Professional Documents
Culture Documents
ÖZBEKİSTAN Gezi Yazısı
ÖZBEKİSTAN Gezi Yazısı
"Özbekistan Gezisi"
Hüseyin
Levent
Külekçioğlu
22-28.08.2019
Dervişin Rüyası1
"Özbekistan Gezisi"
Semerkand saykal-ı rûy-i zemîn est, Buhara kuvvet-i İslâm-ı dîn est.
Ben ise onun bir tek kara benine Semerkand ve Buharâ'yı bağışlarım.
1İstanbul Gönüllü Eğitimciler Derneği’nin hazırladığı bir turla 22-28.Ağustos.2019 tarihleri arasında gerçekleştirilen Özbekistan’ın
Taşkent , Buhara ve Semerkant gezisinin notları esas alınarak hazırlanmıştır.
Özbekistan Cumhuriyeti (Özbekçe: Uzbekistan Respublikasi)
Bayrak Arma
Bölge
Alan
Numara Türkçe Özbekçe Merkez Nüfusu
(km2)
(2008)
Karakalpakistan Qoraqalpog‘iston
14 Nukus 1.612.300 160.000
Cumhuriyeti Respublikasi
Orta Asya’nın en kalabalık ülkesi Özbekistan’ın nüfusunun, 2050’de 41 milyona ulaşarak eski
Sovyetler Birliği ülkeleri arasında Rusya’dan sonra 2. olması bekleniyor. Orta Asya’da tüm
ülkelerle ortak sınırı bulunmasının yanı sıra bu ülkelerde de Özbek uyruklu vatandaşların
yaşaması, Özbekistan’ın bölgede etkili olmasını sağlıyor.
Dil: Resmi dil Özbekçe Sovyet hâkimiyetinin neticesi olarak Rusça yaygın şekilde kullanılıyor.
Din: %93 Müslüman, %7 Hristiyan ve kalanı diğer dinlerden.
Para Birimi: Sum
Ekonomi: Özbekistan, uluslararası finans kuruluşları öngörülerine göre, gelecek 10 yılda
dünyada en hızlı büyüyecek ülkeler arasında yer alıyor. Genç işgücüne ve zengin doğal
kaynaklara sahip Özbekistan’ın son 10 yılda yıllık ortalama %8 büyümesi dikkat çekiyor.
Özbekistan’ın gayri safi yurt içi hasılası 2016’da 67,22 milyar dolar oldu. Ekonomik güç olarak
71. sırada yer alan ülkede, kişi başına düşen milli gelir 2 bin 220 dolar, enflasyon 9 civarında.
Altın rezervleri bakımından dünyada 4., üretiminde de 7. sırada yer alan Özbekistan’da yıllık
92 ton altın üretiliyor. Özbekistan, uranyum rezervleri bakımından da dünyada 11., üretiminde
7. sırada bulunuyor. Ülkede senede 4 ton uranyum elde ediliyor.
Doğalgaz üretiminde dünyada ilk 11 ülke arasında yer alan Özbekistan’da yıllık ortalama 65
milyar metreküp doğalgaz üretiliyor.
Özbekistan da iki tip otomobil yaygın biri eski rus modelleri diğeri Chevrolette otolar. Çünkü
Özbek UzAvtosanoat ile Amerikalı General Motors şirketi arasında kurulan “GM Özbekistan”
ortaklık şirketi nedeni ile ülkedeki araçlar Chevrolet’in tüm alt modellerinden oluşuyor. Bu
ortak girişimin yıllık ürettiği 140 bin araç sadece iç piyasada tüketilmiyor, aynı zamanda Rusya
ve diğer Bağımsız Devletler Topluluğu ülkelerine de ihraç ediliyor. Diğer yabancı marka
araçların çok nadir olmasının diğer sebebi “yerli malı teşvik” için ithal vergisinin yüksek
olmasıdır. Dünyada en büyük pamuk üreticisi ve ihracatçısı ülkeler arasında yer alan
Özbekistan, yıllık ortalama 3 milyon ton pamuk lifi üretiyor, bunun yarısından fazlasını ihraç
ediyor. Piyasa ekonomisine geçmeyi hedeflediğini ilan etmesine rağmen, ülkede yabancı
kaynaklı yatırımı caydıran sert ekonomik kontroller bir şekilde devam etmektedir. Piyasa
ekonomisine tedrici, sıkı kontrollü geçiş politikası yine de 1995 sonrası ekonomik iyileşmede
olumlu sonuçlar üretti. Özbekistan'ın insan hakları ve bireysel özgürlükler konusunda iç
politikaları bazı uluslararası kuruluşlar tarafından ağır bir biçimde eleştirilmektedir.
Siyasi Durumu: Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla 1991'de bağımsızlığını ilan eden Özbekistan,
Eylül 2016’ya kadar ilk Cumhurbaşkanı İslam Kerimov tarafından yönetildi. Kerimov’un
ölümünün ardından cumhurbaşkanına vekalet eden ve 2004 yılından bu yana başbakan
görevinde bulunan Şavkat Mirziyoyev, Aralık 2016’da yapılan seçimleri kazanarak ülkenin 2.
cumhurbaşkanı oldu.
Karakalpakistan Cumhuriyeti, 12 il ve Taşkent Büyükşehir Belediyesinden ibaret idari yapıya
sahip Özbekistan, başkanlık sistemiyle yönetiliyor.
Özbekistan’da milletvekilleri ve cumhurbaşkanı 5 yıllığına seçiliyor.
Yemek : Özbek mutfağı ve Türk mutfağı arasındaki benzerlik çok fazla örnek olarak mantıyı
gösterebiliriz. At eti pek yaygın değil lezzetli yemeklerin yanında aşina olduğunuz isimler ve
tatlar çok. Çay kültürünün günlük hayatın bir parçası ve öğünler çayla açılıyor ve kapanıyor.
Ancak Özbek el sanatı porselen demliklerde geliyor, çaydanlık yok ve yine porselen kâselerde
içiliyor. Çöl Kavunu, karpuz ve meyveler çok lezzetli.
Achichuk Salatası, ince dilimlenmiş domates ve soğanlarla yapılıyor. Baharatlarla lezzet
katılan bu tipik salata,
Lagman, Çeşitli sebzelerle zenginleştirilen kuzu parçaları ve erişteden yapılan bir çorba ama
alışılmışın aksine biraz koyu.
Manty (Yani Mantı); Boyutları daha büyük parçalardan bizim mantı gibi dereotu ve krema ile
servis ediliyor.
Naryn; Elle kesilen erişteler, at eti, soğan ve karabiberle birleşiyor. Kuzu etiyle yapan da var.
Plov; Özbekistan da kurulan sofralarda, her yöreye göre özellik ve tad değişikliği olan pilav
başköşede. Biz hepsine Özbek Pilavı diyoruz ama Taşkent Pilavı başka Buhara Pilavı başka
Semerkant Pilavı da başka güzel. Yapımında kuru üzüm, havuç, kuzu veya tavuk eti
kullanılan Plov, bölgenin en popüler yöresel yemeği kabul ediliyor.
Samsa ; Çıtır hamur yapısı ile , Özbekistan’da tadabileceğiniz en güzel atıştırmalık, içine
doldurulan kıyma ile lezzetlenen bir börek. Bizim kıymalı börekle çok benzeşiyor.
Şaşlık (yani Şişlik) Tam olarak kebabın karşılığı olan Şaşlık, etlerin şişte pişirilmesiyle
yapılıyor. Servisi de yine aynı şişler üzerinde oluyor. Kıyma türü acısız adana kebabı gibi. Guş
ise kuşbaşı gibi oluyor.
Shurpa (yani Çorba); Yağlı etin yanında domates, havuç ve dilim soğan gibi taze bahçe
sebzelerinden oluşan bir çorba, kızarmış ve taze etten yapılan iki çeşit biliniyor.
TAŞKENT (ŞAŞ)
İstanbul Havalimanı’ndan Özbekistan Hava
Yolları’nın yeni alınmış AİRBUS DREMLİNER tipi
2019 model uçağıyla Taşkent’e uçuş ile geziye
başladık. Özbekistan gibi fakir sayılacak bir ülkenin
bu derece lüks bir uçağı olması bizi şaşırttı. Sabah
erkenden 05:30-06:00’da şehirde hayat yeni
başlarken Taşkent’e ulaştık. Türklerin Özbekistan
nezdinde güvenirliği ile kontrol edilmeden geçiyoruz
“Xavfsızlık” (hıfz-güvenlik) bariyerlerinden ve x rayden.
Bu sırada halk gelenleri karşılamak için uzak bir
avlu duvarının arkasında. Havaalanından çıkıyoruz
park alanına doğru.
İlk izlenimimiz çok geniş, temiz ve bomboş yollar
oldu. Taksilerin arkasında “Yo’l Qaydası, Umr
(Ömür) Faydası” yazısı Kurallara uymanız
ömrünüzü uzatır anlamına geliyormuş.
Taşkent Havaalanında yerel rehber tarafından
karşılandık ve yollar daha boşken bir şehir turu
yaparak Divan isimli mahalli bir lokantada
mükemmel ve mükellef bir kahvaltı yaptık. Taşkent
Özbekistan’ın başkenti, İstanbul’un da “kardeş
şehri”dir.
Taşkent Özbekistan Cumhuriyetinin başşehri ve
Taşkent vilayetinin merkezidir. 1888’den beri
bölgenin resmi başkenti olarak kabul
edilmektedir. 2016 yılında 2208. Kuruluş
yıldönümünü kutlamıştır. Şehrin bir merkez
ilçesi (Mirza Uluğbek) ve on bir ilçesi vardır.
Taşkent, ülkenin hem idari merkezi, hem en önemli kentlerinden biri, hem de ülkenin en
kalabalık nüfuslu şehri. Taşkent 500 metrelik bir rakımda yer alır. Bugün yaklaşık 3 milyonluk
nüfusu ile Orta Asya’nın en büyük en kalabalık şehirlerinden biridir. Eski Sovyet
Cumhuriyetleri (SSCB) içinde Moskova, Saint Petersburg ve Kiev’den sonra dördüncü büyük
şehirdir.
Taşkent düzenli yerleşimi, geniş caddeleri, şehrin ruhuna uygun mimari estetiği ile Rusların
şehir planlamasındaki başarısını yaşıyor. Metrosunu görmedik ama her istasyonu müzeyi
andıran tablo ve süslemeleri ile görülmeye değermiş.
El yazması kitaplarda nakledilenlere göre Taşkent’in eski adı Şaş’mış. Birunî’nin, “Hindistan”
adlı eserinde belirttiğine göre (Taşkent’in adında geçen) “taş” sözü Türkçedeki taş sözüdür.
Şehir için Taşkent adı ilk defa 11. Yüzyılda matematik ve astronomi konusunda uzman Biruni
ve ilk Türkçe sözlük Divan-ı Lügat-it Türk’ün yazarı Kaşgarlı Mahmut tarafından
kullanılmıştır.
Dünya Savaşı sırasında sığınan Rus mülteciler korundukları ve doydukları bu şehire “Ekmek
Şehri” adını vermişler.
Halk arasında “Doğunun Kapısı” adı da kullanılmaktadır. Oldukça köklü bir tarihe sahip olan
Taşkent, adının hikâyesi ile de oldukça dikkat çekiyor. Savaşlarda ülkelerini savunan askerlerin
namından gelen Taşkent adı, taş gibi insanların kenti olarak anılıyor.
On altıncı asırda Taşkent bayındır bir şehir haline gelmiş, etrafı yeni bir duvarla çevrilmiş,
mimari eserler boy göstermişti: Şayhantahur Türbesi, Kökeldaş Medresesi, Barakhan medresesi
o zamandan bugüne kalan eserlerdir
Taşkent’in etrafı yüksek duvarlarla çevrilmiş. Duvarların yüksekliği 8 metre, uzunluğu 10
kilometre civarındaymış. Halk arasında yaygın olan “şehir kapısız değil” deyimi o devirlerden
kalmış…
Taşkent'te 26 Nisan 1966'da meydana gelen 8 büyüklüğündeki deprem 36 binden fazla binanın
yıkılmasına ve 300 bin kişinin evsiz kalmasına neden oldu 50 yılda başkent yeniden inşa edildi.
İnşa edilen dört katlı binalar bugün hala en güvenli binalar gibi görünüyor. Depremden sonra
oldukça sağlam bir alt yapı üzerine şehir planlaması yapılmış. Rus şehir planlamacıları en ince
alt yapı detayına kadar hesaplayıp inşa ettiği şehirde geniş yollar, büyük parklar, büyük
yerleşim binaların yapım aşamasında çalışmak üzere bütün Sovyetler Birliğindeki işsizler
toplanıp bu şehre gönderilmiştir.
1991 Yılından sonra şehrin merkezi meydanına “Müstakillik Meydanı” adı verilmiştir. Şehir
merkezindeki büyük parklardan birine Emir Timur adı verilmiş, büyük devlet adamının
heykeli bu meydana konulmuştur. Aynı parkta Timuriler Tarihi Devlet Müzesi kurulmuştur.
Şehrin, âlimlerin yaşadığı semtlerinden birine de Mirza Uluğbek’in heykeli konulmuştur
Taşkent, Özbekistan’ın kültür merkezidir. Burada çok sayıda üniversite, enstitü, lise, spor lisesi,
meslek lisesi, temel eğitim okulu, anaokulu, kreş ve halk eğitim merkezi bulunmaktadır.
Özbekistan’ın en fazla sirk, sinema ve tiyatro salonu, park ve bahçeleri bu şehirdedir. Taşkent
Orta Asya’nın en büyük ticaret merkezidir. Taşkent havaalanı milletlerarası öneme sahiptir.
Taşkent’in televizyon yayınları dağıtım merkezi olan televizyon kulesi “teleminare” olarak
adlandırılıyor.
Taşkent’te sizi şaşırtacak kadar düzenli yapılar, geniş yollar, doğal parklar, planlı yerleşim
alanları var. Şehirde iki hava alanı, tren garı, otobüs terminalleri mevcuttur. Taşkent’te çok
sayıda hastane, spor salonu, spor alanı ve stadyum vardır.
Sovyet mimarisine ait yapılar da görebilirsiniz. Yeşil alanlarla dolu olan kentte, oldukça
hareketli meydanlar ve geniş caddeler yer alıyor.
Taşkent Özbekistan’da ekmekleri en ünlü şehirdir. Ortası tandır fırınına yapıştırıldığı için ince
çevresine doğru kalınlığı artan ekmeklerin ortasında üretim yerini tanımlayan mühür yer alır.
Me
drese hücreleri aslına hiç te uymayan bir biçimde satış ve imalat reyonları olarak kullanılıyor.
Yine de kapalı kaldığı ve adi işlerde kullanıldığı günlerden daha iyi…
Taşkent’in simge eserlerinden biri ve en büyük medresesi de olan Barak Han Medresesi, çeşitli
dönemlerde yapılmış olan yapılardan oluşmaktadır. Medresenin ilk kısmı 15.yy, ikinci kısmı
16.yy başında, üçüncü kısım ise 16. yüzyıl ortasında Emir Timur’un oğlu Suyunic Han'ın oğlu
Barak Han yapmıştır.
Medrese, bir avlu etrafında toplanmış, 1955-1963 yılları arasında medrese restore edilmiştir.
Metal kubbeler yenileme sırasında eklenmiştir.
Medresenin ölçüleri: 703 x 44 m, avlu ise 33 x 27,5 metredir.
D* TİLLA ŞEYH CAMİSİ
Barak Han ve Muyi Mübarek Medreselerinin arasında bulunan Tilla Şeyh Cami 1890 yılında
erkekler için yaptırılmış. Muyi Mübarek Medresesi ve Tilla Şeyh Cami; Mirza Ahmet Kuşbeyi
tarafından yaptırılmış.
Özbekistan’da bulunan Hazreti Osman dönemine ait Kuran-ı Kerim’in orijinal nüshası bu
medresede ana kubbe altında kurulmuş platformda muhafaza edilmekte ve sergilenmektedir.
Açık olan sayfada “Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar ne de bir an ileri
gidebilirler.“ (Araf Suresi 34. ayeti) bulunuyordu. Dikkat çekici olan, çok büyük harflerle
noktalama olmadan yazılmış ve çok büyük bir kitap olması. Kuran yarım metrekare
büyüklüğünde ve harfleri ise 10 cm kadar. Kuran’ın tamamı sığmaz gibi düşünmüştüm.
Öğrendim ki bazı sahifeleri teberrüken veya hırsızlıkla eksilmiş durumdaymış.
Kuran-ı Kerim’in bu elyazması nüshasının geyik derisi üzerine yazıldığı; Hz. Osman’ın bunu
okurken öldürüldüğü, üzerinde kanı olduğu da öne sürülüyor.
Hz. Osman’ın yazdırdığı bilinen nüshaların bugün İstanbul Eski Eserler Müzesi, Topkapı Sarayı
Müzesi’nde, Kahire’de Hz.Hüseyin Camisi’nde, Yemen’de, British Museum Londra’da ve
Taşkent’te olduğu, bu nüshaların orijinal oldukları söyleniyor.
Taşkent Hz. Osman döneminde İslam’ı kabul ettiği için bölgede Hz. Osman bir başka kıymetli.
Fotoğrafının çekilmesine izin verilmemektedir. Ziyaretimiz sırasında görevliler resim
çekmeyelim diye bizi defalarca uyardılar.
Taşkent’teki bu nüshanın Timur tarafından Bağdat’tan Semerkant’a getirildiği, bir süre Bibi
Hanım Medresesinde saklandığı ve sonra sergilendiği; Rus hakimiyeti döneminde bu nüshanın
Rus General Kaufman tarafından St. Petersburg’a, Hermitage Müzesi’ne götürüldüğü ama
Bolşevik Devriminden sonra bu mushafı Taşkent’e Lenin’in emri ile gönderdikleri 1924 yılında
Taşkent’e geldiği bilgileri var.
Gene bu meydanın kuzeyinde Hazreti İmam Camii ya da bir diğer adıyla Cuma Mescidi’nin
ana binadan ayrı yapılmış 54 metrelik 2 tane dev minareleri ile mavi kubbeleri oldukça uzaktan
görülmektedir. Tümü ile yeni inşa edildiği belli olan caminin minareleri kadar iç avlusundaki
ahşap ve üstü kabartma işlemeli Özbek sütunları ile de dikkat çekiyor. Caminin namaz kılınan
yeri (harimi) tamamen yenilenmiş iç kubbe ve tavan süslemesi dışında bir süs taşımıyor.
Küçücük mimberi de camiye yakışmamış doğrusu…
G*ÖZBEKİSTAN DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
Meydanda türbe yanında tüm Orta Asya Müslümanlarının ruhani lideri olan Müftünün
bulunduğu MÜFTÜLÜK MERKEZİ bulunuyor. Bu meydandan ayrılırken aklımız Emir
Timur’un torunu Mirza Kuşbeyi tarafından yaptırılan Barakhan Medresesinde ve dünyaca ünlü
Taşkent Mushaf’ında kalıyor.
KÖKELDAŞ (Sütkardeş)MEDRESESİ
Taşkent’in tarihi yapılarıyla ünlü bölümünde, Çorsu Pazarı’nın hemen yanında yer
alan Kökeldaş Medresesi, 1570 yılında inşa edilmiş bir ara müze olarak da hizmet etmiş şehrin
önemli yapılarından biridir. 19. Yüzyıla kadar şehirdeki tüm medreseler Kokand Hanları’nın
kalesi olarak hizmet vermiş olup insanların infaz edildiği, çok sayıda işkencenin yaşandığı
yerler haline gelmiş. Günümüzde bir dizi restoreden geçen medrese, öğrencileri eğitimine ve
Cuma namazlarının cemaatle birlikte kılınması gibi eylemlere ev sahipliği yapıyor. 16. yüzyılın
ortasında Kökeldaş adlı vezir tarafından yaptırılan dört medreseden biri.
Sovyet döneminde depo ve daha sonra müze olarak kullanıldıktan sonra, medrese yeniden dini
rolünü oynamaya başlamıştır. Yatılı, her türlü iaşe sağlanıyor öğrencilere. Mezun olanlar
mescitlere imam oluyor veya yükseköğretim için ilahiyata gidiyorlarmış. Öğrencilerden yıllık
1000 $ alınıyormuş. Medresenin geniş avlusu çiçek bahçesi şeklinde. Medrese içindeki avluya
açılan 38 tane talebe hücresi bulunmaktadır burada 2000 kadar öğrencinin eğitimi alması
sağlanıyormuş. Bazı odalar belli derslerin dersliği olarak tanzim edilmiş. Biz ziyaret ettiğimiz
sırada medreseye öğrenci kabulü için sınav yapılıyordu.
Cuma namazları 15. yüzyıldan kalma Cuma Mescidi yakınındaki meydanda kılınmaktadır. Bu
Cuma Mescidi meşhur Hoca Ahrar (1404-1490) tarafından yaptırılmıştır.
Burası önceleri şehrin merkezi olarak idamlar burada halkın gözü önünde yapılırmış. Rusların
Bolşevik devriminden önce zina eden sadakatsiz kadınlar burada taşa tutulur ve sonra cesetleri
medresenin 20 metre yükseklikteki minaresinden aşağı atılırmış.
Ubeydullah Ahrâr, Altın Silsile’nin 18’inci halkası, Türkistan’ın büyük velilerinden Nakşibendî
şeyhi olup tam adı Nâsırüddîn Ubeydullāh b. Mahmûd eş-Şâşî es-Semerkandî (ö. 895/1490)’dir.
İrşad faaliyeti yanında ziraat ve ticaretle meşgul oluyordu. Mâverâünnehir’in Semerkant,
Buhara, Taşkent, Karşı gibi şehirlerinde çok sayıda dükkân, bahçe, köy, mezraa ve sulama
kanalı satın aldı; bunların bir kısmını cami, medrese ve tekkelere vakfetti. 895’te (1490)
Semerkant’ta vefat etti ve burada defnedildi. Geride birçok vakıf eseri ve mürid bırakmıştır.
Halkı sultanların zulmünden korumak için sultanlarla iyi ilişkiler kurmuş, savaşın eşiğine gelen
yöneticileri barıştırarak halkı katliamlardan korumuş, bir hükümdarın yanında bulunup onun
dine aykırı davranışlarını ve zulümlerini engellemenin, bir mazlumun gönlünü hoş etmenin
nâfile ibadetlerden daha üstün sayıldığını söylemiş. Ayrıca çalışıp kazanmaya önem verir,
kimseden hediye kabul etmezdi. Vahdet-i vücûd düşüncesini benimseyen Ubeydullah Ahrâr’ın
sohbetlerinde Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin eserlerinden nakiller yaptığı belirtilir.
EMİR TEMUR MEYDANI
Emir Timur, Özbekistan için önemli ve sevilen bir lider. Timur (Özbekçe Temur) demir
anlamına gelmektedir. Emir de komutan demektir. EMİR TEMUR, hiçbir savaşında yenilmediği
gibi bir Osmanlı padişahını tutsak etmiş tek kişidir.1402 yılında Yıldırım Bayezid’e karşı
Ankara savaşı galibiyetiyle tarih kitaplarımıza da geçmiştir. Anadolu’da yaptığı zulmü ile
meşhurdur. Genç yaşta ayağına ok isabet ettiği için sakat kalmış düşmanları onu aşağılamak
için kendisine Moğolca topal anlamına gelen “lenk” lakabını taktığından Timurlenk olarak
anılmıştır. Özbekistan’da bu hitaba herkes kızmaktadır.
Emir Timur Meydanı’nda, Timur’un bronz bir at üzerinde oldukça ihtişamlı bir heykeli yer
alıyor. Bronz heykelin altında Timur’un ünlü sözü “Güç Adalettedir” 4 dilde yazmaktadır.
Meydanda 1966 depreminde ayakta kalabilmiş nadir binaları, 19. Yüzyılda yapılmış hukuk
fakültesi ve 1947 yılında yapılmış Taşkent’in sembolü saat kulesini görebilirsiniz.
Önceleri askeri geçitlerin yapıldığı bu meydana sırayla eski valinin heykeli, Bolşevik
ihtilalinden sonra Lenin’in büstü, sonra Stalin, Marx ve en son olarak Amir Timur’un heykeli
dikilmiş.
BAĞIMSIZLIK MEYDANI
Yeni adı ile MUSTAKİLLİK eski adı ile
LENİN MEYDANI 12 hektarlık bir alanı
kaplayan şehir merkezindeki meydanı
olup 1991 yılında bağımsızlık sonrası
Mustakillik Meydanı adını almıştır.
Havuzlarla süslü alanın ortasında
bulunan Lenin heykeli de bu tarihte
Bağımsızlık anıtı ile değiştirilmiştir. 1 Eylül bağımsızlık günü kutlamaları her yıl bu meydanda
yapılır. Eski Sovyetler Birliğindeki en büyük şehir meydanı olup kamu binaları ve fıskiyeler
bulunmaktaydı. Kaufman burada büyük bir Ortodoks Kilisesi ve Çan Kulesi inşa ettirmişti. Bu
katedral l930'un başlarında yıkılmış ve Kızıl meydana dönüşmüştür. l974'e burada yapılan
Lenin heykeli 30 metre yüksekliğinde olup dünyadaki en büyük Lenin heykeli idi. Heykel
l992'e kaldırılmıştır ve meydan artık Müstakillik Meydanı adını almıştır.
Dünya Savaşı sırasında, Ruslar ve Ukraynalılardan sonra en çok kaybı veren Özbekler, parkın
bir diğer köşesinde sönmeden yanan ateşe bakan üzgün kadın heykeli ile bu kayıplarını
anmaktadır. Meydanı çevreleyen binalar hükumet binaları ve bakanlıklardır. Bağımsızlık
Meydanı, geniş alanları ve heykelleriyle, Özbekistan’ın Sovyetler Birliği’nden ayrılışını
simgeleyen önemli bir meydan.
Alan içinde, yürüme ve bisiklet parkurları da bulunuyor.
Havuzları süsleyen 16 kolonluk takın üstünde bulunan kuşlar leyleğe benziyor ama halk
bu kuşlara HÜMA (CENNET) KUŞU diyor. Bunlar çok yüksekten uçabiliyor ve Özbek
Halkınca bolluk, bereket ve mutluluğu getirdiği düşünülüyormuş. Bu nedenle leylekler de çok
seviliyor. Üzerinde Özbek haritası bulunan dünya anıtı dibinde KUCAĞINDA BEBEK TUTAN
MUTLU KADIN HEYKELİ ise Ana Vatan’ı sembolize etmektedir.
Grandük N. K. Romanov'un (1850-1917) Sarayı: Bu zat, Çar II. Nikola 'nın kuzeni olup 188l'e
Taşkent'e Dansçı bir kızı sevdiği için unutsun diye ailesi tarafından 1881’de Taşkent’e sürgün
edilmiş. (Rivayet odur ki Romanov burada o dansçı ile evlenmiş). Kendisi burada görkemli bir
konak inşa ettirmiştir.
Prens Romanov, kaldığı sürede Taşkentliler arasında çok popüler oldu. Şehirde ilk pastane ve
ilk sinemanın açılmasına neden oldu. Bozkırda sulama kanalları yaptırdı. Şehirde geçirdiği
yılların ardından öldüğünde ise, şehre miras antika ve eşsiz bir kitap koleksiyonu bıraktı.
Sovyet döneminde bu konak, burjuvanın nasıl yaşadıklarının halka göstermeyi amaçlayan bir
Müzeye dönüştürülmüş.
1935’de Genç Piyonerler sarayı olmuş, 1980’de ise yeniden Müzeye dönüştürülmüştür.
Müstakillikten sonra müze bir kere daha kapanmış, yerini Dışişleri Bakanlığı almıştır.
Bugün Konuk evi olarak kullanılmaktadır.
Prens için yapılan saray, bölgeye nazaran farklı tarzda mimarisiyle ilgi çekiyor.
Prensin başarılı bir avcı olması nedeniyle bahçesini pek çok geyik heykelinin süslediği sarayı
gezemeden yanından geçip gittik.
EMİR TİMUR MÜZESİ
Müze, Emir Timur’un doğumunun 660. yılında gerçekleşen müze açılışı 1996 yılında yapılmış.
Şehrin en önemli müzelerinden biri.
Müzede Emir Timur dönemine ait belgeler, haritalar ve tarihi eserler sergileniyor. Beş binin
üzerinde eserin sergilendiği müzede, Emir Timur’un iktidara gelişinden tutunda o dönemin
diplomatik, ticari, peyzaj, bilim ve eğitim konularındaki tüm gelişmeler hakkında detaylı
bilgilenme, bölge kültürüne ait eserler var.
TELEVİZYON KULESİ
(TELEMİNOR)
İnşaatı 1981 yılında tamamlanan
televizyon kulesi, Orta Asya’nın en
yüksek yapısıdır. 375 metre
yüksekliğindeki kule, 9
büyüklüğünde depreme dayanacak
şekilde inşa edilmiş. Televizyon,
radyo, telefon iletişimi, meteoroloji
istasyonu, restoran ve seyir terası
olarak kullanılıyor. Giriş ücretli ve
programda olmadığı için uzaktan
seyredebildik sadece.
ANHOR SU KANALLARI
Anhor Su Kanalı, mevsim ne olursa olsun,
kıyılarında gezinebileceğiniz güzel bir sulama
kanalıdır.
Minor Camii’nin inşasıyla yenilenme fırsatı bulan
kanal boyunca banklarda dinlenebilir, sakin bir
yürüyüş yapabilirsiniz.
Şehri sulayan kanallardan birinin yanında
bulunan parkta 1966 depreminin 10. Yılı anısına
yaptırılan “Cesaret Anıtı” görülebilir. Anıtta
ailesini korumaya çalışan bir Özbek erkeğinin
önünde ikiye bölünmüş mermer bir blok üzerine yerleştirilmiş deprem anında durmuş bir saat
yer almaktadır. Ayrıca heykeli çevreleyen panolarda deprem sonrası yeni Taşkent’in kuruluşu
ve depremin izlerini silme çabaları görülebilmektedir.
BROADWAY CADDESİ
Her şehir bizi kendi standına davet ettiler Türk olduğumuzu görünce de özel ilgi gösterdi ve
ikramlarda bulundular.
TAŞKENT METROSU
1966 deprem sonrası şehirde Orta Asya’nın ilk metro sistemi yapılmıştır. 1977 yılında çalışmaya
başlayan bu metro sistemi 2011 yılında Kazakistan’ın Almatı şehrinde açılan metro hattına
kadar Orta Asya’da ki tek metro sistemi olarak kalmıştır. 38 kilometrelik bu metro sisteminin
her istasyonu Özbek sanatçılar tarafından değişik bir tarzda dekore edilmiştir. Bu istasyonlar…
içinde en ünlüsü bir uzay yolculuğunu anlatan KOZMONAVTOV İSTASYONUdur.
ALİ ŞİR NEVAİ TİYATROSU
Her ne kadar burada Türkçe değil Özbekçe deniyor olsa da, Farsça’ya karşı Türkçeyi yazın dili
olarak benimsemiş önemli şair Ali Şir Nevai onuruna 1947 yılında, Lenin’in mozolesini ve
Moskova metrosunu da tasarlayan ünlü mimar Suşev tarafından yapılan tiyatro görülmeye
değer binalardan bir diğeri.
FORUMLAR SARAYI
2009 yılında uluslararası etkinlik ve organizasyonlar için yapılmış Amir Temur meydanının en
etkileyici binasıdır. 10 bin metre karelik bir alanın üzerinde kolonların taşıdığı 47 metrelik
kubbe büyük bir leylek heykeli ile biter
BUHARA
Müslümanların ”Fahire” yani kıymetli dedikleri
doğunun "Kubbet-ül İslam (İslam'ın kubbeleri)" ’ı
olarak kabul edilen Buhara, Mekke/Medine ve
Bağdat’tan sonra özellikle İslam dininin yayıldığı 8.
yy da 3. Büyük merkez olarak kabul ediliyor.
Buhara, Türk-İslam medeniyetinde oldukça önemli
bir yere sahip. Mâverâünnehir’de tarihî bir şehir
olup Zerefşân ırmağının aşağı havzasındaki büyük
vahada yer alır. Buhara tarihi boyunca genişlemiş
veya küçülmüş fakat yerini değiştirmemiş.
Marco Polo’nun Buhara ile ilgili yazdığı övgü dolu satırlar çok ilgi çekmiş ve entelektüel
seyyahları ve sanatçıları şehre yönlendirmiştir.
Buhara ismiyle bilinen halılar İran halısı olup bu şehirle ilgisi yoktur.
Buhara’nın bütün tarlalarında su çıktığını ve bundan dolayı çınar, ceviz gibi ağaçların
yetişmediğini, burada yetişen meyvelerin Mâverâünnehir’in en iyi ve en tatlı meyveleri. İnşaat
malzemelerinin büyük çoğunluğunun ahşap olması Buhara’nın yangınlarda harap olması
sonucunu doğurmuştur. Bunun için şehir defalarca yeniden inşa edilmiştir.
Bugün Buhara’da mevcut başlıca eserler şunlardır: 10.yy.dan kalma İsmâil b. Ahmed es-
Sâmânî’nin türbesi, Mugak Attari Camii, Seyfeddin Bâharzî Türbesi, 1119’da yapılan
Namazgâh Camii, 14. yüzyıl sonundan kalma Çeşme-i Eyyûb’un yerindeki türbe, Uluğ Bey
Medresesi, 12. yüzyıldan kalma 45,30 m. yüksekliğinde Kalan Minaresi, 16. yüzyılda inşa edilen
Kalan Mescidi, 1535 de yapılan Mîr Arab Medresesi…
ALTIN SİLSİLE ZİYARETLERİ
Abdülhalık Gucdevani; Orta Asya sûfîliğinin gelişmesinde büyük rol oynayan Hâcegân
silsilesinin kurucusudur. Buhara'ya yaklaşık 30 km. uzaklıktaki Gucdüvân köyünde doğdu.
Yine burada 1179 da vefat etti. İlim öğrenmek için beş yaşında iken Buhara'ya gönderildi.
Gucdüvân kasabasında türbesi bulunur
Ârif-i Rivegerî; Peygamberimizin yolunu insanlara öğreten büyük âlim ve velidir. Hâcegân
silsilesinin onuncusudur. Medrese tahsili görüp, zahirî ilimlerde büyük gayret ve çalışma
gösterirdi. Hocası kendisini çok sever ve takdîr ederdi. Pek çok talebenin hidâyete ve evliyâlık
makamlarında yüksek derecelere kavuşmalarına vesile oldu. Onun gayretine karşılık kendisine
büyük makamlar ihsan edildi. 606 (m. 1209) senesinde Rîvgir'de vefât etti.
Mahmud İncirfagnevî, Hâcegân silsilesinin yani insanları Hakka davet eden, onlara doğru yolu
gösterip, hakiki saadete kavuşturan ve kendilerine Silsile-i aliyye denilen büyük âlim ve
velilerin on birincisidir. Buhara'nın Fagne köyünde doğdu ve nahiyesinde yerleşti. 1315 (H. 715)
senesinde vefat etti. Mimarlık ile geçinirdi. Maddi ve manevi ilimlerde zamanının en büyük
âlimlerinden oldu.
Ali Ramitenî, Buhârâ'ya on beş kilometre olan Râmiten köyünde doğdu. Râmiten'de ilim
tahsiline başladı. Çok kısa zamanda ilim yolunda mertebeler kat etti. Manevi ve maddi
ilimlerde kemâle erdi. Böylece zamanın en büyük âlimlerinden, yol göstericilerinden oldu.
Helâl lokma kazanmak için dokumacılık yapardı. 721 veya 728 (m. 1328)'de yüz otuz yaşında
Harezm şehrinde vefat etti
Muhammed Baba Semmasî, Silsile-i aliyye âlimlerinin on üçüncüsüdür. Semmâs köyünde
doğdu ve 1354 (H. 755)'de orada vefat etti. Tasavvuf ilmini âlim Ali Râmitani'den öğrendi.
Onun derslerinde ve sohbetlerinde yetişip, tasavvufta yüksek dereceye ulaştı.
Seyyid Emîr Külal, Hâcegân silsilesinin yani insanları Hakka davet eden, doğru yolu
göstererek saadete kavuşturan ve kendilerine Silsile-i âliyye denilen büyük âlim ve velilerin on
dördüncüsüdür. İnsanların İslam ahlakı ile ahlaklanmasını, kalbin ve ruhun kötü huylardan
kurtulmasını, Allah rızası için güzel iş ve ibadet yapmayı sağlayan ve bu iş için lazım olan
bilgileri öğreten tasavvuf ilminde çok talebe yetiştirdi
Ziyaretgâhlara halkın gösterdiği yüksek ilgi ve saygıyı da söylemek gerek. Türklere gösterilen
ilginin derecesini de ancak gidenler anlayabilir. Bize gösterilen ilginin karşılığını vermek ve biz
de yakınlık göstermek istediğimiz için ziyarete gelen gelin güveyiyi tebrik edip takılar taktık.
Gelin güveyinin çevresinde 5-10 kişi ile bu türbelere getirilme geleneği olduğu aşikâr çünkü her
gittiğimiz ziyaretgâhta bunlarla karşılaştık. Geldiklerinde ziyaretten önce orada hazır bulunan
hocaya başvuruyorlar (hocaların dışındakilerin kuran okumamasını tembihleyen levha bile
gördük!), hoca da topluluğa oturtup az miktarda kuran okuyor ve ardından dua ediyor. Onlar
da karşılık olarak minderinin altına bahşiş para bırakıyorlar. Dini hayatın bile hala
yönlendirmeler ve geleneklerle yürütüldüğü gibi ziyaretgâhların turistik olarak hazırlandığı
toplumsal işlevlerinin olmadığı açık. Ardından Buhara’daki Rangrez Otele yerleştik.
LEB-İ HAVUZ
Şehrin merkezinde yer alan Leb-i Havuz, Buhara'da görülmesi gereken en önemli yerlerin
başında geliyor. Leb-i Havuz olarak bilinen yer tarih boyunca kervanların en önemli uğrak
yerlerinden olmuş. Havuzun etrafı kafeterya ve restoran olarak kullanılmaktadır. Havuz başı
bina lokanta olarak kullanılıyor. Tarihi eserlerin ortasında kalan bu havuz sadece havuz
olmaktan çıkmış, turistlerin ve Buharalıların en önemli buluşma ve dinlenme yeri olmuştur.
Leb-i Havuz etrafında turistlerin ilgisini çekebilecek oldukça güzel restoranlar ve rengarenk
yöresel hediyelik eşyaların satıldığı dükkanlar bulunuyor. Öğle yemeğini halkın arasına karışıp
masa bulmak için uzun süre beklediğimiz Leb-i Havuz çevresinde şaşlık yiyerek geçirdik.
Şehrin içinde birbiriyle bağlantılı olduğu bilinen, içme suyu, sulama, serinletme amaçlı
kullanılan 114 tane havuz olduğu söylenmektedir. Rusların şehri ele geçirmesi ile sağlıksız
olduğu ve hastalık yaydığı iddiasıyla birçok havuz doldurulmuş, yok edilmiş ve kapatılmıştır.
Lebi Havuz bunlardan sadece birisidir. Buradan batı istikametine gidince yanlışlıkla eski şehir
içinde kaybolmuştuk Bu sırada başka havuzların da restore edilmediği halleri ile yerinde
durduğunu gördük.
Leb-i Havuz’un kuzeyinde Orta Asya’daki en önemli İslami eğitimin merkezlerinden, 16.
yüzyıldan kalma, sütkardeşi anlamına gelen o zamanlarda hüküm sürmüş bir hanın sütkardeşi
ve aynı zamanda veziri olan Kulbaba Kökeldaş'ın yaptırdığı Kökeldaş Medresesi vardır.
Özbekistan'daki dört Kökeldaş Medresesi'nden biri olan medrese yine amacı dışında
kullanılıyor. Taşkent de de aynı isimli bir medreseyi gezmiştik. O hiç olmazsa medrese olarak
çalışıyordu. Medresenin boyutları 80 x 60 metredir. Şehirdeki en büyük medresedir.
ÇAR-MİNAR MEDRESESİ
Chor-Minor Tacik diline göre dört minare
demektir. Buhara şehrinin sıra dışı
medreselerinden birisidir. Mimarisi Hint
etkisi altındadır ve Haydarabad’da bulunan
bir yapının taklididir. Kare şeklindeki iki
katlı medrese girişinin üstü bile kubbe ile
taçlandırılmış, köşelerinde ise birbirinden
farklı dekorlardaki dört küçük minare
bulunmaktadır. Bu dört minaresinin
kuzeydeki ikisinin süslemesi aynı olmak
üzere üç ayrı çeşittir. Bahçesinde su havuzu
boş vaziyette durmaktadır. Geniş ve ağaçsız
bahçesi bu yapının eski medresenin sadece
girişi olduğunu gerisinin ise yıkılmış
olduğunu düşündürüyor.
Kulelerin dekor elemanları, dünyanın dört
dinini, İslam, Hristiyanlık, Musevilik ve
Budizm’in felsefi anlayışını yansıttığı
söylenmektedir. Kulelerin dekor
elemanlarında dünyanın dört dinin felsefi
anlayışını yansıttığı balık, haç, Budist dua sembollerini hem gündüz hem gece gitmemize
rağmen biz göremedik.
MOGAKİ ATTARİ CAMİİ ve MOH TAPINAĞI KALINTILARI
İslamiyet öncesi pagan “Moh Tapınağı ” yerine inşa edilmiş ve halen bahçesinde tapınak
kalıntıları durmaktadır. Magoki Attari Camii asimetrik dış cephesi, geometrik şekiller ve oyma
terra-cotta taşıyan bitki desenli fayanslar ile oldukça sıra dışıdır. Savaşlardan korunmak için
kuma gömüldüğü, toprağın derinliklerine battığı gibi türlü efsaneler anlatılmaktadır. 1930
yılındaki kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Günümüzde HALI MÜZESİ olarak hizmet vermektedir.
KAPALI ÇARŞILAR
Buhara kentinde birçok kapalı çarşı ticaretin ana merkezi olarak yüzyıllar boyunca hizmet
etmiştir. Bunlardan günümüze ulaşmış ve gezebildiklerimiz şunlar: Toki-Sarrofon Kapalı
Çarşısı; leb-i Havuz’un hemen yanında yer almaktadır. Küçük dükkanların bulunduğu bir
çarşı. Toki-Zargaron Kapalı Çarşısı; ise Buhara’nın en büyük kapalı çarşısıdır. Zargaron adı,
zargar yani kuyumcu kelimesinden gelmektedir. Telpak Furushon Kapalı Çarşısı; Toki
Sarrofon’un biraz kuzeyinde yer alan altıgen kubbeli yapı bir yapıya sahip büyük bir
komplekstir. Şimdi hediyelik eşya satış dükkanları dolu, kopuz, bez bebek, def, şemsiye, çanta
v.b. el ürünü ve hediyelik eşya sattıkları birçok yerel işletme bulunmaktadır.
İsmail Samani türbesi, Samanoğuları dönemine ait olup 958 yılında inşa edilmiştir. Plan,
malzeme ve süsleme bakımından oldukça önemli bir yere sahip olan yapı, hem Karahanlı
Dönemi, hem Büyük Selçuklu Dönemi hem de Anadolu Selçuklu Dönemi türbelerini menşeii
oluşturmaktadır. Bilindiği üzere günümüze ulaşabilmiş en erken tarihli türbe Abbasiler
dönemine ait olan 862 tarihli, sekizgen planlı Kubbetü’s Süleybiye, ikinci türbe ise İsmail
Samani Türbesi’dir.
10. yüzyıl Müslüman mimarisinin önemli başyapıtlarından görülmeye değer yerlerden biridir.
Dünyayı simgeleyen kubbe ile örtülü, istikrarı sembolize eden küp şeklindeki bina evreni temsil
eder. Girişteki kemerlerin üzerinde bulunan daireler güneş ve gezegenlerin betimlemesidir.
Orta Asya’nın pişmiş tuğladan yapılmış ilk yapısıdır. Cengiz Han ın işgali ile tüm tarihi yapıları
yıktırdığı halde bu yapıyı kumlarla kaplandığı için göremediğinden yıktıramadığı çok sonraları
keşfedildiği söyleniyor. Orta Asya'da inşa edilen ilk türbe özelliğini taşıyan, İsmail Samani
Türbesi, gerek yapım şekli gerekse kullanılan malzemelerden ötürü kendi sınıfındaki mimari
biçimin öncüsü olmuş. Yapıldığı dönem itibarıyla işçilik, plan ve süsleme açısından üstün bir
sanat değerine sahip. Buhara'da Samani Hükümdarı İsmail Samani için 9'uncu ve 10'uncu
yüzyılda yaptırılan türbede, babasının kabri de bulunuyor.
Camii Ark Kalesinin tam karşısındadır. Buhara Emiri Emir Şah Murat tarafından, 1712 yılında
eşinin ölümü üzerine ona olan sevgisini göstermek için saray camisi olarak yaptırılmış. Caminin
yapıya göre çok kısa minaresi Buharalı ünlü usta Shirin Muradov tarafından 1917 yılında
eklenmiştir. Cami ile ve Ark Kalesi’nin tam ortasında bulunan 18. yüzyıl yapımı havuz şehirde
günümüze ulaşabilmiş az sayıda havuzdan biridir. Namaz vakti dolu olduğu için girmeye çok
beklediğimiz gibi kadınların uzaklaştırılması nedeniyle de şaşırdık. Müslüman olmayanlardan
biletle ücret de alınıyormuş ama eşlerimizin tesettürlü olması ve Türk olmamızdan ücretsiz
ziyaret ettik. Hatta son safa sıkışıp vakit namazı bile kıldık. Dışardan son cemaat yerinde dev
gibi bir portalı ve 20 ahşap Özbek sütunu ile içi küçük , mavi çinileri ile çok güzel.
MUSEVİ MAHALLESİ
Leb-i Havuz’un güneyinde kanallar olan tarafında Musevi Mahallesi ve Buhara Sinagogu da
yer almaktadır. Sıcakta bunaldığımız ve yorulduğumuz için kapalı çarşıları gezmek daha güzel
gelmişti.
Kale Buhara’nın en eski anıtı olup şehrin korunmasında kullanılmıştır. Kalenin ana kapısından
girdikten sonra eğimli yoldan yukarı çıkarken sağda ve solda mahkûmların kaldığı demir
parmaklıklı hücreler bulunuyor. Kaleye açma kapama köprülü olan bu kapıdan girilmektedir.
Ark Kalesinde: emirin saray kalıntıları, polis bölümü, ahırlar, giysi, halı, mutfak eşyaları,
hazine, tophane, hapishane, kuyum ve diğer atölyelerin olduğu eski yeni yapılar ve müzeye
çevrilmiş mescid görülebilir. Buhara Emirinin taht odası, tören ve festivaller için ayrılan oda,
güneydeki girişin hemen ardındadır. Burası ahşap sütunlar üzerine tuğla döşeli olarak inşa
edilmiştir. Uzun bahçede, Emir tahtı bulunur. Bu mermer taht: mermer sütunlar üzerinde,
boyalı, ahşap gölgelik altındadır.
Ark kalesindeki saray, Buhara hanları tarafından konut olarak kullanılmıştır. Kalede Buhar-
hudâtlar’ın büyükayı takım yıldızlarını temsil eden yedi taş sütun üzerine kurulmuş sarayı
vardı. Saray dönüştürülerek yapılmış ve halen kısmen mevcuttur. Han sarayı olarak bilinen,
devlet erkânı ve hizmetlilerin de yaşadığı kale içinde, emirin yazlık odası, cami, devlet
hazinesinin konduğu bölme, harem ve zindan gibi bölümler de mevcut. Tarih boyunca hem
emirin sarayı hem de karargâh olarak kullanılan kale içinde ahşap kapılardaki muntazam işçilik
ise görenleri hayrete düşürüyor. Kapılar; iki katlı kule ile portal, kemer açıklığı ve üstünde
kafesli mimari galeri görülür.
Ark Kalesi ya da genel kullanılan adıyla Buhara Kalesi müslüman olmayanların alınmadığı bir
yermiş. Kalede o zaman ortalama 3.000 kişi yaşayabilirmiş. Kalenin 17 km’lik dış surları ve bu
surların 11 tane kapısı varmış. 1920 yılında Ruslar tarafından şehir bombalanıp harabeye
çevrilmiş, dış surlar da bu bombalamada yıkılmış. Şehrin güney batı kısmında park içinde
ortaçağ surlarından kalan küçük bir bölüm ve şehrin kapılarından ayakta kalabilmiş bir tanesi
(Talipach Gate) var bunu Süleyman Muradov Caddesinde araçla geçerken bile görebilirsiniz.
Biz de araçla birkaç defa yanından geçerken görmüştük. İdam edilen mahkûmların surların
üstünden aşağı atıldığı söylenmektedir.
Kalede, Kuteybe b. Müslim tarafından inşa edilen Cuma Mescidi de vardı. Daha sonraları bu
cami Dîvânü’l-harâc olarak kullanılmıştır.
EYYÜB PEYGAMBER
ÇEŞMESİ VE TÜRBESİ
UNESCO tarafından 2008 yılında Dünya Mirasları Listesi’ne alınan anıt mezar,
Özbekistan’ın simgesi haline gelmiş yapılar arasında yer alır. Samani türbesine yakın ve deri
hastalıklarına iyi geldiğine inanılan çeşme için; Eyüp peygamberin ziyareti sırasında susuzluk çeken
halkı yere vurduğu sopa darbesiyle kristal
berraklığında şifalı bir suya kavuşturması efsanesi
hala anlatılmaktadır. Bu su kaynağının üzerine
yapılmış türbenin tam tarihi bilinmemektedir.
Gelenler mezarı tavaf edip üstüne pirinç taneleri,
buğday sapları ve fesleğen atarlar.
Karahanlı Türk hükümdarı Arslan Han tarafından 1127’de yaptırılan Kalan Camii ve minaresi
Buhârâ’nın en önemli tarihî eserlerinden birisi. Minarenin gövdesinde çini üzerine yazılı Kur’ân
ayetleri ise sanki yeni yazılmış inci taneleri gibi güzelliğini muhafaza etmekte. Orta Asya'nın en
görkemli ve en yüksek minaresi olan yapının bazı kesimleri turkuaz çinilerle işlenmiş ve
minarenin gövdesinin orta kısmı kufi yazıyla süslenmiş ve bölüm bölüm her kuşağında farklı
desenleri var.
Minarenin tepesinde, geçmişte şehre gelen kervanların yollarını kolay bulması için geceleri ateş
yakıldığı rivayet ediliyor. Savaş zamanında da gözetleme kulesi görevi görmüş.
Geleneksel Orta Asya mimarisine göre inşa edilen Medrese, kapalı avlulu, iki katlı
Medreselerdendir. Kur’ân-ı Kerim’deki 114 sureyi temsil eden 114 oda yapılmıştır. Buhârâ ve
çevresine ilim saçan birçok âlim bu Medresenin mahsulüdür. Mir Arap Medresesi, geçmişin
parlak devirlerindeki ilmî havayı birazcık olsun teneffüs etmek isteyenlere, Buhârâ’nın manevî
iklimi ve tarihî güzellikleri ile birleşerek bir nebze olsun hatırlatıyor.
Medreseye merdivenle çıkılıp dış kapıdan girince sol taraftaki büyük odada Şeyh Abdullah
Yamani türbesi bulunmakta, sonradan kendisine hürmet edenler de buraya kendilerini
üstatlarının yanına gömdürdükleri için içerisi tamamen mezarlarla dolmuş durumdadır.
Normalde ziyarete kapalı olduğu halde Müslümanlara ve özelliklere çok sevgi ve saygı
gösterdikleri Türklere açılıyor.
NEVAİ ÜZÜM FESTİVALİ; Rehberimiz yolda festivali haber verince böyle bir ortamda
bulunmayı tercih ederek Nevai Üzüm (Saylıgına) Festivaline de katıldık. Otobüsten
indiğimizde şehrin belediye başkanının da bizi karşıladığını gördük. Bizimle birlikte açılış
yapılması ve gittiğimiz her stantta ikram görmemiz çok hoşumuza gitti. Hem başköşeye misafir
edildik hem de çok ilginç şeyler gördük. Örneğin büyük küçük demeden sazlı-sözlü eğlenceye
katılarak oyun oynamaları ve bizi de tesettürlü hanımlarımız dâhil olmak üzere oynamaya
davet etmeleri bu konuda tutucu olmadıklarını gösteriyordu. Bizi sofralarına oturtup Özbek
Pilavı, muhtelif yaz meyveleri, özellikle çeşit çeşit üzüm ikram etmeleri ve canı gönülden
davranmaları da bir başka özellikleri.
Festivalde kayıt yapan bir TV kanalına da “Türk halkının Özbek halkına kardeşliğini ve
birbirimizin dostu olduğunu ” belirten mülakat vermiş bulunduk.
Festival şehrin ortasındaki Nevai parkında yapılıyor ve ALİ ŞİR NEVAİ’nin de bir heykeli var.
Ama henüz bu festivalleri turistik olarak pazarlayamadıklarını söyleyebiliriz.
SEMERKAND
2500 sene öncesine dayanan tarihiyle
dünyanın en eski şehirleri arasında yer alan
Semerkant, İpek Yolu'nun önemli bir
kavşağında yer almasından dolayı tarih
boyunca siyasi, ekonomik ve kültürel açıdan
önemli bir yerleşim yeridir. Şehir Babil ve
Roma ile aynı yaştadır.
Semerkant, eski Farsça’ da “Taşkent”
anlamına gelirken, eski Türkçe’de temiz
kent anlamına gelen “Semizkend” diye
adlandırılmıştır.
I. Velid döneminde en parlak günlerini
yaşayan Emevîler’in Horasan valisi Kuteybe
bin Müslim, 711 yılında Semerkant'ın kesin
olarak fethini gerçekleştirdi. Taberî, Kuteybe
Semerkant’ı ele geçirdiği esnada çok sayıda
Zerdüştî ateş tapınağı ve iki de Budist
manastırının yıkıldığını bildirmektedir.
İslam coğrafyacıları, müslüman Araplar'ın ilk fetihleri sırasında, Amuderya'nın kuzeyinde
fethettikleri, Semerkant'ın da yönetim merkezi olduğu bölgeye, Arapça'da nehrin öte tarafında
bulunan yer anlamına gelen Mâverâünnehir adını vermişlerdir. Fetihten itibaren Semerkant,
Mâverâünnehir’deki diğer bölgelerin fethinde önemli bir üs olarak kullanılmıştır.
13. yüzyılda Semerkant Cengiz Han tarafından ele geçirildikten sonra yakılıp yıkılmıştır.
1370 yılında bölgenin komutanı olan Timur kendini Moğol hükümdarı ilan edip, başkenti
Semerkant’a taşıyarak, 35 yıllık saltanatı boyunca çıktığı 15 seferden dönüşte ele geçirdiği
şehirlerin ünlü mimarlarını toplayıp Semerkant’a getirmiş ve kenti baştan aşağı mimari
eserlerle süslemiştir.
1784 yılında Semerkant Buhara Emirliğinin merkezi olmuştur. 1868'de Rus işgaline uğrayarak
Rus Çarlığının bir parçası haline gelen Semerkant, 1924 yılında kurulan Özbekistan Sovyet
Sosyalist Cumhuriyeti'nin 1930 yılında Taşkent başkent olana kadar başkenti oldu.
Semerkant, Özbekistan'ın 12 ilinden biri olan Semerkant ilinin yönetim merkezi olan şehirdir.
Semerkant Özbekistan'ın kuzey doğusunda, Zarefshan Nehri vadisinde yer almaktadır. 240 km
uzakta Buhara, 270 km uzakta Taşkent , 340 km uzakta Afganistan'daki Mezar-ı Şerif'e, 35 km
uzakta Tacikistan sınırı ve Tacikistan'ın başkenti Duşanbe 210 km uzaklıktadır.500 bin olan
nüfusu ile Özbekistan'ın en büyük ikinci şehri, tarihi ve sosyo-kültürel açıdan en önemli
şehridir. 2001 yılında UNESCO Dünya Miras Alanları Listesi'ne eklendi. Tarihsel anıtlarıyla çok
sayıda turist çeken Semerkant önemli bir otomotiv, besin, dokuma sanayisi ve öğretim
merkezidir. Semerkant şehir merkezi iki bölüme ayrılır. Eski şehir ile Çarlık Rusyası ve
Sovyetler Birliği günlerinde gelişen yeni şehir. Eski şehirde tarihi anıtlar, eski özel evler ve
mağazalar bulunurken, yeni şehirde yönetim merkezleri, kültür merkezleri ve eğitim kurumları
bulunmaktadır. Semerkant, Türkiye’de İstanbul, Antalya, İzmir ve Eskişehir ile kardeş şehirdir.
İmam Buhari, Sünni Müslüman dünyanın en önemli hadis uzmanı kabul edilmektedir. 870
yılında ölümü sonrası Semerkant’a 25 km uzaklıktaki bu türbeye gömülmüş ve Orta Asya’nın
en önemli dini ziyaret yerlerinden biridir. İkinci hac gibi görülmektedir. 1998 yılı UNESCO
tarafından “İmam Buhari” yi anma yılı ilan edilmiştir.
REGİSTAN MEYDANI
Taşkent, Buhara, Semerkant gibi bütün büyük şehirlerin merkezleri, eskiden beri “Registan
(Kumlu Yer)” olarak adlandırılmıştır. Dünyanın en eski şehirleri arasında sayılan tarihi İpek
Yolu'ndaki Özbekistan'ın Semerkand kentinde "U" biçiminde üç eşsiz mimari abidenin yer
aldığı Registan Meydanı, Orta Asya Türk mimarisinin ender örneğini oluşturuyor.
Kuruluşundan asırlar sonra bile görkemini koruyan meydanda, Uluğ Bey Medresesi, Şirdor
Medresesi ve Tillakari Medresesi bulunuyor. Registan Meydanı'ndaki medreseler, farklı
dönemlerde yapılmalarına karşın aynı planda inşa edilmeleriyle dikkati çekiyor. Dört köşeli bir
bahçe, dört teras ve çevre boyunca sıralanmış odalar... Oda kapıları, saygı ve alçak gönüllülüğü
hatırlatmak için özellikle alçak olarak yapılırmış. Böylece herkes kapıdan girip-çıkarken
mutlaka başını eğmesi gerekir.
ULUĞ BEY MEDRESESİ
Medrese yapısı, Uluğ Bey’in astronomiye olan tutkusunu sembolize eder. Kapı üzerindeki on
yıldız, uzayı sembolize etmektedir. Ayrıca geometrik desenlerde kullanılmıştır. Medresede
astronomik gözlemler yapmak için bir platform bulunmuştur. Uluğ Bey, ölümüne kadar burada
matematik ve astronomi dersleri vermiştir. Medreseye 15 metre yükseklikteki bir kapıdan girilir
ve bu kapının bizzat Uluğ Bey tarafından tasarlandığı söylenir. Külliyenin ilk yapıtı olan Uluğ
Bey Medresesi, Timur İmparatorluğunun 4. sultanı gök bilimci Uluğ Bey tarafından 1417-1420
yıllarında yaptırıldı.
İki yanında iki minaresiyle dikdörtgen şeklinde kurulan Uluğ Bey Medresesi, bünyesinde
eğitim odaları ve öğrencilerin yatak odalarını da barındırdı. Uluğ Bey'in, ölümüne kadar
matematik ve astronomi derslerini verdiği bu medrese, 15. yüzyılda Asya'nın en iyi ve en
önemli üniversitelerinden biri olarak gösterildi. Medresenin eğitim ağırlığı matematik ve gök
bilim dalı idi. Ünlü bilgin ve filozof Nureddin Abdurrahman Cami, bu medresede eğitim
gördü.Uluğ Bey'in ölümünden 200 yıl sonra, Semerkand'ın yöneticisi olan Yalangtuş Bahadır'ın
emriyle 1619-1636 yıllarında birinci medresenin bir kopyası olarak ikinci medrese yaptırıldı.
ŞİRDOR MEDRESESİ
Semerkant Registanı’ndaki medrese 17. yüzyılda Buhara Hanlığı döneminde Semerkant'ın
yöneticisi olan Yalangtuş Bahadır'ın emriyle, 1619-1636 yıllarında yaptırılan, kapısının iki
yanındaki alınlığı dolduran, simetrik olarak yerleştirilmiş iki adet sarı arslan ve insan yüzü
şeklindeki güneş tasvirden dolayı Şir-Dor Medresesi (Arslanlı Medrese) olarak adlandırılan
medresedirTaç kapı üzerinde, Kuran’dan alıntılar, bitkisel süslemeler yaygın olarak
kullanılmıştır. Uluğ Bey medresesinin aynısıdır. Halk arasında kapı üzerindeki aslan deseni
sayesinde “Aslanlı Medrese” olarak bilinir. Kapıda “güneş” ve “aslanların ceylan avı”
resmedilmiştir. “Güneş” ise Zerdüştlüğün etkisini göstermektedir. Medrese 32 metre
yüksekliğinde minareye sahiptir.
Uluğ Bey Medresesi'nin tam karşısında simetrik olarak yaptırılan medreseye "Şirdar (Aslanlı)
Medresesi" adı verildi. Uluğ Bey Medresesi ile Şirdor Medresesi'nin tek farkı olarak yeni
medresede kışın kullanılmak üzere tasarlanmış fazladan iki eğitim holünün bulunması dikkati
çekiyor. Giriş kısmının üst tarafına Semerkand şehrinin sembolü olan iki aslanın ceylan avları
resminin çizildiği Şirdor Medresesi'nin duvarlarına Kur'an-ı Kerim'den ayetler ve sureler
yazıldı. Şirdor Medresesi'nin yapımından birkaç yıl sonra 1646-1660 yıllarında, yine Yalangtuş
Bahadır tarafından iki medresenin ortasında meydana bakacak şekilde üçüncü medrese inşa
ettirildi.
TİLLAKARİ (ALTIN İŞLEMELİ) MEDRESESİ
Semerkant Registanı’ndaki son medrese ise yine Yalangtuş Bahadır'ın emriyle 1646-1660
yıllarında yaptırılan medresedir. Yapıda altın kaplama tekniği kullanıldığı için ismi verilmiştir.
Registan meydanının kuzey tarafındadır. Tillakari Medresesi, dış görünümüyle diğer iki
medreseye benzemekle beraber iç yapısı itibarıyla belirgin bir farklılık gösteriyor. İç bezeme
süslemelerinde saf altın kullanıldığı için Tillakari veya Tel Kari (Altın İşlemeli veya Altın
Kaplamalı ) Medrese olarak adlandırıldı.
Tillakari Medresesi, medrese olarak yapılmasına karşı esasen cami olarak kullanıldı. Eski bir
kervansaray, medreseli olacak şekilde camiye çevrilmiştir. Tillakari, 17. yüzyılda Semerkand'ın
en büyük camisi oldu. 19. yüzyıla kadar cami ve medrese olarak kullanılan bu yapılar, 20.
yüzyılın başından itibaren tarihi eser olarak korumaya alındı.
Öğrenciler için bir külliye olmasının yanı sıra Semerkand’ın merkez camisi olarak da kullanılan
medresenin, dış ihtişamı kadar iç mimarisi de görenleri kendine hayran bırakan bir güzelliğe
sahip.
GUR-İ EMİR (EMİR TİMUR TÜRBESİ) (Gûr-i Mîr yani hükümdarın türbesi)
Timur’un Semerkant’taki Ruhâbâd adı da verilen türbesi ve buna bağlı olan külliyedir. Timurlu
ve İslâm türbe mimarisinin en güzel ve en önemli eserlerinden biridir. Aslında hankah, medrese
ve değişik mimari kısımlardan teşekkül eden geniş bir külliye niteliğiyle kurulmuş sonradan
arızi sebeplerle olmuş. Yaptıran Timur’un büyük oğlu Cihangir Mirza’dan büyük torunu
Muhammed Sultan Mirza’dır. 1399 – 1403 arası inşa edilmiştir. Muhammed Sultan Mirza’nın
Ankara Savaşı’ndan sonra görevlendirildiği askerî faaliyetler sırasında 1403 te Sivrihisar da
ölmesi Timur’u çok üzmüş naaşı, külliye içinde kabre konmuştur. Türbe 1405 te
tamamlanmıştır. Ancak aynı günlerde 18 Şubat 1405 teTimur’un ölmesi üzerine türbeye Timur
defnedilmiştir. Bir aile kabristanı olarak kullanılmaya başlanan türbeye Timurlular’ın ilgisi
büyük olmuş, hânedanın en önemli hükümdarlarından ikisi ve şehzadeler buraya
defnedilmiştir. Gûr-ı Emîr’in inşasından sonra bakım, onarım ve yeni birimler eklenerek
genişletilmesi işlerini üstlenen şahıslar içinde en önemli kişi Uluğ Bey’dir. Öteki bölümlerin
zaman içinde harap olması sebebiyle bugün ana taç kapı ana külliye ve türbeden ayrı gibi
durmaktadır.
Şehrin merkezinde ana caddede bulunan Timur heykelinin yanında mavi kubbenin altında
Timur ve yakınlarının mezarı bulunmaktadır. 14. yüzyıldan kalma tarihi eserlerden biri
olan Gur-i Emir, Timur İmparatorluğu’nun kurucusu Timur’un türbesi ve külliyeden
oluşmaktadır. İran mimarisinin motiflerini göreceğiniz 37 metre kubbe yüksekliğindeki
türbeye, Timur hanedanının önemli üyeleri defnedilerek aile kabristanı haline getirilmiştir.
Aksaray Mozelesi : Semerkand gezimizdeki bir diğer durağı Gur Emir Türbesinin hemen
arkasında yer alan Aksaray Mozelesi idi. Tavan süslemeleri ile dikkat geçen bu yapı Semerkand
ziyaretinizde görülmesi gereken yapılardan birisidir.
BİBİ HANIM CAMİSİ, TÜRBESİ VE MEDRESESİ
Timur, Çinli bir prenses olan eşine sevgisini ifade etmek için bu meydanın az ilerisine Bibi
Hanım Camisini yaptırmıştır. 5 yılda yapılıp 1404 yılında tamamlanan bu Doğu’nun en büyük
camisi olması için inşa edilen binada 15 bin işçinin yanında 100’den fazla da fil kullanmıştır.
Binaya filler rahat girebilsin diye kapı oldukça büyüktür.
Siyob Pazarı, Bibi-Hanım Camii'nin bitişiğinde yer alır ve sadece yerel halk tarafından değil,
yerli ve yabancı turistler tarafından da ziyaret edilir. Pazarda, bakliyat, şekerleme, sebze, meyve
ve giyim tezgahları ayrı ayrı bölümlerde yer alır. Halkın et ihtiyacı bile bu pazardan
karşılanmaktadır. Özbeklerin plov dedikleri Özbek pilavı için çeşit çeşit pirincin satıldığı Siyob
Pazarına, Özbeklerin nan dedikleri ve sadece burada yapılan bu özel Semerkant ekmeği için
diğer şehirlerden bile insanlar gelirler. Plov adlı geleneksel Özbek pilavı sadece özel günlerde
yenilmektedir. Lipioshka adlı yiyecek hem restoranlarda hem de sokak satıcılarında
satılabilirken, Samsa adlı hamur tatlısı genellikle sokakta satılır. Şehrin el yapımı halısı ve
seramiği de meşhurdur. En pahalı hediyelik eşyalar gümüş takılar ve halılardır.
Hz. Muhammed’in kuzeni olan Kusam İbn Abbas, Emeviler devrinde ilk Semerkant
kuşatmasına katılmış, 13 yıl burada yaşamış, vaaz vermiş ve daha sonra bir namaz sırasında
Zerdüştler tarafından öldürülmüştür. Bibi Hanım camisinin bir kaç yüz metre aşağısında
bulunan türbesinin de içinde bulunduğu Şah-ı Zinde ya da Yaşayan Kral Mezarlığı 14. ve 15.
yüzyıllarda Kusam'in kabrinin yamacına eklenen birbiri ardına inşa edilmiş 11 türbeden
oluşmaktadır. Mısır'daki krallar vadisi gibi bir mezar kent haline gelmiş ve Kusem b. Abbas’ın
kabri “Şâh-ı Zinde” (yaşayan sultan) diye anılmış ve bu adlandırma bütün alanı tanımlar hale
gelmiştir.
Şah-ı Zinde Mezarlığında Kusem bin Abbas'ın mezarının yanı sıra Emir Timur’un kız kardeşi
ile eşleri, çocukları ve komutanlarından bazılarının mezarları da bulunmaktadır. Yapılar
topluluğu kaynaklarda Mecmûa-i (Gûristân-ı / Kabristân-ı / Ârâmgâh-ı) Şâh-ı Zinde (Şâh-ı
Zend) şeklinde geçmektedir.
Efrasiyap Tepesi diye bilinen yerde Uluğ Bey'in yaptırdığı âbidevî taç kapıdan girildikten sonra
türbe ve mescitlerle dolu üç kısım halinde teşekkül eden ve en üst kısımdaki küçük bir
meydanın sağ tarafında Kusam b. Abbas'ın türbesi asırlarca Semerkant'taki en kutsal yer
olmuştur.
Bugün alana güney tarafında abidevi taç kapıdan girilmektedir. Girişin yanlarında bulunan
binalar günümüzde müze şeklinde kullanılmakta olup esasında mescid, dergâh ve medrese gibi
bölümlerden meydana gelmiştir. Doğu tarafındaki Devlet Kuşbek Medresesi 1813 tarihli bir
bina iken batıdaki bölümler Uluğ Bey devrinden kalmadır. Uluğ Bey’in, oğlu Abdullah adına
inşa ettirdiği bu kısım mescid ve değişik bölümlerden oluşan bir dergâhtır ve taç kapıyla aynı
zamanda 1435-1436’da yapılmıştır.
Arazinin eğimine göre şekillenen sokak önce merdivenlerle varılan bir çardak teşkil eden ikinci
taç kapıya, daha sonra en yukarı kısımda bulunan üçüncü taç kapıya varacak biçimde yapıların
eksenini oluşturmakta ve en üst kısımdaki küçük bir meydanda sona ermektedir. Kusem b.
Abbas’a ait türbe ve mescidin içinde yer aldığı en üst kısımdaki yapılar arasında külliyenin
mevcut en eski tarihli binaları bulunmaktadır. Diğer Yapılar Şunlardır;
2* ŞÂD-I MÜLK AKA TÜRBESİ, Timur’un ablası Türkân Aka tarafından kızı Şâd-ı Mülk için
inşa ettirilmiş kare planlı 1372 tarihli bir yapıdır.
3* EMÎR HÜSEYİN B. TUĞLUK TEKİN TÜRBESİ, Orta kısımda yer alan, 1376 tarihli
günümüzde önemli ölçüde harap durumda olan kare planlı bir yapıdır.
4* USTA ALİ TÜRBESİ, 1380’de yapılmış, kim olduğu bilinmeyen birinin türbesi olup, dış
cephede sırlı tuğla, çini geometrik desenler ve kitâbelerden oluşan bir tezyinatı mevcuttur.
5*EMÎR BURUNDUK TÜRBESİ, 1380’de yapılmış kare planlı bir bina olup diğer türbeler
gibidir. Cephede tuğla ve sırlı tuğlalarla oluşturulmuş mozaik süsleme hâkimdir.
6* ŞÎRİN BİKE AKA TÜRBESİ, 1385’de yapılmış Timur’un kız kardeşi olduğu anlaşılan kare
planlı türbe de orta kısımda yer almaktadır.
Geçiş bölgesinde renkli camlı pencereler, cephede ise pîştâk denilen yüksek bir taçkapı
mevcuttur. Cephe mozaik çini kaplamalı iken içeride alt kısım dışında alçı kaplama tezyinat ve
sır üstü altın yaldızlı çinilere yer verildiği görülmektedir.
7* EMÎRZÂDE TÜRBESİ, 1386’de tarihli kare planlı yapılmıştır. onaltıgen kasnakla ulaşılan bir
kubbeyle örtülüdür.
8*ULU SULTAN BEGÜM TÜRBESİ, XIV. yüzyılın son çeyreğine ait türbe eski bir bina
kalıntısı üzerinde yapılmış sadece cephesi kalmış olan binanın çini tezyinatı mevcuttur.
1405 tarihli türbe, mescid, giriş mekânı ve taç kapıdan müteşekkil topluluk üst kısımda
bulunmaktadır. Mescid üç bölümlü olup orta kısmı daha geniştir.
10*KADIZÂDE-İ RÛMÎ TÜRBESİ olarak bilinen ve 1430 tarihli yapının bir kadına ait olması
bu türbenin başka bir kişi için inşa edildiğini göstermektedir. Uluğ Bey devri mimarisinin güzel
bir örneği içeride mavi boyalı alçı tezyinat hâkim durumdadır.
11*AŞTEK TÜRBESİ XV. yüzyılın ilk yarısına aittir. Yapıda sırlı tuğla süslemeler vardır.
ULUĞ BEY RASATHANESİ
Uluğ Bey Rasathanesi Semerkant merkeze yaklaşık 3 kilometre uzakta bir tepe üstünde 1428
yılında yapılmıştır. Timur’dan sonraki en önemli hükümdar aynı zamanda bir bilim adamı olan
Uluğbey’dir. Timur’un torunu olan Uluğ Bey döneminde Semerkant çağının en önemli bilim ve
kültür merkezi haline gelmiştir. Uluğ Bey, oğlu tarafından devlet işleriyle ilgilenmiyor diye
öldürüldükten sonra fanatik dinciler tarafından rasathane yerle bir edilmiştir. Rasathanenin 40
metre yüksekliğinde 46 metre çapında olduğu tahmin edilmektedir.
Uluğ Bey dünyanın güneş etrafında döndüğünü Kopernik’ten 60 yıl, Galileo’dan 200 yıl önce
bulmuştur. İlk yıldız haritasını yapmıştır. Aya ilk ayak basan Neil Armstrong ay yüzündeki 3
kraterden birine Uluğ Bey adını vermiştir.Rasathane yıkılırken kaçan öğrencilerinden Ali Kuşçu
Fatih Sultan Mehmet’in himayesine girmiş yanında kaçırabildiği kitaplar yüzyıllarca kaynak
kitap olarak kullanılmıştır.
İslam dünyasında biri Eşarilik diğeri Maturidilik olan iki yaygın Sünni itikat mezhebi vardır.
İşte Maturidîliğin kurucusu olan İmam Mâtürîdî, Semerkant'ta doğmuştur, Sâmânîlerin
Maveraünnehir’de hakim oldukları devirde yaşamış ve 944 tarihinde burada vefat etmiştir.
Semerkant'ta en çok ziyaret edilen dini mekânlardan biri de Danyal peygamber kabridir.
14. yüzyılın sonunda Timur, İran'daki Sus şehrini fethettiğinde orada yer alan Danyal
peygamberin kabrinden toprağıyla beraber onun bütün vücudunun, bir başka rivayete göre de
kabrinden sadece toprağının alınıp Semerkant'a getirilmesiyle Danyal peygamber için burada
şehir kabristanının arka tarafında genişçe bir arazi içerisinde yer alan türbe yaptırılmıştır.
Türbe altından su akmakta olan bir tepede ve sade olmakla birlikte, kabrin boyutu olmaz bu
kadar dedirtecek şekilde yaklaşık 10m uzunluğundadır.
Hz. Hızır Camii, Horasan fatihi Kuteybe'nin şehre hakim Afrasiyap Tepesini şehre bakan
yüzüne 711'de inşa ettirdiği Orta Asya’nın en eski camisidir.
Cengiz'in tahrip ettiği şehri Timur abad etmişti. Uluğ Bey medrese ve türbe yaptırarak daha da
zenginleştirmişti. Rusların kasıtlı davranışları, ihmali ve ilgisizliğinden doğan tahribatı da
Müslümanların malumudur. İslam Kerimov’un Semerkand'ı üçüncü kez abad eden olduğu
1992 yılında gezdiğimiz yerler hep harabe olup, Ruslar’ın unutturduğu bu yerleri ve tarihi
İslam Kerimov teker ortaya çıkarmış, Özbek ve Türk tarihinin müstesna eserlerini yeniden
hayata kattığı iddia edilse de ülkesinde İslami çalışmaları durduran biri olduğu malumdur.
Söylenmese tarihi sanılan, geleneksel mimari üslubunda yapılmış, ayetler ve nakışlarla tezyin
edilmiş ve gösterişli kapısı olan türbe, İslam Kerimov'a mükâfat (!) olarak en eski camii olan
Hızır Cami'nin hemen yanına doğu tarafına bitişik yapılmış içine İslam Kerimov defnedilmiş,
yanına da bir minare dikilmiştir. Ancak her beş dakikada dolup boşalan avlusunda okunan kısa
birkaç ayet ve dualar kimseyi ve özellikle İslam Kerimov’u hesap vermekten kurtarmayacaktır.
Semerkant Havaalanından HY – 275 sefer sayılı uçağı ile İstanbul’a uçuş saat 16:55’da hareket
ettiğimizde bir daha gelmeyi ümit ederek ayrıldık Ata Yurdumuzdan.
EK-1: BİR DERVİŞİN RÜYASI "ÖZBEKİSTAN GEZİSİ" adlı İGEDER GEZİ PROGRAMI
Bizans’a karşı hazırlanan Horasan ve Mâverâünnehir ordusuyla birlikte Rey’e gittiği anlaşılan
Kaffâl’in (354/965), Bizans İmparatoru II. Nikephoros Phokas’ın emriyle yazılıp Abbâsî Halifesi Mutî‘-
Lillâh’a gönderilen ve Misis ile Tarsus’un istilâsı (352/963) sebebiyle müslümanları aşağılayan kasideye
reddiye olarak kaleme aldığı bir hicviyesi vardır. Her iki kasidenin metni Viyana’daki Kaiserlich-Königlichen
Hofbibliothek’te kayıtlı yazmalarda (nr. 464, 1996) yer aldığı gibi Sübkî tarafından da iktibas edilmiştir
(Ṭabaḳāt, III, 205-213). Horasan, Suriye ve Irak bölgesinden birçok edip ve şair söz konusu kasideye reddiye
yazmış, ancak Kaffâl’inki seçilip imparatora gönderilmiştir. Manzum diplomasi dilinin güzel bir örneği olan
kaside milletlerarası ilişkilerle ilgili muhtelif çalışmalarda iktibas edilerek incelenmiştir (bunlardan bazıları
şunlardır: Carl Brockelmann, “Arabische Streitgedichte gegen das Christentum”, Mélanges de géographie et
d’orientalisme offerts à E.F. Gautier [Tours 1937], s. 96-106; Gustav Edmund von Grünebaum, “Eine Poetische
Zwischen Byzanz und Bagdad in 10. Jahrhundert”, Studia Arabica, I [Analecta Orientalia, XIV, 1937], s. 41-64;
Selâhaddin el-Müneccid, Ḫuṣûmât diblûmâsiyye fi’l-İslâm: Ḳaṣîde İmbarâṭûri’r-Rûm Phokas fî hicâʾi’l-
Müslimîn ve ḳaṣîdetâ el-imâmeyn el-Ḳaffâl eş-Şâşî ve İbn Ḥazm fi’r-red ʿaleyh [Beyrut 1983]; Abdülhâdî et-
Tâzî, “Mürâsele diblûmâsiyye şiʿriyye fi’l-ʿaṣri’l-vasîṭ beyne’l-Ḳusṭanṭîniyye ve Baġdâd ḥasbe maḫṭûṭa ferîde fî
Fiyenâ”, Fuṣûl edebiyye ve târîḫiyye, nşr. Hüseyin Atvân [Beyrut 1414/1993], s. 257-287).
Eserleri. 1. Meḥâsinü’ş-şerîʿa fî fürûʿi’ş-Şâfiʿiyye. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi (III. Ahmed, nr.
1317) ve Yale University Library’de (Landberg Collection, nr. 614) birer nüshası kayıtlı bulunan eser şer‘î
hükümlerin illetlerine ilişkin bir soruya cevap olarak yazılmıştır. 2. Cevâmiʿu’l-kelim fi’l-ḥadîs mine’l-mevâʿiẓ
ve’l-ḥikem (bu iki eserin nüshaları için bk. Brockelmann, III, 1200; Sezgin, I, 498). Hacı Selim Ağa
Kütüphanesi’nde (nr. 481; ayrıca bk. Brockelmann, III, 1200) Kaffâl adına kayıtlı bulunan Cevâmiʿu’l-kelim
fi’l-mevâʿiẓ ve’l-ḥikem adlı eserin, yapılan araştırma sonucunda Müttakī el-Hindî’ye ait olduğu anlaşılmıştır.
Özbekistan topraklarında yetişerek dünya bilimi ve kültürüne büyük katkı sağlayan bilim
adamlarının yıl dönümleri bağımsızlık yıllarında dünya çapında kutlanarak, onların bilimsel manevî mirasını
araştırma ve bu mirası halkımıza ulaştırma alanında birçok çalışmalar gerçekleştirilmektedir. Bu çalışmalarda
söz konusu bilim adamlarının İslam ilmi ve nazariyesinin gelişmesinde göz ardı edilemeyecek yerlerinin
olduğu vurgulanmaktadır. İslam dünyasında İmam Buharî (810-870), İmam Tirmizî (824-892), İmam
Maturudî (870- 944) gibi imam derecesine yükselen bilim adamları arasında İmam Ebu Bekir Keffal Şaşî’nin
(903-976) yeri ayrıdır. Çağdaşlarının “Hazreti İmam” adını verdiği bu büyük insanın tam adı Ebu Bekir
Muhammed b. Ali b. İsmail el- Keffal Şaşî’dir1. Arap kaynaklarında saygı ile onun adına “büyük, ulu”
anlamını taşıyan “kebir” sözü eklenir. Ünlü bir kilit ustası olduğu için kendisine keffal2 yani “kilitçi, kilit
ustası” denmiştir. Bu konuda Mervli ünlü tarihçi Ebu Se’d Abdülkerim b. Muhammed Sem’anî (1113-1167)
El-Ensab (Nesepnâme) adlı eserinde şöyle yazar: “Keffal kilitçi olması nedeniyle verilmiştir. Ebu Bekir
Muhammed b. Ali b. İsmail el-Keffal Şaşî, Şaşlıdır ve büyük kilit ustası olarak ün kazanmıştır. Döneminin
ileri gelenlerinden biridir. Fıkıh, hadis, usul, dilbilgisi alanlarında eşi yoktur. Keffal Şaşî adı Batı ve Doğu’da
meşhurdur.”3 Arap tarihçisi Şemsiddin Zehebî (1274-1348) onun hem Maveraünnehir’in hem Horasan’ın
büyük âlimi olduğunu kaydeder: “... dil, usul, fıkıh bilimlerinin imamı, Horasan âlimi Ebu 1 Keffal Şaşî’nın
hayati hakkında bk. Cengiz Kallek, “Kaffâl, Muhammed b. Ali”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
C. XXIV, İstanbul 2011, s. 146-148. 2 Yakut Hamevî’nin kaydettiğine göre Keffal Şaşî minicik kilit ve ağırlığı
bir danık (ağırlık ölçü birimi) olan bir anahtar yaparak herkesi hayrete düşürmüştür (Mu’cem ul-buldan, Dar
el-fikir, C. V, Beyrut, s. 116). 3 Ebu Seid Abdülkerim b. Muhammed Sem’anî, el-Ensaĥ, C. X, Beyrut 1980-82, s.
211. Keffal Şaşî’nin Diplomatik Faaliyeti 121 Bekir Muhammed b. Ali b. İsmail el-Keffal Şaşî eş-Şafî Büyük
Keffal adıyla ün kazanmıştır. O zat, döneminin imamı ve birkaç kitabın müellifidir.”4 Ebu Bekir Keffal
Şaşî’nin makamı, bilimsel yeteneği konusuna Orta Çağ Arap müellifleri kendi eserlerinde değinmişlerdir. Biz
de büyük bilim adamının diplomatik faaliyeti üzerinde duracağız. Bu konuda Arap tarihçisi Taciddin Ebu
Nesir Abdulvahap es-Subkî (öl. 1370) Tabakat eş-şafiiye el-kübra adlı eserinde bilgi sunmuştur. Ayrıca aynı
Özbek âlimleri olan Nadirhan b. Alaaddin, Abdusadık İrisov, Bahriddin Mannanov5 ve diğerlerinin bilimsel
makalelerinde işlenmiştir. Keffal Şaşî, bilimini pekiştirmek için dünyanın birçok ülkesini gezmiştir. Sık sık
hacca gitmiş ve dönerken de Bağdat’ta bir süre ikamet etmiş, şehrin büyük âlimleriyle görüşmüştür. Keffal
Şaşî bir seferinde âdeti üzere tekrar Bağdat’a gelir. Bu sırada Bizans imparatorunun kumandanı Tağfur,
Abbasîlere ait bazı toprakları, Şam’ın kuzey kısmı ve Antokiya’yı ele geçirerek başkent Bağdat’ı tehlike
altında bırakmıştı. Bu tarih Hicri 4. yüzyıla denk gelmektedir. Doğu bilimci Bahriddin Mannanov’un
kaydettiğine göre IV. yüzyılda Rum İmparatorluğunun ikiye bölünmesiyle ülkenin doğusunda meydana
gelen bağımsız Bizans İmparatorluğu, X. yüzyıla gelince topraklarını geri kazanma yolunda başarılı seferler
gerçekleştirir ve sadece Balkan Yarımadası, Avrupa’nın bir kısmı değil, Kafkas’ın batısı, Küçük Asya’nın
doğusuna kadar olan toprakları kendi nüfuzu altına alır. İşte böyle bir durumda Konstantinopolis, Arap
Halifeliğinin elinde olan bazı toprakları geri alma planını kuruyordu. Bu amaç doğrultusunda gerçekleştirilen
seferlerde Bizans ordusu birkaç defa savaşı kazanır... Bunun sonucunda Bizans İmparatorluğu, Bağdat
Halifeliğine kısacası İslam’a çok yönlü saldırılarını başlattı. Tağfur tarafından Bağdat halifesine şiir şeklinde
yollanan mektup, yani ültimatom fikrimizin örneğidir.6 O dönemde Bizans İmparatorluğunda ve Arap
Halifeliğinde şiire karşı çok yüksek bir ilgi vardı. Ülkeler arasındaki diplomatik ilişkiler şiir şeklindeki
sağlanırdı. Bizans İmparatoru, Arap Halifeliğine tehdit ederek Bağdat Halifeliğine ait olan toprakların
vaktiyle kendilerine ait olduğunu ve zorluk çıkarmadan bu toprakları kendilerine iade etmeleri gerektiğini
talep ediyordu. Bizans İmparatoru mektubun daha etkili olması için onu Arap dilinde, şiir şeklinde yazmıştı.
“Haşimî Hanedanına Mensup Halifeye” başlıklı söz konusu şiirde şu mealdeki mısralar vardı: “Biz bir aslan
gibi saldırarak kendi topraklarımızı aldık. Damaşk ülkesi atalarımızın meskeniydi. Biz bu ülkenin gerçek
sahipleriyiz. Mısır’ı da kılıcımızla kendimize tabi ettireceğiz. Hicaz, Bağdat, Şiraz, Rey, Horasan, Kudüs,
Doğu ve Batıyı da ele geçireceğiz.” Bu tehditli sözlerle Bağdat Halifesinin ve kumandanlarının gözünü
korkutmak ve ülkeyi kolaylıkla kendine 4 Şemsiddin Zehebî, Siyar ailam en-nubela, Muassasat er-Risale, C.
16, Beyrut, s. 283. 5 bk. Nadirhan b. Alaaddin, Ebu Bekir Keffal Şaşî ve Onun Faaliyeti, Sovyet Doğusu
Müslümanları, 1971, 3-4, s. 9-11; À. İrisov, “Keffal Şaşî”, Maneviyat Yıldızları, Abdulla Kadirî Halk Mirası
Yayınları, Taşkent 2001, s. 84-86; B. Mannanov, “Keffal Şaşî ve Onun Diplomatik Faaliyeti Hakkında”,
Özbekistan Tarihi, 2004, s. 25-34. 6 bk. B. Mannanov, “Keffal Şaşî ve Onun Diplomatik Faaliyeti Hakkında”,
Özbekistan Tarihi, 2004, s. 28-29. Nimetullah MUHAMEDOV 122 tabi ettirmek istiyordu. İşte bu olayların
yaşandığı sırada Keffal Şaşî Bağdat’ta idi. Halifelikte yüksek yetenekli bilim adamı, bilgili hukukçu ve büyük
sanatçı olarak tanınmıştı. 7 Klâsik Arap dilinin belagatiyle yazılan bu mektubun birkaç mısrası rahmetli
şarkşinas âlim Nadirhan b.Alaaddin tarafından Özbekçeye çevrilmiştir. Mısralara dikkat edelim: “Damaşk’tır
atalarımızın yurdu, Onun topraklarının sahibi benim. Mısır’ı fethedeceğim kılıcımla, Sınırsız çöllerde güler
yıldızım. Ondan sonra sıra gelir Mekke’ye, Karanlık gibi sarar gözü pek ordum. Kudüs’e yol alsam
yorulmam asla, Oradadır benim kutsal hakkım...”8 O sıralarda Bağdat’ta ünlü âlim ve şairler çoktu. Fakat
kimse Tağfur’un tehdidine cevap yazmaya cesaret edemedi. Halife cevap mektubu yazmayı Keffal Şaşî’ye
emretti. Şaşî de cevap olarak şu mısraları yazar: Güç kullanarak kovduk sizi Rum’a doğru, Deve kuşu gibi
kaçtınız ileri. Kaçtınız kanlı bir kirpi gibi, Bizleri Muhammed başlar ileri! Peygamber için, kırmadık sizi,
Bizlerde vardı şiddet ve kudret. Şam yerin fetheden yine biz idik, Mısır’ı, Kayravan ve Andalüs’ü de. Başınızı
ezerek, üstün geldik her zaman, Ev-lağım, harabe şehir sırayla. İskenderiye’de oldu zafer bize yâr, Küdus,
Uruşsalim’de zaferimiz var! Sizleri yenebildik biz mertlerçe, İlim ve irfanımız eskiden meşhur Siz alçak
sıfatlara sahip bir yaratık. Anlamsız şiiriniz beğenilmez hiç, Bizim şiirimiz güzeldir ve hoş. Anlayan adama
verir huzur... 7 À. İrisov, “Keffal Şaşî”, Maneviyat Yıldızları, Abdulla Kadirî Halk Mirası Yayınları, Taşkent
2001, s. 85-86. 8 Nadirhan b. Alaaddin, “Ebu Bekir Keffal Şaşî ve Onun Faaliyeti”, Sovyet Doğusu
Müslümanları, 1971, 3-4, s. 9-11. Keffal Şaşî’nin Diplomatik Faaliyeti 123 Bizans İmparatoru hiç kuşkusuz
yazdığı mektubuyla Müslümanların o sıralardaki manevî derecesini ölçmek istemiştir. İmam Keffal Şaşî’nin
yukarıdaki mektubu ise münasip bir cevaptı. Hatta Bizans sanatçıları ve kâhinlerinin “Müslümanlar arasında
böyle bir yazarın olduğunu bilmiyorduk” şeklindeki itirafları dikkat çekicidir. Yukarıdaki olayı Keffal
Şaşî’nin hemşehri şair Abdumelik b. Muhammed Şaşî 9 anlatmıştır. Rus şarkşinas Profesör S. Prozorov bu
konuda şöyle bir bilgi sunar: “Bizans İmparatoru Nikifor Foki (963-969) adına Müslümanlara yollanan
hakaretli mektuba Keffal Şaşî tarafından yüksek seviyedeki bir cevap mektubu yollandığında Bizanslı
sanatçılar şiirin belagatini itiraf ettiler. Sonradan esir düşen Abdumelilik b. Muhammed Şaşî,
Konstantinopolis’te bunun şahidi olmuştur.”10 Keffal Şaşî’nin diplomatik faaliyetine Rus şarkşinası Nil
Likoşin11 (1860-1922) de yüksek değer vermiştir. O, 1918 yılında Taşkent’te Türkistan Halk (Müslüman)
Üniversitesinin açılış töreninde Keffal Şaşî adını saygıyla şöyle dile getirmişti: “Bugün Avrupa biliminin Eski
Taşkent’e resmi olarak kazandırıldığı güzel bir günde Taşkent Müslümanlarının aydınlığa kavuşturulması
yolunda canlı faaliyette bulunan özverili, alçak gönüllü bir insanı hatırladım. Benim hatırladığım insan,
şehrin Sebzar semtinde aynı adı taşıyan bir mezara gömülü olan İmam Keffal Şaşî, yani Hazret İmam’dır.
Taşkent Müslümanları o şahısla gurur duymalı ve kendilerinin ilk hocaları olarak tanımalılar.”12 Keffal
Şaşî’nin diplomatik faaliyeti hakkında Türkiye Diyanet Vakfıİslam Ansiklop edisi’nde şöyle yazılmış:
“Bizans’a karşı hazırlanan Horasan ve Maveraünnehir ordusuyla birlikte Rey’e gittiği anlaşılan Keffal’in
(354/965) Bizans imparatoru II. Nikephoros Phokas’ın emriyle yazılıp Abbasi Halifesi Mutilillah’a gönderilen
ve Misis ile Tarsus’un istilası (352/963) sebebiyle müslümanları aşağılayan kasideye reddiye olarak kaleme
aldığı bir hicviyesi vardır. Her iki kasidenin metni Viyana’daki Kaiserlich-Königlichen Hofbibliothek’te
kayıtlı yazmalarda (no. 464, 1996) yer aldığı gibi Sübkl tarafından da iktibas edilmiştir. Horasan, Suriye ve
Irak bölgesinden birçok edip ve şair söz konusu kasideye reddiye yazmış ancak Keffal’inki seçilip imparatora
gönderilmiştir. Manzum diplomasi dilinin güzel bir örneği olan kaside milletlerarası ilişkilerle ilgili muhtelif
çalışmalarda iktibas edilerek incelenmiştir”13. Ama burada işbu şiir “kasideye reddiye olarak kaleme aldığı
bir hicviye” olarak adlandırılmış. Biz makalemizde onu Keffal Şaşî 9 Abdümelik b. Muhammed Şaşî bir
şairdir. X. yüzyılda Taşkentli meşhur bilim adamı ve şair Keffal Şaşî ile birlikte İslam ülkelerine sefer
yapmıştır. A. Nasırov, Taşkent Âlimleri ve Şairlerine Ait Materyaller, Özbekistan Cumhuriyeti Bilimler
Akademisi Alişir Nevaî Şarkşinaslık Enstitüsü Elyazmaları Fonu, 13408, s. 620. 10 S. Prozorov, “El-Keffal,
İslam na territorii bıvşey Rossiyskoy imperii”, Ensiklopediçeskiy slovar, Vostoçnaya literatura, Moskova
2000, vıp. 2, s. 46. 11 N. Likoşin, aslında bir subaydır. Türkistan Valiliğinde birkaç önemli görevlerde
bulunmuştur. 1917 yılının ocak ayında istifa ederek 1918-1920 yıllarında Taşkent’teki Türkistan Halk
Üniversitesinde Türk Dilleri ve Etnografyasından ders vermiştir. O, bölge etnografyasına ait yaklaşık 800
esere ve Taşkent hakkındaki önemli etnografik bilgilere sahipti. 12 N. Likoşin, Pomyanite pervouçitelya,
Narodnıy Universitet, 1918, s. 1. 13 Cengiz Kallek, “Kaffâl, Muhammed b. Ali”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi, C. 24, İstanbul 2011, s. 147. Nimetullah MUHAMEDOV 124 yazmiş olan Tağfur tarafından
Bağdat halifesine şiir şeklinde yollanan mektup, yani ültimatom denilmesini uygun gördük. Rus şarkşinası
Keffal Şaşî’yi ilk öğretmen olarak Üniversite mensuplarına tanıtırken onun diplomatik faaliyetine ait tarihî
bilgileri sunar: “Günümüzde 950 sene önce Taşkent’te İmam Keffal Şaşî fakir bir hayat yaşamıştır. Kendisine
verilen iki lakaptan biri “keffal”dir ve kilit ustası olduğu için bu ismi almıştır. “Şaşî” ise onun Taşkentli
olduğunu gösterir. Adaleti yüksek tutan bu insan, bütün ömrünü inancının gerektirdiği gibi yaşadı. Bir sene
boyunca Taşkent’te ders anlattı. Daha sonra da bilim almak için sefere koyuldu ve hacca gitti. Onun hayatı ve
faaliyeti bu şekilde geçmiştir.”14 Bu konuda Mısırlı tarihçi Taciddin es-Subkî (öl. 1370) Tabakat eş-Şafiiye el-
kübra (Şafiiyenin ulu tabakaları) kitabında “Keffal Şaşî, usul, hadis ilimlerini isteyerek en çok sefer yapan bir
âlimdir” diye vurgulamıştır.15 N. Likoşin’in fikirlerine devam edelim. Keffal Şaşî bilimsel seferlerinden
birinde Bağdat’a geldiğinde halife zor durumdaydı. Halifeyle savaş halinde olan Türk sultanı (Bizans
İmparatoru- N. M.) ona şart koşmuştu. Buna göre büyük miktarda tazminat ödemesi ya da onunla savaşması
lâzımdı. Eğer bu şartlara razı değilse gönderdikleri mektubun cevabını yazmaları gerekirdi. İlk iki şartı yerine
getirme şansları yoktu. Çünkü o sıralarda Bağdat halifesi büyük miktardaki para ve orduya sahip değildi.
Geride mektuba cevap yollamak kalıyordu. Fakat mektup hiçbir Bağdat âliminin okuyamadığı bir dille
yazılmıştı.”16 İşte bu sırada halifeye, Keffal Şaşî’nin şehir kervansaraylarından birinde olduğu ve kendisinin
birçok dili bildiği ulaştırılır. Böylece Keffal Şaşî mektuba cevap yazar. Şaşî, hizmetinin karşılığı olarak
Bağdat’ta korunan köhne Osman Mushaf’ını ister. Çaresiz kalan halife razı olur... Rus şarkşinası Keffal
Şaşî’nin Kuran’ın bu nüshasını Taşkent’e nasıl getirdiğini detaylı olarak yazmıştır ve bu artık ayrı bir
konudur. Önemlisi, Keffal Şaşî tarafından Bizans İmparatoru’nun mektubuna cevap olarak yazdığı mektup,
Arap Halifesini kaçınılmaz bir tehlikeden kurtarmıştır. Bir noktayı daha vurgulamak lâzım, Arap
Halifeliğinin başkenti olan Bağdat’ta o sırada birçok ünlü şairin bulunmasına rağmen Halife Mutilillah’ın
(946-974) bu görevi Keffal Şaşî’ye vermesi Şaşî’nin ne kadar saygın bir diplomat olduğunu gösterir. Keffal
Şaşî hayatı ve faaliyetine ait diğer bir bilgi daha vardır ki, o, herhangi bir insanın kalbinde gurur hissini
uyandırır. Bilindiği gibi, Bağdat halifelerinden biri Şaş’ta kanalların kazılması için devlet hazinesinden para
ayırmıştır. Bu işin gerçekleştirilmesine Keffal Şaşî neden olmuştur. Mahdumu Âzam evlatlarından Seyyid
Masumhanoğlu Hace Muhammed Hekimhan’a ait İntihap et-tavarih kitabını bulduk. Kitapta (eser
sayfalanmamıştır) şu cümleleri okuduk: 14 N. Likoşin, Pomyanite pervouçitelya, Narodnıy Universitet, 1918,
s. 1. 15 Taciddin es-Subkî, Tabakat eş-şafiiye el-kübra, Dar el-Kübra, Dar el-kütüb el-ilmiye, Beyrut 1999, C. 3,
s. 152. 16 N. Likoşin, Pomyanite pervouçitelya, Narodnıy Universitet, 1918, s. 1. Keffal Şaşî’nin Diplomatik
Faaliyeti 125 “Halife Abbas’ın döneminde Hazret İmam Abu Bekir Keffal hacca giderken yolda
Müslümanlarla Yahudiler arasında çatışma oldu. Savaşta Yahudiler kazanarak Hazret İmam’la birlikte on bin
Müslüman’ı esir aldılar. Müslümanlara sordular: “Aranızda Tevrat kitabını acem diline çevirebilecek biri var
mı?” Müslümanlar Hazret İmam’ı gösterdiler. Hazret İmam ilk önce Yahudi padişahıyla on bin Müslümanı
serbest bırakacağı konusunda şartlaşarak Tevrat’ı Acem diline çevirdi. Yahudiler sözlerini tutarak on bin esiri
salıverdiler. On bin esirin serbest bırakılmasını sağladığı için Hazret İmam halifenin saygısını kazandı. Halife
kendisinden ne istediğini sorduğunda Taşkent’te eski kanalların kullanılmaz hale geldiğini, eğer imkânı
olursa şehir valisine emrederek kanalların kazılmasında yardımcı olmasını istedi. Bir mektup yazarak yanına
yüz altmış bin Abbasî para verdiler, kanal kazanların yemek parası dediler. Hazret İmam mektupla parayı
Taşkent valisine getirip verdi. Vali, halkı toplayarak günlerce kanal kazdırarak su çıkarttı. Taşkent suyu
Hazret İmam’ın teveccühleriyle hâsıl olmuştur.” Kısacası, Keffal Şaşî hayatı boyunca Müslüman dünyasına
sefer yapmış, en ünlü bilim adamlarından ders almış, nice büyük âlimlerle sohbet kurmuştur. Şaşî, dinî
bilimler dışında dünyevî bilimleri de derin bir şekilde öğrenmiştir. Bu yüzdendir ki halk ona Hazreti İmam
Hastimam diyerek saygı göstermiştir. Rahmetli müftü Ziyavuddinhan b. İşan Babahan Hazretleri “İmam
Keffal Şaşî, ülkemizde dinî bilimlerin ve Arapçanın yayılmasında, İslam kurallarının benimsenmesinde
önemli yeri kat etmiştir” der.17 Tefsir, hadis, fıkıh ve edebiyata ait birçok kaynakta İmam Keffal Şaşî
eserlerinden alıntılar getirilir. Günümüzde Taşkent’te Hastimam (Hazreti İmam) adı verilen mecmua o zata
karşı büyük saygının göstergesidir.
Kaffal Şâşî’ye göre Kuran’ın nüzul sürecinde muhatap durumunda olan toplumun geleneğine itibar
edilmiştir. Arap toplumunun geleneği çerçevesinde ortaya konan hükümler diğer toplumlar ve zamanlar için
de geçerlidir. Bu durum, Kuran’ın anlaşılması ve uygulanmasında göz önünde bulundurulmalıdır. Kuran
yorumunda keyfiliğin önüne geçilmesi de Kur’an’ın Arabi oluşunun dikkate alınmasını gerekli kılmaktadır.
Kur’an’ın Arabi olduğu göz ardı edildiği ölçüde tefsir, yorumcunun keyfi tutumuna açık hale gelir. Kur’an’ın
her şeyi kapsadığı düşüncesini kendisi için münbit bir alan olarak gören yorumcu, şahsi görüşlerini Kur’an’la
irtibatlandırarak tefsir çerçevesinde ortaya koyar.
EK-3: İSMAİL SAMANİ;
Samaniler Devletinin 2. Hükümdarı olan İsmail Samani, Nasr’ın ölümüyle (279/892) hâkimiyet İsmâil b.
Ahmed’in eline geçti ve Buhara başşehir yapıldı. İsmâil b. Ahmed, ertesi yıl Mâverâünnehir topraklarını
gayri müslim Türkler’in akınlarından korumak üzere doğuya Tarâz’a (Talas) kadar uzanan bir sefer
düzenleyerek şehri ele geçirdi. Sâmânîler bu dönemde doğudaki en geniş sınırlarına ulaştı. Fetihlerin
istikametini batıya çeviren İsmâil, Saffârî Emîri Amr b. Leys’i Belh savaşında yenerek esir aldı ve onu
Bağdat’a gönderdi (287/900). Bu başarısından dolayı kendisine halife tarafından Horasan, Taberistan ve
Deylem’in hâkimiyet menşurları verildi. Ancak İsmâil, Taberistan ve Deylem’e hâkim olmak için
buranın hâkimi konumundaki Ali evlâdı ile mücadele etmek zorunda kaldı. Taberistan ve Deylem 287
(900) ve 291 (904) yıllarında yapılan iki seferle Sâmânîler’e bağlandı. 295’te (907) vefat eden İsmâil b.
Ahmed’in yerine oğlu Ahmed geçti. Yeni hükümdar, halifenin onayını alıp Amr b. Leys’in ölümünün
ardından karışıklıklar içine düşmüş olan Sîstan’a Hüseyin b. Ali el-Merverrûzî kumandasında bir ordu
gönderdi (298/911). Başşehir Zerenc’e giren Sâmânî ordusu bütün eyalete hâkim oldu. Ertesi yıl çıkan
isyan üzerine bir ordu yollayarak Sîstan’ı tekrar Sâmânî hâkimiyetine aldı. Bu arada Taberistan’da
başlayan Seyyid Nâsır-ı Kebîr liderliğindeki isyan bütün eyalete yayıldı. Ahmed b. İsmâil buna karşı
sefer hazırlığındayken Sîstan valiliğine tayin edilmediği için kendisine kırgın olan Hüseyin b. Ali el-
Merverrûzî ve devletin başına geçmek isteyen Mansûr b. İshak tarafından teşvik edilen kendi
gulâmlarınca öldürüldü (301/914).
EK-4: İMAM BUHARİ;
İmam Buhari, 10 yaşlarında iken hadis ilmi ile meşgul olmaya ve Buharalı muhaddislerden
hadis dersleri almaya başladı. 11 yaşlarında iken hocası Dahili'nin rivayet sırasında yaptığı bazı
hataları tashih etmesiyle dikkatleri çekti. 16 yaşına geldiği zaman İbnü'l-Mübarek ve Veki'b
Cerrah'ın kitaplarını tamamen ezberledi. Bu sırada annesi ve kardeşi Ahmed ile birlikte hacca
gitti. Hac sonrası onlar memleketlerine döndükleri halde Buhari Mekke'de kaldı ve Hallad bin
Yahya, Humeydi gibi alimlerden hadis tahsil etti.
Daha sonra bu amaçla ilim merkezlerini dolaşmaya başlayan Buhari'nin, kendilerinden hadis
yazdığı muhaddislerin sayısının bin 80 olduğunu söylediği belirtiliyor. Meşhur talebesi Firebri,
el-Camiu's-Sahih'i Buhari'den 90 bin talebenin dinlediğini iletti. Kaynaklarda, en tanınmış diğer
talebelerinin ise İmam Müslim, Tirmizi, Ebu Hatim, Ebu Zür'a er-Razi, Muhammed bin Nasr el-
Mervezi, Salih Cezere, İbn Huzeyme gibi muhaddisler olduğu ifade ediliyor.
Buhari'nin uzun seyahatleri sonunda derlediği hadislerle geniş bir kütüphane meydana
getirdiği ve seyahatleri esnasında kitaplarını yanında taşıdığı anlatılıyor. Buhari'nin, bir gece
uyumayıp o güne kadar yazdığı hadisleri hesapladığı ve muttasıl 200 bin hadis kaydettiğini
belirlediği aktarılıyor.
İslam dünyasında yetişmiş en büyük kelam alimlerinden biri. 852 yılında Türkistan'ın
Semerkant bölgesinin Maturid beldesinde doğan İmam Maturidi, İslamiyeti yeni kabul etmekte
olan Türkler arasında, Türkistan'da yaşadı.
İmam Maturidi, Müslümanların sahih bir itikada sahip olmaları için itikat ilmi olan kelam
üzerine çalıştı. Maturidi'nin kelami görüşlerini ve mezhep anlayışını anlatan eserinin ismi,
Kitab-ut Tevhid.
Maturidi, kendi döneminde ortaya çıkan dini problemlere çözüm bulmaya çalıştı, pek çok
öğrenci yetiştirdi ve çeşitli bilim dallarında ilk olma özelliğini taşıyan önemli eserler bıraktı.
Ölümünden sonra da büyük ilgi gören İmam Maturidi, geniş bir coğrafyayı etkiledi ve
"Maturidilik" diye bilinen bir düşünce ekolü oluştu.
Matematikçi ve astronomi âlimi, Timurlu hükümdarı (1447-1449) olup sarayda geleneksel dinî
ilimler, ardından mantık, matematik ve astronomi tahsili gördü. Babası Uluğ Bey’e 1409 yılında
Semerkant merkezli Mâverâünnehir bölgesinin yönetimini verdi. Henüz on altı yaşında iken devleti
yönetme sorumluluğunu üstlenen Uluğ Bey, otuz sekiz yıl bu geniş coğrafyanın emîri olarak
yönetimini sürdürdü. Uluğ Bey döneminde Semerkant naklî ve aklî ilimlerin, sanat ve edebiyatın en
parlak günlerini yaşadığı bir merkez haline geldi. Uluğ Bey, hükümdarlık hak ve iddiasından
vazgeçip oğlu Abdüllatif egemenliği altında yaşamaya razı oldu ve hacca gitmek için izin istedi.
Verilen izin üzerine Semerkant’tan ayrıldıysa da kumandanlar, Semerkant’a bir iki günlük mesafede
onu öldürdüler. Semerkant’ta Gûr-ı Emîr’de defnedilen Uluğ Bey’in hükümdarlığı iki yıl sekiz ay
sürdü. Onun hayatının bir trajediyle sona ermesinin başlıca sebepleri, hükümdar olunca oğlu
Abdüllatif’in Herat’ı istemesine rağmen onu Belh
valiliğine tayin etmesi sonucu aralarının açılması, diğer
hükümdarların aksine halktan toplanan vergileri
kumandanlarına ve çevresindekilere dağıtmayıp halkın
yararına ve ilmî araştırmalara, medrese, kütüphane ve
rasathâne yapımına harcamasıdır.
Üstün bir zekâya sahip olan Uluğ Bey başarılı bir matematikçi ve astronomdu. Henüz küçük denecek
yaşta Merâga Rasathânesi’ni görmüş ve zihninde ona bir yer ayırmıştı. Merâga’dan sonra en büyük
rasathâneyi Semerkant’ta kurmuştur. Bu yapı, Kadızâde-i Rûmî ile Cemşîd el-Kâşî’nin gözetiminde
inşa edilmekteydi. Ancak bu iki âlim rasathâne tamamlanmadan vefat etmiş, onların yerine Ali
Kuşçu getirilmiştir. Uluğ Bey’in ölümüne kadar otuz yıl faaliyetini sürdüren rasathâne ve burada
oluşturulan astronomi tabloları teleskopun icadına kadar ilim dünyasında etkili olmuştur. Uluğ Bey,
kullandığı Zîc-i İlhânî’de gördüğü bazı ölçüm hatalarını ve eksiklikleri gidermek için hem İslâm
dünyasında hem Avrupa’da alanında kaynak eser kabul edilen Zîc-i Uluğ Bey’i meydana getirmiştir.
Ayrıca onun geometri alanında ve özellikle üçgenler konusunda araştırmalar yaparak tanjant ve
sinüs cetvelleri oluşturduğu bilinmektedir.