Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 4

Şu anda izlediğiniz bu görüntüler İnsanlık tarihinin belki de en ikonik anlarından biri olarak tarihe

geçmişti. Bu görüntüler, aynı zamanda insanoğlunun uzay macerasında da yeni bir çağın başlangıcını
simgelemekteydi. Aya ilk ayak basan Astronot Neil Armstrong’un ifade ettiği kelimeler, İnsanoğlunun
evreni ve yaradılışı anlama konusunda attığı en önemli adımlardan biri olmuştu. Bu andan itibaren
Bilim ve teknoloji alanındaki gelişmeler yeni bir mecraya doğru evrilirken Amerika Birleşik Devletleri
içinse üstünlük mücadelesinde en büyük rakibi olan Soyet Rusya ile olan rekabetinde de mihenk taşını
olşuturmuştu.

İnsanlığın aya ilk adımını attığı 1969 yılına kadar Uzay araştırmalarında Sovyet Rusya’yı geriden
takip eden ABD’yi bi anda öne atan ve günümüze kadar da Uzay ve teknoloji biliminde hep zirvede
tutan başlıca etken hiç şüphesiz 1958 yılında kurulan NASA idi. Gelin hep birlikte Uzay biliminden
havacılığa, Savunma’dan Motor sanayiine kadar birçok teknolojinin gelişmesinde öncü bir kurum olan
NASA’nın nasıl kurulduğunu, hangi aşamalardan geçerek günümüz dünyasının en önemli teknoloji
merkezi haline geldiğini inceleyelim.

1939 yılında başlayan ve dünyayı kasıp kavuran İkinci Dünya Savaşı 65 milyondan fazla insanın
ölmesine neden olurken yeni bir dünya düzeninin kurulmasını da sağlayacaktı. Savaştan sonra dünya
1990 yılına kadar iki kutba ayrılacaktı. Biri ABD’nin öncülük edeceği kapitalist Batı bloğu, diğeri ise
Sovyet Rusya’nın öncülük edeceği Doğu Bloğu, bu iki iki blok arasındaki rekabetin en önemli
ayaklarından birisini ve de kuşkusuz Uzay yarışı oluşuşturacaktı.

Peki Batı bloğunun en önemli temsilcisi ABD’nin Uzay ve havacılık çalışmaları ne zaman ve nasıl
başlamıştı?

Aslında ABD’nin havacılık faaliyetleri 20. Yüzyılın başlarına kadar dayanıyor desek yanılmış
olmayız. Zira 1903 yılında Wright kardeşlerin ilk uçak denemeleri yapması ve Uçağı ilk icat eden ülke
olması o yıllarda bile ABD’nin havacılık alanında hafife alınmaması gerektiğini herkese göstermişti.
Ancak 1914 yılında başlayan Birinci Dünya Savaşında havacılığın önemini kavramış olan Avrupa
Devletleri, bu alana özellikle önem göstermiş ve uçak teknolojilerine büyük yatırımlar yapmışlardı.

Uçağın icat edildiği ülke olmasına karşın Avrupa’daki gelişmeler karşısında Havacılık alanında geride
kaldığını farkeden ABD, 3 Mart 1915 tarihinde Direkt başkana bağlı olan Ulusal Havacılık Tavsiye
Komitesi, National Advisory Committee on Aeronautics yani NACA’yı kurdu. Bu aynı zamanda
NASA’nın tohumlarının atılacağı ilk kurum olarak tarihe geçecekti.

Bununla da yetinmeyen Amerika Birleşik Devletleri, sonraki 43 yıl boyunca havacılık alanında çeşitli
üniversitelerde bölümler açarken aynı zamanda da özel şirketlerin kurulmasına da destek verdi. Bu
dönemde ABD’nin en önemli havacılık kurumlarından olan NACA’nın çalışmaları o kadar üst
düzeyde idi ki, 1950’lerde bazı deneysel NACA uçakları yüksek hızlara ulaşıp uzaya nasıl çıkarız diye
araştırma ve gelişirme çalışmalarında bile bulunmuşlardı. Ancak burada bilim adamlarının karşısında
önemli bir sorun bulunmaktaydı. Çünkü atmosferin yoğunluğu belli bir yükseklikten sonra azalıyor ve
inceliyor du. Bu da Uçaklardaki motorların itme kuvvetini yetersiz kılıyordu. Bu sorunu çözmenin en
etkili yolu da çok daha güçlü olan roket motorlarını kullanmaktan geçiyordu.

NACA her ne kadar ABD’nin havaclık alanında en önemli kurumlardan biri olsa da ABD’nin uzay
araştırmaları için koordineli bir uzay programı bulunmamaktaydı. Bir yandan NACA uzay
araştırmaları için çalışırken diğer yandan da ABD Ordusunda Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri de bu
konuda birbirleri ile yarış halindeydi. Örneğin ABD Hava kuvvetleri MISS yani Man in Space Soonest
programı, 1 Ağustos 1958 yılına kadar Sovyetlerden önce uzaya ilk insanı çıkartma amacıyla
çalışmalarını sürdürmüş ancak başarılı olamamıştı. Diğer yandan da Deniz Kuvvetleri, Sputnik’ten
önce Vanguard projesi ile uzaya uydu koymayı planlayan bir programı yürürlüğe koymuştu. Kara
Kuvvetleri ise Juno ve Jüpiter projeleri ile kıtalar arası balistik programlarını yürütmekteydi. Bu
projelere ülkedeki birçok üniversite de destek veriyordu.

Görüldüğü üzere Amerika Birleşik Devletleri’nin uzay alanında birçok çalışmaları olmakla birlikte
Sovyet Rusya’daki gibi koordinasyon söz konusu değildi. Ta ki Sovyetler 4 Ekim 1957 yılında Sputnik
1 uydusunu başarılı bir şekilde uzaya yerleştirene kadar. Bu durum başta ABD olmak üzere Batı
dünyasında büyük bir endişe ve krizin doğmasına neden oldu. Çünkü Sovyetlerin uzaya yerleştirdiği
Sputnik 1 uydusu bir kıtalararası füze ile uzaya gönderilmişti. Bu durum uzay çalışmalarında
Sovyetlerin bir adım öne geçmesinin yanı sıra askeri anlamda büyük bir risk içermekteydi. Çünkü
Rusya’nın kıtalararası bir balistik füzenin başarılı bir şekilde kullanması demek dünyanın herhangi bir
noktasına dakikalar içerisinde bir füze gönderebilmesi anlamına geliyordu. Bu durum ABD için kabul
edilebilir bir durum değildi ve mutlaka bir çözüm bulunması gerekiyordu.

Tüm bunlar yaşanırken Sovyet Rusya, Sputnik 1 uydusunun resimlerini tüm dünyayla paylaşıp adeta
gövde gösterisi yapıyordu. Bu da Batı dünyasının ne kadar büyük bir tehlike ile karşı karşıya olduğunu
göstermekteydi. ABD’yi endişelendiren başka bir konu ise Sputnik 1 uydusunun boyutlarıydı. Uydu
83.6 kilogram ağırlığındayı ve bir top şeklindeydi. Bu boyutlar Günümüz için her ne kadar küçük
olarak tanımlansa da O dönemde ABD’nin milyar dolarlar harcayarak uzaya göndermeye çalıştığı
uyduların en fazla 10 kilogram civarında olması endişeleri daha da arttıran bir husustu. Çünkü ne
kadar ağırlık o kadar fazla yakıt ve itki gücü anlamına geliyordu. Sovyetlerin 83 kilo civarında bir
uyduyu başarılı bir şeilde uzaya göndermesine karşılık ABD, 10 kilogramlık bir uyduyu bile henüz
uzaya gönderebilmiş değildi.

Sovyetlerin Sputnik başarısı uzay çalışmaları için bir dönüm noktasını oluşturuyordu. Bu andan
itibaren uzay araştırmaları için çalışmalarını hızlandıran ABD 31 Ocak 1958 tarihinde ilk Explorer 1
uydusunu uzaya yerleştirerek bu yarıştan geri kalmayacağını tüm dünyaya ve sovyetlere göstermeye
çalıştı. Ancak gerçek olan şu ki Sovyet Rusya hep bir adım öndeydi.
Sovyetlerin uzay alanındaki gelişmeleri dönemin başkanı Dwight Eisenhower’ı muhalefetin aksine
pek de endişelendirmiyor, Eisenhower, bu durumun uzun sürmeyeceğini, sovyetlerin uzayı savaş için
kullanamayacağını iddia ediyordu. Bu düşüncesinden hareketle uzay çalışmalarının sivil alanda devam
etmesi gerektiğini belirtiyordu. Ancak bu düşüncesine karşı güçlü bir muhalefet bulunmaktaydı.
Özellikle sonradan ABD başkanı olacak olan Lyondon Johson başkanı sert bir şekilde eleştiriyor ve
balistik füzeler konusunda daha cesur adımlar atılmasını talep ediyordu.

ABD meclisinde devam eden uzun tartışmalar ve incelenen bilimsel raporlar sonucunda Johnson
liderliğindeki muhalefet ile Başkan Eisenhower ortak bir noktada buluşmuş ve uzay çalışmlarının sivil
ayağını yönetecek NASA’nın kurulması noktasında anlaşmışlardı. Askeri ayağını yürütecek kurum
için de ARPA üzerinde karar kılınmıştı. Başkan Eisenhower, 29 Temmuz 1958 tarihinde NACA’yı
NASA’ya transfer ederek kurmuş oldu. Başkanlığına Keith Glennan’ın getirilmesi ile 1 Ekim 1958’de
de faaliyetlerine başlamış oldu. Bu aynı zamanda hem havacılık hem de uzay araştırmaları için adeta
dönüm noktasını teşkil etmekteydi. Çünkü başta havacılık endüstrisi olmak üzere birçok sektör
bugünkü konumunu neredeyse NASA’ya borçludur. Örnek vermek gerekirse kokpitler, uçuş kabinleri,
jet motorları, trafik kontrol kuleleri, havaalanlarındaki iniş ve kalkış terminallerine kadar birçok ilk
NASA tarafından oluşturulmuştu. Bunun yanında ABD ordusu için geliştirilen F-117 Nighthawk ve
F22 Raptor gibi stealth karaktere sahip hayalet uçak olarak adlandırılan hava platformlarının
geliştirilmesinde çok kritik görevler üstlenmişti.

Gelin hep birlikte Uzay ve Havacılık alanının lider kurumu olan NASA’nın günümüze kadar
geliştirdiği bazı önemli programlara göz atalım.

Mercury Projesi, 1958'de NASA, Robert Gilruth yönetimindeki insanlı uzay uçuşu programlarını
yönetmek için Uzay Görev Grubu adlı bir mühendislik grubu kurdu. Bu gurubun İlk programları ABD
ve Sovyetler Birliği arasındaki Soğuk Savaş rekabetinin baskısı altında yürütüldü. NASA, X-15 gibi
roket uçaklarından küçük balistik uzay kapsül’lerine kadar birçok mürettebatlı uzay aracı tasarımını
dikkate alan ABD Hava Kuvvetleri'nin (Man in Space Soonest) programını devraldı. 1958'e
gelindiğinde, uzay uçakları kavramları balistik kapsül lehine elendi, aynı yıl NASA kurulunca proje,
NASA'ya devredildi ve NASA, projeyi Mercury Projesi olarak yeniden adlandırdı.

İlk yedi astronot Deniz Kuvvetleri, Hava Kuvvetleri ve Deniz Kuvvetleri test pilot programlarının
adayları arasından seçildi. 5 Mayıs 1961'de astronot Alan Shepard, Freedom 7 adını verdiği kapsülde
ve Redstone booster ile 15 dakikalık balistik (yörünge altı) uçuşa fırlatılıp uzaya çıkan ilk Amerikalı
oldu.

Bir sene sonra John Glenn, 20 Şubat 1962'de Atlas fırlatma aracı ile Friendship 7 gemisiyle yörüngeye
fırlatılan ilk Amerikalı oldu. Bu aynı zamanda ABD’nin uzay çalışmalarında bir eşiği daha aştığı
anlamına geliyordu.
APOLLO

İnsanlı uzay araştırmalarının başarılı olması Amerka kamuyounda sevinçle karşılandı. Ancak bir türlü
yenemedikleri bir sorun hep karşılarına çıkıyordu. O da sovyetlerin hep bir adım önde olmasıydı.
Amerikan kamuoyunun gözünde Sovyetler'in Ay'a ilk kozmonotu göndererek Uzay Yarışı'nı
kazanması kesin görünüyordu. Bu nedenle Başkan John F. Kennedy 25 Mayıs 1961'de Kongre'ye
Federal hükûmetin 1960'ların sonuna kadar Ay'a astronot göndermesi için bir proje tasarısı sundu. Bu
proje daha sonra Apollo Projesi adını aldı. Bu çok riskli ve büyük bir projeydi. ABD bu projeyi başarı
ile tamamlarsa Sovyet Rusya ile olan rekabette öne geçecek ve küresel rekabette en büyük rakibini
geride bırakacaktı. Başarısızlık ise hem büyük bir prestij kaybına neden olacak hem de rekabette bütün
dengeleri alt üst edecekti. Kısacası NASA’nın kaderi bu projeye bağlıydı ve başarıdan başka çareleri
yoktu.

İlk olarak Aralık 1968'de Apollo 8, astronotları Ay'ın çevresine getirdi. Sonraki iki görevde Ay'a iniş
için gerekli kenetlenme manevralarına çalışılmış ve sonunda Apollo 11, Temmuz 1969'da Ay'a iniş
yapmıştı. Ay'a ilk ayak basan insan Neil Armstrong oldu. Bu aynı zamanda bilim tarihinin en önemli
anlarından birini teşkil etmekteydi. Bu olaydan sonra ABD uzay çalışmalarında Sovyet Rusya’yı
yenmiş, küresel rekabette ise üstünlüğü geri vermemek üzere ele geçirmişti. Apollo projesi, ABD’nin
en pahalı projesi olarak tarihe geçmişti. Ancak Prestij ve diğer alanlardaki kazançları düşünüldüğünde
değerini fazlaca hak eden bir projeydi.

Apollo başarısından sonra Skylab, Apollo – Soyuz, Space Shuttle, Uluslararası Uzay İstasyonu,
Takımyıldız programı ve Mars'a Yolculuk gibi çok önemli projelerini de yürütmüştür. Bununla birlikte
Mars’ın yüzeyinde şu anda NASA’nın 26 Kasım 2011’de Mars’a gönderdiği ve 6 Ağustos 2012’den
beri görev yapan Curiosity, 5 Mayıs 2018’de Mars’a gönderdiği ve 26 Kasım 2018’den beri görev
yapan InSight, 30 Temmuz 2020’de Mars’a gönderdiği ve 18 Şubat 2021’den beri görev yapan
Perseverance uzay araçları bulunuyor.

Bilim tarihinin en önemli keşiflerine imza atan NASA, yalnızca uzayı keşfetmekle kalmııyor, aynı
zamanda hayatımızı kolaylaştıran teknolojilere de imza atıyordu.

ABD’nin küresel güç olmasındaki en önemli aktörlerinden biri olan NASA, Mars veya diğer
gezegenlere ilk insanlı seyahati gerçekleştirir mi belki bilemeyiz ama yaptığı keşiflerle dünya bilim
tarihinde azımsanmayacak bir iz bıraktığını kolayca söyleyebiliriz.

Nasa ile ilgili hazırladığımız video bu şekildeydi. Bu video ile ilgili görüş ve eleştirilerinizi yorumlar
kısmına yazabilirsiniz. Daha güzel içeriklerin gelmesi siz değerli izleyicilerimizin desteklerine
bağlıdır. Kanalımızın daha da gelişmesi için videoyu beğenip kanala ücretsiz abone olmanız yeterlidir.
Yeni bir videoda görüşmek üzere, esenlikle kalın.

You might also like