Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 44

1933'te neler oldu

QJ
1 s:

ÇEVIREN: TURHAN ILGAZ

DERSPlEGEL'lN liElDEGGER'LE TARlHl SÖYLEŞiSi

- -- -
PROFESÖR HEIDEGGE.R,
1933'TE NELER OLDU?

Martiri Heidegger; 1889'da Baden'de dünyaya geldi. Hus­


serl'in öğrencisidir. 1916 yılında Frı::iburg Üniversitesi'nde
felsefe profesörü olan Heidegger temel yapıb "Varlık ve Za­
man"ı (Sein und .Ztit) 1927'de yayınladı, bunu 1928 yılında­
ki "IGınt und das Problem der Metaphysik" (Kant ve Metafi­
zik Sorunu), 1930'da "Was ist Metaphysik?" (Metafizik Ne­
dir?) izledi. "Varolu§ÇUiuk" diye ad[andınlan felsefe akımı­
nın en büyük düşüniilierinden olarak anılmasına kar§ın,
Heidegger, üzerinde durduğu sorunun "varolu§" değil,
"varlık" (Etre) olduğuna işaret ederek, "varolu�u· tanımını
reddeder. Onun Dosein diye adlandırdığı "insan varolu�u­
nun varlığı", temelde bir varlık-edimi'dir. Bu varlık içkin ve
durağan bir "öz" değil bir olabilirlik, bir devinim, güncel
varlığı a�bilme yetisidir. Bu yeti iledir ki Dasein, yarattığı
ili§kiler ağıyla çevresinde bir "dünya" olu!jturur. Dasein ve
Dünya ·bir ve aynı varoluş formunun iki yüzü gibidir: dün­
ya-içindeki-varlık. Ve bu dünya, in�an gerçekliğine kataldığı
ölçüde öteki Dasein'ları da, yani Başkasını da içerir. Her bi­
rey kendi öz bilincinde, başkası-ile-ilişkide olan-varlzk'tu. Do­
layısıyla insan kendi dünyasının anlamlandınlmasından
ve, sürekli bir proje olan, kendi varlığından sorumludur.
Heidegger 1976'da öldü.
..

PROFESOR HEIDEGGER,
1933'TE NELER OLDU?
Der Spiegel'in Heidegger'le
Tarihi Söyle�isi

ÇEVİREN:
TURHAN ILGAZ

om o
Cogito- 21
ISBN 975-363-247-9

Profesör Heidegger, 1933'te Neler Oldu?


Çeviren: Twhan D gaz

©Yapı Kredi Yayınlan Ltd. Şti., 1993


Türkçe çevirinin tüm yayın haklan saklıdır.
Taruhm için yapılacak kısa alinblar dı§ında
yayıncının yai:ılı izni olmaksızın
hiçbir yolla çoğaltılamaz.
1. Baskı Istanbul, Aralık 1993

İstiklal Caddesi; No: 285-Z87 Kat: 5 B Blok


Beyoğlu 80050 Istanbul
Telefon: (212) 293 08 24 Faks: (212) 293 07 23

Kapak Düzeni: Mehmet Ulusel


Ofset Hazırlık: Nahide Dikel
Dü.zelti: Selahattin Özpalabıyıklar
Baskı: Şefik Matbaası
• • • •

onsoz
Yirminci yüzyıl felsefesini derinden etkilemlıj olan Alman
dü§ünürü Martin Heidegger (1889-1976), felsefece görü�leri­
nin siyasal açılımları bakımından bugün de ciddi eleştirllerin
hedefi durumundadır. Filozofun, Almanya'da N azilerin ikti­
dara gelmesinden hemen sonra, 1933'te Freiburg Üniversite­
si rektörlüğünü -kısa bir süre için de olsa- üstlenıni§ olması,
bu eleştirileri "i�birlikçilik" suçlamalanna kadar vardınnıştır.
Bu kitabı olu§turan uzun söyleşi, Heidegger'in ölümün­
den birkaç gün sonra, 31 Mayıs 1976 tarihinde Alman Der
Spiegel dergisinde yayınlanmıştır. Dergi, söyle§i konusunda
şu açıklamalarda bulunuyordu:
"Heidegger 1%6 Martında Spiegel'e gönderdiği bir okur
mektubunda, Üçüncü Reich yıllanndaki tutumuna ilişkin bir
takım söylenti ve sözde enformasyonlann yayınından duy­
duğu tepkiyi dile getiriyordu. Bu okur mektubu, aynı za­
manda Heidegger'in kendisine yöneltilen suçlamalara yanıt
vermeye hazır olduğunun işaretlerini de taşımaktaydı. 1966
Eylül'ünde Rudolf Augstein ve Georg Wolff rı Heidegger1e,
konunun, doğruyu söylemek gerekirse, çabucak 1933 yılının
dışına taştığı bir mülakat gerçekleştirdiler. Filozofun kesin
talimatıyla, bu mülakat ancak ölümünd�n sonra yayınlana­
caktı..."
Gerçekten de, ilerki sayfalarda görüleceği gibi, kitap, ya­
yınevi olarak öngördüğümüz başlığa kar§ın, Heidegger'in
Nasyonal-sosyalizmle ilişkilerini doğrulama çabasının öte­
sinde, çağda§ dünyada felsefeye, işlevine ya da i§levsizle§­
mesine bakı§ını yansıtmakta, çağınuzın bu büyük düşünüro­
rı Der Spiegefin yayınası ve yazı i§leri scınıınluJanndan biri.
8 Hcidcgger'Je Söyleşi

nün teknoloji toplumunun bugünü ve geleceği konusundaki


önemli değerlendirmelerini içermektedir.
Tekniğin ilerlemesine koşut olarak insanoğlunun eski
köklerini yitirmesi ve bunlara "ikame" bulma çabası içinde ne
türgüçlüklerle karşlaşbğı, günümüz dünyasında felsefenin
olası etkileri, toplum içersinde yaşamaktan kaynaklanan si­
yasal bireysel sorumluluk, varolan dü�nsel ve teknik ·koşul­
lar albnda ya�bilir bir. geleceğin nasıl kurulabileceği gibi
konular, söyleşinin asıl temalanru oluşturuyor .
. Yüzyılı.mızın en ilginç tanıkliklanndan birini belgeleyen
söyleşi, bu nitelikleriyle hem bugün, hem de gelecekte, insa­
nın konumuyla ilgilenen herkes için kalıcı
bir dü§ünme ara­
cına dönüıjüyor. Okurların, YKY 'Cogito' dizisinden ç ıkan,
Deleuıe-Guattari'nin "Felsefe Nedir" başlıklı kitabının "Geo­
felsefe" bölümüne ba§vurmaları durumunda, Heidegger'in
bu söyle�ide de dile getirdiği görüşleriyle, çok temel, çok
esaslı bir hesapla§Dlayla kar!jıla�caklannı da ek.lemeliyiz...
söyleşi
SPiEGEL: Sayın Profesör Heidegger, hayatınızdaki bazı olay­
ların, çok uzun sürmemekle beraber, asla tam olarak aydınlıga ka­
vuşmamış oldukları için felsefece yapıtınızı da bir lilçüde gölgeleye­
'
geldigin i öteden beri gözlüyoruz.

HEİDEGGER: 1 933'ten mi söz ediy orsunuz?

S: Evetiöncesinden ve de sonrasından. Bunu daha gmiş bir


bağlamda yerli yerine oturtmak ve, oradan yola çıkarak, çok önemli
görün en bazı sorulara geçmek istiyoruz. Ö rneği n; felsefoden kalka­
rak gerçek üzerinde etkimenin, siyasal gerçek de dahi l olmak ii.zere,
ne tür olabilirlikleri vardır?

H: Bunlar gerçekten de önemli sorular, bi lemiyoru m


hepsini yanıtiayabilecek miyim... Ama ilkin, rektörlüğüm­
den önce, hiçbir türden siyasal faaliyetimin olmad ı ğın ı söy­
lemeliyim. 1932;.1933 kış yanyılında izindeydim ve, zamanı­
rnın çoğunu, yukandaki kulübemdegeçiriyordum.

S: Bu durumda Freiburg Üniversitesi rektörlUjüne nasıl seçi­


lebildiniz?

H: 1932 Arahk'ında, komşum olan, anatom.i kürsüsü baş­


kanı von Möllendorf rektör seçildi. Bizim üniversitemizde,
yeni rektörüngöreve başlama tarihi 15 Nisan'dır. 1932-1933
kış yanyılı boyunca, birlikte sık sık siyasal gelişmelerden ko­
nuştuk, ama özellikle üniversitelerin durumundan, öğrenci­
lerin bazı yönler den çıkışı bulunmayan durumlanndan·söz
12 Heidegger'le Söyle�i

ettik. Benim görüşÜm �uydu: gelişmeleri değerlendirebildi.;


ğim ölçüde, artık tek bir olabilirlik vardı; ya�mlanru hala
sürdürebilmekle olan yapıcı güçlerin yardımıyla, belinneye
başlayan geli�imi dizginlemeye çalışmak.

S: Şu halde, Alman üniversitelerindeki durumla Almanya'da­


ki genel siyasal gidişat arasındaki bağiantıyı gözlüyordunuz?

H: Elbette. 1933 yılının Ocak ve Mart aylan arasında ce­


reyan eden olaylan izledim ve benden daha genç meslekta�­
lanmla bu olaylan konu�tuğum da oldu. Ancak o sıralarda,
çalışmalanmı Solcrates-öncesi düşüncenin geniş bir yorumla­
nışı üzerinde yoğunlaştırmıştım. Freiburg'a yaz yanyılının
başlannda döndüm. Bu arada profesör von Möllendorf da,
16 Nisan'da rektör olarak göreve başlamı�tı. Yaklaşık iki haf­
ta sonra, Baden Eyaleti Eğitim Bakanı tarafından görevden
alındı. Bakan, herhalde bazı çevrelerce arzu edilen bu kararı
alırken, rektörün frniversite kampüsü içindeki Yalmdiler Ko­
nusunda Afiş(J) adı verilen afi�lem-e faaliyetini yasaklam� ol­
masını fırsat bilmişti.

S: Profesör von Möllendorf sosyal-demokrattı. Görevden alın­


dıktan sonra ne yaptı?

H: Von Möllendorf, görevden alındığı gün beni görmeye


geldi ve bana �öyle dedi: "Heidegger, rektörlük görevini üst­
lenmek şimdi size düşüyor. n Üniversitede yönetimin i�leyişi
konusunda hiçbir deneyimimin bulunmarlığına i�ret ettim.
Beri yanda, o sıralar rektör vekili olan Sauer (ilahiyatçıydı)
de, yeni rektör seçiminde aday olmam için baskı yapıyor,
çünkü, aksi takdirde bir devlet memurunun bu göreve atan­
ma tehlikesi bulunduğunu söylüyordu. Birçok yıldır, kçndi­
leriyle üniversitenin örgütlenme biçimine ilişkin konularda
uzun boylu tartışmalar yaptığım daha genç meslektaşiarım
da, rektör olmam için beni ikna etmek üzere harekete geçti­
ler. Uzunca bir süre duraksadım. Sonunda, genel kurulun
oybirliği ile ·seçilebileceğimden emin olmak koşuluyla, yal­
nızca üniversitenin çıkarlan doğrultusunda bu görevi üstlen-
Heidegger'le Söyleşi 13

meye hazır olduğumu aÇıklad ım . Bununla birlikte, y öne�im


konusundaki yetersizliğiiDe i l işkin kuşkula nm . s ü rü yordu;
hatta öyle ki, seçi min yapılacağı sabah rektörlüğe gider ek
orada bulunan meslektaşlanm von Möllendorf ve rektör ve­
kili Sauer' e, bu görevi yapamayacağımı bildirdim. Bunun
üzerine meslektaşlarım,

�mdiden sonra arbk vazgeçemeye-
ce ğimi çünkü bl)tün seçim hazırlıklannın yapılmış olduğu
yanılını verdiler.

S: O zaman kesin olarak göreve hazır olduğunuzu açıkladmız.


Nasyonal-sosyalıstlerle ilişkileriniz ondan sonra nasıl gelişti? ·

H: G öreve başlamarndan iki "gün sonra Nasyonal-sosya­


list öğrencilerin başl<aru, iki ar ka daş ı yla rektörlüğe geldi ve
Yahudiler Konusunda Afiş'in y eniden asılmasını is tedi<2>. Red­
dettim. Üç öğrenci, yasaklam amı n Reich'ın NS Öğrenciler
Yönetimi'ne bildirileceği konus unda b eni uyara rak ç eki l di­
ler.· Birkaç gün son ra, SA genel merkezindeki y üksel öğre­
nimle görev li bürodan, grup ba§kanı Dr. Baumann beni tele­
fonla aradı. Baş ka üniversitelerde de olduğu gibi, afişleme
i ş lemi nin y a pılmasın da dir e tiyordu. Redderlecek olursam
g örevden alınabilirdirn, hatta üniversitenin kapatıl:Qı.ası bile
söz konusu olabilecekti. B aden Eya l eti Eğitim Bakanının ya­
saklarna karanmı d estekl emes i ni sağlamaya ç alıştım. Bana,
SA'ya r ağmen herhangi bir girişimde bulunamayacağını b il ­
dirdi. Yine de yasaklama kararımdan geri dönmedim.

S: Bugüne kadar, olayiann bu şekilde cereyan ettiği bilinmi­


yordu.

H: Bana rektörlüğü üstlenme karannı ver dirten neden,


Freiburg'da, 1929'da verdiğim, "Metafizik ne d irı- konulu
açıl ış konferansımda esasen sözcelendirilmiŞtir: "Bilimlerin
alanlan, birbirlerinden uzak bir §ekilde ayrıl mışbr. Bilimle­
rin nesne lerin i ele alı� biçimleri , her kezinde kökten farklıdır.
Bu dağınık disip linler çokluğunun bugün, üniversite ve fa­
kültelerin teknik örgü tleni�ini n aÇmı§ ol duğun dan başkaca
uyumluluğu, ve uzmanlıklan n dan oluşmuş pratik kul lanım-
14 Heidegger'le Söyleşi

lannın dışnda hiçbir ortaklıklan yoktur. Buna ka�m, varlık­


lanmn temeli içinde bilimlerin kök.leşmesi, ölmü§ bir �ydir."
Üniversitelerin içinde bulunduklan bu durum kar!jısında,
-bugün aldığı aşın biçimlere varıncaya kadar- görev sürern
boyunca yapmaya çalı§tığıın şey, rektörlük konuıjmarnda or-
·

taya konmu§tur.

S: 1929 'daki o açıklamanızın, 1933 'te rektör seçildikten sonra


yaptığınız konuşnuula söyledikleriniıle ne şekilde ve ne ölçüde ör­
tüştügünü keşfetmeğe çalışıyoruz. Rektörlük konuşmanızılan bir
tümce alacagri burada: "Onca terennüm edilen 'akademik öz­
gürlük' Alman üniversitesinden kovulmuştu; zira bu özgür­
lük, yalnızca ohimsuzluk taşıdığı için gerçek bir özgürlük
değildi". Biz bu tümcenin, en azından kısmen, sizin bugün bile
yakın kaldıgınız düşünceleri ifade ettigini varsaymakta haklı oldu­
gumuza inanıyoruz.

H: Evet, söylediklerimi savunmaya devarn ediyorum. Zi­


ra bu akademik "özgürlük", çoğu zaman yalmzca olumsuz
bir özgürlüktü: yani bilimsel çalı!jmalann gerektirdiği dü§ü­
nümlemeye ve düşüneeye açılma zahmetine girmeme özgür­
lüğüydü. Kaldı ki alıntıladığınız tümce, tek ba!jllla değil ama
içerik bütünlüğüne yerleştirilmiş olarak okunmak gerekir; o
zaman "olumsuz özgürlük" derken neyi anlatmak istediğim
·
açık seçik görülür.

S: Elbette. Bununla beraber, ömegin, Hitler'in Reich Şansöl­


yesi olarak atanmasından dört ay sonra, "bu yola koyulu§Un bü­
yüklüğünden ve ihti!jamından" söz ettiğinizde, rektörlük ko­
nuşmanızda yeni ve değişik bir ton saptadığımızı sanıyoruz. ,

H: O sıralar� inanam öyleydi.

S: Bunl{ biraz daha geniş açık/ayabilir misiniz?

H: Memnuniyetle. O dönemde ba§ka bir seçenek gönnü­


yo.rdum. Yinni iki siyasal parti tarafından temsil edilen gö­
rü§lerin ve siyasal eğilimlerin yarattığı genel kargaşa içinde,
Heidegger'le Söyl�i 15

Friedrich Naumann'ın giri§iminin ge nel anlamında(3>, ulusal


ve özellikle de toplumsal bir konum bulmak söz konusuydu.
Size, yalnızca bir örnek vennek üzere, Eduard Spranger'i<4>
benim rektörlük k.onu�mamdan çok daha ileriye giden bir
denemesini aktarabilirim.

S: Siyasal yflŞ!l1111a ilgilenmeye ne zıımıın başladmız? Yirmi iki


siyasal parti öte� beri o tadayd
r ı. Ve 193o'da aynı zıı manda mil­
yonlarca işsiz de vardı.

H: O zamanlar, hala tü m üyle Sein und Zeit (Varlık ve


Zaman, 1927) ve daha sonraki yılların yazılannd a ve konfe­
ranslannda geliştirilmi� olan sorunlarla m�guldüm: bunl.ar,
bağlanhlı olarak ulusal ve toplumsal sorunlara da gönderme
yapan, düşüncenin temel sorunlandır. Benim için, Üniversi­
te'de ders veren bir ki�i olarak, öncelikle bilimlerin anlamı,
ve aynı anda da Ünive rsite 'nin görevinin belirlenmesi soru­
su gündeme geliyordu. B.u arayış rektörlük konu�mamın
ba!ilığında ifade edil.ınlıjtir: "Alman Üniversitesinin Benliğini
Evetlemesi(.5)n. O zamanlar yap ılm ış olan başkaca hiçbir rek­
törlük konuşmasına, böyle bir başlık verme cesareti gösteril­
memiştir. Ancak, bu konmjmay ı tartı!ima konusu yapanlar­
dan acaba h angisi onu derinlemesine okudu, düşündü ve
·

dönemin koşullanndan yola çıkarak yorum.ladı?

S: "Üniversitenin Benliğini Eve tlemesr, onca kargaşa için­


dekibir brz
alemde i a zıımansız i b r çıkış gibi görünmüyor mu?
H: Ne münasebet? -"Üniversitenin Benliğini Evetlemesi",
daha o dönemden başlayarak Parti içinde ve Nasyonal-sos­
yalist öğrenciler tarafından talep edilen,· sözümona "siyasal
bilim"e kar§� çıkar. Bu "siyasal bilim" adlandırmasırun o sıra­
larda bugün taşıdığından tümüyle farklı bi r anlamı vardı;
politolojiyi vurgulamıy or, ama şunu söyleme k istiyordu: bu
haliy l e bilimin anlamı ve d e ğeri, ulus için taşıdığı pratik ya­
rada ölçülür. Bilimin bu politizasyonuna karşıt tavır (6), rek­
törlük koiuı�masında özellikle vurgulanml!jtır.
.
16 Heidegger'le Söyleşi

S: Acaba sizi dogru aniayabildik mi? Üniversiteyi, o sıralar bir


yo la çıkış gibi duyumsadığınız şeyin içine sürükleyerek, akademik
r
özgü lüğü, ona esasen kendi öz vasjını bı ra kmayacak ölçüde güçlü
akımlara kıı rşı ayakta tutmak mı istiyordu nuz ?

H: Elbette, ama benliğini evetleme denen �ey, Üniversi­


te'nin salt teknik örgüHenişi k arşısında, Batı Avrupa düşün­
cesinin geleneği üzerinde bir dü�nümlemeden yola çıkarak,
aynı anda yeni bir anlam kazaruna ödevini de kendisine ver­
mek zorundaydı.

S: Say
ın ProfeSör, o sıralar
Üniversite 'deki iyileştirmeyi Nas­
yonal-sosyalistlerle işbirligi halinde sağlamayı düşündügün üzü
mü aniamam ız gerekiyor?

H: Formülley�iniz yani�. Nasyonal-sosyalistlerle i�irli­


ği halinde değil. Universite kendine özgü bir düşünümden
kalkarak kendisini yenilemeliydi ve böylece de -yukanda
söylediğim anlamıyla- bilimin politizasyonunun karııısında
sağlam bir konum kazanmalıydı.

S: Ve bu nedenle, rektörlük konuşmanızda şu üç temel direği


i lan ettiniz: "İş hizmeti", "Askerlik hizmeti", "Bilme hizmeti".
Böylece, diye düşünüyordunuz o sırala r, bilme hizmeti ötekilerle
aynı düzeye konulmak gerekir, bu da Nasyonal-sosyalistlerin ona
vermedikleri bir konumdu.

H: Temel direklerden söz edilmiyor. Eğer dikkatli okur­


sanız, bilme hizmeti sıralamada her ne kadar üçüncü geliyor­
sa da, anlam ona birinci sırayı veriyor. Düşünülmesi gere­
ken, işin ve savunmanın, bütün insan faaliyetleri gibi, bir bil­
me içinde temellendiği ve onun tarafından aydınlatıldığıdır.

S: Yine de, b ugün hdliJ altını imzalayacağınızı düşünemeyece­


ğimiz bir türnceden söz etmemiz gerekiy or - ve bu cansıkıcı alıntı­
e
lara hemen son v receğiz . 1933 so n bah a rında şöyle demiştiniz:
"Tezler ve fikirler varlığınızın kuralları olmasın. Alman ger-
Heidegger'le Söyleşi 17

çekliğinin bugünü ve geleceği ve onun yasası, yalnızca ve


bizzat Führer'dlr."

H: Bu türnceler rektörlük konuş masında yoktur, yalnız­


ca, 1933-1934 kış yarıyı lı başında, Freiburg'daki öğrencilerin
yerel gazetesinde çıkmıştır. Rektörlüğü kabul ettiğimde, uz­
laşmaya gitmeksizin işin içinden çıkamayacağımı açıkça bi li­
yordum. ·söylediğiniz türnceleri bugün bir daha yazmazdım.
1934'ten sonra da bir daha bu türden hiçbir şey söylemedim.

S: Size bir ara soru sorabilir miyiz? Bu görilşme şimdi açığa


çıkarıyor ki, l933 yılındaki t utumunuz iki kutup arasında devini­
yordu. lik olarak, kimi şeyleri ad. usum Delphini<•) söylemek zo._
rımdaydınız. Bu birinci kııtuptıı. Ancak öteki kutup herşeye rağ­
meıı daha olumluydu; bu da; "burada yeni bir §eyler vardı duy­
gusuna sahiptim, bir yola çıkış vardı" derken ifade ettiğiniz ku-
· ·

tup.

H: Aynen böyle·. inanıyormuş görlinrnek için konuşma­


dım yalnızca; bu olabilirliği görüyordum.

S: Bu konuda N.S.D.A.pt..·•ı ve bağlı kuruluşlarıylaişbirlikçili­


giniZe değgin pek çok şey yüzüııden kınandığmızı biliyorsunuz ve
kamuayımda bu kınamalar lıep yanıtsız kalmış kabul ediliyor. Ni­
tekim, öğrenciler veya Hitler gençliği tarafından diizenlenen kitap
yakma eylemlerinde yer aldığınız suçlamasında da bulunuldu size
karşı.
H: Üniversite binasının önünde düzenlenecek olan kitap
yakımıru yasakladım.
S: Sonra, Yahudi yazarların kitaplarını üniversitenin ve felse­
fe seminerinin kitap/ıklarından çıkartmakla da suçlandınız ..
H: Seminer yöneticisi olarak benim ancak seminer kitap­
lığı üzerindebir yaptırım gücüm vardı. Yahudi yazarların
kitaplannın buradan yokedilmesi konusunda tekrar tekrar

(") "Veliaht için hazırlanmış' anlam ın a gelen ve 14. Louis" nin oğlu, veliaht prensin okuması
için, kimi 'uygunsuz• pasajlan çıkartılarak d!lzenlennıi� latin klasiklerini tanımlayan bu de­
yim, belli amaçlar doğrultusunda ha4rlanmıll yayınlan alaya almak üzere kullanılır.
i"!) Nasyonal-Sosyalist Alman Işçi Partisi.
18 Heidegger'le Söyleşi

yapılan haskılara boyun eğmedim. Seminer çalı�malarıma


katılml!j olan eski öğrenciler bugün tanıklık edebilirler ki,
Yahudi yazariara ait kitapHır çekilmemi§, bu yazarlar, en
başta da Husserl, tıpkı 1933 öncesinde olduğu gibi sık sık
gündeme gelmişler, yorumlanrnışlardır.

S: Böylesi söylentilerin ortaya çıkmış olmasını nasıl açıklıyor­


sunuz? Kötü niyet mi?

H: Kaynaklan bildiğim kadarıyla böyle düşünme eğili­


mindeyim; ancak iftiraların nedenleri daha derinlerdedir.
Rektörlüğü kabul edişim, muhtemelen yalnızca bir fırsat ya­
rattı, ama belirleyici neden değildir. Bu yüzden, çıkacak ilk
fırsatta pelemik her zaman alevlenecektir.

S: 1933'ten sonra da Yahudi ögtencileriniz oldu. Bu Yahudi


öğrencilerden bazılarıyla olan ilişkilerinizin çok gönülden oldugu
bilinir.

H: Tutumum, 1933'ten sonra da değişneden kalmıştır.


Kız öğrencilerimden ve en yeteneklilerinden biri olan, daha
sonra İskoçya'ya göçeden Helene Weiss, Freiburg'da tamam­
laması olanaksız hale gelen doktorasım Basel'de vermişti.
1942'de Basel'de yayınlanan çalışması RAristoteles Felsefesin­
de Nedensellik ve RastlanbR başlığını taşır. ônsözünün so­
nunda, yazar şunlan yazıyor: Rİlk bölümünü burada sundu­
ğumuz fenomenolojik yorum denemesi, Bay Heidegger'in
Yunan felsefesine ilişkin henüz yayınlanmamış yorumlan sa­
yesinde mümkün olabildi.R
İşte .yazarın ithafıyla birlikte, kitabın bir nüshası. Bayan
Weiss'ı, ölümünden önce, birçok kez Basel'de ziyaret ettim.

S: Karl Jaspers 'le uzun yıllar sürmüş olan bir dostlufunuz


vardı. 1933'ten sonra ilişkileriniz bozulmaya başladı. Söylentilere
bakılırsa bunun nedeni Jaspers'in eşinin Yahudi olmasıydı. Bu ko­
nuda birşeylir söylemek ister misiniz?

H: Jaspers'le 1919'dan beri dosttuk; 1933 yaz yanyılı bo-


Heidegger'le Söyleşi 19

yunca Heidelberg'de onu d a eşini de ziyaret ettim. Karl Jas�


pers 1934 ve 1938 arasındaki bütün yayınlannı, "çok yürek­
ten bir selamla" bana göndermi§tir.

S: Freiburg aniversitesi felsefe kürsüsünde Yahudi selefiniz


Edmund Husserl'in ögrencisi oldunuz. Sizi, kendisinden sonra
kürsü başkanı olmanız için fakülteye o önerdi. Onunla olan ilişki­
nizin bir gön ül bOrcunun izlerini de taşımaması mümkün mü?

H: Sein U1J.d Zeit'm ithafını bilirsiniz, deği l mi?

S: Elbette. Bununla beraber dahıı sonra ilişk in iz bozuldu. Bu­


nun nedeni neydi, söyleyebilir ya da söylemek ister misiniz? ·

H: Soruruann t emel i konusundaki görüş ayrılıkJarımız


çoğalmıştı. Husserl, otuzlu yılların başnda, Max Scheler ve
benimle, kamuoyu önünde bir hesaplaşmaya girişti, hem d e
daha açık olamay acak bir tarzda. Husserl'i, kamuoyu önün­
de, benim düşüneerne karşı bunca tavır almaya iten şeyin ne
olduğu nuysa öğrenemedim .

S: Nerede oldu bu?

H: Husserl, Berlin Spor Sarayı'nda, öğrencilerin önünde


konuştu. Bu çıkışı, Eric Mülısam taralından Berlin'in büyük
gazetelerinde yayınlandı.

S: Tartışma, bizim üzerinde durduğumuz baglamda, bu haliy­


le ilginçlikten uzak. Ancak ilginç oltm, 1933 yılıyla bağlan tı lı bir
-
kavganın söz konusu olnıııyışı.

H: Asla değil di .

S: 194.1 'de, Sein und Zeil'ın beşinci baskısından, Russer/'e


yaptığınız ithafı çıkartmış olmanız da lanandı.

H: Doğrudur. Bu konuda Unterwegs zur Spracu (Dile Gi­


derken) adlı kitabımda açıklarnalar da bulunmuştum. Orada
20 Heidegger'le Söyleşi

şunlan bulursunuz:. "Pek c;ok kez nelen yi miş


olan yanlı� id­
dialara yanıt vermek üzere, buradaözellikle belirteyim ki, bu
metnin 92. sayfasında sözü edilen Sein und Zeit ithah, kitabın
1935'teki dördüncü baskısında y er in de kaldı. Yayınevi,
1941 'd e beşinci bir b askının yayınla nmas ının tehlikeye gire­
ceğini , hatta kitabın yasaklanacağını anla yınca, Ni em e ­

yer'in <"> dile getirdiği dilek ve öneri üzerine, sonuçta ithafın


bu baskıdan çıkanlması karcirla§tırıldı, ancak benim geti rd i ­

ğim §U ko§ull a ki, 38. sa yfadaki dipnotta yer alan, ve aslında ,


b u ithafın nedenini açıklayan ş u sahrlar korunacaktı: "Eğer
bu araştırm a, 'bizatihi �yler'in gün ı§ığına çıkanlması yol u n ­
da öne doğru birkaç adım atıyorsa, yazar bundan ötürü en
ba§ta, Freiburg'daki öğ rencilik yıllan sırasında, ki ş isel ve
dikkatli yönlendirmesi ve yayınl a nmam ış çalı§malan en öz­
gür biçimde aktan §ıyla, kendisine fenomenolojik ara§tırm a­
nın en çeşitli alanlanm tanıtmı:ı olan E. Husserl'e t�kkür
eder."

S: $u halde, Freiburg Üniversitesi Rektörü olduğunuz dönem­


de, onursal profesör Russeri'in üniversite vefelsefe semineri kitap­
lıklarma girmesiili ve bu kitaplıkları kullanmasını yasaklayıp ya­
saklamadığınızı sormumıza gerek kalmıyor.

H: Bu bir iftiradır.

S: Ve aynı şekilde, Husserl'e yönelik bu yasaklamanın dile ge­


tirildiği bir mektup da bulunmuyor değil mi? Nereden çıkmış ola-
·

bilir bu söylentiler?

H: Bunu ben de bilıniyonım,·bir açıklamasını da bulamı­


yo rum . Bütün bunların im�ızlığını, aynı � kild e b ilinme­
yen bir olayla kanıtiayabilirim size. Rektörlüğüm sırasında,
Tıp Fakültesi prof es ör ü ve Üniversite Kliniğ i ba §hekirn i
Thannhauser, ve geleceğin Nobel ödüllü bilim a dam ı, fizik
ve kimya profesörü von Hevesy, her ikisi de Yahudi oldukla­
rı için, bakanlığın isteği sonucu görevd e n alınma noktasına
ge lmişlerdi; bakan nezdindeki ki§isel giri�imimle üniversite-
c·ı O dönemde Heideger'in kitaplanru yayıniayan yayma.
Heidegger'le Söyleşi 21

de kalmalannı sağlayabildim. Bir yanda bu iki zab. görevle­


rinde tutarken, öte yanda, esasen o dönemde emekli olan,
. kendi hocam Husserl'e kar�ı, söylentilerdeki gibi bir tavır
koymam saçmadır. Aynı §ekilde öğrencilerin ve.öğretim gö­
revlilerinin,. profesör Tannhauser aleyhinde düzenleyecekle­
ri bir � steriye de engel oldum. O sıralarda Privatdo­
zent'ler vardı, henüz bu aşamanın ötesine geçememişlerdi
ve "işt� ilerleme fırsatı" diye düşünüyorlardı. Bu insanlar
karşıma geldiklerinde, hepsini geri çevirmişimdir.

S: 1938'de Hus.serl'in cenııze törenine katılmadınız.

H: Bu konuda şunlan söylemek isterim: Husserl ile olan


ilişkilerimi koparttığım yollu kınamalar temelslzdir. 1933
Mayıs'ında eşim, bayan Husserl'e, ikimiz adına ve eşiyle iki­
sine hitaben yazdığı bir mektupta, hiç değişmeyen bağlılık­
lanmızı ifade etmişti, ve bu mektubu bir demet çiçek eşliğin­
de Husserl'e gönderdi. Bayan Russeri kısa bir teşekkür türn­
cesiyle karşılık verdi ve ailelerimiz arasındaki bağın koptu­
ğunu bildirdi. Husserl'in hastalığı sırasında ve ölümü üzeri­
ne ona olan gönül borcumu ve duyduğum saygıyı bir kez
daha dile getirmemiş olmam, sonradan bayan Husserl'e yaz­
dığım bir mektupla özür de dilediğim, insanca bir 'zaafın so­
nucudur.

S: Husserl1938'de öldü. Siz 1934 şubat'ında rektörlük göre­


vinden istifa ettiniz. /şler nasıl buraya geldi?

H: Burada, ayrıntılar üzerinde bir parça durmam gereki­


yor. Üniversitenin mevcut teknik düzenienişini aşabilmek,
yani fakülteleri içerden, bizatihi alanianna taşınmış ödevle­
rinden kalkarak yenilernek üzere, 1933-1934 kış yanyılı için
çeşitli fakültelerin dekaniıkianna daha genç, ve özellikle de
alanlanndaki uzmanlıklan tartışılmayacak meslektaşlan ata..
mayı, ve de bunu, onlann Parti kar�ısındaki tutumlannı dik­
kate almaksızın yapmayı önerdim. Böylece Hukuk Fakülte­
si'nde profesör Erik Wolf, Felsefe Fakültesi'nde profesör
Schadewaldt, Bilimler Fakültesi'nde profesör Soergel, Tıp
22 Heidegger'le Söyleşi

Fakültesi'nde rektörlükten alınmış olan p rofesör von Mölle n­


dorf, dekan oldular. Ne ki 1933 Noel'inde n sonra, kafamdaki
Üniversiteyi yenile�tirme planını, eğitim kadrolanndan ge­
len direni�ler karşısında ve Parti' y e rağmen ba!janya ulrujhra­
mayacağımı açıkça görüyordum. Örneğin, meslektaıjlanm
Üniversitenin sorumlu yönetiminde öğrencilere bir yer ver­
mek- bpkı bugün olduğu gibi- istemiyorlardı. Bir gün Karl­
sruhe'ye çağınidım ve bakan, bir danışmanı aracılığıyla ve
Gaustudentenführer'in da hazır bulunmasıyla, beni, hukuk
ve bp fakülteleri dekanlarını, Parti'nin onayladığı başka mes­
lektaıjlarla de ğ iş tirmey e zorladı. Bu zorlamayı kabul etme­
dim ve bakanın diretmesi halinde rek örlüğü ıra kacağı mı
t b
bil di di . Öyle de oldu. 1934 yılı Şubat'ındaydı bu; göreve
r m
başladıktan on ay sonra istifa ettim, oysa ki o dönemde rek­
törler iki yıl ve daha fazla sürelerle görevde kalmaktaydılar.
Al manya 'd a ve yurt dışında, rekt örlüğe ge iril em üzerine
t m
onca yoru mlard a bulunmu!j olan basın, istifamı es geçti.

S: O dönemde, Reich'ın ilgili bakanına Üniversite reformu ko­


nusundaki düşüncelerinizi aniatma fırsatı buldunuz mu?

H: O dönem, ne zaman?

S: Rust'un 1933 'te Freiburg'a yapmış olduğu bir geziden hep


bahsedildiğini bilirsiniz.

H: İki ayn olay söz ko n usu: Wurtemberg'deki Schö­


11
nau'da, Schlageter< J anısına düzenlenen bir tören vesilesiyle,
bakanı selamladığım kısa bir resmi ka rşılaşma olmuştur.
İkinci kez, bakanla 1933 Kasım'ında Ber li n 'de konuştum.
Ona, bilim, ve fakül te lere verilebilecek biçim kon u sqndaki
düşüncelerimi anlattım� Beni dikkatle dinledi, öyle ki açılda­
nıalanmın etkili olabileceği umuduna kapıldım. Ancak hiç­
bir şey olmadı. Reich'm eğitim akanıyla
b bu görüş­
yaphğım
me yüzünden neden takaza ettiklerini anlamıyorum, oysa
aynı günlerde, bütün yabancı hük ü me tler Hitler'i tanımak ve
ona, uluslar arasında adet olduğu üzere iyi dilekle r ini sun-
·

mak için yal-ışyorlardı.


Heidegger'le Söyleşi 23

S: Rektörlükten istifa ettikten _sonra N.S.D.A.P. ile olan ilişki­


leriniz değişti mi?

H: Rektörlükten istifa ettikten sonra, kendimi salt eği­


timeilik görevirole sınırladıın. 1934 yaz yanyılında "mantık"
dersleri yapbm. Bir sonraki yarıyılda, 1934-1935'te, Hö lder­
lin üzerine ilk derslerimi verdim. 1936'da Nietzsche üzerin­
deki derslerim ba�laclı� işitmesini bilen herkes, bu dersler de,
Nasyonal-sosyalizmle bir hesaplaşmanın söz konusu oldu­
ğunu anlamıştır.

S: Rektörlük görevinin devir-teslimi nasıl gerçekleşti? Törene


katılmadınız mı?

H: Hayır, görevi halefime devretmem için düzenlenmi�


olan resmi törene katılmayı reddettim.

S: Halefiniz, Parti'nin faal üyesi miydi?


H: Hukukçuydu; Parti'nin gazetesi Der Alemanne, rek ­

törlüğe atanmasını §U kocaman ba�lıkla verdi: "Üniversi­


te'nin ilk Nasyonal-sosyalişt rektörü."

S: Parti'nin size karşı tu t u mu ne oldu?

H: Sürekli gözetim altın daydım .

S: Bu durumu farketmiş miydiniz?

H: Evet: Dr. Hanke olayıyla.

S: Nasıl farkettiniz?

H: Çünkü beni bizzat görmeye geldi. 1936-1937 kış yan­


yılında doktorasını vermişti, ve 1937 yaz yanyılmda da üst
düzey seminerlerine katıldı. Güvenlik servisleri tarafından
beni gözetim altında tutmakla görevlendirilmişti.
24 Heidegger'le Söyleşi

S:. Nasıl oluyor dtı birden tutu,m değiştirip size geliyor?

H: 1937 yaz yanyı lındaki Nietzsche semineriın ve bura­


daki çalışma biçimi yüzünden; bana gelip, bundan böyle gö­
revlendirildiği gözetim işini sürdüremeyeceğini itiraf etti ve
gelecekte yapacağım eğitim görevim açısından, beni bu du­
rumdan haberdar etm e k istediğini söyled i.

S: Demek ki Parti'nin gözü üzerinizdeydi.

H: Ben sadece yazıtarım üze rinde, örneğin Platon'un


Doğruluk Doktrini başlıklı deneme üzerinde konuşulmasına
izin verilmediğini biliyordum. 1936 ilkbahan'nda,. Roma'daki
Alman Enstitüsü'nde ver diğim Bölderlin konulu konferansa,
Hitler gençliğinin dergisi Wille ıınd Macht 'da adice saldırıldı.
Konuya ilgi duyanlar E. ;Krieck'in dergis i ı:'olk im Werden'e
başvurup 1934 yaz'ından itibaren bana karşı ba�latılmı� olan
polemiği okuyabilirler. Prag'da, 1934'te toplanan uluslararası
felsefe kongresinde Almanya delegesi yapı lm ad ı m . Aynı *­
kilde, 1937de, Paris'teki uluslararası Descartes kongresinden
de çıkarıldım. Bu durum Paris'te öylesi ne acayip karşılan­
mışb ki, Kongre dü.zenleyicileri, Sorbonne'dan profesör
Brehier aracılığıyla, neden Alman delegasyonunda yer alma­
dığıını benden sordular. Verdiğim yanıtta, Kon gre 'n in, bu
konuda daha faz l a bilgi edinmek için Reich'ın Eğitim Bakan­
lığı'na başvunnasım rica ettim. Bir süre sonra, Berlin'den her
şey olup bitmişken d e legasyona katıimam için bir çağrı al­
dımsa da, bunu kabul etmedim. Metafizik Nedir? ve Doğ­
ru'nun Özüne Dair adlı konferanslanmm metinieri, başlıksız
.
kapaklar i çind e · tezgah altından satılıyordu. Rek tö rlük ko­
nu�am da, 1934'ten hemen sonra, Parti'nin buyruğuyla sa­
hştan kaldırıldı.

S: Olaylar bundan 'sonra daha da kötüleşti ma?

H: Savaşın son yılında, en önemlilerinden beşyüz bilim


adamı ve sanatçı, her türlü askerlik hizinetind en muaf tutul­
muş tu. Ben muafiyet kapsamına alınmadım, tersin e� 1944
Heidegger'le Söyleşi 25
.
yaz'ında Ren üzerindeki tahkirnal çalu�malarında görevlen­
dirildim.

S: Karl Barth da öteki kıyıyı, !sviçre kıyısını tahkim ediyordu:


H: Bütün bunlann nasıl cereyan ettiği i l gi nçtir. Rektör
bÜtün öğretim üyelerini davet etm i�ti . Yaptığı konu§rnanın
içeriği §öyleydi: �imdi söyleyeceği �yler Nasyonal-sosyalist
Gauleiter ve Kre i s leiter (Nazi partisine bağli yerel yönetici­
ler. ç.n.) ile birlikte kararla�tırılmı�tı; �imdi bütün öğretim
kadrosunu üç gruba ayıracaktı: ilk grupta tümüyle vazgeçi­
lebilecek olanlar vardı; ikinci grupta yarı yarıya vazgeçilebi­
lecek olanlar, ve üçüncü grupta da vazgeçilern eyecek olan­
lar. Tümüyle vazgeçilebilecek olanlar listesinin ba§ında Hei­
degger'in adı sayılıyor, onu G. Rittei·> izliyordu. Ren üzerin­
deki tahkimat çalışmalarının tamamlanmasından so nr a,
1944-1945 kı§ yarıyılı boyunca "Şiir yazmak ve dü§ünm ek"
(Dichten und Denken) ba§lığını taşıyan bir ders yaptım, bu
Nietzsche üzerindeki derslerimin bir tür devamı, yani Nas­
yonal-sosyalizm ile hesapla§mamın devamıyd�. İkinci dersin
ardından halk milisieri örgütüne (Volksstunn) alı d ırn; eği� n
timciler arasından bu göreve al ınan la rı n yaşiısı bendim. en
S: Belki şöyle bir özetierne yapabiliriz: _1933'te, s iyasa sözcü­
ğünün geniş de§il,
dar a nla mıyla siyasa -dışı bir kişi ola rak size bir
tür yola çıkış gibi görünen bu hareketin politikası içine girdiniz...

H: ... Üniversite'nin açacağı yoldan...

S:--- Üniversite'nin açacağı yoldan, bir yeni çıkış gibi gördü­


ğünüz bu hareketin içine girdiniz. Yaklaşık bir yıl sonra, burada
üstlenmiş ol duğunuz işlevden vazgeçtiniz. Ancak 1935 'de, Meta­
fiziğe Giri§ başlığı altında _1953 yılında yayınlamış olduğun uz bir
dersinizde şunları söylediniz: "Bugün -demek oluyor ki 1935 'te­
N asyonal-sosyalizmin felsefesi olarak tezgahlanan, ancak bu
hare etink yüceliği ğr
ve içsel do u suyla (yani, gezegenin bo_-
<•ı Profesör Gerhard Rlıter o sıralarda Frelburg ·ünivcrsilesi modem ıaıih kursüsü ba§lcanıydı.
Hiller'e ka[ljı 20 Temmuz 1944'1e-gerçekle�lirilen sUikast giriıjimiyle ilgili olarak 1 Kasım
1944'1e hıluklandı ve ancak 25 Nisan 1945'te, mültefıkler tarahndan kurtanldL 1956'da onur­
sal profesörlük verilen Rllter 1976'da öldü.
26 Heidcggeı:'le Söyleşi

yutları içinde, tekniğin ve modem zamaniann insanının bu­


lu�masıyla) en ufak bir ilişiği olmayan �y, ağlarını atmak
üzere, adına 'değerler' ve 'tümlükler' denilen bu bulanık su­
lan seçti." Ayraç içindeki sözcükleri ancak 1953 'te, -belki de
1953 'teki okur/ara 1935 yılında "bu hareketin•, yani Nasyonal­
sosyalizmin, "yüceliği ve içsel doğrusu"nun sizin için nerede
durdugtlnu açıklamak üzere- kitabın basımı sı rası nda mı ekledi­
niz, yoksa bu açıklayıcı ayraç 1935 'teki metinde de var mıydı?

H: Manüskrilerimde vardı ve tastamam, o dönem tek­


nikle ilgili olarak sahip olduğum kavrayışa uymaktaydı,
yoksa tekniğin sonradan Ge-stell olarak yorumlanışına uy­
gun değildi henüz. Bu ayraç içindeki bölümü dersim sırasın­
da okumamış alrnam, dinleyicilerim tarafından ne demek is­
tediğim in çok iyi alaşldığına inanmarndan ötürüdür; ah­
makların, hafiyelerin ve casuslann ba§ka �eyler anlamasının
benim açımdan hiç önemi yoktu.

S: Komünist hareket de sizin için hiç şüplıesiz aynı türden,


·

öyle değil mi?

H: Gezegen ölçeğindelQ teknik tarafından belidendiği öl­


çüde, evet, kesinlikle.

S: Amerikancılık da mı?

H: Onun için de aynı �yi söyleyeceğim. Son otuz yıllık


sürede daha da açıklıkla ortaya çıkmı� olsa gerekir ki, mo­
dem zamanlar tekniğinin gezegen ölçeğindeki devirumi tari­
hi belirleyen bir güçtür ve de büyüklüğü hiçbir �kilde abar­
blml§ olamaz. Genelde bir siyasal sistemin teknjk çağına na­
sıl uyarlanabileceği ve bunun hangi sistem olabileceği, bu­
gün benim için en belirleyici . bir soru. Bu soruya verilecek
yanıb bilmiyorum. Bunun demokrasi olabileceğine kani de­
ğilim.

S: Ama "demolaasi", altına çok farklı tasanmlann yerleştirüe­


bikagi kuşahcı bir kawamdızn başka bir şetj değildir. Sorun bu si-
Heidegg er'le Söyleşi 27

yasal formdtıki bir dönüştürmenin hQJa m ü mkün olup olmadığıdır .

1945 'ten sonra Batı dilnyasının siyasal özlemleri lcOnusundaki gö­


rüşlerinizi dile getirdiniz ve bu konuda demokrasiden de, dünyaya
Hıristiyanca bakışın siyasal ifadesinden de, ve aynı şekilde hukiıkıı
dayalı Devlet'ten de söz ettin iz ve bütün bu özlem leri "yarım­
-

önlemler" olarak adlandırdınız.

H: He�yden önce demokrasiden ve daha sonra saydı­


ğınız şeylerden nerede konuştuğumu söylemenizi rica ede­
rim. Bunlan gerçekten de "yarım-önlemler" diye adlandırır­
dım, çünkü bütün bunlarda teknik dünyanın hiçbir gerçek
sorgulanışını görmüyorum, çünkü bütün bunlann arkasın­
da, bana göre, tekniğin varlık'ı içinde insanın elinde bulunan
bir şey olduğu düşüncesi var.Benim görüşüme göre bu
mümkün değildir. Teknik, kendi varlık'ı içinde i nsanın ken­
diliğinden gemleyemeyeceği bir şeydir.

S: Eşkallerini çiziktirdigimiz akımlar arasından, sizin görüşü­


n üze göre zamanımıza en uygun olabilecek olanı hangisi?

H: Bunu çıkaramıyorum� Ancak burada belirleyici bir


soru görüyorum. Her şeyden önce "zamanımıza uygun"dan
ne anladığınızı, "zaman"ın burada ne anlama geldiğini ay­
dınlığa kavuşturmak gerekir. Dahası, zamana uygunluğun
insan faaliyetinin "içsel doğru"sunun ölçüsü mü olduğunu,
ölçüyü veren faaliyetin, bu deyim gözden düşmüş bile olsa,
"Düşünmek ve şiir yazmak" (das Denken · und das Dichten)
olup olmadığını sormak gerekir.

S: Bakıldığında açıkça ortada ki, insan, biltün zamanlarda, bü­


yücünü n çıragı gibi, el indeki aletle işin içinden çıkmayı başaramı­
yar � Şunu söylemek biraz fazla kötümserlik olmuyor mu: besbelli ki
çok daha b üyük olan modern teknik adındaki bu aletle işin içinden
çıkamayacagız!

H: Kötümserlik değil. Kötümserlik ve iyimserlik, §U an­


da çok kısa vadeli tavır alışlanru yokladığımız dü§ünümle­
menin alanı içindedir. Ama özellikle §U var; modern teknik
28 Heidegger'le Söyleşi

bir "alet" değil ve aletlerle de artık hiçbir ili�iği yok.

S: Neden bu ölçilde yere serilmek zorundııyız teknik tarafın­


dan?

H: Yere serildik demiyorum. Henüz tekniğin varlık'ına


uyan hiçbir yola sahip değiliz diyorum.

S: Bununla beraber, size saftyetle �öyle karşı çıkılabilir: burada


neyin genılenmesi söz konusu ? Sonuç olarak herşey çalışıyor. Dur:.
madan daha çok sayıda elektrik santralleri inşa ediliyor. Üretim tı­
kırında gidiyor. Dünyanın, tekniğin ileri bir gelişme gösterdiği kı­
sımlarındaki insanlar gereksinimlerin i çok iyi lcarşılıyorlar. Bolluk
·

içinde yaşıyoruz. Sonuçta burada. eksik olan ne?

H: Herşey çalııjıyo·r. Raha�sızlık verici olan da asıl bu, ça­


lışıyor olması, ve işleyişin her zaman yeni bir i�leyişi Min­
den geti.rmesi, ve de tekniğin insanı hep daha çok topraktan
koparması, orada köksüzle�tirmesi. Bilmiyornin bu sizi deh­
şete düşürüyor mu ama beni, her türlü şıkta, artık aydan yer­
yüzüne fotoğraflar gönderildiğini görmek, dehşete düşürdü.
Artık atom bombasına ihtiyaamız yok, insanın köksözleş­
mesi şimdiden burada. Artık yalnızca, düpedüz teknik ko­
şuJiarda yaşıyoruz. Bugün arbk insanın üzerinde ya�dığı
bir toprak değil. Bu yakınlarda Provence'da Rene Char1a
uzun bir konuşmamız oldu, bildiğiniz gibi �r ve Direniş sa­
VrujÇISıdır o. Provence'da şu sıralar füze üsleri kontış1andıi1lı­
yor, ve doğa dü§lenemeyecek biçimde kınbp geçirilmiş bir
halde Duygusallık içinde ya da bir idili kutlama çabasında
.

olduğunu herhalde söyleyemeyeceğimiz şair bana dedi ki;


eğer dü§üı;ı.ce ve Şir, kendi iktidarlan olan şiddetsiz iktidara
bir daha ulaşamazlarsa, burada ortaya çıkan insanın köksüz­
I�tirilmesi sonumuz anlamına gelir.

S: Kabul etmek zorundayız ki burada olmayı yegliyoruz, ve


yaşadığımız sürece hiç şüphesiz buradan gitmek mecburiyelinde
de kalmayacağız; ama bu toprağın üzerinde olmanın insanın Icade­
ri olduğunu kim biliyor? lnsanın hiçbir kaderinin olmadığı da dü-
Heidegger'le Söyleşi 29

şünülmeyecek bir şey degil. Ancak her türlü şıkta insanın olabilir­
li�in i, egemenligini bu topraktan- başka gezegeniere doğru yaydığı
gerçeginde de görebiliriz. Besbelli ki burada fazla kolıcı �eğiliz.
Yalnız, insanın yerinin burası olduğu nerede yazıyor ?

H: Raberli olduğum kadanyla, insanlık deneyimimiz ve


tarihimize göre, her temelli ve büyiik şeyin in8an ancak bir
yurda (Heirnat) sahip olduğu ve de bir gelenekte kökleştiği
için doğabildiğini biliyorum.Günümüz edebiyatı, örneğin,
alabildi ğine yıkıcı.

S: "Yık!cı " sözcügü burada rahatsız etti bizi, çeşitli nedenlerin


yan ısıra "nihilist " s özc ügü n ü n bizzat sizin aracılıgınız ve sizin
felsefe1iizle, içeriği çok yaygın bir anlam kıızanmış olmasından ötü ­
rü. " Yıkıcı " sözcügiinün, s izin de pekAla bu nilıilizmin bir parçası
olarak düşilnebileceğiniz ya da hatta düşünmek zorunda oldugu­
n uz edebiyata taşınmış olduğunu duymak bizi çarptı.

H: Şunu söyleyeyim ki sözünü e�iğim edebiyat, o sözdi­


ğü düşündüğüm anlamda nihilist değildir.

ü
S: Kesinlikle teknik bir devletin y kselişine götümıekte olan,
ya da çoktan götürmüş olan dünya çapında bir devinimi, bu te­
rimler/e söylediğiniz gibi, açıkça görüyorsunuz, öyle mi?

H: · Evet!

S: Pekala. O zaman bir soru, dağallılda gündeme geliyor: ister


istemez ortaya çıkmak zorunda olan bu olaylai' dokusu üzerinde
insanın hala bir etkisi olabilir mi, yoksa bu durumda felsefenin mi
bir etkisi olabilir, ya da, felsefonin bireyi veya birçok bireyi tanım­
lanmış bir eyleme girişmeye yöneltmesi ölçüsünde, her kisinin be­
raberce mi etkisi ola17ilir?

H: Kısa ve belki biraz yoğun, ama uzun bir düşünümle­


meden kaynaklanan bir yanıt vermeme izin verirseniz: felse­
fe dünyanin mevcut durumunu bir anda değiştirecek etki
üretemez. Bu yalnızca felsefe için �eğil, ama i.nscin açısından
30 Heidegger'le Söyleşi

kaygılann ve özlemierin konusu olan her §ey için geçerlidir.


Yalnızca bir tanrı bizi hala kurtarabilir. Tek olabilirlik olarak,
dü§üncede v� şiirde, tannnın tecellisi ya da sönüşümüz için­
de tannnın yokluğu için bir boşluk hazırlamak kalıyor bize;
olmayan tannnın karşısında sönelim.

S: Sizin düşü nceniz/e bu tannnın tecellisi arasında bir bagtn­


tı var mı? Sizin gözün üzde, bir nedensellik bağıntısı var mı? Bu
tanrıyı onu buraya getirebilecek tarzda düşünebileceğimize inanı­
yor musunuz ?

H: Onu dü�ünce yoluyla getiremeyiz, en çoğu onu bekle­


mek üzere bir serbestlik ortamı uyandırmaya muktediriz.

S: Peki yardım edebilir miyiz?

H: Hazır olma ortamının hazırlanışı pekala bir ilk yar­


dım olabilir. Dünya insan varken, nasıldıysa öyle olarak ve
olduğu gibi olabilemez, ancak insansızken de olabilemez.
Bu, bana göre, çok uzaklardan gelmi� ve bugün artık yıpran­
mış olan bir sözcükle, benim "varlık" adını adını verdiğim şe­
yin kendini göstermesi, esirgenmesi ve biçimi bakımından
insana gereksinecek biçimde olması olgusuna bağlıdır. Tek­
niğin özünü, ben, Ge-stell adını verdiğim �yde görüyorum,
bu çoğu zaman gülünçleştirilen ve belki de sakarlaştınlan bir
deyim. Gestell'in saltanatı şu anlama geliyor: insan tekniğin
özünde kendini gösteren ve kendislııin egemen olmadığı bir
gücün kesin talimati, talebi ve denetimiyle kar§ı karşıyadır.
Bizi bunu görmeye ulaıjhnnak: dü�ünce daha fazlasını yap­
ma iddiasında değil. Felsefe sonuna geldi.

S: Geçmiş zaman içinde -ve yalnız geçmiş zamanın içinde de


değil- herşeye karşın felsefenin pekçok dolaylı etkisi, ender olarak
doğrudan etkisi oldugu, ancak.pekçok dolaylı etkisi olabilecegi, yeni
akımlara yol açtıfı düşünilldU. .Ktınt 'ın, Hegel'in, hatta Marx'ın
sözünü bile etmesek, Nietzsche 'ye kadar nice büyük düşünUrün
adlarını anımsayınca, yalnızca Almanya 'ya bakacak bile olsak, fel­
sefenin doZaylı yollardan muazzam bir etkisi olduğu kanıtlanabilir.
Heide.gger'le Söyleşi 31

Siz şimdi bu etkir#n sona ermiş olduğunu mu söylemek istiyorsu­


nuz? Ve eski felsefenin ölm iiş olduğunu söylediğinizde ayn ı za­
mand,a, felsefenin bu etkisinin, eğer olmuş bile olduysa, bugü n her
tü rlü şıkta artık varolmadığını mı düşünüyorsunuz?

H: Bir başka dü§üncenin dolaylı bir etkisi olabilirdi, an­


cak doğrudan, dü§üncenin dünyanın durumunda bir deği­
�ik.liğe "neden olduğunu" söyletecek tarzda, hiçbir etkisi ola­
mazdı.

S: Bağışlayın, felsefe yapmak istemiyoruz, buna yeterli de de­


ğiliz, ancak burada felsefe ile siyasa arasındaki karşılaşmaya doku­
n uyoruz, bu nedenle sizi- böylesine bir söyleşiye sürüklediğimiz
için bizi bağışlayı n . Söylediğiniz şey felsefen in ve bireyin hiçbir şey
yapamayacaklim...

H: .. .tanrının avdeti ya da ricatı için kendini-açık-hıtmak


serbestinin bu hazırlığı dışında. Bu ricahn sınavı da bir hiç
değil, ama tersine, benim Varlık ve Zaman'da olmakta olanın
karşısındaki ısk.alayı§ (Verjalleuheit) adını verdiğim �eyden
kurtuluşhır jnsan için. Bugün olan §eY üzerindeki dü§ünüm­
leme, sözünü ettiğim serbestinin hazırlığının parçasıdır.

S: Ama o zııman aslında o ünlü dış ivmenin, bir tanrıdan ya


da bir başkasından kaynaklanan el vermenin ortaya çıkması gere­
kir. Şu halde, kendiliğinden ve ke1ıdi güçlerine giiverıerek, düşün­
cenin bugün artıle etkisi olabilemez mi? Oysa bu eskiden, o çağda
yaşayaniann ve, sanınm bunu söyleyebilirim, bizim çıığdaşlarımı­
zın görüşüne göre olmuştu.

H: Ama bir çırpıda değil.

S: Biraz önce büyük deuinimlerin başlahcılan olarak Kant 'ı,


Hegel 'i ve Marx 'ı andık. Ancak Leibniz 'den de çeşitli etkimeler
çıktı - modern fiziğin gelişimi ve böylece genel biçimde modem
dünyanm dofuşu için. Biraz önce bu türdm bir etkiye artık hiçbir
şekilde güvenmediğinizi söylediniz sanıyoruz.
32 .Heidegger'le Söyleşi

H: Felsefemn etkisi bağlamında güvenmiyoriım. Günü­


müze gelene· kadar felsefeye ait olan rolü �imdi bilimler üst­
lendi. Oüşüncenin "etkisi" sözcüğün ü yeterince aydınJahnak
için, kendi kendimize, burada "etki" ve " etkisi olmak"m ne
anlama gelebileceklerini sorarak sorunun daha bir içine gir­
memiz gerekir. Nedenilkesinin ortaya koyduğu sorunun ye­
terince konumland.ınlmı� olması için, Aniass (fırsat)� A nstoss
(etkime).. Foerduung (yüreklendinne), Nachlıilfe (yardım), Be­
hinderutıg (engelleme) ve Mithi/fe (yardımlaşma) arasında çok
belirgin aynmlar yapmak zorunda k.alınz. Felsefe tekil bilim­
ler halinde eriyor: psikoloj i, mantık, politolji.

S: Peki şimdi felsefenin yerini alan kim?

H: Sibemetik.

S: Ya da ·kendini aÇık tutan sofu insan!


H: Ama bu, artık felsefeye ait bir şey d eğildir.

S: Peki nedir o zaman?

H: Ben buna öteki d üşünce diyorum.

S: Buna öteki düşünce diyorsunuz. Burıu bir parça daha belir­


ginleştirerek açıklar mısınız?

H: Benim "Soru Olarak Teknik" (Die Frııge nııch d�· Teclı­


nik) başlıklı konferansımın bit� türncesini düşünd ü nüz mü:
"Sorgulama düşüncenin sofuluğudur"?

S: Nietzsche konusundaki derslerinizde bize ışık verir gibi ge­


len bir l'ümce bulduk. Orada diyorsunuz ki: "Felsefece düşünce­
nin içinde en üstün bir bağlanb istenci hüküm sürdüğü için­
dir ki bü tün büyQk düşünürler aynı �yi dü§ünürler. Ancak
bu aym �y öylesine temelli ve zengindir ki, tek bir dü§ünür
onu asla tüketemez; herbiri herbirim daha bir kavice bağla­
maktan başkaca bir şey yapmaz." Ne ki bu Jelsefece yapı, işte�
Heidegger'le Söyleşi 33

demek ki artık, size göre, belli bir tamamlanmaya ulaşmışa benzi­


yor.

H: Tamamlandı; ama bu bizim iÇin iptal edildi demek


değil dir, yeni bir kez, tastamam sÖyleşimin içinde mevcut
demektir. Son otuz yıl boyunca derslerimde ve seminerie­
rirnde yaptığım bü tün çallljma öncelikle Batı felsefesinin yo­
rumlanmasından başkaca bir �ey değildi. Düşüncenin tarihi­
nin hareket noktalanna çıkı� Yunan felsefesinden beri he­
nüz soru çıkarmaml§ olan 59rulan dü�ünme sabn, gelenek­
ten kopmak demek değildir. Ama söy l üyorum: Nietzsche ile
birlikte tamamlanllll§ olan metafizik geleneğin düşünme tar­
zı, düşünce için arbk, henüz ancak ba�lamış olan teknik ça­
ğın temel belirticilerinin ne olduğunu öğrenmemize imkan
vermiyor.

S: Yaklaşık iki yıl kadar önce, bir Budist rahiple yaptığınız bir
söyleşide, "tümüyle yeni bir düşünme yönteminden" sözetmiş
ve bu yeni yönteme "şimdilik az sayıda insanın erişmiş " oldu­
ğımu söylemiştin iz. bununla yalnızca çok az sayıda kişinin mi, si­
ze göre, mümkün ve zorunlu olan görüş/ere malik olabileceklerini
·

söylemek istiyordunuz?

H: "Malik olmak" (haben) ama tamamen kökensel bir an­


lamda: §(>yle ya da böyle bu görü�leri söyleyebilsinler.

S: Evet ama gerçekleşme olabilmesi için geçişin nasıl olacağı­


nı, yine bu Budistle söyleşinizde, göstermediniz.

H: Bunu gösterebilecek durumda da değilim. Bu düşün­


cenin yapabileceği netkiıı konusunda hiçbir şey bilmiyorum.
Bugün bir düşüncenin yönelişi pekala. suskun kalmaya da
götürebilir, yıl gibi bir süre içinde pazara
düşüncenin bir
düşmemesi için. Ayıu şekilde bir "etki"nin ortaya çıkması
için üçyüz yıl geçmesi de gerekebilir.

S: Çok iyi anlıyoruz. Yalnız, üçyüz yıl yaşamayacağımız ama


burada ve şimdi yaşadığımız için, sessizlik bize yasak olsa gerek.
34 Heidegser'le Söyleşi

Bizler, siyasacılızr, kısmen siyasayla ilgilenenler, yurttaşlar, gazete­


ciler vb., hiç du rmadan herh.angi bir karar almak zorundayız. Için­
de yaşadığımız sistemle uyuşmak zorundayız, onu degiştirmeye
çalışmak zorundayız, bir rorime açılan dJır kapıyı, bir devrime açı­
IAn çok daha dar kapıyı gözetiemek zorundayız. Filozofun yardıma
lcoşmasmı belcliyoruz, elbette tWI.aylı bir yardım, doZaylı yollardan
bir yardım. Ama siz kal/ap, ben size yardım edemem, diyorsunuz.

H: Çünkü bunu yapamam.

S: Bu, filozof olmayanın cesaretini kırmaktan başka bir sonuç


vermez.

H: Bunu yapamam, çünkü sorular öylesine zor ki, bu,


dü§üncenin bir tür resmi açıklama yapma� öğüt vermek, ve
de sonra ahlak notlannı dağıtmak §eklindeki o ôdevinin tam
tersi bağlamda olurdu. Belki §Unu söyleme cesareti gösterile­
bilir: tekniğin düşünülmem.i� varlığının gezegen ölçeğindeki
hegemonyasının gizine uyan �y, bu düşünülmemi�in arayı­
�ına koyulmaya çalışan dü�üncenin geçici ve belirsiz niteliği­
dir.

S: �ndinizi, eğer kulak verilecek olsalar bir yol gösterebile­


cek olaniann arasına koymuyor musunuz?

H: Hayır! Dünyanın mevcut halini bir çırpıda değiştir­


rneğe götüren hiçbir yol bilmiyorum, tabii en başta böylesi
bir deği§tirmenin i nsanlar için mümkün olabildiğini varsa­
yarsak Ancak bana öyle geliyor ki, düşünme denemesi sözü­
nü ettiğim serbestiyi uyandırabilir, onu aydınlatabilir ve sağ­
lamlaşhrabilir.

S: lşte açık bir yanıt ancak bir düşünür; hele biraz durun,
-

üçyüz yıla · varmadan aklıma birfikir gelir elbet demek hakkına sa­
hip midir, böyle diyebilir mi?

H: Sadece, insarun üçyüz yıl içinde bir fikre sahip .olma­


sını beldemek değil sözkonusu olan; mevcut çağın henüz an-
Heidegger'le Söyleşi 35

cak dü�ünülm üş temel belirticilerinden kalkarak, yalvaçca


böbürlenmelere gitmeden gelecekteki zaman içinde ileriye
doğru dü�ürunek söz konusu. Dü§ünmek, hiçbir şey yapmak
değildir; dü�üncenin kendisi de kendi kendinde, kader ola­
rak anlaşılan dünya ile söyle§irni içindeki faaliyettir. Bana
öyle geliyor ki kurarn ve praksis ile, birinden ötekine gidip
gelen bir aktanmın temsiliyeti arasındaki ve metafizikten
kaynaklanan aynm, benim düşünmekten anladığım §eYin
anlaşılınasını engelliyor. Burada belki Düşünmek Ne Demek­
tir ? başlığı altında 1954'de yayınlathğım dersleriine gönder­
me yapabilirim. belki de bu yazının şimdiye kadar yayınla­
� olduklannı arasında en az okunanı olması da zarnarumı­
zın işaretlerinden biridir.

S: Başlangıç noktamıza dönelim. Nasyonal-sosyalizmde, bir


yandan, bu gezegen ölçeğinde/ci buluşma "nın gerçekleşmesini, öte
H

yandan, "gezegen boyu tluluğu içindeki teknik" ile modem zaman­


lar insanının bu buluşmasına karşı protestoLınn en sonuncusunu,
en kötüsünü, en güçlüsün ü ve aynı zamanda da en güçsüzün ü
görmek, düşünülemez mi? Açıkça görüldüğü gibi kişiliğinizde bir
karşıtlıgı üstleniyorsunuz, öyle ki faaliyetinizin birçok ikincil
ürünleri ancak şöyle açıklanabilir: varlıgın ız ı n felsefece çeki rdege
ait olmayan farklı kısımları aracılıgtyla, filozof kimliginizle, ayak­
ta durmadıklarını b ildiğiniz birçok şeye asılıyorsunuz - örneğ iJJ,
nvatan ", "kökleşme " gibi kavrarnlara ya da bu türden şeylere.
Bunlar nasıl uyuşuyor beraberce: gezegensel teknik ve vatan ?

H: Ben böyle söylemezdim. Sanının tekniği biraz fazla


mutlak bir tarzda ele alıyorsunuz. Ben insanın gezegensel
tekniğin dünyasındaki konumlanı§ını kaçınılmaz bir felake­
tin pençesine dü�mek gibi görmüyorum; ben dü§üncenin
ödevini daha çok, kendi sınırları içinde, önce insanın tekni­
ğin varlığıyla yeterince �kiye ginneyi başarınasına yardım­
a olmaktan ibaret görüyorum. Nasyonal-sosyalizm pekala
bu doğrultuda ilerledi; ancak o insaniann dü!jüncesi, bugün
ortaya çıkan ve üç yüzyıldan beri de yolda olan �yle gerçek­
ten açık ve belli bir ili�kiye girebilmek için pek fazla yoksul­
du.
36 Heidegger'le Söyle§i

S: Bu açık ve belli ilişkiye, örneğin Amerikalılar sahipler mi


bugün?

H: Onlarda da yok bu; onlar hala, pragmatizm adi. altın­


da, hiç §üphesiz teknik operasyonlan ve manipülasyonlan
ilerleten, ama aynı zainanda modern tekniğin özelliğini olu§­
turan §eyin ne olduğu üzerindeki dü§ünümlemenin de yolu­
nu tıkayan bir düşünce içinde bağlanmı§ durumdalar. Bu­
nunla beraber Birleıjik Devletlerde, şurada burada, pozitivist
pragmatik dü§ünceden kurtulmak için girişimler var. Ve gü­
nün birinde Rusya'da ve Çin'de, insanın tekniğin dünyasıyla
özgür bir ilişki kurmasım mümkün kılacak katkılar yapacak
bir •dü§ünce"nin çok eski geleneklerinin uyanmayacağını
aramızdan kim çıkıp da iddia edebilir?

S: Ama eger bu düşünce kimsede yoksa, ve filozof da onu vere­


medigine göre...

H: Benim kendi dü§ünme giri�imimle nereye kadar ula­


şabiliyorum, bu giri�im gelecekte ne biçimde kabul görür
olacak ve ne türden meyvelere dönüşecek, bunlar hakkında
karar verebilecek olan ben değilim. 1957'de Freiburg Üniver­
sitesi'nin jübilesini kutlamak üzere yazılmış Eşitlik Ilkesi baş­
lıklı konferansım birkaç adım daha uzağı dü�ünmeye cüret
ettiğim en yeni fırsatbr; burada modem tekniğin özelliğinin
neye dayandığını öğrenmeye kalkışan bir düşünce için, §U
olabilirliğin ' hangi ölçüde açıldığını gösterdim: teknik çağın
insanı onu zorlayan bir kelama, ona yalnızca duyması için
verilmi§ olmayan, ama bundan da fazlası, içinde bizzat yer
alacağı bir kelama olan bağını öğrensin. Benim düşüncem
Hölderlin'in şiiri ile kaçınılmaz bir ilişki içinde yer alır. Höl­
derlin, benim için, yapıtı hpkı birçok başkalannınki gibi ede­
biyat tarihçileri için bir araştırma konusu olacak herhangi bir
§air değildir. Hölderlin benim için geleceğin yönünü i�aret
eden §airdir, tannyı be kleyen §airdir, ve dolayısıyla da höl­
derlingil ara�brmaların basit bir nesnesi, edebiyat tarihindeki
temsiliyetlerin mahpusu olarak kalmaması gereken bir �air-
·

dir.
Heidegger'le Söyleşi 37

S: Hölderlin'den Söz etmişken, Nietische üzerindeki dersleri­


nizde -bir kez dahıı bir alıntıya başvurduğıimuz için bağışlayın­
şöyle demiştiniz: "dionisoscul ile apolloncu, kutsal gazap ve ölçülü
sergileme arasındaki çeşitli bakımlardan ünlü olan .çatışma için_de,
Almaniann tarihsel misyonu olan bir tarzın yasası gizlidir, ve de
bu yasa bizi, günü geldiğinde, ona uyan biçimi bulmaya luızır ve
hazırlanmış olarak bulmak zorundadır. Bu karşıtlık sadece bizim
'kültürel ' olayları betimlememize imkan sağlayan bir formül değil­
dir. Höldcrlin ve Nietzsche bu çatışma ile, tarih içintkki TJarlılclan­
nı bulma ödevi karşısındaki Almanlara bir soru somıuŞlardır. Bu
işaretleri aniayabilecek miyiz ? Bir şey kesindir: eğer bunlan anla­
mayacak olu rsak tarih bizden öcünü alacaktır. Bunları hangi yıl

yazdığınızı bilemiyoruz; 1935 yılında olabileceğini düşünüyonız.

. H: Alıntı herhalde 1936-1937'deki •sanat Olarak Güç İs­


tenci" konulu Nietzsche derslerinde� Ancak bu türnce daha
.

sonraki yıllarda da söylenmiş olabilir.

S: Pekala, bunu bir parça daha yorumlayabı1ir misiniz? Zira


bu bizi genel gidişten ayı rıp Almaniann somut kaderine dogru gö­
türüyor.

H: Alıntıda açımlanmı� olan şeyi §U §ekil d e de söyleye­


bilirim: inancım �u ki bir dönüştürme, ancak ve ancak mo­
dern teknik dünyanın doğduğu aynı dünyasal sit alanından
kalkarak hazırlanabilir, yoksa bu dönüş Zen budizmini ya
da Doğu'da yapılmış ba�ka dünya deneyimlerini kabullene ­

rek ortaya çıkabilemez. Düşüncenin dönü§türülüşü Avrupa


geleneğinin ve onun yeni kazanımının yardımına muhtaçtır.
Düşünce ancak aynı kö kene ve aynı hedefe sahip düşünce
aracılığıyla dönüştürülebilir.

S: Sizin inancımza göre, teknik dünya, doğmuş oldugu o yer­


de...

H: .. . aşılml§ .olmak gerekir, terimin hegelci anlamıyla;


bir yana ablmış olmak değil, ama aşılmı§ olmak, ama yalnız­
ca insan tarafından da değil
38 Heidegger'le Söyl�i

S: Almaniann özelliicle burada özel bir ödevleri olduğunu mu


düşünüyorsunuz?

H: Evet, bu bağlamd� Hölderlin'le söyleşim anlamında.

S: Almaniann bu dönüştünne için özgün bir nitelige sahip ol­


duklanna inanıyor musunuz?

H: Alman dilinin içinde, Yunan dili ve onlann dü�ünce­


siyle olan özel akrabalığı dü§ünüyorum. Bu, ·bana bugün
Fransızlann hiç durmadan doğruladddan bir '?I!Y· Dü�ünme­
ye koyulduklan zaman, Almanca konllljuyorlar: kendi dille­
riyle dü�ünmeyi başaramadıkianna kesin bir dille ifade edi­
yorlar.

S: Roman dilinin konuşulduğu ülkelerde, özellikle de Fransız�


lar arasında, böylesine güçlü bir etkinizin oluşunu böyle mi açıklı­
yorsunuz?

H: Çünkü bütün o büyük akılcılıklanyla (rationaİite),


dünyayı varlığının men§ei içinde anlamak söz konusu ol­
dukta, bugünün dünyasında hiçbir şeye ulaşınuyorlar. Şür­
ler gibi, bir dü�ünce de çevrilemez. Olsa olsa açıldanıp yo­
nımlanabilir. Sözcük sözcüğe çevirnıeye kalkııııldığında, her­
şey değiştiritmiş olur.

S: lnsmıı rahatsız eden bir düşünce.

H: Bu rahatsızlığı geniş bir ölçekte ciddiye alır ve en so­


nunda Roma latincesine çevrildiği zaman Yunan düııüncesi­
nin uğramış olduğu dönüşümün bütün sonuçlannı dü�ünür­
sek iyi ederiz, bu olay bugün bile Yunan dü�üncesinin temel
sözcüklerini ihanet ebueksizin düşünmek için muhtaç oldu­
ğumuz yakınlaşnaya engel olmaktadır.

S: Sayın profesör, biz, her zanum için, birşeylerin iletilebilece­


ği, aynı şekilde de çevrilebilecegi iyimser giJrüşündcn yolll çıkma
eğilimindeyiz, zira bizi düşünce içeriklerinin dilin sınırlan ötesin-
Heidegger'le Söyle�i 39

de iletilebileceklerine inandıran bu iyimserlikten vazgeçecek olur­


sak, o zııman, bizi bekleyen taşra/aşmaktır.

H: Roma imparatorluğunun temsiliyet tarzıyla farkıla§­


tırmak için mi, •taşralı" diye adlandıracaksınız Yunan dü­
şüncesini? İş mektuplan bütün dillere çevrilebil ir Bilimler,
.

yani, temel bilimler olarak ma tematik ve fizikle birlikte bu­


gün bizim için doğa bilimlerini oluşturanlar, dünyanın bü­
tün dillerine çevrilebilirler; daha doğrusu, bu bir çeviri değil­
dir, konuşulan aynı matematik dildir. Burada engin ve ölçül­
mesi zor bir alana şöylece dokunuyoruz.

S: Be lki bu da konumuzun bir parçası: şu sıralar, hiç abartıya


kaçmadan söylenebilir, demokratik parlamenter sistemin içinde bu­
lunduğu bir bunalımı yaşıyoruz. Epeydir sürüyor bu bunalım.
Özellikle Almanya 'da var, ama yalnız Almanya'da değil. Demok­
rasinin klasik ülkelerinde, ingiltere ve Amerika 'da da bu bunalım
var. Fransa 'da buna artık bunalım adı da verilemez. Şimdi, sorilm
şu: herşeye rağmen düşiinürlerden, ikincil sırada da olsa, bize ya
bu sistemin yeni ve de ne türden bir sistemle degiştirilmesi gerekti­
ğini, ya da bir reformun mümkün olması gerekeceğini, ve nasıl
mümkün olabileceğini söylemek üzere kimi işaretler bekleyemez
miyiz? Aksi takdirde, şurada takılıyoruz ki, felsefenin okuluna git­
memiş olan kişi -ve doğallıkla işleri ellerinde tutaniann (ne olduk­
larına kendileri karar vermeseler bile) ve kendileri de bizatihi işle­
rjn elinde bulunaniann durumu çoğunluk bu-, böyle bir kişi o bol­
de, çıkardığı sonuçlarda yanrlaaık, ya da hatta yanıtlarında kor­
kunç kısa devretere maruz kalacak. Şu halde:filozof, bizııtihi insan­
ların belki kendilerinden de güçlü bir ilkiyle teknik bir dünya yap­
tıkları yeryüzünde, birlikte yaşamalarını düzenleme biçimi konu­
sunda, herşeye rağmen bir takım fikirler bulmaya çalışmak zorun­
da değil midir? Herşeye karşın, filozoftan olabilecek bir yaşamı ta­
sarlayış tarzı konusunda bir takım işareler vermesini beklemek
hakkına sahip değil miyiz, ve eğerfilozof bu konuda hiçbir şey söy­
lemeyecek olursa, mesleğinden ve ödevinden bir şeyler, küçük bir
şeyler kabul, ama yine de bir şeyler yitirmiş olmayacak mıdır?

H: Benim görebildiğim kadarıyla, birey, yapılması gere-


40 Heidegger'le Söyleiİ

ken �eyler konusunda pratik çözümler verebilmesine imkan


verecek �ekilde, özellikle de her �eyden önce dü§üncenin
kendisi için bir temel bulma ödevi karşısında, dünyayı dü�
şünce yoluyla tümlüğü içinde kw�atabilecek onca derinleme­
sine bir görüşe sahip olacak tarzda yaratılmamiştır. Düşün­
ceden, ciddiyeti büyük geleneğe layık olarak kalabildiği sü­
rece, bu türden öğütler vermeye kalklşmasıru beklemek çok
fazla olur. Nereden alacaktır böylesi bir hakkı? Dü§Ünce ala­
nında otorite ilanma yer yoktur. Düşünce için geçerli olan
tek şey bizatihi dü�ünülecek şeyden gelir: Ama bu �ey, asıl
bütün g�riye kalanlardan önce sorgulanması gereken şeydir.
bu konumlanışı farkeHirrnek için, herşeyden önce felsefe ile,
pratik ve teknik ba�anlarının bugün felsefece düşünce anla­
mındaki bir düşünceyi durmadan daha gereksiz gösteren bi­
limler arasında varolan konumlanışı göstermek gerekir. Bu
nedenle dü§üncenin, hatta kendi öz ödevi karşısında, getiri­
lip konmu� olduğu bu güç konuma kar�ılık olan şey, özellik­
le bilimlerin güçlü konum lannca beslenen ve dünyayı tasar­
layışına ili§kin pratik sorulara günün beklediği yanıtı verme­
yi kendi kendine yasaklamak zorunda olan o tuhaf düşünce
karşısındaki çekingenliktir.

S: Sayın profesör, düşünce alanında otorite iliinı yok. Şu halde


modern sanahn da otorite ilinma yönelmekle zorluk çekmesi hırşı­
sında hayrete düşmemele gerekiyor. Oysa ki siz modem sanatı "yı­
kıcı" olarak adlandınyorsunuz. Modem sanat çoğu zaman bizzat
kendisini deneysel sanat olarak düşünüyor. Denemelerden ibaret
·

yapıtlan da...

H: Seve seve öğreniyorum söylediklerinizi. .

S: .. insanı ve sanatçıyı Ilir tek başınalık konumlanışından çı­


.

kaTmııyı amaçlıyor, ve tıra sırtı yüz deneme arasından biri de başa­


nfla ulaşıyor.

H: İşte büyük soru da bu: sanat nerede duruyor? Onun


yeri neresi?
Heidegger'le Söyle�i 41

S: Iyi de,. burada siz sanattan, düşünceden bile istemediginiz


·

bir şeyi istiyorsunuz.

H: Sanattan hiçbir �y istemiyorum. Yalnızca sanatın i�­


gal ettiği yerin neresi olduğunu bilmek gibi bir soru olduğu­
nu söylüyorum.

S: Sanat bulunduğu yeri bilrniyorsa, bu yüzden yıkıcı mıdır?

H: Pekala, bu sözcüğü �ileli m. Ancak açıkça söylemek is­


terim ki modem sanatın hangi yolu gösterdiğini ben gÖrem i­
yorum, özellikle de farkettiği ya da en azından aradığı yere,
yani sanatın özelliğini oluııturan şeye ilişkin olarak karşlaş- ·

hğımız karanlığın içinde...

r
S: Sa na tçı da e!kta ılmış olan şeiJ içinde mecburiyel bulmuyor.
Bunu güzel uulabi/ir ve bulduğunu söyleyebilir, altıyüz yıl, veya
ü.çyüz yıl ya da otuz yıl önce şu şekilde resim yapmaklan hoşlanılı­
yordu, hepsi bu. Ancak bugün bunu yapamıyor artık. lsteseydi bile
yapamayacaktı. Ya da o zaman en bUyük sanatçı, o dahi sahteJcar
Han s van Meegren olurdu, ötekilerin heps inden ,.daha iyr resme­
debildiği için. Ama iş"te bu olmuyor Ve dolayısıyla sanatçı, yazar,
.

şair düşüniirünkine benzeyen bir konum/anma içindeler Kendi .

kendimize kaç kez, "kapa gözlerini!" demek zorundiz kııldık.

H: Eğer sanatı, şiiri v,e felsefeyi yerli yerince yerl�tirmek


üzere seçilen çerçeve "kültürel ya�" ise, o zaman bunlan
eııi t bir şekilde yerleştirmek mümkündür. Ancak eğer yaliuz
kültürel yaşım değil ama aynı_zarnanda "kültür"ün ne anla­
ma geldiği de soru haline getirilirse, o zaman böylece soruyu
çıkaran şeyin düıjünülmesi de aynı ııekilde dü�üncenin
ödevleri, içinde bulunduğu yeisi sonuna kadar düşünmeyi
bile başaramayan düşüncenin ödevleri arasına girer. Ne ki
onun en büyük yeisi, ne kadar uzağa bakarsam bakayım� bu­
gün henüz yeterince "büyük", sözij bir çırpıda ve açık bir ııe­
kilde düıjünceyi nesnesinin önüne götürecek ve böylece dü­
şünceyi yolu üzerine Çıkaracak ölçüde büyük dü§ünür olına­
yışından geliyor. Bugün yaşamakta olan bizler için, düşünü-
42 Heidegger'le Söyleşi

lecek olan şeyin büyüğü fazlasıyla büyük. Belki kendimizi


ancak bir geçit açmaya, uzağa gitmeyen, daracık yollar inşa
etmeye zorlayabiliriz.

S: Sayın profesör Heidegger, bu söyleşi için size teşekkür ede-


riz.
Heidegg er'le Söylqi 43

Notlar:
1) Üniversitenin. öğrenci ya da profesör, Yahudilere yasaldanmasını ta lep eden
"Yahudiler Üzerine" bu afiş Alman Öğrenciler Birliği'nden (Deutsdıer Studentm­
bwul) kaynaklanan bir girişimdir. Hitler'in iktidan almasından (30 Ocak 1933)
önceki ve özellilde de sonraki aylar boyunca, birkaç değişiklikle, Reich'ın bütün
üni�ısitelerinde görülür. Afiş yasad ı§ıydı, kaldı ki EyaJet hükümetlerini n çoğu
Deutsdrer Strulenlrrıburulun (Birlik'in 1931 yaz'ında Graz'da... Avusturya'da yap­
bğı. ulusal kongıesinden beri çoğunluk Nasyonal-sosyalistlerdeydi) bütün resmi
temsil hakkını geri aımı.ıardı, ç\inkü örgüt üyeleri arasına Yahudi ırkından olan
Alman öğrencileri kabul etmemek buna karşılık Avusturyalı öğrl!ncileri örgüte
katmak suretiyle yasayı çiğniyordu.
Yasal d urum ıs �isan 1933'te "Alman Okul ları ve Üniversi telerindeki Mevaıt
Fazlasına Karşı Yasa" ile birlikte değişti. Bir yandan, Dn4tscher Studentmbund bü­
tün öteki birliklerin dııjlaıımasıyla Alman Öb "\.rencilerin temsilcisi ilan edildi. öte
yandan, yasa Üniversite'ye kabul edilen Yahudi öğrenci yüzdesini Almanya'da ­

ki Yahudi nü fusun oranıyla, yüzde 1,5 olarak sınırladı; saval'j sırasında babalan
Alma n ordusunda hi7Jnet etmiş öğrenciler bu oranın dıı;ınd ayd ı .

Bu yasayı, 4 Temmuz 1933'te çikanlan ve profesörterin kaderini belirleyen bir


başka yasa izledi : memur ya da değil, Üniversite'nin eğitimd kadrosundaki bü·
tün üyelerine yaygınlaşbnlan, "Memu r Kadrolannın Yeniden Yerleşti ri l m esi 19n
Yasa". Bu yasa Yahudileri ve siyasal açıdan şüpheli" elemanlan eğitme hakkın­
"

dan dışhyor, yalnızca 1918 öncesinden beri o görevlerde bulunan profesörler


için is ti sna getiriyordu; bununla beraber, sözkonusu k�iler Yahudi ise, hemen
emekliye ı;ıkarblmalan gerekiyordu. Şunu beli rleli m ki, Heidegger'in göreve
başla masının hemen arkasından yapbğı rektörlük konu§masının larihi 1:7 Mayıs
1933'tür. Daha ilerde sözü edilen, Stıuleıı tmbund'a bağlı öğrenciler arasındaki
d inleyicileri o tarihte Reich'ın bütün öğrencilerinin yasal temsilcileriydiler.
,

2) Deutscher Studentenbund, KöniwJııerg'deki bir b!jlada yapılını!j olan 1932 kongre­


si sırasında, örgütlenme bi9minde Fiihrerprinzip'i, yani ıjetlerin hemen bir üst
merd tarafından atanması ilkeiini kabul etti Bu ilke 1933 Ekim'inden başlayarak
bütün Üniversitede resmen yaygınlaşbnlacakbr. Eğitim kadrosunun kendi
yönetimini özgür.seçiınle belirlemesine son vennektedir. Senato ya da profrsör­
ler kurulunun daiUljmanhlrtan ba!jkaca bir rolü kalmamışbr. Rektör, Reich'ın
Eğilim Bakanı tarafından doğrudan alanmakta (ve azledilınekte) ve dekanlar da
rektör tarafından görevlerdirilmeklrdir.
Bu hiyeraqi. biraz daha aı;ağıda S.A. grup �6, Dr. Baumann'ın müdahalesi ör­
neğinde görülec:eği gibi,. bir yandan da ii'jleyiıji içinde alabildiğine güçlü S.A'nın
yerel baskılanna bağımlıdır. Üniversite nin S.A. tarafından denetimi, 1934 Şu­
'

bat'ında, öğrencilerin bundan böyle zorunlu hale getirilen askeri eğilimiyle gö­
revli resmi merd haline gehruıj
olan Yükseköğretim Bürosu'nca yerine getiril­
mektedir.
3) Friedrich NaUII)8Jlll. 1860-1919, Protestan rahip, 1907'de Reichstag milletvekilli­
ğinden sonra Weiinar Kururu Meclisi üyesi. Iki önemli kitabın yazarıdır: Dmwlc­
ratie und Kııisertum ve Mitt'*ıuoprı. Ortaya atbğı politik soru !juydu: Tek bir Al­
manya'nın içinde ulusal bwjuva.zi ile sosyalist proJetaryayı nasıl, hangi •nasyo­
·
nal sosyaJimt" aracılığıyla bi.rlejlirmeli?
4) Eduard Spranger, 1882-1963, Wilhelm Dilthey'ın öğrencisi, von Hwnbolt ve Go­
ethe konusunda çalııjmalar yapb ve, 1924'te, aynı yıl içi nde yüzbinden çok satan
bir kitap yazdı: Gençlik Çtıfmdakilerin Psikolojisi 1933'te, Berlin'deki profesörlük
44 Heidegger'le Söyleşi

görevinden istifa etti; anak istifası kabul edilmedi. Hitler'e karşı düzenlenen 20
Temmuz 194:4 tarihli suikast girişiminden sonra tutuklanacakh.
5) •Alman Üniversitesinin Kendini Evedemesi", Self1stbtlıouptu,ng sözcüğünü yete­
rince venniyor, çünkü Hııupt sözcüğünün bildirdiği btış veya şef, ya da daha iyisi
ilke anlamianna ortadan kaldınyor; bu ilkenin öz-evetlenişi Haupt ııözcii�ü
kaynağına taljlyarak yineler. "Özün SelbstiTeluıuptunju.. hiçbi r zaman beldenme­
dik bir dunımu konımadalci direliıj değildir; o özüiıde edinilmif varlık'ın çıkbğı
ilk başlangıca dönüı; ar.ıalığıyla mdinin kararlılığuun devinimidh." ( Holzwegt,
Klostermann yay., s. 38.)
6) Bilimin bu politizasyonu, bir yıl sonra Heidegger'in ljiddetle eleştirildiği, Nasyo­
nal-sosyaüst Volk im Werdnr gazetesi.ıiin yönetmeniyken, aynı 1 933 yilında
Frankfurt üniversitesine rektör seçilen pedagog Emst Krieck tarafından özellikle
sawnuluyordu. 1933'te çıkmış olan kitabı, Nationalpo/itise/re Eniehungda Krieck,
Ünlversite'nin, her birinin kendi uzmanlık alanlan bulunan ve profesyonel for­
masyon verecek ku nımlar halinde parçalanmasını önerir.
7) PrivaJdourıt, tezini (habilitiot} savunmuş ancak henüz üniversite tarafından bir
kürsüye (önce "olağanüstü" sonra "ola ğan• sıfahyla) davet edil memiş (gerujerı}
profesörün sahip olduğu ünvand ır.
8) Albert Leo Schlageter, 1894'te doğdu, 26 Mayıs 1 923'te Ruhr'u l�al eden Fransız
ordusu tarahndan sabotaj eylemi nedeniyle kur.;una d izild i. Nasyonal-sasyalist­
ler, "harekete" uzaktan yakından asla bir yakınlığı. olmamasına
·
�n onun anı-
sına sahip çıkacaldardır.

You might also like