gibi diğer
p ozitif bilgi dallarında, gerek işletm e sanatı yönünden olsun, gerekse
idare bakım ından olsun, güzel sanatlar dallarında ve savaş tekniğinde
metod yönünden bunlara benzer bütün enerji ve ça lışm a şekillerind e...
Evet bunların hepsinde bir m üslüm an, müslüm an olm ayan k işile rin bul­
dukları ve g e liştird ik le ri şeylerden istifade edebilir, onları alabilir... Şu
kadar var ki bir müslüm an toplum kurulduğunda bu alanda kab iliyeti
olanlara imkân tanım ak m ecburiyetindedir. Bu konularda m ü teh assıs ela­
man yetiştirm e k farz-ı kifayedir. A k s i takdirde toplum un bütün günahı
bu k a b iliyetle ri geliştirm e yen ve k a b iliyetle rin o lu şm asın ı hazırlayacak
havayı tem in etm eyen, onlara yaşama, hayat şa rtlla rı, çalışm a ve g e liş ­
me im kânlarını sağlam ayanların üzerindedir... A n ca k bu durum g e rçe k le ­
şin ce ye kadar müslüm an fe rt po zitif ilim le rin hepsinde, onların pratik tat­
bikatında, iste r müslüm an olsun, iste r olm asın herkesten bazı şe y le ri öğ­
re n e bilir ve onları kullanabilir. M üslüm an olsun veya olm asın enerji sa­
hiplerinin e nerjilerin den faydalanabilir. Bu konularda müslüm an olsun
veya olm asın herkesi ç a lıştıra b ilir. Çünkü bu hususların hepsi efend im iz
(S.A.V.)'in hadis-i şe rifin in m ühtevasına giren şeyle rd ir. Ve bunlar kâinat,

137 — îsl&m S a n a tın ın M e to d u : M. K u tu b


70
_ _ ___________________ _____________ Ş E H A D E Î ______

hayat ve insan konusunda insanın varlığ ın ın hedefi, v a zife sin in m ahiye­


ti, çe vre sin i saran kâinatla olan m ünasebetleri, herşeyi yaratan y a ra tıcı­
sıy la alakası konusunda hir id eo lo jik İslâm düşüncesini o luşturm akla il­
g ili değildir. A y rıc a fe rt fe rt ve ce m iy e t ce m iy e t İslâm 'ın hayat tarzını
tanzim eden nizam, siste m ve p re n sip le r ile de ilg is i yoktur. A hlâk, te rb i­
ye,-gelenek, âdet, değer ve ö lçüyle ve daha toplum a hakim olan ve bir
toplum a kendi alâm etini veren hususların hiç b iris iy le de ilg is i yoktur.
Binaenaleyh m üslüm an akid e sin i bozmak veya onu ca h iliy e t düzenine
tekrar geri döndürm ek gibi hususların hiç b irisin d e önem li bir te h like ar-
zetm ez.
A ncak fe rt fe rt ve ce m iye t ce m iye t insan e n e rjisin in d e ğ e rle n d iril­
m esi ve insanın hareket tarihine bakışı gibi hu susların açıklanm asıyla
ilg ili kâinatın doğuşu, hayatın n e ş’eti ve bizzat insanın meydana g e liş iy ­
le alakalı hu suslarla ilg ili açıklam alara ge lin ce ki m etafizik bakım ın­
dan bunların pozitif b ilg ile rle hiç b ir ilg is i yoktur. Kim ya, fizik, astronom i,
tıp ve benzeri ilim le rin bu konularla alâkası m evcut değ ildir. İşte bu gibi
konularda tem el m esele insanın hayatını ve ça lışm a sın ı tanzim eden ve
doğrudan doğruya akide ile irtibatı sağlayan tem el kaide, prensip ve m e ­
se le le rd e olduğu gibidir. Onun için bir m üslüm anın bu hu susların hiç b iri­
sinde dinine, takvasına güvendiği ve her işin i A lla h 'ın em rine bağladığı­
nı bifdiği m üslüm andan başka b irisin in em rine uym ası, te lâ k k isin e bağ­
lanm ası doğru değ ildir, ca iz olmaz... M ühim olan m üslüm anın his âle­
m inde bu hususların akideyle irtibatı olduğunun kavranm asıdır. Ve bu
gibi konuların yalnız A lla h 'a kulluk prensibinin veya Lâilâhe illa lla h Mu-
ham m ed’un R esûlüllah kaid esinin zarû rî icaplarından olduğunun kabul
edilm esidir...
M üslüm an ca h iliy e t ehlin in bütün ça lışm a la rın ı gözden g e çirir. Fakat
bu gözden geçirm e bütün bu işle rd e onların düşünce ve b ilg ile rin i alm ak
için değildir. A k sin e c a h iliy e tin nasıl saptığın ı ve sapm aları nasıl düzelte
rek doğruluğa kavuşturacağını; İslâm düşünce ve inancına göre düzelte­
b ile ceğ in i öğrenm ek için d ir.
Tüm «felsefe», «insan tarihini yorum lam a», «psikoloji» (gözlem ve
deneye dayalı k ısım la r hâriç) akım larıyla bütün « k arşılaştırm alı dinler
tarihi» ve «sosyal doktrin» cereyanları (sadece gözlem ve istatiğ e daya­
lı direk b ilg ile r veren hariç. A n ca k bu kısım dan da bunların sonunda k ı­
saca genel n e tic e le r veren kısm ı m üstesna tutm ak m ecburiyetindeyiz)...
İşte bu akım lar k e s in lik le ca h iliy e t akım larıd ır. Düşünce ister eski olsun,
iste r yeni olsun, bunun b ir farkı yoktur. H epsi de ca h iliy e t inançlarının
e tkisin d e d irle r. C a h iliy e t değerleri onlara hakim dir. H epsi olm asa b ile ço ­
ğunluğu metod bakım ından gizli veya açık tüm dinî id eo lo jile re ve ö zel­
lik le İslâm düşüncesine düşm andırlar.
71
İ SLÂM

Bu gibi fikrî (ve İlmî) çalışmalardaki durum kimya, fizik, astronomi,


biyoloji, tıp ve benzeri ilimlerde olduğu gibi değildir. Bu sonuncularda
pratik tecrübenin ve elde edilen neticelerin dışına çıkmadıkça durum
böyledir. Ama bunlar da sınırlarını aşarak felsefî açıklamalara girişirse ve
meselâ Darvvinizim gibi biyolojik tasnif ve gözlemleri bir takım belirli he­
defleri isbatlamak için sınırlarını aşarlarsa durum değişir... Meselâ: Dar-
vvinizm biyolojinin verileriyle hiçbir delile dayanmadan arzu ve hevese
uyarak hayatın doğuş ve tekamülü hakkında açıklamalara girişmiştir,
aslında Darvvin hareketleriyle İlmî verileri istismar ederek tabiat âle­
minin dışından hayatın doğuşu üzerine etki eden bir kuvvetin yokluğunu
isbatlamak için (Allahı inkar için) bu safsatalarla hurafesini ortaya koy­
muştur.
Müslüman bu konularda yüce Allah'ın açıklamalarında yeterli bilgiyi
bulabilmektedir. Hem bu bilgiler basit insan çalışmasının çok üstündeki
bir seviyededir. Bundan da öte mesele doğrudan doğruya akideyle ilgili­
dir. Tek başına Allah’a kullukla alâkalıdır.
«Kültür bütün insanlığın mirasıdır.» Onun vatanı, ırkı ve dini yoktur
hikâyesine gelince... Pozitif bilgilerle onların İlmî uygulamalarını ilgilen­
dirdiği müddetçe (kendi sınırını aşarak felsefî ve metafizik açıklamalara
gitmediği ve bu Mimletin neticeleriyle insan psikolojisinin faaliyeti ve ta­
rihi hususunda felsefî izahlara dalmadığı, sanat, edebiyat ve üslûp bakı­
mından her hangi bir münakaşa zemini açmadığı takdirde) doğrudur...
Fakat bunun gerisinde dünya yahudiliğinin kurduğu bir tuzak olarak bu
hikâye her hususta dinî engelleri yok etmek ve böylece beynelmilel yahu-
dîliğin insanlığın bünyesine bir mikrop gibi sızarak onu uyuşturup bayılt­
masını sağlamak için kullanıldığı an böyle bir hikâye boş bir lafdan öte­
ye geçmez. İşte yahudî şeytanî dehâsını bu noktada kullanmakta ve ön­
ce faiz nizamını yerleştirmeye çalışmakta, netice itibariyle de bütün be­
şeriyetin alın terinin mahsûlü olan çalışmaları bir takım yahudî banker­
lerinin avucuna ve istikraz müesseselerine akıtmak için kullanmaktadırlar.
Fakat İslâm pozitif bilgilerin ve bunların pratik tatbikatının gerisinde
meydanda iki türlü kültür şeklinin bulunduğunu kabul eder.
1 — İslâm düşüncesine ve onun esasına dayalı İslâm kültürü...
2 — Cahiliyet esasına dayanan ayrı ayrı kaidelere bağlı ve hepsi de
netice itibariyle tek bir kaideye yani Allah nizamında yeri olmayan beşer
düşüncesinin kaidelerine dayandırılmaya çalışılan cahiliyet kültürü İslâm
kültürü insan realitesinin ortaya çıkardığı fikrî çalışmaların her sahası­
na şâmildir. Ve ondan insan faaliyetini ve canlılığını devamlı olarak geliş­
tirecek ve bu gelişmeyi teminat altına alacak metod ve özelliklere sahip
bütün kaideler yer alır.
72
ŞEHADEÎ

Şu kadarım bilm em iz kâfid ir ki modern Avrupa sanayi m edeniyetinin


ve tekniğinin kaim olduğu te crü b î akım lar başlangıç itib a riy le tamamen
Avrupa'da doğm uş değildir. A k sin e şark toplum larında ve ö ze llik le Endü­
lüs İslâm cam iasında doğm uştur. Ve e sa sı İslâm düşüncesine, kâinat yö­
netim ine ve İslâm pratiğinin tabiatı ile b irlikte kuvvet ve kaynaklarına
dayanarak ondan birçok şe y le r alm ıştır... Sonra Avrupa bu metodu ge­
liş tire re k İlmî g e lişm e sin i sağlam ış, Rönesans da başlı başına bir İlmî
kalkınm a m erhalesi g e çirm iş ve sü rekli olarak onu g e liştire re k ile rle t­
m iştir. İslâm dünyası ise aksine önce donuklaşarak sonra da te d rici şe-
kilde İslâm ’dan uzaklaşm asından dolayı ve bunun yanı sıra bir kısm ı bu
cem iyetin bünyesinde gizli, bir kısm ı da dıştan gelen haçlı ve Siyonist
hücum larda m ündem iç bulunan sebeplerden ötürü tamam en ilm i terket-
m iştir. Sonra Avrupa şarktan iktib as ettiği m etodla onun İslâm itikadına
dayancn te m e lle rin i birbirinden ayırm ış ve en sonunda k ilise n in b a sk ısın ­
dan kurtulayım derken bütünüyle A lla h ’dan uzaklaşm ış ve A lla h yolun­
dan kaçm ıştır. Ne var ki k ilis e uzun müddet haddini aşarak ve kıym e­
tini su istim a l ederek A lla h adına insanların omuzuna binm işti...
İşte böylece bütünüyle Avrupa dü şü ncesin in su çla rı (her zaman ve
m uhitte gelen ca h iliy e t dü şü ncesin in m ahsullerinde blduğu gibi) bir baş­
ka şe k ild e ortaya ç ık m ış ve tabiatı itib ariyle esasdan İslâm düşüncesinin
tem el dayanaklarıyla ç a tış ır olm uştur... Bunun yanı sıra da İslâm düşün­
ce sin e karşı köklü bir düşm anlık duygularıyla dolm uştur... Binaenaleyh
bir m üslüm anın üzerine düşen görev yalnız ve yalnız kendi düşünce s is te ­
m ine dönm ektir. Gücü yeterse İlâhî kaynağından başka hiç bir noktanın
buyruklarına te slim olm am alı, yoksa A lla h 'd an korktuğunu bildiğ i, dinine ve
takvâsına güvendiği m üslüm anlardan başka h içb ir kim senin te lâ kk isin i
benim sem em ejidir...
İlim ayrı, ilim adamı ayrı diyerek ik isin i birbirinden ayırm ak hikâye­
sin e gelince... İslâm insanın varlık, hayat, çalışm a, siste m , değer, ahlâk,
gelenek ve daha m u htelif yö n le riyle insan p s ik o lo jisi ve e n e rjisiy le alâkalı
hususların hepsine bakış tarzında e tk ili olan iktisa di kavram larla ilg ili
ilim le r konusunda aslâ böyle bir şeyi kabul etmez.
İslâm, m üslüm anın kimya, fizik, astronom i, tıp, teknik, ziraat, iş le t­
m e c ilik ve buna benzer ilim le ri m üslüm an olmayandan veya m üttekî o l­
mayan müslüm andan öğrenm esine m üsaade eder. A n ca k onlardan öğre­
n e b ilm esi için öğrendiği konuda kendisinden ders alab ile ceğ i mütteki
m üslüm anın bulunm am ası gerekir. N itekim bugün kendisine müslüm an
ism i vere nlerin arasında bu ilim le ri b ile n le re az rastlanır. Çünkü İslâm-
dan ve onurı yolundan uzaklaşm a vardır. Çünkü yeryüzü hilâfeti için ge­
rekli hususlar konusundaki İslâm düşüncesinden u za kla şılm ıştır. Am a

73
İS LÂ M

m üslüm anın, a k id e sin i, d ü şü n ce sistem im , K u r’ân'ınm tefsirini, peygam ­


berinin hayatını, ta rihin i ve ta rih te ki a k tifliğ in i... İdare düzenini, siy a se ­
tini, e d e b iya tın ı... m üslüm an olm ayan kayn a kla rd a n veya dinine bağlı o l­
m ayan m üslüm andan alm a sın a m ü saade etmez.
Bu sa tırla rı yazan tam kırk yıl öm rünü okum aya veren biridir. Bunda
ilk ç a lışm a sı insan bilgi sa h a la rın ın çoğunu a ra ştırm ak, öğrenm ek ve b il­
mek içindi. B un lardan bir kısm ı onun ih tisa s sa h a sı olduğu için diğ e r bir
kısm ını da h e veslenerek o kum uştu... Sonra kendi in an ç ve d ü şü n ce sin in
kayn a kla rın a döndü. B ir de ne görsü n ken disinin bu nca yıl em ek h crcı-
yarak okuduğu şe y le r bu büyük hâzinenin yanında ço k c ılız kalıyordu.
O ian olm uştu. H ayatından h a rcad ığ ı kırk yıla da pişm an değildi. Çünkü
böyle likle ca h iliye tin ha kika tini, sa p ık lığ ın ı, b a sitliğ in i ve p isliğ in i o ld u ­
ğu gibi görm üştü. K e n d isin i şişirm e sin i, böbürlenm e ve g u rurlanm aların ı,
p a la vra ların ın aslın ı öğrenm işti. Ve yakînen an lam ıştı ki, m üslüm an bu
iki kaynağın a ra sın ı birleştirem ez.
Bununla beraber benim yu karıd a an la ttık la rım ı ben kendi yanım dan
ilk o la ra k ortaya atan değilim . A slın d a m esele bir kişin in ş a h s î görüşün e
da yan d ırılm a ktan ço k daha büyük ve önem li bir m eseledir. Ç ü n kü A lla h '­
ın te ra zisin d e bu konunun a ğ ırlığ ı m üslüm anın kendi görüşün e d a y a n ­
m asından çok daha fazlad ır. Bunu A lla h (C.C.) sö ylü yo r... B iz bu konuda
onu hakem tanıyoruz. Ve her şeyi A lla h 'a ve R esûlüne havale ediyoruz.
Ç ün kü m üm inler ara la rın d a a n la şm a zlığ a dü ştü kleri şe yle rd e A lla h 'ın ve
Resûlünün hükm üne b aşvurm ak m e cbu riyetindedirler.
Y ü ce A lla h (C.C.) Y ah u d i ve N a sram lerin m ü slü m an lar h a k kın d a ki he­
deflerin i genel bir şe k ild e şöyle a n la t ıy o r :
«Kitap ehlinden çok kimseler (ki o n la r için İslâm ve K ur'ân a ç ık o l­
muşken) nefislerindeki hasedlerinden ötürü sizi, imanınızdan sonra küf­
re çevirmek isterler. Çimdi ey müslümanlar Allah savaş etmek veya cizye
almak hususunda emredinceye kadar, onları bağışlayın. Şüphesiz ki Al­
lah her şeye kadirdir.» (138)
«Sen omarırs dinlerine tabi olmadıkça, ne Yahudiler, ne de Nasrani-
ler senden asla hoşnud olmazlar. Ey Resulüm, onlara de ki, yol Allah’­
ın gösterdiği yoldur: İslâm’dır. Sana gelen vahy ve İslâm'dan sonra hevâ
ve heveslerine tabi olacak olursan, Allah’ın azabından seni koruyacak
hiçbir dost ve yardımcı yoktur.» (139)
«Ey iman edenler! Eğer kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir
topluluğa uyarsanız, sizi imanınızdan sonra çevirirler, kâfir yaparlar.» (140)

138 — B a k a ra : 109
139 — B a k a ra : 120
140 — Â l- i İm ra n : 100
74
ŞEHÂDET

H afız Ebû Y a ’l î ’nin Hammad'dan, onun da Ş a ’b î’den, onun da C â b ir’-


den (R.A.) rivayet e ttik le ri bir hadiste R esülüilah (S.A.V.) şöyle buyuruyor:
«Ehl-i kitaptan bir şeyi sormayın. Çünkü onlar dalâlete düşmüşler­
dir. Size doğru yolu gösteremezler. Siz de ya bâtılı doğrulamış veya bir
hakkı yalanlamış olursunuz. Allah’a yemin ederim ki Musa (S.A.) sağ
olarak aranızda bulunsaydı, Ona da bana uymaktan başkası helâl olmazdı.»
Yahudî ve H ıristiy an ların m üslüm anlar hakkındaki nihaî hedefi A lla h
(C .C .)’ın b e lirttiğ i şe k ild e bu derece kesin olarak açıklandığına göre İs­
lâm akid esi, İslâm tarihi ce m iye t yö n etim iyle ilg ili nizam ve prensipler,
siyaset, ik tisa t veya diğer hususlarda yaptıkları araştırm aların herhangi
birisin d e iyi niyyetli olarak hareket e ttik le rin i, doğru yolu gösterm ek mak­
sadını ta şıd ık la rın ı bir an bile düşünm ek veya zannetm ek doğrudan doğ­
ruya ap ta llık olur. A lla h ’ın bu hükmünden sonra hâlâ onları böyle sa­
nanlar ancak gâfil olan kim selerdir.
B öylece Yüce A lla h ’ın «De ki; şüphesiz Aiiah’m hidayeti, hidayetin
kendisidir.» (141) sözü, bu konularda m üslüm am n başvurm ası, gereken
b iric ik kaynağı b e lirle m iş oluyor. A lla h ’ın hidayetinin ötesinde, ancak sa­
p ıklık vardır. O ’nun yolunun dışında doğru yol yoktur. Bu âyetin işaret
ettiğinde şüphe olmadığı gibi âyeti te v il etm enin de yolu yoktur.
Aynen bunun gibi Allah'ın emri, kesinlikle Allah'ı anmaktan kaçınan­
ları dost edinmeyi de yasaklıyor. Tüm gayretini dünyaya hasredenlerle
dost olm am ıza m üsade etm iyor. Ve bunların b ilg ile rin in zandan ibaret
olduğunu bild iriy o r. M üslüm am n zanna uym ası ise yasaklan m ıştır. Bu
gibi insanlar dünya hayatının d ış görünüşlerini b ilirle r, A sı! bilin m e si ge­
rekli olan varlığ ın sırrın ı idrakten acizdirler.
«Onun için sen, o bizim Kur’ân’smızdan yüz çevirip de yalnız dünya
hayatım istiyen kimselere bakma, İşte onların ilimden erebildikleri gaye,
bu dünya işidir. Şüphesiz ki, o Rabbin, yolundan sapan kimseleri çok iyi
bilendir. Hidayete erenleri de O, en iyi bilendir.» (142)
«Dünya hayatından bir dış görünüşü bilirler. Âhiretten ise habersiz­
dirler.» (143)
A lla h ’ı anmaktan gâfil olan ve sadece dünya hayatını isteyen kim se
(ki günümüzdeki ilim adam larının çoğunun durumu bııdur) ancak bu dış
görünüşü bilir. Halbuki m üslüm am n güvenebileceği iiim bu değildir. Onun
için m üslüm an bu gibi ilim sah ip le rin e güvenerek her konuda onların sö y­
le d ikle rin i alamaz. Sadece onların m üsbet ilim lerin den istifade eder. Onla-

141 — B a !;a ra : 120


142 — N ecm : 29.30
143 — R u m : 7

75
İ SLÂM

rın hayati yorumunu, insanı d e ğ erle n d irişin i ve bu gibi konulardaki gö rüşle ­


rini benim seyem ez. «Hiç bilenlerle bilmiyenler bir olur mu?» (144) gibi
âyetlerin işa re t e ttik le ri ilim de bu ilim değ ildir. Bazı k im se le r K u r’ân-ı
K e rim ’in âye tle rin i seyrinden çıkararak yersiz konularda onları d e lil gös­
term eye ç a lışırla r. H albuki bu âyetin tam am ını okuduğumuzda b ile âyet­
teki suâlin cevabını görm ekteyiz. Â y e tin tam am ı şö yle :
«(Kâfir mi ha yırlıdır), yoksa âhiretin azabından korkarak ve Rabbi-
nin rahmetini umarak, o gece saatlerinde kalkıp secde ve kıyam halinde
ibadet eden mi? De ki: «Hiç bilenlerle bilmiyenler bir olur mu?» Ancak
gerçek akıl sahipleri anlar.» (145)
G e ce le yin secd e ederek, ayakta durarak âhiretten sakınan ve Rab-
binin rahm etini dileyen kim se ancak b ilebilir... Â yetin işa re t ettiği ilim
de budur. O ilim ki A lla h ’a ve takvasına götürür. Yoksa fıtra ti bozarak A l­
lah'ı inkâra götüren ilim değildir.
Şüphesiz ki ilim sadece itikad, d in î e m irle r ve hüküm lere m ünhasır
değ ild ir. İlim her şeyi için e alır. Tabiat kanunlarıyla ilg ile n ir. Yeryüzü ha­
life liğ i için onların nasıl kullanılacağ ını ve bu ilim le rin inanç ve dinî em ir­
le rle olan iliş k ile rin i konu edinir... A n ca k ve ancak inançtan uzaklaşan
ilim K u r’ân ’ın önem verdiğ^ vs övdüğü ilim değildir. Şü ph esiz im anî kaide­
lerle biyoloji, fizik, kim ya ve ilim le riy le diğer kâinat kanunları ve organik
kanunları konu edinen ilim arasınaa bir takım ilg ile r vardır. Sapık arzular
onları A lla h 'ta n uzaklaştırm ak için kullanm asalar bütün bu ilim le r insanı
A lla h ’a götürür. Ne yazık ki A vru pa'daki İlmî hareket, A vru pa ta rih in d e ki
zalim k ilis e ile b ilg in fe r arasındaki ça tışm a da n dolayı A lla h 'ta n uza klaş­
m a yolunu tutm uştur. Sonra Avrupa d ü şü ncesin e sa de ce k ilis e y e değil
bütün dini m efhum lara dü şm anlık tohum ları aşılandı. Ve bu d ü şm anlık sa ­
de ce so syal alanlarda yazılan e se rle rd e değ il p o zitif ilim le ri konu edinen
•kitaplara b ile s e rp iş tirild i.
Avrupa düşünce metodu ve bu düşüncenin her türlü bilgi dalında or­
taya çıkard ığı m ahsu lleri başlangıçta o ze h irli düşm anlık esasına dayan­
dığına ve bütün dinî dü şü nceleri tem elden reddettiğine göre, şü ph esiz ki
gerek o düşünce metodu, qerekse onun m ahsulu olan e se rle r ö ze llik le
İslâm ’a karşı daha çok düşman olacaklard ır. Çünkü bu metodun e sası
herşeyden önce, A lla h düşm anlığına dayanm aktadır.
Onun iç in d ir ki Batı dü şü ncesin in metoduna ve bu düşüncenin neti­
ce le rin e güvenm ek, hele İslâm î araştırm alar alanında olursa büyük bir
gaflettir. Bugün onlardan almak m ecburiyetinde olduğum uz m üsbet i i i ın-
144 — Z ü m e r : 9
145 — Z ü m e r : 9

76

/
ŞEHADET

le ri alırken b ile ih tiya tlı davranm am ız şa rttır. Bu ilim le rin iliş k is i bulundu­
ğu fe ls e fî akım ları dikkatten kaçırm am alıyız. Çünkü bu ilim le rle ilg ili e se r
verenler g e n e llikle tem elden d in î dü şüncelere düşman olduklarından ö ze l­
lik le İslâm düşüncesine de düşm anlık e de ce klerd ir. Bu düşüncelerden
çok azı b ile İslâm ’ın tertem iz kaynağını ze hirlem eye yete rlid ir.

4 — «Lâ ilâhe illa lla h , M uham m ed’ûn R e sû lü lla h ’a inanm ak gerçek


üstünlüğü doğurur. Y üce A lla h (C.C.) şöyle buyuruyor: «Üzülmeyin ve
gevşemeyin. Eğer gerçekten mümin iseniz üstün olan sîzlersiniz.» (146)
«Yoldaki işaretler» kitab ın ın yazarı bu âyeti başa aldıktan sonra «İmânın
üstünlüğü» başlığ ı altında şöyle der :

A lla h (C.C.) m bu âyetteki hükmünden dolayı insan zihnine ilk gelen


şey, savaş anında ortaya çıkan cihad durumunu canlandırm asıdır. Ne var-
ki âyetin kapsam ı sadece bu değildir. Hükmün daha geniş bir kapsam ı
vardır.
Bu hüküm, bir m üm inin düşüncesinde ve eşyalara değer biçm esind e
canlanır.
Bu hüküm le M üm in her şeye; her durumda, her değere ve her şahsa
karşı takınacağı üstünlük halini te m sil eder. İmânı ve değer ö lçü le riy le ,
İmâna 'dayanmayan diğer tüm değer ölçü le rin de n daha üstün olduğunun
şuuruna varır.
İmân nizam ından sapm ış yeryüzü kuvvetlerinin üstüne çıkar. İmân
tem elinden kaynaklanm ayan değerlerin üstünde olur. İmân potasında e ri­
m em iş yeryüzü kanunlarına dayanan gelenek ve âd etlerine üstün gelir.
İmân kaynağından doğmayan dünya düzenlerinin üstüne çıkar.
Zâlim kuvvetlerin karşısınd a geri durmaz. A d e tin ve g e çe rsiz hüküm ­
lerin altında ezilm ez. İnsanlar tarafından g e çe rli sa y ılıp da h içb ir im ânî
esasa dayanmayan güçlere üstün olduğunun farkına varır. İmânın üstün­
lüğünün m anası budur işte... M üm in olan insan da, böyle davranav; ve bu
şuuru taşıyan insandır.
İnanarak üstün gelm ek ne sadece bir azim den, ne harekete sevke-
den bir şe re f kaygısından ve ne de içten coşup gelen bir kahram anlık ar­
zusundan ibaret değildir. A k sin e v a rlık la rın y a ra tılışla rın d a y e rle ştirile n
sa b it bir gerçeğe dayanan üstünlüktür. O gerçek ki, kuvvet mantığınır.-
cem iyet tasavvurlarının ve in san lar arasındaki âd etlerinin gerisin d e var­
lığ ın ı daima muhafaza eden yegâne gerçektir. Çünkü bu gerçek hiç ölm e­
yen, ezeli ve ebedi olan A lla h ’a bağlıdır.
Şüphesiz ki ce m iye tin de kendisine göre hakim bir an layışı, um umî
bir örfü, ezici bir ba skısı ve güçlü bir ağ ırlığ ı vardır... Fakat bunlar kuv­
vetli bir dayanağı olmayan ve sağlam bir kaynağa dayanarak onlara karşı
146 —• Âl-i İm r a n : 139
77
İ SLÂM

gelem eyenler için g e çe rlid ir. G ö lg esi altında bütün düşüncelerin ve fik ir ­
lerin basit kaldığı büyük bir gerçeğe dayanm adıkça bütün güçlerin üstün­
de kuvvetli ve büyük bir kaynaktan beslen m edikçe cem iyette hakim olan
düşünce ve fikirle rd e n yaygın laşm ış olan görüşlerden insanın kendisini
kurtarm ası elbette ki çok zordur.
Cem iyet, toplumun mantık, âdet, değer, düşünce ve e ğ ilim le rin e tabi
olunca Bir y a ln ızlık h issedecek ve insanlardan daha kuvvetli, dayandık­
ları kaynaklardan daha sağlam ve hayattan daha yüce bir kaynağa dayan­
m adıkça da kendisini daha güçsüz kabul edecektir.
Şüphesiz ki A lla h m üm ini bu baskılara karşı yalnız başına bırakmaz.
Bu ağ ırlıkla rın altında e zilm esin e ve g ü çsü zleşm esin e meydan verm ez.
İşte bunun için m üm inlere: «G evşem eyin, üzülm eyin. Eğer gerçekten ina­
nıyorsanız, üstün olan sîzle rsin iz» (147) hitabı gelm iştir.
Bu hitab ge vşe kliğe karşı koymak için geldiği gibi üzüntüye karşı
koymak için de g e lm iştir. Her iki duygu da bu gibi durum larda insan ru­
hunda gezinen başlı başına hususlardır. M üm in onları karşılarken mü-
cerred manada direnm ek ve sabretm ekle karşı koymuyor. A k sin e ona üs­
tün geliyor. Z alim dikta kuvvetlerine, yeryüzünde ge çe rli olan değerlere,
yaygın olan id eolojilere, siste m le re, adetlere, geleneklere ve sa p ık lık la
b irle şm iş kalabalıklara bakarken yukarıdan bakıyor... M uhakkak ve mu­
hakkak en üstün olan m üm indir. Dayanak bakım ından da, kaynak bakım ın­
dan da üstünlük m üm indedir. Bütün yeryüzü ne o la b ilir? İnsanların ne değe­
ri var? Yeryüzünde geçerli değer ö lçü le ri ne mana ifade eder? K alabalıklar
arasında yaygınlaşan değerler ne dereceye kadar ge çe rli o la b ilir? H albu­
ki mümin em irle rin i A llah'tan alm aktadır. Y in e A lla h 'a dönecektir... Ve
A lla h 'ın nizamına göre yoluna devam eder.
H erşeyden önce mümin varlık gerçeği ile ilg ili düşünce ve anlayış
bakım ından üstündür. İslâm ın bildird iği şe kild e tek bir A lla h ’a inanmak
büyük gerçeği bilm e tarzının en m ükemmel şe k lid ir. Bu düşünce siste m i
eski ve yeni büyük fe ls e fî akım ların, inançların ve ekollerin g e tird ik le ri
yığınca kum küm elerini andıran düşünce tarzlarıyla kıyas edildiğ i zaman..
Putperest inançların, yolunu y itirm iş ehl-i kitabın ulaştığı hedefler.. M a­
teryalizm in insanlığı öldüren baskıları gözönünde bulundurulduğu za­
man... Evet o kum yığınlarına ve baskı rejim lerine kıyasland ığı zaman
İslâmın bu parlak, aydınlık, m ütenâsip ve güzel düşünce siste m i işte o
zaman İslâm akidesinin büyüklüğü, yüce liğ i h içb ir devrede açığa çıkm a­
m ış tarzda ortaya çıkar. Ve şüphesiz ki bu bilgi kaynağına sahip olanlar
yeryüzünde bulunan her şeyden ve herkesten çok da'na üstündür. (148)
147 — Â l-i İm ra n : 139
148 — Bkz. İslâ m D ü şü n c e si
78
ŞEHADET

M üm in hayat ve olayları, eşya ve şa h ısla rı ölçen değerler ve düşün­


ce bakım ından en üstündür. İslâm ’ın getirdiği şe kild e A lla h 'ı ve s ıfa tla rı­
nı tanımadan fışkıra n inanca sahip olm akla yeryüzünün daracık sah a sın ­
da değil, büyük v a rlık la r sahasındaki değerler ve ge rçe kler s ils ile s in e
haiz b ilg ile re sahip olmakla... Evet bu akide elbette m üm ine eri üstün ve
en mazbut düşünce siste m le ri verecek, insan elinde y ıp ra tılm ış olan de­
ğer ö lçülerinden farklı düşünce tarzı bahşedecektir. Ki insanlar aya kla rı­
nın altındakinden başka bir şeyi farkedem ezler. B ir n esilde bile olsa bir
tek ölçü üzerinde sebat edem ezler.
M üm in sahip olduğu vicdan ve şuur, ahlâk ve davranış bakım ından
en üstündür... Çünkü m üm inin en güzel isim le re ve ideâl sıfatlara sahip
A lla h inancının kendisi bile ona üstünlük, tem izlik, iffet, takva iyi amel
ve doğru olm ayı aşılar. A y rıc a inancı kendisine âhirette bütün bunlara
karşı m ükâfat vadetm esi m üm ini bam başka bir m ükem m eliyete e riştirir.
O m ükâfat ki, dünyanın tüm yorgunluk ve m eşakketleri onun önünde ba­
s itle ş ir ve bir hiç durumuna düşer. M üm inin kalbindeki inanç ona o kadar
bir huzur verm ektedir ki dünya hayatından h içb ir şey geçm em iş de olsa
umurunda değildir.

Sahip olduğu kanun ve düzen yönünden de mümin en üstündür. G e­


rek eskiden, gerekse yeni b eşeriyetin tanıdığı bütün siste m le rle kendi
siste m i ve nizam ı arasında bir m ukayese yapıp araştırm aya g iriştiğ i za­
man kendisinin sahip olduğu olgun şe ria t ve m ükem m el nizam karşısınd a
yapılacak her türlü karşılaştırm an ın sadece çocuk oyuncağı ve körlerin
bocalayışından ibaret olduğunu görecektir. Ve yolunu y itirm iş zavallı in­
sanlara üstten sevgi ve şe fka tle bakacak, onların b ahtsızlığ ına ve a c ı­
lığına m erham etle göz atacak ve ken disinin o sa p ıklığ ın ve b a htsızlığ ın
üstünde olacağını görecektir...
İlk m üslüm anlar işte b ö y le yd i.. Boş ve dış görüntüden ibaret olan
şe yle rin karşısınd a böyle dim dik duruyorlardı. Kabarık kuvvetlerin, cahi-
liye t içe risin d e yüzen insanların, insana tapma ö lçü le rin in karşısınd a sar­
sılm ıyo rla rd ı. C a h iiiy e t b e lli bir devre için değ ildir. C e m iy e t İslâm niza­
mından her sapma gösterdiğinde tekrar gelir. Bu, ge çm işte olduğu gibi-,
şim di de ö yled ir ve gelecekte de böyle olacaktır.
Şube oğlu M uğire m eşhur İran orduları başkom utanı R üstem ’in ka­
rargâhında ca h iiiy e t karşısınd a işte böyle durm uştu. C a h iiiy e t değer ve
ö lçü le rin in siste m ve dü şü ncelerinin karşısına böyle d ik ilm işti.
«Ebû Osman en-Nehdî’den. Şöyie diyor: Muğire köprüye gelince kar­
şıya geçti. İrarshiar onu götürüp oturttular. Rüstem’e haber göndererek gi­
riş izni istediler. Muğireyi küçümsediklerini belirtmek için hiçbir hazırlık
79
İ SLAM

yapmadılar. Muğîre kalabalığın yanına varınca herkes altınla süslenmiş


elbiseler ve taçlar giymişti. Üç veya dörtyüz adım uzunluğunda yere ki­
limler sermişlerdi. Onların üzerinden geçilmeden komutanlarına varılamı-
yordu. Muğîre bu kilimlerin üzerinden yürüyerek kendisine ayrılan tah­
tın üstüne oturdu ve yastığa dayandı. Sonra dedi ki: Hakkınızdaki haber­
ler bize ulaşıyordu ama sizden daha beyinsiz bir topluluk görmedim. Siz
arap topluluğu birbirimize eşitiz. Birbirimizi köleleştirmeyiz. Ancak bir­
birimizle savaşsak o başka... Ben zannettim ki bizler gibi kendi kavmini-
ze yardımcı oluyorsunuz. Bir kısmınızın diğerlerinin tanrısı olduğunu ba­
na haber verseydiniz şüphesiz ki bu yaptığınızdan daha iyi olurdu. Fakat
bu durum böyle devam etmez. Biz böyle yapmayız. Zaten ben size gel­
medim, siz beni davet ettiniz. Şu anda öğrendim ki, haliniz perişandır.
Siz yenileceksiniz. Hiçbir imparatorluk bu şekilde ve bu kafayla devam et­
mez...»
R eb’î b. Â m ir de K ad isiye olayından önce Rüstem ve etrafınd akiler
karşısında böyle durm uştu :
«Kadisiye savaşından önce Sa'd b. Ebî Vakkas, Âmir oğlu Rebî’yi el­
çi olarak İran orduları komutam Rüstem’e gönderdi. Reb’î Rüştemin yanı­
na vardığında gördü ki, oturdukları yerin yastıklarını ipekten örtülerle süs­
lemişlerdi. Üzerlerinde yakutlar ve pahalı inciler vardı. Rüstem’in başın­
daki taç çok pahalı süs eşyalarıyla süslenmişti. Altında da altından bir
tahtı vardı. Rebî ise eskimiş elbiseler ve ufak tefek bir atla oraya gitmişti.
Âtı, yere serilen serginin bir tarafını tepeleyinceye kadar üzerinden in­
medi. Sonra atından indi ve orada bulunan yastıklardan birine atını bağ­
ladı. Rüstem’e doğru ilerlerken silahı elinde ve miğferi başında idi. Ona
silâhım indir de öyle git yanına dediler. Onlara şöyle karşılık verdi: «Ben
kendiliğimden gelmiş değilim. Siz çağırdınız. Ya böyle girerim veya döner
giderim.» Rüstem; «dokunmayın girsin» dedi. Rebî o süslü yastıkların
hepsini yırtmak için mızrağına dayanarak hepsinin üzerinden geçti. Rüs­
tem ona sordu: «Tâ buralara kadar neden geldiniz?» «Allah bizi gönderdi.
O ’nun dilediğini kula kul olmaktan kurtarıp yalnız başına O’na kul etmek
için. Onları dünyanın sıkıntısından çıkarıp dünya ve âhiretin bolluğuna
kavuşturmak için. Sapık dinlerin zulmünden kurtarıp İslâmın adaletine
teslim etmek için...»

Gün g e lir şartlar d eğ işir; m üsiüm an m addî kuvvet karşısınd a mağ­


lup duruma düşer. Fakat daha üstün olduğu düşüncesini halâ taşıyordur.
M üm in kaldıkça onu yenene bile üstten bakmaya devam eder. O şu ­
na inanır: Bu, g e çici bir devredir. Ve im ânın öyle bir d iriliş i vardır k,i, bu
d iriliş iy le olan ham lenin önünde du rabilecek h içb ir kuvvet yoktur. B ir es-

80
ŞEHADET

tim i, karşısınd a h içb ir şey duramaz. Bütün in san lar ölür ama yalnız mü­
min şe h it olur. (*) Bu dünyayı terkederken cennete doğru yol alır. Halbuki
onu mağlup edenlerin boylayacağı yer, cehennem o lacaktır. Bunlar apay­
rı şe yle rd ir. Ve m üm inin kulağında Y üce Rabbinin şu hitâbı daima çın la r :
«O, Allah’ı tanımayanların refah içinde diyar diyar gezip dolaşmaları
sakın sizi aldatmasın... Kâfirlerin tattıkları bu zevk çabuk kaybolan bir
zevktir. Sonra varacakları yer cehennemdir. O, ne azap verici bir döşek­
tir. Fakat Rablarından korkanlar, işte onlar için altlarından ırmaklar akar
cennetler var ve onlar orada ebedî olarak kalıcıdırlar. Allah tarafından
hediyelerle konukludurlar. Allah'ın katındaki nimetler ise iyi kimseler için
de hayırlıdır.» (149)
Cem iyete, m üm inin inanç, düşünce ve değer ö lçü le rin e uymayan
inanç, düşünce ve değer ö lçü le ri hakim olab ilir. Am a onun en üstün olma
duygusu kaybolmaz. Bütün bunların aşağı şe y le r olduğuna inanır. Y in e
üstten bakar onlara. Efendice ve şereflice... A cıy a ra k bakar. K e n d isiyle
b irlikte onların da hidayete erm e lerin i ve için de yaşadığı yüce ufuklara
yü kse lm e le rin i isteyerek...
C e m iye t a ş a ğ ılık fik irle rin kurbanı o lab ilir. A ld a tıc ı e ğ ilim le re uyabi­
lir. Çam ura ve batıklığa d alabilir. Bunu yaparken de eğlendiğini, baskı
ve ayıplardan kurtulduğunu sanabilir. Bu gibi toplum larda ta b iî olarak te ­
m iz eğle n cele r ve helâl nim etlerden istifâde etm ek mümkün olmaz. O rta­
da sadece korkunç projeler ve çam urlukla b a tık lık kalır... Ve işte mümin
yine üstten bakar onlara. Am a yalnız kalm ıştır. Ne önemi var? G evşem ez,
üzülmez, tem iz ve pâk e lb ise sin i üstünden çıkarıp atmayı düşünmez. Çir-
kefe dalm ayı, bataklıklarda boğulm ayı arzu etmez. O, imân nim eti ve ya-
kînî inancın verd iği hazla en üstün olduğunu kabul eder.
Dinden, faziletten, üstün değerlerden, her türlü te m izlik ve g ü ze llik ­
ten uzaklaşan cem iyette mümin dinini tutar. Bu kor ateşi elde tutmak
g ib id ir ama o yine dinine sık ı sıkıya sa rılır. D iğ erle ri onun bu tutumuna
alay ederler. D eğer ölçü le rin e gülerler. Am a m üm inde bir gevşem e olmaz.
Çünkü o, bu gülenlere, alay edenlere, eğlenenlere üstten bakıyordur. A y ­
d ın lık la rla dolu imân kervanının biri olan ve ondan önce gelen Nuh (A.S.)
ın sö y le d ik le rin i sö y le r :
«Nuh şöyle dedi: «Ey kavmim! söyleyin bakayım fikriniz nedir? Eğer
ben Rabbimden verilen açık bir burhan üzerinde isem, bir de Allah bana
kendi katından bir peygamberlik vermiş de, size onu görecek göz veril­
memişse, istemediğiniz halde cnu size zorla mı kabul ettireceğiz?..» (150)
149 — Âl-İ İm ra n : 19G-198
150 — H û d : 28
(*) _ D e m o k ra s i şe h id i, S o sy a liz m şe h id i g ib i sö z le r k e sin lik le k ü f ü r d ü r.
Bu sö z le r A lla h a is y a n İslam d in in i is tis m a rd ır.
81
İ SLÂM

O ayd ınlık kervanın sonunu ve e ziy e tle r çe km iş kafilen in nihayetini


şu âyet-i kerim ede görür :
«Doğrusu o günahkâr müşrikler imân edenlere gülüyorlardı. Mümin
ler o kâfirlerin yanlarından geçtiklerinde birbirlerine işaret yaparak mü­
minleri ayıplıyorlardı. Evlerine döndükleri zaman zevk duyarak dönüyor­
lardı. Müminleri gördükleri vakit, işte bunlar sapıklardır diyorlardı. Hal­
buki üzerlerine gözcü gönderilmemişlerdi. İşte bugün müminler de kâfir­
lere gülecekler. Koltuklar üzerinde bakarlarken... Nasıl, kâfirler ettikleri­
nin cezasını buldular mı?» (151)
K u r’an-ı Kerim k âfirlerin m üm inlere sö y le d ik le rin i önceden naklet-
m iş tir :
«Âyetlerimiz kendilerine açık olarak okunduğu zaman, o inkâr eden­
ler imân edenlere dediler ki: «Bu iki zümreden hangisi mevki bakımın­
dan daha iyi, meclis ve topluluk bakımından daha güzeldir?» (152)
Züm relerden h a ng isi? Hz. M uham m ed (S.A.V.)e inanmayan müte-
keb birler mi, yoksa onun etrafını saran fa k irle r m i? Hangi züm re? Nadr
b. H aris, A m r b. Hişam , V e lîd b. M uğîre, Ebû Sufyan b. H arb’ın ki mi, yok­
sa B ilâ l'in , A m m ar'ın, Suhayb’ın, H abbab’ın ki mi?.. M uham m ed (S.A.V.) in
dâvet ettiği hu suslar daha h a y ırlı o lsaydı onun peşinde gidenler şu güç­
süz, kuvvetsiz topluluk o lur muydu? (!) Erkam ’ ın evi gibi m ütevazi bir ev­
de to p lan ırlar m ıydı? Hem o şöhret, makam, m ertebe ve saltanat sahibi
olan kim se le r k arşıların a çık a r m ıydı?..
Bu yeryüzünün m antığıdır. H er zaman ve mekânda yüce ufukların
ken dilerin e kapandığı kim se le rin mantığı... A k id e n in süs ve ciladan uzak,
aldatıcı âm illerden arın m ış olm ası A lla h ’ın hikm etidir. Ne hakim den bir
yakınlık, ne sultanla yücelm eyi, ne lezzetle bağırm ayı ve ne de tantanayı
iste m iştir akide için. A k sin e A lla h ’ın akide için istediği; çalışm ak, eziyyet
çekm ek, cihad ve her zaman onun em rinde h a zırlık lı olm aktır. Tâ kî onu
kabul eden, tam kabul etsin. Onu, onun için; s ırf A lla h için istesin . Bu
konuda insanlara a ld ırış etm esin, insanların değer verd iği ve önlerinde
eğildiğ in e önem verm esin.
M üm in değer ö lçü le rin i ve d ü şü ncesin i insanlardan alm ıyor ki, in­
sanların ö lçü le ri karşısınd a ü m itsizliğ e düşsün. O düşünce ve değer ö l­
çü lerin i insanların Rabbından alıyor. O da ona yeter. Değer ve ö lçü le rin i
insanların arzularından alm ıyor ki, insanların değişen arzuları karşısında
bocalasın. B ilâ k is o değer ve ö lçü le rin i aslâ şaşm ayan ve bocalam ayan
sa b it hak ölçüsünden alıyor. Şu halde nasıl olur da kendi ruhunda bir gev­

i ş i — M u ta fflfin : 29-36
1S2 — M e ry e m : 73

82
ŞEHADET

seme, kendi gönlünde bir hüzün duyabilir... O, insanların Rabbına bağlı­


dır. Ö lç ü le ri hak ölçülerd ir.
M üm in hak üzeredir... Hakkın ötesinde sapıklıktan başka ne vardır
ki?.. Ö yleyse sapıklığ ın hakim iyeti kendisinin olsun. Ona uyan to pluluk­
lar onun olsun. Bu, haktan birşey de ğiştirm ez. M üm in, sa p ık lığ ı hakka te r­
cih etmez. O m üm indir. Şartların değ işm esi, sa p ıklığ ın ç e ş itli k ılıfla ra
girm esi onu ilgilendirm ez. O, haktan sapacak değildir.
«Rabbimiz! Bize hidayet verdikten sonra kalbierimizi saptırma. Ka­
tından bize bir rahmet ihsan et. Şüphesiz ki sen, çok çok bağışlayansın.
Rabbimiz! Muhakkak ki sen, geleceğinde hiç şüphe olmayan bir günde in­
sanları toplayacaksın. Şüphesiz Allah va’dinden dönmez.» (153)

C — ŞEHADET DAVÂSINI BOZAN DURUMLAR

1 — A lla h ’tan başkasına tevekkül ve itim at etmek. Bu hükmü, Yüce


A llah'ın : «Mümin iseniz Allah’a tevekkül ediniz» âyetinden çıkarıyoruz.
Başkasına tevekkül etm enin bizim için caiz olm adığını bu âyetten an lıyo­
ruz. A y rıca «...ve Huneyn gününde size yardım etti. O vakit Huneyn’de
çokluğunuz size güven vermişti de, bir faydası olmamıştı. Yeryüzü, o ge­
n işliğ i ile başınıza dar gelmişti. Sonra da bozularak arkanızı dönmüştünüz.»
(154) âyetinden çık a rıla b ild iğ i gibi «Lâilâhe illaliah’ın» manâsından da ç ı­
karıla b ilir. A lla h 'ta n başkasına tam güvenin olm asının doğru olm adığını
bu sözün manâsından çıkarm ıştık.
Tevekkülün manâsı, çalışm a yı terketm ek değildir. A k sin e A lla h (C.-
C.) bizi iki şeyle sorum lu tutm uştur: çalışm a k ve çalışm aya tam güven­
me.
Savaş için gerekli olan her türlü hazırlığ ı yapm am ızı ve fakat yalnız
kendisine güvenm em izi em retm iştir.
Ç a lışıp kazanm am ızı ve rızkı verenin kendisi olduğuna inanm am ızı
em retm iştir.
Sebeplere yapışm am ızı ve sadece kendisine itim at ve tevekkül et­
m em izi istem iştir. Kim h a zırlığ ını yapar, ç a lış ır ve O'na tevekkül etm ez­
se iki em irden birini bozmuş ve gereğini yerine getirm em iştir. Ve kim te­
vekkül eder de h azırlığ ını yapmaz ve ça lışm a zsa yine iki emirden birini
yerine getirm em iş ve emre aykırı hareket etm iştir.

153 — Âl-i îm r a n : 8 9
154 — T evbe : 25

83
İ SLÂM

K â fir ile mümin arasındaki farkm gizlen diğ i nokta, işte buradadır. Kâ­
fir bütün gücünü harcar, mümin de. Am a b irin c is i sadece çalışm a sın a gü­
venir. İkincisinin güvencesi ise sadece A lla h 'd ir.
S eb ep lere güvenerek A lla h ’tan gâfil kalm ak, m a 'siyettir. Am a sebep­
lere güvenerek A lla h ’ın bu se b e p le rle iliş k is i olm adığını iddia etmek, Şe-
hadete a y k ırıd ır ve şirk tir. Bu durumda olan kim se, herşeyi A lla h ’ın irade,
ilim ve kudretine n isb e t eden K u r’an-ı K e rim ’in birçok ayetini yalanlam ak­
tadır: «Siz Bedirde o kâfirleri kendi kuvvetinizle öldürmediniz. Lâkin Allah
size yardım etmekle onları öldürdü. Ey Resulüm, düşmanların gözlerine
bir avuç toprak attığın zaman da sen atmadın, ancak Allah attı; ve bunu,
güzel bir ganimet ve zafer tecrübesi vermek için (yaptı). Muhakkak ki
Allah, (sö ylenenleri) işiten, (her şeyi) bilendir.» (155)
«Zafer, ancak Allah’ın indindendir.»
«Doğrusu rızkı veren, o çok şiddetli kuvvet sahibi olan Allah'dir.»
(156)
«Hastalandığımda O bana şifâ verir.»
«Görmüyor musun? Allah gökten su indirdi.»
A lla h ’ın bu kâinata s e rp iştird iğ i seb ep le re inanm ak gereklidir. Am a
A lla h ’ın her şe yi yarattığına inanm ak da gereklidir: «Allah, her şeyi ya­
ratandır.» Kim se b ep le ri inkâr eder ve onları hüküm süz sayarsa küfret-
m iştir. Ve kim te sirin onların kendilerinden olduğuna inanırsa, o da A lla h ’a
ortak koşm uştur
2 — İnsanın, kendisine v erilen açık ve gizli, m a d d î'v e m anevî her
nim etin A lla h ’ın fazlından olduğunu ve A lla h olm asaydı bu nim etlerin ola-
m ıyacağını itira f etm em esid ir. «Lâjlâhe illallah» ın lügat m analarının ta h li­
lin i yaparken besleyen ve nim etleri verenin yalnız A lla h olduğunu gör­
müştük.
Bize isa be t eden her şeyin A lla h ’tan geld iğini, n im etleri verenin O
olduğunu, engel olanın da ken disi olduğunu itira f etm em iz bu manâyı ta­
m am lam aktadır. N im eti verm em ek ve insanı belâlara uğratm ak A lla h ’ın
hakkıdır. Bütün bunlara karşı takın acağım ız tavır; rızâ gö sterm ektir :
«...Eğer Allah’ın bunca nimetini teker teker saymağa kalkışsanız, onu
kısım kısım bile sayamazsınız. Gerçekten insan çok zalimdir, çok nankör­
dür.» (157)
«Görmediniz mi ki, Allah, göklerdekini ve yerde olanı hep menfaati­
niz için birer sebep kılmıştır. Hem aşikâre, hem g iz li olarak her türlü ni-

155 — E n fâ l : 17
158 — Z a riy a t : 58
1.57 — İ b r a h im : 34

84
ŞEHADET

metlerini üzerinize tamamlamıştır. Böyle iken, insanlar içinde kimisi de


var ki, ne bir ilme, ne bir delile, ne de aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksa
zın Allah’ın dini hakkında mücadele ediyor.» (158)
«Gerçekten Kârûn Musa’nın kavminden idi de onlara karşı azgınlık
etmişti. Ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları güçlü kuvvetli bir
toplulukla (zorla) taşınıyordu. O vakit (M usâ'nın) kavmi, ona şöyle de­
mişti :
«— Gururlanıp şımarma, çünkü Allah (dünya m alı ile) şımaranları
sevmez. Allah’ın sana verdiği mal ile âhiret yurdunu iste. Dünyadan nasi­
bini de unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsan et. Yer yüzünde
fesat arama; çünkü Allah fesat çıkaranları sevmez.» (159)
«Kim Allah’a inanırsa Allah onun kalbini doğru yöne yöneltir.»
«(Onlar öyle bir küfür ve inad iç in d e d irle r ki) gemiye bindikleri za­
man, (denizde boğulma korkusu ile) dini Allah’a halis kılarak (ihlâs sa­
hibi m üm inler gibi) O ’na dua ederler. Fakat onları karaya çıkarıp kurtar­
dık mı, hemen Allah'a ortak koşarlar (eski küfür halle rine dönerler.)» (160)
«İnsana bir zarar dokundu mu, bize yalvarır; sonra kendisine tarafı­
mızdan bir nimet verdik mi: «— Bu, bana, ancak bilgimden dolayı veril­
miştir.!» der. Doğrusu bu bir imtihandır; fakat çokları bilmezler. Onlardan
(senin kavminden) evvelkiler de bu sözü söylemişlerdi. Fakat o kazandık­
ları küfür kendilerini kurtarmadı. Sonunda işledikleri fenalıkların cezası
başlarına geçti. Şu Mekke kâfirlerinden zulmedenlere gelince, onlara da
ettikleri fenalıkların cezası çarpacaktır, ve (A lla h 'ın azabından) kurtula­
cak değillerdir. O kâfirler halâ bilmediler mi ki, Allah, dilediğine rızkı ge­
nişletir, dilediğine de kısar. Şüphesiz bunda, imân edecek bir kavim için
ibretler vardır.» (161)
«(O kâfir olan) insan, hayır (mal, evlât, ze n g in lik ve sıhhat) istemek­
ten usanmazda, kendisine bir darlık dokunuverirse, hemen ümidi keser,
ye'se düşer. Eğer ona dokunan bir sıkıntıdan sonra, tarafımızdan kendi­
sine bir rahmet taddırırsak, mutlak şöyle der: «— Bu benim hakkım, kı­
yametin kopacağını zannetmiyorum...» (162)
«Bir insana nimet verdiğimiz vakit, şükretmekten yüz çevirir ve yan
büküp uzaklaşır. Kendisine darlık dokunuverdi mi, artık geniş geniş duaya
daiar.» (163)
158 — L o k m a n : 20
159 — K a ra s : 76-77
160 — A n k e b û t : 65
161 — Z ü m e r : 49-52
162 — F u ss ile t : 50
163 — Fussilet : 51
85
İSLÂM

«Sizdeki her nimet Allah'tandsr. Sonra size keder dokunduğu zaman


da, hep O ’na yalvarıp yakarırsınız. Sonra Allah, bu kederi sizden kaldır­
dığı zaman, bir de bakarsınız ki, içinizden bir topluluk Rabblerine ortak ko­
şuyorlar. Bunu, kendilerine verdiğimiz nimete nankörlük etmek için yapar­
lar. Şimdi zevk edip keyfinize bakın; fakat pek yakında (başınıza gelecek
akibeti) bileceksiniz.» (164)
«... Süleyman, tahtı yanında duruyor görünce dedi ki: «Bu Rabbımın
fazlındandır; beni imtihan etmek içindir: Şükür mü edeceğim, yoksa nan­
körlük mü edeceğim?...» (165)
3 — A lla h ’ın izni olm aksızın A lla h ’tan başkasına ibadet etm ek de şe-
hadeti bozan hususlardandır. Bu hükmü Y üce A lla h 'ın : «De ki: «Şüphe­
siz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan
Allah içindir.» (166) âyetiyle «Allah’tan başka tapılan yoktur.» âyetinden
çıkarıyoruz. Çünkü ibadet, namaz, zekât, oruç ve hacdan ibaret değildir.
A lla h 'ın rızasın ı kasdederek yapılan her iş ibadettir. A lla h ’ın izni olmadan
A llah'tan başkasının rızasın ı kazanmak için yapılan her iş ise, şirk tir. Bu
ç e ş it şirke birçok durum girer.
Bunlardan biri: insanın m illiy e tç ilik için ça lışm a sı; ça lışm a sın ın b iri­
cik hedefinin m illiy e tç ilik olm asıdır: Onun için savaşır. Onun için konu­
şur. Ona inanmaya, onun için çalışm aya davet eder. Var gücüyle onu d e s­
tekler. Bu gibi yö n e lişle r, A lla h ’a ortak koşm a y ö n e lişle rid ir. Çünkü A l­
lah, yalnız kendisi için çalışm am ızı, O'nun için cihad etm em izi ve O ’nun
için savaşm am ızı em reder. Biz bunun için ça lışın ca, şayet m ille tim iz rrıüs-
lüman ise ona da hizm et etm iş oluruz. A m a m ille tim iz kâfir ise, yalnız ona
hizm et etm em ekle kalm ayacağız ü ste lik ona karşı olacağız. M üslüm an,
m illetin in m enfaati doğrultusunda hareketlerine yön verm ez. A lla h 'ın
e m irleri doğrultusunda hareket eder.
Ş irk olarak sayılan durum lardan bir tanesi de: Bir hedef olarak va­
tan için çalışm aktır. Bu da şirk tir. M üslüm an, ancak bu vatanın ve bu va­
tanda bulunanların A lla h ’a bağ lılığ ı nisbetin ce vatana bağlıdır. O zaman
bu vatanın ve bu vatanda oturanların yararına ça lıştığ ı takdirde, A lla h için
ç a lışm ış olur. Am a vatan çalışm anın k ıb le si olur ve bu çalışm ada A lla h 'ın
rızası asıl sayılm azsa, bu şirk tir. A lla h (C.C.) vatanlarına bağlı kavimle-
rin bu durum larını ayıplam aktadır :
«Eğer biz o münafıklara: «Nefislerinizi cihad için öldürün, yahut yurt­
larınızdan çıkın» diye bir farziyet yiikleseydik, içlerinden pek azı müs-

164 — N ahl : 53-55


165 — N em i : 40
166 — En’am : 162

86
ŞEHADET

tesna, onu yapmazlardı. Onlar, kendilerine öğüt verilen şeyleri yerine ge­
tirseydiler elbette bu, haklarında çok hayırlı ve imanlarını kökleştirme
bakımından sağlam bir hareket olurdu.» (167)
Vatan paro lasıyla hareket etm ek, vatan bütünlüğünü savunm ak ve
vatanın yararı için çalışm anın, m e se le le rin ölçüldüğü tem el ölçü olm ası
asla caiz değildir. Eğer durum böyle olursa, şirk e düşülm üş olur. Am a
m e se le le rin ölçüldüğü tem el ölçü: A lla h ’a iman ve O ’nun em rettiğ ini yap­
mak ise, ta b iî ki durum değ işir. N itekim vatanın yararına ça lışm a k da A l­
lah'ın em irlerindendir. Şayet vatan için ça lışm a kta A lla h ’ın e m irle rin i ger­
çe kleştirm e k ve O n u n rızasın ı kazanma gaye e d in ilm iş ise, bu ibadettir.
Ve bunda h içib r sakınca yoktur.
insanlık ve insan için ç a lışm a k yine ş irk tir. İnsanın gönlünü k e n d isi­
ne yön eltm esi gereken A lla h ’dır. Gönlü başkasına yöneltm ek şirk tir.
«İlim için ilim» parolası şirk tir.
«Görevi yerine getirmiş olmak için görev yapmak» paroiası şirk tir.
«Sanat için sanat» parolası şirk tir.
Allah'ı, insanın maksat ve mabudu olmaktan çıkaran ve yönünü baş­
ka tarafa çeviren her parola şirktir.
4 t- Aliah'dan başkasına emretme ve yasaklama, helâl etme ve ha­
ram kılma, kanun çıkarma ve hakimiyet hakkını verme de şehadet dava­
sını bozar.
Yüce A lla h şö yle buyurur :
«Yaratma ve emretme O'nundur.»
«Hüküm ancak Allah'ındır.»
«Onlar âlimlerini ve râhiblerini Aliah’dan başka Rabbler edindiler.»
(168)
«Demokrasi» ismiyle anılan idare tarzı da buna girer. Çünkü dem ok­
rasi, parlam ento veya başka bir m e c lis le idarenin yürtülm esi ve sözün
çoğunluğa ait olm a sıdır. Bu m e clis, d ile d iğ i kanunu çık a rır. Bu hareketi,
bazı ülkelerde olduğu gibi ancak anayasa s ın ırla y a b ilir. Fakat anayasa­
nın kendisi hzırlantrken yine h iç b ir s ın ır tanım adan çoğunluğun görüş ve
dü şü ncelerine göre hazırlanm aktadır. Bu, kanun koyma, helâl ve haramı
tayin etme y e tkisin i insana verm e ktir ve şirk tir.
İslâm toplum unda bizi bu şirkte n koruyan gerçek ifade, bizim şurâ
m e clisim izin o lm asıdır. Bu m e c lisin se çim le gelm esind e b ir sakınca yok­
tur. A ncak m e clisin her ferdinin ve bütünün A lla h ’ın e m irle rin e bağlı ol-

167 — N isa : 66
168 — T e v b e : 31

87
I S L Â M

m aları şarttır. A lla h 'ın ken dilerin e izin verd iği konularda ictihad eder, ke­
sin ve açık nass bulunan konularda olduğu gibi nassa uyarlar. Şayet nass
zannî ise onlar için b ir seçm e hakkı vardır. Yani Kur ’ân-ı Kerim ve Re-
sûlüllah (S.A.V.)’in sünneti, anayasal parlam enter düzenle idare edilen
ülkelerde anayasa durumundadır. S e çile n m e clis, anayasaya aykırı kanun
çıkaram adığı gibi şura m e c lisi de K u ra n ve Sünnet'e aykırı düşen kanun­
ları çıkaram az. Şurâ, ya anayasayı aç ıkla r veya verd iği kararlar anayasa­
ya aykırı olm az. A lla h ’ın hükmü b ırakılarak kanun çıkarm a y etkisin in zen­
ginler sın ıfın a, orta sın ıfa veya aşağı sın ıfa, partiye, parti y ö n e ticile rin e ,
din adam larına, siy a se t adam larına veya herhangi bir s ın if veya ferde
v erilm esi şirk tir.
İnsanın, R esûlüllah (S.A.V.)’in A lla h tarafından g etird iğ i yüküm lü­
lü klerle ken disin i sorum lu kabul etm em esi yine şirk tir. N a sıl R esûlüllah
(S.A.V.)'e uyma m ecburiyeti o lm asın ki. Y ü ce A lla h Resulüne hitap eder­
ken şö yle buyurur :
«Sonra (ey Resûlüm ) seni dinden bir yo! (şeriat) üzere görevli kıldık.
Onun için sen o şeriata uy da, ilmi olmayanların arzu ve isteklerine tabi
olma.» (169)
5 — Allah'ın izni olmaksızın itaat edilme makamını Allah'tan başka­
sına vermek de şe’nadet davasını bozan hususlardandır. N itekim «Lâilâhe
illallah» in m anâsını açıklarken gördüğümüz gibi: K e n d isin e itaat edilen
sadece A lla h ’tır. A lla h ’ın itaat konusunda bize izin verd iği yerler: Re-
sûlüllah'a ve bizden olan ululem re itaattir: «Resule itaat eden, Allah’a itaat
etm iştir.» U lulem re itaat, ancak A lla h ’ın K itab'ı ve R e sû lü lla h ’ın Sünnet'i
üzere olur. İdare edenler yoldan çıkarlarsa; Allah’ın ma'siyetinde onlara
itaat yoktur. İster bunlar âlim olsun, iste r paşa olsunlar. Şu âyet-i kerim e
buna işaret etm ektedir :
«Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygambere ve sizden olan ida­
recilere de itaat edin. Sonra bir şey hakkında çekiştiniz mi, hemen onu
Allah’a ve Resûlüne arz ediniz; eğer Allah’a ve âhiret gününe inanıyor­
sanız...» (170)
İdareciye itaat, id arecinin bizden olm ası ve bizim le ih tilâfa düştüğün­
de A lla h ’ın K ita b ’ına ve Resûlünün sü nnet’ine m üracaat etm esi şartıyla-
dır.
Hadis-i şe rifte de şö yle buyurulur :
«Yaratıcının ma'siyetinde hiçbir yaratılmışa itaat yoktur.»
«İtaat, ancak iyi şeylerdedir.»

169 — Casiye : 18
170 — N is a : 59

88
ŞEHADET

M üslüm an, A lla h 'ın zatında h içb ir kim seye itaat etmez. Ne nefsine,
ne şeytana, ne kâfire, ne sapığa, ne bid'atçıya, ne fasığa, ne haddini aşa­
na, ne gâfile, ne sapıklığ a çağırana ve ne de A lla h 'ın em rinden b aşkası­
na davet edene :
«O zevkini kendisine ilâh edineni gördün mü?» (171)
«Eğer yeryüzündeki insanların e kse risin e uyarsan, seni, onlar A lla h
yolundan saptırırlar. Onlar, ancak zan ardında yürürler ve sadece yalan
uydururlar.» (172)
«Kâfirlerin emrine itaat etmeyin. (Onlar) o kimselerdirler ki, yeryü­
zünü fesada verirler de düzeltmezler.» (173)
«... Eğer kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir topluluğa uyar-
sanız, sizi imanınızdan sonra çevirirler, kâfir yaparlar.» (174)
«... Eğer kâfirlere itaat edecek olursanız, sizi geriye çevirirler de zi­
yana düşenler olursunuz.» (175)
«Şeytana itaat etmeyin, o size açık bir düşmandır diye öğüt verme­
dim mi?» (176)
Bunlardan hangisine itaat edersen, onu kendine ilâh edinm iş s a y ılır­
sın. Onu ilâh edinince de küfre gidersin.
«Muhakkak ki, kendilerine hak belli olduktan sonra arkalarına dö­
nenlere şeytan teşvikte bulunmuş ve kendilerini uzun boylu emellere dü­
şürmüştür. Bunun sebebi şudur: Allah'ın indirdiğinden hoşlanmayanlara de­
mişlerdi ki: «Biz size bazı işlerde itaat edeceğiz...» (177)
Bu kim se le rin dinden dönm elerinin alâm eti: Bazı durum larda A lla h 'ın
indirdiğinden hoşlanm ayanlara itaat e tm eleridir. Bu durumdan sayılan
bazı hu suslar :
Resûlü!lah (S.A.V.)'e itaat etm em ek. Çünkü A lla h ’a itaat etmek, an­
cak Resulüne itaat etm ekle olur. A lla h 'a itaati ancak Resûlü v asıtasıyla
öğrenebiliyoruz. R e sû lü lla h ’a itaat demek, onun sünnetine itaat etm ek
dem ektir. Onun için Resûlü!lah (S.A.V.)’in sünnetini kabul etmeyen, kâfir­
dir. Kabul edip de itaat etm eyen ise, fâsıktır.

171 — C a siy e : 23
172 — E n ’a m . : 116
173 — Ş u a r a : 151-152
174 — Â l-i İm r a n : 100
175 — AT-i İm ra n : 149
176 — Y a sin : 60
177 — M u h am m ecl : 25

89
İ S L Â M

6 — Allah'ın indirmediğiyle hükmetmek veyo bu hükmü kabul etmek.


Y ü c e Aüah şö y le b u y u r u r :
«Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler, kâfirlerin tâ kendileridir.»
«Sana indirilen Kur’ân’a ve senden önce indirilen kitaplara iman et­
tik, diye boş iddiada bulunanlara bakmaz mısın ! tağuta muhakeme olmak
istiyorlar. Halbuki onu tanımamakla emrolunmuşlardı. Şeytan ise. onları
çok uzak bir sapıklığa düşürmek ister. Onlara, Allah'ın indirdiâi Kur’ân’a
ve Peygamberin hükmüne gelin denildiği zaman münafıkları görürsün ki,
senden düşmanca bir dönüşle yüz çevirirler...» (178)
«Rabbin hakkı için onlar, aralarında çekiştikleri şeylerde seni ha­
kem yapıp sonra da verdiğin hükümden nefisleri hiçbir darlık duymadan
tam bir tesilmiyetle boyun eğmedikçe, iman etmiş olmazlar.» (179)
Yine şöyle buyurur:
«Ve şu emride indirdik : Aralarında, Allah’ın indirdiği hükümlerle hü­
küm ver, arzularına uyma ve Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kıs­
mından seni şaşırtırlar diye kendilerinden sakın. Eğer onlar, hükümleri
kabulden yüz çevirirlerse, bil ki Allah, onların bazı günahları sebebiyle
başlarına mutlaka bir musibet getirmek diliyor. Her halde insanların çoğu
fâsıktırlar.» (180)
Yine Münafıkların vasfını belirtirken de şöyle buyurur:
«Allah’a ve Resulüne inandık ve itaat ettik, diyorlar da, sonra bunun
arkasından bir zümre yüz çevirir. Bunlar, müminler değillerdir. Araların­
da hüküm vermek için, o münafıklar, Allah’ın kitabına ve Peygamberine
çağırıldıkları vakit bir de bakarsın, onlardan bir fırka yüz çeviriyor. Eğer
hak kendilerinin olursa, koşarak Peygambere gelirler. Bunların kalblerin-
de bir hastalık (küfür ve nifak) mı var ? Yoksa Allah ile Peygamberinin
kendilerine haksızlık edeceğinden şüpheye mi düştüler ? Yoksa korktular
mı ? Hayır, onlar zâlim kimselerdir.
Müminler, aralarında hüküm vermek için, Allah'ın kitabına ve Pey­
gamberine çağırıldıkları vakit, onların sözü ancak : «Dinledik ve itaat et­
tik» demeleridir. İşte bunlar, zafer bulacak olanlardır. Kim Ailah'a ve Re-
sûiüne itaat eder, yaptığı günahlardan ötürü AHah’dan korkar ve geri ka­
lan ömründe de O'ndon sakınırsa, işte bunlar ebedî saadete kavuşanlar­
dır.» (181)

178 — N is a : 60-61
179 — N is a : 65
180 — M a id e : 49
181 — N ur ; 48.52
ŞEHADEf

7 — İslâm'ın tümünden veya İslâm'dan olan bir şeyden hoşlanma­


mak :
Y ü c e A lla h şö y le b u y u ru y o r:
«Kâfirlere gelince, düşüş onlara ! Allah amellerini boşa çikarmıştır.»
( 182)
R e sû lü lla h (S.A.V.) de bu konuda şö yle b u y u r u r :
«Sizden birinizin istekleri getirdiğime tabi olmadıkça, o iman etme­
miştir.»
İnsanın, İslâm ’ ın hükü m lerinin herhangi birinden h o şlan m am a sı bu­
na girer. Bu hüküm ister ib ad etlerd en olsun, ister İslâm iktisa d ın d a n o l­
sun. İster m uam elattan olsun, ister siy a se tin d e n olsun. A h lâ k î, içtim a i v e ­
ya d iğ e r niza m la rın ın birinden olsu n ...
B ir âyetin veya kesin bir hadisin k a p sam ın d an h o şlan m am a k insanı
İslâm ’dan çık a rır. Bu durum şe h a d e b d a v â sıy ia ba ğd aşm az.
8 — Dünya hayatının âhiret hayatından daha çok sevilerek biricik
hedef kılınması.
Y ü ce A lla h şö yle b u y u r u r :
«Başlarına gelecek şiddetli bir azapdan dolayı vay kâfirlerin haline!
Onlar, o kimselerdir ki, dünya hayatını âhiret üzerine tercih edip sever­
ler; Allah yolundan clıkoyarlar ve onun eğrilmesini isterler. İşte bunlar,
haktan çok uzak bir sapıklık içindedirler.» (183)
«Kim dünya hayatını ve onun gösterişli zevklerini isterse, biz onla­
ra, âmellerinin karşılığını tamamen öderiz. Bu hususta, onİGra noksanlık
yapılmaz. Bunlar, o kimselerdir ki âhirette kendilerine ateşten başka bir-
şey yoktur. Yaptıkları ameller boşa gitmiştir. Zaten bütün yapmış olduk­
ları şeyler boştur.» (184)
Y ü c e A lla h , dünya hayatın ın ne olduğunu be lirtirke n de şö yle buyu­
ruyor :
«İnsanlara, kadınlar, oğullar, altım ve gümüşten istiflenmiş yığınlar,
yaylıma salınmış (güzel) atlar, davarlar ve ekinlerden yana nefsin istek­
lerine muhabbet, süslenip bezendi. Fakat bunlar, dünya hayatının geçi­
ci menfaatidir. Halbuki sonuç güzelliği A lla h katindadır. Resûlüm de ki •
«Size bunlardan daha hayırlısını haber vereyim mi ?» O, nefisleri imren­
diren süslerden korunanlar için Rabbleri katında...» (185)

182 — M uham m ed : 8
183 — İb ra h im : 2 - 3
184 — H û d : 15 - lf>
185 — Â l-i İr rır a n : 1 4 - 1 5

81
I S L A M

«Bilin ki, (Allah’a itaate ve âhiret kazancına sarf edilmeyen) dünya


hayatı; bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda bir öğünme. mal ve evlad-
da bir çoğalıştır, (nihayet hepsi yok olur gider.) Bu, bir yağmurun hali­
ne benzer ki, onun bitirdiği nebat, çiftçilerin hoşuna gider. Sonra değişir;
bir de onu görürsün sararmıştır. Sonra da çörçöp olmuştur, (işte dünya
da böyledir. Kuruyup yok olan bu nebat gibi, bekası yoktur.) İşte hayatı
bu şekilde olan kimse için, âhirötte şiddetli bir azap; müminler için ise,
Allah'tan bir mağfiret ve bir rıza vardır. Dünya hayatı ancak bir aldanış
menfaatidir.» (186)
Başka şeyler peşinde koşanları da Allah tehdit ediyor:
De k i : «Babalarınız oğullarınız, kardeşleriniz, karılarınız, soylarınız,
kazandığınız mallar, geçersiz olmasından korktuğunuz bir ticaret, hoşu­
nuza giden meskenler, size Allah ve Resûlünden ve onun yolunda cihad-
dan daha sevgili ise, artık Allah’ın emri (azabı) gelinceye kadar bekleyin.
Allah, fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.» (187)
9 — Şehadet davasını bozan hususlardan birisi de : «Kitap ve sünnet
ten olan bir şeyle veya onlardan dolayı ehilleriyle veya Allah’ın hüküm­
lerinden ve İslâm’ın özelliklerinden biriyle alay etmektir.
İbn-i Ömer^Muhammed b. Ka’b, Zeyd b. Eşlem ve Kateden : (Biribir-
leriyie münakaşa ediyorlardı.) Tebûk gazvesinde bir adam şöyle d ed i:
«Şu kurallarımızdan (Kur'ân okuyucularından) daha midesine düşkün, da­
ha yalancı ve savaşlarda korkak kimse görmedik. (Bu sözleriyle Resûlül-
lah (S.A.V.)’le kurrâ sahabeleri kast ediyordu.)
Avf b. Malik ona :
«Yalan söylüyorsun ve sen münafıksın. Seni Resûlüllah'a haber vere­
ceğim.» dedi ve haber vermek üzere Resûlüllah (S.A.V.)'e gitti. Resûlüllah
(S.A.V.)’in yanına varmadan önce bu konuda bir âyetin gelmiş olduğunu
gördü. Bu arada o alay eden adam da geldi. Devesine binmiş ve yola
çıkmağa hazırlanmıştı. Dedi k i : «Ya Resûlüllah! yolda gidenlerin yol yor­
gunluğunu unutmak için konuştukları cinsten bir konuşma idi. Onun için
böyle ölçüsüz konuştum.»
İbn-i Ömer şöyle diyor :
«O adamı sanki Resûlüllah (S.A.V.)’in devesinin ayağına bağlı bir ip­
le sürüklenmekte ve taşlar ayaklarına çarpmaktadır da, o haliyle böyle ko­
nuşmağa dalmış eğleniyorduk derken görüyor gibiyim.»

186 — H a d id : 20
187 — Tevbe : 24

92
ŞEHADET

Resûlüllah (S.A.V.) o adama şöyle d e d i:

«Allah'la, O’nun âyetleriyle ve O'nun Resûlüyle mi alay ediyordu­


nuz ?...» Resûlüllah (S.A.V.) ne ona baktı ve ne de bu sözüne birşey ekledi.
Bu olay üzerine şu âyetıi kerime inmiştir.

«Münafıklar, kalblerinde olan küfrü yüzlerine vuracak bir sûrenin


üzerlerine indirilmesinden çekinirler (hem de alay ederler). De ki: «Eğle­
nin bakalım, Allah o korktuğunuz şeyleri meydana çıkarıcıdır.» Ey Resû-
lüm; (Tebük seferine giderken seninle alay eden münafıkların) eğer ken­
dilerine, hakkımda niçin böyle dediniz ? diye sorarsan: «Biz, ancak lâfa
dalmış şakalaşıyorduk» - derler. De k i: «Allah ile, âyetleriyle ve O’nun
Peygamberi ile mi eğleniyordunuz ?» Boşuna özür dilemeyin. Siz iman et­
tiğinizi söyledikten sonra, içinizdeki küfrü cçığo vurdunuz. İçinizden bir
kısmını bağışlasak bile, diğer bir kısmını, suçlarında ısrar ettiklerinden
azabımıza uğratacağız.» (188)
İslâm’ın hükümlerinden, ibadetlerinden veya nasslarından biriyle
alay etmek şehadet davâsını bozar. Meselâ : Kısas hükmünü ihtiva eden
âyeti kast ederek tekrar «göze göz, dişe diş.» düzenine mi döneceğiz.
Veya : «... Ve derecelerle kiminizi kiminizin üstüne çıkardı.» (189/a) emirle­
rine göre hareket etmemizi mi istiyorsunuz ? demek. Veya İslâm’ın hü­
kümlerini taşıyan sözler konuşulurken ««bu lâfları bırakın» şeklinde konuş­
mak İslâm'da atılması gereken boş şeyler varmış gibi «Siz hep kabukla­
ra payışıyorsunuz» demek şehadeti bozar. İslâmî bir alamet olduğu için
sakal ile veya sakaldan dolayı sakalı olan ile veya namaz kıldığından do­
layı namaz kılan ile İslâm'daki ilim ile veya bu ilimden dolayı bu ilmin
âlimiyle alay etmek. Veyahut müslüman âlimlere karşı kibirlenmek ve
onları hakir görmek gibi davranışlar insanı dinden çıkarır. Belki de Re­
sûlüllah (S.A.V.) şu sözüyle bu gibi kimselere işaret etmektedir: «Kişi, Al­
lah’ın hoşlanmadığı bir söz söyler de ona aldırış etmez. Halbuki bu sö­
züyle o, cehennemde yetmiş «harîf» aşağı düşmüştür;»

188 — Tevbe : 64
1 8 9 /a — Bu a y e tte n m aksat hukuka veya d e v le t e k a rş ı m ü s lü m a n v a ta n ­
d a ş la r ın e ş it o lm a d ık la r ı dem ek d e ğ ild ir . İs lâ m d ü z e n in d e bu ko­
n u la r d a ta m e ş itlik v a r d ır . İs lâ m d ü z e n i n d e b ö y le b i r s ı n ı f l a ş m a n ı n
o lm a d ığ ı konusu iç in bkz: M uham m ed e lJ B e h iy , « A v ru p a T o p lu -
m unda S ın ıf la ş m a ve Ç ağdaş İs lâ m T o p lu m u n a E tk ile r i» ve M us­
ta fa S ıb a l « İs lâ m S o s y a liz m i» M e r h u m S ı b a i ’n i n « S o s y a liz m » t a b ir i
h a ta lı is e de k a n a a tım ız c a bu k ita b ın m u h te v iy a tı m ü k e m m e ld ir
'M ü t e r c im )

93
İ S L Â M

10 — Allah’ın haram kıldığını helâl ve helâl kıldığını haram kılmak.


Allah (C.C.) şöyle buyuruyor:
«Yalanı, ancak Aiiah'm âyetlerin© inanmayanlar uydurur. İşte bunlar,
asıl yalancı olanlardır.» (189/b)
Şüphesiz ki yolanın en büyüğü : Allah'ın helâl kıldığım haram ve ha­
ram kıldığını helâl etmektir. Yüce Allah şöyle buyurur:
«Dinerinizin «Bu helâldır, şu haramdır» diye yalan olarak vasıflan­
dırdığı şeyi söylemeyin ki, Allah'a yalan iftira etmiş olursunuz. Şüphe
yok ki, Allah'a yalan uyduranlar, asîa kurtulamazlar. Onlar için dünyada
pek az bir menfaat var, âhirette ise çok acıklı bir azab...» (190)
Başka bir yerde de şöyle buyurur:
«Haram oton bir ayı geciktirmek, ansak küfürde bir fazlalıktır kİ,
onunla kâfirler delâlete düşürülürler. Allah’ın haram ettiği belirli ayların
sayılan tornam olsun diye, onun yerini bir sene helâl, bir sene de haram
sayarlar. Böylece Allah’ın haram ettiği şeyi, onlar helâl yaparlar. Onlara,
kötü amelleri yaldızlanıp güzel gösterildi. Allah, kâfirler topluluğunu hi­
dayete erdirmez.» (191)

Allah’ın helâl kıldığını haram kılmak küfürdür. Haram kıldığını helâl


kılmak da küfürdür. Eki konuda insanlar iki kısımdır: Kimi çok aşırı gider
haram olmcıyan her ne ile karşılşaırsa onu haram kılar. İki hareket de
doğru değildir. Müslüman, Allah’ın hükmünü bilmeden; Allah ve Resû-
lünden önce görüşünü söyliyemez. Allah’ın hükmünü bilmeden konuş­
maması, «Allah’tan başka ilâh yoktur ve Muhammed O ’nun Resulüdür»
şehadetinde doğru oluşunun isbatıdır.
Allah (C.C.) şöyle buyurur:
«Ey iman edenler: (Söz ve hareketlerinizde ileri varıp da) Allah’ın ve
Resûlünün önüne geçmeyin; Allah'tan korkun. Çünkü Allah Sami'dir, (her
şeyi işitir), Alim’dir. (her şeyi bilir).» (192)
! 11 — Kur'ân'ın ve Resûlülîah (S.Â.V.}den geldiği kesinlikle sabit
olan nassların tamamına inanmamak :
Ailah (C.C.) şöyle buyurur:
«... Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyor
sunuz ? Şimdi sizden bu ahdi bozan kimsenin cezası, ancak dünyada rüs-

i8 9 /b — Nahl : 105
190 — Nahl : 1 1 6 -1 1 7
191 — Tevbe : 37
1S2 — H u c u ra t: i

94
ŞEHADET

vayiık ve bayağılık, kıyamette d@ en şiddetli azaba atılmaktır. Allah sizin


bu ahdi bozmanızdan gâfii değildir.» (193)
R esû lü llah (S.A.V.)’de şö yle b u yu ru r:
«Olabilir ki bir adama benim bir hadisim ulaşır da o edam sandol-
yasına yaslanmış olduğu halde şöyle d e r : «Bizimle sizin aramızda Allah’­
ın ktiabı vardır. Onda helâl bulduğumuzu helâl ve harem bulduğumuzu da
haram kılarız ? Şüphesiz ki Resûlüllah’ın haram kıldığı, Allah’ın haram kıl­
dığı gibidir.» (194)
«M âlik (R.A.) de şö y le rivayet e d e r: R e sû lü lla h (S.A.V.)'in şö yle d e d i­
ği bana u la ş t ı: Aranızda iki şey bıraktım. Onlara tutunduğunuz müddetçe
sapıtmayacaksınız. Bu iki ş e y : Allah’ın Kitab’ı ve Peygamberinin sünne­
tidir.»
K u r'â n 'ın n a ssla n n d a n bir şeye inanm am ak im anı bozar. Bu konuda
Y ü c e A lla h şö yle b u y u r u r: «Kur’ânı biz indirdik ve onu koruyacak olan da
bizierlz.»
K e sin olan bir sü nnete in anm am ak da im anı bozar. Ç ün kü bu. P e y ­
gam beri yala nla m aktır. O nu y a la n la m a k ise, küfürdür.
K u r’ân 'dan ve sünetten olan m ü tevatir b ir şeyi y a la n la m a k şeha-
d e t d a v â sın ı bozduğu gibi K u r'â n ’dan olm ayan bir şeyin K u r’â n 'd a n o ld u ­
ğunu söylem ek ve yalandan, sünnetten olm ayan bir şeye sü nne tten dir
dem ek de şe h a d e ti bozar. A le y h iss e la tu vesse la m şö y le b u yu ru r:
«Kim, Peygambere veya ehl-i beytine veyahut anne - babasına karşı
yalan söylerse cennetin kokusunu almaz.» (195)
M ü siim ve T irm iz î’nin rivayet e ttik le ri bir ha diste de şö yle b u yu ru lu r:
«Kim, hadis olmadığım bile bile bendenmiş gibi hadis naklederse, o,
yalancılardan biridir.»
12 — Ş e h a d e t d a vâsın ı bozan h u su slard an birisi d e : «Kâfir ve mü­
nafıkların dost edinilmesi ve ehl-i Tevhid olan müminlerin sevilmemesidir.
Y ü c e A lla h bu konuda şöyle b u y u ru y o r:
«Ey iman edenler! Yahudilerle Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar,
birbirlerinin dostlarıdır, içinizden kim onları dost ve yardımcı edinirse, o
da onlardandır. Allah, düşmana dostluk etmekle nefislerine zulmedenleri
hak yoluna eriştirmez. Onun için kalblerinde nifak hastalığı olanları gö­
rürsün ki, kâfirlerle dostluk yapmak hususunda yarışırlar. Korkarız bir za-

193 — B a k a ra : 85
194 — T irm iz i
195 — T a b e r a n i « K e b ir » de

95
i s 'l â m

man inkılâbı ile Islâm mağlûp olur, derler. Fakat yakındır ki, Allah, müs-
liimanlara zaferi veya kendi katından bir emri getirir de nefislerinde giz­
lediklerine pişman olurlar. Münafıkların hali açığa çıkınca müminler bir­
birine şöyle diyeceklerdir: «Sizinle beraber olduklarına, kuvvetli yemin­
leriyle, Allah’a yemin edenler şunlar mı? Onların bütün yaptıkları boşa
çıktı da âhirette hüsran içinde kaldılar.» (196)
«Ey iman edenler! Ne sizden önce kitap verilenlerden dininizi oyun­
cak ve eğlence yerine tutanları, ne de diğer kâfirleri dost edinmeyin. Eğer
gerçek müminlerseniz Allah’tan korkun.» (197)
«Münafık erkeklerle münafık kadınlar, birbirine benzerler. Onlar, kö­
tülüğü emrederler, iyilikten alıkoymaya çalışırlar. Ellerini sıkı tutarlar.
Allah'ı unuttular, Allah da onları unuttu (hidayetinden mahrum etti.) Doğ­
rusu münafıklar hep fasıktırlar. Allah, münafık erkeklere, münafık kadın­
lara ve bütün kâfirlere, içinde ebedî olarak kalmak üzere, cehennem ate­
şini vaad buyurdu. Bu azap onlara yeter. Allah onları rahmetinden uzak­
laştırdı. Onlara devamlı bir azap vardır.» (198)
«Kendileri için gerçekten acıklı bir azap olduğunu münafıklara müj-
deleyiver!.. O münafıklar ki, müminleri bırakarak kâfirleri dost ediniyor­
lar, izzet ve zaferi onların yanında mı arıyorlar? Muhakkak ki bütün izzet
ve kudret Allah’ındır.» (199)
«Onlara o kimsenin haberini oku ki, kendisine âyetlerimizi vermiştik
de, o, bunları inkâr ederek imandan çıkmıştı. Böylece şeytan onu arka­
sına takmış da azgınlardan olmuştu. Eğer dileseydik, o kimseyi, bu âyet
ferle iyiler derecesine yükseltirdik. Fakat o, aşağılığa saplandı ve heva-
sına uydu. İşte bunun hali, o köpeğin haline benzer ki, üzerine varsan da
dilini sarkıtıp solur, kendi haline bıraksan da dilini sarkıtsp solur. Âyet­
lerimizi yalanlıyanların hali işte böyledir. Ey Resûlüm, sen hâdiseyi kâfir­
lere anlat. Olur ki, gereği gibi düşünürler. Âyetlerimizi yalanlayıp ancak
kendi nefislerine zulmeden topluluğun hali ne kötüdür.» (200)

D enildi ki: Bu âyette sözü edilen şahıs, Hz. M u sa ’ya ve onunla be­
raber olanlara karşı kâfir olan m ille tin in tarafını tutm uştu. Kendi m illeti
için Hz. M usa ve onunla beraber olanların aleyhine dua etm işti. Halbuki
bu adam, daha önce sa lih bir k işi idi.

196 — M aid e : 51-53


197 — M aid e : 57
198 — T ev b e : 67-68
199 — N isa : 138-139
200 — A ra f : 175-177

96
ŞEHADET

13 — Resûlüllah (S.A.V.)’e karşı terbiyesizlik yapmak.


Bu konuda da Y üce A lla h şöyle buyurur :
«Seslerinizi peygamberin sesinden yüksek çıkarmayın ve birbirini­
ze bağırır gibi, O ’na bağırmayın; haberiniz olmadan amelleriniz boşa çı-
kıverir.» (201) A m e lle rin yok olacağıyla tehdit, m ürtedliği iş'a r ediyor*
N itekim diğer bir âyette Y üce A lla h şöyle buyuruyor: «... Sizden kim di­
ninden döner de kâfir olarak ölürse, bu gibilerin yaptığı iyi şeyler, dün­
yada da, âhirette de boşa gitmişdir; ve onlar cehennem ehli olup orada
ebedî olarak kalırlar.» (202)
R esûlüllah (S.A.V.)'le konuşurken diğer insanlarla konuşulduğu ş e k il­
de yüksek se sle olm ak m ürtedlik şüphesini doğuruyorsa, bu durumdan
daha büyüğü olan Peygam ber'in hareket veya fiille rin d e n b iriyle alay et­
menin durumu ne olur? Buna; R e sû lü lla h ’ın dokuz kadınla evlendiğini alay
ederek sö yliyen kâfirleri m isal olarak v e re b iliriz.
Yukarıda aldığ ım ız âyetin kapsam ına birçok durum lar girer. Şüphe­
siz kitap, m akale ve konferanslarında İlmî m antık, İlmî uslûb veya İlmî
tenkid iddia sıyla Peygam ber (S.A.)’den, Peygam berlik sıfa tı olmayan ba­
yağı bir insanm ış gibi konuşm aları da bu âyetin kapsadığı hususlar ara­
sındadır. Y in e sapık, yald ızlı ve boş sö zle ri bu meyanda mütalaa etm ek
gerekir. A lla h (C.C.) şöyle buyurur :
«Böylece biz her peygambere, insan ve cin şeytanlarını düşman
yaptık. O şeytanlar, aldatmak için birbirlerine lâfın yaldızlısını telkin eder­
ler. Eğer Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı. O halde, onları, uydurmak­
ta oldukları yalanlarıyla başbaşa bırak. Bir de o yaldızlı lâfa, âlıirete inan­
mayanların kalbleri meyletsin, ondan hoşlansınlar ve kazanmakta olduk­
ları günahı onlar da kazansınlar diye, öyle yaparlar.» (203)
14 — Kalbin Allah'ı birlemekten tiksinmesi ve şirk çeşitlerinin bi­
rinden hoşlanması.
Yüce A lla h bu konuda şöyle buyuruyor :
«Yalnız Allah anıldığı vakit, âhirete iman etmeyenlerin yürekleri tik­
sinir de, O ’ndan başka putlar anıldığı vakit hemen yüzleri güler.» (204)
Bu âyetin uygulanacağı en önem li noktalardan b irisi günümüzdeki
bir takım insanlarda gördüğümüz şu durumdur: İşler, A lla h ’a dönderildl-
ğinde kalbleri bundan nefret eder. Am a tabiat veya âdî sebeplere döndü-

201 — H u c u ra t : 2
202 — B a k a r a : 217
203 — E n ’a m : 112-113
204 — Z ü m e r : 45

97
İSLÂM

rüldüğünde veyahutta v e lile re nisbet edildiğinde buna se v in ir ve rahat


nefes alırlar.

Desen ki: «H azırlığ ım ızı yaptık. Savaş plânına uygun hareket ettik. Ve
ce su r olduğumuz için de zafere u la ştık » s e v in irle r buna. Am a: «Allah
bize yardım etti» desen, s ık ılırla r. Yine: «M odern harp usulune başvur­
m adığım ız için yenildik» desen, buna se v in irle r. Am a: «Günahkâr olduğu­
muz için A lla h zafere ulaşm am ızı istem edi» desen bu sözden tik sin irle r.
H er şeyde gayelerinin A lla h o lm asını onlardan ıstesen sık ılırla r. Am a ne­
fis, dünya, şehvet ve paradan söz etsen hemen buna kulak k e s ilir, böyle
sohbetlerin devam ını iste rle r. (205)

15 — Kur’ân’ın zâhiri manasına ters düşen batınî manasının olduğu­


nu ve bu batını, ancak ilham vasıtasıyla, insanlardan bir kısmının bilebi­
leceğini iddia etmek.
Bu gibi id dialar da şehadet davâsına aykırıdır. Kur an için söylenen,
sünnet için de g e çe rlid ir. A lla h (C.C.) Kitabını arapça olarak in dirm iştir.

«Biz, bu kitabı anlayasınız diye, Arapça bir Kur’ân olarak indirdik.»


(206)
«Gerçekten biliyoruz ki, kâfirler: «Kur’ân’ı muhakkak surette bir in­
san öğretiyor.» diyorlar. Peygambere öğretiyor zanmnda bulundukları kim­
senin dili yabancıdır; bu Kur’ân ise, açık arapçadır.» (207)

«İşte biz, o Kur’ân’ı böyle arapça bir hikmet olarak indirdik. And ol­
sun ki, eğer sana vahy ile gelen bu ilimden sonra, kâfirlerin arzularına
uyacak olursan, senin için, Allah’ın azabından kurtaracak ne bir yardım­
cı, ne de bir koruyucu vardır.» (208)

A rapça d ilin in m üfredatı ve kaid eleri b e llid ir. K u r’ân da, onu açıklı-
yan sünnet de ancak dilin bu m üfredat ve kaidelerinin, b ir de onları söy-
liye n le rin uslûb ların ın b ilin m e siy le a n la şılırla r. Kim bu yoldan ayrılır; baş­
ka yollar se çe rse , hevâ ve sapıklığ a sapm ıştır. Bu durum, şe ria t ve nass-
lara engel olm ak ve m üslüm anları tefrikaya düşürm ektir. Çünkü böyle ya­
p ılırsa ortada m üsüm anların başvuracakları bir tem el kalmaz. Yahudi ve
H ıristiy a n la r bile kitaplarını anlam ak konusunda bu sapıklığ a düşm ediler
Şüphesiz ki bu iddiada bulunanlar, m üslüm anlar arasından çık m ış en
büyük zınd ıklard ır. .

205 — B u ra d a n y a z a r ın se b e p le re k a r ş ı o ld u ğ u a n la ş ılm a s ın . Y a z a rın d a


d a h a ö n c e b e lirttiğ i g ib i s e b e p le re y a p ış m a k A lla h ’ın e m rid ir. B u k o ­
n u iç in Ş e h a d e t d a v a s ın ı b o z a n m a d d e le rd e n b ir in c is in e b a k ın ız .
206 — Y u su f : 2

98
ŞEHADET

K u r’ân-ı Kerim şöyle v a sıfla n d ırılm ıştır :


«Allah’ın Kitabı; Gnda sizden öncekilerin ve sizden sonrakilerin ha­
beri ve aranızda oiup bitenlerin hükmü vardır. O, hak ve batılı biri birin­
den ayırır. Haksızlığa götürücü değildir. Onu îerkeden zalimi Allah mah­
vetmiştir. Kim ondan başkasında doğru yolu ararsa Allah onu saptırmış­
tır. Allah’ın sağlam ipidir o. Hikmetli zikirdir. Dosdoğru yoldur. Ancak
onunla iste k le r sapmaz. Diller dolanmaz. Âlimler ondan doymaz. Çok tek­
rar edilmekten eskimez. İnsana dehşet veren üstünlükleri son bulmaz. Cin­
ler onu duyunca onun için «... Biz çok hoş bir K u ra n dinledik» dediler.
Kim onun söylediği doğrultuda konuşursa doğru söyler. Kim onunla amel
ederse mükâfat görür. Kim onunla hükmederse adaletle hükmeder. Ve
kim ona davet ederse doğru yola kavuşturulmuştur.»
16 — Allah’ın sıfatlarından, isimlerinden veya fiillerinden bir şeyi İn­
kâr ederek Allah'ı gerektiği gibi tanımamak.
Y üce A lla h şöyle buyurur :
«En güzel isimler (Esmâ-i Hüsnâ) Allah’ındır. O halde Allah'a bu isim­
lerle dua edin. O'nun isimlerinde sapıklık edenleri terk edin. Yarın kıya­
mette onlar, yaptıklarının cezasını çekeceklerdir.» (209)
«Ailah odur ki, kendisinden başka hiç bir ilâh yoktur. En güzel İsim­
ler lEsm â-i Hüsnâ) O'nundur.» (210)
«O'nun benzeri yoktur. O Semi ve Basîr’dir.»
«De ki: O, Allah’dır, tekdir (eşi ortağı yoktur). Ailah Samed'dir. (her
varlığın muhtaç bulunduğu e k sik siz bir varlıktır.) Doğurmadı. O, doyurul­
madı da... Hiç bir şey de, O ’na denk olmamıştır.» (211)
«İşte, kalbierindc şüphe bulunanlar, fitne aramak ve te'viline gitmek
için Kur’ân'ın müteşabih âyetlerine uyarlar. Halbuki, o müteşabihin te ■
vilini yalnız Allah bilir. İlimde kökleşmiş ve metin olmuş kimseler ise: «Biz
ona (mânası anlaşıimıyan müteşabi’ne) inandık; açık ve kapalı bütün âyet­
ler Rabbimiz tarafındandır» derler. Buniarı ancak akılları tam olanlar iyi
düşünürler. Rabbimiz! Bize hidayet verdikten sonra kaibîerimizi saptırma;
katından bize bir rahmet ihsan et! şüphesiz ki sen, çok çok bağışlayan­
sın.» (212)

207 — N a h l : 103
208 — R a ’d : 37
209 — A ’r a f : 180
210 — Taha : 8
211 — Ihlas sûresi
212 — Â l-i İm r a n : 7-8

99
İ SLÂM

«Görmedin mi, Allah gökten (yüksekten) yağmur yağdırdı-•■ » (213)


Hz. İbrahim (S.A.V.)'in d ili üzere de şöyle buyurulm aktadır :
«O dur ki beni yediriyor ve içiriyor. Hastalandığım zaman da, O ba­
na şifa veriyor. O ’dur ki, beni öldürecek ve sonra beni diriltecek.» (214)
A y rıc a şö y le buyurur :
«O’dur ki, sizleri geceleyin uyutarak ölü gibi yapıyor, gündüz de yaptı­
ğınız işleri biliyor...» (215)
«Ey Resûlüm, düşmanların gözlerine bir avuç toprak attığın zam^n
da sen atmadın, ancak Allah attı.» (216)
«Allah, herşeyin yaratıcısıdır.»
Sahih zik irle rim izd e n b irisi de şudur :
«Güç ve kuvvet ancak Allah iledir.»
Hz. M u sa ’nın d ili üzere de şö yle buyurulur ;
«Ey Rabbim! Eğer dileseydin. bunları ve beni daha önce helak eder­
din. İçimizdeki akılsızların yaptığı (günahlar) yüzünden bizi fıelâk mı ede­
ceksin? Onların bu cahillikleri, ancak senin imtihan ve ihtiyarındır. Sen
bu imtihanınla dilediğini sapıklığa bırakır, dilediğine hidayet verirsin...»
(217)
Buharî ve M ü slim , Zeyd b. H a lid ’in şöyle dediğini rivayet ederler:
«H udeybiye'de henüz etraf karanlık iken R esûlüllah (S.A.V.) bize sabah na­
m azını k ıld ırd ı. Namazı b itirin ce cem aata döneı'ek şöyle buyurdu: «Rab-
bınızm ne buyurduğunu biliyor musunuz?» «Allah ve Resulü daha iyi bi­
lir» dediler. O zaman R esûllü llah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Yüce A lla h şöy­
le dedi: «Kullarımdan bana inananlar ve küfredenler, sabahlarlar. Allah’ın
fazilet ve rahmetiyle bize yağmur yağdı diyen bana inanmış ve yıldıza
inanmamıştır. Ve kim falan yıldızın şu hareketiyle bize yağmur yağdı der­
se o kimse bana iman etmemiş ve yıldıza inanmıştır.»
V a rlıktaki her şeyin A lla h ’ın f iili olduğundan habersiz olan, A lla h ’ı ta­
nım am ıştır.
A lla h ’ın isim le rin d en ve kemal sıfatlarından habersiz olan, A lla h ’ı ta­
nım am ıştır.
Herhangi bir e k sik liğ i A lla h ’a nisbet eden O ’nu tanım am ıştır.

213 — F a tır : 27
214 — Ş u a r a : 79
215 — E n ’a m : 60
216 — E n fa l : 17
217 — A 'r a f : 155

100
ŞEHADET

Kem alin, bütünüyle A lla h ’a ait olduğundan habersiz olan, A lla h ’ı ta­
nım am ıştır.
«Allah’ın azametini gereği gibi takdir edip bilemediler. Muhakkak ki
Allah çok kuvvetlidir. Her şeye üstündür. (218)
«Yahudiler, Allah’ın kadrini gereği gibi tanımadılar. Çünkü: «Allah,
hiç bir insana bir şey indirmedi» dediler...» (219)
H ıristiyan lar: «Allah doğurur; O'nun oğlu vardır» d e d ile r ve küfre
düştüler. Y ah u d îler de: «Allah cim rid ir» d ed iler ve küfre gird iler. A y rıca
«Allah, yaratıkları yarattıktan sonra yoruldu ve istirah at etti» d e d iler
yine küfre düştüler.
A lla h (C.C.) şö yle buyuruyor :
«And olsun ki, «Allah, O, Meryem'in oğlu Mesih’dir» diyenler şüp­
hesiz kâfir olmuştur.» (220)
«Allah, üç ilâhdan üçüncüsüdür» diyenler, elbette kâfir olmuşlardır.»
( 221)
«Yahudilerle Nasraniler: «Rahman, çocuk edindi» dediler. Yemin
olsun ki, siz çok çirkin bir şey söylediniz. Az kalsın, söyledikleri sözden
gökler çatlayacak, yer yarılacak ve dağlar parçalanıp yere düşecek. O
Rahman’a çocuk iddia ettiler diye... Halbuki Rahman'a çocuk edinmek
yaraşmaz. Göklerde ve yerde hiçbir kimse yoktur ki, Rahman’a kul olarak
gelici olmasın.» (222)
«Allah fakirdir, biz zenginiz, diyen Yahudilerin sözünü elbette Allah
işitmiştir...» (223)
«Bir de Yahudiler: «Allah’ın eli bağlıdır (cöm ert değildir) dediler. Bu
dedikleri söz sebebiyle elleri hayır yapmak hususunda bağlandı ve lânet-
lendiler. Doğrusu Allah'ın kudret elleri açıktır...» (224)
«Celâlim hakkı için, biz göklerle yeri ve aralarındakini altı günde ya­
rattık; bize bir yorgunluk da dokunmadı.» (225)
A lla h ’ı sağlam bir şe k ild e tanım am ak, zâtına yakışm ayacak v a s ıfla ­
rı O ’na atfetm ek, O ’nu yaratıklarına benzetm ek veya yaratıklarını O ’ndan
bir cüz saym ak küfürdür; şehadete aykırıdır. Çünkü o zaman ilâhlık, ha-

2 18 — H acc : 74
219 — E n ’a m : 91
220 — M a id e : 17
221 — M aid e : 73
222 — M e ry e m : 88-93
223 — Â l-i İm r a n : 181
224 — M aid e : 64
225 — K â f : 38
101
İSLÂ M

k îk î sahibinden alınıp başkasına v e rilm iş olur. . A lla h ’ı bilm eyen, O n u n


ca h ilid ir. O'nun ca hili olan O'nu birleyem ez ve O ’nun, kendi zatını, ken­
d isiy le v a sıfla n d ırd ığ ı vahyini yalanlam ış sa yılır.
17 — Peygamberi sağlam bir şekilde tanımamak, Allah’ın onu vasıf­
landırdığı şeylerden biriyle vasıflandırmamak, ona hakaret olacak bir va­
sıfla vasıflandırmak veya insanlar için en üstün örnek olduğuna inanma­
mak.
Y üce A lla h bu konuda şö yle buyuruyor :
«De ki: «Eğer siz Allah'ı seviyorsanız, hemen bana uyun ki, Allah da
sizleri sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Zira Allah çok bağışlayıcı, çok
merhamet edicidir.» Yine de ki! «Allah’a ve Peygambere itaat edin» Eğer
yüz çevirirlerse, şüphesiz Allah kâfirleri sevmez.» (226)
«Nün ve kalem, bir de satıra yazdıkları şeyler hakkı için, sen (Ey Re-
sûlüm) Rabbinin (Peygam berlik) nimeti ile bir deli değilsin; ve muhak­
kak sana tükenmez b ir sevap var... Gerçekten sen, pek büyük bir ahlâk
üzerindesin. Yakında göreceksin, onlar da görecekler; Hanginizmiş de­
li... Muhakkak senin Rabbin, kendi yolundan kimin saptığını en iyi bilen­
dir ve O, hidayete erenleri de en iyi bilendir.» (227)
«Doğrusu o kâfirler, Kur’ân-ı işittikleri vakit, (sana olan düşmanlık­
larından dolayı) az kalsın gözleri ile seni devireceklerdi. Hâlâ da (senin
için): «Muhakkak o bir mecnûndur.» diyorlar.» (228)
«Lâkin o, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur.»
Peygam berlik işinde Hz. M uham m ed’den başkasına uyan, küfre g ir­
m iştir. Kim, onun sadece arapların peygam beri olduğunu sö yle rse , küfre
düşm üştür. Çünkü yüce A lla h O'nun için şöyle buyuruyor :
«Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.»
«Seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve korkutucu olarak gön­
derdik.»
Kim, hakaret oisun diye onu b e d evîlik ve a ’ra b ilik le v asıfla n d ırırsa
küfre düşm üştür.
Bu maddeye bir çok şe y le r girer. A lla h ’tan bizi muhafaza buyurm a­
sın ı dileriz.
13 _ Şehadet ehlini tekfir etmek, onları tekfir edeni tekfir etme­
mek ve sebadet ehlinin katlini helâl kılmak.

22S — A l-i İm ra n 31-32


227 — K ale m : 1-7
223 — K a le m : 51

102
____________________ ŞEHADET____

Bu konudaki kaid eler :


Kim, bir mümini tekfir ederse kâfir olur.
Kâfiri tekfir etmeyen kâfir olur.
Kâfirin küfründe şüpheye düşen kâfir olur.
R esûlüllah (S.A.V.) şö yle buyurur :
«Uyanık olun! benden sonra bir kısmınız diğer bir kısmının boyun­
larına vuran kâfirler olmayın.»
«Mümine sövmek fâsıklıktır. Onunla döğüşmek ise küfürdür.» (229)
«Bir adam, bîr adama fâsık veya kâfir derse ve o adam öyle değil­
se, bu sözler kendisine döner.»
Tabarânî'nin «el-Kebîr» ve «es-Sağîr» is im li e se rle rin d e leyyın b ir se-
nedle rivayet ettiği bir hadiste şö yle buyurulur: «Ümmetim için en çok
korktuğum üç kimsedir: Biri, Allah’ın Kitabını okur, tâ Kur'ân’ın haşmeti
üzerinde tam yerleşinceye kadar. Bu kişi, İslâm elbisesini de taşıyor iken
kılıcını sıyırıp onunla komşusuna vurur; müşrik olduğunu söyler. D enildi
ki: «Yâ R esûlüllah! m ü şrik likle itham eden mi, edilen mi şirk e daha la­
y ık tır? R esûlüllah: «İtham eden...» buyurdu.
M üm ini te k fir etm ekten küfre dü şülm esi, m üm ini te k fir ederken ima­
nın kendisine vurulan darbeden dolayıdır.
K âfirin küfründen şüphelenm ek, onun dü şü ncesin i doğrulam aktır.
Onu tam bir şe k ild e te k fir etm em ek ise A lla h ve Resulünü yalanlam aktır.

19 — Allah’ın yalnız kendisine lâyık gördüğü bir ibadeti başkasına


yapmak.
M eselâ: A lla h ’tan başkasına kurban kesm ek. O'ndan başkası için
rükû veya sucûda gitm ek. A lla h ’a yaklaşm ak n iye tiyle K âbe’nin dışında
herhangi bir şeyi tavaf etm ek gibi... A lla h (C.C.) şöyle buyuruyor: «De ki:
«Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin
Rabbı olan Allah içindir. Onun ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum.»
(230)
M enfaat veya zararı dokunur inancıyla A lla h 'ta n başkasına dua etm ek
de aynı durum dadır. Yani bu da şehadeti bozan durum lardandır.
Y üce A lla h şö yle buyuruyor :
«Makbul olan dua, ancak Allah’a olan duadır. O'ndan başka (M ü şrik ­
lerin) yalvarıp durdukları putlar ise, kendilerine hiç bir şeyle karşılık ver-

229 — B u h a ri, M ü slim


230 — » E n ’a m : 162-163

103
İSLÂM

mezler. O kâfirlerin hali, kuyu başında, su, ağzına gelsin diye, suya doğ­
ru iki avucunu açıp uzatana benzer ki, su ona yükselip gelmez. Kâfirlerin
dua ve ibadetleri, sapıklıkta ve boşuna yerde olmaktan başka bir şey de­
ğildir.» (231)
Allah’tan başkasını yücelterek ona yemin etmek yine şehadet dava­
sını bozan durumlardandır. Resûlüilah (S.A.V.) bu konuda şöyle buyuru­
yor : «Allah’tan başkasına yemin eden, şirk koşmuştur.» Şayet bu yemini­
ne muhalefet edince kendisiyle yemin ettiğinin ona bir zararının dokuna­
bileceğine inanıyorsa.
Allah’tan başkasına bir adak adayarak onunla Allah'a yaklaşılacağına
inanmak da ayni durumdadır.
Allah'a yaklaşmak niyetiyle Kâbe'den başkasına haccetmek için git­
mek, yakınlık vesilesi kılmadığı yerleri Allah'a yakın olmak niyyetiyle zi­
yaret etmek yine şehadete aykırı olan durumlardır.
Bu konuda genel kaide şudur : Müslüman, ancak Allah için bir iş ya­
par ve ancak O’nun emrettiği doğrultuda hareket eder. Allah’ın izin ver
mediği doğrultuda hareket edilir ve O’nun izin vermediği bir şey yapılır­
sa bu, ma’siyettir. Ama Allah'tan başkası için yapılırsa, o zaman şirktir.
20 — Diğer bir çeşit şirk vardır ki, bir yönden şehadeti bozmakla
beraber şehadeti temelinden bozmaz. Bu çeşit şirk, şirk-i asğar diye isim­
lendirilen şirktir. Bunun ilâcı: «Allahım! bilerek sana bir şeyi ortak koş­
maktan sana sığınırım. Bilmediğim bir şeyden dolayı da affını dilerim.»
şeklinde dua etmektir. Bu çeşit şirkin dış görüntüleri çoktur.
İnsanlar onu görsün diye kişinin namazım güzel kılması... İnsanlar
onun hakkında iyi konuşsun ve övsünler diye iyi yollara malını harcama­
sı. Değeri artsın ve şöhreti yayılsın diye cihad etmesi. İnsanlar arasında
yüksek bir makam elde etmek için ilim öğrenmesi. İnsanlar güzel konuşu­
yor desinler diye güzel konuşması v.b...
Bu çeşit şirk için daha birçok misaller verilebilir. Bütün bunlar Tev-
hid’in bir dalına aykırı düşen şirk çeşitleridir. Onun için de şirkin bu çe­
şidine «şirk-i asğâr» denilmiştir. Bu şirk ma’siyet olup sahibi onunla ate­
şe girmeyi hakkeder. Bu konuda bir çok hadisler vardır.
Müslim Resûlüllah’tan şöyle rivayet eder: «Allah (C.C.) buyurdu:
Ben, en çok ortak koşulmağa ihtiyacı olmayanım. Kim bir iş yapar da baş­
kasını o işte bana ortak koşarsa, onu ve bana ortak koştuğunu başbaşa bı­
rakırım.» (232)
231 — R a ’d : 14
232 — M ü slim

104
ŞEHADET

Ahm ed de R esûlüllah (S.A.V.)’den şö yle rivayet eder: «Sizin hakkı­


nızda Mesih Deccaldan daha çok korktuğum şeyi haber vereyim mi?»
«Buyur ya Rssûllüllah (S.A.V.)» dediler. «3irk-i hafi (gizli ortak koşmazdır.
Kişi kalkar namaz kılar ve bakanlar görsün diye güzel kılar,» buyurdu.»
Ebû Davûd, Ebu Ü m am e’den şunu rivayet eder : «Ebu Umame dedi
ki: «Bir adam Resûlüllah’a gelip şöyle dedi: «Bir adam savaşa hem se­
vap, hem de şöhret için katılırsa ne dersin; ona ne vardır?»
— «Onun için birşey yoktur» buyurdu.
Adam sorusunu üç defa tekrar etti. Üç defasında da R esûlüllah (S.
A.V.): «Onun için bir şey yoktur.» cevabını verdi. Ve son defasında şöyle
buyurdu :
«Allah, ancak sırf kendisi için yapılan ve O ’ndan başkasının rızası gö­
zetilmeyen ameli kabul eder.»
N esaî, U bade’nin R esûlüllah (S.A.V.)'den şu sözü naklettiğini rivayet
eder :
«Kim Allah yolunda yapılan bir savaşa girer de, deveden başka bir
şeye niyyet etmezse, onun için ancak niyyet ettiği vardır.» (232)
M ü slim , T irm izî ve N e sa î Ebû H üreyre’den R esûlü llah (S.A.V.)’in şöy­
le dediğini rivâyet ede rle r :
«Kıyamet günü Allah (C .C .) kullarının arasında hüküm vermek için
iner. (233) Her ümmet yerli yerinde sessiz beklemektedir. İlk çağırılanlar-,
Kur’ân okuyanlar, Allah yolunda öldürülenler ve malı çok olan kimseler­
dir. Allah (C .C .) Kur’ân okuyucusuna şöyle diyecek :
— Resulüme indirdiğimi sana bildirmedim mi?
— Evet Yâ Rab.
— Onunla ne amel ettin.
— Gece - gündüz onunla (Kur’an’la) meşgul oldum.
Bunun üzerine Y üce A llah: «Yalan söyledin.» buyuracak. M e le k le r
de: «Yalan söyledin» d iye ce kler. Sonra Yüce A lla h ona şöyle diyecek :
«Falan iyi Kur'ân okuyor denmesini istedin. Nitekim öyle de denildi.»
Sonra M al sahibi g e tirile c e k ve A lla h (C.C.) şöyle d iyecek :
«Hiç kimseye ihtiyaç duymayacak şekilde sana bol bol mal verme­
dim mi?»
232 — Y a n i A lla h y o lu n d a y a p ıla n s a v a ş la r a g a n im e t e ld e e tm e k iç in k a ­
tıla n k im s e n in k a z a n c ı e ld e e ttiğ i g a n im e tte n b a ş k a b ir şey d e ğ il.
dir. (Mütercim)
233 — B u in iş te n n e y in k a s te d ild iğ im A lla h b iiir. İfa d e n in T ü rk ç e k a rş ılı­
ğını yazdım. (Mütercim)

105
İ SLÂM

Ma! sahibi :
Evet Yâ Râb, diyecek.
Y üce A lla h :
Sana verdiğimle ne yaptın diye soracak.
Ma! sahibi :
Akrabalarıma yardım ettim ve o maldan sadaka verdim, diyecek.
Bunun üzerine Yüce A lla h ve m elekler şöyle d iye ce kler :
Yalan söyledin.
Sonra A lla h (C.C.) şöyle buyuracak :
Falan cömerttir denilmesini istedin. Nitekim öyle de denildi.
Sonra da A lla h yolunda öldürülen huzura g e tirilir.
A lla h (C.C.) ona da şöyle diyecek :
Hangi uğurda öldürüldün?
Öldürülen adam :
Senin yoluna cihadla emroîundum. Ben de ölünceye kadar savaştım,
diyecek.
A lla h da, m elekler de:
Yalan söyledin diyecekler.
Sonra Y üce A lla h şöyle buyuracaktır :
Aksine: «falan cesurdur» denmesini istedin. N itekim öyle de denildi.
Ebu Hüreyre hadisi naklettikten sonra şö yle diyor: «Sonra Resûlüllah
(S.A.V.) dizlerime vurarak şöyle buyurdu: «Yâ Eöâ Hüreyre; Bu üç kimse
kıyamet gününde cehennem ateşinin tutuşturulacağı ilk yaratıklardır.»
Şehadet davasını bozan durumlardan bu kadarıyla yetiniyoruz. Daha
fazla açıklam alarda bulunmak ve m addeleri sıralam ak im kânım ız olm a­
dı. Hem bu prensiplerin kapsam ına başkaları da girer. A lla h ’tan im anı­
mızı kurtarm asını dileriz. A srım ızd a küfür çok azg ınlaşm ıştır. Ö yle ki, şe-
hadetin sa ffiye tin i devam ettiren ve şehadeti bozulmayan insan çok azdır.

106
İ K İN C İ RÜKÜN

A — Namaza G enel Bir Bakış

1 — Namaz, insanı A lla h ’a bağlayan ve iman m anâlarını kalbde can­


landıran tem el noktadır. Namazın başlangıcından sonuna kadar insan A l­
la h ’ı hatırlar. Â h ire t gününü hatırlar: «Allah ceza gününün sahibidir.»
Peygambere imanı anar: «Selâm sana ey peygamber...» «Muham-
med’in, Allah'ın Resulü olduğuna şehadet ederim.» «Allah’ım! Muhanv
med’e selât et...»
Kur an'ı ve kendisine hidayet olunduğu yolu anar: «Bizi doğru yola
ilet...»
Namaz kılan, K ur’ân’dan bölüm ler okuduğunda yine K u ra n 'ı hatırlar.
Buna göre namaz, gayba inanm anın pratik b ir görüntüsüdür. N ite ­
kim Kur'an-ı K e rim ’de iman lafzıyla ifade e d ilm iştir: «...Allah İmanınızı
(nam azınızı) kaybettirecek değildir...» (234)
Buharî ve M ü slim 'd e de rivayet edild iğ i gibi bu âyet şu m esele üze­
rine in m iştir :
«Kıble değişm eden ölen veya öldürülen m üslüm anlar vardı. Sahabe
bunlar hakkındaki hükmü öğrenm ek isted ile r. Bunun üzerine: «Aİlah imanı­
nızı (nam azınızı) kaybettirecek değildir...» âyeti in dirild i. Onun için namaz
kılm ak imanın alam eti ve kılm am ak ise küfrün alam etidir.
R esûlüllah (S.A.V.) şöyle buyuruyor: «Kişi i!e şirk arasında namazı
teketmek vardır.» (235)
«Bizimle onlar arasındaki ahid, namazdır. Kim onu terkederse küfre
düşmüştür.» (236)
«R esûlüllah (S.A.V.)'in sahabeleri namazdan başka, am ellerden bir
şeyin terkini küfür saym azlardı.»
«Kim ikindi namazını kılmazsa ameli boşa gitmiştir.»
2 — İnsanın ruhunda inancı ne derece açık ve kalbinde imanı ne ka­
dar uyanık ise, hareketlerinin, A lla h ’ın e m irlerine uygunluğu da, o dere­
cededir. Hak inancı insan kalbinde namazla canlandığından, insanın hare-

234 — B a k a r a : 143
235 — M ü slim , E b u D a v u d , T ırm izi, İbn-i M ace ve  h m e d
236 — E b u D av u d , N e sa i ve A h m e d

107
İ SLÂM

ketlerin i A lla h 'ın e m irle rin e uyduran dire kt sebep; namazdır: «Gerçekten
namaz, kötü işten ve uygunsuzluktan alıkor. Muhakkak ki Allah’ı zikret­
mek daha büyüktür...» (237)
Onun için namaz ölçüdür: «Namaza kalktıklarında tembel tembel kal­
karlar.» «Veyl o namaz kılanlara ki onlar, namazlarından gafildirler.» (238)
A bd ullah b. M es'u d (R.A.) şöyle der: «Bizi (sahabeyi) gördüm. A n ­
cak m ünafıklığı bilinen m ünafıklar namazdan geri kalırlardı.»
İslâm ’da namazdan önce ve sonra gelen rükünler, ancak namazla ger­
ç e k le ş e b ilirle r.
O, b irin ci rüknü şuur ve pratik bakım ından g e rçe kleştire n ikin ci rü­
kündür. İslâm ’ın tümü bundan hemen sonra g e lir ve bunu takip eder. Onun
için b irin ci m addedeki b irin ci âyet namazı, «kötülük ve uygunsuz işlerden
sakındırır» şe klin d e değerlendirm ektedir.
M üslüm anın yapacağı en h ayırlı şey ve insanı A lla h ’a en çok yak­
laştıran am eli; nam azdır :
«Dosdoğru olun. Allah’ın nimetlerini sayamazsınız ve bunların karşı­
lığını da yerine getiremezsiniz. Ve bilin ki, amellerinizin en hayırlısı na­
mazdır. Ancak mümin olan abdestine dikkat eder.»
«Kulun Rabbına en yakın olduğu durum, secdede olduğu durumdur.»
M a'dan b. Ebi Talha şöyledi dedi: «R esûiüllah (S.A.V.)'in kölesi Sev-
bân (R.A.)'la karışlaştım . K endisine: Bana öyle bir am elden haber v er ki,
onu yaptığım takdirde A lla h beni cennete götürsün. Veya şö yle dediğini
söyledi: «A llah'a en se v im li olan am elden bana haber ver.» Sevbân, su s­
tu. Tekrar sordum . Y in e sustu. Üçüncü defa sorduğum da şöyle dedi: Bu­
nu R esûiü llah CS.A.V.)’den sordum . Buyurdu ki: «Çok secde etmeğe bak.
Sen Allah’a bir secde etmezsin ki, Allah seni onunla bir derece yükselt­
mesin ve bir günahını da silmesin.» M a'dan şö yle dedi: Ebu’d D erda’ya
gittim . Kendisinden de aynı şeyi sordum. O da, Sevbân’ın bana verdiği
cevabın ayn ısını verdi.
3 — G erçekten namaz, A lla h ’ı tanım anın ve kulluğun hakkım O ’na
verm enin m ükem m el bir alam etidir.
A lla h her şeyi insan için yaratm ıştır. Kulun: «EI-HarndüliIlah (Her
türlü m ükem m el şükür ve övgü A lla h ’ındır)» dem esi, bu şe k ild e A lla h 'ı
tanım asına ve bu gerçeği itira f etm esine alam ettir.
A lla h , herşeyi yarattığından O, herşeyden büyüktür. M üslüm an «Al-
lah’u Ekber (A llah her şeyden daha büyüktür)» deyince, Allah’ı bu şe­
kilde tanımasına ve O ’nu bu şekliyle kabullenmesine alamettir.

237 — A n k e b u t : 45
238 — M a u n : 5
108
N A M A Z

M üslüm anm «Subhanallah (Allah'ı her türlü eksiklikten tenzih ede-


rirn)» dem esi, A lla h 'ı bu şe k ild e tanıdığının alam etidir.
Rükû, ve sucûdda «Sübhane Rabbiye'l-A’lâ (Pek yüce olan Rabbi-
mi bütün e k sik likle rd e n tenzîh ederim )» ve ««Sübhane Rabbiye'l-Azîm (Pek
büyük olan Rabbim her türlü e k sik likte n münezzehtir)» dem esi, sadece A l­
la h ’ın Rububiyetini ve varlıkta insanın m akam ının A lla h ’a kulluk olduğunu
itira f etm esidir.
4 — A lla h ’a kulluğun alam eti ve devam lı iman uyanıklığını mümine
veren namaz olunca, kılın m ası ve insana kolay ge le b ilm e si için kalb-
de A lla h ’a ve âhiret gününe imanın çok derin olm ası gerekir. A lla h ’a ve
âhiret gününe imanı derin olmayana namaz ağır gelir. A lla h (C.C.) buyu­
ruyor: ««Bir de sabır ve namazla Allah'tan yardım isteyin, gerçi bu ağır ge­
lir, fakat saygılı kimselere değil...» (239) Kalbinde âhiret imanı yerleşen ,
A lla h 'la karşılaşm anın ve O ’na dönm enin şuuruna varan insan, işte o in­
san, namaz, Peygam ber (S.A.V.)’in gözünün nuru olduğu gibi, onun da gö­
zünün nuru olur. R esûlüllah (S.A.V.) şö yle buyurur :
«Dünyanızdan bana güzel koku ve kadın sevdirildi. Namaz da gözü­
müzün nuru kılındı.»
5 — Bu sebeplerden d o la yıd ır ki, namazla beraber günahlar bağrş-
lanm ıştır. Namaz, A lla h 'a b a ğ lılığ ı ve sözü yenilem ek, g e çm işi yıkam ak ve
A lla h 'la yeni bir safha açm aktır. «Kebairden sakındığın müddetçe, namaz­
lar, aralarındakilere (küçük günahlara) keffarettirler.»
S a ’d b. Ebî V a k ka s’dan, dedi ki: «İki erkek kardeş vardı. Biri diğ e rin ­
den kırk gün önce vefat etti. Onlardan b irin cisin in fa zile ti R esûlüllah
(S.A.V.)’in yanında zik red ild i. R esûlüllah (S.A.V.): «Diğeri de müslüman
değilmiydi?» dedi. «Evet, fena değildi.» dediler. Bunun üzerine R esûlüllah
(S.A.V.): «Namazının onu ne dereceye yükselttiğini biliyormusunuz? Na-
maz’ın benzeri; evinin önünden geçen bol ve tatlı sulu nehirdir. Sizden bi­
riniz her gün beş defa bu suya girerse, ne dersiniz, kirinden birşey kalır
mı? Namazın onu ne dereceye yükselttiğini bilmezsiniz» buyurdu.
6 — Nam azı gereği gibi edâ etmek, insanın namazda, yapm am akla
e m redild iğinin bütününü terketm esi ve yapm akla em rolunduğunun bütü­
nünü yerine g e tirm esiyle g e rçe kleşir.
Namazın şartları, rükünleri, v â cib le ri, sü nnetleri ve âdâbı olduğu g i­
bi, ayrıca m ekruhlan ve onu bozan şe yle r de vardır. Kim namazın m ek­
ruhlarını ve onu bozan şe y le ri yapmaz, şart ve rükünlerini, vâcib, sünnet
ve âdâbını yerine ge tirirse , namazı dosdoğru k ılm ıştır. Nam azlar, farz veya

239 — B a k a ra : 45

109
İ SLÂM

n a flied irler. N a file namazlar, farz nam azlardaki e ksik le rin tam am lanm a­
sı veya farz namazlarda e k s ik lik yoksa insanın d e recelerinin yükselm esi
içindir. Nam azlarında e k s ik lik bulunm ayanlar kem ale erm iş insanlardır ki,
çok azdırlar.
Am m ar b. Yaser'den, dedi ki: «Resûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu:
«Kişi namazını bitirir de, namazından ancak onda biri, dokuzda biri, sekiz­
de biri, yedide biri; altıda biri, beşte biri, dörtte biri, üçte biri veya yarısı
ona yazılır.» (240)
7 — İslâm 'ın m erkezleri, m escid lerdir: «Muhakkak ki bütün meseid-
ler, Allah’a ibadet için kurulmuşlardır, O halde Allah île beraber başka bi­
rine ibadet etmeyin.» (241)
M e s c id le ri inşa etm ek müslüm anın, İslâm ve m üsiüm anlaria olan
bağlılığının alam etidir: «Allah'ın mescidlerini, ancak Allah’a ve âhlret gü­
nüne iman eden, gereği üzere namazı kılan, zekâtı veren, Allah'tan başka­
sından korkmayan kimseler imar eder, onarır. İşte hidayet üzere bulu­
nanlardan oldukları umulanlar bunlardır.» (242)
İbn- M es'ud dedi ki : Gördüm ki, aram ızda sadece m ünafıklığı belli
olm uş m ünafıklar veya hasta olanlar namazdan geri kalırlardı. Hasta, iki
adam arasında yürüyebilince yine namaza geliyordu.»
Y ine şöyle dedi: R esûlüllah (S.A.V.) bize «Hudâ» sünnetlerini öğret­
ti. Kendisinde ezan okunan m e scid lerdeki namaz da hudâ sünnetidir.»
(243) Ebû Davud buna ek olarak şunu da rivayet eder: «Sizden h erbirinizîn
evinde de muhakkak namaz kıldığı yeri vardır. Şayet evlerinizde namazı
kılar ve mescidierinizi terkederseniz, Peygamberinizin sünnetini terket-
miş olursunuz. Şayet Peygamberinizin sünnetini terkederseniz küfre gi­
dersiniz.»
D iğer bir hadiste R esûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurm aktadır : «Münafık­
lara en ağır gelen namaz, yatsı ve sabah namazlarıdır. Bu namazlardaki
sevabı bilselerdi, (em ekliyerek bile olsa) g e lirle rd i. K ara rlaştırdım ki; na­
maza emredeyim. Namaz için kamet getirilsin. Sonra b irisin e , cemaata
namaz kıldırmasını emredeyim. Sonra beraberlerinde bir demet odun bu­
lunan birkaç kişi ile, namaza iştirak etmeyenlerin yanma gidip evlerini ate­
şe vereyim.»
D iğer bir hadiste de şöyle buyurur: «Kim yatsıyı cemaatla kılarsa, ge­
cenin tümünü namaz kılmış gibidir.» (244)
240 — E bu D avud
241 — C in : 18
242 — T ev b e : 18
243 — M ü slim , E b u D av u d
244 — M ü slim
110
N A MAZ

Yine şöyle buyurdu: «Kişinin cemaatla namaz kılması, ev ve dükka­


nında kılmasmdar. yirmibeş kat daha sevaptır. Bu fazlalık şundandır:
Güzelce abdestini alıp yainız namaz kılmak niyyetiyie çıkarak mescide ge­
len kişi, her adım attıkça bir derece kazandığı yibi bir günahı da silinir.
Namazım kıldıktan sonra kıldığa yerde kaldığı müddetçe, abdesti bozuiun-
caya kadar melekler onun için istiğfar etmeğe devam ederler. Ve: «Alla­
hım ona acı, ona rahmet et» derler. Ayrıca sizden biriniz namazı beklediği
müddetçe kendisine namaz sevabı yazılmağa devam edilir.» (245)
8 — Bunlar, namazdaki manalar ve namazın k ılın ış şe k ille rid ir. Kim
namazı bu şe kild e g e rçe k le ştirirse , her türlü za'fiyetten salim ve iyi ah­
lâka yü kse lm iş insandır. N itekim A lla h (C.C.) ku llarını vasfederken şöy- ■
le buyuruyor: «Gerçekten insan haris ve cimri yaratılmıştır. Kendine bir
zarar dokundu mu, feryadı basar. Ona hayır (mal) isabet edince de kıs­
kanç. Namaz kıianlar müstesnadır, Namaz kılan o kimseler ki, onlar na­
mazlarına devamlıdırlar. Onlar ki, mallarında belirli bir hak vardır: Hem
dilenen, hem de iffetinden dilenemeyerı için... Onlar ki, hesap gününü
doğrularlar. Onlar ki, Rablarımn azabından korkarlar; çünkü Rablarımn
azabından emin bulunulmaz. Onlar ki, avret yerlerini korurlar. Ancak zev­
celerine ve cariyelerine müstesna... Çünkü onlar (bunlarda) kınanmaz­
lar. Fakat bunları (zevce ve cariyelerden) ötesini arayanlar, işte onlar
haddi aşanlardır. Onlar ki, emanetlerine ve verdikleri söze riayet ederler.
Onlar ki, şahidliklerinde dürüstlük yaparlar. Onlar ki, namazlarını göze*
tirler. İşte bunlar, cennetlerde ikram olunanlardır.» (246)
Bu konudaki güzel araştırm alardan biri Nevvyork'ta yapıldı. Nevvyork
şehrinden erkek ve kadınlardan meydana gelen (15321) iş s iz üzerinde
psiko lo jik ista tis tik le r yapıldı. Bu is ta tis tik le r sonucunda her birini ken­
disine uygun bir işe yerle ştirm e k mümkün oldu. D eneysel psiko lo jik b il­
ginlerinden Henri Lank bu am eliyede m üsteşar tayin e d ilm işti. K e n d isi­
nin görevi bunlardan 10.000 üzerinde yapılacak ista tis tik le rin şe kil ve so ­
nucunu kontrol etm ek idi. Sonunda kendisi şöyle diyor: «İşte tam bu an­
da insan hayatında dinî inancın önemini idrak etmeğe başladım. Çünkü
gördüm ki bir dine mensup olan ve o dinin ibadetlerini yerine getirenle­
rin şahsiyeti diğerlerinden daha kuvvetlidir. Bu insanlar diğerlerinden daha
faziletli insanlardır.»
İbadet de, din de bâtıl olduğu halde durum böyle olunca, ibadet de,
din de hak olduğunda durum nasıl olur? Şüphesiz ki şa h siye tin in s a rs 11-
m azlığında ve A lla h 'a bağ lılığ ın ın fa ziletind e gerçek m üslüm ana eş hiç
bir insan yoktur.
245 — B u h a ri, M üslim , T irm iz i ve N e sa î
245 — M e a riç : 19-35

111
İ SLÂM

9 — Tekrar asıl konumuza dönelim . Namaz, İslâm 'da namazdan ön­


ce gelen hususların alam etidir. Ondan sonra gelen her şey, onun ese rid ir.
Namaz, şehadetten sonra İslâm î am ellerin en öne m lisi olduğu gibi şeha-
detin de b ir alam etidir.
Namazın Hatırlattıkları :
Tapılanın, sadece A lla h olduğunu: Sadece sana ibadet ederiz.
Yardım d ile n ile n in sadece A lla h olduğunu: Sadece senden yardım dileriz.
Hak yola kovuşturanın sadece A lla h olduğunu: Bizi dosdoğru yola ilet.
Büyütülm eğe layık olanın sadece kendisi olduğunu: Pek büyük olan Rab-
bim her türlü eksiklikten münezzehsin.
Y ü ce liğ in ve üstünlüğün ona ait olduğunu: Pek yüce olan Rabbim her türlü
eksiklikten münezzehsin.
N im etleri veren bol kerem sahib inin O olduğunu: Rabbimiz hamd sanadır.
Bu m eseleler, nam azlardaki sözlerde ortaya çık tığ ı gibi; taharet,
setr-i avret, kıbleye yönelm e, rükû' ve sücûd, kıyam ve kuud gibi fiille rd e
de ortaya çıkm aktadır. Bütün bunlar, R esûlüllah (S.A.V.)'in öğretm esine
dayalıd ır ve daha önce b e lirttiğ im iz gibi şehadet de namazda g e rçe k leş­
m ektedir. Ve İslâm 'daki herşey bundan sonradır: «Muhakkak ki namaz kö­
tülükten ve uygunsuz hareketlerden sakındırır.»
10 — R esûlü llah (S.A.V.) şöyle buyurur: «Kıyamet gününde kulun
amelinden ilk sorguya çekileceği husus: Namazdır. Namazı sağlam olursa
felaha ermiş ve kurtulmuştur. Bozuk ise, kaybetmiş ve ziyana uğramıştır.
Parz namazlarından birşey eksik olursa Rab şöyle buyurur: Bakın, kulu*
mun sünnet namazları var mıdır? Ta ki onlarla farz namazdan olan eksik
tamamlansın. Sonra diğer amelleri de bu şekilde değerlendirilir.» (247)
D iğer bir hadiste şö yle buyurulur :
«İnsanlar, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in O’nun
Peygamberi olduğuna şehadet edinceye, namazı kılıncaya ve zekâtı verin­
ceye kadar onlarla savaşmağa emrolundum. Bunları yaptılar mı, benden
can ve mallarım korumuş olurlar. Ancak İslâm’ın hakkı müstesnâ... Mükâ­
fatları da Allah’a aittir.» (248)
11 — Sonuç olarak: Namazı kılm anın aşağı s ın ırı, namazın farzlarını
yerine getirm ektir. Kim A lla h ’ın faziletind en ve Ona ibadetten, daha faz­
lasını isterse, ona da kapı açıktır: «Necîd ahalîsinden sa çları dağınık se ­
sin in gürültüsü iş itilip ne dediği, yanım ıza g e linceye kadar anlaşılm ayan

247 — T irm iz i
248 — M u tte fe k u n a le y h

112
N A M A Z

bir adam Peygam ber (S.A.V.)’e geldi. M eğer İslâm ’ın ne olduğunu soru­
yordu. R esûlüllah (S.A.V) cevabında şöyle dedi: «Bir gün ve gecede beş
vakit namazdır.» Adam: «Beş farz namazdan başka üzerim e birşey yok
mu?» dedi. R esûlüllah (S.A.V.): «Hayır, nafile kılmak istersen başka.» bu­
yurdu. Sonra R esûlüllah (S.A.V.): «Ramazan orucunu tutmaktır» buyurdu.
Adam: «Oruç olarak üzerim de başkası var m ı? dedi. R esûlüllah (S.A.V):
«Hayır, ama nafile olarak tutmak istersen o başka» buyurdu. Adam , yüzü­
nü dönerek gitti ve: «Vallahi bundan ne fa zlasını yaparım vc ne de e ksi­
ğini» dedi. Bunun üzerine R esûlüllah (S.A.V): «Doğru söylediyse kurtul­
du» buyurdu.
İnsan bir zorluğa düşünce onun için namaz h a fifle tilir; M isa fir, dört
rekatlı farz namazları iki rekat olarak kılar. Hasta, gücünün yettiği ş e k il­
de kılar: Ayakta, oturarak veya başka bir şekilde. Su bulam ıyan teyem ­
müm eder. H astalığından suyu kullanam ıyan yine teyem m üm eder. Bütün
bunlarla beraber A lla h 'ın em irlerinden insanın yerine getirem iyeceği bir
em ri yoktur. D o layısıyla insan herhangi bir m azeret ile ri sürem ez.
Bütün bunlardan sonra insanın yıkanm ası, abdest alm ası, m isvak
kullanm ası gibi d ışın ı ve içini de kendisine yakışm ıyan pislik le rd e n temiz-
liyen namazı terketm esi, kendisi için bir cinayettir. Ve bu cinayetin kar­
şılığ ım cehennem ateşinde yanarak ö deyecektir :
«Sorarlar mücrimlerden: «Sizi Cehennem'e sokan nedir?» Onlar şöy­
le derler: «Biz namaz kılanlardan değildik. Yoksula yedirmezdik. Batıla
dalanlarla beraber dalıyorduk. Hesab gününü de yalan sayardık. Nihayet
bize ölüm gelip çattı.» (249)

B — HADİSLERLE NAMAZ

«Beş vakit namaz ve cumadan cumaya, büyük günahlar işlenmedik­


çe aralarmdakiler için keffarettirler.»
M â lik rivayet ediyor: Hz. Öm er v a lile rin e şöyle yazdı: «Benim yanım­
da işlerinizin en önemlisi namazdır. Kim onu korur ve savunursa dinini
korumuştur. Kim onu kaybederse, diğer şeyleri daha çok kaybetmiştir.»
Ukbe b. Â m ir şöyle dedi. «Üç vakitte Resûllüllah (S.A.V.), namaz
kılmaktan ve ölülerimizi gömmekten bizi sakmdırınıştır: Güneş çıktığı
andan, tâ yükselinceye kadar. Güneş tam tepede iken, tâ batıya meyledin-
ceye kadar. Ve batmak üzere iken, tâ batıncaya kadar.»
«Sizden biriniz mescide girdiğinde oturmadan önce iki rekat namaz
kılsın.»
249 — M ü d d e s sir : 42-47
113
ÜÇÜNCÜ R ÜKÜN

ZEKAT
A — Zekâta Gene! Bakış :

1 — Islâm ’ın iktisa t nizam ının tem e li zekâttır. İslâm ’ın ik tisa t nizam ı,
asıl mülk sahibinin A lla h olduğunun itirafı tem eli üzerinde kuruludur. Bu,
mülk edinm eyi ve m ülk edinm e hukukunu ilg ile n d iren m e se le le ri düzen­
leme hakkının da, sadece A lla h ’a ait olduğunu itira f etm ek dem ektir. Z e­
kât ise bütün bu hüküm lerin pratik ifadesidir. Hadis-i şerifte: «Malda ze­
kâttan başka da, hak vardır.» duyurulm aktadır. A n ca k zekât, maldaki hak­
ların en ö n e m lisid ir. Onun için m alın tüm m e selelerind e A lla h ’a te slim
olm anın alam eti, zekâttır. R esûlüllah (S.A.V.) buyuruyorlar ki: «Zekât de­
lildir.»
Zekâtın in cele n m esiyle İslâm ’ın serm aye konusundaki görüşlerinin
birçoğu a n la şılm ış olur.

Bu G örüşlerd en Birkaç Tanesi Şöyledir :


— Malı stok etmek ve dondurmak, mal için sağlam bir tutum değil­
dir. A k sin e , onu çalıştırm ak, gereklidir. Doğru olan da budur. Zekât, tat­
bikat olarak bunun d ü ze n le yicisid ir. Çünkü serm aye sahibi serm ayesin i
ça lıştırm aktan alıkoyacak olursa bu serm aye, her sene bir m iktar azala­
cak ve neticede çok c ılız la ş ıp yok olacakdır.
M eselâ: M ilyon lara sahip olan bir insan, bunu ça lıştırın ıy a ca k olur­
sa, her sene bunun yüzde ikibuçuğunu zekât olarak ödediğinden birkaç
sene içe risin d e bu m ilyonlar tükenecek ve neticede sadece nisab m ik­
tarı kalacaktır. O halde serm aye sahibi serm ayesin i korumak iste rse onu
ça lıştırm a k ve çoğaltm ak m ecburiyetinde kalacaktır. Tâ ki zekât, kazanç
hesabına ça lışsın , serm ayenin kendisinin hesabına çalışm a sın . Buna gö­
re zekât m ü esse se si, serm ayeyi daim î bir h a re k e tlilik içe risin e sürükler.
Bu h a rek e tlilik üzerinde dışarıdan bir baskı yoktur. Am a kendiliğinden
doğan bir m ecburiyet vardır.
Bundan sonra şu âyetin manasım daha iyi an lıyab iliriz: «Bir de altım
ve gümüşü biriktirerek saklayıp onları Allah yolunda harcamıyan kimse­
ler! İşte bunları acıklı bir azap ile müjdele...» (251)

251 — T ev b e : 34

115
İ S LÂ M

A lla h yolunda harcama m evcut olduğu m üddetçe kenz (stok etme


saklam a) yoktur. Bu harcam anın azı; zekâttır. Hadis-i şerifte: «Zekâtı
ödenende kenz yoktur» buyurulm aktadır. Yani stok e tm iş olm akla zekât,
bir arada bulunam azlar. Bu âyetten, «zekâtı ödense de malın stok e d il­
m esi haramdır» görüşünde o lan ların y an ıld ık la rı anlaşılm aktadır. Doğrusu,
an lattığ ım ız şe k ild ir. Yani: Serm aye sahibi zekâtını ödediği müddetçe,
m alının artm ası için se rm a ye sin i ça lıştırm a k m ecburiyetindedir. D eğilse,
kendiliğinden m alı tükenecektir. D o la y ısıyla her iki durumda da stok et­
m iş olma hali ortadan- kalkm aktadır.
İslâm ’ın diğer bir İktisadî görüşü :
Sermaye, sırf sermaye olduğu için kazanç hakkına sahip değildir.
A k sin e s ır f serm aye oluşu se b eb iyle sahibinden başkasının onda hakkı
vardır. A n ca k ziyana katılm ayı kabul etm ekle kazanç getirm eye hak ka­
zanır. M eselâ: M udarebe (252) ortaklığında serm aye sahibi, serm ayenin
tamamen kayb e d ile b ilm e sin e k a rşılık kazancı hakkeder. Serm ayenin iş
gö rebileceğ i her durum, ayni hüküm leri taşır. Am a serm aye oluşu zekât­
la e ksilm e y i hakketm esinden başka bir fonksiyonu yoktur.
Bu, k ap italist ve bir açıdan kom ünist görüşle İslâm 'ın serm aye ko­
nusundaki görüşü arasındaki büyük ve ince bir farktır.
K a p ita list görüşe göre, serm aye ziyan etme durumu olmadan daima
kazancı hakkeder. Onun için her durumda serm aye için kazanç dem ek
olan faiz ve benzeri şe y le r mubahtır. A y rıc a serm aye için vergi de yok­
tur. V erg i ancak kazançtan alınır.
K om ünist görüşe göre ise, serm aye her durumda iş ç ile rin kazanç­
larını emen bir söm ürü v a sıta sıd ır. M arks artık-değer nazarisiyle bunu
ifade eder.
A rtık-değer nazariyesi: İşçi, iş verenin yanında ça lışın ca, iş verenin
kendisine verdiği ücretten daha büyük değerde g e lir sağlam aktadır. Ka­
zançtan elde edilen bu fa zla lık serm aye sahibinin eline geçer. Böylece
serm aye sahibi m alıyla yüzlerce kişin in em eğini söm ürm üş olur. (253)
252 — M u d a re b e , b ir in d e n se rm a y e , d iğ e rin d e ıi iş o lm a k ü z e re m e y d a n a
g e tirile n o rta k lık şe k lid ir. (M ü te rc im )
2 5 3 __ M a rk s ın b u n a z a riy e s in i b ir m is a l ile a ç ık lıy a lım • B ir f a b r ik a n ın
b ir ay iç e risin d e eld e e ttiğ i k a z a n ç b ir .m ily o n o lsu n . B u b ir m ily o n ­
d a n 900.000’i işç ile re d a ğ ıtıld ık ta n s o n ra g e riy e k a la n 100.000 lira o l­
d u ğ u g ib i f a b r ik a s a h ib in in e lin e g e ç e r. M a rk s b u 100.000 lir a y a a r ­
tık d e ğ e r is m in i v e rir. M a r k s a g ö re b u b ir m ily o n u n ta m a m ı iş ç i­
le r in e m e ğ in in k a rş ılığ ıd ır. O n u n iç in se rm a y e s a h ib in in e lin e g e ­
çe n 100.000 lir a a s lın d a iş ç ile rin d ir. S e rm a y e sa h ib i b u n u a lm a k la
iş ç in in e m e ğ in i sö m ü rm ü ş o lm a k ta d ır. S e rm a y e n in g e lire h iç b ir
k a tk ısı y o k tu r. Ç a lışa n iş ç ile rin e m e k le ri k a z a n c ın ta m a m ın a e ş it­
tir. (M ü te rc im )
116
___ ____ ZEKAT

İslâm, diğer bütün nizam ları ve zekât m ü e sse se siy le m eseleyi, daha
adaletli davranm ak için h içb ir yol bırakm ıyacak şe k ild e çözm üştür :
Serm aye, ziyanı kabul etm esin e k a rşılık kazanır da.
Serm aye sahibi, iş le ri idare etm e ve ziyanı kabul etm esine k a rşılık,
onun da kazanmağa hakkı vardır.
Serm aye, sahibi, sadece kazançtan değil; hem kazançtan ve hem de
serm ayeden her sene b e lii sın ıfla ra te sb it e dilen oranda mal dağıtır.
Buna göre M a rk s ’ın tasavvur ettiği artık-değerden ancak çok basit
bir m iktarı serm aye sahib inin eline geçer. G eri kalanı da, her güçlü in­
sanın katılm ak m ecburiyetinde olduğu sosyal dayanışm anın g e rçe k le ş­
m esi için cem iyetten hakkeden sın ıfla ra gider. Bununla beraber şunu da
unutmamak gerekir: İşçi, işverenden hakkettiğini en mükemmel şe k ild e
alır. İnşaallah İslâm 'ın ik tisa t nizam ını anlattığım ızda bu m e selelere daha
geniş yer vereceğiz.
2 — Bazı insanlar zekâtın diğer verg ile ri gibi devletin em rettiği bir
vergi olduğunu tasavvur ederler. Bazıları da, hayır kazanmak niyyetiyle
verilen bir sadakadır, kanaatındadırlar. Onlara göre zekât keyfidir. Dev­
letin onunla herhangi bir iliş k is i yoktur, hfer iki görüş de büyük bir hata
içe risin d e d ir. Bu konuda doğru görüş şö yle d ir :
— Â d il devletin aldığı vergiyi, m illete lüzumlu olan hizm etleri ger­
çe kle ştirm e k için aldığını kabul etsek, bu takdirde, bu adaletli vergi dev­
le tin d ir ve zekât bundan ayrıdır. Çünkü zekât, insanlardan belli sın ıfla rın
maldaki haklarıdır. O, devletin değildir. Kanun koyucusunun tayin ettiği
kim selerin hakkıdır. İnşallah zekâtı hakkeden sın ıfla rı ile rid e anlatacağız.
— A ncak m aldaki bu hakkın sahip le rin e ulaşm asından sorum lu olan
devlettir. K u r’ân-ı Kerim bu görevin yerine g e tirilm e sin i, devletin tem el
hizm etleri arasında sa y m ıştır :
«Onlar, o m üm inlerdir ki, eğer k en d ilerin i yer yüzünde iktidar m ev­
kiine g e tirirse k namazı kılarlar, zekâtı verirle r, iy iliğ i em rederler ve fe ­
nalıktan da alıkoyariar. Bütün işle rin sonu A lla h ’a dönecektir.» ' (254)
Buna göre İslâm de v le tin in norm al olarak yapm ası gerekli olan: Ze­
kât işle riy le uğraşacak m ü stakil bir te şk ilâ t kurm asıdır. Bu te şkilâ tta ça­
lışanlar, zekâtı toplayacak ve ge re kli yerlere dağıtacaklardır. A y rıca bu
te şk ilâ tın ve bu te şkilâ tta ça lışa n la rın nafakaları da zekâttan olacaktır.
Bunu şöyle ifade etsek, durumu daha iyi a çıkla m ış olacağız: Bu te şk ilâ t­
ta ça lışa n la rın m aaşları zekâttan karşılanacak, m esken ve buna tabi olan
konular ise devlet hâzinesinden ödenecektir.

2 5 4 --- HaCC : 41

117
İ SLÂM

Bu konuda bilin m e si gereken önem li bir nokta vardır: Râşid h a life le r­


den Hz. Osm an (R.A.) gizli m alların zekâtını verm eyi mal sa hiplerinin
ken dilerin e bıra km ıştır. Hz, O sm an ’ın böyle davranm ası, zam anındaki
m üslüm aniarın İktisadî durum larının iyi olm asındandı. Acaba asrım ızda
da bu durum uygulanm alı m ıd ır? Y oksa bu m alların zekâtı da devlet ta­
rafından mı alın ıp d a ğ ıtıla caktır?
Burada bizim sö y liy e ce ğ im iz şudur : Zam anım ızdaki İktisadî hayat
çıkm azlara g irm iş ve büyük çaptaki serm ayelerin özel m ü esseselerde
to p lattırılm ası bir ih tiyaç halini a lm ıştır. A y rıc a infak yolları da çok kar­
m aşık bir hal a lm ıştır. O nları da bir düzene sokm ak gereklidir. Bütün bun­
lar, R esûlüllah (S.A.V.)’le Râşid H alifelerd en Hz. Ebu Bekir (R.A.) ve Hz.
Ö m er (R.A.)’ın d e virle rin d eki tatbikata dönm eyi bir ihtiyaç haline g e tir­
m iştir. Yani devlet zekâtın her türlüsünü toplam ayı ve gerekli yerle re da­
ğıtm ayı yüklenm elidir. Ö ze llik le , birçok insanın zekâtını ödem ediğini göz
önünde bulundurursak...
İslâm, zekâtı toplama konusunda devlete geniş bir yetki tanımıştır.
Öyleki, zekâtı vermeyenler kuvvetli bir gurup ise bu davranışlarından do­
layı kendilerine savaş açılır. Konuyla ilg ili olarak rivayet e d ilir ki: R esû lü l­
lah (S.A.V.) Hakkın rahm etine kavuşup Hz. Ebu Bekir (R.A.) halife olunca
araplardan dönenler kâfir oldular. Hz. Ebu B ekir zekât verm eyenlerle
savaşm ak istedi. Hz. Ömer: «R esûlüllah (S.A.V.): «İnsanlar, Lâilâhe illâl-
iâh deyinceye kadar onlarla savaşmağa emrolûndum. Kim, Lâilâhe illâl-
derse, mal ve canını benden korumuştur. Ancak hakkederse, başka. Hesa­
bı da Allah'a aittir.» buyurduğu halde insanlarla nasıl sa vaşırız?» dedi.
Ebu Bekir :
«Vallahi! namazla zekâtın arasını ayıranlarla savaşacağım . M uhakkak
ki zekât, m alın hakkıdır. A lla h 'ın Resûlüne ve rd ik le ri bir keçiyi bana ver­
mekten kaçınsalar, onun için, onlarla savaşırım » dedi.
Bunun üzerine Hz. Öm er şö yle dedi :
«Vallahi! A lla h 'ın , Ebu B ekir'in göğsünü savaşa açtığını gördüm ve
hakkın o olduğunu anladım.» (255)
Zekâtım devlete ödemeyen ferd olursa, malından bir kısmını müsa­
dere etme yetkisi devlete verilmiştir.
Hadis-i şe rifte vârid oldu ki: «Kim hayrım umarak zekâtını verirse se­
vabı onundur. Ama kim onu vermekten çekinirse biz onu zorla alırız ve
onun malının bir kısmı Allah’ın emrettiği haklardan biridir. Muhammed’in
soyundan gelenlere ondan bir şey helâl olmaz.»

255 — M u tte fe k u n a le y h

118
ZEKAT

Buna göre devlet, bir kim sede mal bulunduğunu ve zekâtım verm e­
diğini te sb it ederse zekât m iktarım alacağı gibi, m a lî b ir ceza olarak da
m alının b ir k ısm ın ı alır.
3 — Zekâtı vacip olan m allar beş k ısım d ır :

a — T icaret m alları.
b — A ltun, güm üş ve onlara tabi olan nakidler (paralar),
c — Ekin ve m eyveler,
d — Hayvanlar,
e — M aden ve rikâz.
*
M üçtehid im am lar bu beş kısm ın teferruatı hakkında birçok ih tilaflara
düşm üşlerdir. Bu durum, İslâm d evletine geniş s ın ırla rı olan bir tatbikat
im kânını sağlam aktadır. İslâm devleti, durum lardan her biri için ile ri sürü­
len görüşlerden en uygununu s e ç e b ilir. M ese lâ: Bazı durum larda m aden­
lerin zekâtı hakkında H anb e lîle rin görüşünü alır. Am a b ir müddet sonra
öyle bir durum g e lir ki, insanların H anbelî görüşüne ih tiyacı kalmaz. Bu
defa Ş a fiîle rin görüşü daha uygun o la b ilir. Bu durumda Ş a fiî’nin görüşü
alın ır. Hakkında nass bulunmayan bir m eselede ictih a d î gö rüşlerin çe ­
ş itliliğ i, m üslüm anların yararınadır. O n lar için bir g e n işlik tir. H er ne prob­
lem olursa olsun, onu çözm e yolların d a güçlük çekm eyen d e vle tle rin in de
yararınadır.

Şim di de ken dilerin de zekât v a cip olan mal k ısım la rın ı kısaca arz ede­
lim :
1 — Nakîdlerin Zekâtı :
Nakîdden maksat: A ltu n , gümüş, m a lî değeri olan evrak ve tedavül­
de mal yerine geçebilen paralardır. Bunlar m adenî olsun veya olm asın
hepsi de m aldır ve takd ir olunan zekât bunlarda vardır. H er ne kadar asıI-
da altun ve güm üş olan paralara zekât farz k ılın m ışsa da, değeri olan ev­
rakla diğer paralar altun ve güm üş m e sâbesin ded irler. Â d e t itib a riy le bun­
lar altun ve güm üşe dayalıdır. K a rşılık la rın d a dire k t olarak altun ve gü­
müş a lın a b ilir.

B ir insana a it altun olsun, gümüş olsun veya m a lî değeri olan paralar


olsun bunlar için İslâm kanunun ken disine zekâtı farz kıld ığ ı en alt
sın ıra ulaşınca onlardan zekât ödem esi vacip olur. A n ca k bu m iktar ta­
m am landıktan sonra üzerinden tam kam eri bir y ıl geçm e lid ir. K işi, b ir se ­
ne önce m âlik olduğu mal ile o sene boyunca elde e ttiği kazancı birb irin e
e kle r ve % 2,5 nu zekât olarak öder. Y an i zekât, hem serm ayeye ve hem
de y ıl boyunca elde e dilen kazanca düşer.

119
2 — Ticaret Mallarının Zekâtı :

İnsanın tica ret n iyyetiyle satın aldığı herşey d e ğ e rle n d irilir ve para
zekâtında olduğu gibi zekâtı v e rilir. Ticaret m alları değerlendirildikten
sonra şayet hem mal ve hem de paralar bir şahsın ise ik isi birb irine ek­
le n ir ve nisaba vardıktan ve en son zekâtını verdikten sonra üzerinden
bir yıl ge çm işse beraberce zekâtları ç ık a rılır. Ancak ödenm eden önce ki­
şinin üzerindeki borçlar ç ık a rılır. H anefî m ezhebinde kişin in karısının meh-
ri de ç ık a rılır.
Am a insanın alacakları olursa, bu alacaklar mal ve paralara eklen­
dikten sonra yılbaşında hepsinin zekâtı birden ödenir mi, ödenm ez mi?
Hanefî Fakîhlerine göre :
Kuvvetli Alacaklar : Ödünç v erilen parayla tica re t alacakları gibi. Bu
alacaklar ele geçtiğinde geçm iş her sene için zekâtı ödenir. Bir defada ele
geçen kırk dirhem den daha az değ ilse ele geçtiği zaman zekâtı çık a rılır.
Orta derecede alacaklar : İnsanın oturduğu evi ve e lb ise le ri gibi a s lî
ih tiyaçları arasında olan bir şeyi satm asından dolayı olan alacaklarıdır.
Eline geçen ikiyüz dirhem den (nisabdan) az değ ilse geçm iş her sene için
zekâtını öder.
Zayıf derecede alacaklar : Kadının kocası üzerindeki mehri gibi. Bu
alacaklar ele geçin ceye kadar geçen senelere itibar şdilm ez. Ele ge çtik­
ten sonra üzerinden bir y ılın geçm esi gerekir.
3 — Ekin ve Meyvelerin Zekâtı :
Hanefîlere göre :
Ûşur arazîsinde yetişen herşey için zekât vardır. A zı için de çoğu
için de... Saklanabilenden de, saklanam ıyandan da...
Tarla, yağmur suyu veya külfet olm aksızın akan suyla sulanıyorsa
elde edilenin onda biri, âlet gibi külfetli bir şe kild e su lan ıyo rsa yüzde
beşi zekât olarak v e rilir.
Şafiîlere göre :
G elird e belli şartlar gerçe kleşin ce tarla uşriye olsun, haraciye olsun
y etiştird iğ in d e zekât vardır :
Şartlar :
1 — Nafaka olabilen (saklanabilen) şeylerden olm ası.
2 — B elli bir m âlikin mülkü olm ası.
3 — ; Nisaba ulaşm ası. O nlarca nisab, beş vesaktır. Her bir v e sa k ’ın
ağ ırlığ ı 120 kg dır.

120
ZEKAT

4 — M eyvelerden sadece hurma ve kuru üzümün zekâtı v e rilir. Şa­


f iî’ye göre bunların dışındaki m eyvelerde zekât yoktur.
Tarladan elde edilen gelirde bu şa rtlar bir arada bulunursa, em ek­
siz sulanandan onda bir, külfe tli sulanandan onda birin yarısı, karışık
olandan da onda birin dörtte üçü zekât olarak çık a rılır.
4 — Hayvanların Zekâtı :
Ticaret için olan hayvanlar tica re t m alları gibi d e ğ e rle n d irilirle r.
Süt, doğum ve iş için olup da yıl boyunca evde yed irile n hayvanlar­
da zekât yoktur. A ncak M a lik île r bu hayvanlarda da zekâtın olduğunu sö y­
lerler.
Kendi kendine otlayan veya otlatılan hayvanlar nisaba ulaşın ca zekât­
ları v e rilir. Bütün ç e ş itle riy le sığ ır, koyun, keçi ve deve n isab a u la şır ve
üzerlerinden bir yıl geçerse zekâtları çık a rılır.
Nisab, develerde beş, sığ ırda otuz ve koyuniarda kırktır. D e ve le r be­
şe ulaşınca ilk beş için bir koyun, otuza ulaşan sığ ırla r için bir yaşın ı bi­
tirm iş sığ ır, koyunlar için de kırka ulaşınca bir koyun zekât olarak v e rilir.
Bu verd iğim iz sa yılar nisabın başlang ıcı için dir. Daha yüksek sayılarda
özel durum lar vardır. (256)
5 — M ad en lerin Zekâtı ;
M a îik île re göre ;
Maden: A ltun, gümüş, bakır, kurşun ve kükürt gibi A lla h ’ın, toprağın
içinde yarattığı şeyle rd ir. Yerden çıkarılan altun ve güm üş nisab m ikta­
rına ulaşınca onda zekât vardır. Bir görüşe göre; İslâm topraklarında ç ı­
k a rılırsa çıkaran müslüm an olsun veya olm asın onun zekâtı vardır. Diğer
bir görüşe göre ise, çıkaranın müslüm an olm ası şarttır. Tabii ki bu zekâ­
tın ödenm esi için bu m adenin üzerinden bir y ılın geçm esi gerekm ez.
H anb elîiere göre :
Maden: Yerden çıkarıla n ve yerin cin sin d e n olm ayan her şeydir. Bu
çıkarılan iste r altun, gümüş, billûr, akîk ve bakır gibi katı şeylerd en o l­
sun, ister zırnık, petrol ve buna benzer sıv ı şeylerden olsun bunlardan
birşey çıkaran ve ona m âlik olan kim se iki şartla çık a rıla n ın kırkta biri
ni zekât olarak verir.
B irin cisi: Ç ık a rıla n maden ta sfiye edildikten sonra altun ve gümüş
ise nisaba ulaşm ası, diğer m adenlerden ise nisab değerinde olm ası.

256 — D a h a f a z la b ilg i e d in m e k is tiy e n fık ıh k ita p la r ın a m ü r a c a a t e tsin .


T ü rk ç e o la r a k ö z e llik le Y. V e h b i Y a v u z ’u n h a z ır la d ığ ı « Z ek at M ü-
essesesi» k o n u y u e tr a f lıc a eie a lm a k ta d ır. (M ü te rc im )

121
İ SLÂM

İkincisi: M adeni çıkaranın müslümarı olm asıdır.


Bu iki şart g e rçe kleşin ce zekâtın harcandığı yerlere harcanm ak üze­
re kırkta biri zekât olarak ç ık a rılır.
Şafiîlere göre :
Yerden çıkarılan, ancak altun ve gümüş ise onun zekâtı vardır. Bu­
nun üzerinden y ılın geçm esi şart değildir. A y rıca çıkaranın mubah b ir ara­
zîden veya sahibi bulunduğu bir arazîden çıkarm ış olm ası gerekir.
4 — Bütün bu anlattıklarım ızdan, devletin zekât sandığında toplıya-
cağı zekât m iktarı hakkında bir bilgim iz oldu. Ö z e llik le im am ların sö y le ­
diklerin in en yüksek oranlarına uyulur ve asrım ızda ortaya çıkan bazı me­
se le le re bakarak bu görüşlerin de ışığ ı altında yeni yeni görüşler orta­
ya çıkarılırsa...
Ferdlere ait olan ve para değeri bulunan bütün evrakta zekât vardır.
Borsalarda, sanayi alanlarında ve diğer yerlerde bulunan tica re t mal­
larının tümünde zekât vardır.
Koyun, s ığ ır ve develerin her çe şid ind e zekât vardır.
Tahıllarla m eyvalarda zekât vardır.
Yerden çıkarıla n şeylerde, ö ze llik le petrolde zekât vardır. Ve bütün
bu zekâtlar zekât sandığına gider ve direkt olarak m üslüm anların İktisadî
pro blem lerinin çözümünde kulla nılır.
5 — Zekât sandığında biriken bu m allar se kiz s ın ıf insana v e rilir :
1 — F akirle r
2 — M isk in le r
3 — Zekât topiam a işinde görevli olanlar
4 — M üellefe-i kulüb
5 — Borçlular
6 — H ürriyete kavuşacak köleler
7 — Yolda kalm ış yolcular
8 — A lla h yolunda olanlar
Şu âyet bu sın ıfla rın hepsini içine aim aktadır :
«Sadakalar (zekâtlar), Aliah tarafından bir farz olarak şunlar içindir:
Fakirler, miskinler, zekât toplayıcılar, kalbileri müslümanîığa ısındırılmak
istenenler, mükâteb köleler , borçlular, Allah yolıındakiler ve yolda kal­
mışlar. Allah Âlîm’dir. Hakîm’dir.» (257)
Evlenmek için borçlanan veya nikâh kıyıp mehir borçlusu olanlar da
borçlular sınıfına girer ve borçlarım ödemek için zekât alırlar.

257 — T ev b e : 60

122
Z E K A T

K endisinin ve çoiuk-çocuğunun barınm aları için ev yapan ve bun­


dan dolayı borçlanan kim se de bo rçlular sınıfm dandır. Borcunu ödem esi
için kendisine zekât v e rilir.
Talebe olup bulûğ çağına eren ve özel bir m ü lkiyeti olm ayanlar ba­
baları zengin olsa bile fa kirlerden sa yılırla r. Ö ğ ren im lerini b itirin ce ye ka­
dar kendilerine aylık maaş bağlanır.
İşlerini yürütm ek için serm ayeleri bulunmayan esnaf fa k ird irle r ve
serm ayelerine yetecek kadar kendilerine zekât v e rilir.
D oktorlar da, e czacılar da bu sın ıfa girerler. Ö ğ ren im lerini b itird ik ­
ten sonra kendilerine gerekli olan âletleri alam ıyanlara, âletlerin i k a rşı­
layacak şe kild e zekât v e rilir.
M ücahid, fed aî ve bütün fa kir m iislüm anlara daima elle rind e bulun­
sun diye silâh parası verm ek «Allah yolunda olanlar sınıfına» girer.
İslâm devletinde s iy a s î h areketlilikten uzaklaşan be ce rik li s iy a s î li­
d e rle r ve zam anım ızdaki g azeteciler «m üellefe-i kulûb» sın ıfın a girerler.
İş yapmaktan âciz olanlar, fa kîr ve m iskin le r sın ıfın a girerler. Şafiî
mezhebine göre, âciz kimselere tarla alınır. Hayatları boyunca bu tarlanın
geliriyle geçinirler. Bu yapılam azsa g e çim lerin i devam ettirm e le ri için
kendilerine maaş bağlanır.
Ayrıca iş bulamamaktan dolayı işsiz kalanlar şayet malları yoksa on­
lar iş buluncaya veya devlet onlara iş buluncaya kadar «fakir ve miskin­
ler» sınıfına girerler.
A n la ttık la rım ızın daha iyi a n la şıla b ilm e si için Y u su f el-K ardâvî’nin
«Fakir, m iskin veya kendilerine zekât verilen ler» başlığı altında yazdıkla­
rını buraya alıyoruz. (258)
Kuran-ı Kerim , zekâtın toplanacağı yerlerden ve toplatm a ş e k ille ­
rinden çok harcanacağı yerlere önem v erm iştir. Çünkü m alların v e rg ile ri­
ni toplam ak ç e ş itli v e s ile le rle devlet m em urları için kolaydır. Fakat ger­
çekten zor olan onu yerinde harcamak, hakkedenlere verm ektir ve yer­
li yerine koym aktır. Onun için K u r’ân-ı Kerim zekât v e rile ce k yerle rin s ı­
n ırlan d ırılm a sın ı ne devlet re isin in görüş ve arzusuna ve ne de bâtıl bir

258 — B u k it a p ta şu y o lu ta k ip e d iy o ru z ■. A n la ttığ ım ız k o n u d a b a ş k a la rı
iyi b ir a r a ş tır m a y a p m ış s a h e m e n o n u ik tib a s e d e riz . B öylece İs­
lâ m h a k k ın d a y a z ılm ış g ü z e l fik irle rd e n is tifa d e e tm iş o la c a ğ ız .
(M ü eliif)
N o t : Bu ik tib a s K a rd a v i’n m « M ü ş k ila tu l-F a k r v e K ey fe  le c e h â ’l-
İslâm » isim li e s e rin d e n y a p ılm ıştır. E ser, A b d u lv e h h a b Ö z tü rk ta -
ta r a f ı n d a n -F a k irlik P ro b le m i K a rş ıs ın d a İslâm » ism iy le T ü rk ç e y e
te r c ü m e e d ilm iştir. (M ü te rc im )

123
İ SLÂ M

sebeple hak sa h ip le rin in arasına sokulm ak isteyen tam ahkârın tam ahı­
na bırakm ıştır. Bu yüzden z e k â t v e rile c e k ş a h ı s ve yönleri Kur'ân-ı Ke­
rim tayin e t m i ş t i r . Bu da h a k s ız yere zekât m allarına sa lyaları akarak ko­
şan ve o n l a r ı ihmal ettiği ve i s t e k l e r i n e cevap verm ediği için R esûlüllah
(S.A.V.)’ı ayıplayan m ü n a f ı k l a r a b i r reddiye olmuştur... Yüce A lla h buyu­
ruyor ki : «İçlerinde sadakaların taksim i hususunda seni ayıplayacaklar da
vardır. Çünkü eğer kendilerine d ile d ik le ri bir şey v e rilirs e hoşlanırlar.
Şayet yine kendilerinden olanlara d ile d ik le ri b irşe y v e rilm e zse derhal k ı­
zarlar... Sadakalar, A ila h ’dan bir farz olarak; ancak fa kirlere , m iskin lere,
sadakaların üzerinde m em ur olanlara, kalb ieri m üsiüm anlığa yatkın olan­
lara, kölelere, borçlulara, A lla h yolunda harcam ağa ve yolda kalm ışlara
m ahsustur. A lla h A lîm 'd ir, H akım ’dir.» (259)
Ebû D â v û d ş ö y l e r i v a y e t e t m i ş t i r : B ir a d a m p e y g a m b e r ( S .A .V .) e g e l ­
di v e ş ö y l e d e d i: B a n a z e k â t m a l l a r ı n d a n v e r. P e y g a m b e r e f e n d i m i z ken­
d is in e zekât hususunda n e A l l a h ’ ın h ü k m ü n ü n d ış ın d a , ne b ir p e y g a m b e ­
rin v e ne d o b a ş k a h e r h a n g i b ir k i m s e n i n razı o l a m ı y a c a ğ ın a bu k o n u d a
a n c a k A l l a h ’ın h ü k ü m v e r m i ş o l d u ğ u n u v e z e k â t ın s e k i z k ı s m a a y r ı l d ı ğ ın ı
b e l i r t e r e k ş a y e t s e n b u n la r d a n is e n h a k k ın ı v e r i r i z d e d i.
Burada z e k â t ın v e r ile c e ğ i y e rle rd e n ilk i k is i b izi ilg ilend irm ekted ir.
Z e k â t a lm a y ı h a k k e d e n bu ik i k ı s ı m : F a k ir v e m i s k i n l e r d i r . '

F a k ir v e m is k in in ta rifin d e , ara la rın d a k i fark v e hangisinin durumu­


nun d a h a p e r i ş a n o ld u ğ u k o n u s u n d a f a k i h i e r i h t ilâ f a d ü ş m ü ş l e r d i r . Ancak
hepsi de, bu ik i s ı n ı f ı n i h t iy a ç a ç ıs ın d a n zekâtı h a k k e t t ik l e r i konusunda
it t if a k iç e ris in d e o l d u k la r ı n d a n bu ih t il â f la r ı n d a n d o la y ı z e k â t la ilg ili her­
hangi b ir h ü k ü m o r t a y a ç ı k m a m a k t a d ı r .
T e r c ih e d i l e n g ö r ü ş ş u d u r : F a k ir , d i l e n m e y e n m u h t a c ın i s m i d i r . M is ­
k in i s e d i l e n e n v e k a p ı k a p ı d o l a ş a n k i m s e d ir .
F a k îh l e r i n ç o ğ u f a k i r i n m i s k i n d e n d a h a k ö tü b ir d u r u m d a o ld u ğ u gö­
r ü ş ü n d e d i r l e r . B a z ıla r ı da bunu ş ö y l e t a r i f e d e r le r : F a k ir , h i ç b i r şeye s a ­
h ip o lm a y a n veyahut k e n d i s in e ve a i l e s i n e y e t e c e k m i k t a r ın y a rıs ın d a n
d a h a a z ın a s a h i p o la n d ır . M i s k i n is e , ta m y e t e c e k m ik t a r a d e ğ ild e y a r ıs ı­
na v e y a y a r ı s ı n d a n ç o ğ u n a s a h ip o la n d ır .
Durum larım A çığ a vurmayan iffe tlile r zekâta daha lâ yık tırla r :
İs lâ m t a l i m a t ı n ı n g ü z e l c e s u n u l m a m a s ı n d a n v e bu t a l i m a t ı n k ö tü t a t ­
b ik e d ilm e s in d e n d o la y ı b irç o k k im s e , zekâtı h ak ke d en fa k ir v e m is k in ­
le r in t e m b e ll e r , d i l e n c i l i ğ i m e s l e k e d i n e n l e r , fa k ir v e m is k in o lo ü k la rın ı
g ö s te re n le r, k a la b a lık y e rle rd e , cam i k a p ıla r ın d a v e d i ğ e r y e r l e r d e g e le -

2 O İJ — i e v D C : 59-60

124
Z E K A T

ne g e ç e n e el a ç a n l a r o l d u k la r ı n ı s a n m a k t a d ır l a r . H e r h a ld e m is k in in bu
t ip i, e s k i z a m a n la r d a n b e r i hattâ P e y g a m b e r im i z in z a m a n ın d a b ile b ir k ı­
s ı m i n s a n la r ı n z ih i n l e r i n d e b ö y le haya! e d i l m i ş o l m a l ı ki P e y g a m b e r im i z
( S .A .V .), h a k lı o la r a k c e m i y e t i n y a r d ı m ı n a m ü s t a h a k o la n v e b i r ç o k l a r ı n ı n
t a n ı m a d ı k l a r ı h a k ik i i h t iy a ç s a h i p l e r i n e k a r ş ı in s a n la r ı u y a r m ı ş v e bu k o ­
nuda ş ö y le d e m iş tir :

«Bir iki hurma ve bir iki lokm anın geri çe vird iğ i kim se m iskin d e ğ il­
dir. A s ıl m iskin, iffe tli olandır. D ile rse n iz şu âyeti okuyun: «Onlar insan­
lardan yüzsüzlük edip d e b i r sey istem ezler.» (260)
«Yüzsüzlük e d ip d e b i r şey istem ezler» s ö z ü n ü n m a n a s ı: İste m e d e
ıs ra r e tm e z le r v e m u h t a ç o l m a d ı k la r ı şey iç i n in s a n la r a te k lifte b u lu n ­
m a z la r , d e m e k t i r . İ s t e m e k t e n k e n d i s in i k u r t a r a c a k b ir ş e y i o lu p da d i l e ­
nen k i m s e y ü z s ü z l ü k e t m i ş olur.»
Bu, A l l a h ' a v e R e s u lü n e k e n d i l e r i n i a d a y a n f a k ir m u h a c irle rin vas­
f ıd ır . H a lb u k i k e n d i l e r i n i n ne m a l l a r ı v e ne d e i h t iy a ç l a r ı m k a r ş ı l a y a n k a ­
z a n ç l a r ı v a r d ı. (261)
A l l a h T e a lâ b u n la r ı ö ğ m e v e ş a n l a r ı m ' y ü c e l t m e s a d e d in d e ş ö y l e b u ­
yuruyor :
«Sadakalar A lla h yolunda ken dilerin i vakfetm iş fa k irle r için d ir ki
onlar yeryüzünde dolaşm aya m uktedir olm azlar. H alle rin i bilm eyen; if­
fet ve istiğnalarından dolayı onları zengin kim se le r sanır. S e n ( R e s u lü m )
o g ib ile ri sim alarından tanırsın. O nlar insanlardan yüzsüzlük edip de bir-
şey istem ezler.»
İşte b u n la r v e b e n z e r le r i R e s û lü l l a h ' ı n da b iz e b i l d i r d i ğ i g ib i in s a n ­
la r i ç e r i s i n d e y a r d ım e d ilm e y e en ç o k hakkı o la n la r d ır .. . D i ğ e r b ir r i v a ­
y e t t e ş ö y l e b u y u r u im a k t a d ır : « K a p ı kapı d o l a ş ı p d a b ir - iki lo k m a v e b ir -
iki hurmanın g e r i ç e v i r d i ğ i k i m s e m i s k i n d e ğ i l d i r . Lâkin m i s k i n o k i n i ş e ­
d i r ki: İ h t i y a ç l a r ın ı g i d e r e n z e n g in b u la m a y a n , b i l i n m e d i ğ i iç i n k e n d i s in e
sadaka y e r i l m e y e n v e k a l k ı p d a i n s a n la r d a n d ile n m e y e n d ir.» (262). İşte
y a r d ım a lâ y ık o la n b u d u r. İ n s a n la r o n d a n g a f il o l s a da. D u r u m u b i l i n m e s e
de... A n c a k ş u n a d i k k a t e d e l i m ki P e y g a m b e r ( S .A .V .) g ö z l e r i b u n a ç e v i r ­
m iş , akı! v e k a lb le ri buna u y a rm ıştır. Bu da z a m a n ın m ü s i b e t in e düçar
o la n , ya'nut i k t i d a r s ı z l ı ğ ı n k e n d i l e r i n i s ırt ü s tü e t t iğ i, y a h u t m a lı az o lu p
da a i l e s i ç o k o la n v e y a h u t i ş l e r i n i n g e lir i, m a k u l i h t iy a ç l a r ı n ı k a rş ıla m a ­
y a n n ic e i f f e t li e v v e a ile s a h i p l e r i n i i ç in e a lır,

260 — B a k a ra : 273 >


261 — İbn-i K e sir T e fsiri, C. 1. slı. 321
262 — M u tte fc k u n a le y h

125
İSLÂM

Hasan-ı B a srî’ye ev ve h izm etçisi olan bir adam zekât a la b ilir mi


diye soruldu. «M uhtaç ise a lır ve bunda bir sakınca yoktur,» dedi. (263)
imam A hm ed'e de şö yle soruldu: Bir adam ın g e lir getiren bir tarla­
s ı veya onbin dirhem değerinde veya daha fazla değerde arazisi bulun­
sa, ancak bunlardan ken disine yetecek kadar g e lir elde edem iyorsa, ze­
kât a la b ilir m i? İmam Ahm ed: «Alır» dedi. (264)
Ş a fiîle r şö yle der: B ir adamın ta rla sı olur da g e liri kendisine yetecek
m iktardan az olursa, bu adam fa kîr yahut m iskin dem ektir. K endisine ye­
te ce k kadar zekât v e rilir ve ta rlasın ı satm ası için zorlanm az. (265)
M a lik île r şöyle dedi: H izm e tçisi ve kendisine uygun m alı bulunsa, ni­
saba veya daha çoğuna sahip o lsa da çoluk çocuğu çok olana zekât v e ri­
lir. (266)
H anefiler de şöyle dediler: Evi, ev eşyası, hizm etçisi, atı, silâ h ı, e l­
b ise si ve ehli ise ilim kitapları bulunan kim seye zekât verm ekte bir sa­
kınca yoktur. Buna Hasan-ı B a srî’nin şu rivayetini d e lil ge tiriyorlar. Ha-
san-ı Basrî diyo r ki: «Peygamber (S.A.V.)’in ashabı; at, silâh, hizm etçi ve
evden dolayı toplam onbin dirhem e sahip olan kim seye zekât veririe/di.»
Çünkü bu gibi ş e y le r a s lî ihtiyaçlardandır. İnsan için bunlar g e re kli­
dir. Bunların v a rlığ ı ve yokluğu birdir. (267)
O halde zekât alacaklar sadece her şeyden yoksun eli bomboş olan­
lar değ ildir. Zekâtın gayesi, ih tiya çla rının bir kısm ın ı karşılayıp da tam a­
m ını karşılayam ıyanı da için e alm aktadır.
Gelir Sahibi Kuvvetli Kimsenin
Zekâtta Payı Y oktur :
Zekâtı haketm e sebebi ferdin kendisi ve çoluk çocuğunun ihtiyacı
olunca, bünyesi kuvvetli, kazancını tem in edebilen, kazanç ve em eğiyle
ken disini g e çin d ire b ild iğ i halde cem iyetin de sırtında g e ç i n e n sadaka ve
yardım larla yaşayan ve çalışm ayan kim seye de zekât v e rilir mi?
Bazı in san lar yan lış olarak bunu bu şe k ild e an lam ışlar ve zekâtı tem ­
b e lliğ i te şv ik e d ici olarak kabul e tm işlerd ir. O nlarca zekât, tem b ellere ce ­
saret verm ektedir. A ncak İslâm ’ın nass ve pre nsipleri bunun tam te rsin i
gerektirm ektedir.

263 — E b u U b ey d , K ita b u 'l.E m v a l, sh 556


264 — E l-M u ğ n i ve Ş e rh -i K eb iri, C. 2 sh. 525
265 — E l-M ecm û C. 6 sh. 192
268 — Ş e rh ü l-A d e v i A le ’l-H alil, C. 2 sh. 215
267 — K a sa n ı, B e d a y iu ’s -S a n a y i’, C. 2, sh. 48
268 — B u h a ri ve b a ş k a la rı. T e rg ib ve T e rh ıb , C. 2 . K ita b u Î-B u y u ’

126
ZEKAT

Ç a lış a b ile n h e r k e s in ç a lış m a s ı ve ç a lış m a y o lla rın ı k o la y la ş tır m a s ı


k e n d i s in i n g ö r e v i d i r . B ö y l e c e e l i n i n e m e ğ i v e a ln ı n ın t e r i y l e g e ç i m i n i s a ğ ­
la m a l ı d ı r . S a h ih h a d i s t e ş ö y l e b u y u r u lu r : «Hiç bir kim se, e lin in em eğin­
den daha hayırlı bir y iye ce k asiâ yem em iştir.» (268) O n u n iç in R e s û lü l-
lah ( S .A . V . ) 'in a ç ı k l ı k v e k e s i n l i k l e : «Sadaka ne zengine ve ne de kuvvetli
ve e li - ayağı sağlam kim seye helâl olmaz.» (269) d e d i ğ i n i g ö r ü y o r u z .
İ h t iy a ç la r ın a y e t e c e k b ir k a z a n ç o l m a k s ı z ı n b e d e n î k u v v e t in b ir d e ­
ğeri yoktur. Ç ü n kü k a za n ç s ız k u v v e t ç ıp la k lığ ı örtm e z ve a ç l ık t a n d oyur­
m a z. N e v e v i d i y o r ki: « Ç a l ı ş a b i l e n k i m s e k e n d i s i n e iş v e r e c e k b i r i n i b u l a ­
m a z s a z e k â t a l m a s ı h e lâ l o lu r.» (270) Ç ü n k ü bu d u r u m d a o, â c iz d ir . Y u ­
k a r ıd a z i k r e d i l e n h a d i s « e li a y a ğ ı s a ğ l a m k u v v e tli» y i z ik r e t m iş s e de b a ş ­
ka b i r h a d is bu if a d e y i k a y ıt l a y ı p « k u v v e t » e « k a z a n m a » y ı da e k l e m i ş t i r .

U b e y d u l l a h b. A d î e l - H a y y â r ’dan: İki k i ş i k e n d i s i n e h a b e r v e r d i l e r ki
o n la r , P e y g a m b e r ( S .A . V . ) e g e lip ondan zekât is te d ile r. P e y g a m b e r (S.-
A .V .) o n la r ı s ü z d ü k t e n s o n r a i k i s i n i n d e g ü ç lü k u v v e t l i o l d u k la r ı n ı g ö r d ü .
O n la r a d e d i ki: « D ilerse n iz size vereyim . Am a ne zenginin ve n e d e ka-
zanabilen kuvvetlinin zekâtta payı vardır.» (272)

R e s û lü l l a b ( S . A . V . ) ’ın b u n la r ı m u h a y y e r b ı r a k m a s ı n ı n s e b e b i; durum ­
la r ın ın m a h iy e t in i b i l m e m e s i y d i . G ö r ü n ü ş t e k u v v e t l i id ile r s e de k a za n ç s ız
v e y a k a z a n ç la r ı o n la r a y e t m i y o r o l a b i l i r d i .

 lim le r h a d is te n şu nu ç ık a rm a k ta d ırla r: İ d a re c i (veya m al s a h ib i)


R e s û lü l l a h ( S . A . V . ) ’i ö r n e k e d in e re k durum unu b ilm e d ik le ri ze kâ t a lıc ı­
s ı n a ö ğ ü t v e r m e l e r i , z e k â t ı n n e k a z a n m a ğ a g ü c ü y e t e n iç i n v e ne d e z e n ­
g in iç i n c â iz o l m a d ı ğ ı n ı b e l i r t m e l e r i g e r e k ir . (273)

K azan çtan m aksat yetecek kadar k a z a n m a k t ır . Yoksa z e k â t a lm a y a


h a k k a za n ır . K a z a n a b i l m e k t e n â c iz o l m a k ş a r t d e ğ i l d i r . A y r ı c a z e k â t ın y a l ­
n ız k ö t ü r ü m , h a s t a v e â c i z l e r e h a s r e d i l d i ğ i n i s ö y l e m e k d e d o ğ ru d e ğ i l d i r .

N e v e v î d iy o r ki: « M ü t e b e r o la n k iş in in hal v e ş a h s i y e t i n e y a r a ş a n
b ir k a z a n ç t ır . Y a r a ş m a y a n is e y o k h ü k m ü n d e d ir . » (274)

A y rıca «eli kolu kuvvetli, sağlam kim seye» zekâtı haram eden ha-
dis-i şerif, örfen kendi g ib ile rin e kazanç fırsa tla rı hazırken tem b elliğ i te r­
cih eden kim seyi de için e alır.

269 — B e şle r riv a y e t e tm iş tir. T irm iz i h a s e n o ld u ğ u n u sö y lü y o r.


270 — Eİ M ecm u; C. 6 . sh. 191
272 — A h m e d , E b u D a v u d , N e sa i, A h m e t: «Ne g ü z e l h a d istir,» N e v e v i «Bu
h a d is sa h ih tir» d em iş, E b u D a v u d h a d is k o n u s u n d a s u s m u ş tu r.
273 — N e y lu ’l-E v ta r, C. 4, sh. 170
274 — E l-M ecm u, C. 6 . sh. 190

127
İ SLÂM

N e t i c e o la r a k : K a z a n m a ğ a g ü c ü y e t e n h e r k e s , k e n d i k e n d in i g e ç i n d i ­
recek ş e k ild e ç a lış m a k la ş e r 'a n m ü k e l le f t i r . B e d e n in d e k i z a f iy e t t e n , ç o ­
c u k l u k , k a d ın lık , b u n a k lık , i h t iy a r lı k , d ü ş k ü n l ü k v e h a s t a l ı k t a n d o la y ı â c iz
o la n y a h u t k e n d i s in e l â y ık b ir k aza nç k a p ısı b u la m a y a n y a h u t b u lu p da
k a z a n c ı k e n d i s in e v e ç o l u k ç o c u ğ u n a y e t m i y e n v e y a h u t i h t iy a c ı n ı n t a m a ­
m ın ı d e ğ il d e b i r k ı s m ı n ı k a r ş ı l a y a b i l e n k i m s e l e r i n z e k â t a lm a s ı c a iz d ir .
A l l a h ’ ın d i n in d e bu g ib i k i m s e l e r i n z e k â t a l m a l a r ı n d a b i r s a k ı n c a yoktur.

İş te b u n la r a d a l e t le i h s a n ı v e y a a d a l e t le r a h m e t i b i r l e ş t i r e n İ s lâ m 'ın
s a f ta lim a tla rıd ır. A m a m a t e r y a li s t l e r in : « Ç a lış m a y a n y em ez» p re n s ip le ri
g e r ç e ğ e t e r s d ü ş e n v e a h lâ k î o l m ı y a n b i r p r e n s i p t i r . İ n s a n î d e ğ i l d i r . B azı
k u ş v e h a y v a n la r ın b i l e k u v v e t l i s i z a y ıfın a y iy e c e ğ in i ta ş ırk e n in s a n , bu
d i l s i z h a y v a n la r ın d a m ı s e v i y e s i n e u l a ş m a y a c a k ?

İbadete Ç e k ile n Zekât A lm a z :


İs lâ m f a k î h l e r i n i n b u r a d a z i k r e t m i ş o l d u k la r ı şey gerçekten çok m ü­
k e m m e l d i r . D i y o r i a r ki: Ç a l ı ş m a ğ a g ü c ü y e t e n b ir in s a n namaz, o ru ç ve
b e n z e r i f e r d i i b a d e t l e r l e A l l a h ' a ib a d e t e t m e k iç i n b i r k ö ş e y e ç e k i l s e k e n ­
d is in e zekât v e rilm e z . Ç ü n k ü o ç a l ı ş m a k l a , y e r y ü z ü n d e d o l a ş m a k l a em-
r o ! ım m u ş t u r . İ s l â m ’d a r u h b a n i y e t y o k t u r . N i y e t d o ğ r u o ld u ğ u v e A l l a h m
t a y in e t t iğ i s ı n ı r l a r a r i a y e t e d i l d i ğ i t a k d i r d e g e ç i m iç i n ç a l ı ş m a k en ü s t ü n
İ b a d e t le r d e n d ir .
İ lim le M e ş g u l O l a n Z e k â t A l ı r :
A m a b i r in s a n k e n d i s in i f a y d a lı b ir i l m e v e r i r v e h e m ç a l ı ş m a k , h e m
de ilim t a h s i l e t m e k m ü m k ü n o lm a z s a , g ö r e v i n i y e rin e g e tire c e k ve ih ­
t i y a ç l a r ı n a k a r ş ı l ı k o l a b i l e c e k ş e k i l d e k e n d i s in e z e k â t v e r i l i r . D i n v e d ü n ­
y a s ı n ı n m e n f a a t i iç in g e r e k l i o la n k i t a p la r da i h t iy a ç l a r ı a r a s ın d a d ı r . (275)
İlim t a le p e d e n e z e k â t v e r i l m e s i n i n sebebi şudur: Bu k im s e b i r farz-ı
k if â y e y i y e r i n e g e t i r m e k t e d ir . İ lm in in f a y d a s ı s a d e c e k e n d i s i n e d e ğ ild ir .
A k s i n e m i ll e t i n t a m a m ın a d ır . Bu i n s a n a z e k â t l a y a r d ı m d a b u lu n m a k o nun
h a k k ıd ır . Ç ü n k ü z e k â t şu ik i adam dan b irin e v e rilir: Ya m ü slü m a n la ra
m u h t a ç o la n k i m s e y e . Y a da m ü s l ü m a n l a r ı n o n a m u h t a ç o ld u ğ u k im s e y e .. .
İ lim le u ğ r a ş a n k i m s e d e i s e bu ik i d u r u m b i r a ra d a b u lu n m a k t a d ır . B u i ç ­
t i m a i b i r ib a d e t t ir .
B a z ıla r ı bu k i m s e n i n y ü k s e lm e si ve m ü s lü m a n la rın ondan y a ra rla n ­
m a s ı ü m id e d i l i r ş e k i l d e z e k i o l m a s ı n ı ş a r t k o ş u y o r l a r . D e ğ i l s e , k a z a n m a ­
ğa y e t e r l i o ld u ğ u m ü d d e t ç e k e n d i s i n e z e k â t v e r i l m e z . Bu d e ğ e r l i b i r s ö z ­
dür. M o d e r n d e v l e t l e r d e bu p r e n s i b e u y m a k t a z e k i v e b a ş a r ıl ı o l a n l a r ın
m a s r a f l a r ı n ı k a r ş ı l a m a k t a , o n la r ı d a h i l î v e y a h a r i c î a r a ş t ı r m a la r iç i n g ö n ­
d e rm e k te d irle r.
2 75 _ B kz. G a y e tu l- M ü n te h â Ş e rh i, C. 2, sh. 137 (E l-M e k te b u ’l-İslâm i) b a sk ısı

128
ZEKAT

Fakîr ve Miskine Ne Kadar Zekât Verilir?


İslâm zekâtının ve onun fa k irlik ve m is k in lik le savaş üzerindeki et­
kisin in gözlerim iz önünde m ükem m el b ir şe k ild e canlanm ası için burada
önem li bir sorunun cevabını belirtm ek m ecburiyetindeyiz: A cab a fa k ir ve
m iskin e ne kadar zekât v e rilir?
Bu soruya v e rile c e k cevabın önem li tarafı şudur: G e re k M üslüm an­
ların ve gerekse müslüm an olm ayan herkesin zih in le rin e şö yle bir kanaat
hakim dir: Fakirin zekâttan alacağı sa y ılı bir kaç dirhem , birkaç avuç hu-
bûbat, veya karnını doyuracak, bilem edin birka ç gününü veya bir-iki ayı­
nın ih tiya cın ı karşılayacak birkaç ekm ek alır. Sonra fa k ir yine e lle ri boş,
daima yardım a muhtaç bir şe k ild e d ile n c ilik le insanlara el açarak fa kir­
liğ ine devam eder. Bu durumda zekât, a cıla rı kökünden söken m ü e ssir
ilâçlara değil de daha çok sız ıla rı s ın ırlı bir zam ana kadar dindiren hap­
lara ben zetilm iş olur.
İslâm 'ın n a ssların r ve fa kih le rin görü şle rin i in celed ikten sonra iy ice an­
layacağız ki insanların zih in le rin e hakim olan bu düşünce İslâm şe ria tın ­
da yeri olmayan te m e lsiz b ir vehim den ibarettir.
Birinci görüş ;
Ömrü Boyunca Fakire Yetecek Kadar Zekât Vermek :
Bu konuda İslâm ’ın m antık ve n assların a en uygun olanı: Fakire fa­
k irliğ in i kökünden söküp atacak, ih tiya ç ve fa k irliğ in in se b ep le rin i orta­
dan kaldıracak ve tekrar zekâta m uhtaç olm ayacak şe k ild e verm ektir.
İmam N evevî «M ecm u»’da diyor ki :
İkinci M e se le fa kir ve m iskin e v e rile c e k m iktar hakkındadır: Iraklı
m üctehidlerin hepsi ve H ora san lıla rın çoğunluğu diyo rlar ki: Fakir ve m is­
kine, onları muhtaç olm a durumundan kurtarıp zenginliğe çıkaracak m ik­
tarda zekât v e rilir. Bu ise devam lı onlara y e te rli o la b ile ce k m iktardır. Şa-
fiîn in hükmü de budur. Ş a fiî m ezhebinden olan lar K abîsa b. el-M uharık
el-H ilâ lî'n in şu hadisini buna d e lil olarak g e tirirle r. R esûlü llah (S .A .V J
buyuruyor ki: «Dilenmek şu üç kişinin birinden başkasına helâl olmaz, a)
Bir adam ağır bir yük yüklenmiştir. Geçimini sağlayabilecek seviyeye ge­
linceye kadar onun için dilenmek helâtdır. b) Ara bulucu c) Bir adam ihti­
yaç içerisinde kıvranmaktadır. Öyle ki kavminin ihtiyaç sahiplerinden üç
kişi onun için şiddetli ihtiyaç içerisindedir, derler. İşte bu adam da geçi­
mini sağlıyabilecek seviyeye gelinceye kadar onun için dilenmek helâldır.
(Ey Kabîsa) bunlardan başkasının dilenmesi haramdır. Sahibi onu haram
olarak yer.» (277)

277 — M ü s lim

129
İ SLÂM

M ezhebim izden olanlar d e d ile r ki! R esûlüllah (S.A.V.) ih tiyacı kapa­


tana kadar dilenm eğe cevaz v e riy o r ki, bu da zik rettiğ im ize de lâ le t et­
m ektedir.
D e d iler ki: Sanatkâr ise, â le tle rin i ala b ile ce k m iktar v e rilir. Bu âlet­
lerin değeri az olsun, çok olsun. M iktarı da, kârından ortalam a geçim ini
kazandıracak kadardır. Bu ise sanata, m em lekete, zamana ve şahsa göre
değ işir.
M ezhebim izdeki m üctehidlerden bir gurup bu m iktarı şu şe k ild e tak­
d ir e tm işle rd ir :
Sebze satana beş on dirhem , v e rilir.
Kuyum cuya, m eselâ daha azı yetm ezse onbin dirhem v e rilir.
Tüccara, fırın cıy a , attara, sarrafa ona göre v e rilir.
Terzi, marangoz, ça m aşırcı, kasab ve diğer sanat sah ip le rin e kendi­
lerine uygun sanat â le tle rin i alab ile ceğ i m iktar v e rilir.
Ç iftç iy e de devam lı olarak verim i kendisine yetecek bir tarla veya­
hut g e liri devam lı kendisine ye te b ile ce k tarladan bir hisse satın ala b ile ce ­
ği m iktar v e rilir.
M ezhebim izdeki m üctehidler diyorlar ki: M e sle ğ i olm az ve ne sanat­
tan, ne ticaretten ve ne de kazanç ge tire b ile cek bir şeyden hiç anlam az­
sa ona v e rile ce k miktar, m em leketinde ayni se v iy e d e k ile rin yaşayacağı
en uzun ömre yetecek kadar olup bir sene ile takdir edilm ez. (278)
Bu, İmam-ı Ş a fiî ile arkadaşlarının görüşüdür. İmam A h m e d ’in de, t i­
caret, sanat âletleri ve buna benzer şe y le rle fakirin devam lı geçin ecek
kadar alm asını caiz gördüğü rivayet e d ilm iş ve m ezhebinin bazı âlim le ri
bu rivayeti beğenm iştir. (279)
Bu sözü biz kendim izden söylem iyoruz. Bunu İslâm 'ın imam ve fakih-
leri İslâm î nasslara, p rensiplere ve İslâm 'ın um umî ruhuna dayanarak
sö y le m işle r. Bunlar öyle e sa slı sö zle rd ir ki, a ç ık lık ve parlaklıkta, zekât­
la fa kirliğ i ortadan kaldırm ada ve fa kiri kurtarm a konusunda İslâm ’ın he­
defini orta yere serm ede güneşle yarışırlar.
Verdiğinizde Zengjnleştirin :
Bu görüş Ö m er’ul-Faruk (R.A.)’dan gelene uygun olanıdır. Hz. Ö m er’­
in âdil siy a se tin i görm üştük. «Verdiğinizde zenginleştirin» (280) p re n sib i­
ne dayanıyordu. Hz. Ö m er zekâtla fa kirle ri ze ng inleştirm eye çalışıyo rdu.
Sadece birkaç lokm acıkla a çlığ ın ı giderm eye ve birkaç kuruşcukla ayağı­
nı tutturm ağa değil.
278 — Mühezzeb ve Şerhi, El- Mecmu, C. 6.. sh. 193-195
279 — El- İnsaf, C. 3, sh. 338
280 — El-Emvâl, sh. 585
130
ZE KAT

Bir adam kendisine gelip durumunun kötü oluşundan yakınıyordu.


Ona üç deve verdi. Bu, o şahsı yokluktan kurtarmak içindi. O devirde deve
malların en faydalısıydı. Sadaka dağıtımında çalışan memurlara diyordu
ki: «Fakirlere tekrar tekrar zekât verin. Birisine yüz deve gitse bile.»
Fakirlere karşı siyasetini ilân ederek şöyle diyordu: «Tekrar tekrar
onlara zekât vereceğim. Birisine yüz deve gitse bile.» (281)
Tabi inden büyük fakih A tâ şö yle der: «Bir adam m alının zekâtını müs-
lüman bir aileye v e rir de ih tiya cın ı yerin e g e tirirse bu, bana daha hoş ge­
lir.» (282)
İslâm’da iktisadı ilgilendiren fıkıhta hüccet kabul edilen Ebu Ubeyd
el-Kasım b. Selâm’ın değerli kitabı «el-Emvâl»da kabul ettiği görüş bu-
dur
İkinci görüş :
Bir Seneye Yetecek Kadar Vermek :
İkinci bir görüş vard ır ki M a lik î, H anb elîlerin çoğunluğu ve diğer
bir kısım fakîh le rin görüşüdür. Bunlara göre: Fakir ve m iskin in k e n d ile ri­
ne bir de çoluk çocukjarına tam bir sene y etece k kadar zekât verm ektir.
Bu görüşün sah ip le ri, hayat boyunca yetecek bir m iktar ile b ir seneden
daha az bir müddete y etece k m iktarı verm ekte bir zarûret görm em ekte­
d irler
B ir seneye yetecek kadarla sın ırlan d ırm a n ın yap ılm ası (âdet itib a­
riyle) ortalam a olarak bir ferdin ken disinin ve çoluk çocuğunun geçim ini
garanti altına alm ası bu m üddeti ilg ile n d ird iğ in d en dolayıdır. R esûlüllah
(S.A.V.)’in hayatında bunun için güzel örnek vardır. A ile s i için bir y ıllık
zahire kaldırdığı rivayeti sahihtir. (283)
Hem zekât m allarının çoğu se n e lik tir. Onun için öm ür boyu yetecek
kadar verm eğe gerek yoktur. H er y ıl zekât gelirinden yeni g e lir elde edi­
lir. Hak sah ip le rin e b ö y le lik le her sene bu gelirden v e rilir. Bu görüşün
taraftarları şu fikird ele r: Bir se n e lik yeteceğin dirhem ve dinar olarak ke­
sin bir s ın ırı yoktur; b ilâ k is nereye v arırsa varsın m üstahak olana bir se ­
ne yetecek m iktar sa rfe d ilir.
B ir sene y etece k m iktar bir fakire para yahut ekin ve davardan ni­
sap m iktarından daha çok verm e ksizin tamam olm uyorsa, zengin duruma
da gelse o m iktar zekât v e rilir. Çünkü kendisine zekât v e rilirk e n zekâtı
hakkeden bir fakirdi.

281 — El-Emvâl, sh. 565


282 — El-Emvâl, sh. 566
283 — M üttefekun aleyh
131
İ SLÂM

Evlilik, Yetecek Miktardandır :


İslâm âlim le rin in insan ih tiya çla rın ı yem ek, içm ek ve giyecekten iba­
ret saym am aları gerçekten üstün bir şeydir. Çünkü insanda daha başka
tem ayü ller v ard ır ki bunlar insanı ken dilerin e doğru çe km ektedirler. Onu
buna zo rlar ve tatm in olm ak iste rle r. Bunlardan b irisi de cin si m eyildir.
A lla h bu isteği dünyayı imar etm ede ve insan nevinin orada A lla h ’ın di­
lediği vakte kadar kalmada irade-i ilâhiyyenin g e rçe k leşm e sin e insanı
iten bir kırbaç yap m ıştır. İslâmda e v lilik m ü esse si h içb ir nizamda (dün­
ya görüşünde) m evcut olmayan fe v ka lâ d e lik le r arzeder d o layısı ile konu
ile ilg ili ayrın tılar için bu husustaki K ur’ân’ı Kerîm ve hadisi şe rifle ri tet­
kik etm ek icab eder. Bu hususta te k lif edeceğim eser) (284)
İslâm, bu isteğ i baskı altına almaz. A n ca k bir düzene sokar ve A l­
lah'ın em rine uygun hareket etm esi için önüne sın ırla r çizer.
İslâm kadınlarla iliş k iy i kesm eyi, hadım olm ayı ve insanda m evcut
e ğ ilim le ri yok etm enin her ç e şid in e savaş açtığına ve gücü yeten herke­
sin evlen m esini em rrettiğine göre, («İçinizden kimin evlenmeye gücü ye­
terse evlensin. Çünkü evlilik, gözü na mahremden daha çok kapatıcı ve
namusun daha çok koruyucusudur.») M e h ir ve buna benzer maddî zorluk­
ları yenem eyen, fakat evlenm ek istiye n le re yardım etm eyi iste m iş ise
bunda şa şıla ca k b ir şe y yoktur.
 lim le rin şöyle dem elerinde de garipsenecek bir durum yoktur: Eşi
yoksa, evlenm eğe de ihtiyaç duyarsa, evlenm ek için fakirin aldığı şey,
yetecek m iktara dahildir. (285)
Ebu Ubeyd rivayet ediyor: Hz. Ö m er oğlu  s ım 'ı evlendirdi ve dev­
let hâzinesinden de bir aylık m asraf yaptı. (286)
 d il halife Ö m er b. A b d ülaziz hergün b irisin in şu şe kild e çağırm a­
sın ı em retti: Yoksullar nerede? Borçlular nerede? Evlenmek isteyenler ne­
rede? Yetimler nerede? Gelsinler ki ihtiyaçlarını gidereyim.» (287)
Bu konuda ana kaynak şudur :
Ebû Hüreyre rivayet ediyor: Bir adam Peygam ber (S.A.V.)'e gelerek :
— Ben Ensardan bir kadınla evlendim , dedi.
Peygam ber (S.A.V.) :
— Kaça evlendin, dedi.
— Dört ûkiyye'ye.
— Dört ûkiyyeye mi? Gümüşü sanki şu dağın yamacından sıyırıyor­
sunuz. Elimizde sana verecek bir şeyimiz yok. Fakat belki seni bir askerî
müfrezeyle göndeririz de bir şeyler elde edersin.» (288) buyurdu. Hadis,
284 — İSLÂM D avetçilerine Prof. Abdülkerira Zeydan (İkbal Yayınları)
285 — Ravdu'l-Murabba Haşiyesi, C. 1. sh. 400
286 — El-Emvâl, sh. 227
237 — İbn-i Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, C. 9, sh. 200
132
ZEKAT
Peygam berim izin bu durum larda onlara bir şe y le r verd iğinin b ilin ir oldu­
ğuna delâlet ediyor. Bunun iç in d ir ki: «Yanım ızda sana vere ce k b ir ş e y i­
m iz yok» buyurm uştur. Bununla beraber başka bir yolla derdinin ça re si­
ni bulmağa gayret gö sterm iştir.
İlim Kitapları Yetecek Miktara Dahildir :
İslâm, akla değer veren, ilm e çağıran ve âlim le rin d e re ce sin i y ü k se l­
ten b ir dindir. İslâm, ilm i iman için bir anahtar ve amel için d e lil olarak
kabul etm iştir. Ne m ukallidin im anına ve ne de cah ilin ibadetine itib ar
eder. K u r’ân sarahatle açıklıyo r: «Hiç bilenlerle bilmiyenler bir olur mu?
C a h ille âlim ve ceha le tle ilim arasındaki Iarkı be lirtirke n de şö yle buyu­
ruyor: «Kör ile gören, karanlık ile aydınlık bir değildir.» Peygam berim iz
(S.A.V.) de şöyle buyuruyor: «İlmi istemek her müslümana farzdır.» İste­
nen ilim sadece din ilm i değildir. A k sin e m üslüm anların dünyalarında
muhtaç oldukları her yararlı ilm i de için e alır. N itekim Gazalî, Ş a tib î ve
âlim lerden diğer bir kısm ı bunu bu şe k ild e k a rarla ştırm ışla rd ır. (*)
İslâm fa kih le rin in ibadete çe kilen e zekât v e rilm iye ce ğ in i b elirtirken
ilim le uğraşanlara zekâtın v e rilm e sin e karar verm elerind e şa şıla ca k bir
durum yoktur. Çünkü İslâm 'da ibadet için her şeyden el etek çekm e ge­
re k liliğ i yoktur. Halbuki ilim d e ih tisa sla şm a k için bu gereklidir. Hem
ibadet eden sadece kendi nefsi için ibadet etm ektedir. Halbuki ilim öğ­
renenin yararı hem kendisine, hem de diğer inanan insanlaradır. (289)
İslâm bununla da yetinm edi. İslâm fa kîh le ri şöyle derler: Din ve dün­
yasının menfaati için gerekli olan ilim kitaplarını satın almak için fakirin
zekât alması caizdir. (290)
Bu iki Görüşten Hangisi Daha Uygundur?:
İslâm fıkhı m ezheplerinden bu ik isin i; bir defada fakire öm ür boyu
yetecek kadar verm eyi iyi görenlerin m ezhebi ile peryodik olarak fakire
her y ıl yetecek kadar verm eyi daha iyi görenlerin gö rüşlerini arz e ttik ­
ten sonra, acaba bu iki görüşten hangisi uyulmağa daha lâyıktır? Bun­
lardan her birinin iyi yönleri ve dayandığı d e lili vardır. Ö ze llik le zekât
işle rin i hüküm etin yürütm esini istersek.
Benim görüşüm e göre bunlardan her birinin uygulanacağı sahalar
vardır :
288 — N eylü-l’Evtâr, C. 6 sh. 316. U kiyye o zam anlar kırkbir dirhem kar­
şılığı idi ki bir koyun beş-on dirhem ederdi. Bu m iktar onun gibi­
lere çokdu.
288 — El-Mecmu', C. 6. sh. 190
290 — Bkz. Hanbeli fıkhından «el-insaf», C. 3 sh. 1C5, 218
(*) M uhterem m üellifin görüşüne katılmıyoruz, liim dini, dinsizi ilim
diye ikiye ayrılmaz. İslam Marksizim gibi ne sadece ekonomik hristi-
tiyanlık gibi ne sade uhrevi bir görüş değildir. Kesinlikle iddia edi­
yor ve m eydan okuyoruz YERYÜZÜNDE TEK BİR MtSELE yoktur ki,
İslamm onunla ilgili bir cevabı bulunm asın. (İkbâl Y ayınlan)
133
-------- ■*-
İSLÂM

/Şöyle ki, fakirler ve yoksullar iki kısımdır :


Sanatkâr, tüccar ve çiftçi gibi bir kısım vardır ki çalışmağa, kazan­
mağa ve kendi kendisinin geçimini sağlamaya gücü yeterlidir ama, sanat
âletleri, ticaret için sermayesi, tarlası, sürme ve sulama araçları eksiktir.
Böylelerine ömrü boyunca yetecek ve bir daha zekâta muhtaç olmayacak
kadar kazanmağa imkân verecek nisbette zekât vermek gerekir. Çalışma­
ğa gücü yeten fakirlere mal edilmek üzere zekât malından fabrika ve atel-
ye kurmak şeklini asrımızda tatbik etmek mümkündür.
D iğer kısım da kör, kötürüm, ihtiyar, dul, çocuk vb. gibi ça lışm a k ­
tan aciz olanlardır. Bunlara bir y ıl y etece k kadar verm ekte b ir sakınca
yoktur. Yani her sene alacaklara y ıllık maaş v e rilir. Hatta isra f yapm ala­
rından ve m alı lüzum suz yerle re harcam alarından korkulursa aylık da ve­
rile b ilir. M em urların m aaşlarında olduğu gibi, asrım ızda uyulm ası gereken
de budur.
Tuhaftır ki ben bu ta ksim i yaptıktan sonra bazı H anbelî kitaplarında
ayn ısının sö yle n m iş olduğunu gördüm. G â ye tü ’l-Müntehâ ve şerhinde
imam A hm ed 'in onbin veya daha fazla g e lir g e tirip de ken disine kâfî gel­
meyen tarla sahibine «yetecek kadar zekât alm ak hakkıdır» sözünü z ik ­
rettikten sonra diyor ki: «Çok da o lsa sanaatkâra sanat â letlerin in para­
sı ve tüccara serm ayesi v e rilir. Bunlardan başka fa kir ve m iskine, kendi­
leri ve a ile le rin e bir sene yetecek m iktar v e riilr. Çünkü y ılla rın tekerrü­
rü ile zekât te kerrü r eder. B ö ylece onlarda her sene b ir se n e lik zekât
alırlar.» (291)
Geçim İçin Uygun Bir Hayat Seviyesi :
Buradan iyice ortaya çıkm aktadır ki zekâtın hedefi, fakire sa y ılı bir­
kaç kuruşcuk verm ek de ğ ildir. Hedef, geçim için uygun bir hayat s e v iy e s i­
ni ge rçe kleştirm e ktir. Bu se viye de, A lla h ’ın şe re fli k ıld ığ ı ve onu yeryü­
zünde halife k ıld ığ ı insanlığa lâyık, adalet ve iy ilik dinine, in sa n lık için
ç ık a rılm ış ha yırlı üm m ete in tisap eden m üsiüm anlık sıfatın a uygun bir se ­
viye olm alıdır.
Bu İnsanî seviyen in ge rçe k leşm e sin in en aşağı d erecesi, kendisine
ve a ile sin e uygun y iye ce k ve içecek, k ış lık ve yazlık g iye ce k le riy le du­
rumuna uygun bir evinin olm a sıdır. İbn-i H azm ’ın «el-M uhallâ» ve Neve-
vi'nin «el-Mecmû» da z ik re ttik le ri budur. A y rıc a birçok âlim de aynı gö­
rüşü b e lirtm işle rd ir.
Fakirden durumu daha iyi olan m iskin bir tarafa N evevî insanın, on­
suz fa kir sa yılaca ğ ı «yeterli» m iktarı tayin ederken şöyle diyor: M uteber

29 i — Metâlibu Ulinnuhâ, C. 2. sh. 136

134
ZEKAT
olan... şahsın kendisine ve nafakasında olanlara, isra f veya sık ın tı olm a­
dan durumuna uygun yiyecek, g iyecek ve diğer ge re kli şe y le rin tem in idir.
(292)
A srım ızd a k işi için gerekli olan hususlardan biri de: K endilerin den ce ­
halet karan lıkların ı giderecek, onlara şe re fli hayat yolunu kolaylaştıracak,
d in î ve dünyevî ö devlerin i yapmağa yardım edecek olan d in î hüküm leri
ve zam anın b ilg ile rin i (kendinden başka) ço cu kların ın da öğrenm esidir.
Fakîh ler M üslüm an ferdin a s lî ih tiya çla rın ı sayarlarken bunlar arasın­
da şunu da sayarlar: M üslüm an ferdin kendisinden cehaleti g id e rm e si­
dir. Çünkü cehalet, te rb iy e v î b ir ölüm ve m anevî bir yok olm adır.
Y in e asrım ızda ferdin, a s lî ihtiyaçlarından biri de: kendisi veya aile
efradından biri hastalandığında ilâ ç alabilm e im kanının o lm a sıd ır ve yem
gibi hastalığa terk e d ilm em esid ir. Bu, kendini öldürm ek ve kendi e liy le
kendisini te h like y e atm aktır. H adiste: «Ey Allah’ın kulları! tedavi olun.
Hastalığı yaratan, ilâcını da yaratmıştır.» (293) buyurulm aktadır.
Y üce A lla h da şö yle buyuruyor :
«Kendinizi tehlikeye atmayın.» (294)
«Kendilerinizi öldürmeyin. Şüphe yok ki Allah sizi çok esirgeyici­
dir.» (295)
Sahih-i B uh arî’de şö yle rivayet e d ilir: «Müslüman, müslümanın kar­
deşidir. Ona zulmetmez ve onu yardımsız bırakmaz.» B ir m üslüm an, kar­
de şin i veya ce m iye t bir mensubunu te d a vî etm e ksizin hastalığa terke-
derse şü ph esiz onu yard ım sız bıra km ış ondan yardım ını kesm iş olur. Şu­
na dikkati çekm ek ge re kir ki, bir şahsın hayat se v iy e s in i donuk ve kesin
şe k ild e sın ırlam ak mümkün değ ildir. Çünkü bu, zaman ve mekâna, her
m illetin se rvetine ve m illî g e lirin e göre d e ğ işir.
B ir asırda bir m ille t için fu zu lî sa yıla n birçok şe y le r diğer b ir a s ır­
da lüzumlu, lâyık ve zarurî olur.
Düzenli ve Muntazam Bir Yardım :
İslâm ’da zekâtın hedefinin (her hangi bir m esleğ i bulunmayan ve ça­
lışam ayan fa kir ve m iskin e nisbetle) k en d isin e ve çoluk çocuğuna uygun
b ir geçim se v iy e sin i garanti etm ek ve tam b ir seneye kadar kendisine
yetecek m iktarı verm ek olduğunu b e lirttik te n sonra buna şunu da ilâve
edelim : Zekât, hak sa h ip le ri içe risin d e n bu s ın ıf için devam lı ve düzenli

292 — El-Mecmû, C. 6
293 — Buhari
294 — Bakara : 195
295 — N isa : 28

135
İ SLAM

b ir yardım ıdır. Ta ki ze n g in lik sayesind e fa kirlik, güçlülük sayesinde a ciz­


lik ve kazanç sayesinde te m b ellik yok olup gitsin.
Ebû U b eyd’in se n e d iyle beraber bize naklettiği şu gerçek olay üze­
rinde düşünelim :
«Bir gün Hz. Ö m er öğle üzeri bir ağacın gölgesinde uyurken bir arap
kadın çıkag eldi. O radakilere göz gezdirdikten sonra Hz. Ö m er’e vardı ve
şöyle dedi : Ben yoksul b ir kadınım . Küçük erkek ço cuklarım da var. Emi-
rülm üm im inîn Ö m er b. el-Hattâb, M uham m ed b. M ü s lim e ’yi bize zekât
memuru olarak gönderdi. O da bize b irşe y verm edi. Um arım ki sen (Allah
sana rahm et etsin) h a lifeye varm am için bana a ra cılık edersin! Hz. Öm er,
hizm etçisi «Yerefe»i çağırdı ve M uham m ed b. M ü slim e 'y i bana çağır, de­
di. Kadın: Benim le beraber gelm en işim in bitm esi için daha te s irli olur,
dedi:
Hz. Öm er: o, yapar (inşaallah) dedi.
«Yerefe» M uham m ed b. M ü s lim e ’ye ge lip H alife s iz i istiyo r dedi. M u­
hammed, geldi: A lla h ’ın selâm ı sana olsun, ey m üm inlerin em iri deyince
kadın o zatın halife olduğunu öğrendi ve utandı. Hz. Öm er, M uham m ed’e
şöyle dedi: « A lla h ’a yem in ederim ki iy ile rin iz i seçm ekten vaz geçm iye-
ceğim . A lla h (C.C.) sana bu kadını sorduğu zaman ne d iyeceksin. Mu-
ham m ed’in gözleri yaşardı. Sonra Ö m er tekrar konuştu: «Hakikaten A llah,
Peygam berini (S.A.V.) bize gönderdi. Onu ta sd ik edip takip ettik. O da
A lla h 'ın kendisine e m re ttik le rin i yerine getirdi. Tâ A lla h , ruhunu
alıncaya kadar zekâtı ehil olan y o ksu llara dağıttı. Sonra A lla h , Ebü Bekr'i
halife se çti. O da ölünceye kadar R esû lü llah 'ın sü n n e tiyle am el etti. N i­
hayet A lla h beni halife yaptı. İy ile rin izi seçm ekten geri kalm adım . Eğer
seni bir daha m em urluğa göndersem bu kadına bu sene ile geçen sene­
nin zekâtlarını ver; Bilm iyorum , belki seni bir daha göndermem.» Sonra
Hz. Öm er, kadın için bir deve g e tirtti, un ve zeytinyağı yü kle tti ve şöyle
dedi: «Bunları al, H ayber’de bize ulaş. Biz oraya gitm ek istiyoruz.» Ka­
dın Hayber'de Hz. Ö m er'e yetişıti. Hz. Öm er, kadına iki deve daha verdi
ve: «Bunları da al.» dedi. «M uham m ed b. M ü slim e size gelene kadar sana
yeter. Sana bu seneyle geçen senen in hakkını verm esi için ona emrettim.»
(236)
Bu olay h a d ise le riy le ve k a rş ılık kon uşm alarıyla neye de lâ le t ediyor?
Bu olay gerçekten üstün b irç o k mana ve p rensiplere de lâ le t ediyor.
M üslüm an devlet re isin in , İslâm h a kim iyetinin gölgesinde yaşayan
her fert için duyduğu m e su liy e tin g e n işliğ in e de lâ le t ediyor.

290 — El-Emvâl, sh. 599

136
ZEKAT

M üslüm an devletin tem in edeceği m ünasip b ir yaşam a hakkını, biz­


zat fe rtle rin nasıl anladıklarına de lâ le t ediyor. Zekâtın, cem iyette g eçim le
ilg ili yardım laşm a binasının b irin ci tem el taşı olduğuna de lâ le t ediyor.
Zekâtın, düzenli ve devam lı bir yardım olduğuna de lâ le t ediyor. Ö y­
le ki sahibine ulaşm adığı takdirde kendisine zulüm y ap ıld ığ ın ı şik â ye t
etme onun hakkıdır.
Hz. Ö m er'in doğru siy a se tin in , yetecek ve ih tiyacı karşılayacak ka­
dar verm e olduğuna de lâ le t ediyor. Onun için kadına önce un ve ze ytin ­
yağı yüklü bir deve, sonra da başka iki deve verm iştir. Bütün bunları da
Muham m ed b. M ü slim e , kadına her iki y ılın hakkını verene kadar mu­
vakkat bir bağış saym ıştır.
Bütün bunlardan sonra da Hz. Ö m e r’in bu konuda b irin ci olm ayıp ifa?
delerinden de a n la şıla b ile ce ğ i gibi, R esû llü ila h (S.A.V.) ile H a life si Ebû
B e k ir’in sünnetine uyduğuna d e lâ le t ediyor.
Zekât Malını Dağıtmada İslâm’ın Siyaset] :
Zekât dağıtım ında İslâm ’ın hikm etli ve adaletli bir siy a se ti vardır.
Bazı insanlar k a rşıla ştık la rı her nizam ve düzeni yeni bir buluş olarak ka­
bul e derler ama asrım ızda g elişen s iy a s î ve İktisadî nizam lar ancak İs­
lâm ’ın bu alanlarındaki nizam larına benzeyebilm e se v iy e sin e u la şa b ilm iş­
ler m idir. G erçekten zor bir soru?
İnsanlar, ca h iliy e t asırların da ve A vrupa'da karanlık d e virle rd e (Orta
Çağda) v erg ile rin ç iftçile rd e n , zanaatkârlardan, m e sle k sahiplerinden,
tüccarlardan ve rızkını elinin em eği, alnının te ri, gecenin uykusuzluğu,
gündüzün yorgunluğu ile kazanan diğer kim selerden ve güm rüklerden na­
sıl alındığını biliyor. Ter, kan ve göz y aşıyla k a rışık bu m allar, göz kam aş­
tırıc ı başkentte bulunan im paratora, krala, etrafındaki dalkavuklara ve
adam larına harcanırdı. G e riye birşey kalırsa, şehri gen işletm ek, g ü ze lle ş­
tirm ek ve halkı memnun etm ek için harcanırdı. Daha da b irşe y artarsa
âlicenablarına yakın olan şe h irle re gö n derilirdi. O bütün bunlarda em ek­
çi yorgun köy ve bölgelerden gâfildi. Halbuki bu v e rg ile r o köy ve bölg e­
lerden to p la tılm ıştı.
İslâm g elince mal sa hip lerine zekât verm e le rin i ve id a re cile rin mal
sa h ip le rin i tem izle m e k için bu zekâtı alarak ih tiya ç sa h ip le rin e dağıtm a­
larını em retti. B öylece fa k irle r de fa k irlik ve ih tiya ç iç e risin d e olm a e zik ­
liğinden kurtulacak ve İslâm ce m iyetinin fe rtle rin e yardım laşm a ve ada­
let duyguları hakim olacaktır.
İslâm ’ın em rettiği şe k ild e R esûlü llah (S.A.V.) vâli ve m em urlarını ze­
kât toplam ak için uzak ülke ve m em leketlere gönderdi. Zekâtı o m em le­
ketlerin zenginlerinden alarak fa kirle rin e v erm e le rin i em retti.

137
İSLÂM

M uâz b. C e b e l’in (müttefekun aleyh) hadîsini daha önce görmüştük:


Peygam ber (S.A.V.) onu Y e m e n e gönderm iş ve zekâtı, oranın zenginle­
rinden alıp fa kirlerin e verm esini em retm işti. Muâz, R esûlüllah (S.A.V.)’in
vasiye tin i olduğu gibi yerine getirdi. Yem en zenginlerinin zekâtını, ze­
kâtı hakkeden Y em en lile re dağıttı. Ö yleki her m em leketin zekâtını o mem­
lekette dağıttı. A y rıca bu konuda onlara bir yazı da yazdı. Bu yazısında
şöyle diyordu: Kim ilinden ve aşiretinden a y rılırsa zekât ve öşrü a ş ire ti­
nin oturduğu yerde da ğıtılır. (297)
Ebu Cuhayfe diyor ki: «Resûlüllah (S.A.V.)'in bir zekât memuru bize
geldi. Zekâtı zenginlerden aldı ve fakirlere verdi. Bu arada bana da bir
dişi deve düştü.»
S a h i h h a d î s t e te buyurulm aktadır ki: «Bir arap R esûlüllah (S.A.V. )’e bir­
kaç soru so ruyo r Onlardan biri şu: «Seni gönderen A lla h aşkına doğru
sö yle, zekâtı zenginlerim izden alıp fa kirle rim ize dağıtm anı A lla h mı em­
retti?» Efendim iz: «Evet» dedi.
Ebû Ubeyde, Hz. Ö m er'den rivayet ediyor ki; Hz. Ö m er şöyle dem iş­
tir: «Benden sonraki halifeye şunu, şunu vasiyet ederim. Ve ona arap be­
devilerine iyi bakmasını vasiyet ederim. Çünkü onlar Arapların aslı ve İs­
lâm’ın temelidirler. Zekâtı, zenginlerinden alsın ve fakirlerine versin.»
(298)
Hz. Ö m er'in devrinde durum öyleydi: Zekât nereden toplanm ışsa,
yine oraya d a ğ ıtılırd ı. Ve zekât m em urları M e d in e ’ye dönerlerken, giyd ik­
leri abalarından ve dayandıkları bastonlarından başka bir şe yle dönm ez­
lerdi.
Said b. M üseyyeb'den: Hz. Öm er M u â z’ı, Beni Kilâb yahut Beni S a ’d
kab ilelerine memur olarak gönderm işti. Muâz, m allan onlara taksim etti.
Ö yle ki: Om uzunda ta şıd ığ ı çulundan başka birşey bırakm adı. (299)
 d il hakim ler, sahabe ve tablî'n in fetvaya ehil önderleri R esûlüllah
(S.A.V.) ve Râşid H a life le rin in çizd ik le ri bu yol üzerinde yürüdüler.
İmran b. Husayn'dan rivayet e d ilir ki, kendisi Em evîler devrinde Zi-
yad b. Ebîh yahut başka bir Em îr tarafından zekât memuru olarak görev­
le n d irilm işti. Dönüşünde Em îr ona soruyor: M al nerede? K endisi cevap
veriyor: M al için mi beni gönderdin? R esûlüllah (S.A.V.) zam anında malı
nereden alıyor id iysek oradan aldık ve nereye veriyo r id iysek oraya ver­
dik. (300)
297 — Said b. M ansur’un çıkardığı sahih senedle Tâvûs rivayet etmiştir.
Esrem'de benzerini rivayet ediyor. N eylü’l-Evtâr, C. 2, sh. 161
298 — E!-Emvâl, sh. 595
299 — El-Emvâl, sh. 596
300 — E b u D a v u d , İbn-i M âce. Bkz, N e y lü ’l-E v ta r, C. 4, sh. 161
138
/

ZEKAT

Ebû Ubeyd eliyor ki: Bütün bu ha d ise ler şunu isbatlıyor: Her kavim ken­
di kavm inin zekâtına daha lâyıktır. Tâ ki muhtaç oianlar kalm ayıncaya
kadar. Hadîs-i şe rifin onlara bu hakkı verm esini, kom şuluk hakkında ve
zenginlerin evlerin e yakın olm alarında görüyoruz. (301)
Şayet zekât memuru bilm eyip zekâtı, halkının muhtaç olduğu şe h ir­
den başka bir şehre götürürse devlet bunu, onlara geri gönderir. N itekim
Ö m er b. A bd ülaziz böyle yapm ış ve Said b. M üseyyeb de böyle fetva v er­
m iştir. (302)
Y a ln ız İbrahim Nehâî ve Hasan-i B asrî kişin in zekât konusunda ak­
rabalarını te rcih etm esine ruhsat verm işle rd ir.
Ebu Ubeyd diyor ki; Bu, ancak kişin in şa h sî m alında caiz olur. D ev­
letin topladığı um um î zekâtta ise olmaz.
Ebû’l-Â liy e ’nin hadisi de bu iki zâtın hükmüne uygundur. Ebûl-Âliye
zekâtını M e d in e ’ye götürürdü. Ebû Ubeyd şö yle diyor: Götürdüğü bu ze­
kâtı akraba ve azadlı kölele rin e götürdüğünü sanıyoruz. (303)
Zekâtın to p la tıld ığ ı şehird e d ağıtılm ası, ittifak edilen bir hüküm oldu­
ğu gibi o m em lekette zekât alacak durumda olan kalm az veya zekât on­
lara çok ge lirse, zekâtın başkalarına taşınm ası, yahut ih tiyaç halinde kul­
lanılm ak üzere devlet başkanının y e tkisin e v e rilm e si veya komşu m em le­
ketlere götürülm esi de üzerinde ittifak edilen b ir hükümdür.
Bu konuda İmam M a lik ’in dediği pek hoşuma gidiyor: Zekâtın bir y e r­
den başka bir yere taşın m ası caiz değildir. A n ca k bir şe h ir halkının b a şı­
na birşey g e lir ve m uhtaç duruma d ü şe rle rse Devlet, görüş ve ietihad yo­
luyla oraya zekâtı ta şıy a b ilir. (304)
Sahnûn da şöyle der: «Bazı m em leketlerde şid d e tli ihtiyaç olduğu
devlete haber v e rilse zekâtın bir kısm ın ı oraya taşım ak devlet için caizdir.
ÇünKü muhtaç olanın, m uhtaç olm ayana tercih e d ilm esi vacip tir. M ü slü ­
man m üslüm anın kardeşidir. Ona zulm etm ez ve ondan yardım ını e sirg e ­
mez.» (305)
6 — Bütün bu anlattıklarım ızdan sonra biri: Zekât m alları bütün bu
an latılanları k a rşıla y a b ilir m i? Başka bir ifadeyle: Zekât, toplum un İkti­
sadî pro blem lerinin tümünü h a lle d e b ilir m i? diye so rab ilir.
Cevap: Zekâtın İslâm iktisad nizam ında herşey olduğunu sö yle m e ­
dik. Bizim ded iğim iz şudur: Zekât bu nizam ın tem elid ir. G ö receğ im iz gibi

301 — El-Emvâl, sh. 598


302 — El-Emvâl, sh. 598
303 — El-Emvâl, sh. 595
304 — El-Emvâl, sh. 595
305 — MüdevvenetüT-Kübrâ, C. 1, sh. 246

139
İSLÂM

bu tem el, İslâm ’ın ik tisa t nizam ıyla beraber olursa İslâm toplum undaki
tüm İktisadî p ro b lem leri çözm esinde şüphe yoktur.
Y a ln ız zekâtı ele aldığım ızda şü ph esiz ki o, ferdlerin.. bütün iktisadi
pro b lem lerini halleder. A ncak İslâm 'ın hüküm lerini hayatın gerçeklerin e
uygulayabilen b e ce rik li bir düzenlem enin olm ası şartıyla. Çünkü zekât
g e lirle ri o kadar çoktur ki, karşılarınd a bir problem in durabilm esi müm­
kün değildir. Bir de şu durumu da gözden kaçırm ayalım : Zekât nizam ı
bir insanın problem ini hallederken, onu kökten hallediyor. Ö yle ki, insan
ondan sonra zekât öder duruma gelm ektedir. Durumun daha iyi a n la ş ıl­
m ası için bir m isa lle konuyu a çıkla yalım :
İnsanın İktisadî pro b lem lerinin en ö n e m lile ri, evlenm e, barınm a, iş ­
s iz lik ve â c izlik tir.
Bu prob lem leri zekât v a sıta sıy la halletm ek isted ik mi şunları yapma­
m ız gerekir :
1 — Ç a lışa c a k güçte olm ayanlar için Ş a fiî m ezhebinin hüküm lerini
uygularız. O nlara ve baktıkları k im se le re y etece k bir tarla alırız. Bir y ıl­
da ça lışa m ıyaca k durumda o lan ların problem ini h a lle ttik mi, gelecek yıl
önüm üzde g ü çsü zler problem i büyük çapta ö nlenm iş olur. A rtık zekât ge­
lirle rin i başka bir problem in çözüm ünde ku lla n a b iliriz. M e se lâ bu, iş s iz ­
lik problem i o la b ilir.
2 — Bu konuda da Ş a fiî m ezhebinin görüşünü se çe riz. İşsizle rin sa­
y ısın ı, her birinin ça lışm a im kânını tesb i teder, aşağıdaki te d b irle ri alırız:
B elli b ir zanaatı olan fakat serm ayesi bulunmayana, işin e yetecek
kadar serm aye v e rilir.
D iğ erle ri de işe a lış tır ılır ve m eslek sahibi olm aları sağlanır. Sonra
işle rin i y ü rü te b ile ce kle ri m iktarda ken dilerin e zekât v e rilir.
Veya hüküm et İktisadî araştırm alar y a p tırır ve durumu uygun görür­
se iş s iz le r için işy e rle ri satın alır. Bu işy e rin in m ü lkiyetin i işç ile re devre­
der. K endisi de işle rin bir düzen içe risin d e yürüm esi için idare işle rin i yü­
rütür. A slın d a bu, işs iz e işi için gerekli olan â le tle ri alm ası için b ir m ik­
tar zekât verm eyi öngören Ş a fiî görüşünün ayn ısıd ır.
Bir, iki veya üç sene iç e risin d e iş s iz le r problem i h a lle d ilin ce g e n e llik ­
le g elecek y ılla rd a bu m esele karşım ıza çıkm az.
Bundan sonra, m isal olarak barınm a ve evlenm e problem leri ele a lı­
nır. İlânlar y a p ılır. G e re kli belg e ler hazırlandığı takdirde evlenenin ve
kendisi için ev yapanın bo rçlarının ödeneceği b ild irilir.
Bu sö zle rim izle şunu ifade etm ek istiyoruz: Ferdlerin İktisadî prob­
le m le rin i zekât nizam ı v a sıta sıy la köklü bir şe k ild e h a lle d e b iliriz. Ö yle ki,

14 0
Z E K A T

ze kâ ta ih tiya cı olan kim senin k a lm a y a ca ğ ı g ü n le r g e le ce ktir. N itekim bu,


tarihte g e rçe k le şm iştir.
B iri ç ık ıp d a : O gü n le r g e ld iğ in d e ze kâ tı ne y a p a c a ğ ız ? şe k lin d e bir
soru so rab ilir.
C e v a p : Bu durum da çem beri g e n işle tir ç e şitli in san ların g e çm işle rin i
ü zerim ize alırız. M e se lâ : B uluğ ça ğ ın a erm iş ve ta h silin i devam ettirm ek
isteyen her ta le b e ye ze kâ t veririz. Ç ü n kü o, m illet için iiim ta h silin e d e ­
vam e ttik çe şe r'a n fakirdir. B ö yle ce her talebeye ta h sili boyunca m aaş
bağlarız. T a h silin i bitirdikten so n ra d ip lo m a sın a uygun b ir iş y a p a b ilm e ­
si için gereken se rm ayeyi veririz. D aha başka b a şk a ze kâ tın h a rca n a ca ğ ı
y o lla r vardır. B un lard an biri de : A lla h ’ ın dinine d a v et eden fe rdlere im kân­
lar tanım ak, o n la rı yeryüzünün her b ö lg e sin e gön dererek m a sra fla rın ı k a r­
şılam a ktır. Bu, Y ü c e A lla h 'ın : «Allah yolunda» sözünün k a p sam ın a girer.
Son olorak, o m em lekette ze kâ tın h a rc a n a c a ğ ı yer k a lm a y ın ca b a şka
m em leketlerde ki m u htaç m ü slü ıjıa n la ra götürürüz.
Bütün bunları şunun için a n la ttık : Zekât bütün problemleri mükem­
mel bir şekilde halleder.
7 — D evletin önem li göre vlerin d e n birinin ze kâ t m e se le si olduğunu
da h a ö n ce an latm ıştık. Zekâtı toplayıp onu yerli yerinde harcamayan dev­
let, İslâm devleti değildir. Z e k â t m e se le sin i g e re ktiğ i şe k ild e yürütm eyene
İslâm sıfa tın ı ta km ak im kân dışıd ır. N a sıl o la b ilir ki. Y ü ce . A lla h bu kon u ­
da şö y le b u y u r u r :
«Onlar o müminlerdir ki, eğer kendilerini yer yüzünde iktidar mevkiine
getirirsek namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emrederler ve fenalıktan
da alıkoyarlar. Bütün işlerin sonu Allah’a dönecektir.» (306)
T a b ii ki bunun m anası, İslâm devletinin o lm a m ası h alind e m üslüm a-
nın ze kâ tla m ü kellef o lm a m a sı de m e k değildir. İslâm d e v le ti o lm a sa da
zengin m üslüm an hakkeden yerle re ze kâ tın ı vere ce ktir. H ele ze kâ tı ö d e ­
yen m üslüm an, uyanık o lu rsa e lbe tte en uygununu s e ç e c e k ve ze kâ tın ı
o raya öde yece ktir. Ama ne yazık ki, İslâm ve müsiümaniara hizmet eden
müesseseler maddî imkânsızlıklar içinde kıvranırken çoğu zaman zekâtı
hakketmeyen yerlere, hatta mürtedlere veya, Kafr zekât ödetmektedir. (**)
8 — Bütün bu a n la ttık la rım ızd a n so n ra ba zı k im se le r ze kâ t m e se le ­
sin in tanzim edilm esin d en şik â y e t edebilirler. O nun için konuyu te 'k id b a ­
kım ından Y u su f e l-K a rd a v î’nin sö y le d ik le rin i bu raya akta rm ayı uygun
bulduk.

306 — Hacc : 41
(*) Y apılan ödeme (Z ekât) Ş e ria tın gösterdiği yerlere yapılm azsa sah ib i­
ne İslam! olm ıyan bir k uruluşu güçlendirdiği için sadece sevab olm a­
m ak değil ay nen cehennem azabını getirir. M üslüm an d ik k at .......
K urum u gibi L aikliğin p ro p ag an d ası y ap an yerlere ZIRNIK verme.
141
İSLÂM

«Devletin Zekât İşlerinde Sorumluluğu» başlığı altında Kardâvî şö y­


le diyor :
A n la şıld ığ ı gibi zekât, «Allah tarafından farz kılınan» sabit bir hak­
tır. A lla h ’ı ve âhireti dileyenin verdiği ve âhirete imanı zayii? olan, A lla h
korkusundan yeterin ce nasibi olm ayanın terkettiği tamam en fe rtle re bıra­
k ılm ış bir hak değ ildir. Aslâ... Zekât fe rd î bir ihsan değildir. Bu İçtim aî bir
düzenlem edir ve devletin kontrolunda yürütülür. Zekâtın zenginlerden a lı­
nıp hakkedenlere d ağıtılm ası için düzenli bir İdarî te şk ilâ t kurulur ve ze­
kât işle rin i bu te şk ilâ t yürütür.
Kur’ân’ın Bu Konudaki Delili :
Buna en açık d e lil A lla h ’ın zekât toplam a işle riy le uğraşanlara âyette
yer verm esi, onlara «zekât m em urları» ism ini verm esi, bunlara zekâttan
bir hisse v e rile re k başka bir yerden maaş almağa onların muhtaç bırakıl-
m am alarını b e lirtm e sid ir. Bu da, g e çim lerin i tem in ederek v a zife le rin i iyi
yapm alarını garanti etm ek için d ir. Y üce A lla h (C.C.) şö yle buyuruyor :
«Sadakalar Allah’tan bir farz olarak ancak fakirlere, miskinlere, sada­
kaların üzerine memur olanlara, kalbleri müslümanlığa alıştırmak iste­
nenlere, kölelere, borçlulara, Allah yolunda harcamağa ve yoloğluna mah­
sustur. Allah hakkıyle bilendir, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir.» (307)
A lla h ’ın (C.C.) kitabındaki bu açık nasstan sonra herhangi bir kim ­
senin ruhsat verm esine, t e v ille r yapm asına ve bâtıl zanlar ile ri sürm e­
sin e yer yoktur. Ö z e llik le âyet-i kerim e, s ın ıfla rı sın ırlan dırd ıktan ve zekâ­
tın A lla h (C.C.) tarafından farz k ılın d ığ ın ı bildird ikten sonra... A lla h ’ın
(C.C.) farz k ıld ığ ı bir farizaya kim engel o la b ilir?
Yüce A lla h (C.C.) zekâtın nerelere harcanacağını bildird ikten sonra
ayni sûrede şö yle buyurur : /
«Onların mallarından sadaka al ki bununla kendilerini günahlarından
temizlemiş olasın. Onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnet­
tir.» (308)
G e lm iş geçm iş müslüımanların çoğunluğu sadakadan m aksadın ze­
kât olduğunu sö y le m iştir. Hitap ise Peygam ber’e (S.A.V.) ve. ondan sonra
m üslüm anların idare işle rin i üzerlerine alanların hepsinedir.
Sünnet-i N ebeviyye :
Buhârî, M ü slim ve diğerlerinde rivayet edilen m eşhur İbn-i Abbas
hadisinde Peygam ber (S.A.V.) Y e m e n e gönderdiği M uaz b. C e b e le şö y­
le dem iştir: «Onlara zenginlerinden alınıp fakirlerine verilecek olan bir
307 — Tevbe : 60
308 — Tevbe t 103

142
ZEKAT

sadakayı Allah’ın (C.C.) kendilerine farz ettiğini bildir. Eğer bunu kabul
ederlerse mallarının değerlilerinden sakın. Ve mazlumun bedduasından
kork. Allah'la (C.C.) onun arasında bedduasının kabulüne mani olacak
perde yoktur.»
Bu hadisteki delilim iz; Farz olan sadaka hususunda Peygam ber'in
(S.A.V.) «zengilerden alınıp fakirlerine verilecektir» sözüdür. Böylece
hadis zekâtın behem ehal alınıp m üstahaklarına v e rilm e si ica bettiğini, ken­
dilerine zekât verm ek farz olan kim selerin isteğ ine b ırakılm adığ ını açıkça
beyan ediyor.
Ş e yhülislâm İbn-i H acer diyor ki: Bu hadisten, İslâm D evlet Başka-
mnın zekâtı toplam a ve dağıtm a işin i bizzat yapm ası veya v e k ilin e yap­
tırm asın ın kendisine ait bir vazife olduğu d e lili çık a rılm ıştır. Başkan, v e r­
meyenden zorla alır. (309) A yni ifade ile bunu Şevkâni Neylü'l-Evtarda
nakletm iştir. (310)
Bunun için âlim le r Em irülm üm inin zekât için m em urlar gö nderm esi­
ni onun v azifele ri arasında sa ym ışla rd ır. Çünkü Peygam ber (S.A.V.) ve
ondan sonraki h a life le r zekât için m em urlar gönderirlerdi. M a lı olup da
üzerinde ne kadar zekât dü şeceğini bilm eyen ve c im rilik gösterenlerin o l­
duğu göz önünde bulundurulursa m em ur gönderm enin g e re k liliğ i daha iyi
a n la şılm ış olur. (311)
M al sa hip lerine gelince, vazifele rin i yapmak üzere m em urlara yar­
dım etm eleri, üzerlerine düşen m iktarı verm eleri ve zekât m alından birşey
saklam am aları farzdır. R esûlüllah (S.A.V.)’in ve sahabelerinin em rettiği
de budur.
C a b ir b. A tik 'te n (R.A.): R esûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu :
»Size hoşlanmayacağınız atlı memurlar gelecek. Onları hoş karşıla­
yın ve istediklerinde serbest bırakın. Adalet yaparlarsa kendi lehlerine,
zulmederlerse kendi aleyhlerinedir. Çünkü zekâtlarınızın tamam olması
onların razı olmalarına bağlıdır. Size dua etsinler.» (312) Bunların hoşfa-
nıim ıyacak k im se le r olm aları şunun içindir: Çünkü bunlar mal iste y e ce k ­
ler. İnsan ise mala karşı cim rid ir. M al, insanın en çok sevdiğ i şe y le r ara­
sındadır.
Enes (R.A.) dan rivayet e d ilm iştir :
Bir adam R esûlüllah (S.A.V.)’e şöyle d e d i: Zekâtı gönderdiğin e lçiy e
verirsem A lla h (C.C.) ve Resûlü (S.A.V.j'e karşı zekâttan kurtulm uş oiur-

309 — Hnfı/. ibn-i Hacer, Fethü’l-Beri, C. 3 sh. 231


310 — N eylü’l-Evtar, C. 4 sh. 124
311 — El-Mecmû, C. 6 sh. 163
312 — N eylü ’l-Evtar C. 4 sh. 155

143
İSLÂM

muyum? R esûlüllah (S.A.V.): «Evet zekâtını benim memuruma verirsen


Allah a ve Resulüne karşı borcundan kurtulmuş olursun. Ödediğin zekâtın
sevabı senin, günahı da onu değiştirenin ve yerinde harcamayanındır.
Sahabelerin Fetvaları :
Sehl b. Ebi Salih babasının şöyle dediğini rivayet eder :
Yanım da zekâtı v e rile ce k bir m iktar mal b irikti. Sa'd b. Ebi Vakkas,
İbn-i Öm er, Ebû Hüreyre ve Ebû Said el-H udrî (R.A.) H azretlerine sordum.
Bu malın zekâtını kendim mi dağıtayım , yoksa hükümete mi vereyim ?
H epsi de hükümete verm em i em rettiler. H iç biri aksini söylem edi. Diğer
bir rivayet de şöyledir: «Hükümetin ne yaptığını siz de biliyorsunuz. Y ine
de zekâtım ı onlara vereyim mi?» (Bu olay Em eviler devrinde geçiyor.)
H epsi de: «Evet hükümete ver,» dediler. Bunu, İmam Said b. M ansur
«M üsned»inde rivayet etm iştir. (313)
İbn-i Ö m er şöyle der :
«Zekâtlarınızı Allah'ın başınıza geçirdiği kimseye verin. Kim iyilik
ederse kendisinedir ve kim kötülük ederse yine kendisinedir.» Sahih ya­
hut hasen bir isnadla Beyhakî rivayet etm iştir.
M uğire b. Şu'be Taif'teki m allarına bakan azatlı kölesine diyor ki :
— M alım ın zekâtım ne yapıyorsun?
— Bir kısm ın ı ben dağıtıyorum , bir kısm ım da hükümete veriyorum .
— N a sıl böyle yaparsın? dedi. Kendi başına zekâtı dağıtm asını hoş
karşılam adı.
— Hüküm et erkânı zekâtla tarla alıyo r ve kadınlarla evleniyorlar.
— Sen onlara ver. Çünkü R esûlüllah (S.A.V.) onlara verm em izi em ­
retti. (314)
R esûlüllah (S.A.V.)’in bu sarih hadislerinden ve Sahabelerin fetva­
larından açıkça anlaşılm aktadır ki: İslâm Şeriatında asıl olan, devletin ze­
kât işle rin i yürütm esidir. D evlet onu zenginlerinden a lır fa kirle rin e v e ­
rir. M üslüm an halkın görevi ise devletçe yardım cı olm aktır. (*)
Bu Teşriin Bazı Sırları :
Biri ç ık ıp d iy e b ilir ki: D in lerin durumu vicdanları uyarmak,, kalble-
ri diriltm e k ve yüksek değerleri insanların gözlerinin önüne serm ektir.
Sonra şevkle onları A lla h ’ın (C.C.) sevabına doğru çeker yahut korku k ır­
bacıyla onları cezasından u zaklaştırır. İnsanlar için s ın ırla r çizm ek, işle ri
düzenlem ek, em retm ek, ceza verm ek gibi konuları da hükümet erkânına
bırakır. Bunlar din işi değil, siy a se t işid ir.
313 — Mültekâda İmam Ahmed'e nisbet edilmiştir.
314 — Bu hadisleri N evevi, el-Mecmû’da zikretmiştir. C. 6, sh. 162-163
(*) Tabiiki İslam devletidir söz konusu devlet (İkbâl Y ayınlan)

144
ZEKAT

Cevap: Bu diğer dinler için doğrudur. Am a İslâm için aslâ doğru de­
ğildir. Çünkü İslâm hem inanç, hem düzendir. Hem ahlâk, hem kanundur.
Hem Kur an ve hem de devlet nizam ıdır.
İslâm'da insan, y a rısı dine, y a rısı dünyaya a it olm ak üzere ikiye bö­
lünmüş değildir. Hayat da ikiye bölünm üş değ ildir. İnsan da, hayat da,
kâinat da bütünüyle her şeye hakim olan A lla h ’ındır. İslâm, hayatın tüm
yönlerini için e alan bir düzen olarak geldi. H edefleri: Ferdi hürriyete ka­
vuşturm ak, ona değer verm ek ve ce m iye ti refah ve saadete kavuştur­
m aktır. M ille t ve iktid arları hakka ve iy iliğ e yöneltm ek ve bütün in san lığı
A lla h ’a (C.C.) ibadet etm eğe, O'na hiç bir şe yi ortak koşmam ağa, A lla h ’­
tan başka b irb irle rin i Rab edinm em eğe davet etm ek ve bunları g e rçe k le ş­
tirm ektir.
Zekât nizam ı işte bu çerçeve iç e risin d e geldi. Zekât ferdin işlerin d e n
değil de, hüküm etin işlerin d e n sa yıld ı. İslâm, zekâtı toplayıp hakkeden
yerlere dağıtım ı işlem in i devlete bıraktı. O nları fe rd le rin vicda n la rın a bı­
rakam azdı. Böyle davranm ış o lsaydı, iyi bir şe y yapm ış olm ayacaktı :
1 — İnsanlardan birçoğunun vicdanları dünya ve lezzet s e v g is iy le
ö le b ilir. Ö lm ese bile hastalan ab ilir ve yapm ası gerekeni hakkıyla yerine
getirm eyebilir. Fakirin hakkını bu gibi k im se le re bırakm ak doğru değ ild ir.
2 — Fakirin, hakkını zenginden değilde hüküm etten alm asında fa k i­
rin şe re fin i koruma vardır. B öylece fa kir zengine karşı yüzsuyunu dökm e­
m iş ve haysiyetini dilenm ekle zedelem em iş olur.
3 — Bu işi ferdlere bırakm ak anarşiye yol açar. O la b ilir ki birçok
zengin zekâtını ayni fakire v e rir de daha m uhtaç durumda olanlara kim ­
se b irşe y verm ez.
4 — Zekât dağıtım ı sadece fa kirlere , yoksu llara ve yolda k a lm ışla ­
ra h a sre d ilm iş değildir. Zekâtın harcanacağı yerlerden b iri de müslüman-
ların âmme m enfaatidir ki bu m enfaati fe rtle r ta kd ir edemez. Bu, hükü­
met ve şûrâ ehlinin işid ir. K alb le ri İslâm'a ısındırm ak, A lla h (C.C.) yolun­
da cihad için hazırlıklard a bulunm ak ve İslâm 'ı her tarafa duyurabilm ek
için propaganda heyetleri düzenlem ek gibi fa a liy e tle r ancak devlet tara­
fından yürütülm esi mümkün olan faaliyetlerdir...

ZEKÂT BEYTÜLMALI (BÜTÇESİ)

Buradan öğreniyoruz ki: İslâm düzeninde zekâtın özel bir bütçesi var­
dır. Bu bütçe sın ırla rı belirlen en yerlere harcanır. H arcanacağı yerler, İn­
sa n î ve İslâm î yerlerdir. Bu bütçe, ç e ş itli ye rle re harcanm ak üzere hazır­
lanan devletin diğer bütçesine eklenm ez.
145
İSLÂM

Tevbe Sûresinde zekâtın harcanacağı y erle ri bildiren âyet, zekât üze­


rinde çalışan m em urların m aaşlarını zekâttan alacaklarını te sb it ederken
bu prensibe işaret etm iştir. Bunun manası, zekâtın özel b ir bütçesinin ol­
duğudur. Onun için zekâtın m asrafları da bu bütçeden ödenir. A sırla rd a n
beri m üslüm anların âyetten anladıkları budur. İslâm devletinde beytül-
mal dörde ayrılırken zekât için de özel bir beytülm al kabul e d ilm iştir. \
Birincisi: Zekâta mahsus beytülm aldır ki, zekât g e lirle ri orada topla­
nır. Orada düzene sokulur ve gerekli yerle re harcanır.
İkincisi: C izye ve haraç g e lirle rin e m ahsus beytülm aldır.
Cizye: M üslüm anlar arasında oturan ve müslüm an olm ayanlardan
alman verg idir. Bununla müslüm an olm ıyanlar m üslüm anların her hakkına
sahip olurlar. Cizye, iki şey karşılığın da onlardan a lın ır :
a — Zekât ve fitre sadakası ile günahların ve ibadetlerdeki kusur­
ların kefaretleri gibi m üslüm anlardan alınan şe y le r müslüm an olmıyan-
lardan alınm az.
b — A s k e rî hizm etlere katılm akla m ü kellef tutulm adan kendilerini
himaye ve müdafaa karşılığın da onlardan cizye alınır.
Haraç ise, tarlanın ge lirin e göre tarla için konan bir verg idir. Hz.
Ö m er'in Irak v.b. topraklara koyduğu vergi buna örnektir.
Üçüncüsü: G anim et ve m adenlere m ahsus beytülm al. (Bunları ze­
kâttan saym ayan ve zekâtın harcandığı yerle re harcanm ayacaklarını söy­
leyenlere göre.)
Dördüncüsü: Sahibi b e lli olmayan kayıpm allara m ahsus beytülm al-
dır. M ira s ç ıs ı bulunmayan m allar da bu beytülm ala aittir... (315)
9 — Bazı insanların İslâm'a küfretm eleri ve küfürlerinden dönm em e­
leri, Islâm ’ın em irle rin i yerine getirm eyenlerle savaşacakları yerde İs­
lâm ’ı hafife alm aları hayret v e ricid ir. N asıl olur da her yönüyle üstünlü­
ğü apaçık olan bu düzenle savaşır, onu yıkm ağa ça lışırla r.
Bu gibi kim se le r yukarıda an lattıklarım ızı duyunca: «Devlet zekâtı
to playab ilir mi?» derler. Bu so rularını bugünkü devletin g e lir ve rg isi, kal­
kınma vergisi... gibi v e rg ile ri aldığı asrım ızda sorarlar. Bugünkü devlet
bütün bu v e rg ile ri alab iliyor. Bunları unuturlar da, tam bir aptallıkla dev­
letin zekât v e rg isin i to playab ilm esin i mümkün görm ezler. Onun için bu
gibi kim se le r için de olsa bazı m e se le le ri anlatm ayı gerekli gördük :
a — D evlet senenin bir ayını para, tica ret m alları ve hayvanların ze­
kâtı için ta h sis edebilir.

315 — Bkz. M eb su t, C. 3, sh. 18; el-B edayi, C. 2, sh. 68-96

146
ZEKAT

Hayvanları görmek, sa yıla rın ı öğrenm ek ve zekâtlarım toplam aktan


kolayı mı var.
Ticaret m alları da sanayi yerle rin de ve m ağazalardadır. O nları da
te sb it etm ek ve zekâtlarını toplam ak çok kolaydır.
Paraların zekâtına gelince, bu da devlet için kolay b ir şeydir. B asit
bir düzenlem e ile devlet sın ırla rı içe risin d e k i her fe rt parasının zekâtım
verm eğe m ecbur b ıra k ıla b ilir.
Şöyle ki :
Para sahibi olan herkes, h a liyle bu paralarla b irşe y le r alacaktır. Y a ­
ni paranın zam anla piyasaya arzed ilm em esi mümkün değ ildir. Kâğıt pa­
raların hepsine her sene b e lli b ir mühür vurulur. Bu işlem para değeri
olan evraka da uygulanır. Zekât ayı geçtikten sonra bu mührü bulundur­
mayan paralar m aliyetinin yüzde e llis i üzerinden işlem görür Bunu şu
hadise dayandırıyoruz: «Kim zekâtı vermezse hem zekâtı ve hem de Rab-
bımızın emirlerinden (haklarından) bir emir (hak) olarak malının yarısını
da alırız. Muhammed’in soyundan olanlara zekâttan birşey almak caiz
olmaz.»
Tabii ki böyle b ir düzenlem e yap ılırken yurt dışında bulunan m allar
da göz önünde bulundurulur ve ona göre tedb ir alınır.
Devlet, görevini hakkıyla yerine g e tirirse bunu uygulam ak ço k ko­
lay olur.
b — Ekin, m eyve ve m adenlerin zekâtına gelince bu apaçaktır. Bun­
ların v e rg ile rin i alm ak kolaydır.
Burada işa re t etm ek isted iğ im iz b ir nokta kalıyo r :
Paraların zekâtını toplam ak için ile ri sürdüğüm üz yol, b iric ik yol de­
ğild ir. D evletin başvurabileceği birçok y o lla r vardır. A n ca k bu yolun baş­
ka faydaları da vardır. Vergi ayı boyunca tica re t borsaları çok hareketli
bir hale gelir. Pu h a reke tliliğ in de İktisadî kalkınm aya büyük e tkisi olur.
10 — Son olarak, Üstad el-Kardavi şöyle diyor :
K u ra n zekât verm eyi (şirkten tevbe ve namaz kılm akla birlikte) İs­
lâm ’a girm ek, m üslüm anların kardeşliğin i hakketm ek ve İslâm ce m iy e tin ­
den sayılm ak için bir işaret olarak kabul etm iştir. Yüce A lla h (C.C.) sava­
şan m ü şrikler hakkında buyuruyor ki: «Eğer tevbe ederler, namaz kılarlar,
zekât verirlerse yollarını serbest bırakın. Gerçekten Allah Gafur'dur, Ra-
him’dir.» (316) «Bununla eğer tevbe ve rücu ederler, namaz, kılarlar zekât
verirlerse artık onlar dinde kardeşlerinizdir.» (317)

316 — T e v b e : 5
317 — T e v b e : 11

147
İSLÂM

Şu halde kâfirin müslüm an cem iyete katılm asının ge rçe kleşm e si, on­
larla din kardeşi sa yıla b ilm e si ve kopmaz bağlarla onlara bağlanabilm esi
ancak şirkte n ve şirk e ait şeylerden tevbe etm esi, m üslüm anlar arasında
içtim ai bir bağ olan namazı kılm a sı ve ce m iye t arasındaki m alî bağı te ş­
kil eden zekâtı ödem esiyle mümkündür.
A rala rın d aki bağın kuvvetine ve bir kim senin m üslüm anlığının her
ik isi olmadan tamam olam ıyacağına delâlet etm ek için Kur an ve sünnetin
üslûbu; daima namazla zekâtı beraber zikretm ek olm uştur. Namaz dinin
direğidir. Onu yerine getiren dinini ayakta tutm uştur. Y erin e getirm eyen
de dinini yıkm ış olur. Zekât ise İslâm 'ın köprüsüdür. Üzerinden geçen
kurtulur. Sapan helâk olur. A bdullah b. M esud diyor ki: «Namaz kılm ak
ve zekât verm ekle emrolundunuz. Zekât verm iyenin namazı yoktur.» (318)
C â b ir b. Zeyd de şö yle der: «Nam azla zekât b irlikte farz kılınd ı. Biri-
b irleri arası ayrılm am ıştır.» C â b ir bunu sö yledikten sonra şu âyeti okudu:
«Namaz kılar, zekât v e rirle rse artık onlar dinde kardeşlerinizdir.» (319)
A lla h (C.C.) zekâtsız namazı kabul etm em iştir. Câbir, yine şöyle der: « A l­
lah (C.C.) Ebu Bekr'e rahm et etsin. Ne an layışlı adam m ış! «Bununla Hz.
Ebu B e kr’in şu sözünü kasteder: « A lla h ’a yem in ederim ki, namazla ze­
kâtı birbirinden ayıranlarla savaşırım .»
Kur'ân-ı Kerim , zekât verm eyi, mümin ve yardım se ver takva sahip­
le rinin vasıflarından saym ıştır. Verm em eyi de, m üşrik ve m ünafıkların
ö zelliklerin d e n kabul etm iştir.
Zekât im anın m ihengidir. Sahih hadis-i şe rifte b e lirtild iğ i gibi İhlasın
d e lilid ir. «Sadaka delildir.» Zekât; İslâm ’la küfür, im anla nifak, takva ile
fücurun arasını ayıran bir alam ettir.
K endilerin e kurtuluş yazılan, cennete girm eyi garanti eden, onlara
hidayet ve müjde v erilen m üm inler zin c irin in halkalarından biri o la b il­
mek, zekâtı verm eksizin mümkün değildir. Y üce A lla h (C.C.) şöyle buyu­
rur: «M üm inler muhakkak felah bulm uşlardır. Ö yle m üm inler ki onlar na­
m azlarında huşua riayetkârdırlar. Ö yle m üm inler ki onlar boş lakırd ıla r­
dan ve faydasız şeylerden yüz ç e v iric id irle r. Ö yle m üm inler ki onlar ze­
kât verirler.» (320) «Onlar, m üm inlere birer hidayet ve müjdedir. O mü­
m in ler ki, namazı gereği üzere kılarlar, zekâtı verirler; âhireti ancak bun­
lar hakkıyla ta sd ik ederler.» (321)
K işi zekâtsız, iyi, sâ dık ve m ü ttekiler züm resine girem iyor.

318 — T a b e ri T e fsiri, C. 14, sh. 153 (M a a rif V e k a le ti B askısı)


319 — T e v b e : 11
320 — M üminim : 1-4
321 — N em i : 2-3

148
ZEKAT

Y üce A lla h şö yle buyuruyor: «Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevir­


meniz hayır ve taat değildir. Fakat hayır ve ibadet, Allah’a âhirete, me­
leklere, Allah’ın indirdiği kitaplara ve peygamberlere iman edenin ibade­
tidir ve Allah sevgisi üzerine, yahut mala olan sevgisine rağmen malı (fa­
kir) akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, dilenenlere, köle ve
esirlere harcayan, namazı gereği üzere kılan ve zekâtı veren kimsenin;
söz verdikleri zaman sözlerine sadık kalanların, ihtiyaç ve sıkıntı halle­
rinde, cihad ve savaşlarda sabredenlerin hayrıdır. İşte bu vasıfları taşı­
yanlar, hakka uyan sadıklardır ve bunlar takva sahipleridir.» (322)
Zekât verm eyen, K u r’ân’ın m ü şrkileri vasıfla n d ırd ığ ı şu vasfın dışında
değ ildir: «Vay haline o Allah’a ortak tanıyanların. Ki onlar zekât vermez­
ler. Onlar ahireti inkâr edenlerin ta kendileridir.» (323)
Zekât verm eyen bir kim senin A lla h ’ın şu şe k ild e vasıfla n d ırd ığ ı müna­
fık la rla da farklı olmaz: «Ellerini cimrilikle sımsıkı yumarlar.» (324 Yani A l­
lah yolunda m alı harcama konusunda ö yled irle r. B ir harcadılar mı: «İste­
meyerek ve hoşlanmıyarak harcarlar.» (325)
Z ekâtsız kim se, A lla h ’ın zekât veren mümin m üttekî kim selerden baş­
kası için yazmaktan im tina ettiği rahmete, m üstahak olamaz.
A lla h Tealâ diyor ki: «Benim rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır. Onu
(rahm etim i küfürden) sakınmakta, zekâtı vermekte, bir de âyetlerimize
iman etmekte olanlar (yok mu) İşte onlara has olmak üzere tesbit edece­
ğim.» (326) «Mümin erkekler de, mümin kadınlarda birbirinin velileri (dost
ları ve yard ım cıla rıd ır.) Bunlar, insanlara iyilik emrederler, onları kötü­
lükten vaz geçirmeğe çalışırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verir­
ler, Allah’a ve Resûlüne itaat ederler, işte bunlar, Allah onları rahmetiy­
le yargılayacaktır.» (327)
Zekât verm iyen kim se ne A lla h ’ın, ne Resûlünün, ne de m üm inlerin
dostluğunu kazanamaz. Yüce A lla h şöyle buyuruyor: «Sizin dostunuz an­
cak Allah’tır. O'nun Peygamberidir. Allah’ın emirlerine boyun eğici ola­
rak namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren o müminlerdir.» (328)
Zekât verm eyen kim se, A lla h ’ın vadettiği yardım a hak kazanamaz.
«Dinine yardım edene elbette Allah da yardım eder. Şüphesiz ki Al­
lah kuvvetlidir, yegane gâliptir. Onlar o müminlerdir ki kendilerine yer-

322 — B a k a r a : 117
323 — F u ss ile t : 6-7
324 — T ev b e : 67
325 — T ev b e : 54
326 — A r a t : 156
327 — T ev b e : 71
328 — M a id e : 55

149
İSLÂM

yüzünde bir iktidar mevkii verirsek dosdoğru namazı kılarlar, zekâtı ve­
rirler, iyiliği emrederler, kötülükten vaz geçirmeğe çalışırlar. Bütün işle­
rin sonucu nihayet Allah'a racidir.» (329)
İslâm.szekât v erm iye n le r için dünya ve ahirette şid d e tli bir azap vadet-
m iştir. A lla h ’ın hakkını ödem eden altun ve gümüşü stok edenlerin ahiret
azapları hakkında Y ü ce A lla h şö yle buyuruyor: «Altunu ve gümüşü yığıp
ve biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlar (yok mu) işte bunla­
ra pek acıklı bir azabı haber ver! O gün bunlar, üzerinde yakılacak Cehen­
nem ateşinin içinde 'kızdırılacak da o kimselerin alınları, böğürleri ve sırt­
ları bunlarla dağlanacak ve denilecek: İşte bu, nefisleriniz için toplayıp
sakladıklarınız! Artık saklayıp istif ettiğiniz bu nesnelerin acısını haydi
tadın!» (330)
Buharî Ebû H ü re yre ’den, rivayet ediyor: Peygam berim iz (S.A.V.) şö y ­
le buyurdu :
«Allah kime mal verir ve o da zekâtını edâ etmezse, o mal, kıyamet
gününde gözlerinin üstünde iki siyah beneği olan kel bir yılana çevrilir.
O şahsın boynuna dolanır. Sonra iki avurdundan yapışır. Ben senin malı­
nım, senin hazinenim, der. Peygamberimiz (S.A.V.) sonra şu âyeti okumuş­
tur: «Allah’ın fazlu kereminden kendilerine verdiğini infakta cimrilik eden­
ler zinhar bunun kendileri için bir hayır olduğunu sanmasınlar. Bilâkis bu,
onlar için kötü bir şeydir. Onların cimrilik ettikleri kıyamet gününde
boyunlarına dolanacaktır.» (331)
D ünyevî ceza hakkında da Peygam ber (S.A.V.) şöyle buyuruyor: «Ze­
kâtı vermeyen bir kavim yoktur ki Allah onları kıtlık ve açlıkla müptelâ
kılmasın.» (332)
D iğer bir hadiste de şöyle buyurulm uştur: «Mallarının zekâtını ver­
mezlerse göğün yağmurundan mahrum kalırlar. Hayvanlar olmasaydı üzeri­
lerine yağmur yağmazdı.» (333) A y rıc a başka bir hadiste şö yle buyurulur:
«Sadaka (yahut zekât dem iştir) bir mala karıştımı, onu muhakkak bozar.»
(334) Bunun m anası, zekâtın m alda b ıra k ılm a sı ve a y rılıp ve rilm e m e si de­
m ektir ki, m alı m ahveder. Bütün bunlar İlâhî kudretin takdir buyurduğu
cezalardır.

A y rıc a bir de şe r'i kanunların tayin ettiği ceza vardır. Bu ceza, İslâm
cem iyetind e idareci durumunda olan lar tarafından yürütülür. Bu cezadan

329 — H acc: 40-41


330 — T ev b e : 34-35
331 — T a b e ra n î, el-E v sat, R a v ile r s ik a d ır
332 — İb n -i M ace, B e z z a r ve B e y h a k i, L afız B e y h a k i’n in d ir.
333 — B ezzaz v e B e y h a k i
334 — E b u D a v u d , N e sa i, v e A h m e d .

150
ZEKAT

zekâtla ilg isi konusunda Peygam ber (S.A.V.) şö yle buyuruyor: «Kim ze­
kâtı, mükafatını bekleyerek verirse mükâfatını görür. Kim de meneder
vermezse Rabbimizin cezalarından bir ceza olarak hem zekâtı hem de geri
kalan malının yarısını alırım. Zekâttan olan bir şey, Muhemmed’in ehl-i
beytine helâl olmaz.»
Bu hadis-i şe rifte zekâtını verm eyenin m alının ya rısın ın devlet tara­
fından m üsadere edilm esine cevaz vardır. Bu, b ir bakım a m alî b ir ce za­
dır. İhtiyaç anında hakim bu cezayı uygulayarak zekâtım verm ekten ka­
çın anları te ’dip eder. A n ca k bu, devam lı uygulanm ası şart olan ce zala r­
dan değildir. Hüküm etin takdirine, İslâm cem iyetind e bulunan ehl-i hal
ve ehl-i akdin içtihad ların a dayanan ta 'zirî b ir cezadır.
Zekât verm iyenin ce zası sadece m alî ceza ile yetinilm ez, m aslahat
ve ihtiyaç gereğince hapis ve diğer bedeni cezaları kullanm ak da ulûlem r
için caizdir.
Dahası var: İslâm zekât verm iye n le re ve zekâttan kaçanlara k ılıç
çekm eyi ve savaşm ayı m eşru k ılm ıştır. Bunun için ilk halife Ebû Bekir
(R.A.) yanında sahabeler olduğu halde zekât v e rm iye n le rle sa va şm ış ve
m eşhur sözünü sö yle m iştir: «A llah'a yem in ederim ki, namazla zekâtın
arasını ayıranlarla savaşırım . Çünkü zekât m alın hakkıdır. A lla h 'a yem in
ederim ki R esûlüllah (S.A.V.)’e zekât olarak v e rd ik le ri bir oğîakı dahi
verm e sele r onun için de o lsa onlarla savaşırım .» (335)
İbn-i Hazm diyor ki: «Zekât verm iyenin hükmü; iste se de, istem ese
de zekâtı elinden alm aktır. Verm em ek için m ücadele ederse m uhariptir.
Eğer inkâr ederse m ürteddir. V e rm e m e zlik etm ez fakat imha cih etin e g i­
der ve inkâr ederse getirene, yahut lanetler içinde ölene kadar dövülür.»
N itekim Peygam ber (S.A.V.] şöyle buyurur: «Sizden her kim kötü bir şey
görürse gücü yettiği takdirde eliyle ona engel olsun.» İşte bu, b ir kötü­
lüktür. Gücü yetenin ona engel olm ası gerekir. Bu nasslar, zekatın sahip
olduğu yüksek m üeyyide dere ce sin i bizlere te ’kiden anlatır. Şu halde ze­
kât m ücerret ve alelade bir borç değil, (daha önce de b e lirttiğ im iz gibi)
İslâm binasının üzerinde oturduğu beş sütundan b irid ir. K atiye tle bilin
m e lid ir ki, zekât İslâm ’ın rükünlerinden b ir tanesid ir. Farz oluşu ayrıca
aklî bir d e lile muhtaç değildir. Bol bol tekrar edilen K u ra n âyetleriyle,
m ütevatir sünnet-i nebeviyye ile ve halefin se le fte n naklettiği icma-ı üm­
m etle farziyeti sa b it olm uştur.
M uhakkik â lim le r diyor ki: Kitap, sünnet, icma-ı üm m et zekâtın farz
oluşuna de la le t ettiği gibi akıl da de lâ le t eder. Bu de lâ le t ediş birkaç
yöndendir :
335 — B u h a ri v e M ü slim

151
İ SLÂM

1 — Zekât verm ek; zayıflara yardım etmek, darda kalm ış kim seyi kur­
tarmak, âcizi A lla h ’ın kendisine farz kıld ığ ı itika t ve ibadetleri eda etm e­
ğe güç sahibi yapm ak ve takviye etm ek dem ektir. Farzın ifasına yol açan
şey de farzdır.
2 — Zekât, zekât verenin nefsini günah kirlerinden arıtır; cö m e rtlik
ve kerem le ahlâklanm akla, c im rilik ve bahilliğ i bırakm akla ahlâkını te­
m izler. Çünkü nefis, mal bakım ından c im rilik edecek seciyyed e y a ra tıl­
m ıştır. Bu v e s ile ile, hoşgörü kazanır, em anetleri yerine te slim etm ek ve
hakkı hak sah ip le rin e ulaştırm ak bakım ından b a ğ ışık lık kazanm ış olur.
Y üce A lla h 'ın şu sözü, bütün sö y le d ik le rim izi için e a lır :

«Onların mallarından sadaka al ki bununla kendilerini günahlarından


temizlemiş, onların hasenatını bereketlendirmiş, kendilerini muhlisler mer­
tebesine yükseltmiş olasın.» (336)

3 — A lla h Tealâ hazretleri zenginlere ihsanda bulunm uş, ç e ş itli ni­


m etlerle, a s lî ihtiyaçlarından fazla m allarla onları fazl-u kerem ine kavuş­
turm uş ve bunları ken dilerin e m ahsus k ılm ıştır. Böylece tatlı hayatla ya­
şar ve faydalanırlar. N im ete şükür ise aklen de, şer'an da farzdır. Zekât,
nim ete şükür babındandır. Zekât işte bunun için farz k ılın m ıştır. (337)
İslâm hukukunda zekât fa rizasın ın yeri bu olunca, â lim le r şuna ka­
rar verm iştir: Kim zekâtı kabul etm ez ve farziyyetin i inkâr ederse kâfir
olur. Ve okun yaydan ç ık ış ı gibi İslâm'dan çıkar.
İbn-i Kudame diyor ki: «Kim cahilliğ in d e n dolayı zekâtın farz olduğu­
nu inkâr ederse, ya yeni müslüm an olduğu veya şehirlerd en uzak çö lle rd e
yaşadığı için, bunu b ilm eyecek kim selerden ise, zekâtın farz olduğu ken­
d isin e ö ğre tilir, küfrüne hükm edilm ez. Çünkü mazurdur.
İlim ehli arasında ve müslüm an m em leketlerde büyümüş ise mürted-
dir. M ü rte d ler üzerine uygulanan hüküm ler onun için de aynen uygulanır:
Üç defa tevbe e ttirilir. Tevbe etm ezse öldürülür. (338) Çünkü zekâtın farz
oluşunun d e lille ri K u r’ân'da, Sü nnet’te ve ıcma-ı üm m ette apaçaktır. Z e ­
kâtın farz olduğu böyle b ir kim seye kapalı kalamaz. İnkâr ederse Kur'ân
ve Sünneti yalanlam ış ve onlara küfretm iş olur.» (339)

336 — T e v b e : 103
337 — E l-M uğ n i, C . 11, sh. 573 (Ü ç ü n c ü b a sk ı, M e n a r)
338 — G ü n ü m ü z ü n ü z e rin d e d u ru lm a s ı g e re k li o la n «M ürted» lik le ilgili
h ü k ü m le ri e tr a f lıc a ö ğ re n m e k is tiy e n O s m a n Z. S o y y iğ it v e A h m e t
T e k in ’in, D r. N u m a n A. e s -S e m e rra î’d e n te r c ü m e e ttik le ri «İSLÂM
FIK H IN D A M Ü R TED E A İT HÜKÜM LER» k it a b ın a b a k s ın . (M ü te rc im )
339 — K â sâ n i, B e d a y iu ’s-S a n a y i’, C. 2, sh. 3

152
ZEKAT

Zekât Belli bir Haktır :


İslâma göre zekât, zayıf ve m üstahak guruplar için ze nginlerin boy­
nunda bir hak veya bir borçtur. Bu hak b e llid ir ve m iktarı s ın ırla n d ırılm ış ­
tır. Bunu, zekât vere ce k durumda elan lar da, alacak durumda olanlar da
b ilirle r. Bu hakkı te sb it ve tahdit eden Cenâb-ı H ak’tır. Ve kullarından iy i­
lik eden m ü ttekileri şu sözüyle vasfe tm iştir: «Mallarında dilenen ve malı
olmayanın hakkı vardır.» (340) D iğer bir sûrede de C enn etlerin de İkrama
lâyık hayırlı kullarını şö yle vasıfla n dırıyo r: «O kimseler ki dilenen ve mal­
dan mahrum olanlar için mallarında belli bir hak vardır.» (341)
İslâm 'ın mal sah ip liğ i konusundaki görüşünü öğrendikten sonra bu
hakkın te sb it ve sın ırla rın ın b e lirtilm e sin d e garipsenecek bir durum yok­
tur. Çünkü İslâm ’ın bu konudaki görüşü «veki!lik»tir. İnsanın mala sahip
oluşunun bir v e k a le t olduğunu: «Allah’ın size tasarruf için verdiği maldan
O’nun uğrunda harcayın» (342) âyetinden anladığım ız gibi buna işa re t
eden diğer âyetler de vardır.
İnsan, m alın hakiki sahib i değildir. A s ıl sahibi tarafından tayin e d il­
m iş bir em anetçidir. A s ıl sahip ise m alı bağışlayan, yaratan ve rızık ve­
ren Y üce A lla h 'tır. İnsanın bu Yaratan ve rızık verene boyun eğm esi ve
O ’nun e m irle rin i olduğu gibi yerin e getirm esi görevidir. Bu malda tayin
e ttiği hak az olsun veya çok olsun insan onu yerin e getirm ek m ecburiye­
tindedir.
Zekât A lla h ’ın fa kirler, yok su llar ve diğer hak sa h ip le rin e tanıdığı
bir hak olduğuna göre onu ödem eyenin boynunda devam lı bir borç ola­
rak kalır. Ü zerinden y ılla r geçse de, onu ödem esi gerekir. Üzerinden y ıl­
ların geçm esi onu ödem em eyi gerektirm ez.
Ebu M uham m ed İbn-i Hazm bu konuda şö yle diyor: «Bir kim se ha­
yatta iken m alında iki veya daha fazla zekât toplansa, her sene üzerinde
vacip olan m iktar sa yısın a zekât alınır. Bu, iste r m alını zekâttan kaçırd ığı,
ister zekât toplayan memurun g e cikm esi, iste r b ilm em esi, iste r başka
bir seb ep le olsun farketm ez. Bu konuda nakit para, ekin ve hayvanlar ara­
sında da fark yoktur. Zekâtın bütün m alı kapsam ası veya kapsam am ası;
zekât çıktıktan sonra kalan kısm ın nisap m iktarından aşağı düşm esi veya
düşm em esi n e ticeyi de ğiştirm ez. Zekât tam am en alınm adıkça bo rçlu lar
bir şey alamaz.» (343)
Kanunun tayin ettiği zaman iç e risin d e verginin üzerinden az veya
çok zaman g eçin ce vergi dü şerse de, zekâtta durum böyle değ ildir. Ze-

340 — Z a riy a t : 19
341 — M e a ric : 24-25
342 — H a d id : 7
343 — E l-M u h a llâ , C. 6, sh, 87
153
______ = ______ İSLÂM

kât, m üslüm anın boynunda borç olarak daima kalır. Onu ödem edikçe müs-
lüm anlığı sağlam laşm az. Üzerinden y ılla r da geçse (İbn-i Hazm ve başka
alim lerin görüşünde olduğu gibi) ayrı bir makamı olan bir borçtur. D iğer
borçlardan daha m ukaddem dir. Çünkü onda birçok v a sıf ve ö ze llik le r bir
arada bulunm aktadır. O, hem A lla h ın , hem fakirin ve hem de topyekün
cem iyetin hakkıdır.
M al sahibinin ölüm üyle de zekât sakıt olmaz. V a siy e t etm ese de te­
rekesinden ç ık a rılır. Atâ, Hasan-i Basri, Z ührî Katâde, M âlik, Şâ fiî, Ah-
med, İshak, Ebû Sevr ve İbn-i M ü n zir’in görüşleri budur. 1 - Bu görüş A l­
lah’ın m iras hususundaki şu sözüne uygundur: «Edeceği vasiye tin yerine
getirilm esind en veya borcun ödenm esinden sonradır.» 2 - Y üce A llah,
borçları genel olarak zikrediyor. Zekât ise (İbn-i H azm ’ın dediği gibi) A l­
lah’a, m iskin lere, fa kirlere , borçlulara ve K u r’ân’ın nassında A lla h ’ın ken­
d ile ri i ;in farz ettiği diğer kim selere ait bir borçtur.
M ü slim 'in S a h ih ’inde İbn-i A b b a s ’ın rivayet ettiği hadisle İbn-i Hazm,
zekâtın diğer insanların borcundan daha mukaddem olduğunu istidlâ! edi­
yor. İbn-i A bb as diyor ki: Peygam ber (S.A.V.)’e bir adam geldi; «Ey A l­
lah'ın Resûlü, annem öldü. Üzerinde bir ay oruç kazası var, onun adına
kaza edeyim mi?» dedi. Efendim iz: «Annenin üzerinde bir borç olsa idi,
vermez miydin,» buyurdu. Adam : «Evet,» dedi. Bunun üzerine R esûlüllah
(S.A.V.) şöyle buyurdu: «Allah’ın borcu ödenmeğe daha lâyıktır.»
Buradan anlıyoruz ki, zekâtla m ü kellef olan bir k işin in ölüm üyle üze­
rindeki zekât düşm üyor. A lla h yolunda savaşarak ve şehid olarak ö lse b i­
le. Çünkü M ü slim 'in İbn-i Ö m er’den rivayet e ttiği bir hadiste R esû lü l­
lah (S.A.V.) şö yle buyuruyor: «Şehidin bütün günahları affedilir. Ancak
borcu müstesna»
Zekât, insanı ve m alı yaratan, m alı insana bağışlayan ve kâinattaki
şe yle ri insana hizm et ettiren Y üce A lla h ’ın hakkıdır.
Zekât, aralarındaki kardeşliğin gereği olarak zengin kardeşine muh­
taç olan fakirin hakkıdır.

ZEK Â TLA İLG İLİ N A S S L A R D A N S E Ç M E L E R

Ebû H üreyre’de şöyle dedi: R esûlüllah (S.A.V.) vefat edip Ebû Be­
kir halife olunca araplardan küfredenler küfre g ittile r. Hz Ömer: «R esûlül­
lah (S.A.V.) : «İnsanlar Lâ ilahe illallah deyinceye kadar onlarla savaşmaya
emrolundum. Kim, Lâ ilâhe illallah derse mal ve canım benden korumuş­
tur. Ancak hakkederse o başka. Karşılığı da Allah’ın yanındadır.» buyun-

154
ZEKAT

duğu halde in san larla na sıl savaşırız?» dedi. Bunun üzerine Hz. Ebu B ekir
şö y le dedi: «Vallahi, namazla zekâtın arasını ayıranlarla savaşacağım.
Vallahi, Resûlüllah (S.A.V.)’e verdikleri bir keçi yavrusunu benden esirge-
seler, onun için bile olsa onlarla savaşacağım.» Hz. Ö m er de şö yle dedi:
«Vallahi şuna kesinlikle inandım ki, Allah, Ebu Bekir’in kalbini savaşa aç­
mıştır. Ben de kesinlikle bildim ki, hak Ebu Bekir’in söylediğidir.» (344)
Ebû H üreyre R esûlüllah (S.A.V.)'in şö yle dediğini rivayet ediyor:
«Hiç bir altun ve gümüş sahibi yoktur ki, onun hakkını ödemez ise kıya­
met gününde onlar yaprak haline getirilir, Cehennem ateşinde ısıtılır ve
yanları, alnı ve sırtı onlarla dağlanır. Her soğuduğunda da tekrar ısıtılır ve
ayni şey yapılır. Bu işlem, ellibin yıllık miktarı olan bir gün boyunca tat­
bik edilir. Nihayet insanlar arasında hüküm verilir. O kişi de yolunu gö­
rür; ya Cennet’e veya Cehennem’e.» (345)
ibn-u Hümeyd es-Saidî'den, şö yle dedi: « R esûllüllah (S.A.V.) Ezd ka­
bile sin d e n İbnulletbiyye ism inde birin i zekât memuru olarak tayin etti.
Döndüğünde bu sizin, bu da benim. Bana hediye e dildi, dedi. Bunun üze­
rine R esû llü lla h (S.A.V.) ayağa kalktı. A lla h ’a harnd u sena ettikten sonra
şö yle dedi : «Bundan sonra, ben sizden birinizi Allah’ın beni hakim kıldı­
ğı bir işe memur tayin ederim. O da gelir : «Bu sizin, buda benim. Bana
hediye edildi» der. Acaba ana-babasının evinde otursaydı bu hediye ona
gelirmiydi?...» (346)
Ebu H üreyre’den :
«M iskin , dolaşa dolaşa dilenen ve b ir iki lokm a ile bir iki hurma ala­
rak dönen değ ildir. A s ıl m iskin , yaşam asına yetecek m alı bulam ayandır.
K im se durumunu b ilm iy o r ki, sadaka versin, ken disi de kalkıp kim seden
b ir şe y istem iyo r ki, ih tiyacı karşılansın.» (347)
Zübeyrn İbni’l-Evvam'dan :
«Yem in ederim ki, b irin izin ipi alıp odun yüklenerek onu satm ası ve
A lla h ’ın onun yüzünü ak etm esi d ile n cilik te n hayırlıd ır. İstediği kim seden
b ir şe y alsın veya alm asın, böyledir.» (348)

344 _ B u h a rı, M ü slim , T irm iz i E b u D a v u d , İb n -i M açe N e sa i


345 — B u h a rî, M ü slim , E b u D a v u d , İb n -i M ace, N e sa î
346 — B u h a rî, M ü slim , E b u D a v u d
347 — B u h a rî
348 — B u h a rî

155
DÖRDÜNCÜ RÜKÜN

ORUÇ
A — Oruca Genel Bakış :
1 — İnsan, ne fsini sın ırlam ak m ecburiyetindedir. A k lı olan her insan
kabul eder ki, insan her alanda s ın ır tanım adan nefsinin istek le rin e uyar
ve bunu g e rç e k le ştirirse birkaç saat veya birkaç günde beşeriyetin sonu
gelir. En azından hayat çe kilm e z olur. İnsanın uym akla yüküm lü bu lun­
duğu sın ırlam ala rla hareketlerini sın ırlam ayın ca düşülen ç irk e fliğ i bu­
günkü in san lığın durumu aksettirm ekted ir. A lla h ’ın em irle ri çiğnenm esey-
di ve insanların b irib irle riy le iliş k ile ri konusunda A lla h 'ın e m irlerine uygun
hareket e d ilm iş olsaydı in san lık bu ç irk e fliğ e düşm eyecekti.
A lla h ’ın e m irlerine uymaktan sözediyoruz. Çünkü em irle rin e uyulm a­
sı gereken sadece O ’dur. Emretme, yasaklam a ve hüküm koyma ye tkisi
yalnız kendisinindir. En iyi bilen, en yararlıyı seçen ve en çok m erham e­
ti olan O ’dur.
O din ki, A lla h ’ın dinidir; İslâm 'dır, insanın nefsini ona uydurmakla
yükümlü olduğu din, ancak bu dindir. İnsan ona uym alıdır. Şehvet ve
n e fsi arzularını ona uym akla gem lem elidir. İnsanlar ancak onunla hayat
bulur. Odur dosdoğru olan yol. İnsanlar ona uyunca, kendileri için uyar­
lar. Saadete erm ek için. Çünkü saadete giden tek yoldur o;
«Hiç, küfürle ölü olup kendisini hidayetle dirilttiğimiz ve ona, insan­
lar arasında yürüdüğü bir iman verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kal­
mış olan ve ondan bir türlü çıkamıyan kimse gibi olur mu?...» (349)
2 — A lla h dininde nefsi zaptetm enin pratik alam eti, farz kılman oruç­
tur. Onun iç in d ir ki bu dinin rükünlerinden biri olm uştur. Ve gerçek tak­
vaya ulaştıran yollardan biridir.
«Ey iman edenler! sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sizin üzerinize
de oruç farz kılındı. Gerek ki oruç sayesinde fenalıklardan korunasınız»
(350)
N asran ilik, Y ah u dilik ve Brahmanizm gibi M uharref dinlerde orucun
pratiğe aktarıIışı ç e ş itli şe k ille rd e ise de, bu âyetten oruç düşüncesinin
s ırrın ı anlayabiliriz. (351)

349 — E n ’a m ; 122
350 — B a k a r a : 183
351 — Bkz. «D ört R ü k ü n » E b u 'l-H a sa n en -N ed v i

157
İ SLÂM

Oruç, ken disine peygam ber gönderilen her ümmete farz k ılın m ıştır.
Daha önce gördüğümüz gibi, her üm mete de peygam ber gö n derilm iştir.
A şa ğ ıd aki bölüm lerde orucun insan hayatı üzerindeki etkilerinden
bahsedeceğiz :

3 — Bize farz kılınan oruç, kam erî aylardan Ramazan ayının orucu­
dur. Farz orucun bu ayda o lm asının bir çok m anaları v ard ır :
Kur'an-ı K erim 'in in d iriliş i bu ayda olm uştur. İslâm î davete bu ayda
başlanm ıştır. Bu ayda oruç tutm ak bunları, anmayı e b e d îleştirm e ktir. Ve
bu hatıra m üslüm anın ruhunda şuurluca ve pratiğe akta rılm ış şe k liy le d i­
ri olarak kalacaktır.
Kâinatta büyük alam eti olan kam erî ayın se çilm e si; H ilâlin görülm e­
s iy le oruca başlanıp tekrar görülm e siyle oruca son v e rilm e si önem li şe y ­
lerdir. Böylece ayın s e ç iliş i, k e sin lik ve ap açıklık kazanm ıştır. Başkasının
araya girerek bunu yozlaştırm a imkânı ortadan k a ld ırılm ıştır. H iç bir kuv­
vet ve gurup m üslüm anları bu aydan vaz geçirtem ez ve araya b ir takım
sa p ık lık la rı sokarak durum larını sarsam az.

R esûlüllah (S.A.V.) buyuruyor :


«Hilâli görmekle oruca başlayın ve onu görmekle son verin. Şayet
bulut olursa, Şaban’ın sayısını otuza tamamlayın.» (352)

Kam erî ayın se çilm e sin d e ayrıca bir takım hikm etler vardır ;
Kam erî yıl, aşağı yukarı güneş yılınd an on gün daha e ksiktir. Böy­
lece her y ıl güneş y ılın a nazaran Ramazan on gün önce gelir. Ve otuz y ıl
boyunca y ılın her günü m utlaka m üslüm an tarafından oruçlu g e çirilm iş
olur.
Y ılın iç e risin d e uzun günler ve kısa günler vardır. Sıca k günler var­
dır, soğuk günler vardır. B ö yle likle bütün bölgelerdeki m üslüm anlar dev­
relerin her birinde orucun m iktar ve şiddeti açısından e ş it olurlar. Şa­
yet güneş aylarından biri s e ç ilm iş o lsaydı, sıca k bölgelerde yaşıyan müs-
lüm anların payı soğuk jjp lg elerd e yaşayan m üslüm anların payından da­
ha şid d e tli olurdu. Kim i, hayat boyunca uzun günlerde oruç tutarken, ki­
mi de hayat boyu kısa günlerde tutm uş olurdu. Am a kam erî ay s e ç ild i­
ğinden bir devre iç e risin d e herkesin çektiği şiddet e ş it seviyede olur.

Ç e ş itli m eyveler ve ç e ş itli yem ekler için b e lli m e vsim le r vardır. Böy­
lece her bir devrede m üslüm an, b e lli zam anlarda her yiyeceğe karşı ken-

352 — B u h a ri

158
ORUÇ

d işin i tutabilm e alışk a n lığ ın ı kazanır. Buna k a rşılık oruçlu bulunduğu müd­
detçe yiyeceğin bir çeşidinden hayat boyu mahrum kalm am ış olur.
Ramazan ayının oruç ayı olarak se çilm e sin in ve insana bir yıl iç e ri­
sin de dile diğ i ayı seçm e yetkisin e sahip olam am asının zikrettiğ im iz fay­
daların yanında ayrıca bir çok faydaları vardır. Böylece m üslüm anlara bir­
lik şuuru aşılanm aktadır. M üslüm anlar, topluca ve düzenli bir şe kild e A l­
lah'a te slim olmağa alışm aktadır. H ayır kapısı hepsine birden açılm ak­
ta ve her m üslüm an ondan nasibini almağa gayret etm ektedir. Onun için
m üctehidlerin çoğu (Ş a fiile r hariç) müslüm an bölgelerden birinde hilâl
göründü mü, bütün m üslüm anların oruca başlam alarının gerekli olduğu­
nu sö y le m işle rd ir. Böylece m üslüm anların tümü bir günde b ir m edreseye;
büyük manalar taşıyan Ramazan m edresesine girm iş oluyorlar.
4 — Oruç; Fecrin doğuşundan güneşin batışına kadar A lla h için oru­
ca niyyetle b irlikte orucu bozan şeylerden uzak kalm aktır. O ruçlu, oru­
cunu A lla h için tutmuyor; A llah'a, Peygam berine, Kitabına ve şeriatına
inanm ıyorsa, orucu oruç değildir. Orucun sam im i olarak A lla h için olm ası
şarttır. Hadis-i şe rifte şöyle buyurulur : (*)
«Kim inanarak ve hayrını umarak Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş
günahları affolunur.»
Orucu bozan şeyler: M ideye giren yiyecek, içecek ve diğer ş e y le r­
le. c in s î m ünasebet veya oynama ve istim nâ ile m eninin akıtılm asıdır.
Ohalde oruçta tem el, mide ve cin siy e t uzuvlarının şehvetlerinden alı-
konm asıdır. Zaten insan şe h vetlerinin baş!ıcaları bunlardır. Kim oruçlu bu­
lunduğu müddet içe risin d e nefsini bu iki şehvetten uzak tu tab ilirse , diğer
şehvetlerden rahatlıkla uzak durabilir. Ve kim oruçtan sonra da bu şeh­
vetleri bir düzene sokar helâl sın ırın ın dışına çıkm azsa, işte o kim se C e n ­
net yolundadır.
Hadis-i şe rifte şöyle buyuruluyor :

«Kim bana iki çenesinin arasıyla iki bacağının arasını garanti eder­
se, ona Cenneti garanti ederim.»
Dil, oruçla zapt edildiği kadar, hiç bir şe y le zapt edilem ez. Bu, önem ­
li bir noktadır. İnsanın daima tok olm ası, bütün azalarını ve nefsini mü­
kemmel bir güce sahip kılar. D ilin sın ır tanımadan sa lıv e rilm e si, bir çok
sakıncalar doğurur. Çünkü nefisten gelen em irleri ifade eden dildir. N e ­
fis A lla h yolundan ayrılın ca bu ayrılış, dilde, elde, ayakta, hareket ve daş-
ranışlarında kendini gösterir. N efsi yem ek şehvetinden alıkoym ak, A lla h '­

tı İs lam d ü z e n in i i s te m e y e n k im s e n i n O r u c u PERHİZ n a m a z ı C i m n a s ti k olur.


(İ k b â l Y a y ı n l a n !

159
İ SLÂM

ın em irlerinden dışarı çık m asın ı zayıflatm ak ve onu doğru yolda devam


etm eğe alıştırm a k tır.

R esûlüllah (S.A.V.) şöyle buyuruyor :

«Sizden biriniz oruçlu olduğu günde çirkin söz söylemesin. Bağırıp


çağırmasın. Biri ona söver veya onunla döğüşmeğe kalkışırsa ben oruç­
luyum, desin.»

«Kim yalan şahitliğinde bulunur ve onunla amel etmeyi bırakmazsa,


Allah’ın yemeğini ve içeceğini terketmesine ihtiyacı yoktur.»
Orucunda bu yönü g erçekleştirm eyen kim se, R esûlü llah 'ın şu sözün­
de kastettiği kim se le re benzer :

«Nice oruçlu vardır ki orucundan kendisine sadece susuzluk ve nice


gece ibadetine kalkan vardır ki bu kalkışından kendisine sadece uyku­
suzluk vardır.»

N efsi tem izlem ek, oruçta gözetilen tem el hedeftir. Ramazanın g e lişi
için R esûlü llah şö yle buyurdu :
«Ey temizleyen! Merhaba.»
«Size bereket ayı Ramazan ayı geldi. Allah bu ayda rahmetini bol bol
indirir. Günahları siler. Duayı kabul eder. O halde kendinizden Allah’a ha­
yır gösterin. Bu ayda Allah’ın rahmetinden mahrum kalan muhakkak ki
bedbahttır.»

O rucun insana kazandırdıklarına gelince :


Oruç, insanı sabretm eğe a lıştırır. O ruçla irade kuvvetlenir. A lla h ’a
itaat artar.
Orucun vakti, fecrin doğuşundan güneşin batışına kadar devam eder.
A ncak daha önce de b e lirttiğ im iz gibi b ir m evsim de gün uzun olunca d i­
ğerinde kısa olur. Bir de kam erî yıla göre olduğundan bir devreyi göz
önünde bulundurursak bütün bölgeler e ş it seviyededir.
Orucun vaktini tayin etm ek için sem avî iki olay rol oynamaktadır:
Fecrin doğuşu ve güneşin batışı. Bunda, vakti k e sin lik le tayin etme im ­
kânı vardır. Her insan her bölgede vaktini rahatlıkla tayin edebilir. Bu
arada iki m esele üzerinde durmak gerekir :

B irin c isi : Kutuplar m eseiesid ir.Ç ü nkü iki kutupta gece ve gündüz
altı aya kadar uzam aktadır. İnsan bu gibi bölgelerde orucunu nasıl ayarla­
yacaktır?

i 60
ORUÇ
İkincisi : Kutupların b e risin d eki bölgelerde gece y irm iü ç saata kadar
yükselm ekte gündüz de h a liyle b ir saata inm iş olm aktadır. V e ya aksi olur.
Tabii kutuplardan uzaklaştıkça bu oranlar azalır.
A caba bu bölgelerde yaşayan m üslüm anlar n a sıl oruç tu taca ktır?
Cevap :
Ş a fiile r şö yle der: F e cir ve yatsının b irib irle rin d e n a y rılm a d ıkla rı y er­
lerde yaşıyanların orucu, yatsın ın fe cird en ayrıld ığ ı en yakın bölgelerdeki-
lerin orucuna göre ayarlanır. G ece ve gündüzü yirm id ö rt saattan daha
uzun olan bölgelerin durumu da aynıdır. A y rıc a namaz ve nam azın v a k it­
leri de aynı şe k ild e ayarlanır.
G üneşin batışı, fe crin başlangıcı olan yerle rd e de durum ayn ıdır .Bu
gibi yerlerde yatsın ın vakti, akşam şafağının kaybolduğu en yakın bö l­
geye göre ayarlanır.
Bütün bu durum larda mühim olan; hiç b ir yerd e orucun fa rziye tin in
kalkm adığıdır. F e c ir ve güneşin b e lli olduğu yerle rd e de, olm adığı y e rle r­
de de. (*)
(*) Bu m evzuda k ıy m e tli ilim a d a m ı, M u h te re m F e th u lla h G ü le n hoca­
m ız ın g ö r ü ş le r in i d ip n o t o la r a k y a y ın lıy o r u z . (İk b â l Y a y ın la n )
S — Beş v a k it nam az fa r z d ır . (O tu z g ü n o r u ç ta ) K u t u p la r d a is e , b a z e n a ltı
ay gece a ltı a y d a g ü n d ü z o lu r . B u ra d a n a s ıl n a m a z k ılın a c a k ?
C. — Bu s o ru y u s o r a n l a n n s a m im i o lu p o lm a d ığ ın ı b ilm iy o r u z . Z ir a ş im d i­
ye k a d a r b u s o r u , İ s l â m i y e t ’i n a l e m - ş u m û l b i r d i n o ld u ğ u n u i n k â r e d e n m ü lh id -
le r ta r a fın d a n k u r c a la n d ı. Ve denm ek is te n d i k i: s iz İs lâ m iy e t- i a le m - ş u m û l
kabul e d iy o r s u n u z a m a , a ltı a y gece ve a ltı ay g ü n d ü z o la n b a z ı y e r le r d e n a ­
m a z ıy la o r u c u y la bunu yaşam ak acaba m üm kün o la c a k m ıd ır ?
H em en a r z e d e l im ki dünyada hangi s is t e m var d ır k i — H a tta bu s is t e m
s a d e ce ik tis a d i d a h i o ls a — in s a n lığ ın yüzde y ü z ü n e ta t b ik e d il s i n . . En m odem
ve en yeni s is t e m le r d e d a h i o kadar çok a r ız a g ö z e ç a r p a r k i, in s a n y e n i b ir
s is te m d e m e y e s ık ılır . H a tta b u n la r ın iç in d e , daha s is te m in n a z a r iy e c is i h a y a t­
ta ik e n b ir ka ç d e fa r e v iz y o n a t a b i t u t u ia n la n da o l u r . M e s e lâ M a rk s , o rta y a
s ü rd ü ğ ü ik t is a d i s i s t e m i, E n g e ls ’le b e ra b e r b ir kaç d e fa gözden g e ç ir ip d ü z e lt­
me lü z u m u n u d u y m a la r ın a ra ğ m e n , b ir b ir in i ta k ip eden e n t e r n a s y o n e ll o r de
yer yer t a 'd ila t a g i d i l m iş , r u t u ş l a r y a p ılm ış ve her d e fa s ın d a ayn b ir k ılığ a
s o k u lm u ş t u r .
Bu, günüm üzdeki b ir i k t i s a d i s is te m d e b ö y le o ld u ğ u g ib i, b ü tü n z a m a n la r ­
da ve ç e ş it ç e ş it s is t e m le r d e d e s ık s ık göze ç a r p a n b e ş e rî o lm a a n z a la n n d a n -
d ır .
Şunu d a h e m e n i la v e e d e y im k i ben b ir m ukayese i l e i ş i ö r t - b a s e d ip h a f i ­
fe a lm a k d a is te m iy o r u m . F a k a t b u s o ru y u im a l e d e n le r in m e s le ğ i v e m e ş re b i
d iy a le k tik o ld u ğ u iç in b iz im i ç in d e m u v a k k a t b ir te n e z z ü l ve çocuk e d a s ın a
g ir m e m iz e s e b e b o ld u .
S a n iy e n , a c a b a dünya n ü fu s u n u n k a ç ta kaçı bu t ü r lü y e r le r d e y a ş ıy o r k i,
o n la r iç in hususî ka n u n v a z ’ e d ilm e s i d ü ş ü n ü l ü y o r . E vet S i b i r y a ’d a veya E s k i-
p ıo la r d iy a r ın d a yaşam a m e c b u r i y e t in d e o la n la r um um in s a n lığ ın k a ç ta k a ç ı­
d ır ? B e lk i d e m ily o n d a b i r i b ile d e ğ il. . Ö y le is e k ü r e - i a r z ’m her ta r a fın ı ve

161
I S L Â M

b ü tü n b e ş e ri b i r t a r a f a b ır a k a r a k , ü ç-b e ş ta n e b u z ü s tü n d e y a ş a y a n s e rg e r-
d â n 'ın d u r u m u n u , m e v z u k a n u n la r a m e n a t g ib i g ö ste rip te r e d d ü t im a l e tm e y e
ç a lış m a k , n a s ıl s a m im iy e tle v e b u n u n iç in d e ilm ilik le t e ’lif ed ilir.
S a lise n , a c a b a k u tu p la r d a m ü s lü m a n v a r m ı k i, m ü s lü m a n la r ’ın n a m a z m e ­
se lesi d e r t e d iliy o r d a k u tu p la r d a y a ş ıy a n in s a n la r ’ın n a s ıl n a m a z k ıla c a k la r ı
s o ru lu y o r. E ğ e r b ir g ü n in s a n lık k u tu p l a r d a k ü tle le ş m iş h a liy le b ü tü n İç tim a î
vo ik tis a d i m e s e le le rin i h a lle d e r v e s ır a ib a d e te g e lirse , o z a m a n b ö y le b ir so ­
r u îr a d e tm e n in d e m a n a s ı o lu r. Y o k sa b ö y le b ir so ru s ırf m a s u m g ö n ü lle re
ş ü p h e a tm a k iç in d ir.
Ş im d i Is lâ m m b u h u s u s d a b ir şe y d e y ip d e m e d iğ in i g ö re lim . M u h a k k a k ki
h iç b ir n o k ta d a a ç ık lık b ır a k m a y a n İslâ m b u m e v z u n d a ih m a l e tm e m iş tir. Bıı
m esele b ir h a d is e v e b ir h a d is m ü ııa s e b e tiy ie t â ilk a s ı r d a v u z u h a k a v u ş tu ­
r u lm u ş tu r. İm a m M ü siim in S a h ih ’i (11 ile, A iım e d H a m b e l'in M ü s n e d in d e (2)
E fe n d im iz v e A s h a b ı a rtıs ın d a şö y le b ir m ü z a k e re n in c e ra y a n e ttiğ in i g ö rü y o ­
ru z . P e y g a m b e rim iz : «-D inden d ö n ü ld ü ğ ü z a m a n , d e c c â i çık ar» b a ş k a b ir r i ­
v a y e tte : «O ş a r k d a n z u h u r e d e r ve k ır k g ü n d e y eri b ir b a ş ta n b ir b a ş a d o la ­
şır. O n u n b ir g ü n ü siz in b ir se n e n iz ve b ir g ü n ü d e v a r d ır ki, b i r a y ın ız , d i­
ğ e r b i r g ü n ü b ir h a fta n ız , s a ir g ü n le ri ise siz in g ü n le rin iz g ib id ir.» b u y u ru r
S a h a b i s o ra r: «-M ik tarı b ir se n e o la n o g ü n d e , b ir g ü n lü k n a m a z y e te r mi?»
O c e v a p v e rir: « H a y ır, ta k d ir ve h e s a p e d e rs in iz , y a n i b ü tü n b ir g ece ve g ü n ­
d ü z o la n a y la r ı ve h a f ta la r ı y irm id ö rt s a a tlik g ü n le re b ö le r, ib a d e tin iz i o n a g ö ­
re y a p a rsın ız .»
M esele fu k a h a ın n e lin e g e ç in c e h e r h a n g i b ir a n la m a in h ir a f ın a d ü şm e d e n ,
Ş a fiî’n in «El-Umm » k ita b ın d a n m e z h e b in d e k i «M enhec»e (3) k a d a r , v e H an e-
file rin , k a d îm k ita p la r ın d a n «T ahtavî» (4) h a ş iy e s in e k a d a r ü z e rin d e d u r u la n
m e s e le le rd e n o lm u ştu r.
M evzu, v a k itle r in n a m a z a se b e b o lm a sı b a h s i iç in d e ele a lın ır v e iz a h e d i­
lir. B iz sa d e c e m e se le m iz le a la k a lı k ıs m a te m a s edeceğiz:
V a k itle r n a m a z la rın se b e b le rid ir. V a k it b u la m a y ın c a , n a m a z fa r z olm az.
M eselâ, b ir y e rd e y a ts ın ın v a k ti ta h a k k u k e tm iy o rs a y a ts ı n a m a z ı d a f a r z o l­
m az. A m a bu, b ö y le g ü n ü n b ir v a k tin in b u lu n m a d ığ ı y e rle r iç in d ir, y o k s a dec-
c a l h a d is in d e a n la tıld ığ ı gib i, s e n e n in b ü y ü k b ir k ısm ı g ece v e y a g ü n d ü z o ld u ­
ğ u y e rle rd e , o u z u n g ü n v e y a g ecey i, g ü n le rim iz ve g e c e le rim iz ö lç ü s ü n e g ö re
bölüp, h e s a p v e ta k d i r e tm e k le y a p a rız . Y a n i o m ın tık a y a e n y a k ın y e rin im ­
s a k iy e s i k u lla n ıla ra k , m e v c u t g e c e v e g ü n d ü z ü b e lli b ö lü m le re a y ır a r a k , g e c e ­
le ri g ec e d e y a p ıla n ib a d e ti, g ü n d ü z le r i d a g ü n d ü z y a p ıla n ib a d e ti e d a ed eriz.
T ıp k ı yem e, içm e, y a tm a ve k a lk m a d a , ta b ii v e f ıtr i o la r a k b u p a r ç a la m a işin i
y a p tığ ım ız g ib i. E v e t a y la r c a g ü n e ş in b a tm a d ığ ı v e d o ğ m a d ığ ı y e rle rd e , f ı tr a t
k a n u n la r ın a k a r ş ı n a s ıl ik i b ü k lü m isek , o ru ç , n a m a z v e h a c g ib i ib a d e tle rd e
d e, y a şa d ığ ım ız h a y a ta lıe m a h e n k o la r a k a y n ı ritm i m u h a f a z a e tm e m e c b u ri­
y e tin d e y iz .
D em ek o lu y o r k i İslâ m , b u h u s u s u d a ih m a l e tm e m iş; k u tu p la r a e n y a k ın
y e rle rd e n , b eş v a k tin ta h a k k u k e ttiğ i b ir d a ir e y e a it e v k a t c e tv e lin in k u lla ­
n ılm a s ı p re n s ib in i g e tirm iş tir. İşin d o ğ ru s u n u o b ilir.
B u ra d a d iğ e r b i r m e s e le n in d e eie a lın m a s ı u y g u n o la c a k tır . O d a vak­
tin b u lu n m a d ığ ı y e rd e n a m a z ın d a ta h a k k u k e tm iy e c e ğ i h u s u s u d u r. E v et, g e r ­
çi v a k itle r n a m a z la r a se b e b g ö ste rilm iş ise de n a m a z ın h a k ik i se b e b i A lla h ’ın
e m rid ir. B in a e n a le y h v a k tin ta h a k k u k e tm e d iğ i y e rle rd e d a h i b a ş k a b ir v a ­
kit iç in d e o n a m a z ın k a z a ed ilm esi ih tiy a ta m u v a fık tır.
ORUÇ
Y üce A lla h şö yle buyuruyor :
«... ve gece iie gündüzü ayıran fecrin beyaz ipliği, gecenin siyah ip­
liğinden ^izce seçilinceye kadar yeyin, için...» (353)
B öylece oruçlu insana cese d in in yiyecek, içe ce k ve c in s î m ünase­
bet gibi yönlerden kayıplarım te la fi etm ek için b ir v a k it im kânı v e rilm iş ­
tir. O ruç hem vücud ve hem de ruh için k a tık sız faydadır. H er ne kadar
hedef bu olm ayıp, A lla h ’a itaat ve takva ise de n etice itib a riy le bu fay­
dalar da elde edilm ektedir. Biz bu konuya, orucun vücuda zarar v e rd i­
ğini iddia edenlere cevap verm ek için girdik. V e bunun için is ta tis tik ç i­
lerin n e tic e le rin i buraya aktarm ayı uygun gördük. «El-Müsiimûn» derg i­
sinin «Orucun İnsan Sağlığı Üzerindeki Etkileri» b a şlığ ı altında y a y ın la d ı­
ğı in celem eyi aşağıya alıyoruz.
Yazan: Pakistan Dekar Tıp Fakültesinden iki Prof.
İlâve ve yorum larda bulunan: Prof. Dr. A .A .
M ukaddim e :
M üslüm anlar her y ıl yeryüzünün ç e ş itli bölgelerinde kam erî y ılın do­
kuzuncu ayında oruç tutarlar. G üneşin doğuşundan aşağı yukarı birbuçuk
saat öncesinden (Fecrin doğuşundan) batışına kadar m üslüm anlar için ye­
mek ve içm ek haram dır. A n ca k iftar ve im sak arasındaki müddet iç e ris in ­
de güçleri nisbetin ce yem ek ve içm ekte se rb e sttirle r.
Oruç, sa ğ lık lı erke kle r için onbeş yaşından ve sa ğ lık lı kadınlar için
oniki yaşından itibaren farzdır. Hasta ve m is a firle r oruç tutm akla yüküm ­
lü değildir. N itekim bu konuda âyet de vardır: «O günlerde sizden kim
hasta, yahut seferde olur iftar ederse, tutamadığı günler sayısınca sıhhat
bulduğu ve rahat ettiği başka günlerde oruç tutar...» (354)
O ruç kam erî aya göre tutulduğundan oruç ayı her sene bir öncekine
nazaran onbir gün önce gelir.
Coğrafi yerle rin ve Ram azan'ın ç e ş itli m evsim lere rastlam ası nede­
niyle günlük oruç, oniki saatla ondokuz saat arasında d e ğ işik lik göste­
rir. Onun için oruç tutan k işi gece boyunca, tâ fe crin doğuşuna kadar ih ­
tiyacının gerektirdiğ i şe k ild e bir veya iki defa yem ek yer.
Orucun vücud fizyo n o m isi üzerindeki e tk isi konusunda uzun İlmî tar­
tışm ala r yapıldı. Kim i, orucun vücud için zararlı olduğunu iddia ederken
kimi de, m esele sadece yem eğin vaktini de ğ iştirm ek şe klin d e kaldığı

333 — B a k a r a : 187
354 — B a k a r a : 183

( 1) M. 4/2254, D. M e la h im , 14. T. F ite n 59


(2) 4/181
(3) M e n h e c -şe rh i : 1/151
(4) 142-143

163
___ İ S U M _______________________

müddetçe hiç bir zararının o lm adığını ile ri sürdü. A slın d a yem ek v a k itle ­
rinin d e ğ iştirilm e si, yirm id ö rt saat boyunca insan vücudunun ih tiya ç duy­
duğu kalorinin toplam ı üzerinde herhangi b ir e tk isi yoktur.
B ir A raştırm a : O ruçlu onüç k işi üzerinde bir araştırm a yap ıldı. A ra ­
larında altın cı aya g irm iş ,b ir ham ile kadın da vardı. Gâye, orucun insan
vücudu üzerindeki te sirin i öğrenm ekti. Arada bir karşılaştırm a yapm ak
için ayni zamanda ve benzer şartlarde yirm iyed i yaşında orucsuz b ir e r­
kek üzerinde benzer b ir tatbikat yapıldı. A raştırm a orucun ağ ırlık, sıc a k ­
lık, kan d olaşım ı, vücuttaki tem el hücrelerin oranı, sıv ı m addelerdeki
denkleşm e ve kanla idrar üzerinde kim yevî araştırm aları için e alıyordu.
Tutulan Yol :
Orucu onüç k işi içe risin d e n üçu kadın olup yaşları sıra sıyla ; onyedi,
yirm iyedi ve kırk idi. Erkeklerin yaşları ise y irm iik i ile aitm ışdokuz ara­
sında değişiyordu. O rtalam a yaş otuzüçtü. Elde e ttik le ri kalori sa y ısı 2500
ile 3000 arasında değişiyordu. H epsinin sıhhati yerindeydi. U zvî veya di­
ğer herhangi bir h a sta lıkları yoktu.
O ruçlu oldukları zam anla oruçlu o lm adıkları zaman arasında bir kar­
şıla ştırm a yapma im kânını bulmak için denem e ve in cele m e le re Rama­
zandan bir hafta önce başlandı. Sabah kahvaltılarından önce incelenm ek
üzere nüm uneler alındı. Ramazanda ise iftar vakti b ir yudum su a lın d ık ­
tan sonra nüm uneler alındı. Bu denem e Ram azan'ın birin ci, onuncu ve
sonuncu gününde tekrar edildi.
Araştırmada en modern Umî yo’dar takip ediidi.
Elde edilen n e tic e le ri aşağıya alıyoruz.
N e tice :
1 — Orucun vücud ağ ırlığ ı üzerindeki e tk ile ri aşağıda g ö ste rilm iştir.
N ot : A ğ ırlık ö lçüsü olarak «rıtıl» se çilm iştir.
Oruçtan Önce Ramazanda Oruçtan Sonra
A B C D E
Orucsuz 142 140 140 142 142
O ruçluların ortalam a a ğ ırlıkla rı 122 122 121 119 121
H am ile kadının ağ ırlığ ı 106 106 108 110 117
A: Ramazandan önceki durumu gösterir.
B.C.D. Ramazanın birin ci, onuncu ve sonuncu günlerdeki durumu gös­
terir.
E: Ramazandan bir ay sonraki durumu gösterir.
Denem e sonucu dikkati çeken durum; O rucsuz insanın ağırlığında
herhangi bir d e ğ işik lik olm am ıştır. O ruçlulardan ik isi hariç, oruçluların
ağ ırlıkların da basit bir d e ğ işik lik olm uştur. Ramazan boyunca bu d e ğ işik ­
liğ in m iktarı en çok ancak yedi «rıtıl» olm uştur. A y rıca Ramazan boyunca,
164
ORUÇ
ham ile kadının ağ ırlığ ı dört «rıtıl» artm ıştır. B ir de tecrübeye tabi tutulan­
ların y arısı Ramazandan b ir ay sonra eski a ğ ırlıkla rın a tamam en kavuş­
m uşlardır.
2 — Kan D olaşım ı : O ruçtan dolayı kan dolaşım ı ve vücut sıc a k lığ ı
üzerinde herhangi b ir etki gö rülm em iştir. Hem oglobin durumu da normal
bir şe k ild e devam etm iştir. Orucun hem oglobin üzerinde herhangi bir et­
kisin in olm ası için oruç m üddetinin y e te rli olm adığına inanılm aktadır. Ka­
nın atışında da önem senecek derecede bir d e ğ işik lik o lm am ıştır. Bazı du­
rum larda Ram azan’ın ilk günlerinde kan atışında b ir düşüşe rastlanm ışsa
da çok b a sit b ir d e ğ işik lik olm uştur.
3 — H ücrelerin oranı ve sıc a k lık : O ruç boyunca vücutta bulunan hüc­
re le r üzerinde herhangi bir d e ğ işik lik o lm a m ıştır. H am ile kadında bir de­
ğ iş ik lik m üşahede e d ilm işse de ö nem senecek durumda d e ğ ild ir ve ham i­
le kadınlar için böyle d e ğ iş ik lik le r h a liyle o lacaktır.
4 — Kandaki Ş e ker N isbeti: Kanda bulunan şe k e r nisbeti d e ğ işik liğ i
aşağıdaki çizelg ed e g ö ste rilm iştir.
Ram azan’ın kandaki şe ker nisbeti üzerindeki te sirin i gösteren çizelge.
(Yüzde olarak)
Kandaki miligram nisbeti. A B C D E
O rucsuz 92 87 90 88 93
O ru çluların yüzde o la ra k
kanlardaki o rtalam a şeker
nisbeti : 88 80 80 84 86
H am ile kadının : (355) 88 84 82 68 81
A: Ramazan'dan önceki durum.
B,C,D: Ram azan’ın birin ci, onuncu ve sonuncu günlerindeki durum.
Bu çizelgede de görüldüğü gibi kandaki şe k e r n isb stin d e ap açık bir
düşm e görülm üştür. O ruç tutanların onunda bu oran % 70 m iligram dan
daha az olm uştur. Bu da normal olarak bir insanda m üşahede edilen en
aşağı sın ırd ır. H iç bir durumda da şe ker yüzdesinin % 104 ün üstüne
çık tığ ı gö rülm em iştir.
5 — S ıv ı M addelerde D enkleşm e : O ru çlu la rın çoğuna, a ld ıkla rı su
yeterli g e lm iştir. Hatta bazılarında en yü kse k seviyed e olm uştur. Ö yle
ki yirm id ö rt saatte 2,4 litre ye u la şm ıştır. İdrar nisbeti de aşağıdaki ç iz e l­
gede g ö ste rild iğ i şe k ild e olm uştur. Y irm id ö rt saat içe risin d e ge n ellikle
normal durum devam etm iştir. Nadiren b ir düşm e gö rülm üşse de, ayni
düşm e orucsuzda da olm uştur. Bu düşm enin oruçtan değil de havanın
355 — M ü s lü m a n â d il b i r d o k to r u n h a b e r v e rm e siy le o ru c u n k e n d is i iç in
z a r a r lı o lm a s ın d a n k o r k a n h a m ile k a d ın ın o ru c u n u b o z a b ile c e ğ i göz-
ö n iin d e b u lu n d u r u lm a lıd ır.
165
İ SLÂM
sıc a k lığ ın ın değişm esinden ve vücud d e risin d e bulunan d e likcik le rd e n su ­
yun buharlaşm a nisbetin in d e ğ işik olm asından ile ri geldiğinde şüphe yok­
tur. Çünkü ayni düşm e orucsuzda da aynen m üşahede e d ilm iştir.
Ram azan’ın idrar üzerindeki te s irin i gösteren çize lg e «Günlük iitre
m iktarı» :

A B c D E

O rucsuz : 102 101 105 104 100


O ru çlu la rın idrarı orta-
lam ası : 104 107 102 102 104
H am ile kadın : 104 103 103 108 104

A: Ram azan’dan önceki durum.


B,C,D: Ram azan’ın b irin ci, onuncu ve sonuncu günlerindeki durum.
E: Ram azan’dan bir ay sonraki durum.
Buradan a n la ş ılıy o r ki o ruçlu iken böbreklerin görevlerin de bir deği­
ş ik lik olm am aktadır. Çünkü denem elerin tüm ünde idrarı te şk il eden mad­
delerin normal olduğu görülm üştür.
N e tice olarak: Y ukarıd aki tıb b î araştırm a, orucun insan sa ğ lığ ı üze­
rinde sö y le n e b ile ce k herhangi b ir kötü e tk isin in olm adığ ını isb a tla m ıştır.
Bazan a ğ ırlıkla rd a v e uzun günlerde kandaki şe k e r oranında b ir düşm e
olm akta ise de vücud gücünü aşm am aktadır. Bu d ü şü şle ri norm al olarak
vücud k a ld ıra b ilir. V e bu düşm elerden herhangi b ir zarar da görmez.
A ra ştırm a n ın sa ğ lık lı k im se le r üzerinde ya p ıld ığ ın ı tekrar b e lirtelim .
Am a şe k e r veya herhangi bir şid d e tli h a sta lık üzerinde orucun e tk ile ri ko­
nusunda bir a ra ştırm a y a p ılırsa elbetteki fayd alı olur.
A k şam a doğru oruçluda görülen yorgunluk, kandaki şe k e r m iktarının
düşm esinden o la b ilir. A n ca k iftardan hemen sonra insanda bir h a re k e tli­
liğin olduğu b ir gerçektir.

Dr. A .A .’nın YORUMU :


«İki m üslüm an âlim in, sağlam İlm î m etodlara dayanarak yap tıkları bu
yeni araştırm a, orucun vücud üzerinde herhangi b ir zararlı e tk isin in olm a­
dığını isb a tla m ıştır. A k s in e orucun b ir çok faydaları vardır. Biz de ilm in
isb atiad ığ ı bu faydalardan önem li bir kaç ta nesin i bu araştırm aya eklem ek
isted ik.
1 — S in d irim organlarının günün birkaç saatında d in le n d irilm e si: B i­
linen bir g e rçe k tir ki sin d irim organları diğer iç organlar gibi devam lı ça ­
lışan organlardandır. K üçük çocuğun, anasının m em esini ilk ağıza a lış ın ­
dan tâ insanın ölüm üne kadar. Onun için b ir çok hastaların te d a v isi için
b e lli saatlarda yem ekten alıkon m aları ta b iid ir. Ö ze llik le büyük am eliya t­
lar için bu şa rttır. A m e liy a t e d ile ce k hastaya uyuşturucu madde verilm e
166
ORUÇ
den önce m id esinin tam am en te m izle n m iş olm ası gerekir. A c il am eliyat­
larda ise uyuşturucu madde verilm ed en önce m id esi â le tle rle b o ş a ltılır.
«M ide, hastalığın evi, perhiz ise tedavinin başıdır»
(Arap doktoru H aris b. K e ld e ’nin sözlerinden)
2 — A z yem enin, çok yem ekten daha iyi olduğu bir g erçektir. Vücud
için yeterli enerji alındıktan sonra b e lli zam anlarda yem ek yem ek, fayda­
lı fayd asız şe y le rle m ideyi doldurm aktan daha iyid ir. A s lın d a bu, o ru çlu ­
nun iftar sıra sın d a da az yem ek y e m e siyle g e rçe k le şir. O zaman orucun
faydası daha büyük olur. R esûlü llah (S.A.V.)'in sünneti de budur... «Pey­
gamber size neyi verdiyse onu alın...»
3 — İlim de kabul etm e kted ir ki, ço k yem ek za ra rlıd ır. Hatta rom atiz­
ma, kalb h a sta lık la rı, kan d o laşım ındaki bozukluklarla şe k e r ve bu gibi
b e lli h a stalıklard a en büyük etken, çok yem ek yem ektir. Onun için her y ı­
lın oniki ayından birinde vücudun d in le n d irilm e sin d e büyük faydaların o l­
duğu inkâr edilem ez.
Bu gibi h a sta lık ların oruç tutulm ayan yerle rd e daha çok bulunduğu­
nu da hatırlatalım .
N e tice o larak bu, orucun m üslüm an üzerindeki e tk ile rin i görem eyen
insan için ö nem lidir. M üslüm an, oruçla irad e sin i ve m ide şe h ve tin i gem ­
lem e gücünü kuvve tle n dirir. Ş e h v e tle rin en şid d e tlile rin d e n olan m ide şeh
vetin i gem lem e gücünü kuvvetlendirm ek, küçüm senecek bir şey d e ğ il­
dir. Sağlam ve karakterli insanın y e tişm e sin d e de orucun büyük faydaları
vardır. On.dört a s ırd ır m üslüm anların durumu bunu isb a tla m ıştır. Tab. uu
nun için gören göz, idrâk edecek akıl lâzım.»
Şü ph esiz bu tip a ra ştırm a la r kalb le rin d e (m anevî) ha sta lık bulunan­
lar için d ir. Y o k sa m üm inler, A lla h 'a itaat etm ekten başka b ir şe y düşün­
m ezler. Y eter ki onlara aktarılan ın A lla h ’tan veya R e s û llü lla h ’tan olduğu
4 — G erçekten Ramazan bir okuldur. Bu okula devam edenler onun­
la iliş k ile rin i g ü z e lle ştird ik le ri takd irde yepyeni in san lar olarak mezun
olurlar. Ramazan öyle bir okuldur ki m üslüm an onda İslâm ’la gevşeyen
iliş k ile rin i sa ğ la m la ştırır. Daha önceki e k s ik le rin i tam am lar. M üslü m a n la r
b ö ylece yeni bir âlem e y ö n e lm iş olur. Bu âlem e artık yepyeni b ir gayret
ve yepyeni bir ruhla a tılırla r. A rtık daha büyük id e a lle r peşin d ed irle r. Bun­
dan böyle en büyük h ed efleri dünya değ il, ah iret olacaktır.
M e se le y i « C Ü N D U LLA H SEKAFETTEN V E A H L A K E N » is im li e se rim iz­
de şö yle anlatm ıştık: Takva öyle önem li b ir ş e y d ir ki Y ü ce A lla h dünya ve
ah irette insanın kurtuluşunu ona bağlam ıştır.
«Muhakkak ki takva sahipleri, Cennetler ve nimetler içindedirler.»
(356)
356 — T ü r : 17
167
İSLÂM
«... Bilin ki Allah, müttekîlerle beraberdir.» (357)
«... Şüphesiz ki Allah müttekileri sever.» (358)
M üslüm an bu takvayı kalbinde toplayab ilm ek ve onu kendisine ahlâk
edinm ek için takva yolunu takip etm elidir. İnsanı takvaya vardıran en
önem li yollar: O ruç tutmak, gece namazı kılm ak, zikretm ek, dua etmek,
K u r’ân-ı Kerim okumak, A lla h yolunda m alı harcamak, itikâfa girm ek, sab­
retm ek ve A lla h 'ta n günahların affını d ile m ektir.
Y ü ce A lla h , oruç iç in şö yle buyuruyor :
«Ey müminler, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sizin üzerinize de
oruç farz kılındı. Gerek ki oruç sayesinde fenalıklardan korunasınız. (358)
K u r’ân için de şö y le buyuruyor :
«Işto Allah âyetlerini böylece insanlara açıklar ki, sakınıp korunsun­
lar.» (360)
Y in e şö y le buyuruyor :
«... Şüphesiz ki Allah çok tevbe edenleri de sever, pisliklerden pâk
olanları da sever.» (361)
«Bir de sabırlı olun. Çünkü Allah sabırlıları sever.» (362)
K u d sî hadis-i şe rifte de şö y le buyurulur :
«Kulum bana nafile ibadetlerle daima yaklaşır. Tâ ki ben onu seve­
rim.»
«Kulum beni andığı vakit, ben onunla beraberim.»
M üslüm an Peygam berinin sünnetine uyarsa Ramazan ayında h iç zor-
lanm aksızın takvaya doğru bütün yollardan akın eder. Ramazan ayının so ­
nu g e lir gelm ez m üslüm anın kalbi nur, iman ve takva ile dolar.
G ece yarısından sonra fe cre kadar m üddeti olan sahur yem eğini ye­
mek, orucun sü nnetlerin dend ir. E fendim iz (S-A.V.) şö y le buyurur: «Sahur
yeyin. Sahurda bereket vardır.»
Sahurun manası; fecird en önce m üslüm anın uyanık olm a sıdır. A b d e st
alm ak, namaz kılm ak, günahlarını affın ı d ile m ek ve fe cird en sonra sabah
namazı için m escid e gitm ek bu uyanıklığın sü nnetlerindendir. M üslüm a-
nın sabah namazından önce ve sonra A lla h ’ı anm ası da, bu nam azın sün­
netlerindendir.
A y rıc a iftar anında dua etm ek orucun sü nnetlerin dend ir. O ru çlu için
kabul olunan dua vardır.
İftar duası :
357 — T e v b e : 36
358 — T evbe : 7
359 — B a k a ra , 183
360 — B a k a r a : 187
361 — B a k a r a : 222
362 — E n fâ l : 48

168
O R U Ç

« A lla h ’ım, senin rızan için oruç tuttum . Rızkın üzerine orucum u boz­
dum. Sana tevekkül ettim . Sana inandım. Su suzlu k gitti ve m ükâfat sa ­
bit oldu. Ey fa zile ti bol olan, beni affet. O ruç tutmam için bana yardım
edene şü kü rler olsun.» (*)
M üslüm anların yatsı namazından sonra cem aatla k ıld ık la rı teravih
namazı orucun diğer bir sünnetidir. M üslü m a n la r bu namazda A lla h ’ı z ik ­
reder, Kur an okur, ruku’ ve secdeye varır; ibadet ederler.
Ram azan’ın sünnetlerinden biri de son on günde itikâfa girm ektir.
İtikâfa giren m üslüm anın kalbi tüm dünya işlerin de n k e s ilir. Tamamen ahi-
ret am elleri için hazırlanır.
Ram azan'ın diğer sünnetlerinden biri de Kur an okum aktır. Bunun en
azı, Ramazan boyunca Kur an-ı K e rim ’i b ir defa bitirm e ktir. Beraber oku­
mak da bu okuyuşun sünnetlerindendir. C e b ra il aleyh isse lâ m her sene
Ramazan ayında R esûlüllah (S.A.V.)Te K u r’ân ’dan o ana kadar inenin tü­
münün tekrarını yapardı.
A y rıc a A lla h yolunda m alı harcamak, yine Ram azan'ın sünnetlerinden- •
dir. Resûlül lah (S.A.V.) Ramazan ayında şid d e tli rüzgârdan daha cöm ertti.
Ramazanın sünnet ve vacip le rin d en b irisi de, Sadaka-i F ıtırd ır. M ü s ­
lüman, hem ken disi ve hem de bulûğ çağına erm em iş ço cukları için Sa-
daka-i fıtır verir.
Ram azan’da m üslüm anların ca m ile ri ilim , vaaz ve z ik ir halkalarıyla
dolar. B öylece dinini bilm eyen dinini öğrenir. D ininin e m irle rin e karşı gev­
şek davranan öğüt alır. G a fil, kendine gelir.
Ramazan'da m üslüm anların her yaşta olanı İslâm ’la haşir-neşir olur.
Fecirden önce ailen in hepsi İslâmî hatırlar. Akşam dan önce iftarı be kle r­
ken İslâmî düşünür.
B ir çok fakîhin görüşüne dayanılarak yedi yaşına gelen çocuğa oru­
cun pratiği de uygulanır. Ç o cu k v e lis i yedi yaşındaki çocuğuna oruç tut­
m ası için em reder. On yaşına geldiği halde hala tutm uyor ise, tutm ası için
onu döver.
Bütün bunların yanında Ramazan sa bır ayıdır. M üslü m a n la r ondan bü­
yük ve önem li d e rsle r alırlar. Belki de bu dünyada insanın m uhtaç olduğu
şe y le rin y a rısı, sa b ırd ır
Ramazân öyle b ir okuldur ki, te rb iy e si her şeyde ken d isin i gösterir:
Fertte, ailede ve üm mette. Hem s iy a s î yönden, hem a sk e rî yönden, hem
p sik o lo jik açıdan ve hem de terbiye yönünden. Tâ ki İslâm her alanda can­
lılığ ın ı devam ettirsin.
(*) O ru ç d u a s ın d a İs ia m i o lm a y a n k â f i r b ir d e v le tin b e k a s ı iç in d u a eden
k im s e n in o ru c u p e rh iz o lu r. Bu k im s e le r A lla h ’ın d e v le t siste m i y e rin e k a ­
f i r b ir d e v le t s iste m i is te m e k le A llah ı y a la n la m ış o la c a k la r ın d a n k a f i r ­
d ir le r (İk b â l Y a y ın la n )

169
İSLÂM

ORUÇLA İLGİLİ HADİSLERDEN SEÇMELER

Ebû H üreyre'den :
«Resûlüllah (S.A.V.) her Ramazan'da on gün itikâfa girerdi. Vefat ede­
ceği yılda yirmi gün itikâfa girdi.» (363)
Hz. A iş e ’den :
Resûllüllah (S.A.V.) mescitte itikâfta iken başını dışarı uzatırdı ve
ben iddetli olduğum halde başını yıkardım.»
B ir rivayette :
«İnsana ait ihtiyaç hariç, eve girmezdi.»
Başka bir rivayette :
«İtikâfta olduğu halde hastanın ziyaretin e giderdi. Fakat orada bek­
lem eden hastanın durumunu so rar ve yoluna devam ederdi.»
D iğer b ir rivayette ise Hz. A iş e şö yle der :
«İtikâfa giren k işi için sünnet olan, hastayı ziyare t etm em esi, cena­
zelerde hazır bulunm am ası, bir kadına dokunm am ası ve kaçın ılm az ihti­
yaçlar hariç dışarı çıkm am asıdır. İtikâf ancak oruç zam anında ve büyük
cam ide olur.»
E n e s’den .
«Ramazan g eld iğinde R esû llü lla h (S.A.V.) şö yle dedi: Şu gelen ayda
bir gece vardır ki bin aydan daha hayırlıdır. Kim ondan mahrum kalırsa
tüm hayırdan mahrum kalmıştır. M ahrum kimse, ancak onun hayrından
mahrum olandır.»
Ebû H üreyre'den :
«R esûlüllah (S.A.V.)'in yanında oturuyorduk. A nid en b ir adam çık a ­
geldi :
— Ya R esûlüllah, helâk oldum, dedi.
R esû llü lla h : Neyin var?
Adam : O ru çluyken karım la iliş k i kurdum.
R esûliü ilah: Azad edeceğin bir köle bulabilir misin?
Adam: Hayır.
R e s û llü lla h : Altmış yoksulu doyurabilir misin?
A d a m . H a y ır .

3G3 — B u h a rı, E b u D a v u d
3ti4 B u h a rı. M ü slim , T irn ıi/.i, E bu D a v u d , ib n i M ace, M esai

170
ORUÇ
R esûllülîah: Otur, dedi. Sonra içinde hurma bulunan bir se p e t getir­
di ve hani o soru soran nerede? dedi.
Adam : Benim.
R esû llü lîa h : Bunu al ve sadaka o larak dağıt.
Adam: Benden daha fa kir birine mi. ya R esûlüllah. V a llahi bu iki ma­
halle arasında benim çoluk çocuğum dan daha fa kiri yoktur.
Bunun üzerine R esûlü llah (S.A.V.) güldü. Ö yle ki gülüşünden d işle ri
göründü. Sonra: «Götür ço cu kların a yedir» dedi.» (366)
B ir rivayette şunu da ekledi :
«Bir günde oruç tu t ve günahının affı iç in A lla h ’ın b a ğ ışla m a sın ı dile.»
C âbir'den :
«Peygam ber (S.A.V.) bir yolculukta idi. Bir adam gördü ki etrafına
bir kaç k işi toplanm ış ona gölge yapıyorlardı. Peygam ber (S.A.V.) sordu:
«Neyi var?» O ruçlu olduğunu sö y le d ile r. Bunun üzerine R esûlü llah (S.A.-
V.) şö yle dedi: «H ayır yolcu lu kta oruç tutm anız şart değildir.» (367)
« Y o lculu k için A lla h (C.C.) nam azın y a rısın ı in dirdi. Y olcunun orucu­
nu bozm asına da ruhsat verdi. A y rıc a e m zikli veya ham ile olan kadın da
çocuğu için zararlı olacağından korkarsa orucunu bozabilir.» (368)
Hz. A iş e ’den :

Hamza b. A m r e l-E slem î Peygam ber (S.A.V.)'e sordu: Seferde oruç


tutayım m ı? K e n d isi çok oruç tutan b ir zattı. Peygam ber (S.A.V.) : is te r­
sen tut, iste rse n tutma» dedi. (369)
Ebû H üreyre'den :
«Ö zürsüz ve hasta olm adığ ı halefe Ram azan’dan b ir gün oruç tutm a­
yan, k a rşılığ ın d a tam b ir y ıl oruç tutsa da k a rşılığ ı olam az.» (370)
Hz. A iş e ’den :
«R esûlü llah (S.A.V.) oruç tutm ak için pazartesi ve perşem be gü n le ri­
ni seçerdi.» (371)
Ebu H üre yre ’den :
« A m e lle r pazartesi ve perşem be günleri A lla h 'a arz olunur. O ruçlu
olduğum halde a m e lle rim in arz e d ilm e s in i isterim .» (372)
İbn-i A b b a s ’dan :

366 — B u h a ri, M üslim , T irm izi, E b u D a v u d , İb n -i M ace


367 — B u h a ri, M ü slim , N e sa ı, E b u D a v u d
368 — T irm iz i, E b u D a v u d İb n -i M ace
389 — B u h a ri, M ü slim , T irm iz i, E bu D a v u d , İbn-i M ace, N e sa i
370 —- B u h a ri, T irm iz i E bu D a v u d , (L afız T irm iz i’n in d ir.)
371 — T irm iz i, N e sa i
372 -- T irm iz i

171
İSLÂM
«Resûllüllah (S.A.V.) Ramazan hariç hiç bir ayı tamamen oruçlu ge­
çememiştir....» (373)
Hz. A iş e ’den :
«Resûlüllah (S.A.V.) o kadar oruç tutardı ki artık orucunu bozmaya­
cak derdik. Ve o kadar oruç tutmadan kalırdı ki artık oruç tutm ayacak der­
dik. Ramazan hariç hiç bir ayın tam am ını oruçlu g e çird iğ in i görm edim . Ve
Şaban ayından daha çok oruç tuttuğu bir ayda görmedim.» (374)
Ebu Eyyüp el-E n sarî’den :
« R esûllüllah (S.A.V.) şö yle dedi: «Kim Ramazan orucunu tutar ve on­
dan sonra da Şevval'den altı gün oruç tutarca, bir yıl oruç tutmuş gibi
olur.» (375)
Ebu Hüreyre'den .
«R esûllüllah (S.A.V.) buyurdu ki: Yüce Allah buyurdu: Kullarımdan
bana en sevimli olanları (vakit girince) en çabuk iftar edenleridir.» (376)
Ebu H üreyre'den :
«Oruçlu olduğu halde unutarak yemek yiyen ve su içen orucuna de­
vam etsin. Şüphesiz ki onu yediren ve içiren Yüce Allah'tır.» (377)
Ebu H ü re yre ’den :
«Kim yalan şehadeti ve onunla amel etmeyi terketmezse, yeme ve
içmesini terketmesine Allah'ın ihtiyacı yoktur.» (378)
Enes'den :
«Sahur yeyin. Şünhesiz ki sahurda bereket vardır.» (379)
Ebu H ü re yre ’den :
«Kim, iman ederek ve sevabını Allah'tan isteyerek Ramazan orucunu
tutarsa geçmiş (küçük) günahları affolunur.» (380)

373 — B u h a rı, M ü slim , N esaı


374 — B u h a rı, M ü slim , Tirm izi, E bu D av u d . İbn-i Mace, N esai
375 — M ü slim , T irm iz i, E bu D a v u d
376 — T irm iz i
377 — B u h a ri, M ü slim , E bu D a v u t, T irm izi
378 — B u h a ri, E bu D a v u d , T irm iz i
379 — B u h a r i , M ü slim , T irm izi, N esai
380 — B u h a ri

172
B E Ş İN C İ RÜKÜN

HAC
A — H ACCA GENEL BAKIŞ

1 — Hac, Amellerle İfade Edilen Semboller Mecmuasıdır.


Peygam ber v a sıta sıy la A lla h ’ın em ri insana ulaşın ca em re te slim o l­
manın sem bolüdür hac. M üslüm an bu em ri dış görüntülerine bakm aksızın
yerine getirir. Tavaf, Vakfe, S a y , traş ve buna benzer hac işle m le ri müs-
lümanın A lla h ’a te slim oluşunun sem b ollerid ir.
Hac, bu üm m etin atası Hz. İbrahim aleyhisseiâm a b a ğ lılığ ın ı anm ası­
nın ifadesidir. Çünkü haçta Hz. İbrahim ’in inşa e ttiği Kabe tavaf ed ilir.
Hac, ırk, renk ve vatana bakılm aksızın İslâm üm m etinin b irliğ in e bir
sem boldür. A slın d a İslâm üm m etinin b irliğ i, inancının, dininin ve şe ria tı­
nın gereğidir.
2 — İslâm ’ın bir çok kaidelerinin pratik görüntüsü haçtır.
Hac, İslâm kardeşliğin in pratiğe aktarılm asıd ır. Haçta, her müslüma-
mn dünyanın her yerinden gelen bütün m üsiüm anların kardeşi olduğu böy-
lece pratiğe de akta rılm ış olur.
Hac, İslâma giren m ille tle r arasındaki e şitliğ in pratiğe aktarılm asıdır.
Yüce A lla h ’ın: «Tanışasınız diye sizi m ille tle r ve k a b ile le r halinde yarat­
tık» f381) sözünün am elî ifadesi yine haçtır. Yeryüzünde yaşıyan m ille tle ­
rin tanışm aları, en güzel ş e k liy le haçta ge rçe kleşir.
Hac ayrıca tüm m üsiüm anların tek b ir s iy a s î hakim iyete boyun e ğ iş­
le rinin pratiğe aktarılm asıd ır.
3 — Hac, m üslüm anın daha yüksek ve daha yüce ufuklara onunla
yükseldiği bir okuldur.
M üslüm an bu okulda sabırla gayreti öğrenir. «Lâkin cihadın daha
faziletlisi, kabul olunan Hac'trr.»
M üslüm an hacla devam lı bir ibadet hayatı içe risin d e yaşam ayı öğ­
renir.
M üslüm anlara karşı daha nazik ve daha yum uşak davranm ayı öğrenir.
N efsânî eğilim ve iste k le rin i gem lem eyi öğrenir.
A lla h ’a kulluk d e rsle rin i öğrenir.

381 — H u c u r a t : 13

173
İSLÂM

K a rşılık sız , A lla h yolunda m alı harcam ayı öğrenir.


A lla h ’a düşman olana düşman, O ’na dost olana dost olm ayı öğrenir.
A lla h ’ın y ü ce lttiğ in i nasıl yü celteceğin i ve küçüm sediğini nasıl kü­
çüm seyeceğini öğrenir.
4 — 0 , insan kalbinde bir çok duyguları ca n la n dırır :
M üslüm anlarda şe fka t ve yardım duygularını, bu mukaddes topraklar­
da yaşayan ilk m üslüm aniarın duyduklarını duyabilrne im kânlarını g e liş ­
tirir. M üslüm an böylece, ilk m üslüm aniarın inançları için bu topraklar üze­
rinde çe ktikle ri acıyı kalbinin tâ d e rin lik le rin d e duyar.
A llah'a, R esûlü üah’a ve m üm inlere karşı dost olm anın gereğini duyar.
Dünyadan yüz çe virip ahirete yönelm enin şuuruna varır.
A lla h 'la beraber yeni bir safhaya geçm e azm ini kalbinin d e rin lik le rin ­
den duymaya başlar.
5 — Haccm her h a r e k e t i öğüt ve m analarla doludur. İnsan bunları
duyunca Rabbanî kavram lar onda daha çok y e rle şir. Daha çok R esûlüllah
(S.A.V.)'i kendisine örnek edinir.
Hacca gidenlerin hepsi T avaftan önce A ra fa t’ta toplanırlar. O gün
bütün hacı adayları oradadır. Hacca gidenlerin hepsi hep birden oradan
hac işle m le rin e ba şla rlar ve oradan Kâbeye doğru yola koyulurlar. Durak
M ü z d e life ’de. A rtık iy ice tevbe etm iş, A lla h ’a dönmüş ve Kâbe'ye yön el­
m işle rd ir. Daha tem iz ve daha berrak kalblerle... Oradan şeytanı ta şla­
mak için M ina'ya giderler. A lla h ’ın düşm anının, kendilerinin de düşmanı
olduğunu ilân ede rle r böylece.
Eti helâl olan hayvanların helâl k ılın ışla rın a şükür ifadesi olarak kur­
banlarını keserler. T a va fa h a zırlık olarak traş olurlar. A rtık tem iz kalb-
leri, tem iz e lb is e le ri ve güzel görünüm leriyle tavafa hazırdırlar.
Sonra Kâbe’yi yücelterek tavaf ederler. Çünkü A lla h onu yüeeltm iş-
tir. Sonra da Kâbe’nin in şası için b ir m ukaddim e durumunda olan salihe
analarının yaptığı gibi Safa ile M erve arasında s a ’yederler.
Bu seyahat sonunda insan yeniden doğm uş gibidir.
Sonra ik in ci defa olarak şeytanı taşlam ağa dönerler. B ö yle likle başta
da, sonda da şeytana düşman o lduklarını ilân ederler.
6 — Hac, m üslüm anları İslâm ’ın ilk m erkezine; Hz. İbrahim ’le Hz.
M uham m ed (S.A.V.)’in dininin ilk y a y ılış m erkezine götürür. M üsiüm anın
bu m erkeze b a ğ lılığ ın ı kuvvetlendirir. Burası onun manevi vatanı, b iricik
kıble si, arzu ve em e lle rin in hedefidir. M üslüm an buralardan dönerken, bir
çok hayat an lay ışları de ğ işm iştir. Daha önce İslâm ’ın m erkezlerine bağ­
lılığ ı nazarî idi. Am a bugün ge rçe k leşm iştir. Pratiğe akta rılm ıştır.
174
H A C

A şa ğıya aldığ ım ız nasslarda düşünenler için alınacak bir çok ib retler


vardır.
Ebû Tufayi'dan :
«İbn-i A b b a s’a sordum: A rkadaşların R esûlüllah (S.A.V.)'in Safa ile
M erve arasında sa 'ye ttiğ in i sö y le rle r İbn-i Abbas : -Doğrudur, Hz. İbra­
him (A.S.) hac işle m le rin i yerine getirm ekle em rolurıunca şeytan k a rş ıs ı­
na çık tı. Hz. İbrahim onunla y a rıştı ve yarışı kazandı. Sonra C ebrail (A.S.)
İbrahim (A.S.)’İ A kabe cem resine götürdü. Şeytan orada da kendisine gö­
ründü. İbrahim ona yedi küçük taş vurarak onu yüzüstü düşürdü. Orta
cem rede tekrar göründü. Hz. İbrahim yine yedi taşla onu yüzüstü düşür­
dü. İsm ail'in üzerinde beyaz bir entari vardı. Hz. İsm ail babasına: «Baba
çığ ım beni onunla kefenliyeceğin bir şey yok. Şu üzerim deki entarim i so y ­
dur, onunla beni kefenlersin,* dedi. Hz. İbrahim İsm ail’in e n tarisin i so y­
durm akla m eşgulken arka taraftan bir ses geldi: «Ey İbrahim rüyana sadık
çıktın.» İbrahim arkasına dönüp baktı beyaz, boynuzlu ve g ö ste rişli bir
koç arkasında duruyor. İbn-i A bbas şöyle dedi: Bu tip koçları se çtiğ im izi
gördüm. Sonra C e b râ il İbrahim ’i uzak cem reye götürdü. Orada da şeytan
ona göründü ve yine orada da ona yedi taş vurdu. N ihayet şeytan da çe ­
kip gitti. Oradan onu M in a ’ya götürdü. Bürası M ina. İnsanların toplandık­
ları yer. Sonra onu H arem ’e götürdü. Oradan da A ra fe ’ye götürdü ve: «Ne­
den Arafe denildiğini bilir m isin» dedi. «Hayır,» dedim. Dedi ki: C ebrâil
orada Hz. İbrahim ’e: «Hel arafte «öğrendin mi»? dedi. O da: «Araftu ’bidim’
öğrendim» dedi. Onun için de oraya «Arafe ’b iid i' öğrendi» ism i verildi.
«Telbiye’nin ne dem ek olduğunu b ilirm isin ? (382) Hz. İbrahim insanları
hacca davet etm ekle em rolunca dağlar başlarını a lça ltıla r, köylerde yük­
s e ld ile r ve Hz. İbrahim böylece hacca davetini yaptı.» (383)
İbn-i Ö m er b. Â s s dedi ki .
«Bu beyti tavaf edin ve bu taşı selâm layın. Bunlar Cennetten düşen
iki taş idi. B îri kald ırıld ı. D iğeri de kaldırılacak. Şayet dediğim gibi d e ğ il­
se m ezarım ın yanından geçen, bu. yalancı Abdullah b. A m r’ın m ezarıdır
desin.» (384)
İbn-i Öm er'den :
«M ina m escidinde iken Ensâr'dan b iriyle S e k îf kabilesinden biri Re-
sû llüllah (S.A.V.)’e geld iler. D ediler ki: «Va R esûlüllah senden soru sorma-
382 — T elbiye: «Lebbeyk. A llah üm m e lebbeyk...» dem ektir. M anası : « A l­
lahım , ben senin em rin e h er /a m a n itaat ederim . Senin için ortak
yoktur. D âvetine daim a sat kalblilik ve d oğru lu k la uyarım . Şüphe
yok ki ham d de, nim et de sana m ahsustur, m ülk de. Senin ortağın
y oktu r Alialıım .
383 — İmam A hm ed ve Taberâni «Kebir* de rivayet etm işler.

175
İSLÂM

ğa geldilc.» «R esûlü ilah (S.A.V.): D ile rse n iz neyi benden soraca ğ ın ızı size
haber vereyim ; iste rs e n iz de ben susayım , s iz neye ge id iğ in izi söyleyin»
dedi «Neye g e ld iğ im izi haber ver Yâ R esûlüilah» dediler. Resûlüilah
(S.A.V.) Ensariye dedi ki: «Beyt-i Haram ı kast ederek kendi evinden ç ık ı­
şından ve bunda se nin ne gibi b ir m ükâfatının olduğundan, tavaftan son­
raki iki rekat namazdan ve mükâfatından, Sata ile M erve arasındaki gidip
g e lişte n ve m ükâfatından, A re fe ’de duruşundan ve mükâfatından, cem re­
lere taş atm aktan ve m ükâfatından, kurban kesm ekten ve mükâfatından,
başın ı traş etm enden ve m ükâfatından ve bunlardan sonra B eyt'i tavaf
etm enden ve m ükâfatından sorm ağa geidiıı.» Ensâri: «Seni hsk iie gönde­
rene yem in ederim ki doğru söyledin bunları sorm ağa gelm iştim .» dedi.
Resûiüüah (S.A.V.): «Beyt i Haram ı ziyaret n iyy e tiy ie evinden çıktığ ın d a
deven h iç b ir adım atm az ki onunla Âüah sana b îr basene yazm asın ve
b ir günahını silm e sin . Tavaftan sonraki ik i rekâtın. İsm ail oğullarından b ir
köle a z la etm en g ib id ir. Safâ iie fvierve arasında g idip gelm en, yetm iş
köle azâd etm en g ib id ir. Â re fe ’deki duruşuna gelince, A lla h (C.C.) dünya
göğüne in er ve s iz in le m e le klerin e karşı öğünür. D er ki: «Benim kullarım
ç e ş itli ve uzak yerlerden geld ile r. Cenn etim i d iliy o rla r. G ü nah ların ız kum
taneleri, yağm ur dam laları veya denizdeki köpükler kadar o lsa affettim .
K ullarım , dağılın. G ü nah ların ız da, ken dilerin e şefaatçi o ld u kların ızın günah­
la rı da bağışlandı. C e m re le re taş atman ise, attığın her taştan dolayı gü­
nahlarından b iri affolunur ve b ir sevap hanene yazdır. K e stiğ in kurban ise
A lla h ’ın yanında senin iç in sa kild ir. Traşına g elince, tra ş e dilen sa çın ın her
te li iç in b ir hasene y azd ır ve b ir günahın da s ilin ir. Bütün bunlardan sonra
Beyti tavaf etm en ise , sen günahsız olduğun haide Beyti tavaf edersin. O
zaman b ir m elek g e lir e d e rin i om uzlarının üzerine in d irir ve: «G elecek
iç in ç a lış. A lla h g e çm işin i affetti» der.» (385)
Ebu H üreyre'den :
«Umreden um reye, araların dakiier için kaffarettir. Kabui olunan hac-
cın k a rşılığ ı ise. ancak Cennettir.»
B ir rivayette :
«Kim, A lla h iç in hacceder de kötü ve çirk in söz söylem ez, fe n a lık yap­
m azsa, annesinden doğduğu gibi (günahsız evine) döner.» (386)
N e tice : Hac, beşerin tanıdığı ebedileşen Rabbâni anıların a n ılm a sı­
dır. A lla h uğrunda h iç bir şeye a ld ırış etm eyen aileyi hatırlam aktır. A lla h

384 — Taberân ı, «K ebir- de riva yet etm iştir.


385 — B ezzar ve T aberân ı «K ebir» de riva yet etmiştir.
386 — Buhari. M üslim, Tirm izi, İbn-i M ace, Nesai

176
HAC

için canını feda eden çocuğu, çocuğunu kurban etm ekten çekinm eyen
babayı s ın ır tanımayan bir itaatla A lla h 'ın e m irle rin e A lla h ’a bağlanan ve
kocasına sonsuz itaati olan anayı anm aktır. Tam tevekkülün hatırasını
yaşam aktır.
Hac bir ölçüdür. M üslüm anların işle rin e değer ve re n le r onunla müs-
lüm anlarm durum larını öğrenirler. İslâm üm m etinin kuvvet ve iy iliğ in i,
za y ıflık ve cehaletini, z ille t ve fa kirliğ in i veya izzet ve ze n g inliğ ini, k ısa ­
cası bütün yönlerini en güzel şe kild e gözler önüne seren hacdır.
Hac, bu üm m etin fe rtle ri arasında birer engel durumunda olan ırk­
çılık , b ö lg ecilik, mal, makam, şöhret ve şeytan gibi menfi unsurları yıkan
bir balyozdur.
Hac, her şeyden önce şeytanın pençelerinden kurtuluşa götüren y o l­
lardan biridir. K âb e’yi tavaf etmeden önce cem relere taş atan ve ondan
sonra Kabe'yi tavaf eden ve sonra tekrar taş atmağa giden müslüm an,
Yüce A lla h 'ın şu sözünü düşünürse kurtuluş onun için g e rçe k le şir :
«Artık kim, azgınlığa ve sapıklığa sevkedenleri tanımayıp da Allah’a
iman ederse, o muhakkak ki, kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa
tutunmuştur.» (387)
Şüphesiz ki İslâm âlem i haccı iyi değ erle n dirm iş olsaydı, hac, müs-
lüm anların tüm problem lerinin halli için bir vasıta olurdu.
İslâm 'ın tem eli, bu beş rükündür. G erek ferdin ve gerekse m illetin
müslüm an oluşu onlarla b ilin ir. İdarenin de müslüm an oluşu onlarla bi­
linir. O n larsız İslâm olmaz. Ne fertte, ne halkta, ne idarede ve ne de üm­
mette...
Şehadeti getirm eyen insan, şehadetin kapsadığı m anaiarı yerin e ge­
tirse de, namaz k ılsa da, zekât verse de, oruç tutsa da ve hacca g itse de
nasıl İslâm iyeti sahih o lab ilir?
A lla h ’a ve İslâm iyete b a ğ lılığ ın ı kelim e-i şehadet, namaz, zekât, oruç
ve hacla gerçekleştirm eyen cem iyetin İslâm ’ın diğer e m irle rin i yerine ge­
tirm esi beklenem ez.
Bütün fe rtie ri bu rükünlerle A lla h ’a te slim olmayan, bunların canlan­
ması için m ücadele etmeyen, ü ste lik bunlara engel olan; hacca müsaade
etmeyen, orucun tutulm am asına te şv ik eden, zekâtı yerinden alıp hak­
keden yerlere dağıtmayan ve şehadeti bozan şe y le ri işleye n bir idare na­
sıl İslâm î o la b ilir? Bu tip id arelerin İslâmî ge tire ce k le ri nasıl b e kle n e b ilir?
M üslüm anların, gayba inanmayan, namaz kılm ayan, zekât verm eyen, oruç
tutmayan ve hacca gitm eyenleri isteye rek idare makamına g etirm eleri

387 — B akara : 256

177
İ SLÂM

çok çirkind ir; büyük bir hatadır. Ü ste lik bu za v a llıla r onlardan Islâm dü­
zenini hem inanç, hem nizam ve hem de ruh olarak g e tire ce kle rin i zan­
nederek bu hareket içerisin dedirler...
K alblerinde İslâm ’ın rükünleri y ık ılm ış bulunan m illet, İslâm 'ın sade­
ce ism ini taşıyan m illettir. M e se le böyle olunca gerçek m üslüm anların,
işle ri gözden geçirm eleri, İslâm 'ın rükünlerini önce en güzel şe k liy le ken­
d ile ri yaşam aları ve bu rükünlerin he rkeste canlanm ası için tüm gayret­
lerini sarfe tm e ie ri gerekir. Çünkü bu rükünler cem iyette iyice yerle şirse :
m üslüm anlar namaz için cam ilerde bir araya gelir, zekât v a sıta sıy la bü­
yük m ebleğlar toplanır, oruçla n e fisle r te m izle n ir ve hacla İslâm 'ın s iy a sî
görüşünün pratiği yap ılırsa, m üslüm anların işle ri düzelir.
A yrıca, gerçek m üslüm anlar bu rükünlerle, idare eden ve idare edi­
lenleri ölçüp tartm alı ve durumu anlatm alıdırlar.
A ncak bu rükünler, İslâm ’ın tem elid ir, İslâm 'ın tamam ı değildir. İs­
lâm, bu tem el üzerinde kurulan binadır. Bina için tem elin önem i b e llid ir.
A m a hiç b ir zaman tem el binanın tam am ı değildir. A y rıc a tem el, binanın
üzerinde kurulm&sı için atılır. M üslüm an da tem eli, üzerinde binayı oturt­
mak için atm am ışsa bina yapmadan s ırf boş yere tem el atan kişin in du­
rumunda olur. Bu ise, çok acavip bir harekettir.
G e le ce k üç bölüm bina konusunu açıklayacaktır. Bu bölüm lerden ilki :
«İslâm ’da ictim â î ve A h lâ k î Nizamlar»

İSLÂM OLMAYINCA
İslâm hayat sahnesinden çe k ilin c e yeryüzünde hiç bir şey yerinde
kalmaz. Düzen bozulur. Ö lç ü le r sa rsılır. Dünün helâlı haram ve haramı
helâl olur. Bugün kabul edilen yarın reddedilir. Yarın kabul edilenin hük­
mü, b ir sonraki gün k a ld ırılır. B e şe r ar2uları, ç e ş itli ve ç e liş k ili nazariye-
lerle kendilerini aldatma çabasına girerler. İnsan, bu nazariyeleri ,ıe ka­
bul e d e b ilir ve ne de onlardan kurtulabilir. Şaşkına döner. Ne yapaca­
ğını şa şırır. Ne yapacağını b ild iğ in i zannettiği an, muhakkak ki onu ne
için yaptığını bilm ez. H er nesil, bir önceki nesilden fa rklı bir şe k ild e ken­
d isin i takdim eder. N e sild e ki her fe rt de, diğerlerinden farklı b ir şe kilde
kendisini takdim eder. İnsanların başvurdukları ve kabul e ttikle ri bir tem el
yoktur. Yaptığından dolayı kim se sorum lu değildir. Herhangi bir ölçü ferd-
lerı'n hareketlerini sınırlandıram az. H içb ir kim se başkasını b ir ölçüye zor-
lıyam az. İnsan özgür değil m idir?
O zaman insanlık, başıboş dolaşan hayvanların bir çe şid i olur. Hatta
bu durumda, hayvan çe şitle rin in de en aşağ ısıd ır. Çünkü insanın elinde

178
HAC

ilm î im kânlar vardır. Ve o zaman bu im kânlarını sa p ık yollarda kullanacak­


tır. Hayvan, ne kadar vahşi olursa olsun, insanın bu im kânlarla yap ab ilece­
ğinin binde birin i yapamaz.
Günümüzün insanının durumu işte budur. Ne yazık ki bu acı gerçek,
daha da kötüye gitm ektedir. D eğilse, em niyet te d b irle ri arttığı halde su ç­
ların çoğalm asının manası nedir? A n a rş is t ve h ip ile rin doğuşu, neyi ifade
etm ektedir? C in s î -ilişk ile rd e k i sorum suzluk nereye kadar devam edecek­
tir? Hayvanların bile kaçındığı ayni c in sle iliş k i kurma, bazı ülkelerde %
70'e u laşm ıştır. Bu durum, nereye kadar vard ıra ca ktır in san lığı?.. H er
şeyi biri birine te rs düşüren günlük d ü şü nceler in san lığın başına neler
g etirecektir?
İslâm ’ın hayat sahnesinden çe k ilm e siy le hiç b ir şey y e rli yerinde kal­
maz. Çünkü s a p ık lık ve tahriften kurtulm uş b iric ik Rabbânî düzen, İs­
lâm 'dır. in san lığın gölgesine sığ ın a b ile c e ğ i b iric ik düzendir o. O olm ayın­
ca insanın yararına olan her şey kaybolur.
Bu arada insan için çok önem li olan şu beş m ese le yi ele alarak Is­
lâm 'ın hayat sahnesinden çe k ilm e siy le in san lığın başına neler ge ldiğini
m isa lle riy le görelim :
1 — Din
2 — A k ıl
3 — M al
4 — Can
5 — N e sil

1 — DİN
M üslüm anlar Endülüs'ü fethetti. Orada sa yıla rı m ilyonları buluyordu.
Sonra yen ild ile r. Bu m ilyonlardan geriye ne kaldı. Şim di tek b ir müslü-
mana rastlıyam a zsın ız Endülüs’te. M üslüm anlar, M ıs ır'ıd a fethetti. Şam ı'-
da. O zaman M ıs ır ve Şam 'da h ıristiyan vardı. Bugün hala buralarda hıris-
tiyan vardır, inançlarından dolayı insanların ö ldü rülm esi b ir tarafa zor­
landıklarına bile rastlıyam a zsın ız İslâm tarihinde. A s ırla rc a H in d ista n ’a
hükm ettik. D inim ize ters düşen her şeyi s ilip sü pü re b ilird ik. H iç kim se
buna engel olam azdı. A m a bunu yapm adık. D in lerin i d e ğ iştirm e le ri için
hiçbir baskıda bulunm adık. Onun için H in d ista n ’da m üslüm an olm ayanla­
rın sa y ısı, m üslüm anların iki katından daha çok olarak devam etti.
İngiltere krallarından birinin, s ır f m ezhepleri d e ğ işik olduğu için vatan­
daşlarından ö ldürdüklerinin sa y ısı yüzbinleri a şm ıştır. D in lerin in te m e lin ­
de b ir fa rk lılık yoktu. Sadece m ezhepler d e ğ işikti. Bu kralın kanunların­
dan b iri şöyleydi: «H irtok m ezhebine bir erkek tevbe ederse, kendisine

179
İSLÂM

a ç ın ılır. Bu acıma, ateşte yakılacağı yerde, k ılıç la öldürülm esidir. Tevbe


eden kadın ise, yine ona şefkat g ö ste rilir. Ve bu şefkat, ateşte yakılaca­
ğı yerde, diri diri göm ülm esidir.»
Engizisyon m ahkem eleri, Protestan m ezbahaları gibi hususlar, İslâm
olm ayınca insanlığın başına gelen b e lâ ları belgeleyen hususlardır.
Bütün bunlar İslâm ’ın olm adığı yerde inanç özgürlüğünün de olm adı­
ğını gösterm ektedir. İslâm ’ın hakim olduğu yerlerde inanç özgürlüğüyle
ilg ili durumu m üslüm an olm ayanlardan dinleyelim :
Patrik İşoyaya H ic rî 656 y ılın d a şöyle diyordu :
«Her tarafa hükm etme im kânını elde eden araplar, b ild iğ in iz gibi b i­
ze adaletli davranmaktalar.»
A ntakya Patriği M akaryos şöyle diyor :
«Allah Türk d e vletini ebede kadar daim kılsın . B e lirli cizye yi a lır ve
yahudi olsun, hıristiyan olsun reayadan kim senin inancına karışm azlar.»
A rnoid şö yle der :
«İtalya’da bile Türk'ü şevkle bekliye n le r vardır. Belki onlar da, daha
önce Türk'ün hakim iyetine geçen h ıristiy a n la r gibi, hıristiyan idarelerde
kavuşam adıkları hürriyet ve müsamahaya kavuşacaklar.»
A rnoid, yine şöyle der :
«Yenilen İspanya yahudileri ancak onbeşinci asırda k a file le r halinde
Türkiye (Osm anlı İm paratorluğu)’na sığınabildiler.»
O naltıncı A sırd a yaşayan Rişard Stibz de şöyle der :
Türkler, gen ellikle en vahşi m illetlerd en biri olm alarına rağmen...
H akim iyetlerinde yaşıyan h ıristiyan iarın inançları doğrultusunda hareket
etm elerine müsamaha ettiler. H akim iyetlerinde yaşıyan Y u n a n lılar da, Lâ-
tin le r de kalblerini d ile d ik le ri şe k ild e kullandılar. İstanbul’da bile k ilis e ­
lere ve hıristiyan larca mukaddes bilinen yerlere dokunm adılar. İspanya’-
da geçirdiğim oniki y ıllık m üşahadelerim e dayanarak k e sin lik le be lirte ­
yim ki: Papaların to plantıların a istem iyerek katılıyorduk. Çünkü hem ken­
di ve hem de ço cuklarım ızın canlarından endişeliydik.»
Bu konudaki ta rih î g erçekleri görm ek isteyen, Arnold'un «İslâma
Davet» isim li kitabını okusun. Bağlılarına, «dinde zorlam a yoktur» prensi­
bini em reden İslâm dininin m ensuplarının tarihinde, insanların vicdan ve
inançları için zorlanm adıklarını gösteren binlerce olaya şahit olacaktır.
İlerde bu, böyle devam edecektir. Bizce, ü lkeler fethetm ek, dinde zo rla­
ma m anasına gelm ez.
Çağım ızda, inanç özgürlüğü korunm uştur deniyor ama, durumun ta­
mamen te rsi olduğunu müşahede ediyoruz. Günümüzde inanç hürriyeti,
gizli veya açık bir şe kild e yok e d ilm iştir. Ö yle ki, dindarlar bile dinlerini
180
HAC

koruma hususunda emin değ ildirler. Nerede kaldı, başkalarının dinleri


konusunda emin olm ş
So vyetler B irliğ ind e ve diğer s o sy a list ülkelerde inkarcı M a rk sist
felsefe ç e ş itli yo llarla ö ğretild iği halde, dinlere davet etm ek yasaktır. İs­
ta tistikle re göz attığım ızda bu ülkelerdeki din hürriyetinin durumunu anlı-
yabiliriz. « K ilise ile iliş k is i k e silm iş k ilise le rin sa y ısıy la cam i olmaktan
u za klaştırılm ış cam ilerin sayısı... Ve e lli m ilyon m üslüm andan bugün Rus­
ya'da arta kalan beş on müslüman...» B ir de, şu âyeti oku :
«Eğer, Allah insanların bir kısmını (müşrikleri) bir kısmı ile (mümin­
lerle) defetmeseydi, içlerinde Allah’ın ismi çok anılan manastırlar, kilise­
ler, havralar ve mescidler elbette yıkılırdı. Muhakkak ki Allah, dinine yar­
dım edene yardım edecek, zafer verecektir. Şüphe yok ki Allah çok kuv­
vetlidir, her şeye galiptir.» (388)
So vyetler B irliğ iy le so s y a lis t ülkelerde din hürriyeti açıkça yasaklan­
m ıştır. K a p ita list ülkelerde ise bu yasaklam a, bazan açık ve bazan kapa­
lı bir şe kild e uygulanm aktadır. E ritre ’de m üslüm anlara uygulanan katliâm ­
larla M a lk o lm ’in öldürülüşünü henüz unutmadık.
G erçek şu ki? İslâm 'ın olm adığı yerde inanç hürriyeti yoktur.

2 — AKİL

A k lın korunabilm esi, akıl yararına göre hareket e d ile b ilm e si için tek
çıkar yol, İslâm düzeninin hakim o lm asıdır. Bu, tecrübe ile sabittir.
Günümüzde, aklın tamamen hür olduğu ve aklın en güzel şe kild e ko­
runduğu iddia ed ilir. Halbuki günümüzün düzenlerinde, akıl ihmal e d ilm iş­
tir. Bunun birçok örnekleri vardır :
a — Günümüzün idare düzenleri, lâ ikliğ i b e n im sediklerin i sö ylerler.
Halbuki, ilm in dediği bir türlü, tatbikat başka türlüdür. İlim, alkolün za­
rarlı olduğunu söyler, Ne var ki. dünya devle tle rin in hemen hemen hep­
sinde alkoi serbesttir. İlim, sigaranın zararlı olduğunu söyler. Am a dev­
letlerin tümünde, sigara te şv ik e dilir. İlim, zinanın, insan neslinin yararı­
na olm adığını söyler. Am a, tatbikatta zina serbesttir. İlim, kadının erkek­
ten farklı olduğunu söyler. Lâkin tatbikat, (her şeye rağmen) kadını er­
kekle bir tutmağa ça lışır.
b — A k ılc ı asrım ızda gazete, mecm ua ve radyoların sa y ısız yalan
uydurduklarını, böylece a s ıls ız haberlerin her köşeye u la ştırıld ığ ın ı, su ç­
ları tem ize çıkarm ak için, gerçeklerin büyük bir u stalıkla örtbas edildiğini
görüyoruz. Ö yle ki, toplum idaresi dem ek olan siyaset, yalan ve demogoji
anlam ında k u lla n ılır oldu. Ü ste lik bu yalan ve dem ogoijnin b aşarılı ola-
388 — Hacc : 41
181
_______________________ ____ İ S L Â M
b ilm e si için p siko lo ji ve toplum b ilim in in v e rile ri istism a r edilm ektedir.
Bu hata ve sa p ık lık la rla beslenen akıl, insana y a k ışır bir akıl m ıdır, başka
b ir d e y işle aklın bu şe k ild e aldatılm ası, aklın yararına m ıdır?
c — İki şe k ild e akla kötülük yapılm aktadır. Biri, akla b ir ç e ş it düşün­
me e m redilir. A m a aklın bu düşünceyi e le ştirm e sin e müsamaha g ö ste ril­
mez. D iğeri ise, düşünme a m eliye si olmadan dilin konuşm asıdır. S ırf he-
vâ ve şehvete uyularak.
İslâm ’ın hakim olm adığı yerde, bu iki durumdan biri vardır dem ektir.
K om ünist toplum da akıl, kom ünizm doğrultusunda düşünm ek m ecburiye­
tindedir. Başka türlü düşünem ez ve kom ünizm i eleştirem ez. K a p ita list top­
lumda ise, insan d ile d iğ i şe k ild e konuşur. A k la taban tabana zıt o lsa bile.
Çünkü bu toplum larda inşa güya hürdür (!)
U la yla r, çağım ızda akıl yararına hareket edilm ed iğ ini gösterm ekte­
dir. İsta tistik le r de, bu gerçeği isb atlar m ahiyettedir. Yeryüzünde zekâ
oranı azalırken, g ittik çe a k lî h a sta lıklar da çoğalm aktadır. '
ıslam in hakim olm adığı yerde, aklın korunam ayacağı bir gerçektir.
3 — CAN
Bazı durum lar hariç, insanın hayat hakkı, m ukaddes haklardandır :
«Kim, kısas gerekmeksizin veya yeryüzünde fesat işlemeksizin bir
nefsi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur.» (389)
Y ü c e ltile n insanın ö ldürülm esi kolay bir şey d e ğ ild ir :
«Gerçekten biz, Âdem oğullarını üstün kıldık...» (390)
Lâkin İslâm 'ın olm adığı yerde, seb ep li se b ep siz insan öldürm ek, bir
yudum su içm ek gibidir.
«Medeniyet Çağı» şe klind e nitelenen çağım ızda bu acı g erçekleri
açıkça m üşahede ediyoruz :
a — Kom ünizm in g e rçe kleşm e si için 19.000.000 Rus vatandaşı öldü­
rülm üş, 2.000.000 k işi ç e ş itli ağır cezalara ç a rp tırılm ış ve 4-5 m ilyon vatan­
daş da sürgün e d ilm iştir.
Bu rakam lar neyi ifade ediyor? İnsan canına değer v e rild iğ in i mi?.,
b — A m e rika ve Güney A fr ik a ’da s ır f siyah oldukları için, m ilyonlar­
ca insanın öldü rülm esin in m anası nedir? A tom ve hidrojen bom baları ne­
yi ifade ediyor? Söm ürgelerde katliâm lar, istikra r bulam am ış ülkelerde
koltuk kavgaları ve birçok ülkede karşıt s iy a s î görüşte olanların kurşuna
dizilm e le ri bize neyi anlatıyor? M üslüm anları yok etm ek için zaman za­
man H in d ista n ’da çıkan kargaşalıklar, kellelerd en kurulan binalar ve dün­
ya sa va şla rı bize neyi g ö ste riyo r? (* *)
389 — M a id e : 32
390 — İ s r a : 70
(*) T ü rk iy e d e lâ ik liğ in y e rle şm e si iç in ö ld ü r ü le n in s a n sa y ısı 500 b in d ir.
B u in s a n la r ın p e k ç o ğ u a lim v e is tik la l s a v a ş m a k a tılm ış k im s e le r­
di. (İk b â l Y a y ın la n )
182
HAC
Bütün bunlar, insan canına değer verilm ed iğ in i isbatlam ak için, ye
te rli değil m idir?
A m a Islâm hakim olsaydı, haksız yere tek bir insanın canına kıyılm a-
yacaktı. (*)
* 4 — MAL
M al, canın yongasıdır. Ö yle derler. Yüce A lla h , insan için şö yle bu­
yurur :
«G erçekten o, m alı se vdiğ i için çok cim ridir.» (39 ı)
« M alı da pek çok seversiniz.» (392)
Onun için insanın m alını korumak, çok önem lidir. N a sıl ki canı koru­
mak zarûrî ise, m alı korum ak da zarurîdir. Am a İslâm olm ayınca, herşey
yok olur.
Ebu Ubeyd b. el-Cerrah, H um us’taki hıristiyan ahaliyi koruyam ıyacak
duruma düşünce, daha önce onlardan aldığı cizy e le ri geri verdi. Bu olay,
tarihte benzeri olmayan b ir adaletin doğumunu ve e şsiz b ir toplum un or­
taya ç ık ış ın ı gösteriyordu. Bu toplum , insan hayatı iç ir zarûrî olan her şe ­
ye hakkını veren e şsiz bir toplumdu.
Ebu U beyd’in bu hareketiyle sö m ü rg ecilerin ele g e çird ik le ri y e rle r­
de yaptıkların ı karşılaştır. Veya haksız yere hiç kim senin m alının alınm a­
dığı ve haksız yere kim senin mala sahip olm adığı İslâm toplum uyla çağ­
daş kom ünist veya k ap italist toplum ları karşılaştır.
K om ünist toplum da, m ü lkiyet ve hayat hakkından hiç sorm a. Bunla­
rın ik isin in de bu toplum da y o k edild iğ i apaçaktır. K a p ita list toplum a ge­
lince, bu toplum da görünüşte mal korunm uş görünüyorsa da gerçekte
faiz, karab o rsacılık ve söm ürü ile mal çalınm akta, fa kir ve m uhtaçların
hakları ç e ş itli zulüm y o lla rıy la elle ri.id e n alınm aktadır.
M al, ancak İslâm ile korunur. İslâm ’ın hakim olduğu yerde ne zulüm ­
le a lın ır ve ne de zulüm le elde edilir.
5 — NESİL
İnsan için zarûrî olan beş şeyden biri de, n e slin i korum aktır.
İslâm hakim olmauan insan nesli de, tam olarak korunamaz. İslâm yer­
yüzüne hakim olunca, insanları, kendi kendilerinden sorum lu tutar ve on­
ları korur.
B a sit bir araştırm a yapılsa, günümüzde insan neslin in nereye götü­
rüldüğü açıkça görülür. M e se lâ altm ış y ıld ır Fran sa’da doğum oranı g ittik ­
çe azalm aktadır.
391 — A d iy a t : 8
392 — F e c r : 20
' (*) L a ik liğ in 50 n c i y ılın ı d o ld u rd u ğ u T Ü R K İY E b v h u s u s ta ib r e t a lın ­
m a s ı g e re k e n b i r d u ru m d a d ır. O sm a n lId a n k a la n n e sille b u g ü n e k a ­
d a r g e le b ile n LAİKLİK a c a b a k e n d i y e tiş tird iğ i n e sile k a ç se n e y a ­
ş a y a b ile c e k le rd ir. (İk b â l Y a y ın la rı)
183
İSLÂM

« Y irm in ci asrın başlarından bu yana Fransız ordusunun kumandan­


ları bedenî kuvvet ve sıh hat yönünden gerilem ektedir.»
A m erikan gen çliğinde de durum böyledir. B irle şik A m e rika D evletleri
Başkanı, a ske rlik çağma gelen altı m ilyon kişiden bir m ilyonunun asker­
liğe e lv e riş li olm adığım ilân etm iştir. A y rıc a A m e rik a lıla rın saplandıkları
e ğ le n celi hayattan dolayı g e n e llikle bünyelerinde bir zayıflam a ve yıpran­
manın olduğu herkesçe bilinen b ir gerçektir.
V iya n a ’dan gelen haberlerde kadınların üçüncü bir cin s haline gel­
dikleri; kadınlıkla iliş k ile r i kalm adığı halde e rke kle şm e d ikle ri, söylenm ek­
tedir. Kadın, e rke kle rle k arışıp erkeğin yaptığı tüm işle ri yapmakta ve
h a sta lık lı olm adığı halde ham ile kalm am aktadır.
İsveç'te evlen en lerin oranı, evli olm ayanlara güre g ittik çe azalmakta
ve m eşru olm ayan çocukların sa y ısı da gün g eçtikçe artm aktadır. E vli­
lik çağma gelen erkek ve kadınların % 20 si hiç evlenm em ektedir. Bura­
da boşama oranı da diğer ülkelerden daha fazladır. Sosyal İşler Bakan­
lığ ının ista tistik le rin e göre, her altı-yedi e v lilik te n biri, boşam ayla sonuç­
lanm aktadır.
Tekrar Fransa’dan m isal verelim : I. Dünya savaşın ın ilk iki yılında
Fransız hüküm etinin zührevi hastalıklardan dolayı hastanelere yatırm ak
m ecburiyetinde kaldığı hasta askerlerin sa y ısı, yetm işb eşbin dir. Orta bü­
yüklükteki b ir kışlada 242 asker ayni anda bu hastalığa yakalanm ıştır. Bu
hastalığın insan n e sli üzerinde olum suz e tk isi vardır. A m e rik a ’da her yıl
otuzbinle kırkbin çocuk irs î yolla gelen zührevî hastalıklardan ölm ektedir.
Günüm üzde kadınla erkek arasındaki c in s î iliş k ile rin % 90 ında fıt­
rata uygun düşm eyen yo llarla geb elik önlenm ektedir. G eri kalan iliş k ile rin
% 5'i de, ge b elikle n e ticele n m işse , çocuk, ç e ş itli yollarla alınm akta ve
doğmadan öldürülm ektedir. Hakim Landsi şö yle diyor: «Am erika'da her
yıl en azından bir m ilyon gebe kadın çocuğunu düşürm ekte ve binlerce-
si de doğumdan hemen sonra onu öldürm ektedir.
A lm a n y a ’da, kızın bakire kalm ası ayıptır. G ebe liğ i ö n le yici ilâç ve
âletler her yerde se rb e stçe sa tılır.
Bütün bunlar, insan neslin in yararına m ıdır?
Bu da gö steriyo r ki, İslâm olm ayınca ne insan nesli ve ne de hayatın
diğer zarûrî ih tiya çla rı tam bir şe k ild e korunabilir.
Netice : İslâm olm ayınca, insan kendi kendisini öldürür, kendi kendi­
sin e zülm eder. G e ç ic i lezzetlerden ne a lırsa alsın, sık ın tıla rla dolu bir ha­
yat ge çirir. İslâmî yaşam ayan toplum larda saadet yoktur. Devam lı olm a­
yan bu dünyada bile daima sık ın tı ve çıkm azlarda bocalar dururlar.

184
İS L A M A G İR M E K O N U S U N D A TAHLİLİ BİR İNCELEM E

İNSAN YA MÜSLÜMANDIR
VEYA KAFİRDİR
«G erçekten biz, Â dem o ğ u lların ı diğer hayvanlar üzerine» üstün k ıl­
dık.» (393)
«G erçekten insanı en güzel bir biçim de yarattık.» (394)
«Ben, onun (Â dem ’in) y a ra tılışın ı tam am ladığım ve ona ruh verdiğim
zurnan, s iz hemen onun iç in secd eye kapanın.» (395)
«O vakti hatırla ki, Rabbin m eleklere: «Ben yeryüzünde (hüküm lerim i
yerine ge tire ce k b ir halife (bir insan) yaratacağım » dem işti.» (396)
«O, o y a ra tıcıd ır ki, yerde ne varsa hepsini s izin için yarattı.» (397)
«G örm ediniz mi ki, A lla h , gö klerdekini ve yerde olanı hep m enfaatiniz
için birer sebep k ılm ış tır. Hem aşikâre, hem g iz li olarak her türlü nim et­
le rin i üzerinize tam am lam ıştır.» (398)
«Ben, in san ları ve c in le ri, ancak bana ibadet e tsin le r diye yarattım .»
(399)
«Biz, em aneti göklere, arza ve dağlara te k lif e ttik de onlar bunu yük­
lenm ekten çe kin diler; ondan korktular da onu insan yüklendi. İnsars (bu
em anetin hakkını gözetm ediğinden) cidden ço k zalim , çok ca h il bulunu­
yor. (400)
«İnsanı b ir menjden yarattı. Bîr de bakarsın ki, o, apaçık b ir m ücade­
le ci olm uştur.» (401)
«Kahrolası (kâfir) insan, ne nankör şey.» (402)

393 — is ra : 70
394 — T in : 4
395 — HİCİr : 29
396 — B a k a r a : 30
397 — B a k a r a : 29
398 — L o k m a n : 20
399 — Z a riy a t : 27
400 — A h z a b : 72
401 — N ahl : 4

185
İ SLÂM

«And olsun asra ki, gerçekten insan, ziyandadır; ancak, iman edip
de salih ameller işleyenler, birbirine hakkı tavsiye edenler ve sabrı bir­
birine tavsiye edenler müstesnadır.» (403)
«Yemin olsun ki, cin ve insanlardan bir çoğunu cehennem için yarat­
tık. Onların kalbleri vardır; bu kalblerle gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır
onlarla görmezler. Kulakları vardır; onlarla nasihat dinlemezlar. İşte bun­
lar hayvanlar gibidir; doğrusu daha sapık ve daha şaşkındırlar. Gâfil olan­
lar da işte bunlardır.» (404)
O halde insan kendisine ve yeryüzü haiifesi olm anın, kâinatın ken­
disi için m usahhar kılınm asının, em aneti taşım asın ın, A lla h ’ın em irle rin i
yerine getirm esinin ve O'na ibadet etm enin sırrıy la yaratıkların en şe re f­
lisid ir. A ncak insanlardan bir kısm ı, ken dileri için yaratılıp onlarla şe re f­
lendikleri şe y le ri yapmazlar. Boylece, gerçek insan ölçüsüne göre hay­
vandan aşağı duruma düşerler. Çünkü onlara verilen , hayvanlara v e ril­
m em iştir. Ü ste lik onlar, bunları doğr»1 olm ayan yollarda ku lla n m ışlard ır
İşte bunun n e ticesi olarak insanlar iki kısm a ayrılm ışla rd ır. K âfir ve müs-
lüman. B irin c isi, kaybetm iştir. İkincisi de kazançlıdır. B irin cisi, in san lığını
eng ellem iştir. İkincisi onu g e rçe k le ştirm iştir. A s ıl yönünden, ik isi de e şit­
tir. A m a değer yönünden e şit d e ğ ild irle r :
«Ey insanlar sizleri bir erkek ve bir dişiden yarattık. Hem de sizi soy­
lara ve kabilelere ayırdık ki, birbirinizi tanıyasınız. Biliniz ki, Allah katın­
da en iyiniz, takvası en ziyade olanınızdır.» (405)
«De ki: «Murdarla temiz bir olmaz; murdarın çokluğu hoşunuza gitse
bile.» (4C3)

«Müslümanları mücrim kâfirlerle bir tutar mıyız?» (407)

— II —

Kâinatı yaratan ve onun sahibi olan Yüce A lla h , yeryüzüne hakim


olm a hakkını m üslüm anlara verm iştir. Yeryüzünün e fend ileri ve sahipleri
onlardır. Yeryüzünün ve bütün insanların hakim iyeti onların o lm alıdır.
Çünkü diğerler,, A lla h 'ın em irlerinden sapm ışlard ır. O nların z e lil duruma
düşm eleri gerekir. O nlara hakim iyet hakkı yoktur

402 — A b ese : 17
403 — A s r S û re s i
404 — A ’r a f : 179
405 — H u c u r a t : 13
406 — M aid e : 100
407 — K a le m : 35

186
İNSAN YA MÜSLÜMANDİR YA KÂFİRDİR

«Tevrattan sonra Zebur’da yazdık ki: «Muhakkak cennet arzına, sâ1


lih kullarım varis olacaktır.» Gerçekten bu Kur’ân’da, muvahhid kimseler
için kâfi bir öğüt vardır.» (408)
«Ey müslümanlar, böylece sizi seçkin ve şerefli bir ümmet kıldık ki,
bütün insanlar üzerine adalet örneği ve hak şahidleri olasınız. Peygam­
ber de, sizin üzerinize şahid olsun - » (409)
«Ey müminler, gevşemeyin ve üzülmeyin. Gerçekten inanıyorsanız,
sizler üstünsünüz.» (410)
«Halbuki kuvvet ve üstünlük Allah’ın, Resûlünün ve müminlerindir;
fakat münafıklar bilmezler.» (411)
«O kendilerine kitap verilenlerden, Allah’a ahiret gününe inanmayan
Allah’ın ve Peygamberin haram ettiği şeyi haram tanımayan ve hak dini­
ni (İslâmî) din edinmeyen kimselerle; onlar hor ve küçülmüş oldukları hal­
de kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.» (412)
«Müminlere karşı yumuşak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve başları
yukarıdadır; Allah yolunda mücadele ederler, dil uzatanın kınamasından
korkmazlar.» (413)
«Fitneden eser kalmayıncaya ve din de yalnız Allah’ın oluncaya ka­
dar o müşriklerle savaşın.» (414)
Y üce A lia h yeryüzünün, O'nun hakim iyetine boyun e ğ d irilm e sin i m üs­
lüm anlar üzerine farz k ılm ıştır. Yeryüzünde bir karış veya tek bir kâfir b ile
İslâ m ’la hükmeden m üslüm anların - boyunduruğunun dışında kalm ayacak­
tır. M üslüm anların gücü yeterli o ld u ğ u halde A lla h ’ın hakim iyetine boyun
eğmeyen bir karış toprak veya bir tek kâfir kalsa, m üslüm anlar onun için
A lla h ’ın h u zu ru n d a s o r u m lu d u r la r . M üslüm anlar, devam lı bir cihad iç e ri­
sinde olm a lıdırla r. Ta ki, ancak A lla h 'ın hüküm lerinin üstün olm ası gibi
yüce bir hedefe ulaşabileler.
«Allah yolunda düşmanla savaşın ve bilin ki, Allah kemaliyle işitici-
dir, bilicidir.» (415)
Şu iki durumu biribirin den ayırm ak gerekir: K â firi A lla h ’ın hakim iye­
tine boyun eğdirm ek ve A lla h ’ın dinine girm esi için onu zorlam ak. B irin ci
durumu A lla h bize e m retm iştir. Am a, İkincisini haram k ılm ış tır. İslâm ’a g ir­
me konusunda insanları zorlayam ayız. «Dinde zorlam a yoktur.» A n ca k
408 — E n b iy a : 105
409 — B a k a r a : 143
410 — Â l-i İm r a n : 139
411 — M ü n a f ik u n : 8
412 — T ev b e : 29
413 — M a id e : 54
414 — B a k a r a : 193
415 — B a k a r a : 244
187
İSI.ÂM

putperest araplar hariç. Putperestliği devam e ttirm elerine müsaade e d il­


mez.

— III —

Problem, insanın kendisini cansızlar, b itk ile r ve hayvanlar derece­


sinde tutm asıdır. Yani insan, A lla h ’ın huzurunda sorum luluktan kaçm akla
kendisini onlara benzetm ektedir. Hayvan gibi o da, her yaptığını hür ve
se rbe st olarak yapmak ister. Halbuki yüce A lla h cansızları, b itkile ri, hay­
vanları ve kâinattaki her şeyi insana has k ılm ıştır.
«O, o yaratıcıdır ki, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı.» (416)
«Görmediniz mi ki, Allah, göklerdekini ve yerde olanı hep menfaati­
niz için birer sebep kılmıştır. Hem aşikâre ve hem gizli olarak her türlü
nimetlerini üzerinize tamamlamıştır.» (417)
A lla h (C.C.) insanı her şeyde se rb e st bırakm am ıştır. Ona v e rd ik le ­
rine k a rşılık kendisine kulluk etm esini iste m iştir :
«Ben, insanları ve cinleri, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.»
(418)
Kâfir, bu hakikati anlam ayı, A lla h ’a boyun eğm eyi ve O ’nun huzu­
runda sorum lu olm ayı istem ediğinden, Y üce A lla h m üslüm anlara, O ’nun
şeriatı ve adı hesabına bu kâfiri O'nun düzenine boyun eğd irm elerini farz
k ılm ıştır. M üslüm anlar, kâfirin kaçtığı hakikatin en azına boyun eğm esi
için onu m ecbur tutacaklar ve isted iğ i dinde kalma se rb e stiye tin i de ken­
disine tanıyacaklardır. Biri ç ık ıp İslâm ’ın dışında olan bir şeyle bazı in­
sanların A lla h ’a boyun eğd iklerin i iddia edebiiir. Ona deriz ki: A lla h 'a bo­
yun eğmek, ancak, A lla h ’ın isted iğ i yoldan gitm ekle olur. Bu yolu da,
R esûlüllah (S.A.V.) bize g ö ste rm iştir. A y rıca A lla h 'ın m üslüm anlara farz
kıldığı, kâfirlere hakim olma durumu, hem m üslüm anların ve hem de kâ­
firle rin yararınadır. K âfirler, bu hakim iyetten kurtulup hevalarıyla kendi­
lerini idare etmeğe kalkışın ca bu, insan hayatının harap olm ası ve insa­
nın şekavete düşm esi dem ektir. Bunu m ukaddim ede m is a lle riy le anlat­
m ıştık.

— IV —

Etrafa baktığım ızda, kuvvetin hakka hakim olduğunu görürüz. Adalet,


arkasında kuvvet olunca ancak g e rçe kleşir. C e sa retin yanında zulüm var­
dır. Eskiden de, şim di de olan budur.
416 — B a k a ra : 29
417 — L o k m a n : 20
418 — Z a riy a t : 56

188
İNSAN YA MÜSLÜMANDIR YA KÂFİRDİR

Tekrar etrafa baktığım ızda, dün olduğu gibi bugün de en ucuz şeyin
insan olduğunu görürüz. V a rlığ ın ın zarurî ih tiyaçlarının tamam ı veya bü­
yük bir kısım başka kim selerin hesabına yok e d ilm iştir.
H içb ir m illetin tarihinde adalet, kuvvete hakim olam am ış, ce sa re t ve
rahmet bir arada yürüm em iş ve hak her şeyden daha se v im li olam am ıştır.
A n ca k İslâm ’ın hakim olduğu de virle r hariç... Evet, İslâm hakim olunca
durum değişiyor. Sem erkent Kadısı, Sem erkentli kâfirlerin lehine ve müs-
lüman askerlerin aleyhine hüküm veriyor. M üslüm an askerler de bu hük­
me itiraz etm iyor. M üslüm an kadı, m üslüm anların halife sin in aleyhine ve
kâfirlerin lehine hüküm v ere b iliy o r İslâm tarihinde. Ü lk e le r fetheden ce su r
m üslüm anın ce sa re tiyle şefkati ancak bir arada yürüyebiliyor.
M üslüm anların mağlup e ttik le ri her m ille t b ilir ki, din konusunda ken­
disin e bir baskı yap ılm am ıştır. İnsanı koruyan en iyi düzen İslâm düzeni­
dir. Bu düzende ne bir din hor görülür, ne akıl yok e dilir, ne can öldürü­
lür, ne mal gasb e d ilir ve ne de nesle değer verm em eziik e dilir.

— V —

Şim di de daha önce an lattıklarım ızı özetlem ek istiyo ruz :


1 — A lla h her şeyi insan için yaratm ıştır.
2 — Bunun k a rşılığ ı olarak, görünen yaratıklar içe risin d e sorum lu
olan sadece insandır.
3 — Sorum luluklarını yerine getirm e ve getirm em e konusunda in­
sanlar iki kısım dır: a - Kâfir., b -M ü m in .
4 — A lla h (CC.), kâfirlerin O ’nun hakim iyetine boyun eğm eleri için
m üslüm anlara cihadı farz kılm ıştır.
5 — Bu boyun eğme, gerçekte dünya ve ahirette tam bir şe kild e müs-
lüm anların ve bazı yönlerden de kâfirlerin yararınadır.

— Vi —

O halde İslâm olmadan, yeryüzündekiler için gerçek barış yoktur.


Yeryüzündekiier, ancak İslâm ’a girm ek veya ona boyun eğm ekle müslü-
m anlarla bir arada, barış içe risin d e yaşa yab ilirle r. Veya m üslüm anlar ba­
rış iç e risin d e yaşam ak m ecburiyetinde kalır; en azından barışı daha ya­
rarlı görürlerse, barış devam eder. Onun için Kur'ân-ı K e rim ’de barışın İs­
lâm m anasında kullanıldığım görüyoruz :
«Hepiniz «silm’e (İslâm’a, barışa) g irin ...» (419)

419 — B a k a ra : 208

189
I s l A m

«Sîze İslâm selâmı veren kimseye, sen mümin değilsin demeyin...»


(420)
Yeryüzünde A lla h 'ın hükmüne boyun eğm eyen bir karış toprak kal­
dıkça savaş d evam lıdır :
«Ey müminler, önce kâfirlerden size yekin olanlarla savaşın. Onlar,
sizde, şiddet ve kuvvet bulsunlar...» (421)
«Fitneden eser kalmayınca ve din de yalnız Allah’ın oluncaya kadar
o müşriklerle savaşın. Vaz geçerlerse, artık düşmanlık ancak zalimlere
karşıdır.» (422)
A lla h ’ın hakim iyetine boyun eğmeyen bir insan kaldıkça fitne vardır,
dem ektir. A lla h 'ın sözünün üstün olm ası için yeryüzünün O ’nun hakim i­
yetine boyun eğm esi gerekir. Sapıklıktan daha büyük fitne o la b ilir m i?
Daha önce anlattıklarım ızdan, insanların iki kısım olduğu n e ticesi ç ı­
kıyor :
1 — M üslüm anlar,
2 — K âfirler.
K â firle r de üç k ısım d ır :
a — M üslüm anların him ayesine girerek A lla h 'ın hakim iyetine boyun
eğenler.
b — B ir m aslahat için m üslüm anlarla antlaşm alı olanlar.
c —- M üslüm anlarla aralarında antlaşm a bulunmayan ve müslüman-
ların him ayesinde olm ıyan lar ki bunlar, m uharip olanlardır.
M üslüm anlar tek bir üm m ettir. «M üslüm anlar adalet sahibidir. O nlar­
dan aşağı olanlar, onların him ayesinde adaletle idare e d ilirle r. M ü slü ­
manlar, m üslüm an olm ayanlardan üstündü1'.» «M üm inlerin birb irle rin e kar­
şı sevgi, acım a ve şe fk a tle ri bir vücud g ib id !r, Vücudun bir org an ı rahat-
sızlaştığ ın d a vücudun diğer o rg a n la rı uykusuzluk ve ağrıyı duymada ona
ortak olurlar. M üslüm anlar da, öyledir.» « M üm in, mümin için bir bina gi­
bidir. Bir kısm ı, diğerini destekler. R esûlüilah (S.A.V.) bunu söylerken,
parm aklarını birb irine geçirdi.»
«Size verilmiş bulunan şeyler hep dünya hayatının geçici malıdır.
Allah katında olan ise, daha hayırlı ve daha devamlıdır. O kimseler için
hayırlıdır ki, iman etmişlerdir ve Rablerine de tevekkül ederler. O kim­
selerdir ki, büyük günahlardan ve açık rezaletlerden kaçınırlar, öfkelen-

420 — N isa : 94
421 — T ev b e : 123
422 — B a k a r a : 193

190
İNSAN YA MÜ5LÜMAMDIR YA KÂFİRDİR

dikleri zaman da, onlar kusur bağışlarlar. O kimselerdir ki, Rablerine itaa-
ta icabet etmişler ve namazı gereği üzere kılmışlardır. İşleri de hep ara­
larında şûrâ iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar.
O kimselerdir ki, kendi haklarına tecavüz vaki olduğu zaman, onlar yar­
dımlaşırlar ve intikam alırlar.» (423)
«Halbuki kuvvet ve üstünlük, Allah’ın, Resulünün ve müminlerindir;
fakat münafıklar bilmezler.» (424)
«... Müminlere karşı yumuşak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve baş­
ları yukarıdadır...» (425)
A ncak A lla h ’ın hakim iyetine boyun eğen ve m üslüm anların him ayesi­
ne giren kâfirler, m üslüm anların zim m etine g ire b ilirle r.
H er kâfir için zim m î akdi y a p ıla b ilir mi?
Bazı fa kîh le r zim m îliğ i ta h sis etm iş, bazısı da u m u m ile ştirm iştir. Ama
uygulama, um umî olm uştur. Bundan hariç tutulan sadece m üşrik araplar
olm uştur.
Hanbeli fakîhler zim m et konusunda şöyle derler :
«Zimmet, ancak, ehl-i kitap veya M e c u sîle r gibi ohl-i kitaba benziyen-
ierle akd ed ile bilir. H alife onların kötülüklerinden emin olduğu ve şu dört
hükme uymaya söz ve rd ik le ri takdirde onlarla zim m et akdini yapar :
Birincisi : C izye yi, zelilane ve hazır ödem eleri.
İkincisi : İslâm dininden sözettiklerind e, iy ilik le sözetm eleri.
Üçüncüsü : M üsiüm anlara zarar verecek şe y le ri yapm am aları.
Dördüncüsü : Can, ma! ve namus konusunda İslâm î hüküm lerin onla­
ra da uygulanm ası ve zina gibi onlarca da haram kabul edilen şeylerde
had uygulanm ası, ancak alkol gibi onlarca helâl olan şeylerd e serbestir-
ler.
Kadından, erke klik ve kadınlığı belli olmayandan, çocuktan, deliden,
papazdan, körden, ihtiyardan ve m anastıra çe k ilm iş rahipten cizye alınmaz.
C izye yi verm ekten, ze lil görünm ekten veya hüküm lerim ize uym ak­
tan kaçman, m uslüm an bir kadınla zina eden veya onu nikâhlayan, yol
kesen, A lla h ve Resûlünü kötülükle anan, bir m üslüm anı öldürm ek veya
onu dininden uzaklaştırm ak şeklinde haddini aşan kim se ahdini bozm uş­
tur. D evlet başkanı muhayyerdir; onu e sir edip m alını fe y ’ olarak alabilir.
Bu duruma düşen zim m înin kadın ve ço cuklarının ahdi bozulmaz.» (426)

423 — Ş û r â : 36-39
424 — M ü n a fik u n : 8
423 — M aid e : 8
426 — Bu n ıe tû ı «D eiü u t-T alib » adlı k i t a p t a n a lın m ıştır.

191
I SLÂM

Buna göre eh!-i zim m etin devlet m em uriyeti alma, şûrâya katılma,
id a re cilik yapma ve m üslüm an devletin başkanını seçm e hakları yoktur.
Bazı zarûretlerden dolayı ken dilerin e devlet m em uriyeti v e rile b ilir. Ancak
bu görevi yürütürken m üsiüm anlar üzerinde idareci olmama şartı vardır.
Çünkü zim m et akdinin şartlarından biri, m üslüm anlara karşı z e lil durum­
da olm alarıdır. M üslüm anların bulunduğu bir m e cliste başa geçm em eleri
bu z ille tin gereğidir. M üslüm anlara önce kendilerinin selâm verm esi y i­
ne bu z ille tin gereklerin dend ir. Peygam ber (S.A.V.) şöyle buyurur: «Ya­
hudi ve hıjiistiyaııfara önce siz selâm vermeyin. Onlardan biriyle yolda
karşılaştığınızda (şayet yol kalabalık ise) onu en darından geçmeğe mec­
bur edin.» Buna k a rşılık d in le rin i d e ğ iştirm e le ri için m üsiüm anlar onları
zorlıyam azlar. «Dinde zorlama yoktur.» O nlarla en güze! şe k ild e ta rtışa cak­
lar: «D üşm anlıkta ile ri gidenler m üstesna olm ak, üzere, Yahudi ve hıristi-
vanlarla en güze! şe k ild e tartışın.» (427) O nların nam uslarına tecavüz et-
m iyecekler. «Kim b ir zim m iye eziyyet ederse, brma eziyyet etmiş gibidir.»
Başka bir hadiste de şöyle buyurulur: «Allah (C.C.), kendilerine düşeni
verdikleri halde ehl-i kitabın kadınlarını vurmanızı, meyvelerini yemenizi
helâl kılmamıştır.»
M üslüm an fakîhler der ki: «Bir müslüm an bir zim m înin domuzunu
öldürür veya iç k isin i dökerse, onu öder. Am a bir zimm? bir m üslüm anın
domuzunu öldürür veya iç k isin i dökerse k a rşılığ ın ı ödemez.»
Z im m îie rin m üslüm an devlete cizye ödem eleri bir bakıma z ille tle ri­
ne bir işa re t olduğu gibi diğer bakımdan da İslâm ’ın adaletine bir işa ­
rettir. Çünkü cizye, aske rî yönden onları koruma karşılığın da alınır. Böy-
lece zim m île r savaşm akla sorum lu tutulm azlar. Sorum lu tutulm am aları
adaletin gereğidir. Çünkü savaşm ak, İslâm ’da bir ibadettir. Şayet onları
bizim le beraber savaşm ağa m ecbur tutarsak, inançlarından olmayan bir
şeyle onları sorum lu tutm uş oluruz. Ama bizim le beraber düşmana karşı
savaşm ak iste rle r ve bizim de onlara güvenim iz olursa, o zaman onlar
da cizye ödem ezler. N itekim bu, tarihte olm uştur.
Bize cizye verm ek üzere bizim le antlaşm a yapan, hüküm lerim izi ka­
bul eden ve bizim de onlardan bu durum larını kabul ettiğ im iz kâfirin hük­
mü budur.
Hükmümüzü kabul etmeyen ve bizim de yararım ız olduğu için kendi­
le riyle ateşkes antlaşm ası im zaladığım ız kâfirlere gelince, bunlarla ancak
b e lirli bir zaman için ateşkes antlaşm ası im za lıyab iliriz. Bu müddet içe­
risin de onlar antlaşm ayı bozm adıkça, biz bozamayız: «Ancak muahede
yaptığınız müşriklerden sözleşme şartlarına size hiçbir noksanlık etme­
miş ve aleyhinizde hiç kimseye yardım yapmamış olanlar müstesnadır. Bu
427 — A n k e b u t : 46

132
İNSAN YA MÜSLÜMANDIR YA KÂFİRDİR

sadakati gösterenlere, sözleşme müddetleri bitinceye kadar ahidlerini ta-


mamiyle yerine getirin. Çünkü Allah, haksızlıktan sakınanları sever.» (428)
Üçüncü s ın ıf kâfirlere gelince, bunlarla aram ızda ne b ir antlaşm a ve
ne de bir akit bulunanlardır. Bunlarla aram ızda sadece savaş vardır. Ba­
rışm adan ve antlaşm a imzalam adan onlara galip g e lirse k m allarının hepsi
bizim için ganim ettir. Kadın ve ço cukları da köledir. Buluğ çağına erm iş
olanlarla sava şçıların a gelince, Hanbeli m ezhebine göre devlet başkam
m uhayyerdir; onları ya öldürür, ya köle eder, ya k a rş ılık lı veya k a rş ılık ­
sız se rbe st bırakır. Veya m üslüm an e s irle rle değiş-tokuş e d ilirle r. A ncak
en fayd alısı hangisiyse, devlet başkanı ona uymak m ecburiyetindedir.
Yüce A lla n şöyle buyurur :
«Onun için savaşta kâfirlerle karşılaştığınız zaman, hemen boyunla,
rını vurun; nihayet onları mağlup ve perişen bir hale gstirdiğiniz zaman,
bağı sağlam bağlayın. Sonra da ya lütfedip salıverirsiniz, yahut fidye alır-
siniz. Savaş ağırlıklarını bırakıncaya kadar, budur.» (429)
Bu âyetin te fsirin d e â lim le r şöyle d e rle r :
Ş a fii ve H a n b e lîle ı, devlet başkam nın onları öldürm e, köle yapma,
k a rşılık s ız veya k a rşılık lı bırakm a hususlarından birin i yapm akta se rb e st
olduğunu sö ylerler.
H anefîler de şöyle derler: D evlet başkanı d ile rse onları öldürür. D i­
lerse köle yapar. A y e t ise, m e nsuhtuı.
Buna göre onlarca m utlak olarak k a rş ılık s ız sa lıverm ek haram dır.
Çünkü daha önce olduğu gibi tekrar darü'l-harbe döneceklerdir. M a lik î ve
H anb elîlere göre de durum böyiedir. S a file r ise, darü’l-harbe d ö n se le r de
k a rşılık s ız s a lıv e rilm e le rin i caiz görm üşlerdir.
Fıkıh ve te fs ir kitaplarında m esele etraflıca a n la tılm ıştır. Daha fazla
bilgi edinm ek istiyen bu kitaplara m üracaat etsin.
Bu konuyu şu şe k ild e ö z e tliy e b iliriz :
1 — K âfirleri A lla h ’ın hakim iyetine boyun eğdirm ek için müslüman-
ların cihad etm eleri farzdır.
2 — K â firle rle cihad, ancak şu üç te k lif yapıldıktan sonradır :
a — M üslüm an olm aları,
b — M üslüm anlara cizye verm eleri,
c — Veya savaş.
3 — M üslüm an oldukları takdirde lehim izde ne varsa, onların da le­
hinedir. C izye ye razı oldukları takdirde, onlarla ne m iktar üzere antlaş­
m ası yap ılm ışsa, o alınır. M al ve canlarına tecavüz edilem ez. Şayet bun-
428 — T ev b e : 4
429 — M u h a m m e d : 4

193
İSLAM

lardan yüz çe v irirle rse , netice savaşm aktır. A lla h (C.C.) o zaman kadın
ve çocukların ı köle edinm em izi helâl k ılm ıştır. Onları da ya öldürür veya
köle ediniriz. K a rş ılık s ız se rb e st bırakm ak istesek, bunda da herhangi bir
sakınca yoktur. S e rb e st bırakm adığım ız takdirde kadınları ve m alları müs-
lüman askerlere taksim edilir. D evlet başkanı d ile rse onları e sir de ede­
bilir.
Tarlalarına gelince, bazı âlim le rin sö ylediğ i gibi devlet başkanı mu­
hayyerdir. Tarlalarını ya orayı fetheden m üslüm an askerlere dağıtır veya
eski sa hip le rinin elinde bırakır. O nlar da buna k a rşılık m üslüm anlara ha­
raç öderler. Bu m e se le le rle ilg ili malumat, fık ıh kitap larıyla bu konularda
yazılm ış kitaplarda etraflıca anlatılm aktadır. Bu m ese le le rin geniş ş e k li­
ni o kitaplarda bu labiliriz.
K â firle ri köle edinm em izi büyük görenler aldanıyorlar. Bu kim seler,
onların inkârcı tutum larını niye büyük görm üyorlar da, köle e d in ilm e le ri­
ni büyük görürler? A lla h ’a kul olm ayı kabul etm eyen, insan köle olm ayı
hakketm ez m i? Bununla beraber onlara uygulanan köleliğin, bütün beşer
düzenlerinin e sirle re uyguladıkları m uam elelerden daha şe fka tlice d ir. Bu­
nu da dikkatlerden uzak tutm am alıyız. Hem unutm ayalım ki onları köle
edinmek, m üslüm anların m uhayyer oldukları yollardan biridir. İctihadların
bir çoğuna göre devlet başkanı başka bir yol takip etm ek isterse, kapı açık­
tır. Bu arada köle edinenlere İslâm düzeninin gösterdiği şefkati anlatmak
istiyoruz. Bu konuyu şu şe kild e ö z e tliy e b iliriz :
1 — E sir kadın, taksim i yapıldıktan ve ham ile olup olm adığı belli o l­
sun diye te m izliğ i bir hayızla sabit olduktan sonra ancak bize helâl olur.
Şayet ham ile olduğu ortaya çıkarsa, çocuğunu doğuruncaya kadar sahibi
ona yanaşamaz.
2 — E sirle ri, büyük-küçük fatihlere dağıtıldıktan ve kim in, kim in m ül­
kü olduğu belli olduktan sonra, sahibi yiye ce k ve giyecek konusunda ken­
di şahsıyla e şit tutacaktır. Bir de gücünün yetm ediği şe y le ri ona vükle-
m eyecektir. «Onlar sizin kardeşlerinizde. A lla h onları, elinizin altında hiz­
metçiler (köleler) kılmıştır. Kimin kardeşi elinin altında ise, yediğinden
yedirsin, giydiğinden giydirsin ve gücünün yetmediği şeyi ona yükleme­
sin. Onlara böyle bir şey teklif ettiğinizde, onlara yardım edin.»
3 — Sahip lerinin onları vurm aları caiz değildir. Onlardan kim vuru­
lursa, vuruluşunun keffareti, âzâd e d ilm esid ir. D eğilse, onu vuran A lla h
huzurunda sorum ludur.
4 — Köleye, değerli bir insan m uam elesi g ö ste rilir. Onu çağırırken
bile... Peygam ber (S.A.V.) şöyle buyurur :
«Sizin biriniz kölem demesin. Köle de ona sahibim demesin. Sahip,
kızım oğlum desin. Köle de, efendim, desin.»
194
İNŞAM YA MÜSLÜMAND1R YA KÂFİRDİR

5 — Köle kadın m ü^ljm an veya ehl-i kitaptan olunca sahibi onun­


la m ünasebet kurabileceği gibi, m ü lkiyeti kendisine olm akla beraber baş­
ka b iriyle de e vlen d ire b ilir. Bu durumda kendisi ona yaklaşam az. Kadını
başka b iriyle evlendirm ez ve kendisinden kadının çocuğu o lursa artık o
kadını başkasına satam az ve kendisi kadından önce ölürse, kadın dire kt
âzâd e d ilm iş olur. Hür kadınların tüm haklarına kavuşur.
6 — Kölelerden hürriyeti istiy e n le r için İslâm iyet kapıyı açık tu t­
muştur. Köle e fe n d isiy le b e lli b ir m iktar üzere an laşır. Ç a lışa ra k o m ik­
tarı b iriktirir. B elirlenen m iktarı b irik tirip efendisin e verd ikten sonra hür­
riyetine kavuşur.
Buharî rivayet eder kİ :
«Sîrin, hürriyetine kavuşm ak için E n e s’le anlaşm ak isted i. En e s’in
m alı çoktu ve S îr in ’in te k lifin i reddetti. S îrin , Hz. Ö m er'e giderek duru­
mu anlattı. Hz. Öm er, Enes’i davet etti ve onunla an laşm asını istedi. Enes,
onun da te k lifin i reddedince, Ö m er ona kam çıyla vurarak şu âyeti okudu:
« K ölelerinizden m ükâtebe (para kazanıp e fend isin e verm ek su retiyle âzâd
olmak) istiy e n le ri de, eğer ken dilerin de bir hayır b iliy o rsa n ız, hem en kita­
bete bağlayın ve onlara A lla h 'ın size verd iği m alından verin.» (430)
7 — K ö le le rin hürriyete kavuşm aları için Y ü ce A lla h zekâttan b ir pay
ay ın rııştır. Hata ile öldürm e, zihar, yem in, Ramazanda kasden orucu boz­
ma gibi hareketlerin keffareti olarak bir köleyi âzâd etm eyi e m retm iştir.
A y rıca, kölenin k a rş ılık s ız olarak âzâd e d ilm esi övülm üştür :
«Fakat o, çe tin işe atılm adı; (kendisine v erilen bunca nim ete şü kre t­
medi) B ild in m i o çe tin iş ne? O, köle âzâd etm ektir.» (431)
Hem erkekler, hem kadınlar ve hem de ço cuklar açısından sa va ş e s ir­
leri m e se le si üzerinde durulunca bu yoldan daha âdil bir volun olm adığı
ortadadır. Onlardan hiç biri canını ve in san lığın ı kaybetm iyor. A y rıc a ya­
vaş yavaş İslâm devletinin iyi b ir vatand ışı olm ası için zem in h a zırlan ı­
yor ve hürriyetine kavuşm ası için her zaman kapılar açık bıra kılıyor.
Günüm üzdeki savaş e sirle rin in durum larını görüyoruz. Ç e ş itli işk e n ­
ce ve ızdırap çe ktirm eler. En azından insan m uam elesi görm üyorlar. H ele
ken dilerin i e s ir eden devletin vatandaşı olmak, h içb ir şe k ild e mümkün o l­
mam aktadır. İslâm istiyen kölele rin hürriyete kavuşm aları için kapıyı açık
bırakm akla beraber, k ö le lik m ü esse se sin i tamam en kald ırm am ıştır. Çün­
kü m üslüm anlarla k â firle r arasında savaş devam ettiği m üddetçe, bu mü-
e ssesen in varlığ ı, m üslüm anların yararınadır. Bunun böyle olm ası, g e re kli­
dir de.
M e h ir'e gücü yetm eyen bir cariye ile e vlen ir. Veya bir cariye satın alır.

430 — N u r : 33 (B u h a ri’d e n )
431 — B eied : 11-13
195
İ SLÂM

B irçok iş sahası, tamamen kapalı olmayan kadınların varlığ ın ı gerek­


tirir. C a riye le r, bu görevleri yerin e getirecek sın ıftır. Çünkü İslâm iyet, ca-
riyenin hür kadın gibi örtünm esini em retm em iştir. Onun, göğsüyle dizle­
rinin altı arasını örtm esi yete rlid ir. A n ca k fitneniı doğm asından korku­
lursa, o zaman onun da örtünm esi gerekir.
Yüce A lla h şöyle buyurur :
Sizden her kim, hür olan mümin kadınları nikâh edecek bir zenginliğe
kudreti olmazsa, ona da ellerinizin altındaki mümin cariyelerinizden efen­
dilerinin rızasıyla nikahlamak var. Allah, imanınızı çok iyi bilendir. Hep
birbirinizdensiniz... (432) Sonra şöyle buyurur : «Allah size bilmedikleri­
nizi bildirmek, sizden öncekilerin yollarını size göstermek ve tevbelerini-
zi kabul etmek ister. Allah’ın her şeyi kemal üzeredir, yegâne hüküm ve
hikmet sahibidir. Allah, sizin tevbelerinizi kabul etmek ister. Halbuki şeh­
vetlerine uyanlar sizi doğru yoldan büyük bir meyi ile harama götürmek is­
terler.» (433)
H er ferdi zina eden toplum, fe rtle rin in ancak helâl yollardan şehvet­
lerini kullanm alarına müsaade eden toplum gibi ca riye le re ihtiyaç duymaz.
Şu anda k ö le lik yoktur. Hür bir insan durup dururken köle yapılam az.
A ncak hangileri olursa olsun k âfirlerle savaşa girip e rkeklerini öldürürsek
kadın ve çocuklarına ne yaparız? B iri çık ıp devletin onlara bakacağını sö y­
le yeb ilir. Biz de, buna şöyle deriz: «Devletin kendilerine bakm ası ya bir
karşılığın da olaca ktır veya k a rşılık s ız olacaktır. K a rş ılık s ız da olsa dev­
letin kendilerine bakacağını kabul edelim . Bu durumda, bu kadınların şeh­
vetleri nasıl tatm in edilecektir. Zina yoluyla m ı? Bunu kabullenm em iz
mümkün mü?» Biz, en iyi çözüm yolunun, kadın ve çocukların köle olarak
müslüm an askerlere dağıtılm aları ve kölenin İslâm ’da tabi tutulduğu sta­
tüye tabi tutulm alarıdır. A y rıc a hürriyet yolu onlar için her zaman açıktır.
Bu konuyu bitirm eden önce önem li bir noktaya dokunmak iste riz :
İslâm ’ın dışındaki düzenlerde en basit ceza, İslâm dakinin en yükse­
ğinden daha şid d e tlid ir.
İslâm'da kölenin cezası, hür olan kim senin cezasının y arısıd ır. Hür
olanın sorum lulukları da daha çoktur. M eselâ, cuma nam azıyla hacca g it­
mek köleye farz değildir. Daha önce gördüğümüz gibi köle kadının avreti,
göğsüyle diz kapakları arasıdır. Hür kadınınsa, bütün vücudu avrettir.
N etice olarak: M üslüm an devlet başkanm ın e sirle ri öldürm e, köle yap­
ma k a rşılık lı veya k a rşılık s ız olarak se rbe st bırakm a durum ları arasında
m uhayyer olduğunu daha önce b e lirtm iştik. D evlet başkanı duruma göre
köleliğin yasaklandığını görürse İslâm 'ın genel hedeflerinden b irin ir köle­
leri hürriyete kavuşturm a olduğunu dikkate alarak kö leleştirm enin d ışın ­
daki yollardan birini seçer. *
196
İNSAN

ERKEK, KADIN
İslâm gelm eden önce kadının hakikati araştırılıyo rdu . Kadın insan
m ıdır, değil m idir? Ruhu var m ıdır, yok mudur? Ruhu varsa necis m idir,
şe rir m idir? Hatta bazı e ko lle r kadının da erkek gibi A lla h ’ın em anetini
taşım ağa ehil olm adığını ile n sürerek A lla h huzı,.unda yalnız erkeğin so ­
rumlu olduğunu iddia ederlerdi. Bazı görüşlerde de, ilk günahtan sorum ­
lu olanın kadın olduğu ile ri sürülür.
Bu konuda İslâm şunları ilân etti ■
a — Kadın, in san lık açısından tamamen erkeğe e ş ittir .
«Ey insanlar, sizleri tek bir şahıstan yaratan, o şahıstan da eşini vü­
cuda getiren, ikisinden bir çok erkeklerle kadınlar üreten...w (434)
«Hep birbirinizden siniz, din yönünden erkek ve dişiniz birdir...» (435)
b — Kadın da, erkek gibi A lla h huzurunda sorum ludur :
«Gerçekten Allah’ın emrine boyun eğen bütün erkekler ve kadınlar,
mümin erkekler ve mümin kadınlar, ibadete devam eden erkekler ve ka­
dınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden
kadınlar, mütevazi erkekler ve mütavazi kadınlar, sadaka veren erkekler
ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırz­
larını koruyan erkekler ve kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve ka­
dınlar (var ya), Allah bunlara bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırla­
mıştır.» (436)
«Ey Peygamber, mümin kadınlar, Allah’a hiç bir şeyi ortak koşma­
mak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek çocuklarını öldürmemek, elleriy­
le ayakları arasında bir bühtan uydurup getirmemek herhangi bir iyilik
hususunda sana isyan etmemek üzere sana söz verdikleri zaman, biatla-
rım kabul et. Onlar için Allah’tan mağfiret dile...» (437)
c — Kadın erkekten daha çok A lla h ’tan korkarsa, A lla h ’/n yanında
erkekten daha efdaldir. *
432 — N isa : 25 433 — N is a : 26-27 434.— N isa : 1
435 — Â l-i İm r a n : 195 436 — A h z a b : 35 437 — M ü m ta h in e : 12
* (B u a n c a k h a r p le r in o r ta d a n k a lk m a s ı ile o la b ilir. H a rp le r in d e v a m ı h a lin d e
k ö le lik m ü e s se se s in in ilg a sı m ü m k ü n d e ğ ild ir. H a rp e s iri o la r a k tu tu k la n a n k im ­
s e le r y a b u y u r g it t e k r a r b a n a k a rş ı b ü tü n g ü c ü n le g e l d e rc e s in e v e a p ta lc a s ın a
s e r b e s t b ır a k ıla c a k y a h u t k a f ir (R o m a v.s h u k u k u n a g ö re ) s e n e le rc e b ir a d a d a
y a h u t k a m p la r d a h a y v a n la r a b ile ta tb ik ed ilm e si iğ re n ç m u a m e le ile k a r ş ıla ş a c a k
y a h u t b u k o n u d a İsla rn m k ö le lik m ü e s se se s in in h u k u k u n u iş le te c e k tir.
D oiayısı ile h a r p b u lu n d u ğ u s ü re c e k ö le lik n ıü e sse sid e z a r u r e ttir . Bu h u s u s a
İsla m h u k u k u n u n d ış ın d a n a m u s lu v e in s a n h a y s iy e tin e y a r a ş ır b ir ç ö z ü m h iç b ir
n iz a m g e tirm e m iş tir). (İk b a l Y a y ın e v i)
197
İ SLÂM

d — Kadının bağım sız b ir şa h siye ti vardır. M ü lk sahibi olur. M ülkün­


de tasarru f eder. Satar, satın alır. Evlenir. Buluğ çağına erdikten sonra
kim se izni olm a ksızın onu evlendirem ez. K e n d isiy le d a n ışılın ca görüşü­
nü açıklar. Tartışm alara g iriş ir. Başkasına m irasçı olduğu gibi, başkaları
da ona m ira sçı o lur :
«Erkeklerin kendi kazandıklarından bir payı, kadınlarında kendi kazan­
dıklarından bir payı vardır.» (438)
«Eğer ana ve baba, aralarında danışma ve rıza ile iki sene doldurma­
dan çocuğu memeden kesmeyi arzu ederlerse, ikisine de günah yoktur.»
(439)
e — Kadının İlim öğrenm eğe hakkı vardır. Farz-ı ayin durumunda
olan ilm i elde etm esi ise, farzdır.
f — Kadının a lış v e riş yapma hakkı vardır. Gücünün yettiği hususlar­
da a lış v e riş in e kim se engel olam az. A lla h 'ın çizd iğ i sın ırlard a y aratılışın a
uygun işle rd e ç a lışır. Bu m e se le le ri ile rid e anlatacağız.

— II —

A n ca k kadın her nekadar in sa n lık açısın dan erkekle e şit ise de, yara­
tılış ı bakım ından erkekle bir değ ildir. «Erkek kadın gibi değildir.» Kadının
vücud organları, d e risi, hü creleri, se si, beyni, bazı m addeleri ifrazı erkek­
ten ayrıdır. Kadın iddet görür, erkek görmez. Kadın ham ile olur, erkek
olmaz. Çocuğu dokuz ay karnında kalır. Doğumdan sonra çocuğun rızkı
kadının yanındadır. Onu em zirir. Ona bakar. Çocuğu, yaratıkların en âci-
zi olduğu iç in uzun müddet bakılm ağa m uhtaçtır. Henüz b irin ci çocuğun
bakım ından kurtulm am ışken ik in cisin e d e gebe kalır. Bütün bunlar sadece
kadım ilg ile n d irir. Erkek bir kaç tohum eker, ondan sonra da kadının bu
görevleri başlar.

— III —

H akikatte in san lık alem inin erkek ve d işi olarak ikiye ayrılm ası, A l­
lah’ın yaratıklara hakim k ıld ığ ı kanunların devam ından başka bir şey de­
ğildir. Y a ln ız insanlar değil, hayvanlar da, b itk ile r de erkek ve d işi olarak
yaratılm ıştır. Ve erkekle d işin in iliş k ile r i sayesind e o cin sin n e sli devam
eder. İnsan da öyledir. Erkekle kadın arasındaki c in s î iliş k i olm asaydı bir
n e sild e insan nev’i tükenirdi. Erkek ve kadınlardaki c in s î duyguların hik­
m eti burada daha iyi anlaşılm aktadır. Şayet erkek erkekle, kadın da kadın­
la iliş k i kursaydı, insan nesli hemen tükenirdi.

438 — N is a : 32
439 — B a k a r a : 233

198
ERKEK — KADIN

— IV —
E rkeklik ve d iş ilik açısından insanla hayvan arasında büyük farklar
vardır. İnsanoğlu y ılla rca başkasının bakım ına m uhtaçtır. A y rıca insan ha­
yatı daha de ğ işik olduğundan g e n e llikle bu bakım ın müddeti onbeş y ıl de­
vam eder. Bir insanın sa ğ lık lı bir şe k ild e hayata a tıla b ilm e si için bu dev­
re boyunca e ğ itilm e si gerekir. Bir de bu eğitim in sa ğ lık lı bir şe k ild e yapı­
labilm esi için hem erkeğe ve hem de kadına ih tivac vardır.
Çünkü aynı anda hem erkeğin ve hemde kadının eğitim inden uzak y e ­
tişen bir insanın şahsiyeti, insanlık alem inde e k sik bir şahsiyettir. Hatta
zam anla kaybolabilir de. Onun için babalık, annelik ve aile m ü esse se si
sa ğ lık lı bir cem iyet için şarttır.

— V—
E v lilik , zaruridir. Hatta erke kle ' kadın arasında b iric ik makul yol ev­
lilik tir. Çünkü kadın yalnız başına çocuğun bakım ı için gerekli olan şe y ­
leri yerine getirem ez. B irin in bakım devresi bitm eden diğer çocuklar akın
ediyor. A y rıc a ge b elik devresinde kadın bir nev’i hastadır. Halbuki bakı­
ma m uhtaç olan çocuklar, her zaman için bakıma m uhtaçtırlar. B irin ci
çocuğu, İkincisi, üçüncüsü... takip ederse kadının yalnız başına bu çocuk­
ların bakım larını üzerine alm ası mümkün müdür. Nafakası, giyeceği ve
diğer hizm etleri vb. Kadın ne yapsın? Ne onlardan uzak bir yerde ç a lış a ­
b ilir ve ne de onları te rke d e b ilir Her anne çocuğunu terkederse yeryü­
zünde insan kalmaz. O halde en uygun yol, bu çocuklara gebe kalm asın­
da ona ortak olan erkeğin, çocukların yüklediği sorum luluklarda da ona
ortak o lm asıdır. A m a bir kim seyi sebep olm adığı ve iliş k is in in bulunma­
dığı bir çocuktan sorum lu tutmak da makul değildir. Erkek, ancak kendi
çocukların ın sorum luluklarını yüklenebilir.
Erkek ve kadının, çocukların sorum luluklarını beraberce yüklenm ele­
rine sebep ise, e v lilik tir.

— VI —
Y e r yüzünün her tarafında yapılan ista tistik le r, zina eden kadının, z i­
na yoluyla çocuğunun o lm asını istem ed iğini gösterm ektedir. Doğum yü­
künü ancak e v li kadın yükle ne bilir. Çünkü gebelik, doğum, sorum luluk ve
yorgunluk c in s î iliş k in in verd iği zevkten daha ağırdır. İnsan nevinin deva­
mı e v lilik le mümkündür. Şayet in san lık e v lilik m ü esse se sin i kald ırırsa bu,
in san lığın sonu dem ektir.

199
İ SLÂM

Onun için zina, erkek ve k a d ın iiişk isi için ya ra tılışa uymayan bir va­
sıtadır. Evli olduğu halde zina ederek gebe kalan kadın kocasına başka­
larının ço cukların ın sorum luluğunu yü klem iş olur. Bu ise, zulümdür. Evli
olm ayan ve gen çliği dönem inde zevkine bakan kadın daha sonra evlene­
rek tek bir kocayla yetinm ek ve çocuğun verdiği m eşakketlere katlanm ak
istem ez.

— VII —
Islâm A lla h ’ın em riyle in san lar arasındaki iliş k ile ri y a ra tılışla rın a uy­
gun bir tem el üzere oturtm ağa geldi :
1 — E vlilik, erkekle kadın arasında b iric ik m eşru iliş k id ir.
2 — Kadının yüklendiği görev, erkeğinkinden a y rılır. Erkek tohumu
eker ve bu konuda görevi biter? Kadının durumu ise böyle kısa bir müd­
det iç e risin d e bitm iyor. G ebe kalıyor. Doğum yapıyor. Doğumdan sonra
çocuğu büyütüyor. V e b irin ci çocuktan kurtulm adan ikin ci çocuk geliyor,
derken üçüncüsü yetişiyor... H epsi de bakıma m uhtaçtır. Kadın onların
bakım ıyla m eşgul olursa, elbette başka birinin nafakalarını tem in etm e­
si ge re klidir. İslâm 'ın erkeğe, hem karısının ve hem de ço cuklarının nafa­
kasını tem in etm esini em retm esi bundandır.
3 — Erkeğin görevi dışarıd aki işle ri yürütm ektir. Kadının görevi ise,
e vlilik te n önce de, e vlilik te n sonra da evin içe risin d e k i işle ri yapm aktır.
E vlilikte n önce, ev işle rin i yürütm e a lışk a n lığ ın ı kazanması için dir. E v li­
likten sonra ise, görevi o olduğu için dir. Ç o cuklarına bakacak, gebe kala­
cak, ço cuklarım em zirecek ve ken disiyle ço cukları için çalışan kocasının
işle rin i gö recektir. Bütün bunlar tabii olarak kadının ça lışm a sın ırla rın ı
evin iç e risin d e kılm aktadır.
O halde erkekle kadın arasındaki bünye farkları vazife ve işle rin in
sın ırla rın ı belirlem ed e de fa rk lılık la rın doğm asına sebep olm uştur.

— VIII —
Zina, erkek ve kadın iliş k ile rin d e yarad ılışa uygun düşm eyen bir yol
olduğundan A hdfı (C.C.) onu haram k ılm ıştır. A y rıc a kadının çıp la k lığ ı,
süsünü dışa verm e si, erke kle rle ih tilâfı, yabancı e rke kle rle yalnız başına
kalm ası ve m ahremi olmadan onlarla yolcu lu k yapm ası gibi zinaya götü­
ren yolları da haram k ılm ıştır.

— IX —
Erkekle kadının bünye ve hayatî v azifele ri arasındaki farklılıklard a n
dolayı başka durum lar da ortaya çıkm aktadır :

200
ERKEK — KADIN

1 — Erkeğin birden fazla kadınla evlenm esi caiz olduğu halde kadın
aynı anda ancak bir erkekle evli olab ilir.
Çünkü kadın birden fazla kocayla evlen ecek olsa her biri için ayrı bir
rahmi olm alı ki, her ik isin in çocuğunu kendisine ayırd ığı rahme koyabilsin.
A y rıc a kadın birkaç kocanın yükünü nasıl y ü k le n e b ilir? Bunlardan hangisi
kadının m esu liyetini üzerine alacaktır? Kadının bu kocalarla iliş k is i nasıl
o lacaktır? Y a ra tılış mantığı ve kadın karakteri der ki: Kadın, ancak, bir
erkeğe k a rılık edebilir.
Erkeğe gelince o, birden fazla rahim e tohumunu e ke b ilir. Birden faz­
la kadına bakabilir. Bundan doğacak sorum lulukları yükle ne bilir. O halde
bu konuda erkeğe m eşru olan bir şeyin kadın için haram olm ası norm aldir.
A n ca k bir erkeğin birden fazla kadınla e vlen eb ilm e si için birçok şa rt­
lar vardır.
a — Nafaka, m esken ve gece yanlarına gitm e hususlarında adalet­
li davranmak.
b — N afakalarını tem in edecek güçte olmak.
c — K ad ınlık yönlerini tatm in ederek onları iffe tli kılm ak. Çünkü di­
nî yönden erkeğin, başka erkekleri istem em esi için karısının kadınlık ar­
zularını tatm in etm esi, görevidir.
d — E şitliğ in gerektiği yerlerde hepsinin çocuklarına e ş it davran­
mak.

Şunu da unutm ayalım ki: İslâm iyet dört kadınla evlenm eyi mubah k ıl­
m ıştır. Dört kadıma evlenin dem em iştir. İslâm iyet hiç bir kim seyi birden
fazla kadınla evlenm eye zorlam ıyor. Fakat İslâm diyor ki: Erkek olsun,
kadın olsun evlendikten sonra zina ederse öldürülür. Çünkü kendisi için
tem iz ve şe re fli yol açıldıktan sonra zina yapm ası için bir dayanağı yoktur.
Şayet erkeğin şehveti fazla olur ve bu yönden karısı soğuk ise, erkek
ikin ci b irisin i getirir. O da yetm ezse, üçüncüsünü. Ve o da yetm ezse dör­
düncüsünü getirir. Am a artık bundan s o b a s ı haramdır.
A y rıc a şu durumu da göz önünde bulundurm alıyız: Gebe kalan kadın­
dır. Ve kadınlardan bir kısm ı kadın-erkek iliş k is in i ham ile kaldığı müddet
boyunca istem ez. Doğumdan sonra da bir müddet için kadına yanaşılm az.
H er erkek böyle uzun bir müddet kadınsız dayanamaz. B ir de, daha çok
hastalanan kadınlardır. Ve bu h a sta lıklar daha çok kadın hasta lıkları şe k ­
linde olm aktadır. Kadın h astalıkların a yakalanan kadın kad ınlık yönünden
zayıflar. Ozaman da e v lilik tam gâyesine ulaşm a m ıştır dem ektir. Bütün bu
durum ları göz önünde bulundurduğumuzda erkeğin birden fazla kadınla ev­
lenm esinin normal bit şey olduğunu görürüz. Bu durumda erkeğin kadını

201
___________________________ İ S L Â M _________________________

boşam ası mı kadın için daha iyidir, yoksa ikin ci b ir kadın ge tirm esi m i?
Hem geien ikin ci kadın da, kuma üzerine gitm eğe zorlanm am ış olur.
Ö z e llik le savaş zam anlarında kadınların sa yısı erkeklerden daha çok­
tur. A ç ık ta kalan kadınlar için birden fazla kadınla evlenm ekten başka ç ı­
kar yol var m ıdır? Kadınlar yalnız savaş zam anlarında değil, g e n ellikle diğer
zam anlarda da erkeklerden daha çoktur. Fazla kadınları zinayla karşı karşı--
ya bırakm ak mı, yoksa ikinci kadın olarak kocaya varm aları mı daha iy id ir?
Y a ra tılış mantığı, birden fazla kadınla evlenm eyi mubah kılar. Bunu
ne m ecburi tutar ve ne de haram kılar. Tabi birden fazla evlenenin şart­
lara riaye t etm esi şartıyla... (*)
A y rıca, kocasına razı olmayan kadın, başka b iriy le evlen eb ilm ek için
kocasından kendisini hu i ’ etm esini istey e b ilir. (440]
Kadın h u l’u arzu ederse, şartlarına uygun olarak her zaman ve her
durumda hul'u istem esi mubahtır.
2 — Erkek ve kadın arasındaki tem el ayrılıklardan dolayı İslâm iyet
erkeğin ölüm ünde kadının iddet beklem esini farz k ılm ıştır. Boşanm alarda
da durum böyledir. Kadın b e lli bir müddet içe risin d e evlenem ez ve evlen­
meyi iste r durumda görünemez. Bu, fıtrata uygundur. Çünkü kadın kocasın­
dan gebe o lab ilir. İlk kocadan iliş k is in in ke silm e si için çocuğunu doğur­
ması ve gebe olm adığının bilin m e si gerekir. Bu gibi durum lar koca için
söz konusu olm adığından, erkeği ilgilendirm ez.
3 — G erek gördükleri vazife ve gerekse vücud yapıları bakım ından
erkekle kadının fa rklı olduklarını be lirtm iştik. Bunun n e ticesi olarak kadı­
nın örtm ekle sorum lu tutulduğu kısım lar, erkeğinkinden daha çoktur. Bu,
m antiki bir şeydir. Erkeğin işi, evin dışındadır. Kadından da ayni şey isten ­
m iş olsaydı çok zor olurdu. Kadının görevi, ev sın ırla rın ın içe risin d e d ir.
Zarûret icabı kadın dışarı ç ık a b ilir. A m a örtünm ek şartıyla. A y rıc a yara­
tılış ı itib ariyle kadın, erkeğe cazip gelir. Kadın bu ca zibe sin i kocasına
karşı kullanacaktır. A slın d a insan nevinin devam ı için bu cazibe gereklidir.
Ve bu g e re k lilik tek bir kocayla evli olm ayı gerektirir.
4 — İslâm, yine vazife ve bünye fa rklılıkların d an dolayı kadının şa­
hitliğ in in erkeğinkine denk olab ilm esi için ikinci bir kadının onu destek-
440 — Hul’ : K a d ın ın k o c a s ın a v e re c e ğ i b e d e l k a rş ılığ ın d a k e n d is iy le m e v ­
c u t b u lu n a n n ik a h a k d in in fe s h e d ilm e sin i istem esi (M ü te rc im )
(*) İs la m ın b ir d e n f a z la k a d ın la e v le n m e iz n i A lla h ın b i r r a h m e tid ir.
B u h u s u s u y a d ır g a y a n k im s e le r İs la m ın h ü k m e tm e d iğ i to p r a k la r a
g e ric i (c a h iliy e ) n iz a m la r ın a iy ic e b a k s ın la r b ir d e n f a z la e v liliğ e
k a rş ıy ız d iy e n b u k a firle rin ; M a h a lle le rin d e D isk o te k le rd e , Fuhuş
y u v a la r ın d a , O k u lla rd a , B a rla rd a , P a v y o n la rd a , b iz z a t d e v le tin
p .............. e ttiğ i g e n e le v le rd e is te d iğ i k a d a r k a rıs ı y o k m u d u r. B a şk a
b i r ta b ir le p a r a l a r ı k a d a r k a r ı la r ı y ıo k m u d u r b u n la r ın . (İk b â l Y a ­
y ın la n )
202
ERKEK — KADIN

lem esine ihtiyaç duym uştur. Çünkü kadının görev ve so rum lulukları, onu
diğer m eselelere önem verm ekten alıkor. Bir şeye önem verm eyen, o şe ­
yi çabuk unutur. İki kadının ayni şeyi sö ylem eleri, unutm adıklarını daha
iyi gösterir. A y rıc a kadının şefkati, y a ra tılışı itib ariyle erkeğinkinden da­
ha çoktur. Bu şefkati onu erkekten daha çok haktan u zaklaştırır. İki ka­
dının varlığ ı, insanların haklarının yenm em esi için daha sağlam b ir y o l­
dur. K u r’ân-ı K erim 'in kendisi bunun hikm etini be lirtirke n şö yle buyuru­
yor: «...Böylece o iki kadından biri unutursa, diğeri ona şahitiiği hatırlat­
sın...» (441)
İslâm iyet yine zarûrete binaen kesin liğ in kuvvetlenm esi ve herkese
hakkının v e rilm e sin e gösterdiği önemden dolayı bazı durum larda kadın­
ların şehadetinin yanında bir erkeğin şehadetini şart koşm uştur. A n ca k
kadınları ilg ile n d iren m eselelerde kadınların şehadeti makbuldür.
5 — Y ine bu farklılıklard a n dolayı İslâm iyet çoğu zaman, erkeğe ve ­
rilen m irasın ya rısın ı kadına ta n ım ıştır. Bu da m antikîdir. Çünkü erkeğin
m ali sorum lulukları kadınınkinden daha çoktur. Nafakayı tem in etm ek er­
keğe aittir. Nikâh akdindeki m ehri erkek kadına verir. Ev bulmak, erkeğin
görevidir. Bu konuda erkeğin payının kadınınkinden daha çok o lm ası, nor­
m aldir.
6 — Y in e kadınla erkek arasındaki vazife ve bünye fa rk lılık la rın ın
n e tic e si olarak İslâm iyet, erkeğe kadından daha çok so ru m lu lu kla r yük­
le m iştir.
Birkaç durum hariç kadın cihadla m ü kellef değildir.
H ayız ve nifas de vrelerin de namaz kılm az. Orucunu da sonraya er­
teler.
İyiliği em ir ve kötülükten sakındırm a gibi halkı ilg ile n d ire n işlerd en
kadın sorum lu değildir. İslâm iyet bu gibi işle rle kadını m eşgul etm em iş ki
ev işle rin i yürü te b ilsin . İslâm'da kadının bakım ve nafakasının da başka­
sına- a it olduğunu daha önce görm üştük.
7 — İslâm iyet yine bu fa rk lılık la rın n e ticesi olarak kadını te 'd ip et­
me hakkını erkeğe verm iştir. A m a ö lçü le re riaye t etm ek şartıyla. Ö nce
öğüt verecek ve A lla h ’ın em irle rin i hatırlatacaktır. Vazgeçm ediği takd ir­
de, ayrı yatacaktır. Bu da fayda verm ezse, o zaman onu dövecektir. Am a
bu döğme onu te'dip edecek m ahiyette o lacaktır. Hakaret olsun diye de­
ğil. Peygam ber (S A V.) şöyle buyurur: «Kadınlara vurun. Ama, iyileriniz
kadınlarına vurmazlar.»
— X —
Yukarıda an lattıklarım ızı şu şe k ild e ö ze tliy e b iliriz :
i — in sa n lık açısından kadın da tamamen erkek gibidir.

441 — B a k a r a : 282
203
İSLÂM

2 — Bünye itib ariyle kadınla erkek arasında fa rk lılık la r vardır.


3 — Bu fa rklılıkla r, vazifelerde de fa rk lılık la rın olm asını ge re ktire ­
cek durumdadır.

4 — Kadının görevleri, evinin içe risin d e d ir. Y a ra tılış ı bunu gerekti­


rir.

5 — Bunun karşılığın da erkek de kadının nafakasını temin edecektir.


Burada şu so m akla g e le b ilir :
Kadının, evinin dışına çalışm ağa gitm esi acaba in san lık için daha mı
iy id ir? Kadın açısından düşünecek olsak, kadın için daha mı iy id ir? Veya
kadının ç a lışm a sı erkek için daha mı iy id ir? K âfirlerin bir çoğu duraksa­
m aksam bu sorulara evet cevabını verirle r. Evet, hem de ateşli ateşli, ka­
dının evde kalm asının İktisadî gerilem eye sebep olduğunu, g e lirle rin ya­
rısın ın engellenm iş olacağını sö ylerler.
Şim di de a ğ ırb a şlılıkla bu durumu ta rtışa lım :
1 — İnsanın evi ve ço cukları b irisin in bakım ına m uhtaçtır. Kadın
çalışm ağa gidecek olursa, onun yerine ev ve çocuklara bakacak bir hiz­
m etçiye ihtiyaç duyulmaz m ı? D iyelim ki hizm etçiye ihtiyaç duymadık,
herşeyi""hazırlanm ış olarak çarşıdan aldık ve ço cuklarım ızı çocuk y u vası­
na verdik. Bu durumda kadının kendi evinde yaptığını, başkaları başka yer­
lerde yapm ıyor mu? İktisadî yönden bu iki netice arasında bir fark var m ı­
dır? Ev işle riy le çocuklar, bir insanın ça lışm a e nerjisine yetm iyor mu yok­
sa? Kadın kendi evinde ça lışın ca ç a lışm a sı boşa mı gidiyor?
2 — Çocuk, anasının kucağında mı, yoksa çocuk yuvasında mı daha
iyi y e tişir? Pedagoji bilginle., inin yaptıkları bütün deneyler, çocuğun ana
kucağında daha iyi y e tiştiğ in i isbatlam aktadır. Şüphesiz ki en sa ğ lık lı yol,
çocuğun ana kucağında y e tiştirilm e sid ir.
3 — Kadının, kendisine hizm et edilen olm ası, bütün ihtiyaç ve na­
fakasının garanti edilm esi .kendisi için, y aratılışın a uymıyan is le r peşin­
de koşm asından daha iyi değil m idir?
4 — Erkeğin eve gelirken rahatlam ası için her şeyinin hazır ve karı­
sın ın kendisini arzuyla beklediğini görm esi, onu daha mutlu etm ez m i?
Bu, eve gelirken ikisin in , b irib irin e hizm et etm ekten aciz olm alarından da­
ha iyi değil m idir?
5 — Hangi kadın daha m utludur? K ocasının kalbinin kendisi için ol­
duğunu ve erkekliğini ona kullandığını hisseden kadın mı, yoksa koca sı­
nın kalbinin başkasına ait olduğunu ve e rke k lik gücünü başkasına harca­
dığını hisseden kadın m ı?

204
ERKEK ~ KADIN

Hangi erkek daha m utiudur? K arısının kalbinin başkasına ait olduğu­


nun ve vücudunda başkalarının kendisine ortak olduğunu hisseden erkek
mi, yoksa karısının kalb ve vücudunun tamamen kendisine ait olduğunu
bilen erkek m i? Yoldan çıkarm a ve aldatm alarla dolu olan asrım ızda ge-
ce-gündüz erkeklerle beraber olan kadının kalbinin kocasına ait kaldığı
görülm üş müdür?

— XI —

D e n ile b ilir ki: Bir koca bulam ıyan bir kadının bulunduğunu kabul ede­
lim. Bu durumda da kadın çalışm az m ı? A y rıca kadının da okuması caiz
değil m idir? Bu konuda sorular ço ğ a ltıla b ilir.
Bunlara vereceğim iz cevap :
A lla h (C.C.) normal durum larda kadının evinde ça lışm a sın ı istem iş
ve nafakasını başkalarına yüklem iştir. Am a ne ça lışm a sın ı, ne okum asını,
ne m ülk sahibi olm asını, ne kazanm asını ve ne de görüşünü açıkla m a sı­
nı yasaklam ıştır. A k sin e İslâm toplumunun kuruluşunu incelediğim izde,
h içb ir asırda kadının çalışm aktan, okumaktan veya m ülk sahibi olmaktan
alıkondıığunu görem eyiz. Her asırda kadın ça lışm ış, emeği karşılığında
ücret alm ış, okumuş, öğrenm iş, yazm ış, kendisinden ilim ö ğrenilm iştir.
Tarihim izde şair, edebiyatçı, fakih, muhaddis ve m ü fe ssir kadınlar var­
dır. İslâm 'ın hakim olduğu asırların hepsinde kadının bağım sız m alî şah­
siy e ti vardır. Satar, satm a lır ve m ülk sahibi olur. Y ine tarihim izde kadı­
nın insanlık şahsiyeti v a rd ır..K e n d isin e da n ışılır. Görüşünü açıklar. Tar­
tışm alara g irişir. H aklıysa, onun görüşü a lın ır Bütün bunlar tarihim izde
olan şeylerdir.
Tarihim izde kadının savaşa bile katıldığı vakidir. Hatta bazı durum­
larda savaşın kadın içir, de farz-ı ayın olduğunu sö y liy en le r vardır. Bu
bazı durumlar, bir çok ilim lerd e olduğu gibi savaş ilm inin de kadın için
farz olduğunu gösterir.
İslâm iyet kadının itim elde etm esini yasaklam adığı gibi bazı ilim le ri
öğrenm esini farz k ılm ıştır.
Kadının ça lışm a sı haram değildir. A k sin e bazı işle rin kadınlar tara­
fından yapılm ası gereklidir.
Kadının savaşm ası haram değildir. Ancak savaşm ası farz da değildir.
Bunların hepsinde caiz olmayan, tayın edilen sın ırla rın aşılm am ası-
dır. Kadının a ç ılıp saçılm asın a, yabancı e rkeklerle beraber bulunm asına
sebep olan, fitneye ve zinaya sürükleyen işlerd e kadının çalışm a sın a izin
yoktur. İşin kendisinden değil, işin kapsadığı durumlardan dolayı bu gibi
islerd e çalışam az.
205
İSLÂM

Hangi ilim olursa olsun kadının onu elde etm esi caizdir. H içb ir kim se
kadının m atem atik, fiz ik veya kimya öğrenm esini engelleyem ez. Am a bu
ilim le rle beraber hayasızlığı, a h lâksızlığ ı, sa p ık lığ ı, küfrü, .edepsizliği ve
la u b aliliğ i öğrenm esi veya öğrenirken onu öğreten hocayla yalnız başla­
rına bulunm aları haram dır. Yasaklanan, işte budur.
Kadının savaşm ayı öğrenm esinde de bir sakınca yoktur. A ncak bu­
nu öğrenirken A lla h ’ın haram k ıld ığ ı yollara g idilm eyecektir. Günümüzün
insanları ah lâksızlıkların d an genç kızlara savaşm ayı öğretm e bahanesiy­
le onlara a ç ılıp sa çıla ra k ken dilerin i insanlara nasıl takdim edeceklerin i
ö ğretirler. İşte A lla h (C .C .)’un yasakladığı budur.
O halde normal olarak kadının m eskeni, evidir. Am a evden çıkm a
m ecburiyeti olunca şe ria tın sın ırların ! aşm am ak şa rtıy la çıkm ası caizdir.
Bu arada şunu da hatırlatalım : Kadının nafakasının erkeğe ait olm a­
sı, evde hapsed ilm esinin k a rşılığ ıd ır. Ş e r’an caiz olan bir işe kocasının
izn iyle çıktığ ınd a kazancı kendisinedir. N afakası da kocasına aittir. Am a
kocasının izni olm aksızın çıkarsa, nafakayı tem in etm ek ikisin e düşer.

M üm in le ri m ü ttekîler ve fasıklar; kâfirleri zım m iler, m uahidler ve mu­


haripler; m uharipleri de ehl-i kitap olan lar ve o lm ıyan lar şe klin d e taksim
ediyoruz. Bu taksim neticesind e de birb irine uyan ve uymıyan ta vırla r ta­
kınıyoruz. Fakat bütün bunlar genel çerçevenin (iman, küfür ve nifak çe r­
çevesinin) içe risin d e d ir. D ostluk, sevgi, kardeşlik, dayanışm a, yardım ­
laşm a ve beraberlik m üm inlerle; hoşlanm am a, nefret ve m ücadele diğer­
leriyle... Bazı işle rin ayrıntıların da b izim le uyuşsalar bile bu, pratikte ge­
nel görüşüm üzü etkileyem ez. R esûlüllah (S.A.V.) zam anındaki müslüman-
ların kalbleri, İranlılara karşı BizanslIlarla beraberdi. BizanslIlar ehl:i kitap
ve İranlılar ehl-i kitap olm adıkları için BizanslIların galip gelm elerin i is ­
tiyorlardı. Fakat bu, hiç bir zaman m üslüm anların iki tarafı da kâfir ve müs-
lümanlara düşman saym alarına ve her iki tarafla savaşm alarına engel ola­
cak n itelikte değildi.
Durum böyle iken bazı m üslüm anlara ne oluyor da sosyalizm , dem ok­
rasi veya başka bir düşünce etrafında toplanarak m üslüm an kardeşlerine
karşı kâfirlere yardım cı oluyorlar. Bu hareketleri onları dinden çık a rır ve
nifaka götürür.
Bu mana bazı m üslüm anlar tarafından a çıklıkla bilinm ediği için bu
duruma varıld ı. M üslüm anlar p a rtile r kurdular veya parti ve guruplara ka­
tıld ıla r. Bu gurup ve partilerden olanlarla kardeş oldular. Hem de bu par­

206
ERKEK — K A D İN

tile rin kurucuları k âfirler olduğu halde. Bu p artileri kuran ve yönetenler


çoğu kez ya hıristiyan, ya yahudi veya inkârcı kim selerdir. Kendi p a rtilile ri
olan bu kâfirlere itaat ettiler. Haibuki yüce A lla h bütün bu davranışları ya­
saklam aktadır :
«Ey iman edenler eğer kâfirlere itaat edecek olursanız, s iz i geriye,
kendi d inlerine ç e v irirle r de dünya ve âhirette ziyana dü şenlerin lıa lin e dö­
nersiniz.» (442)
«Ey İman edenler, eğer kendilerine kitap verilen le rd e n herhangi bir
topluluğa uyarsanız, sizi im anınızdan sonra ç e v irirle r, kâfir yaparlar.» (443)
« K âfirlerin em rine itaat etm eyin. O nlar o k im se le rd ir ki yeryüzünü fe ­
sada v e ririe r da düzeltm ezler.» (444)
K u r’ân-ı Kerim bu şe k ild e davrananları mürted sa ym ıştır :
«M uhakkak ki, ken dilerin e hak b e lli olduktan sonra arkalarına (eski
küfürlerine ve batıl dinlerine) dönenlere şeytan te şvikte bulunm uş ve ken­
d ile rin i uzun boylu e m e lle re düşürm üştür. Bunun (dinden geri dönüşün)
sebebi şu: Çünkü onlar A lla h 'ın in dirdiğin i hoş görm iyenlere de m işle rd i
ki: «Biz size bazı işlerd e itaat edeceğiz.» (445)
İnsanlar mümin, kâfir veya m ünâfıktırlar. Düşünce ve hareketlerim izin
tem el kaynağı budur

— II —

Yukarıdaki taksim görüşü, düşünce ve sözle rin taksim inden ortaya


çıkm aktadır. İmanın görüş, düşünce ve sözleri: Küfrün görüş, düşünce ve
sö zle ri. N ifakın görüş düşünce ve sö zleri.
İman, bir inanç ve düşüncedir. Ve bundan bir hareket tarzı ortaya
çıkar.
Küfür, bir inanç düşüncedir. Ve bundan bir hareket tarzı ortaya çıkar.
Nifak, bir inanç ve düşüncedir. Ve bundan bir hareket tarzı ortaya
çıkar.
İman düşüncesi, insanın kâinat ve insana bakışını, kâinat ve insanın
nereden gelip nereye gideceklerin i kapsar. Bu düşüncenin kaynağı A l­
lah’tır. M üslüm anın başka kaynağı kabullenm esi mümkün değ ildir Yüce
A llah, bu düşünceyi Peygamberi v a sıta sıyla bize b ild irm iştir. Bu düşünce

442 — Â l-i İm ran : 139


443 — Â l-i İm r a n : 100
444 —■ Ş uara : 151-152
445 — M u h n m m e d : 25-26

207
İSLÂM

kalbe yerle şir. Kaib onunla dolar ve böylece bir inanç haline gelir. Hareket
ve ahlâkın yönünü tayin eder.
Küfür düşüncesi de, insanın kâinat, insan ve hayata bakışını, in san­
ların takip edecekleri yolu ve kaynaklanacakları kaynağı kapsar. Bazıları
kendi hevâlarını, beşer zanlarım , sakat düşünceleri kaynak seçerken bazı­
ları da hükmü k a ld ırılm ış vahiy düşüncesine birtakım hurafeler ekleve-
rek onu kaynak edinir. K im isi de kendi hevâ ve hevesinden başka h .ir
kaynak tanım az. Bütün bu düşünceler ken dilerin e uygun hareket tarzlarının
çıkm asına sebep olurlar.
D iğer düşünce, yani m ünafıkların düşüncesi, kâfirlerin düşüncesinin
ayn ısıd ır. A n ca k m ünafıklar görünüşte m üm inlerin yolunu takip ederleri
Bundan da ç e liş k ili ahlâk ve hareket ş e k ille ri ortaya çıkar. Fakat, bu kim ­
se le rin şa h siye tle riy le uyuşan bir ç e liş k id ir bu.
O halde insanların dü şü ncelerindeki farklılıklardan, inanç ve hareket
şe k ille rin d e de fa rk lılık la r doğar.
İnancın hareket üzerindeki e tk ile rin i açıklayan birkaç m isal :
a — M üslüm an mümin talim at, em ir ve yasakları helâl ve haramı
kendisinden alacağı yegâne kaynağın A lla h olduğuna inanır. Bunlar da an­
cak Peygam ber v a sıta sıyla ö ğrenilir. M üslüm an âlim lerin görevi, bu me­
se le le ri açıklam aktır. O halde helâl oluşu apaçık olan bir şey ebede ka­
dar helâl olarak kalır. H aram lığı apaçık olan bir şeyin haram lığı da ebede
kadar haram olarak kalır.
K âfir toplum un görüşü böyle değildir. Ona göre te m silc ile ri veya ve­
k ille ri v a sıta sıy la yaşam a hakkı kendisinindir. H elâl olan bir m esele yarın
yasaklanabilir. Birkaç gün sonra da h içb ir aklî ve İlmî dayanak olm aksızın
s ır f toplum böyle isted iğ i için ayni m esele tekrar helâl kabul ed ilir. M e s e ­
lâ: B ir zam anlar A m e rika B irle şik D evletlerin de alkol yasaklandı. Y asak­
lam asını uygun gördüler ve yasakladılar. İlmî araştırm alar yasaklam anın
g e re k liliğ in i teyid ettiği halde s ırf n e fsî arzuları başka şe kild e arzu et­
tiği için sonra alkolü tekrar se rbe st bıraktılar.
b — Başka bir m isal :
M üslüm an, ism etin sadece peygam bere m ahsus olduğuna inanır.
Peygam berlerden başkası hata edebilir. Buna göre her insan, m ertebesi
ne olursa olsun hata edebilir. Bunun n e ticesi olarak da m üslüm an hata­
dan korunm uş olan peygam bere sık ı sıkıya bağlanır. Başkasının sözü,
vahiye yakın lığ ı n isbetin ce hakka yakındır. Lâkin diğer dinlerde olanların
bir kısm ı ism etin peygam berlerden başkaları için de söz konusu olduğu­
nu sö ylerler. Buna göre peygam ber olm adığı halde hatadan korunmuş

208
m ü m İn — k â f ir

olan kim se le r birşey sö yle d ikle rin d e sö zle rin e tam itib ar e d ilir. V a h iym iş
gibi gereği yerine g e tirilir. Ne em rederse ona itaat e d ilir ve neden sakın-
dırırsa ondan sa kın ılır. H elâl kıld ığ ı helâl ve haram k ıld ığ ı da haram olur.
Bunun n e ticesi olarak görürsün ki ayni m ese le yi biri helâl kılm ışke n d i­
ğeri haram kılm ış, başka biri ge lm iş ve ikisin de n de fa rklı şe y le r sö y le ­
m iştir. Halbuki m eselenin şartlarından bir şe y d e ğ işm e m iştir. Onu helâl
kılacak veya haram kılacak herhangi bir durum ortaya çıkm am ıştır. M e s e ­
lâ, ö nceleri k ilis e adam ları Lût kavm inin fiilin i y asa klad ıkları halde ba­
karsın ki biri g e lm iş ve onu se rb e st b ıra km ıştır. H albuki bu hareket, şe h ­
veti tatm in için insan fıtratın a uygun düşm ediği için yasa klan m ıştı.
c — Başka bir m isal :
M üslüm an inanır ki söz, fiil ve tasarruflarından sorum ludur. A z olsun,
çok olsun kıyam et gününde yap tıkların ın hesabını v ere ce ktir. A ffe tm e k
veya ceza verm ek y e tkisin e sahip olan sadece A lla h ’tır. H er insan ya p tı­
ğından sorum ludur. H iç b ir kim se b aşkasının günahım yüklenm ez. Bunun
ne ticesi olarak m üslüm an günahtan uzak durur. Günah işle d i mi, sadece
A lla h 'a tevbe eder. Ve tevbe sin in kabul edilm em esi korkusuyla yaşar. Bu
durum, k işiy i kötü fiilin e k a rşılık iyi iş le r yapmağa sevkeder.
M isa l olarak, günüm üzdeki hıristiyan , Hz. İsa’nın günahlarını yüklen­
diğine inanır. A y rıc a günahlarını papa ve v e k ille rin e itira f ederse, onların da
kendisini affetm e y e tkisin e sahip o lduklarına inanır. Bunun n e tice si ola­
rak günümüzün h ıristiy an ı günah konusunda çok tem b eld ir. A lla h 'ı unut­
muş ve beşere bel bağlam ıştır.
Bu b a sit m isallerden , düşüncenin inancı nasıl e tk ile d iğ in i ve bu inan­
cında hareketlere nasıl yön verd iği ortaya çıkm aktadır. Hangi hareket olur­
sa olsun, inancın veya nefis ve hevânm n e tice si o larak yap ılır.
Küfür, ç e ş it ç e şittir. H er ç e şid in in ken disine göre inancı vardır. Her
inançtan da bir hareket tarzı ortaya çıkar. K â fir inançlar d e ğ işik o lm a ları­
na rağmen n e tic e le ri olan hareket tarzları b irib irin e b e n ziye b ilir de, ben-
ze m iy e b ilir de. A m a her zaman b irib irin e yakındır.
İman da b ir in an çtır ve neticesin d e b ir hareket tarzı ortaya çıkar. N i­
fak da aynı durum dadır.

— Hl —

Bazan bir m üsiüm anın kâfir ve m ünafıkların ahlâkından b ir pay aldığı


görülür. Bazan da bir kâfir veya m ünafığın m üm inlerin ahlâkından bir p ay
aldığı görülür. M ese lâ: C ö m e rtlik, m üm inlerin ahlâkındandır. N itekim
Peygam ber (S.A.V.) A lla h (C.C.) nun Cennete şö yle dediğini b ildiriyor:

209
İ SLÂM

«İzzetim ve celâlim hakkı için sende cimri bana komşu olmaz.» Çünkü kâ­
firin m aslahat, m enfaat veya başka bir m aksat olm aksızın m alını infak
etm esi için bir sebep yoktur. M üslüm ana gelince onun yanında m isafire
ikram da bulunm ak infak için bir sebeptir. Çünkü Yüce A lla h bunu da em ­
retm iştir...
Doğruluk, m üminin ahlâkındandır. M aslahat, m enfaat ve bir garaz o l­
m aksızın kâfiri yalan söylem ekten alıkoyacak bir engel yoktur. M üm in ise,
A lla h ’ın yalana m üsaadesinin olm am ası ona engeldir. Her ahlâkî hareke­
tin durumu budur.
Lâkin bazan doğru sö yliyen bir kâfir, yalan sö yliyen bir mümin veya
cöm ert bir kâfir ve cim ri bir mümin bulunabilir. Bunun sebebi mümin a çı­
sından şudur: Ya iman tam olarak kalbine yerle şm em iştir. Ya uygun bir
terbiye imkânından mahrum kalm ıştır. Veyahut im anî bir ahlâkla ahlâklan-
masına çe vre si m üsaade etm em iştir.
K âfire nisbetle bunun sebebi: Ya sa p ık lık la karışm adan önceki sağ­
lam inancının kalıntılarından biridir. Ya kom şusu bulunan iman ehlinden
etkilenm esindendir. Veya pratik tecrübelerden istifade ederek mümin ah­
lâkının, hayatı sağlam a bağlamak ve istikb a li garanti altına alm ak bakı­
mından daha yararlı ve daha sa ğ lık lı olduğunu bilm e si seb eb iyled ir. O
hareketin o şahsın özel karakterinden biri de olm ası mümkündür.
H er ne olursa olsun m üm inin kötü ve kâfirin iyi ahlâktan paylarının
oluşu az rastlanan durum lardandır.
Şayet iki toplum ele alsak ve bunlardan biri vahiyle iliş k is in i kes­
m iş kâfir bir toplum olsa, diğeri de İslâm 'ın e tk ile rin i üzerinde taşıyan
m üslüm an bir toplum olsa, ahlâkları arasında büyük bir farkın olduğu açık ­
ça görülecektir. O zaman, imandan bir ahlâkın ve küfürden de başka bir
ahlâkın doğduğu daha rahatlıkla görüleb ilir.
M e se lâ A lm a n ya’da cö m ertliğ in ism ine bile rastlanam az. Bir arka­
daş diğerinden bir sigara aldığında parasını ona takdim etm esi normal
karşılanır. K işi kızkardeşini evine davet eder, ama kızkardeşi kendi yem e­
ğinin parasını kendisi verir. Bunun benzerine g e n ellikle İslâm toplumunda
rastlanam az.
Küfrün ahlâkı geç de olsa m utlaka ortaya çıkar. Toplumun kab iliyeti
olur ve imanı besliyen durum lar m evcut ise zam anla imanın ahlâkı da mut­
laka ortaya çıkacaktır.
Sapık h ıristiy a n lığ ı se b eb iyle kâfir olan h ıristiyan Avrupa tarihinin
bir devresind e İsa ale y h isse lâ m 'ın ge tirdiği İslam ’ın bazı tem el ahlâk
p re n sip le rin i korum uşsa da, zam anla bu ahlâk zay ıflam ış ve nihayet yok

210
MÜMİN — KÂFİR

o lup g itm iştir. Çünkü küfür, şe y ta n î b ir ç e k ird e k tir ve çirk in d ir. M e y v e ­


si de ancak ç irk in lik ve p is lik o laca ktır.
İm anlarını b e sliyen m üslüm anlarda, zam anla im anın ahlâkı tamamen
görünecektir. Rabbanî çekirdek, gerekleri yerin e g e tirilin ce , güzel m ey­
v e le r verir.
Yüce A lla h şö yle buyurur :
«Gördün ya, Allah nasıl bir temsil yaptı: Hoş bir kelime olan tevhid
ve şehadet (iman), kökü yerde sabit ve dal budağı yukarıda olan hoş bir
ağaca benzer.» (446)

— IV —
İslâm ahlâkının bazısını taşıyan kâfire bu ahlâkının A lla h yanında
faydası olacak m ıdır? B ir de, küfür ahlâkından ba zısın ı taşıyan m üslüm a-
na bu ahlâkın A lla h yanında ona zararı olacak m ıdır?
M üslüm anın bu durumu onu küfre götü reb ild iği gibi g ö tü rm iyeb ilir de.
G ötürürse, kâfirlerin âkibetine uğrar. Götürm ezse, bu hareketten dolayı
A lla h onu sorguya çe ke ce ktir. A lla h (C.C.) onu dünyada da cezaland ıra­
b ilir. A y rıc a Y üce A lla h doğruluk kap ısın ı bu dünyada açık bıra km ıştır.
Doğru olm ayı d ile rse yaptığına pişm an olur, te kra r o kötülüğü işlem em e ­
ğe ve doğru olmağa azm ederse tevbe eder; A lla h ’ın ken disin i bağışlam a­
sın ı d ile r ve yaptığı harekette başkalarının hakkına tecavüz etm işse,
haklarını öder. Bunları yaptığı takdirde A lla h d ile rse günahlarını affeder
ve âhirette onu cezalandırm az.
K âfirin zahirde İslâm la uyuşan hareketleri, sadece dünyada ken d isi­
ne fayda sağlar. Â h ire tte bunun herhangi bir faydası yoktur. Çünkü bu
hareketler A lla h ve peygam berini itira f etm enin te s iriy le o lm am ıştır. H al­
buki İslâm î am ellerin kabulünün şartı budur. Çünkü İslâm ve iman, ta sd ik
etm ek ve A lla h ’a te slim olm aktır. Bu hareketlerde ise, ta sd ik ve A lla h ’a
te slim olm a mührü yoktur. Bunun için de A lla h ’ın yanında bu hareket­
lerin değeri olm ayacaktır.
«Hem biz, onlar (hayır diye dünyada) ne amel işledilerse, onu kasd
edip saçılmış zerre halinde getirmişizdir, (artık h iç b ir kıym eti kalm am ış­
tır.)» (447)
«Kafirler’in amelleri ise, dümdüz engin bir arazideki serab gibidir.
Susayan, onu bir su zanneder, nihayet ona vardığı zaman, onu zannettiği
gibi bir şey bulmaz.» (448)
446 — İb r a h im : 24
447 — F u r k a n : 23
448 - N u r : 39
211
İ SLÂM

— V —

Bütün bu m isalle ri arzettikten sonra m üslüm anın takip edeceği yo­


lun bağım sız ve diğer yollardan farklı bir yol olduğu ortaya çıkm aktadır.
Yüce A lla h , m üslüm anın dikkatini bu noktaya çe km iştir. M üslüm anın her
nam azının her rekatında tekrar ettiği ve K ur’ân-ı K erim 'in ilk sû resi olan
F atiha’da şö yle buyurulur :
«Bizi doğru yola ilet. Kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoluna.
Gazaba uğrıyanların ve sapıkların yoluna değil.» (449)

M üslüm anın yolu b e llid ir. Bu yol, nebi ve R esûllerin .yoludur M ü slü ­
man, ne h ıristiyan ın, ne yahudinin ve ne de diğer yollardan birinin peşin­
den gider.

M üslüm anın yolu, her nebî ve Resülün kendisine davet e ttikle ri yol­
dur. R esûlle rin sonuncusu Hz. M uham m ed (S.A.V.) gelerek bu yolu mü­
kemmel bir şe k ild e açıklığa kavuşturm uştur.

«Ey Resûlüm, de ki: «İşte benim yolum budur. Ben Allah’a bir görüş
ve anlayış üzere insanları davet ediyorum. Ben ve bana tabi olanlar böy-
leyiz. Allah’ı bütün noksanlardan tenzih ederim, ben müşriklerden deği­
lim.» (450)

De ki: «Benim Rabbim şüphesiz dosdoğru bir yola hidayet buyurdu;


O, öyle bir din ki, gayet sağlam ve devamlı, İbrahim'in hakka yönelmiş
Tevhid dini, ve O (İbrahim) hiçbir zaman müşriklerden olmadı.» (451)
B iri A bdullah b. .Mesud'dan sordu: «Sırat-ı m üstakim nedir?» A b d u l­
lah şöyle cevap verdi: «Hz. M uham m ed (S.A.V.) bizi o yolun en yakının­
da bırakıp gitti. Yolun nihayeti de, cennettir. Bu yolun sağında ve so lu n ­
da y o llar vardır. Bu yolların başında, oradan gelip geçenleri davet edenler
bulunur. Kim o yollardan giderse, o yollar ken disini cehennem e götürür­
ler. Kim sırat-ı m üstakim den ayrılm azsa, o da onu cennete götürür.» A b ­
dullah, sonra şu ayeti okudu :

«Şu emrettiğim yol benim dosdoğru yolumdur. Hep ona uyun. Baş­
ka yolara ve dinlere uymayın ki, sizi onun yolundan saptırıp parçala­
masınlar. İşte Allah, kötülükten sakınasınız diye, size bunları emretti.»
(452)

449 — Fatiha : 6-7


450 —• Yusuf : 108
451 — E n ’a m : 161
452 — E n ’a m : 153

212
MÜMİN — KÂFİR

— VI —

Bütün bu anlattıklarım ızdan a n la şılıy o r ki, gerçek m üslüm an, her şey­
de tamamen diğer insanlardan fa rklıd ır. Başlangıcından beri inançlarında,
ibadetlerinde, hayat düzeninde uzak ve yakın hederinde diğer insanlardan
ayrılır.
M üslüm an olm ıyanın nihaî hedefi dünya hayatının eğlence ve oyu­
nu, süs ve öğünm esi, altın ve gümüşüdür. Halbuki m üslüm anın nihaî he­
defi, dünya değil, âhirettir.
Kâfirin dünya hayatındaki sosyal ve siya si hareketleriyle İslah hare­
ketlerinden m aksadı, maddi ilerle m e ve şehveti ge n elleştirm e ktir. H al­
buki m üslüm anın tüm işlerin d e hedefi, A lla h 'ın devletini hakim kılm ak,
Islâm üm m etini birliğe kavuşturm ak, İslâm düzenine yardım cı olmak, Pey­
gamber (S.A.V.)'in sünnetini canlandırm ak ve yeryüzü A lla h ’ın düzenine
boyun eğinceye kadar bu yolda cihad etm ektir.
K âfirin şahsî hedefi, daha çok lezzete kavuşm aktır. Halbuki müslü-
ınanın şahsi hedefi, A lla h 'ın kendisinden razı olm ası, A lla h 'ı sevm esi,
O'nun kitabına sa rılm a sı, Peygam berini lid e r olarak se çm e si ve şenid
oluncaya kadar A lla h yolunda cihad etm esidir. M üslüm an, bu yoldan gider.
Saadetini bu yolda bulur. Birine mal v e rilin ce , babası bile olsa kâfir bun­
dan üzüntü duyar. Çünkü kendisi kaybetm iştir. Halbuki m üslüm anın saade­
ti, m alını infak etm esindedir. M üslüm anın saadetiyle kâfirin saadeti ara­
sındaki yolların a y rılış noktası buradadır. M üslüm anın saadeti, A lla h 'ın
em irle rin i yerine getirm esinden, üzüntüsü de, O'nun e m irlerine hakkıyla
uym am asındandır. K âfirin saadeti ise, hiçbir kayıtla kayıtianm am asıdır.

NİHAÎ HEDEFİNDE MÜSLÜMAN FARKLIDIR

Kâfirin hedefi dünyadır. A h ire t konusunda bir isteği yoktur. Onu


unutm uştur bile. Hatta onu inkâr etm ektedir. G a fild ir ondan. K u r’ân-ı K e­
rim dünya hayatını şöyle v a sıfla n d ırır :
«İnsanlara kadınlar, oğullar, altın ve gümüşten istiflenmiş yığınlar,
yaylıma salınmış atlar, davarlar ve ekinlerden yana nefsin isteklerine
muhabbet, süslenip bezendi. Fakat bunlar dünya hayatının geçici men­
faatidir. Halbuki sonuç güzelliği Allah katindadır.» (453)
«Biliniz ki, dünya hayatı; bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda bir
öğünme, mal ve evladda bir çoğalıştır. Bu, bir yağmurun haline benzer ki,

453 —- Â l i İ m r a n : 14

213
I SLÂM

onun bitirdiği nebat, çiftçilerin hoşuna gidör. Sonra değişir, bir de onu
görürsün ki sararmıştır. Sonra da çör çöp olmuştur. (İşte dünya da böy-
iedir. Kuruyup yok olan bu nebat .gibi, bekas» yoktur.) İşte hayatı bu şe­
kilde olan kimse için, ahirette şiddetli bir azap, müminler için ise, Allah­
tan bir mağfiret ve bir rıza vardır. Dünya hayatı ancak bir aldanış men­
faatidir.» (454)
Kâfirin tüm gayreti dünya içindir: «Çünkü insanların kimi: «Ey Rab-
bimiz bize (nasibimizi) dünyada ver.» der. O kimsenin ahirette bir nasi­
bi yoktur. (455) Ancak dünyayı düşünür. Dünyalık şeyleri elde etmeğe çalı­
şır. Dilediğince eğlenmek, zina yapmak ve dilediğine bakmak için kadın is­
ter. Hiçbir kadının kendisinden kaçmasını istemez. Çocuk ister. Altın
ister. Otomobil ister. Konfor ister. Tomturaklı bir hayat ister. Tarla ister.
Oynamak, eğlenmek ister. Ev eşyalarının, elbiselerinin güzel olmasını is­
ter. Başkalarından daha yüksek, daha forslu ve daha üstün olmak ister...
Tüm gayreti bu gibi şeylerdir. Ahirete en küçük bir değer vermez. Aksine
ahirete inanmaz veya ondan şüphe eder. En azından onu hatırlamak is­
temez,
Müslüman ise, Allah’ın vasfettiği şekildedir: «Kimi de: «Ey Rabbi-
miz, bize dünyada iyi hal ver ve ahirette merhamet ihsan et; ve bizi ce­
hennem azabından koru» der.» (456) Müslüman, Karun kavminin Karun’a
öğüt verdikleri şekildedir. «Allah’ın sana verdiği mal ile ahiret yurdunu
iste. Dünyadan nasibini de unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi sen de ih­
san et. Yeryüzünde fesat çıkarma, çünkü Allah fesat çıkaranları sevmez.»
(457)
Müslüman Allah’ın emirlerini gerçekleştirmek için sırf ahirette çalış­
mak ister. Dünyadan sakınır :
«Siz, geçici dünya malını istiyorsunuz. Halbuki Allah, ahireti kazan­
manızı diliyor. Allah azizdir, hükmünde hikmet sahibidir.» (458)
«Kim ameli ile dünya menfaatini isterse dilediğimiz kimseye istediği­
miz şeyi dünyada peşin verîriz; sonra da onu cehenneme koyarız. Kötülen­
miş ve rahmetten koğulmuş bir halde ona ulaşır.» (459)
«Kim dünya menfaatim isterse kendisine ondan veririz ve kim de ahi­
ret sevabını isterse buna da ondan veririz. Şükredenlere ise muhakkak
m ükâfat vereceğiz.» (460)
454 — H a d id : 20
455 — B a k a r a : 200
453 — B a k a r a : 201
457 — K a sa s : 77
458 — E n fa l : 67
459 — I s r a : 18
450 — Â l-i İ m r a n : 145
214
MÜMİN — KÂFİR

«Kim ahiret sevabını isterse, onun sevabını arttırırız. Kim de dünya


menfaatini isterse, ona da ondan veririz; fakat ahirette ona hiçbir nasip
yoktur.» (461)
R esûlüllah (S.A.V.) de şöyle buyurur: «Dünyadan zahid ol, Allah seni
sever. İnsanların elindekinden zahid ol, insanlar seni sever.»
«Dünya ve için d e k ile r la netlenm iştir. A lla h ’ı anmak ve buna destek
olan şeylerle, âlim ve öğrenen müstesna.»
«Dünyanın A lla h yanında bir sin e k kanadı a ğ ırlığ ın ca değeri olsaydı,
ondan bir kâfire bir yudum su verilm ezdi.»
«Benim dünya ile ne iliş k im vardır. Ben dünyada ancak bir yolcu g i­
biyim . Yolcu, bir ağacın altında gölgelenir, sonra onu terkeder gider.»
Ebu Said'den :
«Resûlüllah (S.A.V.) m inberin üzerine oturdu. Biz ds etrafında otur­
duk. Buyurdu ki: «Sizin için korktuğum şeylerden birisi, dünyanın parlaklık
ve süsünün size açılmasıdır.» Biri: «Hayır (iy ilik ) şe rri g e tirir mi?» dedi.
R esûlüllah (S.A.V.) sustu. Vahyin kendisine g eld iğini anladıktan sonra
kendisine gelerek terini sild i ve şö yle dedi: «Bu soran nerede?» (Sanki
kızm ıştı) ve devam etti: «Hayır, şerri getirmez. Baharın bitirdiği otlardan,
şişirerek öldüren ve sancı yapan vardır. Lâkin hadira (Hicazda hayvanlar
için ekilen faydalı bir ot) yiyen hayvan hariç. Karnı şişinceye kadar ondan
yer, sonra güneşe yönelir ve yavaş yavaş geviş getirir. Sonra işer ve tek­
rar otlamaya başlar. Muhakkak ki bu mal güzel ve tatlıdır. O mal ne gü­
zeldir ki, müslümanındır. Müslüman ondan yoksula, yetim ve yolda kal­
mışa verir. Onu haksız yere alan, yeyip doymıyan gibidir. Kıyamet günün­
de de aleyhinde şehadet edecektir.» (462)
Dünyadan sakınm am ızın ve b iric ik hed efim izin ahiret olm asının ma­
nası, ölm em iz veya ölü gibi davranm am ız değ ildir.
Dünyadan sakınm aktan m aksadım ız, dünyanın her işi için A lla h ’ın ç iz ­
diği sın ırda durm am ızdır.
Peygam ber (S.A.V.) şöyle buyurur :
«Muhakkak ki dünya tatlı ve güzeldir. Allah sizi onda halife kıldı. Na­
sıl hareket edeceğinize bakacaktır. Dünya ve kadınlardan sakının. İsraiî-
oğullarının ilk fitneleri kadınlardı.» (463)
M al, dünyalıktır. A h ire t adamı o k im se d ir ki, onu helâl yerden kazanır
ve helâl yerde harcar; A lla h ’ın em rettiği şe k ild e A lla h 'ın hakkım verir.

461 — Ş u r a : 20
462 — Buharı, Müslim
463 — Müslim

215
İ S L Â M

Kadınlar, dü nyalıktır. A h ire t adamı o k im se d ir ki, kendisine cevaz


v e rild iğ i sın ıra kadar onlardan faydalanır.
Ç o cuklar, dü nyalıktır. A h ire t adamı o kim se d ir ki, onlara terbiye ve­
rir, A lla h yolunda y e tişm e le rin i e n g elliye ce k şe k ild e onları sevm ez ve
haklarına tecavüz etmez.
A tla r ve hayvanlar, dünyalık şe y le rd ir. A h ire t adamı o kim se d ir ki
onlardan A lla h ’ın hakkını verir. A lla h 'ın müsamaha e ttiği yolda onları kul­
lanır.
Toprak sahibi olm ak, dünyalıktır. A h ire t adamı o k im se d ir ki, A lla h ’ın
m eşru k ıld ığ ı yoldan onlara sahip olur ve A lla h ’ın hakkını verir.
Oyun, dü nyalıktır. Y ü ce A lla h , ahireti istiy e n le re caiz oyunların s ın ır­
larını ç izm iş tir. D iğ er oyunlar, batıldır. A h ire t adamı o k im se d ir ki, A lla h ’­
ın çizd iğ i sın ırd a durur.
Eğlenm ek, dü nyalıktır. A h ire t adamı o kim se d ir ki, A lla h ’ın çizdiği
sın ırla r çe rçe v e sin d e eğlenir.
Süs, dü nyalıktır. A h ire t adam ı o k im se d ir ki, A lla h 'ın helâl kıldığı s ı­
n ırlar çe rçe v e sin d e sü sle n ir.
Öğünm ek ve çoğalm ak, dünyalıktır. A h ire t adamı o k im se d ir ki, bü­
tün bunlarda A lla h tarafından ç izile n sın ırd a durur.
Şim di de bu konuları e traflıca anlatalım .

M üslüm an mal sahib i olur.. K âfir de. Fakat aralarında fark vardır: Kâ­
fire göre mal, bizzatih i gayedir. Hatta her hususta kendisine itaat ettiği
ta nrısı durum undadır. M alın hangi yoldan geldiğine aldırm az. G e lsin de,
nereden g e lirse gelsin. G eldi mi de, ancak istem iye re k elinden onu çık a ­
rır. Bu ise, bir nevi kulluktur. Peygam ber (S.A.V.) şö yle buyurur : «Para­
nın kulu helak oldu.»
A lla h ’ın rızasın ı ve ahiret gününü istiye n m üslüm anın yanında ise,
itsal, şe re fin i korum ası, iy ilik kazanm ası ve günahlarının bağışlanm ası için
bir vasıtad ır. Bunun n e tic e si olarak malı m utlaka helâl yoldan kazanır. M al
sahib i olunca da, A lla h ’ın hakkını ondan verir. V e o zaman mutludur. İn-
fak iç in b ir zaruret gördüğünde daima cöm erttir. Kalbi mala e s ir değildir.
M üslüm ana göre mal v e s ile d ir. Onu helâl yoldan elde etm ekle im a­
nını sa ğ la m la ştırır. İmanın sa ğ la m lığ ı ise, infak etm eyi, cö m e rtliğ i ve bütün
bunlar da A lla h 'ın rıza sın ı iste m e s iy le sağlanır.

216
MÜMİN — KÂFİR

— I! —

M üslüm an, kadım sever. R esûlüllah (S.A.V.) şöyle buyuruyordu :


«Dünyanızdan bana: Güze! koku, k a d ın ... sevdirild i.»
Lâkin bu sevgi, A lla h 'ın çizd iği sın ırla rı çiğnem eğe vardırm az. A k s i­
ne A lla h ’ın sevabını isteyerek A lla h ’ın se vdiğ ini onda g e rçe k le ştirir.

M üslüm an yabancı bir kadına şehvetle bakmaz. Şehvetin i ancak ev­


lilik yoluyla giderir. Evlendiğinde de, A lla h ’ın ken disine çizd iğ i sın ırlard a
kalır. K arısı hayızlı veya n ifa slı iken onunla kadın - erkek iliş k is in d e bulun­
maz. Arkadan da ona yanaşmaz. Bundan sonra, d ile d iğ in ce ondan fayda­
lanır. A lla h ’ın kendisine helâl kıld ığ ı kim se le rle evlenir. O, bütün bunlar­
da da A lla h 'ın rızasını ve ahireti diler. A lla h da, bütün bunlar için kendisine
m ükâfat verir.
Kadından faydalanm ak, onu faydalandırm ak, müslürnan erkek ve müs-
lüman kadının yanında neslin devam ım ve m üsiüm anların çoğalm alarını
g e rçe kleştirm e k için bir vasıtadır. M üslüm an bütün bunları A lla h ’ın rıza­
sın ı umarak yapar.
K âfirin yanında ise, faydalanm ak, hangi yoldan olursa olsun bizatihi
gâyedir. N efsini bir kayıtla kayıtlam az. Zina eder. Yabancı kadına şe h ve t­
le bakar. Şehvetini hiçbir kayıt sınırlam az. Faydalanırken hiçbir s ın ır ta ­
nımaz. Ona göre kadın, tapılan bir ilâhtır. Em reder, em rine itaat ed ilir.
N efsi de, onun için bir ilâhtır. N e fsin in em irle rin e tam itaat eder. Onun
da, nefsinin de b iric ik hedefleri, s ın ır tanım aksızın daha çok faydalanm ak
ve lezzete kavuşm aktır. Lezzet, şehvet ve hevâ'arını daha çok g e rçe k le ş­
tirm ek için bir fırsa t k açırd ılar mı, ken dilerin i ziyanda kabul ederler.
M üslüm an ise, nefsi harama karşı coştuğunda A lla h ’ın vad ettik lerin i
elde etm ek ve A lla h ’tan korktuğu için nefsine engel olur: «Fakat her kim
de Rabbinin makamından korkmuş ve nefsini, şehevattan alıkoymuşsa, mu­
hakkak cennet onun varacağı yerdir.» (464)

— IH —

M üslüm an, çocukların ı sever, A n ca k A lla h 'ı daha çok sever. Ç o cu k ­


ların sevm esi, herhangi bir görevini yerine getirm esine engel olm az. Ne
infak etm ekten, ne cihaddan ve ne de ibadet etm ekten. Ç o cu kla rın a te r­
biye verm ekte gevşek davranm asına da v e s ile olmaz. K endilerin in hak­
ketm edikleri bir hakkı onlara vermez. Ç o cu kla rı için başkalarına haksız-

464 — N aziat : 40-41

217
İSLÂM

lık etmez. Onun bu se v g isi, ço cukların ın kendilerine düşen görevleri yap­


m am alarına göz yum m asına da v e s ile olmaz. A k sin e görevlerini yerine ge­
tirm e le ri için onlara cesaret verir: «Kendinizi ve çocuklarınızı ateşten ko­
ruyun...» (465) «Mal ve çocuklarınız fitnedir.» (466) «De ki: «Babalarınız,
oğullarınız, kardeşleriniz, karılarınız, soylarınız, kazandığınız mallar, geçer­
siz olduğundan korktuğunuz bir ticaret, hoşunuza giden meskenler, size
Allah ve Resûlünden ve O ’nun yolunda cihaddan daha sevgili ise, artık Al­
lah'ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete
erdirmez.» (467)
M üslüm ana nisbetle çocuklar v e sile d ir. M üslüm an onlarla A lla h ’ın rı­
zasını ve cennetini kazanmağa ç a lışır. O nlarla m üslüm anların çoğalm a­
sın ı ister. İslâma yardım cı olm alarını, İslâm î te rbiyeyle y e tişm e le rin i ve
sa lih k im se le r o lm aların ı arzu eder, Ö yleki onlar da, onun için A lla h 'a dua
ederler ve böylece onun da günahları affedile. K âfire nisbetle ise çocu­
ğun saadeti, çocuğu nazlandırm akta ve ondan faydalanm aktadır. H elâl o l­
sun, haram olsun ondan faydalanm ağa ç a lışır. K endisini hoşnut etm esini
ister. M üslüm an ise, d ile r ki çocuğu A lla h 'ın rızası dairesinde hareket
etsin.
Bütün bunlarla b irlikte şunu da b e lirtelim ki: G erek mal, gerek ev ve
gerekse ço cuklar konusunda m üslüm an günlük hayat açısından da kâfir­
den daha mutludur. Bütün bu konularda huzur içe risin d e olan, gönlü ve
vicdanı rahat bulunan m üslüm andır. Kâfir değildir. Çocuğu m üslüm an ola­
rak büyüyen baba ancak m esuttur. Kâfir olarak büyüyen çocuk, büyü­
düğünde babasına hizm et etmez. Büyüyünce babasına hizm et eden, onu
gözeten m üslüm andır. Çünkü A lla h 'ın rızası buradadır.
M üslüm an kadın da, A lla h ’ın rızasının, kocasına iyi hususlarda itaat
etm esinde, işle rin i görm esinde olduğuna inanır. Kocasından başkasına
bakmaz. K endisini ona hasreder. M üslüm an koca da, öyledir. M üslüm an
erkek müslüm an k a rısıyla ve müslüm an kadın müslüm an kocasıyla mut­
ludur. K âfir erkekle kâfir kadının bütün bunlardan nasipleri yoktur. O lsa
bile, devam lı değildir.

— IV —

Atlara, hayvanlara, tarlalara, lüks arabalara sahip olmak, onları ko­


rumak kâfirin hedeflerindendir. O nlarla, diğerlerine karşı böbürlenir. K en­
d isin i diğer insanlardan daha üstün ve ayrı bir m ertebede görür. Onun he-

465 — Tahrim : 6
466 — Enl'al : 38
467 — Tevbe : 24
218
OYUN EĞLENCE

defi, bu gibi şe yle rd ir. B ir şeyi elde ederken veya onu kullanırken h içb ir
s ın ır tanım az. G âyesi bu v a sıta la rla dünya hayatında eğlenm ek; hayatın
tadını çıkarm aktır.

M üslüm anınsa, bunları elde etm esi için önünde engel yoktur. A n ca k
bunları kullanınca öğünmez, başkalarına karşı böbürlenm ez. Bu hayatı ya­
şam ak için birer v e s ile d ir bunlar. H edef âh ire ttir onun yanında. Onun için
A lla h 'ın em irle rin i yerine getirm ek, mal toplam aktan daha önem lidir. M ü s ­
lüman, A lla h ’ın kendisine verd iği nim etlere şükreder. A lla h ’ın kullarına
tevazu gösterir. M aldaki haklarım sık ın tı duymadan verir.

— V —

Buraya kadar a n lattıklarım ız dünyalık şe y le rd ir. A n ca k bu nlarsız o l­


maz. M al olmadan, tarla olmadan, kadın olm adan iş le r düzenli gitm ez,
bunlar gerekli olan şeyle rd ir. Onun için İslâm, bunların te m e lle rin i veya
v a rlık la rın ı haram k ılm a m ıştır. Bize haram olan, âh ireti unutturan veya A l­
lah’ın bizi im tihan için gönderdiği bu dünya hayatının im tihanını kaybet­
tiren şeydir. A lla h ’ın bize çizd iğ i s ın ırla r çe rçeve sin d e kald ığım ız, O n u n
yolunu tuttuğum uz müddetçe bir sakınca yoktur. Lâkin oyun, eğlence ve
süsün durumu fa rklıd ır. Dünya hayatının v a rlık ve devam ı, bunları zorun­
lu kılm az.

Onun için görüyoruz ki, bu işle r de, diğer iş le r de dünyalık o lm a la rı­


na rağmen, İslâm iyet bunların s ın ırla rın ı daha dar tutm uştur. A y rıc a bu
işler, diğerlerinden daha çok insanı ahiretten gaflete düşürürler. Daha
çok, nihaî hedefin dünya olm ası için yardım cı olurlar. Daha çok insan
vaktinin boşa harcanm asına sebep olurlar.
Şim di de, bu konularda İslâm ’ın görü şle rin i görelim ;

1 — OYUN VE EĞLENCE

Y ü ce A lla h birçok yerde dünya hayatını oyun ve eğlence olarak vasıf-


la n d ırm ıştır: «Dünya hayatı ancak oyun ve eğlencedir.» Dünya kötülen­
m iş olduğundan ve dünyanın belirgin vasfın ın oyun ve e ğ lenceyi ilg ile n d i­
ren şe y le r olduğundan Y üce A lla h oyun ve eğlenceyi dar sın ırlard a mu­
bah k ılm ıştır.
M e se lâ :
İslam tavla ve tavlaya benzer şe y le rle kumar kâğ ıtla rıyla oyna­
mayı y asa klam ıştır. Peygam ber (S.A.V.) diyor ki: «Tavla ile oynayan, eli­

219
ni domuz eti ve kanıyla boyayan gibidir, (463) Hanefi fakih le ri, satranç ve
benzeri oyunların da ayni olduğu görüşündedirler. A ncak şa fiile r satranç­
la oynam ayı hoş karşılam akla beraber m üslüm anı uzun müddet m e ş­
gul etm em ek, görevine engel olm am ak ve A lla h 'ı anm asına mani olm a­
mak kaydıyla satrançla oynamayı mubah kabul e tm işlerd ir. Onlarca, sat­
rançta zihn î bir h a re k e tlilik vardır. Her neyse, onlar da oynanm asını hoş
karşılam azlar. Çünkü o da, oyundur. N itekim hadis-i şe rifte şöyle buyuru­
lur: «Ren oyundan, oyun da benden değildir.»

Bu gibi oyunların faydası yoktur. A k sin e vakit a lışı, fik rî yönden in­
sanı yorm ası, kötülenen tartışm alara, değersiz şe y le rle öğünmeye sebep
olm ası nedeniyle zararlıdır.
Am a faydası olan oyunlarla oynamak caizdir. A ncak bir şeyin fay­
dalı oluşunu akıl yalnız başına takdir edemez. Bunu belirleyen A lla h ve
Resûlü veya nasslardan hüküm çıkarm a yetkisin e sahip olan m üctehidlerin
nasslara dayanarak ve rd ik le ri hüküm lerdir.
R esûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurur :
«(Ok') atın ve (Ata) binin. Ok atmanız, ata binm enizden bana daha se ­
v im lid ir. H er eğlence ba tıldır. Eğlenceden ancak üçü övülenlerdendir:
K işin in atını tım ar etm esi, hanım ıyla oynaşm ası ve ok ve yayıyla ok a t­
m ası. Bunlar haktandır. Kim . ok atmayı öğrendikten sonra ondan yüz çe ­
v irere k onu bırakırsa, muhakkak ki o nim ettir ve onu te rke tm iştir (veya
ona küfretm iştir) dedi.»
Başka bir yerde de şöyle buyurur :
«Ödül, ancak deve koşusunda yahut atış veya at m üsabakasında var­
dır.» (469)
Y ine şö yle buyurur :
«Her kim, g eçileceğ ind en em in olm ayarak iki at arasında b ir at koyar­
sa bunda bir sakınca yoktur. G eçile ce ğ in d e n em in o lursa o kumardır.»
(470)
C ü b e yr’den :
«İbn-i Öm er, KureyşÜ gen çlerle karşılaştı. Bir kuş veya tavuğu nişan
olarak tu tm uşlar ve ona değm iyen oku onun sahibine veriyorlard ı, ibn-i
Ö m er’i gördükleri zaman dağıldılar, ibn-i Ömer: «Bunu kim yaptı? Bunu
yapana A lla h lanet eder. Peygam ber (S.A.V ); C a n lıy ı hedef edinene la­
net e tm iştir, dedi.» (471)
468 — M ü s lim
469 — T irm izi, E b u D av u d , İbn-i Mace, A h m e d
470 — E b u D av u d , A h m e d
471 — B u h arı, M ü s lim N esai
220
O Y U N EĞ LEN CE

Buradan anlıyoruz ki, bir oyunun mubah olm ası için ona haram bir
şeyin karışm am ası gerekir. Boğa ve benzeri gü reşlerin de haram olduğu­
nu buradan anlıyoruz.
A iş e ’den :
«...Bayram günüydü. (A frikalı) siyahlar m e scid ’de deriden yap ılm ış
kalkan ve harbelerle oynuyorlardı...» (472)
Başka bir rivayette :
«Peygamber (S.A.V.) Tebük veya Hayber gazvesinden geldi. Oyun­
caklarım ın berisinde b ir perde vardı. Rüzgâr e sti ve oyuncak k ızlar görün­
dü. Peygam ber (S.A.V.}: «Bu ne ya A işe ?» dedi. «Kızlarım » dedim . O rta­
larında da, bezden iki kanadı olan oyuncak bir at gördü ve şö yle dedi: «Or­
talarında şu gördüğüm ne?» «E ir at» dedim . «Ya şu üzerind ekiler ne?»
dedi. Dedim ki: «İki kanat». O da şöyle dedi: «İki kanatlı at ha.» Dedim
ki: «Hz. Süleym an'ın kanatlı atlarının olduğunu duym adın m ı?» Bunun üze­
rine güldü. Ö yleki, azı d iş le n göründü.»

Şarkı ve m üzikle eğlenm eye gelince, şarkıya verilen müsaade m üzi­


ğe ve rilm e m iştir. M üzik âletlerin den de ancak savaş tram petlerine, ba­
zı fa kihlerce çoban kavalına, b ir de se vin ç aniarında def çalm aya m üsaa­
de e d ilm iştir. M ü zik siz şa rkıya daha çok müsaade e d ilm iştir. Şarkıyla
beraber def çalm ağa, ancak se v in ç li anlarda müsaade e d ilm iştir. Şüphe­
siz ki İslâm üm m etinin e ğ le n cesi de boş olm am alıdır. Şarkı ve müzik gibi
şeyle rin onları m eşgul etm esi uygun düşmez. Bugün gördüğümüz, şarkı
ve müziğe tutkunluk, mücahid bir ümmete katiyetle yakışm az. Bu, eğlen­
ceye dalm ış kâfir ümmete daha uygundur.
Bu konudaki nasslardan :
Ahm ed, sahih bir senete Saib b. Yezidden rivayet eder ki: «Bir kadın
Peygam ber (S.A.V.}'in yanma geldi. Peygamber (S.A.V.): «Ya A iş e bunu
tanır m ısın» dedi. A işe : «hayır» dedi. Peygam ber (S.A.V.) şöyle dedi. «Bu
filan kabilenin şa rkıc ı ca riye sid ir. Sana şarkı sö yle m e sin i iste r m isin?»
Peygam ber (S.A.V.) cariyeye bir tabak verdi. O da A iş e ’ye şarkı söyledi.
O da şöyle dedi: «Şeytan burun d e lik le rin e üfürdü.» (473) M ııaz kızı Ra-
b i’den: Odam inşa e d ilin ce Peygam ber (S.A.V.) odama girdi ve yatağım ın
üzerine oturdu. Yanım da def çalan ve Bedir günü öldürülen babalarına
m ethiyeler düzen küçük kızlar vardı. Bunlardan biri şöyie dedi: «Aram ız­
da yarın nelerin olacağını bilen Peygam ber vardır.» Bunun üzerine Pey­
gamber (S A V.) şöyle dedi: «Bunu bırak, daha önce sö y le d ik le rin e devam
et.»
472 - B u h a rı, M ü slim , N esai
4 t :î -- A hm ed

221
İSLAM

 m ir b. S a id ’den :
«Bir düğün günü Karza b. K a ’b ve Ebu M esud el-Ensarî'nin yanına
gittim . Yanlarında şarkı söyleyen ca riye le r vardı. Dedim ki; «Siz B e d ir’e
katılm ış Peygam ber sahabelerinden olduğunuz halde yanınızda bu iş na­
s ıl yap ılır?» Şöyle dediler: «Dilersen sen de oturup bizimle dinleyebilirsin.
Düğünde, eğlenme için bize ruhsat verilmiştir.» (474)
Hz. A iş e ’den :
«Bu nikâhı ilân edin. Onu mescidlerde yapın ve def çalın.» (475)
Buhârî'den :
«Ümmetimden ipek, içki ve çalgı âletleri (keman, ut vs. yi) helâl kı­
lanlar olacaktır...» Bu hadis-i ş e rif çalgı âletlerin in haram olduğuna de­
lâlettir. Am a dar sın ırla r, b e lli v a k itle r ve sa y ılı sebeplerden dolayı ça lg ı­
sız şarkı için g e n işlik vardır.

2 — SÜSLENME :

M üslüm an erkeğin e rke kliğ in i ve ınüslüm an kadının kad ınlığını aşmı-


yacak, ona kul olm ayacak ve kâfirlere has olan süse benzem iyecek şe­
kilde sü slenm eye izin v e rilm iştir. M üslüm anın hem kendisinin ve hem de
evinin süsü, kâfirinkinden farklıdır.
a — Erkeğin ipek ve altun giym esi haramdır. Erkek, altun yüzük de
takamaz. A ncak az m iktardaki gümüş yüzük erkek için helâldır.
Kadınınsa altun ve ipek giym esi caizdir. Çünkü kadın, süslenm eğe
m uhtaçtır. Kadının g ü zelliğine de yakışan budur.
K â firle rin g iy in işle rin e benzer g iy in işle r caiz olm adığı gibi tekebbür
için yerde sürünen e lb ise le r giym ek de caiz değildir.
Ebû Davud ve N esaî Hz. A li'd e n rivayet e derler ki: «Peygamber (S.-
A.V.) sağ e liy le ipeği ve sol e liy le altunu tutarak şöyle dediğini gördüm:
«Şu iki şey ümmetimin erkekleri için haramdırlar.» (476)

İbn-i Ö m er’den :
«Kim tekebbüründen elbisesini yerde süründürürse kıyamet günü Al­
lah ona bakmaz. Hz. Ebû Bekir: «Ya R esû liillah bazan entarim gevşer ve
uzar. A ncak ona dikkat ettiğim zam anlar hariç.» dedi. Peygam ber (S.A.V.):
«Sen tekebbürden yapanlardan değilsin» buyurdu.»

474 — N esaî
475 — T irm izi
476 — E bu D a v u d , N esai

222
SÜSLENME

Ebu H üreyre’den :
«Kadın elbisesini giyen erkeğe ve erkek elbisesini giyen kadına Pey­
gamber (S.A.V.) lanet etti.»
Ebu’l-Ahvas'tan, o da babasından :
«Peygaımber’in yanma geldim . Ü zerim de basit e lb ise le r vardı. Bana:
«Malın var mı?» dedi. «Evet» dedim. «Hangi maldan» dedi. «Her ç e şit m al­
dan A lla h bana deve, sığ ır, koyun ve köleler verm iştir,» dedim ? Dedi ki:
«Allah sana mal verdiği zaman, Allah'ın nimet ve fazileti üzerinde görül­
sün.»
Said b. M ü se y ye b ’den :
«Allah hoştur, hoş kokuyu sever. Temizdir, temizliği sever. Fazilet
sahibidir, faziletliyi sever. (Şöyle dediğini görüyor gibiyim) Evinizin önünü
temizleyin, yahudilere benzemeyin.»
Kadın, evinin dışına çık tığ ı zaman güzel koku kullanamaz. Sünen sa­
hipleri M u s a ’dan R esûlüllah (S.A.V.)’ın şöyle buyurduğunu rivayet eder­
ler: «Her göz zina edicidir. Kadın da güzel koku sürünür ve bir topluluğun
yanından geçerse o da öyledir; yani zaniyedir.»
b — E lbise konusunda insanın aşm am ası gereken sın ırla r vardır.
Hem erkek ve hem de kadın avret y erle rin i gösteren ince ve şe ffaf e l­
b ise le r giyem ezler. Erkeğin dizkapağıyla göbeği arası avrettir. Bazıları,
dizin de avret olduğunu sö yle rler. Kadının ise, ebediyyen ken disiyle ev-
lenem iyenlerin dışında olan erkeklerin yanında vücudunun tamam ı avret­
tir.
«Erkek erkeğin avretine bakmasın. Kadın da kadının avret yerlerine
bakmasın. Erkek başka bir erkekle ayni örtü altında olmasın. Kadın da
başka bir kadınla ayni örtüde bulunmasın.»
c — Yasaklanan diğer sü sle r :
Hz. A işe 'd e n :
«Aişe, re sim li bir yastık satın alm ıştı. Peygam ber (S.A.V.) yastığı
görünce kapıda durdu ve içeri girm edi. Hoşlanm am a ifadesini yüzünde
gördüm ve dedim ki: «Ya R esûlüllah A lla h ’a ve Resulüne sığ ın ırım , ne gü­
nah işledim ?» «Bu yastık da ne?» dedi. «Onu sana satın aldım ki üze­
rinde oturasın ve yaslanasın.» dedim. O da şöyle dedi: «Muhakkak ki bu
resimleri yapanlar kıyamet gününde azaplandırılırlar ve kendilerine «Bu
yapaklarınıza can verin denilir.» Ve şöyle devam etti: «İçinde resim bulu­
nan eve melekler girmez.»
Başka bir rivayette Hz. A işe şöyle der: «Peygamber (S.A.V.)’e bir y a s­
tık doldurdum. Peygam ber (S.A.V.) geldi ve iki kapı arasında durdu. Yüzü

223
w

İSLÂM

d e ğ işm işti «Ne yaptık yâ Resûlüllah» dedim. «Bu yastık da ne?» dedi.
«Ona yaslanm anız için yaptım,» dedim. O da (S.A.V.] şöyle dedi: «M e le k­
le rin re s im li eve g irm e d ik le rin i b ilm iyor musun?»

Başka bir rivayette şu ek vardır: «O yastığı ikiye böldüm ve iki yas­


tık yaptım. Peygam ber (S.A.V.) evde onlara yaslanıyordu.»

D iğer bir rivayette şöyle denir: «Peygamber (S.A.V.) bir seferden


dönm üştü. Kapının üzerinde at re sim le riy le süslü bir perde asm ıştım . Ba­
na perdeyi oradan alm am ı em retti. Ben de perdeyi oradan indirdim.»

D iğ er bir rivayette ise şö yle deniyor: «Hz. A iş e kapısını sü slü bir ör­
tü ile örtm üştü. Peygam ber (S.A.V.) geldiğinde örtüyü gördü. Hz. A işe ,
hoşlanm adığım yüzünde gördü. Peygam ber (S.A.V.) perdeyi kaparak par­
çaladı ve şö yle dedi: «A llah taş ve toprağı giyd irm em izi emretmedi,» de­
di. Hz A iş e diyor ki: «Ondan iki yastıktık kestim ve lifle doldurdum. Pey­
gamber (S.A.V ) bu hareketim i kınamadı.»

B elki de, m üslüm anın dünya işle rin e saplanm am ası, daima ahireti
hatırlam ası, dar-ı im tihanda olduğunu h içb ir zaman unutm am ası, dünyayı
hedef edinen ve dünyaya kulluk eden kim selerden farklı olm ası için Y ü ­
ce A lla h bu sın ırla m a la rı koym uştur, B ö ylcce müslüm an vaktini m ükem­
mel bir şe k ild e de ğ erle n d ire b ilsin ve gereksiz şe y le rle zam anını harca­
masın.

N ih aî hedefinde m üslüm anın kâfirden farklı olduğunu b e lirtm iştik


K âfirin nihaî hedefi dünya iken m üslüm anın nihaî hedefi, ahirettir. A y rıca
bu fa rk lılık la rın d avranışları nasıl e tkile d iğ in i de görm üştük. Tekrar şuna
işa re t etm ek isteriz. Bazı kâfirler, âhiret için ç a lıştık la rın ı zanneder. Bu­
nun için d e m iştik ki, aslında bu, sonradan gelen küfürle beraber kalan bir
im anın k a lın la r ın d a n d ır . Zam anla bu durum da ortadan kalkm aktadır. N i­
tekim bugün dünyadan başka h içb ir düşüncesi olm ayan rahip ve yahudî
â lim le rin i görm ekteyiz.

A n la ttıkla rım ızd a n çıkard ığ ım ız şu neticeyi de aktarm ak istiyoruz:


K â firle rin hayatlarını ilg ile n d iren m ü esse se le rin İslâm toplumunda yeri
yoktur. A y rıc a kâfir bir toplumda geiişem eyen birçok m ü essese İslâm top­
lumunda m ükem m el bir şe k ild e g e lişir. Kum ar toplantı ve m ü esseseleri-
nin, ders, eğlence ve müzik evlerinin, İslâm ahlâkıyla bağdaşmayan kıya­
fe tle ri satan m ağazaların İslâm toplum unda yeri yoktur. K ısa cası İslâm
toplumunda, İslâm ahlâkıyla bağdaşmayan h içb ir m ü esseseye hayat hakkı
yoktur.

224
M Ü S L Ü M A N IN HEDEFİ

— VI —
M üslüm an nihaî hedeflerinde diğerlerinden fa rk lı olduğu gibi umû­
mi hedeflerde ve gerek yaln ız ken disi ve gerekse diğer m üslüm aniarla
yardım laşarak g e rçe k le ştirm e k isted iğ i yüce hed eflerinde de d iğ e rle rin ­
den fa rklıd ır. M üslüm an olm ayanın dünyadan faydalanm aktan başka he­
defi yoktur. D iğer in san larla ortak olarak g e rçe k le ştirm e k isted iğ i bir he­
defi o lsa bile bu, dünya hayatının cüzlerinden b irin i; yükselm ek, şöhrete
kavuşm ak gibi şe y le ri elde etm ek için d ir.

M üslüm an için durum fa rklıd ır. H er şeyden önce m üslüm an, dünyada
hedefsiz değildir. O, b ir hedefi olan k işid ir. Ve bu hedef dünyevî değ ildir.
Hatta d o la yısıy la bile dünyevi değildir.
M üslüm anın umumi h ed eflerini b e lirle m e k gerekirse, bunlar beş ta­
nedir :
1 — A lla h 'ın d e vletini kurm aktır. A lla h ’ın devletine yardım cı olm ak,
onu korumak, İslâh etm ek veya o yoksa, kurulm ası için m ücadele etm ek­
tir.
2 — A lla h 'ın düzenine yardım cı olm aktır.
3 — R e sû lü lla h ’ın sünnetini d iriltm e k tir.
4 — A lla h ’a inanan üm m et arasında b irliğ i sağlam ak ve bunun için
çalışm aktır.
5 — Yeryüzü tam am en A lla h ’ın Hakim iyetine boyun eğlnceye kadar
O ’nun yolunda cihad etm ektir.
A lla h ’ın e m irle rin in g e çe rli olm adığı b ir devlette m üslüm an yaşıya-
maz. Buna göre o, kâfir b ir devletin gölgesinde yaşam ak istem ez. Onun
için m üslüm anlara farz olan hususlardan biri; A lla h ’ın sözünün hakim ol­
duğu bir devlet kurm aktır. Ve bu devlette, A lla h ’ın e m irle rin i uygulayan
bir başkanları o lacaktır. Bundan ortaya çıkan netice şudur: A lla h ’ın düze­
ninin hakim olduğu d evlet yok ise, m üslüm anın hedefi, onu kurm aktır.
Şayet var iso, ona yardım cı olm ak, onu korum ak ve onda b ir bozukluk
gördüğünde düzelm esi için ça lışm a ktır. Bu durum lardan hangisine ih ti­
yaç duyulursa duyulsun m üslüm an bu ça lışm a lara katılm ad ıkça günah­
kârdır.
M üslüm an, A lla h ’ın hüküm leri hakim oluncaya kadar bu yolda ç a lı­
şır. Sonrada A lla h ’ın düzeninin gölgesinde yaşar. İslâm devleti, İslâm
düzenine bağlıdır. D eğilse, İslâm devleti iddiası boştur. Bu tem ele göre
m üslüm an, cem iyetin bozulm ası veya devletin A lla h ’ın düzeninden sap-

225
İ SLÂM

m ası durumunda daima hassastır. Bu düzenden herhangi bir sapma gör­


düğünde hemen düzenin tam hakim iyeti için yardım cı olur.
M üslürnana göre düzenin tam m ükem m eliyeti, ancak her alanda Re-
sû lüllah (S.A.V.)’in sünnetinin uygulanm asıyla olur.
İslâm üm meti iç veya dış nedenlerle parçalanabilir. O zaman müs-
lüman, diğer m üslüm anları unutarak bir yerde İslâm î devletin kurulm a­
sıy la yetinm ez. O diğer m üslüm anlaria ortak bir çalışm aya girm enin ve
İslâm üm m etinin tek bir halifenin idaresi altına girm esine ve tek bir v a ­
tanda toplanm asına çalışm anın bir görev olduğunu bilir. İslâm üm m eti­
nin b irliğ i ancak bu şe k ild e sağlanır. M üslüm an bu hedeften geri kalamaz.
O b ilir ki bu hedef için Hz. A li ile Hz. M uaviye ça rp ışm ış ve binlerce müs-
lüman öldürülm üştür. O yine b ilirk i yeryüzünde A lla h ’ın hakim iyetine bo­
yun eğm iyen bir karış kaldığı müddetçe A lla h yolunda cihad am eliyesi
içe risin d e olm ak m ecburiyetindedir. Bu, A lla h 'ın su sözünün ge rçe kleşm e ­
si için dir: «Yeryüzünde fitne kalmayıp din, tamamiyle Allah’ın oluncaya
kadar onlarla savaşın, cihad yapın. Eğer küfürden vazgeçerlerse, Allah
yaptıklarını görür ve mükâfatlarını verir.» (477) Yeryüzünün tamam ı A l­
lah’ın hakim iyetine boyun eğm edikçe, h a liyle fitne m evcuttur. Onun için
bunu ge rçe k leştirm e k m üslüm anın tem el hedeflerindendir.
Sözünü e ttiğ im iz bütün bu hedefler umumi bir şe kild e m üslüm anlar
üzerine farzdır. M üslüm anların onları g e rçe k le ştirm e le ri ve hayatta on­
lara yüce hedefler gözüyle bakm aları görevlerindendir.

— VII —

M üslüm anın bu hedeflere ortak olab ilm esi için ö n ce likle kendisinde
şu beş sıfatı g e rçe k le ştirm e si gerekir.
1 — Bütün bunlarda gâyenin A lla h olm ası.
2 — R esûlüllah (S.A.V.)’in ona önder olm ası.
3 — Kur'an ve sünnetin ona rehber olm aları.
4 — Devam lı bir cihad am eliyesi içe risin d e bulunm ası. Ruh, bünye
ve bilgi yönünden cihad am eliye sin e h a zırlıklı olm ası.
5 — Bunlar,, için ölm ek, en tatlı am ellerinden ve hayatta kalmaktan
daha se v im li olm ası.
M üslüm an bu n ite likle re sahip olm azsa sözünü ettiğ im iz hedefleri
gerçekleştirem ez. M üslüm anlar için en üstün örnek olan sahabeler (A l­
lah onlardan razı olsun) bu sıfa tla rı hayatlarında g e rçe k le ştirm işle rd i.

477 — Enfal : 3»

226
M Ü SLÜ M ÂN 1N HEDEFİ

O n lar her işte s ırf A lla h 'ın rızasın ı gözetiyorlardı: «Sabah ve akşam
A lla h ’ın rızasın ı dile ye re k R abierine dua eden k im se le rle beraber n e fsini
s a b ırlı tut; dünya hayatının süsünü arzu edip de gö zle rini onlardan başka­
sına çe virm e...» (478)
O nlar en ince ve en b a sit m ese le le rde bile R esûlü llah (S.A.V.)’in
sünnetine bağlıydılar. Yüce A lla h hem onlara ve hem de bize şöyle diyor:
«G erçekten A lla h ’ı, ahiret gününü arzulayanlar ve A lla h ’ı çok zikred e n le r
için, size A lla h ’ın Resûlünde pek güzel bir örnek vardır.» (479)
Rabîarının kitabına ve Peygam berinin sünnetine sık ı sık ıy a s a rılm ış ­
lardı. Onlardan a y rılm ıyo r ve hidayeti başka yerde aram ıyorlardı.
• K e sin tisiz ve devam lı bir cihad içe risin d e y d i onlar. Tem el iş le ri cî-
had idi. R esûlü llah (S.A.V.) cihadı te rke d e n le ri tehd it e tm iştir: «Barca
a lış v e riş yapar, s ığ ırla rın ku yrukların ı ta kip eder v e ekin e rıza g ö ste rir­
se n iz A lla h üzerinize b ir z ille t hakim kıla r. Ta ki, d in in ize dönüneeye ka­
dar.»
Yüce A lla h da, dünyalık bir şeyin m üslüm ana cihaddan daha se v im li
olm asını fa sık lık la n itelem iştir: «De ki «Babalarınız, oğu lların ız, kardeş­
leriniz, k an ların ız, so yların ız, kazandığınız m allar, g e çe rsiz olm asından
korktuğunuz bir ticaret, hoşunuza giden m eskenler, size A lla h ve Resulün­
den ve onun yolunda cihaddan daha se v g ili ise, artık A lla h ’ın em ri g e lin ­
ceye kadar bekleyin. A lla h fa sık la r topluluğunu hidayete erdirm ez.» (480)
Cihaddan gâyem iz, cihadın her ç e şitid ir. (Bu konuyu «C U N D U LLA H
SEKAFETEN VE A H LA K E N » isim li kitabım ızda e tra flıca açıkladık).
Sahabeler, A lla h yolunda ölm eyi se v e r ve onu dünya hayatına tercih
ederlerdi. Şehid olmadan ö le ce k le rin i anlayınca çok üzülürlerdi. Hz. Ha-
lid b. V e lid ’in bu konudaki sözü çok meşhurdur: «Size öyle bir kavim le
geldim ki, hayatı (başka bir rivayette içkiyi) se v d iğ in iz kadar ölüm ü se ­
verler.»
O halde m üslüm anın sıfa tla rın ın bunlar olm ası çok norm aldir. Çünkü
sözü geçen hedeflerin g e rçe kleşm e si, bunlarsız olamaz. Bazıları bu hedef­
lerin hepsini bir arada m üslüm anların dilinden şu şe k ild e ifade e derler :
«Allah, gayem izdir. R esûlüllah, ö nd erim izdir. Cihad yolum uzdur. Ve
A lla h yolunda ölm ek, e m e lle rim izin en yücesidir.»
Bununla m üsiüm an diğer herhangi bir insandan ayrılır. H edefleri bu
hedeflere benzeyen ve bu sıfatlara benzer sıfa tla rı ge rçe k leştirm e k için

478 — K e h f : 28
479 — A h z a b : 2 1
480 — T e v b e : 24

227
İ SLÂM

uğraşan başka b ir insan yoktur. M üslüm anı bu yüce hedeflerden uzaklaş­


tıran ne olu rsa olsun Islâm 'ın düşünce ve özünden sapm adır ve ona ay­
kırıdır. Sözünü e ttiğ im iz bu hed eflerle iliş k is i olm ayan her hedef ve paro­
la m üslüm anı İslâm ’dan uzaklaştırm ak için ortaya atılan bir entrikadır.
M üslüm anı saptırm ak için dir.

A n la ttık la rım ız la m üslüm anın nihaî genel ve özel hedefleri b e lirle n ­


m iş oldu.

— VIII —
M üslüm an özel ve genel, uzak ve yakın hedefleri ve sıfa tla rıy la diğer
insanlardan fa rklı olduğu gibi her şeyde de diğer insanlardan fa rklıdır.
Çünkü önder ve hidayet kaynağı birdir. Bunun n e tice si olarak da hak ve
batıl, hidayet ve sa p ık lık , a ç ık lık ve kap alılık, doğruluk ve e ğ rilik gibi şe y ­
lere im kânı olan hususlarda diğer insanlardan fa rklıd ır. Terbiyesinde, y e ­
m esinde, içm esinde v e 'y a tm a s ın d a diğerlerinden fa rklıd ır. G örevini y e ri­
ne getirm esind e ve ken disine düşeni yerine ge tirm ediği zam anlarda, az
bile o lsa nefsini sorguya çekm esind e fa rklıd ır. Bütün işlerd e müslüma-
nın diğer insanlardan fa rklı olm ası a s ild ir. Daha önce de b e lirttiğ im iz gibi
bu kitap m üslüm anın fa rklı olduğu yön leri anlatm aktadır. A ncak yine de
burada umumi iş le ri ilg ile n d iren iki m isal verm ek istiyo ruz :
Birincisi : M üslüm anın sözünde fa rklı oluşu.
İkincisi : M üslüm anın yem e ve içm esinde fa rklı oluşu.

BİRİNCİSİ
M üslüm an olm ayan bir kim se sö zle rin i herhangi bir sın ırla s ın ırla ­
maz. A ğzına geleni söyler. H er husustaki konuşm alara katılır. B ilsin veya
bilm esin. A ra ştıra ra k olsun veya olm asın. K en disin i ilg ile n d iren konular
olsun veya olm asın, İyi olsun veya kötü olsun... Sapıklarla s a p ık lık la rın ­
dan, hak e h liyle haktan görünür. B ilir bilm ez m ünakaşalara g irişir. M üna­
kaşa etm ekten gâyesi, gerçeğin ortaya çıkm ası değil, karşı tarafı su stu r­
m ası ve ona hakaret etm esid ir. Onun için bazan kötü sö zle r kullanır. Ba-
zan ge re ksiz yere yum uşak davranır. Daha güzel ve parlak sö zle r kullanır.
Edebiyat parçalar. A ğzından kötü ve çirk in sö zle r çıkm asına a ld ırış et­
mez. H aksız yere alay eder. A la y la k a rışık yalan söyler. Hatta her za­
man yalan söylem ekten çekinm ez. S ır saklam az. Söz verir, sözünü y e ri­
ne getirm eğe a ld ırış etmez. Y em in eder ama yem in etm am iş gibi davra­
nır. En yakın akrabası b ile olsa aleyhinde konuşm aktan çekinm ez. Kötü

228
MÜSLÜMANIN SÖZ VERMESİ

sö zleri insanlar arasında 'd o la ştırır. O n ları b lrib irin e düşürm eğe ça lışır.
Öğme ve yerm elerinde ölçüsüzdür. Konuşm alarında faydalı mı, zararlı mı
konuştuğuna a ld ırış etmez.
B elki bütün bu sıfatları kendisinde toplıyan bir kâfir bulam ayız. Am a
sözlerinden dolayı sorguya ç e k ile c e ğ in i hesaba katm ayanın bu şe kild e
davranm asına engel o la b ile ce k b ir şe y yoktur.
M üslüm anın durumu ise, tam am en bunun te r s in e d ir .7
•O, henüz ilk anda ancak hayır söylem ek m ecburiyetindedir. A lla h
(C.C.) şöyle buyuruyor: «Onların fısıldaşmalarının çoğunda hayır yoktur.
A ncak sadaka vermeyi veya bir iyilik etmeyi, yahud insanların, arasını
düzeltmeyi emreden başka...» (481)
Peygam ber (S.A.V.) de şö yle buyuruyor : «Allah’a ve ahiret gününe
inanan kimse hayır söylesin veya sussun.» (482)
M üslüm an, kendisini ilg ilend irm eyen bir konuda konuşm az.
Peygam ber (S.A.V.) şö yle buyuruyor: «Kişinin, kendisini ilgilendirme­
yen şeyle uğraşmaması, islâmının güzelliğindendir.»
M üslüm an, konuşm adan önce kendis'rni sorguya çeker. A lla h 'ın aza­
bından korkarak ağzından ö lçülü sö zle rin çıkm asına önem verir.
Peygam ber (S.A.V.) diğer bir ha d is-i şerifte şöyle buyuruyor : «Kişi
Allah’ın hoşlanmadığı bir söz söyler de aldıriş etmez. Halbuki onunla yet­
miş «harîf» cehennem ateşinin derinliklerine düşer.»
M üslüm an insanların sa p ık lık la ra d a ld ıkla rın ı görünce A lla h ’ın em ri­
ne uyarak onlardan yüz çe virir.
Yüce A lla h bu konuda şöyle buyuruyor: «Ayetlerimizle alay yollu söz
edenleri gördüğün zaman, kendilerinden yüz çevir, yanlarında oturma; tâ
ki, Kur’ân’dan başka bir söze dalarlar. Eğer onlardan yüz çevirme işini, şey­
tan sana unutturursa, hatırladıktan sonra hemen kalk da, o zalimler kavmi
ile beraber oturma.» (483)
«Onlar ki, yalana şahidiik etmezler ve boş söz konuşanlara rasgel-
dikleri zaman, bulaşmadan iyi bir şekilde yüz çevirir geçerler. (484)
M ü s l ü m a n , m ü n a k a ş a ve g ö ste rişte n hoşlanm az. A n ca k h a k ika ti.a çık ­
lar. H akikat neredeyse, o da oradadır. Peygam ber (S.A.V.) şöyle buyuruyor:
«Kardeşine karşı gösteriş yapma. Onunla alay etme. Bir de, ona söz ver­
diğin zaman, verdiğin söze aykırı hareket etme.»

■581 — N isa : 114


482 — T a b e ra n i; M e c m a ’u z -Z e v a id
483 — E n 'a m : 68
484 — F u rk a n : 72

229
İ S L Â M

M üslüm an, başkalarıyla düşm anlık yapmaktan, onlarla m ünakaşalara


girişm ekten hoşlanm az. Bu konuda Peygam ber (S.A.V.) şö yle buyuruyor :
«A lla h 'ın en çok hoşlanm adığı kim se, düşm anlığında a şırı gidendir.» (485)
M üslüm an, fesa h a tiyle diğerlerinden eksik olm am akla oeraber zo rla­
narak konuşm aktan da hoşlanm az. Peygam ber (S.A.V.) şöyle buyurur : «Al­
la h ’ın en çok hoşlanm adığı v e ikam et yeri benden en uzak olanınız; ge­
veze, la u b a li ve güze! konuşuyor d e n m asi için a vu rtların ı ş iş ire ş iş ir e ko­
nuşandır.»

M üslüm an, başkasına lânet etm eyi, te rb iy e sizce söz söylem eyi ve
başkasına sövm eyi sevm ez. Peygam ber (S.A.V.) bu konuda da şöyle bu­
yuruyor : «M üm in, lânet eden, başkalarına söz atan, a ş ırı giden ve te rb i­
y e s iz lik yapan değildir.» Lânet etm ekten sakınır. A n ca k A lla h ’ın ken d isi­
ne helâl kabul ettiği hu suslar başka. M üslüm an da şa kalaşır, ama onun
şakalaşm ası onu batıla, yalan uydurmaya sürüklem ez. R esûlüllah (S.A.V.)
den, insanları güldürm ek için söz uyduran k işiy i sordular. Buyurdu ki :
«Veyl ona, veyl ona»
M üslüm an, alay etm ekten, b a şkalarıyla eğlenm ekten ve dedikodu yap­
maktan uzak durur ; Yüce A lla h bu konuda şö yle buyuruyor : «Ey iman
edenler, b ir kavim diğer bir kavim le alay etm esin. O lu r ki alay e d ilen le r
ken dilerin den daha ha yırlı bulunurlar. B ir takım kadınlar da diğer kadınlar­
la eğlenm esin. O 'u r ki eğlenceye a lın a n la r kendilerinden daha ha yırlı o lur­
lar, Hem b irb irin izi ayıplam ayın. İmandan sonra fa s ık lık la aldanm ak ne kö­
tü isim d ir. Kim de tevbe etm ezse, işte onlar ken dilerin e zulm edenlerdir.»
(486) «Bir k ısm ın ız bir k ısm ın ızı çe k iştirm e sin . H iç sizden b irin iz ölü kar­
d e şin izin e tin i yem ek ister m i? Bundan tik sin d in iz değ il mi ?) O halde (de­
dikodu yapmakta) A lla h ’tan korkun. M uhakkak ki A llah, te vb e le ri kabul
edendir ve çok m erham et sahibidir.» (487)
B iri ona güvenerek sırrın ı sö y le rse , onu açığa vurmaz.
M üslüm an, verd iği sözü yerin e getirm eğe azim lid ir. Söz verd iği zaman
niyeti o sözü yerine getirm ektir. Y ü ce A lla h şö yle buyurur ; «Ey iman
edenler, v e rd iğ in iz sözü yerin e g e tirin ...» (488) «K ur’ân’da İsm ail'i de an.
Çünkü o, vaadinde sâ d ık tı ve kavm ine gö n de rilm iş bir peygam berdi.» (489)
Söz v e rild iğ i zaman sözde durulm am ası, m ünafığın alam etlerindendir.

485 — B u h u s u s iç in b k z . M a id e : 8
480 — H u c u r a t : 11
487 — H u c u r a t • 12
488 — M a id e : 1
489 — M e ry e n .

230
Ğ 1Y B E T

V erd iği sözde doğru olm ak ve yem inin e sa d ık olmak, m üslüm an için
gerekli olan şeylerd end ir. Sözün şe re fin i bilen in san dır o. A hlaken sözüne
sa rsılm a z bir bağla bağlıdır. Peygam ber (S.A.V.) şö yle buyurur : «Kişi dai­
ma doğru söyler ve doğruyu araştırır. Nihayet Allah onu kendi yanında
sıddîklerden yazar.»
Peygam ber (S.A.V.)’in ruhsat verd iği yalan, haram değildir. Bu konu­
da Umm-u G ülsüm şu hadis-i şe rifi naklediyor : «Şu üç şey hariç, Peygam­
ber (S.A.V)’in herhangi bir şey hakkında yalana ruhsat verdiğini duyma­
dım : İnsanların arasını İslah etmek için söylenen söz* Savaşta söylenen
söz. Ve kişinin karısına ve karısının kendisine söylediği söz.» (490) Hat­
ta bu işle rd e b ile sözünün doğru b ir yönünün olm asm ı se çe r.
M üslüm anın başka bir kim senin aleyhinde dedikodu yapm am ası gere­
kir. İnsanların hoşlanm adıkları durum larından bahsetm ez. K â fir o lsa lar bile.
A n ca k anlatm am asından bir zarar doğacak ise veya anlatm ası gerekli ise,
o başka.
M üslüm anın, insanların arasını açan, d ü şm anlıklarını arttıran ve düş­
m anlığın devam etm esini sağlıyan sö zle ri de götürüp getirm em esi gerek­
lid ir. Peygam ber (S.A.V.) şö yle buyurur : «Koğuculuk yapan cennete gir­
mez.»
M üslüm an, aksine insanların arasını islâh eden sö zle rin ta ş ıy ıc ıs ıd ır.
O, iki yüzlü de değ ildir. B ir şundan, b ir bundan görünmez. Peygam ber
(S.A.V.) şöyle buyurur. «Dünyada iki yüzü olanın kıyamet gününde ateşten
iki dili olur.»
«Kıyamet gününde Allah’ın nezdinde insanların en kötüsü olarak iki
yüzlüyü bulursun. Bir kısmına bir yüzle ötekilere başka yüzle gelir.» (491)
M üslüm an başkalarını yüzlerinde övm eyi sevm ez. Çünkü bunda riya
şüphesi vardır. A y rıc a öğülende ken disini beğenm e tohumu e kilm iş olur.
M üslüm an, konuştuğunda sözünün sağlam İlm î b ir tem ele dayanma­
sı gerekir. Konuşm adan önce sö yle ye ce ğ i sözün doğruluğu ken disince ke­
sin dir: «Fetva konusunda en cesaretliniz, ateşe eti cesaretli olanınızdır.»
O, d in le y ic ile re faydası olan şe y le ri konuşur. Zararlı olan şe y le ri veya
inanç ve am elde g e vşe kliğ e sebep olan sö zle ri söylem ez. «Bir kavme akıl­
larının yetmediği şeyleri anlatsan, bazıları için fitne olur.»
N e tice olarak : G erçek m üslüm an, A lla h ’ın izniyle d ilin e hakim dir. İyi
şe y le ri sö y le r ve kötü şeylerd en sakınır.

490 — M ü slim
491 — B u h a ri M ü slim

231
İ S LÂ M

Y üce A lla h şö y le buyurur : «Ey iman edenler, siz fısıldaştığımz zaman,


yalan, zulüm, Peygambere isyan fısıldaşmayın; iyilik ve takva fısıldaşın.
Allah’tan korkun ki, (ahirette) O ’nun huzurunda toplanacaksınız.» (492)
B öylece m üslüm anm s ö z le riy le diğer insanlardan farklı-o ldu ğu ortaya
ç ık m ış oldu.

İkincisi:

M üslüm anm yem e ve içm esinde fa rk lı oluşu : M üslüm an olm ayan y e ­


me - içm e konusunda n e fsin i bir sın ırla Sınırlam az. O, domuz etini de, ölü
etini de ve şe r'i yolla kesilm e yen hayvanın etini de yer. Kan ve alkol gibi
n e c is şe y le ri içm ekten çekinm ez. M üslüm an ise böyle değildir. O, herşey-
den önce A lla h 'ın kâinatı ve onun kapsadığı şe y le ri insanların yararına ya­
rattığına inanır. O halde A lla h 'ın insan için bir takım s ın ırla r çizm e si ve
onun bir takım şeylerd en uzak kalm asını istem esi hakkıdır. A cab a insan,
ken disine v erilen bunca nim ete k a rşılık A lla h 'a itaat edecek m id ir? M ü s­
lüman, A lla h 'ın haram k ıld ığ ı ş e y le ri yem ez ve içm ez. A rsla n ve kerkenez
gibi diş ve p e n çe le riy le avlanan ve eti haram kılınan hayvanların etini y e ­
mez. (493) A lk o llü iç k ile ri içm ez. Eti yenen hayvanların etini de, ancak
ş e r’i yolla k e s ild ik le ri takdirde yer. Eti yenen hayvanın etinin yenm esi için
k e s ilirk e n üzerinde A lla h 'ın ism in in an ılm ış olm ası gerekir. Bu, y a ra tıcısı
olan A lla h 'ın izni ile bu işle m in yap ıldığın a dair b ir sem boldür. A y rıca av
dışında haram ve n e cis olan kanının çık m a sı için can dam arlarının, yuta­
ğın ve yem ek borusunun boyunda belirlen en yerden k e s ilm e si g e re kir vs...

A lla h ’ın b ir takım şe y le ri bize haram k ılm a sı şü ph esiz boşuna değildir.


A lk o l, zara rlıdır. Domuz eti zara rlıd ır. Haram kılınan hayvanların etle ri za­
rarlıd ır. Bazan bu zarar vücuda olm az da ahlâka olur. Çünkü alınan gıda­
nın şa h siye tin o luşm asında rolü vardır. H iç et yem iyen bir insanın ruhî ya­
p ısıy la daim a et yiyen in ruhî yap ısı fa rklıd ır. Bazan b e lli bir etin insanın
ruhî yap ısın ın oluşm asında e tk ile ri olur. B elki de Batının namusa a ld ırış
etm em esi ve bu konuda her şe yi mubah saym ası, bir bakım a domuz etini
y em ele riyle ilg ili o la b ilir. H er ne olursa olsun, zarar o lsa da, olm asa da
m üslüm an yasaklara yanaşm az. S ırf A lla h em rettiği için öyle davranır. A l­
la h ’ın e m irle ri daima yerin e g e tirilm e lid ir. Çünkü kâinatın gerçek sahibi
Odur. (494) D ile d iğ i şeyden in san ları sakın d ırm ası O ’nun hakkıdır. (495)
M e se le , tem elinden A lla h 'ın yaşam a konusunda y e tkili oluşunu itira f et-
402 — M a id e : 9
403 — K a id e o la r a k e t y iy e n h a y v a n ın e ti y e n m e z .
494 — B kz : R a h m a n : 17; M e a ric : 40, M ü z e m m il : 9
495 — B kz ; E n 'a m : 77; A ’r a f : 43, H u d : 34

232
SANAT

mekte düğüm lenir. Kâfir, kendi üzerinde hiç kim senin hakim iyetini kabul
etmez. Bir şeyi yapm adığında bir sebebe dayanarak ve isteğ i öyle olduğu
için yapmaz. Yaptığında da durum öyledir. Am a m üslüm an böyle değildir.
A lla h 'ın kendi üzerindeki hakim iyetini itira f eder. Hz. M uham m ed (S.A.V.)
in de A lla h ’ın sadık bir e lç is i olduğuna inanır. Buna inanarak, güven iç e ri­
sinde bağlanır.
M üslüm an, yem e ve içm eğe başladığında A lla h ’ın ism iy le başlar. Son
verince de A lla h 'a şükrederek son verir. Y em eğe besm ele ile başlam ası,
A lla h ’ın o yem eği kendisine helâl kıldığın a alam ettir. A y rıc a yem eği sağ
e liy le yer. Bu da sağı soldan üstün tutm asına de la le t eder. Bu konuda
m üslüm anm uyduğu diğer terbiye kaid eleri de vardır. Ve bütün bunlar
inançla sık ı sık ıy a bağlıdır. Bu konuda da m üslüm an kâfir ve m ünafıktan
farklıdır.
U m arız ki bu iki m isalden sonra m üslüm anm hayatında diğer insan­
lardan tamamen farklı olduğu d e rin liğ in e a n la ş ılm ış oldu. A yn ı zamanda
bu fa rk lılığ ın y ü ce liğ i de idrak ediidi. İslâmi şa h siye ti inceleyen, bu şah­
siy e tin tüm g ü z e llik le rle d iğ e rle rin d e n üstün ve fa rklı olduğunu görür. Bü­
tün bu anlattıklarım ızdan sonra İslâm toplum unun diğer toplum lardan fa rk­
lı olduğunu ve bu toplum larda ortaya çıkan durum ların da d e ğ işik oldu­
ğunu söylem em iz norm aldir. Daha önce de kâfir bir toplum da gelişen b ir­
çok m ü essesenin İslâm toplum unda yeri olm adığına işa re t etm iştik. Kâ­
fir toplum da zirveye çıkarıla n fahişe, dansöz, türkücü ve ş a rk ıc ıla r İslâm
toplum unda horlukla k a rşılan ırlar. M üslüm an toplum un var gücüyle bağ­
landığı m ü esseselerden kâfir toplum vargücüyle uzaklaşır. Şu veya bu
tarafa kaym ası m uhtem el konuların hepsi İslâm toplum unda s ın ırla n d ırıl­
m ış ve bir düzene sokulm uştur.
İslâm toplum unun diğer toplum lardan fa rklı olduğunu günümüzde
yaygınlaşan dört m ese le yi ele alarak izah etm eğe ça lışa ca ğ ız :
1 — Güzel sanatlar.
2 — M illiy e tç ilik , vatanperverlik, ırk ç ılık ve hüm anistlik.
3 — Özgürlük.
4 — K ard eşlik ve e şitlik .

1 — GÜZEL SANATLAR

K âfir toplum da gü zellik, ahlâktan önce gelir. Hatta gü zellik, ahlâ­


kın ken disidir. Sanat da ahlâktır. Sanatla ahlâk ça tışırsa , sanat önde g e ­
lir. M e se lâ :
Kadın, gü ze lliğ in i yabancılara ne kadar daha çok kabul e ttirirse , o
kadar daha iyidir. C ilv e , cazibe ve ç e k ic iliğ in i başkalarına kabul e ttird iği

233
İS LÂ M

m iktarda değer kazanır. Bunu yaparken yabancıların şehve tle rini kabart­
tığın, düşünceleri m eşgul ettiğine, zinaya te şv ik ettiğine ve görevlerin
yerine g e tirilm e sin e engel olduğuna bakılm az. Bütün bunlar, gü zellik uğ­
runa değersiz şeylerdir.
K âfir toplum da h e y ke lcilik, m edeniyetin gü zelliklerindend ir. Çünkü
heykel zevk ve titiz liğ in üstünlüğünü ifade eder. H eykeltıraşın kalbinde
yerleşen gü zelliği e b e d ile ştirir. B iri, h e y k e lcilik veya resim yoluyla bir şeyi
ifade etm ek istedi mi, halktan büyük bir ilgi görür. Ö yle ki bir resim
tablosu m ilyonlara sa tılır. Bunlar, büyük şeylerd ir. C a n sız bir şeyin, taşın
yü ce ltild iğ in e heykeltıraş ve ressam ın boşa giden vaktine a ld ırış edilm ez.
A y rıca seyretm eğe gelen se y irc ile rin boşa giden v akitle ri de nazar?, alın­
maz. Bu re sim le rin bir kısm ın ın pu tp erestliği aşıladığ ına da önem v e ril­
mez. N itekim Hz. M ervem , Hz. İsa ve papaların re sim le ri pu tla ştırılm ış-
tır. K âfir toplumda, bu resim le rin aşıladığ ı sapık değerler göz önünde bu­
lundurulmaz. M eselâ, genç ve çıp lak bir kız resm i y a p ılır ve ona namus
tim sali denir. Hem bu sanata g kadar önem v e rilir ki, m ilyonlarca insan
bu alanda ç a lışır. Ö yle ki bir şeytanın aklına gelm iyen hayasızca resim
ve h e ykeller büyük bir u stalıkla yapılır. Erkek ve kadın iliş k ile rin in ç e şitli
şe k ille rin e varıncaya kadar... Bunlar için bir engel yoktur. B ö yle likle in­
san eğlenm iyor mu...
K âfir toplum da edebiyat, insanın kendisini, iyi ve kötü durum lardaki
benini anlatır. A lç a k yönlerini de, yüksek yönlerini de. O nlarca edebiyat,
insanın her yaptığını tem ize çıkarm ak ve onu başkalarına sevdirm ekle
görevlidir. B ir hikâye okursun; bakarsın ki, kadına, kocasından başkasını
sevm e ufuklarını açm ış ve ardından kadını tem ize çıkarm ak için her tür­
lü yola başvurulm uştur. B öylece kötülük yo lları ve kötünün kendisini sa­
vunma ş e k ille ri edebiyat yoluyla an latılır. Başka bir hikâyeyi okursun;
bakarsın ki, kötülükte de olsa, insanın diğer insanlardan farklı o lm asını
te şv ik ediyor. D iğer birini okursun, suçluya acım ayı aşılıyo r.
Öte yandan b ir ş iir ele alırsın , şa ir dilediğ i rezaleti rahatlıkla anla­
tıyor. Zinaya te şv ik ediyor, âşık olm ayı öğütlüyor. Şarkı; m üzik gibi şe y ­
lerin konuları hep bu şeyler.
K â fir toplumun diğer özel m ü esse se le ri, içki ve afyonun içild iğ i yer­
ler. M ü zik li, şa rkılı toplantılar. G izli ve açık fuhuş yuvaları. Toplumun şe h ­
vet haritası böylece tam am lanır. A rtık bu toplum daki insan, hep şehvet
âlem inde yaşar. Oturur, onu düşünür. Kalkar şehveti düşünür. Uyur şe h ­
veti düşünür. G e ce le ri uykusu kaçar onunla uğraşır. Bu toplum da beşe
rin tasa rru fla rın ı e n g elliye ce k a k ıllıc a bir hareket bulunmaz. M aslahat,
güç yettiğ in ce faydalanm ak ve faydalandırm aktadır. A h lâ k n e fsî istek ve
arzuları g e rçe kleştirm e ktir.
234
SANAT

Y ü ce A lla h şöyle buyurur :


«Eğer hak onların keyiflerine tabi olsaydı, göklerle yer ve bunlarda
bulunan kimseler muhakkak fesada uğrardı.» (496)
«Halbuki şehvetlerine uyanlar sizi doğru yoldan büyük bir meyi ile
harama götürmek isterler.» (497)
İslâm toplum u ise, h e y k e lc ilik ve re sim c iliğ i reddeden bir toplum ­
dur. Çünkü bu, pu tperestliğe, gereksiz yere v a k it harcamağa, m alı boş
yere harcamağa, sapık şe y le rin toplum da y e rle şm esin e , kötülüğün y a y ıl­
m asına seb ep tir ve kâfirlerin takip e ttik le ri yoldan gitm ektir. Bizler, on­
ları ta k lit etm ez ve g ittik le ri yoldan gitm eyiz. Çünkü bu, bunayan insan
düşüncesinin ve korkunç sa p ık lığ ın görüntülerinden biridir. B iri çık ıp y er­
yüzüne p u tp erestliğin tekrar geleceğinden korkulm az d iye b ilir. Ona de­
riz ki: Bugünkü h ıristiy a n la rın k ilis e le rin e gir bak. R esim le re ibadet ed i­
yorlar mı, e tm iyo rlar mı. Bir de c a h ille rin ölm üş, öldürülm üş veya hala
hayatta bulunan lid e rle rin in d iktik le ri h e yke lle rin e bak. O h eykellerin sa­
hiplerine yap tıkları hürm etleri aynen o h eykellere yapm ıyorlar m ı? Bu,
pu tp ere stlik değil de nedir? Hem bu sözü söyleyen, hala yeryüzünde put­
pe re st m ille tle rin varlığından habersizdir. A slın d a m esele sadece bu yö­
nüyle de değildir. Heykel ve re sim le rin işlen d iğ i en stitü le re gir bak; ç ıp ­
lak vü cutların h e yke lle rin in nasıl y a p ıld ığ ın ı ve en g izli y e rle rin e kadar
re sim le rin in nasıl ç iz ild iğ in i görürsün. Sap ıklık, başlangıçta basitten baş­
layabilir.
A lla h (C.C.) m üslüm anın bu yola dü şm esini ve m ille tin m alların ın ou
yolda harcanm asını istem ez. Y ü zle rce öğretm enin bu işle vakit harcam a­
larını ve m illetin bütçesinden para alm alarını kabul etmez. Hem bu öğret­
m enler, m üslüm an çocuklara güzel hat ve te kn ik resim gibi faydalı şe y ­
leri öğreteceklerine, cin ay etle rin e bir cin ayet daha e kliye re k onlara zarar­
lı şe y le ri öğretm ektedirler.
İslâm toplum unda k e s in lik le böyle m e se le le rle k arşılaşılm az. H eykel­
tıra şla r, re ssa m la r ve fo to ğrafçılar, sanatın bu bölüm lerinde ih tisa s ya­
panlar ge lsin de halkın içe risin d e en itib arlı makamı işgal etsin... Bunun
İslâm ahlâkıyla bağdaşacak tarafı yoktur. Bu gibi k im se le r İslâm to p lu ­
munda hor karşılanan kim se le rd ir. İslâm toplum unda, resm î devlet daire­
lerinde onlara y er yoktur.
İbn-i A b b a s ’a bir adam gelerek: «Ben bu re sim le ri yapıyorum . Bana
bu konuda fetva ver» dedi. İbn-i A b b as ken disine : «Yaklaş» dedi. Adam ,

496 — M u m in u n : 71
497 — N is a : 27

235
İSLÂM

İbn-i A bbas'a yanaştı. Sonra tekrar «yaklaş» dedi. Adam , daha da yanaş­
tı. İbn-i Abbas, e lin i onun başının üzerine koyarak şöyle dedi : «Resûlüllah
(S.A.V.) den duyduğumu sana haber vereyim m i? Peygam ber’in şöyle de­
diğini duydum : «Her sûret yapıcısı ateştedir. Her yaptığı surete bir can
verilir ve cehennfcmde bu suretler ona azap verirler». Eğer bunlara de­
vam edeceksen, ağaç ve cansız şe yle rin re sim le rin i yap, dedi. (498)
İslâm toplum unda kadının gü zelliği, giyim i, ç e k ic iliğ i ve bu konuda
gücü yettiğince sü slenm esi sadece kocası içindir. Çünkü ondan faydalan­
mağa sadece kocasının hakkı vardır. D iğer erkeklerin ondan faydalanm a
hakları k e sin lik le yoktur. Hatta m ahrem lerle akrabalar bile. Kadın da o l­
sa, bir kadının gü zelliklerinden ancak bir sın ıra kadar olanına bakabilir.
İslâm toplum unda insanın c in s î duyguları ancak bir yoldan tatm in
edilir. O da, e v lilik tir. C addelerde a ç ılıp sa çılm a ve avret yerle rin i göste­
recek kısa ve şe ffa f e lb ise le r giym e yoktur. Bizim toplumum uz, A lla h 'ın
sevdiğini seven bir toplum dur. D iğ erleri gü ze llikle vakit harcam ayı hoş
görürken o, A lla h ’a itaat etm ekten hoşlanır. Ş e re fli, tem iz ve iffe tli olm ak­
tan zevk alır. Bu olm adıkça iman da olmaz. Peygam ber (S.A.V.) şöyle bu­
yurur : «Sizden biriniz, arzuları getirdiğime uymadıkça inanmış değildir.»
İslâm toplum unda edebiyatın görevi, nefsi islâh etm ektir. A rzu la rı
coşturarak onları haktan uzaklaştırm ak değildir. H ikâye olsun, kitabe o l­
sun, ş iir olsun, m akale olsun, konferans olsun... Edebiyatın hangi dalı
olursa olsun, görev islâh etm ektir.
Şarkı da, bu sın ırla r içe risin d e d ir. Erkek ş iir veya şarkı söyler. Erkek
de dinler, kadın da. Bunun bir sa kınca sı yoktur. Am a ş iir ve şarkın ın te ­
m iz olm ası şartıyla. Y ine bu şartlarla bir kadın diğer kadınlara ş iir ve şa r­
kı sö yle ye b ilir.
M üziğe gelince, kahram anlık için kullanılan tram pet ve def gibi âlet­
ler savaş, hacc ve se v in ç anlarında caizdir. Çoban kavalı gibi fa sık ve kâ­
firle re ait olmayan, harama davet etmeyen, dünyayı hedef yapacak ş e k il­
de dünyayı süslem eyen ve şe h e vî duyguları harekete getirm eyen aletler,
yine caizdir.
İslâm toplum unda müzik için okul ve fa kü lteler açılm az. O k u lla rı­
mızda da bu d e rsle r programa alınm az. Daha benzer m e se le le re para har­
canmaz. Ş a rkıcı ve ça lg ıcılara değer verilm ez. Hatta günah olan çalg ıla rla
meşgul olanlara iyi bir gözle bakılm az. Mübah olanıyla uğraşanlara da nor­
mal bir insan gözüyle bakılır. Güzel s e sle söylenen ş iirle r tem iz duygu­
ları kabartır. Am a m esele, yem eğe tuz m esabesinde kaldığı müddetçe.
Çoğu zarar, azı karar.
498 — B u h a ri, M ü slim , N esai

236
M İ L L İ Y E T Ç İ LİK

O halde müzik ve şa rkıcı kadın gibi şe yle rin İslâm toplum unda özel
bir fonksiyonları yoktur. Mubah olanından bile o lsa İslâm toplum unda bu
gibi şe y le rle uğraşan radyo istasyo nlarının çoğalm ası doğru değildir. Bu
gibi yayınlar ancak yem eğe tuz durumunda ve ç a lg ısız olacaktır. Bayram
ve se vin ç günlerinde te f ve çoban kavalı gibi mübah olan ça lg ıla rla be­
raber şarkı söylenm esinde bir engel yoktur.
İktisadî yönden de, s iy a s î yönden de, pedagojik yönden de, öğretim
yönünden de, savaş yönünden de ve p sik o lo jik yönden de m üslüm anın
sanat ve gü zellik karşısında takındığı tavıra genel bir şe k ild e göz atarsan,
b iric ik aklî tavırın bu olduğunu görürsün.
Böylece, boşa giden ne kadar zamanın önüne g e çilm iş olur. M ille tin
kendi m e se le le rin e uyanık kalm ası için ona ne kadar yardım cı olunur. Böy­
lece ne kadar insan enerjisin in boşa gitm esin e engel olunur. Ve nasıl da
m ille tim izin sa va şçı ruhunu, gerektiğinde kendini feda etm e duygusunu
muhafaza etm iş oluruz.
K adınların kucağında yaşayan, şehvet üzere eğitilen, eğlence ve zevk­
leri kendisine adet edinen toplum, yavaş yavaş yoklara karışan toplum ­
dur. Bu toplum zam anla nem elazım cı ve -kendini feda etm e duygusundan
uzak bir toplum olur. Y üce değerlere önem verm ez. İyi duyguları körelir.
Sadece dünya için, eğlenm ek için yaşar.

2 — MİLLİYETÇİLİK, VATANSEVERLİK, IRKÇILIK KABİLECİLİK :

M üslüm an olmayan toplumun fe rdlerin i birbirine bağlayan bağ, vatan


bağıdır. Diğer b a ğ la r a a l d ı r ı ş e d i l m e z . Veya bu bağla beraber m ille t ba­
ğı da olur ve diğer bağlar önem senm ez. Veya bu fe rd le ri birb irine bağ­
layan bağlar, m esela beyaz o lm a l a r ı v e y a h u t aynı kabileye m ensup olm a­
larıdır. B irb irlerin e b a ğ lılık la rı sadece bu bağlar için dir. Vatanlarına fay­
dalı olan şe yle ri kabul ederler. Vatanlarına zararlı olanı da katiyen kabul
etm ezler. M ille tle rin e faydalı olanı yapar ve zararlı olanından kaçınırlar.
Irkdaşlarına faydalı olanı yapar ve zararlı olanından sakınırlar. B irb irlerin e
do stlukları bu te m e lle r üzeredir. Bunlar için savaşırlar. Bu bağlarla kendi­
lerine bağlı olm ayanlara önem verm ezler. Kendilerinden olana ve rd ik le ri
hakkı ona verm ezler ve ona başka türlü m uam ele ederler. Hatta onu hor
ve b a sit görürler. Kovada b ilirle r. M üslüm anın vatan ve m ille te b a ğ lılığ ı,
ancak o vatan ve m illetin İslama bağlılığı derecesindedir. Şayet kâfir bir
vatanda yaşıyo rsa, (*) diğer m üslüm anlarla beraber o vatanın v e le d le rin e
karşıdır. K âfir bir m illetten ise, diğer m üslüm anlarla beraber o m illete kar­

(*) K u r’â n ı K e rim i A n a y a s a k a b u l e tm e y e n ü lk e le rin h a lk ın ın h e p si


m ü s lü m a n d a o ls a ü lk e k â f i r ü lk e s id ir (İk b â l Y a y ın la rı)
515 N o ’Iu d ip n o tu n a b a k ın ız .

237
İSLÂM

şıd ır. O, ancak m üslüm an bir ülkeyi vatan olarak kabul eder. Ve ancak
m üslüm anları m illetin d en sayar. Hangi ırk, toprak, renk ve m illetten olur­
sa olsun İslâm toplum una h icre t eden ve ona tam bağlanan m üslüm an, or-
daki m üslüm anların bütün haklarına sahip olur. O nlar gibi m uam ele gö­
rür. Irkçılığ ın k e s in lik le yeri yoktur İslâm toplumunda. İnsanî değer a çı­
sından beyazla siyah e şittir. M üslüm anların yanında bir siyah binlerce
beyazdan daha değerli o la b ilir. M üslüm an beyazın yanında Hz. B ilâ l’ın de­
ğeri, öz kardeşininkinden daha çoktur. Çünkü İslâm 'da B ilâ l’ın değeri, öz
kardeşinin değerinden daha ile rid ir.

Kabile ve soy sopçuluğa gelince, İslâm bunu tamam en y ıkm ış ve bu­


nun yerin e hakka b a ğ lılığ ı g e tirm iştir. Peygam ber (S.A.V.) şöyle buyurur :
«Zalim de olsa, mazlum da o isa kardeşine yardım et.» B ir adam : «Mazlum
iken ona yardım ederim ama zâlim iken ona nasıl yardım edeyim ?» dedi.
Peygam ber (S.A.V.) «Zulmetmesine engel olursun. Bu, ona yardımdır.»
(499)
S ö y le d ik le rim izi destekleyen nasslar :
«Eğer biz o münafıklara : «Nefislerinizi cihad için öldürün, yahud yurt­
larınızdan çıkın» diye bir farziyyet yükleseydik, içlerinden pek azı müs-
tesnâ, onu yapmazlardı. Onlar, kendilerine öğüt verilen şeyieri yerine ge­
tirseydiler elbette bu, haklarında çok hayırlı ve imanlarını kökleştirme ba­
kımından sağlam bir hareket olurdu.» (500)
M üslüm anın yanında A lla h ’ın em ri, vatanından ve kendi öz canından
daha d eğ erlidir. A rtık nerede kaldı onun m ille ti?
Yüce A lla h şö yle buyurur :
Allah’a ahiret gününe iman eden hiçbir kavmi, Allah’a ve Peygambe­
rine muhalefete kalkışan kimselerle sevişir bulamazsın; velev ki, o mü-
halifler, babaları, veya oğullan, veya kardeşleri, veya hısım ve hemşeh­
rileri olsun... İşte Allah, böyle (zalim) k im se le ri sevm iyen bir kavmin
kalblerine imanı tesbit buyurmuş ve ke n d ile rin i yüce katından bir rah­
met ile kuvvetlendirmiştir. Onları, altından ırmaklar akar Cennetlere ko­
yacak, içlerinde ebedî olarak kalacaklardır. Öyle ki, Allah onlardan razı,
onlar da Allah’tan razı... İşte bunlar, Allah’ın hizbidir (taraflarıdır.) D ik­
kat edin ki, Allah taraftarı olanlar, gerçekten onlar, zafer bulanlardır.»
(501)
M üslüm an, m üslüm an d e ğ ille rse kardeşine de, babasına da, aşiretine
de diğer m üslüm aniarla beraber karşıdır. Bir m üslüm an, m ille t ve m illiyet-
499 — B u h a rî, T irm iz î
500 — N is a ; 60
501 — M u c a d ile : 22

233
M İ L L İ Y E T Ç İ Lİ K

ç iliğ i için İslâm'dan nasıl u zaklaşabilir ki. Halbuki onlar A lla h 'a , Resûlüne
ve dinine savaş açan kâfirler ise hepsinin kanlarının a kıtılm asın ı seve
seve ister.
Peygam ber (S.A.V.) şöyle buyurur : «Kim A lla h 'ın sözünün üstün o l­
m ası için savaşırsa, o, A lla h yolundadır.»
Y üce A lla h da şöyle buyurur : «Ey insanlar, sizi, bir erkekle bir d iş i­
den (Âdem ile H avva’dan) yarattık. Hem de sizi soylara ve kab ile le re ayır­
dık ki, b irb irin izi tanıyasınız. B ilin iz ki, A lla h katında en iyiniz, takvası en
üstün o lam nızdır...» (502)
A lla h 'ın yanında ırk ve renkten dolayı bir insan diğerinden üstün de­
ğildir. Ü stünlük takva iledir. Kim in iman, İslâm ve ihsanı daha iyi ise, o,
A lla h 'a daha yakındır. Siyah bir köle bile olsa.
Ebu H üreyre’nin naklettiği bir hadiste şöyle buyurulur :
«Ölen atalarıyla övünen kavim ler bundan sakın sın lar. O nlar (babala­
rı) cehennem in odunlarıdır. Y oksa A lla h ’ın yanında, p is liğ i burnuyla yu­
varlayan böcekten daha basit duruma düşerler. M uhakkak ki yüce A lia h ,
c a h iliy e t tekebbürünü ve babalarla övünm eyi sizden kald ırm ıştır. O (ba­
ba), ya A lla h ’tan korkan bir mümin veya kötü bir insandı. İnsanların hepsi
 d e m ’in o ğ u llarıd ır  d e m ’de topraktandır.» (503) M ü slim ve T irm izî’nin
Cündeb'den rivayet e ttik le ri diğer bir hadis-i şe rifte şöyle buyurulur :
«Kim kör bir dava uğruna; ırk ç ılığ ı isteve rek ve ırk çılığ a yardım cı olarak
öldürülürse, ölüm ü ca h iliy e t ölümdür.» (504)

3 — Ö Z G Ü R LÜ K

K â fir bir toplumda parola; Daha çok özgür olm aktır. Özgürlük, ya ko­
m ünist ülkelerde olduğu gibi devlet için veya dem okratik ülkelerde oldu­
ğu gibi fe rtle r için istenir. İnsanların İktisadî özgürlüğünün artm asını, s i­
y asî özgürlüğün artm asını, davranış ve tasarruf özgürlüğünün artm asını,
şa h sî özgürlüğün artm asını isteyerek hayvanca hayat en üstün hedef ed i­
nilir. H ayvanlar gibi çıp lak dolaşm ak, hayvanlar gibi çiftle şm e k, bütün
bu özgürlüklere kavuşm ak kâfir toplumun hedefleridir.
İslâm toplumunda ise durum tamamen aksinedir. Burada parola: Halk
açısından da, devlet açısından da, daha çok A lla h 'a kul olm ak ve daha s ı­
kı İslâm ’a bağlanm aktır. M üslüm anın huzur ve saadeti, müslüm an toplu­
mun huzur ve em eli sadece A lla h 'a kulluk etm ekte ve her konuda em ir ve

502 — H u c u ra t : 13
503 — T irm iz î
504 — M ü slim , T irm iz î

239
İSLÂM

yasaklarına uym aktadır. S iy a s î alanda da, İktisadî alanda da ve diğer dav­


ran ışlarda da durum böyledir.
İslâm toplum unun duvarları, A lla h ’a iman tem eli üzerinde yükselir.
Onun için bu toplum , A lla h ’a kulluk kanununa boyun eğer. Bunu kendisine
b ir görev olarak kabul eder. A slın d a bu, A lla h 'ın hakkıdır.
A y rıc a bu kulluğu, kâinatı ken disinin m enfaatına m usahhar kılan A l­
lah (C .C .)’a şükrünün pratik bir görüntüsü olarak kabul eder. Burada müs-
lüman ile kâfirin yo lları a y rılır. K âfir kâinattan istifade ederken, bu kâinatı
yaratan ve onu kendisine te sh ir edeni unutur. M üslüm an ise, bu gerçeği
daima hatırlar. Y ed iğ ind e onu hatırlar. İçtiğinde onu hatırlar. H astalandı­
ğında ve iy ile ştiğ in d e onu hatırlar...
İslâm toplum unda özgürlük, İslâmî uygulam a ve ondan sapanları yola
getirm e özgürlüğüdür. İnsanları A lla h ’ın düzenine boyun eğdirm e özgürlü­
ğüdür. Ve ancak O ’nun m üsaade ettiği hürriyetlerden istifade etm e ve et­
tirm e özgürlüğüdür. Çünkü bu kâinatın da, insanın da sahibi Yüce A lla h 'tır:
«Bir de bana ibadet edin, doğru yol budur (diye em retm edim mi?)» (505)
O halde insan, tam kulluk çe rçe v e si içe risin d e kaldığı m üddetçe tam
özgürlüğe sahiptir.
İzni olmadan evine g irilm ez. Yüce A lla h şö yle buyurur :
«Ey iman edenler, kendi ev ve odalarınızdan başka evlere, s?Mpleriyle
alışkanlık temin edip sahiplerinden izin almadan ve selâm vermeden gir­
meyin. Bu, sizin için daha hayırlıdır. Olur ki düşünür, hikmetini anlarsınız.»
(506)
Canına, malına, namusuna tecavüz edilm ez. Serbestçe konuşur. Hata
eden Em irulm ü’m inîn bile olsa onu tenkid eder. D ile d iğ in i m üm inlerin ba­
şına seçer. Lâkin reyini ona kullanm am ış bile olsa başkanlığı şe r'i olduğu
m üddetçe se çile n e itaat eder. (507) S iy a s î özgürlüğü korunm uştur. Söz ve
tenkit özgürlüğü vardır. Tasarruf özgürlüğüne sahip tir. A lla h ’ın em rettiği
hak ve adalete bağlı kaldığı, yani O ’na kulluğunun devam ettird iğ i müddet­
çe her hususta tam özgürdür.
Bu, m üslüm an için dir. İslâm topraklarında yaşayan gayr-i m üslim ise,
antlaşm alara bağlı kaldığı müddetçe tam hürriyete sahiptir. Am a antlaş­
mayı bozduğu takdirde suç onundur..

505 — Y a sin : 61
506 — N u r : 27
507 _ A n c a k A lla h ’a is y a n e d e rs e o n a it a a t ed em e z. B u h u s u s şu k a id e d e
b e lirle n ir: «H alike m a ’siy e tte , m a h lu k a it a a t y o k tu r.»

240
ÖZGÜRLÜK — EŞİTLİK

M üslüm anların yanında sa ğ lık lı, aç ık ve yararlı olan özgürlük kavra­


m ıyla. m üslüm an olm ayanların yanında kapalı, zararlı ve an arşik hürriyet
kavramı arasındaki fark ne büyüktür.

4 — KARDEŞLİK ve EŞİTLİK :

İnsanlar kâfir bir toplum da inançları d e ğ işik olm akla beraber bir g e lir
üzerinde bile olsa kardeş o la b ilirle r, hak ve y e tkile rin d e ism en de olsa
e şit s a y ıla b ilirle r. Bu mümkündür.
Am a İslâm toplum unda asla. Hak ehli ile batıl ehli e şit tutulam az.
Hak ve batıl, ayrı ayrı şe yle rd ir. Hak e h liy le batıl ehlin in kardeş olm aları
mümkün değ ildir. M üslüm an, m üslüm an olm ayanı kendisine kardeş olma
şe re fin e yükseltm ez. Y ü ce A lla h : «Ancak müminler kardeştir» (508) bu­
yurur.

M üslüm anlar, aralarındaki hak ve görevler açısından b irib irin e e şittir.


R esûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurur : «Müslümanlar adalet sahibidir. En aşa­
ğıları teminatları altındadır. Onlar başkalarını korurlar.» Lâkin kâfirin on­
larla e ş it olm ası mümkün değ ildir. İzzet anlarındır. Z ille t de, başkalarının.
A ncak bunun m anası, m üslüm am n m üslüm an olm ayana zülm etm esi de­
mek değ ildir. O anlaşm aya sa dık kaldığı m üddetçe, biz de anlaşm anın hü­
küm lerine bağlıyız.
M üslüm anla kâfir arasında karde şlik düşüncesi, çok çirk in ve kâfirce
bir düşüncedir. M üslüm an bu düşünceyle İslâm'dan çıkar. Y ü ce A lla h şö y ­
le buyurur :
«O kendilerine kitap verilenlerden, Allah’a ve ahiret gününe inanmı-
yan, Allah’ın ve Peygamberin haram ettiği şeyi haram tanımıyan ve hak
dinini (İslâm ’ı) din edinmiyen kimselerle; onlar hor ve küçülmüş olduk­
ları halde kendi elleriyle (boyun eğerek) cizye verinceye kadar savaşın.»
(509)
«...Halbuki kuvvet ve üstünlük Allah’ın, Resûlünün ve müminlerindir;
fakat münafıklar bilmezler.» (510)
«Artık müslümanları, mücrim kâfirler gibi yapar mıyız.» (511)
«De ki : «Hiç kör ile gören bir olur mu? Yahud karanlık ile aydınlık
eşit olur mu? . » (512)

508 — H u c u r a t : 10
509 — T ev b e : 29
510 — M u n a f ik u n : 8
511 — K a le m : 35
512 —■R a ’d ; İS

241
İ SLÂ M

«— Kâfir mi hayırlıdır, yoksa ahiretin azabından korkarak ve Rabbinin


rahmetini umarak, o gece saatlerinde kalkıp secde ve kıyam halinde iba­
det eden mi ? (Ey Resûlüm onlara) de k i: «Hiç bilenlerle bilmeyenler bir
olur mu? Ancak gerçek akıl sahipleri anlar.» (513)
«De ki : «Murdarla temiz bir olmaz. Murdarın çokluğu hoşunuza gitse
bile» O halde ey gerçek akıl sahipleri, haram (murdar) hususunda Alîah'-
dan korkun ki, kurtuluşa kavuşunuz.» (514)

NETİCE OLARAK :
İslâm toplum u, değer ö lçü le ri, olaylara b akışı, ahlâkı, ad aletleri, gele­
nekleri ve kanunlarıyla diğer topium lardan fa rklı ve benzeri olmayan bir
toplum dur. Bütün in san lığa kapıları aç ıktır. Çünkü b iric ik hak odur? Bizim
farklı oluşum uz, ayıp değildir. Çünkü hak b ird ir ve b atılların hepsinden
fa rklıdır. A yıp , hakkı kabul etm iyen ve kab ullendiğim izi kabullenm iyenle-
rindir. A y ıp la n m a sı gereken, ancak batıl e hlid ir. B izle r ise, A lla h ’ın hida­
yetiyle şe re fle n m işizd ir. Bize in d ird iğ iyle iftihar ederiz : «Haktan sonra,
sapıklıktan başka ne vardır?»

— X—
M üslüm an terd ve müslüm an toplum diğer ferd ve topium lardan fark­
lı oldukları gibi m üslüm an d evlet de diğer devletlerden farklıdır.
K âfir devlet ya halkın arzu ve iste k le rin i ge rçe k leştirm e k için halkın
arzusuyla başa geçm iştir. Veya işb aşm dakilerin arzu ve iste k le rin i gerçek­
leştirm ek için zorla iktidara geçm iştir.
Em irülm ü’m ininin başında bulunduğu İslâm devleti ise, ancak müs-
lüm anların rızası ve kitapla sünneti hakim kılm a şa rtıyla kurulur. Y o lla ­
rın a y rılış noktası buradadır. K âfir halk, devletinden iste k le rin in yerine
g e tirilm e sin i ister. Bugün isted iğ i, dünkü isteğ inin aksi bile olsa devletin
onu yerine getirm esi gerekir. B ir sonraki gün bunun da aksini iste se dev­
let onu gerçe kleştirm e k m ecburiyetindedir.
M üslüm an devlet ise, kitap ve sünnetin sın ırla rın ı aşmaz. K endisi
çıkm adığı gibi başkasının çıkm asına da müsaade etmez. A y rıca müslü-
manlar için önem li olan konularda devletin halka danışm ası m ecburidir.
Bu durumda üç m esele ortaya çık ıy o r :
1 — M üslüm anlar, başkalarını kendi rızalarıyla se çe rle r. H içb ir kim ­
se rızaları olmadan onlara başkan olamaz. Peygam ber (S.A.V.) şöyle bu-

513 — Z ü m e r -.9
514 — M a ıd e : 100

242
ÖZGÜRLÜK — EŞİTLİK___________________

yurıır: «Kim bir kavme imamlığını istemedikleri halde imam olursa nama­
zı kulaklaımı geçmez.»
2 — M üslüm anlar başkanlarına, aralarında A lla h ’ın K itabın ı ve R esu­
lünün sünnetini hakim kılm ak üzere biat ederler. Peygam ber (S.A.V.) şö y­
le buyurur : «Amirlerinizi dinleyin ve itaat edin. Aranızda Kur’ân’ı hâkim
kıldığı müddetçe, başı üzüm tanesine benzer bir Habeşî bile olsa âmirinize
itaat edin.» (515)

3— Başkan, k a rşıla ştığ ı önem li m e se le le r için m üslüm anlara d anış­


mak m ecburiyetindedir. Kitap veya sünnette hakkında nass bulunan m e­
se le le rd e şûrâ yoktur. N a ssla beraber ictihad olmaz. N ass var ise, idare
eden de, edilen de ona uymak m ecburiyetindedir. A ntlaşm ak, savaşm ak
hoş görürken o, A lla h ’a itaat etm ekten hoşlanır. Ş e re fli, tem iz ve iffeti
maslahat, zarar gibi konularda şûrâ vardır.
Y üce A lla h şöyle buyurur : «İş hususunda fikirlerini al. Müşavereden
sonra da bir şeyi yapmağa karar verdin mi, artık Allah’a güven ve dayan.
Gerçekten Allah tevekkül edenleri sever.» (516) «İşeri aralarında şûra
iledir.» (517)
İslâm hüküm etini diğerlerinden ayıran en önem li nokta, bu hüküm e­
tin hevâ ve h eveslere değil de Kitap ve sünnete bağlı oluşudur. Onun için
başkan se çim in e m üslüm an olm ayan katılam az.
M üslüm anın ve m üslüm an toplum un inançlarında doğan fa rk lılık la rı
anlatm ak hususunda buraya kadar an lattıklarım ızla yetiniyoruz. M ü slü ­
man bu fa rk lılık la rla her türlü batıldan, sapıklıktan, ca h illikte n , g izlilik te n ,
küfür ve nifaktan uzaktır. Onun her fa rk lılığ ı, haktır. Çünkü onun bu fa rk­
lılığ ı A lla h ’ın hak kitabından ve Resulünün hak sünnetinden doğm aktadır.
Yüce A lla h şöyle buyurur :
«Muhakkak ki sen, doğru bir yola çağırıyorsun. O Allah yoluna ki, gök­
te de ne var, yerde ne varsa hep O ’nundur. Dikkat edin bütün işler döner
Allah'a varır.» (518)

İSLÂM AHLÂKI İNSANI HER YÖNDEN KEMALE ERDİRİR

İnsanla hayvan arasındaki fark, insana v e rile n yeten eklere karşı so ­


rumlu tutulm ası ve hayvanın yeten eklerinin e ksik liğ in d e n dolay; h içb ir
şeyle sorum lu tutulm am asıdır. Bu sorum lulukları yüklenm iyen insan, ken-

515 — B u h a rî
516 — Â l-i İm r a n : 159
517 — Ş ura : 38
518 — Ş u r a : 52-53

243
_________ _______ __ İ S L Â M _________________

d işin i hayvan d e recesine in d irm iş ve in san lık seviyesind en aşağıya düş­


müştür. Y ü ce A lla h K u r’ân-ı K e rim ’in birçok âyetinde k âfirlerin insanlık
sıfatın a la yık olm adıklarım , aksine hayvanlar se v iy esin d e hatta kötü hay­
vanlar derecesinde oldu klarını zikretm ektedir. Çünkü onlar, y a ra tılış hik­
m etini işletm em ek te d irler :
«Yemin olsun ki, cin ve insanlardan bir çoğunu cehennem için yarat­
tık. Onların kalbleri vardır, bu kalblerle gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır,
Onlarla görmezler (ibret alm azlar). Kulakları vardır, onlarla naŞihat din­
lemezler. İşte bunlar, hayvanlar gibidir, doğrusu daha sapık ve şaşkındır­
lar. Gafil olanlar da işte bunlardır.» (519)
«Allah katında, yeryüzünde dolaşan hayvanların en kötüsü, muhakkak
ki küfre varanlardır. Artık onlar iman etmezler.» (520)
Bazı in san lar bu söze k ıza b ilirle r. Lâkin k âfirlerin durum larını düşü­
necek olursan, onların pratikte, hayvanlığı en üstün örnek olarak s e ç tik ­
lerini ve ona doğru yükselm ek (!) çabasında oldu klarını görürsün. Ç ıp la k ­
lar kam plarına katı lanlar, bunu neden yaparlar? Hayvanları taklid etm ek
için değil m i? Hangi kadınla olursa olsun zinayı mubah görenler, birçok
hayvanın yaptığı v e b azısının yapm aktan kaçın dığ ı durumu ta k lit etm iyor­
lar m ı? Tasarruflarım sağlam ve ince bir ö lçüyle düzene sokm ıyanlarla
hayvanlar alem i arasında ne fark vardır? A p a çık olan hakikat şu ki : Kâ­
firin hayatta takip ettiği yol, hayvanlık yoludur. K âfirin en büyük hedefi
budur. O halde şüphe götürm eyen hakikat : K âfirin in san lık yönlerini iş-
letm ediğidir.
G erçek şu ki : A lla h 'ın bize yüklediğ i herşey in san lığ ım ızı p e k iştirir
ve se v iy e sin i y ü kse ltir. Bunlarla insan, hayvanlık çizg isin den ayrılm ak­
tadır. Bu ayrı oluştan m aksadım ız, insanın yem em esi ve evlenm em esi de­
ğildir. Beşerî, hayvanî ve hatta nebatî hayatın devam ı için bunlar g e re kli­
dir. Bu ayrı oluştan m aksadım ız; aklî, ahlâkî, ruhî davranış ve sosyal fark­
lılık la rd ır. Zaten hayata bir mana kazandıran ve insanlığa apaçık ö ze llik le ri­
ni veren bunlardır.

A llah, A lîm (her şeyi b ile n )’dir. Bilm e yeteneğini insana da v erm iştir.
A llah, irade sahib idir. İnsana da irade verm iştir. A lla h K a d îr’dir. İnsana
da kudret v erm iştir. A llah, H ayy’dır. İnsana da hayat verm iştir. A lla h ,
S e m î’dir. İnsana da işitm e yi v erm iştir. A lla h B a sîr’dir. İnsana da görme
yeteneğini v e rm iştir. A lla h , M ü te k e llim ’dir. İnsana da konuşm a gücünü
verm iştir...
519 —- A ’r a f : 179
520 — E n fa l : 55
244
MÜSLÜMANIN AHLÂKI

— II —

İnsanda var olan bu yüce ahlâkî yeteneklerden dolayı Peygam berlerin


gön d e rilişin d e en önem li ihtiyaç, insanın ahlâkını düzeltm ek ve fıtra t yo­
lunda devam ını sağlam ak için bu ahlâka b ir yol tayin etm ektir.
Peygam ber (S.A.V.) : «İyi ahlâkı tamamlamak için gönderildim» buyur­
m aktadır. (521) Y ü ce A lla h da şö yle buyurur: «Nitekim nimetimin tamam­
lanması meyanında sizden (içinizden) size bir Resûl gönderdik. Size ayet­
lerimizi okuyor, sizi şirk ve günahlardan temizliyor, size Kur’ân’ı ve ha­
ram ile helâlı öğretiyor, size bilmediğiniz şeriat hükümlerini bildiriyor.»
(522)

A lla h 'ın yânında insanın kurtuluş veya düşüşü ahlâkına göredir. Y üce
A lla h şö y le buyurur: «Sonra da o nefse, isyanını ve itaatim öğretene ki,
muhakkak temizlediği nefis kurtulmuştur.» (523)
Peygam ber (S.A.V.) de şö yle buyurur : «Kıyamet gününde bana en ya­
kın oturanlar, ahlâkı en güzel oianlarınızdır. Onlar, çevrelerindekilere yu­
muşak davranırlar, iyi geçinirler ve onlarla iyi geçinilir.»
İnsan ne fsini tem izlem enin ilk yolu, A lla h ’a kulluk çe rçe v e sin d e ah­
lâkî y eten ekle ri zaptetm ektir. Peygam berler v a sıta s ıy la çizile n sın ırla rın
dışın a çıkm am aktır.
Büyüklük ve azam et A lla h ’ın olduğuna göre insanda büyüklenm e ve
azam etli görünm e yeteneği o lsa bile, onun büyüklenm e ve azam etli gö­
rünm eye hakkı yoktur. A n ca k A lla h ’ın büyüklenm esi, hakkıdır. Buna göre
insanın kem ale erm esi, bu yeten eğ inin g e lişm e sin i e n g e lle m e siyle olur.
A lla h , H alim 'd ir. (524) İnsan da, halim dir. Fakat insanın bu hilm i, A l­
lah'ın ken disine çizd iğ i s ın ırla rla ka y ıtlıd ır. A lla h ’ın çizd iğ i s ın ırla r çiğ n e ­
nince M üslüm an uysal değ ild ir. A lla h ’ın dinin in za y ıfla d ığ ın ı görünce so ­
ğuk soğuk yerinde duramaz. A m a kendi zatına karşı bir h a k sızlık y a p ılır­
sa, ağ ırb a şlıd ır.
A lla h , intikam a lıcıd r. (525) İnsan da intikam alır. Lâkin insan intikam
duygularını ancak A lla h ’ın çizd iğ i sın ıra kadar kulla n a bilir. Babamı kas-
den öldüreni ö ld ü reb ile ce ğ im gibi onu affederim veya diye t alırım . D iyet

521 — R e s û lü lla h ’a h it a b e n K u r’â n ’d a şö y le b u y u ru lu y o r: «Sen y ü k s e k b ir


a h lâ k ü z e re sin » K a le m : 4
522 — B a k a r a : 151
523 — Ş e m s : 8-99 ı
524 — H alim ; N isa: 12, M a id e : 101 H acc: 59
525 — M u n te k im ; D u h a n : 16, Z ü m e r: 37, Z u h ru f: 41

245
/

_______________ İ S L Â M ______________________ .

aldıktan sonra artık intikam alamam. B iri başka birinin hakkına tecavüz
ederse, o da ancak ayni şe kild e onun hakkına tecavüz edebilir, daha ağır
bir şe k ild e tecavüz edemez.
A lla h , affe d icid ir. (526) İnsanda da affetm e yeteneği vardır. Lâkin bu­
nun A lla h ’ın çizd iği sın ırd a durm ası gerekir. Bana zûlm edeni affedeb ilirim
ama hakim isem zina gibi A lla h ’ın hadlerinden biri hakkında affetm e se-
lâhiyetim yoktur. B ir hasım hakkını isterken ben suçluyu affedem em .
A lla h , irade sahibidir. (527) İnsana da irade v e rilm iştir. A n ca k A lla h ’ın
iradesi m utlaktır: «D ilediğini yapar.» «Yaptığından sorguya çekilm ez. On­
lar ise sorguya çe kilecekle rd ir.» İnsan, her isted iğ in i yapm akta se rb e st de­
ğildir. A k sin e irad e sin i kullanırken A lla h ’ın çizd iği sın ırla rla m ukayyettir.
Bu sın ırlard an en ufak bir ç ık ış, doğru yoldan ahlâkî bir sapm adır.
A lla h (C.C.) hem sa p tırır ve hem de hidayete erdirir. (528) Saptırınca,
hak ve adaletle saptırır. H idayete erdirin ce de, hak ve adaletle erdirir. Lâ­
kin insan doğru yolu gösterm ekle yüküm lüdür.
A lla h , S e m î’dir. (529) H er şeyi duyar. İnsanı da duyar. Am a insan,
ancak duyulm ası mubah olan şe y le ri duym akla yüküm lüdür. A lla h ’ın du­
yulm asını haram k ıld ığ ı dedikodu, fısk, küfür ve haram olan m üziği din­
lem esi yasaktır.
Beşer yeteneğinde m anasının çıkm ası mümkün olan A lla h 'ın her is ­
mi hakkında durum, bu şe kild e d ir.

— III —

Onun için Y üce A lla h her konuda helal ve haramın sın ırın ı çizm iştir,
insan, bu sın ırla ra b a ğ lıd ır ve bu sın ırla ra b a ğ lılılığ ı n isb e tin ce kem ale
erer: değer kazanır.
Y üce A lla h şöyle buyurur: «Allah yanında en değerliniz. O n d a n en
çok korkanınızdır.»
«Takva elbisesi, işte o, hepsinden daha hayırlıdır... » (53ü)
«...Bu hükümler Allah’ın sınırlarıdır, sakın onlara yaklaşmayın.» (531)
«...Bütün bu hükümler, Allah’ın şeriatı ve çizdiği sınırlardır. Kim Al­
lah’a ve Peygamberine itaat ederse. Allah onu ağaçları altından ırmaklar

526 — Gafur; Mülk: 2, Mücadile: 2, S e b e ’: 2


527 — Al-i f m r a n : 47
528 — N a h l : 93
529 — S pm ı’; A n k e b u t: 60, Hacc: 61, N u r: 21
530 — A ’r a f : 26 ,
531 — B a k a ra : 187

246
__________________ MÜSLÜMANIN AHLÂKI

akan cennetlere koyar ki, orada ebedî olarak kalıcıdırlar. İşte bu, en büyük
kurtuluş ve saadettir.» (532)
«Bu hükümler, Allah’ın hudutlarıdır. Kim Allah'ın hududunu aşarsa,
nefsine zulüm etmiş olur-..» (533)
Son âyetteki noktaya dikkat edelim . A lla h 'ın çizd iğ i sın ırla rı aşmak,
insanın kendi n efsine zulüm etm esi şe klin d e d e ğ erle n d iriliyo r. Çünkü
Yüce A lla h , insan için çizd iğ i her sın ırı, insanın yararı için çizm iştir. Do­
muz ve y ırtıc ı hayvanların e tini yasaklam ası, alkolü haram kılm ası, z i­
nayı yasaklam ası insanın yararınadır. Zina ço ğ a lır ve g e n e lle şirse zina
edenin nam usuyla da zina e d ilir. N eticed e karısından doğan ço cuklar aca­
ba kendisinin m idir, değil m idir? B aşkasın ın ise kendisi neye yorulup on­
ların geçim ini tem in etm ek için şuraya-buraya koşsun? İktisadî muame­
lelerde de durum böyledir. A lla h ’ın çizd iğ i sın ırd a durulm ası insanın ya­
rarınadır. Y a ln ız İktisadî konularda değil bütün konularda durum aynıdır.
İnsan bu sın ırla ra riayet edip onları aşm aktan korktukça, hatta onlara ya­
naşm aktan çekin d ikçe y ü k se lir. Yabancı kadın ve e rkeklerin bir arada
oturm aları, g e re ksiz yere konuşm aları zinaya y a k la ş tırıcıd ır. M üslüm an,
a sıl sınırdan uzak durm akla beraber, o sın ıra yaklaştıran şeylerden de
uzak durur. Hatta yaklaştıran a yaklaştırandan da.
Peygam ber (S.A.V.) şö yle buyurur : «Kişi, müttaki olma mertebesine
ulaşmaz, tâ ki sakıncalı olana düşmemek için sakıncası olmayanı da bira-
kıncaya kadar.» (534)

— IV —
N etice olarak, A lla h ’ın güzel isim le rid ir. K e n d isin i onlarla vasıfla m ış-
tır. O, Rab'dır. A lla h ’a ku llu kla beraber A lla h 'ın is im le riy le ahlâklanm ak
yeteneğine sahip tir. İnsan A lla h 'a kulluğunu ne kadar m ü k e m m e lle ştirir­
se, o kadar kem ale erer. Bazı â lim le r : «Allah’ın doksandokuz ismi vardır.
Onları ezberliyen cennete girsr» h a d is’i şe rifin d e k i ezberlem ekten mak­
sadın, onları haks-ıyia b i l e k t e de rin leşm e k ve onlardan insanın ahlâk-
lanab ile ce ğ i son noktaya dek ahlâklanm ak şe klin d e açıklarlar. İnsan, A l­
la h ’ın kendisine verd iği yeten ekleri O ’nun çizd iğ i s ın ırla r çe rçeve sin d e
kullanınca kem ale erer.
İnsana y a ra tılış, akıl, kudret, İrade ve iste d iğ in i güzel bir şe k ild e ifa ­
de etm e üstünlüğünü verene, insan da tam bir kulluk ile şü kre tm e lid ir.
Şükrün en güzel şe k ild e yerin e g e tirilm e si ise, şü ph esiz ki itaattir.

532 — N isa : 13
533 — T a la k : 1
584 — T irm iz i H a s e n b ir h a d is tir.

247
İ SLÂM

Ve şüphesiz ki kendisine bunca nim etleri verene şükretm eyen ve


O nu tanım ayan, c a h ille rin ve ahm akların en büyüğüdür.
A lla h ’tan üstünü yoktur. Onun için O ’na itaat etm ek de üstünlüktür.
A lla h ’a kul olmayan ve O'na itaat etm eyen, ya bir devlete, ya bir partiye,
bir toplum a, ya n e fsî istekle rin e , ya bir puta veya başka herhangi bir in­
sana kul olur. Ve bunlardan hangisine itaat ederse etsin şeytana kul ol­
muş olur. N etice, A lla h 'a kul olm aktan ç ık ış ve yalancı ilâhların kulluğuna
düşüştür.

A lla h ’a kul olana gelince, o hürdür. A lla h ’a itaat ettiği m üddetçe top­
luma itaat eder. A lla h ’a itaat eden guruba itaatkârdır. Böyle bir toplumun
hakim ine itaatkârdır. Peygam bere itaatkârdır. Çünkü Peygam bere itaat,
A lla h ’a itaat etm ektir. «R e sû lü lla h ’a itaat eden A lla h ’a itaat etm iştir.»
M üslüm an her konuda A lla h ’a itaat eder. Y a ln ız O ’na kuldur. D iğer her
türlü kulluktan âzâddır. Onun için m üslüm an, insanların en ekm elidir.

— V—
insan A lla h ’ın e m irle rin i ve k e n d ile riy le kullarına terbiye verd iği şe y ­
leri gözden g e çirirse , her birinde kem al ve faydanın olduğunu görecektir.
Buna b a sit birkaç m isal v e re lim : .
— M üslüm an e sneyince e liy le ağzını örter. Böyle davranm ak mı da­
ha iyi ve m ükem m eldir, yoksa küçük d ilin i e trafınd akilere gö sterm esi m i?
— M üslüm an aksırd ığ ınd a e lle riy le ağzını örter. Böyle davranm ak mı
daha iyi, yoksa ağzından çıkan tükürükle etrafın d akile rin yüzünü yıkam a­
sı m ı?
— M üslüm an b ir yolda yürüdüğünde ağ ırba şlı ve m ütevazi bir ş e ­
kilde yürür. Böyle yürüm ek mi daha iyid ir, yoksa başkalarına ça lım sata­
rak m ütekebbirane yürüm ek m i?
— M üslüm an kim senin m alına, nam usuna veya canına eziyyet et­
mez. Böyle davranm ak mı daha iyid ir, yoksa başkalarının namusuna, ma­
lına ve canına tecavüz etm ek m i?
A lla h hangi edep ve ahlâkla kulunu terbiye e tm işse m utlaka o, ke­
m aldir ve ondan başka kem al yoktur.
A y rıc a Y üce A lla h mutlaka her hususta kuluna yol g ö ste rm iştir : «Sa­
na bu kitabı herşeyi beyan etmek için ve bir hidayet, bir rahmet, mümin­
lere de bir müjde olarak peyderpey indirdik.» (535)
Talim atlardaki bu şu m u llu lu k ve her birindeki kem al k arşısın d a ger­
çek m üslüm an m utlaka bütün in san ların en m ükem m elidir. İslâm ahlâkı

535 — N a h l : 89

248
İNSANIN ÜZERİNDEKİ HAKLAR

şum ullu, üstün ve her yönden m ükem m el olm akla beraber tatbiki de müm­
kündür. Y üce A lla h gücümüzün yetm ediği h içb ir şe y le bizi sorum lu tut­
m am ıştır : «Din işinde üzerinize de bir güçlük yüklemedi.» (536) «Hiç kim­
se gücünden ziyadesiyle mükellef tutulmaz» (537) «Allah size kolaylık
diler, güçlük dilemez.» (538)
İslâm ’ın e m irle rin i te ker teker in cele. H er birinin insanlık yararına
olduğunu ve insan gücünün çe rçe v e si içe risin d e bulunduğunu görürsün.
Namazı da, orucu da, haccı da, a lış - v e riş i de, diğer tüm e m irle ri de. Bun­
lardan birini şö yle hafiften in celeşen, İslâm 'ın ne kadar kolay olduğunu
görürsün.
M e se lâ orucu ele alalım . Oruç, yılda bir ay m üslüm anlara farzdır.
M üddeti, fecrin, doğuşundan güneşin batışına kadardır. H ayızlı ve n ifaslı
kadın, orucunu bozmak m ecburiyetindedir. Hasta, orucunu bozabilir. M e ş ­
ru bir m azereti olan oruç tutm ayabilir. M isa fir, orucunu bozabilir. O ruç
tuttuğu takdirde hastalığı artan ve iy ile şm e si geciken oruç tutm ayabilir, v.s.
Bu m isalden, A lla h ’ın kullarına em rettiği e m irlerde ne kadar kolay­
lık la r gö sterd iğini görürsün.
İnsanı en yükseğe götüren ve yaşanm ası kolay olan nizam, İslâm
nizam ıdır.

— VI —

A lla h ’a kullukta kem ale ermek; insanın yapm ası gereken bütün görev­
leri yapm akla, başka bir ifadeyle herkese hakkını verm ekle olur.
a — A lla h ’ın hakkı vardır ve bu hakkın yerin e g e tirilm e si gerekir.
b — Anne - babanın hakkı vardır ve bu hakkın yerine ge tirilm e si ge­
rekir.
c — Kocanın kadın üzerinde ve kadının kocası üzerinde hakkı var­
dır ve bu hakların k a rş ılık lı b ir şe k ild e yerin e g e tirilm e si gerekir.
d — A krabaların hakları vardır ve bu hakların yerine g e tirilm e si ge­
rekir.
e — Kom şunun hakları vardır ve bu hakların yerine g e tirilm e si ge­
rekir.
f — İş ve sanatın hakkı vardır ve bu hakkın yerine g e tirilm e si ge­
rekir.

536 — H a c c : 28
537 — B a k a r a : 233
538 — B a k a r a : 187

249
İ SLÂM

g — M üslüm anların hakları vardır ve bu hakların yerine g e tirilm e si


gerekir.
h — M üslüm an olm ayan vatandaşların hakları vard ır ve bu hakların
yerine g e tirilm e si gerekir.
ı — D evletin hakları vardır ve bu hakların yerine g e tirilm e si gerekir.
j — Bütün insanların hakları vardır. H er ca nlın ın hakkı ödenm elidir.
Hatta her şeyin hakkı vardır. M üslüm an öyle kâm il bir in san dır ki, her
hak sahibine hakkını verir. G enel bir şe k ild e kendisine düşeni yerin e ge­
tirir. A lla h ’a kulluk, b ir bakım a budur. K endisine düşen her görevi yeri­
ne getiren insan tabii ki, kem alin zirv esin e ulaşır.
A lla h (C.C.) başkasının hakkı için kendi hakkından daha çok insanı
hesaba çeker. Çünkü bu hakta iki hak beraber bulunm aktadır. A lla h hak­
kı ve kul hakkı. Onun için s ırf A lla h hakkı olan şe y le rin affı, başka yara­
tık la rın da haklarının karıştığ ı şe y le rin affından daha yakındır.

A — ALLAH HAKKI

A lla h ’ın haklarını şu şe k ild e ö ze tle y e b iliriz : A lla h ’ın zat, sıfa t ve f iil­
lerine inanm ak. Peygam berler, m elekler, kitaplar, âh iret günü ve kader
gibi ken dilerin e inanm ayı em rettiği şe y le re inanmak. A y rıca R esûlüllah
(S.A.V.)’in d ili üzere b ild irile n şe y le re inanmak.
Sadece A lla h 'ı ilâh edinm ek ve O'nunla b irlikte başkalarına tapm a­
mak.
B aşkasına ancak O ’na itaat çe rçeve sin d e itaat e d ilir. B aşkasını O ’n-
dan daha çok sevm em ek. B aşkasına dua etm em ek. Başkasına tevekkül
etm em ek ve yüceltm em ek. İbadet anlam ına gelen her şeyi O n d a n başka­
sına yapmamak.
O ’nu daim a anmak. H er hareket ve davranışta O n d a n gâfil olm am ak.
A lla h ’ın nizam ının geçerli olduğu bir devletin kurulm ası için müslü-
manlara yardım cı olmak.
Yeryüzünde A lla h ’ın sözü hakim oluncaya kadar cihad etmek.
H er durum da Peygam berine uymak : «De ki : «Allah’ı seviyorsanız
bana uyun ki Allah da sizi sevsin.»
Em rettiği şe k ild e namaz kılm ak, oruç tutmak, zekât verm ek, hacca
gitm ek ve O ’na dua etmek. O ’nun hükmü neyse ona te slim olm ak. Heiâ-
lından yem ek ve m alın hakkını eda etmek.
Bütün bunlarla b irlikte A lla h 'ın haklarından diğer bir tanesi de, hak­
ları sah ip le rin e verm ek ve bütün bunları s ırf A lla h ın rızasına kavuşm ak

250
_______________ ALLAHIN_______HAKKI

için yapm aktır. Bundan sonra kavuşm ak istediğin her hayıra dünyada da,
ahirette de kavuşursun.
Y üce A lla h şöyle buyurur : «Kim ameli ile dünya menfaatim isterse
dilediğimiz kimseye istediğimiz şeyi dünyada peşin veririz; sonra da onu
cehenneme koyarız; kötülenmiş ve rahmetten kovulmuş bir halde ona ula­
şır. Kim de mümin olduğu halde ahireti isterse çalışmasını da onun için
yaparsa, işte bunların çalışmaları makbul olur.» (539)
O halde A lla h 'ın haklarından biri de, O'nun nizam ına yardım cı olm ak
ve isted iğ i nizam ı kurarak onda yaşıyan ferdlerden biri olm aktır. Bu niza­
ma ta lip olanlar dağınık iseler, b irle şm e le ri için çalışm ak, peygam berine
uymak ve A lla h ’ın sözü en üstün oluncaya kadar çarpışm ak. Bunun için
A lla h ’tan başka bir kim seden m ükâfat beklem em ektir.
Y üce A lla h şöyle b u y u ru r: «De ki : Sizi bu tevhide (K u r’ân’a) ça­
ğırmama karşılık sizden bir ücret istemem...» (540) «Şu ahiret yurdunu
(cenneti) biz, yer yüzünde ne bir zulüm, ne de bir fesad istemiyen kimse­
lere veririz. İyi akibet sakınanlarındır.» (541)

B _ ANA - BABA HAKKI

Sen küçükken onlar senin iste k le rin i nasıl yerine g e tird iy se le r büyü­
dükten sonra sen de onların iste k le rin i yerine getire ce ksin . G e çim in i sağ­
la d ıla r sana hizm et e ttile r ve seni se vdile r. Büyüdükten sonra sen de on­
ların geçim ini sağlayacak, onlara hizm et edecek ve onları seveceksin .
O n larla iyi g e çin eceksin . A nnenin hakkı, babanınkinden daha çoktur. Ç ü n ­
kü o, se n in le daha çok yorulm uştur. Seni karnında ta şım ış ve memele-
riden sü t v e rm iştir. Ne e şin i, ne çocuğunu ve ne de başka bir dostunu an­
nenden daha üstün tutam azsın. Flesûlüllah (S.A.V.) kıyam et kopmadan
önce kişin in dostunu ana ve babasından daha üstün tutma sapıklığ ın a dü­
şe ce ğ in i b e lirtm iştir.
Buharî ve M ü s lim ’de rivayet edilen bir hadiste şö yle buyurulur :
«Bir adam Peygam ber (S.A.V.)’e gelerek şö yle d e d i:
— Ya R esûlüllah, insanlar iç e risin d e ken disiyle iyi geçinm em i en çok
hakkeden kim dir?
— Annendir.
— Sonra kim dir?
— Annendir.

539 — I s r a : 18-19
540 — E n ’a m : 90
341 — K a sa s ; 83

251
İSLÂM
— Sonra kim dir?
— Yine annendir.
— Sonra kim dir?
— Babandır, buyurdu.»
Bu hak, İslâm sın ırla rı iç e risin d e vardır. Anne ve baba m üşrik olsa lar
bile. A n ca k iste k le ri islâm a ters düşünce, işte o zaman hakları yoktur. Y a ­
ratana isyan konusunda yaratılana itaat edilm ez.
Ebeveynin hakkı, onlara iyi davranm andır. O nlara kaba sö zle r söyle-
m em e lisin . O nların yanında toz kaldırm ak, onlardan yüksekçe bir yerde
oturm ak ve onların arkadaşlarına iyi davranmamak, haklarına aykırı hare­
ket etm ektir.
Bu konuda tem el, A lla h ’ın şu buyruğudur : Rabbin kesin olarak şun­
ları emretti : Ancak kendisine ibadet edin, ana babaya güzellikle muame­
le edin, eğer onlardan biri veya ikisi senin yanında ihtiyarlık haline ula­
şırsa, sakın onlara «öf» bile deme ve onları azarlama. İkisine de iyi ve yu­
muşak söz söyle. (542)

C — KARI - KOCA HAKKI

Kocanın karısı üzerinde hakkı vardır. Bu hakkın bir kısm ın ı daha ön­
ce an latm ıştık.
A ile n in her ferdinin diğe rle rinin üzerinde hakkı vardır.
Ç o cu kla rın babaları üzerindeki hakkı : Erkek olsunlar, kız olsu nlar
babalarının onları g iyd irm esi, yed irm esi, onlara iyi bir terbiye verm esi,
güzel bir isim le isim le n d irm e si ve gö revlerin i yerine g e tire b ile ce k le ri şe ­
kilde onları y e tiştirm e sid ir.
Ç o cu k adam se v iy e s in e gelin ce ye kadar İslâm ’dan sorum lu de ğ ildir.
Bu seviye, aşağı yukarı onbeş yaştır. A ncak bu se viyeye ulaşm adan ön­
ce bir h a zırlık devresi vardır. Bu devrede çocuk, namaz, oruç, cihad, yüz­
me, ata binme, savaş âle tle rin i kullanm a gibi şe y le re a lış tırılır. M e sle k
sahibi o lm asına ç a lış ılır. İyiliği nasıl em redeceği ve kötülükten nasıl sa­
kındıracağı ö ğ re tilir. Her türlü hayırlı şe y le ri işlem e a lışk a n lığ ı kazandırı­
lır. A k id e n in her yönü farz-ı ayndır. Kitap ve sünnetten bir şeyle r, farz-ı
kifayelerden biri ve ço cuklar arasında e ş itlik ve adalet gibi çocuk bağ­
ları çocuğa ö ğ re tilir. Bu konuda kaynak çoktur. Bunlardan birkaç tanesini
aşağıya alıyoruz :
Hz. İbrahim ’in çocuklarına dua ve v asiyye ti :
«Bu dini, Hazreti İbrahim kendi oğullarına vasiyyet ettiği gibi, Haz-
reti Yakub da vasiyyet etti : «Ey oğullarım, şüphe yok ki, Allah, razı oldu-

542 — k r a : 23
252
ANA — BABA KARI — KOCA HAKKI

ğu İslâm dinini sizin için seçti. O halde siz, ancak müslüman olarak can
verin.» (543)
«Rabbim, beni gereği üzere namaza devam eden kıl, zürriyetimden de
böyle kimseler yarat... Ey Rabbimiz, duamı kabul et.» (544)
Lokm an'ın oğluna v asiyye ti :
«Bir vakit Lokman oğluna öğüt vererek şöyle demişti : «Yavrum, Al­
lah'a ortak koşma. Çünkü Allah'a ortak koşmak, çok büyük bir zulümdür.
Biz insana, ana - babasına da tavsiye ettik. Anası onu meşakket üstüne
meşakketle taşımıştır. Sütten kesilmesi de iki sene içindedir. «Hem bana
ve hem de ana • babana şükret, dönüş ve geliş ancak banadır.» Bununla
beraber ana - baban bilmediğin bir şeyi bana ortak koşman için seni zor­
larlarsa, bu takdirde kendilerine itaat etme. Onlara dünyada iyi bir şe­
kilde sahiplik et ve bana yönelenin yolunu tut. Sonra dönüp bana gelecek­
siniz de, ben, size yaptıklarınızı haber vereceğim. (Lokman öğüdünde de­
vam la şö yle dem işti) : «Yavrum, yapılan iyi veya kötü iş, bir hardal tanesi
ağırlığında da olsa bir kaya içinde yahud göklerde veya yerin dibinde giz-
lense, Allah onu meydana çıkarır. Çünkü Allah Lâtif’dir (ilm i her gizli ş e ­
ye ulaşır.) Habîr'dir. her şeyin künhünü bilir.) Yavrum, namazı gereği
üzçre kıl, iyiliği emret ve fenalıktan alıkoy. Bu hususta sana isabet ede­
cek eziyyete katlan; çünkü bunlar, kesin olarak farz kılınan işlerdendir.
(K ib irlile rin yaptığı gibi) insanlara yüzünün yanını çevirme ve yeryüzünde
çalımla yürüme. Çünkü Allah, her büyüklük taslıyan öğüngeni sevmez. Yü­
rüyüşünde mütevazi ol, sesini alçalt, çünkü seslerin en çirkini, elbette ki
eşeklerin sesidir.» (545)
R esûlü llah (S.A.V.)’in de hem çocuklara ve hem de ço cuklar hakkın­
da v e lile rin e pek çok va siyy e ti vard ır :
«Bir baba, çocuğuna, güzel bir terbiye vermekten daha iyi bir şey ve­
remez.» (546)
«Kişinin çocuğuna terbiye vermesi, bir sadaka vermesinden daha ha­
yırlıdır.» (547)
«Kim üç kız veya üç kızkardeş yahud iki kız veya iki kız kardeş bes­
ler, onlara iyi terbiye verir ve evlendirirse, cennet onundur.»
«Çocuklarınızı Peygamber, ehl-i beytini ve Kur’an okumayı sevmek
üzere terbiye edin.»

543 — B a k a r a : 132
544 — İbrahim : 40
545 — L o k m a n ; 13-19
546 — Tirm izî
547 — E b u D a v u d

253
İSLÂM
Ç ocuklara vasiyye tle rind en :
«Ey çocuk, Allah’ın ismini an. Sağ elinle ve kendi önünden ye.»
«Ey çocuk, Allah'ın hakkını koruki, O da seni korusun. O ’nun dinini
koru ki, O ’nu yanında bulasın. İstediğin zaman, Allah'tan iste. Yardım di­
lediğin zaman, O'ndan yardım dile. Şunu da bil ki, bütün insanlar bir şey­
de sana faydalı olmak isteseler, ancak Allah yazmışsa sana faydalı ola­
bilirler. Ve sana bir zarar vermek üzere bir araya gelseler, ancak Allah
yazmışsa sana bir zarar verebilirler. Kalemler kalktı ve sahifeler kurudu.»
Bu konuda tem el kaynak Yüce A lla h 'ın şu sözüdür :
«Ey iman edenler, kendinizi ve aile halkınızı öyle bir ateşten koruyun
ki, onun tutuşturucusu insanlarla taşlardır. (O ateşin) üzerinde öyle me­
lekler vardır ki, çok sert, çok kuvvetlidirler. Allah kendilerine ne emretti
ise, o'na isyan etmezler ve emredildikten şeyi yaparlar.» (548)

D — AKRABA HAKKI ;

G eçen bölüm de İslâm 'ın bu konudaki görüşünü, nafaka ve m iras du­


rum larını gördük.
Buna ek olarak akrabanın hakkı : Onu tanım an, ona sahip çıkm an ve
aranızda bir iliş k in in devam etm esidir.
O nlarla iliş k iy i devam ettirm e yönlerinden gücünün yettiği hususları
yerine getirm en gerekir. Bu, İslâm ’ın farzlarındandır. Bunun en aşağı s ı­
nırı :Selâm verm ek, ziyare tle rin e gitm ek, m ektuplaşm ak ve hediyeleşm ek-
tir. Yüce A lla h , akrabalarına yaptığın yardım ı diğe rle rin kin e nazaran kat
kat m ükâfatlandırır. Peygam ber (S.A.V.) şö yle buyurur : «Yoksula yapılan
sadaka, bir sadakadır. Ama akrabaya yapılan ikidir.» Y üce A lla h K u r’ân’ı
K erim 'de akrabayla iliş k iy i kesm ekle yeryüzünde fe sa t çıkarm ayı bir ara­
da zikreder ve bunu yapanı k ın a r: «(Ey m ünafıklar) demek idareyi ele alır­
sanız, hemen yeryüzünde fesat çıkaracak ve akrabalık bağlarını koparacak­
sınız.» (549)
Çünkü insanın akrabalarıyla iliş k is in i kesm esi şa h siye tin in eridiğine,
rahmet ve sevgi gibi insanın tem el sıfatlarından yoksun olduğuna alam et­
tir. A krabasın a olan se v g isin i koruyam ayanın başkalarının haklarını koru­
maması daha norm aldir. Y a ra tılm ışla rın hakkını verm iyenin de, A lla h ’ın
hakkını yerine getirm em esi daha lâyıktır. Onun için A lla h 'la iliş k iy i k e s­
menin alam eti, akrabayla iliş k iy i kesm ektir. Peygam ber (S.A.V.) şöyle
buyurur : «Akrabalık, Arşa yapışıktır ve der ki : «Benimle ilişkisini devam
ettireni Allah korur. Benimle ilişkisini kesenden de Allah ilişkiyi keser.»

548 — T a h rim : 6
549 — M u h a m m e d :22
254
AKRABA HAKKI — KOMŞU HAKKI

E — KOMŞU HAKKI :

Kom şu hakkının asg a risi, onun namus, mal, can ve çocuğuna zarar
verm em ektir. Kötü kom şu insanı daima huzursuz eder. Daim a ondan korku­
lur. Onun için kom şusuna bu asgari hakları verm eyen, hayır ve iy ilik le ri
ne kadar çok o lursa olsun cehennem e gire ce ktir. M ü s lim ’in rivayet ettiği
b ir hadis-i şe rifte şö y le buyurulur : «Komşusu onun kötülüklerinden emin
olmayan kimse cennete giremez.»
R esûlü llah (S.A.V.)’e çok namaz kılan, çokça gece namazına kalkan,
fakat kom şusuna eziyye t eden bir kadından b a h settile r R esûlü llah (S.A.V.):
«O, ateştedir,» buyurdu.
D iğer bir hadiste de şö yle b u y u ru r: «Vallahi iman etmemiştir... Kom­
şusunun aç olduğunu bilerek tok yatan kimse.»
Bu dostluk ve iy ilik le rd e n sonra b ir sın ırla sınırlanm ayan durumlaı
gelir. Bu konuda da birkaç m isal ve re lim :
«İbn-i Ö m er’e bir koyun kestim . Evdekilere: «Yahudi kom şum a ondan
b irşe y v erd in iz mi?» dedi. «Hayır» dediler. Dedi ki : «Ona götürün. Re­
sû lüllah (S.A.V.)’in şö yle dediğini duydum : «Cebrail bana komşuyu o ka­
dar tavsiye etti ki, komşunun komşuya mirasçı olacağını sandım.» (550)
«Allah’a ve ahiret gününe inanan komşusuna iyi davransın.»

F — İŞ HAKKI

İşin de bir takım hakları vardır. İş sa hib inin onları yerin e getirm esi
gerekir. Bunları şu şe k ild e ö z e tliy e b iliriz :
İşi sağlam yapmak. Peygam ber (S.A.V.) şö yle b u y u ru r: «Sizden biri­
niz iş yaptığında onu sağlam yapanı Allah sever.»
İşte başkasını aldatm am ak. Peygam ber (S.A.V.): «Aldatan bizden de­
ğildir» buyurur.
İş sahibi sözünde duracak. Çünkü m ü nafıklığın alam etlerinden biri :
«Söz verdiğinde sözünü tutmamaktır.»
İş sahibi tü ccar ise kim seyi aldatm am ası, yalan sö ylem em esi ve ye­
min etm em esi. Bu konuda da Peygam ber (S.A.V.) şöyle buyurur : «Güve­
nilir ve doğru olan tüccar peygamberler, sıddıkler ve şehitlerle beraber­
dir.»
«Yalan yemi.: ticaret eşyasını sattırır ama kazancı götürür.»

550 — E \)u D a v u d , T irm iz l

255
İSLÂM

İş konusunda en önem li haklardan b irisi, belki de o işin A lla h nizam ı­


na göre haram veya mekruh olm ayıp caiz o lm asıdır. Onun için işin şa rt­
larından b iris i de, o iş hakkındaki d in î hüküm leri bilm ektir. Hz. Ö m er şö y­
le der : «D inî konuları bilm eyen, ça rşılarım ızd a s a tıc ılık yapamaz.»
K iş i devlet v a lis i veya genel yahud özel bir m üessesede memur ise,
işe y e tk ili olm ası, o işin in c e lik le rin i b ilm e si ve bütün teferruatıyla onu
korum ası ve ken disine düşen görevi yerine ge tirm esidir. Bu hüküm leri
Yüce A lla h 'ın şu sözlerinden çıkarıyoruz :
«... Tuttuğun ücretlilerin en hayırlısı o, güvenilir, güçlü adamdır.»
(551)
«Yusuf şöyle dedi : «Beni Mısır’ın hâzineleri üzerine memur et; çün­
kü ben iyi korur, iyi bilirim.» (552)
Ebu Zer (R.A.) şö yleder : R esûlü llah (S.A.V.)’e beni vali yapmıya-
cak m ısın? dedim. E lle rin i om uzlarım a koyarak şöyle buyurdu : «Ey Ebu
Zer, sen zayıfsın, bu vazife ise emanettir. Kıyamet gününde de pişman­
lıktır, ancak onu hakkıyla yerine getiren ve kendisine düşeni yapan başka.»

G — MÜSLÜMANLARIN HAKKI :

Peygam ber (S.A.V.) şöyle buyurur : «Müslümanın müslüman üzerin­


de beş hakkı vardır :
1 — Selâmını iade etmek.
2 — Hasta ise onu ziyaret etmek.
3 — Cenazesinin peşinden gitmek.
4 — Davetine icabet etmek.
5 — Aksırdığında «yerhamukellah» demek.» (553)
M ü slim bir rivayetinde bunlara şunu da ekler: «Seni davet ettiğinde
davetine icabet etmen ve senden öğüt almak istediğinde ona öğüt vermen.»
M üslüm ana nasihat etm ek m üslüm anın m üslüm an. üzerindeki hakla-
rındadır. Peygam ber (S.A.V.) şöyle b u y u ru r: «Din nasihattir» Kim için Ya
R esûlüllah dediler. «Allah için, kitabı için, Peygamberi için ve bütün müs-
lümanlar için» buyurdu.
«Müslüman, müslümanın kardeşidir. Onu yardımsız bırakmaz. Ona
yalan söylemez. Zulüm etmez. Sizden her biriniz kardeşinizin aynasıdır.
Ona zarar verecek bir şey bulunduğunda onu izale etsin.»

551 — K a sa s : 26
552 — Y u su f : 55
553 — K ü tü b -i H a m se

256
___________________ MUSAFAHALAŞMAK

M üslüm anın haklarından biri de, ona selâm verm ektir. H adiste şöyle
buyurulur: «Nefsimi kudretinde tutana yemin ederim ki, inanmadıkça cen­
nete girmezsiniz. Bir birinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Size
bir şeyi haber vereyim mi? Onu yaptınız mı, birbirinizi seversiniz. Selâmı
aranızda yayın.» (554)
D iğer bir hadiste de şö yle buyurulur : «Binek üzerinde olan, yayana
veya oturana ve az çoğa selâm verir.»
M usafahalaşm ak da, selâm dandır. Peygam ber (S.A.V.) şöyle buyu­
rur : «Karşılaşıp musafahalaşan iki müslüman birbirlerinden ayrılmadan
önce günahları bağışlanır.
Y in e şöyle buyurur : «Musafahalaşın. Musafahalaşmak, kinleri giderir.
Hediyeleşin. Hediyeleşmek, birbirinizi sevmenize vesile olur. Aranızdan
düşmanlık çekilip gider.»
H astalandığında m üslüm anın ziyaretin e gitm ek, yine m üslüm anın hak­
larındandır. Hadis-i şe rifte şöyle buyurulur : «Bir hastayı ziyaret eden, dö-
nünceye kadar cennet meyvelerinin içerisindedir.» (555) Y in e şöyle buyu­
rulur : «Kim bir hastayı ve Allah için bir kardeşini ziyaret ederse bir çağı-
rıcı (m elek) ona şöyle der : «Ne mutlu sana. Yürüyüşünle mutlu oldun. Ve
cennetten bir mesken edindin.» (556)
«Kim güzelce abdest alır ve hayrım umarak bir kardeşini ziyaret eder­
se yetmiş harif mesafelik ateşten uzaklaştırılır.»
M üslüm anın haklarından bir tanesi de, cenazesinin peşinden gid ilm e ­
sid ir Peygam ber (.SA.V.) şöyle buyurur : «Kim bir cenazenin peşinden gi­
der ve onu üç defa taşırsa, o cenazenin, kendisi üzerindeki hakkım yerine
getirmiştir.» (557)
M üslüm an aksırdığında ona «yerham ukellah» dem ek yine onun hak­
larındandır. Peygam ber (S.A.V.) şö yle buyurur : «Sizden biriniz aksırdığın­
da «elhamdu lillahi ala külli hal (her durumda Allah’a şükürler olsun)» de­
sin. Kardeşi de ona «yerhamukellah (Allah sana rahmet etsin)» söylesin.
O da şöyle karşılık versin : Allah sizi hidayete erdirsin ve kalbinizi islâh
etsin.» (558)
M üslüm anın haklarından diğer bir tanesi de, seni davet ettiğinde da­
vetine icabet etm endir. Peygam ber (S.A.V.) şöyle buyurur : «Davet edildi-

554 — M üslim
555 — N e sa i h a riç K ü tü b -i H a m se
556 — M ü slim
557 — T irm iz î
558 — B u h a r!

257
İ SLÂM

ğsn zaman davete icabet et.» İbn-i Ö m er oruçlu olduğu (Ramazan orucu d ı­
şında) halde düğün ve diğer davetlere giderdi. (559)
Ebu D avud’un naklettiği b ir hadiste de şö y le buyurulur : «İki davet bir
arada yapıldığında kapısı daha yakın olana icabet et. Çünkü kapısı daha
yakın olan daha çok komşudur. Şayet biri diğerinden daha önce davet et­
mişse, daha önce davet edene icabet et.»
M üslüm anın haklarından b iris i de, onun hakkında iyi zan beslem en,
ayıp ların ı araştırm am an, onu kıskanm am an, en güzel is im le riy le onu ça ğ ır­
man, ona tam k a rd e şlik gösterm en, zulüm etm em en ve onu küçüm sem e-
m endir. Onun m alına canına ve namusuna eziyyet etm em endir. Bu konu­
da R esûlü llah (S.A.V.) şö y le buyurur :
«Zandan sakının. Zan, sözün en yalanıdır. Biribirinizin ayıplarınızı
araştırmayın. Biribirinizle mücadele etmeyin. Biribirinizi kıskanmayın. Bi­
rbirinize buğzetmeyin ve biribirlerinizle ilişkilerinizi kesmeyin. Allah’ın
emrettiği şekilde Allah’ın kardeş kulları olun. Müslüman, müslümanın kar­
deşidir. Ona zulüm etmez. Onu yardımsız bırakmaz. Ona hakaret etmez.
Kişiye kötülük olarak müslüman kardeşine hakaret etmesi yeter. Müslü-
manın her şeyi müslüman üzere haramdır. Malı da, kanı da, namusu da.
Allah (C.C.) sizin suretlerinize, vucüdlarınıza bakmaz. Lâkin kalblerinize
ve fiillerinize bakar. (Göğsünü işaret ederek) Takva buradadır. Takva bu­
radadır. Takva buradadır. Sizden bir kısmınız başka bir kısmınızın satışı üze­
re satış yapmasın. Allah’ın kardeş kulları olun. Müslümanın kardeşinden
üç günden fazla dargın kalması helâl olmaz.» (560)

«Ac olanı yedirin. Hastayı ziyaret edin ve esir düşeni kurtarın. (561)
M üslüm anın haklarından diğer bir tanesi, s ırrın ı açığa vurm am aktır.
Ona yardım etm ek yine haklarından b irid ir. M üslüm an m üslüm ana yardım
eder. Onu g iyd irir. Z orlu kların ı kola y la ştırır. İhtiyacını giderir. M üslüm an
y aşlıya hürm et edilir. Küçüğe şe fka t g ö ste rilir. H akları korunur. Bu ko­
nuda tem el şudur :
«Küçüğümüze acımayan, büyüğümüze değer vermeyen ve iyiliği em­
redip kötülükten sakındırmayan bizden değildir.» (562)
«Kim kardeşinin namusunu korursa, Allah da kıyamet gününde ateşi
onun yüzünden uzaklaştırır.» (563)

559 — N e sa i h a riç K ü tü b -i H a m se
560 — M ü slim
561 — B u h a ri
562 — T irm iz i
563 — T irm iz i

253
GAYRİMÜSLİMLERİN HAKKI

«Kim zulme uğrayan birisine hakkını alıncaya kadar yardımcı olur­


sa, Yüce Allah da, ayakların kaydığı günde Sırat üzerinde ayaklarını kaydır­
maz.»
«Kim bir müminin üzerindeki dünya sıkıntılarından birini giderirse Al­
lah da onun ahiret sıkıntılarından birini giderir. Kim zor duruma düşen
birine yardım eder ve onu kolaylığa kavuşturursa Allah da dünya ve ahi-
rette onu kolaylığa kavuşturur. Kim bir müslümanın ayıbını örterse, Al­
lah da dünya ve ahirette onun ayıbını örter. Kul, kardeşinin yardımında
olduğu müddetçe Allah da onun yardımındadır. Kim ilim için bir yol tutar­
sa, Allah da ona cennete giden bir yolu kolaylaştırır..» (564)
A y rıc a m üslüm anın derd iyle dertlenm ek yine bu haklar arasındadır.
Bir hadis-i şe rifte şöyle buyurulur : «Müslümanların biribirlerini sevme
ve biribirlerine acımaları bir cesed gibidir. Cesedin bir organı rahatsız­
landığında cesedin tamamı uykusuzluk ve sızıda onunla beraberdir.» (565)
Bu an lattıklarım ız nümune m ahiyetindedir. D e ğ ilse konu çok daha ge­
niştir...

H — MÜSLÜMAN OLMAYANLARIN HAKLARI :

İslâm devletinin topraklarında yaşıyan gayr-ı m ü slim ler, müsiüman-


ların hakim iyetlerin i kabul ederek cizy e le rin i öderlerse onlarla yapılan
antlaşm aya sadık kalınır. A ntlaşm a ne ise, ona uyulur. Onlardan daha faz­
la cizye alınam az. Peygam ber (S.A.V.) şö yle buyurur : «Olabilir ki bir ka­
vimle çarpışır ve onlara galip gelirsiniz. Onlar da can ve zürriyetlerini ko­
rumak karşılığında size mal verir ve belli bir şey üzere anlaşırsınız. An­
laştığınız miktardan fazlasını almayın, size iyi olmaz.» (566)
A y rıc a şö yle buyurur : «İzinleri olmadan ehl-i kitabın evlerine girme­
nizi, kadınlarını vurmanızı ve kendilerine düşeni verirlerse meyvelerini
yemenizi Allah helal kılmamıştır.» (567)
Başka bir hadiste de şöyle buyurur : «Kim haksız yere bir muahidi öl­
dürürse, Allah ona cenneti haram kılar.» (568)
Daha önce de b e lirttiğ im iz gibi müslüm an olmayan bir kim se dinini
değ iştirm ek için zorlanm az. Onunla tartışm aya g irişild iğ in d e mutlaka en
güzel yol se çilir... M üslüm an olursa zim m îlik durumu ortadan kalkar. Tıp­
kı diğer m üslüm anlar gibi m uam ele görür.

564 — M ü slim
565 — B u h a rî, M ü slim
566 — Ebu D avud
567 — Ebu D avud
568 — E b u D a v u d , N e sa î

259
I — DEVLETİN HAKKI

Ü ç ç e ş it d e vle t vardır :
1 — K â fir devlet.
2 — Fasık M üslüm an devlet.
3 — Salih M üslüm an devlet.
D e v le t kâfir ise m üslüm anın görevi, onunla savaşm aktır.
M üslüm an, fakat fa s ık ise, m üslüm an en azından fâ sık lığ ı konusunda
ona yardım cı olmaz.
Peygam ber (S.A.V.) sahabelerinden birine öğüt verirken şöyle buyu­
rur: «Ya Kâb b. Acrete, benden sonra gelecek bazı idarecilerden Allah’a
sığınmanı dilerim. Onların kapılarına gelerek yalanlarını doğrulayan ve zu­
lümlerinde onlara yardımcı olan benden değildir. Ben de ondan değilim.
Ve o havuz başında yanıma gelmeyecektir. Kapılarına gitmeyip onları doğ­
rulamayan ve zulümlerinde onlara yardımcı olmayan bendendir. Ben de on-
danım. Ve havuz başında yanıma gelecektir.» (569)

Salih ve m üsiüm an devlette ise, d e vle t başkanm ın hakkı, zorluk ve


kolaylık anlarında ona itaat etm ek m üslüm anın görevidir. Bu d evlet baş­
kanı b irşe y em rettiğinde em rine uymak farzdır. Ona karşı ge le n lerle sava­
şılır. M üslüm anların, d e vle t başkan ların ın yanında olm aları görevlerin den­
dir ve karşı ge le n leri öldü rm e leri de bir borçtur.

Peygam ber (S.A.V.) şö y le buyurur : «Başınıza geçen, başı siyah bir


üzüm tanesine benzeyen bir siyah bile olsa, aranızda Allah’ın kitabını ha­
kim kıldıkça emirlerini dinleyin ve ona itaat edin.» (570)
«Müslümana düşen, hoşuna giden şeylerde de, gitmeyen şeylerde de
itaat etmektir. Ancak kendisine bir ma’siyet emredildiğinde, o hariç. Ma’-
siyetle emrolunma durumunda dinleme ve itaat etme yoktur.» (571)
«Kim itaattan çıkar, cemaattan ayrılır ve ölürse, cahiliyet ölümüyle
ölür.» (572)
«Kim bana itaat ederse, Allah’a itaat etmiştir ve kim devlet başkanına
itaat ederse, bana itaat etmiştir. Devlet başkanına karşı çıkan da bana kar­
şı çıkmıştır.» (573)

569 — T irm iz ı
570 — B u h a rı
571 — Kütüb--i H a m se
572 — B u h a ri, M ü slim ,
573 — B u h a ri, M ü slim , N esaî,

260
DEVLETİN HAKKI

«İki halifeye itaat e d ilirse , onlardan diğ e rin i öldürün.»


Em redilen iyi bir şey olunca m üslüm an uyar. Bu em redilen m ubah­
lardan bile olsa, m üslüm am n ona uym ası farz olur.
M ese la, d e vle t başkanı tra fiğ i düzenlem ek için bir kanun çıkarsa, bu
kanuna uymak, farzdır. Ona aykırı hareket eden dünyada ce za la n d ırıld ığ ı
gibi A lla h yanında da günahkârdır.

— VII —

H er hususta m üslüm am n uym ası gereken haklar b e lirtilm iş tir. Ta­


şın hakkı, yolun hakkı, İslâm devletinin sın ırla rın ın dışında bulunan gayr-ı
m ü slim in hakkı bile. C in le rin hakkı, m ele klerin hakkı, ruhun hakkı, gayb
âlem inin hakkı hatta yem ek ve içe ce ğ in hakkına varıncaya kadar...
M üslüm an, soru m lu lu k taşıyan, haklıya hakkını veren ve o hakkı v er­
m edikçe gönlü huzura kavuşm ayan insandır.
M üslüm am n k arşısın a çıkan hakları anlattık. Bunlarla ilg ili m is a lle r
verdik. B öylece bu hakların kapsam ve m ü ke m m e lliğ in i öğrendik. Bunlar­
la yetinerek islâ m ın m ü kem m elliğ ini kabul etm eyen ler daha geniş bilgi
için Kur'ân-ı K e rim ’e hadis ve fık ıh kitap larına m üracaat e tsin le r. O za­
man -yüklendiğim iz hakların in ce liğ in e şa şıp kalacaklard ır. F ıkıh kitap la­
rındaki şu m isa li beraberce okuyalım :
«Hayvan sahibi, hayvanını y ed irip içire ce k tir. Şayet y ed irip içirm e z--
se, zorlanır. Y in e de görevini yapm az veya yapm aktan âciz olursa, hayva­
nını satm ası veya icareye verm e si yahut eti yen iyorsa, hayvanını kesm esi
için zorlanır. Hayvanını kovm asına, ağır yük yü klem esine, yavrusuna za­
rar v ere ce k şe k ild e sütünü sağm asına ve yüzüne vurpıasın a m üsaade e d il­
mez. Eti yenm iyor ise, kesem ez de.»
Buna benzer örnekler ’çoktur. Sağlam y a ra tıIişli her insan, hakların
bu derece titiz bir şe k ild e d a ğ ıtıld ığ ın ı hayret ve ta kd irle karşılar.
M üslüm am n gö revleri olduğu gibi hakları da vardır. Kadının her gö­
revine k a rş ılık bir hakkı vardır. Erkeğin her görevine k a rşılık bir hakkı
vardır. Her şeyde durum böyledir.
G ö revin i bilen ve onu hakkıyla yerin e getiren memurun, müslüm an-
lara yaptığı bu hizm etten dolayı tem el ih tiya çla rın ın tem in e d ilm e si hak­
kıdır. Peygam ber (S.A.V.) şö yle buyurur :
«Bize vali olan, karısı yoksa kendisine bir karı, evi yoksa kendisine
bir ev, hizme'tçisi yoksa kendisine bir hizmetçi ve bineği yoksa kendisine
bir binek edinsin.»

261
İ SLÂM

M üslüm anın görevi, d evlet başkanına itaattir. Buna k a rşılık devlet


başkanına olan hakkı, devlet başkanının ona ihtiyaçlarında yardım cı olm a­
sıdır.

«Ben her mümine kendisinden daha yakınım. Kim bir borç veya kayıp
bırakıp ölürse, o, bana aittir. Ve kim mal bırakırsa, o da varislerinedir. Ben,
sahibi olmayanın sahibiyim. Onun malının varisiyim ve borçlarını da ben
öderim. Dayı da, başka sahibi olmayanın sahibidir. Ölenin malının varisi­
dir ve borçlarını da, o, öder.»
«Hepiniz çobansınız ve güttüğünüzden sorumlusunuz. Devlet başkanı
çobandır ve güttüğünden sorumludur. Kadın, kocasının evinde çobandır
ve güttüğünden sorumludur. Hizmetçi, efendisinin malının çobanıdır ve
güttüğünden sorumludur...» (574)
M üslüm anın devlet başkanı üzerindeki hakkı, devlet başkanının, onun
ih tiya çla rın ı tem in etm esid ir. Peygam ber (S.A.V.) şö yle buyurur : «Allah’ın,
mğslümanların işlerinin başına geçirdiği kimse, onların ihtiyaç ve fakirlik­
lerinin önüne geçerse, kıyamet gününde de Allah onun ihtiyaç ve fakirliği­
nin önüne geçer.» (575)
Y in e m üslüm anların devlet başkanı üzerindeki hakları, devlet başka-
mnın onlara ha in lik yapm am ası ve onları aldatm am asıdır. Peygam ber (S.-
A.V.) şö yle buyurur : «Allah’ın bir topluluk başına geçirdiği kimse onları
aldatarak ölürse, Allah cenneti ona haram kılar,» (576)
D e vlet başkanı adaletle onları idare edecektir. O nlara yum uşak dav­
ranacak ve acıyacaktir. Peygam ber (S.A.V.) şö yle buyurur : «İşleri yürüt­
menin en kötüsü, zorbalıkla olanıdır.» (577)
M üslüm anın haklarından diğer bir tanesi, şüpheli bir durum olm a­
dığı halde izin siz d e v le t tarafından e vinin aranam am asıdır. M üslüm an dev­
leti tenkit eder. H aklı olduğu zaman m ertebesi ne olursa olsun devlet bu
tenkidi dinlem ek m ecburiyetindedir. Y a ln ız d inlem ekle de kalmaz, haklı
tarafları hemen uygulam aya koyar. A sk e rin bile b e lli bir müddetten son­
ra a ile s iy le görüşm esine engel olunamaz.
Şu noktaya da dikkat e d ilm e lid ir. M üslüm anın haklarını m ükem m el
bir şe k ild e alab ilm esi için, gö re vlerin i m ükem m el bir şe k ild e yerine getir­
m esi gerekir. G ö revle rin i yerin e getirm eyenin cezası, haklarını tanrı bir ş e ­
kilde alm am asıdır. H erkes bütün gö revlerin i yapınca ancak bütün hakla­
rına kavuşur.
574 — N e sa ı h a r iç K ü tü b -i H a rz e »
575 — E b u D a v u d , T irm iz î
576 — B u h a ri, M ü slim
577 — M ü slim

262
DEVLETİN HAKKI

D evlet, gö re vlerin i hakkıyla yerin e getirm eyen ferdlerden sorum ludur.


D evlet de gö revlerin i hakkıyla yerin e ge tirm eyin ce m üslüm anların Hepsi
ondan sorum ludur. Böyle bir m urakebe olursa, haklar kaybolm az. H erkes
hakkına kavuşur. Peygam ber (S.A.V.) şö yle buyurur :
«Çoluk çocuğunun senin üzerinde hakları vardır. Misafirinin hakkı var­
dır. Kendinin, kendin üzerinde hakkın vardır.» (578)
Selm an, Ebûd-Derda’ya: «Rabbinin senin üzerinde hakkı vardır. Ken­
dinin kendin üzerinde hakkın vardır. Ç o lu k çocuğunun senin üzerinde hak­
kı vardır. H er hakkı sahib in e ver,» ded iğin de R e sû llü lla h (S.A.V.) : « S e l­
man doğru söyledi» buyurdu.

— VIII —

Lâkin m üslüm anın haklarından m ened ildiğ in i fa rzetse k, bu durum,


gö revlerin i yerine ge tirm esi İçin y e te rli b ir sebep m id ir? V eya m üslüm an
bu davranışlarından vazg eçecek m idir?
A sla . M üslüm an, haklarını elde etm ek kasd ıyla g ö re vlerin i yerine ge­
tirm iyor. A lla h tarafından sorum lu tutulduğu için, O ’nun huzurunda hesa­
ba ç e kile c e ğ i için bu görevleri yü k le n m iştir. Bunları yerin e g e tirin ce , A l ­
lah için yerin e g e tirir. Bütün insanların sapm aları, hastalanm aları ve gö­
re vle rin i yerin e ge tirm em ele ri m üslüm anın g ö re vle rin i yerin e getirm em e­
si için bir sebep d e ğ ild ir ve m üslüm anı so rum luluktan kurtarm az. Peygam ­
ber (S.A.V.) şö yle buyurur :
«Benden sonra halifeler olacak ve çoğalacaklar. «Bize neyi emreder­
sin» dediler. Birincisine yaptığınız biata sadık kalın. Sonra ona haklarını
verin ve haklarınızı Allah’tan isteyin. Yüce Allah, onları gözetimlerinden
sorumlu tutar.»
«Sizden herhangi biriniz asalak olmasın: Ben insanlarla beraberim, iy i
olurlarsa ben de iyi olurum ve kötü olurlarsa ben de kötü oiurum demesin.
Nefislerinizi iyi davranmak üzere alıştırın ki, insanlar kötü davransalar b i­
le, kötülüklerinden uzak kalasınız.» (579)
M üslüm an, in san ların ondan razı kalıp kalm ayacaklarına a ld ırış et­
mez. Onun önem verd iği, sadece A lla h 'a tevekkül ederek O'nun hakkım
yerine getirm ektir.
Peygam ber (S.A.V.) şö y le buyurur :
«Kim, insanların hoşuna gitmeyen bir işi Allah rızası için yaparsa Al­
lah, insanların ona verecekleri faydadan ona yeterlidir. Ve kim Allah’ın ho-
578 — B u h a rı, M ü slim
579 — T irm iz i

263
İ SLÂM

şuna gitmeyen bir işi, insanların gönlünü almak için yaparsa, Allah onun
işini insanlara bırakır.» (580)

M üslüm an dünyevî bir menfaat, şan ve şöhret için görevini yerine


getirm ez. G örev yerine g e tirilirk e n bunlar elde e d ilm esin e rağmen bunla­
rın gâye olm aları ca iz değ ildir. O, s ırf A lla h için görevini yerin e g e tirir.
V e le v ki bu görev hayatına, malına, zam anına, sağlığına, şe re f ve şöhre­
tine mal olsa bile. R esûlü llah (S.A.V.)'in sıfa tla rı bölüm ünde tüm zorluk,
sık ın tı ve e ziyye tle re rağmen R e s û lü lla h ’ın görevini nasıl yerin e g e tird iğ i­
ni gördük. Her m üslüm an için R esûlü llah (S.A.V.) de güzel örn e kle r var­
dır. Gördüğüm üz gibi R esûlü llah (S.A.V.) bir işi yaparken işin n e tic e s i­
nin kendisine faydalı olacağını hesaba katm ıyordu. Buradan şunu an lıyo­
ruz ki, insanlar bozulduğu için bozulan, doğru yoldan a y rıld ık la rı İçin doğ­
ru yoldan ayrılan, sa p ık lığ a dü ştü kleri için sa p ıklığ a düşen, faizi y ed ikle ri
için faizi yiyen, helâl ve harama önem v erm e d ikleri için helal ve harama
önem verm eyen kim se, insanların bu şe k ild e davranm alarının bu gibi şe y­
leri helâl kıldığın a da inanıyorsa, İslâm la iliş k is i k e s ilm iş tir. Şayet bun­
ların haram lığını kabul eder de uyarsa, fa s ık tır ve Y ü ce A lla h 'ın şu hita­
bını ha kke tm iştir :
«Sonra, bu peygamberlerle, salih kimselerin arkalarından (kötü) bir
nesil geldi ki, namazı terkettiier, şehvetlerine uydular, bunlar da cehen­
nemdeki «Gayya» vadisini boylayacaklardır. Ancak tevbe edip iman eden
ve salih amel işleyenler müstesna; çünkü bunlar, zerre kadar zulme uğ­
ratılmayacaklar, cennete gireceklerdir.» (581)

— IX —

G erçekten insanın cism i, a k lî ve ruhî y eten ekle ri tam am en yerli ye­


rinde ku llanılm ad ıkça insan kem ale erem ez. A n ca k bu yeten ekler y e rli
yerinde k u lla n ıld ık la rı takdirde insan kem ale erer. D eğilse , acım a sıfa tın ı
veya sevgi sıfatım veyahut hilim sıfa tın ı veyahutta cö m e rtlik sıfa tın ı kay­
beden bir insan nasıl kem ale e re b ilir. İnsan, tem el sıfatlardan hangisi
olursa olsun birini kaybetti mi, kem alden uzaklaşır. Onun için insanda bu
tem el ahlâkın y e rle şip g e lişm e si, ancak İslâmî yaşam akla olur. İslâm,
bütün bu sıfa tla rın yaşanm asını m üslüm ana e m re tm iştir.
Hem insan ahlaken bozuk olduğu halde kem ale erer m i?
Kıskanm ak, in san larla yarışm a gibi iyi b ir vasfın hastalığa dönüş şe k­
lid ir. Y üce A lla h bu duyguyu insana v e rm iştir ki insan hayır konusunda

5Ü0 — T irm iz i
581 — M e ry e m S u re s i

264
________ ___ DEVLETİN HAKKI

diğer insanlarla yarışsın . Şayet bu duygu kıskan çlığa dönüşür ve ken d isi­
nin ulaşam adığı her iy iliğ e hiçbir kim senin ulaşm am asını dilem e şe k lin e
girerse, bu bir h a sta lıktır ve bu hastalıkla insan kem ale erem ez. A h lâ k î
hastalıkların hepsi bu durum dadır. Onun için d ir ki İslâm, güzel ahlâkın na­
s ıl yerle şe ce ğ in i öğrettiği gibi ahlâkî hastalıklardan korunma y o lların ı da
gö sterm iştir.
B öylece kötülüklere giden yolu tıkayan ve insan fıtratına uygun dü­
şen b iric ik yol, İslâm olm uş oluyor.
İnsanın cesedi vardır. Bu cesedin g e lişm e si, gü çlenm esi, korunm ası
ve her organının kulla nılm ası gereken yerlerin dışında kullanılm am ası lâ­
zım dır. C e se d in i her türlü hayra yükselten ve onu her türlü zararlı şe y ­
lerden uzak tutan ve her organını kulla nılm ası gerekli olan yerlerde kul­
lanan insan, ancak m üslüm andır. İslâm aklî yeten eklerin de bu yolda kul­
lanılm asın ı ister. M üslüm ana, düşünm esini ve tecrübeye değer v e rm e si­
ni em reder. D e lils iz olarak bir şeye inanm asını yasaklar. İlim öğrenm e­
sin i farz kılar, ilm i sevdiğ i kadar h içb ir şeye sevgi b eslem em esini ister...
İslâm, ruhî yeten ekle ri de bu yolda kullanır. Ruh ebediyete yön eliktir.
İslâm da, ebedî nim etlerin yolunu ona gösterir. Ruhun zarûrî ih tiyaçları
vardır. İslâm, bu ih tiya çla rın tem ini için en güzel yolu se çm iştir. İslâm-»
da insanın h içb ir yeteneği iş s iz kalmaz. Her yetenek y e rli yerinde kulla­
n ılır. B öylece insan her yönüyle kem ale erer.
Kem ale giden bir yol vardır ve o da İslâm ’dır.
Netice : İnsan ancak İslâm î ahlâkla kem ale erer. Çünkü :
1 — İslâm, insanın ruhî, İlmî, aklî ve ce se d î yani bütün yeten eklerini
en sa ğ lık lı yoldan harekete geçirir. H içb ir yetenek iş s iz kalmaz. İlim, farz­
dır. Düşünm ek, farzdır. F ıtrî ahlâkı kazanmak farzdır. Beden eğitim i farz­
dır. H anefî fa kih le rin b e lirttiğ i gibi evlenm ek ibadete çekilm ekten daha
hayırlıdır.
2 — İnsanın rûhî yeten ekle rinin çoğu kullan ılm ad ıkla rı takdirde ö lür­
ler. İslâm ’da beslenm eyen h içb ir rûhî yetenek yoktur. Sevgi, cöm ertlik,
hilim , hidayet, acıma...
3 _ K ısk a n çlık , kin, tekebbür, böbürlenm e gibi birçok rûhî hastalık
kâfirlerd e g e lişir. İslâm ’da ise bu gibi rûhî h a sta lıklar sökülüp atılır.
4 _ jnsan v arlığ ın ın hikm etini ancak İslâm î ahlâkla g e rçe k le ş tire b i­
lir. İnsan ancak bu ahlâkla kâinatın e fe n d iliğ i ve A lla h ın kulu olm a m er­
tebesine ulaşabilir.
5 _ insan olsun, hayvan olsun, canlı olsun, cansız olsun her şeye
hakkını veren sadece İslâm dır.

265
______________________ I S L Â M

B öylece in sa n lık v a sfın ı tam bir şe k ild e hakkeden, sadece müslü-


mandır. D iğ erle rin e ancak m ecazî olarak insan vasfı v e rile b ilir.
Y ü ce A lla h İnsanî kemal sıfa tla rın ın bütününü Peygam berine ver­
m iştir. H iç b ir alanda h içb ir insan ona ulaşam az. Bunu «Er-Resu!» isim li ki­
tapta açıkladık.
'Yüce A lla h ’ın her konuda m üslüm anın R esûlüllah (S.A.V.)’i örrıek
edinm esini istem esi norm aldir. Böylece gerçek m üslüm anın da diğer in­
sanlarda bulunmayan kemal sıfatların a bir arada sahip olm ası normal o lu­
yor. İslâm î ahlâkın insanı ne dereceye y ü k se lttiğ in i öğrenm ek isteyen,
m üslüm anlar için örnek olan R esûlüllah (S.A.V.)'in hayatını okum ası ye-
te rlid ir.
* * *
Bu arada iki m esele kalıyor :
1 — A hlâka iyi veya kötü hükmünü verm e m e se le si.
2 — Temel ve fe r'î ahlâk m e se le si.

V a rlık ta her yaratığın kendine has karakter ve a lışk a n lık la rı vardır.


Hayvanın a lışk a n lık la rı vardır. İnsanın a lışk a n lık ve ahlâkı vardır. Lâkin
hayvanın a lışk a n lık la rı bilgi, irade, yetenek ve bedeninin b a sitliğ i seb e­
biyle sın ırlıd ır. A m a insan bu durumda değ ildir. K endisine ilim , irade, ko­
nuşma ve ç e ş itli bedenî k a b iliy e tle r v e rilm iştir. Onun için insanın gelenek
karakter ve ahlâkının çe rçev e si çok gen iştir. Bunun n e tice si olarak her
m illetin , her kabilenin, her ailenin, her üm m etin ve her ırkın ve hatta her
ferdin karakter ve ahlâkı diğerlerinden fa rklıdır.
Bu karakterleri in cele y e cek olursan bazısının birçok insanda bulun­
duğunu b a zısın ın fe rtle re has olduğunu, b azısının in san lar tarafından hoş
karşılan d ığ ın ı, b azısının hoş karşılanm adığın ı, b azısının akla uygun bazı­
sın ın da uygun olm adığını, b azısının bütün in san lar tarafından benim sen­
diğini, b azısının da bazı insanlar tarafından hoş karşılanırken d iğ e rle ri ta­
rafından Koş karşılanm adığın ı görürsün.
Bâzı in san ların ahlâkını şe h ve tle ri tayin eder. B azıların ınkini dostları
tayin eder. K im in in k in i de dü şü nürler veya s iy a s î yahut d in î lid e rle r
tayin eder.
Bazı in san lar b e lli bir davranış için m üsait iken d iğ e rle ri olm ayabilir.
Bazı insanların te crü b eleri onları b e lli b ir ahlâk sahibi kılar. Soğuk
m em leketlerde yaşayanlar g e n e llikle soğuk, kanlı ve sıc a k m em leketlerde
yaşıyanlar da g e n e llik le tem bel olur.

266
DEVLETİN HAKKI

A y rıc a toprak m ahsu lle riyle beslen e n le rle daha çok etle beslenen­
lerin ahlâkı fa rklıdır.
A h lâ k ın iy isi vardır, kötüsü vardır. Tem izi vardır, çirk in i vardır. A ld a t­
mak kötü bir ahlâktır. Hem sahibi ve hem de in san lar için kötü n e ticele r
doğurur. Sahibine kötülüğü, nihayet insanlar onun bu ahlâkının farkına va­
racak ve ona güvenleri kalm ayacaktır. Tüccar ise ifla s edecek, doktor ise
hastası olm ayacak vs. İnsanlara olan zararına g elince, in san lar da is ­
teklerin e onun yüzünden kavuşam azlar.
Sözünde durm am ak kötü bir ahlâktır. İnsanların hayatlarına zararlıdır.
N ice v a k itle r bunun yüzünden kaybolup gider. V e rile n sö zle re güven
azalır.
Yalan, kötü b ir ahlâktır Y alanla birçok haklar yen ilm ekte ve görevler
aksam aktadır. Yalan, sö zle re güvenin azalm asına ve birçok sosyal hasta­
lık la rın doğm asına v e s ile olur.
A n ca k herhangi bir ahlâka iy id ir veya kötüdür dam gasını vuracak
olan kim dir?
A k ıl, yaln ız başına hangi ahlâkın iyi ve hangisinin kötü olduğunu kes­
tire b ilir m i?
Veya tecrübe yaln ız başına bu neticeye v a ra b ilir m i?
Şü ph esiz ki akıl sa ğ lık lı bir şe k ild e düşünse bir kısım ahlâk için sağ­
lam hüküm ler v e re b ilir. Örneğin, insan erkeğin erkekle cin si m ünasebet
kurm asını sa ğ lık lı bir şe k ild e düşünecek olsa, bunun ya ra tılışa uygun o l­
m adığı sonucuna v arab ilir. Çünkü bunu düşünen insan, c in s î şehvetin
kadın ve erkekte k a rşılık lı bir şe k ild e yaratıld ığ ın ı ve bu c in s î b irle şm e ­
nin insan cin sin in devamı için bir sebep olduğunu b ilir. Erkeğin erkekle
b irle şm e si y a ra tılışa uygun değildir. Erkeğin erkekle b irle şm e si insan
ruhunu tik sin d ire n bir şeydir.
N e tice olarak akıl, erkeğin erkekle b irle şm e sin in kötü bir davranış
olduğuna hüküm vere b ilir.
İnsan te c rü b e le riy le bugünün işin i yarına bırakm anın kötü bir ahlâk
olduğunu an layabilir. Çünkü bu şe k ild e erte lem ele rin işle ri b iriktird iğ i ve
neticede insanı zor durum larda bıraktığı a n la şıla b ilir.
Lâkin şunu da göz önünde bulundurm alıyız: İnsanın akıl ve tecrüb e­
leri her akıl için hüküm verm eye ehil olm adıkları gibi varılan netice de
her zaman kesin değildir.
1 — Çünkü insan aklı herşey için hüküm v e re b ile ce k bir kapasitede
değ ild ir.

267
İSLÂM

2 — Çünkü bazı davranışlar karm aşık olduklarından onlara iyi veya


kötü hükmünü verm ek kolay değildir.
3 — Çünkü insanın şehvet ve n e fsî arzularının aklının verd iği hüküm­
lere e tk ile ri vardır.
4 — Çünkü birçok ahlâk ve davranışlarda tecrübenin neticele ri an­
cak çok uzun bir müddet sonra ortaya çıkar.
5 — İnsanların akıl ve te crüb eleri biribirin den fa rklıdır. Bunun neti­
ce si olarak bir şeyin iy iliğ i veya kötülüğü konusunda aynı sonuca var­
mazlar.
6 — D a vranışların bir çoğu fa rklı açılardan de ğ erle n d irilin ce farklı
sonuçlara v a rılır. Benim için faydalı olan birşey başkaları için zararlı ola­
bilir.
7 — İnsanda b e n cilliğ in oluşu, çoğu zaman insanın doğru n e tic e le ­
re varm asına engeldir.
Onun için Y üce A lla h hüküm verm eyi, neyin iyi ve neyin kötü oldu­
ğunu b e lirlem e yi ken disine bıra km ıştır. «Hüküm koymak ancak Allah’ın­
dır.» «Hüküm, ancak Allah’ındır.» «Yaratılış da, emir de O'nundur.» Ç ü n ­
kü ilm i her şeyi kapsayan, yanılm ayan, m enfaatçılıktan münezzeh ve yara­
tıklara ih tiyacı olm ayan sadece O'dur. İnsanı O yaratm ıştır. Başkasının
insan için hüküm ler koymaya hakkı yoktur.
A lla h (C.C.) hüküm lerini peygam berleri v a sıta sıy la insanlara b ild irir.
O peybam berler ki, peygam b erlikleri sıfat, m ûcize ve fa zile tle riy le b ilinir.
Peygam berim iz (S.A .V .)’in bütün insanlara g ö n d e rilm e siyle bütün insan­
ların uyacağı yo! b e lirle n m iş oldu. Onun için iyi ahlâk ve davranışların
tamam ı aç ıkla n m ıştır. Güzel ahlâk her yönüyle g ö ste rilm iştir. Peygam ber
(S.A.V.) şö yle buyurur : «İyi ahlâkı tam am lam ak için gönderildim .» İster
diğer peygam berlerin iyi ahlâkları olsun, iste r insanların a s ırla r boyunca
vardıkla rı iyi d avranışlar olsun ve ister İslâmdan önce A ra p la r arasında
yaşayan iyi ahlâk olsun... bütünü Hz. M uham m ed'in getirdiği yolda m ev­
cuttur: «O peygamberler, Allah’ın hidayetine eriştirdiği kimselerdir. Sen
de onların gittiğ i yoldan yürü...» (532) «Ailah sizlare bilmediklerinizi bil­
dirmek, sizden öncekilerin yollarını size göstermek ve tevbelerinizi kabul
etm ek ister. Allah her şeyi kemal üzere bilendir, yegâne hüküm ve hikmet
sahibidir.» (583) «Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki
nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâmî seçtm.» (584)

582 — E n ’a m : 90
583 — N is a : 23
584 — M a id e : 3

268
DEVLETİN HAKKI

A lla h (C .C .)’un insanlar için tayin ettiği ve insanları onlarla sorum lu


kıldığı iyi ahlâk K u r’ân-ı Kerim ve Peygam ber (S.A.V .)’in sünnetinde a çık­
lanm ıştır. İnsanların muhtaç oldukları h içb ir şeyin üzerinden g e çilm e m iş­
tir. N itekim Yüce A lla h kitabını şöyle vasfeder :
«Sana bu kitabı her şeyi beyan etmek için ve bir hidayet, bir rahmet,
müminlere de bir müjde olarak peyderpey indirdik.» (585)
«Bu Kur'ân uydurulur bir söz değildir. Ancak kendinden örsçe inen ilâ"
hî kitapların tasdiki ve her şeyin beyanıdır. O, iman edecek bir kavim için,
bir hidayet ve bir rahmettir.» (586)
R esûlüllah (S.A.V.) de kendi talim a tını şöyle anlatır :
«Allah'a yemin ederim ki sizi gecesi de, gündüzü de bir olan aydın­
lık üzere terkettim.»
O halde ahlâkî durumu tayin ed ilm em iş hayatın h içb ir yönü yoktur.
Nazari yapı da, pratiği de. S iy a s î yönü de, İktisadî yönü de. Kültür yönü
de, aksiyon yönü de... Bütün bu yönler en güzel şe k ild e düzenlenm iştir.
Bütün m e se le le rin sın ırla rın ın b e lirtilm e si, insanın daima iyi ahlâk
çerçevesin de kalarak kötü davranışlardan kaçm ası ve iy ile rin e yap ışm ası
içindir. İnsan karakterleri fa rklı fa rklıd ır. K im i insan, ancak adaletin hakim
olduğunu görünce gönlü razı olur. Kim i, kaba, kuvvetten hoşlanır. Kim i
fa zile tle r konusunda ha ssasd ır ve bu konuda istidadı vardır. İyi davranış­
lara sahip olanlara iyi davranışların s ın ırla rın ı ve kötü davranışlara sahip
olanların bu huylarından u za klaştırılm a ları iyi ahlâkla olur.
A daletten başkasını kabul etm eyene adalet v e r ilir ve iyi ahlâka de­
vam etm esi istenir. İyilik yapm aya istidadı olana iy iliğ in s ın ırla rı b e lirtilir.
A la b ild iğ in c e iy ilik yaparak yü kse lsin .
İslâm î terbiyenin gayesi, iyi ahlâkın en üstününe ulaşm aktır. Bu ara­
da insan karakterlerini göz önünde bulundurarak iyi ahlâkın asgari s ın ı­
rını çizm eyi de ihmal etmez.

— II —

Daha önce ve sonra beşeriye tin tanıdığı iyi ahlâkın bütün g ü ze llik ­
lerini bir arada toplayan bu m ükem m el ahlâk yerine g e tirild ik çe insan yük­
se lir. Ne derece aksi de y a p ılırsa in san ’ın se v iy e si o derece düşer.
Bu ahlâk, insanda var olan in san lık sıfa tın ın onunla ölçüldüğü bir ö l­
çüdür. İnsan ondan ne kadarını alırsa, se v iy e si de o kadar y ü kse lir.

535 — N a h l : 89
5 3 6 — Y u su f : 111

269
İSLÂM

Bu ahlâkı m ükem m el bir şe k ild e anlam ak, Kitap ve sünnete dalmak­


la mümkündür. Bunu pratiğe m ükem m el b ir şe k ild e aktaranlar da, saha­
belerdir.
Şunu da b e lirtelim ki, bu ahlâkın bir kısm ı tem el, diğer b ir kısm ı da
teferruat durum undadır. Tabii ki teferruattan birini yapmamak, te m e lle r­
den birin i yapm am ak gibi değildir. Onun için m üslüm anın, tem el durumun­
da olan ve onsuz İslâm ’ın ahlâk binası kurulam ayan hususları mutlaka
bilm e si ve onları yerin e getirm esi gerekir. Bunlardan birini kaybedince
ahlâkî binasını kuramaz. B elki de günümüzün m üslüm anlarının içine düş­
tükleri önem li te fritle rd e n biri budur. Günümüzün bazı m üslüm anları ayni
seviyed e olan ahlâkî davranışlardan birini son derece büyütürken diğerini
küçüm serler. B öylece İslâm ’ın ahlâkî te m e lle rind en çoğu unutulup kay­
boldu. İslâm î şa h siye tin güzellik, erde m lik ve davranışlardaki ölçülülüğü
yoklara karıştı.
M ese lâ: H er m üslüm anın ezberlediği sû relerden biri A s r S û re sid ir :
«And olsun Asr’a ki, insan ziyandadır. Ancak iman edip de salih amel
işleyenler, birbirine hakkı tavsiye edenler ,ve sabrı bir birine tavsiye eden­
ler müstesnadır.» (587)
Bu süre dört ahlâkı kapsam aktadır. Bunlardan biri e ksild iğ in d e iman
hüsrana uğrar. A m a pratikte bu ahlâklardan ilk ik is i benim sendiği halde
d iğ e rle ri g e n e llikle ihmal ed ilir.
A y rıc a işin kötü tarafı, benim senen ahlâk ç e şitle rin in de her yönden
mükemmel bir şe k ild e an laşılm a m ış olm a sıd ır. Buna m isal olarak şu âyet­
te geçen ahlâk ç e ş itle rin i v e re b iliriz :
«Ey iman edenler, Allah’tan korkun (takva) Ona yaklaşmağa yol ara­
yın (vesile) ve O ’nun yolunda cihâd edin ki kurtuluşa varasınız.» (588)
Bu âyet-i kerim ede kurtuluş üç ahlâka dayandırılm aktadır: Takva,
v e sile , arama ve cihad. A n ca k günümüzün m üslüm anlarının takvaya v er­
d ikle ri önem i cihada v erm e d ikleri bir gerçektir. Fakat takva da K u r’ân-ı
Kerim de açıkland ığı şe k ild e sa ğ lık lı olarak an laşılm adığ ı gibi cihadın da
kapsadığı şe y le r bilinm em ektedir. İslâm î ahlâkın te m e lle rin in çoğunun
durumu budur.
R esûlü llah (S-A.V.)’in y e tiştird iğ i ilk m üslüm anların şa h siy e tiy le son­
raki asırlard a yetişe n m üslüm anların şa h siye ti arasındaki farkı görm ek
mümkündür. İlk m üslüm anda İslâm ’ın ahlâkının tam am ı gö rü leb ilird i. Am a
sonraki asırlard a yaşıyan m üslüm anın yanında ahlâkın bazı k ısım la rı bü-

587 — A s r S û re s i
58 8 — M a id e : 35

270
DEVLETİN HAKKI

yütülm üş ve bazısına değer v e rilm e m iştir. Yani sonradan gelen m üslüm an


ifrat ve te frit içe risin d e d ir.
İlk m üslüm anlar hem âlim , hem zâhid, hem âbid, hem savaşçı, hem
davetçi ve hem de cesu r id iler. Hareket ve davranışlarında bir kap alılık
yoktu. N a sıl konuşacaklarım b iliy o rla rd ı. S iy a se t ve idareden an lıyorlardı.
Hoş ve ze kî insanlardı... Am a sonra gelen m üslüm anlar onlar gibi olm adı.
Bakarsın ki â lim d ir savaşm asın ı biim ez. S a v a şçıd ır A lla h ’ı tanım az. S iy a ­
se tç id ir ilim ve hikm et sahibi değildir... B öylece her m üslüm am n ta şım a­
sı gereken örnek m üslüm an şa h siye ti kayboldu. G erçekten İslâm şa h s i­
yetini taşıyan fe rtle r var ise de, ö n ce kile re nazaran sa yıla rı çok azdır.
Onun için İslâm ahlâkının te m e lle rin i sağlam b ir şe k ild e tekrar göz­
ler önüne serm e ih tiyacın ı duyduk. Başka bir kitabım ızda her ahlâktan ne
isten diğ ini ve geniş kapsam ını Kitap ve sünnetten yararlanarak açıklam a­
ya ç a lıştık . A y rıc a m üslüm am n tekrar bu yolu tutacağı ve bu ahlâkın y e ­
niden canlanarak yaşanacağı konusundaki ü m idim izi orada ifade ettik.
Şüphesiz ki İslâm ahlâkının te m e lle ri çoktur. A m a insan araştıracak
olsa birkoç ahlâkın Kur an ve sünnette sözü geçen şum uliü b ir tem elden
çık tığ ın ı görür. Gâye diğer ah lâkî davranışların onlardan çık tığ ı şum uliü
tem e lle re ulaşm ak olduğuna göre (ki bunlardan biri dahi bırakılam az)
konu' bu tarafa yöneldi. D erin araştırm alardan sonra anladım ki bütün İs­
lâm î ahlâkın onlardan çık tığ ı te m e lle r, A lla h ’ın hizbini (taraftarlarını,
takım ını) onlarla v a sfe ttiğ i ahlâk kaid eleri olduğunu gördük. Baktık ki İs­
lâm da her ahlâk, m utlaka bu ahlâki kaid e lerin birinden çıkıyor.
M e se le y i biraz daha açalım . D iyoruz ki : «H izbullah (A llah takım ı) sö ­
zü K u r’ân-ı K e rim ’in iki yerinde zik re d ilm iş tir. B iri, «M aide» sû resind e, d i­
ğeri de «M ücadile» sûresinde.
«Ey inananlar, içinizden her kim dininden dönerse, Allah onların ye­
rine kendi tarafından sevilen, onu da seven bir kavim getirir. Bunlar ina­
nanlara karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve başları yukarıdadır,
Allah yolunda cihad ederler, ayıplayıcıların ayıplamalarından korkmazlar.
İşte bu Allah’ın ihsanıdır ki onu dilediğine verir. Allah’ın lütfü boldur ve
her şeyi bilicidir. Sizin dostunuz yalnız Allah ve peygamberidir, bir de
iman edenlerdir ki, onlar, Allah’ın emirlerine boyun eğerek namaza devam
ederler ve zekât verirler. Allah ve peygamberini ve inananları dost edi­
nenler Allah takımıdır. Ve bunlar üstün olacaklardır.» (589)
Burada dikkat e d ilece k husus şudur: Bu âyetlerde sözü edilen v a s ıf­
lar A lla h ’ın hizbinin v a sıfla rıd ır. Çünkü âyetlerin sonunda A lla h ’ın hizbi-

589 — M aid e : 54-56

271
İ SLÂM

nin galip geleceğinden, âyetlerin başında dinden dönmekten ve ortada da


dinden dönmeğe karşı gelenlerden bahsediliyor. G a lib iye ti hakkedenlerin
m ürtedlere karşı gelenler olm ası gereklidir.
M ü ca d ile sû resinde ise, hizbuliah şu âyetlerden sonra zik re d ilm iştir:
«Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavmi, Allah’a ve pey­
gamberine mühalefete kalkışan kimselerle sevişir bulamazsın, velevki o
mühalifler, babaları, oğulları, kardeşleri, aşiretleri bile olsa... İşte Allah
o kimselerin inancını gönüllerine yazmış ve kendilerini katından bir rah­
met ile kuvvetlendirmiştir. Onları altından ırmaklar akan cennete soka­
caktır. Onlar hep orada kalacaklardır. Allah onlardan razıdır, onlar da
O'ndan razıdırlar; onlar Allah hizbi (takımı)’dır. Bilin ki Allah takımı mu­
hakkak umduklarına erenlerdir. (590)
A raştırm alardan sonra K u r’ân-ı K e rim ’de zikred ile n ahlâk çe şitle rin in
hepsinin kaynağının bu iki âyette zikred ile n ahlâk tem ellerind en birine
bağlı olduğunu gördük. M ese lâ takva, ilk sıfata dayanır. «Allah da onları
sever, onlar da O'nu.» N itekim Y üce A lla h başka bir âyette şö yle buyurur:
«Allah, müttekî olanları sever.» Nam azın kaynağı da takvadır. Y üce A lla h
şö yle buyurur: «O kitap ki takva sahiplerine doğru yolu gösterir. O takva
sahipleri ki, gayba inanırlar ve namazı gereği üzere kılarlar.» (591)
İyiliği em ir ve kötülükten sakındırm anın kaynağı da şudur: «Allah
yolunda cihad ederler ve ayıplayıcıların ayıplamalarından korkmazlar.»
D iğer ahlâkî kaidelerin hangi tem ele dayandıklarını sen kıyas et.
Bu arada şu noktaya da dokunmak ge re kir :
İslâm âlem inde yaygınlaşan bugünkü irtidadın (dinden dönmenin) ve
irtidada benzer durumun önüne geçm ek için b iricik yol, bu ahlâkı topluca
canlandırm aktır. Şüphesiz ki bugün İslâm âlem indeki irtid at bazı y ö n le riy ­
le geçm işteki irtidattan daha korkunç ve daha şum ıı'lüdür.
Bir yerde irtid at var ise, ancak bu ayetlerde sayılan sıfa tla rı taşıyan
kim se le r tarafından önle ne b ilir. Bu sıfa tla rı taşım ayanlar bu ağır ve de­
ğerli yükün altından kalkam azlar. İşte bunun için bu konuya bir kitap ayır­
dık ve o kitapta bu konuyu e traflıca anlattık. Şüphesiz ki bu ahlâkı araş­
tırm ak, onu pratiğe aktarm ak içindir.
A y rıc a bu gibi araştırm alar A lla h ’a karşı sorum luluğum uzun n e tic e s i­
dir. Ö z e llik le bu çağda yaşadığım ız için böyle araştırm alara daha çok muh­
tacız.

590 — M ü c a d ile : 22
591 — B a k a ra : 2-3

272
İSLAM

Y ü c e A lla h şö yle b u y u r u r :
«Yoksa Allah içinizden cihad edenlerle sabredenleri belli etmeden
cennete gireceğinizi mi sandınız ?» (592) «Andolsun, sizi imtihana sokaca­
ğız, tâ ki içinizden mücahidleri ve sabır gösterenleri meydana çıkarolım ve
haberlerinizi imtihan meydanlarına örnek yapalım.» (593)
Sözün ü ettiğ im iz â ye tle r beş a h lâ k î kaideyi z ik r e tm iş le r d ir :
1 — A lla h o n la rı sever. O n la r da O'nu.
2 — M üm in lere karşı a lç a k gönüllü.
3 — K â firle re karşı onurlu ve b a şla rı yukarı.
4 — A lla h yolunda cih ad e d e rle r ve a y ıp la y ıcıla rın a yıp lam ala rın d an
korkm azlar.
5 — Sizin d o stu n u z y aln ız A lla h ve Peygam beridir, b'.r de iman e d e n ­
lerdir ki, o n la r A lla h 'ın e m irlerine boyun eğerek nam aza devam e d e r le r .
B urada d ikk a tim izi çeken durum : M ü ca d ile sû resin d e geçen âyet,
b e şin ci sıfa t diğer sıfa tla rın zirvesin d e olduğu için y aln ız onu zikretm iştir.
Y ani bu sıfat, y aln ız ba şın a değ ildir. İnsan A lla h ’ ın hizbi için gerekli olan
beş sıfa tı ta şım a d ık ça , A lla h ’ın hizbinin sıfa tla rın ı ta şıy o r sayılm az. M ü ­
m inlere karşı o lç a k gönüllü olm ayan A lla h ’ın hizbi olm a m ertebesinde s a ­
yılmaz. C ih a d etm eyen bu m ertebede sayılm az. A lla h 'ı sevm eyen ve A l­
la h ’ın da onu sevm ediğ i kim se bu m ertebede sayılm az. Kim m üm inlerin
d ışın d a k ile re do st ve yardım cı o lu rsa bu m ertebe ehlinden sayılm az. A l­
lah ve R esulünden b a şk a sın ı ken d isin e dost edinen bu m ertebenin e h lin ­
den sayılm az.
D inden dönm enin ya y g ın la ştığ ı ç a ğ ım ızd a bu a h lâ k ı e tra flıca anlatm ak
bir zaru ret halini alm ıştı. A y rıc a bu konu e tra flıca a n la tılırsa m ü stakil bir
kitapta a n la tılm a sı gerekiyordu. Onun için bu konuyu «Cundullah : Sekafe-
ten ve Ahlâken» isim li kitapta e tra flıc a anlattık. O ra d a bu beş sıfatı e t­
ra flıca aç ıkla d ık. D ostluğun m ana ve sın ırla rın ı izah ettik. A lla h se vg isin e
götüren yolları K ita p ve sünnete d a yan a rak a ç ık la d ık . M ü m in le re karşı a l­
ça k gön üllü ve k â firle re karşı onurlu ve başı yukard a olm anın k a p sa m la rı­
nı anlattık. İslâm ’d a cih ad ın çe şitle rin i ve her çe şid in in n asıl y a p ıla ca ğ ın ı
a çıkla d ık. B ö yle ce bu kitap ça ğ ım ızın m üslüm anının ih tiya ç duyduğu bir
kitap niteliğin i kazandı. Ç ü n kü çağdG ş İslâm üm m etinin prob lem lerini
çö züm le m e k için m ü slü m an ların hareket n o ktası bu kitap ta dile getiriliyor.
A y rıc a ça ğ d a ş m üslüm anın ih tiya ç duyduğu b irço k m esele ele alınm ıştır.
Kitap, konu b akım ınd an bu kitap la ilişkilid ir. İslâm ah lâk ın ın tem el k a id e ­
lerini mükemmel bir şekilde öğrenmek isteyen o kitabımıza m ü ra caa t
etsin.

592 — Âl-i İm ran • 142


593 — M uham m ed : 31
273
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

HAYAT NİZAMLARI
MUKADDİME

İslâm için, onu koruyan ve gözeten bir devletinin olm ası şarttır...
N e fsi arzularının peşinden koşanlardan, sa pıkların sapıklıklarından,
zınd ıkların zınd ıklıkların dan, kâfirlerin şüphelerinden inancın korunm ası
ve dinden dönenlere m ürtedlik hükmünün uygulanm ası için İslâm î bir dev­
letin v a rlığ ı zarûridir. Hadis-I şerifte: «Dinini değiştireni öldürünüz» buyU-
rulm aktadır. Ö ldürm ek için bir devletin varlığ ı gereklidir.
İbadetlerin yerine g e tirilm e si İçin İslâm î bir devletin olm ası lüzum lu­
dur. Tâ kİ namaz konusunda te m b e llik edenler te'dip e d ilsin , zekât ver­
m eyenler ce zala n d ırılsın , oruç tutm ayanlar takip e d ilsin ve güçleri yettiği
halde hacca gitm eyenlere gereken ceza v e rilsin .
Canların korunm ası için İslâm î b ir devlete ihtiyaç vardır. «Ey iman
edenler, öldürülmüşler için size kısas (misilleme yapmak) farz kılındı...»
(594) «Ve bu kısasta sizin için bir hayat vardır, ey tam akıl sahipleri. Ge­
rek ki, haksız adam öldürmekten korunursunuz.» (595)
N am usların korunm ası için İslâm î b ir devlete ihtiyaç vardır: «Bu bir
süredir ki, onu indirdik ve onda helâl ile haramı beyan ettik»... (596) «Zi­
na eden kadın ve zina pden erkeğin her birine yüz değnek vurun...» «İf­
fetli müslüman kadınlara zina iftira edenler, sonra dört şahit getireme­
yenler (varya) işte bunlara seksen değnek vurun.» (597)
M alla rın korunması İçin devlet şarttır: «Mallarınızı aranızda batıl ile
yemeyin...» (598)
Cihadın yap ılm ası için İslâm î bir devletin olm ası şarttır: «Ey mümin­
ler, önce, kâfirlerden size yakın bulunanlarla savaşın. Onlar sizde şiddet
ve kuvvet bulsunlar. Biliniz ki Allah takva sahipleriyle beraberdir.» (599)
A lla h sözünün üstün olm ası için İslâm î bir devletin varlığ ı şarttır.
İslâmî koruyan bir devleti olm ayınca m üslüm anlar z e lil duruma düşer.
İnsanlardan baskılardan kurtularak, şe h ve tle re ve iste k le rin i yapmağa
kavuşm ak iste rle r. «Eğer Allah onların keyiflerine tabi olsaydı, göklerle

594 — B a k a r a : 78
595 — Bakara : 79
596 — N ur : 1
597 — N ur : 4
593 — B a k a ra : 183
H A Y A T N İZ A M L A R I

yer ve bunlarda bulunan kimseler muhakkak fesada uğrardı...» (600)


İnsanların n efsi arzu ların ın peşinden g itm e le rin in eng ellen m esi için İs­
lâm î b ir d e v le te ih tiya ç v ard ır.
M ü slü m a n la r İslâm î b ir de v le tle ri olmadan huzura kavuşam azlar :
M üslüm an olm ayan b ir kim seye inanç konusunda güven olmaz. A d a ­
leti g e rçe k le ştirm e sin e güvenilm ez. Hak ve m aslahatlara riayet edeceğin­
den em in olunam az. İslâm î olm ayan bir devletin boyunduruğunda olan
m üslüm anın İslâm iyeti te h like d e d ir. M üslüm an, A lla h ’a karşı olan durum ­
larda da itaat etm ekle karşı karşıya geliyor. Bu durumda ise, İslâm inancı
ile d a vranışlar arasında büyük ç e liş k ile rin doğm asına sebep olur. Ü ste lik
m üslüm an bu durumda z e lil oluyor. Halbuki müslüm an için z e lillik caiz
değ ildir. Y ü ce A lla h şö y le buyurur :
«Halbuki üstünlük Allah’ın Resulünün ve müminlerindir . » (601)
«Gevşemeyin, üzülmeyin eğer gerçekten inanıyorsanız üstün olan sîzler­
siniz.^ (602) M üslüm ana hükm eden d evlet İslâm î bir devlet olm ayınca bun­
da m üslüm an için z ille t vardır.
H albuki günümüzün d e v le tle ri vatandaşlarının küçük-büyük her işine
burnunu sokm aktadırlar. D ile d ik le ri inancı onlara em retm ekte ve çocuk­
larını o inanç üzere e ğ itm ekted irler. O nları d ile d ik le ri şe k ild e davranma­
ğa zorluyorlar. Bu ise, İslâm ’ı yok olm akla karşı karşıya getiriyor. İslâm
b irin ci n e sild e yok olm azsa ik in ci nesilde yok olacaktır. Ç in ’de Rusya'da
ve diğer mürted d e vle tle rd e yaşayan m üslüm anların durum larını inceleyen
k işi, bunu a ç ık lık la m üşahade edecektir.
İnsanlığın hak yolda ile rle m e si için İslâm î bir devlete ihtiyaç vardır.
İnsanlığın ile rle m e sin in iki görüntüsü vardır :
1 — V a rlığ ı daha çok insan yararına kullanm ak
2 — A hlâk, davranış, istikra r, huzur ve adalet alanında ilerlem ek.
Hakkı tanıyarak onu hakim kılm ak. G ö revle ri bile re k onları yerine getirm ek.
Görünen o ki: İnsanlık b irin ci alanda ile tiliy o r ama İkincisinde g e ri­
liyor. İlk zam anlardaki karm aşıklık, anarşi ve cehalete dönüyor. İnsanlık,
sa ğ lık lı yolda ile rle m e k iste rse bu, İslâm sız olamaz. Her zaman ve her
alanda sa ğ lık lı ile rle m e ancak İslâm la olur. B irin ci alanda ilerlem e olur da
İkincisinde olm azsa, m üslüm anlar yek olm a te h lik e siy le karşı karşıya g e ­
lir. İster bu duruma onlar sebep olm uş olsunlar, ister başkaları, farket-

599 — T c v b s : 123
600 — M u m in û n : 71
601 —• M ü n afik u n : 8
602 — ÂI-i Im ra n : 139

27G
__________ _______________ İ S L Â M

mez. N itekim günümüzde durum budur. Bugünkü ca h iliy e tin in san lığı çık ­
mazlara sürükleyerek ona sunduğunu güzel gösterm e s in s iliğ in i durdur­
mak ve insanlığı her alanda yükseltm ek için te k çözüm yolu; İslâmî bir
devletin kurulm asıdır. Yüce İslâm dininin te b liğ i için İslâm î bir hüküme­
tin varlığ ı zaruridir. İnanç açısından zorlanm aksızın in san lığın A lla h ’ın dü­
zenine boyun eğm esi, insan gibi hayvanların da İslâm ın rahm etinden is ti­
fade etm eleri ve insanın diğer bir insanın zulm ünden kurtulm ası için İs­
lâm î bir devletin olm ası şarttır. Çünkü tüm adalet ancak A lla h 'ın düze­
ninde g e rçe k le şe b ilir. A lla h 'ın düzeninin hakim olm adığı b ir yerde ya bir
fert veya bir sın ıfın b askısı vardır. Hangi idare olursa olsun, İslâm ’ın ida­
re siste m in e uym uyorsa, gerçekte o idare insanın başkasına kölele şm e ­
sid ir. D em okrasi, so syalizm v!s. gibi...
Netice olarak : İslâm devletinin olm adığı yerde İslâm î halkalar teker
teker çözülür. Hadis-i şe rifte şöyle buyurulur; «İslâm î halkalar çö zü le ce k­
tir. İlk çözülen halka idaredir. Sonuncusu da namazdır.» İslâm ’ın diğer hal­
kaları, ancak idare halkası çözüldükten sonra çözülürler. İlk halka sağ­
lam kaldığı m üddetçe diğerleri de devam lıdır.
Bu halkaların hepsi m üslüm anın görevleri olduklarından ve hepsi de
ancak İslâm î bir devletçe korunacaklarından İslâm î bir devletin kurulm ası
farzdır. Çünkü, ancak ken disiyle vacip yerin e g e tirile b ile n şey de, v a cip ­
tir. Onun için ça lışm a k ise, her m üslüm an için farz-ı ayndır. Çünkü her
farz-ı kifaye yerine g e tirilm e d ik çe farz-ı ayn durumundadır.

— II —
İslâm devletinin üzerinde kurulacağı tem el, A lla h 'ın şeriatına bağlı­
lıktır. Bu devlet m üslüm anların ira d e le riyle işbaşına geçecek, A lla h ’ın hü­
küm lerini uygulayacak ve O'nun e m irle rin e uymayan davranışlara engel
olacaktır.
Salih bir idarenin olm ası, salih kim se le rin varlığ ına m uhtaçtır. Salih
kim seler işbaşında olm adıkça İslâm da yoktur. A y rıca idarenin her ırıües-
se se sin in bir siste m i vardır. Bunların hepsi de İslâm î olm adıkça, İslâm
devleti de yoktur. Ve bu sis te m le r pratiğe aktarılm adıkça yine İslam yok­
tur.
K ısa ca sı : D evletin m ü essese ve organlarının hepsi İslâm ın boya­
sıyla boyanm adıkça o devlet, İslâm devleti değildir.
Üm m etin bütün dü şünceleri, folkloru, kültürü, m edeniyeti İslâm dü­
şüncesine uym adıkça İslâm devleti vardır denemez.
M üslüm anların iradelerine dayanmayan hükümet, zalim bir hüküm et­
tir. Hakkı hak sahiplerinden zorla a lm ıştır.

277
___________________ HAYAT NİZAMLARI

İslâm devleti kendine has m ü e sse se le riyle tek bir çe şittir. Ümmet,
vatan, idare, savaş s is te m le ri kendine hastır.
A y rıc a İslâm ’ın kendine has İktisadî, askerî, te ş riî ve s iy a s î siste m ­
leri vardır. Bütün bunlardan ortaya şu netice çıkıyor: Genel m eselelerde
İslâm 'ın nazariyesi b iric ik tir ve in san lar'ın ferd olarak toplum olarak ya­
rarları bu nazariyeye uym alarındadır.
İnsanlık, m utluluğa erm ek için aklına gelen her yolu denedi. Hala da
denem ekte devam ediyor. A m a bütün bu denem elerin sonunda: A c ı, ke­
der, huzursuzluk, anarşi, sa p ık lık , zulüm, kan dökme, insan şere fin i ayak­
lar altında çiğnem e ve yü kse k değerleri yıkm a gibi durum lar ortaya çıktı.
Ve in san lığın önünde tek b ir sa ğ lık lı yol vardır: A lla h ’ın yolu, A rtık insan­
lık onu denem ek m ecburiyetindedir.
İnsanlığın başına salih, ad aletli, âlim ve tem iz insanlar geçerek her
yönüyle kâm il ve âdil İslâm düzenini uygulam adıkları m üddetçe bu a cıklı
anarşiden kurtulam ıyacaktır.
Bu bölüm de İslâm ’ın, hayatın genel konularında ile ri sürdüğü görüş­
leri anlatacağız.

İSLÂM’DA ÂM M E HAYATİNİN TEMELLERİ


Ü M M ET

1 — Y üce A lla h şö yle buyuruyor: «İşte bu ümmetiniz tek bir üm­


mettir. Ben de Rabbinizim bana kulluk edin.» (603) Başka bir âyette de
şö yle buyurur: «İşte bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de Rabbinizim,
benden sakının.» (604)
K e ndisine bağlı olduğum uz ümmet, Hz. Âdem 'den Hz. M uham m ed e
kadar bütün peygam berlerin üm m etidir. Peygam berler ve onların yolun­
dan gidenler, tarih boyunca tek b ir üm m ettir. İşte bu tek ümmet, İslâm
üm m etidir. M üslüm an, bu üm mete bağlanır. K a rd e şlik ve dostluk bağla­
rıyla m üslüm anın bağlanabileceği başka bir üm m et yoktur.
Tarih boyunca İslâm d in iyle A lla h ’a bağlanan bu üm met iki m erhale
g e ç irm iştir :
Birinci merhale : Hz! M uham m ed (S.A.V.)’den önceki m erhaledir.
ikinci merhale : Hz. M uham m ed (S.A.V.)’in peygam berliğiyle ba şla­
yan m erhaledir.

603 — E n b iy a : 92
604 — M u m in û n : 62

278
İ SLÂM

Hz. M uham m ed’den önce İslâm dini m illi bir din şeklinde ortaya ç ı­
kıyordu. Yani peygam berler sadece kavim lerine gö nderiliyorlardı. N itekim
Kur an-ı Kerim Hz. Nuh (A.S.)’ın Hz. Şuayb [A.S.)’ın, Hz. Salih (A.S.)’m...
kendi kavim lerine gön de rildikle rini ifade etm ektedir. H epsi de hitap et­
tik le ri zaman «Ey kavmim» şe klind e hitap ediyordu. Hz. İsa’nın şöyle de­
diğini rivayet ederler: «İsrailin sapık hu rafecilerin e gönderildim .» Resû-
lüllah (S-A.V.)’de şöyle buyurur : «Peygamber sadece kendi kavmine gön­
derilirdi.»
Am a Hz. M uham m ed (S.A.V.)'in g ö n derilm esiyle İslâm dini m illilik
çerçevesinden çıkarak bütün insanlığı içine aldı. A rtık nidâ: «Ey insanlar»
«Ey insan» şe k lin e dönüştü. Bütün in san lar tek bir peygam bere uymakla
m ükellef tutuldu. Ondan sonra peygam ber gelm eyecektir. Daha önce ge­
len peygam berlerden birine uymak da kabul edilm eyecektir. «Muhammed
Allah’ın Resûlüdür ve peygamberlerin sonuncusudur.» (605) R esûlüllah
(S.A.V.) de şöyle buyuruyor : Benden sonra peygamber gelmeyecektir.»
«Şayet Musa (A.S.) hayatta olsaydı, bana uymaktan başka yolu yoktu.»
«Hem Allah vaktiyle peygamberlerin misakını (bağlılık sözünü) şöyle al­
mıştı: «Celâlim hakkı için, size kitap ve hikmetten verdim. Sonra size, be-
raberinizdekini tasdik eden bir peygamber geldiğinde mutlaka ona iman
edeceksiniz. Bunu ikrar ettiniz mi ve bu ağır ahdimi üzerinize alıp kabul­
lendiniz mi?» buyurdu. Onlar: «İkrar ettik» dediler. Allah şöyle buyurdu:
«Öyle ise birbirinize karşı şahit olun, ben de sizinle beraber şahidierde-
nim.» (606)
Böylece in san lığın tam am ı; ırk, renk, dil ve ülke farkı olm aksızın; be­
yazı, siyahı, sa rısı, k ız ıld e rilisi; A s y a lıs ı, A v ru p a lısı, A m e rik a lıs ı, Okyanus-
yalısı... tek bir peygam bere üm m et oldu. Bütün in san lığın onu peygam ber
ve tek lid er kabul etm esi farzdır. Onun ge tirdiği şe ria t ve dine te slim ol­
mak m ecburiyetindedir. Bütün m ille tle r peygam berin davetine m üsbet ce ­
vap v e rirle rse , hepsi tek bir üm m et olur. Am a m ille tle rin tamam ı icabet
etmez ise, kabul edenler, İslâm üm m etini meydana g e tirirler. Her müslü-
man fert, bu İslâm üm m etinin b ir üyesidir. Ferd bunu ikrar etm edikçe ve
bu şuurla şuurlanm adıkça m üslüm an sayılm az. Çünkü bu m esele herkesçe
bilinen d in î zaruretlerdendir. Bunu inkâr eden kâfirdir. İslâm üm meti tek
b ir üm m ettir ve fe rtle rin d e n her biri, onun üyesid ir.
2 — Islâm üm meti b irliğ in in dış görünüşleri de çoktur ve biri birine
bağlıdır. M üslüm anlar bu m efhum larla b irib irle rin e sık ı sık ıy a bağlıdırlar.
Bu m efhum lardan her biri, diğ e rle rin i destekler. Ö yle ki bu b irlik tam ak­
raba bağlarla bağlanm ış gibidir. Bu b irliğ in görüntülerinden bazısı

605 — A h z a b : 40
606 — Al-i Imran : 81
279
_ _ ______ HAYAT NİZAMLARI

a — İnanç birliği :
«La ilahe illa lla h M uham m edun Resûlüllah» m üslüm anların b irliğin in
tem elid ir. İnsan bunu sö ylediğ i zaman bu üm metten olur. Onu sın ırların ın
dışında kaldığı müddetçe ondan değildir. İnsan, R esûlüllah (S.Â.V.)’in gös­
terdiği yoldan A lla h a te slim olunca O n a kulluğunu g e rçe k le ştirir. Baş­
kalarının kulluğundan kurtulur. A lla h bir olduğuna göre O ’na kulluk eden­
ler hangi ırk ve renkte o lu rla rsa o lsu n la r kalbleri birdir.
b — İbadet birliği ;
Biz m üslüm anlar, ken disine inandığım ız A lla h 'ın bizi, kendisine ibadet
etm em iz için yarattığını biliyoruz.
«Cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.»
A lla h 'a inanm anın şuurda ve pratikte gerçekleşm esi, ancak ibadetle
olur. İnsanın in san lığı ancak onunla ge rçe kleşir. M üslüm anların hepsine
farz kılınan ibadet, birdir. Erkek olsun, kadın olsun her müslüm an fert
ondan sorum ludur. İnsan ne kadar daha m üslüm an olursa, o kadar Resû­
lüllah (S.A.VJ’in sünnetinin sın ırla rı iç e risin d e daha çok ibadet eder. M ü s ­
lüm anların b irliğ in in sağlanm ası için bu mananın büyük te s irle ri vardır.
Buna ek olarak İslâm î ibadetlerde birçok manalar vardır ki, İslâm üm m eti­
nin b irliğ in i daha çok sa ğ la m la ştırır ve gü çlendirir. M üslüm anların kıb le ­
lerinin bir olm ası ve her m üslüm anın günde beş defa ayni kıbleye yö­
nelm esi, diğer m üslüm anlarla bir ve beraber olduğu şuurunu kalbine yer­
le ştirir. M üslüm anların hepsinin y ılın b ir ayında beraberce oruç tutm aları,
aynı hayat ve davranış iç e risin d e bulunm aları ve o müddet boyunca diğer
insanlardan ayrı bir görüntü iç e risin d e olm aları İslâm kardeşliğin i daha
da p e k iştirir. H er y ıl m üslüm anlar hac ayında ülke, renk, ırk ve m ille t
farkı olm aksızın bir araya toplanarak ayni dil ile ib adetlerini yapm aları, ay­
ni e lb ise le ri g iym eleri, ayni hareketleri yapm aları, ayni sö zle ri söyle m e leri
b irlikle rin e güç katar. İbadet b irliğ i, üm m etin b irliğ in i sağlam ada tem el
olm akla b irlikte m üslüm an İslâm üm meti potasında erim e sini sağlar.
c —- Âdet, ahlâk ve davranış birliği :
H er m üslüm an için R esûlüllah [S.A.V.)’de güzel örnekler vardır. Bun­
dan şu mana ç ık ıy o r : M üslüm anlar terbiye kaidelerinde ayni davranış sa­
hibidir. Bütün m üslüm anlar bir şe k ild e yem ek yer. Bir şe k ild e yatıp kalkar.
U yandıklarında ayni şeyi yaparlar. Hatta ayak yoluna gitm ek iste se le r
ayni terbiye kaidelerine uyarlar. H epsin in kullandığı selâm şe kli birdir.
Sağlık ve hastalıkta takip e ttik le ri kaid eler hepsinde birdir. H intli m üslü­
man aksırdığında m üslüm an arabın aksırd ığ ı şe k ild e aksırır. H in tli müslü-
m anııı da, A rap m üslüm anın da bu harekete karşı takın dıkla rı ta vır birdir.

280
____________ _________ I S L Â M ______ _______

Yürüdükleri zaman hepsi ayni şe kild e yürürler. Bunlarla beraber insan için
temel ahlâk niteliğin de bulunan sabır, doğruluk, cöm ertlik, vefalılık.i. Gibi
konularda da m üslüm anların davranışları aynıdır. Şayet insanlar yaratılış
ve zekâ bakımından farklı olm asalardı bütün m üslüm anlar tek bir baskı­
dan ç ık m ış gibi birb irle rin e benzeyeceklerdi. Başka hiçbir devlette buna
benzer adet, davranış ve ahlâk b irliğ i yoktur.
d — Tarih b irliğ i :
M üslüm anın tarihi vatan toprağına, renk boyasına ve kişin in m ensu­
bu bulunduğu ırkın diline bağlı değildir. M üslüm anın kendisine bağlandığı
ve onunla şe reflend iği tarih, İslâm tarihidir. Onun da vetçile ri ise; A lla h 'ın
peygam berleridir. Ben müslüm anım . Benim tarihim Hz. Adem 'e, Hz. Nuh'a
Hz. M usa'ya, Hz. İsa'ya, Hz. M uham m ed’e bağlıdır. Onlara tabi olanlara,
onlara inananlara ve onlarla berber A lla h ’a te slim olanlarla bağlıyım . Bu
tarihe bağlanm aktan şe re f duyarım. Vakıa bağından başka, diğer ta rih le r­
den hiçbirin e bağlı değilim . M üslüm an bir arabı, ondan etkilenm e ve onun­
la şe reflenerek övünme bağıyla ca h iliy e t devri Arap tarihine bağlıyan bir
bağ yoktur. M üslüm an, sadece İslâm tarihiyle övünür. D iğerlerinden utanç
duyar. Her m üslüm anın takındığı ta vır budur. Onu cah iliye te bağlıyan bir
bağ da yoktur.
M üslüm an tarihi, İslâm üm m etinin tarihidir. Yani peygam berler ta rih i­
dir. Bu, onu fa z ile t ve şe re fle dolduran bir şeydir. Onun şe rle herhangi b ir
iliş k is i yoktur.
Onunla A lla h ’a kavuşacağı inanç şudur :
«Ey m üm inler, şöyle deyin : «Biz A lla h 'a ve bize in d irile n K ıır'â n ’a
İbrahim ve İsm ail ve İshak ve Yakup ve torunlarına in d irile n lere , M u sa ’ya,
İsa’ya verile n le re ve bütün peygam berlere Rableri tarafından v erilen ki-
tablara iman ettik. Onlardan h içb irin i diğerlerinden ayırt etm eyiz. Biz, an­
cak A lla h ’a boyun eğen m üm inleriz. A rtık Yahudi ve H ıristiy a n la r sizin bu
im anınız gibi iman ederlerse, muhakkak hidayet bulm uşlardır. Eğer yüz
ç e v irriie rs e , size karşı a y rılık ve düşm anlık üzeredirler. Ey (Resulüm ) sen
onların düşm anlığından endişe etme, A lla h sana kâfidir. A lla h hakkıyla iş-i
ten ve bilendir.» (607)
«Aiiah, c a h iliy e t âdetini ve atalarla böbürlenm eyi üzerinizden kald ır­
m ıştır.»
«A talarıyla övünen kavim artık buna son versin. Y oksa A lla h 'ın yanın­
da, p is liğ i önünde sürükleyen böcekten daha b a sit duruma düşerler.»

607 — B a k a r a : 13G:137

281
HAYAT N İZ A M L A R I

M üslüm anın İslâm 'ın dışındaki bağlarla övünm esi, onu İslâm ’ın özün­
den uzaklaştırır. A slın d a bu, sa ğ lık lı bir durumdan pis ve çirkin bir du­
ruma düşüştür.
e — Dil birliği :

İslâm hem inanç, hem ibadet ve hem de davranıştır. D il, bu m efhum­


ların ifade e d ilm esid ir. O, bir vasıtad ır, gâye değildir. Onun için her pey­
gam ber kavm inin d iliy le g ö n d e rilm iştir : «Biz her gönderdiğimiz peygam­
beri, ancak bulunduğu kavminin diliyle gönderdik ki, onlara apaçık arılat­
sın.» (608) Yüce A lla h K u r’ân-ı K erim 'de d ille rin ve renklerin de ğ işik o lu ş­
larını âyetlerinden biri olarak zikred er : «Gökleri ve yeri yaratması, lisan-
la n n ızın ve renklerinizin bir birinden ayrı olması da O’nun âyetlerinden
(azamet ve kudretine delâlet eden alâm etlerinden)’dir.» (609
D ille rin çok oluşu norm aldir. A n ca k Islâm ve K u r’ân’ın Hz. Muham-
med (S.A.V.)’in risa le tin d e A rapça d iliy le olm aları ve insanlarının bu din­
le m ü kellef tutulm aları ve İslâm dininin ancak bu d ille an laşılm a sı, Arapça
d ilin in bütün insanlığın, ö ze llik le Islâm üm m etinin resm i d ili olm ası man­
tıkîd ir. Çünkü A lla h ’ın davetine icabet eden sadece bu üm m ettir. Imam-ı
Ş a fii şö yle der : «Bütün m ille tle r K u r’ân-ı K e rim ’e muhatap olduklarından
ve A lla h ’a ibadetlerini onunla yerine getird iklerinden A lla h onlara arapçayı
farz kılm ıştır.» H anefî fakihler de şö yle derler : «Arapça diğer d ille re kar­
şı bir fa zile te sahiptir. C ennet ehlinin d ili arapçadır. Onu öğrenen veya öğ­
reten sevap kazanır.» insan A rap ça d ilin i ne kadar daha çok öğrenirse, o
kadar daha çok İslâmî anlam a im kânını bulur. Imam-ı Ş a fii'n in dediği gibi,
insanlar onunla muhatap olm uşlardır.
A rap ça d ilin in İslâm üm m etinin re sm î d ili olm ası diğer d ille rin orta­
dan kalkm ası dem ek değildir. Islâm üm m etini meydana getiren m ille tle rin
an laşab ile ce kle ri ortak b ir d ilin olm ası gereklidir. A rapça onların ibadet
d ille ri olduğu halde başka bir dilin ortak dil olm ası makul değildir. O halde
bu durumda insanın kendi a s lî dili var olacak ve o dili konuşanlarla be­
raber bu d ille konuşacaktır. A rap da avam d ilin e devam edecektir. Arap-
çanın resm î dil olacağını söylem em iz, ırk çılığ a değer verdiğim izden de ğ il­
dir. Böyle düşünm ekten A lla h ’a sığ ın ırım . A k sin e A rapçayı öğrenm ek, öğ­
renen için bir şe re ftir. R esûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurur : «Ey insanlar,
muhakkak ki Rab birdir. A ta b ird ir (Bütün m ille tle rin babası Hz. Â d e m ’dir)
Din de birdir. Arapça, baba ve ananızdan dolayı diliniz değildir. Ancak o,
lisa n d ır ki Arapça konuşan, araptır.»

608 — İb r a h im : 4
609 — R u m : 32

282
İ S L Â M

f — Duygu, düşünce ve yol b irliğ i :


Hayatta m üsîüm anların yolu açık ve diğe rle rin in yolundan fa rklıdır. Bu
yol, peygam berlerin yoludur : «Bizi, doğru yola ilet. K endilerin e nim et v er­
diğin kim se le rin yoluna; gazaba uğrayanların ve sapıklarm kine değil.»
(610) «Sizi öyle b ir yolda bıraktım ki, ge ce si gündüzü gibid ir. A n ca k helake
giden ondan sapar.» Hz. Ö m er de şöyle der : « A p açık lık üzere b ıra k ıld ı­
nız : G e ce si de gündüzü gibidir.» Peygam ber (S.A.V.) yine şö yle buyurur :
«Cem aatten bir karış m iktarı ayrılan namaz kılsa , oruç tutsa ve müslü-
man olduğunu zannetse de İslâm yularım boynundan çıkarm ıştır.»
İslâm üm m etinin b e lirli bir yolu olduğu gibi kendine has bir düşüncesi
de vardır. Çünkü düşünce ve kavram larının tam am ı A lla h 'ın kitabına bağ­
lıdır. Yüce A lla h şöyle b u y u ru y o r: «Rabbinizden size b a sire tle r (hakkı ve
batılı ayırt eden hüccetler) g e lm iştir...» (611) «Bu Kur'ân, insanlara hak
ö lçü le ri gösteren nurlardan ib arettir ve şü ph esiz iman edecek bir toplum
için hidayettir, rahm ettir.» (612) Buna göre m üsîüm anların düşünce ve
fik irle rin in hepsi Kur'ân'dan kaynaklanarak çık a rd ıkla rı ve onlarla m ese­
leleri değ erle n dird ikle ri d e lille re dayanıyor.
9 — A nayasa ve kanun b irliğ i t
İslâm üm m etinin anayasa ve kanunlarının kaynağı K uran-ı Kerim ve
sünnettir. A lla h ’ın şeriatına uymayan bir kanun m üslürnaniarm kanunu ola­
maz. O halde müslürnaniarm bir ceza kanunu vardır ve bird ir. M uam elat
kanunu vardır ve birdir. M ed enî kanunu vardır ve birdir. B ir d e vle tle r ka­
nunu vard ır ve oda birdir. Kurân-ı Kerim ve sünnetin n a ssların ı mücte-
hidler fa rklı ş e k ille r de arılayabilirler. Bu, doğrudur. A ncak m üslürnaniarm
h a life sin in «Şura M e c lisi» yardım ıyla bu anlayışlardan birin i se çe b ile ce ğ i
İslâm î te şriin kaideierindendir. Bu tercih, kanun kuvvetindedir. Böylece
bütün m üslürnaniarm tek bir hukuku olacaktır.
h — Lider b irliğ i :
İslâm üm m etinin tem elde tek bir lid eri vardır. O da, R esûlüllah (S.-
A .V .)’dir. M üslüm anların hepsinin ona itaat etm eleri farzdır. R esûlüllah
(S.A.V.) vefat ettiğine göre m üsîüm anların, onun yerine bakacak, A lla h ’ın
şeriatım ayakta tutacak ve m üslüm aniarı idare edecek bir halife se çm e ­
leri gerekir. A lla h 'ın şe ria tı çe rçeve sin d e ona itaat etm ek farzdır. Yeryü-
zündeki bütün m üslüm anlar onu lid er bilm ek m ecburiyetindedir. M ü slü ­
m anların bir an b ile h a life siz kalm aları caiz değ ildir. H alifenin varlığ ı, İs-

610 — F a tih a : 0-7


6 ı l — E n 'a m : 104
612 — C a siy e : 20

283
______________________ H A Y A T N İZ A M L A R I

lâm üm m etinin b irliğin in sem bolüdür. Bir olm aları da, kuvvetli o lm aları­
nın sem bolüdür. Kuvvetli olm aları ise A lla h ’ın hakim iyetini yeryüzüne ka­
bul e ttirm enin ve fesadı yok etm enin b iric ik yoludur. (* *)
İnanç b irliğ i, ibadet b irliğ i, davranış birliği, tarih b irliğ i, dil b irliğ i ve
lid er b irliğ i sayesinde İslâm üm m etinin birliğ i kuvvet kazanır. M üslüm an­
ların hepsi tek bir üm m ettir. Ve bu üm metin fe rdlerin in hepsi kardeştir :
«Ancak m üm inler kardeştirler.» B e ra b e rlikle ri bir b irle rin e karşıdır: «M ü­
min erke kle r ve mümin kadınlar b irb irle rin in yard ım cıla rıd ırla r.» Tek bir
vücud ve tek bir ruh im işçesine: «Sevgi, acım a ve şefkat konusunda müs-
lüm anlar bir vücud gibid irler. Vücudun bir organı rahatsızlandığında diğer
organlar da sızı ve uykusuzlukta ona ortaktırlar.» M üslüm anların müslü-
man olm ayanları sevm eleri, onları kardeş edinm eleri ve onlara yardım cı
olm aları mümkün değildir.
« Â iia h ’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavm i, A lla h 'a ve pey­
gam berine m iih a ie fe ie kalkışan k im se le rle s e v iş ir bulam azsın; v elev ki, o
m uhalifler, babaları, oğulları, kardeşleri veya a ş ire tle ri bile o lsa işte A l­
lah, böyle k im se le ri sevm iyen b ir kavm in kalbierine imam te sb it buyurm uş
ve ken dilerin i yüce katından bir rahmet iie ku vvetlen dirm iştir. O nları, a l­
tından ırm aklar akar cennetlere koyacak, içle rin d e ebedî olarak kalacak­
lardır. Ö yle ki, A lla h onlardan razı, onlar da A lla h ’tan razı... İşte bunlar,
A lla h 'ın hizbidir, gerçekten onlar, zafer bulanlardır.» (613)
3 — Buradan anlıyoruz ki müslüm an duygu, akıl, pratik ve şuur yö­
nünden ancak İslâm üm m etine bağlıdır. Y e te n e k le rin i onun yolunda kul­
lanır. Yardım ve kardeşlik bağlarını bir kabile, ırk veya toprağa verm ez.
«Yoldaki işaretler» isim li kitabın yazarı «M üslüm anın M illiy e ti İnancıdır»
başlığı altında şöyle der :
«İslâm b a ğ lılık ve alakalarla ilg ili yeni bir düşünce siste m in i insan­
lığa ge tirm iştir. Daha geldiği gün değer ö lçü le riy le ilg ili yeni bir düşün­
ce getirdiği gibi bu ölçü le rin alınacakları konusunda da bir y e n ilik getir­
m iştir.
İslâm, insanı Rabbine döndürmek için ge lm iştir. V a rlık ve hayatın
kaynağı A lla h ’ın hakim iyeti olduğu gibi değer ve ölçü le rin de kaynağının
bu hakim iyet olm ası için g e lm iştir. İnsan, b a ğ lılık ve iliş k ile ri konusunda
da onu kaynak kabul edecektir. N itekim insanın kendisi de o iradeden ç ık ­
m ış ve ona dönecektir.
İslâm, insanları A lla h ’a bağlıyan tek bir bağın var olduğunu belirtm ek
için g e lm iştir. Bu bağ g e liştiğ i andan itibaren başka bir şeye ba ğ lılık ve
sevgi yoktur :
613 — M ü c a d ile : 22 .
(*) __ B u g ü n (1980 sen esi) H a life yeı~yüzünde m e v c u t d e ğ ild ir. (ik b â l
Y a y ın la n )
284
İ SLÂM

«Allah'a ve ahıret gününe iman eden hiçbir kavmi Allah'a ve peygam­


berine muhalefete kcîkışan kimselerle sevişir bulmczsın; velev ki, o mu­
halifler, babaları, oğullan, kardeşleri veya aşiretleri bile olsa. İşte Aliah,
böyle kimseleri sevmiyen bir kavmin kalblerine imanı tesbit buyurmuş ve
kendilerini yüce katından bir rahmet ile kuvvetlendirmiştir. Onları altın­
dan ırmaklar akar cennetlere koyacak, içlerinde edebî olarak kalacaklar­
dır. Öyle ki, Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan razı... İşte bunlar, Al­
lah'ın hizbidir, gerçekten onlar, zafer bulanlardır.» (614)
A lla h 'ın hizbi birdir, b irk a ç tane değ ildir. Bunun s a y ısı artm az. D iğer
hizip le rin hepsi şeytan ve ta ğ u tu n d u r:
«Allah’ın nizamını kendilerine tek nizam kabul edenler sadece O ’nun
nizamı için savaşırlar. Bu nizcmda yaşcmayı reddedenler ise, şeytana ve
ona bağlı sistemlerin uğrunda savaşırlar. Ey benim nizamımı yaşamak az­
minde olanlar, şeytanın temsilcileriyle savaşınız. Zira şeytanın hilesi size
kuvvetli görünse de, aslında bizim indimizde hiç mesabesindedir.» (615)
«Kendisinde hiçbir eğrisi olmayan bu yol benim dosdoğru yolumdur.
Sizler bu dosdoğru yoluma tabi olunuz. Eenim nizamımın haricindeki yol­
lara katiyyen sapmayınız. Çünkü o yollar sizi benim doğru yolumdan ayı­
rır...» (616)
O rtada tek bir nizam vardır, o da İslâm nizam ıdır. O nun d ışın d a k a ­
lan n izam ların hep si ca h iliy e t n iza m la rıd ır:
«Cahiliyye nizamlarının hükümlerini mİ istiyorlar ? Halbuki bilen in­
sanlar için Allah’ın hükmünden ve nizamından daha hayırlı hangi nizam
vardır?» (617)
O rtada tek bir ş e ria t v a rd ır o da AIlGh’ın şe ria tıd ır. G e risi heva ve
h e v e s tir :
«Biz senin her işinde kolaylık olsun diye kanun koyduk. Sen bu ka­
nunlara göre hareket et. Asla bilmeyenlerin hayalı kanunlarına uyma.»
(618)
O rtada bir tek hak v a rd ır b irk a ç tene değil. O nun d ışın d a k ile rin hep­
si s a p ık lık t ır :
«Haktan başka ancak bir de batıl yok mudur O halde siz neden hak­
tan batıla kaçıyorsunuz ?» (619)

614 — M ücadile : 22
615 — Nisa : 76
616 — E n 'am : 151
617 — M alde : 50
618 — Casiye : 18
619 — Y unus : 32

285
_____ ___________________ H A Y A T ^İZAMLARI

Ortada tek bir yurt vardır, o da Islâm yurdudur. O yurt kİ, orada İs­
lâm devleti vardır. A lla h ın şe ria tı hakim dir orada. Onun kanunları uygu
lanır. M üsltim anlar başlarına ımüslümanları g e çirir ve onları dost edinirleı
bu yurtta. G eride kalanlar ise darulrıarpdir. M üslüm anın onlarla İlişkisi ya
savaş, ya da bir müddete kadar antlaşm adır. Am a orası Islâm diyarı d e ğ il­
dir. Orada olanlarla m üslüm anlar arasında bir dostluk da yoktur :

«O Allah'ın nizamına bağlanıp bu nizamın gereği olarak göç edenler;


Allah’ın nizamı galip gelsin diye mallarıyla canlarıyla savaşanlar ve bu
mücahidleri barındırıp yardım edenler, işte bunlar bir bîrlerinin varisidir
ier Allah’ın emrine bağlandığı halde göç etmeyenler, ta göç edinceye ka
dar sizin üzerinizde hiçbir hakka sahip değildirler. Şayet sizden benim
ölçüierirn içinde bir yardım isterlerse, onlara yardım etmeniz sizin İçin
gerekli olur. Ancak sizinle anlaşma halinde bulunan bir kavmin aleyhin
de olmayan bîr yardımdır bu. Allah bütün yaptıklarınızı hakkıyla görendir
Benim nizamımı kabul etmeyenler ds birbirlerinin velileridir. Ey benîm
nizamıma göre yaşamaya azmedenier, size emrettiğimiz gibi davranamaz
sanız, bütün yeryüzünde bir kargaşalık doğar. Bu kargaşalıktan istifade
ederek küfür nizamı size hakim olur. Ey benim nizamımı yaşanacak tel
nizam kabui edip gereğini yapanlar, göç ediniz. Benim nizamım galip gel­
sin diye mücadele ediniz. Kim bu emirleri yerine getirmek cehdiyle yaşar
sa, işte onlar mümindir ve onlar için af ve sonsuz rızıklar vardır. Ve siz
den sonra aynı sizin gibi davranarak hicret edenler ve Allah’ın dini galip
gelsin diye savaşanlar aynen sîzlerin sahip olduğu İlâhî haklara sahib o'"r-
îar.» (620)
Bu m ükem m el a ç ık lık ve k e sin lik le İslâm geldi. İnsanı mekan ve ça­
mur bağlarından, et ve kan bağlarından (ki bunlar Ha mekân ve çamur
bağlanırdandır) kurtarm ak ve yüceltm ek için geldi. M üslüm an için A lla h 'ın
şeriatının hakim olm adığı yerde vatan yoktur. Vatan, ancak A iia h ’ın em ir­
lerinin hakim olduğu yerdir. Orada m üslüm ania oradakiler arasında geçer
li olan bağlılıklar, A lla h 'a b a ğ lılık tem eli üzerinde kuruludur. M üsüim anır
c in siy e ti de ancak, İslâm yurdunda (darulislâm da) onu İslâm ümmetinin
bir ferdi haiine getiren inancıdır. M üslüm anın akrabalığı da A lla h 'a inan
madan fış k ırır. K e n d isiyle soy akrabaları arasında b a ğ lılık A lla h ’a inançtar
geçm elidir.
M üslüm anın babasıyla, anasıyla, kardeşleriyle, e şiy le a şire tiy le bağ
lantısı ancak A lla h davasında bir bağlantı olduğu zaman söz konusu ola
bilir. V e ancak o zaman akrabalık bağı (sıla-i rahim) bulunur.

620 — Enfal : 72-75

286
İSLÂM

«Ey insanlar, Rabbinizin size bildirdiği şekilde yaşayınız. O Rab ki, si­
zi bir nefisden yarattı, o nefisden de onun eşini yarattı; ve onların ikisin­
den de sayısız erkek ve kadınları yeryüzüne dağıttı. Onun için Aüa’n’ın
emirlerinin dışına çıkmak sûretiyie günah işlemekten kaçının ve İlâhî bu-
dudlar içerisinde birbirinize yardımcı olun...» (621)
A n ca k bu düşünce akide ayrılığ ına rağmen, Islâm'a düşman b ir tavır
takınm adıkları müddetçe m üslüm an ana ve babasıyla iyi geçinir. İslâma
düşman bir tavır takın dıkları anda akrabalık bağı k e silm iştir. A bdullah b.
Übey'yin oğlu A bd u llah ın davranışı bizim için güzel bir ö rn e ktir :
«İbn-i C e rir ibn-i Ziyad'dan kendi sene d iyle şö yle rivayet eder : Re-
sûlüllah (S.A.V.) A bd ullah b. Ü b ey’in oğlu A b d u llah 'ı çağırarak dedi ki :
— Babanın dediğini görüyor musun?
— Babam ne diyor? (Anam babam sana fedâ olsun.)
— Baban diyor ki : Medine’ye döndüğümüzde, kimin üstün kimin al­
çak olduğunu göreceğiz.
— A lla h ’a yem in ederim ki, doğru sö y le m iştir ey A lla h ’ın Resûlü.
V a llahi üstün olan sensin ve alçak olan da odur. M e d in e ’ye geldiğin zaman
herkes biliyordu ki anne ve babasına benden daha çok hürm etkâr kim se
yoktu. Şayet A lla h ve Resûlü ik isin in başlarını getirm em den razı olacak­
larsa k e s in lik le onları getiririm .
— Hayır.
M ed ine'ye geld iklerinde A bd ullah b. Ü bey’yin oğlu A bdullah M edine
kapısında k ılıc ın ı kınından çık a rm ış olarak babasının karşısına d ikild i ve:
«Sen m iydin M ed ine'ye vardığım ızda üstün olan alçak olanı M edine'den
çıkaracak diyen. H ayır vallahi üstünlüğün sana mı, yoksa R e sû lü lla h ’a mı
ait olduğunu öğreneceksin. V alla h i, A lla h ve Resûlünden izin olmadan
M ed ine'n in gölgesinde barınm ayacaksın.» dedi A bd ullah b. Übey bağırıp
çağırm ağa başladı: «H azrecliler! N eredesiniz. Oğlum beni evim den a lıko ­
yuyor!» A bdullah : «R esûiüllah'ın izni olmadan kim se onu barındıram az»
dedi. Birkaç k işi toplanarak ona g e ld ile r ve ondan babasını bırakm asını
isted ile r. Am a o yine yem inini tazeledi ve şöyle dedi : «Allah'a yem in
ederim ki, A lla h ve Resûlünden izin alm adan içe ri girm eyecektir» Bunun
üzerine R esûlüllah (S.A.V.)’e g e ld ile r ve durumu ona haber v erd ile r. Pey­
gamber (S.A.V.) şöyle buyurdu : «Gidin ona söyleyin, onu (babasını) eviy­
le başbaşa bıraksın.» Bunun üzerine A bd ullah : «R esûlüllah em rettikten
sonra, evet...» dedi.

621 — Nisa : 1

287
HAYAT NİZAMLAR!

A k id e bağı kurulduğu zaman artık m üm inlerin hepsi kardeştir. A ra la ­


rında soy ve akrabalık olm asa bile. «Müminler ancak kardeştirler...»
«İman edenler ve Allah için hicret edenler, Allah yolunda canlarıyla,
mallarıyla mücadele edenler ve bir de muhacirleri barındıranlar ve onla­
ra yardım edenler var ya, işte onlar mirasta birbirlerinin varisidirler. İman
edip de hicret etmeyenlere gelince; hicret edinceye kadar mirasta onlara
hiçbir velâyetiniz yoktur.» (622)
Bu dostluk b ir nesilde kalmaz gelecek n e sille re de geçer. Bu ümme­
tin e vvelini sonuna ve sonunu evveline bağlar. Sevgi, dostluk, şefkat ve
sapasağlam bağlarla :

«Muhacirlerden önce, Medine’yi yurd ve iman evi edinenler, kendile­


rine hicret ederek gelenlere sevgi beslerler. Onlar verilen şeylerden do­
layı nefislerinde bir kıskançlık ve kaygı duymazlar; kendileri için ihtiyaç
bile olsa, onları kendilerine tercih ederler. Kim de kendi nefsinin ihtira­
sından korunursa, işte bunlar kurtulmuş olanlardır. Onlardan, sonra gelen­
ler şöyle derler ; «Ey Rabbimiz, bizi ve iman etmiş olarak bizden evvel
geçen kardeşlerimizi bağışla, iman etmiş kimseler için kalbierimizde bir
kin ve kıskançlık bırakma. Ey Rabbimiz muhakkak ki sen Raufsun ve çok
merhamet edicisin.» (623)
Yüce A lla h daha önce geçen ve zam anın bağrını yarıp giden iman ker­
vanı peygam berler topluluğunu m üslüm anlara örnek olarak veriyo r :
«Nuh Rabbine dua edip şöyle dedi : «Ya Rab, elbette oğlum, benim
ademdendir. Senin va’din hakdır, onu yerine getirirsin. Sen hâkimlerin hâ­
kimisin.» Allah şöyle buyurdu : «Ey Nûh, o, senin ailenden değildir. Çün­
kü o, salih olmayan bir amel sahibidir. O halde bilmediğin bir şeyi benden
isteme. Seni, cahillerden olmaktan menederim.» Nûh dedi ki : «Ey Rab-
bim bilmediğim şeyi, senden istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağış­
lamaz ve bana merhamet etmezsen, hüsrana düşenlerden olurum...» (624)
«Hatırlayın ki, bir vakit Allah İbrahim’i bir takım emir ve yasaklarla
imtihan etti. İbrahim bunları tamamen yerine getirdi. Allah : «Ben seni
insanlara önder yapacağım» buyurdu. Hazrsti İbrahim : «Benim zürriye-
timden gelenleri de önder yap» diye yalvardı. Allah : «Senin ziirriyetinden
gelecek olan zalimler benim önderlik nimetime nail olamazlar» buyurdu,
ve o vakit Kabe'yi insanlar için sevap ve emniyet yeri yapmıştık. Ey mü­
minler, siz de İbrahim’in makamından kendinize bir namazgâh edinin. İb-

622 — E n fa l : 72
623 — H a ş r : 9-10
624 — H u d : 45-47

288
__________ __ HAYAT NİZAMLARI

rahim ile İsmail’e de şöyle emretmiştik : «Evimi tavaf edenlere, orada iba­
det kasdıyla oturanlara, rükû ve secde eden namaz kılıcılara karşı terte­
miz tutun.» O vakit Hazreti İbrahim : «Ya Rab, burasını emin bir belde kıl
ve ahalisinden Allah’a ve ahiret gününe iman edenleri çeşitli meyvelerden
rızıklandır» diye dua etti. Allah : «Kâfir olan kimseyi de dünyanın az vak­
tinde rızıklandırırım, sonra onu ahirette cehennem azabına mecbur bıra­
kırım. O varılacak ateş ne kötü bir yerdir» buyurdu.» (625)
Hz. İbrahim anne ve babasının sa p ık lık üzere İsrar e ttik le rin i görünce
onlardan uzaklaşıyor :

«Ben sizden ve AİJah’dan gayrı bütün yaptığınız şeylerden çekilip ay­


rılırım da, sadece Rabbime dua ederim. Umulur ki Rabbime itaat etmekten
dolayı mahrumiyete düşmem.» (626)
Y üce A lla h İbrahim ve kavm inde bulunan güzel örneği şöyle anlatıyor:
«Gerçekten İbrahim’in ve beraberinde olanların sözlerinde sizin için
güzel bir örnek vardır. Vaktiyle kavimlerine dediler ki : «Biz sîzlerden ve
Ailah’da başka tapmış olduğunuz şeylerden uzağız. Siz Allah’ın birliğine
iman etmedikçe sizi ve dininizi tanımıyoruz. Sizinle aramızda ebediyyen
sürecek bir düşmanlık vardır...» (627)
Ashab-ı K ehf'i meydana getiren gen çler A lla h ’ın dinine b a ğ lılık la rın ı
sam îm i bir şe kild e sürdürm ek için to praklarını, m ille tle rin i ve akrabaları­
nı bırakıyorlar ve in ançlarıyla A lla h ’a koşuyorlar; Kendi akrabaları, a ş i­
retleri ve vatanlarından bir yer tutm aları mümkün olm ayınca onlardan ay­
rılıy o rla r :

«Biz, sana, onların haberlerini doğru olarak anlatalım : Gerçekten


bunlar. Rablerine iman eden birkaç gençti. Biz de onların hidayetlerini
arttırmıştık. (Padişah Dekyanos kâfirin huzurunda putlara tapm ayı terkeden
bu yiğ itler) ayağa kalkıp da : «Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir.
Asla O'ndan başkasına ilâh deyip tapmayız, o takdirde muhakkak saçma
söylemiş oluruz. Şu bizim kavmimiz Allah'dan başka ilâhlar edindiler.
Bunlara ibadet etmek lâzım geldiğine dair açık bir delil getirselerdi ya.
Artık yalan uydurup Allah’a iftira edenden daha zalim kim olabilir?» de­
dikleri zaman, kalblerine sebat verdik. (Y iğitlerd en biri, diğer arkadaşla­
rına şöyle dem işti:) «Madem ki, siz kavminizden ve onların A lla h ’dan
başka taptıkları putlardan ayrıldınız, o halde mağaraya çekilin ki, Rabhi-

625 — B a k a r a : 124-12 3
626 — M e ry e m : 48
627 — M ü m te h in e : 4

239
İSLÂM
niz rahmetinden size genişlik versin ve size, işinizde bir kolaylık hazır­
lasın.» (628)
Nuh peygam berin k arısıyla Lût peygam berin karısı aralarında akide
b irliğ i kalm ayınca eşlerinden a y rılıy o rla r :
«Allah kâfirler için Nûh’un karısı ile Lût’un karısını misal getirdi. O iki
kadın, kullarımızdan birer salih kulun nikâhları altında idiler. Böyle iken
hainlik ettiler. Onun için kocaları da onları Allah’ın azabından zerre mik­
tarı uzaklaştıramadı. O iki kadına şöyle denildi : «Girin ateşe, diğer giren­
lerle beraber.» (629)
Firavun’un k arısı başka tarafta yer alıyor :
«Allah iman edenlere de Firavun’un hanımını misal getirdi. O vakit bu
kadın şöyle demişti : «Ey Rabbim, senin katında benim için cennetinde bir
ev yap, beni Firavun'dan ve onun yaptıklarından kurtar; beni o zalimler
topluluğuna uymaktan kurtar.» (630)
Bütün alaka ve b a ğ lılıklar sa yılı m isallerde işte böylece sıralanıyor...
Hz. Nûh'un kıssa sın da babalık bağı, peygam berlik ve vatan bağı ashab-ı
kehf kıssasında, karı kocalığ bağı da Hz. Nûh ve Lût'un karılarının k ıssa ­
larında anlatılm ıştır...
iliş k i ve b a ğ lılık la rı ta sv ir etmede kervan bu şe k ild e yoluna devam
ediyor. Nihayet orta ümmet devri geliyor. Ve bu üm met o örnekleri, tecrü­
beleri ve hâzineleri buluyor. Rabbani metodunda yürüm ek için onlardan
istifade ediyor. M üm in bir ümmeti meydana getirm ek için a şire tle r bölü­
nüyor, a ile le r ayrılıyor. İdeolojiler ayrı olunca herşeyi kendilerine göre
parça parça ediyor. İman bağı kalbde y e rle şin ce diğer bağlar ge çe rsiz ha­
le geliyor. N itekim Yüce A lla h kitabında m üm inleri şu şe k ild e v a sıfla n d ı­
rıyor :
«Allaha ve ahiret gününe inananların, babaları veya oğulları veya kar­
deşleri veya aşiretleri de olsa, yine de onların, Allah’ı ve O'nun Resûlünü
düşman tutanlara dostluk ettiğini görmezsin. İşte Allah, sadece Allah’a ve
Resulüne düşmanlık eden kimseleri düşman bilen ve ona göre muamele
eden kimseleri mümin sayar ve rahmetiyle onları kuvvetlendirir» (631)
Hz. M uham m ed (S.A.V.) ile am cası Ebu Leheb, am zacadesi A m r b. Hi-
şam (Ebu C ehil) arasındaki akrabalık bağı kopunca, m uhacirler Bedir gü­
nünde akraba ve yakın la rıyla savaşıp onları öldürünce... İşte o zaman mu­
h a cirle rle Ensar arasındaki akide bağı kuruluverdi birden... B ir de bakıldı
628 — K e h f : 13-16
629 —- T a h rim •. 10
630 — T a h rim : 11
631 — M ü c a d ile : 22

290
HAYAT NİZAMLARI

ki akraba ve kardeş o lm uşlar birbirieriyle... Ve müslüm an A rap larla kar­


deşleri Bizanslı Süheyb, H abeşli B ilâl ve İranlı Selm an arasında bir akra­
balık bağı kuruldu. Ve kabile bağlantısı, c in siy e t taassubu, toprak bağlı­
lığı silin iv e rd i birden...
R esûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu onlara : «Asabiyeti bırakın. Çünkü
pis kokuludur o...» Y ine şöyle buyurdu : «Asabiyete çağıran bizden değil»
dir. Asabiyet için savaşan bizden değildir. Asabiyet için ölen bizden d e ğ il­
dir...» Bu pis koku da böylece son buldu. Soy sop taassubunun pis koku­
su... Bu nara da birden sönüverdi. M illiy e t narası... O p is lik de kalktı or­
tadan. O ırk ç ılık pisliği... İnsanlar yüce ufuklara doğru tırm andılar. Kan
ve et pıhtısının o pis kokusu uzaklaştı aradan. Toprak ve arazi p isliğ i de
çekildi ortadan... O günden itibaren m üslüm anın vatanı toprak parçası de­
ğildir. Onun vatanı artık «Darûl-İslâm'dır» İslâm akide ve nizam ının uygu­
landığı yerdir. M üslüm anlara sığ ınak olan, müdafaa edilen, korunm ası için
can verilen ve sın ırla rın ı muhafaza etm ek için şe h it olunan diyar... İslâm
diyarı... M üslüm an bile bulunmazsa, İslâm 'ın uygulandığı yer... N itekim
diğer dinlere bağlı ehl-i kitabın birçoğu «İslâm diyarında» hayat sü rm üş­
lerdir. İslâm ’ın hakim olm adığı İslâm î em irlerin uygulanm adığı her yer
müslüman için harp diyarıdır. M üslüm an 'orada doğmuş olsun. Orada ak­
rabaları bulunsun. Orada mal ve m enfaati bulunsun farketm ez. G erektiği
zaman onlarla savaşm aktan geri kalmaz.
Hz. Muhammed (S.A.V.) M e k k e ’de doğm asına rağmen M e k k e lile rle
savaşm adı mı akrabaları, aşire ti orada değil m iydi? K e ndisinin evi, saha­
belerinin ev ve te rke ttikleri m alları M ekke'de değil m iydi? Bütün bunlara
rağmen M e k k e lile rle savaşm adı m ı? Evet, M ekke ancak İslâmî kabul ede­
rek em irle rin i uyguladığı zaman İslâm diyarı oldu ve ondan sonra müslü-
m anların diyarından sayıldı.
İslâm işte budur... Y a ln ız ve yalnız budur. İslâm d ille söylenen bir söz
değildir. M üslüm an çocuğu olm ak veya ism ini taşıyan bir yerde doğmak
da değildir. Anne ve babanın müslüm an olm aları, İslâm e tiketinin a sılı
bulunması insanı mü.s!üman yapmaz :
«Rabbin hakkı îçin onlar aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem
yapıp sonra da verdiğin hükümden nefislerinde hiçbir sıkıntı duymadan
tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe, iman etmiş olmazlar.» (632)
İşte İslâm ancak budur. Ve İslâm diyarı sadece burasıdır... Ne top­
raktır, ne m illiye ttir. Ne soy ne soptur. Ne kabile ve ne de aşirettir...
İslâm, insanları toprak bağından kurtardı. Tâ ki göklere y ü kse lsin le r.
Kan ve hayvanlık bağlarından kopardı ki yücelere yücelebilsinler...

632 — Nisa : 65

291
İSLÂM

M üslüm anın uğrunda fedakârlığa katlanacağı ve koruyacağı vatanı


bir arazi parçasından ibaret değ ildir. M üslüm anın onunla bilin e ce ğ i m illi­
yet ırka dayalı olanı değ ildir. M üslüm anın ona sığ ın d ığ ı ve onu koruduğu
a şire t kan akrabalığına dayalı değildir. M üslüm anın onunla şereflend iği
ve onun gölgesinde şehadet şe rbe tini içeceği bayrak, bir ırkın bayrağı
değildir. M üslüm anın her şe y iy le katıldığ ı ve onunla A lla h 'a şükredeceği
zafer, sadece a ske rî b ir zafer değildir. Bu zafer A lla h ’ın ta v s if e ttiği şe ­
k ild e d ir :
«Allah’ın yardımı bir nizam halinde geldiği zaman sana bütün kapılar
fethetmen için açılır. Sana fetih kapıları açıldıkça insanların bölük bölük
sana senin nizamına geldiğini görürsün. Bunu gördüğün zaman sana nizam
gönderen yardım eden Rabbine hamd et, O’nu teşbih et. Ve O ’ndan mağ­
firet dile. Muhakkak ki O, tevbe edenlerin tevbelerini kabul edicidir.»
(633)
Zafer, ancak inanç bayrağının altında olanıdır. D iğer bayraklar altın­
da olanı değil. Cihad, A lla h ’ın din ve şe ria tı için yapılanıdır. Başka hedef­
ler için olanı değil. Şartların a uyarak «İslâm diyarını» koruyanıdır. Başka
herhangi bir diyarı değil. Bununla beraber sadece A lla h için yap ılan dır c i­
had. Ganim et, şöhret için olan savaş değil. Ve ne de bir toprak parçası,
bir m illet, akraba ve ço cukları korum ak için yapılanı da değil. A ncak A l­
lah’ın dininden dönm elerini önlem ek için yapılan savaş başka.
Ebu M usa (R.A.)’dan :
«R esûlüllah (S.A.V.)'e K ahram anlık için, şe re f için veya riya için sa­
vaşan adam ların durumu soruldu. Bunlardan hangisi A lla h yolundadır de­
nildi. R esûlüllah (S.A.V.) buyurdu ki : «Kim Allah kelimesinin üstün gel­
mesi için savaşırsa o Allah yolundadır...»
Şe h id lik, ancak böyle savaşlarda olur. Başka herhangi bir savaşta
değil. A lla h için yapılan savaşın dışında hedef ne olursa olsun orada öl­
dürülenler şehid değildir.
İnancı uğrunda m üslüm ana savaş açan, onu dininden alıkoyan, dinin
hüküm lerine göre hareket etm esini engelliyen her yer müslüm an için
«harp diyarı »dır. Orada a ile s i de, aşire ti de, m alı da, tica reti de olsa...
M üslüm anın inancının hakim olduğu ve inancı uğrunda fa aliye t yapıldığı
her yer ise «İslâm diyarı »dır. Orada akrabası, aşire ti, m ille ti, tica reti bu­
lunm asa da...
M üslüm anın vatanı : A lla h nizam ının, hayat siste m in in ve inancının
hakim olduğu yerdir.

633 — Nasr Sûresi

292
HAYAT NİZAMLAR!

Müslümanın milliyeti : İnancı ve hayat yoludur. İnsan oğluna yaraşan


da budur.
H iç şüphesiz ki a şire t taassubu, kabile, kavim, cin s, renk ve toprak
taassubu çok ilke l ve b a sit bir taassubdur. B eşeriyetin rûhî düşüşe uğ­
radığı devrelerde tanıdığı bir taassub şe k lid ir. Ve R esûlüllah (S.A.V.)’in
«pis kokulu» diye ta v s if ettiği husus işte budur. N efret ve pis koku oradan
cem iyete yayılır.

Y ah u d iler kendilerinin A lla h ’ın se ç ilm iş ırkı olduğunu iddia e ttikle ri


zaman Y üce A lla h onların bu id diaların ı reddetm iş ve bütün m eseleyi
n e sille r boyu sürüp giden iman ölçüsüne bağlam ış, cin sle rin , renklerin,
kavim lerin ve vatanların değ işm esine rağmen değişm eyen inanç sancağı­
na ham le tm iştir :
«Ey Müminler, Yahudi ve Hıristiyanların sızı kendi dinlerine davet­
lerine karşı şöyle deyin : «Biz Allah’a ve bize indirilen Kur’ân’a, İbrahim
ve İsmail ve İshak ve Yakub ve torunlarına indirilenlere, Musa’ya İsa’ya
indirilenlere ve bütün peygamberlere Rabîeri tarafından verilen kitaplara
iman ettik. Onların hiç birini diğerinden ayırt etmeyiz. Biz, ancak Allah’a
boyun eğen müslimleriz. Artık Yahudi ve ‘Hıristiyanlar, sizin bu imanınız
gibi iman ederlerse, muhakkak hidayet bulmuşlardır. Eğer yüz çevirirler­
se, size karşı ayrılık ve düşmanlık üzeredirler. Ey (Resûlüm ) sen onların
düşmanlığından endişe etme, Allah sana kâfidir. Allah hakkıyla işiten ve
bilendir.» (634)
G e rçe k manada A lla h ’ın s e ç ilm iş m ille ti, aralarındaki ırk, m illet, renk
ve vatan farklarına rağmen A lla h 'ın sancağı altında topianan İslâm üm me­
tid ir. «Siz insanlar için çıkarılmış ümmetlerin en hayırlısısınız. Marufu em­
reder, münkerden sakındırırsınız. Ve Allah'a inanırsınız...» (635)
O üm met ki ilk k a file sin in başını Ebu B ekir gibi bir Arap, Bilâl gibi
bir H ab eş’li, Süheyb gibi bir Rum ’lu, Selm an gibi bir İran’lı ve onların yü­
ce kardeşleri te şk il ediyordu. Ve o o üm m et ki n e sille ri ardı sıra bu par­
la klık üzere devam etti. O üm m ette m illiy e t inancın ken disidir. Vatan, İs­
lâm diya rıd ır. Orada hakim , A lla h 'd ır Ve ANAYASA, KUR’ÂN-I KERİM dir.
A lla h ’a davet eden kim se le rin kalblerine hakim olm ası gereken va­
tan, m illiy e t ve akrabalık dü şü ncesi işte budur. Hem bu düşünceler o kadar
açık se ç ik olm alı ki, yabancı dü şünceler araya sızm asın. A raya şirk ç e ş it­
lerini sokm asın : Toprak, kavim , soy, m enfaat gibi düşünceler ona ortak
olm asın. Y ü ce A lla h bunların hepsini bir ayette sayarak terazinin bir ke-

634 — B a k a ra : 136-137
635 — Âl-i îm ran : 110

293
İSLÂM

fesine, iman ve gereği olan şe y le ri de diğer kefeye koyarak değerlendir­


me yapıyor: Ta ki insan oğlu d ile d iğ in i se çsin :
«Ey Resulüm, o hicreti terkedenlere de ki : «Babalarınız, oğullarınız,
kardeşleriniz, karılarınız, soylarınız, kazandığınız mallar, geçersiz olma­
sından korktuğunuz bir ticaret, hoşunuza giden meskenler size Allah ve
Resülünden ve O'nun yolunda cihaddan daha sevimli ise, artık Allah’ın
emri gelinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdir­
mez.» (636)
4 — Bu İslâm üm meti R esûlü llah ( S A V .) 'in gelişinden bu yana onun
üm m etidir ve o zamandan bu yana pratik hayatında da İslâm ümmeti için
güzel bîr görünüm dedir. N itekim Y üce A lla h bu üm m et için şö yle buyurur:
«Siz insanlar için çıkarılmış ümmetlerin en hayırlısısımz. Marufu emre­
der, münkerden sakındırırsınız. Ve Allah’a inanırsınız.» (637)
Peygam ber efendim iz (S.A.V.) de şöyle buyurur :
«Sizlerle yetmiş ümmet tamamlanıyor ve bunların en hayırlısı ve Al­
lah yanında en değerlisi sizlersiniz.» (638)
Ebu M usa (R.A.) dan :
«M üslüm anlarla yahudi ve h ıristiy a n la rın m isali şöyle bir cem aatın
durumu gibidir. Bu cem aatı bir kim se bir gün geceye kadar b e lli bir ücret
m ukabilinde kirala m ıştır. Fakat bunlar günün yarısın a kadar iş sahibi he­
sabına ç a lışır, sonra :
— Senin bize verm eği şa rt koştuğun ücrete ih tiya cım ız yoktur. Ş im ­
diye kadar ç a lıştığ ım ız da boşuna gitsin . İş sahibi onlara :
— Ç a lışm a n ızı heder etm eyiniz, geri kalan işin izi tam am layınız da
ü cretin izi kâm ilen alınız, dediyse de bunlar çalışm aktan im tina edip terk
e tm işlerd ir. İş sahibi de bunlardan sonra başkalarını istica r edip bunlara :
— Şu gördüğünüz geri kalan zam anını siz tam am layınız da şunlara
ücret olarak şart kıld ığ ım ecre siz m üstahak olunuz, dedi. Bu defa bunlar
çalışm ağa başladılar. Tâ ikindi namazı vakti olunca bunlar da :

— Ş im diye kadar işle d iğ im iz iş ba tıld ır (Bir ecre tabi değildir). Bu iş


senin olsun ve bu hususta bize verm eği şart kıld ığ ın ücret de senin olsun
dediler, İş sahibi bunlarada :
— G eri kalan işin izi tam am layınız. Gündüzden geri kalan az bir şey­
dir, dediyse de bunlar da çalışm aktan im tina e ttile r. İş sahibi kendisine

636 — T e v b e : 24
637 — Â l-i İm r a n : 110
638 — T irm iz i

294
HAYAT NİZAMLARI

başka bir gurup buldu. Bunlar güneş batıncaya kadar geri kalan işi tamam-
lıyarak ça lıştıla r. Ve daha önceki iki gurubun ücretlerini de aldılar. İşte
bu m üslüm anların ve şu (tevhid ile nübuvvet-i M uham m ediye) nurunu
kabul edenlerin m eselidir.» (639)
Abdullah b. Ö m er (R.A.) dan :
«Resûlüllah (S.A.V.) den şu te m sili işittim . Buyuruyor ki: Sizden ev­
vel gelen ümmetlere nisbetle sizin (dünyada) bekanız (bütün güne nisbet-
le) ikindi namazından güneşin batışına kadar (olan müddet gibidir.) Ehl-i
Tevrat'a Tevrat verildi. (Onunla) âmil olup çaîışdılar. Lâkin gün yarıyı bu­
lunca çalışmaktan âciz kalıp vazgeçtiler. Fakat kendilerine yine birer kırat
olan gündelik verildi. Ehl-i İncil'e de İncil verildi. Onlar da ikindi namazı
vaktine kadar onunla âmil olup çalışdıktan sonra âciz kaiıp vazgeçtiler.
Onlara birer kırat olan gündelik verildi. Sonra bize Kur’ân verildi. Güneş
batıncaya kadar çalıştık. Ve bize ikişer kırat olarak gündelik verildi. Bu­
nun üzerine ehl-i Tevrat ile ehl-i İncil: Ey Rabbimiz, onlara ikişer kırat,
bize ise yalnız birer kırat verdin. Halbuki biz daha çok çalıştık, derler.
Allah (C.C.) da : «Gündeliğinizden birşey kestim mi ki?» diye sorar. On­
lar: «Hayır» derler. O da: «İşte o, benim kerem ve fazlımdır ki, dilediği­
me veririm» buyurur.» (640)
Ebu Hüreyre'den :
«Allah Teâlâ bizden evvel gelenlere cuma’yı tutmak yolunu göster­
medi. Yahudilerin özel günü cumartesi, hıristiyanların özel günü de pazar
oldu. Derken bizi dünyaya getirdi ve cuma günü yolunu bize gösterdi ve
cuma, cumartesi, pazar günlerini ibadet günü kılmış oldu. Onlar da kıya­
met günü bu günde bize tabidirler. Dünyada sonuncuyuz ama kıyamet gü­
nünde ilk olan biziz. (641)
Kıyam ete kadar en hayırlı ümmet, Islâm üm meti olarak devam ede­
cektir.
5 — İslâm üm meti ancak hak üzere b irleşir. Ne üzere b irle şirse , işte
o haktır. A le y h isse lâ tu vesse lâm şöyle buyurur: «Ümmetim sapıklık üze­
re birleşmez. Cemaatla beraber olun. Allah'ın eli cemaat üzeredir.» (642)
O halde müslüm an cem aatla beraber olmak, hakla beraber olm aktır.
Ve m üslüm an cem aatten ayrı olmak, haktan da ayrı olm ktır. Onun için d ir
ki R esûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurm uştur : «Kim cemaattan bir karış bile
ayrılırsa, İslâm yularını boynundan çıkarmıştır.» (643)

639 — B uharl
640 — B u h a r!
641 — B u h a r!
642 —• T a b o ra n !
643 — Ebu D avud
295
İ SLÂM

A n ca k cem aat züğürt, c a h ille rin ve fa sıkla rın meydana g e tird ikleri
topluluk değ ildir. Bunlar cem aatı te m sil edem ezler. Cem aat; A lla h ’ı ta­
nıyan, e m irle rin i bilen, onlarla amel eden, ve onlara çağıran rabbânîlerdir.
V elev ki bir kişi dahi olsa. İbn-i M esud şö yle der: «Cemaat, hakka muva­
fakat edendir. V e le v ki yaln ız b ile olsan.» ?
Bu üm m et de ç e ş it ç e şittir. Z ürriyetinden bir çokları sa p ıtab ilir. Y a l­
nız bununla beraber Y üce A lla h bu üm metten daima hak üzere olanların
m evcut olacağını vadeder :
Buharî ve M ü slim R esûlü llah (S.A.V.) in şö yle dediğini rivayet eder­
le r ;

«Ümmetimden daima hak üzere olanlar bulunacaktır. Tâ ki kıyamet


kopar, yine de hak üzere olanlar olacaktır.»
Bu üm met ferdlerd e de ortaya çıkar. B in lerce k işid e de ve bütün be­
şe riyette de.
6 — Y üce A lla h , M uham m ed (S.A.V.)'i bütün insanlara gönderdi :
«Seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderdik.»
«Ey insanlar ben hepinize gönderilmiş Allah’ın elçisiyim» B e şe riyetin hep­
si onun davet üm m etidir. H epsinin onun davetini kabul ederek İslâm üm­
m etine girm eleri gerekir. O İslâm üm m eti ki, peygam berlerin davetini ka­
bul eden üm m ettir. M ü s lü m a n la r. R esûlü llah (S.A.V.)'e niyabeten bütün
insanları bu dine davet etm ekle m ü ke lle ftirler. Ya bu daveti kabul e derler
ya m üslüm anların hakim iyetini kabul ederek cizye v e rirle r veya onlara
savaş a ç ılır. İslâm üm meti sü re k li insanları bu dine davet edecektir. «Din­
de zorlama yoktur.» (644) Bunun için ya iste y e re k İslâm dinine g ire rle r
veya zorla onun h akim iyetini kabul ederler. «Din Allah’ın oluncaya ve fit­
ne tamamen kalkıncaya kadar onlarla savaşın.» (645) Y üce A lla h bu üm­
mete dayanıklığı, yardım ve zaferi vad etm iştir: «Peygamberini hidayetle
ve hak din ile, bütün dinlerin üzerine geçirmek için gönderen O ’dur; ister­
se müşrikler hoş görmesinler.» (646) Ç okça öyle olm uştur. Dünya için d e ­
k ile rle İslâm üm m etine boyun eğerek A lla h ’ın v a ’di tam am lanacaktır.

7 — M üslüm an, İslâm üm m etine m ensup olmak, b a ğ lılık ve kardeş­


liğ in i buna göre tayin etmek; bütün gücünü bu yolda harcam akla İslâm-
dan sarf-ı nazar ederek kavim, vatan veya aşire tin e bağlanm ak arasında
m uhayyer 'b ıra k ılm ış değ ildir. İslâmî bir tarafa bırakarak b a ğ lılık ve kar­
d e şliğ in i kavim , vatan ve aşire tin e verem ez, Y e te n e kle rin i bu uğurda kul­
lanamaz.

644 — B a k a r a : 256
645 — B a k a ra : 193, E n fa l : 39
646 — T e v b e : 33
296
HAYAT NİZAMLARI

M üslüm an bunu yaptığı zaman m üslüm anlıkla iliş k is i k e silir, kâfir


veya münafık^ olur. Bu konuda birçok âyet vardır. M üslüm an, müslüman
cemaata, yani İslâm üm m etine bağlanmak m ecburiyetindedir. Öyle ki
m üslüm anlardan tam bir şe kild e hak üzere olan bir k işi dahi kalm azsa ve
kişi hiçbir şey yapabilecek durumda değilse, yalnız başına bütün insanlar­
dan a y rılır ve böylece sadece kendisi İslâm ümmeti olur.
Buharî, M ü slim ve Ebu Davud, Hüzeyfe'den rivayet e derler :
«İnsanlar Peygam ber (S.A.V.)'den hayırlı şeyle ri sorarlardı. Ben de
kötülüklere düşm em ek için kötü şe y le ri sorardım . Dedim ki: «Ya Resûlül-
lah, biz ca h iliy e t ve şer içe risin d e yd ik A lla h bize bu hayrı gönderdi. Bu
hayırdan sonra şe r olacak mı?» ««Evet» dedi. «O serden sonra yine hayır
olacak mı» dedim. «Evet, (ama) içinde fesat da bulunacak» dedi. «Onun
içindeki fe sa t ne olacak» diye sordum. «Benim sünnetimden başka yollar
seçen ve gösterdiğim hidayetin dışında hidayet yolları arayan bir toplu­
luk» buyurdu. Dedim ki: «O hayırdan sonra şer olacak mı?» «Evet, cehen­
nem kapıları üzerinde duran davetçiler olacak, onların davetini kabul ede­
ni cehenneme atacaklar» dedi. «Ya R esûlüllah o zamana u laşırsam bana
neyi tavsiye edersin?» dedim. «Müslüman cemaat ve başkanlariyla bera­
ber olursun» dedi. «Onların cem aatı ve başkanları olm azsa ne yaparım»
dedim. «O fırkaların hepsinden ayrı ol. Velev ki ölüm ulaşıncaya kadar bir
ağacın köküne dişlerinle tutunup durasın.» dedi»
Hadis-i şe rifte hak ehlinden ayrı kalm anın değil, hak ehli m evcut
olunca onlardan ayrı kalmanın aleyhinde delil vardır. A y rıca ne kadar çok
ve fazla olsa lar batıl e h liyle batıllarında onlara ortak olm anın aleyhinde
delil vardır. 8

8 — Bu üm metten bir kısm ı kavrama, hareket ve davranışlarında


İslâm ’ın kem aline ulaşır, diğer bir kısm ı ise ulaşm az. Bir kısm ı ise asgarî
sın ırla yetinir. Şüphesiz üm met için tem el durumunda olan m eselelere:
devletin siy a se tin e ve takip edilece k yolun tesb itin de alınacak kararlara
ilk kısm ı te şk il edenler katılır. H akkıyla H izb u llah ’ı te m sil edenler, onlar-
dır. Üm m ete yön verecek olanlar yine onlardır. Tarih boyunca müslüman-
ların başına ne gelm işse, buna riayet edilm ediğinden ge lm iştir. R esû lü l­
lah (S.A.V.)’in, Hz. Ebu B e k ir’in ve Hz. Ö m er’in zam anında Hizbullah, adam­
larıyla ve takib edilece k yolu te sb it etm e siyle tamamen haklı idi. Hz.
Ömer, büyük sahabelerin kendisinden uzak yerlere gitm elerine razı olm adı.
Raşid H alifelerden sonra başa geçenler körelm iş dumura uğram ış
kim se le r idi. Şu anda bizler yeni bir doğum üzereyiz. İslâm üm m etinin
bütün haşm etiyle doğumu... O halde şuna dikkat etm eliyiz. İslâm üm me­
tini H izbullah ahlâkına doğru sürükleyeceğiz. İslâm üm m etinin işlerin i

297
___ ______ İ S L Â M __
H izb u liah ’dan olanlara vereceğiz. Sürekli olarak kem ale erm iş sağiam mü-
e sse se le rim izi üm m etin işle rin i düzeltm ek için harekete geçireceğiz. D i­
ğer m ü esse se le rin kem ale erm esine çalışacağız. Üm m etin hepsinin H izb­
u liah ’dan olm asına ça lışacağ ız. Onun için «Cundullah: Sekafeten ve A h la ­
ken» kitabını yazdık. İnşaallah «Cundullah: Tahtîtan ve Tanzimen ve Tenfi-
zen» ism inde bir kitap daha yazacağız. Tâ ki İslâm üm m etinin elinden tuta­
cak H izb u lla h ’ın iste k le rin i, takip edecekleri yolu ve bugün olduğu gibi ya­
rın da A lla h ’ın e m irle rin i nasıl g e rç e k le ştire ce kle rin i izah etm iş olalım .

Hİ L AF E T

A — İslâm üm m etinin im am sız (halifesiz) kalm ası doğru değildir.


M üslüm anların icm aı bu m erkezdedir. Bu konuda bazı İslâm âlim le rin in
görüşleri :
Ş e h ristan î'n in görüşü: Bütün bunlar sahabelerin (ki onlar ilk müslü-
m anlardır) İmamın g e re kliliğ i konusunda görüş b irliğ i içe risin d e olduk­
larını gösterir. Bu yöndeki icm a ’ im am etin vacip olduğuna dair kesin bir
d e lild ir.
İbn-i Haldun'un görüşü: İmamın varlığ ı vacip tir. V a cip oluşu sahabe
ve tabiinin icm aıylad ır. Çünkü R esûlüllah (S.A.V.)’in sahabeleri, o vefat
ettiği zaman hemen Hz. Ebu B e k ir’e biat etmeğe koştular. İşlerinin ida­
resini ona te slim e ttiler. Sonraki asırların hepsinde de durum bu şe kild e
oldu. İnsanlar anarşiye terkedilm edi. B öylece İmamın tayin edilm esi m e­
se le si ilk icm a' olm uş oldu.
Cürcanî'n in görüşü: İmamın tayin e dilm esi, m üslüm anların m aslahat­
larının tam am layıcısı ve dinin en önem li m aksatiarındandır.

N e se fî'n in görüşü: M üslüm anlar im am sız olam azlar. İmam, hüküm le­
ri yerine getirir. H adleri uygular. A ç ık la rı kapatır. A s k e ri hazırlar. Zekâtı
toplar. Z orbacılara ve yol k e s ic ile re engel olur. Topluluk ve bayram ları
idare eder. İnsanlar arasındaki an laşm azlıkları çözüm e bağlar. Hakları il­
gilendiren şehadetleri kabul eder. K im se si bulunmayan genç erkek ve kız­
ları evlen dirir. G anim etleri taksim eder. Ve buna benzer fe rd lerin yalnız
başlarına yerine g etirem eyecekleri işle ri yerine g e tirir ve düzenler.
Üm m etin icm a’ ettiği İmamlık, H a life liğ in kendisidir.
B — H ilafet düzeni yeryüzündeki bütün düzenlerden fa rklıdır. Bazı
yön le riyle bazı düzenlere ben zeyebilir ama bütün olarak diğerlerinden ta­
mamen fa r k lıd ır .'A lla h ’a halife olm anın aslı R esûllerindir: «Ey Davud biz

298
HAYAT NİZAMLAR!

seni yeryüzünde halife kıldık. O halde insanlar arasında adaletle hüküm


ver ve keyfe tabî olma ki, bu seni A lla h 'ın yolundan saptırır.» (647) Sözü­
nü ettiğ im iz İmamet ise, peygam bere halife olm aktır, S e k îf biatından son­
ra kendisine: «Ey A lla h 'ın halifesi...» diyen adama: «Ben A lia h 'ın h a life si
değil, R esû lü ’nün halifesiyim » diyen Hz. Ebu Bekir bunu açıklam ak iste ­
m iştir. H a life liğ i boyunca Hz. Ebu B ekir'e böyle hitap e d ilm işti. A slın d a
İmamet ve H ilafet, R esûllerin dir: H atırlayın ki bir vakit Hz. İbrahim ’i, Rab-
bi bir takım k e lim e le rle im tihan etti. Hz. İbrahim o kelim e leri tamamen
yerine getirdi. A lla h : «Ben, seni, insanlara imam yapacağım» buyurcıu.
(648) H ila fe t düzeni, aslında peygam berliğe h a life lik tir. O halde halifenin
görevi, Peygam bere v aris olm aktır. Yani onun e m irle rin i uygulam aktır.
M e se lâ :

1 — Yüce A lla h , R e sû lü lla h ’ın gö revleri arasında şunu zikred er :


«Nitekim nimetimin tamamlanması meyanında sizden size bir Resul gön­
derdik. Size âyetlerimizi okuyor, sizi şirk ve günahlardan temizliyor, size
bilmediğiniz şeriat hükümlerini bildiriyor.» (649) Böylece halifenin görev­
leri arasında K u ra n ve Sünneti öğretm ek ve onları bunlara göre eğitm ek
vardır.
2 — Yüce A lla h Resulün gö revleri arasında şunu da zikreder: «Fit­
neden eser kalmayıncaya ve din de yalnız Allah’ın oluncaya kadar o müş­
riklerle savaşın...» (650) O halde insanları A lla h ’ın hakim iyetine boyun eğ­
dirm ek de Peygam berin görevidir. H a life le rin de bu konudaki görevi, Re-
sû lü lla h 'ın ça lışm a ların ı tam am lam aktır.
3 — Peygam berlerin görevi, A lla h 'ın adeletini hakim kılm ak ve O ’nun
şe ria tın ı kökle ştirm ektir. H a life le rin görevlerinden biri de budur. H ilafet
m ü esse se si, A lla h 'ın düzenini hakim kılm ak konusunda R esûlüllah (S.A.-
V.)'e vekâlettir.
H ilafet düzeniyle diğer düzenler arasındaki fark, işte buradadır.
C — M üslüm anlar, h a life le rin i kendileri, rızalarıyla ve seçim yoluy­
la se çe rle r. O nların rızaları olm aksızın ve seçim yap ılm a ksızın hiç bir kim ­
se İmam veya H alife olamaz. Bu, m üslüm aniarın hakkıdır. Çünkü Y üce A l­
lah m üm inleri şu şe kild e niteler: «İşleri aralarında şûrâ iledir.» (651) Â y e ­
tin mânası, m üslüm aniarın işle rin in danışm a yoluyla o lacağıdır. M üslüm an-

647 — S a d : 26
648 — İ b r a h im : 124
649 — Â l-i İ m r a n : 164
650 — E n ’a m : 39
651 — Ş u r a : 38

299
İSLÂM

ların en önem li işi, şüphesiz ki İmamlarını se çm e le rid ir. O nların görüşü


alınm adan İmamın tayini yapılam az. Namazda m üslüm anlara İmam ola­
cak kişi hakkında rıza söz konusu olduğu halde, din ve dünya işlerin d e on­
lara imam olacak kim senin rızaları olmadan tayin edilm esi mümkün mü­
dür? Peygam ber efendim iz namazda imam olacak kim se için şöyle buyu­
rur: «Kim cemaat ondan hoşlanmadığı halde onlara imam olursa, namazı
kulaklarının hizasını geçemez.»

D — H iç bir kim senin bu makama kendisini aday gösterm esi caiz de­
ğildir. Bu konuda Peygam ber (S.A.V.) şö yle buyurur :

«Vallahi biz bu işi, onu isteyen veya ona hırsı olan kimseye vermeyiz.»
«Amirliği isteme. Onu isteyerek alırsan onunla başbaşa bırakılırsın.
Ama senden bir istek olmadan sana verilirse, onu yürütmen için yardım
görürsün.»

D evlet başkanlığına kim in aday olacağı, m üslüm anlar tarafından öne­


rilir. M üslüm anların hepsi A lla h ’ın hizbini te şk il ederler. Şüphesiz, bu hiz­
bin ile ri gelenleri vardır. Bunlar, kim ler m üm inlere başkan o lab ile ce kse
onları aday olarak gö ste rirler. M üslüm anlar da bu adaylar için se çim e g i­
rerler. A daylardan hangisi m üslüm anların güvenini daha çok kazanırsa,
ona toplu biat edilir.
Dört Raşid H alifenin se çim i de böyle olm uştur. O gün H izb u llah ’ın
en ile ri gelenleri ulan M uhacir ile Ensar, Peygam berlik h ilafe tin i te m sil
eden dört halifeyi aday gö sterdiler. Scnra bütün m üslüm anlara danışıld ı.
Bütün m üslüm anların kabul etm eleri üzerine biat yapıldı.

E _ H alife s e ç ilip kendisine biat edildikten sonra m üslüm anların


hepsi onun etrafında toplanır. Ve ölünceye, yahut h a life liğ i yürütm ekten
âciz kalıncaya veyahut A lla h ’ın em irle rin in dışına çıkıncaya kadar halife
olarak kalır. Herhangi bir kim seden ona karşı yapılacak ç ık ış la r sa p ık ­
lık ve fa sık lık tır. Peygam ber (S.A.V.) sahih bir hadiste şö yle buyurur :
«İki halifeye biat edilirse onlardan diğerini öldürünüz.» Başka sahih bir
hadiste de şöyle buyurur : «Hepiniz bir kişi etrafında toplandığınız halde
kim size gelir ve ihtilaf çıkararak cemaatınızı bölmek isterse, onu öldü­
rün.» Bu. hakiki bir halifenin adaletle hakim olm ası durum undadır. Çün­
kü m üslüm anların halife yle beraber olarak onlara karşı savaşm ak m ec­
buriyetinde kald ıkları, sapık ve cem attan a y rılm ıştır, ancak haksız yere
hak H alifeye karşı gelenlerdir...
A n ca k Em irülm ü’m inin halkın kendisinden memnun olm adığını göre-
ren halkın biatim bozar veya yeniden güven oyu almak isterse, o başka.

300
HAYAT NİZAMLARI

Ebu Nuaym, Hz. Ebu B e k ir’in şöyle dediğini rivayet eder :


«Ey insanlar, isteyerek veya size ve m üslüm anlara karşı böbürlen­
mek için halife olm adım . Eğer te rsin i düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz.
N efsim i kudretinde tutana yem in ederim ki, hayır. Onu ne isteyerek ve ne
de m üslüm anlardan birine karşı böbürlenm ek için aldım . H içb ir gün böyle
bir ih tirasa kapılm adım . Ne gizli ve ne de açıktan A lla h 'ta n benî H alife
şe çm e sin i dilem edim . Büyük bir iş yüklenm iş durum dayım . A lla h ım ın yar­
dım ı olm azsa ona güç getirem em . Şayet h a life liğ i isteye rek veya m üslü­
manlara karşı böbürlenm ek için aldığım ı sanıyorsanız, onu adaletle yürü­
tecek R esûlüllah (S.A.V.)’in sahabelerinden birine devretm ek isterim .
Onu size iade ediyorum . Yanım da biatin iz kalm am ıştır. Onu dile diğ in ize
verin. Ben de sizin gibi b iriyim artık.»
İbnu'n-Neccar Zeyd b. A li'd e n , o da babalarından rivayet ediyor: Ebu
B ekir (R.A.), R esûlüllah (S.A.V.)’in m inberine çıkarak şöyle dedi: «H alife­
liğim den razı olmayan varsa biatim geri vereyim :» Bunu üç defa tekrar
etti. O zaman Hz. A li b. Ebû Talib kalkarak şö yle dedi: «Hayır V allahi ne
biatım ızdan vazgeçiyoruz ve ne de senin vazgeçm eni istiyoruz. R esûlü l­
lah (S.A.V.) seni m ukaddem leştirdiği halde kim seni geri atabilir.»
F — H alifenin en başta gelen görevi, A lla h ’ın Kitabını hakim kılm ak­
tır. Peygam ber (S.A.V.) şö yle buyurur: «Başınıza geçen başı üzüm tanesi­
ne benzer Habeşî biri olsa da, aranızda Allah’ın kitabını hakim kıldığı müd­
detçe onu dinleyin ve ona itaat edin.» H alife, önce A lla h ’ın kitabıyla kayıt­
lıdır. Sonra, hakkında delaleti ve subutu kesin nass bulunmayan m e se le ­
lerde şûrâ ile kayıtlıd ır. A lla h ’ın Kitabını uygulam am ası caiz olm adığı g i­
bi, ona m uhalif hareket ettiği takdirde makamından a zled ilir. Şûraya mu­
halefeti de caiz değ ild ir ve şûrâ kararlarına m uhalif düştüğü takdirde yine
azled ilir. Çünkü bu em irle ri uygulam ak, fa sık lık tır. Fasıld ık yapan H alife
ise, azled ilm eyi hakkeder. Veya kendiliğinden a zle d ilm iş sa y ılır. Bu ko­
nuda fa kihle r arasında ih tila f vardır.
G — Herhalde bu an lattıklarım ız, m evcut dem okrasi ve m onarşi dü­
ze n le riyle hilafet siste m i arasındaki farkı açıkla r durum dadır. Hz. Ö m er
(R.A.) hilafet siste m iy le diğer sis te m le r arasındaki farkları belirtm e konu­
sunda çok haris idi. İbn-u S a ’d, Sûfyan b. A v c a ’dan şöyle nakleder : Hz.
Öm er bir defasında şöyle dedi : « A lla h ’ım bilem iyorum , ben H alife m iyim ,
yoksa kral m ıyım ? Ben kral isem , bu korkunç birşey.» Bunun üzerine biri
şöyle dedi: «Ey m üm inlerin em iri h ilafe tle k ra llık arasında fark vardır. Ha­
life, ancak hak ile a lır ve haklı elan yere verir. A lla h ’a şü kü rler olsun sen
de öylesin. Am a kral böyle değildir, insanlara zülm eder. H aksız yere bun­
dan alır, diğerine verir.» Hz. Öm er adam ın bu sö zle ri karşısınd a susar.

301
İ SLÂM

İbn-u Said, Selm an'dan yine şöyle nakleder: «Şayet m üslüm anların
tarlalarından bir dirhem veya daha azını vergi olarak alm ış ve onu haksız
yere harcam ış isen, o zaman sen kralsın demektir.» Bunun üzerine Hz.
Ö m er’in gözlerinden yaşlar akmağa başladı.
H — M üm in lerin em iri bütün İslâm üm m etinin güven kaynağıdır.
A lla h ’ın em irlerine bağlı kaldığı m üddetçe verilen hüküm lerden, Ş û râ ’dan
ve hüküm lerin uygulanm asından o sorum ludur. M üm in lerin em iri bu de­
rece so rum lulukları olduğuna göre elbetteki onda bulunm ası gereken bir
takım şartlar da vardır. İslâm î ilim le ri, ictihad yapabilecek derecede b il­
m esi gerekir. Siyaset, idare ve savaş işlerin d e basîret ve malumat sahi­
bi olm alıdır. M üslüm an, m üttekî ve savaş işle rin d e ba sîre t ve malumat
sahibi olm alıdır. M üslüm an, m üttekî ve son derece A lla h 'ta n korkan biri
olm ası şarttır, vs... A y rıca üzerinde ittifak olunmayan bir takım şartlar
da vardır. M e se lâ Ş iîle r, halifenin H aşim i ve Hz. A ii'n in soyundan olm a­
sın ı şart koşarlar. Ehl-i Sünnetin çoğunluğu bunu şart olarak kabul etmez
ama onlara göre halifenin K u re yş’ten olm ası şarttır. Ehl-i sünnetin bir k ıs­
m ıyla h 'a rici’lere göre h a lifeliğ in şartı, ehliyettir. A ile , kabile veya ırk
şartı yoktur.
Bununla beraber nassiar, halifenin K u re yş’ten ve H aşim oğullarından
olm ası üzerinde ısrarla durmaktadır.

Buharî ve M ü s lim ’in rivayet e ttikle ri bir hadiste Peygam ber (S.A.V.)
şöyle buyurur :
«Onlardan iki kişi kaldığı müddetçe bu iş Kureyşliler arasındadır.»
Buharî’nin rivayet ettiği bir hadiste de şöyle buyurur :
«Dini hakim kıldıkları müddetçe bu iş Kureyşliierindir. Onlara karşı
geleni Allah yüzüstü düşürür.» «İmamlar Kureyş’tendir» hadisi meşhurdur.
A n ca k Hz. Ö m er (R A.) halifenin K u re y ş’ten olm ası görüşünde de ğ il­
dir. O, şöyle derdi: «Şayet H üzeyfe’nin kölesi Salim hayatta olsaydı, onu
baş edinirdim .»
İbn-u Haldun bu nassları şuna bağlar: Kureyş kab ilesi, araçların et­
rafında toplandıkları b iric ik kabile idi. Kabile, m ensuplarıyla İslâm 'ın iş le ­
rini ayakta tu tabilecek güçtedir. Kureyş bu yükü taşıyam ıyacağı veya Ku­
re y ş’ten bu görevi yüklenenler doğru yoldan sa p tıkla rı veyahut A lla h ’ ın
dinini daha güzel yüklenecek bir kabile bulunduğu an hilafetin başkaları­
na geçm esi sahih olur.
Ebu B ekir'in S e k îf günü E nsar’la yaptığı tartışm ayı inceleyen, onun
ta rtışm a sın ı m evcut duruma dayandırdığını görecektir. Hz. Ebu Bekir En-
sar'a şö yle dem işti: «Sizde var olduğunu sö y le d iğ in iz iy ilik le re gerçek-

302
HAYAT N İZ A M L A R I

ten sahipsin iz. A ncak araplar arasında bu iş, hep K u re yşiile rin olm uştur.
K u re y ş'lile r hem soy ve hem de yurt itib ariyle arapiarın ortasını te şk il
eder.»
Ebu B ekir işi vakide olan durum açısından değerlendirdi, nassiar a çı­
sından değil. Şüphesiz ki o gün araplar arasında m evcut durum buydu.
R e islik konusunda K u re yş’ten başkasına arapiarın hepsi bağlanamazdı.
Resûlü!lah (S.A.V.) şu sahih hadisinden an laşıld ığ ı gibi bu vakii anlatır.
Peygam ber (S.A.V.) bu hadisinde şöyle buyurur : «Bu işte insaniar Ku-
reyş’e tabidir. Müslüman olanlar, Kureyş'in müslümanlarına, kâfir olanlar
da, Kureyş'in kâfirlerine tabidir.»
H ilafet konusunda vakii nazara almak, önem li bir şeydir. Ş e rif H üse­
yin'in M e k k e ’de g iriştiğ i hareket, İslâm tarihinde önem li bir tecrübedir.
Bu hareket, hilafeti tekrar araplara geri getirm eyi hedef edinen ilk hare­
ket idi. Lâkin netice hem hilafetin y ıkılm a sıyla ve hem de arapiarın ken­
d ile rin i kâfir e m p eryalistlerin boyunduruğuna d ü şü rm eleriyle sonuçlandı.
Ve bugünkü irtidat hareketinin doğup büyüm esine zem in hazırladı.
G e rçe k m üslüm an, Rabbini fiile n ve şuuren seven, m üslüm anlara karşı
alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve A lla h yolunda savaşm aktan çe kin ­
meyen kim sedir.
A lla h 'ın hizbi olm aya layık ve hilafe t işin i karara bağlayıp onu e h li­
ne vere ce k olan, işte bu m üslüm andır. Bir kabile veya topluluk bu sıfatları
veya sıfatlardan birini kaybedip gerekli sıfa tla rı taşıyan başka bir toplu­
luk bulununca hilâfe t işin ' onların halletm esi normal ve haliyle olacak bir
şeydir.
M eselâ, O sm anoğulları ortaya çık tık la rı zaman İslâm âlem inin hep­
sinde cihad ruhu ve savaş yeteneği zayıflam ıştı. Şayet d zaman İslâm
âlem inde bir ista tis tik yap ılm ış olsaydı, onlara tabi olanlardan cihad ru­
hunu taşıyan ların çoğunlukta olduğu görülecekti. Çünkü onlar, hem m üs­
lümanlara ve hem de müslüm an olm ayanlara hakim oldular. H ilafetin on­
lara geçm esi elbetteki norm aldir. H ilafet m e se le le rin i te sb it etme konu­
sunda bir ırkın diğer bir ırka üstün tutulm asını istem e suçu, müslüman-
ların hepsine ait olan bir suçtur. Çünkü bu durumda müslüm an, İslâm
şa hsiyetin i kaybediyor.
Am a m üslüm anların hepsi anlattığım ız mânada m ücahidier durumu­
na yü kselince, hilafetin bütün m üsiüm anlar arasında şûrâ ile olm asından
başka çıkar yol yoktur.
Her ne durumda olursa olsun, iş normal seyrini takip edince m üslü­
manlara ve onlarda bulunan Ehl-i Hal ve A kd'e bağlıdır. Aday gösterecek,

303
_______ JjsJL Â M ___

s eçim i yapacak ve karar vere ce k olanlar onlardır. M ese le, olacağı zamar.
hükme bağlanır. Şûrâ. ancak hayır getirir. Buna inanıyoruz.
İ — İslâm hilafeti ç e ş itli şe k il ve devreler g e çirm iştir :
1 — Raşid hilafe t devri.
2 — Yezid devrinin sonuna kadar, ilk Emevi H ilafeti.
3 — İbnü’z-Zübeyr’in hilafeti.
4 — M ervan b. M uham m ed devrinin sonuna kadar, ikinci Emevi hila­
feti.
5 — Bağdad’ın düşüşüne kadar, A b b a sî hilafeti.
6 — Sultan S e lim 'in K ahireyi istilâ sın a kadar, Kahire A b b a sî h ilafe­
ti. Sonra A b b a sî hilafe ti son bulup hilafet Sultan S e lim ’e geçiyor.
7 — Ve 1924 yılınd a son bulan, O sm anlı hilafeti.
Şüphesiz hilafetin bu şe k ild e bir s ils ile takip etm esi, hilafet müesse-
se sin in g e lişm e si sonucu takip edilen normal bir durum değildir. Çünkü
hilafe t şu prensipler üzere kuruludur :
a — Cem aat, halife olm aya ehil olanları aday olarak gösterir.
b — Sonra halife için Ehl-i Hal ve A k d ’in se çim i yapılır.
c — Sonra, m üsülm anların hepsi se çile n halifeye biat eder. Bu biat,
itaat karşılığın da halifeye A lla h ’ın e m irlerini uygulam a y e tkisin i verm ektir.
d — Bundan böyle halife İslâmî uygular ve m üslüm anların işle rin i İs-
lâma göre bir düzene sokar.
Şüphesiz m üslüm anların başına geçen h a life le r müslüm an id iler. İs­
lâm ’dan başkasına inanm ıyorlardı. Başka inançları yoktu. İnanç ve davra­
nışlarında m üslüm anların İslâm'a uym alarını istiyo rla rdı. Y aln ız kendi şa­
h ısların ı ilg ile n d iren bazı m e selelerde değil. Yukarıda zikrettiğ im iz pren­
sip le r tam uygulanm ıyordu. Hatta bazısı katiyyen nazarı itibara alınm ıyo r­
du. B ir kısm ı da e ksik uygulanıyordu. Bazan hilafet, tamamen şe k lî idi.
Am a her ne olursa olsun hilafe t vardı ve fonksiyonsuz olm asının müslü-
manlara yüklediği suç, tamamen yok olm asının yüklediği suçtan daha
azdır.
H ilafetin takip ettiği se yri ve başa geçenlerin eh liye t durum larını bir
tarafa bırakıyoruz ve ile ri sürülen yan lış bir iddia üzerinde durmak istiyo ­
ruz.
Raşid H alifele rin son bulm asıyla hilafetin de son bulduğunu sananlar
yan ılıyorlar. N asslara ve vakie ters düşüyorlar. Çünkü M ü slim ve diğer­
lerinin C a b ir b. Sem u re’den rivayet e ttikle ri sahih bir hadiste şöyle buyu­
rulur: «Babamla beraber Peygam ber (S.A.V.)’in yanma girdim . O ’nun şöy-

304
HAYAT NİZAMLARI

!e dediğini duydum: «Bu iş son bulmaz, tâki aralarında oniki halife geçme­
dikçe... Hepsi de Kureyş’tendir.» Ö yle görünüyor ki bu. Ö m er b. Abdülaziz
devrinin sonuna kadardır. Çünkü M e rv a n ’ı ç ık a rır ve İbnü'z-Zübeyr'i halife
sayacak olursak durum beyledir. Veya aksini kabul etsek yine aynidir. Ha­
disten m aksadın ard arda gelm e şe klind e kabul edersek, durum budur.
H adisin diğer rivayetleri bir araya g e tirilirse başka yorum lar ortaya çık a ­
b ilir. Lâkin ne olursa olsun her durumda dört Râşid halifeden sonra da
halife liğ in var olduğu ortadadır.
H a life liğ in dört Râşid h a lifeyle son bulduğunu sö yle ye n le rin vakıaya
ters düşm elerine gelince, m üslüm anların çoğunluğu sonraki h a life le ri, ha­
life olarak kabul etm iştir. Bu dahi onların ş e r'i yönden halife sayılm alarına
yeterlid ir. Kaldı ki, bu h a lifelerin hepsi m üslüm an idi ve İslâm'dan başka
b irşe y kabul etm iyorlardı. Bazan zayıf ve bazan gevşek olm alarına rağ­
men İslâm uygulanıyordu. Bu zayıflık, idareyi İslâm d ışı sayacak derecede
değildi.
J — H ilafet s ils ile s i yukarıda n a klettiğim iz şe kild e değildir. Çünkü
Endülüs'de Abdurrahm an en-Nasır kendisini halife ilân etm iştir. M ağrib
krallarından birçoğu ken dilerin i halife ilân e tm işlerd ir. Bu h a life le r konu­
sunda tartışm alara girm ek istem iyoruz. A nlatm ak isted iğ im iz, bir anda
birden fazla halifenin var olduğudur. M üslüm anların birden fazla h a life le ­
rinin bulunm ası caiz m idir? M a lik i fa kih le r bunu caiz görür. Çünkü Da-
ru'l-İslâm ’ın sın ırla rı çok gen iştir, derler. A n ca k bu içtihadın değeri nedir?
Şuna dikkat ed ilm eli ki bu ietihad, birden fazla halifenin olam ıyacağı
konusunda icm a' yapıldıktan sonra ortaya a tılm ıştır. A y rıca bu, b e lli bir
çevrede, M ağrib çevresinde ortaya ç ık m ıştır. Ve görüyoruz ki şarklı h ali­
feye karşı ken dilerin i halife edenlerin hepsi M ağ rib 'iid ir.
Bu, işin b irin ci yönü. İkinci yönden m eseleyi ele aldığım ızda: Hilafet,
İslâm üm m etinin aske rî ve s iy a s î b irliğ in in görüntüsüdür. Bu b irliğ in ola­
bilm e si için m üslüm anların tek b ir m erkezden idare edilm eleri şarttır.
M e s e le y i başka bir yönden ele aldığım ızda şu durumla karşılaşıyo ru z :
A d a le t ehli, Hz. A li’nin M uaviye ile savaşm asını adaletli bir savaş olarak
görür. Şayet birden fazla halife o lab ilse yd i, bu savaş, adaletli bir savaş
sayılm azdı.
A y rıca bu görüşü ile ri sü ren ler M ü s lim ’in rivayet ettiği şu hadis için
ne derler: «İki halifeye biat edilirse onlardan diğ e rin i öldürün...»
İslâm üm m etinin b irliğ i, hilafe t ve hacda kendisini gösterir. Tek bir
Kâbe ve tek bir İmam. Buharî ve M ü slim , Ebu H üreyre’den şu hadisi ri­
vayet ederler: «İsrajioğullarını peygamberler idare ederdi. B ir Peygamber

305
İ SLÂM

vefat ettimi diğeri idareyi ele alırdı. Benden sonra ise peygamber yoktur.
Benden sonra halifeler olacak ve çoğalacaklar.» D ediler ki : «Bize neyi
emredersin?» «Önce kendisine biat ettiğiniz kimseye vefalı olun. Sonra
onlara haklarını verin ve kendiniz için Allah’tan dileyin. Muhakkak ki Al­
lah onlardan, idare ettiklerinden dolayı hesap soracaktır.»
K — Bir h a lifeye biat yapıldıktan sonra bütün m üslüm anların ona
itaat etm eleri vacip olur. Ona karşı gelm ek ve itaat etm em ek haramdır.
M ü slim ve T irm izi R esû lü llah (S.A.V.)’in şöyle dediğini rivayet eder­
ler :
«Bana itaat eden Allah’a itaat etmiş olur, bana isyan eden Allah'a
isyan etmiş olur.. Kim emîre itaat ederse bana itaat etmiş olur ve kim
emîr’e isyan ederse bana isyan etmiş olur.»
M a lik hariç Kütüb-i H a m s e n in rivayet e ttik le ri bir hadiste Peygam­
ber (S.A.V.) şöyle buyurur :
«Masiyetle emir olunmadıkça, hoş görsün veya görmesin müminin
emre itaat etmesi lâzımdır. Masiyetle emrolunursa dinlemez ve itaat et­
mez.»
Buharı ve M ü slim 'in rivayet e ttik le ri bir hadiste de şöyle buyurur :
«Her kim emîrinden sevmediği bir hareket görürse sabretsin. Çün­
kü her kim sultana itaattan bir arşın dışarı çıkarsa, o, cahiliyet ölümüy­
le ölür.»
Buharî, M ü slim ve Ebû Davud'un rivayet e ttikle ri bir hadiste de şöyle
buyurur :
«Üç kişi vardır ki, Allah kıyamet gününde onlara söylemez, onlara
bakmaz ve onları tezkiye etmez. Ve onlar için acıklı bir azap vardır... Ve
bir kimse ki, İmam’a ancak dünya için biat eder; dilediği dünyalık birşeyi
ona verirse, ona vefalı davranır. Ama istediğini ona vermezse, kendisine
vefasızlık eder.»
«İmamlarınızın hayırlısı sizi sevenleriniz ve sizlerin de sevdikleriniz-
dir. Siz onlara, onlar da size dua ederler. İmamlarınızın en şerlisi o kim­
selerdir ki siz onları, onlar da sizleri sevmezler. Si2 onlara onlar da size
beddua ederler,» buyurunca denildi ki; «Ya R esûlüllah onlara k ılıç çekmi-
yelim mi?» «Hayır onlar aranızda namaz kıldıkça çekmeyiniz. Onların iş­
lerini kerih gördüğünüz zaman kötü görün yine de itaatten el çekmeyin.»
(652)
«Başınızda bulunan emirlerden iyi veya kötü haller müşahede edebi­
lirsiniz o zaman onların kötülüğünü hoş görmiyen manevi sorumluluktan
652 — M ü slim ;

306
HAYAT NİZAMLAR!

kurtulur. Onlarla dili ile, eliyle mücadele verenler günahtan salim olurlar,
fakat rıza gösterenler ve onlara tabi olanlar sorumluluk alırlar,» diye bu­
yurunca sahabî, «Ya R esûlüllah onlarla savaş yapm ıyalım mı?» diye Pey­
gam berim izin fik rin i öğrenm ek için sual sorm uşlard ı. Resûl-ü Ekrem de
cevaben: «Hayır namaz kıldıkları müddetçe savaş yapmayınız» (653)
D evlet başkanından apaçık küfür görülünce ona karşı gelinir. A p a­
çık küfür, iki şehadeti bozan durumdur. (Rükünler bölüm ünde buna örnek­
ler verm iştik.) A n ca k fakihler, d e vle t başkanı fâ sık olunca, fışkından do­
layı makamından düşürülür mü, düşürülm ez m i? m e se le si üzerinde dur­
m uşlardır. Bu konuda şö yle derler: F itn e siz onu dü şü reb ilirsek, düşürü­
rüz. Yoksa, hayır.
Bir İmama biat edildikten sonra m üslüm anın önünde bir yol vardır.
O da, H alifeye itaat etm ek ve ona karşı g e le n le rle savaşm ak.
A ncak A lla h bizi h a lifeye karşı gelm ekten sa kın d ırm ışsa bunun mâ­
nası, ona hakkı ta vsiye etm eyecek ve hakka uym asını da istem iye ce ğ iz
dem ek değildir. Onunla savaşm am ız haram dır ama ona öğüt verm em iz,
adaletle hükm etm esini istem em iz ve zülm e düşerek sapıttığında ona itaat
etm em em iz de v a cip tir :
«Cihadın en faziletlisi, zalim sultanın yanında söylenen doğru sözdür.»
«Din nasihattir... Allah için, Resulü için ve bütün miislümanlar için»
O halde m üslüm anların halifeye karşı takın acakları tavır, iyi husus­
larda ona itaat etm e le rid ir. Onun hakka bağlı kalm ası da, hilafe tin edeple-
rindendir.
Bu genel açıklam alardan sonra Tlstad A b d u lka d ir Üdeh'in kitabından
hilafe tle ilg ili bölümü aşağıya aktaracağız. A n ca k bu kitapla in sicam ha­
linde olm ası açısından bazı c ü m le le rin i atarak nakledeceğiz. Bu arada ba­
zı tekrarlar olacaktır. A m a bunda fayda mülahaza ettiğ im iz için b ir sa kın ­
ca görmüyoruz.

HİLAFET VEYA İMAMET-İ UZMÂ


Hilâfetin Mânası :

H ilâfet veya İmam-ı Uzmâ İslâm devletinin başkanlığını ifade eder.


H alife veya el-İm am 'ul-A’zam İslâm devletinin başkanı dem ektir.
İslâm devleti, farz ve toplum lara hakim olan ve dünya hayatında on­
lara yol gösteren İslâm ’a dayandığından, İslâm fa kih le rin in görüşüne gö­
re halifenin iki görevi vardır.
653 — M üslim , E b u D a v u d , T irm iz i

307
İSLÂM

Birincisi : İslâm dinini hakim kılm ak ve em irle rin i uygulamak.


İkincisi : İslâm 'ın tayin ettiği şe k ild e devleti idare etmek. H alifenin
görevini kısaca «İslâm ’ı hakim kılmak» şeklinde de ifade e debiliriz. Çün­
kü bild iğ im iz gibi İslâm hem din ve hem de devlettir. İslâm ’ı hakim kılmak,
dini hakim kılm ak ve devleti İslâm 'ın çizd iği yoldan idare, etm ektir.
Daha önce İslâm devletinin görevinin İslâm 'ı hakim kılm ak olduğunu
b e lirtm iştik.
Fakihler hilafeti bu mâna çerçevesin de tarif eder. Hilâfet, Peygam­
ber (S.A.V.)'e rıiyabeten din ve dünya işle rin in bütününe başkanlık etm ek­
tir, şeklinde ta rif edildiğ i gibi dini ayakta tutm ak ve şe ria t hüküm lerini
korumak konusunda R esûlüllah (S.A.V.)’e vekâ lettir şeklinde de ta rif ede­
b iliriz. Üm m etin hepsi bu hilafete tabi olm ak m ecburiyetindedir. (654)
M a v e rd i’nin ta rifi : İmamet ism i verilen hilâfet, din ve dünyaya ait
işle rin yürütülm esi için Nübüvvete halef olarak konulm uş bir m ü esse se ­
dir.» (655)
ibn-u Haldun'un tarifi: Bütün işle ri şeriata uydurarak insanların uh-
revî ve ona tabi olan dünyevî m aslahatlarını sağlam aktır. Çünkü dünya
hallerinin hepsi Şariin yanında ahiret m aslahatları şeklinde değ erlen diri­
lir. Onun için hilâfet aslında din ve dünya siya se tin i dine göre ayarlamak
ve korumak konusunda şeriatın sahibine halife olmaktır.» (656)
Bu tem ele göre Ebu B ekir (R.A.) R esûlüllah (S.A.V.)’in A lla h 'ın em ­
rini hakim kıldığın ı, Hz. Ebu B ekir'in de ayni şeyi yaptığını söyleyerek
onu «A llah'ın H alifesi» şe klind e isim lend irm eyi uygun görmüştür. Bun­
lara göre Hz. Muham m ed (S.A.V.)'le Hz. Ebû Bekir (R.A.), her ik isi de A l­
lah'ın h a life le rid ir. A ncak Hz. Ebû Bekir, R esûlüllah (S.A.V.)'in halifes:
olarak isim le n d irilm e sin i istem iştir...
Hz. Ö m er halife se ç ild iğ i zaman, halife liğ in , Rasûlüllah (S.A.V.)'e
ulaşıncaya kadar s ils ile li olarak ha life le rin birb irle rin e izafe edilm elerin-
dense, devlet re isin in Em irülm ü'm inin şeklinde isim le n d irilm e sin i uygun
gördü. Bu tarihten itibaren İslâm devleti başkanına Em irülm ü'm inin de­
mek âdet halini aldı. Lâkin görev, ilk isim lend irm eye (H ilâfet veya im a­
met) uygun kaldı. Bu görevi yerine ge tiren (Em irülm ü'm inin) çağrılm ışsa
da, izafet yapılm aksızın ona «Halife» ism i de v e rilm iştir.

654 - - el-D ev ak ıf, Sh. 603; e l-M u sa m e re , C. 2 , Sh. 141; E s n a ’l-M etalib ve H
ş iy e tü ’l-Ş ih ab e r-R e m e li, C. 4, Sh. 103
655 — A h k a m u 's - S u lta n iy y e , Sh. 3
656 — M u k a d d im e . Sh. 180

308
HAYAT NİZAMLARI

H alife bazan «El-İmam'ul-A’zam» şe klin d e isim le n d irilir. Bu isim le n ­


dirm e Kasas sûresindeki «Biz de istiyorduk ki, o yerde ezilmekte olanla­
ra lütuf yapalım ve onları imamlar ve mirasçılar kılalım» (657) ayetinden
çıkıyor. H alifeyi «A zam » sıfa tıyla nitelem ek ise, onu namaz kıldıran im am ­
dan ayırm ak içindir.

HALİFELİĞİ HAKİM KILMAK FARZDIR


H ilâfet, cihad gibi farz-ı kifayelerdendir. Ona ehil olan, onu ayakta
tuttuğu m üddetçe fa rzlık bütün m üslüm anların boynundan kalkar. Am a
o, ayakta değilse, ehil e lle re geçinceye kadar onu kurmak bütün müslü-
manlara farzdır ve onun yokluğunun günahı bütün m üslüm anları ilg ile n ­
dirir.
Bazıları ise, günahın sadece iki guruba ait olduğunu ile ri sü rerler.
Bunlardan b irin c isi : E hlü 'rey’dir. H alife s e çilin ce y e kadar bunlar m esu l­
dür. İkincisi ise, h a life lik vasfına haiz olanlardır. Tâ ki aralarından bir ha­
life se ç ilin c e y e kadar. (658)
G erçek o ki, günah bütün m üslüm aniarındır. Çünkü şeriata muhatap
olan, m üslüm anların hepsidir. Ve hepsi şe ria tın uygulanm asından sorum ­
ludur...

HALİFELİĞİN FARZ O LU Ş U N U N KAYNAĞI


H ilafetin farz olduğuna dair ilk kaynak şariin ken disidir. H ilafet veya
İmamet şe r'i bir farzdır. Ş e rîa t onu her m üsülm ana vacip kılar... H erke­
si ona muhatap tutar. Bu farz yerin e g e tirilin ce y e kadar bütün müslüman-
lar sorum ludur. Y erin e g e tirilin ce fa rzlık sa kıt olur. Tâ ki, H alife a zle d ilin ­
ce veya ölünceye kadar. H ilâfetin farz olduğuna d a ir' d e lille r :
Birincisi : H ilâfet veya İmamet f iilî bir sünnettir. R esûlüllah (S.A.V.)
bizzat kendisi fiile n onu yerin e ge tirm iştir.
R esûlüllah (S.A.V.) m üslüm anlardan s iy a sî bir b irlik meydana getir­
di. H epsinden bir devlet meydana getirdi. Ve bu devletin re isi veya
İmam ı A ’zam ’ı kendisi oldu. R esûlü llah (S.A.V.)’in iki görevi vardı: B ir in ­
cis i : A lla h ’dan gelen em irle ri tebliğ etm ek. İkincisi : A lla h 'ın em irle rin i
uygulam ak ve devletin siy a se tin i bu e m irle r doğrultusunda yönetm ek. Re­
sûlüllah (S.A.V.)’in vefatı ve vahyin k e silm e siy le tebliğ devri son bulm uş­
tur.
657 — K asa s : 5
653 — F e rra . A h k a n ıu ’s-S u lta n iy y e , Sh. 3; M a v e rd i, A h k a m a 's -S u lta n iy y e Slı. 4

309
İ SLÂM

R esûlü llah (S.A.V.)’in vefatından sonra Kur'ân-ı Kerim ve Sünnet var


olduğu için te bliğe ihtiyaç yoksa da insanlar Kur'ân ve Sünneti onlara
uygulayacak ve onları İslâm sın ırla rı iç e risin d e idare edecek birine şid ­
detle m uhtaçtır. N itekim R esûlü llah (S.A.V.)’in kendisi m üslüm anları s i­
yasi b ir b irlik olarak görm üştür.
«Kim itaattan çıkarsa kıyamet gününde dayanağı olmadan Allah’la kar­
şılaşır. Ve, kim boynunda bir biat olmaksızın ölürse, cahiliyet ölümüyle
ölmüştür.»
«Bana itaat etmeniz Allah’a itaattandır. İmamlarınıza itaat etmeniz de
bana itaattandır.»
«Benden sonra peygamber yoktur. Fakat halifeler olacaklar ve çoğa­
lacaklar.» «Bize neyi em redersin ya R esûlüllah» dediler. «İlkine yaptığınız
biata vefalı kalın ve onlara haklarını verin. Allah onları yönettiklerinden
sorumlu tutacaktır.»
«İki halifeye biat yapılırsa onlardan diğerini {sıra itib a riy le ikinci ola­
nı) öldürün.»
Bütün bu nasslardan, m üslüm anların kendilerine bir İmam veya Ha­
life se çm e le rin in gerekli olduğunu anlıyoruz. İmamı olm adığı halde ölen
m üslüm an, ca h iliy e t ölüm üyle ölür. A y rıca yaln ız bir İmam se çm e le ri ge­
rekiyor. Şayet iki kişiy e biat e d ilirse , sıra bakım ından sonra se çile n işi
b irin ciye bırakm am akta dire n irse öldürülür. B ir İmam etrafında to p la n a n
m üslüm anların b irliğ in i bozan kim se de öldürülür.
İkincisi : Y üce A lla h , d ille rin in , ırkların ın ve m illiy e tle rin in farklı o l­
m asına rağmen bütün m üslüm anları tek bir üm m et k ılm ış tır :
«İşte bu ümmetiniz, tek bir ümmettir. Ben de Rabbınızım, benden sa­
kının. (659)
«İşte bu ümmetiniz, tek bir ümmettir. Ben de Rabbinizim, bana ibadet
edin.» (660)
Bütün m üslüm anların b irle şm e le ri ve K u ra n bayrağının altında bir
a ra y a gelm eleri va cip d ir : «Hepiniz Allah’ın ipine sarılın ve dağılmayın...»
(661)
M üslüm anların tefrika halinde olm aları ve çe kişm e le ri ise, haram dır :
«Dağılan ve ihtilâfa düşenler gibi olmayın.» (662) «Birbirinizle çekişmeyin.
Sonra içinize korku düşer ve kuvvetiniz elden gider..» (663)
659 — M u m in û n : 5-2
660 — E n b iy a : 92
661 — Â l-i İm ra n -. 103
662 — Al-i İm ra n : 105
663 — E n fa l : 40

310
HAYAT NİZAMLARI

Bütün bu âyetler m üslüm anların tek b ir üm met olm aları s iy a s î bir bir­
lik kurm aları gerektiğini bild iriyo r. M üslüm anların ken diliklerin den bir
devlet içe risin de toplanm alarına işaret ediyor.
R esûlüllah (S.A.V.) den rivayet edilen hadislerde de şöyle buyurulu­
yor :
Tenha bir yerde bulunan üç kişinin, aralarından birini kendilerine
başkan seçmemeleri helal değildir.»
«Yolculuğa çıkan üç kişi aralarından birini kendilerine başkan seç­
sinler.»
Bu iki hadisten üç ve üçten fazla topluluğun ken dilerin e bir başkan
seçm eleri gerektiği b ild iriliy o r. Çünkü ancak bu şe k ild e ihtilaftan kurtu­
lur ve herkes benim dediğim olsun tefrikasınd an em in olurlar. Hem bir
kişi üzerinde ittifak etm eleri, sö zle rin in b irliğ in i ve aralarında b irlik bağı­
nın olm asını sağlar.
Tenha bir yerde veya yola çıkan üç k işi için böyle bir em rin olm ası,
köy ve şehirlerd e y e rle şik olan birçok insan için bu em ir daha çok geçer-
lidir. A ralarınd aki zülm ün bertaraf e d ilm esi ve an laşm azlıkların g id e rilm e ­
si için bu gereklidir.
Daha önce aktardığım ız ha d isle ri bir tarafta bıraksak bile yalnız bu
iki hadise dayanarak m üslüm anların ken dilerin e bir İmam veya H alife s e ç ­
m elerinin gerektiğini s ö y liy e b iliriz . A y rıc a m üslüm anların hepsi tek b ir
ümmet olduklarından kendilerine yaln ız bir k işiy i se çe rle r.
Üçüncüsü : Yüce A lla h m üslüm anların hepsini tek b ir üm met k ılm ış
ve onların kendilerine bir d evlet kurm alarını iste m iştir. D evlet y ö n e tilir­
ken işlerin in şûrâ ile olacağını da be lirtm iştir: «İşleri aralarında şûrâ ile ­
dir.» M üslüm anların hepsi tek bir üm m et olduklarına ve id are cile rin i ken­
di aralarından se çm e le ri gerektiğine göre müslüm an devlet için bir İmam
seçm eleri gerekir. Birden fazla kim seye biat etm eleri caiz değildir.

İMAMDA BULUNMASI GEREKLİ OLAN ŞARTLAR


H erkesin İmam veya H alife olm ası caiz değildir. Çünkü İmamın va-
z *esl çok önem lidir. Bu vazifeyi yüklenecek kişin in belli sıfatlara haiz
a - a s : gerekir, imam veya H a life ’de bulunm ası gerekli olan şartlar şun-
ardır :

1 — İSLÂM
İmam veya H alife'n in m üslüm an olm ası gerekir. Çünkü onun v azi­
fe- bunu gerektirir. Onun görevi, dini ayakta tutmak ve devlet idaresini

311
İ S L A M

Islâm 'ın sın ırla rı ç e rç e v e sin d e yürütm ektir. A n c a k İslâm ’a inanan bir müs-
lüm an bu işi sa ğ lık lı b ir ş e k ild e yürüteb ilir. İslâm ’ın pre nsip ve yön elişle
nni bilm eyen bu görevi yürütm ez. O halde İslâm de v le tin in b a şkan ı m ut­
laka m üslüm an olm alıdır.
M ü slü m a n olm ayan bir kim senin m ü slü m an lara ba şk an olm a sı ca iz
değ ildir. Y ü c e A lla h ’ ın şu âyetin den de bunu a n lıy o ru z : «Müminler, mü­
minlerden ayrılıp kâfirleri dost edinmesin. Bunu her kim y a p a rsa artık
Allah'tan ilişiği kesilmiş olur.» (664) İslâm, m üm inlerin m üm in o lm a ya n ­
ları do st e din m elerini y a sa k la d ığ ın a göre, o n la rı ken dilerin e baş ed in m e ­
lerini de y a sa k la m ıştır. Ç ün kü bu da d o stluktur.
Bu konuda yü ce A lla h yine şö y le b u y u r u r :
«Erkek ve kadın bütün müminler, birbirlerinin yardımcılarıdır...» (665)
«Kâfirler de birbirilerinin yardımcılarıdır. Eğer siz emredildiğiniz gibi
yardımlaşmazsanız, yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat olur.» 666 ( )

«Allah elbette kâfirler için müminler aleyhine bir yol verecek d e ğ il­
dir.» (667)

2 — ERKEK OLMAK
İmam veya H alifen in e rkek o lm a sı şarttır. Ç ün kü kadın y a ra tılışı iti­
bariyle d e v le t b a şk a n lığ ın ı gü zel bir şe k ild e yürütem ez. H alifen in işi a ğ ır­
dır. D evam lı ç a lışm a yı, orduya kum anda etm eyi ve devletin bütün işle ­
rini yürütm eyi gerektirir.
Peygam ber (S.A.V.) bu konuda şö y le b u y u r u r : «Kendilerine bir ka­
dını başkan yapan kavim felah bulmaz.»

3 _ MÜKELLEF OLMAK
im am veya H alifen in m ü kellef olm ası, yani â k il ve bâliğ olm a sı ş a rt­
tır. Ç o cu k , d e li ve bunak d e v le t işlerin i yürütm ez. Ç ün kü İm am lık b a ş ­
kala rın ın so rum luluğun u ta şım a ktır. H alb uki bunlar kendi so ru m lu lu k la rı­
nı yü k le n e ce k durum da değildir. B a şk a la rın ın so rum luluğun u n asıl y ü kle n ­
s in le r ? İslâm 'a göre ç o c u k deli ve bunak sorum lu değ ildir. Peygam ber
(S.A.V.) ‘şö y le b u y u r u r : «Kalem üç kişiden kaldırılmıştır: Ç o cu kta n , b â ­
liğ o lu n ca y a kadar. U yuyandan, u y a n ın ca ya kadar. Deliden, a k ılla n ın ca y o
kadar.»

664 — Âl-1 İm ran : 28


665 — Tevbe : 71
666 — E nfal : 73
667 — Nisa : 141

312
HAYAT NİZAMLARI

4 — İLİM
İmam veya H alifenin âlim olm ası şarttır. En önce b ilm esi gereken
hususlar İslâm î hüküm lerdir. Çünkü bu hüküm leri uygulayacaktır. D evlet
idaresini bu hüküm lerin çizd iği çerçeve içe risin d e yürütecektir. Şayet İs­
lâm î hüküm leri bilm iyorsa İmamlığa ge tirilm e si caiz değildir. Bazıları,
İmamın İslâm î hüküm ler konusundaki b ilg isin in m u ka llid lik seviyesind e
o lm asını yeterli görm üyorlar. Çünkü m ukallidlik, bir e ksik liktir. H alifenin
rnüctehid derecesinde olm ası onlara göre şarttır. Çünkü onların görüşüne
göre İmamlık, sıfa t ve davranışlarda kemal sahibi olm ayı gerektirir. Geri
kalan diğer âlim le r ise, İmamın m ukallid olm asını caiz görür ve mücte-
hidiiği bir şart olarak ile ri sürm ezler. (668)
İmamın İslâm î hüküm leri b ilm esi de yeterli değildir. Yüksek seviyede
kültürlü olm ası gerekir: A srın ın ilim le rin i bilm elidir. M uta h a ssıs derece­
sinde olm azsa bile yeterli m iktarda bu ilim le ri bile cektir. D e vletler kanu­
nunu, devletler arasındaki antlaşm alari, tic a rî sö zle şm e le ri ve bu konula­
rın tarihini de b ilm esi gerekir.

5 — ADALET
İmam veya H alifenin adaletli olm ası şarttır. Çünkü adaletin gerekli
olduğu birçok m üessese bu makamın gözetim i altındadır. O halde ö n ce lik­
le adaletin bu makamda sözkonusu olm ası gerekir.
Fakîhlere göre adalet, farzları ve faziletten sayılan şe y le ri yerine ge­
tirm ekle m asiyet, çirk in davranış ve şahsiyete dokunan hareketlerden
uzak olm aktır. B azıları adaletin H alife olacak şahısta m eleke halinde o l­
m asını şart koşarlar. Bazıları da, davranışlarıyla âdil olan kim sede ada­
let m eleke halini a lır diyor. (669)

6 — YETERLİLİK
İmam veya H alife olacak şahsın insanları idare edebilecek, onlara yön
verecek, ve siy a si engelleri atlatabilecek güçte olm ası şarttır.

608 — el-M ev ak ıf, Sh. 605; e l-M u h a ilâ , C. 9, Sh. 632; E sn â ’l-M e ta lib ve H a-
şiy e tu ş-Ş ih ab , Sh. 108; el- M ilel v e 'n -N ih a l, C. 4, Sh. 166; A n k a m u 's-
S u lta n iy y e (M a v e rd i), Sh. 4; e l-M u sa m e re , C. 2 Sh. 263; e l-H ilafetu ,
sh. 16
669 — el-Milel v e'n -N ih al, C. 4, Sh. 167; M u k a d d i m e t u 'l İbıı-i H a ld u n , Sh. 183
el-M evakıf, Sh. 605-606, el-M u sam ere, C. 2, Sh, 162-164; A h k a m u ’s-Sul-
ta n iy y e , Sh. 625

313
İSLÂM

7 — SAĞLIKLI OLMAK

B azıları imam veya H alifenin duyularının ve diğer organlarının sağlam


o lm asını şart koşar. Körlük, sa ğ ırlık, d ils iz lik ve to pallık halife olm aya en­
geldir. Bu görüşte olanlar, organları sağlam olmayan kim senin işle ri ye­
te rin ce yerine getirem iyeceğin i sebep olarak gösterirler.

8 — KUREYŞLİ OLMAK

ih tilâ flı bir şarttır. Cum hur imam veya H alifenin K u re y ş’ten olmasın^
şart koşar. Bu konuda d e lille ri Peygam ber (S.A.V.)’den bu konuda rivayet
edilen hadislerdir. Peygam ber (S.A.V.)’in şöyle rivayet ettiği nakled ilir :
«İmamlar Kureyş’tendir.»
«İmamlar Kureyş’tendir. Hükmettiklerinde adaletle hükmederler.»
«İmamlar Kureyş’tendir. Benim üzerinizde hakkım vardır. Onların da
buna benzer üzerinizde hakları vardır. Onlardan rahmet istenince rahmet
enerler, söz verdiklerinde sözlerini yerine getirirler, hükmettiklerinde ada­
letli davranırlar. Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onlardan
böyle davranmayanın üzerinde olsun.»
«Allah’a itaat ettikleri ve emrine göre hareket ettikleri müddetçe bu
iş Kureyş'liler arasındadır.»
«Ey Kureyş topluluğu, Allah'a isyan etmediğiniz müddetçe bu işin eh­
lisiniz. Allah’a isyan ettiğiniz zaman (elindeki deyneği göstererek) bu dey-
neğin kabuğunun soyulduğu gibi sizi soyacak kimseleri Allah üzerinize
gönderir. Ve elindeki deyneğin kabuğunu soydu. Bir de baktık ki, deynek
kabuğundan soyulmuş bembeyaz olarak ortaya çıktı.»
«Kureyş’lileri öne sürün ve siz önlerine geçmeyin...»
Cum hur, bu nassların yanında bir de sahabelerin icm aına dayanır. Se-
kîfe günü Hz. Ebu B ekir E nsar’a karşı, İmamların Kureyş'ten olduğunu de­
lil olarak ge tirin ce Ensar İmamlığı istem ekten vazgeçti. Halbuki daha ön­
ce «Bizden bir em ir ve sizden bir em ir olsun» diyorlardı. Ondan sonra Hz.
Ebu B e k ir’in : «Em irler bizden, v e zirle r sizden» sözüne razı oldular. (670)
H a ric ile rle m utezilenin bir kısm ı İmamın K u re yş'li olm asını şart koş­
mazlar. Kitap ve Sünnete göre hareket eden Arap olsun veya olm asın
İmamlığa lâyıktır. O nlar bu hadislerin âhâd hadisler olduğunu sö yliyere k
onları delil kabul etm ezler. Z irar b. Öm er ise, K u re yş’li olm ayanın başa

670 — M av e rd i, A h k a m u 's -S u lta n iy y e , Sh. 5- F e rra , A h k a m u ’s-S u lta n iy y e ,


Sh. 4 e!-H ilafe, Sh. 16; e l-M u sa m e re , Sh. 164

314
HAYAT NİZAMLARI

g e tirilm e si daha evlâdır, diyor. Çünkü aşire tçe daha za y ıftır ve isyana g ir­
diğinde onu makamından düşürm ek daha kolaydır. (671)
Kureyş uğradığı konfor ve lüksten dolayı zayıflayın ca işi yüklenm ek­
ten âciz kaldı. A rap olm ayanlar onlara galib geldi. Hal ve akd ye tkisi on­
lara geçti. Bu durum birçok araştırm acıyı şüpheye düşürdü. N ihayet onları
K u re yş'li olma şartından vazgeçirdi. Bu görüşe giderken şu hadisi delil
olarak g ö ste rd ile r : «Başınızda olan, başı üzüm tanesine benzer bir Habeşî
bile olsa dinleyin ve itaat edin.» Hz. Ö m er'in şu sözünü de d e lil olarak
ile ri sü re rle r : «Şayet ecelim u laşırsa ve Ebu Übeyde hayatta olursa onu,
o vefat e tm işse M uaz b. C e b e l'i H alife seçerim .» M uaz, E n sar’dandır ve
K u re yş’lik le iliş k is i yoktur. A y rıc a savaşlarda A bd ullah b. Revaha, Zeyd
b. H arise, Üsam e b. Zeyd ve K u re y ş’li olm ayan diğer kim se le rin kumandan
se ç ilm e le rin i delil kabul ederler. Kadî Ebu Bekir el-B akıllan î de K u re y ş’in
zayıflad ığın ı ve A rap olm ayanların bu işte diren m elerin i nazar-ı itibara
alarak K u re yşî olm a şa rtını saym am ıştır. (672)
A n ca k K u re yşî olm anın şart olduğunda İsrar edenler hadis-i şeriften
m aksadın küçük b a şkan lıklar olduğunu İmamet-i Uzmâ olm adığını, Hz.
Ö m er’den rivayet edilen sözün kendi içtihadı o lab ile ce ğ in i ve sonra da
görüşünün de ğ iştiğ in i ile ri sü rerle r. N itekim A bd ullah b. Revaha'nın ve
diğe rle rin in kumandan s e ç ilm e le ri İmamet-i U zm â’ya girm eyen bir durum ­
dur. „
Şunu da b e lirte lim ki K u re yşîliğ in şa rt olduğunu ile ri sü ren ler zorla
işbaşına gelen K u re yşli olm asa bile H a life liğ in i caiz görüyorlar. A slın d a
bu, K u re yşî olm ayı şa rt koşm akla ç e liş ik bir durum dur ama onlar bunu
zarûrete bağlarlar.
İmam veya H alifede bulunm ası gereken şartlar, bunlardır. Umumi
m aslahat başka şartları da gerekli kılarsa, herhangi bir engel yoktur. M e ­
selâ b e lli bir yaşın s ın ır olarak kabul e dilm esind e bir sakınca yoktur. Veya
İlmî bir kariyere sahip olm ası şa rt olarak kabul e d ile b ilir. G ü nlerin geç­
m e siyle başka şa rtla r da doğabilir.

İMAMET VEYA HALİFELİĞİN HÜKME BAĞLANMASI


İMAMLIK İÇİN TAKİP EDİLECEK ŞER’İ YOL :

İm am lığın tek bir şe r'i yolu vardır: Hal ve Akd ehlin in İmamı veya Ha­
life y i se çm e le ri ve İmam veya H alifenin H a life lik m akam ını kabul etm esi.
İmamlık veya H ilâfet bir antlaşm adır. A ntlaşm anın bir tarafını H alife,
ikin ci tarafın ı da üm m et iç e risin d e k i «Ü lü'r-R e’y*>den olanlar te şk il eder.

671 — A v n u ’l-B âri m a a N e y lû l-E v ta r, C . 8, S h . 4BS


672 — A v n u ’ l - B â r i m a a N e y l ü l - E v t a r , C . 8, S h. 295

315
İSLÂM

Bu İcap ve kabul ile olur. İcab ümmet içerisin deki R e’y veya Şûra E h lin d e n
olur ki bu, H alifeyi seçm ekten ibarettir. Kabul ise ümmet içe risin d e ki R e’y
ehlinden gelen H alife seçim ini, se çile n kişin in kabul etm esidir.
R esûlüllah (S.A.V.)’in vefatından sonra Raşid H alifele rin hepsine bu
yolla biat yap ılm ıştır. Her birinin h a life liğ in i, olayları gözönünde bulun­
durarak incelediğim izde bu yolun takip e dildiğini görürüz.

H2 . Ebu Bekir’in Biati :


R esûlüllah (S.A.V.) vefat ettiğinde Ensar, Beni Saide S a k îfe ’ (top­
lantı salonu) sinde toplanarak S a ’d b. Übade'yi seçm ek istiyo rlardı. Öm er
b. el-Hattab bu haberi duyunca hemen Hz. Ebu B ekir'e haber verdi. İkisi
Ebu Übeyde ile b irlikte S e k îfe ’ye gittiler. Hz. Ebu Bekir orada bulunanlara
bir hitabe irad ederek Ö hıer veya Ebu Ü beyde’yi se çm e le rin i istedi.
Ö m er’le Ebu Übeyde şöyle dediler : «Vallahi sen aram ızdayken biz bu işi
kabul edem eyiz. Sen ki, M uh a cir'le rin en fa zile tlis i ve namazda R esû lü l­
lah (S.A.V.)’in h a life sisin . Elini uzat sana biat edelim . Biat etm ek üzere
ona yaklaştıklarında E nsar’dan B eşir b. S a ’d daha erken davranarak ken­
disin e biat etti. Bundan sonra halk ard arda biat etm eğe başladı. Ertesi gün
Ebu Bekir m inberin üzerine oturdu ve halk kendisine genel biati yaptı.
(673)
Ebû B e k ir’in biati işte böyle ojdu. Üm m et içe risin d e k i M uhacir ve
Ensar ile Re'y ehlinin seçim i ve Ebû B e k ir’in seçim i kabuluyla gerçekleşti.
Ebû B e k ir’in bu şekilde se çilm e si, Yüce A lla h 'ın şu sözüne uygundur:
«İşleri aralarında şûrâ iledir.» (674) M üslüm anların en önem li işi ve en
çok şûrâ ile olm ası gereken şüphesiz idare işid ir. M üslüm anlar elbette ki
işle rin i yürütecek, aralarında A lla h ’ın e m irlerini uygulayacak kim seyt ken­
d ile ri seçeceklerdir...

Hz. Ömer’in Biati :


Ebû Bekir vefat edeceğini anlayınca Ö m er’i başa geçirm e hususun­
da birçok sahabe ile istişa re yaptı. Sonra halka bir hitabe yazdı. H itab e sin ­
de şöyle diyordu: «Bundan sonra, size H alife olarak Öm er b. el-Hattabı
seçtim . Ben size hayrı istiyorum .» Hitabenin halka okunm asını em retti.
Halk to platıldı ve onlara okundu. Y aln ız Ebû Bekir onlara şunu da sö y le ­
di: «Size H alife olarak se çtiğ im e razı m ısın ız? Ben size bir akrabamı se ç ­
medim. Ö m er’i seçtim . Onu dinleyin ve itaat edin.» Halk da, dinledik ve
itaat ettik, dediler.

673 _ D a h a fa z la b ilg i için bkz. H a m id u lla h , İslâm P e y g a m b e ri, C. 2, S h.314


674 — Ş u ra : 38

316
HAYAT NİZAMLARI

Hz. Ebû Bekir, hitabeyi yazmadan önce sahabelerle istişa re ederken


şöyle dem işti: «Şayet Ö m er’den vazgeçersem , O sm an’ın olm asını isterim .
A ncak Ö m er muhayyerdir, d ile rse kabul etm eyebilir.» ı675)
İşte Ebû Bekir, kesin olarak halka em retm iyor. K endilerin e birini s e ­
çiyor ve se çim in i onların rızalarıyla Ö m er'in rızasına bağlı kılıyor. Ömer,
reddetseydi onu zorlayam ayacağı gibi halk da reddetseydi onları zorlaya-
m ayacaktı. Güzel bir seçim yaptı. M üslüm anlar da ona güvendiler. Şayet
bu öğüdünün gerçekten yerinde olduğuna inanm am ış o'saydı, bunu yap­
mazdı.
A slın d a onun bu yaptığı seçm ekten çok aday gösterm ektir. Şayet bu
bir se çim olsaydı, halkın rızasına başvurm azdı. Halbuki halkın Ö m er’i ka­
bul edip etm ediklerini sordu. O nların rızalarını aldı. O nların işle rin i en gü­
zel şe kild e yürütebilecek kim seyi aday olarak gösterdi.
Şayet Hz. Ebû B ekir'in hareketi fiili bir seçim ve H alife tayini o lsa y ­
dı, bundan sonra Hz. Ö m er’e biat yapılm asına gerek kalm azdı. Halkın ona
biat etm esi onu H alife yaptı. Başka birşey değil...
A y rıca Hz. Ebû B ekir bu aday gösterm e işinde bulunurken sahabelerin
ileri g e le n le riy le istişa re ettiğ ini de unutm ayalım . O nlar da bu adavı kabul
ettikten sonra m esele bütün halkın se çim in e a rze d ilm işlir.
H-z. Ebû Bekir, A lla h ’ın şu sözünü kale almamaktan be rid ir : «O nla­
rın işleri aralarında şûrâ iledir.» M evcud halifenin kendisinden sonra ge­
lecek halifeyi R e’y ehline danışm adan tayin etm esi bu nassa tamamen ay­
kırıdır.
Hz. Osman’ın Biati :
Hz. Öm er yaralandığında halk kendisinden bir H alife se çm e sin i iste ­
diyse de, hayatta iken bu görevi yüklendiğini ve ölüm den sonra da bu so ­
rum luluğu taşım ak istem ed iğini belirterek R esûlüllah (S.A.V.)'in cennetle
m üjdelediği A li, Osman, Abdürrahm an, Sa'd, Zübeyr b. Avvam ve Talha
b. Ü beydullah'ı gösterdi. Onlardan birini se çin dedi.
Ö m er vefat edince, M ikdad Hz. A işe 'n in iznini alarak şûrâ ehlini
onun odasında topladı. A ralarınd a sadece Talha yoktu. Kendi aralarında
m eseleyi ta rtıştıla r. Abdürrahm an şö yle dedi: «Hanginiz bundan vazge­
çer de bu görevi en fa zile tlin ize verm ek üzere g e çici olarak bu görevi
yüklenir?» Kim seden ses çıkm ayınca «ben vazgeçiyorum » oedi. Buna ra­
zı oldular ve b a ğ lılık la rın ı ona verd iler. Kim i d e ğ iştirir, kim i başa g e ç irir­
se buna razı olacaklar. K endisi de, akraba gözetm eyeceğini ve m üslıım an-
ların öğütlerinden geri kalm ayacağını bildird i.

875 — lb n ü ’l-Esir, el-Ka.m il, C. 2 , Sh. 178 179

317
İSLÂM

Abdürrahm an üç gün üç gece R esûlüllah (S.A.V.)'in sahabeleriyle,


M e d in e ’de bulunanlarla, ordu kom utanlarıyla ve halkla görüşm eler yaptı.
Son gece uyumadı, sabah namazına kadar görüşm elerde bulundu. Dördün­
cü gününün sabahında M ühacir, Ensâr, halkın ile ri gelenlerin i ve ordu
kom utanlarını m escide çağırdı. Sonra şö yle dedi: «Ey insanlar bana bu
konuda yardım cı olun.» Am m ar b. Y a s ir şöyle dedi: «M üslüm anların ih ti­
lâfa düşm em elerini istersen A li'y e biat et.» M ikdad b. el-Esved bu görü­
şü destekled i. İbn-u Serhan da şöyle dedi: «Kureyş’lile rle ihtilâfa düşmek
istem ezsen Osm an'a biat et.» A bdullah b. Rabia da bu görüşü destekledi.
Halk arasında gürültü oldu. Abdürrahm an şöyle dedi: «Ey topluluk ben
yeterin ce danıştım . S iz araya girmeyin.» dedi ve A li’yi çağırdı. Ve ona
şöyle dedi : « A lla h ’ın ahd ve m isakı senin üzerinedir. A lla h 'ın kitabı, Re-
sûlünün sünneti ve ondan sonra gelen iki halife sin in s ire tiy le amel ede­
ceksin.» O da: «İlminin ve gücümün yettiği kadar yapmayı dilerim .» Son­
ra O sm an’ı çağırdı. A li'y e söylediğ inin ayn ısını ona da söyledi. Eli Os-
m anı’n elinde olduğu halde başını m escidin tavanına doğru kaldırdı ve:
« A lla h ’ım duy ve şahid ol. Boynumda olanı O sm an'ın boynuna kıldım»
Sonra O sm an’a biat etti. Sonra halkın hepsi biat e ttiler. (676)
Biat günü, biat tam am landıktan sonra Talha geldi. Osm an ona şöyle
dedi : «Görevinin başındasın. Şayet yüz çe virirse n onu iade ederim.» Tal­
ha: «İade mi edersin?» dedi. Osman: «Evet» dem esi üzerine Talha: «Bü­
tün halk sana biat etti mi?» dedi. Osm an «Evet» dedi. O zaman Talha şö y­
le dedi: «Ben de razı oldum. Halkın icm a’ ettiği bir konuda yüz çevirm em .»
O laylar işte bunlardır. O nları gerçek y ö n le riyle gördük. Halk Ö m er’­
den kendilerine bir H alife se çm e sin i istiyo r. Ö m er onlara, birini seçm e­
leri için altı k işiy i gösteriyor. Tarih kitapları, halkın Ö m er'den ken d isin ­
den sonra onlar için bir H alife se çm e sin i istiyo rla r intibaını veriyorsa da,
gerçekte Ebû B ekir'in yaptığı gibi bir aday gö sterm esini iste m işle rd i.
Çünkü m evcut H alife, ondan sonra H alife olacak kim seyi tayin etme yet­
kisine sahip değildir. Am a H alifeliğ e en y e tkili gördüğü kim seyi aday ola­
rak g ö stereb ilir. H ilâfet, ümmet içe risin d e ki R e’y Ehli'nin biati olmadan
hükme bağlanamaz. Biattan önce yapılan her istek, ancak aday gösterm ek­
tir. R e y Ehli onu kabul e d e b ilir de, e tm eyeb ilir de.
Hz. Ö m er’in bu se çim i şüphesiz ki, aday gösterm e idi. Çünkü alt: k i­
şiy i se çm işti. Herhalde a ltısı beraber işi yürütecek değildi. Öm er, kendi
aralarından birini se çm e le rin i istem işse , aslında bu da ikin ci defa bir adav
gösterm ekten başka birşey değildir. Yani, aralarından bir aday seçm eleri

676 — İbnü'l-Esir, el-Kamil, C. 2, Sh. 27-28

318
HAYAT NİZAMLARI

için altı k işiy i aday gösterdi. Şayet söz, bu altı kişin in olsaydı, Abdürrah-
man; M ühacir, Ensar, halkın ile ri gelenleri ve ordu kom utanlarıyla üç gün
üç gece görüşm elerde bulunmazdı. Ö yle ki, son gece hiç uyum adığı b ild i­
rilm ektedir. Eğer böyle olsaydı namazdan sonra halkı cam ide toplam asına
ve onların gö rüşlerini belirtm elerin i istem esine ne gerek vardı. Ve eğer
görüş sadece bu altı kişin in olsaydı, beşi biat ettikten sonra H ilâfet hük­
me bağlanırdı. A ltın c ıs ın a gerek yoktu. Neden bütün halkın biat etm esine
ihtiyaç duyulm uştu?
O halde Ö m er'in de se çim i, aday gösterm e idi. Abdürrahm an'ın O s­
m an’ı seçim i de aday gösterm e idi.
A li’nin Biati :
Hz. Osman öldürüldüğünde M u h a cirle rle Ensar biat etm ek üzere Hz.
A li'y e g ittile r. Hz. A li : «Benim işin ize ihtiyacım yoktur» dedi. Tekrar tek­
rar gelip İsrar etm eleri üzerine biatin m escidde olm ası gerektiğini bildirdi.
Halk m escidde toplanarak ona biat etti.
Buradan da an laşılıy o r ki, halkın umumi biati olmadan seçrpe ve kabul
olmadan H ilâfet hükme bağlanamaz.
Şüphe Götürmeyen Bir Netice :
Dört Râşid H a life ’nin s e ç iliş i işte böyle olm uştu. Bu tarihî olayları
sa ğ lıklı bir incelem eye tabi tuttuğumuzda doğruluğunda şüphe olmayan
bir neticeye varırız. O da, H ilâfetin ancak R e ’y Ehli'nin tam am ının ve ço ­
ğunluğunun oyu ve H alife s e ç ile c e k kişin in bunu kabui e tm esiyle gerçek-
'eşe ce ğ id ir. A y rıc a m evcut H a life ’nin kendisinden sonra gelecek H a life ’-
yi te sb it etm esi, ancak bir aday gösterm edir ve Re'y E h li’nin kabulüne
bağlıdır. Şayet bu adayı kabul e derlerse ona biat ederler, etm ezlerse, baş­
ka birini aday olarak gösterirler.
Süleym an b. A bd ülm elik, kendisinden sonra Öm er b. A bd ülaziz'i Ha­
life tayin edince onun takındığı tavır, m eseleyi bu şe kild e anladığını gös­
terir. Olay şöyleydi : Süleym an bir mektup yazdı. A ltın ı m ühürledikten
sonra R eca’ b. H ayve’den yakınlarını toplam asını ve bu mektupta yazılı
olan kim senin adını bilm eden kendisine biat etm elerini iste m işti. S ü ley­
man vefat ettikten sonra R eca’ halkı Dabık m escidinde toplayarak mühür­
lü ve kapalı mektupta yazılan kim seye biat e d ilm esin i istedi. O nlar da biat
ettiler. Biattan sonra mektup açıldı. Ve okundu. M eğer şöyle y azılm ıştı :
■ Bu mektup Emirülpnü’m inin A lla h ’ın kulu Sü leym an’dan Öm er b. Abdül-
aziz’eair. Onu kendim den sonra H alife tayin ettim ve ondan sonra da Ye-
zid b. A b d ü lm e lik'i dinleyin, itaat edin ve A lla h ’tan korkun, ihtilafa düş­
meyin, yoksa başkaları size göz diker.» M ektup okununca Öm er b. Ab-

319
İSLÂM

dülaziz m inbere ç ık tı ve şö yle dedi : «Vallahi ben bu işe gö re vlen diriim iş


sayılm am . S iz m uhayyersiniz.» Başka b ir rivayette ise şö yle dediği riva­
yet e d ilir. «Ey insanlar, benim görüşüm alınm adan ve isteğim olmadan ay­
rıca halka danışılm adan bu işe gö re vlen d irilm işim . Bana yapm ış olduğu­
nuz biati boynunuzdan çıkarıyorum . A rtık s iz d ile d iğ in izi kendinize seçin.»
(677)
Ö m er b. A b d ülaziz ki ilim , kavrama ve dindarlık yönünden müslüman-
ların en ha yırlıların dandır. H a life y e biatin ancak R e’y Ehlinden gelecek
bir seçim , H alife olacak kim senin bunu kabul e tm esiyle olacağı ve sa­
bık H a life ’nin H alife tayin etm esin in biat olm adığı, halkın kendisini ta­
nımadan ona yap tıkları biatin biat sayılam ıyacağı görüşündedir. Onun için
iş i halka iade etm iş, onu iste rle rse tekrar onu se çe b ile ce k le ri gibi başka­
sın ı da se çe b ile ce k le rd i. Bu olaydan sonra halk, kendisinden razı olduk­
ları için tekrar onu se çtile r.

HİLAFETİN MÜDDETİ

H alife, A lla h ’ın e m irle rin i uygulam ak ve ümmeti A lla h ’ın e m irleri çe r­
çevesind e idare etm ek konusunda ş e r ’an üm mete n aiblik ettiğinden ve
bu iki fiil sü re k li olarak üm m et için gerekli olduğundan H ilafet b e lli bir
zam anla s ın ırlı değildir. H alife, h a life lik görevini yeterin ce yürütebildiği ve
ken disini makamından düşürecek bir harekette bulunm adığı müddetçe.
H alife olarak kalır. H a life lik sü rekli olarak v a cip liğ in i devam ettird iğin i ve
mevcud H alife de selahi.yetiyle görevini yürütebildiğin e göre, onu belli s ı­
nırlarla sın ırlam ak m anasızdır.
Haşan b. A li ve M uaviye b. Y e z id ’in yaptığı gibi H alife kendi isteğ iyle
makamından ayrılm adığı, İbrahim b. V e lid ve M ervan b. M uham m sd (ikisi
de Em evîlerdendir) gibi b ir sebepten dolayı makamından alınm adıkça İs­
lâm tarihinde olduğu gibi H a life lik ölüm e kadar devam eder.
G erçek şu ki, H alife'n in ölünceye kadar makamında kalm ası ümmet
işle rin in daha istik ra rlı ve H alife tayini yönünden m üslüm anlar arasında
ih tilafın çıkm am ası açısından daha yararlıdır.
H alifenin ölünceye kadar makamında kalacağı konusunda apaçık bir
nass yoktur. A ncak üm m etin bu konudaki icm aı nass m akam ındadır. Çün­
kü icm a'da İslâm şe ria tın ın kaynaklarındandır.

677 — Siret-ü Ömer b. Abdülaziz, Sh. 48-54

320
HAYAT NİZAMLAR!

HALİFENİN AZLED İLM ESİ


H aiife ölünceye kadar m akamında kalm a hakkına sahip ise, durumu
d e ğ iştiğ i zaman azled ilm e si de üm m etin hakkıdır. Çünkü onun H ilâfet
makam ına g e tirilm e si b e lirli şartlara haiz olm asına bağlıdır. Bu şartları
m üddetçe makamında kalır. Am a bu şa rtları kaybettiğinde makamım da
kaybetm eyi hakkeder.

Ebu Haşan el-M averdî'n in görüşüne göre H alifen in adaletinde bir


sapm a veya bedeninde bir noksanlık o lursa durumu d e ğ işm iştir dem ek­
tir.

HALİFENİN ADALETTEN A Y R IL M A S !

H a life ’nin fişka d ü şm esidir. Bu da iki şe k ild e olur :


a — H a life ’nin şehvetine tabi olm ası.
b — Şüpheli şe y le re g irişm e si. (678)
B irin c is i bedenî işle ri ilg ile n d irir. Haram olan şe y le ri işle m e si, şehvet
ve n e fsî arzularına uyarak zina etm esi, içki içm esi, kum ar oynam ası ve
halkın m alım gasbetm esi bu cüm ledendir. Bu ç e ş it fıs k H ilâ fe t akdine en­
geldir. H alife olduktan sonra bu tür iş le r yaparsa, fışkından dolayı maka­
mından a y rılm ıştır. Şayet tekrar ad aletli duruma dönerse halife olm a a çı­
sından m uteber değildir. Yani h a life liğ i kaybetm iş sa y ılır. M averd î ve ba­
zı fakîhlerin görüşü budur. Y en i b ir akid ve biat olm aksızın tekrar H alife
o lab ile ce ğ in i sö yle ye n le rin görüşüne göre bu şe k ild e fiş k a giren fiile n H i­
lâfetten a y rılm ış sayılm az.
İkinci ç e ş it fıs k ise, inancı ilg ile n d irir. M ave rd î ve başkalarının görü­
şüne göre, itikadında fâ sık olanın hükmü, bedenî organlarla fâ sık lığ a dü­
şenin durumu gibidir. Bu inançlarında devam ederse h ilâ fe t makamında
duramaz, a y rılm ış sa y ılır. Basra a lim le rin in pek ço kları ise, bu fâ s ık lık kü­
für olm adıkça H a life ’nin m akamından dü şm esini gerektirm ez görüşünde­
dir.
Fakîhlerin çoğunluğuna göre um um î kaide şudur : M üslüm anlar, din
işle rin i yürütm esi, m üslüm anların işle rin i bir düzene sokm ası için H alifeyi
nasıl ken dileri se çm işse , fâ s ık lık yaptığında ve işle rin i düzenli bir şe kild e
yürütm ediğinde onu makamından düşürm eleri haklarıdır.
Fakîhlerin çoğunluğuna göre y eterli bir sebepten dolayı üm metin Ha­
lif e ’yi makamından d ü şü recekleri konusunda görüş b irliğ i içe risin d e olma-

678 — Maverdî, Ahkamu’s-Sultaniyye, Sh. 16

321
larına rağmen onu m akamından düşürürken fitnenin doğm ası söz konusu
ise bu durumda ih tila f e tm işlerd ir. Bazılarına göre yeterli bir sebep olun­
ca fitn e ye sebep olsa bile H alife makamından düşürülür. Bazıları, g e le ­
cek fitne onun makamında kalm asından daha ehven olursa yine düşürü­
lür görüşündedir. Bazıları da yaptığı hareketlerle H alife makamından düş­
m eyi hakketse b ile fitne sö z konusu ise makamından düşürülem ez der...
(679)

BEDENİ SAKATLIK

M averd î ve el-Ferra'a göre H a life ’nin makamından düşm esini gerekti­


ren üç ç e ş it sa ka tlık v ard ır :
Birincisi : Duyu no ksa n lıklarıd ır. Bunların bir kısm ı yeni yapılacak bir
akde engeldir. B ir k ışım ı da olan b ir akdi bozacak durum dadır. Körlük,
m evcut akdi bozar. Y an i halife iken kör olan b ir kim se h a life lik m akam ın­
dan düşer. S a ğ ırlık ve d ils iz lik ise, yeni yapılacak bir akde engeldir ama
m evcut akdin devam edip etm eyeceği konusunda ih tila f vardır.

İkincisi : U zuvların kaybed ilm esid ir. Bunların da bir kısm ın ın hem yeni
yap ılacal bir akde ve hem de m evcut akde engel oldukları sö ylenir. İki
elin veya iki ayağın yok o lm ası gibi iş yapm ayı ve yürüm eyi engelleyen
sa ka tlık la r devam ına engeldir, bazılarına göre değildir.
Üçüncüsü : Tasarruf e k sik liğ id ir. Bu da iki şe k ild e olur : a - Hacir,
b - Kuhre hali.
H acir hali : H alifen in idarecilerinden; en yüksek m em urlarından b i­
rinin D e vlet iş le rin i b ir kötülük ve su istim a l yapm aksızın aksatmadan yü­
rütm esidir. Böyle bir durum, halifenin h a life liğ in e engel olmaz. A ncak iş
leri yürüten bu k işin in işle rin e ba kılır. Eğer dini hüküm leri aksatmadan
yürütüyor, adaletin ge re ktirdiğ i şe k ild e hareket ediyorsa, topluluk içinde
bir fesadın, bozuk nizam ın yayılm am ası, dini işle rin , m uam elelerin durma
ması için h a lifen in bu iş le ri kabulu, ta sd iki gerekir, esasen tasd ik edeceğ
de düşünülür.
Kuhre ise, Savaşta galip gelen düşman eline H a life n in düşm esi ve
kurtulm aya imkân bulm am asıdır. E sir düşen, H alife adayı ise bu durun
H alife olm asına engel te ş k il eder. Şayet H alife ise, yine m üslüm anlarır
işle rin i yürütm ekten âciz olduğu için H a life liğ i devam etmez... (680)
6 79 _ Ş e h r u ’z -Z e rk a n i, C. 8, S h. 60; H a şiy e tu îb n -i A b id in , C. 3, Sh. 429

680 — M a v e rd ı, A h k a m u ’s-S u lta n iy y e , Sh. 15

322
HAYAT NİZAMLARI

İMAM VEYA HALİFENİN SEÇİMİ

Burada H ilâfetin üç m erhaleden ge çtiğin i sö y le y e b iliriz :


1 — H ila fe t için aday gösterm e devresi. Sa bık H alife veya g elecek
H alife'n in R e’y E h li’nden biri aday gö sterir. Buna, S e k îfe to plantısın da
Ebü B e k ir’in Ö m er veya Ebu Ü beyde’yi aday gö sterm esi ile Ö m er ve Ebu
Ü beyde’nin ad aylıklarını reddederek Ebu B e k ir’i aday gö ste rm ele rin i m isal
olarak g ö ste re b iliriz. A yn i şe k ild e vefatı anında Ebu B e k ir’in Ö m er’i aday
gö sterm esiyle Ö m e r’in yaralandıktan sonra altı k iş iy i aday gösterm esi m i­
sal olarak sö y le n e b ilir.
2 — A d a y lığ ı kabul etm e ve se çim devresi. Bu devrede, Şûrâ Ehli
şayet adaylar birden fazla ise aralarından b iris in i, d e ğ ilse aday gö sterilen
tek şa h ıs üzerinde m uvafakat gö ste rirler.
Buna da m isal olarak Hz. Ebu B ekir'in gö sterd iği adaya halkın m uvafa­
kat etm e siyle Abdürrahm an b. A v f’ın aday gösterm esine halkın m uvafa­
kat e tm esin i gö ste re b iliriz.
3 — Biat devresi. S e çim in netice ve d e lili bu devredir. Biat ile se çim
devresi arasında zaman fa s ıla s ı o lm a lıd ır. N itekim Hz. Ebu B e k ir’in biati
böyle olm uştu. Hz. Öm er, onu aday olarak g ö ste rm iş ve : «Elini uzat sana
biat edeyim» dem işti. Hz. Ö m er'in biatin i halkın biati takip etm işti.
Biat, R esûlüllah (S.A.V.)’den kalm a İslâm î b ir gelenektir. Islâm 'da ilk
şanı büyük biat A kab e biatid ir. Bunda R esûlü llah (S.A.V.)’e Ensârdan yet­
m iş k işi biat e tm işti. Refah ve sıkın tıda, s e v in ç li v e ked erli anlarında Re­
sû lüllah (S.A.V.)’i dinleyerek itaat e deceklerin e, iy iliğ i em rederek kötülük­
ten sakındıracaklarına ve A lla h yolunda kınayanın kınam asına a ld ırış et­
m eyeceklerine, R esûlü llah (S.A.V.) yanlarına gittiğ ind e kendi can, namus
ve ço cukların ı korudukları gibi O ’nu da koruyacaklarına biat e ttile r. R esû­
lüllah (S.A.V.) de bunu yap tıkları takdirde onlara cenneti m üjdeledi.
K adınların biati konusunda Kur'ân-ı K e rim ’de şö yle buyurulur: «Ey
Peygamber, mümin kadınlar, A lla h ’a h iç b ir şe yi ortak koşm am ak, h ırs ız lık
yapmamak, zina etm em ek, (kız) ço cu kların ı öldürm em ek, e lle riy le ayak­
ları arasında b ir bühatn uydurup girm em ek (gayri m eşru b ir çocuk dünyaya
getirip de onu kocalarına n isb e t etm em ek, ken dilerin e em rettiğim ) herhan­
gi b ir iy ilik hususunda sana isyan etm em ek üzere sana (te slim iye tle ) söz
verd ikleri zaman, biatlarını kabul et. O n lar için A lla h 'ta n m ağfiret dile.
Çünkü A lla h G a fû r’dur, R ahim ’dir.» (681)

681 — M ü m te h in e : 13

323
I
İSLÂM

Sahabeler, C ihad etm ek h icre t etm ek ve H üdeybiye'de öldüğü gibi


savaştan kaçm am ak üzere R esûlüllah (S.A.V.)’e biat ederlerdi.
İbn-i Ö m er’den rivaye t e d ilir ki : R esûlüllah (S.A.V.)’e dinlem ek ve
itaat etm ek üzere biat ettiğ im izd e bize şunu te lk in ederdi : «Gücüm y et­
tiği hususlarda» de.
Biatta asıl, H alife tarafından Kitap, Sünnet, hak ve adaleti ayakta tut­
mak üzere olm ası ve Şûra Ehli'nin hepsi veya çoğunluğu biat edince mu­
bayaa tam am lanm ış sa y ılır.
M ubayaa (biat etme işlem i) tam am lanınca da, H ilâfet akdi yap ılm ış
olur. A rtık H a life n in , A lla h ’ın e m irle rin i m üslüm anlara uygulam ası, K u ra n
ve Sünneti hakim k ılm a sı ona vacip olur. Şûra E h liy le bütün üm m etin de,
A lla h ’a itaat s ın ırla rı iç e risin d e g e n ellikle H a life ’yi dinleyerek ona itaat
etm eleri gerekir. Şûra Ehli yaptıkları biattan dolayı buna m ecburdur. Halk
da, te m s ilc ile rin in onlar nam ınayaptıkları biattan dolayı buna mecburdur.
İmam yaptığı herhangi bir hatadan dolayı ken disine itaat etm e gereğini bo-
zuncaya kadar her iki s ın ıf da ona itaat etm ek m ecburiyetindedir.
B iat edenin, biat e ttiği kim senin e lin i tutarak biat etm esi asild ir. Y ü ­
ce A lla h şu sözünde biatin şe k lin i te s c il e tm iştir: «Sana biat edenler, an­
cak Allah’a biat etmiş olurlar. Allah’ın eli, ellerinin üzerindedir.» (682)
Hadis-i şe rifte de şö yle buyurulur : «Kim bir İmama biat eder, eliyle mu-
safaha ederek kalbinin meyvesini ona verirse, gücünün yettiğini ona ver­
sin (emirlerine uysun)»
R esûlü llah (S.A.V)'in biat edenlerle to kalaştığ ı rivayet ed ilir. Hz. Ö m er
kadının da biatinin alınm a sın ı uygun görür. (683) Peygam ber (S.A.V.)’in v e ­
fatından sonra H alifele r, hazır bulunanlardan biat alır, te m s ilc ile ri de hazır
bulunm ayanlardan biatla rın ı kabul ederlerdi.

İDARECİ OLMAYI İSTEMEK

Sûrâ E h lin in , H alife olm ayı isteyen veya buna şid d e tli iştiya kı olanı
seçm e m e le ri ve ona biat etm em eleri güzel olur. Çünkü idareci olm ayı
istem ek haram değ ilse de m ekruhtur. Onu isteye n le rin çoğu şöhret ve
halktan daha yüksek b ir makama yükselm e düşkünüdür. Ve çoğunlukla bu
gibi kim se le rin id a re ciliğ i fesada sürüklenir.

682 — F e th : 11
0 8 3 — K a d ın e v in d e (v e y a p e rd e a rk a s ın d a ) o ld u ğ u h a ld e u m u m i b ir m e ­
se le d e k e n d is in e d a n ış ılır. S e ç im d e n s o n r a k e n d is in d e n b ia t d a a lı­
n ır . B u n d a b i r s a k ın c a y o k tu r. B u so n d u ru m sa d e c e H ila fe t m e s e ­
le s in d e o lu r.
324
HAYAT NİZAMLARI

R esûlüllah (S.A.V.), idareci olm ayı isteyen ve buna h ırsı olanı idareci
yapm am ış ve böyle iste k le rd e bulunulm am asını iste m iştir. Ebu M usa, Re­
sû lüllah (S.A.V.)’in yanına gird iğ ini ve am cası oğullarından iki kişin in
onun yanında olduğunu ve ik isin in de R esûlü llah (S.A.V.)’den ken dilerin i
idareci yapm asını iste d ik le rin i ve onun da şö y le buyurduğunu sö y le r :
«Vallahi biz bu işi, onu hırsı olana vermeyiz.» Abdürrahm an b. Sem üre Re­
sû lüllah (S.A.V.)'in ken disine şö y le ded iğin i rivaye t eder : «Ey Abdürrah­
man b. Semüre, emir olmayı isteme. Şayet senden bir istek olmadan sana
verilirse onu yürütmen için sana yardım edilir. Ama, isteyerek alırsan
onunla başbaşa kalırsın.»
H ele bu işi isteyen zayıf ve onu yerin e getirm ekten âciz olursa, ona
mani olm ak daha da evlâdır. N itekim R esûlü llah (S.A.V.) Ebu Z e rr’e zayıf
olduğu için v a lilik v erm e m iştir. Ebu Z e rr R esûlü llah (S.A.V .)’e şö yle der :
«Ya R esûlüllah, beni vali yapm ayacak m ısın?» R esû lü llah (S-A.V.)’in ce ­
vabı şö yle olur :! Sen güçsüzsün. Bu ise, emanettir. Kıyamet gününde de
utanç ve pişmanlıktır. Ancak onu hakkıyla yerine getiren ve kendisine dü­
şeni mükemmel bir şekilde yerine getiren için değil.»

İMAMIN GÖREV VE HAKLARI

Şûrâ Ehli İmam’ı se ç ip ona biat e ttile r mi, İmam’hk onun için k esin ­
le şm iş olur. İm am lığın k e sin le şm e si ise ona b ir takım görevler yükler. A r ­
tık m e su liy e tle rin i de yerin e getirm ek m ecbu riyetinded ir. A n ca k o İmam
kaldığı ve gö re vlerin i e k s ik siz yerin e ge tird iğ i m üddetçe üm m et üzerinde
ken disinin birtakım hakları da vardır.

İMAMIN GÖREVLERİ

İmam’ın gö revleri çok olm akla beraber iki ana tem elde mütalaa edilir:
1 — İslâm 'ı ayakta tutmak.
2 — D e vlet iş le rin i İslâm çe rçe v e sin d e yürütm ek.
D evleti İslâm ’ın s ın ırla rı iç e risin d e idare etm enin İmam’ın g ö re vle rin ­
den olduğunu söylem em iz, Şûrâ sın ırla rı iç e risin d e devleti idare e de ce ği­
ni sö ylem ek gibidir. Çünkü İslâm iyet Ş û râ ’yı m üslüm anlara farz k ılm ıştır.
İdareciler bir görüşte ittifa k etm e yin ce her işte idare e ttik le rin in görüş­
lerine başvuracak ve çoğunluğunun görüşünü alacaklardır.

325
İSLÂM

Bazı fa kîh le r im am ’ın gö revlerin i on madde içe risin d e sa ya rlar : (684)


Birincisi : Üm m etin se le fin in icm a' ettiği hususlara uygun olarak d i­
ni korumak. Çağdaş ifade ile, dini, her türlü din d ışı m eselelerden uzak şe ­
kilde ayakta tutmak.
İkincisi : A ralarınd a anlaşm azlık çıkan ların m e se le sin i çözüm lem ek.
Yani halk arasında hak ve adaleti hakim kılm ak.
Üçüncüsü : Topluluğu himaye, mal can ve her türlü yol em niyetini
sağlam ak su retiyle insanların yeryüzünde g e çim lerin i sağlam alarını tem in
etm ek. K ısa c a sı iç güvenliği sağlam ak.
Dördüncüsü : A lla h 'ın koyduğu yasakları aynen uygulam ak, insan­
ların haklarının kaybolm asının önüne geçm ek. Yani had ve kısa s su çla rı­
nın cezalarını uygulam ak.
Beşincisi i M üslüm anların, zim m îlerin ve m üslüm anlarla anlaşm alı
olanların kanlarına, hayatlarına, m allarına kasdetm ek isteyen, dini ortadan
kaldırm aya teşebbüs eden düşmana karşı savaş hazırlığ ı yapmak, kaleler,
e n g eller inşa etm ek. Yani dışarıdan gele ce k te h like le re karşı daima ha­
z ırlık lı bulunmak.
Altıncısı : Davet y ap ıld ığ ı halde İslâm ’a girm ediği gibi İslâm ’ın ha­
kim iyetini kabul etm eyenle savaşm ak.
Yedincisi : Korku duyurmadan ^zulüm ve baskı yapmadan nass ve
ictihad ile belirlen en zekât ve v e rg ile ri toplam ak.
Sekizincisi : İsraf ve c im rilik yapm aksızın, hâzineden lâyık olanlara
vaktinde yardım larda bulunmak.
Dokuzuncusu : V e rg ile rin toplanm ası halka nasihatin sağlanm ası için
em niyet m em urları, n a sih atcılar tayin etm ek, gö revlendirm ektir. Bundan
m aksat herkes için iş le r e şit ve sağlam bir şe k ild e yürütülsün, m allar em ­
niyet için de korunsun.
Onuncusu : Topluluğun işle ri ve durum ları ile bizzat m eşgul olm aktır.
B öylece halkın id are si, m ille tin him ayesi daha iyi sağlanır.
Bazı fa kîhle rin sıra la d ığ ı gibi İmam’ın gö revleri bunlardır. A slın d a
bunların hepsi iki görev iç e risin d e d ir : Dini ayakta tutm ak ve devlet iş le ­
rini dinin sın ırla rı iç e risin d e yürütm ek.

İM A M 'IN H A K LA R I

Imam’ın da görevlerin e k a rşılık iki tane hakkı vardır : B irin c is i halk


üzerindedir, İkincisi de halkın m aliarındadır.
__ _ *
684 —A h k a m u ’s-S u lta n iy y e ; F e rr a , S h . 11, M a v e rd i, S h . 15
326
HAYAT NİZAMLARI

İMAMIN HALK ÜZERİNDEKİ HAKLARI

İmam'ın halk üzerindeki hakkı, onu dinleyip itaat etm eleridir. A n ca k


bu hak m utlak olm ayıp Y üce A lla h ’ın şu sözüyle s ın ır lıd ır : «Ey iman eden­
ler Allah’a itaat edin. Peygambere ve sizden olan idarecilere de itaat
edin. Sonra birşey hakkında çekiştiniz mi, hemen onu Allah’a ve Resülü’ne
arz edin; eğer Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız... Bu müracaat hem
hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.» (685)
Ü lü em r’e itaat, A lla h ’ın in d ird ikle rin in sın ırla rı içe risin d e vacip tir. Bu
konudaki d e lilim iz, anlaşm azlık anlarında A lla h ’ın ve Resûiünün em rine
başvurm a m ecburiyetidir. A lla h ’ın indirdiğine uyan e m irle rin e uymak va­
cip tir. Am a A lla h ’ın b ild ird iğ i em irle re ters düşünce dinleyip itaat etm ek
yoktur.
R esûlüllah (S.A.V.) Ü lü le m r’e itaatin s ın ırla rın ı şu şe k ild e b e lirle ­
m iştir : «Yaratıcının ma’siyeti konusunda yaratılana itaat yoktur.» «İtaat
ancak iyi şeylerdedir.» «Hoşuna giden ve gitmeyen hususlarda kişiye
itaat düşer. Ancak bir ma’siyetle emrolunduğunda ne dinlemek ve ne de
itaat etm ek vardır.»
Böylece K u r’an-ı Kerim ve Sünnet, Ü lü le m r’e ittaat ancak A lla h 'a
itaat sın ırların d a olacağını b e lirtm işle rd ir. A lla h 'ın Kitabına ve Resûiünün
sünnetine ters düşen konularda h içb ir kim senin itaat edilm eye hakki
yoktur.
İmam’ın, m üslüm anların m allarındaki hakkı :
İmam, İm am lık görevinde üm m etin v e k ilid ir. V e k âle t ise tabiatıyla
ücrete tabi değildir. Vekâletten dolayı ücret alınm az. A n ca k İmam bu gö­
revi yerine getirirken kendi ge çim in i sağlam ak için ayrıca vakit bulam a­
m aktadır. Onun için İmam hem kendi ge çim in i ve hem de çoluk çocuğu­
nun geçim ini sağlam ak için B e ytü lm a l’dan kendisine maaş bağlanır.

VATAN
1 — İslâm üm m etinin vatanı, yeryüzünün tam am ıdır. Çünkü yeryüzü
A lla h ındır: «Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır.» Yeryüzünde A lla h ’ın
ehli ise, m üslüm anlardır: «Sizden iman edip de salih ameller işliyenlere
Allah şöyle va’d buyurdu: «Yemin olsun ki, kendilerinden evvel gelenleri0 5
8

085 — N isa : 59

327
İSLÂM

naşı! kâfirlerin yerine getirdi ise, onları da yeryüzünde kâfirler üzerine


hekim kılacak...» (686) «Celâlim hakkı için, biz Tevrat'tan sonra Zebur’de
yazdık ki: «Yeryüzüne salih kullarım vâris olacaktır.» (687)

Buna göre Yüce A lla h yeryüzünün tam am ına sahip olm a hakkını müs-
lüm anlara ta n ım ıştır. Tâ ki yeryüzünün hepsi onlara vatan olsun. Bu hak­
kı alm ayı da onlara farz k ılm ıştır: «Ey müminler, önce, kâfirlerden size ya­
kın olanlarla savaşın. Onlar, sizde, şiddet ve kuvvet bulsunlar. Biliniz ki
Allah, takva sahipleriyle beraberdir.» (688) «Fitneden eser kalmayıncaya
ve din de yalnız Allah’ın oluncaya kadar o müşriklerle savaşın. Vazgeçer
Serse, artık düşmanlık ancak zalimlere karşıdır.» (689) H akim iyet A lla h ’tan
başkasında oluncaya kadar yeryüzünde fitn e v ard ır dem ektir. A n ca k yer­
yüzü A lla h ’ın şe ria tın a ve bu şe ria tı savunanlara boyun eğerek O'nu bo­
yunduruğuna gire rse , yeryüzünde em niyet (İslâm) g e rçe k le şm iştir. Çün­
kü em niyet İslâm ’ ın ken disidir. İslâm sız em niyet olmaz: «Ey müminler,
A lla h yolunda cihada çıktığınız zaman, mümini kâfirden ayırmak için iyice
araştırın . Size İslâm selâmı veren kimseye sen mümin değilsin deme­
yin...» (690) A lla h hakkı galip g e tireceğine ve şe ria tın ı şe re fle n d ireceğ in e
söz verm iştir. Bu söz, her zaman için g e ç e rlid ir : «Peygamberini hidayetle
ve hak din ile, bütün dinlerin üzerine geçirmek için gönderen Ö ’dur; ister­
se müşrikler hoş görmesinler.» (691) B ir hadis-i şe rifte R esûlü llah (S.A.V)
gece ve gündüzün ulaştığı her yere İslâm ’ın ulaşacağını haber verm iştir.
B ir hadiste de İslâm kelim e sin in girm eyeceği h içb ir kara parçası ve evin
kalm ıyacağım bildirm e kte dir. A lla h ’ın izn iyle bu o lacaktır. V e işte o zaman
yeryüzünün hepsi, ka y ıtsız ve s ın ırs ız m üsiüm an için vatan olacaktır. Ve
ancak o zaman in san lık topyekün m utluluğa kavuşacaktır.

2 — Yeryüzü tam am en A lla h 'ın hakim iyetine boyun eğinceye kadar


iki yurda ayrılır:

a — İslâm yurdu.

b — Harb (savaş) yurdu. İslâm yurdu, hakim iyetin İslâm ’a ve müs-


iüm aniara ait oian yurttur. Savaş yurdu ise, İslâm 'a ve m üslüm anlara bo­
yun eğm eyen yurttur. M üslüm anın vatanı, neresi olu rsa ofsun İslâm yur­
dudur. Y e r ve ırk ayırım ı o lm aksızın. Çünkü m üsiüm an vatanın çam uru­
na bağlı değ ildir. B a ğ lılık, inandığı inanca ve o inancın vatam nadır. Y üce
A lla h , m em leketini inancının üstünde tutanı a y ıp la m ıştır :

688 — N u r : 55
887 — E n b iy a : 105
683 — T e v b e :123
689 — B a k a r a : 191
890 — B a k a r a : 191
691 — T e v b e : 33

328
HAYAT NİZAMLAR]

«Eğer biz onlara : «Nefislerinizi cihad için öldürün, yahut yurdlarınız-


dan çıkın» diye bir farziyyet yükleseydik, içlerinden pek azı müstesna onu
yapmazlardı. Onlar, kendilerine öğüt verilen şeyleri yerine getirseydiler
elbette bu, haklarında çok hayırlı ve imanlarını kökleştirme bakımından
sağlam bir hareket olurdu.» (692)
/
M üslüm anın vatanı İslâm yurdu olduğuna göre, m üslüm an orada o l­
madığı takdirde oraya h icre t edecek m i?
H a n b e lî’ler şö yle der: «Şayet küfür yurdunda dinin i açığa vurabili-
yorsa cihad etm e im kânım kazanmak ve m üslüm anların sa y ısın ı çoğaltm ak
için İslâm yurduna h icre t etm esi sünnettir.»
Bundan a n la şılıy o r ki m üslüm anın dinini yaşa yab ildiğ i yerden hicret
etm esi sadece sünnettir. A m a küfür hakim iyetinin ve sa pık bidatlerin ha­
kim olduğu ve dini açığa vurmak, farzları yerin e getirm ek gibi durum ların
engellendiği, insanın, ken disinin veya n e slin in küfre zorlanm aktan kork­
tuğu yerden h icre t etm esi farzdır. N itekim Y üce A lla h bu konuda şö yle
buyuruyor: «— Mekke’den hicret vacip olduğu zaman oradan hicret et­
meyip küfür diyarında kalıp nefislerine zülmettikleri halde, meleklerin,
canlarını aldıkları kimselere (azarlama kasdı ile) melekler şöyle derler :
«Ne işte idiniz?» Onlar: «Biz Mekke'de zayıf kimselerdendik, hicret etmek­
ten âcizdik» derler. Melekler de: «Allah’ın arzı geniş değil mi idi? Siz de
oraya hicret edeydiniz ya» derler. İşte onların yeri cehennemdir. O ne kö­
tü bir dönüş yeridir.» (693)
H anefîler ise şö yle derler: Küfür ve b id a t yurdundan İslâm yurduna
h icre t etm ek, vaciptir...

M averdi de şö y le der (Şafi'nin görüşü de budur): Küfür yurdlarından


herhangi birinde m üslüm an dinini açığa vu rab iliy o rsa, böylece o rası İs­
lâm yurdu olm uş olur. Orada ikam e etmek, h icre t etm ekten daha fa zile t­
lid ir. Çünkü başkasının da İslâm 'a girm esi umulur.
Beğavî, «Fethü'l-Bârî» şö y le der: « K â firle rle sa v a şıld ığ ı, yani dünya­

da küfür yurdu bulunduğu m üddetçe dininden döndürülm ekten korkan


m üslüm an için oradan h icre t etm ek vacip tir. Ş ayet yeryüzünde küfür diya­
rı kalm azsa, ancak o zaman h icre t sü re k liliğ in i kaybeder.
İslâm yurdunda oturm ayan m üslüm anlar din hususunda bizden yar­
dım d ile d ik le ri zaman onlara yardım ederiz. A n ca k aram ızda anlaşm a
olanlara karşı olursa o başka. Y ü ce A lla h şö yle buyurur: «İman edip de
hicret etmiyenlere gelince; hicretlerine kadar sizin için mirasda onlara

692 — N is a : 66
693 — N is a : 97
329
İ SLÂM

hiçbir velayetiniz yoktur. Bununla beraber eğer dinde yardımlarınızı ister­


lerse, onlara yardım etmek de üzerinize borçtur; ancak sizinle aralarında
andlaşma bulunan bir kavim aleyhine değil . » (694)

3 — Savaş yurdunu da iki kısm a ayırm ak mümkündür ;


a — A ram ızda andlaşm a bulunan savaş yurdu. Bazıları bunu m üsta­
kil bir yurd olarak kabul eder ve onu «Daru’l-Ahd» andlaşm alı yurd ola­
rak isim le n d irir.
b — A ram ızda andlaşm a bulunmayan savaş yurdu.
İslâm yurdunu da şu kısım lara a y ıra b iliriz :
1 — Darûl-Adl (A dalet yurdu); İslâm 'ın uygulandığı, sünnetin korun­
duğu ve başında m üslüm anlar için ş e r ’i H alife bulunan yurddur.
2 — Darûl-Bağiy (Â s ile r yurdu); Hak İmam'a karşı ge lenlerin hakim
olduğu yurddur. V e le v ki İslâm ’la hükm etsinler.
3 — D arûl-Bid’at: B id ’atçıların hakim olduğu ve b id ’atlerini açığa
vurdukları yurddur.
4 — D aru’r-Ridde (İrtidat edenlerin yurdu): Halkı veya ona hakim
olan lar dinden dönen veyahut halkı kâfir olup da İslâm'a girdikten sonra
tekrar küfre giden ve bunların hakim oldukları yurddur.
5 — D arû 'l-M eslû be (Zorla a lın m ış yurd); A slın d a İslâm yurdu oldu­
ğu halde İslâm toprakları dışındaki k âfirlerin istilâ e ttikle ri yurddur.
Bu k ısım la rın hepsi İslâm yurduna dahildir. Ebû Hanife şöyle der :
Savaş ehli yurdlarım ızdan birine galip g e lirse veya bir m em leket ehli
irtid at ederek gâlip g e lir ve küfür hüküm lerini uygulayacak olu rla rsa v e ­
yahut zim m et ehli andlaşm ayı bozar ve m em leketlerinde gâlip ge lirlerse ,
bütün bu şe k ille rd e İslâm yurdu ancak üç şartla savaş yurduna dönüşür :
1 — Ş irk ehlinin hüküm lerini tamamen uygulamak. Ö yleki bir k ıs - '
rnında dahi İslâmî hüküm ler uygulanmaz.
2 — İslâm beldelerinden birine b itişik olm ayacak şe kild e savaş
yurduna b itişik olm ası.
3 — ESj<i İslâm em niyeti iç e risin d e ne bir m üslüm anın ve ne de bir
zim m înin kalm ış olm ası.
Buna göre Ebû Hanife m ezhebinin görüşü açısından H indistan, F ilis ­
tin ve Türkistan gibi yerle r İslâm yurdunun cüzleri sa yılırla r.
M ürted kâfir gurupların veya kâfir bir diktatörün ’ hakim olduğu ve
aslında İslâm yurdu olan ü lke le r de bu durumdadır.

604 — E n fa l : 72

330
HAYAT NİZAMLARI

Yukarıda anlattığım ız, Ebû H anife'nin içtihadı idi. Talebeleri olan


İmam Ebû Y usu f ve M uham m ed ise şö yle derler: İslâm yurdu tek bir şa rt­
la savaş yurdu olur. O da, küfür hüküm lerinin uygulanm asıdır. O nlarca
ölçü budur. Bu görüşe göre şu anda İslâm âlem inden çok küçük bölgeler
dışında İslâm yurdu yoktur.

4 — M üslüm anların b ir H a life si olm adığı ve İslâm şe ria tı uygulana­


rak insanların ona uym ası m ecbur tutulm adığı için D a r’u l-A d l’ın o lm adı­
ğını kabul edecek olursak o zaman İslâm yurdunun hepsi Dar'ur-Ridde,
B:d'a veya D ar’ul-Fusûk olur. Bu durumda m üslüm anların hepsine ve
ö ze llik le Ehl-i Hail ve A k d ’e İmam’ı tayin e tm eleri ve İslâm topraklarının
hepsinin iade e d ilm e si için onunla cihad etm eleri farzdır. M üslüm anların
bir saat bile H alife veya İmam’sız kalm aları, İslâm ’ın uygulandığı bir yurd-
larının bulunm am ası caiz değ ildir. Şafii fa k ih le r şö y le derler: «İmam kay­
bolursa H ilâfet hüküm leri o zam anın en iyi bilg in in e intikal eder.» O halde
İslâm fa kih le ri İslâm topraklarında İslâm ’ı uygulayan bir H alifen in bir an
bile yok olm asını tasavvur edem iyorlar.

5 — Daha önce an lattıklarım ızın n e tic e si olarak deriz ki :


M üslüm anın vatanı, D ar'ul-Adl «Adalet yurdu» olm ası şa rtıy la D ar’ul-
İslâm. (İslâm yurdu)'dur. B ir yerin adalet yurdu o la b ilm e si ise, ancak İs­
lâm ’ın hüküm lerini sünnet nizam ı üzere uygulayan ş e r ’i halifenin bulun­
m asıyla mümkündür. İslâm yurdunun hepsi bu durumda olm ayınca bu şa rt­
ların g e rçe k le ştiğ i bölge adalet yurdudur ve m üslüm anın duyguca, şuurca
ve b a ğ lılıkça vatanı burasıdır. Y ukarıda an lattık larım ız bazı görüşlere göre
de buraya h icre t etm esi vacip tir.
6 — İslâm yurdunun tam am ı adalet yurdu haline g elince İmam’ın
h a zırlık yapm ası ve bu yurdun s ın ırla rın ı g e n işle tm e k için cihad bayra­
ğını açm ası gerekir. Tâ ki yeryüzünün tam am ı m üslüm an için vatan sa-
yıiın ca ya kadar.
Am a İslâm yurdunun adalet yurdu olm am ası halinde herşeyden ön­
ce m üslüm anların adalet yurdunu g e rçe k le ştirm e le ri ve H ilâ fe tle rin i ku­
rarak hareketlerine başlam aları vacip tir. Ö nce İslâm yurdunun adalet yur­
du olm asına ça lışa ra k m ürted, zalim ve b id ’atçı hüküm leri yıkm aları ve
kâfir hüküm etlerle savaşm aları, k âfirler tarafından işgal e d ilm iş toprakları
geri alm aları sonra yeryüzünün hepsinin A lla h ’ın e m irle rin e boyun eğ-
—esi için harekete geçm eleri farzdır.
A d a le t yurdu bulunduğu zaman bütün m üslüm an id a re cile rin ona
royun eğm eleri farzdır. Şayet boyun eğm ezlerse zalim â s ile r sa y ılırla r
• e onlara savaş açm ak caiz olur. Çünkü İslâm üm m etinin b irliğ i gibi İs­

331
İSLÂM

lâm to praklarının da b irliğ i g e re klid ir ve bunun önünde b ir engelin dur­


m ası ca iz değ ildir. Buna engel olan kim se m üslüm an olsa bile kan ve
m alını helâl k ılm ıştır.
Hz. A li, Hz. M uaviye ile bunun için savaştı.
Bütün bu z ik re ttik le rim izin tamam ı farz olan şe yle rd ir. Farz o lu şla ­
rı ancak bir durumda ve g e çici olarak kalkar. O da, İslâm î gözlüğe göre
adalet yurdunun diğer yurdların kuvvetiyle boy ö lçü şem iye ce ğ i ve bir ça­
tışm a anında adalet yurdu kuvvetlerin in k e sin lik le y en ile ce ğ i durumudur.
Bu durumda savaşa girm ez ve diğer yurdları içerden b irib irin e düşürm e­
ye ç a lış ırız . S iy a s î fa aliye tle rd e bulunuruz. Z ayıf olduğum uz durum larda
kuvvetlen inceye kadar m a llarım ızla düşm anlarım ızın gönlünü alm am ızı
m üslüm an fa kîh le r kabul e tm işlerd ir.
Burada iki noktaya dikkat e tm e liyiz :
a — K uvvetim izi onunla ö lçe ce ğ im iz ölçü, İslâm 'ın ölçüsüdür. İs­
lâm ölçüsünde b irim iz onlardan iki k işiy e bedeldir.
b — M evcu t za y ıflığ ım ız sü rekli olm ayı gerektirm ez. Hangi yönden
zayıf ise k o yönden kuvvetlenm eye ç a lışm a lıy ız. İster para yönünden
olsun, iste r adam yönünden olsun ve iste rse silah ve sila h ı kullanm a yö­
nünden olsun. Çünkü vacib in ancak onunla yerine g e tirile b ild iğ i şey de va-
cipdir.
7 — B elki de adalet yurduna yapılacak en önem li ta vsiye kendisini
düşm anları olan mürted, m ünafık ve bid'atçılardan te m izle tm e sid ir. Ö l­
dürülm esi ca iz olan bu zındık, m ünkir ve azgınların üzerinden bir s ilin d ir
gibi geçecek ve onları bir ham lede yok edecektir.
Şayet kendisi bunu yapm azsa ergeç onlar tarafından böyle bir ha­
reketle k a rşıla şa ca k tır. M ü rte d lerin ve onlar g ib ile rin in kökü kazılm adık­
ça İslâm ’ın kalkm ası mümkün değildir. A lla h 'ın düşm anları, m üslüm anları
A lla h ’ ın dostların a karşı k u lla n a b ilirle r, dikkatli olm ak gerekir.
İçinizde de onları dinleyecekler vardı..» (695) «Celâlim hakkı için,
eğer münafıklarla kalblerinde şehvet hastalığı bulunanlar ve şehirde mü­
minlerin ayıplarını arayıp yayanlar, vazgeçmezlerse, muhakkak seni onla­
ra musallat ederiz. Sonra seninle o şehirde (Medine’de) az bir zamandan
fazla komşu olamazlar. Koğulmuş olarak nerede ele geçirilirlerse, tutu­
lurlar kıyasıya öldürülürler.» (696)
A d a le t yurdunun yıkılm asın d a m ürtedlerin öldü rülm em esi ve fasıkla-
rın takıp edilm em esi kadar büyük te h like arzeden b irşe y yoktur.

695 — T ev b e : 47
696 — A h z a b : 60

332
____________ HAYAT N İZ A M L A R I

8 — İslâm yurdu, yeryüzünün tam am ını kapsayabildiği gibi, küçük


bir parçasını veya ayrı ayrı birkaç parçayı da kapsam asının mümkün ola­
bile ceğ in i gördük. A y rıc a İslâm yurdunda oturanlar ayni dili konuşur ve
ayni fık h î m ezhebe bağlı o la b ile ce kle ri gibi ayrı d ille rle konuşur ve ayrı
m ezheplere de bağlı o lab ilirle r.
İslâm yurdu geniş olduğu takdirde İdarî taksim at hangi esasa göre
yap ılacaktır. A caba çizile n sın ırlar, dış görüntüler ve coğrafi engellere
göre mi, m üşterek m aslahatlara mı, yoksa ayni d ili konuşanları bir araya
getirm ek tem eli üzerinde mi o lacaktır? Veya halkın tabi olduğu fık h î m ez­
hepler mi esas alın a caktır? Veyahut bütün bunlar nazara alınm ayacak ve
H alife ile Şûrâ E h li’nin isted iğ i şe k ild e mi yap ılacaktır?
Daha sonra m em leketleri fe th ed ilm iş gayr-i m ü slim le r bulunur da
bunlar İslâm devletinin hakim iyetini kabul etmek, vergi ve buna benzer
yüküm lü lüklerini m ükemmel bir şe k ild e yerine getirm ek, muam elatta İs­
lâm î hüküm leri kabul etm ek ve m üslüm anlara, İslama davet hürriyetini tam
bir şe k ild e kabul etm ek şa rtıyla kendi ken dilerin i idare etm elerine mü­
saade e d ile b ilir mi?..
Bu m eselelerde Raşid H a life le r tarafından uygulanan kanunlar d ışın ­
da elim izd e nasslar yoktur. A slın d a biz, Raşid H a life 'le rin tatbikatlarına
bağlı olm ak m ecburiyetindeyiz. Peygam ber (S.A.V.) şöyle buyurur: «Bana
ve benden sonra gelen Raşid H a life le rin yoluna uyunuz. D iş le rin izle sım ­
sık ı tutunuz.» Bu tatbikatların dışındaki m e se le le r ise, İmam’ın içtih a d ı­
na ve m aslahatın gerektirdiğ ine bağlıdır. Bu arada asırların getirdiği b ir­
takım ayrı durum ların ortaya ç ık tığ ın ı b e lirtere k Raşid H a life ’lerin uygu­
lam aları gözönünde bulundurulduğu takdirde asrım ızda bunların nasıl uy­
g u lan ab ileceklerin i anlatalım :
9 — Bu konuda dikkat e d ilece k hususlar şu nlardır :
1 — V a lile ri tayin eden ve v ilâ y e tle ri taksim eden İmam'dı. T aksi­
matta bazan vaki (olan) gözönünde bulundurulurdu. M ıs ır, İslam dan önce
bir Rum v ilâ y e ti idi. Fethedildikten sonra yine v ilâye t olarak kaldı. Bazan
bu vakî, kavim esasına dayalı idi. M e se lâ H orasan’da oturanlar Fars kav-
m indendi. Bazan da birkaç v ilâ y e t b irib irin e eklenerek bir v ilâye t te şkil
e ttirilird i Hz. Ö m er zam anında Şam ve civarın ın b irib irin e eklenerek bir
v ilâye t sa yılm ası gibi. Hz. Ö m er buraya Hz. M u aviye'yi vali olarak tayin
etm işti.
2 — Raşid H ilâfet vilâye t sakin le rin in validen memnun olm alarına
önem verird i. Ö yleki şe h ir halkı validen memnun olm ayınca o vali azle-
d ilird i. Hz. Ö m er’in metodu buydu. V e le vki vali mazlum olsun. N itekim
S a’d b. Ebi Vakkas haklı olduğu halde azle d ilm iştir. Bundan anlıyoruz ki
333
İ SLÂM

vali söz konusu olunca halkın arzusu nazar-ı itibara alınır. N asslardan da
açıkça anlaşılan budur :
«Üç kişi oldunuz mu, aranızdan birini başkan seçin.» Başa geçirm e
«Kim, imamlığından hoşlanmadıkları
hakkı, idare edilece k olanlarındır.
halde bir cemaata imam olursa, namazı iki kulağını geçemez.» Namaz ön­
d e rliğ i, İslâm'da ö nd erlikler arasında önem li bir m evki işgal eder.

3 — A y rıc a Raşid H ilâfet'in vali seçerken Peygam ber (S.A.V.)’in sa­


habelerinden se çtiğ in e de dikkat etm ek gerekir. Çünkü İslâm toplumunda
en olgun s ın ıf onlardı. Fethedilen v ilâye tle rd e ise, sa kin le ri İslâm ’a girm iş
olsa lar bile, İslâm î g e çm işle ri yeni idi. A lla h ’ın hizbinde en üstün se viye ­
de olanların İslâm vilâ y e tle rin in başına g e tirilm e le ri norm aldir.
Konumuzu aydınlatm ası bakım ından bu üç noktaya tem as ettik. A y ­
ni gaye için Raşid H ilâfet devrindeki toplum un karakteriyle ilg ili başka bir
noktaya da tem as etm ek istiyoruz: Raşid H ilâfet son buluncaya kadar
m üslüm anlar fik rî bir b irlik te şk il ediyordu. S a yılı bazı fe rd lerin ve dar
bir çerçevenin dışında ne fik rî ve ne de akidevî m ezhepler vardı. Bu ferd-
le rd e k ile r de, ancak çe kird e kle r durumundaydı. Bu, m eselnin bir yönüdür.
İkinci yönden Raşid H ilâfet devresinde Islâm tarafından fethedilen m em ­
leketlerde yaşayan nesilden olgunlaşanlarin sa yıları cidden az idi.
Bu m ülahazalardan sonra deriz ki: Bugün, İslâm âlem inde yaşayan
n e sille rin İslâm 'la iliş k ile ri yüzlerce sene öncesinden başlar. Her bölgede
yaşayanlardan İslâm ’da olgunlaşanlar vardır. Şim di İslâm âlem inde yaşa­
yanlar ç e ş itli d ille r konuşm aktadır. A y rıca İslâm âlem inde ç e ş itli fık h î
veya akidevî m ezhepler vardır. Her mezhep bir bölgede çoğunluktadır.
Bu durum karşısında, bu m e se le le r gözönünde bulundurularak İdarî
bir taksim at yapmaya engel birşey var m ıdır? B ir d ili konuşan bölge bir
vilâyet, Ş iî’lerin bulunduğu bölge bir vilâyet, b e lli b ir fık h î m ezhebe tabi
olanların bulunduğu bölge bir v ilâ y e t olup burada yaşayanlar, H alife ta­
rafından te m sil edilen m erkezin em irle rin e bağlı olm ak kaydıyla id a re ci­
lerini kendi aralarından seçem ezler m i? Y ukarıda an lattığ ım ız noktalara
başvurduğumuzda, H alife bunda bir m aslahat görür ve böyle bir taksim at
yaparsa herhangi bir ş e r ’î sakınca yoktur. Ö nem li olan, orada yaşayan­
larda böyle bir isteğ in olm ası ve bu isteğin çoğunluk tarafından da be­
nim senm esidir. A y rıca bir bölgede ç e ş itli d ille r konuşulduğu veya ayrı
fık h î m ezhepler bulunduğu halde o bölgede yaşayanlar genel manadaki
İslâm kardeşliği ruhunun etrafında b irle şe re k bir v ilâ y e t te şk il etm esinde
de herhangi bir sakınca yoktur.
Burada şu noktaya da dikkat etm ek m ecburiyeti vardır: H alife ihti­
yatlı davranm ak m ecburiyetindedir. Kuvvet daima onun elinde bulunacak-
334
I

H A Y A T N İZ A M LA R !

tır. H iç bir vilâye tin m erkezden ayrılm asına veya itaattan çıkm asına fır ­
sat verm eyecektir.
M üslüm anlar için durum budur. M üsiürnan olm ayanlara gelince, müs-
lüman fakihlerin, müsiürnan m em leketlerde müsiürnan olm ayanların bir
güç olacak şe k ild e bir araya g e lm elerin i hoş karşılam a d ıkla rın a dikkati
çekelim . M üslüm an olm ayanların iskân ede ce kleri özel yerlerin in olm ası
veya İslâm m em leketlerin e geld ikle rin d e b ir arada toplanm alarının önlen­
m esi ve başkaldırarak gü çlerinin olm am ası için d ağıtılm aları gereğine
inanırlar.

maçı olağandır. A n ca k valid e bir takım özel sıfa tla rın bulunm asının şart
olm ası da olağandır. Çünkü onun görevi de vilâ y e tin in sın ırla rı dahilinde
tıp kı İmam’ın görevi gibidir. O da, İslâm ’ı uygulayacak ve m üslüm anlann
işle rin i idare edecektir. Hz. Ö m er'in bu konudaki sö zle ri ilg in çtir :
«Ey insanlar, ben yem in ederim ki, yü zlerinize vurm aları ve m a lları­
nızı alm aları için size v a lile r gönderm iyorum . Size d inin izi ve yolunuzu
öğretm eleri için gönderiyorum . Kim bu şe k ild e bir davranışla k a rş ıla ş ır­
sa, onu bana b ild irsin . Ö m er’in nefsini kudretinde tutana yem in ederim
ki, onun hakkını ondan alacağım.»

11 — Son olarak deriz ki :


G enel olarak bütün m üslüm anların ve özel olarak her bölgede yaşa­
yanların, yurdlarını adalet yurdu haline g e tirm ele ri borçtur. A y rıc a bu böl­
gelerin, makul bir şe k ild e ve m üslüm anların rızalarına uygun olarak idari
taksim atı yapılm ak üzere tek bir vatan meydana getirm ek için b irle şm e le ­
ri gerekir. Her v ilâye tin İslâm î kanunları ve d a h ilî nizam ı o lacaktır. Bu v i­
lâyetlerin toplam ının da kanunları ve d a h ilî nizam ı o lacaktır. A ncak tüm
ayrın tıla rıy la beraber kanun ve nizam ları m utlaka Kitap, Sünnet ve Raşid
H a life le rin tatbikatından olacak ve m üslüm anların m aslahatları gözönün-
de bulundurulacaktır. Bütün bu anlattıklarım ızdan sonra bu farzın yerine
g e tirilm e si için şu hususları tekrar hatırlayalım :
H er İslâm î bölgede İslâm î bir hüküm etin bulunm ası farzdır.
A d a le t yurdunu meydana g etirecek şe k ild e bu bö lg e lerin b irle şm e le ri
farzdır.
A d a le t yurdunun, İslâm âlem inden İslâm 'la bağdaşm ayan şe yle rin
atılm asına ça lışm a sı farzdır.
İslâm yurdunun, İslâm 'ın yeryüzüne yayılm asın a ça lışm a sı farzdır.
Bütün bu noktaların ge rçe kleşm e si için her m üslüm anın ça lışm a sı da
farzdır.

335
(BİRİNCİ KİTAP)

İ Ç İ N D E K İ L E R

M U K A D D İM E 5
İSLÂ M 17
BİRİNCİ B Ö LÜ M B irin c i C i i î RÜ KÜ N LER
B irin c i Rükün (ŞEHADET) 25
İkinci Rükün (N A M A Z ) 107
Ü çüncü Rükün (ZEKAT) 115
Dördüncü Rükün (O R U Ç) 157
B eşin ci-R ükün (H A C ) 173
İKİNCİ B Ö LÜ M
İslâm olm ayınca 178
İnsan ya m üslüm andır veya kâfird ir 185
İnsan (Erkek - Kadın) 197
Oyun ve E ğlence 219
S ü sle n m e 222
G üzel Sanatlar 233
M illiy e tç ilik , v ata n sev e rlik, ırk çd ık , k a b ile c ilik 237
Ö zgürlük 239
K a rd e şlik ve e ş itlik 241
N e tice olarak 242
İslâm ahlâkı insanı her yönden kem âle e rd irir 243
A lla h hakkı 250
Ana - baba hakkı 251
Karı - koca hakkı 252
A kraba hakkı 254
Kom şu hakkı 255
İş hakkı 255
M üslü m a n la rın hakkı 256
M üslüm an olm ayanların hakları 259
D evletin hakkı 299
Ü Ç Ü N C Ü B Ö LÜ M
M U K A D D İM E (Hayatın um umi nizam ları) 274
Ü m m et 277
H ilâ fe t 297
H a life liğ in farz oluşunun kaynağı 308
İmamda bulunm ası ge re kli olan şa rtla r 319
H a life n in adaletten a y rılm a sı 328
İmam veya halife n in se ç im i 322
İmanın hakları 225
Vatan ° b
İS L A M
Said Havva
Cilt: 2

TÜRKÇESÎ
SAlD ŞÎMŞEK
İKTİSADÎ SİSTEM

İslâ m n iktisa t siste m in d e n söz ederken iki hususu b irb irin e k a rış­
tırm am ak gerekir: A rz ve talep p re n sib i olara k İktisadî hayatın kanunla­
rıma İktisadî hayatı te m sil eden te ş r iî yönü. Çünkü İktisadî siy a se tin sa­
dece te ş r iî -yasama- yönle iliş k is i vardır. İktisadî hayat, tabiat kanunla­
rına benzer. B ir hukuk kitabında çekim kanunlarının yazılm ası beklen-
m e d ğ ı gibi İktisadî te şrîd e n bahseden bir kitapta da İktisadî hayatın pren­
sip le rin in y azılm ası beklenem ez.

İktisadî hayatın p re n sip le rin i gözlem , tecrübe, sü re k li takip ve ista ­


tis tik le r keşfeder. Bu konuları anlatan özel kitap lar vardır. T eşriin işi bu
değildir.

İktisadî te şriin konusu, İktisadî iliş k ile rin adalet üzere yürütülm esi
ve g e lirin yararına olm a sıdır. Buna önem v e rilir. A y rıc a İktisadî hayattan
doğan problem ve m e se le le rin çözüm ü üzerinde durulur.

M ükem m el İktisadî bir siste m şu m e se le le r üzerinde durm ak m ecbu­


riyetindedir: M ü lk iy e t, m ülk edinm e y o lla rı, m eşru ve m eşru olm ayan y o l­
lar, bu konudaki hak ve dayanaklar İktisadî hayatta devletin görev­
leri, ayrıca devletin g e lir ve g id e rle ri de bu m e se le le r arasın dadır. Bura­
da bu konuların İslâm açısından nasıl d e ğ e rle n d irild ik le ri üzerinde dura­
rak konuyu dört ana b a şlık altında anlatm ağa ç a lış tık :

1 — İslâmda M ü lk iy e t Nizam ı

2 — Sosyal İktisadî Problem lerin Çözüm ü


3 — İslâm D evletinde G e lir-G id e r ve Bütçenin Tanzimi

4 — İslâm İktisat S iste m in in Temel D ayanakları

339
İSLAMDA MÜLKİYET NİZAMI
A — İslâm ın m ü lkiye t nizam ını anlatm adan önce zih in le rim izd e üç
gerçeğin a ç ık lık la b e lirle n m e si g e re kir :
1 — M ald a in san lar arasında tam b ir e ş itlik im kân d ışıd ır. Buna bir
m isal v e re lim :

Herhangi bir ülkede bu konuda m utlak b ir e ş itliğ i sağlam ağa ç a lış ­


tığım ızda, daha b aşlang ıçta bundan aciz kalırız. Çünkü aralarında kü­
çüğü vardır, büyüğü vardır. Buna v e rd iğ im izi ona da v e rs e k e ş its iz liğ in
ç e şitle rin d e n biri olur. A m a yine de böyle yap tığ ım ızı kabul e delim . Ve
bundan sonra he rkesi ç a lışk a n lığ ı, m alî, a k lî c in s î ve ruhî k a b iliy e tle riy le
başbaşa bırakalım . B ir y ıl sonra e ş itlik devam edecek m id ir?

K e s in lik le hayır

Ş ayet ik in c i defa e ş itliğ i geri getirm eğe ç a lışır; yanında daha çok
bulunandan m alını a lır ve daha az m alı bulunana ve re ce k olursak, ne
o laca ktır? Daha çok ça lışa ra k daha çok kazanan, ça lışm a sın ın k a rşılığ ın ı
görem ediği için ç a lışm a yı bırakacaktır. V e b ir gayret sarfetm eyen de, yo­
rulm adan kazanç elde e ttiğ in e bakarak daha çok te m b e lle şe c e k tir. Bu
işi ne kadar kontrol altınd a tutm ağa ç a lış ırs a k ç a lış a lım yine de id dia edi­
len e ş itlik olm az. Çünkü o kadar kontrolcuya ih tiya ç duyulacak ki,
çalışm ağa adam kalm ayacaktır. B ö ylece büyük bir çoğunluğun g e lir ge­
tiric i olm asına engel o lunacaktır. A y rıc a her zam an için kontrol da ko­
lay değ ildir.

0 halde bu düşünce te m elin den y a n lıştır. Onun için A lla h fc. c.}
Kur'an-ı K e rim ’de, b e ş e rî hayatın, ancak rızık konusunda in san ların bir­
birlerin den fa rk lı o lm a larıy la düzene g ire b ile ce ğ in i b ild irm iştir. İktisat
m e se le le rin d e A lla h 'ın sü nnetlerin den b irid ir bu. Y üce A lla h şö yle buyu­
rur: «Allah rızık hakkında bir kısmınızı b ir kısmınızdan üstün kıldı..» f1]
Bundaki hikm eti de şö y le açıklar: «-Ey müminler- Allah, O ’dur ki,
sizi arzın halifeleri yaptı ve derecelerle kiminizi kiminizin üstüne çıkar*
1 — N ah! : 71

341
İ SLÂM

dı. -Bunun hikmeti ise, sizi size verdiği şeylerde imtihan etmek için­
dir.» (2)
«Rabbinin rahmetini onlar mı bölüyorlar? Onların bu dünya hayatın­
daki geçim rızıklarını aralarında biz böldük. Bir kısmını da derecelerle
diğerlerinin üstüne çıkardık ki, bir kısmı bir kısmını tutup çalıştırsın...»
(3] Ş a ye t herkes gücüne göre b ir diğ e rin in işin d e ça lışm a m ış o lsayd ı, in ­
sanların m a slahatları e n g ellen ird i. K im se kim senin işin i görm ezdi.

2 — M ü lk edinm e m e se le le rin in b ir düzen, program ve kaid e lere


bağlı tu tulm am ası doğru d e ğ ild ir. Çünkü böyle yap ılm adığ ı takdirde işi
an arşiye bırakm ak dem ek olacak; güçlü za y ıfı yiye ce k , mal, haklı hak­
s ız el d e ğ iştire ce k , zulüm hakim olacak ve ad alet yok o laca ktır. O halde
m ülk edinm e, ad aletli ve tu tarlı b ir dü zenlem eye tabi tu tu lm a lıd ır. Böy-
lece, bir yanda adalet g e rç e k le ş e c e k ve diğer tarafta m alların hepsi tek
elde veya a zın lığ ın e lind e b irik m iy e c e k tir. M a lla rın te k elde veya a z ın lı­
ğın e lin d e toplanm ası bazı in san ların azg ın laşm ala rın a v e s ile olduğu gibi
çoğunluğun ö lüm le p e n çe le şm e si gibi kötü bir sonu ç ortaya çık aca k tır.
Onun iç in Y ü ce A lla h (c. c.) İslâm ce m iy e tin d e m a lların b e lli e lle rd e top­
lanm am asını hedef olarak kabul e tm iştir. Kur'an-ı K e rim ’de şö y le buyu­
rulur: «Ta ki mal, sizden zenginler arasında dönen bir devlet olmasın.» (4)

3 — D e vletin herşeye sahip o lm a sı ve h e rkesin b ir iş ç i sa yılm a sı


da doğru b ir yol de ğ ildir. Çünkü :
a — Bu, devletin ih tisa s alan ların ın s ın ırla rın ı aşm a sıd ır. D evletin
görevi; düzenlem ek, ad aleti g e rç e k le ş tirm e k ve zulm ü ortadan k a ld ır­
m aktır. Şayet bu s ın ırı aşar ve halkının m a lların a tecavü z ederse, bizzat
ken disi zu lm etm iş olur.
b — H alkın hepsi iş ç i durum una dü şünce ene rjin in büyük b ir k ısm ı
kaybolur. Çünkü ç a lışa n b ir kim se kendi işin d e g ö ste rd iğ i sa m im iy e ti
başka bir kim senin işin d e gösterm ez. (*)

c — H alkın hepsi d e vle tin yanında iş ç i durumuna düşüp bütün m ad­


di k u vve tle r d e vle tin e lin e g e çe rse insan köle durum una düşer. Zulm e
uğradığında b ir dayanağı kalm az. K e ndisind en yardım beklenen duru-

2 — E n 'â m : 165
3 — Z u h r u f : 32
4 — H a$r : 7
(*) Ercüm ent Rusya İstatistiği

342
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMİ

munda olanın ken disi zulüm yaparsa bu zulm ün ortadan kald ırılm a sı
kim den iste n e b ilir ve buna kim engel o la b ilir?

d — D evlet, bütün bu iş ç ile rin hareketlerini bir düzene sokm ak için


çok sayıda gö re vliye ih tiyaç duyacaktır. Hem bu iş ç ile r h içb ir işte de ça­
lışm ayacaklardır.

1 — MÜLK EDİNME İÇİN MAHZURLU VE MEŞRU OLMAYAN YOLLAR

A — FAİZ

İslâm fa izi haram k ılm ış tır. A zı da, çoğu da. H aram lığı zina derece­
sin i aşacak de re ce d e d ir. O ysa zina yapan k işi evli ise recm i hak .eder.
R ivayet e d ilir ki. «Bilerek kişinin yediği bir dirhem faiz otuz altı zinadan
daha kötüdür.» «Faiz yetmiş üç kapıdır. En aşağısı kişinin annesini nikah­
laması gibidir.»
Faizin haram lığı onunla iliş k is i olan herkese dokunur: «Resûlüllah
(S.A.V.), faizi yiyene yedirene, yazana, şahitlerine lanet etti ve hepsi de
-günahda- eşittir, dedi.»
Faizin bu derece çirk in karşılanm ası, İçtim aî ve İktisadî hayata kötü
etkile rin de n d o la yıd ır. Faiz, üm m etin bütün m alların ın bazı hallerde; şa­
yet yaln ız ken disi devletin fa izci ise d e vletin e lin d e toplanm asına se ­
bep olur. Faizcin in m alı, d iğ e rle rin k in in hesabına e ksilm e kabul etm e­
den gün g eçtikçe artar. F a iz c ile r ve fa izle uğraşanlar çoğaldıkça, fa iz­
c ile rin se rv eti günden güne artar. Ve b ir gün g e lir ki, h e rşe y onların
olur. Böyle b ir düzen, halkı para babalarına köle yapar. Hatta bazan
e m e kçiler görünürde ücret k arşılığ ın d a ç a lış ıy o r görünm ekle beraber as­
lında k a rş ılık s ız ç a lış ırla r. Bu, ne kötü b ir durumdur! Çünkü bazan borç­
lu ç a lış ır ama ça lışm a sın ın k a rşılığ ın d a ald ığ ı, ödediği fa iz m iktarını
karşılam az. Bazan da faiz m iktarı o kadar ço ğ a lır ki, borçlu g ittik çe içe ­
ri girer. Y in e böyle b ir ortam da fa izle para y atıra n la r çoğuzam an b ilfiil
iş hayatına katılm az. O turdu kları yerde para b irik tirirle r.

Faizin pek çok kötülükleri vardır. Bu m ese le yi e tra flıca ele alan ki­
taplardan bunları o ku ya b ilirsin iz. (*)

Y üce A lla h (C.C.) fa iz c ile re savaş ilân etm iş ve Resûlünün de onla­


ra savaş açm asını em retm iştir.

(*) İS L Â M ve F A İZ S e y y id K u tu p ( İk b â l Y a y ın la r ı)

343
İSLÂM

«Ey müminler,
İslâm de vle tin in de bu savaşa katılm ası, görevidir:
Allah'dan korkun ve faiz hesabından arta kalanı bırakın (alm ayın), eğer
gerçek müminler iseniz... Yok eğer bu faizi terketmezseniz bilin ki, A l­
lah’a ve Peygamberine karşı harbe girmişsiniz. Eğer ribâ almaktan tevbe
ederseniz ana paranız sîzindir; ve böylece ne zalim olursunuz, ne de
zulme uğramış bulunursunuz.» (5)
İslâm fa izi y a sa klam ışsa , bir de ona ih tiya ç bırakm ayan y o lla r aç­
m ıştır. H erşeyden önce m udarebe ortaklığ ın a m üsaade vardır. M üdarebe,
bir taraftan serm aye diğer taraftan em ek olm ak üzere kurulan ortaklıktır.
Bu o rtaklıkta iki ta rafın üzerinde a n la ştığ ı m iktar e sa s alınarak kazanç
aralarında bölü şülür. Z iyan o lursa serm aye sahib in e a ittir. Çünkü ça ­
lışan tarafın em eğinin boşa g itm e si y e te rlid ir.

ik in c i olarak, se le m e m üsaade e d ilm iştir. Bu ise, ile rid e te slim e d ile ­


cek b irşe yi hazır parayla satm aktır. K im in hem en paraya ih tiya cı olursa,
m eselâ m evsim i g e lin ce ye kadar istikb a ld e ki ge lirin de n b ir kısm ın ın müna­
sip b ir fia tla ve bu konuda fık ıh kitaplarında zik re d ile n şartlara uyarak
satar.

Ü çüncü olarak, İslâm, karz-ı haseni k a rş ılık s ız borç verm eyi te şv ik


e tm iştir. Böyle b ir borcun k e fili, zekât fonu veya beytülm aldır.

Son olarak da gö re ce ğim iz gibi zekât sağlam b ir şe k ild e ö denirse in­


sanın borç alm aya m uhtaç duruma d ü şm esi çok nadirdir. Ş ayet m uhtaç
durum a dü şerse, yukarıda an lattığ ım ız y o lla r ona yardım cı olur.

D evletin fa izi mubah k ılm a sı için elind e bir m azereti yoktur. D e vle ­
tin e lin d e b irço k im kânlar vardır. Bunları harekete g e tirir, halkın m asla­
hatına uyan yo llara başvurur. M aslah a t ise, A lla h 'ın düzeninin k en d isid ir.
Hâşâ; A lla h ’ın düzeninin uygulanm aya m ü sait olm adığı düşünülem ez.

Bu arada önem li b ir noktaya işa re t etm ek ge re kir :

Burada te s b it e ttiğ im iz hüküm ler sadece «İslâm Yurdu» için geçerli-


dir. «Savaş Yurdu» na g e lin ce , orada durum d e ğ işir. Çünkü İslâm «Sa­
vaş Ehii»nin mal ve kanlarını m asum saym az. O halde b ir m üslüm an S a ­
vaş yurduna em niyet v e rile re k g ire rse -bugün olduğu gibi- ahde v e fa lı o l­
m ak m ecbu riyetinded ir. Lâkin onların rıza sıy la m allarından herhangi bir-
şe y ken disine u la şırsa onu m ülk e d in m esi caizdir.

5 — B a k a r a : 278-279

344
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI

B — KUMAR, MEYSİR VE ŞANS OYUNLARI

A lla h düşm anlarının piyango olarak isim le n d ird iğ i şey, ca h iliy e tte k i
m e y sirin ken d isid ir. Hatta c a h iliy e t devrindeki m e y sirin kötülüğü daha az
idi. Çünkü c a h iliy y e t m e ysirin d e kazanan, kazancının hepsini fa k irle re da­
ğ ıtırd ı. O ysa bugünün piyangosunda ikram iye le r num arası çıkan ın kendi­
sin e v e rilir. Kum ar, bütün ş e k ille riy le s ırf kötülüktür. Bütün bunlar m ülk
edinm e iç in haram yollardır. Çünkü zulüm le a lın ıp zuiüm le v erilm ekte d ir.
Rıza katiyyen yoktur.

B in le rce lira yı b irik tirip s ırf num arası çık tığ ı için onları b ir insanın
m ü lkiyetin e verm ek akıl kârı m ıd ır? Veya tavla zarın ın şu veya bu ş e k il­
de g e lm e siy le m ü lkiye tin bir elden ç ık ıp başka ele geçm esi doğru mu­
dur? Ç a lışa n işç i, gö revli memur, binbir gü çlükle beş-on kuruş b irik tirs in
ve saçm a b ir şe y le em eğinin k a rşılığ ın ı kaybetsin. N ice insan ve aile bu
g ib i şeyle rd e n sık ın tı çe km ekte dir. N ice insan bunlardan dolayı b irb irin e
düşm andır. Ve nice insan üretim e katılm adan kahvehane ve kumar yer e-
rinde piyango m ü e sse se le rin d e ç a lışıy o r: Ş a ye t bu oyunlar olm asaydı,
buralarda ç a lışa n la rın hepsi ü cre tli bir işde ça lışm a k m ecbu riyetinde ka­
lacaktı. İslâm, İktisadî ve İçtim aî hayata kötü e tk ile ri bulunan ve üretim i
engelleyen bu gibi şe y le rle , bunlara götüren v e s ile le ri ya sa k la m ıştır. Ç ü n ­
kü bu oyunlar m ü lkiye ti gayr-i makul bir şe k ild e b ir elden başka bir ele
g e çiriy o r. Zam anı boş yere harcıyor ve üretim i eng elliyo r. D o stla rın ın
hepsi kum arbazlardan olan k iş i m utlaka hepsine düşm andır. Bu arada
atlar üzerinde oynanan oyunların da kum ara dahil olduğunu, ancak özel
bazı durum larda ve şeriatta b e lirtile n şa rtla r içe risin d e ca iz olduğunu
b e lirtm ek gerekir.

C — HIRSIZLIK-GASB VE YANKESİCİLİK

B ir m em lekette y a n k e sicile r, h ırs ız lık şe b e k e le ri ve haksız yere mal


gasbeden kuvve tle r olursa, ne olur? Ç a lışa n , em eğinin k a rşılığ ın d a n is t i­
fade edem eyecek, ça lışm ayan başkalarının em eğinden faydalanacak ve
neticed e b e k ç ilik için büyük e n e rjile r harcanacaktır. B irço k ça lışm a la r
bunun için aksayacak ve b irço k insan ü re tici olm aktan çık aca k tır. Çünkü
kazanç için ta kip e d ile b ile c e k daha k estirm e bir yol vardır. Çoğu insan
m alının yok o lm ası se b e b iy le g e lirle rin i takip etm ekten â ciz kalacaktır.
Bunun için İslâm, bu tür m ülk edinm eyi yasa klam ış ve. bu /o lda n giden­

345
İ SLÂM

lere şid d e tle cezalar e m re tm iştir. Satarken ölçü ve tartıda e k sik ölçüp
tartm ak ve alırke n fazla alm ak da haram kılınan h ırs ızlığ a girer. (*)

D — İDAREYİ KÖTÜYE KULLANMANIN HER ÇEŞİDİ

1 — İslâm ın yasaklad ığı idareyi kötüye kullanm anın bir çe şid i de m e­


murun rü şve t veya hediye alm asıdır. Çünkü normal olarak d e vletin hak­
larında g evşek davrandığı veya haksız yere başka birinin m alını başka­
sına verd iği için rü şve t alır. Bu konuda tem el şu hadis-i ş e riftir :

Ebu Ham îd e s-S a îd î (R.A.) dan, de r ki: Peygam ber (S.A.V.) Benû
Esed kabilesinden İbnu’l-Letbiyye ism inde birin i zekât memuru olarak gö­
revlen dirdi. Bu adam zekâtı topladıktan sonra döner ve: «Bu sizin, bu
da bana hediye edildi» der. Bunun üzerine Peygam ber (S. A. V.) kalkıp
m inbere ç ık tı ve A lla h 'a ham dettikten sonra şöyle dedi: ««Bu adam anne-
babasının levinde oturaydı da göreydi, ona hediye verilecek miydi; Nef­
simi kudretinde tutana yemin ederim ki, kişi böyle şeyler getirdiğinde
mutlaka kıyamet günü çaldığı malı boynuna yüklenerek haşrolunur. Çal­
dığı hayvan deve ise, omuzunda müsibet-zede develer gibi İnleyerek,
eğer sığır ise omuz kökünde avaz avaz bağırarak, koyun ise şiddetle
feryat ederek Arasat meydanına getirilir,» buyurdu.

Sonra R esûlü llah m übarek e lin i biz koltuk altını görünceye kadar
kald ırdı ve üç defa :

Yâ Râb, emirlerini tebliğ ettim mi? Emirlerini tebliğ ettim mi?


buyurdu. (6)

2 — İdareyi kötüye kullanm anın ve bu yoldan m ülk edinm enin ya­


saklandığı şe k ille rd e n b irisi de şirk e t ve serm ayenin idareye hakim o l­
m ası ve idarenin, şirk e tle rin iste d iğ i şe k ild e kanun çıkarm a sıd ır. O za­
man halkın hepsi şirk e tle r tarafından söm ürülür. Şu ş e k ille rd e bu. durum
meydana g e le b ilir •

a — İthalat ve ihracatla uğraşan tica re t şirk e tle rin d e bir Bakan'ın


h isse sin in bulunm ası ve Bakanın şirk e tin yararına hizm et etm esi. O rtak
olm ayıp rü şve t a lm ış da o lab ilir. Bazan Bakan ne o rtaktır ve ne de rüş­

(*) İs lâ m n iz a m ın ın d ış ın d a k i d ü z e n le r d e k i k a n u n la r h ır s ız lığ ı te ş v ik
e d ic i b ir e r u n s u r d u r la r . ( İk b â l Y a y ın la r ı)
6 — B u h a rı, M ü slim

346
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI

vet a im ıştır. A m a akrab alık veya parti m ülahazaları sözkonusudur. M e ­


se lâ norm al o larak b ir d ış pazara m alın ih racı isten ir. Bakan buna engel
olur. B ö ylece bu m alın d ış piyasa fia tı artarken iç piyasa fia tı düşer. O
zam an ş irk e t bu maJı ucuz fia ta alır. H ele Bakan şirk e tin e m rindeyse, fi-
atlar iç piyasada tam am en düştükten ve şirk e t bu m a lları aldıktan hemen
sonra güm rük kap ıların ı açar. A rtık o m em leketin ken disinde bile bu
m alı çok yü k se k fiata satm ak mümkündür. Burada halkın yararı köstek-
le n m iştir. ith alat kap ısı kapatılarak da bu gibi oyunlar oynanabilir.

H er iki durum da da bu tip, şirket-bakan an tlaşm aları İslâm şe ria tın ­


da yasa k tır ve bu yoldan m ülk edinm ek haram dır.

b — Dokum a - te k stil- sanayiinde ç a lışa n bir ş irk e t Bakanla anlaşır.


Bakan resm i bir kanun veya kararla ta le b e le rin bu sene geçen seneden
ayrı yahut ayni kum aşı k u lla n m a ların ı em reder ve talebenin başka kum aş­
tan g iyin m e si kabul edilm ez. Bu tip kararlar şirk e te çok g e lir getirir.
Am a kim in hesabına? Tabii ki, halkın hesabına ve bütün kazançlar, be­
lirli k im se le rin ce bin e giderek...

c — H üküm et bazı fe rtle rin veya halkın yahut şirk e tle rin b a sk ısıy la
m illî sanayiyi koruma g a y e siyle bir kanun çıkarır; diğer m em leketlerd e
•şlenen m alların özel şirk e tle r tarafından ithal e d ilm e si e n g ellen ir. Böy­
lece y e rli m a lların fia tı y ü k se lir yahut olduğu gibi kalır. A m a arada bir re-
kâbet o lm adığı için m alın k a lite si düşük olur. Bu durumda birkaç fe rt için
halk ziyana u ğ ra tılm ıştır. Biz m ille tim iz in her şeyind e başkalarına muh­
taç olm am asını bir farz olarak kabul ediyoruz. Am a birkaç k işi için m il­
letin hepsine zarar g e lm e sin i hoş karşılam ayız. Bu gibi durum larda da­
ha ad aletli bir yol bulm alıyız.

M üslüm an topraklardaki her nehir aslınd a bütün m üslüm anların m ül­


küdür. Şayet b ir ş irk e t b ir nehire bir se t çe ke r ve sonra da nehrin suyun­
dan istifa d e etm ek isteye n e suyunu satm ağa k a lk ışırs a caiz m id ir? O ysa
bütün m üslüm anların m alı olan ve bütün m üslüm anların yararına k u lla­
nılm ası gereken b irşe y i tahakküm ü altına a lm ış olur.

Görünen o ki, bu, İslâm de v le tin in e lin d e olm ası gereken bir şeydir.
Çünkü bütün asırlard a İslâm de vle ti kanalları ve nehir k o lların ı elinde
bulundurm uştur. E le k trik için barajlar yapmak ve bu e le ktriğ i halka sa t­
mak da buna benzer. B ir şirke t, halkın m alını tahakküm ü altına alarak
sonra da iste d iğ i fiata o m alın m ahsulünü satm a hakkını nereden alıyor?
Bu gibi iş le rin devlet e liy le yap ılm ası gerekir. Ş ayet devlet bu işle rin

347
İ SLÂM

kazancını birkaç ç ık a rcın ın elin e te slim ederse, o d e v le t zalim d ir. F e rtle ­


rin âmme m aslahatını kendi çık a rla rın a vasıta kılm ağa ne hakları vardır.

3 — idareyi kötüye kullanm a ve haram kazanç elde etm enin bir ;e-
şid i de, altında şa h s î kazanç bulunan im tiyazlara sahip olm akla elde
e d in ilen m ülktür. Çünkü Raşid hilâfe tin uygulam ası, m ü slüm anların iş le ­
rinden b irin in başına geçen şahsın, başa g e çtikten sonra artan mal ve
kazancından dolayı onu sorguya çekm ek olm uştur. K işin in kazanç elde
etm esi, idareyi kötüye kullandığına bir şüphe te ş k il ederdi. R aşid h ilâ fe ­
tin uygulam alarından birkaç m isal vere re k durumu açıklığ a kavuşturalım :

a — Hz. Ö m er (R. A.) oğlunun d e v e le rin in diğer develerden daha


se m iz olduğunu gördüğünde bu durum onu düşündürdü. Em irüT-m ü'm i-
n în ’in oğlu olduğu iç in oğlunun de ve le rin e çobanların daha fazla değer
v e rd ik le rin e ve onları daha güzel yerle rde o tla ttık la rın a kanaat getird i.
Bunu m üslüm anların id are sin i kötüye kullanm a olarak saydı ve oğluna
d e v e le rin i satarak kazançlarını B eytü'l-m al'e koym asını em retti.

b — Ö m er b. A b d ü la ziz v a lile rin e gönderdiği bir tam im inde şöyle


de r :
«İmam’ın ve id aresi sın ırla rın a giren yerle rd e v a lîn in tica re t yap­
m am ası g erektiği görüşündeyiz. İdareci gayret etse b ile yine de kendi
tarafına çe ke r ve günah iş le re girer....»

E — KARABORSACILIK (İHTİKÂR)

İhtikâr yoluyla m ülk edinm enin haram olduğuna dair birçok hadis
v ard ır :
«Gıda maddeleri üzerinde kırk gün ihtikâr yapan kişi Allah’tan kop­
muş, Allah da ondan berî olmuştur.»
«Piyasaya mal getirip satan Allah tarafından rızıklandırılır. İhtikâr
yapan ise, lanete uğramıştır.»
«Ancak günahkâr ihtikâr yapar.»
«Müslüman toplumda fiatları arttırmak için ihtikâr yapan günahkâr­
dır.»

İhtikârın kapsam ı konusunda ictihad m ezhep leri arasında ih tila f var­


dır. K im i ih tikârın bazı yem ek m addelerinde o laca ğını sö yle rke n , kim i
de hem y iye ce k ve hem de m ü slüm anların ih tiya ç duyduğu herşeyden
olacağını söyler. Şü ph esiz İmam (devlet başkanı), bu sö zlerden kendi za­

348
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI

manında ın aclahatlı olanını seçm ekte se rb e sttir. M aslah a t zam anla de­
ğ işe b ilir. M üslüm an ferd ise, ne kadar ih tiya tlı olanını se çe rse o kadar
takvası artar.

F — FİATLARLA OYNAMAK

Bu konuda tem el, şu hadis-i ş e riftir :

«Müslümanların koyduğu fiatı yükseltmek için zararlı yönde etki eden


kişiyi kıyamet gününde Yüce Allah büyük bir ateşte oturtur.»

B elli bir maddeyi ele g e çirip sadece ken disi imâl eden ve normal
fiatın üstünde bir fia tla onu satanın durumu da fa rklı değildir.

Birkaç şirk e tin kendi aralarında anlaşarak bir m addenin fia tın ı makul
sın ırla rın ve se rb e st piyasa fia tın ın üstünde bir fia tla satm aları da buna
girer. Halka zarar v ere ce k şe k ild e bir ça rşıda ki s a tıc ıla rın kendi arala­
rında anlaşarak fia tla rı yü kse ltm e le ri yine ayni durum dadır. Am a zarar
etm em ek için rekabete girm em ek üzere anlaşm alarında bir sakınca yok­
tur. Bu durumda rekabet etm eleri ken dilerin e zarardır. H albuki İslâm
hukukunda zarar k a ld ırılm ıştır: «Ne zarar ve ne de zarar verme vardır.»
K işin in , m alının fia tın ı yükseltm ek için başka m ü şterinin yanında yap­
m acık sa tış yapm ası yine yasaklanan hareketlerdendir.

G — HARAM ÂLET VE DİĞER ŞEYLERİ İMÂL ETMEK

Oyun kâğıtları, tavla gibi kumar â le tle riy le ûd ve gitar gibi müzik
âle tle rin i imâl etm ek, heykel ve çıp la k re sim le rle bazı m ezheplere göre-
canlı şe y le rin re sim le rin i yapmak, içki imâl etm ek ve bunları satm ak yo­
luyla mülk edinm ek haram dır. Bunların satışından e ld e edilen kazanç caiz
d e ğ ild ir. Tabi bunları satın alm ak da caiz değil, haram dır. Bu konuda
d ikk a tlice düşündüğüm üzde bu şe y le rin v a rlığ ın ın tamam en kötülük
ve olm am asının da tamam en m aslahat olduğunu görürüz. B irçok insanın
e n e rjisin i bu gibi şe yle rd e harcam ası, o kadar enerjinin in san lığın fayda­
sına harcanm asına engeldir. Kaldı ki bunlarla nice insanın duyguları is t is ­
mar e d ile re k malı elinden alınm aktadır. Bunlarla uğraşanlar haksız yere
para babası olurken nice insan da bunlar yüzünden fa kir duruma düş­
m ektedir.

349
İSLÂM

Ç ıp la k kadın re sim le ri basanlara, se k s filim le ri çe vire n lere ve bu gibi


şe y le rle para kazananlara baktığım ızda görürüz ki, bütün bunlar halkın
ah lâksızlaşm asın ın bir sonucudur ve bu şe y le r halkın daha da a h lâ k sızlı­
ğa sü rüklen m esin e yardım cıdır.

H erhalde bütün bu durum lardan sonra İslâm ın bu yollardan mal ka­


zanmayı yasaklam asın ın hikm etini anlam ış olduk.

H — HARAM İCAR

Kadının zina ederek elde e ttiği kazançla, dansöz ve se s sanatkârla­


rının kazançları haramdır. R üşvet işin de a ra cılık yapanın, kavvatın, ca­
susun ve haram işlerd e a ra c ılık yapanın kazancı yine haram dır.

Onu zulüm lerine âlet e tsin le r diye ken disini zalim le re ica r ettiren
kim senin aldığı ücret haram dır. Bundan açıkça a n la şılıy o r ki, İslâm, in­
sanlara zararlı olan b ir yoidan m ülk edinm eyi hoş karşılam ıyor. B irçok
insanın faydalı üretim den uzaklaşarak zararlı işle rd e ça lışm a sın ı redde­
diyor. Üm m et bu alanda ça lışa n la rın 'em ekleri konusunda iki bakımdan
zarar görm ektedir. Bu k iş ile rin e n e rjilerin i kötü işle rd e harcam aları ve bu
blm adığı takdirde bu e n e rjile rin i iyi işle rd e harcayacaklarını düşündüğü­
müzde gerçekten üm m et iki defa zarara düşm üş olm aktadır.

İ — YETİM YAHUT VAKIF MALININ NORMAL ÜCRETTEN DAHA AZ


BİR ÜCRETLE KULLANILMASI

Rüşd çağına erm iş bir insan m ülkünde tasarru f hakkına sahiptir.


M alın ı sa ta b ilir, hibe edebilir, icar veya rehin v e re b ilir. Ş e riatın müsaade
ettiği sın ırla r içe risin d e d ile d iğ in i yapar. A ncak yetim ve küçüğün duru­
mu fa rklıd ır. Kendi m allarında tasarru f hakkına sahip d e ğ ille rd ir. Baba
yahut v a sî de onların m allarında tam tasarru f y e tkisin e sahip değildir.
Y e tk ile ri birtakım sın ırla rla sın ırla n m ıştır. A n ca k onlara m enfaatlı olan
alanlarda m allarını ku lla n a b ilirler. M alla rım icar v e rd ik le ri takdirde ben­
ze rlerin in fiatından aşağ ısın a verem ezler. Böyle bir icar an laşm asını ya­
pan baba ve v a sî de, ica r alan k işi de sorum ludur. Bu hüküm ümmetin
bütün m alları için ge çe rlid ir. İdareci, m ille tin m alını ancak m aslahatla­
rının tam g e rçe k le ştiğ i alanda kullanabilir. Şayet âm m eye ait bir ta rla ­
yı icar olarak birine v ere ce k olursa normal değerinden aşağ ısın a v e re ­
mez. V erd iği takdirde hem ken disi ve hem de icar alan harama girm iş

350
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI

olur. V a k ıf m allarının durumu da aynıdır. B enzerlerinden fa rklı bir dir­


hem, hem veren ve hem de alan için haram dır. Bütün bu durum larda m il­
let, bu gibi anlaşm aları bozabilir,

J — MİLLETİN ORTAK MALI OLAN ŞEYLERDE ONUN İZNİNİ


ALMADAN BAZI KİMSELERE AYRICALIK TANIMAK

Bu konuda tem el İbn-i Ebi Şeybe, Buharî -tarihinde-, İbn-i A sa k ir,


Beyh akî ve Yakub b. Süfyan'ın Ü beydeden rivaye t e ttik le ri şu olaydır :

«Üyeyne b. H ısn ve A k ra ’b. Habis, Ebu B ekir (R.A.) a gelerek :


— Bizde, bitek olm ayan, otsuz ve fayd asız bir arazi vardır. Şayet
onu bize ik ta ’ edersen belki onu sü re r ve ekeriz, dediler.

Hz. Ebu B ekir tarlayı onlara ikta etm ek üzere bir yazı yazdı ve Hz.
Ö m eri de şa h it olarak gösterdi. A n ca k Ö m er orada hazır bulunm adığı
için onu aramaya çık tıla r. Hz. Ö m er mektupta yazılanları duyunca onu e lle ­
rinden aldı ve için e tükü rerek parçaladı. O nlar buna kızd ılar ve nahoş
'sözler sa rfe ttile r. Bunun üzerine Hz. Ö m er şö yle dedi :
— O zaman İslâm güçsüzdü. R esûlü llah (S.A.V.) size bu yüzden ya­
k ın lık gösteriyordu. Halbuki bugün A lla h İslâmî üstün kıldı. G id in e lin iz­
den geleni yapın.

H idd etlenerek Hz. Ebu B ekir'e g ittile r ve ona şö yle d e d ile r :


— V a lla h i bilem iyoruz, sen mi H a life sin yoksa Ö m er m i?

Ebu B ekir :
— A k sin e , d ile se yd i o olurdu, dedi.

O sırada Hz. Ö m er geldi. K ızgındı. Hz. Ebu B ekire şö yle dedi :


— Şu iki adama ikta' ettiğin tarladan haber ver; bu tarla şahsının
m ıdır, yoksa bütün m üslüm anların m ıdır?
— Bütün müsILimanlarındır.
— O halde neden bütün m üslüm anların içe risin d e n onu bu iki şah­
sa verdin?

Ebu B ekir bu soruya şöyle k a rşılık verdi :


— Şu etrafın d akile re danıştım . Bana bu şe k ild e davranm am ı sö y le ­
diler.

351
İ S L Â M

Hz. Ö m er :

— Şu e trafın d akile re yahut bütün m üslüm anlara danıştın! Bu y eterli


mi, gönlün razı oluyor mu buna?

Hz. Ebu B e kir'in son sözü şu oldu :


— Sana sö y le m iştim . Bu işte benden daha güçlüsün. Lâkin bana ga­
lip geldin.
Bu kaidenin günümüzde uygulanacağı alanlar pek çoktur. Ö ze llik le
fa kîh le rin rikâz diye is im le n d ird ik le ri yer altınd aki petrol ve hammadde­
leri gözönünde bulundurduğum uzda bunun önem i daha da artar.

M a lik île r yeraltında bulunan ham m addelerin, bütün m üslüm anların


m alı olduğunu sö y le rle r. H anb elîler, bu m addeleri çıkara n la r zekât v e r­
m eğe ehil ise, yani m üslüm an ise, zekâtını v e rirle r, derler.

H ane fîlere göre, rıkâzda be şte b ir vardır. Ve bunun harcanacağı y e r­


ler, ganim etlerden alman be şte birin harcandığı y e rle rd ir. A n ca k onlar ri-
kâzı, ş e k ille n e b ile n m adenlere hasrederler. Petrol ve benzeri m adenleri
rikâz ta rifin in kapsam ına sokm azlar. Y aln ız, petrolü ta rifle ri, o zaman pet­
rolün değerini ö lçe m e d ik le rin i gösterm ektedir. Petrolü ta rif ederken onu
su yüzüne çıkan b ir yağ olarak tanım lar ve su statüsünde tutarlar. Ş ayet
bu ta rifi yapan H anefî m üctehid ler günümüzde yaşa m ış o lsa la rd ı, altın,
gümüş ve bakıra e ş it değerde olduğunu gö rürlerdi. Kaldı ki bu g ö rü şle ri,
«Rikâzda b e şte b ir vardır» hadis-i şe rifin in zah irî mefhum una te rs düş­
m ektedir.

Yine H anefî fa kîh le rin , harbî olan kim se le re İmam’ın rikâz arama
m üsaadesi v e re b ile c e ğ in i ve onun şart koştuğu m iktarın onlara v e ri­
lece ğin i sö y le m e le ri, üzerinde durulm ası gereken bir noktadır. Biz şu ­
nu sö yle m e k iste riz ki: H a n e fîle r buna cevaz v e rm işle rse de onlar İmam'ı
tasarrufunda yetim e v a s îlik eden kim seye be n zetirler. H albuki olm ası
gerekenden e k sik olan her tasarru f g e çe rsizd ir. D iğ e rle rin in bu e ksiğ i
tam am lam aları isten ir. A y rıc a ile rid e gö re ce ğim iz gibi İslâm, s e rv e tle ri­
m izi kendi e lim iz le işle tm e m izi bize em rediyor.

Bu mukaddimeden sonra deriz ki :

Bugün İslâm âlem i ç e ş itli ülke le re a y rılm ıştır. Bu ü lke le rin bazı­
sında boica hammadde bulunm aktadır. A slın d a ham m addelerin tam am ı,
İslâm üm m etinin m ülküdür. B ir bölgedeki hammadde, o bölgenin ih ti­
yacından fazla geldi mi, diğer bö lg elere yohut d e v le t hâzinesine aktarı-

352
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI

lir. Tabii tek bir İslâm devleti olursa. K i, doğru olanı da budur. A n ca k
günümüzde ham m addelerin zekâtı veya H anefî ta kîh le rin e göre, çıkaran
gayr-i m üslim o lsa b ile be şte b iri çıkarılm am aktad ır. A y rıc a ham m adde­
le rin kârları ayni bölgede kalm akta ve bazı b ö lg e le r fa k irlik te n kıvra­
nırken bazıları da g ittik çe se m irm e kte dir. Bu bölgelerde artan m a lların d i­
ğer mürted, kâfir veya azm ış d e vle tle re a k ta rılm a sın ı iste y e ce k değ i­
liz. Tek olacak olan İslâm de vle tin in artıp y ığ ıla n bu paraları fa k ir İslâm
b ö lg elerin e aktarm asını istiyoruz. İstediğim iz, tek b ir Islâm de vle ti ku-^
ruluncaya kadar bu artan paraların, her bölgedeki İslâm d a v e tçile rin e ve­
rilm e si ve böylece İslâm de vle tin in kurulm ası yolunda harcanm asıdır.
N e tice olarak, bütün m üslüm anlara a it olan m allar konusunda bazı fe rt
ve bö lg elere ö n ce lik tanınm ası c a iz değ ildir.

Beyhakî, E sle m ’in şö yle ded iğin i rivayet eder: Ö m er (R.A.) m şö y­


le dediğini duydum: «Bu mal için toplanın ve kim e v e rile c e ğ in i kararla ş­
tırın» Sonra onlara şö y le dedi: «Bu mal için toplanm anızı em rettim ki ki­
me v e rile c e ğ in i kara rla ştıra sın ız. Ben A lla h 'ın kitabından bazı âyet­
le r okum uştum . A lla h 'ın şö yle ded iğin i duydum :

«Allah’ın, peygamberlerine (kâfir) memleketler ahalisinden verdi­


ği ganimet; Allah için (kâbe ve diğer m e scid le rin ta m iri için), peygam­
ber için, ona yakın olan akraba için, yetimler, yoksullar ve yolda kal­
mış kimseler içindir. Ta ki, o mal, sizden yalnız zenginler arasında do­
laşan bir servet olmasın. (Bundan m uhtaçlar da faydalansın.) Peygam­
ber size (ganim etten) ne verdiyse onu alın; (ve e m irle rin i tutun.) Size
neyi yasak ettiyse, onu da almayın; (yapma ded iğin i yapm ayın.) Allah'­
tan korkun; çünkü Allah çok şiddetli azap sahibidir. Bilhassa bu gani-
»net o fukara muhacirler içindir ki, yurtlarından ve mallarından çıkarıl­
mışlardır. Halleri şudur: Allah’tan (dünyada) bir rızık ve rıza isterler.
Allah’a ve peygamberine (mal ve canla rıyla A lla h 'ın dinine) yardım eder­
ler. İşte bunlar sadık olanlardır. Muhacirlerden önce Medine’yi yurt ve iman
evi edinenler, kendilerine hicret edip gelenlere sevgi beslerler. Onlara
verilen şeylerden dolayı nefislerinde bir kaygı duymazlar; kendilerinde
ihtiyaç bile olsa (onları) nefisleri üzerine tercih ederler. Kim de nefsinin
hırsından korunursa, işte bunlar (a z a p ta n ) kurtulanlardır.» (7)

A lla h ’a yem in ederim ki bu, sadece bu k im se le r için değ ildir. B ir de


sonraki âyette: «Ve onlardan sonra gelenler...» buyurulm aktadır. A lla h ’a

7 — Haşr : 7-9

353
İSLÂM

yem in ederim ki, her m üsüim am n bu m alda hakkı vardır. Ona, ondan bir-
şey v e rils in veya v e rilm e sin . A d e n ’deki çobanın b ile bunda hakkı vardır.»

Y ukarıda n a k le ttik le rim izle hammadde g e lirle ri için zikrettiğ im iz


kaidenin kapsam ı a n la ş ılm ış oldu. B ir bölgede m üslüm anlar fa kirlikte n
k ırılırk e n diğer bölgedeki m üslüm anların altun köşklerde yaşam aları A l­
lah'ın şe ria tın a sığm az. A ltu n köşk ancak başkalarının haklarıyla inşa
e d ilir. H anefî fa k îh le r m üslüm anların ih tiya ç duyduğu bir şeyi d evlet
re isin in ik ta ’ e d e m iyeceğ ini zik red e rler. Yani tuz, sürm e, zift, petrol ve
yeryüzündeki m adenlerle halkın su içtiğ i kuyuları bir ferde ta h sis edi-
İemez.

K — GEREĞİ YERİNE GETİRİLMEYEN İCAR

D evlet, üm m etin ih tiyaç duym adığı, zarûri olm ayan b ir iş çıkaram az.
D e vletin bu hareketi ca iz olm adığı gibi bu işe atadığı memurun m aaşıda
caiz değildir.

B ir m em ur görevini yerin e g e tirm eye b ilir. Saatlerin i görevinin d ış ın ­


daki şe y le rle harcayabilir. Ş a h sî m enfaati için görevini istism a r edebilir.
Tam o larak onu yerin e getirm ekte te m b e llik g ö ste re b ilir. İş sa a tle rin ­
den sonra işin e g e lir veya m e sa î saati bitm eden çık a b ilir. Bütün bu du­
rum larda te m b e llik gö ste rd iği veya yapm adığı m iktarın tutarı onun için
haram dır. Ve bunun için sorguya ç e k ilir. D iğer işle rin tam am ını buna
göre kıyas e d e b iliriz.

L — ALDATMAK

Bu konuda tem el, R esûlü llah (S.A.V.) in şu hadisidir: «R esûlüllah


(S.A.V.) buğday satan birine uğradı. E lin i buğdayın için e sokunca alt ta ­
rafın rutubet a lm ış olduğunu gördü: «Bu nedir?» dedi. Adam : «yağ­
murdan böyle oldu» deyince R esûlü llah (S.A.V.) şö yle buyurdu: «Niye
bozulanını üst tarafa indirmedin de alacaklı onu görsün. Bizi aldatan biz­
den değildir.»

S a tıla cak şeyde bulunmayan v a sıfla rı söylem ek aldatm a kapsam ın­


da olduğu gibi sa tıla cak şeyin g izli ve açık ayıplarım gizlem ek de aldat­
maktır. Ö rneğin sa tıla ca k kum aşın güzel yüzünü gösterm ek veya ayıp la­
rını ö rte cek ış ık s ız bir yerde onu m ü şteriye gösterm ek gibi .

354
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMİ

Sanatçının sanatına önem verm em esi, gereken titiz liğ i gösterm em e­


si yine aldatm adır. Kendi şahsı için rıza gö sterm ed iği b irşe y i başkasına
yapan, ald a tıcıd ır.

B irşe y satın alınd ığın da onu piyasa fiatından düşük gösterm ek veya
sa tılırk e n yalandan piyasa fia tın m daha yü kse k olduğunu sö y le m e k yine
aldatm a kapsam ına girer.

M — Z A R Ü R Î İH TİYAÇLAR I İSTİSM AR ETM EK

H anefî fakîhler. şö y le der: «Halkın zarûri ih tiya ç duyduğu yiyecek,


'çe ce k, giye ce k yahut başka şe y le rin a sıl fia tlarınd an fazlasın a sa tıla ra k
yapılan a lış v e riş fa sittir, geçersizd ir.» Satm a m ecbu riyeti hasıl olan m al­
ların çok aşağı bir fiata sa tın alınm a sı da ayni durum dadır. Ö rneğin aç o l­
duğu için ça lışm a k m ecbu riyetinde olan bir kim seyi standart ücretten
aşağı bir ü cre tle ç a lıştırm a k haram dır. B e lli b ir sanatı olan ve başka bir
İşte çalışam ayan bir kim se yi bu durumdan istifa d e ederek aşağı ücre tle
ça lıştırm a k da bir nevi istism a rd ır ve haram dır. Ç if tç ilik ve b a h çe cilikte n
başka bir iş elinden gelm eyen k im se le re , bu durum larından istifa d e ede-
rsk tarlayı daha fazla ü cretle icar verm ek de ayni durum dadır. O n ların bu
durumunu istism a r ederek m ülk edinm ek yasaktır, ca iz değ ild ir. D e vlet
b iric ik a lıc ı iken m allara standart fiattan aşağı bir fia t tayin ederse, onun
bu yaptığı da istism a rd ır ve caiz değ ildir.

N — M E V C U T O L M A Y A N , Y O K O L M A K L A K A R Ş I K A R Ş IY A O LA N
Y A H U T BÜTÜN M Ü S L Ü M A N L A R A M Ü B A H O L A N VE ÖZEL
BİR ŞEKİLDE ELDE ED İLM EYEN BİR ŞEYİ S A T M A K

A n a sın ın karnında olan yavruyu, m em edeki sütü, henüz çıkm am ış


m eyveyi yahut ölü eti, kan, içki ve domuz eti satm ak yolu yla m ülk edin-
~ e k haram dır. Kendi m ü lkiye tin d e ki tarladan b ile o lsa ot satm ak, hava­
ca uçan kuş, deniz veya nehirde yüzen b alık gibi sa tıcın ın a lıcıy a te slim
etm ekten âciz olduğu şe y le ri satm ak da ayni durum dadır. A n ca k burada
İçerinde du rulm ası gereken bir m e se le vardır. Bazen d e vle t b alık üreti-
—' için su n ’î g ö lle r yap tırır. Bunun ica r e d ilm e s i ca iz m id ir? Bazan da
gel ta b iîd ir ve için d e b a lık vardır. Bunun bir şirk e te v e rilm e s i ve başka-
s-ının burada avlanm asın ın yasaklan m ası ca iz m id ir?

355
İSLÂM

Hanefî fakîhlerin görüşü :


«Nehr’de (8) şöyle denir: M ısır'd a Fuhade gölü gibi balıkların bulun­
duğu küçük göller vardır. Balıkların avlanm ası için bunların Icâr v erilm ele ­
ri caiz m idir? Nehr, İzah'dan (9) naklen bunun caiz olm adığını söyler.
Bu nakilden önce de Ebu Y usu f Haraç kitabında Ebu'z-Zennad’dan naklen
şöyle der: «Irakta balıkların bulunduğu küçük bir gölü icar verm esi için
ona yazdım. Bana icâre verin diye yazdı.» Ancak izah'ta söylenen fıkhî kai­
delere daha uygundur.

O — İSLÂM ŞERİATININ MAHZURLU SAYDIĞI FASİT AKİDLER

Hanefî fakîhler, fa sit akidle ele geçen kazancı bir nevi faiz sayarlar.
İslânıın mubah kıldığı akidlerde adalet, k a rşılıklı rıza ve anlaşma vardır.
Bunları taşımayan her türlü şart reddedilm iştir. A kidle rde bunlar esastır.
Hadis i şerifte şöyle buyurulur: «Allah’ın kitabında olmayan her şart ba­
tıldır. Velev ki yüz maddeyi kapsamış olsun.»

M ülk edinmek için mahzurlu yolları kısaca arzettik. Bu konularda


daha fazla malumat edinmek isteyen fıkıh kitaplarına müracaat etsin. Bu
özetten de islâm ın ne kadar adaletli davrandığını ve başka hiçbir düze­
nin onunla boy ölçüşem iyeceğinl sanırım anlam ış olduk.

2 — MÜLK EDİNME İÇİN MEŞRU YOLLAR

M eşru yoflardan mülk edinmeyi şu maddelere hasretm ek mümkün­


dür :
a — Kim senin onda hakkı bulunmayan mubah bir şeyde daha erken
davranaıak mülk edinmek. Buna şu hususlar g ire b ilir :

1 — Ölü araziyi ihya etmek yoluyla mülk edinmek :

Ölü arazi : M üslüm an olsun veya zım nıi olsun kim senin mülkü olma­
yan, ondan faydalanılm ayan ve m üslüm anların ihtiyaç duymadığı a ra zî­
d ir. Kendisinden su kesilen, sular altında kalan, kumla kaplanan veya
bitek olm adığı halde devlet başkanının izni alınarak bitek hale getirilen

8 — Hanefi Me/.hebine ait. bir fıkıh kitabı


9 — Hanefi fıkhına da^r başka bir kitap.

35 6
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI

arazî de buna girer. Bazı fakihlere göre, devlet başkanının izni gerekmez.
Nerede kim senin mülkü olmayan ölü bir arazi bulunursa, herhangi bir in­
san onu ihya edebilir. Kim onu önce ihya ederse onun mülkü olur.

2 — Avlanm a yoluyta mülk edinme :

A v : İnsandan kaçan, evcil olmayan ve ancak bir güc harcanarak


yakalanabilen hayvandır. Balık, ceylan, kuş vs. Şartlarına riayet e d ild i­
ğinde av caizdir. Şartlar, yenen cinsten ise ister besm ele ve yarala­
mak gibi yenm esinin helâl olm ası için gerekli şartlar olsun ve isterse
öldürme ve yakalama şartları olsun. Onunla oynamak için değil de bir
maslahat için avlanılm ası ve canlı olduğu müddetçe yem inin verilm esi
ve ona iyi davranılm ası gibi. A ncak balık için besm ele ve yaralama şart
değildir.

3 — Kim senin mülkü olmayan araziden maden çıkarm ak yoluyla


mülk edinme. Tabi çıkardıktan sonra ya Hanefî mezhebinde olduğu gibi
A llah'ın hakkı olan beştebirin ödenm esi veya Hanbelîlerde olduğu gibi
zekâtının verilm esi ve araştırm a yetkisi sadece kendisine verildiğinde
m illet hakkının ödenm esi, şartıyla. B ilindiği gibi bu m adenler ümmetin
hakkıdır. Normal olarak m illet, yani devlet tarafından çıkarılm ası gerekir.
Ancak devlet reisi m üslüm anlarla m eşveret ettikten sonra araştırm a ve
çıkarma hakkını birine verirse, tamamı m illetin malı olduğu için m illetin
payı da olmak kaydıyla çıkardığı m adenler o şahsın mülküdür. Bu konuy­
la ilg ili hükümleri daha önce anlatm ıştık

4— Ot ve odun toplamak yoluyla mülk edinmek :

Ot, bütün m üslüm anlar arasında ortaktır. Bir kim se hakkını kulla­
nır ve ot toplarsa, topladığı ot onun mülküdür. Onu satm ası ve ondan
faydalanm ası caizdir. H iç kim senin mülkü olmayan arazîden ağaçlara
zarar verm em ek kaydıyla odun toplamanın durumu da aynıdır. A yrıca
bir yerde suyu topladıktan sonra onu satmak yoluyla mülk edinmek müm­
kündür. Bütün bunlar caizdir ve mülk edinme yollarıdır.

Burada, pompa veya kanal kazarak nehirden su alıp biriktirm ek


—eselesine işaret etmek istiyoruz. İnsan dilediği kadar su alab ilir mi?

Hanefî fakîhler şöyle der: H erkes büyük nehirlerden tarlasını sula-


—ak için kanal kazma ve âmmeye zarar verm iyorsa üzerinde değirmen
cjrm a hakkına sahiptir. Çünkü kim seye zarar verilm ediği takdirde mii-
bihtan faydalanmak caizdir. Tıpkı güneş, ay ve havadan faydalanm a­

357
İSLÂM

nın ca iz olduğu gibi. Â m m eye zarar verm e için ç e ş itli m isa lle r serde-
d ilm iştir. Suyun taşarak halkın m alların ı bozm ası, nehirin suyunun ke­
silm e s i, gelip geçen ge m ilere engel olunm ası vs.

t, — Arada antlaşm a yoksa kâfir ve harbîlerin m alların ı istilâ etme


yoluyla m ülk edinm ek. A n ca k daru’I-harp olan bir yere antlaşm a yoluyla
giren bir kim se rızaları olmadan m allarından birşey alamaz. Am a rıza
ları olursa caiz olur. Y ap ılan antlaşm a şe ria tım ızca olm asa bile bu hü­
küm ler caridir. Bu konuda tem el sudur :
A lla h kâinatın sahib idir. O, ancak m üslüm aniarın rızası olduğu tak­
dirde kâfirlere m ülk edinm e hakkı verir. Bir kâfir m üslüm aniarın boyun­
duruğuna geçerse zım m î olur ve m ü lkiyetin e saygı g ö ste rilir. D eğilse,
saygı gö ste rilm e z. M üslüm aniar, zım m î olm ayan k âfirlerin m allarını is ti­
lâ e d e b ilirle r. Şayet Fetih g e rçe k le şirse ile rid e anlatacağım ız gibi A lla h '
ın onlara hak tayin e ttiği k im se le re m alların be şte biri v e rilir ve geri ka­
lanı da Fetih işin i g e rçe k le ştire n ie r arasında p a y la ştırılır. Çünkü onların
gayreti olm asaydı, bu olm ayacaktı. Tabi bütün bunlar, Fethin arkasında
İslâm devleti varsa sözkonusudur. Şayet bazı m üslüm aniar İslâm d e v le ti­
nin izni ve him ayesi olmadan, örneğin kabile savaşları gibi, daru’i-harbe
g ire rle rse bu durumda ele g e ç ird ik le ri m alların hükmü nedir?

H anefî fa kîh le r şö yle der : D e vlet başkanının izni olm adan daru'l-har-
be giren ler üç veya daha az o ldu kları takdirde elde e ttik le ri m allar ken­
d ile rin in d ir ve bu m allarda be şte bir yoktur. Am a d evlet başkanının izniyle
g irm işle rse onda beştebir vardır ve g e risi onlarındır.
Bu, ta şın a b ilir m allar için d ir. A ra z î konusunda da H anefîler şöyle der :
D e vlet başkanı m uhayyerdir. D ile rse onları sa h ip le rin in elinde bırakır ve
tarlalar için haraç, şa h ısla r için de cizye alır. D ile rse de onları fa tih ler
arasında taksim eder.

c — Ş a riin tayin ettiği haklardan alm a yoluyla m ülk edinm ek.

M e se lâ zekât alm ayı hakkedenin zekât alm ası. B ir vakıfta hakkı


olan bir kim senin hakkını alm ası gibi. Bütün bu durum larda m ülk edin­
mek meşrudur.

d — Ş e riatın şartların a uyularak k a rşılık lı rıza ile yapılan değiş-to-


kus yoluyla m ülk edinm ek.
Sahih a lış v e riş yoluyla yapılan değiş-tokuş da buna girer. Seiem ,
icare, tazm inat, ortaklık, şirke t, şuf'a, sadak vs. Fıkıh kitaplarında z ik ­
redilen bütün m eşru değiş-tokuşları bu bölüm de saya biliriz.

353
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMİ

e — Ş artların a uyularak ve k a rş ılık s ız olarak gönül rıza sıy la v e ri­


len h e d iye le rle v a siyy e t ve sadaka yoluyla m ülk edinm ek.

f — H akkedilen m irası alm ak yoluyla m ülk edinm ek. B o rçlar öden­


dikten, haklar çık a rıld ık ta n vc v a siy y e tle r yerin e g e tirild ik te n sonra
hakkedilen m irası alm ak helâldır.

Bu m eşru yollardan mülk edinen ve mahzurlu yollardan m ülk ed in ­


m ekten sakınan kim senin m ü lkiyetin e hürm et edilir. A lla h ’ın farz kıldığı
haklan ödedikten sonra d e vle t olsun başkası olsun h iç b ir şe k ild e onun
m alına el uzatamaz. G e le ce k maddede bu m ese le yi daha e tra flıca anla­
tacağız. Dördüncü m addede de Ş a r i’in çizd iğ i s ın ırla r çe rçe v e sin d e m al­
da tasarru f sın ırla m a la rı üzerinde duracağız.

3 — M Ü LK ED İN M ED E G EN EL VE Ö ZEL H A K L A R :

M aldaki haklardan biri zekâttır. Yüce A lla h şö yle buyurur :

«O nların m allarında d ile n cin in ve (ih tiya cın ı açıkiayam ayan) m ahru­
mun bir hakkı vardır.» ( 10]

«Her b iri m ahsûl (ürün) v erd iğ i zam an m ahsulünden yeyin. Hasad


(devşirm e) günü de hakkını (zekât ve sadakasını) verin; isra f etm eyin.
Çünkü A lla h isra f edenleri sevm ez.» (11)

Zekâtın vacip o la b ilm e si için m alın nisab m iktarına u laşm ası gere­
kir. Nisab: Zekâtı g e re ktirecek m iktar, ze n g in lik için asgarî s ın ırd ır ve
m allara göre d e ğ işik lik gösterir. M ese lâ, deve le rin asgarî nisabı beş,
koyunlarınki ise, kırktır.

G iyim ve diğer a s lî ih tiya çla r çık a rıld ık ta n sonra nisab m iktarı ara­
nır ve nisaba u la ş ılırs a zekât ödenir.

D iğer bir durum da, insanın nisaba sahip olduktan sonra üzerinden
tam bir kam erî y ılın g e çm e sid ir. Y ıl boyunca mal nisabın altına düşm e­
yecek ve yıl bitince de nisab s e v iy e s i muhafaza e d ilm iş olacaktır.

Bu şa rtlar g e rç e k le ş irse Ş a riin tayin e ttiği m üstahaklara bütün m al­


lardan b e lirtile n zekât m iktarı v e rilir.

10 — Zâriyât : 19
11 — En’ûm .- 141

359
İ SLÂM

1 — Toprak g e lirle rin in zekâtı konusunda m ezhepler arasında ih­


tila f vardır. Bazı m ezheplere göre tarlan ın sahib i m üslüm an ise her ne
durumda o lursa olsu n tarlan ın g e lirin d e zekât vardır. V e le v ki o tarlanın
haracını m üslüm an de vle te ödüyor olsun. Bazılarına göre de, haraçla
beraber zekât yoktur.

Bazı m ezhepler zekât düşen şeylerd en elde edilen g e lir az veya


çok olsun ona zekât düştüğünü sö y le r. B azıları da az g e lire zekât düşm e­
d iğin i sö y le ye re k asg a rî s ın ır için m iktarlar b e lirtir. M e se le netice olarak
bu g ö rü şle rin dayandıkları d e lille rle H alifen in se çim in e bağlıdır.

a — Toprak m ah su lle rin in bir kısm ından zekat v e rilir.


b — A ltu n, güm üş ve kâğıt paralardan zekât v e rilir.
c — T ica ret m alların da zekat v e rilir.
d — Koyun, sığ ır, deve ve keçiden zekât v e rilir.

e — Y e r altından çık a rıla n m adenlerden zekât v e rilir. A n ca k bu son


maddede m ezhepler arasında ih tila f vardır. K im i, çıkaran m üslüm an ise
mutlak olarak çık ard ığ ı m adende zekât olduğunu ve bundan çık a rıla ca k
zekâtın, zekâtın harcandığı y e rle re harcanacağını söyle rke n kim i de, onda
humusun (beştebirin) olduğunu ve bu humusun, g a nim etlerd eki humusun
harcandığı ye rle re harcanacağını ile ri sürer. K im i, ne zekât ve ne de hu­
musun bulunduğunu söylerken, diğer b ir kısm ı da çıkaran m üslüm an ise,
ne ç ık a rırs a çık a rsın onda zekât vardır, der.

2 — A n ca k zekât v erm e kle sorum lu olan, m üslüm an k işid ir. İslâm


topraklarında yaşıyan g a y r im ü s lim iki şe y le sorum ludur.:

a — Haraç

b — C izye.

H araç, m üslüm an d e v le tle gayr-i m üslim ç iftç i arasında ya g e lir


üzerinden veya tarlan ın gücüne göre b e lirle n e n b ir m iktar alın ır. Tarla
b ir m üslüm anın e lin e ge çin ce de ç a lış tırıld ığ ı m üddetçe o tarlada haraç
vardır.

C izy e ise , İslâm topraklarında yaşıyan her m üahhidden alın ır. Bu,
onun İslâm de vle tin in ha kim iyetin i kabul ettiğ ine bir d e lil ve devlet
m asrafların a onun da ortak olm a sıdır.

Buna k a rşılık m üslüm anlar onun mal, namus, can ve #din hü rriye­
tin i korur.

360
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI

3 — M ü slü m a n la rın iki bayram ı vardır. F itir ve Kurban bayram ları.


H er iki bayramda b e lli bir se v iy e n in üstünde m alı bulunanlara b ire r m alî
ibadet yü kle n m iştir.

Y üce A lla h , Fıtır-ba yra m ın d a a s lî ih tiya çla rı dışınd a nisaba m alik


olan lar hem k en d ileri ve hem de buluğ çağına erm em iş ço cu kları için
sadaka-i fıtır v e rm e le rin i em reder. N isabın üzerinden bir y ılın geçm iş
olm a sı şart d e ğ ild ir. Ş a h ıs başına v e rile n m iktar, buğdaydan yarım ve
arpadan b ir sa 'd ır. Sadakanın harcanacağı yerler, zekâtın harcandığı y er­
lerdir. A n ca k bazı m ezhepler daireyi daha gen iş tutuyor. Kadın da n isa ­
ba m alik ise kendi ş a h s ıj ç in sadaka-i fıtır çıkarır. Bu sadakayı ve c e ­
m iyetteki te s irle rin i küçüm sem eyelim . M e s e lâ bir m ilyon nüfuslu bir
şehrin çıkaracağ ı m iktar aşağı yukarı iki m ilyon kg. buğday veya bede­
lid ir. Şehrin fa k irle ri ne kadar çok olursa olsun bu m iktar küçüm sene­
mez.

Kurban bayram ında ise, m ukim her bulûğe e rm iş k işi ne kadar az


bir nisaba m alik o lsa da kadın olsun veya erkek olsun bir koyun keser.
Yahut b ir deve veya sığ ıra yedi k iş iy le ortak olur. V a cip olan 'kurban
kesm ektir. Etinin ü çteb irin in fa k irle re d a ğ ıtılm a sı ve üçteb irin in zengin
o lsa la r b ile dostlara hediye e d ilm e si sünnettir. D iğ er üçteb irin i de kese ­
nin ken disi yer.

Bu iki ibadetin e m re d ilm e le rin d e ki hikm et açıktır. Böylece bayram


günlerinde halkın hepsi bir bollu k ve g e n işlik görür.

4 — M üslüm anın gücü yeterse hac farz olur. G ücün yetm esi ise.
hac aylarında onunla hacca g id ile b ile n m alın o lm a sıd ır. Z aru rî ih tiya çla rı
dışında ken d isin in ve a ile s in in nafakasıyla b irlikte onu hacca götürüp
ge tire ce k kadar m alı olan m üslüm anın hacca g itm e si m aldaki haklar­
dan biridir. A y rıc a b ir hacda tem ettü veya hacc-i kıran olarak iim re ile
iki haccı bir arada yapan kim senin bir koyun k esm e si gerekir. B ir de
hacca zarar v e re ce k bir harekette bulunan kim seye fık ıh kitaplarında
anlatılan m ali bir ceza terettüb eder.

Bütün bunlar, m aldaki haklardandır.

5 — G e n e llik le erkek için evlenm ek g e re klid ir. İslâm da ise, az v e ­


ya çok sadaka ve m e h ir olm adan e v lilik akdi olm az. F ıh kî m ezhepler
m ehrin a sg a rî haddini tayin e tm iş le rs e de en üst s ın ır hakkında b ir ta­
yinde bu lun m am ışlardır. Kadının m uahher (sonraya bırakılan) ve müac-
cel (hazır) m ehrini alm ası vazg eçilm e z haklarındandır. Erkek onu öde-

361
İSLÂM

yinceye kadar borçludur. Öldüğü takdirde k arısı m ehrini terekesin den


alır. Tıpkı diğer a la ca klıla r gibi,. Onu boşadığı takdirde yine m ehrini
aiır.

6 — Erkek kendi nafakasını tem in etm ekle m ü kellef olduğu gibi


eşinin, küçük ço cu k larıy la bulûğ çağına e rd ik le ri halde bedenî veya ruhî
hastalıkları olduğu için çalışm aktan âciz bulunan büyük çocukların ın, fa­
kir ana baba ve atalarının, kendisinden daha yakınları bulunmayan fa kir
akrabalarının nafakalarını da tem in etm ekle m ü ke lle ftir. Nafaka: O tura­
na kalır A lla h ’ın e m rettiği ve Resûlünün açıkla d ığ ı şe k il üzere m iras-
durum iarda b aşkasının nafakasını tem in etm ekle yüküm lü o la b ilir. M e ­
se lâ kendisinden başka yakınları bulunmayan ebeveyninin nafakasın­
dan ken disi sorum ludur.
Bütün bu m e se le le r fık ıh kitap larının nafaka babında e traflıca anla­
tılm ıştır.
7 — M aldaki haklardan biri de, hazine üm m etin ih tiya çla rın ı k a rşı­
lamağa y e te rli olm adığı takdirde d e v le t başkanım n ze ng inlere yüklediğ i
âdil verg idir. Bu durumda tatbik edilen kaide şudur; «M üslüm anlar muh­
taç duruma düşünce kim se için mal yoktur.» A d a le tli devlet başkanı a s­
kerle rin ço ğ a ltılm a sı -ihtiyaç halinde- a ç ık la r ın kapatılm ası, b ö lg e le ri
iç in e alan g e n iş m ü lkü n korunm ası ve hazine boşalınca c ih a d ın yap ıla­
b ilm e si için y e te rli gördüğü bir verg iyi zeng inlere y ü k le ye b ilir. Bunun
y a ra rlılığ ı apaçıktır. Bazen böyle düzenlem elere gid ilm ezse İslâm d e v le ­
ti k â firle rin istilâ s ın a maruz kalır.
8 — M ald aki haklardan biri de, ona m uhtaç olana v e rilm e s id ir.
Ahm ed b. H anbel'in m ezhebinde bu konuyu ilg ile n d ire n a y rın tılı görüş­
ler İbp-i K ayyim ’in b ild ird iğ i gibi, şöyle dir: Ş ayet bazı k im se le r bir kim ­
senin evinde kalm a ih tiya cın ı duyar ve o evden başkası veya konaklı-
yacakları b ir han bulunm azsa, o evin sahib i evi m ünakaşasız onlara v er­
mek m ecburiyetindedir. Y in e k en d ilerin i ısıtaca k e lb ise le ri, unlarını öğü­
tecek değ irm enleri, su çıkarm ak için kovaları, yem ek için kabları bulun­
m ayanlara bu eşyala rın sahib i bunları onlara verm ek m e cbu riye tin de ­
dir. A n ca k bu durumda ü cre t a lır mı, alm az m ı? A h m e d ’in etbaı olan
â lim le r bu konuda iki görüş ile ri sürm üşler. Ü cre t alm asının ca iz oldu­
ğunu sö yle ye n le r, normal ücretten fa zla sın ı alm asın ın haram olduğunu
sö y le rler.
Bu konuda dayanılan k aid e ler çoktur. Bunlardan birkaç tanesi şö y­
ledir :
«Artık şiddetli azab olsun o namaz kılanlara ki, onlar, namazların­

362
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMİ

dan gafildirler. Onlar, (nam azlarıyla insanlara) gösteriş yaparlar ve sa­


daka vermeyi önlerler.» ( 12)
ibn-i M e s ’ud, İbn-i A bb as ve diğer sahabeden şö y le d iye n ler o l­
m uştur : «Bu durumda yem ek kabı, kova, kazma vs. iğreti olarak a lın ­
m ış sayılır.»

9 — K e ffa retler de, m aldaki haklardandır. Z ihar keftareti, y a n lış ­


lık la öldürm e, yem in ve özürsüz olarak Ramazanda orucu bozma vs...

10 — M ü slü m a n la r genel ih tiyaç için e düşünce yardım ların a koşma


m aldaki haklardan b irid ir. M e s e lâ umumi bir a ç lık başg ö sterdiğ ind e var­
lık lı m üslüm anların m a lların ı bu yolda harcam aları m ecbu ridir. A ç lık s e ­
nesi R. Ö m er (R. A.) m alı olandan m alını alıp m alı olm ayana verird i.

11 — M ald aki haklardan biri de, diyette aKrabalara ortak olm aktır.

12 — M a lı olm ayan ölüyü te çh iz etm ek, kom şu olsun veya olm asın
acı doyurm ak m aldaki haklardandır. Tabi kom şu olursa, hakkı daha ço k­
tur. Çünkü kom şu kom şuya göz kulak olm azsa, kom şuluk kaybolur. Onun
için kom şusunun yanıbaşında ac olduğunu bile bile yatan insanın davra­
nışı im anın yokluğuna alam et sa y ılm ıştır.

13 - M ald aki haklardan biri de, m isa fir ve yolcunun haklarını ye- .
rine getirm ektir.
Ebû Davud, R esûlü llah (S.A.V.) in şö yle buyurduğunu nakleder :
«Misafir herhangi bir miislüman üzerinde konakladığı gece kendisine
değer verilmesi ve yedirilmesi o misafirin hakkıdır. Herhangi bir misafir,
hane sahibinden hüsnü kabul görmez de menzil haricinde ve civarında
sabahlarsa, hane sahibi üzerinde bir alacağı tahakkuk eder. Misafir di­
lerse hakkını alır, dilerse bırakır.»

N esaı hariç Kütüb-i S itte şu hadisi na kled e rler : «Kim Allah’a ve


âhiret gününe inanıyorsa, misafirine hediyesini ikram etsin» Sahabe­
ler: «H ediyesi nedir ya R esûlüllah» d e d ik le rin d e R esû lü llah şöyle bu­
yurdu: «İlk gündüz ve gecesidir. Misafirlik ise, üç gün ve üç gecedir. Faz­
lası sadakadır.» (13)

Başka bir rivayette: «Bir müslümanın kardeşine eziyyet verinceye


kadar yanında kalması helâl değildir. «Ona nasıl eziyye t eder ya Resû-

12 — M a û n : 4-7
13 — B irin c i g ü n m is a firin ö z e l b i r itin a ile a ğ ır la n a c a ğ ın ı ve d iğ e r g e ri k a la n
g ü n le r d e ise n o rm a l b ir şe k ild e a ğ ır la n a c a ğ ım ifa d e e tm e k te d ir.

363
İSLÂM

lüliah» denildiğinde: «Ona ikram edecek bir şeyi kalmayıncaya kadar


yanında kalmasıdır» buyurdu.

14 — M aldaki haklardan biri de m üslüm anların ona ihtiyaç duydu­


ğu dun mlarda malın harcanma m ecburiyetidir.
İuirm Kurtub'î şöyle der: Zekât ödendikten başka m üslüm anlar ih­
tiyaç içe risin e düştükleri takdirde malın harcanması gerektiği konusun­
da âlim ler ittifak etm işlerdir.
İrram-ı M a lik şöyle der: Bütün e sirle ri kurtarmak gerekir. Velev ki
bu, m üslüm anların m allarının hepsine mal olsun. A y rıca bu bir icm a'dır.

15 — Anlatacağım ız duruma benzer bir durum da maldaki haklar­


dandır :
İbn-i Cevzî şöyle der: «Birinin komşusunun suyu tükenir ve telef
olm asından korkulan ekini bulunursa, o kuyusunu tam ir edinceye kadar
bu kim senin fazla suyunu ona verm esi mecburidir.» (14)

Borçlunun eli s ık ış ık s a ona m ühlet verm ek de maldaki haklardan­


dır. İmam-ı Ahm ed şöyle der: «Borçlu olan bir kim se borcunu ödem esi
için giyecek, muhtaç olduğu evi ve hizm etçisi gibi mülküne zarar vere­
cek durumu varsa zorlanamaz. K endisinin ve çoluk çocuğunun nafaka­
sını t .min etm ek için ihtiyaç duyduğu tica ret eşyaları da bu durumda­
dır.» Yüce A lla h şöyle buyurur: «Eğer borçlu, darlık içinde ise, o halde
ona genişlik vaktine kadar mühlet vermek var...» (15)

M cldaki hakların hepsini burada saymak mümkün değildir. Kanaa-


tım ca naklettiğim iz durum lar bu konuda bilgi verm ek açısından yeterlid ir.

4 — MEŞRU MALDAKİ TASARRUF HÜRRİYETİNİ SINIRLAYAN


KAYIT VE SINIRLAR :
a — Malı telef etmenin yasaklanması : İnsanın kendi m alını herhan­
gi bir şekilde te le f etm esi caiz değildir. Fiatları yüksek tutmak için bazı
ziraî veya sın aî m ahsûlleri yakmak yahut piyasaya sürm em ek de bu­
na girer. H içbir sebep yokken hayvanları öldürm ek ayni durumdadır.

Bazı fa sıklar poz için sigaralarını tutuşturdukları paralarla ya­


karlar. Kendi parası da olsa, kim se para yakamaz. Ş a ye t bir insan malı

14 — İbn-i Cevzi, el K avH ninu’l-Fıkhiyye


15 Bukara : 280

364
İ8LÂMDA MÜLKİYET NİZAMI

olur ve onu gözetmediği takdirde onun helâk olma durumu varsa gere­
keni yapmak m ecburiyetindedir. (*
*)
b — Halkın ihtiyaç Duyduğu Şeyleri Satma Mecburiyeti :
Hanefî fakihler insanların veya bir insanın zorunlu olarak birşeye ih­
tiyaç duyarsa o şeyin normal fiatla kendisine satılm ası m ecburiyetinin
olduğunu söylerler, ilâç, içecek, yiyecek ve insanların ihtiyaç duyduğu
herşey bu kaide içerisinde mütalaa edilir. Ona ihtiyacı olan ve başka­
sını bulamayan kim seye tarlayı icar olarak verm ek de buna girer. Tabi
tarla asıl sahibin zarûri ihtiyacı dışında olursa. Yine başka bir işi bece­
remeyen kim seyi ücretli olarak çalıştırm ak ve ona piyasa fiatı aşağı­
sına düşmemek kaydıyla ücret verm ek de buna girer. İşveren bu kim ­
seyi çalıştırm am azlık edemez.
c — Tebıir ve lerafın Yasak Oluşu ve bu Durumda Hacrin Cevazı :
Tebzir : İslam Şeriatının istem ediği şekilde malı harcamak ve telef
etm ektir. Nafakada israf veya dindar ak ıllıla rın bir gaye olarak saym a­
dıkları harcamak. M eselâ, şarkıcı ve oyunculara para vermek. Yüksek
fiatlarla iyi uçan güvercinler almak gibi. Tasarruflarda müsamahanın
aslı, İyiliktir, israf haramdır. Yiyecek ve içecekte yapılan israf gibi. Yü­
ce A lla h şöyle buyurur: «Onlar ki, harcadıkları zaman israf etmezler, sıkı­
lık da yapmazlar ve harcamalar bu ikisi arası ortalama olur.» (16) Hatta
Hanefî fakîhler malın hepsinin hayırlı yerlere harcanm asını, m eselâ ma­
lın hepsinin bir m escidin inşaatına verilm esini israf saym ışlardır. Şafiî,
Ebû Y usuf ve M uham m ed’e göre m alını tebzîr eden bir kim senin malı
hacredillr. Ebu Y usuf ve Muhammed, malım uygun olmayan yerlere har­
cayan yahut İsraf eden kim senin m alının hacredileceğini söylerler. Şafiî
fazladan bu görüşe şu hususu da ekler: Bir kim se fasık olursa malı yine
hacredilir. Ebu Hanife ise hür ve m ükellef olan bir kim senin malının
hacredllem eyeceğini, ancak bulûğe erdiği halde aklı mükemmel olm a­
yan bir kim senin malı yirm ibeş yaşına gelinceye kadar ona te slim e d il­
mez ama bu yaşa gldikten sonra ne olursa olsun malı kendisine teslim
edilir. D evlet başkam bu görüşlerden dilediğini seçm ekte serbesttir..
d — İnsanın Malındaki Tasarrufunu Başkasına Vermiyecok Şekilde
Sınırlandırması :
Çünkü hadis-i şerifte: «Ne zarar vardır ve ne de zarar vermek var­
dır» buyurulmaktadır. Bu kaideden birçok m esele çıkar :

18 — F u rk a n : 67~~
(*) Muhterem müellif h e rh a l d e İslam d ev letin in sınırları d ış ın d a yaşayım
müslümanları kasd ed iy o r olmalı.

365
İ SLÂM

1 — İcar v e rilm iş bir tarlan ın biçim zam anı gelm eden m üddet b i­
te rse e c rü lm isi! il-e ica r alanın e lind e kalır. A k s i takdirde biçim zamanı
gelm eden ta rlayı ica re veren şa h ıs ta rla sın ı sü rer ve d iğerine zarar v e ­
rir. ,
2 — Ş a ye t suyun bir tarlaya v a ra b ilm e si için m utlaka başka bir
tarladan geçm esi g e re kiyo rsa , aradaki tarlanın sa h ib i suyun geçm esine
engel olam az. B ir m e se le d e Hz. Ö m e r’in hükmü böyleydi.

3 — Y iy e c e k m add elerin in sa h ip le ri s a ttık la rı m allara fa h iş fia t tes-


biti yap salar d e v le t başkanı işten an layanlarla danışarak yeniden b ir f i­
at te sb iti y a p tıra b ilir. Çünkü bunda m üslüm anların h aklarını korum a v ar­
dır.
4 — Fakirin m aslahatından dolayı âmme m aslahatı bir tarlan ın e k il­
m esin i g e re kli k ılıy o rsa d e vle t başkanı o tarla sah ib in i onu ekm eye zo r­
la ya b ilir. Çünkü o tarlan ın g e tire ce ğ i g e lird e fa kirin hakkı vardır. H ele
tarla haraciyye ise, bütün halkın m aslahatı o tarlan ın e k ilm e sin i gerekli
hale getirir.

5 — İmam Ebû Y u s u f’un şö y le dediği rivayet e d ilir : «Kom şular ha­


mamın dum anından rah atsız o lsa la r hamama mani o la b ilirle r. A n ca k
ken d ilerin in de ham am ın dum anına benzer dum anları varsa o başka.»

6 — S a tlığ a gelen m a lları şe h ir d ışın d a karşılam ak âm m eye zarar


v e rirse buna engel olunur ve m alın pazar yerin e u laşm ası sağlanır.

7 — H an e fîler bir icar âkdi yerin e g e tirild iğ in d e taraflardan birinin


mai veya canına zarar ve rirse , o akdin bozulacağını sö y le rle r ve buna
birçok m isâl g e tirirle r.

e — Âmmenin Hak Veya Maslahatı bir Kimsenin Malına Bağlı Olur­


sa Onun O Malda Tasarruf Hakkı Kalkar :

 m m enin m aslahatı veya hakkı bir kim senin m alına bağlı o lursa o
kim senin o m aldaki ta sa rru f hakkı kalkar ve y aln ız bedel hakkı devam
eder. Onun bed elini alır. Y olu g e n işletm ek, bir cam i inşaa etm ek veya
m ü siüınan ların um umi m enfaatini ge n işle tm e k durum larında olduğu gibi.

f — Âmme Menfâati :

 m m enin hakkı b e lli bir m enfaatla iliş k ili o lursa sa h ip le rin in rızası
olm asa b ile be n zerle rin in de ğ eri v e rile re k ge re kli işle m y a p ılır. İbn-i
Kayyim el-Cevzi «Sanatçıyı Piyasa fia tım kabul etm eye zorlam ak» baş­
lığ ı altında şö y le der :

366
*
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI

«Halk -çiftç ilik , dokum acılık, inşaat gibi- bir grubun zenaatına ih ti­
yaç duyarsa d e v le t başkanı ben zerlerinin ü cre tiy le onları çalışm aya zo r­
layabilir. Çünkü halkın m aslahatı ancak bu şe k ild e tam am lanır.» « A yrı­
ca ge re kli hizm etlerin yap ılm a sın ı sağlam ak d e vle t başkanıyla yardım ­
cıla rın ın görevlerindendir.»

g — Kadın, Kocasının İzni Olmadan Malının Üçtebirinden Fazlasını


Harcayamaz :

imam-ı Ahm ed kadının kocasından habersiz kendi m alının ü çte b irin ­


den fa zla sın ı k a rş ılık s ız olarak harcıyam az, der. İmam M a lik de ayni gö­
rüştedir. D e lille ri, A m r b,_ Şu ayb’ın babasından ve onun da babasından
R e s û llü lla h ’ın hutbesinde şö yle buyurduğunu nakleder: «Kadın, koca­
sından izin almadan kendi malından hediye veremez. Çünkü o, ismeti­
nin sahibidir.» Ebu Davûd hadisi şu şe k ild e nakleder: «Kadının, kocası­
nın iznini almadan hediye vermesi caiz değildir.»

h— Bazı Durumlar :

Şu durum lar da aşılm am ası gereken sın ırla r içe risin d e s a y ılm ış tır :

H anefîler şö yle der: Şarkı, eğlence ve ağ ıt yakma üzerine para al­


mak caiz de ğ ildir. Çünkü m a’siy e t üzerine akid yapılm az. (17)

Hayvanları çe ktirm e k için biri b ir hayvanı icar alsa doğru değildir.


A ğ ıt yakan ve şarkı sö yliyen kadın da bunlardan dolayı ücret alamaz...
B ir m üslüm anın, içki veya ölü eti satm ak için bir zım m îyi ça lıştırm a sı
yine caiz olm az.(18)

Üzüm suyunu satm ak helaldir. Onu alanın, onu içki yapıp yapm a­
yacağını ara ştırm ası gerekm ez. Üzüm suyunun ken disi helâl olduğu
için sa tışı da helaldir. Tıpkı diğer helâl ş e y le ri satm ak gibi. O n ları sa ­
tan k işi a laca klın ın onlarla ne yapacağını so ruşturm ası sözkonusu de­
ğ ild ir. G e re k doğrudan ve gerekse do laylı olarak a lıcı onu içki yapa­
cağını b e lirtm ezse a lış v e riş akdi caizdir. Bu durum da sa tış sahihdir. Ve-
levki onu satınalan onunla içki yapsın. (19)

H an e fîler yine şö yle derler: M aym una gelince, Ebû H a n ife ’den sa-
tın a lın m a sın ın hem caiz, hem de caiz olm adığına dair iki rivayet vardır.
C a iz olm adığım belirten rivayette şöyle deniliyor; «Çünkü seran ondan

17 — Z e y la î, c. 5, sh. 125
18 — e l-F e ta v a ’l-H a n iy y e , c. 2, sh. 822
19 — M u h ta s a r a ’t-T a h a v i, sh. 280

367
İ SLÂM

faydalanma olmuyor. Maymun, domuz gibi mal olamaz.» Caiz olduğu­


nu belirten rivayette de şöyle deniyor: «Her ne kadar onun zatından is­
tifade edilm iyorsa da derisinden faydalanm ak mümkündür. D erisi naza­
rı itibare alınınca mal olur. Bunun için onu satınalm ak caizdir.» Sahih
olan, caiz olm adığıdır. Çünkü gelenek olarak derisinden faydalanm ak
için değil, onunla eğlenm ek için satınalınır. Bu ise, haramdır. Haramı, ha­
ram için satm aktır ki caiz değildir.» (20)

H anbeliler şöyle der :

«Fitne anında veya harbîlere yahut y o lke sicile re silah satmak caiz
değildir. Satıcı bunu alıcılardan dolaylı olarak da anlasa satamaz. Çün­
kü Yüce A llah şöyle buyuruyor: «Günah ve düşmanlık üzere yardımlaşma­
yın.»
Zulm edenlerle savaşan adaletli kim selere ve yol kesenlerle sava­
şanlara silah satm ak ise, caizdir. Çünkü bu, hayır ve takva üzere bîr
yardım laşm adır. (21)

Aynı kitabın aynı sahifesinde şöyle denir: «Kendisiyle haram birşey


kastedilen satış, sahih değildir. Onu içki yapacak olana üzüm satmak
gibi.»
«Onu içki yapana meyve suyunun sa tılm ası caiz, değildir. Bu konu­
da Yüce A llah'ın : «Günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın»
sözü bizim için d e lild ir. Bu, haram kılm ayı gerektiren bir yasaklam a­
dır.» (22)

«Peygamber (S.A.V.) in içki konusunda on kişiyi lanetlediği rivayet


edilir. Onu içki yapacak kim seye üzüm satmak veya onunla zina edeceği­
ni bile bile bir cariyeyi bir kim senin yanında ça lıştırm ak caiz değildir.»

Am a durum ihtim al dahilindeyse, meselâ alıcın ın d " rumu b ilin m i­


yorsa veya a lıcı hem sirke ve hem de içki im alatçısı ise ve onu alınca
da içki yapacağına dair imâ yollu bile bir şey söylem em işse satış ca iz­
dir. Lâkin onu içki yapacağı sabit olursa satış bâtıldır. Haramda kullanı­
labilen herşey için durum budur. Yol kesicile rin e satmak, şarkı söylem e­
si için cariyeyi satmak, içinde içki satılm ası yahut kumar oynanması
için bir yeri kiraya verm ek haramdır.

19 — M u h ta sa ra 't-T a h a v i, sh. 280


20 — e! B edayi
21 — K eşfu ’l-Knrıe', c: 3, sh: 146
22 — el-M uğni, c: 4, sh- 223

368
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMİ

İmam A hm ed'den nakledilen, bazı m eselelo . hakkm daki görüşün­


de bu kaideye işa re t vardır. İmam Ahm ed, kasap ve fırın c ı için şö yle
der : Şayet sa ttığ ıy la beraber içki iç ile c e ğ in i b iliy o rsa o m ü şteriye sa­
tış yapmaz. Onunla içki içe ce ğ in i b ild iğ i kim seye bardakçı bardak sata­
maz. Kum ar için ço cuklara ce viz satılm az. Bütün bu tip s a tış la r bâ tıl­
dır.

M a lik île r şöy.e der :

«M üslüm anların harbîlere savaş âleti satm alarına engel olunur. On­
dan haç yapana tahta satm ak, k ilis e yapacaklara ev satm ak ve onu içki
yapana üzüm satm ak da haram dır. (23)

Bu yasağı te ’kiden şö yle deniyor: «Eğlence â le tle rin i satan kim se


te 'd ip e d ilir, yaptığı a lış v e riş fe s h e d ilir ve â le tle ri k ırılır, (24)

Y in e şö yle den ilm e kted ir :

«Ondan içki yapacak olana üzümü ve onu g iye ce k erkeğe ipeği sa t­


mak caiz değildir.» (25)

Bütün fa kîh le r şö yle der :

«M ahzurlu yerlere, m eselâ içk i alın m a sı için, ölüye ağlam ak için ve­
ya p u tp ere stlerin ın abed lerine yardım için yapılan bütün v a siy e tle r ge­
çe rsizd ir. Bu, mahza se rd ir ve onun için de batıldır.»

i — Rüşvet Vermek :
M al sa h ib in in aşm am ası gereken sın ırlard an biri de, b aşkasının ma­
lını haksız yere elde etm ek için m alını rüşvet olarak v e rm e sid ir. Y üce
A lla h şöyle buyuruyor :

«Aranızda birbirinizin mallarını hırsızlık, kumar ve gasb gibi hak­


sız sebeplerle yemeyin ve insanları mallarından bir kısmını bile h lb ya­
lan şahitliği gibi günahla yemek için, o malları rüşvet olarak hakimlere
aktarmayın.» (26)
A ncak başka türlü hakkını alam ıyan bir kim senin hakkını alm ak için
rüşvet verm e si, onun açısın dan caizdir.
23 — İbn-i Ferlıun, et-Tabsire, c: d, sh. 147
24 — et-Tabsire
25 — Ş erh u ’l-H attab, c. 3, sh. 263-264
26 — B akara : 188

369
İSLÂM

Tasarrufu sınırlayan kayıt ve sın ırla rı anlatmaktan bu kadarıyla ye


tiniyoruz. Şüphesiz bazı yön leriyle bu maddenin önceki maddeyle iliş k i­
si vardır. Ancak p e kiştirilm e si gereken bazı noktaları pekiştirm ek için
ayrı bir madde içerisin de anlatmaya ça lıştık.

5 — MÜLKİYETİN EL DEĞİŞTİRMESİ

Bir müslüman dinden dönerse bir görüşe göre malı hâzineye gider.
Diğer bir görüşe göre ise irtidat müddeti boyunca elde ettiği mal hâzi­
neye, daha öncekisi de müslüman m irasçılarına verilir.

Normal durumda müslüman öldüğünde malı, müslüman m irasçıları-


çıla r arasında bölüştürülür. Şayet m irasçısı yoksa o zaman malı müs-
lüm anların hâzinesine gider. Biz burada normal durumda müslümanın
malının kime kalacağını açıklamaya çalışacağız. Bunu yaparken meto­
dumuz şöyle olacaktır: M iras konusunda inen konuları arzederek kısa­
ca açıklayacağız. Sonra bu konudaki hadislerden se çtikle rim izi aktara­
cağız. Sonra da sehm sahip le riyle asabeleri zikredecek ve ardından da
kim lerin farz sahipleri olduğunu açıklayacağız»

Daha sonra miras m eselesini anlamamıza yardım cı olacak kaidele­


ri zikrederek konuya son vereceğiz. Böylece İslâm nizamında malın ki­
me kalacağı konusu açıklık kazanmış olacaktır.

Yüce A lla h şöyle buyuruyor :

«Allah, evladınızın mirastaki durumu hakkında size şöyle emrediyor:


«Çocuklardan erkeğe, iki dişi payı kadar vardır.»
1 — «Eğer çocukların hepsi dişi olmak üzere ikiden fazla iseler onla­
ra ölünün terkettiğinin üçte ikisi,»
2 — «Ve eğer dişi tek ise ona da yarısı var.»
3— Ölünün ana-babası için, eğer çocuğu varsa, her birine terike-
sinden altıda bir,»
4 — «Fakat çocuğu yoksa ve ölüye yalnız ana ve babası varis olu­
yorsa, anasına üçte bir vardır. (G eriye kalan babasının hakkıdır.)»
5 — «Eğer ölenin kardeşleri varsa annesinin hissesi altıda birdir.»

37 0
ISLAMDA MÜLKİYET NİZAMI

6 — |Bu h ü k ü m l e r ) , ölünün borcu ödenip yaptığı vasiyyeti yerine


getirildikten sonradır. Babalarınız ve oğullarınız, bilmezsiniz ki, dünya ve
âhiret için hangisi size fayda bakımından daha yakındır. Bu hisseler, Al­
lah dan birer tarizedir. Allah veresenin derecelerini hakkıyla bilici ve on­
ların hisselerini takdirde emir ve hükmedicidir. Zevcelerinizin çocuğu
yoksa geriye bııaktıkları malın yarısı sizindir. Eğer onların çocuğu varsa
size, bıraktıkları maldan dörtte bir hisse vardır; fakat bu hisseler, yapa­
cakları vasiyyeti ve borcu ödedikten sonradır. Eğer sizin çocuğunuz yok­
sa zevcelerinize bıraktığınız maldan dörtte bir hisse ve eğer çocuğunuz
varsa bıraktığınız maiden onlara sekizde bir vardır; ancak bu hüküm, ya­
pacağınız vasiyyeti ve borcu ödedikten sonradır.»
«Eğer bir erkek veya bir kadının, çocuğu ve babası bulunmadığı hal- '
de (kelâle olarak) mirasına konuluyorsa ve onun ana bir erkek kardeş
veya ana bir kız kardeşi bulunuyorsa (bu karde şlerin ) her birine altıda
bir ve bu birden daha çoksalar, kız ve erkek üçtebir hissede eşit olarak
ortaktırlar. (Gerek vasiyyette, gerek borç ikrarında v a risle re ) zarar ver­
mek olmamalıdır. Bütün bu hükümler Allah’dan bir vasiyyet ve emirdir.
Allah alimdir, halimdir.»

«Yetim ve varisler hakkındaki bütün bu hükümler Allah’ın şeriatı ve


çizdiği sınırlardır. Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse, Allah, onu
ağaçları altından ırmaklar akar cennetlere koyar ki, orada ebedî olarak
kalıcıdırlar. İşte bu, en büyük kurtuluş ve saadettir.»
«Kim de Allah ve Peygamberine isyan eder, şeriat ve hükümlerini
çiğneyip geçerse, onu da içinde ebedî olarak kalmak üzere ateşe ko­
yar. Onun için rüsvay edici, aşağı düşürücü bir azap vardır.» (27)
a — Pay sa h ip le ri p ayların ı aldıktan sonra erkek ço cuklar, kız ço ­
cukların iki payını a lırla r

b — İki veya daha fazla kız çocuk bulunup erkek ço cu klar yoksa
m irasın üçte ik isin i alırlar.
c — Eğer tek bir kız b ıra k ılm ışsa , m alın y a rısın ı alır.
d — Ö len in bir oğlu veya bir kızı varsa ebeveynden her birine a l­
tıda bir vardır.
e — Ö le n in oğlu olm ayıp farz sa h ih le ri de yoksa ana için üçte bir
ve baba için üçte iki vardır. D eğilse , geri kalanın üçte biri ananın üçte
ik isid e babanındır.

27 N isa 11 M

371
İ S L Â M

f — Ş a y e t ö l e n i n o ğ lu o lm a y ıp e rke k ve k ız k a rd e ş le ri v a rsa anne


a lt ıd a b i r a lır . G e r is i b a b a n ın d ır. K a r d e ş le r b ir ş e y a lm a z la r .

g — Ö le n in o ğ lu ve babası o lm a y ıp ana b i r k a r d e ş l e r i o lu rsa , er­


k e k v e y a k ız k a r d e ş y a l n ız o ld u ğ u t a k d i r d e a l t ı d a b ir o n u n d u r . B ir d e n f a z ­
la i s e l e r ü ç t e ik i o n l a r m d ı r . V e e r k e k k a d ın f a r k ı o l m a k s ı z ı n e ş i t b ir ş e ­
k i ld e a r a l a r ı n d a bu ü ç t e b ir i b ö lü ş ü rle r.
babası ve çocuğu olm ayanın m ira sı hakkında senden
«(Ey r e s u l ü m )
fetva ( d în in h ü k m ü n ü ) istiy o rla r. Da ki :
«Aüah, babası ve çocuğu olm ayan iç in size şö yle fetva veriyor:»

1 — «Eğer b ir kim se ö lıir de çocuğu bulunm azsa ve geride ana-baba


b îr veya baba bir olan t e k bir k ız kardeşi olursa, te rik e n in y a rıs ı bunun­
d u r. Eğer ö len b ir kadının g e rid e cocuğu olm azda erkek kardeşi bulu­
n u r s a o, te rik e n in tam am ına v a ris olur.»

2 — «Ö lenin ik i veya daha çok kız kardeşi varsa bunlara teriken in


üçte ik is i vardır.
3 — «Eğer k a rd e şle r e rk e k li ve d işil? o lursa, erkek için iki d iş i payı
kadar vardır. Ş a ş ırırs ın ız diye A lla h size (dîninizin hüküm lerini) a ç ık lı­
yor. A lia h herşeyi hakkı ile bilendir.» (28)
a --- K e l â l e : B a b a v e o ğ lu o l m a y a n d ı r .

b — A m a b ir e r k e k o ğ lu v a r is o ne e r k e k v e ne de kız k a r d e ş I c ı b ir
ş e y a lır .
e— İki v e y a d a h a f a z la o lu rla rs a üçte i k id e o r t a k t ı r l a r .

d — S e y h a n : B e r r a 'd e n riv a y e t e d ile n fe râ iz le i l g i li son in e n a y e t in


bu a y e t o ld u ğ u n u s ö y le rle r.
«Üiü'i-erSıam, A lla h 'ın hükm üne göre m irasta b irb irin e daha yakın­
dırlar. M uhakkak ki A lla h he rşe yi bilendir.» (29)
a — Ü lü 'l- e ı h â m 'd a n m a k s a t a k r a b a o l a n l a r d ı r .

b — M ira s k o n u s u n d a b i r b i r l e r i n e d a h a y a t a n d ır la r . Bu âyetten ön­


ce m ü m in le r im a n v e h ic re t k a rd e şliğ iy le b irb irle rin e m ira s ç ı o lu y o r­
la r d ı. S o n r a o h ü k ü m bu â y e t l e nesh o lu n d u , ibn-i C e r i r ' i n E b u 'z - Z ü b e y r '
d e n t a h r i c i n e g ö r e o ş ö y l e d e r d i: «Sen bana m ira s ç ı ol. b en d e sa n a »
d i y e k iş i b a ş k a b i r i y l e a n l a ş ı r d ı .«akrabalık yönünden y a k ın lıkla rı
Sonra
o l a n l a r A l l a h ' ı n h ü k m ü n e göre m irasta b irb irin e daha yakınd ırlar» â y e t i
in d i.

2H - N is a : 170

29 - Enfâl . 75

070
\ ) I C-
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAM!

İbn-i A bbastan: R esûlü llah (S.A.V.) şö yle buyurdu: «Farzları sahip­


lerine veriniz. Geri kalanı en yakın erkek akrabanındır.» (30)
A bd u llah İbni Ö m e r’den: R esûlü llah (S.A.V.) şö yle buyurdu: «Ayrı
iki dine mensup olanlar birbirlerine mirasçı olamazlar.» (31)
B ü re yd e ’den: «Peygam ber (S.A.V.), ondan daha yakın ana yoksa a ltı­
da birini nineye verm iştir.»

C â b ir’den: S a ’d b. R ab i’in hanım ı, S a 'd ’dan olan iki k ızıy la beraber


R esû lü llah (S.A.V.) e geld i ve: «Ey A lla h ’ın R esulü, bunlar S a ’d ’ın k ızla ­
rıdır. Babaları Uhud günü ş e h it düştü. A m c a la rı o nların m a lların ı alıp on­
lara b irşe y bırakm adı. M a lla rı olm azsa kim se on la rla evlenm ez, dedi.
R esûlü llah (S.A.V.): «Bu konuda Allah hükmünü bildirecektir,» dedi. M i­
ras âyeti indiğinde de am calarına haber göndererek ona şö y le dedi:
«Sa’d’ın kızlarına ö malın üçte ikisini, annelerine de sekizde birini ver.
Geri kalanı şenindir.» (32)
K ab ise b. Züeyb'den: B ir nine Ebû B e kir'e g e le re k m iras durumunu
sordu. Ebu B ekir ona: « A lla h 'ın kitabında ve R esûlünün sünnetinde sana
bir şe y yok. Sen git, ben halktan soruşturayım » dedi. Durumu so ru ştu ­
runca M u ğ ire b. Şu'be: «R esûlüllah (S.A.V.) in yanındaydım ona altıda
bir verdi» dedi. Ebu Bekir: A y n i şe yi so y liy e n başka b iri var m ı? diye
sordu. M uham m ed b. M e sle m e , M u ğ ire ’nin sö y le d iğ in in a y n ısın ı s ö y le ­
yince, Ebu B ekir, nineye altıda b ir verd i. Sonra diğ e r nine Hz. Ö m er'e
gelip m ira sın ı sordu. Öm er, aynen onun da altıda bir alacağın ı ve her
iki nine hayatta ise bu altıda birin aralarında p a y la ştırıla ca ğ ın ı s ö y le ­
di.» (33)

İslâm da m iras sis te m in in in c e lik le rin e dikkat eden, insan aklının


varam ıyacağ ı b e n zersiz b ir adalet ve ü stün lükle k a rşıla şır. Y a ln ız m iras
ây e tle ri b ile d ikk atle akıl e rd irilirs e , bu K u r’an'ın ilm i her şe yi ih a ta
eden A lla h tarafından olduğuna k e s in lik le kanaat getirir.
«Es-Siyasetu’l-M aliyetu F i’l-İslâm -> is im li kitabın yazarı bu konuda
şö yle diyo r :

30 — M u ttefek u n aleyh
31 — Ebu Davud, İbn-i Mace
32 — Tirm izî, Ebu D avud, İbn-i M ace, A h m ed
33 — Tirmizi, Ebu Davud, İbn-i Mace, Malik, Darımı

373
İ SLÂM

Bu konuda sadece b ir durumu açıklam ak b ile y e te rlid ir: A na ve ba­


banın bir ço cukları olup ölürse, ik isi de ona m irasçı olurlar. A n ca k bazı
d e ğ işik lik le rle ,

1 — Oğulun bir oğlu yahut soyu içe risin d e bir erkek bulunursa,
ana, babayla e ş it m iktarda pay alır. H er biri için altıda bir....

2 — Oğulun b ir kızı olursa, kız te riken in (34) y a rısın ı, anne altıda


birin i alır. G e ri kalan ise, babanındır. Ki bu da üçte biridir. A ltıd a biri
farz olarak, diğ e r altıda biri de asabe olarak alır. Oğulun iki kızı o lu r­
sa kızlar üçte iki ve babasıyla anadan her biri altıda b ir alır...

3 — Oğulun zürriyeti olm ayıp -baba bir veya ana bir- kardeşleri
olursa, k a rd e şle r b ir şe y alm azlar. Ana, sadece altıda b ir alır. G e ri ka­
lanını da baba alır, ki bu da altıda beştir. Am a oğulun karde şleri yoksa,
ana üçte bir, geri kalanı da baba alır. Bu durum ları bir daha gözden ge­
çirm e k için bu konu ile ilg ili fık ıh kitablarına m üracaat e d ile b ilir.

B irin ci durumda, anayla baba eşittir... Bu durumda anayla babanın


e ş it olm ası üstün bir hikm eti ortaya çıkarm aktadır. O ğ u lla rın ın çocuk­
ları, yani torunları olduğu için ana ve baba artık y a şla n m ışla rd ır dem ek­
tir. Bu yaşta hayatın yüklediğ i m e su liy e tle r açısından ik is i de hemen he­
men e ş it se v iy e d e d irle r. Daha açık bir ifa deyle ik is i de y a ş lılığ ın zah­
m et ve m eşakkatlerine duçar o lm uşlard ır. Başkasın ın yardım ına muh­
taç durum dadırlar. A rtık ik isi de sadece insandırlar, erkek ve kadın de­
ğil. Onun için her şeyden haberdar olan ve her şeyi bilen Hz. A lla h 'ın
hikm eti ik is in i e ş it saym ayı gerekli görm üştür. H er ik isin e m irastan e şit
pay v erm iştir.

İkinci durumda, baba, ana ve bir kız vardır. Ve bu durumda baba,


ananın iki katını alm aktadır. Çünkü bu durumda baba o kızdan so rum lu­
dur. İhtiyaçlarını o k a rşılıya ca k tır. Hayatta kızın en yakını şim di odur.

Üçüncü durumda ise, yine düşünenler için ib re tle r vardır. Bu durum­


da ana ve babayla beraber kard e şler vardır. K a rd e şle r ölenin te k k e s in ­
den birşey alam ıy o rlar ama m irasın ana ve baba arasında ta ksim in e et­
k ili oluyorlar. Şöyle ki, ana sadece altıda b ir a lır ve g e risin in tam am ı
babanındır. Bunun hikm eti nedir?

M üslüm an fa kîh le r bunu, öien oğulun k ard e şlerin in bakım ından ba­
banın sorum lu oluşuna bağlarlar.

34 — Ö lü nü n gerid e b ıra k tığ ı ve m ira sçıla ra intikal eden şeyler

374
İSLÂMDA MÜLKİYET N İZ A M İ

— 4 —
Bu m addeyi, v a siy e t konusunu anlatm akla b itire ceğ iz. Çünkü v a si­
yet de, m alın n erelere kalacağı konusundaki düzenlem enin için e girer.
Burada da önce n assları nakledecek ve sonra fa kîh le rin görü şle rin i nak­
ledeceğiz.
İbnu Ö m er (R.A.) dan, dedi ki: R esûlüllah (S.A.V,) şöyle buyurdu:
«Müslümanın, vasiyeti olduğu halde vasiyetini yazmadan iki gece yat­
ması, hakkı değildir.»
S a ’d b. Ebi Vakkas (R.A.) dedi ki: Fetih y ılı öldürücü b ir hastalığa
yakalandım . R esûlü llah (S.A.V.) ziyaretim e geldi. K endisine: «Ya R esû­
lüllah, benim çok malım vardır. Kızım dan başka da m irasçım yoktur.
M a lım ın hepsini v a siy e t edeyim mi?» dedim. «Hayır» dedi. «Üçte ik is i­
ni» dedim. «Hayır» dedi. Ben: «Üçte birini» deyince şöyle dedi: «Üçte
bir, üçtebir de çok. Mirasçılarını zengin bırakman, muhtaç, insanlara el
açanlar olarak bırakmandan daha iyidir. Allah’ın rızasını kastederek har­
cadığın her nafaka için mutlaka mükâfat alacaksın. Hatta hanımının ağ­
zına götürdüğün lokma için bile.» (35)
Ebu Üınam e (R.A.) dan: Vedâ haccı y ılın d a R esûlüllah (S.A.V.) in,
hutbesinde şöyle dediğini duydum: «Allah her hak sahibine hakkını ver­
miştir. Mirasçıya vasiyet yoktur.» (36)
Ebû H ü re yre ’den, o da R esûlü llah (S.A.V.) den ve o da, Aüah'dan:
«Er kişiyle kadın altmış yıl Allah’a itaatia çalışırlar ve sonra ö lü rle r de
vasiyette zarar verirlerse, onlar için ateş gerekli olur.» (Ebu Hûreyre
sonra şu âyeti okudu) :
«(Gerek vasiyyette, gerek borç ikrarında v a risle re ) zarar vermek
olmamalıdır.» (37)
Hanefî Fakîhler Şöyle Derler :
Şayet insanın zekât ve oruç fid y e si gibi zim m e tleri yoksa v asiye t
onun için vacip değildi**. A m a A lla h 'ın veya kulların onda hakları varsa
o zaman v asiye t vacip olur. V a siy e tin fa kirle re yap ılm ası müstehap,
zeng inlere yap ılm ası mübah, fa sık la ra yap ılm ası ise, m ekruhtur.
V a siye tin m irasçılardan birine yap ılm ası caiz değildir. A n ca k diğer
m ira sç ıla r rıza g ö ste rirle rse o başka....

35 — M uttefekun aleyh
36 — Ebu D avud, lbn-1 M ace
37 — N isa : 12

375
İSLÂM

M üslüm anın zım m îye ve kâfirin m üslüm ana v a siye tte bulunm ası
caizdir.
V a siy e tin üçte birden az olm ası m üstehaptır. Çünkü üçte bir çok­
tur.
Ölünün te rikesin d en ilk olarak kulların borçları ödenir. Sonra üçte-
biri aşm ıyo rsa v a siy e t edilen y e rle re v e rilir.

En sonunda da geri kalan gördüğüm üz şe k ild e m ira sçıla r arasında


taksim e d ilir. Ş a ye t farz, asabe veya rahim sa h ip le rin d e kim se bulun­
m azsa, m iras m üslüm anların hâzinesine gider.

B öylece m alın kim e iade e d ile ce ğ i konusunda tam am lanm ış oldu.

M Ü L K ED İNM E N İZAM ININ ÖZELLİKLERİ :

1 — Bu nizam, serm ayenin, kaybetm eye katlanm aksızın daima ar­


tarak in san ları söm ü rm esine müsam aha etmez. Faizin yasaklanm ası bu­
nu gösterir.
2 — H iç b ir kim senin, başkalarının ih tiya çla rın ı söm ürm e yoluyla
m ülk e d in m esine m üsaade etmez.
3 — K a ra b o rsa cılık veya umuma zarar veren anlaşm alar yoluyla
İktisadî hayatla oynanm asına m üsam aha gösterm ez.

4 — Kazanç tem in etm ek için in san ların şehvet ve hevalarının sö ­


m ürülm esine karşıd ır.
5 — Önce, m eşru m ülk edinm e y o lla rın ı s ın ırlıy a ra k ve kayıtla r a l­
tına alarak, malda bir takım haklar tanıyarak m irasın taksim e d ilm e s i­
ni em reder büyük se rv e tle ri ta b iî bir şe k ild e dağıtır.

6 — H içb ir kim senin kumar, piyango, m üzik ve zina gibi hakîki bir
g e lir sağlam ıyan yollardan kazanç elde etm esine m üsaade etm ediği
İçin bütün fe rtle rin y eten ek le rin i zo rlam aksızın ve ta b iî b ir şe k ild e ger­
çek ü re tici olm ağa yöneltir.
7 — Zekâtı ve hâzinedeki fazla m a lları üm m ete dağıtarak üm m etin
ç e ş itli sın ıfla rın ın elin e çokça mal ge çm e sin i sağlar. B öylece İktisadî
hayata bir c a n lılık kazandırılır. İleride bu konuyu ele alacağız.

8 — Bu nizamda bütün pro b lem ler makul bir şe k ild e çözüm e bağ­
la n m ıştır. İnsanın sıh hat ve selâm eti için b iric ik yoldur o....

376
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAM)

İKTİSAD A D A Y A N A N İÇTİMÂİ PR O BLEM LER İN Ç Ö Z Ü M Ü

İçtim aî hayat, ancak mal ile çö züm ien eb ilen p ro b le m le rle doludur.
Fakirlik, yok su llu k ve öğrenim problem i... Çünkü b irçok kim se okumak
istem ekte ancak ona kavuşm ak ve onu devam e ttirm e k için g e re kli pa­
raya sahip olam am aktadır. Bu problem lerden biri de sakatlar m e s e le s i­
dir. Kim i doğumdan, kim i de sonradan sa ka tla n m ış ve iş yapam az hale
g e lm iştir. F e lçtir, kördür, ayakları k e s ik tir vs. Bu k im se le r, hayatlarını
devam e ttirm e le ri için paraya m uhtaçtır. K im i insan evlenm ek ihtiya-
cın da dır ama evlenm ek ve g e çim in i devam e ttirm e k için g e re kli m ad­
di güce sahip d e ğ ild ir. K im in in oturup barınacağı bir eve ih tiya cı var­
dır. Kim i iş yap ab ildiğ i halde, ya iş saha sın ın olm am ası veya y e te rli bir
serm ayeye sahip olam am ası yüzünden işs izd ir. K im in in de işi vardır,
ç a lışm a k ta d ır ama bir müddet sonra ifla s e tm iştir, borçlu duruma dü ş­
m üştür. Bütün bu p ro b le m le r çözüm b e klem ekted ir. K im i vardır d a h ilî
ve harici gavur istilâ sın d a n kurtulm ak, h ü rriye tin e kavuşm ak istem ekte
ve bu yolda m ücadele verm ektedir. Bunun da paraya ih tiya cı vardır.
Ve çözüm bekleyen daha nice problem ... İslâm nizam ında bu prob lem ­
lerin çözüm ü nedir?

Y üce A lla h bu p ro b lem le ri ve bunlara benzer daha nice problem i


çö zü m le m e k için b ir takım m ü e sse se le ri m üslüm anlara e m re tm iş ve on­
lara yol g ö s te rm iştir :

1 — Zekât m ü e sse se si,

2 — M u tla k ve m ukayyet sadakalarla k e ffa re tle r m ü e sse se si,

3 — V a k ıf m ü e sse se si,

4 — Nafaka m ü e sse se si,

5 — G a n im e tle rin beşte b iri m ü e sse se si,

6 — R ikâz m ü e sse se si,


7 — İslâm to praklarında yaşıyan her insan için hâzinenin kefaleti...

A n ca k in san ların bu m ü e s se se le re b a k ışla rı çok k ıs ırla ş m ış tır. B ir­


çok hüküm ve âdabım b ilm e d ik le ri için bu m ü e sse se le rin gücünü takdir
etm ekten âciz k a lm ışla rd ır. Onun için bu yön le ri te ker te ker arzedece-
ğiz. Y a ln ız zekât konusunu daha önce, e tra flıca an lattığ ım ızdan burada
sadece konumuzu ilg ile n d ire n noktalara tem as edeceğiz.

377
İSLÂM

1 — ZEKÂT MÜESSESELER! :

Kitabın birinci bölümünde zekât konusunu etraflıca açıklam ıştık. Bu


rada şu noktalara temas etm ekle yetineceğiz.
a — Zekât fonu m üstakildir. Genel hâzineyle iliş k is i yoktur.
b — Zekât g e lirle ri, gerçekten çoktur. Hayvan ve arazî zekâtı bir
tarafa, aşağı yukarı ümmetin m alının kırkta birine yakını zekât g e lirleri
arasındadır.
c — Bu malın fakirlik, işsizlik , cehalet, sakatlık, iflas, evlenm e ve
konut problem lerinin tamam ını çözüm lem esi mümkündür. Bunun ta fsila ­
tını görmüştük ve fa kirlerin ça lıştığ ı sanayi m ü esseselerinin bu fondan
kurulabileceğini ve talebelere k a rşılıksız kredi verileb ile ce ğ in i, babası
zengin olan talebenin de bu krediden istifade edeceğini, iş düzenini ku­
ramayan kim seye k a rşılık sız kredi ve rile b ile ce ğ in i anlatm ış ve tarım
için gerekli âletlere sahip olm ıyan ç iftç ile rin de bu k a rşılık sız kred ile r­
den istifade edeceklerini belirtm iştik.
Parası ve ayrıca tarım işinden anladığı halde tarlası olm ıyanlara bu
fondan para verilerek ölü araziyi ihya etm elerine yardım cı olunur. Bü­
tün bu kim selere zekât fonundan v e rile ce k paralar k a rşılıksızd ır. Zekât
bölümünde bu konudaki d e lille ri aktarm ıştık. Şayet zekât m üessesesi
birkaç sene uygulanacak olsa, bütün problem leri çözüm lem eye yeterli-
dir. Zekât konusunu anlatırken dehşet verici uygulama ve nasslarla kar­
şılaşm ıştık . Bununla beraber bu problem lerin çözümünde zekât m ües­
se se si yalnız değildir.

2 — MUTLAK VE MUKAYYET SADAKALARLA KEFFARETLER


MÜESSESESİ :

Zekât m üessesesi, mutlak ve mukayyet sadakalarla keffaretler mü-


e sse se siy le birlikte bu problem leri çözüm lem ek için yardım halindedir.
Yüce Allah, O'nun yolunda harcamak için zekâtı asgarî m iktar ola­
rak kılm ış ve müslümanm bunun dışında da A lla h yolunda harcam alar­
da bulunm asını teşvik etm iştir. Resûlüllah (S.A.V.) le ilg ili kitabım ızda
m üslüm anların A lla h yolunda yaptıkları harcamalara örnekler verm iştik.

İnsanın A lla h ’a ve âhiret gününe imanı derin leştikçe daha çok A l­


lah yolunda m alını harcar. Onun için R esûllüllah (S.A.V.): «Sadaka bur­
handır» buyurmuştur.

378
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI

M utlak sadakalar dışında ayrıca bir kayıt veya durum la kayıtlı olan
sadakalar da vardır. F ıtır sadakası, kurbanın etinden bir k ısm ın ı dağıt­
ma, adaklar ve k e ffa re tle r de vardır.

H ayızlı olduğu m üddet iç e risin d e hanım ına yaklaşan keffaret öder,


ile le b e t Ramazan orucunu tu tam ıyacak durum da olan keffaret öder. H er­
hangi b irşe y için yem in edip sonradan a ksin i yapm ayı daha h a y ırlı gö­
ren ve yapan kim se keffare t öder. Z ihar konusunda şa rtla r g e rç e k le ş­
tiğinde k effare t vardır. Ramazanda kasten orucunu bozan için şa rtların a
uygun olarak keffaret vardır. Hac eda e d ilirke n bazı durum lar için keffa­
ret vardır.

Bütün bu ve buna benzer durum lar İktisadî p ro b lem lerin çözüm ü için
yardım cıdır.

3 — VAKIF MÜESSESESİ :

Zekât m ü e sse se sin e en büyük yardım cı vakıf m ü e sse se sid ir. Müs-
lüm anlar, hayatın bütün yö n le rin i ilg ile n d ire n bütün ih tiya çla rı göz önün­
de bulundurm uş ve onlar için v a k ıf yap m ışlardır.

T aleb elerin kim seye m uhtaç olm adan ta h sille rin e devam etm eleri
için, â lim le r için, ç e ş itli dinî gö re vleri yürüten ler için v a k ıfla r y a p ılm ış­
tır.

Bütün hastalar için ilâç, tedavî ve h a sta lık la rı m üddetinse nafaka­


ları için v a k ıfla r y a p ılm ıştır.

Sakat, yoksul ve fa k irle r için v a k ıfla r y a p ılm ıştır.

Y e tim le r için, dul kalan kadınlar için, kim seye m uhtaç kalm ıyacak-
ları ş e k ild e v a k ıfla r y a p ılm ıştır.

A k la g e lm iye ce k b irçok m e se le için vakıfta bulunulm uştur: Y a ş la ­


nan hayvanlar için, yem ek kabını kıran ço cu k lar için vs...

Şayet m ü slüm anların v a k ıfla rıy la oynanm asaydı halkın b irço k s ın ı­


fı bugün m uhtaç durum da olm ıyaca ktı. Lâkin şik â y e tim izi A lla h ’a hava­
le ediyor ve şunu söylüyoruz: V a k ıfla r e ski durum a g e tirilm e lid ir. H er
iki şe k liy le : Z ü rriy e t vakfı ve um um î vakıf. İslâm î vakıflarda k âfirlerin
at oynatm ası ne acıdır?.. _

379
İ SLÂM

4 — NAFAKALAR MÜESSESESİ :

Hz. A işe 'd e n , dedi ki: U tbe'nin kızı Hind R esû llü lla h (S.A.V.) e ge­
le rek şö yle dedi: Ebu Süfyan cim ri bir adam dır, bana ve çocuğuna y e te ­
cek kadar harcam a yapm ıyor. Ondan habersiz harcıyorum da ancak b i­
ze yetiyor. R esû llü lla h (S.A.V.) kendisine: «Sana ve çocuğuna yetecek ka­
darını maruf ile al» dedi. (38)

C a b ir b. Sem ure (R.A.) dan, dedi ki: R esûlü llah (S.A.V.) şö yle bu­
yurdu: «Allah birinize hayır (mal) verirse, kendisinden ve çoluk çocu­
ğundan başlasın.» (39)
Ö m er b. Şuayb'dan, o babasından ve o da dedesinden: «Biri Pey­
gam ber (S.A.V.) e gelerek: «Benim m alım vard ır ve babam da m alım a
muhtaç durum dadır.» dedi. Peygam ber (S.A.V.) ona: «Şenle malın ba­
banınsınız. Muhakkak ki çocuklarınız, kazancınızın en hoşundandır. Ço­
cuklarınızın kazancından yeyiniz,» dedi. (40)

Süheyb b. e l-H an zaliyye ’den, dedi ki: R esûlü llah (S.A.V.) bir deveyle
k a rşıla ştı. Karnı beline ya p ışm ıştı. Buyurdu ki: «Bu dilsiz hayvanlar ko­
nusunda Allah’tan korkun. İyi bir şekilde onlara binin ve iyi bir şekilde
onları bırakın.» (41)

Hanefî Fakîhler Şöyle Der :

«Nafaka üç sebepten b iriy le g e rçe k le şir: E v lilik , akrab alık veya k ö le ­


lik. Ş im d ilik k ö le lik kalm adığından e v lilik ve akrab alık söz konusudur.»

«Hişam şö yle dedi: M uham m ed’den nafakanın ne olduğunu so r­


dum: «Yiyecek, g iyecek ve barınaktır» dedi.

«Kadının nafakası, kocasına aittir. Koca iste r fa kir veya küçük olsun.
Kadın da, iste r m üslüm an veya ehl-i kitap, iste r zengin veya fa kir olsun.
K o casının yanında kaldığı m üddetçe nafakası ona aittir. Şayet zengin
ise le r, zengin nafakası, fa kir is e le r fa kir nafakası gerekir. Ş a ye t biri fa­
kir ve diğeri zengin ise rivaye tin zah irine göre kocanın durumu mûte-
berdir. «Hidaye» sa h ib in in görüşüne göre -ise, iki durumun arasındadır.
A n ca k fa kir olan koca ise, gücünün y ettiğ i ondan iste n ir ve geri kalanı
zengin oluncaya kadar boynunda borç olarak kalır.»

38 — M ü tte fe k u n a le y h
39 — M ü slim
40 — E b u D a v u d , İb n -i M ace
41 — Ebu D avud
320
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI

«Koca, başkasından olan küçük çocuğunun dışınd a h içb ir akrab ası­


nın bulunm adığı m üstakil bir evde ka rısın ı barındırm ak m e cbu riye tin ­
dedir. A ncak kadın aksine rıza g ö ste rirse o başka.»

«Fakir küçük ço cukların nafakası babaya aittir. Zengin olsun veya


fa kir olsun bu konuda kim se ken d isin e ortak değ ild ir. Şayet ken disi fa­
kir olur da anne zengin olursa, nafakaları kadın tarafından v e rilir. A ncak
kadın aksine rıza g ö ste rirse o başka.»

«Fakir küçük ço cukların nafakası babaya a ittir. Zengin olsun veya


fa kir olsun bu konuda kim se ken disine ortak değ ildir. Şayet ken disi fa kir
olur da anne zengin olursa, nafakaları kadın tarafından v e rilir. A ncak
bu, babanın boynunda bir borçtur. A m a ço cu k la r zenginse, m eselâ bir
m irasa konm uşlarsa nafakaları kendi m a lların dandır....»

«Çocuk başka dine m ensup olsa b ile nafakasından baba sorum lu­
dur.» Küçükten maksat, bulûğe erm em iş o lanlardır. « A s lî ih tiya çla rı d ı­
şında nisaba m alik olan bir erkek, kazanmaya gü çleri yetse bile ister
anne ve ister baba tarafından fa kir olan dede ve n in e le rin in nafakasını
verm ek m ecburiyetindedir. Söz, ze ng inliğ i inkâr edenin ve d e lil g e tir­
mek de, iddia m akam ında olanındır. K âfir o lsa la r bile ebeveynin nafa­
kasında kim se çocuğa ortak o lm a z....»

5 — GANİMETLERDE BEŞTE BİR MÜESESESESİ :

G enel ta rif :

« E ş-Siyasetu'l-M aliyyetu fîl-İslâm » isim li kitabın yazarı şöyle der

Bedir gazvesinde yüce A lla h ’ın şu sözü indi: «Biliniz ki, kâfirlerden
ganimet olarak aldığınız her hangi bir şeyin muhakkak beşte biri Allah
içindir. O da, Peygambere ve onun akrabasına, yetimlere, miskinlere ve
yoicfa kalmışlara aittir; eğer siz Allah’a iman etmiş ve o hak ile batılın
ayrıldığı Bedir günü, o iki ordunun birbiriyle çarpıştığı gün kulumuza
tHazreti Peygambere) indirdiğimiz âyetlere iman etmişseniz. Allah her
şeye kadirdir.» (42) M ü şrik kâfir ordusundan m üslüm anların elin e geçen
ganim etler için bu âyet kesin bir hükümdür. Beşte bir, A lla h ’ın, resûlü-
nün ve resûlünün akrabalarının, yetim , yoksul ve yolda k alm ışın d ır. G e ri­
ye kalan beşte dördü ise, o ganim etleri elde eden sa v a şçıla rın d ır.

42 — Eni al : 41

331
İSLÂM

Burada bazı m e se le le r üzerinde duracağız :

B irin c is i : GANİMETİ SAVAŞA KATILANLAR ARASINDA NASIL


PAYLAŞTIRACAĞIZ? :

B e lirttiğ im iz gibi ga n im etlerin beşte dördü savaşa katmanlarındır.


R esûlüllah (S.A.V.) den rivayet edilen, Bedir savaşında, atlıya iki ve ya­
yaya da bir pay v erd iğ id ir. Çünkü ibn-i A bb as (R A.) dan R e sû llü lla lı
(S.A.V.) in Bedir gan im etlerin i taksim ederken atlıya iki ve yayaya bir,
verd iği rivayet e d ilm ekte d ir. (43)

Hüneyn gazvesinde ise atlıya üç, yayaya bir pay verd iği rivayet e d il­
m ektedir.
Ebû Z err el-G ifarî'n in şöyle dediği rivayet edilir: Huneyn’de ben
ve kardeşim R esû lü llah la beraberdik. İkim iz de atlıydık. R esûlullah
(S.A.V.) bize altı pay ayırdı. D ört pay atlarım ız için ve iki pay bizim
için. (44)
R esûlü llah (S.A.V.) den iki davranış n a k le d ilm iştir. A rtık şunu veya
bunu alm ak d e v le t başkam nının takd irine kalm ış bir şeydir. H angisini
uygun görürse onu tatbik eder.
İmam Ebû H anife (R.A.) adam için bir, at için bir yani sü vari için iki
ve yaya için bir payın olduğunu söyler. Der ki: Bir hayvan bir insandan
daha fa z ile tli değ ildir. Bir adam ın ald ığ ı bir pay, bir at için y e te riid ir. (45)

Ebû Y u su f ise, at için iki ve adam için bir pay v e rild iğ in i belirten
hadis ve e se rle rin hem daha çok ve hem de daha g ü v e n ilir oldu klarını,
umumi görüşün de bu olduğunu sö yle r. Burada fa z ile tlilik söz konusu de­
ğildir. Şayet fa z ile tlilik söz konusu o lsayd ı adama bir v e rilirk e n ata da
bir v e rilm e s i uygun düşm ezdi. Çünkü o zaman bir hayvanla bir müslü-
man e ş it tutulm uş olurdu. Bunun sebebi A lla h yolunda cihad için halkın
at b e sle m e sin i te şv ik etm ektir.

İkincisi : GANİMETİN BEŞTE BİRİ NASIL TAKSİM EDİLİYORDU?

 y e ti kerim ede: «Biliniz ki, kâfirlerden ganimet olarak aldığınız her


hangi bir şeyin muhakkak beşte biri Allah içindir. O da Peygambere ve
onun akrabasına, yetimlere, miskinlere ve yolda kalmışlara aittir» (46) bıı-

43 — E b u Y usuf, K ita b u 'l - H a r a c , sh. 180


44 — K ita b u ’l-H a ra c , sh. 190
45 — K ita b u ’l-H a ra c , sh. 190
46 — E n fâ l : 41

382
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI

yurulm aktadır. Âyetten anlaşılan, bu beşte birin beş kısma taksim edile­
ceğidir. Biri A lla h ve Resûlünün, biri yakın akrabalarının, biri öksüzle­
rin, biri yoksulların ve biri de yolda kalm ışların.
İbn-i Abbas (R.A.) dan yapılan bir rivayette Peygamber (S.A.V.)
zamanında beşte birin beşe pay edildiği, birinin A llah ve Resulüne a y rıl­
dığı, birinin yakın akrabaya ve diğer üçünün de öksüz, yoksul ve yolcu­
ya verildiği söylenir. (47)
Yine İbn-i A b b a s’dan rivayet edilir. O der ki: «Ganimet beş paya
bölünürdü. Dördü savaşanlara v e rilir ve beşte bir de dörde bölünürdü.
Dörtte biri A lla h ’a, Resûlüne ve akrabasına verilirdi. A lla h ve Resûlüne
ait olan Peygamber (S.A.V.) in yakınları içindi. R esûllüllah (S.A.V.) beş­
te birden bir şey almadı. İkinci dörtte bir öksüzlere, üçüncüsü yoksullara
ve dördüncüsü de yolda kalm ışa v e rilird i ki, o da m üslüm anların ya­
nında konaklayan zayıf ve fakir biri olursa.» (48)
Hz. Ebu Bekir, Öm er ve Osman onu üç paya böldüler. Sonra Hz. A li
de Ebu Bekir, Ömer ve Osmanın taksim atına uydu. Yüce A llah'ın, Allah,
Resûlü ve yakın akrabasına ayırdığı iki pay Peygamber (S.A.V.) i Mgilen-
diriyordu. O vefat edince bu iki pay kaldırıldı ve beşte birin tamamı geri
kalan üç kısma: Öksüz, yoksul ve yolcuya kaldı.

A yrıca Hz. Ö m er'le Resûlüllah (S.A.V.) in akrabaları arasında ga­


nim etlerde kendilerine beşte birden ayrılan m iktarla ilg ili müracaatlar
olmuştur.
İbn-i A bbas'ın şöyle dediği rivayet edilir: «Ömer beşte birden uy­
gun gördüğü m iktarı veriyordu. Biz bunu kabul etm edik ve yakın akra­
baların hakkı, beşte birin beşte biridir, dedik. Ömer (R.A.) dedi ki : A l­
lah beşte biri adını andığı sın ıflara ayırm ış ve onları onunla mutlu k ıl­
m ıştır. Onlar sayıca daha çok oldukları gibi ayrıca daha çok muhtaç
durumdadırlar. İbn-i Abbas der ki: Bizden bazısı ganimetten aldı, bazısı
da almaktan vaz geçti. (49)

Üçüncüsü: BEŞTE BİRİN HARCANACAĞI YERLER :

Resûlüllah (S.A.V.) in vefatından sonra bu iki pay, yani Resûlül-


lahın payı ile yakın akrabalarının payı konusunda çe şitli görüşler b e lir­
di. Kim i, Resûlüllahtan sonra onun payı Halifenin, akrabalarına ait olan

47 — Kitabu'l-Harac,
48 — Ebu Ubeyd, el Emval : 325
49 — el-Emval, sh-, 325

383
İ S L Â M

payın da yine onlara kalacağını söylerken kim i de artık bu payın H alife­


nin akrabalarına verilece ğ in i söyler. Sonra da bu iki payın at ve silah
tem ini için kullanılm ası konusunda ittifak edilm iştir. (50)
öksüz, yoksul ve yolda kalm ışların payları konusunda da sonraları
ih tilaf çıktı.
Bazıları müslüman öksüz, yoksul ve yolda kalm ışlara verileceğ ini
ve hükmünün zekâtın hükmünün aynısı olduğu söylerler. Bazıları da,
ganim etler hükmünde olup bütün m üslüm anlara ait olduğunu, devlet
başkanının dilediği yerde m üslüm anların yararına onu harcayabileceğini
ile ri sürer.
Ebu Ubeyd şöyle der: A ncak benim görüşüm, beşte birin Kur’an’da
adı geçen m üslüm anlara verileceğ i şeklindedir. Başkalarına verilem ez.
Ancak bütün m üslüm anların yararına olacak şe kild e savaş için ayrılıra?
o başka....
ihtilafın m enşei bu beşte birin ganim etlerden olm ası ve bunun için
de ganim etlerin harcanacağı yerlere harcanması gerekirken zekâta
benzer şe k ild e bunun nereye harcanacağı konusunda âyetin açıklama
yapm asıdır. B irin ci yönüne bakanlar onu ganimete benzetm iş ve devlet
başkanının onu dilediği yere harcayabileceğini söylem iştir, ikinci yö­
nünü göz önünde bulunduranlar ise, onun sadaka olduğunu ve sadaka­
nın harcandığı yerlere harcanması gerektiğini ile ri sürer.
A ncak beşte birin harcanacağı yerlerle zekâtın harcanacağı yerler
e şit durumda değildir. Beşte birin harcanacağı yerleri belirlem e kesin­
lik ve hasretm e ifade etmiyor. Bu şekilde müslüm anlara faydalı olan yer­
lere harcanm ası isteniyor. Zekâtın verileceğ i yerler ise b e lirtilm iş ve
onlara tahdit konmuştur. Yani sadece o yerlere harcanabilir. Araya baş­
ka bir sın ıfı sokmak mümkün değildir.
Yüce A lla h beşte bir konusunda şöyle buyuruyor: «Şunu bilin ki,
ganimet olarak aldığınızdan beşte biri Allah'ındır.» Sözün başlangıcın­
da yüce A lla h beşte biri kendi zatına nisbet ediyor. Daha sonra harca­
nacağı sın ıfla r zikrediliyor. Fey' için de bu şekilde buyurulmuştur: «Al­
lah'ın, peygamberine (kâfir) memleketler ahalisinden verdiği ganimet :
Allah için,» (51) Yüce A lla h fey'i önce kendi zatına nisbet ediyor ve
sonra da verilece ğ i kim seleri zikrediyor.

50 — el-H arac. sh. 21


51 — H a şr ; 7

384
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI

O halde bunların ikisin d e de A lla h ’ın dinin in kaste d ild iğ i m üddetçe


devlet başkanı onları harcam a konusunda se rb e sttir.

Halbuki Yüce A lla h zekâttan bahsederken: «Sadakalar, ancak fakir­


lerin, miskinlerin.... indir» diyor. «Allah’ındır» dem iyor. Onun için ze­
kâtı bu sın ıfla ra hasretm iş ve h içb ir kim seye zekât konusunda te rcih
yapma y e tkisi v e rilm e m iştir. (52)

B — MÜLAHAZALAR

1 — Y ukarıda anlatılanlardan tem el olarak dikkatim izi çeken şey,


ganim etin beşte birinin, âm m enin hâzinesine a it olm adığı; fakir, yoksul
ve öksüzlere d a ğ ıtılacağ ıdır. Ve bu, zekât dışında onlara v e rile c e k tir.
Yine yukarıda anlatılanlardan anlıyoruz ki, bu kaynaktan R esûlü llah
(S.A.V.) in ehl-i beyti de istifade ederler. Z ekât ise, bunun ak sid ir. On­
lar için zekâtın caiz olm adığı konusunda icm a vardır.

2 — Şunu da anlıyoruz ki: Yeryüzü A lla h ’ın hakim iyetine boyun eğ­
m edikçe İslâm ümmeti sü re k li bir cihad içe risin d e olm ak m ecburiye­
tindedir. İslâm nizam ında bu kaynak fakir, yoksul ve ö ksü zle r için de­
ğerli bir kaynaktır. A lla h ’ın hakim iyetine boyun eğm eyen k â firle r k ald ı­
ğı müddetçe onlarla sa va şılaca k ve diğer haklarının yanında fakir, yok­
sul ve öksüzler ganim etlerden de istifa d e ed e ce klerd ir.

3 — Burada an lattığ ım ız ganim et, savaşla elde e d ilen id ir. Savaş


ve yenme o lm aksızın elde edilen m allar ise, fe y ’ olup ile rid e g ö re ce ğ i­
miz gibi askere verilm ez. Bununla beraber fe y ’in beşte biri, ganim etin
beşte birinin harcanacağı ye rle re harcanır. G eri kalanı ise, hâzinenin­
dir.

6 — RİKÂZ :

Peygam ber (S.A.V.) şöyle buyurur: «Rikâzda beşte bir vardır.»

Şevkânî «N eylü’l-Evtâr» isim li kitabında şö y le der: «Rikâz, (rekz)


den g e lir, (rekezehu) den ildiğinde, (onu itti) anlam ına gelir. Bunda ittifak
vardır. M a lik ve Ş a fiî şö yle derler: Rikâz, ca h iliy e d e fin e sid ir. Ebû Ha-
nife, S e v rî ve d iğ e rle ri, m adenin rikâz olduğunu sö y le rle r. Bu görüşe,
arapların şu sözü d e lil olarak g e tirilir: K işi, rikâza rastlarsa, (erkeze’r-

52 — el-E m v âl, sh. 327


385
İ SLÂM

raculu) denir. Rikâz: Güm üş ve m adenlerden çıkarıla n altun parçalarına


denir. A n ca k cumhur-u ulemâ, m adenlere rikâz den ilm ediği görüşünde­
dir.
Bu beşte birin harcanacağı yerler, M âlik, Ebu H anife ve cumhûra
göre, fey'in harcandığı y e rle rd ir. Yani fakir, yoksul, yolda kalm ış ve ök­
sü zle rd ir. Ş a fiî, zekâtın v e rild iğ i y e rle re v e rile ce ğ in i sö yle r. Ahm ed b.
Hanbel'den bu konuda iki rivaye t vardır.

H adisin zahirine göre, nisab önem li d e ğ ild ir. H anefîler bu görüşte­


dir. M âlik, Ahm ed ve İshak’a göre, nisaba itib ar e d ilir. Çünkü Resûlül-
lah (S.A.V.): «Beş okkanın aşağısında sadaka yoktur» buyurm uştur. Buna
cevap olarak derim ki: Sadakadan anlaşılan, zekâttır. Beşte biri içine
almaz. Y in e de bu hususta başka gö rüşler vardır.

H an e fîler şö yle der :


«Bulunan maden altun, gümüş, dem ir, kurşun, bakır veya civa o l­
sun, yahut çö ld e bir hazine bulunsun ve bu hazine iste r altun, gümüş,
sila h veya ev e şy asın ı kapsasın; define c a h iliy e t asrına ait olsun bü­
tün bunlarda beşte bir, fa k irle rin hakkıdır. M adeni veya, hâzineyi çık a ­
ran zım m î veya m üslüm an olsun farketm ez. Ç ık a rıla n ın ö şrî veya ha-
racî arazîde olm ası da önem li de ğ ildir.
Ş irk e tle rin ç ık a rm ış olduğu altun, bakır, dem ir, civa veya diğer ma­
denlerden olsun beşte b iri fa k irle rin d ir.
Y in e eski e se rle r araştıran m ü e sse se le rin bulduğu da ha nefîlerin
görüşü kapsam ındadır. C a h iliy e tte n kalm a d e fin e le rin beşte biri fa k irle ­
rindir.
Burada akla şu soru g e le b ilir :
Petrolde de, beşte b ir var m ıd ır?
Bu konuda hanefîlerin görüşüne başvurduğum uzda k e s in lik le evet
diyem iyoruz. H anefîler: Petrol ve ziftte zekât yoktur. Çünkü bunlar su
durum undadır ve suda beşte bir yoktur, derler. O halde onlar bunu
sö ylerken petrol ve ziftin değeri yoktur, dem ek istiyo rla r. Hatta bazı du­
rum larda zararları bile oluyordu. O ysaki zam anım ızda petrolün değeri
ortaya ç ık m ıştır. Buna göre, onlarca da m e se le ayrı bir şe k il alm ıştır.
Çünkü :
1 — R ikâzın şıklarınd an biri olan m adeni, A lla h 'ın yeryüzünü yarat­
tığı gün onu yeryüzünün terkibin den sa b it bir cüz olarak ta rif ederler.
Rikâzı ta rifle ri de şöyle dir: Y a ra tılışta n veya sonradan y e rle ş tirilm iş
336
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI

şey... Petrol, hem buna ve hem de diğerine girer. Onu suya benzetmele­
ri ise, eski durumunu ilgilendiren yanıdır. Şimdiyse asla....

2 — Onlarca civa hakkında tercih edilen görüş, yerde bulunduğun­


da, onda beşte birin olduğudur. Halbuki civa her nekadar başka şeyler­
le karıştırıldığında katı oluyorsa da, o da, petrol gibi sıvıdır. Petrolün ba­
zı kısımları, bazı şeylerle karıştırılınca katı olmuyor mu ki?.. O da ci­
va gibi katı oluyor.

Bütün bunlar göz önünde bulundurularak hanefî mezhebinde fetva


vereceklerin konuyu tekrar gözden geçirmeleri ve neye dayanılarak an-
berden beşte birin alındığını araştırmaları gerekir. Anberin, deniz bitki­
lerinin bir çeşidi olduğunu söylerler. Denizin bitkisinde beşte bir var
ise, -ki bu, Ebû Yusuf’un görüşüdür.- petrolün değeri ondan daha az mı­
dır ki, petrolden birşey alınmasın.

Şüphesiz biz burada fetva vermiyoruz ama, durumun araştırılması­


nı istiyoruz.

Sonuç olarak :

Şayet İslâm âleminde bulunan devletler ülkelerinin fakirlerine rikâ-


zın beşte birini, bu geniş manasıyla ve bir bölgede artanı diğer bölge­
lere aktarmış olsalardı acaba durum ne olurdu :

Şurası kesindir ki: Bugün İslâm âleminde bulunan fakirlerin hakkı


yenmekte, ideolojik ajanlar fakirleri sömürmekte ve Endonezyada oldu­
ğu gibi, dinlerini terketmelerine vesile olunmaktadır. Acaba bundan so­
rumlu kimdir?...

İslâm mıdır sorumlu olan?

Son bölümde Beytg'J-mal (hazine) den bahsederken, beytü’I-malda


artan malların İslâm ümmeti arasında eşit bir şekilde dağıtılacağını söy­
lemiştik. Buna göre, İslâm topraklarında bulunan fakirlerin zekâtta, ga­
nimetlerin beşte bîrinde, beytü'l-malda, ...de, ...da hakkı vardır. Ve bü­
tün bunlara ek olarak beytü’l-malda artan mallar müslümanlar arasın­
da eşit bir şekilde dağıtılırken yine istifade ederler.

Müslümanların haklarına engel olanlar, elbette dünya ve âhirette


cezalarını çekeceklerdir.
387
İ SLÂM

7 — D A R Ü ’L-İSLÂ M ’D A BULUNAN HERKESE BEYTÜ'L-MAL’IN


KEFALETİ :

A n la ttığ ım ız m ü e sse se le rin her b irin in İktisadî m e se le le rin in bir k ıs ­


m ını özel bir m etodla; bazen d e vle t bünyesindeki özel m ü e sse se le r ve
bazan da fe rd î bir şe k ild e çö zü m le d iklerin i gördük.

Lâkin bütün bunların ötesin de d e vle t başkanının kefaleti vardır.


H iç b ir kim senin hakkını başka bir kim seye y e d irm iy e ce k tir. H alkın bü­
tün zarûrî ih tiya çla rın ı tem in edecektir. Ö nce m üsfüm anların y a rd ım la ş­
m asını sa ğ lıya cak ve bununla pro b lem ler ha llolun m ayın ca hâzineyi se fe r­
be r edecektir.

Ebu H üreyre (R.A.), Peygam ber (S.A.V.) in şöyle dediğini rivayet eder:
«Ben müminlere kendilerinden daha yakınım. Kim ölür de mirası borcu­
nu karşılamazsa, geri kalanı ben öderim. Mal bırakanın malı ise, miras-
çılarmedır.»

Başka b ir rivayette: «Kim ki bore yahut çoluk çocuk bırakırsa, bana


gelsin. Onun mevlâsı benim.» buyurulm aktadır.

Hz. Ö m er'in d ile n d iğ in i gördüğü y a şlı yahudiye y e tece k m iktarda


mal verm esi m eşhurdur.

Burada bununla yetiniyoru z. A y rıc a ge le ce k bölüm de beytü’l-m al’ın


harcanacağı y e rle r a n la tılırk e n konuyu tekrar ele alacak ve m eselenin
daha geniş tutulduğunu göreceğiz.

Bundan sonra: Bütün bunlar yürürlükte olursa hangi İçtim aî İktisa­


dî m e se le çözüm lenm ez ki. Şüphesiz, İslâm toplum u, her türlü tasavvu­
run üstünde daha şuurlu, daha cöm ert ve daha fa zile tlid ir. Buna inanmı-
yan, tüm çetin zo rluklara rağmen şu anda b ile m üslüm anlara d ikk atlice
baksın: A lla h yolunda harcamalar^ Y ard ım laşm alar. Ve ç e ş itli yardım
m ü esse se le ri... Bütün bunlar, İslâm ın e tk is iy le olm aktadır. Ya bir
de buna İslâm d evleti ve e ğ itic i bir s ın ıf e ş lik ederse?..

MÜSLÜMAN DEVLETİN GELİR VE GİDERLERİ

İslâm devletinde harcam a y e rle rin i b e lirle y e n p re n sip le r diğer her­


hangi b ir c a h iliy e t düzenine bağlı devletin p re n sip lerin d e n fa rk lı oldu­
ğu gibi g e lirle rin i b e lirleye n p re n sip le r de diğer d e vle tle rin p re n sip le rin ­
den fa rklıd ır.
388
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI

Burada İslâm devletinin g e lir ve g id e rle ri hakkında m alum at v er­


mek istiyo ru z :

Gelirler ı
1 — Haraç
2 — Ö şür ve güm rükler
3 — Â m m e m ülkiyetinde bulunan y erle rin toprak altı ve toprak üstü
g e lirle ri,
4 — M ira s ç ıs ı bulunmayan te rik e ile sahibi bulunmayan m allar
5 — M eşru m ü sad erelerle elde edilen m allar
6 — C izye
7 — İhtiyaç anında konan verg iler.
8 — M üslüm an devletin hakları
9 — Fey'
10 — M a lî cezalar
11 — D evletin m ü lkiyetinde bulunan m ü e sse se ie rin gelirleri....
Giderler :
1 — M em ur m aaşları
2 — Daha önce an lattık larım ız yetm ediği takdirde m üslüm anların za-
rûrî ih tiya çla rın ı karşılam ak. Tabi bütün bunlar için kaid eler vardır.

Ve en sonunda beytü’l-mal'da artan kısm ı bütün m üslüm anlara da­


ğıtmak.

Bütün bunlar: İslâm de vle tin in G e lir ve G id e rle ri konusunun kapsa­


mına girer. Buna göre burada iki ayrı ş ık üzerinde duracağız :

B irin c is i : B eytü’I-mal’ın g e lirle ri.

İkincisi : Beytü'l-m al'ın giderleri.

BEYTÜ’L-MAL’IN GELİRLERİ
1 — HARAÇ
« E s -S iy a se tü l-M a liy ye ti f i ’l-İslâm» isim li kitabın yazarı haraç için
şunları sö y le r :
«Fey'e gelince, o bize göre «haraç» yani arazinin haracıdır. -Allahu
a le m - Çünkü A lla h u Teâlâ şöyle buyurur :
389
İ SLÂM

«Allah’ın fethedilen ;diğer memleketler ahalisinden alıp peygamberi­


ne verdiği fey'i; Allah’a, peygamberine, hısımlara, yetimlere, yoksulla­
ra, yolda kalanlara aittir, tâki bu mallar, içinizden yalnız zenginler ara­
sında dolaşan bir servet olmasın.» (53)
Bu âyette sayılanlardan sonra şöyle buyurur :

«O fey’ bilhassa Allah’ın rızasını gözetip ihsanını uman, Allah’a ve


Resûlüne canlarıyla mallarıyla yardım ederlerken yurtlarından çıkarılıp
mallarından mahrum edilen fakir muhacirlere aittir. Zira onlar sadıkla­
rın tâ kendileridir.» (54)
Sonra şöyle der :

«Onlardan evvel Medine'yi yurt ve iman evi edinen kimseler* kendi


yanlarına hicret edenleri severler. Onlara verilen şeylerden dolayı kalb-
lerinde bir ihtiyaç hissi bulmazlar. Kendilerinde bir ihtiyaç olsa bile on­
lara verilmesini tercih ederler. Nefsin mala karşı olan hırsından ve cim­
riliğinden korunanlar, şüphesiz, kurtuluşa eren kimselerdir.» (55)
Tekrar buyurur :

«Bunların arkasından gelenler şöyle derler : «Ey Rabbimiz, bizi ve


iman etmekte bizi geçmiş olan din kardeşlerimizi yarlığa. İman etmiş
olanlar için kalblerimizde bir kin ve hoşnutsuzluk bırakma. Ey Rabbi-
tniz, şüphesiz sen esirgemesi ve rahmeti bol olansın.» (56)
Allah bilir ama fey', bunlarla beraber onlardan sonra kıyamete
kadar gelecek müminlere aittir.
Bilâl ve arkadaşları Hz. Ömer’den, Irak ve Şam’dan Allah’ın kendi­
lerine celbettiği fey’lerin taksim edilmesini istediler ve şöyle dediler :

— Askerlerin elde ettiği ganimetlerin taksim edildiği gibi, arazile­


ri de fatihler arasında taksim et.

Hz. Ömer onların bu talebini kabul etmedi. Onlara yukarıda geçen


âyetleri okudu ve şöyle dedi :

— Allah sizden sonra gelecek olanları bu fey'e ortak etti. Eğer ben
size bölüştürürsem sizden sonra gelecek olanlara bir şey kalmaz. Eğer

_ 53 — H aşr : 7
54 — H aşr : 8
55 — H aşr : 9
58 — H a ş r : 10
390
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMİ

taksim edilm ez de kalırsa, kanı yüzünde olduğu halde S a n ’a ’daki çoba­


na dahi bu fe y ’den a y rıla ca k nasib i m utlaka ulaşır.» (57)

Ebu Ubeyd, cizyenin de fe y ’den olduğu görüşündedir. A ra z î ve sa­


hipleri, A lla h ’ ın m üslüm anları düşm anlarına galip k ılm a sıy la onlara fe y ’i
(bağışı) dır.

Buna göre fe y ’ sadece haraçla ta h sis e d ilm e m iştir. H araç ve c iz ­


yeyi beraberce kapsam aktadır. Bu, Ebu Y usu f'un fe y 'i haraç olarak mü­
talaa eden görüşüne uygundur. Çünkü fe y ’, savaşta hazır bulunanlara
taksim edilm ez. A k sin e , arazi kim seye v e rilm e y ip haracı, her asırda bü:
tün m üslüm anların iş le ri için harcanır. N itekim Irak ve Şam to p ra kların ­
da Hz. Ö m e r’in uygulam ası da budur. C izye d e de durum aynıdır. Y an i o
da bütün m ü slüm anlarındır. Savaşta hazır bulunsun veya bulunm asın.

Fethedilen to praklar için üç hüküm ile ri sü rü lm ü ştü r :

Birincisi : S a h ip le rin in üzerinde m üslüm an o ld u kları topraklar. Bu


topraklar sa h ip le rin e a ittir. Onda ö şü r vardır.

İkincisi : Savaş yap ılm a ksızın b e lli bir haraç üzere fe th ed ile n top­
raklar. Bu toprakların s a h ip le riy le hangi m iktar üzere antlaşm a y a p ıl­
m ışsa o m iktar a lın ır, fa zlası alınam az.

Üçüncüsü : Z orla yani savaş yoluyla alınan to praklardır ki ih tilâ f bu


topraklar üzerindedir.

a — B azıları şö y le der: O da tıp kı ganim et gibidir. Beşe bölünür.


Beşte dördü onu fe th ed e nle r arasında d a ğ ıtılır. G e ri kalan beşte b ir de
Yüce A lla h 'ın şu âyetinde geçen s ın ıfla ra v e r ilir :

«Biliniz ki, kâfirlerden gatıimet olarak 'aldığınız her hangi bir şeyin
muhakkak beşte biri Allah içindir. O da, peygambere ve O’nun akraba­
sına, yetimlere, miskinlere ve yolda katmışlara aittir. Eğer siz A lla h ’a
iman etmiş ve o hak ile batılın ayrıldığı Bedir günü, o iki ordunun bir-
b iriyle çarpıştığı gün, kulumuza (Hazreti M uham m ede) indirdiğimiz âyet­
lere iman etmişseniz, Allah her şeye kadirdir.» (58)

b — B a zıları da şö y le der: A k sin e , bu konuda hüküm verm ek ve


masıI kulla n ıla cağ ım tayin etm ek İmam’a a ittir. D ile rs e onu ganim et sa­
yar ve R esûlü llah (S.A.V.) in H ayber'de yaptığı gibi beşe taksim eder.

57 — e l-H a ra c , sh, 23-24


58 — E n fû l : 41
391
İ SLÂM

D ile rse , onu fe y ’ o larak kabul eder. Beşe bölm ez ve dağıtm az. A ncak
bu durumda o, bütün m üslüm anlar için vakıftır. N itekim Hz. Ö m er (R.A.]
S e v a d ’da ayni şe yi yapm ış, ve ayrıca Irak, Şam ve M ıs ır toprakları için
de ayni harekette bulunm uştur. H ep sin i haraç toprağı olarak sa ym ış ve
h aracın ın hem hazır bulunanlara ve hem de onlardan sonra g e le ce klere
v e rilm e s in i sa ğ la m ıştır. (59)

Ebu Y u su f der ki: Leys b. S a ’d, Habip b. ebi Sabit'ten naklen bana
dedi ki : R esûlü llah 'ın ashabı ve m üslüm anlardan bir topluluk Hz. Ö m e r’­
den, R e sû lü lla h ’ın H ayber'i taksim e ttiği gibi Şam 'ı taksim e tm esin i is ­
te d iler. Topluluk arasında bu hususta en çok İsrar ed e n le r Zübeyr b.
A vvam ile B ilâ l b. Rebah idi. Hz. Ö m er cevaben: «O halde sizden sonra
ge le ce k m üslüm anları b irş e y s iz mi bırakayım ?» dedi ve şö yle dua etti:

— Ey A lla h ’ ım, B ilâ l ve arkadaşlarının hakkından gel.


Ravi der ki: M üslüm anlar, A m vas'ta ken d ilerin e isa be t eden tâun
hastalığına, Hz. Ö m er’ in duası se b e b iy le dûçar oldu klarını sö y le d ile r.

Hz. Öm er, Şam to praklarını taksim etm edi. M üslüm anlara öden­
mek üzere sa h ip le rin e vergi tayin e tti....' (60)

İbrahim et-Teym î’nin şö yle dediği rivayet e d ilir: M ü slü m a n la r Sevad'ı


feth ed ince Ö m e r’e: «Onu aram ızda taksim et, biz onu zo rla aldık» de­
d ile r. Ö m er bunu reddetti ve: «Sizden sonra ge le ce k m üslüm anlara ne
kalır» dedi. «A yrıca aranızda onu taksim edersem , su ları kullanm a hu­
susunda bozuşm anızdan korkuyorum » diye e kled i. B öylece Sevad e h li­
ni toprakları başında bıraktı ve şa h ıslara cizye yi, topraklara da haracı
ta yin etti. Toprakları taksim etmedi.» (61}

Hz. Öm er, Irak'ı fetheden Sa'd b. Ebi V a k k a s’a yazdı ve dedi ki :


«Mektubun bana ulaştı. A n la ttığ ın a göre halk senden elde e ttik le ri ga­
n im etle ri ve A lla h 'ın fey' olarak ken dilerin e ihsan ettiği m a lları ara ların ­
da taksim etm eni iste m işle r. M alla ra, hayvan ve eşya olarak in san la­
rın sana c e lb e ttik le ri ganim etlere bak, onları m üslüm anlardan hazır bu­
lunanlar arasında bölüştür. Tarla ve n e h irle ri iş le y ic ile rin e bırak ki on­
lar bütün m üslüm anların a tiyy e le ri için e girsin . Çünkü eğer sen onları,
yani arazi ve n e h irle ri halen orada bulunanlara bölüştürürsen, onlar­
dan sonra g e le n lere b irşe y kalmaz....» (62)

59 — el-Emvâl, sh. 55
60 — el-Harac, sh. 26
61 — el-E m v âl, sh: 57
62 — e l-H a ra c , sh. 59
392
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI

Ebu Y u su f dedi: M e d in e li âlim lerden pek çoğu bana rivayet ede­


rek şö y le d e d ile r :

S a ’d b. Ebi Vakkas tarafından gelen ve Irak’ın fatihi bulunan ordu


Hz. Ö m e r’e g elince, resm i kuyudat d e fte rle rin i tedvin etm ek hususun­
da R e sû llü lla h ın ashabıyla istişa re d e bulundu. Hz. Ö m er o zamana ka­
dar, ganim etleri in san lar arasında e ş it olarak taksim etm ek hususunda
Hz. Ebu B e k ir’in reyine tabi olm uştu. Irak’ın fethi gelince, e ş itliğ i k a ld ı­
rıp fa rklı taksim hususunda zam anının ile ri g e le n le riy le ve halkla is t i­
şarede bulundu. Kendi görüşünün sağlam görüş olduğunu düşünüyor­
du. Onun gibi düşünenler ken disini d e ste kle d ikle rin i b ild ird ile r. Sonra
Irak ve Şam topraklarından A lla h ’ın m üslüm anlara ihsan ettiği a ra zile ­
rin ta ksim i hususunda da onlarla istişa re etti. Bazı k im se le r o hususta
konuştular, ganim etlerin ve fe th e ttik le ri ara zile rin ken dilerin e taksim
e d ilm e sin i iste d ile r.

Hz. Ö m er onlara şö yle dedi :

— M üslüm anlardan, sizden sonra ge le ce k olanlar ne olacak? On­


lar, ara zile rin a h a lisiy le beraber taksim e d ilm iş o ldu klarını, babalardan
oğullara m iras olarak intikal ettiğ ini, bu şe k ild e ken d ilerin in herşeyden
mahrum e d ild ik le rin i görecekler. Bu istek doğru bir görüşe dayanm ıyor.

Bunun üzerine Abdurrahm an b. A vf, «O halde doğru görüş nedir?


A ra zi ve sa h ip le ri. A lla h 'ın fâtih m ü slü m a n la ra . ihsan ettiği fe y ’ ve ga­
nim etlerden başka bir şe y m idir?» dedi.

Hz. Ö m er şö y le cevap verdi :

— O nlar ancak senin dediğin gibid ir. Lâkin ben m e se le yi öyle gör­
müyorum.

A lla h ’a yem in ederim ki benden sonra, büyük g anim etleri bulunan


b ir m em leket fetholunm az. B ila kis fe th e d ile ce k m em leketlerin m üslü­
m anlara bir yük ve külfet olm ası m uhtem eldir. İş le y ic ile riy le birlikte
Irak ve Şam a ra zile ri taksim olunursa, o zaman ka le le r ne ile korunur,
geriden ge le ce k n e sille re , y e tim le re ve dullara Irak ve Şam a ra zisin ­
den ve d iğ e r m em leketlerd en ne k a lır? Bu se fe r Hz. Ö m e r’e karşı ko­
nuşm alar çoğaldı. K ılıç la rım ız v a sıta s ıy la A lla h ’ın bize İhsan e ttiği ga­
nim etleri, hazır olmayan, b izim le b irlikte harbe iştira k etm eyen k im se ­
lere, onların çocukların a ve hiç bulunm am ış olan ço cu kların ın ço cu k la ­
rına vakıf mı yapıyorsunuz? dediler. Hz. Öm er, bu bir görüştür deyip
daha başka b irşe y söylem edi. Onlar, o halde istişa re et, dediler. Ravi

393
İ SLÂM

der ki: Hz. Ö m er ilk m u h acirlerle istişa re etti, ih tilafa düştüler. Abdur-
rahmen b. A v f ’m görüşü, haklarının ken dilerin e taksim e d ilm e si yo­
lunda idi. Hz. Osm an, Hz. A li, Talha ve A bd ullah b. Ö m er Hz. Ö m erin
görüşünü b e n im se d iler. Hz. Öm er, beşi Evs, beşi de H azre ç’in eşrafı ve
büyüklerinden olm ak üzere Ensardan on k işi çağırdı. O n lar g e lip Hz.
Ö m e r’in yanında hazır olunca A lla h ’a hamd ve senâ ettikten sonra şö y­
le hitap etti : •
— Şü ph esiz ben s iz i ra h a tsız-e tm e k istem em , ancak size a it iş ve
m e su liyetlerd en yü klenm iş bulunduğum hususlarda ve üzerim e aldığım
em anette bana ortak olm anız için s iz i rahatsız ettim . M uhakkak ki ben,
sizin her b irin iz gibi bir insanım . S iz ise bugün hak ve doğru olanı ikrar
e dersin iz. Bana m uhalefet eden etti, m uvafık düşünen de m uvafakat etti.
Ben sizin, benim n e fs î arzularım a tabi olm anızı istem iyorum . S izin e li­
nizde hakkı sö yliyen bir kitap var. A llah.a yem in ederim ki, arzu ettiğim
b ir şeyi eğer sö yle rse m , ben onunla ancak hakkı murad ederim . Bunun
üzerine: Ey M ü m in le rin Em iri konuş, işite lim , dediler. Hz. Ö m er s ö z le ri­
ne devam la dedi ki :
— Benim , haklarında, ken dilerin e zu lm ettiğ im i iddia eden bu insan­
ların sö zle rin i işitin iz. Ben zulm ün sırtın a binm ekten A lla h 'a sığ ın ırım .
Eğer ben onlara a it olan bir hakkı zulm en onlardan alıp başkalarına v er­
m iş o lsaydım gerçekten kötülük e tm iş olurdum . Lâkin ben gördüm ki Kis-
ra ’nın m em leketinden sonra fetholunacak b irşe y kalm adı, A lla h onların
m alların ı, a ra zile rin i ve halkların ı bize ganim et o larak ihsan etti. G anim et
olarak elde edilen m alları hak sah ip le rin e taksim etti. 1/5 ini ayırdım ve
m ahalline sarfettim . Ben, şu anda da onun sa rfıy la m eşgulüm . Bundan
sonra iş le y ic ile riy le beraber a ra zile ri tutm ayı, a ra zile r için haraç v e rg isi
koym ayı, sa h ip le rin e de m uharip m üslüm anlar ve ge le ce k n e s ille r için bir
fe y ’ olm ak üzere v e re c e k le ri b ir cizye tayin etm eyi düşündüm.

Şu kale le ri görüyorsunuz. O n ları devam lı be kle ye ce k adam lara şid d e t­


le ih tiyaç vardır. Şâm, C izre , Küfe, Basra, M ıs ır gibi şu büyük şe h irle ri gö­
rüyorsunuz, onların a s k e rle rle korunm ası ve o a ske rle re bolca a tiy y e le r
v e rilm e s i lâzım dır. A ra zi, iş le y ic ile riy le b irlik te taksim e d ild iğ i vakit on­
lara nereden s a rfe d ilir?

D in leye n le r hep birden şö yle d e d ile r :

— G örüş senin görüşündür, düşündüklerin ve sö y le d ik le rin ne ka­


dar güzel. Eğer bu ka le le r ve bu şe h irle r a s k e rle rle korunmaz, o aske rle re
kâfi derecede m asraf yapılm azsa, e hli küfür k ayb e ttikle ri m em leketlere
tekrar g e lirle r.
394
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI

Hz. Ö m er bunun üzerine: «Durum bence aydınlandı. O halde araziyi


y e rli yerin ce düzenleyecek, işle y e n le re ta ham m ülleri nisbetin de v e rg i­
ler koyacak a k ıllı ve m uktedir bir adam olarak kim var?» dedi. Osm an b.
H uneyf üzerinde ittifa k e ttile r ve; «Bu mühim iş le r için onu gönder. Ç ü n ­
kü o, b a sire tli, a k ıllı ve te crü b e li bir zattır,» ded iler. Hz. Ö m er hemen onu
acele çağırttı ve Irak dola yların ın a ra zisin e tayin etti.» (63)

Bununla m üslüm anlar arasında araziyi kim seye verm em ek ve ona ha­
raç tayin etm ek görüşü hakim oldu. A y rıc a bu, hem k en d ileri ve hem de
onlardan sonra g e le n le r için faydalı ve b e re ke tli oldu.

HARACİYE ARAZİSİNİN HÜKMÜ

Sahabeler haraç ara zisin in m ü cahidler arasında taksim mi e d ile ce ğ i,


yoksa bütün m üslüm anlara mı b ıra k ılaca ğ ı konusunda ih tilâ f e ttik le ri g i­
bi, bütün m üslüm anlara b ıra k ılm a sı ve haraç tayin i görüşü hakim olduktan
sonra, sa tın a lm a sı ca iz m id ir? Zım m îden, m üslüm an birine intikal edince
haraç kalkar m ı? H aracı ödendiği halde g e lirin d e zekât, yani öşür ödenir
m i? gibi konularda ih tilâfa dü şm ü şle rdir. Ve herkes görüşünü d e s te k le ­
m ek için ç e ş itli d e lille r ile ri sürm üştür.

Sahabelerin çoğu, haraç ara zisin in , üzerinde ça lışa n zım m île rin e lin ­
de kalacağı ve onların da haracını ö d e yece kle ri, satm alm a veya bağışla
m ü slüm anların e lin e geçe m iye ce ğ i görüşündedir.

Ebû Ubeyd şö yle dedi :

— H araç arazinin sa tın a lın m a sın ın kerahiyeti konusunda birçok e se r


vardır. K eraheti ise, iki yöndedir; B iri, m üslüm anlar için o lm a sıd ır. D iğeri
ise, haracın küçüklük (zillet) oluşudur. Hz. Ö m er'in şö y le dediği rivaye t
e d ilir : «Z ım m îlerin k ö le le rin i satın alm ayın, onlar haraç e h lid ir’. T a rla la rı­
nı da satın alm ayın. A lla h s iz i küçüklükten kurtardıktan sonra sizd en b iri­
niz onunla beraber olm asın.» Hz. Ö m e r’in kasd ettiğ i mana, haracın zım-
m île re tayin e d ild iğ i, haraç arazisi bir zım m îden b ir m üslüm anın e lin e ge­
çe rse , haracıyla in tikal edeceğid ir. Bu durum da m üslüm an da tıp kı zım m î
gibi haraç ödem e durumuna düşer. Bunda ise, küçüklük vard ır ve A lla h
m üslüm anı bundan k u rta rm ıştır.

C3 — e l-H a ra c , sh. 24 v e d e v a m ı
Bununla beraber A bd ullah b. M e s ’ud, M uham m ed b. Ş îrîn ve Öm er
b. A bd ü la ziz gibi bazı sahabe ve tabiîn haraç ara zisin in satın alın m asın a
ruhsat v e rm işle rd ir.
İmam M a lik (R. A.) savaş yap ılm a ksızın feth edilen, yani sa h ip le rin in
elinden alınm ası caiz olm ayan toprakların sa h ip le rin e ait olduğu görüşün­
deydi. Çünkü onlar, toprakları üzerine antlaşm a yaparak onu korum uş­
lardır. Zorla alman her toprak m üslüm anlar için fe y ’dir. (64)

Ö m er b. A bd ü la ziz ise, Y üce A lla h ’ın: «Onlar hor ve küçülmüş olduk­


ları halde kendi e lle riy le (boyun eğerek) cizye verinceye kadar harb edin.»
(65) sözünde geçen cizyenin toprak için değil, fe rtle r için a lın d ığ ın ı ve
buna göre de toprağın haracını ödem ekle küçük düşm enin söz konusu o l­
m adığını söyler. (66) Onun için de haraç toprağının sa tın alın m asınd a bir
sakınca yoktur.

HARAÇ ARAZİSİ MÜSLÜMANIN ELİNE GEÇERSE HÜKMÜ


NEDİR?

Ö m er b. A bdülaziz, İmam M a lik b. Enes ve Evzaî bu durumda hem


öşür ve hem de haracın gerektiğin i sö y le rle r. Çünkü öşür, m üslüm an üze­
rine vacip olan zekâttır. Herhangi bir durumda sa kıt olm az. Haraç ise top­
rak üzerinde tayin e d ilm iş bir hak olup henüz o toprak m üslüm anm eline
geçm eden önce bu hak tayin e d ilm iştir. Ö m er b. A b d ü la ziz F ilis tin v a lis i­
ne bir mektup yazarak e lin d e çizy e li (haracî toprak) bulunan müslüman-
lardan cizye (haraç) alm asını ve cizye alındıktan sonra geri kalandan da
zekât alm asını em retti. Öşürün tahıl için a lın d ığ ın ı sö y le rd i. (67)

Ebû Ubeyd der ki :

Ö şü rle haracın arasın ı ayıran ve ik isin in ayrı ayrı iki hak oldu klarını
gösteren husus ik isin in ayrı alanlara harcanm asıdır. Haraç sa v a şçıla rla
beraber sonradan gelen m üslüımanlara v e rild iğ i halde öşür sadece şu âyet­
te zik re d ile n sekiz sın ıfa v e r ilir : «Sadakalar (zekâtlar), Allah tarafından
bir farz olarak ancak şunlar içindir: Fakirler, miskinler, zekât toplayıcıları,
kalbleri müsiümanlığa ısındırılmak istenenler, mükâteb köleler, borçluUr,
Allah yolundaki gaziler ve yolda kalmışlar. Allah Alimdir, Hakîm'dir.» (68)

6'i — el-E m v âl, sh. 79


65 — T ö v b e : 29
66 — e l-E m v âl : sh. 88
67 — el-E m v âl, sh. 88-89
68 — T ö v b e : 60
396
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI

Y a ln ız Leys b. S a ’d kendi ta rla sı için haraçla beraber öşür ödediği


halde öşürün vacip olm adığı görüşündeydi. (69)

İbn-i A b b a s’ın da şöyle dediği rivayet e d ilir : «M üslüm anın üzerine,


m üslüm anın sadakasıyla (öşürle) kâfirin c izy e sin i (haracını) beraberce
yü kle tilm e sin d e n hoşlanmam.» (70)

ZİMMÎNİN ALDIĞI ÖŞÜR TOPRAĞININ HÜKMÜ NEDİR?

Ebu Hanife ve Ebu Y u su f'a göre öşür iki katına ç ık a rılır. İmam M a­
lik b. Enes ise ona birşey gerekm ediğini söyler. Çünkü sadaka m üslıım an-
lar üzerinedir. M a lla rın ın zekâtı ve ken d ileri için te m izlik tir. M ü şrik le rin
tarla ve hayvanlarında sadaka yoktur. Y in e onun görüşüne göre tarlayı
satana birtakım sm ırla r koymak gerekir. Çünkü tarlayı satarken üzerinde
farz olan ve m üslüm anın elinde kaldığı müddetçe v e rilm e si kesin bulunan
sadakaya engel olm uştur. (71)

H anefî fa kîh le r diyor ki: «Zorla fe th ed ilen ve sa h ip le ri üzerinde kalan


veya d evlet başkanının onlarla antlaşm a yaptığı her toprak, haraç topra­
ğıdır.» Haraç iki k ısım d ır :
a — Harac-ı m ükasem e (O rantılı haraç): Tarla g e lirin in bir m iktarının
devlete v e rilm e sid ir.
b — Harac-ı muvazzaf (Sabit haraç): D eğişm eyen ve her sene için
b e lli bir m iktarın devlete v e rilm e sid ir.

«Tarlanın gücü yetm ediği takdirde sa b it haraç e ksiltilir.» «Haraç eh­


linden biri m üslüm an olursa, durumuna göre ondan haraç alın ır. Su k e s i­
lir de tarla işle tilm e z veya ekin bataklık, yangın yahut şid d e tli soğuk gibi
se m a vî âfe tle re maruz kalırsa haraç yoktur.» «M üslüm anın haraç topra­
ğını zım m îden alm ası ca izd ir ve bu takdirde kendisinden haraç alınır.»

Yukarıda anlatılanlardan anlıyoruz ki g e lirle rin in m üslüm anların hâzi­


nesine ait olduğu m üslüm anlar tarafından ittifakla kabul edilen topraklar
vardır. Bu topraklar İslâm î fık ıh kitaplarında işle n m iş ve sın ırla rı ç iz ilm iş
durum dadır. İslâm devletinin yapacağı ilk plândaki iş le r arasında bu top­
rakları tayin etm ek ve hâzinenin hakkını onlardan alm ak olacaktır. Bu bile
yalnız başına birçok İslâm m em leketinde toprak problem i olarak adlandı­
rılan problem i çözüm lem eye y e te rlid ir.

69 —• el-E m vâl, sh. 88-89


70 — el-E m vâl, sh. 89
71 — el-E m vâl, sh. 91
397
İ SLÂM

2 — ÖŞÜRLER (GÜMRÜKLER)

F a k îh le r öşrü iki şey için k u lla n ırla r :

1.— Yağm ur suyuyla sulanan ta rla la rın öşrü. Bu, müslüm andan alınan
zekât olup zekâtın harcandığı yerle re harcanır.

2 — T icaret g â yesiyle İslâm topraklarına giren daru’i-harp tü cca rla ­


rından alınan öşür. Bu ise, günüm üzdeki güm rük m ü e sse se sin e benzer.
G enel hâzineye gelen g e lirle r işte bunlardır. Hâzinenin g e lirle rin d e n biri
olan bu g e lirin durumunu iyi anlayabilm ek için ta rih çe sin e b ir göz atalım :

«Es-Siyâsetu ve'l-İktisadu f i ’t-Tefkîri-l-İslâmî» isim li e se rin yazarı bu


kitabında şöyle der :
Ö şürle r, K u r’an-ı K erim in zikrettiğ i ge lirlerd en değ ildir. Bu, Hz. Ö m er
zam anında beliren bir içtihaddır. Ebu Y u su f bunu h ikâyesin i şöyle anlatır:
M e n b iç halkı Hz. Ö m e r’e b ir mektup göndererek şu istekte bulundular:
«Ü lkenize girm em ize müsaade et, tic a re t yapalım . Biz kazanır, sen de v e r­
gi alırsın.» Hz. Öm er, R e sû lü lla h ’ın ashabını topladı ve bu m ese le yi is t i­
şare etti. M üsaade e d ilm esi görüşünde oldu klarını b ild ird ile r. Bu itib arla
ehl-i harpten ilk verg iyi Hz. Ö m er alm ış oldu.» (72)

Yahya b. Âdem , Ebû M usa el-Eş'arî'nin Hz. Ö m er'e bir m ektup yaza­
rak, m üslüm an tü ccarla r daru’l-harbe g ird ikle rin d e onlardan vergi a lın d ığ ı­
nı sö y le d iğ in i ve Hz. Ö m er'in de: «M üslüm an tü ccarlardan a ld ık la rı gibi
sen de onlardan vergi al» dediğini rivaye t eder. (73)

Bu iki nasstan öşürün konm asının se b ep le rin i çık a ra b iliriz. Şöyle ki:
1 — M üslüm an tü cca rla r daru’l-harbe g ird ik le rin d e m alların ın onda-
b iri alınıyordu. Buna k a rşılık daru'l-harpten İslâm to praklarına giren tü c­
carlardan da böyle bir verginin alınm ası ihtiyaç haline geldi.
2 — D ışarıdan gelen tü ccarla r em niyet, yargı vs. gibi umumi mües-
se se le rd e n yararlanm aktadırlar. O ysaki bu m ü e sse se le ri besleyen kay­
nak, m üslüm anların hâzinesidir. O halde bu m ü esse se le rde n istifa d e le ri
karşısınd a onların da b irş e y le r ödem eleri gerekir.
3 — M üslü m a n la r zekât ve ih tiyaç anında umumi m aslahatlar için
ç e ş itli v e rg ile r ö dem ektedirler. Bu gibi m e su liy e tle ri yüklenm eyen kim se ­
le rle pazarlarda rekabete g iriş irle rs e fırs a t e ş its iz liğ i doğm uş o lur ki bu,
m üslüm an tü ccarla rın iflâ s etm e le rin i doğurur.

72 — el H a ra ç , sh. 173
73 — el-H a ra c , sh. 161-162
398
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI

B elki de bu verginin m iktarını sın ırla y a n ve daru’l-harpten gelenin ma­


lın ın onda birin i, zım m înin m alından ise onda b irin in y a rısın ın alınm asına
etki eden se b e p le r işte bunlardır. Zım m îden daha az alınm asın ın sebebi,
ondan cizye alın m a sıd ır. (74)

Ö şü rle r alın ırke n tic a re t mi göz önünde bulunduruluyor, yoksa tü c­


ca r m ı? Başka b ir ifadeyle: Tüccar, her İslâm topraklarına girdiğinde mi
bu ve rg iy i verir, yoksa yılda b ir m i?
Son kaynaklarda, ödem e zam anını tanzim için tem el olarak alınan
m eşhur b ir nassı buraya aktarm ak istiyoruz: Ziyad b. H udayr’dan n akled i­
liyor. Ziyad Tağlib k a b ile sin in ö şü rle rin e bakıyordu. İslâm to praklarına her
girip çık tık la rın d a onlardan ö şür alıyordu. O nlardan b iri Hz. Ö m e r’e g i­
derek durumu anlattı. Hz. Öm er, sadece : Y eter, dedi. Adam b ir daha Hz.
Ö m e r’in yanına geldi. Hz. Ö m er bir cem aat arasında oturuyordu. «Ya
Em irelm u 'm inin ben h ıristiyan kişiyim » dedi. Ö m er de: «Ben de hanîf ki­
şiyim » dedi ve «yeter» diye e kledi. Ziyad diyor ki: «Öm er bana bir mektup
yazarak yıld a onlardan sadece bir defa öşür alm am ı istedi.»
Buradan anlaşılan İslâm diyarına giren tüccardan yılda bir defa vergi
alınacağ ıdır. A n ca k bu, konunun ta bia tıyla bağdaşm am aktadır. Çünkü öşür,
tü ccarı değil, tica re ti ilg ile n d irir. İslâm diyarına soktuğu tic a re t eşyası bi­
terde yeni tic a re t m alları g e tirirse , oradaki müddet ne kadar kısa olursa
olsun öşür alınm a sı gerekir. Ebu Y u s u f’un naklettiği b ir nasstan m esele
belki de daha a ç ık lık kazanır: O der ki: «... Sonra üzerinden bir yıl geçin-
ceğe kadar öşür alın m ış maldan tekrar öşür alınmaz.» (75)

Bu nasstan bir defa v e rg isi ödenen tica re tin üzerinden b ir y ıl geç­


m edikçe ik in ci bir vergi alınm adığım çıkarıyo ruz. B ir tica rette n arta ka­
lanın üzerinden bir sene geçin ce ondan te kra r v erg i alın ır. Buna nazaran
tekrarlanan bir tic a re t ayni tüccara ait o lsa bile her tekrarlandığında ö ş­
rü a lın ır hükmünü çık a ra b iliriz.

İslâm dü şü ncesi, değeri asgarî ikiyüz dirhem veya yirm i m iskal olan
tica rette n öşür alınacağ ını k a ra rla ştırm ıştır. (76)

Bazı lim anlara uğrayan gem ilerden alınan v e rg ile r de ö şü rle re girer.
Taşıdığı m alların ondabirini aynî veya para olarak öder. Yem en v a lile ri,
H int'ten g e lip lim anlarına uğrayan gem ilerden öşür alırlard ı. G e m ile r m isk,

74 — B u v e rg in in m ik ta r ı için b k z : e l-H a ra c , A li Ö z e k te rc ü m e s i, sh,


215-222.
75 — e l-H a ra c , sh . 159
76 — el-H a ra c , sh. 158
399
İSLÂM

anber, sandal ve buna benzer güzel kokulu b itk ile r ta şırd ı. Endülüslüler
C e b e li Tarık boğazından geçen gem ilerden buna benzer bir vergi a lırla r­
dı. A v ru p a lıla r veya başkaları g e m ile riy le Endülüs'ün en güney noktasın­
da bulbnan «Tarif» şehrin e uğradıklarında onlardan vergi alın ırd ı. A v ru ­
p a cıla r ithalat ve ihracatta tica ret m allarına vergi veya haraca «Tarif» is ­
mini v e rirle r ki bunun «Tarif» ism inden geldiği sö ylenir. (77)

Yukarıdan da an la şıld ığ ı gibi öşrün alınm asın ı gerektiren iki durum


vardı :

Birincisi : D iğer devle tle k a rş ılık lı olarak ayni m uam elede bulunmak.

İkincisi : Kâfir m allarının topraklarım ıza girm esine müsamaha e d il­


m esi ve daru’l-harp tü ccarla rın ın bundan istifa d e etm eleri k a rşılığ ı.

G e çm işte işle r b a sit ve açıktı. M üslüm anların devleti bir tane idi.
A ncak günümüz için durum çok d e ğ işm iştir. Karm aşık bir hal a lm ıştır. Dev­
let iç e risin d e s ın ırla r yoktu. Pratik uygulam alara varm ak kolay idi. İslâm
ü lke le ri arasında bile s ın ır ve eng eller vardır. M üslüm an tü ccarla r daru'l-
harpten ithalatta bulunm aktadırlar. Güm rük v e rg ile ri artık başka gâyeler
için alınm aktadır. B öylece ithal edilen malın yerli m alla rekabeti e ng ellen­
m ekte veya halktan ancak belli bir sın ıfın onu alınası istenm ektedir. Tabii
ki bu konuda başka yeni g e lişm e le r de oluyor. D e vle tle r arası özel tica re t
antlaşm aları yap ılıyor. Fetva, zaman ve mekâna göre takdir e d ile ce k tir
elbet. A ncak biz bu konuda tafsilata girm eyecek ve m eseleyi fık ıh kitap­
larına bırakacağız.

3 — ÂMME MÜLKİYETİNDE BULUNAN YERLERİN TOPRAK ALTI VE


TOPRAK ÜSTÜ GELİRLERİ :

İmam-ı Ş a fii şöyle der: A çık ta (toprak üstünde) olan petrol, kükürt,
z ift ve mumya gibi şe y le rin yatakları kim seye ait olm ayan bir yerde bulu­
nursa h içb ir kim se onu yalnız kendisine ayıram az. Sultan bile onu kendi
şahsına ta h sis edem eyeceği gibi halkın b e lli bir kesim in e de verem ez.
Çünkü bütün bunlar açıktad ır ve suyla ot durumundadır.

İmam-ı M a lik ’in m ezhebinde ise: «M adenler, ister petrol gibi sıvı, is ­
ter altun, gümüş ve bakır gibi katı olsun, özel m ü lkiye t altında bulunan
topraklarda çıksa bile ümmete aittir. Çünkü bunlar ne arazinin ve ne de
için d e k ile rin in bir parçasıdırlar.» İmam M a lik 'in görüşü bu konuda dev-

77 — C orci Z ey d a n , T a r ih u ’t-T e m e d d u n i’l-İslâm i, C. s, sh. 235


400
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI

lete geniş y e tk ile r tanım aktadır. Çünkü devlet, üm m etin v e k ili olarak İs­
lâm topraklarında bulunan bütün ham m addeleri ken disi iş le te b ilir.

En azından âm m eye a it olan to prakların g e lirle ri islâm a göre d e vle t


hâzinesine aittir. İslâm âlem inin hammadde ile dolu olduğu düşünülürse
çağım ızda bu g e lir kurulacak İslâm de vle ti için hâzinenin en büyük g e ­
l i r l e r i n d e n o lacaktır.

A y rıc a unutm ayalım ki, rikâz olarak isim le n d irile n bazı ham m addele­
rin beşte biri fa k irle re a ittir ve tüm İslâm üm m etinin bu hammadde g e li­
rinde hakkı vardır.

4 — MİRASÇISI BULUNMAYAN TERİKE İLE SAHİBİ


BULUNMAYAN MALLAR :
«İslâm D üşün cesind e S iy a s e t ve İktisat» is im li kitabın yazarı Bey-
tü lm alın g e lirle rin i an latırken şuna da işa re t eder :

« M ira s ç ıs ı olm ayan te rik e veya e şle rd e n b iri ö lü r de eşinden başka


m ira sç ıs ı yoksa m irastan arta kalanla sahib i bulunm ayan kayıp m a llar da
yine bu gelirlerd en dir.»

N e tice olarak, sahibi olm ayan her mal üm m etin tam am ına a ittir. Bu­
rada şu hususa da dikkati çekm ek isteriz: R e sû lü lla h ’la akrabalarına ait
olan ganim etlerin beşte ik is in i sah a be le r sila h ve savaş araçlarında kul­
lanm ışlard ır. O halde um umi Beytülm al R esûlü llah (S.A.V.) in soyundan
fa kir olan ların ın ge çim in i üzerine alırsa, bu beşte ikinin ona de vred ilm e ­
si caiz olur.

5 — MEŞRU MÜSADERELER
A le y h iss a lâ tü vesse lâm zekât için şö y le buyurur: «Kim zekâtı ver­
mezse, biz onu ve malının yarısını Allah'ın emirlerinden bir emir olarak
alırız. Muhammed’in yakınlarına ondan birşey helâl olmaz.»
Bu nasstan şunu anlıyoruz: Z ekât verm eyenin m alından zekât alın a­
cağı gibi ceza olarak, onun dışınd a m alının b ir kısm ı fazladan alın ır. M ü sa­
dere edilen bu m iktar, zekât fonuna k a y d e ttirilir. İslâm ü lke le rin d e İslâm î
idarenin o lm a yışı sonucu ortaya b ir m esele çıkm aktadır. H alkın b ir çoğu
uzun y ılla r g eçm esine rağmen m alların ın zekâtını ödem em ektedir. Şayet
İslâm î b ir d e v le t kurulur ve geçm iş y ılla rd a zekâtım verm eyen te s b it ed i­
lirs e d e vle tin ceza payı ile b irlik te ge çm iş her y ılın zekâtını alm ası hak­
kıdır. Tabii ki alınan bu m allar da zekât fonuna v e rilir.
401
İ SLÂM

A n ca k m üsadere e d ilece k bir takım şe y le r vardır ki, bunlar doğrudan


doğruya Beytülm ala ak ta rılır. Bunlardan birkaçım aşağıya alıyoruz :
Faiz ve banka m a lları sadece kap ita lle ri sa h ip le rin e ödendikten son­
ra geri kalanı....
Ş a rk ıc ıla rın , ç a lg ıc ıla rın , h e y ke ltra şçıla rın , dansözlerin, sa p ıkla rın ve
haram yoldan kazananların m alları...

M üsteh cen gazete ve derg ile rd e n elde edilen mallar....

M ille t hesabına .m eşru olm ayan yoldan mal elde eden s iy a se t erba­
bının m alları...

Kumar, eğlence ve sp o rtif fa a liye tle rin g e lirle ri. Sadece anaser-
maye sa h ip le rin e v e rile re k g e risi m üsadere e dilir.

M ürted, dinsiz, zın d ık vb. le rin in m alları... Bugün bunlar ne kadar da


çoktur.... Bu sın ıfla rın m alların ın m üsaderesi konusunda fa kîh le r arasında
görüş a y rılık la rı vardır: M ürted olm adan önceki m alları m üsadere mi edi­
lir yoksa v a risle rin e mi gider? A n ca k mürted olarak büyüyen ve mürted-
lik m üddetince kazandığı m alların tam am ının m üsadere edileceğ ind e şüp­
he yoktur.

Tabi ki bütün bunlar önceden yap ılacak kesin ara ştırm ala r n e tic e s in ­
de olacaktır. Tâ ki zulüm olm asın. Çünkü zulüm, kıyam et gününde zulü-
m attır. «Hz. Ö m e r’in, bazıla rının m alların ın y a rısın ı m üsadere etm eğe ka­
rar verd iği rivaye t e d ilir. Bazı durum larda m üsadere ve m üsaderenin m ik­
tarı konusunda bu uygulam a asıl alınm aktadır. Bu konuda biz bu sözüm üze
k e s in lik gözüyle bakıyoruz.»

Şü ph esiz yeryüzünde bir İslâm devletinin kuruluşu halinde bu ge­


lirle rin önem li yerle ri vardır.

6 — CİZYE
«Es-siyasetü v e ’i-iktisadu f i ’t-T efkiri’l-İslâm î» isim li kitabın yazarının'
bu konuda yazd ıkların ı kısa ltara k aşağıya alıyoruz.

«Haraç Hz. Ö m erin içtih ad ıyla sa b it olm uştur. Bu yönüyle cizyeden


fa rklıd ır. Çünkü cizye K u r’an-ı Ke. im in n a ssıyla sa b ittir. Yüce A lla h şöyle
buyuruyor: «Onlar hor ve küçülm üş o ldu kları halde kendi elleriyle (boyun
eğerek) cizye ve rin ce ye kadar harbedin.» (78)

73 — Tövbe : 29

402
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMİ

C izye, İslam hakim iyetini kabul edip İslâm a girm ek istem eyen ferd-
ler başına konan b e lli b ir m eblağdır.

Y ukarıdaki âyete dayanılarak cizye, ehl-i kitaptan, yani yahudi ve hi-


ristiyanlardan a lın ır. Yahudi ve h ıristiy a n la rın d ışın d a k ile r ise, aslınd a ya
İslâma g ire rle r veya k e n d ile riy le sa v a ş ılır. Ne ş irk le rin e rıza g ö s te rilir ve
ne de onlardan cizye kabul e d ilir. A n ca k «Hz. Ö m e r’e, ateşe tapan bir
kavim zik re d ilir. Bunların ne yahudi, ne h ıristiy a n ve ne de ehl-i kitap o l­
duğu sö yle n ir. Ö m er’in: «Bunlara ne yapacağım ı bilem iyorum » dem esi
üzerine Abdürrahm an b. A v f ayağa kalkar ve şö y le der :

«Şehadet ederim ki, R esûlü llah (S.A.V.) şö y le buyurdu: «Onlara, ehl-i


kitaba uyguladığınızı uygulayın.» (79)

B öylece hadîs-i ş e rif onları da Ehl-i Kitaba ilhak e tm iştir. İm am ların


ictih ad larıyla cizye konusunda Ehl-i Kitaba ilh ak e dilen pek çok gruplar
vardır. C izy e konusunda diyoruz, çünkü bu guruplar İslâm ın ehl-i Kitaba
tanıdığı im tiyazlardan sadece cizye ile ilg ili olanından istifa d e e derler. Bu
grupların k e s tik le ri yenm ez. K ad ın la rı nikahlanm az. Ebu Y u su f der ki:
«Islâmdan dönmüş m ü rted lerle arap m ü şrik le ri hariç, M e cu sî, Putperest
ateşperest, S a b iî ve S a m irî gibi m ü şrik le rin hepsinden cizy e a lın ır. A rap
m ü şrik le ri ise, öldü rülürler. Z ü rriy e tle ri, kadın ve ço cu kları e s ir e d ile re k
köle olarak tutulu rlar. Putperest, A te ş p e re s t ve M e c u sîle r, k e s tik le rin in
y e n ilm e si ve kad ınlarıyla e v le n ilm e si bakım ından Ehl-i Kitap gibi d e ğ ille r­
dir. Çünkü bu konuda varid olan sahih h a d îsle r o nların k e s tik le rin i yem e­
yi, kad ınlarıyla evlen m eyi yasa klam ış, İslâm â lim le ri de bu konuda itti­
fak e tm işle r ve tatbikat da böyle olm uştur. Bu m e se le d e herhangi b ir ih­
tila f yoktur. (80)
A s k e rî durum açısın dan ise cizye, savaş o lm a ksızın İslâma girm ek is ­
tem eyerek İslâm bayrağının altına girm eyi kabullenen kim seye gerekir.
N itekim Y e m e n ’de böyle olm uştur. vBelâzurî, olayı şö y le anlatır: «Peygam­
ber (S.A.V.) in ç ık ış ı ve değerinin y ü k se k liğ i Y em en halkına u laşın ca e l­
ç ile rin i ken disine gönderdiler. Peygam ber (S.A.V.) onlara b ir m ektup ya­
zarak, üzerinde m üslüm an o ldu kları takd irde mal ve ta rla la rın ın onlara ait
olduğunu b ild ire re k islâm ın e m irle rin i k en d ilerin e ö ğ re tm e le ri için de e lçi
ve v a lile rin i gönderdi. M üslüm an o lan ların ın sada ka la rını ve h ıristiy a n lık ,
yah u dilikle m e cu sîiik te devam e d enlerin de c izy e le rin i aldı. A n ca k müslü-
m anlarla m üslüm an olm ayanlar arasında b ir savaş çıkard a savaş meyda-

73 — el-Harac, sh. 155


80 — el-Harac, sh. 152; Mavlrdi, A hkam u’s-Sultaniyye, sh. 118

403
İSLÂM

nında m üslüm anlar gâlip g e lirse , onlara y e n ile n le r ganim et olm uş olurlar.
Bu durumda e rke kle ri için dört şıktan biri uygulanır: Ya öldü rülürler, ya
köle e d in ilirle r, ya k a rş ılık lı veya k a rş ılık s ız se rb e st b ıra k ılırla r. Bu dört
şıktan birin i uygulam ak caizdir. Daha önce de işa re t e d ild iğ i gibi Sevad
feth ed ild iğin de savaşa katılan m üslüm anlar toprak ve ah alinin ken dilerin e
dağ ıtılm a ların ı b e kle d iler. Abdurrahm an b. Avf: «Tarla ve halk ancak A l­
lah’ın onlara b ir fe y ’idir» sözüyle bu isteğ i Hz. Ö m er’e b ild ird i. A ncak
Öm er, Irak ve Şam fe tih le rin d e böyle davranm adı. Hem de topraklar hak­
kında ictihadda bulundu. M üslüm anlara danıştı. N eticed e, se rb e st bıra­
k ılıp cizye ve rm e le ri üzerine karar kılın d ı. Yahya b. Â dem olayı anlatırken
şö y le der : Öm er, Sevad sa k in le rin in m üslüm anlara d a ğ ıtılm a ların ı iste y e ­
rek sa yılm a la rın ı em retti. Baktı ki, her m üslüm an erkeğe üç k işi düşm ek­
tedir. Bunun üzerine sahabelere danıştı. Hz. A li : «O nları bırak, m üslü­
m anlara yardım cı olsunlar,» dedi. Ö m er de, ken d ilerin e Osm an b. H anifi
göndererek kim inden k ırksekiz, kim inden y irm id ö rt ve kim inden de oniki
dirhem cizye alm asını em retti. Yahya b. Â dem ayrıca, S e v a d ’ın ile ri ge­
le n le rin in Ö m er b. Hattab'a gelerek: «Bizler Sevad halkıyız. İranlılar bize
galip g e lm işle rd i de, bizi vurm uşlar, türlü tü rlü zulüm de bulunm uştular.
S izin galip ge ld iğ in izi görünce se vin d ik ve buna hayran kaldık. O nları kov­
dunuz ya, ne istersen iz, bize y a p a b ilirsin iz. Bizi köle edin eceğ in izi duyduk..»
Hz. Ö m er onlara : «-0 zaman sahabelere danışm ıştı.- Şim di d ile rse n iz İs-
lâma g ire rsin iz, d ile rs e n iz cizyeye razı olursunuz,» dedi. C izy e yi verm eye
razı oldular. (81)
Belâzuri Hz. Ö m er'in Sevad halkını zim m î yaptığını; şa h ısla r üzerin­
den cizye ve ta rla la r için de haraç ald ığ ın ı rivayet ederek : «Onlar zim m î-
d irle r köle değiller» der (82)
C izy e n in m iktarına g elince, bu konuda en güzel görüş, Ebu H an ife ’nin
görüşüdür. O zim m île ri üç guruba a y ırır :
a — Z e n g in le r : K ırk se k iz dirhem öderler,
b — Orta h a llile r: Y irm id ö rt dirhem öderler,
c — F akirle r : Bunlar da oniki dirhem öderler :

İmam-ı M alik, cizyenin m iktarını b e lirle m e y i id a re cile re bırakm ıştır.


Ş a fiî ise cizyenin asgarî haddini bir dirhem olarak te sb it eder ve
duruma göre id a re cile rin bu m iktarı arttıraca kların ı sö yle r. (83)

81 — Yahya b. Âdem, el-Harac, sh. 50


82 — Belâzuri, Futuhu’l-Buldan, sh. 275
83 — M a v e rd i, A h k a m u 's -S u lta n iy y e , sh. 138; Y a h y a b. Â dem , e l-H arac,
sh. 72, İbrahim Abdulhakim, Futuhu Mısra, sh. 87

404
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAM!

Zenginler tabakası : Kuyum cu ve dokum acılarla, köy ve büyük ti­


ca re t sa h ip le rin i kapsar. M eşhu r ta b ip le r de bu tabakadandır.

Orta tabaka : Zengin tabakadan daha az kazancı olan, henüz revaç bul­
m am ış veya küçük tic a re t sa h ip le riy le şö h re t bulm am ış ta b ip le ri içine
alır.

Alt tabaka : Terzi, marangoz, ayakkabıcı gibi el iş le r iy le uğraşanların


meydana ge tird iğ i tabakadır. (84)

C izye hür, a k ıllı ve ç a lış a b ilir durumda elan erkeklerden a lın ır. Ka­
dın, çocuk, deli, köle ve yoksula cizye düşm ez. N itekim , m üsibetzededen,
yaşlıdan ve uzlete ç e k ilip halkın sada ka la rıyla nafakasını tem in eden ra­
hipten cizye alınm az. A n ca k zengin rahipler, cizye yi öderler. Yahya b.
Âdem , kadın ve çocuktan cizye alınam ıyacağın ı be lirtere k, m ezhebim izce
bilinen budur, der. (85)

C izye n in ta ksim i konusunda M âverd î, ince hesap ve açıklam alarda


bulunur. Y ıl tam am lanm adan ö lenin te rik esin d en , o yılda n geçen m iktar
oranınca alın ır. C izy e verm e kle yüküm lü olan b ir kim se İslama girerse,
müslüm an oluncaya kadarki m üddetin payı alın ır. D eli iken akıllananla ço­
cuk iken bulûğ çağına eren kim senin durumu da bu şe k ild e d e ğ e rle n d iri­
lir. (86)

C izy e yi veren iki hakka sahip olur : Biri : Ona dokıınulm am ası, İkin­
c is i de : Korunm asıdır.

N a fi’in, İbn-i Ö m er'den rivayetine göre: İbn-i Öm er, R esû llü lla h (S.A.V.)
in, sözünün sonunda: «Benim zimmetimi koruyunuz» dediğini rivayet
eder. (87)

Cizye, o kim senin İslâm hakim iyetini kabul e ttiğ in e bir alâm ettir.
A y rıc a onu ödeyen bazı yüküm lülüklerden kurtulm uş olur. N itekim cizye
veren :

1 — M ahkem e ve em niyet gibi um um î m ü esse se le rd e n istifa d e eder.


Bu işle rin yürütü lm esi için paraya ih tiya ç vardır. Bu paranın büyük çoğun­
luğunu m üslüm aniar öder. Ehl-i Kitap da, cizye verm ekle, bu göreve ka­
tılm ış olur.

34 — E b u Y u su f, e l-H a ra c , sh. 148


85 — Ebu Yusuf, el-Harac, sh. 146
86 — Ebu Yusuf, el-Harac, sh. 173-174
87 — M a v erd i, A h k a m u ’s-S u lta n iy y e , sh. 130

405
İ SLÂM

2 — Ehl-i kitaptan gücü yerin de olan lar silâ h la n ıp vatanı müdafaa et­
m ekle sorum lu d e ğ ille rd ir. Bu işi yüklenen m üslüm anlardır. O n lar da bu­
nun k arşılığ ın d a cizye öderler. Ş ayet onlardan bazısı vatanı savunm ak için
m üslüm anlarla beraber ça rp ışsala r, üzerlerinden cizye sa kıt olur. A y rıc a
m üslüm anlar onları korum aktan âciz kalınca da, üzerlerinden cizye düşer.
Y ani cizye ödem ezler.
Taberî, Utbe b. Fe rka d ’ın A zerbeycan halkına şu mektubu yazdığını
rivayet eder :
B ism illa h irrah m an irrah im
Em irü lm ü’min'în Ö m er b. el-H attab’ın v a lis i Utbe b. Ferkad, A ze rb e y ­
can halkına; ovada, dağda ve yaylalarda y a şıya n la rıyla b irlik te ç e ş itli
inançta bulunanlarına, can, mal ve in ançlarına eman v e rm iştir. Bunun kar­
ş ılığ ı olarak da onlar, cizye öde yece kle rd ir. Ç ocuk, kadın ve e lind e dünya
m alı bulunmayan m üsibetzede ile b ir köşede ibadetle m eşgul olan kim ­
seye cizye yoktur. (88)

B e lâzu rî’nin rivayetine göre: M üslü m a n la r H um us’a g ird ik le rin d e , İs-


lâma girm ek isteye n le rde n cizy e aldıla r. A n ca k cizye yi aldıktan sonra B i­
za n s’ın ken dilerin e hucûm etm ek üzere büyük b ir ordu hazırladıklarından
haberdar oldular. O n ları koruyam ıyacaklarm ı b ild ik le rin d e n cizy e yi sa h ip ­
lerin e iade ederek şö yle d e rle r :
— S izi savunam ayacağız. Kendi işin ize siz bakın,

Hum us ah âlîsin in k a rşılığ ı şö yle olur :


— S izin hakim iyet ve ad aletiniz, daha önce için de bulunduğum uz zu­
lüm ve cehaletten bize daha hoş geldi. Size yardım ederek H e ra k liü s’un
ordusunu püskürteceğiz.
B öylece Bizans ordusu püskürtüldü. Ve sa v a ştık la rı için artık onlar­
dan cizye alınm adı. (89)
Y u karıya ald ığ ım ız nakille rde n de a n la şıld ığ ı gibi m üslüm an olanın
üzerinden hemen cizye kalkar. Hz. Ö m er ve Hz. A li'n in bu konuda ta tb i­
katları vardır.
Yahya b. Â dem rivaye t eder ki: «İslâma g ire n le rin üzerinden cizye
kalkar. A y n u ’t-Tamr halkından M ahkâm , Hz. A li devrinde m üslüm an olur.
Hz. A li onun için şö y le der: « C izye sin e g elince, onu kald ırıyoru z. (90)

88 — T a r ih u ’ l-Ü m e m v e ’l- M ü lû k , c. 4, sh. 255-6


89 — putuhu’l-Buldan, sh-143
90 — Y ahya b. Âdem, el-Harac, sh. 21-23

406
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI

Sonuç olarak cizye, askerî hizm etlere k a rşılıktır ve bu, islâm ın mut­
lak adaletinin bir gereğidir. Çünkü İslâmda savaş inançla ilg ilid ir. Allah
yolunda yapılır. İnanmadığı bir inanç uğruna birini savaşa sürüklem ek ve­
ya onu ayni inancı taşıyan kim selerle karşı karşıya getirm ek adalete uy­
maz.
Şu iki hususu zikretm eden geçem iyeceğiz :

1 — İslâm düzeninde müslümanın savaştan muaf tutulmak k a rşılığ ın ­


da para verm esi kabul edilmez.

2 — A sk e rî hizm etlere bir k a rşılık olarak her kâfirden cizye alınır.


Ancak bizim le beraber düşmanla savaşm ak isteyenler, karar vermekte
serbesttir. Onlara güvenir ve rıza gösterirsek, asıl olan üzerinden cizye ­
nin sakıt olduğudur.

7 _ İHTİYAÇ ZAMANLARINDA VERGİ TAYİNİ

İmam Şa tib î «El-İ’tisam» isim li eserinde şöyle der: «Kendisine itaat


edilecek durumda olan bir devlet başkanı bozuklukları ve geniş bölgeleri
korumak için daha fazla asker beslem e ihtiyacı ortaya çıkar da hazine bu
ihtiyaca karşılık verecek durumda olmazsa, -âdil olmak şartıyla- duruma
göre hazine kuvvetleninceye kadar zenginlerin parasından yetecek miktar
alınır. G e lir ve m eyvelere vergi yükleyerek bu açığı kapatmak da mümkün
dür. Daha öncekilerden böyle bir görüş ile ri sürülm em işse, bunun sebebi:
Zam anım ızın aksine o zamanlarda hâzinenin güçlü oluşundandır.

Şayet devlet başkanı bunu yapmazsa İslâmın gücü yok olur ve ülke­
miz kâfirlerin istilâ sın a maruz kalır. Bu zararla mallarından bir m iktarını
almaktan dolayı uğradıkları zarar karşılaştırıldığ ınd a, İkincisinin tercih
edilm esi gerektiği konusunda şüphe yoktur. D e lille re baş vurmadan önce
de şariatın m aksatları arasında bunun varlığ ı bilinebilir.»

İmam-ı Gazali «El-Müstesfa» isim li eserinde c. 1, 303 te şöyle der :


«Askerin elinde mal kalmaz, hazine bunu karşılayacak durumda o l­
maz ve düşmanın İslâm topraklarına girm esinden veya kötülük ehlinden
bir fitnenin doğmasından korkulursa devlet başkanı askere yetecek mik­
tardaki parayı zenginlerden alabilir. Çünkü biliyoruz ki. iki kötülük veya
zarar sözkonusu olduğunda zararlardan daha zararlı olanla kötülerden d a ­
ha kötü olanı bertaraf etmek hedef alınır.»
Am m e maslahatı, fe r d î z a r ü r e t g ib id ir . B ir f e rd in z a r û r e ti halkın m a ­
lını g a s b e t m e s in i g e r e k t i r i y o r s a bunu y a p ın a s ı c a izd ir. H atta a ç lık , s ıc a k

407
İ SLÂM

ve soğuk yüzünden ölm e te h lik e si varsa gasbetm esi üzerine vacip olur.
C anı kurtarm ak iç in bu v a cip olunca, canları kurtarm ak için ne d e n e b ilir
ki, Eibetteki bunu yapm ak b ir ferdin zarû retine te rcih e d ilir.

Bu nakille rde n an lıyoru z ki, verg i koym ak ve onu düzenlem ek ca iz­


dir. A n ca k, şartlarıyla....
1 — Birinci şart: Diğer gelirler milletin ihtiyaçlarına kâfi gelmezse.
2 — İkinci şart: D e vletin g id e rle ri m eşru olm ayan yollarda harcan­
mıyorsa....
İki şarttan b iri tahakkuk etm ezse, c a iz lik ortadan kalkar. D evletin ge­
lir le r i âmme ih tiya çla rın ı k a rşılıy o rsa veya m eşru olm ayan yollarda hâzi­
neden harcam alar yap ılıy o rsa, o zaman vergi koym ak ca iz olm az. Çünkü
İslâm de vle ti, b ir dirhem in b ile m eşru olm ayan yollard a harcanm asına
göz yummaz. H arcam aların tam ih tiya çla rı karşılayaca k şe k ild e y a p ılm a sı­
nı ister. M eşru olm ayan yollard a harcam alar yap ılınca, ta kip eder ve bu­
nu yapanı ce zala n d ırır. Eğer bunu yapm ıyorsa vergi koyamaz. Buna hakkı
da yoktur.
H âzinenin diğ e r g e lirle ri m ille tin m eşru ve zarû rî ih tiya çla rın ın ta­
m am ını ka rşıla m ıy o rsa ve her dirhem m eşru yolda harcanıyorsa, ancak
o zam an m ille te vergi yüklem ek c a iz olur.

Lâkin bu v e rg ile r hangi tem ele göre tayin e d ilip halka taksim e d i­
le c e k tir?
T ica ret m a lla rıy la zarû rî ih tiya ç m addelerine konarak dire k t olm ayan
y o lla rla mı a lın a caktır?
E şit b ir ş e k ild e dire k t olarak fe rtle rd e n mi alın a ca k tır?

Y oksa herkes sahip olduğu m ala göre mi vergi öde yece ktir?

A y rıc a sahip o ldu kları m allar n asıl ve hangi tem el üzerinde takdir
e d ile c e k tir?

Kazanç mı ölçü alın a ca k tır? D e vlet da ire le rin d e ça lışa n la rla devletin
m u h te lif m ü esse se le rin d en istifa d e edenler kazançlarına göre mi vergi
ö d e y e ce k le rd ir?
Bütün bu so ru la r cevap ister. Tabi bütün bu sorulara cevap verm enin
zam anı d e ğ ild ir. Lâkin biz burada şunu zikretm ek iste riz :

1 — İslâm âlem inde te k b ir İslâm devleti kurulduğunda bu d e vle t h iç­


bir zam an vergi koym a ih tiyacım duym ayacak ve hâzinenin g e lirle ri, ö ze l­
lik le ham m addeden elde e de ce ği g e lirle r kurulacak İslam d evletine ye­
tecektir.
408
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI

2 — V e rg i konduğunda bu verginin sü re k li olm ası caiz değildir. İh­


tiyaç m üddetince devam eder. Hazine tekrar kuvvetlenince vergi k a ld ırılır.

3 — Bu durum larda d evlet başkanıyla Şûra M e c le s in in görüşü alınır.

8 — MÜSLÜMAN DEVLETİN GENEL HAKLARI


İslâm de vle tin in sorum lu olduğu âmme haklarından biri, âmme hak­
larım korum ası ve herkesin ondan istifade etm e sin i sağlam asıdır.

ibn-i Kudame der ki: «İbn-i Ö m er'in şö yle dediği rivayet edilir: Pey­
gam ber (S.A.V.) N a k i’ denen yeri m üslüm anların atları için m er'a haline
g e tirm iştir. M üslüm an d e vle t başkanları da m ü cahidlerin atları, zekât de­
v e le ri, cizye hayvanları ve d evlet başkanmm bakm akla yükümlü olduğu
diğer halkın hayvanlarıyla fa kir kim se le rin hayvanları için halka zarar
verm em ek şa rtıy la bazı y e rle ri m e r’a haline g e tire b ilirle r. Ebu Hanife, M a ­
lik ve Ş a fiî’nin sahih görüşü budur.

«Muğnî» m ü ellifi, peygam berden sonra bu hakkın müslüm an d e v le t


başkanlarına v e rilm e s in i reddedenlere karşı d e lil g e tirirke n şö yle der:
«Hz. Ö m er ve Osm an bazı y e rle ri m e r’a h aline g e tirm işle rd ir. Durum sa ­
habeler arasında şö hre t bulduğu halde kim se bu h a reketlerine karşı ç ık ­
m am ış ve böylece bu görüş icm a haline gelm iştir.»

B ir a ’rabinin Hz. Ö m e r’e gele re k şö yle dediği rivayet ed ilir.

«Ey m ü 'm inlerin em îri! Bu topraklar bizim dir. C a h iliy e tte onun için
sa va ştık ve onun üzerinde m üslüm an olduk. Neye dayanarak onu m e r’a
yapıyorsun?
Hz. Ö m er başını önüne eğdi. Soluk alm aya ve b ıyıkla rım kıvırm aya
başladı. Â d e tle rin d e n d i, zor bir şeyle karşıla ştığ ın d a b ıyık la rın ı k ıv ırır ve
so lu k alırd ı. A ’rabî bunu görünce, sö y le d ik le rin i te krarlad ı. O zaman Öm er
şöyle dedi :
— M al, A lla h 'ın m alı, kullar da O n u n kuludur. A lla h ’a and olsun ki,
A lla h yolunda kullanm ayacak olsaydım , yeryüzünde tek bir karışı bile m er’a
yapmazdım.

D e vlet başkanları ancak halka zarar verm eyecek şe k ild e m er'a ya­
p a b ilirle r. Çünkü bir yer m er'a yap ılırken m aslahat için buna cevaz ve­
rilm iş tir. H alkın çoğunluğuna zarar verm ek ise, m aslahat değildir.»

imaın-ı Ş a fiî (R.A.) şöyle der : «R esûliillah (S A .V .) in yaptığı m e r’a-


lar bütün m üslüm anların yararına idi.»
409
İ SLÂM

9 — FEY'

«Es- Siyasetu v e ’l-İktisadu fi't-Tefkîri’l-lslâm» isim li kitabın yazarı


fe y ’i için şöyle der :
Fey’ ganimet, haraç ve cizye ile b irlikte kullanıldığında, savaş ya­
pılm aksızın alınan mal anlamında ku llanılm ıştır. (91) Bu haliyle, o, zorla
alınan ganim etin karşıtıdır. Fey' elde edildiğinde ne savaş yapılm ış ve ne
de atlar kullanılm ıştır. A lla h ’ın, m üşriklerin kalblerine attığı korku sebe­
biyle m üşrikler savaş yapmadan m allarını te slim etm işlerdir. (92) Ve-
levki bu korku İslâm ordusunu görm ekle olsun. Ebu Y u su f’un görüşüne
göre: Önem li olan, yaralama ve muhasara gibi askerî bir faaliyete glriş-
m eksizin o malın elde e dilm esidir. Bu durumda ele geçen, ganim et o l­
maz, o fe y ’dir.
Yahya b. Âdem , Mahmut b. Y esar'ın şöyle dediğini rivayet eder:
Dahhak’ı gördüm, diyordu ki :
— Flerhangi bir kale halkı savaşm aksızın fidye verirle rse , verd ikleri
bütün m üslüm anlara aittir. Çünkü bu, fe y ’dir. V elevki İsISm ordusunu gör­
dükten sonra bu kararı verm iş olsunlar.
Yüce A llah, yenilginin sebeplerini belirtm iştir. Bu sebepler, ç e ş itli­
dir. Onları gönderen, Cenab-ı Hak'tır. Bir kısm ı zahiridir. Kasırga gibi.
Bir kısm ı da gizlidir. Korku gibi. Yüce A llah'ın : «Siz ona ne at koşturdu­
nuz, ne deve... Fakat Allah Peygamberlerini, dilediği kimselere musal­
lat eder. Allah her şeye kadirdir.» (93) sözünü te fsir ederken m üfessir-
ler onu şu şekilde te fsir etm işlerdir.
Yukarıda anlattıklarım ız ölçü olarak alınırsa Fedek m alları da fe y ’dir.
Yahya b. Âdem der ki: Hayber halkından sonraya kalanlar, kalelere gire­
rek Resûlüllah (S.A.V.) den kanlarının dökülm em esini ve e sir edilm eleri­
ni istediler. İstekleri kabul edildi. Fedek halkı bunu duydu. Ayni şeyin
kendileri için de yapılm asını istediler. Böylece m alları fe y ’ olm uş oldu.
Çünkü üzerlerine atlar ve binekler sürülm em işti.

Belâzûrî'nin rivayetine göre: Resûlüllah (S.A.V.) Hayber'den ayrıld ı­


ğında, onları İslâma davet etmek için M ahisa b. M e s ’ud el-Ensârî’yi Fe­
dek halkına gönderdi. Tarla ve ekinlerin yarısı üzerinde R esûlüllah'la ant­
laşma yaptılar. Böylece Fedek’in yarısı fe y ’ oldu. Çünkü üzerlerine at ve
binekler sürülm em işti.

91 — Maverdi, Ahkamu's-Sultaniyye. sh. 111


92 - Tefsiru'l-Beyzâvi, sh. 547
95 Haşr ■ (i

410
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMI

Istılahtaki m anasıyla fey , budur. Çünkü bazan daha geniş anlamda


kullanılm aktadır. O zaman ganim et de fey' kapsamına girer. Hz. Öm er'e
itiraz edenler, onu bu manada kullanm ışlardı. Sevad arazîsi için ona iti­
raz ederken şöyle dem işlerdi: «K ılıçlarım ızla, A lla h ’ın bize fe y ’ olarak ka­
zandırdığını hazır olm ayanlara nasıl vakfedersin.» (94) Halbuki Ebu Yu­
suf, fey' ve haracı anlatmaya başlarken şöyle diyordu:

«Fey’e gelince ya Em ire'l-M ü’minîn, o, bize göre haraçtır. Yani tar­


lanın haracıdır.»

M âverdî onu daha geniş manada kullanarak şöyle der :

Fey : Savaş ve sa ld ırı olm aksızın m üşriklerden alınan m allardır. Sulh


antlaşm asıyla, m üşrik tüccarlardan gümrük vergisi olarak alınan öşür ve
cizye olarak alınan m allarla bizzat m üşriklerden alman haraç m alları da
fey'in kapsamına girer.» (95)

Bazı âlim ler ise, gerek ganim et ve gerekse fey' yalnız başlarına kul­
lanıldıklarında her birinin, diğerinin manasını da kapsadığını, ancak be­
raber kullandıklarında kendi öz manalarında kullanıldıklarım söylerler.
Tıpkı fakir ve m iskin kelim elerinde olduğu gibi.

Şim di de tercih ettiğim iz manaya dönüyoruz.

Fey'; Savaş ve baskın yapılm aksızın m üslüm anların eline geçen ve


savaşçıların hakkı olmayan m allardır. Çünkü burada savaşan yoktur.
Onun için de Fey’ savaşanlara dağıtılm az. Şöyle ki :

Fey , antlaşm ayla gerçekleştiğinde antlaşmanın şartlarına riayet edi­


lir. Daha önce bundan söz ed ilm işti. Yüce A lla h şöyle buyurur: «Bir de
antlaşma yaptığınız zaman Allah'ın ahdini yerine getirin ve yeminleri sağ­
lama bağladıktan sonra, onları bozmayın. Allah'ı yerinize şahid tuttuğunuz
halde, nasıl olur da bozarsınız. Şüphe yokki Allah yaptığınız her şeyi
bilir.» (96)
Antlaşm a yoluyla m üslüm anların eline geçen m alların harcanacağı
yerler m üşriklerin göç ederek m üslüm anlara terk ettikleri m alların har­
candığı yerlerdir ki bunun ve onun beşte biri alınarak ganim etlerin beş­
te birinin paylaştırıld ığı gibi paylaştırılır. (97)

94 — Ebu Yusuf, Kitabu'l-Harat. sh. ütt


95 — Maverdi, Ah kam u's Sultaniyye. sh lıı
9H — Nalıl 91
97 Maverdi. Ahkam u's Sultnaiyye sh 24

411
İ SLÂM

«Biliniz ki, fakirlerden ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin


muhakkak beştebiıi A’lah içindir. Q da, Peygambere ve onun akrabası­
na, yetimlere, miskinlere ve yolda kalmışlara aittir.» (98)

G eri kalan beşte dördü ise tamam en hâzinenindir. Bu, onun tem el
g e lirle ri arasındadır. Onun iç in -a s lın d a fe y ' d e ğ ilse de, onun dışındaki,
hâzinenin g e lirle rin e de fe y ’ d e n ilm iştir. M ese lâ, haraç ara zisi, sa va ş­
çıla ra dağıtılm am ası karara bağlanınca bazı a ra ştırm a cıla r fe y ’ tabirin i
onun için de ku lla n m ışlard ır. Harcanacağı yerle r b ir olunca cizye ve
ö şü rle re de fe y ' d e n ilm iştir. H araç ve fe y ’i in celed ikten sonra açıkça
görüldüğü gibi fe y ’ genel olarak k u lla n ılm ıştır. Çünkü hâzinenin g e lirle ­
rinde tem el odur. Hazine g e lirle rin in bir kısm ı haraçtan olduğu için o da
genel manada k u lla n ılm ıştır.

F e y ’in ç e ş itli ş e k ille ri vardır :


Söm ürgeci k â firle r m üslüm anların karşı çıkm aları seb eb iyle İslâm
topraklarını te rke d er ve ardından antlaşm a y a p ılırsa te rke ttik le rin in hep­
sin in beşte biri, g anim etlerin beşte birinin harcandığı y e rle re harcanır
ve g e risi olduğu gibi hâzineye v e rilir. Buna m isal olarak C e za y ir'i v e re ­
b iliriz. Fran sızla rın te rk e ttik le ri bütün mal ve toprakların beşte biri fa­
kirlerin, g e risi hâzinenindir. A n ca k d e lille rle bir m alın ken disine ait o l­
duğunu isbatlayan olursa, o zaman malı ken disine v e rilir.

10 — MALÎ CEZALAR

Bazı fa kîh le r m alî ce za la rın caiz olduğunu sö yle r. İbn-i Teyıniyye bu


konuyu «El-Hisbe» is im li kitabında uzun uzadıya ta rtışır. C a iz görenlerin
d e lille rin i nakleder. Buna göre hâzinenin g e lirlerin d e n biri de, genel ka­
nunlara m uhalefet edenlere d e vle t başkanm ın tayin edeceği m alî ce zala r­
dır. A ncak bunda zulüm ve zarar verm e kastının olm am ası şartı vardır.

Bu g e lir , ü m m e t in ş u u r , b ilg i v e t e r b i y e s i n e g ö r e a z a lır v e y a ç o ğ a lır .

11 — DEVLETİN ÖZEL MÜESSESE VE EMLÂKİNİN GELİRLERİ

B azı m ü e s s e s e le r v a rd ır ki, a n c a k d e v l e t t a r a f ı n d a n i ş l e t i l i r . F e r t l e r
o n la r ı i ş l e t e m e z v e y a b unu h a k e t m e z l e r . D e v a m l ı m a s r a f g e r e k t i r e n mü-
e s s e s e l e r d i r b u n la r . S u la r ı ilg ile n d ir e n t e s is le r le e le k tr ik te s is le r i g ib i.
Ş ü p h e s i z bu m ü e s s e s e l e r i n g e l i r l e r i , h â z in e n in d ir . B u r a d a ş u n u a ç ı k l a m a k
i s t e r iz ki: D e v l e t i n b i r m ü e s s e s e y e b a ş l a n g ı c ı n d a n k u r m a s ıy l a h a z ır h a le

9:ı - En t'Al 41
412
İSKAMDA MÜLKİYET NİZAMI

g e tirilm iş ve b aşkasının m ü lkiye ti altında bulunan bir m ü e sse se ye baş­


langıcından kurm asıyla hazır hale g e tirilm iş ve başkasın ın m ü lkiye ti a l­
tında bulunan bir m ü esse se ye elkoym ası arasında fark vardır. D e vlet b ir
m iie sse se se y e el koyarken, k a rşılığ ım verm e si ve sa h ib in in gönlünü a l­
m ası lâzım dır. N âdir durum larda, İslâm fa kîh le ri, devletin cebren d e v le t­
le ştirm e h a reke tle rin i ca iz görm üştür. Lâkin bu, aslın hilâfın a bir hareket
olduğundan bu konuda bize aktarılan m e se le le r üzerinde hasretm e v a r­
dır. Yani c e b rilik ancak o hu suslarda g e çe rli o la b ilir. Bu hususlarda baş­
vurulacak kaynak: Kaza m akam ı, İslâm fık h ı ve n a sslard ır. Lâkin başlan­
gıçta âmme m aslahatının kesin olduğu konularda devletin kamu m ü lkiy e ­
ti olarak m ü e sse se le r kurma hakkına sahiptir.

İslâm nizam ında hâzinenin g e lirle ri konusunda toplu açıklam alarda


bulunduk. Sanıyoruz okuyucu İslâm nizam ının dayandığı hazine konusun­
da y e te rli b ilg iy i a lın ış tır.

HAZİNE GİDERLERİ

H âzinenin g id e rle ri şu n la rd ır :

1 — M em ur m aaşları ve halkın kefâleti.

2 — Üm m etin ih tiyaç duyduğu kamu hizm etleri.

3 — G eri kalanın e şit bir şe k ild e üm m ete d a ğ ıtılm a sı.

Burada arzed eceğ im iz hu suslar bunlardır.

1 — MEMUR MAAŞLARI VE HALKIN KEFÂLETİ :

Buharının Hz. A işe 'd e n rivayetine göre, A iş e , Hz. Ebu B ekir (R.A.)
halife se ç ild iğ in d e şö y le ded iğin i söyler: «Kavm iın b ilir ki, m esle ğ im a ile ­
min g e çim in i karşılam aktan aciz de ğ ildi. Şim di m ü slüm anların iş le riy le
m eşgul bulunuyorum . Onun için Ebu B ekir a ile s i bu maldan -hazineden-
y iye ce k ve o da m üslüm anların hâzinesi hesabına kazanacaktır.»

Ebû Davûd sahih bir isn ad la Hz. Ö m e r’in şö y le ded iğin i rivayet
eder; «R esûlüllah (S.A.V.) zam anında g ö re vle n d irild im ve görevim in üc­
retin: bana ödedi.»

Y ine Ebû Davud sahih bir se n e d le M ü ste v lid b. Ş e d d ad ’ın şö yle dedi­
ğini rivaye t eder: «Benim -devletin- işinde çalışan, evli değilse kendisi-
413
İSLÂM

ne bir eş alsın. Hizmetçisi yoksa bir hizmetçi tutsun. Evi yoksa kendisi­
ne ev yapsın.» Bir rivayette: «Kim bunlardan başkasını edinirse o h ır­
sızdır.»
H aksız yere alm ak -hırsızlık-, izin alınm adan bir şey alın d ığ ı zaman
sözkonusudur. N itekim Ebu D avud’un Biireyde'den naklettiği sahih r i­
vayette, R esûlü llah (S.A.V.) in şö yle dediği rivayet e d ilir : «Birini bir
işe memur kılarsak kendisine tayin edilen maaşı alır. Şayet bundan
fazlasını alırsa, bu hırsızlıktır.»
Fazladan aldığı, iste r apaçık rüşvet olsun, ister m em uriyette yapa­
cağı bir şeyden dolayı aldığı bir hediye olsun veya tam bir h ırs ız lık o l­
cun, hepsi fa rksızd ır. H epsi de h a k sızlık tır, haram dır.
Bu nasslardan anlıyoruz ki, m üslum anlar için ça lışana ç a lış m a s ı­
nın ücreti v e rilir. V e rile n bu ü cre t ona ye tin e li, ev, evlenm e ve hizm et­
çi gibi tem el ih tiya çla rın ı karşılayaca k şe k ild e o lm a lıd ır. R ivayetlerde
binek de z ik re d ilm iş tir. A y rıc a n a k ille rd e nakil işin in de, yani h a rcıra­
hın da karşılan m ası gerekir.
Burada şu noktaya da işa re t etm ek gerekir: V a zife le n d irm e ancak
ihtiyaca göre ve m utlaka m eşru yolda o lm a lıd ır. D evlet, üm m etin ih ti­
yaç duym adığı bir alana g ö revlen dirm e yapam ayacağı gibi m eşru olm a­
yan alanlara da kim seyi görevlen direm ez. Bu alanlara m alın harcanm a­
sı caiz değ ildir.
Buradan da anlıyoruz ki, bugün için birçok lüzum suz ve gayr-i m e ş­
ru yollardaki g ö re vlen d irm e le r İsiâın d e vletind e iptal e d ile ce k tir.

Hâzineden halkın âmme kefaleti :


Bu, R esû lü llah (S.A.V.) m şu sözünün ge re ğid ir :
«Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünüzden sorumlusunuz...»

R esûlü llah (S.A.V.) le Râşid H a life le r devrinde, muhtaç oldukları


te sb it e d ilip önceki bölüm de an lattığ ım ız v e s ile le rle pro b lem le ri çözüm ­
lenem ediğinde hâzinenin m üslüm an m uhtaçlarla diğer tebeanm hizm e­
tinde olduğunu gösteren uygulam alar pek çoktur.

2 — ÜMMETİN İHTİYAÇ DUYDUĞU KAMU HİZMETLERİ :

İleride İslâm ik tisa t nizam ının hedef edin diğ i bazı kamu hizm etlerin i
göreceğiz. İsiâm ik tisa d ı m uharip b ir d e vle tin ik tisa t düzenidir. Ü m m e­
tin tem el ih tiya çla rın ı karşılayan bir düzendir. Bütün bunlar m ala ih ti­
yaç gösterir.

414
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAMİ

Bazı h izm etlerin İslâm d e vle ti tarafından görüleceği apaçıktır. M e ­


selâ, Â m m e m alı olan su larla çalışa n e le k trik te s is le ri d e v le t ta ra fın ­
dan iş le tilir, vs.
Bu ve buna benzer hizm etlerin gid e rle rin i hâzinenin karşılam ası
bazı şa rtların g e rç e k le şm e siy le olur :
1 — B irin ci şart: H izm et İslâm î bir hedefi g e rçe k le ştire ce k veya en
azından İslâm nizam ınca mubah şeylerd en o lacaktır.
2 — Y apılan hizm et, üm m ete faydalı olacaktır. A slın d a bu, her za­
man için istenen bir şa rttır. İslâm de vle tin in bütün m alî tasarruflarında
aranır. Çünkü İslâm d e vletinin m allara karşı sorum luluğu yetim in v a s i­
sin in sorum luluğu gibidir.
3 — İhtiyaç duyulm ayan alanlarda harcama yapılm ayacaktır.
Bu bölüm e köprü, kanal açma, sulam a ve içm e su ları kuvvetli bir
haberleşm e siste m i, savaş sa n a yiî ve deniz filo su için yapılan harca­
m alar girer.
Fert tarafından yerine g e tirilm e si daha uygun olan hizm etler ancak
onları yerin e getiren fe rtle r bulunm adıkça devlet tarafından yap ılır.
D evlet adam larından b e lli kısm ın ın İktisadî m ü e sse se le rle iliş k ile r i­
nin bulunm ası veya iş başına geldikten sonra İktisadî m ü e sse se le r kur­
m aları k e s in lik le m ahzurludur M ülk edinm eyi anlatırken bu konuya te ­
mas etm iştik.
H anefî fa kih le r şöyle der :
«D evlet başkanının haraç olarak aldığı verg iler, harbîlerin hediye­
leri, cizye, savaş yap ılm a ksızın alınan m allar bütün m üslüm anların ya­
rarına harcanır. Bütçe a çıkla rı onunla kapatılır. Köprüler yap ılır. M ü s­
lüman hakim ve işç ile re , p o lis ve aske rle re ü cre tle ri buradan ödenir.»

3 — GERİ KALANINI EŞİT BİR ŞEKİLDE DAĞITMAK :

İbn-i Said, Sefil b. Ebu Hatme ve diğerlerinden rivayet eder ki: Ebu
B ekirin S e n h ’de bir Beytülm alı vardı. Onu koruyan bir bekçi yoktu. Ken­
disine: «Ey R esûlü llah 'ın h a life si, Beytülm alı koruyacak birini tayin et­
m iyor musun?» den ildi. «Onun için korkulm az» dedi. «Neden?» dedim.
Şöyle cevap verdi: «Üzerinde bir k ilit vardır.»
A y rıc a içinde b irşe y bırakm ıyor, ne g e lirse dağıtıyordu. Ebû Bekir
M e d in e ’ye taşın ınca onu da oturduğu eve taşıdı. Ç e ş itli kab ile le rin ve
Cüheynenin m adenlerinden gelen g e lirle açılan Ebu Se lim maden oca­
ğından gelen sadakalar hâzineye konuyor ve Ebu Bekir gelen m alları

415
İSLÂM

halka teker teker dağıtıyordu. Her yüz k işiy e şu kadar, şu kadar düşü­
yordu. D ağıtım e ş it b ir şe k ild e yapılıyordu. Köle-hür, erkek-kadın, küçük-
büyük ayırım ı yapm ıyordu. A y rıc a A lla h yolunda kullanılm ak üzere deve,
at ve silâh alıyordu. B ir y ıl badiyeden e lb ise satın aldı ve bu e lb is e le ri
kışın M e d in e ’deki dul kadınlara dağıttı.
Hz. Ebu B ekir vefat edince Hz. Ö m er hazine m em urlarını çağırarak
Ebu B e kir'in hâzinesine beraberlerinde girdi. Y an ların da Abdurrahm an
b. A v f ve Osm an b. A ffan bulunuyordu. Betülm alı açtılar. İçinde bir d i­
nar bile yoktu. Paranın konduğu bir torba bulundu. Torba s ilk e le n in ce
içinde bir dirhem olduğu görüldü. Ebu B e k ir’e acıdılar.
Ebu B ekir'in b ir m uhasibi vardı. Hâzineye gelen m alları h e sa p lıyo r­
du. K e ndisine soruldu: «Ebu B ekir'e ulaşan m alların m iktarı ne kadar­
dı?» «İkiyüzbin dinar» cevabını verdi.
Ebu Naîm «Hilye» is im li kitapta şö yle der :
Ö m er'e Irak'tan mal geldi. Onu dağıtm ak istey in ce bir adam: «Ey
m üm inlerin em îri, um ulm adık bir düşman s a ld ırıs ı veya bir fe lâ ke t için
bu maldan bir m iktar kaldırsan daha iyi olm az mı» dedi. (99) Öm er, şu
cevabı verdi: ' «Ne yapıyorsun, A lla h sana acısın . Seni şeytan konuş­
turdu. Bunun sebebini A lla h benden so racaktır. V a lla h i yarın için, bugün
A lla h ’a isyanetm em . R esûlüllah (S.A.V.) adaletli davrandığı gibi bende
adaletle davranacağım.»
İbn-i Said ve İbn-i A sa k ir, H asan’ın şöyle dediğini rivayet ederler:
Hz. Öm er, M u s a ’ya (A llah ikisin de n razı olsun) bir m ektup yazarak şö y ­
le der : Bundan sonra yılda bir gün te s b it et ve o günde hâzinede b ir tek
dirhem kalm asın. Ta ki A llah, her hak sahib ine hakkını ödediğim e şa­
hit olsun.»
M ecm a' et-Teymîden, şöyle dediği na kledilir: «Hz. A li (R.A.) Beytül-
m alı süpürür, orada namaz kılar ve orayı m escid e din irdi ki kıyam et gü­
nünde lehine şehadet etsin.» (100)
A n tere eş-Şeybanî şö y le der: Hz. A li (R.A.) her sanat erbabından
cizye ve haraç alırd ı. İğne, çuvaldız, ip lik ve sic im yapanlardan bile. Son­
ra, bu a ld ık la rın ı halka dağıtırdı. D ağıtılm ayıp e rte si güne kalan olm azdı.
Orada ge ce le m e si, ancak dağıtım ı için fırs a t bulunm am ası halinde oiur-

99 — Ç ağım ızd a b u g ö rü şü n ö n em i vardır. N e de o lsa b ir sa h a b en in iç ti­


h ad ıd ır v e o n u n la am el etm ek m üm kündür. H er n e k ad ar Hz. Ö m er
b u n a k arşı d iren m işse de, on u n görü şü n d en çok bu g örü şü ta sv ip
ediyorum .
100 — İbn-i A bdilm ez, el-istiâb
416
İ5LÂMDA MÜLKİYET NİZAMI

du; Dağıtım işine gelince, Hz. Ebu Bekir herkesi •eşit tutardı. Hz. Ömer
sahabelerin faziletine önem verir, Resûllüllah’a yakınlık ve uzaklıkları­
nı göz önünde bulundururdu. Ancak son zamanlarda Ebu Bekir’in görü­
şüne döndü.
Raşid Halifeler devrinde eşit bir şekilde dağıtım üzere karar kılın-
H».

Raşid Halifeler devrinde mal hakkındaki tutum işte budur. Şayet


müslümanların tek bir devletleri olur ve islâmın iktisat nizamı tam ola­
rak uygulansa durum nasıl olur?

İKTİSAD NİZAMININ GERÇEKLEŞTİRMESİ GEREKEN BAZI HEDEFLER

İslâm İktisad hayatında kendiliğinden gerçekleşen bir takım hedefler


vardır. Bunları Şeriat'ın nass ve hükümleri arasında görmek mümkündür.
Bu hükümlerin teferruatı her ne kadar kendiliğinden oluyorsa da devletin
onların gerçekleşmesine yardımcı olması, görevlerindendir. Bu hedefler
İslâmî olduğu gibi onlara giden yolların da tamamen İslâmî olması şarttır.,

1 — İslâm Ümmetinin iktisadının kendi kendine yeterli olması..


2 — İslâm topraklarında yaşıyan her müslümanın hatta her insanın
temel ihtiyaçlarının karşılanması...
3 — Toprağın, gücünün alınabileceği şekilde işlenmesi...
4 — Ümmetin haberleşme gibi temel ihtiyaçlarının karşılanması..
5 — Bağımsız ve mümkün mertebe üstün bir askeri gücün sağlanma­
sı için bütün imkanların seferber edilmesi....
6 — Adil bir iktisad nizamı: Ne zarar vermek ve ne de zarara uğ­
ramak.

Şimdi de bu meseleleri madde madde anlatmağa çalışacağız :

1 — KENDİ KENDİNE YETERLİ BİR İKTİSAT

Yüce Allah’ın müslümanlara sürekli bir cihad içerisinde olmalarını


emrettiğini unutmamalıyız. Buna göre yer yüzü iki kısma ayrılır :
a — Darûl-harb
b — Darûl-islâm
Savaş olma ihtimali ihtimal dahilinde oldukça-ki aslolan da budur-
İslâm Ümmetinin diğerlerine muhtaç olmayacak durumda olması tabii­
dir. Mademki Allah sana savaşı emretmiştir, senin de işlerini, kendi

417
İSLÂM

kendine y e tece k şe k ild e ayarlam a m ecburiyetin vard ır dem ektir. D iğ e r­


lerine m uhtaç olm ayacak durumda o lm a lısın .
Buna göre, İslâm Ü m m etinin kendi kendine y e te rli b ir iktisada sahip
olm a sı g e re klid ir.
En b a sit işle rd e b ile ik tisa d ım ızı k a firle rin hakim iyetinden kurtarm a­
lıyız.
R ivayet e d ilir ki: R esû lü llah (S.A.V.) M e d in e ’ye geldiğinde pazar
yeri yah udilerin e lin d e idi. Bunun üzerine R esûlü llah (S.A.V.) müslü-
m anlar için başka bir pazar yeri kurdu.
H iç bir sanat dalı ile g e lirle rd e başkalarına bağım lı olm am am ızın
gerektiği apaçıktır. R e sû llü ila h (S.A.V.) : «İnsanın, iranlıların yayı iie sa­
vaşması mı, A rap yayı ile savaşması mı daha iyidir?» (İran lılar İslâm 'a
girm eden önce bu söz sö yle n m iştir.)
H er ne olursa olsun üzerinde ittifa k edilen bir nokta vardır: İleride
de gö re ce ğim iz gibi m üslüm anların ih tiyaç duyduğu her ilim dalı farz-ı
kifayedir.
Şü ph esiz fa kih le rin bu konuya önem v e rm e le ri, İslâm Ü m m etinin
başka m ille tle re m uhtaç olm am ası için d ir. Herhangi b ir sanatın öğre­
nilm e si isten iy o rsa , tabii ki onun y ap ılm a sın ın isten m e si dem ektir. Y o k ­
sa, sanatın sadece ö ğ re n ilm esi m üslüm anların pro b lem le rin i çözm ez.

Onun için bu konuda İslâm Üm m eti m uhayyer b ıra k ılm a m ıştır. Tabii
ki bu, başkaları ile tic a re t ve iktisad iliş k ile rin in haram olduğu an lam ı­
na gelm ez. Bu, caiz bir şe yd ir. İstenen, bu iliş k ile r le b irlik te tem elde
kendi kendim ize y e te rli olm am ızdır.
Ümmet, gücü n isbetin de bundan sorum ludur. Y üce A lla h İslâm top­
raklarını bereketle dolu k ılm ış tır. Ş a ye t m üslüm anlar b irle ş e c e k o lsa d i­
ğer m ille tle r onlara m uhtaç olur da başkalarına ih tiya çla rı olmaz. De­
n ild iğ in e göre, yeryüzü ham m addesinin % 75’i bizdendir. Petrol re zer­
v im iz ise yer yüzünün % 85 i kadardır.

2 — BÜYÜME VE İMAR İKTİSADI

Y üce A lla h Salih (A.S.) ın dili üzere şö yle buyurur. :


«Sizi topraktan O yarattı ve sizi orada imar yapmaya memur etti.»
( 101)

>. 101 — H û d : 61

418
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAM!

«Yeyüzündekilerin hepsini sizin için yaratan O ’dur.» (102)

«Görmediniz mi ki, Allah, göklerdekini ve yerde olanı hep menfaati­


niz için birer sebep kılmıştır. Hem aşikâre hem gizli olarak her türlü ni­
metlerini üzerinize tamamlamıştır.» (103)

Buradan kainatın insana m usahhar bulunduğunu ve onda bulunan


her şeyden istifa d e e tm e sin in insanın b ir hakkı olduğunu ve yer yüzü­
nü bayındır hale getirm enin ah irete giden yolun m erhalelerin den biri
sa y ıld ığ ın ı anlıyoruz. Y üce A lla h bir A yette: «Allah'ın sana verdiğinde
Ahiret Yurdunu iste. Dünyadan da nasibini unutma.» buyurm aktadır.

İslâm b a yınd ırlığa o kadar te şv ik e tm iş tir ki, başka az şeye bu şe ­


kilde te şv ik te bulunm uştur. Hatta R esûllü llah (S.A.V.) K ıyam et koptu­
ğu anda b ile elde bulunan fid an ın d ik ilm e s in i istem ektedir.

İmar ancak m ü teh assıs insan gücü, m ali im kanlar ve bunun ad alet­
li te m e lle r üzerinde ku ru lm asıyla olur. «Eğitim siy a se ti» bölüm ünde ha­
yatın her alanında m ü te h a ssısla rın y e tiş tirilm e s i konusunda A lla h 'ın Üm ­
mete yüklediğ i so rurp lulu kları göreceğiz. İslâm ik tisa d nizam ının her
ferdi nasıl maddi im kanlara sahip k ıld ığ ın ı ve en ad aletli ve m ükem m el
b ir nizam olduğunu görm üştük.

İslâm sağlam bir ş e k ild e tatbik e d ilirs e y e r yüzü adalet, em niyet ve


hakla mamur olduğu gibi in san lar da düzenli bir hayata kavuşurlar.

3 — TEMEL İHTİYAÇLARI KARŞILAYAN BİR İKTİSAD

Hz. B ila l (R.A.) beraberinde ordu kom utanları olduğu halde Ş a m '­
dan gelirken Hz. Ö m er (R.A.) a gider :

— Ya Öm er, Ya Öm er, der.

Hz. Ö m er (R.A.) :

— Ö m er burada, diye cevab verir.

Hz. B ilâ l (R.A.) :

— Sen bunlarla A lla h arasın dasın, se n in le A lla h arasında ise kim ­


se yoktur. Ö n ündekilere, sağ ve so iu n d a k ile re bak. Bunlar -ordu komu­
tanlarını kastediyor- sana g e ld ile r. A n ca k kuş eti y iy e b iliy o rla r.

102 — B akara : 29
103 — Lokm an : 20

419
İSLÂM

Hz, Ö m er (R.A.) :
— Doğru sö yie d in . A lla h ’a yem in ederim ki, her m üslüm an için iki
«müd» buğday ve payına düşen zeytin yağı ve sirk e için garanti verm e­
d iğ in iz m üddetçe bu toplantıdan ayrılm am .

O n lar da :
— Peki, sana garanti veriyoruz, bize borç olsun. A lla h bize bol bol
nim et ve im kân lar v e rm iştir.

O zam ana Hz. Ö m er :


— Ne âlâ, dedi.

Ö m er b. A b d ü la ziz halife olduktan sonra hanım ı yanına girer ve


ağ la d ığ ın ı görür. Ona so ra r : «N için ağlıyorsun?» Ö m er şö y le cevap v e ­
rir: «Muham m ed üm m etinin işin i yüklendim . A ç ı, ia k ir i, hastayı, yok­
sulu, ç ıp la ğ ı, zulm e uğrayanı, yab ancıyı, e s iri ve y a şlı kim seyi düşün­
düm. B iliyo ru m ki, Rabbirri bütün bunları benden so raca ktır. O zaman
e lim d e b ir d e lilim in olm am asından korktum da onun için ağladım.»

İbn-i Hazm şö y le diyo r :


«Her beldenin ze n g in le rin in o beldenin fa k irle rin e bakm aları farz­
dır. Z ekâ t fa k irle re yetm ediğ i takd irde Sultan ze n g in le ri zorlar. F a k irle ­
rin g e re kli olan nafakaları, k ış lık ve y a zlık e lb is e le ri tem in e d ilir. Yağ­
mur, güneş ve zara rlı şe y le rd e n korunm aları için ken d ilerin e ev bulu­
nur.»
Bu nassiardan İslâm de v le tin in her insanın yem e, giyinm e, m e s­
ken ve eş edinm e gibi tem el ih tiy a çla rın ı te d a rik etm ek m e cb u riye tin ­
de olduğu an laşılm a ktad ır.

Bunun n asıl sağla n a cağ ın ı, hatta zım m înin bile hâzineden faydalan­
dığın ı gördük. İslâm to praklarında tem el ih tiya çla rı karşılanm ayan bir
insanın v a rlığ ı ca iz d e ğ ild ir. İslâm d e vle ti bunu b ilir. Raşid H a life le r
devrinde bunu gösteren b e lg e le r pek çoktur.

4 — Ü M M ETİN İHTİYAÇLARINI KARŞILAYAN BİR İKTİSAT

Bununla, cem aata b ir cem aat o larak ve üm m ete de b ir üm m et olarak


tem el ih tiy a çla rın ın k a rşıla n m a sın ı kastediyoruz. R esûlü llah (S.A.V.) :
«H epiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünüzden sorumlusunuz. Devlet b a ş­
kanı çoband ır ve güttüğünden sorumludur.» Hz. Öm er: «Fırat kenarında
b ir koyun yolunu sa sırsa «Ö m er neden onun yolunu yapm adın» şe k lin d e

420
İSLÂMDA MÜLKİYET NİZAM!

A lla h 'ın ken d isin i hesaba çekm esind en korkar» deyince acaba neyi ka s­
te d iyo rla rd ı?

Toplum neye m uhtaçsa m üslüm an d e v le tin onu tem in etm e si gerek­


lid ir. Ç e ş itli m uhabere v a sıtala rın a , hastahanelere ih tiy a ç d u yulsa e ş it bir
şe k ild e bu hizm etler toplum a g ö tü rü le ce ktir. İlâca ih tiya ç varsa, ilâ ç
im al etm ek m e cb u riye tin d e d ir. İşlerin k o lay laşm ası ve p ra tik le şm e si
için daha ço k memurun istihd am ın a ih tiya ç d u yulsa d e v le t bunu yap­
mak zorundadır.

Buna göre m ü slüm anlarin bütün ih tiy a çla rın ı d e vle t başkanı b ile ­
cek ve âmme m alını bu alanda harcayacaktır. Toplum bunların s ık ın tıs ı­
nı 'duym ayacaktır.

5 — SAVAŞÇI BİR İKTİSAT

Y üce A lla h şö y le buyurur :

»Siz de düşmanlara karşı gücünüzün yettiği kadar her türlü kuvvet


ve cihad için, bağlanıp beslenen atlar hazırlayın ki, bununla Allah düş­
manını, kendi düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmeyip de Allah'ın
bildiği diğer düşmanları korkutasınız. Allah yolunda ne harcarsanız, cnun
sevabı eksiksiz size ödenir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız.» (104)

Bu nasstan da a n la şıld ığ ı gibi m ü slüm anlar içte ve d ışta dü şm anla­


rını korkutm ak için kuvvetli olm ak m e cbu riye tinde d ir. A s k e r î siy a s e t bö­
lüm ünde m üslüm anlarin k â firle ri A lla h ’ın h a k im iy e tin e n asıl boyun e ğ d i­
re ce k le rin i anlatacağız. Bu ancak m ü slüm anlarin so ru m lu lu k la rın ı güzel
bir şe k ild e yerin e g e tirm e le ri ve um um î hayat n iza m la rıyla ik tisa tla rın ı
sa va şçı bir şe k le so k m alarıy la m üm kündür. Â yet-i kerim e yeten eğ in har­
canm asını em rediyor. Ne kadar daha çoğunu y a p a b iliy o rsa k onunla m ü­
k ellefiz. Günüm üzde savaş m e se le le ri büyük ölçü d e iktisada, ge re kli sa ­
nayinin kurulm asına, y e te rli h a zırlık la rın yap ılm a sın a , sü re k li desteğe ve
m ille tin iş le rin i b e lli ve özel bir plan qe re ğin ce dü ze n le m e sin e bağlıdır.
Şü ph esiz bu konuda uzm anların b ild iğ i pek çok şey v a rd ır ve biz bunla­
rın hepsinden sorum luyuz. Bu, ihm al e d ilm e m e si gereken bir konudur.

H ayatım ızı bu tem ele göre d ü zenlem edikçe günahkârız.

104 - - En fa l ■. 60

421
İSLÂM

6 — ADALETLİ BİR İKTİSAT: NE ZARAR VERMEK VE NE DE


ZARARA UĞRAMAK

İslâm yönetim inde ad aleti g e rçe k le ştirm e k en önem li m eseledir:


«İnsanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmedin.» İslâm î te ş riin
her alanında adalet g ö ze tilir. Z a ra rlı olm am ak ve zararla k a rş ılık v erm e ­
m ek adaletin bir e sa sı olarak kabul e d ilir. R esû lü llah (S.A.V.) bunu ifa ­
de ederken şö yle buyurur : «Ne zarar vermek ve ne de zarara uğramak
vardır.»
Onun için İsLâmın ik tisa d nizam ında da insan ancak adalet görür.

F a k ih le r buna örnek olarak sa tın a lın m a sı m ecburi b ir hal alan ş e ­


yin sa tış ve sa tın a lın ış ın ın fa sid oluşunu g ö s te rirle r. Çünkü m ecbur
kalın dığ ı iç in a sıl fiyatından daha pahalıya satın a lın m ış tır .

Bu, a lış-v e rişte olduğu gibi icarda da söz konusudur. İşverenler, iş ­


ç ile r in ç a lışm a m e cb u riye tle rin i is tis m a r eder ve hak e ttik le rin d e n da­
ha az ü cre t v e rs e le r, tam ü cre ti ödem ek için zo rlan ırlar.

Ş a ye t s a tıc ıla r b ir şe y in fiy a tın ı y ü kse ltm e k üzere an laşsa lar, bunu
yapma hakları yoktur. B irlik le ri zo rla bozdurulur. Ş a ye t ş irk e tle r fiy a tla r­
la oynar ve halka zara r v e rirle rs e bu y a p tık la rı kabul ed ilm ez ve bunu
yapm am ak konusunda m ecbur e d ilirle r. F a k ih le r fiy a tla r y ü k se lip halka
zararlı o lm a sın diye kervan ların ş e h ir d ışın d a k a rşıla n m a la rın ı y a sa k la ­
m ış la r ve s a tıc ıla r tarafından h a k sız lık yap ıld ığ ın d a d e v le t başkanının
fiy a t ta rife s i yapm asını ca iz gö rm ü şlerdir.

F akih lerin bu konuda v e rd ik le ri örn e kle r pek çoktur. D iie yen taf­
s ila tın ı fık ıh kitaplarında o ku ya b ilir. Şü ph esiz bütün bunlar ad aleti kesin
o larak yerin e getirm ek ve am m e m aslahatını sağlam ak için d ir. A lla h
(C.C.) halkın heva ve h e v e sle rin e b ir şe y bırakm am ış, her iy iy i em ret­
m iş ve her kötülükten sa k ın d ırm ıştır. E lim ize sağlam ö lç ü le r v e rm iştir.
Kim hidayeti A lla h ’ın kitab ının dışınd a ararsa, A lla h onu s a p ıttırm ıştır.

B öylece iktisad siy a se tin i ilg ile n d ire n konu burada son buldu.

422
EĞİTÎM-ÖĞRETÎM ve BASIN SİYASETİ
Ö ğretim ve yayın s iy a se ti, üm m etin şa h siy e tin in ortaya çık ışın d a
y ard ım cıd ır. A y rıc a yayın s iy a se ti, üm m etin düşm anlarına üm m etin d i­
liy le cevap v e rir. Onu savunur. D üzenine davet eder, dü şm a n la rıyla ta r­
tış ır.
Bu iki yön b irb iriy le iliş k ili olduğundan ik is in i ayni b a şlık altında
anlatm ağa ç a lıştık .
İslâm da öğretim ve yayın siy a se tle rin d e n -h e r b irin in üzerinde dur­
duğu b ir takım m e se le ve h e d efle ri vardır.

Bu konuyu işle rk e n İslâm üm m etinin öğretim siy a se tin i ilg ile n d ire n
ve g ö ze tilm e si gereken beş ayrı m e se le üzerinde duracağız :
1 — İslâm m eden iyeti ve ona m ütenasip düşen öğretim siy a se ti
2 — İslâm şa h s iy e ti ve y e te n e k le rin in ortaya ç ık a rılm a sı v e öğre­
tim siy a se ti.
3 — İslâm da ilim , m e su liy e t ve öğretim siy a se ti.
4 — Ş a h siye tin olgu nlaşm ası ve insanı her türlü ç e lişk id e n kurtar­
mak için g e re kli olan öğretim s iy a se ti.
Bölüm ün sonunda da g erçek b ir İslâm düzeninde yayın siy a se ti ve
v a sıtala rın d an bahsedeceğiz.

1 — İSLÂM MEDENİYETİ VE ÖĞRETİM SİYASETİ

B ir m ille tin m eden iyeti (105) o m ille tin kültür ve te kn iğ in in to p lam ı­


dır.

105 — B u ra d a k u lla n ıla n «m ed en iy et» a r a p ç a d a k i « h a d â re » , « te k n ik » te a ra p ç a -


d a k i (m e d e n iy e t) y e r in e k u lla n ılm ış tır. B u n la r a r a p ç a d a k ile r in ta m k a r ­
ş ılık la rı o lm a m a k la b e r a b e r e n y a k ın m a n a la r ı ifa d e e ttik le rin d e n bun­
la rı te r c ih e ttik . (M ü te rc im )

423
İ SLÂM

B ir m ille tin kültürü, o m ille tin düşünce, m aneviyat, yaşa y ış ve ahlâ­


kî y ö n le rin in to p lam ıd ır.
B ir m ille tin te k n iğ i ise , o m ille tin m addî yön le rin in toplam ıdır.
B ir m ille tin m ede n iye tin in ortaya ç ık ış ı, te kn ik yönle kültür yönü­
nün kaynaşm asının • m ahsulüdür.

ik i ç e ş it m e de n iye t v a rd ır :
a — İslâm î m eden iyet
b — C a h ilî m eden iyet

İslâm m eden iyeti, İslâm kültürü üzerine kuruludur. Y ani İslâm Ü m ­


m etinde ortaya çıkan m e de n iye t bu kültüre uygundur.
D ışın d a kalan ise c a h iliy e t m eden iyetid ir.

B ir m ille tin te kn iğ in in g e liş ip ile rle m e si her zaman kültürüne bağlı


d e ğ ild ir. A k s in e ona etki eden b irço k etken vardır. Bunlardan biri, kül­
tü r yönü olduğu gibi, olm aya da b ilir.
Bu e tk e n le r şu n la rd ır :
1 — Y e ra ltı ve yerüstü kaynaklarını m ükem m el bir ş e k ild e işlem ek.
2 — Zam andan azam î d e recede faydalanm ak.
3 — Kendi alanlarınd a k a b iliy e tli m u tah assısla rın varlığ ı.
4 — Ü m m etin bütün ih tiy a ç la rın ı k a rşıla y a b ile ce k y e te rli mutahas-
s ıs la rın bulunm ası.
5 — H uzur ve sukûnu tem in eden bir yönetim .
Hangi m ille tin te k n ik ile rle m e s i o lu rsa olsun bu yön le rin m ükem ­
m e lliğ i o ranınca ile rle r ve g e riliğ i n isb e tin ce g e rile r.

— 3 —

Herhangi b ir m ille t te k n iğ in z irv e s in e ç ık a b ilir. Am a m edeniyetin


z irv e s in e çıkm ak iç in b ir tek aday vardır; O da, İslâm üm m etidir.

Çünkü hem tekniğ in z irv e sin e ve hem de kültürün doruğuna çıkm a


im kânlarına sa de ce ken disi sa h ip tir. D iğ er m ille tle r ise, te k n iğ in z irv e s i­
ne çıkm a im kânlarına sahip o lsa bile, kültür g e riliğ in d e n dolayı üstün
ve ile ri b ir m eden iyet kuram azlar.

424
E Ğ İT İM — Ö Ğ R E T İM ve B A S IN S İY A S E T İ

Tabiatı kullarım a konusunda de rle m e k ahlâkta da ile ri olm ayı zo­


runlu kılm az. B ir h ırs ız koca bir v illâ y a p a b ilir ama bu v illâ s ı onu h ır­
s ız olm aktan çıkarm az.

A h lâ k, m aneviyat, yaşa y ış ve düşünce alanlarında geri o lan bir m il­


letin üstün b ir m edeniyete sahip o lm ası mümkün de ğ ildir. A y 'a veya
M e rih 'e g itse bile.

— 4 —

Hangi m eden iyet o lursa olsun onu m eydana getiren un surların en


ö n e m lisi kültürdür. B itki ve insan tabiattan faydalanm ak konusunda or­
ta ktırlar. İnsan, tabiatı ve diğ e r şe y le ri kendi hizm etinde ku lla n ır ve on­
lardan daha çok faydalanır. Şü ph esiz bu, insanın üstün; kendine has
ö zelIiklerin d e n d ir ve onun a y rıc a lığ ı da buradan g e lir. İnsan, üstün ö zel­
lik le rin i kaybetti mi, ik in c i yönünün de değeri kalm az. B ir m ille t İnsanî
ö z e llik le rin i kaybedince, yani kültürce geri kalın ca maddi yönden ile r ­
le se b ile m eden iyet yönünden g erid ir. A m a bir m ille t hem İnsanî ö zel­
lik le rin i tam am lam ış, hem de sağlam ve ile ri bir kültüre sahip olm uşsa,
ih tiya çla rı nisb e tin d e tabiatı hizm etinde kullandığı m üddetçe ona me­
denî b ir m ille t de n eb ilir.
Onun için beşer ta rih in in m edeniyete en m ükem m el ş e k ild e sahip
olduğu devir, şü p h esiz sahabeler de vridir. B eşerin e şin e rastlam ad ığı ü s­
tün İnsanî se viye, o ne sle nasib olm uştur. Onun için diyoruz ki: M e d e ­
niyetin z irv e sin e çıkm a yolu, sadece İslâm üm m etine açıktır.

— 5 —

Sadece İslâm üm m etidir m edeniyetin zirv e sin e aday olan. Çünkü


m edeniyet için g e re kli olan şe y le rin tam am ı İslâm üm m etinden isten­
m iştir. B ir de g e rçe k çi ve te rte m iz oluşu bir yana insana en büyük dü­
şünce, ahlâk ve y a şa y ışı ve rm e si açısın dan b iric ik olgun kültür, İslâm
kültürüdür. H ele insanın bütün ih tiy a çla rın ı m ükem m el b ir şe k ild e kap­
sadığ ı da göz önünde bulundurulursa, bütün bunlar şü p h esiz İlâhî kay­
naklı oluşu, te m e lle rin in sa b it ve da lla rın ın g e lişm e ye m ü sait o lm a sın ­
dandır.

— 6 —

Kültürün tekniğe e tk isin in ve m edeniyetin de k e s in lik le kültürden


e tk ile n d iğ in i b e lirtm ek için bir kaç m isâl verm ek istiyo ru z :

425
İSLÂM

a — Batının pantolununu e le alacak olursak onu çıkaran m ille tle ­


rin kültürünün b ir ese ri olduğunu görürüz. O nların g ü ze llik a n la y ış la rı­
na uygun olduğu gibi oturuş k a lk ış hareket ve işle rin e de uygundur.
A m a İslâm kültürü açısından ona baktığım ızda :

M üslüm anın namaz k ılışın a ve taharet a lışın a m ütenasib olm adığı


gibi setr-i avret m ese le sin e, şe k il ve görünüşüne m üslüm anın cam ide mu-
tad oturuşuna ve yem ek yem e adabına da uygun düşmez.

M e se lâ şa lv a r veya entari bunun ak sid ir. Tabii bu sö y le d ik le rim iz is ­


tirahat zam anlarını ilg ile n d irir. İş ve savaş e lb is e s i elbette ki ayrıdır. K i­
şin in işi, e lb ise sin in n asıl olm a sın ı g e re ktiriyo rsa normal o larak onu g i­
yecektir.

b — Batı tipi m im arî, namus ve kadınları yabancı gözünden sa kla­


mayı önem sem eyen günümüzdeki batı kültürünün ürünüdür. B a tılı evinin
içindeyken d ışa rd a k ile rin gözlerinden uzak kalm ayı düşünm ez. A m a İslâ­
m î m im aride bunu apaçık görürüz. D ışardan iç e ris i görünmez. Çünkü
m üslüm an için namusu başkalarının gözleri önüne se rg ile n e ce k kadar de­
ğ e rsiz d e ğ ild ir. M üslüm an, evinde dışında davrandığından daha se rb e st
davranır. Tabii bu, içinde y a tılıp oturulan ev için söz konusudur. Böylece
bir üm m etin kültürünün te kniğ inin m a h su lle rin e e tk isi a n la şıld ı sanırız.

c — Kumar ve oyun p a rtile ri, dans ve m üzik to p lan tıları, balolar, eğ­
lence ye rle ri, m eyhaneler, pavyonlar ve plajlar küfür m ille tle ri tarafından
g e liş tirilm iş tir. Çünkü onlarca en büyük hedef eğlence ve oyundur.

Dünya hayatını, eğlence ve oyunlarını önem sem eyen ve hedef ola­


rak ahireti seçen İslâm M ille ti için durum başkadır. D iğer m ille tle rin he­
def olarak se ç tik le ri şe y le re m üslüm an a ld ırış etmez. Bu gibi m üesse-
se le rin İslâm m edeniyetinde y e rle ri yoktur.

d — Y e r yüzünde atomu ilk olarak yapanlar onu şe h irle rin bomba­


lanm asında kullandılar. Ç o cu kla r, kadınlar ve y a ş lıla r öldürüldü. Çünkü ba­
tılı m ille tle rin elinde gaye ve s iy a s î v e s ile le r için sa ğ lık lı ö lçü le r yok­
tur.
İslâm m edeniyetinin ise durumu başkadır. İslâm, savaşa katılm ayan
çocuk, kadın ve y a şlıla rın ö ldü rülm esin e cevaz verm ez. M ukabele-i b ilm i­
şi I dışında ş e h irle rin bom bardım an e d ilm e sin i kabul etmez. Şayet atomu
biz yapacak olsak sa va şçı ordulara karşı ku lla n ıla cak şe k ild e yaparız. A n ­
cak herhangi bir düşm anın hareketine k a rşılık verm ek için ihtiyaten diğ e r­
le ri de im al edilir.

426
EĞİTİM — ÖĞRETİM ve BASIN SİYASETİ

e — B a tılı bir okulda oyun alanları, eğlence ve şa rkı ve oyun a le tle ri


s ırf eğlence hedef alınarak okulun tem el ih tiyaçlarınd an kabul e d ilir, İslâ­
mî bir okulda ise tem el olarak m e sc it bulunur. A tış alanları bulunur. Sağ­
lık lı b ir vücuda sahip olm ak için g e re kli a le t ve im kanlar hazırlan ır.

Bu m is a lle r bir m ille tin tekn iğ in in o m ille tin kültürüne b a ğ lılık dere­
ce sin i g ö ste rir. M ed e n iye te a it bazı m a h sû lle r genel b ir ş e k ild e in san lar
arasında ortak o la b ilir. A n ca k dünyada ku llanılan ve onları y e rli y e rle rin e
y e rle ştirm e y o lla rı cüzi veya k ü llî fa rk lılık la r gösterir.

Teknik, bazı ş e y le rin biraraya g e lm esin in e se rid ir d e m iştik :


a — Hammadde kaynaklarım ça lıştırm ak,
b — Zam anı değ erlen dirm ek,
c — Uzman k im se le rin bulunm ası ve bu uzm anların her alan için y e ­
tecek m iktarda o lm aları,
d — B ir de, huzur ve sükunu tem in eden bir idarenin bulunm ası,
Tekniğin ile rle m e sin e bu h u su sların e tk ile rin i gösteren b ir kaç m i­
sal v e re lim :
Bu gün yer yüzünde te k n ik açıdan geri bulunan bö lg e lerd e ç e ş itli
d in le r ve ç e ş itli idare ş e k ille ri bulunm aktadır. Bu b ö lg e le rin durum larını
iy ice in ce le d iğ im izd e kaynaklarının istenen ş e k ild e işle tilm e d iğ in i görü­
rüz. Ne y er üstü ve ne de yer altı kaynakları...
A y rıc a zam anın çoğu boşuna harcandığı gibi ça lışa n la r yeterin ce mu-
ta h a ssıs d e ğ ild ir. İhtisas alanlarınd a e k s ik lik le r vardır. O turm uş id a re le ri
de yoktur.
Am a m eselâ Batı A lm a n ya'yı göz önünde bulunduralım . İkinci dünya
savaşında her şe yin i kaybetm işti. Ü lke, baştanbaşa harab olm uştu. Bu­
nunla beraber yirm i beş sene iç e rsin d e toparlandı. Çünkü, zam anı değ er­
lend irdi. H er A lm an ferdi on saat ken disi için; iki sa a t ta A lm a n y a ’yı kur­
tarm ak için ç a lış tı. H erkes kendi ih tisa s alanında m aharetle ça lışıy o rd u .
Y e r üstü ve yer altı kaynakları m ükem m el bir ş e k ild e ç a lış tırıld ı. Her
alan için y e te rin ce m u tah assıs y e tiş tirild i. A y rıc a A lm a n ya'n ın oturm uş
bir id are si de vardı.
İşlerin düzenli yap ılm a sı, halkın vatanlarına b a ğ lılığ ı ve se rv e t gibi
etken ler de vardı. A n ca k bunlar sadece y a rd ım cıd ır, tem el d e ğ ild ir. Ja-
ponlar gibi fa k ir bir m ille t kırk y ıl iç e risin d e büyük b ir d e v le t haline g e l­
di. Çünkü sayd ığ ım ız tem el h u su slar Japonya'da uygulanm ıştı.

427
İSLÂM

— 8 —

Burada önem li bir noktaya işa re t etm ek isteriz: id e o lo jile rin hakim
bulunduğu asrım ızd a te k n ik yönden ile ri olan de v le tle r, ile ri o lu şla rın ın
d ü ze n le rin in bir gereği olduğunu savunarak kendi dü zenlerine davet ça­
bası iç e ris in e g ird ile r.
K o m ü n istle r geri ülke le re, kom ünizm in ile riliğ e sebep olduğu fik rin i
aşıla rk e n , k a p ita listle r, kom ünizm in değil kap italizm in ile riliğ e sebep
olduğunu savu nu yorlar. D iğ er taraftan h ıristiy a n m isyo n e rle r ile riliğ in ,
H ıristiy a n lığ ın b ir gereği olduğunu sö ylüyo rlar. H albuki gerçek, tam a­
men bu id d ia la rın ak sid ir.
Teknik yönden ile ri olan b ö lg elerd e ç e ş itli düzenler hakim dir: Rus­
ya v s Ç in 'd e kom ünizm , Bazı Batı ü lk e le riy le A m e rik a ’da kapitalizm , Ba­
tının d iğ e r baz: ü lke le rin d e so sy a lizm ve m eselâ Jap o n y a’da m uhafaza­
kâr düzen hakim dir.
A y rıc a h ıris tiy a n lık A v ru p a ’da g e riliğ in seb eb iydi. Avrupa hıristiyan-
lığa bağlı kald ığı m üddetçe geriydi. H ıris tiy a n lığ ı bir tarafa attıktan son­
ra ancak ile rle y e b ild i.
G e ri bö lg e lerd e de ç e ş itli düzenler hakim dir. Bazı yerle rd e ağ ır yürü
yen kapitalizm , bazı y e rle rd e daha da g e rile m e le rin e sebep olan so sy a ­
lizm işb aşın d ad ır. Bu b ö lg elerd e yaşayan halkın bazısı H ıristiyan, ba­
z ıs ı bu d ist ve ba zısı da m üslüm andır. (106)
İle rilik ve g e riliğ i düzene bağlam ak büyük bir aldatm acadır.

Şü ph esiz, bazen düzen veya sapık bir din ile rle m e k için e n g e lle ­
m elere sebep o la b ilir. M e se lâ , in san ları in e k le rin hizm etinde kılan H in ­
duizm ve halka güven aşılam ayan, kap ita lle rin k a çırılm a sın a sebep
olan düzenler için bu sö y le n e b ilir.
A n ca k bununla beraber zik re ttiğ im iz tem el şa rtla r yerin e g e tiri­
lince teknik ile rle m e n in g e rçe k le şm e m e si için bir sebep yoktur.

108 — B u ra d a ö n e m li b i r n o k ta y a iş a r e t e tm e k g e r e k ir : G ü n ü m ü z d e İs lâ m ’ın
ta m o la r a k h â k im o ld u ğ u b ir ü lk e y o k tu r. İs lâ m 'ı y a rım y a m a la k u y g u ­
la y a n b ir-ik i d e v le t d ış ın d a İslâ m a le m in d e b u lu n a n d iğ e r d e v le tle r d ü ­
z e n o la r a k İs lâ m ’a d ü ş m a n d ır. Y a rım a s rı a ş a n z a m a n d a n b e ri İslâ m a le ­
m in e h â k im o la n ve b a ş a g e ç tik le ri a n d a n b u y a n a İs lâ m ’a n e fe s a ld ır ­
m a k is te m iy e n b u d ü z e n m e n s u p la rı k e n d i b e c e rik s iz lik le rin i ö rtb a s e t ­
m e k iç in g e riliğ im iz i d u r m a d a n İs lâ m ’a y ü k le m e ğ e ç a lış ırla r . G eriliğ i
m izi, k e n d is in e y a ş a m a h a k k ı ta n ın m a y a n İs lâ m ’a y ü k le m e k b ü y ü k b ir
v ic d a n s ız lık tır. (M ü te rc im )

428
E Ğ İT İM — Ö Ğ R E T İM ve BASIN S İY Â S E T İ

Nazî düzeni, katı diktatörlüğüne rağmen bu düzende te k n ik yönde


ile rle m e olm uştur. Kom ünizm düzenine halkın güven ve b a ğ lılığ ı o lm a­
m asına rağmen yine de te kn ik alanda m e sa fe le r k a te d ilm îştir. H er ne
kadar bu iki düzende ile rle m e insanın şa h siy e t ve h a y siy etin e mal o l­
m uşsa bile....
Bu m ünasebotle de riz ki: N orm al durum larda geri kalan m ille tle rd e
e ksik bir nokta vardır. Bugün m üslüm anlar g e rid ir ve onlarda da e k sik
bir nokta vardır. Bütün dünya ise bu noktayı istism a r etm ekte, m e se le yi
büyütm ekte, e ksiğ in daha da d e rin le ş m e sin e ça lışm a kta ve netice
olarak m üslüm anları kendi dü zenlerine çağırm aktad ır. A n ca k bunların
hepsinde ortak bir nokta vardır: İslâm la savaşm ak. H ep si de: «Ey
m üslüm anlar g e riliğ in sebebi İslâm iyettir. Terkedln onu... K o m ünist olun..
K a p ita list olun... H ıristiy a n olun...»
Ve bom boş olan genç ken d isin i bu k e şm e ke şiiğ e kaptırıyor. Ş a h si­
yetinden de oluyor, ama hak yolu da bulam ıyor.
A n la ta ca ğ ım ız g e rç e k le r bir tarafa ta rih î g e rçe k le ri şa ye t a ra ştıra ­
cak o lsa la r Avrupa tekn iğ in in te m e lle rin in bizden a lın d ığ ın ı anlayacak­
lardı. Evet, evet biz olm asaydık b irço k yönden A vru pa karan lıklard a ka­
lırd ı.
Haydar Bam m at (107) ve b e n zerle rin in kitap la rı bu konuyu aydın­
latmağa y e te riid ir. D ile yen onlara ba şvu ra b ilir.

— 9 —

İslâm kültürünün kaynağı K u ra n , Sünnet ve onlara dayanan doğru


yoru m lardır. B irin ci derecede K u ra n , ik in c i d e recede Sünnet ve üçüncü
derecede doğru yorum lar. Doğru yoru m ları zikred iyoru z, çünkü K u r’an
ve sünnet her şeyi a y rın tıla rıy la an latm am ışla rd ır. İslâm üm m etinin
â lim le ri k a rşıla ştık la rı her m e se le y i K u r’an ve Sünnet'ten çık a rd ık la rı
hüküm lerle çözüm e ba ğlam ışlard ır.

B ir kısm ı akaid m e s e le le riy le ilg ili hüküm leri çık a rm ış, bir kısm ı
m uam elâtla ilg ili ç ık a rm ış, d iğ e r b ir kısm ı da ahlâk ve âdâb m e s e le le ­
riy le ilg ili hüküm ler üzerinde durm uştur. H er alanda b in le rce kitap y a z­
m ışlard ır.
Şü ph esiz İslâmî isteyen, bunlara a ld ırm a zlık edem ez, çünkü bu â lim ­
lerin, geniş anlam a k a b iliy e tle ri ve ta kv a la rıy la beraber ihatalı b ilg ile ri,

107 — B u z a tın k it a p la r ın d a n b ir k ıs m ı T tirk ç e y e tercü m e e d ilm iş tir. (M ü te r­


cim )

429
İSLÂM

yo ru m ların ın değ erin i y ü k se ltm iş ve isabet e ttik le ri kanaatına kuvvet


kazandırm ış, böylece insanda onlara karşı bir güven h a sıl olm uştur.
İnsanın İslâm î bir kültüre sahip o lm ası, ancak K u r’an ve Sünneti,
bir de bunlardan ç ık a rıla n akaid, fık ıh ve ah lâkî p re n sip le ri b ilm e siy le
mümkündür.
Fıkıh veya Kur'an ve Sünnet konularında ta rtışm a lara g iriş e n le r ha­
ta lıd ır. K u r’an ve S ü nnet’in a ra ştırılm a s ı şa rttır. Çünkü pro b lem lere
cevap verm e durumunda olanlar, bunlardır. İnsanın ih tiya ç duyduğu
nazarî ve pratik b ilg ile r onlarda m evcuttur. K ald ı ki akaid, fık ıh ve ah­
lâk kitaplarında a n la tıla n la r Kur'an ve S ü n n e t’te sözü geçen şe y le rin bir
cü z’üdür. A y rıc a hidayet ve m arife tin tem el kaynağının Kur'an ve Sün­
net olduğunda şüphe yoktur. Başka kitaplarda bulunm ayan ş e y le r on­
larda bulunur. Bunda şüphe yoktur. O n ları b ir tarafa bıra kıp sa de ce baş­
kala rıyla uğraşm ak te h lik e li bir sapm adır. Sahabe ve Tabiîn 'in ta kip et­
tik le ri yoldan uzaklaşm aktır. İnsan kültüründe önem li b ir e k s ik liğ in doğ­
m asına seb ep tir. Y e te rs iz d ü şü n ce le ri ve sa p ık d a v e tle ri kabul etm eğe
maruz kalm aktır. A n c a k tıp kı bunun gibi, diğ e r üç ilm in -akaid, fık ıh ve
ahlâk- a ra ştırılm a s ı da g e re k lid ir. Çünkü bazı m e se le le rin a n la ş ılm a s ı­
nı k o la y la ştırm ış ve ana m e se le le ri bizim için hazır durum a g e tirm iş­
lerdir. K itap ve Sü nnet'i yorum larken birka ç ihtim alden doğru olanı bize
g ö ste rirle r. Bu kitap lar her alanda konuların özünü çık a rm ışla rd ır. D i­
rekt olarak K u r’an ve S ü n n e t’ten an lıyam ıya cağ ım ız birçok m ese le n in
cevabım bu kitaplarda görm em iz mümkündür. H er a sır ve m ekânda K u r’
an ve Sünnet'in p ratiğ ini bize gö steren bu kitap lard ır.
İnsanın Kur'an ve Sünnet'te, kısa bir zam anda farkına varam ıyaca-
ğı birçok m e se le bu kitaplarda a n la tılm ış ve hazır duruma g e tirilm iştir.
H ele bu ilim le rin m u htasarları, bize lâzım olan önem li noktaları kısa bir
an iç e risin d e öğrenm em ize yardım cı o lm aları bakım ından çok ö n e m li­
dir.
Onun için bu konularda y a zılm ış olan kitap ların okunm ası da elbette
gerekli ve kaçın ılm azdır.
B un larla K u r’an ve Sünnet arasında ç e liş k i yoktur. Bunları okuyan
k a rşıla şa ca ğ ım ız m e se le le r hakkında bizden ö nceki a lim le rin K u r’an ve
Sünnetten ç ık a rd ık la rı yoru m ları okuyor dem ektir.
Usûl-u F ıkıh ilm i, Kur'an ve Sünnetten hüküm çıkarm ak için takip et­
m em iz gereken yahut bizden önce gelen a lim le rin ta kip e ttik le ri yolu
gö sterir.

108 — B a k a r a : 29

430
EĞİTİM — ÖĞRETİM ve BASIN SİYASETİ

A rapça ilim le ri, onlarla Kur'an ve Sünneti an lad ığ ım ız ilim le rd ir.

A n ca k bu ilim le r bizzat değil, daha önce zik re ttiğ im iz ilim le r için


vasıtad ır. V a sıta la r gâye olur da gâyeler unutulursa, benzeri olm ayan bü­
yük b ir m üsibettir.
İslâm m eden iyetin in bu kaynaklardan: Kitap, Sünnet ve İctihaddan
fış k ırm a sı şarttır.

— 10 —

Tekniği ve m addî ile rle m e yi meydana getiren ş e y le r hakkında İslâ-


mın takın dığı tavrı so racak o lursak, bunun cevabı şö y le olacaktır. İs­
lâm, tekniği meydana getiren şe y le re , benzerine rastlanm ayan m ükem ­
mel b ir hak verm iştir.
Bu meselenin Açıklanması :
Hammadde kaynaklarını araştırm ak ve onlardan istifa d e etm ek ko­
nusunda Y ü ce A lla h şö y le buyurur :
«Yeryüzündeki şeylerin hepsini sizin için yaratan O ’dur.» (108)
«Görmediniz mi ki, Allah, göklerdekini ve yerde olanı hep menfaati­
niz için birer sebep kılmıştır. Hem aşikâre hem gizli olarak her türlü ni­
metlerini üzerinize tamamlamıştır.» (109)
Yüce A lla h kâinatta bulunan her şeyin insanın em rinde olduğunu ve
insanın- ondan istifa d e e d e b ile c e ğ in i beyan etm ektedir.

Peygam ber (S.A.V.) şöyle buyurur :


«Kıyamet kopsa ve birinizin elinde bir fidan bulunsa, hemen onu
eksin.» (110)
«Herhangi bir müslüman bir fidan diker veya ekin eker de ondan
kuş, insan veya hayvan yerse, yediği onun için sadakadır.»

Bu iki nasstan İslâm ın iyi b ir niyye tle yeryüzünü bayındır hale ge­
tirm e m iz için bizi ne derece te şv ik e ttiğ in i anlıyoruz.

Yeryüzünün g izli ve açık kaynaklarından istifa d e etm ek, insanın


hakkıdır. B ir m üslüm an bunu iyi bir niyye tle yap ıyorsa ü ste lik sevab ka­
zanır. Teknik ve m addî ile rle m e için ge re kli olan tem el h u su sla r k a rşı­
sında İslâm ın tutumu işte budur. Zaman m e se le sin i düşündüğüm üzde

109 — Lokman : 20
110 — el-B ezzar. (R a v iie r s ik a d ır.)

431
İSLÂM

hemen karşım ıza R esûlü llah (S.A.V.) in K ıyam et gününde insana «haya­
tın ı nerede harcadığının» so ru la cağ ın ı b ild ird iğ i ha d isi çık ıy o r. Ve ka-
naatım ızca İslâm ın zam ana v e rd iğ i önem i b e lirtm e bakım ından bu hadis
y e te rlid ir.

Bu konuda Hz. Ö m er (R.A.) şö yle der :


« K işin in ne dünya ve ne de âh iret iş le riy le uğraşm am asından -yani
vaktini boşa harcam asından- hoşlanm am .

Hz. A li (R.A.) şö yle der :


«D evam lı yaşa y aca km ışsın gibi dünya için, yarın ö le c e k m iş sin gibi
â h ire t için çalış.»
Zaman, m üslüm an açısın dan hayattır. M üslüm anın sarhoşlu k, eğ­
lence ve onunla kaybedecek zam anı yoktur. O zam anını ça lışm a k, iba­
det etm ek veya iyi niye tle yapılan ş e y le rle harcar. V e iy i n iye tle y a p ı­
lan mubah ş e y le r de onun için İbadetten s a y ılır.
İslâm açısın dan m u tah assıs k im se le rin y e tiş tirilm e s i ve ih tisa s
adam ları için imkân hazırlam aya g elince, fa kîh le r, İslâm üm m etinin ih ti­
yaç duyduğu her b ilim dalın ın farz-ı kifaye olduğunu ve farz-ı kifayenin
yerin e g e tirilm e d iğ i m üddetçe farz-ı ayn m esabesin de bulunduğunu sö y ­
le rle r. Onun için bu ilim le re gereken değer v e rilm e d ik çe üm m etin tam a­
mı sorum ludur.
Hatta şö yle d e m işle rd ir: «M üslüm anlar bir iğnenin yap ılm asına ih ti­
yaç duysa ve m üslüm anlar iç e risin d e onu güzel b ir şe k ild e yapacak
kim se bulunm azsa, m üslüm anların tam am ı günahkârdır.»
İlim lerden ve ih tisa s alanlarından her biri farzlardan bir farzdır. Ve
bunun ö te sin e gitm ek, yani ih tisa s alanlarınd a daha da d e rin leşm e k
m endûbdur.
M ü slü m a n la r arasında kaib am e liya tıy la ilg ili m ü tah assısla rın bu­
lunm ası farz-ı kifayedir. A n ca k bu m ü tah assısla rın daha da d e rin le şm e ­
le ri ise, m endûbdur. H er ilim için durum budur. O halde d in im iz olan
İslâm, kültürüm üzün zirved e olduğu gibi te k n iğ im izin de zirv e d e olm a­
sın ı bizden istiyo r. M ed e n iy e tin z irv e sin e ulaşm ak da b ö ylece g e rçe k­
le şm iş olur.
«Tebyinu’l-Haram» is im li kitabın yazarı şö yle der :
«Farz-ı kifaye olan ilim le re g elince, bunlar, dünya işle rin in yürütül­
m esi için g e re kli olan her ilim d ir. Tıp, m atem atik, nahiv, fık ıh , kelâm ,
kıraat, hadis se n e d le ri, vasiyye t, m iras, hat, m eânî, bedî, beyân, usûl,

432
EĞİTİM — ÖĞRETİM ve BASIN SİYASETİ

nasih-m ensuh, âmm-hâs gibi te fs ir için â le t m esa b e sin d e olan ilim le r.


Y in e tarih, hadis ric a li, sah a be le rin isim ve s ıfa tla rıy le riv a y e t ilim le ri.
Ç e ş itli sanatlara ait ilim le r. Tarım , dokuma, s iy a s e t ve ce rra h î ilim le r,
v.s.»
Bu sö z le ri düşünen İslâm kültürünün ve tekn iğ in her alanında mü-
t a ^ s ıs l a r ın bu lun m asının farz olduğunu anlar.
«Şarhu’t-Tahrir» is im li kitabın yazarı da farz-ı kifayeden b a h se d e r­
ken şö yle der: «Farz-ı kifaye, cenaze nam azı gibi d in î ş e y le rle ih tiya ç
duyulan sanat d a lla rı gibi dünyevî şe y le ri için e alır.»
Fakîh lerin sö y le d ik le rin i a srım ızın g e re kle rin e uygulayacak o lursak
şö y le de riz :
Petrolü çıkarm ak için yer katm anları, çıkarm a şe k li, ça lışm a v e da­
m ıtm a kon ularıyla onu ç ık a rırk e n k u lla n ıla ca k â le tle r konusunda müta-
h a ssısla ra ih tiya ç vardır. Sa de ce petrol için se k se n civarın da ayrı sa­
nayi alanı vardır. Bu alanlardan her b iri için y e te rli m ü ta h a ssısla rın y e ­
tiş tir ilm e s i farzdır.
Tarım iç in toprak, sulam a, tarım â le tle ri, gübrelem e vs. gibi konu­
larda m ü ta h a ssısla rın y e tiş tirilm e s i farzdır.
İnsan h a sta lık la rıy la hayvan h a sta lık la rı için her dalda m ü tah assıs
dokto rların y e tiş tirilm e s i farzdır.
M e v cu t her türlü ilâ ç la rın yapım ı için m ü tah assısla rın y e tiş tirilm e s i
farzdır.
S ila h sanayii, h a v a cılık ve d e n iz c ilik için de durum aynıdır.
İhtisasın her alanında m ü te h a ssısla rım ız o lm a lıd ır.
İslâm, her dalda m ü ta h a ssısla rım ızın olm a sın ı iste d iğ i gibi m ütehas­
s ıs la rım ız ın kendi alanlarınd a üstün o lm a ların ı da ister.
«A llah kuldan, bir şe y i yaptığında güzel ve sağlam yap ınasım ister.»
Teknik ve m addi ile rle m e n in üçüncü ve dördüncü şa rtla rı için İslâ-
mın takın d ığ ı ta vır işte budur.
İstikra rlı b ir idare m e se le sin e g e lin ce : İçte b irliğ in sağlam k al­
m ası için Y ü ce A lla h m ürteddin -İslâm dininden dönenin- ö ld ü rü lm e si­
ni em re ttiğ i gibi m eşru ha life ye isyan edenin de ö ld ü rü lm e sin i iste ­
m iştir. «Siz birlik olduğunuz halde biri gelir de birliğinizi dağıtmak is­
terse, kim olursa olsun onu kılıçtan geçirin.»
Dinden olm ayan bir şe y i dine m aletm ek ve b irliğ i bozmak gibi du­
rum larda d e v le t başkanı duruma göre ta ’zîr veya ölüm ce zası v e re b i­
lir.

433
İ SLÂM

D inim iz, herhangi iyi bir hususta herhangi bir kim senin bizden ü s­
tün veya ile ri o lm asına rıza gö sterm iyo r. Bu konudaki n a ssla r pek ço k­
tur : Uhud gazvesinde savaştan sonra bazı m ü şrik le r dağa tırm anarak
m üslüm aniardan daha yükseğe ç ık tıla r. R esû lü llah (S.A.V.) aşağıya in ­
d irilm e le rin i e m rederek : «Bizden daha yüksekte olmaları onlara düş­
mez.» buyurdu. Bu b ile hoş karşılanm azken diğer hu suslard a b a şk a la rı­
nın bizden daha yü kse k ve ile ri olm a ların a İslâm n asıl m üsam aha eder.

G üçsüzlüğüm üzün ve geri k a lış ım ız ın sebebi, İslâmdan uzak oluşu-


muzdur.
Tarih bir vakıa olarak A v ru p a ’nın en kötü ça ğın ın O rtaçağ olduğu­
na şa h ittir. Çünkü onlar bu çağda sa pık d in le rin e bağ lıyd ıla r. H albuki
o zam an bizim m e d e n iye tim iz çok parlaktı. Çünkü o zam an yüce d i­
nim ize bağlıydık.
M u stafa S ib a i’nin «M in-VerâiT-M edeniyyeh» is im li kitabında bu ko­
nuda y e te rli b ilg i vardır.
İslâm kültüründe tem el olarak kabul edilen ş e y le r arasında şu nları
s ıra la y a b iliriz :

a — Peygam ber (S.A.V.) in ve Sahabe ile T a b iîn ’in hayatlarının okun­


m ası. Çünkü İslâm î y a şa y ışın pratik ve canlı ta b lo la rı o nlardır.
b — İslâm ta rih in in a ç ık lık , şe re f ve h a ysiyetle okunm ası ve İslâm
açısın dan dünya ta rih in in d e ğ e rle n d irilm e si.
c — İslâm âlem in in c o ğ ra fî ve b e şe rî y ö n le rin in ö ğ re n ilm e si. Y e ry ü ­
zünde yaşayan m ü slüm anların d u rum larının b ilin m e s i, dünya m ille tle r iy ­
le olan iliş k ile rim iz in takip e d ilm e si ve her şe y in y e rli y e rin ce otur­
tulm ası.
Şü ph esiz İslâm kültür ve te kn iğ in in her alanında m üslüm anların ih­
tiy a ç la rın ı k a rşılayaca k daha çok m ü ta h a ssısla ra ih tiya ç vardır.
Bu m e se le le rin hepsini iy ice an lad ıysak İslâm d e v le tin in öğretim
sis te m in i şu şe k ild e ö z e tliy e b iliriz :
K ültür ve tekn iğ in her alanında yani İslâm m ede n iye tin in bütün
yön le rin d e e h liy e tli ve y e te rli m ü ta h a ssısla rın y e tiş tirilm e s i.

M e s e le üç safhada çözüm e bağlanır. Şöyle ki :


1 — İstatistik safhası,
2 — Plânlam a safhası,
3 — Elde edilen n e tic e le ri uygulam a safhası.

434
EĞİTİM — ÖĞRETİM ve BASIN SİYASETİ

Hareket, üm m etim izin ih tiya ç duyduğu her türlü ih tisa s sahalarında


s ta tis tik le rle başlar. U çak ve uçak sa n a yii ih tisa s alan ları. A tom ve atom
sanayii ih tisa s alan ları. T ıp ve tıb bın d a lla rı. Radar ve radarla ilg ili sa-
balar. T e lli ve te ls iz haberleşm e v a sıta la rı. H ad is ve h a d isle ilg ili konu-
s '. T e sfir ve te fs irle ilg ili ilim le r. Kur'an ve kıraa tle ilg ili m e se le le r ve
s âm kültürüyle İslâm tekn iğ in in ih tiya ç duyduğu d iğ e r alanlarda ista ­
tis tik ve te s b itle r yap ılaca k tır. Tâ ki bunlar üzerinde zirved e b ir m sde-
* yet kurulsun.
Bu, ilk adım dır.
Sonra ik in c i adım g e lir ki, bu da plânlam a sa fh a sıd ır. Bu safhada
c--ıu üm m etin ih tiya çla rın a uyacak ş e k ild e düzenlenir. Tâ ki, b ir ta ra f­
ta h iç b ir fa a liy e t yokken öbür tarafta g e re ksiz fa a liy e tle r y ap ılm a sın
.aya ih tiyaç o lm adığı halde iş s iz m ü teh assıs y e tiş tirilm e s in .
Düzenlem e ve plânlam a safhası bittikte n sonra y e tk ili k im se le rin
tu n la rı uygulam a safhasın a koym aları kalıyo r. G e re k li m addiyat tem in
edildikten sonra bu safhaya g e ç ilir.
K a fir Batı d e v le tle rin in boyunduruğundan kurtulan m üslüm an halk­
san fâ sık hüküm etleri bu ana kadar onlara y e te ce k m ü ta h a ssısla rı ye-
: ştirem e m iş ve ih tisa s için ge re kli im kânları h a zırlam am ışlard ır. Bazıla-
'in m b a ğ ım sızlığ a kavuşm aları y ılla rc a önce olm a sın a rağm en hâlâ iş ­
çinin s e v iy e s in i y ü k se lte m e m işle rd ir. Ş a ye t yukarıda te s b it e ttiğ im iz
şekilde hareket e tm iş o lsa y d ıla r bugün durum başka olurdu.

2 — MÜSLÜMANIN ŞAHSİYET VE YETENEĞİNİN HAREKETE


GETİRİLMESİ VE ÖĞRETİM SİSTEMİ

İnsanda birtakım ye te n e k le r v a rd ır ve şa h siy e tin in ç e ş itli yön le ri


bulunm aktadır. Vücutça birtakım y eten ek le re sa h ip tir. A k lî y eten ek le ri
vardır. N e fs î ve ruhî y eten ek le re sah ip tir. H ayır ve şe rre m eyyaldir.
İnsan, bu kâinatı ken d isin e te ş h ir e d e b ile c e k ve ondan istifa d e e d e b ile ­
cek güçtedir.
Bu ye te n e k le r insan şa h siye tin d e ya y e rli yerin de veya bozuk bir
erçevede k u lla n ılır. Y ah ut b ir kısm ı k u lla n ıla rak d iğ e rle ri bâtıl durum-
l> 11

a b ıra k ılır.
S a ğ lık lı b ir öğretim sis te m i insanda bulunan bütün y e te n e k le ri ha­
rekete getiren ve onları y e rli yerin d e kullanan siste m d ir.
Ve bunu, İslâmdan başka h iç b ir nizam g e rçe k le ştire m e z.

435
İ SLÂM

— 2 —

İslâm da, «...Bedenin senin üzerinde hakkı vardır..» «Kuvvetli mü’-


min zayıf mü'minden daha hayırlı ve Allah’a daha sevimlidir. Bu, her ha­
yırda böyledir.» Onun iç in babalara ço cu k la rın ı küçüklükten dinam ik ve
dinç bir ş e k ild e y e tiş tirm e le ri eım redilm ektedir.: «Çocuklarınıza yüzmeyi,
ata binmeyi ve ok atmayı öğretin. Ayrıca sıçrayarak ata binmelerini em­
redin.»
G ö re c e ğ im iz gibi insanın sa va şm a sın ı öğrenm esi farz-ı ayndır. S a­
vaşm anın ilk şartı ise, şü ph esiz vücutça m ükem m el ve savaşm ağa y e te ­
nekli olm aktır.
Eğitim ve öğretim de kuvvetli bir vücuda sahip olm ak için te d ric î bir
metodun takip e d ilm e si kaçın ılm a zd ır. Bu ise, vücudun ih tiya ç duyduğu
her türlü jim n a stiğ in y a p ılm a sın ı g e re ktirir. A n ca k böylece insan sa ­
v a şç ı bir vücuda sahip o la b ilir. M üslüm an koşacaktır. A tla ya ca k tır. Y ü­
ze ce ktir. G ü reşecektir...
H er devrede talebe bunlardan b irin i veya b irka çın ı öğrenir. Okulu
b itirin c e de beden e ğ itim in i m ükem m el bir ş e k ild e tam am lam ış olacak
tir. A n c a k ne yazık ki bugün gördüğüm üz Beden Eğitim i d e rsle rin d e eğ­
lenm ek ve v a k it öldürm ekten başka b irşe y yapılm am aktadır. Tabiiki İs­
lâm nizam ında ve öğretim siste m in d e bunun yeri yoktur.

—• 3 —

A kla, gücünün yettiği m iktarda yolu açık tu tu lm a lı, ken d isin e reh­
b e rlik yap ılarak g e lişm e si sa ğ la n m a lıd ır. A k ıl, analiz ve se n te zle r yapa­
b ile c e k kıvam a g e tirilm e lid ir.
H afıza, sü re k li g e liş tirilm e z ve ebedî yüceyi -Kur'an-ı Kerim i- ezbe r­
lem ezse ihmal e d iliy o r dem ektir.
Günüm üz o ku lların da Ebedî Y ü ce bir tarafa b ıra k ıla ra k m anasız ede­
biyattan ezber yap ılm aktadır. A y rıc a ta le b e le re ezber yapm anın doğru
o lm adığı ve hafızayı za y ıfla ttığ ı fik ri aşılanm aktadır. (111) M ü sb e t ilim ­
le ri okurken, onların A lla h 'a v a rd ırıc ı a k lî d e lil o lu şla rın a d ikkatler ç e ­
k ile c e ğ i yerde, durmadan aksi tarafa vasıta olarak k u lla n ılm a la rın a ça­
lış ılıy o r ve akıl k ıs ır bir düşünm e çe rçe v e sin d e kalm ağa zorlan ıyor.

i l i — A s lı n d a e z b e rc ilik f a y d a l ı o lu p o l m a m a s ı y ö n ü n d e n e ğ itim c ile ri i l g i l e n ­


d i r e n b i r k o n u y s a bile ş u r a d a ş u n u b e li r t e li m ki b i r k iş in i n d e r i n sevgi
v e s a y g ı d u y d u ğ u , m a n a s ı n ı a n l a m a d ı ğ ı h a ld e o n u d i n l e m e k t e n h a z d u y ­
d u ğ u K u r ’a n ’ı e z b e rle m e k le , m ü c e r r e d e z b e r m e f h u m u a r a s ı n d a b ü y ü k
f a r k l a r v a r d ı r . (M ü te rc im )

436
EĞİTİM — ÖĞRETİM ve BAS!N SİYASETİ

İslâm î m etodda ise akla ve hafızaya re h b e rlik e d ilir, g e lişm e le rin e


ç a lış ılır.
İnsanın ruh ve kalbi de tıp kı ce se d i gibid ir; onlar da gıdalanm aya
—-h ta ç tır. O n ların gıd a sı hikm et, z ik ir ve ibad ettir. İsiâmda nam azın
* -'z k ılın m a sı, z ik ir Ve gece nam azının hoş karşılan m ası bunun için d ir,
-san nefsi ise birçok boş ve lu zu m sıız e ğ le n cele re yatkınd ır. Oruç," nefsi
bu durumdan kurtarm ak için e m re d ilm iştir.
islâm m öğretim siste m in d e insanın ruh, kalb ve nefsin-in tem el ih-
: yaçları tem in e d ilm iştir. Su ise , ta le b e n in ç e ş itli ortam larda bulun­
m asıyla sağlanır.
Bugünkü öğretim siste m in d e talebe b e lli bir zam anını okulda g e çi­
rir. D iğer zam anlarında ise okuldan tam am en ayrı ve kopuktur. O kul or­
tam ından tam am en ayrı b ir ortam la g e çm iştir. İslâm öğretim sis te m in d e
ise, talebenin uygun b ir ortam da yaşayıp yaşam adığı kontrol e d ilir. M a­
h a lle sin d e k i cam iye gidip gitm ediğ i ve ark ad aşlık kurduğu çevre a ra ş­
tır ılır. İslâm öğretim sis te m in d e talebenin hem okul iç i ve hem de
okul dışında n asıl hareket edeceği te sb it e d ilm iş tir. Buna göre davran­
m ası iste n ir. T a leb e lik s ü re s in i bitire n insanın diplo m ası eğer ilm in e
göre hareket ettiğ in i de b e lirtiy o r ise işte o zaman değer taşır.
Talebenin m e scid e devam e ttiğ ine dair m ahalle sa k in le rin in şeha-
deti a lın ır. Talebenin te zk iy e si konusunda onlara da başvurulur. M a h a l­
le sa k in le rin in te zk iy e si, okul y ö n e tic ile rin in te zkiye sinde n geri değ ildir.

insan n e fsin in te rb iy e e d ilm e s i, kalb, ruh ve im anının y ü ce ltilm e s i


İslâm ö ğretim siste m in d e tem el şe y le rd ir. Eğer yeryüzünde böyle bir
siste m yoksa, bu o nların kâfir ve bizim m üslüm an oluşum uzdandır.
D in le rin in bâtıl ve d in im izin hak oluşundandır.

— 4 —

İnsan ahlâkı çok ç e ş itlilik arzeder. Bu ahlâk doğru yoldan a y rıla b i­


lir. Y a rışm a ve k ısk a n çlığ a d ö n ü şe b ilir. Bazı iyi ahlâk p re n sip le ri gel iş ­
ti ri i med iğ i için ö le b ilir ve aksine sa p ık lığ a giden yön le r g e liş e b ilir.

İslâm öğretim sis te m in d e g e lişm e ye m ü sait her türlü ahlâk pren­


sib inin g e liş tirilm e s in e ç a lış ılır.
O kullarda ahlâk d e rsle rin in o kutulm ası gerek okul içi ve gerekse
okul dışınd a talebenin bu d e rsle rin p re n sip le rin e göre hareket e tm e si­
nin isten m e si İslâm öğretim siste m in d e e sa stır.

437
İ SLÂM

— 5 —

Tabiatı kavram a konusunda i^ısan y e te n e k le rin in g e liş tirilm e s i ve


günlük program ın olm a sı öğretim sis te m in in g e re kle rin d e n d ir. Tabiatı
tanım ak, ondan istifa d e y o lla rın ı ve insanın bütün yön lerd e ondan n a sıl
istifa d e ede ce ğin i b ilm e k ö ğretim in program ına aldığ ı konulardandır.
Bunlar b ilin d ik te n sonra k iş i iş hayatına a tılır. Ç a ğ ım ız öğretim s is te m ­
le rin d e ta bia tın istifa d e e d ilm e y e m ü sait olm ayan yö n le ri de o ku tu l­
makta ve talebe pra tik b ir ruh ve p ratik b ilg ile ri alm adan okulu b itir ­
m ektedir.
Bu, İslâm ö ğretim metodunda te lâ fi e d ile b ilir. Çünkü İslâm ö ğretim
m etodunda ta le b e ye nazarî b ilg ile r v e rild iğ i gibi pratiğ i de g ö s te rilir.
K iş in in hayatın pratik yön lerinden b iriy le iliş k ili olm ası veya bir
m e sle k sa h ib i o lm a sı m ecburi tutulur.
Ç ağım ızd a öldürücü y a n lış uygulam alardan biri de mezun olan ta le ­
benin g e çim in i sağlam ak için d e v le t m em urluğuna girm ek m e cb u riye ­
tin d e kalm a sıd ır. Bu prob lem in çözüm ü bir m e sle k dalında öğrenim
görm eyi m ecburi tutm akla olur. İslâm ö ğretim s is te m in d e bu, te m e ld ir.
N ite kim Râşid h a life le rd e n b iri şö yle diyor: « K işiy i görüp de b e ğ en d i­
ğim de bir m e sle ğ in in olup o lm a d ığ ın ı so rarım . M e s le ğ in in o lm a d ığ ın ı
ö ğrendiğim de o adam gözüm den düşer.»
Peygam ber E fend im iz (S.A.V.) şö y le buyurur : «Muhakkak ki Allah
meslek sahibi kulunu sever.»
H er konuda iy ilik ve kötülük seb eb i olan şe y le rd e n ö rn e kle r v e r­
mek, in san ı iy ilik ç e rç e v e sin e sokup kötülük alanından uza klaştırm ak ve
yaşayacağı iyi bir m uhite sokm ak, ondaki iyi y e te n e k le ri g e liştirm e k
İslâm öğretim metodunun e sa sla rın d a n d ır.

— 6 —

S ö y le d ik le rim izin g e rç e k le ş e b ilm e s i için şu nlara ih tiya ç vardır.


1 — D ers pro ğ ram larının bütün bu a n la ttık la rım ıza uygun olarak
ha zırlan m ası.
2 — O kulun, talebenin hem okul iç i ve hem de okul d ışı ha reke t­
lerin d en sorum lu tu tu lm a sı.
3 — Talebenin okul d ışın d a s a lih b ir çe v re y le bağlantı ku rm a sı­
nın sa ğlanm ası.
4 — Talebenin cam i m uhitine bağlı o lm asına ç a lış ılm a s ı.

433
EĞİTİM — ÖĞRETİM ve BASIN SİYASETİ

5 — Bazı d e rsle rin cam ide y ap ılm a sı ve talebenin bu d e rsle re de­


vam e tm esin in m ecburi tu tulm ası. {*)

6 — Y ılın m u h te lif dön em lerin de özel program lar düzenlenm esi. Bu


proğram lar va'z, irşad ve güzel m ünazaralarla doldurulur. Talebenin e ğ i­
lim le ri te s b it e d ile re k no ksanlarının g id e rilm e sin e ç a lış ılır. Toplu namaz
k ılın ır. İbadet e d ilir. K u ra n okunur. G e ce nam azlarına k a lk ılır. O ruç tu­
tulur. S p o rtif fa a liy e tle r yap ılır. A s k e rî e ğitim yapılır...

7 — H er talebenin bir sanat öğrenm esi ve bu sanatı güzel bir ş e ­


kilde be ce rm e si m ecburi tutulur. O alanda m ü tah assıslardan diplom a
alır.

8 — Ö zel d e v re le r dışınd a her gün Beden Eğitim in e b e lli bir müd­


det a y rılır.

Bu s ö y le d ik le rim iz b irçok ş e k ille rd e g e rç e k le ş e b ilir. Ö n em li olan


İslâm öğretim metodunda insanın bütün iyi y e te n e k le rin in ortaya ç ık a rı­
lıp g e lişm e si için g e re kli ş e y le rin y a p ılm a sıd ır. Tâ ki insanın bazı y e te ­
nekleri sa k lı kalm asın ve kötü yollarda k u lla n ılm asın .

3 — İSLÂMDA İLİM, SORUMLULUK VE ÖĞRETİM SİSTEMİ

İslam a göre bazı ilim le r farz-ı ayn, ba zısı farz-ı kifâye, b a zısı vacip,
bazısı sünnet, ba zısı mubah, b a zısı m ekruh ve b azısı da haram dır.
İnsan e rg in lik çağından önce m ü k e lle f d e ğ ild ir. M ü k e lle flik erg in ­
lik le başlar. E rg in lik çağından önceki m erhale sorum luluğu yüklenm eğe
hazırlanm a d e v re sid ir. İslâm ın öğretim siste m in d e ta le b e n in e rg in lik ça­
ğından önceki d e vreyle sonraki devre ve karakteri gözönünde bu lun­
durulur.
Farz-ı ayn olan ilim le rin tam am ı herkese ö ğ re tilir. A y rıc a herkes
farz-ı kifaye olan ilim le rd e n birinde m ü tah assıs olur. D evlet, farz, va­
cip, sü nnet ve mubah olan ilim le r için g e re kli h izm etleri halka götürür.
Haram ve m ekruh olan ilim le rd e n de sa kınm aların a ç a lış ır.
F akih ler şö yle der :
«Şunu bil ki; İlmi öğrenm en farz-ı ayndır. Bu, dini için insanın ih ti­
yaç duyduğu m iktardır. Farz-ı kifaye ise, b aşkalarına fa yd alı olm ak için
fazladan öğ re n ile n d ir. F ıkıh ve m anevi ilim le rd e d e rin le şm e k mendûb-
dur.
(*) K u r ’a n ı K e rim , tilâv eti, T e fsir v e H a d is c i h a d a h a z ır lık d e rs le ri gibi.

43?
İ SLÂM

C in c ilik , m ü n e ccim lik, fa lc ılık , s ih ir ve m üzik gibi ilim le r haram dır.


T e m b elliğ e sü rükleyen ş iir le r m ekruh, kötü ta ra fla rı bulunm ayan ş iir le r
ise m ubahtır.
B irin c i m addede farz-ı kifaye olan ilim le ri sa ym ıştık . H er müslüm a-
nın öğrenm ek m e cbu riye tin de olduğu farz-ı ayn olan ilim le r ise birçok
ş e y le ri ih tiva eder. Bunları iki ana bölüm de toplam ak mümkündür..
1 — A lla h 'a k arşı olan g ö re vle ri bilm ek.
2 — Ş e ria ta uygun o larak ya ra tıkla ra karşı g ö re vleri bilm ek.

A lla h ’ı, R e s û lü lla h ’ı ve İslâm ’ı öğrenm ek, kalb ve nefsin islâh y o l­


la rın ı bilm ek, taharet, namaz, nisaba m a lik olan için zekât, oruç, gücü
yeten iç in hac, evlen m e k istiy e n için nikâh ve talak, tic a re tle uğraşan
iç in a lış-v e riş v e her neyle u ğ ra ş ılıy o rs a o konudaki fık h î konuları b il­
m ek farz-ı ayndır. Çünkü helâl ve haram ı b ilm e k insan için farzdır. Rah­
m et, ih lâs, k ıs k a n ç lık v e kin gibi ahlâk ilm in in hem iy is in i ve hem de
kötüsünü öğrenm ek, İslâm ve ik i şehadete ( 112) te rs düşen ş e y le ri b il­
m ek, k işin in A lla h ordusundan b ir fe rt o la b ilm e si için İslâm te rb iy e s i­
nin te m e l y ö n le rin i b ilm e k farz-ı a y n a .g ird iğ i g ib i, h erkes durumuna
göre e rke k ve kadının savaşm ayı ö ğ re n m e le ri de buna girer. Çünkü ba-
zan savaşm ak farz-ı ayn olur. B ilm ed en de sa va şılm az. V a cib in ancak
onunla y e rin e g e tirile b ild iğ i şe y de v a cip tir.

K iş in in a sg a rî se v iy e d e s iy e r ve sahabe hayatını b ilm e si, K u r’an


okuyanın te c v id i b ilm e si, im kân nisb e tin d e m ü slüm anların durum larının
ö ğ re n ilm e si v e yaygın küfür id e o lo jile rin e cevap verm en in b ilin m e si
y in e farz-ı ayna g ire r.

O halde islâ m ın ö ğretim sis te m in in görevi, hem ilim ve hem de


ta tb ika t o lara k farz-ı ayn olan ilim le ri m ükem m el b ir ş e k ild e bilen in­
san y e tiştirm e k tir.
Sünnet olan ilim ise farz-ı ayn olan ilim le rd e d e rin le şm e k tir. H iç ­
b ir kim se n in mendubu farza te rc ih e tm e m e si ge re kir. H e r b irim iz bü­
tün ilim le rd e m ü tah assıs olam ayız. Bu, farz-ı kifayedir. M e se lâ , K u r’an'ın
e zb e rle n m e si farz-ı kifa ye d ir. A n c a k namaza y e te ce k m iktar K u r’an'dan
ezber yapm ak farz-ı ayndır. H e p sin i ezbe rle m e k ise sünnet-i m üekkede-i
ayndır. Fıkıhtan h e rk e sin k e n d isin e y e te ce k kadarını b ilm e si farz-ı ayn-
dır. Bunda d e rin leşm e k, sü n n e ttir. A m a fık ıh ilm in in a s lın ı b ilm e k ih ti­
sa s ı g e re k tirir ve bu farz-ı k ifa ye ye girer.

1X2 — K elim e-i T e v h id v e K elim e-i Ş r h â r ie t k a ste d iliy o r.

440
EĞİTİM — ÖĞRETİM ve RASIN SİYASETİ

Buna göre ö ğretim metodunda farzla b irlik te sünnetin de g e rçe k­


le ş tirilm e s in in g ö ze tilm e si g e re kir. Çünkü farz ancak sü nnetle kem ale
erer. Sünnet farzı b ir duvar gibi korur. Onu ihm al etm enin farzın ken di­
sin de birtakım e k s ik lik le rin olm asından korkulur.

— 3 —

Haram ve m ekruh olan ilim le r: M üzik, heykeltraş1 1k ve ca n lı ş e y le ­


rin üzerinde re ssa m lık öğrenm e buna girer. Am a h attatlık böyle de­
ğ ild ir. M endub yahut m ubahtır. A ğaç, dağ, güneş gibi tabiat re sim le ri
ise, mubaha girer.
K â firle ri y ü k se lte c e k veya s e v d ire ce k ş e k ild e ta rih le rin i ortaya ç ı­
karmak, sa p ık fe ls e fe le r i okutm ak ve kesin olm adığ ı halde se zg iye da­
yalı n a za riy e le ri k esin ş e y le rm iş gibi gösterm ek haram yahut m ekruh­
tur.
A h lâ k bozucu m üstehcen ne şriya tta bulunm ak, küfür edebiyatını
küçüm sem eden ve e le ştirm e d e n okutm ak, İslâm la bağdaşm ayan ş e y le ­
re dâvâ ve inanç şe k lin d e b ir n ite lik v e re re k okutm ak -ırk ç ılığ ı kuvvet­
lend irm ek veya başka m üslüm an bir m ille ti küçültm ek için k a v m iy e tçi­
lik fik rin i anlatm ak veya okutm ak gibi-
A y rıc a bazı ilim le ri İslâm açısın d an değil de küfür ve inkâr a ç ıs ın ­
dan okutm ak buna g ird iğ i gibi; şüphe uyandıran, şü p h e le ri k u vve tle n d i­
ren ş e y le ri öğretm ek de bu s ın ıfa girer.
Ö ğ retim m etodunda bu m e se le le rin hep si g ö ze tilir.
Bizde m üzik ve ca n lı re sim d e rs le ri olm az. A n ca k m üslüm an ve d i­
nine bağlı olan, h e rşe ye sa f İslâm iye t açısın d an bakan bir kim se kitap
yaza b ilir.
Ç ıp la k insan vucudu ta sv irin i program ı arasın a alan güzel sa n a tlarla
iig ili o ku lla r bizde yoktur.

— 4 —

M ubah ilim le re g e lin ce , daha önce an lattığ ım ız n ite lik le ri taşım ayan
ilim le rd ir. A y rıc a her ilim d e m ü ta h a ssısla rın bulunm ası farz-ı kifa ye d ir
ama, m ü tah assıs o lm ayanların bu ilim le rle uğ raşm aları m ubahtır. Mü-
ta h a ssıs o lm ayanlar iç in m atem atik, c e b ir ve m ü h e n d islik öğrenm ek bu
durum dadır. Tabiat kanunlarını öğrenm ek, İslâm î açıdan ç e ş itli ü lke le rin
du rum larını öğrenm ek, ik tisa t ve so sy a l hayatın kanunlarını bulm ağa
ç a lışm a k yine m ubahtır.

441
İSLÂM

Burada şu hususa da dikkat etm ek g e re kir ki, mubah ilim le rle uğra­
şırke n farz-ı ayn, sünnet veya m üstehap olan ilim le rin ö ğ re n ilm e sin e en­
gel o lun m am alıd ır.
Bizce insan iki m erhaleden geçer. E rgin lik çağından ö nceki m erhale
ile ondan sonraki m erhale. E rg in lik te n m aksat, erkeğin e rk e k lik ve
kızın da kad ın lık çağına g e lm e si dem ektir. Bu da ya yaş veya ih tilâm
o lm akla g e rç e k le ş ir. İnsanın ih tilâm olm a sı e rg in liğ e alam ettir. Kız için
alam et iddet kanı g ö rm e sid ir. Am a bu ve ö olm azsa, insan oğlu onbeş
kam erî y ılı doldurdu mu, artık A lla h yanında sorum ludur.
O halde b irin c i m erhale, sorum luluğ a h a zırlık m e rh a le sid ir. Bu m er­
halede insan sorum lu d e ğ ild ir. Çünkü m uhakem e gücü henüz tam am ­
lanm am ıştır.
N orm al olarak bu m erhalede insanın ezber yeteneği ca n lıd ır. İlme
ve öğrenm eye istid a d ı gerçekten fazlad ır.
İkinci m erhalede ise am elî y e te n e k le r g e liş ir. Bu, A lla h ’ın bir h ikm e ­
tid ir.
insan birinci m erhalede ilm e, İkincisinde ise, ça lışm a ya yönelir.

— 5 —

B irin ci m erhalede k işi, ile rid e yü k le n e ce ğ i din ve dünya so ru m lu lu k ­


larına h a z ırlık lı durum a g e tirilm e lid ir. Bu devrede so rum luluk için a lış ­
kanlık kazanm alıdır. Onun için daha o devrede k en d isin e namaz e m re ­
d ilir.
«Çocuklarınız henüz yedi yaşında iken onlara namaz kılmalaıını em­
redin. On yaşına gelir ve hâlâ namaz kılmıyorlarsa onları dövünüz ve
yataklarını ayırınız.»
Kur'an-ı K erim babaların ço cu kların a ta v s iy e le rin i şu ş e k ild e an la­
tılır :
«Bu dini Hz. İbrahim kendi oğullarına vasiyyet ettiği gibi, Hz. Yakub
da vasiyyet etti: «Ey oğullarım, şüphe yok ki, Allah, razı olduğu İslâm di­
nini sizin için seçti. O halde siz ancak müslüman olarak can verin»
dedi.» (113)
«Bir vakit Lukman, oğluna öğüt vererek şöyle demişti: «Yavrum Al­
lah’a ortak koşma: Çünkü Allah'a ortak koşmak çok büyük bir zulümdür.
Biz insana ar,a babasını da vasiyyet ettik. Anası onu meşakket üzere
meşakkatla taşımıştır. Sütten kesilmesi de iki sene içindir...» (114)
113 — Bakara : 132
114 — L o k m a n • 13

442
EĞjTİM — ÖĞRETİM ve BASIN SİYASETİ

Ve onun iç in d ir ki R e s û llü lla h (S.A.V.) çocuğu h a sta sıy la başbaşa


bıra km ıyor ve şö y le buyuruyor :
«Ey çocuk, Afjah’ın adını an, sağ elinle ve önünden ye.»
İbn-i A b b as da şu ta vsiye d e bulunur :
«Ey çocuk, Allah’ın dinini koru ki O da seni korusun. Dinini koru­
duğunda O’nu yardımcı olarak bulursun. Birşeyi istediğin zaman Allah'­
tan iste- Yardım dilediğinde O’ndan dile- Şunu bi| ki, insanların hepsi
birşeyde sana yardım etmek için bir araya gelseler ancak Allah’ın sana
yazdığı konuda fayda verebilirler. Ve sana zarar vermek için bir araya
gelseler, ancak Allah’ın yazdığı şekilde zarar verebilirler. Şunu da bil ki:
Kalemler kaldırılmış ve sahifeler kurumuştur.»
Onun için sah a b e le r ilk m erhalede ço cu kların a Kıır'an-ı K erim i ez­
b e rle ttirir ve onlara M eğ azî ile S iy e ri ö ğ re tirle rd i.
O halde ö ğretim m etodu ilk m erhalede bu yö n le ri gö ze te ce ktir. Y a ­
ni e rg in lik çağından so n ra sı için, onu, so ru m lu lu k la rı yüklenm eğe h a zır­
lık lı kılacak, K u r’an'dan ezber y a p tırıla ca k , akide, ahlâk ve fık ıh ö ğ re tile ­
cek, sünnetten de ezber y a p tırıla c a k tır. Tabi bunun yanında Beden Eği­
tim i yap tırıla cak , c e sa re t ve kahram anlık du ygu ların ın aşıla n m a sın a ça ­
lış ıla c a k tır. A y rıc a ken d isin e şe re f v e re ce k tarihten b ö lü m le r oku tula­
cak, m üslüm anlardan ve İslâm âlem ind en haberdar kılın a ca k , e tra fın ­
daki ta bia t o la y la rı için İslâm î çözüm y o lla rı a n la tıla ca k ve k en d isin e lâ­
zım olacak p ra tik şe y le re a lış tırıla c a k tır. Bu ş e y le r iste r d in î olsun, is ­
ter dünyevî. Bunun yanında çocuğa uygun ortam hazırlanacak, a ile ve
ç e v re s iy le iş b irliğ i yap ılacak, cam iye b a ğ lılığ ın ın olm a sın a ça lışa ca k
ve yaptığı hatalara karşı s e s s iz du rulm ayacaktır.

— 6 —

Ö ğ retim in iki m erhaleye a y rılm a sı gerçekten güzel b irşe y d ir :


B irin c i m erhalede : İslâm î şa h s iy e t k a za n d ırılır. Farz-ı ayn ve sünnet
olan ilim le r ö ğ re tilir. Zekâ b e rra k la ş tırılır ve beden g e liş tir ilir . Talebe,
m ücadele ve cih ad la h a z ırlık lı k ılın ır.
İkinci m erhalede ise, branşlaşm aya g id ilir. Bu m erhalede İslâm kü l­
türü de okutturulur. Talebe b irin c i m erhaleyi b a şa rıyla b itird ik te n ve ba­
ş a rıs ı hem okulu, hem a ile s i ve hem de m a h a lle sin in cam i im am ı ta ra­
fından ta sd ik e d ild ik te n sonra durumuna, şa h s iy e t ve k a b iliy e tin e , bir
de üm m etin ih tiya çla rın a göre bir branş se çe r ve bundan böyle o branş­
ta ö ğrenim ine devam eder.

443
İSLÂM

Talebe kendi ih tisa s sahasına y ö n e ltild ikte n sonra b ra n şıyla beraber


ken disine İslâm kültürüyle ilg ili d e rsle r de v e rilir. İslâm kültüründen
kasdım ız: Üç tem el elan K u ra n , Sünnet ve A k a id le beraber fıkıh , İslâm
ahlâkı, İslâm edebiyatı, belâğet, sa rf ve nahiv, im lâ, aruz, İslam a le m i­
nin o günkü durumu, İslâm ta rih i, İslâm düşm anları ve e n trik a la rı gibi
konulardır.

4 — İNSAN (ERKEK-KADIN) VE ÖĞRETİM

Daha önceki bölüm lerde kadınla erkek arasındaki fa rkla rı a n la tm ış­


tık. İslâm ın bu konuda, fıtra tın ve hevâdan uzak aklın g e re ktird iğ i ş e ­
kilde insanın elinden tuttuğunu görm üştük. Şü ph esiz İslâm ın öğretim m e­
todu da bu durumu göz önünde bulunduracaktır. Şöyle ki :

1 — K adının öğrenim i için özel program lar hazırlanır.


2 — H azırlanan bu program lar kadına uygun olarak hazırlan ır.
3 — Kadın, ken d isin e uygun düşen konularda ih tisa s yapar.
4 — Onun için hazırlanan program da sorum luluğu göz önünde bu­
lundurulur.

N a sıl iyi bir eş, iyi bir anne ve iyi bir e ğ itici olacağı ö ğ re tilir. İffet,
haya, şe re f ve namusa aykırı düşen durum lardan uzak durma h a sle tle ri
g e liş itir ilir. Kadin öğretim in de tem el budur. Sâlihâ, dindar iyi bir eş ve
iyi bir ev hanım ı olm ası böylece sağlanm ış oiur.

A y rıc a bazı branşlar v ard ır ki, kadının o alanda ih tisa s yapm ası da­
ha uygundur: Kadın h a sta lık la rı doktorluğu, kadınlar için te rz ilik , evde
yapılan dokuma ve örgü iş le riy le kız ta le b e le re ö ğ re tm e n lik gibi. Bü­
tün bu işle rd e kadın önde g e lir. Şayet İslâm î v e cib e le rin e zarar v e rm i­
yorsa onu bu konulara m e ylettirm e k önem li b irşe yd ir.

Bunun sonucu olarak de riz ki: K ızla rın öğretim in de iki m erhale o l­
m alıdır:

1 — B irin ci m erhale : E rgin lik çağıyla son bulan m erhaledir. Bu


devrede ile rid e bir kadın olarak ken d isin i ilg ile n d ire n şe y le ri öğrenir.
K adının m ü ke lle f olduğu hususlar: Ev işle ri, çocuk bakım ı ve bir eş ola­
rak so ru m lu lu k la rıd ır. Y in e bu devrede Kitap ve Sünnetten ders alır.
Kur'an ve S ü nnet’ten ezber yapar. K e n d isin e te fs ir d e rsle ri v e rilir.
K u r’an ’ı iyice okuyup anlam adan, Ondan çokça ezber yapm ada ve sa-

444
E Ğ İTİM — Ö Ğ R E T İM ve B A S IN S İ Y A S E T İ

y ılı hadis kitaplarından birin i okumadan bu devreyi bitirem ez. Norm al


durum larda bu şe y le ri b itirm e si gerekir.
2 — İkinci m erhale : Bu devre ancak bazı kadınlar için söz konusu­
dur ve birçok şa rtla rı vardır. S ın ırla r, üm m etin ih tiya çla rın a göre ç iz i­
lir. Daha önce de b e lirttiğ im iz gibi, birtakım iş le r v ard ır ki, kadın ta ra­
fından yerin e g e tirilm e si daha uygundur. Kadın h a sta lık ları doktorluğu,
kızlar için Beden Eğitim i d e rsle ri ö ğretm enliği gibi m e se le le r. Üm m etin
ih tiya çla rı göz önünde bulundurularak b irin ci devreyi b itire n le r a ra sın ­
dan se çim yap ılara k ik in ci devrede de öğretim yapacaklar te s b it e d ilir.
A n ca k örtünm e vs. gibi ş e r ’î şa rtlara riayet ed ilere k.

Burada şuna da işa re t etm ek g e re kir ki; G e çm iş a sırla rd a müslü-


man kadın ilim ta h s ili y a p m ıştır. Fıkıh, H adis ve Edebiyat alanında şö h ­
ret bulm uş m üslüm an kadınlar pek çoktur. Bu ilim le rd e d e rin le ş m e le ri
evlerin d e n başka bir yerde olm uş d e ğ ild ir. Bunun en büyük d e lili bazı
İslâm m e m le k e tle rin d e öteden beri büyük â lim le rin , bazı ilim le ri hala­
larından, ablalarından yahut teyzele rin de n a ld ık la rın ı b e lirtirle r. Bu da
g ö ste riyo r ki, kadın öğrenim yapm ak ve ilim d e ile rle m e k için evinin d ı­
şına çıkm ak m ecbu riyetinde değ ild ir. A ncak, kad ınlığ ına uygun düşm e­
yen ilim le rd e ile rle m e si isten iyo rsa , o başka. Ve bunu, ancak bunam ış,
fıtra t yolundan sapm ış ve köhnem iş akıl sa h ip le ri ister. Kadın, k a d ın lı­
ğına uygun düşm eyen iş le re g iriş ti mi, bu, erkeğe ve a ile düzenine za­
rardır. İhtisas hesabına bir kayıptır. Ve bundan sonra evde ça lışa n ko­
ca la rla d ışarıd a ça lışa n kadınları görürüz...

5 — ŞAHSİYETİN OLGUNLAŞTIRILMASI VE ÖĞRETİM METODU

Günüm üz öğretim m etodlarının hepsinde ç e liş k ile r vardır. Ö z e llik le


İslâm ü lke le rin d e durum daha k a rışık tır. İşin daha da kötü tarafı ç e liş k i­
le rin İslâm î hedef edin m iş o lm a sıd ır.
Burada İslâm ü lke le rin d e k i durum üzerinde duracağız. Bu ü lk e le r­
deki ç e liş k ile r ana h a tla rıyla şu n la rd ır :
1 — N azariye olm aktan ile riy e gitm eyen te o rile rin İlm î h a kikatler­
m iş gibi g ö ste rilm e si.
2 — A yn ı program da b ir kitap bir m e se le yi savunurken diğer bir ki­
tabın onu re dd etm esi.
3 — Bazı önem siz şe y le rin büyütülm esi ve önem li şe y le rin de kü­
çü ltü lm e si.

445
İSLÂM

4 — Ö ğretim prog ram larının İslâm î bir süzgeçten g e çirilm e m e s i.


(115) H albuki bütün program lar İslâm sü zgecinden g e ç irilm e lid ir.

5 — Ö ğ retm enlerin ak id e si sağlam iyi karakte rli k im s e le r a ra sın ­


dan se ç ilm e m e s i. Bu, cidden önem li b irşe yd ir. H adis-i ş e rifte : «İttifak
edin, ihtilâfa düşmeyîn. İhtilâfa düşerseniz terbiyeniz farklı olur.» bu­
yurulur.

6 — O k u lla rın y ık ıc ı bir unsur o lm am ası için İslâm çizg isin d e o lm a­


larına dikkat e d ilm e m e si ve ta le b e le re okutulan kitaplara onlara y ık ı­
c ılığ ın se v d irilm e s i.
Bütün bunlar durup dururken olm uyor. A k sin e , çok çirk in ve g izli
planların m a h su lle rid ir. Ne yazık ki bu kom ploların sahib i olan bu k im se ­
ler b irçok İslâm ü lke sin d e Eğitim Bakanlığı m e rte b e sin e kadar ç ık a b il­
m ektedir. B ir b a karsın ız M illi Eğitim Bakanlığına bir h ıristiy a n g e tirilm iş
tir. O gittikte n sonra, şim d i de o makama bir m ürted ve Batı hayranı bir
şa h ıs g e lm iştir.

Bu program ların İslahı için başvurulacak te d b irle ri kısa ca şö yle s ı­


ra la y a b iliriz :

a — Ö yle bir program olm alı ki herşeyi y e rli yerin e y e rle ş tirs in .
Ç e liş k ile r i ortadan k a ld ırsın ve önem li olan şe y le re önem ve rip önem li
olm ayan şe y le ri de büyütm esin. Tabi bütün bunlar, sa f bir İslâm bakı­
şıyla h a d ise le r d e ğ e rle n d irilin c e g e rç e k le ş e b ilir.

b — Ö ğ retim işi ancak sa lih , m üttekî, iyi karakter sahibi, ilm iy le


âm il, sam im i ve b e c e rik li k im se le re v e rilm e lid ir.-
c — Okul ve kitaplar tam am en İslâm î bir şe k le kavu ştu ru lm alıd ır.

Başka bir ifa deyle biz, olgun İslâm î bir şa h s iy e t istiyoruz. V e bu


şa h siye t ancak tam am en İslâm î bir okul ve İslâm î kitap la rla olur. A y rıca
tam am en İslâm î program ların ve sam im i m üslüm an ö ğ retm enlerin ve
bir de İslâm î bir yön etim in bulunm ası şa rttır. A n ca k böylece talebe ç e ­
liş k ile rd e n kurtulur. O lgun ve şa h s iy e tli bir m üslüm an o larak y e tiş e b i­
lir.

115 —- Y a z a r p r o g r a m l a r ı n İs lâ m s ü z g e c i n d e n g e ç ir il m e s i n i istiyor. Y a z a n n d i ­
ğ e r b ö lü m le r d e a n l a t t ı k l a r ı n d a n d a a n la ş ıl d ığ ı gib i bu, d ü z e n m e s e le s i­
d ir. B eşeri d ü z e n l e r i n h a k i m o ld u ğ u m e m l e k e t l e r d e b u n u n y a p ıl a m ı y a -
c a g ı a p a ç ı k tır . H e r ş e y d e n ö n c e İs lâm a le m in d e i d a r e c i l e r İ s lâ m ’a en
b ü y ü k t e h l ik e g ö z ü y le b a k m a k t a d ı r l a r . Ç ü n k ü js lâ m ’Ia b u g ü n k ü z u l ü m ­
le r in i n son b u la c a ğ ın ı b iliy o r la r. (M ü te rc im )

446
EĞİTİM — ÖĞRETİM ve BASIN SİYASETİ

İSLÂM NİZAMINDA YAYIN ORGANLARI

M e scid , okul ve yayın organlarının hepsinin bir te k gö re vleri vardır.


M üslüm an fe rt ve m üslüm an b ir toplum y etiştirm e k. Tamamı bu görevi
yerin e getirm ek için b irb irle rin e yard ım cıd ır. A n ca k yayın organları, bu­
nunla beraber üm m etin dü şü ncelerini başka m ille tle re duyurma görevini
de yürütür. Buna göre öğretim le yayın siy a se tin in d a h ilî hed efle ri b ir­
dir. G e riy e h a ricî hedef kalm aktadır ki bununla yayın organları uğraşır.
Her tarafta ca h iliy e t dü zenlerini e le ş tirirle r. İnanç, ibadet, ahlâk, davra
niş ve s iy a se tle rin in tu ta rsızlığ ın ı ve y ık ıc ılığ ın ı d ile g e tirirle r. H erkese
kendi d iliy le hitap ederler. Davette e tk ili olm ak için gerekli üsluplara
başvururlar. Bunun yanında İslâm devletind e var olan adalet ve hakka
b a ğ lılığ ı an latırlar.

B elki de İslâm yayın organlarının karşı karşıya kald ıkları en önem li


m esele, halk se v iy e s in e inerken hevâ, şe h v e t ve iç güdülerine uym a­
mayı- b e cerm eleri ve onları İslâm se v iy e sin e y ü k se lte b ilm e le rid ir. Tabi
bunun için dâh'î akıl sa h ip le ri bulunm alı ki güzel se si A lla h 'ın çizd iğ i s ı­
n ırlar içe risin d e kullanarak halka da hoş g elsin. O n ları m üstehcen yön­
lerden uzaklaştırsfn.

İslâm devleti evvel em irde kendi se si dışında toplum a ulaşacak


başka se sle rin ulaşm asına engel olm aya ç a lış ır

Kötü bir şe k ild e kullanılan radyo ve te le vizyo n la rın m üsadere e d il­


m e siy le kahve toplantı y e rle rin in a ç ılış sa atlerin in sın ırla n d ırılm a sın d a
bir sakınca yoktur. Bu gibi y e rle r ancak İslâm üm m etinin yayın organ­
larının ç a lış tığ ı saatlerd e a ç ılırla r. Bunda bir zorluk g ö rü le b ilir ama bir­
çok sebepten dolayı bunun böyle olm ası zorunludur. Bu sebeplerden
birka çın ı şö y le ce sıralam ak mümkündür :

1 — Ümmet, daha ilk m erhalede düşman d a v e tçile r tarafından a l­


datılm asın.
2 — Y aygın fa sık yayın organlarının doğuracağı su lu lu k ve bozul­
ma olm asın.

3 — H alka yön v erm e le r tek bir çe rçeve içe risin d e ve bir yol üze­
rinde olsun.

4 — Üm m et korkunç casus şe b e k e le rin in ağına düşm esin.

5 — A ldatm a y o lla rın ın en korkunçlarına başvuran düşm anın aldat­


ma, sa ld ırı ve davetlerin e engel olunsun.

447
İSLÂM

K u la kların ı, düşm anlarına açık tutan m ille tin iflah olm a sı mümkün
d e ğ ild ir. Hem bu konuda ve hem de diğer yayın konularında ce su r o l­
mak m ecbu riyetindeyiz.

Bugünkü şa rki ve m üziği, m arşa ve saf ahenkli ş iire çe v ire ce k ve


onları helâl s ın ırla r iç e risin d e kullanacağız.

Y ayın organlarım ızda a h lâksızların , fâ sık la rın , m ü n kirlerin ve dan­


sö zle rin yeri yoktur. Ne radyonun, ne de televizyonun halkı uyutm ası­
na ve sa p tırm asın a müsam aha edem eyiz.

H alkla tam bir iliş k i iç e risin d e olacağız ki, halk bununla yetin sin .
Ona inansın ve b ö y le lik le onu sa p ık lık ta n koruduğum uzu anlasın.

Bundan sonra m esele ictihad konusudur. A n ca k bu ictihad kaçınıl­


maz bir hedefi g e rç e k le ş tirm e k için d ir: «Onlara eminlik veya korku ha­
beri geldiği zaman onu yayıverirler. Halbuki bunu Peygamberlere ve on­
lardan (m üm inlerden] emir sahiplerine döndürmüş (onlara m üracaat et­
m iş] olsalardı o (haberi] arayıp yayanlar bunu elbet onlardan öğrenirler­
di. Allah’ın üzerindeki lütfü inayeti ve esirgemesi olmasaydı, birazınız
müstesna olmak üzere, muhakkak ki şeytana uymuş gitmiştiniz.» (116)

«... İçinizde onlara iyice kulak verecekler de vardır...» (117)

116 — N is â : 83
117 - - T ev b e : 47

448
ASKERÎ SİYASET
İslâm devletinin görevi, yeryüzünü A lla h ’ın hakim iyetine boyun eğ­
dirm ek, «Vatan» konusunu anlatırken gördüğümüz gibi yeryüzünün ta­
mamım Daru'l-islâm haline getirm ek, aynen bunun gibi kendi halkının
da A lla h 'ın hakim iyetine boyun eğm esini sağlam aktır. İslâm devletinin
bu iki görevden birini ihmai etm esi haram olduğuna göre bu am eliye
için devletin daima hazırlıklı olm ası gereklidir. Dışarıdan geleb ilecek
bir sa ld ırıyı her zaman bertaraf edecek güçte olm alıdır. A y rıca daima
gelişm e eğilim inde olduğu için hazırlıklı olm ası elzem dir :

«Ey iman edenler, kâfirlerden size yakın olanlarla muharebe edin.


Onlar sizde büyük bir azm-ü şiddet bulsunlar...» (118)

Bu, ancak yetişm iş uzman, eğitim , hazırlık, ih tisas alanlarını geniş­


letme, sağlam ve düzenli bir çalışm a, içte ve dışta düşmanı tanıma ve
üstün, ince bir ahlâkla ge rçe kleşe b ilir. Bunun genel çizg ile rin i A lla h 'ın
kitabı, Resûlünün sünneti, im am ların fiil ve ictihadlarında müşahede <
ediyoruz. A yrıca daha önce İktisadî nizam ım ızı anlatm ış ve savaşçı bir
iktisat nizamına sahip olduğumuzu belirtm iştik. A llah ahlâkı konusunda
da özel bir kitap yazdık ve: «Cundu'l-lah Sekafeten ve Ahlâken» ism ini
verdik. Bu konuları orada işled iğim iz için biraz önce zikrettiğim iz bir
kısm ına kısaca değinm ekle yetineceğiz :

1 — Silah,
2 — Uzman,
3 — A ske rî gücü kullanmanın yolu,
4 — Özel bir eğitim,
5 — Düşmanı tanıma ve ona karşı sağlam tedbir.

1 — Silah

Yüce A lla h şöyle buyurur: «Siz de onlara (düşmanlara) karşı gücü­


nüzün yettiği kadar kuvvet ve (cihad için) bağlanıp beslenen atlar hazır­
layın ki bununla (bu hazırlanma ile) Allah’ın düşmanı ve sizin düşmanı­

na — Tövbe r.;:ı

449
İ S L Â M

nız (olanları) ve bunlardan başka sizin bilmeyip de Allah'ın bildiği diğer­


lerini korkutasınız.» (119)
Âyet, savaş için akla geleb ilecek her türlü hazırlığı yapmayı içine
alıyor. Onunla atış yapılabilen bütün silah ları hazırlam am ızı istiyor. Bü­
tün bunlar, âyette geçen «MİN« kelim esinin kapsamına girer. Resûllül-
Ish (S.A.V.)’in atışla te fsir ettiği kuvvet, okun kullanıldığı yerde oku iç i­
ne aldığı gibi günümüzde kullanılan havan topu, füze, bomba ve nük­
leer sila h la n da içine alır.
Ayrıca savaş için bağlanan (yetiştirilen yahut imal edilen) şe y le ­
rin cinsinin hazırlanm asını istiyor. Bunun kapsamına atlar girdiği gibi
savaşta kendilerine binilen herşey buna girer. G em iler, denizaltılar,
uçaklar, tanklar, zırhlı araçlar vs.
0 halde âyet savaş için, savaşta galip gelm em iz için her türlü s i­
lahı hazırlam am ızı emrediyor. Gücümüz yettiğince hazırlık yapmamız
istendiğine göre bütün yeteneklerim izi askerî imkânlara sahip olmak için
harekete geçirm ek m ecburiyetindeyiz.
A yrıca dikkat edilecek diğer bir husus, âyetin, bunu düşmanı kor­
kutmak için yapılm asını istem esidir. Bu ise, askerî yönden A lla h düş­
m anlarının hepsinden üstün olm am ızla sağlanır. En büyük güce İslâm
ümmeti sahip olm alı ki harp diyarı tüm düzenleriyle ondan korksunlar.
Ve elbette ki kendi silah sanayim izi kendim iz kurmadıkça bundan söz
etmek mümkün değildir. Silah gücümüzü başkasından aldıkça bunun ger­
çekleşm esi mümkün müdür? O halde âyet i kerim e mefhum ve sö zle riy ­
le m üslüm anlara şunu em rediyor :
1 — imkân nisbetince askerî üstünlük silahta, hazırlıkta ve araç-
gereçte.
2 — Bu üstünlüğü gerçekleştiren sanayim izin bulunması.
3 — Ümmetin bütün güç kaynaklarının bu m eseleye yöneltilm esi.
Âyette başka manalar da vardır. Bunlardan biri, barış için kuvvet
nazariyesini zikretm esidir. Çünkü kuvvetli olm adıkça başkalarıyla barış
içe risin de olunmaz. Bu, bir vakıadır. Âyette geçen: «...bununla Allah,
düşmanım kendi düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmeyip de Al­
lah’ın bildiği diğer düşmanları korkutasınız.» (120) sözüyle buna işaret
ediyor. Çünkü bu korku olmazsa size hücum ederler. Sizden birşeyler
koparmaya heve sle n irle r demek istiyor. Yeri geldikçe bunu anlataca-

119 — E n fâ l : 60
120 - E nfâl : 60

450
ASKERÎ SİVASET

ğız. A n ca k şunu gözden kaçırm ayalım ki biz savaş h a zırlığ ın a halkın an­
ladığı b a rış için değil, in san lığ ın nihaî b a rışı için yapıyoruz. Ve bu, an­
cak yeryüzünün A lla h ’ın hakim iyetine boyun e ğ m e siyle g e rçe k le şir. A n ­
cak o âlem şüm ul bir barış o la b ilir.

2 !— Uzman :
A s k e rî üstünlük araç-gereçle sağ la n sın veya başka ş e y le rle sağlan­
sın; m utlaka eğitim görm üş ve y e tişm iş m ü tah assısla ra ih tiya ç vardır.
Hem karada, hem havada ve hem de denizde... Böyle olm adıkça üstün­
lük sağlanam az. Bunun sağlanm ası ise, ancak halkın tam am ının sa va ş­
çı ve daim a savaşa h a zırlık lı o lm a larıy la olur. Onun için Y üce A lla h mü­
m in lere şö yle hitap eder: «Ey iman edenler, düşmana karşı hazırlığınızı
görün ve silahlarınızı takınarak cenge hazır olun da birlikler halinde sa­
vaşa çıkın, yahut toptan seferber olun» (121)
«Müşrikler sizinle toptan harb ettikleri gibi siz de onlarla toptan
harbedin...» (122)
«Ey müminler, gerek hafif (süvari), gerek ağırlıklı (piyade) olarak
seferber olun ve mallarınızla, canlarınızla.'Allah yolunda muharebe edin.
Eğer bilirseniz bu, sizin için pek hayırlıdır.» (123)
Bu âye tle rin gereği o larak bütün ınüslüm anların; erkek, kadın ve
ço cukların sa va şçı o lm aları lâzım dır. Ç o cu k la rım ıza a tıc ılık , yüzücülük
ve ata binm eyi öğretm em izin sünnet oluşu bu se b ep le d ir. Kadın, ülkeye
bir baskın yap ıldığın da kocasın ın iznini alm aksızın d ışa rı çık ıp sa va şa ­
b ilir. Bu, İslâm ın hü küm lerindendir. A n ca k k işi sa va şm a sın ı bilm e zse na­
s ıl sa va şa caktır. Bununla Y üce A lla h ’ın bütün m üslüm anlara sa va şçı
olm a ların ı em re ttiğ in i anlıyoruz. Tabi silah , araç-gereç ve stra te ji ala­
nında m ü tah assısla r olm adan üstün bir savaş gücüne sahip olm am ız
mümkün değ ild ir. O halde savaşın her ç e şid in d e m ü ta h a ssısla rım ızın
olm ası ve bu m ü tah assısla rın daim a ve bunların her zaman savaşa ha­
z ır lık lı olm a sı e sa stır.

R esûllü llah (S.A.V.) şö yle buyurur : «Ey İsmail oğulları (ok) atın,
babanız atıcı idi...»
«Ok atın ve (ata) binin. Ok atmanız ata binmenizden bana daha se­
vimlidir....» (124)

121 — N is a : 71
122 — T e v b e : 36
123 — T e v b e : 41
124 — Ebû D avud

451
İSLÂM

«Kim ok atmayı öğrenir ve sonra onu bırakırsa bizden değildir veya


(-şöyle dedi-) isyan etm iştir...» (125)

Bütün bu an latılanlardan şunu anlıyoruz :


1 — Küçük-büyük, kadın-erkek bütün m üslüm anların sa va şçı o lm a­
ları gerekir.
2 — A s k e rî alanların hepsinde m ü tah assısla rım ızın bulunm ası e sa s­
tır.
3 — A s k e r î y eten ekle ri zayıflata cak her türlü tem bellik, ve durgun­
luk ca iz değ ildir.
3 — A s k e rî Gücü Kullanm anın Yolu :

Şü ph esiz bu kuvvet, A lla h ta raftarla rın ın kuvvet ve davetidir. A lla h ’


ın izninin olm adığı yerde bunu kullanm ak ca iz değ ild ir. A lla h (C.C.) biz
m üslüm anların kuvvetim izi kullanacağ ım ız y e rle rin s ın ırla rın ı çizm iştir.
Bu s ın ırla r şu n la rd ır :
1 — M üslü m a n la r arasında vukubulacak iç savaş için Yüce A lla h
şö yle buyurur :
«Eğer m üm inlerden iki b irlik ç a rp ışırla rsa , hemen araların ı dü zelte­
rek b a rıştırın . Eğer onlardan biri (A lla h 'ın hükmüne razı olm ayarak) te ­
cavüz ediyorsa, o vakit tecavü z edenle, A lla h 'ın e m rin e dönünceye kadar
savaşın . (Sonunda te slim olur A lla h 'ın em rine) dönerse, y in e ad aletle
iş görün, çünkü A lla h ad aletle davrananları sever.» (126)
Ş ayet iki m üslüınan bölge, m em leket, kabile veya gurup arasında
an laşm azlık çık a rsa m üslüm an kuvvetler buna m üdahale eder, iki tarafı
b arıştırm aya ç a lış ırla r. Bunlardan biri hakka itaat etm ezse, hakkı kabul
edin ceye kadar onunla sa v a şılır. N eticede iki taraf arasında A lla h 'ın
ad aletli hükmü ile hüküm v e rilir.
2 — H a ric ile rle savaş: H a ricîle rd e n kasdım ız, hakla başa geçm iş
bir d e vle t başkanının itaatından haksız yere çıkan lard ır. B ir şehir, bölge,
parti veya cem aat devlet başkam na karşı g e lir veya ona karşı bir in k ı­
lap yapm ak iste r yahut id aresin i kabul etm ediğini ilân ederse, devlet
başkanı ile m üslüm anların onu hakka çağırm aları ve kabul etm edikleri
takdirde ona karşı savaş açm aları vacip olur.
3 — M ü rte d le rle savaş: İslâmda devam e ttik le ri halde h a ricîle rle
sa va ştığ ım ıza göre dinden dönenler bir kuvvet te şk il eder de b ir yere

125 — M üslim ,
126 — Hucıırat . 9

452
A S K E R Î S İY A S E T

hakim olm aya k a lk ışırla rsa onlarla elbetteki s a v a şılır. Hatta onlarla sa ­
vaşm ak vacip tir. A y rıc a her ne durum da o lursa olsun İslâm dininden
dönen hakkında v e rile c e k hüküm, ölüm dür.

4 — Em niyeti ihlal eden y o lk e sic i ve yağ m acılarla savas: Y üce A l­


lah bunlar hakkında şö yle buyurur :
«Allah’a ve Peygamberine (m üslüm anlara) karşı savaşa kalkışanlar­
la yeryüzünde fesada çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri, asılm alar»
yahut sağ elleriyle sol ayaklarının çaprazvâri kesilmesi, yahut da bu­
lundukları yerden sürgün ediimelendir. İşte, bu ceza, onların dünyadaki
rüsvaylığıdır. Ahirette ise kendilerine büyük bir azap vardır.» (127)
5 — İslâmdan sapanlarla savaş; Fakîh ler bu konuda şö yle der: «Bir
şe h ir ezan sünnetini te rked erse, bu hareketinden dönünceye kadar onun­
la s a v a şılır. Sünnet olm a sünnetini terked erse, onunla sa v a şılır. N itekim
Hz. Ebu Bekir, zekât verm e ye n le rle sa va şm ıştır. İslâm m em leketlerin den
herhangi biri A lla h ’ın hadlerin i veya hüküm lerini uygulam az yahut o m em ­
lekette m ünker y a y ılırsa onunla savaşm ak vacip olur. A lla h ’ın em rine
dönünceye, farz, vacip ve sü nnetleri hakim kılın ca ya kadar o, bu durum ­
dan kurtulam az.

6 — A n tla şm a lı olanlar, an tlaşm aların ı bozduklarında onlarla sa­


vaş; Şayet m üslüm aniar bir yeri istilâ eder ve oranın halkı müslüm an
devlette ziın m î olm ak üzere antlaşm a y ap ılırsa , bu yer İslâm yurdundan
sa y ılır. Şayet sonra zim m îliğ i kabul eden bu k im se le r antlaşm ayı bozar­
larsa onları te ’dip etm ek bize düşer. Tâ ki küçülerek tekrar cizyeyi ve­
reler.

7 — Savunm a savaşı; İslâm topraklarının bir karışına bile tecavüz


vaki olunca sa ld ırıy ı püskürtüp düşm anı oradan te m izle m e k m üslüm an­
lara vacip olur Şayet komşu v ilâ y e tle r düşm anı oradan uzaklaştırm a gü­
cüne sahip ise le r, bunu yapm aları farz-ı ayndır. O n ların gücü buna ye­
te rli d e ğ ilse bu se fe r onlara kom şu o lan ların savaşa katılm ala rı farz
olur. Am a düşm anın kovulm ası için bütün m üslüm anların savaşa girm e­
si ge re kiyo rsa bu defa da hepsinin savaşa katılm ası farz-ı ayn hükmün­
dedir.
M ese lâ: Y ah u d îler F ilis tin 'i istilâ etti. Komşu ü lke le rin F iiis tin i kur­
tarm ak için savaşa g irm eleri farzdır. A m a kom şu ülke le rin g ü c ü buna
yetm iyorsa, fa rziye t so n ra kilere geçer. İslâm topraklarından her neresi
olursa olsun, durum budur.

127 —- M a id e .: 33

453
İ SLÂM

«Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın.»


8 — Cihad savaşı: Y ü ce A lla h şö y le buyurur: «Ey müminler, önce,
kâfirlerden size yakın olanlarla savaşın. Onlar, sizde, şiddet ve kuvvet
bulsunlar. Biliniz ki, Allah, takva sahipleriyle beraberdir.» (128)
«O kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve âhiret gününe inanma­
yan, Allah’ın ve Peygamber'in haram ettiği şeyi haram tanımıyan ve hak
dinini (İslâm) dîn edinmeyen kimselerle; onlar hor ve küçülmüş olduk­
ları halde kendi elleriyle (boyun eğerek) cizye verinceye kadar harb
edin.» (129)
Bu â y e tle rle diğ e r âyetlerden a n la şıld ığ ın a göre m üslüm anlar, güç­
leri y e ttik çe d a ru ’i-harple sü re k li b ir savaş iç e risin d e o lm a lıd ır. -Tâ ki
daru’l-harp ülke ülke A lla h 'ın hakim iyetin e boyun eğsin. O zaman müs-
lüm anları dinle rin d en alıkoyan ne maddi ve ne de m anevi bir fitne kalır.
Bu, Y ü ce A lla h 'ın şu sözünün g e re ğ id ir :
«Fîtnoden eser kalmayıncaya ve din do yalnız Allah’ın oluncaya ka­
dar o müşriklerle savaşın. Vazgeçerlerse, artık düşmanlık ancak zalim­
lere karşıdır.» (130)

4 '— özel Bir Eğitim

İslâm da sa va şın hedefi diğ e r bütün d ü zenlerinkind en fa rk lid ır. D iğer


düzenlerde in san lar şöhret, m ille t, vatan, k a v m iy e tçilik , üstün gelm e,
soy, mal, m enfaat gibi ş e y le r için sa va şır. M üslüm an ise, ancak A lla h ’­
ın sözü üstün olsun diye sa va şır. Onun için hedef, A lla h ’dır. Vatanını
koruyorsa, A lla h ken d isin e vatanını korum asını e m rettiğ i için korur. Şah­
s iy e tin i müdafaa ediyorsa, A lla h bunu em rettiğ i için savunur, islâm da
savaşın m ihveri: «Tâ ki A lla h 'ın sözü (Kelim e-i Tevhid) en üstün olun ca­
ya kadar»dır.

Peygam ber (S.A.V.) şö y le buyurur :


«Kim Allah’ın sözü (Tevhid) iistünolsun diye savaşırsa, işte bu
Allah yolundadır.»
Buna göre sa va şçı m üslüm anın -ki m üslüm anların hepsi sa va şçıd ır-
özel bir e ğ itim le te rb iye e d ilm e s i gerekir. Bu e ğitim İslâm da savaşın
hedefine uygun b ir tarzda o laca ktır. G örüyoruz ki, diğer kâfir o rduların
savaşa sü rü k le n e b ilm e le ri için k e n d ile rin e v a ta n p erve rlik aşılanm akta-

12S — Tevbe : 123


129 — Tevbe : 29
130 — B a k a r a : 193

454
A S K E R Î S İY A S E T

dır. Y ahut onları savaşa sü rükleyen madde veya boş m anevî b ir te keb ­
bürdür. O ysa m üslüm an ordu için durum tam am en d e ğ işik tir. M ü s lü ­
man aske rin üzerinde e ğ itild iğ i te rb iy e n in ana ç iz g ile ri şö y le d ir :

1 — Hak çe rçe v e sin d e itaat, kendine hakim olm a ve icraatta bu­


lunma.

Y ü ce A lla h şö yle buyurur :


«İman edenler diyor ki: (Cihada dair) bir sûre indirilseydi...» Der­
ken açık ve kesin bir süite indirilip onda savaş anılınca, kalblerinde b ir
maraz (nifak) bulunanları görüyorsun: Sana öyle bir bak:ş bakıyo rlar ki,
ölümden baygınlık gelmiş kimsenin bakışına benziyor. Cnun da, başla­
rına gelmesi pek yakındır. Fakat bir itaat ve güzel bir söz, onlar için ha­
yırlıdır. Sonra (cihadın fa rziye tin e dair) emir kesinleşince, Allah’a sada­
kat gösterselerdi elbette haklarında daha hayırlı olurdu.» (131)

Bu itaat hem aç ık ve hem de g izli işle rd e o la ca k tır :


«Huzurunda münafıklar: «Baş üstüne, işimiz itaattir,» derler. Sonra
da yanından çıktıklarında içlerinden bir kısmı, dediklerine aykırı olarak
geceleyin söz uydururlar. Allah, onların kurup yaptıkları tezviratı yazıyor.
Onun îçinı sen. yüzlerine vurma, onlardan vazgeç ve Allah'a güvenip
dayan. Allah vekil olarak yeter.» (132)

Her durum da tam itaat :


R esû llü lla h (S.A.V.)’e, d a rlık ve fe rah lık, üzüntülü ve neşeii... du­
rum larda itaat ve sözünü dinlem ek üzere biat ettik....»

Bu itaat, E m irü lm üm inine veya ken disi tarafından iş başına g e tiri­


le nlere yap ılır. A ncak, itaatin iyi şe y le rd e olm a şartı vardır.
«Müslümanın, sevdiği ve sevmediği şeylerde dinleyip itaat etmesi
gerekir. Ancak bir ma’siyetle emrolununca ne dinlemek vardır ve ne de
itaat etmek.» (133)
Peygam ber (S.A.V.) yine şö yle buyurur :
«Kim bana itaat ederse, Allah’a itaat etmiştir. Kim bana isyan eder­
se, Allah’a isyian etmiştir. Ve kim ki, Emîr’e Staat ederse, bana itaat et­
miştir, Ayrıca kim ona İsyan ederse, bana isyan etmiştir.» (134)

131 — M u h a m m e d : 20
132 — N isa : 81
133 — B u h a d is i, b e ş h a d is k ita b ı r iv a y e t e tm iş le rd ir.
134 — B u h a rî M ü slim v e N e sa î.

455
İ SLÂM

«Kim itaattan çıkar ve cemaattan ayrılır da ölürse, cahiliyet ölü*


müyle ölmüştür.»
«Başınıza geçen, başı üzüm tanesine benzeyen bir siyah köle bile
olsa, aranızda Allah’ın kitabını hakim kıldıkça, dinleyiniz ve itaat edi­
niz.» (135)
M üslüm an fa k îh le r buna dayanarak iyi şe y le rd e d e v le t başkanına
itaat etm enin farz olduğunu s ö y le rle r. V e le v ki em re ttiğ i mubah ş e y le r­
den bulunsun.
M üslüm an aske r ö n c e lik le E m irü lm ü'm in în ve ik in ci o larak yakın
âm irine itaat etm ek üzere e ğ itilir. Şayet yakın âm iri, E m îrü lm ü ’m in în ’e
karşı gelm ek üzere ken d isin e bir em irde bulunursa, m üslüm an askerin
onu ö ld ü rm e si helâl o lur .
«Hepiniz bir kimse üzerinde ittifak ettiğiniz halde biri gelir de ara­
nızda ihtilaf çıktırmak veya cemaatınızı dağıtmak isterse, onu öldü­
rün.» (136)
2 — Ecelin zam anı b e llid ir. Savaş veya ba rış onu ne öne a lır ve
ne de g e rile tir. A lla h ’ın insana tayin ettiğ i yaş ne ise, insan m utlaka onu
yaşar. M üslüm an aske r bu inanç üzere e ğ itilir :
«Kendilerine: «Ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın, zekâtı verin»
denilmiş olanlara bakmaz mısın? Şimdi oniiarın üzerine savaş farz kılı­
nınca, içlerinden bir topluluk, Allah’tan korkar gibi, hatta daha şiddetli
bir korku iie insanlardan korkuyor. Onlar: «Ey Rabbimiz, üzerimize şu
savaşı neye farz kıldın, ne olurdu bizi yakın bir vakte kadar geri bırakay-
dm» dcdvler. Or.tera şöyle de: «Dünyanın zevki pek azdır. Âhiret ise sa­
kınan',ar için (muhakkak hayırlıdır; ve kıl kadar haksızlığa uğramazsı­
nız. Her nerede olursanız, ölüm size erişir; velevki, tahkim edilmiş yük­
sek kaleierde bulunun...» (137)
«Uhud giinü Medine'de oturup, savaşta ölen yakınları hakkında:'
«Eğer bizi dinleselerdi ölmiyecekierdi» diyen o münafıklara şöyle söyle:
«Öyle ise, kendinizden ölümü çevirin, eğer sadıklardansanız.» (138)
«Ey imân edenier, kardeşleri yeryüzünde dolaştığı veya bir savaş­
ta bulundukları zaman, haklarında şöyle söyliyen kâfirler gibi olmaıyın:
«Bizim yanımızda olsalardı, ölmezler ve öldürmezlerdi.» Allah onların bu
söz ve inançlarım kalblerinde bir keder ve hasret olsun diye bıraktı.

135 — B u h a rı.
136 — M üslim .
137 — N is a : 78
138 — Â l-i İ m r a n : 168

456
A S K E R Î S İY A S E T

Halbuki Allah d ild iğ in i yaşatır, dilediğini de öldürür. Allah, yapmakta


olduğunuz şeyleri bilendir.» (139)

3 — Zafer, sayı ve araç-gerecin çokluğundan değil, A lla h 'ta n d ır.


M üslüm an asker bunun üzerinde e ğ itilir :

«Allnh'ın iznıySe nice az bir topluluk, daha çok bir topluluğa üstün
gelmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir.» (140)

«Eğer Allah size yardım ederse, size galip gelecek yoktur; ve eğer
size yardımı terkederse ondan sonra size yardım edecek kimdir? Mü­
minler sadece Allah’a güvenip tevekkül etmelidir.» (141)

Bu, hiç h a zırlık yapm ayacağız, s ila h sana yim izi kurm ayacağız de­
mek d e ğ ild ir. A m a bununla beraber sa de ce A lla h 'a te vekkül etm em iz
g e re kir :
«Şüphe yok ki Allah, size birçok savaş yerlerinde zafer verdi; ve
«HUNEYN» gününde size yardım etti. O vakit Huneyn'de çokluğunuz size
güven vermişti de, bir faydası olmamıştı. Yeryüzü o genişliğiyle başını­
za dar gelmişti. Sonra da bozularak arkanızı dönmüştünüz.» (142)
Y ukarıd a a n la ttık la rım ızın gereği o larak A lla h ’ ın yard ım ın ın birtakım
se b e p le rin in olduğunu ve yardım ın ancak bu se b e p le rle g e rç e k le ş e c e ğ i­
ni b ilm e liy iz . Bu se b e p le rin başında A lla h ’ın sözünün -Tevhid’in- hedef
o larak a lın m a sı g e lir :
«Ey imân edenler, siz Allah'ın (dinine, O 'nun Peygam beri zişânına)
yardım ederseniz O da düşmanınıza karşı size yardım eder ve ayakla­
rınızı sâbit kılar.» (143)
«Ailah, (dinine) yardım edenlere elbet yardım eder. Şüphesiz ki
Allah kavidir, yegâne galipdir. Onlar, (o m ü m in le rd irki) eğer kendilerine
yeryüzünde bir iktidar mevkii verirsek dosdoğru namazı kılarlar, 1zekâtı
verirler, iyiliği emi'ederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar. Bütün iş­
lerin âkibeti Allah'a râcidir.» (144)

4 — M üslüm an asker, ölüm ü se vm e k üzere e ğ itilir. Çünkü âhiret


dünyadan daha h a y ırlıd ır. A lla h yolunda ölm ek ise, hayattır :

139 — Âl-i İmran : 156


140 — B a k a r a : 249
141 — Âl-i im r a n : 160
142 — T e v b e : 25
143 — M uham m ed i : 7
144 — H acc : 41

457
İ SLÂM

«Allah yolunda öldürülmüş olanlar için «ölüler» demeyin. Bilâkis


onlar diridirler. Fakat siz iyice anlamazsınız.» (145)
«Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar Rab-
leri katında diridirler. (Ö yleki A lla h ’ın) lütfü inayetinden, kendilerine ver­
diği (şe h id lik m e rte b e siyle ) hepsi de şâd olarak (cennet n im e tle riyle )
rızıklanırlar. Arkalarından henüz onlara katılamayan (şehid dindaş) lar (ı)
hakkında da: «Onlara hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak de­
ğillerdir.» diye müjde vermek ister! ar. Onlar Ailah’dan gelen bir nimetle
(hatta) dalıa fazlasıyla ve Allah’ın, müminlere olan mükâfatını zâyi et­
meyeceği müjdesiyle de sevinirler.» (146)
5 — Her zaman için düşm andan sakınm akla b irlik te onu küçüm se­
me üzerinde e ğ itilir. İhtiyatlı d avranıldığ ı halde düşm anın araç-gereç ve
sa y ısı önem senm ez :
«Müminler (düşman) ordularını görünce: İşte bu, Allah’ın ve Resû-
lünün bize vadettiği şeydir. Allah ve Peygamberi doğru söylemiştir,
dediler. Bu onların imanlarım, teslimiyetlerini arttırmaktan başka birşey
yapmadı.» (147)
«O küfredenler kendilerine zaman ve meydan vermenizi nefisleri
için zinhar hayırlı sanmasınlar. Onlara fırsat Verişimiz ancak günahla­
rını arttırmaları içindir. Onlara hor ve hakir edici bir azap vardır.» (148)
«Onlarla savaşın ki Allah sizin ellerinizle onları azaplandırsın, on­
ları rüsvay etsin, size onlara karşı nûsret versin, müminler zümresinin
göğüslerini ferahlandırsın. Ve kalblerindeki gazabı gidersin.» (149)
6 — M üslüm an asker, savaşta n iyye tin in sa de ce A lla h olm a sı üze­
re e ğ itilir :
«Artık âhiret saadeti yerine (geçici) dünya hayatını satacak olan­
lar Allah yolunda muharebe etsin. Kim Allah yolunda vuruşup da öl­
dürülür yahut düşmanına galebe ederse ona pek büyük bir ecir verece­
ğiz.» (150)
7 — Ş a y ia la rı kabul etm em e, onları reddetm e ve onları çıkara n la rı
yu karısın a b ild irm e k üzere e ğ itilir :
«Andolsun, eğer münafıklar, vicdanlarında bir maraz bulunanlar, şe­
hirde fena haberler yayanlar (bu hallerind en ) vazgeçmezlerse mutlak ve

145 — B a k a ra : 154
146 — Âl-i îm r a n : 169
147 — A h z â b : 22
148 — Â l-i İm r a n : 178
149 — Tevbe : 15
150 — N is a : 74

458
ASKERÎ SİYASET

muhakkak seni kendilerine musallat ederiz. Sonra orada seninle az bir


(zamandan fazla] komşu olamazlar. Hepsi de Allah’ın rahmetinden ko­
vulmuş olarak. Nerede ,eîe geçirilirlerse yakalanırlar onlar ve öldürülür­
ler de öldürülürler.» (151)
«Onlara eminlik veya korku haberi geldiği zaman onu yayıverirler.
Halbuki bunu Peygambere ve onlardan (müminlerden) emir sahiplerine
döndürmüş (onlara müracaat etmiş) olsalardı o (haberi) arayıp yayanlar
bunu elbet onlardan öğrenirlerdi. Allah’ın üzerinizdeki lütûf ve inayeti
ve esirgemesi olmasaiydı, birazınız müstesna olmak üzere muhakkak
ki şeytana uymuş gitmiştiniz.» (152)
8 — Mümini öldürmekten sakınma ve kâfiri öldürme sevgisi üze­
re eğitilir. Ancak mümin isyan ederse o başka :
«Ey iman edenler Allah yolunda harbe çıktığınız zaman (meselele­
rin) tam açıklanmasını bekleyin. Size (müslümanca) selâm verene, dün­
ya hayatının (geçici) menfaatim arayarak, «Sen mümin değilsin» de­
meyin. İşte Allah’ın katında birçok ganimetler vardır. Evvelce siz de böy­
le iken Allah size lütfetti. O halde (meselelerin) iyice açıklanmasını
bekleyin. Şüphesiz ki Allah ne yaparsanız hakkıyla haberdardır.» (153)
«Hiçbir Peygamberin yeryüzünde ağır basıp (savaşıp) zaferler ka-
zanıncaya kadar (müharip düşmandan) esirler alması (vaki) olmamıştır.
Siz geçici dünya malını arzu ediyorsunuz. Halbuki Allah âhireti (daha
çok âhiret sevabını kazanmanızı, âhireti düşünmenizi) ister. Allah aziz­
dir (dostlarını düşmanları üzerine gâlib kılandır, hakimdir (her hale la­
yık olanı hakkıyle ve hikmetiyle bilendir.» (154)
9 — Savaş için sürekli hazırlık yaptırılır, gevşekliğe meydan veril­
memesi üzerine eğitilir :
«(Düşmanlarınız olan) kavmi aramakta (takip etmekte) gevşek dav­
ranmayın. Sifc acı duyuyorsanız şüphesiz ki onlar da sizin duyduğunuz
o acı gibi acı duyuyorlar. Halbuki siz Allah’tan onların ümit edemiye-
cekleri umuyorsunuz. Allah gerçek bilicidir, yegâne hüküm ve hikmet
sahibidir.» (155)
«Onun için (düşmana karşı) gevşek davranmayın. Siz daha galib
ve kâhir durumda iken (düşmanları zillet göstererek) barışa davet et-

151 — A h z â b : 61
152 — N is a : 83
153 — N is a : 94-
154 — Enfâl : 67
155 — Nisa : 104

459
İSLÂM

meyin. Allah sizinle beıaberdir. Amel ve hizmetlerinizin mükâfatını asla


eksiltmez O.» (156)
10 — Savaştan kaçm am a ve sonuna kada se b at etm e üzere e ğ i­
t ilir :
«Ey iman edenler, toplu bir halde kâfirlerle karşılaştığınız zaman
onlara arkalarınızı dönmeyin- Tekrar muharebe için bir tarafa çekile­
nin, yahut bir fırkaya ulaşıp mevki tutanın hali müstesna olmak üzere kim
öyle bir günde onlara arka çevirirse o, muhakkak ki Allah’ın gazabına
uğramıştır. Onun yurdu cehennemdir. O ne kötü bir sonuçtur.» (157)
«Ey imân edenler (harbeden) bir düşman topluluğuna çattığınız va­
kit Sebat edin ve Allah’ı çok anın. Tâ ki umduğunuza kavuşasınız. Al­
lah’a ve O'nun Resülüne itaat >edin. Birebirinizle çekişmeyin. Sonra kor­
kuyla za'fa düşersiniz, rüzgârınız (kesilip ) gider. Bir de sabı^u sebât
edin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir. Yurtlarından çalım satarak
insanlara gösteriş yaparak çıkanlar (halkı) Allah’ın yolundan meneden-
ler gibi olmayın. Onlar ne yaparlarsa (hepsini) Allah kuşatıcıdır.» (158)
11 — C ih ad se v g is i üzere e ğ itilir. Ö y le ki cihad onun için mal,
çocuk ve eşden daha se v im li o la c a k tır :
«De ki; «Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, kabi­
leniz, elinize geçirdiğiniz mallar, kesâd olmasından korka geldiğiniz bir
ticaret ve hoşunuza gitmekte olan meskenler size Allah’tan, O’nun Pey­
gamberinden ve O’nun yolundaki bir cıhaddan daha sevgili ise, artık Al­
lah'ın emri gelinceye kadar bekfeyedurun. Alıah fasıklar güruhunu hida­
yete erdirmez.» (159)
12 — M a la düşkünlükten sakınm a üzere e ğ itilir. A n ca k A lla h 'ın
k e n d isin e m eşru k ıld ığ ı ve d e v le t başkam nın izin v e rd iğ i ha riç :
«(Resûlum ) sana harb ganimetlerinin hükmünü sorarlar- De ki: «Bu
ganiVnetler Allah’ın ve Resûlünündür. D halde tam müminlerseniz Allah'­
tan korkun, (ih tila fa düşm eyin) aranızı düzeltin, Allah'a ve Peygamberine
itaat edin.» (160)
«Bir Peygamber için emânete (yahut ganim et m alına) hainlik etmek?
Bu olur şey değil. Kim böyle hainlik eder (ganim et ve âm m eye a it hâsı-

156 — M u h a m m e d : 35
157 — E n fâ l : 15
158 — E nfâl : 45-47,
159 — T e v b e : 24
160 — E n fâ l : 1

460
A S K E R İ S İY A S E T

lattan bir şey aşırır, gizlerse) kıyamet günü hainlik ettiği o şeyin günahı­
nı yüklenerek gelir. Sonra harkes ne etti, ne kazandıysa (mücazât veya
mükâfatı) eksiksiz ödenir. Onlar haksızlığa uğratılmazlar.» (161)

D evlet başkanının taksim i dışında müslümana hiçbir mal caiz de­


ğildir. M üslüm an hiçbir kadına da yanaşamaz. Ancak devlet başkanı tara­
fından cariye taksim i yap ılır ve o cariye hayızdan tem izlenir ve hamile
ise ancak doğum yaptıktan sonra kendisine yanaşabilir.

İslâm askerinin üzerinde y e tiştirile ce ğ i genel ve önem li tem eller


bunlardır. A slın d a bunların manevi eğitim le ilg isi vardır. Kaldı ki, manevî
eğitim de asker eğitim inin bir parçasıdır. A sk e rî eğitim genel manada
şu hususları kapsar :

1 — M anevi eğitim: A skerin, uğruna savaştığı inancın açıklanm a­


sını, ne için savaştığım , zafer ve yenilginin sebeplerini ve zafer arzusu­
nu içine alır.

2 — Silah eğitim i : Mümkün olduğu kadar silahı en güzel şekilde


kullanmayı kapsar.

3 — Beden eğitim i: Savaşçı, savaşmaya m üsait bir bünyeye sahip


o/mak m ecburiyetindedir.

A slın d a silah ve beden eğitim i İslâmda henüz küçük yaştan başlar.


«Çocuklarınıza yüzmeyi, ok atmayı ve ata binmeyi öğretin». «Ve s ıç ra ­
yarak ata binm elerini onlara emrediniz.» Bütün bunlar ancak A llah ordu­
su ve hizbi bulunup «Cündullah Ahlâken ve Sekâfeten» isim li kitabı­
mızda zikrettiğim iz sıfatlar gerçekleştiğinde tahakkuk eder. Ev, okul,
basın-yayın, cami, askerî birlik ve karargâhlar ve İslâm hizbinin yar­
dım laşm ası olmazsa bunun gerçekleşm esi sağlanmaz.

5 — Düşmanı Tanıma ve Karşı Tedbir


Bu, zaman ve mekânın değişm esiyle değişen birşeydir. Serim izin
ikinci faslında (ER-RESÛL isim li kitapta) Resûlüllah'tan bahsederken ke­
şif m ahiyetinde nasıl se riy ye le r ve m üşrikler arasında yaşayan, onların
durumunu kendisine ileten fertler gönderdiğini görmüştük. Yine resûlül-
lahın askerî ve s iy a sî hayatından bahsederken siy a sî ve askeri davra­
n ışların ı ve bu konuda meşhur sözü olan «Savaş aldatmadır» konusun­
da izahat verm iştir. Bu m eseleler üstün yeteneklere ihtiyaç gösterir.

161 — Âl-i t m r a n : 161

461
İSLA M

F ırsa tla rın d e ğ e rle n d irilm e s i ve hem başta ve hem de sonda A lla h ’a
dayanm akla beraber s iy a s î ve a ske rî iş le rin m ükem m el bir ş e k ild e dü­
ze n le n m esi gerekir.

Burada şuna işa re t etm ekle yetineceğiz: A srım ızd a , İslâmi askerî
bir hareketin önünde birçok e n g e lle r bulunm aktadır. M üslü m a n la rın
bunları aşm ası, önce A lla h ’ın fa zile ti, sonra da her alanda eşi g ö rü l­
m em iş bir gayretle olur.

462
İSLIMDA CEZA HÜKUKÜ
Şehid Üstad A b d ü lk a d ir Û d eh ’in «İslâmda C eza Hukuku» (162) is im ­
li kitabı bu konuda y e te rlid ir.
İslâm ın bütün siste m le rin d e n bahseden bir kitap e lbe tte C eza Hu­
kukundan da ba hsetm e liyd i. Onun için Şehid Ü sta d ’ın m ezkûr kitabının
özetini sunm ayı uygun gördük.

Bu özetin bir hikâyesi v a rd ır :


B ir se ri halinde bu ç a lışm a la rı hazırlam ayı düşündüğüm üz ilk s ır a ­
larda birkaç arkadaşla yardım laşara k hazırlam ayı p lâ n la m ıştık . Bu ara­
da arkadaşlardan b irin e Ş e h id 'in kitabını ö ze tle m e sin i te k lif ettim . Tek
lifim i kabul etti ve kitabı ö zetle ye re k tasarrufum a devretti.
Ö zeti çok güzel gördüm ve kitabın m ünderecatına aldım . B e lirttiğ im
gibi ö zetlem eyi ben yapm adım . A n ca k tam am ını neşretm en in fayd alı o la ­
cağına kani olduğum halde çok tasarrufta bulundum. Belki tam am ı y al­
nız başına ayrıca b a sılır.
Bu arkadaşın ism ine g e lin ce , bazı özel durum lardan dolayı ism inin
y azılm asın d a sa kın ca bulunduğu için kitabın bu b a sk ısın d a ism in i a ç ık ­
lam ıyorum . Bu durum lar ortadan kalkar ve ark ad aşım ız ism in in a ç ık la n ­
m asına rıza g ö ste rirse in şallah diğer ba sk ıla rd a ism in i o ku yu cularım ıza
bildiririz.
Konu üç b a şlık altında to p la n m ıştır :
1 — S u ç ve ce zşya genel bakış.
2 — Suç
3 — Ceza

1 — Suç Ve Cezaya Genel Bakış


İslâm ceza hukuku, m ükem m el İslâm nizam ının halkalarınd an b iri­
dir. O nizam ki, Y üce A lla h onu son Peygam ber M uham m ed (S .A .V .)’e
in d irm iştir. İnsanlığın hayatı için takip e d ile c e k b ir nizam ve hayat dü-

132 — Bu k itap . A k i f N u r i t a r a f ı n d a n t e r c ü m e e d ilm iş o lu p ihya y ay ın la­


rı a r a s ı n d a yayınlanm ıştır. O k u y u cu larım ıza ta v s iy e ed eriz. (M ü­
te rc im )

463
İ SL ÂM

zeni olsu n diye. B ö ylece insan, hem dünya hayatında ve hem de âh ire t
hayatında m utluluk ve sa ad e te kavuşacaktır. Y ü ce A lla h 'ın ris a le ti, bu­
nu en m ükem m el b ir ş e k ild e yerin e g e tire b ile c e k güçtedir.
İslâm nizam ı uygulanm ak için g ö n d e rilm iş tir. U ygulam a alanı da,
şe h ve t ve arzu ları k a rşısın d a za y ıf olan ve onlardan do layı a zg ın laşa rak
b a şk a la rın ın h a kların a tecavü z eden, bö yle ce ce m iy e tin m a sla h atların ı
tehd it eden insan olduğuna göre, in san ı b ir s ın ırd a tutacak ve ba şkala­
rın ın haklarına tecavü z e tm e sin i e n g e lliy e c e k birtakım te d b irle ri bera­
berinde g e tirm iş o lm a sı g e re kir. Bu te d b irle rd e n b iri, cezâd ır.
A n ca k İslâm nizam ı cezaya bir sila h o larak sa rılm a z. En sonunda
ona başvurur. Ferdi e n g e lliy e c e k başka te d b irle r kalm ayınca s ıra ona
g e lir.
İslâm, k işin in n e fsin in İslahına, kalb in in A lla h korkusuyla im arına ve
kıyam et gününde m esul bulunduğunu hatırlatm aya önem v e rm iştir. Böy­
le ce k işid e im anın ilk gereği olan A ila h ve R esû lü n e itaat duygusu a ş ı­
la nm ış olur. İkinci o larak yasak f ille r i yaptığında hem k e n d isin e ve hem
de m üm in k a rd e şle rin e zararının dokunm ası konusunda u y a rılır.

A y rıc a İslâm o üstün v e m ütekâm il n iza m iy le kötü fille r in irtik â b ı­


na ih tiya ç bıra km am ış ve onlara giden y o lla rı kapam ıştır.
B ö ylece bütün s ın ır ve e n g e lle ri a şıp şe h v e t ve h is le rin e boyun eğe­
rek nizam ın d ışın a çıkan ve toplum m a sla h a tla rın ı te h d it eden insanın
c e z a la n d ırılm a sı, hak ve ad aletin bir gereği olur.

İSLÂM CEZA HUKUKUNUN MAKSAT VE GAYELERİ


Suç ve ceza konusunda İslâm ın kendine has b ir görüşü vardır. B e şe r
dünyasında mümkün o la b ild iğ i kadar m utlak ad alet te ra z is in e tutunur.
Ne toplum un h aklarını ve ne de ferdin hukukunu ta k d is etm ekte a şırı
gider. Bu denge in san lara ö lçü lü bir ş e k ild e b a kışın dan ile ri g e lir. Ö y le
bir bakış ki, hem ferdin ve hem de toplum un m a sla h atın ı beraberce ger­
ç e k le ş tirm e k ister. O, toplum un düzen ve se lâ m e tin in e m n iye ti konu­
sunda çok titiz d ir. Çünkü bütün fe rtle rin hayatta m utlu o lm a ların d a en
büyük pay buradadır ve buna g id e ce k b iric ik yol budur. Toplum fe rtle ­
rin toplam ı değil m id ir? A y n ı zam anda fe rd in hü rriyet, ş a h s iy e t ve in­
sa n lığ ı da b ö ylece korunm uş olur.
Onun için İslâm haram k ıld ığ ı bütün su çla rın , toplum un g ü v e n liğ in i
bozan, iş le r i karıştıran , n e fisle rd e huzursuzluğu ve a n arşiyi doğuran ve
n e ticed e toplum u çö kerten s u ç la r olduğunu görüyoruz.

464
İS LÂ M D A CEZA HUKUKU

Bütün to plum lar dört tem el m ü e sse se üzerinde kuruludur,


a — A ile düzeni
b — F e rd î m ü lkiye t düzeni
c — İçtim aî düzen
d — İdare düzeni

Em niyet ve istik ra rı sağlam ak için İslâm ın korunm aları g a y e siyle


son derece önem v erd iğ i m ü e s se se le r işte bunlardır.
A ile düzeni erkek ve kadının v a rlığ ıy la çoğalm aya m ü sait o lm aları
ve doğan çocu klara bakma ih tiyacından doğm uştur. T abiatıyla bu, e rke ­
ğin b e lli bir kadınla beraberce yaşam ak ve doğan ço cu k ları kendi so-
yundan saym a gereğin i ortaya çık a rm ış ve b ö ylece a ile kurulm uş ve her
toplum un te m e li olm uştur.
F e rd î m ü lkiye t düzeni, y a ra tılışı itib a riy le daim a insanın yem ek, iç ­
mek giyinm ek ve m esken edinm ek, bu ve diğ e r fayd aları sağlam ak için
gerekli araç-gereç ihtiyacından doğm uştur. Bu ihtiyaç, insanın sa y d ığ ı­
mız şe y le re sa h ip olm a ih tiya cın ı doğurm uştur. İlk plânda ken disi için,
İkinci o larak da a ile s i için.
Böylece her toplum un oluşm asında fe rd î m ü lkiyet düzeni tem el b ir
nizam olm uştur.
İçtim aî düzen ise, ferdin z a y ıflığ ı ih tiy a çla rın ın çokluğu ve b a şk ala­
rıy la yardım laşm a zaruretinden doğm uştur. Bunlar, toplu halde y aşa­
mayı m ecburi k ılm ış tır. A ile düzeni ile fe rd î m ü lkiye t düzeni toplum un
uym ak m ecbu riyetinde olduğu p re n sip le ri ifade eden, fe rtle rin hak ve
so ru m lu lu kla rın ı b e lirle y e n İçtim aî b ir düzenin v a rlığ ın ı ge re kli k ılm ış ­
tır.
Toplum oluştuktan sonra bir idare düzeninin olm ası, toplum un beka,
istik ra r ve güveni için g e re k lid ir. Çünkü iş le ri idare edecek, m aslahat­
ları koruyacak ve dış g ü ven liği sa ğla yaca k b ir m ü esse se ye m utlak sû-
rette ih tiyaç vardır. İslâm şe ria tı toplum a v e rd iğ i önem den dolayı bu
dört m ü esse se yi her türlü düşm anca tecavü zlerd en korum uştur. Bu
dö rt m ü esse se ye karşı işle n e c e k her suçu te h lik e li ve karşı konulm a­
s ı g e re kli bir suç o larak görm üştür.
D iğ er yönden İslâm şe ria tı bu dört İçtim aî m ü esse se yi korum akla
ferdin m aslahatını g e rç e k le ş tirm iş ve onu korum aya ç a lış m ış tır. Çünkü
bununla, hayatının ve dayanakların ın te m e lle rin i korum uş ve neticed e
en güzel şe k ild e v a rlığ ın ın devam ı için en g e re kli şa rtla rı g e rç e k le ş tir­
m eye ç a lış m ış tır.

465
İ SLÂM

Onun iç in İslâm, ferdin korunm asına ç a lış m ış tır. Y a ln ız b a şk a la rın ­


dan g e le c e k zara rlara değ il, fe rd in ken disind en g e le ce k zara rlara karşı
b ile k e n d isin i korum uştur. Bu İslâm düzeninin b ir g e re ğ id ir. Çünkü İslâ-
ma göre k işi, kendi k e n d isin in sah ib i d e ğ ild ir. Toplum un ona ih tiya cı
va rd ır. Sadece vü cu t bakım ından değ il, ruh, akıl ve vicdan bakım ın­
dan da. Ferdin m aruz k a la b ile c e ğ i her eziyyet, is te r kendi ira d e siy le
olsun, iste r o lm a sın için d e y aşa d ığ ı toplum u da e tk ile r.
Ş e ria tın toplum ve fe rt hayatı için te h lik e o larak kabul ettiğ i ve
K u r’a n ’ls Sünnette ism i geçen s u ç la r şu n la rd ır :
1 — Zina
2 — İftira (kazf)
3 — Şarap içm e k
4 — H ırs ız lık
5 — E şk ıy a lık
6 — İrtidat
7 — İsyan ve ih tilâ l (el-Bağy)
8 — K a s ıtlı veya k a s ıts ız öldürm e ve yaralam a
Hangi toplum o lu rsa olsun, k e n d isin e en çok ve d ire k t olarak zarar
veren s u ç la r bunlardır. Onun için ş e ria t bunlara önem v e rm iş ve bu s u ç ­
ları iş le y e n le re m utlaka c e za la rın ı v e rm iştir.

İSLÂM NİZAMINDA SUÇ VE CEZANIN TEMELLERİ

İslâm, İlâhî bir nizam dır. Ona batıl karışm az. O, A z iz ve Hakîm olan
A lla h ’ın n iza m ıd ır : «(Biz 'Allah’ın boyasıyla (boyan m ışızdır) Allah’tan da­
ha güzel boyası olan kim? Biz ona kulluk ederiz.» (163) H a liy le bu, onun
bir pa rçası olan ceza hukuku için de söz konusudur.
İslâm şe ria tı, insan ta b ia tın ı gö ze tm iş ve h ü kü m lerini insan fıtra ­
tında olan korku ve üm it ile kuvvet ve za a fiy e t üzere kurm uştur. Böyle-
ce her zam an ve m ekana uygun bir hukuk ortaya ç ık m ıştır. İnsanın fıt­
ratı, zam an ve m ekânın d e ğ işm e siy le d e ğ işm e z :
'<0 halde (Resulum ) sen yüzünü bir muvahhid olarak dine, Allah'ın o
fıtratına çevirir ki O, insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yara­
tışına (h içb ir şey) bedel olmaz. Bu, dimdik ayakta duran bir dindir. Fa­
kat insanların çoğu bilmezler.» (164)
163 — B akara : 138
164 — R um : 30

466
İS L Â M D A CEZA HUKUKU ________________________

İslâm ş e ria tın ın her zam ana uygun o lm a sın d ak i s ır, iş te buradadır.
C e za la r tehdit, korkutm a ve azarlam a gibi insan ta b ia tın a ilâ ç olan
şe y le ri de kapsar. İnsan, şa h sî m enfaatına ve te re ttü b e d e ce k cezalara
baktığında kötü bir şe yi m aslahatına te rc ih etm ekten n e fre t eder. Y in e
fa rzla rı düşündüğünde bunlarda o n la rı te rke tm e sin e davet eden birtakım
m e şa kk e tle rin olduğunu g ö re ce ktir. Lâkin o n la rın te rkin d e n d o layı ken­
d isin e terettüb edecek cezaları hatırladığ ınd a, cezalardansa bu meşak-
ketlere taham m ülü yeğ kabul e d e ce k ve sa b ırla o n la n yapacaktır.
C e zala r, insanlara, k e n d ile rin e ve ce m iy e te fa yd alı olduğu halde
yapm ak is te m e d ik le ri şe y le ri yaptırm ak ve za ra rlı olduğu halde yapm ak
is te d ik le rin i onlara yap tırtm am aktır.
Buna göre suçu şö y le ta rif e d e b iliriz: Y a s a k la n m ış ve k e n d isin e
ceza terettüb eden harekette bulunm ak yahut te rk e d ilm e s i yasaklanan,
ve terkinden dolayı ceza terettüp eden h a reke ttir. F a k îh le r su ç la rı şö y ­
le ta rif ederler: « A lla h ’ın had ve ta zîr koyarak y a sa k la m ış olduğu mah­
zurlardır.» M ah zu rlar ise, ya y asa klan m ış bir fiild e bulunm ak yahut em ­
re d ilm iş bir f iili yapm am aktır. M ah zu rlar ş e r ’îlik le v a s ıfla n m ış tır. Bu­
nunla, bir şe y in su ç o la b ilm e si için ş e ria tın onu m ahzurlu sa ym ası ve
m ahzurlu saym ası da ş e r ’ı bir esasa göre o lm a sı g e re ktiğ in e işa re t
e d ilm ekte d ir.
İslâm ceza hukukunda fiille r in su ç s a y ıia b ilm e s i için Ş â r i’den su ç
sa y ıld ık la rın a dair b ir na ssın bulunm ası veya Ş â ri'in koyduğu tem el ve
k a id e lere göre suç sa y ılm a s ı ge re kir.
İslâm şe ria tı toplum için g e re kli olan koruyuculuğu, e m n iye t ve is- '
tik ra rı m ükem m el bir şe k ild e sağlam ak için su çla savaşm aya büyük
önem v e rm iştir. Toplum un tem el d e ğ e rle ri m e sa b e sin d e olan şe y le re
dokunacak te h lik e le ri bertaraf etm ek için bu gibi su çla rın ce zala rın ın
s ın ırla rın ı ken disi te sb it etm iştir.
F a k îh le r bu k ısım su çlara hadler, k ısa s ve d iy e t su çla rı ism in i v e r­
m iş le rd ir.
Daha sonra ceza hukukunu tam am lam ak için Û lü le m r’s ş e ria tın ha­
ram k ıld ığ ı ve n a ssla rın ceza s ın ırın ı tayin e tm e d iğ i her şe ye ceza v e r­
me y e tk is in i v e rm iştir. A y rıc a ce m iy e tin durumu, herhangi b ir f iilin su ç
sa y ılm a s ın ı g e re k tiriy o rsa bu konuda Û lü lem re , onu su ç saym a ve bu
fiild e bulunana ceza verm e y e tk is i v e rilm iş tir. F a k îh le r bu k ısım su ç la ­
ra da «Teâzîr» ism in i v e rm işle rd ir.
B ö ylece şe ria tın suç ve ceza konusunda da özel gö rüşüyle beraber
yürüdüğünü görüyoruz. S u çla rı iki kısm a a y ırm ış ve her b iri için n e v ’i,
önem i ve toplum hayatına e tk isin e göre hüküm ler v a ze tm iştir. Bu tak­
sim de, ise, suçun toplum a e tk isin i ölçü o larak kabul e tm iştir.
467
İSLÂM

A — BİRİNCİ KiSIM

Toplumun bünyesine v.e tem el değ erlerin e dokunan suçlardır.


Topluma şid de tli te s irle ri olan bu kısım su çları şe ria t iki nev’e ayı­
rarak her biri için ayrı bir hüküm koymuştur.
B irin ci nevi: Fakîhlerin «Hudûd» olarak isim le n d ird ik le ri suçlardır.
Bunlara işleyene had uygulanır. Had, A lla h ’a has bir hak olarak O ’nun
tarafından önceden konulmuş bulunan cezadır. Zararı âmmeye dokunan
ve bu f iili işleyen zarar görünce, faydası âmmeye ulaşan her suç, bu
nev'e girer. Şeriat bu suçları yedi bölüma açıklar :
1 — Zina
2 — İftira (kazf)
3 — Şarap içm ek
4 — H ırsızlık
5 — E şkiyalık
6 — isyan ve ihtilâl (el-Bağy]
7 — İrtidat
Şeriat, bu suçlar için b e lirli cezalar koymuştur. Ne idarecinin, ne
hakim in ve ne de kendisine karşı suç işlen en kim senin bu cezaları af­
fetme, eksiltm e yahut artırm a ye tkisi vardır.
Şeriatın bu suçlara karşı se rt bir tavır takınm ası, toplum için te h li­
keli olm alarından ve toplumun temel değerlerine zarar verm elerinden do­
layıdır. Bunlarda gevşe klik gösterm ek, ahlâkın çözülm esine ve toplum
düzeninin bozulm asına v e s ile olur. Bu su çlar öyle neticele r doğurur ki;
bunlara mübtelâ olan toplum dağılır. Düzeni bozulur. Bu ise, şeriatın
İslâm toplumunda olm asını istem ediği bir şeydir. Bu konuda se rtlik, ah­
lâkı devam ettirm ek, toplumda em niyet, düzen ve huzuru sağlam ak için
dir. Başka bir ifadeyle, toplumun yararını gözetm ektir. Bu ise, bu su çla­
rın cezalarının A lla h 'ın bir hakkı olarak sayılm asına v e sile olm uştur.
b — İkinci nevi: Fakîhler bu nevi suçlara kısas ve diyet suçları is ­
mini verm işlerdir. K ısas veya diyeti g erektirdikleri için bunlara isim ve­
rilm iştir. Gerek kısas ve gerekse diyet, b e lirle n m iş su çlar olup fertlerin
hakkıdır, insanın beden veya ruhuna zarar veren her suç bu çeşid e g i­
rer. K ısas ve diyeti gerektiren suçlar şu nlardır :
1 — Kasden öldürm e
2 — Kasda benzer öldürme
3 — Hataen öldürme
4 — Vücudun herhangi bir uzvuna kasden tecavüz

468
İS L Â M D A CEZA HUKUKU

Ş e ria t bu s u ç la r için iki ç e ş it ceza e m re tm iştir: K a s ıtlı olduğunda


k ısa s veya diyet, hataen olduğunda ise d iye t ce za sı v e rm iştir. K a s ıtlı
su ç işle n d iğ in d e k e n d isin e karşı su ç işle n e n veya onun v e lis i suçluyu
kısastan affe ttiğ in d e , k ısa s sa k ıt o lur ve su çluya d iye t gerektir. D iye ti
de affederse, o da sa k ıt olur.
A n ca k şe ria t k a sıtlı durum da kısa s ve hataen işle n m iş suç için
d iy e t sa k ıt olduğunda Ü lü le m rin su çluya tazir ce za sın ı v e rm e le rin i caiz
görm üştür. İmam M a lik gibi bazı fa k îh le r bu durum da ta 'zir ce za sın ın
vacip olduğu gö rüşün dedirler.
K ısa s ve diyet cezaları öyle cezala rd a n d ırlar ki, ne Ü lü lem rin ve ne
de hakim in onları kaldırm aya veya e k s iltip çoğaltm aya yahut d e ğ iş tir­
m eye veya affetm eye y e tk is i vardır. Çünkü bu su çlard a fe rtle rin hakkı
vardır.
İslâm şe ria tın ın su ç la r için böyle davranm ası, bunların her ne ka­
dar toplum un yap ısın a za ra rla rı dokunuyorsa da bundan çok ken disine
karşı suç işlen en kim seye za ra rla rın ın dokunm asındandır. Yani burada
ferdin m aslahatı toplum m aslahatına galebe ça lm ıştır. Onun için, ken­
d isin e karşı suç işien en yahut v e lîs i su çluyu affe ttiğ i takd irde, cezayı
şid d e tli tutm aya se v ke d ece k bir sebep kalm az. Çünkü suçun toplum
için zara rlı olan yönü de b ö ylece k a lk m ış olup tem el yap ısın a e tk isi za­
y ıfla m ıştır. Ö z e llik le af y e tk is in i m addî bir k a rş ılık veya k a rş ılık s ız
k en d isin e karşı su ç işle n e n yahut v e lis in e verm e kle , cezayla varılm a k
isten en n e ticey e veya en azından büyük bir kısm ın a v a rılm ış olur.
A y rıc a k en d isin e karşı su ç işlen en veya v e lîs i su çlu ya kısa s ce­
za sın ın uyg ulan m asıyla affe ttiğ i ta kd irde bunun k a rşılığ ın d a alacağı d i­
yet arasında bir k a rşıla ştırm a yaparak kalb in in iste d iğ i ş e k ild e ve ken­
d is in i huzurlu k ıla ca k tarzda hareket ede bilm e im kânına kavuşur. Şüp­
h e siz bu, toplum da düşm anlık du ygularının za yıflam a sı ve tasam uh ru­
hunun y a y ılm a sı için en uygun yoldur.
Bu konuda şe ria t b ir ih tiya t payı bıra km ış ve toplum un m a sla h a tı­
na uygun b ir ş e k ild e bu m e se le y i çözüm e b a ğ lam ıştır. B azıları yukar­
da an latılan lard an İslâm iyetin bu tür c e za la rı ken d isin e karşı su ç iş le ­
nen yahut v e lîs in in duygularına b ıra k tığ ın ı ve bunların m addî m enfaat­
le rin i göz önünde bulundurarak su çluyu a ffe ttik le ri takd irde toplum m as­
lahatının e n g e lle n d iğ in i ile ri sü re rle r. H albuki İslâm şe ria tı bunu kö­
tüye kullanm a k ap ısın ı kapatarak Û lü le m r af durumunda suç ve suçluya
uygun b ir ta z ir ce zası Verm e se la h iy e tin e sa h ip tir. B öylece toplum un
m aslahatı da sa ğ la n m ış olur.

4G9
İSLÂM

B — İKİNCİ KISIM

B irin c i kısm a girm eyen ve toplum da işle n m e si mümkün olan diğ e r


bütün s u ç la n kapsar. F a k îh le r bu k ısım su çla ra ta zir su çla rı ism in i v e r­
m iş le rd ir.
Şe ria t, ta ’z ir su ç la rın ın tam am ını açıkla m a m ış, artına ve e k siltm e
kabul e tm eyecek şe k ild e onlara s ın ır çizm e m iştir. D evam lı o larak fert,
toplum ve genel nizam a za ra rlı olan su çlara n a ss la rıy la işa re t e tm iş­
t ir Û iü le m re zam an itib a riy le toplum ve nizam ına za ra rlı olan ha reke t­
le ri yasaklam a ve ce m iye tin m aslahatı için g e re k li olan ka id e le ri vaz­
edip onlara ay k ırı hareket e d e n le ri ce zala n d ırm a y e tk is in i v e rm iştir.

Bu k ısım su çlarda şe ria t, İslâm da su ç n a zariye sin in tem el p re n sip ­


le rin i uygular. Bu kısm a şu su ç la r g ire r. :
1 — İslâm ın e m irle rin d e n b irin i terked en yahut şe ria tın y a sa k la d ı­
ğı ancak c e za sın ı b e lirtm e d iğ i b ir f iili yapana bu ceza v e rilir. Had ve
keffareti bulunm ayan m a 'siy e tle ri işle m e k gibi. Bu m a 'siy e tle r iste r A l­
la h ’a karşı iş le n m iş olsun, iste r insana karşı işle n m iş olsun değişm ez
Faiz, em anete hiyanet, sövm e, rüşvet, ölçü ve tartı â le tle riy le oynama,
zekât verm ekten kaçınm a, haram olan şe y le ri yem e, ibadet için m eşru
kılınan durum lara aykırı hareket etm e gibi f iille r bu kısm a girer.

2 — Toplumun yararın a olan şe y le ri yapmayan ve ona za ra rlı o lan­


ları yapanlara bu ceza uygulanır. V e le v ki toplum un yararına olan şey
farz olarak em re d ilm e m iş ve zararına olan şey de haram sa yılm a m ış bu­
lunsun. Toplum da düzeni sağlam ak iç in ûlü le m rin ta lim a tıy la b e lirle n e n
tra fik k a id e le rin e , eğitim nizam ına, h a sta lık la rla m ücadele için aldığ ı
te d b irle re aykırı davranm ak, ta 'zir ce za sın ı g erektiren da v ra n ışlard an ­
dır.

3 — Tarh işlen m eyen ve haddin uygulanm adığı had s u ç la rıy la ken­


d isin e karşı suç işlen en kim senin a ffe ttiğ i k ısa s ve d iye t su çla rı da
ta 'z ir ce za sıy la te cziy e e d ilir.

İSLÂ M CEZA H U K U K U N D A TEM EL KAİDELER

İnsan hayatına önem li e tk ile rin d e n ve ondan doğan n e tic e le rin ha­
yatın te m e l d e ğ e rle riy le olan sık ı iliş k ile rin d e n , insanın h ü rriye t ve
g ü ven liğ in i tabiatı itib a riy le yakından ilg ile n d ire n ceza hukukunda apa­
ç ık ka id e le rin bulunm ası ge re kir. Ta ki tatbik e d ild ik le rin d e hataya dü­

470
İS L Â M D A CEZA HUKUKU

şü lm e sin . B öylece her fert, toplum da aşm am ası gereken s ın ırla rı b il­
sin . N eyin ken disi için haram ve ondan u zaklaşm ası g e re ktiğ in i kolay­
lık la s e ç e b ilsin .
Bütün bu se b ep le r İslâm ceza hukukunun İslâm yasam a siste m in e
uygun özel birtakım ka id e le rin bu lunm asını g e re kli kılm aktadır. Bu k ai­
d e le rin ö n e m lile ri şu n la rd ır :
1 — H er fe rt m ahkem e ile su çlulu ğu k e s in le şin c e y e kadar su çsu z­
dur.
Bu kaideden de şu hüküm ler doğm aktadır.
a — A ffe tm e k te hata etm ek, cezaland ırm akta hata etm ekten iy i­
dir.
b — H adler, şü p h e le rle sa k ıt olur.
2 — Hüküm oJmadan suç ve ceza yoktur.
3 — C eza hukukunda hükmün önceki su çla rı kapsam ası ancak iki
durumda ca izd ir :
a — G enel em n iye t ve nizam a zarar veren te h lik e li suçlarda.
b — Su çlu için bir m aslahat varsa.

4 — İslâm yurdunda ikam et ed e n le rin tam am ı mahkem e k arşısın d a


e şittir.

BİRİNCİ KAİDE
HER FERT M A H K E M E İLE S U Ç L U L U Ğ U K ESİN LEŞİN CEYE
KAD AR SUÇSUZDUR

İnsanın ancak kendi yaptığından sorum lu tutulduğu ve yaptığının


sonucundan başkasın ın m esul o lm adığ ı, İslâm şe ria tın d a te s b it e dilen
kaid e lerd en d ir. K u r’an-ı K erim de şö yle buyurulur :
«Günah işle y e n b ir kim se, b a şk a sın ın günahını çekm ez.» (1G5)
«H erkes kazancına bağlıdır.» (166)
Ö z e llik le bu, insanın öz y a p ısın ı ve v a r lığ ın ı, ilg ile n d ire n cezalarda
söz konusudur. İtham e dilen insana haram bir filin n isb e t e d ilm e si için
şüpheye yer verm eyen kesin d e lille rin bulunm ası gerekir.
Bu yönde İslâm ın titiz liğ i, isb a t m e se le sin e verd iği önem ve bu ko­
nudaki üstün k a id e le r apaçık ortadadır. Had su çla rın ın isbatında şe ria tın

165 —• F a tı r : 18
166 — T ü r : 21

471
İ SLÂM

son d e re ce titiz davranm ası, bunu en a çık ş e k liy le g ö zle rim izin önüne
se rm e kted ir.
İslâm hukukunun te m e l kaid e lerin d e n biri, «Beraet-i zim m et asri­
dir,» k a id e sid ir. Bu kaide İslâm ın: «M ahkem e ile s u çlu lu k sa b it olun ca­
ya kadar su çsu zlu k a sild ir» p re n sib in e v e rile n önem i p e k iştirm e k te ­
dir.
Bu önem li kaidenin gereği olarak İslâm hukukunda bu kaideden ç ı­
kan iki p re n sip le k a rşıla şıy o ru z :
a — A ffe tm e k te hata etm ek, ceza verm ekte hata etm ekten daha iy i­
dir.
b — H adler, şü p h e le rle s a k ıt olur.

İleride g ö re ce ğ im iz gibi bu ik i p re n sib i koyduran ad aletin g e rçe k­


le şm e si için v e rile n önem ve te m iz b ir in san ı töhm et altm a alm aya s e ­
bep olan ce zaî n a ssla rın uygulanm asında y a n lış lık yapm a korkusu­
dur.
Bu tem el kaide ve ondan n e şe t eden p re n sip le r, ilg is i bulunm adığı
bir itham altınd a kalm a konusunda her insanın kalb ine güven ve huzur
verir.

a — A ffe tm e k te Hata Etmek, Ceza Vermekte Hata Etmekten


Daha İyidir
Bu prensip, R e s û llü lla h (S.A.V.) in şu sözünün tatbikatınd an başka
b irş e y d e ğ ild ir: « D eviet başkanının affetmekte hata etmesi, ceza ver­
m ekte hata etmesinden daha haıyırhdır.» Bunun m anası: A n ca k s u ç lu ­
nun suçu k e s in lik le sa b it olduktan ve o su çla ilg ili nass bulunduktan
sonra te c z iy e s iy le hüküm verm en in mümkün olduğudur. Suçlunun suçu
iş le m e s i konusunda bir şüphe o lur yahut nassm o suçu kapsam ına a l­
m ası konusunda bir te re d d ü t bulunursa, su çluyu affetm ek yani su çsu z­
luğuna hüküm verm ek v a c ip olur
Çünkü şüphe durum unda suçlunun beraeti toplum için daha hayırlı
v e ad aletin g e rç e k le ş m e sin in b ir g e re ğ id ir. Bu, âm me m a slahatını gâye
edinen İslâm şe ria tın d an doğan bir durum dur. B ir insan, yapm adığı bir
şe yd e n dolayı hesaba ç e k ilir ve k e n d isin e ceza v e r ilir s e adaletin g e re ­
ği y a p ılm a m ış olur.
Bu prensip, bütün s u ç la r iç in g e ç e rlid ir.
b — Şüphelerden Dolayı Hadlerin Kalkması
Bu p re n sib in te m e li, R e s û llü lla h (S.A.V.) in: «Hadleri şüphelerle kal-
irsrin» had isid ir. Bunun tatbikatı ise, Hz. Ö m er'in: «Şüphe bulununca had­

472
İSLÂMDA CEZA HUKUKU

le ri uygulam am am , şü p h ele re dayanarak onları uygulam am dan bana da­


ha se v im lid ir.» R e sû liü lla h ve Râşid h a life le r gerçekten haddi su çluya
uygulam adan önce onun suçu iş le d iğ in i k e s in lik le te s b it e d e rle rd i. Had­
di uygulam am ak için herhangi b ir şüphenin v a rlığ ı y e te rliy d i. Hatta
onunla haddi kald ırm ak için şüphenin bulunup bu lunm adığını titiz lik le
a ra ştırırla rd ı.

İKİNCİ KAİDE
HÜKÜM OLMADAN SUÇ VE CEZA YOKTUR

Bu kaide İslâm şe ria tın d a bulunan iki pre n sip ten çık a rılm a k ta d ır.
a — Eşya ve fiille rd e aslo lan ib ahattır :
Y an i bir şe yin harem liği hakkında nass yoksa; o şey y a p ıla b ilir de,
y a p ılm a y a b ilir de.
b — N ass gelm eden önce akıl s a h ip le rin in y a p tık la rı için herhangi
bir hüküm yoktu r :
Y ani m ü k e lle f ve sorum lu olan kim se n in y a p tık la rın ın haram lığı
hakkında nass bulunm uyorsa onları h a ra m lıkla n ite le m e k mümkün de­
ğ ild ir. H aram lığı hakkında nass g e lm ed ik çe m ü ke lle fin onu yapıp yap­
m am asında b ir sa kın ca yoktur.
Bu iki p re n sip ayni m anayı ifade e tm e k ted ir ki bu da: Bir şe y i yap­
ma veya yapm am a, ancak haram lığı hakkında açık bir nass bulunuyor­
sa su ç s a y ıla b ilir. Bir şe y in y a p ılm a sı veya yap ılm a m ası konusunda
nass yoksa, onu yapan yahut terked en için b ir so ru m lu lu k veya ceza
yoktur. Kanun koyucu nazarında su ç o lara k kabul e d ilen h a re k e tle r için
ancak ceza terettüb ettiğinden, bütün bu a n lattıklarım ızd a n şunu ç ık a ­
rıyoru z : N a ss bulunm adan ne su ç lu lu k v a rd ır ve ne de ceza.
Bu tem el p re n sip le r, bu m anayı ta şıyan özel ve a çık n a ssla ra da­
yan ır. Bunlardan birkaç ta n e si, Y ü ce A lla h 'ın şu â y e tle rid ir :
«... Bir de biz, bir peygamber göndermedikçe azab etmeyiz.» (167)
«Senin Rabbın şehirlerin- (m erkezine) en büyüğüne, halkı üzerine
âyetlerimizi okuyan bir Peygamber göndermedikçe, o memleketler hal­
kını helak edici değildir,» (163)
«(İman e d e n le ri ce nn etle) müjdeleyici, (kü fre d e n leri cehennem le)
korkutucu olarak Peygamberler gönderdik ki, bu Peygamberlerin geiişin-

167 — I s r a : 15
168 — K a sa s : 59

473
İ S L Â M

den sonra in san ların (yarın) kıyam ette: «Bizi imana çağıran olmadı»,
diye Allah’a bir hüccet ve özürleri olmasın. Allah Azîz’dir, hükmünde
hizmet sahibidir.» (169)
Bütün bu n a sslar, b ir açıklam a gelm eden önce bir şeyin su ç sayıIa-
m ıyacağını ve korkutm a olm adan ceza v e rile m iy e c e ğ in i k e s in lik le be­
lirtm e k te d ir. A lla h (c. c.), açıklam a yapmadan ve e lç is in in lis a n ı üzere
korkutm adan önce k im se yi ce zala n d ırm az ve h içb ir kim seye gücünün
y ettiğ in d e n fa zla sın ı yüklem ez.
İslâm hukuku bu kaideyi rastg e le her suç için ayni şe k ild e uygula­
maz. Suçun had, kısa s, diye t veya tazir suçu o lm asına göre tatbikatı
fa rk lı fa rk lıd ır. Bu, İslâm hukukunun ceza v e rilirk e n varılm a k istenen
gayenin g e rç e k le ş m e si ve ce m iye ti hasta ruhlu ve kötü insanlardan ko­
rumağa verd iği önem in sonucudur.
1 — Haddi g e re ktiren su ç la rın ö nem leri, toplum a yansıyan büyük
e tk ile ri ve haddin uygulanm ası n e tic e sin d e ortaya çıkan durum göz
önünde bulundurularak: «Hüküm bulunm adan su ç ve ceza yoktur» pren­
sib i bu su çlara titiz lik le u yg u lan m ıştır. Bu su çla rla ilg ili n a ssla r in ce ­
le nd iğinde bunu açıkça görürüz. Bu su çla rın b a zısın ın ce za la rın ın s ı­
n ırla rı, suçlunun fiilin in s ın ırla rın ı b e lirten nassın k en d isin d e b e lir t il­
m iştir. D iğ er bir kısm ın ın ce zala rı ise başka nasslarda a ç ık la n m ıştır.
Ne û lü ’l-emr ve ne de hakim, cezanın ç e şid in i yahut m ikta rın ı tayin
etm e y e tk is in e sah ip tir.
2 — İslâm hukuku, k ısa s ve d iye t su çların d a da, had su çların d a
takip e ttiğ i yolu takip e tm iş tir. Yani hem suçun Ve hem de cezan ın s ın ır ­
larım ç iz m iş tir. A n ca k fa rk lı olarak, hak sahib in e atfetm e y e tk is i bu
su çlard a g e ç e riid ir.
3 — T a’z îri ge re ktiren su ç la rın ce zala rın d a ise çe rçe v e geniş tu ­
tulm uştur. Çünkü âmme m aslahatı ve ta 'zîr suçunun tabiatı, e k s e riy e t­
le ceza ve nadir durum larda su ç konusunda çe rçe v e y i gen iş tutm ayı
g e re ktirir.
C eza konusu gen iş tu tulm u ş çünkü ta ’z îr su çların d a n her b iri için
b e lli bir ceza ta yin e d ilm e m iştir. Hakim , ta ’zîr su çla rı için k a ra rla ş tı­
rıla n cezalardan işlen en suça uygun b irin i se çe r ve tatbik eder. T a’zîr
ce zala rı: Ö ğüt verm ek, hapis ve önem li su çlard a ölüm arasın da fa rk lılık
gösterir. Bunun m ânası, bu prensibin tazîr cezalarında uygulanm aya­
cağı dem ek 'değ ildir. Suç da s ın ırla n d ırılm ış tır, ceza da. A n ca k hakim e
ce zala r lis te sin d e n uygun b irin i seçm e y e tkisi v e rilm iş tir. Bu yetkid en
109 — N isa 165

474
İSLÂMDA CEZA HUKUKU

tıakime, suçun te h like sin i ölçm e ve uygun ilâcı seçm e im kânını ver­
mek kasted ilm iştir. A daleti gerçekleştirm ek, yarayı sarmak ve işle ri
y e rli yerine yerle ştirm e k için münasip bir yetkidir bu.

ÜÇÜNCÜ KAİDE
CEZA HUKUKUNDA HÜKMÜN ÖNCEKİ SUÇLARi KAPSAMASI

Bu, ancak iki durumda caizdir :


a — Genel em niyet ve nizama zarar veren te h like li suçlarda
b — Suçlu için bir m aslahat varsa.
Ceza hükümlerinin, gelişlerinden ve halkın onlardan haberdar olu­
şundan önceki suçları kapsam aması İslâm hukukunun prensiplerinden­
dir. Daha önce işlen m iş suçları içine almazlar.
Bunun gereği olarak ceza hükümleri öncesine sira ye t etmez. Suç,
işlen diğ i zaman yürürlükte bulunan hüküm lerle cezaland ırılır.
Fıkıh kitaplarında hükmün öncesini kapsam ası konusunda özel baş­
lık la r yoksa da, ceza hüküm lerini kapsayan âyetlerle bu âyetlerin nuzûl
seb ep lerini in celed iğim iz zaman bu prensibi görmemiz kolaydır. M a h i­
yetleri yasaklayan ve onları işleyene ceza tayin eden bütün hükümler
İslâm yayıldıktan sonra gelm iştir. Bu hükümler, daha önce işlen m iş suç­
lardan sadece üçünü kapsam larına alm ışlardır. Bu suçlar ise, iftira, ha­
rabe (savaş ve çatışm a çıkarma] ve zihardır. Bunlarda hükmün uygu­
lanm ası, bu su çlarla toplum daki te sirle rin in ö zelliklerin den dolayıdır.
Bu üç m esele dışında hüküm lerin kendilerinden önce işlen m iş bulunan
su çlara uygulandığı bize ulaşm am ıştır.
Zina için cezalar gelm iştir. Baba karısı, anne, kızlar ve diğer mü-
harrem atla evlenm e, ayni anda iki kız kardeşi nikâh altında tutma ya­
sa klanm ıştır. A ncak bu konuları yasaklayan nasslar gelm eden önce bun­
ları yapm ış olanlar cezaland ırılm am ışlardır.
Yine şarap yasaklanm ıştır. H ırsızın cezasını belirleyen nasslar gel­
m iştir. Faiz haram k ılın m ıştır. A ncak bu konuları kapsayan hükümler
gelm eden önce bunları yapmış olanlar cezalandırılm am ışlardır.
A yrıca, yasaklam alarda bulunan rıassların bir çoğunda önceki su ç­
ların affedildiğ i b e lirtilm iştir. Daha önce işlen m iş suçların affedildiğini
belirten nassın hükmü geneldir.
Gelen hüküm suçlunun faydasına ise daha önce işlen m iş suçları
da kapsar.

475
İ SLÂM

Suçluya daha faydalı olan hükmü uygulam anın sebebi: Cezadan


m aksat, suça mani olm ak ve toplum u korum aktır. O halde ceza, toplum
m aslahatının g e re kli k ıld ığ ı so sya l bir zarû rettir. H er zarûret, zarû ret
o lu şu m ikta rın ca ta kd ir e d ilir. Ş a ye t toplum un m aslahatı cezanın h a fif'
le tilm e s iy le g e rç e k le ş iy o rsa henüz hüküm g iym e m iş suçlunun, yeni v e
cezayı hafifleten hükme göre hüküm giym e si gerekir. A y rıc a cezanın;
toplum un ih tiyacın dan fazla olm a sı adalete sığm az. Eğer o kanun top­
lumu koruyan b ir kanun ise. Bu, İslâm nizam ında ceza n a zariye sin in b ir
ge re ğ id ir.
Bu istisn ay a apaçık örneklerd en biri, öldürm e suçudur. İslâmdan,
önce araplar d iy e tle ri fa rk lı fa rk lı ta kd ir e d e rle rd i. Onun için soylu b ir
kim senin d iye ti ken disind en aşağı sın ıfla rd a k i 'bir kim senin diyetinden'
kat kat daha fazla idi. Bu fa rk lılığ ın çe rçe v e si o kadar g e n işle m iş ti ki,
k a b ile le ri için e alm aya b a şla m ıştı. B ir kabilede, bir kim senin diyeti baş­
ka kab ile d e ki bir kim senin diyetin den fa rklıyd ı.
İslâm geld iğ in d e araplardan ba zıla rı d iğ e rle rin d e n kan ve y a ra la ­
ma davalarını ta le b e d iy o rla rd ı. İslâm, hemen c a h iliy e t hükmünü kal­
dırd ı. K a b ile le ri ve so sy a l m e v kile ri ne o lu rsa olsun bütün in san ları ka­
nun k a rşısın d a e ş it k ıld ı. K ısa s âyeti indi. B ö ylece so y fa rk lılığ ı orta­
dan kalktı. Ve bu hüküm, daha önce iş le n ip henüz hükm e bağlanmamış;
bulunan öldürm e ve yaralam a o la y la rın a uygulandı. B ö ylece k e n d isin ­
den önce işle n m iş su ç la rı da için e a lm ış oldu. Çünkü b ö y le si toplum
için daha yararlıyd ı.

DÖRDÜNCÜ KAİDE
İSLÂM YURDUNDA İKAMET EDENLERİN HEPSİ KANUN
KARŞISINDA EŞİTTİR

M üslüm anlar, m ille t ve k a b ile le rin in fa rk lılığ ın a ba k ılm a ksızın hak,


görev ve so ru m lu lu k la rın d a k a m n k a rşısın d a e ş ittirle r. İslâm şe ria tı, in­
san aklın ın tasavvur ede bileceğ in d e n öte e ş itlik p re n sib in i g e tirm iştir.
Bu konuda ne s ın ırla m a la r ve ne de is tis n a la r vardır. F e rtle r arasında
tam e ş itlik . T o p lu luklar arasında tam e şitlik . Irklar arasında tam e ş it­
lik. İdare e d e n le r ve idare e d ile n le r arasında tam e ş itlik . H ak im le r ve
m ahkûm lar arasında tam e ş itlik . Hatta İslâm d e v le tin in vatandaşı bu­
lunan gayr-i m ü slim le rle m üslüm anlar m ahkem e k a rşısın d a e ş ittirle r.
Şu ana kadar İslâm ceza hukukunda bulunan e ş itliğ in b e şe rî hu­
kukların birinde benzerini bulm ak mümkün d e ğ ild ir. B azıları bunu garip
karşılar. H ele hukuk b ilg is i olm ayanlar. Onun için günümüz b e şe rî hu­

476
İSLÂMDA CEZA HUKUKU

kuklarda e şitliğ in bulunmadığı konusunda m isa lle r vereceğiz. Ve İslâm


nizam ında e şitlik nazariyesinin dışında kalan yahut kaytaran hiçbir is ­
tisnanın bulunm adığını daha yakından göreceğiz. Sadece hüküm a ç ısın ­
dan değil, Islâm şe ria tın ın uygulandığı devirlerde tarihî m isalle rin açık­
ladığı pratik (tatbikat) yönünden de.

1 — İDARE EDENLERLE EDİLENLER ARASINDA EŞİTLİK :

Beşerî hukuklarda: Beşerî kanunlar kral olsun veya cumhurbaşkanı


olsun devlet başkanlarıyla diğer fe rtle r arasında bir ayrıca lık tanır. Bü­
tün fertlerin itaat etmek m ecburiyetinde bulundukları bir takım kanun­
lar devlet başkanları için geçersizdir.

K ra llıkla idare edilen birçok ülkenin anayasasında kral m ukaddes­


tir. Bazı anayasalar kralın yanılm azlığını kabul ederler. Cum huriyetle
idare edilen ülkelerin bir çoğunun anayasalarında da tem el, devlet baş-
kanının sorum lu olm adığıdır.-O ndokuzuncu asra kadar m ille tle r bunu
kabul ediyorlardı. Sonra yavaş yavaş e şitlik prensibi uygulanmaya baş­
landı. Bazı anayasalar cum hurbaşkanını büyük hainlik ve anayasaya düş­
m anlık dışındaki cezaî kanunlara karşı sorum lu tutmaz. Bazılarında ise,
adî suçlardan dolayı da onu sorum lu tutar ama mahkeme huzuruna ç ı­
karılabilm esi için parlamentonun izin verm esi; belli bir çoğunluğunun
evet dem esi gibi şartlar ile ri sürülür.

İslâm şeriatında (hukukunda) ; İslâm şeriatına gelince o, kanunun


kapsamı ve herkesin kendi suçundan sorum luluğu konusunda devlet
başkanı ile herhangi bir vatandaş arasında fark gözetmez. Onun için
İslâm şeriatının uygulandığı devletlerde, devlet başkanları için bir mû-
kaddeslik söz konusu değildir. Diğer fertlerden ayrı bir ayrıcalıkları
yoktur. Onlardan biri bir suç işled iğinde tıpkı diğer fertler gibi muamele
görür.
* ^
İşte Ebu Bekir (R.A.) H alife olm ası için kendisine biat yapıldıktan
sonra minbere çıkıyor ve ilk hitabesinde e şitlik manasım kapsayan ve
her türlü ayrıcalığı reddeden şu hitabesini veriyor: «Ey insanlar! En ha­
y ırlın ız olm adığım halde başınıza getirildim . Doğru hareket ettiğim
müddetçe bana yardım ediniz. Y an lış bir davranışım oldu mu beni doğ­
rultunuz.» H itabesinin sonunda kendisini seçen halkın, kendisini ayır­
ma yetkisin e sahip olduğunu b ild irirke n de şöyle diyor: « A lla h ’a ve Re-
sûlüne itaat ettiğim müddetçe bana itaat edin. A lla h ’a ve Resulüne is ­
yan edersem benim üzerinizde itaat hakkını yoktur.»

477
İSLAM

Ve işte Hz. Öm er (R.A.) bunıi te'kiden belirtiyo r. Hatta zalim duv-


let başkanımn öldürülm esi gerektiğini söyliyor. Bir gün yaptığı bir ko­
nuşmada şoyie dedi: «Siz ve ben dalgalı bir denizde bir gem iye binm iş
kim seleriz. Dalga bizi bir doğuya bir batıya itiyor. Bu gem ideki insanlar
aralarından bir kişiyi elbette ki kendilerine kaptan se çe ce kle rd ir. Eğer
kaptan doğru yolda giderse ona uyacaklardır. Eğer doğru yoldan sa­
parsa onu öldüreceklerdir.» Bunun üzerine Hz. Talha şöyle dedi: «Sap­
tığında onu azled erler aeseydin, ne olurdu.» Ona cevaben halife Öm er
(R.A,) şöyle dedi: «Hayır, öldürm ek geride kalanlar için daha çok ib­
ret v e ric i ve sin d iric i bir harekettir.»
Hz. Ebu Bekir (R.A.) kendi nefsine hakim olm uş vs se çtiğ i v a lile re
halka iyi davranm alarını em retm işti. Hattabın oğlu Öm er de ayni ha­
rekette bulunmuş ve çoğu zaman kendi nefsini cezaland ırm ıştır. N için
böyle yaptığı sorulduğunda şöyle derdi: «Allah Resulünün kendi n e fsi­
ne hakim olduğunu gördüm. Ebu B e k ir’in de ayni yolda yürüdüğünü mü­
şahede ettim. Bende kendi nefsim e hakim olmaya çalışıyorum .»
A yrıca v a lile rin e kendisi için yaptığını ayniyle tatbik etm elerini em­
retm iştir. Hangi vali idare ettiği kitleye zulm ederse mazlumun hakkını
ondan alm ıştır. Bu prensibini herkesin gözleri önünde bir hac m e vsi­
minde ilân etm işti. Şöyleki: V a lile r hac m evsim inde ken disiyle görüş­
mek isterle r. O da hepsini toplayarak hem v a lile re ve hem de halka
bir konuşma yapar ve şöyle der: «Ey insanlar! V a lile rim i sizi dövsün­
ler, m alların ızı alsın lar diye göndermedim. D ininizi ö ğretsinler, R esulü­
nün sünnetini talim e tsin le r diye yolladım . Bunun dışında k!m bir dav­
ranışta bulunursa onu bana getirin. A lla h ’a yem in ederim ki ben mut­
laka O'nun hakkını alırım ve kısası uygularım.» Bunun üzerine Am r b.
el-A ss kalkarak der ki: «Ey m üm inlerin em iri! Eğer m üslüm anlardan
b ir kişi halkı te'dip etmek m aksadıyla onlara herhangi bir harekette bu­
lunm uşsa da yine mi kısas yaparsın?» Hz. Öm er cevaben şöyle der :
«Nefsim yed-i kudretinde olan A lla h ’a sığ ın ırım ki, ben yine ona k ı­
sas yapar ve hakkını alırım . N asıl alm ayayım ki, A lla h ’ın Resulünün
kendi nefsine kısas yaptığını görmüş biriyim ben.»
İslâm hukukunda halife le rin , hüküm darların ve V a lile rin alelade
m ahkem elerde yargılandıkları, normal u su lle rle mahkeme e d ild ik le ri
pek çok rastlanan vakalardandır. İşte Ebu Talib oğlu A li! H ilafeti esna­
sında zırhını kaybeder. Z ırhının bir yahudide olduğunu ve yahudinin
onda hak iddia ettiğini görür. Durumu devrin kadısına intikal e ttirir. Ka­
dı yahudinin lehine hüküm verir. Çünkü Hz. A l i ’nin elinde isb atlayıcı
d e lille ri yoktur.

478
İSLÂMDA CEZA HUKUKU

2 — YABANCI DEVLET BAŞKANLARI :

Beşerî hukuklarda: B e şe rî kanunlar, kral olsun, cum hurbaşkanı o l­


sun kendi m e m le ketin in d ışın d a başka herhangi bir ülkede bir su ç iş ­
le rse iste r o ülkeye resm en g irm iş olsun, is te r gayr-i re sm î g irm iş o l­
sun onu affe d e rle r. Ve, bu af, sadece k e n d isin i değ il onun beraberinde
bulunanları da için e alır.

Bu affı tem ize çıkarm ak için b e şe rî hukukların yorumu şö y le d ir :

Y aban cı bir d e vle tin başkan ıyla b e ra b e rin d e k ile ri m ahkem e huzuru­
na çıkarm ak m is a fire iyi davranm ak ve sa y g ılı olm ağa la yık olm adığı
gibi te m sil e ttik le ri d e v le tle re sa y g ılı olm ağa da uygun düşm ez. Am a
ne yazık ki bu iddia insan m antığına sığ m ıyo r. Çünkü su ç işle m e y i ken­
d isin e layık gören bir d e v le t başkanı m is a firlik k a id e le rin in d ışın a ç ık ­
m ıştır. A rtık onun hürm et ve saygıya hakkı yoktur. O nunla beraber
o lan lar için de ayni şe yi s ö y liy e b iliriz .
G e rçe k şu ki: Bu af, b e şe rî kanunların önceki ta tb ika tların ın bir de ­
vam ıdır. Ve günümüze kadar yürürlükte k a lm ıştır. D e v le tle rin bunu ka­
bul e tm e le rin in seb eb i büdur ve günüm üzde ca rî d e v le tle r hukukunun
bir parçası haline g e lm iştir.
İslâm hukukunda: İslâm hukuku, en üstün d e vle t olan İslâm d e v le ­
tin in başkanına böyle bir a y rıc a lık tanım azken yabancı b ir d e vle tin baş-
kanına bunu tanım ası mümkün d e ğ ild ir. O halde İslâm hukuku İslâm
yurdunda bulunan yabancı d e v le t b a şk a n la rıy la b e ra b e rin d e k ile re ay­
nen uygulanır. B ir suç iş le d ik le rin d e diğ e r fe rtle r gibi ceza görürler.

3 — KORDİPLOMATLAR :

Beşerî hukukta : B e şe rî kanunlar, yabancı d e v le tle ri te m sil eden s i­


yasî k iş ile rle a ile le rin i ve m a iyetlerin de ça lışa n la rı kanunlara uym ak­
tan muaf tutarlar.
Bu konuda ile ri sü rdükleri m azeretler şunlardır: Bunlar yabancı bir
-d e vle ti te m sil ediyo rlar. Kendi d e v le tle ri d ışın d a bir d e v le tin onları c e ­
zalan d ırm a sı y e tk is i d a h ilin d e d e ğ ild ir. G ö re v le rin i huzur ve güven iç e ­
risin d e yapm aları için, kanunlara uym aktan muaf tu tu lm a la rı ge re kir.

Bu d e lille re şu ş e k ild e cevap verm ek mümkündür: S iy a s î te m s ilc i­


ler, yabancı bir d e vle tin vatandaşı olan fe rtle rd ir. Bir devlet, yabancı bir
d e v le tin vatandaşı olan ve fakat s iy a s î yönü bulunm ayan bir fe rd i ce-
za la n d ıra b ild iğ i halde yabancı s iy a s île ri neden cezaland ırm a y e tk isin e

479
İ SLÂM

sahip bulunm asın. Am a kanunlara sa yg ılı old u kları m üddetçe, elbette


ken d ilerin e dokunulm ayacaktır.
İslâm hukukunda: İslâm hukuku, İslâm yurdunda bulunan yabancı
d iplo m atları su çların dan dolayı ce zala n d ırır. İster su ç la rın ı toplum a
karşı iş le m iş o lsu nlar, iste r fe rtle re karşı işle m iş o lsu n la r farketm ez.
Islâm hukukunda s iy a s île re a y rıc a lık tanıyan p re n s ip le r yoktur. İslâm
de v le ti, onlarla herhangi bir vatandaş arasında fark gözetm ez. İslâm hu­
kuku m üslüm an devletin başkanıyla herhangi bir fe rt arasında- fark gö­
zetm ediği halde neden yabancı d ip lo m a tlara a y rıc a lık ta n ım ıyo r diye k ı­
nanamaz. A s ıl kınanm ası gereken, b e şe rî kanunların o n la rı korum ak ba­
h a n e siyle ayrı m uam ele g ö s te rm e le rid ir. Çünkü su ç işley e n s iy a s î bir
te m silc i bunu hakketm ediği gibi artık görevini yerin e getirm eğe de
■ ehil de ğ ildir. T e m silcin in , şüphe ve yasaklardan sakınm ası kadar onu
koruyacak b irşe y yoktur. D iplom atın itham lardan korunm ası için buna
g id ilm işse , bu, yerin de bir hareket d e ğ ild ir. Ç ü n k ü - b ir diplom at zor du­
rum lara düşürülm ek iste n irse itham dan daha kolay, daha kestirm e ve
daha uygun y o lla r vardır. Onun mahkem e önüne çık a rılm a m a sı, zor du­
rumda b ıra k ılm a sı için b ir engel d e ğ ild ir. M ahkem e huzuruna ç ık a r ıl­
m am ası ge re ktiği konusunda ile ri sü rd ü kle ri d e lille rd e n h içb iri dikka­
te a lın a b ile c e k değerde de ğ ildir.

4 — TEŞRİÎ KURUL ÜYELERİ

B e şe rî hukukta: B e ş e rî kanunlar parlam ento ile idare edilen ü lk e le r­


de parlam en terlerin g ö re vlerin i ifa ederken yap tıkları sözlü konuşm ala­
rından dolayı onları sorum lu tutmaz. Bundan m uaf tu tulm aları, gö rev­
le rin i daha hür b ir ş e k ild e ifa e tm e le ri kasd ıylad ır.
A ncak onlara bu hakkın v e rilm e s i e ş itlik prensibine apaçık bir te ­
câvüzdür. Çünkü parlam ento ile idare e dilen ülke le rde p arlam en terler
dışında yine se ç im le başka iş le rin başına g e tirile n birçok insan vardır
ki bu haktan istifa d e etm em ektedir. A y rıc a bunlar iç e risin d e parlam en­
terlerden daha önem li m e v kile r işgal etm ekte ve âmme hizm etlerinde
bulunm aktadırlar. Bu k im se le re bu hak v e rilm e d iğ i halde p arlam en ter­
lere neden v e rilsin .
İslâm hukukunda: İslâm hukuku p a rlam en te rlerin parlam ento bina­
sında yapm ış o ldu kları sözlü konuşm alarında suç unsuru bulduğunda
hemen onları ce za la n d ırır. Çünkü o, bir fe rtle başka bir fert arasında
ayırım yapmaz. Onun nazarında şu fe rtle o ferdin, bu to plulukla öteki
topluluğun arasında bir fark yoktur. Fert ve topluluğun işgal e ttik le ri
makam ne olursa olsun suç işle m e le rin e göz yummaz.

480
İSLÂMDA CEZA HUKUKU

B e şe ri hukukla İslâm hukuku arasın daki bu ih tilaf, her b irin in te ­


mel görüşünün diğerînkind en fa rk lı oluşundan ile ri gelm ektedir.
B e şe rî hukuk bir kim senin başka bir k im se n in aleyhinde konuşm a­
sın ı, onu kötü le m e sin i c a iz görm ez. Bunu yapan ce z a la n d ırılır. S ö y le ­
d ik le rin in doğru mu, yahut yalan mı olduğuna bakmaz. Tem el görüşü
budur.
Bu prensip her ne kadar tem iz k im se le rin , yalancı ve ed e b siz kim ­
s e le rin d ilin e dü şm e le rin e engel o luyo rsa da ayni ş e k ild e te m iz ve sa ­
m im i k im se le rin , kötü ah lâksız ve su çlu k im se le rin bu du rum larını açık ­
lam alarına da m anidir.
B e şe rî hukukun dayandığı bu p rensip iy iy le kötü, iy ilik yapanla kö­
tülük yapan arasın daki a y ırım ı ortadan k a ld ırm ış, re za le tle fa z ile ti ayı­
ran çizg iy i de yok e tm iştir. Bu yüzden m ille tle r arasın daki ahlâkî se v iy e
düşm üş ve dejenere olm uştur. İyi kötüyü te n k it edem ez duruma g e lm iş­
ken, kötü, kötülüğünde g e lişm e im kânı bulm uştur. Kötü kötülükte en
son m erhaleye kadar ile rliy e b ilm e k te d ir. Çünkü toplum tarafından he­
saba ç e k ile c e ğ in i veya g ö ze tle n d iğ in i kabul ederek e n d işe h isse tm e ­
m ektedir.
İslâm hukukunda sözlü su çla r için konulm uş bulunan tem el esasa
g elince, yalan ve iftira tam am iyle yasaktır. Doğru sö z ise her ahvalde
m ubahtır. B inaenaleyh zani b ir kim se ye zani diyen b ir kim se n in , onun
zani olduğunu isb atlam a sı halinde h içb ir ce zası yoktur. Keza, h ırs ız lığ ı
sa b it olan b irisin e h ırs ız diyen de ce zala n d ırılm a z. Y a la n cı bir k işi hak
söz sö yle m e yi ken d isin e prensip edin m edikçe ona yalancı dem ek ce ­
zayı m ücib olmaz.
Bu tem el e sa sın h iç b ir is tis n a s ı yoktur. D o la y ıs ıy la he rkesin , âmme
g ö re vlile rin in , p a rlam en te rlerin ve diğ e r hizm et erbabının yap tıkları işi
kınam ası mümkündür. K ınadığ ı konuları isb at ettiğ i m üddetçe onların
ayıp ların ı y ğ z le rin ş v u ra b ilir. A y rıc a âmme h izm etleri dışınd a öze! ve
şa h s î hayatları ve iş le rin i de konu edin erek k ın a ya b ilir. Y e te r ki, kına­
dığı hu su sları isb at e d e b ilsin . Bu durum da kınanan k iş ile r in şa h ıs la rı ve
iş le r iy le ilg ili n ite lik le rin d e n d o la yı ta zarrur durum ları söz konusu d e ­
ğ ild ir.

5 — ZENGİNLER VE FAKİRLER :

B e şe rî hukukta : B e şe rî kanunların çoğunda maznun, su çlulu ğu ke­


s in lik le sa b it oluncaya kadar m a lî bir kefale t k a rşısın d a se rb e s t b ıra k ı­
lır. Hatta hüküm giydikten sonra b ile hapis ce za sın ı paraya ç e v irir ve
hapis yatm aktan kurtulur.

481
İ S L Â M

H er iki durum da da e ş itlik p re n sib i çiğ n e n m iştir. Çünkü zengin k i­


şin in gücü buna m ü saittir. Fakir, çoğu zam an para ödem ekten âcizdir.
Onun için hapiste yatm aya mahkumdur.

H ele neticed e su çsu zlu k sa b it olunca e ş itlik p re n sib i açıkça ç iğ ­


nenm iş olur. F a k ir bu durum da su ç işle d iğ i için hapiste yatm ış d e ğ il­
dir. M ad d î kefale ti ö deyem ed iği için ya tm ıştır.

İsltâm hukukunda: İslâm hukuku fe rtle r arasında ay ırım yapmaz.


Kanun karşısın d a herkes e şittir. Onun için ceza hapis ise m addî kefa­
let yahut hapsin paraya ç e v rilm e s in e iltifa t etm ez. Çünkü bu, e ş itliğ e
a y k ırıd ır. İslâm hukuku bore için hapis durumunda şa h sî kefalete itibar
eder. Bazı fa kîh le r hapsin a ra ştırm a ve m uhakem e b itin ce ye kadar o l­
duğunu yani ih tiyaten maznunun h a p se d ild iğ in i ve bunun için de şahsî
k e fa le tin g e ç e rii olduğunu sö y le rle r.

Şü ph esiz bu durum a düşen herkes ken d isin e birin i kefil b u la b ilir


ama herkes m addî tazm inat ödeyem ez.

6 — SEÇKİN LER

B e şe rî hukukta: B e şe rî hukukların bazısında m em ur, avukat, doktor


ve p a rla m e n te rle rin m ahkem eye v e rile b ilm e s i için b ir takım m akam ların
m üsaadesi ş a rt koşulm u ştu r. B a zısı da, m uhakem e e d ilm e le rin i kabul
eder ama onlara v e rile n ceza İdarîdir.

Bütün b e şe rî hukuklar cezadan v e rile c e k ta vizle rd e suçlunun s o s ­


yal m e vkiin e önem v e rirle r. Onun için bu konudaki ta v izle r şa h ısla ra gö­
re d e ğ işir. Ş a ye t b ir m ü e sse se n in m üdürüyle o m ü e sse se se d e ça lışa n
bir iş ç i ayni m u sib ete u ğ rarla rsa müdürün alacağı tazm inat işç in in a la ­
cağı tazm inattan kat kat daha fazlad ır.

Kanunlar bu konuda ço ğu nlu kla m aaş d e re ce sin i ölçü o larak a lır ­


lar. Onun için daha yü kse k m aaş alan ların tazm inatı daha fazladır.

İs£âm hukukunda: Islâm hukuku fe rtle r arasında ayırım yapmaz.


H epsi kanun k a rşısın d a e ş ittir. Tazm inat ödenirken ken disine karşı suç
işle n e n veya m usibete uğrayan kim se n in so sya l m e vkiin e ve se rv e tin e
önem verm ez. Tazm inat, k a rş ıla ş tığ ı fiilin n e tic e sin e göre ta kd ir d ilir.
So ylu bir kim se ile alelâde bir kim se n in diyeti aynıdır. B ir m ü esse se n in
m üdürüyle iş ç is i ayni m u sib ete u ğ rarla r da k e n d ile rin e bunun k a r ş ılı­
ğında tazm inat v e r ilir s e her ik isin e aynı m iktar v e rilir.

482
İSLÂMDA CEZA HUKUKU

BEŞİNCİ KAİDE
İDARECİLER TAZÎR CEZALARI DIŞINDA ÖZEL YAHUT G EN EL A F
VEREMEZLER
İslâm hukuku su ç n a zariye sin e uygun o larak af için de özel b ir n i­
zama sah ip tir.

a — Had Suçlarında Af :

Had su çla rın d a c e za la rı affetm e y e tk is i h iç kim se y e v e rilm e m iştir.


Ne d e v le t başkan ınım ne k e n d isin e karşı su ç işle y e n in ve ne de v e lî­
sin in bu c e za la rı affetm e s e la h iy e ti v ard ır. A ffe ts e bile, bu affın ın, ce za ­
nın uygulanm asına h iç b ir e tk is i yoktur. Bu su çlard a ceza so sya l b ’ r ge­
re k lilik tir. F akîh ler bu cezala ra A lla h 'ın hakkı ta b irin i k u lla n m ışla rd ır.
A lla h ’ın hakkı olan şe y le rd e cezayı uygulam am a gibi b ir durum yoktur.

b — Kısas ve Diyet Suçlarında A f :

K ısa s ve d iye t su çların d a af y e tk isi, ken disine karşı su ç işle n e n le


v e lis in e v e rilm iş tir. D e v le t başkanının bu su çlard a af y e tk is i yoktur.
A y rıc a bu af, bu su ç la r için k a ra rla ştırıla n ce za la r iç e ris in d e sa de ce k ı­
sa s ve d iye t iç in g e ç e rlid ir.
Ö rn eğ in, k e n d isin e k arşı su ç işle n e n yahut v e lis i, ke ffe ra t ce zasın ı
a ffe d e m e d ik le ri gibi d e v le t başkanı su çlu ya ta zir ce za sın ı uygulam ak
iste rs e buna engel olam az.
K e n d isin e karşı su ç işle n e n yahut v e lis in in af hakkı bulunduğu K i­
tap ve Sünnet'te b e lirtilm iş tir. Y üce A lla h şö y le buyurur :
«Ey iman edenler! (kasden) öldürülmüşler için size k ıs a s farz kıkn-
dı: Hür ile hür, köle ile köle, kadın ile kadın kısas olunur. Öldürülmüş
olanın kardeşinden (verese ve v e lisin d e n ) katilin lehine olarak b irş e y
bağışlansa da kısas düşürülse, ölünün velisi, hakkından ziyade oinuya-
rak, örfe göre diyet almalıdır; katil de maktulün velisine icap edan d iy e ­
ti güze! bir şekilde ödemelidir.» (170) Başka bir âyette de şö y ie buyu­
rur: «Tevrat’da İsrail Oğullan üzerine şu farzı da yazdık. Cana can, göze
göz, buruna burun, dişe diş ve yaralar birbirine karşı kısastır. Fakat kim
de bu hakkını sadaka olarak bağışlarsa, o, kendi günahına keffaret olur.
Kim Allah’ın indirdiği hükümİErle hüküm vermezse işte onlar zalimler­
dir.» (171)

170 — B a k a r a : 178
171 — M a id e : 45

483
İSLÂM

c — Ta’zir Suçlarında A f :

Ta’z ir su çla rın a g elince, d e v le t başkam nın bu su ç la rı affetm e y et­


k isi vardır. Bütün fak'îhler bu görüştedir, iste rs e cezanın tam am ını, is ­
te rse b ir k ısm ın ı affeder. A f y e tk is i, hem ş e r'î n a ssla rla sa b it olan ta-
z îr cezalarınd a ve hem de k e n d isin in e m riy le sa b itle şe n ta zir ce za la ­
rında g e ç e rlid ir. Bu konuda d e v le t başkam nın y e tk is i ancak şe ria tın hü­
küm ve genel p re n s ip le riy le yasam a ruhuna aykırı düşen durum larla s ı­
n ırlan ır. A y rıc a affe d e rk en âmme m aslahatı ve b ir fitn e n in g e liş m e s i­
nin ö n le n ilm e si gâye e d in ilm e lid ir. A f, suçun işlen m e sin d e n yahut ceza
hükm ünün k e sin le şm e sin d e n önce olm a m alıd ır. Çünkü o zam an haram
f iille r m ubah k ılın m ış g ib i b ir durum h a sıl olur. B ir de, ken d isin e karşı
su ç işlen en kim senin ş a h s î haklarına zara r verm em e şa rtı vardır.
Şüphesiz, d e vle t başkanı âmme m aslahatı g e re ktird iğ in d e daha
önce y a sa klad ığ ı f iille r i s e rb e s t b ıra k a b ilir. A n ca k önceden şe ria tın ha­
ram k ıld ığ ı ş e y le ri d e v le t başkam nın m utlak olarak mubah k ılm a sı müm­
kün d e ğ ild ir. Çünkü ş e ria t (İslâm hukuku) ona sa de ce suçu yahut c e ­
zayı affe tm e y e tk is in i v e rm iştir.
Ta'zir su çların d a ken disine karşı su ç işlen en kim se sadece şa h sî
haklarına dokunan ş e y le ri affetm e y e tkisin e sahiptir.

2 - S U Ç
İslâm hukukunda su ç ta rif ed ilirke n : « A lla h 'ın had veya ta ’zir koya­
rak m enetm iş olduğu ş e r ’î m ahzurlardır» veya: « Şeriatın, haram lığına
ve onu yapana ceza ile hükm ettiği f iil Veya terketm edir» şe k lin d e ta rif
e d ilir.
M ahzurlar, ya yasaklanan bir f iili yapm ak veya e m redilen bir fiili
te rke tm ektir. M ah zurların ş e r ’îilik le v a sıfla n d ırılm a la rı suçun ş e ria t ta ­
rafından m ahzurlu sa y ıld ığ ın ın g e rektiğin e b ir işa re ttir. Bu ise, «Nass
olm adan ne su ç ve ne de ceza vardır» p re n sib in in bir gereğidir.
Suçun ta rifin d e n d e a n la ş ıld ığ ı gibi yapma veya yapmama için an­
cak ceza terettüb ed e rse su ç olarak kabul e d ilir. Yapm a veya yapm a­
ma için b ir ceza yoksa, su ç sayılm az.

SUÇUN ÇEŞİTLERİ ;

Y asak lan m ış o lm a ları açısın dan su çla r arasında bir fark yoktur.
A n ca k onlara başka açılardan baktığım ızda aralarında birtakım fa rk lı­
lık la rın bulunduğunu görürüz.

484
İSLÂMDA CEZA HUKUKU

a — Toplum un tem el de ğ erle rin e v e rd ik le ri zarar açısın d an ba ktı­


ğım ızda üçe a y rılırla r :
1 — Hadcü g e rektiren su çlar.
2 — K ıs a s ı ge re ktiren su çlar.
3 — T a 'zir c e za la rın ı gerektiren' su çlar.

b — Suçlunun m aksadı açısın dan ikiye a y rılırla r :


1 — K a s ıtlı işle n e n su çlar.
2 — K a s ıts ız işlen en su ç la r

c — K e ş fe d ild ik le ri v a k it açısın dan ikiye a y rılırla r.


1 — V aktin d e k e ş fe d ilm iş su çlar.
2 — V aktin d e k eşfe d ilm ey e n su çlar.

d — İşle n işle rin e göre ise üçe a y rılırla r :


1 — O b je k tif ve sü b je ktif su çlar.
2 — B a sit ve itiy a t haline g e tirilm iş su çlar.
3 — M uvakka t ve m uvakkat olm ayan su çlar.

e — S u çla r özel kara k te rle rin e göre de ik iy e a y rılırla r :


1 — Toplum a karşı işle n e n s u ç la r ve fe rd e karşı işle n e n su ç­
lar.
2 — S iy a s î ve âdî su çlar.
Bütün bu k ısım la ra ayırm a lar suça bakışı ve in ce le n m e le rin i ko­
la yla ştırm a k ve her kısım için v e rile n hüküm lerin fa rk lı fa rk lı o lm a la ­
rından do la yıd ır.
Konuyu ö ze tle d iğ im iz için bu k ısım la rın ta fsila tın a g ire ce k değ iliz.

SUÇUN UNSURLARI

Suçu ta rif ederken: «Suçlar ş e r 'î m ahzurlar olup A lla h ın yap ılm a­
sın ı had ve t a ’zîr koyarak m enettiği davra n ışlard ır» de m iştik.
A n ca k e m ir ve n e h iyle r ş e r 'î te k lifle r o ldu klarınd an sa de ce te k lifi
anlam a k a b iliy e tin e sahip bulunan a k ıllı k im se le re y ö n e ltile c e k le ri ta ­
b iid ir.
Onun için suçta şu üç tem el unsurun bulunm ası g e re kir :

a — Suçtan sa kındıra n ve ona ceza ta yin eden b ir na ssın bulunm a­


sı ki buna suçun ş e r ’î veya kanunî unsuru diyoruz.

435
İ SLÂM

b — Y a s a k olan b ir şe y i yapm ak veya e m re d ile n b irşe y i yapm a­


m akla olsun, s u ç sa y ıla n harekette bu lun m aktır ki, buna suçun m addî
unsuru diyoruz.
c — Su çlun un m ü k e lle f yani suçtan sorum lu olm a sı ki, buna da
suçun m anevî unsuru diyoruz.
A n ca k bu üç unsurun b ir su çta bu lunm aları, onun kendine has un­
su rla rın ın b u lun m asını e ng ellem ez. H er suçun b ir noktaya kadar ce za­
la n d ırılm a s ı gereken b ir takım özel rü k ü n le ri bu lu n ab ilir.

SUÇUN HUKUKİ UNSURU


B ir h a re k e tin su ç s a y ıla b ilm e s i için , ondan sa kın d ıra n ve onu ya­
pana ceza ta yin eden b ir hükmün bulunm ası lâzım dır.
Bu ise , şu n la rı g e re k tirir :
a — C e z a î h ü kü m le rin ,zam a n iç e ris in d e g e ç e rliliğ i.
b — C e z a î hü küm lerin m ekân iç e ris in d e g e ç e rliliğ i.
c — C e z a î hü küm lerin ş a h ıs la r üzerinde g e ç e rliliğ i.
A y rıc a hukukî unsurun tam am lan m ası iç in :
d — S u ç olan hareketin iş le n iş in i helâl k ıla ca k b ir seb eb in bulun­
m am ası.
S u ç la rı konu edinen n a ssla rın ö zel k a ra k te rle rin e ve in sa n ın v a rlık
ve se lâ m e ti iç in büyük önem ta şım a la rın a bakarak fakîh le r; K u r ’ân, sün­
net ve icm a 'ın su ç hüküm leri iç in kaynak o ld u kların d a ittifa k e tm iş le r
ama k ıy a s ın kaynak olup o lm adığ ınd a ih tila f e tm iş le rd ir.

a — CEZAİ HÜKÜMLERİN ZAMAN İÇERİSİNDE GEÇERLİ OLMASI :


Bu kaide n a ssın başka b ir n a ssla nesh edilm erraş o lm a sın ı g e re k­
tirir.
N esh : M a s la h a tın gereği o la ra k a ç ık ça yakat zım m en b ir d e lil ile
te ş r iî hükmün k a ld ırılm a s ıd ır.
A y rıc a n a ssın g e ç e rli o la b ilm e si iç in o ha reke t işle n d iğ i zam an o
n a ssın var o lm a sı halk tarafın dan da duyulm uş o lm a sı g e re kir. ' Daha
ö nce bu konu üzerinde durm uştuk.

h — CEZAİ HÜKÜMLERİN MEKÂN İÇERİSİNDE GEÇERLİ OLMASI :


Islâm hukuku b ö lg e se l o lm a yıp âlem şüm u l o lm a sın a rağm en im kân­
la r onun ancak İslâm h a k im iy e tin in g ird iğ i y e rle rd e uygulanm asına e l­
v e rm e kte d ir.

486
İSLÂMDA CEZA HUKUKU

F akîh ler yeryüzünü ik iy e b ö le rle r: Bütün İslâm m e m le k e tle rin i için e


alan D aru’l-İslâm (İslâm yurdu) ve geri kalan d iğ e r bütün ü lk e le ri için e
alan D aru'l-harp (küfür yurdu),
İslâm hukuku b irin c i bölüm de uygulanır. İkinci bölüm de uygulanm a­
sın a im kân lar m üsaade etm ez. G enel prensip, işle y e n kim o lu rsa olsun
İslâm yurdunda işle n e n su ç la rla İslâm yurdunda ikâm e t edip küfür yu r­
dunda su ç iş le y e n le re (172) İslâm hukukunun uygulanacağıdır.

c — CEZAÎ HÜKÜMLERİN ŞAHISLAR ÜZERİNDE GEÇERLİ O LM ASI :


İslâm hukuku İslâm yurdunda yaşayan bütün şa h ısla ra uygulanır.
H iç b ir kim se n in mal, şan ve m akam ına bakılm az. H erke se e ş it b ir ş e ­
k ild e uygulanır. Bunu daha önce görm üştük.
İslâm hukuku e ş itlik p re n sib in i en in ce noktasına kadar uygular.
B ir şa h sın başka bir şahsa, b ir gurubun başka b ir guruba üstünlüğünü
k e s in lik le reddeder.
Bu m e se le y i de daha önce an latm ıştık.

d — SUÇ OLAN FİİLİN İŞLENMESİNİ HELÂL KILACAK BİR SEBEBİN


BULUNMAMASI :
Suç o larak sa yıla n hareketin y a p ılm a sın ı m azur hale sokan yahut
helâl sa y ılm a sın a seb ep olan b ir durumun bulunm am ası g e re k lid ir. Ş a­
yet böyle b ir durum söz konusu ise , su ç iç in hukukî unsur ortadan kal­
kar ve o hareket yasa klan m am ış yahut hakkında ceza te re ttü b etm e­
yen b ir hareket h a lin e g e lir.
M a ze re t ve m ubahlığa gire n du rum lar şu nlardır:
1 — M e şru m üdafaa.
2 — T e ’dib (uslandırm a, te rb iy e verm e.)
3 — Tedavî
4 — Y a rış
5 — Kanı heder e d ilm iş o la n la r
6 — H ak im le r hak ve g ö re vle ri.

1 — MEŞRU MÜDAFAA :
M e şru m üdafaa, yap ılan hareketin te m ize ç ık a rılm a s ı veya mubah

172 — İs lâ m y u rd u n d a ik a m e t e d ip k ü fü r y u rd u n d a suç iş le y e n le r in d u ru m u
h a k k ın d a ç e ş itli g ö r ü ş le r v a r d ır . T ü rk ç e kaynak o la r a k bk. Ö m er N a-
suhi B il m e n , Is tıla h a tı F ık h ıy y e Kam usu ile M uham m ed H a m id u lla h , İs-
lâ m d a D e v le t İd a r e s i. İlg ili b ö lü m le r . ( M ü t e r c im i

487
İ SLÂM

sa y ılm a s ı için se b ep le rd e n b irid ir. Haram olan f iille r bu durum da mu­


bah ve m eşru olur.
a — H u su sî m eşru müdafaa: F a k îh le r buna; «Saldıranı savma» is ­
m ini v e rirle r.
b — U m um î m eşru müdafaa: Buna da .«marufu e m ir ve münker-
den nehiy» d e n ilir.

a — Hususî Meşru Müdafaa

İslâm hukukunda h u susî m eşru m üdafaa, in san ın k e n d isin i veya


ba şkasın ı korum ası için b ir haktır. M a lın ı yahut b a şkasın ın m alını her
tü rlü gayr-ı m eşru sa ld ırıd a n defetm ek üzere g e re k li olan kuvveti har­
cam a hakkıdır.
H u su sî m eşru m üdafaanın dayandığı tem el, Y ü ce A lla h ’ın: «Kim de
size saldırırsa, onun size saldırdığı kadar siz de ona saldırın» (173) sö­
züyle R e sû llü lla h (S.A.V.) in şu h a d is le rid ir :
«Kim, haksız yerel malı elinden alınmak istenir de nutfını korumak
için döğüşür ve mücadelede ölürse şehid olur.»
İslâm hukuku k işin in mal ve ca n ın ı korum ak için yapacağı savun­
mayı m eşru m üdafaanın kapsam ına a ld ığ ı gibi başkasın ın namusunu,
canını ve m alını savunm ayı da m eşru m üdafaanın çe rçe v e sin e dâhil k ıl­
m ıştır. Bu konuda A lla h 'ın Resûlü: «Zalim olsun, majzlum olsun, karde­
ş in e yardım et» buyurur.
M azlum kardeşe yardım , m eşru m üdafaadır. Z a lim kardeşe yardım
ise R e sû llü lla h (S.A.V.) de b e lirttiğ i gibi, onun zulum yapm asına engel
olm aktır. B a şkası için yap ılan m eşru m üdafaa R e sû llü lla h (S.A.V.) in şu
h a d is le riy le p e k iş tirilm e k te d ir :
«Müminler, şeytana karşı birbiHeri/yle yardımlaşırlar.»
A n ca k m eşru m üdafaa durum unda helâl olan haram fiille r y a p ıld ı­
ğında birtakım önem li n e tic e le r ortaya çık m a sı ve m eşru m üdafaanın
istism a r e d ilm e s in in ön le n m esi iç in fa k îh le r m eşru m üdafaa için b ir ta ­
kım şa rtla r ile ri sü re rle r.

Hususî Meşru Müdafaanın Şartları

H u su sî m eşru m üdafaanın dört şa rtı v a rd ır :


1 — Ortada b ir s a ld ırı o lm a lıd ır. O rtada b ir s a ld ırı yoksa savu n­
manın o lm a sı mümkün d e ğ ild ir. K iş in in uğradığı hareket s a ld ırı n ite liğ in ­
de d e ğ ilse onu defetm ek c a iz olmaz.
173 — B akara : 194

483
İSLÂMDA CEZA HUKUKU

M ese lâ: Babanın çocuğunu, kocanın k a rısın ı, öğretm enin ta le b e sin i


te 'd ib etm ek için dövm esi, ce lla d ın , hakkında kısa s hükmü v e rilm iş o la ­
nın e lin i kesm e si, k ısa sla ölüm e mahkum ed ilen in boynunu kesm esi bir
s a ld ırı d e ğ ild ir. Bu b ir hakkın, b ir görevin yerin e g e tirilm e sid ir.
S a ld ırı, tecavüze uğrayanın namus, can ve m alına o la b ile ce ğ i gibi
başkasın ın nam us, can ve m alına, hatta sa ld ıra n ın kendi mal ve canına
karşı olm a sı da mümkündür. M ese lâ, kendi k e n d isin i öldürm eye veya
b ir organını koparm aya yahut m alını te le f etm eye kalkışa n b ir insanın
bu hareketin e karşı çıkm ak, m eşru müdafaaya girer.
M üdafaanın o la b ilm e si için tecavüzün fiile n olm a sı şa rt de ğ ildir.
S a ld ırıy a uğrayan kim se, sa ld ıra n ın s a ld ırıs ın a uğram adan önce hare­
kete geçer. A k sin e , sa ld ıra n ın s a ld ırıs ı k e s in lik kazandıktan ve bu du­
rum devam ettiğ i m üddetçe ondan önce hareket e d ile re k sa ld ırıs ın a
engel olm ağa ç a lış ılır.

2 — S a ld ırı ayni anda o lm a lıd ır. Çünkü savunm a, ancak fiile n veya
sö zle s a ld ırı b aşladığı durum da olur. S a ld ırın ın olm ası, savunm a duru­
munu doğurur. Onun için sonradan o la ca k b ir s a ld ırı için savunm a söz
konusu olam az. Tehdit de savunm aya geçm ek için y e te rli değ ild ir.

3 — S a ld ırıy ı başka b ir y o lla eng ellem ek mümkün olm a m alıd ır. Ş a­


y e t savunm a d ışın d a sa ld ıra n ı e n g e lle y e ce k başka b ir yol varsa onu
kullanm ak g e re kli olur.
M e se lâ , fe ry a t ederek, im dat d ile y e re k sa ld ırg a n ı defetm ek müm­
künse s a ld ırıy a uğrayanın sa ld ırg an ı dövm esi, yaralam ası veya ö ld ü r­
m esi c a iz d e ğ ild ir. Bunu yaptığı takdirde su ç iş le m iş olur.

İslâm hukukçuları s a ld ırıy ı defetm ek için kaçm anın bir yolu olm a­
dığında ih tila f e tm iş le rd ir. 'B azıları kaçm anın ayıp olduğu ve olm adığı
durum ları b irb irin d e n a y ırm ışla r ve kaçm anın ayıp olduğu durum larda
kaçm ayı ge re kli görm eyip kaçm anın ayıp olm adığı durum larda kaçm ayı
g e re kli gö rm ü şlerdir.

4 — S a ld ırıy ı, y e te rli b ir kuvvetle d e fetm elid ir. M e şru m üdafaanın


s a ld ırıy ı e n g e lle y e ce k m iktarda olm ası gerekir. Eğer bu m iktarın üze­
rinde b ir hareket o lu rsa müdafaa değ il sa ld ırı durumu ortaya çıkar. S a l­
dırıya uğrayan, en ehven y o lla onu d e fetm elid ir.

M e se lâ , sa ld ırg an ı te h d itle defetm ek m üm künse vurarak onu d e fe t­


m ek ca iz de ğ ildir. Vurm akla defetm ek m üm künse ö ldü rerek defetm ek
caiz d e ğ ild ir, v.s.

439
İ SLÂM

Onun için sa ld ırıy a uğrayan, s a ld ırıy ı defetm ek için zaru rî olan ha­
reketten fa z la s ın ı yaparsa, o fa z la lık m iktarınca su çlu olur.

b — Umumî Meşru Müdafaa Yahut Marufu Emir ve Münkerden


Nehiy

Bu ç e ş it m üdafaayı sa de ce İslâm hukuku kabul e tm iştir. Onu sa d e ­


ce kabul etm e kle de yetinm ez, im anın kem alin e d e lil o larak görür. Bu,
sa de ce bir fa z ile t ve bir sevab değil, ayni zam anda m ü m inler üzerinde
b ir farzdır.

2 — TEDİP

T e ’dib (terbiye v e rm e j iki ş e k ild e ortaya çık a r :


a — K ocanın k a rısın a te rb iy e verm esi
b — K ü çü kle rin te rb iy e e d ilm e si
a ı— Kadınları to’dib
Kadın, A lla h 'ın k e n d isin e em re ttiğ i konularda kocasın a itaat etm ez­
se, kocası onu te ’dib etm e hakkına sahip tir. Bu hakkın e sa sı şu âyettir.:
«Erkekler, kadınlar üzerine idareci ve hakimdirler»» (174) Â y e tin
devam ında da şö y le buyurulur: «Fenalık ve geçimsizliklerinden korktu­
ğunuz kadınlara gelince : önce kendilerine öğüt verin. Sonra uslanmaz­
larsa, kendilerini yataklarda yalnız bırakın. Yine dinlemezlerse (hafifçe)
döğün. Size itaat ettikleri takdirde kendilerini incitmeye bir bahane ara­
mayın. Çünkü Allah çok yücedir, çok büyüktür.» (175)
H akkında 'b e lli b ir ceza bulunm ayan her m a’s iy e t için genel mana­
da kocanın k a rısın ı te 'd ib etm e si hakkıdır. Bu, üzerinde ittifa k e d ilen bir
m e se le d ir. Ş e ria tın cevaz v e rd iğ i t e ’dib gâye ve v e s ile bakım ından tak­
y it e d ilm iş tir.
Gâye, kadının durum unu İslah e tm ektir, intikam veya e ziy ye t v e r­
m ek d e ğ ild ir. Bu ise, te d ric i olara k üç m erhalede olur,
a e— Ö ğüt verm ek,
b — Y a ta k la rı ayırm ak,
c — En sonunda, vurm ak.
İmam M a lik ’le Ebu H anifenin görüşü budur. İkisi de bu sıra ya uy­
m adığı ta kd irde kocanın ce za la n d ırıla c a ğ ın ı sö y le rle r. Y ani kadını vura-

174 — N is a : 34
İ7 5 — N is a : 34

490
İSLÂMDA CEZA HUKUKU

b ilm e k iç in ayni m a siye ti üç defa iş le m iş olm a sı g e re k ir ve koca b irin ­


c is in d e öğüt v e rm iş ve İkin cisin d e yatakları a y ırm ış o lm a lıd ır.

Döğm ek de k ırıc ı, y a ra la y ıc ı ve iz b ıra k ıcı olm a m ayla s ın ır la n d ır ıl­


dığı gibi yüz ve karın gibi te h lik e li y e rle re vurm ak da ca iz d e ğ ild ir. O
halde te ’dib, em niyet şa rtıy la k a y ıtlı b ir haktır.
Onun iç in m eşru s ın ırla r iç e risin d e kald ığı m üddetçe te ’dibden do­
layı koca ne ceza hukukuna ve ne de m edenî hukuka göre suçludur.
Çünkü ş e ria tın k en d isin e helâl k ıld ığ ı bir hakkı k u lla n m ıştır. A n ca k koca
m eşru t e ’d ib in s ın ırın ı aşarsa yaptığından dolayı hem ceza hukukuna
ve hem de m edenî hukuka karşı sorum ludur.

b — Küçükleri Te’dib :

İslâm hukuku te rb iy e ve ö ğretim için ço cu k la rı dövm eyi mubah k ı­


lar. Bu hak babaya, dedeye veya v asiye ve hangi d e rsi ö ğ re tirse ö ğret­
sin ö ğretm enle sanat ustasın a v e rilm iş tir.
K adının te ’dibinde şa rt koşulan h u su slar burada da şa rttır. A y rıca
çocuğun y a şıy la da m ütenasip o lm a lıd ır. T erbiye kasd ıy la o lm a sı ve a ş ı­
rı g id ilm e m e si bu ş a rtla r arasın dadır.
Dövm e bu s ın ırla r iç e ris in d e kalırsa, bundan dolayı b ir m e su liy e t
yoktur. A m a bu s ın ırla r a ş ılırs a hem ceza hukukuna ve hem de m edenî
hukuka karşı m esul durum a düşülür.

3 — TEDAVİ ETME :
Tıp ilm in i öğrenm enin ö ğ re n ilm e sin in farz-ı kifa ye olduğu konusu
m ü cte h id lerin ittifa k e ttik le ri b ir noktadır. Farz-ı kifaye y e rin e g e tirilm e ­
d ikçe her fe rt 'ondan sorum ludur, yani farz-ı ayn durum undadır. Tıp il­
m inin ö ğ re n ilm e sin in farz k ılın m a sı, toplum un tedavi ih tiya cın ın g id e ­
rilm e s i iç in d ir. S o syal bir zaru rettir. Buna göre h a sta y ı tedavi etm ek
doktorun b ir g ö re vid ir. G ö re v in i y e rin e g e tirm e m e zlik edem ez. T edavi­
nin m ecburî oluşunun sonucu olarak e lb e tteki doktor gö re vin i yerin e
g e tirirk e n sorum lu tutulam az. Çünkü görevin se lâ m e t şa rtıy la kay ıtla n ­
m ayacağı b ir kaid e d ir. A n c a k bu görevi yerin e g etirm en in yolu dok­
torun ih tiya rın a , İlm î ve f ii lî içtihad ına b ıra k ıld ığ ın d a n te d a v i n e tic e s in ­
de hastaya dokunduracağı zararlardan sorum lu tutulup tutulm ayacağı
araştırm a konusu olm uştur.
D oktor g ö revini y e rin e g e tirirk e n hastaya dokunacak zarardan so ­
rum lu d e ğ ild ir. Bu konuda fa k îh le r arasında ittifa k vardır. A n ca k bu so-

491
r İSLAM

rum luluğun kalkm a sın ın ille ti hakkında araların da ih tila f vardır. Ebu Ha-
nife ille ti, k en d isin e karşı su ç işle n e n -hasta- veya v e lis in in izn iy le dok­
torun hareke tin in İçtim aî zaru ret oluşuna dayandırır. Ş a fiî ve İbn-i Han-
bel ille ti, k en d isin e k a rş ı su ç işlen en veya v e lis in in izn iyle doktorun
k astın ın zarar de ğ il, yarar olm a sın a d a yan d ırırla r. İmam M a lik ise ille t
o larak id a re cin in ve hastanın iznini g ö ste rir. A n ca k hepsi de tedavînin
tıp ilm in e uygun b ir şe k ild e y p ılm ış o lm a sın ı şa rt koşarlar.
Buna göre doktorun sorum lu olm am ası için şu şa rtla rın g e re kli
olduğunu s ö y le y e b iliriz :
1 — Doktorun, d e v le t başkanının uygun gördüğü şa rtla r çe rçe v e ­
sin de bu m e sle k te ç a lış m ış ve onun iznini a lm ış -diplom alı- o lm ası.
2 — H are ke tin tedavi ve iyi n iye tle y a p ılm ış olm ası: Bu ise, ta b i­
bin g a yesin in hastayı şifa y a kavuşturm ak o lm a sıd ır. M e se lâ , hastaya
acıdığ ı; fazla e ziy ye t çe km e sin i istem ed iğ i için onu öldürem ez.
M e c b u rî bir ih tiya ç yokken doktorun, hastanın c in s iy e t 'horm onla­
rıy la o yn am a sın a m üsaade e d ilm e d iğ i gibi s ır f İlm î d en em eler gâye e d i­
n ile re k de bu gibi ş e y le rin yap ılm a sın a m üsaade edilm ez. Bu ve buna
benzer durum larda hasta izin v e rm iş o lsa b ile d o kto r sorum ludur.
3 — ilim e h lin ce b ilin e n m e to tla rla hareket e d ilm iş o lm a sı. Bu me-
to dları bilm e ye n veya onlara a ld ırış etm eyene m üsam aha g ö s te rile ­
mez. A n c a k d o kto r bir dereceye kadar takdir y e tk is in i kullanır. Henüz
tam y e rle şm e m iş b ile o lsa m ü tah assıs â lim le rin ile ri sürdüğü nazari-
yelerd en b irin i se çm e hakkı v ard ır.
A n ca k bir doktor gücünün yetm ediği bir h a sta lığ ı tedavi etm eğe
k a lkışm am a lı ve hastayı e h il k im se le re gö n d e rm e lid ir. A k s i takdirde
sorum lu o lur.
4 — H astanın yahut v e lis i gibi y e rin i alan kim se n in izin v e rm iş o l­
m ası: Ş a ye t tedavi iç in izin alın m a m ış ise doktor m üdahalede buluna­
maz. A n ca k izin alm a im kân sız olup hem en m üdahale gereği bulunur­
sa o hariç.

4 — YARIŞ OYUNLARI (SPOR)


Vücudu ku vve tle n d irm e si ve a k ılla rı harekete g e tirm e si se b e b iy le
İslâm hukuku spora önem v e rir. Vücudu kuvve tle n d ire n gerek sa va ş v e
g re kse b a rış an ların da toplum a fayd alı olan m ah a re tle ri kazandıran
her sporu ca iz görür. M araton ve at y a rışla rı, k ılıç Ve değnek oyunları,
ok a tıc ılığ ı, güreş, halter, yüzm e vs.

492
İSLÂMDA CEZA HUKUKU

Spor Kazalarının Hükmü


Spor oyunlarında sporcu veya başkası kazaya u ğ rayab ilir. Eğer bu
kaza, zor ve kuvvete dayanm ayan yani karşı tarafa böyle bir sonucu ta ­
mamen g e re ktirm e ye ce k b ir oyunda is e o zaman bu olay hukukun genel
ka id e le rin e tabid ir. Çünkü böyle bir olay, oyunun zaru retlerin d e n d e ğ il­
dir. Eğer işin için d e b ir kasıt varsa k a sıtlı su ç s a y ılır. Yoksa, k a sıtsız
s u ç la r bölüm üne girer.
Am a güreş gibi rakibe karşı kuvvet kullanm ayı g erektiren o yunlar­
da bir kaza olu rsa kazayı yapan oyun için te sb it e d ilen ka id e le rin d ış ı­
na çıkm ad ıkça sorum lu d e ğ ild ir. Şayet oyun k a id e le rin in d ışın a ç ık m ış ­
sa sorum lu o lu r ve bu davranışında k a s ıtlı davranm ışsa kasten suç iş ­
le m iş gibi m uam ele görür. K a s ıt yoksa k a sıtsız işle n m iş b ir su ç olarak
d e ğ e rle n d irilir.

5 v— KANI HEDER EDİLMİŞ OLANLAR


Ş a h ısla rın kanlarının heder e d ilm esi konusu hemen hemen yalnız
İslâm hukukunun üzerinde durduğu bir konudur. Bunu diğer hukuklarda
m ükem m el bir şe k ild e bulm ak mümkün d e ğ ild ir. A n ca k bazı bölü m le­
rinde b e n ze rlik le r vardır.

Kanı (veya lazafan) heder edilenler :


1 — Harbî
2 — M ûrted
3 — Zina eden evli
4 — Savaş ve çatışm a çıkaran.
5 — Bâği
6 — K ısa s hükmünü g iym iş bulunan.
7 — H ırsız...

1— Harbî :
Harbî, İslâm d e v le tiy le savaş durumunda olan bir devlete mensup
bulunan yahut bir eman ve antlaşm a ile korunm uş olup eman müddeti
b itm iş veya antlaşm ayı bozmuş kim sedir.
H arbî b irin i öldüren veya yaralayan ceza görmez. Bunun üzerinde
ittifak vardır. Çünkü ö ld ü rü lm e si ve yaralanm ası mubah olan b irin i öldü r­
müş veya y aralam ıştır. A ncak bazı durum larda fa il, ken disin i icra m aka­
mının y e r i n e g e ç i r d i ğ i iç in ceza görür.

493
İ SLÂM

Savaş m eydanlarında harbîyi öldürm ekten dolayı ceza h a liyle yok­


tur. N e fs m üdafaası olarak ö ld ü rü lm e sin d e yine ceza yoktur. Savaş m ey­
danının d ışın d a se b e p siz yere, m eselâ, İslâm yurdunda yakalanan ve
ya e s ir e d ilen b ir harbîyi öldüren de, onu öldürdüğü için ceza görmez.
Çünkü harbînin kanı helâ ld ır. Y akalanm ası veya e s ir e d ilm e si onu kur­
tarm az, h a rb îlik v a sfın ı üzerinden kaldırm az. Onu öldüren b ir harbiyi ö l­
dürdüğü için değ il âmme su lta sın a karşı g e lm iş sa y ıld ığ ı için ceza gö­
rür.
Savaşta ve nefs m üdafaası durumunda harbîyi öldürm ek vacip tir.
D iğ er zam anlarda öldüren için bir haktır ama görev de ğ ildir.

2 — M ürted :
M ürted, dinin i d e ğ iştire n m üslüm ana denir. M ü rte d lik sadece müs-
lüman için söz konusudur. D iğ er din le re m ensup olan biri dinin i d e ğ iş­
tirirs e m ürted sayılm az. İslâm hukukunda m iirteddin kanı helâldır.
M ürtedd in ö ld ü rü lm e sin in d e vle t e liy le olm ası a s ild ir. Herhangi bir
kim se devletin iznini alm adan b ir mürte.ddi ö ldü rürse hata işle m iş ve
devlete a it olan s ın ırla rı ç iğ n e m iş olur. Ceza görm esi, m ürteddi ö ld ü r­
düğü için değil, bu sın ırla rı aştığ ı için d ir.
M ürtedd in ö ld ü rü lm e sin in ille ti, m ürtedliğin İçtim aî nizamdan bir
ç ık ış o lm asınd an dır. İçtim aî nizamdan ç ık ış ise, toplum a karşı işlen en
te h lik e li suçlardan b irid ir. İçtim aî nizam ı korum ak için m ürted b ir kim ­
se ye ancak böyle b ir cezanın uygulanm ası g e re klid ir.
R esû llü lla h (S.A.V.) in şöyle dediği rivaye t e d ilir :
«Dinim değiştireni öldürün.»
D iğer bir hadiste de şö yle buyurur :
«Bir kimsenin öldürülmesi ancak üç şekilden biriyle mubah olur :
a — İmân e ttikten sonra küfre dönm esi.
b — Evlendikten sonra zina etm esi.
c — Ve bir nefse k a rş ılık olm adan birin i öldürm esi.»
3 — Evlinin Zina Etmesi :
İslâm hukuku, zina eden e v liy i. R e c ın ’le, bekârı, da C e ld ü e -c e za la n ­
d ırır. Recm ce zası ölüm olup bununla zina edenin ö ld ü rü lm e si ve diğ e r­
le rin in de korkutulm ası k a ste d ilir. Onun için evli olduğu halde zina ede­
nin kanı helâldır.
M alik, Ebu Hanife, Ahrned ve Ş a fiî m ezhebinde te rcih e dilen görü­
şe göre evli olduğu halde zina edeni öldüren için k ısa s yoktur.
494
İSLÂMDA CEZA HUKUKU

4 — Yol Kesen (Eşkiya) :

M uharib : Harabe suçunu işle y e n , yani yeryüzünde fe sa t çıkaran#


k im se d ir. Y ahut bazıla rının is im le n d ird iğ i gibi y o lk e s ic id ir. Bu suçu iş ­
leyen için birden fa zla ceza vardır. Y üce A lla h ’ ın şu sözünden bunu an­
lıyo ruz :
«Allah’a ve Peygamberine karşı (m üslüm anlara karşı) savaşa kal­
kışanlarla yer yüzünde fesada çalışaniraın cezâsı, ancak öldürülmeleri,
asılmaları yahut sağ elleriyle sol ayaklarımın çaprazvâri kesilmesi, ya­
hut da 'bulundukları yerden sürgün edilmeleridir. İşte bu ceza, onların
dünyadaki rüvvaylığıdu*. Âhirette ise kendilerine büyük bir azab var­
dır.» (176)
Ebu H anife, Ş a fiî ve A hm ed b. H an b e l’in m ezhebinde o lan ların gö­
rü şle rin e göre işle n e n suça göre ceza terettüb eder. Ö ldürüp de mal al­
mayan, öldürülür. M al a lıp da ö ldü rm eyenin e li k e s ilir. A m a hem öldü­
ren ve hem d e mal alan kim se hem ö ldü rülür ve hem de çaprazvâri el
ve ayakları k e s ilir. Y o lla ra korku sa lıp ne öldüren ve ne de mal alan
kim se ise , sürgün e d ilir.

5 <
— İsyan ve İhtilâl Çıkaran (El-Bâği)

H akiki d e v le t başkanına haksız yere karşı çıkan kim seye bâğî d e ­


n ilir. B a ğ îlik idare düzenine ve id a re c ile re karşı işlen en b ir su ç olup iç ­
tim a i nizam a karşı işle n e n bir su ç d e ğ ild ir. Ş a ye t suçtan m aksat İçti­
m aî nizam ı bozm ak ise b a ğ îlik değil yeryüzünde fe sa t çıkarm a olur. Fa-
k îh le r b a ğ ilik suçundan özel şa rtla r ararlar. Bunların ö n e m lile ri şu n la r­
d ır :
a — B â ğ île rin bu h a reke tle ri iç in sebep g ö ste rm e le ri : Yani id are­
ye veya id a re c ile re karşı çıkm ak için k e n d ile rin e hak v e re c e k birtakım
se b e p le r ile ri sü rm e le rid ir. G ö ste rd ik le ri se b e p le r za y ıf o lsa bile...
b — K uvvet ve güç sah ib i o lm aları: Yani k u v ve tle rin in bizzat k e n ­
d ile rin d e n değ ilde, onların görüşünde o lan ların d e ste ğ in i kazanm ış o l­
m alarıd ır.
c — G â ye le rin i uygulam aya başlam aları yahut bunun için toplanm a­
ya ve g ü çle rin i b irle ş tirm e y e b a şlam alarıd ır.

B a ğ îlik suçunun şa rtla rı g e rç e k le ş irs e bâğînin kanı heder e d ilir.


Ebu H anife, to planıp g ü ç le n d ik le ri ondan itibaren savaş ve sa ld ırıy a geç-

176 — M aide : 33

495
İ SLÂM

meden önce kan larının heder e d ile c e ğ in i kabul e d e rle r. M a lik , Ş a fiî ve
A hm ed ise savaş ye sa ld ırıy a başla m a ların ı şa rt koşarlar. BâğilerJe sa ­
vaş Y ü ce A lla h 'ın : «Eğer müminlerden iki zümre birbiriyle döğüşürlerse
aralarını bulup barıştırın. Eğer onlardan biri diğerine karşı halâ tecavüz
ediyorsa siz, o tecavüz edenle, Allah'ın emrine dönünceye kadar, sa­
vaşın...» e m irle ri ge re ğin ce vacip tir.

D evlet, b â ğ îleri ö ld ü re n le ri sorguya ç e k e b ilir. Çünkü bunları öldür


re n le r d e vle tin yetki s ın ırla rın ı çiğ n e m iş olu rla r. Am a d e v le t onlarla sa­
vaşm aya izin v e rm işse o başka.

6 — Kısas Mahkûmu :

İslâm hukukunda kısa s, kasden öldürm e ve yaralam a için a s lî c e ­


zadır. B iri k ısa sı g e re ktiren b ir su ç iş le rs e kanı heder e d ilm iş olur. Ş a­
y e t b a şkasın ı ö ldü rm üşse ölüm le, yara la m ışsa yaralam a ve b ir organını
k e sm işse o organının k e s ilm e s iy le m ehdurdur. A n ca k suçlunun bu du­
rumu ken disine su ç işle d iğ i kim se ye veya v e lis in e karşıd ır. Çünkü on­
ların k e n d isin i affetm e y e tk ile ri vardır. Su çlu diğ e r in san lara karşı ma­
sum dur.

7 — Hırsız :

El kesm eyi g e re ktiren h ırs ız lığ ı yapan kim se ye h ırs ız denir. K e s il­
m esi gereken organına n isb e tle artık o masum d e ğ ild ir. Bu cezayı hata
kettikten sonra kesm e işle m in in y a p ılm a sı vacip tir.

B ir h ırsızın e lin i veya ayağını kesen kim se, k e stiğ i için değ il dev­
letin, yetki s ın ırın ı a ştığ ı için ceza görür.

6 — İDARECİLERİN HAK VE GÖREVLERİ

a — İdarecilerin görevleri :
İslâm hukuku id a re c ile re b ir takım g ö re vler yükler. Toplum un m as­
lahatı için bunları yapm alarım em reder. Bu g ö re vle r d e re ce le rin in fa rk ­
lılığ ın a göre m em urlar tarafından yerin e g e tirilir. H erk e s k en d isin e dü­
şen görevi yerin e g e tirm ek le sorum ludur.
M em ur, g ö revini yerin e g e tirirk e n ortaya çık a ca k suçtan sorum lu
de ğ ildir. M e s e lâ öldürm ek, h erkes için haram dır ama hakim in buna
hükm etm esi ve ce lla d ın bu hükmü yerin e g e tirm e si b ir görevdir. D iğ er
cezaların uygulanm asında da durum ayn ıdır.

496
İSLÂMDA CEZA HUKUKU

İslâm hukukunda kaide, memurun, tayin edilen sın ırla r içe risin de
görevini yerine getirm ekten dolayı ortaya çıkacak suçlardan sorumlu tutul-
mam asıdır. Am a kendisi için tayin edilen sın ırları bilerek aşarsa cinaî yön­
den sorum ludur. Ancak iyi niyetle görevinin gerçekten o şe kilde oldu­
ğuna inanırsa cinai' yönden sorum lu tutulmaz.
Hadleri uygulamak da bu kaideye girer. Tayin edilen sın ırla r iç e ri­
sinde hadleri uygulamanın bir görev olduğu fakihlerin ittifak ettikleri bir
noktadır. Bu ceza uygulanırken su çlu birşeyini kaybederse cezayı uy-
gulayan sorum lu tutulamaz. Çünkü görev, selâm et şartıyla kayıtlı de­
ğildir. Ama kasden cezayı arttırırsa artırdığı miktardan sorumludur.
Buna göre: D evlet memuru halka zûlm ettiğinde devlet başkanı on­
dan haklarını alır.
Bir devlet memuru zulüm le birini öldürürse, devlet başkanı onu
öldürtür. Birinin bir organını keserse, onun da o organını keser. M em ur
ister kendisi bunu yapm ış .olsun, ister başkasına zorla yaptırm ış olsun
farketmez.
D evlet başkanının kendisi de kasıtlı veya yanlış icraatlarından so­
rumludur. Ancak tazm inatın nereden ödeneceği konusunda fakîhler ih­
tilafa düşm üşlerdir. Bazıları tazm inatın devlet başkanı ile yakınları ta­
rafından ödeneceğini söylerken, bazıları da, hâzineden ödeneceğini söy­
ler. Çünkü devlet başkanının hataları pek çoktur. A yrıca o, kendi şah­
sı için değil, toplum için çalışm aktadır.
M alik, Ebu Hanife ve Ahmed, tazir cezaları uygulanırken cezayı gö­
ren şahsın bedenî kayıplarından dolayı devlet başkanının sorum lu ol­
madığını sö ylerler. Bu fakîhlerin dayanağı şudur: Mahkûmun işled iği suç
cezanın uygulanm asını gerekli kılm ıştır. Fertlerin maslahatı ve teplum
nizamının korunması için tazir cezasının uygulanması vaciptir. Görevin
ifası ise selâm et şartıyla kayıtlı değildir.
Şafiî'nin içtihadına göre tazir cezasıyla mahkum ölür yahut tazir ce ­
zası olarak ölüm cezası v e rilirse devlet başkanı bunun diyetini ver­
mek m ecburiyetindedir. Çünkü devlet başkanı onu affetme yetkisine
sahip olduğu gibi suç ve suçluya uygun cezayı seçm e yetkisine de sa­
hiptir. Ta’zirden maksat uslandırm aktır, öldürnmk değildir. Onun için se­
lâmet şarttır. Şafiîye göre kırk celdeyi aştığı takdirde içki içm enin had-
di için de durum budur.
Ş a fiî’nin bu görüşü faydalı İçtimaî bir prensibe dayanmaktadır.
Çünkü mahkûm, ken disiyle ölüm kast edilm eyen bir cezayla ölm üştür

497
I S L A M

ve onun m irası akrabalarına dağıtılacaktır. D iyet verild iğ i takdirde ay­


rıca a ile si de muhtaç duruma düşm eyecektir.

b — İdarecilerin hakkı :

Fertlerin sahip olduğu bütün haklara id are cile r de sahiptir. Lâkin


diğer fe rtle rin haklarına ek olarak bunların id are cilik hakları da vardır.
Bu hakkı kullanma diğer fertlere bir görev; itaat görevi yükler. Kur'an-ı
Kerim bu hak ile o görevi şu şekilde ifade eder :
«Ey iman edenler, Allah’a İtaat edin. Peygambere ve sizden olan
emir sahihlerine de itaat edin...» (177)
Tabii ki id a re cilik hakkı da, itaat görevi de şeriatın çizdiği sın ırla r­
la kayıtlıdır. N itekim Yüce A lla h âyetin devamında şöyle buyurur :

«Eğer birşey hakkında çekişirseniz onu Allah'a ve Peygamber'#


döndürün.» (178)

Peygamber (S.A.V.) de hadis-i şeriflerin de şöyle der :


«Yaratıcıya isyan konusunda yaratılmışa itaat yoktur.»
«İdareciler size Allah'a itaat dışında birşey emrederlerse onlara
itaat etmeyin.»
O halde idarecinin idareci olm ası kendisine şeriatın dışına çıkma
ye tkisin i vermez. Ama idareci durumu bilm ez ve daha üst idareciye itaat
ederek bunu yaparsa iyi niyetinden dolayı sorum lu olmaz. Ancak bu da
işlenecek fiilin , o âm irin ih tisası dahilinde olm ası şartıyla...
 m ir, memuru haksız yere birini öldürmek yahut sopayla dövmek
üzere zorlarda o kişi ölürse ik isi de o fiilden sorumludur. Zorlanm ış ol­
ması memuru sorum luluktan kurtarmaz.
Bu durumda İslâm hukuku memura hakkı söylem esi ve doğru yol­
dan gitm esi için cesaret verir. Böylece her âm iri şeriata m uhalif düş­
tükçe e m irlerini uygulatmaktan âciz bırakır. Bu, hem âm irin hem de
memurun lehinedir.

2 — SUÇUN MADDÎ RÜKNÜ


Suç, çoğunlukla ya bir hak, ya bir değer, ya da kanunî bir maslaha­
ta zarar veren yahut onu tehlikeye sokan bir fiild ir. İnsanın bu fiili had-

177 — N isa : 59
178 — Ni sâ : 59

498
İSLÂMDA CEZA HUKUKU

di zatında suçun maddi rüknünü m eydana g e tirir. M addi rükün olmadan


cin ayetin olam ıyacağı ap açıktır. Suçun duyularla duyulan yönü yani dış
görünüşü onun m addî rüknüdür. Suç, onunla d ış dünyada a lg ıla n ır. Top­
lumun düzen ve güvenliğine zarar verir.

Maddî rüknün unsurları :


M ad d î rüknün üç unsuru v a rd ır :
Birincisi : Y asak lan m ış bir fiilin biri tarafından işle n m e sid ir. Bu, ya­
saklan m ış b ir hareketi yapm ak şe k lin d e tezahür e d e b ileceğ i gibi em ­
redilen bir f iili yapm am ak şe k lin d e de ortaya çık a b ilir.

İkincisi : Bu davranışın n e tic e si olarak b ir zararın g e rçe k le şm e sid ir.


N e tice sin d e zarar olm adıkça su ç tam am lanm ış sayılm az.

Üçüncü : F iil ile meydana gelen n etice arasında v a rlığ ı kaçın ılm az
olan b ir iliş k in in bulunm asıdır. H iç b ir kim se, zararı g e rçe k le ştire n n eti­
cenin k e s in lik le ken d isin in işle d iğ i fiild e n dolayı olduğu te s b it e d ilm e ­
dikçe c e z a la n d ırılm a z .
İslâm hukuku, suçun n e tic e sin in husûle g e lm esin d e suçlunun b iri­
c ik âm il yahut faal se b ep le rde n biri olm a sın ı şa rt koşar. M e se lâ bir
öldürm e olayında, ölüm, sadece suçlunun h a re k e tiy le de g e rçe k le şse ,
diğ e r se b e p le rle beraber hareketin in de e tk isi o lsa olaydan sorum ludur.
Suçlunun işle d iğ i fiil ile ken disine karşı suç işlen en kim senin ölümü
arasında sebep iliş k is i ortadan kalkınca yahut bu sebep ortada iken
sonra başka biri ken disine ölüm n isb e t edilen b ir hareketle o k işin in ölü­
mü g e rç e k le ş irse b irin c is i ölüm den sorum lu olm az. Y ahut ken disine kar­
şı su ç işlen en kim se o suçun te s irin i k e s in lik le g id e re b ile ce k durumda
olup suçlunun e n g ellem esi olm adığı halde te s iri giderm ek için h içb ir
harekette bulunm adığı takdirde su çlu ölüm e sebep sayılm az. Suçlu, iş ­
le diğin in n e ticesin d en sorum ludur. İşled iği fiil yakın sebep olsun, uzak
sebep olsun her iki durum da sorum lu olur.

SUÇA İŞTİRAK

Suçu bir k işi işle y e b ile c e ğ i gibi birkaç k işi ortaklaşa da iş le y e b ilir.
Suçun işlen m e sin d e hepsi pay sahibi olur. Yahut b ir kısm ı d iğ e rle rin e
yardım cı olur. Paylaşm a veya yardım laşm a m utlak olarak şu dört du­
rumdan b iriy le olur.
a — Su çlu suçun maddi unsurunu başkalarıyla paylaşarak işler.

499
İ SLÂM

b — su çlu suçu işle m e y e ba şkalarıyla ittifak eder.


c — B a şkasın ı te ş v ik ederi
d — Suç işle n irke n b ilfiil katılm ayarak ç e ş itli yollardan suçu iş le ­
yen lere yardım cı olur.
Bunlardan, her biri suça iştira k e tm iş sa y ılır. M ad dî unsura direkt
olarak iştira k edene «direkt iştira k çi» , dire k t iştira k etm eyene de «do­
la ylı iştira k çi» denir. Buna göre suça iştira k iki şe k ild e olur :
1 — D ire k t iştira k : Suçun m addî unsuruna iştira k etm ektir.
2 — D olaylı iştira k : Suçun m addî unsuruna iştira k etm eden suçu
işle y e n le rle önceden anlaşm ak, onları te şv ik etm ek yahut suçun iş le n ­
m esinde herhangi b ir şe k ild e yardım cı olm aktır.

3 — SUÇUN MANEVİ UNSURU

Suçun, m anevî unsuru, suçlunun m ü ke lle f olm a sı yani suçtan so ­


rumlu tutulacağı çağa g e lm iş o lm a sıd ır. Em ir ve n e h iyle r ş e rî te k lifle r
oldu klarına göre ancak te k lifi anlayan akıl sahibi ona muhatab olur. Tek­
lif b ir hitaptır. A k lı olm ayan ve anlam a k a b iliy e tin e sahip bulunm aya­
na hitap etm ek ise m uhaldir. C a n sız v a rlık la rla hayvanların muhatap tu-
tu lm am aları bundandır. H itabın aslın ı anlayıp hitabın em ir mi yoksa ne-
hiy mi veya sevabı mı yoksa ıkabı mı g e re k tird iğ in i bilm eyen deli ve
m üm eyyiz olm ayan çocuk da m ü ke lle f d e ğ ild ir. İslâm hukuku ne yap tı­
ğını bilen ca n lı ve âkil k im se le ri suçtan sorum lu tutar.
Ş e r'î n a ssla r bunu açıkça te 'kid eder. Peygam ber (S.A.V.) şöyle
buyurur :
«Kalem üç kişi üzerinden kaldırılmıştır. Bulûğ çağına erinceye ka­
dar çocuktan, Uyanmcaya kadar uyuyandan ve ayılıncaya kadar bayı­
landan.»
«Ümmetimin üzerinden hata, nisyan ve zorlandıkları şey kaldırıl­
mıştır.»
Âyet-i kerim ede de şö yle buyurulur :
«O, size ölüyü (m urdar hayvanı) kanı, domuz etini, bir de Allah’tan
başkası için kesileni katiyyen haram kıldı. Fakat kim bunlardan yemiye
muztar kalırsa - (kim seye) saldırmamak ve haddi (ö lm eyecek m ikdarı)
geçmemek şartıyla ■ onun üzerine günah yoktur. Şüphesiz Allah çok yar-
lığayıcıdır, hakkıyle esirgeyicidir.» (179)

179 — B a k a r a : 173 .

500
İSLÂMDA CEZA HUKUKU

CİNAİ MESULİYETİN TEMELLERİ :

A n la ttıkla rım ızd a n da a n la şıld ığ ı gibi İslâm hukukunda cinai m esu­


liye tin te m e lle ri üçtür. Bu üç tem el bulunduğunda m e su liy e t vardır.
Bulunm adığı takdirde m e su liy e t de yoktur. Bu te m e lle r şu n la rd ır :

1 — Y asaklan m ış bir harekette bulunulm ası.


2 — 0 hareketi yapanın m uhayyer olm ası.
3 — A y rıc a o hareketi yapanın idrâk sahibi o lm ası.

Cinâi Mesuliyetlerin Dört Derecesi Vardır.

a — Amd (kasıtlı hareket) : Suçlunun, yasaklan m ış harekette bu­


lunm ayı kasd e tm e sid ir. Am d, isyan n e v ile rin in en büyüğüdür. İslâm hu­
kuku m esu liyetin en büyüğünü amden işlen en su çlara yükler.
Fakîh lerin cum hurunun yanında katil için am dın özel bir manası
vardır.

b — Şibh-i amd (Kasda benzer) : İslâm hukukuku şibh-i amdı ancak


ölüm le neticelen m eyen bedene sa ld ırı su çların da kabul eder. Bu ise,
suçlunun, katilin bulunduğu harekette bulunm ası ve fakat n e ticeyi kas­
detm esidir. Yani öldürm ekte şibh-i amd diğer su çlard aki amde benzer*

Şibh-i amd konusunda fa kîh le r arasında ittifak yoktur. İmam M a lik


böyle bir şe yin v a rlığ ın ı kabul etmez. Onun için katilde şibh-i am di ta rif
ederken: D üşm anlık kasdıyla f iili yapm aktır, şe k lin d e ta rif eder. Yani
fiilin n e tic e sin i kasd etm esin i şart koşmaz.

Şibh-i amdi kabul edenler katil suçunda bunu kabul etm ekle bera­
ber n efisten aşağı, yani ö lüm le sonuçlanm ayan vücudun d iğ e r k ısım ­
larına yapılan sa ld ırıla rd a şibh-i am din olup olm adığı konusunda ih tilâ f
ederler. K atilde şibh-i amd dem ek suçlunun niyyeti katil olm adığı halde
öldürücü bir fiild e bulunm ası dem ektir. Lâkin fiil ölüm e götürm üştür.

K atilde şibh-i amdi kabul edenlerin d e lili R esûlü llah (S.A.V.) in :


«Dikkat ediniz! Kasıtlı hata ile öldürülenlerin diyeti, sopa, değnek ve taş
ile öldürülmüş olanların diyeti gibi yüz devedir.» hadisidir. Burada «ka­
s ıtlı hata» sözü ile «şihb-i amd» öldürm e k a ste d ilm iştir.

Şibh-i amd, am d'den daha hafiftir. Onun için cezası da daha hafif
olur.

c — Hata : İsyan kastı o lm aksızın suçlunun su ç sayılan bir hareket­


te bulunm asıdır. Bu hareketi yaparken ya hareketinde veya kastında

501
İ SLÂM

y a n ılm ıştır. H areketinde yan ılm asına m isâl, bir kuşa attığı okun b ir şah­
sa isa be t etm esi. Kastında yan ılm asına m isal de, onların safında veya
o nların üniform alarını giydiği için düşman askeri olarak sandığı masum
bir m üslüm an askeri ö ldü rm esi gibi.

d — Hata yerine geçen : İki durumda fiil hata yerin e geçer :

1 — Suçlu su ç mevzuu olan f iili kasdetm ediği halde kusuru n eti­


ce sin d e işle r. Uyuyan bir kim senin yana dönerek yanında bulunan çocu­
ğu boğup ö ldü rm esi gibi.

2 — Kasdı o olm adığı halde suçlunun suç sayılan bir fiild e bulun­
m asıdır. Suyu bir yerden başka b ir yere akıtm ak için yoldan ge çird iği
çukura gece oradan geçen birinin o çukura yuvarlanıp ö lm e si gibi.

Buna göre hata, hata yerine geçenden daha büyüktür. Çünkü ha­
tada suçlu o f iili kasdeder ve kusurundan, ih tiya tlı davranm adığındar
yasaklanan netice ortaya çıkar. Hata yerin e geçende ise suçlu o f iili
kasdetm em iştir. Lâkin kusurundan veya tesebbüben yasaklan m ış olan
fiil ortaya çık m ıştır.

BİLMEME, HATA VE UNUTMANIN CİNAİ MESULİYET


ÜZERİNDE ETKİLERİ :

Bilmeme : İslâm hukukunda suçlunun işle d iğ i hareketin yasak oldu­


ğunu bilm e m e si, sorum lu tutulm am ası için bir seb ep tir. A n ca k insanın
bir şeyin yasak olduğunu b iliy o r sa yılm a sı için, onu bilm e im kânına sa­
hip bulunm ası y e te rlid ir. İnsan akıl sahib i olup A lla h 'ın yasaklad ığı şe y ­
leri ya nasslara baş vurm ak veya b ilenlerden sorm ak su re tiy le öğrenir.
İnsan bu im kânlara sahip oldu mu artık yasaklan m ış ş e y le ri b iliy o r ka­
bul e d ilir. Onun için fa k îh le r şö yle derler: «İslâm yurdunda bir şeyin
hükmünü bilm em ek m azeret değ ildir. N a ssia rın m anasını bilm em ek,
nassların k en d ilerin i bilm em ek gibid ir. İkisinin hükmü birdir. Onun için
nassın m anasını bilm em ek de cin a î m e su liyeti kaldırm az. Y üce A lla n :
«İmân edip de güzel güzel amel (ve hareket) lerde bulunanlar (bundan
sonra haram olan şeylerden de) sakındıkları, iman (larında sebât ile) iyi
iyi işlere devam ettikleri, sonra (haram edilen şeylerd en daima) sakınıp
(haram olduklarına iyice) inandıkları ve yine sakınmakta devam ve ısrar
ile güze! işleri (arayıp onlarla) iştigal eyledikleri takdirde (haram k ılın ­
mazdan evvel) tattıklarında üzerlerine hiçbir suç yoktur. Allah, iyi hareket

502
İSLÂMDA CEZA HUKUKU

edenleri sever,» (180) buyurur. Bu âyete dayanılarak Ş a m ’da şarap içen


m üslüm an bir cem aata ceza v e rilm iştir.
Hata : Suçu işley e n in isteğ i olm adan m eydana gelen olaydır. İşlenen
fiil onun iste k ve kasdının dışındadır.
Hataen su ç işleye n amden suç işley e n gibi her su ç işle d iğ in d e so ­
rum ludur ama aralarında fark vardır. A m den su ç işle y e n in sorum luluğu
Sâri in (A llahın) em rine m uhalefet etm eyi kasdetm esindendir.

Hataen suç işley e n in sorum luluğu ise k a sıtlılık ta n değil de kusurun­


dan ve ih tiya tlı davranm am ış olm asındandır. A slo la n , yasaklan m ış olan
bir şeyi işle y e n in sorum lu olduğudur. Y üce A lla h şö yle buyurur. «Hata
ettiklerinizde ise üstünüze bir vebâl yoktur. Fakat kalbierinizin (kasd ve)
teammüd ettiğinde (vebâl) vardıtV Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyi­
cidir.» (181) Lâkin bu asıldan istisn a olarak İslâm hukuku hata için ce ­
zayı caiz görm üş ve hataen öldürm e için d iye t ve keffareti em re tm iştir.
Cezanın amden işlen en su çlara terettüb etm esi a s ild ir. Hataen iş ­
lenen suça ceza terettüb etm esi ise istisn a îd ir. Buna göre hataen iş le ­
nen bir suça cezanın terettüb etm esi için Ş â riin o m esele hakkında
açıklam a yapm ış olm ası gerekir. Hataen işlen en su çla rın amden işlen en
suçlara nazaran bir un surları e ksik tir. Onun için ceza v e rilm e m e si miim
kün olm aktadır.
İslâm hukuku âmme m aslahatının ge re kli k ıld ığ ı ve vukuu çok oian
hataen suç işle m e le rd e ceza verm eyi uygun görm üştür.

Unutma : İhtiyaç duyulduğu anda bir şe yi hatırlam am aktır. Islâm hu­


kuku unutmayı hataya b itiş tirm iş tir. K u r’an-ı K erim de şö y le buyurulur:
«Rabbrmiz! Unutur yahut hata edersek bizi muaheze etme.» Peygam ber
(S.A.V.) de hadis-i ş e rifle rin d e şö yle buyurur : «Ümmetimin üzerinden
hata ve unutma kaldırılmıştır.»
Fakîhler unutmanın hükmü konusunda ih tilâ f e tm işle rd ir. Bazıları
unutmanın hem ibadet, hem cezalarda um um î bir m azeret olduğunu ve
unutarak mahzurlu b irşe y yapan için ne günah ve ne de ceza bulundu­
ğu görüşündedir. Lâkin unutan cin a î m e su liyetten m uaf tutulsa da m e­
denî m e su liyetten muaf tutulam az. Çünkü mal ve can korunm uştur.

Bazıları da unutmayı âhirette sorguya çe kilm e ye nisbe tle bir m azeret


kabul e derler ama dünyevî hüküm lere n isb e tle bir m azeret de ğ ildir. Sa-

180 — Mai de : 93 - a
181 — Ahzab : 5

503
İ SLÂM

dece A lla h ’a a it haklarda m azeret olarak kabul e d ilir ve m azeret sa


y ılm a sı ancak o f iili işle m e si için ta b iî bir etkenin bulunm am ası şartıyla-
nun, unuttuğunu ken disine hatırlatacak bir şeyin bulunm am ası şartıyla-
dır. O ruçlunun unutarak yem esi gibi. Çünkü yem ek yem e insan için ta­
b iîd ir ve oruçlu olduğunu ken disine hatırlatacak b irşe y yoktur. Fe rtle rin
hukukuna te allu k eden m e se le le re gelince, bunlarda unutma m azerel
de ğ ildir.

CEZA VE AŞAĞIDAKİ MESELELER :

1 — Zorlam a
2 — Sarhoşluk
3 — D e lilik
4 — Küçüklük

1 — ZORLAMA

Bazı fa kîh le r zorlam ayı, başkasının te s iriy le kendi rıza ve isteğ in in


hilafına insanın bir şeyi yap m asıdır şe k lin d e ta rif e derler. Zorlam a iki
ç e ş ittir :
B iri insanın rıza ve ih tiyarı olm adan zo rlam a d ır ki, «tam zorlama»
veya «s;ğınma»dır. Bu, ölüm korkusu olduğu yerde söz konusudur. D i­
ğerinde rıza yoktur ama ihtiyar bozulm am ıştır. Buna da «eksik zo rla­
ma» denir. Bunda normal olarak can korkusu yoktur.
Zorlam a m addî o la b ile ce ğ i gibi m anevî de o lab ilir.

Zorlamanın şartları :

Zorlam a için aşağıdaki şa rtların bulunm ası gerekir :


a — Korkutm anın, şid d e tli dövm e ve öldürm e gibi rıza gösterm e­
nin mümkün olm ayacak şe k ild e o lm ası. Şahıs ve ortam olarak o işi yap­
ma m ecburiyetinin hasıl olm ası.
H akim iyeti elind e tutanın em ri, zorlam adır. Eğer em rine m uhalefet
etm enin cezasının ölüm, şid d e tli dövme veya hapis olduğu a n la şılırsa ,
te h d it savurm asına ih tiyaç yoktur. Am a em redenin hakim iyeti yoksa
Zorlam a için aşağıdaki şartların bulunm ası ge re kir :
na başvuracağı k e s in le ş irs e o zaman zorlam a sa y ılır.
b — Tehdidin olm ası mümkün b irşe y olm ası ve zorlanan emre mu­
halefet e tm e s i'h a lin d e hemen yerin e g e tirile c e k durumda olm a sıdır. D e­
ğ ilse , zorlam a sayrlınaz. Çünkü zorlanan için v a k it vardır. Bu müddet

504
İSLÂMDA CEZA HUKUKU

(gerisinde ken disin i koruyacak y o lla r bu lab ilir. Tehdidin g e ç e rliliğ i zo r­


lam anın için de bulunduğu ortama göre d e ğ e rle n d irilir.
c — Zorlayanın tehd idini yerine g e tire b ile ce k güçte olm ası. Bu du­
rumda d e ğ ilse zorlam a sayılm az.
d — Zorlananın zann-ı galib ine göre o işi yapm adığı takdirde teh­
dit edenin 'dediğini yerin e ge tire ce ğ in e inanm ası. Şayet zorlanan zor­
layanın cid di olm adığına inanır yahut başka bir yolla onu tehdidinden
v a z g e ç ire b ilirse zorlan m ış sayılm az. A y rıca bu zannın makul sebeplere
dayanm ası lâzım dır.

1 — Zorlam anın e tk ili olm adığı su çlar. Zorlam a onları mubah kıl­
maz. Onda ruhsat yoktur.

2 — Zorlam anın mubah kıld ığ ı suçlar. Zorlam a durumunda suç sa­


yılm azlar.

3 — D iğer bir çe şid i de, zorlam a olduğu zamanda da suç s a y ılır


ama onu yapan için ceza yoktur.

1 — Zorlamanın Etkili Olmadığı Suçlar :

Fakîhler, zorlanan kim se şayet b aşkasını öldürm ek, organlarını k e s­


mek veya öldürücü şe k ild e vurm ak üzere zo rlan ıyo rsa bunun zorlam a
olm ayacağı ve bunu yapan kim senin ceza göreceği konusunda ittifak
e tm işle rd ir.

Buna d e lil olarak da şu âyetleri ile ri sü re rle r : «(Kısas ve zina gibi


şe yle rd e n dolayı m e şru ’) bir hak olmadıkça Allah’ın haram ettiği cana
kıymayın..» (182) «Erkek müminlerle kadın müminlere işlemedikleri bir
günah yüklenmişlerdir » (183) Onun için onlara göre her suçun zorlanm a­
dan dolayı mubah olm ası mümkündür. Am a insanı öldürm ek ve helâk edi­
ci sa ld ırıd a bulunm ak mubah olm az. Bununla beraber v e rile c e k cezanın
ç e şid in d e ih tilâ f vardır. İmam M â lik ve Ahm ed zorlanan kim seye kısas
cezasının uygulanacağı görüşündedirler. Ş a fiî m ezhebinde de te rcih edi
len görüş budur. H anefîlerden Z üfer yine bu görüştedir. Ş a fiî m ezhebin­
deki diğer görüşe göre v e rile c e k ceza diyettir. Çünkü zorlanm a bir şüp­
hedir ve şüphe k ısa sı kald ırır. H anefîlerden Ebu Y u s u f’un görüşü de
böyledir. Ebu H anife ve M uham m ed ise uygun bir tazir ce zasıyla y e ti­
nirler.

182 — E n’am : 151


183 — A h z a b : 58

505
İ S L A M

2 — İşlenmesi Mubah Kılınan Suçlar :

M e cb u riy e t karşısında, Şariin mubah kıld ığ ı bütün haram fiille rin


zorlanm a ile cin a i m e su liy e tle ri ortadan kalkar. Ölü etinin yenm esi ve
kanın iç ilm e s i gibi. N itekim Yüce A lla h şöyle buyurur. «O, size -kendi­
sine katı suretde muztar ve muhtaç bulunduklarınız müstesnâ olmak
üzere- neleri haram kıldığını ayrı ayrı bildirmişken...» (184) «... Fakat kim
bunlardan yemeye muztar kalırsa- (kim seye) saldırmamak ve haddi (öl­
m eyecek m iktarı) geçmemek şartıyla- onun üzerine günah yoktur...» (185)
Ölü etini yem ek ve kan içm ek haram dır ama m ecbu riyet karşısınd a mu­
bah olur. Hatta te rcih e dilen görüşe göre m ecbu riyet karşısınd a bu ya­
pılm adığı takdirde insan A lla h indinde günahkârdır. Çünkü böylece nef­
sin i te h like ye atm ıştır.
Buna göre zaruret ve m ecburiyet karşısınd a nasslarda mubah k ılı­
nan su çla r işte bu ç e ş it su çlard ır. Bunlar, haram yem ek ve içe ce kle re
hastır. Ölü ve domuz etini yem ek, kan ve diğer n e cis şe y le ri içm ek gibi.
Şarap konusunda fa kîh le r arasında ih tila f vardır. İmam M a lik 'e göre bu
durumda her ne kadar ceza yoksa da şarap mubah olmaz. D iğer üç imam
ise bu durumda mubah olduğunu sö yle rler.
3 — Cezaları Kaldırılan Suçlar :
Tam zorlam a yukarıda an lattığ ım ız su çlar dışında kalan bütün su ç­
larda cezayı kald ırır. Bunun sebebi, zorlanan kim senin iste y e re k ve idrak
ederek bu işi yapm ış olm am asıdır, idrâk ve ihtiyar olm ayınca yapan için
ceza yoktur.
Bu kısım suçlarda da zorlanan kim se her ne kadar o suçun ce za­
sından muaf o lsa da başkasına verdiği zarar için m edenî yönden sorum ­
ludur. Çünkü İslâm hukukunda kan ve m allar masum (korunmuş) dur.
Zorlama ve zarûret :
Hüküm yönünden zarûret zorlanm aya tabidir. Zorlanm ada zorlananı
başka biri zorlar. Zarûret de ise işi yapan, ya ken disini veya başkasını
helâk olm aktan kurtarm ak için aslında haram olan fakat yapmak m ecbu­
riyetinde kaldığı harekettir.
Zaruretin şartları :
1 — Z a rû re tin kurtuluş yolu o lm ası. Suçu işleyen bunu yapm adığı
takdirde ya ken disinin veya başkasının helâk olm asından veya organla­
rından birin in in helâk olm asından korktuğu için bunu yapm ış o lm alıdır.

184 — En’am : 119


185 — Bakara - 173

506
İSLÂMDA CEZA HUKUKU

2 — Zarûretin henüz g elecek değil, o anda söz konusu olm ası.


3 — S u ç sayılan harekette bulunmaktan başka bir çık ar yolun bu­
lunm am ası.
4 — Zarûretin ih tiyaç duyulan m iktarda de fed ilm e si.

Zaruret durumunun hükmü :


Z arure t halinin hükmü suça göre fa rk lılık arzeder. Bazı suçlarda
zar üret e tk ili olmaz. Bazı suçlar, zarûret karşısınd a mubah olur. Bazı
su çlarda da zarûretten dolayı ceza kalkar.

a — Zaruretin etkili olmadığı suçlar :


Ölüm , yaralam a ve organ kesm e su çları üzerinde zarûretin bir et­
k isi yoktur. M uztar duruma düşen nefsini helâk olm aktan kurtarm ak için
başkasını öldürem ez, yaralıyam az ve organlarından birini kesem ez.

b — Zaruretin mıibah kıldığı suçlar :


Zarûret halinde, şe ria tın mubah olduğunu b ild ird iğ i su çla r zarûret
k a ış ısın d a mubah olur. Bu ç e ş it su çla r y iye ce k ve içeceğe hastır. Ölü
ve domuz etini yem ek, kan ve n ecis şe y le ri içm ek gibi. Zarûret k a rşı­
sında zarureti karşılayacak m iktarla yetinm ek şa rtıy la bu su çların mu­
bah sayılacağı ittifakla kabul e d ilm iştir. Zaruret karşısınd a zarureti kar­
şılayaca k m iktarla yetinm ek şa rtıy la bu su çların mubah sayılacağı itti­
fakla kabul e d ilm iştir. Zaruret karşısınd a mubah kılınan f iili işlem e ko­
nusunda ise fa kîh le r ih tila f e tm işle rd ir. Bazıları zarûret karşısın d a bu
su çla rı işlem en in bir hak olm ayıp bir görev olduğunu sö ylerken bazıları
da bir görev o lm ayıp bir hak olduğunu sö y le rler.

c — Zarûret karşısında cezaları kalkan suçlar :


Y ukarıda anlatılan su çların dışında kalan suçlardan muzdar duru­
run düşen bir suç işle rse , suçun haram oluşu baki olm akla beraber iş ­
lediği bu suçtan dolayı ceza görmez. Cezadan muaf olm ası için zarû-
reti karşılayacak bir hareket olm ası şarttır. M e se lâ satıp yerine yiye ce k
alm ak için bir m alı çalan kim se zarûret bunu icabettirdi diyem ez. Ç ü n ­
kü o m alı çalm ak dire kt olarak zarûreti karşılam ıyor. Am a yiye ce k ça l­
mak zarûret için yap ılm ış o lab ilir.

2 — SARHOŞLUK

İslâm hukuku şarap içm eyi zatı için haram kılar. İçinde sarhoşluk
verm iş olsun veya olm asın farketm ez. Şarap içm e suçu hudûd suçların-

507
İ SLÂM

dandır ve içene değnek vurulur. Sarhoşluk, şarap veya ona benzer şe y ­


lerden dolayı aklın kaybolm asıdır. K iş i aklını kaybedince sarhoş sa y ılır.
O h a liyle az veya çok akıl erdirm ez. Bu, Ebu H anife'nin görüşüdür. Ebu
Y usu f, M uham m ed ve diğer üç imama göre sarhoş : Konuşm asına heze­
yan (abuk sabuk konuşma) galip gelen kim sedir. Bu konuda d e lille ri
Y üce A lla h 'ın şu sözüdür :
«Ey iman edenler, siz sarhoşken ne söyleyeceğinizi bilinceye ve cü-
nüb iken de -yolcu olmanız müstesnâ- gusül edinceye kadar namaza
yaklaşmayın!.» (186) Ne ded iğin i bilm eyen sarhoştur.

Sarhoşluk ve cinai mesuliyet :

D ört m ezhepde de te rcih edilen görüşe göre sarhoş kim se sa rh o ş­


luk veren m addeyi zorla kullanm ış veya m uztar duruma düştüğü için
yahut sarhoşluğa sebep olduğunu bilm eden iç m iş se işle d iğ i suçlardan
dolayı sorum lu de ğ ildir. Çünkü suçu işlerke n aklı başında değ ildi. Bu
durumda onun hükmü deli, uyuyan veya buna benzerin hükmüdür.

A m a özrü bulunm aksızın sarho şlu k veren m addeyi kullanan veya


hasta olm adığı halde sarhoşluğa sebep olan ilâ cı kullanan kim se su ç iş ­
lediğin de bu suçu iste r amden, is te r hataen işle m iş olsun sorum ludur
ve işle d iğ i suç için ceza görür. Çünkü kendi fiiliy le aklın ı kaybetm iştir.
Ö z e llik le böyle şe y le re te v e ssü l etm esin diye yaptığı suçun cezasını
çe ke ce ktir.

Sarhoşluk ve Medenî Mesuliyet :

Sarhoş sarhoşluğundan dolayı işle d iğ i suçun cezasından a ffe d ilse


bile m edenî yönden sorum ludur. M e d e n î m e su liy e t herhangi bir şe k ild e
sarhoşun üzerinden kalkmaz. Çünkü can ve m allar korunm uştur. İnsanın
idrakini kaybetm esi cezanın kalkm asına se b ep tir ama kanların ve m al­
ların heder e d ilm e sin e sebep olamaz.

3 — DELİLİK :

İnsan idrak sahibi ve yaptıklarında m uhayyer olunca İslâm hukuku


onu sorum lu tutar. Bu iki unsur -idrâk ve m uhayyerlik- olan biri o lm ayın­
ca insan üzerinden yüküm lülük kalkar. M ü k e lle f kim se için idrâkin ma­
nası aklî gücünün yerinde olm ası dem ektir. Bunadığı, d e lird iğ i için ya­
hut g e çici bir sebeple aklını yitire n idrakini de y itirm iştir.

186 — N is a : 43

508
ISLAMDA CEZA HUKUKU

DELİLİĞİN HÜKMÜ : '

D e liliğ in hükmü suç işlen d iğ i anda d e liliğ in m evcut olup o lm a d ığ ı­


na göre d e ğ işik lik gösterir.
Suç işle n irke n d e lilik m evcut ise: D e li olduğu halde su ç işleye n
kim se idrak sahibi olm adığından cezası yoktur. D e lilik , fiilin haram lığını
kaldırm az, fa ilin üzerinden cezanın kalkm ası için bir seb ep tir. Bu hüküm
üzerinde fa kîh le rin ittifa k ı vardır.
D elinin cin a î cezadan muaf tutulm ası m edenî yönden muaf tutul­
m ası dem ek değ ildir. Çünkü' can ve m allar korunm uştur. A y rıc a ş e r ’î
ö zürler m ahallin m asum luğunu helâl kılm az. D e lilik , d e lilin ceza için ehil
olm am ası için bir sebep ise de onun m ülk edinm e e h liy e tin i ortadan kal­
dırm az. Bu e h liy e t kaldığı m üddetçe o kim senin, m a lî m e su liy e t dem ek
olan m edenî m e su liyeti yüklenm esi lâzım dır.
Fakîh ler delinin m edenî m e su liy e tin i kabul etm ekte ittifak e tm e le ri­
ne rağmen bunun çe rçe v e si hususunda ih tila f e tm işle rd ir. Çünkü bazıla­
rı delinin amden yaptığını hataen işlen en su çlara b en zetirler. İmam M a ­
lik, Ebu H anife ve A hm ed bu gö rüşte dirle r. Ş a fiî bu görüşte değ ild ir. B i­
rinci görüşe göre diyet-i m uhaffefe ge re kir ve bunu d e liy le beraber âki-
le si -akrabaları- öder. İkinci görüşe göre diyet-i m ugallaza g e re kir ki y a l­
nız delin in m alından ödenir.
Suçun ardından gelen d e liliğ in hükmüne gelince: Suçun ardından
gelen d e lilik ya suçlunun hüküm giym esinden önce veya sonra olur.
Hüküm giydikten sonra vukubulacak d e lilik : Ş a fiî ve A h m e d ’e göre
hüküm giym eden önce vukubulacak d e lilik m uhakem enin yap ılm asına
ve devam eden m uhakem enin durdurulm asına sebep de ğ ildir. Bu konu­
da d e lille ri, suçun işle n d iğ i anda m ü ke lle f durum da olm anın şart oldu
ğudur. Bu görü şle rin d e de liye bir zarar yoktur. Çünkü İslâm hukukunda
su çlu la r muhakeme e d ilirk e n h aklan ku vve tli garanti ç e rç e v e le riy le çe v ­
re len m iştir. İnsanın ken disin i savunm aktan âciz olm a sın ın m uhakem e­
yi durdurup e n g ellem iye ce ğ i b ir kaidedir.
M a lik î ve H anefîlere ge lin ce onlar, hüküm giym eden önce vukubu-
lacok d e liliğ in m uhakem eye engel olacağı ve d e lilik g e çin ce ye kadar
durdurulacağı görüşündedirler. Bu görüşün te m e li şudur: Ce?a görrpe-
nin şartı te k liftir. M uhakem e anında da bu şartın m evcudiyeti gerekir.
Bu, olm adığı takdirde m uhakem e mümkün olmaz.
Hüküm giydikten sonra vukubulacak d e lilik . Ş a fiî ve A h m e d ’e göre
kendisi hakkında hüküm v e rile n su ç had su çların dan olm adıkça d e lilik
hükmün uygulanm asına engel değ ildir.

509
İ SLÂM

İmam M a lik ’e göre d e lilik hükmün tenfizini durdurur. D eli akıllanın-


caya kadar tenfîz işlem i durdurulur.
A n ca k ceza kısas ise bazılarının görüşüne göre d e liliğ in geçm e­
sinden üm it k e s ilin c e onun yerin e diye t kaim olur. D iğer bazılarına göre
ise d e liliğ in geçm esinden üm it k e silin c e hüküm giym iş deli kan sa h ip ­
lerine te slim e d ilir. O nlar d ile rle rse k ısa sı uygularlar, d ile rle rs e diyeti
alırlar.
Ebu H ânife'ye göre de liye uygulanacak ceza durdurulur. A ncak hük­
mün tenfizi için mahkum hükmü infaz edece klerin elinde d e lirirs e , o za­
man infaz be kle tilm e z hemen uygulanır. Şayet ceza kısas olur ve suçlu
hüküm giydikten sonra ve hükmün infazı için te slim e d ilişin d e n önce
d e lirirs e «istihsan» ile hüküm diyete ç e v irilir.

4 — YAŞÇA KÜÇÜK OLMAK :

İslâm hukukunda cin a î m e su liy e t iki tem el unsur üzere kuruludur:


idrak ve m uhayyerlik. Onun için küçükler hakkında v erilen hüküm, in­
sanın doğumundan idrâk ve ihtiyar m e le ke le rin in tam am landığı ana ka­
dar g e çird iğ i m erhalelere göre değ işir.

Birinci Merhale :

İnsanda idrakin bulunm adığı devred ir ki çocuğun dünyaya g e lişiy le


başlar ve yedi yaşında biter. Bu devrede insan m üm eyyiz olm ayan ço­
cuk adını alır. Fakîh lerin bu m erhaleyi bu yaşla hudutlandırm alarının
sebebi ahkâmda k a rışıklığ a düşm em ektir.
Çocuk, yaşı yediye ulaşm adıkça bu yaşa ge lm işle rde n daha çok
tem yiz kab iliyetin e sahip olsa bile gayr-i m üm eyyiz sa y ılır. Onun için
hangi su ç olursa olsun gayr-i m üm eyyiz çocuğun işle d iğ i suç için ne
cin a î ve ne de m anevî ceza vardır. Lâkin onun cina'î m esu liyetten muaf
tutulm ası işle d iğ i her suçun m edenî suçundan m uaf tutulacağı mana­
sına gelm ez. Başkasının mal veya canına vereceği zarar çocuğun özel
m alından karşılanacaktır.

İkinci Merhale :

Z ayıf bir idrake sahip olma de vresid ir. Çocuğun yedi yaşm a bas­
m asından başlar ve buluğ çağıyla sona erer. Bütün fa kîhle r buluğ ça­
ğının azam îsinin onbeş yaş olduğunu sö yle rler. Ç ocuk bu yaşa u la şın ­
ca fiile n buluğ çağma erm ezse bile hükmen buluğ çağma erm iş sa yılır.

510
İSLÂMDA CEZA HUKUKU

Bu m erhalede m üm eyyiz çocuk işle d iğ i suçlardan cin a î yönden m e­


sul değ ild ir. M e se lâ ça ldığında veya zina ettiğinde ken disine had ceza­
sı uygulanmaz, birini öldürdüğünde kısasa tabi değ ild ir. A n ca k onun
m anevî m e su liyeti vardır. Y aptığı su çla r için t e ’dib e d ilir. Te’dib her ne
kadar suça uygulanan bir ceza ise de, te ’dibî bir cezadır. Buna göre
çocuğa ta zîr cezalarından ancak kınama, döğme gibi te ’dibî cezalar v e ­
rilir. M üm eyyiz çocuk işle d iğ i su ç la r için cin a î yönden sorum lu d e ğ il­
se de m edenî yönden sorum ludur.

Üçüncü Merhale :

İnsanın tam idrak sahibi olduğu devred ir ki çocuğun buluğ çağına


erdiği andan itibaren başlar. Bu m erhalede insan hangi suçu iş le rs e iş ­
le sin cin a î yönden sorum ludur.

3^— C E Z A

CEZANIN KISIMLARI :

Ö ğrenci ve ara ştırm acıla rın kolayca an layabilm eleri için fa kîh le r
cezayı birçok kısım lara ay ırm ışlard ır. Bütün bu ayırm alar her kısm ın kap­
sadığı sıfa tla r gözönünde bulundurularak y a p ılm ıştır.
A rala rın d aki iliş k i açısından cezalar dört kısm a a y rılırla r :
1 — Aslî cezalar : S u çlar için tayin edilen a sıl cezalardır. Katil için
kısas, zina için recm ve h ırs ız lık için el kesm e vs..
2 — Bedeli cezalar : A s lî cezaların uygulanm asını engelleyen ş e r ’î
bir sebep ortaya çıktığ ınd a, a s lî cezaların yerin e geçen cezalardır. D iyet
ve ta zîr cezaları gibi...
3 — Tabeî cezalar : A s lî cezaya çarp tırıla n suçluya bu cezayla be­
raber isa be t eden cezalardır. K atilin m irastan mahrum e d ilm e si gibi.
4 — Tekmîlî cezalar : A s lî cezalara m ebnî olarak suçluya isabet
eden cezalardır. H ırsızın eli k e sild ikte n sonra e lin in boynuna asılm a sı
gibi.
H akim in takdir y e tkisi bakım ından cezalar şu kısım la ra a y rılırla r :
a — Sadece bir hadde sahip cezalar : H akim in bu cezaları a rttır­
ma veya e ksiltm e y e tkisi yoktur.
b — İki haddi bulunan cezalar : A zam î ve asgarî haddi bulunan ce ­
zalar olup bunlar arasında hakim in seçm e y e tkisi vardır. Tazîr cezala­
rında hapis ve celd gibi.

511
İSLÂM

Hüküm verm enin g e re k liliğ i bakım ından cezalar ikiye a y rılırla r :

a — Takdir e d ilm iş cezalar : Ç e ş it ve m iktarı Ş â r i’ tarafından tayin


e d ilm iş bulunan cezalardır. Bunlar had, k ısa s ve d iye t cezala rıd ır.
b — Takdir e d ilm em iş cezalar : Ç e ş it ve m iktarı hakim e b ıra k ılm ış
cezalardır. Bunlar da ta zîr cezala rıd ır.

Y e rle ri bakım ından cezalar şö yle taksim e d ilirle r :


a — Bedenî cezalar: İnsan bedeni üzerinde uygulanan cezalardır.
Ölüm , celd ve hapis ce zala rı bu cezalardandır.
b — M an evî cezalar: İnsanın m anevî yönüne hitap eden ce za la r­
dır. Nasihat, kınama ve tehdit cezalarında olduğu gibi.
c — M a lî cezalar: M al üzerine uygulanan cezalardır. Diyet, k a rşı­
lığ ın ı ödem e ve m üsadere gibi.

K endisi için e m re d ild ik le ri su çla rın büyüklüğü açısından ise ceza­


lar dört kısm a a y rılırla r :
a — Had cezaları: Had su çları için em redilen cezalardır.
b — K ısa s ve d iye t cezaları: K ısa s ve diye t su çla rı için em redilen
cezalardır.
c — K e ffa ret cezaları : Bazı kısas ve diye t su çla rıy la bazı tazîr su ç­
ları için em redilen cezalardır.
d — Tazîr cezaları : Bunlar da ta zîrî gerektiren su çla r için e m re d i­
len cezalardır.
Bu sonuncu taksim , en önem li taksim dir.

İSLÂM HUKUKUNDA CEZA ÇEŞİTLERİ :

İslâm hukukunda cezalar su çlara göre fa rk lılık arzederler. Bu ceza­


lar, su çla rla savaş tem eli üzerinde kurulm uştur. N itekim , İslâm hukuku
ceza çe şid in i seçerken ve m iktarını tayin ederken bu yolu takip etm iş:
suça engel olm ak için e tk ili ceza ne ise onu s e çm iş tir. Lezzet ve şe h ­
vetin dü rtm e siyle işlen en su çla r elem v e rici cezalarla ce za la n d ırılm ış­
tır. A zabı tadan yahut tatm ası ihtim al dahilinde bulunan lezzet neşve-
sinden faydalanm ak istem ez. Bu durum ken disin i suçu düşünm ekten
uza klaştırır. Sö ylece İslâm hukuku, henüz tasarı halindeyken su çla sa­
vaşır. Suça engel olm ak için en faydalı yolu takip eder.

512
İSLÂMDA CEZA HUKUKU

Had, kıâas ve diye t su çla rı için e m redilen cezalarda bu durum tam


b ir a ç ık lık la görülür. Bu su çlar, m iktarları ta k d ir e d ilm iş bulunan ceza­
ları olan su çla rd ır. İd are cile r ta zir ce za sı v e rirk e n bunu tem el olarak al­
m aları gerekir.

A — HAD SUÇLARI İÇİN EMREDİLEN CEZALAR

Had su çla rı, daha önce b e lirttiğ im iz gibi yedi su çtu r :


1 — Zina.
2 — İftira (kazf)
3 — Şarap içm ek
4 — H ırs ız lık
5 — E şk iy a lık
6 — İrtidat
7 — İsyan ve ih tilâ l çıkarm a

Bu su ç la r için tayin e dilen cezalara hudûd ism i v e rilir. Had, A lla h


için hak o larak kabul e d ilen yahut toplum m aslahatı için tayin e dilen
cezadır. F akîh ler «ceza A lla h ’ın hakkıdır» derken fe rt ve toplum un bu
ce zala rı kaldırm a y e tk isin e sahip bulunm adıklarını ifade e derler. A y r ı­
ca b ir cezayı âmme m aslahatı ge re kli k ılıy o rsa o ceza A lla h ’ın hakkı ola­
rak kabul e d ilir. Â m m e m aslahatı ise fe sa d ı defetm ek, halkın em niyet
ve g ü ven liğini sağlam aktır.

Had su çla rı için tayin e dilen c e za la r d iğ e r cezalara n isb e tle üç te ­


mel ö ze lliğ e sa h ip tirle r :
1 — Ceza v e rilirk e n suçlunun şa h siye ti söz konusu edilm ez.
2 — Takdir e d ilm iş cezalardır. H iç b ir kim se m ikta rların ı ne azalta­
b ilir, ne ço ğ a lta b ilir ve ne de d e ğ iştire b ilir.
3 — Bu ce zala rla suça götüren e tken lere karşı savaşın a ç ıld ığ ı ve
bu su çların işle n m e sin e engel olunm aya ç a lış ıld ığ ı a çık ça görülür.

1 — ZİNANIN CEZASI :

İslâm hukukunda zina için üç ceza vardır: C e ld (değnekle vurma),


sürgün ve recm . C e ld ve sürgün m uhsan olm ayanın ce za sıd ır. Recm ise,
muhsan olan zânînin ce za sıd ır.
a — Celd : M ikta rı yüz celde (vuruş) dur. Y üce A lla h şö yle buyurur:
«(Bekâr olupda) zina eden kadınla zina eden erkeğin her birine yüz değ­
nek vurun. Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız, bunlara, Allah’ın dini

513
İ SLÂM

hususunda (e m irle rin i yerin e getirm ekte) merhametiniz tutmasın. Mümin­


lerden b ir topluluk da, bunların ceza tatbikinde şahid olsun.» (187)
Z ânîyi zinaya sü rükleyen kuvvet le zze t ve n eşed ir. İnsanı lezzetten
vaz ge çirte n b iric ik şey, e lem dir. Yüz celdeden daha çok elem i g e rçe k­
le ştire n ve azabı tattıran ne varki ?
İslâm hukuku zinanın c e za sın ı boş yere koym am ış, insan tabiatını,
onun ruh ve d ü şü n ce sin i göz önünde bulundurarak vaze tm iştir. Onun
için n e fsî iste k le ri yine n e fs î â m ille rle bertaraf etm eğe ça lış m ış tır. Ş a­
y e t zinaya sü rükleyen â m ille r zinadan vaz g eçirten âm ille rd e n üstün
g e lird e k işi bir defa zinaya d ü şe rse ceza esnasında çe ke ce ğ i elem ve
azap te k ra r bu suçu işle m e d ü şü n ce sin i ken d isin e te rke ttirir.

b — Sürgün : İslâm hukuku muhsan olm ayan zâniyi celdden sonra


bir y ıl sürgün etm ekle ce za la n d ırır. Bu cezanın ş e r ’î kaynağı Peygam ­
ber (S.A.V.) in şu h a d is id ir :
«Evlenmemişin evlenmemişle zina etmesi halinde yüz celde ve bir
yıl sürgün vardır.»
B azıları, sürgünden m aksat zina edenin bu f iili işle d iğ i yerden da-
ru ’l-İslâm için de bulunan ve k asır m e safesin den az olm ayan bir m esa­
fede bulunan başka bir yere sü rü lm e sid ir, der. İmam-ı M a lik ’e göre o
beldede h a p sed ilir. Ş a fiî’ye göre hapsedilm ez ama göz hapsinde tu tu­
lur A h m e d 'e göre de hapsedilm ez.

c — Recm : Recm , zina eden muhsan kim senin ce za sıd ır. Erkek
için olsun, kadın için olsun recm in m anası ta şla vurularak öldü rülm e­
sid ir. T e şri kaynağı ise f iilî ve kavli sünnettir. R esû llü lla h zam anında bu
ceza uygulanm ış, R esû llü lla h (S.A.V.) bununla em retm iş ve ondan so n ­
ra sah a be le ri de bunun üzerinde icm a e tm işle rd ir. Bu konuda m eşhur
hadislerden biri ş e y le d ir :
« B ir müslümamn kanı ancak üç şekilde helâl olur : İman ettikten
sonra küfre gitmesi, evlendikten sonra zina etmesi ve başka bir can
karşılığı olmadan bir canı öldürmesi halinde.»

İslâm hukuku bütün m e se le le rd e olduğu gibi bu m eselede de en


ince ve ad aletli ö lç ü le rle hüküm v e rm iştir. M uhsan zanî herşeyden ön­
ce başkası için kötü bir örnektir. İslâm hukukunda kötü örnek için be­
ka hakkı yoktur. A y rıc a bu hukuk m utlak fa zile t üzere kuruludur. A h lâ ­
ka çek önem v e rir. K ötülükten, kadın - erkek ihtilatından sa kın d ırır. İn­

187 — N Û r : 2

514
İSLÂMDA CEZA HUKUKU

sanın, şe h v e tiy le m ücadele e d ilm e sin i em reder. Şehvetin sadece helâl


yoldan -ki o da e v lilik tir- tatm in e d ilm e sin i ister. N e fs î arzuları evlen­
m esini ge re kli k ılıy o rsa e vlen m e sin i vacib kılar. Böylece insanı fitn e ­
den. güç g e tire m iye ce ğ i durum larla karşı karşıya getirm ekten korur.
Ş ayet evlen m ez ve şehveti akıl ve irad e sin e galebe ça larsa onu yüz
değnekle cezala n d ırır. A m a e vle n irse muhsan o lur ve İslâm hukuku
m uhsanltktan sonra suça gitm esi için h içb ir sebebi h a fifle tici olarak
kabul etmez. E v liliğ i de ebedî kılm az ki, e şle rin arası bozulunca güna­
ha te v e ssü l e tm e sin le r. A y rıc a e v lilik akdi yap ılırken kadına akdi boz­
ma y e tk is i v e rilm e s in i mubah kılar. Y in e erkeğin gaybeti, ha sta lık ve
fa k irlik durum ları kadının boşanm ayı iste y e b ilm e s i için seb ep tir. Erke­
ğin her zaman için boşam a y e tk is i vardır. Erkek, aralarında adaleti sağ­
lam ak kaydıyla birden fazla kadınla e vle n e b ilir. Böylece İslâm hukuku
muhsan için bütün helâl kapıları a çm ış ve haram o lan ların ı da ka­
pa m ıştır. M aze re t olm adıkça cezanın h a fifle tilm e si için sebep yok­
tur. Bu, adeletin b ir gereğid ir. A k ıl da, insan tabiatı da bunu ister. A r ­
tık zina eden muhsan, bütün İslah te d b irle rin e rağmen hâlâ isyan ettiğ i
için hakettiği b ir cezayla c e za la n d ırılm a sı gerekir-

Fe rtle rin , cezanın elem v e ric iliğ in i ve korkutuculuğunu duym aları


toplum un yararınadır. Bu mana şu âyette açıkça görülm ekted ir :
«Zina eden kadınla zina eden erkekten her birine yüzer değnek vu­
run. Eğer Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız bunlara, Allah'ın dinini
tatbik hususunda, acıyacağınız tutmasın. Müminlerden bir zürrne de bun­
ların azabına (bu cezalarına) şâhid olsun.» (188)

2 — İFTİRANIN CEZASI

İslâm hukukunda iftira eden için iki ceza vardır. B iri a s lîd ir ki, celd-
dir. D iğ eri ta b e îd ir ki, o da, iftira edenin şehadetinin kabul e d ilm e m e si­
dir. Bu iki cezanın tem el kaynağı: «Namuslu ve hür kadınlara (zina is-
nadiyle) iftira atan, (sonra bu konuda) dört şâhid getirmeyen k im se le r (in
her birine) de seksen değnek vurun. Onların ebedî şâhidliklerini kabul
etmeyin. Onlar fasıkların ta kendileridir,» (189) âyetid ir. İddiayı ortaya
atan yalancı çık ın ca cezaya ç a rp tırılır. A m a sö y le d iğ i doğru çıkarsa ta­
b iatıyla onun için ceza yoktur.
İftiracıyı iftiraya sürükleyen birçok etken vardır. K ısk a n çlık , kin ve
intikam duyguları bu etkenlerdendir. A n ca k bütün bunlar bir m aksatla

188 — N u r : 2
189 — N û r : 4

515
İ SLÂM

y a p ılır: K e n d isin e iftira e dilen şahsa eziyye t verm ek, onu ta h kir edip
küçültm ek.
İslâm hukukunda iftiraya ceza v e riliş sebebi bu m aksatla savaşm ak
üzere kurulm uştur. İftira eden, iftira edilen e eziyyet verm ek istem ektedir.
Onun ce zası da bedenî eziyye ttir. Çünkü bu, ruh ve duygulara hitap eden
m anevî cezalardan daha e tk ilid ir. İftira eden iftira sıy la iftira e ttiği kim seye
hakaret etm ektedir. A y rıc a bu hareketi de fe rd îd ir. Çünkü bunun kayna­
ğı iftira eden ferdin ken d isid ir. Bunun ce zası ise bütün toplum dan haka­
ret g ö rm e sid ir. Ve bu um um î hakaretten sonra ceza olarak adaleti sa­
k ıt olur. Bu olaydan sonra şehadeti katiyyen kabul edilm ez. A rtık o,
daim a fa sık la r sın ıfın d a mütalaa e d ilir. Böylece İslam kanunları insanla­
rın h a y siy etleri ile oynayan k im se le ri ce m iye tin içinde s ilik bir duruma
getirir.
3 — ŞARAP İÇMENİN CEZASI
İslâm hukuku şarap içeni seksen değnekle ce zala n d ırır. Ş a fiî diğer
üç imamdan fa rklı o larak şarap içe n in ce zasın ın kırk değnek olduğu gö­
rüşündedir. D e lili de R esû llü lla h (S.A.V.) den, şarap içene kırk değnek­
ten fazla vurduğunun sa b it olm adığ ıdır. D iğ er kırk değnek ise, Ş a fiî’ye göre
had olm ayıp ta zîrdir.
Cezanın te ş ri kaynağı R esû llü lla h (S.A.V.) in: «Şarap içeni döğün.
Şayet tekrar içerse, tekrar döğün» h a d isid ir. Tercih e d ilen görüş, ceza­
nın m iktarının ancak Hz. Ö m er zam anında s ın ırla rın ın te sb it e d ild iğ id ir.
Hz. Ö m er (R. Â.) şarap içenin haddinin m iktarı konusunda sahabelere
danıştığ ınd a Hz. A li (R. A.) se kse n değnek vurulm asını iste m iş ve bunu
şuna dayandırm ıştı: Şarap içen sarhoş olur. Sarhoş olan hezeyanlar
(abuk sabuk sözler) savurur. Hezevan savuran iftira eder. M ü fterin in
ce zası ise se kse n değnektir.
O haide şarabın haram oluşunun kaynağı K u r’an-ı K erim dir. Buna
ceza terettüb e ttiğ in i b ild ire n kaynak sünnet-i m utahharadır. Haddin
m iktarının kaynağı ise, icm a'dır. Şarap içeni bu haramı işlem eğ e sevke-
den etken ruhî e le m le ri unutma arzusudur. Şarap içen g e rçe k le rin e le ­
m inden şarap n e şe sin in doğurduğu v e h im le r saadetine kaçar. İslâm hu­
kuku şarap içe n i içm eğe sevkeden bu etkene karşı içeni değnek vurm ak­
la ce zaland ırarak savaş açm ıştır. İçen m anevî elem lerden kaçm ak is ­
terken m addî e le m le rle k a rşıla şır. Onu bu yoldan döndürm ek için en et­
k ili yol da budur.
4 - - HIRSIZLIĞIN CEZASI
İslâm hukuku h ırsızın e lin in k e s ilm e sin i em reder. Y üce A lla h şöyle
buyurur: «Erkek hırsızla kadın hırsızın -o irtikâb ettiklerine bir karşılık

516
İSLÂMDA CEZA HUKUKU

ve ceza ve Allah’dan (insanlara) ibret verici bir ceza oimak üzere- ei-
lerini kesin...» (190)
«Eller» k e lim e sin in hem el, hem de ayağı kapsadığı konusunda fa-
kîh le r arasında ittifak vardır. H ırs ız lık yapan kim senin önce sağ eii
k e s ilir. Şayet ikin ci defa h ırs ız lık yaparsa sol ayağı k e s ilir.
El, avucun m afsalından (bilekten), ayak ise, yukarı topukların m af­
salınd an k e s ilir. Hz. A li (R.A.) ayağı yarısından; ayakkabı bağının bağ­
landığı yerden kesiyordu ki, bu cezaya çarp tırıla n üzerinde yü rü ye b ile ­
ceği b ir tabanı bulunsun.
H ırs ız lık için el kesm enin b ir ceza olarak e m re d ilm e si şundandır:
İnsan, h ırs ız lığ ı düşününce, başkasının kazancıyla m alını arttırm ayı dü­
şünm ektedir. Kendi em eğinin k a rşılığ ıy la yetinm eyip b aşkasının em eği­
nin kazancına göz dikm ektedir. İnsan bunu, harcam a gücünün artm ası,
zengin olm ak, çalışm anın yorgunluğundan rahata kavuşm ak yahut ge­
leceğinden em in olm ak için yapar. H ırsızlığ a sürükleyen etken ve bu
m e se le le re dayalı olan husus kazancın yahut servetin a rttırılm a sıd ır do­
la y ıs ıy la İslâm hukuku elin k e silm e sin i em rederek daha tasarı halindeyken
bu etkene savaş açar. Çünkü e lin k e silm e sin i,-ka za n cın azalm asına ve
se rvetin k e silm e sin e sebep olur.
Şayet n e fsi arzuları galip g e lir ve insan bu suçu işle rse , göreceği
ceza tekrar bu gibi suçlara dönm esine engel olur.
D iğer hukukların tayin e ttik le ri cezaların h ırs ız lığ ı eng elleyem ediği
ilm i ista tis tik le r sonucu ortaya çıkan bir ge rçe k tir. O lu p b ite n le r gözle­
rim izin önündedir.
H ırs ız lık dalgası yeryüzünün her tarafında her gün biraz daha ile r­
lem ekte ve bir m e sle k haline gelm ektedir. G e riye sadece bir m eslek o l­
duğunun resm en ilânı kalm ış durum dadır.
Göz ve kulak sahibi olup zerre m iktarı aklı olan herkes fe rd î ve
şebeke h ırs ız lık la rın ı duym uştur. Bugün içir» h ırs ız lık la r d e v le tle r ça­
pında yapılm akta ve bazı h ırs ız lık şe b e k e le riyle devlet güçleri bile baş
edem em ektedir. Bu şe b eke le rin elinde öyle imkân ve v a sıta la r vardır
ki birçok devlet bu imkân ve vasıtalara sahip değ ildir. Ve bütün bunlar,
b e şerî kanunların h ırs ız lık suçu için tayin e ttik le ri cezaların ifla sın ı sim ­
gelem ektedir.

5 — EŞKİYALIĞIN CEZASI
Eşkiyalığm suçunu anlatırken cezası hakkında da bilgi verm iştik.

190 — Maide : 3ö

517
İ SLÂM

6 — İRTİDADIN CEZASI
Dinden dönm ek için iki ceza vardır. B iri a s lîd ir ki, ölüm dür. D iğeri
de ta b s î olup m üsaderedir.
a — Ölüm : İslâm hukuku İslâm din in i terkedeni ö lüm le ce zaland ırır.
Bu hükmün tem el kaynağı Y üce A lla h ’ın şu âyetidir: «..Sizden kim di­
ninden döner de kâfir olarak ölürse, bu gibilerin yaptığı iyi şeyler, dün­
yada da, ahirette de boşa gitmiştir; ve onlar Cehennem ehli olup orada
ebedî olarak kalırlar.» (191) Peygam ber (S.A.V.) de şö yle buyurur: «Dini­
ni değiştireni öldürün.» M ü rte d liğ in m anası, İslâm dinin i terketm ek, ona
bağlı iken ondan çıkm aktır. M ü rte d lik ancak İslâm dininden olur. İslâm
hukuku m ürtedliği ölüm le cezala n d ırır. Çünkü dinden dönme, İslâm d i­
nine te rs düşm ektedir. H albuki toplum un so sya l düzeni İslâm üzere ku­
ruludur. Bu suçu işle y e n le re g e v şe k lik gösterm ek nizam ve düzenin bo­
zulm asına sebep olur. (*)
b — M ü sa d e re : İslâm dininden dönm enin tabeî cezası, m ürteddin
m alının m üsadere e d ilm e sid ir. M üsaderenin kapsam ı konusunda fakîh-
le r arasında ih tila f vardır. İmam-ı M a lik , Ş a fiî ve A h m e d ’in m ezhebinde
te rc ih edilen görüşe göre m üsadere m ürteddin m alının tam am ını kap­
sar. Ebu H anife iie bazı H anb elî fa kîh le re göre m üsadere edilen, irtidat-
tan sonra kazandığı m aldır. İrtidattan önceki m alı ise, m üslüm an miras-
cıla rın ın d ır.
7 — İSYAN VE İHTİLAL YAPMANIN CEZASI
İslâm hukukunda isyan ve ih tila l yapm anın ce zası ölüm dür. Bu ko­
nuda tem el yüce A lla h 'ın : «Eğer müminlerden iki birlik çarpışırlarsa, he­
men aralarını düzelterek barıştırın. Eğer onlardan biri (A lla h 'ın hükmüne
razı olm ayarak) tecavüz ediyorsa, o vakit tecavüz edenle, Allah’ın emri­
ne dönünceye kadar savaşın...» (192) âyeti ile R esû llü lla h (S.A.V.) in
şu h a d îsid ir : «İleride kötü olaylar olacaktır. Ümmetim birlik olduğu halde
onlara karşı çıkan, kim olursa olsun boynunu kılıçla vurun.»
İsyan ve ih tilâ l suçu idare düzenine ve işb aşınd a olanlara y ö n e lik ­
tir. İslâm hukuku bu konuda şid d e t g ö ste rm iştir. Çünkü bu konuda gev­
ş e k lik gösterm ek fitne ve huzursuzluğun çıkm asına, güven ve istikra rın
bozulm asına v e s ile olur. Böyle o laylard a toplum geriler. Şü ph esiz tamah
ve yükselm e arzusuyla işlen en bu suçtan halkı uzaklaştırm ak için en
e tk ili ceza, ö lümdür.
191 — B a k a ra : 217
192 — H u c u ra t : 9
(*) M ü r te d z ım n e n ş u n u s ö y le m e k is te r; G e l d i m b a k t ı m g ö rd ü m İS L A M

iy i b ir n iz â m d e ğ il. D o la y ısile m ü r te d is la m ın a le y h in d e k i b i r p r o p a ­
g a n d a d ır . (İk b â l Y a y ın la rı)
518
İSLÂMDA CEZA HUKUKU

B — KISAS VE DİYET SUÇLARI İÇİN K A R A R LA ŞT IR ILAN C E Z A LA R

K ısa s ve diye t su çları daha önce de b e lirttiğ im iz gibi şu nlardır :


1 — Arnden öldürm e
2 — A m de benzer öldürm e
3 — Hataen öldürm e
4 — Arnden yaralam a
5 — Hataen yaralam a

Bu s u ç la r için kararla ştırılan cezalar ise şu nlardır :


1 — K ısas
2 — D iyet
3— K effaret
4 — M irastan mahrum etme
5 — Vasiyyetten mahrum etme.

1 — KISAS :

İslâm hukuku arnden öldürm e ve arnden yaralam a için ceza olarak


k ısa sı kabul etm iştir. K ısa sın m anası, suçlunun, suçu işle d iğ i şe kild e
ce zala n d ırılm a sıd ır. N a sıl öldürm üşse öylece öldürülür. N asıl yaralam ış­
sa öylece yaralanır. K ısa s ce zasın ın kaynağı Kur'an-ı Kerim ve sünnettir.
Y üce A lla h şöyle buyurur :
«Ey imân edenler, (kasden) öldürülmüşler için size kısas (m isille m e
yapmak) farz kılındı. Hür ile hür, köle ile köle, kadın ile kadın kısas olu­
nur. Öldürülmüş olanın kardeşinden (verese ve velisind en) katilin lehine
olarak birşey bağışlansa da kısas düşürülse, ölünün velisi, hakkından
ziyade olmıyarak, örfe göre diyet almalıdır; katil de maktulün velisine,
icap eden diyeti güzel bir şekilde ödemelidir. İşte böyle affederek diyet
almak, Rabbiniz tarafından size bir hafiflik ve merhamettir. Kim bu ba­
ğışlama ve diyet alıştan sonra, katil ile veya katilin akrabasıyle düş­
manlık yaparak tecavüzde bulunursa, onun için ahirette çok acıklı azab
vardır.» (193)
«Tevrat’da İsrâil Oğulları üzerine şu farzı da yazdık: Cana can, göze
göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralar birbirine karşı
kısastır. (Bunlardan bir suçu işleye n aynen k a rşılığ ıy la cezala n d ırılır.) Fa­
kat kim de bu hakkını sadaka olarak bağırlarsa, o, kendi günahına kef-

193 — Bakara : 178

519
İ SLÂM

fsret olur. Kim Allah'ın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse işte onlar
zalimlerdir.» (194)
Sünnette Kur'an-ı K erim in bu hükmü p e k iştirile re k şö yle buyurulur :
«Sebepsiz yere bir mümini öldüren onun yerine o da öldürülür. An­
cak öldürülenin velisi, öldürülmemesine rıza gösterirse o başka.»
«Biri öldürüldüğünde akrabaları muhayyerdirler. Dilerse, öldüre­
nin öldürülmesini isterler. Dilerlerse karşılık olarak diyet alırlar.»
Y e r yüzünde k ısa s cezasından daha âdil b ir ceza bulunamaz. Çünkü
suçlu yap tığının a y n ısiy le k a rşıla şır. G enel olarak k iş iy i ba şkasın ı öldür­
m eye ve yaralam aya sevkeden âm il yaşam a y a rışı ve üstün gelm e ar­
zusudur. Şayet su ç işle y e c e k kim se avın ı öldürdükten sonra ken disinin
de öldü rü le ce ğ in i b ilse , ö lm em ek için onu öldürem ez. İslâm hukuku ölüm
ve yaralam alar için ayni ç e ş it cezayı v e rm iştir. M a n tık î ve ta b iî olan da
budur. İki suçun ç e ş id i ve â m ili budur. Çoğu zaman vurm a ve yaralam a
olm adan öldürm e olm az. İki su ç da ayni çe şitte n olduğuna göre cezala­
rı da ayni ç e şitte n o lm a lıd ır. İslâm hukuku, ken disine karşı su ç işlen en e
veya v e lis in e k a rş ılık lı v j k a rş ılık s ız su çluyu kısastan affetm e y e tkisi
v e rm iştir. A n ca k bu durum d e v le t başkanının su çluyu uygun bir tazir
c e za sıy la cezaland ırm asına engel değ ildir.
İslâm hukuku bu su çla rın , ken disine karşı su ç işlen en kim senin şah­
sıy la s ık ı iliş k is i olduğuna ve toplum dan çok zararın ken disine dokun­
duğuna bakarak ona bu y e tkiy i v e rm iştir. D iğer yönden h içb ir kim se
başkasın ın katilin d en endişe etmez. Kendi haklarına tecavüz e deceğin­
den korkm az. Çünkü b ilir ki, şa h s î bir âm il ile başka birin i öldürm üş,
yaralam ış veya dövm üştür. M e s e lâ h ırs ız için durum fa rklıd ır. H erkesin
hırsızdan yana e n d işe si vardır. H ırsız ın nerede, ne zaman ve kim in ma­
lın ı çalacağı b e lli değ ildir.
İslâm hukukunun ken disine karşı su ç işlen en kim seye affetm e yet­
k isin i v erm e si bir g e rç e k ç ilik tir. A ffe tm e suçun toplum daki izle rin i yok
eder. Çünkü affetm e ancak barış, gönül rızası ve kinin kalblerden kalk­
m asıyla olur. B öylece cezanın ge tire ce ği faydanın ayn ısı affetm eyle ha­
sı! olm uştur.
K ıs a s la hükm etm e, im kânlara ve şa rtla rın yerin e g e tirilm e sin e bağ­
lıd ır. Eğer im kânlar m ü sait olm az ve k ısa sın şa rtla rı g e rçe kleşm e zse
k ısa sla hüküm v erilem e z. Ö zam an d iye tle hüküm v e rilir. K e n d isin e kar­
şı su ç işlen en veya v e lis i istem ezse de. Çünkü diye tle hüküm verm e
fe rtle rin isteğ ine bağlı değ ildir.
194 — M aide : 45

520
İSLÂMDA CEZA HUKUKU

K ısa sla hüküm verilm ed iğ i takdirde d iye tle beraber bir ta zir ceza­
sın ın v e rilm e s in i İslâm hukukunda e n g e lliye ce k b irşe y yoktur. Am m e
m aslahatı bunu ge re ktird iğ in d e y a p ıla b ilir. Hatta M a lik î m ezhebi bu du­
rumda tazîr ce zasın ın vacip olduğu görüşündedir.

2 — DİYET :

İslâm hukukunda diyet, amde benzer ve hataen öldürm e ve yara­


lam alarda a s lî cezadır. Bu cezanın kaynağı Kur'an ve sünnettir. Yüce
A lla h şö yle buyurur: «Bir müminin diğer bir mümini, yanlışlık eseri olma­
yarak, öldürmesi yakışmaz. Kim bir mümini yanlışlıkla öldürürse mümin
bir köleyi azâd etmesi ve (ölenin) ailesine (m ira sçıla rın a ) teslim edilecek
bir diyet (kan bahası) vermesi lâzımdır. Meğer ki onlar (o diyeti) sadaka
olarak bağışlamış olsunlar...» (135)
D iyet, maldan belli b ir m iktardır. D iye t her ne kadar b ir ceza ise
de, ken disine karşı su ç işlen en e v e rilir; d e v le t hâzinesine verilm ez. Bu
yönüyle bir k a rşılık tır.
D iye t ce zasın ın b e lli b ir m iktarı vardır. Hakim onun m iktarını ne azal­
ta b ilir, ne de ço ğ a lta b ilir. A m de benzer su çlar, hataen işle n e n le r ve ya­
ranın büyüklüğüne göre d iye t m iktarında fa rk lılık varsa da her su ç için
belirlen en m iktar sa b ittir. Küçüğün d iye tiy le büyüğün d iye ti, kuvvetlinin
d iye tiy le zayıfın diyeti, soylunun d iy e tiy le herhangi b ir kim senin, diyeti,
idare edenin d iye tiy le idare e d ilen in diyeti bird ir. Ö ldürm ede kadının
d iye tin in erkeğin diye tin in y a rısı olduğunda ittifa k vardır.

Diyeti Kim Yüklenir?

G enel kaide, ölüm k a rşılığ ı olsun, yaralam a k a rşılığ ı olsun diyet, c i­


nayeti işle y e n in m alından ödenir. A rıca k cin ayeti işley e n küçük yahut
deli olduğu takd irde diyeti kim in yükleneceği konusunda fa kîh le r ih tila f
e tm işle rd ir. M a lik , Ebu H anife ve A hm ed, fiil kasd î o lsa b ile küçük ve
de li üzerine düşen diyetin â k île si tarafından ödeneceğini sö y le rle r. Ç ü n ­
kü onlar, küçük ve d e lin in am dini (k a sıtlı da v ra n ışların ı) arnd olarak de­
ğil, hata olarak kabul ederler. O nların sahih k a sıtla rı olam az. Bu bakım ­
dan amden iş le d ik le ri, hataen işle n m iş gibi kabul e d ilir. Bu görüş, Ş a fiî
m ezhebinde te rcih edilm eyen görüşle ittifa k halindedir. Ş a fiî m ezhebin­
de te rc ih edilen görüşe göre küçük ve d e lin in amden iş le d ik le ri am ddir.
Her ne kadar k ısa s c e za sın ın onlara uygulanm ası mümkün d e ğ ilse de

195 — N isâ : 92

521
İ SLÂM

öldürm e ve k a sıtlı davranış üzere e ğ itilm e le ri caizdir. Buna göre diyet


onların m allarından ödenir.
Y in e öldürm e ve yaralam alarda amde benzer ve hataen işlen en su ç­
ların hükmü konusunda fa kîh le r arasında ih tila f vardır. M a lik ve Ahm ed
diyette diyet-i kâm ilenin üçte birin i aşınca diyetin âkile tarafından öde­
neceği ve üçte bire ulaşm adığı takdirde suçlunun yaln ız başına onu yük­
leneceğini sö ylerler.
Ebu H anife'nin görüşüne göre âkile, diyet-i kâm ilenin onda birinin
y a rısın ı aşan m iktarı aşanı yüklenir. Şayet bu m iktara ulaşm azsa yalnız
su çlu tarafından karşılanır.
Ş a fiî’ye göre ise tam am ını âkile öder. A z olsun veya çok olsun.
Çünkü çoktan sorum lu tutulanın azdan sorum lu tutulm ası daha evlâdır.
M â lik ve Ebû Hanife, âkile diyeti yüklendiğinde suçlunun da âkile-
nin bir ferdi olarak diyetten ken disine düşeni yükleneceğ ini sö y le rler.
Ş a fiî ve A h m e d ’e göre ise suçlu diyetten h içb ir şey yüklenm ez. D iyetin
tam am ını âkile öder.

ÂKİLE :

 k ile , «akl»ı yüklenendir. «Akl» ise, diyettir. A k l olarak isim lendi-


rilm e sin in sebebi, öldürülenin v e lis in in d ilin i bağlam asından dolayıdır.
Katilden ölüm ü m e n e ttikle ri için de âkile (m enedenler) olarak isim le n ­
d irild ik le ri söyle n ir. Buna göre «akl», m enetm ek dem ektir.
K âtilin â k ile si, ken disine asabe olanlardır. A na bir kardeş, eşin kar­
d e şle ri v e s a ir rahim sa h ip le ri âkile ye girm ez. D iğ er asabe olan lar ne
kadar uzak o lu rla rsa o lsu n la r âkileye girerler. Çünkü onlardan daha
yakım bulunm adığı takdirde m irasa asabe olarak m ira sçı olurlar. Hali
hazır m ira sçı durumda o lm aları şart de ğ ildir. A ncak, engel bulunm adığı
takdirde m ira sçı o la b iliy o rsa âkile ye girerler.
 k ile , m ali sık ın tıy a sü rü klen e cek şe k ild e m ü kellef tutulam azlar.
Çünkü suçu başkası işle m iştir. O nların diyete katılm aları yardım laşm a
ve suçlunun yükünü h a fifletm e açısındandır. Başkasına zarar vere re k ve
onu m alî sık ın tıy a sü rü kleye rek suçlunun yükünü hafifletm e k olmaz. Ş a­
yet m ali s ık ın tı iç e risin e düşm ek m eşru ise, su çlu buna daha layıktır.
Çünkü cin ayeti işleye n odur ve bu, yaptığının ce zasıd ır.
Her ferdin yükleneceği m iktar konusunda fa kîh le r arasında ih tila f
vardır. M a lik ve A hm ed şö yle derler: Durum hakim e b ıra k ılır. H erkese,
kendisine kolay gelecek ve ona e ziyet verm iye ce k bir m iktar yüklenir.

522
İSLÂMDA CEZA HUKUKU

M a lik i m ezhebindeki diğer bir görüşe göre her şahsa bir dinar y ü k le tilir.
A hm ed 'in m ezhebindeki bir görüşe göre de, zengin yarım m iska! ve
orta halli b ir m iska lın dörtte birin i öder. Ş a fiî m ezhebinin görüşü de
budur. Ebu H anife ise her fertten üç veya dört dirhem den fazla alınam i-
yacağım sö y le r ve zenginle orta halli arasında ayırım yapmaz.
Fakirden, kadından ve çocukla deliden b irşe y alınm az. Çünkü fakire
b irşe y yüklem ek onu m alî sık ın tıy a sü rüklem ektir. Kadın, çocuk ve de'i
ise yardım ehlinden d e ğ ild irle r. A n ca k bunlar su çlu olunca onlar için
diye t v e rilir.
Şayet suçlunun â k ile si bulunmaz yahut bulunurda fa kîr is e le r veya
sa yıla rı az o lursa diyetin tam am ını yüklenm ezler. Bu konuda iki görüş
vardır :
Birincisi : Bu görüşte olanlar, hâzinenin âk ile yerin e ge çtiğ in i ve d i­
yetin tam am ını yahut âkile n in ödeyem ediği geri kalanını ö deyeceğ ini
sö y le rler. M a lik î, Ş a fiî, H anbelî ve H anefînin zâh irine göre hüküm budur.
İkincisi : Bu görüşte olan lar ise diyetin, katilin m alından ödenece­
ğini sö y le rle r. Çünkü aslınd a diyetten m esul olan odur. M uham m ed bu
görüşü Ebu H a n ife ’den rivaye t eder. H anbelîlerden bazıları da bu gö­
rüştedirler.

Âkilenin Diyeti Yüklenmelerinin Sebebi :

D iyetin âkile ye yü kle n m e sin in m anası, suçlunun d ışın d a olanların


onun suçunun günahlarını yü klenm eleri dem ektir. A n ca k su çlu la rla ken di­
le rin e karşı su ç işle n e n le rin durum ları göz önünde bulundurularak ada­
le t ve e ş itliğ in g e rçe k le şm e si, hakların elde e d ile b ilm e si için bu k a çı­
nılm azdır.
1 — Şayet d iye t âk ile y e de yüklenm em iş o lsayd ı bu ceza ancak az
sayıda zeng inlere uygulanırdı. Çoğunlukta olan fa k irle re bu cezanın uy­
gulanm ası mümkün olm azdı. Buna göre ancak su çlu zengin olunca ken­
d isin e karşı su ç işlen en veya v e lis i diyet-i kâm ileyi a la b ilird i. Su çlu orta
h a lli o lursa diye tin b ir k ısm ın ı alma im kânına kavuşacaktı. H ele su çlu
fa k ir olunca h iç b ir şe y alma im kânı olm ayacaktı. B ö ylece hem su çlu la r
arasında ve hem de ken d ilerin e karşı su ç işle n e n le r arasında adalet ve
e ş itlik sağlanam azdı. A d a le t ve e şitliğ in g e rçe k le şm e si için bu özel du­
rum genel kaidenin dışınd a b ıra k ıld ı.
2 — D iyet her ne kadar bir ceza ise de ken disine karşı su ç işlen en
kim se veya v e lis i için m alî b ir haktır. D iye tin m iktarı b e lirle n irke n suç
için âdil bir k a rşılık olm asına dikkat e d ilm iştir.

523
İ SLÂM

Şayet suçlu yaln ız başına diyeti y ü kle n irse ken disine karşı suç iş ­
lenm iş olan tayin edilen m iktarın çoğuna kavuşamaz. Çünkü d iye t nor­
mal olarak bir ferdin servetinden daha çoktur. Diyet-i kâm ile yüz deve­
dir ki, bin dinar eder. Şayet tem el kaideye uyar ve diyetin tam am ının
suçlu tarafından ödenm esini istersek, ödem esi mümkün olmaz.
D ikkat e d ilirse ken dilerin e karşı suç işle n m iş bulunanlar amden iş ­
lenm iş cezalar için o zaman diyete yanaşm azlar. Bu su çla r için asıl ce ­
za kısa stır. K e n d isin e karşı su ç işlenen veya v e lis i suçluyu affetm edik­
çe kısa s ce zası uygulanır. Suçlu yalnız başına diyeti ödeyem iyeceğine
göre kendisine karşı su ç işlenen veya v e lisin in ken disin i affetm eleri çok
nâdir olur.
3 — Â k ile , hataen işlenen ve amde benzer su çlarda -ki o da hataya
girer- diyeti yüklenir. Hatalı su çların çoğu ihmal ve d ikk a tsizliğ in sonu­
cudur. Bu iki şeyin sebebi, çoğu zaman kötü terbiye ve yetişm edir.
Ferdin te rb iye ve y e tişm e si kan iliş k ile rin i ilg ile n d iren bir durum dur. Ferd
daima a ile sin e ç e ke r ve yakınlarına benzem eye ç a lış ır. İhmal ve dikkat­
s iz lik çoğu zaman aileden ferde geçen bir m ira stır. A ile de çevre ve
yakınların e tkisin d e olduğuna göre, netice olarak ihmal ve d ik k a tsizlik
yakınlardan gelm e b ir m irastır. Onun için âkilen in hata eseri su ç iş le ­
yen suçlunun suçundan dolayı ortaya çıkan cezayı yüklenm esi norm aldir.
4 — A ile ve toplum düzeni, yap ısı itib a riy le yardım laşm a üzere
kuruludur. A ile n in diğer fe rtle rin e yardım cı olm ak her ferdin görevidir.
D iyetin önce âkileye ve ikin ci olarak toplum a y ü k le tilm e si yardım laşm ayı
en m ükem m el şe k liy le tam am lar. Hatta her zaman onu y e n ile r ve pe­
k iştirir. Her hatalı bir suç işlen diğ ind e suçlu â k ile siy le ve âkile b irb iriy le
olan bağları y e n ile rle r. Y ard ım laşarak m allarından diyeti öderler. Hataen
işlen en su çla r her zaman işle n e b ile ce ğ in e göre bunun m anası, fe rtle r
arası ve toplum iç e risin d e her zaman için b a ğ lılık ve yardım laşm a var­
d ır dem ektir.
5 — D iyetin hem suçluya ve hem de â k ile sin e yü kle tilm e sin d e su ç­
lunun yükünü hafifletm e, ona acım a vardır ve başkalarına da bunda
zulüm yoktur. A y rıc a âkilen in başka b ir ferdi yarın ayni şe k ild e bugün
suç işley e n kim seye m uhtaç olacaktır.
6 — İslâm hukukunda tem el kaide, canı korum ak ve onu heder et­
m em ektir. D iyet de kanın b e d e lid ir ve onun heder e d ilm e sin e engeldir.
O halde âkile m ü e sse se sin i kabullenm ek rahmet, e ş itlik ve adaleti
g e rç e k le ştirir, kanın boşa g itm e sin e engel olur ve hakların hak sa h ip ­
lerine u laşm asın ı sağlar.

524
İSLÂMDA CEZA HUKUKU

3 — KEFFÂRET :

K effâretin tem el kaynağı Y üce A lla h 'ın şu sözüdür :


«Bir müminin diğer bir mümini yanlışlık eseri olmayarak öldürme­
si yakışmaz. Kim bir mümini yanlışlıkla öldürürse mümin bir köleyi âzâd
etmesi ve (ölenin) ailesine (m ira sçıla rına ) teslim edilecek bir diyet ver­
mesi lâzımdır. Meğer ki onlar (o diyeti) sadaka olarak bağışlamış ol­
sunlar. Eğer (öldürülen) mümin olmakla beraber size düşman bir kavim­
den ise o vakit mirasçılarına bir diyet vermek ve bir de mümin bir köle
azad etmek gerektir. Kim (bunları) bulamazsa (bulm aktan âciz ise) Al­
lah (tarafın)dan tevbesi (nin kabulü) için birbiri ardınca iki ay ocuc tut­
ması icab eder. Allah, her (şeyi) bilendir, gerçek hüküm ve hikmet sa­
hibidir.» (196)
Keffaret a s lî bir ceza olup mümin bir köleyi azad etm ektir. Kim bir
köle yahut değerini bulm aktan âciz kalırsa a ra lık sız iki ay oruç tutm a­
sı gerekir. O ruç b ed elî bir ceza olup a s lî cezayı uygulam a im kânı bu­
lunam ayınca geçerli olur. N assın zahiri, keffâretin hataen işlen en ölüm
su çların da olduğunu gösteriyor. Hataen öldürm ede vacip oluşu ittifak
edilen bir konudur. Am de benzer öldürm ede de durum aynidir. Çünkü
amde benzer öldürm e b ir bakıma hataen öldürm eye benzer. Burada da
suçlu, öldürm eyi kasd etm em iştir. A m den öldürm ede keffâretin vacip
olup olm adığı konusunda fa kîh le r ih tilaf halindedir. Ş a fiîy e göre amden
öldürm ede de vacip tir. Hataen öldürm ede vacip olduğuna göre ondan
daha ağır suçta vacip olm ası evlâdır. Hanbel'î m ezhebinde m eşhur gö­
rüşe göre, nassta böyle bir açıklam a olm adığı için amden öldürm ede
keffaret yoktur. Ebu H an ife ’de âmden öldürm ede keffâretin o lm adığını
söyler. Ona göre keffaret, m iktarı b e lirtile n cezalardandır ve hakkında bir
nassın bulunm ası gerekir. M a lik î’ye göre ise, ş e r'î bir engel veya aftan
dolayı kısas uygulanm ayan amden öldürm ede keffâret mendûbdur.

4 — MİRASTAN MAHRUM ETME :


M irastan mahrum etme tabiî bir cezadır. Ö ldürm e ce za sıyla te c­
ziye e d ilm esin e hüküm v erilen kim seye bu cezasına tabi olarak m ira s­
tan mahrum edilm e cezası v e rilir.
Bu konuda tem el kaynak R e s û llü lla h ’ın: «Katil için mirastan birşey
yoktur,» sözüdür. M irastan mahrum etm e konusunda fa kîh le r arasında
ih tilaf vardır.

196 — Nisa ; 92

525
İS L Â M ■

M a lik ’e göre m irasa engel olan öldürm e, amden öldürm edir. V e le v


ki öldüren küçük veya deli olsun. Ebu H an ife ’ye göre katilin m irastan
mahrum b ıra k ıla b ilm e si için küçük ve deli olm am ası ve bir de öldü rm e­
nin seb ep ler sils ile s in d e n değil de dire k t vuku bulm uş olm ası gerekir.
Ş a fiî m ezhebinde bütün durum larda katil m irastan mahrumdur. Ö ld ür­
me çe şid i ne o lursa olsun; amden olsun, hataen olsun. K atil küçük o l­
sun, büyük olsun veya deli olsun, a k ıllık olsun farketm ez. H anbelî mez­
hebinde ise, nefis m üdafaası ve k ısa s em rinin infazı gibi tazm inat ge­
rektirm eyen ö ldürm elerde katil m irastan mahrum edilm ez. Am a katil
küçük veya deli olursa m irastan mahrum olur.

5 _ VASİYETTEN MAHRUM ETME :

V asiyetten mahrum etme ta b iî bir cezadır. Bu konuda tem el kaynak


R esûlü llah (S.A.V.) in: «Katil için vasiyet yoktur» ve «Katil için birşey
yoktur» ha d isle rid ir.
A ncak bu iki nass ve uygulanm aları konusunda ih tilâ f etm işlerd ir.
Şöyle ki :

M a lik i mezhebinde: Hataen öldürm e v asiye te engel değ ildir. Am ­


den öldürm e bazılarınca suçluyu vasiyetten mahrum eder. D iğer bazıla­
rına göre ise, işlen en cinayetin işle n işin d e n sonra tecavüze uğrayan ken­
d isin i vuranı b ild iğ i halde ona v a siyy e t yaparsa bu v a siy e ti ge çe rlid ir.
Yahut v asiye t cin ayet işlenm eden önce yap ılm ış ve cinayetten sonra te ­
cavüze uğrayan tarafından vasiye tin devam ı iste n irse yine v a siye t g e ­
çe rlid ir.

Ebu Hanife, öldürm enin dire kt ve bir tecavüz ile o lm ası, katilin de
baliğ ve a k ıllı olm ası şartıyla, nasıl olursa olsun katilin mahrum e d ile ­
ceği görüşündedir. A n ca k v a risle r v asiye te rıza g ö ste rirle rse o zaman
v a siy e t sahih olur. Ebu Yusuf, m ira sçıla r rıza gö ste rse bile sahih ol­
m ayacağını söyler.

Ş a fiî ve A h m e d ’in m ezheplerinde iki görüş vardır :

Birincisi : V a siy e tin katile yap ılm a sın ın sahih olm adığını sö y le d ik ­
ten sonra m ira sçıla rın rızası olduğu takdirde sahih olup olm ayacağı ko­
nusunda ih tilafa dü şm ü şlerdir.

İkincisi : M ira s ç ıla rın rızalarına ihtiyaç olm aksızın her durumda ka­
til içi;; vasiye t sahihtir.

526
İS L Â M D A CEZA HUKUKU

TAZİR İÇİN TESBİT EDİLEN CEZALAR


Tazirin mahiyeti : Tazir, haklarında had bulunmayan günahlar için
terbiye etm ek için v e rile n bir cezadır. Başka bir ifadeyle, İslâm huku­
kunda haklarında b e lirli bir ceza tayin edilm eyen su çla y ın ce zasıd ır.
Tazirler, m iktarları belirlen m eyen ce zala r topluluğudur. Ö ğüt v e r­
mek ve korkutm akla başlayıp hapis ve celd gibi şid d e tli cezalarla biter.
Hatta te h lik e li su çlarda ölüm e b ile varır. İşlenen suça ve suçlunun du­
rumuna uygun olarak hakim bunlardan b irin i seçm e y e tkisin e sahiptir.
Had, k ısa s ve d iye t a s li su ç olup bunlar uygulanm adığı durum larda
yahut a s lî cezalara ek olarak ta zir cezası da uygulanır.
İslâm ceza hukuku ta zir su çla rı için b e lli bir cezayı uygulam ası
için hakim i bağlam am ıştır. Hakim e tazir su çla rı için uygun ta zir ceza­
larından suçlunun durumuna uygun; onu İslah edenini ve ce m iye ti za­
rardan koruyanını seçm e se la h iy e tiııi verm iştir.
Tazir cezalarının özelliği : M ikta rla rı b e lirle n m e m iştir. Hakim in ce ­
zalardan birin i seçm e se la h iy e ti vardır. U lu'l-em rin bu cezaları affetm e
y e tkile ri vardır. Hüküm v e rilirk e n hem suç, hem de suçlunun şa h siye ti
nazar-ı itibara alınır.

TAZİRİN ÇEŞİTLERİ :
İslâm hukukunun ceza verirken varm ak isted iğ i ,birtakım hedefler
vardır. Bu hedeflere ulaştıran herhangi bir cezanın uygulanm asında bîr
sakınca görmez. Lâkin İslâm hukukunda uygun görülen ta zir cezalarının
ön e m lile ri şunlardır.

1 — Öiüm Cezası
İslâm hukukunda tem el, tazirin uslandırm ak için olduğudur. Genel
olarak tazir cezası uygulanırken âkibetin em niyet içe risin d e olm ası is ­
tenir. Tazir cezasının helâk ed ici olm am ası gerekir. Onun için ta'zirde
öldürm e ve kesm e ca iz değildir. A ncak fakîhlerden bir çoğu bu genel
kaidenin, dışında âmme m aslahat, ölüm c e za sın ı g e re k tirir veya su çlu ­
yu öldürm eden düzelm esi mümkün d e ğ ilse ölüm ce za sın ı kabul e tm iş­
lerdir. C asusun, b id a te davet edenin, te h lik e li su çları işlem ey i âdet
haline getirenin ö ldü rülm esi gibi.
Bu istisn an ın uygulanm asında hüküm h a k i m e bırakılm az. A ksin e ,
d evlet başkanm ın hangi suçlarda öiüm c e z a s ı n ı n v e rile ce ğ in i tayin et­
m esi gerekir.

527
İSLÂ M

İslâm hukuku ölüm cezasını çokça verm ez. Bu durum ları pratiğe ak­
tardığım ızda ölüm ce zası had suçlarından dört su ç ile kısa s suçlarından
biri için verir. Yani ölüm ce zasın ı gerektiren su çla r toplam olarak beş
tanedir.

2 — Celd Cezası :
C e ld İslâm hukukunda tem el bir ceza olup had ve tazir cezalarının
bazısı için tayin e d ilm iştir. Ö nem li tazir su çların da te rcih edilen ceza
celddir. Tercih e d ilm esin in sebebi önem li cezalara a lış ık olanları daha
çok suçtan u za klaştırab ild iğ i için dir. A y rıca bir sayıda kalıp laşm ad ığ ı için
suç ve suçlunun şa h siye ti göz önünde bulundurularak sa y ısı a rttırılıp
e k s iltile b ilir.
Bütün bunlardan başka devletin ve bu cezayı uygulam ası kendisi için
daha kolaydır. Hüküm giyen şa h ıs da üre tici olm aktan alıkonm az. Ken­
d ile rin e baktığı, g e çim le rin i yüklendiği k im se le ri yüz üstü bırakm am ış
olur. Halbuki hapis için durum fa rklıd ır.
Ç e ld in en önem li ö zelliklerin d e n biri de mahkûmu hapishanelerin
a şıla d ığ ı kötülüklerden ahlâk bozucu durum lardan kurtarm asıdır. Hapis
çoğu zaman insanın ahlâkını bozduğu gibi sa ğ lığ ın ı da bozar. Onu tem ­
b e lliğ e a lış tırır. Hapis yatm ış bir kim se hapisten çıktıkta n sonra ç a lış ­
maktan nefret eder.
Fakîh ler celd için en yüksek sın ırı tayin etm e konusunda ih tilafa düş­
m üşlerdir. M a lik i m ezhebinde en yüksek s ın ır UlJI-em re b ıra k ılm ıştır.
Ebu Hanife ve M uham m ed, azam î celde (değnek vuruşu) sa y ısın ın otuz-
dokuz olduğunu sö yle rler.
Ebu Y u s u f’a göre azam î sayı yetm işb eştir. Ş a fiî m ezhebinde ise üç
görüş vardır: Bunlardan ik isi Ebu H anife’nin m ezhebine uyanndnr. Üçün­
cü görüşte olanlar azam î sayının yüz olduğunu sö y le rler. H anhelî m ezhe­
binde birçok gö rüşler olup yukarıda zik re d ile n le re uyan gö rüşlerin d ış ın ­
da on celdeyi aşm am ası gerektiğin i sö y liy e n le r de vardır. Bu görüşte
olanların d e lili, R esû llü lla h (S.A.V.) in: «Allah Tealâ’nın hadleri dışında
hiçbir hadde (cezada) on vuruştan fazlası vurulmaz» hadisidir.
M ezh epler arasındaki ih tila f yukarıya a ld ığ ım ız hadis ile: «Had sa­
yılmayan suçlarda hadde ulaşan (had su çları için tayin edilen değnek
sa y ısı kadar ceza veren) sınırı aşmıştır» hadisine dayanır. Bu hadisi sa ­
dece M â lik î'le r reddeder ve mensuh olduğunu sö y le rler. B irin ci hadis ise
sadece bazı H anbelî fa kih le rce kabul e d ilm iştir. Onu kabul etm eyenler
m ensuh olduğunu sö ylerler.

528
İSLÂMDA CEZA HUKUKU

İkinci hadisi kabul edenler had sın ırın a ulaşm a konusunda ihtilafa
d ü şm ü şlerdir. B azıları bu haddi hü rlerin haddi olarak alırken d iğ e rle ri
k ö le le rin haddi olarak kabul ederler.

3 — Hapis Cezası

M üddeti s ın ır lı ve m üddeti s ın ır s ız olm ak üzere İslâm hukukunda


iki ç e ş it hapis ce zası vardır.
a — Müddeti sınırlı hapis : İslâm hukuku âdi ta zir su çla rıy la diğer
âdi su çla rı işle y e n le ri bu ç e ş it hapisle cezala n d ırır. Bunun asgarî müd­
deti b ir gündür. A zam î m üddet üzerinde ittifa k yoktur. B azıları altı ay,
bazıları bir sene derken bazıları m üddetin te sb itin i u lu ’l-emre bıra k m ış­
lardır.
D iğer cezalarda olduğu gibi hapis ce zasın ın da su çlu yu islâh edip
te ’dib etm esi şa rt koşulm uştur. Şayet zann-ı g â lip le su çluyu islâh etmi-
yeceği ve uslandırm ayacağı kanaati hakim ise hapis cezası yerin e baş­
ka b ir ceza v e rilir.
İslâm hukuku hapis c e za sın ı ik in c i plâna itm iştir. B e şe rî kanunla­
rın aksine b a sit suçlarda hapis cezasına oaşvurur. O nlarda ise hapis
ce zası tem el cezadır. H er su ç için uygulanır. Bu fa rk lılık seb eb iyle İslâm
hukukunun uygulandığı yerle rd e m ahpusların s a y ıs ı diğer ülkelere naza­
ran yok denecek kadar azdır.
H apishanelerin m ahpuslara dar g e ld iği ülkelerde hapis fayda yerine
zarar g e tirir. Bu bir gerçektir. O zaman buralar b ir nevi su ç İşlem e y o l­
larını öğreten bir okul haline gelir. K ö tüleri islâh etm ediği gibi iyi kim ­
se le rin ahlâkını da bozar. K ö tü le r sın ıfın a düşürür. Ü s te lik d e vle t bura­
larda büyük harcam alarda bulunuyor. B irço k insan ü re tici olm aktan çık a ­
rak tü ke tici durumuna geçiyor. T em belliğe a lışıy o r. D iğ er taraftan a ile ­
leri ihmal e d iliyo r. M addi s ık ın tıla rla karşı karşıya kalıyorlar. Kötülük yol­
larına sü rüklen iyorlar.
Onun için İslâm hukuku hapsi çok dar s ın ırla r içe risin d e kabul et­
m iştir. H apis ce zası b a sit su ç la r ve suça yeni başlayanlar için uygula­
nır. A y rıc a m üddet çok k ısa d ır ve suçlunun İslahı şart koşulm uştur.
b — Müddeti sınırlı olmayan hapis: T e h like li, su ç işlem eyi, adam
öldürm eyi, şuna buna sataşm ayı, h ırs ız lığ ı a lışk a n lık haline g e tire n ler
yahut birkaç defa te h lik e li su çla rı irtikâb eden ve âdî cezalarla uslan­
mayan k im se le re uygulanır. Bu konuda ittifa k vardır. Suçlunun tevbe et­
tiği ortaya çıkın ca ya ve durumu dü zelinceye kadar, mahpus tutulur. Tâ
ki toplum şerrind en em in olsun.

529
İ SLÂM

G e rçe k şu ki, daha O ndokuzuncu asrın başlarında b e şe rî hukukla­


rın yen i yeni ta n ıd ığ ı bu cezayı ilk uygulayan İslâm hukukudur.

Uygulanm a ş e k ille ri ise ç e ş itlid ir.

4 — Sürgün Yahut Uzaklaştırma Cezası


Sürgün, zina suçu için te k m ilî bir cezadır. Ebu H anife'ye göre tazir
c e za sıd ır. D iğ er fukaha ise onu b ir had olarak görürler. Zina suçu d ış ın ­
da v erilen sürgün cezala rı ta ’z ir cezalarından olup bu konuda ittifak
vardır.
Şayet suçlunun h a reketleri başkaları için örnek oluyor ve zarar v e ­
riyorsa ona sürgün ce zası v e rilir.
Fakîh lerin çoğunluğu sürgün m üddetinin bir seneden fazla o la b ile ­
ceğin i ve ne kadar fazla o lacağının ulu'l-em re b ıra k ıld ığ ın ı sö y le rle r. Ba­
zıla rı sürgün edilen kim senin sürgün e d ild iğ i yerde m urakebe altında
tutulacağı gö rüşündedirler.

5 — SaEb (197)
Salb, e şk iy a lık suçu için uygulanan bir cezadır. Bazı fa kîh le r mah­
kum öldürüldükten sonra sa lb e d ilir derken d iğ e rle ri sa lb e d ild iğ i halde
öldü rü le ce ğ in i sö y le rle r.

Salb, ta z îrî cezalarda da uygulanır. Lâkin tazîr için uygulanan salb-


den ne önce, ne de sonra su çlu öldürülm ez. K iş i ca n lı olarak sa lb e d ilir.
S a lb e d ilirk e n de yem e-içm eden alıkonm az. Namaz v a k itle rin d e abdestini
alıp nam azını kılar. A n ca k nam azını işa re tle rle kılar. Fakîh ler sa lb müd­
detinin üç günden fazla olm am asını şa rt koşarlar.

Salb ce zasın ın m eşruiyeti R esûlü llah (S.A.V.) in sünnetine dayanır.


R esû llü lla h (S.A.V.) birin i ta zir cezası olarak Ebû Nâb is im li dağda sal-
betm iştir.

197 — Salbın şekli şöyledir : Evvelâ yere âm udi surette bir ağaç dikilir, sonra
bunun tepesine doğru ufkî şekilde bir ağaç rabt edilir. Ba’öehu salb edi­
lecek şahsın elleri tepedeki ağaca, ayak lan da altındaki ağaca bağlanır
Maslub evvelce katledilm em iş ise karnı veya sol m em esi ölünceye kadar
bir m ızrak ile y a n lır ve üç gün kadar bu halde bırakılır. N ihayet def­
nedilm esi için ehline m üsaade olunur.
Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukuku İslâm iyye ve Istılahatı Fıkhiyye Ka­
musu, c. 3, s. 292. (Mütercim)

530
İSLÂMDA CEZA HUKUKU

Y ukarıdaki şe k liy le sa lb ce zası bedenî b ir ceza olup onunla su çlu ­


nun u s la n d ırılm a sı ve te şh ir e d ilm e si kast edilir.

6 — öğüt Verme Cezası


İslâm hukukunda öğüt verm e ce zası ta zirî b ir ceza olarak kabul
e d ilir. Hakim, su çluya öğüt verm ekle onu kötülükten alıkoyacağın ı ve
İslah edeceğini sanıyorsa bununla y e tin e b ilir. K u r’an-ı K erim öğüt v e r­
me cezasın ı açıkça zik re tm iştir: «Fenalık ve geçimsizliklerinden korktu­
ğunuz kadınlara gelince : Önce kendilerine öğüt verin...» (198)
İslâm hukuku öğüt verm ekten aşağı m ertebeyi de ta zirî ceza olarak
kabul e tm iştir. Fakîhler, suçlunun o suçu işle d iğ in i ilân etm eyi ve onu
mahkem e salonuna getirm eyi bile b ir ta zir ce zası olarak kabul e tm iş­
lerdir.
U nutulm am ası g e re kir ki zann-ı gâlible bu cezaların suçluyu İslah
edeceği ve onu kötülüklerden alıkoyacağı kanaatına v a rılırs a uygulanır.

7 — Hecr Cezası
H ecr İslâm hukukunda ta zirî cezalardandır. Y üce A lla h : «Sonra us­
lanmazlarsa, kendilerini yataklarında yalnız bırakın...» sözüyle bunu ta zirî
ceza olarak kabul etm iştir. (199)
R esûlü llah (S.A.V.) kendi devrinde bu cezayı uygulam ış ve Tebük
gazvesine katılm ayan Ka'b b. M alik, M ürare b. Rebia ve H ilâl b. Ümey-
ye'yi hecr c e za sıyla cezaland ırm ış, e lli gün kim se onlarla konuşm am ış-
tır. N ihayet şu âyet-i kerim e geldikten sonra ancak onlarla konuşm aya
b a şla n ılm ıştır :
«(Tebük savaşından) geri bırakılan üç kişiyi de Allah bağışladı. Çün­
kü o derece bunalmışlardı ki, yer yüzü bütün genişliği ile onlara dar gel­
miş, vicdanları da kendilerini sıkmıştı ve Allah’tan kurtuluşun ancak Al­
lah’a sığınmakta olduğunu anlamışlardı. Bundan sonra Allah onları tev-
bekâr olmaya muvaffak kılıp tevbelerini kabul buyurdu. Şüphesiz ki Al­
lah, tevbeleri çok kabul edicidir, çok merhametlidir.» (200)

8 — Tevbih Cezası
İslâm hukukunda tazîr cezalarından biri de tevbih (azarlama) ceza­
sıd ır. Hakim suçlunun İslahı için tevbih i y eterli görürse onunla yetinir.
R esû llü lla h (S.A.V.) b ir tazir ce zası olarak tevbihi uyg ulam ıştır.

198 — N isâ : 34
199 — N isa : 34
200 — Tevbe : 118

531
İ SLÂM

Abdurrahman halktan bir köle ile münakaşa eder ve kızarak ona:


«Ey siyah (kadının) oğlu» der. Resûllüllah (S.A.V.) buna çok kızar ve e l­
lerini kaldırarak şöyle buyurur: «Beyazın oğlunun siyahın oğlu üzerinde
bir üstünlüğü yoktur. Ancak hak ile olursa o başka.» Resûllüllah (S.A.V.)
in bu sözlerini duyan Abdurrahman yanağını toprağa dayıyarak o adama:
«Gel, gönlün razı oluncaya kadar bas» der.

9 — Tehdit Cezası
Tehdit yapmacık olmamak şartıyla tazir cezalarındandır. A yrıca ha­
kim suçlunun bu yolla islâh olacağına inanm alıdır.

Hakimin suçluya tekrar suç işlediği takdirde onu hapsedeceğini,


celd edeceğini ve şiddetli bir ceza ile cezalandıracağını söylem esi teh­
dittir. Hakimin başka bir cezayla hüküm verm esi ve belli bir müddete
kadar hükmün tenfizini geciktirm esi de bir tehdittir.

10 — Teşhir Cezası
Teşhir İslâm hukukunda tazir cezalarından biridir. Teşhirden maksat
suçlunun suçunu ilân etmektir. Bu, yalan şahitliği ve aldatma gibi hal­
kın suçlu hakkında itim at ve güvenliğini ilgilendiren konularda olur. Ön­
celeri başka yayın vasıtaları olm adığı için suçlunun durumu mahalle ve
sokaklarda tellâl vasıtasıyla ilân edilirdi. Ama günümüzde gazete ve di­
ğer yayın organlarından faydalanmak mümkündür.

11 — Tazminat Cezası
İslâm hukukunda bazı tazir suçlarının tazminat ile tecziye edildiği
kabul edilen bir şeydir. Ağaçta asılı bulunan hurmayı çalandan h ırsızlık
suçuna ek olarak çaldığının iki katı değerinde para cezası alınır. Resû-
lüllah (S.A.V.) şöyle buyurur: «Kim bir şeyi aşırırsa aşırdığının iki ka­
tını öder ve cezaya müstahak olur.» Y itik bir şeyi saklamak tazminatı
gerektirir. Onu iade etmek m ecburiyetinde olduğu gibi ceza olarak bir
katını da öder. Zekât verm eyenin m alının yarısını ceza olarak almak da
buna girer. Lâkin bununla beraber her suç için tazminat cezası verm e­
nin caiz olup olm adığı konusunda fakîhler ihtilafa düşm üşlerdir. Bazıları
genel olarak tazminatı bir tazir cezası olarak görürken bazıları bunu doğ­
ru görmez.

İtiraz edenler tazminat cezasının nesh olunduğunu ve mubah k ılın ­


masından korkulduğunu söylerler. Çünkü idareciler haksız yere halkın

532
İSLÂMDA CEZA HUKUKU

m a lların ı m üsadere e d e b ilirle r. A y rıc a bunu kabul edersek para ödeye­


m eyecek güçte olan fa k irle re nazaran zeng inlere im tiyaz tanım ış oluruz.
Tazm inatı kabul edenler sadece b a sit işle rd e uygulanacağını sö y le r­
ler. Bunun s ın ırla n d ırılm a s ın ı da id a re c ile r yapar, derler.
Burada İslâm hukukunun hüküm giym iş kim seyi gücünün yetm ediği
m alî b ir m eblağ karşısınd a hapsetm ediğine işa re t etm ek yerinde olur.
M a lî ceza k arşılığ ın d a mahkûmun d e vle t işle rin d e ça lışm a sın a da engel
yoktur.

12 — Diğer Cezalar

A y rıc a genel olm ayan bir takım cezalar vardır ki, ö n e m lile ri şu nlar­
dır :
a — Görevden atmak. M em urları ilg ile n d iren bir cezadır.
b — Bazı âmme hizm etlerin e atanmamak, şehadetten alıkonm ak
gibi bazı haklardan mahrum edilm ek.
c — M üsadere. Suç lâ etlerin in m üsadere edilm esi....
d — Suçun te s irle rin i izale etm ek. M ahzurlu bir yere inşa edilen b i­
nanın y ık ılm a sı gibi.

VERİLEN CEZALARIN YERİNE GETİRİLMESİ

İslâm hukukunda asi olan, had ve ta zir ce zala rının devlet başkam
tarafından yerin e g e tirilm e sid ir. K ısa s cezaları ise b e lli şa rtlar çe rçev e ­
sinde ken disine karşı suç işle n m iş kim se veya v e lis i tarafından yerine
g e tirilm e si caizdir.
Had ce zala rın ın yerin e g e tirilm e si: Haddin ya devlet başkanı veya
v e k ilin in tarafından yerin e g e tirilm e si fa kîh le rin ittifa k e ttik le ri bir nok­
tadır. Çünkü had A lla h ’ın hakkıd ır ve toplum yararınadır. O halde bu ce ­
zayı toplum u te m sil eden d evlet başkanına bırakm ak gerekir. Haddin
uygulanm ası için d e vle t başkanının bizzat hazır bulunm ası gerekm ez.
Çünkü Peygam ber (S.A.V.) hazır bulunm asını şa rt koşm am ıştır. B ir ha­
d isle rin d e şö yle buyurur : «Ya Enes, falan kadına git, suçunu itiraf eder­
se onu recm et.» yine M a iz ’in recrr> e d ilm e sin i em retti ve kendisi hazır
bulunm adı.
Lâkin haddin yerine g e tirilm e si için d evlet başkanının izni vacip tir.
R esûllü ilah (S.A.V.) zam anında O n u n izni olm adan kim seye had uygu­
landığı vakî değildir.

533
İ SLÂM

G enel kaide haddin d e v le t başkanı veya v e k ili tarafından yerin e ge­


tirilm e s in i ge re kli k ılıy o rsa da, başka b iri haddî uygulayacak o lsa ve had
organ k e s n e veya öldürm e gibi itla f e d ici ise bunu yapan haddi uygu­
ladığı için sorum lu tutulm az ama d e vletin yetki sın ırla rın ı aştığ ı için so ­
rumlu olur.
A m a uygulanacak had cezası celd gibi öldürücü ve k e s ic i d e ğ ilse
onu uygulayan sorum ludur. Doğacak zararların hepsinin hesabını verm ek
m ecburiyetindedir.

Tazir Cezaların’ın Uygulanması :


Tazir ce zala rın ı uygulam ak d e vle t başkanı veya v e k ilin in hakkıdır.
Bu cezalar toplum u korum ak için konulduğuna göre toplum un te m s ilc is i
tarafından yerin e g e tirilm e si evlâd ır. D e vlet başkanı ve v e k ilin in d ışın ­
da h içb ir kim se bu cezaları uygulayam az. V e le v ki ceza öldürücü olsun.
Çünkü bu cezanın yerin e g e tirilm e si kaçın ılm az de ğ ildir. D e vlet başkanı
onu a ffe d e b ilir. Onun için ta zir ce zası olarak öldü rülm e si hükme bağla­
nan bir k im se yi öldüren katil s a y ılır. Ve katil olarak yargılanır.

Kısas Cezalarının Yerine Getirilmesi


A s i olan k ısa s ce zala rın ın da diğer ce zala r gibi d e vle t başkanı veya
v e k ili tarafından yerin e g e tirilm e sid ir. Lâkin istisn a olarak sahibi ya­
hut ken disine karşı su ç işlen en kim senin b ilg is i dahilinde uygulanm ası
ca iz görülm üştür. Bu konuda tem el, Y ü ce A lla h ’ın şu sözüdür: «Haklı bir
sebep olmadıkça, Allah’ın (öldü rülm esin i) haram ettiği cana kıymayın.
Kim haksızlığa uğrayarak öldürülürse, biz o ölünün (geride kalan) velisi­
ne bir yetki verdik (ölünün hakkını öldürenden ister). O da cana kıyma
işinde ileri gitmesin.» (201)
K e n d isin e karşı suç işlen en in v e lis i d e vle t başkanının m üşahedesi
altında olm ak şa rtıy la ölüm de k ısa sı yerin e getirm e hakkına sahiptir. Bu
konuda ittifa k vardır.
D e vlet başkanı v e lin in durumuna bakar, kuvvet ve m arifetçe k ısa sı
hakkıyla yerin e g e tire b ile ce k durum da ise ona m üsaade eder. Durumu
m üsait d e ğ ilse b aşkasını vekil tayin etm e sin i em reder.
Had ve k ısa s ce zala rın ın yerin e g e tirilm e sin d e n anlayan birinin hâ­
zineden ücretin i alarak bu iş le ri yerin e ge tirm esin d e bir sa kın ca yoktur.
Çünkü bu iş âm me yararınadır.
Ölüm olm ayan k ısa s cezalarında M alik, Ş a fiî ve bazı H anb elîlere
göre bu cezaların bilen k im se le r tarafından yerin e g e tirilm e si gerekir.

201 —- I s r â : 33

534
İSLÂMDA CEZA HUKUKU

K endisine karşı su ç işlenenen kim se bu işten anlasa bile cezayı uygula­


yamaz. Çünkü intikam duygularıyla hareket etm eyeceği garanti edilem ez.
Şayet bu yetki ken disine v e rilirs e te la fis i mümkün olm ayan durum lar or­
taya çık a b ilir. A n ca k Ebu Hanife, ken disine karşı su ç işlen en k işi bu iş ­
ten an lıyor ise cezayı yerin e g e tire b ilir, der.

Ölüm Cezasının Uygulanış Şekli


Ebu Hanife, öldürm e k ılıç la olm uş olsun veya olm asın ölüm c e za sı­
nın k ılıç la yerin e g e tirilm e si gerektiği görüşündedir.
Bu hususta d e lil R esû llü lla h (S.A.V.) in: «Kısas ancak kılıçladır» ha­
d isid ir. B ir rivayette A h m e d ’in de bu görüşte olduğu sö yle n ir.
M alık, Ş a fiî ve A h m e d ’den gelen başka b ir rivayete göre katil, mak­
tulu nasıl ö ldü rm üşse öylece öldürülür. Çünkü Cenab-ı Hak şö yle buyu­
ruyor :
«Bunun için, kim sizin üzerinize saldırırsa, siz de aynen ona, size
yaptığı tecavüz gibi saldırın.» (202)
«Eğer bir ceza ile mukabele edecek olursanız, ancak size yapılan
azap ve cezanın misli ile yapın...» (203)
Yani ö ldürülenin v e lis i k a tili aynı ş e k ild e ö ld ü re b ilir. Lâkin k ılıç la da
k ısa sı uygulam ak mümkündür. Eğer öldürm e hadd-i zatında haram olan
livata ve içki içirm e gibi y o lla rla olm uşsa k ısa sı k ılıç la uygulam ak bir
m ecbu riyet halini alır.

Kısas Aletinde Bulunması Gereken Şartlar


K e n d isin e k ısa s uygulanacak kim senin e ziyet görm em esi için âletin
uygun o lm ası, m eselâ keskin olm ası gerekir. Çünkü su çluya e ziyet çek-
tirilm e m e s i ve mümkün olduğu kadar kolayca ruhunu te slim etm esine
ç a lış ılm a s ı ktsasın şa rtların d a n d ır. Buna ek olarak k ısa sı uygulayacak
kim senin bu işin u stası olm ası lâzım dır. Bütün bunlar R esûllü llah (S.A.V.)
in şu sözüne dayanır : «Allah her şeyde iyi davranmayı emretti. Öldürdü­
ğünüzde öldürmeyi güzel yapın. Kestiğinizde iyi kesin. Sizden biriniz bir
(hayvanı) kestiğinde keseceğine kolaylık olsun diye bıçağını bilesin.»

Kısası Kılıçtan Daha Süratli Bir Âletle Yapmak Caiz Midir?


A slın d a kısa s için k ılıç ın s e ç ilm e s i öldürm e için en s e rî âlet olduğu
ve suçluya e ziyet verm eden en kolay şe k ild e canını aldığı içindir.

202 — Bakara : 194


203 — N a h l : 126

535
İ SLÂM

Ezher fe tva kurulu k ılıç ta n daha s e rî ve daha az e ziyet v e ric i b ir


â le t bulunduğunda onu kullanm akta ş e r 'î b ir e ngelin bulunm adığı konu­
sunda fetva v e rm iştir.

Ceza Birden Fazla Olduğunda Uygulanma Şekli


Bu m eselede m ezhep ler arasın da ih tila f vardır...
M a lik ’in görüşüne göre ö nce A lla h 'a a it olan yani toplum haklarını
ilg ile n d ire n ve sonra fe rtle rin hukukunu ilg ile n d ire n ce zala r uygulanır.
Burada M a lik 'in hücceti, A lla h 'a a it cezalarda affetm enin olm am am ası ve
fe rtle re a it o lan larda affetm enin câ ri o lm a sıd ır. Onun için fe rtle rin hakla­
rın ı ilg ile n d ire n cezala rı sona bırakm ak suçlunun yararınadır, der ve on­
dan sonra h a fif ce zayla m ı, y o ksa şid d e tli cezayla m ı başlam ayı e ş it se ­
v iye d e tutarak durumu û lu ’I-emre bıra kır.
Ebu H anife ve A h m e d fe rtle rin hukukunu ilg ile n d ire n cezaların öne
alın m a sı gö rüşün dedirler. Ö n ce en h a fifin d en b a şla n ır ve sıra y la g id ilir.
Sonra da toplum hukukunu ilg ile n d ire n s u ç la r uygulanır .
Ş a fiî’ye göre bütün cezalarda hafiften ş id d e tliy e doğru g id ilir ve
fe rtle rin hukukunu ilg ile n d ire n le r önce uygulanır.

Hasta, Zayıf ve Sarhoşa Cezaları Uygulamak


F akîh ler mahkumun hasta o lm a sı halinde, çok ş id d e tli soğuk ve çok
ş id d e tli sıc a k gibi cezanın infazına m ünasip düşm eyen b ir zam anda k ı­
sas, had ve bunlara m üadil ta z ir c e za la rın ın te h ir e d ile ce ğ in i ittifakla
sö y le rle r. Bundan sa de ce ölüm c e za sı m ü stesn adır. Çünkü bu cezadan
sonra suçlunun artık bu hayatla iliş k is i k e s ilm iş tir.
Sarhoşa g e lin ce , fa k îh le r ay ılın ca y a kadar ken d isin e cezanın uygu­
lanm ayacağı görüşün dedirler.

Hamileye Cezanın Uygulanması v

İslâm hukuku henüz ilk günden ham ile kadına cezanın infaz edile-
m iye ce ğ in i ka b u lle n m iştir. Ğ a m id iy e 'li kadın hakkındaki hadis kesind ir.
H am ile olduğu için R e sû llü lla h (S.A.V.) k e n d isin e : «Git, hamlini (çocu­
ğunu) indirinceye kadar...» der. M uaz hadisi de bunu ifade eder. Resû-
lü llah (S.A.V.) ona şö y le dem işti: «Kadının üzerinde hakkın vardı ama
karnındaki üzerinde bir hakkın yoktur.» H am ile kadına infazı yasaklanan
ceza, çocuğuna zarar dokunduranıdır.
F akîh ler bu pre n sip te ittifa k halin d e le r. Lâkin ta tb ikin s ın ırı konu­
sunda bazı şe yle rd e ih tila f e tm işle rd ir.

536
İSLÂMDA CEZA HUKUKU

Ş a fiî’ye göre kadın ham ile olduğu yahut h a m ile likte n şü ph elen diğ ini
sö y le rse doğumu yapıncaya veya ham ile olm adığı b e lli oluncaya kadar
be kle n ir ve doğumdan sonra ceza infâz e d ilir. Şayet çocuğunu em zirecek
kim se bulunm ayıp ceza ölüm ise e m zirici bulununcaya kadar infaz bir­
kaç gün e rtelen ir.
Ebu H anife ceza ce ld o lsa b ile ham ile kadın doğum yapıp nifâs dev­
rini g e çirin ce ye kadar infazın yap ılam ıyacağ ını söyler.
M a lik ’e göre çocuğunu doğuruncaya kadar beklenir. N ifas devresi
de h a sta lık sayıld ığ ın d an ce ld ce zası te h ir e d ilir. Çocuğuna e m zirici bu­
lununca ölüm ce zası infâz e d ilir. Şayet em zire cek kim se bulunm azsa
ölüm ce zasın ın infazında acele edilm ez.
A h m e d 'e göre ise doğum yapıp çocuğunu em zirin ce ye kadar kısas
ve recm uygulanm az. Çocuğunu e m zire cek biri bulunursa hüküm infâz
e d ilir. A n ca k çocuğunu sütten k esin ce ye kadar v e lin in beklem esi müs-
tahabdır. Ş a ye t e m ziric i bulunm adığı takdirde çocuğunu em zirm esi için
iki y ıl beklenir. C eza celd ise çocuğunu doğurduktan sonra ceza infâz
edilir.

İnfâzın Alenî Ölmesi :


İslâm hukukunda asi olan infâzın a le n î o lm a sıd ır. N itekim Y üce A l­
lah şö y le buyurur: «...Müminlerden bir topluluk da, bunların ceza tat­
bikinde şahid olsun.» (204) Sünnet de bu m inval üzeredir. , Bu konuda
ölüm ve diğer cezalar arasında fark yoktur. Tenfiz her fe rt için aynı şe ­
kilde yerin e g e tirilir. M erteb e ve m akam ın e tk isi yoktur. İslâm hukuku
ölüm ce zala rın ın infazından sonra cenazeyi akrabalarına verir. D ile d ik ­
leri şe k ild e onu göm erler. R e sû llü lla h (S.A.V.) : «Kendi ölülerinize nasıl
davranıyorsanız ona da öylece davranın,» buyurur.
Suçta Tekerrür
Suçlunun tekrar tekrar su ç işle m e si: ce za sın ı çe ktikte n sonra suç
üzerinde İsrar etm esi ce zasın ın a ğ ırla ştırılm a sı için makul b ir sebeptir.
İslâm hukukunda da b ir su ç işley e n kim se o su ç için tayin e d ilen cezayı
görür. A m a tekrar tekrar o suçu iş le rs e ce zasın ı ağ ırla ştırm a k m üm kün­
dür. Şayet su ç işle m e y i âdet haline g e tirirs e artık toplum la iliş k ile rin i
kesm ek ge re kli b ir hal alır. Duruma göre, ya ö ldü rülür veya müebbed
hapse ç a rp tırılır.
B öylece İslâm ceza hukukunu da seri b ir şe k ild e arzetm iş olduk.

204 — N û r : 2

537
MÜSLÜMAN DEVLETİN İCRA ORGANLARI
Y ukarıd a anlatılanlardan İslâm İçtim aî hayatı hakkında bir takım
ş e y le r öğrendik. Şü ph esiz o, kapsam ı itib a riy le diğ e r herhangi b ir hayat­
tan öz olarak fa rk lıd ır. Bunun n e tic e s i o larak bu hayatın g e re ktird iğ i ic ­
ra o rganları şe k ild e başkalarına benzese b ile kapsam ı d iğ e rle rin e ben­
zem ez. En azından hed efle r tam am en ayrı ayrıdır.
M e s e lâ İslâmda te k parti s is te m i hakim dir. A n ca k diğer tek partili
düzenlerden fa rk lıd ır. İslâm î partinin diğe rle rin de n fa rklı olarak kendine
has te rb iye vî, ah lâkî v e fik r î m etodları vardır. İslâm düzenindeki parti
ve parti ü yelerinin elin d e ki y e tk ile r ile diğer tek p a rtili düzenlerde parti
ve parti ü ye le ri elin d e ki y e tk ile r arasında büyük fa rk lılık la r vardır.
Bu, İslâm de vle tin in her m ü e sse se si için g e çe rlid ir. Onun için deriz
ki: M üslüm an d e vletin m ü e sse se le ri ile diğer herhangi b ir devletin mü-
e s s e s e s e le ri arasındaki b e n zerlik zah irîd ir.
İslâm devletin ih tiya ç duyduğu tem el organlara g e lin ce , onlar da
şu n la rd ır :
1 — İslâm de vle tin in her bölg esind e kendi iç yap ısın da tu tarlı, üs­
tün bir terbiye ve ince bir m etoda sahip, o bölgenin bütün pro b lem le rin i
çö ze b ile ce k yetenekte İslâm î bir partinin v a rlığ ı. Şart koşulan fik rî, ah­
lâ kî ve am elî n ite lik le re sahip her m üslüm an bu partiye girm eye aday­
dır. Bu partinin iç e risin d e n bir şûrâ m e c lis i te şe kkü l e ttir ilir ve e m irü ’l-
m inin bu m e c lis tarafından se ç ilir.
2 — E m ir’ul-m üm inîn'in tayin edeceği birinin başkan lığ ınd a bir ba­
kanlar kurulu.
3 — İslâm âlem inin tam am ına hükm eden bir halife.
4 — H alifeyi seçen bir kurul. Bu kurulun, İslâm âlem in in bütün böl­
gelerind e bulunan şûrâ m e clisle rin d e n te şe kkü l e ttirilm e s i en iyi yoldur.
5 — İslâm âlem inin bütün bö lg e lerin i te m sil eden ha life ye bağlı bir
şûrâ m e clisi. İslâm î h ed efleri g e rç e k le ştirm e konusunda h a lifen in iş le y e ­
ceği kusurlardan dolayı bu m e c lis halifeden hesabım sorar.
6 — H alifeye bağlı bakanlar kurulu.
7 — V ila y e tle ri b irib irle rin e bağlayan kurullar.

539
İ SLÂM

8 — V ila y e tle ri b irib irin e bağlam a yo lların ı düzenleyen, H a life y e


bağlı m erkezî su ltayı ve icra organlarının y e tk ile rin i b e lirleye n genel bir
anayasa.

9 — E m iru’l-mü’m inin em rinde her yönden m ücehhez bir ordu.

10 — Yeryüzünde İslâm davasını yaym aktan m esul ve yeryüzündeki


bütün m üslüm anları için e alan bir te şkila t.

11 — G enel anayasaya te rs düşm eyen, o bölgenin kara k te ristik ö zel­


liğ ine sahip ve ç e ş itli mezhep fırkaların a müsam aha gösteren m ahallî
bir anayasa.

12 — Tüm İslâm v ilâ y e tle rin i için e alan bir yüksek m ahkem e. Bü­
tün vilâye tle rd e , m ahalli anayasa ile um um î anayasa arasında doğabile­
cek ç e k iş k ile ri ve ken disine ile tile c e k m e se le le ri halletm e bu m ahke­
m enin görevidir.

13 — Her bölgenin yüksek seviyed e s iy a s î m e se le le rin i hükm e bağ­


layan birer m a hallî yüksek mahkeme.

14 — G enel parti organını m urakabe eden bir heyet. Bu heyet her


bölgede İslâm hukukuna te rs düşen d avranışları yüksek m ahkem eye
iletir.

15 — H alife, zülm e yelten diğ ind e onu doğru yola dönm eye zorlayan
bir kurul. H alife yüksek m ahkem enin aldığı kararlara uym adığı zam an­
larda bu kurul harekete geçer.

540
İSLİMİN MÜEYYİDELERİ
Bu se riy e "başlarken İslâm ın birtakım m ü eyyideleri bulunduğunu sö y ­
le m iştik .
Şim di bu m ü eyyideleri e traflıca anlatm ak istiyo ru z :
1 — Cihad, iy iliğ i e m ir ve kötülükten sakındırm a ve bir de dünyevî
ceza ile ortaya çıkan beşerî müeyyideler.
2 — A lla h 'ın e m irle rin e m uhalefet etm ekten dolayı kendiliğinden
meydana gelen fıtrî müeyyideler.
3 — Dünyada A lla h ’ın gazabı, âhirette sevab ve îkâbla ortaya çıkan
rabbânî müeyyideler.
İslâm nizam ında beşerî m ü eyyideleri önceki bölüm lerde e traflıca an­
latm ıştık.
Onun için bu bölüm de b e şerî m üeyyidelerden tekrar bahsetm e ih ti­
yacını duymuyoruz. Sadece fıtr î ve rabbânî m ü eyyideleri anlatm akla ye­
tineceğiz.
F ıtrî m üeyyidelerden m aksadım ız, A lla h ’ın e m irle rin d e n inhiraf eder­
ken ken diliğin den gelen cezadır. Çünkü İslâm b e şe riy e tin fıtra t d in id ir :
«O halde (ey Resûlüm ) gerçek müslüman (m üvahhid) olarak kendini
dine doğrult, (başka şeye iltifa t etme); Allah’ın dinine ki, insanları onun
üzerine yaratmıştır. (Zira herkes, hak dini kabul e decek yaratılıştad ır.)
Allah'ın yarattığı bu dini değiştirmeye kimsenin gücü yetmez. İşte dos­
doğru din budur; fakat insanların çoğu, (hak dinin Islâm olduğunu) bil­
mezler.» (205)
insan fıtrat yolunun dışın a çık ın ca ken disine azap verm iş olur ve sa ­
pıklığa düşer. H er ne kadar diğer yollarda, kaybolm aya mahkûm lezzet­
ler varsa da fıtratan e zik lik iç e risin d e d ir.
«Her kim de benim zikrimden (Kur an ımdan) yüz çevirse, ona dar
bir geçim vardır ve onu, kıyamet günü, kör olarak haşrederiz...» (206)
Dünyada dar bir geçim ve âhirette şid d e tli azab. Y in e Y üce A lla h
küfür ve sa p ık lık iç e risin d e olanların kendi n e fisle rin e zu lm e ttik le rin i b il­
direrek şöyle buyurur :

205 — R û m : 30
>06 — T a h a ; 124
541
İ SLÂM

«Kendi nefislerinize zulmetmeyiniz.» (207)


«Biz onlara zulüm yapmadık, fakat onlar kendi nefislerine zulüm ya­
pıyorlardı.» (208)

M üslüm anın durumu ise bunun aksinedir. O, hem dünyada m utludur


ve hem de âhirette nim etler iç e risin d e d ir.

Y ü ce A lla h şö y le buyurur :

«Erkek ve dişiden mümin olduğu halde, kim iyi amel işlerse, muhak­
kak onu güzel bir hayat ile yaşatacağız ve işlemekte oldukları amellerin
daha güzeli ile mükâfatlarını elbette vereceğiz.» (209)
Bu söz bazılarına ilk anda çok acayip g e le b ilir. Lâkin vakıa olarak
bu. böyledir. O la y la r hep bunu g ö ste rm iştir. F ıtrî m ü eyyideleri anlatırken
beşerî hayatın vakıalarından m is a lle r vereceğiz.
Rabbânî m üeyyidelerden kasdım ız: Y üce A lla h ’ın, yolundan ayrılan-
ları henüz dünya hayatında cezaland ırm ası, yolundan gide nle ri de ç e ş itli
şe k ille rd e te'yid edip d e ste kle m e si ve sa p ıkla r için hazırladığı uhrevî azab-
la yolundan gidenlere hazırladığı nim etleri için e alır.
Buna göre bölüm, f ı t r î ‘ve rabbânî olm ak üzere iki kısm a ayrılm ak­
tadır.

BİRİNCİ KISIM
FITRÎ MÜEYYİDELER

B e şe rî hayatın ancak onunla doğruluk üzere o a lb ile ce ğ i A lla h 'ın sü n­


netlerin i te m sil eden, İslâm dır. A lİa h ’ın tabiat kanunlarına m uhalefetten
dolayı nefes almayan insan boğulduğu ve yem ek yem eyenin öldüğü gibi
İslâm ın herhangi b ir cü zü n d en sapm ak, sapanları kuşatan cezaları bera­
berinde ta ş ır ve onları ezer. A lla h 'a kul olm ayı reddedeni A lla h ’ın kanun­
ları ce zala n d ırır ve onu insana kul eder. Kazanç için aldatanı, halkın ona
olan güvenlerini kaldırarak ce za la n d ırır kaybetm esine v e s ile olur.
İslâm ın herhangi b ir yönünden h iç b ir sapm a yoktur ki bu dünyada
ona uygun bir ceza v e rilm e sin . Çünkü kâinat, fe rt ve ce m iy e t olarak A l­
lah’ın kanunlarından sapm a, h içb ir zaman m aslahat getirm ez. A k sin e yok
olm aya ve eziyyet çekm eye v e s ile d ir.

207 — T e v b e : 30
208 — Nahl : 118
209 — N ah l : 97

542
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

A lla h ’ın e m irlerind en sapm a ve g e tire ce k le ri fıtr î ce zala r konusunda


on m isal getireceğiz. Tâ ki, İslâm ın m üeyyidelerinden bu kuvvetli m üey­
yide a ç ık lık la a n la şılsın ve m üşahede e d ilsin .

1 — ZİNÂ

Erkekle kadın arasında vukubulacak gayr-i m eşru birleşm e için A l­


la h ’ın verd iği fıtr î cezalar pek çok olup bunların çe ktird iğ i eziyye t varılan
zevkten gerçekten daha çoktur.
Birincisi : Kadın zinadan dolayı ham ile kalabilir. H am ile kaldığı tak­
dirde de hastalanacak ve çalışa m az duruma dü şecektir. H albuki bu du­
rumda nafakasını yü klenecek kim se yoktur. Yüzüstü b ıra k ılm ıştır. Ya ço ­
cuğunu dü şü re ce ktir ki, bu, aldığı zevkten kat kat daha fa zla sıyla eziyet
çekm esine v e s ile olacaktır. Yahut ham ile liğ in sık ın tıla rın ı ve çocuğunun
soru m lu lu kla rın ı yü kle n e cek tir ki bunun vere ce ğ i e ziyet de, aldığı zevkin
kat kat fevkindedir.
İkincisi : Zinâ yoluyla geçen frengi, belsoğukluğu ve tenasül organ­
larının uyuz o lm ası gibi zührevî hasta lıkların bulaşm ası. Bu hasta lıklar
sadece zinâ yoluyla geçer.
Üçüncüsü : Erkeğin karısına ve kadının kocasına hiyanet etm ekten
çe ke ce k le ri vicdan azabı. Evli o lsu nlar veya o lm a sın la r her zaman için
yap tıkların ın başkaları tarafından duyulacağı e n d işe si.
Dördüncüsü : A ile düzeninin bozulm ası. Çünkü aile düzeni, eşlerden
her b irin in eşin in ken disine ait olduğu dü şü ncesin in sağladığı sevgi bağı
üzere kuruludur. Erkeğin veya kadının c in s î gücünü başka yerde harca­
m ası bu sevgi bağının kopm asına v e s ile o lur ki o zamar, e şle r b ir b ir le ­
rinin yanında huzur duym azlar. H er biri, diğerine başkasına ait nazarıy­
la bakar. Bunun doğuracağı s ık ın tı pek büyüktür. O zaman aile iç e ris in ­
de anlaşm azlık, m ücadele ve ita a tsizlik başgösterir.
N etice : Boşama ve ço cukları kaybetm enin vereceği üzüntü ve e zi­
yet. Tekrar evlenm e ve ayni âkibete uğrama.

Beşinçisi : Kadın ve erkeğin b irib irle rin e yanaşm alarından özel bir
sevgi doğar. Am a zinâ eden k işi için bu, ruhî bir sık ın tıy a dönüşür. Ç ü n ­
kü b ilir ki o kadınla bu yakınlaşm a başkası için de olacaktır. Bu madde
bir öncekine yakındır. A ncak onu, aile düzeni üzerinde yapacağı etkiyle
sın ırla n d ırm ıştık .
A ltın c ıs ı : Zinaya alışan, daima onun şe rri içe risin d e huzursuz bir
hayat ge çirir. Aldatm ak ve kandırm ak için sü rekli bir çaba harcama ve

543
İ S L Â M

iste d iğ in i elde edem em enin verd iği s ık ın tı onu huzursuz eder ve bu du­
rum daki k işi y a şla n ır da ne çoluk çocuk, ne ev ve ne de akraba sahibi
olur. Zinâ ile yetinen hastalandığında veya yaşlandığında kim ona bakar?
Ona kim hürm et eder?
Zinâ gerçekten fe rtle ri, a ile le ri ve cem iye ti yıkan çirk in bir hareket­
tir. Onun için Y üce A lla h şö yle buyurur: «Zinaya da yaklaşmayın, çünkü
o, pek çirkindir ve kötü bir yoldur.» (210) Zina kötü b ir yoldur ve kötü bir
yoldan gitm enin ce zası hemen ardından gelir.
Bütün bunlardan sonra m esle, İslâm ın bu su ç için tayin e ttiği bedenî
cezadır. A lla h 'ın azabı ise tevbe etm eyen için ondan sonra g e licid ir. Biz
burada sadece A lla h 'ın em irle rin d en sapanların hayat kanunları iç e ris in ­
de uğrayacakları cezaları açıklam akla yetineceğiz. A slın d a bu konuda da
bazı noktalara işa re t edip fazlaca izahat yapm aya girişm iyo ruz.

2 — İÇKİ İÇMEK
İçki A lla h ’ın dininde haram dır ve her haram da olduğu gibi içki için
de ceza vardır. Haram olan bu iş i yaparak A lla h 'ın e m irle rin in dışın a ç ı­
kan kim senin uğrayacağı cezalardan b azısını şu şe k ild e sıralam ak müm­
kündür :
a — içki içen kim se ilk olarak şuur ve aklından zarar görür. M e se lâ
bir kadeh v is k i içen d aktilo tu şla rın ı biribirin den ayıram ayacak kadar
ken disin i kaybeder. H er zaman için rahatlıkla ve düzenle yaptığı şe y le ri
yapamaz duruma düşer. D e lile r m esabesinde bir k işi olur.
b — A lk o l alan k işi irade ve hafıza kuvvetlerin i y itirir. D a lg ın lığ ı ar­
tar. Dil sü rçm e le ri çoğalır. İçtikçe bu durum ları daha da artar. İnsanın
bu h a ssala rın ı her gün biraz daha kaybetm esi ne kötüdür.
c — Trafik kazalarının % 13 ü alkollü araba kullanm aktan olmakta-
tadır. Bir çok cinayet, facia ve ihanetin sebebi alkoldür. Bu ceza fıtr î olup
yalnız bu suçu işleyene değil ona müsamaha gösteren toplum a da do­
kunur.
d — A lk o lü n insan bünyesi üzerinde büyük e tk isi vardır. O kadar ki,
zararı ferdin ken disind e kalm ayıp nesline bile geçm ektedir. Sarhoşların
ço cukların ın bünyesi sa ğ lık lı değ ildir. Bünyeleri zayıf ve a k ılla rı noksan­
dır. Suç işlem e ve kötülüğe sapma m e y ille ri fazladır.
e — B irçok hastalığın sebebi alkoldür. A k ıl h a sta lıkları, tansiyon
yü k se lm e si, birçok mide ve c iğ e r h a sta lık la rı, h a zım sızlık ve daha başka
nice hastalığın meydana gelm esinde alkolün büyük rolü vardır.

210 — İ s r â : 32

544
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

f — A lk o l alm anın fıtr î cezalarından b iri de vaktin öldü rülm esi, düş­
m anlık tohum larının e kilm e si, a ile le rin y ık ılm a s ı, vicdanın körelm esl, duy­
guların yok o lm ası v s. gibi zararları vardır.

3 — KUMAR

A lla h ’ın e m irlerind en h a n g isi olursa o lsu n ona m uhalefet etm ekten
dolayı m utlaka ceza gerekir. Kum ar da böyledir. M a 's iy e t için terettüb
eden fıtr î cezalar pek çoktur. Tabi bu ce za la r kum arbazın uğrayacağı
ta ’z îr cezası ile kıyam ette çeke ce ği cezaların d ışınd ad ır. Bu konuda
önem li fıtrî cezalardan birkaçını kısaca şö y le sıra lam ak m üm kündür :

1 — Kum ar esnasında kum arbazın asabının bozulm ası. Çünkü o an­


da a k lî gücünün tam am ı oyuna yön e lm iştir. Tüm d ikkatiyle kazanıp ka­
zanm ayacağını takip eder. A sa b ı oldukça yorulur. Kum arbaz her an bi­
raz daha oyuna dalar. M e s e le m ese le yi, oyun oyunu açar. N ihayet ku­
m arbazın asabı son haddine kadar g e rilir. Ve bu böyle devam ederse k i­
şid e şa h siy e t diye b irşe y kalmaz.

2 — Kum arbazın uğradığı en önem li, cezalardan biri, kumara otur­


madan o gün boyunca hep oyunu dü şü nm esidir. Kazanacak mı, kaybe­
decek mi. Oynadıktan sonra ise ya kazanm ıştır, veya kaybetm iştir. Şayet
kazanm ışsa daima bundan neşe duyar, kaybetm işse devam lı bir üzüntü
içe risin d e olur. H er iki durumda da kum arbazın zamanı kum arla ilg ili
duygu ve d ü şü ncelerle geçer. D iğ er gö re vlerin i yerin e getirm eye zaman
bulamaz.
3 — İnsan kumarda ya kazanır veya kaybeder. A m a her iki durum
da makul değildir. Bunun n e ticesin d e kum arbazlar arasında daim a kin,
düşm anlık ve k ısk a n çlık duyguları hakim dir. Bu duygular açıktan veya
g izliden olur. A m a mutlaka vardır. Kum arbazın ortam ı kin ve n e fre t di­
yarıd ır. Orada m utluluğu aram ak beyhudedir.
4 — Vakıa olarak kazanan, kum arhaneyi işle te n d ir. D iğ e rle ri ya ka­
zanır ya da kaybederler.
Kaybetm enin doğurduğu birçok fa cia la r vardır. Bugünün zengini ya­
rının fa kiri o la b ilir. Ç o lu k çocuk sahib i kumarbaz, o nların nafakasını ku­
mara yatırabilir., Evini bile s a ta b ilir vs.... B ir delinin y ap tıkların ı yapabile­
cek duruma dü şe bilir. Kaybeden için bu ce zala r y e te rlid ir.
Bugün kazanan ise, yarın kaybeder. N eticed e kazançlı çıkacak olan
sadece bu m e se le le ri çeviren m adrabazlardır. A y rıc a kazançlı çıkan mut­
laka diğer arkadaşlarının nefretini kazanır.

545
İSLÂM

5 — Kum arda kazanan parayı nasıl harcayacağına a ld ırış etmez.


Çünkü onu kazanırken ter dökm em iştir. Kaybeden ise m ecburen ihanet
ve h ırs ız lık la ra sü rüklen ir. H er iki durum da doğru yoldan sapm adır. Ka­
nunî takibata seb ep tir. A la k o llü hal, ça lışa n ça lışm a yı düşünmez, tem ­
b e lliğ e a lışır. Ve bir gün g e lir de kaybederse bu adam ne yapacaktır.
Ç a lış ır s a diğer ça lışa n la ra n isb e tle daha çok e ziyet çeke ce k ve ça lışm a ­
dığı takdirde de re zilce bir hayat ge çire ce ktir.
Kum ardaki cezayı daha yakından görm ek iste rse n iz kum arbazların
hayatını m üşahede ediniz. Borç, sık ın tı ve sefalet... Doğru dürüst bir ha­
yat düzenine sahip kumarbaz bulam azsınız.

4 — D O M U Z ETİ Y E M E K
Domuz eti yem ekle A lla h 'ın e m irle rin in dışına çıkan bir kim senin uğ­
rayacağı ilk ceza ken disine domuz kürtünün geçm esidir. B. VVedicson
şö yle der :
«Fransa, Alm anya, İtalya ve İngilterenin belli yörelerind e yaşayan­
ların hemen hemen hepsinde bu kurt vardır. Halbuki' şarkta, d inleri do­
muz etini yasaklad ığı için bu parazitlere rastlam ak mümkün değildir.»
Domuz eti yiyenin karşı karşıya kaldığı ikin ci ceza, tiriş in h a sta lığ ı­
dır. Bu hastalığın ö z e llik le ri :
B irin c is i : H içb ir doktor herhangi bir domuz için bunda bu tenyalar
yoktur diyem ez. Çünkü bunun te s b it e d ilm esi için domuzun bütün adale­
le rinin parçalanıp m ikroskopla muayene e d ilm esi gerekir ki böyle bir
am eliyeye maruz kalan domuzda yenecek et kalmaz. A d e le le r parça­
lanıp muayene e d ilirke n eti tükenir.
İkin cisi : Bu tenyaların bir d iş is i y e rle ştiğ i barsağın sa lyala rı ara­
sına binbeşyüz tane civarın da yavru bırakır. D işi tenyalardan doğan m il­
yonlarca yavru tenya kan d o laşım ı v a sıta sıy la bütün vücuda da ğılırlar.
A d a le le re geçen bu yavrular şid d e tli ağrı ve iltihablara, s in ir dokularının
şiş m e sin e sebep olurlar.
Bu h a sta lığ ın ilâcı yoktur. Bazı fennî sebeplerden dolayı ilâcın bu
hastalığa faydası tam bir netice verem em ektedir. Henüz tam e tk ili bir
ilâç bulunam am ıştır.
Ü çüncüsü : Domuz eti, insan vücuduna ve m ideye zarar veren m ik­
roplarla paratifo hastalığ ı m ikroplarım taşır. Hazım siste m i bu m ikrop­
lardan dolayı m üthiş ağ rılar yapar.
Dördüncüsü : Domuz etinin insan şa h siye ti üzerindeki e tk isid ir. Y e ­
nen ve içile n şeyin insan şa h siye ti üzerindeki e tk ile ri apaçıktır.'

546
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

5 — KADININ EVİNDEN DIŞARI ÇIKMASI

A lla h (C.C.) Peygam ber'in hanım larına em rederken diğer hanım lara
da hitap ederek şöyle buyuruyor: "Hem evlerinizde oturun ve evvelki ca-
hiliyet (zam anında sü slenerek, ince e lb ise le r giyerek, a ç ılıp sa çıla ra k so ­
kağa çıkan kadınların) çıkışı gibi çıkmayın. Namazı gereği üzere kılın, ze­
kâtı verin, Allah’a ve Resulüne itaat edin." (211) O halde Yüce A lla h , ka­
dının tem el m eşg alesinin evinin içi olduğunu b ild iriy o r. O, b ir anne ve bir
te rb iy e cid ir. Ç o cu kla rın y e tiş tirilm e s iy le uğraşır. Bunun karşılığ ın d a na­
fakası daim a başkalarına aittir. Evlenm eden önce babasının evinde evin
nasıl idare e d ile ce ğ in i, çocukların nasıl y e tiş tirile c e ğ in i öğrenir. Ne koca
ve nede baba bulunm adığı takdirde kendisine en yakın akrabası nafaka­
sın ı tem in etm ekle m ü kelleftir.
Bu konuyu ilg ile n d iren m e se le le re İçtim aî ve ahlâkî s is te m le ri anla-
fırken dokunm uştuk.
Kadın ve erkeğin m aişet konusunda başka bir yol takip e ttik le rin i
ve bugün tam anlam ıyla batıda olduğu gibi kadının erkek gibi işe g itti­
ğini, ik isin in beraberce evden ç ık tık la rın ı ve evin ih tiya çla rın ı p a y la ştık ­
larını farzedelim .

Bu durumda terettüb eden fıtr î cezalar nelerdir?


Bu gibi hallerde terettüb eden ilk ceza: Erkekle kadın arasındaki hu­
zursuzluktur. Bu durumda hem kadın ve hem de erkek huzurlu değildir.
Ç o cu kla r da m ükem m el bir gözetim altında y e tiştirilm e zle r.
İkincisi : Bunun n e tic e si olarak kadın kocasına ih tiyaç duymadan da
hayatını devam e ttire b ile ce ğ in i düşünür. Erkek de, karısın ı kaybettiği tak­
dirde farked ecek pek bir şeyin olm adığım görür. Ve o zaman e v lilik bağı
daima bozulm aya mahkum ve hazırdır. Boşanm anın se rb e st olduğu İslâm
ülkelerinde boşama nerede ise s ıfır d erecesind e iken boşanm anın çok
zor olduğu batı ülkelerind e boşama ile sonuçlanan e v lilik le rin yedide bir
oranında olm ası hayret v e ricid ir.
Üçüncüsü : Kadın evden çıkm akla başkaları üzerinde bulunan nafaka
hakkım iskat eder. Yaşlan dığ ınd a bile daima azap ve s ık ın tı içe risin d e d ir.
Erkek gibi ç a lış ıp nafakasını tem in etm esi gerekir.
Dördüncüsü : B öylece kadın, kadınlık ö ze llik le rin i kaybeder. Temel
görevi olan çocuk doğurma, onu em zirip büyütme ve insan n eslini de­
vam ettirm e konularında işe yaram az bir hale gelir. Şü ph esiz bunda bü­
yük bir sık ın tı ve azap vardır.

211 — A lızab : 33

547
İ SLÂM

İleride Seyyid K utu b’dan yapacağım ız n a k ille r bu durumu daha açık


ortaya çıkaracaktır.
B e şin c isi : İçtim aî bağların çözülm esi. O zaman ne aile kalır, ne ba­
b alık kalır, ne oğul olm a kalır ve ne de şe fka t duyguları kalır. N ice baba
oğullarından b ir fayda görmez. N ice annenin ciğ e ri parçalanır. Belkide
batıdaki anneler günü aile içe risin d e k i bağların kopukluğunu gösteren
korkunç b ir alam ettir. B öylece k işiy e bir ana ve babasının varlığ ı hatır­
latılm ak istenm ektedir.
A ltın c ıs ı : A ile bağlarının ortadan kalkm ası veya zayıflam ası n etice­
sin de ço cu k la r babalarından- İnsanî duygu ve h a sle tle ri m iras alm azlar.
Bu kaybı batı gen çliğinde m üşahede etm ek mümkündür. Bunun n e tice ­
si olarak batıda a n a rşist bir n e sil tü re m iştir.
Bu sa yd ıklarım ız, cezalardan birkaç m isald ir. A slın d a bunun pekçok
cezaları vardır. Hatta d iy e b iliriz ki bu yüzden in san lığ ın tamam ı izm ih­
lale doğru her gün bir adım daha yaklaşm aktadır.
Tabii bütün bunlar kadının evinde oturm am asının, ço cu k larıy la ko­
casına gö sterm esi gereken ilg iy i g ö sterm em esinin b ir n e ticesid ir. A sl-
olan kadının ev kadını olm a sıdır. A ncak zik re ttiğ im iz s ın ırla r ç e rçe v e sin ­
de ve nadir durum larda dışarı çık a rsa elbette bunun b ir zararı yoktur.

6 — RÜŞVET

İslâm rüşveti haram k ılm ış tır. Rüşvet alm ayı da, verm eyi de, aracı
olm ayı da y a sa k la m ıştır. «ResûllüHah (S.A.V.) rüşvet alanı, vereni ve
aracı olanı lanetledi.» A lla h Teaia şö yle buyurur: «Aranızda birbirinizin
mallarını hırsızlık, kumar ve gasb gibi haksız sebeplerle yemeyin ve in­
sanların mallarından bir kısmını bile bile yalan şahitliği gibi günahla ver­
mek için, o malları rüşvet olarak hakimlere aktarmayın.» (212)
R üşvetin yaygın olduğu devlette hem devletin, hem cem iyetin ve hem
de ferdin başına gelen birçok fıtr î ceza vardır.
Bu cezalardan ilki: Hakka ancak batıl yollarla ve rüşvetle u la şıla ­
cağı dü şü ncesin in yaygın olduğu toplum da ö lçü le r kaybolur. Güven y ı­
k ılır. Şüpheler yaygın laşır. Toplumun d evletine güveni kalmaz. Ondan
intikam alm aya ç a lışır. Y ık ılm a s ı için gayret eder.
İkincisi : R üşvet yayg ın laştığ ınd a her insan onu ödem ekle karşı kar­
şıya kalır. Rüşvet alan, aldığını' başka alanlarda rüşvet olarak yatırm ak
m ecburiyetindedir.

212 — B a k a r a : 188

548
İSLÂM1N MÜEYYİDELERİ

Üçüncüsü : Rüşvet yiyen daim a durumunun ortaya çık ıp rezil olma


korkusuyla yaşar. Rüşvet verenin durumu da bundan pek farklı değildir.
Dördüncüsü : R üşvet alanın da, rüşvet verenin de itibarı kalmaz.
Ona kim se saygı duymaz. M a lî ta sa rru fla rın ın tamam ı bu açıdan değer­
le n d irilir. Eline mal geçti mi, rüşvetten geçtiği söyle n ir. O zaman ruhî
bunalım lara m übtelâ olur. Vicdanı körelir. Başkası kendisine, kendisi de
başkalarına kin besler. K e ndisi hakkında sö yle n e ce k iyi yönlerine a ld ırış
edilm ez. Bu durumu a ile s in i de e tkiler. Onun da toplum da itibarı düşer.
B e şin c isi : Bu gibi davranışlara m üsam aha gösteren toplum larda
hak hukuk kaybolur. K uvvetli zayıfı ezer. D e vlet hakkı gayr-ı m eşru y o l­
larla fe rtle rin elin e geçer. Böyle bir toplum da ihanet için yarış yapılır.
D eğerler kaybolur, nihayet y ık ılır gider.
Bu sa yd ık la rım ız cezalardan birkaçıdır.

7 — İYİLİĞİ EMİR, KÖTÜLÜKTEN SAKINDIRMA VE CİHADI


TERKETMEK

M üslüm anlar iy iliğ i em retm eyi, kötülükten sakındırm ayı ve cihadı ter-
kettiklerin d e birçok fıtrî cezaya ça rp tırılırla r.
H er şeyden önce İslâm üm m eti dışta düşm anlara, içte m ünafıklara
karşı ze lil duruma düşer. Bu bir vakıadır. Günüm üz İslâm üm m etinin du­
rumu açıktır. R esûlüllah (S.A.V.) m üteaddit hadislerde bu âkibete işa re t
etm ektedir :
«Borca alış-veriş yaptığınız, sığırların kuyruğuna tabi olup ekine rıza
gösterdiğiniz ve cihadı terkettiğiniz zaman Allah üzerinize bir zillet mu­
sallat eder. Siz dininize dönmedikçe onu üzerinizden kaldırmaz.»
«İyiliği emredecek ve kötülükten sakındıracaksınız. Değilse, Allah,
kötülerinizi üzerinize musallat edecek ve iyilerinizin sözü dinlenilmeye-
cektir.»
İyiliği em ir ve kötülükten sakındırm a yapılm adığı takdirde toplumun
başına gelecek cezalardan biri de zulüm ve sa p ıklığ ın yaygın laşm ası ve
fitnenin in tişa rıd ır. Hadis-i şe rifte şöyle buyurulur :
«— Kadınlarınız azdığı ve gençlerinizin fişka girdiği zaman durumu­
nuz ne olacaktır?»

Sahabeler :
— Bu da olacak mı, ya R esûlü llah ?
— Nefsimi kudretinde tutana yemin ederim ki evet. Hem de daha
şiddetlisi olacaktır.

549
İ SL ÂM

— Ondan daha ş id d e tlis i ne o la b ilir, ya R esûlü llah ?


— Marufun (iy iliğ in ) münker (kötülük) ve münkerin maruf olarak
karşılandığını görürseniz ne dersiniz?
— Ya R esû llü lla h , bu da mı olaca ktır?
— Nefsimi kudretinde tutana yemin ederim ki bu da olacaktır? Hem
de daha şiddetli şeyler olacaktır.
— Bundan daha ş id d e tlis i ne o la b ilir ya R esû llü lla h ?
— Münkeri emredip marufdan sakındınrsamz, ne dersiniz?
— Ey A lla h 'ın R esulü, bu da mı o la ca k tır?
— Evet, nefsimi kudretinde tutana yemin ederim ki bu da olacaktır.
Yüce Allah şöyle buyurdu: «Bana yemin ettin (ey resûlüm ) onlara öyle bir
fitne vereceğim ki, akıllı kişi onda şaşkına döner.»
Bugün için de bulunduğum uz durum işte budur.
Cezalardan diğer bir tanesi de, üm m etin kalb le ri arasında ih tilafın
d ü şm esi ve bir b irlik kuram am alarıdır. Çünkü hak kaybolduktan sonra
ne üzere b irlik o la b ilir ki. S a p ık lık y o lla rı pek çoktur.
Hadis-i şe rifte şö yle buyurulur :
«İsrailoğulları ma’siyetlere düştüklerinde âlimleri önce onları bundan
nehyettiler ancak onları dinleyen olmadı. Sonra onlar da onlarla oturup
kalktılar, yeyip içtiler. O zaman Allah bazılarının kalblerini bazılarınkine
düşman kıldı ve Davud'un dili onları lanetledi... âyeti okudu... Yaslanmış
haldeydi, oturdu ve: Hayır, Nefsimi kudretinde tutana yemin ederimki,
siz onları hakka getirmedikçe (a y n ı d u r u m a d ü ş e r s i n i z ) »
B ü tü n b u n la r ın s o n u c u h e la k v e ö lü m d ür. İs lâ m Ü m m e ti, k e n d is in e
hayat veren şeyden «Allah ve Resulü sizi, size
u za k la ş ın ca n e si k a lır:
hayat veren şeye davet ettiklerinde icabed edin» İ s l â m ’ ın b e k a s ı a n l a m ı ­
na g e l e n iy iliğ i e m ir , k ö t ü lü k t e n s a k ı n d ı r m a k v e C i h a d ı t e r k e t m e k h e l a k
o lm a k d e m e k tir.

8 — MÜZİK VE AHLAK BOZUCU ŞARKI

1 — D e v a m lı m ü z i k d i n le m e k , beşer n e fs in i s ü re k li b ir rehavete
s ü rü k le r. İnsanda, hevâ ve heves e ğ ilim le ri k u v v e tle n ir. R a h a t ın a d ü ş ­
kün o lu r . T e k l i f v e m e ş a k k e t l e r d e n h o ş l a n m a z . M i l l e t iç in bu, t e m e ld e n
b ir t e h l i k e d i r . O zam an m ille t y ü k le n d iğ i g ö re v in şu u ru n a varm az. Fe­
d a k â r l ı k d u y g u la r ı k ö r e i ir . M ü z i k ve a h lâ k bozucu ş a rk ıla rı d i n le m e k t e n
doğan ilk c e z a b u d u r. M ille t le r in ta rih in i i n c e le , m ü ziğ e d a la n h e r m i l ­
le t in t e s l i m b a y r a ğ ım ç e k tiğ in i ve m ü c a d e l e a z m in i y i t i r d i ğ i n i görürsün.

550
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

2 — M ü zik Iehviyâtın zirv e sid ir. Lehviyât ise, dünya hayatının z ir­
v e sid ir. İnsan'ın m üzik ve nağm elere dalm ası ve devam lı ona yön elm esi,
pratik hayatında ruhî açıdan âhiretten sapar. Onu unutur. Bütün duy­
guları dünya m etaına yön elir. G ö rev le rin i hakkıyla yerin e getirm ez, in­
san hayatını incele. Erkek olsun, kadın olsun m üziğe düşkün ise sorum ­
lu lu kların ı yerin e getirm ekte m utlaka te m beldir. Bir k ısm ın ı yerin e g e ti­
rirse , d iğ e rle rin i yerin e getirm ez. M ü zik insanın yüce duygularını ge r­
çekten uyuşturur, insanın kalbinde dünyaya bir pencere açar.

3 — İnsanın zam anı normal o larak ça lışm a , g e lirin i elde etme, uyku,
yem e-içm e ve diğer şe y le rle geçer. G eri kalan vaktini kendi n e fsin i İslah
etmek, fa zile t ve kem alatım arttırm ak hu susların da harcam ası gerekir.
Vaktini bu gibi şeyle rd e harcayan bir toplum un geleceği için h ayırlı şe y ­
ler um ulur. A m a boş v a k itle rin i lehviyât ve boş avuntularla g e ç irirle rse
o toplum un hayatı hayvan hayatına döner. Yem ek, içm ek, eğlenm ek ve
diğer dünyevî hedefler dışında h içb ir hedefi kalmaz. İnsan hep bunlara
götüren y o lla rı ara ştırır.
4 — Bütün bunlara fa s it b ir hayal ve değ ersiz duyguların, çirk in
dü şü ncelerin ve sa pık iste k le rin m ahsulü olan şa rk ıla r da e k le n irse bu,
m ille tin ruhu için ölüm dür. Böyle bir m ille t hergün biraz daha özünden
uzaklaşır.
Şarkı, bir m ille tin eğitim ind e o m ille tin kanunlarından daha e tk ilid ir.
Konfüçyüs'ün bu konudaki sözü pek hekim ânedir: «Bir m ille tin kanun
koyucularından önce bana şa rk ıla rın ı tanzim edenlerden haber verin.»
İnsan eğitim inde şa rkın ın e tk isi diğer şe y le rin e tkisin d e n daha çoktur.
Çünkü o, nefse ve duygulara daha yakındır. Eğer m ille tin gece-gündüz
din le d iğ i şa rk ıla r zik re ttiğ im iz neviden ise vay bu m ille tin haline. G ö re­
vini yerin e getirm e se v g is in i y itire n bir m ille t y ık ılış ve intihara doğru
gidiyor dem ektir.
Bu durumda insanın etrafında döndüğü m erkez, le zze tle re kulluktur.
Ş a h sî m enfaattir. «Ben» den başka herşeyi unutm adır.
M ü zik ve fa s it şa rk ıla rla insan ölçüsünü kaybeder.
İnsanlara bak! Falan kadın veya erkek se s sanatkârını duydukların­
da nasıl davranıyorlar? N asıl harekete g e çiy o rla r? N a sıl bağırıp ç a ğ ırı­
yo rla r? N asıl se rm e st oluyo rlar?

5 — Z ikre ttiğ im izin tam am ı m ille t içe risin d e ne ferdin ve ne de


toplum un yararınadır. M ille t c a n lılığ ın ı, sa ğ lık lı duygularını ve bütün ma­
nevi kuvvetlerin i bu gibi şe y le rle kaybeder.

551
İ SLÂM

9 — KANUNLARIN UYGULANIŞINDA TARAF TUTMAK

R esûltüllah ( S A V .) şö yle buyurur: «Sizden öncekiler şunun için he­


lak oldu: Aralarında soylu biri hırsızlık yaptığında ona cezayı uygulama­
dılar. Ama zayıf biri hırsızlık yaptı mı hemen cezasını verdiler. Allah’a
yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fatima hırsızlık yapacak olsa mu­
hakkak elini keserim.» (213)
A lla h ’ın şe riatınd a tem el, herkesin ş e ria t karşısın d a e ş it durumda
olduğudur. Şayet d e v le t kanunları bazılarına uygular ve bazılarına uygu­
lam am aya k a lk ışırs a fıt r î ceza hemen g e lip çatar.
D evletin heybetini kaybetm esi ve in san ların b a ğ lılığ ın ı y itirm e si ve
neticede hakim iyetinin sa rsılm a sı bu fıtr î cezalardandır.
Bu cezalardan diğer b ir tanesi de su çların artarak yaygın laşm asıdır.
Çünkü k işi ya soylud ur ki o zaman soyuna güvenerek su ç işlem ekte bir
sakınca görmez. Yahut z a y ıftır ve so y lu la rı örnek edindiği için onun da
su ç işlem e e ğ ilim i fazladır.
H alkın m ünker şe y le re a lışk ın olm aları, o ortam da yaşam aları o iy i­
liğ in garip kalm ası yine bu cezalardandır.
Kanunların uygulanm am aları sonucu halkın genel bir korkuya kap ıl­
m ası yine bu cezalar arasındadır. H addini aşan ce zasın ı çekm ediğinden
her insan mal, nam us ve canı için korku iç e risin d e o la ca k tır ki bu bir
azaptır.
Bu cezalardan diğer 'bir ta n e si de: M azlum hakkını elde etm ekten
ü m itsiz olduğu için etrafa sa ld ırır. H ak’tan sapm alar çoğaldıkça s a ld ırı­
lar da artar. M ille t fe rtle ri arasında d ü şm anlık başg ö sterir. D evlete karşı
ayaklanm alar olur, iş le r bozulur. En ufak b ir tahrikte halk de vle ti yıkm ak
ve ih tilâl için ayaklanır.
Bu sa yd ık la rım ız 'ortaya çık a ca k cezalardan ancak birkaç ta n e sid ir.

10 — İLİMDE İFRAT

Farz ilim le rd e n her b irin in her bölümü farz-ı ayn veya farz-ı kifayedir.
Bunlarda yap ılacak a ş ır ılık cezayı ge re ktirdiğ i gibi m ekruh yahut haram
olan ilim le ri öğrenm ek de fıtrî ce zala rı g e re ktirir.
M e se lâ güzel ahlâkı öğrenm ek ve öğretm ekte aşırı g id ile c e k o lsa te r­
biyenin asg a risi b ile elde edilm ez. Bunu yapan k işi başkalarına eziyye t
verd iği gibi kendi ken disine de e ziy ye t eder. K iş iy i görürsün b a şkasıyla

213 — B u h a d isi b eş h a d is k ita b ı r iv a y et etm iştir.

552
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

alay eder, başkasına söver ve kim seye saygı duymaz. K işi insanlara nasıl
davranırsa onlar da ona öylece davranırlar. İfrata düşm üş toplum un her
ferdi için bu bir azaptır.
Farz-ı kifaye olan farzlardan herhangi birinde a şırı g ittiğ im izd e o
konuda başkasına muhtaç oluruz. Başkaları da bize kin besler. Bize ya­
rarlı olm ayan şa rtla r ile ri sürer. Yahut bizi aldatır. Ondan faydalanm ak
iste d iğ im iz yönde o bizi köstekler. Bütün bunlarda azap vardır.
Z ararlı olan kitapların yazılm asına, halkın elin e geçm esine m üsam a­
ha gö ste rd iğ im iz an ilk göreceğim iz zarar halkın v a k itle rin in boşa harcan­
m asıdır. Sonra, bu kitapların se m e re leri onları okuyanların d ü şü n ce le rin ­
de bir takım gö rüşle r ortaya çıkar. A zap yaygın laşır: «Başka yollara ve
dinlere uyup gitmeyin ki, sizi onun yolundan saptırıp parçalamasınlar.
İşte Allah kötülükten sakınasınız diye, size bunları emretti.» (214)
Bundan da anlıyoruz ki, ilm in her dalında aşırı gitm ek doğru olm a­
yan bir davranıştır.

Bu on m isal ile A lla h 'ın e m irlerind en ayrılm aktan dolayı ortaya çıkan
fıtrî cezaların b azısını açıklam ak isted ik. A ş ır ılık ve sapm a sünnet, vacip
ve farzlarda o lab ile ce ğ i gibi m ekruh ve haramda da olab ilir.
M isv a k sünnetini terketm ek d işle rin bozulm asına ve ağızın pis kok­
m asına v e sile d ir.
A v re t y e rle rin in ö rtülm em esi İslâm te rb iy e sin in tem el ahlâk kaid ele­
rinden bir kısm ın ın y ık ılm a sın a sebeptir.

Namaz kılm am ak, akideyi taşıyan kalbin ölüm üyle akidenin ölüm ü­
ne v e s ile d ir. Kalb ölünce de insan A lla h , Resûlü ve şeriatınd an gafil ka­
lır. A lla h 'a kulluktan sapmak, -başkasına: Hevâya, puta, insana vs. ye
kulluğa götürür. İnsanın insana veya şeytana kulluk etm esi çok çirkin
bir durumdur. O zaman insanın h içb ir değeri kalmaz. Hergün fıtra tın ın
asaletinden b irş e y le r kaybeder. N ihayet hayvan olup çıkar.

İnsanlar İslâmdan yahut onun bir bölüm ünden sapm anın n e tic e s in ­
de uğ radıkları m u sib etleri b ilm iş olsa lard ı A lla h 'a itaattan ve şeriatına
uymaktan başka bir şeye kalb le ri mutm ain olm azdı. Lâkin A lla h 'ın sü n­
netinin gereği budur: Sapacaklar ve azap gö recekler. Kendi ken dilerin e
zulm edecekler. A m a buna akıl e rd irem eyecekler.

214 — En'am : 153

553
İ S L Â M

Üstad Seyyid Kutub, A lla h ’ın dininden ve O ’na iman etm ekten sap­
ma üzerine terettüb eden cezaları fıtratın cezası olarak isim le n d irip
«İslâm ve M ed eniyetin Problem leri» isim li kitabında buna bir fa s ıl ayır­
m ıştır. Bu fa sılın ta şıd ığ ı üstün d e lille ri ve konunun m ükem m el bir ş e k il­
de işle n işin i göz önünde bulundurarak tam am ını buraya aktarm akta fay­
da buluyoruz :

Üstad şöyle diyor :


İnsan için kurtuluş yoktur... Buna rağmen insan Rabb’ından, O'nun
yol ve hidayetinden u zaklaşm ıştır. Kendi n efsine tapm ış ve n e fs î arzu­
larım ilâh e d in m iştir. Y in e insan kendi nefsini bile b ile m em iş ve d e lilsiz
olarak bataklıklarda ç ırp ın ıp k alm ıştır. H ayatının yolunu da bu b ilg is iz ­
lik ve n e fsî arzuları üzerinde çizm iştir. B öylece A lla h 'ın d an , O ’nun yara­
tılışın d a n ve gösterdiği yoldan bu şid d e tli k a çışıy la A lla h 'ın kendisine
bahsettiği fıtratın a d ü şm anlık etm iştir.
Kurtuluş yoktur!.. Buna rağmen insan Rabbınin ken disine verdiği
değeri reddetm iştir. A lla h onun insan o lm asını isted iğ i halde kendi ken­
d isin i hayvan kabul etm iştir. A lla h ondan âlete m ühendis o lm asını iste ­
diği halde ken disi âlet olm ayı te rcih etm iştir. Hatta âleti kendisine iste ­
diği gibi hükm eden ilâh yerine koym uştur. İktisadı da ayni şe k ild e ilâh
e d in m iştir. Halbuki A lla h onun hem m addeye ve hem de iktisada efendi
o lm asını iste m iştir. Fakat o, sadece kilise d en ve k ilise n in ilâhından kur­
tulm ak için A lla h ’ın ken disine verd iği bu değerleri bir tarafa atm ıştır.
Kurtuluş yoktur!.. Buna rağmen insan, kadını lâtif, erkeği de haşin
bir hayvan kabul etm iş ve aralarındaki birleşm enin gâyesini sadece lez­
zet ve şehveti tatm in de re ce sin e in d irm iştir. Böylece unutm uştur ki; A l­
lah, bu m ünasebeti çok yü celtir, te m izle r arttırır... B ir yönden hayatın
uzam asına, diğer yönden de hayatın ile rle m e sin e sebep yapar. Onunla
İnsanî m edeniyet hamurunu yoğurur. A ile d e n istikb a lin kucağını, kadın­
dan da nefîs ürünün koruyucusunu meydana getirir. Onu, lezzetin bir
âleti olm aktan çıkarır. O, evde «insan» denen m addeyi m eydana ge ti­
rirken, fabrikada alelâde bir m addeyi intaç için ça lışm a sın a mani olur.
Kurtuluş yoktur!... Buna rağmen insan bütün gücünü maddi sahaya
hasretm ek için «insanlık» ö z e llik le rin i bir tarafa atm ıştır. H ayatın tam a­
m ını maddi esas ve tem e lle re dayam ıştır. Duyu organlarındaki ca n lı bü­
tün lâ tif ve yüksek değerli h isle ri alt üst e tm iştir. H albuki şu kâinatta na­
dir, e şsiz yaratık olm ası d o la yısıy la insana bu m evhibeler A lla h ta rafın ­
dan bah şed ilm iştir. Ki, bu m evhibeler bütün tenakuzları hârika bir siyak
içinde şum ulü altına alır.
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

K urtu luş yoktur!... Buna rağmen insan düzenini fa iz üzere kurm uş­
tur. B öylece g e lirin tam am ı birkaç bini geçm eyen bankacı v e fa izcin in
elin e geçm ektedir. V e bu fa iz c ile r m uhteşem yazıh anelerin, İktisadî na-
za riy e le rin ve tüm basın yayın organlarının arkasında g izle n m işle rd ir.
N e tice olarak, yine kurtuluş yoktur. Buna rağmen insan A lla h d ı­
şında maldan, n e fs î arzularından, maddeden, gelird en, k a rşıt cinsten,
topraktan ve kanunlardan ilâ h la r e d in m iştir. Ki bu son k ısım ilâ h la r kul­
lara yeni yeni anayasalar koym akla A lla h ’ın, kanun koyma hususundaki
ih tisa sın ı ve O ’nun kulları üzerindeki A lla h 'lık hakkını gasbederler. Bü­
tün bu ilâ hla rı y a ln ız A lla h ’tan uzaklaşm ak ve O ’nun ibadetinden m üs­
tağni kalm ak için e d in m iş ve onlara ibadet etm iştir.
K urtu luş yoktur!.. Buna rağmen insan fıtra tın ce zasın a m üstahak o l­
mak iç in bütün bunları yapm ış... A lla h ’a m uhalefetin derin ve te s irli n i­
dasına uym ak su re tiy le insan, bu cezaya m üstahak olm uştur.
A lla h ’ın bu şe k ild e k i irad esin e k a rşılık , insanın karşı koym ası hiç
reva görülür mü... Bütün bunlar olur mu?

Ve... Oldu...
İnsan bütün bu m uhalif nidalara uym uştur. N e fsi ve âsâb iyle uy­
muştur... Bedeni ve âfiyetiyle... Saadeti ve sukûnu ile... M e v h ib e le ri ve
hu sû siyetleriyle ... Dünyası ve âhiretiyle... uym uştur!...
Uym uştur... Fakat, maddi m edeniyetin z irv e s in e u la şm ış m ille tle r­
de b ile bu sebepten n e sil, inkiraz tehdidi ile karşı karşıya k a lm ıştır, in­
sa n lık h u sû siy e tle ri barbarlığa dönüşm üştür... M ed e n iy e tin dayandığı il­
min uçurum lara sü rü k le n m e siy le zekâ ve akıl tehdid e d ilm iştir. Ve en
sonunda m edeniyetin ken disi helâk te h lik e s iy le karşı karşıya kalm ıştır.
B öylece bugünkü y o lla rıy la tekniğin m uhtaç olm adığı bütün kuvvet­
leri yüz üstü atm anın b e lirtis i ç ık ıv e rm iştir. Feveran için de bulunan mad­
di toplum un istik b a li için rah atsız edecek ha lle rin b e lirtile ri... D in siz m e­
den iyette fe ls e fe le rin ve diğer halle rin ortaya attığı ruhî, bo şluk b e lirtile ­
ri... ç ık m ıştır. Ve bütün bunlar asabi, aklî, n e fs î h a sta lık la r ve şa şk ın lık ,
d e lilik , nefret, a y rılık ve c in a y e t gibi durum larda b e lirm iştir...

A y n i zamanda bu yolla; insandan bütün h u su siy e tle ri a lın m ış olduğu


halde b ir hayvan, b ir madde durumuna sokulm uş, şe h ve t arzularına e s ir
b ıra k ılm ış tır. Evet, insanı b ir madde ve b ir hayvan durum una sokm a te ­
m ayü lleri ç ık ıv e rm iştir. Ve bu, in hilâl, m anevi çöküş, bütün d eğ erleri selb,
diktatörlüğü ve yem ek, içm ek ile bozgunculuktan başka h içb ir m aksadı
olm ayan patronluk hayatını kabul şe k ille rin d e b e lirm iş ve görülm üştür.

555
İSLÂM

Bütün b e şeriyetin bu ağır ve korkunç cezayı çekm esi m ukadderdir.


Ve bu, m u htelif ş e k ille rd e olm uştur: Ö ldürülm üş, yaralanm ış, sakatlan­
m ış ve azap görm üş m ilyonlarca insana mal olan korkunç savaşlar...
B irb irin i takip eden felâketler... Ürünün azalm ası ve çoğalm ası gibi fe­
lâketler... T ica rî terazinin acze doğru m eyletm esi... A y n i terazinin, faz­
lalığa m eyletm esi... M a h su lle rin azalm ası veya çoğalm ası... Neden azal­
m ası veya çoğalm ası... Şuradan ve buradan türlü türlü felâketler... Şu­
radan ve buradan türlü sa rsın tı ve ızdıraplar... B irb irin i takip eden is ­
tik ra rsız hayat... İnsan oğlunun taham m ül edem eyeceği âsâb buhran­
ları... Bunların n e ticesin d e ve bunların te s iriy le bazıları ölür... Bazıları
aklın ı kaybeder... B azıları kötürüm olur... Ve b ilm e d ik le ri ve hesap et­
m edikleri yerlerden ken dilerin e türlü türlü belâlar gelir... Fakat bütün
bu fe lâ ke tle r, yine ken dileri tarafından v e rilm iştir... K e n d ileri buna se­
bep olm uşlardır...
Evet bütün bunlar, kalblerin açılm adığı ve kulakların duym adığı A l­
lah'ın birer ihtarıdır!....
«Allah’ın nimetini, kendisine geldikten sonra kim değiştirirse; bilsin
ki, Allah’ın cezası şüphesiz şiddetlidir...» (215)
«İmanı inkârla değiştiren, şüphesiz doğru yoldan sapmış olur...» (216)
«Ey Muhammedi... Onlara, şeytanın peşine taktığı ve kendisine ver­
diğimiz âyetlerden sıyrılarak azgınlardan olan kişinin olayını anlat...»
«Dileseydik, onu âyetlerimizle üstün kılardık. Fakat o, dünyaya mey­
letti ve hevesine uydu. Durumu, üstüne varsan da, kendi haline bıraksan
da, dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir...» (217)
«Faiz yiyenler mahşerde ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı
gibi kalkarlar. Bu, onların, «zaten alış veriş faiz demektir» demelerin-
dendir. Oysa Allah alış verişi helâl, faizi haram kıldı. Kime Rabbinden bir
öğüt gelirde faizcilikten geri durursa, geçmiş olanlar kendisine kalır, onun
işi Allah’a aittir. Kim faizciliğe dönerse, işte onlar cehennemliktir. Onlar
orada temelli kalacaklardır...»
«Allah, faizi eksiltir. Sadakaları bereketlendirir. Allah, faizi helâl sa­
yan hiçbir günâhkârı sevmez....» (218)
«Ey iman edenler!... Allah’tan sakının. İnanmışsanız, faizden artakal-
mış hesaptan vazgeçin...»

215 — B a k a r a : 211
216 — B a k a r a : 108
217 — A ’r a f : 175-176
2 18 — B a k a r a : 275-276

556
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

«Böyle yapmazsanız, bunun Allah'a ve Peygamberine karşı açılmış


bir savaş olduğunu bilin... Eğer tevbe ederseniz, sermayeniz sîzindir.
Böylece haksızlık etmemiş ve haksızlığa uğramamış olursunuz...» (219)
«Asr’a and olsun ki, insan hiç şüphesiz hüsran içindedir. Ancak ina­
nıp yararlı iş işleyenler, birbirlerine gerçeği tavsiye edenler ve sabırlı ol­
mayı tavsiye edenler bunun dışındadır.» (220)
Şim di de m a te ry a list m edeniyetin te s irle ri ve m edeniyetin zirv esin e
u laşm ış bulunan m ille tle rd e ki büyük e tk ile rin i anlatm aya ça lışa cağ ız.
K itabın başında zik re ttiğ im iz dört konuya işa re t etm ekle yetineceğiz.
D e lille rim iz i fa rklı derecelerden ve d e ğ işik ortam lardan seçtik: A ra ş ­
tırm acı, ilm e inanan, ızd ırap lar karşısınd a A lla h a sığınan ve ondan başka­
sına önem verm eyen bilgin... D iğeri; Dine inanmayan ve fakat m antı­
ğının ışığın da beşeriye tin sürüklenm ekte olduğu büyük te h like y i sezen
filozof... Dine, akla, ilm e ve insan fıtratına inanan ve ayni zamanda bü­
tün te h like yi sezen filozof... Dine, akla, ilm e ve insan fıtratın a inanan ve
ayni zam anda bütün bunların te şh is ve tedavi konusunu bilen araştırm acı...
D iğer biri: Konunun önem ini takdir edip ge re ktirdiğ i cid d iy e tle onu teda­
vi eden doktor... D elil olarak gö ste rd iğ im iz diğer biri de: Gazete sütûn-
larını doldurm ak, okuyucuları okumaya sevketm ekten başka h içb ir gâye-
si olmayan gazeteci....
Şahid getirm e konusunda bunlarla yetindik. Bir kitabın bir bölüm ün­
de yüzlerce şahid getirm eye ve hepsini dinlem eye gerek yoktur.
Dr. A le x is C arrei, «tabiî kanunlar» olarak isim le n d ird iğ i ve fakat bi­
zim « A lla h ’ın bütün insanları, k e n d ile riy le yarattığı kanunlar» olarak isim ­
le n d ird iğ im iz mevzuda; insanların, bu kanunlara uym adığını sö ylem ekle
işe başlam akta ve bundan dolayı bu s e rt kanunlara uym ayanların çektik-
tik le ri ve mutlaka çe ke ce k le ri cezaları kendi m üşahedelerine göre be-
lirtm kte ve bu neticeden dolayı be şeriye tte b ilfiil vaki olan şeye işaret
etm ektedir :
Ben, bu kitaba başlam adan önce onun güçlüğünü, yarı yarıya imkân­
sız olduğunu biliyordum . A ncak bu işe g irişm e se y d im muhakkak bir baş­
kası teşebbüs edecekti. Çünkü insan, bugün m edeniyetin gittiğ i yoldan
onu takibetm ekten âcizdir. Çünkü yok olup gitm ekle karşı karşıyadır.
M addi ilim le rin g ü ze llik le ri insanı aldatm ıştır. Duygu ve dü şü ncelerinin
tabiat kanunlarıyla ç e liştiğ in in farkında değ ildir. Bu kanunlar dünyevî ka­
nunlarla katılıkta e şit olsa bile onlardan daha kap alıdırlar. DemeJ< ki,

. 219 — Bakara : 278-279


220 — Asr Sûresi

557
İSLÂM

gerçek ken disin i kosm ik âlem e ve benzerlerine bağlayan zarurî m ünase­


betleri ve g e re kle riy le zekâsın ın m ünasebetlerini öğrenm esi elzem ­
dir. İşin doğrusu, insanın her şeyden üstün olduğudur. Onun dejenere
olm ası, m edeniyetim izin gü ze lliğin i, hatta azam etini y ıka b ilir. Bu kitap bu
se b ep le rle y azılm ıştır. (221)

«İnsan modern toplum un farzettiği m irasın, so syal sahanın, âdetle­


rin, hayatın ve düşünüşün n e tic e sid ir. Bu insanın vücuduna, bu âdetlerin
n asıl te s ir ettiğ in i izah e tm iş bulunuyoruz... Ve öğrendik ki; teknolojinin
yarattığı sahaya nisbe tle insan, kendi n e fsini tatm in etm eye m ükteair de­
ğildir. Ve bu saha, onun helâkine ve in h ila lin e sebep olur. İlim ve tekno­
loji de onun bu a şırı ve korkunç durumundan m e s u l olan tek v arlık, biz-
leriz... Fakat biz, mem nû' ile m eşrû arasını ayırm ayı bilem edik. Biz, ta­
b iî bütün kanunları nakzettik ve bununla çok büyük hataya düştük... Ve
böyle bir hataya düştüğüm üz için bunun sorum luluğundan kurtulm aya­
cağız... «İlmî dinin» ve teknik bütün âdabın kuralları «biyolojik hakikat»
için atılan adım ın altında e zilm iştir. Hayat, yeryüzünde se rb e stçe geze­
bilm ek için izin istediğinde; ken disini k ö ste kle ye cek bir cevaptan baş­
kasını bulamaz... Bunun için m edeniyet, bir uçuruma doğru gitm ektedir.
M adde ilim le ri bizi, kendim izin olm ayan bir toprağa sü rüklem iştir... Biz
de, onun bütün dü stu rların ı itira z sız kabul ettik... B öylece fert, haliyle
zayıfladı, tek taraflı kaldı... Facir, aptal ve kendi kendine bile hakim ola­
mayacak duruma düştü...» (222)
«M odern m edeniyette fertte görülen sıfat, am elî hayata te vcih ettiği
arzunun ifratıdır... A yn i zamanda böyle bir toplum da insan, «cehaleti çok,
zekâsı mahdud» olarak sıfatlanabilir... Vücudunun uyduğu her hangi bir
konudan kendini alıkoyam ıyan aklî bir zafı da vardır... Böylece apaçık
olm uştur ki; ahlâk zayıflayınca, akıl te slim olmaktadır...» (223)
«M odern m edeniyet, hayal, zekâ ve ce sa re t bakım ından kuvvetli bir
toplum yetiştirm e y e m uktedir değildir... Zira her m em lekette um umi iş ­
leri yürütm ekte olanların bile a k lî ve edebî se v iy e le ri de ğ işik ve düşük­
tür...» (224)

«M odern m edeniyette kendi a n la y ışla rıy la yüksek bir ahlâk ö rneği­


ni takip ve tatbik eden k im se le ri pek az m üşahede edebiliriz....» (225)

221 — A le x is C a r r e l, în s a n Bu M e ç h u l, s. 10-11
222 — A yni E ser, s. 332
223 — A yni E ser, s. 36
224 — A yni E ser. s. 37
225 — A yni E ser, s. 160

558
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

«Kendi işle rin d e h isse d e re k iyiyi ve güzeli yapmaya çalışa n la r, intaç


edenlerden çok daha m esutturlar. Zira intaç, istih lâ k i doğurur. Bugün­
kü haliyle teknoloji, işç iy i; güzeli yapmaktan mahrum etm iştir...» (226)
«Lâtif, güzel ve d in î şuurun yeşerm esin e mani olm ak, şu dünya m er­
tebesind e arızalı ve za y ıf a k ıllı kim se le rin varlığ ına sebep olur. Halbuki,
a k lî tekâm ül ettirm e öğretim i, her fertte te sirin i gösterm ektedir. Bunun­
la beraber hemen her yerde bu gibi şa h ısla rı m üşahede etm ek müm­
kündür...» (227)
«En medeni insanlar, çok ib tidâî bir şuurla ortaya çıkm aktadırlar.
Onlar, modern toplum da ferdin hayatım tem in eden kolay işle re mükte-
dird irle r. İntâç ve istih lâ k ede rle r ve fizy o lo jik arzularını tatm in ederler.
Spor m üsabakaları, haşin ve ancak ço cukları tatm in eden sinem a filim -
le rin i seyretm ekten zevk a lırla r. Tıpkı bunun gibi, bir yerden diğer bir
yere çok hızlı olarak ve yorulm adan intikalden, çok hızlı hareket eden
şe y le ri seyretm ekten de zevk alırlar. Onlar, m üreffehtirler... Şefkat sa ­
hibidirler... Şehvetperesttirler... H aşîndirler... G ü ze lliğ i hissetm ekten
dini ve edebî duygulardan mahrumdurlar...» (228)
«Şuur hayatında uyumun olm am ası şu asrım ızın m üm eyyiz bir v a s fı­
dır...» (229)
«Genel anlam da uzvî h a sta lıkları doğurmak düşüncenin yeteneği ha­
lindedir. M odern hayatın is tik ra rs ız lığ ı ve sü re k li te p k ile r öyle şuur hal­
leri doğurur ki, m ide ve barsaklarda asabî ve bünyevî bozukluklar, ha­
z ım s ız lık ve bağırsak m ikroplarının kana karışm asına sebep o lab ilir. Ko-
lik le rle bunlara refaket eden böbrek ve m esane iltih ap la rı zihn î ve ma­
nevî m ü va zen e sizlikle rin uzak n e tic e sid ir. Hayatın daha sade ve daha az
hareketli, tasanın devam sız bulunduğu so syal guruplarda bu hasta lıklar
âdeta hiç bilinm iyor. Bunun gibi, çağdaş beldenin gürültüsü için de ruhla­
rının sükûnetini muhafaza etm eyi bilenler, asabî ve uzvî teşevvü şlerden
masun kalıyorlar...» (230)
«Fizyolojik fa a liy e tle r gayri şu urî kalm alıd ırlar. D ikkatim iz, ken dile ­
rine atfolunduğu zaman bu fa aliye tle rd e k a rışık lık la r hasıl olur. Bundan
dolayı psikanaliz hastaların aklın ı hep kendi üzerlerine toplatarak, kim i
vakit, onların m ü vazen sizliğ ini büsbütün fa zlalaştırm ak n e tice sin i veriyor.

226 — A yni Eser, s. 162


227 — Ayni Eser, s. 168
228 — Ayni Eser, s. 169
229 — Ayni Eser, s. 170
230 — Ayni Eser, s. 177

559
İ SLÂM

İnsanın, sıhhatta bulunmak için, dikkati dağıtmayan bir dikkat sarfı ile ken­
dini unutm ası daha iyidir. M uayyen bir gâyeye göre fa a liye t ayarlanır­
sa, zihn î ve uzvî fo nksiyo nlar daha kâm il surette âh e nkleşirle r. A rzu la rın
b irle ş m e si aklın bir tek istikam ete yön elm esi, bir ç e ş it kalb huzuru v e ­
rir. K işi, fa aliye tte bulunm ak olduğu kadar m ürakebeye varm akla da
kendi kendisinde tem erküz edebilir. Fakat denizin, dağların ve bulutla­
rın gü ze lliğin i, sanatkârların ve şa irle rin şa h e se rle rin i, fe ls e fî tekerrürün
büyük in şalarını, ta b iî kanunları ifade eden riyazî fo rm ülleri tem aşa et­
mek yetmez. G e re kir ki, ahlâkî bir ideale e rişm e k için m ücadele eden,
eşyanın karanlığı arasında ış ık arayan, hatta m istiğin yollarında yürüye­
rek bu âlem in göze görünm eyen özünü bulm ak için kendinden geçen bir
ruh da olsun....»
«Şuur fa a liye tle rin in tevhidi, ahşâî ve asabî fon ksiyo n la r arasında
daha büyük bir âhengi tem in eder. A h lâ k duygusu ve zekânın ayni za­
manda g e liş tik le ri sosyal guruplarda beslenm e ve s in ir h a stalıkları, cin a­
yet ve d e lilik hayli nadirdir. İnsanlar bu guruplarda mutludurlar...» (231)
«M edeniyetim iz, şim diye kadar dim ağî fa a liye tle rim ize uygun bir çe v ­
re yaratm ayı başaram am ıştır. M odern insanlardan birçoğunun fik r î ve
ahlâkî kıym etlerin in zayıf o lm asını, p sik o lo jik ik lim in in y e te rsizliğ in e ve
fena terekkübüne atfetm ek lâzım dır. M odern ilim le rin anaları olan hıris-
tiyan m ille tle rd e a n la şılm ış oldukları ş e k ille riy le , entellektüel kültürü, gü­
ze lliğ i ve ahlâkı yok etm eye sevkeden endüstriyel dinin doğm aları, yani
m add ecilik ve fa yd a cılık olm uştur. A yni zamanda, yaşam a tarzındaki
d e ğ işik lik le r, ken dilerin e m ahsus şa h siye tle ri ve ananeleri olan a ile ve
ce m iye t guruplarının da dağılm asını intaç etm iştir. Kültür, hiçbir tarafta
tutulam am ıştır. G azetelerin, radyoların ve sin em aların geniş bir şe k ild e
yayılm aları, ce m iyetin entellektüel s ın ıfla rın ı en aşağı noktada bir s e v i­
yeye in d irm iştir. Hâla radyolar, kalabalığın zevkine giden bayağılığı her­
kesin evine kadar sokuyor. K o llejlerd e ü n iv e rsite le r kursla rın ın m ükem ­
m elliğ ine rağmen, a k ıls ız lık gitgide gen elleşiyo r. Bu a k ıls ız lık çoğu kez
ile ri fen b ilg ile riy le aynı zamanda m evcut bulunuyor.
M e k te b lile r ve ü n iv e rsite lile r zih in le rin i, a lış ık o ldu kları radyo ve s i­
nema proğram larının m anasızlığı kalıbına sokuyorlar. İçtim aî çevre, ze­
kânın g e lişm e sin i kolaylaştırm adıktan başka buna, hatta karşı g e li­
yor.» (232)
«Ayni cinsten olanlar arasında seksüel m ünasebetler ile rliy o r. C in s î
ahlâk yok e d ilm iştir. Psika n a lizcile r, kadınlarla erkeklerin ze vciye t muâ-

23 L — A yni Eser, s. 177-178


232 — Ayni Eser, s. 147

560
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

melelerini idare ediyorlar. İyilikle kötülük, haklılıkla haksızlık mevcut de­


ğil. Hapishanelerde yalnız az zeki veya muvazenesiz caniler var. Bun­
lardan daha kalabalık olan diğerleri serbestçe yaşıyorlar. Halkın geri ka­
lan kısmına iyice karışmış bulunuyor. Ve tiksinti celbetmiyorlar. Böyie
bir çevrede ahlâk duygusunun gelişmesi imkânsızdır. Din duygusu için
de vaziyet aynıdır. Papazlar dîni rasyonalize etmişlerdir. Dinden bütün
mistik unsurları kaldırmışlardır. Yine de modern insanları kendilerine
cezbetmemişlerdir...

«Yarı yarıya boş kiliselerinde boş yere zayıf bir ahlâk telkini yap­
maktadırlar. Bugünkü cemiyetin kadrosu, zenginler hesabına muhafa­
zaya yardım eden jandarmalar derekesine düşmüşlerdir. Yahut, politika­
cılar misâli kitlelerin hisliliğini veya anlayışsızlığını okşamaktadırlar...»

Ruh, beden kadar sağlam değildir. Zihin hastalıklarının tek başları­


na bütün diğer hastalıkların hepsinden çok olduğu dikkate layıktır. Do­
lup taşan delilere mahsus hastaneler ise, buralara yerleştirilmeye muh­
taç olanları alamayacak kadar kalabalıktır. New-York devleti içerisinde
yirmi ikide bir kişi, C. W. Beers’e göre, hayatının herhangi bir anında, bir
tımarhaneye girmesi gerekmektedir. Birle'şik Devletlerin tümünde, akıl
za’fından veya delilikten dolayı hapsedilenlerin toplamı, hastanelerde te­
davi edilen veremliler toplamından takriben sekiz defa çoktur. Delile­
rin tedavi edildikleri müesseselere her yıl 68.000 kadar vak'a arzolunu-
yor. Eğer kabuller bu hızla devam edecek olursa, bugün okullarla kolej­
lerde bulunan çocuklarla gençlerden bir milyon kadarı, bir zaman gele­
cek, zihin hastalıklarından dolayı tımarhanelere yerleştirileceklerdir.

1932 senesinde, Amerika’da devlet hastanelerinde 340.000 deli var­


dı. Bundan başka, 81.289 aptal ve sarâlı tedâvi altında, 10.951 tanesi de
serbestti. Bu istatistik hususî hastanelerde tedâvi edilmekte olanları kap­
samıyor. Bütün memlekette.500.000 zayıf akıllı vardır. Sonra milli akıl iji-
yeni komitesi vasıtasiyle yapılan teftişler göstermiştir ki, devlet okulla­
rında yetiştirilen çocuklardan en az 400.000'i sınıf derslerini faydalı şe­
kilde takip edemeyecek derecede az zekîdirler. Hakikatte, zihin bozuk­
luğu gösteren kimselerin sayısı bu rakamı çok aşar. Hastanlere alınma­
mış yüzbinlerce kişinin psikonöröza mübtelâ oldukları tahmin edili­
yor. (2333
Bu rakamlar, medeni insanların şuurundaki za’fın he derece büyük
ve gittikçe çoğalan bu za’f meselesinin modern cemiyet için ne kadar

233 — B ü tü n b u n la r e sk i is ta tis tik le rd i.


561
I SLÂM

önem li olduğunu gö sterir. A k ıl h a sta lık la rı tehdid ed ici oluyor. Bunlar


verem den, kanserden kalb ve böbrek hastalıklarından, hatta tifüsten , v e ­
ba ve koleradan te h lik e lid irle r. Bunların te h lik e si yaln ız ca n ile rin sa­
y ısın ı çoğaltm aktan ile ri gelm iyor. B ilh assa beyaz ırk ları gittik çe tahrib
etm elerinden geliyor. C a n ile r arasında toplum un geri kalan kısm ındakin-
den fazla za y ıf a k ıllı veya deli yoktur... G e rçi, hapishanelerde normal o l­
mayan b ir sürü insan görülüyor. Fakat daha önce sö y le d iğ im iz gibi, ca­
nilerden ancak b ir k ısım h a p sed ilm iştir. P o lisçe tutuklanıp m ahkem e­
lerde ce zala n d ırılan lar da aslınd a kusurludurlar. Z ihin h a sta lıkların ın çok­
luğu, çağdaş M ed e n iye tin pek büyük bir e k s ik liğ id ir y a şa y ışım ızın akıl
bozuklukları getird iğ ind en şüpheye mahal yoktur.
«M odern hayatta öyle muayyen ş e k ille r vardır ki. beyaz ırkı bile
çözülm eğe ve yok olm ağa sürükler.»

Zihni şahsiyet, uzvi şahsiyetten daha az b e lirlid ir. Çağdaş in san lar­
da bunun henüz m evcud olduğundan haklı olarak şü p h ele n ilir. Bazı mü-
şahidler, bu fik ird e d irle r, Theodore D reiser, bunu bir efsane sayar. M u­
hakkak ki yeni beldenin sa kin le ri ahlaki ve zihni zaafları bakımından
büyük bir y e k n e sa k lık arzederler. Orada fe rd lerin çoğu aynı tipte y e tiş ­
tir ilir. Bu tip bir s in ir lilik ve g e vşeklik, öğünme ve kendine güvenme,
kasgücü yorgunluğuna d a y a n ıksızlık karm asıdır. Bu tip, hem önüne ge­
çilm e z, hem az az şid d e tli ve bazan da hom oseksüel tenasül tem ayü l­
lerinden m ürekkebtir.

Bunlar, Dr. C a rre l'in modern m edeniyetteki İNSAN konusundaki gö­


rüşlerin den bazılarıdır.... Onun bundan başka gö rüşleri vardır... Biz onları
ayrı ayrı zikretm eyi düşündük... O görüşleri de; bu m edeniyette kadın
ve her iki c in s arasındaki iliş k ile r ile aynı m edeniyetin beşer cin sin in var­
lığ ın ı ve a k lî ve edebî s e v iy e s in i tehdid etm esi hakkındadır;

H iç bir ilave yapm aksızın onun «ilm i» te tk ik le rin i dinleyelim :

«Nihayet şunu düşünm eliyiz: Y eni hayat tarzı ırkın geleceği üzerin­
de nasıl bir etkiye sahib olacaktır. Çağdaş m edeniyetin cedlerim izd en
kalm a ad etleri d e ğ iştirm e sin e karşı kadınların m ukabelesi anî olm u ş­
tur. Doğum derhal aza lm ıştır. Bu pek önem li olay, fennin doğrudan doğ­
ruya veya v a sıta lı olarak meydana g e tirm iş olduğu ile rle m e le rd e n ilk
faydalanan so syal tabakalarla m ille tle rd e daha v a k itsiz ve daha te h lik e ­
li olm uştur. K ad ınların gönüllü k ıs ırlık la rı m ille tle rin tarihinde yeni de­
ğildir. G e lip ge çm iş m ille tle rin m e den iyetlerin in şu veya bu devrinde
vuku bulm uştur. Bu, k la sik bir alam ettir. M an asın ı biliriz...»

562
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

«Erkekle kadın arasındaki fa rkla r yaln ız tenasül cih azla rın ın hususi
şe k ille rin d e n , rahim in varlığından, adet görm ekten, veya terbiye tarzın­
dan ile ri gelm ez. Bunun sebebi çok daha derin dir. V e tenasül guddele­
rinin m ahsulü kim yevî m addelere bütün uzviyetin iş başından h asıl olur.
Bu e sa slı o layları b ilm e m e ktir ki, Fem inizm ö ncü lerin i, iki cin sin de ay­
nı te rbiye ye aynı işle re aynı se la h iy e t ve m e s ’u liye tle re m alik o la b ile ­
ceği fik rin e sü rü k le m iştir. H akikatte kadın erkekten pek başkadır. V ü cu ­
dundaki hücrelerden her biri c in sin in izle rin i ta şır. U zviyeti, hele s in ir
s is te m le ri de böyledir. Fizy o lo jik kanunları da y ıld ız la r alem inin kanun­
ları kadar m erham etsizd irler. O nların yerin e b e şerî arzuları koym ak im ­
kansızdır. O nları oldukları gibi kabule m ecburuz. K adınlar istid a tla rın ı
kendi tabiatlarına göre g e liştirm e li, e rke k le ri taklide y e lte n m e m e lid ir­
ler.»
Teşekkülüne baba ve anne m üsavî su rette yardım ederler. Fakat
ana yum urtaya nükleer m addenin yarısından başka, nüveyi saran bütün
protoplazm ayı da verir. Bu su retle de ceninin teşekkü lün de babanınkin-
den e h em m iyetli bir rol oynar
«Tenasülde erkeğin v a zife si, sü rek sizd ir. K ad ının ki ise dokuz ay sü­
rer. Bu sıra da cenin, dölyatağının gışalarından süzüldükten sonra ana­
nın kanından gelen m addelerle beslen ir. Ç ocuk, n e sicle rin in in şa sı için
anasından b ir takım kim yevî unsurlar alırken, ana da çocuğunun nesic-
lerin e ifraz olunan bazı m addeleri alır. Bu m addeler, fayd alı veya zararlı
o la b ilirle r. Z ira cenin, hem ananın hem de babanın nü kleer m addelerin­
den husule gelm ektedir. Bu, m enşei yabancı bir y a ra tıktır ki, kadirim vü­
cudunda y e rle şm iştir. Bütün g e b elik m üddetince kadın bu e tkinin a ltın ­
dadır. K im i v a k it cenin tarafından ze h irle n ir. F izy o lo jik ve p s ik o lo jik
vaziyeti daim a cenin in te s iri altında d e ğ işik liğ e uğrar. D e n ile b ilir ki d iş i­
le r hele m em eli hayvanlarda ancak bir veya b ir kaç gebelikten sonra tam
g e liş e b ilirle r. Ç o cuksu z kadınlar diğerlerinden daha az m uvazeneli ve
daha çok s in irli olurlar. Hülasa, n e sic le ri ta ze likle rin d e n ve bilhassa k ıs ­
men de kocaya aid iye tle rin d en dolayı ken dilerin kin den başka olan ce n i­
nin m evcudiyeti kadın üzerinde derin ce te s irlid ir. K adının doğum daki
fonksiyonu umumi su rette y a n lış b ilin ir. H albuki, bu vazifen in ifa sı,
onun tam g e lişm e si bakım ından zaru ridir. Bu seb eb le de kadını analıktan
alıkoym ak m anasızdır. D e lik a n lıla ra v e rile n en te lle ktü e l terbiye, hayat
tarzına, genç kızları da tabi tu tm am alıdır. T e rb iy e cile r, erke kle d işin in uz-
vi ve dim ağı a y rılık la rın ı ve ik isin in de ta bii ro lle rin i göz önünde bulun­
du rm alıdırlar. İki cin s arasında u zla ştırılm a z b a şk a lıkla r vardır. M edeni
dünyanın kuruluşunda bunları dikkate alm ak elzem dir...

563
İ SLÂM

K ızla rın öğretim program larının, fizy o lo jik durum larına ve akli ka­
p a site le rin e göre ayarlanm am ış olm ası ve böylece diğer çocuklara ve
küçüklere tatbik edilen programa göre y e tiş tirilm e le ri acaip değil m idir?
Kadına, yaln ız gebe kalıp doğurm aktan ibaret olm ayan, fakat aynı za­
manda küçüklerin bakım ı olan tabii v azifesi geri v e rilm e lid ir.
C in s î m ünasebetlerde m übalağanın dim ağı faaliye ti sü ratlen dirdiği
iyice b ilin ir. Zekânın bütün kudretiyle b e lire b ilm e si için hem iyi g e lişm iş
c in siy e t guddelerinin v arlığ ı, hem de c in si arzunun m uvakketen baskıda
kalm ası lazım dır.
Freud c in si in d ifa’ların şuur fa aliye tle rin d e ki ehem m iyetinden haklı
olarak bahis etm iştir. A n ca k bu gö zlenim ier hastalara aittir. Bu hüküm ­
leri normal insanlara, hele dayanıklı s in ir s is te m le ri olanlara, n e fisle re
hakim bulunanlara te şm il e tm em elidir. Z ayıflar, s in irlile r, m üvazenesiz-
le r c in si arzularını za b te ıtik le ri zaman büsbütün an o rm alie ştikleri halde
kudretli insanlar perhizin bu şe k li sayesind e daha kuvvetlen irler.
Şim d i de bu m edeniyetin düşm anı olduğu için hiç bir zaman iddia
edilm eyen A m e rik a lı yazar ve filo z o f Vel D ’iv ran t’ın m üşahedelerini göz­
den geçirelim ... Z ira o, bu m edeniyetin te m sil ettiği bütün y e n ilik le re ve
terakkiye hayrandır... İslâm dinine açıktan açığa düşm anlık yaptığı gibi;
ihtiva ettiği anlam olarak her türlü din tasavvurunun aleyhindedir. Onun
«Felsefenin P ırıltıla rı» kitabından b irin ci ciİd ve «M edeniyetin H ikayesi»
kitabından bir kaç c ild d ilim ize tercüm e e d ilm iş bulunm aktadır. Arap-
çayı okuyabilen herkes onun bu m edeniyet hakkındaki hayranlığını her
türlü din an layışına ve bilh a ssa İslâm dinine karşı tutumunu ve düş­
m anlığını anlıyabilir...
Bununla beraber o, «Felsefenin P ırıltıla rı» kitabında bu m edeniyet
hakkında şu görüşleri ile ri sürer.
«Bugürki kültürüm üz sathi ve b ilg im iz tehlikelid ir... Çünkü biz, alet
bakım ından zengin, gayeler bakım ından da fakiriz. D in î im anın hareke­
tinden bir gün yetişen akıl m uvazenesi; bugün bitm iş durum dadır. İlim,
yüksek ahlâk kaid e lerin i çe kip götürm üştür. B öylece m uzdarib ah lâkım ı­
zın c ü zle rin i aksettiren m uzdarip bir fe rdiye tte bütün bir alem dalgaya
kap ılm ış durum dadır. Biz S o k ra t’ın fik rin i rahatsız eden m üşkülle tekrar
karşılaşm aktayız... Yani, insanların yaşayışın da bütün izle ri kaybolan ih­
ta rların yerin i tutacak tabii ah lâk’a nasıl sahib o la b iliriz? B ir yönden bu
y a k ış ık s ız fesadla ve diğer yönden aşırı d e liliğ im iz le so syal m ira sım ızı
ay ıra b iliriz. Ve bunu, kendisi olm a ksızın arzuların sağla m lığ ın ı, gayelerin
te k liğ in i tem in eden bu k ü lli nazarıyyeyi de kaybettiğim iz fe lsefed en ay­

564
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

rılış ım ız la a n lıy a b iliriz. Bizde yüzbin p o litika cı vardır, fakat hüküm v e re ­


bilen yalnız bir adam ım ız yoktur. Biz, benzeri olm ayan b ir hızla yer küre­
nin etrafım dolaşıyoruz, fakat nereye g ittiğ im izi bilm iyoruz, düşünm ü­
yoruz... Yahut orada şu m uzdarib n e fsim iz için ş ifa lı b ir saadet b u lab ile ­
cek m iyiz?.. Biz, kuvvet sarhoşluğu ile kendi kendim izi helak ediyoruz...
B ir hikm et olm adan da bu helaktan kurtulam ayız.»

« A hlâkım ızın d e ğ işm e sin e sebeb; doğuma mani olacak şe y le ri icad


ve bunları ilan etm ektir. Eski ahlâk kanunu cin si y a k ın lığ ı e v lilik le mu-
kayyed kılm akta idi. Çünkü nikah aralarındaki a y rılığ ın im k a n sızlığ ın ı kı­
lar ve baba, ancak e v lilik yoluyla m eydana gelen çocuğundan so rum luy­
du... Fakat bugün tenasül ile c in si iliş k i bozulm uştur ve babalarım ızın
hiç b ilm e d ik le ri, tatbik etm e d ikle ri b ir ortam yaratılm ıştır... Z ira bu etki
se b eb iyle erkek ile kadınlar arasındaki bütün m ünasebetler değişm eye
yüz tutm uştur... Bunun için istikb ald e çıkacak ahlâk kanununun, a s lî rağ­
b e tleri g e rçe k le ştirm e k için yine icadların g etird iğ i bu yeni ko la y lık la rı
düşünm esi gerekir.»

«M edeni hayat, insanların c in s î hayatı tem in için uğraştığı şu za­


manda e v liliğ i durduracak her şeyi yapm ıştır... Fakat, İktisadî yeşerm e ­
nin g e cikm e sin e m ukabil, c in si g e lişim , e skin in aksine olarak erken vu-
kubulm aktadır... Z ira î ve İktisadî nizam ın gölg esind e arzunun tatm ini, her
ne kadar olağan ve makul bir iş sa y ılıy o r id iyse de; otuz yaşından aşağı
olan erke kle rin e vlen m e sin i yasak eden ve böylece e v lilik hayatım za­
yıflatan te kn ik m edeniyette bu tatm in, gayri tabii ve zor bir iş olarak
görünm eye başladı... Bu durumda insan vücudunun ih tilâl hareketinde
bulunm ası, eski zamana uyarak nefse hakim olm anın za yıflam a sı gibi hal­
lerin vukuu, kaçın ılm az bir şey olur. Ve böylece eskiden gıpta edilen
iffet, alay konusu haline geldi. G ü ze lliğ e g ü ze llik katan hayâ yok oldu...
İnsanlar, hatalarının çokluğuyla iftih a r etm eye başladılar... E v lilik te n ön­
ce birleşm e , a lış ılm ış bir hal oldu. Haddi aşanlar, p o lis ku vvetiyle değil,
arzuları yatıştırm a kla çarşılard an evlere g ird ile r. B öylece ahlâk kanu­
nunun bütün hüküm leri parçalandı. Ve m edenî âlem , onunla hükm etm ez
oldu.»
« E vliliğin g e c ik tirilm e s in i ken disinde b u la b ile ce ğ im iz so sya l kötü­
lüğün m iktarını bilm iyoruz. A y n ı zamanda bu kötülüğün bizdeki arzulara
ve birden fazla kadınla ilg i kurma isteğ im izd en doğduğunu da bilm iyoruz...
Çünkü tabiat, bizi, bir kadınla yetinm ek üzere ha zırlam am ıştır. Bu kötü­
lüğün b ir kısm ı da, te slim olm uş bir kaleyi m uhasara ederken h is s e ttik ­
leri usanç yüzünden c in s î yönden ken disin i tatm in edecek yeni b ir ma-

565
I SLÂM

lı alm aya m uktedir olan ve alan e v lile re yüklenm ektedir. Fakat en kuv­
v e tli bir ih tim ale göre, bu kötülüğün en çoğu, şu asrım ızd a e v lilik haya­
tı için ta b iî olm ayan gecikm eye râcidir. E v lilik te n sonra vukubulan şe y­
lerin hemen hepsi; e vlilik te n önceki a lışk a n lık la rın bir m e yvesid ir. Şu
m üreffeh teknik hayatta canlı ve so syal d e lille ri anlam aya ça lışıyo ru z.
İnsanın yarattığı âlem de kendisinden kaçın ılm a sı im kân sız olm ası do-
la y ıs iy le bunu bilm eye çalışıyoruz...»
Bugünkü m ü tefe kkirle rin hakim ve yaygın fik ri, işte budur... G a zi­
nolarda ve a çık yayınlarda bize takdim edilen bir m ilyonu aşkın A m e ri­
kalı kızın, ken dilerin i ibahe m ezbahanelerinde kurban takdim etm eleri ve
bizim bu manzaraya razı olm am ız bizim için kâfi b ir utanç mevzuudur...
Ki onlar, bununla erkekler v e mahrum kadınlar arasındaki rağbeti -arzu­
yu- tatm in etm ek sû re tiyle mâl kazanmaya ça lışıy o rla r.
«Diğer taraf da ç irk in lik yönünden, bundan aşağı değildir... Z ira ev­
liliğ i ge ciktire n her erkek m u htelif boyalarla k en d ilerin i d e ğ iştire n so ­
kak kızlarından birkaç ta n e siy le iliş k i kurar. A yn ı zam anda erkek bu
ge ciktirm e esnasında kendini tatm in için devletçe kabul edilen ve İlmî
idare y o lla rıy la idare edilen bir nizam görm ektedir. B öylece bir ilim ada­
mı arzuları tatm in için mümkün olan bütün y o lla rı icad edebilir...»
Büyük bir ih tim ale göre şehvete bu kadar düşkün olm ak Darvvin'in
bütün d in î inançlara hücum etm esine yardım etm ektedir. Erkek ve kız
bütün gen çler ilm i terketm ek için bin türlü sebep aradılar. V e bu, c in s î
hayatta zühd ve donukluk, edebî ve her türlü ilim h a lle rin i reddetm eye
sebep oldu. Eski lahût â lim le ri bir kızın eline dokunm anın günahlığım
m ünakaşa ediyo rlard ı. Fakat şim d i deh şetle şö yle dem em iz gerekir: «O
e li görüp de öpm em ek, b ir su ç değil m idir?» İnsanlar im anı kaybettiler
ve şaşkın deneysel hayata ve eski korkudan firara doğru yöneldiler...

İlk büyük savaş bu d e ğ işik liğ in son etkeni oldu. Z ira o savaş tek
nik ve tic a re t bölgesinde bulunan kim se le rin se lâ m e ti için y ard ım laş­
ma kaid e leri kurmuş ve onlara vahşeti iade e tm iştir. Harpten sonra her­
kes kendi ülkesine dönm üş ve ahlâkî bozukluk için bir kaynak o lm u ş­
lardır. Ve yine o savaş b irço k kim senin başını yediği için hayatın ucuz­
luğu intibaını verm iştir. N e fs î ızdıraplara dayanan zulü m lerin zuhuruna
sebep oldu. İlâhî imanı param parça etti. Ve kalblerden d in î akideyi sö ­
küp attı. Bu iyi ve kötü ham lelerin çarpışm asından sonra aldanm ış bir
nesil çık ıv erd i. B öylece hüküm etler bir tarafta, halk da bir tarafta kaldı.
S ın ıfs a l savaş yeniden başladı. Teknik umumi m enfaati düşünm eden yal-
| nız kazancı hedef edindi... Sorum luluktan korkarak e rke k le r e v lilik te n

566
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

uzak durdu. Kadınlar nihayette kuru bir tapınm a âleti veya bozuk birer
v a rlık haline geld ile r. G e n çle r bu yeni bazı ica d la r d o la y ısıy la eskiden
bir yük kabul edilen kadın m ünaseb etlerinin neticesin d en kurtuldu ve
ken dilerin i gen iş bir hü rriyet alanı için de h isse tm e ye başladılar. B ir gen­
cin etrafında hayat ve fen sahalarında m ilyonlarca c in s î te s ir do la şm a k­
tadır.
Bugün te kn ik çağı olduğu için her şeyin de ğ işm e si şa rttır. Sosyal ha­
yatın güvenliği için son derece tedb ir alın d ığ ı her zam anda fe rt kendi
em niyetinden endişe etm eye başladı. H er ne kadar cis m a n î hayatın em ­
niyeti e skisin d e n daha önem li ise de, te kn ik hayat, te h like n in her an
g e le b ile ce ğ in i düşündüren bir çok k a rışık p ro b lem le rle doludur... E sk i­
sinden daha gururlu ve daha ce su r görünen g e n çlik ise; o şim d iy e ka­
dar görülm em iş bir şe kild e , maddi yönden âciz, te kn ik yönden de ca­
h ild ir. G e nçlik, ce p le ri para ile dolu olduğu ve aşkın kucağına a tıld ığ ı
halde evlenm eye cü re t edem ezler. S e n e le rce onlara aşk, kalbin kap ısın ı
vurur. Fakat c e p le r e v liliğ e kâfi gele ce k paraya sahip değ ild ir. Y in e s e ­
nelerce sonra c e p le rin dolu dolu olduğu bir zam anda aşk yine döner,
e v lilik vukubulur.
Şim di de bu m eden iyet ve bu m edeniyetin in sa n lık h u su s iy e tle riy ­
le beraber in san lık hayatını te h d it eden halle ri hakkında Ebu A la el-M ev-
d u d î’nin bazı m ü şahedelerini görelim ;
— Daha önce de sö y le d iğ im iz gibi- O n se k izin ci asırda İslah san­
cağını ortadan kaldıran büyük fe ls e fe c ile rle tabii ilim le r kutuplan muh­
te lif kayıt ve se d le ri ha şin liğ i, k o la y lık yerin e zorluğu insan fıtra tın ın
kabul taklid ve kuralları fıtrata ve akla uymayan y o lla rı içeren bir m ede­
niyet nizam ıyla karşı karşıya kalıyorlardı... Uzun zamandan beri devam
edegelen bu gerilem e tekabül ve m edeniyet yolunda ile rle ye n her top­
lumun önünde büyük bir m üşkül olm aktadır. B ir yönden yeni ilm i ve a k lî
ham le, orta tabakaya ile rle m e , işte m aharet ve şa h si gayret aşkın ı ş id ­
detle aşılam akta ve diğer yönden bu orta ta b a ka n ın 'b a şı üstünde hüküm
sa h ip le ri veya din adam ları tabakası vardır ki; ke n d ile rin in ta klid bağla­
rına sım s ık ı bağlanm alarını şid d e tle ve hararetle ta vsiye etm ektedir.
K ilise d e n a ske rliğ e ve hüküm m akam larına kadar... şato hakim iyetinden
ziraa t ve tic a re t devrine kadar... hayat şu be le rin d en ve so syal nizam ­
ları tanzim eden m ü esse se le rd e n herbiri; bazı özel tabakalara m iras yo­
luyla intikal eden e ski ve hukukî im tiya zlar tanıyordu... Ve bunun ne ti­
c e s i olarak bu im tiyaz sa h ip le ri, ken d ilerin e uymayan iş ç ile re ve ç ift­
ç ile re her türlü cefayı reva görüyor iş ç ile rin se m e re sin i alıyor, ü re ttik­
lerine el koyuyordu.

567
İSLÂM

«Bütün bu seb eb lerden dolayı daima İslaha davetten s ın ıfla r kendi


k en d ilerin e konuşm ağa devam etti ve bu bütün şu b e le riy le bu sosyal
nizam a karşı çıkan ih tilal fik rin in galib ge lm esine devam etti... Sonra
in san lar arasında, ferde tam b ir hü rriyet veren veya vadeden b ir görüş
ilg i gördü... Bu hü rriye t şahsi b ir hü rriyetti. Bunun n e tice si olarak halk
her ferdin yapacağı iş hakkında tam bir hürriyete sahip olm ası gerek­
tiğ in i, iste d iğ in i yapabilm e ve isted iğ in i reddetm e hakkına sahip o lm a­
s ın ı toplum un, ferdte bulunan b ir şa h si hü rriyeti kaldırm aya hakkı o l­
m adığını sö ylem eye ba şla d ılar ve bu bir cereyan halinde devam etti»
Ç o k garip b ir uygunluktur ki, bu fik ri in kilap henüz yeni ç ık m ış iken
m edeni bazı se b e b le rle b irle şti. Bu asırda te kn ik in kilab meydana geldi.
Bunların yeni so sya l hayatı d e ğ iştire n iste d iğ i yöne çeviren ve m edeni
hayata dayanan m u htelif izle ri ve te s irle ri oldu. M e s e lâ kapitalizm in
kendine dayandığı bir şahsi hü rriyet an layışı m ekanik icadlâra ve teknik
sahayı g e liştire n im kanlara sahip oidu. Böylece k a p ita list s ın ıfla r büyük
te kn ik ve tic a rî m ü e sse se le r kurdu. Y eni sanat ve tic a re t m e rkezleri bü­
yük şe h irle r haline geldi... Bu şe h irle re köylerden ve taşradan m ilyo n ­
larca insan taşınm aya göç etm eğe başladı... Hayat fa h iş b ir su rette pa-
h alılaştı... Hayat için lüzum lu bütün ih tiya çla rın fia tı oldukça arttı. Y iy e ­
ce k le r ve g iye ce kle r orta sın ıfla rın g ü çle rin in çok üstüne çık tı.
M ed eniyete ile rle m e ye ve hayatın her safhasın a lazım olan diğer
bütün ih tiya çla rı da bunlara ilave e d e b iliriz. Z ira bunlar, sadece zengin­
lere m ahsustur.
Fakat kapitalizm , herkesin bu ih tiya çla rı k a rşıla y a b ilm e si, sü s vs.
modern hayata lazım olan bütün m alzem eleri alab ilm e si için m alı herkes
arasında aynı oranda dağıtm am ıştır. Hatta orta s ın ıfın çok önem li hayat
ih tiya çla rım karşıla y a b ilm e si için bile im kanlara sahip değildir... m eselâ
oturdukları o büyük şe h irle rd e hakiki ve zaruri birer ih tiya ç sayılan ev,
yem ek ve e lb ise ih tiya çla rı b ile karşılanam az oldu.
Bütün bunların n e tic e si olarak kadın erkeğe, çocuk ta babasına bir
yük oldu. H albuki, bir insan böyle b ir toplum da ancak kendi a ğ ırlığ ın ı çe ­
k eb ilird i. B öylece iktisa d i h a lle r ce m iyetin ferdlerin den her birinin, ç a lı­
şan ve kazanan b ir iş ç i olm a sın ı gerekli kıldı... Ve kadınların her sın ıfı
-kız, dui, evli- yavaş, yavaş rızkı kazanm ak için evlerin den çıkm ak m ec­
buriyetinde kaldı.
İki cin s, b irb irle rin e s ık s ık karışm aya başlayınca erkek ve kadınlar
b irb irle rin e daha fazla yaklaşın ca bunun da cem iyetteki tabi n e tice le ri
ortaya çıktığ ınd a bu an layış şa h si hürriyete ve bu yeni fe lse fe , ahlâk'a
t
568
İSLÂMİN MÜEYYİDELERİ

intikal etti ve babaların, kızların, kardeşlerin , kocaların, hanım ların, bü­


tün e n d işe le rin i s ile re k gözleri önünde vukubulan bu işin za ra rsız oldu­
ğu kendisinden korkm am aları lâzım g e ld iğ i fik rin i aşıla d ı. Z ira bunun bir
a lç a k lık değil, bir tekam ül ve terakki ham lesi,... bir a h la k sızlık değil, in­
sanın, hayatta tatm ası zaruri bir lezzet olduğu fik ri tam am en in and ırıld ı.
K ap italizm in ken dilerin i sü rü kled iğ i bu uçurum , esasınd a bir uçurum de­
ğil, b ila k is altından ırm aklar akan b ir cennettir.
\.
Jş bununla da bitm edi... b ila k is fe rd i hü rriye t an layışım müdafaa
eden kapitalizm , insanın imkan bulduğu bütün y o lla rla ve h iç b ir kayd-u
şarta bağlı olm adan se rv e t sahib i olm a hakkını da aşıladı... A rka sın d a n
da ahlak fe ls e fe s i geldi ve mal toplam ak için e d in ile n bütün v e s ile le rin
mübah olduğunu ilân etti. B ir ferdin, bu v e s ile le ri kullanm ası n e tic e s in ­
de bir çok k im se le rin hayatı te h like ye dü şe ce k b ile o lsa bu fe ls e fe y e
göre bu v e s ile le ri kullanm ada hiç bir m ahzur yoktur.., İşte M ed e n iye t
ve tekam ül nizam ı başlangıcından sonuna kadar böyle b ir m efhum la ku­
ruldu. B öylece b ir ferd, bir toplum a te s ir etm eğe başladı ve o toplum ,
ken disine b ir şe y yapam az oldu. Tamah ve aç gö zlü lerin toplum u söm ür­
m eleri ve onun omuzuna çıkm aları için bütün y o lla r a ç ılm ış oldu. Bun­
lar, in sanlardaki nazik noktaları, zayıf yön le ri keşfetm eğe ve binaları
kendi m enfaatları için kullanm aya ba şladılar. M e s e la b iris i ç ık a r bütün
g e liri kendi cebine a it olduğu iç in c e m iy e t arasına içki b e la sın ı so kar ve
onlardan hiç b iris i ç ık ıp ta buna mani olm az. B ir diğe ri çıkar, yine ken­
di cebin i doldurm ak g a y e siyle cem iye ti b ir diğer bela olan fa ize sü rük­
ler. V e yine cem iyetten hiç b iris i çıkıp ta toplum u bu gibi za lim le rin e lin ­
den kurtarm ağa gayret etmez...
Şu asırda b e n lik davası, haddi aşm ak ve fe rd î düşm anlık, a ile efra­
dından öldürücü bir âfet olan a ş ırı şehveti kald ıram a m ıştır. H albuki bu,
ortadan k a ld ırıld ığ ı takdirde bir çok faydalar ce lb e tm ek mümkündür. Bu,
b ilfiil e le alınm am ış v e b ilâ k is insanın bu cazib ta rafın ı gü çle ri yettiği
ve mümkün olduğu kadar ku lland ılar. B ö ylece iş ve dikkat sahası, oyun
y e rle ri, gazinolar ve film şirk e tle ri haline geldi. Ki oralarda güzel kızlar
ç a lış tır ılır , aç ık k ıy a fe tle rle takdim e d ilir ve b ö ylece şehveti galeyana
getirm ek sû re tiy îe e rke k le rin ce p le rin d e ki paralar ç e k ilir. M e s e lâ bir
toplum g e le re k kadınların kiralanm asın ı k o la y la ş tırd ıla r ve daha da ile ri
g id e re k d e v le tle r arası kadın tic a re ti yapm aya başladılar...
B ir diğer toplum g e lerek sü s â le tle rin i icad etti ve sonra kadını
kendi aralarında b ir hevesten ib aret yapm ak için bu icadlarım ce m iye tin
her tarafına yaydılar ve böylece so sy e tik hayatı ihdas ettiler. Akabin-
den avuç avuç altun ve gümüş topladılar...

569
İSLÂ M

iD ğer bir toplum , m u htelif m alları celbetm ek için açık sa ç ık re sim ­


le ri, aşk hikâye le rin i, ah lâksız m aka le le ri yaydılar. Bunlar da, halkın bu
ahlâkî cüzzama kap ılm asıyla ce p le rin i doldurdular. G ü nler böyle devam
etti ve tic a re t sahasının h içb ir şu besi, bu gibi belâlardan kurtulm adı. Ve
işte bugün, gazete ve m ecm ualarda ç ıp la k veya yarı çıp lak bir kadın re s­
mi olmadan h içb ir tic a rî ilân görem ezsiniz. Sanki bir kadın vücûdu o l­
madan tam bir ilân yapılamaz...
Fran sızların şe h ve tle rin e tabi olm aları, herşeyden önce ce se d î kuv­
v e tle rin i izm ih lâle sü rükled i ve gün be gün zayıflattı. S ü re k li heyecan,
s in irle rin i bozdu. Ş e h ve tle re tapınm ak, onların sa b ır gü çle rin i s ild i ve
sa ğ lıkla rım tehdid eden bu laşıcı hastalıklara d ü şm elerine sebep oldu...
Y irm in c i asrın başlarından beri Fran sız orduları kom utanları, k e n d ile rin ­
den istenen güç ve kuvveti her birkaç senede bir kaybettikleri m üşahe­
de e dildi. Zira, kendi e m irle ri altında bulunan gençlerden, eski kuvve­
tin i muhafaza edenler pek azdı... Ve işte bu, Fransız m illetin d e ce se d î
kuvvetin izm ih iâlin i ve bunun keyfiye tin i belirten en kuvvetli bir delil
ve b ir ölçü sa y ıla b ilir. (234)
«M utlak şehvete e sir olm anın Fran sız m edeniyetine yaptığı ikin ci
darbe de; a ile nizam ının parçalanm asıdır.» (235)

« Söylediğim iz gibi, a ltm ış seneden beri Fran sız m ille tin d e k i doğum
nisbeti g ittik çe azalm aktadır. Bazı sen e le rd e ölenler, doğanlardan daha
çok, bazılarında beraber ve pek azında ve bazı zam anlarda daha azdır.
D iğer yönden Fransa'ya h icre t edenlerin sa y ısı gittik çe artm aktadır. M e ­
selâ; 1931 y ılın d a Fransa'nın kırk iki m ilyon nüfusundan üç m ilyona ya-
yakın kısm ı bu m uhacirlerdendi. Eğer durum böyle devam ederse, y ir­
m inci asrın sonunda Fransız m ille tin in , kendi vatanında a zın lık d e re ce ­
sin e düşm esi hiç garipsenm ez.» (236)
«Yalnız Fran sız m ille tin in bu durumda olduğu h iç kim se tarafından
düşünülm em elidir. A k s i, ahlâk n azariyelerine ve sa p ık so syal kurallara
güvenerek bağlanan bütün m ille tle r aynı akıntıya kapılm ışlardır.»
A m e rik a ’nın D e tre it şehrin de çıkan Free Press gazetesinde yayın­
lanan bir m akalede şu s a tırla r yer alıyordu :

«Bizde kadın ve e rke k le r arasında yaygın hale gelen bekâr hayat,


boşanm anın çoğalm ası ve m eşru olm ayan m ünasebetlerin haddi aşma-

234 — A y n i Eser : 113


235 — A y n i E s e r : 114
236 — Ayni Eser •. 132

570
İSLÂMİN MÜEYYİDELERİ

sı, hayvanca hayata tekrar döndüğümüze de lâ le t eder. N e sil için ta b iî


arzular, ve aile hayatını tam ir eden şuur; m edeniyetin ve m üstakbel ha­
kim iyetin devam ı için şarttır... Çünkü, bu m edeniyet fik ri, âdeta a k ılla r­
dan s ilin m iş durum dadır. H albuki bunun aksine olarak halk, bu m edeni­
yetin ve hakim iyetin faydasını düşünecek m eziyyetten sıyrılm ıştır...»

«N efsi arzulara tabi olm ak. E v lilik m ü esse se sin de n nefret etm ek ve
uzaklaşm ak... A ile d e so sy e tik hayatı te rcih etmek... E v lilik bağlarını
önem sem em ek... Evet, bütün bunlar, kadınlarda bulunan ruhî değerlerin
en ş e re flis i olan ve yalnız m edeniyetin değil, ayni zamanda bütün b ir in­
san lığ ın bekasının dayanağı bulunan fıtr î an alık h is s in i kadından alıp
götürm üştür. Doğum kontrolü, çocuk düşürm e ve ço cukları öldürm e,
kadında bulunan bu analık h issin i yok etm ekten başka bir şey yapm a­
m ış tır. Kanunun kayıtlarına rağmen A m e rika B irle ş ik D evletlerin d e ge­
b e liğ i m eneden te d b irle r, her genç kız ve erkek tarafından bilinen şe y ­
lerdir. S e v g ilis i geb eliği m eneden tıb b î m üstahzarlan beraberinde alm a­
yı unuttuğu takd irde hazır bir şehvetinden mahrum olm am ak için bütün
kadınlar ve hatta bütün okul ve ü n iversite kızları bu gaye için hazırlan­
m ış a le tle ri a lırla r ve aletler, mubah her .hangi b ir eşya gibi umumi yer­
lerde s a tılıp alınm aktadır.

İKİNCİ KİŞİM
RABBÂNİ MÜEYYİDELER
A — DÜNYADA RABBÂNİ MÜEYYİDELER

B ir önceki fa sıld a anlatm ış olduğum uz fıtrî cezalar m üeyyidesi, mü-


kaddim elerin doğurduğu n e tic e le r yahut se b ep le r bulunduğunda n e tice ­
nin de ortaya çıkacağı kabilindendir. Buradaki m üeyyideden m aksat ise
A lla h 'ın günahkârı kah retm esidir. G erçekten bunların hepsi A lla h ’ın ya­
ratığıd ır. Lâkin d iğ e r cezada kahr-ı İlâ h în in açıkça m üdahelesi görül­
mezken bu cezada açıkça görülür.

Durumun aydınlanm ası için bir m isal vere lim :


Livata için fıtr î cezalar, e rke kle rin e rke k le rle ve kadınların kadınlar­
la y etin m e si ve bu durumun insan n e slin in devam ına engel o lm asıdır.
Hz. Lut'un üm m eti bu hastalığa yakalanm ıştı. Bu h astalık yaygın la­
şıp tam am ını için e alsaydı fıtrî cezanın gereği olarak bu üm m et zam an­
la tükenecekti. Lâkin fıtr î cezaya ek olarak Y üce A lla h onların başına
başka b ir ceza gönderdi. O n ların altını üstüne getird i. Ü ze rle rin e taş yağ
dırdı.
571
İ S L A M

Bu başlıktan m aksadım ız, yoldan sapanlara ve m ü crim lere bu tür


İlâhî cezalardır.

Kur'an-ı Kerim , A lla h 'ın ve Resûlünün em rinden çıkan kavim ve ki­


ş ile rle ilg ili bu cezalara örnekler v e rm iştir. M e se le n in açıklığ a kavuşm a­
sı için önce bunları nakledecek ve sonra bunlarla ilg ili açıklam alarda
bulunacağız. B öylece konumuzu ikiye bölm üş oluyoruz: Cezalardan ör­
nekle r ve ö rn e kle ri açıklam a.

Birincisi : CEZALARDAN ÖRNEKLER

A — Karun
««Gerçekten Karûn Musa’nın kavminden idi de onlara karşıazgınlık
etmişti. Ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları güçlü kuvvetli bir
toplulukla (zorla) taşınıyordu. O vakit (M usa), ona şöyle demişti:
«Gururlanıp şımarma, çünkü Allah (dünya m alı ile) şımaranları sevm ez.
Allah’ın sana verdiği mal ile âhiret yurdunu (cenneti) iste, (servetini ha­
yır yoluna harca) Dünyadan nasibini de unutma (ihtiyacın kadar sakla.)
neme atılırla r.) (Derken bir gün Karûn) zînet ve ihtişamı içinde kavmine
zünde fesat arama: çünkü Allah fesad çıkaranları sevmez. Karûn dedi ki:
«Ben bu mala, ancak bendeki ilim sayesinde nail oldum.» Allah’ın ondan
evvel, geçmiş asırlar halkı içinden kuvvetçe ondan daha şiddetli, mal ve
etrafça daha çok, nice kimseleri helâk etmiş olduğunu bilmiyor muydu?
Mücritnler günahlarından da sorulmaz, (A lla h günahlarını b ilir de cehen­
neme atılırla r.) (Derken b irg ü n Karûn) zînet ve ihtişamı içinde kavmine
karşı çıktı. Dünya hayatını arzu edenler: «Keşke Karûn’a verilen mal
gibi, bizim de olsa. O, gerçekten büyük bir bahtiyardır.» dediler. Kendi­
lerine âhiret ahvali hakkında ilim verilenler de şöyle dediler : «Ey Karûn
gibi dünyayı isteyenler) yazıklar olsun size! İmân edip salih amel iş­
leyen için Allah’ın (cennetteki) sevabı daha hayırlıdır. Ona (cennete ve
sevaba ise) ancak ibadet üzerinde sabredenler kavuşur.» Nihayet Ka­
run’u, hem de sarayı ile yere geçirdik. Artık Allah’a karşı kendisine yar­
dım edecek bir cemaatı yoktu onun. Allah’ın azabından kendini kurtarıcı­
lardan da olmadı. Dün onun mal ve saltanatını temenni edenler, şöyle
demeğe başladılar: «Vay demek ki, Allah, dilediği kimsenin rızkını geniş­
letiyor ve daraltıyor. Eğer Allah bize lütuf etmeseydi, bizi de batırmıştı.
Vay demek ki hakikat şu: Kâfirler asla kurtulmayacak!...» (237)
237 — Kasas : 76-82

572
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

B — Bağ Sahipleri
«Muhakkak ki biz, Mekke’lileri (kıtlık, açlık, ölüm ve esa re t gibi
belâlarla) imtihan ettik; nasıl ki o bağ sahipleri, sabah olunca bağın
hıeyvelerini mutlaka devşireceklerine yemin etmişlerdi. İstisna da yap­
mıyorlardı, (İnşallah dem iyorlardı.) Bir de onlar uyurlarken, o bahçe
üzerine Rabbinden bir belâ indi de, o bahçe kapkara kesiliverdi, (kökün­
den yandı gitti.) Derken sabahleyin birbirlerine seslendiler: «Haydin dev-
şirecekseniz, ürününüzü toplamaya erkence çıkın! Hemen fırladılar; ara­
larında şöyle fısıldaşıyorlardı: «Bugün bağınıza bir miskin sokulmasın.»
Hem zanlarınca, miskinleri mahrum etmeğe güçleri yeterek erkenden
gittiler. Vakta ki o bahçeyi (böyle yanm ış kapkara) gördüler: «Biz her
halde yanlış gelmişiz» dediler. (Etrafa bakınıp kendi bahçeleri olduğunu
anladıklarında) : «Hayır, (bahçenin bereketinden) biz mahrum edilmişiz»
dediler.» (238)
C — İki Bağ Sahibi
«Kâfirlere ve müminlere (şu) iki adamın halini misâl getir: Birine
her türlü üzümden iki bağ vermişiz Ye her iki bağın da etrafını hur­
malarla donatmışız, ikisinin arasına da bir etkinlik yapmışız. İki bağın
ikisi de yemişlerini vermiş, hiçbir şeyi noksan bırakmamış, ikisinin or-
tasıda bir de nehir akıtmışız. Bu adamın başkaca geliri de var. Bundan
dolayı (Bu kâfir dönerek mümin) arkadaşına şöyle dedi: «Ben malca
senden daha zenginim, toplulukça da senden daha kuvvetliyim.» O
kâfir, nefsine zulmeder olduğu halde bağına girdi; dedi ki: «Bu bağın
helak olacağım ebediyyen zannetmiyorum. Kıyametin kopacağım da san­
mıyorum. Böyle olmakla beraber, eğer Rabbime döndürülürsem, mu­
hakkak bundan daha hayırlı bir akibet bulurum. (M üm in olan) arkadaşı
Ona hitap ederek şöyle dedi: «Seni (aslen) topraktan, sonra bir damla
sudan yaratan, sonra da seni düzgün bir adam kılığına getiren Allah’ı
inkârı mı ettin? (Sen inanm ıyorsun) fakat ben iman ederek diyorum ki:
O Allah, benim Rabbimdir, ben Rabbime kimseyi ortak koşmam. Kendi
bağına girdiğin zaman; «Bu Allah’tandrr, benim kuvvetimle değil, Allah­
ın kuvvetiyle olmuştur» deseydip ya!.. Eğer beni, malca ve evlâtça ken­
dinden az görüyorsan, olur ki Rabbim, bana, senin bağından daha ha­
yırlısını verir. Seninkinin üzerine de gökten bir âfet indiriverir de yalçın
bir toprak oluverir. Yahut bağının suyu çekiliverir de bir daha onu ara­
makla bulamazsın.» Nihayet o kâfirin bütün serveti helâk edildi. Bunun
üzerine bağına yaptığı masrafa karşı, avuçlarını oğuşturmaya durdu. Bağ
238 — Kalem : 17-25

573
İ SLÂM

çardakları üzerine yıkılmış kalmıştı. «Ah ne olaydım! Rabbime hiçbir or­


tak koşmamış olsaydım,» diyordu. Allah’tan gayri kendisine yardım ede­
cek bir topluluğu da yoktu, Allah'ın intikamından kendi nefsini de kur­
taramadı.» (239)
D — Cumartesi Yasağını Çiğneyen Yahudiler
«(Ey Resûlüm ) o yahudilere, deniz kenarındaki kasaba halkının başı­
na gelen felaketi sor. O vakit, yasak edildikleri cumartesi gününde balık
avlanmakla Allah’ın cumartesi yasağına tecavüz ediyorlardı. Çünkü iba­
det için tatil yaptıkları cumartesi günü, balıklar akın akın meydana çı­
karak yanlarına geliyordu. Cumartesi tatili yapmayacakları gün ise, gel­
miyordu. İşte biz, itaattan çıkmaları sebebiyle, onları böyle imtihan edi­
yorduk. İçlerinden bir ümmet: Niçin Allah’ın helak edeceği veya şiddet­
li bir azapla azablandıracağı bir kavme nasihat ediyorsunuz?» dediği va­
kit, o Öğüdü verenler şöyle dediler: «Bizim nasihatimiz, Rabbinizin ya­
sağını (cum artesi b a lık avlanm am ayı) beyan etmek üzerimize vacip ol­
makla, Allah katında mazur tutulmamız içindir. Gerek ki, (avdan) sa­
kınırlar.» Artık o avcılar, edilen nasihatleri unutunca, biz de kötülükten
alıkoyanları kurtardık, zulmedenleri ise, çıkardıkları fesatlar yüzünden
şiddetli bir azap ile yakaladık. Böylece onlar, kibirlenerek yasak edildik­
leri şeyi yapınca kendilerine: «Hor ve zelil maymunlar olun» dedik.»
(240)
E— Hz. Nuh'un Kavmi
«Onlardan (M e k k e 'lile rd e n ) önce Nuh’u kavmi tekzip ettiler de, kulumu­
zu (Hz. N uh’u) yalanladılar; mecnundur, dediler ve onu tebliğden alıkoy­
dular. Nihayet o da, Rabbine şöyle dua etti: «Ben mağlubum, benim için
onlardan intikam al.» Bunun üzerine biz de bardaktan boşanırcasına bir
yağmur ile göğün kapılarını açtık. Böylece arzı da kaynaklar halinde coş­
turduk. Nihayet iki su (yerin ve göğün su la rı, Nuh kavm ini helâk edecek)
muayyen bir ölçü üzerinde birleşiverdi. (Böylece m ukadder olan helâk
husûle geldi.) Biz Nûh’u (ve onunla iman edenleri), levhalardan yapılmış
ve perçinlenmiş gemiye yükledik; öyle ki, muhafazamız altında akıp gi­
diyordu. Bunu, (peygam berlik nim eti) inkâr edilen Nüh’a bir mükâfat ola­
rak yaptık. Celâlim hakkı için, biz bu vakayı (veya gem iyi) bir alamet
(ve ibret dersi) olarak bıraktık; fakat düşünen mi var? İşte bak Ey Re­
sûlüm benim azabım ve tehdidlerim nasıl oldu?» (241)
239 — K e h f : 32-43
240 — A ’r a f : 163-16*5
241 — K a m e r : 9-16

574
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

F — Ad Kavmi
«Ad kavmi de tekzip etti. İşte (bak ey Resûlüm ) nasıl oldu azabım ve
tehditlerim!... Çünkü biz, uğursuzluğu devamlı bir günde, (Hûd peygam be­
rin gönderildiği) ad kavminin üzerlerine kökü kurutan şiddetli bir rüzgâr
gönderdik. Öyle ki, insanları, kökünden sökülmüş hurma kütükleri gibi
söküp atıyordu. İşte (bak ey Resûlüm ) nasıl oldu azabım ve tehditlerim!..»
(242)
«Ad kavmine gelince; onlar da kasıp kavuran şiddetli bir rüzgâr ile
helâk edildiler. Allah o fırtınayı, üzerlerine yedi gece ve sekiz gün arka
arkaya musallat etti. (Orada bulunaydm ) bu kavmin o fırtınada yıkılıp
kaldığını görürdün; sanki onlar, içleri kof hurma kütükleri idiler. Şimdi
onlardan görüyor musun bir geri kalan.» (243)
G — Semûd Kavmi
«Semûd kavmi (Salih peygam berin öğütlerini ve) azab haberlerini
tekzip ettiler de, şöyle dediler: «İçimizden (peygam ber iddasında olan)
bir insana mı tabi olacağız? O takdirde biz, muhakkak sapıklık içinde
kalır ve ateşe düşeriz. O katip (vahiy)' aramızdan ona mı bırakılıyor?
Doğrusu o, şımarık bir yalancıdır.» İleride bilecekle? o şımarık yalancı
kimdir? İşte biz, onlara bir imtihan olmak üzere, o dişi deveyi (bir mûci-
ze olarak kayadan) çıkarıp gönderiyoruz. Şimdi onların ne yapacaklarını
gözetle ve eziyyetlerine sabret. Hem onlara haber ver ki, (kuyudan is ­
tifade ede ce kleri) şu, (deve ile kendi aralarında) nöbetledir. (Bir gün deve­
ye, bir gün onlara) «Her su nöbetinde, sahibi hazır bulunmuş olsun.» (Sa­
lih peygam berin kavm i bir müddet nöbetleşe bu em re uyduktan sonra),
nihayet (Kudar İbni Salih adındaki) arkadaşlarım çağırdılar. O da kılıca
sarılarak deveyi kesti. Fakat bak nasıl oldu azabım ve tehditlerim!.. Çün­
kü biz üzerlerine korkunç bir ses gönderdik de, onlar, ağıldaki hayvan­
ların çiğneyip ufaladıkları kuru çöpler gibi oldular.» (244)
H — Hz. Lût'un Kavmi
«Melek olan elçiler Lût kavmine gelince, Lût dedi ki : «Doğrusu siz
ürkülecek bir kavimsiniz. Elçiler dediler ki: «Yok, biz sana kavminin şüp­
he edip durdukları azabı getirdik. Sana, onların azabına dair gerçekle
geldik, ve biz muhakkak doğru söyleyicileriz. Hemen gecenin bir kısmın­
da aileni yürüt (yola çıkar), sen de arkalarından git ve hiç kimse ardın-
242 — K a m e r : 18-21
243 — H a k k e : 6-8
244 — K a m e r : 23-31
İ SLÂM

dan bakmasın (zira gö receği azabın şid d e tin e tahammül edemez.) Emroiun
dununuz yere geçin gidin. «Biz Lût'a şu kesin emri vahyettik: Bu kâfir­
ler sabaha çıkarken muhakkak kökleri kesilmiş olacaktır. (Sedum) şehri
halkı, (g ü ze llik le rin i haber a ld ık la rı e lç ile rin ırzına tecavüz h ırsı ile) sevi­
nerek yanlarına geldi. Lût (o gelen m ü tecavizlere) dedi ki: «Hakikaten
bunlar benim misafirlerimdir, beni rüsvay etmeyin. Allah’tan korkun ve
beni utandırmayın.» Onlar: «Biz seni âlemin işine karışmaktan men et­
m edik mi?» dediler. Lût şöyle dedi: «Eğer sözümü tutarsanız, iste bun­
lar kızlarım (onları size nikâhlayayım .) (R esûlüm ) ömrün hakkı İçin doğ­
rusu onlar sarhoşlukları içinde azgın bir halde idiler. Nihayet onları, gü­
neşin doğm a vaktinde korkunç gürültü yakalayıverdi. Hemen şehirlerinin
üstünü altına geçirdik ve üzerlerine de çamurdan pişirilmiş taş yağdırdık.
Elbette bunda kesin anlayışlılar için ibret alametleri vardır. Hem o Lût
kavminin bulunduğu şehir harâbesi, (Kureyş k â firle rin in de ibret a la b ile ­
ceği uğrak) bir yol üzerinde bulunmaktadır. Gerçekten bunda iman eden­
ler için bir ibret vardır.» (245)
«Onlara azap emrimiz gelince o memleketin üstünü altına getirdik ve
üzerlerine, arka arkaya ateşte pişirilmiş çamurdan taşlar yağdırdık, ki
onlar, Rabbinin katında (hükmünde) azap için damgalanmalardı. Bu taş-
iar, senin ümmetinin zalimlerinden de uzak değildir (onların da başına
yağar).» (246)

«Siz kadınları bırakıp da şehvetle erkeklere mi varıyorsunuz? Muhak­


kak ki siz, çok ileri giden azgın bir kavimsiniz.» Lûtun bu sözüne karşı,
kavminin (birb irlerine) cevabı: «Lût’u ve ona bağlı olanları memleketiniz­
den çıkarın. Çünkü bunlar, eteklerini, erkeklere varmak hususunda çok
temiz tutan kimselerdir» demekten başka olmamıştır. Biz de Lût (aley-
hisselâm ) ile ailesini ve bağlılarını kurtardık; yafnız kakıcı, (gizli küfrü
seb eb iyle) yere geçenlerden oldu. Üzerlerine bir azap yağmuru yağdır­
dık. İşte bak, peygamberleri inkâr eden mücrimlerin sonu nasıl oldu!..» (247)
İ — Hz. Şuayb’ın Kavmi
«Medyen kavmine de kardeşleri Şuayb’ı peygamber olarak gönder­
dik. Onlara şöyle dedi: «Allah’a ibadet ve itaat edin. Ondan başka hiçbir
ilâhınız yoktur. İşte size Rabbiniz tarafından bir mucize geldi. Artık öl­
çeği ve teraziyi tam tutun; insanların eşyasına haksızlık etmeyin; yer
245 — H ic r : 61-77
246 — H u d : 82-83
247 — A ’r a f : 81 -84.

576
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

yüzünü İslahından sonra bozmayın. Eğer bana inanıyorsanız, şu söyle­


diklerim siziri için hayırlıdır. Bir de her caddenin başında oturup Allah’a
iman edenleri korkutarak Allah yolundan çevirmeyin ve yolun çarpıklığı­
nı arzu etmeyin. Düşünün ki, siz, vaktiyle pek azdınız. Böyle iken Allah
sizi çoğalttı. Bir bakın ki, fesatçıların sonu nasıl oldu? Eğer içinizden bir
kısmı, benimle gönderilen hakikate inanmış ve bir kısmı da inanmamış
İse, Allah aramızda hükmünü verinceye kadar sabredin. O, hüküm ve­
renlerin en hayırlısıdır.» Şuayb’ın kavminden iman etmeyi kibirlerine ye­
diremeyen ileri gelenler: «Ya Şuayb, seni ve beraberindeki iman edenleri
Muhakkak memleketimizden çıkaracağız, veyahut bizim dinimize döne­
ceksiniz.» dediler. Şuayb şöyle dedi: «Dininizi istemediğimiz ve hoşlan­
madığımız halde mi, (bizi geri çe vire ce k sin iz?) Doğrusu Allah bizi dini­
nizden kurtarmışken, sizin milletinize (dininize) dönecek olursak, bir ya­
lan uydurarak Allah’a iftira etmişiz demektir. Dininize dönmemiz, bizim
için mümkün değil, meğer ki Rabbimiz olan Allah dilemiş olsun. Rabbi-
mizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz, yalnız Allah’a güvenmişiz. Ey Rabbi­
miz! Bizimle kavmimiz arasında sen hak olanı hükmet. Sen hüküm ve­
renlerin en hayırlısısın.» Kavminin öncü-kâfirleri, diğerlerine şöyle dedi­
ler: «Dininizi bırakıp Şuayb’a uyarsanız, yemin ederiz ki, bu takdirde çok
ziyan görenlerden olacaksınız.» Nihayet onları, korkunç zelzele (sarsıntı)
yakalayıverdi. Böylece evlerinde çöküp helak oldular. Şuayb’ı tekzib eden­
ler, sanki evlerinde bir şenlik tutmamışlardı. Şuayb’ı yalanlıyanlardır ki.,
bunlar ziyan görenler olmuşlardır. Şuayb helak olan kavminden yüz çe­
virip dedi ki: «Ey kavmim! Doğrusu ben size Rabbimin gönderdiği emir­
leri tebliğ ettim ve iyiliğinizi istedim. Şimdi kâfir olan bir topluluğa nasıl
acırım?» (248)

K — Firavun ve Kavmi
«And olsun ki biz, Firavun ailesini, düşünüp ibret alsınlar diye, tut­
tuk senelerce mahsul kıtlığı ve kuraklıkla kıvrandırdık. Fakat onlara
(Firavun ailesin e ) iyilik ve bolluk geldiği zaman :
«Bu bizim hakkımızdır» dediler. Başlarına bir fenalık geldiği zaman
da, Musa ile beraberindekilerin uğursuzluğuna yoruyorlardı. Dikkat edin!
İyilik ve kötülüğü yaratmak ancak Allah’ın kudretindedir. Fakat onların
çoğu bunu bilmezler. Bir de; «Sen bizi büyülemek için her ne mucize ge­
tirsen, asla sana inanacak değiliz, biz.» Biz de kudretimizin ayrı ayrı aka­
metleri olmak üzere başlarına (sel fe lâketi) tufan, (ekinlerine) çekirge,
248 — A ’raf : 8Ö-93

577
İ SLÂM

haşerat, (evlerine) kurbağa ve (sularına) kan gönderdik. Yine de inat etti­


ler, kibirlendiier. Oniar öyle mücrimler gurûhu idiler. (Onların) üzerlerine
o azab çökünce: «Ey Musa! Bizim için, sana verdiği peygamberlik ahdi
hürmetine, (Rabbine) dua et. Eğer bizden bu azabı kaldırırsan, yemin ol­
sun ki, sana muhakkak iman edeceğiz. Ve İsrail oğullarını da elbette se­
ninle beraber göndereceğiz,» dediler. Vaktaki (azaba) erişecekleri bir
müddete kadar üzerlerinden biz azabı kaldırdık, hemen yeminlerini boz­
dular. Biz de, âyetlerimizi yalanladıkları ve onlara kulak asmayıp gâfil
bulundukları için kendilerinden intikam aldık da hepsini denizde boğ­
duk.» (249)

L — İsrail Oğulları
«Biz, İsrail Oğullarına Tevrat'ta şunu vahy ettik: «Muhakkak siz, Şam
arazisinde iki defa fesat çıkaracaksınız (iki peygam ber öldü receksin iz)
ve muhakkak ki, çok büyük bir azgınlıkla taşacaksınız. Onlardan birinci
fesadınızın ceza vakti gelince kuvvet ve şiddet sahibi elan kullarımızı
üzerinize musallat ettik de (onlar sizi, yakalayıp öldürm ek veya e sir et­
m ek için) evlerin aralarına girip araştırdılar. Bu, yapılması kesinleşmiş bir
va’d idi (tevbekâr olduktan) sonra sizi, o istilâcılar üzerine galip getirdik,
size mallarla ve oğullarla imdad ettik. Cemiyetinizi de (önceki topluluğu­
nuzdan) daha fazla yaptık. Eğer iy ilik ve g ü ze llik işle rse n iz, kendinize iy i­
lik etmiş olursunuz; ve eğer kötülük ederseniz yine kendinize... Artık di­
ğer fesadınızın ceza va’dı gelince ds, (önceki dü şm anlarınız size kötülük
ederek kederinizden doğan) fenalık eserini yüzlerinize çıkarsınlar; birinci
defa girdikleri (ve tahrip e ttik le ri) gibi, yine Bcyt-i Makdis’e girsinler ve
her istilâ ettikleri yeri mahvedip dursunlar diye, onları üzerinize musallat
ettik. Olur ki, bu ikinci azabdan sonra tevbe edersiniz de, Rabbiniz size
merhamet eder ve eğer tekrar fesada dönerseniz biz de (size ceza ver­
meye) döneriz. Biz cehennemi, kâfirlere bir zindan yaptık.» (250)

«Bir vakit Musa, kavmine şöyie demişti: «Ey kavmim, Allah’ın üze­
rinizdeki nimetin! düşünün, Zira içinizden size peygamberler gönderdik
ve sizi hükümdarlar yaptı, âlemlerden hiçbirine vermediği şeyi size verdi.
Ey kavmim Allah'ın sizin için (vatan) takdir ettiği mukaddes yere girin ve
düşmandan kaçıp arkanıza dönmeyin ki, hüsrana düşer zarara uğrarsı­
nız.» İsrâil Oğulları: «Ya Musa! O mukaddes yerde zalimler kavmi var.
Onlar, oradan çıkmadıkça asla biz oraya giremeyiz. Eğer oradan çıkar-
249 — A ’r a f : 130-136
250 — İ s r â 4-8

578
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

larsa, o zaman gireriz.» dediler. Allah’tan korkanlardan, Allah'ın kendile­


rine ihsan ettiği iki adam şöyle dedi: «Zalimlerin şehrine ait kapıdan gi­
rin. Oraya girince muhakkak galibsiniz. Artık gerçek müminlersiniz Al­
lah’a tevekkül ediniz.» İsrâil Oğulları şöyle dediler: «Ey Musa, o zalimler
burada iken biz hiçbir zaman craya giremeyiz. Artık sen ve Rabbin bera­
ber gidin de ikiniz harp edin; biz mutlaka burada oturuculanz.» Musa:
«Ya Rab! Ben kendimle kardeşimden başkasına sahip değilim, diğerleri­
ne söz geçiremiyorum; bizimle bu fasık kavmin arasını sen ayır» dedi.
Allah, Musa (aleyhisselâm a) şöyle buyurdu: «Artık orası (mukaddes yer),
onlara kırk yıl haram kılınmıştır. Oldukları yerde (Tih sahrasında) başıboş,
şaşkın şaşkın dolaşacaklar. O halde, o fasıklar kavminin hadlerine ke­
derlenme.» (251)

M — Peygamber (S.A.V.)’in Sahabeleri.

«Şüphe yok ki Allah, size birçok savaş yerlerinde zafer verdi; ve


«HUNEYN» gününde size yardım etti. O vakit Huneyn gününde çocu­
ğunuz size güven vermişti de, bir faydası olmamıştı. Yer yüzü o genişliği
ile başınıza dar gelmişti. Sonra da bozularak arkanızı dönmüştünüz. Son­
ra Allah, Resûlünün ve müminlerin üzerine rahmetini indirdi, görmediğiniz
meleklerden ordular indirdi dte, küfredenleri azablandırdı. İşte bu kâfirle­
rin cezasıdır. Bu savaştan sonra Allah, onlardan dilediğini tevbe ve İslâm
iie aziz kılar. Allah, Gafûr'dur, Rahîm’dir.» (252)
«O vakit (Uhud savaşında) boyuna uzaklaşıyordunuz. Kimseye dö­
nüp bakmıyordunuz. Peygamber ise arkanızdan sizi çağırıp duruyordu.
Bunun üzerine, Allah sizi keder üzerine kederle cezalandırdı. Allah'ın
sizi bağışlaması, ne elinizden giden zafere, ne de başınıza gelen musi­
bete üzülmiyesiniz, diyedir. Allah yaptıklarınızdan tamamsyle haberdar­
dır.» (253)

İkincisi : AÇIKLAMALAR

a — K u r’an-ı K e rim ’den verd iğ im iz bu m isa lle re dikkat e d ilirse Y ü ­


ce A lla h ’ın dünyadaki azabının ç e ş itli ş e k ille rd e te c e lli ettiği görülür.
Bazan garkolm ak, bazan y ıld ırım , bazan hastalık, bazan deprem , bazan...
G erçekten insanın başına gelen her belâ bu cezanın ese rle rin de n b iri­
dir. Şu âyet bu manayı ifade eder :

251 — M aide : 20-26


252 — T evbe : 25-27
253 — Â li îm ra n : 153

579
İ SLÂM

«Başınıza gelen her musibet, kendi ellerinizin kazandığı (günah­


lar) yüzündendir. Allah ise, günahların bir çoğunu bağışlıyor (da bunlar­
dan dolayı m u sib et verm iyor» (254)
Şayet m u sib et bir ceza d e ğ ilse , ya bir terbiye, ya bir im tihan veya
b ir makama y ü k se ltilm e k için dir: «... Sizi bir imtihan olarak kötülük ve
İyilikle deneyeceğiz. Hepiniz de sonunda bize döndürüleceksiniz.» (255)
b — Um um i manada Rabbânî m usibet cezası, ancak ondan önce
bir bollu k g e lm işse olur. Onun için Sünnetullah zalim ve k â firlere bir
m ühlet verir. K â fir ve za lim le ri görürsün, k en d ilerin e hak h a tırla tılır da,
h iç b ir şey olm am ış gibi davranır; hakkı anm azlar. O zaman İlâhî m u si­
b e t gelip çatar. Y o k olup giderler. A şa ğ ıd a k i â ye tle r bu manaya işa re t
etm ekted ir :
«And olsun ki biz, senden önce birtakım ümmetlere peygamberler
gönderdik; dinlemediler de, onları, şiddet ve zaruretlerle kıvrandırdık.
Olur ki yalvarırlar, (tevbe e d e rle r diye). Hiç olmazsa, böyle şiddetimiz
geldiği zaman bâri yalvarsaydılar! Fakat kalbleri katılaşmış, Şeytan da
bütün yaptıklarını kendilerine süslü göstermişti. Bpylece, ne zaman ki
yapılan ihtarları unuttular, üzerlerine nimet ve zevklerden her şeyin
kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilen bu genişlik ve serbestlikle
tam ferahlandıkları sırada onları ansızın yakaladık. Artık o anda, bütün
ümitlerinden mahrum kaldılar. Böylece o zulmeden kavmin kökü kesil­
mişti. Hamd, âlemlerin Rabbı olan Allahındır.» (256)
c — K âfir ve g a fille r belâ ve bolluğun ard arda g e ld ik le rin i gör­
dükleri için bunların A lla h 'ta n ge ld iğ in i sanm azlar da s ırf tesadüfen
m eydana gelen tabiat o layla rı olarak d e ğ erle n d irirle r. B ir deprem oldu­
ğunda, bununla Rabbânî ceza arasında bir bağ bulunduğunu sanm azlar.
Boralar, y ıld ırım la r vs. ile bu ceza arasında h içb ir iliş k i yoktur onlarca.
K u r ’an şu manaya işa re t ederken şö y le buyuruyor :
«Biz her hangi bir memlekete bir peygamber gönderdikse, önce
halkını (peygam berlerini tanım adıklarından) şiddet ve zaruretle sıkmı­
şız ki, yalvarıp yakarsınlar. Sonra bu sıkıntının yerine iyilik ve selâmet
verdik. Derken çoğaldılar ve; «Doğrusu atalarımıza da böyle sıkıntılı
haller olmuş; sevinçli ve geniş haller de gelmiş» dediler. Tam o sırada,
hatırlarından geçmezken, ansızın kendilerini azabla yakalayıverdik.» (257)

254 — Ş u ra : 30
255 — E n biya : 35
256 — En’am : 42-45
257 — A ’ra f : 94-95

580
İSLÂM1N MÜEYYİDELERİ

«Gök gürültüsü, Allah’a ham'd ile, melekler de Allah’tan korkarak teş­


bih ederler. Allah yıldırımlar gönderip onunla dilediğini çarpar. Böyle
iken, o kâfirler, hadlerini bilmezler de Allah hakkında mücadele ederler.
Halbuki Allah’ın karşılık darbesi pek şiddetlidir.» (258)
d ,— K âfir ve g a filin aksine m üslüm an, başına bir m usibet g e ld iğ in ­
de; küçük olsun, büyük olsun, umumi olsun, h u susî olsun m utlaka onu
hakettiğini h isse d e r ve tevbe ederek A lla h ’a döner :
«Uhud savaşında size gelen musibet sonunda yetmiş kişi şehid ol­
masına karşılık, daha önce Bedir savaşında kâfirlerden iki kat ki, yetmiş
ölü ve yetmiş esir olmuşken, siz: «Peygamber bizimle ve biz de müsiü-
man iken bu musibet bize nereden geldi?» dediniz. Onlara de ki: «O,
kendi tarafımzdandır, Peygambere itaat etmeyişinizdendir.» şüphe yokki
Allah her şeye kadirdir.» (253)
Bunun n e tic e si olarak m üslüm an, m usibetten ders alır, A lla h ’a dön­
m esine sebep olur. M u sib e tle karşılaşa n m üslüm an önce bunu düşünür.
Ne yaptım da bunu hakettim , der ve n e fsini hesaba çeker. B öylece mu­
sib e tin bir kefaret olduğuna ve âh irette kalm ayıp dünyada v e rild iğ in e
inanır da sabreder. İleri geri konuşm az: «Hiçbir müslüman yoktur ki, ken­
disine bir diken batmış olsun veya daha küçük bir eziyete m übtelâ olsu n
da Allah onu günahlarına kefaret yapmasın, Ağacın yapraklarını döktü­
ğü gibi günahlarını dökmesin.» (260)
«Mümin erkek ve kadının kendisine yahut çocuğuna veya malına her
belâ isabet ettiğinde, Allah onunla günahlarını yok eder.» (261)
M u s ’ab b. S a ’d ’dan, o da babasından rivayet eder ki: «R esûllü llah
(S.A.V.) den sordum :

— İnsanlar iç e risin d e en şid d e tli belâya m übtelâ olan lar k im le rd ir?


— Peygamberlerdir. Sonra mertebece aşağı olanlar, sonra onlardan
aşağıda clanlardır. Kişi, dinine bağlılığına göre belâya mübtelâ olur. Çok
dindarın belâsı da şiddetli olur. Dini zayıf olan, c-na göre belâsı hafif olur.
Belâ kişiyi bırakmaz ta ki, üzerinde günahı bulunmadığı halde yer yüzünde
yürüyünceye kadar.» (262)

258 — R a ’d : 13
259 — Â l-İ İm ran : 165
260 — M ü ttefeku n aleyh dir.
261 — Bu hadisi T irm izi riva yet etm iş ve hasen b ir hadis old u ğu n u
söylem iş tir.
262 — T irm iz

581
İSLÂM

e — Cenab-ı H akkın kahretm e ce zasın ın her kâfir ve m ünafığa dün­


yada ulaşm ası gerekm ez. G e le b ilir de, g e lm e y e b ilir de. Â h ire tte cezalan­
dırm ak için ce zala rın ı sonraya b ıra kab ilir. Zaten âhiret azabı daha çe tin ­
dir.
«Biz, kâfir olan nice memleket halkını kırıp geçirdik vo bunların he­
lakinden sonra da, başkalarını bir kavim olarak yarattık. Onlar azabımı­
zın şiddetini duydukları zaman memleketlerinden kaçıyorlardı. (M e le k le r
onlara şö yle dedi): «Kaçmayın, içinde bulunduğunuz nimete ve evlerinize
dönün; çünkü sorguya çekileceksiniz.» (Onlar kurtuluştan üm it keserek):
«Vay bizlere! Biz gerçekten zalimler idik,» dediler. Biz, onları sönmüş kül
yığını olarak biçilmiş bir ekin haline getirinceye kadar, hep sözleri bu
feryad olmuştur.» (263)
«Sana indirilen Kur'an-a ve spnden önce indirilen kitaplara iman et­
tik, diye boş iddiada bulunanlara bakmaz mısın! O azgın şeytana muha­
keme olmak istiyorlar. Halbuki onu (şeytanı) tanımamakla emrolunmuş-
lardı. Şeytan ise, onları çok uzak bir sapıklığa düşürmek ister... Ellerinin
yaptığı (kötü am el) yüzünden başkalarına bir musibet geldiği vakit halleri
nasıl olur?...» (264)
(M al ve evlâd olarak) tek başına yarattığım o kâfiri bana bırak. Bu
adama da uzun boylu malverdim. Hem kendisi ile hazır bulunan oğullar...
Ona nimet döşedim de döşedim... Sonra da arzu eder ki, daha arttırayım,
hayır, (isted iğin e kavuşam az) çünkü o, âyetlerimize karşı bir inkârcı idi.
Muhakkak ben, onu, meşakketli bir azaba sardıracağım.» (265)
-f — Cenab-ı Hakkın ce zası b ir m ille ti başka bir m ille te veya insan­
ları insanlara m u sallat etm ek sû re tiy le de o la b ilir. O, şö yle buyurur :
«De ki: «Allah, üstünüzden veya ayaklarınızın altından bir azab gön­
dermeğe, yahut sizi bir birinize katıştırıp bazılarınıza diğerlerinin acısını
tattırmaya da kadirdir...» (266)
Bugünkü durumun d e ğ işik m anzarası yakın gele ce kte herhalde bu­
n u n b e lirtile rin i bize g ö ste re b ilir.

Cenab-ı Hak, insan fayd alansın diye bu kâinatı yaratm ıştır. Am a in­
san onun her şe y in i tahrip etm ek için kullanm aktadır. Sanırım ki B irin ci
ve ik in ci Dünya S a vaşlarınd a m eydana gelen o laylar bu tür ce zala n d ır­
manın ö rn e kle rid ir.

263 — Enbiyâ : 11-15


264 — N isa : 60
265 — M üddessir : 11-17
266 — En’am : 65

582
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

Cenab-ı Hak, günahları se b e b iy le m üslüm anların başına m üslüm an


olm ayanları m u sallat etm ektedir. H alk arasında bu gerçeği ifade eden
ve A lla h 'ın kanununu dile getiren şu v e ciz ve hikm e tli söz d o la şır durur:
«Beni tanıyan bana isyan edince, ona, beni tanım ayanı m u sallat ederim.»
B irçok hadiste bu sözü te 'kid eden m analar m evcuttur. Zaten bugünkü
durum da bunu gösterm ektedir.
Ş im diye kadar anlatılanlardan anlıyoruz ki, Cenab-ı Hakkın azabı ç e ­
ş itli şe k ille rd e ortaya çıkm aktadır. H epsi de se b ep le r a le m iyle örtülü
kapaklıdır. «Onlarla muharebe edin ki, Allah, sizin ellerinizle kendilerini
öldürsün ve böylece azab etsin; onları perişan etsin, size onlara karşı za­
fer versin ve müminler topluluğunun kalblerini ferahlandırsın.» (267)

Ş im diye kadar ifade e ttiğ im iz şu gerçeği bir daha ifade edelim :


K âfir ancak yakın ve maddi sebebi gö rebilir. M üm in ise maddi se-
beblerin yanında pek çok m anevî sebebin de bulunduğunu kabul eder.
Onu dosdoğru Peygam ber yard ım ıyla tanır. M e s e lâ ölümün kalb se k te si
gibi duyulan ve m üşahede edilen sebebi vardır. B îr de g izli bir sebebi
v ard ır ki o da m eleğin ruhu cesedden ayırm a sıd ır.

Sonra mümin, maddi ve manevi se b eb le rin ik is i de arada A lla h 'ın


izn iyle daima ve ebediyyen var olduğunu kabul eder. Bu bakım dan mü­
m inde daim a ibret alma kab iliyeti m evcuttur. K â fir de ise bu k a b iliy e t öl­
müş vaziy e tte d ir M üm in her şeyin ardında Cenab-ı Hakkın v a rlığ ın a ina­
nır: «Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak kötülük ve iyi­
likle deneyeceğiz. Hepiniz de, sonunda bize döndürüleceksiniz.» (268)
K âfirin maddi ve m anevi her iki gözü de kördür. A n ca k eşyanın dış
görünüşünü görür. H akikatinden habersizdir.
«Dünya hayatından bir dış görünüşü bilirler...» (269)
K âfir, ruhen ve ceseden devam lı azab ve s ık ın tı için d e d ir. Bunun
A lla h 'ın yolundan yani İslâm 'dan uzak olduğundan dolayı olduğunu bile
idrak etmez.

B — ÂHİRETTE RABBÂNÎ MÜEYYİDELER

A lla h Tealâ hakkındaki sözlerden sonra ik in ci sırada âhiretten •söz


e d ile ce k tir. A n ca k biz her üç esasta da A lla h T e â lâ ’dan bahsederek söze
başladık. Ve âh ire t hakkındaki sö zle rle konuyu bağladık. Z ira âh ire t son

267 — Tevbe : 14
268 — Enbiya : 35
269 — Rûm : 7

583
İ SLÂM

m erhale kabul edilm ekted ir. İslâm ise, ona giden yoldur. Â h ire t konusu­
na ç e ş itli yollardan girm eğe özen gösterdik. Bu konuda yazı yazan de­
ğ e rli kim selerden n a k ille r yaptık. Ta ki, m ahiyeti, gönüllerde y er etsin.
 h ire t konusuna Üstad Said-i N u rs î’den n a k ille r yaparak söze başladık
ve M e v d û d i’nin sö z le riy le son verd ik. Y ap ılan aktarm aların kitapla b ir bü­
tünlük arzetm esi iç in gereken k ısıtla m a la rı da ihmal etm edik.
Bu konudaki n a k ille rin çokluğu, d e ğ işik ş e k ille rd e gerçeği ifade ede­
rek, k â firi haklı çıkaracak h içb ir sebebe yer bırakm am ak için d ir. Zaten
başından sonuna kadar kitabın tam am ında iman te rb iy e si en büyük he­
defim izdir. Bu konuda te n k itç ile rin herhangi bir şe k ild e yapacakları te n ­
kide itib ar etm eden faydalı olacağına inandığım ız her hususa dokunm ayı
uygun gördük.

Bu g irişte n sonra şim di âh iret hakkındaki sö zle rim ize başlayalım .

Ü stad Said-i N ursi şö yle der : (270)


Birader, H aşir ve  h ire ti b a sit ve avam lis a n ıy le ve vâzıh bir
tarzda beyanını iste r isen, öyle ise şu te m s ilî hikâyeciğ e nefsim le
beraber bak, dinle...
B ir zaman ik i adam, C e n n et gibi güzel bir m em lekete (şu dün­
yaya işa re ttir) gidiyo rlar. B akarlar ki: H erkes; ev, hâne, dükkân ka­
p ıla rın ı açık bırakıp m uhafazasına dikkat e tm iyorlar. M al ve para,
m eydanda sa h ip siz kalır. O adam lardan b irisi, her isted iğ i şeye e lin i
uzatıp, ya çalıyor, ya gasbediyor. H evesin e te b a iyye t edip her nevi
'zulmü, sefaheti irtikâp ediyor. A h â li de ona çok ilişm iy o rla r. D iğer
arkadaşı ona dedi ki: «Ne yapıyorsun? Ceza çekeceksin; beni de
belâya sokacaksın. Bu m allar m îrî m alıdır. Bu ahâli çoluk çocuğuy­
la asker olm uşlar; veya m em ur olm uşlar. Şu işle rd e s iv il olarak is ­
tihdam e d iliyo rla r. Onun için sana çok ilişm iy o rla r. Fakat intizam
şe d ittir. Padişahın heryerde telefonu var. Ve m em urları bulunur. Ç a ­
buk git, dehalet et» dedi. Fakat, o sersem inad edip dedi: «Yok, m î­
rî m alı değil, belki v a k ıf m alıdır; sa h ip sizd ir. H erkes isted iğ i gibi ta­
sarruf e d e b ilir. Bu güzel şeyle rd e n istifa d e yi m enedecek hiç b ir se-
beb görm üyorum . G özüm le görm ezsem inanm ıyacağım » dedi. Hem

270 — Kitapla bir bütünlük arzetm esi için yazar, her ne kadar m etinden bazı
yerleri atm ışsa da o haliyle, anlatılm ak istenenin m ükem m el bir şekilde
aıılaşılam ıyacağm a kanaat getirdiğim iz için atılan kısım ları ekleyerek Ü s­
tad Said-i N ursi’nin Türkçe «Haşir Risâlser» bu konunun tam am ını bu­
raya alıyorum. (Mütercim)

584
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

fe yle so fân e çok sa fsa tiy a tı sö yle d i. İkisi arasında c id d î b ir münâ-


zara başladı. Evvelâ o se rse m dedi: «Padişah kim dir? Tanımam..»
Sonra arkadaşı ona cevaben: «Bir köy m uhtarsız olmaz. B ir iğ­
ne u stasız olmaz; sa h ip siz olam az. Bir harf kâtip siz olam az, b iliy o r­
sun. N a sıl oluyor ki: N ihayet derecede muntazam şu memleket Mâ-
k im siz olur? Ve bu kadar çok se rv e t ki, her saatte b ir Ş im en d ifer
(Haşiye-1) gâipten g e lir gibi kıym ettar, musanna m allarla dolu gelir,
sik k e le r, dam galar ve her köşesind e sallanan bayraklar nasıl mâ-
lik s iz o la b ilir Sen a n la ş ılıy o r ki : B ir parça fire n g î okum uşsun. Bu
İslâm y a zıla rın ı okuyam ıyorsun. Hem de bilenden sorm uyorsun. İşte
gel, en büyük ferm ânı sana okuyacağım .» O sersem döndü dedi :
«Haydi Padişah var; fakat benim cü z'î istifa de m Ona ne zarar
v e re b ilir. H âzinesinden ne noksan eder? Hem burada hapis m apis yok
tur; ceza görünmüyor.» A rka d a şı ona cevaben dedi :
«Yahu şu görünen m em leket bir m anevra m eydanıdır. Hem sa
nayi-i garibe-i su lta n iyye n in m eşh erid ir. Hem m uvakkat te m e lsiz
m isa firh a n e le rid ir. G örm üyor musun ki, her gün b ir kafile gelir,
biri gider, kaybolur. Daim a dolar boşanır. B ir zam an sonra şu mem ­
leket tebd il edilece k. Bu ahali başka ve d âim i bir m em lekete nak­
le d ilece k . Orada herkes hizm etine m ukabil ya ceza ya m ükâfat
görecek.» dedi.

Y in e o hâin sersem , tem errüd edip: «İnanmam. H iç mümkün


müdür ki, bu m em leket harap e d ilsin . Başka bir m em lekete göç
etsin.» dedi. Bunun üzerine em in arkadaşı dedi :

«M adem bu derece inad ve tem errüd edersin. G el had ve h e ­


sabı olm ıyan delâ il için de «On iki suret» ile sana göstereceğim
ki: Bir M ahkem e-i Kübra var, bir dâr-i m ükâfat ve ihsan ve bir
oâr-ı m ücâzat ve zindan var. Ve bu m em leket her gün bir derece
boşandığı gibi gün g e lir ki, bütün bütün boşanıp harap edilecek.»

BİRİNCİ SURET : H iç mümkün müdür ki: B ir saltanat, bahusus


böyle m uhteşem bir saltanat, hüsn-ü hizm et eden m û tilere mükâ­
fatı ve isyan edenlere m ücazatı bulunm asın. Burada yok hükm ün­
dedir. Dem ek başka yerde bir mahkeme-i kübra vardır.

İKİNCİ SURET : Bu gidişata icraata bak. N a sıl en fakir, en zaif-


ten tut ta herkese m ükem m el, m ü ke lle f erzak v e riliy o r. K im se s iz
hastalara çok güzel bakılıyor. Hem gayet kıym ettar ve şahane taam ­
lar, kaplar, m urassa nişanlar, m üzeyyen e lb ise le r, m uhteşem zi-

535
İSLAM

ya fe tle r vardır. Bak senin giDl se rsem lerden başka herkes, v azife ­
sin e gayet dikkat eder. K im se zerrece haddinden tecavüz etm ez
En büyük şahıs, en büyük bir itaatle m ütevaziâne bir havf ve hey­
b e t altında hizm et eder. Dem ek şu saltanat sahib inin pek büyük bir
kerem i, pek geniş bir m erham eti var. Hem pek büyük izzeti pek ce-
lâ lli bir haysiyeti, nâmusu vardır. Halbuki kerem ise, in ’am etm ek
ister. M erham et ise, ih san sız olam az. İzzet ise, gayret ister. Hay­
s iy e t ve nâ.mus ise, e de b sizle rin t e ’dibini ister. Halbuki şu m em ­
lekette o m erham et, o namusa lâyık binden biri yapılm ıyor. Zâlim
izzetinde, mazlûm zille tin d e kalıp buradan göçüp gidiyorlar.
Demek bir Mahkeme-i Kübraya bırakılıyor.

Ü Ç Ü N C Ü SURET : Bak ne kadar âli bir hikm et, bir intizam la iş ­


ler dönüyor. Hem ne kadar hakikî bir adâlet, bir m izanla m uam ele­
ler görülüyor. H albuki hikmet-i hüküm et ise, saltanatın cenah-ı h i­
m ayesine iltic a eden m ü lte cile rin ta ltifin i ister. A d â le t ise raiyye-
tin hukukunun m uhafazasını ister; tâ hüküm etin haysiyeti, sa lta ­
natın haşm eti muhafaza edilsin.
H albuki, şu yerle rde o hikm ete, o adâlete layık binden biri icra
edilmiyor». Senin gibi se rse m le r, çoğu ceza görm eden buradan gö
çüp gidiyorlar.
Demek bir Mahkeme-i Kübraya baskılıyor.,

D Ö R D Ü N C Ü SURET : Bak had ve hesaba gelm iyen şu der­


gilerden olan m is ils iz m ücevherat, şu sofralarda olan e m sa lsi"
m at’ûm ât g ö ste riyo rlar ki: Bu y erle rin pâdişâh ının hadsiz bir se-
hâveti, hesapsız dolu hâzineleri vardır. H albuki böyle bi** sehâvet
ve tükenm ez hazineler, dâim î ve isten ile n her şe y için de bulunur
bir dar-ı ziy a fe t ister. Hem iste r ki, o ziyafetten telezzüz edenler
orada devam e tsin le r. Tâ'zevâl v e firak ile elem çe km esin le r. Çün-
ki zeval-i elem , lezzet olduğu gibi, zevâl-i lezzet dahi elem dir. Bu
se rg ile re bak! Ve şu ilânlara dikkat et! Ve bu delâllara kulak ver
ki, m uciznüm a bir padişahın antika s a n a tla rın ı te şk il ve te şh îr edi­
yorlar. K em âlâtını gösteriyorlar. M is ils iz cem âl-i m ânevisini beyan
ediyorlar. Hüsn-ü m a hfîsinin letâifin den bahsediyorlar. Dem ek
Onun pek mühim hayret v e ric i kem âlât ve cem âl-i m anevîsi vardır.
G izli, kusursuz kem al ise; ta k d ir edici, istihsan e d ici, M aşalla h de­
yip, m üşahede e d ic ile rin başlarında te şh îr ister. M ahfî, na zirsiz c e ­
mâl ise; görünm ek ve görm ek ister. Yâni, kendi cem âlin i iki vecih-
le görmek.. B iri, m u htelif âyin elerd e bizzat m üşâhede etmek. Di-

586
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

j geri, m üştak s e y irc i ve m iitehayyir istihsan e d ic ile rin m üşahede­


s iy le m üşahede etm ek ister. Hem görm ek, hem görünmek, hem
daim î m üşahede, hem ebedî işlıâd ister. Hem o daim î cem âl, m üş­
tak s e y irc i ve istihsan e d ic ile rin devâm-ı vücutlarım ister. Çünki:
D aim î bir cem âl, zâil m üştaka razı olam az. Z ira dönm em ek üzere
zevâle mahkûm olan bir se y irc i, zevâlin ta sa vv u riy le muhabbeti
adâvete döner. H ayret ve hürm eti tahkire m eyleder. Ç ünki insan,
b ile m ed iğ i ve yetişm e d iğ i şeye düşm andır. H albuki şu m isa firh a ­
nelerden herkes çabuk gidip, kayboluyor. O kem âl ve o cem âlin
b ir ışığ ın ı belki zayıf bir gö lg e sin i bir anda bakıp, doymadan g id i­
yor.

Demek, bir seyrangâh-ı daimîye gidiliyor..


BEŞİNCİ SURET : Bak bu iş le r içinde, görünüyor ki, o m is ils iz
zâtın pek büyük b ir şe fk a ti vardır. Çünki, her m usîbetzedenin im ­
dadına koşturuyor. H er suâle ve m atlûba cevap veriyo r. Hattâ, bak
en edna bir hâcet, en edna bir raiyyetten görse, şe fk a tle kaza e d i­
yor. B ir çobanın bir koyunu, bir ayağı in cin se ya m erhem , ya bay­
tar gönderiyor.

G el g idelim , şu odada büyük 'bir içtim a var. Bütün m em leket


eşrâfı orada toplanm ışlar. Bak, pek büyük b ir nişanı taşıyan bir
Yâver-i Ekrem bir nutuk okuyor. O şe fk a tli padişahından bir şe y le r
istiyo r. Bütün ahâli: «Evet, evet biz de istiyoruz» diyorlar. Onu ta s­
dik ve le y id e diyorlar. Şim di dinle, bu padişahın s e v g ilis i diyor ki:

«Ey bizi n im e tle riyle perverde eden su ltânım ız, bize gö ste rd i­
ğin nüm ûnelerin ve bölg elerin asılla rm ı, m enba’larını göster. Ve bi­
zi makarr-ı saltanatına celbet. Bizi bu çö lle rd e m ahvettirm e. Bizi
huzuruna al. Bize m erham et et. Burada bize ta ttırd ığ ın le zîz n i­
m etle rini orada yedir. Bizi zevâl ve te b ’îd ile tâzib etm e. Sana
m üştak ve m ü teşe kkir şu m utî raiyyetini başı boş bırakıp îdam
etme» diyor. Ve pek çok yalvarıyor. Sen de işitiy o rsu n . A cab a bu
kadar şe fk a tli ve kudretli bir Padişah, hiç mümkün müdür ki; en
edna b ir adam ın en edna bir m erâm m ı ehem m iyetle yerin e g e tir­
sin, en se v g ili bir Yaver-i Ekrem inin en güzel bir m aksûdunu y e ri­
ne g e tirm esin ? H albuki, O se v g ilin in m aksudu umumun da m ak­
sududur. Hem, Padişahın m arzîsi, hem m erhâm et ve adâletinin
m u ktezasıaır. Hem Ona rahattır, ağır değil... Bu m isafirh an elerd eki
m uvakkat nüzhetgâhlar kadar ağır gelm ez. M âdem , nüm ûnelerini
gösterm ek için beş altı gün seyrangâhlara bu kadar m asraf ediyor,

587
İ SLÂM

bu m em leketi kurdu. Elbette, h akikî h âzinelerini, kem âlâtım , hü­


n e rle rin i makarr-ı saltanatında öyle b ir tarzda gösterecek, öyle
seyrangâhlar açacak ki, a k ılla rı hayrette bırakacak.
Demek bu meydan-ı imtihanda olanlar, başı boş değiller; saadet
sarayları ve zindanlar onları bekliyorlar...
ALTINCI SURET : İşte gel, bak, bu m uhteşem şim en d iferle r, tay­
yareler, teçhizatlar, depolar, se rg ile r, icraatlar g ö ste riyo rlar ki, per­
de arkasında pek m uhteşem bir saltanat vardır. (H âşiye : 2)
H ükm ediyor. Böyle b ir saltanat, kendine lâyık bir raiyyet ister. H al­
buki; görüyorsun, bütün raiyyet bu m isafirhanede to plan m ışla r. Mi-
safirhâne ise hergün dolar, boşanır. Hem, bütün raiyyet manevra
için b ir bu meydan-ı im tihanda bulunuyorlar. M eydan ise, her saat
te b d il e d iliyo r. Hem bütün raiyyet, Padişahın kıym ettar ihsânatının
nüm unelerini ve hârika sa n'atların ın an tikalarını se rg ile rd e temâ-

(H a şiy e : 2) M eselâ; N a sıl şu z a m a n d a m a n e v r a m e y d a n ın d a h a rp


u su lü n d e : «S ilâh al, sü n g ü tak » e m riy le k o c a b i r o rd u , b a ş ta n b a ş a d i­
k e n li b i r m e ş e g â h a b e n z e d iğ i g ib i; h e r b i r b a y ra m g ü n ü n d e re s m -i ge-
ç id için : « F o rm a la rın ız ı ta k ıp n iş a n la r ın ız ı asınız» e m r in e k a rş ı, o rd u ­
g âh , serâ se r re n g â re n k ç iç e k a ç m ış m ü z e y y e n b ir b a h ç e y i te m s il e ttiğ i
m isillu , ö y le d e rû y - u z e m in m e y d a n ın d a , S u ltâ n -ı E z e lin in n ih a y e ts iz
e n v a -ı c ü n û d u n d a n m e le k v e c in ve in s v e h a y v a n la r g ib i şu u rsu z n e-
b ta t ta ife s i d a h i, h ıfz -ı h a y a t c ih a d ın d a «Em r-i k u n fe y e k u n » u ile: «M ü­
d a fa a iç in s i lâ h la r ın ız ı' v e c ih a z a tın ız ı ta k ın ız » E m r-i İlâ h iy i a ld ık la r ı
v a k it, zoım in b a ş ta n a ş a ğ ıy a b ü tü n o n d a k i d ik e n li a ğ a ç la r v e n e b a tla r
s ü n g ü c ü k le r in i ta k t ık l a r ı zam an aynen S ü n g ü le r in i ta k m ış m u h te ş e m
b ir o r d u g â h a b e n z iy o r.. H em , b a h a r ı n h e r b ir g ü n ü , h e r b ir h a fta s ı, b i­
r e r tâ ife -i n e b a ta tın b ir e r b a y r a m ı hükm ünde o ld u ğ u için , h e r b ir t a i ­
fe s i d a h i k e n d i S u lta n ın ın o ta ife y e ih s a n e ttiğ i g ü z e l h e d iy e le ri te ş h ir
iç in ona ta k tığ ı m u rassa n iş a n la n b ir e r re sm -i g e ç it ta r z ın d a O Sul-
ta n - ı E z e lin in n a z a r- ı ş u h u d ve iş h â d m a a rz e ttiğ in d e n v e ö y le b ir va­
z iy e t g ö ste rd iğ in d e n , b ü tü n n e b a ta t ve e şc a r, güya S a n a t-ı R a b b a n iy y e
m u r a s s a a tın ı v e ç iç e k v e m e y v e d e n ile n - f ıtr a t- ı İlâ h iy y e n in n iş a n la r ın ı
ta k ın ız ; ç iç e k le r a ç ın ız ; E m r-i R a b b a n iy y e y i d in liy o r la r ki, ru y - u z e m in
dahi g a y e t m u h te ş e m b ir b a y ra m g ü n ü n d e , ş a h a n e re s m -i g e ç itd e , s ü r ­
m e li f o r m a la r ı ve m u rassa n iş a n la n p a r la y a n b ir o rd u g â h ı te m sil e d i­
y o r. İş te b u d e re c e h ik m e tli v e in tiz a m lı te ç h iz a t v e te z y in a t e lb e tte n i­
h a y e ts iz k a d ir b i r s u lta n ın , n ih â y e t d e re c e d e h a k im b ir h â k im in e m r iy ­
le o ld u ğ u n u k ö r o lm a y a n la r a g ö ste rir.

588
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

şa etmek için şu teşhirgâhda bir kaç dakika durup seyrediyorlar.


Meşher ise. her dakika tahavvül ediyor. Giden gelmez, gelen gi­
der. İşte bu hâl, şu vaziyet kat’î gösteriyor ki: Şu misafirhane ve
şu meydan ve şu meşherlerin arkasında daimî saraylar, müstemir
meskenler, şu numunelerin ve suretlerin hâlis ve yüksek asılla-
riyle dolu bağ ve hazineler vardır.
Demek burada çabalamak onlar içindir. Şurada çalıştırır; ora­
da ücret verir. Herkesin istidâdına göre orada bir saadeti var...
YEDİNCİ SURET : Gel, bir parça gezelim. Şu medenî ahâli
içinde ne var, ne yok görelim. İşte bak, her yerde, her köşede, mü­
teaddit fotoğraflar kurulmuş, suret âlıyorlar. Bak, her yerde mü­
teaddit kâtipler oturmuşlar, bîr şeyler yazıyorlar. Her şeyi kayde­
diyorlar. En ehemmiyetsiz bir hizmeti, en âdi bir vukûâtı zaptedi-
yorlar. Hâ, şu yüksek dağda Pâdişâha mahsûs bir büyük fotoğraf
kurulmuş ki (Haşiye : 3) bütün bu yerlerde ne cereyan eder, sûre-
tini alıyorlar. Demek, O zat emretmiş ki; mülkünde cereyan eden
bütün muamele ve işler zaptedilsin. Demek oluyor ki; O Zat-ı Mu­
azzam bütün hâdisâtı kaydettirir, sûretini alır, işte, şu dikkatli hıfz
ve muhâfaza, elbette bir muhâsebe içindir. Şimdi, en âdi raiyyetin
en âdi muamelelerini ihmal etmeyen bir Hâklm-I Hafız, hiç müm­
kün müdür ki, raiyyetin en büyüklerinden en büyük amellerini mu­
hâfaza etmesin, muhasebe etmesin. Mükâfat ve mücâzat verme­
sin. Halbuki, O zatın izzetine ve gayretine dokunacak ve şe’n-i
merhâmeti hiç kabul etmiyecek muâmeleler, o büyüklerden sudûr
ediyor. Burada cezâya çarpmıyor .
Demek, bir Mahkeme-i Kübrâya bırakılıyor...
(H a şiy e : 3) Ş u s û r e tin iş a r e t e ttiğ i m â n â la r ın b i r k ıs m ı y e d in c i h a k i ­
k a tte b e y a n e d ilm iş. Y aln ız, b u r a d a P a d iş a h a m a h s û s b i r b ü y ü k fo to ğ ra f
iş a r e ti v e h a k ik a ti; L evh-i M a h fu z d e m e k tir. L ev h -i M a h f û z u n ta h a k k u k - u
vücudu Y irm i A ltın c ı S ö z d e şö y le is p a t e d ilm iş k i: N asıl, küçük küçük
c ü z d a n la r, b ü y ü k b i r k ü tü ğ ü n v ü c u d u n u ih s a s e d e r. Ve küçük küçük
s e n e d le r b ir d e fte r-i k e b ir in b u lu n d u ğ u n u iş’a r e d e r. V e k ü ç ü k k e s r e tli
te r e ş ş u h a tla r , b ü y ü k b ir su m e n b a m ı iş m â m e d e r. A y n e n ö y le de, k ü ç ü k
b a ta t ta ife s i d a h i, h ıfz -ı h a y a t c ih a d ın d a «Em r-i k u n fe y e k u n » u ile : «Mü-
h em , büyük lev h -i m a h f u z u y a z a n k a le m d e n te r a ş ş u h eden k ü çü k kü­
ç ü k n o k ta l a r s u r e tin d e o la n b e n i b e ş e r in k u v v e -i h a fız a la r ı, a ğ a ç la rın
m e y v e le ri, m e y v e le rin ç e k ird e k le ri, to h u m la n ; e lb e tte b ir h â fız a -i K ü b râ -
yı, b ir d e fte r-i e k b e ri, b i r lev h -i m a h ü f -u â z a m i ih s a s e d e r, iş ’a r e d e r v e
is p a t eder. B elki, k e s k in a k ılla r a g ö ste rir...

589
İ SLÂM

SEKİZİNCİ SURET : G el, Ondan gelen bu ferm anları sana oku­


yacağım . Bak, m ükerrer va'd ed iyor ve şid d e tli tehdid ediyor ki: Siz-
leri oradan alıp, makarr-ı saltanatım a getireceğim . Ve m u tîleri m es -
ûd, â s île ri mabbus edeceğim . O m uvakkat yeri harab edip, müebbed
sa rayları, zindanları hâvi diğer bir m em leket kuracağım . Hem o vaad
e ttiği ş e y le r Ona gayet rahattır. Raiyyetine, gayet m ühim dir. Va'din-
de hulf ise, izzet-i iktidarına gayet zıttır. İşte bak ey se rse m i Sen ya­
lancı vehm ini, hezeyancı aklın ı, aldatıcı nefsini ta sd ik ediyorsun.
Ve hiç bir v e ç h ile hulf ve hilâfa m ecburiyeti olm ıyan ve hiç b ir c i­
hette hilâf, h aysiyetine yakışnuyan ve bütün görünen iş le r sıd kına
şehâdet eden bir zâtı tekzib ediyorsun. Elbette büyük bir cezaya
m üstahak olursun. M isâ lin şuna benzer ki: Bir yolcu, güneşin ziy a­
sından gözünü kapıyor. H ayâline bakıyor. Vehm i, bir y ıld ız böceği g i­
bi kafa fenerin in ış ığ iy le deh şetli yolunu tenvîr etm ek istiyo r. M a­
dem; vaad etm iş, yapacaktır. H albuki, ifâsı Ona çok rahat ve bize
ve he>- şeye ve Ona ve saltanatına pek çok âzım dır,
Demek bir Mahkeme-i Kübrâ, bir saadet-i uzmâ vardır.

D O K U Z U N C U SURET : Şim di gel... Bu d â ire le rin ve ce m aa tle ­


rin bazı rüesâlarına ki: (Hâşiye : 4) H er b iri bizzat Padişahla görü­
şecek husûsî birer telefonu var, hem, bâzı Onun huzuruna çık m ışla r.
Ne d iyo rla r bak : Bunlar ittifakla ihbar e d iy o ıla r ki, O zat, m ükâfat
ve m ücâzat için pek m uhteşem ve deh şetli bir y er ihzar etm iş. G a­
yet kavi vaad ve şid d e tli tehdid ediyor. Hem Onun izet ve celâdeti
hiç bir v e cih le hu!f-u!-va’de tenezzül edip te ze llü lü kabul etmez.
Halbuki, o m uhbirler hem tevâtür de re ce sind e çok, hem icm â kuvve­
tinde bir ittifakla haber v e riy o rla r ki: Şu bâzı âsârı görünen salta-
nat-ı azîm enin m edarı ve m akam , buradan uzak bir başka m em le­
kettedir. Ve şu meydan-ı im tihanda binalar m uvakkattırlar. Sonra
daim î saraylara te b d il edilece k. Bu y e rle r de ğ işe ce kler. Çürrki: e se r­
le riy le azam eti anlaşılan şu m uhteşem , ze va lsiz saltanat; böyle ge­
ç ic i, devam sız, bikarar, ehem m iyetsiz, m utegayyir, bekasız, nâkıs,
tekem m ülsüz um ûrlar üzerinde kurulm az, durulm az. Dem ek, ona
lâyık, daim î, m üstekar, ze valsiz, m üstem ir, m ükem m el, m uhteşem
um ûrlar üzerinde duruyor.
Demek, bir diyar-ı âher var, elbette o makarra gidilecektir...
(H a şiy e : 4) Ş u s u r e tin is b a t e ttiğ i m a n a la r , S e k iz in c i H a k ik a tte g ö r ü ­
n ec e k . M eselâ, d a ir e le r in re is le r i şu te m sild e E n b iy a v e E v liy a y a iş a r e ttir .
V e te le fo n ise, m a ’k es-i v a h y v e m a z h a r-ı ilh a m o la n , k a lb d e n u z a n a n b ir
n isb e t-i R a b b a n iy e d ir k i, k a lb o te le fo n u n b a ş ıd ır ve k u la ğ ı h ü k m ü n d e d ir.

590
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

O N U N C U SURET : G el. bugün nevrûz-u su ltâ n îd ir. (H aşiye : 5)


B ir te b e d d ü lat olacak, acîb iş le r çıkacak. Şu baharın şu güzel gü­
nünde, şu güzel ç iç e k li olan şu y e ş il sahraya gid ip b ir seyran e d e ­
riz. İşte bak! A h a li de bu tarafa g e liyo rla r. Bak bir s ih ir var. O b i­
nalar birden harab oldular. Başka bir ş e k il aldı. Bak, bir m ûcize var.
O harab oian binalar, birden burada yap ıldı. Â d e ta bu h â lî bir çöl, bir
m edenî şe h ir oldu. Bak, sinem a p e rd e le ri gibi her sa at başka b ir
âlem g ö ste rir. Başka b ir şe k il alır. Buna dikkat et ki, o kadar k a rı­
şık, s ü r’atii, k e sre tli, h akikî p e rd ele r için de ne kadar m ükem m el bir
intizam v ard ır ki, herşey, y e rli yerin e konuluyor. H ayâlî sin em a pe r­
de le ri dahi bunun kadar muntazam olam az. M ily o n la r m ahir sih irb a z­
lar dahi bu san atları yapam azlar. Dem ek, bize görünm eyen o Pâ­
dişâh ın çok büyük m û cize le ri vardır.

Ey sersem ! Sen diyorsun: N a sıl bu koca m e m le ket tahrib e d i­


lip, başka yere kurulacak?

İşte görüyorsun ki: H er saat, se nin aklın kabul etm ediğ i o tebdîl-i
diyar gibi çok in kılâplar, te b d ille r oluyor. Şu toplanm ak, dağılm ak
ve şu hallerden a n la ş ılıy o r ki: Bu görünen s ü r’atli içtim ala r, d a ğ ıl­
m alar, te ş k ille r, ta h rib ler içinde, başka b ir m aksat var. B ir sa a tlik
içtim a için on sene kadar m asraf yap ılıyo r. Dem ek bu va ziy e tle r,
maksûd-u bizzat d e ğ ille r. B ir te m sild ir, b ir ta k lid d irle r. O zat m û ci­
ze ile yapıyor. Tâ sû re tle ri a lın ıp te rkip e d ilsin . Ve n e tic e le ri h ıfze ­
d ilip y a zılsın . -N âsılki, m anevra meydan-ı im tihan ının her şeyi kay­
ded iliyo rd u ve yazılıyordu.- D em ek, bir m ecm a-ı ekberde m uam ele,
bunlar üzerine devam edip, dönecek. Hem, b ir m eşher-i âzamda daimî'
g ö ste rile ce k . Dem ek, şu g e çici, kararsız vaziy e tle r: sa b it sû re tle r.
bâki m eyve le r veriyo rlar.

Demek bu ihtilâf ât; bir saadet-i uzmâ, bir Mahkeme-i Kübra.


bilmediğimiz ulvî gayeler içindir..

(H aşiy e 5) Bu suretin remzin i D ok u zu n cu Hakikatte görecek sin . M e­


selâ, nevruz günü, b a h a r m ev sim in e işarettir. Çiçekli, yeşil sahra ise, b a ­
har m evsim in deki rûy-u zemindir. Değişen perdeler, m a n z a r a la r ise, fasl-ı
baharın iptidasından yazın intihasına k ada r Sâni-i Kadir-i Zülcelâlin, Fâ
tır ı Hakim i Zülcemâliıı kemâl i intizam ile değiştir diğ i ve kemal-i rahme!
ile tazelendirdiği ve birbiri arkasın da g ö n d e r d iğ i m e v c u d a t ı ba ha riye ta
ba katına ve ınasnuat ı sa yfiye l.aileleı ine ve erzakı h a y v a n iy e ve insaniye-
ye m ed ar ola n m alu mata işarettir
İSLÂM

ONBİRİNCİ SURET : G el, ey muannid arkadaş! B ir tayyareye; ya


şarka veya garba, yâni mazi ve m üstakbele giden bir şim en difere bi­
nelim . Şu m ûcizekâr zatın, ş â ir yerle rde ne ç e ş it m u cizeler göster­
diğini görelim . İşte bak, gördüğümüz m enzil ve meydan ve m ahşer
gibi acâibler, her tarafta bulunuyor. Lâkin, sa n ’atça, su retçe b irb i­
rinden a yrıd ırlar. Fakat, buna iyi dikkat -et ki: O se b atsız m e n zille r­
de, o devam sız m eydanlarda, o bekasız m eşh erlerde ne kadar bahir
b ir hikm etin intizâm âtı, ne derece zahir bir inayetin işa re ti, ne m er­
tebe âli bir adaletin em ârâtı, ne derece vasi bir m erham etin seme-
râtı görünüyor. B a sire tsiz olm ayan herkes yakînen anlar ki: Onun
hikm etinden daha ekm el bir hikm et ve inayetinden daha ecm el bir
inayet ve m erham etinden daha eşm el bir m erham et ve adaletinden
daha ecel bir adâletm lam az ve tasavvur edilem ez. Eğer faraza, teveh-
hüm ettiğin gibi, daire-i m em leketinde daim î m enziller, âli m ekân­
lar, sâ b it m akam lar, baki m eskenler, m ukîm ahali, m es'ûd raiyyeti
bulunmazsa; şu hikm et, inayet, merham et, adâletin hakikatlarına şu
bekasız m em leket mazhar olam adığı malûm; ve onlara mazhar ola­
cak başka yerde de bulunm azsa, o vakit gündüz ortasında güneşin
ışığ ın ı gördüğümüz halde, güneşi inkâr etm ek de re ce sind e bir ah­
m aklıkla; şu gözümüz önündeki hikm eti inkâr etm ek ve şu müşâhe-
de e ttiğ im iz inâyeti inkâr etm ek ve şu gördüğümüz m erham eti inkâr
etm ek ve şu pek kuvvetli em ârâtı, işârâtı görünen adaleti inkar et­
mek lazım gelir.
Hem bu gördüğümüz icrâat-ı hakîm âne ve ef'âl-i kerîm âne ve
ihsanât-ı rahîm ânenin sahib inin (hâşâ süm m e haşa) se fih bir oyuncu,
gaddar b ir zalim olduğunu kabul etm ek lazım dır. Bu ise, hakikatlerin
Zıtlarına in kılâ b ıd ır. Halbuki, inkılâb-ı hakaik, bütün ehl-i aklın itti-
fa kiyle m uhaldir. Müm kün değ ildir. Y aln ız, her şeyin Vücûdunu inkâr
eden S o fe stâ î eble h ler hariçtir.
Demek bu diyardan başka bir diyar vardır. Onda bir mahkeme-i
Kübra, bir ma'dele-i ulyâ, bir mekreme-i uzmâ vardır ki, tâ su mer­
hamet ve hikmet inâyet ve adâiet tamamen tezâhür etsinler...
ONİKİNCİ SU RET : G el, şim di döneceğiz. Şu cem aatlerin re is ­
le riy le ve zâ b itle riy le gö rüşeceğ iz ve teçhizâtlarına bakacağız ki, o
teçhizat, yalnız o m eydandaki kısa bir müddet için de geçinm ek için
mi v e rilm iş tir? Yahut, başka yerde uzun bir saadet hayatı ta h sîl et­
mek için mi v e rilm iş tir? G ö relim . H erkese ve her teçhizâta bakama­
yız. Fakat, nümune için şu zâbitin cüzdan ve defterine bakacağız.
Bu cüzdanda zâbitin rütbesi, m aaşı, va zife si, m atlûbâtı, düstur-u ha­

592
İSLÂM1N MÜEYYİDELERİ

rekâtı vardır. Bak, bu rütbe b irk şç günlük için değil; pek uzun bir
zaman için v e rile b ilir. «Şu m aaşı, hazine-i hassadan filân tarihde
alacaksın» y a zılıd ır. H albuki o tarih çok zaman sonra ve bu m ey­
dan kapandıktan sonra g e lir. Şu vazife ise, şu m uvakkat meydana
göre değil, belki Pâdişâhın kurbunde d aim î bir saadeti kazanmak
için v e rilm iş tir. Şu m atlûbât ise, b ir kaç günlük bu m isâfirhânede
geçinm ek için olam az. B e lk i,'u zu n ve m e su d â n e bir hayat için ola­
b ilir. Şu düstur ise, bütün açığa v e rir ki: Cüzdan sahibi başka yere
nam zettir, başka âlem e ç a lış ır. Bak, şu defterlerd e, â le tle r te çh iza­
tın ın sûret-i istim â li ve m e s’û liy e tle r vardır. H albuki, eğer, y aln ız bu
meydandan başka âli, daim î bir yer bulunm azsa, şu muhkem defter,
o kat’î cüzdan, bütün bütün m ânâsız olur. Hem, şu m uhterem zâb it ve
m ükerrem kumandan ve muazzez reis; bütün ahaliden aşağı, herkes­
ten daha bedbaht, daha bîçare, daha z e lîl, daha m u sîb etli, daha fa­
kir, daha zayıf b ir derekeye düşer. İşte buna kıyas et. Hangi şeye
dikkat etsen şehadet eder ki; Bu fâniden sonra b ir bâki var...
Ey arkadaş! Dem ek, bu m uvakkat m em leket b ir tarla hükm ün­
dedir. B ir talim gahtır, b ir pazardır. Elbette arkasında bir M ahkem e-i
Kübrâ b ir saadet-i uzmâ g e le c e k tir.’ Eğer bunu inkâr etsen; bütün
zab itle rd eki cüzdanları, de fterle ri, te çh iza tla rı, düsturları belki şu
m em leketteki bütün intizâm âtı, hattâ hüküm eti inkar etm eğe m ec­
bur olursun. Ve bütün vaki olan icraatın vücudunu te kzip etm ek lâ­
zım gelir. O v a k it sana; insan ve zîşu u r denilm ez. So fe stâîie rd e n
daha a k ıls ız olursun.
Sakın zannetme; tebdil-i m em leket d e lille ri bu On iki Sûrete
m ünhasırdır. B elki, had ve hesaba gelm ez em âreler, d e lille r var ki:
Şu kararsız, m ütegayyir m em leket; ze vâ lsiz, m üstekar b ir m em leke­
te tahvîl e d ile ce k tir. Hem, had ve hesaba gelm ez işâ re tle r, alâm etler
var ki: Bu ahali, şu m uvakkat m isafirh an elerd en alınacak, saltana­
tın makarr-ı da im îsin e gö n derilecek.
Bahusus, gel sana On iki S û ret kuvvetinden daha kuvvetli bir
bürhan daha göstereceğim .
İşte gel bak, şu uzaktaki görünen cemaat-ı azîm e içinde, evvel
adada gördüğümüz büyük nişan sahibi Yâver-i Ekrem bir tebliğatta
bulunuyor. G id e lim , din le yelim . Bak, o parlak Yâver-i Ekrem, bak
o yüksekte ta ’lîk e d ilm iş Ferman-ı Âzam i, ahaliye b ild iriy o r. Ve di­
yor ki: «H azırlanınız, başka, d aim î bir m em lekete g id e ce ksin iz. Ö yle
b ir m em leket ki; bu m em leket ona nisbeten b ir zindan hükm ündedir.
Pâdişâhım ızın makarr-ı saltanatına gidip, m erham etine, ihsaniarı-

593
İSLÂM

na m azhar o laca ksın ız. Eğer güzelce bu ferm anı din le yip itaat et­
seniz. Y o k sa isyan edip din le m e zse n iz m üthiş zindanlara a tıla ca k ­
sınız» gibi te bliğa tta bulunuyor. Sen de görüyorsun ki: O ferman-ı
Âzarnda öyle îca zkâ r b ir turra v ar ki, h iç b ir v e çh ile kabil-i ta k lit de­
ğil. Senin gibi se rse m le rd e n başka herkes, o Ferman, Pâdişâhın fe r­
manı olduğunu kat’î b ilir. Ve o parlak Yâver-i Ekrem de öyle nişan lar
var ki: Senin gibi körlerden başka herkes O Zâtı, Padişahın pek doğ­
ru tercüm ân-ı evâm iri olduğunu yakînen anlar.
A caba o Yaver-i Ekrem o Ferman-ı âzâm la beraber bütün kuvve­
tiy le dâva edip, te b liğ e ttik le ri şu tebdîl-i m em leket m e s’e le si, hiç
kabil m id ir ki, itiraz kabul etsin. Evet kabil değil. İllâ ki, bütün bu
gördüğüm üz her şe yi inkâr edesin....
Şim di ey arkadaş söz şe n in dir, söyle. Ne diyorsan de!
— Ben ne diyeceğim , daha buna karşı bir şe y d e n e b ilir m i?
Gündüz o rtasında güneşe karşı söz sö y le n ir m i? Y a ln ız derim ki: El-
ham dülillâh. Yüz bin defa şükür olsun ki, vehim ve heva tahakkü­
münden, n e fis ve heves esaretinden kurtulup, daim î hapis ve zin ­
dandan halâs oldum . Ve inandım ki: Bu karm akarışık, kararsız misa-
firh ân elerd en başka ve kurb-u şâhânede b ir diyar-ı saadet vardır.
Biz de ona namzediz...
İşte, H a şir ve  h ire tte n kinaye ve ibare olan şu hikâye-i te m sîliy e
burada tam am oldu.

Peygam berlerin davet e ttik le ri şe y le r arasında insanların en çok


g a rip se d ik le ri, inanm adıkları ve alay e ttik le ri konu, âhiret gününe im an­
dır. K âfir to p lu lu k la rı görürsün: biri gider, diğeri g e lir ama hepsi âhi-
reti inkâr konusunda İsrarlıdır. K u r’an-ı K erim de buna örn e kle r vardır:

«Dünyaya dö n selerd i, e s k is i gibi) yine şöyle diyeceklerdi: «Bu dün­


ya hayatımızdan başka bir hayat yoktur ve biz, bir daha dirilecek de­
ğiliz.» (271)

«... Biz bir toprak olduğumuz zaman mı cidden yeni bir yaratılışta
olacağız (öldükten sonra yeniden mi d irile ceğ iz?» (272)

«Onlar: "Allah ölen kimseyi diriltmez" diye en kuvvetli yeminleriy­


le Allah’a yemin ettiler.» (273)

271 — E n a m : 29
272 — Ra’d : 5
273 — N ahl : 38

594
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

«Bir de şöyle dediler: "biz, kemik ve toz yığını olduğumuz vakit mi,
gerçekten biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz.» (274)
«Halbuki insan şöyle der: "Ben öldüğüm zaman, ileride gerçekten
diri olarak (mezardan) çıkarılacak miyim?"» (275)
«Siz öldüğünüzde, bir toprak ve bir yığın kemik olduğunuz zaman,
muhakkak dirileceğinizi mi size va’dediyor? O korkutulduğunuz şey
(azab) ne uzak, ne uzak! (olur şe y değil). Hayat, ancak bu dünya hayatı­
mızdır. Bazımız ölür, bazımız yaşarız. Fakat biz öldükten sonra diriltil­
meyiz. O (size peygam ber olduğunu söyleyen) ancak Allah’a karşı ya­
lan uyduran bir adamdır. Biz ona inanacak değiliz.» (276)
«Şöyle demişlerdi: "Biz ölüp de bir toprak ve bir yığın kemik oldu­
ğumuz zaman mı, cidden biz mi diriltilmiş olacağız. Yemin ederiz ki, bize
de atalarımıza da bu dirilme işi bundan önce va’d olundu. Bu, eskilerin
masallarından başka birşey değil!.."» (277)
«Fakat onlar kıyameti de yalan saydılar...» (278)
«Fakat âhiretin olacağına dair kendilerine (peygam berler v a sıta ­
sıyla) arka arkaya ilim ulaşmaktadır. Doğrusu onlar bundan şüphe içe­
risindedirler, daha doğrusu onlar, âhiretten yana kördürler.» (279)
«Bir de (kıyam eti inkâr edenler): «Arzda, toprağa karışıp kayboldu-
duğumuzda jm; cidden biz mi, yeni bir yaratılışta olacağız?» dediler.
Doğrusu onlar, Rablerinin huzuruna varacaklarını inkâr eden kâfirler­
dir.» (280)
«Ve: "Bu, ancak apaçık bir sihirdir" dediler. Öldüğümüz ve bir top­
rakla çürümüş bir yığın kemik olduğumuz zaman mı, biz mi diriltilecek-
mişiz.» (281)
Konuyu çok garip gördüler çünkü yakın m ukaddim e ve alem ler ona
de lâ le t etm iyor. C a h il bir kim senin başlangıçta küçük sayılard an başla­
yan b ir sayım ın neticede çok büyük sa yılara varm asını g aripsem esi g i­
bi.
D e rle r ki: Satranç oyununu icad eden kim seye bunun k a rşılığ ı ola­
rak b ir m ü kâ fat işte m e si sö y le n in c e m ükâfat olarak b irin ci haneye bir

274 — Is r â : 49
275 — M e ry e m : 66
276 — M ü ’m in û n : 35
277 — M ü ’m in û n : 82
27 8 — F u rk a n : 11
279 — N em i : 66
280 — S ecd e •. 10
281 — S a ff a t : 15

595
İ SLÂM

buğday, ik in ci h a n e y e ' b irin c in in iki katı, üçüncüsüne İkin cisin in iki katı,
dördüncüsüne üçıincüsünün iki katı... ve bu usul ile satran ç haneleri­
nin 64 ta n e sin in do ld urulm asını isted i: G örünüşte bu b a sit b ir iste k tir
ve 5-10 k ilo iste ğ in i k a rşıla y a ca ktır. H albuki sayım a başlanınca görül­
dü ki, o gün için yeryüzünde bulunan buğdayın tam am ı bu işe yetm eye­
ceği gibi birkaç y ılın g e lirin i de buna e klem e k gerekecektir.
K ıyam et günü m e se le si de böyledir. Y akın m ukaddim elerine b a kıl­
dığında k işi onun o lm ayacağını görür. A n ca k m e se le ye daha geniş ve
şu m ullü olarak bakıldığın da m atem atiksel b ir n etice gibi vukuunun ke­
s in liğ i rah atlıkla görülür.
Şim di m e se le ye şum ûllü b ir ş e k lid e bakalım :
M e s e le , olanca b a s itliğ iy le şö y le d ir :
1 — A lla h , A zze ve C e lle vardır. Bunun d e lille rin i bu s ils ile n in bi­
rin ci kitabı olan «ALLAH » is im li kitabım ızda gördük.
2 — A lla h , A zze ve C e lle herşeyi b ilir. Bunun d e lille rin i de gördük.
3 — A lla h , A z z e v e C e lle her şe ye kadirdir. Bunun d e lille rin i de
gördük.
4 — A lla h , A zze ve- C e lle d ile d iğ in i yapandır. Bunun d e lille rin i de
gördük.
5 — A lla h , A zze ve C e lle adalet sa h ib id ir. Â d il olduğunun d e lille ri­
ni de daha önce görm üştük.
6 — A lla h , A zze v e C e lle m azlum un hakkını zalim den alır. Bu ko­
nunun d e lille rin i de gördük-
7 — A lla h , A zze ve C e lle K e rim d ir, nim etle ri verendir. Bu konuda­
ki d e lille ri de yine görm üştük.
Y e ri ve göğü yaratan ve gücü her şeye yeten Allah,, insanı ikin ci
defa yaratm aktan âciz değ ild ir. H er şe yi bilen ve gören A lla h , insanın
ze rre le rin i b ir araya getirm ek iste d iğ i zaman gözünden h içb ir şey kaç­
maz. Y in e  d il olan A lla h , onları bir araya getirirken zulm e yer verm e­
yen şn ad aletli yolu b ilir ve se çe r. İnsanı hesaba çe km esi, adaletinin
b ir ge re ğid ir. Çünkü he rşe yi insana m usahhar k ılm ış tır. Bunun hesabı­
nı e l b e t t e so raca ktır. Z alim in hakkını mazlum dan alm ası yine adaletinin
b ir gereğidir.
İ n tik a m a l ı c ı olan A lla h , bunun gereği olarak ken disine
savaş açan­
la r d a n e ziy e t edip itaat etm eyenlerden intikam ala­
p e y g a m b e rle rin e
caktır. K e r e m ve nim eti bol olan A lla h , bunun gereği olarak iy ilik eden,
O ’na itaat eden ve dünyada dostlarına do st olanlara nim etlerini v e re ­
cektir.

596
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

Son olarak O, d ile d iğ in i yapandır. Görünen y a ra tık la r içe risin d e n


insan ve görünm eyen yaratıklardan cin için durumun böyle olm a sın ı
d ile m iştir. D ile d iğ i ve iste d iğ i şe y için lâ yü s'e ld ir. Çünkü şanının y ü ce ­
liğ i, hesaba çe kilm e kte n daha büyüktür. A k sin e , d ile d iğ in i hesaba çe ­
keb ilend ir.
Bundan başka A lla h ’ın bütün peygam berleri insanın önünde ikin ci
bir d ir iliş in ve ebedî bir cennet ve cehennem hayatının v a rlığ ın ı haber
v e rm işle rd ir. O peygam berler ki, bütün d e lille r o nların doğruluğunu is-
batla m ıştır. A lla h ’ ın bu konudaki haberini bize ile te n le r onlardır. Böy-
lece insanın önünde tek b ir y o l vardır: D a vra n ışların ı buna göre ayar­
lamak.
K u r’an-ı K erim âh ire t gününü inkâr e d e n le rle ta rtışm ış ve ale y h le ­
rinde d e lille r g e tirm iştir. Şim d i de bu örneklerden ba zıla rın ı aktaraca­
ğız.

— III —
a — Y üce A lla h şö yle buyurur :
«Kafir olanlar ise şöyle dediler: "Bize, o kıyamet vakti g elm eyecek."
(Ey R esulüm , onlara) de ki: "Öyle değil, doğrusu gaybi bilen Rabbim hak­
kı için kıyamet muhakkak size gelecektir. O’ndan (Rabbim in ilm inden)
göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey kaçmaz. Bundan daha küçük ve
daha büyük ne varsa hepsi muhakkak bir KİTAB-I M Ü B ÎN ’dedir. -Levh-i
Mahfuzda yazılıdır.- (kıyam etin g e lm esi şundan), çünkü A lla h , im an edip
salih ameller işleyenleri mükâfatlandıracaktır. İşte bunlar için b ir m ağ­
firet ve bir güzel rızık (cennet) var. Ayetlerimizi iptal etm ek için y a rış ır­
casına koşanlara da, azabın en kötüsünden acıklı bir azab vardır. K en­
dilerine ilim verilmiş olanlar, görülüyorlar ki, Rabbinden sana in d irile n
Kur’an hakkın kendisidir; ve o, hem de lâyık ve her şe y e gaüb olan A l­
lah’ın yolunu (dinini) gösteriyor..» (282)
Bu â ye tle r in kâ rcılara şu yollardan cevap v e riy o r :
1 — K ıyam etin hikm eti; iy ilik yapanların m ü kâ fatlan d ırılıp A lla h
ve R esulüne savaş açarak O ’nun yoluna engel o lan ların ce za la n d ırıla ­
cağını a çıklıyo r.
2 — İlm inden h iç b ir şe y kaçm ayan A lla h ’ın, bunun böyle o lm asını
iste d iğ in e işa re t ediyor.
3 — İlmi olan herkes K u r’an-ın hak olduğunu b ilir. K u r’an, hak
oluşu ve onun kıyam et gününden haber ve rm e si yine b ir olarak gös
te riliy o r.

597
İ SLÂM

b — «Kâfir olanlar (yardakçılarına şöyle) dediler : «Siz tamamen


parça parça dağıldığınız ve çürüdüğünüz vakit, muhakkak yeni bir ya­
ratılışta bulunacağınızı, size haber vermekte olan bir adamı (peygam­
b e rlik iddia edeni), size gösterelim mi? O, bir yalanı Allah’a iftira mı
edip duruyor? Yoksa kendisinde bir cinnet mi var?» (H ayır onların de­
diği gibi değil) doğrusu, o âhirete iman etmiyenler (öldükten sonra d i­
rilm e y i inkâr edenler, âhirette hakdan) uzak bir sapıklıkla azab içinde­
dirler. O kâfirler bakmadılar mı ki, önlerinde ve arkalarında gökten ve
yerden ne var, (e trafları nasıl çe vre le n m iştir)? Eğer dilersek, kendilerini
yere geçiririz yahut gökten üzerlerine parçalar düşürüveririz. Şüphesiz
ki bunda (yere ve göğe bakıp düşünm ekte) Allah’a yönelen her kul için
bir ibret alameti vardır.» (283)
1 — Bu âyetler onlara kıyam etten haber veren Hz. M uham m ed
(S.A.V.) e gö zle rin i çe v irm e le rin i is tiy o r ve onun yalancı mı veya deli
mi olduğunu soruyor. Eğer o, ne bu ve ne de o ise, o halde âhireti inkâr
edenler ancak sapıklardır.
2 — G ökte ve yerde A lla h 'ın kudretini tem aşa e tm e le rin i istiyo r.
Bütün bunları yapan, neyi yapamaz ki?
c — «Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilme işinde şüphede ise­
niz (ilk y a ra tılış ın ız ı düşünün), muhakkak ki biz, sizi (Â d e m ’den, Â d e m 'i
de) topraktan yarattık; sonra bir nutfeden (m eniden) sonra pıhtılaşmış
bir kandan, sonra yaratılışı tam ve yaratılışı noksan bir et parçasından
ki, size kudret ve hikmetimizi beyan edelim. Hem sizi dilediğimiz belirli bir
vakte kadar rahimlerde durduruyoruz da, sizi bir bebek olarak çıkarıyo­
ruz. Sonra sizi, kemal ve kuvvet çağınıza erişmeniz için bırakırız. Bunun­
la beraber, içinizden kimi öldürülüyor, kimi de önceki bilgisinden sonra
hiçbir şey bilmemek üzere, kuvvetten düşürülüp kocalma haline çevirili-
yor.
Bir de arzı görürsün, ölmüş (kurumuş); fakat biz onun üzerine suyu
İndirdiğimiz zaman, harekete geçer, kabarır ve her güzel çiftten nebat­
lar b itirir. İşte bunlar (insanın m u htelif ta v ırla rla y a ra tılış ı ve ölü arzın
ihya e d iliş i) ispat ediyor ki, hakikaten Allah vardır. O, ölüleri diriltiyor ve
gerçekten O, her şeye kadirdir. (Bir de beyan e dilen yukarıdaki d e lille r­
le b ile s in iz ki), kıyamet muhakkak gelecektir, bunda hiç şüphe yoktur; ve
Allah bütün kabirlerde olan kimseleri diriltecektir.» (284)
282 — Sebe : 3-6
283 — Saba : 10
284 — Hac : 5-6

598
İSLAİVSİN M Ü E Y Y İD E L E R İ

Bu âyetler de şü p h e cile rin şü ph ele rin i şu şe k ild e tedavi ediyor :


1 — Önce, ken d ilerin in y a ra tılışla rın a dikkat etm eleri isteniyor: ö n ­
ce toprak id ile r. Sonra gıda oldular. Bu gıdadan m eni m eydana geldi.
D öllenm e olduktan sonra da o m eni ge lişm e ye başladı. İnsan nihayet
anasının karnında b ir cenin oldu ve doğumdan sonra küçük b ir bebek
iken büyüdü. N ih ayet yaşlanıp te kra r âciz duruma düştü, insanı b ir m er­
haleden diğerine geçiren A lla h , onu ik in ci b ir defa birden yaratm aktan
âciz m id ir?
2 — A lla h 'ın , kuruyup ölen b itk ile ri na sıl ik in ci bir defa d irilttiğ in e
d ikkatler çe k iliy o r. Bunu yapabilen A lla h , insanı ik in ci defa yaratm ak­
tan âciz o la b ilir m i?
Bunu ve onu yapm aya kadir olan A lla h şü p h esiz bütün in san ları
ik in ci b ir defa te k ra r yaratm aya kad irdir ve k e s in lik le kıyam et g e le ­
cektir.
d — «O (inkârcı) insan görmedi mi biz onu bir nutfeden yarattık.
Şimdi de aşikâr bir mücadeleci kesiliverdi. (Nutfeden) y a ra tılış ın ı unuta­
rak bize bir de misal getirdi: "Bu kemikleri kim d iriltir, o n la r çürüyüp da­
ğılmışken?" dedi, (Ey Resûiüm ) de ki: "Onları ilk defa yaratan diriltir ve
O, her yaratılanı tamamiyle bilir." O Allah ki, siz e yeşil ağaçtan bir ateş
yaptı da şimdi siz ondan yakıp duruyorsunuz. G ö k le ri ve yeri yaratan
(Allah), onlar gibisini yaratmağa gücü yetm ez m i? Elbette buna gücü
yeter. O, her şeyi yaratandır, her şe y i b ile n d ir. A lla h ’ın şanı, bir şe y in
olmasını dilediği I zaman, ona sadece "ol" dem ektir; o o lu v e rir. O halde
her şeyin mülkiyet ve tasarrufu kudret elinde olan A lla h ne yücedir!.
(Öldükten sonra hep) O’na döndürülüp g ö tü rüleceksiniz.» (285)
1 — Â y e tle r, insanı b a sit bir et parçasından yaratan A lla h 'a karşı
düşm anca ta v ır takın m alarının ço k çirk in b ir hareket olduğuna dikkat­
le ri çekiyor.
2 — İnsanın, A lla h ’ın ken d isin i ik in ci b ir defa yaratm asını uzak
görm esi de aslın d a A lla h 'a düşm anca ta v ır takınm a dem ektir. Çünkü
düşünecek o lsa ik in ci b ir defa yaratm asını uzak gö rm eyecektir.

3 — O A lla h ki, her şe y i insan için yaratm ıştır. Elb etteki insanın
ona karşı böyle b ir ta v ır takınm ası yakışm az.
4 — O A lla h ki, gö kle ri ve yeri ya ra tm ıştır. Ve bunları da sadece
irade ve e m riyle yap m ıştır. Bütün bunları yaratan insan gibi bir yaratığı
te kra r yaratam az m ı? Bunlara gücü yetenin insanı ik in ci bir defa y arat­
m ası y ad ırg a n ab ilir m i?

285 — Yâsın : 77-83

599
İ S L Â M

e — («Ey Resulüm ) eğer kâfirlerin seni yalanlamasına şaşıyorsan,


ası! şu s ö z le ri şaşılacak şeydir: "Biz bir toprak olduğumuz zaman mı cid­
den yeni bir yaratılışta olacağız (öldükten sonra yeniden mi d irile c e ğ iz? )"
İşte bunlar Rablerini (hüküm lerini) inkâr etmiş olanlardır; bunla? boyun­
larında (kıyam et gününde) demir halkalar bulunanlardır. Bunlar, cehen­
nemliktirler, ebedî olarak orada kalacaklardır.» (286)
 y e ti kerim e te k ra r d irilm e y i redd ed enlerin gerçekte A lla h 'ı inkâr
e ttik le rin e işa re t ediyor. Çünkü A lla h ’a hakkıyla inanm ış o lsa lard ı, kıya­
m eti inkar e tm e yece kle rd i. İnsanın A lla h ’ı ve kudretini tanım akla birlikte
te kra r d irilm e y i inkâr etm esi, doğrusu şa şıla c a k b ir şeydir.
f — «Elbette gökleri ve yeri yaratmak, insanları (öldükten sonra) ya­
ratmaktan daha büyüktür. Fakat insanların çoğu bilmezler.» (287)
G ö kteki c is im le rin büyüklüğü ve fezanın g e n işliğ i hakkında a zıc ık b il­
g isi olan b ilir ki, bunlara n isb e tle in san ları yaratm ak b a sit b ir iştir. A lla h ’­
ın, göklerin ve yerin y a ra tıc ıs ı olduğu d e lille rle sa b it olduğu halde in sa­
nın âh ireti inkâr etm esi gariptir.
g — «Sizi ancak boşuna yarattığımızı ve gerçekten bize döndürül-
meyeceğinizi mi zannettiniz? Mutlak olarak mülk sahibi olan Allah, (bo­
şuna yaratm aktan, çocuk edinm ekten ve bütün no ksanlıklardan m ünez­
zehtir.) çok yücedir. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur; kerîm olan ARŞ’ın
Rabbidir.» (233)
İnsan, k en d isin in A lla h ’a dö nm eyeceğini, hesap verm e ye ceğ in i, bu
dünyada d ile d iğ in i yapıp sorgu suz su a ls iz kalacağını .tasavvur etse, her
şeyin, hatta ken d isin in b ile g âyesiz ve boşu boşuna yaratıld ığ ın a hükm e­
der. Bunların bir hikm et için y a ra tıld ık la rın ı reddeder. B ö ylece Zât-ı İlâ­
h îy i itham yahut inkâr eder. H albuki kâinat tam am en bunun ak sid ir. A l­
lah (C.C.) bundan ve ondan m ünezzehtir. A k sin e , insanı bir hikm et için
y a ra tm ıştır ve onu, yap tıkların dan dolayı hesaba çe ke ce k tir.
h — «Samr mı insan, başı boş yaratılacaktır? Dökülen meniden bir
nutfe değil miydi? Sonra meniden bir kan pıhtısı olmuş da, Allah onu
yarattı, derken (insan) biçimine koydu. Nihayet o meniden erkek ve dişi
iki eş yarattı. Bunları yaratan, ölüleri diriltmeye kadir değil mi?» (289)
H erşe y in ken d isi için y a ra tıld ığ ı insan «Görmediniz mi ki, Allah, gök-
lerdekini ve yerde olanı hep menfaatiniz için birer sebep kılmıştır...» (290)
286 — R a ’d : 5
287 — G â f ir - . 5 7
288 — M ü ’m in û n : 115
289 — K ıy a m e : 36
290 — L o k m a n : 20

600
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

Elbetteki bu insan diğer yaratıkların; toprak ve benzeri m ahlukların mua­


m ele gördüğü gibi m uam ele görmez. K e ndisine v e rile n kadar, k en d isin ­
den isten e cek tir. V a rlığ ın m antığı bunu ge re ktirir. Sana ne kadar v e ril­
m işse , o kadarı senden isten ir. İnsana verilen bütün bu n im etle r boşu­
na v e rilm e m iştir. Elbette insan bunun hesabını v ere ce ktir. Bütün yap­
tık la rı için; küçük, büyük denilm eden hepsi için sorguya çe kile ce k tir.
Onu bir nutfeden yaratan A lla h , hesaba çekm ek için tekrar onu yarat­
maya kadirdir.
i — «Doğrusu kâfirler, ken dilerin e içlerind en korkutucu bir peygam ­
ber geld iğine şa ş tıla r da şö yle dediler: «Bu, tuhaf bir şey!.. Öldüğümüz
ve bir toprak olduğumuz vakit mi (d irile ce k m işiz)? Bu, çok uzak bir dö­
nüştür. Muhakkak ki biz, toprak, onların bedenlerinden neleri yeyip ek­
silttiğini bilmişizdir. Bizim katımızda (her şeyi) tesbit eden bir kitab
(Levh-i M ahfuz) vardır.» (291)
 yet, toprak olduktan sonra A lla h 'ın ken dilerin i d iriltm e sin e hayret
etm e le rine cevap v e riy o r ve her şe yi bilen Yüce A lla h ’ın toprak olan vü ­
cu tların ın her ze rre sin in neye dönüştüğünü b ild iğ in i haber veriyor. Du­
rum böyle olunca, te kra r d irilm e hayret e d ile ce k bir şey değildir. A k s i­
ne, her şeye gücü yeten ve her şeyi bilen celâl ve kem âl sahibi Yüce
A lla h 'ın onları te k ra r diriltm ekten âciz olduğunu tasavvur etm eleri hay­
ret e d ilir şeydir.
i — «Bir de şöyle dediler: «Biz, kemik ve toz yığını olduğumuz va­
kit mi, gerçekten biz mi yaratılışla diriltileceğiz? (Ey Resûlüm onlara)
söyle: "İster taş olun, ister demir olun, yahut gönlünüzde büyüyen (dağ­
lar ve gö kler gibi kuvvetli) her hangi bir yaratık olun, muhakkak öldürü­
lecek ve diriltileceksiniz" Onlar şöyle diyeceklerdir: "O halde öldükten
sonra bizi kim diriltip geri çevirecek?" Sen de de ki: "Sizi ilk defa ya­
ratmış çlan kudret sahibi Allah diriltecek." O zaman alay ederek başla­
rını sallayacaklar da: "Ne vakit o?" diyecekler. De ki: "Muhakkak olma­
sı yakındır."» (292)
Toprak olduktan sonra te kra r d iriltilm e le rin i garip karşılıyo rla r.
Yüce A lla h onlara cevaben diyor ki: Topraktan da öte olun; taş, de­
m ir yahut bunlardan da öte tasavvur e d e b ile ce ğ in iz herhangi birşey
olun; hava, gaz, bitki yahut başka c is im le re bürünün... B irin ci defa de­
mir, altun, köm ür vs. e le m e n tle ri ihtiva eden vücudunuzu yaratan e lb e t­
te ik in c i bir defa daha s iz i yaratm aya kadirdir.

291 — Kaf : 2
292 — İs râ : 49-51

601
İ SLÂM

k — «Onlar: "Allah ölen kimseyi diriltmez" diye en kuvvetli yemin­


leriyle Allah’a yemin ettiler. Hayır, hu ölüleri diriltmek, Allah üzerine
gerçekleşen bir vaaddır; fakat insanların çoğu bilmezler. Allah, öldükten
sonra diriltecekki, o kâfirlere ihtilaf ettikleri, (kabul e tm edikleri) din iş­
lerini beyan etsin ve bunu inkâr edenler, kendilerinin yalancı olduklarını
bilsinler. Biz bir şeyi dilediğimiz zaman, ona sözümüz sadece şöyle de-
memizdir: "OI«, o da hemen oluverir.» (293)
A lla h (C.C.) kıyam etin kopacağını ve ö lü le ri d irilte ce ğ in i vaadetm iş-
tir. O, neyi va'd ed erse, mutlaka v a ’dini yerin e g e tirir. B öylece bu dün­
yada Peygam berleri yalanlayanlar yalanlarını m üşahede e d e ce klerd ir. Bu,
A lla h 'a zor ge le ce k b irşe y değ ild ir. O ki, b ir şeye " o l" dedi mi, hemen
olu ve rir. İnsanların çoğu bunu bilm e zse de hakikat budur.
Bunlar, tekrar d irilm e konusunda K u r’an-ın k â firle rle yaptığı ta rtış­
malardan birkaç örnekti. Kur'an-ı K erim bu tü r ce va blarla doludur. Onun
için b irço k yerde beraberce z ik re d ilm iş le rd ir. Peygam berlerin "m üjde-
le y ic i" ve "k o rk u tu cu " gibi sıfa tla rla n ite le n d irilm e le ri kıyam etten dola­
yıd ır. Tem el görevlerin den biri: M ü m in le ri cenn etle m üjdelem ek ve kâfir­
le ri cehennem le korkutm aktır. M ü m in le r peygam berleri tanıyarak doğ­
ru la d ılar v e şö y le d e d ile r :
«Ey Rabbimîz, doğrusu biz bir davetçi işittik: Rabbinize iman edin,
diye İnsanları iman etmeye davet ediyordu. Dinledik, hemen iman ettik.
Ey Rabbimiz, günahlarımızı bağışla, kusurlarımızı ört ve ruhlarımızı iyi
kimselerle beraber al... Ey Rabbimiz, peygamberlerinin lisanı üzere bize
vadettiğin sevabı ver ve kıyamet gününde bizi rüsvay etme. Şüphe yok
ki sen vaadinden dönmezsin.» (294)
K â firle r ise, peygam b erlerle sa va şıp onlara e ziy e t e ttile r. A lla h 'ın
yolundan alıko y d u la r ve şö yle d e d ile r :
«Allah hiçbir insana hiçbir şey indirmedi.» (295)
Onlardan her taraf yaptığının k a rşılığ ın ı hakketti :
«Muhakkak ki iyiler, Naîm cennetindedirler. Facirler (kâfirler) ise, ce­
hennemdedirler. Hesap günü ortaya atılacaklar... Oradan asla çıkacak
değillerdir. Bildin mi nedir hesab günü? Evet, bildin mi nedir hesab günü?
öyle bir gündür ki, kimse kimseye sahip olamaz, (fayda verem ez). Emir
ve hüküm, o gün yalnız Allah’ındır.» (296)
293 — N ah ] : 38-40
294 — Â li İm r a n : 193
295 — E n ’a m •. 91
296 — İn fita r : 14-20

602
İSLİMİN MÜEYYİDELERİ

A lla h ’ın Resûlünün ve İslâm ın en büyük d e s te k le y ic is i budur. Islâ-


mın yolundan gitsen cenneti, sa pık yollardan gitsen cehennem i hakke­
dersin. C e n n et ve cehennem devresi henüz gelm eden, bâtılm ken disine
karışm ad ığı A lla h 'ın Kitabı iy ile re m üjde ve kötülere de ikab vaadetmek-
tedir. A lla h 'ın gönderdiği bütün peygam berler bundan haber v e rm işle r­
dir. Ve son Peygam ber Hz. M uham m ed (S.A.V.) m ese ie yi daha da a ç ık ­
layarak haber v e rm iştir.

— IV —

A lla h (C.C.) insan ve cinne n isb e tle hayatı ik iy e bölm üştür :


a — Dünya hayatı.
b — Â h ire t hayatı.
Dünya hayatı g e çici, âh ire t hayatı ise bakidir. İbn-i A bb as der ki:
"D ünya ile ne iliş k im var ki Benim dünya ile olan iliş k im , b ir yolcu m i­
sa lid ir. B ir ağacın gölgesinde dinlenir, sonra çe kip g ide r."
E s e r’de şö y le buyurulur: "D ünyada bir garib yahut yolcu gibi o l."
Dünya hayatı karar k ılın a cak y er değ ildir. O ndaki her şe y âhirete kı­
yaslan ın ca boş ve b a sittir. Dünya hayatı g e çici, âh iret hayatı ise bâkidir.
D e ğ e rsiz ve g e ç ic i olanı e b e d î.v e d e ğ e rli olana te rcih etm ek, d e lilik tir.
Lâkin insan bu konuda ço cuk g ib id ir. Ç o cuk daim a hazırı geleceğe te r­
cih eder. Çünkü yakın ve hazır, o anda istifa d e e d e b ileceğ i b ir şeydir.
G e le c e k le şu anda b ir iliş k i kuram am aktadır. İnsan düşünecek o lsa A l­
lah ve Resûlünün sözünün ne kadar kesin bir garanti olduğunu ve g e le ­
ceğin m utlaka g e le ce ğ in i anlar. Elde olan tükenir, A lla h ’ın yanında olan
ise bakidir.
«Sizin yanınızdaki dünya malı tükenir, Allah katındaki rahmet hâzi­
neleri ise bakîdir...» (297)
«Fakat ey kâfirler siz dünya hayatını (âhirete) tercih ediyorsunuz.
Halbuki âhiret daha hayırlı ve daha devamlıdır. Doğrusu bu, evvelkilerin
kitaplarında vardır: İbrahim’in ve Musa'nın kitaplarında...» (293)
«Hayır hayır, doğrusu siz, peşini (dünya ze vk le rin i) seviyorsunuz. Ve
âhireti bırakıyorsunuz. (Onu kazanmak için ça lışm ıyo rsun uz.) Nice yüz­
ler vardır ki, o gün (kıyam ette) güzelliği ile parıldar. (O yüzler) Rablerine
bakarlar. Nice yüzler de vardır ki, o gün somurtub kararmıştır. (Böyle

297 — N a h l : 96
298 — A 'lâ : 16

603
İ SLÂM

kararm ış yüzler başlarına gele ce k fela ke tle ) bel kemiklerinin kırılacağını


anlar.» (299)
Onun için A lla h (C.C.) ve R esû llü lla h (S.A.V.) dünyanın d e ğ e rs iz li­
ği ve dünya hayatının fa n iliğ i ile âhiretin büyüklüğü ve bekası konusun­
da b irç o k m is a lle r v e rm işle rd ir. Tâ ki, akıl sa h ip le ri buna akıl erdirsin,
d eli de ş a şk ın lığ ı iç e risin d e kalsın. Â h ire tin nim et ve azabından gâfil
kalm aktan daha büyük d e lilik o lur mu?
R esû llü lla h (S.A.V.) şö y le buyurur :
Âhirette dünya, sizden birinizin parmağını denize daldırması gibi­
dir. Dikkat etsin. O parmağıyla neyi geri getirebilir.» (300)
Y üce A lla h da şö yle buyurur :
«... Ey insanlar, sizin azgınlığınız ancak kendi aleyhinizedir. O kıy­
metsiz dünya hayatının biraz zevkini sürersiniz, sonra döner bize gelir­
siniz, Biz de bütün yaptıklarınızı size haber veririz. Menfaat ve aldatma
bakımından bu dünya hayatının hali, gökten indirdiğimiz bir yağmura ben­
zer. öyle ki, bu yağmurla, gerek insanların, gerekse hayvanların yiyeceği
ürün ve bitkiler yetişip birbirine karışmıştır. Nihayet arz bütün güzelliğini
takınıp süslendiği ve sahipleri de bu mahsulu toplamaya ve ondan fayda­
lanmaya kendilerini kadir zannettikleri bir sırada, geceleyin veya gündü­
zün ona emrimiz (âfâtım ız) gelivermiştir. Sanki dün yerinde birşey yok­
muş gibi, onu kökünden biçmiş yok etmiştir. İşte düşünecek bir kavim
için âyetleri böyle açıklarız.» (301)
«Allah, dilediği kimseye rızkı genişletir ve daraltır. Mekke’liler dün­
ya hayatı ile (geniş rızıkia) ferahlandılar. Halbuki âhiret yanında dünya
hayatı, ancak bir yol azığıdır...» (302)
«(Ey Resûlüm ) onlara dünya hayatının halini şöyle temsil yap: (Dün­
ya v arlığ ı), gökten indirdiğimiz bir yağmura benzer ki, onunla arzın bitki­
leri (her renk ve çiçekten) birbirine karışmış, nihayet bir çöp kırıntısı ol­
muştur. Rüzgârlar onu savurur gider. Allah her şeye muktedir bulunu­
yor.» (303)
«Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve bir oyundan ibarettir. -Ahiret
yurdu ise, ölmez gerçek hayat işte budur. Eğer bilselerdi, (geçici dünya
hayatını, ebedî ah iret hayatına te rc ih etm ezlerdi.)» (304)

299 — K ıy a m e : 20
300 — M ü slim , T in n iz i
301 — Y u n u s : 23
302 — R a ’d : 26
303 — K e h y f : 45
304 — A n k e b u t : 64

604
İSLÂMİN MÜEYYİDELERİ

«Biliniz ki, (A lla h ’a itaata ve a h ire t kazancına sa rf edilm iyen ) dünya


hayatı; bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda bir öğünme, mal ve ev-
lâdda bir çoğalıştır, (nihayet hepsi yok olup gider). Bu, bir yağmurun ha­
line benzer ki, onun bitirdiği nebat, çiftçilerin hoşuna gider. Sonra (yeşil
rengini) değştirir; bir ds onu görürsün sararmıştır. Sonra da çör çöp
olmuştur. (İşte dünyada böyledir. Kuruyup yok olan b ir nebat gibi, be­
kası yoktur.) İşte hayatı bu şekilde olan kimse için, ahirette şiddetli bir
azab; müminler için ise, Allah’tan bir mağfiret ve bir rıza vardır. (A h ire ti
iste m e y e n le r için) dünya hayatı ancak bir aldanış menfaatidir.» (305)
Lâkin dünyada bu hakikatin farkına sa d e ce m üm inler v a rır Onun
için dünya onlara b ir hapishanedir. Ondan kurtulm ayı b e kle rle r. K â fir­
le r ise, dünyaya cennet gözüyle bakarlar ve ondan ayrılm a k istem ezler.
Peygam ber (S.A.V.) şöyle buyurur :
«Dünya, müminin hapishanesi ve kâfirin cennetidir.» (306)
K â firle r âh irette bu hakikatin farkına vara ca k la rd ır :
«Sûra (ikin ci defa) üfürüleceği günde (kıyam ette) ki, biz mücrimleri
o gün, kör bir halde mahşerde toplayacağız. Aralarında korkularından
gizlice şöyle konuşacaklar: "Dünyada ancak on gece kaldınız, değil mi?”
Aralarında gizlice ne konuşacaklarını biz pek âlâ bildriz. Görüşü en üs­
tün olan, (diğerlerine) diyecek ki: (Dünyada veya kabirde) ancak bir gün
kaldınız.» (307)
«(Allah k â firle re kıyam et günü şöyle) buyuracak: "Dünyada veya me­
zarda ne kadar seneler sayısınca kaldınız?’’ Onlar derler ki: "Bir gün, ya­
hut bir günden az kaldık. İşte (hesap tutan m eleklere) sayanlara sor. (A l­
lah onlara şöyle) buyuracak: "Bilmiş olasınız, hakikaten pek az kaldınız
(çünkü ah iretteki b e k le y işin iz sonsuzdur.)» (308)
Onun için A lla h ’ın ölçüsünd e insan bu kâinatın tam am ını b ilse , âhi-
reti ta n ıyıp onun dünyadan daha hayırlı olduğunu kabul e tm edikçe âlim
sa yılm az :
«Kendilerine (ahiret ahvali hakkında) ilim verilenler de şöyle dedi:
"(Ey Karun gibi, dünyayı isteye n le r), yazıklar olsun size! İman edip salih
amel işleyen için, Allah’ın (cennetteki) sevabı daha hayırlıdır. Ona (cen­
nete ve sevaba ise) ancak ibadet üzerine sabredenler kavuşur.» (309)

305 — H a d id : 20
306 — M ü slim , T irm iz ı
307 — T â h â : 102-104
308 — M ü ’m in û n : 112
309 — K a sa s : 80

605
İSLÂM

«(Bu zaferi) Allah va’detti. Allah va'dinden caymaz, fakat insanların


çoğu bunu bilmezler. (O M ekke halkı) dünya hayatından bir dış görünüşü
bilirler, (ge çim leri için ç a lışırla r). Ahiretten ise hep habersizdirler. Onlar,
kendi aralarında düşünmediler mi ki, Allah göklerle yeri ve aralarındaki-
leri, ancak hakkı yerleştirmek için ve muayyen bir vakit için yarattı, (bu
v a k it son bulunca, o v a rlık la r da son bulacaktır.) Bununla beraber ger­
çekten insanların çoğu Rablerine kavuşmayı inkâr ederler. Onlar, (M e k ­
ke k âfirleri), yer yüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin âkibetinin
ne olduğuna bakmadılar mı? Onlar (daha evvel gelen  d ve Sem ûd gibi
kavim ler) kuvvetçe kendilerinden daha şiddetli idiler : Toprağı ekip ak­
tarmışlar ve onu kendilerinin imarından daha çok imar etmişlerdi, Pey­
gamberleri de onlara zulmetmiyordu, fakat kendileri nefislerine (inkâr
yapm akla) zulüm yapıyorlardı.» (310) G erçekten Ehram ları ve Ba'lebek
ile Tedm ur k a lın tıla rım görenler, bizden ö n ce k ile rin yeryüzünü nasıl îm ar
e ttik le rin i b ilirle r.
«Onun için (ey Resûlüm ), sen, o bizim Kur’anımızdan yüz çevirip de
yalnız dünya hayatını istiyen kimselere bakma. İşte onların ilimden ere­
bildikleri gaye, bu dünya işidir...» (311)
 h ire ti tanım ayan ve bütün gayretlerin i dünyaya hasred.enler, âhi-
ret azabından en büyük payı, a la ca kla rd ır :
«Kim âhiret sevabını isterse, onun sıevabını arttırırız. Kim de dünya
menfaatim isterse, ona da ondan veririz; fakat âhirette ona hiçbir nasib
yoktur.» (312)
«Kim ameli ile dünya menfaatini isterse, dilediğimiz kimseye istedi­
ğimiz şeyi, dünyada peşin veririz; sonra da onu cehenneme koyarız; kö­
tülenmiş ve rahmetten koğulmuş bir halde ona ulaşır. Kim de mümin ol­
duğu halde âhireti ister ve çalışmasını da onun için yaparsa, işte bunla­
rın çalışmaları makbul olur.» (313)
Dünyayı isteyen ile âh ireti isteyen arasında gerçekten büyük bir
fark vardır. Bu fark, inançta, kalbin uyanıklığında ve davranışlarda ken­
d in i hemen gö sterir. Â h ire ti isteyen, inanç ve şu ur o larak onu dünyaya
te rcih eder. Onun yanında âh iret iş le ri dünya işle rin e nazaran ö n ce lik
kazanır. Dünya iş le rin i de A lla h rıza sın ı elde etm ek için b ir v e s ile ola­
rak görür. M e se lâ nam azıyla dünyevî b ir iş i ça tıştığ ın d a namaza önce­
lik tanır. A lla h rızasın a kavuşm ak için yaptığı dünyevî iş le r de A lla h yo­
lunda y a p ılm ış işlerd en s a y ılırla r.
310 — R um : 6 -9
311 — N e c rn : 29
312 — Ş û ra : 20
31 3 — Is r â : 18

60 G
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

—V—
O halde hayatın iki bölümü vardır: Dünya ve âhiret. A rala rın d aki
a y ırıc ı çizg i ise, kıyam etin kopm asıdır. K ıyam etin kopm asıyla dünya ha­
yatı son bulur ve â h ire t hayatı başlar
Dünya ile â h ire t arasında bir s ın ır v a zife sin i gören kıyam et ne za­
man kopacaktır?
Y ü ce A lla h bunun haberini gizli tutm uştur: «Sana kıyametten soru­
yorlar: "Ne zaman kopacak?" Onu anlatmak sana nerden olsun? Onun
nihayeti (ilm i), yalnız Rabbine aittir. Sen, ancak kıyametten korkacakları
sakındıran bir peygambersin. (İnsanlar) kıyameti görecekleri gün sanki
bir akşam veya kuşluğundan başka (dünyada yahut kabirlerde) durma­
mışa dönecekler.» (314)
«Sana kıyametten soruyorlar: "Ne zaman kopacak." De ki: "Onun il­
mi yalnız Rabbimin katindadır*. Onu tam vaktinde, ancak o tecelli ettire­
cektir. O kıyamet öyle büyük bir meseledir ki, göklerde ve yerde ona ta­
hammül edecek hiç kimse yoktur. Size o, ancak ansızrn geleceği ile bi-
liyormuşsun gibi senden ısrarla onu sorarlar. Yine de ki: "Onun ilmi an­
cak Allah katindadır. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.» (315)
O halde kıyam et an sızın ge le ce k tir. A n ca k onun ya k la ştığ ın ı göste­
ren b ir takım alam e tle r vardır. Y a k la ştığ ın a dair beklerken, bu yakın lığ ı
n isb î olarak alıyoruz. Yani A lla h ’ın yam ndakine yahut kâinatın yaşına
n isb e tle yakın. Y ü ce A lla h şö y le buyurur: «Kıyamet yaklaştı ve ay ikiye bö­
lündü.» (316)
Y in e şö yle buyurur: «Artık onlar, yalnız o kıyametin kopmasına, onun
birden bire kendilerine gelivermesine bakıyorlar. İşte onun alametleri
(sayılan âhir zaman peygam beri) gelmiştir. Fakat o (kıyam et ansızın) baş­
larına geldiği vakit, anlamaları kendilerine ne fayda verir?» (317)
Y a k la ş tığ ın ı gösteren alâm etlerden biri, R esû llü lla h (S.A.V.)'in gön­
d e rilm e sid ir. Buhârî, R esûllü lah (S.A.V.) in: «Benle kıyamet (parm akları­
nı göstererek) şu iki şey gibiyiz,» buyurduğunu rivayet eder.
Kıyam etin alâm e tle ri pek çoktur. Bu alâm etlerden her biri ayni za­
manda kıyam etin birer şa rtıd ır. Bütün alâm e tle r gelm ed ikçe, kıyam et
kopmaz. R esû llü lla h (S.A.V.) bu alâm etlerin çoğuna, K u r’an-ı Kerim de
bir kısm ına işa re t e tm iştir. R esû llü lla h (S.A.V.) in işa re t e ttiğ i bazı hu-

314 — N a z ia t : 42-46
315 — A ’r a f : 187
318 — K am er : ı
317 — M u h a m m e t! : 18
607
İS L A M

su sla r vuku bulm uş bazısı da henüz vukubuim am ıştır. «Er-Resûl» isim li


kitabım ızda buna işa re t etm iştik. Şu ana kadar vuku bulm ayanlar, bizim
zaman ölçüm üze nisbe tle kıyam etin kopm asının uzak olduğunu g ö ste ri­
yor. A ncak kâinatın yaşı ve Zat-ı İlâhiye n isb e tle ta b iî olarak yakındır.
"R abbinin yanında bir gün, sizin sa yd ığ ın ız bin sene g ib id ir.”
Kıyam etin bazı şa rtları v ard ır ki "Büyük a lâ m e tle r” isim le n d irilirle r.
Bu alâm etler, kıyam etin kopm asından az önce meydana g e le ce k le rd ir
ve bunlar, o büyük olayın m ukaddim esi durum undadır.
K u r’an-ı K e rim ’in işa re t e ttiği şartlardan başlayarak bunların bazı­
larını arzetm eğe ça lışa ca ğ ız :
a, b — M ü slim v e Ebu Davud, R esû llü lla h (S.A.V.) in şö yle ded i­
ğini rivayet ederler: «Alametlerin ilki, Güneşin batıdan doğması ve dâb-
benin” (hayvanın) kuşluk vaktinde insanlar üzerine çıkmasıdır. Bunlar­
dan hangisi daha önce çıkarsa, diğeri hemen ardından gelir.»
Y üce A lla h şö yle buyurur: «Kur’an ve Peygamberi yalanladıktan
sonra ancak şunu gözetliyorlar: Kendilerine azab edecek melekler gel­
sin, yahut Rabbinin azabı gelsin, yahut Rabbinin bazı kıyamet alametle­
ri gelsin. Rabbinin kıyamet alâmetlerinden biri geldiği gün, evvelce iman
etmemiş veya imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye, o gün ima­
na gelmek hiçbir fayda vermez. Ey Resulüm de ki: (Siz o alâm etlerin
gelm esini) gözetleyip bekleyin, bizde gözetleyip bekliyoruz.» (318)
R esûllü llah (S.A.V.) bu âyetin sonunu şu şe k ild e te fs ir e tm iştir:
«Davaları bir olan iki büyük müslüman topluluk arasında büyük bir sa­
vaş çıkmadıkça kıyamet kopmayacaktır.
Otuza yakın yalancı ve her biri kendisinin Allah’ın Peygamberi ol­
duğunu iddia eden mel’un deccal çıkmadıkça kıyamet kopmayacaktır.
Yine (hakiki âlim le rin v e fa tıy la ! İslâmî ilim inkırâza uğramadıkça,
zelzeleler çoğalmadıkça, zaman biribirine yaklaşmadıkça, fitneler çıkma­
dıkça ve adam öldürme vakaları çoğalmadıkça kıyamet kopmaz.
Yine kıyamet kopmayacaktır, aranızda mal çoğalıp sel gibi akma­
dıkça, bir derecede çoğalacak ki, mal sahibi malının zekâtını verecek bir
fakiri nerede bulacaklarını düşünecekler Katta mal sahibi bazı kimselere
zekât vermek isteyecek, fakat kendisine zekâtını arzettiği kimse: Benim
zekâta ihtiyacım yok, diyecektir.
Yine kıyamet kopmayacak, halk yüksek binalar yapma yarışına
çıkmadıkça ve bir kimse öbür kimsenin kabrinin yanından geçerken
Keşke bunun yerinde ben olaydım, diye (ölümü tem enni etm edikçe.)

318 — E n ’a m : 158

608
İSLÂMİN MÜEYYİDELERİ

Yine Güneş batı tarafından doğup, insanlar bu hadiseyi görünce


toptan iman edecekler, fakat bu iman, evvelce iman etmemiş olan, ya­
hut imanında hayır ve fazilet kazanmayan kimselerin imanları kendile­
rine fayda vermediği bir zamandır.

Muhakkak ki Kıyamet şüphesiz kopacaktır. Hemde (alış veriş için)


satıcı ile müşteri aralarında elbise açacaklar da alış veriş tamam ol­
madan (ansızın) Kıyamet kopacak da o elbisenin dürülmesi mümkün
olmayacaktır.
Yine muhakkak Kıyamet kopacaktır. Hem de sağlam devesinin sü­
tünü sağıp gelen kişiye sütü içmek nasib olmadan (ansızın) kopacaktır.

Yine Kıyamet şüphesiz kopacaktır. Hem de kişi havuzunu sıvayıp


tamir edecek, fakat Kıyamet ansızın kopacak da havuzun suyunu kullan­
mak nasîb olmayacak.
Kıyamet muhakkak kopacak. Hem de yemek yemekte olan kişi lok­
masını ağzına götürecek, Kıyamet ansızın koparak yemek nasib olma­
yacaktır.» (319)
Bu hadisin bazı rivayetlerinde: «... ‘Arap toprakları bitek hale ge­
lip nehirlerle dolmadıkça» K ıyam etin kopm ayacağı zik re d ilir.

K ıyam et kopmadan önce vukubulacak alam etlerin b ir kısm ın ın vu-


kubulduğu, bir kısm ın ın vukubulm akta olduğu ve b ir k ısm ın ın da henüz
vukubulm adığı apaçıktır.

Y üce A lla h şö yle buyurur: «(Kıyam et kopacağına dair) o sözün


üzerlerine vukuu yaklaştığı zaman, onlar için yerden bir Dabbe ( K ıya­
m et alam etlerinden olup mümin ile kâfiri işa re tliy e re k birbirinden ayıra­
cak olan bir hayvan) çıkarırız da, insanların âyetlerimize yakınen iman
etmemiş olduklarını kendilerine söyler.» (320) Tem im ed-dârî'nin riva­
yet e ttiği hadis dışınd a hiç bir sahih hadiste bu hayvanın v a sfı zikre-
d ilm e m iştir. A d ı geçen hadiste bu hayvanın ö z e llik le ri şö y le s ıra la n ı­
yor :
a — G iz li ş e y le ri araştırandır.
b — K ılı uzun olup k ılın ın uzunluğundan önü ve arkası bilinm ez.
c — Bunun, hayvanın ruhu olduğunu sö y le rle r.
d, e, f — M e s ih ’in in işi, D e ccâlin ç ık ış ı ve Y e ’cüc ile M e ’c ü c ’e şe d ­
din açılm ası :

319 — B u h a ri v e M ü slim r iv a y e t e tm iş tir.


320 — N em i : 82

609
İ SLÂM

Y ü ce ANah M e sih ile ilg ili o larak şö y le buyurur :


«Ehl-i kitaptan hiçbiri hariç olmamak özere, ölümünden evvel, an*
do lsun, ona (İsa’ya) mutlaka iman edecek, o da kıyamet günü kendileri
aleyhine bir şahit olacaktır.» (321)
Y in e şö y le buyurur : «Gerçekten o (İsa'nın nüzulü), Kıyamet için
(yaklaştığın ı bildiren) bir beyandır, alâmettir. Onun için o Kıyametin gele­
ceğinden şüphe etmeyin de benim şeriatıma tabi olun. İşte bu biricik
doğru yoldur.» (322)
Y e ’cüc ve M e ’c ü c 'le ilg ili o larak da şö y le buyuruyor: «Nihayet
Ye’cüc ve M e’cüc’ün şeddi açılıp da her tepeden saldırdıkları; ve hak
olan vaad (Kıyam et) yaklaştığı vakit...» (323)
D e ccâ l'e g e lin ce , onun hakkında yetm işten fazla hadis rivayet e d il­
m iştir. Bu konuda hadis pek çoktur. Onun için onu inkâr eden şüphe­
siz kâfird ir. D eccâl konusunun M e s ih ’in in m e siy le ilg ili, M e s ih 'in onu
ö ldürm esinden do layıdır.
M e sih , D eccal ve Y e ’cüc ile M e ’cü c aşağı yukarı ayni zam anda çık a ­
ca kla rd ır. K ıyam etin kopm asıyla bu o la y la r arasında ancak sa y ılı y ılla r
vardır.
H erhalde burada en kapalı konu Y e ’cü c ve M e ’cüc konusudur. Ç ü n ­
kü bu konuda birçok m evzu h a d isle r vardır. G e rçe k o ki, bunlar âdem-
oğuilarından sa y ıla rı çok iki m ille t olup yeryüzünde yaşam aktadırlar.
Bunların hangi m ille tle r olduğu ve y e rle rin i k e s in lik le tayin edem eyiz.
A rap ü lk e le rin i is tilâ etm e le ri ve F ilis tin e g irm e le ri K ıyam etin alâmet-
lerind en dir. O n ların , se d le rin i b ir günde aşm ak is te y ip aşam ayacakları­
nı konu edinen hadis garibdir. M u h a d d isle rin b e lirttiğ i gibi sağlam bir
hadis d e ğ ild ir. Â y e tte geçen se d le rin in a ç ılm a s ıy la K ıyam etin kopm ası­
nın yakın olm a sı m e se le sin e g e lin ce , daha önce de b e lirttiğ im iz gibi,
R esû llü lla h (S.A.V.) in zam anından beri K ıyam etin kopm ası yakındır. Ba­
zıla rı, bu şedden m aksadın Büyük Ç in Şeddi olduğunu sö ylerken (324)
bazıları da bunu kabul etm ez. B a zıları bu iki m ille tin Tatarlar ve Mo-
ğ o lla r olduğunu sö ylerken bazıları da bu iki ism i kapsayan ve bugün
A v ru p a ’da yaşayan halkı kapsayan A r ı ırkından g e le n le rin olduğunu
sö y le rle r. Tabi bütün bu sö y le n e n le r kesin değ ild ir. A n ca k iki sahih ha-
321 — N is a : 159
322 — Z u h ru f : 61
323 — E n b iy a : 96
324 — Ç a ğ ım ız d a Ç in ’i z iy a r e t e d e n b a z ı k im s e le r o r a d a k i h a lk ın k e n d ile rin e
o r a d a Y e’c ü c v e M e’c ü c is m in i ta ş ıy a n ik i k a b ile n in b u lu n d u ğ u n u sö y le ­
d ik le rin i z ik re d e rle r.

610
İSLÂMİN MÜEYYİDELERİ

d is v a rd ır kİ, bunlar bize birtakıp ip uçları v e rirle r. Bu hadislerden biri,


Buhari ile M ü slim 'in Zeynep binti C a h ş ’tan rivayet e ttik le ri şu h a d istir :
«Peygam ber (S.A.V.) b ir kere te la şla Zeyneb 'in yanına gire re k :
— Lâ ilâhe illallah, vukuu yaklaşan bir şerefen, büyük bir fitneden
dolayı vay Arabın haline? Bugün Ye’cüc ve Me’cüc'ün şeddinden şunun
gibi bir gedik açıldı, buyurdu ve başparm ağiyle onu takip eden (şeha-
det) parm ağım halkaladı. Bunun üzerine Cahş kızı Zeynep :
— Ya R esûlüllah, içim izd e bu kadar sa lih k im se le r varken biz he-
!âk olur m uyuz? diye sordu. R esûlü llah :
— «Evet fısk u fücur, fuhş ve ma’siyet çoğaldığı zaman (helâk o lur­
um uz) diye cevap verdi.» A ra p la rın uğradığı ilk m usibet, Tatar ve M o­
ğ o lların e lle ri üzere olm uştur. H ad isi anlam am ız doğru ise o zaman
A ra p la rın uğradıkları m u sib et Y e ’cüc ve M e 'cü c un ç ık ış la rın ın ilk adı­
m ıdır.
«Ey insanlar! Rabbinizden korkun. Şüphe yok ki, o Kıyamet sarsın­
t ı çok büyük bir şeydir, korkunçtur.» (325) Â y e ti indiğinde R esûllü llah
(S.A.V.): «O günün hangi gün olduğunu biliyor musunuz?» dedi. "A lla h
v e R esulü daha iyi b ilir ” de d ile r. Dedi k i: "O gün Allah (C.C.) Âdem
(atamıza) :
— Yâ Âdem diyecek, o da icabet ederek :
— Yâ Rab fermanına mükerreren icabet ve mülâzemet eder ve her
emrini infaza kıyam ve mübâderet eylerim! Ve her hayır, senin emir ve
fermanında tecelli eder, diyecek. Bunun üzerine Allah Teâlâ :
— Cehenneme girecekleri (halk arasından) seçip gönderi buyura­
cak. Adfem Peygamber :
— Yâ Rab, Cehenneme gönderileceklerin miktarı ne kadardır? di­
ye soracak... Allah Teâlâ :
— Her bin kişiden dokuz yüz doksan dokuzu! diye cevap verecek. Ve
Cenab-ı Hak Âdem’e böyle buyurduğu sıra (bunun v erd iğ i şid d e tli kor­
kudan) çocuk ihtiyarlayacak, her gebe kadın da çocuğunu düşürecek.
Ve o anda, mahşer halkını korkudan sarhoş sanırsın! Halbuki onlar hiç
de sarhoş değillerdir. Ancak o sarhoşluk, Allah'ın şiddetli (em rinin ne­
tic e s i duyulan) azabın bir eseridir. Resûllüllah’ın huzurunda bulunan sa­
habeler :
— Yâ R esûlü llah , o (binde) b ir hangim iz o la b ilir? diye sordular.
R esû llü lla h :

32 5 — H acc : ı

611
İ SL ÂM

— Size müjdeler olsun, sizden bir kişiye mukabil Ye'cüc ve M e’cüc’-


den bin kişi (Cehennem e g ö n d e rile ce ktir) buyurdu. Sonra da: Hayatım
yed-i kudretinde oian Allah'a yemin eder de kat’i olarak umarım ki: Sîz
(M uham m ed üm m eti) ehl-i Cennetin dörtte birini teşkil edesiniz! diye
m üjdeledi. Bunun üzerine biz: A lla h u Ekber, dedik. Bunun üzerine Re-
sû lüllah: Umarım ki, ehi-i Cennet’in üçte birisi olasınız! buyurdu. Biz y i­
ne te k b ir getird ik. Bunun üzerine de : Umarım ki: Ehi-i Cennet’in yarısı
olasınız! buyurdu. B iz de te k b ir ge tird ik. En sonu R esû llü lla h : Siz mah­
ş e r halkının umumuna kıyas edilince, ancak siz bir beyaz öküzün deri­
si üzerindeki siyah bir tüy mesabesindesiniz. Yahut da siyah bir öküz
derisinde sanki beyaz, bir tüy, buyurdu.» (326)
Bu iki hadisten Y e ’cüc ve M e ’cüc'ün yeryüzü s a k in le ri arasında bü­
yük bir yekûn tu ttu kla rın ı anlıyoruz. Büyük b ir yekûn tu ttukları için de
b azıları bunların sa rı ırkından gelen Ç in lile rle diğer m ille tle r olduğunu
veya sa rı ırk ıyla  r ı ırk ın ın tam am ı olduğunu sö y le rle r. A rtık bunun öte­
sin i ve b e ris in i ancak A lla h b ilir. K ısa c a sı Y e ’cü c ve M e ’cüc, M e s ih za­
m anında to p ra klarım ızı is tilâ e d e ce kle r ve F ilis tin ’e kadar uzanacaklar­
dır. En sonunda da A lla h onları tarum ar edecektir.
D eccale g elince, o, A lla h ’ın y a ra tıkla rı yarattığ ı günden bu yana
vukubuiacak en büyük fitn e d ir. Çünkü D eccal A lla h lık iddiasında bulu­
nacak bir k işid ir. A lla h onun e li üzere birtakım âdet d ışı ş e y le r m eyda­
na g e tire c e k ve c a h ille r onun m utlak kudret sahib i olduğunu sanacak­
lardır. İnsan, sa d ık vahye ve A lla h ’ı bilen s a ğ lık lı akla sa rılm a d ık ça
onun fitn e sin d e n kurtulam az. A s lın d a , o tek gözlü âciz nerede, ila h lık
nerede?.. A n ca k insanoğlu böyle b ir sa p ık lığ a düşer işte...

K ıy a m e t’in bu üç alâm etyle ilg ili nasslardan b ir kısmı, şö y le d ir


M ü s lim ’in rivaye t ettiği bir hadiste şö y le buyuruluyor: «Âdem'in
yaratılışından Kıyamet’e kadar (kötülükte) Deccai'dan daha büyüğü yok­
tur.»
D iğ er bir rivayette: «Deccal’in işinden (yani yapacağı kötülükten) da­
ha büyüğü yoktur» d en ilm ekted ir.
Buhari, M ü slim , Ebu Davud ve T irm izi'n in rivayet e ttik le ri bir hadis­
te Peygam ber (S.A.V.) şö y le buyurur : «Yüce Allah şaşı (veya sakat göz-
iü) d e ğ ild ir. H ab erin iz oisun ki M e s ih Deccâl’in sag gözü sakattır, bört-
îe k d ir. Sanki onun gözü, sa lk ım ın d a k i emsalinden dışarı çıkmış iri bir
üzüm dönesidir.»

326 — T e ç rid -i S a rih , C. 9, S. 103-104

612
İSLÂM1N MÜEYYİDELERİ

M ü s lim ’in rivaye t e ttiği b ir hadiste Peygam ber (S.A.V.) şöyie bu­
yuruyor: «İsfahan yahudiierinden taylaşan (baş ve boyun örtüsü) giyen
yetmişbin kişi Deccâl’e tabi olur.»
M ü slim ve T irm iz î’nin rivaye t ettiği bir hadiste şö yle buyurulur: «İn­
sanlar Deccâl’den dağa kaçacaklar.» O zaman A ra p la r nerededir, dedim .
«O zaman onlar azdırlar» buyurdu.
Buhari ve M ü s lim ’in, Ebu S a id ’den yap tıkları b ir rivayette Peygam ­
ber (S.A.V.) şö yle buyuruyor: «Deccâ! gelecektir. Fakat Medine yoliarın-
dan içeriye girmek ona haram kılınmıştır. Nihayet Medine e trafınd aki
bazı çorak ve çakıllı araziye kadar varacakdır. O gün (M edine) halkının
en hayırlı bir siması yahut insanların en hayırlılarından b iris i D e c c â l’e
karşı çıkar ve :
— Şehadet ederim ki muhakkak sen, Resûllülîah’ın bize haber ver­
miş olduğu Deccâl'sini der. Bunun üzerine Deccâl yanında bulunan şakı
kimselere :
— Şimdi ben bu adamı öldürür, sonra diriltirsem ne dersiniz? Be­
nim (uluhiyet) iddiamda şüphe eder misiniz? diye sorar. Yanındakiler :
— Hayır şüphe etmeyiz derler. Deccâl o kimseyi hemen öldürür,
sonra da diriltir. Ve diriltir diriltmez o kimse :
— Vallahi benim, senin Deccâl olduğun hakkındaki şimdiki kanaa­
tim, bundan evvelki imanımdan daha kuvvetlidir der. Bunun üzerine
Deccâl o kimseyi tekrar öldürmek ister. Fakat artık onu öldürmeye muk­
tedir olamaz.»
D iğ er bir rivayette şö y le buyurulur: « D eccâl çıkar. Ona karşı m ü­
minlerden bir adam yönelir. Derken o m üm in k im se y e bir çok sila h lıla r,
Deccâl'in (m erkezlerde gözetlem e yapan) silahlıları karşı çıkarlar ve ona:
— Nereye gitmeyi kastediyorsun? derler. O zât :
— Şu çıkan kimseye (yani D e c c â i’e) karşı gitmeye kasdediyoîum
der. Deccâlin taraftarları da ona :
— Sen bizim Rabbimize iman etmiyor musun? derler. O zât da :
— Bizim Rabbimizde hiçbir gizlilik yoktur der. Ötekiler :
— Bunu öldürün! derler. Bu emir üzerine bazısı, diğer bazısına :
— Sizin Rabbiniz, kendi önünde herhangi bir kimseyi öldürmekten
sizleri nehyetmiş değilmidir? der. Akabinde; O iyi kimseyi Deccâl’in ya­
nına götürürler. Mümin Deccâl’i görünce :
— Ey insanlar! Resûllüllah’ın zikretmiş olduğu Deccâl işte büdur,
der. Deccâl hemen onunla ilgili emrini verir de o zât karnı üzere uzatı­
lır, müteakiben Deccâl :

613
İ SLÂM

— Onu alın da yaralayın, der. Artık o zâtın sırtı ve karnı döve döve
genişletilir. Sonra Deccâl :
— Sen bana iman etmiyor musun? der. Mü’mln:
— Sen sadece pek yalancı olan Mesih’sin der. Bu sefer Deccâl em­
reder de o mü’min kişi, büyük bir bıçkı ile başının ortasından başlayarak
tâ iki ayağının arasına varıncaya kadar iki parçaya ayrılır. Sonra Deccâl
bu iki parçanın arasında yürür. Sonra bu iki parça halinde bulunan mü'
minin cesedine hitaben :
— Kalk! der. O mü’min düzelip dikilerek eski vaziyetine döner. Son­
ra Deccâl ona :
— Sen bana iman ediyor musun? der. O mü’mln yine :
— Ben, senin hakkındaki eski kanaat ve inancımı daha da arttır­
maktan başka bir şey yapmadım der. Sonra halka hitaben :
— Ey insanlar! Şu muhakkak ki artık Deccâl bana yaptığı bu işi in­
sanlardan hiçbir kimseye yapamayacaktır der. Tam bu sırada o mü'minin
boynu ile köprücük kemiği arası bir bakır levha hâline geliverir de ar-
tık Deccâl onu kesmeye hiçbir yol bulamaz. Bu sefer onu iki eli ve iki
ayağı ile yakalar da fırlatır atar. İnsanlar Deccâl onu bir ateş içine attı
sanırlar. Halbuki o mü’m in'bir cennet içine atılmıştır.»

M üteakiben R esû llü lla h : «işte o mü’min kişi âlemlerin Rabbı katın­
da insanların şehadet bakımından en büyük olanıdır» buyurdu.

Y in e Buhari, M ü slim ve Ebu D avud’un H uze yfe ’den rivaye t e ttik le ri


bir hadiste R esû llü lla h (S.A.V.) şö y le buyuruyor: «Muhakkak ki ben,
Deccâl’in beraberinde bulunan şeyleri ondan daha iyi bilmekteyim. Onun
beraberinde akmakta olan bir nehir vardır. Onlardan bir göz görüşüyle
beyaz bir sudur. Diğeri de göz görüşü ile kendi kendine tutuşup alevle­
nen bir ateştir. Eğer herhangi bir kimse ona erişirse ateş olarak gördü­
ğü -yahut zannettiği- nehre gelsin. Sonra başını daldırsın. Sonra başını
aşağıya indirip ondan içsin. Çünkü o soğuk bir sudur. Deccâl de gözü si­
lik bir kimsedir. Gözü üzerinde kalın bir deri perde vardır. Onun iki gö­
zü arasında kâfirdir yazılıdır ki onu yazı yazan ve yazı yazmayan hor mü’-
min okur.»
Buhari, M ü slim , Ebu Davud ve T irm iz î’de m evcut b ir hadiste ise
şö yle buyurulm aktadır: «Ümmetini sakat gözlü ve pek yalancı olan (Dec-
câi) dan sakındırmadık hiçbir Peygamber yoktur. Haberiniz olsun kİ o,
sakat göziüdür. Rabbiniz ise sakat gözlü değildir. Onun iki gözünün ara­
sında «kafir» yazılmıştır.»

614
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

M ü slim , Ebu Davud ve T irm iz î’nin Nevvâs İbn S e m ’an-dan rivayet


e ttik le ri uzunca b ir hadis-i şe rifte şö y le den ilm ekted ir: « R esûlüllah bir
sabah vakti D e c c â l’i zik re tti ve onun hakkında o derece alçaltm a ve
yükseltm e yaptı ki artık b izle r onu b ir hurm alık için d e zannettik. Biz
ken disine doğru yürüdüğümüzde. R esû llü lla h bizdeki bu v aziye ti anladı
ve :
— Sizin haliniz nedir? dedi. Biz :
— Ya R esûlüllah! Sabahleyin D e c c â l’i zik re ttin ve onun hakkında
o derece alçaltm a ve yükse ltm e yaptın ki nihayet b izle r onu b ir hurm a­
lık için d e d ir zannettik, dedik. R e sû llü lla h :
— Beni sizin üzerinizde en çok korku ve endîşeye düşüren Deccâl
bu sizin düşündüğünüz Deccâl’dan başkadır. Eğer o, ben henüz sizin
içinizde bulunurken meydana çıkarsa ben sizin önünüzde ona karşı du­
rup sizleri müdafaa eder ve ona hiç bir yardımcıya muhtaç olmadan tek
başıma ve burhanla gaiebe edeceğim. Eğer ben içinizde yok Eken çıkar­
sa, o zaman her bir kişi bizzat kendi nefsinin müdâfil durumunda ola­
caktır. Allah da her bir müslüman üzerine benim halefimdJr. Şüphesiz
o, sevilmeyecek neviden gâyet kıvırcık saçlı bir gençtir. Onun bir gözü
(sa lkım ınd aki em salinden d ışa rı ç ık m ış iri b ir üzüm dânesi gibi) dışarı
fırlamıştır. Sanki ben onu Abd’ul-Uzza îbn Katan’a benzetiyorum. Sîz­
lerden her kim ona erişirse hemen ona karşı Kehf sûresinin baş taraf­
larını okusun. Muhakkak o, Şam ile Irak arasında kayalık bir mevkide
-yahut o semtte- çıkacaktır da sağ tarafta ve şima! tarafta (yani her
tarafta) en süratli şekilde şiddetii fesatlar yapacaktır. Ey Allah’ın kulları!
Sizler sebat ediniz buyurdu. Biz :
— Yâ R esû llü lla h ! Onun yer yüzünde kalm ası ne kadar sü rer? diye
sorduk. R esûlü llah :
— Kırk gün. Bir gün bir sene gibidir. Bir gün, bîr ay gibidir. Bir gün
de bir cuma (yani b ir hafta) gibidir. Onun geri kalan günleri İse sizin gün­
leriniz gibidir buyurdu. Biz :
— Yâ Resûllüllah; Bir sene gibi uzun olan o gün içinde biziere bir gü­
nün namazı kâfi geiir mi? dedik. Resûllüllah :
— Hayır. Sizier o uzun günde, normal günlerinizdeki her namaz vak­
ti kadar zamanı takdir edin (de namaz kılın) buyurdu. Biz :
— Yâ R esûllü llah! Onun y sr,ü zü n d e k i s ü r’ati ne kadardır? d iye s o r­
duk. R esû llü lla h :
— Rüzgârın yöneltip sevkettlği yağmurun sür'aîi gibidir. Deccâl bir
kavmin üzerine gelir ve onları davet eder. Onlar da ona iman edip kendi­

615
İ SLÂM

sine icabet ederler. Müteakiben o semâya emreder, semâ yağmur yağ­


dırır. Yere emreder, o da her türlü bitkiyi bitirir. O kavmin otlamağa
çıkarılmış olan hayvanları akşam üzeri kendilerine en yüksek, en güzel
halde, memeleri de sütün çokluğundan ötürü en dolgun vaziyette, boş bö­
ğürlerinin çevreleri ise iyice doyduklarından dolayı en uzun olmuş du­
rumda dönerler. Sonra diğer bir kavme gelip onları da davet eder. Fa­
kat o kavim, onun sözünü kabul etmeyip red ederler. Bunun üzerine Dec-
câl o kavimden geri döner gider. Müteakiben o kavim az yağmurlu bir
kıtlık musibetine çatarlar. Ellerinde mallarından hiç bir şey kalmaz. Dec-
câl bir harabeliğe uğrar da ona hitaben: Hâzinelerini meydana çıkar, der.
Akabinde o harabenin hâzineleri bal arısı cemaatlerinin kendi arı bey­
leri arkasına tâbi olup gitmeleri gibi onun arkasından giderler. Sonra o,
yetişkin, gençlik dolu bir civanmerd çağırır, onu kılıçla vurup iki parça
halinde keser de parçaları bir ok atımı mesafesi kadar birbirinden ayırır.
Sonra Deccâl, parçaladığı genci çağırır, o da hemen yüzü parıldayarak ve
güler halde yönelir gelir. Deccâl bu işle meşgul bulunduğu sırada bir­
denbire Allah Mesih ibn Meryem’i gönderir. O da Dımaşk’ın doğu tara­
fındaki Beyaz Minâre yanına herd boyası ile boyanmış iki parça elbise
içinde ellerini iki meleğin kanatları üzerine koymuş vaziyette iner. Ba­
şını aşağıya eğince su damlatır, yukarıya kaldırdığı zaman da ondan iri
inci dânesi gibi duru ve güzel bir su iner. Artık hiç bir kâfir için onun
nefesinin rüzgârım diri olduğu halde bulması mümkün olmaz. Onun ne­
fesi de gözünün göreceği yere kadar ulaşır. Müteakiben İsa, Deccâii
arar ve nihayet onu Beyt-ül-Makdis’e yakın bir yer alan Bâbu Ludd deni­
len mevkide yetişerek öldürür. Sonra Meryem oğlu İsa Aleyhisselam’a
Allah’ın Deccâl şerrinden korumuş olduğu bir kavim gelir. İsa onların
yüzlerine eliyle dokonup mesh eder. Ve onlara Cennet’teki derecelerini
söyler. Onlar bu hal üzere bulundukları sırada birdenbire Allah İsa'ya:
Ben şimdi bana ait olan bir takım kullar çıkardım ki hiçbir kimsenin
onlarla harp etmeğe kudret ve kuvveti yoktur. Binâenaleyh sen civarın­
da bulunan kullarımı Tûr’da iyice muhafaza et, orasını kendileri için
m uhkem bir sığınak ve kale yap, diye vahyetti. Ve Allah Ye’cüc ve Me'-
cü c'ü gönderir. «Halbuki onlar her bir tepeden sür’atle yürür geçerler.»
(Enbiyâ : 96.) onların ilk kafileleri Taberriyye gölüne uğrarlar da onda
bulunan suyun hepsini içiverirler. Ye’cüc ve M e’cüc kalabalığının sonu
oraya uğrar da: Yemin olsun bir defasında burada bir su vardı derler.
Allah’ın Peygamberi İsa ile onun yardımcıları çepçevre ihata olunurlar.
Nihayet onlardan herhangi birine bir öküz başı, bugün birinizin yüz di­
narından daha hayırlı olur. Müteakiben Allah’ın Peygamberi İsa ve ar-

616
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

kadaşları Allah’a rağbet -yahut dua- ederler. Allah, düşman askerleri


içine deve ve davarların burunlarında olan bir burun kurdu gösderir de
neticede hepsi, bir tek nefsin ölümü gibi ölüp helâk olurlar. Sonra Al­
lah’ın Peygamberi ile onun sahabileri yere inerler. Artık onlar arz üze­
rinde Ye'cüc ve Me'cüc fertlerinin yağlarının ve pis kokularının doldur­
madığı bir karış yer bulamazlar. Allah’ın Peygamberi İsa ile onun sa­
habileri Allah’a rağbet ve dua ederler. Allah, Horasan develerinin uzun
boyunları gibi olan bir takım kuşlar gönderir. O kuşlar o kokmuş cesed-
leri yüklenirler de Allah’ın dilediği bir yere atarlar. Sonra Allah öyle bir
yağmur gönderir ki kuru ve sağlam balçıktan yapılmış olsun, kıldan ya­
pılmış olsun hiç bir ev o yağmurun inmesine mani olamaz. İşte bu yağ­
mur, bütün yeryüzünü cilâlı kaygan bir ayna yüzü gibi bırakır. Sonra Ar­
za hitaben: Meyvelerini bitir, bereketlerini geri ver, denilir. Artık o gün
(on i le k ı r k k i ş i a r a s ın d a k i ) bir cemaat bir tek nâr meyvesinden yerler
ve o nâr kabuğunun çanağı île de gölgelenirler. Sütlere da o derece be­
reket ihsan olunur ki bir tek sağmal devenin sütü büyük bir insan top­
luluğuna muhakkak kâfi gelir. Bir sağmal sığırın sütü, insanlardan bir ka­
bileye muhakkak kâfi gelir. Bir sağmal koyunun sütü akrabalardan mey­
dana gelmiş bir soy topluluğuna muhakkak kâfi gelir. Onlar bu hal üze­
re bulundukları sırada Allah hoş bir rüzgâr gönderip esdirir. İşte bu rüz­
gâr onları koltuk altlarından yakalar da her bîr mü’min ve her bir müs-
lüman ruhunu kabzeder. İnsanların şerli olanları da yeryüzünde kalırlar.
O şerli insanlar meydânda alenî olarak eşeklerin biribirleri ile cima et­
tikleri gibi kadın erkek birbirileri ile cimâ edişirler. İşte Kıyamet onların
üzerine kopar.»

Bu s a y d ığ ım ız ş e y le r, K ıy a m e tin ş a rt v e a lâ m e tle rin d e n b e ş t a n e s i­


d ir v e en b ü y ü k le rin d e n d irle r* H a d is le rd e sö zü g e çe n y ü z le rc e a lâ m e t
v a r d ır . " E r - R e s u l ” is im li k i t a b ı m ı z d a bu a lâ m e tle rd e n m eyd an a g e lm iş
o l a n l a r la h e n ü z g e l m e k t e o l a n l a r h a k k ın d a ö rn e k le r v e rd ik . B u n la rın b ir
k ıs m ı da henüz g e lm e m iş tir. Şunu d a ' b e lirte lim ki, h a lk , bu a lâ m e tle r
ve d e ğ e rle n d irm e le r k o n u s u n d a y a n l ı ş b ilg i ve k a n a a tle re s a h i p t ir .

Ç ü n k ü b u n la r d a n b ir k ıs m ı K ıy a m e te çok y a k ın b ir zam an d a; M e­
s i h ’ in g e l i ş i n d e n b i r k a ç y ı l ö n c e v e y a o n u n la b e ra b e r m e yd a n a g e le c e k ,
d iğ e r b ir k ı s m ı da b u n d a n çok önce v u k u b u lm u ş v e y a v u k u b u la c a k tır.
B a zıla rı b u n la r ı b i r m ü t a la a e d e r e k h a ta e t m e k t e d i r l e r . Günüm üzde or­
ta y a çık a n b irta k ım m e s e le v e t e k n ik b u lu ş la r ı bu a l a m e t l e r d e n s a y a r a k
y a n lış d e ğ e rle n d irm e le re v a rıy o rla r. B ö y le c e , a s lın d a h a y ırlı o la n b azı
b u lu ş la ra kötü g ö z le b a k ı y o r l a r .

6 :7
i S LÂM

M e se lâ bazıları M eh di g e lin ce ye kadar dinin baskı altında kalacağ ı­


nı zanneder. Halbuki M e h d in in g e liş i Hz. İsa’nın in işin d e n az önce o la ­
cak ve bundan önce İslâm y a y ılm ış o laca k ve Bizans fe th e d ile ce ktir. Bu­
günün m üslüm an olan İstanbul’u kâfir idi ve fetholundu. R esûlüllah
(S.A.V.) İstanbul’un ilk feth ini haber v e rm iştir. Lâkin görünen o ki, te k ­
rar kâfir olacak ve ik in ci defa fe th e d ile ce ktir. Bu ik in ci fetih, Hz. İsa’­
nın in işinden az önce olacaktır. İlk fetih ile ik in ci fetih b irib irin e k a rış­
tırılm aktad ır. Y in e g e çm işte nasıl b ir çok m edeniyet zaman sü re ci iç e ­
risin d e na sıl y ık ılıp g itm işse bugün hakim bulunan m edeniyetin de de­
vam lı olm ayacağı açıktır. N itekim m üteaddit nasslarda K ıyam et kopm a­
dan önce insanlardan ilm in k ald ırıla cağ ı b e lirtilm e k te d ir. Bu da K ıyam et­
le aram ızda b ir m üddetin bulunduğunu gösteriyor. -Allahu a ’lem- sağlam
hadislerde sözü geçen birçok şa rt henüz g e rçe k le şm iş de ğ ildir. Ve bu
ise, K ıyam etle aram ızdaki m üddetin uzun olduğunu gösteriyor.
Bütün bu an lattıklarım ızdan sonra kısaca d e riz ki :
K ıyam et alâm etlerinden vukubulanlar birer m ucizedir. "E r-R e sû l”
is im li kitabım ızda bu konuda örn e kle r verm iştir.

Henüz vukubuim ayıp sağlam nasslarda sözü geçen alâm etlere inan­
mak g e re klid ir. Ne zaman, nerede ve nasıl vukubulacakiarın ı A lla h daha
iyi b ilir.
K u r’an ve Sünnette sözü geçen alâm et ve şa rtların tam am ı m eyda­
na g e lm ed ik çe K ıyam et kopm ayacaktır. A y rıc a d ikkatleri çekm ek iste d i­
ğim iz diğer b ir nokta, asrım ızd aki g e lişm e le re bakıp henüz vukubulma-
m ış alâm etleri, te v ille r yaparak vukubulm uş gösterm e gayre tlerin in yan­
lış olduğudur. A srım ızd a k i b u luşların b ir anda yok olup g itm e le ri pek
b asittir. B ir nükleer sa vaşın ın patlak verm e si, her şe y in ye rle b ir olup
in san lığın ilk durumuna yani c a h iliy e t çağına dönm esi için y e te rlid ir.

— VI —

Dünyam ızın ötesinde başka b ir dünyanın bulunduğunu, bu iki dünya­


nın arasın ı ayıran s ın ırın K ıyam et olduğunu ve Kıyam etin şa rtla rın ı anlat­
tık . Şim di de K ıyam et kopuncaya kadar insanın ölüm den sonraki duru­
munu anlatm ak istiyoruz. A n ca k bunu anlatm aya başlam adan önce bazı
noktalara işa re t etm ekte fayda v a rd ır :
a — İnsanoğlunun g e çird iğ i d e v re le r :
1 — Anne rahm inde g e çird iğ i devre.
2 — Dünya hayatı.

618
İSLÂMİN MÜEYYİDELERİ

3 — Berzah âlem i ki, ölüm den hemen sonraki de vred ir.


4 — Â h ire t âlem i. Bu da K ıyam etin kopm asından sonraki
devredir.
H er gelen devre b ir öncekinden daha g e n iş ve daha fa rk lıd ır. H er
b irin in ayrı kanunları vardır. A n a rahm indeki insan nefes alm az, ağzın­
dan yem ez ve çoğu zam an dünya hayatının aksine başaşağı durur.
Dünya hayatı insan için ana rahm inden daha g e n iştir. Berzah âlem i de
dünya âlem inden daha g e n iştir. Çünkü Â h ire t âlem inin b ir parçasıdır.
 h ire t âlem i ise âlem lerin en g e n işid ir. Bu âlem de insanoğlu için , gayb
âlem i açığa ç ık m ış olur.
Dünya hayatında insan. Berzah âlem inin küçültülm ü ş b ir su retin i
rüyâda görür. Berzah âlem inde de ahireti se yred e r, insanın için d e bu­
lunduğu her âlem , b ir so n ra sı için m ukaddim edir. İnsanoğlu onda bir
so nrakinin küçültülm ü ş b ir sû retin i görür.
Burada Berzah âlem i üzerinde duracağız. Berzah dünya hayatından
sonra v e  h ire t âlem inden önceki âlem dir. Dünya hayatında rüyâda bu
âlem in küçültülm ü ş sû re tiy le k a rşıla şırız. K endim izi a za p ian d ırılıyo r, ne­
şe le n iy o r, a cıkıyo r, ç ıp la k d o la şıy o r, vuruyor ve vgruluyor görürüz. O la y ­
ların g ö ste rd iğ i gibi bunun v ü cû t üzerinde birtakım e tk ile ri vardır. Rüyâ­
da gördüğüm üz bu ş e y le r ölüm den sonra gö re ce ğ im iz Berzah âlem inin
küçültülm ü ş b ir sû re tid ir. A n ca k orada bunlar daha açık ve ruh ile cesed
iliş k is i daha fa rk lı olacaktır.
b — «Er-Resûl» is im li kitabım ızda rüyâ, uyutma, ta le p a tl vs. gibi
şe y le rin ruh âlem in e işa re t e ttik le rin i b e lirtm iş ve gayb â le m iyle ilg i­
li haberlerin ancak A lla h ’ın R esûlünden a lın a b ile ce ğ in i ve başka kay­
naktan a lın m a sın ın ca iz olm adığ ını sö y le m iştik . Çünkü g e re k bu konuda
ve gerekse diğ e r konularda hatalardan korunm uş yegâne m ahluk O 'd u r :
«(Hz. Peygam ber A le y h is s e lâ m gördüğü ahvali tam gördü de) göz ne
kaydı, ne de a ş tı. And olsun ki, (Peygam ber) R abbinin en büyük alâmet­
lerinden bir kısmını gördü.» (327)
«Peygamber gayb hususunda itham edilir de değildir..» (328)
Burada şunu b e lirtm ek is te riz ki: Gayb âlem i akideden b ir c ü z ’dür.
Ondan bahsederken ih tiya tlı davranacak ve R e sû llü lla h (S.A.V.)’e nisbe-
ti tam olan n a ssların d ışın a çıkm ayacağız.
c — Daha önce de sö y le m iştik , b ir m eselede, biri zahiri ve b iri ba­
tin i olm ak üzere iki sebep bir arada bu lun ab ilir. B irin in v a rlığ ım kesin-

327 — N ecnı : 17
328 — T e k v i r : 24

619
İSLÂM

lik le isbatlam ak, diğerinin yokluğunu gerektirm ez. H epsi de A lla h ’ ın


kud retiyle o lm ası da diğer iki sebebin yokluğunu gerektirm ez. Bu, daha
çok ölüm de te c e lli eder. Ö lüm için ha sta lık gibi zahiri b ir sebep bulu­
nabilir. A n ca k k e s in lik le batini (gizli) b ir sebep de v a rd ır ki, o da, m e­
lek v a sıta s iy le ruhun bedenden ayrılm a sıd ır. Ve hem bu ve hem de o
A lla h ’ın ku d retiyledir.
«(Ey Resûlüm , onlara) de ki : "Sizin canınızı almağa vekil kılınan
ölüm meleği canınızı alacak; sonra döndürülüp Rabbinize götürüleceksi­
niz.” » (329)
«... Sonunda sizden birinize ölüm geldiği vakit, gönderdiğimiz me­
lekler onun ruhunu alırlar ve onlar görevlerinde noksanlık etmezler.»
(330)
«Allah, nefislerin ölümü zamanında, henüz ölmemişlerin de uyuduk­
ları sırada canlarını alır...» (331)
d — Gayb âlem ine n isb e tle m e se le şu gördüğümüz âlem den fark­
lıd ır. Bu âlem de hakim olan kanunlara göre garip görünen şe y le r gayb
âlem inde olağan şe y le rd ir. M e se lâ b ir doktorun b ir anda ancak bir has­
tayla ilg ile n e b ild iğ in i tasavvur ederek b ir m eleğin de b ir anda ancak bir
insanın canım ala b ile ce ğ in i .tasavvur etm ek, gayb âlem ini bilm em ek,
ten ile ri gelir. A n ca k gayb âlem ini bilm eyen böyle bir iddiada buluna­
b ilir.
A lla h 'ın kudreti m utlaktır. B irin i bir işe hakim kılm ak isted i mi ona
o gücü verir. Gayb âlem i bizce garip bir âlem dir. Onun hakkında b il­
d ik le rim iz sadece sa dık vahyin bize b ild ird iğ i m iktardır. Bize de sadece
inanm ak ve doğrulam ak düşer. Çünkü m esele, görünen âlem im izin ka­
nunlarının dışınd ad ır.
Bu m ukaddim eden sonra şim di de, ölüm den kıyam ete kadar insanı
ilg ile n d iren m e se le le rle ilg ili bazı n assları aktaracağız :
Übâde İbn-i S âm it (R.A.) dan rivayete göre, Peygam ber (S j A.V.)
şöyle buyurm uştur :
«Her kim Allah’a kavuşup görmeğe muhabbet ederse, Allah da
ona kavuşup görmesini sever... H er kim de Allah’a mülaki olmayı hoş­
lanmazsa, Allah da ona mülaki olmayı hoşlanmaz.» A iş e , yahut Pey­
g a m b e rin bazı kadınları :
— Yâ R esûiü llah biz, ölüm den hiç hoşlanm ayız, d em işlerdi.

329 — S ecd e : 11
330 — E n ’a m : 61
331 — Z ü m e r ; 4 2

62 o
İSLÂMİN MÜEYYİDELERİ

Resul-i Ekrem kadınlara :


— Ölüm sizin bildiğiniz gibi değil. Belki şöyledr. Mümine ölüm hali
gelince Allah'ın o kulundan hoşnutluğu, ikram ve ihsanı müjdelenir. Bu
müjde üzerine artık mü’min© önünde (ölüm gibi) kendisini karşılayacak
hallerden sevimli bir şey olmaz. O anda Mü'min Allah'a mülaki olmaya
muhabbet eder Allah da mü'min kuluna mülakatı sever- Fakat kâfir öy­
le değildir. Ona ölüm hali hazır olduğunda Allah'ın azap ve cezası müj­
delenir. O anda kâfire önündeki ölüm gibi hallerden çirkin bir hal ola­
maz. Bu suretle kâfir Allah’a mülaki olmayı fena görür. (Buharî, M ü s ­
lim , T irm izi ve Nesâî.)

Ebu Said-i Hudrî (R.A.) dan şö yle rivayet e d ilm iş tir :


« R esûllüllah (S.A.V.) buyurm uştur ki: "Cenaze (tabuta) konulup
erkekler omuzlarına yüklendiklerinde o cenaze iyi bir kişi ise: Beni
(sevabım a) ulaştırınız, der. Eğer o cenaze kötü bir kişi ise: Eyvâh! Bu
cenaze ile nereye gidiyorsunuz? diye feryad eder. Cenazenin bu say­
hasını (gâfil) insandan başka her varlık işitir. İnsan da bunu duysa der­
hal bayılır."» (Buharî ve M üslim .)

Enes İbn-i M a lik ’den Peygam ber (S.A.V.) in şö y le buyurduğu rivayet


e d ilir :
«(M ü'm in) kul, kabrine konulup onun akraba ve dostları geri dönüp
gittiklerinde-ki ölü, bunlar yürürken ayakkabılarının sesini bile muhak­
kak işitir- ona (M ünker ve N ekir adlı) iki melek gelir. Bunlar ölüyü otur­
turlar ve ona :
— Hâ; Şu Muhammed (S.A.V.) denilen kimse hakkında (kanaatin
nedir?) ne dersin? diye sorarlar. O mü'min de :
— Samimi bildiğim ve size de bildirmek istediğim şudur ki: Mu­
hammed, Allah’ın kulu ve Allah’ın Resûlüdür, Bunun üzerine melekler
tarafından:
— Ey mü’min! Cehennem’deki yerine bak, Aliahu Teâiâ bu azap
yerini senin için Cennet’ten (yüce) bir makama değiştirdi, denilir.»
Peygam ber ( S A V .) : «O mü’min Cehennem ve Cennet'teki iki ma­
kamını birden görür» buyurm uştur.
Fakat kâfir veyahut münafık olan ölü (m eleklerin bu sorusuna kar­
şılık ) :
— Muhammed hakkında birşey bilmiyorum. Halkın ona (Peygam­
ber) dedikleri bir sözü (işitir), ben de halka uyup söylerdim, diye cevap
verir. Bu iki melek tarafından bu kâfir veya münafıka :

621
İ SLÂM

— Hay sen anlamaz ve uymaz olaydın! denilir. Sonra bu kâfir veya


münafıkın iki kulağı arasına demirden bir topuzla vurulur. O topunı yi­
yince kâfir veya münafık şiddetli sayha ile bağırır ki, bu feryadı Ins ve
cinden başka bu öiüye yakın olan her şey işitir.» (Buharî, M ü slim , Ebu
Davud v e Nesaî.)

Ebu H ü r e y r e (R.A.) d a n r i v a y e t e d ilm iş tir :


« R e s û l l ü l l a h (S.A.V.) şöyle buyurdu: Ölü kabre konulunca yanına iki
gök siyah renkli melek gelir. Bunun birine Münker, öbürüne Nekîr de­
nilir. Bunlar :
— Şu adam hakkında ne dersin? diye sorarlar. Mü'min kişi, hayat­
ta iken dediği gibi şöyle cevap verir :
— Muhammed (S.A.V.) Allah’ın kulu ve Allah'ın Resulüdür. Ben
iman ve ilân ederim ki, Allah’tan başka ibadete layık bir tanrı yr*k*»r.
Muhammed de Allah'ın kulu ve Allah’ın Resûlüdür. Bu sual meleklen de:
— Biz senin dünyada da dilinle böyle söyleyip kalbinle tasdik et­
tiğini bilirdik, derler. Sonra bu mü'minin kabri eni, boyu yetmişer zira'
genişlenir. Sonra bu geniş saha -baştanbaşa- mü’minin şerefine tenvir
edilir. Sonra bu mü'mine :
— Artık uyu, rahat et, denilir. Bunun üzerine mü’min kişi :
— Ben de gideyim, (şu m esut hayatım ı) ehl ü aileme haber vere­
yim, der. Melekler de :
— Allah seni Kıyamet gününde şu mübarek merkadinden diriltene
kadar gelin ve güvey uykusu gibi rahat uyu. O gelin güvey ki, bunları,
aile halkının kendilerine en sevimli oianı uyandırır.
— Eğer ölü münafık bir kişi ise, meleklerin sorularına :
— Muhammed hakkında halk, Peygamberdir diyorlardı. Ben de on-
lar gibi dedim. Yoksa ben ne olduğunu bilmiyorum, diye e®v«p
M dekler de :
— Senin dünyada böyle dediğini ve şimdi de böyle söyliyeceğini
biliyorduk, derler. Bunun üzerine yere: "Sık şu adamı” diye emrolımnr.
Yer de onu iyice sıkar. Bir halde ki, vücudundaki kemikleri biribMne
geçirir, ve Ailah’u Teâiâ bu münafıkı şu azap ve mihnet çukurundan ba's
edene kadar, bu azap devam eder.» ( T ir m iz î)
Hz. O s m a n 'ın k ö le s i H a n i’ riv a y e t e d iy o r ve d iy o r ki: O s m a n b ir
kabrin ü z e r i n d e d u r d u m u , s a k a l ı ı s l a m n c a y a k a d a r a ğ la r d ı. K e n d i s i n e :
— Cennet ve C e h e n n e m ’ i h a t ı r l a d ı ğ ı n d a a ğ l a m a z s ı n da k a b ri ha­
tırla d ığ ın d a h em e n a ğ la r s ın , d e n i l d i . O da :

622
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

— R esulü liah (S A .V .) in şö yle d e d iğ in i duydum: «Kabir, Ahfretin


uğraklarından ilkidir. Kişi ondan kurtulursa gerisi daha kolaydır. Ama
ondan kurtulmazsa gerisi ondan daha zordur.» Yine: «Kabirden daha kor­
kunç bir manzara görmedim» buyurduğunu duydum, dedi.
İbn-i A bb as rivayet ediyor: R esûlü llah (S.A.V.) iki kabre uğradı ve
dedi ki: «İkisi de azap görüyorlar. Büyük günahlardan değil. Evet, bun­
lardan biri dedikodu yapardı. Diğeri de sidiğinden korunmazdı» Sonra
yaş bir hurma dalı isted i ve onu ikiye b ö le re k her kabre b irin i diktikten
sonra: «Bunlar kurumadıkça, umulur ki azaplarını hafîfleteler,» dedi.
(M a lik dışında A ltı hadis kitabında mevcuttur.)
Hz. A iş e , peygam ber (S.A.V.) in şö yle buyurduğunu rivayet eder :
«Kabrin bir zorlaması vardır. Şayet bundan kurtulan olsaydı, Sa'd Ifen-i
Muaz bundan kurtulurdu.» (Ahmed.)
Y üce A lla h şö yle buyuruyor: «Onlar (kab irlerin de K ıyam et gününe
kadar) sabah ve akşam ateşe arzedilecekler. Kıyamet koptuğu gün de:
"Firavun kavmini en şickfetli azaba sokun,” denilecektir» (332)
Âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara iman etmeyi kibirlerine yecK-
remiyenler (var ya), onlara gök kapıları açılmaz (ruhları göğe y ü k se l­
mez.) ve deve iğnenin deliğinden geçinceye kadar (hiç bir zaman) Cen­
nete giremezler. İşte biz, günahkârlara (m üşriklere) böyle ceza veririz.»
(333)
Selm an, R esûlü llah (S.A.V.) in şö yle buyurduğunu rivayet eder :
«Allah yolunda bir gün nöbet tutmak bir ay oruç tutmaktan ve gecele­
rinde namaza kalkmaktan hayırlıdır. Kim Allah yolunda nöbet tutarken
ölürse kabrin fitnesinden korunur ve Kıyamete kadar amelinin karşılığı
gelişerek büyür.»
Enes, R esûlüllah (S.A.V.) in şö yle dediğini rivayet eder: «Cennet’e
girenlerden hiç biri dünyaya dönmek istemez. Ancak şehit hariç. O, on
defa da öldürülse, şehit olmanın faziletini gördüğü için tekrar dönmeyi
arzu eder.» (Buhari, M ü slim , T irm izî ve Nesaî.)
Hz. A iş e ’den yapılan bir rivayete göre R esûlü llah (S.A.V.) şö yle dua
ederdi: «Allah’ım! Tenbeilikten, bunaklık derecesinde ihtiyarlıktan, gü­
nahtan, korkaklıktan, kabir suâlinden ve kabir azabından, Cehennem ate­
şinden ve Cehennem azabından, zenginlik gururunun şerrinden, yoksul­
luk sefaletinden sana sığınırım. Allah’ım! Bir gözü silik Deccal’in şer­
rinden de sana sığınırım. Allah’ım! Günahlarımın kirini (ei deym edik) kar,

332 — Mü’min : 46
333 — A'raf : 40

G23
ISLÂM

buz suyu ile yıka, kalbimi de günahlardan -beyaz elbiseyi kirlerden te­
mizler gibi- pâkla; benimle günahlarımın arasını da doğu ile batı arası
uzaklığı kadar uzak kıl!.» (M a lik hariç altı hadis kitabı.)
Bütün bunlardan sonra m esele, iman ve am el m e se le sid ir. F e lse fe
yapm a ve soru sorm a m e se le si de ğ ildir. A lla h ’a ve R esûlüne inanan
-inanm am ası için ne sebep var ki.- A lla h ’ın h içb ir şeyden âciz o lm adığ ı­
nı b ilir. Sahih n a sslaria k a rşıla şın ca onları olduğu gibi kabul eder. Â le ­
m im izi ilg ile n d irm e ye n m e se le le rd e çok soru surm a ih tiya cın ı duymaz.
M üslü m a n la r ancak inanç kuvvetini kaybettikleri zam anlarda bu m e se le ­
lere daldılar. Ç o k soru sordular, m ünakaşalara g iriş tile r ve bu konular­
da d e rin le ştik ç e , d e rin le ş tile r. Bunun ilâ cı, m ünakaşalara dalm ak değil,
A lla h ve Resulünü tanım aktır; hakkıyla bilm ektir.
O nları tanıyan kapıya g e lir ve o zaman problem i kalm az ki cevap
arasın. A n ca k nasslarda m anasını b ilem ed iğ i bir kelim e veya ne kas-
d e ttiğin i bilm e diğ i b ir cüm le ile k a rşıla şırs a öğrenm ek için bir bilene
m üracaat eder.
Bu m e se le le rd e biz ve sahabeler şuna benzeriz: İki m ille t bir te h­
lik e ile te h d it e d iliyo r. Bunlardan biri, te h like y i fa rke d iyo r ve tehlikenin
bertaraf e d ilm e si için hemen çalışm aya koyuluyor. D iğeri ise, şü ph ele­
niyor. araştırm a ve soruşturm aya g irişiy o r. Fe rtle ri b irb iriy le ta rtışm a­
lara koyuluyor. O nlar bu durumda iken te h like gelip ça tıyor ve yok olup
gidiyorlar.
Ey insanlar! G aybe dair R esûlü llah (S.A.V.) den rivayeti sağlam
olan haberlere iman edin. Ona inanm anın ve doğru yolun gereği budur.
Kaldı ki in sa flı bir araştırm acı her neyi a ra ştırırsa ve ara ştırm asın ­
da ne kadar derine gide rse imanı o kadar kuvvet kazanır.
insan kulağı, b e lli frekanslar arasındaki s e s le ri duyabilir. Frekans­
lar daha şid d e tli veya daha h afif olursa o se sle ri duymaz. Halbuki hay­
vanların durumu böyle değildir. İnsanın duym adığı Berzah âlem inden ge­
len s e s le ri hayvanlar duyuyor. Onun için m ezarlığın yanından geçen atın
nasıl kulak kab arttığın ı görürsün.
Ölüm anlarında sa lih k im se le rin yüzleri, hal ve durum ları ile diğer­
le rin in yü zle ri, hal ve durum ları biribirin den çok fa rk lıd ır. Buna dikkat
eden herkes bunun farkına varır.
M üsiüm anlardan y ılla rc a hatta a sırla rca sonra vücudu toprakta çii-
rüm iyenlerin durum larım takip edersen hayretler içe risin d e k alırsın . B e l­
ki de bu konuda en hayret v e ric is i, Şam ’ın K ü rtle r m ahallesinde bulunan
zâttır. Bu zâtın, m ezarının dışınd a bulunan ayağı hiç değişm eden olduğu

624
İSLÂM1N MÜEYYİDELERİ

gibi duruyor. H albuki üzerinden yüzlerce sene g e çm iştir. H erkesin


gidip onu görm esi mümkündür. H iç b ir m üslüm an m em leket yoktur ki
böyle durum ları olm asın. S iy e r kitaplarında bu gibi h a d ise ler pek çok­
tur. Ö lm üş sa lih k im se le rin , hayatta bulunanların rüyâlarına g irip onlara
doğru yolu gö ste rm ele ri ve kötülüklerden korkutm aları o layla rın ı araş­
tırd ığın da birçok hayret v e ric i o layla k a rşıla şırs ın .

İmanı arttıran pek çok konular vardır. Lâkin her konuda Resûlül-
lah’ın sözüyle yetinm eyen, R esûlüllah ve A lla h 'a im anını yen ilem eğe muh­
taçtır. Bu kim se çokça K u r’an okusun. Şü ph esiz o, hastadır. K u r’an-ı
Kerim ise , kalb lerd eki h a sta lık la r için şifâd ır.

— VII —

Şim d i de K ıyam et gününden sözedeceğiz. Burada da konuyu ikiye


bölüyoruz: C e n n et ve Cehennem . B ir de, C enn et ve Cehenn em ’e giren­
le r ve Kıyam etin kopuşundan C e n n et ve C ehennem 'e g iriş le ri arasında
vukubulacak olayla rı sıra s ıy la te k e r te k e r anlatm ağa ça lışa cağ ız. Nass-
larda bulunan bazı k e lim e le r bazan ç e ş itli m analara geldiği için bu s ı­
rada fa rk lılık la r o lacaktır. M e s e le gaybîdir. Onun için ancak vah iy v a s ı­
ta sıy la b ilin e b ilir. G aybî m e se le le rd e vahyin açıklam adığ ı b ir nokta üze­
rin d e duruldu mu, ih tila f başlar. Onun için sadece n a ssları zikretm ek ve
o n la rı şe rhetm ekle yetineceğiz. Bu n a ssla rı da iki b a şlık altında sunm a­
ya ça lışa cağ ız.

Birincisi: K ıyam e t’in kopuşundan Cenn et ve C ehenn em ’e g irilin ce -


ye kadar.

İkincisi: Cenn et ve C ehenn em ’in v a s ıf ve a h a lîsi

A — KIYAMETİN KOPUŞUNDAN CENNET VE CEHENNEM’E


GİRİLİNCEYE KADAR

1 — Y ü ce A lla h şö yle buyurur :


«(A rtık K ıyam et kopmuş, İsrafil tarafından b irin ci defa) Sûra üfü-
rülmüştür de Allah’ın dilediği (C ebrail, A zra il, M ik a il ve İsrafil g ib ile ri)
müstesna olmak üzere göklerde kim var, yerde kim varsa hepsi ölmüş­
tür. Sonra Sûr’a (ikin ci defa) üfürülmüştür. Bu defa (kabirlerinden) kalk­
mışlar bakınıp duruyorlar...» (334)

334 — Z ü m er : 67

625
İ SLÂM

Y üce A lla h şö y le buyurur :


«(Bir de ik in c i defa) Sûr’a üfürülmüştür. Ne baksınlar, kabirlerden
Rabierine doğru akın ediyorlar! "Eyvah başımıza gelenlere!.. Kim kal­
dırdı bizi uyuduğumuz yerden? İşte bu. O Rahman'ın vaad buyurduğu
(Kıyam et)... Doğru imiş o gönderilen Peygamberler...”'derler. Başka de­
ğil, sade bir tek sayha (S û ra son b ir üfürülüş) olmuş. Derhal hepsi top­
lanmış (hesap için) huzurumuza gelmişlerdir.» (335 )
2 — «O gün ki, Arz başka Arza, gökler de başka göklere çevrilecek,
insanlar kabirlerinden, her şeye hakim bulunan Allah’ın huzuruna çıka­
caklar.» (336)
«Arz, şiddetli sarsıntı ile sarsıldığı; Arz, içindekileri dışarıya çıka­
rıp attığı; ve insan: "Bu Arza ne oluyor?” dediği zaman, o gün (Arz, iyi
ve kötü üzerinde ne işle n d iğ in in ) haberlerin: anlatacaktır. Çünkü Rab-
bin ona (anlatacağı şe y le ri) vahyetmiştir. O gün insanlar, amellerinin
karşılığı kendilerine gösterilmek için (rütbelerinin icabı) fırka fırka (ka­
birlerin de n ) çıkacaktır. Zira, kim zerre miktarı bir hayır işlerse, onun
mükâfatını görecek, kimde, zerre miktarı bir kötülük işlerse, onun ce­
zasını görecektir.» (337)
«Sana dağların Kıyametteki halini sorarlar (sa), de ki: "Rabbim on­
ları ufalayıp savuracak. Böylece yerlerini dümdüz boş bir halde bıraka­
cak. Onlarda ne bir iniş ve ne bir yokuş göremiyeceksin.» (338)
«Ogün insanlar, çırpınıp yayılan kelebekler gibi olacak. Dağlar da
atılmış renkli yünler gibi olacak...» (339)
«Kıyamet koptuğu vakit. Onun kopmasını inkâr eden yok, (artık onu
herkes ta sd ik eder.) (K im ini ateşe) düşürür, (kim ini C e n n e t’e) yükseltir,
Yer, dehşetli bir sarsılışla sarsılınca; ve dağlar (toz halinde) bir serpi-
liş serpilince, artık herşey etrafa dağılan toz duman olmuştur.» (340)
«Artık gök yarılıp da, yağ gibi eriyip kızaran bir gül rengine bürün­
düğü zaman.» (341)
«O gün gök döner çalkalanır. Dağlar da bir yürüyüş yürür.» (342)

335 — Y asın : 51-53


336 — İb ra h im : 48
337 — Z ilzâ l S û re s i
338 — T ah a : 105
339 — K a r ia : 4-5
340 — V a k ıa : 1-6
341 — R a h m an •. 37
342 — Tür : 9

626
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

«(Allah buyurm uştur ki:) Göz, (dehşetten) ne vakit ki dikilir. Ay


tu­
tulur. Güneş ile ay bir araya toplanır. O gün insan der ki, kaçacak yer
nerede?» (343)
«Güneş dürüldüğü (ve ziy a sı söndürüldüğü) zaman. Yıldızlar bula­
nıp düştüğü zaman. Dağlar yürütüldüğü (toz duman olduğu) zaman. Kı­
yılmaz canım mallar terkedildiği zaman. Bütün hayvanlar toplandığı za­
man. Bütün denizler kaynayıp birbirine karıştığı zaman. Ruhlar (be­
denlerle) çiftleştirildiği zaman. Diri olarak (toprağa) gömülen kız, han­
gi günahla öldürüldü? sorulduğu zaman, (herkesin işle m iş olduğu am el­
lerin te sb it edildiğ i) defter (hesap için) açıldığı zaman. Gök yerinden
söküldüğü zaman. Cehennem kızıştırıldığı zaman. Cennet (m üm inlere)
yaklaştırıldığı zamanı. Herkes (iyi ve kötü) ne hazırlamışsa (onu) bile­
cektir...» (344)
«Gök yarıldığı zaman. Yıldızlar dökülüp saçıldığı zaman. Denizler
kaynatılıp birbirine karıştırıldığı zaman. Kabirler deşildiği zaman. Her­
kes dünyada yaptığı iyiliği ve bıraktığı kötülüğü bilecektir.» (345)
«Gök yarıldığı ve Rabbinin emrine boyun eğip de (O na itaat) ger­
çekleştirildiği zaman. Yer dümdüz uzatıldığı, içindekini atıp boşaldığı;
ve Rabbinin emrine boyun eğip de (O ’na itaat) gerçekleştirildiği zaman,
(insan sevabım veya azabım görecektir.)» (346)
3 — Sehi İbn-i S a ’d (R.A.) dan, Peygam ber (S.A.V.) in şöyle buyur­
duğunu işittim : «Kıyâmet günü insanlar beyaz, duru beyaz ve kepek­
ten arınmış undan ma'mul çörek gibi bir saha üzerinde haşr olunurlar.
Sehl İbn-i S a ’d ’ın, yahut başka b irisin in rivayetine göre: O sahada bir
kimseye delâlet edecek (yol g ö sterecek dağ, taş gibi) nişane de yok.» (347)
İbn-i A b b a s ’tan yapılan bir rivayette R esûlüllah (S.A.V.) : «Kıyamet
günü insanlar çıplak ve sünnetsiz olarak haşr olunacaklardır. Yaratıklar
içerisinde ilk olarak İbrahim Halil giydirilecektir» buyurduktan sonra:
"(M ah lu katı) ilk yaratışa başladığımız gibi, yine onu (öldükten sonra)
iade edeceğiz.-." (348) âyetini okudu. Bir rivayette de şö yle buyuruyor:
«Yalın ayak, çıplak ve sünnetsiz olarak haşr olunacaksınız.» Bir kadının:
"B irb irim iz in avret ye rle rin i görecek m iy iz? ” sorusuna da şö yle cevap
verdi: «O gün birine kâfi gelecek (onu m eşgul eden) bir işi vardır.» (Bu-
hari, M ü slim , T irm îzî ve Nesaî)

343 — K ıyam a : 7-9


344 — T ek vir : 1-14
345 — I n f ita r : 1-5
346 — İn ş ik a k ; 1-5

627
İ SLÂM

Enes (R.A.) rivayet ediyor: "B ir k işi R esûlü llah (S.A.V.) e... Yüce
A lla h : «O y ü zle ri üstü Cehennem’e sürüklenenler, işte bunlar, yer bakı­
m ından çok fena, yolca da sapıktırlar.» (349) buyuruyor. A caba kâfir
yüzü üstüne mi haşr o lun acak” dedi. R esûlü llah (S.A.V . ): «Dünyada onu
iki ayak üzere yürüten, K ıyam et gününde onu yüz üstü yürütmeye kadir
d e ğ il m idir?» dedi. (Buharı ve M ü slim )
Ebu H üreyre, R esû llü lla h (S.A.V.) in şö yle buyurduğunu rivaye t eder:
« K ıyam et günü in san lar üç s ın ıf o larak haşr olunurlar: Bir sınıfı yayan,
b iri sü vari ve d iğ e ri de yüz üstü haşr olunur.» "Y a R esû llü lla h , n asıl yüz
üstü haşr o lu n u rla r?” den ildi. R asûllü llah : «Onları ayakları üzerinde yü­
rüten yüz üstü yürütm eye da kadir değil midir? Ancak yüzlerini her türlü
ç ık ın tı ve dikenden koruyacaklar» buyurdu. (Tirm izî)
Ebu Hüreyre, R esû lü llah (S.A.V.) in şö yle buyurduğunu rivaye t eder:
buyurm uştur: «İnsanlar üç fırk a olarak haşr olunurlar. Birinci fırka müs­
takbel hayatı özliyen, (geride kalan dünya hayatından) nefret eden züm­
redir. İkinci fırk a ik is i bir deve, üçü bir deve, dörcfü bir deve, onu bir deve
üzerinde se vk olunurlar. Bunların bakiyesini (ki, üçüncü fırkad ır) bir ateş
h aşredip toplar. O n lar nerede istirahat ederlerse o ateşde beraber isti­
rahat eder. O n ların geceledikleri yerde onlarla beraber geceler. Onların
saba h la dıkla rı yerde birlikte sabahlar ve onlarla beraber yürüyüp onların
akşa m la d ıkla rı yerde beraber akşam lar.» (Buhaî, M ü slim ve N esârî)
4 — «(Bu m akam ların) her birine, melekler ve Cebrail, miktarı elli-
bin y ıl olan, b ir günde çıkar. O halde (ey Resûlüm , o k a firle rin e ziy e tle ri­
ne) güzel b ir sa b ır ile sabret; (çünkü azabın inm e zam anı yaklaşm ıştır.)
D oğrusu onlar, onu uzak (im kânsız) görüyorlar. Fakat biz, o azabı yakın
görüyoruz. O gün, gök erimiş maden gibi olacak; Dağlar da, renk renk
atılmış yün gibi bulunacak. Hiç bir yakın (akraba), bir yakına halini sor­
maz.» (350)
«Bunlar, zannetmezler mi ki, öldükten sonra kendileri diriltilecekler.»
Buharı ve M ü s lim 'in rivayet e ttik le ri b ir hadiste R e sû llü lla h (S.A.V.)
şö y le buyuruyor: «Yedi kişi vardır ki, hiçbir gölgenin bulunmadığı bir gün­
de Allah onları gölgesinde gölgelendirir. (Bunlar) :
a — Adalet sahibi hükümdar,
b — Allah’a ibadet ederek yetişen genç.

347 — B u h â ri, M ü slim


348 — E n biyâ : 104
349 —- Furkan : 34
350 — M earic : 4

628
İS L Â M İN M Ü E Y Y İD E L E R İ

c — M e s c id d e n çık ın ca , dönünceye kadar kalbi m e scid e bağlı k a ­


lan k iş i.
d — A lla h iç in b irib irin i seven, A lla h se v g is i üzere bir araya gelip
onun üzerinde dağılan k işile r.
e — M akam ve g ü ze llik sa h ib i b ir kadının k e n d isin i davet ettiğ i
halde, «m uhakkak ki ben  iia h ’tan korkarım » diyen k işi.
f — Sadaka v erip onu gizleyen, öyle ki, so l e li sağ e lin in ne infak
e ttiğ in i bilm eyen k işi.

g — Tenha b ir yerde A lla h ’ı anıp g ö zle ri yaş dolan kişi.»


Ebu Said rivaye t e d iyo r : « D enildi ki: " B ir giin ki m iktarı, e llib in y ıld ır.
Ne de uzun b ir gün.» O zaman ResulIüIlah (S.A.V.) şö yle dedi: «N e fsim i
kudretinde tutana yem in ederim ki, bu gün m üm in üzere o kadar h a fifle ti­
le c e k tir ki, dünyada k ıld ığ ı farz b ir namazdan daha h a fif g e le ce k tir.» ”
(Ahm ed ve M e v s ılî)
5 — «H erke sin am elin i kendi boynuna ta ktık (ondan ayrılam az). K ı­
yam et günü onun iç in b ir kitap çık ara cağ ız ki, ona a ç ılm ış o larak kavu­
şacak. (Ona şö yle diyeceğiz): Oku kitabını, bugün üzerine hesap görücü
olarak n efsin sana yeter.» (352)
«And! o lsu n in san ı biz yarattık ve n e fsin in ona ve v e s v e se le r v e rd i­
ğ in i de b iliriz; biz ona şah dam arından daha y a k ın ız (her halinden haber­
darız ve her an kud retim iz altındadır.) (İnsanoğlunun) b iri sağ tarafında,
b iri so l tarafında oturm uş ik i kâtip m elekin a m e lle rin i yazm akta o ld u kla­
rın ı hatırla. O, her ne sö z atarsa, m uhakkak yanında hazır b ir gözcü var­
dır. B ir de ölüm sarho şlu ğu (can çe kişm e ) g e rçe k olarak g e lm iştir. (Ey
insanoğlu) işte bu, se nin kaçıp durduğun şey!.. (İnsanlar öldürüldükten
sonra d irilm e le ri için) S û r’a da üfürüîm üş o laca ktır. İşte bu vakit, azap gü­
nüdür. H erkes beraberinde b ir sürücü ve b ir de şahid (m elek) olarak (Rab-
bi huzuruna) g e lm iş bulunacaktır. (A llah ona buyurur ki, ey insanoğlu!
Dünyada iken) bugünden gaflette idin. Şim d i senden (gaflet) perdeni aç­
tık; artık bugün gözün keskin d ir, (gerçeği görüyorsun). B erab erin deki va­
z ife li (m elek) şö y le der: "B u yanım daki h a zırd ır.” (A lla h şö y ie buyurur):
" A tın atın C ehenn em ’e, her in ka rcı kâfiri; hayra engel olanı, şü p h eci za­
lim i...” » (353)
«Çünkü S û r’a ilk üfürülü ş üfürüldüğü, yer ve dağlar k a ld ırılıp da b ir
ç a rp ılış ç a rp ıld ık la rı zaman, işte o gün, K ıyam e t kopm uştur. G ö k de ya-

351 — M u ta ffıfin ■ 4
352 — İsrâ : 13
353 — K a f • 16-25

629
I SLÂM

rıimış; o gün, o da, sarkmıştır. Melekler de semanın etrafmetadırlar. O


gün Rabbinin Arş’ını, üstlerinde sekiz melek taşır. O gün (hesap için
A lla h ’a) arz olunursunuz. Öyle ki gizli bir haliniz kalmaz. İşte o vakit, ki­
tabı sağ eline verilmiş kimse der ki: "Gelin kitabımı okuyun. Çünkü ben,
hesabıma kavuşacağımı sezmiştim.” Artık hoşnut ve razı olduğu hayat­
ta: yüksek bir Cennettedir. (M eyvelerin in ) devşirilmeleri yakından... (A l­
lah onlara şö yle buyurur): "Yeyin, için, âfiyet olsun; (dünyadaki) geçmiş
günlerde takdim ettiğiniz saiih amellere karşılık olarak.” Kitabı sol eline
verilmiş olan ise der ki: "Eyvah!.. Keşke kitabım bana verilmemiş olsay­
dı... Hesabımın da ne olduğunu bilmeseydim. Ne olurdu o ölüm kat’i olay­
dı (da bir daha d irilm e se yd im ) Malım bana bir fayda vermedi. Bütün sal­
tanatım (varım-yoğum) benden ayrılıp mahvoldu.” (A llah şö y le buyurur):
"Tutun onu, hemen bağlayın onu. Sonra onu Cehennem’e atın. Sonra boyu
yetmiş arşın bir zincirde, onu oraya sürün.” Çünkü o, Yüce Allah’a iman
etmiyordu. Yoksulların yiyeceğine hiç bakmıyor, teşvik etmiyordu. Bugün
de ona burada (yardım edecek) bir yakın yok; Cehennemliklerin İrinin­
den başka bir yiyecek de yok... Onu, ancak kâfirler yer.» (354)
t;Ey insan! Gerçekten sen, (dönüp varacağın) Rabbine doğru (ölün­
ceye kadar) çabalarda çabalarsın. Nihayet ona kavuşursun. O vakit amel
defteri sağ eline verilen, hemen kolay bir hesap ile hesabı görülecek; ve
sevinçli olarak (Cennetteki ailesin e ) ehline dönecektir. Fakat kitabı (amel
defteri), arka tarafından (sol eline) verilen, artık "helâk” diye bağırır,
(ölümünü ister), ve Cehenneme' girer. Çünkü o, (dünyadaki) evinde keyifli
ve sevinçli idi. (O zalim âhirette Rabbine) asla dönmiyeceğini sanmıştı.
Hayır; (onun zannettiği gibi değil) çünkü Rabbi onu görüp gözetiyordu.
(M uhakkak ken disin i hesaba çekecektir.)» (355)
6 — A iş e (R A.) R-esûlüllah (S.A.V.) in şö yle buyurduğunu rivayet
eder: «Hiçbir kimse yoktur ki (K ıyam et günü) hesaba çekilsin de helâk
olmasın.» (Buharî)
Y üce A lla h şöyle buyuruyor: «Allah düşmanlarının toplanıp ateşe
götü rü le ce kleri gün (Kıyam ette) onlar, ilk gelenden itibaren sonuncu ge­
lin ce y e kadar bekletilirler. Nihayet ateşe geldikleri zaman, onlar (dün­
yada) ne yap.yordu iseler, kulakları, gözleri ve derileri hep aleyhlerine
ş a h itlik edecektir. O kâfirler, derilerine (azalarına): "Niçin aleyhimizde
şa h itlik ettiniz?” derler. Onlar (cevap olarak): "Bizi, her şeyi söyleten Al­
lah söyletti. Sizi ilk defa O yarattı. (Öldükten sonra da) yine O’na götü-

354 - - H akka : 13-37


355 — İ n ş ik a k : 6-9

630
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

rülüyorsunuz. Kulaklarınız, gözleriniz ve derileriniz aleyhinize şahitlik


eder diye sakınmamıştınız ve muhakkak zannetmiştiniz ki, Allah yaptık­
larınızdan birçoğunu bilmez. İşte Rabbinize karşı beslediğiniz bu zannı-
mz, sizi helâke düşürdü ve ziyana uğrayanlardan oldunuz.» (356)
Enes (R.A.) rivayet ediyor: "Peygam ber (S.A.V.) in yanındaydık.
Peygamber, güldü ve "neye güldüğümü biliyor musunuz?" dedi. "A lla h
ve Resûlü daha iyi b ilir,” ded iler. Dedi ki: "Kulun Rabbine hitabından:
"Beni zulümden korurmusun” diyecek, Rabbi: "Evet” diyecek ve o za­
man kul: "Bugün kendimden başka aleyhime şahitlik edecek kimseye
müsaade etmiyorum" diyecektir. Allah da: "Bugün şahit olarak kendin
yetersin. Amelleri yazan iki Melek de hazır bulunsunlar” buyuracak, kulun
ağzını mühürleyecek ve uzuvlarına, "konuş” diyecektir. Onlarda yaptıkla­
rını haber vereceklerdir. Konuşma bitince kul uzuvlarına: "Uzaklaşın, gi­
din yanımdan... Ben sizin için mücadele ediyordum.” (M ü slim )

İbn-i M e s ’ud, R esû llü lia h (S.A.V.)’in şö yle buyurduğunu rivayet eder:
«Kul beş şeyden sorguya çekilmedikçe Allah’ın huzurundan ayrılmaz:
Hayatından sorulacaktır, hayatını nerede harcamıştır. Gençliğinden soru­
lacaktır, gençliğini nerede tüketmiştir. Malındlan sorulacaktır, malını ne­
reden kazanmış ve nereye harcamıştır. Ve bildiğiyle amel etmiş midir,
ondan sorulacaktır.»
A bd u llah İbn-i M e s ’ud (R.A.) dan rivayete göre, Peygam ber (S.A.V.) :
«Kıyamet günü insanlar arasında verilen ilk hüküm kan davaları hakkın­
dadır.» (Buharî, M ü slim , T irm izî ve N esâî)
Ebu H üreyre (R.A.) dan R esûlü llah (S.A.V.) şö yle buyurdu dediği
rivayet e d ilm iştir: «Kim ki, uhdesinde (bir din) kardeşinin nefsine, yahut
malına tecavüzden mütevellid hak bulunursa -dinar, dirhem bulunmıyan
(K ıyam et günü gelm ez) den evvel- bugün (dünya) da mazlumdan o hak­
kı bağışlamasını istesin! (K en disine helâl e d ilm ed iğ i takdirde) zalimin
zulmü miktarı alınır (da m azlûm a v e rilir). Eğer zalimin hasenatı bulun­
mazsa mazlûmun seyyiatından alınıp zâlimin üzerine yükletilir.»
Y in e Ebu H üreyre rivayet ediyor: R esû lü llah (S.A.V.) şö yle buyur­
du. «Müflisin kim olduğunu biliyormusunuz?» "A ra m ızd a m ü flis, parası
pulu olm ayand ır.” dediler. Buyurdu ki: «Müflis Kıyamet gününe namaz,
oruç ve zekâtla gelen fakat şuna söven, ona iftira eden, şunun malını
yiyen, bunun kanını akıtan ve onu döven kimsedir ki, Kıyamet gününde
şuna, buna ve ona hasenelerinden verir. Üzerindeki haklar tükenmeden

356 — Fussilet : 19-23

631
İ SLÂM

haseneleri tükendiğinde onların günahlarından alınır ve kendisinin gü­


nahlarına eklenerek ateşe atılır.»
Y in e Ebu H üreyre’nin rivayetine göre R esûlüllah (S.A.V.) şö yle bu­
yurdu: «Kıyamet gününde hakları ehline kesinlikle vereceksiniz. Öyleki
boynuzsuz hayvana boynuzlu hayvan götürülecektir.» (M ü slim ve Tirm izî.)
Ebu Ümame, R esûlü llah (S.A.V.) in şö yle dediğini rivayet eder: «Üm­
metimden yetmişbin kişi hesap ve azap görmeden ve her bin ile beraber
yetmişbin kişi ve Rabbimin avuçlarından üç avuç (toprak dolusu] miktarın
ca Cennet’e girecektir.»
7 — «Biz, Kıyamet günü için, (insanların am el d e fte rle rin i tartm ak
üzere) adalet terazileri koyacağız. Artık hiç kimse en ufak bir zulme uğ­
ramayacaktır. Yapılan amel, bir hardal danesi ağırlığınca bile olsa, onu
getirir tartıya koyarız. Hesap görenler olarak da, biz kâfiyiz.» (357)
«Kim zerre ağırlığınca hayır işlerse mükâfatını ve kim zerre ağırlığın­
ca kötülük işlerse cezasını görecektir.» (358)
«Hem biz, onlar (hayır diye dünyada) ne amel işledilerse, onu kasd
edip saçılmış zerre haline getirmişizdir, (artık h içb ir kıym eti kalm am ış­
tır.)» (359)
Tirm izî.nin Hz. A işe 'd e n rivayetine göre: ''B ir şahıs, Ya R e sû lü lla h !.-
Benim iki kölem var. Beni yalanlıyor, bana hiyanet ve isyan ediyorlar. Ben
de onlara sövüyor ve onları dövüyorum . O nlar konusunda benim durumum
n a sıld ır." Peygam ber (S.A.V.) şö yle dedi: "Kıyamet günü olduğunda sana
ihanet etmeleri, yalanlayıp isyan etmeleri ve senin onlara verdiğin ceza
hesaplanacaktır. Şayet onlara yerdiğin ceza, günahları miktarınca ise,
eşite çıkarsınız; ne senin onların üzerinde ve nede onların senin üzerinde
birşeyleri vardır. Onlara verdiğin ceza, güahlarından az ise, fazlası şe­
nindir. Ama verdiğin ceza günahlarını aşıyorsa, fazlasını onlara öder­
sin." O şahıs uzaklaşıp ağlam aya başladı. Peygam ber (S.A.V.) ona şöyle
dedi: "Yüce Allah’ın: «Biz, Kıyamet günü için (insanların am el d e fte rle ­
rin i tartm ak üzere) adalet terazileri koyacağız. Artık hiç kimse en ufak
bir zulme uğramayacaktır. Yapılan amel, bir hardal danesi ağırlığınca bile
olsa, onu getirir tartıya koyarız. Hesap görenler olarak da, biz kâfiyiz.»
âyetini okumadın mı?” O zaman o şa h ıs şö yle dedi: ” Ya R e sû lü lla h !..
Hem benim hem de onlar için ayrılm am ızdan daha ha yırlı birşey bulam ı­
yorum . Şahit ol ki, onların hepsi artık hü rdürler.”
357 — E n b i y a : 47
358 — Z ilza l : 7-8
359 — F u rk a n . : 23

632
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

8 — Ebu H üreyre (R.A.) den: «Bir defa öteki, beriki: ” Ya Resûlül-


lah, K ıyam et gününde Rabbim izi görecek m iy iz? ” diye sordular. Peygam ­
b e r (S.A.V.) cevaben şö y le b u y u rd u /'A y ın ondördüncü gecesi görmeye
engel hiçbir bulut yokken ayı görebileceğinizden şüphe ve endişeniz var
mıdır?” diye sordu. (Yine): "H ayır ya R e sû lü lla h " denince, buyurdu ki:
"İşte O’nu siz böyle açık göreceksiniz. Kıyamet gününde insanlar haşr-
olunacak (yani bir araya toplanacak. Rabbim iz Teâlâ ve Tekaddes Haz­
retleri): "Her kim her neye tapıyor idiyse onun ardına düşsün” buyu­
racak. (Yahut H akk’ın em riyle bu sözü diyen diyecek). Artık kimi güne­
şin kimi Ayın, kimi tağutların ardına düşüp gidiscek. Yalnız bu ümmet, iç­
lerinden münafıkları da olduğu halde (yerine durup kalacak.) Allah, onla­
ra (evvelce tanıd ıklarınd a başka sûrette) gelip: "Ben sizin Rabbinizim”
buyuracak. Onlar (Rabbi M ü te a lle rin i) o te c e lli ile tanım ayacakları için:
(Senden A lla h ’a sığ ın ırız) Rabbimiz bize gelinceye kadar bizim yerimiz bu­
rasıdır. (Yerim izden ayrılm ayız.) Rabbimiz bize geldiğinde biz O’nu tanı­
rız” diyecekler. Allah Azze ve Celle onlara (Bu defa tan ıd ıkları sûrette)
gelip: "Ben Rabbinizim” buyuracak. Onlar da: "(El-Hak) Sen bizim Rabbi-
mizsin” diyecekler. Ve Allahû Teâlâ’nın onları davet buyurması üzerine
ona tâbi olacaklar. Cehennem’in de (tam) ortasına Sırat (yani köprü)
kurulur. Ümmetini (onun üstünden) en evvel geçirecek ben olacağım. O
gün Resûlierden başka hiçbir kimse (korku ve deh şet d o la yısiy le ) konu­
şamaz. Resullerin de o günkü kelâmı "İlâhî selâmet ver, selâmet ver»
(den ibaret) olacaktır. Cehennem’de sa’dân dikenlerine benzer çengeller
vardır. Sa’dân dikenlerini (hiç) görmüşlüğünüz var mı? -Evet (vardır)- İşte
bu çengeller sa’dâıi dikenlerine benzeK Ancak şu var ki, ne kadar büyük
olduklarını yalnız Allahu Teâlâ bilir. İşte bunlar insanları kötü amellerin­
den dolayı kapıp alırlar. Kimi (kötü) ameli dolayısiyle helâk olur. Kimi
hardal gibi ezim ezim ezildikten sonra necat bulur. Nihayet Allahu Teâlâ
ateş ehlinden her kimlere rahmet buyurmayı dilemişse (onları çıkara­
cak. Dünyada iken) Allah’a ibadet etmiş olanları çıkarmalarını meleklere
emredecek, onlar do onları çıkaracaktır. (M ele kle r) onları secdelerin iz­
lerinden tanıyacaklardır. Ve işte onlar öylece çıkarılacaklardır. Allahu
Teâlâ secde izini ye(yip mahvetmeyi (Cehennem ) ateşine haram kılmış­
tır. Binâenaleyh insanoğlunun bütününü (Cehennem ) ateşi yer de yalnız
secde izini yiyemez. Bunlar ateşten kavrulup kapkara olarak çıkarılacak­
lardır. Üzerlerine Âb-ı hayat dökülecek de sel uğrağında biten yabani rey­
han tohumları nasıl (çabuk) biterse (yeniden) öylece biteceklerdir. Son­
ra Allah (C.C.) kulları arasında (hüküm 've) kazayı sona erdirir. (Ancak)
Cennet ile Cehennem arasında yüzü ateşe dönük bir kimse kalır ki, o,

633
İ SLÂM

Cennet’e girecek ateş ehlinin sonuncusu olacaktır. (O kim se): "Ya Rab,
yüzümü (şu ateşten döndür. Kokusu beni zehirleyip duruyor, yalınız beni
yakıp duruyor” diyecek. (Adam cağız m ütem adiyen dua ve niyazda bulu­
nacak. Sonunda Hak Teâlâ) ona buyuracak ki: "Bu senin dediğin yapıla­
cak olursa acaba başka şey (daha) istemiyecek misin?” O ise: "(C e lâ l)
ve İzzetine kasem olsun ki, hayır!” diyecek. Ve Ailahu Teâlâ’ya müşlyyet-î
İlâhiyyesi tealluk eden ahd ü misakı verecek (ondan sonra) Ailahu Teâlâ
onun yüzünü Cehennem yönünden (C enn et tarafına) çevirecek. Yüzünü
Cennet'e doğru döndürünce Cennet’in güzelliğini görecek (Lâkin başlan­
gıçta talebden haya edip) Allah’ın dilediği kadar (bir müddet) sustuktan
sonra: "Ya Rab, benî Cennet’in kapısına yanaştır” diyecek. Ailahu Teâlâ
da: "Evvelce istediğinden başka (hiç) birşey istemiyeceğine ahd ü misak
vermiş değil miydin?” diye (kendisini ilzâm edecek) O. da: ”Yâ Rabb,
mahlukatının en bedbahtı ben olmayayım” cevabını verecek. Bunun üze­
rine (yine) Ailahu Teâlâ: Bunu da sana verirsem başka birşey istemiye­
cek misin? diyecek. Oda : "Celâl ve İzzetine kasem olsun ki, hayır. Bun­
dan başka (hiç) birşey isteyecek değilim” cevabını verecek. Ve Rabb (- Ce-
lîl)ine dilediği ahd ü misakı verdikten sonra Rabbı (Teâlâ v e Tekaddes
H azretleri) onu Cennet’in kapısına yanaşdıracak. (O kim se) Cennet ka­
pısına varıp da ondiaki revnak ve letâfeti ve içindeki nadret ve sürürü
görünce (yine utanıp) Allah’ın dilediği kadar (bir müddet) susacak. Son­
ra: "Yâ Rabb, beni içeriye sok” diyecek. Allah (Azze ve C e ile ) de : "Al­
lah lâyığını versin behey Âdem-oğlu, sen ne sözünde durmaz kimsesin!
Sen verdiğimden başka (hiç) bir şey istemiyeceğine (daha evvel) ahd ü
misâk vermiş değil miydin?” buyuracak. O da: "Yâ Rab, (dem ek ki) mah-
lukatmın en bedbahtı ben olacağım” diyecek. (Bu söz üzerine ve dua ve
niyazını te k ra r ede ede nihayet) Ailahu Teâlâ ona gülecek. Ve Cennet’e
girmesine izin verecek. (Oraya alırke n de) ona: "Temenni et” buyuracak.
O da (uzun boylu) temenni (ler)de bulunacak. Nihayet dilekleri kesilince
Ailahu Teâlâ: "(Bunlardan başka) şunu da, bunu da, şunu da, bunu dâ
iste” buyuracak ki, (isten ece k şe y le ri) Rabbi aklına getirecek. Nihayet
(bu türlü) dileklerinin tamamı da kesilince AHahu Teâlâ: "Bunların hepsi
ve bir o kadarı (hep) şenindir” buyuracaktır. -(H adisi Ebu H ü re yre ’den
rivayet edenlerden biri olan A tâ b. Yezid-i L e y sî der ki: Ebu H üreyre bu­
nu rivaye t ederken Ebu Said-i H udrî de oturuyor ve Ebu H ü re yre ’nirv de­
diklerinden h iç b ir şeyi d e ğ iştirm eye lüzum görm üyordu. Tâ: "B u n la rın hep­
si ve bir o kadar dahası hep ş e n in d ir” sözüne gelince) Ebu Said-i Hudrî
(R.A.) Ebu Hüreyre (R A.)e: "Resûlüllah (S.A.V., Allah (Azze ve Cel*e):
Bunlar (ın hepsi) ve daha on misli şenindir” buyuracaktır, demişti,” dedi.

634
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

Ebu Hüreyre: Resûlüllah- salla’ilahû aleyhi ve sellem’den yalnız "Bunla­


rın hepsi ve bir o kadar dahası şenindir" buyurduğunu bellemiştim" de­
di. Ebu Said ise: "Bunların hepsi ve daha on misli şenindir” buyurduğu­
nu ben işittim dedi.”» (360)
Ebu Said, R esûlü llah (S.A.V.) in şö yle buyurduğunu rivayet eder:
«Ümmetimden bir topluluğa şefaat eden, kabileye şefaat eden, bir sülâ­
leye şefaat eden ve bir kişiye şefaat edeni vardır. Tâ ki onlar Cennete gi­
rinceye kadar.»
A bd u llah b. Ebi Ced a ’, peygam ber (S.A.V.) in ş ö y le buyurduğunu
rivayet eder: «"Ümmetimden bir zâtın şefaatiyle Temim kabilesinden çok
kişi Cennet’e girer.” "S en den başka mı yâ R e sû lü lla h " dedik "Evet
benden başka," dedi.»
Enes rivaye t ediyor: «R esûllüllah (S.A.V.) den K ıyam et günü bana
şe fa at e tm esin i istedim . "Allah dilerse şefaat edeceğim" dedi. "S e n i ne­
rede arayayım ?» dedim . «Önce beni Sırat üzerinde ara» dedi. «Ya seni
S ıra t üzerinde bulam azsam ” dedim . "Beni Mizan’ın yanında ara” dedi.
"Y a seni orada da bulam azsam ?” dedim . "O zaman beni Havuz’un yanın­
da arasın. Bu üç yerden birindeyim” dedi.»
M u ğ ire'n in rivayetine göre R esûlü llah (S.A.V.) : «Müminlerin Sırat
üzerinde parolaları: "Rabbim Selâmet ver, Rabbim selâmet ver” dir» bu­
yurdu.
Y ü ce A lla h şö yle buyuruyor: «Rabbine and olsun ki, biz onları (Ö l­
dükten sonra d irilm e y i inkâr eden k âfirleri) Şeytanları ile beraber elbette
ve elbette mahşerde toplayacağız. Sonra onları muhakkak Cehennem’in
etrafında dizleri üstü hazır bulunduracağız, (ki, C e n n e tlik le ri görüp has­
ret ç e ksin le r) Sonra her kâfir zümreden Rahmana karşı en ziyade isyan­
kâr hangileri ise muhakkak (Bunları evvelâ C ehenn em ’e) ayırıp ataca­
ğız. Sonra o Cehennem’e atılmaya layık olanların kimler bulunduğunu
elbette biz daha iyi biliriz. İçinizden hiç biri istisnâ edilmemek üzere mut-

360 — K ita b ın a r a p ç a s ın d a g e ç e n h a d is , M ü slim ’in E b u S aid -i H u d ri’d e n r iv a


y e t e ttiğ i h a d is tir. Biz, h e m te r c ü m e n in d a h a m ü k e m m e l o lm a sı (ki te r ­
c ü m e s in i (T ecrid -i S a rih T e rc e m e si’n d e n a ld ık ) v e h e m d e T ü rk o k u y u c u ­
la r ın h a k k ın d a d a h a g e n iş m a lu m a t b u la b ile c e k le ri ş e r h i y a p ılm ış Bu-
h a r i ’n in b u riv a y e tin i a k ta r m a y ı u y g u n b u ld u k . B u k o n u d a d a h a f a z la
m a lu m a t e d in m e k is te y e n , D iy a n e t ta r a f ın d a n b a s tır ıla n «S ah ih -i M u h ­
ta s a r ı T e c rid -i S a r ih T e rc e m e si v e Ş erhi» isim li k ita b ın 4. cild s a h ife 814'e
b a k s ın . B u ra d a , d ip n o tla r d a E b u S a id -i H u d rid e n y a p ıla n riv a y e t d e b ö ­
lü m b ö lü m a k ta r ılm ış v e d iğ e r riv a y e tle rd e n d e is tifa d e e d ile re k u z u n c a
b i r ş e r h y a p ılm ış tır. (M ü te rc im )

635
İ SLÂM

laka Cehennem’e varacaktır. Bu, Rabbinin katında kesinleşmiş bir hü­


kümdür. (Ancak C e n n e tlik le r yanmadan geçecekler, C e h e n n e m lik le r ise
ateşe dü şeceklerd ir.) Sonra, Allah’tan korkup sakınanları kurtaracağız
ve zalimleri de toptan Cehennem’de bırakacağız.” (361)
10 — S e m ü re ’nin rivayetine göre R esûlü llah (S.A.V.) şö y le buyur-
du:«Her Peygamberin bir havuzu vardır ve ümmeti o havuzun başına ge­
lir. Peygamberlerden her biri de havuzunun başına gelen ümmetinin çok­
luğuyla övünür. Dilerim ki, havuzuna geleni en çok olan ben olayım.» (362)
Ebu H üreyre rivaye t ediyor: «Peygam ber (S.A.V.) şöyle buyurdu.
«Ümmetim bana havuz başına gelir. Kişinin, başka birisinin develerini
kovduğu gibi ben de başkalarım havuzdan uzaklaştırırım» "E y A lla h ’ın
Peygam beri, bizi tan ırm ısın ?» dediler. «Evet, başkalarında olmayan bir
alâmetiniz vardır; abdesten el, ayak ve yüzleriniz beyaz olarak havuzun
başına gelirsiniz. Sizden bir taifenin yanıma gelmesine engel olunur ve
bana o taife ulaşamaz. O zaman "Ya Rabb, bunlar benim ashabımdandır”
diyeceğim. Bana cevap olarak bir melek şöyle diyecektir: "Senden son­
ra ne yaptıklarım bilirmisin?” diyecektir.” »
11 — Ebıı Said, R esûlü llah (S.A.V.) in şö yle dediğini rivayet eder:
«Aslından ateş ehli olan ateş ehline gelince bunlar orada -yani Cehen-
nem'de- ne ölür kurtulurlar, ne de yaşayıp hayattan faydalanabilirler. An­
cak orada kendilerine günahlarından dolayı Cehennem ateşi isabet etmiş
mümin âsilerden birtakım kimseler vardır ki, işte bunları (bir m üddet azap
olunduktan sonra) Cenab-ı Hak basbayağı öldürecek. Nihayet kömüre
dönünce bunlara şefaat edilmesine izin verilecek. Ve deste deste Cennet
nehirlerinin başlarına getirilip: "Ey ehl-i Cennet, bunların üzerine bol bol
Cennet sularından dökünüz, denilecek” buyurulmuştur»
İbn-i Mes-ud, R esûlü llah (S.A.V.) in şö yle buyurduğunu rivayet
eder: «Ben, ateş ehlinin Cehennem’den en sen çıkacak ve Cennet ehlinin
Cennet’e en son girecek olanını bilip duruyorum. Bu, bir kimsedir ki, Ce­
hennem’den emekliye emekliye çıkar. Allah Tebareke ve Teâlâ hazretleri
ona: "Git Cennet’e gir” buyuracak. O kimse Cennet’e varacak, ona öyle
gelecek ki, Cennet dopdoludur. Dönüp: "Yâ Rabb, Cenneti ben dopdolu
buldum" diyecek. Cenab-ı Hak yine ona: "Git, Cennet’e gir” buyuracak.
Yine ona Cennet dopdolu gibi gelecek. Dönüp: "Yâ Rabb, Cennet’i ben

361 — M eryem : 68-72


362 — T irm izi
363 — M üslim
304 — M uiıari, M üslim Tirm izi

636
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

dopdolu buldum" diyecek. (Bu defa) Cenab-ı Hak ona: "Git, Cennet’e gir:
dünya kadar, dünyanın on misli kadar yer şenindir” buyuracak... Râvi
der ki: Vallahi (bu v a ’d-i İlâhîyi o bîçare alaya ham ledeceğinden dolayı)
Resûlüllah (S.A.V.) in gerideki dişleri belirinceye kadar tebessüm bu­
yurduğunu gördüm. (Sahabeler arasında) Cennet ehlinin en dûn menzil
ve mertebe sahibi işte bu kimsedir, denirdi.»
B — CENNET VE CEHENNEM
Y üce A lla h şö yle buyurur: «Artık o ateşten sakının ki, onun tutuştu-
rucu odunu insanlarla taşlardır...» (365)
Ebu H üreyre'den nakledilen b ir hadiste R esûlü llah (S.A.V.)
«"Sizin (şu dünya) ateşiniz, Cehennem ateşinin yetmiş cüz’ünden
bir parçadır,” buyurm uş. Sahabeler tarafından :
— Yâ R esûlü llah Dünya ateşi (kâfirle ri, fâ c irle ri azab için) herhal­
de kâfidir, d e n ild i. R esû llü lla h :
— Cehennem ateşi (m iktarca ve sayıca) dünya ateşieri(nin umumu)
üzerine altmış dokuz derece fazla kılındı: Bunlardan her birinin harareti
bütün dünya ateşinin harâreti gibidir.» (366)
Y üce A lla h , başka bir yerde şö y le buyurur : «Şüphesiz ki âyetleri-
rimizi inkâr eden kâfirleri yakında ateşe atacağız. Derileri piştikçe, aza­
bı duysunlar diye kendilerine, değiştirerek başka deriler vereceğiz. Çün­
kü Allah, gerçekten Aziz’dir, Hakimdir.» (367)
Y in e şö yle buyurur: «Allah, Kıyamette kâfirlere: "Sizden önce insan
ve cinden gelip geçen ümmetlerin bulunduğu ateşin içine girin” buyura­
caktır. Her ümmet girdikçe, kendini sapıtan daha önceki dindaşına lanet
edecektir. Nihayet hepsi Cehennem’de birbiriyle buluşup toplanınca, bağ­
lılar (tabi olanlar) öncüleri için şöyle diyecek: "Ey Rabbimiz, bizi sapıtan-
lar, işte bunlardır. Bunlara ateşten iki kat bir azap ver.” Allah: "Her bi­
rinize iki azap var.” fakat bilmiyorsunuz,” buyurur. Önceki öncüler de
sonrakilere: "Sizin de bize karşı bir üstünlüğünüz olmadı. Artık kendi yap­
tığınızın cezası olan azabı tadın” derler.» (368)
Ebu S a id ’den yapılan b ir rivayette R esûlü llah (S.A.V.) şö yle buyu­
ruyor: «Kıyamet günü (Cennet ehli, C e n n e t’e: C e h e n n e m lik le r de Cehen-
nem ’e ayrıld ıktan sonra) ölüm, aklı karalı alaca bir koyun süretinde geti­
rilir. (Ebu K u ıe yb şunu ziyade etti:) Cennet ile Cehennem arasında dur-
365 — B a k a r a : 24
336 — M a ü k , B u h a rı, M ü s lim T ir m iz i
367 — N isa : 56
358 — A ’r a f : 38-39

637
İSLÂM

durulur. {İki ravi de hadisin geri kalan kısm ında ittifâ k e tm işle rd ir) Mü­
teakiben: Ey Cennet ahalisi! Sizler bunu tanıyor musunuz? denilir. Cen­
netlikler hemen boyunlarını uzatıp başlarını ona doğru kaldırırlar ve ona
(o koyuna) bakarlar. Ve Cennet ahâlisi: Evet, tanıyoruz, bu ölümdür der­
ler. Sonra: Ey Cehennem ahâlisi! Sizler bunu tanıyor musunuz? diye so­
rulur. Onlar da başlarını kaldırıp bakarlar ve: Evet tanıyoruz, bu ölü?**-
dür, derler. Bunu takiben koyun suretindeki ölümün (Cennetie Cehen­
nem arasında) kesilmesi emrolunur ve derhal boğazlanır. Bundan sonra:
"Ey Cennet halkı! Cennet’te ebedi yaşıyacaksınız, artık ölüm yoktur. Ve
ey Cehennem halkı! Sizler de karargâhınızda ebedisiniz, artık ölüm yok­
tur denilir.» Bundan sonra R esûlü îlah şu âyeti okudu: Sen onları İlâhi
emrin yerini bulduğu vakti ile, hasret (ve nadamet) günü ile korkut. On­
lar hâlâ gaflet içerisindedirler, onlar hâlâ iman etmiyorlar. Şüphe yek ki
Arz’a ve onun üzerindekilere biz vâris olacağız biz! Onlar (nihayet) bize
döndürüiecekieridr.» (369) R esûlü îlah bu ayeti okurken e liy le dünyaya
işaret etm iştir.» (370)
Y üce A lla h şö y le buyuruyor: «Kâfir olanlara gelince; onlara Cehen­
nem ateşi var. (İkinci defa haklarında hüküm v e rilip ) öldürülmezler ki, öl­
sünler (de rahata kavuşsunlar). Üzerlerinden Cehennem’in azabı da hafif­
letilmez. İşte (A lla h ’ı ve nirrietlerini inkâr eden) her nankörü böyle ceza­
landırırız. O kâfirler Cehennem’de şöyle derler: "Ey Rabbimiz! Bizleri
çıkar, (dünyada ş irk gibi) yapageldiğimizden başka salih bir amel yapa­
lım.” (A lla h onlara şö y le buyurur): "Size, düşünecek kimsenin düşüne­
ceği kadar ömür vermedik mi? Hem size Peygamber de geldi. O halde
tadın (ateşin azabını)!... Çünkü zalimleri (A lla h ’ın azabından) kurtaracak
yoktur.» (371)
«O Kıyamet günü, mücrim kâfirleri birbirine bağlanıp kelepçelenmiş
olarak görürsün. Gömlekleri katrandandır ve yüzlerini de ateş kaplar.»
(372)
«De ki: Kur’an Rabbinizden gelen bir haktır. Artık dileyen iman et­
sin, dileyen kâfir olsun. Çünkü biz zalimler için öyle bir ateş hazırladık
ki, onun kalın duvarları kendilerini kuşatmaktadır. Onlar, susuzluktan im­
dat istedikçe, erimiş maden tortusu gibi kaynar su ile imdat edilirler
ki, o, yüzleri kavurur. O ne fena içkidir ve o ateş de ne kötü konaklama
yeridir.» (373)

369 — Meryem : 39-40


370 — Buhari, Müslim. Tirmizi
371 — F a tır : 37-38
372 — İ b r a h im : 49
373 — K e h f : 29
638
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

«Peygamberi ve Kuran’ı inkâr edenler, ne yüzlerinden, ne arkala­


rından ateşi menedemiyecekleri ve asla yardım olunamıyacakları vakti
bir bilseler!...» (374)
İşte o kâfir olanlar için ateşten çamaşırlar biçilmiştir, başlarının üs­
tünden kaynar su dökülür. Bu kaynar su ile karınlarında olan şeyler ve
derileri eritilir. Onlar için bir de demirden kamçılar var. Her ne zaman
ateşten onun ızcfırabından çıkmak isterlerse, yine içine döndürülürler;
ve onlara: "Haydi tadın yangın azabını” denir.« (375)
«Kimin de tartıları hafif gelirse, işte kendilerini hüsrana düşürenler
bunlardır. Cehennem’de de ebedî kalacaklardır.» (376)
«Fakat onlar Kıyameti de yalan saydılar. Biz ise o Kıyameti yalanlı-
yanlara çok şiddetli bir ateş hazırladık. Öyle ki, bu ateş onları uzak bir
yerden gördüğü vakit, onlar, bunun galayan ve homurdanışını işitirler.
Elleri boyunlarına bağlı olarak, o ateşin dar bir yerine atıldıkları vakit
orada: "Ey helak! Neredesin, yetiş” diye bağırırlar.» (377)
«Senden acele azap istiyorlar; halbuki Cehennem, kâfirleri muhak­
kak kuşatacaktır (onları içine alıp toplıyacaktır.) O gün ki, azap, onları
hem üstlerinden, hem ayakları altından kaplayacak da (A llah onlara):
"Yaptıklarınızın cezasını tadın bakalım”, buyuracak.» (378)
«Bu (Cennet nim etlerine) konmak mı hayırlı, yoksa (kokusu kötü ve
tadı acı olan C e h e n n em ’deki) Zakkûm ağacı mı? Gerçekten biz, Zakkum
ağacını kâfirler için (Â hirette) bir azap yaptık. O bir ağaçtır ki, Cehen­
nemin dibinde çıkar. Meyvaları, (çirkin) şeytanların başları gibidir. Mu­
hakkak o kâfirler bundan yiyecekler de karınlarını bundan dolduracak­
lar. Ondan doyduktan sonra, onlar için kaynak bir içki var. Sonra da dö­
necekleri yer şüphesiz ki yine Cehennemdir.» (379)
«İşte bu kâfirlere... Artık tadsınlar kaynar sudan ve irinden ibaret Ce­
hennem azabını... O azap şeklinden diğeri de var: Çifte çifte (türlü türlü)
acılar.» (380)
«Muhakkak ki kâfirler, Cehennem azabında devamlı olarak kalacak­
lardır. Kendilerinden o azap hafifletilmez. Onlar bunun içinde (kurtul-

374 — E n b iy a : 39
375 — H a c c : 20
376 — M ü 'm in û n : 104
377 — F u r k a n : 11-13
378 — A n k e b u t : 54-55
379 — S â ff a t : 62-68
380 — S âd : 57

639
İ SLÂM

maktan) ümidini kesmişlerdir. Biz onlara zulüm etmedik; fakat kendileri za­
lim idiler.» (381)
«Gerçekten Cehennem’deki o Zakküm ağacı, kâfir olanın yemeği­
dir. Maden tortusu gibi karınlarında kaynar; kaynar suyun kaynaması
gibi... (A lla h Cehennem deki v a zife li m eleklere o kâfir için şöyle buyu­
rur): Onu yakalayın da sürükleyip Cehennem'in ortasına atın. Sonra da
başının üstüne o kaynar su Azabından dökün. (Sonra ona şö yle deyin):
Tad bakalım, çünkü sen, (zanınca kavmin arasında) çok şerefli ve çok
iyi bir kimse idin!... (382)
«Muhakkak ki mücrimler (m üşrikler) şaşkınlık ve çılgın ateşler için­
dedirler. O gün yüzleri üstü ateşte sürüklenecekler; (ve onlara): "Tadın
Cehennem’in dokunuşunu» denilecek.» (383)
«Sol ehli ise, onlar ne acıklı dürümdalar!.. Onlar ateşin alevi ve kay-
nar su içindedirler. Bir de üzerlerinde Cehennem’in kapkara dumanı olan
bir gölge var.. O gölge ne serindir, ne mülayim... Çünkü onlar, bundan
önce (dünyada) zevklerine düşkündüler. Ve en büyük günah (A lla h ’a or­
tak koşmak) üzerinde ısrar ediyorlardı... Bir de diyorlardı ki: Öldüğümüz
ve bir toprak, bir yığın kemik olduğumuz vakit mi, hakikaten biz mi diri­
lecekmişiz? Evvelki atalarımızda mı? (Ey Resulüm , o m ünkirlere) söyle:
"Muhakkak bütün evvelkiler ve sonrakiler, belirli bir günün muayyen bir
vaktinde çaresiz toplanacaklardır.” Sonra, muhakkak ki siz ey sapkınlar,
yalancılar! Elbette (C ehennem ’de) Zakkum ağacından yiyeceksiniz. Ka­
rınlarınızı ondan dolduracaksınız. Üstüne de (şid detle su sayacağ ınız için)
o kaynar sudan içeceksiniz. Öyle ki, suya kanmayan develerin içişi gibi
içeceksiniz.» (384)
«Ey iman edenler! Kendinizi ve aile halkınızı öyle bir ateşten koru­
yun ki, onun tutuşturucusu insanlarla taşlardır. (O ateşin) üzerinde öyle
melekler vardır ki, çok sert, çok kuvvetlidirler. Allah kendilerine ne em­
retti ise, ona isyan etmezler ve emredildikten şeyi yaparlar.» (385)
«Rablerini inkâr edenlere de Cehennem azabı vardır. O, ne fena dö­
nüş yeridir. İçine atıldıkları zaman, Cehennem’in korkunç sesini (an ırışın ı)
işitirler ki, (kendilerini) kaynatıyordur. Nerde ise (kâfirlere) öfkesinden
çatlayacak olur. (K âfirlerden) bir topluluk onun içine her atıldıkça, Cehen-

381 — Z u h ru f : 74-76
382 — D u n h a n : 43-49
383 — K a m e r 47
384 — V a k ia : 41-46
385 — T a h rim : 6

640
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

nem bekçileri o kâfirlere sorarlar: Size, azap ile korkutan bir Peygamber
gelmedi mi?» (386)
«Zira (ahirette k â firle r için) bizim yanımızda bukağılar ve (içine gi­
re ce k le ri b ir ateş var.)» (387)
«Çünkü biz, kâfirler için zircirler, bukağılar ve alevli bir ateş hazır­
ladık» (388)
«(Ey in kâ rc ıla r topluluğu) haydi Cehennem’in üç çatallı duman göl­
gesine gidin. Ne gölgelendirir, ne alevden korur, (sırf size bir azap)... Z i­
ra o ateş, öyle kıvılcımlar atar ki, her biri saray gibi... (Renk ve çokluk
bakım ından) sanki o kıvılcımlar, sarı deve sürüler... (Bu hali) yalan sa­
yanların, o gün vay haline!.. Bugün dilleri tutulacak gündür, (İnkarcı­
ların). .. Kendilerine izin verilmez ki, özür dilesinler.» (389)

«Muhakkak ki Cehennem bir gözetleme yeridir. Kâfirler için bir dö­


nüş yeridir. Nice devirler boyunca içinde kalacaklar... Orada ne bir se­
rinlik tadacaklar, ne de içilecek bir şey! B ir kaynar su ve irin İçecekler.
Bir ceza ki, (iş le d ik le ri am ellere) uygun... Çünkü onlar, hesaba çekile­
ceklerini hiç ummuyorlardı. Âyetlerimizi .de alabildiklerine yalanlamış­
lardı. Biz ise, her şeyi (Levh-i M ahfûz'da) yazıp tesbit ettik. (O kâfirlere
şö y le den ilir): Şimdi tadın, artık size azap artırmaktan başka bir şey
yapacak değiliz.» (390)

«(Ey Resûlüm ! Bütün in san ları dehşeti ile) kaplayacak olan Kıya­
metin haberi, muhakkak ki sana gelmiştir. Bir takım yüzler vardır ki o
gün zelildir; çalışmış, fakat boşuna yorulmuştur. Kızgın ateşe girerler.
Kaynar bir kaynaktan içrrilirler. Onlara, (hayvanların b ile sa kın ıp y iy e ­
m ediği) bir nebattan başka yiyecek yok. O, ne besler ,ne açlıktan kur­
tarır.» (391)
«Cehennem de ogün getirilip ortaya konur; ogün kâfir insan düşü­
nür, fakat o düşünüp (gerçeği) anlamaktan ona ne fayda? (A rtık düşün­
m ek ona h iç b ir fayda sağlıyam az.) (O, Şöyle) der: "Ah ne olurdu! K e ş­
ke ben (ebedi olan ahiret) hayatım için, önce (fani dünyada) saiih amel­
ler yapmış olsaydım.» (392)

386 — M ü lk : 6-8
337 — M ü z e m m il : 12
388 — jn s a n : 4
389 — M ü r s e lâ t : 30-38
390 — N e b e ’ : 21-30
391 — Ğ a şiy e : 1-7
392 — F e c r : 23-24

641
İSLÂM

«Hayır, (m ail onu kurtarm az) Muhakkak o Hutame’ye (ateşe) atı­


lacaktır. Bildin mi Hutame nedir? O, Allah’ın tutuşturulmuş ateşidir. Öy­
le ki, onun a c ıs ı k a lb le re kadar gider. O (ateş) kapatılacaktır onların üs­
tüne; uzatılmış direklere bağlı oldukları halde..» ( 393 )

«O gün Cehennem’e: "Doldun mu” diyeceğiz. O, "daha ziyade var


mı, diyecek” » (394)
Enes (R.A.) dan yapılan bir rivayette R esûlü llah (S .A V .) şö yle bu­
yuruyor :
«Cehennem daima: Daha ziyade var mı? der durur: Nihayet izze­
tin Rabbı Pâk ve Yüce Allah ona ayağını koyar. Bunun üzerine Cehen­
nem: İzzetine yemin ederim ki yetişir, yetişir! der ve bazısı, bazısına
dürülür» (395)
Sem üre (R.A.), Peygam ber (S.A.V.) in şö y le buyurduğunu rivayet
eder :
«Onlardan kimi vardrr ki, ateş onu iki topuğuna kadar yakar. Kimi
de vardır ki, ateş beline kadar yakalar.» (396)
Ebu H üreyre (R.A.) dan, R esûlü llah (S.A.) «Kafirin dişi ya­
hut köpek dişi- Uhud (dağı) gibidir. Derisinin kalınlığı da üç günlük me­
safedir” buyurdu.» (397)
Ebu H üreyre (R.A.) dan, R esû lü llah (S.A.V.) şö yle buyurdu: «Cen-
net’e ilk girecek zümrenin yüzleri, ayın ondördüncü gecesindeki sûreti
gibi parlaktır. Onların ardı sıra girecek olanlar ise semâdaki en keskin
ışıklı büyük yıldızın parlaklığı üzeredirler. Onlar (C e n n et’te) bevl etmez­
ler, pislik ve d ış k ı çıkarmazlar, sümkürmezler, tükürmezler. Onların Cen-
net’teki tarakları altundur. Onların terleri misktir. Onların buhurdanlık­
larının üdiarı, Hind ûdudur. Onların zevceleri el-hûruTîyn’dir. Onların
ahlâkı bir tek adamın ahlâkı üzeredir. Onların sûreti de babaları Âdem
Aieyhisselâmın sûreti üzeredir kî onun boyu altmış zırâ’dır, o semâda­
dır.» (398)
Ebu Said H udrî (R.A.) dan rivayete göre, Peygamber (SA.V.) şöyle
buyurm uştur: «Kıyamet gününde (Kürre-i) arz tandırda pişirilen bazlama
ve pide gibi olur. Allah’u Teâla onu yedi kudretiyle çevirir, çevirir.

393 — H ü m e z e : 4-9
394 — K â f : 30
395 — B u h a ri, M ü slim , T irm iz i
396 — M ü slim
397 — M ü slim
398 — M ü slim

642
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

(düzelinceye kadar) a lt ü s t e d e r . S izin b iriniz y o lc u lu k ta b a z la m a sın ı


(tandıra koyup p işirin c e y e kadar) e v irip ç e v ird iğ i gib i. (Bu muazzam pide
uzun m üddet m evakıfda bekleyen) ehl-i c e n n e t için s e f e r azığı o la ra k
h a z ırla n ır.
Ebu Said H udrî der ki: Bu sıra da b ir yahûdi geldi. "Y â Ebe'l-Kasrm!
A lla h sana m übarek k ılsın . C enn et ehlin in K ıyam et günü yol azığı ne
olduğunu haber vereyim m i? ” Dedi. Resûl-i Ekrem: " E v e t” , buyurdu.
Yahûdi: "R e sû l-i Ekrem ’in buyurduğu gibi (kürre-i) arz b ir pide k ılın ır,”
dedi. Bunun üzerine R esûlü llah (S.A.V.) bize baktı. Sonra (istiğrâb ile)
son d iş le ri görülünceye kadar güldü. Sonra yahûdî: Sana C enn et e h li­
nin ekm eklerinin katığını da b ild ire y im m i? Dedi. Bu da: Bâlâm ile N ûn’-
dur, dedi Ashab: Bunlar ne şe y d ir? D iye sordular. Yahudi: Ö küzle ba­
lık tır. Bu iki hayvanın c iğ e rin in (en nefis ve ciğ ere m uallak) m ünferid
bir pa rçasını (Cennet ehlinin havassından) yetm iş bin k işi yiye ce k tir, di­
ye cevap verdi.»
Y üce A lla h şö yle buyurur: «İm an e d ip sa lih a m e l iş le y e n le re (şunu)
m ü jd e le : O n lar için (ağaçları) a ltın d a n ırm ak lar a k a r (her türlü m eyve­
le rle sü sle n m iş) c e n n e tle r v a r. K e n d ile rin e , n e z a m a n , o n la rd a n b ir m ey-
v a rızık o la ra k y e d ir ils e (her defasında): "B u, d a h a ö n c e (dünyada) bi­
zim y e d iğ im iz ş e y d ir ” d iy e c e k le r v e o rızık (dünyadakine) b e n z e r o la ra k
k e n d ile rin e s u n u la c a k . O n la r için o ra d a te rte m iz z e v c e le r d e v a r v e o n ­
lar, o c e n n e tte e b e d î o la ra k k a lıc ıd ırla r.» (399)
« R abbinizin m a ğ fire tin e v e e n i, g ö k le rle y e r k a d a r o lan C e n n e t'e
k o şu n ; o C e n n e t ta k v a s a h ip le ri için h a z ırla n m ıştır.» (400)
Bu son âyet-i kerim e C e n n e t’in şim di ve daha önce m evcut olduğu­
nu gösteriyor. B azıları, C enn et'in bu g e n işlik te oluşunu garip k a rşı­
larlar. H albuki C e n n e t’in, y ed in ci göğün üzerinde ve tavanın da A rş-ı
Rahman olduğunu, göğün çe rçeve ve çerçevenin dairenin çapından da­
ha büyük bulunduğunu idrak eden, ilim ve imam da varsa bu konuda
bir problem i kalmaz. Cennet, insan aklına g e leb ilen her türlü tasavvur
dan daha g e n iştir. M üm inin Cennet'ten payının çok fazla olm ası garip-
senem ez.
M uğ ire (R.A.) Peygamber, (S.A.V.)’in şö yle buyurduğunu rivayet eder:
« M û sâ (A .S.), Y ü ce A lla h ’a : " C e n n e t e h lin in e n a ş a ğ ı m ak am v e m en-
z ile ti n e d ir ? ” d iy e s o rd u . R abbı c e v a b e n b u y u rd u ki: "B u ö y le b ir kim ­
s e n in m a k a m ıd ır ki, C e n n e t e h lin in C e n n e t’e s o k u lm a la rın d a n s o n ra ge-

399 — B a k a r a : 25
400 — Al-i İm r a n : 133

643
lir. O n e: C e n n e t’» g ir, d e n ile c e k . O is e : Ey R abbim , h e r k e s k en d i m e n z i­
lin e y e r le ş tik te n , a la c a ğ ın ı a ld ık ta n s o n r a bu n a sıl m ü y e s s e r o la b ilir? d i­
y e c e k .” C en âb -ı R a b b ü ’l-âlem in ile o n u n a r a s ın d a ş ö y le b ir k o n u şm a o la ­
c a k : "D ü n y a p a d iş a h la rın d a n b ir p a d iş a h ın m ü lk ü n e b e n z e r b ir m ülke
nail o lu rs a n (nasıl) razı o lu r m u s u n ? ” "R azıy ım yâ R ab.” " İ ş te ö y le bir
m ü lk ş e n in d ir. Bir o k a d a r d a h a , b ir o k a d a r d a h a , b ir o k a d a r d a h a , b ir o
k a d a r d a h a .” -(B e şin cisin d e cevaba k a rşılık v e re re k ) "ra z ı old u m y â R ab.”
" İ ş te bu k a d a r h e p ş e n in d ir . O n u n o n m isli d e ş e n in d ir. Bir d e n e fs in h e r
n ey i arzu e d iy o rs a , g ö zü n h e r n e d e n h o ş la n ıy o rs a h e p s i ş e n in d ir.” "R â-
zı o ld u m yâ R ab .” Bu c e v a p ta n s o n r a M û sâ a le y h i’s - s e lâ tü v e ’s -se lâ m :
"Y a C e n n e t e h lin in e n y ü k s e k m a k a m v e m e n z ile t s a h ip le ri n a s ıld ır? ”
d iy e s o rd u . C e v a b e n b u y u rd u ki: "K e n d im için ih tiy a r v e is tifâ e ttiğ im
k u lla r iş te o n la rd ır. K e râ m e t fid a n la rın ı k en d i yed-i k u d re tim le d ik ip m ü­
h ü r a ltın a a ld ım . O nu n e b ir g ö z g ö rm ü ş , n e b ir kulak iş itm iş , n e d e b e ­
ş e r d e n h iç b ir k im s e n in k a lb in e n e o ld u ğ u h a tıra g e lm iş tir..” Ravi der ki:
Bu rivayetin K ita b u ’l-lah'tan m ısdâkı: "A rtık (dünyada) işle d ik le ri sa lih
a m e lle r e m ü k â fa t o la ra k k e n d ile ri için , göz a y d ın lığ ın d a n n e h azırlay ıp
sa k la n d ığ ın ı k im s e b ilm e z .” â y e ti kerim esidir.»

Ubade b Sâm it, R esûlü llah (S.A.V.) in şö y le buyurduğunu rivayet


eder :

« C e n n e t'te yüz d e r e c e v a rd ır v e h e r d e r e c e ile d iğ e rin in a r a s ı, y e r­


le g ök a ra s ı k a d a rd ır. F ird e v s, b u d e r e c e le r in e n y ü k s e ğ id ir v e C e n n e tin
d ö r t n e h ri o n d a n fış k ırır. A rş d a o n u n ü z e rin d e d ir. A llah ’ta n d iled iğ in iz
z a m a n F ird e v s 'i d iley in .»

«İm an e d ip d e s a lih a m e l iş le y e n le r (v a r ya) -ki biz h e r k e s e a n c a k


g ü c ü n ü n y e ttiğ in i te k lif e d e riz - i ş t e o n la r, C e n n e tlik tirle r, o n la r o ra d a e b e ­
dî o la ra k k a lıc ıd ırla r.” (401)

Ebû Said Hudri ile Ebu H üreyre (R.A.) dan; Peygam ber (S.A.V.) :
«Bir m ü n a d i: D aim a s ıh h a tli k a lm a n ız v e e b e d iy y e n h a s ta o lm a m a n ız s i­
zin h a k k ın ız d ır. D aim a n im e tle r iç e r is in d e h o ş hal o lm a n ız v e e b e d iy y e n
s ık ın tı v e ç e tin liğ e m a ’ruz k a lm a m a n ız siz in h ak k ın ızd ır, d iy e n id â e d e ­
c e k tir» b u y u rd u . İ ş te bu, Aziz v e C elîl o lan A llah ’ın ş u k av lidir: « O nlara:
İşte y a p m a k ta d e v a m e ttiğ in iz (iyi işler) s a y e s in d e m ira s ç ı e d ild iğ in iz
c e n n e t budur! d iy e n id â e d ile c e k tir.» (402)

401 — A r a f : 42
402 — M ü slim

644
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

C e rir (R.A.) den; Ş ö yle de m iştir: Bu gece peygam ber ile b irlik te bu­
lunuyorduk. (ayın ondördüne m ü sad if idi) A y a bakıp buyurdu ki: «Şu ayı
n a s ıl r u ’y e tin d e n h iç b irin iz m a h ru m o lm a k sız ın (Yahut b irb irin ize g ö ste ­
re b ilm ek için s ık ış ıp üst üste y ığ ılm an ıza hacet kalm aksızın hepiniz zah­
m etsizce) g ö rü y o rs a n ız R ab b in iz (taala ve takaddes H azre tle rini) d e ö y le ­
c e g ö re c e k s in iz . A rtık g ü n e ş in d o ğ u ş u n d a n d a b a tış ın d a n d a ev v elk i
n a m a z la rın h iç b irin d e n a lık o n m a m a k e lin iz d e n g e lir s e (ona) ç a lışın ız .»
Sonra (C e rir R adiyallahu anh): « G ü n e ş in d o ğ u ş u n d a n v e b a tış ın d a n ö n c e
R abbini h am d i ile te ş b ih e t.» âyeti kerim esin i okudu.

Suhayb, R esûlü llah (S.A.V.) in şö y le buyurduğunu rivayet eder:


« C e n n e t e h li C e n n e t’e g ird ik le rin d e A llah T e b a re k e v e T e â lâ ş ö y le d e r:
D ah a fa z la b ir ş e y is te rm is in iz , v e re y im ? D iy e c e k le r ki: Y üzlerim iz a k la ş ­
m a y a c a k m ı? Bizi C e n n e t’e s o k u p a t e ş t e n k u rta rm a y a c a k m ısın ? O z a ­
m a n p e rd e y i a ç a c a k . O n la ra , A lla h ’a b a k m a k ta n d a h a h o ş b irş e y v e ril­
m ez.»
B ir rivayette şu âyet-i kerim eyi de e kle m iştir: «İm an e d ip g ü zel a m e l
iş le y e n le r e C e n n e t v e b ir d e A lla h 'ın c e m a lin i g ö rm e k v a r.» (403)

Ebu H üreyre R esû lü llah (S.A.V.) in şö yle ded iğin i rivaye t eder:
« C e n n e t’e g ir e n e bol bol n im e t v e rilir v e o , ü m its iz liğ e d ü ş m e z . E lb ise le ri
y ıp ra n m a z . G e n ç liğ i s o n b u lm a z . C e n n e t’te , g ö zü n g ö rm e d iğ i, k u lağ ın
d u y m a d ığ ı v e b e ş e r in h a tırın a g e lm e y e n ş e y le r v a r.» (404)

Y üce A lla h şö yle buyurur: « S o n ra , bu p e y g a m b e rle rle s a lih k im s e le rin


a rk a la rın d a n (kötü) b ir n e s il g e ld i ki, n am azı te r k e ttile r , ş e h v e tle r in e uy­
d u la r; b u n la r d a C e h e n n e m ’d ek i « G ay y a» v a d is in i b o y la y a c a k la rd ır. A n­
c a k te v b e e d ip im a n e d e n v e s a lih a m e l İş le y e n le r m ü s te s n a ; ç ü n k ü b u n ­
lar, z e r r e k a d a r z u lm e u ğ ra tılm a y a c a k la r, C e n n e t’e g ire c e k le rd ir. Rah-
m a n ’ın k u lla rın a g iy a b î o la ra k v a d e ttiğ i «A dn» C e n n e tle r in e ... M uhak­
k ak ki A lla h ’ın v a a d i y e rin i b u la g e lm iş tir. C e n n e t’te bir b o ş sö z iş itm e z ­
le r, a n c a k (m eleklerden veya birb irle rin d en ) s e lâ m iş itirle r. R ızıkları d a
o ra d a d ır, s a b a h v e a k ş a m . Bu ö y le b ir C e n n e t’tir ki, biz o n a k u llarım ız­
d a n ta k v a s a h ib i o la n la rı v a ris k ılarız.» (405)
" Ş ü p h e s iz A llah , im an e d ip s a lih a m e l İş le y e n le ri, (ağaçları) a ltın d a n
ırm a k la r a k a n C e n n e tle r e k o y a c a k , o ra d a a ltu n d a n b ile z ik le r v e in c ile r­
le s ü s le n e c e k le r . E lb ise le ri d e o ra d a ip e k tir. O im an e d e n le r sö z ü n e n

403 — Y u n u s : 26
404 — M ü slim
405 — M e ry e m - 59-63

645
İ SLÂM

güzeline (Tevhid kelim e sin e ) hidayet edilmişler ve Allah'ın doğru yoluna


(İslâm dinine) iletilmişlerdir.” (406)

«İman edip de salih ameller işleyenleri, elbette onları, Cennet'iıı


(ağaçları) altından ırmaklar akan yüksek yerlere yerleştireceğiz; o halde
ki, orada ebedî kalacaklardır. Böyle salih amel işleyenlerin mükâfatı ne
güzeldir. Onlar, sabreden kimselerdir ve yalnız Rablerine tevekkül eder­
ler.» (407)
«Gerçekten Cennet’lik olanlar, bugün (kıyam ette) pek güzel bir meş­
guliyet içinde zevklenmektedirler. Kendileri ve zevceleri, ağaçların göl­
geleri altında süslü koltuklar üzerine kurulup yaslanmışlardır. Onlara ora­
da çeşitli meyve var; hem onlara istedikleri herşey var... Allah tarafın­
dan (m e le kle r v a sıta siy le ) bir söz olarak onlara "selâm” vardır.» (408)
Ebu Said e l-H ud rî’den R esûlü llah (S.A.V.) in şöyle buyurduğunu nak­
ledilir.: «Cennet ehli hanımlarıyla cima’ ettikten sonra tekrar bakire olur­
lar.» (409)
«Rablerine itaat edenler de bölük bölük Cennet’e gönderilir. Nihayet
oraya varıp Cennet’in kapıları açılınca, bekçileri şöyle derler: "(h e r tü r­
lü kederden) selâmet size! (Günah kirinden) tertemizsiniz! Artık ebedî
olarak kalmak üzere girin oraya.” (C e n n etlik olan lar şöyle) derler: «Hamd
olsun o Allah’a ki, bize olan vadini yerine getirdi ve bizi Cennet yerine
mirasçı kıldı. Cennet’te istediğimiz yere konuyoruz. İşte (dünyada A lla h
için güzel) amel işliyenlerin mükâfatı ne iyi!...” Bir de melekleri görürsün
ki, Rablerine hamd ile teşbih ederek A rş’ın etrafını kuşatmışlardır. (C en­
n e tlik ve C ehenn em lik olan) o kimseler arasında adaletle hüküm verilmiş­
tir de şöyle denilmektedir: Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’adır.» (410)
Sehi b. S a ’d-dan rivayet edilen b ir hadiste R esûlü llah (S.A.V.) şöyle
buyurur: «Cennet'te sekiz kapı vardır. Bu kapılardan biri "Reyyan” ola­
rak isimlendirilir ve ondan ancak oruç tutanlar girer.» (411)
Ebu H ü re yre ’den rivayet edilen bir hadiste R esûlü llah (S A .V .) şö y­
le buyuruyor: "K im ki, Allah rızası için (m alından iki sığ ır, iki koyun, iki
dirhem ) çift sadaka verirse, Cennet kapılarından: Ey Allah’ın (sevgili) kulu
(buraya gel!). Bu kapıda büyük hayr-u* bereket vardır, diye çağırılır. Çok

406 — H a c : 23-24
407 — A n k e b u t : 58-59
408 — Y a s i n : 55-58
409 — T e b e râ n i
410 — Z ü m e r : 73-75
411 — B u h a ri, M ü slim

646
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

namaz kılan musalli de (C e n n et’in) namaz kapısından çağrılır. Mücahid-


ler cihad kapısından, oruçlular da "Reyyars» kapısından, sadaka sahip­
leri de sadaka kapısından da’vet edilirler.” Ebu Bekr (R.A.) :
— Babam, anam sana feda olsun yâ R e sû lü lla h ! B ir m ü'm inin bu
kapıların hepsinden da’vet olunm ası m üm künm üdür, b ir k işi bu kapıların
hepsinden d a v e t e d ilir m i? diye sordu. R e sû lü lia h cevaben :
— Evet, hepsinden da'vet olunur. Ey Ehu E’ekr, umarım ki, sen de o
bahtiyarlardan olasın!, buyurdu» (412)
Y üce A lla h şöyle buyurur: «Ey benim kullarım! Bugün size hiç bir
korku yoktur; ve siz mahzun da olmayacaksınız. (Bunlar) o kimselerdir
ki, ayetlerimize iman edip de (A lla h ’ın hü kü m le rin e ) boyun eğmişlerdi.
(Onlara şö yle denir:) Sevinç ve neşeler içerisinde olduğunuz halde, siz
ve zevceleriniz girin Cennet’e Onların etrafında, altından tabaklar ve
bardaklarla (k en d ile rin e Cenn ette hizm et için) dolaşılır. Caniarın istiyece-
ği ve gözlerin hoşlanacağı nevarsa hepsi oradadır. Sizde orada devam
lı olarak kalacaksınız. İşte bu, sizin çalıştığınız me İler sebebiyle mirasçı-
kılındığınız Cennet’tir. Sizin için orada çok meyval ar vardır, onlardan yi­
yeceksiniz.» (413)
K işin in dünyadaki eşi, C e n n e t’tekİ H ûrîlerden d a h a güzel olacaktır.
«Muhakkak ki takva sahibi olanlar (her tü rlü kederden) emin bir
yerde, Bahçelerde ve pınarların başındadırlar. Sündüs ve İstebrak'dan
(ibaret işle m e li ve kalın) elbiseler giyerek karşı karşıya gelirler. İşte mü­
minlerin Cennet’tekİ yeri böyledir. Hem onları iri goziü Nuri'lerle de eş­
lendirdik. Orada emin oldukları halde, her türlü yemi şi isterler ve getirtir­
ler. Orada, ilk ölümden (dünyadaki ölüm den) başka ölüm tadmaziar. A l­
lah onları Cehennem azabından korumuştur. (Bütün bunlar, ken dilerin e)
Rabbinden bir kerem ve ihsan olarak verilmiştir, iş te bu, en büyük kur­
tuluş ve saadettir.» (414)
Ebu'z-Zübeyr haber verdi ki, ken disi C a b ir ibn A b d ü lla 'n (R.A.) dan
şö yle derken işitm iştir: R esûlü llah (S.A.V.) şö yle b u yurdu : «Cennet aha­
lisi Cennet’te yerler, içerler fakat dışkı çıkarmazlar, sümkürmezler, işe­
mezler. Lâkin onların yediği bu yiyecekler, midenin dolmasından ileri ga­
len bir mide teneffüsü yani geğirmekten ibaret olur iui bu, miskin terleyip
uçmasına benzer. Onlara teneffüs edip nefes almala rı ilham olunduğu gi­
bi teşbih etmeleri ve hamd etmeleri ilham olunur.» (.414) (a)
412 — Buhari, Müslim
413 — Zuhruf : 68-73
414 — Muhammed : 15
414 — a) Müslim
647
İ SLÂM

«Muhakkak ki takva sahipleri, Cennetler ve nimetler içindedirler.


Bablerinin kendilerine verdiği şeylerle zevk duyarak... Rableri, onları Ce­
hennem azabından korumuştur. Çalıştığınız için afiyetle yeyin, için. Sıra
sıra dizilmiş koltuklara dayanarak... Biz, onlara, güzel iri gözlü Hûri’leri
eş etmişiz. İman edenlere ve zürriyetleri de iman edip kendilerine uyan­
lara, (ahirette) zürriyetlerini kavuştururuz. (O nları da, baba ve dedeleri
gibi C e n n e te koruz ve d e re ce le rin e yü kse ltiriz.) Bununla beraber (baba
ve ded elerinin) amellerinden hiçbir şey eksiltmeyiz. Herkes kazancına
bağlıdır. Onlara (C e n n e t’te) bir meyve ve içlerinin çekeceği bir et ver­
dik, (vereceğiz). Orda birbirleriyle kadeh çekiştirirler ki, onda ne bir saç­
malama vardır, ne bir günaha sokma... (H izm et için) etraflarında döner
kendilerine ait, sedeflerinde saklı inciler gibi hizmetçiler.» (415) (Hesap
için) Rabbi huzurunda durmaktan korkan için iki Cennet var. O halde,
Rabbinizin hangi nimetlerini edersiniz inkâr? O Cennetlerin her ikisi de
türlü ağaçlı ve meyvalıklıdır. O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini eder­
siniz inkâr? O Cennetlerde akan bir kaynak var. O halde, Rabbinizin han­
gi nimetlerini edersiniz inkâr? (C e n n et'lerin ) ikisinde de her meyveden
çift çift (kuru ve yaş) var. O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini edersi­
niz inkâr? (Rableri huzurunda hesap verm ekten korkanlar), astarları ka­
lın ipekten olan yaygılar üzerine yaslanıp oturarak nimetlenirler. Her iki
cennetin meyvalarının toplanışı da yakından... (Z ahm etsizce a lın a b ile ce k
şe k ild e pek yakın.) O halde Rabbinizin hangi nimetlerini edersiniz inkâr?
O Cennetlerde, gözlerini kocalarından başkasına çevirmiyen hanımlar
vardır ki, bu kocalarından önce, kendilerine ne bir insan dokunmuştur, ne
de bir cann... O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini edersiniz inkâr? San­
ki o hanımlar, (sa flık ve beyazlıkta) birer yakut ve mercan... O halde,
Rabbinizin hangi nimetlerini edersiniz inkâr? içlerinden fışkıran iki şadır­
van... O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini edersiniz inkâr? (O diğ e r iki
Cennetin) içlerinde çeşitli meyveler, hurma ve nar var. O halde, Rabbinizin
hangi nimetlerini edersiniz inkâr? Cennetlerin hepsinde huyları iyi olan gü­
zel yüzlü hanımlar... O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini edersiniz inkâr?
Ç a d ırla rd a (kocalarına) hasredilmiş hûriler var... O halde, Rabbinizin han­
gi nimetlerini edersiniz inkâr? Onlara kocalarından önce ne insan dokun­
muştur, ne cann... O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini edersiniz inkâr?
(Kocaları) yeşil yastıklara ve güzel yaygılara yaslanarak nimetlenirler. O
halde, Rabbinizin hangi nimetlerini edersiniz inkâr? Azamet ve ikram
sahibi ulan Rabbinin ismi, ne yücedir aşikâr!» (416)

415 — T u r : 17-24
416 — R a h m a n : 46-78

648
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

"(Bir de üçüncü sın ıf, hayır işlem ekte) ileri geçenler, (ahirette de)
ileri geçenlerdir. (İlk C enn et'e giren lerd ir.) Bunlar, dereceleri en yük­
sek olanlar... Naîm Cennetlerindedirler. Evvelki ümmetlerin (hayırla­
rında ileri geçenlerinden) çok kimseler, biraz da sonrakilerden, mücev-
haratla işlemeli tahtlar üstünde, onlara yaslanarak karşı karşıya kurul­
muşlar. Dolaşır etraflarında (ta zelikle ri) daimi genç hizmetçiler. Cennet
şarabından dolu sürahiler, ibrikler ve kadehlerle... Ondan başları ağrımaz,
sarhoş da olmazlar... Bir de seçtikleri meyvelerle ve arzu ettikleri kuş
etleri ile (h izm e tçile r e trafların da dolanır.) Onlar için iri gözlü (güzel
yüzlü) hûriler de var; gün görmemiş inci emsali-.. (Bütün bunlar, C e n n et­
liklerin) işledikleri amellere mükâfat içindir. Onlar Cennet’te ne bir boş
laf işitirler, ne de bir hezeyan. Ancak bir söz işitirler : Selâm... Sağ ehli,
ne mutlu o sağ ehline!.. Onlar, dal bastı kirazlar, dolgun salkımlı muzlar
altında ve yaygın bir gölgede, çağlayan bir su kenarında ve tükenmeyen,
yenmesi yasaklanmayan bir çok meyveler arasında, kıymetleri yüksek dö­
şeklerdedirler... Gerçekten biz, onları yepyeni bir yaratılışla yaratmı-
şızdır. Böylece onları hep bakir kızlar, kocalarına âşık yaşıtlar yaptık sağ
ehli için...” (417)
A b d u llah İbn-i Kays (R.A.) dan R esûlü llah (S.A.V.) in şö y le buyurdu­
ğu rivaye t olunm uştur; «İki Cennet vardır ki, bunların kapları ve eşyala­
rı gümüştendir. Diğer iki Cennet daha vardır ki, bunların kapları ve eşya­
ları da altındadır. Adın Cennetteki ehl-i Cennet ile bunların Rable-
rine nazarları arasında Allah’ın yüzünde ridây-i azamet ve kibriyasından
başka bir şey bulunmayacaktır.» (418)
Ebu H üreyre (R.A.), R esû lü llah (S.A.V.) in şö y le buyurduğunu riva­
y e t eder: «Şüphesiz Cennet’te bir ağaç vardır ki bir süvari onun gölge­
sinde yüz sene yürür.»
E n e s’ten R esûlü llah (S.A.V.) in şö yle buyurduğu rivaye t e d ilir ;
«"Mümine Cennette şöyle şöyle kadına yaklaşma gücü verilir” Bu
arada sahabeler: "Buna güç ge tire ce k m i?" ded iler. Buyurdu ki: "Yüz
kişinin kuvveti kendisine verilir.” » (419)
«Şüphesiz takva sahiplerine kurtuluş (Cennet) var. Bahçeler var,
üzümler var. Ayni yaşta tomurcuk sîneliler, hem dolgun kadehtiler var...
Orada ne boş bir lâf işitilir, ne de bir yalan... Bir karşılık ki, Rabbinden
bir ihsandır, yeter mi yeter...» (420)

417 — V akıa : 7-38


418 — B u h a ri, Müslim
419 — T irenizi
420 — N e b e ' : 31-36

649
İ S L Â M

«Muhakkak (A lla h ’a itaat eden) iyi kimseler, nimetleri devamlı olan


Naîm Cennetinde, koltuklar üzerinde (neşe ile) etrafı seyrederler. Öyle
ki, nimetlenmelerinin zevkini yüzlerinde tanırsın. Onlara (el değm em iş)
mühürlü, saf bir şaraptan içirilir. Onun, (içinde şarap bulunan kabın)
mühürü misktir. Artık imrensin imrenecekler... O şarabın katığı Tesnîm’
dendir (kıym eti yüksek bir maddedendir.)» (421)
«Muhakkak ki iyi insanlar, (Cennette) katığı kâfûr olan (şarap) do­
lu bir kadehden içecekler. (O şarabın katığı olan kâfûr) bir kaynaktır ki,
ondan Allah’ın kulları içerler. İstedikleri yere onu kolayca akıtırlar. (Cen­
n e tlik olan iyi insanlar, o k im se le rd ir ki, dünyada) adaklarını yerine ge­
tirirler ve azabı salgın olan bir günden korkarlar. Yoksula, yetime, esi­
re seve seve yemek yedirirler. (Sonra onlara şö yle derler): "Size ancak
Allah rızası için yediriyoruz. Sizden ne bir hediye ne de bir teşekkür.
Çünkü biz Rabbimizden korkarız; bed çehreli, çatık suratlı bir günün aza­
bından... Allah da onları, o günün azabından korur ve kendilerine güzel
bir yüz ve sevinç verir. Sabırlarına karşılık da (içine g ire ce k le ri) bir Cen­
net ve (giye ce kleri) bir ipek ihsan eder. Orada koltuklar üzerine dayan­
mış bir haldedirler. Orada ne bir güneş (rah atsızlığ ı) görürler, ne de so­
ğuk... (O C e nn etteki ağaçların) gölgeleri üzerine sarkmış, meyvaları da
bol bol önlerine konmuştur. Onlara (hizm et için) gümüşten billur kap­
lar ve sürahilerle (etraflarında) dolaşılır. Gümüşten billurlar kî, (ehl-i
Cennet) onları türlü türlü biçime koymuşlardır. Orada kendilerine, katığı
zencefil olan (Cennet şarabından dolu) bir kadeh de içirilir. (Zencefil)
Cennette bir kaynaktır ki, ona Selsebî! adı verilir. (Cennet ehlinin) etraf­
larında (hizm et için) devamlı olarak taze çocuklar dolaşır ki, sen onla­
rı gördüğün zaman saçılmış inciler sanırsın. Orada her nereye baksan,
bir nimet ve pek büyük bir mülk (saltanat) görürsün. Üstlerinde, ince
ve kalın ipekten yeşil elbiseler vardır ve gümüşten bileziklerle süslen­
mişlerdir. Rableri de onlara tertemiz bir şarap içirmiştir. (C e n n e tlikle re
şöyle denir): İste bu, sizin mükâfatınızdır. Ameliniz makbul olmuştur.»
(422)

— VII —

A h ire t günü; C enn et ve Cehennem , İslâm ın son m ü eyyidesi. Bundan


sonra artık insan için bir m uhayyerlik kalmaz. Ya m üslüm an olup Cen-
net'i kazanacak veya küfür ve nifakta kalıp Cehennem 'i boylayacaktır.

421 — M utaffıfin : 22-27


422 — İnsan : 5 22

650
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

M e s e le k â firle rin tasavvur ettiği ve k a sıtlı yazarların gösterm eye


ç a lış tığ ı gibi hayal ve vehim den ibaret değ ildir.
A lla h 'ın varlığından sonra en büyük hakikattir bu. R e su lle rin tebli-
ğatının en büyük fe r ’idir. Bu s e rin in d ik kitabı olan " A L L A H ” kitabını oku­
yan, A lla h için bu gibi ş e y le ri yapmanın çok kolay olduğunu b ilir. S e ri­
nin ikin ci kitabı olan "E r-R e sû l” is im li kitabı okuyan da b ilir ki, m esele
haktır ve onda şüpheye katiyen yer yoktur. Çünkü, doğruların en doğ­
rusunun te b liğ id ir. O ’nun A lla h 'ın e lç is i olduğuna kesin d e lille rin şehadet
e ttiği kim senin verd iği b ir haberdir. H içb ir akıl sahibi onun doğruluğu
hakkında şüpheye düşmez.
Bu m ü eyyidedir ki, m üm inleri g e çici belalardan korkm az ve düş­
mandan gelen şid d e tli sa ld ırıla ra , dünyevî hasaretlere a ld ırış etm ez k ılı­
yor. N a sıl a ld ırış e tsin le r ki, vadinde durm ası k e s in lik le doğru olan ve
v a ’dine m uhalefeti düşünülem eyen Y üce A lla h , vukuu yakîn d e re ce sin ­
de olan ah iret gününde onlara zafer vadediyor.

«Dünya hayatı kâfirlere süslü göründü de iman edenlerle eğleni­


yorlar. Halbuki takva sahibi müminler kıyamet gününde onların üstün­
dedir. Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.» (423)
«Doğrusu o günahkâr müşrikler, iman edenlere gülüyorlardı. Mü­
minler, o kâfirlerin yanlarından geçtiklerinde, birbirlerine işaret yapa­
rak (m üm inleri) ayıplıyorlardı. Evlerine döndükleri zaman, zevk duyarak
dönüyorlardı. Müminleri gördükleri vakit: "İşte bunlar sapıklardır” diyor­
lardı. Halbuki, üzerlerine gözcü gönderilmemişlerdi. İşte bugün (ahıret-
te), müminler de kâfirlere gülecekler, koltuklar üzerinde bakarlarken...
Nasıl, kâfirler ettiklerinin cezasını buldular mı?» (424)

«Bir de Cennetlik olanlar Cehennemliklere şöyle çağırırlar: "Ger-


çekten biz, Rabbimizin bize vaad buyurduğu sevabı hak bulduk. Siz de
Rabbinizin vaad buyurduğu cezayı hak buldunuz mu?” Onlar da: "Evet,
hak bulduk” derler. Bunun üzerine, iki topluluk arasında bir çağırıcı şöy­
le nida eder: "Allah’ın laneti zalimler üzerine olsun.” İnsanları Allah yo­
lundan çevirenler ve o yolu eğri bir hale getirmek isteyenler, işte onlar,
ahireti inkâr edenlerdir. Cennetliklerle Cehennemlikler arasında bir sûr
(perde) vardır. A ’raf (Cennet hisarı) üzerinde de bir takım insanlar (se­
vap ve günahları e ş it olup en son Cennete g ire ce k olanlar) var ki, bun­
lar, Cennetlik ve Cehennemliklerden her birini çehreleriyle tanırlar ve

423 — Bakara : 212


424 — M u t a f f ı f ın : 29-36

651
İ SLÂM

henüz Cennette girmeyip onu arzu eder oldukları halde, Cennetliklere


"Selâmün aleyküm” diye nida ederler. Gözleri Cehennemlikleri tarafına
çevrildiği zaman da: "Ey Rabbimiz! Bizi, zalimler topluluğuyla beraber
yapma” derler. Yine A ’raf ehli, (kâfirle rin elebaşlarından kara) simala­
rıyla tanıdıkları bir takım adamlara nida edip diyecekler ki: "Gördünüz
mü, topladığınız mallarla yaranınız, kibirle azametiniz, size hiç fayda
vermedi.” A ’raf'takiler, kâfirlerin ileri gelenlerine fakir müminleri göste­
rerek: "Bunlar, müminlerin zayıfları değil midir ki, siz dünyada bunları
tahkir edip onlar Allah’ın rahmetine erişemez (Cennete girem ez) ler di­
ye yemin ediyordunuz?” derler. O anda fukaraya şöyle denir "Cennete
girin, size hiç bir korku yoktur ve siz mahzun da olacak değilsiniz." Ce­
hennemlikler, Cennetliklere şöyle çağırır: "Suyunuzdan veya Allah’ın si­
ze verdiği rızıktan biraz da bize akıtın.” Onlar da: "Doğrusu Allah bun­
ları kâfirlere haram etti” derler. O kâfirler ki, dinlerini bir eğlence ve
bir oyun edinmişlerdi ve dünya hayatı da kendilerini aldatmıştı; bunlar,
şu güne kavuşmayı unuttukları ve âyetlerimizi inkâr ettikleri gibi, biz de
bugün onları unutacağız.» (425)
«Derken (C e n n et ehli olanlar) birbirleriyle konuşurlar. İçlerinden
bir sözcü şöyle der: "Gerçekten benim (dünyada) bir arkadaşım vardı.
(Bana) derdi ki, sen cidden (hesap gününe) inananlardan mısın? Biz
öldüğümüz ve bir toprakla çürümüş bir yığın kemik olduğumuz vakit,
gerçekten biz cezalanacak mıyız?” (Sonra o sözcü C enn etteki karde şle ­
rine): "(Ş im d i size o arkadaşı gö sterm ek için Cehennem e) bir bakar mı­
sınız?” der. Derken (bizzat ken disi) bakmış onu ta Cehennem'in ortasın­
da görmüştür. (Ona şöyle) der: "Vallahi, doğrusu sen az daha beni he­
lak edecektin. Rabbimin nimeti olmasaydı, ben de (bu Cehennem de s e ­
ninle) tutuklananlardan olacaktım. (İşte bak), biz dünyadaki ilk ölümü­
müzden başka bir daha ölecek değiliz; ve biz azaba uğratılacak da deği­
liz.” İşte bu, şüphe yok ki, en büyük kurtuluştur. Böyle ebedî bir saadet
için çalışsın çalışanlar.» (426)
«İşte bu (an latılan lar, onlar için) bir şereftir. Elbette takva sahip­
leri için dönüp varılacak güzel bir yer var. (O güzel yer) bütün kapıları
kendilerine açık olduğu halde Adn Cennetleridir. İçlerinde yaslanıp ku­
rulacaklar. Orada bir çok yemişler, içkiler istiyecekler. Yanlarında da
gözlerini zevcelerinden ayırmayan, hep ayni yaşta dilberler var. İşte he­
sap günü için, size vaad olunanlar bunlardır. Bu, bitmez tükenmez rız-
kımızdır. Bu, müminlere mahsustur.

425 — A ’r a f : 44-51
426 — S a f f a t : 50-55

652
İSLÂMIN MÜEYYİDELERİ

Azgınların dönüp varacağı yer ise, muhakkak ki fena bir yerdir. Ce­
henneme, oraya girecekler. O ne kötü döşektir!.. İşte bu kâfirlere.. Ar­
tık tadsınlar kaynar sudan ve irinden ibaret Cehennem azabını... O azap
şeklinden diğeri de var: Çifte çifte (türlü türlü) acılar (M e le k le r kâfir­
lerin e lebaşlarına, dünyada e m irle rin e bağlı olan ları g ö ste rip şö y le d iye ­
cekler): "İşte sizinle birlikte Cehenneme giren güruh.” Elebaşılar da
yardakçıları için şöyle diyecekler : "Onlar rahatlık görmesinler; ateşe
girmeğe hak kazanmışlardır.” (yardakçılar e le b a şla rın a şöyle) derler:
"Hayır, asıl siz rahatlık görmeyin. Bu azabı önümüze asıl siz getirdiniz.
Bakın ne kötü karargâh!” (Yine devam la şö yle ) derler: "Ey Rabbimiz!
Bu azabı bizim önümüze kim geçirdi ise, onun ateşteki azabını kat kat
artır.» Bir de (o Cehennem deki azgın e le b a şıla r m ü m inleri kastederek
şöyle) diyecekler: "(Dünyada) kendilerini bayağı kimselerden saydığı­
mız birtakım adamları (fakir m üm inleri bu ateşte) neye görmüyoruz? Biz
onları eğlenceye (alaya) alırdık. Yoksa gözlerimiz onlardan kayadı (da
k en d ilerin i görem iyoruz) "İşte bu, Cehennem ehlinin birbirleriyle müca­
delesi, şüphe götürmeyen bîr gerçektir.» (427)
«Hatırla o vakti ki, (kâfirle rin ö n d e rle riy le ayak ta kım ları) ateşte bir
birleriyle çekişirlerken zayıf olanlar, büyüklük taslıyanlara (ö n d erle ri­
ne) şöyle diyecekler: "Biz (dünyada) size itaatkâr idik. Şimdi siz, bizden
ateşin bir kısmını savabiliyor musunuz?” Büyüklük taslayıp imandan yüz-
çevirenler de şöyle diyecektir: "Biz topyekün o ateş içindeyiz. Doğrusu
Allah, kulları arasında (gerekli) hükmünü verdi. Ateşte olanlar,. Cehen­
nem bekçilerine diyecekler ki: "Rabhinize dua edin, (hiç olm azsa) biz­
den bir gün (m üddetince) azabı hafifletsin.» (428)
«O küfre varanlar: "Biz, asla ne bu Kur’an-a inanırız, ne de ondan
öncekine (Tevrat ve İn cil’e).” dediler. Fakat sen o zalimleri, Rablerinin
huzurunda durdurulurlarken sözü birbirlerine çevirerek, düşükler, o bü­
yüklük taslayanlara: "Siz olmasaydınız muhakkak biz iman ederdik.”
dedikleri zaman bir göreydin!.. Büyüklük taslayanlar, düşüklere (cevap
olarak şöyle) derler: "Size hidayet geldikten sonra, sizi ondan biz mi
çevirdik? Hayır, siz kendiniz suçlu idiniz.” O düşükler de büyüklük tas-
iıyanlara: "Hayır, gece ve gündüz bizi aldatıyordunuz. Çünkü siz, bize
Allah'ı inkâr etmemizi, (Peygam beri tanım am am ızı), O ’na ortaklar koşma­
mızı emrediyordunuz.” derler. Azabı gördükleri zaman içlerinden piş­
manlık getirirler. Biz de o kâfirlerin boyunlarına demir lâleler vururuz.
Onlar ancak yaptıklarının cezasını çekerler.» (429)
427 — Sâd : 49-64
428 — Ğafir : 47-49
429 — Sebe’ 31-33
653
İSLÂM

«Allah kıyam ette kâfirlere: "Sizden önce insan ve cinden gelip ge­
çen ümmetlerin bulunduğu ateşin içine girin” buyuracaktır. Her üm met
girdikçe, kendini sapıtan daha önceki dindaşına lanet edecektir. N ih a­
yet hepsi Cehennem de b irb iriy le buluşup toplanınca «Bağlılar (tabi olan­
lar) öncüleri için şöyle diyecek: "Ey Rabbimiz, bizi sapıtaniar, işte bun-
iardır. Bunlara ateşten iki kat bir azap ver.” Allah: "Her birinize iki kat
azap var, fakat bilmiyorsunuz" buyurur.» (430)
«Allah'a ortak koşarak nefislerine zulüm edenler, vaktinde göre­
cekleri azabı bilselerdi, muhakkak bütün kuvvet ve kudretin Allah’ın ol­
duğunu ve azabının çok şiddetli bulunduğunu anlarlardı. O zaman, küfür
öncülerinin arkasında gidenler görecekler kî, arkalarına düşüp uydukla­
rı kimseler, kendilerinden hızla uzaklaşmıştır. Hepsi o azabı görmüştür
ve aralarındaki bağlarda parçalanıp kopmuştur. Ve öncülere tabi olanlar
da şöyle demektedir: "Ah! Bizim için dünyaya bir dönüş olaydı da on­
lar bizden ayrılıp uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık.” İş­
te böylece Allah, onlara bütün yaptıklarını hasret ve pişmanlıklar ha­
linde gösterecektir ve onlar ateşten de çıkacak değillerdir.» (431)
Bu konuyu Üstad M evd udî'nin "İslâm M ed eniyeti: Esas ve M en ­
ş e i” (432) is im li kitabından yap tığım ız şu nakil ile b itiriyo ru z :
ÂHİRET GÜNÜNE İMAN
A h ire tte n maksat: Ö lüm den sonraki hayattır. Buna ah iret hayatı
yahut ah iret yurdu d e n ilm iştir. Kur'an-ı Kerim bu inancı m üm inin zih n i­
ne y e rle ştirm e k için ah ire t sözü geçm eyen sa h ife le ri pek azdır. Doğru­
luğuna dair d e lille r g e tirilir, önem ve hikm eti s ık s ık izah e d ilir. K u r’-
en-ı Kerim , ona inanm ayan kim senin a m ellerin in boşa gideceğin i a ç ık ­
lıkla be lirtir. Dünyada ve ahirette en büyük hüsran, onu inkâr edenin­
dir :
«Halbuki ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalan sayanların bütün
işledikleri boşa gitmiştir. Onlar, yapmakta olduklarından başkasıyla mı
cezalandırılacaklardı ya?» (433)
«Allah’ın huzuruna çıkmayı yafan sayanlar gerçek en büyük ziy? la
uğramıştır.» (434)
A h ire t gününün önem ini çok açık b ir şe k ild e b elirten bu ayetler
aslınd a insanda b eliren b ir takım fıtrî so ruların cevabı olm aktadır.
430 — A ’raf : 38
431 — B a k a r a ; 165-167
432 — A dı g e ç e n k ita p M e h m e t A y d ın ta r a f ı n d a n d ilim iz e ç e v rilm iş ve «Hi-
lâl>- y a y ın la n a r a s ın d a y a y ın la n m ış tır. "(M ütercim )
433 — A ’r a f : 147
434 — En'am : 261
654
F I T R Î SORULAR
İnsan, hüzün ve kederi, ferahtan, elem ve s ık ın tıy ı da rahatlık ve
nim etten daha çok h isse d iyo r. İnsan tabiatı budur. D uygularını daha çok
e tkileyen fik r i kuvvetini de daha çok tahrik eder. G örm üyor m usun? Bir
şe yi elde e ttiğ im iz zaman bunun nereden ge ld iği, n asıl g e ld iği ve ne
zamana kadar yanım ızda kalacağı so ru la rı üzerinde az dururuz. Fakat
bir şe yi kaybettiğim iz zaman hemen m u hayyilem izi hüzün ve kederin
kapladığını ve şu so ru la rın zihn im izd e kaynaşm aya başla d ığ ın ı görürüz:
Onu nasıl kaybettik? N ereye g itti? Şim di nerede o la b ilir?. A cab a te k ­
rar e lim ize ge çe r mi?..

Aynen bunlar gibi, hayatın m ebdei, ölüm ve ölüm den sonraki hayat
için bazı fıtrî so ru la r aklım ıza gelir; Şü ph esiz biz bu alem e b a k tığ ım ız­
da bu âlem in büyüklüğü karşısın d a, deh şet içinde: Bu âlem ned ir? B aş­
langıcı n a sıld ır? Onu kim bina etti?
Fakat bütün bu so rular halk tabakası için boş şe yle rd e n öteye g e ç­
mez. Onlardan ancak çok azının kafasını m eşgul eder. A n ca k havas­
tan birkaçı ve derin görüş ve düşünce sa h ip le ri bu so ru la rla m eşgul
Dİur.

Bunun aksi olarak ölüm ve ölümün vereceği elem bu dünya haya-


îında yaşayan herkesi is tisn a sız ilg ile n d irir. Çünkü insan göz göre gö­
re akraba ve d o stların ı buraya yolcu ediyor. Bu, en azından hayatında
birkaç defa tekerrür eder. Fakiri ölüyor, zengini ölüyor, zayıfı ölüyor,
k u v ve tlisi ölüyor. Bunun iç in d ir ki, ölüm h a d ise si devam lı olarak insanı
m eşgul eder. Bu olayın izle ri insanın zihin ve kalbinde k a lın tıla r bırakır.
Her canlı b ilir ki, diğer c a n lıla r göçüp gittiğ i gibi bir gün ken disi de
göçüp g idecektir. Fler halde dünyada bu gibi o layla rı m üşahede ettiği
halde ölüm hakkındaki so ru la rla m eşgul olm ayan fe rt yoktur. Bu ölüm
nedir? Ölüm kapıyı çaldıktan sonra insan nereye gitm e kted ir? Ölüm ün
ardında ne v ard ır? A rd ın d a b irşe y var m ıdır, yok mudur?..

Bu sorular geneldir. Avam tabakası da, havass tabakası da onu


düşünür. Bayağı ç iftç ile rd e n filo zo fla ra kadar herkesi m eşgul eden so ­
ru la rdır bunlar. İnsan irad esi olsun veya o lm asın zaman zaman insanı
m eşgul eder. Daha bu noktada b irço k so ru la r n efsi he yecanlandırıyor.

655
İSLÂM

İçim izden her ferdin nail olduğu kısa dünya hayatı, b ir cehd ve didinm e
b ir hareket ve gayret için de akıp gidiyo r. Bu hayat vasatında pek tabiki
insan denen v arlık, ruh durgunluğunu bulam am aktadır. Bu işin gerçek
yüzü nedir? İş ve m eşguliyet! Bu g ayretlerin n e ticesin d e, insanın iy ilik
yaptığına m ukabil iy iliğ e kötülük yaptığına m ukabil kötülüğe ulaşm ası
lâzım gelirken böyle olm uyor. Biz dünya hayatım ızda böyle bir n e tice y ­
le karşılaşm ıyo ruz.

Fasık bir adam hayatı boyunca kötülük, m enhiyat işle r, elem e, ke­
dere, fe lâ ke t ve m usibete maruz kalır. Fakat bazıları da bütün m enhi­
yatlarına rağmen ta ltif e d ilir. B azıları m enh iyatlarını tam olarak g izle r­
ler, in san lar bunları sa lih k im se le r zannederler. Pek ta b iî ki bu g ib ile ­
rin kötülükleri dünyada elbette kalm ayacaktır...

Bu gibi za lim le rin zulm ü devam etsin de, mazlum un sabrı n e tice ­
s iz mi kalsın ?

Bazı k im se le r görüyoruz, hayatları boyunca sa lih olm a yolundan


ayrılm a m ış, fakat beklediğ i m ükâfatı bu lam am ıştır. A k s in e kötülükle
şö hre t yap m ıştır. Bunun bütün am elleri boşa mı g itsin ? O nlara m ükâ­
fa t olarak u la ştık la rı kalb huzuru ve n e fis em niyeti kâfi m idir?

Bu so rular fe rtle ri ve şa h ıs la rı ilg ile n d irm iy o r. Bu sorulardan sonra


d iğ e r bir soru daha g e liyo r ki, o da bütün âlem in dönüş yeri olan bir
âlem in varlığ ı. Bu âlem im izde bazı in san lar ölüyor, onların y e rle rin i
yeni doğanlar dolduruyor. Bazı ağaçlar, nebatlar yok e d iliyo r. Y e rle rin e
diğer nebâtlar d ik ile re k büyütülüyor. Bu ölüm ve hayat s ils ile s i nihayet­
siz olarak devam mı e d ecek? Bu hava, su, ışık , hararet, ta b iî kuvvetler;
daha doğrusu bu âlem fa b rik asın ın nizam ı böyle devam edecek m i? Bü­
tün bunlar ebedî m id ir? Y oksa m uayyen b ir e c e lle ri var m ıd ır? Bu niza­
m ın ve siste m in b ir d e ğ işm e si v a rm ıd ır? Bütün bu so rular nihaî te şh is
te tedavi ö lç ü le riy le bertaraf etm ektedir. Bütün bu so ru la rın g erçek ce ­
vabı AHİRETİN V A R LIĞ IN A İM AND IR. Fakat bu tedavi yolunu sö y le m e ­
den önce, bunun m edenî ve m anevî fayd aların ı izah daha iyi olur. Gay­
ret ve çalışm aya kendini vakfeden bir insanın kurtuluş ve Tevhid ilâ cı
ned ir?

AHİRET İNKÂRI

B azıları hayat bu y a şa d ığ ım ız hayattan ib are ttir derler. Ölüm ü yok­


luk, fani olm ak nihayete erm ek h is s iz ve şuursuz b ir alem e gitm ek şe k ­
linde d e ğ erle n d irirle r.

656
FITRİ SORULAR

«Hakikat, şunlar mutlaka: «O (ölüm) derler, iHk ölümümüzden baş­


ka bir şey değildir. Biz yeniden diriltilip kaldırılacak değiliz.» (435)

«Dediler ki: «Bu (Hayat) dünya hayatımızda başka bir şey değil­
dir. ölüyoruz, yaşıyoruz. Bizi o sürekli zamandan başkası helak etmez.»
Halbuki onların buna dair de hiç bir bilgisi yoktur. Onlar (Başka değil)
sade öyle sanıyorlar» (436)
Bizim y a şa d ığ ım ız kâinat fa b rik ası ezeli ve ebedi b ir y e rd ir derler.
O fani olm ayacaktır. Ona ebediyyen h içb ir şey dokunam ıyacaktır, der­
ler. Bu sö zle ri sö yle ye n le r, haddizatında d e d ik le ri şeyin m ahiyetini b il­
m iş de ğ ille rd ir. O nların, âlem in ezeli ve ebedi olduğuna dair h içb ir ya­
kın m alum atları da yoktur. O n lar ancak duyu organlarına inandılar. Böy-
lece de h iç b ir m alum atları bulunmayan âlem in sonu hakkında fik ir yü­
rüttüler. Çünkü onlar bizzat g ö zle riy le alem in d a ğ ıld ığ ın ı ve parçalan­
dığını g ö rselerde böyle d e m iye ce klerd i. O n lar her şe y i p o zitiv is t nazar­
la ta tkik e ttik le rin d e n fik ir le r i de dar ve m anasızlıktan öte geçm ez.
Çünkü b ir şeyi şuurum uzun kavrıyam am ası onun yokluğuna kafi
d e lilm id ir? Bizim görd üklerim iz var da, g ö rm e d ikle rim iz yok mu? Eğer
işin iç yüzü böyle olm uş o lsayd ı benim de şö y le söylernem doğru o lur­
du: «Elim le dokunduğum, gözüm le gördüğüm, gözümün önünde değilde
b ir perde arkasında olsa e lim le dokunam azsam , gözüm le görm esem o
şeyin yokluğu için bu k â fim id ir?

D esem kf: A k a r gördüğüm nehir, gözümden kaybolduğu v a k it fena


ve yokluğa gitti. A k lı başında olan bir kim se benim bu sözüm e inanır
m ı?

H is ve m üşahedeye dayanarak ölüm konusunda hüküm yürütm ek


hayat ve dünyanın e b e d iliğ i üzerinde karar kılm ak sahih b ile olsa, in­
san kendi g ö zle riy le bu âlem in fâni olduğunu görüyor. H er gün inkıraz
ve yokluğun için e göm ülen varlıklar... Benim bu sö zle rim bu tip kim ­
s e le r tarafından kabul görm ez, ama g erçek se lim akıla sahip olan lar
tarafından kabul gö recektir.

AHİRETİ İNKÂRIN AHLÂK ÜZERİNDE ETKİLERİ

A le m in düzeninin nihayetsiz 'olm adığı ve birgün sonunun ge le ce ği


konusu hakim ve filo z o fla r arasında neredeyse icm a’ konusu olm uştur.
t

435 — D u h a n : 35
436 — C a siy e : 24

657
İSLÂM

Hatta bugünkü a lim le r arasında alem in e ze lî v e ebedî olduğunu sö y ­


leyen eski nazariyeyi kabul eden hemen hemen kalm am ıştır. A ncak
araların da küçüm senm eyecek b ir sayı ölümün yokluk olduğunu, ondan
sonra herhangi b ir ş e k ild e hayatın devam etm ediğ ini ile ri sürüyor. A z
önce de b e lirttiğ im iz gibi bu in an çların ın makul b ir dayanağı yoktur. M a­
kul o lm a yışım b ir tarafa bıraksak b ile gerçek şu ki: Bu inanç insanoğ­
luna bu konuda ruhî b ir itm i’nan verm em ekte ve insanı m eşgul eden
sorulara cevap olam am aktadır. Bunun da ö te sin d e bir insanın ahlâk ve
d a vra n ışları bu inanç üzerinde kaim ise m utlaka şu iki durumdan biri
( h e r e d ir Eğer böyle bir ferdin y a şa y ış durumu iste k le rin e göre d e ğ il­
se ü m itsizliğ e saplanacaktır. Çünkü hayır ve iy ilik gibi am ellerin n eti­
celerinden h iç b ir şey b e klem iyor dem ektir. Bu duruma düşen bir insan
ciddiyetten uzaklaşır. E le m i bir kat daha artar. Hatta zalim ve fasıkla-
nrı böb ü rle n d iklerin i, hayatın lezzetlerind en istifa d e e ttik le rin i, bu y o l­
da çok m esafe k a te ttikle rin i görünce; dünyada g e çe rli yegâne şeyin
doğruluk değil, şe r ve zulüm olduğu zehabına kapılır.
Eğer bu inançta olan fe rdin durumu iste k le rin e uygun ise, onun
hayatı açgözlü hayvanların hayatına benzeyecek ve a la b ild iğ in i n e fsî ar­
zularının p e şin d en gide ce ktir.

Eğer iste k le rin e ulaşam iyorsa, bu hayattan başka bir hayat da o l­


m adığına göre insanlara zulm ed erek ve onların haklarını yiyerek, kan
akıtarak, ırza göz dikerek, akrabalarla alakayı k esere k yeryüzünde fe sa t
çıkarm aya ça lışa c a k tır. Bunun için , h ile le rin en büyüğüne, kötülüklerin
en kötüsüne başvurarak arzusunu tahakkuk e ttirm eye ça lışa ca k tır. Bu
tip bir kim senin dünyevî faydalara ulaşm ası için, riya ve gö ste rişe g it­
mesi ve kendi k e n d isin i m ethetm esi hiçten d e ğ ild ir. Onun nazarında
cürüm ve günah m efhum larının h içb ir değeri yoktur. A ncak insanlardan
m enfaatlerine bir halel ge lm esinden korktuğu v a k it değeri vardır. Onun
nazarında, m ü cerret olarak iy ilik ve hayır yapm ak hamakatın ta kendi­
sid ir. Eğer kötülük, fe sa t bir te h like doğurm uyorsa, hakkın ta k e n d isi­
d ir.
Şu rası iyi b ilin m e lid ir ki, yeryüzünde bir üm m et m anevî değerlere
ve inançlara değer verm eden b ir nizam kurm ak isterse; o nizam ın altı
üstüne g e le b ilir. Çünkü bu nizam ın ahlâkı ve am elleri ancak dünya lez­
zetlerine dayanır, iy ilik ve hayra dayanmaz. Bu nizam ın nazarında gü­
nah. şer ve kötülük ancak maddi hüsranları meydana g e tirir. O nların
m anevî bir cezası yoktur. Bu nizam ın gölg esind e her şey maddi m en­
faat ö lçü sü y le d e ğ e rle n d irilir. Zina, ancak n e fsî ze vkleri tahakkuk et-

658

!
FITRİ SORULAR

'tirm ek için b ir vasıtad ır. O, c is m î ve m addî bir fe la k e t getirm ed ikçe


çok iyidir.

Sözün k ısa sı: Bu nizam ın fe rd i, a m e lle rin in akibetinden katiyen


korkm az. O ferdin gözünü ancak dünyevî m enfaatler do yurabilir. Bu
inancın hakim olduğu c e m iy e t fe rtle rin in y a şa y ışı orm anlardaki vahşi
hayvanların y a şa y ışın a benzer.

Bu noktada b iris i şö y le dese: Dünya sevap ve ceza görülecek b ir


yer değ ild ir. İnsanda bir vicdan v a rd ır ki, yaşadığı am ellerden sonra
insana rahatlık veya eza verir. Bu da insana azap olarak kâfidir, mükâ­
fat o larak da kâfidir. Bunlara derim ki: Ö yle günahlar ve kötülükler var­
d ır ki, b irçok dünyevî m enfaatleri in san lara verm ektedir. B ö ylece de
insan vicdan azabına h içb ir zam an yakalanm am aktadır. Böyle düşü­
nenlere iyi b ir cevap v e re b ilm e k için, vicdanın v a zife s in i iyi bilm ek ge­
re kir. Onun v a z ife s i ahlâkî dü şü n ce le ri m eydana getirm ek değil, insan
zihninde yer e tm iş olan ahlâkî dü şü n ce le ri icrâ etm ektir. Bu da ancak
te rb iye ve ta lim le mümkün olur. Bunun için k â fir b irçok kötülükler ve
fe lâ ke tle r yaptığı halde h iç b ir vicdan azabına düşm ez. A m a gerçek
mümin en küçük b ir günahta b ile bu azabı çeker. O halde bütün insan­
ların m anevî fik irle ri d eğ iştiğin de; hayır ve şe r ö lç ü le ri de hemen de­
ğişm e kted ir. Tekrar d iy e b iliriz ki, vicdan azabını kalbinde iman oranlar­
dan başkası çekm ez.

RUHLARIN TENASÜHÜ İNANCi

B ir gurup insan da in san lığa başka b ir inanç takdim ediyor. Bu da,


ölüm den sonraki hayat için b ir düşünce... Ruhların tenasühü inancı.
Bunlara göre de ölüm m utlak yoklu k de ğ ildir. Ruhun b ir cesedden baş­
ka ce se de g e çişid ir.

D e rle r ki :

Ruh bu dünyada cesedden a y rılır. Hem en yine bu dünyada başka


b ir ce se d e geçer. Bu, kelim e nin gerçek m anasıyla böyledir. İnsan nef­
s i için ilk hayatta am ellerden, fik ir ve m e yillerden n e le r hazırlam ışsa;
ve eğer bunlar da kötüyse böyle b ir şahsın ruhu en kötü tabakadan,
hayvanat, nebatat tabakalarına kadar n a k le d ilir. Eğer am el ve fik irle ri
gerçekten doğruysa, böyle bir kim senin ruhu kurtulm uştur. Böyle b ir
ruh ise en y ü kse klere doğru ile rle r. Bu hal, ancak dünyada ce se tle r âle ­
m inde cereyan eder. Bu inanca göre, «ruh» bu dünyaya te kra r tek­

659
rar şe k il d e ğ iştire re k gelir. B öylece eskiden işle d iğ i günahların c e za s ı­
nı çe km iş olur.

Bu fik ir yeryüzünde oldukça kabul gören b ir fik ir haline geldi. A yn i


düşünceyi Yunan filo zo fla rın d an Pisagor ve d iğ e rle ri ile ri sü rm ü şle r­
dir. Hz. İsa’dan önce Rom a’da ayni düşünce yaygındı. Eski M ısır'd a
bu in an ışın izle ri görülür. Hatta harici te s irle rle Y ah u ailere b ile g irm iş­
tir. Fakat bugün Hind din le rin d en başka bir yerd e pek görülm üyor.
H in d ’de Brahm anizm , Budizm gibi dinlerde, Batı A fr ik a ’da M ad ag aska r’­
da, Orta A vustu ralya'd a, Endonezya’ da, Kuzey A m erika'da ve A m e rik a ’­
nın güneyinde bu inanç görülüyordu.

Fakat ilim ile rle y in c e in san lar hayatla ölüm hakkındaki bu düşün­
ce le rin i te yid im kânı bulam adılar. Esasen bu inancın g erçek tarihi,
H in d ’dedir. B ilh assa H ind'de m evcut olan «Vedalar» daki A ry a la rın inan­
cım ihtiva eder. Bunlar insan ruhunun devam lı su rette yaptığı am eller
n e tice sin d e şe k il d e ğ iştird iğ i in ancını b e s liyo rla rd ı. Y ap tığ ı am ellere
göre, iyi veya kötü hayat sü rece ğ i inancı bunların e sas in ançlarıydı.
Sonra şe k il d e ğ iştird i. Tam bir fe ls e fî ekol şe k lin i aldı. Şim d iye kadar
da bu d e ğ işik liğ in m enşei tahakkuk edem edi.

B azıları d iyo rla r ki: Bu inanç D raver yoluyla A rya la rın dinine girdi.
Bunlar eski H int kav im le rid ir. B azıları da bu inancın A rya la rın aşağı ta­
bakalarında daha önceden m evcut olduğunu ile ri sürer. Sonra Brahma-
n izim ’de b ir fe ls e fe olarak b e lird i. Bunlar bu inancı v eh im le r, zanlar
ve k ıya sla r üzerinde oturttu. Esasen şim d ik i Buda kitaplarında bulunan
tenasüh akid e si ilk zam anlarda B ud izm ’de pek görülm üyordu. Bu dinin
ilk k itap la rın ı in c e le y e n le r ilk zam anlardaki in ançları, vücudun tıp kı bir
nehir gibi tağayyür ve in kıla pla devam lı bir d e ğ işik liğ e uğrayarak ak tı­
ğına in anıyorlard ı.

Bu inanç, bir m üddet şu şe k ild e tezahür etti: Bütün âlem bir tek
ruhtan m eydana g e lm iştir. Bu da devam lı o e ğ iş ik liğ e uğrayarak, muh­
te lif ş e k ille r altında görülüyor. N e fis de kalıptan kalıba d eğ işiyo r. Bu
izahlar bize bu inancın vehim ve zan üzerine bina e d ilip a slı ve e sası
o lm adığ ını gösteriyor.

AKLÎ TENKİD TERAZİSİNDE TENASÜH AKİDESİ

İnsanoğlunun bugün vardığı İlmî n e tic e le r her şeyden önce tena­


süh akid e sin in dayandığı p re n sip le ri akıl Ölçüsüyle tenkide bile lüzum

660
FITRİ SORULAR

bırakm adan çürütm eye kâfi gelm ektedir. Fakat bu konunun iyice an­
la ş ılır b ir hale g e lm e si için b ir defa da yukarıdaki b a şlık altında in ce ­
le y e lim :

Tenasüh a k id e sin e inananlar, insan işle d iğ i a m e lle rin k a rşılığ ın ı


dünyada görür diyorlar. Eğer iyi a m e lle r işle y e n kim se bu a m ellerin in
k a rşılığ ı o larak üst' se v iy ed ek i tabakalara y ü k se lir. Y o k eğer kötü am el­
lerde bulunm uşsa en s u flî tabakalara kadar iner. M e se lâ , hayvan veya
bitki se v iy e s in e kadar in e b ilir. Bunun m anası; bugün yeryüzünde bu­
lunan hayvan ve b itk ile r daha önceki devrede kötü am ellerd e bulunan
insanların ruhlarını ta şıy o r ve m evcut in san lar da bir önceki devrede
iyi am eller bulunan hayvan ve b itk ile rin ruhlarını taşıyorlar.

Bu inançta olan bir kim se iste r istem ez akıl ve ilm e ters düşen ve
bu inanca bağlı bulunan başka birkaç inanca da bağlanm ak m e cb u riye ­
tindedir. M eselâ:

1 — Tenasüh d a ire si fa s it b ir daire gibid ir. Ne b a şlang ıcı b e llid ir


ve ne de sonucu. Bu inanca göre insanın insan o la b ilm e si için daha
önceki devrede hayvan veya bitki olm ası gerekir. B itkin in bitki o la b il­
m esi için de, daha önceki hayat de vresin d e insan olm a sı gerekir. A k lı
se lim in böyle fa s it bir te se lsü lü kab ullenm esi mümkün değ ildir.

2 — Ş ayet tenasüh d a ire si e ze lî ve e b e d ’ ise, bir cesedd en diğer


ce se d e ve bir kalıptan diğe rin e geçen ruhun da e ze lî ve e b e d iliğ in i itira f
etm ek gere ke ce ktir. Hatta her defasında ruha kalıbı hazırlayan kuvvet
kaynaklarının, yerde bulunan her şeyin ve güneş sis te m in in e ze lî ve ebe­
d î olm ası lüzum ludur. H albuki bugün b ild iğ im iz İlmî m üşahede ve ne ti­
c e le r güneş siste m in in bile e z e lî olm adığ ını isbatiam aktadır.

3 — Şunu da itira f etm ek g e re kir ki, hayvan, bitki ve insanlarda


bulunan h u su siy e tle r bir d e ğ ild ir. İnsan akıl, fik ir ve duygu h u su siy e t­
lerin e sa h ip olduğu halde bunların h iç b iris i ne hayvanlarda vardır ve ne
de bitkilerd e .

4 — Salah ve kötülük fik ri haddi zatında am elleri ilg ile n d ire n ve


bunun da fik re ve niyyete bağlı olduğu b ir g e rçe ktir. Bu v e s ile y le , in­
san a m e lle rin in iyi ve kötü diye n isb e tle n m e si mümkün olsun. Fakat
hayvan ve b itk ile rin a m e lle rin i nasıl iyi ve kötü diye değ erle n d ire ce ğ iz.
Halbuki tenasüh akid e sin d e hayvan ve b itk ile r de iyi ve kötü am el yap­
maya m ü kted irdirler.

661
İSLÂM

5 — H er hayattan sonraki hayat, bizim günlük hayatım ızdaki am el­


le rin n e tic e s id ir. B öylece kötü a m e lle rim izin n e tic e s i kötülük olacağına
göre ilk hayatım ızda buna nail olduk. Bu kötü neticeden sonra iyi am el­
ler bizden na sıl sa d ır o lacak? Onlardan da ancak kötü am ellerin ç ık ­
m ası gerekir. B ö ylece de üçüncü hayatın n e tic e s i ik in c i hayatla ayni
o lm am ası ge re kir? B ö ylece fa s ık b ir insanın ruhu, tenasüh yolunda
a şa ğ ıla rın a şa ğ ısın a itilin c e , hayvan, insan, bitki olm ası mümkün d e ­
ğildir.

Bu noktada ak lım ıza şö y le b ir soru geliyor: «Bugünkü b e şer n e v ’i,


hangi am eli sa lih i yapan beşerin n e tic e sid ir. Bu, hangi tabakadan so n ­
ra olm uştur.

TENASÜH AKİDESİNİN MEDENÎ HAYATA TESİRİ


A k lı se lim in kabul edem ediği bu se b e p le r yanında b irço k sebep
daha var ki, tenasüh akid e si akla ve ilm e uym am aktadır.

İlm î in kişaflardan sonra, tenasüh a k id e sin in g ö rü şle ri iptal e d ilm iş ­


tir. G e rçe kte n bu tenasüh a k id e si, h isle re ve te rakki fik rin e baskı yap­
maktadır. Fert ve ce m iy e t hayatını öldürüyor. Bu akideye iman eden ce ­
m iye tle rd e ce sa re t, a s k e rlik ruhu, ile rle m e ham le si yok olm aktadır.
Bu akîdeden «Ahinsa» inancı ortaya ç ık m ıştır. Tenasüh akid e sin e ina­
nan fe rtle rin c e s e tle ri zayıflam az be lki, fakat fik r î kuvvetleri çok zayıf
v e sa th î olur. B öyle olunca da insan z ille t ve m eskenetten kendini kur­
taramaz. B ir m üddet sonra da diğer, fik re n kuvvetli m ille tle re mağlup
olup gid e rle r.

Tenasüh akid e sin in diğer b ir zararı da, insana dünyayı te rk fik rin i
te lk in etm e sid ir. B öylece bir ruhban s ın ıfı m eydana g e le ce k tir. Bu ak i­
deye bağlı olan lar d iyo rla r ki, yeryüzünde bütün fe sa tla rın ve kötülük­
le rin kaynağı «şehvet»tir. Ruhun galipten galibe nakli bundandır. Bu­
nun için, belâlara maruz kalıyo r. Eğer insan şe h ve ti terkeder, n e fsini
dünya m e şg u liye tle rin d en kurtarırsa ruhu kurtuluşa e rm iş olur. Bundan
başka «tenasüh» çarkından kurtulm anın im kânı yoktur, diyo rlar. N e fs i­
nin tenasüh çarkından kurtulm asını istiy e n bir kim se, dünyaya h içb ir
de ğ er verm eden kendini orm anlara, dağların te p e le rin e m ağaralara at­
sın . Bunu yapm ayanlar kurtuluştan ü m itle rin i k e se re k aşağı tabakalara
inm eye razı olsunlar.

Bu dü şü nceler insana m eden iyet kurm ayı ve ile rle m e y i te lk in eder


mi? Bu akideye bağlanan b ir m ille t için ile rle m e mümkün o lu r mu?

662
FITRİ SORULAR

AHİRET HAYATINA İMAN


Ş im diye kadar dünya ve insanın akib eti hakkında d in le rin iki dinin
görüşünü gördük ki, bunlardan her ik is i de akla uygun d e ğ ild ir. Dünya­
da meydana gelen ölüm vs. gibi o la y la r karşısın d a insan fıtratın dan do­
ğan sorulara ikna ed ici bir cevap verm e durum unda d e ğ ille rd ir. H er ik i­
s i de kuvveti ve sağlam bir ahlak nizam ının kurulm asına m üsait d e ğ il­
d ir. Şu anda^ bu konuda başka b ir dinin g ö rü şle rin i gö relim :

Bu din şö yle diyor :

1 — Bu dünyada h e rşe y b ir e ce le bağlıdır. H erşe y fani olaca ktır.


H er ferdin b ir e ce li olduğu gibi için de , y aşa d ığ ım ız şu âlem in de e ce li
v a rd ır ve bir gün gelip şu âlem in de düzeni bozulacak ve yok o la ca k ­
tır. Ondan sonra da onun yerin i başka bir âlem alacak ve bu âlem in
ta b ia t kanunları şim d ik in in kanunlarından fa rk lı olacaktır.

2 — Bu âlem in değ işm e sin d e n sonra her şeyin sa h ib i olan A lla h


(C.C.) ku lla rın ı çok dakîk bir hesaptan g e çire ce k tir. İnsan orada yeni
b ir c e se d î hayata kavuşacaktır. O rada Rabbinin huzuruna ge le ce k ve
dünya hayatında g e çird iğ i her dakikanın hesabını v erecek, neticed e
hayır veya şe rre nail olacaktır.

3 — İnsan için bu dünya hayatı, a h ire t hayatı için bir mükaddi-


m edir. Dünya hayatı g e çici ve fani o lm asına rağm en ah iret hayatı ebe­
dîd ir. Bu hayat n o k sa n lık la rla olduğu halde o hayat kâm ildir. H er amel
bu dünyada tam n e tic e sin e ulaşam az. H albuki o alem de tam n e tic e sin i
bulacaktır. G e le c e k âlem , bu âlem de yapılan am ellerin n e tic e sin in ta­
hakkuk e ttiği âlem dir. Bütün bunları zikred en din, H azreti R e s û l’ün te b ­
liğ e ttiği dindir. Bu dinin kitabı K u r’an-ı M ü b in ’dir. O ndaki d e lil ve m e­
s e le le r hakikatin tâ k en d isid ir.

Bu dinin ahlâk ve İslâm m edeniyeti üzerindeki te s irin i ve m erte­


b e le rin i zikretm eden evvel, bu dinin d e lil ve burhanları n e le rd ir? A k ıl
bunları ne dereceye kadar kabul e d e b ilir? su a lle rin in ce va p ların ı vere ­
lim.

AKLÎ ARAŞTIRMALARDA DOĞRU YOL


insan için ölüm den sonra b ir hayat var m ıd ır? Bu soru duyu ve
m üşahedeye dayalı te crü b e le rim izin sın ırla rın ın ö te sin i ilg ile n d irir. Mü-
şahade e d e b ild iğ im iz kadarıyla insanoğlu ira d e siy le te n e ffü s edip ha­
reket ederken bir bakıyoruz ki b ir m üddet sonra hayatın izlerind en h iç­

663
İ SLÂM

b ir iz ken disind e kalm am ıştır. Fakat ce se tte n ayrılan bu şe y nereye


Bitti? C e se tte n ayrıld ıktan sonra yok mu o ld u ? Bu c e s e t gibi, başka bir
ce se d i de bağlayacak m ı? Biz, iliş le rim iz le , tecrüb eye dayalı ilm im izle
bu so ruların ce va p ların ı verem eyiz. B a şlangıçta b e lirttiğ im iz gibi, bu
6oruların te c rü b î ilim le rle h iç b ir alakası yoktur. Onun için bu sorulara
bu yollardan cevap bulm ak mümkün değ ildir. Bu konularda «Lâedriy-
ye’nin görüşü ap açıktır. D e rle r ki: Ö lüm den sonra ne olacağını biz b il­
m eyiz. Bu m ezhebe bağlı olan lar a k ılla ve a k ılın s ın ırla rıy la alay e d e ­
ler.
D iğer b ir yol daha v a rd ır ki, bu yoldan gidenler, hakikat ve yuka­
rıdaki m evzularda fik ir yürütü rler ve düşünce yolunu s e çe rle r. H akika­
tin keşfi için s e ç tik le ri bu yola «Tefekkür Yolu» ta b irin i ku llanırlar.

Bu yolu seçenler de İKİ metod tak'P eder :


a) — D ış dünya ve n e fisle rin izd e k i e se r d e lille re g ö zle rin izi ka­
payacaksınız. Bunlara h iç değer verm e y e cek sin iz. V e bu_ yoldan n e tice ­
lere varm ayacaksınız. S iz sa de ce a k lî önerm elere değer verin. Sadece
a k lî hüküm lerin peşinden gidin. Bu yolu takip edenler fe ls e fe c ile rd ir.
Yeryüzünde her fesa dın başı bunlardır. F e ls e fî m ezheplerin hepsi bura­
dan doğm uştur. İnsan b ir defa bu yolun ağına girdi mi artık sa p ık hayal
ve düşüncelerden kurtulm ası pek kolay olmaz.
b) — G ö zle rin i kâinata ve n e fisle rin d e k i d e lille re açık bırakarak
hakikata akli se lim yard ım ıyla varm ak iste y e n le rd i ekolü... Bu yolda
fe ls e fe ile te crü b î ilim le r yan yana yürüyoı. Bu yol da yakîne vardıra-
maz. Çünkü bu yolda da ilâh vahye istin a t olunm am aktadır. A n ca k s e ­
m avî hidayetten sarfı nazar e ttiğ im izd e insanın hakikata ulaşa bilm esi
veya en yakın o la b ilm e si için b iric ik yoldur bu. Lâkin bu yoldan da ha-
■ kikata u la şa b ilm e si için insanın çok ince b ir zekâ ve kuvvetli bir se ziş
gücüne sahip o lm a lıd ır.

KÂFİRLERİN AHİRET HAYATINA İTİRAZLARI


K u r’an-ı Kerim ahiret hayatı ak id e sin i in san lara takdim edip onla­
rı buna inanm aya davet e ttiğ i zaman ona karşı çık a n la rın d e lille ri ayni­
dir. Çünkü bu akideye karşı ç ık a n la r ne zaman ve nerede o lu rla rsa ol­
su nla r kendi a k ılla rın a göre ancak bu yoldan d e lil getirm eye ç a lışırla r.
Bu d e lille rin özeti şudur: Ö lüm den sonra hayatın o lm ası, ne aklın ve ne
de kıya sın kabul ettiği bir şeydir. Ö lüp kem ikle ri çürüyen ve c e s e tle ri­
nin her b ir parçası bir tarafa d a ğ ılıp ç e ş itli m addelere karışan insan ye­
niden n asıl b ir hayata k a v u şa b ilir :

664
FITRİ SORULAR

«Dediler ki: 'Biz yerde (çürüyüp) kaybolduğumuz vakit mi, hakıy-


katen biz mi yeni bir yaratılışta (bulunacağız)?” Evet, onlar Rablerine
kavuşmayı inkâr edicidirler.» (437)
«Dediler ki: "Biz bir sürü kemik, kırıntı ve döküntü (halinde bir top­
rak) olduğumuz vakit mi hakikaten biz mi yeni bir yaratılışla diriltilece­
ğiz?» (438)
«Öldüğümüz ve bir toprak olduğumuz vakit mi (tekrar hayata dö­
n e ce k m işiz?) Bu, (ihtim alden) uzak bir dönüştür.» (439)

KUR’AN-I KERİMİN İSBAT METODU


K u r’an-ı K e rim 'in bu konuda s e ç tiğ i isb at metodu, in san ları her
şeyden önce d ış alem ve n e fisle rin d e k i A lla h ’ın â ye tle rin e ve hikm etinin
e se rle rin e ve bir de kudretinin izle rin e bakm alarına, bunlardan ibret a l­
m alarına davet eder: «Gerek afakta, gerek kendi nefislerinde âyetleri­
mizi yakında onlara göstereceğiz. Nihayet onun hak olduğu şüphesiz
kendileri için de apaçık meydana çıkacaktır. Rabbinin her şeye hakkıyle
şahit olması sana kâfi değil mi?» (440)
«Onlar (A lla h ’ın) göklerde ve yerdeki o muazzam mülk-ü saltanatı­
na, Allah'ın yarattığı herhangi bir şeye, belki ecellerinin yaklaşmış ol­
duğuna hiç bakmadılar mı? Artık bundan sonra hangi bir söze inana­
cak ki?» (441)
«Göklerde ve yerde (A lla h ’ın v arlığ ım , b irliğ in i ve kem âli ku d re ti­
ni isb at eden) nice âyetler (nişaneler) vardır ki (insanlar) bunlardan yüz
çevirici olarak, üstüne basar geçerler.» (442)
Bu âyetlerin, in san ların dikkatini çekm ek is te d ik le ri husus, insan
ların duyu organlarının sın ırın a girm eyen şe y le rin göz göre göre o lm a­
sın ı iste m e le rin in mümkün olm adığ ıdır. Tecrübeye dayanarak da bu hu­
su sla rda bilgi sah ib i o lm ak mümkün d e ğ ild ir. Ey insanlar, bunları böyle
b ile sin iz . A n ca k g ö zle rin izi açar ve gece gündüz g ö zle rin izin önünde bu­
lunan A lla h ’ın a y e tle rin i, h ikm e tle rin i e se rle rin i ve kudretinin alam etle-

437 — S ec d e : 10
438 — İsra : 49
439 — K a f : 3
440 — F u ss ile t : 53
441 — A 'ral' : 185
442 — Y u su f : U'5

665
İ S L Â M

rini müşahede eder ve bir de bütün bu gözle görülen ve duyularla a lg ı­


lanan hususlarda hakikata varm ak için sam im i olarak düşünür, ken din i­
zi yorarsanız, bu K u r'a n ’da an latılan ların he psinin k e s in lik le doğru oldu­
ğunu kabullenm ek m ecbu riyetinde kalacaksınız.

AHİRET HAYATININ MÜMKÜN OLUŞU


Sonra Kur'an-ı K e rim yine in san ları düşünm e ve tefekküre davet
ediyor. Böylece akıl ve kıyastan uzak görünen vakıaları isb at ediyor:

«Allah odur ki, gökleri (şu) görmekte olduğunuz (şekilde) direksiz


yükseltmiştir. Sonra (emri) arz üzerinde hükümran olmuştur, güneşi,
ayı da teshir etmiştir ki (bunların) herbiri muayyen vakte kadar (se y ir ve)
cereyan eder. Her işi yerli yerinde o tedbir (ve idare) eder. Ayetleri O
açıklar. Ta ki Rabbinize kavuşacağınızı iyice bilesiniz.» (443)
«Sizi (tekrar) yaratmak mı (sizce) daha güç, yoksa göğ(ü yarat­
mak) mı ki onu (A llah) bina etmiştir.» (444)
Bu âyeti kerim elerd e gök c is im le rin i d e lil olarak getirm e vardır.
Bu kâinatı yaratan, ona b ir düzen ve intizam veren, onları bir düzen
içe risin d e idare eden, kudreti bu büyük gezegenleri bir an için b ile ba
şıb o şlu ğ a terketm eyen, kuvveti, kâinat tabakalarım görünm eyen daya­
naklar üzerinde tutan Yüce A lla h , sizin gibi b a sit yaratıkları öldürdük­
ten sonra te k ra r yaratm aya elbette kadirdir. S izin bu zannınız ancak ba­
tıl bir zandan ibarettir. Şanı Y üce A lla h şöyle buyurur :

«Onlar gökleri ve yeri yaratan Allah’ın kendileri gibilerini de ya­


ratmaya kadir olduğunu görmediler mi? ( A lla h ) onlar için bir ecel tayin
etti ki onda hiç şüphe yoktur. Böyle iken zalimler ancak gavurlukta ayak
dayamıştır.» (445)
A lla h , gökyüzündeki âyet, e se r ve kudretini düşünm em izi isted ikten
sonra kendi âlem im izdeki yani yeryüzündeki âyet, eser, kudret ve hik­
m etini düşünm em izi istiy o r ve şöyle buyuruyor :

«De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da ( A l l a h ’ın) hilkate nasıl başla­


dığım görün. Allah yeni bin âhiret hayatını da tekrar yaratacaktır. Çün­
kü Allah her şeye hakkıyle kadirdir.» (446)
443 — Râd : 2
444 — Naziat : 27
445 — Is ra : 99
4lö — Ankebut : 20

666
F IT R ! S O R U L A R

«Ölü toprak -ki biz onu canlandırdık, içinde dâne (1er) çıkardık da
ondan yeyip duruyorlar- onlar için bir ibret (bir delil) dir.» (447)
«Şimdi bak Allah'ın rahmet eserlerine: Arzı, ölümünün ardından na­
sıl diriltiyor. Şüphe yok ki O, ölüleri de derhal (tekrar) dirilticidir. O, her
şeye hakkıyle kadirdir.» (448)
«Senin hakikaten boynunu bükmüş gördüğün arz da O’nun âyet-
Jerindendir. Fakat biz üzerine suyu indirdiğimi? vakit o, harekete gelir,
kabarır. Ona muhakkak can veren (A ilah) elbet ölüleri de dirilticidir.
Çünkü O, her şeye hakkıyle kadirdir.» (449)
«Aliah rüzgârları salıverip de bului(ları). harekete getirmekte olan­
dır. Derken biz onu ölü bir toprağa sürüp onunla yeri, ölümünün ardın­
dan canlandırmışadır. İşte (ölülerin) dirilme(si) de böyledir.» (450)
Bundan sonra K u r a n kendi n e fs im iz i d ü ş ü n m e m iz i te lk in e d iy o r :

«insanın üzerine uzun devirden öyle bir zaman gel(ip geç)di ki (o


vakit) o, anılmaya değer bir şey bile değildi.» (451)
«Allah’a nasıl olup da küfrediyor (Onun v a rlığ ın ı ve b irliğ in i inkâr
ediyor) sunuz? Halbuki siz öiüfer iken (henüz babalarınızın sulbünde bir
nüfte iken an nelerinizin rahm inde, sonra da dünyada sizi) O diriltti.
Sonra sizi yine O öldürecek, tekrar sizi (kabirde ve neşird e) O dirilte­
cek ve nihayet (H aşirden sonra) yine yalnız O’na döndürüleceksiniz.» (452)
Ey insanlar! Eğer siz öldükten sonra tekrar dirilmek hususunda
herhangi bir şüphe içinde iseniz, şu muhakkaktır ki, biz sizin aslınızı
topraktan, sonra (o n u z ü r r i y e t i n i ) insan soyundan, sonra pıhtılaşmış bir
kandan yarattık.» (453)
«De ki: "Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratmayı hak-
kıyle bilendir.”» (454)
«Söyle: "Gerek bir taş (g ib i ç e t i n ) gerek bir demir ( g ib i k u v v e t li)
olun. Yahut göğüslerinizde (a k ılia rın ızc a ) büyüyen herhangi bir halk
447 — Y a sin : 33
448 — R û m : 50
449 — F u ssile t : 39
450 — F a tır : 9
451 —• D e lir : 1
453 — B a k a ra : 38
453 — H acc : 5
454 — Y a s i n : 79

667
İ SLÂM

(olun, m utlaka d iriltile c e k s in iz ). "O halde bizi kim (dirilte re k) geri çe­
virecek?” diyecekler. Sen de de ki: "Sizi ilk defa yaratmış olan (kud­
ret sahibi d irilte c e k tir) ” . O vakit sana başlarını sallayacaklar da: "(istih ­
za ile) ne vakit o?” diyecekler. Söyle ki: "Yakın olması me’muldür.» (455)

«Andolsun biz insanı çamurdan (süzülm üş) bir hülasadan yarattık.


Sonra onu sarp ve metin bir karargâhda bir nutfe yaptık. Pıhtısını bir
çiğnem et yaptık, o bir çiğnem eti de kemik (ler)e kalb ettik de o ke­
miklere de et giydirdik. Bilâhere onu başka yaratılışla inşâ ettik. Sû-
ret yapanların en güzeli olan Allah’ın (şanına bak) ne yücedir.» (456)

«O, (döl yatağına) dökülen menîden bir damla su değil miydi? Son­
ra o (meni) bir kan pıhtısı olmuş, derken (Allah, onu) insan biçimine ko­
yup yaratmış, (uzuvlarını) düzenlemiştir. Hülâsa, ondan erkek, dişi iki
sınıf çıkarılmıştır. (Bütün bunları yapan A lla h ) ölüleri tekrar diriltmeye
kadir değil midir?» (457)

Kuran-ı K erim , m üşahede ve kıya sım ıza yakın bulunan âyet ve e se r­


ler konusunda düşünm eye davet ettikten sonra artık kesin d e lille ri ser-
deaiyor. Bunlar, kendi aklım ızla bulduğum uz d e lille rd e n daha Kat ı v&
daha gü ven ilirdir.

D iyor ki: C a n lıla rı hiç yoktan v a rlık âlem ine çıkarm ak, parçalanıp
dağıldıktan sonra onları ik in ci b ir defa ilk sû re tle ri üzere yaratm aktan
daha zordur. Bu daha zoru başaran elbette ki daha kolayını rahatlıkla
başaracaktır. Burada âciz kalm ası beklenem ez. M e se lâ hiç yoktan bir
araba yapan b ir adam, o arabanın parçalarını söküp dağıttıktan sonra o
araoayı te kra r yapam ayacağını iddia etmek, a kılla bağdaşır m ı? Bu m i­
sa le kıya sla b ilm e lis in iz ki, Y üce A lla h bu kâinatı hiç yoktan var et­
m iştir...
Ö ldükten sonra tekrar insanı yaratam ıyacağını sö ylem ek ahm aklığın
c a h illiğ in tâ k en d isid ir. Bu konuda Yüce A lla h şö yle buyuruyor :

«Allah hilkate nasıl başlıyor, sonra onu (nasıl ölüm ünden sonra) ge
ri çeviriyor, görmediler mi? Şüphesiz bu(nlar) Allah’a göre kolaydır.» (458)

«O, ilkin mahluku yaratıp sonra onu (öldürdükten ve tekrar d irilt­


tikten sonra) iade edecek olanıdır ki bu, O’na göre pek kolaydır. Gökler-

455 — tsra : 50-51


456 — M ü ’m in û n .• 12-16
457 —■ K ıyam e : 37-40
458 — A u keb u t : 19

668
FITRİ SORULAR

de ve yerde en yüce sıfat(lar) O’nun. O, yegâne galip, yegâne hüküm ve


hikmet sahibidir.» (459)

«Yâ biz, ilk yaratışta aciz mi gösterdik -ki tekrar diriltmekten âciz
olalım- hayır onlar bu yeni yaratıştan şüphe içindedirler.« (460)

Bütün bunlardan sonra b ir te k şüphe kaldı. O da, ölüm den sonra yok
olan vücudun, ayni vücud olarak ya ra tılm a sı n asıl mümkün olacak? Ce­
setlerd en bazıları, suda hayvanların ağızlarında parça parça olarak yok
olup gidiyor, bazıları y a k ıla ra k kül, duman ve kum lar arasında yok o lu­
yor. B azıları da toprağa göm ülerek toprakla k arışıp gidiyor. İşte bu ce ­
se tle re na sıl olurda sura üfürülürken ilk y a ra tılışa d ö n eb ilir?

Bu şüpheyi bazı k im se le r şu ş e k ild e defetm eye ç a lıştı: Ruhu ce ­


sedi b ir hayata kavuşturm ak için onu m utlaka ilk ce se d in e irc a ’ etm ek
gerekm ez. B irin ci ce se d in e benzer bir c e se t ken d isin e v e rilir.

K u ra n ise şö y le diyor: A lla h , ruhu ilk ce se d in e iade etm eye kadir­


dir. Çünkü c e se d in in cü zle ri yok olm uş d e ğ ild ir. M utlaka vardır; ya
gökte, ya yerde, ya toprağa veya herhangi bir m adene k a rışm ış olduğu
halde, yahut başka herhangi b ir maddede k a rışm ış olarak... Y erde ve
gökte onun için g izli h içb ir şe y bulunmayan ve her cüz un yerin i bilen
Y ü ce A lla h , d a ğ ılm ış olan bu cü zleri elbette te k ra r b ir araya ge tirip eski
sû reti üzere yaratm aya kadirdir.

«Toprak onlardan neleri -yiyip- eksilttiğini biz muhakkak bilmişizdir.


Nezdimizde de -her şeyi- hıfz -tesbit- eden bir kitap vardır.» (461)

«Gaybın anahtarları O’nun yanındadır. Kendinden başkası bunları


bilmez. Karada ve denizde ne varsa hepsini O bilir. O’nun ilmi dışında
bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıkları içinde tek bir tâne, yaş ve
kuru (h içb ir şey) müstesnâ olmamak üzere hepsi apaçık bir kitapta­
dır.» (462)

KÂİNATIN NİZAMI BİR GÂYEYE BAĞLIDIR

İnsan âh iret hayatına inanma akid e sin e ih tiya cın ın isbatı aşağıda­
ki soruya v e rile n cevabın için d e d ir :

459 — R u m : 27
460 — K af : 15
461 — K af : 4
462 — E n’am : 59

669
İSLÂM

Bu kâinat te sa dü f ve tevafükün b ir n e tice si olara k kendi kendine


h ikm e tsiz ve te d b irsiz o larak mı y a ra tılm ış tır yoksa, onu idare eden ve
düzenleyen b ir sa n i ve m üdebbiri mi v a rd ır?

T ecrübî ilim le ri k en d isin e din olarak se çe n m a te ry a list insan şö y­


le der: Bu kâinat kendi kendine te sa dü f yoluyla m eydana g e lm iştir.
Onu te d b ir edip dü zenleyeni yoktur. Bütün c ü zle riy le -içinde bulunan in­
sanla beraber- kendi kendine hareket eden b ir m akina gib id ir. M adde ve
e n e rji arasında m evcut bulunan yardım laşm a ve iş b irliğ i sona erdiği
gün bu kâinatın düzen ve intizam ı da bozulacaktır. Bu nizam gibi bir ni­
zam ki, bilgi, akıl ve şu ur o lm a ksızın ve h içb ir gâye bulunmadan kör
tabiat tarafından hareket e ttiğ ine göre onda gâye ve hedef aram ak ma­
nasızd ır. T ecrübî ilim le r, kâinatın m ebdei konusunu ç e rçe v e sin in d ış ın ­
da saym am ış ve bu konuyla uğraşan ve görüş ile ri sü re n le re de hayat
hakkı ta n ım a m ıştır. Ona göre: Bu kâinat ve için de bulunan her şe y ve
hareket h e d e fsiz ve gâyesizdir. Göz görm ek için değil aksine görme,
gözde bulunan görm e ö z e lliğ in in b ir n e tic e sid ir. Beyin düşünm e, duy­
gulanm a ve şu ur iç in değil, sid iğ in böbreklerden süzülüp ge çtiği gibi
bunlar da beynin b ir sa lg ıs ıd ır. Bu ilim le re göre, eşyadan çıkan tabiat
o layla rı için gâye ve hedef aram ak ve bunların v a rlığ ın ın b ir hikm et, ted­
b ir ve düzenlem e ile olduğunu sö y le m e k hatadır.

İnsan bu nazariyeye inansa ve onun doğruluğuna kanaat getirse,


o kim se için kurtuluş yoktur. Z ira insan, kendi nefsind e bu âlem den baş­
ka bir âlem in ih tiya cım duyuyor. K âinat bütün nizam ıyla, onların na­
zarında g â yesiz ve h e d efsiz kör b ir tesadüfün e lind e tıp kı çocukların
o yunlarına benzer b ir oyun durum undadır. O nlara göre kâinatta bulu­
nan bütün m evcudat gâ yesizdir, yok o laca ktır. H albuki eşya ve âlem
k ö r bir tabiattan uzaktır. Eğer kör bir te sa d ü f e se ri ise, ondan adalet
ve hesap iste m e k ne dereceye kadar doğrudur. Çünkü insanoğlu eşya­
yı kendi d ile d iğ i şe k le sokuyor... Onu iste d iğ i istika m e te sevked iyo r.
Ona iyi veya kötü a m e lle r y a p tırab iliyo r. Dem ek ki, kör b ir tabiatın e se ­
riy le olm uyor. Bu hareketler, n asıl ki, bir otobüs kendi başına isted iğ i
tarafa gidem ezse, kâinat ve eşyada kendi k en d ilerin e hayatta devam
hakkım kazanam azlar. Eğer öyle değil de, kendi k en d ilerin e hareket et­
m e se lâ h iy e tin e sahip o lsaydı, o zaman adalet, ceza ve m ükâfat anlam ­
s ız kalırdı.'
Farzedin ki b ir çocuk bir matbaa âleti görüyor. Ç o cuk bu âletin
hangi gayenin tahakkuku için harekete g e ç irild iğ in i bilm iyor. Z annedi­
yor ki o, m ü ccerre t b ir oyundan başka bir şey değil... B ir de bakıyor ki

670
FITRİ SORULAR

bu â le t se s çıkarm aya başlıyor,, her tarafı birden harekete geçiyor.


Y e rle ri sa llıy o r. Biraz sonra bu âletin harekete geçm esi n e ticesin d e kâ­
ğ ıtla r çıkm aya başlıyor. Ç o cu k bu işlerd en b ir tekine akıl erdirem iyor.
Acaba, kâğıtların matbaadan ç ık ış ı, bu âletin ve onun ha reke tle rinin ne­
tic e s i m id ir? Çocuğun dikkatli b a k ışı, bu âletin parçalarının b ir te rtip
dahilin d e olduğunu ona te lk in edecektir. Böylece çocuk düşünecek ki,
bu yapılan iş, bu âletin her b ir p arçasının y e rli yerin e konm asından
m eydana g e lm iştir. M uayyen b ir tarzda parçaların konm ası böyle bir
m ünasip işin yap ılm asına sebep olm uştur.

Bütün bunlarla beraber çocuk idrak edecek ki bu d e m irle r to p lu lu ­


ğundan m eydana g elen bu âlet, b ir gâye ve hedef dahilind e düzenlen­
m iştir. B öylece ço cu k aletin fiille rin i iy ice gördükten ve onu iy ice dü­
şündükten sonra, onu bir yapanın ve onun pa rçaların ın b ir gâye ile ko­
nulduğunun, onun için de b ir şeyin abes olm adığının idrakine ulaşa cak­
tır.

O halde A lla h için söyleyin... Bu henüz bulûğa erm em iş çocuk, â le ­


ti te tkikinden ve tem aşasından sonra: "Bu âlet kendi kendine olmaz.
Onu m utlaka b ir yapan var ki, her şey y e rli y e rin ce o lu y o r.’’ d iy e b iliy o r
da, n için aklı başında kocaman adam, bu çocuk gibi, bu kâinatın maki-
na sın ın bir sahibi ve gâyesi olduğunu idrak edem iyor?

ÂLEMİN GÂYESİZ YARATILMASI MUHALDİR

K u r’an-ı K e rim 'in g etird iğ i d e lille r ve insanın ahiret hayatına inan­


ma ih tiya cı hep şu fik re dayanıyor: Bu âlem i yaratan biri var. Onun her
b ir işin d e b ir hikm et vardır. Â le m d e muhal ile hikm et h içb ir şeyde bir-
le şm e m iştir. Bu tem el fik rin ortaya konm asından sonra K u r’an şöyle bu­
yuruyor :

«Ya, sizi ancak boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten bize dön-
dürülrrueyeceğinizi mi sandınız?» (463)
«İnsan, kendisinin başı boş bırakılacağını mı sanıyor?» (464)
«Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunan şeyleri boşuna iş yapan­
lar olarak yaratmadık.» (465)

463 — M ü m in lin : 115


464 — K ıy a m e : 36
465 — D u b a n : 38

671
ISLÂM

«Biz bunları hakkın ikamesine sebep olmaktan başka (bir hikm etle)
yaratmadık. Fakat onların çoğu bunu bilmezler.» (466)

«Nefisleri hakkında olsun iyiden iyi düşünmediler mi? Allah o gök­


leri, o yeri ve ikisinin arasında bulunan şeyler hakk(ın ikam esine) ve
muayyen bir va'de(nin inkizasm a) sebep olmaktan başka (bir hikm etle)
yaratmamıştır. Hakikaten, insanlardan çoğu Rablerine kavuşmayı cid­
den inkâr edicilerdir.» (467)

Bütün bu â ye tle r şuna işa re t ediyorlar: Ey insanlar! Eğer siz, bu âle­


m in muayyen bir zamandan sonra n e tic e si olm adan yok olaca ğın ızı zan­
nediyorsanız, bu zan, çok abes ve kötüdür. Tıpkı ço cukların oyunu gibi
b ir oyundur.

Eğer s iz gerçekten A lla h ’a iman ediyorsanız, bu âlem i yaratan Al-


lah'dır. O, idare ediyor. Ü zerim ize düşen şe y A lla h ’ın size va'd ettiğ i akıl
ve idrak n im etiyle iy ic e düşünürseniz, bu âlem de gâ yesiz h içb ir şey yok­
tur. B ilh assa insan... O, A lla h ’ın yarattıkların ın en fa zile tlisi... A lla h 'ın
v e rd iğ i akılla, idrakla te d rici olarak y ü k se lir. İnsanın s ır r ı, A lla h 'ın ona
ba h şettiğ i akıl, his, şu ur n im etle rin e bağlıdır.

Bu kadar ib re tle rle , h ikm e tle rle dolu olan bir âlem in bir â le t gibi
gâyesi olm adan yok olup g itm e si m uhaldir. Onun m utlaka bir gaye ile
y a ra tılm ış olduğu ortadadır.

ÂLEMİN NİZAMI BİR HİKMETE BAĞLIDIR


Bu kâinatın boşu boşuna yaratılm a dığ ı ve onda bulunan her şeyin
b ir gâyeye m ebni olduğu b ilin in c e bu konuda akla gelen ikin ci soru şu ­
dur: Bu âlem in se y ri m utlak yokluğa olm adığına göre hikm et gereğince
nereye o lm a lıd ır? K u r’an-ı K erim de bu konu için ta fs ila tlı cevap vardır.
H er aklı se lim bu cevaplar k arşısın d a itm i’nana kavuşur.. A n ca k bu ce ­
vaptan önce birkaç hususu iy ice bilm e k gerekir:

1 — A le m d e k i bütün v a rlık ve a lam e tle r bu âlem deki d e ğ işik lik


ve g e lişm e n in ile rle m e ye doğru olduğunu açıkça gösteriyo r. Bütün bu
hareket ve d e v irle rin gâyesi, no ksanlıklardan kem ale doğru ile rle y iş
se y rin i tam am lam aktır.

2 — Çoğu zaman yükselm e kanunu d e ğ işm e le rle sağlanır. Onun


için bu âlem deki her kem al yahut yükselm eden önce b ir fesa dın olma

4(i6 — D u h a n : 39
467 — R u m : 8
672
FITRİ SORULAR

zorunluğu vardır. -Başka b ir ifadeyle- yeni b ir sû retin ortaya ç ık ış ın ı


ge re kli kılaca k şe k ild e e ski su rette b ir e k s ik lik o lm alı ki yeni sûretin
v a rlık âlem ine ç ık ış ı için bir m ukaddim e olsun. Bu değ işm e ve gelişm e
her ne kadar her an için bu âlem de oluyor sa da lâkin orada gizli birçok
değişm eden sonra ortaya çıkan ap açık b ir d e ğ işm e vardır. Bu apaçık
değişm enin için de apaçık b ir bozulm a vardır ki örfüm üzde ona "ö lü m ”
yahut "z e v a l” diyoruz. A y rıc a b ir şeyin v a rlık âlem ine ç ık ış ı ile ölümü
arasında geçen m üddete de "ö m ü r” ism in i veriyoruz.

3 — Sûretlerden her biri özel ve kendi karakterine uygun bir yer


arar. Ona ve karakterine m ünasip düşm eyen y e rle re rıza gösterm ez.
M e se lâ b itk ise l b ir sûret, hayvansal b ir ce se de karar kılm aya razı o l­
maz. Çünkü bu onun için uygun d e ğ ild ir, tabiatına uymaz. İnsanî sû ret
de ancak insan için yaratılan İnsanî c e se d i ister. Onun için b ir şeye da­
ha üstün b ir sû re t v e rilm e k iste n irse eski e ksik sûreti için kendisine
v e rile n y erin in y ık ılm a s ı ve yeni durumuna uygun daha üstün bir yerin
ken disine hazırlanm ası gerekir.

4 — Bu yü kse lm e ve ile rle m e kanunu ve onun şüm ulünü iy ice an­


la şılırsa , bu kanun âlem in bütün cüzlerin i kapsadığı gibi, âlem nizam ının
ken disini de kapladığını kolayca an layabiliriz. Şu anda bu âlem için m üşa­
hede e ttiğ im iz nizam ın y a ra tılışta n sonra yükselm e için te d rici d e ğ iş­
m elerden kaç ta n e sin e uğradığını bilem iyoruz. Y in e şu anda müşahede
e ttiğ im iz nizam da v a rlık s ils ile s in in son nizam ı değ ildir. M utlaka başka
bir nizama dön üşecektir. K em alâtın ı b itird ik te n yani en yüksek se v iy e ­
ye ulaşıp bünye itib ariyle daha üst bir dereceye ulaşm a yeteneğini
kaybettikten sonra nizam ı bozulacak ve yeni dereceye lâyık b ir nizam
g e le ce ktir. Tabi ki o zaman ge le ce k nizam ın kanunları da fa rklı olacak­
tır.

5 — Â le m in bugünkü nizam ına, önem vere re k ve cid d iy e tle baktı­


ğım ızda şü ph esiz bu nizam ın e ksik olduğunu ve kemal için daha fazla­
s ın a m uhtaç olduğunu görürüz... Bu âlem de eşyanın hakikatleri madde
k irle ri b u laşm ış ve veh im le r d e re ce sin e inm iş, madde örtüsü hakikat
d e re ce sin e y ü k se lm iştir. B ir şe y ne kadar lâ tif ve ne kadar madde k irin ­
den uzaksa o kadar akıl ve şuur sın ırla rın ın ötesinde g izlid ir. M addi ce ­
se d in bu nizam da b ir değeri v a rd ır ama lâ tif ve sade hakikatlerin değeri
yoktur. Bu nizamda dem ir, taş ve odunun ta rtılm a sı m ümkündür ama
akıl, görüş, fik ir, niyyet, hayal, azim, sevgi ve vicdan tartılam az. Tahıl ve
m e y ve le r ta r tılır ama kin ve hased için bir ölçü âleti bulm ak mümkün
de ğ ildir. Para ve pulun değeri için s ın ırla r kon ab ilir ama insanı cö ­

673
İ SLÂM

m e rtlik ve c im riliğ e te şv ik eden duygunun değeri için s ın ır konamaz ve


değeri ölçülem ez.

Bunlar, bu nizam ın e ksik yönlerinden b azılarıdır. Eksik oluşundan


do la yıd ır ki akıl daha üst b ir nizam ın varlığ ın a ih tiyaç duym aktadır. Ö y­
le b ir nizam ki, hakikatler onda m addeye b u laşm ış olm asın. O n ları gör­
mek isteyen p e rd esiz ve e n g elsiz olarak apaçık g ö re b ilsin . Letafet, ke­
safete hakim g e lsin ve burada g izli olan her şey orada apaçık olsun.

Y in e bu nizamda e ksiklerd en biri de, m addî kanunların galip g e l­


m esi ve onların s e sin in daha yüksek o lm a sıd ır. Onun için, fiille rin an­
cak m addî kanunlarla uyuşan n e tic e le ri bu nizam da ortaya çıkar. A k ıl
ve hikm ete m uvafık olan ları çıkm az.

M e se lâ : B ir ateş yaktığında için e yanma k a b iliy e ti bulunan her ne


atarsan yanar. Islanma kab iliyeti olan her neyi suya atarsan ıslan ır. Lâ­
kin b ir şeyde akıl ve hikm ete uygun bir ş e k ild e bir ıslah yapsan velâ-
kin onun n e ticesi islâh olarak görülm ese ve bir de m addî kanunlara gö­
re fe sa t o larak g ö rün ebilecek durumu varsa, o şeye kötü gözle bakı­
lır.

A k ıl m evcut nizamda bu tür e k s ik le ri görünce daha üstün ve aklî


kanunların maddî kanunlara galebe ça ldığ ı bir nizam ın v a rlığ ın ı gerekli
görüyor.

KUR'AN-I KERİM’E GÖRE ALEM NİZAMININ VARACAĞI NOKTA

Bu m ukaddim eleri an laşıld ı ise şim di de, bu âlem in nizam ının


se y rin in nereye varacağı sorusuna K u r’an-ı K erim 'in verd iği cevabı gö­
relim :

«Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunan şeyleri (başka değil)


ancak hakkın ikamesine sebep olarak ve muayyen bir va’de için yarat­
tık...» (468)

«Allah o dur ki, güneşi, ayı da teshir etmiştir ki (bunların) her biri
muayyen vakte kadar (seyr ve) cereyan eder.» (469)
«Gök yarıldığı zaman, yıldızlar dağılıp döküldüğü zaman, denizler
fıskırtıidığı zaman, kabirlerin (toprağı) alt üst edildiği zaman.» (470)

438 — A h k â f : 3
439 — R a ’d : 2
470 — İn fitar : 1-4
674
FITRİ SORULAR

«Güneş dürül(üp söndürül)düğü zaman, yıldızlar (kararıp) düştüğü


zaman, dağlar (yeryüzünden koparılıp) yürütüldüğü zaman.» (471)
«İşte göz (hayret ve dehşetle) kamaştığı, ay tutulup karardığı, gü­
neşle ay bir araya getirildiği zaman.» (472)
«O gün ki yer başka bir yere, gökler de (başka göklere) tebdil olu­
nacaktır. (İnsanlar kab irlerin den kalkıp) bir olan Kahhâr olan Allah’ın hu­
zurunda toplanacaklardır.» (473)
Bütün bu ayetlerde bu âlem in e ze lî ve ebedî o lm adığına çok açık
işa re tle r vardır. Bu âlem , m uayyen bir zam anla kayıtla n m ış olup e ce li
geldiği andan itibaren m üthiş b ir sa rsın tı ile s a rsıla c a k ve d e ğ işe ce k ­
tir. Bu nizam ın tem el taşlarından olan güneş, ay, arz ve diğer gezegen­
le r yok o lacak ve her birin in nuru g iderek âlem tam am en d e ğ işe ce k ­
tir. Fakat bu dem ek d e ğ ild ir ki, bu nizam ın sonu m utlak yokluktur. Ha­
y ır, A lla h ’ın izni ve ira d e siy le başka bir âlem e te bd ild ir.

ÂHİRET HAYATININ NİZAMI


A h ire t hayatının nizam ı n asıl o lacak? K u r’an-ı M üb in 'in â y e tle rin ­
den ö ğrendiğim ize göre şüphesiz, bu nizamdan her bakım dan üstün ola­
caktır. Bu nizam ın e k sik yön le ri orada tam am lanm ış olacaktır. H er şe y ­
de tartı, ölçü ve kıyas vardır. Lâkin m addî ş e y le r için değil, m ücerred
m analar için... Sade ve lâ tif h a kikatler için... O rada hayır ve şer, iy ilik
ve kötülük, fa z ile t ve re zale t iman ve küfür, ahlâk ve m e le ke le r ta rtı­
lacak, niyyet, irade, duygulanm a vs. gibi kalbe a it f iille r ö lçü le ce k tir.
İnsanlar fa k ir Ve m isk in le re v e rd ik le ri e km ekle rin ta rtıs ı ve m uhtaçla­
ra v e rd ik le ri paraların m iktarı ile hesaba ç e k ilm e y e ce k bunları ne niy-
y e tle v e rd ik le ri d e ğ e rle n d irile c e k tir. Orda kanun m addî değil, m anevî­
dir. Y üce A lla h orası için şö y le buyuruyor :

«Senin İçin hakkındc bir bilgi hasıl olmayan şeyin ardına düşme.
Çünkü kulak, göz, kalb; bunların her biri bundan mesûldür.» (474)
«Biz kıyamet gününe mahsus adalet terazileri koyacağız. Artık hiç­
bir kimse hiçbir şeyle haksızlığa uğratılmayacaktır. (O şey) bir hardal
dânesi kadar bile olsa onu getiririz (mizana koyarız). Hesapçılar olarak
da biz yeteriz.» (475)

471 — M ürselat : 8-10


472 — K ıy a m e : 8-7
473 — İbrahim : 48
474 — jsra : 36
475 — E n b iya •. 47
675
İ SLÂM

«Herkesin dünyada yapıp ettiğini tartmak da o gün haktır. Artık kim­


lerin terazileri fağır basarsa işte onlar murada erenlerin ta kendileridir.
Kimin de tartıları hafif gelirsle bunlar da, âyetlerimize zulmeder olduk­
ları için, kendilerine çok yazık etmiş kimselerdir.» (476)
«O gün İnsanlar, amellerinin karşılığı kendilerine gösterilmek için,
dağınık dağınık döneceklerdir. İşte kim zerre ağırlığınca bir hayır yapı­
yor (idiy)se onu(n sevab ını) görecek, kim de zerre ağırlığınca şer yapı­
yor (idiy)se onu(n cezâsm ı) görecek.» (477)

Bu dünyada m addî kanunların galebesi se b eb iyle her şeyi açık ola­


rak görem iyoruz. H albuki âh iret âlem inde her şeyi g ö zle rim izle açık ola­
rak göreceğiz.

«Onun yoldaşı olan (m elek) dedi (der) ki: "İşte yanımda (yazılı) olan
şey karşındadır.” (478)

«O gün (huzura) arz olunacaksınız. (Ö yle ki) size ait hiçbir sır gizli
kalmayacak.» (479)

A h ire t nizam ında bütün fiille rin n e tic e le ri tam olarak adalet üzere
n e tic e le n e ce k . Orada maddi h içb ir kanun cari de ğ ildir. Zam anım ızda o l­
duğu gibi, maddi se b ep le re kıym et verilm ez. Orada bütün işlem tam bir
adalet, doğruluk üzere ö lçü lü r ve ta rtılır. M e s e lâ orada, dünyada bir de­
ğer taşıyan; makam, servet, soy, üstünlük, zekâ, konuşm a kab iliyeti,
m addî güç, akraba çokluğu, yüksek m akam lara s ırt dayama gibi hal ve
■ şefaatlerin h iç b iri görülm ez. Orada, dünyada hangi hareketleri yaptıysa
onların n e tic e le rin i bir bir görecek ve adalet üzere n e tice sin e u laşacak­
t ır :

«Orada herkes evvelden ne gönderdiyse onun imtihanını verecek.


Artık hepsi hakiki mevlâları olan Allah’a (A lla h 'ın cezasına) döndürül­
müşlerdir. (Kendi hayallerinde) uydurmakta oldukları şeyler (batıl tan­
rıla r) da onlardan ayrılıp ve gaip olup gitmiştir.» (480)

«Onları (vukuunda) hiçbir şüphe olmayan bir günde topladığımız ve


herkesin -kendilerine haksızlık edilmeyerek- (dünyada) kazandığı tasta­
mam ödendiği zaman artık halleri nice olur.» (481)

476 — A ’r a f : 8-9
477 — Z ilzal : 6-8
478 — K a f : 23
479 — H a k k a : 18
480 — Y u n u s : 30
431 — Âl-i İın ra n : 28
676
FITRİ SORULAR

«(Hatırlayın) o günü ki herkes (dünyada) ne hayır işlediyse karşısın­


da (onu) hazırlanmış bulacak, ne de kötülük yaptıysa onunla kendi ara­
sında uzak bir mesafe olmasını arzu edecek. Allah size (asıl) kendinden
korkmanızı emreder. Allah kullarını pek çok esirgeyendir.» (482)

«Ve öyle bir günden korkun ki (o günde) hiçbir kimse, hiçbir kimse
namına bir şey ödeyemez. Ondan herhangi bir şefaat kabul olunmaz.
Ondan bir fidye (bedel) alınmaz, onlara (A lla h 'ın azabından kurtulm ak
hususunda) yardım da edilmez.» (483 )

«Sur'a üfürüldüğü zaman da artık aralarında o gün (böbürlenecek­


leri) soyları sopları olmadığı gibi (birb irinin halini) de soruşmazlar onlar.
Artık kimin (sevap) tartıları ağır gelirse onlar korkduklarından emin, um­
duklarına nail olanların ta kendileridir. Kimin de tartıları hafif gelirse on­
lar kendilerine yazık edenlerdir. (Onlar) Cehennemde ebedî kalıcıdır­
lar.» (484)

«O günde ki ne mal faide eder, ne de oğullar. Meğer ki Allah’a (küfr-ü


nifaktan) tamamen salim bir kalb ile gelenler ola.» (485)

«Andolsun sizi ilk defa (doğumunuzda) yarattığımız gibi (ahirette de)


yapayalnız, teker teker (ç ırılç ıp la k ) huzurumuza gelmişsinizdir. Size ih­
san ettiğimiz şeyleri (m alları) da sırtlarınızın arkasına bırakmışsınızdtr.
İçinizde, kendileri hakikaten (A llah'ın) ortakları olduğunu boş yere iddia
ettiğiniz şefaatçilerinizi de şimdi yanınızda görmüyoruz. Andolsun, ara­
nızdaki (bağ) parça, parça kopmuştur. Haklarında kuru zan besler oldu­
ğunuz şeyler (putlar) sizden gaip olup gitmiştir.» (486)

«Ne hısımlarınız, ne evlâtlarınız (ahiret azabına karşı) size asla fâide


veremez. Kıyamet gününde (A llah onlarla) aranızı ayıracaktır. Allah, ne
yaparsanız hakkıyle görendir.» (487)

«Evet kişinin kaçacağı gün: Biraderinden , anasından, babasından,


karısından ve oğullarından, o gün bunlardan herkesin kendine yeter bir
İşi (derdi; belâsı) vardır.» (488)

482 — Â l-i İm ra n : 30
483 — B a k a r a : 48
484 •— M ü ’m in u n : 101-105
485 — Ş u a r a : 88-89
486 — E n ’a m : 94
487 — M ü m te h in e : 3
488 — A bese : 34-47

677
İ SLÂM

İçinde yaşadığım ız bu âlem , n o k sa n lık ları cihetinden tam arzu e d i ­


len b ir g ü ze llik için d e bulunam adı. Z ira bu âlem se b e p le r âlem idir. H er­
kes şa h s î gayreti, istid a d ı n e ticesin d e birtakım a m ellere ulaşm aktadır.
Bu âlem de fe rdin günahlarına, zûlm üne, fış k ın a rağmen maddi refah iç in ­
de yüzm esi dünyevî m enfaatlere nail o lm ası mümkündür. Y in e bu â l e m ­
de fe rt nam uslu, dindar o lm asına rağmen elem lerden, dünyevî m û s ib e t -
lerden b ir türlü kurtulamaz...

işte bu n o k sa n lık ları tam am lanm ak zorundadır. Bunun için, bu âlem,


daha olgun b ir âlem e kalbolunacaktır. Bu, ah ire t âlem idir. Burada ceza
ikab, sevap hep ad alet üzere olacaktır. Burada her şahıs layık olduğu
dereceye ulaşacaktır. K u r’an bu âlem den ah iret nizam ı diye b a h s e d e r

«Yoksa biz iman edip de güzel güzel amel (ve hareket) edenleri yer­
yüzünde fesat çıkaranlar gibi mi tutacağız? Yahut Allah’tan korkanlar;
doğru yoldan sapanlar gibi mi sayacağız?» (489)
«Yoksa kötülükleri kazananlar, kendilerini, iman edip de iyi iyi ame;
ve hareketlerde) bulunanlar gibi mi yapacağız, dirim ve ölümleri bir mi
olacak sandı(lar)? Hükmede geldikleri (bu) şey ne fenâ!..» (490)

«Herkesin (hayır ve şer) yaptıkları şeylere göre d e re ce le ri vardır


Onlar (kâfirler) ne yaparlarsa Rabbin onlardan gafil değildir.» (481)

«(O gün de ki) cennet takva sahiplerine yaklaştırılmıştır.» (492)


İşte, Hazreti Resûlün ve diğer Peygam berlerin in san lığa a ç ı k l a d ı k ­
la rı ah iret nizam ı budur. Fakat şu gördüğümüz âlem ki, ço cukların o y u n ­
larına benzer bir oyun m isa li h a d ise le rle dolu, gayeden uzak b ir â l e m d i r .
Bu âlem de, ah ire t hayatında bulunan ideal âlem havası g ö rü lm ü y o r
A m a bu dünya âlem ine ib re t nazarıyla bakanlar, bu âlem in b ir gayesi v e
m aksadı için e aldığına, kendisinden sonra daha m ü k e m m e l bir âlem e in-
kilâp edeceğine ve bunu yapan da Hakîm olan A lla h ’ın o l d u ğ u n a im a n
ederler.

İNSANIN ÂHİRETTE İMANA OLAN İHTİYACI


Ş im d iy e kadar an lattıklarım ızdan dünya hayatından sonra a h i r e t ha
yatının mümkün olduğu sa b it olm uştur. Hatta kıyasa yakın olanı b u d u r.

489 — S â d : 28
490 — C asiy e : 21
491 — En’am : 132
492 — Ş u a r a : 90

678
FITRİ SORULAR

A k ıl ve hikm et h iç b ir zaman ahirete inanm ayı reddedem ez, aksine insani


K u r’an-ın anlattığı yöne durmadan sü rükler.

Lâkin burada başka bir soruyla k a rşılaşıyo ru z: Â h ire t gününe iman


akid e sin e ne ih tiya cım ız v ard ır? İslâm bunu neden im anın rükünlerinden
biri olarak sa y m ıştır? Kuran-ı Kerim neden bu inancı te ’yid ediyor, za­
man zaman in san ları ona davet ediyor, ona inanm ayan kim senin İslâma
g irm iş olam ayacağını b ild iriy o r ve ona inanm ayan kim se hayatı boyun­
ca işle d iğ i am ellerin boşa gid e ce ğ in i sö ylü yo r?

A h ire t günü ak id e sin i düşündüğüm üz ve önem v e re re k c id d iy e tle


baktığım ız zaman, Kur'an-ın arzettiği şe k liy le bu inancın s ır f m ücerred
b ir fe ls e fî nazariyye o lm adığ ını insanın hayatının her bölüm ünde ahlâk
v e h a re k e tle riy le iliş k ili olduğunu, buna inanm akla hayata bakış a ç ı­
s ın ın tam am en d e ğ işik bir durum ald ığ ın ı k e s in lik le m üşahede ederiz,
görürüz.

Bu inanca inanm anın m anası insanın ken d isin i bu dünyada m utlak


o larak hür görm esin e engel olur. B ir sorum luluğunun olduğunu anlar.
H areket ve tasa rru fla rın d a tam bir şuur iç e risin d e davranır. B ilir ki, bü­
tün bu yap tıkların ın hesabını v e re ce ktir. İlerde saadet ve m utsuzluğu­
nun bu anda yapm ış olduğu fiille rin iyi veya kötü olduğuna inanır.

Bu inanca inanm am asının m anası ise, insanın ken d isin i her konu­
da m utlak olarak hür b ilm e si, yap tıkların da so ru m lu lu k duym am ası, bu
dünya hayatında yap tık la rın ın tam am ının zan üzere bina e d ilm e si ve bu
hayattan sonra ile rik i bir hayatta bugün y ap tıkların ın hesabını v erm e ye ­
ceği ta vrıy la hareket etm e si dem ektir..

İşte insan zihn inin ahirete iman konusunda boş olm a sı halinde, in­
san gözünü v e gönlünü bütün a m ellerd e doyuracak h içb ir inanç yoktur.
A h ire te iman tıp kı, ze h ir yem ek ve ateşe el sokm aya benzer... Çünkü
zehir yiyen yahut e lin i ateşe sokan b ir kim se bunların sonucunu b ild iğ i
için onlardan sa kın ır.

İşte zulüm , yalan, hiyanet, gaddarlık, gıybet, zina ve diğ e r bunlara


benzer fiille rin bu hayatta tam olarak kötü n e tic e le ri görülm üyor, fakat
âhirette tam o larak bunların n e tic e le ri m eydana ge le ce ği için, ahirete
iman eden b ir kim se bu am ellerden sakınır.

A h ire t hayatına imandan başka, insanın gözünü ve gönlünü doyura­


cak; a m e lle rin e d is ip lin v e re ce k bir inanç ve dünya tasavvur edilem ez.

679
İSLÂM

K u r’an-ı Kerim bütün a ç ık lığ ıy la b e lirttiğ i âh iret hayatını inkârın ne­


tic e le ri ahlâk ve am el üzerinde görülür. A rtık insan, bu sorum suzluk iç in ­
de tam bir m ü fsit hayatına g ire r :

1 — O zaman insan kendini her hususta hür ve yap tıkları için so r­


guya çe kilm e z kabul eder. H ayatının bütünün n e tic e s iz olacağım sanır.
Dünyada sorum suz ve kon trolsuz b ir hayat yaşar. H ayatının te m elin i
zan üzere kurar :

«Ya sizi nncak boş yere yarattığımızı ve hakikaten bize döndürül-


meyeceğinizi mi sandınız?» (493)

«İnsan, kendisini başıboş bırakılacağını mı sanıyor.» (494)

«O kendisine kimsenin mutlaka güc getiremiyeceğini mi sanıyor?


Der ki: "Yığın yığın mal telef ettim.” O kendisini hiçbir (kişi)nin görme­
diğini mi sanıyor?» (495)
2 — Bu inançtan mahrum olan bir kim se, dünyanın zahiri şe y le rin e
gözünü ç e v irir. Zanneder ki dünyadaki bu sa th î am ellerin n e tice le ri ha­
kikat. Bu batıl düşünceden de bir tü rlü k e n d isin i kurtaram az :
«Onlar (bu) dünya hayatından (yalınız) bir dış (Taraf)ı bilirler. Ahi-
retten iseı onlar gafillerin ta kendileridir.» (496)

«(Öldükten sonra d irilip ) bize kavuşacağını ummayan, (ahirete inan­


m ayarak sadece) dünya hayatına razı olan ve onunla sükûn (ve istirahata)
düian kimselerle (varlığım ıza, b irliğ im ize ve kemal-i kudretim ize d e lâ le t
eden) bunca âyetlerimizden gafil olanlar (yok mu?) İşte onların irtikap et­
mekte oldukları (şirk ve m a’siy e tle r) yüzünden varacakları yer, ateş­
tir.» (437)

«Yok yok, siz çarçabuk geçen (bu dünyay)ı seversiniz.» (498)


«Halbuki âhiret hayatı daha süreklidir.» (499)
«Onları dünya hayatı aldatmıştı.» (500)
3 — Dünya hayatına aldanm ası ve her şe yin zah irine bakm ası n e ti­
ce sin d e manevi d e ğ erle ri te rs görür.

493 — M ü ’m in u n : 115
494 — K ıy a m e : 36
494 — B eled : 5-7
493 — Rûm : 7
497 — Y u n u s : 7-8
493 — K ıyam e : 20
499 — A ’la : 17
500 — A 'r a f : 51
680
FITRİ SORULAR

N e tic e le ri itib a riy le zararlı olan b ir takım fiille r i yakın sonuçlarına


bakarak iyi olarak d e ğ e rle n d irir. N ih aî so n u çları faydalı olan bir takım
fiille ri de yakın so nu çların a bakarak kötü olarak de ğ erle n d irir. Onun
için dünyevî çabaları doğru metod ve yollardan sapar. Sapık ve y an lış
yollarda saplanıp k a lır :

«Derken ziyneti (Depdebesi) içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya


hayatını arzu edenler: "Ne olurdu dediler, Karun’a verilen (Şu servet)
gibi bizim de (M alım ız) olsaydı. O, hakikaten büyük nas(ib sahibidir. Ken­
dilerine ilim verilenler de (Şöyle) dedi: "Yazıklar olsun size Allah’ın seva­
bı iman ve iyi amel eden kimseler için daha hayırlıdır. Buna da sabır
edenlerden başkası kavuşturulamaz.» (501)

«Biz, ahirete inanmayanların (kötü) amel ve hareketlerini kendileri


için süslemişiz de (kalbleri kör olarak) şaşırıp kalmaktadırlar.» (502)

«Onlar kendilerine imdad ettiğimiz mal ve evlat ile bizim hayırları*


na acele ettiğimizi mi sanıyorlar?. Hayır, onlar (işin) farkına varmıyor­
lar.» (503)

«Deki (yaptıkları) işler bakımından en çok ziyana uğrayanların ken­


dileri muhakkak iyi yapılanlar sanarak dünya hayatında sayı’ları boşa git­
miş olanlardır ki hiçbir ölçü tutmayacağız.» (504)

4 — A h ire t akidesinden mahrum olan bir kim se için hak dini ve


onun ahkam ını kabul etm esi mümkün d e ğ ild ir. Ona her ne zaman ah­
lâkı fazıla, am eli sa lih arz e d ilse ondan yüz çe v irir. H er ne zaman da
ona batıl itikatlar, y a n lış a m e lle r takdim e d ilse hemen onlara karşı m ey­
li artar. O nlardaki dünyevi m enfaat ve le zze tle ri elde etm ek için onla­
rın yoluna koyulur.

Dem ek ki â h ire t hayatını inkâr eden b ir k im se , ancak dünyevî men­


fa a tle re kendini kaptırır. Ve ondan katiyen ayrılm az. B öylece de âhiret
hayatının verd iği birçok fa idelerden mahrum kalır.

A lla h (C.C.) şöyle buyuruyor :

«Yeryüzünde haksızlıkla kibirlenenleri ayietlerimi idrakten çevirece­


ğim. Onlar her âyeti görseler ona inanmazlar, akl-ı selimin yolunu (doğru
yolu) görseler de onu bir yol edinmezler. (Fakat) azgınlığın yolunu gö-

501 — K a sa s : 79-80
502 — N em i : 4
503 — M ü ’m in u n 55-56
504 — K e h f : 103-105
681
ı SL ÂM

rürlerse (yol diye işte) onu edinirler! Bu, ayetlerimizi yalan saydıkların­
dan, onlardan gafil olmalarındandır. Halbuki ayetlerimizi ve ahirete ka­
vuşmayı yalan sayanların bütün işledikleri boşa gitmiştir. Onlar yapmak­
ta olduklarından başkasıyla mı cezalandırılacaklardı ya?» (505)

5 — A h ire t inancından mahrum olan lar bütün m anevî am ellerden


a y rılırla r :

«Sizin Tanrınız bir tek Tanrıdır. Ahirete inanmazların kalbleri (bunu)


inkâr edicidir. Onlar büyüksenen (kimseler)dir.» (506)

«Kendisi de, askerleri de o yerde haksız yere büyüklük tasladılar ve


hakikaten bize döndürülemeyeceklerini sandılar.» (507)

Bu tip bir insan, m u am e le siyle insanları ifsa t eder :

«Ölçekte ve tartıda hile yapanların vay haline! Ki onlar insanlardan


ölçekle aldıkları zaman (haklarını) tastamam alanlar, onlara (insanlara)
ölçekle, yahut tartı ile verdikleri zaman ise eksilenlerdir. Sahiden onlar
(öldükten sonra) diriltileceklerini sanmıyorlar mı, büyük bir günde.» (508)

Şü ph esiz ah ire t inancından mahrum o lan ların kalb le ri ta şla şır. Na­
zarları ibadet-i İlâhiyeden uzaklaşır. İnsanlar arasında yaptıkları her mua­
m ele riyaya dayanır ve m enfaati ön plâna a lırla r :

«Dini yalan sayanı gördün mü? İşte yetimi unf-ü şiddetle iten, yok­
sulu doyurmayı teşvik etmeyen odur. İşte (bu v a sıfla rla beraber) namaz
kılan (m unafık)ların vay haline ki, onlar namazlarından gafildirler. Onlar
riyakârların ta kendileridir. Zekâtı da menederler onlar.» (509)

Sözün kısa sı, insanın, Hakkın hududuna tecavüz etm esi, kötü fiille r i
işle m e si hep ah iret itika dın ın yokluğuna bağlıdır.

«Halbuki onu, haddi aşkın ve taşkın, günaha düşkün olan her kim­
seden başkası yakın saymaz.» (510)
A n la ş ılıy o r ki, ahiretinancından zihni mahrum olan kim seyi, maddî
hayatında ancak maddi e sa sla r üzerine hayat ikam e e ttiğ in i görm ekte­
yiz. Onun yalnız dünya hayatına bağlanm asının sebebi bu inançtan mah
rum o lm asına bağlıdır.
505 — A ra f : 146-147
506 — N alı] : 22
507 — K a sa s : 39
508 — T a tfif : 1-5
509 — M aun : 1-7
510 — T a tfif : 12
FITRİ SORULAR

B iz im , " a h i r e t i in k â r e d e n b ir a d a m ın , d in î h ü k ü m l e r i t a t b ik e , d in in
e m irle rin i y e rin e g e tirm e y e a s la im k â n ı yo ktu r," d iy e n k im s e y i re d d et­
m e m iz e im k â n y o k tu r .

Ş i m d i de bu in a n ç la i s l â m ı n g e rç e k le ş tirm e k is t e d i ğ i h u su s la rı gö­
r e l im : İs lâ m i n s a n ı a h lâ k v e s a l i h a m e l l e r e d a v e t e t t i ğ i n d e o n d a n bazı
m addî le z e tle rin i b ıra k m a s ın ı is te m e k m e c b u r iy e tin d e d ir . B ö y le c e in s a ­
nı, R a b b in e ib a d e t e , n e f i s t e z k i y e s i n e ç a ğ ır ıy o r .. . İn san a, d ü n y e v î e le m v e
m u s ib e tle ri görm eden y a ş a m a s ın ı ta v s iy e e d iy o r . İs lâ m bu in a n ç la , he­
lâl v e h a ra m , güzel v e ç i r k i n b i l u m u m d ü n y a n ın her s a h a s ın ı d e ğ e rle n ­
d i r m i ş o lu y o r . Bu in a n ç la , f e r t v e c e m i y e t i n h a y a t ın ı ta m o la r a k ; d ü n y a
m e n fa a tle rin d e n u z a k l a ş t ı r a r a k en g ü z e le k a y ıt l ı d ı r .

AHİRETİ DÜNYAYA TERCİH ETMEK

K u r'a n -ı K e rim herşeyden ö n c e ö z e l b ir ö n e m v e r e r e k bu d ü n y a n ın


g e ç i c i o ld u ğ u n u , a s ı l h a y a t ın bu d ü n y a h a y a tı o l m a d ı ğ ı n ı v e o n d a n s o n r a
daha m ü k e m m e l v e e b e d î b ir h a y a t ın g e l e c e ğ i n i , o h a y a t ın f a y d a l a r ın ı n
bu h a y a t ın f a y d a l a r ın d a n v e z a r a r la r ı n ın ‘d a bu d ü n y a n ın z a r a r la r ı n d a n
daha ço k ve ş id d e tli o ld u ğ u n u , i n s a n z ih n i n e nakşetm ek iç in ç a lış ır.
O n u n iç i n bu d ü n y a h a y a t ın ın d ış g ö r ü n ü ş le rin e a ld a n a n , le z ze t ve gü­
z e llik le rin e k a p ı l a r a k h ep o n la rın p e ş in d e n koşan k im s e a h ir e tır ı n im e t ,
le z ze t ve m e n fa a tle rin i kaybeder. Onun bu tic a r e ti, an ca k if l a s a m ah­
kum dur. Z a ra r v e iflâ s ı s a d e c e bu d ü n y a d a z a r a r v e if l â s e t m e k o ld u ­
ğunu kabul eden ve hep bunun iç in ç a l ı ş a n a h i r e t t e iflâ s ve zarara uğ­
ram ayı hakkeder. A s lın d a bu in s a n en b ü y ü k a h m a k l ığ ı iş le m e k te d ir.
O n u n bu hareketi a k ıl, ilim ve h ik m e tle k a t iy y e n bağdaşm az. K u ran ı
K e rim bu konuyu pek çok âyette e tra flıc a iz a h e tm iş tir. M is a l o la r a k
b irk a ç ın ı a ş a ğ ı y a a la lım :

«Bu dünya hayatı bir eğlenceden, bir oyundan başka (ş e y ) d e ğ i l d i r .


A h ire t yurduna ( g e lin c e ) , şüphe yok ki o, ( a s ıl) hayatın ta ken disidir.
Bunu b ilm iş olsalardı.» (511)

«Onlara de ki: "D ünyanın faydası pek azdır, A h ire t ise, sakınanlar
iç in elbette h a y ırlıd ır,” » (512)

«Ey iman edenler, ne oldu ki size: A lla h yolunda e lb irlik gazaya ç ı­


k ın " den ild iğ i z a m a n y e r e ( m ıh la n ıp ) a ğ ırla ştın ız? A h ire tte n (vaz g e ç i p

511 — A n k e b u t üi
5 1 — Nİ S H : iı

683
İ SLÂM

yalnız} dünya hayatına mı razı oldunuz? Fakat bu dünya hayatının faidesi


ahiretin yanında pek azdır.» (513}
«Belki siz dünya hayatını (ahiretten) üstün tutarsınız. Halbuki ahiret
daha hayırlı, daha süreklidir.» (514}
«Her can ölümü tadıcıdır. Ecirleriniz Kıyamet günü muhakkak gize
tastamam verilecektir. (O vakit} kim o ateşten uzaklaştırılıp cennete so­
kulursa, artık o, muhakkak muradına ermiş olur. (Bu} dünya hayatı al­
danma metaından başka (birşey} değildir.» (515}
«Artık siz de onu bırakıp dilediğinize tapın! De ki: Hakikat hüsrana
düşenler, kryamet günü kendilerini de, mensublarını da hüsrana uğratan­
lardır. Dikkat et ki bu, apaçık hüsranın ta kendisidir.» (516}
«Artık kim haddi aşarak küfretmiş, dünya hayatını tercih eylemişse,
işte muhakkak ki o alevli ateş (cehennem} onun varacağı yerin ta ken­
disidir. Amma, kim Rabbinin makamından korktu, nefsini hevâ (ve he­
vesimden alıkoyduysa, işte muhakkak ki cennet onun varacağı yerin ta
kendisidir.» (517}
«Kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma
güzel atlara, (deve, sığ ır, koyun, keçi gibi} hayvanlara; ekinlere olan ihti-'
raskârane sevgi insanlar için bezenip süslenmiştir. Bunlar, dünya hayatı­
nın (geçici) birer faidesidir. Allah (a gelince) nihayet dönüp varılacak ye­
rin bütün güzelliği O’nun nezdindedir. (Resûlüm ) de ki: "Size bunlardan
daha hayırlısını haber vereyim mi? Takvaya erenler için Rableri katında
altlarından ırmaklar akan cennetler -ki orada ebedî kalıcıdırlar- (her şe y ­
den) temizlenmiş zevceler, Allahtan da bir rıza vardır. Allah kullarını hak-
kıyle görücüdür.» (518)
«Bilin ki (ahiret kazancına yer verm eyen) dünya hayatı ancak bir
oyundur, bir eğlencedir, bir süstür, aranızda bir öğünüştür, mallarda ve
evlatlarda bir çoğalıştır. (Bunun) misali, bitirdiği nebât ekicilerin hoşuna
giden bir yağmur gibidir. (Fakat) sonra o nebât kurur da sen onu sapsarı
bir hale getirilmiş görürsün. Sonra da, o, bir çörçöp olur. Ahirette çetin
azap vardır. Allah’tan mağfiret ve rıza vardır. Dünya hayatından faide-
lenm ek) bir aldanış faidesinden başka (bir şey) değildir.» (519)

513 — T ev b e : 38
514 — A ’la : 16-17
515 — Â l-i İm ra n : 185
516 — Z ü m e r : 15
517 — N a z ia t : 37-41
518 — Âl-i İm ra n : 14-15
519 — H ad id : 20
68 4
FITRİ SORULAR

Bu ayet-i kerim e le rin b e lli bir uslûbla ifade e ttik le ri, ahireti dün­
yaya te rc ih etm ek ve ahirette ebedî saadete kavuşm ak için g e çici dün­
ya hayatının zevklerind en vazgeçm ektir. A h ire tte ebedî hüsrana uğra­
mak için dünyada zarar, m û sib et ve zorluk ih tim aline katlanm anın ge­
re k liliğ i anlatılm aktadır... Kur'an ve M uham m ed (S.A.V.) in risa le tin e
inanan, bir zorlanm a o lm a ksızın kendi iste ğ iy le İlâhî e m irle re boyun
eğer. A h ire t saadeti için gerekli olan şe y le re sa rılır. Dünyada faydalı
olsun veya zararlı olsun, buna bakm aksızın ah irette hüsrana sebep olan
şeylerd en de sakınır.

AMELLER İÇİN HESAP VE CEZA

K u r’an-ı K e rim ’in insan zihnine nakşetm ek isted iğ i ikin ci husus: İn­
san bu dünya hayatında her ne gâye ile her ne yaparsa yapsın mutlaka
bir kitapta te s c il e d ilm ekted ir. İnsan, küçük-büyük ne yaparsa yapsın
m utlaka bu kitaba geçer. K ıyam et günü Y üce A lla h ’ın âdil m ahkem esin­
de bu kitap insana arze d iie ce k ve dünya hayatında fiille riy le ilg ili her
şey ve her zerre aleyhine şehadet edecektir. Hatta insanın d ili, gözü,
e lle ri, ayakları ve diğer bütün uzuvları aleyhine şehadet ed e ce klerd ir.
Sonra am elleri teraziye konacak; haseneler bir kefeye ve s e y y ie le r öbür
kefeye... H asenelri ağır basan kurtuluş ve ebedî saadeti kazanacak, va­
racağı yer cennet olacaktır. İkinci kefesi ağır basan ise apaçık bir hüs­
rana uğrayacak ve varacağı yer cehennem o lacaktır. Bununla beraber
K u r’an-ı Kerîm kişin in o m ahkem eye yalnız başına çıkacağı ve dünyada
bir değer taşıyan şan, şöhret, soy, dost, oğul, mal ve makamın fayda
verm eyeceğini açıklıyor.

Bu konuda da Kuran-ı Kerim geniş izahlar yapm ış v e konuyu en be­


liğ ve en e tk ili bir şe k ild e anlatm ıştır. A şa ğıya bu konuyu izah eden
âyetlerden bir kısm ını aktarıyoruz :

a — A m e lle rin insana a rze d iliş şe k li :

«Sizden sözünü kim gizledi, kim onu açıkladı, gece (karanlığında)


gizlenen gündüz yoluna giden kimdir? (O nun ilm inde) birdir. O’nun ve
her insanın önünde arkasında kendisini Ailph’ın emriyle gözetliyecek ta­
kipçi (melek)ler vardır.» (520)
«Kitap (meydana) konmuştur. Görürsün ki günahkârlar onun içinde
(yazılı)olanlardan (m üthiş) korkudadırlar. "Eyvah bize, derler. Bu kitaba
520 — R a'd : 10-11

685
İSLÂM

ne olmuş, küçük büyük hiçbir şey bırakm ayıp sa y m ış". Onlar bütün işle
diklerini hazır bulmuşlardır. Rabbin h içb ir kim seye haksızlık etmez.» (521)
b — D e ri, organ v e i n s a n ın kendi k e n d is in e ş e h a d e t e t m e s i :

«O günde ki aleyhlerinde kendi dilleri, kendi ayakları, onların neler


yapıyor idiklerine şahidlik edecektir.» (522)
«Nihayet oraya geldikleri zaman onlar ne yapıyor idiyseler, kulakları,
gözleri, derileri kendilerinin aleyhinde şahidlik edeceklerdir. Derilerine
( ş ö y l e ) dediler ( d e r le r ) : "Bizim aleyhimize neye şaidlik ettiniz?” Onlar da
"Bizi, dediler (derler), her şeyi söyleten Allah söyletti. Sizi ilk defa O ya­
ratmıştır. Yine ancak ona döndürülüp götürülüyorsunuz. Siz, ne kulak­
larınız, ne gözleriniz, ne de derileriniz, kendi aleyhinize şahidlik eder di­
ye ( d ü ş ü n ü p ) sakınmadınız. Bilâkis yapmakta olduklarınızın birçoğunu
bilmez sandınız.» (523)
«Dünya hayatı onları aldattı da gerçek kâfir kimseler olduklarına,
kendileri de, kendi aleyhlerine şahid oldular.» (524)
iş t e A l l a h ’ın m a h k e m e s in d e her in san a ş a h id lik edecek ş a h id le r.
Acaba o m ahkem ede i n s a n ın du rum u ne o l a c a k t ı r ? Yüce A lla h buna
iş a re t e d e rk e n ş ö y le b uyuruyor :

«Andoisun, sizi ilk defa ( d o ğ u m u n u z d a ) yarattığımız gibi ( a h ir e t t e


de) yapayalnız teker teker ( ç ı r ı l ç ı p l a k ) huzurumuza gelmişsinizdir (gele -
c e k s i n i z d i r . ) » (525)

«Herkesin ( d ü n y a d a k i) amel (ve h a r e k e t l i n i kendi boynuna doladık.


Kıyamet günü onun için bir kitap çıkaracağız ki neşredilmiş olarak ken­
disine kavuşfup ş ö y l e çat)acak: Oku kitabını, bu gün sana karşı, iyi he­
sap görücü olarak kendi nefsin yeter.» ( 526 )

c — O m ahkem ede soy ve m a k a m ın h iç b ir fa y d a sı y ok tur :

«Ne hısımlarınız, ne evlatlarınız ( a h ir e t a z a b ın a karşı ) size asla fay­


da vermez. Kıyamet gününde ( A l l a h o n la r la ) aranızı ayıracaktır. Allah, ne
yaparsanız hakkıyle görendir.» (527)
521 — K e h i . 49
522 - N u r : 24
523 — F u s s ile t : 20-22
521 — E n ’a m i 30
52.5 — Enam 94
■52(1 is ra 13 ! '
527 - - M u m t i ' l ı ı r ı e ,
FITRİ SORULAR

«Zalimlerin ne müşfik bir yakını, ne de (şefaati) dinlenebilecek bir


aracısı yoktur.» (528)

«O günde ne mal fayda eder, ne de oğullar.» (529)

4 — O gün a m eller tartılacak, zerre a ğ ırlığ ın ca b ile o lsa insan onun


hesabını v e re c e k tir :

«Biz kıyamet gününe mahsus adalet terazileri koyacağız. Artık, hiç­


bir kimse ve hiçbir şeyle haksızlığa uğratılmayacaktır. (O şey) bir har­
dal tanesi kadar bile olsa onu getiririz. (M izana koyarız.) Hesapçılar ola­
rak da biz yeteriz.» (530)
Orada sevap ve ceza, ancak a m eller m ikta rın ca d ır :
«Bugün (dünyada) yapmış olduklarınızın karşılığı verilecek.» (531)
«Herkesin (hayır ve şer) yaptıkları şeylere göre dereceleri vardır.
Onlar (kâfirler) ne yaparlarsa Rabbin onlardan gafil değildir.» (532)
A h ire tin m ahkem e işle ri işte böyle d i r . Kur an, onun korkusunu her
insana aşılam ak istiyo r. Orada m ahkem eyi yürütenler, bu dünyada mah­
kem e yürüten ler gibi âciz d e ğ ild ir ki, herhangi b ir şe k ild e a ld a tıla b ilsin .
Oradaki mahkem e, buradaki m ahkem e gibi d e lil y e te rs izliğ in d e n dolayı
caniyi se rb e st bırakm az. Oradan yalan şa h id le rle kurtuluş da yoktur...

AHİRETE İMANIN FAYDASI


İslâm, ah iret inancından işte böyle ş e r ’î nizam ını koruma gücünü
elde ediyor. Bu inançta sa lih am ellere te ş v ik ederken bir yandan akla
hitap e d iliy o r ve insan te şv ik e d iliyo r. D iğer yandan da kötü am ellerin
sonuçlarından dolayı da insan te h d it e d iliyo r. İslâm kendi nizam ını ko­
rurken m addî kuvvete ve hakim güce ih tiya ç duym aksızın işte bu ş e k il­
de h a lle d iyo r pro b lem leri. A h ire te inanç v a sıta s ıy la her insanın kalbini
canlandırıyo r. Onu iyi a m eller peşind e sürüklüyor ve kötü am ellerden
de sakın dırıyo r.
Kur'an-a bak! Bu akid eyle iyi am ellere davet e ttiğ in i ve kötü am el­
lerden de sa kın d ırd ığ ın ı ne de çok görürsün!... M e se lâ A lla h ’tan s a k ı­
n ı n ” dendikten h e m e n sonra ş ö y l e b u y u r u y o r :

528 — M ü ’m in : 18
529 — Ş u a r a : 88
530 — E nbiya : 47
531 — C asiye : 28
532 - E nam ; 132
İ SLÂM

«... ve bilin ki mutlaka siz O'na kavuşacaksınız.» (533)


K u ra n , A lla h yolunda savaşm ayı te şv ik ediyor. Bunu yaparken de
öldü rü ld ü kleri takd irde (aslında) ö lm e d ik le rin i; ebedî hayata kavuşacak­
larını sö ylüyo r :

«Allah yolunda öldürülmüş olanlar için "ölüler” demeyin. Bilakis on­


lar diridirler. Fakat siz iyice anlamazsınız.» (534)
M üsb et ve zorluklara karşı sa b n te lkin ediyor. Sabredenlere A lla h ’
ın rahm etinin bol olduğunu b ild iriy o r. B öylece de onlara ce sa re t ve ş e ­
ca at v e riy o r :

«(Ahirette) mutlaka Allah’a kavuşacaklarını bilenler (ve itaatle ır­


mağı geçenler) ise "Nice az bir cemiyyet, daha çok bir cemiyete Allah’ın
izniyle galebe etmiştir. Allah sabır (ve sebat) edenlerle beraberdir” der­
ler.» (535)
Z orlu klara katlanm ayı ve ne kadar büyük o lursa olsun karşı koyma
üzere m üm inleri ye tiştiriy o r: «De ki: "Cehennem ateşi daha sıcaktır.”»
(536)
Şöyle buyurarak da âhîrete iman edenleri hayır yolunda infak et­
meye te şv ik ediyo r :

«Allah yolunda harcayacağınızın mükâfatı size fazlasıyla ödenecek­


tir.» (537)
O nları c im rilik te n sakındırıyo r:

«Allah fazlından kendilerine verdiğini (sarf-ı intakta) cimrilik eden­


ler zinhar bunun, kendileri için bir hayır olduğunu sanmasınlar.» (538)
Y in e âh iret inancıyla, g e ç ic i faydalardan olan faizden e lle rin i ç e k ­
m e lerini istiyo r :

«öyle bir günden sakının ki (hepiniz) o gün Allah’a döndürüleceksi­


niz. Sonra herkese kazandığı tastamam veriiecek, onlara haksızlık edil­
meyecektir.» (539)
533 — B a k a ra : 223
534 — B a k a ra : 154
535 — B a k a ra : 248
536 — Tevbe : 8
537 — B a k a ra : 272
538 — Â l- i İm ra n : 180
539 — B a k a ra : 281

688
FITRİ SORULAR

Dünya metaına karşı müstağni olmalarını vs kâfirlerin elindeki dün­


yevî nimetlere göz dikip kıskanmamalarını müminlere teikin ediyor :
«(Allah’ı ve Peygarrtber’i) ta n ım a y a n la rın (refah içinde) d iy a r d iy a r
d ö n ü p d o la ş m a s ı z in h â r s e n i a ld a tm a s ın . A zıcık b ir fa id e d ir (o). S o n u n ­
d a v a rıp sığ ın a c a k la rı y e r c e h e n n e m d ir. O , n e k ö tü y a ta k tır!» (540)

Nihayeti cennet veya cehennem olan ahiret günü işte arzettiğimiz


şekildedir. Cennete giden yol, İSLÂMDIR. Islâm ise, nefsi hevâ ve he­
vesten alıkoymaktır. Hevâ ve hevese uymak da, cehenneme giden yoldur.
« F a k a t h e r kim d e R ab b in in m a k a m ın d a n k o rk m u ş v e n e fs i şe h o -
v a tta n a lık o y m u ş s a , m u h ak k ak c e n n e t o n u n v a ra c a ğ ı y e rd ir.» (541)

Ebu Hüreyreden Resûiüllah (S.A.V.) in şöyle buyurduğu rivayet


edilir :
« C e h e n n e m ş e h v e tle r le , c e n n e t d e n e f s e a ğ ır g e le n ş e y le r le s a r ıl­
m ış tır.» (542)

Cehenneme giden yol nefse hoş geljr: Kadın erkek karışımı, sınır­
sız açık, saçıkiık, zina ve livata, içki, hırsızlık ve soygun, aldatma, gö­
revleri yerine getirmeme, sorumsuzluk ve hiçbir şeye değer vermeme,
Allah v e Resûlüne düşmanlık, şehvet ve bâtıl üzere bir araya gelme,
Allah’a ibadetten kaçınma, madde ve zahirî şeylere sarılma, zulüm ve
zulüm üzere yardımlaşma... Kısacası, nefsin dilediğini yapması ve dile­
mediğini yapmaması... Neticesi ne olursa olsun... « S o n ra, bu peygam­
b e r le s a lih k im s e le rin a rk a la rın d a n (kötü) b ir n e s il g eld i ki, namazı te r
k e ttile r , ş e h v e tle r in e u y d u la r; b u n la r d a c e h e n n e m d e k i «Gayya» vadisi­
ni b o y la y a c a k la rd ır.» (543) «K âfir o la n la ra , a t e ş e a rz e d lle c e k ie ri gün
ş ö y le d e n ir: "S iz, d ü n y a h a y a tın d a b ü tü n z e v k lerin izi y a şa y ıp bitirdiniz
v e b u n la r la s a f a s ü rd ü n ü z . A rtık b u g ü n h a k a re t a z a b ıy la cezalanacaksı­
n ız. Ç ü n k ü y e ry ü z ü n d e h a k s ız y e r e k ib ir ta slıy o rd u n u z , b ir d e dinden
ç ık ıy o rd u n u z (fasıklık ediyordunuz)”» (544)

Cennete giden yol ise, nefse ağır gelir: Zikir ve fikir; Tevhid ve hiz­
met; tevekkül, havf ve recâ; abdest alma, namaz kılma, oruç tutma ve
zekât verme; hac ve örtünme; tenha yerlerde mahrem olmayan kadın
ve erkeklerin bir arada bulunmaları; ne içki, ne kadın -Allah'ın hela! k:I-
540 — Â l- i İm ra n : 180
541 — N a z ia t : 40-41
542 — B u h a r i , M ü s li m
543 — M e ry e m : 59
544 — A hkaf : 26
689
İ SLÂM

d ığ ı hariç-; n e fsi b e lli ahlâk üzere eğitm e; cihad, ilim ve am el; b a tıl eh­
liy le m ücadele; n e fsin hoşuna giden bazı şe y le rd e n sa kın m a ve bütün
bunlar üzerinde sabır; te k k e lim e yle , ne kadar zo r o lu rsa olsun n e fs i
A lla h ’ın e m irle rin e ilzam e tm ektir. H akikatte zo rlu k da yoktur; h iç b ir
kim se ye gücünün yetm e d iğ i y ü k le n m e m iştir: "Allah bir kimseye, ancak
gücü yettiği kadar teklif e d e r.”
«Yoksa, Allah içinizden mücadeıe eaenlerle sabredenleri hiç belli
etmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız?» (545)
Ey insan! A lla h , A lla h 'tır. Kendi n e fsin e de baksan A lla h ’ ın v a rlığ ın ı
an larsın . O'nun R e s u lle ri, te b liğ a tın ı sana ile ttile r; se n i korkuttular ve
m ü jd e le d ile r s ö y le d ik le rin i isb atlam ak için de d e lille r ge tird ile r...

Bütün bu anlattıklarımızdan sonra :


Bu a n la ttık la rım ız İslâm ın m ü e y y id e le rid ir :

A lla h ’ın e m irle rin e m u halefet eden iç in dünya ve ah ire tte iş le d ik le ­


ri günahın azabı ve Rabbin c e z a s ıd ır bunlar...

İslâm a g irip A lla h ’ın e m irle rin e itaat eden için de dünya ve ahirette
hoş b ir hayat ve devam lı bir n im e ttir bunlar...

«De ki: "Kur’an Rabbinizden gelen bir haktır. Artık dileyen iman e t­
sin, dileyen kâfir olsun. Çünkü biz, zalimler için öyle bir ateş hazırla­
dık ki, onun kalın duvarları kendilerini kuşatmaktadır. Onlar, susuzluk­
tan imdat istedikçe, erimiş maden tortusu gibi kaynak su ile imdat edi­
lirler ki, o, yüzleri kavurur. O ne fena içkidir ve o ateş de ne kötü ko­
nuklama yeridir.» (546)
«Erkekten ve dişiden, mümin olduğu halde, kim iyi amel işlerse,
muhakkak onu güzel bir hayat ile yaşatacağız ve işletmekte oldukları
amellerin daha güzeli ile mükâfatlarını elbette vereceğiz.» (547)
B ö ylece bu kitap la " İ S L Â M ” kitab ın ın dördüncüsü ve bu konuyla da
dördüncü kitap son buldu.

Y in e , Üç Tem el -A LLA H , RESÛL, İSÂM - konularını ihtiva eden etüd-


le rim iz de sona e rm iş oldu.

Allah’tan kabulunu d ile riz.

545— Â l-i İ m r a n : 142


546 — K e h f : 29
547 — N a h l : 97

690
İÇİNDEKİLER
(BİRİNCİ KİTAP)

M U K A D D İ M E ... ...................................... ............................................ 5


İSLA M ........................................................... - .................................... 17

R Ü K Ü N L E R
BİRİNCİ B Ö L Ü M .................................................................... ... ......... 23
B irin ci Rükün (ŞEH AD ET) ...................................... 25
Şehadetin mana ve te s irle ri ..................................................... 40
İslâm m edeniyetin k e n d isid ir ... ................................................ 56
İslâm düşüncesi ve kültü r ...............' ....................................... 68
Şehadet davasını bozan durum lar ......... ............. ............... 83
İkinci Rükün (N A M A Z ) ......................................................................... 107
Namaza genel bakış .................................................. 108
H ad isle rle namaz ..........................................................................
/
113
H a d isle rle nam az.............................................................................. 113
Üçüncü Rükün ( Z E K Â T ................ ...................................... ............ ... 115
Zekâta genel bakış .................... ................. . ........... .............. 115
Zekât beytülm alı (BÜTÇESİ) .......................................
Zekâtla ilg ili nasslardan se ç m e le r .............................................. 154
Dördüncü Rükün (O R U Ç) ..........................................
Oruca genel b a k ış ............................................................... 15
, Kutuplarda O ruç ve namaz (F. G ü len hoca e f e n d i) ................. 161
O ru çla ilg ili hadislerden se çm e le r .............................................. 170

B eşin ci Rükün ( H A C ) ............................................................................... 173


Hacca genel bakış ....................................................
M U K A D D İM E (İslâm o lm a y ın c a ) ............................................................ 178
İslam olm ayın ca .......................................................................... 178
D İ N ....................................................................................
A K IL .................................................................................................. 181
C A N ......................................................, ... ................................. 182
M A L .............................................................................. i,................. 183
İKİNCİ B Ö LÜ M :
İnsan ya m üslüm andır veya k â f ir d ir .......................................... 185
İnsan (ERKEK • KAD IN ) .................................................................. 197
N ihaî hedefinde m üslüm an fa rk lıd ır ... '.................................... 213
Ö z g ü r lü k ........................................................................................... 241
K a rd e şlik ve e ş i t l i k .........................................................
N e tic e o la r a k .................................................................................. 242
İslâm ahlâkı insanı her yönden kem âle e rd irir ..................... 243
M ü slü m a n ın sö z v e rm e s i ............................................................. 229
G u y b e t ............. ................................................................................ 231
G üzel sa n a tla r .............................................................................. 233
M illiy e t ç ilik ’ vata n se v e rlik, ırk ç ılık , k a b ile c ilik ...................... 237
İnsanın ü zerind eki h a k la r ............................................................. 249
A lla h h a k k ı...................................................................................... 250
A n a - baba hakkı ............................................................... ........... 251
Karı - koca h a k k ı ........................................................................... 252
A k ra b a hakkı .......................... ...................................................... 252
Kom şu h a k k ı................................................................................... 255
İş h a k k ı............................................................................................ 255
M ü slü m a n la rın hakkı .................................................................... 256
M ü slü m a n o lm ayanların hakları ............................................... 259
D e vle tin h a k k ı................................................................................ 260
Ü Ç Ü N C Ü B Ö LÜ M
M U K A D D İM E (H ayatın um um i niza m la rı) ......................................... 275
Ü m m et .......................................................................................... 278
H İ L Â F E T ........................................................................................... 298
H ilâ fe tin m a n a s ı............................................................................. 307
H a life liğ i hakim kılm a z f a z d ı r .................................................... 309
H a life liğ in farz oluşunun kaynağı .............................................. 309
İmamda bulunm ası g e re kli olan şa rtla r ................................. 311
İm am lık için katip e d ile c e k ş e r'i yol ....................................... 315
H ilâ fe tin m ü d d e t i.......................................................................... 320
H a life n in a zle d ilm e si ................................................................... 321
H a life n in adaletten a y rılm a sı ............... .................................. 321
İmam veya h a life n in s e ç i m i ........................................................ 323
İdareci olm ayı is t e m e k ................................................................ 324
İmamın hakları ............................................. .................................. 326
V a t a n ................................................................................................ 327

(İKİNCİ KİTAP)

U M U M İ S İ S T E M L E R
taT İSA D İ S 'İ S T E M ..................................................................................... 339
İsiâm da m ü lk iy e t nizam ı ....... ...................................................... 341
M ü lk edinm e için m ahzurlu ve m eşru olm ayan y o lla r ......... 343
M ü lk edinm e için m eşru y o lla r ............................................... 356
M ü lk edinm ede genel ve özel haklar ...................................... 359
M e şru m aldaki ta sa rru f h ü rriye tin i sın ırla y a n kayıt ve şa rtla r 364
M ü lk iy e tin el d e ğ iştirm e si ........................................................... 370
M ü lk edinm e nizam ının ö z e llik le ri .......................................... 376
İktisada dayanan İçtim aî pro b lem lerin çözüm ü ..................... 377
Z ekâ t m ü e sse se le ri ........ ......................................................... 378
M u tla k ve m ukayyet sadakalarla k effare tle r m ü e sse se si ... 378
V a k ıf m ü e s s e s e s i.......................................................................... 379
N afakalar m ü e s s e s e s i.................................................................. 380
G a n im e tle rd e beşte b ir m ü e sse se si .................... ............... 381
R ik â z ................................................................................................ 385
Daru'l-İslâm da bulunan herkese b e ytu ’l-m alın kefaleti ........... 388

M Ü S L Ü M A N DEVLETİN GELİR VE GİDERLERİ .................... ......... 388

BEYTÜ 'L-M ALIN GELİRLERİ ................................................................... 389


1 — Haraç .................................................................................... 389
H araciye ara zisin in hükmü ............................................. 395
2 — Ö ş ü rle r (güm rükler) ........................................................ 398
3 — A m m e m ü lkiye tin de bulunan yerle rin toprak altı ve
toprak üstü g e lirle ri ...........••................................. ............ 400
4 — M ir a s ç ıs ı bulunm ayan te rik e ile sah ib i bulunmayan
m a lla r .................................................................................... 401
5 — M e şru m ü s a d e r e le r ............................................................ 401
6— C i z y e ..................................................................................... 402
7 — İhtiyaç zam anlarında vergi t a y in i..................................... 407
8 — M üslüm an d e vletin genel hakları ........................ 409
9 — F e y ’ ........................................................................................ 410
10 — M a li c e z a la r ........................................................................ 412

H azine g id e r le r i....................................................................................... 413


1 — M em u r m aaşları ve halkın kefaleti .............................. 413
2 — Ü m m etin ih tiya ç duyduğu kamu h iz m e t le r i.................... 414
3 — G eri kalanını e ş it bir şe k ild e dağıtm ak .......................... 415

İktisat nizam ının g e rç e k le ş tirm e si gereken bazıh e d e f le r ................. 417


1 — Kendi kendini y e te rli bir ik tisa t ..................................... 417
2 — Büyüm e ve im ar ik tisa d i ................................................. 418
3 — Tem el ih tiya çla rı karşılayan bir ik tisa t ..................... 419
4 — Ü m m etin ih tiy a çla rın ı karşılayan bir ik t is a t ................... 420
5 — S a va şçı bir i k t is a t .............................................................. 421
6 — A d a le tli b ir ik tis a t ............................................................. 422
EĞİTİM - ÖĞ RETİM VE BASIN SİYASETİ ..................................... .. 423
İslâm m edeniyeti ve öğretim siy a se ti ... .............................. 423
M üslüm anın şa h siye t ve yeteneğinin harekete g e tirilm e si
ve öğretim siste m i ................ 435
İslâmda ilim , so rum luluk ve öğretim siste m i ....................... 439
İnsan {ERKEK - KADİN) ve öğretim , ............. .............................. 444
İslâm nizam ında yayın organları ................................ .............. 447
A SK ER İ S İ Y A S E T ..................................... ' ............................................ 449
Silah ................................................................................................. 449
U z m a n ................................................................... 451
A sk e ri gücü kullanm anın y o l u .................................................. 452
Düşm anı tanım a ve karşı t e d b ir .................................................. 461
İS L Â M D A C E Z A H U K U K U .................................................................. 461
Suç ve cezaya genel b a k ış ........................................................... 461
İslâmda ceza hukukunun m aksat ve gâyeleri ......................... 464
İslâm nizam ında su ç ve cezanın t e m e lle r i................................. 466
İslâıtı ceza hukukunda tem el kaid eler ...................................... 470
B irin c i Kaide :
H er fe rt m ahkem e ile suçluluğu sa b it oluncaya kadar suçsuzdur 471
İkinci Kaide :
Hüküm olmadan suç ve ceza yoktur ....................................... 473
Üçüncü Kaide :
Ceza hukukunda hükmün önceki su çları kapsam ası ................. 475
Dördüncü kaide :
İslâm yurdunda ikam et edenlerin hepsi kanun karşısınd a e ş ittir 476
1 — İdare edenlerle e d ile n le r arasında e ş i t l i k ............... 477
2 — Yabancı d evlet başkanları ........................................... 479
3 — K ord ip lom atlar ............................................................. 479
4 — T e şriî kurul üyeleri ..................... 486
5 — Z en g in le r ve f a k ir le r .................................... 481
6 — S e ç k in le r ......................................................................... 482
B e şin ci K aid e :
İdareciler ta zir cezaları dışınd a özel yahut genel af verm ezler 483
SUÇ :
Suçun ç e ş itle ri ............................................................................. 484
Suçun u n s u r la r ı............................................................................... 485
M eşru müdafaa ....................................................... 487
Te’d i p .................................................................................. 490
Tedavi etm e .................................................................................... 491
Y a rış o y u n la r ı........................................................ 492
Kanı heder e d ilm iş o la n la r ..................................................... ••• 493
İd arecilerin hak ve g ö re vle ri ........................................................ 496
Suçun m addi rüknü ......................................................................... 498
Suçun m anevî unsuru ...................................................................... 500
C in a i m e su liy e tin te m e lle ri ......................................... ••• 501
Bilm em e, hata ve unutm anın c in a î m e su liy e t üzerinde e tk ile ri 502
Ceza ve aşağ ıd a ki m e s le le r ............................................... 504
1 — Zorlam a ........................................................ - ............... 504
2 — S a r h o ş lu k ......................................................................... 507
3 — D e lilik ...................................... 508
4 — Y a şça küçük olm ak .............. ...................................... 510
CEZA :
C ezan ın k ısım la rı ............................... 511
İslâm hukukunda ceza ç e ş itle ri ..................................................... 512
Had su çla rı iç in e m re d ile n c e z a la r ............................................. 513
Zinanın c e za sı ................................................................................. 513
Zinanın c e z a s ı.................................................................................. 515
İftiranın ce zası ................................................................................. 515
Şarap içm enin ce zası ............. 516
H ırs ız lığ ın ce zası ............................................................................. 516
E şk iy a lığ ın ce zası ................................................................. *......... 517
irtid ad ın c e z a s ı................................................................................. 518
İsyan ve ih tilâ l yapm anın ce zası ................................................. 518
K ıs a s v e d iy e t su ç la rı iç in k a ra rla ştırıla n ce za la r .................... 518
1 — K ıs a s ............................. .'............................................... 519
2 — D i y e t ................................................................................ 521
3 — A k i l e ................................................................................ 522
4 — K e ffa ie t ........................................................................... 525
5 — M ira sta n mahrum etm e ............................................... 525
6 — V a siy e tte n mahrum e t m e ............................................... 526
Tazir için te s b it e dilen c e z a la r ...................................................... 526
Tazirin ç e ş itle ri ............................... 527
V e rile n cezaların yerin e g e tirilm e si ............................................ 533
M ÜSLÜM AN DEVLETİN İC R A O RGANLARI ..................................... 539
İS L Â M iN M Ü EYYİD ELER İ ..................................................................... 541

BİRİNCİ KISIM

FITRİ M Ü E YY İD E LE R :
Z in a ...................
543
İçki i ç m e k .........
544
K u m a r .................
545
Domuz eti yem ek ... -............................................... 5*6
K ad ının evinden dışarı çık m a sı ................................ - — 547
R üşvet ........................................................................ *43
iy iliğ i emir,, kötülükten sakındırm a ve cihadı te rk e t-e * 549
M üzik ve ahlâk bozucu ş a r k ı........................................................ 550
Kanunların uygulanışında taraf tutm ak ..................... 552
İlim de i f r a t .................................................................... .......... 552

İKİNCİ KISIM

R A B B A N İ M Ü EYYİD ELER :
Dünyada Rabbanî m ü eyyideler ................................................ — 571
Cezalardan ö r n e k le r ................................................................. — 572
A ç ık la m a la r ...................................................................................... 579
CEN N ET VE C E H E N N E M ...................................................................... 534
Bedüz zamandan haşir ve ahiret hayatı .................................... 554
A h ire t gününe iman ............................................ ......................... 554
F ıtrî s o r u la r ..................................................................................... 555
A h ire tin inkârı ..................................................... ........................ 555
A h ire ti inkâr etm enin ahlâk üzerinde e tk ile ri ........................... 657
Ruhların tenasühü inancı ............................................................ 659
A k lî tenkid te ra zisin d e tanasüh a k id e s i..................................... 660
Tanasüh akid e sin in m edenî hayata te s iri ................................. 662
A h ire t hayatına im a n .................................................................... 663
A k lî araştırm alarda doğru yol .................................................... 663
K â firle rin ah iret hayatına itira zla rı ........................................... ' 664
K u r’an-ı K erim in isbat metodu ..................................................... 665
A h ire t hayatının mümkün oluşu .......................................................... 666
Kâinatın nizam ı b ir gâyeye bağlıdır ............................... ........ 669
 le m in nizam ı bir hikm ete ba ğ lıd ır ............................................ 672
K u r’an-ı K e rim e göre alem nizam ının varacağı nokta ......... 674
 h ire t hayatının n iz a m ı.................................................... - ......... 675
İnsanın âhirete imana olan ihtiyacı ............................ .............. 678
 h ire ti dünyaya te rcih etm ek ................................................... 683
A m e lle r için hesap ve ceza ...................................................... 685
 h ire te im anın faydası ............................................................... 687
İÇİNDEKİLER ............................................... ..................... 690 — 696

(S O N )

İKBAL Y A YIN LA R I
İSLÂM Î K A Y N A K L A R IN D A N BİLMENİN
ZARURETİNİ K A B U L EDER

You might also like