Professional Documents
Culture Documents
Ergün Karaman Redakte
Ergün Karaman Redakte
Ergün Karaman
İdeoloji, 18 yy.’da düşün dünyasına girdiği zamandan içinde yaşadığımız yüzyıla kadar üzerinde en fazla
polemik yapılan, konulardan biri olageldi. Ortaya çıktığı andan bu yana kimi siyasal yaklaşımlarca geri
plana itilmeye çalışılsa da güncelliğini hep koruyan bir konu oldu. 20.yy’ın sonlarında eğmen/baskın
ideoloji konumuna erişen liberalizmin ideologları tarafından öldüğü, zamanının geçtiği ilan edilmesine
rağmen, siyasi tartışmaların odağında olmaya devam etmesinin nedeni, kapitalist sistemin nihai ve ebedi
olduğu iddiasının hilafına farklılaşan, çeşitlenen toplumsal gerçekliğin kendilik durumunu ifadesi olarak
ideolojiyi gerekli kılmasıdır. Sadece tek bir toplumsal yapı biçiminden, sınıf ve tabakadan
bahsedemeyeceğimize göre sınıf ve tabakaların çıkarlarının sistemli ifadesi olan tek bir ideolojiden veya
ideolojilerin zamanının geçtiğinden bahsedemeyiz. Mevcut sınıflar ve farklı çıkar ve beklentilere sahip
toplumsal kesimler olduğu sürece farklı ideolojiler ve farklı ideolojik arayışlar sürecektir. Peki bu kadar
polemik ve tartışma konusu olan ideoloji nedir? İdeolojiyi oluşturan unsurlar nelerdir? İdeolojiyi bu kadar
vazgeçilmez kılan işlevler, niyedir? ideolojiye ilişkin kuramsal yaklaşımlar nasıldır?... Yazı kapsamında bu
soruların cevaplarının aranmasının yanında, ideolojinin içinde çıktığı tarihsel koşulların belli boyutları dile
getirilecektir.
İdeolojinin ne olduğuna dair farklı tanımlamalar olsa da en yaygın tarif, bir topluma, döneme ya da bir
sınıfa özgü inanç ve düşüncelerin bütünüdür. Bu toplamın bir dünya görüşü olduğu da belirtilebilir. Bu
görüş ve düşünceler belli bir dönem, muayyen bir zamanda bir topluluğu oluşturan bireylerin toplumsal
ve siyasi olay ve olguları kavramalarını mümkün kılan anlam setleridir. Farklı olarak, ideoloji, belli bir
toplumsal kesimin ya da sınıfın çıkarlarının sistemleşmiş düşünceler bütünlüğü olarak da tanımlanabilir.
Kavram ve kuram olarak ideoloji, modern döneme denk gelmektedir. Bir olgu olarak ideolojinin modern
dönemde ortaya çıktığı noktasında hem fikir olduğu belirtilebilir. Bu görüşün ileri sürdürülmesinde iki
temel süreçten bahsedilmektedir. Bunlardan ilki 18. ve 19.yy’larda yaşanan Aydınlanma süreci ve
bilimsel-teknik gelişmelerle birlikle akla güvenin artmasıdır. Bu dönemde düşün dünyasında yaşanan
patlama, bilimin teknikle buluşmasının yarattığı ivmelenmeli gelişim, Toplum ve üretim sistemine etki
eden, büyük değişim ve dönüşümlerin yaşanmasına yol açan, icatların ortaya çıkışı ile kendine öz güven
gelişen insanın doğaya, tarihe ve topluma müdahil olarak gidişatı değiştirebilecekleri inancın gelişmesini
sağladı. Doğa bilimlerinde yaşanan gelişmelerin sonucunda teknik icatların Sanayi Devrimi ile
sonuçlanması gerçekleşir. Bu durumun yol açtığı köklü alt-üst oluşların yaşandığı bir zaman diliminde ön
görülebilir ve uyumlu bir toplum inşası, düşün dünyasında belirgin bir şekilde ön plana çıkmaya başladı.
Fransız Devrimin’den sonra ortaya çıkan pozitivst düşünce çerçevesinde doğa yasalarının temel alındığı
topluma yönelik çok sayıda, geniş kapsamlı araştırma yapıldı. Pozitivst düşünce sisteminin mantığı
uyarınca doğa biliminde uygulanan metot ve yasalarla yürütülen, (toplum-bilim olarak ifade edilen)
sosyolojik çalışmalar irdelendi. Toplumu yöneten genel kurallar nelerdir? Toplum nasıl çalışır? Toplumun
işleyiş kuralları nelerdir? vb. soruların cevapları arandı. Bu çalışmalarla toplumun işleyiş kuralları ortaya
çıkarılarak, topluma yön verme ve yönetme imkanlarının ortaya çıkarılmış olacaktı. Daha da ötesi
toplumun işleyiş yasalarının rafine edilmesiyle birlikte toplum istenildiği gibi şekillendirilip, kalıba
dökülme imkanı elde edilecekti. Nasıl ki, doğa yasaları keşfedilip, doğal dünya fethedebilip, gem
vurulduysa, benzer bir arayışla toplumda yürütülecek mühendislik çalışmasıyla istenildiği şekilde adeta
dökümhanede olduğu gibi yön verilecekti.
Bu mentalite genel bir yaklaşım olarak dönemin tüm verili düşün -siyasal akımlarını- sağ veya sol -fark
etmeksizin- etkiledi. Bu akımlardan biri de Marksizm’di. Dönemin ezilen sınıf ve toplumsal kesimlerin sesi
olan marksizm’in, topluma yönelik çalışmalarına damgasını vuran kaba olgucu, deterministik yaklaşımdı.
Marksizm’e göre, diyalektik yöntemi maddeye uygulayarak, doğal toplumu yöneten yasalar öğrenilebilir
ve bu yasalardan hareketle doğal toplum da değiştirilebilirdi. Toplumu yöneten kurallara gelince de; bu
kuralların tarih boyunca üretim ilişkileri olduğunu belirterek, bilimsel analiz yoluyla bu üretim ilişkilerinin
çelişkileri ortaya çıkarılarak, değişimin önünün açılabileceği düşünülüyordu. Benzer bir metodolojik
yaklaşım ise, dönemin önemli sosyoloji kurucularının anlayışlarında da görülüyordu. Örneğin ilk
sosyologlardan Emile Durkheim, toplumu canlı bir organizmaya benzeterek, nasıl ki; bir organizma
birbiriyle uyumlu organlardan oluşuyorsa, toplum da benzer bir şekilde devlet, kültür, din, aile vb.
uyumlu unsurlardan oluştuğunu iddia ediyordu. Modern ideolojiler, böyle bir zeminde günü ve geleceği
tasarlayan düşünce sistematiği olarak anlam buldu.
Modern zamanlarda ideolojinin doğmasını mümkün kılan bir gelişmede gazete, dergi vb. yayınların, kitle
iletişim araçlarının ortaya çıkmasıdır. Bu yayınlar vasıtasıyla toplum ve bireyler çevresinde olup bitenler
hakkında bir farkındalığın gelişmesini mümkün kılan bir ortam yarattı. Özcesi, kamuyu diyebileceğimiz
ortak kanı, duygu ve düşüncelerin yeşerecek bir ortamın oluşmuş olması, ideolojilerin doğuşuna etki
eden diğer önemli süreçlerden biriydi. Böylesi önemli bir ortamda ideolojiler, toplum içinde yayılarak
insanların gelecek tahayyüllerini, bilincini belirleyecek bir hale geldi.
Kavram ve kuram olarak, ideoloji teriminin ve modern ideolojilerin ortaya çıktığı tarihsel ve toplumsal
koşullarını böyle ifadeye kavuşturmak, yanlış olmamakla birlikte, topluma yön veren ideolojilerin ortaya
çıkışı çok daha eski bir tarihsel zamana denk gelir. Eğer ki, ideoloji bir toplumun ya da sınıfın çıkarları
ekseninde belli bir dönemin ifadesi, düşünce ve inançlarının bütünü olarak tanımlıyorsak, ideolojinin
ortaya çıkışı daha eskilere dayanır. Toplumsal tarih içerisinde Neolotik-Komünal toplumun kendi iç
bütünlüğünü kaybettiği, çıkar farklılaşmalarının ortaya çıktığı, geleceğe dair beklentilerin farklılaştığı,
hiyerarşik-sınıflı toplumun geliştiği zamana sabitleyebiliriz. Nitekim hiyerarşik-sınıflı toplumla eş zamanlı
gelişen, devlet ve iktidarla olgularıyla birlikte yaşanan yoğun, sınıfsal-toplumsal çatışmalar, devletleşme
ve sınıflaşmaya karşı direnen toplulukların mücadelesi aynı zamanda verili olanın reddi üzerinde gelişen
ideoloji mücadeleleridir. Belki günümüzdeki gibi sistemleşmiş değildi ama çağa özgü bir söylem
çerçevesinde toplumsal grup ve sınıfların çıkarlarını, beklentilerini dile getirdiklerini belirtmek, yanlış
olmayacaktır. Bu ideolojik söylem tarihsel süreç içerisinde toplumsal gelişmenin dinamiğine ve
diyalektiğine uygun olarak, farklı biçim ve tezahür de günümüze kadar ulaştı.
2
A. Cevizci, Paradigma Felsefe Sözlüğü
3
A. Cevizci, Paradigma Felsefe Sözlüğü
süreç -yani üretim ilişkilerinin doğrudan bir sonucu değildir-, üzerinde çalışılan bir şeydir. Böyle olmakla
birlikte, ideoloji salt spekülatif bir zihnin ürünü değildir, belli bir gerçekliğe de gönderimde bulunur.
Marksist gelenek içerisinde ideolojiye teorik açılım sağlayan diğer önemli isimlerden birisi de Gramsci’dir.
Gramsci, ideolojinin zorunlu olarak olumsuz olmayacağını, ideolojilerin toplumsal eşitsizliklerin
farkındalığı ve değişimi için olumlu bir işlemi olabileceğini düşünür. Gramsci’nin konu bağlamında
yürütülen tartışmalara yaptığı en önemli katkı “hegemonye” kavramı çerçevesinde yapmış olduğu
açılımlardır. Hegemonya kavramını bir birlik oluşturma ve diğer gruplar üzerinde tahakküm savaşı olarak
tanımlayan Gramsci, kapitalist sistemin süreğen gücünü, hegemonik faktörlerin yaygın etkisine bağlar.
Kapitalist sistemin yıkılması için koşullar olgunlaştığı halde devrimin neden gerçekleşmediği sorusuna,
egemen sınıfın kitleler üzerindeki kontrolünü kaba kuvvet ya da ekonomik güç yanında inşa ettiği
kültürel, düşünsel hegemon ile bağlantılıdır. Burada işaret edilen nokta, iktidarın devamını sağlamasında
zor kullanma, kontrol altına alma dışında, kitlelerin rızasının alınmasının önemidir. Gramsci, rızayı
sağlayan aygıtlara hegemonik aygıtlar adını vermiş ve bu aygıtlar yoluyla hakim ideolojinin geçerli ve
hakim bir söylem haline geldiğini belirmiştir. Hegemonyanın gerçekleşme hali olarak; ezilen toplum
kesimlerinin egemen sınıfın sosyal, kültürel ve ahlaki değerlerini yaşar ve paylaşır hale gelmesi durumu
olarak tanımlanır. Egemen sınıfın hegemonyasına karşı, en geniş toplumsal kesimleri içine alan, kapsayıcı
ahlaki ilke ve değerlerle donatılmış karşı bir hegemonya inşası, temelinde yürütülen bir mücadeleyle
başarılı olunabileceğine işaret eder.
Gramsci, ayrıca tüm dikkatlerin, yoğunlaşmanın hakim sınıf değerlerinin inşa ve tesis edildiği kültürel
alana yöneltilmesini ister. Diğer Marksist ideologlardan farkı olarak politik liderliğin ekonomik güçten
ziyade kültürel ve ahlaki bir üstünlüğe dayanması gerektiğini savunmuş ve politik bir silah olarak eğitime
büyük bir önem vermiştir.
İdeolojiyle ilgili bir diğer yaklaşım da Liberal Siyasi düşünceye aittir. Liberal Siyasi görüş, ideolojileri
önyargılı ve doğmatik düşünceler olarak değerlendirerek, ideolojilere negatif bir anlam yükler. Bu
yaklaşımda ideolojiler, sağlıklı ve rasyonal iletişime engel olarak görülür. Bunlardan kurtulmak yoluyla
ancak rasyonal bir muhakeme ve karar vermenin mümkün olduğu belirtilir. İdeolojilerin kamusal alanda
insanların birbiriyle tartışarak, müzakere ederek bertaraf edebileceği düşünülür.
Belli başlı ideolojik yaklaşımlar bunlar olmakla birlikte, başta postyapısalcı yaklaşım, değer-eksenli
yaklaşım, Michael Freeden’in “Bilimsel (morfolojik) ideolojik yaklaşımı olmak üzere çok sayıda ideolojik
yaklaşımdan da bahsedilebilir.
Sonuç bağlamında şunlar dile getirilebilir; ideoloji bir değerler sistemi olarak ortaya çıktığı andan itibaren
insan ve toplum yaşamının ayrılmaz bir parçası olageldi. İdeolojilerin en önemli işlemi kolektif kimlikler
inşa etmesi, insanlara siyasal ve toplumsal olguları değerlendirebilecekleri bir bakış açısı sunmasıdır.
Normal sıradan bir insan bile farkında veya değil, belli bir kolektif kimliklerin parçası olarak belli bir bakış
açısına sahiptir. Kuşkusuz bu bakış kendiliğinden gelişmez, içine doğduğu ya da dahil olduğu sosyal
ortamın inşa edilmiş değer yargılarını benimseyerek, verili kolektif kimliğin bir parçası olur ve onun
perspektifiyle olay ve olguları yorumlar. İdeolojilerin iki temel işlevi ön plana çıkıyor, bireyin kendini
içinde ekleyebileceği, ait hissedebileceği kolektif kimlikler inşa etmesi, iki, siyasal-toplumsal olay ve
olguları değerlendirebileceklerini bir bakış kazandırmasıdır. Ezilen toplumsal kesimlerin, mevcut sistemi
aşabilmeleri için öncelikli olarak kendi ideolojik duruşlarını çok net ortaya koymaları bir zorunluluk
taşıyor. Devletin eğitim, kültür vb. alanları şekillendirerek ideolojik özne yaratma imkanı ve bu aygıtları
kullanarak hakim ideolojiyi geçerli bir söylem haline getirme gerçeğini görecektir.