Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 274

iNSAN

VÜCUDUNA
SEYAHAT

••

VUCUDUNA
SEYAHAT

GAVIN FRANCIS
ÇEVİRİ: ŞİİRSEL TAŞ

'domingo
'domingo

İNSAN VÜCUDUNA SEYAHAT


GAVIN FRANCIS

Özgün ismi: Advenrures in Human Being


© Gavin Francis, 2015, 2016

Tıirkçe yayın hakları:


© 201 7 Bkz Yayıncılık T icaret ve Sanayi Ltd. Şti.
Sertifika No: 12746
Domingo, Bkz Yayıncılık markasıdır.

Çeviri: Şiirsel Taş


Editör: Algan Sezginrüredi
Kapak İllüstrasyonu ve T ipografi: Sarah King
Özgün Kapak Tasarımı: Peter Dyer
Kapak Uyarlama: Melike Oran
Sayfa Uyarlama: Bahadır Erşık

ISBN: 978 605 198 004 1

1. ve il. Baskı: Haziran 2017


Matsis Matbaa Hizmetleri T ic. Ltd. Şti.
Tevfikbey Mah. Dr. Ali Demir Cad. No: 51
Sefaköy, İstanbul
Tel: (212) 624 21 il Sertifıka No: 20706

Tıim hakları saklıdır. Bu kitabın tümünün veya içeriğinin herhangi bir bölümünün
yayıncının yazılı izni olmadan, fotokopi yöntemi dahil. elektronik ya da mekanik
herhangi bir yolla çoğaltılması yasaktır.

Bkz Yayıncılık T icaret ve Sanayi Ltd. Şti.


Şahkulu Mah. Büyük Hendek Cad. Brot Apt.
No: 4/10 Beyoğlu İstanbul
Tel: (212) 245 08 39
e-posra: domingo@domingo.com.tr

www.domingo.com.tr
yaşam tutkunlarına
GAVIN FRANCIS pratisyen hek i m ve True North: Travels in
A rctic Europe (Gerçek Kuzey : Arktik Avrupa'da Seyahatler)
i l e Yı l ı n İskoç Kitabı ödülünü kazan a n , Ondaatje ve Costa
Ödülleri fi nal istleri nden Empire A ntarctica: lce, Silence &
Empero r Penguins (Anta rktika İ m p a ratorluğu : Buz, Sessizlik
ve İ m p a rator Penguenler) adlı k i tapların yaza rıdır. Landon
Review of Books, Guardian ve New York Review of Books
için makaleler yazan Francis, Edinburgh 'da yaşamaktad ı r.
Üç kere yüce Merkür insanı büyük M ucize, Yaratıcı benzeri bir
Yaratılmış, Tanrıların Elçisi olarak adlandırı r. Pisagor her şeyi n
Ölçüsü d e r ona . Platon i s e Harikalar harikası . . . Herkes sözbi rliği
etmi şçesine onu Mikrokozmos ya da Küçük Dünya diye adlandırır.
Çünkü onun vücudu bütün erdemlerin ve tüm varlıkların gücünün
topland ığı bir Depo ya da A m b a rd ı r adeta, ruhuysa bütün canlıların
ve h i kmet sahibi va rl ıkların kuvvet i n i ve kudretini barındırır.
Helkiah Crooke, M icrocosmographia'ya giriş (1615)
İçindekiler

G i z l i l i k Notu xı

Ön söz l

Beyin
l. Ruh Cerrahi s i 7
2 . Nöbetler, Kutsal l ık v e Psikiyatri 15

Baş
3. Göz: Görmenin Rönesansı 33
4. Yüz : Güzel Felç 46
5. İ ç Ku lak: Kara Büyü ve Vertigo 62

Göğüs
6. Akciğer: Yaşamın Nefesi 73
7. Kalp: Martı Sesi Üfürümleri ve Medd ücezir Üzerine 85
8. Mem e: İyi leş meye D a i r İki B a k ı ş Açı s ı 95

Üst Uzuvlar
9. O muz: Silahlar ve Z ı rh 107
ıo. Bilek ve E l : Del i n m i ş , Kes i l m i ş ve Çarmıha Geri l m i ş ıı9

Batın
lI. Böbrek : Son Armağa n 135
12. K a raciğer: B i r Peri Masalı Sonu 150
l 3. Kalın bağırsak l a r ve Rektu m : Muhteşem

Bir Sanat Eseri 160


Pelvis
14. Genital O rganlar: Bebek Yap m aya D a i r 169
15. Rah i m : Yaşam ve Ö l ü m A rası ndaki Eşik 1 85
16. P l asenta: Ye, Yak , Ağaç D i b i n e Göm 191

Alt Uzuvlar
17. Kalça: Yakup ile Melek 205
18. Ayaklar ve Parmaklar: Bod rumdaki Ayak İzleri 2 16

Sonsöz 229

Teşekkür 235
Kaynaklarla İlgili Notlar 239
Görseller 247
Dizin 251
Gizlilik No tu

ya şayan ve ölen insan bedenle­


BU K İ TA P, H A S TA YA DA S A G L I K L I ,

riyle ilgili öykülerden oluşuyo r. Hekimler vücudumuza eri ş i m


ayrıcal ıklarını takdir ettikleri gi b i , öyküleri mizi paylaşırken
o n l a ra duyduğumuz güveni de hak etmel idirler. İki bin beş yüz
yıl kadar uzun bir zaman önce dahi bu bir zorunluluk olarak
kabul ed i l mişti : H ipokrat yem i n i ne göre hek i m " mesleği n i icra
ederken gördüklerini ya da duyd uklarını hiçbir şeki lde k i mse­
ye açmamalı, bildiklerini i fşa etmemel i d i r. " Hem doktor hem
de yazar olduğum i çi n , hastaları m ı n güvenine ihanet etmeden
neyi yazıp neyi yazamayacağı m ı düşünürken bu "açmamal ı ,
etmemel i " sözcükleri üzerine epey kafa yormuşumdur.
Bu kitaptaki öyküler k l i n i k tecrübelerime dayanıyor, an­
cak bahsettiği m hastaları tanınamayacakları kadar iyi kamuf­
le ett i m . Güven bağı n ı ko rumak işimin vazgeçil mez bir parça­
sı: " G ü venmek " , " i n a n m a k " a n l a m ı n a gel i r. Er geç hep i m i z
h a s t a olacağız; hep i m i z anlattık la rı m ı z ı n duyulacağı n a , mah­
remiyeti m i ze saygı göste rileceği n e i n a n m a k İster i z.
Ons öz

Nasıl ki insan top rak , su, hava ve ateşten yapılmışsa dünya da öyledir;
nasıl ki insan ııı içinde bir kan göl ü varsa ... dü nyanııı da benzer şekilde
yükselip alçalan okyanusu vard ı r.
Leonardo da Vinci

Ç O CUK K E N D O K TO R O L M A K istem iyord u m ; coğrafyacı olmak


istiyord u m . Ha rital a r ve atl a s l a r, manzara n ı n geri sinde sak­
l ı o l a n ı ortaya koya n görüntülerle dünyayı a raştı rmanın bir
yol uyd u ve pratik k u l l a n ı m a yö nel i kti . Hayatı m ı bir labora­
tuva rda ya da kütüphanede h a rca mak istemiyord u m ; yaşamı
ve ya şamın getirdiği olası l ı k l a rı a raştırmak için haritaları kul­
l a n m ak i stiyord u m . Gezegenin n a s ı l oluştuğunu a n l arsam, i n ­
s a n l ı ğ ı n gezegen üzerindeki yeri n i daha iyi idrak edebi leceği m
gi bi, kendimi geçindirebil ecek b i r beceri de kaza n m ı ş ol acağı­
mı düşünüyord u m .
Ya ş ı m ilerledi kçe yeryüzü haritasına duyd uğu m i l gi içi­
m i zdeki hari taya kayd ı ; coğrafya atlası m ı n yeri n i anato m i
atlası ald ı . Başlarda ikisi d e pek fa rkl ı gö rünmüyord u ; mavi
top l a rd a m a rlar, kırmızı atard a m a rl a r ve sarı s i n i rler bana i l k
atlası mdaki ren kli neh i rleri, anayolları v e tali yolları hatırlatı­
yord u . Başka benzerlikler de va rd ı : Her i k i kitap d a doğa n ı n
o m uhteşem karmaşıklığı n ı a n l a ş ı l abi l i r, h a k i m olunabi l i r b i r
basitliğe i n d i rgiyord u .
İ l k anatomi stler, i n s a n vücudu ile va rl ığı mızı s ü rd ü rme­
mizi sağlaya n gezegen arasındak i doğal bağı ntıyı gö rmüşlerd i ;
vücudumuz evren i n minyatür b i r yansıması, bir mikrokoz­
mostu. İ n s an vücudunun yapı s ı dört elementi yansıtıyo rd u .
B i r a n l a m ı vardı bunu n : Vücudumuzu destekleyen, kalsiyum
tuzl a rından yapılmış iskeleti miz ki myasal açıdan tebeşi re
ve k i reçtaşın a benziyord u . Ka nla dolu ırmaklar kalbimiz­
deki deltalara açıl ıyord u . Vücut hatları mız engebel i a raziy i
andı rıyord u .
Coğrafya aşkımdan a s l a vazgeçmed i m ; tıp eğiti m i n i n
y ü k ü hafifler hafi flemez keşi f gezi lerine çıkmaya başladı m .
Seyahat ederken doktor olarak çalıştığım zamanlar d a oldu
ama çoğu kez sadece yen i yerler görmek, yery üzünün ve in­
s a n l a r ı n çeşitl il iğini deney i m lemek ve gezegenle olabildiğin­
ce yakından tanışabil mek için gezd i m . D i ğer kitapla rımda
bu seyahatleri anlatırken , gezip görd üğüm yerlerin bendeki
izdüşümlerini aktarmaya çalıştı m ama mesleği m ben i , gerek
h aya t ı m ı kazanma yolum gerekse hepimizin başla ngıç ve bitiş
noktası old uğunda n , hep insan vücuduna getird i . İnsan vücu­
d u n u öğren mek diğer her şeyi öğren mekten fa rklıdır: İ lgi oda­
ğı sizsinizdir ve insan vücudu üzerinde çal ışmanın benzersi z
b i r dönüştürücü gücü ve doğruda n l ığı va rd ı r.
Tıp fakültesini bitirdikten sonra acil tıp eğiti mi almaya
n iyetlend i m ama gece nöbetleri n i n acımasızlığı ve hastal a rl a
tema s ı n gel ip geçicil iği işi mden duyd uğum tatmin h i s s i n i erit­
ti . Çocuk doktoru ve kadın doğum uzmanı olarak çalıştı m , b i r
geriyatri koğu şunda heki mlik yaptı m . Ortopedi v e bey i n cer­
rahi s i nde asi stan l ı k yaptı m . Kuzey ve Güney Kutbu 'nda ekspe­
disyon hekimi olarak çalıştı m , Afrika ve Hindistan'daki sağl ı k
ocakla rın d a görev yaptı m . B u i ş l er i n h e p s i i n s a n vücud u n u
kavrayışımı etkilemiştir: A c i l durumlar, i n s a n hayatının en has­
sas old uğu anlara ilişkin yüksek fa rkındalık gerektiren uç ö r­
neklerdir. Ancak yıllar içinde tıbba dair en derin ve tatminkar
içgörüyü kazanmamı sağlayan tecrübeler, her gün yaşadığı m
daha sakin karşılaşmalar oldu. Son yıllarda şehir merkezinde­
ki küçük bir klinikte aile hek i m i olarak çal ışıyoru m .

2 İ N �A N V l l C: lJD lJ N A SE YA H AT
Kü ltür -doktor olsanız bi le- insan vücudunu kafa n ızda
canlandırma ve mesken tutma şek l i n izi sürekli yeniden bi­
çimlendi rir. İ n s a n lığın en hoş h i k ayeleri nden ve en muhteşem
sanat eserlerinden bazıl a r ı n ı n modern tıp pratiğiyle nasıl b i r
i l i ş k i s i ve etkileşimi olduğu n u , hastal arımla yaptığı m görüş­
melerde sık sık fa rk ediyoru m . Son raki bölümlerde bu bağlan­
tılardan bazılarına daha derinlemesine bakacağı z .
B i rkaç ö rnek vereyi m : Yüz felci geçi rmiş b i r hastayı de­
ğerlendiri rken, sadece k i ş i n i n kend i n i i fade edememesinden
kay n aklanan yılgı n l ı ğı deği l , ressamların i fadeyi portreye
ya nsıtmakta yüzy ı l l a rd ı r çektiği güçl üğü de hatırl a r ı m . Meme
kanserinde iyileşmeyi düşünürken , iyi leşme ile kast edi lenin
her hasta için fa rkl ı olduğunu b i l i r i m . Homeros'un İlyada 'sı
gi bi üç bin y ı l l ı k meti n ler, ister eski zamanl a ra i ster modern
çağa ait olsun, omuz incin meleri konusunda fik i r verebi l i r.
Anaokulunda öğrendiği m i z masallar hastalık, koma ve dö­
nüşüm kavra m l a r ı n ı büyük bir i ncel ikle ele alır. Plasenta ile
göbek bağı n ı ortadan kaldırma yöntem leri miz üzerinde dü­
şünürken , bedenleri mize tatbik ettiği m i z gelenek lerin muh­
teşem çeşitl i l i ği beni çok etkilemiştir. Mücadele ve kurtuluş
mitleri , dünya n ı n dört b i r tarafı ndaki o rtopedi koğuşlarında
anlatılan iyi leşme öykülerinde ya nsımasını bulur.
B i r ya zı türü olarak "deneme'' , "denemek" sözcüğünden
gel ir; ben de bu kitabın her bölümünde, vücudun bir parçası nı
olası p e k ç o k b ak ış açısınd a n sadece birine göre i ncelemeyi
dened i m . Gen i ş kapsa m l ı olması mümkün deği l d i ; ne de olsa
vücudumuz bir yığın parçadan ol uşmuş b i r bütün ve bunların
her b i r i n i etkileyen pek çok hastal ık var. Bölümleri, anato m i
kitapları ndaki gi bi tepeden tırn ağa doğru s ı ralad ı m ama s i z ,
istediği n i z sı ray l a ok uyab i l i rs i n i z . Yi ne de en uygun yak l a ş ı m
muhtemelen tepeden tırnağa doğru gitmek, ben imle birli kte
vücudu bir uçtan diğerine kat etmek ol acakt ı r.
H ayat ımı tıpla kazanıyorum ama hek i m l i k yap m ak
bana ay nı zamanda insan deney i m i konusunda b i r dağa rcık

Ö NS Ö Z
kaza n d ı rd ı . Zaaflarımızı ve güçl ü yönleri m i z i , kutlamaların
yan ı s ı ra h ayal kırıklıkları mızı hatı rlatan olay l a rla her gün
karşı l a ş ıyorum . Bir klinik açmak, insanların sadece beden i n ­
de deği l , h ayatında da yolculuğa çıkmak gi bidir. M ı ntıkayı
genel l i k l e iyi bilirim ama i l k kez ayak basılacak baki r kal m ı ş
yerler h e r zaman va rd ı r ve h e r g ü n yen i bir panorama yakala­
rı m . T ı p mesleği yalnızca vücudun böl üm leri a rasında çıkılan
b i r yolculuk deği l , ayn ı zamanda hayatın olasılıklarına d a i r
b i r keşif gez i s i , insana dair bir maceradır.

K Lİ N İ K T E T İ P İ K B İ R S A BA H ; ekranda otuz-kırk ıs ının sıraland ı ­

ğı , o g ü n k ü hastaları m ı n l i stesine baka rken kahvem soğuyo r.


Çoğunu gayet iyi tanıyorum a m a li stedeki i l k i s i m ben i m i ç i n
yen i . Tek tıklamada ekra nda t ı bbi kayıtları açılıyor; s o l üst
köşedeki doğum tarihine bakınca daha geçen hafta dünyaya
gel m i ş old uğunu görüyoru m . Henüz b i rkaç günlük b i r bebek
ve bugünkü karşılaşmamız, her şey yolunda giderse önümüz­
deki seksen-doksan yıl boyunca kayda düşülecek tıbbi notl a ­
rın i l k i olacak. B o ş ekran görü ntüsü, önünde uzanan hayatı n
bütün olasılık l a rıyla parıldıyor.
Bekleme salonuna açılan kapıdan bebeği n a d ını seslen i ­
yoru m . Oğlunu kucağında pışpışlayan annesi ses i m i duyunca
yavaşça ayağa kalkıyor. Gülümseyerek gözlerimin içine bak ı ­
yor, kucağında bebeği yle peşimden muayene odasına giriyo r.
" Ben, D r. Francis," d iyorum oturması için ona yer göste­
r i rke n . " S i z i n için ne yapab i l i ri m ?"
Gurur ve endişe dolu b i r i fadeyle oğl u n a bakıyor. Söze n a ­
s ı l başlayacağı n a k a r a r vermeye çalışırken o n u sey red iyo ru m .
BEYİN
1

Ruh Cerrahisi

Yapısı böy le tuhaftır ruhları m ı z ı n : Başa rı yah ut


y ı k ı m l a a ra m ızdaki bağ, bu kadar zay ı ftı r.'
Mary Shelley, Frankenstein

İ L K KEZ B İ R İ N S A N B E Y N İ N İ elime aldığımda on dokuz yaşı nday­

d ı m . Beklediğimden ağı rd ı ; gri , sert ve l aboratuvar gi bi soğuk­


tu. Yüzey i , neh i r yatağı ndan a l ın m ı ş , üzeri yosun kap l ı bir taş
gi bi kayga n ve pü rüzsüzd ü . Eli mden düşürüp fayan s kaplı ze­
minde darm adağın oluşunu gö receği m d i ye ödüm kopmuştu.
Tıp fakültesinde ikinci yılımm başındaydım. İlk yıl dersler,
kütüphane, partiler ve aydınlanma anlarıyla harala gürele geç­
mişti . Sözlükler dolusu Yunanca ve Latince terminoloj iyi yalayıp
yutma mız, bir kadavranın anatomisini derinlemesine öğrenme­
miz, vücut biyokimyasının yanı sıra her organın fizyoloj isine, me­
kaniği ve matematiğiyle hakim olmamız istenmişti . Daha doğru­
su, beyin dışında her organın. Beyni ikinci yıla sakla mışlardı.
Nöroa natomi Öğrenme Laboratuvarı , Ed i n bu rgh ' u n
merkezi nde, Vi ctoria döneminden k a l m a b i r binadaki tıp fa ­
kültesi n i n ikinci katındayd ı . G i r i şteki taştan len toya şu sözler
kazı n m ı şt ı :

'Yiğit Yavuz çevirisi (ç.n)


CERRAHİ
ANATOMi
TABABET UYGULAMASI
ANATO M İ sözcüğü ne yapılan vurgu, vücut yap ı s ı n ı incele­
men i n birincil öneme sahip olup öğrenmemiz gereken cerrahi
ve t ı p ( " tababet " ) ile ilgili diğe r becerilerin ikincil olduğunu
i fade ediyord u .
Nöroanatomi laboratuva rına gitmek i ç i n merdivenleri ç ı ­
kıp b i r m avi bal inanın çene ke miğinin altından v e iki Asya fi l i
i skelet in i n arasından geçmemi z gerek iyord u . Bu kalın tıların
tozlu ihtişamında, harikalar dolabından fı rla m ı ş bu ga rabet­
te, sanki Victo ria dönemi ko lek siyoncuları, d üzen leyicileri ve
tasn i fçi leri n i n ait old uğu kardeşlik cemiyetine kabul ed i l i yor­
muşuz gi bi insana güven veren bir şeyler va rd ı . Sonra tek rar
basamakları tırmanır, çift kanatlı kapı l a rdan geçer, sonunda
bizi bekleyen şeye ulaşırd ı k : kovaların içi ndeki k ı rk bey i n .
Okutm a n ı m ı z Fa nney Kristmundsdotti r, İzlandal ıydı ve sosyal
hizmetler memuru olarak i k i nci b i r işi daha vard ı . Yani hami­
le kaldığınızda da onu görmeye gid iyordunuz, ayn ı sınavda n
iki kereden fazla çaktığınız z a m a n da. S ı n ı fı n önünde durup
eli nde tuttuğu yarım beynin lopl arı n ı ve bölümleri n i göster­
meye başlad ı . Kesitine bakınca beynin içi, yüzeyine göre dah a
soluktu. D ı ş y üzeyi pürüzsüzken , içinde birbirine bağlı bir dizi
karmaşık odacık , boğumlar ve li f demetleri vard ı . Özellikle
" ventriküller" olarak bil inen odacıkla r gi rift ve gizemliyd i .
Ko ruyucu sıvıdan yay ı l a n buharl a ya n a n gözleri m i kırpış­
tı rarak kovadan b i r bey i n çıkard ı m . Muhteşem b i r şeyd i . Bey ­
n i elle ri m i n arasında tutarke n , b i r zamanlar içinde va r olmuş
bilinci, nöro n l a rıyla sinapsl a r ı n ı ha rekete geçi ren duyguları
düşün meye çalıştı m . D i seksiyonda b i rlikte çalı ştığı m a rkad a­
ş ı m tı bba geçmeden önce fel sefe öğren i m i görmüştü. " Şunu
bana versene," dedi beyni eli mden alı rke n . "Epifi z bezi n i bul­
mak i stiyoru m . "
"Epifi z bezi n e ? "
" Desca rtes'ı hiç duymadın m ı ? Epifizin r u h u n maka m ı
olduğunu söyler. "

.;ı
��
. ,,

RU H C E R R A H İ Sİ 9
İki başparmağı n ı , bir kitabın sayfalarını aralarmışçasına bey­
nin yarıküreleri arasına soktu . O rtadan geçen birleşi m yeri n i n
geri sinde, gri b i r bezelye tanesi n i andıra n küçük b i r yumru
gösterd i . " İşte burad a , " ded i . " Ruhun maka m ı . "
Yı l l a r sonra beyin cerrahisi asistanlığım sırasında h e r gün
c a n l ı bey i n lerle çal ışmaya başlad ı m . Ameliyathaneye her gi r­
diğimde ayağımdaki plastik saboları mekana h ü rmeten çıka­
rası m gel i yord u . Akustiğin de rolü va rd ı : sedye tekerlekleri n i n
tıkı rtısı y a da bir hi zmetl i n i n fı sıltısı mekanda yan k ı l a n ı rd ı
a d e t a . 1 950'lerde j eodezik panellerden i n şa ed i l m i ş , ters çev­
r i l m i ş bir kaseye benzeyen odan ı n kend i de ya rık üre şek l i ndey­
di. B u ras ı , Soğuk Savaş dönem ine ait radar kubbeler i n i n ya da
D o u n reay nükleer santralinin içeriden kafamda canlanan gö­
rüntüsü gi biyd i . Tasarı m ı , o dönemde teknoloj i n i n sunduğu,
sefalet ya da hastalığın olmad ığı yak ı n geleceğe i l i ş k i n va atlere
duyulan i n a ncın somutlaşmış haliyd i sanki.
Fakat yine de çok fazla hastalık va rd ı . Hasar görmüş be­
y i n lerle günler, geceler boyu çalıştım ve bir süre sonra bey ni
de yara bere ve kan reva n içi ndeki diğer orga nlar gi bi tedavi
etmeye a l ı ştı m . Kan pıhtılarının suskun bıraktığı felç geç i r m i ş
i n m e k u rba n l a rı va rd ı . Kafata s ı n ı n i ç i n d e sin sice büyüyerek
i n s a n ı n k i ş i l i ği n i yerle bir eden sald ı rgan tümörler vard ı . Ko­
m aya gi r m i ş, kataton i k , a raba çarpmış, k u rşun yem i ş , anev­
rizması ya da kanaması olan hastalar va rd ı . Zihin ya da ruh
k u ra m l a rı üzerinde düşün meye pek fı rsat bul a m ı yord u m . Ta
ki şefi m olan profesör özel bir vaka için kend i s i ne yard ı m et­
memi isteyene dek .
Ellerimi yıkayıp ameliyat önlüğünü giydiği mde o işe ko­
y u l muştu bile. "Gel, gel ," dedi ameliyat masasını örten ye ş i l
örtülerin üzerinden b a n a bakarak. "Eğlenceli kısma yetişti n . "
B i r örnek giyi nmiştik: üstümüzde masayı kaplayan yeşil ö r­
tüyle aynı ku maştan amel iyat önl ükleri , ağzımızı burnu muzu
kapatan maskeler. . . Ameliyathane ışıkları p rofesörün gözl ü­
ğünde pa rl ıyordu. " Kafa tasına pencere açmak üzereyiz. " İşine

10 İ NSA N V ÜCUDU N A S E YA H AT
geri dönüp karşısındaki hemşireyle yeniden soh bete koyuldu;
bir Amerikan savaş fi l m i hakkında konuşuyorlard ı . Testereyle
kafatasım kesmeye başlad ı . I zgara et kok usunu andıran bir ko­
kuyla birli kte kem iğin üzerinden d uman yükseliyordu. Hem­
şire çıkan tozu bastırıp kemiği soğutmak için kesilen yeri n
üzerine su püskü rtüyordu. B i r taraftan da bir emme tüpüyle,
profesörün görüşünü engel leyen d u m a n ı çekiyordu.
D i ğer ta rafta otura n , yeş i l ye rine m avi cerrahi tak ı m giy­
miş anestezist bulmaca çözüyor, a rada bir örtülerin altına eli­
n i uzatıyord u . Masaya mesafeli d u ra n b i rkaç hemşire, elleri
arkal a rında, a ral arında fı sıldaşıyo rla rd ı . " Karşıma geç, " ded i
profesör, başıyla masanın diğer tarafı n ı işaret ederek . Gös­
terdiği yere geçt i m , hemşire emme tüpünü elime tutuşturdu .
Hastayla -ad ı n a C l a i re diyel i m- daha önce tanışmıştım ve
ted aviye yanıt vermeyen ağır epilepsiden mustarip olduğunu
biliyo rd u m . Masada, pek a l ı ş ı ld ı k olmasa d a , tümör ya da
travma hastası deği l , dokularında elektri ksel dengesizlik olan
bir h asta yatıyo rd u . Yapısal olarak normal ama i şlevsel açı­
dan fazla hassas olan bey n i sara nöbetleri n i n kıyısında gezi ­
nip d u ruyord u . Normal bey i n etk inliğinin -d üşünme, konuş­
ma, h ayal güc ü , duyulan ma- bey i nde müziğin ritmi gi bi akıp
gittiğini düşündüğümüzde, nöbetleri patlama tarzında sağı r
edici parazitlere benzeteb i l i riz. Bu nöbetler C l a i re için o denli
zorl ay ı c ı , korkutucu ve güçten düşü rücüyd ü ki onlardan k u r­
tulmak için hayati risk taşıyan bu ameliyatı kabul etmişti .
" Temizle," dedi profesör. E l i mdeki emme tüpünü cerrahi
testere n i n üzeri ne doğru tutmam için kayd ı rd ı . " N ö rofi zyo­
logl a r nöbetlerin tam şuradan kaynaklandığını söylüyorl a r. "
Kafata s ı n ı n üzerine forsepsle h a fi fçe vurd u ; porselen üzeri ne
d üşen bozuk p a ra sesi gibi b i r ses duyuldu. " N ö betlerin kay­
nağı i şte burası . "
" Ya n i nöbetlerin kaynağını kesip çıkaracak m ı y ı z ? "
" Evet a m a o d a k , konuşma a l a n ı n a ç o k yak ı n . H a sta ame­
liyatta n sonra konuşamazsa bize müteşek k i r kal mayacaktı r. "

RUH CE R R A H İ S İ ı 1
Profesör kafatasım kestikten sonra, bisiklet tekerleği n i
sökmek için k u l l a n ı l a n a benzer k ü ç ü k manivel alarla kem i k
p a rça s ın ı kapak gi bi kaldırd ı . " Sakı n kaybetme, " deyi p kem i ­
ğ i hemşireye verd i . Açtığı pencere yaklaşık b e ş s a n t i m çap ın­
dayd ı ; kafatasının altı nda, isti ridyenin iç y üzeyi gi bi p a rlak
ve yarı sayd a m koruyucu bir tabaka olan dura mater ortaya
ç ı k m ı ş t ı . Profesör bu tabakayı da kaldırd ı . Yüzey inde k ı r mızı
m o r lifler hali nde i lerleyen kan d a m a rlarıyla, sular çekildiğin­
de kumsalın nervürlü görüntüsünü andıran pembemsi krem
rengi dok uya baktı m . Bey i n , hasta n ı n her kalp atışıyla, nabız
dalgası gi bi gibi yavaşça kabarıp i n iyord u .
Profesörün dey işiyle işin eğlencel i k ı s m ı n a gel m i ş t i k .
Anestetik d o z u yava ş yavaş azaltı ldı, Claire inlemeye başla d ı .
Gözlerini kı rpıştırd ı , derken açt ı . Ameliyat örtüleri kaldırı l d ı ;
kafatasına yerleşti rilmiş çel ik vidaları artık görebiliyord u k .
Konuşma terapisti , öne eği l d i ği nde Clai re ' i n y ü z ü n e yak ı n
o l a b i l mek i ç i n sandalyesini ameliyat masası n ı n yan ı n a çekti .
Terapist, Claire'e ameliyathanede olduğunu, başını oynata­
m ayacağı n ı , kendisine b i r dizi kart göstereceğin i , her bir nes­
nenin adını ve ne işe ya radığı n ı söylemesi gerektiğini a n l a ttı .
B a ş ı n ı k ı p ı rdatamayan Claire homurdand ı . Derken başladı­
l a r. C l a i re sakinleştiricilerin etk isi nde olduğu n d a n , kel i meleri
uzatarak , adeta dünyevi olmaya n bir sesle konuşuyo rd u . Ka rt­
l a rd a çocuk kitaplarındakine benzer resimler va rd ı . " S a a t , "
ded i , " za m a n ı gösteri r. " "Anahtar, " ded i , " k a p ı y ı açar. " Basit
nesnelere ait peş peşe gösterilen resimler d i l le ilgili ilk a n ı l a rı ­
n ı çağı rıyord u . Bütün dikkatini vermiş, kaşlarını çatmıştı ; a l n ı
terden p ı r ı l p ı r ı l d ı .
O s ı rada profesör de testereyle bisturiyi b ı rakıp e l i n e s i n i r
uyarıcısını alm ıştı . Nefesi n i tutup beynin yüzeyine nazikçe do­
kunmaya başladı . Bu noktada gösterişe, şakal a ra ya da geve­
zeliğe yer yoktu; bütün dikkati n i , a ralarında b i rkaç mili metre
olan iki çel ik uca vermişti . Uya rıcıdan gelen elektriği n etk isi
en düşük düzeydeyd i , cilde uygulansa zar zor hissed i l i rdi a m a

12 İ NSA N VÜCU D U N A SE YA H AT
beynin hassas yüzeyinde h issedilen etki çok beli rgindi. Uyarıcı
normal işlevi bozan bir elektri k fı rtınasına neden oluyordu. Et­
ki lenen beyin bölgesi küçük olmakla b i rl i kte, mi lyonlarca sinir
hücres iyle bunların bağlantılarını kapsayacak kadar genişti.
" Hala konuşabildiğine göre bura s ı konuşma alanı deği l , "
ded i . " O halde keseb i l i ri z . " U yarıcıyla az önce dokunduğu
yere üzerinde bir sayı o l a n , pula benzer küçük bir etiket yer­
leştird i . O bir sonraki bölgeye geçerken, hemşirelerden biri
etiketin üzerindeki say ı y ı dikkatle kaydetti . Profesör bu işle­
me " h a ritala m a " diyord u : İ ns a n bey n i h a ritası çıkarı l ma m ı ş ,
cerrah i keşfe açık bir ülkeyd i . Yüzeyde dikkatle geziniyor, böl­
geleri nu m a ralandırıyor, kaydediyo rd u ; siste m l i çal ışma ve sa­
bır gerektiren bir işti . Tuvalete gitmek ya da bir şey ler atıştı r­
mak için bile hastayı b ı rak m aya ya naşmadığından, a ral ıksız
on altı saat a mel iyat masa s ı başında k a ld ığına d a i r öyküler
duymuştu m .
" O tobüs, yol . . . yol . . . "
" Konuşma d u rd u , " dedi terap ist b i ze bakıp. " B i r kez daha
deneyel i m m i ? " B i r başka kart gösterd i .
" B ıçak, kes . . . kes . . . "
" İ şte burası , " dedi P rofesör, az önce üzerinden elektri k
ak ı m ı geçi rd i ği yeri işaret ederek . " Konuşma alan ı . " Bölgey i
başka bir etiketle dikkatlice işaretleyip işine deva m ett i .
Etrafındaki dokudan ö y l e y a da böyle fa rk l ı görünmes i n i
bekled iğim konuşma al a n ı n ı dikkatle i n celed i m . Sesi çıkaran
ses tel leri ve boğazdı a m a sesin kaynağı burasıyd ı . Konuşmay ı
m ü m k ü n k ı l a n , tam b u noktadaki nöronla r a rası bağlantı l a r,
ateşlendikleri s ı rada oluşan örüntülerd i ; o nedenle buraya be­
y i n ce rrahi s i nde " konuşma ala n ı " den iyord u . A m a dışarıdan
bak ı l d ığında, bu korteks p a rçası n ı n ne ay ı r t edici b i r özel l i ği
va rd ı n e de C l ai re ' i n d ı ş dünyaya a ç ı l a n konuşma kanalı oldu­
ğuna d a i r bir iz.
T ı p fak ültesinde öğrenciyke n b i r bey i n cerrah ı bize be­
y i n tümörü ameliyatından slaytla r göstermişti . Ö n s ı radan el

RU H C E R R A H İ S İ 11
k a l d ı ra n biri , bunun pek de zarif bir işlem gi bi görünmedi­
ği n i söyled i . "İnsanlar beyin cerrahlarında el beceri s i n i n çok
gel i ş k i n olduğunu düşünür, " d i ye ya nıtladı cerrah, " a m a a s ı l
ince i ş i yapa n l a r plastik cerrahi v e mikrodamar cerrah isiyle
uğraşanlard ı r. " Duva ra yansı ttığı slayta işaret ett i : ha sta n ı n
bey n i nden b i r d i z i anten gi bi çelik çubuklar, klempler ve teller
çıkıyo rd u . " Geri kalanımızın yaptığı iş daha çok bahçıva n l ı k . "
C l a i re yen iden uyur uyumaz profesör bey n i n epilepsiye
neden o l a n bölümünü kesip çıkard ı . " Peki o bölge ne i şe ya­
rıyord u ? " diye sord u m . " H içbir fi krim yok , " dedi omuz s i l ke­
rek , " tek bildiği m i z konuşmaya yaramadığı . "
" H asta b i r değişiklik fa rk edecek mi ?"
" M uhtemelen hay ı r, beynin geri kalanı uyum sağlayacak-
tır. "

İ Ş İ M İ Z İ B İ T İ R D İ (; i M i ZDE C l a i re'in beyni nde kratere benzer b i r iz

vard ı . Beyn i ve zihni anestezinin etkisi altındayken kesik k a n


d a m a rl a r ı n ı koterize etti k , krateri s ı v ı y l a doldurduk (son ra­
s ı n d a k a fasının içinde h a reket eden hava kabarcıkları o l u ş m a ­
m a s ı için) ; a rd ı ndan dura'yı itinayla dikti k . T i t a n y u m ö rgü
k a fe s i n içinden geçi rdiği m i z küçük vidalarl a yuvarlak kem i k
pa rçasını tek ra r yerine yerleştird i k .
"Sakın eli nden düşürme," d e d i p rofesör vidaları teker te­
ker verirken . "Bunl arın her biri elli pound . "
Sıyırıp klipslerle tutturduğumuz kafa deri s i n i tek rar açıp
yerine yerleştird ikten sonra zımbaladık. Onunla b i rkaç gün
sonra tekrar karşıl aştığı mda nasıl old uğunu sord u m . "Şu a n a
k a d a r nöbet geçirmed i m , " ded i . "A ma zımbalarken d a h a iyi i ş
ç ı k a rabi l i rd i n i z . " Yüzünde zafe r d o l u bir gü l ü mseme bel i rd i :
" B u halimle Fra nkenste i n ' ı n canavarına benziyoru m . "
2

Nöbetler, Kutsallık ve Psikiyatri

İ nsan b i l meli ki bütün neşe, key i f, kahkaha ve şakalar;


acı , keder, hicran ve ağıtlar sadece ve sadece bey inden gel i r. . .
Hepsi n i n sebebi beyindir.
H ipokrat, Kutsal Hastalık Üzerine

yü kselen Edin burgh psiki­


Ş E H R İ N E T E K LE R İ NDE K İ Y EŞİL A L A NDA

yatri hastanesi b i r m a l i kaneyi andırır. O rada eğitim görd üğüm


tarihten iki yüzy ı l önce beled iye tarafından akı l hastanesi ola­
rak yapt ı r ı l m ıştı r. B i r akıl hastanesi yaptırma fikri, on sekizin­
ci yüzy ı l ı n sonları nda -Edi n burgh 'un ayd ı n lanma dönem i n i n
s o n y ı l l arında- şeh i r merkezindeki Bed l a m tımarhanesi nde·
yaşa n a n sefalet ve barbarl ı ğa tep ki olarak doğmuşt u . Döne­
min t a n ı n m ı ş genç şairleri nden Ro bert Fergusson'un 1 774'te
B edlam'd a ölmesi ü z er i n e m ü şfik bir h e k i m ola n A n d rew
Duncan ne yapı p edip daha iyi b i r akıl hastanesi kurmaya ka­
ra r vermişti. Yen i hastanen i n , türdeşleri arasında Avrupa'daki
en insani ve şefkatli yak l a ş ı m ın uygu l a ndığı kurumlardan biri
olması amaçl a n ı yord u .

' Britanya Adaları'nda daha sonraları kurulan akıl hastanelerinin çoğunun


ismi Londra'daki orijinal Bedlam ya da " Bethlehem " akıl hastanesinden
gelir.
O rada öğrenim gö rdüğü m y i rmi nci yüzy ı l son l a rına ge­
l i n d iğinde, ilk yap ı l a n akıl ha stanesi ayk ı rı b i r modern m i m a ­
r i n i n i ç i n d e kaybol muştu . A r t ı k del iler deği l sadece " hastal a r"
ve " mü şteri ler" ve !a mine haritalar, sigara içme sundurmal a r ı ,
geç i ş koridorl a rı ve plastik tabelalar va rd ı : "Andrew Duncan
K l i n iği '' , "A k ı l Sağlığı Değerlendi rme Serv i s i '' , " R ivers Trav­
ma Sonrası Stres Bozuk l uğu Merkezi " .
Eğitimi mden soru mlu p s i k i yatrist D r. McKenzie i l e t a n ı ş­
tırıld ı m ; lacivert tüvit tak ı m gi ymiş zeki bir kadınd ı . H a sta
koğuşlarından birini gösterdi bana. Hastal a rl a zaman geç i r­
m e m , sigara odasında o n l a rl a b i rl ikte oturmam ve oraya n a s ı l
geti rildiklerini sormam yönünde teşvik ett i . İ p e k robdöşambr
gi y m i ş , kel kafal ı , deli del i bakan b i r seyya r satıcı va rd ı . Evin­
de "enerj iyi bloke ettiği " gerekçesiyle bütün kapıları söktü k ­
t e n son ra hasta neye yatırıldığını anl attı . Zamanını koğu şun
ç a m a ş ı r odasında titrey i p kendi kendine m ı rıldanarak geçi­
ren , hatta orada uyuyan b i r kadın va rd ı . K l i n iğe polis tarafı n ­
d a n geti ri l m i ş , İsa ' n ı n reenkarnasyonu olduğunu iddia eden ,
yelekli k ravatlı bir kütüpha neci va rd ı . Ve b i r de hastaneye ya­
t ı r ı l madan önce vücudunun içeriden çürüdüğünden şik ayet
ede n , cildi pa rşömen gi b i , bir deri bir kemik yaş l ı b i r a d a m
o l a n Siman Edwa rds va rd ı .
Hastaların çoğu fı rsat ı n ı bulduğunda durmaksızın konu­
şuyordu a m a Bay Edwa rds suskund u . Günlerini ağır b i r p s i ­
kotik depresyon etkisi a l t ı n d a , yerinden k ı p ı rdamadan, b o ş
boş duva ra bakarak, sessi zce odasında otura rak geçiriyord u .
Yemek yemiyor, göründ üğü kadarıyla uyumuyor, hatta nefes
aldığı bile bel l i ol muyo rd u . Yava ş yavaş eriyip biterek yok o l ­
mak ister gi biyd i . D r. McKenzie hastanın antidepresan i l a ç l a ­
r a ya nı t vermediğini söyl ed i . B a y Edwa rds hızla k i l o k aybettiği
için elektrokonvülzif ted aviye (EKT) haşlama kararı a l ı n m ı ş­
tı. Eğer i stersem ben de ertesi sabah gel i p izleyebi l ecekti m .

16 İ NSA N V ÜCUDU N A S E YA H AT
Out - P ti nt

Ethnic Minoriti
+- Comiston Ward

E rtesi gün EKT bölümünün önünde, içeri girip gi rmemekte


kararsız bek l i yord u m . Kapı a ral ı kt ı ; odanın beyaz badanal ı
duva rlarını görebi l iyord u m ; pencerelerden parlak beyaz b i r
ışık sızıyord u . K i r v e m i k robun barınmasını önlemek için
amel iyathanelerdeki gibi linolyum kaplı zem i n , kenarl a rd a
kavisli p l a s t i k süpürgel i k lerle son l a nı yord u . O d a n ı n ortasın­
d a , ütülü bembeyaz çarşaf seri l i d e m i rden b i r karyola va rd ı .
Kapı a çı l d ı , D r. McKenzie içeri gi rd i . Ceketi n i çıkarıp gömle­
ği nin kol l a rı n ı dikkatle sıva d ı .
S ı rtını ka ryol aya yas l a m ı ş anestezist, b e n içeri gi rince dö­
nüp merhaba ded i . Yatağı n ya nındaki tekerl ek l i sta ndı n üze­
rinde bir mon itör d uruyo rd u . Ay rıca bir tepsi dolusu anestetik
ilaç, ani kalp durmasında k u l l a n ı l m ak üzere bir defi b r i latör,
maskey le bağlantı l ı b i r oksijen tüpü va rd ı . Bütün bu dona­
n ı m a merkez hastanenin acil servisi nden aşi nayd ı m ama bu­
rada , daha çok psikoloj i , uğraşı terapisi ve i l açl a rl a i l gi l i b i r
ortamda bun l a rı gö rmek şaşırtıcıyd ı . E K T cihazı, üzerinde
fi şler, düğmeler ve b i r d i z i kablo bu l u n a n m avi b i r kutuyd u .

N O l\FTLER, K UT SA L LI K V E PSi K İ YATR İ 17


Kon trol paneli n i n üzerinde Hol lywood fi l mlerinde gö rdüğü­
m ü z saatli bombalardakine benzer kırmızı LED 'ler va rd ı .
Tekerlekl i sandalyeyle geti rilen Bay Edwa rd s ' ı n yatağa
ç ı k m a s ı n a yardım etti ler. Çapaklı donuk gözlerinden derin
b i r keder oku nuyordu. Hiçbir şey söylemed i , sadece boş boş
tava n a baktı ; anestezist iğneyi d a marına sokarken bile k ı l ı kı­
p ı rd a m a d ı . EKT'ye rıza verecek durumda olmadığı için A k ı l
Sağl ığı Ya sasının ilgi l i bölümü uya rı nca tedavi görecekt i . B i ri
kısa etk i l i bir anestetik, diğeri kas gevşetici olmak ü zere i k i
i l a ç veri l d i . A k s i takd i rde E K T ' n i n uyardığı nöbet sırasında
gel i şen spazm kem iklerle kaslara zarar vereb i l i rd i . İlaçl a rı n
etkisiyle geçici felç v e anestezi başlayınca, d i l i n i n geriye k ay­
masını ön lemek için ağzından p l astik bir boru soktular. Solu­
numu ma ske yoluyla anestezist sağlıyordu.
D r. McKenzie, Bay Edwa rd s ' ı n şakaklarına, yargıç tok­
mağına benzer birer s i l i n d i rik metal elektrot yerleşti rd i . Ku lp­
l a rı ndaki düğmelere bası nca sivrisi nek vızıltısına benzer h a fi f
b i r s e s duydum. Bay Edwa rd s ' ı n y ü z ü titred i , kol l a rı kıvrı l d ı ,
vücudu ti trey ip sarsıl maya başl a d ı . Yolunda gitmeyen b i r şey­
ler m i va r acaba endişesiyle " Geçici felç olduysa neden böyle
sarsıl ıyo r ? " d i ye sord u m .
" B u ton i k-k lonik kasılmalar oldukça hafi f a s l ı nda , " d e d i
a nestezist. " Kas gevşeti ci vermeseydik ç o k d a h a şiddetli k a s ı l ­
m a l a r o l u rd u . "
Yi rm i-otuz saniye k a d a r sonra Bay Edwa rd s ' ı n kol l a rı ya­
tağı n üzeri ne düştü. Anestezi st onu sağına çevi rdi ve her şeyin
yol unda old uğunu görünce sedyey le başka bir odaya götürd ü .
D r. McKe n z i e gö m l e ği nin kol l a rını i n d i ri p ceket i n i i l i k l e ­
di. "EKT i l e ilgili çok fazla hur a fe va r, " dedi kap ıya yü rü rke n ,
" a m a elimizdeki en güvenli v e b a z ı durumlarda en etk i l i ted a­
vilerden biri . "
Bay Edwa rds'a haftada i k i kez E K T uygulanmaya baş­
land ı . İlk başlarda pek bir gel işme kayded i l medi ama bir süre

18 İ N SA 1' V ( JUJD LI N A S E Y A H AT
sonra , ben ya da hemşirelerden b i r i onunla konuşmak için
oda s ın a gi rdiği m i zde, daha önce boş bakan yüz i fadesi deği ş­
meye başlamıştı . Yen iden d i rildiğine bir türlü i n a n a m ayan bir
Lazarus gibi hayata büyük bir ş a ş k ı n l ı k l a bakıyordu adeta . İki
hafta sonra konuşmaya başlad ı .

ELE K T R O KO N V ÜL Z İ F T EDAV İ , psik iyatri n i n en tartışmalı teda­

vilerinden biridir. Artık daha az k u l l a n ı l makla b i rl i kte bazı


ağı r depresyon vakalarında hala tavsiye ed i l mektedi r. B i l i nc i
yerinde olmayan hasta n ı n şakak l a r ı n a elektrik uygulanarak
epileptik nöbet uya r ı l ı r; tıbbi tedavi o l a rak d ramatik, hatta
k i m i lerine göre ürkütücü b i r fik i rd i r. S a ra k rizleri y ı l l a r y ı l ı
vücuttaki bir dönüşümün habercisi olarak düşünülmüş, hatta
eski Yu nanlar tarafı n d a n , insan d ü nyasıyla ruhlar alemi a ra ­
s ı n d a k u r u l a n doğrudan i letişi m i n k a n ı t ı olduğu düşüncesiyle
" Kutsal Ha stal ı k " olarak adland ı rı l m ı ştır. Nöbetler vücud u ,
sanki c i n çarpmış y a da r u h bedeni terk etmişçesine e s i r almış
görünür. Nöbet i n a rd ı ndan b i rçok hasta, bey i n nöbet öncesi
durumuna dönerken sessi z , sakin bir dönem geçirir. Nöbetle­
rin bir za manlar " k utsal " olarak nitelend i r i l mesi gayet anla­
şılabi l i r bir durum z i ra nöbet sırasın da yere yığı l ı p kasıl maya
başlaya n , a rd ı ndan uyk uya dalan birini ilk gördüğümde, ade­
ta cin çarpması n ı n a rdından bir a rınma ve kutsanma sürecine
şahit olduğumu h i ssetm işti m .
O n altıncı yüzyılda yaşa mış b i r si myacı hek i m o l a n Pa­
racelsus epilepsiyi " D üşme Hastal ığı" o l a rak adland ı r m ı ştı .
Epilep s i n i n " bedensel deği l , ruhsal bir hastal ı k " old uğu ko­
nusunda o da eski Yu n a n l a r ile hemfi k i rd i . Ancak temel i n i n
ruhsal olmasına rağmen nöbetlerin ted aviye yanıt verebile­
ceği nde ısrarcıyd ı ; kafu r (defnegi l lerden b i r ağaç olan kafu r
ağacı ndan elde edilen iritan b i r yağ ) , metal k ü l ü ve " tekboy ­
nuzlu özütü " karışımı uygu l a n m a s ı n ı tavsiye ediyord u . O n al­
tıncı yüzyılda kafurun ağızdan alınmasının nöbetlere neden

NÜl\ETL E R , K l/TSALLI K V E P S İ K İ YAT R İ 19


olduğu b i l i ndiği için Pa racel sus'un epilepsi tedavisinde kafu r
k u l l a n ı m ı n ı tavsiye etmesi çel i ş k i l iydi .
Delilerin kend ilerine ve başkalarına zarar vermes i n i ö n ­
l emek o dönemde önemli b i r sorundu ve Paracel sus epilepsi
hastaları n ı n sara krizini tak i ben sakinleştiği n i fark etmiş­
t i . Dehası sayesi nde bu i k i durum arasında bağlantı kurd u :
Kafur ile nöbetleri uya rarak aj ite b i r çılgı n l ı k halinde olanları
sak i n leşti rmek mümkün olabi l i r miydi acaba ? Bu düşünce,
şok tedavisinin kayda geçm i ş i l k örneği d i r. Paracelsus'un fi k ­
ri o n sekizinci yüzyıl sonlarında bile etk i s i n i sürd ü rüyord u ;
1 700' lerde yayımlanan ya zılard a , gerek del i l i k gerekse m a n i
ted avisinde kafurla uyarılan nöbetler anlatıl ıyordu.
O n dokuzuncu yüzy ıld a k a fur fazlasıyla teh l i ke l i ve gü­
ven i l mez old uğu gerekçesiyle gözden düştü, ancak 1 930' l a rda
Macar a s ı l l ı nörolog Lad isla Meduna bu yaklaşı m ı yeniden
gü ndeme geti rd i . Meduna beyi n dokuları n ı mikroskopla i n ce­
lemiş ve epilepsi hastalarında, beyi ndeki destek dokuyu ol uş­
turan "gl iya" h ücreleri n i n a l ı ş ı l m ı ş ı n dışında yoğun olduğunu
fa rk etmişti . Gl iyal hücre çoğal ması bir çeşit nedbe oluşumu­
nu temsil eder (boksörlerin bey n i nde de "gliyozis" sapta n ı r) .
Başka araştı rmacılarsa şizofren iklerin beynindeki gliyal hücre
yoğu n l uğunun normal i n altında olduğunu bildirmi şlerd i . B u ­
n u n üzerine Meduna b u i k i gözlemin i l i ş k i l i olabileceği n i d ü ­
ş ü n d ü . Nöbet gel işimini tekrar tek rar uyararak nedbe dokusu
oluşmasını sağlayabilirse belk i de del i l iği yatıştı rab i l i rd i ( aynı
mantık Meduna 'yı , şizofreniklerin boksa başlamasını tavsiye
etm eye de yöneltebilirdi ) .
1 934'te, Paracelsus'un dört asır önce yaptığı gi bi k a fu r
k u l l a n maya başladı. Fakat kafuru m a n i k atak geçi ren hasta­
ları sakin leştirmek için kullan mak yerine, psikozun kend i n i
katatoni -tepkisiz bir uyukl a m a hali- şek l i nde gösterdiği has­
taları seçti. Kafurl a uyarılan b i rkaç nöbeti n a rdından hasta­
ların b i r kısmı gerçekten de daha fazla tepki verir hale gel d i ;

20 İ N S A N V ÜCUDU N A S E YA H AT
" şok u ygulaması " n ı n , hastaların dünyayl a yeniden etkileşime
geçmesini sağlamadaki başarı o ra n ı n ı n y üzde 50 old uğunu id­
dia ediyord u . Kafu r yavaş etki göstere n , nahoş b i r tedaviydi .
Nöbetler bazen ağrı l ı kas içi enjeksiyondan ancak üç saat son­
ra başlıyord u . Meduna bunun üzerine çok daha hızlı etki gös­
teren a m a korkunç ya n etkileri olan Cardiazo l adlı i laca geçti .
Cardiazol kas spazmlarına ve şiddetl i b i r p a n i k duygusuna
neden old uğu halde 1 930'l u y ı l l a rda Avru p a ' n ı n dört bir ya­
n ı nda psikiyatristler, k atatoni k h a stal arın tedavisinde bu i l aç­
la uya r ı l a n nöbetlere i l i ş k i n deneysel çalışmalar yapıyorla rd ı .
1930' l u y ı l l a r beyi n üzeri nde pervasız deneylere sahne
oldu. İlk loboto m i ler yap ı l d ı ve " n ö rolo j i " ile "psik iyatri "
a rası nda, bey i n hasta l ı k ları i l e z i h i n sel h a stal ı k l a r a rasında
gel işen ay rımı yansıtan b i r bölünme oldu. Psik iyatri alanın­
da çal ışanlar, bu disiplini, her y ı l yeni tedavilerin gel iştirildiği
" fiziksel " tıbbın diğer d i s i p l i n leriyle daha denk konuma geti r­
mek içi n bir şey ler yap ı l ması gerektiği n i h i ssediyorla rd ı .
Ro ma'da çalışan i k i İtalya n psik iyatrist -Ugo Cerletti ve
Lucio B i n i- 1 934'te, nöbetleri uya r mak için Cardiazol yerine
elektrik akımıyla deneyler yapm aya ha ş l ad ı l a r. İlk deneme­
lerinde köpeklerin ağzına ve makatına elektrot ye rleşti rerek
elektrik akımı verdil er. Köpekleri n çoğu ö l ü nce B i n i , kalpten
geçen elektrik ak ı m ı n ı n ö l ü mcül kalp durmasına yol açtığı n ı
anlad ı . Bunun üzeri ne, Rom a 'daki mezbah alarda domuzları
öldürmeden önce sersemletmek için k u l l a n ı l a n yöntemden
esinlenerek , ak ımı iki şakak arasından geçirmeye başlad ı .
İ k i araştı rmacı n ı n , b i r i n sanı öldü rmeden epi leptik nö­
bet başl atabi lecek doğru voltaj ı ve akımı bel i rlemesi biraz
zaman ald ı . 1 93 8 'de Mussolini politik muhali fleri deli o l a rak
s ı n ı fl a nd ı rı yo r, Hitler epilepsi ve ş i zofreni ha stal arın ı ve alko l
bağı m l ı l a r ı n ı k ı s ı rlaştırıyord u . Cerletti ' n i n b i r faşist dergiye
abone old uğu rivayet ed i l i r. Cerletti ile B i n i ' n i n seçtiği i l k has­
ta da bu zeh i rl i politik mantığın sonucuyd u . Daha sonraki b i r

NÖB ETL ER, K l l T� AL LI K V E P S İ K İ YAT R İ 21


yay ı nda adı " S . E . " olarak geçen hasta, Rom a ' n ı n merkez tren
i stasyonu Stazione Termini 'de kendi kendine konuşur, h a l ü s i ­
n asyon gö rürken bulunup çal ı ş m a için a l ı konmuştu.
Şöhreti alıp yürümüş bir akademi syen olan Cerlett i , Ro­
m a ' daki Psikiyatri Enstitüsü' nde kürsü başkanıyd ı . Ancak bu
E K T çalışmasının deneysel olması onu o kadar endi şelend i r i ­
yord u k i ç a l ı ş m a gizl i l i k içi nde y ü rütül üyord u . Bini i l e b i rl i k te
gel i ş t i rd i k leri dona n ı m ı k u l l a n a rak , köpekler üzeri nde yap­
t ı k l a rı deney lerin sonuçl arına gö re S . E . 'ye sadece 0,25 s a n i ye
s ü reyle 80 vol t alternatif akım uyguland ı . Nöbet başl a m a d ı ğı
için Cerletti şok süresini uzatmay ı düşündüğü sı rada S . E . ' n i n
" D i kkatli o l u n , i l k i iğrençti , i k i ncisi ölümcül ol acak!" ded iği
rivayet ed i l i r. Şok süresi önce 0,5, ard ı ndan 0,75 saniyeye uza­
tıldı ama y i ne başarı l ı olmadı . Voltaj 1 lü' a yükseltildiği nde
şok i şe ya rad ı ve S.E. 'de grand mal ( b i l i n ç kay b ı y l a , kol ve
bacak l a rda kasılmalarla sey reden) nöbet gel i şti .
Sonrasın a il işkin çeşitli söylentiler va r. Bunlardan b i r i ,
nöbet geçtikten son ra S . E . ' n i n yüzünde " bel l i bel i rsiz b i r gü­
l ü m seme" ile oturduğu ve kendisine ne old uğu sorulduğun­
d a " B i l m i yorum, belki de uy uyakald ı m , " dediği yönünded i r.
D i ğer iki söylentiden birine göre S.E. o dönemin popüler b i r
şarkı s ı n ı söylemeye baş l a m ı ş , i k incisine göreyse " ö l ü m l e i l gi ­
l i , duygusal olmayan b i r şey ler" söylemiştir. Fakat b u fa rk l ı
rivayetlerin hepsi onun daha uyumlu h a l e geld i ği konu sunda
hemfi k i rd i . Sonraki i k i ay içinde hastaya "elektroşok ted av i s i "
( E Ş T ) olarak adlandırmaya karar verd i kleri yöntemle on kez
daha şok uyguladılar. Bir y ı l sonraki kontrolde karısı, " k i m i
geceler ga ipten gelen seslere ya n ı t veri r gi bi konuştuğunu" ifa­
de etse de S . E . durumunun "çok iyi" olduğunu söy led i .
S . E . i l k ha stayd ı ama daha binl ercesi ol acaktı . Tıptaki
pek çok yeni tedavide old uğu gi b i , doktorl a r, tedav i n i n yan
etki p rofi l i ve özgül endikasyo n l a r ı henüz kesin o l a rak ortaya
kon m a d a n yöntemin destekçileri haline gel m i şti (ay n ı sı cerra­
h i işlem sonrası genel l i k l e kal d ı k l a rı kuruma geri gönderilen

22 İNSAJ\: V LIC:LID U N A SE YA H AT
lobotomi k u rba n l a rı n ı n da b a ş ı n a gel iyordu) . Cerletti i l e
B i n i , şi zofrenide de on i l a on i k i seans EKT uygu l a n m a s ı n ı
tavsiye etmişti fak at ç o k geçmeden yüzlerce sea n s l ı k tedavi­
ler uygu l a n ı r oldu ve endikasyon alanı depresyo n , anksiyete ,
obsesi f-kompülsif bozu k l u k , hipokond riyaz, madde bağı m l ı ­
l ı ğı , a l kol i z m , anoreksi ve konversiyon bozukluğunu (psiko­
somatik bel i rtilerin aşırı biçimde ortaya çıktığı bir du rum)
kapsayacak şek ilde gen işled i . Yön tem çocu k l a rda da denendi
ve ay rıca eşcinsel l iği " tedavi etmek " için k u l l a n ı l d ı . ABD 'deki
eyalet akıl ha stanelerinde yemeği n i biti rmeyen ya da tehditkar
davra n ı ş l a r sergi leyen hasta l a r ı n cezalandırılması amacıyla
k u l l a n ı l d ı ğı n a dair bildirimler gel iyord u . EKT özel l i k l e yeter­
li süre antidepresan i l aç almaya yetecek sağl ı k sigortası ol­
mayan hasta l a rda ve koğu ş l a rda i şgücü mal iyetini düşürmek
için tavsiye ed i l i yord u . Ta rtı ş m a l ı bir p rogra mda tekra rl anan
EKT sean s l a r ı , sak i n leşti rici ver i l m i ş ha stada b i l i şsel işlevi
bebek teki düzeye indi rmek amacıyla uygu l a n ı yord u . Hedef,
birey i n "örüntüsünü bozmak" ve psikopatoloj i n i n ol madığı
" beya z b i r sayfa " i l e sil baştan başl a m aktı . Daha sonraları
progra m ı n ya ratıcısı Ewen Came ro n ' ın , EKT k u l l a nı l a n " be­
yin y ı k a m a " tek n i kleri gel i şti rmek için C IA'den ödenek aldığı
ortaya çıktı .

C E R L E TTI İ L E lll NI İ Ç İ N nöbeti başlatacak doğru elektrik ak ı m ı


düzey i n i aya rl amak neden b u den l i zord u ? İ n s a n beyn i , elekt­
ron ik te k u l l a n ı l a n s i l i se benzer güçlü bir d i rence sahipti r ve
grand mal nöbet başlatmak için gereken eşik, beyin ve saç­
l ı deri n i n elektriksel özel l i klerinden ötürü b i reyler arasında
beş kata va ran b i r deği şken l i k göstereb i l i r. Ay rıca tedav i n i n
uygu l a nd ı ğı i l k k ı rk y ı l boyunca elektrik akımı ü retmek i ç i n
k u l l a n ı l a n dona n ı m da b ü y ü k değişkenlik göstermiştir: B a z ı
cihazlar şeh i r şebekesinden gelen alternatif akımı prizden alıp
b i raz değişti rerek k u l l a nı rken, diğerleri peş peşe kısa s ü reli
doğru ak ı m uygu l uyord u . Bu daha " veri m l i " cihazlar, daha

NOl\ETLER, Kl/T � A l. l. I K V E P� I K I YATRİ 23


düşük a k ı m l a nöbet başlatabi l iyordu; a ncak psikiyatristl er,
salt nöbet başl atmak için gereken akımın üzerine çıkmala rı
gerektiği n i bulmuşlardı . Aksi takdirde tedavi işe yara m ı yo rd u .
E n s ı k gö rülen yan etkilerden b i r i , nöbetin a rdından gel i şen
ve bey n i n baskın ya rıküresinin (çoğunlukla sol yarıküre) ser­
semlemesi nden kaynaklandığı düşünülen konuşma güçl üğüy­
dü. Elektrik akı mını sadece sağ yarıküreye uygul ayarak ( tek
tara fl ı EKT) bu sorunun önüne geçi l meye çal ı ş ıldı , ancak y i ne
de salt nöbeti tetiklemek için gereken düzeyi n üzerine ç ı k m ak
gereki yo rd u yoksa tedav i n i n etkisi azalıyordu. Görünüşe göre
hastaların zihi nsel durumunu etk ileyen şey sadece nöbet de­
ği l , elektrik akı m ı n ı n kendisiyd i .

24 İ NSA N V Ü C U D U N A S E YA H AT
Sinirbili mciler, bey n i n elektriksel çıktısındaki küçük deği ­
şimleri saçlı deri n i n yüzeyinde ö lçerek grafi k h a l i nde veren
elektroansefalogra m l a rl a (EEG) beyin işlevini i nceleyeb i l i rler.
Nöron işlevi n i n hassasiyetini EEG i l e a n lamak, bir şeh i rde­
ki sosyal i l i şki leri çözmek için şeh rin üzerinde bombardıman
uçağı y l a uçmak kadar duyarlı olabil i r ancak . Bunu n l a birl i k ­
t e , t ı p k ı uçak l a e l d e e d i l e n gö rüntüler gi b i , E E G de i ş e ya ra r
bilgi veri r. Nöbetler s ı rasında, beyindeki hücre ağları kaotik
bir taşk ı n l ı k l a patlar; EEG ' n i n d i nlenme halindeki munis kıv­
rı m l a rı ansızın sivri l i r, beyn i kasıp kavuran bir ateş fı rtınası­
nın alevleri gi bi çenti k l i bir görünüm kazanır.
O l ağan bir EKT uygulamasında ( B ritanya ve ABD'de altı
ila on iki seans) tedaviler arasında bey i n dalgaları yavaşlar,
nöbeti başl atmak için gereken voltaj ve akım artar. Nöron l a r
birbiriyle sinaps denen mikroskobik a ra l ı k l a r üzerinden , çok
küçük mi ktarl a rda sal ıverilen nörotra n s m i tter adlı ki myasal
maddeler a racıl ığı y l a i l etişim kur a r. Hayva n çal ışmaları, EKT
ted avisi sırasında seanslar i le rledi kçe nöronla rı n , nöbetleri
bastı ran nörotransmitterlere giderek daha duya rl ı , nöbetleri
alevlendiren nörotransm itterlere ise daha d i rençl i hale geldiği­
ni göstermiştir. Sanki beyin nöbet gel işme ihtimal i n i azaltmak
için kendi ki myasını değiştirir. Bey i n ki myasındaki bu deği­
şim, z i h i n sel ve duygusal deney i m lerde, çok iyi a n l a ş ı l a m a m ı ş
ama i stikra rl ı biçi mde tek rarl a n a n deği ş i k l i kler ya ratır.
Peki , bey n i n elektri ksel durumunu deği şti rmek aşırı zihin­
sel bozuk l u k l a rd a nasıl işe yarar? Fayd a sağlayan şey elektrik
enerj i s i n i n kend isi m i d i r, nöbetlerin neden old uğu nörotra ns­
mitter deği ş i k l i kleri m i yoksa ted av i n i n yarattığı koş u l l a r m ı ?
EKT bellekle ilgili nöro nl ar arası bağlantıların bir k ı s m ı n ı bo­
zar ve tedavi zamanına yak ı n a n ı l a rda kayıp yaşanabi l i r. K i m i
psikiyatristler a n ı la rdaki bu kay b ı n , E K T ' n i n tedavi edici etk i­
lerinden kısmen soru m l u olabi leceği n i i leri sürmüştür (ve bazı
hasta l a r, işlemin amacı n ı n kötü a n ı l a rı n ortadan kald ı r ı l m a s ı
olduğu i n a n c ı y l a ted aviye gi r m i ştir) . K i m i psikiyatristlerse

NÖBETLER, K LIT\ALL I K V E PSİ K İ YATRİ 25


bey i nde bel l i nörotransmitterlerin düzeyindeki artışın özgü l
b i r antidepresan etki gösterdiği n i düşünüyor. Hatta bazı Fre­
udiyen düşünürler, eski Yunanlarınkinden çok da uzak o l m a­
yan b i r düşünceyle, EKT'nin gö rünürdeki korkunç doğasın ı n ,
yoğun suçluluk duygusundan kurtul mayı sağlayarak i şe ya ra­
d ı ğı n ı öne sür mekted i r.
Sanki Paracel sus'a dönmüş gi biyiz: Nöbetler ma nevi d ü n ­
yay l a i l i şk i k u r m a n ı n b i r yoludur ve elektrik enerj isiyle nöbet­
leri u yarmak fa rklı bir va r oluş d u rumuna geçişi sağlar.

EKT deneyleri n i n ü ze­


C E R L ETTI ' N İ N G İ Z L İ K A PA K LI Y Ü RÜ T T Ü G Ü

rinden seksen y ı l ı aşkın zaman geçt i . K i m i aleyhtarl a r ı , te­


dav i n i n hala büyük oranda gi zlice uygulandığı n a , çağdaş b i r
t ı b b i tedaviden çok, gize m l i b i r ayi n olduğuna d a i r kaygı l a r ı n ı
d i l e getirmekted i r. İ ş l e y i ş meka n i zması , tereddütsüz kabul gö­
ren pek çok başka tıbbi ya da cerrahi i şlemden daha korkunç
ya d a tatsız olmad ığı halde EKT hala tartı şmalı b i r yönte m d i r.
Sözgel i m i , elektrik ak ı m ı kan s ı zan damarl a rı koterize etmek
için cerrah lar tarafından k u l l a n ıldığında k i mse itiraz etmez;
öte yandan koter, epileptik nöbetin ya rattığı huzursuz ed i c i
d ö n ü ş ü m e neden olmaz.
Son b i rkaç yıl içinde İskoçya 'daki psikiyatristler, gelenek­
sel EKT uygulamasının gi z l i l i k i ç i nde yürütülmesine karşı b i r
giri ş i m olarak, İskoçya 'da EKT uygulanan herkesi n deney i ­
m i n i i nceleyen, denetleyen v e değerlend i ren a ç ı k b i r i leti ş i m
a ğ ı o l uşturmaya çalıştı . İskoç E K T Akreditasyon Ağı (SEAN)
2009'dan bu ya n a , İskoçya 'da EKT uygulanan her hastane ve
k l i n iğin y ı l l ı k çevrimiçi anonim raporlarını yay ı m l ı yor. SEA N
psikiyatristleri EKT'nin gizli saklı yürütülmes i n i , damgal a n ­
masını v e bir sır perdes i n i n a rk a s ı nda o l m a s ı n ı i stem iyorl ar;
o nedenle çalışmal a r ı n ı , tı ptaki d i ğer uzmanlık alanlarının d a
öy k ü neceği şek i lde ka muya açtı l a r.
Tedav i n i n popüler i m gelemde edebiyat üzerinden de
kara n l ı k b i r şöhreti va rdır: Ken Kesey ' n i n Guguk Kuşu adlı

26 İ N�AN VÜCUDU N A SEY A H AT


rom a n ı nda b i r i şkence yönte m i o l a rak kullanılan EKT, Sylvia
Plath ' ı n Cam Fanus adlı yapıtında kimi zaman dehşet verici
( i l gi s i z b i r doktor tarafından uyguland ığında) k i m i zamansa
transanda ntal (daha şefkatli b i ri tarafı ndan uygu l a ndığında)
özel l i k gösterir. Plath için EKT hem kutsaldı r hem de k utsal l ı ­
ğ ı bozar; h e m cezad ı r h e m de kefa ret . * EKT i l e ilgili edebiyat­
taki olumsuz anlatılarda, yönteme maruz kalan kişiye tedavi
sırasında sakinleştirici ve a nestezi uygu l a n m a m ı ş olması dik­
kat çekicid i r. Çağdaş uygulamada EKT çoğu hasta için daha
sel i m b i r yönte mdi r.
Zi h i n sağlığı nda iyi leşme kavra m ı n ı tanımlamak, daha
"fiziksel" n i telik taşıyan diğer uzmanlık alanlarındakine göre
daha zor olabi l i r; kavra m ı n kendisi kaypaktı r ve netice alınıp
alınmadığı , soruyu kimin sorduğuna bağl ı d ı r. Si man Edward s
konuşmaya başladığında sadece hastanenin nitelikleri nden -
verilen yemekler, yataklar, ne kadar iyi uyuduğu- bahsediyo r­
du. Neden sonra hayatı n ı n ve umutsuzl uğa kayışının ayrıntı­
larını anlatmaya başlad ı . " Beni yavaş yavaş esir ald ı , " diyord u ,
" s a n ı r ı m u z u n süre ters giden b i r şeyler olduğunu düşünme­
dim. Sanki üzerime b i r ağırl ı k , beni soluksuz bırakan bir sis
çök müştü . " İ l k uygulamadan üç hafta sonra kilo almaya baş­
ladı. "Ne değişti ? " diye sord u m , " n asıl bir fark h issedi yorsun ? "
" Daha önceleri güçl ükle ha reket edeb i l i yord u m , " ded i ,
" üzeri mde öylesine büyük b i r ağı rlık va rdı k i . O y s a ş i md i o
ağırl ı k l a a ramda b i r mesafe, bel i rgin b i r boşluk var. " Tedavi­
nin ba şlangıcına yak ı n döneme ait a nı l a rı bütünüyle s i l i n d i ği
gi bi i l k gö rüşmemizi de hatırl a m ıyord u . A m a artık i çi n i n çü­
rüdüğü inancının çektird i ği işkenceden kurtulmuştu; tedav i ye
başladıktan b i r ay sonra eve dönmeye hazırd ı .
H astanedeki s o n günü vedalaşmak için yan ı n a gitti m . K a ­
r ı s ı yanındayd ı , ceketini giymesi i ç i n ya rd ı m ediyo r, yakasını
düzeltiyord u .

' Özellikle bkr. Sylvia Plath'ın Asılmış Adam adlı şiiri

NÖBET L E R, K U T S A L L I K V E PS i K i YAT R İ 27
" Ben i y i y i m , " dedi asabi b i r ses tonuy l a , " Kend i m bece­
rebi l i ri m . "
"Nereye kaybolmuştu b i l m iyoru m , " dedi karısı, " a m a
d ö n m ü ş o l masın a sevi niyoru m . "
E K T hakkında başkalarıyla konuştukça, Bay Edwa rd s ' ı n ­
k i n e benzer öyküler d i n l i yord u m . B i r a rkad a ş ı m , EKT' n i n
büyü k a n nesine n e kadar faydası dokunduğunu, b i r başkası
E K T ' n i n amcasının hayatını nasıl kurtardığı nı anl atıyo rd u .
E K T sosya l , psikolo j i k ve nöroloj i k açıdan etk i l i b i r tedav i d i r.
B i l i n ç bulanıkl ığına ve hafıza kaybına yol açabi l i r, düşünce­
l e r i n tutarl ı l ığını bozab i l i r. Ancak insanı işlevsiz kılan derin
b i r m utsuzl uğa gömülüp kalmışsanız düşünce tutarl ı l ı ğı n ı n
bozul ması sizin için bir rah atlama bile olab i l i r.
Depresyonun "psikotik" köken l i olduğu ( i ç i n i n çürüdü­
ğü gibi asılsız düşünceleri olan) ya da " h a rekets iz" (sessi zce
oturup duvarı seyreden) vakalar, EKT'den en çok fayda gö ren
hastalard ı r. Bay Edwards da en fazla yarar görmesi bek lenen
grupta n d ı . Eğer mutsuzluğunuz, sürekli gel iştirilen keder ka­
taloğundaki diğer ba şlıklardan biriyle uyumluysa ( günümüz­
de U l uslararası Hastalık Sınıflama sında F.32-F.39 a rasında l i s­
telenen y i r m i i l a otuz civarında böyle başlık va rd ı r) EKT' n i n
fayd a sağl a m a ihtimali daha d üşüktür. O n yıldan uzun s ü re
dep resyon atakları geçiren Lucy Tallon, mukaddes b i r tec­
rübeyi ima edercesine, E K T ' n i n nasıl da " mucizev i " etk i l e r
gösterdiğini yazmıştır. Tallon söylem i n i , ş o k tedav i s i n i n b i r
başka ta raftarı olan ve EKT'nin "depresyonun karanl ığı n ı ay­
d ı n l ı ğa çev i rdiği n i " i fade eden Carrie Fisher'dan yaptığı al ı n­
tılarla destekler.
Ancak, EKT ile ilgili yay ı m lanan her o l u m l u deney i me
karş ı l ı k , görünüşe göre i k i ya da üç olumsuz deney i m söz konu­
sudur. Dahası, ağır psikotik dep resyonu olan, ya n i tedaviden
en fazla fayd a görebilecek kişi ler, öyküleri n i paylaşma eği l i m i
belk i de en düşük olanlard ı r. Ay rıca Plath ' ı n Cam Fanus'ta
açıkladığı gi b i , doktorların hastalarıyla nasıl konuştuğu , ne

28 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YAHAT
denli m üşfi k ve destekleyici davra n ı p hangi ölçüde empati
kurabildikleri de iyileşme s ü rec i n i , uygula na n fiziksel tedavi
kadar etki leyeb i l i r. Bu açıdan bakıldığında, p s i kiyatri a raştı r­
malarında giderek daha fazla kabul gö rd üğü üzere, en büyük
fa rkı ya rata n , tedavi deği l tedaviyi uygu layan terapisttir.
Psikiyatrinin pek çok alanında olduğu gibi bu konuda da
ilk sözü söyleyen Freud olmuştur: " Kendi n i z de dahil bütün
hek i m ler, öyle bir n i yetiniz olmasa bile, farkında dahi olmak­
sızın sürek l i psikoterapi uygu l a m aktası n ı z . " Nöbetlerin kut­
sal b i r tarafı yoktur a m a iyi bir doktor-hasta i l i ş k i s i n i n kutsal
bir tarafı olabil i r.

N Ö B E T LER, KUTS A L L I K V E PSİKİYAT R İ 29


BA�
3

Göz: Görmenin Rönesansı

Başı ma gelen onca şey içinde bence en önemsizi,


kör olmaktı .
Ja nıes Joyce (J. L. Borges'ten a l ı n t ı )

doğuya bakan büyük b i r


EDI N B U RG H 'DA K İ M UAY E N E H A N E M İ N

penceresi va r; y ı l ı n büyük bölümü nde hastalarımı gü n ışığında


muayene ediyo ru m . Tek istisnas ı , görme şikayeti olan hasta­
ları m ı n gözüne oftalmoskopla baktığı m a n l a r. O zaman pan­
j u rları kapatıp hasta m ı n oturd uğu sandalyeye doğru, elleri m i
ö n e u zata rak yürürken karan l ı kta yolumu bulmam gerekiyo r.
Oftal moskop, küçük b i r ya rıktan ince bir ışık h uzmesi ve ri r;
aleti gözüme iyice yak laştırıp h a stan ı n gözünü milim m i l i m
i nceleri m . H astayla b u k a d a r yak ı n l a ş may ı gerektiren p e k az
muayene yöntemi va rd ı r : Ya nağı m sıklıkla hastanın ya nağı n a
değer ve genel likle i k i m i z de nezaketen nefesimizi tuta rız.
H ek i m i n retinasının hasta n ı n retinasını aradaki mercek
a rac ı l ığıyla i n celed iği bu rahatsız edici tecrübede, karşınız­
daki k i ş i n i n gözünün iç yap ı s ı n ı yakından görürsünüz. B u
i ş l e m ayrıca insana yönünü de şaşırtır: I ş ı n ekseni boyunca
aşağıya doğru bakmak , gece y ı l d ı z l ı gökyüzüne mercek le bak ­
maya benzer. Merkezi top l a rd a m a r tıkan mı şsa ortaya ç ı k a n
k ı p k ı r m ı z ı kanama odakları ders kitaplarında " fı rtınalı gü n­
batı m ı manzarası" olarak tarif e d i l i r. Bazen de retinada d i ya­
bet i n neden olduğu, kümülüs bulutlarını a ndıran soluk benek­
ler görü r ü m . Ta nsiyonu yüksek hastalard a , reti n a d a m a rl a rı
üzeri ndeki dallanmış gümüşi ı ş ı l t ı , çentikli görüntüsüyle y ı l ­
d ı rı m a benzer. İlk kez b i r hastanın göz kubbesine baktığı m ­
d a k a r ş ı l a ştığı m gö rüntü b a n a gök kubben i n ters dönmüş b i r
k a s e g i b i temsil ed ild iği ortaçağ çizim leri n i hatırlatmıştı .

Eski Yun a n düşü ncesine göre görme, gözün içi ndeki ilahi ateş
sayesinde m ü m k ü n d ü ; mercek, enerj i y i ışın hal i nde d ü n yaya
akta ran bir tür i lericiyd i . Şömine ı şığında göze ya nsıyan alev
p ı r ı l t ı l a rı d a , iki bin beş yüz yıl önce Yu nan ozan ve fi lozof
Em pedok les ' i n öne sürdüğü bu kuramı doğru l a r gö rün üyo r­
d u . K ı smen, gözü ay ve güneşle karşıl aştıran b i r dizi meta­
fo rd an yararlanarak şöyle ya z m ı ştı : "Yolunu alev i n ışığıyla

34 İ N SA !'\ V CI C l l Dl l N A SE YA H AT
ayd ı n l atmak için nasıl ateş yaka rsa ins a n . . . kadim zamanların
Ateşi de gözbebeği n i n yuvarlağı nda öyle saklıdır işte . "
İ k i a s ı r sonra Platon da ay n ı şey leri düşü nüyord u ; ancak
ışığın i ster göklerde olsun ister yerde, benzers i z bir şek i lde ay n ı
kanun l a ra uyduğuna i n a n a n Ari stoteles b u kuramı sorgul a ­
maya b a ş l a m ı ş t ı . M a d e m k i gözle rimiz dünyaya ışık veriyord u ,
o halde neden karanlı kta göremiyord u k ? O n üçüncü yüzyılda
İngi l i z fi lozof Roger Bacon daha tem k i n l i b i r fik i r öne sürd ü :
Ru h mercekten geçerek izdüşü müyle d ı ş dünyayı " y üceltiyor"
ama d ı ş dü nya da kend i n i gözleri mize geri yansıtıyord u .
O n yed i nci yüzy ı l a gel i nd i ğinde gö rmeye d a i r k l a s i k
bak ı ş a ç ı s ı etki s i n i yitirmeye h a ş l a m ı ş t ı . I ş ı ğ ı n ne olduğunu
anlamak ve açıklamakla uğraşan gö k h i l i mci ler, yı ldızları
daha iyi kavrayabil mek için gözle i l gi l e n i yorl a rd ı . G i zem­
ci-gökhi l i mci Johannes Kepler, reti n aya d üşen görü ntünün
nasıl baş aşağı ve a rkadan öne doğru ya nsıdığı n ı ya zan i l k
kişid i r. l saac Newton gezegenlerin güneş etrafındaki hareke­
tini i ncelerke n , kendi görme beceri s i n i s ı n a m ak için çarpıcı
deney ler yapmıştır. Uzun, ucu kö r, tığ benzeri b i r aleti gö­
züyle ke miği n arasından kaydı rarak göz yuvasına sokup sağa
sola çev i rdiğinde görmes i n i n nasıl bozu lduğunu a n l a tmıştı r.
Bu konudaki anlay ı ş Newton 'dan sonr a , kuantum teorisi ve
Einstei n ' ı n görel i l i k teori leri n i n ışıkla i l gi l i kavrayışı mızı tek­
rar değiştirmeye haşladığı yirmi nci yüzy ı l a dek pek fa zla i l e r­
leme kaydetmemiştir.
Bu kitabı gün ı şığında okuyorsanız, retinanıza ulaşan fo­
tonlar sadece sek iz buçuk dakika önce, gü neşin çekirdeği nde
nükleer füzyonla ortaya çıkmıştır. Ay nı fotonlar beş dakika
önce Merkü r'ün yörüngesinden geçiyor, iki buçuk dakika önce
Venüs'ü geride bı rak ıyordu. Yol u dünya ile kesişmeyen ler yak­
laşık dört dakika sonra Mars'ın , bir saat kadar sonra Satürn'ün
yörüngesinden geçecek . Uzaydaki bu yolcul uğun ardından
gü neşin beyaz ışığı, hiç deği şmeyen bir süre zarfında (çünkü

( , O Z : c ; () R .\ I F l\: İ N RO N F S A N S I .1 5
Einstei n'ın ortaya koyduğu üzere , ışık hızında seyahat zama nı
durd u rur) etrafımızdaki dü nyayı sarıp sarmalar ve çok renkli
bir saçıl ı m a uğrar. Saçılan ışık saydam tabaka ve mercekten ge­
çip reti nanın güvenlik ağına düşer. Bu çarpmanın etkisiyle açı­
ğa çıkan enerj i , ağ tabakadaki p roteinlerin kıvrılmasına neden
olarak zincirleme bir reaksiyon başlatır ki bu, eğer yeterl i sayıda
proteinde kıvrı lma ol ursa tek bir retina sinirinin ateşlenmesi ve
tek b i r ışık zerresi nin algılanmasıyla sonuçlanır.
A ğzı m ı zdaki şey i n tadın a bakab i l i r, ulaşabi leceği m i z me­
safedeki b i r cisme dokunab i l i r, yüzlerce metre öteden kok u
alab i l i r, k i lometrelerce ötedeki sesi duyab i l i riz. Ancak güneş ve
y ı l d ı z l a rla i leti şimi mizi sağlayan sadece görme duyumuzdur.

Düşsel Va rlı klar Kitabı, doğumundan i t i ­


J O RG E LUI S l\ O RG E S ' İ N

b a ren mustarip old uğu katarakt v e retina dekolmanları sonu­


cunda dü nyası "yavaş yava ş çöken gece" ile kara ran yaza r ı n
kör o l m a s ı ndan iki y ı l son ra yayımlanmışt ı r. Borges ' i n göz­
lerine oftalmoskopla bakab i l seydim retina kubbes i n i n çök­
tüğünü ve merceği nde oluşan katarakt bulutlarının görü şünü
engel lediği n i fa rk ederd i m .
Düşsel Varlıklar Kitabı ' n ın b i r sayfası bütü nüyle " Kü re
Şek l i nde Hayvanlar"a ay rılmıştır. Borges, bunlar içi nde en
büyüğünün dünya n ı n kend isi olduğu n a inanıyo rdu k i Pla­
ton, G i o rdano Bruno ve Kepler gi bi seçki n ve fa rk lı a l a n l a r­
da ç a l ı ş m ı ş düşünürler de d ünya n ın canlı b i r va rl ı k olduğunu
d ü ş ü n m üşlerd i . Borges, Kepler'den yaptığı alıntıda dünyay ı
" u y u rken ve uyanı kken değişen soluması den i zde gelgit ya ra­
tan" deva sa bir "orb" olarak tasvir eder ve yüzeyindeki her
bir nokta merkezine eşit uzaklıkta olduğu için kürenin en ba­
sit, en güzel ve en ahenkli biçim olduğunu anlatır. Borges ' i n
gö rme yetisini kaybetmekten ötürü çektiği ıstırap, dünya n ı n
küresel biçi m i n i n " vücudun en s o y l u organı " olan gözü and ı r­
dığı n a dikkat çek mesiyle su yüzüne çıkar; ona göre gözleri m i z
m i nyatür boyutl a rda gökcisi mlerid i r adeta .

36 İ N S A N v lı c U D LI N A S E YAHAT
O ftalmoloj i eğiti m i m i , egzotik karma bir ismi olan yete­
nekli cerrah Hector Chawla 'dan ald ı m . Chawla, oftal mologla­
rın gözküresini " glob" olarak adlandırmasına karşılık, gözün
biçi minin aslında bir gezegenden çok derin bir konyak kade­
hine benzediğine dikkat çekmeyi pek severd i .* Gözün uzantısı
olan optik sinir, beynin derinliklerindeki karanlık gi rinti lere
doğru yol alır; kadehin içiyse ışığa duyarlı sinir liflerinden olu­
şan reti na ile sırlanmıştır. Chawl a ' n ı n notl arında mercek , i ris ve
kornea , kadehi n üstünü örten bir kapak gibi görünür.

Gray 's A natomy, şek i l 869, 1 9 1 8 b a s ı m ı

Pek çok hek i m için oftal moloj i , simya gibi gize m l i b i r alan­
dır; fakat Chawl a bize göz muayenes i n i net ve pratik b i r d i l l e

' Aslında pek a z gökcismi tam b i r küre biçimindedir. Dünya, kutuplardan


yassılaşmış "basık sferoid" şeklindedir. Ay da tam bir küre değildir; kornea­
nın gözden dışarıya doğru uzanması gibi Ay da gezegenimize doğru hafifçe
çıkıntılıdır.

C Ü Z : G Ö R M E N i N RÖ N E S A N S ! .37
anlatmıştı . " O ftalmolo j i genel likle m i stisizm ile günde dört
kez damla damlatmanın b i r karışımı olarak görülür," demiş­
ti . " Gözün en mutlu olduğu zaman, kapalı old uğu a n l a rd ı r;
oy sa işe yaraması için açık olması gerek i r. " Gözün i ş levl erini
açı k l a mak için Newton ve Kepler gi bi o da astronomiyle i l gi­
l i metafo rlara başvururd u : " Sonsuzluktan gelen paralel ı ş ı k
ı ş ı n l a r ı , t ı p k ı dışbükey b i r merceğin güneş ı şığın ı b i r noktada
top l ayarak kağıt parçasın ı tutuşturması gi bi makülada odak­
l a n ı r. " Gözün ön kamarasının deri n l iği n i ölçmek için " ek l i p s
testi " yap mamızı tavsiye ederd i : ay ı n eği m l i yüzeyi gü neşin
ya ndan gelen ı ş ın l arıyla nasıl ayd ı n l a n ı rsa, irise ya ndan tutu­
l a n fener ı şığı da gözün d ı şbükey ön yüzey i n i öyle ayd ı n latı r.

Borges'e annesinden, ede­


VA R U (; ı V F A R İ S TO K R AT D U YA R !. I L1 (; 1

biyat sevgi si ve kö rl üğü ise baba sıyla büyükbabasın dan m i ra s


kal m ı şt ı r. G ö z hekimleri Borges ailesindeki kö rlüğün nedeni
ko nusunda uzlaşıya va ra m a m ı ş olsa da görünüşe gö re sebep,
glokom -göz içi sıvı n ı n basın c ı n daki patoloj ik artış- ve son­
ra sın d a gel i şen kataraktt ı r.
Borges, Sh akespeare ' i n kö rlerin dünyasını kara n l ı k olarak
ta n ı m l a makla çok da haklı olmadığı n ı ya zmıştır: Onun gö­
rüşü koyu bir karanlık tarafı ndan deği l , gi rdaplar çizen yeşil
pusl u ı ş ı k l a r tarafı ndan gölgel enmişti. Borges, gözleri n i mo­
narşi karşıtı broşürler hazırla rken kaybeden , kö rlerin elleri ni
öne uzatarak daha tereddütlü yürümek zorunda olduğunu
" k a ra n l ı k ve gen i ş dünya " d i zesiyle ifade eden M i lton ' ı n i n ­
celiğini tercih ediyordu. Borges -sonraları zorunlu ola rak- b i r
sefe rde " o n bir hecel i k ı rk e l l i d i zey i " aklın da tutup ziyaret­
çilerine ezberden okuya rak M i l ton'ın ş i i r ya zma biçimiyle de
özdeş lik kuru yordu. Borges'in Arjantin Ulusal Kütü phanesi
müdürl üğüne atandığı yıl tamamen kör olması i ronikti. Ken­
dini milyonlarca kitaptan oluşan b i r labirentin içinde dol a ş ı r­
ken buld uğu halde hiçbirini okuyamıyordu.

18 1 1'\ SA \: \' [I U I Dl l N A SE YA H AT
Borges ' i n fotoğrafl a r ı , yaza rın b i r gözü d ünyay ı sey reyler­
ken , d i ğer gözü astral alemde o l a n bitene tanıklık eden o ben ­
zersiz bakışını gösterir. Görme yeti siyle b i rl ikte renk algı sı nı
da yava ş yavaş yitirmiştir. İ l k kaybettiği ve a rdından en çok
ya s tuttuğu renk kırmızıdır. " Kö rlük" başlıklı denemesinde,
kı rmızının bildiği d i l lerden bazı l a rı ndaki karşı l ı k l a r ı n ı s ı ralar:
'scharlach, scarlet, escarlata, ecarlate' . Zaman içi nde mavi ve
yeşiller birbirine karışmış, sadece sarı ona "sadık kalmıştır. "
Rüyal arında altın sarısını gören Borges el l i y ı l sonra Palermo
hayva nat bahçes i ndeki kapl a n l a r ı ziyareti n i n a rdından, Kap­
lanların Altını adı altında bir a raya geti rdiği , görme yeti sini
yitirmesine ağıt n i teliğindeki ş i i rlerini ya zmıştır ama d i ğer ya ­
zıları körlüğüyle barışık olduğunu düşündürür. " Kör Adam"
adlı ş i i rinde M i lton 'dan açı m l a m a yapar: " Tek rarlıyorum ki
kaybettiği m şey / en beyhude yüzeysel l i klerd i r sadece . "
Kö rl üğü Borges'i mahvedeb i l i rd i a m a o, gö rme yeti s i n i
kaybettiği için b ü y ü k acı çek m i ş olsa d a " i n san hayatı n ı n , hat­
ta nes i l lerin ötesine geçen edebiyat" o l a rak ta n ı m l a d ı ğı İngi l i z
dili edebiyatı ile vecde dalmı ştı . Borges k ö r olduktan sonra
İngi l i zcen i n iki kökü -A nglosak son ve Eski Nors- üzerinde
çal ı ş m aya koy u l d u . Buenos A i res'te, U l usal Kütüphane'deki
ofisinde öğrencileri etrafı n a toplayıp başka bir kıranın orta­
çağ klasikleri n i n -Beow u l f; Maldon Muharebesi; Eddas Des­
tan l a r ı ; Vol sunga Sagası- okund uğu sea n s l a r d üzen l i yord u .
Öğrencileriyle yaptığı b u dersleri , " H e r sözcük, kazıp ç ı k a r­
dığı m ı z bir tılsım gibiyd i , " diye anlatır. " Öyle k i neredeyse
sarhoş oluyorduk . " Nasıl takı myıldızlar sadece kara n l ı kta
görünebil iyorlarsa Bo rges de yavaş yavaş çöken gece karan l ı ­
ğ ı gi b i ilerleyen körl üğü sayesinde edebiyatta h a l a a raştı rması
gereken ne kadar çok alan olduğunu görmüştür.

beni göz hek i m i o l m a m


TI P tA K Ü LT E S İ NDE K İ H O C A L A RI M DA N B İ R İ

için cesaretlendi rmeye çal ı şıyord u . A s l ı n d a kend isi göz hek i m i

c ; () Z : G ÖR M E N İ N RÖN E SA N S! 39
deği l d i ; çocu klardaki kanserlerin tedavisiyle uğra şıyord u .
B a z ı hastalarında sağkalım oran ı n ı n , en iyi kemoterapi ve
radyoterapiye rağmen yüzde 50'nin altında olduğunu söy le­
m i ş t i . M üşfi k , yetenek l i , mesleği ne tutkuyla bağlı bir insandı
a m a b i r çocuk öld üğü nde ebeveynler suçlayacak b i r i n i a rad ığı
i ç i n sık sık dava ed i l i yord u . B i r keresinde, " B u hep olur, " de­
mişti bana, bir başka dava tebl igatı n a şöyle b i r göz atarke n .
" İ nsanlar acıdan ne yapacağı n ı şaşırır. Neyse, gelel i m sen i n
kariyerine . . . H i ç göz hek i m i olmayı düşündün m ü ? " Dava teb­
l igatı n ı kenara doğru ata rken ki yüz ifadesi n i , bir a n l ığına y ü ­
z ü n ü solduran o tüken mişlik h a l i n i izled i m . " B i r düşünsene,
hastalarına gö rme yeti s i n i bahşetmek ne kadar da muhteşem
b i r şey ! " dedi yüzü aydınlan a rak. Bi rçok göz hek i m i , hafta n ı n
bel l i b i r bölümünü katarakt a meliyatlarına ayırır. "Sana n a s ı l
da m i n nettar kalacaklarını düşü n ! " diye ekled i .
" Kata rakt" , Yu nanca " şelale" y a da "yukarıdan aşağıya
i n e n kale kapısı" (görmey i engelleyen perde) a n l a m ı n a gelen
kataraktes sözcüğünden gel i r. Katarakt, göz merceği n i n say­
d a m l ı ğı n ı kaybetmesi sonucu gel i ş i r ve nereden baksa n ı z i k i
b i n y ı l d a n beri cerrahi olarak tedavi ed i l mekted i r. A rkeologl a r
v e tarihçi ler Hindistan, Çin ve Yuna nistan'da yap ı l a n kazı l a r­
da korneayı kesmek ve opaklaşmış merceği görüş alanından
çıkarmak için kullanılan yönte mler ya da aletler bulmuştur.
M e rceği n çıkarılması k ı s m i , bulanık b i r görüş sağl a r, ancak
on yed inci yüzyılda merceği n ye ri n i n değiştirilmesi Batıda b i r
hay l i yaygı n uygulanan b i r gi rişim haline gel mişti . 1 722 'de
St Yves ismi nde bir Fransız, ka taraktlı merceği gözün içinde
daha derine doğru İtmektense bütünüyle çıkarmayı başarmış­
tır. Günümüzde uygulanan katarakt ameliyatı , bu yöntemde
sadece ufak tefek b i rkaç deği ş i k l i k yapılarak geliştirilmiştir.
A meliyat bir zamanlar, kork unç acı vermesine rağmen göz­
küresi kes i l i p mercek dışa rı çıka rı l ı rken başı n ı ve gözünü sabit
tutması gereken hasta n ı n olağanüstü özdeneti m l i olmasını ge­
rektiriyord u . A nestetik damlalar ve paral itik i l açlar sayesinde

40 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YAHAT
a rtık hastalar bu acıdan kurtuldu. B i r meslektaşımın yapacağı
katarakt a meliyatına gözlemci olarak katıldığımda hasta n ı n
h u z u r içinde sı rtüstü yata rken, y ı ldızları seyrediyormuşçasına
ameliyathane ışıklarına baktığı n ı gö rmüştüm. Göz a meliya­
tı başlamak üzereyken "Ne görüyorsunuz?"d iye sormuştu m .
" Sadece desenler, " diye yan ı tl a m ı ş t ı , " h a reket eden ışıklar ve
gölgeler. Çok hoş . "
Meslektaşım, hastanın gözünü damlalarla uyuşturduktan
sonra, ucu kıvrık tellerden oluşan retraktörleri gözkapaklarının
altına yerleştirip gözlerin iyice açı lmasını sağladı. Göz cerrah­
ları el becerisi en fazla olan cerrah l a rdandır; merceği çıka rmak
için gereken i nce hareketler titreyen ellerle yap ı l maz. Sadece
bi rkaç mili metre genişliğindeki, sıva malası şeklinde bir bıçakla
korneanın kenarından küçük bir kesi yapıp kornea i le mercek
arasındaki boşluğu, basıncı korumak için sentetik bir j elle dol­
durd u . Kataraktlı merceği tutmasını sağlayacak aletin girişi için
korneanın çevresi üzerinde bir başka noktada farklı bir kesi
daha yaptı ve ardından fakoemülsifikasyon aleti nin ucunu ilk
kesiden içeri soktu. Bu alet içindeki sıvıyı saniyede kırk bin kez
püskü rtüp geri çekiyordu. Sıvının vibrasyon yaratan şoku kata­
raktın kale kapısını paramparça etti ve alet bu kalıntıları eşza­
manlı emerek ortal ığı temizled i . Geriye kalan mi nicik korteks
parçaları da vakumlandı ve cerrah yeni merceği yerleşti rmeye
hazırlanırken , göz kısa bir süreliğine merceksiz kaldı.
Yapay mercekler, hastanın gözlük reçetesine göre kişiye
özel h a zı rla n a b i l i r ; öyle ki h a sta u y a n dığı n d a h e m gö r m e s i
düzel m i ştir hem de gözl üğe i htiyacı kal m a m ı ştır. İ n ce ve es­
nek s i l i kon ya da akri l ikten yap ı l a n bu mercekler· irisin a r­
kasında minicik payandalarl a yerine tuttu rulduğu için d i k i ş
atmaya gerek k a l m a z . Cerrah , eği l i p bükülebi l i r merceği puf

' Akriliğin gözde kullanılabileceği İkinci Dünya Savaşı'nda keşfedildi. Uçuş


sırasında vurulan avcı uçağı pilotlarının gözüne sıklıkla kokpitten kopan ak­
rilik şarapnel parçaları saplanıyordu. Cerrahlar bu parçaların iltihabi reaksi­
yona yol açmadığını fark ettiler.

G Ö Z : G Ö R M E N İ N RÖ N E S A NS! 41
böreği gi b i ikiye kıvırıp kesi lerden biri nden içeri soktu. Doğru
konumu bulur bulmaz forsepsi gevşetince merceği n destekleri
açı l ı p yerine oturd u . Kataraktl ı mercek alınmış, yen i mercek
yerine konmuş ve bütün işlem sadece altı -yed i dakika sürmüş­
t ü . Kesi o kadar küçüktü ki d i k i ş atmaya bile gerek yoktu.

B O RG E S İ Ç İ N G Ö R M E gel i p geçici bir n i metti ; günün birinde bu


n i metten mahrum kalacağı n ı bil iyordu ve o gün geld i ğ i n ­
de tesel l i y i edebiyatta bu ldu. G ö r m e yetisini tek ra r k a z a n a ­
bil seyd i b a k ı ş açısında olan devrimleri nasıl anlatırd ı , a s l a
bile meyeceğiz .
Hastala rıma, katarakt amel iyatından sonra d a h a i y i gör­
m e n i n o n l a ra neler hi ssett i rdiği n i sorarım sık s ı k . " Çok güzel,
" m uh teşe m " , " i nanılmaz" derler çoğunlukla; " renkler eskisi
gi b i , öyle güzel ki . " Söyled iklerini daha i y i anlayabi l mek i ç i n ,
20 1 0'da katarakt ameliyatı geç i ren John Berger'ın b u konu
üzerine yazd ığı kitabına başvurd u m .
Berger hayatı boyunca gö rme üzerine d ü ş ü n m ü ş t ü . 1 960
y ı l ı n d a , otuz dört yaşındayken yayımlanan bir denemesinde,
ç i m enlerin üzerine uza n m ı ş , yukarıya, b i r ağaca baka rken
gördüklerini şöyle tasv i r eder: " Yaprakların desen i n i n görün­
tüsü silinip gitmeden önce bir a n l ığına retinanızd a kal ı r ama
a rt ı k en karanlık orman gül ünün koyu kırmızısı rengi nded i r.
Gözünüzü tek rar açtığı n ı zda ışık öy lesine parlaktır ki üzeri­
n i ze dalga dalga gel ip çarparak k ı rı ldığı duygusuna kapı l ı rsı­
n ı z . " 1 980 ta rihli About Looking [Bakma Üzerine] adlı seçk i ­
s i n deki b i r denemede ise şöyle d e r : " Otların h e n ü z fazla boy
atmadığı, elimi uzatsam dokunabi leceği m kadar yak ı n yeş i l
bi r a razi; s a r ı y l a buluşup yeryü z ü çanağı n ı n yüzey rengi n i , saf
yeş i l i oluşturan mavi semay l a kaplı üzeri . " 1 972' de edebiyat ve
gö rsel sanatların ol ağanüstü b i r birleş i m i nden oluşan yepyen i
b i r kitap ( Görme Biçimleri) i ç i n d ö r t sanatçıyla -Sven B l o m ­
berg, Chris Fox , M i chael Dibb v e Richard H o l l i s- bi r a raya
gel m işti . Berger'ın amacı, okurları n , etrafı m ızdaki örüntüleri

42 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YAHAT
algı l a m a biçimine meydan okumaktı; ortaya çıkan ufuk açıcı
çal ı ş m a sanat eleşti rmenliğini yen i den tan ı m l ad ı .
Berger'ın Katarakt a d l ı k i tabı n ı n bendeki kopyasının a rka
kapağı nda Wi l l i a m Blake ' i n şu ünlü özdeyi ş i var: "A lgı n ı n ka­
p ı l a rı temizlen seyd i her şey insana olduğu gibi görünürd ü :
Sonsuz . ,, . Yazarın ameliyattan sonra d i kkatini çeken i l k de­
ğişi k l i k lerden biri , sanki bütün y ü zeyler ı ş ı k l a yıkanmışçası­
na her şey i n yen i l iği ve dünyaya bahşed i l m i ş bir "ilk o l m a "
n itel iğidir. İkinci fa rk ettiğiyse ne kadar ç o k mavi old uğud ur;
magenta, gri ve yeş i l i n içinde bile, o güne kadar mercekteki
opasi telerden geri seken m avi va rd ı r. Bu mav i l i k " gökyüzü,
yeryüzünün diğer renkleriyle o l a n randevusunu hatırlamı ş­
ças ı n a " yazarın mesafe duyusunu yeniden canland ırır ve b i r
kilo metre gi b i , b i r santi metre de d a h a u z u n görünür. N a s ı l
ki bal ı k doğal orta m ı nda s u y u n içi ndeyse Berger'a göre in­
san olarak bizler de ışığın içindeyizdir. Kataraktı unutka n l ı k l a
karşılaştıran Berger, katarakt amel iyatı n ı , onu çocukken z i h ­
nine kaydettiği i l k renklere g e r i götüren b i r tür " görsel röne­
sans" olarak tan ı m l a r. Asıl doğa s ı , ışığı n vaftiziyle yen iden
dünyaya gelen beyazların saflığı, siyah ların ağırlığı ona daha
da çarpıcı görünür.
Berger'ın denemesinde, sözcüklere Tü rk çizer Selçuk
D e m i rel ' i n karikatürleri eşlik eder. Sondan bir önceki sayfada
yer alan çizimde, kol l a r ı n ı birbirine dolamış yan ya n a duran
bir çift gece gökyüzünü seyrederken, daha uzun boyl u o l a n ı ,
b i r y ı l d ı z ı y a da gezegeni işaret etmekted i r. Fakat her i k i fi gü­
rün başı ve yukarıdaki gökci simle ri gözküresi biçi m i nde çizil­
m i ş , ı ş ı k veren güneş ve yıldızlar meta morfoz geçirip ışığı a l a n
orga n l a ra dönüşmüştür. Borges ' i n b ü y ü k küreleri gi bi o n l a r
da yer yüzü ndeki figürlere, uzay ı n deri n l iklerine, hatta edeb i ­
yatın h a l a keşfedil meyi bekleyen sonsuzluğuna doğru bakar.

' Aldous Huxley bu sözceyi Algı Kapıları adlı kitabında tekrar kullanmıştır.
Eyeless in Gaıa [Gazze 'deki Kör] kitabı adını Milton'ın görme yetisini yitir­
dikten yirmi yıl sonra yazdığı Samsan Agonistes adlı dramından alır.

G Ö Z : G Ö R M E N İ N RÖ N E S A N S ! 43
BİR BA H A R G Ü N Ü Berger'ın Fra ns a 'daki evıne davet ed i ld i m .
1 960'larda yazdığı A Fortunate Man - The Sto ry of a Country
Doctor [ Tal i h l i Bir Adam - B i r Köy Heki m i ] adlı k i tabı ve
gör m eye dair benzersiz bak ı ş açısıyla ilgili soru l a r sormak
için ona yazm ıştım. Bir a raya geldiği m i zde ışık ve kara n l ı k ,
a m a l ı k ve görme, kö rl üğün Borges ' i n a s ı l o l u p da ayn ı a n d a
hem özgürleştirip hem de tutsak ettiği üzerinde tartıştı k .
Buluştuğumuz Yer Burası (Here I s Where We Meet) a d l ı
kitabında, Borges'in Cenevre'deki mezarına yaptığı ziya reti
a n l a ttığı bölümden bahsett i . Borges ergenlik çağı n d a , göz he­
k i m leri n i n ününden ötürü kentin çekicil iğine kapılan baba­
s ı y l a b i rl i kte Cenevre'ye gel mişti. Sene 1 9 1 4'tü ve sava ş Borges
ailesinin de kapana kısıldığı Avrupa 'yı kasıp kavuruyord u .
Genç Borges Cenevre'yi severek büyüdü ve Berger' ı n anl attığı
öyküye göre beka retini burada bir hayat kadı n ı n ı n kollarında
yitird i (babası n ı n da ayn ı kadı n ı n müşterisi olduğundan şüp­
heleniyordu) . 1 986'da öl mek i ç i n yine Cenevre'ye geld i . Son
yolculuğu na eşlik eden yen i eşi Maria Kodama ayn ı zamanda
Buenos A i res'teki U l usal Kütüphane'de onu kolundan tutup

44 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YAHAT
kitap l a b i rentinde gez i n mesine yardımcı olan genç kadınlar­
dan bi riyd i .
Berger'ın saygılarını s unmak i ç i n gittiği kabristandaki
mezar taş ı n ı Koda m a seç m i şti . Üzerine Anglo-Sakson şiiri
Maldan Muha rebes i 'nden b i r dize kazın m ı ştı : " A nd Ne Forh­
tedon Na" Sakın Ko rk m a . Meti n , denizden gelen Vi kingleri
-

betimleyen Lindisfarne meza r ta şından a l ı n m ı ş bir röl yefi n


altına kav i s l i biçi mde yazı l m ıştı . Mezar taşı n ı n diğer yüzün­
de, çift i n en sevdiği sagalardan biri olan, b i r zamanlar b i rl i kte
tercüme ettikleri Volunga Sagası 'nd a n Eski Nors d i l i nde b i r
cümle yazılıyd ı : " G ra m k ı l ı c ı n ı al ı r v e k ı n ı ndan ç ı k a r ı p arala­
rına koyar. "
Be rge r mezarı çiçeklerle deği l , hasır sepette b i r bitkiy­
le bezen m i ş bulur. B i tk i n i n ş i m ş i r old uğunu anlar: " H aute­
Savoie köy lerinde," diye açık l a r k i tabında, " sevilen kişiye son
kez hay ı r duası sunmak i ç i n kutsal suya daldırılan bu bitk i n i n
d a l ı y l a yataktaki mevtan ı n bedenine su serp i l i r. "
Be rger ziya ret i n i tamamladı ktan sonra yanında meza­
ra bırakmak için çiçek geti rmed i ği n i fark eder; onun yeri­
ne Bo rge s ' i n çiçekli ş i i rlerinden b i r i n i okur: "Ey sınırsız,
sırdaş, sonsuz gül I sonunda Ta nrını n ben i m ölü gözlerime
,,
göstereceği . . Borges ayd ı n l ı ğı d a b i l iyordu karanl ı ğı d a ; kör­
l üğü d e b i l i yordu görmeyi de ve sonsuzlukla bağlantı kurmak
için görmen i n dışında başka yol l a r olduğunu d a .

' Cevat Çapan çevirisi (ç.n)


4

Yüz: Güzel Felç

O, i n san yüzünün güzelliğini görü r ve o güzel liğin neden ini


a raştırır k i nedeni, yüzün kend isinden de güzel olsa gerek.
Ralph Waldo Emerson , M o ntaignc

yüz anatomisini öğren mek için


TI P FA K Ü LT E S İ NDE Ö G R E N C İ Y K E N

i ncelediği miz kadavraların çoğu , kirli sakall a sertleşmiş yüz de­


rileri kalın, yaşlı erkeklerd i . Ancak kaba görünümlü bu yüzler,
der i n i n hemen altında, tereyağı kıvamındaki cilt altı yağ doku­
sunun arasında somon rengi yap raksı tabakalar hali nde uzanan
narin kasları gizlerd i . Yüzümüze ifade veren kasları ortaya çı­
karmaya çalışırken çok dikkatli olmam gerekiyordu; bisturi n i n
en u fak bir yanlış hareketi kasın ciltle bağlantısını koparabilird i .
Kadavralar arasında b i reysel fa rklılıklar va rd ı . Ö l ü m , i fa ­
delerini yumuşatmış olsa da y ü z kasları n ı n gel i ş i m i , her bi­
r i n i n yaşarken ki tutumuna dair i p uçl arı veriyordu. En fa zla
deği şken l i k gösterenler, ağı z köşeleri n i ya na doğru çeke rek
gü l ü m sememizi sağlaya n zygomaticus majo r ve minor kasla­
rıyd ı . Bu kaslar k i m i lerinde, kahkahalarl a geçmiş bir h ayatın
izleri gi bi kalın ve bel i rgin olurd u . K i m ilerindeyse acı dolu
y ı l l a rı n göstergesi olan kuruyup büzüşmüş ince tel lere benzer­
d i . Bazen de geçi r i l m i ş b i r i n m eye ya da bel k i , Bel i pa ral izisi
denen , s i n i r h a sarı nedeniyle gelişen tek tarafl ı yüz felcine işa­
ret edercesine, b i r tarafı n kasları daha gel i ş m i ş , diğer tarafı n ­
ki lerse zay ı f görü nürd ü .
D i ğer yüz k a s l a r ı da k i ş i n i n h ayattaykenki tav ı rları hak­
kında ipuçları verebiliyord u : A l ı ş ı l m ı ş ı n dışında iyi gel işmiş
bir co rrugator supercilli k a s ı , o kişinin asabi ve çatık kaşlı biri
olduğunu düşündürüyord u . * M i n i cik b i r kas için fazlasıyla
uzun b i r is m i olan levator tabii superio ris alaeque nasi kası,
Latincesini çözebil meyi başarırs a n ı z , tam da adının i fade
ettiği işi yapar: H ı rl a rken üst dudağı ve burun kanadını yu­
karıya kald ı r ı r. Orbicularis oculi kas ı n ı n , gözlerin etrafında
Satürn ' ü n halkaları gibi dizilen eş merkezli d a i resel lifleri , gö­
zün yüzey i n i koruyan göz kırpma hareketi için gerekli oldu­
ğu gi b i , daha güçl ü biçi mde kası larak güneş ışığında gözle­
rimizi kısmamıza da yardımcı o l u r. Ay rıca göz ken a rlarında
"kaz ayağı" denen kırışıklıkların oluşmasında da rol oynar.
K i m i leri her i k i gözünü de k ı rpab i l i rken , k i m i leri n i n sadece
tek gözünü kırpabil mesi n i n neden i bu kasın işleyişi ndeki de­
ğişkenliktir. Şaşkınl ığa ve dehşete kapıldığı m ı zda kaşlarımızı
yukarıya kaldıran frontal kas lifleri ay n ı zamanda a l n ı n k ı rış­
masına yol açan derin çizgilerin de sebebidir. Orbicularis o ris
kası, öperken dudakları büzer; ağzın her i k i köşes i n i n altında
bul u n a n depresso r anguli o ris kası ise surat asarken dudakları
aşağıya çeker. Bazen bir kadavrada bu kasın depresyona işaret
eder derecede gel işmiş old uğunu gö rürd ü m .
S o n ral a r ı , a nato m i dersinde uygu l a m a eğit m e n i olduğum­
da görevleri mden biri, öğrencilerin inme ya da yüz felcinin yüzü
nasıl etkilediği n i daha iyi anlayab i l meleri için bu kasları göre­
bilecekleri şekilde ortaya çıkarmak ve günün birinde Botox en­
j eksiyonları, yüz germe ya da rekonstrüktif cerrahi ameliyatları
yapacak heki m adaylarına temel b ilgileri vermekti. Olsa olsa

*İngilizcede " tepeden bakan, kibirli" anlamına gelen supercilious sözcüğü de


aynı kökenden gelir (ç.n)

Y Ü Z : G Ü Z E L F EL Ç 47
yirm i-otuz civarında yüz diseksiyonu yapmışımdır ama bunun
bana sağladığı ay rıcal ık hissini hiçbir zaman kaybetmed i m .
Yüzü katman katman kaldırarak incelemek, yaşamı anı msatan
ciltten derine , ölümün si mgesi olan kafatasına doğru uzanan
b i r peyderpey aydınlanma süreciyd i . Yüz kasları n ı n narinl iğiyse
hassas ve saygılı davran mayı zorunlu kılıyordu.

gayri meşru oğlu Leonardo da Vi nci ,


F LO R A N S A L I B İ R AV U K AT I N

on beşinci yüzy ıl ın sonlarında M i l ano'da yaşarken, o güne ka­


dar bel k i de hiç kimsen i n üzerinde düşün mediği -h atta son­
rasında da pek az kişinin düşünd üğü- bir konuya , yüz i fade­
lerine kafa yoruyord u . Asırlar boyu k i m se yüz kasları n ı onun
kadar iyi çizemed i . Hem b i r san atçı hem de b i r teknik ressam
o l a rak, tem s i l i çizi m i n hatasız olması gerektiği ne inanı yordu
ve bir portre ressamı ola rak kasları yak ından anlaması gerek­
tiği n i fark etmişti . Ayrıca kasların ru hla doğrudan i leti ş i m
hali nde olduğunu v e r u h u n ha reketleri n i n ancak vücudun de­
ğerlendi rilmesiyle anlaşılabileceği n i düşünüyord u : " Kemikler

48 İ N S A N V Ü C U D UN A S E YAHAT
a rasındaki eklemler, s i n i rlerin e m ri n e , s i n i r kasa, kas kirişe
ve kiriş ise Sağduyu 'ya uyar. Ve Sağduy u , ruhun mak a m ı d ı r. "
1489 civarında, h amis inin babası Francesco Sforza 'nın·
heykel i için eskizler yaparken b i r ya ndan da anatomi üzerine
b i l i msel bir i nceleme için notlar alıyord u . Tutkusu fevkalade
olduğu kadar zorlayı cıyd ı da: notları, insan vücudunu her
açıdan kavra ma aşkıyla yan ı p tutu ş a n , yaratıcı ve entelektüel
enerj iyle dolu bir zihnin pırıltısını taşıyordu. Anatomik ince­
lemesi döllenme, gebelik, normal ve erken doğu m , çocuk gel i­
ş i m i , erişkin erkek ve kadının normal vücut yapısı ve fizyono­
misini açıklamanın yan ı sıra bütün damarları, s i n i rleri, kas ve
kemikleri gösteriyord u . Sonra da, yüz i fadeleri ndeki değişimin
insanın ruh halini anlamamızı sağlayan anahtar olduğunu ana
hatları yla açıkl ıyord u : "Dört çizi mle insana ait dört evrensel
ruh hal i n i tasvi r edersi ni z : fa rkl ı gü l m e biçi mleriyle -gülmen i n
neden i n i de çizin- kendi n i bel l i eden neşe; nedenleriyle birl i kte
farklı ağlama biçimleri; fa rkl ı öldürme hareketleriyle dövüş­
me; kaçma, korku , gaddarl ı k , cesaret, cinayet . . . " Da Vi nci için
bu duyguları d ışavuran kas hareketlerinin kataloğunu çıkar­
mak, duyguların ilahi kaynağı n ı anlamaya en fazla yaklaşa­
bilmenin yoluydu. Şahsiyetsiz güzell iği temsil eden portrelerle
i lgi lenm iyord u ; ister güzel i ster ç i rk i n olsun insan yüzleri ni
olduğu gi b i , h a reket hali ndeyken yakalamanın peşindeyd i ve
i fadeler ne kadar aşı rıysa o kadar iyiyd i . Anatomiyi incelemek
Tanrı 'ya yaklaşmak demekti : " Ve sen , yaptıkları mda tabi atın
muhteşem i şlerine şahit olan insan . . . şayet onun yarattığı bu
kompozisyon sana muhteşem bir i ş gi bi görü nüyorsa bilesin ki
bu m i m a r i , içinde barındırdığı ruh un ya n ı nda hiçbir şey deği l . "
Mana Lisa ( 1 503-4) gibi daha sonraki çal ışmaları ,
Leonardo'nun yüz i fades i n i n detayla rı üzerinde ne den l i has­
sasiyetle d u rduğunu gösterir. 1490 ' l ı y ı l l a rd a , Son Yemek'i

•Sforza, İtalya'nın en tanınmış condoııierı'lerinden (o dönemde İtalya'nın


derebeyliklerini yöneten, özel ordusu olan kumandan) biriydi.
resmettiği M i l ano Manastırı ' n ı n yemekhane duvarı, bu fi k i r­
leri araştı rd ı ğı stüdyosu h a l i n e gel m işti . Rönesans dönem i n ­
de yap ı l m ı ş diğer S o n Yemek res i m leri, havarilerin i fadesiz
y ü zlerle yemek yerken resmed ildiği , daha duygudan yoksun
eserlerd i . D a Vi nci, duygu nun i fadeyi nasıl ha rekete geçi rd iği­
n i göstermek için Fısıh yemeği sırasında rivayete göre İ s a ' n ın ,
" İ ç i n izden biri bana i hanet edecek , " dediği a n ı seçmiştir.

Res i mde hava riler, hemen sonrasın daki kargaşa a n ı n d a ya­


kal a n m ıştır; üçer havariden oluşan dört grupta on iki fa rklı
i fade göze çarpar. * Leonardo çok fa rklı yi.iz i fadelerini b i r a ra­
da ve rmek i stem iştir ama on üç fi gü r içi nde en dikkat çeken,
res m i n en solunda, ayağa fı rl ay ı p elleriyle ma saya daya n m ı ş ,
öfkeyle çatı l m ı ş kaşlarl a , kulaklarına i n a n a m ıyormuş gibi gö­
rünen Bartalmay'dır. Soldan üçüncü sırada, ben masumum

• Leonardo'nun Cenacolo'su rutubetli bir duvara resmedildiği için on altıncı


yüzyılın ortalarına doğru onarılamayacak kadar zarar görmüştü. Uzmanlar,
yazılı tasvirlerin yanı sıra 1 520 civarında Giampietrino tarafından yapılmış
ve çağdaşlarının, aslına en sadık olduğunu söyledikleri kopya sayesinde ori­
jinal eserin ifade gücü hakkında fikir sahibi olabilmiştir.

rn İ N S A N V CI C L I D L I N A SE YA H AT
derces i n e elleri n i kaldırmış Aziz Andreas yukarı kalkmış kaş­
larıyla endişeli gö rünür.
İ s a ' n ı n hemen solunda otura n , afal l a m ı ş görünen Tomas,
ağız kenarl a r ı n ı aşağıya çeken dep resso r anguli o ris kası n ı n
etkisiyle somurtmuş, b i rkaç g ü n sonra d i ri l diğinde İ s a ' n ı n
yaral a r ı n ı şüpheyle a raştı racağı i ş a ret parmağıyla tava n ı gös­
termekted i r. Büyük Yakup yaşadığı duygu patlamasının etkisi
ve gözleri nde büyük bir öfkeyle al n ı nı kı rıştı rmış, kol l a r ı n ı iki
ya na açmış, İsa'nın ya n ı nda oturmaktad ı r.

Leonardo'nun resi m için dönemin Milanolu seçki nlerini model


ola rak kullandığı rivayet edi l i rse de resmin bunca takd i r kazan­
masının asıl nedeni , İncil 'deki öyküye sadık kalması ya da port­
relerin hatırlatıcı nitel iği deği l , insanın içindeki duygu fı rtınası­
n ı ya n sıtan yüz i fadelerini kullanma biçi midir. Leonardo'nun
çağdaşı biyografi yazarı Giorgio Va sari, onun uç bir ifade ya­
kalayabil mek ümidiyle sokak sokak dolaşıp bilhassa çirk i n , şe­
kilsiz ve garip suratlı adamların peşine düştüğünü söylem iştir.
Bazen de özel likle ilginç buld uğu b i r yüzü şeh rin dışındaki ma­
hallelere kadar takip ediyordu.
Leonardo pol itik açıdan çal kantı l ı bir dönemde Mila­
no'dayd ı ; 1 499'da ülkeyi işgal eden Fransızlardan kaçmak için

Y l l L : ( ; l f Z E L H. L�: S1
şeh ri terk etmek zorunda kaldı. Sponsorlarının peşinden Man­
tua , Venedik, Floransa ve Ro ma 'ya gittiyse de 1 5 1 0- 1 1 kışında
kuzeye, Mi lano'nun hemen güneyindeki Pavia tıp fakü ltesine
geri döndü. Anatomi i ncelemesinin ilk taslağını hazırladıktan
yirmi yıl sonra, tutkuyla bağlandığı hayali üzerinde azimle ça­
lışmaya başlad ı . Yapay soğutma döneminden önce kadavra teş­
rihi sadece kışın yapılırdı çünkü cesetler yaz sıcağı nda çabucak
kokuşmaya başlard ı . Leonardo'nun Pavia 'daki hastanede hazı r
bir kadavra stoku ve istekli bir hamisi va rd ı : Pavi a'nın anatomi
profesörü Marcanton io della Torre. Pavia'da tamamlanan ana­
tom i eskizleri nin çoğu kaybol muştur, ancak günümüze kadar
gelen az sayıda eskiz, Leonardo'nun gerek bir anatomist gerek­
se teknik ressam olarak konuya geti rdiği vizyon , hayal gücü ve
müthiş hüneri açıkça göstermektedir. Anatomiyle ilgi lenmesi­
n i n altında, i nsan vücud unu idealize edildiği biçimde deği l , ol­
duğu gibi takdir etmek yatar. Onun bakış açısıyla insan vücudu ,
Tanrı'nın yarattı kları içinde e n ü s t mertebededi r.
Notl arından bir sayfa , yüze i fade veren m i m i k kasları en
i nce detay ı n a kadar gösteren, Son Yemek'teki etkilerini on beş
yıldan uzun b i r süre sonra tek rarladığı çizim leri içerir. Aziz
Andrea s ' ı n alnın ı k ı rıştıran frontal kası " korku k a s ı " ola rak
i ş a retlemiştir. Bartalmay, Petros ve Büyük Yakup'un burnunu
ve kaşlarını öfke i fadesi verecek şek i l de resmeden Leo n a rdo
notlarında bu i fadeden sorumlu levato r labii superio ris alae­
que nasi kasını "öfke kası" ola rak işaretlemiştir. Eskizler a ra­
sına şöyle not düşmüştür: "Deri , et ve yüz kasları n ı n bütün
ha reketlerini tarif et ve bu kasların hareket etmes i n i sağl aya­
n ı n bey i nden gelen s i n i rler olup olmadığını açıkl a . " Leon a r­
do yüzde i k i kas grubu olduğunu a n l a mıştı : beyi nden çıkan
beşinci sinir tarafından h a reket etti rilen kalın ve güçl ü çiğne­
me kasları ile beyi nden gelen yed inci s i n i ri n ha reket ettird i ği ,
daha i nce ve zayıf olan m i m i k kaslar. *

' Bunlar, omurlar arasından çıkan " spinal " sinirler değil, kafatasındaki
(kranyum) deliklerden çıkan "kranyal " sinirlerdir.

'2 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YAHAT
Yedinci s i n i r, işitme ve denge s i n i riyle ayn ı hizadadır; ka­
fata s ı n ı n içindeki seyri sırasında kulağın arkasından geçer ve
tam k u l ak memes i n i n altı hizasında k a fatasından çıkar. E n
büyük tükürük bezini geçtikten sonra, çene köşes i n i n gerisin­
de beş dala ayrılarak y ü zdeki mimik kaslara dağı l ı r. Bu beş
dal (Temporal, Zigomatik , Bukkal, Mandibular, Servikal) her
tıp öğrencisi n i n belleği nde "Two Zombies Buggered My Cat"
(İki Zombi Ked i m i Becerd i ) tekerlemesiyle ö l ü m süzleşir. S i n i r
dalları n ı n yerleşi m i n i hatırl a m a k , yüz yaralanmasıyla gelen
bir ha stada bize yard ı mcı old uğu gi b i , fel c i n , yüz kasları n ı n
duygu ları i fade etme beceri sini n a s ı l etkilediğini de anlama­
mızı sağlar.

E M I LY PA R K I N S O N İ L E acilde t a n ı ş m ıştı m . Şeh i r merkezindeki

ofisinden yarı m saat önce telefon etmişti . Yoğun bir i ş tempo­


su o l a n , iki çocuklu bir muhasebeciyd i . O sabah uyandığın­
da yüzünün sol tarafında b i r tuh afl ı k fark etmişti. Yataktan
kalkıp tuvalete gidi nce aynada kendine bakmış ve sol alt göz­
kapağın ı n hafi fçe sarktığı n ı gö rmüştü; gül ü m semeye çalıştı­
ğında yüzünün sol tarafı sağa göre daha gevşekti . Acaba gece
ters b i r pozisyonda mı uyuyakald ı m diye düşünmüş, kahvaltı
sofra s ı n ı hazırlamak için aşağıya i n miş ti. "Şu halime bak , "
demişti kocas ı n a , "sanki yüzümün yarısı h a l a uyuyor. "
" Belki d e s i n i r s ı k ı ş ması gibi bir şeyd i r, " demişti kocas ı
o m u z s i l k i p.
İşe giderken, yolda a raba n ı n d i k i z aynasında yüzüne ba­
kınca sorunun deva m ettiği n i , hatta daha da kötüye gittiğin i
görmüştü. İ ş e va rd ı ğı nda endişel i yd i ; sekreteri şaşk ı n l ı k için­
de " Yüzüne ne oldu böy l e ? " diye sorunca endişesi daha da a rt­
mıştı. " İ n me geç i r m i ş gibi görünü yorsun . "
E m i ly o sabah makya j ı n ı tamamlamayı başarmıştı a m a sol
gözünün kenarından süzülen inatçı bir gözyaşı damlası rimeli­
n i akıtmıştı . Yüzünün sağında, burnuyla ağzı nın köşesi arasın­
da, k ı rk yıldır cildine tutunan zygomaticus kaslarının etkisiyle

YÜZ: GÜZEL FELÇ 53


oluşmuş derin bir kıvrım vardı; oysa sol taraftaki kıvrım silin­
mişti. Yanağındaki gamzeler daha önce ağzından çıkan her sözü
bir çift parantez gibi sarard ı . Şimdiyse tek tarafı ndaki gamzeyle
ya rım kalmış, dilbilgisi bozuk bir cüm leye benziyordu.
Dişleri n i göstermesini i sted i m . Ağzının sağ tarafı yukarı,
dışa doğru çek ince gül ü mseme çizgileri derinleşiyor, sol taraf­
sa zar zor ha reket ed iyordu. Soldaki kırışıklıklar büyük oran­
d a s i l i n m işti ama o taraf cansızd ı . Sol gözünü kapata m ı yo r­
d u . Son bir test olarak kaşlarını yukarı kaldırmasını isted i m :
S a ğ k a ş hemen kalktı a m a s o l tarafta hafi f b i r kıpırda n m a
oldu sadece.
Frontal kas (alın kası) sıradışıdır: Vücudumuzdaki kasla­
rın çoğu bey n i n zıt tarafınca kontrol ed i l i r. Dolayısıyla mesela
sağ kol bey n i n sol ya rıküresi nce ha reket etti rilir. Bunun tek
istisnası frontal kastır: beynin her iki tarafı da s i n i ri her iki
yandan uyarır. İnme nedeniyle beynin bir tarafı n ı n işlevi bo­
zulsa bile hasta her iki kaşını d a kaldırmaya deva m eder; fakat
b i r taraftaki sinir çalışamaz hale gel i rse o zaman kas felç o l u r.
E m i l y ' n i n sol frontal kasının çalışm ıyor olması , i n me geçi r­
mediği a n l a m ı n a gel iyordu.
" Peki a m a i n me geçirmediysem, neyim va r ben i m ?" diye
sordu.
" Beli p a ralizi s i , " ded i m , " yüzünüze i fade veren s i n i r­
de meydana gelen bir soru n . Büyük ihtimalle birkaç h a fta
içinde düzel i r. " Onu rahatlatmak umuduyla bir an sustu m .
" Be l i paral izisinin neden i n i k i mse bilm iyor a m a y ü z kasları­
nızı kontrol eden sinir, kulağı nıza yakı n b i r yerde, kafatası­
n ı zdaki çok d a r bir tü nelden geçer ve bu böl gedeki hafi f bir
yan gı bile ya rattığı basınçla sinirin doğru dürüst çal ışmasını
engelleyebi l i r. "
" Pek i , n e yapacaks ı n ı z ? "
" S i n i r etrafındaki o l a s ı şiş meyi azaltmak için on g ü n bo­
yunca kulla nacağı n ı z bir stero id tablet vereceği m . Bir de sol
gözünüzü ko rumak için bantla kapatmamız gerekecek . "

54 İ N S A t\ V CI C l l D l l N A S E YA H AT
" Gözümü neden kapatacak s ı n ı z k i ? "
" Yüz felci ilerlerse göz k ı rpa m ayacaksınız," ded i m .

Y U N A N F İ LO Z O F A N A X AG O R A S , neden dünyaya geldiği soruldu­

ğunda " gökyüzü ve y ı ldızları pür dikkat izlemek için" yanıtını


vermiştir. Rönesans döneminde kabul gö ren bakış açısına göre
insan, yüzü yukarıya dönük olduğu için özel bir va rl ı ktı . * Saç
çizgi s i , çıplak yüzümüzü çevreleyip bel i rginleştirdiği için yüz
i fademizi kıllı atalarımızdakine göre daha uzaktan gö rülebi l i r
kılar. G ö z aklarımızın diğer h ayva n l a rdakine göre daha gen i ş
olması, bakı şı m ı zdaki ve gözkapağı n ı n konumundaki en ufak
değişi mlerin bile, diğer hayva n l a rdakine göre daha aşikar hale
gel mesini sağlar. Yüzlere görsel dünyamızdaki diğer her şey­
den daha fazla dikkat ederiz. S hakespeare ' i n " k ı rk y ı l ı n kışı,
güzel alnını kuşattı m ı I kapladı m ı yüzünü derin çukurl a r
a r t ı k " .. dizelerinden tutu n , l a i n S i ncl a i r ' i n b i r karakterin y ü ­
z ü n ü "banyoda u z u n süre kalmış b a s u r m i nderi g i b i kırış k ı ­
r ı ş " sözleriyle ya nsıttığı yüz tasvi rleri , edebiyattaki en lirik ve
en dışavurumcu meti nlerd i r. Yü zün insanlar arası i letişi mdek i
önem i n i düşünecek olursak , Beli p a ral izisi utanç verici, hatta
k i m i lerine göre sosyal açıdan yıkıcı olab i l i r.
B u yüz felci i s m i n i , on dokuzuncu yüzyıl başlarında ya­
şamış ve yedinci s i n i r i n izlediği yol u sapta m ı ş bir cerrah ve
anatomi uzmanı olan Charles Bel i ' den al ı r. Bel i , Edin bu rgh ' l u
seçk i n bir a i leden gel iyord u . Baba sı katipti , erkek kardeşlerin­
den ikisi hukuk p rofesörü, diğeri -John Beli- ise o dönemde
şehrin en ünlü cerrahıyd ı . Charles okuldan nefret ediyor ama
resi m yapmayı seviyord u ; a n nesi ona klasik dönem ve Röne­
sans dönemi sanatçı larının eserlerini tak l i t etmeyi öğreten b i r
özel hoca tutmuştu.

• Sir Thomas Browne bunun saçma olduğuna dikkat çekmiştir. Diplerde ya­
şayan yassı balıkların gözleri, insandakine göre daha da dindar bir ifadeyle
göklerdeki cennete dönüktür.
••Talat Sait Halman çevirisi (ç.nJ

Y lı Z : G Ü Z E L F E L Ç 55
Charles 1 792'de on sekiz ya şındayken ağabey i Joh n ' u n
yanında çı rak olarak çal ı şıyord u . O döne m i n anatomi i l lüst­
rasyo n l a rı çoğunlukla acemi işiyd i . Bel i kemiklerin çit d i rek­
leri , kasların paçavra gi bi çizildiğini yazıyordu küçümseyerek.
Yen i b i r " d i seksiyon si stem i " gel işti rmek için i l l üstrasyo n l a r
üzerinde b i rlikte çal ışan iki kardeş, Charles ' ı n tak l i t etmeyi
öğrendiği Rönesans ustal arına duydukları saygıyı çizimlerine
ya n s ı tıyord u .
1 809'da, Napolyon Savaş la rı n ı n zi rve döneminde, Beli
Londra 'da cerrah ve an atomi ill üstratörü olarak çal ı ş ı rken ,
İ n g i l i z o rdusu beş b i n yaral ı askerle İspanya ' n ı n A Conıfia
ken t i nden İ n giltere'ye döndü. Bel i kurtulanlara ya rd ı m ede­
b i l mek için Portsmouth ' a kadar gitti ; günlerce a mpütasyon
yaptı , şarapnel parçal arı çıkard ı , yaral arın etrafındaki ölü
dokuları tem izled i . Amel iyat yapmadığı zamanlar eski z çizi­
yord u ; soğukkanlı bir gerçekçili kle çizi l m i ş eskiz defterleri acı
içinde kıvra n a n teta nos hastal a r ı n ı , karnı deş i l m i ş , kol u n d a n ,
göğsünden v e skrotu mdan vunıl muş i n s a n l a r ı gösteriyord u .

56 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YAHAT
Altı y ı l sonra Waterloo S ava ş ı ' n ı n h aberleri Londra 'ya ulaşın­
ca Bel l yardı mcı olmak için Brüksel 'e gitt i . " İ nsanların gözle­
rimin önünde çektiği ıstırabı res m e dökmem imkansız," d iye
yazmı ştı B rüksel 'den . Bu kez çizd iği esk i zler, çatışmadan duy­
gu sal açıdan daha fazla etk i lendiğini gösterircesine daha de­
tay l ı ve karmaşıktır; asker portrelerinin yanında is imleri yazar
ve daha ay rı n t ı l ı açıklamalar veri l i r. Günü müze ulaşmış k ı rk
beş çizim a rası ndaki yüz resi mleri nden ikisi özel l i k le dikkat
çekicidir; bunlar Bel l ' i n yüzde sinir hasarı nedeniyle d i kkatle
i nceled iği , yüz i fadeleri aldıkları ya ral a rdan ötürü ciddi zarar
gö rmüş k i şiler olsa gerek. B u n l a rdan biri, iki şakağı arasın­
dan m i sket tüfeğiyle vurularak her iki göz çukuru p a rçal anan
ve burun kemer i n i n a rkasındaki doku dağılan bir askeri gös­
terir; bir diğeriyse sol yanağında mermi yarası olan bir ad a m ı .
D i kkatli bir cerrahi giri ş i m uygu l a n mad ığı takdi rde h e r i k i s i
de ölümcül olabilecek yaral a rdı ve cerrahi gi rişime rağmen
ada m l a r hayat boyu yüzlerindeki şek i l bozukluğunun izleri n i
taşıyacakt ı .

yön lendird i m ; o n ­
E M I LY ' Y İ K U L A K B U RU N B O (; A z U Z M A N L A R I N A

lar da önerilebi lecek tek tedav i n i n steroid tablet old uğunu


doğru ladılar. Bir hafta sonra yüz felci i l erlemişti ve Emily
daha d a içine kapanmıştı. " Öyle utanç verici k i , " ded i , nasıl
gittiği n i sormak için aradığı mda. Pa rmaklarını yüzünün etra­
fı nda gezd i riyor, konuşurken saçı n ı sürek l i öne atıyord u . " İ şe
dönemed i m ve sol gözü m deva m l ı ya şarıyor. Yüzümün bu hale
gel mesine ağl ı yorum sanki . "
İ k i hafta sonra durum daha kötü deği ldi a m a düzelme d e
yoktu; h a l a i ş e dönemem işti. " D aya namazd ı m , " diye açıklad ı ,
"herkes gözü nü dikip bana bakacaktı . " Altıncı haftada ağzı­
n ı n köşesinde hafi f b i r ti treme h i ssett i . " Kesi n l i k l e daha a z
salya akı tıyorum ama gözüm h a l a yaşarıyor, " ded i .
" B i raz d a h a sabır, " ded i m . " Bel i paral izisi geçi ren hemen
herkes eski sağlığına kavuşur. "

Y Ü Z : G Ü Z E L F E LÇ 57
Üçüncü ayda iyi leşme süreci yavaşlad ı ; altıncı aya geldiği­
m i zd e y ü z felcinin muhtemelen düzel meyeceğin i kabullend i k .
E m i ly işe dönmemi şti ve evden nadiren çıkıyord u . Saçı n ı , yü­
zü n ü n sol tarafı n ı kapatacak şek i lde tarıyordu. " Tah a m m ü l
ede m i yoru m , " dedi bana, " y ü z ü m çocukları ko rkutuyor. "
" Plastik cerrah l a rla b i r konuşay ı m , " ded i m . " Felçli taraf­
taki gevşek kasların b i r k ı s m ı n ı topa rlayabi l i rler bel k i ve şu
sözünü ettiğin Botox va r ya , onu da bazen sağl a m ta rafı n h at­
l a r ı n ı yumuşatmak için k u l l a n ı yorlar. "
" Ya n i tedavi için sağl a m tarafı felç m i edecekler?"
Emily'nin felcini tedavi edip edemeyeceklerinden e m ın
deği l d i m ; hasar gö rmüş bir s i n i r i eski haline getir mek zord ur.
Fak at görünüşü normale çev i rmek açısından genel l i k l e en
etk i l i tedav i , sağlam tarafı Botox kullan arak kı smen felç et­
mektir. "Evet," dedim, " k u l ağa tuhaf geldiğini b i l i yorum ama
böy lece y üzünün daha si metrik gö rü nmesi n i sağl ayacaklar. "

B E L L C E R R A H O L A R A K adın ı duyurmak için ya n ı p tutuşuyor­

d u ; fakat z i h n i n i asıl meşgul eden konu , sanatını nasıl m ü ­


kem melleştireceğiyd i . S i n i r sistemi anatomisiyle i l gi l i çizi m­
leri n i n eşi benzeri yoktu. Wate rloo'dan çok önce, System of
Dissections [Teşrih Sistem i ] için çizimler yaparken, insanda
yüz i fadesi üzerine, Leonardo da Vi nci ' n i n üç yüz y ı l önceki
p rojesine benzer uzun süreli b i r çal ışmaya başlad ı . Bu çal ı ş m a
daha sonra Resimde ifadenin anatomisi üzerine denemeler
başlığıyla yay ı m l andı . Bel l bu kitap üzerinde ölene dek çalış­
t ı ; cerrah ve sanatçı olarak deney i m kazandı kça kitaba yen i
böl ü m ler ekled i . Kitabın s o n baskı s ı , Bel l ' i n , Leonardo 'nun
özel l i k l e yüz tasvirlerine hayran kaldığı İ talya 'daki uzun i z i n
d ö n e m i s ı rasında ed indiği izlenimlerle zengi n leşmiştir. Leo­
nardo sokaklarda, res m i n i yapabileceği sıradışı ya da çarpıcı
yüzler a rıyordu. Oysa Bel l ' i n i ş i daha kol ayd ı ; k l i n i kte bekle­
mesi yeterl iyd i , aradığı yüzler ayağı na gel i yord u .

S8 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YAHAT
C h a rles Bel l ' i n ö l ü münden otuz y ı l sonra Edin bu rgh ' l u
b i r başka t ı p öğrenci s i , C h a rles D a rw i n , Bel l ' i n çal ı ş m a l a ­
r ı n d a n e s inl e nip konuyu onun b ı raktığı yerden deva m ett i r­
d i . D a rw i n , The Exp ression of the Emotions in Man and
Animals [ İ n s a n ve Hayva n l a rd a D u ygu l a r ı n İ fades i ] a d l ı
k i t a b ı n d a ş ö y l e yazm ı ş t ı r : " ( Bel l ' i n ] b i r b i l i m d a l ı olarak
konunun temel leri n i a t m a n ı n ya n ı sıra, bu temel i n üzerine
sağl a m b i r yapı inşa ettiği n i de söylemek doğru o l u r. " D a r­
win doğal dünya n ı n ya n ı n d a k ü l tü r d ü n ya s ı n ı da d i kkatle
i nceleyen b i r gözlemciyd i ve öze l l i k l e i fadelerin i ncelenme­
si söz konusu olduğu n d a , Batı s a n atında hiçbir şaheserden
Bel l ' i n çizi mleri nden olduğu k a d a r etkilen memişti . " Res i m
ve heykel i n , ayn ı zamanda ö ne m l i gözlemciler o l a n büyük
ustal a r ı n d a n medet u m d u m , " d i ye ya z m ı ştı kitabın giriş kıs­
m ı n d a , " a ncak b i rkaç istisna h a ri ç bana pek fa zla ya rd ı m ı
dok u n m ad ı . B u n u n nedeni h i ç k u ş k u s u z , s a n a t eserlerinde
başlıca amacın güzel l i k o l m a s ı d ı r ve k uvvetle k a s ı l m ı ş yüz
kasları güzel l i ği mahveder. " Bu n o ktada b i r i k i leme düşmüş­
t ü : Ken d i m i z i i fade edeb i l mek i ç i n y ü z kasları m ı za i htiyacı­
mız old uğu halde geleneksel o l a rak si metri k , i fadesiz yüzleri
ideal ize ediyo rd u k .
D a rw i n ' i n fa rk l ı bir yere koyduğu az sayıda sanatçıdan
biri, güzel l iğin sadece nötr olanda deği l , uç i fadelerde de bu­
lunduğuna inanan Leonardo'yd u . Darwin Duyguların İfade­
si kitabı n ı n bir böl ümünü Son Yemek 'te resmed i l m i ş j estle­
re ay ı r m ı ş ve özel l i k l e d e Andreas' ı n t av r ı n a o d ak l a n m ı şt ı r.
Leonardo'nun düsturl a rından b i r i , sanatın y ücel i ği n i ortaya
çıkara n ı n karşıtlıkların gösteri l mesi olduğuyd u : " G üzeli n ya ­
n ı nda çirkine, gencin ya nında yaş l ıya , güçl ünün yan ı nda zay ı ­
f a yer verdiğin izde, yaptığı nız resi m d a h a da memnuniyet veri­
ci olacaktı r. " Acaba Leonardo, güçsüzlükle gücün , ç i rk i n l i k l e
güzel l iği n , gençlikle yaş l ı l ığın y a n yan a d u rduğu B e l i p a ral izisi
olan b i r yüz karşısında ne yapard ı ?

Y Ü Z : G Ü Z E L F E L(: 59
E M I LY ' N İ N S A G L I K S İ G O RTA S I va rdı . Onu gönderdiğim plastik cer­

rahi k l i niği , bekleme salonunda deri koltukların olduğu , seh­


paya sosyete dergilerin i n serildiği , zemi n i pahalı halıyla kaplı
b i r yerd i . Duvarda klini ği n , Vogue ya da Cosmopolitan kapağı
gi b i tasarlanmış reklamı göze çarpıyordu; gösterişli kapağın
yer i n i " Meme" ve " Karın Gerdi rme" ameliyatları almıştı.
O l a n biteni anlatmak i ç i n geldiği nde "Muayenehane çok
güzeld i , " dedi gü lerek. "Buradaki bekleme salonundan bile
büyüktü ! "
Cerrah onu muayene masasına yatırıp gözleri n i n ken a r­
l a rı n ı , yanaklarını ve ağzının köşesini alkolle s i l i p tem izlemiş,
a rd ı ndan küçük b i r enj ektöre b i r sıvı çek m i şt i . " Neredeyse h i ç
acı h i ssetmeyeceği m i söyled i , gerçekten de hissetmed i m , " d e d i
E m i l y, " k üçücük b i r i ğneyd i . " Cerrah s ı v ı y ı E m i l y ' n i n yüzü­
ne, zygomaticus ve o rbicularis oculi kaslarıyla Leonardo ' n u n
kork u v e öfke kaslarına odak l a n a rak kısmi b i r felç oluştur­
mak i ç i n sağ tarafta bazı nokta lara enj ekte etmişti . Bu enj ek­
siyo n l ara bağl ı felcin etk i s i dört-beş ay sürer, " demi şti . " Fay­
d a s ı n ı gö rürseniz yen i bir uygula ma için tekrar gelebi l i rsi n i z . "
" Fayd a s ı n ı gördün mü pek i ?" ded i m .
Yüzünün s o l tarafı n ı örten saçlarını kaldırıp dosdoğru y ü ­
z ü m e bakt ı . Hala hafif bir asimetri va rdı ama eskisi k a d a r göze
çarpmıyord u . "Artık gülümsediğim zaman sağ taraf o kadar
d a fazla çekmiyor, " dedi zoru n l u bir gül ümsemeyle, " Yü z ü m
artık e s k i h a l i n e d a h a yakın. Gençleşmiş görünüyorum . "
" Çocuklar hala korkuyor m u ?"
" H ay ı r, kork muyorlar, " d iyerek güld ü . "Hali mden çok
memnunu m . Hatta işe geri dön d ü m . "

diseksiyon yaptığım kadın


B İ R Ö G R E N C İ V E Ö G R ET M E N O L A R A K

ve erkek lerin yüzünü dik katle i ncelerken geçmiş hayatlara d a i r


ipuçları a ra rd ı m . Kadavralara gösterdiğim özeni a r t ı k daha
da büyük b i r hassasiyetle k l i n i kteki hastal arıma gösteriyo r­
d u m . İ k i kaşının arasında genç yaşta derin k ı rı ş ı k l a r bel i r m i ş

60 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YAHAT
biriyle karşılaştığı m d a , sebeb i n i a n l a m ak için sorul a r soru­
yord u m . S i n i rl i ya da vesveseli k i ş i leri , ü rkek ya da savunmasız
h issedenlerden ; endişeli i n s a n l a rı kederl i o l a n l a rdan ayı r t et­
meye çalışıyord u m . Hayatından memnun, p ı r ı l p ı r ı l bir yüzle
karşı l a ştığı m zaman, o kişiye mutlul uğunun sı rrı n ı sormaya
başlad ı m . Ve sonunda fark etti m ki kendi i fademde bir hu­
zursuzluk ya da sabırsızlı k bel i rtisi va rsa yüzümü gevşetmem
hem kend i m i daha iyi hi ssetmemi hem de hastay l a olan görüş­
men i n daha iyi geçmes i n i sağl ı yo rd u .
D a r w i n , yüz i fadesiyle i l gi l i çal ışmasında şöyle yazmıştı :
"Şiddet dolu tav ı rl a r sergi leyen b i r i n i n öfkesi güçlenir; kork u
bel i rti lerini kontrol edemeyen k i ş i n i n korkusu büyür. " Öfkeli
veya kork u dolu bir yüz i fades i n i n gerçekten de öfke ve korku
duygu larını güçlendirebileceği fi k r i , psiko l o j i k araştı rmalar
tarafı ndan doğrul a n m ıştır. S ırf, Leo n a rdo 'nun "öfke kası " n ı
y a da " korku kası " n ı kasarak d a h a d a fazla öfkeleneb i l i r, daha
da çok ko rkab i l i ri z . Ta m ters i n i n de geçerl i olabi leceği n i , kor­
ku ya da öfke i fadelerini engellemenin bu d uygu l a rı hafiflete­
bileceği n i düşünüyorum.
B i rkaç ay sonra E m i l y yine k l i n i ğe geldi ama bu kez yüzü
için deği l , dizindeki incinme sebebiyle. Yü z felc i n i n yen iden
eskisi gi bi bel i rgi n leştiği n i fa rk etti m . A n l a ş ı l a n , daha fazla
Botox yaptırmamaya karar ve rmişti . D i z i n i muayene ettikten
sonra nedenini sord u m .
" Demek fark etti n i z , " dedi ö n ü n e düşen perçem i kenara
çek i p y ü z ü n ü b a n a göste rmek i ç i n . S a ğ taraft a k i d e r i n g ül ü m­
seme çizgi leri, tek gözünün kenarı ndaki kaz ayak l a r ı , k a ş ı n ı n
ya rısının üzerindeki k ı rı ş ı k l ı k l a r tekrar bel i r m i şti .
" E n j eksiyonlardan m ı bıktı n ? "
" Tek neden o deği l . D uygu l a r ı m , onları gösterebi l d i ği m
zaman daha gerçek , " ded i . " H ayat boyu yüzümde b i r maskey­
le dolaşmak i stem iyoru m . "
5

İç Kulak: Kara Büyü ve Vertigo

Burgaç, b i rl i kte olması gereki rken ağır olanla hafi f olanı b i rbiri nden
ay ı rd ığı için . . . Öne eğil mek de ayıı ı nedenle, ağır ile hafi f olanı
b i rbi rinden ay ı rdığından haş dön mesine neden olur.
Theophrastus, Baş Dönmesi Üzerine

a raba hatta bisik­


M OTO S İ K L ET K l / L L A N M A N I N Y E R İ AY RIDI R ,

let k u l l a n maya bile benzemez. Ben yavaş ve dikkatli b i r sü­


rücüy ü m ; saatte 95 kilometrenin üzerine çıkarken tereddüt
ede r i m . Öyle bile olsa motosikletle yolculuk s ı rasında insa­
n a key i f veren, sadece a l ı ş ı l m ı ş ı n ötesi nde hızlı gitmek ya d a
k ı y ı d a n köşeden kolayca sıyrıl ıvermek deği l , h e m görsel h e m
de u za msal ç o k mi ktarda duyusal enformasyonun karışı m ı n a
maruz kalmaktı r. Motosikletle hemhal olursunuz ki bu, a raba
k u l l a n ı rken imkansız, bisik let ü stündeykense gereksizd i r.
B i r keresi nde taşrad a , dar bir yolda motosiklet kullanı ­
yo rd u m ; b i r toplantıya geci km işti m . Yolun iki ya nında uza­
nan orman tepemde kara n l ı k b i r kubbe oluştu ruyord u . Kas­
kın içi ndeki kulaklıklarl a d i n lediğim müzik eşl iğinde yeş i l b i r
tünelin içi nden geçerken yol h a l ı gi bi önüme seri liyo r, motoru
zahmetsizce kullan ıyord u m . Dönüşlerde denge duyum saye­
sinde ve ağırlığımı kaslarımla eklemleri m üzerinde kayd ı rarak
sağa sola eği l i r, vücudum motorl a uyum i ç inde yol u çöze rke n
hava n ı n yoğu n laştığı n ı h i ssed i yo rd u m .
Ağaçl arın arası ndaki açıklıktan b i r t a ş köprünün ko rk u ­
luk duvarını seçti gözü m . Keskin b i r v i ra j a gi rmek üzereyd i m .
Dönüş yapa rken h ı z kest i m v e o s ı ra d a , yol u n güneşle ayd ı n ­
landığı noktadaki parlak yeş i l y ü zeyi -yosunlu asfaltı- fa rk
etti m . Yer aniden ayağı m ı n altından kayd ı . A rka teker yosu­
na çarpınca motor kaymaya başlad ı . Motor kontro l ü mden
çıkmıştı ve taş duvara doğru saatte 65 km hızla ilerliyord u m .
Frene d a h a sert bassam d a h a beter kayacakt ı m , öte ya ndan
taş duva ra gitgide yaklaşıyord u m : otuz metre, y i r m i metre,
on beş metre . Derken yoldan çıktım ve ken a rdaki taşlara bin­
d i rd i m . Nehre ve aşağıdaki büy ü k kayalara bakmamak için
ken d i m i zor tutuyor, gözü m ü yo lun ken arından ay ı rmamaya
çal ı ş ı yord u m . Ta m o s ı rada arka teker ze m i ne oturdu ve ben
de b i r sal l a nm a ve a n i b i r dönüşle durumu toparlayıp asfalta
çıktım ve köprüye doğru ani bir dönüş yaptı m .
O a n k i h i s s i m " bütün dünya n ı n ayak l a r ı m ı n altından kay­
dığıyd ı . " Üzerinde durmaya değmeyecek kadar kısacık, bel k i
bir saniye s ü ren a n l ı k bir kay m a . Fak at denge d u y u m etk in ve
doğru biçimde çal ışmasayd ı öleb i l i rd i m .
O taşra yolunda giderken motosikleti m i n a rka tekeri ya n a
doğru kay maya başladığı zam a n , kulağı m ı n geri sinde, kafa­
tası m ı n içinde iki şey oldu. Kay m aya başlayan motor, başı m ı
e n h a fi f açısal dönme ha reketlerinde eğerek yere doğru yan
yatma m a neden o l d u . İ ç kulağımdaki yarı m d a i re kanal l a r ı ­
n ı n i ç i nde d o l a ş a n sıvı, bu a ç ı s a l d ö n m e hareketlerini algı l a ­
d ı . Ay n ı a n d a , kanalın taban ı nd a k i , kalsiyum karbonat kris­
talleriyle dolu b i r j öleye gömü l ü bul u n a n , beyinle bağlantı l ı
hassas t ü y h ücreleri n i n yer aldığı " utrikulus" (tulu mcuk) yan a
doğru çek i l m e h a reketleri n i algı l a d ı . K ri staller j öleye kütle
ve eylemsizl i k kazandırır; o nedenle kafatas ı m yan a doğru
hızla kaya rken j öle tüy hücrelerine ası l ı p onları geriye çekti .

İ Ç K U L A K : K A R A B Ü Y Ü V E V E RT I C O 63
Utri k u l u s yatay düzlemde, ya n i yan l ara ya da ileri/geri doğru
ivmelenmeyi iletir. İç kulağı n " sakkulus" (kesecik) denen d i­
ğer bölü müyse düşey düzlemde ivmelenmeyi algı l a r:
Nasıl b i r memel i n i n ana rah m i nde amn iyon sıvısı içinde
o l m a gereksi n i m i , bütün canlıların den i zde doğum yaptığı
z a m a n l a r ı hatırlatı rsa iç kulaktaki sıvı da atalarımızın denge
o rga nlarının den iz suyuna açılan basit kanallardan ibaret b i r
sistem old uğu zamanları hatırlatır.•• Üç boyutun içinde yuva r­
l a n ı p aşağı yukarı hareket ederken bu kanallardan serbestçe
akan deniz suyu hareketleri beyne iletird i . Her ne kadar klasik

Reressus ellipi icus

Fossa cochlearis
Coclılcar fcnestra

Gray 's Anatomy, şek i l 92 1 , 1 9 1 8 has ı m ı

' 20 1 0'dan b u yana pek çok akıllı telefonda nanoteknolojiyle üretilmiş bir
jiroskop ve akselerometre bulunmaktadır. İç kulağı model alan bu sistem te­
lefonlarımızın uzayda oryantasyonunu sağlar.
•• Bazı balıklar bu amaçla kendi kristallerini üretemese de iç kulakları hala
denize açık olduğu için dışarıdan sürüklenen kum taneciklerini kullanabilir.

64 İ N S A N V Ü C UDU N A S E YA H AT
beş duyunun içinde adı geçmese de denge, kadim duyuları­
mızdan b i r i , bizi dünyaya dem i rl eyen taşınabi l i r b i r çapad ı r.
" Vertigo" sözcüğü genel l i k l e yüksek l i k korkusunu an­
latmak için kullanılır ama doktorlar için vertigonun anlam ı ,
denge organlarınız i l e gözleri n i z hareket hali nde olup olma­
dığınıza dair çel i ş k i l i mesaj l a r verd iğinde ortaya çıkan, mide
bulantısının eşlik ettiği baş dönmesid i r. Yi ne çelişkili duyusal
bilgilerin gel mesi sonucu gel i şen den i z tutmasıyla da i lişkilidir.
Fırtı n a sırasında gem ideysen i z iç kulağı n ı z hareket ettiği n i z i ,
gözler i n i zse b u n u n tam ters i n i söyler. Hasta b i r iç k u l a k oldu­
ğunuz yerde kaldığınızı söylerke n , gözleri nizin öyle olmadığı­
na şah itlik etmesi ya da tam tersine, gözleri n i z ha reket etmedi ­
ği nizi söylerken iç kulağınızın bey n i n i ze döndüğünüz bilgi s i n i
vermes i , feci b i r bulantıyla b i rl ikte vertigo gel işmesine neden
olur.
Vücudumuzun bize çektird i ği onca ıstırap arasında bulan­
tı, dayan ı l m a s ı en güç ve i laçla ted avisi en zor sorun l a rdan biri
olab i l i r. Bulantı hissi, vücudu toksik etk i lere karşı uyarmaya
yönel i k çok esk i lere dayalı b i r m ekanizma olabileceği n i dü­
şündü rürcesine, bey n i n en i l kel bölümünden, omuriliğe yakı n
b i r yerden başlar. Vertigonun bula ntıya neden olması muhte­
melen bey n i n , dengesel işlev bozukl uğunu zeh i rlenme olarak
yor u m l adığı a n l a m ı n a gel i r. İç kulaktaki enfeksiyonlar, tü­
mörler, hatta kulak zarı n ı n ı l ı k suyla yıkanması dahi bu duru­
ma neden olabi l i r. Zehri atmamız için bizi kuru k u ru öğürte­
b i l i r ama vertigo ve deniz tutma sı ndan kusa rak kurtulamay ı z .

J O H N W I RV E L L e l l i l e r i n i n
sonlarındaydı . Tavşan k ürk üne benze­
yen , n i kotin lekeli boz bir bıyığı , alnında derin keder çizgileri
vard ı . Kaşlarına doğru düşen , aklarl a bezeli , altı n ren k l i d a ­
ğı n ı k s a ç ı ona şaşkın b i r i fade veriyo rd u . Dosyası ndaki not­
l a rd a n iki çocuk baba s ı , boşan m ı ş bir taksi şoförü olduğunu
ve zaman zaman epey içtiği n i öğrend i m . Daha önce sadece
bir kez karşı l a ş m ı ştık; doktorl a ra tem k i n l i yak laşan, acıya

i �: K U L A K : K ARA BÜ Y 0 V E V E RT I G O 65
daya n ı k l ı , gururlu ve bağı msız b i r adam olduğu izlen i m i n i
verm işti b a n a . " Ü stünüze alınmay ı n , " demi şti muayenehane­
de, " a m a doktora pek gitmem. "
"Bunu duyduğu ma memnun oldu m , " demişti m . " B i r so­
run yoksa neden gides i n i z ki zaten ?"
Dolayısıyla b i r yıl kadar önce aray ıp eve gel memi rica et­
mesi bek lenmedik bir durumdu; resepsiyon görev l i s i , bu l a n tı
ve vertigo atakları yüzünden dışarı çıkamadığını söylem i ş t i .
Atakl a r o k a d a r kötüydü k i evden d ı ş a r ı adım atmaya kork u­
yord u . Acaba inme m i geç i rd i d i ye düşünerek, a m bulans gö n ­
dermem gerek i p gerek mediği n i anla mak için e v i n e gitmeden
önce telefon ett i m . " E l i m ayağı m hala tutuyor doktor, " dedi
telefonda. "Sadece başı mı çev i remiyoru m . "
Evine va rdığımda kanepeye uzanmış, h i ç k ı p ı rd a m a d a n
yatıyord u . " G ünde bel k i yüz kez o d a etrafımda dönüyo r,
kusmaktan içim dışıma çıkacak mış gibi oluyor ve ye rimden
k ı p ı rdaya mıyoru m , " ded i . "Birkaç gü ndür bu haldey i m . B a ş
d ö n m e s i başlayı nca öylece yatıp bir an ö n c e geçmesi i ç i n d u a
ediyoru m . "
Yan ı n a çömeld i m . " Ne yapınca dönüyor başı n ı z ? "
" H i ç bel l i olmuyor. Bazen sadece başımı çevirip a rk a m a
bak m a m bile yetiyor. Bazen yatakta sağa s o l a döndüğümde
başlı yor. Bazen de öne eği ldiği m d e . "
K a n b a s ı n c ı düştüğü zaman da baş dönmesi olabi l i rdi
a m a Wi rvel l ' i n tansiyonu b i raz yüksekt i . Alkol de verti goya
yol açab i l i rdi ama Wi rvell içkiyi bırakma aşaması ndayd ı . Baş
dönmesini tetikleyebilecek diğe r etkenleri de sordum ama
kafa travması öyküsü yoktu , yakın zamanda enfeksiyon geç i r­
memişti ve yen i başladığı b i r i l a ç yoktu.
" Hep ay nı tarafa dönünce m i oluyor?" diye sord u m .
" Evet, " d e d i yüzüme bakıp. "Aşağıya bakınca d a h a kötü
oluyo r, bir de sağa doğru bakınca . "
S adece bel l i pozisyonlarda ortaya çıkan vertigoya , "pozis­
yon a bağl ı " vertigo deni r. A n i ve şiddetli ataklar halinde gele n

66 İ N S A N V lı C UD U N A S EY A H AT
vertigo "paroksismal" olarak adlandırılır. B i r kulak burun
boğa z ( KBB) uzmanı, habis ve i l e rleyici b i r hastalık ile sel i m
ve zamanla düzelecek b i r hastalı k arasında ay ı rıcı tanıya va r­
mak ister. John ' ı n hastalığı kes i n l i k l e i k i nci siyd i ve otolarin­
goloj i n i n içten pazarl ı k l ı a m a k u s u rsuz beti mleyici j a rgonuy­
la "selim paroksismal pozisyona bağlı vertigo" (SPPV) olarak
adlandırdığı sorundan mustaripti . Sendrom çok eskiden beri
bilindiği halde* Viyanalı hek i m Robert Barany 1 92 1 'de "epi­
zod i k vertigo"yu n i h ayet b i r sen d ro m olarak ta n ı m l ayana dek
tan ı m s ı z kalmıştı.
Eskiden SPPV ' n i n tulumcuk ve kesecikteki kristal­
lerin ya n l ı ş zara -denge kanalları nı n taban ı nda yer alan
"kupula "ya- bağla nmasından kaynaklandığı düşünül üyor­
du. K ristalleri n , kupulanın biçi m i n i bozarak , beyne, başın
hareket yönü hakkında kafa ka rıştıran mesa j l a r gönderdiği­
ne i n a n ı l ı yord u . Tedavi , bulantıyı uyaran hareketleri n , hasta
duya rsızlaşana dek tekra rl a n m a s ı n a odakl ıydı ve bazen işe
ya rıyordu. Ağı r ve tekra rlayan vakal a rd aysa kafatası açı l ı r, iç
kulağa giden sinirin b i r bölümü sağı rl ı k riski göze alınarak
kes i l i rd i . Aşırı bir yöntem gi bi gözükse de, yineleyen bulantı
ve yönel i m k aybı ataklarından etkilenen hastalar genel li kle
min nettar kal ıyord u .
1 980' 1erde Amerikalı K B B u z m a n ı J o h n Epley b a ş k a b i r
kura m ö n e sürdü.*• Epley 'ye göre SPPV, kristallerin yan l ı ş zar­
l a ra yapışmasından deği l , yerinden kopup ya rımdaire kanal­
l a rı n ı n etrafında serbestçe dolaşırken yarattığı türbülansın
beyi n tarafından hareket olarak algılanmasın d a n kaynakla­
nıyo rd u . G a raj ında bahçe hortumu parçal arından yaptığı iç
kulak model i nde bir dizi h a reketle parçacı k l a rı yerinden oy­
natıp organ ı n daha az duya rl ı bir böl ümüne gelecek şekilde

' Hipokrat vertigonun güneyden esen rüzgardan kaynaklandığını söylemiş­


tir: Aforiımalar 3: 1 7.
" Epley 1 960'1arda ilk koklear implant (biyonik kulak) denemelerinde de ça­
lışmıştı.

İ( K U L A K : K A R A B U Y L I VE V E RTİG O 67
kanalların dışına yönlend i rebileceği n i umuyordu . Bu basit
tek n o l oj i yle, muayene masasında uygulanabilecek b i r d i zi
basit m anevra gel iştird i . Yönte m i hastal a r üzerinde deneme­
ye b a şl a d ığı n d a , y ı l l a rca SPPV'den çekmiş hastaları dahi i y i ­
leştirebildiğini gö rdü . S ı ralı hareketler i ş e ya ra madığı za m a n ,
yapı ş m ı ş kri stalleri yerinden oynatmak i ç i n manev rada n önce
hasta n ı n kafatasın a , kulakl a rı n ı n a rkasına gelecek şekilde b i r
v i b ratör tutmayı denedi ve b u yöntemle iyi leşme ora n l a r ı n ı n
daha da y ü kseldiği ni buldu .
Geçi m i n i SPPV hastal arına tavsiye etti kleri pahal ı gi r i ş i m ­
lerden sağlaya n cerrah lar konuya şüpheyle yak laştı; Epley ' n i n
hastaların kafasına v i bratör tutması da onu çatlak olarak
yaftal a m a l a rı nı kolaylaştırd ı . Kon feranslarda alay konusu
ol uyor, tıp mesleğine yakışmayacak ta rzda davran makla suç­
l a n ı yord u . 1 980'lerin başında m a nevralarını mükemmel hale
get i r m i şt i ; ancak pozisyona bağl ı vertigo için bu zararsız, et­
kili, i laçsız ve ameliyatsız tedav i n i n meslektaşları n ı n saygı s ı n ı
kaza n m ı ş b i r dergide yay ı m l anması on y ı l ı buldu. Bütün d ü n ­
yada k l i n i k lere yayılması ise birkaç yıl d a h a aldı .
Epley m a nevrasını herkes yapabi l i r; ha reketlerin s ı ra s ı n ı
i nternetten b u l u p indirebi l i r, ha tta evde kendi kend i n i ze dene­
yeb i l i rs i n i z. Ancak boyunla ilgi l i sorunları ve dolaşım prob­
lemleri olanların dikkat etmesi gerek i r. Manevralardan i l k kez
haberdar olup denemeye başladığımda, Epley ' n i n bulgu l a rı n ı
yay ı m la m a s ı n ı n üzerinden on y ı ldan uzun zaman geçm i ş t i .
Epley, O regon k l i n iğinde yüzde 90' ı n üzerinde ş i fa ora n ı b i l ­
d i r m i şt i ; yöntemi İskoçya 'da uygulamaya başladıktan sonra
alacağım sonuçl a r da bir o kadar hayret verici olabi l i rd i .

ve bacakl arını yastıklara doğ­


W I RV E LL " İ O DA S I N A GÖTÜ R D Ü M

ru uzatacak şekilde yatağı n ayakucu na oturması n ı i sted i m .


Nautilus kabuğu gibi alışılmadık derecede bük l ü m bük l ü m ,
küçücük kulakları olduğunu fa rk etti m . Elleri mi kulakları­
n ı n üzerine koyup, çenesi sol omzuna bakacak ve başı yatağı n

68 İ NSA N VÜC: l ! D l! N A S E YA H AT
ayakucundan dışarı gelecek şek i lde geriye doğru devird i m
o n u . Epley, b u pozisyonla b a ş ı n yerçek i m i ne göre, soldaki
kristal lerin yarı mdaire kanallarından sürüklenmesini sağl aya­
cak şekilde konu mlandırılabi leceği ni tah m i n etmişti . Manev­
ran ı n a rd ı ndan birkaç saniye bek l ed i k .
" H içbir ş e y olmuyor, " d e d i a l n ı nı k ı rıştırarak . "Bunun
baş dönmesi n i geçi rmesi m i gerekiyo r ? "
Onu, bu k e z çenesi n i sağ omzuna bakacak şek i lde tek ra r
geriye doğru düşürdüğümde bütün vücudu geri ldi ve gözleri ,
iç kul aktaki labirentin h issettiği ya n ı l tıcı hareketi i zleme çaba­
sıyla osiloskop ışığı gibi bir seği rme h a reketi yap maya başlad ı .
" İşe yara m ı yor! " diye söylendi d i şleri n i gıcırdatarak , " Daha
beter oldu ! "
Sağ ta raftaki kanallar SPPV'den etkilen m i şse çeneyi sağa
çevirerek yatmanın atağı başlatma ihtimali en yüksek hareket
old uğu 1 950'lerde a n l a ş ı l m ı ş t ı . O konumda otuz saniye kal­
dıktan sonra gözlerindeki seği rme ha reketi hafifled i . Hala ya­
tağın ucundan sarkan başın ı yava şça doksan derece çevirerek
çenes i n i sol omzuna doğru dönd ü rd ü m . Vertigo tek ra r başladı
ama bu kez daha h a fi fti . Bir otuz saniye daha geçtikten sonra ,
çene pozisyonunu koruyarak onu sol ya n ı n a doğru yatırd ı m ;
böylece boynunun pozisyonundan ötürü a r t ı k halıya bakıyor­
du. Vücudu rahatlad ı , dişleri gevşed i ; bel i rtiler kaybol uyord u .
Otuz saniye daha bekledikten sonra o n u oturttum v e çenes i n i
yavaşça yukarı kaldırıp karyola başlığına bak m a s ı n ı i sted i m .
" Ş i m d i n a s ı l s ı n ı z ? " diye sord u m .
B i r a n l ı k d u raksa m a n ı n ard ı n d a n , denemek için sağ o m ­
zunun üzeri nden geriye d ö n ü p baktı . " Ş i m d i l i k her ş e y yol u n ­
d a , " d e d i bacaklarını yatağı n ken a rından sallandırarak.
" Başın ızı öne eğmeyi deney i n . "
Ayağa kalktı, başını öne eğip sağ omzundan geriye doğru
baktı ; daha önce vertigo atağı n ı başlatan hareketti bu. " S i h i r
g i b i . . . kara b ü y ü tıbbı ! "

i <,: K U L A K : K A R A BÜ Y Ü V E V E RT İ G O 69
risksiz ve etk i l i b i r tedav i n i n tıp dergilerinde yer
BU D E N L İ BA S İ T ,

alması neden on yıl sürd ü ? Doktorların akılcı insanlar olduğu ,


tıbbi bak ı ş ı n , en iyi b il im uygula masında a rzul andığı üzere
yan l ı l ıktan azade ve yen i fi kirlere açık olduğu görüşü yan l ı ştır.
Hekimler de hayatın diğer bütün alanlarındaki p rofesyoneller
kadar önyargıya ve ko rumac ı l ı ğa meyillid ir; a radaki tek fa rk ,
h a k l ı olarak daha yüksek standartlara tutun ma mızd ı r.
Epley manevrasının basitl i ği ve etk i n l iği bir hokkabaz l ı k
n u m a rası g i b i görünse d e , ay n ı zamanda modern tıptaki bü­
tün ilerlemelere rağmen , vücud un ve onun i şleyiş mekanizma­
l a rı n ı n bizi hala şaşırtabildiği n i hatırlatır. Hekimler binlerce
y ı l d ı r şiddetli ve insanı aciz b ı rakan vertigo atakları karş ı s ı n ­
da çaresiz kalmıştır. SPPV 'yi çözen yöntemin yeni bir tara ma
cihazı ya da m i k rocerrahi yöntemi gibi tekn i k b i r gel işmeden
deği l ; yaratıcı düşünme, bir garaj ve birkaç plastik hortum
p a rçasından çıkmış olması cesaret ve ricidir.
GOGOS
6

Akciğer: Yaşamın Nefesi

Bir ya nda kutsal ateş: hafi f, i nce, her yönde kendi ile ay n ı . . .
Ta m tersi ise karanlık gece; kesi f ve ağı r b i r c i s i m .
Pa rmenides, Doğa Hakkınd<1

a rka taraftaki küçük


<,: A L I ŞT I G I M AC İ L S E RV İ S L E R D E N B İ R İ N D E ,

avluya açılan gi zli b i r kapı vard ı . A m bulans h astay ı , zaten öl­


müşse bu raya geti rird i . A n a gi riş kapısın da yan ı p sönen mavi
ışıklar yeri n i ketum bir kapı vurma sesine b ı rakırdı ve dok­
torlard a n biri dışarı çık ıp morga götü rül meden önce hastan ı n
öldüğünü doğrul a rdı .
Ö l ü m teşh i s i n i doğru l a rken yapılması gereken sadece
üç şey va rd ı r : gözbebekleri n i n ışığa tepki verip vermed iğine
bak mak, şahdamarında nabzı kontrol etmek ve k i ş i n i n nefes
alıp al madığı n ı anla mak için göğsü stetoskopla d i n lemek . En
açıklayıcı olan nefestir; Rönesans döneminde akciğerlere hava
gi riş ç ı k ı ş ı olup olmadığı n ı a n l a m ak i ç i n dudakların üzerine
kuş tüyü koya rl a rd ı . Ders kitapl a r ı n d a , tam b i r dakika süreyle
göğsü d i n lemek tavsiye ed i l i rse de ben , agonal solunumu ya
da o zayıf, nihai kalp atımın ı kaçırırım endişesiyle genel l i k l e
d a h a uzun süre d i nleri m . Ama feri k a ç m ı ş gözlerin süt rengi
bu l a n ı k l ığı , beni genel likle ö l ü n ü n gerçekten de ölü olduğu n a
i k n a etmeye yeter. Büyüyen gözbebek lerinden ya nsıya n , abisi
andıran d ipsiz boşluk da ölümü ele verir.
B i r gece, Edinburgh 'daki b i r köprüden yol a atlayıp ölen
b i r adam geti rilmişti . Tıbbi kayıtlarında, psikiyatri stleri n o
h a fta içinde adamı değerlend i rd iği ve " keyfi n i n yerinde oldu­
ğu " yazıyord u . Görgü tanıkları adamın, düşürdüğü kıymetli
b i r şey i almak i stercesine, bir a n bile tereddüt etmeden kork u­
luk duvarından atladığı n ı söylüyorl a rd ı .
Cesed i berbat durumdayd ı . Boynu k ı r ı l ı p dönmüş, d i l i ve
boy un bölgesi şişmişti ama sıyrıklardan pek fa zla k a n a m a s ı
yoktu; kalbi yere çakıldığı anda d u r m u ş olsa gerekt i . Gözle­
rine tuttuğum fener ışığı n ı n ayd ı n lattığı boş bakışları izled i m .
Ne gözbebek lerinde küçülme oldu n e d e yüzeyden ışık ya n s ı ­
m a s ı . Şahdamarında nabzın ı kontrol ederken bek len med i k b i r
ş e y h i ssetti m : Parmak uçlarımın altından b i r çıtırtı gel i yord u .
Nabzı n ın atmadığını gö rüp d e stetoskobumu göğsünün üzeri­
ne koy unca ay nı çıtırtıyı bu kez daha güçl ü duyd u m . Zem ine
çak ı l d ığı anda basıncın etkisiyle akciğerleri patl a m ı ş olmalıy­
dı. D uyd uğu m mısır patl a m ası sesine benzer çıtırtıların nede­
n i , normalde akciğerlerin içinde bu lunması gereken hava n ı n
vüc uttaki d i ğer dokuların a rasında yayıl masıyd ı .
Vücuttaki hava ile suyun, u fuk çizgi s i n i n ayı rdığı göky ü­
zü i le deniz m i sali ayrı ko mpartı manlarda bulunması gere k i r.
Gözleri , nabzı n ı n ve solunum sesleri n i n olmaması beni ö l d ü ­
ğüne ikna etm i ş olmasayd ı bile, h u ederd i . S o l u n u m seslerini
n a fi l e b i r çabayla duymaya çal ı ş ı rken , köprüden atlayan bi­
ri n i n neler h i ssedebil eceği n i düşünüyord u m ; toprağa doğru
çeken yerçek i m i ve çaresi z l iğin karanlığı olmasayd ı eğer, insan
nasıl bir hafifleme ve özgürl ük h i ssederd i k i m b i l i r. . .

A KC i (; E R L E R N E R E D E YSE TA M A M E N havadan oluştuğu için vücut­

ta yoğu n l uğu en az olan organdır. İngili zcede akciğer a n l a ­


m ı n a gelen " l ung "kel i mesi, H int-Avrupa d i l ler-inde " h a fif"
a n l a m ı n a gelen b i r sözcükten türem i ş Germanik köke n l i

74 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
lungen kel i mesinden gel i r. Geleneksel Çin, Ayurvedik ve Yu­
nan tıbbında, hava n ı n gözle görülemeyen ruhlar ya da enerj i­
ler (sırasıyla çi, prana ya da pneuma olarak adlandırı l ı r) taşı­
dığı görüşü hakimdi . Bu bakış açısıyla beden leri m i z ruh larla
dolu b i r ortamda bulunur, akciğerleri m i z ise fiziksel d ünya ile
ru hlar alemi arasındaki arayüzdür. Yu ha nna İncil ' i nde ebedi­
leşen Yu nan görüşüne göre ilk p rensip logos yan i sözd ür; va r
oluş, nefes alıp veri rken çıkan sesler yoluyla vücut bul u r. Sesli
okunmak üzere yazı l m a m ı ş meti nlerde dah i , okuyana nefes
payı bı rakan noktala m a işaretleri k u l l a nı l m ı ştır.
Dokuları o kadar i nce ve n a r i n d i r ki akciğerler ruh kadar
hafi ftir. İçlerindeki zarl a r, tıpkı yaprak döken ağaçların dalla­
rındaki yapraklar gi b i , havayl a temas yüzey i n i olabildiği nce
gen iş tutacak şek i lde düzenlen m i ştir. Yap rakların havadan
karbondioksit alıp dışarı oksijen vermesine benzer şekilde, ak­
ciğerler de h avadan oksijen alıp d ı şarı karbondioksit verir. Bir
yeti şki n i n akciğerlerindeki bütün zar yapıs ını açabilseyd i n i z
on beş-y i r m i yaşındaki bir meşe ağacı n ı n bütün yapraklarına
eşdeğe r, doksan metrekarenin üzerinde b i r yüzey elde eder­
diniz. Stetoskopla d i n lediği n i zde h ava n ı n hu zarların içi nden

A KCİ(; E R : YA Ş A M I N N E F E Sİ 75
geçerken çıkardığı , hafif bir esintiyle h ı ş ı rdayan yaprakların­
kine benzer ses i n i duyabi l i r s i n i z . Doktorlar solunum sesleri­
n i d i nlerken duymak i sted i kleri ses budur: nefesi göky üzüne
bağlayan açık b i r yol , hava n ı n h a fifl i ği ve serbest h a reket i .
Doktorlar, i ç i n d e s o l i d (içi s ı v ı y l a dolu olmaya n , k a t ı ) b i r
o l u ş u m bulunup bu lunmadığı n ı anla mak için stetoskopla a k ­
ciğe rlerden gelen s e s i d i n ler. Eğer t ü m ö r y a da enfeksiyo n n e ­
deniyle akciğer dokusunda bir yoğunlaşma varsa boğuk s e s l i
b i r e s i n t i g i b i gelen solunum s e s i yerine, hastalıktan kaynak­
l a n a n b i r ı sl ık ve uğultu duyulur. Stetoskopl a , hasta n ı n sesli
söy lediği sözcüklerin göğüs duvarındaki i leti m i olan " vokal
rezon a n s " ta a rtış olup olmadığına bakarız. Büy ü k havayo l l a ­
rından geçen havanın çıkardığı s e s olan " b ronş sol unumu "nu
d i n leriz. Bu sesler sağl ı k l ı dokuda duyulmaz a m a yoğu nluğu
artmış akciğerlerde akustiğin değişmesinden ötürü açığa ç ı k a ­
b i l i r. " K repitasyon" dediği m i z , i r i n v e m u k u s u n i nce zarl a r ı
birbirine yapıştırmasından kaynaklanan üçüncü b i r s e s ise t ü ­
m ö rden ç o k , enfeksiyonda duyulur. B i n lerce m i n i k hava o d a ­
c ı ğ ı her nefeste a ç ı l ı p kapandıkça, akciğerlerin etrafı i n c e b i r
köpük tabaka sıyla sarı l ı y m ı şçasına s e s çıkarır.
Akciğerler zihnimde hep h a fifl i k , havadarl ı k ve canl ı l ı k l a
i l gi l i çağrı ş ı m l a r uyandırır. H a stalandıkları zamansa o h a fi f­
l i ği kaybed i p bizi mezara doğru çeken b i r ağırlığa dönüşürler.

kuru öksü rük yüzün­


B I L L D E WA RT ' I N İ L K Ş İ K AY E T İ Ö K S Ü RÜ K T Ü ;

den konuşu rken cümlesini tamamlaya mıyor, geceleriyse k a rı­


sından yatakta d i rsek yiyip d uruyord u . Başında kasket i , elinde
bastonuy l a yü rüyen B i l i yetm i ş altı yaşında olmasına rağmen
güçlü kuvvetli bir adamdı ve hala tesisatçı olarak çal ı ş m aya
devam ediyord u . İlerleyen yaşı n ı n onu sinsice yakal amasın d a n
ürk müş, ş a ş k ı n bir i fadeyle bak a n y ü z ü ya ş ı ndan d a h a genç
gösteriyord u . Ben emekl i l i k konusunu açınca, " Çalışmayıp da
ne yapacağı m ? " diye sord u . " Bütün gün evde oturup karıma
ayak bağı mı olay ı m yan i ?"

76 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YAHAT
"Ne kadar sigara içiyo rsunu z ? " d i ye sord u m , sağ elinin
sigaradan sara r m ı ş parmaklarını görünce.
"A l t m ış beş y ı l d a n beri günde k ı rk tane," dedi " ve ş i m d i ­
l i k b ı rakmaya h i ç n i yeti m yok ! " G ü l erken ya n ak l a r ı n ı n üze­
rindeki k ı r ı ş ı k l ı k l a r deri nleşiyo rd u . " S i g a ra ! " dedi sara r m ı ş
p a r m a ğ ı n ı bana doğru sallayara k . " S i z doktorl a r başka b i r
ş e y konuşmazs ı n ı z zaten ! "
Akciğerleri nden ne kadar h ı z l ı h ava boşaltabildiğini
gö rmek i ç i n b i r a k ı m ölçere ü fl e m e s i n i isted i m . Ya ş ı n a gö re
o l m a s ı gerekenden daha yava ştı a m a s i g a ra içmesi bu duru­
mu a ç ı k l ıyord u . Göm leği n i n d ü ğmeleri n i çözmes i n e yard ı m
ettikten sonra sol e l i m i göğüs d u va r ı n ı n a rk a tarafı n a yer­
leştirip, o el i m i n p a r m a k l a r ı n a s a ğ el i m i n orta p a r m a ğı n ı n
ucuyla v u r m aya b aşl ad ı m . Sağl ı k l ı akciğerler üzerinde bu
vuruşl a r, sol elde h i ssed i l e n h a fi f b i r esnemeyle b i rl i kte yu­
muşak ve boğuk b i r davul sesine benzer b i r ses ç ı k a r ı r. Ak­
ciğer dokusu s ı v ı y l a d o l a rsa ya d a solid kitle va rsa , d avulun
deri s i n e deği l de kasnağına v u r u l d u ğundaki gi bi sert ve tok
bir ses ç ı k a r.
Göğs ü n ü n h e r tarafı n ı -ö n , a rk a , ü s t , orta ve a l t- d i nle­
dim. Ses her yerde boş t ı n l ıyord u . Ay n ı güzergah ı i z leyerek
bu kez c i ğerleri n i stetos ko p l a d i n l ed i m : Her iki akciğerde
de yaprak h ı ş ı r t ı s ı gibi y u m u ş ak solunum sesleri d u y u l u yo r­
d u ; a k c i ğerde s o l i d b i r a l a n old uğunu d ü ş ü n d ü recek bulgu
yokt u . Son o l a ra k , ay n ı bölgeleri d i n l erken o n d a n a r t a rd a
" o n - o n bi r " s ay ı l a r ı n ı tek ra rl a m a s ı n ı İstedim ( " n " s e si gö­
ğüs duvarında özel l i k l e bel i rgi n rezo n a n s yaratı r) . Sol ve
sağ, ü s t ve a l t , ön ve a rk a akciğer a l a n l a rı n da ses y u m u şak
ve bel l i bel i rs i z i l e t i l iyord u . Hava boşl u k l a r ı n d a yoğu n l u k
a r t ı ş ı o l a n b i r akciğe rd e n bek leyeb i l eceği m ç ı t ı r t ı d a n eser
yoktu .
" Ciğerler inizde enfeksiyon olduğunu sanmıyoru m , " de­
d i m . " Ve görebildiğim kadarıyla aldığı n ı z i l açların öksürük
gi bi b i r ya n etkisi yok . " Bak ı ş l a r ı m , yüzünden sigara n ı n

A KC İ (; E R : YA Ş A M I N N H E S İ 77
sararttığı parmaklarına kayd ı . "A ma y i ne de birkaç kan tetki ­
k i v e b i r akciğer fi l m i isteyeceği m . "

G Ö G Ü S H A STA LI K L A RI BÖ LÜMÜ '.'J D E iki hocam va rd ı . B i r i , k l i n i k


m u ayene gel eneği ne sıkı sıkıya bağlıyd ı v e bize telefon reh beri­
nin altına bozuk para koya rak göğü s perküsyonu çal ışmamızı
öğütlerd i . " Gözünüzü kapatıp telefon rehberine parmağı n ızla
vurun," derd i , " bozuk para n ı n üzerine geldiği n i zde akustik
b i ra z deği ş i r. " Akciğer muayenes i n i n , kariyeri m i z süresi nce
gel i ş t i rebi leceği miz hassas ve i ncel i k l i bir i ş olduğunda ısrar
ederd i . D iğer hoca mız ise bu yöntem i n , kafatasındaki şişl i k le­
ri k utsal bir kişil iğin göstergesi olarak değerlendirmenin ya da
i d r a rd a şeker olup olmadığını anla mak için tad ına bak m a n ı n
işi tsel k a rşıl ığı old uğunu düşünüyord u . İ l k dersinde b i r akci­
ğer fi l m i gösterip " İ şte, " demişti, "göğüs bölgesi böyle muaye­
ne edi l i r. X ışınlarıyla . "
B i l i Dewart'ın akciğer fi lmi b a n a oldukça normal görün­
d ü . Soluk borusu düz i n i yor, aşağıda Y biçimi nde çatal l a n a rak
i k i ye ayrı lıyor ve her biri bir akciğere gi rip dallanıyord u . S i yah
gö rünen akciğerlerde tümör ya da enfeksiyon düşündüren b i r
yoğu nluk yoktu . Bir sorun va rsa eğer, o da akciğerlerin fazla
siyah görün mesiydi ki bu, altmış beş y ı l l ı k siga ra ti ryak i l iği n i n
yol açtığı a m fi zemden kaynaklanı yord u . K a l p boyutları göğüs
çapına göre normald i ; diya fra m s ınırları net seç i l i yord u . A m ­
fi zem d ı ş ı n d a görebildiğim tek anormal l i k , sağda kaburgal a rı
üzerinde seçebildiğim bazı boğum boğu m kalınlaşmalard ı .
" K aburgal arınızı kırd ı n ı z m ı h i ç ? " d i ye sord u m .
" H ı - h ı , " d e d i hafıza s ı n ı yokl aya rak . "A ma ötek i a d a m ın
d u rumu daha kötüyd ü . "
" Sonuç itibariyle öksürüğünüzü açıklayacak b i r neden
göremiyoru m , " ded i m .
"Azıcık d a h a i y i y i m gal i b a , " d e d i ama ikna olmamıştı m .
" E n iyisi b i r inhaler deneyel i m ve balgam tah l i l i yapal ı m .
S i z i önümüzdeki hafta tek rar görey i m . "

78 İ N S A N V ( I C l l D l l N A S E YA H AT
TEK R A R GELDİGİNDE " Öksürük eskisi nden de beter, " ded i . " Üs­
tel ik karım kilo verdiği m i söylüyor. Ku rtl a r gi bi yiyorum ama
kilo alam ıyoru m . " Yi ne parmakla vura rak akciğerlerini muaye­
ne etti m ; yine solunum seslerini di nled i m a m a normalin dışın­
da bir şey duymad ı m . " Ve o inhaler de hiç işe ya ramadı," ded i .
" Henüz erke n , " ded i m . " B i ra z d a h a denemeye değer. "
"Fazla uzun sürmesin a m a " ded i , "yoksa geride benden
pek bir şey kalmayacak . "
O n a , kalorisi yüksek içecek lerle b i rl i kte, öğünler a ra s ı n d a
çikolata yen mesini v e bütün yemeklerin pey n i re bul a n m a s ı ­
nı tavsiye e d e n b i r d i yeti syen i n h a z ı rlad ığı p rogra m ı verd i m .
Ay rıca yeni bir akciğer fi l m i isted i m ve göğüs hasta l ı k l a rı uz­
m a n l a r ı n a bilgisayarlı tomogra fi i stemeyi düşünüp düşün me­
diklerini sord u m .

A KC: i (; E R : YA Ş A M I N N E F E S İ 79
İ k i nci akciğer fi l m i n i n raporu hemen ertesi gün elektro­
nik ortamda gönderi l d i ; radyolog durumun postay ı bekleye­
meyecek kadar acil old uğunu düşün müştü . " Ö nceki fi l mle
k a r ş ı l aştırı l d ı , " ya zıyord u rapord a . " Mediyastende gen işleme
ve sağ b ranşta , subk a rinal lenfadenopati düşündüren defor­
m asyon mevcu t. BT ile i l eri tetk ik öneri l i r. "
Radyoloğun sözünü ettiği "karina " , soluk borusu n u n ,
biri sağ, diğeri s o l akciğere giden iki bronşa ay rıldığı nokta d ı r.
Lati nce b i r sözcük olan " k a r i n a " , "gemi omurga s ı " a n l a m ı n a
gel i r ve vücutta iki eği m l i düzlem i n , gem i gövdesi n i n o m u rga
boyunca b i rleşmesi gi b i , ortada bir sırt yaparak b i rleştiği bö­
l ü m leri tarif eder. Vücudumuzda iki karina daha va rd ı r : B i r i ,
beyinde kemer şeklinde b i r d o k u bandı n ı n altında bu l u n u r ve
i k i ya rıküren i n bel lekle ilgili bölümlerini b i rbirine bağl a r; d i ­
ğeriyse vaj inanın a l t böl ümünde, üretra n ı n vaj i na duva r ı n d a
girinti yaptığı yerde bu lunur.
Karina, insanda havayolunun en d uya rl ı k ı s m ı d ı r : Soluk
borusu n a kaçan fı ndık fı stık ya da lokmanın aşağı doğru i n e r­
ken i l k ça rpacağı yerdi r. Duyarl ı olması gerek i r çünkü akciğere
doğru giden herhangi b i r şey öksürükle hemen d ış a rı atı l m a ­
lıdı r; a k s i takd i rde enfeksiyona y a da boğu l m aya yol açab i l i r.
Karina etrafındaki şişme, i rita syo n yapan her ne o l u rsa o l s u n
v ü c u t o n d a n kurtulmaya çalı ştığı için i natçı ve rahatsız edici
b i r öksü rüğe neden olabi l i r. Radyoloğun i fades i , k a r i n a n ın
altındaki lenf bezlerinin büyüyüp şiştiği n i ve havayo l u n u n ,
çok fazla sa fray l a yüklen m i ş b i r gem i gi b i , rah atsız olduğunu
düşündürüyord u .
Bilgisaya rl ı tomografi , B i l l ' in soluk borusu etrafındaki
lenf bezleri n i n yanı s ı ra havayo l l a rın ı n , atarda m a r ve top l a r­
d a m a rla r ı n akciğerlere gi rip çıktığı bölgedeki lenf bezleri n i n
de büyümüş old uğunu doğrul a d ı . Bu bölgedeki l e n f bezlerine
akciğer dokusunun lenfi boşa l ı r ; dolayısıyla büyümüş ol ma­
l a rı , t ü m ö r hücreleriyle y ü k l ü oldukla r ını düşündü rüyord u
a m a başka ihtimaller de vard ı : enfeksiyonla r ve az görülen

80 İ l" S A N V Ü C U D U N A S E YAHAT
bazı bağışıklık sistemi sorunları . A l tta yatan neden i n hangisi
olduğunu a n l a mak için biyopsi yap ı l ması gerek iyord u .

hava üflediği n i zde nefesinizi sıcak ve


ELİNİZE A G Z I N I Z AÇI K KEN

nemli hi ssedersiniz. Dudakları n ı z ı büzüp tekrar üfl ersen iz bu


kez nefesiniz soğuk gel i r. Rönesans dönemi nde ruhun vücu­
da en s ı k ı tutunduğu yerin dudaklar olduğuna i n a n ı l ı rd ı ; ne
de olsa ya şam nefesi n i n vücuda gi rip çı ktığı yerd i . S ı rf ağzın
biçi m i n i değişti rmekle nefesin sıcak-soğuk a rasında değişebi l­
mes i , b i r zamanla r, canlıl ığın ispatı kabul edi l i rd i . Oysa ger­
çek b i raz daha s ı radandır: Dudaklarınızı büzdüğünüzde hava
basınç altında kalır; basınç altı ndaki bu h ava yeniden genleşir­
ken eli n i zden ısı çeker ve seri n l i k hissi verir.
Burundan nefes aldığı nızda h ava , burun kemikleri n i n
" konka " d e n e n v e havayı türb i n b ı ç a k l a r ı n a benzer şek i lde çe­
v i rerek yönlendiren kıvrı mları arasından geçer. Konkalar, bur­
nun a rk a s ı n a , omurganın ön k ı s m ı n ı n kafatasıyla eklem yap­
tığı yere doğru ilerleyen h avay ı yava şlatır, ısıtır ve nemlendirir.

Jlıdian glono-�glottic fold


EpiJlottia

Ymtri"1lltır Jo14

Gray 's A natomy, şek i l 956, 1 9 1 8 bası m ı

A KC: i (; E R : YA Ş A M I N N E F E S İ 81
H ava , " burun arkası boşluğu" denen bu açılı bölgeden d i l i n
geri s i ndeki gırtlak k ı k ı rd ak l a r ı n a , yal a ncı v e gerçek s e s tel­
lerin i n arasından geçecek şekilde yönlend i r i l i r. Nefesten ses
ü reten anatomik yapıların i s i m leri bi raz karmaşıktır: tritice­
al, kornikülat ve aritenoid k ı k ı rdaklar; küneiform tüberk ü l ve
ariepiglotik kıvrı m .
G ı rtlaktaki kaslar -ister p a n i k içi nde çığlık atıyor, i ster
a rya söylüyor olalım- bu yap ı l a r arasındaki geri l i m i ve buna
bağlı o l a rak da ses perdesini değiştirir. Nefes ses tel lerinden
geçtikten sonra 1 0- 1 5 cm daha ilerleyerek karinaya ulaşır ve
a rd ı n d a n hava akı m ı , gemiyi alttan saran su gi bi sağ ve sol
akciğere gidecek şekilde ayrı l ı r.
Sağ akciğer, kalp tarafından sıkıştırıl mad ığı için soldaki­
ne göre daha büyüktür. Ay rıca sağ akciğerin içi nden geçen ha­
vayo l u , soldakine göre daha d ikey doğrultuda i lerler; o neden­
le, soluk borusuna fı stık ya d a d üğme kaçtığında , sağ akciğere
gitme o l a s ı l ığı daha fazladır. Büyük d a m a rların gi rip çıktığı
akciğer kökünden uçl a rdaki yapraksı zarl a ra dek uzanan h a ­
vayolları bir ağacı andırır; hatta u z m a n l a r bu nedenle " b ronş
ağacı " teri m i n i kullanır. H avayollarının anatomisi üzeri nde
titizlikle çal ı ş ı l m ı ş olmasının tek nedeni çocuk ların soluk bo­
rusuna kaçan küçük cisi mleri çıka rmak deği l , bu bi lgiyi cer­
rahide kullanmaktır. Bir akciğer tümörünü kesip almak isti­
yo rsa n ı z akciğerin etkilenmiş segmentini, oraya hava götüren
h avayolu dalıyla b i rl i kte çıkarmanı z gereki r.

sonucu korkularımızı doğru la­


YA P I L A N L E N F N O D U B İ YO PS İ S İ N İ N

dı. İ l k akciğer fi l m i temiz olduğu halde Bili akciğer k a n seriyd i .


Tü mörün konumu ve yay ı l m ı ş olması, amel iyatın bir seçenek
o l m a d ı ğı a n l a m ı n a gel iyord u . Doktorlar, bir orga ndaki kan­
ser m i ktarını i fade etmek için garip bir ter i m k u l l a nı rlar: "tü­
mör yükü." B i l l ' i n ciğerleri ağırlaştı kça vücudu ve sesi zay ı f­
layıp h a fi fl iyord u . İ l k başlarda muayeneh aneme gelebi liyord u ,

82 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
ancak biyopsiden birkaç ay sonra ben , neredeyse i k i haftada
bir akşa m l a rı onu gö rmek için b i s i k letle evine gitmeye baş­
l ad ı m . Her zamanki gi bi soğu k k a n l ıyd ı . Görüşmeleri m i z sı­
ras ında genel l i k l e elinde sigara olur, burun deliklerinden bir
çift fabrika bacası gibi duman tüterd i . Sigarayı bırakmak için
çok geç kaldığı n a hükmetm işti . Başının üzerinde bulut bulut
yükselen duman, sözcüklerini b i ç i m lendirip somutlaştırıyor­
du sank i .
H a ftal a r geçtikçe t ü m ö r büyüdü v e ciğerleri ağırlaştıkça
göğsünü d i nlerken d uyduğu m sesler deği şmeye başlad ı . Kari­
nasında ıslık çalan nefesi n i işitiyor, katılaşan akciğer dokusu­
nun i l ettiği kaba sesi daha net duya b i l i yord u m . Çok geçmeden
evde dolaşırken , kulaklarının üzeri nden, burnunun altından
geçen i nce boru l a rl a aldığı oksijen desteği ne ihtiyaç duyar
hale gel d i . Sigara içen birinin evi nde oksijen kaynağı bu lun­
ması teh l i keli old uğundan sigaray ı b ı rakmak için b i r neden i
va rdı n i h ayet. B ı rak ı rken ne k a d a r zorl a nd ı ğı n ı sorduğu m d a ,
gü lücük a rşivinden s ı c a k b i r tebessü m l e yan ı t verd i . " H iç zor
olmad ı , " ded i , " y ı l l a r önce bırakmalıyd ı m . "
Sonbah a rda ta n ı kon muştu, i l k bahara gi rerken oturma
odasındaki koltuğunu çıkarıp yerine b i r hastane yatağı koy ­
dular. "Bu muhteşem b i r şey, doktor, " dedi yatağın başı n ı
yüksel tip indiren düğmeleri gü l ü m seyerek b a n a gösteri rke n .
" B u n l a rdan birini ed i n mek i ç i n k a n ser o l m aya değer doğru­
su. " B i l i gü l üyordu ama karısı gü l müyo rd u .
Top rak altındaki tünellerin gerçekten de nefes alıp verd i ­
ği , k i reçtaşından yap ı l m ı ş a raziler va rdır; s ı c a k gündüz saat­
lerinde nefes verip, gece toprak soğurken nefes alırl a r. B i r ak­
şamüstü B i l l ' i kontrol etmeye gittiği mde nefesi tıpkı öyleyd i :
soğu k , yava ş ve toprağı n deri n l i k l erinde yatan belleği taşıyan
b i r nefes. " Ş u raya bak , " ded i , bahard a yeşeren ağaçl arın ol­
duğu tepeyi göstererek . " O ağaçla r ı n a rkasında ne va r bil iyor
musu n ? "

A KC i (; E R : YA � A M I N N E F E S İ 8.�
Pa rmağını takip etti m . " H ayır, buradan pek iyi gö re m i ­
yor u m . "
" K rematory u m , " ded i . B i rkaç saniye sonra ekled i : " Ko rk­
m u yorum . Hareket edemeyecek kadar nefessiz kaldığımda ba­
casından tüten dumana bakıyorum ve düşünüyorum d a , orada
olup şeh rin üzerinde süzül mek o kadar da kötü o l m ayab i l i r. "
Sadece ağaçl arın ve dumanın hareketine bakarak varl ığını
h i s sedebildiğimiz, bir ruh kadar hafi f rüzgar, en azından o
gün , b i r başkasının küllerini savuruyord u .
7

Kalp: Martı Sesi Üfürümleri ve


Meddücezir Üzerine

Dinle! Nabzı m , boğu k bir dav u l sesi gibi


Adım adım atıyor, haber veriyor sana geldiğimi
B i s h o p Henry K i ng, " Exequy " [ Cenaze A l ay ı ]

STETO S K O P B U LU N M A DA N Ö N C E hek i mler hastalarının k al b i n i


dinlemek için kul ağın ı hasta n ı n göğsüne yaslard ı . Başımızı
sevgi l i m i z i n , anne babamızın ya d a çocu k l a r ı m ı z ı n göğsüne
yas l a m aya alışkınızdır a m a b i r iki kere acil b i r çağrı üzerine
hasta n ı n evine giderken stetoskobumu yan ı m a almay ı unut­
tuğu m için bu geleneksel yöntemi yeniden keşfetmek zorun­
da kal d ı m . Kul ağı n ı zı bir yabancın ı n göğsüne daya mak -he m
mesafe l i h e m s a m i m i- garip b i r duygudu r. Pa rmağı n ı z l a
boşta kalan k u l ağınız ı t ı k a r s ı n ı z . D ı şarıdan gelen gürültüyü
saf dışı bırakınca, kalbin adacı k l a rından ve kapakçı k l a rdan
geçen k a n ı n ses i n i duymaya başlarsınız. K l a s i k i n a n ı ş a göre
kalbe giden kan, akciğerlerdeki h avadan saflaştı r ı l m ı ş yaş a m ­
s a l ruh, pneuma i l e karışırd ı . Eski ler, vücudun i ç i n d e , deni zd e
rüzga rla dalgaların kabarmasına benzer b i r ç a l k a l a n m a oldu­
ğunu hayal etm i ş olsa gerek. B i r h a stanın göğsüne k u l ağı m ı i l k
kez d ayadı ğı mda, çocukken kulağıma tuttuğu m denizkabuğu­
nu d i n lerken içi ndeki okyanusu h ayal ettiği m i a n ı msamıştı m .
Sıvı dar bir açı k l ı ktan bir kuvvet tarafından itildiği zaman
türbü l a n s oluşur ve dar b i r kanyondan akan nehrin k u l a k l a r ı
sağı r e d e n gürültüsü gi b i , kalpteki türbülans da gürültü y a ­
rat ı r. Tıp öğrencileri, b u seslerdeki n ü a n s l a r ı ay ı rt edeb i l mek
ve k a lptek i kanyon ların ne kadar daraldığı n ı -ya da t ı k a n d ı ­
ğı n ı- a n l ayabil mek için di kkatle din lemeyi öğrenirler. İ n s a n
k a l b i nde d ö r t kapakçı k va rd ı r. Bunlar kapanı rken iki fa rklı
ses duyarsı nız. İlk ses, en büyük iki kapakçığın -mitral (bi­
k ü s p i t) ve triküspit- kalp atı m ı n ı n sistol adıyla b i l i nen, k a n ı n
karıncıklardan atardamarl a ra pompalandığı aktif döneminde
kapanması s ı rasında oluşur. Bu kapakçıklar o den l i gen i ş t i r
k i yaprak larına tutunmuş, arp tel lerine benzer kal ı n bağl a rl a
destek lenmesi gereki r. İki nci s e s i ol uştura n , karıncıklar ye­
niden dolarken (diyastol) geri ak ı ş ı önlemek üzere kapa n a n
diğe r i k i kapakçıktır ( a o r t ve pul moner kapak l a r) . Sağl ı k l ı
k a pakçı k l a r, eldiven l i b i r parmağın deri kaplı bir masa n ı n

Jnjrrior
n" rwJ mm

Jf rmJdrı HOfU<
M plrı11•
N rrllt"1dı
pıchrıali

Gray 's A natomy, şek i l 498, 1 9 1 8 bası m ı

86 İ N S A N V CI C U D U N A S E YA H AT
üzeri nde tıpırda masına benzer y umuşak b i r vuruş sesiyle ka­
panır. Eğer kapak l a r sertleşmişse ya da yetersi zse başka sesler
de duyulur: hasta kapakçığın iki tarafı nda oluşan basınç fa r­
kına ve a k ı m ı n türbülansına bağl ı o l a rak tiz ya da pes, güçl ü
ya da yumuşak olabilen üfürümler.
Tı bba adım atarken , bir CD 'den üfü rü mleri d i n leyerek
kapakçık patoloj ileri a rasındaki fa rk ı ay ırt edeb i l meyi öğren­
mişti m . B i l i nçal t ı m ı n günün birinde " ma rtı ses i " n i andıran
üfürü mü " müzikal" üfürümden, m i tral kapak yetersizliği nde­
k i sürtün meye benzer sesi aort d a rlığındaki titreşi mden ay ı­
rabileceği ümidiyle bir yandan ç al ı ş ı r b i r ya ndan d i n lerd i m .
Çal ı ş ı rken k a n ı n çağl a m a sesini d i nlemenin rahatlatıcı b i r ta­
rafı va rd ı . Acaba denizin sesini ya da içeride sıcacık oturu rken
dışarıda kopan fı rtınanın sesini m i hatırlatıyor, diye düşünür­
d ü m a m a sesler bunun için fazla ritmikti . Bel ki de, d i ye dü­
şünürd ü m , annemin bel leği m i n deri n l i k lerinde yatan nabzı n ı
anım satıyo rd u r.
Bi leği mizde, şak ağı mızda ve boynum uzda hissettiği m i z
nabzı yarata n , k a l b i n a ral ıklı k a s ı l m a s ı sonucu s i stol i l e d i ­
yastol arasında o l u ş a n basınç fa rk ı d ı r. N a b ı z , yaş a m ı n aşina
olduğumuz b i r özelliğid i r. A ra s ı ra birileri, nabza gerek ol­
maksızın kanı pompalayan b i r yapay kalp tasarı m ı y l a ortaya
çıkıve r i r. Düşünüyorum d a , k a n ı n vücutta kesi ntisiz akması ,
medd ücezi r yerine biteviye, d a i resel b i r akış olması nası l b i r
h i stir acaba ?
Tıpta kullanılan j a rgonun " k l i n i k d i l " olarak adlandırıl­
ması, genellikle duygudan yoksunl uğunu i m a etmek içindir.
Oysa k l i n i klerde sıklıkla yoğun b i r duygu alı şverişi yaşanır.
G ü n l ü k hayatta erişkinlerin ağl a masına pek şahit olmazsı­
nız a m a muayenehanemin kapalı kapı l a rı a rdında ağlamalar
rutindir. Doktorl a r duygusal açıdan çoğunlukla soğuk deği l ­
d i rler; sadece insanların çektiği acılara fazla aldırış etmeme
konusunda ustal aşırlar. K l i n i k d i l , salt meslektaşlar a rası kes­
ti rmeden iletişim kurmak için deği l , ay n ı zamanda hasta n ı n

K A L P : M A RT I S E S İ Cı r t l RÜ M L E R İ VF M F D D lı C : E Z İ R Ü Z E R İ N E 87
acısı n a , hüsranına ve kederine mesafelenebi l mek için d uygu­
dan arındırı l mıştır. Empati ile merhameti , tarafsız ve profes­
yon elce dengeleyebilmek, d uygusal zekanın yan ı sıra tecrübe
de i ster ve bunu her seferinde doğru yapabilen yoktur. H i l a ry
Mantel , bunu pek cömertçe ol masa da özlü biçimde şöy le i fa­
de etmiştir: " Hemşireler ve doktorlar, işlerini yapabil meye ye­
tecek ölçüde d uyarsız olmayı seçmiş elit bir tabakadır. "
Kalp i flas ettiğinde nabzın kaybolduğunu a n l atmak i ç i n
k u l l a n ı l a n k l i n i k d i l p e k de inceli k l i deği l d i r. " H ı z l ı hemodi­
namik bozu l m a " gel işebilir; yani ka nın vücuttak i dolaş ı m ı
d u rabi l i r. H a sta "dispne, senkop ve prekordiyal ağrı " i l e baş­
vurur; ya n i nefes darl ığı çeker, bay ı l ı r ve göğsü yırtılıyormuş­
çasına b i r ağrı hisseder. Ta m kapak yetmezl iği gel işen hasta l a r,
b i l i n ç yerindeyse şayet, öl mek üzere olduklarını düşünürler
ve genell i k l e de hak l ı d ı rl a r. Doktorların bu durum için k u l ­
l a n d ığı , tıbbi j a rgonun büyük böl ümü gibi Latince o l a n b i r
i fade va rdır: angor animi, ya ni " ruhun ıstırabı . " A c i l serv i s te
bu h i s ciddiye a l ı n ı r. Yetmişi nci yaşını kutladığı doğum günü
partisinde bay ı l a n ve yeniden canlandırma odasında ya n ı n d a
o l duğum bir kadını hatırlıyoru m . Hemşireler giysisini v e i nci
kol yesini keserken iki kol u m u yakalayıp beni kendine doğru
çekerek , korkudan büyü müş gözlerle şöyle demişti : " Ya rd ı m
et Doktor! Ö l üyoru m . " Nabzı n ı alam ıyord u k v e hayatını k u r­
tarmak i ç i n e l i m i zden gelen her şeyi yapm a mıza rağmen onu
d a k i k a l a r içinde kaybett i k .
Descartes'tan b u y a n a çenemizden aşağısının et v e boru­
l a rd a n i b a ret dolduğuna i n a n m a eği l i m i ndeyiz. A ngo r animi
bundan fazlası old uğunu, bir kapakçık çalışamaz hale geld i ­
ği nde y a da a o r t duvarında bir y ı r t ı k , yan i " d i seksiyon" geli ş i ­
yorsa bir şek i lde bunun fa rk ında olduğumuzu düşündürüyor.
B i r sezgi olarak angor animi ' n i n öngörme gücü fa zladır. B i r
keresinde, hasta ö l mek üzere olduğu h i s s i n e kapıldığı için a c i ­
len göğüs B T ' s i çeki l mesini iste m i şti m .

88 İ NSA N V Ü C U D U N A SE YA H AT
N abzın aniden k ay bolmasının tek nedeni kapakçık yet­
mezliği değildir; koroner da ma rl a rda k a n a k ı m ı n ı engel leyen
bir tı k a n ı k l ı k -tromboz- da ayn ı etkiyi gösterir. Karıncıkla­
rın eşgüd ü m l ü kasılmasını düzenl eyen l i f ağı oksijensiz k al ı r­
sa kalp kasında kaotik seği r meler, ya n i " fibrilasyon " başlar.
Elektri k şokuyla k a s ı l malar tekrar d üzene sokul mazsa hasta
kısa süre içinde ölür. Kimi hastalard a , p ıhtı çözül d ükten ya
da tıkanma stent ile açıldıktan sonra bile fibri l asyon eği l i m i
deva m eder. Ayn ı zamanda defi b r i l atör i şlevi gören k a l p p i l ­
leri geliştiri l m i ştir; yakl a ş ı k b i r Z i ppo çakmak boyutla rı ndak i
kendi ya şam desteği cihazınızı artık göğüs duvarınızda, cildi­
nizin hemen altında taşı m a n ı z m ü m k ü n . Köprücük kemiği n i n
altına yerleşti rilen c i h a z hiçbir rah ats ı z l ı k vermez. Savaş gazi­
si bir hastam cihazı onur madalyası gi bi taktığı n ı söylemişti .
"Doğrusunu i stersen i z , " demişti, " şok verdiğinde at tepmiş de
meza rdan fı rla m ı ş gibi o luyoru m . "
Ş a i r ve editör Rob i n Robertso n , üç yerine i k i yaprak l ı b i r
a o r t kapakçığıyla doğmuştu. Aort kapakçığı , k a n ı n aorttan
kalbin sol karıncığına geri k a ç m a s ın ı önler. Kapakçık yaprak­
ları iki elemandan oluşur: küçük, sert bir yumru ile lunula

J.,e,ft pwt.
ıalve

llight -pJSI. oolve

Gray 's A natomy, şek i l 497, 1 9 1 8 bası m ı

K A L P : M A RT ! S E S İ Ü F Ü RÜ M L E R İ V E M E D D Ü C E Z İ R Ü Z E R İ N E 89
( " k üçük ay " ) adıyla b i l i nen, hi lal şek l i nde, daha yumuşak ve
esnek bir doku. Sağl ı k l ı kapakçık kapandığınd a , üç küçük
y u m r u kafa kafaya verip küçük ay şek l indeki dokuları destek­
leyerek kan akışını kontrol eder.
Eğer üç deği l de iki yaprak varsa, lunulalar arasında boş­
luk kal acağı için kan, karı ncığa geri kaçmaya başlar. Bazen
bu geri akım elle hi ssed i lebilecek kadar güçl üdür; göğüs kem i ­
ğin i n üzerine elinizi koyduğunuzda, kaçak olan kapakçıktan
k ay n ak l a n a n titreşi m i , yan i "tri l " i hissedeb i l i rsiniz. Hayatı n ı n
i l k o t u z y ı l ı boyunca Robertso n ' ı n kalbi ndeki b u i k i yaprak
d a k i kada yetmiş i l a yüz kez, günde yakl a ş ı k yüz bin kez ve y ı l ­
d a h e m e n hemen k ı rk m i l yon kez kapandı . Derken k a l b i n d e
başlayan tü rbül anstan ötürü feryat figanı a ndıra n s e s i n sert l i ­
ğin i t a r i f etmek için " martı sesi üfürümü" olarak adlandırılan
ses ortaya çıktı . " İ k iye Ayrı l m a " adlı ş i i rinde Robertso n , ge­
ç i rd i ği kapak değiştirme a meliyatını anlatır.
Robertson şiirinde, kalbinin nasıl d urdurulduğunu, k a n
d o l a ş ı m ı ve oksijenlenmes inin bir makineye n a s ı l devredi l ­
d i ği n i anlatır. " Pahalı tantal kafesindek i " k a rbon kapl ı b i r
d i s k steri l k ı l ı fından çıkarılıp k ros k l e m p yap ı l m ı ş aorta d i ­
k i l m i ştir. Ameliyattan sonra uyandığında kafası karışmış ve
bed e n i nden ay rı l m ı ş gi bi h i ssetmiştir kend i n i . " Dört saattir
uzak l a rdayd ı m : beden i m i n dışında. I Önce öldüm, derken
tekrar hayata döndüm . " Kan dolaşı m ı ndaki anestetiklerin ve
morfi n i n etkisi geçince, en ufak bir harekette, birbirine sürtü­
nen kem i klerin iç gıcıklayıcı sesi ve göğüs kemiği nden gelen
şiddetli ağrıyla baş başa k a l m ı ştır. Ağrı hafiflerken , ruh h a l i n e
i n s a n ı felç eden bir kara n l ı k hakim olmaya b a ş l a r : "Ac ı m ı n
üzerinde bir kara n l ı k yükseldi ve gen i ş ledi ; / ' pompa kafası '
diyo r k i m i leri I -baypas makinesinden gelen tortunun / bey ne
göçmesi . "
Neden bazı hastalard a , k a n ı n vücut s ı n ı rlarının d ı ş ı ­
na ç ı k masından kaynaklanan b i r r u h hali ve b i l i ş bozu l m a ­
sı o l a rak tan ı m lanan " p o m p a kafası" h a l i n i n (perfüzyon

90 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YAHAT
sonrası sendromu) gel i ştiği b i l i n m i yo r a m a kardiyak yoğun
bak ı m birimi nden soru m l u hemşire, hastaların üçte birinde
bu d u rumun görüldüğünü söy l e m i şti . Pek çok hasta kendine
gel i rken şiddet davranışl arı sergi ler; güve n l i k görev l i l erinin
ha stay ı , kuvvetl i antipsikotiklerle sakin leşti r i l i rken tutması
gereki r. Kimi hastalarsa, adeta vücud una yen iden alışmaya
çal ışıyormuşça s ı n a , hemşirenin i fadesiyle " kendi gi bi deği l­
dir. " Bazı l a rı uygu nsuz ve kontrolsüz d ü rtüsel davra n ı ş l a r
göste rir. Hemşire, mü stehcen şakal a r yapan din a d a m l a rı ve
ağza a l ı n mayacak küfü rler eden k i b a r h a n ı m l arla ilgili öykü­
ler a n l atmıştı.
Bazı a raştı rmacı l a r, aort kes i l i p kalp d a m a rl a rından ay­
rıldığında kopan m i n i k yağ parça c ı k l a r ı n ı n beyi ndek i atarda­
marl a ra kuş sürüsü gi bi uçarak oradaki i ncecik kı lcal damar
ağın a yakalandığı n ı düşün mekted i r. Bazıl arıysa makineden
kaynaklanan hava kabarc ı k l a r ı n ı n beyindeki kan a k ı m ı n ı n
h a s s a s denges i n i bozd uğu düşüncesi nded i r. B a ş k a a raştı rma­
cı l a r, beyindek i , pek azı a n l a şı l m ı ş i l tihabi süreçleri n , göğsün
açı l m a s ı n a ve ( Robertson' ı n harikulade i fadesiyle " korkudan
donakal m ı ş" ) kaburgaların i k i ye ay rılmasına bağl ı trav may­
la ha rekete geçtiği n i i leri sürmüştür. Baypas maki neleri k a n ı
soğuttuğu için b a z ı l a r ı " pompa k a fası " n ı n beynin soğuması
sonucu gel i şen b i r yan etki olduğunu düşünür a m a b i r teori
daha va r: Baypas maki neleri altmış y ı l ı aşkın süred i r k u l l a ­
nımda old uğu h a l d e kalbin doğal atı m ı n ı hala ç o k iyi takl i t
edemiyo r. K a l b i n içsel r i t m i i y i l i ği m i z için elzem olabil eceği
gi b i , beyn i m i z ve kend i l i k algı m ı z da buna bağlı olabi l i r.
Wi l l i a m H arvey ' n i n kalbe d a i r k l a s i k i na n ı ş l a r ı m ı z ı n yan ­
l ı ş old uğunu ve kalbin dört odacı k l ı b i r pompa gibi çalıştığı n ı
a n l a m a s ı n ı n üzerinden neredeyse dört a s ı r geçti . B u konudak i
fik i rler, 1 628'de De Motu Cordis a d l ı eseri yay ı m l a n a n a kadar,
Rom a döneminden beri ayn ı k a l m ı ş t ı . Aslında, bizler de h a l a
konuş m a l a r ı mızda s ı k l ı k l a , k l a s i k i n a n ı ş l a r doğruy muş, kalp
sadece nabzın deği l ruhun da kaynağı y m ı ş gi bi davra nıyoruz.

K A L P : M A RT I S E S İ Ü F Ü R Ü M L E R İ V E M E D D Ü C E Z İ R Ü Z E R İ N E 91
Kalpsiz biri , vicdanı , hatta ruhu olmayan k i ş i d i r. Yü rek sı­
z ı s ı n d a n , kalbin sesini dinlemekten , kalp k ı rı k lığından söz
ederiz. S a n k i mantığı n ye ri bey i n m i ş , kalp serdümen m i ş gibi
k a l b i m i zl e aklımız a rasında b i r çatışma olduğunu h i ssede­
riz. " Pompa kafası" hava kabarcıkları n ı n , soğu m a n ı n , yağ
p a rçacı k l a r ı n ı n ya da yangı sürec i n i n bir göstergesi olabi l i r
a m a Robertson'a göre, k a l b i n i n durdurulup k a n ı n ı n bir m a ­
k i neden geçiril mesi " bundan çok daha ilginç"tir. Ö y l e ki ş a i ri
" i k i ye ay r ı l m ı ş ve savunmasız" kalma hissiyle baş başa bırak­
m ı ş t ı r; " Uzaklardayd ı m , ded i m tavan a I ve şimdi sanki ken­
dim deği l i m . "
Kalp-akciğer baypas maki neler i n i n , insan k al b i n i n iş­
lev i n e dair klasik görüşlerle pek çok ortak yan ı va rd ı r : K a n
göğüsteki b ü y ü k damarl a rdan çek ilerek o k s i j e n i ( " yaş a m ı n
r u h u " ) emebi leceği bir odaya aktarı l ı r. İ l k maki nelerde o k s i ­
j e n , Ari stoteles'in karıncıklard a old uğunu varsayd ığı çal k a ­
l a n m aya benzer bir hareket yaratacak şek i lde, b i r k a n rezer­
v u a r ı n a veril iyord u . Ancak 1 970'lerin ortalarından ber i , k a n
v e h ava n ı n tek k u l l a n ı m l ı k sentetik bir zarla b i rbirinden ayrı
tutul m a s ı n ı n daha iyi olabi leceği düşünülüyor.
K a n , oksijen atörden geçtikten sonra bir s i l i n d i r aracı l ı ­
ğıy l a b i r borudan iti l i r y a da bir santrifüj pompası tarafı n d a n
çek i l i r. O r a d a n , baloncukları tutan bir dizi fi ltre v e soğutucu­
ya gönder i l i r; ardından asitlik, oksijenlenme ve tuz içeriği n i
a n a l i z eden sensörlerden geçer. Bu k a n , kalbin hemen üzeri n­
de aorta ya da boyunda şahdamarına veya kasıkta fem o ral
a rtere yapı l a n bir kesiden vücuda tekrar gönderi lebi l i r. İ n s a n
vücudunu boru l a rdan o l u ş a n b i r tesisat gi bi d üşündüğünüz­
de, kanı nereden geri verdiği n i z fa rk etmez.
1 990' l a rda bazı saygı n b i l i m dergileri, maki neden gelen
kan vücuda kesintisiz bir akış yerine kalptekine benzer atım­
l a rl a geri ver i l i rse hastalarda "pompa kafası " sorunu nun
daha az görüldüğünü iddia eden makaleler yay ı m l a m aya baş­
l ad ı . Kılcal damarlar ve hücreler yaşa m ı n sessiz endüstri s i n i

92 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
mikroskobik düzeyde icra eder. Kanıtlar, kendi lerini besleyen
kanın atımlar halinde gel mes i n i tercih ettiklerini gösteriyo r.
En i y i baypas maki neleri bile, atan b i r kalbin nabız basıncı n ı
ancak beceriksizce tak l i t edeb i l i r.

d i nledi kten b i rkaç gün sonra k l i ­


RO B E RT S O N ' I Ş İ İ R İ N İ O K U R K E N

niği me h a m i l e b i r k a d ı n gel d i . B i r i k i gündür bebeği nin ha­


reketlerini h i ssetmediği için, bebeği n kalp atımlarını dinleyip
durumdan e m i n o l m a m ı istiyo rd u . Normal stetoskoplar, ra­
h i mdeki b i r bebeği n kalp ses i n i dinlerken işe yara maz çünkü
bu ses çok h ı zl ı , sessiz ve tizdir. Ebeler fetüsün kalbini sapta­
mak için genel likle elektronik Doppler p robu kullanırl a r ama
ben, kulağı m l a kadının şiş k a r n ı arasına s ıkıştırd ı ğı m , bora­
zan şek l i nde eski moda bir kulak borusuna benzeyen, Pinard
stetoskobu adlı aleti k u l l a nd ı m . Aletin ucunu dayayabi leceği­
niz en iyi yer, bebeğin omurgasının dışbükey eği m i n i h issetti­
ğiniz yerd i r. Pa r mağı m l a d i ğer k u l a ğı m ı tıkadığı m halde kalp
sesini duymam b i raz zaman -a nne için cehennem azabı gi b i
geçen birkaç dakika- ald ı . A m a sonunda duyd u m : annenin ve
bebeği n dönüş ü m l ü duyulan rapsod i k , senkopl u kalp atı mla­
rı . . . Fetüsün kalp atı m ı , annesi n i n okyanus dalgası gi bi ka­
baran nabzın ı n üzerinde uçan bir kuşun kanat çırpması gi bi
aşikard ı . B i r an d urup, bir bedende i k i ritm i , bir bedende iki
canı n ses i n i dinled i m .

" İkiye Ayrıl ma"


Rob i n Robertson

Genel anestezi; sternum testeresiyle


medyan sternotomi; kaburgalar
retraktörle ko rkudan donakaldı; kanı
rezervuara çeken tüpler ve kanüller

K A L P : M A RT I S E S İ Ü F Ü RÜ M L E R İ V E M E D D Ü C: F Z İ R Ü Z E R İ N E 93
ve kabarcık oksijenatö r;
mücadele eden aort
k ros klemplendi, kalp
buz gibi, du rdu ruldu, kurumaya bırakıldı .
Yetersiz biküspit kapak kesip çıka rıldı,
yenisi -pahalı tantal kafesindeki
karbon kaplı disk-
steril kılıfından çıkarıldı
ve doğal kalbin içine yavaşç·a yerleştirildi,
desteklendi, dikişlerle tutturuldu .
A o rt serbest bırakıldı, kalp tekrar çalıştı rıldı .
Vücudun dışı nda, makinede
dolaşan kan
geri döndü.
Kaburga açıcı gevşetildi
ve tesisat söküldü, göğüs kemiği
tellerle bağlandı, kesi kapatıldı .

D ö rt saattir uzaklardaydı m: bedenimin dışında .


Önce öldüm, derken tekrar hayata döndüm.
Deliryum nöbetleri
gelip gitti ve a rdından
kanımdaki mo rfin azaldıkça, kendini öğüten
ve rendeleyen , ayrılmış bir göğüsle baş başa kaldı m .
A cımın üzerinde b i r karanlık yükseldi v e genişledi;
"pompa kafası " diyo r kimileri
-baypas makinesinden
gelen tortunun beyne göçmesi- ama bana
bundan çok daha ilginç geliyo r.
İkiye ayrılmış ve savunmasız,
uzaklardaydım , dedim tavana,
ve şimdi sanki kendim değilim .
8

Meme: İyileşmeye Dair İki Bakış Açısı

İyi leşmek, ö l ü m l ü l ükten kurtulmak deği l , geri singeri ö l ü m l ü l üğe


sal ın ıvermektir; iyileştiği mizde yabana, ya şlanma ve deği ş i m i n
olası l ı klarına i a d e ed i l i riz.
Karh leen J a m i e , Frissure

M E M E K A NS ER İ , genç ya ş l ı pek çok k a d ı n ı etk i l eyen korkunç


b i r h a stal ı k ve o den l i yaygı n k i a i l e hek i m l e r i n i n çoğu bu
hastalıktan mustarip b i rçok k a d ı n l a k a r ş ı l a ş ı r. Memeden tü­
mörü kes i p almak genel l i k l e b i ç i m i boza r ve zengin ü l keler­
de, ya ra dokusunun -muti l a syo n h i s s i n i n- ya rata b i l eceği s ı ­
k ı n t ı y ı h a fifletmek i ç i n kozmeti k cerrahi öneri l i r. T ı p k ı y ü z
g i b i m e m e de güzel l i k v e gençl i k algı s ı y l a i l i ş k i l id i r; cinsel­
lik, yaşl a n m a ve doğu rga n l ı ğın k ay b ı n a d a i r endi şeleri m i z i n
ya n s ı m a s ı n ı taş ı r. M e m e cerrah l a r ı n d a n beklenen kozmetik
sta n d a r t l a r, bütün d i ğe r u z m a n l ı k a l a n l a rı nd a k i nden y ü k ­
sekti r ; m o d a tasarı m c ı l a r ı , göğüsleri v ü c u d u n ba ş ka h i ç b i r
bölgesi i ç i n düşünüle meyecek ş e k i l d e sergi l e r.
Memenin bu özel kon u m u , meme k a n serine k l i n i k yak­
l a ş ı m d a d a kend i n i bel l i eder: ç a l ı ş t ı ğ ı m şeh i rd e , meme­
s i n d e b i r k i t l e fa rk e d i p end i şelenen k a d ı n l a r genel l i k l e
b i rk a ç gü n i ç i n d e , ya n i d i ğer k a n serlere gö re d a h a h ı z l ı c a
değerl e n d i ri l i r ve i nceleme n i n sonunda b i r u z m a n tarafı n ­
d a n m u ayene edi l m i ş , m a m ografi y a d a u ltrasonografi çek­
t i r m i ş , gere k i yorsa m i k roskop altında i ncelen mek ü z e re
parça a l d ı r m ı ş o l u rl a r. K a n s e r t a n ı s ı konursa cerrah i , ke m o ­
t e r a p i v e radyoterapi seçenek l e r i genel l i k l e e v i n e d ö n m e d e n
ken d i s i n e a ç ı k l a n ı r.
Meme cerrah l a r ı , cerrahi uzman l ı k a l a n l a r ı i ç i nde e n
c a n a yak ı n hekimler o l a rak d ü ş ü n ü l ü r ; hastal a r ı n ı n k aygı ­
l a r ı n a k a r ş ı d uya rl ı , tedavi ve takip konusunda d i k k a tl i d i r­
l e r. A ncak hek i mler d uygusal a ç ı d a n d u r u m u n ne k a d a r fa r­
k ı n d a o l u rsa o l s u n , sonuçta ç a l ı ş t ı k l a r ı ortam b i r k l i n i k t i r.
İ n gi l i zcede " c l i n ical " sözcüğü n ü n soğu k , uzak ve i l g i s i z a n ­
l a m ı n a gel mes i n i n b i r sebebi va r. Çalı ştığı m hastaneye gi rd i ­
ği m d e o rayı b i r h uzur v e i y i leşme mek a n ı o l a rak h i ssetm e m :
b i n a n ı n c a m ve çeli kten yap ı l m ı ş cephe s i , bem beyaz ko ri dor­
l a rd a n o l u ş a n l a b i rent, ş ı k ve p ı rı l p ı r ı l gi r i ş i ; b u n l a r ı n hep­
s i bir a l ı şveriş mağazas ı n ı , h ava l i m a n ı ya d a sergi salonunu
h a t ı rl a t ı r. B u ra s ı , b i n lerce k i şi n i n i ş l e m leri n i n en ve ri m l i şe­
k i ld e y ü rütülebil mesine h i zmet eder; b i reylerin u m u t l a r ı ve
e n d i şeleri kalabalığın içinde boğu l u r gider.

MEME H A S TA L I K L A R I N I E d i n burgh 'da, 1 860' l ı y ı l l a rda k i ­


l i se n i n d ü ş k ü n l erevi o l a rak k u r u l m u ş Western General
H a s t a n es i ' n de öğrend i m . D ü ş k ü n lerev i n i n ilk h a l i nden ge­
riye k a l a n l a r modern b i n a l a rl a çevrel e n m i ş t i . Çay l a k doktor
o l a ra k ko ridorl a rda yürürken d u va rl a r ı n a n iden d a ra l dı ğı ya
d a z e m i n i n beklenmed i k b i r anda rampayla aşağıya i n d i ği
geç i ş leri fark ederd i m . E s k i d üşkünl erevi devlet hasta n e s i ­
ne dönüştürül erek Vi cto r i a v e Edwa rd dönemlerinde d a h a
d a gen i ş leti l m i ş t i . Meme k l i n i ğiyse daha sonra l a rı , b i l i m i n
ak ı l l ı ca uygu l a n m a s ı n ı n endüstriyel ölçekte b i r i y i leşme sağ­
l aya b i l eceği n i n s a n ı l d ı ğı 1 960' l a rda i n şa edilen binada yer
al ıyord u .

96 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
Meme k l i ni ği n i n zengin b i r fon kaynağı olduğu için ze­
minde h a l ı l a r vard ı , p astel ton l a rda boya n m ı ş d uvarla ra ş ı k
çerçeveli tıpkıbası m l a r asılmıştı . Ama ne o l u rsa o l s u n sonuç­
ta orası bir k l i n i k t i : bekleme odalarında s i l i n eb i l i r, dayanıklı
sandalyeler va rd ı ; b i rçok oda penceresi zd i . B i r cerrah meslek­
taşı m ı n , birbiriyle bağlantılı bir dizi odadan geçtiği miz tur
sırasında bana rehberl i k ederken b i r yandan ben i , memesinde
kitle o l duğu için k l i n i ğe sevk edilen kaygı l ı kadınlarla tanıştır­
dığı n ı hatırlıyor u m .
K l i n i ğe başvuran h e r on i l a y i rmi kadından b i r i n e kanser
tanısı konacaktı ; diğer kitlelerin sonucu temiz çıkacaktı. Sel i m
kitlesi olanların birçoğunda fibroadenom ( meme lopçukların­
dan k aynaklanan, süt ü reten dokunun karmaşık bir bağ ve ka­
nal l a r ağı halinde düğümlenmesiyle oluşan yapı) vard ı . Fi broa­
denom l a r, yol açtıkları endişe hariç zararsızdı r. Geri kalanların

G ray 's A natomy, şeki l 1 1 72, 1 9 1 8 bası m ı

M E M E : İ Y İ L E Ş M E Y E DA İ R İ K i BA K I Ş A Ç I S I 97
çoğunda fibrokistik değişiklikler (normal olarak değerlendiri­
lebilecek denli sık görülen bir durum) vard ı . Bunlar, memede
kanserl i olmayan , genel likle adet döngüsü sırasında ayı n evre­
leri gibi büyüyüp küçülen , içi sıvıyla dolu kistlerd i r.
K a rakteristik olarak ağrı s ı z , düzgün yüzeyl i ve hareketli
kitleler olan ve gençlerde daha yaygın gö rülen fi broadeno m ­
l a rd a genel l i k l e başka tetkik gerek mediği n i söylediği m i z k a ­
d ı n l a rı n içi rah atlard ı . Fibrokistik değişiklikler ise daha ağr ı l ı
v e t a n ı konması d a h a z o r olabi leceği i ç i n meslekta ş ı m , u l t­
rasonografi eşliğinde memedeki kitleden " i nce iğne aspiras­
yon u " yapa rak her k istten keh ribar renginde b i r sıvı çekerd i .
Bazen d e çevre dokulara yap ı ş ı k görünen daha sert b i r kitleyle
karşılaşırdı k i bu kaygı verici bir işaretti . O zaman daha ka­
lın bir iğneyle biyopsi yapar ya da kitle çok derindeyse genel
anestezi altında " l u mpekto m i " yaparak ki tleyi çıkarırd ı .
K l i n ikte ay rıca a mel iyat yarasının iyileşme sürecini kont­
rol etmemiz için gelen kadın ları da gö rürdük. A ralarında kan­
ser neden iyle mastekto mi yap ı l a nların yan ı sıra, rekonstrüktif
cerrahi uygulananlar ve memelerinin ağı rlığından ötürü s ı rt
ağr ı l a rı old uğu için meme küçültücü cerrahi yap ı l m ı ş b i rkaç
kad ı n o l u rd u . Kabinlere alınan ve h ı z l ı bir muayeneyi kolay­
l a ştırmak için hemşi renin soy u n masına ya rd ı mcı old uğu has­
taları art a rda muayene ederd i k . Bu değerlendirmenin odak
noktasında a mel iyat ya rası olurd u : İyileşme nasıl gidiyor ve
kozmetik sonuç nası l ? Kadınlara , bedenlerindeki bu dönü­
şümle nasıl baş ettiklerine dair herhangi bir şey sorulduğunu
h i ç hatırl a m ıyoru m .

K L İ N İ S Y E N İ N BA K I Ş AÇI S I Y L A İ Y İ LE Ş M E , si stematik h a l e geti r i l i p

m ü m k ü n olduğunca ucuza mal edil mesi gereken, kişisel o l ­


m aya n , tekrarlanabi l i r bir durum olarak görülebi l i r. B i r son­
bah a r gü nü, meme kanserinde i y i leşme süreciyle ilgi l i fa rk l ı
bir bakış açısı a raştı ran benzersiz b i r sergiye gitti m : B i rey i n ,
cam ve çel ikten yap ı l m ı ş o duvarın d ı ş ı n a çıktıktan sonra

98 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
iyi leş meye giden s ü recini inceleyen b i r ressam ile bir şairin or­
tak çalışmasıyd ı .
Ş a i r Kath leen J a m i e e l l i ya ş ı n ı s ü rerken meme k a n seri
olduğunu öğre n m i şti . Rekonstrüktif cerrah iyi hemen yap ­
tırma mayı terc i h etm i ş , t ü m ö r ü n a l ın d ığı a mel iyattan sonra ,
göğü s duva r ı n ı n etra fında kav i s çizen , Y biçi m i nde uzun b i r
yara iziyle uya n m ı ştı . Çocuk luğu n d a n b e r i h i ç o l mad ığı k a ­
dar d ü z gö rünen göğüs duvarı v e c i l d i n i n h e m e n a l t ı n d a his­
sedeb ild iği kalp atışıyla yüz yüze gel m ek onun için gerçek b i r
ş o k o l muştu. Evde geç i rd i ği nekahet dönemi s ı ra s ı nda göğ­
sündeki yara izi ve tems i l ettiği d ö n ü ş ü m üzeri ne düşün meye
başl a m ıştı . Göğsünün etra fı n ı d o l a n a n yen i b i r çizgi vardı ve
şunu gözlem l e m i şti : " Ş i i rde b i r dize, d ild e yen i olası l ı k l a ra
kapı açar ve sessizliğin sesi n i d i l e getirir. B i r ressam yen i b i r
i şe başlarken i l k ne yapa r ? B i r çi zgi çizer. İşte şimdi ben im de
bir ç i zgi m va r, hem de ne çi zgi ! '"
Vücudundaki o çizgiyle işe başl a m ı ştı a m a ona baktıkça
"doğal dünya " d a n parçal a r görüyord u . Bu bazen bir harita
ol uyo rd u , bazense bir neh i r ya d a bir gül dal ı . Tedavi süre­
cinde pek çok k l i n i syen i n bakışlarına m a ruz kalmış ve ya ra
izini b i r ressam inceleseyd i ne o l ur d u acaba diye düşün meye
başla mıştı . Ressam a rkad aşı Brigid Col l i n s ' e , yara iziyle ilgi­
li bir dizi resi m ve heykel yapmayı düşünür mü diye sord u .
Projeyi karşı l ı k l ı yürütebi l mek adına J a m i e d e k ı sa ş i i rler yaz­
maya başlad ı . Jamie'nin ş i i rleri ile Col l i n s ' i n eserleri b i rbiri n i
resmetmek ya d a açıklamaktan çok birl i kte evri ldi ; i k i k a d ı n
beraber çalışarak ay rı a m a bağl a n t ı l ı yanı tlar üretti ler. " O ne­
den l e , iyi leşme, doğal dünyaya ilişkin tec rübelerimizi başl a n ­
g ı ç noktası olarak k u l l a n d ı ğı m ı z , h e m yak ı n z a m a n ı n h e m d e
geç m i ş i n ya ralarını i lgilend i ren, ayn ı anda hem kiş isel hem d e
evren sel o l a rak görülebilecek bir deneyim payla ş ım ına dönüş­
tü," d i ye yazmıştı Col l i n s .

' "Line" sözcüğü İngilizcede hem "çizgi" hem d e "dize" anlamına gelir. (ç.nJ

�! E M E : İ Y İ U: Ş M E Y E DA İ R İ K İ l\ A K I Ş A�: ı s ı 99
İ k i k a d ı n ı n b i rl i kte ç a l ı şarak o rtaya ç ı k a rd ı ğı sergı n ı n
köke n i , bedeni gö rsel leşti rmey l e i l g i l i i k i fark l ı geleneğe d a ­
yan ıyord u . İ l k i anato m i y i , C h a rles Beli gi b i ress a m -cerrah­
l a r ı n ve tıbbi eği t i m a m a c ı y l a hastalık ve m u t i l a syon gö r ü n ­
t ü l e r i n i res meden geleneksel tıp i l l ü stratörl e r i n i n gözünden
ele a l ı yo rd u . Çok güzel resmed i l m i ş olmakla beraber b u n ­
l a r i çeri kten -ta svir ett i k l eri k a d ı n l a r ı n yaşa m l a r ı n d a n v e
ö y k ü l e r i nd en- kopuktu .

D aya n d ı k l arı i k i nci ç ı z ı m geleneği daha eskiyd i ; köken i n i


sağl ı ğa k l a s i k bakış açısından a l ı yor, vücudu kozmosun ay­
nası o l a rak h ayal ediyord u . Vü cut b i r m a n z a ra ve h a stal ı k
d a k üçücük b i r p a rçası old uğu m uz bütünün ahengi n i bozan
şeyse eğer, etrafı m ı zdaki d ü nya i ç denge m i z i yen i den sağl a ­
m a m ı z i ç i n gereken ipuçl a r ı n ı barındı rıyor demektir.
J a m i e ' n i n m a mografi s i nde gördüğü t ü m ö r, onu ko r­
k u t m a k ya da b i r tehdi d i s i mgelemek ye rine o n a " d ü rb ü n l e
b a k ı l d ı ğ ı n d a etrafında p u s l u b i r h a l e y l e p a r ı ldayan b i r ç e m ­
bere ben zeyen d o l u n ay gi b i h ay l i güzel " gö rünüyo r. Bah­
çes i n d e u z a n m ı ş , sağl ı ğı n a yen i den kav u ş u rke n , ü vez ağa­
cının üstündeki b i r k u ş sürüsü ona o p ı h t ı l a ş m ı ş d o k u y u
a n ı m satıyo r : k u ş l a r " d a l l a ra kon m u ş b i r yoğu n l u k . " " K i m i
z a m a n tatl ı , yaba n ı l b i r m ü z i k duyar gibi o l u yoru m , " d i ye

1 00 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
ya z ı yo r b i r ş i i ri n d e , " ü vez yap rak l a r ı n ı n a r a s ı n d a n i ş i t i l i ­
yo r. " Bahçen i n uzağı n d a n gel e n s e s l e r o n a " ken d i n i çözen
düğü m l e r i n ses i n i , d ü n ya n ı n z a r a r s ı z k ay ı t s ı z l ı ğı n ı n sesi n i "
h a t ı rl a tı yo r. B u n a e ş l i k eden b i r res i mde ya ra i z i b i r üve z
d a l ı o l a rak h ayal ed i l m i ş , a l ç ı ve go m a l ak tabakal a r ı n ı n a l ­
t ı n d a k a l a n m e t i n s a n k i ü vez yaprak l a r ı y l a b i rl i kte yen i b i r
haya ta doğuyo r m u ş ç a s ı n a tek ra r gör ü n ü r h a l e gel i yo r. B i r
d i ğeri , Ro bert B u r n s ' ü n b i r d i ze s i n e yoğu n l a ş ı yo r : " Çi çeğe
dokunursan taçyapra k l a r d ö k ü l ü r. " B i ç i m i J a m i e ' n i n yara
izine uya n , ortaçağdan k a l m a bir el ya z m a s ı nd a ki tezh i p
gi bi boya n m ı ş b i r sayfa d a n ç ı k a n b i r ya bangü l ü res m i n e i l ­
h a m ve rm i ş b u d i ze .

M e m e k a n seri n i n b i r özel l i ği de b i r a i l e n i n k a d ın l a r ı n d a ,
k u ş a k l a r a ra s ı n d a ha ngi s ı k l ı k ta görü l d ü ğü d ü r. J a m i e k ü ­
çük b i r k ı zken büy ü k a n n e s i n i n ku cağı nda o t u r u p göğs ü n e
sokuld uğu g ü n l e r i h a t ı rl ı yo r. " B üyükannem memesine ' bre­
i s t ' , göğsüne ' k i st ' derd i , " d i ye ya z m ı ş " H eredity 2"de. " ' B ü ­
y ü k a n neye k u c a k kucak yapmaya m ı gel d i n yok s a ' derd i .
' So k u l baka l ı m c a n i kom . "' Col l i n s ' i n b u yazıya eşl i k eden
heykel i n i n a d ı d a " K ist" . Co l l i n s heykel i n " gü ve n l i , koru­
naklı bir ye r " , " b i ri n i d ü n yaya k a rş ı güvenle s a ran d i ş i l b i r
k u c a k l a m a , b i r m u h a fa z a , b i r d i k i ş kutusu y a da etek " o l a ­
rak t a s a rl a n d ı ğ ı n ı ya z m ı ş .

M E M F. : İ Y İ L E � ,'v! E Y F. DA İ R İ K İ B A K I � AÇ I S I 101
J a m i e i l e Col l i n s ' i n b i rl i kte yarattı k l a rı son eser, sonbahard a
g ö ç etmeye h a z ı rlanan b i n l erce e v ve k u m k ı rlangıcım b i r
neh r i n üzerinde besleni rke n tasvir ediyo r. T ı p k ı J a m i e ' n i n
y a z boyunca deva m eden nekahet s ü rec i n i n sonu gi bi o n l a r
d a " nehre b i r veda öpücüğü ko n d u ru yor" ve " k ı s a l a n g ü n l e ­
ri n , k a p a n m adan ö n c e h ı z l a geçmeleri gereken b i r k a p ı o l ­
duğu h i ssiyle hazırl ı k yap ı yorl a r. " İyi leşme dönemi sadece
taha m m ü l edil mesi gereken bir süreç deği l , şükran d u y u l a ­
cak b i r d u r u m : "A meliyattan sonra iyi leşmek, m u t l u l u k t a n
uçmak gi bi b i r şeyd i , " sözleri y l e a ç ı k l ıyor J a m i e çal ı ş m a s ı ­
n ı n girişinde. " H i ç k i m se benden b i r şey i stemedi . . . neh i r
ken a rı n d a yürüdüm v e y ı l l a rd ı r h i ç uyumadığı m k a d a r i y i
uyud u m . "
Pro j eye " Frissure " i s m i n i C o l l i n s ve rm i ş . Ya ra i z i ci l tte
bir çatlaktı r ve J a m ie ' n i n de a ç ı k l ad ı ğı gi b i , " ü zerinde yara
izi o l a n ç ı p l a k beden i n s a n ı n i ç i nde kesi n l i k l e b i r ü rperme

1 02 İ N S AN V (I C U D l l N A SE YA H AT
ya ratı r. " · D i l i l e doğrudan i l i ş k i s i ve a ş ı r ı duygusal l ı ktan
uzak o l m a s ı , J a m i e ' n i n meme k a n seri n i n iyileşme s ü reci ­
ne d a i r endişe ve a c ı s ı n ı b i r tür k u t l a m aya dönüştürmes i n i
sağl a m ı ş . Meslektaşı m l a b i rl i kte m e m e k l i n i ğ i n i d o l a ş ı rken ,
yan yana d i z i l i kabinlerde yarı ç ı p l a k bekleyen k a d ı n l a rl a
k a rş ı l a ş m ı ş t ı m ç ü n k ü hocal a r ı m " i y i le ş m e " y i öğren menin
doğru yo l u n u n bu olduğunu d ü ş ü n ü yo rl a rd ı . Frissu re , mes­
leği m e de taşıyabileceği m b i r ders ç ı k a r m a m ı sağl a d ı : İ y i leş­
me sa dece i ç d ü n ya m ı z ı n deği l , b i z i ayakta tutan çevre m i z l e
bağı m ı z ı n da eski h a l i n e d ö n m e s i d i r.

• Collins " Frissure" kelimesini, İngilizce çatlak anlamına gelen " fissure" ve
ürperme anlamına gelen " frisson" sözcüklerinden türetmiş. (ç.nJ
ÜST UZUVlAR
9

Omuz: Silahlar ve Zırh

İ n sa n d e d i ğ i n ned i r k i , d a l ın d a n top ra ğa
d ü ş e n yapraktan başk a ?

A p o l l o ' nı ı n kon u ş m a s ı , İlyada, x x ı . Böl ü m , 528

ken d i m i i n s a n l ı k denizine sürük­


ACİ L S E RV İ S E G İ T İ M İ S I R A S I N DA

lenmiş gi bi h i ssed i yord u m ; cep boy ders kitabım denizcilerin


kaptan k ı l avuzu gibiyd i . Servistek i bölümlerin her b i ri genel­
l i k l e gemilerin makine d a i releri gibi penceresi zd i ; personel
tıpkı nöbettek i güverte gö revlileri gi bi vardiyalı çalışıyord u .
Eği t i m i ç i n kay ı t yaptı rmak, Den i z Kuvvetleri'ne katılmak gi­
biyd i b i raz: tıbbi personel arasındaki katı hiyera rşi , bem beyaz
üniformalar, etik k u ral l a r, mesai sonrası içki alemleri . . .
B i r gün öğleden sonra d ı şarısı güneşl iyd i a m a aşağı d a ,
aci l serv i s i sadece yapay ı ş ı k ayd ı n latıyord u . Tel sizden ambu­
l a n s ı n yara l ı b i r motosi klet sürücüsünü geti rd i ği anons edi l d i .
Ambula nstaki p a ra medik H a rry, sürücünün nefes a l ı p verd i ­
ği n i , b i l i nc i n i n a ç ı k olduğunu, ancak omzuyla göğsünün kötü
yaral a n m ı ş olduğunu b i l d i rd i . H arry o bölümde iyi tanıdığı m
biriyd i ; savaş tecrübesi va rd ı ; m üstehzi a m a travm a yaş a m
desteği konusunda i n a n ı l m a z bece r i k l i yd i .
Telsiz çağrısından birkaç dakika sonra Harry, ha stayı sed­
yed e iterek içeri dald ı . Asker t ı raşı yap ı l m ı ş siyah saçlı sürü­
c ü n ü n beti benzi atmıştı . Önce sert boyunluğu , sonra oksijen
m a s kesi n i ve a rdından büyük bir rah atlamayla kendi ken d i n e
nefe s alabildiği n i fark etti m . H a rry, d e r i ceketi n sol kol u n u
tansiyon alet i n i n m anşonunu bağlamak v e d a m a r yol u a ç ı p
s e r u m vermek için kesmişti . Sağ kolu i s e atel lemişti ç ü n k ü ko­
l u n pozi syonu ya n l ı ş görünüyo rdu: sağ el, k ı r ı l m ı ş bir m ı z rak
gi b i açılanıp gevşekçe sallanıyord u .
" Chris McTullom," dedi H a rry, "yirmi b e ş yaşında. G a l i ­
ba s aatte yetmiş-seksen civarıyla giderken b i r v i r a j d a kontrolü
kaybet m i ş . Tal i yola girince motordan fı rl a m ı ş . Yol u n kenarın­
d a b i r d i rek va rd ı ; bahse gi reri m omzuyla d ireğe çarp m ı ş t ı r. "
" O rada öylece n e kadar k a l m ı ş ? " diye sord u m .
" O n-on b e ş d a k i k a kadar. "
" Ka n a m a bulgusu var m ı ? "
Başını i k i yan a sallad ı . " Yo k . Damardan b i r l itre sıvı a l d ı ;
tansiyonu y ü z e a l t m ı ş , n a b z ı yüz on. Görünürde yarası yok .
Ş a n s l ı y m ış . "
" H i ç konuşmadı m ı ? "
" Pek say ı l m a z . Koma Skoru 1 1 , gözbebekleri normal . "
Chris'e baktım ve tepeden tı rnağa kontrol etmeye baş-
l ad ı m : boynu sabitlen mişti, solunumu iyiyd i , ciğerlerine bol
oksijen gi diyord u . Nabzı hızlı olsa da dolgunluğu iyiyd i ve
ça rşafl a rda k a n görünmüyord u . • Sol elinin parmak l a rı pem­
be ve ı l ı k t ı . Kulağına " CH R IS ! " diye bağı rd ı m , gözleri n i açtı
a m a sonra tekra r kapadı . " Motor ne durumda ?" diye i n l ed i
a n s ı z ı n , "Motorum . . . " Parmaklarımı s ı k m a s ı n ı istediği mde
s ı k m adı a m a tepk i verip vermediğini anla mak için kale m i n

' Dışarı tek damla kan akmadığı halde iç kanamadan ölmek mümkündür:
pelvis kırıkları, uyluk kırıkları ya da göğüs boşluğuna veya batın içine ka­
nama gibi durumlarda hayati tehlike yaratabilecek ölçüde kan kaybı olur.

108 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
ucunu tırnak yatağın a bastı rdığı m zaman elini çek t i , küfretti
ve sağl a m kol uyla bana y u m ru k atmaya çalıştı. Soluk ve i fade­
siz yüzü öfkeyle alev alev yan ı yo rd u .
" G KS'si ş i md i 1 2- 1 3 ; görünüşe gö re kendine geliyor. "
McTu l l o m öfkeyle geril m i ş , m u ayene masasından kalk­
maya çalışıyo rd u a m a kolundaki ağrıdan ve başıyla boynunu
sabit tutan k ı s ı t l ayıcılardan ötü rü yap a m ı yord u . Harry ' n i n
yard ı m ıyla onu tutup morfin enj eksiyonu yaptı m . Sakinleşip
yatınca ceket i n i n sağ kolundaki ko ruyucu kalkanı kesebildik.
Tişörtünde k a n yoktu ama sağ omzu çarp ı l m ı şt ı ; normal kas­
l ı bir omuz köşeli gel mesi gereki rken onunkisi sola k aymış,
şiş bir hamur kitlesini andırıyord u . Harry haklıyd ı : D i rseğe
omzuy l a tosla m ı ş , bütün ağırl ı ğı köprücük kem i ği n i n üzeri ­
ne b i n m i ş olmalı yd ı . Morfi n i n etk isiyle sakinleştikten sonra,
omurgasında hasar olup o l m a d ı ğ ı n ı a n l a mak için omurgay ı
sabit tutarak onu dikkatle sol tara fı na doğru çev i rd i k . _Her şey
normal görünüyord u .
Sol e l i n i n parmaklarına dokunarak "Bunu hissedebiliyo r
musu n ?" d i ye sord u m . D i ş l e r i n i gıcırdatıyo rd u ; evet a n l a m ı n ­
da başını sal l a m aya çalıştı . " B a ş ı n ı sal l a m a . H issediyorsan s a ­
dece h ı - h ı de . "
" H ı- h ı . "
" Peki ya burası ? " Sağ el i n i n parmaklarına dokundu m . Ya­
n ı t yok t u .
" Ya burası ? " Kolunda yukarıya , di rseğine, s o n r a da ş i ş
o m z u n a doğru çıktı m . Ya nıt vermed i ; dokunduğum u h issede­
m i yord u . "Parmak l a r ı n ı kapatabi l i r m i si n ? " diye sord u m par­
mağı m ı sağ eli n i n avuç içine koyarak . E l i n i y u mruk yapm aya
çal ı ş ı rken parmaklarında hafi f bi r k ı p ı rdanma oldu. " G üzel .
Kolunu kıvırabil i r m i si n ? " Hareket yok . B i rkaç dakika önce
p a rl aya n öfkesi yerini morfi n serse m l iğiyle karışık bir korkuya
b ı rakı yord u .
" Ne i ş yapıyo rsun ? " d i ye sord u m .

OMUZ: SİLAHLAR VE ZIRH 1 09


"Askeri m , " ded i . "Topçu . . . "
Röntgen fi l m i sağ köprücük kem iğinin paramparça oldu­
ğu n u gösteriyord u . Köprücük kem i ği n i n arkasında, boy u n d a n
ç ı k a n , k o l h a reketleri ni kontrol eden v e kol u n d u y u s u n u ve ren
i nce b i r s i n i r ağı bulunur. Kazada sadece omzu k ı r ı l m a m ı ş ,
sağ kol u da felç ol muştu .

İ N S A N K Ü LT Ü RÜ tarih sahnesinde ev r i l i rken a n atom i m i z ve b i ze

get i rd i ği k ı s ı t l ı l ı k l a r ay n ı k a l ı r. Homeros ' u n , A k h a l ı l a rı n


Troya k u ş a t m a s ı n ı a n l attığı İlyada yak l a ş ı k üç b i n y ı l önce
ya z ı l m ı şt ı r a m a olay aslında o tarihten a s ı rl a r önce d e ger­
çek l e ş m i ş o l a b i l i rd i . V I I I . K i tap'ta k a n l ı bir savaş sahnesi
a n l a t ı l ı r : Kalabal ı k b i r Troyal ı grubunu alt eden usta okçu
Teu k ros, k ra l ı Aga memnon tarafı n d a n tezahüratla k a r ş ı l a ­
n ı r. "A ttı m sivri o k l a r ı m d a n sek i z tanes i n i , y i ği t del i k a n l ı ­
l a r ı n e t i n e saplandı sek i z i d e , " d e r Teu k ros, " a m a b i r t ü r­
l ü v u r a m ı yorum şu k u d u r m u ş köpeği . " Kud urmuş köpek
Troya l ı l a r ı n p rensi Hekto r ' d u r. Bir sonraki pasaj bütünüyle
a l ı n t ı l a n m aya değer:

Hekta r atladı savaş a rabasından çığlıkla rla , yerden bü­


yük bir taş aldı eline, Teu k ro s ' u n üstüne yürüdü öfkeyle.

ı 10 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
Teukros da bir ok çıkarıp sadağından yayına yerleşti r­
di, fakat tam hedef alacağı sırada Hektar iri bir taş atıp
vurdu onu; öl ümcül bir yere, boynuy la göğsünü ay ı ran
köprücük kemiğine isabet etti . Uyuştu eliyle bi leği , di­
züstü çöküverdi yere, yayı eli nden fı rl adı gitti.

Teukro s ' u n k a rdeşi Aias koşar gel i r ve kalkanıyla onu ok yağ­


muruna karşı korur. İ k i dost daha yard ı m a koşar ve "acıyla
i nleyen" Teu k ros'u güvende o lacağı Akha gemi lerine taşırlar.
İlyada' n ı n yazarı şaşırtıcı derecede kes k i n bir anatomi
gözlemcisiymiş. Antik çağl a rda sava ş meyd a n l a r ı , kanın göv­
deyi götürdüğü , cesetlerle kapl ı , keşmekeş yerler olsa gerek .
Savaşç ı l a r ve o n l a rı takip eden ozan l a r " ma j ö r trav m a " dedi­
ği miz duruma aşinayd ı l a r m uhtemelen . Hatta kendi travma
tedavi yöntemlerini bile gel i ş t i r m i ş olabi l i rler. Tıp dünyasın­
daki Homeros hayra n l a rı arasınd a , onun savaş meydanların­
daki i l k paramediklerden olduğunu i leri sürenler dahi çık­
mıştır. İlyada'da m ı zrak , ok ve kılıç ya ral arıyla i l gi l i , sadece
yarala n a n vücut bölgesini tasvir etmekle ka lmayıp bu yarala ­
rın fizyoloj i k etk i lerini v e z a m a n z a m a n da uygu l a n a n özgül
tedav i leri ay rıntıl ı biçimde açıklayan a n l at ı l a ra tekrar tekra r
yer ver i l m i şt i r. *
Hektor ' u n , " köprücük kem i ği n i n boynu göğüsten ayı r­
dığı yer"e vurup Teu k ros'un kol u nu felç ettiği böl ü m , dövüş
sanatı uzmanlarının günü müzde hala başvurd uğu b i r numa­
ran ı n ( brakiya l sersemletme) net tarifi d i r. B u bölgeye yapılan
b i r v u ruş kolda geçici fel ç ya ratmakla kalmaz, şahda m a r ı ­
n ı n üzerine b a s ı n ç uygu l a rsa kalbi refleks o l a rak yavaşlata­
b i l i r. Hassas k i ş i lerde kalp o denli yavaş l ayabi l i r k i kurban

' Ancak klasik edebiyat uzmanı K. B. Saunders bu konuda kuru b i r ifadeyle


şöyle der: " Homeros'un tarif ettiği her yaranın gerçekçi bir açıklaması olma­
sını beklemiyorum. Mümkün olduğunda olaylardan bazı fiziksel açıklamalar
çıkarmayı deneyebiliriz. Ancak ilyada 'da mucizevi şeyler olur ... mucizevi
yaralar da bizi şaşırtmamalı"; Classical Quarterly 49(2) ( 1 999), 345-63.

O M UZ : S İ L AHL A R VE Z I RH 111
b i l i ncini kaybeder. İnternette " b rakiyal sersemletme" ( " b rac­
hial stun") i le ilgi l i sayısız gö rüntü bulabil i rs i n i z : ABD De­
niz Kuvvetleri ' n i n kışlada birbiri üzerinde yaptığı pratik l e r,
ringde görüntülen m i ş k a ra kuşak sahipleri , h atta şüphel i l e re
saldıran polis memurl a rı . . . O n ları izlerken , uyuşmuş, c a n s ı z
kol u y l a yere kapaklanan Teu k ros'u düşündüm.

çok katlı otoyol k avşağı gibi


KÖ P RÜ C Ü K K E M İ G İ N İ N A R K A S I N DA K İ

görünen s i n i rlere " b rakiyal pleksus" denir ve anato m i , tıp eği­


ti m i nde ağırl ı k kazan maya başladığında her öğrenci bu s i n i r
ağı n ı n yap ı s ı n ı ezberlemek zorunda kalır:

DteCl:•Dl•O
•UllCM OP
MYNGLOHAL

llJMllC.NJO

™"'•oıo
AXIS
tNTEtUIAL
• . . . . " ,.
AWl'K"t

• " e C LA V I A ..

A N TC ll l O lll
TttOllAC.10

Gray 's A natomy, şek i l 8 0 8 , 1 9 1 8 bası m ı

Boyundaki beş omurdan çıkan beş s i n i r kökü birleşerek, her


biri ön ve a rk a dallara ayrıl a n üç "trunkus" meydana geti rir.

ı 12 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
Ay rılan dallar birbiriyle zarif birleşmeler yaptıktan sonra ü ç
" kordon" hali nde örülür: " i ç ya n " , " d ı ş yan " v e " a rk a . " Arka
kordon, kol u ve bileği açan kaslara u l a ş ı rken bir yandan da el
ve önkol sırtının duyusunu verir. İç yan ve d ı ş yan kordonlar
ise bi seps kası i l e bileğe bükülme hareketi n i yaptı r ı r ve eldeki
küçük kasları çalıştırır.
D üzenlenme aşırı karmaşık gi b i görünse de bu durum kol­
ların rah i m içindeki gel i ş i m biçimi nden kaynak l a n ı r. Latince
brachium sözcüğü , İngi l i zcede branch (dal) ile ayn ı kökenden
gel i r. Kol da gel i ş i m i n e tom u rcu k l a n a rak başlar, ağaçtan bü­
yüyen bir dal gibi gövdeden tom u rcu k l a n ı r. Tomurcu k l a n m a
gestasyonun dördüncü haftasında başlar v e izleyen üç hafta
içinde tam gelişmemiş b i r el , önkol ve üstkol oluşur, sonra d a
doksan derecel i k b i r dönüş yap a r. Brakiyal pleksusun yolun­
dan sapıp kıvrıl masına neden o l a n duru m , kol u n bu rotasyo­
nu sırasında kasların yaptığı h a rekettir. Homeros s i n i r ağı n ı n
kökenini b i l mese de anatomisinden ve bu bilginin savaş ala­
nında sağlayabileceği avantajdan h aberdard ı .

ACİL TIP ve pratisyen hek i m l i k için aldığı m i k i eğiti m i n arasın­


da Antarkti ka 'da tabip s ubay o l a rak görev yaptım . Britanya
Antarktika Araştırması beni Atlantik Okyanusu'nu kat edip
yeryüzündeki en ücra a raştırma i stasyo n l a rından biri olan
Halley Üssü'nde son bulacak bir yolcul ukta gemi doktoru
olarak görevlendird i . Yı l ı n on ayı dünyay l a i l işiği kesilen is­
tasyonda o süre zarfında soru m l u doktor o l acaktı m . O n ay
boyunca tıbbi nedenle üssün tah l i yesi söz konusu o l a m ayacağı
için görev öncesi ek eği t i m a l m ak üzere karma bir askeri ve
sivil h astaneye gönder i ld i m .
A skeri doktorl a r b a n a anestetikleri kendi başıma uygu l a ­
may ı , ç ü r ü k d i ş l e r i çekmeyi , basit trav m a cerrah i s i n i yard ı m ­
sız n a s ı l gerçekleşti receği m i öğrett i ler. Askeri tı bba h e r z a m a n
şüpheyle yaklaşm ıştı m : D ü ş m a n l a r ı n ı ö l d ü r m e y a da sakat­
l a m aya niyet l i bir asker taburuna katılmak, mesleği n etik

OMUZ: S İ L A H L A R V E Z I R H 1 13
i l keleriyle çel işkili gö rünüyord u . H i pokrat " Ö nce zarar ver­
m e , " demi şti ama onun çalışmalarını yakından i nceled iği n iz­
de aynı zamanda " cerrah ol acak kişi önce savaşa gitmel i d i r, "
dediğini de gö rürsünüz. A n t i k çağl a rdan günümüze sava ş , h e r
bi ri nden bir şeyler öğrenebileceği miz ç o k sayıda kaybı da be­
raberinde geti rmiştir. D i ğer uzmanlık alanlarında old uğu gibi
tıpta da mükemmele ancak pratik yapa rak ulaşılabi l i r.
Askeri doktorlar bana, savaş meydanı için tasarl a n m ı ş
taşınabi l i r bir cihazla n a s ı l rön tgen çekebileceği m i , kı rı k ke­
m i k leri nasıl yerine yerleşti receği m i , kafa travmasını takiben
ko m a gel işi rse kafatasına nasıl delik açacağı m ı öğrettiler.
B u n l a r ı n hepsi sava ş sırasında gereken a m a Antarkti k a ' d a da
ihtiyacım olabi leceği n i d üşündükleri beceri lerd i . Eği ti m s ı ra­
s ı n d a geleneksel askeri kuru m l a ra yol l a n d ı m ; hava kuvvet leri
üssünde d i ş anestezisi, piyade kışlasında loj istik öğrend i m .
"Afet Ya rd ı m Operasyonları" a d l ı b i r kursa katı l d ı m ve bir
odada, muharebe bölgesi nden yen i dönmüş otuz doktor, pa­
ra m ed i k ve hemşireyle birl ikte oturd u m . Cepheye yakı n s ı h h i
ya rd ı m istasyonunun nasıl k u ruld uğunu, koleraya k a r ş ı n a s ı l
hel a kazıl acağı n ı ve kutup keşif gezilerinde faydalı olabi lecek
başka şeyler -i leti ş i m , doğaçl a m a yaşam desteği , hassas i l aç­
l a r ı n n a s ı l korunması gerektiği , ekipmanın taşınması- öğren­
d i k . Askeri doktorlara beklenmedik bir saygı duymaya başla­
dım ve onlardan önce gelenleri n , insan vücudunu a n l a m a m ıza
ne denli büyük katkı sağl a m ı ş olduklarını fark etti m . Anti sep­
tik cerrah i , Boer Savaşı ve Birinci Dü nya Savaşı'nda askerlerin
hayatı n ı kurtaran bir devrim yaratmış, anti biyotiklerin bulun­
m a s ı i se İki nci Dünya Sava ş ı ' nda benzer b i r etki göstermi şti r.
Charles Bel l , Waterloo'da askerlere yard ı m ederken çok şey
öğren m i ş , Ro malı cerrah Galen gladyatörlere hek i m l i k yap­
m ı ştır. Belki de İlyada 'da ortaya konan anatomik bilgi , uzun
süred i r va r olan ama genel likle kıymeti b i l i nmemiş bu gelene­
ği n bir parçasıdır.

1 14 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
İ N G İ L İ Z C E D E "A R M S " sözcüğü iki fa rk l ı a n l a m taşır: kol l a r ve si­

lahlar. "A rmed" ( s i l ah l ı ) , " a rmour " (zı rh) , "army" (ordu) gibi
sözcü kler içeren kel ime dağarcı ğı , bedene yönel i k şiddeti n
dildeki tanığıd ı r ve i n s a n ı n öldürm eye i l i ş k i n tutumu konuş­
mal a r ı m ıza nakşolmuştur. G ü ve n l i k güçleri n i n oluşturduğu
birl i ğe "kolluk kuvvet i '' , ortak a m aç uğruna savaşan askerler
için " b rothers i n arms" (silah a rkadaşl a r ı ) denir. Lati nce ar­
mus " o muz" , arma ise silah a n l a m ın ı taşır ve her ikisinin de
kökeni " b i rbirine uyan" manasına gel i r.
A skeri tıp tarihçisi P. B. Adamsan İlyada ' y ı , çoğu cerra­
hın yarayı di kerken gösterdiği nden daha büyük bir dikkat ve
itinay l a okumuştur. Metnin tarihi b i r kayıt deği l b i r destan
olduğunu takdir etmekle birli kte, ra stladığı her kesiği ve ya ra­
lanmaya neden olan s i l a h ı , yaranın ölümcül olup o l m adığını
kaydetmi ştir. A rd ı ndan sonuçl arı benzer b i r yöntemle i nce­
led iği Vergi lius'un Aeneas a d l ı eseri yle k a rşıl aştı r m ı ş ve Tro­
ya Savaşı s ı rasında mı zrağı n en ölümcül s i l ah olduğu , buna
karşı l ı k Ro ma devrinde k ı l ıcın ava nta j l ı konuma geçtiği so­
nucuna va rmıştır. Taşların ise öld ü rücü l ü k açısından en ba­
şarı s ı z silahlar old uğunu görmüştür - taşla vuru l a n l a r ı n yüz­
de 4 1 ' i n i n sonu ölüm olmuştur (Teu k ro s ' u n hayatı , kol u fel ç
olduğunda teh l i kede değildi - Hektor'un onu V I I I . K i tap'ta
etkisiz hale getirmesi n i n a rd ı n d a n X I I . Kitap'ta tek rar ayağa
kalkıp dövüş meye başlar) . İlyada 'da Pa ris, hatta Teukros gi b i
b i r o k ç u o l m a n ı n b i razcık ödleklik olduğu i m a ed i l i r - okçu­
luk he m uzaktan öldürür hem de ölüm o kadar kesin deği l d i r :
Ö l ü m oranı okçu lukta yüzde 74, b u n a k a rş ı l ı k k ı l ı ç ya ra s ı n d a
yüzde 1 00, m ı zrak saplanmalarındaysa yüzde 97' d i r. Ada m ­
son , günümüzde olduğu gi b i antik çağl a rda da z ı rh ın , ön ta­
ra fı destekli olduğu halde a rkası acı nacak derecede ko ru m a s ı z
olduğundan göğü s göğüse çarpışmaya teşvik ettiği ne d i k k a t
çeker. Savaş meydanında d ö n ü p k a ç m a k her zaman ölümcül
dü zeyde teh l i keli bir seçim olmuştur.

O �I L I Z : S İ L A H L A R V F Z IR H 1 1 '
Adamsan İ/yada'da bacakların nadiren ya ralandığını fa rk
etm iştir; savaşçı lar vurulup düşen yoldaşları n ı n beden leri ara­
sında, yüksekl iği bele va ran iki tekerlekli atlı a rabal arın a rka­
sında ya da gemi gövdesi n i n koruması altında dövüştükleri için
bel k i de. Adamsan ay rıca vücutta asıl hedef alınan yerlerin baş,
boyun ve gövde old uğuna dikkat çeker. İlyada'da kol l a r zarar
görd üğünde bunun nedeni genell ikle kolların kend i n i savun­
mak ya da bi zzat şiddet uygulamak için havaya kaldırı l ması d ı r.
Bu Homerosçu yaralanma örüntüleriyle bugün bile acil servis­
lerde her gün karşılaşıyoruz: Aile içi şiddet kurbanlarını değer­
lend i ren doktorlar kadın ların önkol bölgesini kontrol ederler
çünkü saldırganın darbesine karşı korunmak için kol l a r siper
edi l i r. Ö n koldaki ulna ad l ı uzun kem iğin gövdesinin orta bölü­
münde meydana gelen kırık "cop kırığı " olarak bilinir çünkü
bu tip kı rığa en sık pol is tarafından coplananlarda rastl arız.
Homeros 'un tarif ettiği ya ral arın örüntüsü Troya kuşat­
m a s ı n ı n üzerinden geçen üç bin yıl boyunca hemen hemen
ayn ı kalmıştır. Ne zaman ki barut yaygı n olarak k u l l a n ı l ı r hale
gel d i ve savaş menzi l i a rttı , ancak ondan sonra bu örüntü de­
ği ş meye başlad ı . Silahlar güçlendi kçe ölüm ora n l arı çel i ş k i l i
b i ç i m d e düşmeye başlad ı . Adamson, e s k i meti nlerde anlatı­
l a n ölüm ve yaral anma ora n l a r ı n ı , on dokuzuncu ve y i r m i n ­
ci y üzyı l ı n en korkunç savaşlarından bazı larının veri leriyle
karşılaştırmıştır.
K ı r ı m Savaşı'nda ya şanan korkunç sefalete ve vahşete rağ­
men, yaralanmalara bağl ı ö l ü m oranı sadece yüzde 26 'dır; y i r­
mi b i r bin İngi l i z askerinden beş bin beş yüzü ölmüştür. Birinci
Dünya Sava şı'nda da İngi l i z birliklerindeki ora n l a r benzerd i r :
iki yüz yir mi beş milyon askerden altı y ü z b i n e yakı n ı yaral an­
malar sonucunda ölmüştür. Adamso n , gü lle ve bombaların en
kötü d u rumda bile yüzde 29 ora n ı nd a (Birinci Dü nya Sava şı)
ölümle sonuçl a ndığı n ı göstermek ted i r k i bu oran, İlyada'da
fı rlatılan taşlara bağl ı ölüm o ra n ı n ı n da altındad ı r. Baş ve
gövdeye karşı l ı k kol ve bacak l a rdaki yaral anmaların ora n ı i se

1 16 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
bütünüyle tersine dönmüştür: Antik çağ destanlarında uzuv
yaral a nmaları n ı n ora n ı sadece y ü zde 20 i ken , son yüzyılda sa­
vaş s ı rasındaki bütün yaralanmaların yüzde 70 ila 80'ini oluş­
turmaktad ı r. Silahlar gel işip hiç o l m ad ığı kadar uzun menzi l l i
hale gel d i kçe, askerler arasında u z u v yaralanmaları da ölüm­
den daha fazla görül meye baş l a m ı ştır.

S İ N İ R H A SA R I N I N DERECELER İ farkl ı o l abi l i r. Köprücük kemiği n i n


arkasındaki s i n i rler omuril ikten kop muşsa iyi leşme ş a n s ı he­
men hemen yoktur. Eğer y ı r t ı l m ışsa, bir k ı s m ı n ı n iyi leşmesi
için küçük de olsa b i r şans va rd ı r ve s i n i r n ak l i , eskisi kadar
iyi ol masa bile işlevin tekrar kazanılmasına yardımcı olabi­
l i r. S i n i rler kimi yönlerden plastik yal ıtım k ı l ı fıyla sarı l ı bak ı r
tel lere benzer: Ciddi ölçüde geri len b i r s i n i r, d ı ş k ı l ı fı zarar
görmemi şse ve içindeki -bakı r tele k a r ş ı l ı k gelen- " akson"
kopmuşsa kendi n i onarabi l i r.
Motosi klet kazasından i k i ay sonra Chris McTu l l o m ' ı si­
nir cerrah isi bölümünde kontrol için s ı ra beklerken gördüm .
Sağ kol u hala askıdayd ı . Daha önce çok ş i ş olan üstkol kasları
şi mdi i n m i ş ve güçsüzleşmişti a m a kolunu az da olsa h a reket
etti rebi l iyord u .
" Na s ı l gidiyo r ? " diye sord u m .
Kolunu askıdan çıkard ı , biseps k a s ı n ı yavaşça k a s ı p ko­
lunu büktü. " D üzeliyor, " ded i . " Henüz göreve dön meye hazır
deği l i m , bel k i birkaç ay sonra . "
" Peki y a sonra ?"
" B i rliğime döneceği m , " ded i . " Herhalde Afga n i stan' a . "
S a ğ el i n i n , k u l l a n ı l mamaktan esnek liğini yitirmiş parmakla­
rını, b i r silahın tetiği n i kavrıyormuşçasına yavaşça k ı v ı rd ı .

s i l ah v e şiddetle i lgi l i teri mlere gö­


İ N G İ L İ Z C E D E "A R M " S Ö Z C Ü G Ü

mülü olmakla b i rl i kte, a rkadaşl ı k ve yakı n l ı k için k u l l a n ı l a n


sözc ü k lerin de kökeni d i r. " Kucaklamak, s a r ı l m a k " a n l a m ı n d a
k u l l a n ı l a n "embrace" kel imesi " ko l l a rında" m a n a s ı n a gel i r.

O M U Z : S İ L A H L A R VE Z I R H 1 17
İlyada 'nın V I . Kitabında Akha ve Troya orduları karşı
k a rşıya geldiğinde, Akhal ı savaşçı D io medes kendini Troya­
lı G l au kos'un karşısında bu l u r. Glaukos öylesine görke m l i
b i r zırha bürünmüştür k i Diomedes onun b i r tanrı old uğu­
nu düşünür. "Biz ölümlüler arasında ne arıyorsun sen büy ü k
ada m ? " d i ye bağırır savaş meydanında. "Nasıl d i k i l d i n u z u n
göl geli k a rgı m ı n karşısına ? '' *
" Soyumu ne diye sorarsın ? " diye yanıtlar G l a ukos bağı ra­
rak . " Yaprakl a r gi bidir insan soyu. Bir yandan rüzgar bak a r­
sın o n l a r ı döker yere, b i r ya ndan bakarsın bahar gel i r, yen i le­
rini yeti ştirir, yeşertir orman, böylece soyların biri göçer, b i ri
doğar. " *
Fakat Glaukos önce a n a babasının i s m i n i vermeyi reddet­
se de, daha sonra şeceresini saya r: Akha soyundan gel med i r;
dedesi y ı l l a r önce Yu nanistan'dan sürülmüş, Troya toprak l a ­
rına yerleşmiştir. Dio medes kendi dedesinin G l a ukos'un dede­
s i n i n a rkadaşı old uğunu fa rk eder ve bu dostluk neden iyle ba­
rış tek l i finde bulunur: " Kalabalı kta kargı l a rımızı sakınal ı m ;
ben i m öldüreceği m b i r sürü Troyal ı var, yeter k i tanrı yol u m a
kos u n o n l a r ı , b e n de onlara yeti şey i m . Sen i n karşında da b i r
sürü A k h a l ı va r, öldürürsün yeterse gücün. ,, .
İ k i adam etrafları nı saran savaş cehen nem i n i n orta s ı n d a
a r a b a l a r ı n d a n atlayıp kol l a rı nı kenetleyerek tokalaştı l a r.

' Azra Erhat çevirisi (ç.n.)


10

Bilek ve El: Delinmiş, Kesilmiş ve


Çarmıha Gerilmiş

ve (bakıyorum i nce, d a m a rl ı bileği me)


Nasıl d a incecik titreşiyor d a m a rl a rda k a n
Öfkeli b i r r u h u n kopardığı o feryat
Böy le ayırıyor kend i n i işte
Eliza hcth Barrett Brow n i ng, A u ro ra Leiy;h

gece nöbeti : maaş gü nü. Caddeye açı­


CU M A RT E S İ AC İ L S E RV İ S T E

lan ç i ft kanatlı kapılar, insanl ığı n olanca çılgınl ığı ve acısının


içeriye oluk oluk boşald ı ğı b i r yağmur borusu gi biyd i . Nöbe­
tim sona erd i ; üstümü değiştirmek için sedyede yatan yaşlı ha­
n ı m l a rı n ve kuyruk olmuş acil tıp tekn i syenleri n i n , kelepçeli
mah k u m l a rl a polislerin a rasından geçerek soyunma odası n a
doğru i lerl i yo ru m . A m bulans s i renleri yaklaşıyor, bek leme s a ­
l o n u n d a n bağrı ş çağrışlar yü ksel iyor v e resüsitasyon (yeniden
canlandırma) od asından gelen gürültüye bak ı l ı rsa b i r k a rd i ­
yak a rest ( k a l p durması) vakası ile uğraşılıyor.
Soyu n m a odasında pencere yok . Yık a n m ı ş yeş i l a meliya t
ö n l ü k leri rafl a rda ü s t üste d i zi l i , k i rl i ler duvarın di bindeki
büy ü k kutuyu doldurmuş. Amel iyat önl ükleri kan lekesi tut­
maya n sentetik b i r malzemeden yap ı l m ı ş ; başı m ı n üzeri nden
çek i p çıkarırken statik elektri klen meyle çıtırdıyor. Dolabımı
açıp yaka kartı m ı içine atıyo ru m . Giysilerimi ay lar içinde
b i r i ken boş kan tüpleri , kalemler, eldiven ler ve tek k u l l a n ı m l ı k
m a k a s l a rdan k u rtarıyoru m . B i r meslektaşım o n saatli k gün­
düz vard i yasına başlamak üzere temi z ameliyathane k ı ya feti n i
geçi riyor üzerine. " İyi şansl ar, " d i yoru m . " İhtiyacın ol acak . "
Evde duşun altında d i k i l m i ş , b i r ya ndan yanağı mdaki ku­
rumuş k a n ı s i ler, ellerime s i n m i ş hastane dezenfektanı kok u ­
sundan arınırken , bir ya ndan da gece boyu gördüğüm i n s a n ­
l a r ı z i h n i mden geçiriyoru m : aşırı d o z alanlar v e zeh i rlenenler;
p s i kotikler ve bir yerini kırmış hastalar; ya n ı k vakaları ve nö­
bet geç i renler . . . B i r acil servis in koridorlarından baktığı n ızda
d ü nya çılgı n , kötü ve şairin söylediği gi bi " i flah olmaz biçi m ­
de çoğu l " bir yer gi bi görünür. " N asıl kaldırabiliyorsun ? " d i ye
sormuştu b i r a rkadaş ı m . "Görd üı�ün pek çok insan acı l a r ı n ı
da beraberinde getiriyor olmal ı . " Fark eder m i , diye düşündü­
ğü m ü hatırl ı yoru m . Pek azımız ol mak istediği m i z kişi o l m ay ı
başarır ız . A c i l servi ste hayatın uç noktalarda ve süzü l m e m i ş
o l m a s ı n ı seviyoru m : G ü c ü v e p a rası o l a n l a r ı n ayrıcalığı yok .
Herkes ayn ı sert plastik sandalyelerde oturur, herkese perde­
lerle ayr ı l m ı ş böl melerde d ikiş atı l ı r. " Triya j "da tartışmasız
b i r demokrasi hakimdir: Ö ncel i ği olanlar torpille deği l , tıbbi
gereks i n i mlere göre bel i rlen i r.
D uştan ç ıktığımda saat sabah ı n dokuzu: kazazede bir de­
n i zc i ken d i n i sahile nasıl atarsa ben de kendi m i yatağa öyle
atıyo ru m . Hastaneye dön meden önce sek i z saati m va r. Nö­
betler amansız gelgitlere benziyor: on dört saatl i k gece , o n
saatli k gündüz va rdiyaları, nöbetsiz geçen bi rkaç günün a r­
dından gece nöbetine dönüş. Erişk i n acil servisi nde çalıştığım
süre boyunca her hafta vücut saati m i tersine çeviriyorum.
O radaki eği t i m i m i n amacı , insanda meydana gelebi lecek
her türlü yaralanma ve zeh i rlenmeye nasıl yaklaşacağı mı öğ­
ren m ekti ama öykülere hazırl ı k l ı deği l d i m . Daha şimdiden
bir sonraki nöbetin düşüncesiyle gergin , kaslarım yorgu n l u k ­
tan seği rerek yatağa yığıldığımda uyuya m a m a m ı n sebebi , o
öyk ü lerd i r.

1 20 İ NSA N V Ü C U D U N A SE YA H AT
/'':.11
ı--#'/i;!J
j
1)
��·/jj)
/ r

B İ R A DA M , gogsunü ve baca kla rı n ı örten hastane önl üğüy le

sedyede titreyerek yatıyor. Ütü l ü pamuklu önlüğü n altında


spor salonu üyel iği n i inkar etmeyen b i r i n i n kaslarına sahip,
bronz, zinde, atletik bir beden var. Muayene kabinine gi rer­
ken dosyasına bakıyoru m : " Bay Adrianson ? " Başını evet der­
cesine sallıyor. İçeri gi rip perdeyi arkamdan çekiyoru m .
S o l kol u kurulama bezleriyle sarı l m ı ş . B i r zamanlar k i r­
l i beyaz o l a n bezlerin rengi , p a rlak b i r koyu k ı r mızıya dön­
müş. Maj orca 'dan b i r hatıra o l a n en üstteki kurulama bezi
di rsek hizasında çözü l m ü ş . Cildi nden aka rken suda ya nsıya n
gün batı mı manzarası gi b i görü nen k a n , kalçasıyla muayene
masasının plastik ş i l tesi arası ndaki olukta gölleniyor. Kolunu
tek rar sarıp sıkıca basınç uygulamak için davrandığım s ı rada
a n l a m sızca, " Ka n a m a m va r, " diyor.
" İ y i l eşecek s i n i z , " d i yorum, bezlerin altındaki manzara
hakkında en ufak b i r fi k r i m o l m adığı halde. Bel k i de i y ileş­
meyecek ; bel k i atardamar ve tendonları da kes i l m iştir. Sağl a m
o l a n s a ğ d i rseği n i n iç yüzüne 1 6 n u m a ra (uzunl uğu v e k al ı n l ı ­
ğ ı yak l a ş ı k b i r şapka i ğnesi kadar) b i r k a n ü l takıp, plastik k ı ­
l ı fı d a m a rda ilerleti rken içindeki çel i k k ı l avuz iğneyi çek i p ç ı ­
karıyoru m . Kanülün plastik kanatlarını fl a sterle sabitledikten
sonra hemoglobin ölçümü ve " c ross-m atch " (çapraz uygun ­
l u k testi) için kan örneği alıyoru m ; a rd ı ndan d a m a r yol undan

ll İ L E K V E E L : D E L İ N M İ Ş , K E S İ L M İ Ş V E ÇA R M I H A G E R İ L M İ Ş 121
serum vermeye başlıyoru m . " So l ak m ı s ı n ı z ? " diye soruyoru m .
B a ş ı n ı sallayarak onay l ı yor. " N e i ş yapıyorsunu z ? "
" Ya n kesicisiy i m , " diyor yüzü nde buruk bir tebessümle,
" neden soruyorsunuz k i ? "
" Sadece piyanist o l u p olmad ığınızı kontrol ediyord u m . "
" Pencerenin üzeri ne düştü m , " diyor gözlerini kaçırarak;
oysa hemşireler bana başka b i r hikaye anlatmı ştı . Sağl ı k gö­
rev l i leri evine vardığınd a , bir köşede ağlayan bir kad ı n , ada­
m m tanı ona yumruk atmak ü zereyken yum ruğunu kapıya
geç i rdiğini söylemiş. Kapınm cam panelleri darmadağı n m ı ş ;
d o l ayısıyla e l kem i kleri nde k ı r ı k o l u p olmadığı n ı merak edi­
yo ru m . Kolunun üzerine bastı rırken elini yuka rıya kaldırıp
p a r m a k uçlarını i ncel iyoru m : Pem be görünüyor, i y i ; parmak­
l a ra yeterl i kanın ulaştığı n ı gösteriyor bu. Başparmak tırnağı­
nın üzerine kuvvetlice bastırı p bırakıyor, tırnak yatağı tek rar
pem beleşene kadar kaç saniye geçtiğine bakıyoru m . İki sa­
niyeden kısa sürdüğünü gö rünce içim biraz olsun rah atlıyo r.
Fak a t parmak boğu m ları kötü durumda; serçeparm ağı d a
bek l ediğim gi b i , olması gerekenden k ı sa görü nüyor ve açısı
normal deği l . Serçeparmağı n ı destekleyen el kemiğini k ı r m ı ş :
" boksör kırığı . "
Kana mayı durdurmak için ko luna bastırırken , ayn ı hafta
içinde tedavi ettiği m bir başka boksör kırığını düşünüyoru m .
O vakadaki k ı rı k metakarpal kem i k , b i r gardiyana aitti ve onu
muayene etmeden hemen önce, soru m l u old uğu mahk ü m a
çene kemiği kı rığı ta nısı koy muştu m . İki a d a m komşu i k i
muayene kabininde otu ruyo rd u . İki ya ralanma a rasındaki
bağl a ntı o kadar barizdi k i nedenini sormak abes kaçacak t ı .
Gard i ya n , mahkümu ç ı k a n bir karı ş ı k l ı k l a ilgi l i sorgu l a rken
elleri ni sandalyenin a rkalığına daya m ı ş olduğunu, mah k ü m
tek meleyince kaya n masanın ellerine ça rptığı nı anlattı . " B a ş ­
ka türlü böyle bir kırık n a s ı l o l u r k i zaten ?" diye sordu gergi n
bir ifadey le.

1 22 İ N SA N V Ü C : l/D LI N A SE YA HAT
"Evet, " ded i m k a rarlı b i r şek i lde. "Buna boksör k ı rığı de­
riz. El kem i kleri nden daha sert bir şeye yumruk attığınızda
olur. Ya da birine. "
Ku ru la ma bezi n i kaldırıp altına göz atıyoru m . Ö n kolun­
dan b i leğine kadar uzan a n , b i r a s la n tarafından h ı rpalanmış
gö rüntüsü veren uzun b i r ya rık va r ve yara n ı n altında kaslarl a
tendo nlar parlıyo r.
Hemşireler röntgen çeki l mesi için tal imat vermiş bile; fi l ­
m e bakınca orak şek l i nde b i r cam p a rça s ı n ı n ya raya gömülü
olduğunu anl ıyoru m . Ya ranın etrafı ndaki cildi kaldırıp gaz
beziyle hafi f hafi f dokunarak cam parçasını arıyoru m . So­
nund a , dokuları zeh i rl i bir d i ke n gi bi y ı rtan, i p l i k i p l i k pıh­
tılaşan kanın mermeri msi bir gö rüntü verdiği camı dokuna­
rak değil de daha çok bakarak buluyorum. Çıkardığı m cam
kırığı n ı ışığa tutup bakıyor, röntgen fi l m lerinin a s ılı old uğu
negatoskoba doğru yürüyo ru m . Röntgende buzlu cam desen i
gibi görünen önko l kemiklerinin -rad yus ve ulna- ana hatları
hayaleti msi bir zarafetle p a rl ı yor. Serçeparm ağını destekleyen
el ke m iği olan beşinci metak arpı görebi l iyorum ; k ı r ı l m ı ş a m a
çok kötü durumda deği l . Çev i rerek yerine oturtma m gereke­
cek . E l i mdeki cam k ı rığı n ı negatoskoptak i kanca biçi m l i opa­
si teye doğru kaldı rıyoru m ; i k i s i n i n şek l i bire bir ayn ı .
" H aberler i y i , " diyorum Adrianson ' a . " İ çeride başka cam
parçası yok . "
Pansuman a rabasının yan ı n a çöküp bileğine doğru b i r
a raya gelen önkol k a s l a r ı n ı i ncel i yo r u m . Yüzeysel p a r m a k
b ü k ü c ü k a s l a r ı n tendon l a rı ı ş ı k ta parıld ıyor; kalın kol l a j e n
bantl arı kuş tüyünün eksen ine benziyor a m a eksenden çıkan
tüyc ü klerin yerine zikzaklı kas şeritleri var. E l i n i yumruk yap­
m a s ı n ı i stiyorum ve kasların bir a raya top l a n ı ş ı n ı , parmakla­
rı kontrol eden kaldıraç si stem i n i n olağanüstü gi rift yap ı s ı n ı
hayra n l ı k l a seyred iyoru m . N e kadar d a mekaniğiz. Bütün
tendo n l a r sağl a m ; sol eliyle de parmak l a r ı m ı sağ eliyle olduğu

ll İ L F K VE E L : D E L İ N M İ Ş , K E S İ L M İ Ş VE <,: A R M I H A C E R İ L M İ Ş 1 2.l
kadar iyi kavrıyor; dahası, gö rüş alanıma gi rip çıkan tendon­
ların y üzeyi nde herhangi bir çentiklenme görmüyorum.
"Eve ne zaman gideb i l i ri m ? " d i ye soruyor.
" B u yaral a ra dikiş atıp kırık parmağınızı sarar sarmaz. "
B i r doktor olarak, hasta l a rdan bilgi almak ve açıkl a m a
yap m ak için bütün gün konuşurum. Bazen nöbeti m y a da k l i ­
n i kteki mesai m sona erdiğinde, dengey i yeniden kurabil mek
için saatlerce sessiz kalma i h tiyacı duyarı m . Ta n ı n ı n sözel
böl ü m ü , olasılıkların elenmesi, sorular ve yanıtlar, hasta n ı n
cevaplarını tartıp biçme, ne z a m a n daha fazlasını sorup n e
za m a n deva m edeceği ne karar verme üzerinden ilerler. Yı l l a r
i ç i n d e ed i n i len bir becerid i r bu : Hasta n ı n tıbbi öyküsünü öğ­
ren m ek bir tıp öğrenci s i n i n b i r saatini alab i l i rken , p rati syen
ya d a uzman hek i m ola rak dakikalar içi nde karar vermemiz
gerekebi l i r. D ik iş atma ya da kırık uzvu alçıya alma gibi pratik
işler, ha stay l a aceleye geti rmeden konuşab i l meniz, a maçsızca
soh bet edebi lmeniz için ender ya kalayabileceği n i z bir fı rsat
s u n a r. Pek fazla entelektüel çaba gerekti rmeyen, salt tek n i k
beceriye dayalı bir iş yapmak d e r i n bir haz verir i nsana. D i k i ş
a t m a k da teknik bir iştir v e diğer bütün teknik i ş l e r gi bi iyi ya
da kötü yapılabi l i r. İyi dikiş atmak, acil servisin sürekl i dikkat
dağıtan karmaşası ndan sonra i nsanı rahatlatan b i r odak l a n ­
m a gerektirir.

1 24 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
Steril aletler ve d i k i ş i p i , lokal a nesteti k çeki l m i ş enj ektörleri n
bulunduğu tepsiyi hazırl ay ı p, ya ral a r ı n ı tekrar antiseptikle te­
mizliyor, a rd ı ndan d i k i ş atmaya başlıyo ru m . Otuz-kırk d i k i ş
gerekebi l i r, yan i b i raz zaman alacak.
Acil serviste bileğindeki atard a ma rları kestiği için ölen
birine hiç rastla m a d ı m ; bu d u rumda genel likle ölüm riski
taşıyan bir kanama gelişmez. Radyal atard a ma rı kestiği için
öldüğünü gördüğüm tek k i ş i , boğazına bıçak saplayıp şahda­
marını da kes m i şti . El bi leğindeki atard a ma rların gen işl iği i k i
ü ç m i l i metre kadard ı r v e bu n l a r kes i l d i ği nde, genel likle b i r
özsav u n m a mek a n i zması olarak kend i l i ğinden kapa n ı rl a r.
Bununla birl ikte, kendini öldürmek için deği l , çektikleri yo­
ğun ruhsal acıyı hafi fletmek ve ya şamaya mahkum oldukları
hayatı reddettiklerini göstermek için bileklerini yüzeysel ya da
deri n kesen yüzlerce insan görd ü m .
B i lek kesmek hayata çatmanın bir yoludur: Nabız atışını
hissettiği m i z bilekler, içimizdeki ya şamın gücünü ve canlıl ığı n ı
göstererek hayatı simgelerler. Gerginlik duygusunu hafifletmek
için yaygın başvurulan bir yöntemdir bu. N üfusun yüzde 4'e
va ran bir kesimi kendini kestiği ni itiraf etmektedi r ( " kasten
kend ine zarar verme davranışı I KZV" olarak b i l i n i r) ve her
ne kadar en revaçta olan yer el bilekleriyse de, önkol, bacak ve
kalça kesme de yaygı ndır. Ergenlerde bu oran çok daha yüksek
olup yüzde 1 5 'lere çıkabilir; kızlar erkeklere göre yardım alma­
ya genel l i k le daha meyillidir. Kesme eylem i n i başlatan şey, ge­
nel l i k le aşırı endişe ya da üzüntü d u ygu l a r ı n ı kan a k ı t a rak ge­
çici rah atlatma isteği d i r. Kend ine zarar veren birinin i fadesiyle,
" Ka n l avaboya aktıkça, öfke ve ıstırap da akıp gider. " Kend ine
zara r verme davranışını i nceleyen bir antropolog bunu " b i r i n i n
hem sevmek hem de itaat etmek zorunda olduğu kişi lere, ken­
disini incittiklerini göstermek için kullandığı bir geri çek i l m e
ve kend ini aşağı l a m a stratej isi" o l a rak tan ı m l a m ı ştır.
Ben i m karşılaştı k l a r ı m genel l i k l e , kendini b i r açma­
zın içinde bu l a n , ebeveynleri n i n beklenti leri ile akranları n ı n

B i L E K V E E L : D E Lİ N M i Ş , K E S İ L M İ Ş V E Ç A R M I H A G F.R I Uvl İ Ş 1 25
talepleri arasın da kalan ve k ı s men geride b ı raktıkları çocu k ­
l u ğ u n yasını tutm a n ın , k ı s men de erişkin k i m l i ği aray ı şı n ı n
s a n c ı l a r ı n ı çeken genç k ı zlard ı r. Kend ini kesme davra n ı ş ı y l a
k i ş i , i ç indeki çatışm a n ı n deri n l iğini karşısındakine aktarara k ,
ne d e n l i ko rkunç duygu l a r yaşadı�;ı n ı a i lesine v e arkadaşları­
n a gösterir. " D uygusal acının başkalarına iletilmes i , o acı n ı n
geçerl i l iği n i doğru layab i l i r," demı ştir kendine ka sten zara r
verme davranışı konusunda çal ı ş m al a r yapa n bir grup a raşt ı r­
macı " ve sorunların ne derece cidd i olduğunu bu şeki lde orta­
ya koy mak, ya rd ı m al mayı ya da k ı ymetli bir i l i ş k i n i n ko run­
m a s ı n ı sağlayabi l i r. " Bu açıdan bak ı l d ı ğında, kend ini kes m e
davran ı ş ı mantıklı bir kara rd ı r. •
G ö rdüğüm genç kızlar çoğu n l u k l a , çocukken onlara ba­
k a n l a rı n si stematik eziyetine ve istismarına maruz kal m ı ş
kurbanlar olmasa d a , çocukluk ça ğı istismarı kendini kesme
davra n ı ş ı n ı n s ı k karşı l a ş ı l a n bir öncülüdür: Çocukken istis­
m a ra uğrayanların yeti şkin çağd a kendine zarar verme i h t i ­
mali dört kat fazlad ı r. K l i n i kte ken dine z a r a r veren i n s a n l a rla
k a rşı laştığımda geçmişte ya da süregiden bir istismara maruz
kalıp kalmadıklarını anlamaya ç a lış ırım ama bunu bana itiraf
etme o l a s ı l ı k l a r ı n ı n ne old uğunu bilemiyorum .

alışı l ageldik perdeli muayene kabinlerinden


AC İ L S E RV İ S L E R D E ,

daha fazla mahremiyet sağlayan ve silah olarak k u l l a n ı l a b i ­


l ecek h i ç b i r şey i n bulunmadığı ayrı bir "psikiyatri kabi n i "
va rd ı r. Z i h insel hastal ığı o l a n l a rı muayene ettiği miz oday l a
mah k lı m l a ra ay rı lan oda ayn ı özell ikleri taşır. Bu odalar i k i
kap ı l ı d ı r, böyl ece odadan ç ı k mak i sted iği n i zde h a s t a yo lunu­
zu kesemez ve kapıların her i k i s i de k i l itlenebi l i r.

' KZV'de yara izi kalmasını önlemeye yönelik stratejilerden biri, kişiyi,
kendini kesmek yerine cildinin üstüne koyduğu buzu canı yanana kadar tut­
ması ya da bileğine taktığı bir paket lastiğini çekip bırakarak canını acıtması
yönünde teşvik etmektir.

1 26 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
Melissa ' n ı n ayağı nda ucuz lastik ayakkabılar, üzeri nde
pembe bir eşofm a n altı ve göğsünde " M uhteşem" yazan pem­
be b i r kazak va rd ı . Viski rengi saçları yağl a n mıştı, bakışları
panik dolu, gözleri çakmak çakmaktı. Dışarıdaki d uva rdan
dosya s ı n ı ald ı m ; adı , doğum tarihi ve civardaki bir destek l i
barı n m a evi n i n i n (ciddi zihinsel sorunları olanların, eğitim­
l i personel ve sosyal hizmet görevl ilerinin yard ı m ı y l a ya rı
bağı m s ı z ya şadığı bir yer) adresi kayıtlıyd ı . Triyaj hemşires i ,
dosya s ı n ı n üstüne sadece " K Z V " yazmı ştı .
Psikiyatri kabi n i nde otu r m u ş , yere bakıyor, kolundaki
band a j l a rı tekrar tek rar kontrol ediyord u . Kazağı n ı n kol larını
di rseklerine kadar sıvadığı için bandaj l a r daha da rahat görü­
lebi l i yord u . Her iki önkoluna beş altı yara pedi yapıştı rılmıştı;
bun l a rı n kenarından taşan eski yara izlerini de görebiliyo r­
d u m . Cildi , cilalanmamış mermer gi bi yol yol kabartı lar ve
çatl aklarl a doluyd u .
" Bütün b u n l a r istismara uğradığım i ç i n , " diye başlad ı .
Başı m ı evet a n l a m ı nda salladı m .
" Bu korkunç," ded i m . Böy le zamanlarda söylenebilecek
tek şey.
" Büyükbaba md ı . Ö l d ü . Lay ı ğı n ı buld u . "
S adece ya rım saat önce kol larını kesiyord u ; pansumanın
üzeri nden hala kan sızıyord u .
" O nu durdurmad ı m . Durdurmalıyd ı m . Ne k a d a r da
aptal ı m . "
Derin b i r iç çek i p b a ş ı m ı s a l l a d ı m . " Başlad ığında kaç
yaş ı n d ayd ı n ? "
O m u z silkti . " İ k i , bilemedin üç. "
" Küçücük b i r çocuktun ya n i , onu na s ıl d u rd u rab i l i rd i n
k i ? O l a n l a r sen i n hatan deği ld i . " K ı s a b i r süre sessi zce otur­
d u k . D ı şarıda tekerlekli sedyelerin tıkırtı l a r ı n ı , ambulansların
siren lerini duyuyord u m . " H a ngi ilacı k u l l a n ı yorsu n ? "
" İ laç fal a n istem iyoru m . "

B i L E K V E E L : D E Li N M İ Ş , K E S I L M İ S V E <, A R M I H A C E R İ L\I İ S 1 27
" U yuyabiliyor musun ?"
" Üç gündür, hayır. "
" Hi ç değilse uyuman için bir şeyler vereyı m k i biraz
d i n lenebiles i n . "
Pek i dercesine başı n ı sallad ı .
" Kesiklere bakabi l i r miyi m ? "
B a ş ı n ı sallayıp kol larını uzattı . Pansumanı açmaya baş­
lad ı m . Kesikler derin deği l d i ; dikiş atmak şöyle dursun, ya­
p ı ş k a n l ı d i k i ş bantları bile gerektirmeyecek kadar yüzeyseld i .
Yavaşça temizleyip pansuman yapmaya başladı m .
" Hasta neye kendin gel d i n ; b u çok iyi," dedi m . " N e za­
m a n ya rd ı m a i htiyacın old uğunu bil iyord un . "
Genç kızlar için kend ini kesme davranışının etrafındakiler
tarafı nd a n kabullenil mesi bile tek başına yeterl i olabi l i r ; a i le
tutumunu deği ştirdiğinde ya da genç kız yeterince büy üyüp
ergenliğin getird i ği geri l i m ler azal maya başlayınca bu alış­
kanlık d a kaybolur. Fakat Mel i s s a ' n ı n çektiği acının çok daha
meşum sebepleri va rd ı ; ona ya rd ı m edemed iği m için kend i m i
hepten çaresiz h i ssediyord u m .

gece nöbeti o k a d a r yoğun geçiyo r k i


B İ R B A Ş K A H A FTA S O N U :

h a sta kuy ruğu bekleme salonunun dışına taşıp koridor bo­


yunca deva m ediyor. Nereden baksanız altı saat bekleyecekler.
H e m ş i re istasyonundaki tel siz ambulansla bağlantıda; pol is
ve p a ra medikler, çok sayıda veya çok ciddi ya ral a n m a vaka­
l a rı yoldaysa acil servisi uyarmak için tel sizle haber veri rl e r.
En tecrübeli personeli bile yerinden sıçrata n , klakson sesine
benzer bir sesle ötüyor alet.
" Çevreyolunda büyük trafi k kazası , " diyor tel sizden ge­
len ses ve olay mahal line i k i doktor götü reb ilecek bir a m bu­
lans istiyor. Acil servisten iki doktor alın ması gerekeceği içi n
a m bulans personel i n i n böyle bir talepte bulunduğu pek vak i
deği l d i r. Ancak a raçta sıkışmış ya ral ı l a r va rsa bu çağrı haya t
kurtarab i l i r.

1 28 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
Ben gitmeyeceği m ; gece boyu hafi f yaral anmaların teda­
visiyle i l gil en mek üzere görevliyi m . Fakat acil serviste yed i
yerine b e ş doktor k a l ı r s a , h a s t a l a r d a h a u z u n süre bekleye­
cek . Patl amak üzere olan öfke dalgasını göğüsleyerek , hasta­
lara bir açıklama yapmak ü zere bekleme salonunun kapısında
duruyoru m .
"An itibariyle önünüzde a l t ı s a a t l i k bekleme süresi va r, "
diye bağı rıyo ru m , " fakat az ö n c e i k i doktor bir başka a c i l d u ­
r u m i ç i n çağrıl d ı , o y üzden bu süre d a h a da uzayabi l i r. Eğer
şimdi eve gidip yarın tek rar gelebileceğin izi düşünüyorsanız,
lütfen öne ç ı kı n . "
Bekleme salonu sessizliğe gömül üyor; herkes yerine mıh­
lanmış gi bi, bana ters ters bak ı yo r. Ön s ı rada bileğinin üze­
rinde bir paket donmuş bezelyeyle bekleyen bir kız, gözü nün
üzerine havlu kapatmış bir adam ve alnı sıyrı l m ı ş yaş l ı bir ha­
nım görüyorum ama zaten saatlerd i r bekledi kleri için hiçbiri
kalkıp gitmeye yanaşmıyo r. A z sonra, üzerinde işçi tulumu,
ayağı nda botlarla arkada oturan bir adam ayağa kalkıyo r.
Otuzların başlarında, uzun favo rileri ve muhteşem bir burnu
olan genç bir adam. Eli eski bir plaj havlusuna sarı l ı . " Ben ya­
rın gelsem de olur herhalde," d i yor. Konuşu rken A demel m a s ı ,
bir şa mandıra g i b i y ü k s e l i p alçalıyor.
Onu hemen ya ndaki muayene kabinine götürüyoru m .
Adı n ı n Francis olduğunu söylüyo r. Eline sard ı ğı havluyu aça r
açmaz olduğum yerde sıçrıyoru m : Avcu na b i r çivi sapl a n m ı ş .
"Avcunuza b i r ç i v i sap l a n m ı ş , " diyorum b o ş b o ş .
"Bil iyoru m . "
" N a s ı l oldu ? "
" Evde geç vakit çalışıyord u m , yorulmaya b a ş l a m ı ş t ı m . . .
çivi tabancasının düğmesine yan l ı ş l ı k l a bastı m . " Yak laşık 1 0
c m uzunl uğundaki çivi temi z görünüyor; gi riş çıkış del ikleri
düzgü n , etrafında bir parça k a n kurumuş. " Neyse k i kendi ­
m i doğrudan tahtaya m ı h l a madı m , " diyo r gülerek , " yoksa İsa
gi b i , k i ri şe çivilen m i ş , orada bek l i yo r olabi l i rd i m hala . "

B İ L E K V E E L : D E L İ N M İ Ş , K E S İ L M İ Ş V E �: A R M I H A G E R İ L M İ Ş 1 29
E L İ N AV U Ç K I S M I N DA , her bir parmak için, metakarp denen top­

l a m dört kem i k va rd ı r. Beşincisi başparmak taba n ı n ı destek ­


ler. B u kem i k lerin a rasında parmakların duyusunu sağl aya n
i n cecik s i n i rler, kan d am a rl a rı ve parmakları yan l ara doğru
yelp a ze gi bi açıp kapamamızı sağl ayan kaslar va rd ı r (par­
m a k l a rı büküp açmamızı sağlayan kaslar elde deği l , önkol­
dadı r) . Metakarp kem ikleri n i n taba n ı , sert ligamanl arla el
bi leği kem i k lerine tutunur ama p a rmakl a ra doğru gid i ld i ği n ­
de bu bağl a r oldu kça gevşekti r. E l ayasından geçen çiv i n i n e l e
ö n e m l i bir zarar vermemesi m ü m k ü n d ü r zira burada s i n i rler
inced i r ve kemiğe yakın seyreder; kan da m a rları ise el taba n ı n ­
d a n başparmak taban ı n a gen iş b i r yay çi zerek i lerled iği için e l
ayasından uzak bir sey i r izler. Fakat el bi leği nde d u r u m b a m ­
başkadır: Burada birbiriyle yak ı n i l i ş k i l i s i n i rler, kan d a m a r­
l a r ı ve kenetlenmiş kemikler bu lunur.
Francis çarmıha geri lme ko nusunda şaka yapmış olabi l i r
a m a birini tahtaya çivi leyecekseniz e l ayasından yap may ı n . E l ­
deki bu a n a t o m i k yap ı l a r ı n çiv i n i n c i d d i b i r zarar vermeden
geçebi l mesine izin vermes i , ayn ı anatomik yap ı l a rı n bütün
vücudun ağı rlığını taşıyacak kadar güçl ü olmad ığı a n l a m ı n a
gel i r. D o k u l a r y ı rtılır ve el çividen kurtulur; h ı rpal a n m ı ş ve
k u l l a n ı l amaz hale gel i r a m a sonuçta serbest kal ı r.
Fra ncis parmaklarını normal bükebiliyord u ve duyu ha­
sarı yoktu; ya n i çivi sinir ve tendonları ıskal a m ı ştı . Pa rmak­
l a rı n d aki kan akımı olması gerektiği gi biyd i . Elinin röntgen
fi l m i , çiv i n i n metakarpal kem i k ler a rasından , bir kafesin tel­
leri arasından geçiyormuşçasına rahat geçtiği n i gösteriyord u .
Ya ra s ı n a p a n s um a n yap t ı k t a n s o n ra onu p l a st i k c e r r a h ­
l a ra gönderd i m . Cerrah l a r avcundaki deliği d i kkatl ice i ncele­
yebil mek ve içeride parça kalmadığından emin olabil mek için
çiviyi am el iyathanede çıkaraca kla rd ı . Ya ray ı kapatı rken ne
kadar özen gösteri rlerse göstersi n ler, el i n i n her i k i tarafın d a ,
bir k i rişe çivilen mekten k ı l payı kurtuld uğu geceyi o n a hayat
boyu hatı rlatacak bir çift stigmata kal acaktı .

130 İ N S A N V Ci C U D l / N A S E YA H AT
I 9JO' L LJ Y I L L A R DA , ateşl i b i r Fra n s ı z cerrah olan Pierre Barbet,

çarmıha geri l menin ayrı ntılarıyla i lgi l i tutkulu b i r çal ı ş m a


yürütüyord u . E l i n vücut ağırl ı ğı n ı t a ş ı y ı p taşıyamayacağı n ı s ı ­
namak için kadavral a rı ç a r m ı h a çivileyerek deney ler yapıyo r­
d u . İ s a ' n ı n , Romal ı l a r tarafınd a n çarmıha gerild iği zamanki
kilosu ve kol l a r ı n ı n gövdesine gö re kon umuyla ilgili tahmi n­
de bulunarak, çiv ile r in el ayas ı ndan ç ok bilekteki k üçük ke­
miklerden geç i r i l m i ş olması ge rektiği n i hesapladı . " Karpa l "
kem i k ler de denen bilek kem i k l e r i , e k l e m bağl a rı tarafından
sıkıca b i r a rada tutulur. Barbet, kadavraları el ayalarından de­
ği l , bi leklerinden çivi lediğinde e l i n y ı rtıla rak serbest kalması­
nın söz konusu ol madığı n ı buldu.

Pierre Ba rbct, insan vücud unun çivilenmesiyle ilgili deneyleri­


n i n sonuçlarını 1 930'1arda yayı m l a m ıştı, ancak 1 968 'de Kud ü s

ll l l . F r; V E F i . : D F L İ N ,\ I İ ) , ;; E S İ i . M İ ) V E <,: A R M I H A ( ; E R İ l . ,\ 1 İ 'i il i
yak ı n l a rındaki bir kaya meza rında, Roma devrinde çarmıha
geri l m i ş genç bir adamın iskeleti bulundu. Sağ ayağın ı n topuk
kemi ği nden (kalkaneus) yak l a ş ı k on bir santi metre uzun l u ­
ğun d a b i r ç i v i çıkarı l d ı ; ay rıca ç i v i başının altında, muhteme­
len ç a r m ı h ı n d i key tahtası için k u l l a n ı l m ı ş olan h a m zeytin
ağacı kalıntıları bulund u .
Ro m a devrinde ç a r m ı h a ge ril meyle i l g i l i b u i l k doğru­
dan k a n ı t ı n elde ed i l mesinin a rd ı ndan çarpıcı iddialar ortaya
a t ı l d ı ve İbrani Ün iversitesi anatomi p rofesörü tek b i r çiv i n i n
her i k i ayaktan da geçi ri l m i ş , önkolların çivilenmiş ve k u r­
b a n ı n bacaklarının daha h ayattayken öldürücü son darbey l e
k ı r ı l m ı ş olduğunu i leri sürd ü . O n b e ş y ı l sonra i k i şüpheci
meslektaş, Joseph Zias ile El iezer Sekeles, kalıntıları yeniden
i nceleyip fa rk l ı b i r sonuca vardılar: Çivi sadece bir topuktan -
sağd a k i nden- geçi rilm işti (d iğer topuk kemiği k ayıptı ) ; ay rıca
kol l a rda çivilen meye dair herhangi bir bulgu yoktu. Rom a l ı l a ­
rın u ygulad ığı ç a r m ı h a germe işleminde, kol l a rı n T şek l i n d e
b i r ç a r m ı h a iple bağlandığı v e h e r iki topuğun d ikey tahtaya
çivilend iği sonucuna va rd ı l a r. Zeytin ağacından genel l i k l e e n
fazla i k i -üç metre uzunl uğunda düz bir tahta e l d e ed i lebi l d i ği
için k u rbanl a r fazla yükseğe kaldırı l m ı ş olamazd ı .
Rom a devri nde çarmıha germe işleminin e l ayalarından
yap ı l d ığı fikri Batı k ültüründe o denli yaygın kabul görmüştür
k i son m i lenyum içinde, İsa'nın vücudundaki çivi yaralarının
bulunduğu yerlerde ortaya çıkan ve " stigmata" olarak a d l a n ­
d ı r ı l a n , ken d i l iğinden kanaya n ya ral a r b i l d i r i l m işti r. El ayala­
rında , bileklerde ve böğürde ( rivayete göre İsa'nın bıçak l a n ­
d ığı yer) , hatta ayak sırtında stigmata görüldüğünü okud u m .
Ancak bugüne k a d a r ne topu k kemiğinde görülen stigmataya
dair b i r şey duydum ne de çivi tabancasıyla kendini kalkaneu­
sundan m ı h l ayan birini görd ü m .
HATIN
11

Böbrek: S o n Armağan

O rgan nakli sayesinde artık yaşam i l e ö l ü m a rasındaki eşikte


hayatl arın b i rbiriyle bağlantılı olduğunu söylemek m ü m k ü n .
A lcc F i n l a y, Taigh - A Wilding Gllrden

H İ M A L AYA L A R ' I N H İ N D İ STA N TA R Al' I N DA K İ ya maçlarında, Dalai

La m a ' n ı n evi n i n çevresi ndeki to plul uğa h i zmet veren bir Ti­
bet h astanesi var. Acil tıp eğiti m i m ile p rati syen hek i m olarak
çal ı ş maya başlamam a rasındaki dönemde, orada bi rkaç ay­
lığına çal ı ş m ı ş , yerel Ti bet halkında görülen cüzza m , köpek
ısırıkları, vere m , dizanteri ve ya ralanmaların tedavisiyle i l gi ­
len m iştim. K i m seyi geri çevirm eyen genel bi r hasta neydi ve
yaptığım iş gereği pek çok bebek doğurtuyor, i k i koğuş dolu­
su h a stay l a ilgileniyor, haftada i k i kez de ayakta hasta tedavi
ediyo rd u m . Strese bağl ı baş ağrı l a rı , hazımsızl ı k , s ı l a hasreti
ya d a i shal gibi dertlerden mustarip, yen i gel m i ş elli-altmış
civarında mül teciyi çevi rmenler a racı l ı ğı y l a a n l a m aya çabal ı­
yord u m . Arada b i r kuyrukta perişan bekleye n , fi ltrelenmemiş
su içtiği için dizanteriye yakal a n ı p bir deri b i r kem i k kal m ı ş ,
solgun b i r batı l ı o l u rd u . "Bura n ı n yerel halkı g i b i yaşamak i s ­
tiyo r u m , " derd i ; ben de ona yerel h a l k ı n da dizanteriye yaka­
landığı nı söylerd i m .
Başka bir hastane daha va rd ı : yol u n hemen aşağısındaki
Tibet T ı p ve Astroloj i Enstitüsü. Geleneksel Tibet tıbbı -Yed i k
tıbb ı n v e H i pokrat'ın vücuda bakış açısıyla uyumlu olarak­
beş elementin ve üç sıvı n ı n düzenlenmesine d aya n a n kad i m
b i r s i stem d i r. Müphem ağrıları y a da a n l a m veremediği m i z
s ı radışı bel i rtileri olan hastalar, geleneksel Tibet hek i m leri n i n
yak l a ş ı m ı ndan sıklıkla fayd a görürler. Keşke İ s koçya 'daki m u ­
ayenehanemin yak ı n ı nda da benzer b i r k l i n i k o lsayd ı .
Merak ı mdan Enstitü ' y ü ziya ret etmişti m ; H i malayalar'dan
i ne n ya maçlardan birinde, ç a m ağaçl arı a rasında kurul m u ş ,
büy ü k , beyaz badanalı bir binayd ı . İçerideki duvarl a ra i n s a n
vücuduyla ilgi l i , enlem boy l a m çizgileri v e eşyükselti eğrile­
riyle h a ritaları andıran kafes k a fes çizgi lerin ve meridyenle­
rin bulunduğu büyük şemalar asıl mıştı . Ti bet tıbbındaki bel l i
b i r tedav i n i n mantığı n ı k i m i z a m a n a n l ayabiliyord u m ama b u
yöntem ben i m i ç i n büyük ölçüde gizemini koruyordu; vücuda
dair a n l ay ı ş ı m onlarınkiyle uyuşmuyord u . Sözgel i m i , böbrek­
ler çalışmıyorsa geleneksel hek i mler bunun, orga nların faz­
l a soğuk olmasından i leri geld i ği n i düşünüyorl a rd ı . " Soğuk
böbrek" ta nısı başlı başı n a bir hastal ıktı ve buna " k 'eldrang"
d e n i yo rd u . K 'eldrang tedavisi soğuk ve ıslak yere oturmakta n ,
sırtı zorl a maktan ve soğutucu özel l i k leri nden ötürü teh l i ke l i
old u ğu düşünülen kimi yiyecek lerden kaçı n m ay ı içeriyo rd u .
Ağı r vakalard a , ciltteki bel l i meridyenler üzerinde şifalı otla­
r ı n yak ı l ması i l kesine daya n a n , eski Çin tıbbından köken alan
kad i m b i r uygulama olan " moxi bustion" tavsiye ed i l iyo rd u .
T i bet'te h a c gelenekleri arasında bir yerden b i r yere t a ş
taşı mak da vard ı . Yürüyüşçülerin bil hassa z o r ve yorucu b i r
tırmanış rotasına taşlar bı raktığı İskoçya 'dan da bildiğim b i r
uygu lamayd ı b u . B i r keresinde b i r Tibet manastı rındaki d u a
odal a r ı n ı ziya ret ettiği mde, yaşl ı bir keşi ş i n , bir hacı n ı n b a ­
şına v e s ı r t ı n a özel bir t a ş l a dokund uğunu görmüştü m ; koy u
renk l i , pürüzsüz, böbrek biçi minde bir t a ş t ı . Keşişin ne yap ­
tığı n ı sord uğumda b a n a taşları n iyi leşti rici gücü olduğunu

1 36 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
söyled i ler; taşların vücuda değmesi , bedendeki enerj i akı ş ı n ı n
dengesini düzeltebiliyord u .
Geleneksel Ti bet t ı b b ı b i r ö lçüde başarı l ı görünüyordu
ama kutsal taşların böbrek hastalığı ya da böbrek yetmezli ­
ğinde i ş e yaradı ğı konusunda şüpheliyd i m .

BAT l ' N I N B Ö B R E G İ A N L A M A S Ü R E C İ yava ş gel işti . Böbrekler kan ı

süzerek idrar o l uşturur; bunu A r istoteles bile biliyo rd u . An­


cak o n beşinci yüzy ı l kadar geç b i r dönemde dah i , Rönesans
dönem i n i n büyük anatomi uzm a n l a rından Gabriele de Zerb i s
hala, böbreği n ya rı sının kanı top l ayıp orga n ı n ortasındaki bi r
zardan süzdüğünü düşünüyord u . İnsan böbreği n i kesi p ince­
leyen de Zerbis gibi anatomi uzmanları böyle b i r zar görmüş
olamazlardı çünkü öyle b i r zar yok . Bel k i de olmasını o kadar
çok istemişlerdi k i gerçekten de gördüklerini san d ı l a r.

İtalya ' n ı n kuzeydoğusundaki Pad ua kentinde p rofesör olan de


Zerbis on beşinci yüzyılda yaş l ı l ı k tıbbıyla ilgi l i ilk b i l i msel
incelemelerden birini -Gerentocomia- kaleme almıştır. Yaş ­
l a n mayı gec i k t i rmek i ç i n doğuya b a k a n b i r ye rde ( b e l k i de k u ­
zeydoğu İtalya ?) yaşamay ı , b o l temiz hava a l m ay ı ; engerek eti ,
i m b i kten geçi ri l m i ş insan kanı ve öğütülmüş altın ile k ı y met­
l i taş l a rdan oluşan bir karışımla beslen meyi tavsiye etm iştir.
Akde n i z ' i n doğusunda, yaşl ı l a r ı n tı bbi bak ı m ı alanında m u ­
teber bir yeri olan de Zerbis, 1 505'te b i r O s m a n l ı soylusunu
tedav i etmesi için İstanbu l ' a çağrı l d ı . Ancak ha sta ölü nce de
Zerbis yakalanıp işkence görd ü ve vücud u , tıpkı incelemek
için kestiği böbrekler gi bi ikiye b i ç i l d i .

B Ö B R E K : S O N A R M A (; A N 1 37
De Zerb i s ' i n Pad ua'daki ard ı l ı , anatomi ve tıptaki (o dö­
nemde i k i s i a rasında bel i rgin bir ay rı m yoktu) bir devri mde
etk i l i olan Hollandalı Vesal ius'tu. Vesal ius, bazıları Rom a
devrinden kal m a ders kitaplarına gö re görmesi gereken şeyi
deği l , gördüğü şeyi tarif ederek yen i l i kçi bir adım atmı ştı .
Böbrekleri i kiye bölen Vesalius bahsedilen zarı gö rmed i . Yi ne
de böbrek lerin bir şekilde kanı süzdüğünü düşünüyor, l a k i n
bunun n a s ıl olduğunu b i l mediği n i de itira f ediyord u .
Mercek ve prizma teknol o j i s i ndeki ilerlemeleri tak iben
1 50 yıl sonra m i k roskop yaygı n o l a rak k u l l a n ı l m aya başlaya n a
d e k başka hiç k i mse gerçek mekanizmaya b u den l i yak laşama­
yacaktı . 1 660' l ı yıllarda mercekler sayesinde hem iç dünya m ızı
h e m de uzayı kavrayışımızda b i r dönüşüm yaşan m aya başl a n ­
d ı . C a m bridge yakınl arında veba nedeniyle k a rantinaya a l ı ­
n a n I s a a c Newton, z a m a n ı n ı prizmadan geçen güneş ışığı n ı n
ren k lere n a s ı l ay rıldığı n ı göstererek değerlend i rdi ve kütleçe­
k i m kanunlarını fo rmüle döktü. Lond ra'daysa Robert Hooke,
bit, şişe mantarı parçaları , sinek gözü gi bi her gü n karşılaş­
tığı m ı z m i n i c i k yapıların akıl almaz detaylarını gösterd i ği
Micrographia adlı eseri ni yayı mladı ( m i k roskopl a baktığı n d a
yaşa m ı n temel birimini keşi şlerin kaldığı hücrelere benzettiği
için " h ücre" sözcüğünü ilk kez Hooke k u l l a n m ıştır) . Yak l a ş ı k
ayn ı dönemde Pisa'da t ı p p rofesörü olan Marcel lo Malpighi
m i k roskop kullanarak akciğerlerde kan ve hava n ı n birbiriy­
le k a rışmadan temas ettiği n i gösterd i . Ay rıca böbrekteki k ı l ­
c a l d a m a rl a rı n m i n i k kalbursu yapılar olu şturduğunu ortaya
ç ı k a rd ı . Böbreği n soluk ren k l i merkezi bölümünün tüpçük
top l u l u k l a rından meydana geldiği n i görd ü . Bu tüpçükleri
sıktığında idrar tad ında b i r sıvı çık ıyord u (biyoki mya labora­
tuva rlarının olmad ığı o dönemde maddelerin analiz ed i l mesi
işini s ı k l ı k l a dil üstlenird i ) .
Böbreğin işlev i n i n -böbrekteki kan damarl a r ı n ı n , her
tüpçüğün başında, kase benzeri bir hazneye toksin leri süzen
b i r k ı lcal damar yu mağı oluşturduğunun- anlaşıl ması için

13 8 İ N S A N V LI C: U D U N A S E YA H AT
yirmi nci yüzy ı l a gelene dek i k i y ü z elli y ı l daha geçmesi gere­
kiyord u . Vücudun gerçek leştird i ği yaşamsal i şlevler içinde en
basitleri nden biri olmasına k a rşı n , sürecin i ncel iklerini kavra ­
manın a mans ızca zor olduğu a n l a ş ı l m ı ştı .

Böbrek işlev i n i kopyal a m a n ı n gayet basit görün mesi baştan


çıkarıcıyd ı . Yapay böbrek gel işti rmeye yönelik ilk adım çok
erken bir tarihte, 1 9 1 3 y ı l ı nda a t ı l d ı . Makine, köpekler üze­
rinde denendi ve pıhtılaş mayı ö n lemek için öğütü l m ü ş sülük
özütü kullanıldı. Otuz y ı l sonra Hollandalı hek i m Wi l l e m
Kol ff, insanlar için işlev gö ren v e k a n d a k i toksinleri yapay
olarak süzen i l k "d iyal iz" makinesini icat etti . Bul uşunun ge­
l i şti ri l mesini ve daha yaygı n k u l l a nı l ma sın ı isted iği için maki­
nenin patentini a l m ad ı .
Kol ff i l k başlarda Nazi i sti l a sı n ın deneti m i altında çal ı ş ı ­
yord u fakat ay n ı zamanda D i ren iş üyesiyd i . Yaptığı i l k m a k i ­
nede, sosis ü reticilerinin kullandığı yen i i c a t ed i l m i ş selofa n ,
portakal suyu ambal a j ı o l a rak k u l l a n ı l a n teneke kutular ve
b i r Ford bayisi nden edind iği su pompasını k u l l a n d ı a m a bu
ilk m a k i neyi yeterince gel iştirebi ldiği için 1 945 'te cihaz altm ı ş
yedi ya şındaki b i r kad ı n ı n haya tını ku rtard ı . Ko l ff 1 950'de
ABD'ye yerleştikten son ra icadın ı daha da gel iştird i . O, diyal i z

B Ö B R E K : S O N A R M A (; A r-.; l .l 9
maki nesi üzerinde çal ışır ve böbrek yetmezliği olup da maki­
neden fayda gören hastaların sayısı her geçen gün biraz daha
a r t a rken , neredeyse mucizevi diyebileceğim i z b i r şey oldu : in­
s a n d a n insana böbrek n ak l i .
Böbrek işlevinin gö rünürdeki basitliği yapay b i r böbreğin
gel i ştiril mesi fi krine götü rmüştü; böbrek anato m i s i n i n basit­
l i ği ise -tek atardamar, tek top l a rdamar ve idrar akı m ı için tek
ç ı k ı ş- organ nakli için aday olarak düşünül mesi gereken i l k
tam organ olduğu a n l a m ı n a geliyordu. İ n s a n d a böbrek n a k l i
i l k k e z 1 95 1 ' d e denendiyse de a l ı c ı n ı n bağışıklık si stemi verici
böbreği n i n " yabancı dokusunu " reddettiği için başarısız o l d u .
Bu soru n , 1 954'te Boston'daki Brigham Hastanes i ' nde, b i r i
i k i t a rafl ı böbrek yetmezl i ği nden mustarip tek yumu rta i k i z le­
ri a rasında böbrek nak l i yapıl masıyla aşıldı. A l ı c ı n ı n vücudu
genetik açıdan vericininkiyle özdeş olduğunda n o rgan red d i
gel i şmed i . Bu ol ay, bir organın bir vücuttan diğerine akta r ı l ­
d ı ğı i l k ö r n e k olarak tarihe geçti . ' Sonraki yirm i y ı l , bağı ş ı k l ı k
siste m i n i n a n l a ş ı l m a s ı ve al ıcın ı n nakledilen yabancı dok u ya
tolera n s ı n ı n nasıl artırılabi leceği konusunda i n a n ı l maz b i r
i lerlemeye tanıklık etti . 1 970'lerin sonlarına geli ndiğinde, ge­
netik açıdan fa rk l ı bireyler arasında bu tür a meliyatların ya ­
p ı l m a s ı neredeyse sıradan b i r işe dönüşmüştü .

birkaç saniye kansız kalmaya dayanabi l i r


B E Y İ N D O K U S U S ADECE

a m a böbrek dokusu çok daha dayanıklıdır. Çıkarılan bir böb­


rek soğuk tutulursa on iki saat, hatta daha uzun süre canlılığını
koru r (böyle olmakla birlikte nakil ne kadar çabuk yapılırsa o
kadar iyidir) . Yani yeni ölmüş ya da beyin ölümü gelişmiş bi­
rinden ya da bir canlı vericiden alınan böbrekler, nakil bekleyen
hastaya ulaştırılmak üzere yüzlerce kilometre yol kat edebi l i r.
Ul usal veri bankaları alıcılar ile uygun böbrekleri eşleştirir; her

' Deri nakli zaten daha önceleri cerrahlara tek yumurta ikizleri arasında
doku nakli yapıldığı zaman alıcıda " red " yanıtı gelişmediğini göstermişti.

1 40 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
biri n i n bağışıklık p rofil i karşılaştı rılır k i organ reddi ihtimali
asgariye indirilebilsin. Görd üğüm i l k nakil a meliyatında böb­
rek yaklaşık beş yüz kilometre uzaktaki bir şeh i rden hava yo­
luyla gel mişti. Organın eski sahibi o sabah ölmüştü ve böbrek,
soğutulmuş polistiren bir kutuda ameliyathaneye getirilmişti .
Cerrahla aramızdaki a meliyat masasında yatan Ricky
Hen n i ck otuzlu yaşlarda , enfeksiyo n l a rdan ötürü böbrek
yetmezl iği uzun zaman önce gel i ş m i ş bir hastayd ı . Yı l l a rd ı r
diyalizle hayatta kalmıştı. Yeş i l örtülerin a rası nda sadece kar­
n ı n ı n altı görünüyord u ; a meliyat kes i s i , i şlevsiz böbrek leri n i n
bulund uğu a r k a taraftan deği l , k a r n ı n ı n s o l alt bölümünden
yapı l m ı ş , "sol i l yak fossa" denen boşluğa ulaşı l m ıştı . Kes i n i n
arkadan deği l de ö n d e n yap ı l m a s ı n ı n haklı gerekçeleri vardır:
Yen i b i r böbrek naklederken "esk i s i n i " çıkarmanız gerek mez .
İlyak fossaya görece kolay u l a ş ı l a b i l i r; ayrıca burası yen i böb­
reğe bağlanabi lecek gen i ş atard a m a r ve toplardamarların bu­
lunduğu bir bölged i r.
Cerrah , i l yak damarl arın hemen üzerindeki i lyak fossayı
açmıştı. D a m a rl a r etraftaki doku l a rdan serbestleştiri l m i ş , yu­
karı kaldırılıp metal klemplerle k a n akımı kes i l m işti . Hem­
şirelerden b i r i n i n açtığı polistiren kutunun içine şaşk ı n l ı k l a
baktı m : Soğu k , büzüşmüş v e koyu g r i bu böbreğe organ di­
yebil meye bin şahit i sterd i . Böbrek kutudan a l ı n ı p Hennick ' i n
karn ı n ı n içinde hazırl a n m ı ş o l a n yerine yerleştiri ldi . K ıdem l i
uzma n l a rdan b i r i , böbrek dokusunun vücut sıcaklığıyla ı s ı n ­
masın ı ön lemek için boşl uğa b u z gi bi soğuk b i r çözelti d a m ­
latıyo rd u . Hennick ' i n i l yak atardamarı v e topl a rd a m a rı i l e
yen i böbreği n a t a r ve topl a rda m a rı i nce d i k i şlerle b i rleşti rild i .
Cerrah derin bir nefes alıp kol l a r ı n ı sahnede gösteri yapan b i r
s i h i rb a z gi bi ö n e uzatıp şöyle ded i : "Tıp tari h i ndeki en muh­
teşem görüntülerden birine şahit olmak üzeresi n . "
S ı rasıyla önce atardamar, son ra topl a rdamardaki klemp­
leri çıkarınca Hennick ' i n kanı pörsümüş böbreğe pompal an­
maya başlad ı . Atardamarl a ra pompalanan k anın hareketinden

B O B R E K : S O N A R \I A (; A N 141
anl aşılan her kalp atımıyla böbrek b i raz daha şişti . Gördükle­
ri m , yen iden canlandırma ( reani masyon) sürec i n i , ölümün tek­
zibini izlemek gi biyd i . Böbrek büyüdükçe, rengi dönmüş gam­
zel i yüzeyi parlak pembe bir renk almaya başlad ı . Cerrah yen i
böbreği n üreteri ni ( idrarı mesaneye taşıyan kanal) tuttu ; kesik
uçta bel irip büyüyen idrar damlasını izled i m . " Çalışıyor, " dedi
muzaffer bir edayla. "A rtık mesa neye bağlayab i l i riz. "
Hennick'in mesanesi b i r sonda yardımıyla antibiyot i k l i
çözeltiyle doldurulmuş ve d ı ş yüzeyi etrafındaki yağ dokusun­
d a n serbestleştirilmişti . D ı ş dokuların içi nden geçen yak l a ş ı k
i k i buçuk santi metre uzunl uğunda b i r tünel oluşturu l a rak
ü reter bunun içi nden geçi rildi. Tü nel i n ucunda mesa neye b i r
del i k a ç ı l d ı v e ü reter serbest u c a d i k i l d i . Cerrah , Hennick ' i n
k a r n ı nda yapm ı ş olduğu kesi y e saydam plastik b i r dren yerleş­
t i r i p k a s l a rı ve cildi dikti.
A mel iyat sona ermi şti . Hennick hayat boyu diyalizden
k u r tul muştu ama bağışıklık si ste m i n i n yen i böbreği reddet­
mes i n i önlemek için kuvvetli i l açlar kullanması gerekecekt i .

b i r zafer ve kutl amadır a m a genel­


BA Ş A R I L I B İ R B Ö B R E K N A K L İ

likle de b i r trajedi sayesinde gerçek leşir. Yak ı n zamana kadar


nak ledi lecek böbrekler büyük oranda kadavradan alınıyo r­
d u . Böyle b i r durumda başarı l ı bir nakilde görev a l m a n ı n acı
ve tatlı ya n l a rı va rdır: bir h ayat kurtarmanın verd iği huzura
k a r ş ı l ı k kaybedi len bir hayatın getirdiği vicdan azab ı . O rgan
veri c i s i n i n hayatına mal olan b i r felaket i n , alıcıların haya t ı n ı
kurtard ı ğı böyle bir örnek hatırlıyoru m .
Acil servi ste gece nöbeti ndeyd i m ; saat sabah ın üçüyd ü .
Pa ramedi kler ağı r astı m krizi geçi ren, b i l i nci kapalı b i r genç
kız getiriyorlard ı . Nefes almasına ya rdı mcı olmak için sol uk
borusund a n bir tüp sok muşlard ı ama bu yol l a bile hava ak­
ciğe rlerine rahatça ulaşamıyo rd u . Acile geldiğinde mora r­
m ı ş t ı ; annesiyle babasını bitişi kteki bekleme odasın a ald ı k .
Ara m ı zda i ncecik b i r bölme va rken kızlarını kurtarmaya

1 42 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
çal ı şacaktı k . Anestetik gazlar akciğerlerde genellikle gevşeme
sağlar ama bu genç k ı zda değişen bir şey o l m a d ı . Havayolları­
nı gen i ş letmek için dam ar yoluyla ilaç vermey i , yü ksek akım­
lı oksijen solutmay ı , kaslarında felç ya ratmay ı dened i k ama
hepsi başarısızlıkla sonuçl a n d ı . Dakikalar içinde kalp ritmi is­
tikra rs ı zlaştı . Böylesine genç b i r i n i n öl mek ü zere olabi leceği ni
kabullenemeyen hek i mler delicesi n e çabalıyo rl a rd ı . Etrafında
dört dönüyor, kalp atı m l a r ı n ı n ö n ce gen i şlediği n i , a rdından
güçsüzleştiği n i gösteren monitö re bakıyord u k .
N a b ı z alamıyorduk. Sonraki ya rım saate dair hatıralarım
silik: adrenalin enjeksiyonları, kalp masa j ı , kalp kasını hızlan­
dırmak için atropi n . Kalbi i k i kez kaotik elektriksel aktiviteyle
kası l m aya başlayınca defi bri latörle şok uygu lamak zorunda
kald ı k ; ikinci şok uygulamasından sonra nabzı geri geld i . Fa­
kat erken sev i n m iştik; içimizde b i r korku fi l i zlendi çünkü kalbi
yeniden atmaya başlamış olsa bile gözbebekleri ışığa ya nıt ver­
miyord u . Nabzı geri gel m i şti a m a ağı r bey i n hasarı gel işmişti.
En yak ı ndaki şeh i r hastanes i n i a ra d ı m . Hastanenin yoğun ba­
kım ekibi gel i p onu almak için gerekl i hazırlıklara gi rişti .
Kızın a n nesiyle babası oldukça gençti ; kızları dünyaya
geldiği nde onlar da hemen hemen ergenlik çağındayd ı muh­
temele n . Rengim ruhsarım atmış halde oturd u m ve kızlarının
kalbi n i n durduğunu, tekrar çalı ştığını , ancak bey n i n i n artık
olması gerektiği gi b i i şlev gö rmediği ni eli mden gelen bütün
hassasiyetle ama açıkça anlattı m . Onu yoğun bak ı m b i r i m i n e
nakledeceği m i z i , hasta neye k ı z l a rıy l a b i rl i k te g i d e b i l ec e k l e r i ­
n i söyled i m . Anl attı k l a r ı m ı bütün detaylarıyla hatırl aya mıyo­
ru m , a ncak babası konuşmaya başladığında sözlerindeki iç­
ten ve i n sanüstü cömertl i k beni h ay retler içinde b ı raktı : " Eğer
geri gel meyecekse, sizce başkaları na yard ı m edeb i l i r m i ? " diye
sord u . "Böbrekleri n i bağışlayabi l i r m i ders i n i z ? "
Yoğun bak ı m b i r i m i nde de d u rumu deği şmedi v e yak l a ş ı k
y i r m i d ö r t saat sonra organlarını verd i . Böbrek leri, b i ri ü l ke­
n i n b i r ucund a , diğeri diğer ucunda yaşaya n i k i fa rk l ı yeti şkine

B Ö B R E K : S O N A R M A (; A N 1 4.l
gitt i . Korneaları, gözleri görmeyen birinin yeniden gö rmes i n i
sağlad ı . K a raciğeri , iyileşmiş b i r alkoliğe nakled i l d i . Pan k re­
ası ve i n cebağırsağı ise, yed ik leri bağırsaklarından e m i l e m e­
yen , n a d i r gö rülen bir genetik hastalıktan mustarip b i r gence
nakled i l d i . Bel l i başlı orga nları arasında sadece, onu ö l ü m ü n
eşiğine geti ren kalbiyle akciğerleri ni v e karanlığın i ç i n d e ı şığa
geri dönemeyecek kadar uzun yol almış olan bey n i n i mezara
göt ü rd ü .

İ K İ B Ö B R EC; İ M İ Z O L D U G U v e
yaşa rken b i r i n i fazla rahatsızlık duy­
m a d a n verebileceği miz için böbrek nakli eşi benzeri olmayan
b i r olayd ı r. Eskiden böbrek nakli büyük ölçüde k a rdeşler ve
ebeveynlerle çocuklar a rasında yap ı l ı rd ı . Fakat artık böyle
o l m a sı gerek miyor. Doku tiplemesinde k aydedilen i lerlemeler
gen i ş toplulukl arda uyuşan orga nların saptanmasına olanak
ta n ı yor; ayrıca organ naklinin sosyal fayda olarak algı l a n m a ­
s ı , a raları nda kan bağı bulunmayan bireyler arasında yapı l a n
organ bağışlarını artı rmıştır. B u "akraba olmayan canlı ve ri­
ciler" Batı 'da artık bütün böbrek nakli ameliyatl a r ı n ı n yak­
laşık yarı sını ol uşturmakta ve b i rbirini hiç ta n ı m ayan k i ş i l e r
a r a s ı n d a yapıl maktad ı r. B i rleşik Kral l ı k 'ta 20 1 1 ' d e n b u ya n a ,
k i şi n i n b i r böbreği ni akrabası olmaya n , bil mediği birine vere­
bileceği ve başkalarının da katı l ı mcı sayısı arttıkça gen işleyen
bir a rmağan çemberi oluşturacak şeki lde organ bağı şı yapabi­
leceği bir " bağış havuzu " sistemi kullanılmaktad ı r. Bu sistem­
de uyumlu bireyler bilgisayar a racı lığıyla eşleşti rilir.
Diyelim ki B, böbreği n i k a rısı C'ye vermek istiyor a m a
uyumsuz oldukları i ç i n C ' n i n böbreği A' d a n alması gerekiyo r.
Karısı böbreği alacağı için B kendi böbreği n i E'ye verme yo­
l u n a gideb i l i r. E'nin kardeşi ( D ) böbreği ni G 'ye, G ' n i n annesi
(F) i se H 'ye verebi l i r, ves a i re . A rmağan çemberini başlatmak
için herhangi bir fayda beklentisi ol maksızın böbreği ni bir
yabancıya bağışlayan tek bir özgeci organ vericisinin çıkması
(yukarıdaki örnekte A ) yeterl i d i r.

1 44 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
Özgeci Çift 1 Çift 2 Çift 3 Nihai alıcı
don ör (uyumsuz) (uyumsuz) (uyumsuz)
(karı koca) (kız kardeşler) (anne kız)

DAV I D M C D OWA L L BAT I ' DA böbrek na kli için kay n ak olarak kulla­
n ı l a n bu yen i eği l i m i n -Özgeci b i r donör tarafından başlatı l a n
armağan çemberi n i n- b i r parçası . Ameliyat sonrası nekahet
dönemi ndeyken ortak a rkadaşl a r ı m ı z vasıtasıyla tan ı şmıştı k .
" Vücudumun b i r i n i n işine yarayab i lecek yedek parça s ını takas
ediyord u m , " ded i . " Ben i m açımdan çok rahatsızlık verici de­
ği ldi ama bir başkas ı n ı n hayatını k u rtarab i l i rd i . "
David böbreği n i taşıyan kişiyle h i ç karşı laşmamış ve Bir­
leşik Krall ı k 'taki o rgan bağışıyla ilgi l i katı mevzuat nedeniy­
le asla karşılaşmayacak . "A meliyat riski çok düşüktü, üstelik
risksiz b i r hayatın ne a n l a m ı va r ? " David altmışlarında bir
akade m i syen ve O rta Doğu konusunda uzman b i r tarihçi .
"Lübnan'da çal ı ş ı rken ö l ü me bundan çok daha yakınd ı m , "
ded i .
D avid, gazetede böy le bir a r mağan vermenin m ü m k ü n
olduğuna dair bir haber okuduğundan beri böbrek lerinden
birini bağışl a m ayı düşünüyormuş. Yı l l a r önce mide ü l se­
ri k a n a ması nedeniyle ö l ü mle burun buruna geld iğinde k a n
nakli yap ı l masay m ı ş hayatını k ay bedecekm i ş . O rgan bağı ş ı
o n u n a ç ı s ı n d a n , h ayatı n ı k u r t a r a n b i r a r m ağan ı si steme ger i
vermek için uygun bir yoldu (Birleşik K ral l ı k ' t a , tarihsel ola­
rak doku bağı ş ı n ı n çok daha a l ı ş ı l ageldik b i r biçi m i olan kan
nakli için ödeme yap ı l m az) . H ayati teh l i ke taşıyan bir sorun l a

B Ö B R E K : S O N A R .\1 A (i A N 1 45
d ü n yaya gelen torununun geçi rdiği ameliyat, altı haftal ık yo­
ğun bak ı m ve sonrasında hastanede ayl a rca devam eden iyi­
leşme sürec i n i n a rdından, artık adım atmanın zamanı geld i ği ­
n i düşünmüş. " O zaman bunu yap m a m gerektiği n i anlad ı m , "
ded i . " B i r t ü r şükran borcu gibiyd i ; torunum ö l m ü ş olsayd ı
b i l e bunu yapmam gerek iyord u çünkü orga n bağı ş l a m a ka­
rarı n ı zaten vermişti m . Ama böyle söylediğime bak m ay ı n ,
a s l ı nda sağl ı k hi zmetleri n i n yaptığı onca şey i n b i l i ncine yen i
va r m ı ş tı m . " Londra 'daki H a m mersmith Hastanes i ' n e yazıp
böbreklerinden birini vermeyi teklif etmişti ve bir yılı a ş k ı n
b i r zaman sonra ameliyat masasındayd ı .
D uyduğuma göre k i mileri n i n , özel likle de böbrek lerini
p a ra k a rşıl ığında vermişlerse daha sonra pişman oldukları­
nı, yaşadıkları deney i m i beklediklerinden daha korkunç ve
acı verici buldukları n ı söyled i m ona. " Ben i m için hiç de öyle
o l m a d ı , " ded i , " i l k başlarda en büyük sıkı ntı , a mel iyat yara­
s ı n ı n verd iği rahatsızlık neden iyle yatakta bir yandan d i ğer
ya n a dön mekti ama çok çabuk geçti . " Ameliyata sabah do­
kuzda gi r m i ş , aynı akşam yataktan kalkıp birkaç adım y ü rü­
müştü. "Ak ı l l ı bir doktor bana ne kadar çabuk yürürse m , has­
taneden o kadar çabuk çıkabi l eceği m i açıklad ı , " ded i , " ben
de ertesi gün serum askısına tutunarak yürüd ü m , yürüd ü m ,
yürüd ü m . S ı radan b i r koğuşa a l m ı ş l a rdı ben i , uykusuz geçen
gecenin a rdından ertesi gün taburcu etti ler. " Hastanede k ı rk
sek i z saatten biraz uzun kalmıştı.
" Böbreği n i n şimdi k i mde olduğunu merak ediyor m u ­
sun ?" diye sord u m .
"El bette , " d e d i "ama bana neden söylemediklerini a n l ı yo­
ru m . Hiç k i msenin huzurunun kaçmasını ya da m i n net borcu
duymasını istemezd i m . " Yüzünde dü şünceli bir i fade bel i rd i .
"Şehrin sokak l a rında dolaşı rken böbreği mi taşıyan biri n i n
ya n ı ndan geçebileceği m i hatta hiç haberim olmadan onunla
tanı şabi leceği mi b i l mek hoş. "

1 46 I N S A I\' V ( I C : l l D l l N A S E YA H AT
AV RUPA' DA , A N M A A M ACI Y L A yüksek yerlere anıt d i kmek yaygın­

d ı r ama bu tür anıtlar Ti bet'te daha dikkat çekicid i r. Ö l üle­


rin defned i l mesinde geleneksel yöntem " gökyüzü defn i " d i r.
Ölülerin naaşları p a rçalanıp akbabal a r için dağlara b ı rak ı l ı r.
Toprak tabak a s ı n ı n mezar kazmaya izin vermeyecek ölçüde
ince old uğu yerlerde elverişli bir yöntemdir ve ö l ü m ü n , diğer
canl ı l a rı n yaşa m ı n ı n idames i n i sağlay ı ş ı n ı n takd i r edildiği n i
gösterir. Gökyüzü defn i yap ı l a n yerlerde toprağı n üzeri , gez­
ginlere her şey i n fan i olduğunu hatırlatan, etrafa saçı l m ı ş in­
san ke m i kleriyle doludur.
Avrupal ı ların gezgi nlere yol göste rmek için yaptığı taş
k ü melerine benzer şekilde T i betl iler, geleneksel hac yolla­
rı boy unca taşları üst üste koya rak yığı n l a r oluştururlar. Bu
yollar arazi üzerindeki meridyenlere benzer; hacılar patikal a r
boyunca yürürken taşları bir yığından d i ğerine taşırlar. Tibet
tıbbında özel taşla rın hasta n ı n vücudu üzerinde halka şeklin­
de dizil mesi n i n beden i iyi leşti rmenin b i r yol u olarak gö rül me­
si gi bi , hacıların ellerinde ya da ceplerinde taşıdıkları taşları
çember şekl i nde di zmesi de ruhu iyi leşti rmenin b i r yol u ola­
rak gö rülebi l i r.
Ş i falı taşlar Ti bet'e özgü deği l d i r. İskoçya 'nın K i l l i n kasa­
basında, on sekizinci yüzyılda ya ş a m ı ş old uğu düşünü len Kel t
ermişi Aziz Fillan'ın sek iz taşı kutsal kabul ed i l i r. Geleneğe
göre, bu sek iz taşta n , rah atsız olan orga n ı nı za en çok benze­
yeni alıp vücu d u nuza sürersiniz. Ziyaretçi ler K i l l i n'de azizin
kurduğu deği rmenl erden ilki o l a n eski deği r mene gidip taşla­
rı ellerine al ı rl a r. Ta şlard a n biri y ü ze benzer, birinin üzeri nde
kabu rga biçi m i nde çizgiler va rd ı r, bir başka s ı ndaysa göbeğe
benzer b i r çökü n t ü . İçlerinden b i r i , koyu renkli ve pürüzsüz
olanı insan böbreği ni andırır.
Ş a i r ve görsel sanatçı Alec F i n l ay bu kutsal taşlara duy­
duğu özel merak ı , orga n nakline duyd uğu hayra n l ı k l a b i r­
leşti rmiştir. Finl ay, İskoç devleti tarafı ndan Ed i n bu rgh 'daki

l\0 1\ R E K : � O N A R M A t ; A N 1 47
K ra l i yet Botanik Bahçes i ' nde "organ ve doku bağışçı l a r ı "
i ç i n u l usal bir anıt yap makla görevlendiri l mişti. Bunun üze­
rine İskoçya ' n ı n dağl ı k bölgelerinde, bir zamanlar hacı l a ra ,
çoba n l a ra ve mü nzevilere barı n ak sağl a m ı ş taigh denen çatısı
çim kaplı geleneksel Gal evleri nden birini inşa etmişti . B u ev
b a n a Budist taş yığınlarını ve T i bet'in dağlık bölgeleri n i ha­
t ı rl a ttı . Tııigh 'lar her zaman barınak olarak inşa ed i l m e m i ş ;
aralarında törensel a maçla ve k utsal taşların korunması i ç i n
yap ı l m ı ş o l a n l a r da va r.
"An ı t ın hem iç dünya n ı n hem de bir barınağın n i tel i k le­
rini o rtaya koy ması gerektiği n i h issett i m , " diye yaz m ı ş F i n ­
l ay. " O ra n ı n , yas tutanların d uyguları için bir tür koruyucu
mesken o l m a s ı n ı isted i m . . . ö l ü lerin anısına yap ı l m ı ş olsa d a
bah çede bulunması, çiçeklerin büyümesiyle ve ışıkla i l gi l i d u y ­
gu l a r çağrıştı rabi l i rd i . "
F i n lay b u taigh ' ı n çatıs ına , K i l l i n 'dekilerden esinlenerek ,
h e m ölülerin yaşayanlara a rmağan ettiği organları hem de ya­
şaya n l a rı n başkalarının h ayatını kurtarmak için bağışlad ığı
orga n l a rı temsil eden bir dizi taş yerleştirmişti. Yap ı n ı n ze­
m i n i nde taşa oy ulmuş, bir va ftiz kurnası kadar p ü rüzsüz ve
içbükey b i r boşluk va rdı ve etrafına kendi n i sonsuza dek tek­
rarl ayan dokuz kel imel i k bir ş i i r çember şek l i nde kazı n m ı ş t ı :

F i n l ay ' i n amacı, y a d edileni v e m ukaddes olanı kutlamak, be­


deni ve o bedene ait hatıraları doğal bir mekana yerleştirmenin
yol l a r ı n ı aramaktı . Öte yandan anıtın, organ nakl i n i n , ancak
tıp b i l i m i ndeki yüksek teknoloj ide kaydedilen i lerlemelerin

1 48 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
mümkün k ı ldığı yen i b i r durum olduğunu göstermesini de is­
tiyord u : O rgan nakliyle i l gi l i ol arak " Seküler b i r muci zeye bu
den l i yaklaşabilen ş i fa verici b i r başka tedavi daha yoktur," di­
yordu, taşların i y i leştirici gücüne i n a nçtan çok, tıbbi ve cerra­
h i uzmanlık sayesi nde gerçekleşen bir mucizeden söz ederken .
Taigh ' ı n çatı sına, nakledilen organları s i m geleyen taşlar koy­
muştu; altına ise, en a n l a m l ı o l a n ı n genel l i k l e göze çarpmadı­
ğı nı a n l atmak a macıyla, o rga n l a r ı n ı veren ölüleri tem sil eden
tahta bir sandık gömmüştü. Gömdüğü sandığı n kapağı n a b i r
neşter ile organ redd i n i engelleyen b i r paket i l a ç yerleştirmişti .
F i n l ay, anoniml iği korumak ve ne denl i çok ortak yö­
nümüz olduğunu v u rgula m ak adına İskoçya 'daki her orga n
veric i s i n i n i l k adını b i r deftere yazıp her i s m i iç içe örülmüş
bir d i z i ş i i rle diğer i s i mlere bağl a m ı ştı . Bota n i k bahçesi ndek i
anıt, salt etrafı m ızdaki fi zi ksel manzaranın -d ağl arın ve or­
manların, taş yığı nları ve gökyüzü defn i n i n- deği l , bağl ı oldu­
ğu muz insan i l i ş k i lerinden kurulu toplu msal manzara n ı n da
önemini ortaya koy uyord u .

K
A "' ol E. S
..
5 v s " ...
E.
S T V ... ll T
"
12

Karaciğer: Bir Peri Masalı Sonu

Sonunda Avcı'yı çağı rıp şöy le ded i : " Çocuğu ormana götür;
gözü m görmesin bir daha ; onu öldürüp akciğerlerini ve
k a raciğerini bana getirmel i s i n . "
Pamuk Prenses, Grimm M<1s,1/l.ırı

K A N T ET K İ K L E R İ N İ N S O N U Ç L A R I a rtık bi lgisayar üzerinden gel i ­

yor a m a hastanede ilk çalışmaya başladığı mda sonuçl a r gün­


de i k i kez pembe, sarı ve yeşi l kağıt tomarları halinde gel i rd i .
G ö revlerimden biri d e b u kağıtları gözden geçirip alındı onayı
için i mzal amaktı. Sonuçl a r antibiyotiği n değiştiril mesi gerek­
tiği n i ya da hastanın böbrek yetmezliğine gi rdiği n i göste r m i ş ­
se k a ğ ı t l a r ı i mzalayan kişi o l a r a k , ilgi l i konuda b i r şey ler yap­
mak ben i m sorumluluğu mdu.
Pembe kağıt hematoloj i sonuçları içindi; hasta n ı n kanın­
daki h ücrelerin ora n ı n ı , olgunluk derecesi n i ve hemoglobin
d üzey i n i gösteri rdi . Sarı kağıtta , laboratuvarın izole edeb i l d i ­
ği her vi rüs y a da bakter i n i n ay rıntıl arını veren m i k robiyoloj i
sonuçları bulunurd u . Yeş i l kağıtsa karaciğer, tiroid ve böbrek
işlevleriyle ilgili maddeleri n yan ı sıra , kandaki tuz düzeyleri­
n i de gösteri rd i . Her birine ait değerler tabloya yan ya na ya­
zıldığı için sonuçlarda zaman içinde meydana gelen deği ş i m i
görebi l i rd i n i z .
.--- 810<>4 810<>4 aıoocı Bloocl aı..;d "
urea llDO l / L 2 . 5 ·6 . 6 4. .. 4. 5.
cr .. tioio• umol/L 60·120 7 7 7 7;
.ora (il . 7 31112 1 ml /•in 7
.ora ( i l . 7 la2 ) nıl taıin .,
lodiuıa OlllO l fL 135· 145 13! 14 141 u
Pot&•ıiu. OlllO l fL 3 . 6-5 . 0 3.• 3. 3. 3.
TCl02 OlllO l fL 22 · 3 0 2 2! 2 2
Olucoı• aaollL 5. s.ı
Ol\ıCol• ıoec . t� P•� v•-
U lirul>in umoltL 3 · 16 ' •
ALT U/L 1 0 · 50 2 2 2
Alk . Pbo• UIL 40·125 7 8 1
oar UIL 5 · 35 4 4 37
� ofL 3 5 · 50 4 4 4
Cbol .. ter:ol ımıol/L 5. 6. s.
rr1oıvc.rid• ımıol/L o . a -2 . 1 2. 2. 3.

" Ka raciğer fonksiyon testleri" ( KFT) yorum l a n ması e n zor


testlerdend i r ve karaciğerin işlevi konusunda fazla bir şey
söylemediği için ismi yanıltıcıdır. Bu testler aslında normalde
karaciğerde bulunması gereke n , ancak bazı durumlarda, o r­
gandaki rahatsızlığın ya da yangı (i ltihap) düzeyiyle orantı l ı
olarak kana sızan bazı maddelerin düzey i n i ölçer. Dolayısıyla
bun l a ra "ka raciğer yangı testleri " demek daha doğru olurd u
aslında. Ö lçülen maddelerden b i ri olan "gama gluta m i l trans­
feraz" (GGT) düzey i , karaciğerde özel l i kle alkol ya da safra­
kesesi taşına bağlı bir ya ngı old uğunda y üksel i r. Bir diğer i ,
"alanin transaminaz" (ALT) daha ç o k hepatitte (karaciğer
iltihabı) ya da i laçl a r veya bağı ş ı k l ı k sistemi karaciğer doku­
suna zarar verdiğinde artar. Karaciğer, işlevleri n i n çeşitliliği
ve sı rad ışı rejenerasyon (kendini onarma) gücüyle yaşam için
vazgeçi l mez, gi zemli b i r organdır. Kanı toks i n lerden arındırır
ve i sten meyen k i myasal l a rı safraya boşaltır. B i r diğer işlev i ,
vücudun i htiyaç d uyd uğu p rote i n leri yap m aktı r ki bunu kan­
daki " albümin" düzeyiyle ölçeri z . Albümin düzeyi bize, kara­
ciğerin p rotein üreti p üretemed iğini ve ay rıca b i reyin iyi bes­
lenip beslenmediğini gösterir. Ciddi bir açl ı k ya da karaciğer
yetmezliği söz konusuysa albü m i n düzeyleri düşmeye başlar.

N I A M H WH ITEHOUSE y i r m i l i yaş l a r ı n ı n son l a rında, kuzgu n i s i ­


yah saçları v e elf g i b i s i v r i k u l a k l a r ı y l a ufak tefek, narin b i r

K A R AC: İ (; E R : B İ R P E R İ M A S A LI S O N U 151
kad ı n d ı . İ ş a rkadaşlarından biri bana onun hayat öy küsünü
ve h a stal ığı n ı anlatmıştı . Tek çocuk olarak Edinburgh'da bü­
yümüş, yedi yaşındayken babas ı n ı kaybetmişti. O n dört ya­
ş ı n d ay ke n , annesinin yen iden evlenmesi üzerine evden kaç m ı ş
ve a i lesiyle bütün bağı n ı kopa rmıştı. O l d u m olası a ç ı k hava da
vaki t geçi rmeyi seviyord u . Birkaç y ı l Londra 'da oradan oraya
sürüklendikten sonra İ skoçya 'ya dönmüştü. Bir malikanede
çömez bahçıvan olarak i ş bu l muş ve işini y ı l l a rca keyifle yap­
m ı ş t ı ; bahçen i n dışına pek az çıkıyord u .
B i r g ü n g ü l tarhlarını çapala rken e l i n e diken batmıştı . Ya ra­
sı bi raz kanam ıştı ama Niamh fazla üzerinde durmamıştı . E r­
tesi gün kendini iyi hissetmemişti : başı dönüyordu, ateşi vard ı ,
huzursuzdu ve kasları ağrıyord u . Erken paydos etmek zorunda
kal m ı ş ve sendeleyerek kul übesine dönmüştü. Gribe yakalan­
m ı ş olabileceğin i düşünüyordu. Sonraki gün baş bahçıvan ona
yapacağı işleri söylemek için geldiğinde, Niamh'ın adım atacak
hali yoktu. "En iyisi bugün yat, dinlen," demişti ustası. Gider­
ken pencereden baktığı nda genç kadının kanepeye yığıldığı n ı
gör m üştü . Pencereyi tıklatmış ama yanıt alamamıştı . Bunun
üzerine kapıyı kırıp içeri gi rmiş ve ambulans çağı rmıştı.
Niamh i l e i l k karşı l a ş m a m , o yoğun bakımda uyutu l m u ş ,
ağz ı n d a n , burnundan, boynundan, bi leğinden, kol u ndan ve
idrar torbasından gi rip çıkan tüplerle solunum cihazına bağl ı
yatarken oldu. Korneası n ı koru m ak için gözleri bantla kapa­
tılmış, göğsüne kalp atı m l a r ı n ı k aydeden kablolar bağl a n m ı ş­
t ı . Kulak memesine tak ı l ı p l astik klipsin üzerinde k ı r m ı zı b i r
ı ş ı k yanıyo r, alet kanındaki oksijen düzeyini sürek l i kontrol
ediyo rd u . Seru m askılarından o l uşmuş b i r orma n ı n ortasında
yata rken vücuduna bir yandan antibiyotikler, plazma haci m
gen i ş letici , kalp kasılmasını güçlendiren i laçlardan oluşan b i r
kokteyl akıyor bir yandan da transfüzyon yapı l ı yordu. Saçl a rı
yastı ğa siyah b i r hale gi bi dağı l m ı ştı . Da m a r yol u açmak i ç i n
uğra ş ı rl a rken boynundan a k a n kan damlaları beyaz çarşafı n
üzerinde koyu kırmızı lekeler b ı rakmıştı .

1 52 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
G ü l dikeni ndeki stafi lokok bakterileri N i a m h ' ı n kan do­
laşı m ı n a girip çoğalmaya başla m ı şt ı . Bakterilerden çıkan tok ­
sinler, vücut işlevlerin i n normal kontrolünün ahengin i bozu­
yord u . B i l i n c i n i k aybetmes i n i n a rdından k a n ı nda pıhtılaşma
bozukl uğu gel işti: gövdesinde, ko l ve bacaklarında cilt altında
k ı r m ı zı lekeler şek l inde kanama odak l a rı bel i r i rken , kan ak ı ­
m ı n ı n başka yerlerinde gel işen pıhtılaşma, dokuları oksijensiz
bırak m aya başladı . Çoğala n bakterilerden oluşan küçük kü­
meler kan dolaşı mıyla el ve ayak parmakları n ı n uçlarına ula­
şıyor ve burada, ucundan sararmaya başlayan yaprakl a r gi b i
siyah lekeler ol uşturuyord u . N o r m a l koşullarda atardamar ve
top l a rd a m a rların iç yüzeyinde hücreler a rası s ı k ı bağlantılar
kan basıncını normal seviyede tutar, fakat Niamh'ın bağışık­
lık sistemi ile bakteri ler arasındaki çatışmadan ötürü salgı l a ­
nan k i myasal m addeler bu s ı k ı bağlantıları çözdüğü için k ı lcal
d a m a rlardaki sıvı dışarı sızmaya başlamıştı. Nehrin taşmasıy­
la etrafı sel basması gi b i , narin vücudu sıvıyla dol uyord u .
Başlangıçta enfeksiyon sadece kan dolaşı m ındayd ı , fakat
dengenin bozulmasıyla diğer orga nlarına da hızla yay ı l maya
başlad ı . Bağışıklık si stemi n i n ü rettiği haberci p roteinler hede­
fin i şaşırmış, karaciğer hücreleri çapraz ateş altında kalmıştı.
Bu i k i ncil hasarın seyri n i yeşi l biyoki mya kağıtlarındaki sonuç­
lardan takip ediyord u m . Albümin düzeyi düşmeye başlamışt ı ;
alyuvarları parçalandıkça içlerindeki hemoglobin, " b i l i rübin"
denen atık ürüne dönüşüyordu. Ka raciğer işlevini yapamad ı ğı
için b i l i rübini işleyip sa fraya dönüştürem iyor, olması gerektiği
gibi safrakesesine boşalta mıyor, dolayısıyla kandaki b i l i rü b i n
düzeyi giderek artıyordu. Bilirübin yükseldikçe cildi, vücudu
sanki kendi n i i çeriden mu myal ıyormuşçası n a sarard ı . GGT ve
ALT d üzeyleri yükseliyordu; önce normal i n iki katına çıktı,
sonra dört katına ve yükselmeye deva m etti .
G ünde i k i kez yaptığı m ı z vizitler sırasında, kıdemli leri m ­
l e birlikte çi zelgelerdeki say ı l a r ı i ncel iyor, iyi leşme sürec i n i
öngö rmeye çalışıyo r, değerlerdeki deği ş i mde b i r umut ı ş ı ğı

K A R A C: İ G E R : B İ R P E R İ M A S A L I S O N U 1 53
a rı yo rduk. Öylece yata rken derin bir uykuya dalmış gi bi gö­
rünüyordu a m a a s l ı nda her geçen gün onu ölüme b i raz daha
yak l aştırıyo rd u .

K A L B İ N B İ R PO M PA C İ B İ çal ıştığı n ı n bilin mediği zamanlarda, k a ­

n ı n k a raciğer tarafından üreti ldiği v e orada n da s e l g i b i ke n ­


d i l i ği nden kalbe aktığı düşünül üyord u . Kalpte, akciğerlerden
gelen ya şamsal ruhla karışıyor, sonra da k u l l a n ı l mak üzere
dokulara dağıl ıyordu. K a n ı n , dolayısıyla da yaşa m ı n kay n a ­
ğı o l a rak düşünülen karaciğer, g ü ç v e gi zem i n simgesiyd i . O
nedenle de karaciğeri i nceleyerek geleceğe ait s ı rlar hakk ı n ­
da fi k i r yü rütülebileceği düşünülüyord u . Karaciğer i ç i dol u ,
ç o k büyük bir orga ndır. Aslın a bak ı l ı rs a , kalbin karıncıkları
ve bağı rsak si stemiyle gen i ş bağlantı ları olan karaciğer, k a r ı n
boşl uğundaki en büyük iç orga ndır; o yüzden bir za m a n l a r
yaşa m ı n s ı r r ı n ı barındırdığına inanı l m ı ş o l m a s ı n a şaşma m a l ı .
Shakespeare'e gö re, karaciğeri m i zdeki kan miktarı, i ç i m i z ­
d e k i ya şam gücünün i fadesiyd i : " Herifi kessen ciğerinden b i r
d a m l a kan a k m a z . Korkudan ciğeri ağzına gel i r. B e n de yeri m
,,
a fiyetle. .
Babil uygarlığı dönem i nde, kurban edilen hayvanların k a ­
rac i ğeriyle fal bak ıl ırd ı . Bu keha net yöntem i n i n örnekleri y l e
İ n c i l 'de karşılaşırız: Hezek iel K i tabı 'nda, bir sonraki h a m l e­
s i n i bu yöntemle planlaya n bir kraldan söz ed i l i r. Karaciğeri
ok uyarak fal bakan kahinlere "haruspex" denird i : " Çünkü
Bab i l K ralı i k i yolun ayrıldığı, yolların çatallaştığı yerde fal
bakmak için duracak. Okları s i l kel eyecek , aile putlarına d a n ı ­
şacak , kurban edilen bir hayvanın ciğerine bakacak . "
Yak ı n Doğu kökenli b i r başka m i t olan Prometheus ef­
sanesinde, karaciğer kendini bütünüyle onarabilen tek organ
olarak geçer. Ta nrılardan ateşi çald ığı için cezal andırılan Pro­
metheus bir kayaya bağl a n ı r; ka rtal lar ciğeri n i parçalayıp yer,

• Sevgi Sanlı çevirisi (ç.nJ

1 54 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
yan i yaşa m ı n ı n kaynağı olan yere saldırır. Prometheus ' u n ci­
ğeri her gün yeniden büyür ve i şkence s i l baştan başlar.
K a raciğere bakarak keh a nette bu l u n m a uygulaması Ak­
deniz ve Yak ı n Doğu kül türleriyle s ı n ı rl ı deği ldir. Romalı ta­
rihçi Tacitus, Yıllıklar adlı eseri nde, kuzey Avrupalı l arın i n ­
san k u rban ettiği n i , bazen f a l b a k m a k için " nabız gi bi atan
orga n l a r ı " kullandıkları n ı , ayrıca bu nları yemeye de karşı
olmadıklarını yazmıştır. Hatta günümüzde bile "Ciğerini yi­
yey i m " sözü doğuda İran'dan, batıda Macaristan düzlükleri­
ne uzanan gen i ş b i r coğrafyada sevgi i fadesi olarak kullanıl ı r.
İ ran ve Macar konuşma d i l inde yamya m lığın izleri kal mış ola­
b i l i r. Kuzey Avrupa 'daysa, Tacitus'un a n l attığı gelenek , gün­
lük d i lden büyük ölçüde s i l i n m i ş olmakla beraber tamamen
kaybolmamıştır: Jacob ve Wi lhel m G r i m m kardeşlerin derle­
diği halk masallarında ciğer yem e ve iç organlarl a fal bakma­
n ı n izlerine rastl arız.

PA M U K P R E N S E S masal ı n ı n 1 8 1 2'de G r i m m k a rdeşler tarafı n ­

dan yayı mlanan i l k versiyonund a , ' doğa üstü bilgiyi bahşe­


den, i ç organların i ncelenmesi deği l -Babil kral ı n ı n endişey le
"Terafi m "e danışmasını a n ı m satan- s i h i rl i aynadır. Masalın
en eski biçi m lerinden b i rinde Pamuk Prenses, güzel l i ği annesi
K ral i çe ' n i n k i n i aştığı nda sadece yed i yaşındadır. " Ne zaman
Pa muk Prenses'e baksa , " diye deva m eder masal, "yüreği ka­
ba rıyord u ; kızdan öylesine nefret ediyord u . " K raliçe avcıya ,
k ı z ı n ı gö t ü r ü p ö l d ü r me s i n i ve ö l d ü ğ ü n ü n k a n ı t ı o l a rak d a i ç
orga n larını -akciğerleri i l e k a raciğeri n i- getirmesini emreder.
K a n ı t olarak kızın kel les i n i n , kalbi n i n , hatta cesed i n i n
deği l de karaciğer ile akciğerlerin seç i l m i ş o l m a s ı i lgi çekici­
d i r. Mitler ve peri masalları konusunda uzman akadem i syen

• 1 8 1 2 yılına ait ilk versiyon büyük ölçüde akademik kitleye hitap ediyor­
du. İkinci versiyonda bazı masallar gözden geçirilip değiştirilmiş (örneğin,
yamyam "anne"nin yerini "üvey anne" alır), cinsellik ve gebelikle ilgili aleni
göndermeler çıkarılmıştır.

K A R AC İ G E R : B İ R P E R İ M A S A L I S O N U 155
M a r i n a Wa rner' a , Pa muk Pren ses masal ı n ı n orij inal versiyo­
nunda neden i ç organların, özel likle de karaciğerin seç i l m i ş
olduğunu sorduğumda, " İç organlar işaret verir," ded i , " ve
kötücül k ral içen i n pagan bir ' h a ruspex'e olan yak ı n l ı ğı , ca­
d ı ya benzer özel l i klerini güçlendiriyor olabi l i r. " Avcı Pa m u k
Prenses'e kıyamaz el bette, o yüzden d e Kraliçe'ye b i r d o m u ­
zun iç o rganlarını götürür. Özgün Gr imm masalında K ra l i çe
o n l a rı i nceler, son ra da tatm i n olmuş bir halde "tuzlaya rak
p i ş i r i p " yer. Kraliçe daha iyi bir karşılaştırmalı anato m i , h atta
k a s a p l ı k bilgisine sahip olsayd ı kandırıldığı n ı a n l a rd ı ç ü n k ü
domuz ciğeri n i n yapısı insan ciğeri ninkine göre d a h a p a rçalı­
d ı r ve y ü zeyi görece p ü rüzsüzdür.
Kötü kalpli K raliçe, Pa muk Prenses' i n hala hayatta oldu­
ğunu (ve yedi cücelerle b i rl i kte yaşadığı n ı ) öğrendiği zaman ko­
cakarı k ı l ığı n a bürünür ve Prenses 'e üç zehirli armağan sunar.
B u n l a rdan sonuncusu, Havva ' n ın mahvına sebep olan ve Ya­
ratı l ı ş m itinde (ve dizüstü bilgisayarların çoğunun kapağı nda)
bilgiyi simgeleyen elmadır. Pa muk Prenses zehi rl i elmayı yer
yemez kom aya gi rer; kan zeh i rlen mesinden mustaripti r adet a .

Bu k e z cüceler o n u hayata döndüremez; o y s a " o güzel i m ,


pespembe yanaklarıyla sanki h a l a ya şıyormuş gi b i " görünür.
Böylesine hayat dolu, güzel b i r kızı gö mmeye gönül leri razı
gel mez; bu güzel l iği doya doya seyredebil mek için cüceler onu
camdan bir tabuta koyarl a r.
Pa muk Prenses, Avrupa kökenli peri masalları ve m i t­
lerinde ölüymüş gibi derin bir uykuya dalan genç ve güzel

ı 56 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
kad ı n l a rdan, " uyuyan güzel ler"den sadece biridir. İ l k uyuyan
güzel ile on dördüncü yüzy ı l Fra n s ı z masalı Percefo rest'ta k a r­
şılaşırız. Pa muk Prenses ' i n özgün hali bugün bildiği m i z an­
latı l a rdan nasıl çok daha k a ra n l ı k ve rahatsız ediciyse özgü n
Uyuyan Güzel masalı da öyled i r : Genç k ı z komadayken teca­
vüze uğrar ve uyanmadan doğu m yapar. Uyuyan Güzel 'in on
yed i nci yüzyıla ait Napoliten versiyonunda, Uyuyan G üzel ' i n
dünyaya get i rdiği, adını G ü neş v e Ay 'dan alan i k i zlerden bi r i ,
p a r m a k ucundaki zehi rl i ipl iği e merek onu uyandırır.
Pa muk Prenses masalında genç kız komadan geleneksel an­
latıdaki gibi prensin öpücüğüyle deği l , boğazındaki zehi rli el ma
parçasının yerinden oyna masıyla uyanır. Zehi rlenerek komaya
gi rmesi, ergenlikteki geçiş dönemini anıştırır adeta ; sonunda
cam tabuttan kurtulur ve kozasından çıkan bir kelebek gibi ka­
dınlığa adım atarak hemencecik p rensle evlenmeye karar verir.
Komaya gi rip uyuyan bu güzel k ı z l a rl a ilgili öykülerin za­
mana meydan okuya n , şaşı rtıcı bir büy üleyicil iği va rd ı r. Genç
kızların uykusuna atfedilen a n l a m zaman içi nde değişse de
masal l a r ci nsel olgunlaşmaya dair yoğun i m gelerle yüklüdür.
Masal l a r yen i kuşaklar için sinema ya d a çizgi fi l m lerde gün­
cel lenerek yeniden anlatı l ı r. Marina Wa rner, bu mitlerin Dis­
ney leşti rilmiş yen iden anlatı m ı nda artık " tatl ı , saf kızlar"a
yer o l madığı n ı yazar; " a i l e fi l m lerinde kadın kahra m a n l a r
konuşkan, atletik v e d i k b a ş l ı h a l e gel miştir; herkese, özel li kle
de m üstakbel sevgi l i lerine meydan okurl a r ve aşık olduk l a r ı n ı
hiç bel l i etmezler. " Bu kadın kahra m a n l a r a rtık d i n a m i k ka­
rakterler olarak karş ı m ı z çıksal a r bile y i n e de bilinç kaybı n ı n
a rd ı ndan b i r dönüşüm geç i rd i k ten sonra uya n maları iste n i r.
Disney ' i n 20 1 4 yap ı m ı Uyuyan Güzel uya rlaması Maleficent,
erge n l i k çağı ndaki bir kızın p a r mağı n a d i ken battı ktan sonra
kom aya girdiği ve evl i l i k l e ta m a m ı n a eren b i r aşkın deği l , a n a ­
l ı k duygusuna özgü bir öpücüğü n etk i siyle uya nd ı ğı k a ranl ı k ,
got i k b i r fa ntezi d i r. Kefaret öpücüğünü verense, e n başta genç
kızı l a netleye n , sonra d a p i ş m a n olan kötülük perisidir.

K A R AC İ G E R : B İ R P E R İ M A S A LI S O N U 1 57
Yak ı n l arda Disney ' i n Pa muk Prenses uyarlaması olan Pa­
muk Prenses ve Yedi Cüceler' i tekrar seyrett i m . K ı z ı n cam ta­
butta yattığı sahne bana yoğu n bak ı m birimi ndeki izolasyon
odasını hatırlattı .

göz ata rken çekmecelerden bi­


PAT RO N U N l A M H ' l N K U L Ü B ES İ N E

rinde eski bir adres defterine rastl a m ı ş , ailesini tanıyan b i r i n i


bul m a u m uduyla defterdeki herkesi s ı rayl a aramaya başl a m ı ş­
t ı . B i rkaç başarısız denemen i n ardından, eski okul arkad aşı
ç ı k a n b i r genç , N i a m h ' ı n annes i n i n numara s ını verm işti . Baş
bahçıvan kadını arayıp kötü haberi verd i ; N i a m h ' ın annesi
b i rk a ç saat sonra hastanedeyd i .
Yüksek ve ihtişamlı gö rünt ü s ü , şaşaalı cephesiyle Roko­
ko ta rzı bir k ated rale benziyord u . Sesi bozuk para gi bi ş ı k ı r­
d ı yo rd u . N i a m h ' ı n septisemiye (kan zehirlenmesi) gird i ği n i ,
karaciğeri n i n ve böbrekleri n i n kısmen iflas etti ği n i elimden
geld i ği nce açık anlattı m . Cildinde bel i ren kırmızı beneklerin
nedeni enfeksiyond u . Kalp atı m l a rı zayıf, karaciğer işlevleri
yetersizd i ; en yüksek dozda antibiyotik veriyor, tra nsfüzyon
yapı yord u k . Annesi, yüzümden o ana d a i r ay rıntılarl a i l g i l i
i p u ç l a r ı n ı deği l de sonrasında neler olacağı n ı okumak isterce­
sine, kocaman açılmış gözlerle bana bakıyord u . "Ne ol acağı­
n ı biz de b i l m iyoruz," ded i m , "ama önümüzdeki b i rkaç saat
kriti k . "
" Pek i , ben burada olacağı m , " ded i .
B i r sonraki biyokimya testi sonuçlarında sadece hafi f b i r
oyna m a va rd ı ama hiç deği lse k a raciğer i şlevleri i l k kez daha
kötüye gitmem işti . Ertesi ve ondan sonraki sabah ha sta neye
gel d i ği mde N i a m h ' ı n annesini yatağın yan ı başındaki sandal­
yede uyur bul d u m . Kızıyla ayrı d ü ştüğü onca yılı tel afi etmek
ister gibiyd i . Ertesi gü n laboratuvardan gelecek kan sonuçl a ­
rını beklerken h e r zamanki nden d a h a heyecanlıyd ı m ; tel efon
edip sonuçl arı sord u m . " Haberl er i y i , " ded i l aboratuva r tek­
n i sye n i . "AL T'si düşmüş, albü m i n i biraz yüksel m i ş . " Ertesi

1 58 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
gü n , bütün p a ra metrelerde düzelme va rd ı . Konsültan hek i m ,
onu uyutmak i ç i n kullandığı m ı z i laçla rın dozunu azal t m a m ı z
gerek tiği n i düşünüyord u . A nestetik dozunu düşürünce, üzeri ­
ni bantla örttüğü müz gözleri , rüyalar aleminde kısılıp kalmış­
çası n a k ı p ı rdanmaya başlad ı . Ertesi gün uya n d ı .
Uyandı v e annes i n i görd ü ; yüzünde baş aşağı dönmüş
gökkuşağına benzer bir gül ü mseme bel i rd i . O gün i l k sözcük­
lerini fı sıldad ı : "Eve dönmek istiyo ru m . "

kıyısından dönmüştü; kan


N I A M H K A R AC İ G E R Y E T M E Z L i (; i N İ N

zeh i rlenmesi ve bunun k a raciğeri üzerindeki etkisi neden iyle


ölüme çok yaklaşm ıştı . A m a ka raciğer dokusu kendi kend i n i
onard ı ve onu hayata döndürd ü . N i a m h ' ı k u rtara n , yakışıklı
bir p rens ya da annesiyle barışması deği l , kend i k a raciğeriyd i .
KFT, laboratuva ra e n s ı k gönderd i ği m tetkiklerdend ir;
her gün çi zelgelerdeki sonuçları i n celeri m . Değerler genel likle
alkol neden iyle yüksel i r; tavsiye edilen m i ktarı azıcık aşmak
bile k a ndaki GGT düzeylerini iki, h a tta üç katına çıkarab i l i r.
Bazen de sebep i l açlard ı r : Kolesterol düşürücü statinler kara­
ciğer testlerinde anormal l i ğe yol açab i l i r. Safra taşları b i l i rü ­
binin i frazat yolunu tıkar, beslenme bozukl uğu albü m i n dü­
zey i n i düşürür ve bazen de testl erin ortaya çıkard ı ğı genel bir
iltihabi durum kanserin si nsice i ş başında old uğunu gösteri r.
Karaciğerdek i iltihabi durumun nedenini bulamadığı m da
olur; o zaman ha stay ı biyopsi için modern b i r k a raciğer fa l­
cısına gö n d e r i r i m . Tek no-tı b b ı n b a ş k a h i n l e r i b a t ı n d a a ç ı l a n
küçük b i r deli kten içeri gi rip b i r p a rça karaciğer dokusu al ı r,
örneği dikkatle inceler ve hasta n ı n geleceği ne i l i ş k i n h ü k ü m
verirler. Ç ı k a n k a r a r umut k ı rıcı d a h i o l s a k a raciğer genel l i k l e
kend i n i onarır. Peri masallarındaki g i b i b i r m u t l u s o n ihtimali
her zaman vard ı r.
13

Kalınbağırsaklar ve Rektum:
Muhteşem Bir Sanat Eseri

Ya rılayınca, koy uverdi kend ini o oku rken bağı rsakları


kendi kendine rahatlasın diye, hala sabırla okuyordu
d ü n k ü az kabızlığı kendini sal ıp giderken. Keşke basurları
çıkacak denli kazulet olmasa gene. Yo, bu i y i . '
J a mes Joyce, Ulysses

iskeleti mizi ve orga n l a r ı ­


İ N S A N L A R I T Ü P B E N Z E R İ H AY VA N L A R ,

mızı bir kanalı boy lu boyunca destek leyen ayrıntılar o l a rak


tarif edeb i l i r i z . Bu açıdan baktığı m ı zda, görü nürde sadece
s i n d i r i m ve boşal tım yaparak yaşayan ilkel organizmalar o l a n
yuva rlak solucan l a rdan (nematodlar) p e k de fark l ı deği l i z . B i r
uçtan besin gi rer, diğer uçtan d ı ş k ı çıkar ve iki uç arasında be­
sin m addeleriyle su açığa çıkar ve emilir. Yuvarlak solucanla r­
d a bu işlem b i rkaç m i l i metre içinde ta mamlanırken , bizde altı
i l a dokuz metrelik bir kanal boyunca gerçekleşir. Bağırsak­
l a r ı m ı z , bu lundukları yere sığışabil mek için kıvrı m l a r ve s a r­
m a l l a r oluşturur; içi nden bes i n ve dışkı geçerken kıpı rd a n ı p
duru r, eği l i p bük ü l ü r. Rektum bu t ü p ü n sonudu r v e omurga
hizasında arka duva ra yapışık olduğu için serbestçe hareket
edemez. Rektu m , Latince "düz" anlamına gelen bir sözcük­
tür. Kalın bağırsak l a r sigmoid kolondan sonra çıkışa doğru
pelvi sten aşağıya dümdüz i ner.

' Nevzat Erkm en çevirisi (ç.n)


İ ş levi a ç ı s ı n d a n rektu m , sahiden de d ı ş k ı n ı n , a t ı l a b i l e ­
ceği u ygun z a m a n gelene dek b i r i k t i ği b i r b e k l e m e s a l o n u n a
benzer. Bağırsak a l ı ş k a n l ı ğı çoğu m u z i ç i n doğuştan gelen
b i r h a k t ı r : Sabah ya da akşa m , düzen l i veya d üzen s i z , y u ­
m u ş a k yah u t s e r t , n a s ı l o l u rs a o l s u n d ı ş k ı l a m a b i ç i m i m ize
alışırız ve b i r deği ş i k l i k o l m aya b a ş l a rsa alarm d u r u m u n a
geçe r i z . Çoğu n l u k l a i y i b i r n ed e n i va rd ı r b u n u n : Doktorl a r,
bağı rsak a l ı ş k a n l ığındaki deği ş i m l e , altta yatan daha ciddi
b i r soruna i ş a ret ediyor o l a b i leceği i ç i n i lgi l en i rler. İ s h a l ,
t i ro i d hastalığı n ı n , k a b ı z l ı k s a k a nserin bel i r t i s i o l ab i l i r ; s u ­
yun ü z e r i n d e yüzen yağlı d ı ş k ı , p a n k re asta sorun olduğunu
d ü ş ü n d ü reb i l i r.
B i r k i ş i n i n genel sağl ı k durumu hakkında, bağı rsakları n ı
hangi s ı k l ıkta boşalttığı n ı sorarak pek ç o k şeyi anlayab i ldiği­
miz gibi , rektumun içine bakarak da epeyce bilgi edineb i l i r i z .
Erkeklerde prostat muayenesi , rektuma s o k u l a n (eldivenl i )
parmakla, i nce ön duva rdan p rostatın hi ssed i l mesi yoluyla
yap ı l ı r. Kadınlardaysa serviks hemen hemen ayn ı yere denk
gel i r ve bazı kadınla rd a , özel l i k l e daha önce hiç c i n sel birleş­
me yaşa m a mışsa, serviksin vaj i n a l yol l a değil de rektal yol l a
muayene edi l mesi d a h a kabul edilebi l i rd i r. Eğer makattan k a n
geliyorsa , k a n ı n hemoroidlerden m i , anüs cildi ndeki b i r y ı r­
tıktan m ı , yoksa b i r tümörden m i kaynaklandığını anla mak
için rektal muayene yapmak gerek i r. Bu şek i lde yakaladığı m
pek çok rektum k an seri vakası var (tıp fakü l tesi nde öğrendi­
ği m i z b i r aforizma şöyle der: "Parmağı n ı rektuma sokmazsan
başını belaya sokarsın . " )
Stand-up ko medyenlerin esprileri, rektum muayenesi n i n
pantolonu i n d i r i p domalma pozisyonunda yapıldığını düşün­
dürse de en i y i yöntem muayene masasında yan yatıp dizleri­
n i göğse doğru çekmektir. Bu pozi syondayken ne çok insan ı n
özür d i lediği n i ya d a yüz kızartıcı şakal a r yaptığı n ı b i l sen i z
şaşa rsınız: " U m a r ı m , yen i k ahvaltı yap m a m ışsınızd ı r " y a d a
s a n k i rektum ç o k p i s b i r orga n m ı ş da hek i m muayene ederken

K A L I N BA (; I R � A K L A R VE R E K T U M : M U H T E Ş E M BİR S A NAT E S E R İ 161


tiksi nebi l i r m i ş gibi "Bunu yap mak zorunda kaldığı n ı z için
gerçekten çok üzgü n ü m . " Bu çok anlaşılabi l i r b i r durum as­
lında; küçükl üğümüzden iti baren dışkının mundar, rektum ve
a n ü s ü n ise k i rl i ve iğrenç old uğu öğreti l i r bize.
Çoğu doktor için cerahatli ya ralar, sark m ı ş bağırsak l a r
y a d a kangren l i uzu v l a rdan t i k s i n mek söz konusu b i l e o l a ­
m a z ; hep s i n i n muayene ed i l mesi gerek i r, dolay ı s ı y l a esteti k
kon u d ı ş ı d ı r. Muayene o d a s ı n d a ç i rk i n l iğe p e k ye r o l m a sa
d a , sözlük a n l a m ı " h ayranlık uya n d ı ran" o l a n güze ll i ğe yer
va rd ı r. İ n s a n an atom i s i n i n karmaşıkl ığı ve iktisadı hem s a ğ­
l ı kta hem de hastalıkta güzeldir. Ve deri n i n altında h ayal etti­
ği m i z ahenk güzel olabildiğine göre, ultrasonografi gibi tıbbi
gö rüntüler de göze güzel görüneb i l i r. Şöminenin üzerindeki
rafta duran ya da bebeği n izin albümünün i l k sayfasın a ye r­
leşti rd i ği n i z o gren l i ışık-gölge gö rüntülerini düşünün . Hele
röntgen fi l mleri n i n , vücudun neresine a i t olursa o l s u n , dün­
yevi o l m ayan , kend i n e has bir gü zel l i ği va rd ı r; o n l a rı sey ret­
mek b i ze i s keletimizi ve ö l ü m l ü olduğumuzu hatırlatmakla
k a l m a z , bakış açımızda b i r dönüşüm olması ve vücudu fa rk l ı
gözlerle gö rmemiz i ç i n b i r yol sunar. Röntgen fi l m leri k i m i
z a m a n portreleri andırmakla b i rl i kte , konturl a r ı , ufuk çizgi­
leri ve bulutsu görüntüleriyle kimi zaman da manzara res i m ­
lerine benzerler. Terminoloj ide d e paralel l i k ler va rd ı r : Acil
servi ste d i z için " gündoğu m u " grafisi ya da çene kem i ği n i n
" p a n o ra m i k " fi l m i n i i sted iğim ç o k olmu ştur. Ta n ı ve tedavi­
de fayd a sağlayan k l i n i k öne m i , bu görü ntülerin güzel l i ği ne
güze l l i k katar.
H e y ke l tı raş Rod i n , gerçeği n i ç y ü z ü n ü gösterd i ğ i n e gö re
sana tta ç i rk i n l i k olamayacağı n ı söylemiştir; ayn ı durum tıp
mesl eği ve tıbbi görü ntüler için de geçerl i d i r. Tıbbi açıdan
konu şacak olursak vücut nadiren çirkindir ve vücuda ait gö­
rüntüler de sanatsal denebi lecek bir estetiğe sahip olabi l i r. Bu
gö rüntüler rektuma ait olsa bile.

1 62 İ N S A I\; V Ü C U D U N A S E YA H AT
D O U G L A S D U LETTO kem i k çerçeveli gözl üğü, kolalı beyaz göm ­

leğiyle o r t a yaş l ı , zay ı f bir ada mdı . K ı rlaşmaya başlamış saçı


düzgünce tara n ı p ortadan ay rı l mıştı . Oda müziği resital i n i n
i k i n c i yarı s ı n ı bek l i yormuşçasına sabırlı b i r i fadeyle a c i l ser­
visteki muayene masasında, res mi bir ciddiyetle otu ruyord u .
Üzerinde ince bir hastane önl üğü va rd ı , fit i l l i kadife pantolo­
nunu düzgünce katlayıp masa n ı n kenarına koymuştu .
Dosyasını alıp forma göz attı m : " Rektumda yabancı ci­
sim," yazıyo rd u .
"Buraya geldiği m i ç i n utancımdan öl üyoru m , " dedi b i r-
den b i re kızarıp " a m a b i r türlü çıkaramad ı m . "
"Ney i ? "
" Ş i şey i , " ded i . " Bütün akşa m çıkarmak i ç i n uğraştı m . "
" N e şişesiyd i ? "
Striptiz k u l ü bünde bası l m ı ş bir m i l letvek i l i gi bi daha d a
kızarıp boza rd ı .

K A l . I N BA (; I R S A K L A R V E R E K T U M : M U H T E Ş E 1vl B İ R S A N AT F S F R İ 1 6.l
" Ketçap. "
Sol ya m n a yatıp dizleri n i göğsüne doğru çekmesini i ste­
d i m . " O nurum kapıdan gi rerken iki paralık oldu zate n , " ded i .
Eldiven giy i p parmağı mı rektumuna soktu m . " Ş i mdi ı k ı n ı n , "
ded i m , "sanki tuvalete ç ı k m a k istiyormuşsunuz gi b i . " Pa r m a ­
ğı m ı n uzanabildiği en uç noktada camın s e r t ken a r ı n ı h issede­
b i l iyo rd u m ama parmağı m ı ya nından geçi remeyeceği m kada r
derindeyd i . Proktoskop denen saydam plastik boruyu yerleş­
t i r i p ışıkla baktı m . Aletin saydam plastik kena rl a r ı n ı n altı n ­
da ye r yer sarı dışkı parçal arıyla benek lenmiş sağl ı k l ı rektum
dokusunun pembe duva rlarını görebil iyord u m . O rtada , görüş
a l a n ı m ı n tam s ı n ı rı nda parıldayan camı görd ü m . " M aalesef
pek kol ay o l m ayacak ," ded i m , " fazla derine gitm i ş . "
B a ş m ı elleri n i n arasın a a l ı p ö n e eği l d i , omuzları titriyo r­
d u . Sıvı atık boşaltma evyesi n i n (bütün idrar ve dışkı bu raya
boşal t ı l ı rd ı ) old uğu odada b i r otu rakl ı sandal ye bul d u m ; cer­
rahi koğuşundan, genelde anüs cildindeki yırtıkların ted av i ­
s i nde k u l l a nı l a n bir merhem ald ı m . Merhem büzgen k a s ı gev­
şeterek yı rtı kların iyi leşmesine ya rdımcı olur a m a ben acaba
ş i şen i n d ı şarı çıkmas ı n a faydası olur mu, diye düşünüyo rd u m .
Merh e m i sı ktıktan sonra oturakl ı sandalyeye otu rmasını i s ­
ted i m . Kendini birkaç kez zorladıktan sonra o n u tekrar m u ­
ayene m a s a s m a yatı rıp, şişeye ulaşmaya çalıştı m . Bu kez t a m
yakaladığı m ı d üşünürken ş i şe s o n a n d a b a t ı n anato m i s i n i n
bata k l ı k l a rı n a doğru d a h a d a derine kayd ı . Sessi zce sövd ü m
a m a b e n i duyd u .
" Sorun ned i r ? " diye sordu ge rgi n bir sesle.
" Yok b i r şey, " ded i m . "A m a bir röntgen fi l m i çekti rmem i z
gerekecek . "
O dönemde röntgen fi l m leri hala büyük asetat fi l m le­
re basılıyord u . Bay D u letto muayene odasına döner dönmez
zarfı alıp doktor odasına gitti m ve fi l m i negatoskoba tak ­
t ı m . Epeyce sey i rci toplad ı . Ö n p l anda b i r vad i n i n karş ı l ı k l ı
i k i ya macı �ek l i ndeki pelvis, hayal meyal görülen, Tu rner'ı n

ı 64 İ N � A N V LI C U D U N A S E YA H AT
gökyüzü manzaralarına benzeyen gazlı bağı rsak göl geleri n i n
altında izleniyo rd u . Bu görüntünün ortasında, k ı r manzara­
sının ortasına d i k i l m i ş gökdelen gi bi ayk ı rı b i r biçim yükse­
liyord u . İ n s a n ı n görür görmez tanıyacağı türden b i r ketçap
şişesi n i n görüntüsüyd ü bu . K ı s men rektumda görünen şişe
sigmoid kolona da gi riyo r, şişe n i n ağzı ve metal kapağı bir ok
gibi bağırsakların derin l i klerini gösteriyo rd u .
"Üzgünü m , " ded i m muayene od asına girer gi rmez " a m a
s i z i cerrah l a ra yönlendirmem gerekecek . O şeyi tek b a ş ı m a ç ı ­
karm a m mümkün deği l . "

sanat b i r şey i n sadece güzel olara k


E S T ET İ K P S İ KO LOJ İ S İ N E G Ö R E

algı l a n ma s ı na yol a ç m a z , ç o k çeşitli d uygu l a r uya nd ı rab i l i r :


şaşk ı n l ı k , sürpriz, tiksinti, hatta utanç. Röntgen fi l m i ne b a ­
karke n , h i ç şüphesiz estetik bir değer taşıdığı n ı düşü nüyo r­
d u m : kem i k ve bağı rsak ların gre n l i görüntüsü üzerinde c a m
v e metal i n biçim lendi ri l m i ş san atsal lığı. S e r i i m alat ürünü
ş i şen i n Bay Duletto'nun pelv i s i n i n orga n i k biçimiyle üst
üste binerek oluşturd uğu bu görüntüde b i r pop-art çek i c i l i ği
vard ı . Bu röntgen fi l m i b i r sanat eseri , diye düşündüm kend i

K A l. I N BA (; IR S A K l. A R V E R E K T U M : M U H T E Ş E M l\ İ R S A N AT E S E R İ 1 65
kend i m e ; bir galeride sergileneb i l i r ya da gece hastane b i n a ­
s ı n ı n cephesine projeksiyon sistemiyle ya nsıtılab i l i rd i . B i r a n
için onu cam muhafaza içinde, i p kordonun gerisinde, MoMA
ya d a Tate Modern'de asılı hayal ett i m .
Cerrah ları bilgi lend i ren b i r mektup yazd ı m . Hastabak ıcı
Bay D u l etto 'yu yukarı çıkarmak için geldi. " Cerrah iye m i ? "
diye sord u . Muayene k a b i n i n i işaret etti m . Tekerlekli sedye­
yi ko ridora çıkard ı . Bay Duletto kapıya yöneldik leri sırada el
sal l a d ı . " Röntgeni va r mı ?" diye seslendi hastabakı c ı .
" Va r, " dedim ama negatoskoba döndüğümde fi l m i n ye­
rinde yel ler esiyord u . Çalın mıştı; ben i m dışımda biri daha bu
paha biçil mez sanat eseri n i n kıy metini a n l a m ı ş olmalıyd ı .
PELViS
14

Genital Organlar: Bebek Yapmaya Dair

Keşke b a b a m y a da a n n e m , d a h a doğrusu, e ş i t oranda soru m l u


olduk larına göre h e r i k i s i d e , beni peydahlamaya kalkıştıklarında n e
h a l t ettikleri üzerinde biraz o l s u n k a fa yo rmuş olsalard ı .
Laurence Sterne, Tristram Shandy Beyefendinin Hayatı v e Gö rüşleri'

önündek i engeller üzerinde düşün­


ANA R A H M İ N E DÜŞ M E N İ N

mek , insan olmanın anlamıyla i l gi l i tefekküre dalmaktır. Ya­


şa m ı m ı z , b i r zamanlar bizi oluşturan küresel hücre kümesi
annemizin rah i m duvarına i l k kez tosladığında mı başlad ı ?
Pek çok kadında döllenmiş y u m u rtal ar rah m i n iç yüzeyini dö­
şeyen dokuya yerleşmez. Yoksa h ayatımız daha da öncesinde,
baba m ı z ı n en hızlı, en güçl ü spermi annemizin yum urtasıyla
b i rleştiğinde m i başladı ? Bazı erkeklerde sperm h ücreleri y u ­
murtayı bul a m ayacak k a d a r m i s k i n y a d a yol unu şaşı r m ı ş t ı r.
Acaba yaşa m ı mızla ilgili k a ra r üç ay öncesinde, bizi ya ratan
başarılı sperm , baba mızın testisleri nden bi rinde mayoz de­
nen genetik dansı yapa rken m i veri ldi ? Bazı erkeklerde m a ­
yoz bölünme, o l m a s ı gerektiği g i b i gerçekleşmez; b u erkekler
azoospermiktir, yan i meni leri nde sperm yoktur. Ya da bel k i
döllen meden i k i hafta önce, b i z i oluşturan y u m urta h ücresi

' Nuran Yavuz çevirisi (ç.n)


ovu l a syon ay rıcal ığın ı kazandığında başlamıştır. A det dön­
gü sü bozuklukları ve ovulasyon (yumurtlama) sorunu kısırlı­
ğı n s ı k görülen nedenlerindendi r. Hayatımız bir açıd a n , anne
babamız bir a raya gel meden uzun y ı l l a r önce, annemiz daha
kendi a n nesi n i n rah mi ndeyken, yumurtal ıklarındaki yumu rta
h ü c releri oluştuğu sırada başla m ı ştır.
B i r de yu murtan ın rahme ulaşırken karşılaştığı fi zik sel
engeller va r: Fallop tüpleri n i n , açık uçlarında, bir mücevheri
tutan parmaklar misali yumurtay ı yakalayan minik uzantı l a r
va rd ı r. Döllenmenin hemen ard ı ndan, b i z i oluşturan p r i m o r­
d i yal hücresel yapımız Fallop tüpünde bölün meye başlad ı : B i r
h ü c re i k i hücreye, sonra dört, a rdından sekiz hücreye böl ü n ­
d ü v e bu, böyle deva m etti . Kraliyet kutlaması i ç i n top l a n ı p
i t i ş e n kalabal ı k g i b i , Fallop tüpünün duvarındaki hücreler d e
b ö l ü nen bu hücre kütlesini rah me doğru iteled i . Hücre kütlesi
rahme va rdığında, döllen m i ş y u murta en az altmış hücreden
o l u ş a n küresel bir yapıya dönüşmüştü.
Yu murta hücres i , heni.iz yumurtalığın eri ş i m alanı i ç i n ­
dey ken , o l m ası gerekenden erken döllenerek batı n ı n ya n l ı ş b i r
böl ü müne sürüklenebi l i r. Bu d u r u m , anato m i m i z i n şaşı rtıcı
sürpri zlerinden biridir: Erkeklerde, kadınlardaki nden fa rk lı
o l a rak iç ve d ı ş dü nyal ar a rasında, spermi batın içine taşıya­
cak buna denk b i r bağlantı yoktur. Eğer döllenme sonucu nda
meyd a n a gelen embriyo batın d uva rını döşeyen dokunun de­
ri n l i klerine yerleşi rse bir süreliğine büyüyeb i l i r, fakat bu gebe­
lik düşükle sonlanmaya mahkumdur çünkü batındaki doku
gel i ş mekte olan bebeğe yeterl i k a nı sağlaya maz. Eğer düşük
vücut içine doğru gel işirse kadın hamile olduğunun fa rk ı n a
bile va ramayabilir; za man içinde embriyonun dokularına ke­
miğe rengi n i veren gevrek, beyaz kalsiyum tuzları çöker. Cer­
rah l a r bazen, yaş l ı h anım ların fark ında bile olmadan karnın­
da k ı rk-elli yıl taşıdığı lithopedio n ya da "taş bebek " denen bu
yapı l a rla karşılaşırlar.

1 70 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
B a zen de geli şmekte olan embriyo Fallop tüpünün du­
va rına gö mülür k i bu, " ektopi k " (dış) gebel i k adıyla b i l i nen
ve gebel iğin yan l ı ş yerde oluştuğu a n l a m ı n a gelen durumun
daha yaygı n görülen b içi mid ir. Bebek gel iştikçe daha faz­
la yer kaplar a m a Fal l op tüpü gen i ş leyemez; embriyo ölüme
mahklımdur ve tüpteki geri l m e k ad ın da çok şiddetl i b i r ağ­
rıya neden olur. Gebel i k son l a n d ı r ı l m a zsa tüp kend i l iğinden
y ı rtı l ı r ve an nede ö l ü mcül kanama gel işeb i l i r ; yeni fi l i zlenen
hayattan eskisine zeh i rl i bir hed i yed i r bu .

O N SEK İ Z İ N C İ YÜZY I L I N son larına k a d a r Av rupa'da döllenme­


n i n gerçekleşebi l mesi için kadın orgazm ı n ı n da erkek orga z­
mı kadar önemli olduğuna i n a n ı l ıyord u . On yedinci yüzyılda
k u l l a n ı l a n , ebel ikle ilgi l i b i r klasik ders kitabı nda, k l i toris ol­
maks ızın kadınları n "ne arzu duyabi leceği ne zevk alabileceği
ne de h a m i l e kalabi leceği " yazar. Tecavüz vakalarını kara ra
bağlayan ya rgı çl a r, kadın gebe k a l m ışsa cinsel i l i ş k i n i n rıza­
ya dayalı olduğuna h ü k mederlerd i . Gebel iğe k a rşı koruyucu
yöntemlerle yoğun biçimde i lgilenen Marquis de Sade 1 795'te
kad ı n l a rdan orgazm s ı rasında " boşal an" sıvı n ı n , yen i bir ya ­
ş a m ın başlangıcı için önkoşul old uğunu yazmıştır: "Bu sıvı la­
rın b i rbi rine karışmasından doğa r, erkek ve kızları oluşturan
toh u m u n özü . "
B i rçok topl umda bunun doğru olmadığı a n l a ş ı l mışsa d a
(örneği n , kad ı n sün neti nde) , ye ni b i r yaş a m ı n fi l i zlenmesi
için gereken kası l m a l a rı her iki cinsiyeti n de deney i mlemesi
gerektiği gibi beden le ilgili gö rüşler binl erce y ı l d a n beri va r
olage l m i ştir. Kad ı n l a rda orga zm ın ovula syon için gerekli o l ­
d uğu a m a eşza m a n l ı orgazm ın gebelikle son l a n m a ihti m a l i n i
d a h a da artırd ı ğı kabul edil iyord u . H ipokrat, Tohum adlı i n ­
celemesinde, ge rek erkek gerek k a d ı n pelvisi nde seks s ı rasında
oluşan ı s ı n ı n p a roksismal b i r orgazma yol açtığı n ı ve bunu n ,
meni (semen) servikse temas ettiği an gerçekleşi rse kadınlard a

G E N I TA L O RG A N L A R : B E B E K YA P M AYA DA İ R 171
daha yoğun yaşandığı nı yaza r ( " üzeri ne şa rap serp i len ateşin
h a rl a n ması gibi " ) . Galen , uzun süredi r seks yapm ayan dul
k a d ı n la rd a , d i ş i ü reme sıv ı l a r ı n ı n birikmesinden ötürü sırt ve
bacak ağrıl a r ı n ı n yaygı n görüldüğünü yazmıştır; bu derd i n şi­
fas ı , sıvının tercihen seks ya da gereki rse elle uya r m a yol u y l a
boşaltı l masıdır. On altıncı yüzyılda Hollandalı hek i m Fores­
tus, k a d ı n l a ra bu işi yapabilen bir ebeyle anlaşmalarını tavsiye
etm i ştir; böylece ebe " i çeriden tek parmakla gen i tal organ l a ra
m a s a j yapa rken . . . rahatsızl ığı o l a n kadın uyarılarak boşal a b i ­
lecektir. " K a d ı n cinselliğine d a i r b u bak ı ş a ç ı s ı gücünü y i t i r­
mekle birlikte yi rminci yüzyı l ı n başlarına dek deva m etmiştir:
" H i steri "den mustarip kadınların tedavisinde k u l l a n ı l mak
üzere v i b ratörler icat edi l miş, bu tanı 1 950'lerde psikiyat­
ri k i taplarından çıkarılana kadar vi bratör k u l l a n ı m ı tavsiye
edi l m i ştir. (Bu aletlerin bir k ı s m ı b i r dikiş makinesine monte
ed i l e rek k u l l a n ı l abilecek şek i lde tasarl a n m ı ştır. )

r::-:- .ı �
�t . , -_ _\ \ ! 1

ı 72 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
RO B İ L E H E L E N , Helen'ın doğum kon trol hapını kesmesinden on

sek i z ay sonra k l i n i ği me gel m i şlerd i . Karşıma geçi p otururl a r­


ken Üzerleri nde beceriksiz b i r mahcubiyet vard ı . " Çok uzun
süred i r bebek yap may ı deniyoruz, " d iye başladı Ron , derken
d u raksadı ama Helen, kaldığı ye rden cümlesini tamamlad ı :
"Artık bir tersl i k olduğunu düşün meye başlad ı k . " Rob aşçıy­
dı; kırlaşmaya başlamış saçları ve endişeli bakan gözleriyle
uzun boy l u , hafi f kilolu b i r adamd ı . Helen b i r kreşte yardımcı
olarak çalışıyord u ; kısacık kesi l m i ş k ı z ı l saçları, porselen be­
bekleri a n d ı ra n bembeyaz yan ak l a rıyla i nce yapılı bir kadınd ı .
"Acaba t ü p bebek m i yapmal ıyız ? " d i ye sordu Helen, s a ğ eli­
n i n parmak l a rıyla sol eli ndeki alyansı çevirip dururken . "A ma
otuz yedi yaşınday ı m ve bana eli m i çabuk tutmam gerektiğini
söyledi ler. "
İ k i s i n i n de aile öyküsünü sorguladı m . Helen üç k a rdeşten
bi riyd i ve bildiği kadarıyla ailesinde benzer bir sorun yoktu;
hem erkek hem k ı z kardeş i n i n çocu k l a rı va rd ı . Rob da üç ço­
cuklu bir a i leden gel i yordu ama e rkek k a rdeş i n i n kızı tüp be­
bek yö ntemiyle dünyaya gel m i ş t i .
Koru n madan seks yapan çiftlerin ortal a m a y ü z d e 20'si b i r
ay, yüzde 70' i a l t ı ay, y ü z d e 85'i b i r y ı l i ç i n d e h a m i l e kalır. O
nedenle doktorl a r k ı s ı rl ı k testlerine başlamadan önce en az
b i r yıl beklemeyi tercih ederler. İ l k önce en basit ve doğrudan
sonuç veren testler yap ı l ı r : Rob içi n , birkaç günlük ci nsel per­
hizin a rdından en az b i r ay a rayl a gönderilen semen örneği ve
Helen için de, ov ulasyonların düzenl i olup o l m adığını anla­
mak i ç i n adet döngüsünün i k i fa rklı noktasında yap ı l acak k a n
testleri . En fa zla maharet i steye n , semen örnekleri n i n a l ı n ı p
gönderi l mesidir; bel l i saatlerde açık olan l aboratuvara, ejakü­
lasyondan sonraki b i r saat içinde ulaştı rılması gereki r. Rob,
ona örnek alması için uzattığı m tüplere bakıp " N a s ı l yan i . . .
bunlara m ı ? " ded i . " Sonuca u l a ş m ak için . . . pek d e ya rd ı m ­
cı o l d u k l a r ı söylenemez . " N u muneyi na s ıl al acağı meseles i n i

G E N İ TA L O RG A N L A R : B E B E K YA P M AYA DA İ R 1 73
konuşmadık. Sonunda Helen bir kahkaha ata rak odadaki
gergi n havay ı dağıttı . Rob'a d i rsek atarak " Takı m tak l avata
h a k s ı z l ı k etme ş i md i , " ded i .
Helen' ı n adet kanaması başladıktan sonra üçüncü y a da
dördüncü günde ve bir sonraki adet kanamasından bir h a f­
ta önce kan testi yaptırması gerek iyord u . İ l k test, ovu l a syonu
kon trol eden iki hormonun -" l üteiniza n hormon" ve " fo l i k ü l
uya rıcı hormon"- birbirine ve östrojen d üzeylerine göre ora­
n ı n ı n doğru olup olmadığı hakkında fi k i r verir. İkinci testse
rah m i gebel i ğe hazırlayan ve ovulasyonun gerçek leştiği n i gös­
teren hormon olan progestero nun yumurtalık tarafından ye­
terli m i ktarda üretilip üretil mediği hakkında fi k i r verir. Helen
önceki y ı l bütün adet tari hleri n i bir çi zelge halinde kaydettiği
gü n l üğünü çantasın dan çıkard ı . " Menstruasyon kay ı tl a rı m , "
dedi kederl i b i r i fadeyle; " h ayal kırıklığı m ı n kayd ı . " K a n testi
yapı l acak günleri bel irley i p randevu tarihlerini aya rl a d ı k .
B i r sonraki gelişinde yal nızd ı . Kan verdikten sonra giy­
s i s i n i n kolunu indirdi ve bir a n durd u . "En kötüsü ne b i l i yor
musunuz?" ded i . "Ci nsel hayatımıza yaptıkları . . . Demek is­
ted i ği m , tek dü şündüğünüz ovulasyon ve hamile kal m ak ol­
duğunda, romantizm ya şamak ya da arzulandığını hi ssetmek
çok zor. "
" K i m i leri ferti l i te k l i n iğinden randevu a l ı ncaya kadar ha­
mile kalamıyor, "ded i m , "çünkü ancak o zaman endişelenip
d u rmaktan vazgeçiyorl a r. Bunu bir sınama süreci ya da stres
kaynağı h al i ne geti rmey i n . "
"A m a t a m da öyle zate n , " ded i . " D aha önceleri pek n a d i r
orgazm olurd u m . Ş i m d i h i ç ol muyorum. Sizce b u b i r sorun
mu?"

O RG A Z M I KO O R D İ N E E D E N " pudendal " s i n i r erkeklerde ve ka­

d ı n l a rda ayn ı güzergah ı taki p eder. Bu sinirin adı, sanki


hala Cennet Bahçesi ' nde incir yapraklarının arkasına sığı n ı p
titriyormuşuz gi b i , Latince utanmak manasındaki pudere

1 74 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
sözcüğünden gel i r. " Pudend a " ( k a d ı n cinsel organ ı , vulva)
ko m i k , absürt, hatta mahcup edici olabi l i r a m a asla utanç ve­
rici deği ldir. Ebeveynlerimizin pudendal s i n i r i olmasayd ı pek
azımız dünyaya gel i rd i k . İ n s a n l a r gebe kal m a , seks ve ci nsel l i k
konula rında konuşmak istemeyebi l i r veya konuşmaya çekine­
b i l i r ama doktorsanız bu konuşmaları yap m a n ı z kaçı n ı l maz­
dır. İnsan beden leriyle çalışıyorsa n ı z onlar hakkında konuş­
madan işinizi yapamazsınız.
İster sünnet deri s i n i n altında k a l s ı n , ister sünnetle duya r­
sızlaştı rılmış olsun, erkeklerde pudendal s i n i r peni s başı, ka­
dınlardaysa k l itoris cildinin altında dallara ayrı l ı r. Bu si ni rler,
her bir corpus cavernosum 'un (her iki cinsiyette de bulunan
"kavernöz cisimler") sırtından demetler h a l inde iner. B i r za­
manlar pneuma ya da ci nsel arzunun ru h u i l e şiştiği düşünü­
len bu yap ı l a r aslında kanla dold uğunda sertleşir. S i n i r, her
iki ya ndan penis ya da k l i toris köküne doğru iner ve pelvik
kemiği n erkek lerde köşel i Gotik, kad ı n l a rda daha yuva rlak
Ro ma m i marisini andıra n s i m fi z pubis kemeri altında kıvrım
yapar (kadınlarda bu kemer, bebeğin başıyla uyumlu ol acak
şekilde daha y uva rlak hatlı , s i n i rler daha dağı n ı k yerleş i m l i ­
dir) . A rdından, mesaneye i d r a r t u t m a yeti sini veren v e onu
destekleyen kas ile k i rişin daha derin tabakalarına i nerek , iki
uyluğun a rasındaki cildin duyusundan soru m l u s i n i r dalla­
rıyla b i rleşir. İşte bu noktad a , erkek lerde testi slerden yukarı
doğru çıkan sperm i n içinde depola nacağı sıvıyı üreten p rostat
bezi ve seminal kesecikleri n , kadındaysa serv i k s ile rah m i n al­
tından geçer. Sonra da omurgaya doğru yol u n a deva m eder ve
vücud u n ağı rlığını bacak l a ra eşit o l a rak dağıtan güçl ü kaslar
aras ı n d a n pelvise gi rer.
Sak rum, omurga taban ı n d a , buhurd a n l ı k gi bi del i k leri
olan üçgen şek l i nde b i r kem i k t i r. Bir z a m a n l a r kutsal ( " sac­
red " ) -insan özünün haznesi- olduğuna i n a n ı ldığı için bu
şek i lde adlandırıl m ı ştır. Ortaçağ Av rupa'sında, d i r i l i ş s ı ra­
sında v ücudun sakru mdan başl ayarak yen iden ol uşacağı n a ,

G E N İ TA L O RG A N L A R : B E B E K YA P M AYA DA İ R 1 75
sakrumdan çıkan enerj ilerin yen i yaşa m ı n yaratı l ı ş ı için elzem
o l duğuna i n a n ı lıyord u . Pudendal sinir l ifleri sakral pleksus
denen karman çorman ağı aştıktan sonra sakrumun del ikle­
rinden geçip omuriliğe gi rer.
M a rcus Aurel ius, o rgazm ı n bel l i bir s ü re boy unca deva m
etti rilen sürtünmenin basit b i r ürünü olduğunu söyl üyo rd u .
A r i stoteles, iki sopan ı n birbirine sürtül mesi s ı rasında alev
alıp tutuşması gi bi, döllenme için gereken ı s ı n ı n da seks sı­
ra s ı n d a ortaya çıktığı n ı düşünüyord u . Ancak cinsel geri l i m i n
t ı r m a n ı ş ı , b u kuramların ileri sürdüğü ölçüde öngörüleb i l i r
deği l d i r el bette; alev alma sürecinden ç o k , fı rtına bulutlarıyla
i yo n l a ş m ı ş yeryüzü arasındaki etkileşime, vücut fi zyoloj isi i l e
z i h i n arası ndaki çift yön l ü trafiğin sonucunda gel işen ş i m şek
çakm a s ı n a benzer. Anket çalı şmaları n ı n yapıldığı Batı ü l ke­
lerinde, gerek sosyal gerekse fi ziksel nedenlerden ötürü ka­
d ı n l a r ın yal n ı zca üçte birinin cinsel birleşme s ı rasında düzen­
l i o rga zm old uğu bildiri l m i şti r. İ l açların etk i s i de bunda rol
oyn ayabilir: Batı dünyasında en fazla reçete edilen i l açl a rd a n
o l a n Prozac ve Seroxat gi bi antidepresanlar s i n i r uçl a r ı n ı n et­
k i n l i ği ni azaltarak hem e rkeklerde hem de kadınlarda o rgazm
güçlüğü yaratab i l i r. Ero ini n ve gayet iyi b i l i n diği üzere alko l ü n
de böyle b i r etk isi olab i l i r.
Pen i s başı ve klitoristeki s i n i rler ile omurilikteki s i n i r ağı
arasında birbirini karş ı l ı k l ı besleyen bir geri l i m oluşur ve so­
nunda, kritik nihai bir deği ş i m l e zi rveye ulaşı l ı r. Fransızların
la petite m a rt (küçük ö l ü m ) o l a rak adlandırdığı bu durum be­
yin taramalarında karanlık bir yok oluş deği l , bey n i n duygu­
sal çek i rdek (si ngulat girus) , ödül merkezleri (nuk leus akum­
ben s) ve hormona! bölgelerinde (hipotalamus) b i r " p a rl a m a "
şek l i nde kendini gösterir. B a z ı hayvanlarda sekse ya nıt ola rak
ovulasyonu uyaran da, tıpkı Galen'in düşündüğü gi b i , bu h o r­
mona! deği ş i k l i klerd i r zaten a m a insanlarda durum fa rk l ı d ı r.
O rgazm sırasında, omuri l i k ten çıkan s i n i r uyarıları er­
keklerde prostat bezi ve semi n a l keseci k lere, kad ı n l a rdaysa

1 76 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
serviks ve vaj i n aya ulaşır. Bu u yarılar erkeklerde prostatı ,
sperm kanalını (vas deferens) ve ü retrayı tetikleyerek sperm
ve sem inal sıvıları dalgacık l a r h a l i nde gelen bir dizi spazm
hareketiyle peni se doğru iterken, eşgüd ü m l ü refleksler mesa­
ne giriş i n i kapatır ki meni sadece dışa rıya doğru yönlendiri­
lebi l s i n . Kadı n l a rda ayn ı dalgacı k l a r ü retra çevresi ve vaj ina
ön duvarındaki minik Skene bezlerini uyararak , kadınlarda,
erkek lerdeki p rostat sıvısına benzer b i r tür seminal sıvının bo­
şalmasını sağl a r.
Skene bezleri n i n çıkışı kadından kadına fa rklıdır. Or­
gazm o l u rken s u l u b i r sıvı , erkeklerde olduğu gibi ü retradan
salgı l a n abi leceği gib i , doğrudan vaj i n aya da akab i l i r; bu du­
rum, neden bazı kadınların orgaz m s ı rasında "ej akülasyon"
(boşalma) hissi yaşa rken d i ğerlerinin yaş a madığını açıklar.
L' Aqu i l a Üniversitesi ' nden seksoloj i uzmanı D r. E m manuele
Jannin i , vaj i n a ön d uvarı nda, üretra çevresindeki alanın bazı
kadınl a rd a , k l i tori sten ayrı bir ero j e n bölge olduğuna inanı­
yor. " G nokta s ı " n a adını veren New Yorkl u seksolog Ernst
Grafenberg gi b i J a n n i n i de, k i m i kadı n l a rı n pudendal si ni r
anato m i s i nden ö tü r ü daha d erin b i r vaj i nal orgazm yaşadığı­
nı düşünüyor.
Sağl ı k l ı vaj i n a n ı n asidik orta m ı enfeksiyonlara k a rşı ko­
ruyucu özel l i k gösterir. Ne yazık ki sper m , rahm i n içi gi bi
nötr -ne asit ne de alkali- bir ortamı tercih eder. Skene bez­
lerinden ve p rostat bezinden gelen salgı l a r alkali olduğu i çi n,
s p e r m vaj i n aya bırakıldığı anda buradaki asidik orta mı nöt­
rali ze eder. Vaj in a gi rişi n i n a rkasında yer alan ve cinsel i l i ş k i
s ı r a s ı n d a çok daha erken dönemde etk i n hale geçen Barthol i n
bezleri n i n salgısı da alkali olduğu i ç i n ayn ı etkiyi gösterir.
Wi l l i a m Taylor i k i yüz y ı l önce "o ş i i rsel orgazm, uyarıldı­
ğında parıldar a m a sadece kısacık b i r süre için" diye yazmıştır;
erkeklerde bu süre o n saniyeye varab i l i r, kadınlardaysa bunun
iki katı kadar olabil i r. Kadındaki orgazm kalıbı erkektekinden
farklıdır; daha geniştir, yavaş yavaş yüksel i r ve iner. Bütünüyle

G E N İ TA L O RG A N L A R : B E B E K YA P M AYA DA İ R 1 77
i k n a edici olma makla birl i kte, kadında orgazmın döllenmeye
yardı mcı olabi leceği ni i leri süren birkaç kuram vard ı r. * Ku­
ram l a rdan biri, kadında orgazmın uzun sürmesi n i n , servikse
sem i nal sıvı çekmek için daha fazla zaman tanıdığından gebe
kalma olasılığın ı artırabi leceğin i ve vaj inanın doğal asitliğini
nötral ize ederek spermin hayatta kalmasına ya rdımcı o l abi­
leceği n i söyler. Fakat başka kuramlar da var: uzun süren or­
gazmın daha fazla seks yapmaya teşvik etmesi; bey inden oksi­
tosin hormonu salgı latması (oksitosin rahm i n daha fazla sıvı
çekmesine neden olabi l i r) hatta birl ikte oldukları kad ı n l a r ı n
mutl u l uğunu kendi mutlulukları k a d a r önemseyen erkeklere
avantaj sağl aya rak cinsel seçili mde rol oynaması.

SIGMUND FREUD İÇİN "Eros" ve eroti k k avra m l a r ı , yaş a m ı n c i n sel


b i l eşen lerini temsil ediyord u : enerj i dolu, kaotik ve doğu rga n .
O n a göre cinsel l i k , insanl ığın -Yunanların " Thanatos" o l a rak
adlandırd ı ğı- saldırga n l ı k ve özy ı k ı m dürtüleri n i n karşıtıyd ı .
C a ri Jung, erotizmin şiddete k a rşı bir güç oluşturmaktan çok,
insan doğa s ı n ı n rasyonel ve duygusal yanlarını dengelemekle
i l gi l i old uğunu düşünüyord u . " Kadın psikoloj i s i , büyük bağla­
y ı c ı ve çözücü olan Eros i l kesini temel a l ı rken , " diye yaz m ı ştı,
" antik çağl a rdan beri erkeğe atfed ilen hakim i l ke Logos'tur"
ve mantık ( " logic") fikri de " l ogos"tan geli r. Jung'a göre, nötr
bir ortam yaratmak için nasıl asit ve alkalilerin dengede o l m a ­
s ı gerekiyorsa erkek v e k a d ı n ı n çoğalabil mesi için de m a n t ı k l ı
o l a n i l e erotik o l a n ı n dengeyi b u l m a s ı gereki r. Jung, çiftlere
k ı s ı rl ı k l a i lgil i danışma n l ı k yaparken, kısırlık k l i n iklerinde
old uğu gibi kan testlerine ve anali zlere bağı m l ı l ığı n Logos'a
fazla odak l a n maktan k aynaklandığı n ı , çiftin salt duygusal ve

' H atta orgazmın, düzenli ilişki yaşanmayan bir partnerin spermini, düzenli
ilişki sürdürülen bir partnerinkine göre avantajlı kıldığı dahi ileri sürülmüş­
tür. Bkz. R. R. Baker and M. A. Bellis, " H uman sperm competition: ejaculate
manipulation by females and a function for the female orgasm" , Animal Be ­
haviour 46(5) ( 1 993), 887-909.

1 78 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
ci nsel sağlığına yoğu n l a ş m a n ı n ise Eros'a a ş ı rı müsamahakar
davra n mak old uğunu sapta m ı ş olab i l i r.
Bi rkaç hafta sonra Helen ve Ro b ' l a tekrar karşılaştı m .
Ro b'un semen analizi normald i . Laboratuvarın i nceled i ­
ğ i para metreleri gözden geç i rd i m , " moti l i te " , " morfoloj i '' ,
"kon santrasyon" ve " k ıva m " gibi sıkıcı teri mlerin a n l a m ı n ı
açıklad ı m . Helen ' ı n h o r m o n testleri de umduğu m gi bi sonuç­
lanmıştı : LH ile FSH oranı normal , östrojen düzeyi döngünün
başlangıcında olması gerektiği gibi düşüktü. Beklenen adet
tarihinden bir hafta önce a l ı n a n kandaki p rogesteron düzey i
ov ula syonun normal biçimde gerçekleştiğini düşündürüyor­
du. O rtada h a m i l e kalama masın ı açıklayacak aşikar b i r ne­
den yo ktu.
" Sonuçl a r gayet memnun iyet verici , " ded i m . " Test sonuç­
ların normal Rob ; Helen , seni n de yumu rtal ı k l a rında bek ledi­
ği miz tarihte ovula syon ol uyo r. "
" Peki, o zaman sorun n e ? " d i ye sord u .
" B azen içerideki tüpler b i r nedenle sperm geçışıne ızın
ve rmez, bazen de bağı ş ı k l ı k siste m i sperm l e yumurta n ı n bi r
a raya gel mes i n i engeller ya da sıkça karşıl aştığı m ı z gi b i , orta­
da sorun fal a n yoktur. "
" Pek i , şimdi olacak ? "
" Ş i mdi s i z i hastanen i n fertil ite k l i niğine yönlendireceği m ;
siz de bunu artık b u k a d a r dert etmemeye çal ı şacaksın ız. "

B İ R K AÇ AY S O N R A bana geldikleri nde başlangıçtaki mahcubiye­

tin yer i n i hüzün almıştı .


" K l i n ikte işler nasıl gitti ? " d i ye sord u m .
" H i ç sormay ı n , " d e d i Rob.
K l i n i kteki i l k randevularında Helen a rada s ı rada bir ka­
deh ş a rap içtiği n i itira f etm iş ve kendisine açık açık alkole
tövbe etmesi gerektiği söylen m i şti . Rob b i raz k i l o vermesi
önerildiği, hangi s ı k l ıkta ve nasıl seks yaptı k l a rı derinleme­
sine sorgulandığı için rahatsız o l m uştu. " Herhalde sormaları

c ; ı' N I TA L O RC ; A N L A R : B E B E K YA P M AYA DA İ R 1 79
gerekiyord u , " dedi " a m a bize sanki bebeklerin nereden geld i ­
ği n i b i l m iyormuşuz mua melesi yaptı lar. "
B i r k a n testi daha yap ıldı ktan ve yumu rtal ıkları u ltraso­
nografiyle i ncelendi kten sonra Helen'a " y u mu rtal ı k rezer­
v i n i n tükendiği" söylen mişti; yumurtal ıkla rında ovulasyon
potansiyeli taşıyan az sayıda " fo l ik ü l " k a l m ı ştı . Tüp bebek
deneneb i l i rdi ama bu d u rumda bile onda bir civarında, d ü ­
ş ü k b i r başarı şansları vard ı . " Beni u ltrasonografi konusunda
uya r m a d ı n ı z , " dedi Helen . " Doktor o plastik p robun ucuna
kondom geçirip ne yapacağı n ı söylediği zaman şok old u m
res m en . "
K l i n ikte yaşadıkları onca küçük düşürülmüşlük hissine
rağmen yol a deva m etmeye k a ra r vermişlerd i . Tedav i n i n ilk
a ş a m a s ı , Helen'ın yumu rtal ı k l a rı ndaki fo l i k ü l leri " resetle­
mek" için yap ı lacak bir dizi enj eksiyondan oluşuyordu; böy­
lece bütün foliküller ay nı anda gel işmenin erken evresinde
olacaktı. Ardından, bu kez y u murta olgunlaşmasını fa zlası y l a
uya rmak v e aynı a n d a b i rçok yumurtanın gel i ş mesi n i sağla­
mak için bir dizi başka enj ek siyona geçilecekti . " O enjeksi­
yon l a ra tahammül edemiyord u m , " dedi Helen . " Popom iğne­
lerden mosmor ol muştu . " Vaj i n al u ltrasonografi o kadar sık
yap ı l ı yordu k i a rtık alışmıştı.
Helen ' ı n yum urtal ıkları gel i şen folikül lerle şişmeye başla­
m ı ş t ı . Son b i r enj eksiyonla y u m urtaların niha i olgu n l a ş m a s ı
uya rı l m ı ştı . Enj eksiyon yapıldı ktan neredeyse d a k i k a s ı d a k i ­
k a s ı n a o t u z d ö r t s a a t s o n r a yumurtalar toplanmaya h a z ı rd ı .
Bu i ş l e m i ç i n Helen'a güçlü bir sakin leşti rici veri l m i ş ve vaj i nal
ultrasonografi k ı l avuzluğunda, çok ince b i r iğneyle vaj i n a d u ­
va rından geçip yumu rtal ık la ra ulaşılm ıştı . H e r bir fol i kü ldeki
sıvı d i kkatle çek i l i p y u murta i çerip içermediğine bak ı l m ı ş t ı .
Rab ay nı sabah taze bir semen örneği vermiş , sonra da Helen
ile b i rl i kte eve dönmüşlerd i .
O gece Helen , kanında h a l a dolaşan sak i n leşti riciler saye­
sinde derin bir uyku çek m i şti . İ kis i yatakta uza n m ı ş yatarke n ,

1 80 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
kendi spermiyle Helen ' ı n y u m u rtal a rı n ı n beyaz badanal ı
bir laboratuvarda, b i r cam kabın içi nde b i rleştiği n i düşünen
Rob'u ise uyku tutmamıştı.
"Yumurtaları Cuma günü a l d ı l a r, " dedi Helen " ve Salı
günü tek rar gitmem gerekt i . Ellerinde altı embriyo vardı ve
bu n l a rdan i k i s i , ne demekse artık, 'iyi kaliteyd i ' ; birini -en iyi­
si olduğunu söyled ikleri embriyoyu- rah m i m e yerleştirdiler. "
" Peki , sonra ? " ded i m .
" O lmadı . " Bakışlarını kaçırd ı , Rob u z a n ı p e l i n i tuttu.
"Şansımızın yüksek olmadığını söylemişlerd i , " ded i , " ş i m ­
di tek rar ayn ı şeyle yüzleşeb i l i r miyiz, hatta m a d d i olarak
bu külfeti n altından kalkab i l i r miyiz, o n a karar vermemiz
gerek. Embriyolarımızın b i r kısmı hala dondurucuda. Bel­
ki de fri j i d i m d i r. . . embriyolar d a kend ilerini evlerinde gi bi
hissediyord u r. "

" veri msizlik" ı s ı yetersizliği n i n sonucuydu; kısır­


G A LE N ' E G Ö R E

lığın çaresiyse pelvik orga n l a rı ı s ı t m a n ı n yol l a r ı n ı bulmaktı .


Bu, ön sevi şmeyle, " şehvet uyand ı ran konuşmalar" ya da ge­
nital o rga n l arı ş i falı bitki lerle ovalayarak cildi kızartıp tahri ş
etmek yoluyla yap ı l a b i l i rd i . Bu söylemin önemli b i r bölümü­
nü batıya yen iden aktara n on b i ri nci yüzy ı l A rap heki mi İbn-i
S i n a , kadında cinsel hazzı a rtı r m a n ı n gerekl i olduğu görüşün­
deyd i : " [ kadın l a r ı n ] arzusu tatmin edil mediğinde . . . zü rriyet
de o l m a z , " diye yazmıştır. Çok fazla ı s ı n ı n i se zarar verdiği
düşünül üyord u ; hayat k ad ı n l a r ı n ı ıı n a d i ren h a m i l e kaldığı
fi kri hakimdi çünkü o dönemde, fa zla ateşl i oldukları için to­
h u m l a r ı n ı ıı aşırı şehvet yüzünden "yandığı " n a i n a n ı l ıyordu.
İ l k İngi l i z j i nekologl a rdan John Sadler, 1 636 tari h l i The
Si eke Woman s Private Looking Glass [Hasta K a d ı n ı n Şahsi
Ayn a s ı ] adlı kitabında, bu soru nun "erkek hızlı, kadııı faz l a
yavaş d av randığıııda v e h a m i l e k a l m a n ı n kural l a rı gereği her
iki toh u m ay n ı anda b i r a raya gelemediği zaman" ortaya çık­
tığııı ı yazmıştır. Sadler, k ı s ı rl ı k neden iyle kad ı n l a rı suçlamak

(; E N İ TA L O RG A N L A R : B E B E K YA P M AYA DA İ R ısı
yerine, soru m l u l uğu erkeğe yüklemiş ve onun, "ci nsel cazibe­
sini artıra rak . . . kadını tahrik etmes i " gerektiği n i söylemişti r.
Geçmişi ilk yazılı kayıtlara kadar giden , kadınların o r­
gazma ya nıt olarak gebe kaldığı va rsay ı m ı nihayet 1 843 'te,
köpeklerde cinsel i l i şki olmaksızın da ovulasyonun gerçek­
leştiği n i gösteren Alman hek i m Theodor Bi schoff sayesinde
gözden düşmeye başlad ı . Ayn ı yıl, tıp dergisi Lancet'te, ya n l ı ş
ol makla b i rl ikte, "kızışan" hayvanlarda döngünün " k ad ı n l a r­
daki menstrua syon döngüsüy l e sıkı b i r fizyoloj i k benzerl i k
taşıdığı" i leri sürüldü. Tıp, kadınlarda ovulasyonun sekse ya­
nıt o l a rak deği l , döngüsel gel iştiği gerçeği n i n fa rkına va r m ı ştı
k i bu, Vi ctoria dönem i nde kadın cinselliğiyle i l gi l i erde m l i l i k
t a s l a m a h a l i n i beslemekle kal m amış ( h a z a l m a k gerekiyo rsa
neden bu kadar zahmete gi rel i m ki ?) , hamile kalmak için uy­
gun za m a n ı n , hayvanlardaki " k ı z ı ş m a " n ı n i n sandaki karşıl ığı
o l a n menstrua syon dönemi old uğu şek l i nde hatalı bir i n a n ı ş a
götürmü ştür. Bu inanış neredeyse bir asır sürd ü . 1 920' l e rde
M a rie Stopes, çok satan kitabı M a rried L o ve 'da [ İ zdiva çta
A ş k ] doğurganlı ğı n , menstruasyonun biti m i nden hemen son­
ra -ya ni gerçekte olduğundan on gün erken- azami düzeye
çıktığını söylüyordu. Stopes 'a gö re , kadınların gebe kal ma
i h t i m a l i n i n en düşük old uğu dönem adet döngüsünün ortas ı ,
ya n i bugün gebelik ihtimal i n i n e n yüksek olduğunu bildiği m i z
za m a n d ı .

H E L E N İ L E RO B birkaç a y sonra " i yi kalite" old uğu söylenen i k i

e m briyod an ikincisini kullanarak yeni bir deneme yaptı la rsa


da yine hüsrana uğrad ı l a r. " Çı lgınca geleb i l i r, " dedi Helen,
iki nci tedavinin de başarısızlıkla sonuçlandığı n ı anl atmak için
bana geldiği nde, "ama b i r bebeği miz olmasın ı o kadar çok
istiyorum ki ne zaman yolda bi r bebekle karşılaşsam ya da bi­
rini kucağı ma alsam rah m i mde bir şeyler kıpırdanıyor. Kreşte
çal ı ş m aya deva m edeb i l i r m i y i m , bilm iyoru m . "

1 82 İ N S A N V CIC LIDLI N A S E YA H AT
" Üçüncü defa denemeyi düşünüyor musunuz?" diye
sord u m .
" Yapa m ay ız ," d e d i iç çekerek . " Bütün b i r i k i m i mizi ikinci
tur için harcadık bile. B i z daha fa zl asını biriktirene kadar iş
işten geçer emi n i m . "
B i r a n sessizlik çöktü.
" Pek i , Rob ' l a arasınız nası l ?"
"Aslı nda gayet iyi, hatta iyiden de öte. Kom i k a m a . . . "
Mahre m i yeti n i ne kadar p aylaşabi leceği n i tartıyormuş gi bi
durd u . " İk i m i z de üzgünüz a m a bazı açılardan hiç olmadı­
ğı mız kadar yak ı n ı z . Neydi şu l a f? ' Rüzgarın yönünü deği ş­
tiremiyorsa n , yel ken i n i rüzga ra göre aya rl a . ' Her şey onun
için old uğu kadar ben i m için de çok çok daha iyi . " Kızardı .
"A rtık bebek konusunda pes etti ğimize göre, tekrar sevişmeye
başlayab i l i r i z . "

V Ü CU D U M U Z U N , y i r m i b i r i n c i y ü z y ı l d a bile bel i rsizliğini ko­

ruyan yönleri va r. 1 960'lara kad a r bey i n , hi pofiz bezi ve yu­


murta l ı k l a r arasındaki i nce hormona! örgü nün doğurga n l ı k l a
olan i l işkisi çözülememişti v e i l k t ü p bebek ancak 1 970' leri n
sonunda dünyaya geldi . Sonraki y ı l l a rda kaydedilen bütün
ilerlemelere rağmen hala sırrını koruyan pek çok konu va r.
Bağı ş ı k l ı k siste m i n i n , rah i mdeki emb riyoyu bir enfeksi­
yon gi bi algılayıp her seferinde yok ettiği kadınlar gö rd ü m .
Mükerrer düşüklerin a rdı ndan ancak kem i k i l iği kemoterapi
benzeri i l açlarla baskılandı ktan sonra hamile kalabildi bu ka­
d ı n l a r. On y ı l boyunca tek rarlayan düşükler neden iyle çocuk
sahibi olamayan ve patlayan su borusu için tesisatçı çağı r ı n ­
ca y ı l l a rd ı r kurşunla k i rlenmiş s u içtiğin i öğrenen bir çift t a ­
nıd ı m . Eski tesisatla s a r n ı ç söküldükten sonra h i ç b i r sorun
kalmadı. Her ikisi de " k ısır" old uğu halde ayrılıp kend ileri­
ne yen i partner bulduktan sonra çocuk sahibi olabilen çiftler
görd ü m .

C E N I TA L ORG A N L AR : BEBE K YA P M AYA DA İR 1 83


B i rkaç ay sonra Helen ile Rob'un adı tek rar randevu l i s­
temdeyd i . O n l a rı bekleme salonundan çağı rmak için yeri m ­
d e n kalkarken acaba üçüncü t ü p bebek denemesi i ç i n p a ra
buld u l a r da fi kir mi değiştirdiler diye düşü nüyord u m .
Bek leme salonunda o n l a r ı izlerken genel likle başlarını s a l ­
l ay ı p çantal arını topladıkları n ı , sonra da sessi zce ayağa kalk­
tıklarını görürd ü m . Ama bu kez tavırları fark l ı yd ı : Helen ' ı n
yüzü ışıl ı ş ı l d ı . Ofisime doğru b i rkaç basamak tırmandık, He­
len son iki basam ağı sı çraya rak çıktı . " B i l i n bakal ı m ne oldu , "
ded i oturmadan önce, " H a m i leyi m ! " Ne l aboratuva rl a ra n e
de evl i l i k danışmanlarına gerek kal m ı ş , Eros ile Logos arasın­
daki dengeyi kendi kendilerine bu lmuşlard ı .
15

Rahim :
Yaşam ve Ölüm A rasındaki Eşik

Ya şlı eli görüyorum: bastırıyor, karşılıyor, destekl i yor,


Zarif ve esnek o kapının eşiğine uzan ıyoru m ,
İşaretl i yorum ç ı k ı ş ı , işaretl iyorum k a ç ı ş k u rtuluş yol unu.
Wal t Whitman, Kendi Şarkım

T E L E V İ Z YO N Ş Ö M İ N E D E N DA H A FA Z L A yer kaplıyordu ama seyre­


den yoktu. Şöminenin k a ra n l ı k oyuğunda küçük bir kızı lötesi
elektri k l i ısıtıcmm ışığı p a rl ı yord u . Pek i n köpeği figürlü deko­
ratif k ü l l ü k izmaritlerle dolup taşmış, ha lmm üzerine de b i r
i z m a r i t kon fetisi saçı l m ı şt ı . O d a n ı n gi rişiyle hastanm koltuğu
a rası ndaki halı bir hat boyunca a ş ı n m ı ş , yere düşen yiyecek ler
ve terl ikle dolaşan ayak l a r geride yağl ı izlerden b i r yol b ı rak­
m ı ştı . Uzunl uğu oda n ı n gen i ş l iğinden fazla o l a n k anepede bir
adamla b i r kadın -hasta m ı n oğlu ve kızı- otu ruyo rd u . Sarkan
göbeklerine yer açmak için bacak l a r ı n ı iki ya n a açıp otu rmuş­
l a rd ı . Hasta m ı n oğlu merhaba demek için ayağa kalktı , elleri
titriyord u .
" Kanaması va r doktor, " ded i , " alttan . . . "
A rabayı p a rk ettikten sonra d ı ş a rıya , yağmu ra ç ı k madan
önce acil serv i s i n d i züstü bilgisaya rından H a rriet Staffo rd ' ı n
tıbbi öyküsünü oku muştum . Bugün modern B a t ı tıbbı saye­
sinde hastaların dayanabildiği, yaşl anan top l u m için mahşerin
dört atlısı olan Amfi ze m , Koroner Kalp Hastal ığı, Yü ksek
Tan siyon ve Diyabet ile başlayan komorbiditeleri n ilk oku­
m a k i tabı gibiyd i . Bu ol ağan dörtlü dışında iki önemli madde
daha va rd ı : " Çoğul Enfa rkta Bağlı Demans" tan ı s ı , ona doğru
yakl a ştığı m sıradaki kayıtsız hal i n i ve "Endometriy u m Kanse­
ri - Palyatif" tanı sı da kanamasını açıklıyord u ; rahi m kanseri
yüzünden kan ıyord u . Listenin sonunda hasta n ı n doktoru ta­
rafı nda düşülmüş bir rica notu va rd ı : " M ü mkünse hastaneye
yatı r ı l m a s ı n . "
" Merhaba, ben D r. Franci s," dedi m . " N a s ı l s ı n ı z ? " De­
m a n s ha stala rında gör meye alışkın olduğumuz panik i fade­
siyle -ya n l ı ş yanıt verme ya da kendini gülünç duruma d ü ­
ş ü r m e korkusuyla- ş a ş k ı n bakıyord u . Beynindek i , halı k a d a r
a ş ı n m ı ş devreleri hayal etti m . S ayısız sosyal i leti ş i m olasıl ığı
yeri n e b i rkaç refleks yanıta mahkum olmuştu. Demans has­
talarının bir kısmı neredeyse sözel dönem öncesine döner;
küçük çocu klar gibi sözcüklerden deği l , ses tonundan ve ko­
nuşanın tavrından, karşılarındakine güvenip güven memeyi
öğre n i rler.
" İyiyi m , evet iyi y i m , " dedi gül ü mseyerek ve güvens i z l i ­
ğ i n d e n biraz o l s u n sıyrılarak. E l i n i tutup nazikçe tokalaştı m .
E l i soğuk, avcunun içi nemliyd i ; nabzı zayıf ve hızlı atıyo rd u .
" Size yard ı m etmeye gel d i m , " dedi m . Pa rmaklarımla kol u n u n
c i l d i n i sıvazlad ı m ; o m z u n a k a d a r soğuktu. O k a d a r ç o k k a n
k aybetmişti k i vücudunda uzuvlarını sıcak tutmaya yetecek
kan kal m a m ıştı. Balmumu rengindeki yüzü yarı saydam gi biy­
di. Gözleri n i n feri kaçmıştı.
"A ltındaki pedi yar ı m saat önce deği şti rd i m , " dedi oğl u .
"A m a kanser. . . sanki içinden fı şkı rıyor. " Yabancı bir a d a m l a
konuşurken iki tabu kavra m ı -k anser ve vaj inal kana ma- ay n ı
anda k u l landığı için kızard ı .
" O nu muayene etmel i y i m . B i r yere yatırabi l i r miy i z ? "
Giri şte küçük bir yatak odası daha va rd ı ; artık merdivenleri

1 86 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
çıkam ıyord u . Oğlu ve k ı z ı n ı n ya rd ı m ı y l a kol tuktan kalkt ı ;
o n u kol larından tutup, b i r bebeği ad ı m atmaya cesaretlend i r­
mek i stercesine, ya rı destekley i p yarı taşıd ı l a r. Huysuzlanan
çocuğunu sak i n leştirmeye çal ışan bir anne edasıyla, " Ta m a m
anneciği m , ta m a m , " diye m ı rıldanıyo rdu kızı , o n u zahmetsiz­
ce yeri nden kaldırıp sonra da yatağa yatı rırken .
Yatakta s ı rtüstü yatıyord u , sabah l ı ğı n ı n kuşağı n ı gevşet­
ti m . K i m olduğu m hakkında hiçbir fi k r i yoktu a m a doktor­
larla ilgili a n ı l a r ı , beyaz göm l e k l i k ravatlı gö rünüşüm onda
bir şeyler çağrıştı r m ı ş o l m a l ı ydı k i bu şek i lde soy u n m a sı n ı n
s ı k ı n t ı verici b i r d u r u m olmadığını kabullend i . Kan basıncı
ölçülemeyecek kadar düşüktü. "Acıyo r mu?" d i ye sord u m
olabi ldiği nce basit bir d i l l e kon uşmaya çalışarak. Ürkek bir
i fadeyle e l i n i k a r n ı ndaki h a m i lelik çatlakl a r ı n ı n üzeri nde
gezd i rd i . B i r z a m a n l a r oğl u y l a k ı z ı n ı içinde taşı m ı ş ve o n l a ra
hayat ve rmiş rah m i n i n ş i m d i ölü münü çabuklaştı rıyor olması
birdenbire inanılmaz geld i . P i j a m a s ı n ı n altını aşağıya doğru
sıyırı rken pedi n emdiği k a n ı , koyu k ı r mızı pıhtıları gö rd ü m .
Çantamdaki a mpulden bir enj ektöre morfin çek i p karnın­
dan c i l t altına uygu l ad ı m . Enjeksiyon yeri, rah m i n i kem i re n ,
karn ı ndaki i ç orga n l a rı sertleşti ren v e bilekleri n i kesmi şçesine
bir kana mayla onu öldüren tümörden santimetrelerce uzaktı.
Bir a n durup onu seyrederken gözleri n i kapattı ; uyk uya dal­
mak üzereyd i . D uva rd a , başı n ı n üzeri nde, kanaya n kalbi ve
Holl ywoodva ri sakal ıyla bir İsa posteri a s ı l ı yd ı . Süpürgel ikler
boy unca videokasetler yığı l m ıştı. Doğu ma hazırlanan a n n e­
leri n k i gi bi bir çanta ağzı açık d u ruyord u ; içinde talk pudra­
s ı , s i gara ve yedek gece kıya fetleri va rd ı . "Ne olur ne o l m a z ,
hasta neye gitmesi gerek i r diye hazır bulunduruyoruz," d i ye
açıkl adı oğl u .
" D ı şa rıda b i raz oturup konuşal ı m m ı ? " ded i m .
Pek i a n l am ında baş sallad ı l a r; Bayan Stafford ' ı yatağında
bırakıp oturma odasına geri döndük.

R A H İ M : YA Ş A M V E Ö L Ü M A R A S I N DA K i E Ş İ K 1 87
" Ben i mle i l k kez karşılaşıyorsunuz, ben de annenizle i l k
kez k a rş ı laştı m . Fakat kayıtla rından gördüğüm kadarıyla
kanser hastası ve şu anki kanamasının neden i de kanser. "
" Evet, " dedi kızı başını sallayarak. "Ayl a r öncesi nde b i r­
kaç haftalık ömür biçmişlerdi . "
" Ş u anda çok fazla k a n k aybediyor. İ k i şey yapabi l i r i z :
O n u k a n nakli için hastaneye göndereb i l i ri z y a da burada tu­
tup d u rumunu izleriz . . . "
İ k i k a rdeş b i rbirine bakıyo rd u , sonunda erkek k a rdeş
gözlerini kaçırdı ve dönüp pencereden dışarıyı seyretmeye
başl a d ı .
" . . . pek i , ne olabi l i r derseniz, y a k a n a m a durur, d u ru m u
top a rl a n ı r ve kanamadan öncek i haline döner y a da k a n a m a
deva m eder v e sonunda o n u kay bederiz . "
" N e k a d a r z a m a n ı var ? " diye sordu kızı .
" Keşke bilebilseyd i m . . . " ded i m ve bir a n l ı k d u raksa m a ­
n ı n a rd ı ndan gözl � rinin i ç i n e bakarak devam etti m : " . . . b u
gece kaybedeb il ir iz ."
" Burada kalsı n , " de di kızı k a ra rl ı bir sesle.
" Peka l a , " ded i m . "Birkaç saat sonra tekrar gel i p durumu­
nu kontrol edeceği m . "
Ayr ı l m adan önce yatağı n yan ı nda duran hemşire dosya ­
s ı n a bazı notlar yazd ı m ve ped i n i deği ştiri rken kızına yard ı m
etti m . Çamaşırını yukarı çekerken yen i koyduğumuz ped i n
d a h a şi mdiden kanla kıpkırmızı olduğunu görd ü m .

T E K R A R GELEB İ L D İ G İ M D E s a a t
sabahın üçüyd ü . Kapıda b e n i has­
ta m ı n torunu karşıladı; aceleden ayağı tak ı l ı p düştü ve başı n ı
c a m a çarptı . Kapıyı açarken " Rahip içeride, " dedi içini çeke­
rek . Karnı burnu ndayd ı .
Elimde çantam , içi mden acaba ö l ü m döşeğindeki hasta­
mın yanındaki rahiple karşılaşacak kadar ciddi ve dini bütün
görünüyor muyum diye geçirerek odanın kapısında durdum.
Rahibin "Bu gece ölebilir" uyarım üzerine bu havada buraya

ı ss İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
gel miş olmasından suçluluk duyuyordum. Kırk-ell i yaşlarında
uzun boylu, yapılı ve bel l i ki çocukl uğunda cemaatindekilere
göre iyi beslenmiş bir adam olan rah iple birl i kte on kişi vard ı
odad a . Yatağı n ayakucunda bekleyen rahi p başıyla selam verd i .
Kapıdan gördüğüm kadarıyla kutsal şarap ve ekmekle s o n ayi n
yapılm ıştı ve Bayan Stafford yastıklarla desteklenmiş yatıyord u .
D ı ş a r ı d a , kapı n ı n ağzında bekled i m . Not düştüğüm dos­
ya , a rkamdaki kanepede açık d u ruyord u ; bütün aile dosya n ı n
üzeri ne eği l m i ş çay fal ı b a k a r gi b i b ü y ü k bir dikkatle notları
i ncel i yord u . On-on beş dakika daha dua edi l d i . Ardı ndan bir
koşuşturma oldu ve Bayan Stafford ' ı n oğluyla kızı ve torun ­
ları b i rer birer o d a d a n çıkmaya başladılar. " İyi akşamlar Pe­
der, " ded i m tam yan ı mdan geçerke n .
" İyi akşa mlar Doktor, " ded i resmi v e kısa bir gülümse­
meyle elini omzuma koyu p ; " hay ı rl ı bir i ş yapı yorsunuz . " "Siz
de" dememe fırsat kalmadan gi tmi şti bile.
Odaya gi rd i m . Bayan Staffo rd gözleri n i açtı , elini tutt u m ;
b e n i biraz olsun hatırl a m ı ş mıyd ı acaba ? " D aha ö n c e de gel­
mişti m , " ded i m . " Ben doktoru m . " Anladığına dair bir şeyler
mırıldandı, gözleri n i kapay ı p başını yastığa bıraktı. Bu kez
nabzı daha da h ı zlıyd ı , kan basıncı yine ölçemeyeceği m kadar
düşüktü . El leri ayakları önceki kadar soğuktu. " Üşüdüğünü
söyl üyor, " dedi oturma odasından gelen k ı z ı . " Elektrik l i bat­
taniye örttük a m a . . . "
Sabahlığı n ı n önünü açıp karnına yavaşça bastı rmaya baş­
ladı m . Zay ı f b i r i n lemeyle karş ı l ı k verd i . Yi ne enj ektöre bir
ampul mo rfi n çek i p karnından cilt altına enj ekte etti m . " Be n
gi tti k ten sonra ç o k sık ped deği ştirmeniz gerekti m i ? " d i ye
sord u m arkamda duran kızına.
"Siz gittikten sonra i k i kez değiştird i k . Ama galiba k a ­
n a m a yavaşl ıyor. " Pij a ma s ı n ı n lastiği n i çek i p ped i n üstünde
sülük gi bi görünen kan pıhtıları n a baktı m .
" Sabah nöbetim sona ermeden tek rar uğrarı m , " ded i m .
" B i ra z uyumaya çal ı şı n . "

R A H İ M : YA Ş A M V E Ö L Ü M A R A S I N DA K İ E Ş İ K 1 89
S TA F F O R D ' L A R I N E V İ N E D Ö N D ü (; ü M D E saat sek ize geliyord u . Çöp
k a m yo n l a rı çöpleri topluyord u , yağmur d i n mek üzereyd i . Ka­
pıda b i raz bekled i m .
" H al a nefes alıyor, " o l d u k ı z ı n ı n ilk sözü kapıda ken a ra
çek i l i p içeri gi rmem için yol veri rken . "A ma o kadar sadece , "
diye ekledi h a m i l e to runu, geriye yaslanmış, gergi n , şiş k a rn ı ­
n ı sıvazlayarak . "Gittiği n i zden beri tek kel i me etmed i . "
Oğlu kanepede uyuyak al m ı ş , horluyord u . Terl ikleri Pek in
köpekli k ü l l üğün ya nına düzgünce konmuştu. Televi zyon hala
açıktı a m a sesi kısılmıştı . O gece üçüncü kez yatak odasın ı n
k a p ı s ı n ı a ç ı p içeri gi rd i m . Pence reden gi ren güneş ışığına rağ­
men rengi ruhsan daha da sol muş görünüyord u . " Ka n a m a
d u rd u mu ?" diye sord u m , " Ya n i , ped i değişti rmeniz gerekti
m ı. �. ,,
" S i z gittikten sonra sadece b i r kez , " dedi torunu. "Sonra­
sında gerek med i . Bu iyiye işaret mi ?"
" Bazen , " ded i m .
D a h a da zayıflaya n nabzı zar z o r alınıyord u . Solunumu
deri n , düzensiz, iç çeker gi biyd i . Gözleri yarı kapalıyd ı , du­
daklarının kenarında gri tükürük biriki ntileri kurumuştu .
K ı rı ş ı k l ı k l arı eskisi kadar derin görünmüyordu; cildinin ren ­
g i bal mumundan sara r m ı ş parşömene dönmüştü. Ayakta
durmuş bileği ni tutuyor, nabzı n ı hissetmeye çal ışıyordum ki
uzu n , hırıltılı bir iç çekmenin a rdından sessi zleşt i . Kısa b i r
s ü re saygı yla bekleyip saatime baktı m . Bir dakika geçti , der­
ken i k i dak i k a .
" Bitt i , deği l mi ?" diye sordu kızı .
" Evet," ded i m . " G itti . "
İçli içli ama sessi zce ağl a m aya ba şladı; sadece omuzları­
n ı n s a rsı l m a s ı ndan ve oturduğu sandalyen i n sallanması ndan
a n l a ş ı l ıyord u ağladığı. Kızı kolunu omzuna dolayıp kendine
doğru çekti annesi n i .
16

Plasenta:
Ye, Yak, Ağaç Dibine Göm

B u gö re n e kl e r o kadar kök lüdür ve Pindaros'un ş u dizesi


ne kadar doğrudur: " Yasa, dü nyan ııı kral içes i . "
Herodotos, Tarih'

G Ö B E K BA(; ı ( u m b i l ikal kordon) ilk bakışta denizden gel m i ş


gi bi görünür; deniza n a s ı n ı n dokunaçları y a da va rek yosu­
nunun sapları gibi yarı saydam ve lastik kıva mındadır. Kon­
turl a rı kan damarlarından oluşmuş üçlü b i r sarmal şekl inde
burulur; i k i atardamar tek bir toplarda m a r ı n etrafı n a sarı l ı r.
Morumsu kan damarl a rı , vücutta göbek bağından başka b i r
yerde daha, gözün yapısındaki , ışığı k ı ra n sıvılarda bulunan
gri m s i j ölenin içi nde b i r örgü ol uşturur. Yu muşak ve narin
gö rü n melerine rağmen, gö ründüklerinden daha sağl a m d ı r bu
d a m a rl a r; ne de olsa dokuz ay boyunca bebeği h ayata bağl a ­
m a l a r ı gerek i r.
Az önce dünyaya gelen buruşuk suratl ı , yumuk elli m i n i k
k ı z ciyak ciyak ağl a m aya başlam ıştı b i l e ; o n u h avluyla kuru­
lay ı p kısa b i r süreliğine annes i n i n kalçası hizasına i n d i rd i m .
Plasenta h a l a a n nesi n i n içi ndeyd i ; b u i l k a n l a rda k a n ı n plasen­
tad a n bebeği n vücuduna akmasını i stiyord u m . Parmak l a r ı m ı

• Müntekim Ökmen çevirisi (ç.n)


tek ra r göbek bağı n ı n üzerine koyu nca, o m i n i k kalpten gele n ,
kapana k ı s ı l m ı ş bir pervanenin k a n a t çırpmasını a n d ı r a n nab­
zı h i ssett i m . " Her şey yolunda mı ?" diye sordu baba s ı . Uy­
k u s u zl uktan ve doğum s ı rasınd a eşi n i n çektiği acıya şahitl ik
etmekten sersemlemiş görünüyordu.
" Evet, " ded i m , "her şey yo l u nda . " Pa rmaklarım göbek
bağı n ı n üzerinde, küçük kızı sey rederken nabız giderek zay ı f­
l a d ı ve sonunda d u rd u . Havanın seri nl iğine ve ka nındaki oksi­
j e n d ü zeyleri n i n yüksel mesine yanıt vermiş, artık kendi nefes
a l m aya başlamıştı. Karaciğerin deki ve kal binin etrafı ndaki
d i ğer dam a rl a r eşza m a n l ı kapanıyord u . B u n l a r, bebek ana
rah m i ndeyken kanı gel işmekte olan akciğerlere ve karaciğe re
yönlendiren "şantlar"dır. Artık kanı akciğerler i l e kalp ara­
sında taşıyan damarlar da açı l m aya başlamıştı; bu d a m a rl a r
sayesi nde bebeği n kanı oksijenlenip parlak k ı rmızı bir ren k
a l ı yo rd u . Kalbindek i , ana rah m i ndeyken d o l a ş ı m için gerekli
del i k kapanı yord u . Pel visin deri nlik lerinden göbeği ne doğru
ilerleyen göbek atardamarl a rı da daralarak kapanmaya baş­
l a m ı şt ı . Bütün bu değişikliklerden ötürü bal m u munu andıran
m avi msi yüzü pembeleşiyord u . Göbek bağındaki nabız du­
runca, ko rdonu plastik klipsle bağlad ı m .
Ebe defalarca steri l i ze edil mekten kö relip çenti klen m i ş b i r
m a k a s uzattı b a n a ; b u denl i n a r i n gö rünümlü b i r madde n i n
böylesine z o r kesi lebilmesine bir kez d a h a hayret etti m ve o n u
b i r h a l a t ı kesiyormuşçasına zorl ukla kesti m . Anne bebeği n i
doğuru rken dört ayak pozisyonundayd ı a m a kı zın ı o n a uza­
tınca sırtını geriye yaslayıp şaşk ı n l ı kl a ve nefes nefese bebeği n i
göğsüne doğru çekti . Anne, baba ve bebek üçlü b i r evrende
birbi riyle sarmaş dolaş olurken ebeyle ben aşağıya , sona bak ı­
yorduk . Henüz her şey bitmemi şti .
Doğu m u n " üçüncü evresi " çoğu kişi için, sanki çocuğu n
doğu m u y l a gösterinin sona ermesi gereki r m i ş gi bi beklenme­
diktir. Oysa o s ı rada b i r hormon ve ki mya fı rtınası plasentayı
rah m i n iç yüzeyi ndeki bağl a n m a yerinden ay ı rıyordu. Eğer

1 92 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
kası l m a çok yavaş olursa rah m i n açık yara hal indeki yüze­
yinden kan boşalmaya deva m eder ki buna " postpartum ka­
nama" (doğum sonrası k a n a m a ) denir. Rah m i n küçülüp kü­
çülmediği n i h issetmek için e l i m i nazikçe ama sıkıca annen i n
gevşeyen karnına bastırd ı m . Küçül üyo rd u .
Çel i k pensle göbek bağı n ı h a fi fçe çekti m . Bebek annes i ­
nin memesine yap ı ş m ı ştı; o emdi kçe sütün boşal masını hız­
landı ran hormon l a r ayn ı za manda annenin rah m i n i n de sıkı­
laşmasını sağlıyord u . Ben pensi çev i rdi kçe çel iğin sıkı ştırd ı ğı
göbek bağı n ı n rengi soluyord u ; i çindeki atardamarl a r ile top­
larda m a r artık daha önceki d a m a rl a r ı n hayaleti gi bi görünü­
yord u . Derke n , ben çekerken göbek bağı , bir ağacın kökleri
kıvrı l a rak toprağa gi rmeden önce gövde nasıl gen i şlerse öyl e
genişled i . Menekşe rengi b i r kan pıhtısına benzeyen " d ö l eşi "
annen in vücudundan yatağa doğru kayıverd i .

B • A L ll P l l l' T F. ll l cı uv ı n ı TAii "·

P L A S E N TA : Y E , YA K , A (; A <,: D i B i N E G O M 1 9.l
O l d u kça yuva rlak, ağır -ya rım k i lodan fazla- ve yak laşık 2,5
c m kalınlığındayd ı . Gebel iğin erken dönemi nden itibare n ,
gel i ş m ekte olan cen i ne oksijen , şeker ve besin taşıyıp k a r­
bondioksit, üre ve diğer yan ürün leri anneye geri götü rmesi
gerek mişti. Bu ol ağanüstü alışveri şte nabız basıncını bebeği n
gel i ş mekte olan kalbi aya rlamıştı. Annenin kanıyla bebeği n k i
k a r ı ş m a z ama h e r iki sinden gel en kı lcal damarlar plasentada
b i rb i rine o kadar yak laşır ki sanki bir m i lyon m i n icik el p l a ­
sentada parmakları n ı birbirine kenetler. Da Vi nci, çağdaşları
hala bebek leri n , an neleri n i n adet kanıyla beslend iği n i düşü­
nürken , bu ay rımın fa rkın a va rmıştı . Leonardo'nun plasenta
ç i z i m leri koy un plasentasıyla olan benzerliği ortaya koya r;
onu n , h a m i l eyken ölen tek bir kad ı n ı n kadavrasın ı görmüş
o l d uğu düşünül mekted i r. Üstel i k bu konuda yalnı z deği ld i r:
Av rupal ı erkek ler yüzyı llar boyunca koy un plasentasına kendi
çocu klarının plasentasından daha aşinayd ı . Öyle ki b i l i m i n ­
s a n l a r ı n ı n plasenta zarı için kullandığı a m n i o n sözcüğü Yu ­
nanca " k uzu" sözcüğünden gel i r.
A n atom imizin çoğu unsuru, işlevini yiti rmeye başl a m a ­
dan önce nereden baksa nız k ı rk-el l i y ı l b i z i idare eder a m a
sadece sekiz-dokuz ay boyunca va rlığını sürd ü recek bir orga n ,
bize insan dokusunun n e denli narin olabi leceği ni gösteri r.
M a ru z kaldıkları toksin lerden ya da İ skoç diyeti n i n acımasız
derin kızartma yöntemi nden ötürü ko layca parçal a n a n , rengi
griye çalan plascntalar görd ü m . En kötüsü de sigara ti ryak i l e­
ri n i n , pıhtılarla dolu, sert, amber renk l i plasentasıdır.
A m a bu doğumda, çel ik tepsinin üzerine yaydığım plasen­
ta tem i zd i . A m n iyon kesesi n i n i ncecik kalıntıları plasenta ile
kaynaşmıştı ; yı rtık parça görmed i m . " Zarlar tam ," dedim ebe­
ye, plasen tayı tutup plastik bir kovaya beceriksizce alırken . Bir
boya kutusunun kapağını kapatıyormuşum gibi kova n ı n tu­
ru ncu kapağın ı kapayıp onu koğu şun atık odasın a götürd ü m .
Bebeğin dünyasın ı n merkezinde yer a l a n , yaşaması ve gel işmesi
için elzem olan plasenta, o gü nkü doğumlardan geriye kalan ve

1 ''4 İ l\: � A N V Cı CLJDLI N A SE YA H AT


ertesi gün hastane baca s ı n ı n altındaki fırında yak ı lacak olan
pl asenta ve göbek bağl a rından oluşmuş anonim bir yığı n ı n
parçasıydı artı k . D a h a o sabaha k a d a r bebeği besleyen orga n ,
ertesi g ü n d u m a n o l u p şehrin üzerinde süzü lecekti.

YUNANCA "omphalos" kel i mesi Lati nce "umbilicus" ile ay n ı


kökten gel i r. H e r ik isi de v ü c u d u n y a da dünya n ı n merkezi n ­
d e o l m a a n l a m ı taş ı r. Yun a n l a r, Delfi Tap ı nağı 'nda bu lunan
O mphalos adlı taşı dünya n ı n coğrafi merkezi kabul ediyor­
lard ı . İnsanların Delfi 'ye hacca gittiği o dönemde Yunan sey­
yah ve tarihçi Herodotos, eski d ü nya n ı n fa rk l ı bölgelerindeki
fa rk l ı gelenekler hakkında yazm ıştı:

D a reios kralken , b i r g ü n çev resi ndeki Yu n a n l a r ı topla­


y ı p sord u ; " Babal a r ı n ı z ı n ö l ü s ü nü ye mek için kaç para
i sters i n i z ? " Böyle b i r şeyi h i ç b i r ü c ret ka r ş ı l ı ğ ı yap m a ­
yacak l a r ı ceva b ı n ı al d ı . D a reios b u n u n ü z e r i n e , K a l l a t i a i
d e n i l e n H i nt l i l e r i çağı rttı , a n a babal a r ı n ı yerlerd i , göre­
nekleri böy leydi ve Yu n a n l a r ı n yanı nda bun l a ra sord u ,
b i r terc ü m a n a rac ı l ı ğ ı y l a , babal a r ı n ı n ölüsünü yak m ak
i ç i n kaç para isterler d i ye; H i n t l i l e r bunu b i r sövgü say­
d ı l a r, kendilerine karşı böy l e davra n ı l m a ması d i leğinde
bu l u n d u l a r. •

Herodotos için gelenek her şeyd i v e Batı 'da s o n y ı r m ı


o t u z y ı l d ı r gele n e k , p l a s e n tal a r ı k i rl i p a n s u m a n m a l ze m e l e r i ,
hasta l ı k l ı o rga n l a r ve k u l l a n ı l m ı ş iğnelerle b i rl i k te h a s t a n e n i n
ç ö p fı r ı n ı nd a ya k mak t ı r.
D a re i o s z a m a n ı nd a n a s ı l Yu n a n l a r babalarını yeme, H i n ­
d i s t a n ' d a k i K a l l a t i a i h al k ı i se yememe fi k r i k a r ş ı s ı n d a dehşete
k a p ı ldıys a plasentayı yemek de b i rb i rine zıt ve güçl ü duygu­
lar d o ğu r u r. P l a se n t a z e n g i n bir p rogestero n k a y n a ğı d ı r ve

' Müntekim Ökmen çevirisi (ç.n)

P L A SE NTA : YE, YA K , A (; A �: D l l\I N E c ; ( l ı\1 IYS


gebeliğin sürmesi n i sağl aya n bu hormonun an iden düşme­
s i n i n " a n nelik melankol i s i " denen [ a nnel i k hüznü, lohusa
hüznü, bebek hüznü olarak da adlandırılır] doğum sonrası
depresyon tablosunu teti klediği ileri sürülmüştür. Plasentay ı
yem e , etçi l lerin ya nı sıra en yak ı n akrabalarımız şempanzeler
a rası nda da yaygı n bir davranıştır. Bunun sadece beslenmeyle
ilgili olmayıp gücünün sonuna gel miş bir an nede yüksek p ro­
gesteron düzey i n i n yavaş yavaş düşmesini sağl aya n bir uygu l a ­
ma olması mümkün.
Eski A h it'te d ö l e ş i n e b i r t e k yerde gö nderme va rd ı r k i
o da tabuları yıkmakla i l gi l i d i r : Yasanın Tekrarı (Tesniye )
2 8 : 57 ayetinde, k a d ı n a n o r m a l koşu l l a rda yasak olan plasen­
tayı yeme i z n i , sadece ya şadığı şeh i r kuşatma altındaysa veri l ­
mekted i r. Ancak Akden iz havza s ı ndaki diğer kültürlerde yeni
anne olmuş b i r kadın hem sütü bol olsun hem de rah m i nor­
m a l boyutla rın a küçülürken fa z l a ağrı çekmesin diye döl eşi n i
yemeye teşvik edi l i rd i .
Fas'tan Moravya 'ya v e Cava 'ya d e k kad ı n l a r, doğurgan­
l ı ğı a rtırmak için kendi çocuk l a r ı n ı n ya da başka kadı n l a r ı n
çocuklarının plasentasını yem iştir. Macaristan'daysa yak ı l a n
plasenta n ı n kül leri doğu rgan l ı ğı azaltmak amacıyla erkek l e re
gi zlice yed i r i l i rdi (Bu, gö ründüğü kadar saçma deği ldir: D i � i
c i n s i yet hormonları kad ı n l a rd a doğurgan l ığı destek lerken
erkeklerde sperm üreti m i n i azaltır) . Çin 'de M Ö yedinci yüz­
yılda, Ta ng hanedanlığı dönemi nde, yen i doğmuş k ı z bebe­
ğin p l asentası , genç kıza dönüşüm büy üsüne ya rdımcı o l a rak
k u l l a n ı l ı rd ı . *
Evri msel olarak i l k omurgalı l arın yumurtaları denizde ge­
l i şti ve biz memel i l er, a m niyon sıvısıyla dolu rah m i n gel işme­
siyle denizi i ç i m i zde taşı manın bir yolunu bulduk . Rah i mdeki
zarl a r ı n denizle yak ı n bir bağl a ntı gösterdiği çok eski lerden
beri b i l i n mekted ir: Cen i n zarı denen bu zarların boğu l m aya

' Büyü kitabının adı, 10. 000 Sihir Kerameti Derlemesı'dir.

1 96 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
karşı ko ruyucu olduğu düşünülürd ü . Britanya Adal a rı k ü l ­
türlerinde, c e n i n z a r ı i ç i n d e doğan bebeği n hem iyi bir y ü ­
zücü hem de tal i h l i bir i ns a n o l acağı n a i n a n ı l ı rd ı . Charles
Dicke n s ' ı n David Copperfield adlı ro m a n ı , kahra m a n ı n cen i n
zarı n ı n s ı r f bu yüzden a ç ı k a rtı r m ay l a n a s ı l satıldığını anlattı ­
ğı yaşam öyküsüyle başlar.

Başımda, gazeteye veri len ilanla on beş altın gibi pek


ucuz bir fiyata satışa çıkarı lan bir cenin zarıyla doğ­
muşum. O zamanlar den izci ler parasız mıydılar, yoksa
i nançtan yoksundular da mantar can yelekleri ni mi ter­
cih ediyorlardı, bilm iyorum ; bütün bildiği m şu ki gaze­
tedeki ilana tek bir teklif gel mişti .

J aponya i l e İzlanda gi bi b i rbirine uzak iki coğrafyada pla­


sentayı ortadan kald ı r m a n ı n geleneksel yönte m i , ağaç dibine
deği l , ev i n altına göm mekti . Japonya 'da plasenta n ı n gömüle­
ceği yeri rah i p seçerken, İzlanda'da öy le b i r yere gö mülürd ü
ki anne sabah i l k adımlarını o n u n üzerinde atabilsi n . Ç i n kay­
naklı bir başka metinde, pl asenta ile göbek bağı n ın toprakta
deri ne gömül mesi ve " çocuğun uzun bir ömür sürmesi için
üzeri n i n toprakla iyice örtül mesi " tavsiye ed i l i r. " Eğer bir do­
muz ya da köpek yalayıp yutarsa çocuk akl ı n ı yitirir; böcekler
veya karıncalar yerse çocuk sı raca hastası o l u r; kargal a r ya
da saksağa n l a r yutarsa çocuğu apansız feci b i r ö l ü m bek ler;
ateşe a tı l ı rsa çocukta i r i n l i yara l a r o l u ş u r. "
Ru sların geleneği nde plasenta ve göbek bağı kutsal­
dı; O rtodoks H ı ristiya n l a r onu doğu rgan l ığın anası Baki re
Meryem'e adard ı . Doğumdan sonra döl eşi k i l i senin sunağına
seri l i r, gö mül meden önce cemaatteki diğer kadınların doğu r­
gan l ı ğı n ı artı racağı inancıyla b i r süre bekleti l i rd i .
Bazı Endonezya hdkları denizden geldiği i ç i n plasenta­
n ı n denize i ade ed i l mesi gerektiğine i n a n ı r, bir kaba koyduk­
tan sonra den i ze geri dön mesi için nehre b ı rakırl a rd ı . Bunu

l' L A � F N TA : Y E , YA K , A G A<;: D İ B İ N E G Ö M 1 97
plasenta n ı n kötü niyetl i ellere geçmesini engel lemek amacıy­
la yap a rl a rdı (pl asenta n ı n çocuğun b i r parçası ve b i r şekilde
onun l a özdeş old uğu inancı hala deva m etmektedir) . D i ğer
G üney Doğu halkları plasentay ı neh i r aşağı b ı rakmadan önce
bir tabut altl ığına yerleştirip etrafı n ı yağ la mbala r ı , meyve ve
çiçeklerle donatı rd ı .
K i m i kültürlerde, d ö l eşi n i n denize yak ı n l ığı deği l , ağaca
benzerl i ği kutlanı r; sarmal biçi m l i göbek bağı , rah m i n top­
rağı n a kök sal m ı ş gi bi gö rünür. Bebeği n doğumu s ı rasında
(doğum eylem i n i n ikinci evresi) kadın la rın ya şadığı ağrı n ı n ,
a m a n s ı z basınç dalgal arı i l e bi rl i kte perinedeki şiddetli ge­
ril meden kaynaklandığı n ı öğre n m i şti m . Döl eşinin ç ı k ı ş ı y s a
o l d u k ç a fa rk l ı gö rünür; uzun zamand ı r gö mülü olan b i r şe­
yin kökünden sökülüp serbest kald ığı hissini uyand ı r ı r. J a m es
Frazer, kültürel a nt ropoloj i n i n temel kitabı kabul edilen A l­
tın Dal adlı eserinde, bazı kültürlerin plasentay ı kutsal ya da

\ tl r rW-

1 9.� İ N S A N V CI C : U D U N A S E YA H AT
önem l i say ı l a n b i r ağacı n dibine gömdükleri n i ve bu bağlantı­
n ı n , çocuğun ve ağacı n hayatı boyunca s ü rdüğüne İnandıkla­
rını a n l a t ı r. Çocuk için ağaca yen i b i r isim veri l i r ve Delfi 'de,
Yu nan dü nyası n ı n merkezi kabul edilen O mphalos taşı gi bi, o
da kendi dünya s ı n ı n merkezi h a l i n e gel i r.

ç o (; U M U Z İ Ç İ N çocu kl uğumuzun manzarası özel b i r güce sa­


hiptir; etk i s i n i n biçim lendi rici o l m a s ı ve yeti ş k i n l i k hayatı­
na d a si rayet etmesi ortak bir deneyi m d i r. Batıda çocukluk
çağın ı n manzara s ı n ı , plasentay ı gö merek ya da doğurga n l ı k
ta nrıçasına adayarak kutsamak gi bi bir geleneği m i z o l m a s a
da o m a nz a ra her zaman b i r kutsal l ı k hissi taşıyabi l i r. 1 970'le­
rin sonlarında Seamus Heaney BBC Radyosu'nda, büyüdü­
ğü ç i ftl ik ev i n i n bahçesi n i bu bak ı ş l a a n l attığı " Mossbawn"
başl ı k l ı bir deneme okumuştu. " O m phalos" adını taşıyan gi­
riş bölüm ünde, a rka kapı tarafı ndaki tulu mban ı n , çocukken
nasıl da dü nyasın ı n merkezi old uğunu an l a t m ı ştı . Amerikan
ordusu County Derry'de askeri h a rekat düzenler, bombard ı ­
m a n uçak l a rı yak ındaki bir hava üssüne alçaktan uçarken , b u
büyük tarihi olay l a r e v i n ritm i n i bozm a m ı ştı . Ana bombard ı ­
man uçağı uzaktad ı r; yakı n l a rda bir ye rden, kadın l a r b e ş h a n e
i ç i n tek b i r t u l u m badan su çekerken koval a ra boşaltı l a n suyun
omphalos, omphalos, omphalos diye tekra rl aya n sesi gel mek­
ted i r. Sakin ama yaşam suyuyla birli kte akan ve çevres indeki
tüm ca n l ı l a rı n hayatın ı devam etti ren O m phalos, hayat ı n ı n
hala merkezi nded i r. Heaney tulum baya , göbek bağı n ı n bebeği
dokuz ay boyunca rah me bağl a m a s ı gi bi bağl a n m ı ştı r.
Radyo progra m ı n d a Heaney ' n i n d a l d ı ğı derin d ü şünceler
tulumbay l a s ı n ı rl ı kal m a m ı ştı ; çocukl uğunun kutsal manza­
ra sı gen işleyerek bir bezelye tarl a s ı n ı ( " yeşil b i r ağ, d a mar d a ­
mar ı ş ı k l ı b i r cen in zarı " ) , derken b i r ç a l ı çiti n i , kay ı n ağacın ı n
çatal ı n ı , bir samanlığı, ya ş l ı b i r söğüdün boşal m ı ş gövdes i n i
de içine a l m ı ştı . En sevdiği, söğüt ağacıyd ı . A l n ın ı söğüdün
gövdesi ne daya rd ı ; ağaç onu kucak l a r, o da Atl a s ' ın d ü nyayı

P L A � E N T.-\ : Y E , YA J.; , A C A� D İ B İ N F c ; o ,\ t 1 99
omuzlandığı gi bi ağacı omuzl a n ı rken , yukarıda tep•: tac ı n ı n
sallandığı n ı h issederd i . Derken m itoloj ide a n l ı k b i r by m a so­
nucu, Kelt tapı n ağı n ın tanrı la rından Cerunnos'un başından
ç ı k a n gey i k boynuzla rını andı ran dalları hatırla m ı ş t ı . Man­
zara, omphalos ve cen i n zarı, kutsaldı ve bu kutsal l ı ğ;ın hangi
geleneğe gö re -H ı ristiya n , Yu nan ya da Kel t- i fade ed ildiği n i n
b i r ö n e m i yoktu.

O N U Y İ Y E B İ L İ R İ Z , yakab i l i riz, bir sal ı n üzerinde suya b ı rakabi­

l i r ya da b i r ağacın dibine gö mebi l i riz. B i r rah i b i n ya rd ı m ıy l a


evi n altına gömeb i l i r, en y üksek fiyatı verene satabi l i r, sul a r
yükseldiğinde b i r deliğe atab i l i r y a da kötü ruhlardan saklaya­
b i l i ri z . Modern, zengin sağl ı k si stem leri ndeyse yen i bir o l a s ı ­
l ı k doğmuştur: dondura rak sak l a mak .
Göbek bağın ı n j öle kısmında genetik açıdan bebekle öz­
deş o l makla birli kte bel l i bir doku tipine fa rk l ı l a şın::. göster­
meyen hücreler bulunur. Bu " fa rkl ı l a ş m a m ı ş " hücreler bir tür
" kök hücre "dir; daldan çel ik alarak yen i bir ağaç üretmek n a ­
s ı l m ü m k ünse b u hücreler d e kura msal olarak vücudun diğe r
böl ü m l eri n i n geli şebi leceği dal l a rd ı r. Kordon kanı ndaki h ü c ­
reler, kemik i l iği gi bi dokulara dönüşme pota nsiyeli taş ı rke n ,
kordon j ölesi ndeki hücreler vücudun kemik, k a s , k ı k ı rdak ve
yağ gibi yapısal bi leşenleriyle i l i ş k i l i d i r.
Kordon kanı bankalarıyla ilgili rek l a m broşürler i n i n üze­
rinde iki çeşit res i m gö rürsünüz: gül ü mseyerek oyun oy naya n
sev i m l i çocuklar ya da radyasyona karşı koruma giysileri için­
de b i l i m i n sanları . Firmalar kök hücre sakla m a n ı n , yaşa m ı n
sonraki y ı l l a rında k i m i hastal ı k l a ra karşı bir sigorta olabile­
ceği n i iddia etseler de hu broşürlerde multipl skleroz, Pa rkin­
son h a stal ığı ya da lösemiyi tem s i l eden görüntüler yer almaz.
Bir k a m u bankasın a kök hücre bağışlayabileceği niz gi b i , özel
bir şi rkete ödeme yaparak bebeği nizin kordon kanı ve kök
hücreleri n i gereki rse sadece kendi ailenizin kullana b i l mesi
için de saklayab i l i rsiniz.

200 İ N S A N V U C L J D L I N A S E YA H AT
K i m i kültürlerde bebeği n göbek bağıyla derinden gelen
bağlantısının hayat boyu deva m eden b i r ilişki olduğu inancı
geçerl i l i ği n i koruduğu için göbek bağın a saygı gösteri l mesi ge­
rektiği düşünülür. Kordon k a n ı bankacılığı yapan şirketler de
bu ko nuda hemfi k i rd i r: Eğer özel bir kordon kanı bankasının
bebeği nizin göbek bağını sak l a m asın ı istiyorsan ı z kök hücre­
lerin hala canlı old uğu kritik zaman zarfında toplanabilmesi
için bir laboratuvar gö rev l i s i n i n çocuğunuzun doğumunda ha­
zır bu lunması gerek i r. Bebeği n i z i n göbek bağıyla yaşam boyu
sürecek i l i ş k i s i , k redi kartı n ı zdan çek ilecek d üzen li ödemeler
yoluyla sürdürülür. B i rleşik K ral l ı k 'taki U l usal Sağl ık H i zmeti
artık kordon kanı sak l a m a hi zmeti de sund uğu için a raştırma
amaçlı olarak kök hücreleri sakl ıyor ve bu h ücreleri n , k i m i n
ih tiyacı olursa o l s u n kem i k i l i ği nak l i nde k u l l a n ı m ı n ı a raştı­
rıyor. O n yıl içinde, döl eşini çöpe atmakta n , neredeyse unu­
tulmuş derin bir manayı canland ı rı p yen i den değerlendirme
noktasına gel m i ş bulunuyoruz.
Ö zel ko rdon kanı bankaları nı n , bir erişkinin tedavisi içi n
yeterl i kök hücreyi sağlay ı p sağlaya m ayacağı konusu tartış­
maya açık olduğundan , b i r çocuğun göbek bağı n ı n sadece
kend i s i için k u l l a n ı l mak üzere sak l a n m a s ı n ı n geti rdiği yüksek
maliyetin haklı bir gerekçesi olup olmadığı da tartı şmalı b i r
meseled i r. Doğu Afri kalı biri , bel l i bir toprak p a rçasına kö k
sal m a s ı n ı sağlayan kendi u m b i l i kal ağacın a bağlı olduğunu
h i ssedeb i l i r; oysa kordon kanı bankasına yaptığı n ı z düzen l i
ziya retlerde bir aid iyet duygusu hi ssetmen iz ve o n d a n g ü ç a l ­
m a n ı z pek muhtemel deği l . Laboratuvarl a r kendi a ral arında
örnekleri paylaştı k l a rı için kordonunuz, sizin ya d a çocuğu­
nuzun erişemeyeceği bambaşka bir ü l kede sak lanıyo r olabi l i r.
Ama hiç deği lse karı ncal a r ı n , d o muzl arın, köpeklerin ve sak­
sağa n l a r ı n ulaşamayacağı bir yerde güvenceded i r.

P L A S E N TA : Y E , YA K , A (; A ç D İ B İ N E G Ö M 20 1
ALT UZUVlAR
17

Kalça: Yakup ile Melek

Kalça eklemleri , meleğin dokunduğu o yerl er,


tita n y u m ve va n adyumdandı.
l a i n Ba m fo rrh, " S i stematik Olmayan A n a t o m i "

K A LÇA E K L E M İ , pelvis i skeletindeki deri n bir oyuk i l e onun sı­


kıca k avradığı y uva rlak b i r kem i k boğumundan oluşan güçlü
bir eklemdir. Vücuttaki en kalın ve en güçlü kasların altına gö­
mülüdür. Burada dört ana kas grubu bu lunur ve bunların hep­
si yürüdüğümüz s ı rada aktiftir: İki grup en fazla kalçay ı , diğer
iki grupsa en fazla dizi etkiler. Adım atma işlem i , her kasın
kendi n i d iğer kasların kuvvetine karşı sürekl i sınadığı say ı s ı z
düzen leme gerektirir. Her harekette zemi n i n eği m i , gövdeni n
hareketleri, d i ğer bacağı n dengesi ve k i netiği d ikkate al ı n m a k
zoru n d a d ı r.
İtalya n yazar Italo Svevo'nun b i r rom a n ı n d a , hastalık has­
tası bir i ş adamı olan Zeno adlı kahra m a n ( i s i m paradoksa
adını veren Yun a n fi lozofundan gel iyor) , y ı l l a rd ı r görmed i ği
eski b i r okul a rkad aşıyla karş ı l a ş ı r. Arkadaşı a rtrit (eklem
iltihabı) nedeniyle elden ayakta n düşmüştür ve Zeno onu
koltuk değneğiyle yürürken görünce şaşırır. " Bacağın ve aya ­
ğı n a n ato m i s i n i çal ışmıştı," der Z e n o " ve bana gü lerek, hı zlı
yürüdüğümüzde adım atmanın ya rım saniyeden k ı s a sürdü­
ğünü ve o ya rım saniye içinde en az elli dört kasın h a reket
ettiğini anlattı . " Zeno bacağı ndaki bu " korkunç meka n i z m a "
k a rşısında deh şete düşer ve ha reket eden e l l i dört parça n ı n her
b i r i n i ayrı ayrı hi ssedebi leceği umuduyla içe dönük b i r fa r­
k ı nd a l ı k geliştirmeye çal ı ş ı r. Fakat bu derin b i l i n ç , vücud unu
daha iyi anlaması n a ya rd ı mcı o l m a z ; tam tersine, kend i k a r­
m a ş ı k l ığı k a rşı sında afal l a r. " Yü rümek zahmetli ve ay n ı za­
manda acı veren bir iş haline gel d i , " diye yazar Svevo. " Bugü n ,
bun l a rı yazdığım s ı rada bile, bi ri ben i hareket hali ndeyken
sey rederse, o elli dört h a reket bana fazla gel i yor V l ' düşecek
gi b i ol uyoru m . " Kalçası ve eklem hareketleri Zeno ' n u n kendi­
ne dair algısında öylesine temel b i r noktaya yerleşir k i sadece
o n l a rı düşü ndüğü anda bile h a reket edemez hale gel i r.
Kalça insanın başına türl ü çeşi t dert açar; çocukluk çağında
önemsizmiş gi bi görünen meseleler tedavi ed i l mediği takdir­
de kalıcı topall a m aya neden olab i l i r. Ana rah m i ndeyken ce­
nin için uygun pozi syon bacakları toplayıp bağdaş kurmaktır;
eğer kalçalar bu şekilde bükülü d u rumda bu l u n mazsa eklem
oyuğu pürüzlü ve sığ kalır ( " gelişi msel displazi " ) . Böy le b i r
durumda bebek yürümeye başladığında y ü r ü m e süreci ağrı l ı
ve yavaş olur. Yen i doğan her bebeği b u açıdan kontrol ede­
ri m : Bebeğin bacakları n ı elleri mle kavrar, d i zlerini avuçlarıma
sık ıca oturtup parmak uçları m ı kalçal a r ı n ı n üzeri ne yerleştiri­
rim. Bu konumda dizleri n i iterken bacaklarını iki ya n a doğru
açıp k apadığınızda bazen h a fi f, uğursuz bir k l i k sesi duyar­
sınız. Tedavi için yap ı l m a s ı gereken şey, gerek bebek gerekse
anne baba için zahmetli olmakla birli kte kes i n sonuç verir:
Bacak lar iki yan a gen i şçe açı larak yaşa m ı n i l k birkaç ay ı süre­
si nce band a j l a sabit tutulur.
B i r iki y ı l sonra, gel işme aşam asındaki kalçada bir başka
sorun ortaya çıkabi lir: Vi ral enfeksiyon geçi ren yen i yürümeye
başla m ı ş çocuklard a , eklemde sıvı bi rikmesi olabi l i r. Böyle bir
durumda çocuk topal l a m aya ve d ü ş meye başlar; bu " h uzursuz
kalçal ar" birkaç hafta içinde tedavisiz iyileşir. Çocuk l a r beş­
altı ya şına geldiğinde bu kez başka bir sorun gel i şebi lir: Kan
ak ı m ı n ı n bozulması femur (uyluk kemiği) başında yumuşa­
maya ve şek i l bozukluğuna neden olur. " O steokondrit" de­
nen bu durum, oğl a n l a rda kızlara gö re dört kat sık gö rü l ü r
ve kalça eklemi ndeki kemiği eski biçi mine kavuşturmak için
genel l i kle a mel iyat gerek i r.
O steokondritin tehl i keli y ı l l a rı n ı atlatıp erge n l i k çağı n a
u l a ş a n çocuklarda kalçay l a i l g i l i dördüncü bir sorun ortaya
çıkab i l i r: Kalça eklemi ndeki oyuğa oturan yuvarl ak fem u r
başı i l e femur gövdesi a rası n d a , u y l uğun uza m a s ı n ı sağlayan
bir büyüme plağı bulunur. Burada bazen bir ayrışma ve kay­
ma gel i şeb i l i r ( " kay m ı ş üst fem u r epifizi " ) ve cerrahi olarak
tedavi ed i l mezse kalıcı topal l a m ay l a sonuçlanabi l i r.

K A LC,: A : YA K U P İ L E M E L E K 207
Anatomi hocal arımdan b i r i , yaratı l ı şçı l ı ğa karşı evri m i n
en i y i kanıtının zayıf noktal a r ı m ı z olduğunu söy ler, insan
vücudu çok daha iyi tasarlanabi l i rd i , derd i . Kalça mızın bize
çek t i rd iği acıların büyük böl ü m ü kan tem i n i ndeki yetersi zli­
ğin b i r sonucudur. Vücudumuzda, aslında ihtiyaç d u y u l a n d a n
daha fazla kanın ulaştığı p e k ç o k yer va r. M i d e , el , kafa d e r i ­
si ya d a d i ze giden bir atard a mardaki akı m ı engel lediği n i zde
çok büyük b i r sorun l a k a rşılaşmazsınız. Oysa kalça çok daha
h a s sastır; göz, beyin ve kalple ortak noktas ı , kan tedari k i n i n
kol ayca kesilebil mesid i r. Bey ne gelen kan ak ı mı n ı n kes i l me­
si i n meyle sonuçlanırken , ay nı durum gözde o l u rsa körl ü ğe ,
kal pte olursa kal p krizine yol açar. Kalçaya gelen ka n ı n azal­
ması da benzer şekilde büyük bir fel aketle sonuçlana b i l i r, h at­
ta ö l ü mcül olabi l i r.
Yet m i ş beş ya ş üzerinde bi ri kalçasının üzeri ne kötü d ü ­
şerse k ı r ı k ihtimali yak laşık o n d a b i rd i r. Kalça kırıı�ı , fe m u r
b a ş ı n a o l a n kan akımının s ı k l ı k l a kesil mesine yol a ç a r v e e k ­
lem içinde kemiğin o bölgesi ö l ü r. B u k ı r ı k l a r onarı l a m a z ;
t e k çare eklemin o bölgesini kesip yerine protez koy maktır.
Elden ayaktan düşmüş yaş l ı insanlar böylesi büyük b i r a me­
l i yattan sonra iyi leşmek için yoğun bir mücadele ve ri rler. Bu
i n s a n l a rı n yüzde 40' ı düşme nedeniyle bakı mevinde )' a ş a m aya
m a h k u m o l u r, yüzde 20'siyse b i r daha asla y ü rüyemt·z. Yü zde
5-S ' i , d ü ştükten sonra üç ay içinde ö l ü r.

K A LÇ A , İ N S A N O L A R A K yaşadığı m ı z hayatın si mgesi olabi l i r. Ti­

bet l i Budistler, ölümü hatırlatması için bu kem ikten borazan


yaparlar ve Ya ratı l ı ş kitabında bu eklem, insan hay2 tının te­
mel kaynaklarından b i ri olarak a n ı l ı r. İ brah i m ' i n to �unu Ya­
kup, erkek kardeşi n i m i ras pay ı konusunda kandırı r. Yakup
ile Esav ikizd i r ve bu onların i l k kavgası deği l d i r; daha önce
Ya ratı l ı ş böl ümünde Yakup'un doğu m esnasında h rdeş i n i n
topuğunu tuttuğu anlatı l ı r ( İ b ranice Yaakov i s m i " topuk" a n ­
l a m ı n a gelen akev ile i l i ş k i l id i r) .

208 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
Öykünün başında Yak up, Esav ' ı n gönlünü al mak için
yüzlerce hayva n ı armağan olarak ha zırl a r. Fakat armağanını
kardeş ine sunmaya fı rsat bulamadan karşısına çıkan meleksi
bir va rl ıkla güreşe tutuşur. Tev rat ' ı n mistik, kabalistik yoru­
mu olan Zohar, öyküdeki sald ı rganı i n s a n ı n karan l ı k yönü,
Yak up'un onunla mücadelesi n iyse ahlak l ı b i r yaşam sürme
çabası n ı n alegorisi olarak ele a l ı r. İ k i s i "gün doğana kadar"
gü reşi r ve sonunda Yak up, karşısı ndaki nden onu kutsa masını
ister. Melek, adil dövüşte yenemeyeceği n i anlayınca Yakup'un
uyl uğunu kalça ekleminden çıkararak mücadeleyi zorla son­
landırır ve Yakup'u b i r melekle dövüşüp neredeyse galip geldi­
ği o gecey i her d a i m hatırlatacak şek i lde sakat b ı rak ı r. Böl ü m ,
yeni i s m ine kavuşan İsra i l ' i n " Ta n r ı ' n ın suret i " n i görd üğünü
ve bundan sonra hayvan kalçasındaki " s i n i rlerin" yenmesinin
Yahudi lere yasak old uğunu açı k l a m asıyla son bu lur: " Çünkü
o, Yakup'un kalça eklemindeki s i n i re dokunmuştu . "
Hahamlar i l e İbrani alimler öykünün manası konusunda
fi k i r b i rliğine vara m a m ı ştır. B i r bak ı ş açısına göre , kalça ve
uyluk, İ b rah i m ve Yakup'un antik Semitik kültüre göre ci nsel
ve ya ratıcı enerj i depolarıdır. Metindeki ya rech kel i mesiyle,
erkeklerde skrotumun kadın l a rd a vulva n ı n bulunduğu uyluk
iç kavsi kast ed i l i yor olabi l i r. Bir İbrani a l i m i , sözcüğün "ka­
sık" o l a rak tercüme ed i l mesinin daha doğru olacağı n ı söy le­
mişti. Ay n ı sözcük Yakup'un kitabında teknenin içi ndeki boş­
luğu a n l atmak için k u l l a n ı l ı r ve Ya ratı l ı ş böl ü m 24'te İ brah i m
hizmetk a rından e l i n i uyl uğunun a ltın a koy up yem i n etmes i n i
ister k i burad a , e s k i b i r gelenek o l a n testisler üzerine yem i n
etmeye gönderme yap ı l maktad ı r ( İ n gi l i zcede şahitlik etmek
a n l a m ı n a gelen " testify " kel i mesi de ay n ı kökene d aya n ı r) . Bu
bakış açısına göre, Yakup'un k a sığına ve kalça sına dokunan
melek , bütün b i r kavme babal ı k etmesi için gereken kudret ve
otoriteyi ona iletmiştir.
Rak i p teoloj ik gö rüşse meseldeki en önemli unsurun
Yak u p ' u n topal laması olduğunu iddia eder. Onun sakatlığı

ı..: A U,: A : YA ı..: U P İ Li ' M E L E K 209


Yah udiler için tek ve başın a buyruk kalmaya çal ı ş m a m a l a rı
yönünde bir hatı rlatıcıdır. Yak u p bir melekle mücadele etmiş
ve i n s a n olduğu için yen i l m i şti r. Topallığı, hep i m i z gibi onun
d a k ı rı l gan ve fa ni olduğunu gösteren bir nişanedi r. Bu ba­
k ı ş açısıy l a , Yahudi kav m i n i n kuvveti ve ilerlemes i , Ta n rı ' n ı n ,
başarılı y a da başa rı sız o l m a m ı z , yaşa ma m ız y a da ö l m e m i z
konusundaki takdirine bağl ı d ı r.

tuttuğum i l k nöbet, orto ped i ser­


B İ R H A STA N E D E Ç A L I Ş I R K E N

visi n i de kapsayan el li dört saatlik bir vardiyayd ı . O za m a n a


kadar hiç y i r m i d ö r t saatten fa zla uykusuz k a l m a m ı ş t ı m ; o
saatlere d a i r hatırladıklarım puslu ve hü lyalı a n ı l ar, uyku yok­
s u n l u ğu ndan kaynaklanan bir hezeya n ve panik duygusu. B i r­
kaç hafta önce tıp fak ü l tesi mezuniyet töreninde altı 1 madal­
ya ve üzerinde "Tıp ve Cerrahi Lisansı Takd i rn a me� i " ya zan
b i r belge almıştı m . K ı sa s ü re içinde, aldığım altın madalyaya
rağmen hala öğren mem gereken çok şey old uğu anl a:iı l d ı .

210 İ N S A N V l l C l / D l J N A S E YA H AT
İnsanları çok geçmeden tanı koyduğumuz hastal ı k l a r ı n
isi mleriyle an maya başlıyorduk. H a staneye kırık ayak bi lek­
leri , burkulmuş el bilekleri , yerinden ç ı k m ı ş omuzlar, çök müş
omurgal a r yatı rd ı m ; her biri için evrak doldurmam, röntgen
fi l m lerini ve kan tetk iklerini iste m e m , a meliyat ed i l m eleri ge­
rek iyorsa her birine riskleri açıkl a m a m ve bu riskleri kabul
etti klerine dair b i r belge i mzalatm a m gerek iyord u . Ay rıca
iki koğuş dolusu ha stayla i l gilen m e m , yüzlerce ilaç ve se­
rum reçetesi yaz m a m , a mel iyath anede şefi m e asi ste etmem
gerekiyord u .
Yatışını yaptığım i l k ha stal a rdan b i r i , yen i tek n i k l i sanı m a
gö re " femur boynu fraktürü " , i n s a n i i fadeyle, metal b i r y ü rü­
teç k u l l a n m a s ı n a rağmen o zamana kadar kendi işini kendi
görmüş ve tek başına huzur içinde ya ş a m ı ş olan seksen dört
yaşındaki Rachel Labanovska'yd ı . Yı l l a r önce düşüp sol kal­
çasın ı k ı rdığında tak ı l a n metal a l a ş ı m l ı protez özgü rl üğü nü ve
bağı msızlığını bir ölçüde koru m a s ı n ı sağl a m ı ştı . Onunla kar­
ş ı l a ş m a mdan birkaç gün önce akciğerlerinde enfeksiyon ge­
lişmişti; kızı öksürdüğünü fa rk etmiş, a i l e hekimi antibiyotik
vermi şti . Ama anti biyoti kler pek işe ya ra m a m ı ş , ateşi ç ı k m ı ş ,
say ı k l a m aya haşl a m ı ş v e metal y ü rütecin üzerine düşüp diğe r
kalça s ı n ı k ı r m ı şt ı . K ı z ı o n u bu l a n a k a d a r on sek i z s a a t boyun­
ca mutfakta yerde yatm ıştı ; onu i l k gördüğümde hi poterm i ­
deydi ve ö l m e k üzereyd i .
Kü rdan gi bi incecik bacaklarıyla sedyenin üzerinde yata r­
ken halüsin asyon gö rüyor, parmaklarını b i rer s i h i rl i değnek m i ş
gibi h avada oynatıyord u . S a ğ bacağı olması gerekenden daha
kı sayd ı ve dizi dış ya na bakıyord u : klasik kitaplarda yazdığı
gibi "kısalmış ve dışa dön m ü ş . " Kolundan kan almaya kalk­
tığı mda düşler aleminden sıyrı l d ı ; tırnakla rını eti me geçirip,
bağı rsaklarını söküyormuşum gi bi çığl ı k attı . Kan a l m ak içi n
onu zapt etmem ve vücut sıcaklığı hala teh l i keli derecede d ü ­
şük olduğundan, ısıtmak a m a c ı y l a örttüğü müz sıcak h ava bat­
taniyesi nin altında kalması için sakin leşti rici vermem ge rekti .

K A L <,: A : Yc\ K l l l' I U. ,\ t F L E K 21 1


Baya n Labanovska berbat bir paradoksun içinde kapana
k ı s ı l m ı ş t ı : Kalça a meliyatı ol madığı takd i rde zatürree nede­
niyle ölecekti . Öte ya ndan, akciğerleri ndeki enfeksiyon nede­
niyle ameliyatı kald ı rabilecek d urumda değildi . Kızını ken a ra
çek i p durumu açıklad ı m . Yü zünden ümit, korku ve endişe bu­
lutl a rı geçti . " Pek i , ne yapacağız?" diye sord u . "A nnem güçlü
bir kadındır. Bütün dünyayı dolaştı . Bakımevinde, başkal a rı ­
na bağı m l ı ya şamaya katlanamaz. "
" O nu yukarı çıkarıp güçl ü anti biyotikler vereceği z , " de­
d i m . " Mademki bir savaşçı, a meliyat olabi lecek kadar top a r­
l a n a b i l i r belki de . "
O n u ortopedi koğuşuna aldık; damardan antibiyoti k,
maskeyle yüksek akı m l ı oks ij en vermeye ba ş la d ık (sersemle­
miş haliyle maskeyi çekiştirip du ruyordu) ; daha rah at nefes
alıp verebi l mesi için mukusu öksürerek ciğerlerinden atması­
n a yard ı mcı ol acak bir fi zyoterapist ayarladık.
Yava ş yavaş eriyen bir m u m gi bi uysalca gelen ö l ü m l e r
de görd ü m , kara del i k gi bi bir a n d a h e r ş e y i y u t a n kork u n ç
ö l ü m l e r d e . Baya n Laba novska m i n i c i k , kırış k ı rı ş b i r kad ı n d ı
a m a cüretkar ve d o l u d o l u ya şa mıştı; ö l ü m ü de öyle oldu. İ l k
b i rk a ç s a a t boyunca sessiz sak indi; sanki o n u rahatsız eden
sadece hemşireler, fi zyoterap istler ve bend i m . Derke n enfek­
siyonun neden old uğu hezeyan ağı r bastı ; zihni nde öfkeyle
dolu bir şaşk ı n l ı k hali yoğunlaşmaya başlad ı . Tekrar tek rar
yataktan kalk mayı denedi ama ne zaman hareket etse k ı rık
kalça s ı n ı n verdiği ıstırap yüzünden acıyla inled i . A)' ağa kal­
kamıyord u . İ l k gece kızı b i r a ra ye rini erkek kardeşine bıra kı p
d i n len mek için eve gitti ; Bayan Laba novska a c ı y l a kıv ranıp i n ­
lerken oğl u başucunda oturmuş bekliyord u . Ağrı sı içi ı mo rfi n
verd i m ama fazlası ö l ü m ü n ü h ı zlandı rırd ı , o y s a b u n J atlatıp
amel iyat olma şansı va rdı hala.
E rtesi sabah, nöbetin yirm i dört saati dolarken yaptığı m ı z
vizitte, soru m l u cerrah hasta n ı n oğluna önümüzdek i birkaç
saatin kritik old uğunu açıklad ı : Solunumu d üzel mezse ertesi

212 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
geceyi çıkaramayabil i rd i . O s ı rada Baya n Labanovska 'n ı n nab­
zı " galo" ritm i nde, yok oluşa doğru bir koş u tuttu rmuştu.
Hareket ettirildiğinde hala acı acı bağı rıyordu ama yataktan
kalkmak için çabalamaktan vazgeçmi şti . Gün içi nde odasına
uğrayıp, sayıları giderek a rtan akrabal arıyla konuşmaya çal ı ş­
tım ama ikinci günün gece ya rısı n a dek yen i b i r fı rsatım ol­
mad ı . Artık huzurl u gö rünüyord u ; solunumu kesi k kesi k ve
düzensizdi a m a hem zatürree hem de kırık kalçasından ötürü
verd iği mücadele ona eskisi kadar eziyet çektirmiyord u .
Ertesi gü n yorgu nluktan gözlerim k a p a n ı r h a l d e meslek­
taşları m l a öğle yemeği yerken çağrı cihazım öttü . " Baya n La­
banov sk a , " dedi telefondaki hemş i re. " Ö l d ü . Ö l ü m belgesi n i
siz m i hazırl a m ak i stersiniz, yoksa başka b i r i n i m i bulay ı m ?"
"Ne o l m u ş ? " diye sordu yanı mdaki uzman, ben telefonu
kapatı rken.
"Baya n Labanovska ö l m ü ş . A şağı i n i p ölüm belgesi ni dol­
durmam gerek . "
"Acele etme," dedi ağzı dol u . " B ı rak da önce zavallı kadı­
n ın vücudu soğusu n . "

a i lesi odanın önünde topl a n m ı ştı . Hem­


K o (; u ş A G E L D İ G İ M D E

şireler çarşafları değiştirip onu yatağa düzgünce yatı rmıştı .


Bir yandan artık atmaya n kal b i n i d i n l er, b i r yandan gö rmeyen
gözlerine ı ş ı k tutarken , bakı şları m aşağıya , onu öldüren k ı sal­
mış ve dönmüş bacağı na kayd ı .
Ö l e n k i ş i göm ü l meyip yak ı l acaksa , u z m a n hek i m i n dol­
durması gereken iki form va rd ı r: ölüm belgesi ve yak ı l m a for­
m u . Yak ı l m a formu, ö l ü m le ilgili şüphel i b i r durum ol madığı
için cesedi yak m a işlem i n i n del i lleri ortadan kaldırması gi b i
b i r sorun da bulunmadığını tey i t eder. Bu fo rmun b i r başka
işlev i , cenazeyi kaldıra n l a r ı n , ölünün vücudunda kalp p i l i ya
da radyoaktif i mplant bul u n m ad ı ğından emin o l m a s ı n ı sağ­
lamaktır. Kalp p i l leri yak ma fı r ı n ı ndaki ı s ıya m a ruz kaldı­
ğı nda patlayabi l i r ve bazı ka nserlerin tedavisi nde kullanı lan

K A L�: A : YA K U P İ L E M E L E K 213
radyoaktif i m plantlar k ü l lerin arasında kal ı rsa başka l arı için
teh l i keli olabi l i r.
" Yak ı l acakmış, " dedi sorumlu hemşi re elime formu tu­
tuşturu rken . Ya nımda Bayan Labanovska ' n ı n kızı ve oğl u y l a
koğuşun ortasında d i k i l m i ş , hastabakıcılar diğer hastalar i ç i n
koşturur, bankoda cevap ve rilmeyen telefon zır zır çalarken ,
tatsız bürokratik soruları ya n ıtla maya başladık. " Bildiğiniz
kadarıyla merhumun ö l ü münden maddi b i r çıkarı n ı z va r m ı ? "
H AY I R . "Şahsın ölümünün şunlardan birine bağl ı olabi lece­
ği n e dair şüpheniz va r mı ? a) Ş iddet, b) Zeh i rlenme, c) Mah­
r u m i yet ve ihmal . " HAY I R , HAY I R , HAY I R . " Naaşın daha
ay rıntılı incelen mesi ni i ster m i s i n i z ? " H AY I R . A rd ı n d a n ,
h a s t a n ı n yakıl masın ın önünde bir engel olmadığına d a i r, alev
k ı r m ı zısı ha rflerle yazı l m ı ş üç sözcüğün tan ı m ladığı "ye m i n l i
beyan belges i " n i imzalamam gerekti .
" H ay A l l ah ! " dedi kızı birden . " Peki ya diğer kal çası ?"
"A n l ayamad ı m ? "
"Protezli s o l kalça s ı . O da meta l . Yakıldığı nd a ona n e
ol acak ?"
" Merak etmeyi n , " ded i m , "krematoryum o işi halleder. "

K R E M ATO RY U M L A R , ölen i n yakı nlarına, sevdikleri n i n vücud u n ­

daki metal parçala rın kendilerine veri l mesini mi yoksa geri­


dönüşüme gönderi l mes i n i mi istediklerini sorar. Kal ça, diz ve
omuz protezleri şimdiye dek gel işti r i l m i ş en yüksek perfo r­
m a n s l ı alaşımları içerir: Yaş l ı l a ra hayatın ileriki dönemlerinde
hareketl i l i k ve bağımsızlık sağl ayan titanyum, k rom ve kobalt
b i l eşi mleri k rematoryum tarafı ndan top l a n ı r, eriti l i r ve uyd u ­
l a rı n , rüzga r türbi nleri n i n , uçak motorl a r ı n ı n k ı y m e t l i parça­
larına dönüştü rülür.

sadece b i r melekle deği l ay n ı zaman­


YA K U P ' U N M Ü C A D E LES İ ,

da insan olarak hep i m i z i n taşıdığı zaaflar ve d i renı;le tuttu­


ğu güreşi yansıttığı için hep hayra n l ı k uyandırmıştır. K i m i

214 İ N S A N V ll C ll D ll N A S E YA H AT
yorumcular bu anlatıda -ka rakterin tehl i keli b i r yolcul uğa
çıkması, kend i n i yok etmeye çal ı ş a n güçlere karşı koy ması, o
mücadelenin hayatına damga vurması ama zaferle son bulma­
sı gibi- klasik halk masal l a r ı n ı n bütün bel i rleyici özel l i kleri nin
bulund uğunu idd i a edecek kadar i l eri gi tmişti r. Bütün dünya­
daki o rtopedi ve rehabil itasyon koğuşlarında süregiden iyileş­
me öykülerini yansıtır bu örüntü . Tı pkı sol kalça s ın ı k ı rdı­
ğında h ayatına damgasına vuran ama iyi leşmeyle sonuçlanan
başarı l ı bir protez amel iyatı geç i ren Rachel Labanovska 'nın
yolculuğu gi b i .
Zamana en fazla meydan ok uyan mitlerden bazılarının
fa rkl ı kültürlerde ya nkı bulan fa rk l ı yorum ve katmanları
va rdır. Bazıları doğal olarak kahra m a n ı n zaferiyle son bulur,
fakat bel l i örüntüler izlemekle bi rl i kte hepsi mutlu sonla bit­
mez. Ya ratılış 'ta Yakup, Ken a n D i ya rı ' n ı kendine yurt ed i n i r
ama a n l atıda Mısır'a sürülür. Yı l l a r sonra o rada ya ş l ı , kederli
bir adam olarak ö l ü r. Ya ratı l ı ş bölüm 49'da, on iki oğl unu
ölüm d öşeği nde kutsarken k i m i ne cömertçe davra n ı r k i m i n i
iğneler. Derken " Yakup oğu l l a r ı n a verd i ği buyrukları bitirin­
ce, ayak larını yatağın içine çekti , son sol uğunu vererek hal­
kına kavuşt u . " Yakup sonunda dönüşüme uğra m a m ı ş ya d a
cennete gi tmemiştir. Rachel Labanovska ' n ı n mitlere d a h a ç o k
yak ışan b i r s o n u oldu: Onun bir parçası hala ya şıyo r, hatta
şimdi bile gökyüzünde süzülen bir uçağın motorunda fı rıl fı rıl
dönüyor ya da bir zamanlar gezd i ği , keşfettiği gezegenin üze­
rinde, çok yükseklerde b i r yö rüngede dönüp d u ruyor.

K A l . (: A : YA K l l l' İ L E M E L E K 215
18

Ayaklar ve Parmaklar:
Bodrumdaki Ayak İzleri

Bu, i n s a n i ç i n k ü ç ü k , i n san l ı k i ç i n dev b i r a d ı m .


Nei l A r m s t ro n g

G R A N A DA' DA E K İ M : A lba y s in 'deki


eski Arap kışlası güneye, A fri­
ka sıcağı n a bakıyor. D a racık sokak l a r ve m i m a ri haUt Mağribi
İ spanya ' n ı n görkemini ya nsıtıyor. Bu raya , carmen g ranadino
ded i k leri geleneksel tarz bir evde yaşayan bir a rkadaşımda
kal m aya geld i m . Duva rl a r bir ya macın eği m i n i tak i p ed iyor.
Sokak seviyes indeki bir kapıdan birinci kata giriyor, sonra da
ahşap merdivenlerden alt kattaki oturma od asına i n iyoruz.
Oturma odası güneye bakan b i r bahçeye açıl ıyor.
Bahçenin sonunda, mu myalandıktan sonra minicik bir ta­
buta konup gömülmüş bir ayak parmağı n ı n mezarı üzerine b i r
türbe -ta n ı m l ayacak d a h a iyi b i r sözcük bu lamıyoru m- inşa
ed i l m i ş . Evin sahibi Chemi ayn ı zamanda ayak parm :ığı n ın da
sah i b i . Pa rmağı n ı 1 994'te b i r trafik kazasında kay betm iş ve
sigortadan aldığı tazminatla bu eski evin depozitos unu öde­
yeb i l m i ş . Ta şını nca da eve yen i bir isim ve rmiş: Ca rmen del
Mef ü q ue ( Küçük Ayak Pa rmağı n ı n Ev i ) .
Ayak parmağı n ı kaybettiği nden beri Chemi her Ekim
ay ında bir romeria -geleneksel b i r a n m a töreni- d üzen liyor.
Pa rmak kazı l ı p çıkarıl ıyor ve daha çok İsa ya da Meryem Ana
fi gü rlerini taşımak için kullanılan süslü b i r platform üzerine
yerleştirilip kentin sokak l a rında dolaştırıl ıyor. Tö rene katı­
lan merak l ı ların sayısı kimi zaman iki yüzü bul uyor; ağıtl ar
ok uya rak A l baysin sokakları nda yü rüyor, kutsal bir çeşmeye
giderek Chemi ' n i n ayağı ndaki güd üğc kutsal yağ sürüp cur­
cunalı bir parti yapıyo rlar. Granada sokakla rın ı tava f ettikten
sonra mukaddes ema net parmak tekra r defned iliyor.
Ayak, anatomi stlerce sıklıkla göz a rd ı edilerek a natomi
kitapları n ı n son sayfalarına, öğrenciler tarafından da sınava
çal ı ş ı rken hep son güne b ı rak ı l m ı ştır. Fakat ayağı n a n atomik
yapısı n ı n bize insanlıkla i l gi l i , m ay m u n atalarımızın orman­
dan çıkıp modern insana nasıl evrildiğine dair çok önemli
bir şey anl attığı söylenir. Küçük p a r mak için düzenlenen tö­
ren alayında, insanın özüne d a i r b i r başka şey daha beni çok

AYA K L A R V E PA R M A K L A R : l\O D Rl J M DA K İ AYA K İ Z L E R İ 217


etk i led i : ciddi bir merasime b i l e eğlence katarak acıy ı ve k ay b ı
görke m l i b i r kutlamaya dönüştüreb i l me beceris i .

PA L E OA N T RO P O L O G M A RY L E A K E Y , 1 978 'de Ta nzanya ' n ı n Laeto­


li düzlüğünde tarihöncesi dön emden kalma üç grup ayak izi
bu l d u . Görünüşe göre daha sonra sertleşip kayaya dönü şen
n e m l i volkanik küllerin üzerinde birl i kte yürüyen bir a d a m ,
b i r kadın v e b i r çocuğa a i t o l a n i z l e r yak laşık otuz m·�trel i k b i r
h a t boyunca uzanıyord u . Bu üç k i ş i d e n biri a n l ı k b i r kararsız­
l ı k l a durmuş, sola dönüp yoluna devam etm i şti . Sonras ı n d a
Üzerlerine yağa n k ü l l e r b u ayak i z l e r i n i koru muştu. Yü rüdük­
leri sırada yağmur yağı yord u ; k ü l , yağmur damlal a r ı n ı n geri­
de b ı raktığı izleri de muhafaza etmişti .
İzler üç buçuk milyon yıldan eskiyd i . İzleri b ı rakanlar
bugün bildiğimiz anlamda insan deği l , insanl ığın soyağacı­
n ı n i n sansı (hominid) köklerinden biri olan A ustralopithecus
afa rensis'ti. A ustralopithecus'un gori l inkine benzer <üçük b i r
bey ni va rd ı , henüz taştan alet yontmayı b i l m i yordu ama go­
r i l l e rden fa rk l ı olarak bizim gi b i iki ayağı n ı n üstünde yü rüye­
b i l i yord u . O üçlüden biri neye bakmak için durmuştu acab a ?
Bel k i de, ovayı örten volkanik k ü l lerin kaynağı olan patl a m ı ş
b i r yan a rdağın yakı n ı ndayd ı l a r. Bel k i d e k a raran gökyüzünü
görünce olacakları sezip patlamadan kaçan b i r ai leyd i ler.
Ayak izlerinden biri nde sol ayak, sanki kucağında b i r bebek
veya bir yük taşıyormuş ya da topallıyormuş gibi d a h a derine
batmı ştı .
İşlevsel a natomi uzmanları küldeki bu ayak i z leri n i i n ­
cel eyerek i z l e r i n sah i b i n i n ağı rl ı ğı n ı , y ü r ü m e h ı z ı n ı v e tü rü ­
nü tah m i n edebi l i r. U z m a n olmaya n l a r içinse bu i z ler kendi
ayak izlerinden fa rksızdır. Fos i l kalıntılara dayanan b i l gi saya r
s i m ü l a syo nlarıyla grubun hızı , yürüyüş b i ç i m i ve ad ı m uzun­
luğu tah m i n ed i l ebi l i yor. A ustralopithecus afarerı sis' i n de
tıpkı bizimki gibi ayak başparmağı d i ğer ayak parm ak larıyla
ay n ı h i zadayd ı ve taban kavsi va rd ı ; yürürken yere önce topuk

218 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
kemiğini (kalka neus) basıyo r, a rd ı ndan zemi n i ayak parmak­
l a rıyla itiyord u . Laeto l i 'deki ayak izleri bu lunmadan önce
beyin büyükl üğündeki artışın homi nidlerin iki ayak üzerin­
de y ü r ü mesinden önce gerçekleştiği düşünül üyord u a m a izler
tam tersi n i , iki ayak üzerinde d i k i l d i kten sonra beynimizin ve
elleri mizin soyutl a m a l a r yapabilecek ve ha mm addeyi işleyebi ­
lecek serbestl iğe kavuştuğunu ispatlad ı .

ayağı n anatom i s i n i e n s o n öğrenir ve pek d e


T I P ö (; R F N C İ LE R İ

önemsemezler. O y s a ayak, bir m ühend i s l i k harikasıdır. Ko­


şa rken her adımda kul landığı m ı z enerj i n i n yaklaşık ya rısı es­
nek Aşil tendonlarında depo l a n ı p ayak kemerlerine aktarı l ı r.
Ayak izleri m i z i n şekli ağı rlığı mızı taşıyan üç kemeri ya nsıtır:
ayakta boylamasına uzanan i k i kemer i l e enlemesine uzanan
bir kemer. Anne babaların çocu k l a rında "düşük ayak" ol­
masından endişelenmeleri n i n neden i , sadece ayak tabanı n ı n
garip gö rün mesi deği l , ağrıya ve biçi msel bozukl uğa da yol
açabi l mesid i r. Köprü ayakları a rasındaki mesafenin aya rl a n ­
masına benzer şek i lde ayak t a b a n ı kemerleri de ayakta durma­
mızı sağlaya n kuvvet açısından gerek l i d i r; onlar ol maksızın
ayak l a r vücudumuzun ağı rlığı nı yeterince taşıyamaz.
Ayak ke merleri dört yolla korunur. Her üç kemerin de
tepesinde k i l i ttaşı biçi m i nde, kamalı yüzeyleri yere bakan
kem ikler bu lunur. B i r köp rünün altındaki taşları birbirine
bağlayan metal kenetler gi bi bu kem ikleri de alt yüzeylerin­
den ligamanlar b i rleşt i r i r. Tend o n l a r ve daha uzun, daya n ık l ı
ligamanlar, köprü ayakl a rı a rasındaki bağlantı k i rişleri gi bi
keme rin b i r ya n ı ndan diğer yanı na uza n ı r. Bir ucu bacağa
bağl a n a n diğer tendon l a r bu kemerleri asma köprünün kab­
l o l a rı gi bi asılı tutar.
Ayak anato m i s i , bu i lgi sizl iği hak etmemekted i r. Eğer La­
eto l i ' deki ayak izleri n i n sund uğu kanıtlara i n a n ıyo rsak , bunu
i n s a n l ı ğa adım atmamızı sağl ayan ayakl a r ı m ı zdaki kemerlere
bo rçl uyuz.

AYA K L A R V E PA R M A K L A R : B O I J Rl l M llA K İ AYA K i Z L E R İ 219


G r<1y 's An<1tonıy, şek i l 290, 1 9 1 8 hası m ı

Çok uzun mesafe yürümek ya d a çok ağır yük taşımak, me­


tata rslard a (tarak kem ikleri) aşı rı geri l i m altındaki bı r köp rü­
nün ta şında old uğu gi bi stres kı rıkları oluşturur (bu tür k ı r ı k ­
l a ra i l k olarak piyadelerde rastl andığı için "yürüyüş k ı r ı k l a r ı "
d a denir) . Kemeri yerinde tutan l iga manlar tahriş olup i l t i ­
haplanab i l i r; "plantar fa siit" denen b u d u r u m ç o k a c ı vere­
b i l i r ve ted avisi zor olab i l i r. Gut hastalığı nda s ı k l ı k l a aya ğın
tarak ve par mak kem i kleri arasındaki eklem etkilen i r; s i n i rler
üzerinde gel işen ağrı l ı ş i ş l i k l er olan Mo rton nöro m l a rı i se ge­
nel l i kle ayak parmakları a rasındaki perdel i alanlard a gel i ş i r.
D üztaban çocuklarda ayak sırtının değerlen d i r i l m e ;; i , h a tta
çocu ğu n , kemikleri n destek leyici bir kemer oluşturacak şe­
k i l d e gel işebil mesi için özel ayakkabı giymesi gerekeb i l i r. T ı p
fak ü ltesinde ayaklara p e k fazla i l gi gösteril mese de n i tel i k l i
doktorların ayağın anato m i s i n i ve b i r sorun çıktığı n d a bunu
nasıl tedavi edeceklerini düşün meye zaman ay ırmaktan başka
şansı yoktur.

A N ATO M İ O K U T M A N L A R I M DA N Gordon Findlater, k ı r sakal l ı , eli

çabu k , açık sözlü bir Aberdeen' l iyd i . Anatomi uzma : 1 1 olma­


dan önce telefon mühend isi olarak çal ışmıştı. Belk i ö�;retmcn­
lik doğası nda va rd ı ya da belk i telefon ta m i ratıyla i lgi i işi ona
i l eti ş i m becerisi kazand ı r m ı ştı . " H angisi i şlevi açısından daha
özel leşmiş ve daha insana özgüdür: El mi yoksa ayak m ı ?" d i ye
sormuştu bize.

2 10 İ N S A N V O C U D l l N A S E YA H AT
"El ! " d i ye bağı r m ı ştık hep b i r ağızd a n . " O pozisyon yapa­
bi len başpa rmak ! "
" Ya n l ı ş " demiş, opozi syon yapabilen başparmağı n , may­
munların eli nden b i razcık fa rk l ı l ı k gösteren basit bir deği ş i m
olduğunu a ç ı k l a m ı ş t ı . " İ ki ayak üzerinde y ü rü meye uyum sağ­
l aya n ayakt ı r, " demişti, "daha fazla i n s a n a özgü olan ayak tır. "
Ö ğrencilere göstermek üzere kadavra di seksiyonunda
Gordon'a yard ı m ederd i m . Üst kattaki di seksiyon salonunun
esinti li y üksek tavanları dökme dem i r kirişlerle desteklenmiş­
ti ve yılın büyük bölümü nde kuzeye bakan pencerelerden içe­
riye etrafı beyaza bü rüyen soğuk bir ışık sızard ı . Yü ksek bir
tabu reye tüneyip tepsilerdeki vücut parçal a r ı n ı n ya da bazen
bütün bir kadavra n ı n üzerinde çalışı rdı m . Hem elleri hem de
zihni meşgul eden , med ita syona uygu n , d i n lend i rici bir işti .
Üstel ik b i r ayd ı n l a n m a yaşıyord u m ; fi ziksel yap ı m ı z ı n karma­
şıklığı karşısında müthiş b i r hay ranlık d uyuyo rd u m . B rakiyal
pleksus ya da mesela pelvis atard a m a rı gi bi zor bir anatomik
düzenlen mey i ortaya çıkarmanın tatm i n duygusu da caba s ı .
Par m akları kontrol eden s i n i rler ve tendon l a rdan o l u ş a n pa­
langa si stemleri n i n di seksiyonu n d a , ay nı meka nizmalar sa­
yesinde parmak l a r ı m ı n bu işi yapa b i l i yo r olmasına hayretle
bak a rd ı m .
H a z ı rladığı m d i seksiyonlar genel likle ay rı v ü c u t p a rçala­
rı o l u rd u : eller, ayakl a r, bacak l a r, kol l a r, yüzler ya da göğü s.
Her parçanın üzerinde tanım layıcı bir plastik eti ket bul unu r­
d u ; yasal o l a rak, di seksiyonu yap ılan bütün vücut parçaları­
n ı n k ayd ı n ı n tutulması gerektiği için her biri eti ketlen i rd i k i
sonrasında beden ler yakıl madan önce elden gel diği nce b i rleş­
tirilebi l s i n . Vücut p a rçaları ko ruyucu sıvı emd i r i l m i ş çaputla­
ra sarılıp tekerlekli büyük teneke bidonl a rda sak l a nı rd ı ; her
vücut böl ü m ü için ayrı b i r bidon olurd u . Bazen bodruma iner,
o gü nün di seksiyonuna uygun bi donu al ı r geti ri rd i m .
Bod ruma e s k i b i r asansö rl e i n i l i rd i . Deri n l i ği ç o k fazla
değildi asansörün ama yan l a m a s ı n a b i r tabut sığd ı rılabilecek

AYA K L A R V E PA R !\I A K L A R : I H l D ll l l .\ IDA K İ AYA K I Z ! . F R İ 22 1


kadar gen işti . İçeri gi rdi kten sonra, tava n k i rişleriyle ayn ı dö­
neme a i t siyah metal ızgara kapıyı çek ip kapatm a n ı z gereki­
yo rd u , yoksa kapı kilitlenmezd i . Eğer asansörü bir k a d avrayla
pay l a şıyorsanı z ona yer açmak için bir köşeye sıkışır, kok uyu
so l u m a mak için nefesinizi tutard ı n ı z . Derken düğmeye bası n­
ca karanlığa doğru iniş başlard ı .
Z e m i n katın kapısı tah n i t odasın a açı l ı rd ı : beya z faya ns
kapl ı duvarl a r, terracotta zem i n , havada koruyucu sıvı l a r ı n
kes k i n kokusu. H e r biri, ortada V şeklinde bir olukla birleşen
i k i ya rım panelden oluşa n , paslanmaz çel i k kaplı i k i tah nit
m a s a s ı va rd ı . Tahnitçi A l a n sıkı içen, şişe dibi gibi gözlük ta­
k a n , tüysüz, iyi kalpli bir adamdı . Bir zamanlar levazımatçı
o l a ra k çal ı ş m ı ştı ama işiniz sadece ölülerle deği l , onların ak­
raba l a rıyla da olduğunda gereken bütün o kadife perdelerd e n ,
cenaze a rabaları ve çelen klerden ku rtulduğuna mutl u yd u . B i ­
r i n c i Kö rfez Savaşı sırasında İhtiyat Teşkilatı'ndayd ı v e a k l ı n ­
d a n çık mayan görüntü lerin tah nit için gelen ölüleri n deği l ,
ölen I rak l ı ların yüzleri old uğunu anlatmıştı bana. M o rgd aki
o fiste, üst ra fta bir şişe viski bu l u ndu rur, " The G raved i ggers"
(Mezar Kazıcılar) adlı bir barda içerd i .
Kadavralar genel likle bölge hastanesinden hi zmet a l ı p
karşılığı nda bir şey ler vermek isteyen insanlardan gel i rd i .
A l a n , gelen kadavraları tahnit masasın ı n üzeri ne ya t ı rı r, k a ­
s ı k atard a m a rı n ı ya d a bazen şahda marını keserd i . D a m a ra
yerleştirdiği metal kanülün ucuna lastik bir hortum takar, ka­
nülü sicimle yerine sabitlerd i . Tava na asılı ko ruyucu s ıvı dolu
fıçıyı hortuma bağladıktan son ra geri sini yerçek i m i hal leder,
sıvıları kan d a m a rlarına pompalard ı . Sıvı vücuda süzüld ükçe
kulaklard a n , burundan ve ağızdan sızan kan, çel ik oluklara
akard ı .
Kadavraların bulunduğu soğuk od anın hemen ) a n ı nd a ,
vücut parçal a r ı n ı n saklandığı bidonların durduğu yerc e aşağı­
ya doğru inen b i r ra mpa ve bunun sonunda kalın, ağı r bir kapı
va rd ı . Bir gü n , ayak an atomisi üzerinde çal ı ş ı rken , G :)rdon'a

222 İ N S A N V Cı C : l/ D ll N A S E YA H AT
o kapının a rkasında ne olduğunu sord u m . "Görmek i ster m i ­
si n ? " diye sordu anahtarları ç ı k a r ı rken . " Üst kattaki müzede
yer o l mad ığı için koyamadığı m ı z ne varsa orada saklıyoruz. "

K A P I N I N A R K A S I N DA k a ran l ı k va rd ı . Tu ğl adan yap ı l m ı ş tonozlu

kemerler daracık deh l izlerin üzerinde kabu rgalar gi bi kavis ç i ­


ziyo rd u . Tava n l a r a l ç a k , h ava ke sifti a m a ayn ı z a m a n d a orga­
nik bir şey tarafından yutu l m u ş u m , bir balinanın k a rn ın d ay ­
m ı ş ı m gi bi h i ssed iyord u m . Gordon elektrik düğmesini buld u ,
fl oresan la mbalardan gelen b i r cızı rtı v e çıtırtının a rd ın d a n
ortam ka svetli sarı b i r ışıkla ayd ı n l a n d ı .
K a takombun ko ridorları göz alabild iğine uzanıyord u .
Görünüşe göre yerin altından tıp fakü ltesi n i n duvarlarını a ş ı p
m ü z i k o k u l u n a , kon ferans sal o n l a r ı n a v e ün iversitenin en b ü ­
y ü k oditoryumu olan McEwan Salonu ' n a doğru dallan ıyor­
d u . Ko ridorl a r boyunca dizi d i z i insan i skeletleri asıl ıyd ı ; y üz­
leri , üzerinde " M aori Kal ıntıları - İade Ed i l mek Üzere" yazan
üst ü ste yığı l m ı ş kutulara dönü ktü . * Boş göz oy u k l a rı bana
izlendiği m h i s s i n i veriyord u . Burası sadece kemiklerin deği l ,
ay nı zamanda yaba n ı l hayvan koleksiyonunun da bulund uğu
bir yerd i : Bir su aygı rı parçal a rı n ı n hemen yanındaki kasalard a
bir zü rafa iskeleti va rd ı . U z u n polisti ren b i r kutunun içinde
antika sera m i k gi bi çatl a m ı ş iki na rval (denizgerged a n ı , boy­
nuzl u balina) boynuzu buld u m . Ko ridor ken a rları boyunca,
tabağın kenarına iti l m iş gi bi görünen bal i n a omurları sıralan­
mıştı . Rafl a rd a , eti ketl eri gölge yazıyla kaligrafi k o l a rak ya ­
zıl m ı ş tozlu cam şişeler diziliyd i . B i r köşede duran orangutan
iskeletinin bakışları çıkış yönüne d i k i l m i ş t i .
İ k i yüz yıldan u z u n s ü re ö n c e Alexander Monro Secundus
tarafından d i seke edi l i p vernik lenen kadav ral arın bu lunduğu
en üstteki bir başka kutu yığı n ın ı açmak için d u rd u m . M o n ro

• Edinburgh Üniversitesi, geçmiş yüzyıllarda duyarsızca "toplanmış" ka­


lıntıl arı ülkelerine iade etme konusunda özellikle aktiftir.

AYA K L A R V E PA R M A K L A R : ll O D Rl l ı\ 1 DA K İ AYA K İ Z L E R İ 22.l


on sekizinci yüzyılda Edinburgh 'da ya şamış ve bey i n an ato­
m i s i n i n aydınlatılmasın a büyük katkıları olmuş bir p rofesö r­
d ü . B u kutuların ya nında, M onro'nun a rd ı l l a r ı n ı n , normalde
gö rülemeyecek kadar şeffa f ve narin olan lenfatik kanalları
açığa çıka rmak amacıyla cıva enj ekte ettiği gövdeler va rd ı .
K a l p ler, akciğerler ve d i ğer iç o rga nlar, a i t oldukları beden ­
l e r ateş in üzerinde tütsü lenmişçesine kuruyup büzü şmüş, ka­
ra r m ı ştı . Koru ma amacıyla hava geçi rmez politen to rbal a ra
kon muştu hepsi . Ölü msüzl üğe deği l , insan vücudunu ve onun
ya ra t ı l ı ştaki ye ri n i anlamaya a d a n m ı ş mu myal a rd ı bu n l a r.
Mahzene benzer bir odacıkta küçük ka rton kutu l a r için­
de, her biri mercan kadar narin fetüs kemikleri va rd ı . Ant­
ropologl arın Pa sifik 'teki Yeni Britanya adasından toplay ı p
mü zeye bağışladığı kuru m uş, köseleye dönmüş b i r yüz va rd ı ;
kayıtlara geçmemiş b i r ayinde yüzülüp kile gömülmüştü. Yen i
Britanyal ı l a r, göz yuval arına, tuğla d uvarları donuk bakışlarl a
süzen küçük denizkabukları yerleşti rmişlerd i . Raşitizm nede­
niyle bod ur kalmış, femur ve tibia kemikleri meşe giwdesi n ­
d e k i boğu m l a r gi bi birbirine dol a n m ı ş bir akondropla:ı:ik cüce
iskeletinin ya nı sıra , cerrah ların bir kadının karnından öldük­
ten yıllar sonra çıkardığı b i r lithopedion, ya n i "taş bebek " bul­
dum. Daha alttaki bir rafta cam bir muhafazanın içinde cen i n
pozi syonunda mu myal anmış bir bebek va rd ı . "Bunun nereden
geldiğini b i l m iyoru m," dedi Gardan, "iki yüz y ı l l ı k olabi l i r. "
G ordo n , duvarın bir yanı nda zem ini yüksekte k a l a n , al­
çak tava n l ı odaya açılan kapıyı i tti . Kapının üzerindt ki eski
teneke tabel ada " Bölge D " yazıyord u , " ra fl a rdan kes i n l i k l e
b i r ş e y a l m ay ın ız. " İçeride, Rönesans döneminden kal ına tıb­
bi metinlerin " Ucubeler ve Harikalar" diye adlandırd ı ğı -on
dokuzuncu yüzy ı l anato mi stleri n i n şehrin mezbelesir den ve
ocak ızga ral a rından ku rtardığı , insan gel i ş i m i ndeki :;apma­
ların gö rüld üğü- örnekler va rd ı . Yapışık bacak l ı drnizkızı
bebek ler, bir dizi Siyam ikizinin ya nındaki tuzlu suy l a dolu
muhafazaların içinde yüzüyord u , sıranın sonundaysa normal

22-l İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
vücutlu ama iki başlı b i r bebek vard ı . B i r başka rafta, bey n i n
i ç i n d e s ı v ı b i r i k i m i olarak tan ı m l a n a n " h i d rosefal i " n i n fa rk l ı
dereceleri n i mükem melen gösteren, s ı n ı rl a rı cama daya n m ı ş
balon l a ş m ı ş kafalar sergi len iyo rd u . Bir asırdan u z u n s ü re
önce düşük nedeniyle kaybed i l m i ş cen i n ler, kırmızıya boyan­
mış kem i k leri ve denizanası gibi sayd a m vücutl arıyla camekan
rah i m lerde yüzüyord u . Deh şet verici görünse de, o dönemde
anatomistlerin bu ra fları doldurmak için sağl a m gerekçeleri
va rd ı : Bebekler, embriyol arın rah i m içi ndeki gel i ş i m i n i anla­
mak için i nceleniyordu; o zaman da tıpkı şimdi old uğu gi b i ,
gel işi msel sapmal a r ı n , bir çiftin dünyaya anomal i l i başka b i r
bebek geti rme olasıl ığı konusunda bilgi vereceği umul uyord u .
B i r diğer r a f d i zisiyse gö rünüşe gö re anatomi dersinde öğ­
rend i ği m her şey i n , Anatomi böl ü m ü n ü n dibi ndeki bu ücra
yerde sak l a n m ı ş bir özetiyd i : k ü ç ü l ü p sönmüş bey i n ler; bal­
mumundan yap ı l m ı ş b i r böbrek model i ; b i r gözküresi kesi t i .
Raflardan b i r i , i ç kulaktaki salyangoz i l e ya rı mdaire kanal­
larını gösteren bir dizi çizimle doluyd u . Alçıdan yap ı l m ı ş bir
büstte yüzün mimik kasları gösteri l m i şti . Pek iyi korunmam ı ş
pl asenta ve cen i n zarlarından oluşmuş b i r yığı n , tahta sand ı k ­
ların i ç i n d e parçala n m ı ştı . Rafların en tepesinde, tava ndaki
kemerl i tonoza yakın bir yerde, bir kadın vulva s ı , üretra ve
Skene bezleri n i n etrafı ndaki kal ı n l aşmış dokuyu açığa çıkara­
cak biçimde ger il ip sığ bir haznenin içine yerleşti ri l m i şti .
Yere yak ı n , h a m çam tahtasından yap ı l m ı ş ra fl a rda bir ayı
ayağı n ı n ya n ınd a bir ayı kafatası du ruyord u . Ay ı , insan d ı ş ı n ­
da i k i ayağı üzerinde yü rüyebilen az sayıda memeliden biridir
ve ay ı l a r da tıpkı insanlar gi bi yürürken yere önce topuğunu
basar. Leonardo da Vi nci , i n celemek için insan ayağı bu l a ­
may ı nca bir ay ı n ı n ayağın ı d i seke etm iştir. Deriden itibaren
kem i k kemere kadar kat kat soy u l m u ş numune b i r dizi insan
ayağı n ı n ya nında du ruyord u .
Tek ra r i ş e koyulmanın za m a n ı gel mişti . Lambalar cızırda­
yarak sönd ü , raflar ve iskeletler karan l ı ğa geri dönd ü . Kapı yı

AYA K L A R V E l'A R .\ ! A K L A R : ll O D Rl l M DA K I AYA K i Z L E R İ 225


kapatırken , bankanın emniyet kasasının kapısı kapatı ldığında
çıkan sese benzer bir metalik bir ses duyuldu. Bir bidon dolusu
ayağı , soğuk odayı ve tahnit masalarını geçip asansöre doğru
iteliyord u m . Yi ne karan l ı k , a rd ı ndan taş duvarların soğuklu­
ğu ve orta m ı n havasızlığı . Mezardan çıkıp da yeniden h ayata
dönüyormuşuz gi bi, diseksiyon salonunu dolduran serı n k uzey
ışığına adı m attı k . "A şağıdaki onca ıvır zıv ı ra bir çözüm bul­
mamız gerek ," dedi Gordon asansörden çıkarken . " Hepsi n i
aşağıd a , b i rkaç uzman hariç herkesten saklı tuta m ayız . "
G ranada 'da insan o l a rak beden i m i ze, i ster gü l ü n ç i ster
ağı rbaşlı olsun, nasıl da anlam yük lediği mizi güçl ü biçimde
h i ssetm i şti m ; bod rum kat da m a nayla dolu olduğunu h i sset­
ti riyord u . Rafl a rd a , iki ya da üç yüz y ı l l ı k tüken mek b i l m e z
b i r e n telektüel enerj inin kanıtl a rı du ruyord u ; i n s a n l ı :�ı n has­
tal ı k k a rşısın d a kend i n i iyi leştirebil mek için insan vü cudunu
a n l a m a çabasının ürünleriydi bun l a r. Orada mucize de va r­
d ı ; k a takomblarda yürürken Vi rgi n i a Woolf'un b i r zam a n l a r
S i r Thomas Browne'un z i h n i üzerine yazd ı k l a r ı n ı h a t ı rl ad ı m :
" G ö rdüğü h e r şey in etrafı n ı b i r mucize halesi sarar. . . dünya n ı ıı
en güzel sandık odalarından biri nde dolaşıyoruz; yerden tava ­
na k a d a r fi l d i ş i , eski ütüler, k ı r ı k çömlekler, semaverler, tek ­
boy nuzl u l a r ı n boynuzl a r ı , züm rüt yeş i l i ışık ve mavi gize m l e
dolu s i h i rl i kadehler. " Bod rum k a t k i m i leri için rah at:m ed ici
b i r yer olabi l i rdi bel ki a m a orada, o karanl ığııı içinde muci­
ze h aleleri pa rl ı yordu. Gordon ' l a ay nı fi k i rdeyd i m : A n ato m i ,
gi z l i tutu l a m ayacak ya da sadece uzmanlara b ı rak ı l a mayacak
kadar önemli ve muhteşem d i .

A N ATO M İ K Ü R S Ü S Ü N Ü N altındaki ye ral tı odasını ziya n:timden


b i rk a ç y ı l sonra , davets iz b i r mis afi r eski tıp fak ü l tes i n i n ya­
nındaki McEwan Salonu ' n a gi rince h ı rsız alarmı ötmı�ye haş­
l a m ıştı. A l a rm doğrudan polis merkezine bağl ıyd ı ; po l i s me­
murları ve b i r köpek ek ibi olay mahalline gönderi l m i ş t i . Pol i s
köpek lerinin kovalad ığı h ı rsız salondan bodruma açılan b i r

226 İ N S A N V ( I C U D U N A S E YA H AT
kapı bulmuş, cadden i n altından uzanan tünel benzeri geçitten
aşağı ya , katakomblara yönel m i şti .
İzlediği güzergah , ayak izleri n i n ya nı s ı ra tek meleyerek aç­
maya çal ıştığı kapıların üzerinde bı raktığı izlerden anlaşıld ı .
Peşinde polis köpek leri, kara n l ı k t a , e l yordamıyla t a ş duva rl a ­
r a tutu narak koşmuştu. Tek meley ip açtığı i l k k a p ı e s k i bir ka­
zan d a i resine açıl ıyordu; oradan başka b i r kapıya yönel mişti .
Daha son ra çekilen fotoğrafl a rd a gö rülen bot izleri n i n de ta ­
n ı klık ettiği üzere, defalarca denedi kten sonra kapıyı kırarak
Anatomi kürsüsünün altındaki bodruma gi rmeyi başarmıştı .
Sıra s ı ra asılı i skeletler, rafl a r dolusu ucubeler ve harikalar,
na rval boynuzları ve zü rafa kem i k leri, geri l m i ş genital orga n ­
lar ve di seke edi l m i ş ayı ayağı n ı n a rasından el yorda mıyla geç­
mi şti . Pa n i ğe kapılan h ı rsız yolunu bulmak için öne uzattığı
elleri yle bod rumda bazı şeyleri dev i r m i şti . Tah n i t odasına
giden kap ı n ı n önünde durmuş, k ap ıyı zorla açmak için bira z
uğra ş m ı ştı . Neyse ki başara m a m ı ştı; a k s i takd i rde kend ini k a ­
davra larla dolu soğuk odada bula caktı .
Bodrumda onu kovalayan köpekler tarafından yakalanma­
sına ramak kala, eski bir kömür kaydırma oluğunun ağzından
sızan ışığı fa rk etm işti . El yordamıyla yolunu bulup daracık
boşlukta sıkışarak ilerlemiş, nasılsa old uğu yerde dönüp ızga­
rayı tekmeleyerek açmış ve kaçı p kurtulmuştu. Hızlı hareket et­
miş ol mal ıyd ı ; dışarı çıkar çıkmaz köpek leri geride bırakmıştı.
Kapalı devre kamera sistemi tarafından izlen iyor olsaydı ana­
tomiye dayalı son teknoloj i de sokaklarda peşine düşebi l i rd i .
Hepimizin yürüyüşü ve adım atı ş ı , parmak izimiz kadar ben­
zersi zd i r ve kapalı devre kamera sistemi artık kalabalık içinde
de bizi saptayabil mekted i r. Anatomik bilgisayar modellemesin­
deki i lerlemelerle ulaştığı mız gözeti m d üzey i , aşağıdaki kata­
komblarda olan herhangi bir şeyden çok daha korkunçtur.

AYA K , İ N S A N O LA R A K köken i m i z hakkında en eski kanıtlard a n


bazı l a rı n ı s u n a r ; ayak izleri m i z de b u d ü nyadan geçerken

AYA K L A R VE PA R l\I A K l . A R : ıı o n ı u ı ,\I DA K İ AYA K İ / L E R I 227


bı raktığı m ı z imzamızdır. Yeryü zünde ayak la r ım ızla b i r yer iş­
gal ederiz; " ayak basmak'' , " b i r işe adım atmak " , hatta " b i r
ayağı çukurda o l m a k " g i b i deyişler de bunun i fades i di r. İ k i
ayağı m ı z üzerine dikildi kten sonraki döneme ait bul u n a n i l k
ayak i zleri Laetoli 'deki üç milyon y ı l l ı k izlerdi a m a a r t ı k ayın
toz l u yüzeyi nde, hepimizden uzun süre va r olacak ayak izleri
va r. Bel ki günün bi rinde Mars'ta da ayak izleri olur.

Bir z a m a n l a r hekim olmak ve anatomi çal ışmak, vücut p a r­


çal a r ı n ı şişelerde biriktirmek , panolara gerip i ğnelemek ve
arşivlerde yığmak anla m ı n a gel i rd i . Ayak izleri n i n a n l a m ı n ı
çözen b i l i m i nsanları Da Vinci dönemine, hatta d aha d a ge­
rilere uzan a n , anato m i n i n inceli kleriyle uğraşıp ed i n d i kleri
bilgiyi i n s a n l ı k l a ilgi l i temel soruları ya n ı tlamak için k u l l a n a n
e s k i b i r geleneği t a k i p ediyorl a r. O zaman ı n koleksiyon tak ı n ­
t ı l ı a n atomistlerine m i n nettar o l m a m ı z için neden va r hal a :
onların yaptı k l a rı her geçen gün biraz daha fa zla karan l ı ktan
kurtulup günı şığına kavuşuyor.
So nsöz

O çok sevdiği m çi mende büyü mek için kend i m i


m i ras b ı rakıyorum top rağa ,
Yeniden görmek istersen ben i , bak aya ğı n ı n altı n a .
Walt Whitman, Kendi Şarkım

M U AY E N E H A N E M ,Edinburgh 'un i şlek caddelerinden birinin


üzerindeki bir k i ralık apartman dairesinden bozma. Muaye­
ne odası doğuya baktığından yaz sabah l a rı aydınlık ve ı l ı k ,
kışınsa sepya tonlarında v e serin oluyor. Bir köşede numune
şişeler i , iğne ve enj ektörlerle dolu dolapların altında çel ik b i r
lavabo, diğer köşedeyse aşıları sakladığım b i r buzdolabı var.
Perden i n gerisinde eski bir muayene masası, üzerindeyse b i r
yastık v e k a t l a n m ı ş bir çarşaf durur. D uva rl a rdan biri kitap
raflarıyla doludur; d i ğer d uva rl a rdaysa d a Vinci ' n i n a n ato­
m i çizimleri, duyuru panoları ve uzmanlık belgeleri asılıdır.
Üzerinde muayenehanenin işaretli olduğu şehir p l a n ı , ren k l i
otoba n lar, nehirler v e a r a yol ların şematik kentsel anatom i s i ­
n i gösterir.
Hastaları m ı n ciğerleri n i d inlerken, eklemlerini muayen e
ederken , gözbebeklerine bakarke n , sadece o a n muayene etti­
ği m hastanın anatomi s i n i n deği l , daha önce muayene ettiği m
bütün h a staları m ı n bedenleri n i n getirdiği fa rkındalıkla insan
vücudunda b i r yolculuğa çıkarı m . Hepimizin özel manzara­
ları, içimizi şefkat ve hürmetle dolduran anlam yüklü yerleri
va rd ı r. Beden ben i m gözümde, her santi m i tanıdık olan ve güç­
l ü h a tı ralar barındıran böylesi b i r manzaraya dönüşmüştür.
Şehr i n göbeği nde yaşarken, vücudu bir manzara ya da bizi
h ayatta tutan dünya n ı n aynası olarak düşün mek zor gelebi­
l i r. H ek i m l i ği m i icra etti ği m alan coğrafi açıdan bak ıldığında
görece dar olsa da -h alen bütün hastalarıma bisikletle gidip
gelebi l i yorum- kapsadığı insanlık kesiti geniştir. Zengi n cad­
deleri de içine alır, akıl almaz yoksulluğu n kol gezdiği topl u
konutları d a ; p rofesyonel konaklama mekanlarını da kapsar
b i r ü niversitenin öğrenci y u rdunu d a . Yen i doğmuş bir bebe­
ğin beş i ği başında, bakımevinde ölüm döşeği ndeki hasta n ı n
başucunda y a da sefi l bir bek a r od asında ayn ı derecede hoş
k a r ş ı l anmak nadir yakalanan b i r ayrıcalıktır. Mesleği m , mah­
rem acılara tanıklık etmem ve bu acıları elden geldiği nce d i n ­
d i re b i l me m için normal koş u l l a rda kapalı olan kapıları a ç a n
b i r pasaport y a da bir maymuncuk tur. Gelgelel i m b u müteva zı
hedefe bile ulaşa madığım zamanlar sıktır; mesele çoğu n l u k l a
h ayat kurtarmak deği l , ö l ü m ü ertelemeye çal ışmaktır.
Bölgenin merkezinde, k l i n i ğe pek de uzak olmaya n , şeh i r­
den yüksek d uva rla rla ayr ı l m ı ş bir mezarl ı k va r. Çak ı l taşla­
rından b i r patika, olgun kay ı n , meşe ve dağ akçaağaçl a r ı n ı n
arasından kıvrı larak i lerler; ağaçların kökleri ufalanıp topra­
ğa karışan tabutları sarıp sarmalar. Mezarl ı k ziyaretleri , hasta
ziya retleri ile klin iğe gid i ş gel işler arasında yakaladığı m a n ­
l a rd ı r v e orada genel likle yaln ı z olurum. A r a s ı ra ben i m gibi
şehi rdek i trafiğin gürültüsünden uzaklaşıp mola vermek iste­
yen bir grup ebeveynle karş ı l a ş ı r ı m . Birbirimize gül ü m seyerek
sel a m veririz. K l i n ikte muayen e ettiği m küçük çocuklar me­
zar taşları a rasında gülerek koşuşur; kontrollerde izlediği m
bebekler a rabal arında n i n n iler eşliğinde uyutu l u r.
Taşların üzerindeki soyadl a rı tanıdık gel i r : Ay n ı soyad­
ları her gün önümdeki bilgi sayarın ekranı nda bel irir. K i m i

23 0 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
mezarların h avasında debdebeli bir vakar sezilirken , d i ğerleri
mütevazı ve yal ındır; Üzerlerinde sadece bir isim, iki de tarih
yazı l ı d ı r. Zengin ile yoksulun yan ya na yatmasında demok­
ratik bir hava va rd ı r. D uvar boy unca uzanan bir sıra mezar,
Yahudi cemaatine ay rı l m ı ştır; burası çel i k parmaklıklarla ay­
rılmış olsa da ağaç kökleri bunu umursamaz. Uzakla rda kayıp
bir i m p a ratorl uğa h izmet ederken kurşun yarasından ya da
düşük yaparken veya tropikal bir hastalıktan ölenlerin de me­
zarları va rd ı r. K i m ileri mukaddes b i r hayatı kutlar görünü r,
kimileriyse erken gelen bir faci a n ı n yas ı n ı tutar gi bidir. Mezar
taşl arına kazı n m ı ş meslekler geçen yüzyıl içinde gerçekleşen
toplu msal deği ş i m i gösterir: k u m a ş tüccarları , deği rmenciler,
ruhban s ı n ı fı , bankacı l a r. . . Hayattayken muhtemelen kendi
tentü rlerin i hazırl a m ı ş usta bir eczacı n ı n anısına dikilmiş bir
taş ve bir zamanlar etrafı nda yatanlara h izmet vermiş bir he­
kimin mezar taşı da va rdır orada .
Atmacalar ağaç tepelerine kon a r, mezarların a rasında
yaşayan fa relerle küçük kuşları avl a r. Sarmaşıklar devri l m i ş
taşl arın ü zerin i kaplar geçer ve çök m ü ş toprak p a rselleri n i n
arasını böğü rtlen çal ı l a rı bürür. Beraberinde g ü r ve veri m l i
bir sessizlik getiren y a z mevs i m i n i n ötesinde yaprakların y u ­
muşak nefesini duyd uğumu hayal ederim bazen . H a z a n mev­
simi nde o yaprak lar mezarları altın sarısı ve kan kırmızıyla
kapl a r. K ı ş ı n mezar taşları kar y ığı nları a rasında diki len nö­
betçilere benzer. Ama ilkbahar geldiğinde dallar taze yaprak­
l a rla beze n i r ve a ral a rından toprağa parça parça ulaşan ı ş ı ğa
doğru büyür çi men sürgü n leri .

SONSÖZ 23 1
Ya şam saf alevd i r ve bizi
içimizdeki görün mez güneş yaşatır.
Sir Thomas Browne, Hydriotaphia,
Um Burial [ Kül lerin Gömülmesi ] ( 1 658)
Teşekkür

Teşekkürün en büyüğünü geç m i ş , bugün ve gelecekteki has­


talarıma borçluyum; onlar o l m asayd ı okyanusu ol mayan b i r
deni zciye benzerd i m . Hastaları m ı n mahremiyeti ni korum a m
gerektiği için her b i r i n e ay rı ayrı teşek k ü r edemesem de hep­
sine m i nnettarım .
H i pokrat ü n l ü yem i n i nde " bu sanatı öğretenlere" hürmet
göstermenin önemini vurgulamıştır ve ben öğretmen lerim açı­
sından şanslıyd ı m . Müteşekk i r olduğum onlarca öğretme n i m
va r a m a Gordon Findlater, Fan n ey K ristmundsdotti r, Khazeh
Fa nanapazir, John N i m mo, Theresa de Swiet, Hamish Wal­
lace, Peter Bloomfield, John Dunn, müteveffa Wi lf Treasure ,
Clare Sander, T i m White, Cal i n Robertso n , Janet Skinner,
David Sedgwick, Philip Robertson , Mads G i l bert, l a i n Grant,
Sarah Cooper, Calin Mumford , Rustam A l -Shah i , Jon Ston e,
l a n Wh ittle, Stephen Owens, Mike Ferguson , Sandy Reid ,
Catharine George, Charlie Siderfin ve Andy Trevett'a özellik­
le teşekkür ederi m .
Profile'dan Andrew Fra n k l i n v e Wel lcome'dan K i rty
Topi wal a ' n ı n öngörüsü, h ayal gücü ve editöryal becerileri ba­
şından beri çok önemliyd i . Gözünden hiçbir şey kaçmaya n ,
Profi le'dan Cecily Gayford ' ı n gösterd i ği ihti m a m ı n büyük
etk i s i oldu. Susan H i llen'a d a özen l i çal ı ş m a s ı , ansikloped ik
araştı rma becerisi ve sabrı ndan ötürü teşekkür ederi m . Ay rıca
k l i n i kte geçird i ği m zamanın bir k ı s m ı n ı kütüphaneye ayı rabi l ­
m e k için hem Creative Scotland h e m de K . Bl undell Vak fı ' n ı n
desteği n i alacak kadar şanslıyd ı m . Jenny Brow n , bir a j a n s ı n
t a ş ı m a s ı gereken bütün n itelikleri h a i z biri : titiz, canayakı n ve
m a s a ten i s i nde usta bir oyuncu.
J ack ve J inty Francis, Dawn Macnamara ve Flaviana Pres­
ton k l i n i k , kütüphane ve kreş gereksinimleri n i dengelememe
ya rd ı mcı oldular. Wi l l Whiteley i l k taslakları okuyup muh­
teşem tavsiyelerde bulundu ve beyne ilişkin yen i bakış açı l a ­
r ı sundu bana. Elektrokonvülzif tedaviyle ilgi l i içgörüsü ve
u z m a n l ığıyla katkıda bulunan Neil McNamara ' ya müteşek­
k i ri m . Ve John Berge r: Ona s a m i m i desteği ve ta en başın­
d a n bu kitaba gösterdiği i l giden ötürü sonsuz m i nnet ve b i r
ş i şe Tal i sker borçl uyum. Selçuk Demirel Les Etoi/es kitabı n ­
d a k i çizi m i n i kullanmama i z i n verd i . Greg Heath ve Hector
Chawl a , oftalmoloji labirentinde yolumu bul m a m a ya rd ı m
ettiler. Robert Macfa rlane, b u k i tabın yorulmak b i l mez des­
tekçi s i ve şüphe giderme işleri baş sorum l usudur. New York
Review of Books'tan Bob Silvers'a, beni i ç k u lağa yaptığı m
yolcul uğa gönderdiği için teşekkür ederi m . Peter Dorwa rd 'a
kıvrak zek a s ı , özen l i çal ışması , uzman okuma beceri leri , a l ­
tın k ı y metindeki görüşleri v e bana İlyada ay rıcal ığı n ı yaşattı ğı
i ç i n teşekkür ederi m . Tim Dee'ye çalışmamın a m i goluğunu
yaptığı ve kalp seslerine duyduğu büyük ilgiden ötürü mü­
teşek k i ri m . E l bileğiyle ilgili bölü mde Reto Schneider doğ­
ru yolda i lerlememi sağl a d ı ve Pierre Barbet ' n i n karan l ı k ve
tutk u l u d ünyasını araştı rmama yard ı mcı oldu. Yves Berger
Caring adlı sergi si nden bir res m i kullanmama müsaade etti
ve bana Quincy ' n i n anahtarl a r ı n ı ve özgü rl üğünü verd i . M a ­
r i n a Wa rner' ı n akılcı rehberl i ği v e L i l i Sarnya i ' n i n cömertliği
o l m asayd ı Grimm Masal/arı 'n ı n dikenli yol l a rında kaybo l u r­
d u m . D avid McDowa l l , böbrek le ilgili böl ü mde öyk üsünün

236 T E Ş E K K ll R
bir k ı s m ı n ı anlatmama izin verd i . A lec Finlay, O rgan ve Doku
Bağışçıları U l usal Anıtı'yla ilgi l i Taigh: A Wilding Garden
adlı çal ışmasından alıntı yapm a m a müsaade ett i . Kurtis Pe­
ters, kalça ile ilgili bölümde k u l l andığı m İbranice akademik
çal ışmalard a bana yol gösterd i . Yazdığı m metne editöryal el­
mas tozu serpen , gerçek b i r alim ve dost olan D avid Fa rrier
ayn ı zamanda Yakup'un öyk üsünün i l h a m kaynağı d ı r. Adam
Nicolson, Zenan ve İlyada üzerine ben i m l e konuşma neza­
ketini gösterd i . Paddy Anderson ve Chemi M a rquez'e paha
biçil mez m izah anlayışları , beni G ranada'da Carmen del
Mefi i q ue'te ağırladıkları ve romeria'yı kav rayabilmemi sağla­
dıkları için teşekkür ederi m .
Robin Robertson "The Halving" [ İ kiye Ayrı l m a ] adlı şi­
irini k u l l a n m a m ve hakkında yazmam için izin verme neza­
keti n i gösterd i . l a i n Sincl a i r Lando r 's Tower adlı eserinden
alıntı yapm a m a izin verd i . Kath leen J a m i e ve Brigid Col l i n s ,
Frissure'den a l ı n t ı yap m a m a , görselleri k u l l a n m a m a v e sergi
hakk ında yazmama müsaade ettiler. l a i n Bamforth'a "Siste­
matik O l m ayan Anatomi "den al ı ntı yapm a m a izin verd iği için
teşekkür ederi m . B i r alim, hek i m ve teolog olan D avid Mc­
Neish, H a rtman'ın Yakup ile Melek ' i n öyküsünü konu alan
makalesinden bana yol gösterd i . Douglas Cairns'e klasik sa­
nat uzmanlarının muhteşem bir mizah a n l ayışı old uğu kuralı­
n ı b i r kez daha doğruladığı için teşekk ü r ederi m .
Kuru mlar: U l u sal İskoçya Kü tüphanes i , Edinburgh Ün iver­
sitesi Anatomi M ü zesi ve Torino Ü niversitesi Kütüphanesi' ne,
Wel lcome Vak fı ' n a , Pavia Tıp Fakültes i 'ne, Edinbu rgh Krali­
yet Hastanesi personel ine ve Edinburgh K l i n i k Nöroloj ik Bi­
l i m l e r Anabilim Dalı'na teşek k ü r ederi m .
" Ruh Cerrah i s i " ve " Martı Sesi Ü fürümleri ve Meddü­
cezi r " bölümlerinin ilk versiyonları daha önce Landon Re­
view o f Books'ta yayımlanmıştır. Bu bölümlerin k i tapta yer
almasına izin verd iği için Mary- Kay Wil mers'a ve büyük bir

TEŞ E K K Ü R 237
özenle yayına hazırladığı için Paul Myerscough ' a m i n netta­
rı m . " Ka ra Büyü ve Vertigo"dan bazı bölümlerin kaynağı
New Yo rk Review of Books'ta daha önce yay ı m l a n m ı ş o l a n
" Sağırların G i zemli D ü nyası" b a ş l ı k l ı makalemd i r.

Dalkeith Roa d K l i n i ği ' ndeki meslektaşlarım yokluğumu bü­


yük bir hoşgörüyle karşıladılar - Teresa Q u i n n , Fiona Wright,
I s h bel White, Janis B l air, Geraldine Fraser, Pea rl Fergu so n ,
J e n n a Pemberto n , Nicola G ray ve Christine Fo rgan'a sonsuz
şükran borçluyum.
" Teşekkür ederi m " demek Esa'ya olan minneti m i yeterin­
ce i fade edemez. O gerçek bir ya şam tutkunu; bu kitap pek
çok açıdan onun için yazı ldı.
Kaynaklarla İlgili No tlar

2. Nöbetler, Kutsallık ve Psikiyatri


s. ı 9 "ruhsal bir hastalık . . . " Hugh Crone, Paracelsus: The
Man Who Defied Medicine (Melbourne: The A l barello
Press, 2004 ) , s. 8 8 .
s . 20 "kayda geçmiş ilk ör neğidir " R. M. Mowbray, " H i storical
Aspects of Electroconvu l sive Therapy " , Scottish M edical
]ournal 4 ( 1 9 5 9 ) , 3 7 3 -8 .
s. 20 "iddia ediyordu " Gabor G azdag, l stvan Bitter, Gabor S.
U ngvari ve Brigitta Bara n , " Convulsive therapy turns 7 5 " ,
B]P 1 94 ( 2009 ) , 3 8 7-8 .
s. 2 1 "hissediyorlardı " Bkz. K a therine A ngel , " Defi n i n g
Psych iatry - Au brey Lewis's 1 9 3 8 Report and the
Rockefeller Foundation'' , Katherine A ngel , Edgar Jones
ve M ichael Neve (ed . ) , European Psychiatry on the Eve
of Wa r: A u b rey Lewis, the M audsley Hospital a n d the
Rockfeller Foundation in the 1 930s (Londra : Wel lcome
Trust Cemre for the History of Medicine at Un ive rsity
College London, Medical H istory Supplement 2 2 ) , s.
3 9-5 6 .
s. 2 3 "yaratıcısı Ewen . . . " Progra m başarı l ı o l m a d ı . Bkz.
E. Ca meron, J. G. Lohrenz ve K . A . Handcock ,
"The Depatterning Treatment of Sch izophre n i a '' ,
Comprehensive Psychiatry 3 ( 2) (Nisan 1 9 6 2 ) , 6 5 -7 6 .
s. 2 3 "C/A'den ödenek aldığı . . . " A n ne Col lins, in the Sleep
Room:The Story of CIA Brainwashing Experiments in
Canada (Toronto: Key Po rter Books, [ 1 9 8 8 ] 1 9 9 8 ) s. 3 9 ,
4 2-3 , 1 3 3 .
s. 2 5 "anılardaki b u kaybın . . . " 1 . Janis, " Psychologic Effects o f
Electric-convulsive Treatments', Journal of Nervous and
Mental Diseases 3 ( 6) ( 1 9 5 0 ) , 4 69-8 9 .
s. 2 8 "Lucy Tal/on . . . " Lucy Tallon, "What is having ECT
l i ke ?'' , Guardian G2, 14 Mayıs 20 1 2 .
s. 2 8 "Carrie Fisher 'dan yaptığı . . . " Carrie Fisher, Shockaholic
( New York : Simon & Schuster, 20 1 ı ) .
s . 28 "Kendiniz de dahil . . . " Sigmund Freud, 1 904, Collected
Papers Vol. 1 (Londra: Hogarth Press, 1 9 5 3 ) .

3 . Göz: Görmenin Rönesansı


s. 3 4 "nasıl ateş yakarsa insan . . . " E mpedokles, " O n Nature " ,
Fragman 4 3 , The Fragments o f Empedocles , çev. Wi l l i a m
Ellery Leonard (Chicago : Open Court Publishing
Company, 1 90 8 ) .
s. 3 8 "Göz hekimleri . . . " J. Garda-G uerrero, J. Valdez-Garcia
ve J. L. Gonzalez-Trevin o, "La Oftalmologia en la O bra
Poerica de Jorge Luis Borges", Arch Sac Esp Oftalmol 8 4
( 2009 ) , 4 1 1 - 1 4 .
s. 3 8 "scharlach, scarlet, escarlata . . . " Jorge Luis Borges,
" B l i ndness " , Seven Nights (New York: New D i rections,
1 984) .
s. 4 2 "yazdığı kitabına . . . " John Berger ve Selçuk Demirel,
Cataract (Londra : Notti ng Hill Editions, 20 ı ı ) .
s. 4 2 " Yaprakların deseninin görüntüsü . . . " John Berger, "Who
is a n Artist ? " , Permanent Red: Essays in Seeing (Londra :
Meth uen, 1 9 60) , s. 20.
s. 42 "Otların henüz . . . " John Berger, "Field " , About Looking
(Londra: Writers and Readers Cooperative, 1 9 8 0) s. 1 9 2 .

4 . Yüz: Güzel Felç


s. 4 8 "Kemikler arasındaki eklemler . . . " " Lagi untura del l i ossi
obbediscie al nervo, e'l n ervo al muscolo, e'l muscolo a l l a

240 K AY N A K L A R L A İ L G İ L İ N O T L A R
corda, e la corda al senso comune, e'I senso comune e
sedia del l ' a n i m a '', Leonardo W. 1 9 o ı or, alıntı: Richter
Literary Works § 8 3 8 .
s. 4 9 " Ve s e n . . . " Yaprak 2 , ön sayfa , Kraliye Koleksiyonu 'ndaki
anatomik çizimlerden.
s. 5 2 "Notlarından bir sayfa . . ' Martin Clayton ve Ron Philo,
.

Leonardo da Vinci: The M echanics of Man (Londra:


Royal Collection Trust, 20 1 3 ) .
s. 5 5 "kırk yılın kışı . . . " Sone 2.

s. 5 5 "banyoda uzun süre . . . " l a i n Sinclair, Lando r 's Tower


(Londra: Granta, 200 2 ) , s. ı 20.
s. 5 5 "taklit etmeyi öğreten . . . " Charles Bel i , Letters of Sir
Charles Beli: selected (ro m his correspondence with
his brother, George ]osep h Beli (Londra : John M u rray,
1 8 70 ) .
s. 5 6 " Yeni bir diseksiyon sistemi . . . " Charles Bel i , A System
of Dissections (Ed i n burgh: M undell & Son, 1 79 8) .
Vesalius'un şaheseri De humani corporis fabrica ( İ nsan
vücudunun yapısı) idi ( ı 5 4 3 ) .
s. 57 "Bu kez çizdiği eskizler . . " M . K . H . Crumplin ve P.
.

Starl i ng, A Surgical Artist at War: the Paintings and


Sketches of Sir Charles Beli 1 809-1 8 1 5 (Ed i n bu rgh : Royal
College of Surgeons of Edinbu rgh, 200 5 ) .
s. 58 "Bu çalışma daha sonra . . . " Charles Bel i , Essays on the
anatomy of the expression in painting (Londra: John
M u rray, ı 8 0 6 ) . Daha sonra Essays o n the anatomy and
philosophy of expression as connected with the {ine arts
adıyla yay ı m l a n mıştır ( 1 8 4 4 ) .
s. 5 9 "bir bilim dalı olarak . . . " Charles Darwin, The
Expression of the Emotions in Man and Animals
(Londra : John M u rray, ı 8 7 2 ) .
s. 5 9 "Güzelin yanında çirkine . . . " Leonardo d a Vinci 'nin
Trattato de/la pittura adlı eserinden yazarın kend i
çevirisi; J o h n Senex ' i n 1 7 2 1 tari h l i İ ngi l i zce çevirisinden
uyarl a n mıştır.
s. 6 1 "psikolojik araştırmalar tarafı ndan . . " J a mes D. Lai rd ,
.

K AY N A K L A R L A i L G İ Lİ N O T L A R 24 1
"Self-attribution of emoti on: The effects of expressive
behavior on the qual ity of emotional experience " , Journal
of Personality and Social Psychology 29 ( 4 ) (Nisan 1 9 7 4 ) ,
4 7 5-8 6 .

5 . İç Kulak: Kara Büyü v e Vertigo


s. 6 8 "bir dergide yayımlanması . . . " J. M . Epley, "The
canalith repositioning p rocedu re: for treatment of benign
paroxysmal positional vertigo " , Otolaryngol - Head and
Neck Surgery ı o 7 ( 3 ) (E y l ü l 1 9 9 2 ) , 3 9 9-404 .

7. Kalp: Martı Sesi Üfürüm leri ve Meddücezir Üzerine


s. 8 8 "Hemşireler ve doktorlar . . . " H i l a r y Mantel , "What i s
going on in there ?'' , London Review o f Books, 5 Kasım
2009 .
s. 9 3 "Genel anestezi . . . " Robin Robertson, "The Halving",
Hill of Doors (Londra : Picador, 20 1 3 ) .

8 . Meme: İyileşmeye Dair İki Bakış Açısı


s. 9 9 "O nedenle, iyileşme . . . " Brigid Col lins, E k i m 20 1 4 ,
kişisel görüşme.
s. 99 "serginin kökeni . . . " Frissure sergisi İskoç Ş i i r
Kütüpha nesi 'nde gerçekl eşti rilmiştir, K a s ı m 20 1 3 .
Görseller ve metinden oluşan kitap Polygon tarafından
yay ı m l a n m ıştır (Edinburgh: 20 1 3 ) .

9 . Omuz: Silahlar ve Zırh


S. l 10 "Hektar atladı . . " A l ı n t ı , Samuel Butler'ın 1 8 9 8 ta rihli
.

İ lyada çevi risi nden yazar tarafından uyarl a n m ıştır.


S. ll 1 "Tıp dünyasındaki . . . " E . Apostol akis ve a rk . , "The
reported thoracic i n j u ries in Homer's Iliad" , ]ournal of
Cardiothoracic Surgery 5 ( 20 1 0) , l 1 4 . Ay rıca bkz. A. R .
Thompson, "Homer a s a surgical anatomist'' , Proceedings
of the Royal Society of Medicine 4 5 ( 1 9 5 2) , 7 6 5-7.
S. ll5 ''Askeri tıp tarihçisi . . . " P. B. Adamson, "A Comparison
of Ancient and Modern Weapons in the Effectiveness of

242 K AY N A K L A R L A İ L G İ L İ N OT L A R
Producing Battle Casualties " , ]ournal of the Royal Army
Medical Corps 1 2 3 ( 1 9 7 7 ) 9 3 - 1 0 3 .

ıo. Bilek ve El: Delinmiş, Kesilmiş ve Çarmıha Gerilmiş


s. 1 2 5 "Ergenlerde bu oran . . . " Edwa rd Hagen , Peter Watson
ve Paul H a mmerstei n , "Gestures of despair and hope:
A v iew on deli berate self-harm fro m economics and
evolutionary biology " , 200 8 , phil papers.org.
s. 1 2 5 "Kan lavaboya aktıkça . . " ]. Harris, "Self-ha r m : Cutti n g
.

t h e b a d out of me" , Qua litative Health Research lO

( 2000) , 1 64-7 3 .
S. l 25 "birinin hem sevmek . . " F. X . Hezel , "Cultural patterns
.

in Truckese su icide" , Ethnology 23 ( 1 9 8 4 ) , 1 9 3-206.


s. 1 26 "Duygusal acının . . . " A . lvanoff, M . Brown and M .
Lineh a n , " D i alectical beh avior therapy for impul sive
sel f-inj u rious behaviors" , D. Si meon ve E. Hollander
(ed . ) , Self-injurious beha uio rs: Assessment and treatmen t
(Washi ngton DC: A merican Psych iatric Press, 200 ı ) .
S. l 31 "Barbet, kadavraları . . . " Pierre Ba rbet, Les Cinq Plaies
du Christ, (Paris: Procure du ca rmel de l 'action de graces,
1937).
s. 1 3 2 "anatomi profesörü . . . " Nicu H a a s , "A nthropological
O bservations on the Skeletal Remains from Giv'at ha­
Mivtar'' , lsrael Explo ration ]ournal 20 ( 1 970) , 3 8- 5 9 .
S. l 32 "farklı bir sonuca . . . " Joseph Zias v e El iezer Sekeles, "The
Crucified Man from Giv'at ha-Mivtar: A Reappraisal " ,
lsrael Explo ration ]ournal 3 5 ( 1 ) ( 1 9 8 5 ) , 2 2-7 .
s. 1 3 2 "okudum . . " C. ]. S i m pson, " The stigm ata: p a t h o l ogy or
.

m i racle ? " , British Medical ]ournal 289 ( l 9 8 4 ) , l ,7 4 6 - 8 .

ıı. Böbrek: Son Armağan


s. 1 3 7 " İ talya 'nın kuzeydoğusundaki . . . " Richard Eimas (ed . ) ,
Heirs o f Hippocrates ( l owa City: Un iversity of Iowa
Press, 1 9 90) : giriş no. 1 3 7 , G A B R I ELE DE ZERBIS
( 1 44 5- 1 5 0 5 ) , Gerentocomia [ 1 4 8 9 ] .

K AY N A K L A R L A İ L G İ L İ N O T L A R 24.l
ı 2. Karaciğer: Bir Peri Masalı Sonu
s. l 54 "Herifi kessen . . . " Sir Toby Belch 'in konu şması, On
İ kinci Gece, Perde I I I , Sahne 2 .

s. 1 5 4 "Çünkü Babil kralı . . . " Hezekiel 2 1 : 2 1 .


s. 1 5 7 "tatlı, saf kızlar . . . " Marina Wa rner, " How fa iry tales
grew up", Guardian Review ( 1 3 Aralık 20 1 4 ) .

1 3 . Kalınbağırsak ve Rektum: Muhteşem Bir Sanat Eseri


s. l 65 "Estetik psikolojisine göre . . . " Pa ul J. Silvia, " Looking
past pleasure: Anger, confusion, disgust, pride, surprise,
and other unusual aesthetic emotion s " , Psychology of
A esthetics, Creativity, and the A rts 3 ( 1 ) (Şubat 2009 ) ,
4 8- 5 1 .

1 4 . Genital Organlar: Bebek Yapmaya Dair


s. 1 7 1 "ne arzu duyabileceği . . . " Jane Sharp ' ı n , The Midwives
Book ( 1 6 7 1 ) adlı kitab ı n a , Thomas Laqueur, The
Making of the Modern Body: Sexuality and Society in the
Nineteenth Century (ed . Catherine Gallagher ve Thomas
Laquer, Berkeley : Un iversity of California Press, 1 9 9 2)
adlı kitabının " O rgasm, Generation, and the Politics
of Reproductive Biology " başl ı k l ı bölümünde atıfta
bulunmuştur. Bu bölümde incelediğim fi k i rlerin pek çoğu
için Profesör Laqueur'ün makalesine çok şey borçl u y u m .
s. 1 7 1 " B u sıvıların birbirine karışmasından . . . " Marquis d e
S a d e , L a philosophie dans l e boudoir ( ı 7 9 5 ) .
s. 1 7 2 "genital organlara masaj . . " Rachel M a i nes, The
.

Technology of Orgasm: " Hysteria, " the Vibrator, and


Women s Sexual Satisfaction (Balti more: Johns Hopkins
Un iversity Press, 1 9 9 9 ) .
s. 1 77 "üretra çevresindeki alanın . . . " Giovanni Luca G ravina
ve a rk . , " Measurement of the Thickness of the
Ureth rovagi nal Space i n Women with or without Vagina(
O rgasm " , The Journal of Sexual Medicine 5 ( 3 ) (Mart
200 8 ) , 6 1 0-- 1 8 .
s. 1 7 7 "Ernst Grafenberg gibi . . " Ernst Grafen berg, "The Role
.

244 K AY N A K L A R L A İ L G İ L İ N O T L A R
o f the U rethra i n Female O rgasm " , International ]ournal
of Sexology 3 ( 3 ) (Şubat 1 9 5 0 ) , 1 4 5-8 .
s. 1 77 "o şiirsel o rgazm . . . " Arthur A i k i n (ed . ) , The Annual
Review and History of Literature fa r 1 805, Volume i V
(Londra, 1 8 0 6 ) .
"Kadın psikolojisi . . . " C a ri Jung, "Women in Europe",
Collected Works of C. G. Jung, Volume 1 0 : Civilization i n
Tra nsition , editörl üğünü ve çevirisini Gerhard Adler ve R .
F. C . H u l l yapmıştır (Princeton Un iversity Press, 1 9 70) , s.
1 23 .
S. l 81 "tatmin edilmediğinde . . . " İ bn-i Sina Canan y 20 : 1 : 4 4 .
s. 1 8 1 "erkek hızlı . . . " J o h n Sadler, The Sicke Woman 's Private
Looking Glass (Londra, 1 6 3 6 ) , s. 1 08 .
s. 1 8 1 "tıp dergisi Lancet 'te . . . " The Lancet, 2 8 Ocak 1 8 4 3 , s.

644.
s. 1 8 2 "Marie Stopes, ç o k satan kitabı . . . " Marie Stopes,
Married Love (Londra: A. C . Fifield, 1 9 1 9 ) .

1 6 . Plasenta: Ye , Yak , Ağaç Dibine Göm


s. 1 9 5 "Dareios kralken . . . " Herodotos, Histories y 3 8 , in
Aubrey de Selincourt's Pengu in C lassics Translation
( H a rmondsworth, 1 9 5 4 ) .
"Fas 'tan Moravya 'ya . . " E . Croft Long, "The Placenta
.

i n Lore and Legend " , Bul/etin of the Medical Libra ry


Association 5 1 ( 2) ( 1 9 6 3 ) , 2 3 3 -4 ı .
s. 1 9 7 "Başımda, gazeteye verilen . . . " Charles Dickens, David
Copperfield (Londra : Bradbury & Evans, l 8 5 0) .
s. 197 "Rusların geleneğinde . . . " Barbara Evans Clements,
Barbara Alpern Engel ve Christine Worobec (ed . ) , Russia 's
Women: Accommodation , Resistance, Transformation
( Berkeley and Los Angeles: U niversity of California Press,
1 9 9 1 ) , s. 5 3 ·
"bazı kültürlerin plasentayı . . " J ames Frazer, The Golden
.

Bough, üçüncü basım (Cambridge University Press,


20 1 2) .
s. 199 "bir deneme okumuştu . . . " Seamus Heaney, " Mossbawn" ,

K AY NA K L A R L A İ LG İ L İ N O T L A R 245
Finders Keepers: Selected prose 1 971 -2001 (Londra : Faber
& Faber, 200 3 ) .

1 7. Kalça: Yakup ile Melek


s. 207 "Bacağın ve ayağın . . . " ltalo Svevo, La Coscienza di Zeno
( M i lano: Einaudi, 1 9 7 6 ) , s. 1 09 (yaza rın çev i risi ) .
s. 2 1 0 " Yetmiş beş yaş üzerinde . . . J A. Gri sso ve a rk . , " R isk
" .

Factors for falls as a cause of hip fracture i n women " ,


The Neıv England journal o f Medicine (9 Mayıs 1 9 9 1 ) ,
1 , 3 2 6-3 1 .
s. 210 "yaklaşık yüzde 40 'ı . . . " Say ı l a r Atul Gawande'nin Being
Marta!: Medicine and What Matters in the End adlı
kitabından a l ı n m ıştır (Londra : Profile, 20 1 4 ) .
s. 210 " Yüzde 5-B 'i . . . " P. Haentjens ve a rk . , " Metaanalysis:
Excess Mortality After Hip Fracture A mong Older
Women and Men" , A nnals of lnternal Medicine ı 52
( 2 0 1 0) , 3 8 0-90.
s. 210 " İ branice Yaakov ismi . . " Yakup'un öyküsüyle i l gi l i bilgi
.

kaynağım Geoffrey H . Hartman'ın "The Struggle for


the Text" başl ıklı makalesidir; Geoffrey H . Hartman ve
San ford Budick (ed . ) , Midrash and Literature (Lond ra :
Yale University Press, 1 9 8 6 ) , s. 3 - 1 8 .
s. 217 "Kimi yorumcular . . . " Roland Barthes, "The Struggle
with the Angel " , Image, Music, Text, çev. Stephen Heath
(Glasgow : Fontana Press, 1 9 77) . Ay rıca bkz. Vlad i m i r
Propp'un h a l k masal l a r ı n ı n evrensel sorun larına i l i ş k i n
kuramları.

1 8 . Ayaklar ve Parmaklar: Bodrumdaki Ayak İzleri


s. 2 2 8 "Gördüğü her şeyin etrafını . . " Vi rgi n i a Woolf, "The
.

E l i zabethan Lumber Roo m " , The Common Reader


( Londra : The Hogarth Press, ı 925).
Görseller

s. 8 Graffito, Tu rin 20 1 4 . "Agita re prima del l ' uso" ,


" Kullanmadan önce çalkalayınız" anlamına gel i r. Fotoğra f
yaza r tarafından çekilmiştir.
s. 9 Descartes: Sinir Sistemi. Beyin ve epifiz bezinin şeması.
Wellcome Görsel A rşivi .
s. 1 7 Ko ridordaki tabel a , Edinburgh K raliyet Hastanes i , 20 1 4 .
Fotoğra f yaza r tarafı ndan çek i l m i ştir.
s. 24 " Çocu k l u k çağı absans epilepsisi olan b i r çocukta
jeneral ize 3 Hz diken dalga deşarj ları" Der Lange'den,
r r Haziran 200 5 , mü şterekler lisansı kapsamında
k u l l a n ı l m ıştır.
s. 3 4 Der Mensch durchbricht das Himmelsgewölbe, Holzstich
von Camille Fl amm arion'un L 'Atmosphere: Meteo rologie
Populaire (Paris, r 8 8 8 ) adlı eserinden anonim gravür, s.
1 63 .
s. 3 7 Gözün yatay kesiti (G ray 's Anatomy, şek il 8 6 9 , 1 9 1 8
bası m ı ) .
s. 4 4 Les Etoiles, Cataract, John Berger, Selçuk Dem i rel 'in
izniyle k u l l a n ı l m ı ştır.
s. 4 8 Charles Bel i , Essays on the anatomy and philosophy
of expression as connected with the {ine arts [ Güzel
sanatlarla bağlantılı olarak ifadenin anatomisi ve felsefesi
üzerine denemeler] (Lond ra : John M u rray, ı 8 44 ) .
s. 5 0 Gia mpietri no'nun Son Yemek yorumu - res min sol yanı
(ok u ra göre ) . Kamu mal ı .
s. 5 ı Gia mpietrino 'nun Son Yemek yorumu - resmin sağ yan ı
(okura göre) . Kamu mal ı .
s. 5 6 Charles Bel l ' i n " Waterloo" adıyla kayded i l m i ş bu çizi m i
başından yaralanmış bir askeri göstermektedi r. Wel lcome
Görsel Arşivi.
s . 64 Sağ kem i k labirentin içi (Gray 's A natomy, şek i l 9 2 1 , 19 ı 8
bası m ı ) .
s. 7 5 "Bronşçuklarıyla birli kte bir bronş dal ı " , Popular Science
Monthly, ı 88 ı .
s . 79 Akciğer fi lmi ( b u fi lm k a rina altında l e n f bezi
büyü mesinden ziyade sağ akciğer üst lopta zatürree
gel iştiği n i düşündürüyor) . Halk Sağl ığı Kütüphanesi (no.
5 8 02) , Dr. Thomas Hooten ( 1 9 7 8 ) .
s. 8 1 G ı rtlağın lari ngoskobik görünümü (G ray 's A natomy, şek i l
9 5 6 , 1 9 1 8 bası m ı ) .
s. 8 6 Kalbin ventri kül ler arası bölmeyi gösteren kesiti (Gray 's
A natomy, şekil 4 9 8 , 1 9 1 8 bası m ı ) .
s. 8 9 Aort açı larak ya rı may şek l indeki sem i l ü ner kapak l a r
gösterilmiştir ( G ray 's Anatomy, şeki l 4 9 7 , 1 9 1 8 bası m ı ) .
s. 9 7 Laktasyon (süt verme) dönemi nde memenin alt ya rısının
diseksiyonu (Luschka) ( G ray 's A natomy, şeki l ı ı 72, ı 9ı8
bası m ı ) .
s. ı oo " Meme kanseri; son neşter darbesiyle meme alın madan
önce " . Wellcome Görsel Arşivi.
s. 1 0 1 Dog Rose, Brigid Col lins, sanatçının izniyle
k u l l a n ı l m ıştır.
s. 1 0 2 Kist, Brigid Col lins, sanatçı nın izniyle k u l l a n ı l m ıştı r.
s. 1 0 3 in September, Brigid Collins, sanatçın ı n izniyle
k u l l a n ı l mıştır.
s. ı ıo Sağ köprücük kemiğinde k ı rı k , Fru itmarket Galerisi'nden
(Edin burgh) Sam Woods'un izniyle k u l l a n ı l m ı ştır.
s. ı ı 2 Sağ brakiyal pleksusun kısa dallarıyla birlikte önden
görünümü (Gray's A natomy, şek il 8 0 8 , 1 9 1 8 bası m ı ) .
s. 1 2 1 Quatre Mains [Dört El] , mürekkep çizim, Yves Berger,
Caring kitabından alınmıştır (Galleria Antonia Jannone,
Ekim 20 1 4 ) .

248 G ÖRSELLER
s. 1 24 Rembrandt'ın, Edinburgh Ü niversitesi Anatomi
Müzes i ' n i n girişinde asılı olan Nicolaes Tulp 'un A natomi
Dersi adlı eseri nin kopyasından detay.
s. l 3l Pierre Barbet ' n i n , Les Cinq Plaies du Christ [ İsa 'nın
Beş Yarası] adlı kitabından (Paris: Procu re du carmel de
l ' action de graces, 1 9 3 7) s. 63.
s. l 37 Vesal i u s ' u n çalışmasından çizim ler, o dönem i n kabul
edi l m i ş görüşünü yansıtm aktad ı r.
s. 1 3 9 Böbreği n süzme birimi olan glomerül ü n m i k roskobik
görüntüsü ( G ray s A natomy, şeki l 1 1 3 0 , 1 9 1 8 bası m ı ) .
s. 1 4 5 Böbrek vericisi armağan çemberi çizimi yazar tarafından
hazırlanmıştır.
s. 1 4 8 A lec Finlay'in Taigh: A Wilding Garden adlı kitabından
(Edinbu rgh : Morning Star Publications, 20 1 4 ) .
s . 1 4 9 age.
s. l 5ı Biyoki mya test sonuçları, yazarın kend i arşivinden.
s. 1 5 6 "Pamuk Prenses", Walter Crane tarafından resimlenmişti r
( 1 8 8 2) .
s . 1 63 Bary u m l u lavman, Di agnostic I mage Centers'ın ( Kansas
City) izniyle.
s. l 65 Fa rk l ı biçimlerde cam şişeleri gösteren Fransız poster.
Kamu malı.
s. 1 7 2 " Vi bratör kullanı m ı , l 8 9 ı " , " Vi b ratörün tarifi ve
k u l l a n ı m tal imatları "ndan. Wel lcome Görsel Arşivi.
s. 1 9 3 Göbek bağı ve plasentaya bağlı fetüs. Wel lcome Görsel
A rşivi.
s. 1 9 8 İ nsan plasentası. Wellcome Görsel Arşiv i .
s. 206 "Sağ k a l ç a ve uyluğu n kem i k leri ve kasla r ı " , çizi m , l 84 ı .
Wel lcome Görsel Arşivi .
s. 2 1 0 "Sağ Kalça Protezinin Röntgen F i l m i " , ABD U l usal Sağl ı k
Enstitüleri
s. 2 1 7 Romeria, 20 1 1 tarihli poster, Chemi Marquez'in izniyle
k u l l a n ı l m ıştır.
s. 2 20 Ayağın iskeleti (tıbbi açıdan) ( G ray s A natomy, şeki l 290,
1 9 1 8 bası m ı ) .
s. 2 2 8 Edwin Aldrin tarafı ndan çeki l m i ş fotoğra f, Apollo ı l,

NASA'nın izniyle kullan ı l m ı ştır.

GÖRSELLER 249
Dizin

Ahout Looking [ B a k m a Üzerine] göz 37


(Berger) 42 Homeros 1 1 1
acil tıp 2, 1 07, 1 1 9-20, 1 26, 1 28 kalp 86, 89
ango r animi 88 kulak 63-4
ölüm 73-74 Leonardo 52
Adamsan, P. B. 1 1� meme 97
adet görme ( menstruasyon) 1 82 omuz 1 1 2-3
Aeneas (Vergili us) 1 1 5 ve güzell i k 162
akciğer 73-84, 1 55 yüz 46-53
akıl ha staneleri 1 5-6 Anaxagoras 55
akrilik 4 1 ango r animi 88
alanin transaminaz (ALT) 1 5 1 Antarktika 1 1 3-4
albümin 1 5 1 , 159 aort kapakçığı 86, 89-9 1
Algı Kapıları (Huxley) 42 Aristoteles 35, 92, 137, 1 75
alt uzuvlar Armstrong, Neil 2 1 6
ayaklar ve parmaklar 2 1 6-228 askeri t ı p 1 1 3-4
kalça 205-2 1 5 astronomi 35, 37-8
Altın Dal (Frazer) 1 98 Aurora Leigh (Browni ng) 1 1 9
amfizem 79 Australopithecus afarensis 2 1 8-9
anatomi 1-2, 7-8 , 220--8 ayak izleri 2 1 8-9, 227-8
akciğer 82-3 ayak parmakları 2 1 6-7
ayak 21 9-20 ayaklar 1 3 1-2, 2 1 6-28
Beli 56, 58, 1 00 Ayurvedik tıp 74--5
beyin 9- 1 0 azoospermik 1 69
e l 1 29
Babil 1 54 Bischoff, Theodor 1 82
bacaklar Blake, William 42
ayaklar ve parmaklar 21 6-28 Blom berg, Sven 42
kalçalar 205-15 boksör kı rığı 1 2 1--4
Bacon, Roger 35 Borges, Jorge Luis 33, 36, 38-9, 4 1 ,
bağı rsaklar 1 60-2 43, 44-5
Bamforch, lan 205 Botox 58, 60
Barany, Robert 67 böbrek 1 35--49
Barbet, Pierre 1 30-1 brakiyal pleksus 1 1 2-3
Barchol in bezleri 178 brakiyal sersemletme 1 1 0-2
baş bronşiyal solunum 76
göz 33--45 Browne, Sir Thomas 55, 225, 233
ku lak 62-70 Browning, Elizabeth Barrett 1 1 9
yaralanmalar 1 1 5, 1 1 6 Bruno, Giordano 36
yüz 46-6 1 Buluştuğumuz Yer Burası (Here Is
ayrıca bkz. beyin Where We Meet) (Berger) 44
baş dönmesi 62, 65-70 Burns, Robert 1 0 1
Baş Dönmesi Üzerine burun 8 1-2
(Theophrastus) 62
batın Cam Fanus (Plath) 27, 29
böbrek 1 35--49 Cameron , Ewen 24
kalınbağırsak ve rektum 1 6ü-6 Cardiazol 20-1
karaciğer 150-9 caul 1 96-7
Bed l a m 1 5 Cenacolo (Leonardo da Vinci)
Beli paralizisi 47, 53-5, 57-8, 59--60, 49-5 1 , 52, 59
61 Cerletti, Ugo 2 1 -3
Bel i , Charles 55-7, 58-9, 1 00, 1 1 4 Chawla, Hector 36-7
Bel i , John 55, 56 cilt (deri) 140
Berger, John 42-5 cinsellik 171-2, 1 74-8
beyi n Col lins, Brigid 1 00-3
karina 8 1 cop kırığı 1 1 5
nöbetler, kutsallık ve psikiyatri corrugator supercilli 47
1 5-29
ruh cerrahisi 7-1 4 çarmıha germe 1 29, 1 3 0-2
vercigo 65 Çin 1 96, 1 97
beyin ve sinir cerrahisi 1 0--4 Çin tıbbı 74-75, 136
bilirübin 153, 159 çocuk istismarı 1 26-8
Bini, Lucio 2 1 -3
Birinci D ünya Savaşı 1 1 6

252 DİZİN
da Vinci, Leonardo 1 , 5 1-2 Einstein, Albert 35
anatomi 52, 228 ektopik gebel ik 1 70
kaslar ve yüz ifadesi 48-5 1 , 52, el 1 29--3 0, 220
58, 59 boksör kırığı 1 2 1 -4
plasenta 1 94 çarmıha germe 1 29, 130-2
Son Yemek 49-5 1 , 52, 59 el bileği 1 1 9, 1 25, 1 29--3 0
Darwin, Charles 58-59, 6 1 elektroansefalogram (EEG) 25
David Copperfield (Dickens) 1 96-7 elektrokonvülzif tedavi (EKT) 1 6-9,
De Motu Cordis ( H a rvey) 9 1 21-9
d e Zerb is, Gabriele 137 Emerson, Ralph Waldo 46
della Torre, Marcantonio 52 Empedokles 34
Demirel, Selçuk 43 Endonezya 1 97-8
denge 62-4 epifiz 9-1 0
deniz tutması 65 epilepsi 10-4, 1 9-20
depresso r anguli o ris 47 Epley, John 67-70
depresyon 1 6-9, 28-9 erkekler
Descartes 9-10, 88 fertilite 1 96
D ibb, M ichael 42 kısırl ı k 169, 1 82
D ickens, Charles 1 96-7 Logos 179
Diomedes 1 1 7-8 orgazm 1 74-8
diyaliz 1 3 9 rektum 1 6 1
diyastol 86, 87 Eros 1 78-9
Doğa Hakkında (Parmenides) 73 Exequy ( K i ng) 85
dondurarak saklama (kriyojenik) Expression of the Emotionsin
200-1 Man and A nimals, The [ İnsan
döl eşi 1 9 1-201 ve Hayvanlarda D uyguların
döllenme 169-74, 178, 179-84 İfadesi) (Darwin) 59, 61
dudaklar 8 1 Eyeless in Gaza [ Gazze'deki Kör)
Dunca n , Andrew 1 5 (Huxley) 42
dura mater 1 2 , 1 4 Ezekiel 1 54
Düşsel Varlıklar Kitabı (Borges) 36
faşizm 2 1
Edinburgh felç (paralizi) 53-5, 57-8 , 59--60, 6 1
K ral i yet Botanik Bahçesi 1 47-9 Fergusson , Robert 1 5
psikiyatri hastanesi 1 5-9 fi brilasyon 88-9
Western General Hastanesi 96-7 fi broadenom 97-8
ayrıca bkz. Edinburgh fi brokistik değişiklik 97, 98
Ü niversitesi F i l l a n , St 1 47
Edinburgh Üniversitesi 7-8 , 222--6 Findlater, Gordon 220, 222, 224, 225

DİZİN 253
Finlay, Alec 135, 1 47-9 Halving, The [İkiye Ayrıl m a ]
Fisher, Carrie 29 ( Robertson) 90, 9 1 , 93--4
Forestus 1 7 1 Hanging Man, The [Asılmış A d a m ]
Fo rtunate Man, A [Tal ihli Bir (Plath) 27
Adam] (Berger) 44 Harvey, William 9 1
Fox, Chris 42 Heaney, Seamus 1 99-200
Frankenstein (Shelley) 7 Heredity 2 (Jamie) 1 02
Frazer, Ja mes 1 98 Herodotos 1 9 1 , 1 95
Freud, Sigmund 29, 178-9 Hipokrat l 5 , 66, 1 13 , 171
Frissure Uamie) 95, 1 03 H itler, Adolf 2 1
fron tal kas 47, 52, 54, 60, 6 1 Hollis, Richard 42
Homeros 3 , 107, 1 1 0-2, 1 1 4-tl,
Galen 1 1 4, 1 7 1 , 1 77, 1 8 1 1 1 7-8
g a m a glutamiltransferaz (GGT) Hooke, Robert 1 3 8
1 1 9, 1 5 1 Huxley, Aldous 42
genital organlar 169-84
Gerentocomia (de Zerbis) 1 37 ışık 35--6
gı rtlak 82
G laukos 1 1 7-8 İbn-i Sina 1 8 1
gliya 20 i ç kulak 62-70
glokom 3 8 i fadeler 3, 48-5 1 , 52, 58, 59, 60-1
Gold o f Tigers, The [ Kaplanların İlyada (Homeros) 3, 107, 1 1 0-2,
Altını] (Borges) 39 1 14-tl, 1 1 7-8
Göbek bağı (umbilikal kordon) 3, inme 54, 66
1 9 1 -2, 200-1 İskoç EKT Akreditasyon Ağı
göğüs (SEAN) 27
akciğer 73-84 iyileşme 3, 95-103 , 136-7, 1 46-8
kalp 85-94 İzlanda 1 97
meme 95-1 03
gökyüzü defni 1 46 Jamie, Kathleen 95, 98-102
görme 33--45 Jannini, Emmanuele 1 77
Görme Biçimleri (Berger) 42 Japonya 1 97
göz 33--45, 73 , 74 Joyce, James 33, 160
Grafen berg, Ernst 1 77 Jung, Cari 179
G r i m m , Jacob ve Wilhelm 1 50,
155-7 kadınlar
Guguk Kuşu (One Flew Over The doğurganlık 1 82
Cuckoo 's Nest) ( Kesey) 27 Eros 179
gut 220 kısırlık 1 69-70, 1 73, 1 8 1-2
güzel l i k 1 62 meme kanseri 95-103

254 DİZİN
orgazm 1 70-2, 1 74-8, 1 8 1 -2 Kepler, Johannes 35, 36
plasenta yeme 1 95--6 kesecik 63--4, 67
rahi m kanseri 1 85-90 Kesey, Ken 27
rektum 1 6 1 K ı rı m Savaşı 1 1 6
kafur 1 9-20 kısırlık 1 69, 1 72--4, 1 79-84
kalça 205-15 K i l l i n 1 47-1 48
kalınbağırsak 1 60-2 K i ng, Bishop Henry 85
Kallatiai 1 95 " K ist" (Collins) 1 02
kalp 85-94, 1 53--4 Kodama, Maria 44
kalp pili 88-9 Kol ff, Wi llem 1 3 9
kan kollar 1 1 4, 1 17-8
albü m i n 1 5 1 el bileği ve el 1 1 9-32
i ç kanama 108 omuz 1 07- 1 3 , 1 1 7
kalp 85-92 koma 3, 1 5 1-3 , 1 56-9
nakli 1 45 konuşma 1 1-3 , 24
septi semi 152-3 , 1 57-8 konuşma merkezi 1 3
test sonuçları 1 50-1 korku 52, 60, 6 1
ve böbrekler 137-9 kök hücreler 200-1
ve kalça 207, 208 köprücük kemiği 109- 1 0
ve ka raciğer 1 5 1 , 1 53-154 Kör A dam (Borges) 39
kanser 1 59 körlük 36, 38-9
akciğer 76-7, 79-8 1 , 83--4 K raliyet Botanik Bahçesi, Ed inburgh
meme 3, 95-103 1 47-9
rah i m 1 85-90 k repitasyon 76
karaciğer 150-9 K ristmundsdottir, Fanney 9-1 0
karaciğer fonksiyon testleri kulak 62-70
( KFT'ler) 1 5 1 , 1 5 9 Kutsal Hastalık Üzerine (Hipokrat)
karinalar 8 0-1 15
kaslar
el 1 29 Laetoli 2 1 8-9, 227
gırtlak 82 Lancet 1 82
önkol 1 23 Leakey, Mary 2 1 8-9
yüz 46-55, 59--60 Leonardo da Vinci bkz. da Vinci,
kasten kendine zarar verme 1 25-8 Leonardo
katarakt 36, 3 8 , 40-3 levator labii superioris alaeque nasi
Katarakt (Berger) 42-3 47, 52, 60, 6 1
katatoni 20-1 lobotomi 2 1
Kendi Şarkım (Whitman) 1 85, 229 Logos 1 79
kendine zarar verme 1 25-8
kend ini kesme 1 25-8
Macaristan 1 96 oftal moloj i 33-45
Maldan Muharebesi 44 Omphalos 1 95, 1 99
Malefıcent (Disney) 1 57 omuz 3, 1 07- 1 8
Malpigh i , Marcello 138 arbicularis oculi 47, 60
Mamel, Hilary 87 organ bağışı 1 43--ti, 1 47-9
M a rcus Aurelius 1 75 orgazm 1 71 -2, 1 74-8, 1 8 1
Married Lave [İzdivaçta Aşk] osteokondrit 207
(Stopes) 1 82 ovulasyon 1 7 1 , 173, 177, 1 82
martı sesi üfürümü 90
mayoz 1 69 öfke 52, 60, 6 1
McDowall, David 145--ti ölüm 73-4, 84, 2 1 2-3
Meduna, Ladislas 20-1 anga r animi 88
meme 95- 1 03 ölünün yakılması 2 1 3-4
metakarp kemikleri 1 29 rah im kanseri 1 85-9 1
Micragraphia ( Hooke) 138
Milton, John 38, 39, 42 Pamuk Prenses 1 50, 155-7
mitral kapak 86 Paracelsus 1 9-20
Mana Lisa (Leonardo da Vinci) 49 Parmenides 73
Monro, Alexander (Secundus) 223 pelvis
Montaigne (Emerson) 46 döl eşi 1 9 1-20 1
Morton nöromları 220 genital organlar 169-84
M assbawm (Heaney) 1 99-200 rahim 1 85-90
moxibustion 1 36 Percefarest 156
Mussoli n i , Benito 2 1 peri masalları 3 , 1 55-7
Pinard stetoskobu 93
Napolyon Savaşları 56--7 plantar fasiit 220
nefes 73 , 75, 8 1 -2 plasenta 3, 1 9 1-20 1
Newton, Isaac 35, 1 3 8 Plath, Sylvia 27, 29
nöbetler 1 ü-4 Platon 34-5, 36
Cardiazol'e bağl ı 20-1 pompa kafası 90-1 , 92
elektroansefalogram 25 Prometheus 1 54
elektrokonvülzif tedavi 1 8 , 1 9 , psikiyatri 1 5-29
2 1 --ti psikoterapi 29
kafura bağlı 1 9-20 psikotik depresyon 1 6 , 28-9
Nöroanatomi Öğrenme pudendal sinir 1 74-7
Laboratuvarı 7-8 pul moner kapak 86
nöroloj i 2 1
nörotransmitterler 26 radyal atardamar 125
rahim 1 85-90, 1 92

256 DİZİN
rektum 1 60-5 Son Yemek (Leonard da Vinci)
Resimde ifadenin anatomisi üzerine 49-5 1 , 52, 59
denemeler (Beli) 58 sperm 1 69, 175, 1 77-8
Robertson, Robin 89, 90, 9 1 , 93-4 Sterne, Laurence 1 69
Rodi n , Auguste 1 62 stetoskop 76, 92-3
Romal ılar 1 1 4 stigmata 1 32
çarmıha germe 130-2 Stopes, Marie 1 82
kadın cinsel liği 1 7 1 Svevo, Italo 205-6
kılıç 1 1 5
kısırlık 1 8 1 şahdamarı 73 , 74, 1 25
ruh şizofreni 20, 23
ve beyin 9- 10 şok tedavisi 1 6-9, 2 1-9
ve dudaklar 8 1
ve kalp 9 1 Tacitus 1 54
ve yüz kasları 48 Taigh (Finlay) 135, 1 47-9
Rusya 1 97 taş bebek (lithopedion) 170
taşlar 136-7, 1 46-8
Sade, Marquis de 1 7 1 Taylor, William 178
Sadler, John 1 82 Teukros 1 1 0-2, 1 1 5
sakrum 175 Theoph rastus 62
Samsan Agonistes ( M ilton) 42 Ti bet 1 35-7, 1 46-7, 208
sel im paroksismal pozisyona bağlı Tohum ( Hipokrat) 1 7 1
vertigo (SPPV) 66-70 topuk 1 3 1-2
septisemi 1 52-3, 1 57-9 transplantasyon (organ nak l i ) 135,
ses tel leri 82 1 3 9-46, 1 47-9
Sforza , Francesco 48-9 triküspit kapak 86
Shakespeare, Wi l l i a m 3 8 , 55, 1 54 Tristram Shandy (Sterne) 169
Shelley, Mary 7 tulumcuk 63, 67
Sieke Woman '.s Private looking tümörler bkz. kanser
Glass, The [ Hasta Kadının tüp bebek 1 80-1 , 1 82-3
Şahsi Aynası] (Sadler) 1 82
Sincl a i r, lain 55 ulna 1 1 5
sinirler Ulysses Ooyce) 1 60
hasar 1 1 6-7 uyuyan güzeller 1 56-7
omuz 1 1 2-3 uzuvlar
yüz 52-5, 57-8, 59-60 ayaklar ve parmaklar 2 1 6-28
Sistematik Olmayan A natomi el bileği ve el 1 1 9-32
(Bamforth) 205 kalça 205-1 5
sistol 86, 87 omuz 1 07-1 8
Skene bezleri 1 77
üst uzuvlar Yunanlar
el bileği ve el 1 1 9-32 akciğerler 74-5
omuz 1 07- 1 8 böbrekler 1 37
gözler 34-5
vaj i n a 8 1 , 1 77 Homeros 3, 1 07, 1 1 0--2 , 1 1 4-6,
Vasari, Giorgio 5 1 1 1 7-8
Vergilius 1 1 5 kalp 92
vertigo 62, 65-70 nöbetler 1 9
Vesalius 1 37-8 Omphalos 1 95
vibratör 1 7 1-2 Thanaros 1 78-9
vokal rezonansta artış 76 vertigo 62, 66
Volsunga Sagası 44 yüz 55
yürüyüş kırıkları 220
Wa rner, Marina 1 55, 1 57 yüz 3, 46-6 1 , 8 1
Waterloo Savaşı 56-7, 1 1 4
Western General Hastanesi 96-7 Zohar 209
Whitman, Walt 1 85, 229 zygomaticus 46--7, 54, 60
Woolf, Virgi ııia 225

X ışınları 79, 80, 1 62, 1 64- 1 66

Yakup ile melek 208-10, 214-5


Ya ratılış 208-10, 2 1 4-5
Yasanın Tekrarı (Tesniye) 1 96

You might also like