Professional Documents
Culture Documents
İnsan Vücuduna Seyahat Tepeden Tırnağa Bir Büyük Macera Gavin Francis
İnsan Vücuduna Seyahat Tepeden Tırnağa Bir Büyük Macera Gavin Francis
VÜCUDUNA
SEYAHAT
•
••
VUCUDUNA
SEYAHAT
GAVIN FRANCIS
ÇEVİRİ: ŞİİRSEL TAŞ
'domingo
'domingo
Tıim hakları saklıdır. Bu kitabın tümünün veya içeriğinin herhangi bir bölümünün
yayıncının yazılı izni olmadan, fotokopi yöntemi dahil. elektronik ya da mekanik
herhangi bir yolla çoğaltılması yasaktır.
www.domingo.com.tr
yaşam tutkunlarına
GAVIN FRANCIS pratisyen hek i m ve True North: Travels in
A rctic Europe (Gerçek Kuzey : Arktik Avrupa'da Seyahatler)
i l e Yı l ı n İskoç Kitabı ödülünü kazan a n , Ondaatje ve Costa
Ödülleri fi nal istleri nden Empire A ntarctica: lce, Silence &
Empero r Penguins (Anta rktika İ m p a ratorluğu : Buz, Sessizlik
ve İ m p a rator Penguenler) adlı k i tapların yaza rıdır. Landon
Review of Books, Guardian ve New York Review of Books
için makaleler yazan Francis, Edinburgh 'da yaşamaktad ı r.
Üç kere yüce Merkür insanı büyük M ucize, Yaratıcı benzeri bir
Yaratılmış, Tanrıların Elçisi olarak adlandırı r. Pisagor her şeyi n
Ölçüsü d e r ona . Platon i s e Harikalar harikası . . . Herkes sözbi rliği
etmi şçesine onu Mikrokozmos ya da Küçük Dünya diye adlandırır.
Çünkü onun vücudu bütün erdemlerin ve tüm varlıkların gücünün
topland ığı bir Depo ya da A m b a rd ı r adeta, ruhuysa bütün canlıların
ve h i kmet sahibi va rl ıkların kuvvet i n i ve kudretini barındırır.
Helkiah Crooke, M icrocosmographia'ya giriş (1615)
İçindekiler
G i z l i l i k Notu xı
Ön söz l
Beyin
l. Ruh Cerrahi s i 7
2 . Nöbetler, Kutsal l ık v e Psikiyatri 15
Baş
3. Göz: Görmenin Rönesansı 33
4. Yüz : Güzel Felç 46
5. İ ç Ku lak: Kara Büyü ve Vertigo 62
Göğüs
6. Akciğer: Yaşamın Nefesi 73
7. Kalp: Martı Sesi Üfürümleri ve Medd ücezir Üzerine 85
8. Mem e: İyi leş meye D a i r İki B a k ı ş Açı s ı 95
Üst Uzuvlar
9. O muz: Silahlar ve Z ı rh 107
ıo. Bilek ve E l : Del i n m i ş , Kes i l m i ş ve Çarmıha Geri l m i ş ıı9
Batın
lI. Böbrek : Son Armağa n 135
12. K a raciğer: B i r Peri Masalı Sonu 150
l 3. Kalın bağırsak l a r ve Rektu m : Muhteşem
Alt Uzuvlar
17. Kalça: Yakup ile Melek 205
18. Ayaklar ve Parmaklar: Bod rumdaki Ayak İzleri 2 16
Sonsöz 229
Teşekkür 235
Kaynaklarla İlgili Notlar 239
Görseller 247
Dizin 251
Gizlilik No tu
Nasıl ki insan top rak , su, hava ve ateşten yapılmışsa dünya da öyledir;
nasıl ki insan ııı içinde bir kan göl ü varsa ... dü nyanııı da benzer şekilde
yükselip alçalan okyanusu vard ı r.
Leonardo da Vinci
2 İ N �A N V l l C: lJD lJ N A SE YA H AT
Kü ltür -doktor olsanız bi le- insan vücudunu kafa n ızda
canlandırma ve mesken tutma şek l i n izi sürekli yeniden bi
çimlendi rir. İ n s a n lığın en hoş h i k ayeleri nden ve en muhteşem
sanat eserlerinden bazıl a r ı n ı n modern tıp pratiğiyle nasıl b i r
i l i ş k i s i ve etkileşimi olduğu n u , hastal arımla yaptığı m görüş
melerde sık sık fa rk ediyoru m . Son raki bölümlerde bu bağlan
tılardan bazılarına daha derinlemesine bakacağı z .
B i rkaç ö rnek vereyi m : Yüz felci geçi rmiş b i r hastayı de
ğerlendiri rken, sadece k i ş i n i n kend i n i i fade edememesinden
kay n aklanan yılgı n l ı ğı deği l , ressamların i fadeyi portreye
ya nsıtmakta yüzy ı l l a rd ı r çektiği güçl üğü de hatırl a r ı m . Meme
kanserinde iyileşmeyi düşünürken , iyi leşme ile kast edi lenin
her hasta için fa rkl ı olduğunu b i l i r i m . Homeros'un İlyada 'sı
gi bi üç bin y ı l l ı k meti n ler, ister eski zamanl a ra i ster modern
çağa ait olsun, omuz incin meleri konusunda fik i r verebi l i r.
Anaokulunda öğrendiği m i z masallar hastalık, koma ve dö
nüşüm kavra m l a r ı n ı büyük bir i ncel ikle ele alır. Plasenta ile
göbek bağı n ı ortadan kaldırma yöntem leri miz üzerinde dü
şünürken , bedenleri mize tatbik ettiği m i z gelenek lerin muh
teşem çeşitl i l i ği beni çok etkilemiştir. Mücadele ve kurtuluş
mitleri , dünya n ı n dört b i r tarafı ndaki o rtopedi koğuşlarında
anlatılan iyi leşme öykülerinde ya nsımasını bulur.
B i r ya zı türü olarak "deneme'' , "denemek" sözcüğünden
gel ir; ben de bu kitabın her bölümünde, vücudun bir parçası nı
olası p e k ç o k b ak ış açısınd a n sadece birine göre i ncelemeyi
dened i m . Gen i ş kapsa m l ı olması mümkün deği l d i ; ne de olsa
vücudumuz bir yığın parçadan ol uşmuş b i r bütün ve bunların
her b i r i n i etkileyen pek çok hastal ık var. Bölümleri, anato m i
kitapları ndaki gi bi tepeden tırn ağa doğru s ı ralad ı m ama s i z ,
istediği n i z sı ray l a ok uyab i l i rs i n i z . Yi ne de en uygun yak l a ş ı m
muhtemelen tepeden tırnağa doğru gitmek, ben imle birli kte
vücudu bir uçtan diğerine kat etmek ol acakt ı r.
H ayat ımı tıpla kazanıyorum ama hek i m l i k yap m ak
bana ay nı zamanda insan deney i m i konusunda b i r dağa rcık
Ö NS Ö Z
kaza n d ı rd ı . Zaaflarımızı ve güçl ü yönleri m i z i , kutlamaların
yan ı s ı ra h ayal kırıklıkları mızı hatı rlatan olay l a rla her gün
karşı l a ş ıyorum . Bir klinik açmak, insanların sadece beden i n
de deği l , h ayatında da yolculuğa çıkmak gi bidir. M ı ntıkayı
genel l i k l e iyi bilirim ama i l k kez ayak basılacak baki r kal m ı ş
yerler h e r zaman va rd ı r ve h e r g ü n yen i bir panorama yakala
rı m . T ı p mesleği yalnızca vücudun böl üm leri a rasında çıkılan
b i r yolculuk deği l , ayn ı zamanda hayatın olasılıklarına d a i r
b i r keşif gez i s i , insana dair bir maceradır.
Ruh Cerrahisi
.;ı
��
. ,,
RU H C E R R A H İ Sİ 9
İki başparmağı n ı , bir kitabın sayfalarını aralarmışçasına bey
nin yarıküreleri arasına soktu . O rtadan geçen birleşi m yeri n i n
geri sinde, gri b i r bezelye tanesi n i andıra n küçük b i r yumru
gösterd i . " İşte burad a , " ded i . " Ruhun maka m ı . "
Yı l l a r sonra beyin cerrahisi asistanlığım sırasında h e r gün
c a n l ı bey i n lerle çal ışmaya başlad ı m . Ameliyathaneye her gi r
diğimde ayağımdaki plastik saboları mekana h ü rmeten çıka
rası m gel i yord u . Akustiğin de rolü va rd ı : sedye tekerlekleri n i n
tıkı rtısı y a da bir hi zmetl i n i n fı sıltısı mekanda yan k ı l a n ı rd ı
a d e t a . 1 950'lerde j eodezik panellerden i n şa ed i l m i ş , ters çev
r i l m i ş bir kaseye benzeyen odan ı n kend i de ya rık üre şek l i ndey
di. B u ras ı , Soğuk Savaş dönem ine ait radar kubbeler i n i n ya da
D o u n reay nükleer santralinin içeriden kafamda canlanan gö
rüntüsü gi biyd i . Tasarı m ı , o dönemde teknoloj i n i n sunduğu,
sefalet ya da hastalığın olmad ığı yak ı n geleceğe i l i ş k i n va atlere
duyulan i n a ncın somutlaşmış haliyd i sanki.
Fakat yine de çok fazla hastalık va rd ı . Hasar görmüş be
y i n lerle günler, geceler boyu çalıştım ve bir süre sonra bey ni
de yara bere ve kan reva n içi ndeki diğer orga nlar gi bi tedavi
etmeye a l ı ştı m . Kan pıhtılarının suskun bıraktığı felç geç i r m i ş
i n m e k u rba n l a rı va rd ı . Kafata s ı n ı n i ç i n d e sin sice büyüyerek
i n s a n ı n k i ş i l i ği n i yerle bir eden sald ı rgan tümörler vard ı . Ko
m aya gi r m i ş, kataton i k , a raba çarpmış, k u rşun yem i ş , anev
rizması ya da kanaması olan hastalar va rd ı . Zihin ya da ruh
k u ra m l a rı üzerinde düşün meye pek fı rsat bul a m ı yord u m . Ta
ki şefi m olan profesör özel bir vaka için kend i s i ne yard ı m et
memi isteyene dek .
Ellerimi yıkayıp ameliyat önlüğünü giydiği mde o işe ko
y u l muştu bile. "Gel, gel ," dedi ameliyat masasını örten ye ş i l
örtülerin üzerinden b a n a bakarak. "Eğlenceli kısma yetişti n . "
B i r örnek giyi nmiştik: üstümüzde masayı kaplayan yeşil ö r
tüyle aynı ku maştan amel iyat önl ükleri , ağzımızı burnu muzu
kapatan maskeler. . . Ameliyathane ışıkları p rofesörün gözl ü
ğünde pa rl ıyordu. " Kafa tasına pencere açmak üzereyiz. " İşine
10 İ NSA N V ÜCUDU N A S E YA H AT
geri dönüp karşısındaki hemşireyle yeniden soh bete koyuldu;
bir Amerikan savaş fi l m i hakkında konuşuyorlard ı . Testereyle
kafatasım kesmeye başlad ı . I zgara et kok usunu andıran bir ko
kuyla birli kte kem iğin üzerinden d uman yükseliyordu. Hem
şire çıkan tozu bastırıp kemiği soğutmak için kesilen yeri n
üzerine su püskü rtüyordu. B i r taraftan da bir emme tüpüyle,
profesörün görüşünü engel leyen d u m a n ı çekiyordu.
D i ğer ta rafta otura n , yeş i l ye rine m avi cerrahi tak ı m giy
miş anestezist bulmaca çözüyor, a rada bir örtülerin altına eli
n i uzatıyord u . Masaya mesafeli d u ra n b i rkaç hemşire, elleri
arkal a rında, a ral arında fı sıldaşıyo rla rd ı . " Karşıma geç, " ded i
profesör, başıyla masanın diğer tarafı n ı işaret ederek . Gös
terdiği yere geçt i m , hemşire emme tüpünü elime tutuşturdu .
Hastayla -ad ı n a C l a i re diyel i m- daha önce tanışmıştım ve
ted aviye yanıt vermeyen ağır epilepsiden mustarip olduğunu
biliyo rd u m . Masada, pek a l ı ş ı ld ı k olmasa d a , tümör ya da
travma hastası deği l , dokularında elektri ksel dengesizlik olan
bir h asta yatıyo rd u . Yapısal olarak normal ama i şlevsel açı
dan fazla hassas olan bey n i sara nöbetleri n i n kıyısında gezi
nip d u ruyord u . Normal bey i n etk inliğinin -d üşünme, konuş
ma, h ayal güc ü , duyulan ma- bey i nde müziğin ritmi gi bi akıp
gittiğini düşündüğümüzde, nöbetleri patlama tarzında sağı r
edici parazitlere benzeteb i l i riz. Bu nöbetler C l a i re için o denli
zorl ay ı c ı , korkutucu ve güçten düşü rücüyd ü ki onlardan k u r
tulmak için hayati risk taşıyan bu ameliyatı kabul etmişti .
" Temizle," dedi profesör. E l i mdeki emme tüpünü cerrahi
testere n i n üzeri ne doğru tutmam için kayd ı rd ı . " N ö rofi zyo
logl a r nöbetlerin tam şuradan kaynaklandığını söylüyorl a r. "
Kafata s ı n ı n üzerine forsepsle h a fi fçe vurd u ; porselen üzeri ne
d üşen bozuk p a ra sesi gibi b i r ses duyuldu. " N ö betlerin kay
nağı i şte burası . "
" Ya n i nöbetlerin kaynağını kesip çıkaracak m ı y ı z ? "
" Evet a m a o d a k , konuşma a l a n ı n a ç o k yak ı n . H a sta ame
liyatta n sonra konuşamazsa bize müteşek k i r kal mayacaktı r. "
RUH CE R R A H İ S İ ı 1
Profesör kafatasım kestikten sonra, bisiklet tekerleği n i
sökmek için k u l l a n ı l a n a benzer k ü ç ü k manivel alarla kem i k
p a rça s ın ı kapak gi bi kaldırd ı . " Sakı n kaybetme, " deyi p kem i
ğ i hemşireye verd i . Açtığı pencere yaklaşık b e ş s a n t i m çap ın
dayd ı ; kafatasının altı nda, isti ridyenin iç y üzeyi gi bi p a rlak
ve yarı sayd a m koruyucu bir tabaka olan dura mater ortaya
ç ı k m ı ş t ı . Profesör bu tabakayı da kaldırd ı . Yüzey inde k ı r mızı
m o r lifler hali nde i lerleyen kan d a m a rlarıyla, sular çekildiğin
de kumsalın nervürlü görüntüsünü andıran pembemsi krem
rengi dok uya baktı m . Bey i n , hasta n ı n her kalp atışıyla, nabız
dalgası gi bi gibi yavaşça kabarıp i n iyord u .
Profesörün dey işiyle işin eğlencel i k ı s m ı n a gel m i ş t i k .
Anestetik d o z u yava ş yavaş azaltı ldı, Claire inlemeye başla d ı .
Gözlerini kı rpıştırd ı , derken açt ı . Ameliyat örtüleri kaldırı l d ı ;
kafatasına yerleşti rilmiş çel ik vidaları artık görebiliyord u k .
Konuşma terapisti , öne eği l d i ği nde Clai re ' i n y ü z ü n e yak ı n
o l a b i l mek i ç i n sandalyesini ameliyat masası n ı n yan ı n a çekti .
Terapist, Claire'e ameliyathanede olduğunu, başını oynata
m ayacağı n ı , kendisine b i r dizi kart göstereceğin i , her bir nes
nenin adını ve ne işe ya radığı n ı söylemesi gerektiğini a n l a ttı .
B a ş ı n ı k ı p ı rdatamayan Claire homurdand ı . Derken başladı
l a r. C l a i re sakinleştiricilerin etk isi nde olduğu n d a n , kel i meleri
uzatarak , adeta dünyevi olmaya n bir sesle konuşuyo rd u . Ka rt
l a rd a çocuk kitaplarındakine benzer resimler va rd ı . " S a a t , "
ded i , " za m a n ı gösteri r. " "Anahtar, " ded i , " k a p ı y ı açar. " Basit
nesnelere ait peş peşe gösterilen resimler d i l le ilgili ilk a n ı l a rı
n ı çağı rıyord u . Bütün dikkatini vermiş, kaşlarını çatmıştı ; a l n ı
terden p ı r ı l p ı r ı l d ı .
O s ı rada profesör de testereyle bisturiyi b ı rakıp e l i n e s i n i r
uyarıcısını alm ıştı . Nefesi n i tutup beynin yüzeyine nazikçe do
kunmaya başladı . Bu noktada gösterişe, şakal a ra ya da geve
zeliğe yer yoktu; bütün dikkati n i , a ralarında b i rkaç mili metre
olan iki çel ik uca vermişti . Uya rıcıdan gelen elektriği n etk isi
en düşük düzeydeyd i , cilde uygulansa zar zor hissed i l i rdi a m a
12 İ NSA N VÜCU D U N A SE YA H AT
beynin hassas yüzeyinde h issedilen etki çok beli rgindi. Uyarıcı
normal işlevi bozan bir elektri k fı rtınasına neden oluyordu. Et
ki lenen beyin bölgesi küçük olmakla b i rl i kte, mi lyonlarca sinir
hücres iyle bunların bağlantılarını kapsayacak kadar genişti.
" Hala konuşabildiğine göre bura s ı konuşma alanı deği l , "
ded i . " O halde keseb i l i ri z . " U yarıcıyla az önce dokunduğu
yere üzerinde bir sayı o l a n , pula benzer küçük bir etiket yer
leştird i . O bir sonraki bölgeye geçerken, hemşirelerden biri
etiketin üzerindeki say ı y ı dikkatle kaydetti . Profesör bu işle
me " h a ritala m a " diyord u : İ ns a n bey n i h a ritası çıkarı l ma m ı ş ,
cerrah i keşfe açık bir ülkeyd i . Yüzeyde dikkatle geziniyor, böl
geleri nu m a ralandırıyor, kaydediyo rd u ; siste m l i çal ışma ve sa
bır gerektiren bir işti . Tuvalete gitmek ya da bir şey ler atıştı r
mak için bile hastayı b ı rak m aya ya naşmadığından, a ral ıksız
on altı saat a mel iyat masa s ı başında k a ld ığına d a i r öyküler
duymuştu m .
" O tobüs, yol . . . yol . . . "
" Konuşma d u rd u , " dedi terap ist b i ze bakıp. " B i r kez daha
deneyel i m m i ? " B i r başka kart gösterd i .
" B ıçak, kes . . . kes . . . "
" İ şte burası , " dedi P rofesör, az önce üzerinden elektri k
ak ı m ı geçi rd i ği yeri işaret ederek . " Konuşma alan ı . " Bölgey i
başka bir etiketle dikkatlice işaretleyip işine deva m ett i .
Etrafındaki dokudan ö y l e y a da böyle fa rk l ı görünmes i n i
bekled iğim konuşma al a n ı n ı dikkatle i n celed i m . Sesi çıkaran
ses tel leri ve boğazdı a m a sesin kaynağı burasıyd ı . Konuşmay ı
m ü m k ü n k ı l a n , tam b u noktadaki nöronla r a rası bağlantı l a r,
ateşlendikleri s ı rada oluşan örüntülerd i ; o nedenle buraya be
y i n ce rrahi s i nde " konuşma ala n ı " den iyord u . A m a dışarıdan
bak ı l d ığında, bu korteks p a rçası n ı n ne ay ı r t edici b i r özel l i ği
va rd ı n e de C l ai re ' i n d ı ş dünyaya a ç ı l a n konuşma kanalı oldu
ğuna d a i r bir iz.
T ı p fak ültesinde öğrenciyke n b i r bey i n cerrah ı bize be
y i n tümörü ameliyatından slaytla r göstermişti . Ö n s ı radan el
RU H C E R R A H İ S İ 11
k a l d ı ra n biri , bunun pek de zarif bir işlem gi bi görünmedi
ği n i söyled i . "İnsanlar beyin cerrahlarında el beceri s i n i n çok
gel i ş k i n olduğunu düşünür, " d i ye ya nıtladı cerrah, " a m a a s ı l
ince i ş i yapa n l a r plastik cerrahi v e mikrodamar cerrah isiyle
uğraşanlard ı r. " Duva ra yansı ttığı slayta işaret ett i : ha sta n ı n
bey n i nden b i r d i z i anten gi bi çelik çubuklar, klempler ve teller
çıkıyo rd u . " Geri kalanımızın yaptığı iş daha çok bahçıva n l ı k . "
C l a i re yen iden uyur uyumaz profesör bey n i n epilepsiye
neden o l a n bölümünü kesip çıkard ı . " Peki o bölge ne i şe ya
rıyord u ? " diye sord u m . " H içbir fi krim yok , " dedi omuz s i l ke
rek , " tek bildiği m i z konuşmaya yaramadığı . "
" H asta b i r değişiklik fa rk edecek mi ?"
" M uhtemelen hay ı r, beynin geri kalanı uyum sağlayacak-
tır. "
16 İ NSA N V ÜCUDU N A S E YA H AT
Out - P ti nt
Ethnic Minoriti
+- Comiston Ward
18 İ N SA 1' V ( JUJD LI N A S E Y A H AT
sonra , ben ya da hemşirelerden b i r i onunla konuşmak için
oda s ın a gi rdiği m i zde, daha önce boş bakan yüz i fadesi deği ş
meye başlamıştı . Yen iden d i rildiğine bir türlü i n a n a m ayan bir
Lazarus gibi hayata büyük bir ş a ş k ı n l ı k l a bakıyordu adeta . İki
hafta sonra konuşmaya başlad ı .
20 İ N S A N V ÜCUDU N A S E YA H AT
" şok u ygulaması " n ı n , hastaların dünyayl a yeniden etkileşime
geçmesini sağlamadaki başarı o ra n ı n ı n y üzde 50 old uğunu id
dia ediyord u . Kafu r yavaş etki göstere n , nahoş b i r tedaviydi .
Nöbetler bazen ağrı l ı kas içi enjeksiyondan ancak üç saat son
ra başlıyord u . Meduna bunun üzerine çok daha hızlı etki gös
teren a m a korkunç ya n etkileri olan Cardiazo l adlı i laca geçti .
Cardiazol kas spazmlarına ve şiddetl i b i r p a n i k duygusuna
neden old uğu halde 1 930'l u y ı l l a rda Avru p a ' n ı n dört bir ya
n ı nda psikiyatristler, k atatoni k h a stal arın tedavisinde bu i l aç
la uya r ı l a n nöbetlere i l i ş k i n deneysel çalışmalar yapıyorla rd ı .
1930' l u y ı l l a r beyi n üzeri nde pervasız deneylere sahne
oldu. İlk loboto m i ler yap ı l d ı ve " n ö rolo j i " ile "psik iyatri "
a rası nda, bey i n hasta l ı k ları i l e z i h i n sel h a stal ı k l a r a rasında
gel işen ay rımı yansıtan b i r bölünme oldu. Psik iyatri alanın
da çal ışanlar, bu disiplini, her y ı l yeni tedavilerin gel iştirildiği
" fiziksel " tıbbın diğer d i s i p l i n leriyle daha denk konuma geti r
mek içi n bir şey ler yap ı l ması gerektiği n i h i ssediyorla rd ı .
Ro ma'da çalışan i k i İtalya n psik iyatrist -Ugo Cerletti ve
Lucio B i n i- 1 934'te, nöbetleri uya r mak için Cardiazol yerine
elektrik akımıyla deneyler yapm aya ha ş l ad ı l a r. İlk deneme
lerinde köpeklerin ağzına ve makatına elektrot ye rleşti rerek
elektrik akımı verdil er. Köpekleri n çoğu ö l ü nce B i n i , kalpten
geçen elektrik ak ı m ı n ı n ö l ü mcül kalp durmasına yol açtığı n ı
anlad ı . Bunun üzeri ne, Rom a 'daki mezbah alarda domuzları
öldürmeden önce sersemletmek için k u l l a n ı l a n yöntemden
esinlenerek , ak ımı iki şakak arasından geçirmeye başlad ı .
İ k i araştı rmacı n ı n , b i r i n sanı öldü rmeden epi leptik nö
bet başl atabi lecek doğru voltaj ı ve akımı bel i rlemesi biraz
zaman ald ı . 1 93 8 'de Mussolini politik muhali fleri deli o l a rak
s ı n ı fl a nd ı rı yo r, Hitler epilepsi ve ş i zofreni ha stal arın ı ve alko l
bağı m l ı l a r ı n ı k ı s ı rlaştırıyord u . Cerletti ' n i n b i r faşist dergiye
abone old uğu rivayet ed i l i r. Cerletti ile B i n i ' n i n seçtiği i l k has
ta da bu zeh i rl i politik mantığın sonucuyd u . Daha sonraki b i r
22 İNSAJ\: V LIC:LID U N A SE YA H AT
lobotomi k u rba n l a rı n ı n da b a ş ı n a gel iyordu) . Cerletti i l e
B i n i , şi zofrenide de on i l a on i k i seans EKT uygu l a n m a s ı n ı
tavsiye etmişti fak at ç o k geçmeden yüzlerce sea n s l ı k tedavi
ler uygu l a n ı r oldu ve endikasyon alanı depresyo n , anksiyete ,
obsesi f-kompülsif bozu k l u k , hipokond riyaz, madde bağı m l ı
l ı ğı , a l kol i z m , anoreksi ve konversiyon bozukluğunu (psiko
somatik bel i rtilerin aşırı biçimde ortaya çıktığı bir du rum)
kapsayacak şek ilde gen işled i . Yön tem çocu k l a rda da denendi
ve ay rıca eşcinsel l iği " tedavi etmek " için k u l l a n ı l d ı . ABD 'deki
eyalet akıl ha stanelerinde yemeği n i biti rmeyen ya da tehditkar
davra n ı ş l a r sergi leyen hasta l a r ı n cezalandırılması amacıyla
k u l l a n ı l d ı ğı n a dair bildirimler gel iyord u . EKT özel l i k l e yeter
li süre antidepresan i l aç almaya yetecek sağl ı k sigortası ol
mayan hasta l a rda ve koğu ş l a rda i şgücü mal iyetini düşürmek
için tavsiye ed i l i yord u . Ta rtı ş m a l ı bir p rogra mda tekra rl anan
EKT sean s l a r ı , sak i n leşti rici ver i l m i ş ha stada b i l i şsel işlevi
bebek teki düzeye indi rmek amacıyla uygu l a n ı yord u . Hedef,
birey i n "örüntüsünü bozmak" ve psikopatoloj i n i n ol madığı
" beya z b i r sayfa " i l e sil baştan başl a m aktı . Daha sonraları
progra m ı n ya ratıcısı Ewen Came ro n ' ın , EKT k u l l a nı l a n " be
yin y ı k a m a " tek n i kleri gel i şti rmek için C IA'den ödenek aldığı
ortaya çıktı .
24 İ NSA N V Ü C U D U N A S E YA H AT
Sinirbili mciler, bey n i n elektriksel çıktısındaki küçük deği
şimleri saçlı deri n i n yüzeyinde ö lçerek grafi k h a l i nde veren
elektroansefalogra m l a rl a (EEG) beyin işlevini i nceleyeb i l i rler.
Nöron işlevi n i n hassasiyetini EEG i l e a n lamak, bir şeh i rde
ki sosyal i l i şki leri çözmek için şeh rin üzerinde bombardıman
uçağı y l a uçmak kadar duyarlı olabil i r ancak . Bunu n l a birl i k
t e , t ı p k ı uçak l a e l d e e d i l e n gö rüntüler gi b i , E E G de i ş e ya ra r
bilgi veri r. Nöbetler s ı rasında, beyindeki hücre ağları kaotik
bir taşk ı n l ı k l a patlar; EEG ' n i n d i nlenme halindeki munis kıv
rı m l a rı ansızın sivri l i r, beyn i kasıp kavuran bir ateş fı rtınası
nın alevleri gi bi çenti k l i bir görünüm kazanır.
O l ağan bir EKT uygulamasında ( B ritanya ve ABD'de altı
ila on iki seans) tedaviler arasında bey i n dalgaları yavaşlar,
nöbeti başl atmak için gereken voltaj ve akım artar. Nöron l a r
birbiriyle sinaps denen mikroskobik a ra l ı k l a r üzerinden , çok
küçük mi ktarl a rda sal ıverilen nörotra n s m i tter adlı ki myasal
maddeler a racıl ığı y l a i l etişim kur a r. Hayva n çal ışmaları, EKT
ted avisi sırasında seanslar i le rledi kçe nöronla rı n , nöbetleri
bastı ran nörotransmitterlere giderek daha duya rl ı , nöbetleri
alevlendiren nörotransm itterlere ise daha d i rençl i hale geldiği
ni göstermiştir. Sanki beyin nöbet gel işme ihtimal i n i azaltmak
için kendi ki myasını değiştirir. Bey i n ki myasındaki bu deği
şim, z i h i n sel ve duygusal deney i m lerde, çok iyi a n l a ş ı l a m a m ı ş
ama i stikra rl ı biçi mde tek rarl a n a n deği ş i k l i kler ya ratır.
Peki , bey n i n elektri ksel durumunu deği şti rmek aşırı zihin
sel bozuk l u k l a rd a nasıl işe yarar? Fayd a sağlayan şey elektrik
enerj i s i n i n kend isi m i d i r, nöbetlerin neden old uğu nörotra ns
mitter deği ş i k l i kleri m i yoksa ted av i n i n yarattığı koş u l l a r m ı ?
EKT bellekle ilgili nöro nl ar arası bağlantıların bir k ı s m ı n ı bo
zar ve tedavi zamanına yak ı n a n ı l a rda kayıp yaşanabi l i r. K i m i
psikiyatristler a n ı la rdaki bu kay b ı n , E K T ' n i n tedavi edici etk i
lerinden kısmen soru m l u olabi leceği n i i leri sürmüştür (ve bazı
hasta l a r, işlemin amacı n ı n kötü a n ı l a rı n ortadan kald ı r ı l m a s ı
olduğu i n a n c ı y l a ted aviye gi r m i ştir) . K i m i psikiyatristlerse
NÖBET L E R, K U T S A L L I K V E PS i K i YAT R İ 27
" Ben i y i y i m , " dedi asabi b i r ses tonuy l a , " Kend i m bece
rebi l i ri m . "
"Nereye kaybolmuştu b i l m iyoru m , " dedi karısı, " a m a
d ö n m ü ş o l masın a sevi niyoru m . "
E K T hakkında başkalarıyla konuştukça, Bay Edwa rd s ' ı n
k i n e benzer öyküler d i n l i yord u m . B i r a rkad a ş ı m , EKT' n i n
büyü k a n nesine n e kadar faydası dokunduğunu, b i r başkası
E K T ' n i n amcasının hayatını nasıl kurtardığı nı anl atıyo rd u .
E K T sosya l , psikolo j i k ve nöroloj i k açıdan etk i l i b i r tedav i d i r.
B i l i n ç bulanıkl ığına ve hafıza kaybına yol açabi l i r, düşünce
l e r i n tutarl ı l ığını bozab i l i r. Ancak insanı işlevsiz kılan derin
b i r m utsuzl uğa gömülüp kalmışsanız düşünce tutarl ı l ı ğı n ı n
bozul ması sizin için bir rah atlama bile olab i l i r.
Depresyonun "psikotik" köken l i olduğu ( i ç i n i n çürüdü
ğü gibi asılsız düşünceleri olan) ya da " h a rekets iz" (sessi zce
oturup duvarı seyreden) vakalar, EKT'den en çok fayda gö ren
hastalard ı r. Bay Edwards da en fazla yarar görmesi bek lenen
grupta n d ı . Eğer mutsuzluğunuz, sürekli gel iştirilen keder ka
taloğundaki diğer ba şlıklardan biriyle uyumluysa ( günümüz
de U l uslararası Hastalık Sınıflama sında F.32-F.39 a rasında l i s
telenen y i r m i i l a otuz civarında böyle başlık va rd ı r) EKT' n i n
fayd a sağl a m a ihtimali daha d üşüktür. O n yıldan uzun s ü re
dep resyon atakları geçiren Lucy Tallon, mukaddes b i r tec
rübeyi ima edercesine, E K T ' n i n nasıl da " mucizev i " etk i l e r
gösterdiğini yazmıştır. Tallon söylem i n i , ş o k tedav i s i n i n b i r
başka ta raftarı olan ve EKT'nin "depresyonun karanl ığı n ı ay
d ı n l ı ğa çev i rdiği n i " i fade eden Carrie Fisher'dan yaptığı al ı n
tılarla destekler.
Ancak, EKT ile ilgili yay ı m lanan her o l u m l u deney i me
karş ı l ı k , görünüşe göre i k i ya da üç olumsuz deney i m söz konu
sudur. Dahası, ağır psikotik dep resyonu olan, ya n i tedaviden
en fazla fayd a görebilecek kişi ler, öyküleri n i paylaşma eği l i m i
belk i de en düşük olanlard ı r. Ay rıca Plath ' ı n Cam Fanus'ta
açıkladığı gi b i , doktorların hastalarıyla nasıl konuştuğu , ne
28 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YAHAT
denli m üşfi k ve destekleyici davra n ı p hangi ölçüde empati
kurabildikleri de iyileşme s ü rec i n i , uygula na n fiziksel tedavi
kadar etki leyeb i l i r. Bu açıdan bakıldığında, p s i kiyatri a raştı r
malarında giderek daha fazla kabul gö rd üğü üzere, en büyük
fa rkı ya rata n , tedavi deği l tedaviyi uygu layan terapisttir.
Psikiyatrinin pek çok alanında olduğu gibi bu konuda da
ilk sözü söyleyen Freud olmuştur: " Kendi n i z de dahil bütün
hek i m ler, öyle bir n i yetiniz olmasa bile, farkında dahi olmak
sızın sürek l i psikoterapi uygu l a m aktası n ı z . " Nöbetlerin kut
sal b i r tarafı yoktur a m a iyi bir doktor-hasta i l i ş k i s i n i n kutsal
bir tarafı olabil i r.
Eski Yun a n düşü ncesine göre görme, gözün içi ndeki ilahi ateş
sayesinde m ü m k ü n d ü ; mercek, enerj i y i ışın hal i nde d ü n yaya
akta ran bir tür i lericiyd i . Şömine ı şığında göze ya nsıyan alev
p ı r ı l t ı l a rı d a , iki bin beş yüz yıl önce Yu nan ozan ve fi lozof
Em pedok les ' i n öne sürdüğü bu kuramı doğru l a r gö rün üyo r
d u . K ı smen, gözü ay ve güneşle karşıl aştıran b i r dizi meta
fo rd an yararlanarak şöyle ya z m ı ştı : "Yolunu alev i n ışığıyla
34 İ N SA !'\ V CI C l l Dl l N A SE YA H AT
ayd ı n l atmak için nasıl ateş yaka rsa ins a n . . . kadim zamanların
Ateşi de gözbebeği n i n yuvarlağı nda öyle saklıdır işte . "
İ k i a s ı r sonra Platon da ay n ı şey leri düşü nüyord u ; ancak
ışığın i ster göklerde olsun ister yerde, benzers i z bir şek i lde ay n ı
kanun l a ra uyduğuna i n a n a n Ari stoteles b u kuramı sorgul a
maya b a ş l a m ı ş t ı . M a d e m k i gözle rimiz dünyaya ışık veriyord u ,
o halde neden karanlı kta göremiyord u k ? O n üçüncü yüzyılda
İngi l i z fi lozof Roger Bacon daha tem k i n l i b i r fik i r öne sürd ü :
Ru h mercekten geçerek izdüşü müyle d ı ş dünyayı " y üceltiyor"
ama d ı ş dü nya da kend i n i gözleri mize geri yansıtıyord u .
O n yed i nci yüzy ı l a gel i nd i ğinde gö rmeye d a i r k l a s i k
bak ı ş a ç ı s ı etki s i n i yitirmeye h a ş l a m ı ş t ı . I ş ı ğ ı n ne olduğunu
anlamak ve açıklamakla uğraşan gö k h i l i mci ler, yı ldızları
daha iyi kavrayabil mek için gözle i l gi l e n i yorl a rd ı . G i zem
ci-gökhi l i mci Johannes Kepler, reti n aya d üşen görü ntünün
nasıl baş aşağı ve a rkadan öne doğru ya nsıdığı n ı ya zan i l k
kişid i r. l saac Newton gezegenlerin güneş etrafındaki hareke
tini i ncelerke n , kendi görme beceri s i n i s ı n a m ak için çarpıcı
deney ler yapmıştır. Uzun, ucu kö r, tığ benzeri b i r aleti gö
züyle ke miği n arasından kaydı rarak göz yuvasına sokup sağa
sola çev i rdiğinde görmes i n i n nasıl bozu lduğunu a n l a tmıştı r.
Bu konudaki anlay ı ş Newton 'dan sonr a , kuantum teorisi ve
Einstei n ' ı n görel i l i k teori leri n i n ışıkla i l gi l i kavrayışı mızı tek
rar değiştirmeye haşladığı yirmi nci yüzy ı l a dek pek fa zla i l e r
leme kaydetmemiştir.
Bu kitabı gün ı şığında okuyorsanız, retinanıza ulaşan fo
tonlar sadece sek iz buçuk dakika önce, gü neşin çekirdeği nde
nükleer füzyonla ortaya çıkmıştır. Ay nı fotonlar beş dakika
önce Merkü r'ün yörüngesinden geçiyor, iki buçuk dakika önce
Venüs'ü geride bı rak ıyordu. Yol u dünya ile kesişmeyen ler yak
laşık dört dakika sonra Mars'ın , bir saat kadar sonra Satürn'ün
yörüngesinden geçecek . Uzaydaki bu yolcul uğun ardından
gü neşin beyaz ışığı, hiç deği şmeyen bir süre zarfında (çünkü
( , O Z : c ; () R .\ I F l\: İ N RO N F S A N S I .1 5
Einstei n'ın ortaya koyduğu üzere , ışık hızında seyahat zama nı
durd u rur) etrafımızdaki dü nyayı sarıp sarmalar ve çok renkli
bir saçıl ı m a uğrar. Saçılan ışık saydam tabaka ve mercekten ge
çip reti nanın güvenlik ağına düşer. Bu çarpmanın etkisiyle açı
ğa çıkan enerj i , ağ tabakadaki p roteinlerin kıvrılmasına neden
olarak zincirleme bir reaksiyon başlatır ki bu, eğer yeterl i sayıda
proteinde kıvrı lma ol ursa tek bir retina sinirinin ateşlenmesi ve
tek b i r ışık zerresi nin algılanmasıyla sonuçlanır.
A ğzı m ı zdaki şey i n tadın a bakab i l i r, ulaşabi leceği m i z me
safedeki b i r cisme dokunab i l i r, yüzlerce metre öteden kok u
alab i l i r, k i lometrelerce ötedeki sesi duyab i l i riz. Ancak güneş ve
y ı l d ı z l a rla i leti şimi mizi sağlayan sadece görme duyumuzdur.
36 İ N S A N v lı c U D LI N A S E YAHAT
O ftalmoloj i eğiti m i m i , egzotik karma bir ismi olan yete
nekli cerrah Hector Chawla 'dan ald ı m . Chawla, oftal mologla
rın gözküresini " glob" olarak adlandırmasına karşılık, gözün
biçi minin aslında bir gezegenden çok derin bir konyak kade
hine benzediğine dikkat çekmeyi pek severd i .* Gözün uzantısı
olan optik sinir, beynin derinliklerindeki karanlık gi rinti lere
doğru yol alır; kadehin içiyse ışığa duyarlı sinir liflerinden olu
şan reti na ile sırlanmıştır. Chawl a ' n ı n notl arında mercek , i ris ve
kornea , kadehi n üstünü örten bir kapak gibi görünür.
Pek çok hek i m için oftal moloj i , simya gibi gize m l i b i r alan
dır; fakat Chawl a bize göz muayenes i n i net ve pratik b i r d i l l e
C Ü Z : G Ö R M E N i N RÖ N E S A N S ! .37
anlatmıştı . " O ftalmolo j i genel likle m i stisizm ile günde dört
kez damla damlatmanın b i r karışımı olarak görülür," demiş
ti . " Gözün en mutlu olduğu zaman, kapalı old uğu a n l a rd ı r;
oy sa işe yaraması için açık olması gerek i r. " Gözün i ş levl erini
açı k l a mak için Newton ve Kepler gi bi o da astronomiyle i l gi
l i metafo rlara başvururd u : " Sonsuzluktan gelen paralel ı ş ı k
ı ş ı n l a r ı , t ı p k ı dışbükey b i r merceğin güneş ı şığın ı b i r noktada
top l ayarak kağıt parçasın ı tutuşturması gi bi makülada odak
l a n ı r. " Gözün ön kamarasının deri n l iği n i ölçmek için " ek l i p s
testi " yap mamızı tavsiye ederd i : ay ı n eği m l i yüzeyi gü neşin
ya ndan gelen ı ş ın l arıyla nasıl ayd ı n l a n ı rsa, irise ya ndan tutu
l a n fener ı şığı da gözün d ı şbükey ön yüzey i n i öyle ayd ı n latı r.
18 1 1'\ SA \: \' [I U I Dl l N A SE YA H AT
Borges ' i n fotoğrafl a r ı , yaza rın b i r gözü d ünyay ı sey reyler
ken , d i ğer gözü astral alemde o l a n bitene tanıklık eden o ben
zersiz bakışını gösterir. Görme yeti siyle b i rl ikte renk algı sı nı
da yava ş yavaş yitirmiştir. İ l k kaybettiği ve a rdından en çok
ya s tuttuğu renk kırmızıdır. " Kö rlük" başlıklı denemesinde,
kı rmızının bildiği d i l lerden bazı l a rı ndaki karşı l ı k l a r ı n ı s ı ralar:
'scharlach, scarlet, escarlata, ecarlate' . Zaman içi nde mavi ve
yeşiller birbirine karışmış, sadece sarı ona "sadık kalmıştır. "
Rüyal arında altın sarısını gören Borges el l i y ı l sonra Palermo
hayva nat bahçes i ndeki kapl a n l a r ı ziyareti n i n a rdından, Kap
lanların Altını adı altında bir a raya geti rdiği , görme yeti sini
yitirmesine ağıt n i teliğindeki ş i i rlerini ya zmıştır ama d i ğer ya
zıları körlüğüyle barışık olduğunu düşündürür. " Kör Adam"
adlı ş i i rinde M i lton 'dan açı m l a m a yapar: " Tek rarlıyorum ki
kaybettiği m şey / en beyhude yüzeysel l i klerd i r sadece . "
Kö rl üğü Borges'i mahvedeb i l i rd i a m a o, gö rme yeti s i n i
kaybettiği için b ü y ü k acı çek m i ş olsa d a " i n san hayatı n ı n , hat
ta nes i l lerin ötesine geçen edebiyat" o l a rak ta n ı m l a d ı ğı İngi l i z
dili edebiyatı ile vecde dalmı ştı . Borges k ö r olduktan sonra
İngi l i zcen i n iki kökü -A nglosak son ve Eski Nors- üzerinde
çal ı ş m aya koy u l d u . Buenos A i res'te, U l usal Kütüphane'deki
ofisinde öğrencileri etrafı n a toplayıp başka bir kıranın orta
çağ klasikleri n i n -Beow u l f; Maldon Muharebesi; Eddas Des
tan l a r ı ; Vol sunga Sagası- okund uğu sea n s l a r d üzen l i yord u .
Öğrencileriyle yaptığı b u dersleri , " H e r sözcük, kazıp ç ı k a r
dığı m ı z bir tılsım gibiyd i , " diye anlatır. " Öyle k i neredeyse
sarhoş oluyorduk . " Nasıl takı myıldızlar sadece kara n l ı kta
görünebil iyorlarsa Bo rges de yavaş yavaş çöken gece karan l ı
ğ ı gi b i ilerleyen körl üğü sayesinde edebiyatta h a l a a raştı rması
gereken ne kadar çok alan olduğunu görmüştür.
c ; () Z : G ÖR M E N İ N RÖN E SA N S! 39
deği l d i ; çocu klardaki kanserlerin tedavisiyle uğra şıyord u .
B a z ı hastalarında sağkalım oran ı n ı n , en iyi kemoterapi ve
radyoterapiye rağmen yüzde 50'nin altında olduğunu söy le
m i ş t i . M üşfi k , yetenek l i , mesleği ne tutkuyla bağlı bir insandı
a m a b i r çocuk öld üğü nde ebeveynler suçlayacak b i r i n i a rad ığı
i ç i n sık sık dava ed i l i yord u . B i r keresinde, " B u hep olur, " de
mişti bana, bir başka dava tebl igatı n a şöyle b i r göz atarke n .
" İ nsanlar acıdan ne yapacağı n ı şaşırır. Neyse, gelel i m sen i n
kariyerine . . . H i ç göz hek i m i olmayı düşündün m ü ? " Dava teb
l igatı n ı kenara doğru ata rken ki yüz ifadesi n i , bir a n l ığına y ü
z ü n ü solduran o tüken mişlik h a l i n i izled i m . " B i r düşünsene,
hastalarına gö rme yeti s i n i bahşetmek ne kadar da muhteşem
b i r şey ! " dedi yüzü aydınlan a rak. Bi rçok göz hek i m i , hafta n ı n
bel l i b i r bölümünü katarakt a meliyatlarına ayırır. "Sana n a s ı l
da m i n nettar kalacaklarını düşü n ! " diye ekled i .
" Kata rakt" , Yu nanca " şelale" y a da "yukarıdan aşağıya
i n e n kale kapısı" (görmey i engelleyen perde) a n l a m ı n a gelen
kataraktes sözcüğünden gel i r. Katarakt, göz merceği n i n say
d a m l ı ğı n ı kaybetmesi sonucu gel i ş i r ve nereden baksa n ı z i k i
b i n y ı l d a n beri cerrahi olarak tedavi ed i l mekted i r. A rkeologl a r
v e tarihçi ler Hindistan, Çin ve Yuna nistan'da yap ı l a n kazı l a r
da korneayı kesmek ve opaklaşmış merceği görüş alanından
çıkarmak için kullanılan yönte mler ya da aletler bulmuştur.
M e rceği n çıkarılması k ı s m i , bulanık b i r görüş sağl a r, ancak
on yed inci yüzyılda merceği n ye ri n i n değiştirilmesi Batıda b i r
hay l i yaygı n uygulanan b i r gi rişim haline gel mişti . 1 722 'de
St Yves ismi nde bir Fransız, ka taraktlı merceği gözün içinde
daha derine doğru İtmektense bütünüyle çıkarmayı başarmış
tır. Günümüzde uygulanan katarakt ameliyatı , bu yöntemde
sadece ufak tefek b i rkaç deği ş i k l i k yapılarak geliştirilmiştir.
A meliyat bir zamanlar, kork unç acı vermesine rağmen göz
küresi kes i l i p mercek dışa rı çıka rı l ı rken başı n ı ve gözünü sabit
tutması gereken hasta n ı n olağanüstü özdeneti m l i olmasını ge
rektiriyord u . A nestetik damlalar ve paral itik i l açlar sayesinde
40 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YAHAT
a rtık hastalar bu acıdan kurtuldu. B i r meslektaşımın yapacağı
katarakt a meliyatına gözlemci olarak katıldığımda hasta n ı n
h u z u r içinde sı rtüstü yata rken, y ı ldızları seyrediyormuşçasına
ameliyathane ışıklarına baktığı n ı gö rmüştüm. Göz a meliya
tı başlamak üzereyken "Ne görüyorsunuz?"d iye sormuştu m .
" Sadece desenler, " diye yan ı tl a m ı ş t ı , " h a reket eden ışıklar ve
gölgeler. Çok hoş . "
Meslektaşım, hastanın gözünü damlalarla uyuşturduktan
sonra, ucu kıvrık tellerden oluşan retraktörleri gözkapaklarının
altına yerleştirip gözlerin iyice açı lmasını sağladı. Göz cerrah
ları el becerisi en fazla olan cerrah l a rdandır; merceği çıka rmak
için gereken i nce hareketler titreyen ellerle yap ı l maz. Sadece
bi rkaç mili metre genişliğindeki, sıva malası şeklinde bir bıçakla
korneanın kenarından küçük bir kesi yapıp kornea i le mercek
arasındaki boşluğu, basıncı korumak için sentetik bir j elle dol
durd u . Kataraktlı merceği tutmasını sağlayacak aletin girişi için
korneanın çevresi üzerinde bir başka noktada farklı bir kesi
daha yaptı ve ardından fakoemülsifikasyon aleti nin ucunu ilk
kesiden içeri soktu. Bu alet içindeki sıvıyı saniyede kırk bin kez
püskü rtüp geri çekiyordu. Sıvının vibrasyon yaratan şoku kata
raktın kale kapısını paramparça etti ve alet bu kalıntıları eşza
manlı emerek ortal ığı temizled i . Geriye kalan mi nicik korteks
parçaları da vakumlandı ve cerrah yeni merceği yerleşti rmeye
hazırlanırken , göz kısa bir süreliğine merceksiz kaldı.
Yapay mercekler, hastanın gözlük reçetesine göre kişiye
özel h a zı rla n a b i l i r ; öyle ki h a sta u y a n dığı n d a h e m gö r m e s i
düzel m i ştir hem de gözl üğe i htiyacı kal m a m ı ştır. İ n ce ve es
nek s i l i kon ya da akri l ikten yap ı l a n bu mercekler· irisin a r
kasında minicik payandalarl a yerine tuttu rulduğu için d i k i ş
atmaya gerek k a l m a z . Cerrah , eği l i p bükülebi l i r merceği puf
G Ö Z : G Ö R M E N İ N RÖ N E S A NS! 41
böreği gi b i ikiye kıvırıp kesi lerden biri nden içeri soktu. Doğru
konumu bulur bulmaz forsepsi gevşetince merceği n destekleri
açı l ı p yerine oturd u . Kataraktl ı mercek alınmış, yen i mercek
yerine konmuş ve bütün işlem sadece altı -yed i dakika sürmüş
t ü . Kesi o kadar küçüktü ki d i k i ş atmaya bile gerek yoktu.
42 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YAHAT
algı l a m a biçimine meydan okumaktı; ortaya çıkan ufuk açıcı
çal ı ş m a sanat eleşti rmenliğini yen i den tan ı m l ad ı .
Berger'ın Katarakt a d l ı k i tabı n ı n bendeki kopyasının a rka
kapağı nda Wi l l i a m Blake ' i n şu ünlü özdeyi ş i var: "A lgı n ı n ka
p ı l a rı temizlen seyd i her şey insana olduğu gibi görünürd ü :
Sonsuz . ,, . Yazarın ameliyattan sonra d i kkatini çeken i l k de
ğişi k l i k lerden biri , sanki bütün y ü zeyler ı ş ı k l a yıkanmışçası
na her şey i n yen i l iği ve dünyaya bahşed i l m i ş bir "ilk o l m a "
n itel iğidir. İkinci fa rk ettiğiyse ne kadar ç o k mavi old uğud ur;
magenta, gri ve yeş i l i n içinde bile, o güne kadar mercekteki
opasi telerden geri seken m avi va rd ı r. Bu mav i l i k " gökyüzü,
yeryüzünün diğer renkleriyle o l a n randevusunu hatırlamı ş
ças ı n a " yazarın mesafe duyusunu yeniden canland ırır ve b i r
kilo metre gi b i , b i r santi metre de d a h a u z u n görünür. N a s ı l
ki bal ı k doğal orta m ı nda s u y u n içi ndeyse Berger'a göre in
san olarak bizler de ışığın içindeyizdir. Kataraktı unutka n l ı k l a
karşılaştıran Berger, katarakt amel iyatı n ı , onu çocukken z i h
nine kaydettiği i l k renklere g e r i götüren b i r tür " görsel röne
sans" olarak tan ı m l a r. Asıl doğa s ı , ışığı n vaftiziyle yen iden
dünyaya gelen beyazların saflığı, siyah ların ağırlığı ona daha
da çarpıcı görünür.
Berger'ın denemesinde, sözcüklere Tü rk çizer Selçuk
D e m i rel ' i n karikatürleri eşlik eder. Sondan bir önceki sayfada
yer alan çizimde, kol l a r ı n ı birbirine dolamış yan ya n a duran
bir çift gece gökyüzünü seyrederken, daha uzun boyl u o l a n ı ,
b i r y ı l d ı z ı y a da gezegeni işaret etmekted i r. Fakat her i k i fi gü
rün başı ve yukarıdaki gökci simle ri gözküresi biçi m i nde çizil
m i ş , ı ş ı k veren güneş ve yıldızlar meta morfoz geçirip ışığı a l a n
orga n l a ra dönüşmüştür. Borges ' i n b ü y ü k küreleri gi bi o n l a r
da yer yüzü ndeki figürlere, uzay ı n deri n l iklerine, hatta edeb i
yatın h a l a keşfedil meyi bekleyen sonsuzluğuna doğru bakar.
' Aldous Huxley bu sözceyi Algı Kapıları adlı kitabında tekrar kullanmıştır.
Eyeless in Gaıa [Gazze 'deki Kör] kitabı adını Milton'ın görme yetisini yitir
dikten yirmi yıl sonra yazdığı Samsan Agonistes adlı dramından alır.
G Ö Z : G Ö R M E N İ N RÖ N E S A N S ! 43
BİR BA H A R G Ü N Ü Berger'ın Fra ns a 'daki evıne davet ed i ld i m .
1 960'larda yazdığı A Fortunate Man - The Sto ry of a Country
Doctor [ Tal i h l i Bir Adam - B i r Köy Heki m i ] adlı k i tabı ve
gör m eye dair benzersiz bak ı ş açısıyla ilgili soru l a r sormak
için ona yazm ıştım. Bir a raya geldiği m i zde ışık ve kara n l ı k ,
a m a l ı k ve görme, kö rl üğün Borges ' i n a s ı l o l u p da ayn ı a n d a
hem özgürleştirip hem de tutsak ettiği üzerinde tartıştı k .
Buluştuğumuz Yer Burası (Here I s Where We Meet) a d l ı
kitabında, Borges'in Cenevre'deki mezarına yaptığı ziya reti
a n l a ttığı bölümden bahsett i . Borges ergenlik çağı n d a , göz he
k i m leri n i n ününden ötürü kentin çekicil iğine kapılan baba
s ı y l a b i rl i kte Cenevre'ye gel mişti. Sene 1 9 1 4'tü ve sava ş Borges
ailesinin de kapana kısıldığı Avrupa 'yı kasıp kavuruyord u .
Genç Borges Cenevre'yi severek büyüdü ve Berger' ı n anl attığı
öyküye göre beka retini burada bir hayat kadı n ı n ı n kollarında
yitird i (babası n ı n da ayn ı kadı n ı n müşterisi olduğundan şüp
heleniyordu) . 1 986'da öl mek i ç i n yine Cenevre'ye geld i . Son
yolculuğu na eşlik eden yen i eşi Maria Kodama ayn ı zamanda
Buenos A i res'teki U l usal Kütüphane'de onu kolundan tutup
44 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YAHAT
kitap l a b i rentinde gez i n mesine yardımcı olan genç kadınlar
dan bi riyd i .
Berger'ın saygılarını s unmak i ç i n gittiği kabristandaki
mezar taş ı n ı Koda m a seç m i şti . Üzerine Anglo-Sakson şiiri
Maldan Muha rebes i 'nden b i r dize kazın m ı ştı : " A nd Ne Forh
tedon Na" Sakın Ko rk m a . Meti n , denizden gelen Vi kingleri
-
Y Ü Z : G Ü Z E L F EL Ç 47
yirm i-otuz civarında yüz diseksiyonu yapmışımdır ama bunun
bana sağladığı ay rıcal ık hissini hiçbir zaman kaybetmed i m .
Yüzü katman katman kaldırarak incelemek, yaşamı anı msatan
ciltten derine , ölümün si mgesi olan kafatasına doğru uzanan
b i r peyderpey aydınlanma süreciyd i . Yüz kasları n ı n narinl iğiyse
hassas ve saygılı davran mayı zorunlu kılıyordu.
48 İ N S A N V Ü C U D UN A S E YAHAT
a rasındaki eklemler, s i n i rlerin e m ri n e , s i n i r kasa, kas kirişe
ve kiriş ise Sağduyu 'ya uyar. Ve Sağduy u , ruhun mak a m ı d ı r. "
1489 civarında, h amis inin babası Francesco Sforza 'nın·
heykel i için eskizler yaparken b i r ya ndan da anatomi üzerine
b i l i msel bir i nceleme için notlar alıyord u . Tutkusu fevkalade
olduğu kadar zorlayı cıyd ı da: notları, insan vücudunu her
açıdan kavra ma aşkıyla yan ı p tutu ş a n , yaratıcı ve entelektüel
enerj iyle dolu bir zihnin pırıltısını taşıyordu. Anatomik ince
lemesi döllenme, gebelik, normal ve erken doğu m , çocuk gel i
ş i m i , erişkin erkek ve kadının normal vücut yapısı ve fizyono
misini açıklamanın yan ı sıra bütün damarları, s i n i rleri, kas ve
kemikleri gösteriyord u . Sonra da, yüz i fadeleri ndeki değişimin
insanın ruh halini anlamamızı sağlayan anahtar olduğunu ana
hatları yla açıkl ıyord u : "Dört çizi mle insana ait dört evrensel
ruh hal i n i tasvi r edersi ni z : fa rkl ı gü l m e biçi mleriyle -gülmen i n
neden i n i de çizin- kendi n i bel l i eden neşe; nedenleriyle birl i kte
farklı ağlama biçimleri; fa rkl ı öldürme hareketleriyle dövüş
me; kaçma, korku , gaddarl ı k , cesaret, cinayet . . . " Da Vi nci için
bu duyguları d ışavuran kas hareketlerinin kataloğunu çıkar
mak, duyguların ilahi kaynağı n ı anlamaya en fazla yaklaşa
bilmenin yoluydu. Şahsiyetsiz güzell iği temsil eden portrelerle
i lgi lenm iyord u ; ister güzel i ster ç i rk i n olsun insan yüzleri ni
olduğu gi b i , h a reket hali ndeyken yakalamanın peşindeyd i ve
i fadeler ne kadar aşı rıysa o kadar iyiyd i . Anatomiyi incelemek
Tanrı 'ya yaklaşmak demekti : " Ve sen , yaptıkları mda tabi atın
muhteşem i şlerine şahit olan insan . . . şayet onun yarattığı bu
kompozisyon sana muhteşem bir i ş gi bi görü nüyorsa bilesin ki
bu m i m a r i , içinde barındırdığı ruh un ya n ı nda hiçbir şey deği l . "
Mana Lisa ( 1 503-4) gibi daha sonraki çal ışmaları ,
Leonardo'nun yüz i fades i n i n detayla rı üzerinde ne den l i has
sasiyetle d u rduğunu gösterir. 1490 ' l ı y ı l l a rd a , Son Yemek'i
rn İ N S A N V CI C L I D L I N A SE YA H AT
derces i n e elleri n i kaldırmış Aziz Andreas yukarı kalkmış kaş
larıyla endişeli gö rünür.
İ s a ' n ı n hemen solunda otura n , afal l a m ı ş görünen Tomas,
ağız kenarl a r ı n ı aşağıya çeken dep resso r anguli o ris kası n ı n
etkisiyle somurtmuş, b i rkaç g ü n sonra d i ri l diğinde İ s a ' n ı n
yaral a r ı n ı şüpheyle a raştı racağı i ş a ret parmağıyla tava n ı gös
termekted i r. Büyük Yakup yaşadığı duygu patlamasının etkisi
ve gözleri nde büyük bir öfkeyle al n ı nı kı rıştı rmış, kol l a r ı n ı iki
ya na açmış, İsa'nın ya n ı nda oturmaktad ı r.
Y l l L : ( ; l f Z E L H. L�: S1
şeh ri terk etmek zorunda kaldı. Sponsorlarının peşinden Man
tua , Venedik, Floransa ve Ro ma 'ya gittiyse de 1 5 1 0- 1 1 kışında
kuzeye, Mi lano'nun hemen güneyindeki Pavia tıp fakü ltesine
geri döndü. Anatomi i ncelemesinin ilk taslağını hazırladıktan
yirmi yıl sonra, tutkuyla bağlandığı hayali üzerinde azimle ça
lışmaya başlad ı . Yapay soğutma döneminden önce kadavra teş
rihi sadece kışın yapılırdı çünkü cesetler yaz sıcağı nda çabucak
kokuşmaya başlard ı . Leonardo'nun Pavia 'daki hastanede hazı r
bir kadavra stoku ve istekli bir hamisi va rd ı : Pavi a'nın anatomi
profesörü Marcanton io della Torre. Pavia'da tamamlanan ana
tom i eskizleri nin çoğu kaybol muştur, ancak günümüze kadar
gelen az sayıda eskiz, Leonardo'nun gerek bir anatomist gerek
se teknik ressam olarak konuya geti rdiği vizyon , hayal gücü ve
müthiş hüneri açıkça göstermektedir. Anatomiyle ilgi lenmesi
n i n altında, i nsan vücud unu idealize edildiği biçimde deği l , ol
duğu gibi takdir etmek yatar. Onun bakış açısıyla insan vücudu ,
Tanrı'nın yarattı kları içinde e n ü s t mertebededi r.
Notl arından bir sayfa , yüze i fade veren m i m i k kasları en
i nce detay ı n a kadar gösteren, Son Yemek'teki etkilerini on beş
yıldan uzun b i r süre sonra tek rarladığı çizim leri içerir. Aziz
Andrea s ' ı n alnın ı k ı rıştıran frontal kası " korku k a s ı " ola rak
i ş a retlemiştir. Bartalmay, Petros ve Büyük Yakup'un burnunu
ve kaşlarını öfke i fadesi verecek şek i l de resmeden Leo n a rdo
notlarında bu i fadeden sorumlu levato r labii superio ris alae
que nasi kasını "öfke kası" ola rak işaretlemiştir. Eskizler a ra
sına şöyle not düşmüştür: "Deri , et ve yüz kasları n ı n bütün
ha reketlerini tarif et ve bu kasların hareket etmes i n i sağl aya
n ı n bey i nden gelen s i n i rler olup olmadığını açıkl a . " Leon a r
do yüzde i k i kas grubu olduğunu a n l a mıştı : beyi nden çıkan
beşinci sinir tarafından h a reket etti rilen kalın ve güçl ü çiğne
me kasları ile beyi nden gelen yed inci s i n i ri n ha reket ettird i ği ,
daha i nce ve zayıf olan m i m i k kaslar. *
' Bunlar, omurlar arasından çıkan " spinal " sinirler değil, kafatasındaki
(kranyum) deliklerden çıkan "kranyal " sinirlerdir.
'2 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YAHAT
Yedinci s i n i r, işitme ve denge s i n i riyle ayn ı hizadadır; ka
fata s ı n ı n içindeki seyri sırasında kulağın arkasından geçer ve
tam k u l ak memes i n i n altı hizasında k a fatasından çıkar. E n
büyük tükürük bezini geçtikten sonra, çene köşes i n i n gerisin
de beş dala ayrılarak y ü zdeki mimik kaslara dağı l ı r. Bu beş
dal (Temporal, Zigomatik , Bukkal, Mandibular, Servikal) her
tıp öğrencisi n i n belleği nde "Two Zombies Buggered My Cat"
(İki Zombi Ked i m i Becerd i ) tekerlemesiyle ö l ü m süzleşir. S i n i r
dalları n ı n yerleşi m i n i hatırl a m a k , yüz yaralanmasıyla gelen
bir ha stada bize yard ı mcı old uğu gi b i , fel c i n , yüz kasları n ı n
duygu ları i fade etme beceri sini n a s ı l etkilediğini de anlama
mızı sağlar.
54 İ N S A t\ V CI C l l D l l N A S E YA H AT
" Gözümü neden kapatacak s ı n ı z k i ? "
" Yüz felci ilerlerse göz k ı rpa m ayacaksınız," ded i m .
• Sir Thomas Browne bunun saçma olduğuna dikkat çekmiştir. Diplerde ya
şayan yassı balıkların gözleri, insandakine göre daha da dindar bir ifadeyle
göklerdeki cennete dönüktür.
••Talat Sait Halman çevirisi (ç.nJ
Y lı Z : G Ü Z E L F E L Ç 55
Charles 1 792'de on sekiz ya şındayken ağabey i Joh n ' u n
yanında çı rak olarak çal ı şıyord u . O döne m i n anatomi i l lüst
rasyo n l a rı çoğunlukla acemi işiyd i . Bel i kemiklerin çit d i rek
leri , kasların paçavra gi bi çizildiğini yazıyordu küçümseyerek.
Yen i b i r " d i seksiyon si stem i " gel işti rmek için i l l üstrasyo n l a r
üzerinde b i rlikte çal ışan iki kardeş, Charles ' ı n tak l i t etmeyi
öğrendiği Rönesans ustal arına duydukları saygıyı çizimlerine
ya n s ı tıyord u .
1 809'da, Napolyon Savaş la rı n ı n zi rve döneminde, Beli
Londra 'da cerrah ve an atomi ill üstratörü olarak çal ı ş ı rken ,
İ n g i l i z o rdusu beş b i n yaral ı askerle İspanya ' n ı n A Conıfia
ken t i nden İ n giltere'ye döndü. Bel i kurtulanlara ya rd ı m ede
b i l mek için Portsmouth ' a kadar gitti ; günlerce a mpütasyon
yaptı , şarapnel parçal arı çıkard ı , yaral arın etrafındaki ölü
dokuları tem izled i . Amel iyat yapmadığı zamanlar eski z çizi
yord u ; soğukkanlı bir gerçekçili kle çizi l m i ş eskiz defterleri acı
içinde kıvra n a n teta nos hastal a r ı n ı , karnı deş i l m i ş , kol u n d a n ,
göğsünden v e skrotu mdan vunıl muş i n s a n l a r ı gösteriyord u .
56 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YAHAT
Altı y ı l sonra Waterloo S ava ş ı ' n ı n h aberleri Londra 'ya ulaşın
ca Bel l yardı mcı olmak için Brüksel 'e gitt i . " İ nsanların gözle
rimin önünde çektiği ıstırabı res m e dökmem imkansız," d iye
yazmı ştı B rüksel 'den . Bu kez çizd iği esk i zler, çatışmadan duy
gu sal açıdan daha fazla etk i lendiğini gösterircesine daha de
tay l ı ve karmaşıktır; asker portrelerinin yanında is imleri yazar
ve daha ay rı n t ı l ı açıklamalar veri l i r. Günü müze ulaşmış k ı rk
beş çizim a rası ndaki yüz resi mleri nden ikisi özel l i k le dikkat
çekicidir; bunlar Bel l ' i n yüzde sinir hasarı nedeniyle d i kkatle
i nceled iği , yüz i fadeleri aldıkları ya ral a rdan ötürü ciddi zarar
gö rmüş k i şiler olsa gerek. B u n l a rdan biri, iki şakağı arasın
dan m i sket tüfeğiyle vurularak her iki göz çukuru p a rçal anan
ve burun kemer i n i n a rkasındaki doku dağılan bir askeri gös
terir; bir diğeriyse sol yanağında mermi yarası olan bir ad a m ı .
D i kkatli bir cerrahi giri ş i m uygu l a n mad ığı takdi rde h e r i k i s i
de ölümcül olabilecek yaral a rdı ve cerrahi gi rişime rağmen
ada m l a r hayat boyu yüzlerindeki şek i l bozukluğunun izleri n i
taşıyacakt ı .
yön lendird i m ; o n
E M I LY ' Y İ K U L A K B U RU N B O (; A z U Z M A N L A R I N A
Y Ü Z : G Ü Z E L F E LÇ 57
Üçüncü ayda iyi leşme süreci yavaşlad ı ; altıncı aya geldiği
m i zd e y ü z felcinin muhtemelen düzel meyeceğin i kabullend i k .
E m i ly işe dönmemi şti ve evden nadiren çıkıyord u . Saçı n ı , yü
zü n ü n sol tarafı n ı kapatacak şek i lde tarıyordu. " Tah a m m ü l
ede m i yoru m , " dedi bana, " y ü z ü m çocukları ko rkutuyor. "
" Plastik cerrah l a rla b i r konuşay ı m , " ded i m . " Felçli taraf
taki gevşek kasların b i r k ı s m ı n ı topa rlayabi l i rler bel k i ve şu
sözünü ettiğin Botox va r ya , onu da bazen sağl a m ta rafı n h at
l a r ı n ı yumuşatmak için k u l l a n ı yorlar. "
" Ya n i tedavi için sağl a m tarafı felç m i edecekler?"
Emily'nin felcini tedavi edip edemeyeceklerinden e m ın
deği l d i m ; hasar gö rmüş bir s i n i r i eski haline getir mek zord ur.
Fak at görünüşü normale çev i rmek açısından genel l i k l e en
etk i l i tedav i , sağlam tarafı Botox kullan arak kı smen felç et
mektir. "Evet," dedim, " k u l ağa tuhaf geldiğini b i l i yorum ama
böy lece y üzünün daha si metrik gö rü nmesi n i sağl ayacaklar. "
S8 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YAHAT
C h a rles Bel l ' i n ö l ü münden otuz y ı l sonra Edin bu rgh ' l u
b i r başka t ı p öğrenci s i , C h a rles D a rw i n , Bel l ' i n çal ı ş m a l a
r ı n d a n e s inl e nip konuyu onun b ı raktığı yerden deva m ett i r
d i . D a rw i n , The Exp ression of the Emotions in Man and
Animals [ İ n s a n ve Hayva n l a rd a D u ygu l a r ı n İ fades i ] a d l ı
k i t a b ı n d a ş ö y l e yazm ı ş t ı r : " ( Bel l ' i n ] b i r b i l i m d a l ı olarak
konunun temel leri n i a t m a n ı n ya n ı sıra, bu temel i n üzerine
sağl a m b i r yapı inşa ettiği n i de söylemek doğru o l u r. " D a r
win doğal dünya n ı n ya n ı n d a k ü l tü r d ü n ya s ı n ı da d i kkatle
i nceleyen b i r gözlemciyd i ve öze l l i k l e i fadelerin i ncelenme
si söz konusu olduğu n d a , Batı s a n atında hiçbir şaheserden
Bel l ' i n çizi mleri nden olduğu k a d a r etkilen memişti . " Res i m
ve heykel i n , ayn ı zamanda ö ne m l i gözlemciler o l a n büyük
ustal a r ı n d a n medet u m d u m , " d i ye ya z m ı ştı kitabın giriş kıs
m ı n d a , " a ncak b i rkaç istisna h a ri ç bana pek fa zla ya rd ı m ı
dok u n m ad ı . B u n u n nedeni h i ç k u ş k u s u z , s a n a t eserlerinde
başlıca amacın güzel l i k o l m a s ı d ı r ve k uvvetle k a s ı l m ı ş yüz
kasları güzel l i ği mahveder. " Bu n o ktada b i r i k i leme düşmüş
t ü : Ken d i m i z i i fade edeb i l mek i ç i n y ü z kasları m ı za i htiyacı
mız old uğu halde geleneksel o l a rak si metri k , i fadesiz yüzleri
ideal ize ediyo rd u k .
D a rw i n ' i n fa rk l ı bir yere koyduğu az sayıda sanatçıdan
biri, güzel l iğin sadece nötr olanda deği l , uç i fadelerde de bu
lunduğuna inanan Leonardo'yd u . Darwin Duyguların İfade
si kitabı n ı n bir böl ümünü Son Yemek 'te resmed i l m i ş j estle
re ay ı r m ı ş ve özel l i k l e d e Andreas' ı n t av r ı n a o d ak l a n m ı şt ı r.
Leonardo'nun düsturl a rından b i r i , sanatın y ücel i ği n i ortaya
çıkara n ı n karşıtlıkların gösteri l mesi olduğuyd u : " G üzeli n ya
n ı nda çirkine, gencin ya nında yaş l ıya , güçl ünün yan ı nda zay ı
f a yer verdiğin izde, yaptığı nız resi m d a h a da memnuniyet veri
ci olacaktı r. " Acaba Leonardo, güçsüzlükle gücün , ç i rk i n l i k l e
güzel l iği n , gençlikle yaş l ı l ığın y a n yan a d u rduğu B e l i p a ral izisi
olan b i r yüz karşısında ne yapard ı ?
Y Ü Z : G Ü Z E L F E L(: 59
E M I LY ' N İ N S A G L I K S İ G O RTA S I va rdı . Onu gönderdiğim plastik cer
60 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YAHAT
biriyle karşılaştığı m d a , sebeb i n i a n l a m ak için sorul a r soru
yord u m . S i n i rl i ya da vesveseli k i ş i leri , ü rkek ya da savunmasız
h issedenlerden ; endişeli i n s a n l a rı kederl i o l a n l a rdan ayı r t et
meye çalışıyord u m . Hayatından memnun, p ı r ı l p ı r ı l bir yüzle
karşı l a ştığı m zaman, o kişiye mutlul uğunun sı rrı n ı sormaya
başlad ı m . Ve sonunda fark etti m ki kendi i fademde bir hu
zursuzluk ya da sabırsızlı k bel i rtisi va rsa yüzümü gevşetmem
hem kend i m i daha iyi hi ssetmemi hem de hastay l a olan görüş
men i n daha iyi geçmes i n i sağl ı yo rd u .
D a r w i n , yüz i fadesiyle i l gi l i çal ışmasında şöyle yazmıştı :
"Şiddet dolu tav ı rl a r sergi leyen b i r i n i n öfkesi güçlenir; kork u
bel i rti lerini kontrol edemeyen k i ş i n i n korkusu büyür. " Öfkeli
veya kork u dolu bir yüz i fades i n i n gerçekten de öfke ve korku
duygu larını güçlendirebileceği fi k r i , psiko l o j i k araştı rmalar
tarafı ndan doğrul a n m ıştır. S ırf, Leo n a rdo 'nun "öfke kası " n ı
y a da " korku kası " n ı kasarak d a h a d a fazla öfkeleneb i l i r, daha
da çok ko rkab i l i ri z . Ta m ters i n i n de geçerl i olabi leceği n i , kor
ku ya da öfke i fadelerini engellemenin bu d uygu l a rı hafiflete
bileceği n i düşünüyorum.
B i rkaç ay sonra E m i l y yine k l i n i ğe geldi ama bu kez yüzü
için deği l , dizindeki incinme sebebiyle. Yü z felc i n i n yen iden
eskisi gi bi bel i rgi n leştiği n i fa rk etti m . A n l a ş ı l a n , daha fazla
Botox yaptırmamaya karar ve rmişti . D i z i n i muayene ettikten
sonra nedenini sord u m .
" Demek fark etti n i z , " dedi ö n ü n e düşen perçem i kenara
çek i p y ü z ü n ü b a n a göste rmek i ç i n . S a ğ taraft a k i d e r i n g ül ü m
seme çizgi leri, tek gözünün kenarı ndaki kaz ayak l a r ı , k a ş ı n ı n
ya rısının üzerindeki k ı rı ş ı k l ı k l a r tekrar bel i r m i şti .
" E n j eksiyonlardan m ı bıktı n ? "
" Tek neden o deği l . D uygu l a r ı m , onları gösterebi l d i ği m
zaman daha gerçek , " ded i . " H ayat boyu yüzümde b i r maskey
le dolaşmak i stem iyoru m . "
5
Burgaç, b i rl i kte olması gereki rken ağır olanla hafi f olanı b i rbiri nden
ay ı rd ığı için . . . Öne eğil mek de ayıı ı nedenle, ağır ile hafi f olanı
b i rbi rinden ay ı rdığından haş dön mesine neden olur.
Theophrastus, Baş Dönmesi Üzerine
İ Ç K U L A K : K A R A B Ü Y Ü V E V E RT I C O 63
Utri k u l u s yatay düzlemde, ya n i yan l ara ya da ileri/geri doğru
ivmelenmeyi iletir. İç kulağı n " sakkulus" (kesecik) denen d i
ğer bölü müyse düşey düzlemde ivmelenmeyi algı l a r:
Nasıl b i r memel i n i n ana rah m i nde amn iyon sıvısı içinde
o l m a gereksi n i m i , bütün canlıların den i zde doğum yaptığı
z a m a n l a r ı hatırlatı rsa iç kulaktaki sıvı da atalarımızın denge
o rga nlarının den iz suyuna açılan basit kanallardan ibaret b i r
sistem old uğu zamanları hatırlatır.•• Üç boyutun içinde yuva r
l a n ı p aşağı yukarı hareket ederken bu kanallardan serbestçe
akan deniz suyu hareketleri beyne iletird i . Her ne kadar klasik
Fossa cochlearis
Coclılcar fcnestra
' 20 1 0'dan b u yana pek çok akıllı telefonda nanoteknolojiyle üretilmiş bir
jiroskop ve akselerometre bulunmaktadır. İç kulağı model alan bu sistem te
lefonlarımızın uzayda oryantasyonunu sağlar.
•• Bazı balıklar bu amaçla kendi kristallerini üretemese de iç kulakları hala
denize açık olduğu için dışarıdan sürüklenen kum taneciklerini kullanabilir.
64 İ N S A N V Ü C UDU N A S E YA H AT
beş duyunun içinde adı geçmese de denge, kadim duyuları
mızdan b i r i , bizi dünyaya dem i rl eyen taşınabi l i r b i r çapad ı r.
" Vertigo" sözcüğü genel l i k l e yüksek l i k korkusunu an
latmak için kullanılır ama doktorlar için vertigonun anlam ı ,
denge organlarınız i l e gözleri n i z hareket hali nde olup olma
dığınıza dair çel i ş k i l i mesaj l a r verd iğinde ortaya çıkan, mide
bulantısının eşlik ettiği baş dönmesid i r. Yi ne çelişkili duyusal
bilgilerin gel mesi sonucu gel i şen den i z tutmasıyla da i lişkilidir.
Fırtı n a sırasında gem ideysen i z iç kulağı n ı z hareket ettiği n i z i ,
gözler i n i zse b u n u n tam ters i n i söyler. Hasta b i r iç k u l a k oldu
ğunuz yerde kaldığınızı söylerke n , gözleri nizin öyle olmadığı
na şah itlik etmesi ya da tam tersine, gözleri n i z ha reket etmedi
ği nizi söylerken iç kulağınızın bey n i n i ze döndüğünüz bilgi s i n i
vermes i , feci b i r bulantıyla b i rl ikte vertigo gel işmesine neden
olur.
Vücudumuzun bize çektird i ği onca ıstırap arasında bulan
tı, dayan ı l m a s ı en güç ve i laçla ted avisi en zor sorun l a rdan biri
olab i l i r. Bulantı hissi, vücudu toksik etk i lere karşı uyarmaya
yönel i k çok esk i lere dayalı b i r m ekanizma olabileceği n i dü
şündü rürcesine, bey n i n en i l kel bölümünden, omuriliğe yakı n
b i r yerden başlar. Vertigonun bula ntıya neden olması muhte
melen bey n i n , dengesel işlev bozukl uğunu zeh i rlenme olarak
yor u m l adığı a n l a m ı n a gel i r. İç kulaktaki enfeksiyonlar, tü
mörler, hatta kulak zarı n ı n ı l ı k suyla yıkanması dahi bu duru
ma neden olabi l i r. Zehri atmamız için bizi kuru k u ru öğürte
b i l i r ama vertigo ve deniz tutma sı ndan kusa rak kurtulamay ı z .
J O H N W I RV E L L e l l i l e r i n i n
sonlarındaydı . Tavşan k ürk üne benze
yen , n i kotin lekeli boz bir bıyığı , alnında derin keder çizgileri
vard ı . Kaşlarına doğru düşen , aklarl a bezeli , altı n ren k l i d a
ğı n ı k s a ç ı ona şaşkın b i r i fade veriyo rd u . Dosyası ndaki not
l a rd a n iki çocuk baba s ı , boşan m ı ş bir taksi şoförü olduğunu
ve zaman zaman epey içtiği n i öğrend i m . Daha önce sadece
bir kez karşı l a ş m ı ştık; doktorl a ra tem k i n l i yak laşan, acıya
i �: K U L A K : K ARA BÜ Y 0 V E V E RT I G O 65
daya n ı k l ı , gururlu ve bağı msız b i r adam olduğu izlen i m i n i
verm işti b a n a . " Ü stünüze alınmay ı n , " demi şti muayenehane
de, " a m a doktora pek gitmem. "
"Bunu duyduğu ma memnun oldu m , " demişti m . " B i r so
run yoksa neden gides i n i z ki zaten ?"
Dolayısıyla b i r yıl kadar önce aray ıp eve gel memi rica et
mesi bek lenmedik bir durumdu; resepsiyon görev l i s i , bu l a n tı
ve vertigo atakları yüzünden dışarı çıkamadığını söylem i ş t i .
Atakl a r o k a d a r kötüydü k i evden d ı ş a r ı adım atmaya kork u
yord u . Acaba inme m i geç i rd i d i ye düşünerek, a m bulans gö n
dermem gerek i p gerek mediği n i anla mak için e v i n e gitmeden
önce telefon ett i m . " E l i m ayağı m hala tutuyor doktor, " dedi
telefonda. "Sadece başı mı çev i remiyoru m . "
Evine va rdığımda kanepeye uzanmış, h i ç k ı p ı rd a m a d a n
yatıyord u . " G ünde bel k i yüz kez o d a etrafımda dönüyo r,
kusmaktan içim dışıma çıkacak mış gibi oluyor ve ye rimden
k ı p ı rdaya mıyoru m , " ded i . "Birkaç gü ndür bu haldey i m . B a ş
d ö n m e s i başlayı nca öylece yatıp bir an ö n c e geçmesi i ç i n d u a
ediyoru m . "
Yan ı n a çömeld i m . " Ne yapınca dönüyor başı n ı z ? "
" H i ç bel l i olmuyor. Bazen sadece başımı çevirip a rk a m a
bak m a m bile yetiyor. Bazen yatakta sağa s o l a döndüğümde
başlı yor. Bazen de öne eği ldiği m d e . "
K a n b a s ı n c ı düştüğü zaman da baş dönmesi olabi l i rdi
a m a Wi rvel l ' i n tansiyonu b i raz yüksekt i . Alkol de verti goya
yol açab i l i rdi ama Wi rvell içkiyi bırakma aşaması ndayd ı . Baş
dönmesini tetikleyebilecek diğe r etkenleri de sordum ama
kafa travması öyküsü yoktu , yakın zamanda enfeksiyon geç i r
memişti ve yen i başladığı b i r i l a ç yoktu.
" Hep ay nı tarafa dönünce m i oluyor?" diye sord u m .
" Evet, " d e d i yüzüme bakıp. "Aşağıya bakınca d a h a kötü
oluyo r, bir de sağa doğru bakınca . "
S adece bel l i pozisyonlarda ortaya çıkan vertigoya , "pozis
yon a bağl ı " vertigo deni r. A n i ve şiddetli ataklar halinde gele n
66 İ N S A N V lı C UD U N A S EY A H AT
vertigo "paroksismal" olarak adlandırılır. B i r kulak burun
boğa z ( KBB) uzmanı, habis ve i l e rleyici b i r hastalık ile sel i m
ve zamanla düzelecek b i r hastalı k arasında ay ı rıcı tanıya va r
mak ister. John ' ı n hastalığı kes i n l i k l e i k i nci siyd i ve otolarin
goloj i n i n içten pazarl ı k l ı a m a k u s u rsuz beti mleyici j a rgonuy
la "selim paroksismal pozisyona bağlı vertigo" (SPPV) olarak
adlandırdığı sorundan mustaripti . Sendrom çok eskiden beri
bilindiği halde* Viyanalı hek i m Robert Barany 1 92 1 'de "epi
zod i k vertigo"yu n i h ayet b i r sen d ro m olarak ta n ı m l ayana dek
tan ı m s ı z kalmıştı.
Eskiden SPPV ' n i n tulumcuk ve kesecikteki kristal
lerin ya n l ı ş zara -denge kanalları nı n taban ı nda yer alan
"kupula "ya- bağla nmasından kaynaklandığı düşünül üyor
du. K ristalleri n , kupulanın biçi m i n i bozarak , beyne, başın
hareket yönü hakkında kafa ka rıştıran mesa j l a r gönderdiği
ne i n a n ı l ı yord u . Tedavi , bulantıyı uyaran hareketleri n , hasta
duya rsızlaşana dek tekra rl a n m a s ı n a odakl ıydı ve bazen işe
ya rıyordu. Ağı r ve tekra rlayan vakal a rd aysa kafatası açı l ı r, iç
kulağa giden sinirin b i r bölümü sağı rl ı k riski göze alınarak
kes i l i rd i . Aşırı bir yöntem gi bi gözükse de, yineleyen bulantı
ve yönel i m k aybı ataklarından etkilenen hastalar genel li kle
min nettar kal ıyord u .
1 980' 1erde Amerikalı K B B u z m a n ı J o h n Epley b a ş k a b i r
kura m ö n e sürdü.*• Epley 'ye göre SPPV, kristallerin yan l ı ş zar
l a ra yapışmasından deği l , yerinden kopup ya rımdaire kanal
l a rı n ı n etrafında serbestçe dolaşırken yarattığı türbülansın
beyi n tarafından hareket olarak algılanmasın d a n kaynakla
nıyo rd u . G a raj ında bahçe hortumu parçal arından yaptığı iç
kulak model i nde bir dizi h a reketle parçacı k l a rı yerinden oy
natıp organ ı n daha az duya rl ı bir böl ümüne gelecek şekilde
İ( K U L A K : K A R A B U Y L I VE V E RTİG O 67
kanalların dışına yönlend i rebileceği n i umuyordu . Bu basit
tek n o l oj i yle, muayene masasında uygulanabilecek b i r d i zi
basit m anevra gel iştird i . Yönte m i hastal a r üzerinde deneme
ye b a şl a d ığı n d a , y ı l l a rca SPPV'den çekmiş hastaları dahi i y i
leştirebildiğini gö rdü . S ı ralı hareketler i ş e ya ra madığı za m a n ,
yapı ş m ı ş kri stalleri yerinden oynatmak i ç i n manev rada n önce
hasta n ı n kafatasın a , kulakl a rı n ı n a rkasına gelecek şekilde b i r
v i b ratör tutmayı denedi ve b u yöntemle iyi leşme ora n l a r ı n ı n
daha da y ü kseldiği ni buldu .
Geçi m i n i SPPV hastal arına tavsiye etti kleri pahal ı gi r i ş i m
lerden sağlaya n cerrah lar konuya şüpheyle yak laştı; Epley ' n i n
hastaların kafasına v i bratör tutması da onu çatlak olarak
yaftal a m a l a rı nı kolaylaştırd ı . Kon feranslarda alay konusu
ol uyor, tıp mesleğine yakışmayacak ta rzda davran makla suç
l a n ı yord u . 1 980'lerin başında m a nevralarını mükemmel hale
get i r m i şt i ; ancak pozisyona bağl ı vertigo için bu zararsız, et
kili, i laçsız ve ameliyatsız tedav i n i n meslektaşları n ı n saygı s ı n ı
kaza n m ı ş b i r dergide yay ı m l anması on y ı l ı buldu. Bütün d ü n
yada k l i n i k lere yayılması ise birkaç yıl d a h a aldı .
Epley m a nevrasını herkes yapabi l i r; ha reketlerin s ı ra s ı n ı
i nternetten b u l u p indirebi l i r, ha tta evde kendi kend i n i ze dene
yeb i l i rs i n i z. Ancak boyunla ilgi l i sorunları ve dolaşım prob
lemleri olanların dikkat etmesi gerek i r. Manevralardan i l k kez
haberdar olup denemeye başladığımda, Epley ' n i n bulgu l a rı n ı
yay ı m la m a s ı n ı n üzerinden on y ı ldan uzun zaman geçm i ş t i .
Epley, O regon k l i n iğinde yüzde 90' ı n üzerinde ş i fa ora n ı b i l
d i r m i şt i ; yöntemi İskoçya 'da uygulamaya başladıktan sonra
alacağım sonuçl a r da bir o kadar hayret verici olabi l i rd i .
68 İ NSA N VÜC: l ! D l! N A S E YA H AT
ayakucundan dışarı gelecek şek i lde geriye doğru devird i m
o n u . Epley, b u pozisyonla b a ş ı n yerçek i m i ne göre, soldaki
kristal lerin yarı mdaire kanallarından sürüklenmesini sağl aya
cak şekilde konu mlandırılabi leceği ni tah m i n etmişti . Manev
ran ı n a rd ı ndan birkaç saniye bek l ed i k .
" H içbir ş e y olmuyor, " d e d i a l n ı nı k ı rıştırarak . "Bunun
baş dönmesi n i geçi rmesi m i gerekiyo r ? "
Onu, bu k e z çenesi n i sağ omzuna bakacak şek i lde tek ra r
geriye doğru düşürdüğümde bütün vücudu geri ldi ve gözleri ,
iç kul aktaki labirentin h issettiği ya n ı l tıcı hareketi i zleme çaba
sıyla osiloskop ışığı gibi bir seği rme h a reketi yap maya başlad ı .
" İşe yara m ı yor! " diye söylendi d i şleri n i gıcırdatarak , " Daha
beter oldu ! "
Sağ ta raftaki kanallar SPPV'den etkilen m i şse çeneyi sağa
çevirerek yatmanın atağı başlatma ihtimali en yüksek hareket
old uğu 1 950'lerde a n l a ş ı l m ı ş t ı . O konumda otuz saniye kal
dıktan sonra gözlerindeki seği rme ha reketi hafifled i . Hala ya
tağın ucundan sarkan başın ı yava şça doksan derece çevirerek
çenes i n i sol omzuna doğru dönd ü rd ü m . Vertigo tek ra r başladı
ama bu kez daha h a fi fti . Bir otuz saniye daha geçtikten sonra ,
çene pozisyonunu koruyarak onu sol ya n ı n a doğru yatırd ı m ;
böylece boynunun pozisyonundan ötürü a r t ı k halıya bakıyor
du. Vücudu rahatlad ı , dişleri gevşed i ; bel i rtiler kaybol uyord u .
Otuz saniye daha bekledikten sonra o n u oturttum v e çenes i n i
yavaşça yukarı kaldırıp karyola başlığına bak m a s ı n ı i sted i m .
" Ş i m d i n a s ı l s ı n ı z ? " diye sord u m .
B i r a n l ı k d u raksa m a n ı n ard ı n d a n , denemek için sağ o m
zunun üzeri nden geriye d ö n ü p baktı . " Ş i m d i l i k her ş e y yol u n
d a , " d e d i bacaklarını yatağı n ken a rından sallandırarak.
" Başın ızı öne eğmeyi deney i n . "
Ayağa kalktı, başını öne eğip sağ omzundan geriye doğru
baktı ; daha önce vertigo atağı n ı başlatan hareketti bu. " S i h i r
g i b i . . . kara b ü y ü tıbbı ! "
i <,: K U L A K : K A R A BÜ Y Ü V E V E RT İ G O 69
risksiz ve etk i l i b i r tedav i n i n tıp dergilerinde yer
BU D E N L İ BA S İ T ,
Bir ya nda kutsal ateş: hafi f, i nce, her yönde kendi ile ay n ı . . .
Ta m tersi ise karanlık gece; kesi f ve ağı r b i r c i s i m .
Pa rmenides, Doğa Hakkınd<1
74 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
lungen kel i mesinden gel i r. Geleneksel Çin, Ayurvedik ve Yu
nan tıbbında, hava n ı n gözle görülemeyen ruhlar ya da enerj i
ler (sırasıyla çi, prana ya da pneuma olarak adlandırı l ı r) taşı
dığı görüşü hakimdi . Bu bakış açısıyla beden leri m i z ruh larla
dolu b i r ortamda bulunur, akciğerleri m i z ise fiziksel d ünya ile
ru hlar alemi arasındaki arayüzdür. Yu ha nna İncil ' i nde ebedi
leşen Yu nan görüşüne göre ilk p rensip logos yan i sözd ür; va r
oluş, nefes alıp veri rken çıkan sesler yoluyla vücut bul u r. Sesli
okunmak üzere yazı l m a m ı ş meti nlerde dah i , okuyana nefes
payı bı rakan noktala m a işaretleri k u l l a nı l m ı ştır.
Dokuları o kadar i nce ve n a r i n d i r ki akciğerler ruh kadar
hafi ftir. İçlerindeki zarl a r, tıpkı yaprak döken ağaçların dalla
rındaki yapraklar gi b i , havayl a temas yüzey i n i olabildiği nce
gen iş tutacak şek i lde düzenlen m i ştir. Yap rakların havadan
karbondioksit alıp dışarı oksijen vermesine benzer şekilde, ak
ciğerler de h avadan oksijen alıp d ı şarı karbondioksit verir. Bir
yeti şki n i n akciğerlerindeki bütün zar yapıs ını açabilseyd i n i z
on beş-y i r m i yaşındaki bir meşe ağacı n ı n bütün yapraklarına
eşdeğe r, doksan metrekarenin üzerinde b i r yüzey elde eder
diniz. Stetoskopla d i n lediği n i zde h ava n ı n hu zarların içi nden
A KCİ(; E R : YA Ş A M I N N E F E Sİ 75
geçerken çıkardığı , hafif bir esintiyle h ı ş ı rdayan yaprakların
kine benzer ses i n i duyabi l i r s i n i z . Doktorlar solunum sesleri
n i d i nlerken duymak i sted i kleri ses budur: nefesi göky üzüne
bağlayan açık b i r yol , hava n ı n h a fifl i ği ve serbest h a reket i .
Doktorlar, i ç i n d e s o l i d (içi s ı v ı y l a dolu olmaya n , k a t ı ) b i r
o l u ş u m bulunup bu lunmadığı n ı anla mak için stetoskopla a k
ciğe rlerden gelen s e s i d i n ler. Eğer t ü m ö r y a da enfeksiyo n n e
deniyle akciğer dokusunda bir yoğunlaşma varsa boğuk s e s l i
b i r e s i n t i g i b i gelen solunum s e s i yerine, hastalıktan kaynak
l a n a n b i r ı sl ık ve uğultu duyulur. Stetoskopl a , hasta n ı n sesli
söy lediği sözcüklerin göğüs duvarındaki i leti m i olan " vokal
rezon a n s " ta a rtış olup olmadığına bakarız. Büy ü k havayo l l a
rından geçen havanın çıkardığı s e s olan " b ronş sol unumu "nu
d i n leriz. Bu sesler sağl ı k l ı dokuda duyulmaz a m a yoğu nluğu
artmış akciğerlerde akustiğin değişmesinden ötürü açığa ç ı k a
b i l i r. " K repitasyon" dediği m i z , i r i n v e m u k u s u n i nce zarl a r ı
birbirine yapıştırmasından kaynaklanan üçüncü b i r s e s ise t ü
m ö rden ç o k , enfeksiyonda duyulur. B i n lerce m i n i k hava o d a
c ı ğ ı her nefeste a ç ı l ı p kapandıkça, akciğerlerin etrafı i n c e b i r
köpük tabaka sıyla sarı l ı y m ı şçasına s e s çıkarır.
Akciğerler zihnimde hep h a fifl i k , havadarl ı k ve canl ı l ı k l a
i l gi l i çağrı ş ı m l a r uyandırır. H a stalandıkları zamansa o h a fi f
l i ği kaybed i p bizi mezara doğru çeken b i r ağırlığa dönüşürler.
76 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YAHAT
"Ne kadar sigara içiyo rsunu z ? " d i ye sord u m , sağ elinin
sigaradan sara r m ı ş parmaklarını görünce.
"A l t m ış beş y ı l d a n beri günde k ı rk tane," dedi " ve ş i m d i
l i k b ı rakmaya h i ç n i yeti m yok ! " G ü l erken ya n ak l a r ı n ı n üze
rindeki k ı r ı ş ı k l ı k l a r deri nleşiyo rd u . " S i g a ra ! " dedi sara r m ı ş
p a r m a ğ ı n ı bana doğru sallayara k . " S i z doktorl a r başka b i r
ş e y konuşmazs ı n ı z zaten ! "
Akciğerleri nden ne kadar h ı z l ı h ava boşaltabildiğini
gö rmek i ç i n b i r a k ı m ölçere ü fl e m e s i n i isted i m . Ya ş ı n a gö re
o l m a s ı gerekenden daha yava ştı a m a s i g a ra içmesi bu duru
mu a ç ı k l ıyord u . Göm leği n i n d ü ğmeleri n i çözmes i n e yard ı m
ettikten sonra sol e l i m i göğüs d u va r ı n ı n a rk a tarafı n a yer
leştirip, o el i m i n p a r m a k l a r ı n a s a ğ el i m i n orta p a r m a ğı n ı n
ucuyla v u r m aya b aşl ad ı m . Sağl ı k l ı akciğerler üzerinde bu
vuruşl a r, sol elde h i ssed i l e n h a fi f b i r esnemeyle b i rl i kte yu
muşak ve boğuk b i r davul sesine benzer b i r ses ç ı k a r ı r. Ak
ciğer dokusu s ı v ı y l a d o l a rsa ya d a solid kitle va rsa , d avulun
deri s i n e deği l de kasnağına v u r u l d u ğundaki gi bi sert ve tok
bir ses ç ı k a r.
Göğs ü n ü n h e r tarafı n ı -ö n , a rk a , ü s t , orta ve a l t- d i nle
dim. Ses her yerde boş t ı n l ıyord u . Ay n ı güzergah ı i z leyerek
bu kez c i ğerleri n i stetos ko p l a d i n l ed i m : Her iki akciğerde
de yaprak h ı ş ı r t ı s ı gibi y u m u ş ak solunum sesleri d u y u l u yo r
d u ; a k c i ğerde s o l i d b i r a l a n old uğunu d ü ş ü n d ü recek bulgu
yokt u . Son o l a ra k , ay n ı bölgeleri d i n l erken o n d a n a r t a rd a
" o n - o n bi r " s ay ı l a r ı n ı tek ra rl a m a s ı n ı İstedim ( " n " s e si gö
ğüs duvarında özel l i k l e bel i rgi n rezo n a n s yaratı r) . Sol ve
sağ, ü s t ve a l t , ön ve a rk a akciğer a l a n l a rı n da ses y u m u şak
ve bel l i bel i rs i z i l e t i l iyord u . Hava boşl u k l a r ı n d a yoğu n l u k
a r t ı ş ı o l a n b i r akciğe rd e n bek leyeb i l eceği m ç ı t ı r t ı d a n eser
yoktu .
" Ciğerler inizde enfeksiyon olduğunu sanmıyoru m , " de
d i m . " Ve görebildiğim kadarıyla aldığı n ı z i l açların öksürük
gi bi b i r ya n etkisi yok . " Bak ı ş l a r ı m , yüzünden sigara n ı n
A KC İ (; E R : YA Ş A M I N N H E S İ 77
sararttığı parmaklarına kayd ı . "A ma y i ne de birkaç kan tetki
k i v e b i r akciğer fi l m i isteyeceği m . "
78 İ N S A N V ( I C l l D l l N A S E YA H AT
TEK R A R GELDİGİNDE " Öksürük eskisi nden de beter, " ded i . " Üs
tel ik karım kilo verdiği m i söylüyor. Ku rtl a r gi bi yiyorum ama
kilo alam ıyoru m . " Yi ne parmakla vura rak akciğerlerini muaye
ne etti m ; yine solunum seslerini di nled i m a m a normalin dışın
da bir şey duymad ı m . " Ve o inhaler de hiç işe ya ramadı," ded i .
" Henüz erke n , " ded i m . " B i ra z d a h a denemeye değer. "
"Fazla uzun sürmesin a m a " ded i , "yoksa geride benden
pek bir şey kalmayacak . "
O n a , kalorisi yüksek içecek lerle b i rl i kte, öğünler a ra s ı n d a
çikolata yen mesini v e bütün yemeklerin pey n i re bul a n m a s ı
nı tavsiye e d e n b i r d i yeti syen i n h a z ı rlad ığı p rogra m ı verd i m .
Ay rıca yeni bir akciğer fi l m i isted i m ve göğüs hasta l ı k l a rı uz
m a n l a r ı n a bilgisayarlı tomogra fi i stemeyi düşünüp düşün me
diklerini sord u m .
A KC: i (; E R : YA Ş A M I N N E F E S İ 79
İ k i nci akciğer fi l m i n i n raporu hemen ertesi gün elektro
nik ortamda gönderi l d i ; radyolog durumun postay ı bekleye
meyecek kadar acil old uğunu düşün müştü . " Ö nceki fi l mle
k a r ş ı l aştırı l d ı , " ya zıyord u rapord a . " Mediyastende gen işleme
ve sağ b ranşta , subk a rinal lenfadenopati düşündüren defor
m asyon mevcu t. BT ile i l eri tetk ik öneri l i r. "
Radyoloğun sözünü ettiği "karina " , soluk borusu n u n ,
biri sağ, diğeri s o l akciğere giden iki bronşa ay rıldığı nokta d ı r.
Lati nce b i r sözcük olan " k a r i n a " , "gemi omurga s ı " a n l a m ı n a
gel i r ve vücutta iki eği m l i düzlem i n , gem i gövdesi n i n o m u rga
boyunca b i rleşmesi gi b i , ortada bir sırt yaparak b i rleştiği bö
l ü m leri tarif eder. Vücudumuzda iki karina daha va rd ı r : B i r i ,
beyinde kemer şeklinde b i r d o k u bandı n ı n altında bu l u n u r ve
i k i ya rıküren i n bel lekle ilgili bölümlerini b i rbirine bağl a r; d i
ğeriyse vaj inanın a l t böl ümünde, üretra n ı n vaj i na duva r ı n d a
girinti yaptığı yerde bu lunur.
Karina, insanda havayolunun en d uya rl ı k ı s m ı d ı r : Soluk
borusu n a kaçan fı ndık fı stık ya da lokmanın aşağı doğru i n e r
ken i l k ça rpacağı yerdi r. Duyarl ı olması gerek i r çünkü akciğere
doğru giden herhangi b i r şey öksürükle hemen d ış a rı atı l m a
lıdı r; a k s i takd i rde enfeksiyona y a da boğu l m aya yol açab i l i r.
Karina etrafındaki şişme, i rita syo n yapan her ne o l u rsa o l s u n
v ü c u t o n d a n kurtulmaya çalı ştığı için i natçı ve rahatsız edici
b i r öksü rüğe neden olabi l i r. Radyoloğun i fades i , k a r i n a n ın
altındaki lenf bezlerinin büyüyüp şiştiği n i ve havayo l u n u n ,
çok fazla sa fray l a yüklen m i ş b i r gem i gi b i , rah atsız olduğunu
düşündürüyord u .
Bilgisaya rl ı tomografi , B i l l ' in soluk borusu etrafındaki
lenf bezleri n i n yanı s ı ra havayo l l a rın ı n , atarda m a r ve top l a r
d a m a rla r ı n akciğerlere gi rip çıktığı bölgedeki lenf bezleri n i n
de büyümüş old uğunu doğrul a d ı . Bu bölgedeki l e n f bezlerine
akciğer dokusunun lenfi boşa l ı r ; dolayısıyla büyümüş ol ma
l a rı , t ü m ö r hücreleriyle y ü k l ü oldukla r ını düşündü rüyord u
a m a başka ihtimaller de vard ı : enfeksiyonla r ve az görülen
80 İ l" S A N V Ü C U D U N A S E YAHAT
bazı bağışıklık sistemi sorunları . A l tta yatan neden i n hangisi
olduğunu a n l a mak için biyopsi yap ı l ması gerek iyord u .
Ymtri"1lltır Jo14
A KC: i (; E R : YA Ş A M I N N E F E S İ 81
H ava , " burun arkası boşluğu" denen bu açılı bölgeden d i l i n
geri s i ndeki gırtlak k ı k ı rd ak l a r ı n a , yal a ncı v e gerçek s e s tel
lerin i n arasından geçecek şekilde yönlend i r i l i r. Nefesten ses
ü reten anatomik yapıların i s i m leri bi raz karmaşıktır: tritice
al, kornikülat ve aritenoid k ı k ı rdaklar; küneiform tüberk ü l ve
ariepiglotik kıvrı m .
G ı rtlaktaki kaslar -ister p a n i k içi nde çığlık atıyor, i ster
a rya söylüyor olalım- bu yap ı l a r arasındaki geri l i m i ve buna
bağlı o l a rak da ses perdesini değiştirir. Nefes ses tel lerinden
geçtikten sonra 1 0- 1 5 cm daha ilerleyerek karinaya ulaşır ve
a rd ı n d a n hava akı m ı , gemiyi alttan saran su gi bi sağ ve sol
akciğere gidecek şekilde ayrı l ı r.
Sağ akciğer, kalp tarafından sıkıştırıl mad ığı için soldaki
ne göre daha büyüktür. Ay rıca sağ akciğerin içi nden geçen ha
vayo l u , soldakine göre daha d ikey doğrultuda i lerler; o neden
le, soluk borusuna fı stık ya d a d üğme kaçtığında , sağ akciğere
gitme o l a s ı l ığı daha fazladır. Büyük d a m a rların gi rip çıktığı
akciğer kökünden uçl a rdaki yapraksı zarl a ra dek uzanan h a
vayolları bir ağacı andırır; hatta u z m a n l a r bu nedenle " b ronş
ağacı " teri m i n i kullanır. H avayollarının anatomisi üzeri nde
titizlikle çal ı ş ı l m ı ş olmasının tek nedeni çocuk ların soluk bo
rusuna kaçan küçük cisi mleri çıka rmak deği l , bu bi lgiyi cer
rahide kullanmaktır. Bir akciğer tümörünü kesip almak isti
yo rsa n ı z akciğerin etkilenmiş segmentini, oraya hava götüren
h avayolu dalıyla b i rl i kte çıkarmanı z gereki r.
82 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
ancak biyopsiden birkaç ay sonra ben , neredeyse i k i haftada
bir akşa m l a rı onu gö rmek için b i s i k letle evine gitmeye baş
l ad ı m . Her zamanki gi bi soğu k k a n l ıyd ı . Görüşmeleri m i z sı
ras ında genel l i k l e elinde sigara olur, burun deliklerinden bir
çift fabrika bacası gibi duman tüterd i . Sigarayı bırakmak için
çok geç kaldığı n a hükmetm işti . Başının üzerinde bulut bulut
yükselen duman, sözcüklerini b i ç i m lendirip somutlaştırıyor
du sank i .
H a ftal a r geçtikçe t ü m ö r büyüdü v e ciğerleri ağırlaştıkça
göğsünü d i nlerken d uyduğu m sesler deği şmeye başlad ı . Kari
nasında ıslık çalan nefesi n i işitiyor, katılaşan akciğer dokusu
nun i l ettiği kaba sesi daha net duya b i l i yord u m . Çok geçmeden
evde dolaşırken , kulaklarının üzeri nden, burnunun altından
geçen i nce boru l a rl a aldığı oksijen desteği ne ihtiyaç duyar
hale gel d i . Sigara içen birinin evi nde oksijen kaynağı bu lun
ması teh l i keli old uğundan sigaray ı b ı rakmak için b i r neden i
va rdı n i h ayet. B ı rak ı rken ne k a d a r zorl a nd ı ğı n ı sorduğu m d a ,
gü lücük a rşivinden s ı c a k b i r tebessü m l e yan ı t verd i . " H iç zor
olmad ı , " ded i , " y ı l l a r önce bırakmalıyd ı m . "
Sonbah a rda ta n ı kon muştu, i l k bahara gi rerken oturma
odasındaki koltuğunu çıkarıp yerine b i r hastane yatağı koy
dular. "Bu muhteşem b i r şey, doktor, " dedi yatağın başı n ı
yüksel tip indiren düğmeleri gü l ü m seyerek b a n a gösteri rke n .
" B u n l a rdan birini ed i n mek i ç i n k a n ser o l m aya değer doğru
su. " B i l i gü l üyordu ama karısı gü l müyo rd u .
Top rak altındaki tünellerin gerçekten de nefes alıp verd i
ği , k i reçtaşından yap ı l m ı ş a raziler va rdır; s ı c a k gündüz saat
lerinde nefes verip, gece toprak soğurken nefes alırl a r. B i r ak
şamüstü B i l l ' i kontrol etmeye gittiği mde nefesi tıpkı öyleyd i :
soğu k , yava ş ve toprağı n deri n l i k l erinde yatan belleği taşıyan
b i r nefes. " Ş u raya bak , " ded i , bahard a yeşeren ağaçl arın ol
duğu tepeyi göstererek . " O ağaçla r ı n a rkasında ne va r bil iyor
musu n ? "
A KC i (; E R : YA � A M I N N E F E S İ 8.�
Pa rmağını takip etti m . " H ayır, buradan pek iyi gö re m i
yor u m . "
" K rematory u m , " ded i . B i rkaç saniye sonra ekled i : " Ko rk
m u yorum . Hareket edemeyecek kadar nefessiz kaldığımda ba
casından tüten dumana bakıyorum ve düşünüyorum d a , orada
olup şeh rin üzerinde süzül mek o kadar da kötü o l m ayab i l i r. "
Sadece ağaçl arın ve dumanın hareketine bakarak varl ığını
h i s sedebildiğimiz, bir ruh kadar hafi f rüzgar, en azından o
gün , b i r başkasının küllerini savuruyord u .
7
Jnjrrior
n" rwJ mm
Jf rmJdrı HOfU<
M plrı11•
N rrllt"1dı
pıchrıali
86 İ N S A N V CI C U D U N A S E YA H AT
üzeri nde tıpırda masına benzer y umuşak b i r vuruş sesiyle ka
panır. Eğer kapak l a r sertleşmişse ya da yetersi zse başka sesler
de duyulur: hasta kapakçığın iki tarafı nda oluşan basınç fa r
kına ve a k ı m ı n türbülansına bağl ı o l a rak tiz ya da pes, güçl ü
ya da yumuşak olabilen üfürümler.
Tı bba adım atarken , bir CD 'den üfü rü mleri d i n leyerek
kapakçık patoloj ileri a rasındaki fa rk ı ay ırt edeb i l meyi öğren
mişti m . B i l i nçal t ı m ı n günün birinde " ma rtı ses i " n i andıran
üfürü mü " müzikal" üfürümden, m i tral kapak yetersizliği nde
k i sürtün meye benzer sesi aort d a rlığındaki titreşi mden ay ı
rabileceği ümidiyle bir yandan ç al ı ş ı r b i r ya ndan d i n lerd i m .
Çal ı ş ı rken k a n ı n çağl a m a sesini d i nlemenin rahatlatıcı b i r ta
rafı va rd ı . Acaba denizin sesini ya da içeride sıcacık oturu rken
dışarıda kopan fı rtınanın sesini m i hatırlatıyor, diye düşünür
d ü m a m a sesler bunun için fazla ritmikti . Bel ki de, d i ye dü
şünürd ü m , annemin bel leği m i n deri n l i k lerinde yatan nabzı n ı
anım satıyo rd u r.
Bi leği mizde, şak ağı mızda ve boynum uzda hissettiği m i z
nabzı yarata n , k a l b i n a ral ıklı k a s ı l m a s ı sonucu s i stol i l e d i
yastol arasında o l u ş a n basınç fa rk ı d ı r. N a b ı z , yaş a m ı n aşina
olduğumuz b i r özelliğid i r. A ra s ı ra birileri, nabza gerek ol
maksızın kanı pompalayan b i r yapay kalp tasarı m ı y l a ortaya
çıkıve r i r. Düşünüyorum d a , k a n ı n vücutta kesi ntisiz akması ,
medd ücezi r yerine biteviye, d a i resel b i r akış olması nası l b i r
h i stir acaba ?
Tıpta kullanılan j a rgonun " k l i n i k d i l " olarak adlandırıl
ması, genellikle duygudan yoksunl uğunu i m a etmek içindir.
Oysa k l i n i klerde sıklıkla yoğun b i r duygu alı şverişi yaşanır.
G ü n l ü k hayatta erişkinlerin ağl a masına pek şahit olmazsı
nız a m a muayenehanemin kapalı kapı l a rı a rdında ağlamalar
rutindir. Doktorl a r duygusal açıdan çoğunlukla soğuk deği l
d i rler; sadece insanların çektiği acılara fazla aldırış etmeme
konusunda ustal aşırlar. K l i n i k d i l , salt meslektaşlar a rası kes
ti rmeden iletişim kurmak için deği l , ay n ı zamanda hasta n ı n
K A L P : M A RT I S E S İ Cı r t l RÜ M L E R İ VF M F D D lı C : E Z İ R Ü Z E R İ N E 87
acısı n a , hüsranına ve kederine mesafelenebi l mek için d uygu
dan arındırı l mıştır. Empati ile merhameti , tarafsız ve profes
yon elce dengeleyebilmek, d uygusal zekanın yan ı sıra tecrübe
de i ster ve bunu her seferinde doğru yapabilen yoktur. H i l a ry
Mantel , bunu pek cömertçe ol masa da özlü biçimde şöy le i fa
de etmiştir: " Hemşireler ve doktorlar, işlerini yapabil meye ye
tecek ölçüde d uyarsız olmayı seçmiş elit bir tabakadır. "
Kalp i flas ettiğinde nabzın kaybolduğunu a n l atmak i ç i n
k u l l a n ı l a n k l i n i k d i l p e k de inceli k l i deği l d i r. " H ı z l ı hemodi
namik bozu l m a " gel işebilir; yani ka nın vücuttak i dolaş ı m ı
d u rabi l i r. H a sta "dispne, senkop ve prekordiyal ağrı " i l e baş
vurur; ya n i nefes darl ığı çeker, bay ı l ı r ve göğsü yırtılıyormuş
çasına b i r ağrı hisseder. Ta m kapak yetmezl iği gel işen hasta l a r,
b i l i n ç yerindeyse şayet, öl mek üzere olduklarını düşünürler
ve genell i k l e de hak l ı d ı rl a r. Doktorların bu durum için k u l
l a n d ığı , tıbbi j a rgonun büyük böl ümü gibi Latince o l a n b i r
i fade va rdır: angor animi, ya ni " ruhun ıstırabı . " A c i l serv i s te
bu h i s ciddiye a l ı n ı r. Yetmişi nci yaşını kutladığı doğum günü
partisinde bay ı l a n ve yeniden canlandırma odasında ya n ı n d a
o l duğum bir kadını hatırlıyoru m . Hemşireler giysisini v e i nci
kol yesini keserken iki kol u m u yakalayıp beni kendine doğru
çekerek , korkudan büyü müş gözlerle şöyle demişti : " Ya rd ı m
et Doktor! Ö l üyoru m . " Nabzı n ı alam ıyord u k v e hayatını k u r
tarmak i ç i n e l i m i zden gelen her şeyi yapm a mıza rağmen onu
d a k i k a l a r içinde kaybett i k .
Descartes'tan b u y a n a çenemizden aşağısının et v e boru
l a rd a n i b a ret dolduğuna i n a n m a eği l i m i ndeyiz. A ngo r animi
bundan fazlası old uğunu, bir kapakçık çalışamaz hale geld i
ği nde y a da a o r t duvarında bir y ı r t ı k , yan i " d i seksiyon" geli ş i
yorsa bir şek i lde bunun fa rk ında olduğumuzu düşündürüyor.
B i r sezgi olarak angor animi ' n i n öngörme gücü fa zladır. B i r
keresinde, hasta ö l mek üzere olduğu h i s s i n e kapıldığı için a c i
len göğüs B T ' s i çeki l mesini iste m i şti m .
88 İ NSA N V Ü C U D U N A SE YA H AT
N abzın aniden k ay bolmasının tek nedeni kapakçık yet
mezliği değildir; koroner da ma rl a rda k a n a k ı m ı n ı engel leyen
bir tı k a n ı k l ı k -tromboz- da ayn ı etkiyi gösterir. Karıncıkla
rın eşgüd ü m l ü kasılmasını düzenl eyen l i f ağı oksijensiz k al ı r
sa kalp kasında kaotik seği r meler, ya n i " fibrilasyon " başlar.
Elektri k şokuyla k a s ı l malar tekrar d üzene sokul mazsa hasta
kısa süre içinde ölür. Kimi hastalard a , p ıhtı çözül d ükten ya
da tıkanma stent ile açıldıktan sonra bile fibri l asyon eği l i m i
deva m eder. Ayn ı zamanda defi b r i l atör i şlevi gören k a l p p i l
leri geliştiri l m i ştir; yakl a ş ı k b i r Z i ppo çakmak boyutla rı ndak i
kendi ya şam desteği cihazınızı artık göğüs duvarınızda, cildi
nizin hemen altında taşı m a n ı z m ü m k ü n . Köprücük kemiği n i n
altına yerleşti rilen c i h a z hiçbir rah ats ı z l ı k vermez. Savaş gazi
si bir hastam cihazı onur madalyası gi bi taktığı n ı söylemişti .
"Doğrusunu i stersen i z , " demişti, " şok verdiğinde at tepmiş de
meza rdan fı rla m ı ş gibi o luyoru m . "
Ş a i r ve editör Rob i n Robertso n , üç yerine i k i yaprak l ı b i r
a o r t kapakçığıyla doğmuştu. Aort kapakçığı , k a n ı n aorttan
kalbin sol karıncığına geri k a ç m a s ın ı önler. Kapakçık yaprak
ları iki elemandan oluşur: küçük, sert bir yumru ile lunula
J.,e,ft pwt.
ıalve
K A L P : M A RT ! S E S İ Ü F Ü RÜ M L E R İ V E M E D D Ü C E Z İ R Ü Z E R İ N E 89
( " k üçük ay " ) adıyla b i l i nen, hi lal şek l i nde, daha yumuşak ve
esnek bir doku. Sağl ı k l ı kapakçık kapandığınd a , üç küçük
y u m r u kafa kafaya verip küçük ay şek l indeki dokuları destek
leyerek kan akışını kontrol eder.
Eğer üç deği l de iki yaprak varsa, lunulalar arasında boş
luk kal acağı için kan, karı ncığa geri kaçmaya başlar. Bazen
bu geri akım elle hi ssed i lebilecek kadar güçl üdür; göğüs kem i
ğin i n üzerine elinizi koyduğunuzda, kaçak olan kapakçıktan
k ay n ak l a n a n titreşi m i , yan i "tri l " i hissedeb i l i rsiniz. Hayatı n ı n
i l k o t u z y ı l ı boyunca Robertso n ' ı n kalbi ndeki b u i k i yaprak
d a k i kada yetmiş i l a yüz kez, günde yakl a ş ı k yüz bin kez ve y ı l
d a h e m e n hemen k ı rk m i l yon kez kapandı . Derken k a l b i n d e
başlayan tü rbül anstan ötürü feryat figanı a ndıra n s e s i n sert l i
ğin i t a r i f etmek için " martı sesi üfürümü" olarak adlandırılan
ses ortaya çıktı . " İ k iye Ayrı l m a " adlı ş i i rinde Robertso n , ge
ç i rd i ği kapak değiştirme a meliyatını anlatır.
Robertson şiirinde, kalbinin nasıl d urdurulduğunu, k a n
d o l a ş ı m ı ve oksijenlenmes inin bir makineye n a s ı l devredi l
d i ği n i anlatır. " Pahalı tantal kafesindek i " k a rbon kapl ı b i r
d i s k steri l k ı l ı fından çıkarılıp k ros k l e m p yap ı l m ı ş aorta d i
k i l m i ştir. Ameliyattan sonra uyandığında kafası karışmış ve
bed e n i nden ay rı l m ı ş gi bi h i ssetmiştir kend i n i . " Dört saattir
uzak l a rdayd ı m : beden i m i n dışında. I Önce öldüm, derken
tekrar hayata döndüm . " Kan dolaşı m ı ndaki anestetiklerin ve
morfi n i n etkisi geçince, en ufak bir harekette, birbirine sürtü
nen kem i klerin iç gıcıklayıcı sesi ve göğüs kemiği nden gelen
şiddetli ağrıyla baş başa k a l m ı ştır. Ağrı hafiflerken , ruh h a l i n e
i n s a n ı felç eden bir kara n l ı k hakim olmaya b a ş l a r : "Ac ı m ı n
üzerinde bir kara n l ı k yükseldi ve gen i ş ledi ; / ' pompa kafası '
diyo r k i m i leri I -baypas makinesinden gelen tortunun / bey ne
göçmesi . "
Neden bazı hastalard a , k a n ı n vücut s ı n ı rlarının d ı ş ı
na ç ı k masından kaynaklanan b i r r u h hali ve b i l i ş bozu l m a
sı o l a rak tan ı m lanan " p o m p a kafası" h a l i n i n (perfüzyon
90 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YAHAT
sonrası sendromu) gel i ştiği b i l i n m i yo r a m a kardiyak yoğun
bak ı m birimi nden soru m l u hemşire, hastaların üçte birinde
bu d u rumun görüldüğünü söy l e m i şti . Pek çok hasta kendine
gel i rken şiddet davranışl arı sergi ler; güve n l i k görev l i l erinin
ha stay ı , kuvvetl i antipsikotiklerle sakin leşti r i l i rken tutması
gereki r. Kimi hastalarsa, adeta vücud una yen iden alışmaya
çal ışıyormuşça s ı n a , hemşirenin i fadesiyle " kendi gi bi deği l
dir. " Bazı l a rı uygu nsuz ve kontrolsüz d ü rtüsel davra n ı ş l a r
göste rir. Hemşire, mü stehcen şakal a r yapan din a d a m l a rı ve
ağza a l ı n mayacak küfü rler eden k i b a r h a n ı m l arla ilgili öykü
ler a n l atmıştı.
Bazı a raştı rmacı l a r, aort kes i l i p kalp d a m a rl a rından ay
rıldığında kopan m i n i k yağ parça c ı k l a r ı n ı n beyi ndek i atarda
marl a ra kuş sürüsü gi bi uçarak oradaki i ncecik kı lcal damar
ağın a yakalandığı n ı düşün mekted i r. Bazıl arıysa makineden
kaynaklanan hava kabarc ı k l a r ı n ı n beyindeki kan a k ı m ı n ı n
h a s s a s denges i n i bozd uğu düşüncesi nded i r. B a ş k a a raştı rma
cı l a r, beyindek i , pek azı a n l a şı l m ı ş i l tihabi süreçleri n , göğsün
açı l m a s ı n a ve ( Robertson' ı n harikulade i fadesiyle " korkudan
donakal m ı ş" ) kaburgaların i k i ye ay rılmasına bağl ı trav may
la ha rekete geçtiği n i i leri sürmüştür. Baypas maki neleri k a n ı
soğuttuğu için b a z ı l a r ı " pompa k a fası " n ı n beynin soğuması
sonucu gel i şen b i r yan etki olduğunu düşünür a m a b i r teori
daha va r: Baypas maki neleri altmış y ı l ı aşkın süred i r k u l l a
nımda old uğu h a l d e kalbin doğal atı m ı n ı hala ç o k iyi takl i t
edemiyo r. K a l b i n içsel r i t m i i y i l i ği m i z için elzem olabil eceği
gi b i , beyn i m i z ve kend i l i k algı m ı z da buna bağlı olabi l i r.
Wi l l i a m H arvey ' n i n kalbe d a i r k l a s i k i na n ı ş l a r ı m ı z ı n yan
l ı ş old uğunu ve kalbin dört odacı k l ı b i r pompa gibi çalıştığı n ı
a n l a m a s ı n ı n üzerinden neredeyse dört a s ı r geçti . B u konudak i
fik i rler, 1 628'de De Motu Cordis a d l ı eseri yay ı m l a n a n a kadar,
Rom a döneminden beri ayn ı k a l m ı ş t ı . Aslında, bizler de h a l a
konuş m a l a r ı mızda s ı k l ı k l a , k l a s i k i n a n ı ş l a r doğruy muş, kalp
sadece nabzın deği l ruhun da kaynağı y m ı ş gi bi davra nıyoruz.
K A L P : M A RT I S E S İ Ü F Ü R Ü M L E R İ V E M E D D Ü C E Z İ R Ü Z E R İ N E 91
Kalpsiz biri , vicdanı , hatta ruhu olmayan k i ş i d i r. Yü rek sı
z ı s ı n d a n , kalbin sesini dinlemekten , kalp k ı rı k lığından söz
ederiz. S a n k i mantığı n ye ri bey i n m i ş , kalp serdümen m i ş gibi
k a l b i m i zl e aklımız a rasında b i r çatışma olduğunu h i ssede
riz. " Pompa kafası" hava kabarcıkları n ı n , soğu m a n ı n , yağ
p a rçacı k l a r ı n ı n ya da yangı sürec i n i n bir göstergesi olabi l i r
a m a Robertson'a göre, k a l b i n i n durdurulup k a n ı n ı n bir m a
k i neden geçiril mesi " bundan çok daha ilginç"tir. Ö y l e ki ş a i ri
" i k i ye ay r ı l m ı ş ve savunmasız" kalma hissiyle baş başa bırak
m ı ş t ı r; " Uzaklardayd ı m , ded i m tavan a I ve şimdi sanki ken
dim deği l i m . "
Kalp-akciğer baypas maki neler i n i n , insan k al b i n i n iş
lev i n e dair klasik görüşlerle pek çok ortak yan ı va rd ı r : K a n
göğüsteki b ü y ü k damarl a rdan çek ilerek o k s i j e n i ( " yaş a m ı n
r u h u " ) emebi leceği bir odaya aktarı l ı r. İ l k maki nelerde o k s i
j e n , Ari stoteles'in karıncıklard a old uğunu varsayd ığı çal k a
l a n m aya benzer bir hareket yaratacak şek i lde, b i r k a n rezer
v u a r ı n a veril iyord u . Ancak 1 970'lerin ortalarından ber i , k a n
v e h ava n ı n tek k u l l a n ı m l ı k sentetik bir zarla b i rbirinden ayrı
tutul m a s ı n ı n daha iyi olabi leceği düşünülüyor.
K a n , oksijen atörden geçtikten sonra bir s i l i n d i r aracı l ı
ğıy l a b i r borudan iti l i r y a da bir santrifüj pompası tarafı n d a n
çek i l i r. O r a d a n , baloncukları tutan bir dizi fi ltre v e soğutucu
ya gönder i l i r; ardından asitlik, oksijenlenme ve tuz içeriği n i
a n a l i z eden sensörlerden geçer. Bu k a n , kalbin hemen üzeri n
de aorta ya da boyunda şahdamarına veya kasıkta fem o ral
a rtere yapı l a n bir kesiden vücuda tekrar gönderi lebi l i r. İ n s a n
vücudunu boru l a rdan o l u ş a n b i r tesisat gi bi d üşündüğünüz
de, kanı nereden geri verdiği n i z fa rk etmez.
1 990' l a rda bazı saygı n b i l i m dergileri, maki neden gelen
kan vücuda kesintisiz bir akış yerine kalptekine benzer atım
l a rl a geri ver i l i rse hastalarda "pompa kafası " sorunu nun
daha az görüldüğünü iddia eden makaleler yay ı m l a m aya baş
l ad ı . Kılcal damarlar ve hücreler yaşa m ı n sessiz endüstri s i n i
92 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
mikroskobik düzeyde icra eder. Kanıtlar, kendi lerini besleyen
kanın atımlar halinde gel mes i n i tercih ettiklerini gösteriyo r.
En i y i baypas maki neleri bile, atan b i r kalbin nabız basıncı n ı
ancak beceriksizce tak l i t edeb i l i r.
K A L P : M A RT I S E S İ Ü F Ü RÜ M L E R İ V E M E D D Ü C: F Z İ R Ü Z E R İ N E 93
ve kabarcık oksijenatö r;
mücadele eden aort
k ros klemplendi, kalp
buz gibi, du rdu ruldu, kurumaya bırakıldı .
Yetersiz biküspit kapak kesip çıka rıldı,
yenisi -pahalı tantal kafesindeki
karbon kaplı disk-
steril kılıfından çıkarıldı
ve doğal kalbin içine yavaşç·a yerleştirildi,
desteklendi, dikişlerle tutturuldu .
A o rt serbest bırakıldı, kalp tekrar çalıştı rıldı .
Vücudun dışı nda, makinede
dolaşan kan
geri döndü.
Kaburga açıcı gevşetildi
ve tesisat söküldü, göğüs kemiği
tellerle bağlandı, kesi kapatıldı .
96 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
Meme k l i ni ği n i n zengin b i r fon kaynağı olduğu için ze
minde h a l ı l a r vard ı , p astel ton l a rda boya n m ı ş d uvarla ra ş ı k
çerçeveli tıpkıbası m l a r asılmıştı . Ama ne o l u rsa o l s u n sonuç
ta orası bir k l i n i k t i : bekleme odalarında s i l i n eb i l i r, dayanıklı
sandalyeler va rd ı ; b i rçok oda penceresi zd i . B i r cerrah meslek
taşı m ı n , birbiriyle bağlantılı bir dizi odadan geçtiği miz tur
sırasında bana rehberl i k ederken b i r yandan ben i , memesinde
kitle o l duğu için k l i n i ğe sevk edilen kaygı l ı kadınlarla tanıştır
dığı n ı hatırlıyor u m .
K l i n i ğe başvuran h e r on i l a y i rmi kadından b i r i n e kanser
tanısı konacaktı ; diğer kitlelerin sonucu temiz çıkacaktı. Sel i m
kitlesi olanların birçoğunda fibroadenom ( meme lopçukların
dan k aynaklanan, süt ü reten dokunun karmaşık bir bağ ve ka
nal l a r ağı halinde düğümlenmesiyle oluşan yapı) vard ı . Fi broa
denom l a r, yol açtıkları endişe hariç zararsızdı r. Geri kalanların
M E M E : İ Y İ L E Ş M E Y E DA İ R İ K i BA K I Ş A Ç I S I 97
çoğunda fibrokistik değişiklikler (normal olarak değerlendiri
lebilecek denli sık görülen bir durum) vard ı . Bunlar, memede
kanserl i olmayan , genel likle adet döngüsü sırasında ayı n evre
leri gibi büyüyüp küçülen , içi sıvıyla dolu kistlerd i r.
K a rakteristik olarak ağrı s ı z , düzgün yüzeyl i ve hareketli
kitleler olan ve gençlerde daha yaygın gö rülen fi broadeno m
l a rd a genel l i k l e başka tetkik gerek mediği n i söylediği m i z k a
d ı n l a rı n içi rah atlard ı . Fibrokistik değişiklikler ise daha ağr ı l ı
v e t a n ı konması d a h a z o r olabi leceği i ç i n meslekta ş ı m , u l t
rasonografi eşliğinde memedeki kitleden " i nce iğne aspiras
yon u " yapa rak her k istten keh ribar renginde b i r sıvı çekerd i .
Bazen d e çevre dokulara yap ı ş ı k görünen daha sert b i r kitleyle
karşılaşırdı k i bu kaygı verici bir işaretti . O zaman daha ka
lın bir iğneyle biyopsi yapar ya da kitle çok derindeyse genel
anestezi altında " l u mpekto m i " yaparak ki tleyi çıkarırd ı .
K l i n ikte ay rıca a mel iyat yarasının iyileşme sürecini kont
rol etmemiz için gelen kadın ları da gö rürdük. A ralarında kan
ser neden iyle mastekto mi yap ı l a nların yan ı sıra, rekonstrüktif
cerrahi uygulananlar ve memelerinin ağı rlığından ötürü s ı rt
ağr ı l a rı old uğu için meme küçültücü cerrahi yap ı l m ı ş b i rkaç
kad ı n o l u rd u . Kabinlere alınan ve h ı z l ı bir muayeneyi kolay
l a ştırmak için hemşi renin soy u n masına ya rd ı mcı old uğu has
taları art a rda muayene ederd i k . Bu değerlendirmenin odak
noktasında a mel iyat ya rası olurd u : İyileşme nasıl gidiyor ve
kozmetik sonuç nası l ? Kadınlara , bedenlerindeki bu dönü
şümle nasıl baş ettiklerine dair herhangi bir şey sorulduğunu
h i ç hatırl a m ıyoru m .
98 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
iyi leş meye giden s ü recini inceleyen b i r ressam ile bir şairin or
tak çalışmasıyd ı .
Ş a i r Kath leen J a m i e e l l i ya ş ı n ı s ü rerken meme k a n seri
olduğunu öğre n m i şti . Rekonstrüktif cerrah iyi hemen yap
tırma mayı terc i h etm i ş , t ü m ö r ü n a l ın d ığı a mel iyattan sonra ,
göğü s duva r ı n ı n etra fında kav i s çizen , Y biçi m i nde uzun b i r
yara iziyle uya n m ı ştı . Çocuk luğu n d a n b e r i h i ç o l mad ığı k a
dar d ü z gö rünen göğüs duvarı v e c i l d i n i n h e m e n a l t ı n d a his
sedeb ild iği kalp atışıyla yüz yüze gel m ek onun için gerçek b i r
ş o k o l muştu. Evde geç i rd i ği nekahet dönemi s ı ra s ı nda göğ
sündeki yara izi ve tems i l ettiği d ö n ü ş ü m üzeri ne düşün meye
başl a m ıştı . Göğsünün etra fı n ı d o l a n a n yen i b i r çizgi vardı ve
şunu gözlem l e m i şti : " Ş i i rde b i r dize, d ild e yen i olası l ı k l a ra
kapı açar ve sessizliğin sesi n i d i l e getirir. B i r ressam yen i b i r
i şe başlarken i l k ne yapa r ? B i r çi zgi çizer. İşte şimdi ben im de
bir ç i zgi m va r, hem de ne çi zgi ! '"
Vücudundaki o çizgiyle işe başl a m ı ştı a m a ona baktıkça
"doğal dünya " d a n parçal a r görüyord u . Bu bazen bir harita
ol uyo rd u , bazense bir neh i r ya d a bir gül dal ı . Tedavi süre
cinde pek çok k l i n i syen i n bakışlarına m a ruz kalmış ve ya ra
izini b i r ressam inceleseyd i ne o l ur d u acaba diye düşün meye
başla mıştı . Ressam a rkad aşı Brigid Col l i n s ' e , yara iziyle ilgi
li bir dizi resi m ve heykel yapmayı düşünür mü diye sord u .
Projeyi karşı l ı k l ı yürütebi l mek adına J a m i e d e k ı sa ş i i rler yaz
maya başlad ı . Jamie'nin ş i i rleri ile Col l i n s ' i n eserleri b i rbiri n i
resmetmek ya d a açıklamaktan çok birl i kte evri ldi ; i k i k a d ı n
beraber çalışarak ay rı a m a bağl a n t ı l ı yanı tlar üretti ler. " O ne
den l e , iyi leşme, doğal dünyaya ilişkin tec rübelerimizi başl a n
g ı ç noktası olarak k u l l a n d ı ğı m ı z , h e m yak ı n z a m a n ı n h e m d e
geç m i ş i n ya ralarını i lgilend i ren, ayn ı anda hem kiş isel hem d e
evren sel o l a rak görülebilecek bir deneyim payla ş ım ına dönüş
tü," d i ye yazmıştı Col l i n s .
' "Line" sözcüğü İngilizcede hem "çizgi" hem d e "dize" anlamına gelir. (ç.nJ
�! E M E : İ Y İ U: Ş M E Y E DA İ R İ K İ l\ A K I Ş A�: ı s ı 99
İ k i k a d ı n ı n b i rl i kte ç a l ı şarak o rtaya ç ı k a rd ı ğı sergı n ı n
köke n i , bedeni gö rsel leşti rmey l e i l g i l i i k i fark l ı geleneğe d a
yan ıyord u . İ l k i anato m i y i , C h a rles Beli gi b i ress a m -cerrah
l a r ı n ve tıbbi eği t i m a m a c ı y l a hastalık ve m u t i l a syon gö r ü n
t ü l e r i n i res meden geleneksel tıp i l l ü stratörl e r i n i n gözünden
ele a l ı yo rd u . Çok güzel resmed i l m i ş olmakla beraber b u n
l a r i çeri kten -ta svir ett i k l eri k a d ı n l a r ı n yaşa m l a r ı n d a n v e
ö y k ü l e r i nd en- kopuktu .
1 00 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
ya z ı yo r b i r ş i i ri n d e , " ü vez yap rak l a r ı n ı n a r a s ı n d a n i ş i t i l i
yo r. " Bahçen i n uzağı n d a n gel e n s e s l e r o n a " ken d i n i çözen
düğü m l e r i n ses i n i , d ü n ya n ı n z a r a r s ı z k ay ı t s ı z l ı ğı n ı n sesi n i "
h a t ı rl a tı yo r. B u n a e ş l i k eden b i r res i mde ya ra i z i b i r üve z
d a l ı o l a rak h ayal ed i l m i ş , a l ç ı ve go m a l ak tabakal a r ı n ı n a l
t ı n d a k a l a n m e t i n s a n k i ü vez yaprak l a r ı y l a b i rl i kte yen i b i r
haya ta doğuyo r m u ş ç a s ı n a tek ra r gör ü n ü r h a l e gel i yo r. B i r
d i ğeri , Ro bert B u r n s ' ü n b i r d i ze s i n e yoğu n l a ş ı yo r : " Çi çeğe
dokunursan taçyapra k l a r d ö k ü l ü r. " B i ç i m i J a m i e ' n i n yara
izine uya n , ortaçağdan k a l m a bir el ya z m a s ı nd a ki tezh i p
gi bi boya n m ı ş b i r sayfa d a n ç ı k a n b i r ya bangü l ü res m i n e i l
h a m ve rm i ş b u d i ze .
M e m e k a n seri n i n b i r özel l i ği de b i r a i l e n i n k a d ın l a r ı n d a ,
k u ş a k l a r a ra s ı n d a ha ngi s ı k l ı k ta görü l d ü ğü d ü r. J a m i e k ü
çük b i r k ı zken büy ü k a n n e s i n i n ku cağı nda o t u r u p göğs ü n e
sokuld uğu g ü n l e r i h a t ı rl ı yo r. " B üyükannem memesine ' bre
i s t ' , göğsüne ' k i st ' derd i , " d i ye ya z m ı ş " H eredity 2"de. " ' B ü
y ü k a n neye k u c a k kucak yapmaya m ı gel d i n yok s a ' derd i .
' So k u l baka l ı m c a n i kom . "' Col l i n s ' i n b u yazıya eşl i k eden
heykel i n i n a d ı d a " K ist" . Co l l i n s heykel i n " gü ve n l i , koru
naklı bir ye r " , " b i ri n i d ü n yaya k a rş ı güvenle s a ran d i ş i l b i r
k u c a k l a m a , b i r m u h a fa z a , b i r d i k i ş kutusu y a da etek " o l a
rak t a s a rl a n d ı ğ ı n ı ya z m ı ş .
M E M F. : İ Y İ L E � ,'v! E Y F. DA İ R İ K İ B A K I � AÇ I S I 101
J a m i e i l e Col l i n s ' i n b i rl i kte yarattı k l a rı son eser, sonbahard a
g ö ç etmeye h a z ı rlanan b i n l erce e v ve k u m k ı rlangıcım b i r
neh r i n üzerinde besleni rke n tasvir ediyo r. T ı p k ı J a m i e ' n i n
y a z boyunca deva m eden nekahet s ü rec i n i n sonu gi bi o n l a r
d a " nehre b i r veda öpücüğü ko n d u ru yor" ve " k ı s a l a n g ü n l e
ri n , k a p a n m adan ö n c e h ı z l a geçmeleri gereken b i r k a p ı o l
duğu h i ssiyle hazırl ı k yap ı yorl a r. " İyi leşme dönemi sadece
taha m m ü l edil mesi gereken bir süreç deği l , şükran d u y u l a
cak b i r d u r u m : "A meliyattan sonra iyi leşmek, m u t l u l u k t a n
uçmak gi bi b i r şeyd i , " sözleri y l e a ç ı k l ıyor J a m i e çal ı ş m a s ı
n ı n girişinde. " H i ç k i m se benden b i r şey i stemedi . . . neh i r
ken a rı n d a yürüdüm v e y ı l l a rd ı r h i ç uyumadığı m k a d a r i y i
uyud u m . "
Pro j eye " Frissure " i s m i n i C o l l i n s ve rm i ş . Ya ra i z i ci l tte
bir çatlaktı r ve J a m ie ' n i n de a ç ı k l ad ı ğı gi b i , " ü zerinde yara
izi o l a n ç ı p l a k beden i n s a n ı n i ç i nde kesi n l i k l e b i r ü rperme
1 02 İ N S AN V (I C U D l l N A SE YA H AT
ya ratı r. " · D i l i l e doğrudan i l i ş k i s i ve a ş ı r ı duygusal l ı ktan
uzak o l m a s ı , J a m i e ' n i n meme k a n seri n i n iyileşme s ü reci
ne d a i r endişe ve a c ı s ı n ı b i r tür k u t l a m aya dönüştürmes i n i
sağl a m ı ş . Meslektaşı m l a b i rl i kte m e m e k l i n i ğ i n i d o l a ş ı rken ,
yan yana d i z i l i kabinlerde yarı ç ı p l a k bekleyen k a d ı n l a rl a
k a rş ı l a ş m ı ş t ı m ç ü n k ü hocal a r ı m " i y i le ş m e " y i öğren menin
doğru yo l u n u n bu olduğunu d ü ş ü n ü yo rl a rd ı . Frissu re , mes
leği m e de taşıyabileceği m b i r ders ç ı k a r m a m ı sağl a d ı : İ y i leş
me sa dece i ç d ü n ya m ı z ı n deği l , b i z i ayakta tutan çevre m i z l e
bağı m ı z ı n da eski h a l i n e d ö n m e s i d i r.
• Collins " Frissure" kelimesini, İngilizce çatlak anlamına gelen " fissure" ve
ürperme anlamına gelen " frisson" sözcüklerinden türetmiş. (ç.nJ
ÜST UZUVlAR
9
İ n sa n d e d i ğ i n ned i r k i , d a l ın d a n top ra ğa
d ü ş e n yapraktan başk a ?
' Dışarı tek damla kan akmadığı halde iç kanamadan ölmek mümkündür:
pelvis kırıkları, uyluk kırıkları ya da göğüs boşluğuna veya batın içine ka
nama gibi durumlarda hayati tehlike yaratabilecek ölçüde kan kaybı olur.
108 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
ucunu tırnak yatağın a bastı rdığı m zaman elini çek t i , küfretti
ve sağl a m kol uyla bana y u m ru k atmaya çalıştı. Soluk ve i fade
siz yüzü öfkeyle alev alev yan ı yo rd u .
" G KS'si ş i md i 1 2- 1 3 ; görünüşe gö re kendine geliyor. "
McTu l l o m öfkeyle geril m i ş , m u ayene masasından kalk
maya çalışıyo rd u a m a kolundaki ağrıdan ve başıyla boynunu
sabit tutan k ı s ı t l ayıcılardan ötü rü yap a m ı yord u . Harry ' n i n
yard ı m ıyla onu tutup morfin enj eksiyonu yaptı m . Sakinleşip
yatınca ceket i n i n sağ kolundaki ko ruyucu kalkanı kesebildik.
Tişörtünde k a n yoktu ama sağ omzu çarp ı l m ı şt ı ; normal kas
l ı bir omuz köşeli gel mesi gereki rken onunkisi sola k aymış,
şiş bir hamur kitlesini andırıyord u . Harry haklıyd ı : D i rseğe
omzuy l a tosla m ı ş , bütün ağırl ı ğı köprücük kem i ği n i n üzeri
ne b i n m i ş olmalı yd ı . Morfi n i n etk isiyle sakinleştikten sonra,
omurgasında hasar olup o l m a d ı ğ ı n ı a n l a mak için omurgay ı
sabit tutarak onu dikkatle sol tara fı na doğru çev i rd i k . _Her şey
normal görünüyord u .
Sol e l i n i n parmaklarına dokunarak "Bunu hissedebiliyo r
musu n ?" d i ye sord u m . D i ş l e r i n i gıcırdatıyo rd u ; evet a n l a m ı n
da başını sal l a m aya çalıştı . " B a ş ı n ı sal l a m a . H issediyorsan s a
dece h ı - h ı de . "
" H ı- h ı . "
" Peki ya burası ? " Sağ el i n i n parmaklarına dokundu m . Ya
n ı t yok t u .
" Ya burası ? " Kolunda yukarıya , di rseğine, s o n r a da ş i ş
o m z u n a doğru çıktı m . Ya nıt vermed i ; dokunduğum u h issede
m i yord u . "Parmak l a r ı n ı kapatabi l i r m i si n ? " diye sord u m par
mağı m ı sağ eli n i n avuç içine koyarak . E l i n i y u mruk yapm aya
çal ı ş ı rken parmaklarında hafi f bi r k ı p ı rdanma oldu. " G üzel .
Kolunu kıvırabil i r m i si n ? " Hareket yok . B i rkaç dakika önce
p a rl aya n öfkesi yerini morfi n serse m l iğiyle karışık bir korkuya
b ı rakı yord u .
" Ne i ş yapıyo rsun ? " d i ye sord u m .
ı 10 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
Teukros da bir ok çıkarıp sadağından yayına yerleşti r
di, fakat tam hedef alacağı sırada Hektar iri bir taş atıp
vurdu onu; öl ümcül bir yere, boynuy la göğsünü ay ı ran
köprücük kemiğine isabet etti . Uyuştu eliyle bi leği , di
züstü çöküverdi yere, yayı eli nden fı rl adı gitti.
O M UZ : S İ L AHL A R VE Z I RH 111
b i l i ncini kaybeder. İnternette " b rakiyal sersemletme" ( " b rac
hial stun") i le ilgi l i sayısız gö rüntü bulabil i rs i n i z : ABD De
niz Kuvvetleri ' n i n kışlada birbiri üzerinde yaptığı pratik l e r,
ringde görüntülen m i ş k a ra kuşak sahipleri , h atta şüphel i l e re
saldıran polis memurl a rı . . . O n ları izlerken , uyuşmuş, c a n s ı z
kol u y l a yere kapaklanan Teu k ros'u düşündüm.
DteCl:•Dl•O
•UllCM OP
MYNGLOHAL
llJMllC.NJO
™"'•oıo
AXIS
tNTEtUIAL
• . . . . " ,.
AWl'K"t
• " e C LA V I A ..
A N TC ll l O lll
TttOllAC.10
ı 12 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
Ay rılan dallar birbiriyle zarif birleşmeler yaptıktan sonra ü ç
" kordon" hali nde örülür: " i ç ya n " , " d ı ş yan " v e " a rk a . " Arka
kordon, kol u ve bileği açan kaslara u l a ş ı rken bir yandan da el
ve önkol sırtının duyusunu verir. İç yan ve d ı ş yan kordonlar
ise bi seps kası i l e bileğe bükülme hareketi n i yaptı r ı r ve eldeki
küçük kasları çalıştırır.
D üzenlenme aşırı karmaşık gi b i görünse de bu durum kol
ların rah i m içindeki gel i ş i m biçimi nden kaynak l a n ı r. Latince
brachium sözcüğü , İngi l i zcede branch (dal) ile ayn ı kökenden
gel i r. Kol da gel i ş i m i n e tom u rcu k l a n a rak başlar, ağaçtan bü
yüyen bir dal gibi gövdeden tom u rcu k l a n ı r. Tomurcu k l a n m a
gestasyonun dördüncü haftasında başlar v e izleyen üç hafta
içinde tam gelişmemiş b i r el , önkol ve üstkol oluşur, sonra d a
doksan derecel i k b i r dönüş yap a r. Brakiyal pleksusun yolun
dan sapıp kıvrıl masına neden o l a n duru m , kol u n bu rotasyo
nu sırasında kasların yaptığı h a rekettir. Homeros s i n i r ağı n ı n
kökenini b i l mese de anatomisinden ve bu bilginin savaş ala
nında sağlayabileceği avantajdan h aberdard ı .
OMUZ: S İ L A H L A R V E Z I R H 1 13
i l keleriyle çel işkili gö rünüyord u . H i pokrat " Ö nce zarar ver
m e , " demi şti ama onun çalışmalarını yakından i nceled iği n iz
de aynı zamanda " cerrah ol acak kişi önce savaşa gitmel i d i r, "
dediğini de gö rürsünüz. A n t i k çağl a rdan günümüze sava ş , h e r
bi ri nden bir şeyler öğrenebileceği miz ç o k sayıda kaybı da be
raberinde geti rmiştir. D i ğer uzmanlık alanlarında old uğu gibi
tıpta da mükemmele ancak pratik yapa rak ulaşılabi l i r.
Askeri doktorlar bana, savaş meydanı için tasarl a n m ı ş
taşınabi l i r bir cihazla n a s ı l rön tgen çekebileceği m i , kı rı k ke
m i k leri nasıl yerine yerleşti receği m i , kafa travmasını takiben
ko m a gel işi rse kafatasına nasıl delik açacağı m ı öğrettiler.
B u n l a r ı n hepsi sava ş sırasında gereken a m a Antarkti k a ' d a da
ihtiyacım olabi leceği n i d üşündükleri beceri lerd i . Eği ti m s ı ra
s ı n d a geleneksel askeri kuru m l a ra yol l a n d ı m ; hava kuvvet leri
üssünde d i ş anestezisi, piyade kışlasında loj istik öğrend i m .
"Afet Ya rd ı m Operasyonları" a d l ı b i r kursa katı l d ı m ve bir
odada, muharebe bölgesi nden yen i dönmüş otuz doktor, pa
ra m ed i k ve hemşireyle birl ikte oturd u m . Cepheye yakı n s ı h h i
ya rd ı m istasyonunun nasıl k u ruld uğunu, koleraya k a r ş ı n a s ı l
hel a kazıl acağı n ı ve kutup keşif gezilerinde faydalı olabi lecek
başka şeyler -i leti ş i m , doğaçl a m a yaşam desteği , hassas i l aç
l a r ı n n a s ı l korunması gerektiği , ekipmanın taşınması- öğren
d i k . Askeri doktorlara beklenmedik bir saygı duymaya başla
dım ve onlardan önce gelenleri n , insan vücudunu a n l a m a m ıza
ne denli büyük katkı sağl a m ı ş olduklarını fark etti m . Anti sep
tik cerrah i , Boer Savaşı ve Birinci Dü nya Savaşı'nda askerlerin
hayatı n ı kurtaran bir devrim yaratmış, anti biyotiklerin bulun
m a s ı i se İki nci Dünya Sava ş ı ' nda benzer b i r etki göstermi şti r.
Charles Bel l , Waterloo'da askerlere yard ı m ederken çok şey
öğren m i ş , Ro malı cerrah Galen gladyatörlere hek i m l i k yap
m ı ştır. Belki de İlyada 'da ortaya konan anatomik bilgi , uzun
süred i r va r olan ama genel likle kıymeti b i l i nmemiş bu gelene
ği n bir parçasıdır.
1 14 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
İ N G İ L İ Z C E D E "A R M S " sözcüğü iki fa rk l ı a n l a m taşır: kol l a r ve si
lahlar. "A rmed" ( s i l ah l ı ) , " a rmour " (zı rh) , "army" (ordu) gibi
sözcü kler içeren kel ime dağarcı ğı , bedene yönel i k şiddeti n
dildeki tanığıd ı r ve i n s a n ı n öldürm eye i l i ş k i n tutumu konuş
mal a r ı m ıza nakşolmuştur. G ü ve n l i k güçleri n i n oluşturduğu
birl i ğe "kolluk kuvvet i '' , ortak a m aç uğruna savaşan askerler
için " b rothers i n arms" (silah a rkadaşl a r ı ) denir. Lati nce ar
mus " o muz" , arma ise silah a n l a m ın ı taşır ve her ikisinin de
kökeni " b i rbirine uyan" manasına gel i r.
A skeri tıp tarihçisi P. B. Adamsan İlyada ' y ı , çoğu cerra
hın yarayı di kerken gösterdiği nden daha büyük bir dikkat ve
itinay l a okumuştur. Metnin tarihi b i r kayıt deği l b i r destan
olduğunu takdir etmekle birli kte, ra stladığı her kesiği ve ya ra
lanmaya neden olan s i l a h ı , yaranın ölümcül olup o l m adığını
kaydetmi ştir. A rd ı ndan sonuçl arı benzer b i r yöntemle i nce
led iği Vergi lius'un Aeneas a d l ı eseri yle k a rşıl aştı r m ı ş ve Tro
ya Savaşı s ı rasında mı zrağı n en ölümcül s i l ah olduğu , buna
karşı l ı k Ro ma devrinde k ı l ıcın ava nta j l ı konuma geçtiği so
nucuna va rmıştır. Taşların ise öld ü rücü l ü k açısından en ba
şarı s ı z silahlar old uğunu görmüştür - taşla vuru l a n l a r ı n yüz
de 4 1 ' i n i n sonu ölüm olmuştur (Teu k ro s ' u n hayatı , kol u fel ç
olduğunda teh l i kede değildi - Hektor'un onu V I I I . K i tap'ta
etkisiz hale getirmesi n i n a rd ı n d a n X I I . Kitap'ta tek rar ayağa
kalkıp dövüş meye başlar) . İlyada 'da Pa ris, hatta Teukros gi b i
b i r o k ç u o l m a n ı n b i razcık ödleklik olduğu i m a ed i l i r - okçu
luk he m uzaktan öldürür hem de ölüm o kadar kesin deği l d i r :
Ö l ü m oranı okçu lukta yüzde 74, b u n a k a rş ı l ı k k ı l ı ç ya ra s ı n d a
yüzde 1 00, m ı zrak saplanmalarındaysa yüzde 97' d i r. Ada m
son , günümüzde olduğu gi b i antik çağl a rda da z ı rh ın , ön ta
ra fı destekli olduğu halde a rkası acı nacak derecede ko ru m a s ı z
olduğundan göğü s göğüse çarpışmaya teşvik ettiği ne d i k k a t
çeker. Savaş meydanında d ö n ü p k a ç m a k her zaman ölümcül
dü zeyde teh l i keli bir seçim olmuştur.
O �I L I Z : S İ L A H L A R V F Z IR H 1 1 '
Adamsan İ/yada'da bacakların nadiren ya ralandığını fa rk
etm iştir; savaşçı lar vurulup düşen yoldaşları n ı n beden leri ara
sında, yüksekl iği bele va ran iki tekerlekli atlı a rabal arın a rka
sında ya da gemi gövdesi n i n koruması altında dövüştükleri için
bel k i de. Adamsan ay rıca vücutta asıl hedef alınan yerlerin baş,
boyun ve gövde old uğuna dikkat çeker. İlyada'da kol l a r zarar
görd üğünde bunun nedeni genell ikle kolların kend i n i savun
mak ya da bi zzat şiddet uygulamak için havaya kaldırı l ması d ı r.
Bu Homerosçu yaralanma örüntüleriyle bugün bile acil servis
lerde her gün karşılaşıyoruz: Aile içi şiddet kurbanlarını değer
lend i ren doktorlar kadın ların önkol bölgesini kontrol ederler
çünkü saldırganın darbesine karşı korunmak için kol l a r siper
edi l i r. Ö n koldaki ulna ad l ı uzun kem iğin gövdesinin orta bölü
münde meydana gelen kırık "cop kırığı " olarak bilinir çünkü
bu tip kı rığa en sık pol is tarafından coplananlarda rastl arız.
Homeros 'un tarif ettiği ya ral arın örüntüsü Troya kuşat
m a s ı n ı n üzerinden geçen üç bin yıl boyunca hemen hemen
ayn ı kalmıştır. Ne zaman ki barut yaygı n olarak k u l l a n ı l ı r hale
gel d i ve savaş menzi l i a rttı , ancak ondan sonra bu örüntü de
ği ş meye başlad ı . Silahlar güçlendi kçe ölüm ora n l arı çel i ş k i l i
b i ç i m d e düşmeye başlad ı . Adamson, e s k i meti nlerde anlatı
l a n ölüm ve yaral anma ora n l a r ı n ı , on dokuzuncu ve y i r m i n
ci y üzyı l ı n en korkunç savaşlarından bazı larının veri leriyle
karşılaştırmıştır.
K ı r ı m Savaşı'nda ya şanan korkunç sefalete ve vahşete rağ
men, yaralanmalara bağl ı ö l ü m oranı sadece yüzde 26 'dır; y i r
mi b i r bin İngi l i z askerinden beş bin beş yüzü ölmüştür. Birinci
Dünya Sava şı'nda da İngi l i z birliklerindeki ora n l a r benzerd i r :
iki yüz yir mi beş milyon askerden altı y ü z b i n e yakı n ı yaral an
malar sonucunda ölmüştür. Adamso n , gü lle ve bombaların en
kötü d u rumda bile yüzde 29 ora n ı nd a (Birinci Dü nya Sava şı)
ölümle sonuçl a ndığı n ı göstermek ted i r k i bu oran, İlyada'da
fı rlatılan taşlara bağl ı ölüm o ra n ı n ı n da altındad ı r. Baş ve
gövdeye karşı l ı k kol ve bacak l a rdaki yaral anmaların ora n ı i se
1 16 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
bütünüyle tersine dönmüştür: Antik çağ destanlarında uzuv
yaral a nmaları n ı n ora n ı sadece y ü zde 20 i ken , son yüzyılda sa
vaş s ı rasındaki bütün yaralanmaların yüzde 70 ila 80'ini oluş
turmaktad ı r. Silahlar gel işip hiç o l m ad ığı kadar uzun menzi l l i
hale gel d i kçe, askerler arasında u z u v yaralanmaları da ölüm
den daha fazla görül meye baş l a m ı ştır.
O M U Z : S İ L A H L A R VE Z I R H 1 17
İlyada 'nın V I . Kitabında Akha ve Troya orduları karşı
k a rşıya geldiğinde, Akhal ı savaşçı D io medes kendini Troya
lı G l au kos'un karşısında bu l u r. Glaukos öylesine görke m l i
b i r zırha bürünmüştür k i Diomedes onun b i r tanrı old uğu
nu düşünür. "Biz ölümlüler arasında ne arıyorsun sen büy ü k
ada m ? " d i ye bağırır savaş meydanında. "Nasıl d i k i l d i n u z u n
göl geli k a rgı m ı n karşısına ? '' *
" Soyumu ne diye sorarsın ? " diye yanıtlar G l a ukos bağı ra
rak . " Yaprakl a r gi bidir insan soyu. Bir yandan rüzgar bak a r
sın o n l a r ı döker yere, b i r ya ndan bakarsın bahar gel i r, yen i le
rini yeti ştirir, yeşertir orman, böylece soyların biri göçer, b i ri
doğar. " *
Fakat Glaukos önce a n a babasının i s m i n i vermeyi reddet
se de, daha sonra şeceresini saya r: Akha soyundan gel med i r;
dedesi y ı l l a r önce Yu nanistan'dan sürülmüş, Troya toprak l a
rına yerleşmiştir. Dio medes kendi dedesinin G l a ukos'un dede
s i n i n a rkadaşı old uğunu fa rk eder ve bu dostluk neden iyle ba
rış tek l i finde bulunur: " Kalabalı kta kargı l a rımızı sakınal ı m ;
ben i m öldüreceği m b i r sürü Troyal ı var, yeter k i tanrı yol u m a
kos u n o n l a r ı , b e n de onlara yeti şey i m . Sen i n karşında da b i r
sürü A k h a l ı va r, öldürürsün yeterse gücün. ,, .
İ k i adam etrafları nı saran savaş cehen nem i n i n orta s ı n d a
a r a b a l a r ı n d a n atlayıp kol l a rı nı kenetleyerek tokalaştı l a r.
1 20 İ NSA N V Ü C U D U N A SE YA H AT
/'':.11
ı--#'/i;!J
j
1)
��·/jj)
/ r
ll İ L E K V E E L : D E L İ N M İ Ş , K E S İ L M İ Ş V E ÇA R M I H A G E R İ L M İ Ş 121
serum vermeye başlıyoru m . " So l ak m ı s ı n ı z ? " diye soruyoru m .
B a ş ı n ı sallayarak onay l ı yor. " N e i ş yapıyorsunu z ? "
" Ya n kesicisiy i m , " diyor yüzü nde buruk bir tebessümle,
" neden soruyorsunuz k i ? "
" Sadece piyanist o l u p olmad ığınızı kontrol ediyord u m . "
" Pencerenin üzeri ne düştü m , " diyor gözlerini kaçırarak;
oysa hemşireler bana başka b i r hikaye anlatmı ştı . Sağl ı k gö
rev l i leri evine vardığınd a , bir köşede ağlayan bir kad ı n , ada
m m tanı ona yumruk atmak ü zereyken yum ruğunu kapıya
geç i rdiğini söylemiş. Kapınm cam panelleri darmadağı n m ı ş ;
d o l ayısıyla e l kem i kleri nde k ı r ı k o l u p olmadığı n ı merak edi
yo ru m . Kolunun üzerine bastı rırken elini yuka rıya kaldırıp
p a r m a k uçlarını i ncel iyoru m : Pem be görünüyor, i y i ; parmak
l a ra yeterl i kanın ulaştığı n ı gösteriyor bu. Başparmak tırnağı
nın üzerine kuvvetlice bastırı p bırakıyor, tırnak yatağı tek rar
pem beleşene kadar kaç saniye geçtiğine bakıyoru m . İki sa
niyeden kısa sürdüğünü gö rünce içim biraz olsun rah atlıyo r.
Fak a t parmak boğu m ları kötü durumda; serçeparm ağı d a
bek l ediğim gi b i , olması gerekenden k ı sa görü nüyor ve açısı
normal deği l . Serçeparmağı n ı destekleyen el kemiğini k ı r m ı ş :
" boksör kırığı . "
Kana mayı durdurmak için ko luna bastırırken , ayn ı hafta
içinde tedavi ettiği m bir başka boksör kırığını düşünüyoru m .
O vakadaki k ı rı k metakarpal kem i k , b i r gardiyana aitti ve onu
muayene etmeden hemen önce, soru m l u old uğu mahk ü m a
çene kemiği kı rığı ta nısı koy muştu m . İki a d a m komşu i k i
muayene kabininde otu ruyo rd u . İki ya ralanma a rasındaki
bağl a ntı o kadar barizdi k i nedenini sormak abes kaçacak t ı .
Gard i ya n , mahkümu ç ı k a n bir karı ş ı k l ı k l a ilgi l i sorgu l a rken
elleri ni sandalyenin a rkalığına daya m ı ş olduğunu, mah k ü m
tek meleyince kaya n masanın ellerine ça rptığı nı anlattı . " B a ş
ka türlü böyle bir kırık n a s ı l o l u r k i zaten ?" diye sordu gergi n
bir ifadey le.
1 22 İ N SA N V Ü C : l/D LI N A SE YA HAT
"Evet, " ded i m k a rarlı b i r şek i lde. "Buna boksör k ı rığı de
riz. El kem i kleri nden daha sert bir şeye yumruk attığınızda
olur. Ya da birine. "
Ku ru la ma bezi n i kaldırıp altına göz atıyoru m . Ö n kolun
dan b i leğine kadar uzan a n , b i r a s la n tarafından h ı rpalanmış
gö rüntüsü veren uzun b i r ya rık va r ve yara n ı n altında kaslarl a
tendo nlar parlıyo r.
Hemşireler röntgen çeki l mesi için tal imat vermiş bile; fi l
m e bakınca orak şek l i nde b i r cam p a rça s ı n ı n ya raya gömülü
olduğunu anl ıyoru m . Ya ranın etrafı ndaki cildi kaldırıp gaz
beziyle hafi f hafi f dokunarak cam parçasını arıyoru m . So
nund a , dokuları zeh i rl i bir d i ke n gi bi y ı rtan, i p l i k i p l i k pıh
tılaşan kanın mermeri msi bir gö rüntü verdiği camı dokuna
rak değil de daha çok bakarak buluyorum. Çıkardığı m cam
kırığı n ı ışığa tutup bakıyor, röntgen fi l m lerinin a s ılı old uğu
negatoskoba doğru yürüyo ru m . Röntgende buzlu cam desen i
gibi görünen önko l kemiklerinin -rad yus ve ulna- ana hatları
hayaleti msi bir zarafetle p a rl ı yor. Serçeparm ağını destekleyen
el ke m iği olan beşinci metak arpı görebi l iyorum ; k ı r ı l m ı ş a m a
çok kötü durumda deği l . Çev i rerek yerine oturtma m gereke
cek . E l i mdeki cam k ı rığı n ı negatoskoptak i kanca biçi m l i opa
si teye doğru kaldı rıyoru m ; i k i s i n i n şek l i bire bir ayn ı .
" H aberler i y i , " diyorum Adrianson ' a . " İ çeride başka cam
parçası yok . "
Pansuman a rabasının yan ı n a çöküp bileğine doğru b i r
a raya gelen önkol k a s l a r ı n ı i ncel i yo r u m . Yüzeysel p a r m a k
b ü k ü c ü k a s l a r ı n tendon l a rı ı ş ı k ta parıld ıyor; kalın kol l a j e n
bantl arı kuş tüyünün eksen ine benziyor a m a eksenden çıkan
tüyc ü klerin yerine zikzaklı kas şeritleri var. E l i n i yumruk yap
m a s ı n ı i stiyorum ve kasların bir a raya top l a n ı ş ı n ı , parmakla
rı kontrol eden kaldıraç si stem i n i n olağanüstü gi rift yap ı s ı n ı
hayra n l ı k l a seyred iyoru m . N e kadar d a mekaniğiz. Bütün
tendo n l a r sağl a m ; sol eliyle de parmak l a r ı m ı sağ eliyle olduğu
ll İ L F K VE E L : D E L İ N M İ Ş , K E S İ L M İ Ş VE <,: A R M I H A C E R İ L M İ Ş 1 2.l
kadar iyi kavrıyor; dahası, gö rüş alanıma gi rip çıkan tendon
ların y üzeyi nde herhangi bir çentiklenme görmüyorum.
"Eve ne zaman gideb i l i ri m ? " d i ye soruyor.
" B u yaral a ra dikiş atıp kırık parmağınızı sarar sarmaz. "
B i r doktor olarak, hasta l a rdan bilgi almak ve açıkl a m a
yap m ak için bütün gün konuşurum. Bazen nöbeti m y a da k l i
n i kteki mesai m sona erdiğinde, dengey i yeniden kurabil mek
için saatlerce sessiz kalma i h tiyacı duyarı m . Ta n ı n ı n sözel
böl ü m ü , olasılıkların elenmesi, sorular ve yanıtlar, hasta n ı n
cevaplarını tartıp biçme, ne z a m a n daha fazlasını sorup n e
za m a n deva m edeceği ne karar verme üzerinden ilerler. Yı l l a r
i ç i n d e ed i n i len bir becerid i r bu : Hasta n ı n tıbbi öyküsünü öğ
ren m ek bir tıp öğrenci s i n i n b i r saatini alab i l i rken , p rati syen
ya d a uzman hek i m ola rak dakikalar içi nde karar vermemiz
gerekebi l i r. D ik iş atma ya da kırık uzvu alçıya alma gibi pratik
işler, ha stay l a aceleye geti rmeden konuşab i l meniz, a maçsızca
soh bet edebi lmeniz için ender ya kalayabileceği n i z bir fı rsat
s u n a r. Pek fazla entelektüel çaba gerekti rmeyen, salt tek n i k
beceriye dayalı bir iş yapmak d e r i n bir haz verir i nsana. D i k i ş
a t m a k da teknik bir iştir v e diğer bütün teknik i ş l e r gi bi iyi ya
da kötü yapılabi l i r. İyi dikiş atmak, acil servisin sürekl i dikkat
dağıtan karmaşası ndan sonra i nsanı rahatlatan b i r odak l a n
m a gerektirir.
1 24 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
Steril aletler ve d i k i ş i p i , lokal a nesteti k çeki l m i ş enj ektörleri n
bulunduğu tepsiyi hazırl ay ı p, ya ral a r ı n ı tekrar antiseptikle te
mizliyor, a rd ı ndan d i k i ş atmaya başlıyo ru m . Otuz-kırk d i k i ş
gerekebi l i r, yan i b i raz zaman alacak.
Acil serviste bileğindeki atard a ma rları kestiği için ölen
birine hiç rastla m a d ı m ; bu d u rumda genel likle ölüm riski
taşıyan bir kanama gelişmez. Radyal atard a ma rı kestiği için
öldüğünü gördüğüm tek k i ş i , boğazına bıçak saplayıp şahda
marını da kes m i şti . El bi leğindeki atard a ma rların gen işl iği i k i
ü ç m i l i metre kadard ı r v e bu n l a r kes i l d i ği nde, genel likle b i r
özsav u n m a mek a n i zması olarak kend i l i ğinden kapa n ı rl a r.
Bununla birl ikte, kendini öldürmek için deği l , çektikleri yo
ğun ruhsal acıyı hafi fletmek ve ya şamaya mahkum oldukları
hayatı reddettiklerini göstermek için bileklerini yüzeysel ya da
deri n kesen yüzlerce insan görd ü m .
B i lek kesmek hayata çatmanın bir yoludur: Nabız atışını
hissettiği m i z bilekler, içimizdeki ya şamın gücünü ve canlıl ığı n ı
göstererek hayatı simgelerler. Gerginlik duygusunu hafifletmek
için yaygın başvurulan bir yöntemdir bu. N üfusun yüzde 4'e
va ran bir kesimi kendini kestiği ni itiraf etmektedi r ( " kasten
kend ine zarar verme davranışı I KZV" olarak b i l i n i r) ve her
ne kadar en revaçta olan yer el bilekleriyse de, önkol, bacak ve
kalça kesme de yaygı ndır. Ergenlerde bu oran çok daha yüksek
olup yüzde 1 5 'lere çıkabilir; kızlar erkeklere göre yardım alma
ya genel l i k le daha meyillidir. Kesme eylem i n i başlatan şey, ge
nel l i k le aşırı endişe ya da üzüntü d u ygu l a r ı n ı kan a k ı t a rak ge
çici rah atlatma isteği d i r. Kend ine zarar veren birinin i fadesiyle,
" Ka n l avaboya aktıkça, öfke ve ıstırap da akıp gider. " Kend ine
zara r verme davranışını i nceleyen bir antropolog bunu " b i r i n i n
hem sevmek hem de itaat etmek zorunda olduğu kişi lere, ken
disini incittiklerini göstermek için kullandığı bir geri çek i l m e
ve kend ini aşağı l a m a stratej isi" o l a rak tan ı m l a m ı ştır.
Ben i m karşılaştı k l a r ı m genel l i k l e , kendini b i r açma
zın içinde bu l a n , ebeveynleri n i n beklenti leri ile akranları n ı n
B i L E K V E E L : D E Lİ N M i Ş , K E S İ L M İ Ş V E Ç A R M I H A G F.R I Uvl İ Ş 1 25
talepleri arasın da kalan ve k ı s men geride b ı raktıkları çocu k
l u ğ u n yasını tutm a n ın , k ı s men de erişkin k i m l i ği aray ı şı n ı n
s a n c ı l a r ı n ı çeken genç k ı zlard ı r. Kend ini kesme davra n ı ş ı y l a
k i ş i , i ç indeki çatışm a n ı n deri n l iğini karşısındakine aktarara k ,
ne d e n l i ko rkunç duygu l a r yaşadı�;ı n ı a i lesine v e arkadaşları
n a gösterir. " D uygusal acının başkalarına iletilmes i , o acı n ı n
geçerl i l iği n i doğru layab i l i r," demı ştir kendine ka sten zara r
verme davranışı konusunda çal ı ş m al a r yapa n bir grup a raşt ı r
macı " ve sorunların ne derece cidd i olduğunu bu şeki lde orta
ya koy mak, ya rd ı m al mayı ya da k ı ymetli bir i l i ş k i n i n ko run
m a s ı n ı sağlayabi l i r. " Bu açıdan bak ı l d ı ğında, kend ini kes m e
davran ı ş ı mantıklı bir kara rd ı r. •
G ö rdüğüm genç kızlar çoğu n l u k l a , çocukken onlara ba
k a n l a rı n si stematik eziyetine ve istismarına maruz kal m ı ş
kurbanlar olmasa d a , çocukluk ça ğı istismarı kendini kesme
davra n ı ş ı n ı n s ı k karşı l a ş ı l a n bir öncülüdür: Çocukken istis
m a ra uğrayanların yeti şkin çağd a kendine zarar verme i h t i
mali dört kat fazlad ı r. K l i n i kte ken dine z a r a r veren i n s a n l a rla
k a rşı laştığımda geçmişte ya da süregiden bir istismara maruz
kalıp kalmadıklarını anlamaya ç a lış ırım ama bunu bana itiraf
etme o l a s ı l ı k l a r ı n ı n ne old uğunu bilemiyorum .
' KZV'de yara izi kalmasını önlemeye yönelik stratejilerden biri, kişiyi,
kendini kesmek yerine cildinin üstüne koyduğu buzu canı yanana kadar tut
ması ya da bileğine taktığı bir paket lastiğini çekip bırakarak canını acıtması
yönünde teşvik etmektir.
1 26 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
Melissa ' n ı n ayağı nda ucuz lastik ayakkabılar, üzeri nde
pembe bir eşofm a n altı ve göğsünde " M uhteşem" yazan pem
be b i r kazak va rd ı . Viski rengi saçları yağl a n mıştı, bakışları
panik dolu, gözleri çakmak çakmaktı. Dışarıdaki d uva rdan
dosya s ı n ı ald ı m ; adı , doğum tarihi ve civardaki bir destek l i
barı n m a evi n i n i n (ciddi zihinsel sorunları olanların, eğitim
l i personel ve sosyal hizmet görevl ilerinin yard ı m ı y l a ya rı
bağı m s ı z ya şadığı bir yer) adresi kayıtlıyd ı . Triyaj hemşires i ,
dosya s ı n ı n üstüne sadece " K Z V " yazmı ştı .
Psikiyatri kabi n i nde otu r m u ş , yere bakıyor, kolundaki
band a j l a rı tekrar tek rar kontrol ediyord u . Kazağı n ı n kol larını
di rseklerine kadar sıvadığı için bandaj l a r daha da rahat görü
lebi l i yord u . Her iki önkoluna beş altı yara pedi yapıştı rılmıştı;
bun l a rı n kenarından taşan eski yara izlerini de görebiliyo r
d u m . Cildi , cilalanmamış mermer gi bi yol yol kabartı lar ve
çatl aklarl a doluyd u .
" Bütün b u n l a r istismara uğradığım i ç i n , " diye başlad ı .
Başı m ı evet a n l a m ı nda salladı m .
" Bu korkunç," ded i m . Böy le zamanlarda söylenebilecek
tek şey.
" Büyükbaba md ı . Ö l d ü . Lay ı ğı n ı buld u . "
S adece ya rım saat önce kol larını kesiyord u ; pansumanın
üzeri nden hala kan sızıyord u .
" O nu durdurmad ı m . Durdurmalıyd ı m . Ne k a d a r da
aptal ı m . "
Derin b i r iç çek i p b a ş ı m ı s a l l a d ı m . " Başlad ığında kaç
yaş ı n d ayd ı n ? "
O m u z silkti . " İ k i , bilemedin üç. "
" Küçücük b i r çocuktun ya n i , onu na s ıl d u rd u rab i l i rd i n
k i ? O l a n l a r sen i n hatan deği ld i . " K ı s a b i r süre sessi zce otur
d u k . D ı şarıda tekerlekli sedyelerin tıkırtı l a r ı n ı , ambulansların
siren lerini duyuyord u m . " H a ngi ilacı k u l l a n ı yorsu n ? "
" İ laç fal a n istem iyoru m . "
B i L E K V E E L : D E Li N M İ Ş , K E S I L M İ S V E <, A R M I H A C E R İ L\I İ S 1 27
" U yuyabiliyor musun ?"
" Üç gündür, hayır. "
" Hi ç değilse uyuman için bir şeyler vereyı m k i biraz
d i n lenebiles i n . "
Pek i dercesine başı n ı sallad ı .
" Kesiklere bakabi l i r miyi m ? "
B a ş ı n ı sallayıp kol larını uzattı . Pansumanı açmaya baş
lad ı m . Kesikler derin deği l d i ; dikiş atmak şöyle dursun, ya
p ı ş k a n l ı d i k i ş bantları bile gerektirmeyecek kadar yüzeyseld i .
Yavaşça temizleyip pansuman yapmaya başladı m .
" Hasta neye kendin gel d i n ; b u çok iyi," dedi m . " N e za
m a n ya rd ı m a i htiyacın old uğunu bil iyord un . "
Genç kızlar için kend ini kesme davranışının etrafındakiler
tarafı nd a n kabullenil mesi bile tek başına yeterl i olabi l i r ; a i le
tutumunu deği ştirdiğinde ya da genç kız yeterince büy üyüp
ergenliğin getird i ği geri l i m ler azal maya başlayınca bu alış
kanlık d a kaybolur. Fakat Mel i s s a ' n ı n çektiği acının çok daha
meşum sebepleri va rd ı ; ona ya rd ı m edemed iği m için kend i m i
hepten çaresiz h i ssediyord u m .
1 28 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
Ben gitmeyeceği m ; gece boyu hafi f yaral anmaların teda
visiyle i l gil en mek üzere görevliyi m . Fakat acil serviste yed i
yerine b e ş doktor k a l ı r s a , h a s t a l a r d a h a u z u n süre bekleye
cek . Patl amak üzere olan öfke dalgasını göğüsleyerek , hasta
lara bir açıklama yapmak ü zere bekleme salonunun kapısında
duruyoru m .
"An itibariyle önünüzde a l t ı s a a t l i k bekleme süresi va r, "
diye bağı rıyo ru m , " fakat az ö n c e i k i doktor bir başka a c i l d u
r u m i ç i n çağrıl d ı , o y üzden bu süre d a h a da uzayabi l i r. Eğer
şimdi eve gidip yarın tek rar gelebileceğin izi düşünüyorsanız,
lütfen öne ç ı kı n . "
Bekleme salonu sessizliğe gömül üyor; herkes yerine mıh
lanmış gi bi, bana ters ters bak ı yo r. Ön s ı rada bileğinin üze
rinde bir paket donmuş bezelyeyle bekleyen bir kız, gözü nün
üzerine havlu kapatmış bir adam ve alnı sıyrı l m ı ş yaş l ı bir ha
nım görüyorum ama zaten saatlerd i r bekledi kleri için hiçbiri
kalkıp gitmeye yanaşmıyo r. A z sonra, üzerinde işçi tulumu,
ayağı nda botlarla arkada oturan bir adam ayağa kalkıyo r.
Otuzların başlarında, uzun favo rileri ve muhteşem bir burnu
olan genç bir adam. Eli eski bir plaj havlusuna sarı l ı . " Ben ya
rın gelsem de olur herhalde," d i yor. Konuşu rken A demel m a s ı ,
bir şa mandıra g i b i y ü k s e l i p alçalıyor.
Onu hemen ya ndaki muayene kabinine götürüyoru m .
Adı n ı n Francis olduğunu söylüyo r. Eline sard ı ğı havluyu aça r
açmaz olduğum yerde sıçrıyoru m : Avcu na b i r çivi sapl a n m ı ş .
"Avcunuza b i r ç i v i sap l a n m ı ş , " diyorum b o ş b o ş .
"Bil iyoru m . "
" N a s ı l oldu ? "
" Evde geç vakit çalışıyord u m , yorulmaya b a ş l a m ı ş t ı m . . .
çivi tabancasının düğmesine yan l ı ş l ı k l a bastı m . " Yak laşık 1 0
c m uzunl uğundaki çivi temi z görünüyor; gi riş çıkış del ikleri
düzgü n , etrafında bir parça k a n kurumuş. " Neyse k i kendi
m i doğrudan tahtaya m ı h l a madı m , " diyo r gülerek , " yoksa İsa
gi b i , k i ri şe çivilen m i ş , orada bek l i yo r olabi l i rd i m hala . "
B İ L E K V E E L : D E L İ N M İ Ş , K E S İ L M İ Ş V E �: A R M I H A G E R İ L M İ Ş 1 29
E L İ N AV U Ç K I S M I N DA , her bir parmak için, metakarp denen top
130 İ N S A N V Ci C U D l / N A S E YA H AT
I 9JO' L LJ Y I L L A R DA , ateşl i b i r Fra n s ı z cerrah olan Pierre Barbet,
ll l l . F r; V E F i . : D F L İ N ,\ I İ ) , ;; E S İ i . M İ ) V E <,: A R M I H A ( ; E R İ l . ,\ 1 İ 'i il i
yak ı n l a rındaki bir kaya meza rında, Roma devrinde çarmıha
geri l m i ş genç bir adamın iskeleti bulundu. Sağ ayağın ı n topuk
kemi ği nden (kalkaneus) yak l a ş ı k on bir santi metre uzun l u
ğun d a b i r ç i v i çıkarı l d ı ; ay rıca ç i v i başının altında, muhteme
len ç a r m ı h ı n d i key tahtası için k u l l a n ı l m ı ş olan h a m zeytin
ağacı kalıntıları bulund u .
Ro m a devrinde ç a r m ı h a ge ril meyle i l g i l i b u i l k doğru
dan k a n ı t ı n elde ed i l mesinin a rd ı ndan çarpıcı iddialar ortaya
a t ı l d ı ve İbrani Ün iversitesi anatomi p rofesörü tek b i r çiv i n i n
her i k i ayaktan da geçi ri l m i ş , önkolların çivilenmiş ve k u r
b a n ı n bacaklarının daha h ayattayken öldürücü son darbey l e
k ı r ı l m ı ş olduğunu i leri sürd ü . O n b e ş y ı l sonra i k i şüpheci
meslektaş, Joseph Zias ile El iezer Sekeles, kalıntıları yeniden
i nceleyip fa rk l ı b i r sonuca vardılar: Çivi sadece bir topuktan -
sağd a k i nden- geçi rilm işti (d iğer topuk kemiği k ayıptı ) ; ay rıca
kol l a rda çivilen meye dair herhangi bir bulgu yoktu. Rom a l ı l a
rın u ygulad ığı ç a r m ı h a germe işleminde, kol l a rı n T şek l i n d e
b i r ç a r m ı h a iple bağlandığı v e h e r iki topuğun d ikey tahtaya
çivilend iği sonucuna va rd ı l a r. Zeytin ağacından genel l i k l e e n
fazla i k i -üç metre uzunl uğunda düz bir tahta e l d e ed i lebi l d i ği
için k u rbanl a r fazla yükseğe kaldırı l m ı ş olamazd ı .
Rom a devri nde çarmıha germe işleminin e l ayalarından
yap ı l d ığı fikri Batı k ültüründe o denli yaygın kabul görmüştür
k i son m i lenyum içinde, İsa'nın vücudundaki çivi yaralarının
bulunduğu yerlerde ortaya çıkan ve " stigmata" olarak a d l a n
d ı r ı l a n , ken d i l iğinden kanaya n ya ral a r b i l d i r i l m işti r. El ayala
rında , bileklerde ve böğürde ( rivayete göre İsa'nın bıçak l a n
d ığı yer) , hatta ayak sırtında stigmata görüldüğünü okud u m .
Ancak bugüne k a d a r ne topu k kemiğinde görülen stigmataya
dair b i r şey duydum ne de çivi tabancasıyla kendini kalkaneu
sundan m ı h l ayan birini görd ü m .
HATIN
11
Böbrek: S o n Armağan
La m a ' n ı n evi n i n çevresi ndeki to plul uğa h i zmet veren bir Ti
bet h astanesi var. Acil tıp eğiti m i m ile p rati syen hek i m olarak
çal ı ş maya başlamam a rasındaki dönemde, orada bi rkaç ay
lığına çal ı ş m ı ş , yerel Ti bet halkında görülen cüzza m , köpek
ısırıkları, vere m , dizanteri ve ya ralanmaların tedavisiyle i l gi
len m iştim. K i m seyi geri çevirm eyen genel bi r hasta neydi ve
yaptığım iş gereği pek çok bebek doğurtuyor, i k i koğuş dolu
su h a stay l a ilgileniyor, haftada i k i kez de ayakta hasta tedavi
ediyo rd u m . Strese bağl ı baş ağrı l a rı , hazımsızl ı k , s ı l a hasreti
ya d a i shal gibi dertlerden mustarip, yen i gel m i ş elli-altmış
civarında mül teciyi çevi rmenler a racı l ı ğı y l a a n l a m aya çabal ı
yord u m . Arada b i r kuyrukta perişan bekleye n , fi ltrelenmemiş
su içtiği için dizanteriye yakal a n ı p bir deri b i r kem i k kal m ı ş ,
solgun b i r batı l ı o l u rd u . "Bura n ı n yerel halkı g i b i yaşamak i s
tiyo r u m , " derd i ; ben de ona yerel h a l k ı n da dizanteriye yaka
landığı nı söylerd i m .
Başka bir hastane daha va rd ı : yol u n hemen aşağısındaki
Tibet T ı p ve Astroloj i Enstitüsü. Geleneksel Tibet tıbbı -Yed i k
tıbb ı n v e H i pokrat'ın vücuda bakış açısıyla uyumlu olarak
beş elementin ve üç sıvı n ı n düzenlenmesine d aya n a n kad i m
b i r s i stem d i r. Müphem ağrıları y a da a n l a m veremediği m i z
s ı radışı bel i rtileri olan hastalar, geleneksel Tibet hek i m leri n i n
yak l a ş ı m ı ndan sıklıkla fayd a görürler. Keşke İ s koçya 'daki m u
ayenehanemin yak ı n ı nda da benzer b i r k l i n i k o lsayd ı .
Merak ı mdan Enstitü ' y ü ziya ret etmişti m ; H i malayalar'dan
i ne n ya maçlardan birinde, ç a m ağaçl arı a rasında kurul m u ş ,
büy ü k , beyaz badanalı bir binayd ı . İçerideki duvarl a ra i n s a n
vücuduyla ilgi l i , enlem boy l a m çizgileri v e eşyükselti eğrile
riyle h a ritaları andıran kafes k a fes çizgi lerin ve meridyenle
rin bulunduğu büyük şemalar asıl mıştı . Ti bet tıbbındaki bel l i
b i r tedav i n i n mantığı n ı k i m i z a m a n a n l ayabiliyord u m ama b u
yöntem ben i m i ç i n büyük ölçüde gizemini koruyordu; vücuda
dair a n l ay ı ş ı m onlarınkiyle uyuşmuyord u . Sözgel i m i , böbrek
ler çalışmıyorsa geleneksel hek i mler bunun, orga nların faz
l a soğuk olmasından i leri geld i ği n i düşünüyorl a rd ı . " Soğuk
böbrek" ta nısı başlı başı n a bir hastal ıktı ve buna " k 'eldrang"
d e n i yo rd u . K 'eldrang tedavisi soğuk ve ıslak yere oturmakta n ,
sırtı zorl a maktan ve soğutucu özel l i k leri nden ötürü teh l i ke l i
old u ğu düşünülen kimi yiyecek lerden kaçı n m ay ı içeriyo rd u .
Ağı r vakalard a , ciltteki bel l i meridyenler üzerinde şifalı otla
r ı n yak ı l ması i l kesine daya n a n , eski Çin tıbbından köken alan
kad i m b i r uygulama olan " moxi bustion" tavsiye ed i l iyo rd u .
T i bet'te h a c gelenekleri arasında bir yerden b i r yere t a ş
taşı mak da vard ı . Yürüyüşçülerin bil hassa z o r ve yorucu b i r
tırmanış rotasına taşlar bı raktığı İskoçya 'dan da bildiğim b i r
uygu lamayd ı b u . B i r keresinde b i r Tibet manastı rındaki d u a
odal a r ı n ı ziya ret ettiği mde, yaşl ı bir keşi ş i n , bir hacı n ı n b a
şına v e s ı r t ı n a özel bir t a ş l a dokund uğunu görmüştü m ; koy u
renk l i , pürüzsüz, böbrek biçi minde bir t a ş t ı . Keşişin ne yap
tığı n ı sord uğumda b a n a taşları n iyi leşti rici gücü olduğunu
1 36 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
söyled i ler; taşların vücuda değmesi , bedendeki enerj i akı ş ı n ı n
dengesini düzeltebiliyord u .
Geleneksel Ti bet t ı b b ı b i r ö lçüde başarı l ı görünüyordu
ama kutsal taşların böbrek hastalığı ya da böbrek yetmezli
ğinde i ş e yaradı ğı konusunda şüpheliyd i m .
B Ö B R E K : S O N A R M A (; A N 1 37
De Zerb i s ' i n Pad ua'daki ard ı l ı , anatomi ve tıptaki (o dö
nemde i k i s i a rasında bel i rgin bir ay rı m yoktu) bir devri mde
etk i l i olan Hollandalı Vesal ius'tu. Vesal ius, bazıları Rom a
devrinden kal m a ders kitaplarına gö re görmesi gereken şeyi
deği l , gördüğü şeyi tarif ederek yen i l i kçi bir adım atmı ştı .
Böbrekleri i kiye bölen Vesalius bahsedilen zarı gö rmed i . Yi ne
de böbrek lerin bir şekilde kanı süzdüğünü düşünüyor, l a k i n
bunun n a s ıl olduğunu b i l mediği n i de itira f ediyord u .
Mercek ve prizma teknol o j i s i ndeki ilerlemeleri tak iben
1 50 yıl sonra m i k roskop yaygı n o l a rak k u l l a n ı l m aya başlaya n a
d e k başka hiç k i mse gerçek mekanizmaya b u den l i yak laşama
yacaktı . 1 660' l ı yıllarda mercekler sayesinde hem iç dünya m ızı
h e m de uzayı kavrayışımızda b i r dönüşüm yaşan m aya başl a n
d ı . C a m bridge yakınl arında veba nedeniyle k a rantinaya a l ı
n a n I s a a c Newton, z a m a n ı n ı prizmadan geçen güneş ışığı n ı n
ren k lere n a s ı l ay rıldığı n ı göstererek değerlend i rdi ve kütleçe
k i m kanunlarını fo rmüle döktü. Lond ra'daysa Robert Hooke,
bit, şişe mantarı parçaları , sinek gözü gi bi her gü n karşılaş
tığı m ı z m i n i c i k yapıların akıl almaz detaylarını gösterd i ği
Micrographia adlı eseri ni yayı mladı ( m i k roskopl a baktığı n d a
yaşa m ı n temel birimini keşi şlerin kaldığı hücrelere benzettiği
için " h ücre" sözcüğünü ilk kez Hooke k u l l a n m ıştır) . Yak l a ş ı k
ayn ı dönemde Pisa'da t ı p p rofesörü olan Marcel lo Malpighi
m i k roskop kullanarak akciğerlerde kan ve hava n ı n birbiriy
le k a rışmadan temas ettiği n i gösterd i . Ay rıca böbrekteki k ı l
c a l d a m a rl a rı n m i n i k kalbursu yapılar olu şturduğunu ortaya
ç ı k a rd ı . Böbreği n soluk ren k l i merkezi bölümünün tüpçük
top l u l u k l a rından meydana geldiği n i görd ü . Bu tüpçükleri
sıktığında idrar tad ında b i r sıvı çık ıyord u (biyoki mya labora
tuva rlarının olmad ığı o dönemde maddelerin analiz ed i l mesi
işini s ı k l ı k l a dil üstlenird i ) .
Böbreğin işlev i n i n -böbrekteki kan damarl a r ı n ı n , her
tüpçüğün başında, kase benzeri bir hazneye toksin leri süzen
b i r k ı lcal damar yu mağı oluşturduğunun- anlaşıl ması için
13 8 İ N S A N V LI C: U D U N A S E YA H AT
yirmi nci yüzy ı l a gelene dek i k i y ü z elli y ı l daha geçmesi gere
kiyord u . Vücudun gerçek leştird i ği yaşamsal i şlevler içinde en
basitleri nden biri olmasına k a rşı n , sürecin i ncel iklerini kavra
manın a mans ızca zor olduğu a n l a ş ı l m ı ştı .
B Ö B R E K : S O N A R M A (; A r-.; l .l 9
maki nesi üzerinde çal ışır ve böbrek yetmezliği olup da maki
neden fayda gören hastaların sayısı her geçen gün biraz daha
a r t a rken , neredeyse mucizevi diyebileceğim i z b i r şey oldu : in
s a n d a n insana böbrek n ak l i .
Böbrek işlevinin gö rünürdeki basitliği yapay b i r böbreğin
gel i ştiril mesi fi krine götü rmüştü; böbrek anato m i s i n i n basit
l i ği ise -tek atardamar, tek top l a rdamar ve idrar akı m ı için tek
ç ı k ı ş- organ nakli için aday olarak düşünül mesi gereken i l k
tam organ olduğu a n l a m ı n a geliyordu. İ n s a n d a böbrek n a k l i
i l k k e z 1 95 1 ' d e denendiyse de a l ı c ı n ı n bağışıklık si stemi verici
böbreği n i n " yabancı dokusunu " reddettiği için başarısız o l d u .
Bu soru n , 1 954'te Boston'daki Brigham Hastanes i ' nde, b i r i
i k i t a rafl ı böbrek yetmezl i ği nden mustarip tek yumu rta i k i z le
ri a rasında böbrek nak l i yapıl masıyla aşıldı. A l ı c ı n ı n vücudu
genetik açıdan vericininkiyle özdeş olduğunda n o rgan red d i
gel i şmed i . Bu ol ay, bir organın bir vücuttan diğerine akta r ı l
d ı ğı i l k ö r n e k olarak tarihe geçti . ' Sonraki yirm i y ı l , bağı ş ı k l ı k
siste m i n i n a n l a ş ı l m a s ı ve al ıcın ı n nakledilen yabancı dok u ya
tolera n s ı n ı n nasıl artırılabi leceği konusunda i n a n ı l maz b i r
i lerlemeye tanıklık etti . 1 970'lerin sonlarına geli ndiğinde, ge
netik açıdan fa rk l ı bireyler arasında bu tür a meliyatların ya
p ı l m a s ı neredeyse sıradan b i r işe dönüşmüştü .
' Deri nakli zaten daha önceleri cerrahlara tek yumurta ikizleri arasında
doku nakli yapıldığı zaman alıcıda " red " yanıtı gelişmediğini göstermişti.
1 40 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
biri n i n bağışıklık p rofil i karşılaştı rılır k i organ reddi ihtimali
asgariye indirilebilsin. Görd üğüm i l k nakil a meliyatında böb
rek yaklaşık beş yüz kilometre uzaktaki bir şeh i rden hava yo
luyla gel mişti. Organın eski sahibi o sabah ölmüştü ve böbrek,
soğutulmuş polistiren bir kutuda ameliyathaneye getirilmişti .
Cerrahla aramızdaki a meliyat masasında yatan Ricky
Hen n i ck otuzlu yaşlarda , enfeksiyo n l a rdan ötürü böbrek
yetmezl iği uzun zaman önce gel i ş m i ş bir hastayd ı . Yı l l a rd ı r
diyalizle hayatta kalmıştı. Yeş i l örtülerin a rası nda sadece kar
n ı n ı n altı görünüyord u ; a meliyat kes i s i , i şlevsiz böbrek leri n i n
bulund uğu a r k a taraftan deği l , k a r n ı n ı n s o l alt bölümünden
yapı l m ı ş , "sol i l yak fossa" denen boşluğa ulaşı l m ıştı . Kes i n i n
arkadan deği l de ö n d e n yap ı l m a s ı n ı n haklı gerekçeleri vardır:
Yen i b i r böbrek naklederken "esk i s i n i " çıkarmanız gerek mez .
İlyak fossaya görece kolay u l a ş ı l a b i l i r; ayrıca burası yen i böb
reğe bağlanabi lecek gen i ş atard a m a r ve toplardamarların bu
lunduğu bir bölged i r.
Cerrah , i l yak damarl arın hemen üzerindeki i lyak fossayı
açmıştı. D a m a rl a r etraftaki doku l a rdan serbestleştiri l m i ş , yu
karı kaldırılıp metal klemplerle k a n akımı kes i l m işti . Hem
şirelerden b i r i n i n açtığı polistiren kutunun içine şaşk ı n l ı k l a
baktı m : Soğu k , büzüşmüş v e koyu g r i bu böbreğe organ di
yebil meye bin şahit i sterd i . Böbrek kutudan a l ı n ı p Hennick ' i n
karn ı n ı n içinde hazırl a n m ı ş o l a n yerine yerleştiri ldi . K ıdem l i
uzma n l a rdan b i r i , böbrek dokusunun vücut sıcaklığıyla ı s ı n
masın ı ön lemek için boşl uğa b u z gi bi soğuk b i r çözelti d a m
latıyo rd u . Hennick ' i n i l yak atardamarı v e topl a rd a m a rı i l e
yen i böbreği n a t a r ve topl a rda m a rı i nce d i k i şlerle b i rleşti rild i .
Cerrah derin bir nefes alıp kol l a r ı n ı sahnede gösteri yapan b i r
s i h i rb a z gi bi ö n e uzatıp şöyle ded i : "Tıp tari h i ndeki en muh
teşem görüntülerden birine şahit olmak üzeresi n . "
S ı rasıyla önce atardamar, son ra topl a rdamardaki klemp
leri çıkarınca Hennick ' i n kanı pörsümüş böbreğe pompal an
maya başlad ı . Atardamarl a ra pompalanan k anın hareketinden
B O B R E K : S O N A R \I A (; A N 141
anl aşılan her kalp atımıyla böbrek b i raz daha şişti . Gördükle
ri m , yen iden canlandırma ( reani masyon) sürec i n i , ölümün tek
zibini izlemek gi biyd i . Böbrek büyüdükçe, rengi dönmüş gam
zel i yüzeyi parlak pembe bir renk almaya başlad ı . Cerrah yen i
böbreği n üreteri ni ( idrarı mesaneye taşıyan kanal) tuttu ; kesik
uçta bel irip büyüyen idrar damlasını izled i m . " Çalışıyor, " dedi
muzaffer bir edayla. "A rtık mesa neye bağlayab i l i riz. "
Hennick'in mesanesi b i r sonda yardımıyla antibiyot i k l i
çözeltiyle doldurulmuş ve d ı ş yüzeyi etrafındaki yağ dokusun
d a n serbestleştirilmişti . D ı ş dokuların içi nden geçen yak l a ş ı k
i k i buçuk santi metre uzunl uğunda b i r tünel oluşturu l a rak
ü reter bunun içi nden geçi rildi. Tü nel i n ucunda mesa neye b i r
del i k a ç ı l d ı v e ü reter serbest u c a d i k i l d i . Cerrah , Hennick ' i n
k a r n ı nda yapm ı ş olduğu kesi y e saydam plastik b i r dren yerleş
t i r i p k a s l a rı ve cildi dikti.
A mel iyat sona ermi şti . Hennick hayat boyu diyalizden
k u r tul muştu ama bağışıklık si ste m i n i n yen i böbreği reddet
mes i n i önlemek için kuvvetli i l açlar kullanması gerekecekt i .
1 42 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
çal ı şacaktı k . Anestetik gazlar akciğerlerde genellikle gevşeme
sağlar ama bu genç k ı zda değişen bir şey o l m a d ı . Havayolları
nı gen i ş letmek için dam ar yoluyla ilaç vermey i , yü ksek akım
lı oksijen solutmay ı , kaslarında felç ya ratmay ı dened i k ama
hepsi başarısızlıkla sonuçl a n d ı . Dakikalar içinde kalp ritmi is
tikra rs ı zlaştı . Böylesine genç b i r i n i n öl mek ü zere olabi leceği ni
kabullenemeyen hek i mler delicesi n e çabalıyo rl a rd ı . Etrafında
dört dönüyor, kalp atı m l a r ı n ı n ö n ce gen i şlediği n i , a rdından
güçsüzleştiği n i gösteren monitö re bakıyord u k .
N a b ı z alamıyorduk. Sonraki ya rım saate dair hatıralarım
silik: adrenalin enjeksiyonları, kalp masa j ı , kalp kasını hızlan
dırmak için atropi n . Kalbi i k i kez kaotik elektriksel aktiviteyle
kası l m aya başlayınca defi bri latörle şok uygu lamak zorunda
kald ı k ; ikinci şok uygulamasından sonra nabzı geri geld i . Fa
kat erken sev i n m iştik; içimizde b i r korku fi l i zlendi çünkü kalbi
yeniden atmaya başlamış olsa bile gözbebekleri ışığa ya nıt ver
miyord u . Nabzı geri gel m i şti a m a ağı r bey i n hasarı gel işmişti.
En yak ı ndaki şeh i r hastanes i n i a ra d ı m . Hastanenin yoğun ba
kım ekibi gel i p onu almak için gerekl i hazırlıklara gi rişti .
Kızın a n nesiyle babası oldukça gençti ; kızları dünyaya
geldiği nde onlar da hemen hemen ergenlik çağındayd ı muh
temele n . Rengim ruhsarım atmış halde oturd u m ve kızlarının
kalbi n i n durduğunu, tekrar çalı ştığını , ancak bey n i n i n artık
olması gerektiği gi b i i şlev gö rmediği ni eli mden gelen bütün
hassasiyetle ama açıkça anlattı m . Onu yoğun bak ı m b i r i m i n e
nakledeceği m i z i , hasta neye k ı z l a rıy l a b i rl i k te g i d e b i l ec e k l e r i
n i söyled i m . Anl attı k l a r ı m ı bütün detaylarıyla hatırl aya mıyo
ru m , a ncak babası konuşmaya başladığında sözlerindeki iç
ten ve i n sanüstü cömertl i k beni h ay retler içinde b ı raktı : " Eğer
geri gel meyecekse, sizce başkaları na yard ı m edeb i l i r m i ? " diye
sord u . "Böbrekleri n i bağışlayabi l i r m i ders i n i z ? "
Yoğun bak ı m b i r i m i nde de d u rumu deği şmedi v e yak l a ş ı k
y i r m i d ö r t saat sonra organlarını verd i . Böbrek leri, b i ri ü l ke
n i n b i r ucund a , diğeri diğer ucunda yaşaya n i k i fa rk l ı yeti şkine
B Ö B R E K : S O N A R M A (; A N 1 4.l
gitt i . Korneaları, gözleri görmeyen birinin yeniden gö rmes i n i
sağlad ı . K a raciğeri , iyileşmiş b i r alkoliğe nakled i l d i . Pan k re
ası ve i n cebağırsağı ise, yed ik leri bağırsaklarından e m i l e m e
yen , n a d i r gö rülen bir genetik hastalıktan mustarip b i r gence
nakled i l d i . Bel l i başlı orga nları arasında sadece, onu ö l ü m ü n
eşiğine geti ren kalbiyle akciğerleri ni v e karanlığın i ç i n d e ı şığa
geri dönemeyecek kadar uzun yol almış olan bey n i n i mezara
göt ü rd ü .
İ K İ B Ö B R EC; İ M İ Z O L D U G U v e
yaşa rken b i r i n i fazla rahatsızlık duy
m a d a n verebileceği miz için böbrek nakli eşi benzeri olmayan
b i r olayd ı r. Eskiden böbrek nakli büyük ölçüde k a rdeşler ve
ebeveynlerle çocuklar a rasında yap ı l ı rd ı . Fakat artık böyle
o l m a sı gerek miyor. Doku tiplemesinde k aydedilen i lerlemeler
gen i ş toplulukl arda uyuşan orga nların saptanmasına olanak
ta n ı yor; ayrıca organ naklinin sosyal fayda olarak algı l a n m a
s ı , a raları nda kan bağı bulunmayan bireyler arasında yapı l a n
organ bağışlarını artı rmıştır. B u "akraba olmayan canlı ve ri
ciler" Batı 'da artık bütün böbrek nakli ameliyatl a r ı n ı n yak
laşık yarı sını ol uşturmakta ve b i rbirini hiç ta n ı m ayan k i ş i l e r
a r a s ı n d a yapıl maktad ı r. B i rleşik Kral l ı k 'ta 20 1 1 ' d e n b u ya n a ,
k i şi n i n b i r böbreği ni akrabası olmaya n , bil mediği birine vere
bileceği ve başkalarının da katı l ı mcı sayısı arttıkça gen işleyen
bir a rmağan çemberi oluşturacak şeki lde organ bağı şı yapabi
leceği bir " bağış havuzu " sistemi kullanılmaktad ı r. Bu sistem
de uyumlu bireyler bilgisayar a racı lığıyla eşleşti rilir.
Diyelim ki B, böbreği n i k a rısı C'ye vermek istiyor a m a
uyumsuz oldukları i ç i n C ' n i n böbreği A' d a n alması gerekiyo r.
Karısı böbreği alacağı için B kendi böbreği n i E'ye verme yo
l u n a gideb i l i r. E'nin kardeşi ( D ) böbreği ni G 'ye, G ' n i n annesi
(F) i se H 'ye verebi l i r, ves a i re . A rmağan çemberini başlatmak
için herhangi bir fayda beklentisi ol maksızın böbreği ni bir
yabancıya bağışlayan tek bir özgeci organ vericisinin çıkması
(yukarıdaki örnekte A ) yeterl i d i r.
1 44 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
Özgeci Çift 1 Çift 2 Çift 3 Nihai alıcı
don ör (uyumsuz) (uyumsuz) (uyumsuz)
(karı koca) (kız kardeşler) (anne kız)
DAV I D M C D OWA L L BAT I ' DA böbrek na kli için kay n ak olarak kulla
n ı l a n bu yen i eği l i m i n -Özgeci b i r donör tarafından başlatı l a n
armağan çemberi n i n- b i r parçası . Ameliyat sonrası nekahet
dönemi ndeyken ortak a rkadaşl a r ı m ı z vasıtasıyla tan ı şmıştı k .
" Vücudumun b i r i n i n işine yarayab i lecek yedek parça s ını takas
ediyord u m , " ded i . " Ben i m açımdan çok rahatsızlık verici de
ği ldi ama bir başkas ı n ı n hayatını k u rtarab i l i rd i . "
David böbreği n i taşıyan kişiyle h i ç karşı laşmamış ve Bir
leşik Krall ı k 'taki o rgan bağışıyla ilgi l i katı mevzuat nedeniy
le asla karşılaşmayacak . "A meliyat riski çok düşüktü, üstelik
risksiz b i r hayatın ne a n l a m ı va r ? " David altmışlarında bir
akade m i syen ve O rta Doğu konusunda uzman b i r tarihçi .
"Lübnan'da çal ı ş ı rken ö l ü me bundan çok daha yakınd ı m , "
ded i .
D avid, gazetede böy le bir a r mağan vermenin m ü m k ü n
olduğuna dair bir haber okuduğundan beri böbrek lerinden
birini bağışl a m ayı düşünüyormuş. Yı l l a r önce mide ü l se
ri k a n a ması nedeniyle ö l ü mle burun buruna geld iğinde k a n
nakli yap ı l masay m ı ş hayatını k ay bedecekm i ş . O rgan bağı ş ı
o n u n a ç ı s ı n d a n , h ayatı n ı k u r t a r a n b i r a r m ağan ı si steme ger i
vermek için uygun bir yoldu (Birleşik K ral l ı k ' t a , tarihsel ola
rak doku bağı ş ı n ı n çok daha a l ı ş ı l ageldik b i r biçi m i olan kan
nakli için ödeme yap ı l m az) . H ayati teh l i ke taşıyan bir sorun l a
B Ö B R E K : S O N A R .\1 A (i A N 1 45
d ü n yaya gelen torununun geçi rdiği ameliyat, altı haftal ık yo
ğun bak ı m ve sonrasında hastanede ayl a rca devam eden iyi
leşme sürec i n i n a rdından, artık adım atmanın zamanı geld i ği
n i düşünmüş. " O zaman bunu yap m a m gerektiği n i anlad ı m , "
ded i . " B i r t ü r şükran borcu gibiyd i ; torunum ö l m ü ş olsayd ı
b i l e bunu yapmam gerek iyord u çünkü orga n bağı ş l a m a ka
rarı n ı zaten vermişti m . Ama böyle söylediğime bak m ay ı n ,
a s l ı nda sağl ı k hi zmetleri n i n yaptığı onca şey i n b i l i ncine yen i
va r m ı ş tı m . " Londra 'daki H a m mersmith Hastanes i ' n e yazıp
böbreklerinden birini vermeyi teklif etmişti ve bir yılı a ş k ı n
b i r zaman sonra ameliyat masasındayd ı .
D uyduğuma göre k i mileri n i n , özel likle de böbrek lerini
p a ra k a rşıl ığında vermişlerse daha sonra pişman oldukları
nı, yaşadıkları deney i m i beklediklerinden daha korkunç ve
acı verici buldukları n ı söyled i m ona. " Ben i m için hiç de öyle
o l m a d ı , " ded i , " i l k başlarda en büyük sıkı ntı , a mel iyat yara
s ı n ı n verd iği rahatsızlık neden iyle yatakta bir yandan d i ğer
ya n a dön mekti ama çok çabuk geçti . " Ameliyata sabah do
kuzda gi r m i ş , aynı akşam yataktan kalkıp birkaç adım y ü rü
müştü. "Ak ı l l ı bir doktor bana ne kadar çabuk yürürse m , has
taneden o kadar çabuk çıkabi l eceği m i açıklad ı , " ded i , " ben
de ertesi gün serum askısına tutunarak yürüd ü m , yürüd ü m ,
yürüd ü m . S ı radan b i r koğuşa a l m ı ş l a rdı ben i , uykusuz geçen
gecenin a rdından ertesi gün taburcu etti ler. " Hastanede k ı rk
sek i z saatten biraz uzun kalmıştı.
" Böbreği n i n şimdi k i mde olduğunu merak ediyor m u
sun ?" diye sord u m .
"El bette , " d e d i "ama bana neden söylemediklerini a n l ı yo
ru m . Hiç k i msenin huzurunun kaçmasını ya da m i n net borcu
duymasını istemezd i m . " Yüzünde dü şünceli bir i fade bel i rd i .
"Şehrin sokak l a rında dolaşı rken böbreği mi taşıyan biri n i n
ya n ı ndan geçebileceği m i hatta hiç haberim olmadan onunla
tanı şabi leceği mi b i l mek hoş. "
1 46 I N S A I\' V ( I C : l l D l l N A S E YA H AT
AV RUPA' DA , A N M A A M ACI Y L A yüksek yerlere anıt d i kmek yaygın
l\0 1\ R E K : � O N A R M A t ; A N 1 47
K ra l i yet Botanik Bahçes i ' nde "organ ve doku bağışçı l a r ı "
i ç i n u l usal bir anıt yap makla görevlendiri l mişti. Bunun üze
rine İskoçya ' n ı n dağl ı k bölgelerinde, bir zamanlar hacı l a ra ,
çoba n l a ra ve mü nzevilere barı n ak sağl a m ı ş taigh denen çatısı
çim kaplı geleneksel Gal evleri nden birini inşa etmişti . B u ev
b a n a Budist taş yığınlarını ve T i bet'in dağlık bölgeleri n i ha
t ı rl a ttı . Tııigh 'lar her zaman barınak olarak inşa ed i l m e m i ş ;
aralarında törensel a maçla ve k utsal taşların korunması i ç i n
yap ı l m ı ş o l a n l a r da va r.
"An ı t ın hem iç dünya n ı n hem de bir barınağın n i tel i k le
rini o rtaya koy ması gerektiği n i h issett i m , " diye yaz m ı ş F i n
l ay. " O ra n ı n , yas tutanların d uyguları için bir tür koruyucu
mesken o l m a s ı n ı isted i m . . . ö l ü lerin anısına yap ı l m ı ş olsa d a
bah çede bulunması, çiçeklerin büyümesiyle ve ışıkla i l gi l i d u y
gu l a r çağrıştı rabi l i rd i . "
F i n lay b u taigh ' ı n çatıs ına , K i l l i n 'dekilerden esinlenerek ,
h e m ölülerin yaşayanlara a rmağan ettiği organları hem de ya
şaya n l a rı n başkalarının h ayatını kurtarmak için bağışlad ığı
orga n l a rı temsil eden bir dizi taş yerleştirmişti. Yap ı n ı n ze
m i n i nde taşa oy ulmuş, bir va ftiz kurnası kadar p ü rüzsüz ve
içbükey b i r boşluk va rdı ve etrafına kendi n i sonsuza dek tek
rarl ayan dokuz kel imel i k bir ş i i r çember şek l i nde kazı n m ı ş t ı :
1 48 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
mümkün k ı ldığı yen i b i r durum olduğunu göstermesini de is
tiyord u : O rgan nakliyle i l gi l i ol arak " Seküler b i r muci zeye bu
den l i yaklaşabilen ş i fa verici b i r başka tedavi daha yoktur," di
yordu, taşların i y i leştirici gücüne i n a nçtan çok, tıbbi ve cerra
h i uzmanlık sayesi nde gerçekleşen bir mucizeden söz ederken .
Taigh ' ı n çatı sına, nakledilen organları s i m geleyen taşlar koy
muştu; altına ise, en a n l a m l ı o l a n ı n genel l i k l e göze çarpmadı
ğı nı a n l atmak a macıyla, o rga n l a r ı n ı veren ölüleri tem sil eden
tahta bir sandık gömmüştü. Gömdüğü sandığı n kapağı n a b i r
neşter ile organ redd i n i engelleyen b i r paket i l a ç yerleştirmişti .
F i n l ay, anoniml iği korumak ve ne denl i çok ortak yö
nümüz olduğunu v u rgula m ak adına İskoçya 'daki her orga n
veric i s i n i n i l k adını b i r deftere yazıp her i s m i iç içe örülmüş
bir d i z i ş i i rle diğer i s i mlere bağl a m ı ştı . Bota n i k bahçesi ndek i
anıt, salt etrafı m ızdaki fi zi ksel manzaranın -d ağl arın ve or
manların, taş yığı nları ve gökyüzü defn i n i n- deği l , bağl ı oldu
ğu muz insan i l i ş k i lerinden kurulu toplu msal manzara n ı n da
önemini ortaya koy uyord u .
K
A "' ol E. S
..
5 v s " ...
E.
S T V ... ll T
"
12
Sonunda Avcı'yı çağı rıp şöy le ded i : " Çocuğu ormana götür;
gözü m görmesin bir daha ; onu öldürüp akciğerlerini ve
k a raciğerini bana getirmel i s i n . "
Pamuk Prenses, Grimm M<1s,1/l.ırı
K A R AC: İ (; E R : B İ R P E R İ M A S A LI S O N U 151
kad ı n d ı . İ ş a rkadaşlarından biri bana onun hayat öy küsünü
ve h a stal ığı n ı anlatmıştı . Tek çocuk olarak Edinburgh'da bü
yümüş, yedi yaşındayken babas ı n ı kaybetmişti. O n dört ya
ş ı n d ay ke n , annesinin yen iden evlenmesi üzerine evden kaç m ı ş
ve a i lesiyle bütün bağı n ı kopa rmıştı. O l d u m olası a ç ı k hava da
vaki t geçi rmeyi seviyord u . Birkaç y ı l Londra 'da oradan oraya
sürüklendikten sonra İ skoçya 'ya dönmüştü. Bir malikanede
çömez bahçıvan olarak i ş bu l muş ve işini y ı l l a rca keyifle yap
m ı ş t ı ; bahçen i n dışına pek az çıkıyord u .
B i r g ü n g ü l tarhlarını çapala rken e l i n e diken batmıştı . Ya ra
sı bi raz kanam ıştı ama Niamh fazla üzerinde durmamıştı . E r
tesi gün kendini iyi hissetmemişti : başı dönüyordu, ateşi vard ı ,
huzursuzdu ve kasları ağrıyord u . Erken paydos etmek zorunda
kal m ı ş ve sendeleyerek kul übesine dönmüştü. Gribe yakalan
m ı ş olabileceğin i düşünüyordu. Sonraki gün baş bahçıvan ona
yapacağı işleri söylemek için geldiğinde, Niamh'ın adım atacak
hali yoktu. "En iyisi bugün yat, dinlen," demişti ustası. Gider
ken pencereden baktığı nda genç kadının kanepeye yığıldığı n ı
gör m üştü . Pencereyi tıklatmış ama yanıt alamamıştı . Bunun
üzerine kapıyı kırıp içeri gi rmiş ve ambulans çağı rmıştı.
Niamh i l e i l k karşı l a ş m a m , o yoğun bakımda uyutu l m u ş ,
ağz ı n d a n , burnundan, boynundan, bi leğinden, kol u ndan ve
idrar torbasından gi rip çıkan tüplerle solunum cihazına bağl ı
yatarken oldu. Korneası n ı koru m ak için gözleri bantla kapa
tılmış, göğsüne kalp atı m l a r ı n ı k aydeden kablolar bağl a n m ı ş
t ı . Kulak memesine tak ı l ı p l astik klipsin üzerinde k ı r m ı zı b i r
ı ş ı k yanıyo r, alet kanındaki oksijen düzeyini sürek l i kontrol
ediyo rd u . Seru m askılarından o l uşmuş b i r orma n ı n ortasında
yata rken vücuduna bir yandan antibiyotikler, plazma haci m
gen i ş letici , kalp kasılmasını güçlendiren i laçlardan oluşan b i r
kokteyl akıyor bir yandan da transfüzyon yapı l ı yordu. Saçl a rı
yastı ğa siyah b i r hale gi bi dağı l m ı ştı . Da m a r yol u açmak i ç i n
uğra ş ı rl a rken boynundan a k a n kan damlaları beyaz çarşafı n
üzerinde koyu kırmızı lekeler b ı rakmıştı .
1 52 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
G ü l dikeni ndeki stafi lokok bakterileri N i a m h ' ı n kan do
laşı m ı n a girip çoğalmaya başla m ı şt ı . Bakterilerden çıkan tok
sinler, vücut işlevlerin i n normal kontrolünün ahengin i bozu
yord u . B i l i n c i n i k aybetmes i n i n a rdından k a n ı nda pıhtılaşma
bozukl uğu gel işti: gövdesinde, ko l ve bacaklarında cilt altında
k ı r m ı zı lekeler şek l inde kanama odak l a rı bel i r i rken , kan ak ı
m ı n ı n başka yerlerinde gel işen pıhtılaşma, dokuları oksijensiz
bırak m aya başladı . Çoğala n bakterilerden oluşan küçük kü
meler kan dolaşı mıyla el ve ayak parmakları n ı n uçlarına ula
şıyor ve burada, ucundan sararmaya başlayan yaprakl a r gi b i
siyah lekeler ol uşturuyord u . N o r m a l koşullarda atardamar ve
top l a rd a m a rların iç yüzeyinde hücreler a rası s ı k ı bağlantılar
kan basıncını normal seviyede tutar, fakat Niamh'ın bağışık
lık sistemi ile bakteri ler arasındaki çatışmadan ötürü salgı l a
nan k i myasal m addeler bu s ı k ı bağlantıları çözdüğü için k ı lcal
d a m a rlardaki sıvı dışarı sızmaya başlamıştı. Nehrin taşmasıy
la etrafı sel basması gi b i , narin vücudu sıvıyla dol uyord u .
Başlangıçta enfeksiyon sadece kan dolaşı m ındayd ı , fakat
dengenin bozulmasıyla diğer orga nlarına da hızla yay ı l maya
başlad ı . Bağışıklık si stemi n i n ü rettiği haberci p roteinler hede
fin i şaşırmış, karaciğer hücreleri çapraz ateş altında kalmıştı.
Bu i k i ncil hasarın seyri n i yeşi l biyoki mya kağıtlarındaki sonuç
lardan takip ediyord u m . Albümin düzeyi düşmeye başlamışt ı ;
alyuvarları parçalandıkça içlerindeki hemoglobin, " b i l i rübin"
denen atık ürüne dönüşüyordu. Ka raciğer işlevini yapamad ı ğı
için b i l i rübini işleyip sa fraya dönüştürem iyor, olması gerektiği
gibi safrakesesine boşalta mıyor, dolayısıyla kandaki b i l i rü b i n
düzeyi giderek artıyordu. Bilirübin yükseldikçe cildi, vücudu
sanki kendi n i i çeriden mu myal ıyormuşçası n a sarard ı . GGT ve
ALT d üzeyleri yükseliyordu; önce normal i n iki katına çıktı,
sonra dört katına ve yükselmeye deva m etti .
G ünde i k i kez yaptığı m ı z vizitler sırasında, kıdemli leri m
l e birlikte çi zelgelerdeki say ı l a r ı i ncel iyor, iyi leşme sürec i n i
öngö rmeye çalışıyo r, değerlerdeki deği ş i mde b i r umut ı ş ı ğı
K A R A C: İ G E R : B İ R P E R İ M A S A L I S O N U 1 53
a rı yo rduk. Öylece yata rken derin bir uykuya dalmış gi bi gö
rünüyordu a m a a s l ı nda her geçen gün onu ölüme b i raz daha
yak l aştırıyo rd u .
1 54 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
yan i yaşa m ı n ı n kaynağı olan yere saldırır. Prometheus ' u n ci
ğeri her gün yeniden büyür ve i şkence s i l baştan başlar.
K a raciğere bakarak keh a nette bu l u n m a uygulaması Ak
deniz ve Yak ı n Doğu kül türleriyle s ı n ı rl ı deği ldir. Romalı ta
rihçi Tacitus, Yıllıklar adlı eseri nde, kuzey Avrupalı l arın i n
san k u rban ettiği n i , bazen f a l b a k m a k için " nabız gi bi atan
orga n l a r ı " kullandıkları n ı , ayrıca bu nları yemeye de karşı
olmadıklarını yazmıştır. Hatta günümüzde bile "Ciğerini yi
yey i m " sözü doğuda İran'dan, batıda Macaristan düzlükleri
ne uzanan gen i ş b i r coğrafyada sevgi i fadesi olarak kullanıl ı r.
İ ran ve Macar konuşma d i l inde yamya m lığın izleri kal mış ola
b i l i r. Kuzey Avrupa 'daysa, Tacitus'un a n l attığı gelenek , gün
lük d i lden büyük ölçüde s i l i n m i ş olmakla beraber tamamen
kaybolmamıştır: Jacob ve Wi lhel m G r i m m kardeşlerin derle
diği halk masallarında ciğer yem e ve iç organlarl a fal bakma
n ı n izlerine rastl arız.
• 1 8 1 2 yılına ait ilk versiyon büyük ölçüde akademik kitleye hitap ediyor
du. İkinci versiyonda bazı masallar gözden geçirilip değiştirilmiş (örneğin,
yamyam "anne"nin yerini "üvey anne" alır), cinsellik ve gebelikle ilgili aleni
göndermeler çıkarılmıştır.
K A R AC İ G E R : B İ R P E R İ M A S A L I S O N U 155
M a r i n a Wa rner' a , Pa muk Pren ses masal ı n ı n orij inal versiyo
nunda neden i ç organların, özel likle de karaciğerin seç i l m i ş
olduğunu sorduğumda, " İç organlar işaret verir," ded i , " ve
kötücül k ral içen i n pagan bir ' h a ruspex'e olan yak ı n l ı ğı , ca
d ı ya benzer özel l i klerini güçlendiriyor olabi l i r. " Avcı Pa m u k
Prenses'e kıyamaz el bette, o yüzden d e Kraliçe'ye b i r d o m u
zun iç o rganlarını götürür. Özgün Gr imm masalında K ra l i çe
o n l a rı i nceler, son ra da tatm i n olmuş bir halde "tuzlaya rak
p i ş i r i p " yer. Kraliçe daha iyi bir karşılaştırmalı anato m i , h atta
k a s a p l ı k bilgisine sahip olsayd ı kandırıldığı n ı a n l a rd ı ç ü n k ü
domuz ciğeri n i n yapısı insan ciğeri ninkine göre d a h a p a rçalı
d ı r ve y ü zeyi görece p ü rüzsüzdür.
Kötü kalpli K raliçe, Pa muk Prenses' i n hala hayatta oldu
ğunu (ve yedi cücelerle b i rl i kte yaşadığı n ı ) öğrendiği zaman ko
cakarı k ı l ığı n a bürünür ve Prenses 'e üç zehirli armağan sunar.
B u n l a rdan sonuncusu, Havva ' n ın mahvına sebep olan ve Ya
ratı l ı ş m itinde (ve dizüstü bilgisayarların çoğunun kapağı nda)
bilgiyi simgeleyen elmadır. Pa muk Prenses zehi rl i elmayı yer
yemez kom aya gi rer; kan zeh i rlen mesinden mustaripti r adet a .
ı 56 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
kad ı n l a rdan, " uyuyan güzel ler"den sadece biridir. İ l k uyuyan
güzel ile on dördüncü yüzy ı l Fra n s ı z masalı Percefo rest'ta k a r
şılaşırız. Pa muk Prenses ' i n özgün hali bugün bildiği m i z an
latı l a rdan nasıl çok daha k a ra n l ı k ve rahatsız ediciyse özgü n
Uyuyan Güzel masalı da öyled i r : Genç k ı z komadayken teca
vüze uğrar ve uyanmadan doğu m yapar. Uyuyan Güzel 'in on
yed i nci yüzyıla ait Napoliten versiyonunda, Uyuyan G üzel ' i n
dünyaya get i rdiği, adını G ü neş v e Ay 'dan alan i k i zlerden bi r i ,
p a r m a k ucundaki zehi rl i ipl iği e merek onu uyandırır.
Pa muk Prenses masalında genç kız komadan geleneksel an
latıdaki gibi prensin öpücüğüyle deği l , boğazındaki zehi rli el ma
parçasının yerinden oyna masıyla uyanır. Zehi rlenerek komaya
gi rmesi, ergenlikteki geçiş dönemini anıştırır adeta ; sonunda
cam tabuttan kurtulur ve kozasından çıkan bir kelebek gibi ka
dınlığa adım atarak hemencecik p rensle evlenmeye karar verir.
Komaya gi rip uyuyan bu güzel k ı z l a rl a ilgili öykülerin za
mana meydan okuya n , şaşı rtıcı bir büy üleyicil iği va rd ı r. Genç
kızların uykusuna atfedilen a n l a m zaman içi nde değişse de
masal l a r ci nsel olgunlaşmaya dair yoğun i m gelerle yüklüdür.
Masal l a r yen i kuşaklar için sinema ya d a çizgi fi l m lerde gün
cel lenerek yeniden anlatı l ı r. Marina Wa rner, bu mitlerin Dis
ney leşti rilmiş yen iden anlatı m ı nda artık " tatl ı , saf kızlar"a
yer o l madığı n ı yazar; " a i l e fi l m lerinde kadın kahra m a n l a r
konuşkan, atletik v e d i k b a ş l ı h a l e gel miştir; herkese, özel li kle
de m üstakbel sevgi l i lerine meydan okurl a r ve aşık olduk l a r ı n ı
hiç bel l i etmezler. " Bu kadın kahra m a n l a r a rtık d i n a m i k ka
rakterler olarak karş ı m ı z çıksal a r bile y i n e de bilinç kaybı n ı n
a rd ı ndan b i r dönüşüm geç i rd i k ten sonra uya n maları iste n i r.
Disney ' i n 20 1 4 yap ı m ı Uyuyan Güzel uya rlaması Maleficent,
erge n l i k çağı ndaki bir kızın p a r mağı n a d i ken battı ktan sonra
kom aya girdiği ve evl i l i k l e ta m a m ı n a eren b i r aşkın deği l , a n a
l ı k duygusuna özgü bir öpücüğü n etk i siyle uya nd ı ğı k a ranl ı k ,
got i k b i r fa ntezi d i r. Kefaret öpücüğünü verense, e n başta genç
kızı l a netleye n , sonra d a p i ş m a n olan kötülük perisidir.
K A R AC İ G E R : B İ R P E R İ M A S A LI S O N U 1 57
Yak ı n l arda Disney ' i n Pa muk Prenses uyarlaması olan Pa
muk Prenses ve Yedi Cüceler' i tekrar seyrett i m . K ı z ı n cam ta
butta yattığı sahne bana yoğu n bak ı m birimi ndeki izolasyon
odasını hatırlattı .
1 58 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
gü n , bütün p a ra metrelerde düzelme va rd ı . Konsültan hek i m ,
onu uyutmak i ç i n kullandığı m ı z i laçla rın dozunu azal t m a m ı z
gerek tiği n i düşünüyord u . A nestetik dozunu düşürünce, üzeri
ni bantla örttüğü müz gözleri , rüyalar aleminde kısılıp kalmış
çası n a k ı p ı rdanmaya başlad ı . Ertesi gün uya n d ı .
Uyandı v e annes i n i görd ü ; yüzünde baş aşağı dönmüş
gökkuşağına benzer bir gül ü mseme bel i rd i . O gün i l k sözcük
lerini fı sıldad ı : "Eve dönmek istiyo ru m . "
Kalınbağırsaklar ve Rektum:
Muhteşem Bir Sanat Eseri
1 62 İ N S A I\; V Ü C U D U N A S E YA H AT
D O U G L A S D U LETTO kem i k çerçeveli gözl üğü, kolalı beyaz göm
K A l . I N BA (; I R S A K L A R V E R E K T U M : M U H T E Ş E 1vl B İ R S A N AT F S F R İ 1 6.l
" Ketçap. "
Sol ya m n a yatıp dizleri n i göğsüne doğru çekmesini i ste
d i m . " O nurum kapıdan gi rerken iki paralık oldu zate n , " ded i .
Eldiven giy i p parmağı mı rektumuna soktu m . " Ş i mdi ı k ı n ı n , "
ded i m , "sanki tuvalete ç ı k m a k istiyormuşsunuz gi b i . " Pa r m a
ğı m ı n uzanabildiği en uç noktada camın s e r t ken a r ı n ı h issede
b i l iyo rd u m ama parmağı m ı ya nından geçi remeyeceği m kada r
derindeyd i . Proktoskop denen saydam plastik boruyu yerleş
t i r i p ışıkla baktı m . Aletin saydam plastik kena rl a r ı n ı n altı n
da ye r yer sarı dışkı parçal arıyla benek lenmiş sağl ı k l ı rektum
dokusunun pembe duva rlarını görebil iyord u m . O rtada , görüş
a l a n ı m ı n tam s ı n ı rı nda parıldayan camı görd ü m . " M aalesef
pek kol ay o l m ayacak ," ded i m , " fazla derine gitm i ş . "
B a ş m ı elleri n i n arasın a a l ı p ö n e eği l d i , omuzları titriyo r
d u . Sıvı atık boşaltma evyesi n i n (bütün idrar ve dışkı bu raya
boşal t ı l ı rd ı ) old uğu odada b i r otu rakl ı sandal ye bul d u m ; cer
rahi koğuşundan, genelde anüs cildindeki yırtıkların ted av i
s i nde k u l l a nı l a n bir merhem ald ı m . Merhem büzgen k a s ı gev
şeterek yı rtı kların iyi leşmesine ya rdımcı olur a m a ben acaba
ş i şen i n d ı şarı çıkmas ı n a faydası olur mu, diye düşünüyo rd u m .
Merh e m i sı ktıktan sonra oturakl ı sandalyeye otu rmasını i s
ted i m . Kendini birkaç kez zorladıktan sonra o n u tekrar m u
ayene m a s a s m a yatı rıp, şişeye ulaşmaya çalıştı m . Bu kez t a m
yakaladığı m ı d üşünürken ş i şe s o n a n d a b a t ı n anato m i s i n i n
bata k l ı k l a rı n a doğru d a h a d a derine kayd ı . Sessi zce sövd ü m
a m a b e n i duyd u .
" Sorun ned i r ? " diye sordu ge rgi n bir sesle.
" Yok b i r şey, " ded i m . "A m a bir röntgen fi l m i çekti rmem i z
gerekecek . "
O dönemde röntgen fi l m leri hala büyük asetat fi l m le
re basılıyord u . Bay D u letto muayene odasına döner dönmez
zarfı alıp doktor odasına gitti m ve fi l m i negatoskoba tak
t ı m . Epeyce sey i rci toplad ı . Ö n p l anda b i r vad i n i n karş ı l ı k l ı
i k i ya macı �ek l i ndeki pelvis, hayal meyal görülen, Tu rner'ı n
ı 64 İ N � A N V LI C U D U N A S E YA H AT
gökyüzü manzaralarına benzeyen gazlı bağı rsak göl geleri n i n
altında izleniyo rd u . Bu görüntünün ortasında, k ı r manzara
sının ortasına d i k i l m i ş gökdelen gi bi ayk ı rı b i r biçim yükse
liyord u . İ n s a n ı n görür görmez tanıyacağı türden b i r ketçap
şişesi n i n görüntüsüyd ü bu . K ı s men rektumda görünen şişe
sigmoid kolona da gi riyo r, şişe n i n ağzı ve metal kapağı bir ok
gibi bağırsakların derin l i klerini gösteriyo rd u .
"Üzgünü m , " ded i m muayene od asına girer gi rmez " a m a
s i z i cerrah l a ra yönlendirmem gerekecek . O şeyi tek b a ş ı m a ç ı
karm a m mümkün deği l . "
K A l. I N BA (; IR S A K l. A R V E R E K T U M : M U H T E Ş E M l\ İ R S A N AT E S E R İ 1 65
kend i m e ; bir galeride sergileneb i l i r ya da gece hastane b i n a
s ı n ı n cephesine projeksiyon sistemiyle ya nsıtılab i l i rd i . B i r a n
için onu cam muhafaza içinde, i p kordonun gerisinde, MoMA
ya d a Tate Modern'de asılı hayal ett i m .
Cerrah ları bilgi lend i ren b i r mektup yazd ı m . Hastabak ıcı
Bay D u l etto 'yu yukarı çıkarmak için geldi. " Cerrah iye m i ? "
diye sord u . Muayene k a b i n i n i işaret etti m . Tekerlekli sedye
yi ko ridora çıkard ı . Bay Duletto kapıya yöneldik leri sırada el
sal l a d ı . " Röntgeni va r mı ?" diye seslendi hastabakı c ı .
" Va r, " dedim ama negatoskoba döndüğümde fi l m i n ye
rinde yel ler esiyord u . Çalın mıştı; ben i m dışımda biri daha bu
paha biçil mez sanat eseri n i n kıy metini a n l a m ı ş olmalıyd ı .
PELViS
14
1 70 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
B a zen de geli şmekte olan embriyo Fallop tüpünün du
va rına gö mülür k i bu, " ektopi k " (dış) gebel i k adıyla b i l i nen
ve gebel iğin yan l ı ş yerde oluştuğu a n l a m ı n a gelen durumun
daha yaygı n görülen b içi mid ir. Bebek gel iştikçe daha faz
la yer kaplar a m a Fal l op tüpü gen i ş leyemez; embriyo ölüme
mahklımdur ve tüpteki geri l m e k ad ın da çok şiddetl i b i r ağ
rıya neden olur. Gebel i k son l a n d ı r ı l m a zsa tüp kend i l iğinden
y ı rtı l ı r ve an nede ö l ü mcül kanama gel işeb i l i r ; yeni fi l i zlenen
hayattan eskisine zeh i rl i bir hed i yed i r bu .
G E N I TA L O RG A N L A R : B E B E K YA P M AYA DA İ R 171
daha yoğun yaşandığı nı yaza r ( " üzeri ne şa rap serp i len ateşin
h a rl a n ması gibi " ) . Galen , uzun süredi r seks yapm ayan dul
k a d ı n la rd a , d i ş i ü reme sıv ı l a r ı n ı n birikmesinden ötürü sırt ve
bacak ağrıl a r ı n ı n yaygı n görüldüğünü yazmıştır; bu derd i n şi
fas ı , sıvının tercihen seks ya da gereki rse elle uya r m a yol u y l a
boşaltı l masıdır. On altıncı yüzyılda Hollandalı hek i m Fores
tus, k a d ı n l a ra bu işi yapabilen bir ebeyle anlaşmalarını tavsiye
etm i ştir; böylece ebe " i çeriden tek parmakla gen i tal organ l a ra
m a s a j yapa rken . . . rahatsızl ığı o l a n kadın uyarılarak boşal a b i
lecektir. " K a d ı n cinselliğine d a i r b u bak ı ş a ç ı s ı gücünü y i t i r
mekle birlikte yi rminci yüzyı l ı n başlarına dek deva m etmiştir:
" H i steri "den mustarip kadınların tedavisinde k u l l a n ı l mak
üzere v i b ratörler icat edi l miş, bu tanı 1 950'lerde psikiyat
ri k i taplarından çıkarılana kadar vi bratör k u l l a n ı m ı tavsiye
edi l m i ştir. (Bu aletlerin bir k ı s m ı b i r dikiş makinesine monte
ed i l e rek k u l l a n ı l abilecek şek i lde tasarl a n m ı ştır. )
r::-:- .ı �
�t . , -_ _\ \ ! 1
ı 72 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
RO B İ L E H E L E N , Helen'ın doğum kon trol hapını kesmesinden on
G E N İ TA L O RG A N L A R : B E B E K YA P M AYA DA İ R 1 73
konuşmadık. Sonunda Helen bir kahkaha ata rak odadaki
gergi n havay ı dağıttı . Rob'a d i rsek atarak " Takı m tak l avata
h a k s ı z l ı k etme ş i md i , " ded i .
Helen' ı n adet kanaması başladıktan sonra üçüncü y a da
dördüncü günde ve bir sonraki adet kanamasından bir h a f
ta önce kan testi yaptırması gerek iyord u . İ l k test, ovu l a syonu
kon trol eden iki hormonun -" l üteiniza n hormon" ve " fo l i k ü l
uya rıcı hormon"- birbirine ve östrojen d üzeylerine göre ora
n ı n ı n doğru olup olmadığı hakkında fi k i r verir. İkinci testse
rah m i gebel i ğe hazırlayan ve ovulasyonun gerçek leştiği n i gös
teren hormon olan progestero nun yumurtalık tarafından ye
terli m i ktarda üretilip üretil mediği hakkında fi k i r verir. Helen
önceki y ı l bütün adet tari hleri n i bir çi zelge halinde kaydettiği
gü n l üğünü çantasın dan çıkard ı . " Menstruasyon kay ı tl a rı m , "
dedi kederl i b i r i fadeyle; " h ayal kırıklığı m ı n kayd ı . " K a n testi
yapı l acak günleri bel irley i p randevu tarihlerini aya rl a d ı k .
B i r sonraki gelişinde yal nızd ı . Kan verdikten sonra giy
s i s i n i n kolunu indirdi ve bir a n durd u . "En kötüsü ne b i l i yor
musunuz?" ded i . "Ci nsel hayatımıza yaptıkları . . . Demek is
ted i ği m , tek dü şündüğünüz ovulasyon ve hamile kal m ak ol
duğunda, romantizm ya şamak ya da arzulandığını hi ssetmek
çok zor. "
" K i m i leri ferti l i te k l i n iğinden randevu a l ı ncaya kadar ha
mile kalamıyor, "ded i m , "çünkü ancak o zaman endişelenip
d u rmaktan vazgeçiyorl a r. Bunu bir sınama süreci ya da stres
kaynağı h al i ne geti rmey i n . "
"A m a t a m da öyle zate n , " ded i . " D aha önceleri pek n a d i r
orgazm olurd u m . Ş i m d i h i ç ol muyorum. Sizce b u b i r sorun
mu?"
1 74 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
sözcüğünden gel i r. " Pudend a " ( k a d ı n cinsel organ ı , vulva)
ko m i k , absürt, hatta mahcup edici olabi l i r a m a asla utanç ve
rici deği ldir. Ebeveynlerimizin pudendal s i n i r i olmasayd ı pek
azımız dünyaya gel i rd i k . İ n s a n l a r gebe kal m a , seks ve ci nsel l i k
konula rında konuşmak istemeyebi l i r veya konuşmaya çekine
b i l i r ama doktorsanız bu konuşmaları yap m a n ı z kaçı n ı l maz
dır. İnsan beden leriyle çalışıyorsa n ı z onlar hakkında konuş
madan işinizi yapamazsınız.
İster sünnet deri s i n i n altında k a l s ı n , ister sünnetle duya r
sızlaştı rılmış olsun, erkeklerde pudendal s i n i r peni s başı, ka
dınlardaysa k l itoris cildinin altında dallara ayrı l ı r. Bu si ni rler,
her bir corpus cavernosum 'un (her iki cinsiyette de bulunan
"kavernöz cisimler") sırtından demetler h a l inde iner. B i r za
manlar pneuma ya da ci nsel arzunun ru h u i l e şiştiği düşünü
len bu yap ı l a r aslında kanla dold uğunda sertleşir. S i n i r, her
iki ya ndan penis ya da k l i toris köküne doğru iner ve pelvik
kemiği n erkek lerde köşel i Gotik, kad ı n l a rda daha yuva rlak
Ro ma m i marisini andıra n s i m fi z pubis kemeri altında kıvrım
yapar (kadınlarda bu kemer, bebeğin başıyla uyumlu ol acak
şekilde daha y uva rlak hatlı , s i n i rler daha dağı n ı k yerleş i m l i
dir) . A rdından, mesaneye i d r a r t u t m a yeti sini veren v e onu
destekleyen kas ile k i rişin daha derin tabakalarına i nerek , iki
uyluğun a rasındaki cildin duyusundan soru m l u s i n i r dalla
rıyla b i rleşir. İşte bu noktad a , erkek lerde testi slerden yukarı
doğru çıkan sperm i n içinde depola nacağı sıvıyı üreten p rostat
bezi ve seminal kesecikleri n , kadındaysa serv i k s ile rah m i n al
tından geçer. Sonra da omurgaya doğru yol u n a deva m eder ve
vücud u n ağı rlığını bacak l a ra eşit o l a rak dağıtan güçl ü kaslar
aras ı n d a n pelvise gi rer.
Sak rum, omurga taban ı n d a , buhurd a n l ı k gi bi del i k leri
olan üçgen şek l i nde b i r kem i k t i r. Bir z a m a n l a r kutsal ( " sac
red " ) -insan özünün haznesi- olduğuna i n a n ı ldığı için bu
şek i lde adlandırıl m ı ştır. Ortaçağ Av rupa'sında, d i r i l i ş s ı ra
sında v ücudun sakru mdan başl ayarak yen iden ol uşacağı n a ,
G E N İ TA L O RG A N L A R : B E B E K YA P M AYA DA İ R 1 75
sakrumdan çıkan enerj ilerin yen i yaşa m ı n yaratı l ı ş ı için elzem
o l duğuna i n a n ı lıyord u . Pudendal sinir l ifleri sakral pleksus
denen karman çorman ağı aştıktan sonra sakrumun del ikle
rinden geçip omuriliğe gi rer.
M a rcus Aurel ius, o rgazm ı n bel l i bir s ü re boy unca deva m
etti rilen sürtünmenin basit b i r ürünü olduğunu söyl üyo rd u .
A r i stoteles, iki sopan ı n birbirine sürtül mesi s ı rasında alev
alıp tutuşması gi bi, döllenme için gereken ı s ı n ı n da seks sı
ra s ı n d a ortaya çıktığı n ı düşünüyord u . Ancak cinsel geri l i m i n
t ı r m a n ı ş ı , b u kuramların ileri sürdüğü ölçüde öngörüleb i l i r
deği l d i r el bette; alev alma sürecinden ç o k , fı rtına bulutlarıyla
i yo n l a ş m ı ş yeryüzü arasındaki etkileşime, vücut fi zyoloj isi i l e
z i h i n arası ndaki çift yön l ü trafiğin sonucunda gel işen ş i m şek
çakm a s ı n a benzer. Anket çalı şmaları n ı n yapıldığı Batı ü l ke
lerinde, gerek sosyal gerekse fi ziksel nedenlerden ötürü ka
d ı n l a r ın yal n ı zca üçte birinin cinsel birleşme s ı rasında düzen
l i o rga zm old uğu bildiri l m i şti r. İ l açların etk i s i de bunda rol
oyn ayabilir: Batı dünyasında en fazla reçete edilen i l açl a rd a n
o l a n Prozac ve Seroxat gi bi antidepresanlar s i n i r uçl a r ı n ı n et
k i n l i ği ni azaltarak hem e rkeklerde hem de kadınlarda o rgazm
güçlüğü yaratab i l i r. Ero ini n ve gayet iyi b i l i n diği üzere alko l ü n
de böyle b i r etk isi olab i l i r.
Pen i s başı ve klitoristeki s i n i rler ile omurilikteki s i n i r ağı
arasında birbirini karş ı l ı k l ı besleyen bir geri l i m oluşur ve so
nunda, kritik nihai bir deği ş i m l e zi rveye ulaşı l ı r. Fransızların
la petite m a rt (küçük ö l ü m ) o l a rak adlandırdığı bu durum be
yin taramalarında karanlık bir yok oluş deği l , bey n i n duygu
sal çek i rdek (si ngulat girus) , ödül merkezleri (nuk leus akum
ben s) ve hormona! bölgelerinde (hipotalamus) b i r " p a rl a m a "
şek l i nde kendini gösterir. B a z ı hayvanlarda sekse ya nıt ola rak
ovulasyonu uyaran da, tıpkı Galen'in düşündüğü gi b i , bu h o r
mona! deği ş i k l i klerd i r zaten a m a insanlarda durum fa rk l ı d ı r.
O rgazm sırasında, omuri l i k ten çıkan s i n i r uyarıları er
keklerde prostat bezi ve semi n a l keseci k lere, kad ı n l a rdaysa
1 76 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
serviks ve vaj i n aya ulaşır. Bu u yarılar erkeklerde prostatı ,
sperm kanalını (vas deferens) ve ü retrayı tetikleyerek sperm
ve sem inal sıvıları dalgacık l a r h a l i nde gelen bir dizi spazm
hareketiyle peni se doğru iterken, eşgüd ü m l ü refleksler mesa
ne giriş i n i kapatır ki meni sadece dışa rıya doğru yönlendiri
lebi l s i n . Kadı n l a rda ayn ı dalgacı k l a r ü retra çevresi ve vaj ina
ön duvarındaki minik Skene bezlerini uyararak , kadınlarda,
erkek lerdeki p rostat sıvısına benzer b i r tür seminal sıvının bo
şalmasını sağl a r.
Skene bezleri n i n çıkışı kadından kadına fa rklıdır. Or
gazm o l u rken s u l u b i r sıvı , erkeklerde olduğu gibi ü retradan
salgı l a n abi leceği gib i , doğrudan vaj i n aya da akab i l i r; bu du
rum, neden bazı kadınların orgaz m s ı rasında "ej akülasyon"
(boşalma) hissi yaşa rken d i ğerlerinin yaş a madığını açıklar.
L' Aqu i l a Üniversitesi ' nden seksoloj i uzmanı D r. E m manuele
Jannin i , vaj i n a ön d uvarı nda, üretra çevresindeki alanın bazı
kadınl a rd a , k l i tori sten ayrı bir ero j e n bölge olduğuna inanı
yor. " G nokta s ı " n a adını veren New Yorkl u seksolog Ernst
Grafenberg gi b i J a n n i n i de, k i m i kadı n l a rı n pudendal si ni r
anato m i s i nden ö tü r ü daha d erin b i r vaj i nal orgazm yaşadığı
nı düşünüyor.
Sağl ı k l ı vaj i n a n ı n asidik orta m ı enfeksiyonlara k a rşı ko
ruyucu özel l i k gösterir. Ne yazık ki sper m , rahm i n içi gi bi
nötr -ne asit ne de alkali- bir ortamı tercih eder. Skene bez
lerinden ve p rostat bezinden gelen salgı l a r alkali olduğu i çi n,
s p e r m vaj i n aya bırakıldığı anda buradaki asidik orta mı nöt
rali ze eder. Vaj in a gi rişi n i n a rkasında yer alan ve cinsel i l i ş k i
s ı r a s ı n d a çok daha erken dönemde etk i n hale geçen Barthol i n
bezleri n i n salgısı da alkali olduğu i ç i n ayn ı etkiyi gösterir.
Wi l l i a m Taylor i k i yüz y ı l önce "o ş i i rsel orgazm, uyarıldı
ğında parıldar a m a sadece kısacık b i r süre için" diye yazmıştır;
erkeklerde bu süre o n saniyeye varab i l i r, kadınlardaysa bunun
iki katı kadar olabil i r. Kadındaki orgazm kalıbı erkektekinden
farklıdır; daha geniştir, yavaş yavaş yüksel i r ve iner. Bütünüyle
G E N İ TA L O RG A N L A R : B E B E K YA P M AYA DA İ R 1 77
i k n a edici olma makla birl i kte, kadında orgazmın döllenmeye
yardı mcı olabi leceği ni i leri süren birkaç kuram vard ı r. * Ku
ram l a rdan biri, kadında orgazmın uzun sürmesi n i n , servikse
sem i nal sıvı çekmek için daha fazla zaman tanıdığından gebe
kalma olasılığın ı artırabi leceğin i ve vaj inanın doğal asitliğini
nötral ize ederek spermin hayatta kalmasına ya rdımcı o l abi
leceği n i söyler. Fakat başka kuramlar da var: uzun süren or
gazmın daha fazla seks yapmaya teşvik etmesi; bey inden oksi
tosin hormonu salgı latması (oksitosin rahm i n daha fazla sıvı
çekmesine neden olabi l i r) hatta birl ikte oldukları kad ı n l a r ı n
mutl u l uğunu kendi mutlulukları k a d a r önemseyen erkeklere
avantaj sağl aya rak cinsel seçili mde rol oynaması.
' H atta orgazmın, düzenli ilişki yaşanmayan bir partnerin spermini, düzenli
ilişki sürdürülen bir partnerinkine göre avantajlı kıldığı dahi ileri sürülmüş
tür. Bkz. R. R. Baker and M. A. Bellis, " H uman sperm competition: ejaculate
manipulation by females and a function for the female orgasm" , Animal Be
haviour 46(5) ( 1 993), 887-909.
1 78 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
ci nsel sağlığına yoğu n l a ş m a n ı n ise Eros'a a ş ı rı müsamahakar
davra n mak old uğunu sapta m ı ş olab i l i r.
Bi rkaç hafta sonra Helen ve Ro b ' l a tekrar karşılaştı m .
Ro b'un semen analizi normald i . Laboratuvarın i nceled i
ğ i para metreleri gözden geç i rd i m , " moti l i te " , " morfoloj i '' ,
"kon santrasyon" ve " k ıva m " gibi sıkıcı teri mlerin a n l a m ı n ı
açıklad ı m . Helen ' ı n h o r m o n testleri de umduğu m gi bi sonuç
lanmıştı : LH ile FSH oranı normal , östrojen düzeyi döngünün
başlangıcında olması gerektiği gibi düşüktü. Beklenen adet
tarihinden bir hafta önce a l ı n a n kandaki p rogesteron düzey i
ov ula syonun normal biçimde gerçekleştiğini düşündürüyor
du. O rtada h a m i l e kalama masın ı açıklayacak aşikar b i r ne
den yo ktu.
" Sonuçl a r gayet memnun iyet verici , " ded i m . " Test sonuç
ların normal Rob ; Helen , seni n de yumu rtal ı k l a rında bek ledi
ği miz tarihte ovula syon ol uyo r. "
" Peki, o zaman sorun n e ? " d i ye sord u .
" B azen içerideki tüpler b i r nedenle sperm geçışıne ızın
ve rmez, bazen de bağı ş ı k l ı k siste m i sperm l e yumurta n ı n bi r
a raya gel mes i n i engeller ya da sıkça karşıl aştığı m ı z gi b i , orta
da sorun fal a n yoktur. "
" Pek i , şimdi olacak ? "
" Ş i mdi s i z i hastanen i n fertil ite k l i niğine yönlendireceği m ;
siz de bunu artık b u k a d a r dert etmemeye çal ı şacaksın ız. "
c ; ı' N I TA L O RC ; A N L A R : B E B E K YA P M AYA DA İ R 1 79
gerekiyord u , " dedi " a m a bize sanki bebeklerin nereden geld i
ği n i b i l m iyormuşuz mua melesi yaptı lar. "
B i r k a n testi daha yap ıldı ktan ve yumu rtal ıkları u ltraso
nografiyle i ncelendi kten sonra Helen'a " y u mu rtal ı k rezer
v i n i n tükendiği" söylen mişti; yumurtal ıkla rında ovulasyon
potansiyeli taşıyan az sayıda " fo l ik ü l " k a l m ı ştı . Tüp bebek
deneneb i l i rdi ama bu d u rumda bile onda bir civarında, d ü
ş ü k b i r başarı şansları vard ı . " Beni u ltrasonografi konusunda
uya r m a d ı n ı z , " dedi Helen . " Doktor o plastik p robun ucuna
kondom geçirip ne yapacağı n ı söylediği zaman şok old u m
res m en . "
K l i n ikte yaşadıkları onca küçük düşürülmüşlük hissine
rağmen yol a deva m etmeye k a ra r vermişlerd i . Tedav i n i n ilk
a ş a m a s ı , Helen'ın yumu rtal ı k l a rı ndaki fo l i k ü l leri " resetle
mek" için yap ı lacak bir dizi enj eksiyondan oluşuyordu; böy
lece bütün foliküller ay nı anda gel işmenin erken evresinde
olacaktı. Ardından, bu kez y u murta olgunlaşmasını fa zlası y l a
uya rmak v e aynı a n d a b i rçok yumurtanın gel i ş mesi n i sağla
mak için bir dizi başka enj ek siyona geçilecekti . " O enjeksi
yon l a ra tahammül edemiyord u m , " dedi Helen . " Popom iğne
lerden mosmor ol muştu . " Vaj i n al u ltrasonografi o kadar sık
yap ı l ı yordu k i a rtık alışmıştı.
Helen ' ı n yum urtal ıkları gel i şen folikül lerle şişmeye başla
m ı ş t ı . Son b i r enj eksiyonla y u m urtaların niha i olgu n l a ş m a s ı
uya rı l m ı ştı . Enj eksiyon yapıldı ktan neredeyse d a k i k a s ı d a k i
k a s ı n a o t u z d ö r t s a a t s o n r a yumurtalar toplanmaya h a z ı rd ı .
Bu i ş l e m i ç i n Helen'a güçlü bir sakin leşti rici veri l m i ş ve vaj i nal
ultrasonografi k ı l avuzluğunda, çok ince b i r iğneyle vaj i n a d u
va rından geçip yumu rtal ık la ra ulaşılm ıştı . H e r bir fol i kü ldeki
sıvı d i kkatle çek i l i p y u murta i çerip içermediğine bak ı l m ı ş t ı .
Rab ay nı sabah taze bir semen örneği vermiş , sonra da Helen
ile b i rl i kte eve dönmüşlerd i .
O gece Helen , kanında h a l a dolaşan sak i n leşti riciler saye
sinde derin bir uyku çek m i şti . İ kis i yatakta uza n m ı ş yatarke n ,
1 80 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
kendi spermiyle Helen ' ı n y u m u rtal a rı n ı n beyaz badanal ı
bir laboratuvarda, b i r cam kabın içi nde b i rleştiği n i düşünen
Rob'u ise uyku tutmamıştı.
"Yumurtaları Cuma günü a l d ı l a r, " dedi Helen " ve Salı
günü tek rar gitmem gerekt i . Ellerinde altı embriyo vardı ve
bu n l a rdan i k i s i , ne demekse artık, 'iyi kaliteyd i ' ; birini -en iyi
si olduğunu söyled ikleri embriyoyu- rah m i m e yerleştirdiler. "
" Peki , sonra ? " ded i m .
" O lmadı . " Bakışlarını kaçırd ı , Rob u z a n ı p e l i n i tuttu.
"Şansımızın yüksek olmadığını söylemişlerd i , " ded i , " ş i m
di tek rar ayn ı şeyle yüzleşeb i l i r miyiz, hatta m a d d i olarak
bu külfeti n altından kalkab i l i r miyiz, o n a karar vermemiz
gerek. Embriyolarımızın b i r kısmı hala dondurucuda. Bel
ki de fri j i d i m d i r. . . embriyolar d a kend ilerini evlerinde gi bi
hissediyord u r. "
(; E N İ TA L O RG A N L A R : B E B E K YA P M AYA DA İ R ısı
yerine, soru m l u l uğu erkeğe yüklemiş ve onun, "ci nsel cazibe
sini artıra rak . . . kadını tahrik etmes i " gerektiği n i söylemişti r.
Geçmişi ilk yazılı kayıtlara kadar giden , kadınların o r
gazma ya nıt olarak gebe kaldığı va rsay ı m ı nihayet 1 843 'te,
köpeklerde cinsel i l i şki olmaksızın da ovulasyonun gerçek
leştiği n i gösteren Alman hek i m Theodor Bi schoff sayesinde
gözden düşmeye başlad ı . Ayn ı yıl, tıp dergisi Lancet'te, ya n l ı ş
ol makla b i rl ikte, "kızışan" hayvanlarda döngünün " k ad ı n l a r
daki menstrua syon döngüsüy l e sıkı b i r fizyoloj i k benzerl i k
taşıdığı" i leri sürüldü. Tıp, kadınlarda ovulasyonun sekse ya
nıt o l a rak deği l , döngüsel gel iştiği gerçeği n i n fa rkına va r m ı ştı
k i bu, Vi ctoria dönem i nde kadın cinselliğiyle i l gi l i erde m l i l i k
t a s l a m a h a l i n i beslemekle kal m amış ( h a z a l m a k gerekiyo rsa
neden bu kadar zahmete gi rel i m ki ?) , hamile kalmak için uy
gun za m a n ı n , hayvanlardaki " k ı z ı ş m a " n ı n i n sandaki karşıl ığı
o l a n menstrua syon dönemi old uğu şek l i nde hatalı bir i n a n ı ş a
götürmü ştür. Bu inanış neredeyse bir asır sürd ü . 1 920' l e rde
M a rie Stopes, çok satan kitabı M a rried L o ve 'da [ İ zdiva çta
A ş k ] doğurganlı ğı n , menstruasyonun biti m i nden hemen son
ra -ya ni gerçekte olduğundan on gün erken- azami düzeye
çıktığını söylüyordu. Stopes 'a gö re , kadınların gebe kal ma
i h t i m a l i n i n en düşük old uğu dönem adet döngüsünün ortas ı ,
ya n i bugün gebelik ihtimal i n i n e n yüksek olduğunu bildiği m i z
za m a n d ı .
1 82 İ N S A N V CIC LIDLI N A S E YA H AT
" Üçüncü defa denemeyi düşünüyor musunuz?" diye
sord u m .
" Yapa m ay ız ," d e d i iç çekerek . " Bütün b i r i k i m i mizi ikinci
tur için harcadık bile. B i z daha fa zl asını biriktirene kadar iş
işten geçer emi n i m . "
B i r a n sessizlik çöktü.
" Pek i , Rob ' l a arasınız nası l ?"
"Aslı nda gayet iyi, hatta iyiden de öte. Kom i k a m a . . . "
Mahre m i yeti n i ne kadar p aylaşabi leceği n i tartıyormuş gi bi
durd u . " İk i m i z de üzgünüz a m a bazı açılardan hiç olmadı
ğı mız kadar yak ı n ı z . Neydi şu l a f? ' Rüzgarın yönünü deği ş
tiremiyorsa n , yel ken i n i rüzga ra göre aya rl a . ' Her şey onun
için old uğu kadar ben i m için de çok çok daha iyi . " Kızardı .
"A rtık bebek konusunda pes etti ğimize göre, tekrar sevişmeye
başlayab i l i r i z . "
Rahim :
Yaşam ve Ölüm A rasındaki Eşik
1 86 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
çıkam ıyord u . Oğlu ve k ı z ı n ı n ya rd ı m ı y l a kol tuktan kalkt ı ;
o n u kol larından tutup, b i r bebeği ad ı m atmaya cesaretlend i r
mek i stercesine, ya rı destekley i p yarı taşıd ı l a r. Huysuzlanan
çocuğunu sak i n leştirmeye çal ışan bir anne edasıyla, " Ta m a m
anneciği m , ta m a m , " diye m ı rıldanıyo rdu kızı , o n u zahmetsiz
ce yeri nden kaldırıp sonra da yatağa yatı rırken .
Yatakta s ı rtüstü yatıyord u , sabah l ı ğı n ı n kuşağı n ı gevşet
ti m . K i m olduğu m hakkında hiçbir fi k r i yoktu a m a doktor
larla ilgili a n ı l a r ı , beyaz göm l e k l i k ravatlı gö rünüşüm onda
bir şeyler çağrıştı r m ı ş o l m a l ı ydı k i bu şek i lde soy u n m a sı n ı n
s ı k ı n t ı verici b i r d u r u m olmadığını kabullend i . Kan basıncı
ölçülemeyecek kadar düşüktü. "Acıyo r mu?" d i ye sord u m
olabi ldiği nce basit bir d i l l e kon uşmaya çalışarak. Ürkek bir
i fadeyle e l i n i k a r n ı ndaki h a m i lelik çatlakl a r ı n ı n üzeri nde
gezd i rd i . B i r z a m a n l a r oğl u y l a k ı z ı n ı içinde taşı m ı ş ve o n l a ra
hayat ve rmiş rah m i n i n ş i m d i ölü münü çabuklaştı rıyor olması
birdenbire inanılmaz geld i . P i j a m a s ı n ı n altını aşağıya doğru
sıyırı rken pedi n emdiği k a n ı , koyu k ı r mızı pıhtıları gö rd ü m .
Çantamdaki a mpulden bir enj ektöre morfin çek i p karnın
dan c i l t altına uygu l ad ı m . Enjeksiyon yeri, rah m i n i kem i re n ,
karn ı ndaki i ç orga n l a rı sertleşti ren v e bilekleri n i kesmi şçesine
bir kana mayla onu öldüren tümörden santimetrelerce uzaktı.
Bir a n durup onu seyrederken gözleri n i kapattı ; uyk uya dal
mak üzereyd i . D uva rd a , başı n ı n üzeri nde, kanaya n kalbi ve
Holl ywoodva ri sakal ıyla bir İsa posteri a s ı l ı yd ı . Süpürgel ikler
boy unca videokasetler yığı l m ıştı. Doğu ma hazırlanan a n n e
leri n k i gi bi bir çanta ağzı açık d u ruyord u ; içinde talk pudra
s ı , s i gara ve yedek gece kıya fetleri va rd ı . "Ne olur ne o l m a z ,
hasta neye gitmesi gerek i r diye hazır bulunduruyoruz," d i ye
açıkl adı oğl u .
" D ı şa rıda b i raz oturup konuşal ı m m ı ? " ded i m .
Pek i a n l am ında baş sallad ı l a r; Bayan Stafford ' ı yatağında
bırakıp oturma odasına geri döndük.
R A H İ M : YA Ş A M V E Ö L Ü M A R A S I N DA K i E Ş İ K 1 87
" Ben i mle i l k kez karşılaşıyorsunuz, ben de annenizle i l k
kez k a rş ı laştı m . Fakat kayıtla rından gördüğüm kadarıyla
kanser hastası ve şu anki kanamasının neden i de kanser. "
" Evet, " dedi kızı başını sallayarak. "Ayl a r öncesi nde b i r
kaç haftalık ömür biçmişlerdi . "
" Ş u anda çok fazla k a n k aybediyor. İ k i şey yapabi l i r i z :
O n u k a n nakli için hastaneye göndereb i l i ri z y a da burada tu
tup d u rumunu izleriz . . . "
İ k i k a rdeş b i rbirine bakıyo rd u , sonunda erkek k a rdeş
gözlerini kaçırdı ve dönüp pencereden dışarıyı seyretmeye
başl a d ı .
" . . . pek i , ne olabi l i r derseniz, y a k a n a m a durur, d u ru m u
top a rl a n ı r ve kanamadan öncek i haline döner y a da k a n a m a
deva m eder v e sonunda o n u kay bederiz . "
" N e k a d a r z a m a n ı var ? " diye sordu kızı .
" Keşke bilebilseyd i m . . . " ded i m ve bir a n l ı k d u raksa m a
n ı n a rd ı ndan gözl � rinin i ç i n e bakarak devam etti m : " . . . b u
gece kaybedeb il ir iz ."
" Burada kalsı n , " de di kızı k a ra rl ı bir sesle.
" Peka l a , " ded i m . "Birkaç saat sonra tekrar gel i p durumu
nu kontrol edeceği m . "
Ayr ı l m adan önce yatağı n yan ı nda duran hemşire dosya
s ı n a bazı notlar yazd ı m ve ped i n i deği ştiri rken kızına yard ı m
etti m . Çamaşırını yukarı çekerken yen i koyduğumuz ped i n
d a h a şi mdiden kanla kıpkırmızı olduğunu görd ü m .
T E K R A R GELEB İ L D İ G İ M D E s a a t
sabahın üçüyd ü . Kapıda b e n i has
ta m ı n torunu karşıladı; aceleden ayağı tak ı l ı p düştü ve başı n ı
c a m a çarptı . Kapıyı açarken " Rahip içeride, " dedi içini çeke
rek . Karnı burnu ndayd ı .
Elimde çantam , içi mden acaba ö l ü m döşeğindeki hasta
mın yanındaki rahiple karşılaşacak kadar ciddi ve dini bütün
görünüyor muyum diye geçirerek odanın kapısında durdum.
Rahibin "Bu gece ölebilir" uyarım üzerine bu havada buraya
ı ss İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
gel miş olmasından suçluluk duyuyordum. Kırk-ell i yaşlarında
uzun boylu, yapılı ve bel l i ki çocukl uğunda cemaatindekilere
göre iyi beslenmiş bir adam olan rah iple birl i kte on kişi vard ı
odad a . Yatağı n ayakucunda bekleyen rahi p başıyla selam verd i .
Kapıdan gördüğüm kadarıyla kutsal şarap ve ekmekle s o n ayi n
yapılm ıştı ve Bayan Stafford yastıklarla desteklenmiş yatıyord u .
D ı ş a r ı d a , kapı n ı n ağzında bekled i m . Not düştüğüm dos
ya , a rkamdaki kanepede açık d u ruyord u ; bütün aile dosya n ı n
üzeri ne eği l m i ş çay fal ı b a k a r gi b i b ü y ü k bir dikkatle notları
i ncel i yord u . On-on beş dakika daha dua edi l d i . Ardı ndan bir
koşuşturma oldu ve Bayan Stafford ' ı n oğluyla kızı ve torun
ları b i rer birer o d a d a n çıkmaya başladılar. " İyi akşamlar Pe
der, " ded i m tam yan ı mdan geçerke n .
" İyi akşa mlar Doktor, " ded i resmi v e kısa bir gülümse
meyle elini omzuma koyu p ; " hay ı rl ı bir i ş yapı yorsunuz . " "Siz
de" dememe fırsat kalmadan gi tmi şti bile.
Odaya gi rd i m . Bayan Staffo rd gözleri n i açtı , elini tutt u m ;
b e n i biraz olsun hatırl a m ı ş mıyd ı acaba ? " D aha ö n c e de gel
mişti m , " ded i m . " Ben doktoru m . " Anladığına dair bir şeyler
mırıldandı, gözleri n i kapay ı p başını yastığa bıraktı. Bu kez
nabzı daha da h ı zlıyd ı , kan basıncı yine ölçemeyeceği m kadar
düşüktü . El leri ayakları önceki kadar soğuktu. " Üşüdüğünü
söyl üyor, " dedi oturma odasından gelen k ı z ı . " Elektrik l i bat
taniye örttük a m a . . . "
Sabahlığı n ı n önünü açıp karnına yavaşça bastı rmaya baş
ladı m . Zay ı f b i r i n lemeyle karş ı l ı k verd i . Yi ne enj ektöre bir
ampul mo rfi n çek i p karnından cilt altına enj ekte etti m . " Be n
gi tti k ten sonra ç o k sık ped deği ştirmeniz gerekti m i ? " d i ye
sord u m arkamda duran kızına.
"Siz gittikten sonra i k i kez değiştird i k . Ama galiba k a
n a m a yavaşl ıyor. " Pij a ma s ı n ı n lastiği n i çek i p ped i n üstünde
sülük gi bi görünen kan pıhtıları n a baktı m .
" Sabah nöbetim sona ermeden tek rar uğrarı m , " ded i m .
" B i ra z uyumaya çal ı şı n . "
R A H İ M : YA Ş A M V E Ö L Ü M A R A S I N DA K İ E Ş İ K 1 89
S TA F F O R D ' L A R I N E V İ N E D Ö N D ü (; ü M D E saat sek ize geliyord u . Çöp
k a m yo n l a rı çöpleri topluyord u , yağmur d i n mek üzereyd i . Ka
pıda b i raz bekled i m .
" H al a nefes alıyor, " o l d u k ı z ı n ı n ilk sözü kapıda ken a ra
çek i l i p içeri gi rmem için yol veri rken . "A ma o kadar sadece , "
diye ekledi h a m i l e to runu, geriye yaslanmış, gergi n , şiş k a rn ı
n ı sıvazlayarak . "Gittiği n i zden beri tek kel i me etmed i . "
Oğlu kanepede uyuyak al m ı ş , horluyord u . Terl ikleri Pek in
köpekli k ü l l üğün ya nına düzgünce konmuştu. Televi zyon hala
açıktı a m a sesi kısılmıştı . O gece üçüncü kez yatak odasın ı n
k a p ı s ı n ı a ç ı p içeri gi rd i m . Pence reden gi ren güneş ışığına rağ
men rengi ruhsan daha da sol muş görünüyord u . " Ka n a m a
d u rd u mu ?" diye sord u m , " Ya n i , ped i değişti rmeniz gerekti
m ı. �. ,,
" S i z gittikten sonra sadece b i r kez , " dedi torunu. "Sonra
sında gerek med i . Bu iyiye işaret mi ?"
" Bazen , " ded i m .
D a h a da zayıflaya n nabzı zar z o r alınıyord u . Solunumu
deri n , düzensiz, iç çeker gi biyd i . Gözleri yarı kapalıyd ı , du
daklarının kenarında gri tükürük biriki ntileri kurumuştu .
K ı rı ş ı k l ı k l arı eskisi kadar derin görünmüyordu; cildinin ren
g i bal mumundan sara r m ı ş parşömene dönmüştü. Ayakta
durmuş bileği ni tutuyor, nabzı n ı hissetmeye çal ışıyordum ki
uzu n , hırıltılı bir iç çekmenin a rdından sessi zleşt i . Kısa b i r
s ü re saygı yla bekleyip saatime baktı m . Bir dakika geçti , der
ken i k i dak i k a .
" Bitt i , deği l mi ?" diye sordu kızı .
" Evet," ded i m . " G itti . "
İçli içli ama sessi zce ağl a m aya ba şladı; sadece omuzları
n ı n s a rsı l m a s ı ndan ve oturduğu sandalyen i n sallanması ndan
a n l a ş ı l ıyord u ağladığı. Kızı kolunu omzuna dolayıp kendine
doğru çekti annesi n i .
16
Plasenta:
Ye, Yak, Ağaç Dibine Göm
1 92 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
kası l m a çok yavaş olursa rah m i n açık yara hal indeki yüze
yinden kan boşalmaya deva m eder ki buna " postpartum ka
nama" (doğum sonrası k a n a m a ) denir. Rah m i n küçülüp kü
çülmediği n i h issetmek için e l i m i nazikçe ama sıkıca annen i n
gevşeyen karnına bastırd ı m . Küçül üyo rd u .
Çel i k pensle göbek bağı n ı h a fi fçe çekti m . Bebek annes i
nin memesine yap ı ş m ı ştı; o emdi kçe sütün boşal masını hız
landı ran hormon l a r ayn ı za manda annenin rah m i n i n de sıkı
laşmasını sağlıyord u . Ben pensi çev i rdi kçe çel iğin sıkı ştırd ı ğı
göbek bağı n ı n rengi soluyord u ; i çindeki atardamarl a r ile top
larda m a r artık daha önceki d a m a rl a r ı n hayaleti gi bi görünü
yord u . Derke n , ben çekerken göbek bağı , bir ağacın kökleri
kıvrı l a rak toprağa gi rmeden önce gövde nasıl gen i şlerse öyl e
genişled i . Menekşe rengi b i r kan pıhtısına benzeyen " d ö l eşi "
annen in vücudundan yatağa doğru kayıverd i .
P L A S E N TA : Y E , YA K , A (; A <,: D i B i N E G O M 1 9.l
O l d u kça yuva rlak, ağır -ya rım k i lodan fazla- ve yak laşık 2,5
c m kalınlığındayd ı . Gebel iğin erken dönemi nden itibare n ,
gel i ş m ekte olan cen i ne oksijen , şeker ve besin taşıyıp k a r
bondioksit, üre ve diğer yan ürün leri anneye geri götü rmesi
gerek mişti. Bu ol ağanüstü alışveri şte nabız basıncını bebeği n
gel i ş mekte olan kalbi aya rlamıştı. Annenin kanıyla bebeği n k i
k a r ı ş m a z ama h e r iki sinden gel en kı lcal damarlar plasentada
b i rb i rine o kadar yak laşır ki sanki bir m i lyon m i n icik el p l a
sentada parmakları n ı birbirine kenetler. Da Vi nci, çağdaşları
hala bebek leri n , an neleri n i n adet kanıyla beslend iği n i düşü
nürken , bu ay rımın fa rkın a va rmıştı . Leonardo'nun plasenta
ç i z i m leri koy un plasentasıyla olan benzerliği ortaya koya r;
onu n , h a m i l eyken ölen tek bir kad ı n ı n kadavrasın ı görmüş
o l d uğu düşünül mekted i r. Üstel i k bu konuda yalnı z deği ld i r:
Av rupal ı erkek ler yüzyı llar boyunca koy un plasentasına kendi
çocu klarının plasentasından daha aşinayd ı . Öyle ki b i l i m i n
s a n l a r ı n ı n plasenta zarı için kullandığı a m n i o n sözcüğü Yu
nanca " k uzu" sözcüğünden gel i r.
A n atom imizin çoğu unsuru, işlevini yiti rmeye başl a m a
dan önce nereden baksa nız k ı rk-el l i y ı l b i z i idare eder a m a
sadece sekiz-dokuz ay boyunca va rlığını sürd ü recek bir orga n ,
bize insan dokusunun n e denli narin olabi leceği ni gösteri r.
M a ru z kaldıkları toksin lerden ya da İ skoç diyeti n i n acımasız
derin kızartma yöntemi nden ötürü ko layca parçal a n a n , rengi
griye çalan plascntalar görd ü m . En kötüsü de sigara ti ryak i l e
ri n i n , pıhtılarla dolu, sert, amber renk l i plasentasıdır.
A m a bu doğumda, çel ik tepsinin üzerine yaydığım plasen
ta tem i zd i . A m n iyon kesesi n i n i ncecik kalıntıları plasenta ile
kaynaşmıştı ; yı rtık parça görmed i m . " Zarlar tam ," dedim ebe
ye, plasen tayı tutup plastik bir kovaya beceriksizce alırken . Bir
boya kutusunun kapağını kapatıyormuşum gibi kova n ı n tu
ru ncu kapağın ı kapayıp onu koğu şun atık odasın a götürd ü m .
Bebeğin dünyasın ı n merkezinde yer a l a n , yaşaması ve gel işmesi
için elzem olan plasenta, o gü nkü doğumlardan geriye kalan ve
1 96 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
karşı ko ruyucu olduğu düşünülürd ü . Britanya Adal a rı k ü l
türlerinde, c e n i n z a r ı i ç i n d e doğan bebeği n hem iyi bir y ü
zücü hem de tal i h l i bir i ns a n o l acağı n a i n a n ı l ı rd ı . Charles
Dicke n s ' ı n David Copperfield adlı ro m a n ı , kahra m a n ı n cen i n
zarı n ı n s ı r f bu yüzden a ç ı k a rtı r m ay l a n a s ı l satıldığını anlattı
ğı yaşam öyküsüyle başlar.
l' L A � F N TA : Y E , YA K , A G A<;: D İ B İ N E G Ö M 1 97
plasenta n ı n kötü niyetl i ellere geçmesini engel lemek amacıy
la yap a rl a rdı (pl asenta n ı n çocuğun b i r parçası ve b i r şekilde
onun l a özdeş old uğu inancı hala deva m etmektedir) . D i ğer
G üney Doğu halkları plasentay ı neh i r aşağı b ı rakmadan önce
bir tabut altl ığına yerleştirip etrafı n ı yağ la mbala r ı , meyve ve
çiçeklerle donatı rd ı .
K i m i kültürlerde, d ö l eşi n i n denize yak ı n l ığı deği l , ağaca
benzerl i ği kutlanı r; sarmal biçi m l i göbek bağı , rah m i n top
rağı n a kök sal m ı ş gi bi gö rünür. Bebeği n doğumu s ı rasında
(doğum eylem i n i n ikinci evresi) kadın la rın ya şadığı ağrı n ı n ,
a m a n s ı z basınç dalgal arı i l e bi rl i kte perinedeki şiddetli ge
ril meden kaynaklandığı n ı öğre n m i şti m . Döl eşinin ç ı k ı ş ı y s a
o l d u k ç a fa rk l ı gö rünür; uzun zamand ı r gö mülü olan b i r şe
yin kökünden sökülüp serbest kald ığı hissini uyand ı r ı r. J a m es
Frazer, kültürel a nt ropoloj i n i n temel kitabı kabul edilen A l
tın Dal adlı eserinde, bazı kültürlerin plasentay ı kutsal ya da
\ tl r rW-
1 9.� İ N S A N V CI C : U D U N A S E YA H AT
önem l i say ı l a n b i r ağacı n dibine gömdükleri n i ve bu bağlantı
n ı n , çocuğun ve ağacı n hayatı boyunca s ü rdüğüne İnandıkla
rını a n l a t ı r. Çocuk için ağaca yen i b i r isim veri l i r ve Delfi 'de,
Yu nan dü nyası n ı n merkezi kabul edilen O mphalos taşı gi bi, o
da kendi dünya s ı n ı n merkezi h a l i n e gel i r.
P L A � E N T.-\ : Y E , YA J.; , A C A� D İ B İ N F c ; o ,\ t 1 99
omuzlandığı gi bi ağacı omuzl a n ı rken , yukarıda tep•: tac ı n ı n
sallandığı n ı h issederd i . Derken m itoloj ide a n l ı k b i r by m a so
nucu, Kelt tapı n ağı n ın tanrı la rından Cerunnos'un başından
ç ı k a n gey i k boynuzla rını andı ran dalları hatırla m ı ş t ı . Man
zara, omphalos ve cen i n zarı, kutsaldı ve bu kutsal l ı ğ;ın hangi
geleneğe gö re -H ı ristiya n , Yu nan ya da Kel t- i fade ed ildiği n i n
b i r ö n e m i yoktu.
200 İ N S A N V U C L J D L I N A S E YA H AT
K i m i kültürlerde bebeği n göbek bağıyla derinden gelen
bağlantısının hayat boyu deva m eden b i r ilişki olduğu inancı
geçerl i l i ği n i koruduğu için göbek bağın a saygı gösteri l mesi ge
rektiği düşünülür. Kordon k a n ı bankacılığı yapan şirketler de
bu ko nuda hemfi k i rd i r: Eğer özel bir kordon kanı bankasının
bebeği nizin göbek bağını sak l a m asın ı istiyorsan ı z kök hücre
lerin hala canlı old uğu kritik zaman zarfında toplanabilmesi
için bir laboratuvar gö rev l i s i n i n çocuğunuzun doğumunda ha
zır bu lunması gerek i r. Bebeği n i z i n göbek bağıyla yaşam boyu
sürecek i l i ş k i s i , k redi kartı n ı zdan çek ilecek d üzen li ödemeler
yoluyla sürdürülür. B i rleşik K ral l ı k 'taki U l usal Sağl ık H i zmeti
artık kordon kanı sak l a m a hi zmeti de sund uğu için a raştırma
amaçlı olarak kök hücreleri sakl ıyor ve bu h ücreleri n , k i m i n
ih tiyacı olursa o l s u n kem i k i l i ği nak l i nde k u l l a n ı m ı n ı a raştı
rıyor. O n yıl içinde, döl eşini çöpe atmakta n , neredeyse unu
tulmuş derin bir manayı canland ı rı p yen i den değerlendirme
noktasına gel m i ş bulunuyoruz.
Ö zel ko rdon kanı bankaları nı n , bir erişkinin tedavisi içi n
yeterl i kök hücreyi sağlay ı p sağlaya m ayacağı konusu tartış
maya açık olduğundan , b i r çocuğun göbek bağı n ı n sadece
kend i s i için k u l l a n ı l mak üzere sak l a n m a s ı n ı n geti rdiği yüksek
maliyetin haklı bir gerekçesi olup olmadığı da tartı şmalı b i r
meseled i r. Doğu Afri kalı biri , bel l i bir toprak p a rçasına kö k
sal m a s ı n ı sağlayan kendi u m b i l i kal ağacın a bağlı olduğunu
h i ssedeb i l i r; oysa kordon kanı bankasına yaptığı n ı z düzen l i
ziya retlerde bir aid iyet duygusu hi ssetmen iz ve o n d a n g ü ç a l
m a n ı z pek muhtemel deği l . Laboratuvarl a r kendi a ral arında
örnekleri paylaştı k l a rı için kordonunuz, sizin ya d a çocuğu
nuzun erişemeyeceği bambaşka bir ü l kede sak lanıyo r olabi l i r.
Ama hiç deği lse karı ncal a r ı n , d o muzl arın, köpeklerin ve sak
sağa n l a r ı n ulaşamayacağı bir yerde güvenceded i r.
P L A S E N TA : Y E , YA K , A (; A ç D İ B İ N E G Ö M 20 1
ALT UZUVlAR
17
K A LC,: A : YA K U P İ L E M E L E K 207
Anatomi hocal arımdan b i r i , yaratı l ı şçı l ı ğa karşı evri m i n
en i y i kanıtının zayıf noktal a r ı m ı z olduğunu söy ler, insan
vücudu çok daha iyi tasarlanabi l i rd i , derd i . Kalça mızın bize
çek t i rd iği acıların büyük böl ü m ü kan tem i n i ndeki yetersi zli
ğin b i r sonucudur. Vücudumuzda, aslında ihtiyaç d u y u l a n d a n
daha fazla kanın ulaştığı p e k ç o k yer va r. M i d e , el , kafa d e r i
si ya d a d i ze giden bir atard a mardaki akı m ı engel lediği n i zde
çok büyük b i r sorun l a k a rşılaşmazsınız. Oysa kalça çok daha
h a s sastır; göz, beyin ve kalple ortak noktas ı , kan tedari k i n i n
kol ayca kesilebil mesid i r. Bey ne gelen kan ak ı mı n ı n kes i l me
si i n meyle sonuçlanırken , ay nı durum gözde o l u rsa körl ü ğe ,
kal pte olursa kal p krizine yol açar. Kalçaya gelen ka n ı n azal
ması da benzer şekilde büyük bir fel aketle sonuçlana b i l i r, h at
ta ö l ü mcül olabi l i r.
Yet m i ş beş ya ş üzerinde bi ri kalçasının üzeri ne kötü d ü
şerse k ı r ı k ihtimali yak laşık o n d a b i rd i r. Kalça kırıı�ı , fe m u r
b a ş ı n a o l a n kan akımının s ı k l ı k l a kesil mesine yol a ç a r v e e k
lem içinde kemiğin o bölgesi ö l ü r. B u k ı r ı k l a r onarı l a m a z ;
t e k çare eklemin o bölgesini kesip yerine protez koy maktır.
Elden ayaktan düşmüş yaş l ı insanlar böylesi büyük b i r a me
l i yattan sonra iyi leşmek için yoğun bir mücadele ve ri rler. Bu
i n s a n l a rı n yüzde 40' ı düşme nedeniyle bakı mevinde )' a ş a m aya
m a h k u m o l u r, yüzde 20'siyse b i r daha asla y ü rüyemt·z. Yü zde
5-S ' i , d ü ştükten sonra üç ay içinde ö l ü r.
208 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
Öykünün başında Yak up, Esav ' ı n gönlünü al mak için
yüzlerce hayva n ı armağan olarak ha zırl a r. Fakat armağanını
kardeş ine sunmaya fı rsat bulamadan karşısına çıkan meleksi
bir va rl ıkla güreşe tutuşur. Tev rat ' ı n mistik, kabalistik yoru
mu olan Zohar, öyküdeki sald ı rganı i n s a n ı n karan l ı k yönü,
Yak up'un onunla mücadelesi n iyse ahlak l ı b i r yaşam sürme
çabası n ı n alegorisi olarak ele a l ı r. İ k i s i "gün doğana kadar"
gü reşi r ve sonunda Yak up, karşısı ndaki nden onu kutsa masını
ister. Melek, adil dövüşte yenemeyeceği n i anlayınca Yakup'un
uyl uğunu kalça ekleminden çıkararak mücadeleyi zorla son
landırır ve Yakup'u b i r melekle dövüşüp neredeyse galip geldi
ği o gecey i her d a i m hatırlatacak şek i lde sakat b ı rak ı r. Böl ü m ,
yeni i s m ine kavuşan İsra i l ' i n " Ta n r ı ' n ın suret i " n i görd üğünü
ve bundan sonra hayvan kalçasındaki " s i n i rlerin" yenmesinin
Yahudi lere yasak old uğunu açı k l a m asıyla son bu lur: " Çünkü
o, Yakup'un kalça eklemindeki s i n i re dokunmuştu . "
Hahamlar i l e İbrani alimler öykünün manası konusunda
fi k i r b i rliğine vara m a m ı ştır. B i r bak ı ş açısına göre , kalça ve
uyluk, İ b rah i m ve Yakup'un antik Semitik kültüre göre ci nsel
ve ya ratıcı enerj i depolarıdır. Metindeki ya rech kel i mesiyle,
erkeklerde skrotumun kadın l a rd a vulva n ı n bulunduğu uyluk
iç kavsi kast ed i l i yor olabi l i r. Bir İbrani a l i m i , sözcüğün "ka
sık" o l a rak tercüme ed i l mesinin daha doğru olacağı n ı söy le
mişti. Ay n ı sözcük Yakup'un kitabında teknenin içi ndeki boş
luğu a n l atmak için k u l l a n ı l ı r ve Ya ratı l ı ş böl ü m 24'te İ brah i m
hizmetk a rından e l i n i uyl uğunun a ltın a koy up yem i n etmes i n i
ister k i burad a , e s k i b i r gelenek o l a n testisler üzerine yem i n
etmeye gönderme yap ı l maktad ı r ( İ n gi l i zcede şahitlik etmek
a n l a m ı n a gelen " testify " kel i mesi de ay n ı kökene d aya n ı r) . Bu
bakış açısına göre, Yakup'un k a sığına ve kalça sına dokunan
melek , bütün b i r kavme babal ı k etmesi için gereken kudret ve
otoriteyi ona iletmiştir.
Rak i p teoloj ik gö rüşse meseldeki en önemli unsurun
Yak u p ' u n topal laması olduğunu iddia eder. Onun sakatlığı
210 İ N S A N V l l C l / D l J N A S E YA H AT
İnsanları çok geçmeden tanı koyduğumuz hastal ı k l a r ı n
isi mleriyle an maya başlıyorduk. H a staneye kırık ayak bi lek
leri , burkulmuş el bilekleri , yerinden ç ı k m ı ş omuzlar, çök müş
omurgal a r yatı rd ı m ; her biri için evrak doldurmam, röntgen
fi l m lerini ve kan tetk iklerini iste m e m , a meliyat ed i l m eleri ge
rek iyorsa her birine riskleri açıkl a m a m ve bu riskleri kabul
etti klerine dair b i r belge i mzalatm a m gerek iyord u . Ay rıca
iki koğuş dolusu ha stayla i l gilen m e m , yüzlerce ilaç ve se
rum reçetesi yaz m a m , a mel iyath anede şefi m e asi ste etmem
gerekiyord u .
Yatışını yaptığım i l k ha stal a rdan b i r i , yen i tek n i k l i sanı m a
gö re " femur boynu fraktürü " , i n s a n i i fadeyle, metal b i r y ü rü
teç k u l l a n m a s ı n a rağmen o zamana kadar kendi işini kendi
görmüş ve tek başına huzur içinde ya ş a m ı ş olan seksen dört
yaşındaki Rachel Labanovska'yd ı . Yı l l a r önce düşüp sol kal
çasın ı k ı rdığında tak ı l a n metal a l a ş ı m l ı protez özgü rl üğü nü ve
bağı msızlığını bir ölçüde koru m a s ı n ı sağl a m ı ştı . Onunla kar
ş ı l a ş m a mdan birkaç gün önce akciğerlerinde enfeksiyon ge
lişmişti; kızı öksürdüğünü fa rk etmiş, a i l e hekimi antibiyotik
vermi şti . Ama anti biyoti kler pek işe ya ra m a m ı ş , ateşi ç ı k m ı ş ,
say ı k l a m aya haşl a m ı ş v e metal y ü rütecin üzerine düşüp diğe r
kalça s ı n ı k ı r m ı şt ı . K ı z ı o n u bu l a n a k a d a r on sek i z s a a t boyun
ca mutfakta yerde yatm ıştı ; onu i l k gördüğümde hi poterm i
deydi ve ö l m e k üzereyd i .
Kü rdan gi bi incecik bacaklarıyla sedyenin üzerinde yata r
ken halüsin asyon gö rüyor, parmaklarını b i rer s i h i rl i değnek m i ş
gibi h avada oynatıyord u . S a ğ bacağı olması gerekenden daha
kı sayd ı ve dizi dış ya na bakıyord u : klasik kitaplarda yazdığı
gibi "kısalmış ve dışa dön m ü ş . " Kolundan kan almaya kalk
tığı mda düşler aleminden sıyrı l d ı ; tırnakla rını eti me geçirip,
bağı rsaklarını söküyormuşum gi bi çığl ı k attı . Kan a l m ak içi n
onu zapt etmem ve vücut sıcaklığı hala teh l i keli derecede d ü
şük olduğundan, ısıtmak a m a c ı y l a örttüğü müz sıcak h ava bat
taniyesi nin altında kalması için sakin leşti rici vermem ge rekti .
212 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
geceyi çıkaramayabil i rd i . O s ı rada Baya n Labanovska 'n ı n nab
zı " galo" ritm i nde, yok oluşa doğru bir koş u tuttu rmuştu.
Hareket ettirildiğinde hala acı acı bağı rıyordu ama yataktan
kalkmak için çabalamaktan vazgeçmi şti . Gün içi nde odasına
uğrayıp, sayıları giderek a rtan akrabal arıyla konuşmaya çal ı ş
tım ama ikinci günün gece ya rısı n a dek yen i b i r fı rsatım ol
mad ı . Artık huzurl u gö rünüyord u ; solunumu kesi k kesi k ve
düzensizdi a m a hem zatürree hem de kırık kalçasından ötürü
verd iği mücadele ona eskisi kadar eziyet çektirmiyord u .
Ertesi gü n yorgu nluktan gözlerim k a p a n ı r h a l d e meslek
taşları m l a öğle yemeği yerken çağrı cihazım öttü . " Baya n La
banov sk a , " dedi telefondaki hemş i re. " Ö l d ü . Ö l ü m belgesi n i
siz m i hazırl a m ak i stersiniz, yoksa başka b i r i n i m i bulay ı m ?"
"Ne o l m u ş ? " diye sordu yanı mdaki uzman, ben telefonu
kapatı rken.
"Baya n Labanovska ö l m ü ş . A şağı i n i p ölüm belgesi ni dol
durmam gerek . "
"Acele etme," dedi ağzı dol u . " B ı rak da önce zavallı kadı
n ın vücudu soğusu n . "
K A L�: A : YA K U P İ L E M E L E K 213
radyoaktif i m plantlar k ü l lerin arasında kal ı rsa başka l arı için
teh l i keli olabi l i r.
" Yak ı l acakmış, " dedi sorumlu hemşi re elime formu tu
tuşturu rken . Ya nımda Bayan Labanovska ' n ı n kızı ve oğl u y l a
koğuşun ortasında d i k i l m i ş , hastabakıcılar diğer hastalar i ç i n
koşturur, bankoda cevap ve rilmeyen telefon zır zır çalarken ,
tatsız bürokratik soruları ya n ıtla maya başladık. " Bildiğiniz
kadarıyla merhumun ö l ü münden maddi b i r çıkarı n ı z va r m ı ? "
H AY I R . "Şahsın ölümünün şunlardan birine bağl ı olabi lece
ği n e dair şüpheniz va r mı ? a) Ş iddet, b) Zeh i rlenme, c) Mah
r u m i yet ve ihmal . " HAY I R , HAY I R , HAY I R . " Naaşın daha
ay rıntılı incelen mesi ni i ster m i s i n i z ? " H AY I R . A rd ı n d a n ,
h a s t a n ı n yakıl masın ın önünde bir engel olmadığına d a i r, alev
k ı r m ı zısı ha rflerle yazı l m ı ş üç sözcüğün tan ı m ladığı "ye m i n l i
beyan belges i " n i imzalamam gerekti .
" H ay A l l ah ! " dedi kızı birden . " Peki ya diğer kal çası ?"
"A n l ayamad ı m ? "
"Protezli s o l kalça s ı . O da meta l . Yakıldığı nd a ona n e
ol acak ?"
" Merak etmeyi n , " ded i m , "krematoryum o işi halleder. "
214 İ N S A N V ll C ll D ll N A S E YA H AT
yorumcular bu anlatıda -ka rakterin tehl i keli b i r yolcul uğa
çıkması, kend i n i yok etmeye çal ı ş a n güçlere karşı koy ması, o
mücadelenin hayatına damga vurması ama zaferle son bulma
sı gibi- klasik halk masal l a r ı n ı n bütün bel i rleyici özel l i kleri nin
bulund uğunu idd i a edecek kadar i l eri gi tmişti r. Bütün dünya
daki o rtopedi ve rehabil itasyon koğuşlarında süregiden iyileş
me öykülerini yansıtır bu örüntü . Tı pkı sol kalça s ın ı k ı rdı
ğında h ayatına damgasına vuran ama iyi leşmeyle sonuçlanan
başarı l ı bir protez amel iyatı geç i ren Rachel Labanovska 'nın
yolculuğu gi b i .
Zamana en fazla meydan ok uyan mitlerden bazılarının
fa rkl ı kültürlerde ya nkı bulan fa rk l ı yorum ve katmanları
va rdır. Bazıları doğal olarak kahra m a n ı n zaferiyle son bulur,
fakat bel l i örüntüler izlemekle bi rl i kte hepsi mutlu sonla bit
mez. Ya ratılış 'ta Yakup, Ken a n D i ya rı ' n ı kendine yurt ed i n i r
ama a n l atıda Mısır'a sürülür. Yı l l a r sonra o rada ya ş l ı , kederli
bir adam olarak ö l ü r. Ya ratı l ı ş bölüm 49'da, on iki oğl unu
ölüm d öşeği nde kutsarken k i m i ne cömertçe davra n ı r k i m i n i
iğneler. Derken " Yakup oğu l l a r ı n a verd i ği buyrukları bitirin
ce, ayak larını yatağın içine çekti , son sol uğunu vererek hal
kına kavuşt u . " Yakup sonunda dönüşüme uğra m a m ı ş ya d a
cennete gi tmemiştir. Rachel Labanovska ' n ı n mitlere d a h a ç o k
yak ışan b i r s o n u oldu: Onun bir parçası hala ya şıyo r, hatta
şimdi bile gökyüzünde süzülen bir uçağın motorunda fı rıl fı rıl
dönüyor ya da bir zamanlar gezd i ği , keşfettiği gezegenin üze
rinde, çok yükseklerde b i r yö rüngede dönüp d u ruyor.
K A l . (: A : YA K l l l' İ L E M E L E K 215
18
Ayaklar ve Parmaklar:
Bodrumdaki Ayak İzleri
218 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
kemiğini (kalka neus) basıyo r, a rd ı ndan zemi n i ayak parmak
l a rıyla itiyord u . Laeto l i 'deki ayak izleri bu lunmadan önce
beyin büyükl üğündeki artışın homi nidlerin iki ayak üzerin
de y ü r ü mesinden önce gerçekleştiği düşünül üyord u a m a izler
tam tersi n i , iki ayak üzerinde d i k i l d i kten sonra beynimizin ve
elleri mizin soyutl a m a l a r yapabilecek ve ha mm addeyi işleyebi
lecek serbestl iğe kavuştuğunu ispatlad ı .
2 10 İ N S A N V O C U D l l N A S E YA H AT
"El ! " d i ye bağı r m ı ştık hep b i r ağızd a n . " O pozisyon yapa
bi len başpa rmak ! "
" Ya n l ı ş " demiş, opozi syon yapabilen başparmağı n , may
munların eli nden b i razcık fa rk l ı l ı k gösteren basit bir deği ş i m
olduğunu a ç ı k l a m ı ş t ı . " İ ki ayak üzerinde y ü rü meye uyum sağ
l aya n ayakt ı r, " demişti, "daha fazla i n s a n a özgü olan ayak tır. "
Ö ğrencilere göstermek üzere kadavra di seksiyonunda
Gordon'a yard ı m ederd i m . Üst kattaki di seksiyon salonunun
esinti li y üksek tavanları dökme dem i r kirişlerle desteklenmiş
ti ve yılın büyük bölümü nde kuzeye bakan pencerelerden içe
riye etrafı beyaza bü rüyen soğuk bir ışık sızard ı . Yü ksek bir
tabu reye tüneyip tepsilerdeki vücut parçal a r ı n ı n ya da bazen
bütün bir kadavra n ı n üzerinde çalışı rdı m . Hem elleri hem de
zihni meşgul eden , med ita syona uygu n , d i n lend i rici bir işti .
Üstel ik b i r ayd ı n l a n m a yaşıyord u m ; fi ziksel yap ı m ı z ı n karma
şıklığı karşısında müthiş b i r hay ranlık d uyuyo rd u m . B rakiyal
pleksus ya da mesela pelvis atard a m a rı gi bi zor bir anatomik
düzenlen mey i ortaya çıkarmanın tatm i n duygusu da caba s ı .
Par m akları kontrol eden s i n i rler ve tendon l a rdan o l u ş a n pa
langa si stemleri n i n di seksiyonu n d a , ay nı meka nizmalar sa
yesinde parmak l a r ı m ı n bu işi yapa b i l i yo r olmasına hayretle
bak a rd ı m .
H a z ı rladığı m d i seksiyonlar genel likle ay rı v ü c u t p a rçala
rı o l u rd u : eller, ayakl a r, bacak l a r, kol l a r, yüzler ya da göğü s.
Her parçanın üzerinde tanım layıcı bir plastik eti ket bul unu r
d u ; yasal o l a rak, di seksiyonu yap ılan bütün vücut parçaları
n ı n k ayd ı n ı n tutulması gerektiği için her biri eti ketlen i rd i k i
sonrasında beden ler yakıl madan önce elden gel diği nce b i rleş
tirilebi l s i n . Vücut p a rçaları ko ruyucu sıvı emd i r i l m i ş çaputla
ra sarılıp tekerlekli büyük teneke bidonl a rda sak l a nı rd ı ; her
vücut böl ü m ü için ayrı b i r bidon olurd u . Bazen bodruma iner,
o gü nün di seksiyonuna uygun bi donu al ı r geti ri rd i m .
Bod ruma e s k i b i r asansö rl e i n i l i rd i . Deri n l i ği ç o k fazla
değildi asansörün ama yan l a m a s ı n a b i r tabut sığd ı rılabilecek
222 İ N S A N V Cı C : l/ D ll N A S E YA H AT
o kapının a rkasında ne olduğunu sord u m . "Görmek i ster m i
si n ? " diye sordu anahtarları ç ı k a r ı rken . " Üst kattaki müzede
yer o l mad ığı için koyamadığı m ı z ne varsa orada saklıyoruz. "
22-l İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
vücutlu ama iki başlı b i r bebek vard ı . B i r başka rafta, bey n i n
i ç i n d e s ı v ı b i r i k i m i olarak tan ı m l a n a n " h i d rosefal i " n i n fa rk l ı
dereceleri n i mükem melen gösteren, s ı n ı rl a rı cama daya n m ı ş
balon l a ş m ı ş kafalar sergi len iyo rd u . Bir asırdan u z u n s ü re
önce düşük nedeniyle kaybed i l m i ş cen i n ler, kırmızıya boyan
mış kem i k leri ve denizanası gibi sayd a m vücutl arıyla camekan
rah i m lerde yüzüyord u . Deh şet verici görünse de, o dönemde
anatomistlerin bu ra fları doldurmak için sağl a m gerekçeleri
va rd ı : Bebekler, embriyol arın rah i m içi ndeki gel i ş i m i n i anla
mak için i nceleniyordu; o zaman da tıpkı şimdi old uğu gi b i ,
gel işi msel sapmal a r ı n , bir çiftin dünyaya anomal i l i başka b i r
bebek geti rme olasıl ığı konusunda bilgi vereceği umul uyord u .
B i r diğer r a f d i zisiyse gö rünüşe gö re anatomi dersinde öğ
rend i ği m her şey i n , Anatomi böl ü m ü n ü n dibi ndeki bu ücra
yerde sak l a n m ı ş bir özetiyd i : k ü ç ü l ü p sönmüş bey i n ler; bal
mumundan yap ı l m ı ş b i r böbrek model i ; b i r gözküresi kesi t i .
Raflardan b i r i , i ç kulaktaki salyangoz i l e ya rı mdaire kanal
larını gösteren bir dizi çizimle doluyd u . Alçıdan yap ı l m ı ş bir
büstte yüzün mimik kasları gösteri l m i şti . Pek iyi korunmam ı ş
pl asenta ve cen i n zarlarından oluşmuş b i r yığı n , tahta sand ı k
ların i ç i n d e parçala n m ı ştı . Rafların en tepesinde, tava ndaki
kemerl i tonoza yakın bir yerde, bir kadın vulva s ı , üretra ve
Skene bezleri n i n etrafı ndaki kal ı n l aşmış dokuyu açığa çıkara
cak biçimde ger il ip sığ bir haznenin içine yerleşti ri l m i şti .
Yere yak ı n , h a m çam tahtasından yap ı l m ı ş ra fl a rda bir ayı
ayağı n ı n ya n ınd a bir ayı kafatası du ruyord u . Ay ı , insan d ı ş ı n
da i k i ayağı üzerinde yü rüyebilen az sayıda memeliden biridir
ve ay ı l a r da tıpkı insanlar gi bi yürürken yere önce topuğunu
basar. Leonardo da Vi nci , i n celemek için insan ayağı bu l a
may ı nca bir ay ı n ı n ayağın ı d i seke etm iştir. Deriden itibaren
kem i k kemere kadar kat kat soy u l m u ş numune b i r dizi insan
ayağı n ı n ya nında du ruyord u .
Tek ra r i ş e koyulmanın za m a n ı gel mişti . Lambalar cızırda
yarak sönd ü , raflar ve iskeletler karan l ı ğa geri dönd ü . Kapı yı
226 İ N S A N V ( I C U D U N A S E YA H AT
kapı bulmuş, cadden i n altından uzanan tünel benzeri geçitten
aşağı ya , katakomblara yönel m i şti .
İzlediği güzergah , ayak izleri n i n ya nı s ı ra tek meleyerek aç
maya çal ıştığı kapıların üzerinde bı raktığı izlerden anlaşıld ı .
Peşinde polis köpek leri, kara n l ı k t a , e l yordamıyla t a ş duva rl a
r a tutu narak koşmuştu. Tek meley ip açtığı i l k k a p ı e s k i bir ka
zan d a i resine açıl ıyordu; oradan başka b i r kapıya yönel mişti .
Daha son ra çekilen fotoğrafl a rd a gö rülen bot izleri n i n de ta
n ı klık ettiği üzere, defalarca denedi kten sonra kapıyı kırarak
Anatomi kürsüsünün altındaki bodruma gi rmeyi başarmıştı .
Sıra s ı ra asılı i skeletler, rafl a r dolusu ucubeler ve harikalar,
na rval boynuzları ve zü rafa kem i k leri, geri l m i ş genital orga n
lar ve di seke edi l m i ş ayı ayağı n ı n a rasından el yorda mıyla geç
mi şti . Pa n i ğe kapılan h ı rsız yolunu bulmak için öne uzattığı
elleri yle bod rumda bazı şeyleri dev i r m i şti . Tah n i t odasına
giden kap ı n ı n önünde durmuş, k ap ıyı zorla açmak için bira z
uğra ş m ı ştı . Neyse ki başara m a m ı ştı; a k s i takd i rde kend ini k a
davra larla dolu soğuk odada bula caktı .
Bodrumda onu kovalayan köpekler tarafından yakalanma
sına ramak kala, eski bir kömür kaydırma oluğunun ağzından
sızan ışığı fa rk etm işti . El yordamıyla yolunu bulup daracık
boşlukta sıkışarak ilerlemiş, nasılsa old uğu yerde dönüp ızga
rayı tekmeleyerek açmış ve kaçı p kurtulmuştu. Hızlı hareket et
miş ol mal ıyd ı ; dışarı çıkar çıkmaz köpek leri geride bırakmıştı.
Kapalı devre kamera sistemi tarafından izlen iyor olsaydı ana
tomiye dayalı son teknoloj i de sokaklarda peşine düşebi l i rd i .
Hepimizin yürüyüşü ve adım atı ş ı , parmak izimiz kadar ben
zersi zd i r ve kapalı devre kamera sistemi artık kalabalık içinde
de bizi saptayabil mekted i r. Anatomik bilgisayar modellemesin
deki i lerlemelerle ulaştığı mız gözeti m d üzey i , aşağıdaki kata
komblarda olan herhangi bir şeyden çok daha korkunçtur.
23 0 İ N S A N V Ü C U D U N A S E YA H AT
mezarların h avasında debdebeli bir vakar sezilirken , d i ğerleri
mütevazı ve yal ındır; Üzerlerinde sadece bir isim, iki de tarih
yazı l ı d ı r. Zengin ile yoksulun yan ya na yatmasında demok
ratik bir hava va rd ı r. D uvar boy unca uzanan bir sıra mezar,
Yahudi cemaatine ay rı l m ı ştır; burası çel i k parmaklıklarla ay
rılmış olsa da ağaç kökleri bunu umursamaz. Uzakla rda kayıp
bir i m p a ratorl uğa h izmet ederken kurşun yarasından ya da
düşük yaparken veya tropikal bir hastalıktan ölenlerin de me
zarları va rd ı r. K i m ileri mukaddes b i r hayatı kutlar görünü r,
kimileriyse erken gelen bir faci a n ı n yas ı n ı tutar gi bidir. Mezar
taşl arına kazı n m ı ş meslekler geçen yüzyıl içinde gerçekleşen
toplu msal deği ş i m i gösterir: k u m a ş tüccarları , deği rmenciler,
ruhban s ı n ı fı , bankacı l a r. . . Hayattayken muhtemelen kendi
tentü rlerin i hazırl a m ı ş usta bir eczacı n ı n anısına dikilmiş bir
taş ve bir zamanlar etrafı nda yatanlara h izmet vermiş bir he
kimin mezar taşı da va rdır orada .
Atmacalar ağaç tepelerine kon a r, mezarların a rasında
yaşayan fa relerle küçük kuşları avl a r. Sarmaşıklar devri l m i ş
taşl arın ü zerin i kaplar geçer ve çök m ü ş toprak p a rselleri n i n
arasını böğü rtlen çal ı l a rı bürür. Beraberinde g ü r ve veri m l i
bir sessizlik getiren y a z mevs i m i n i n ötesinde yaprakların y u
muşak nefesini duyd uğumu hayal ederim bazen . H a z a n mev
simi nde o yaprak lar mezarları altın sarısı ve kan kırmızıyla
kapl a r. K ı ş ı n mezar taşları kar y ığı nları a rasında diki len nö
betçilere benzer. Ama ilkbahar geldiğinde dallar taze yaprak
l a rla beze n i r ve a ral a rından toprağa parça parça ulaşan ı ş ı ğa
doğru büyür çi men sürgü n leri .
SONSÖZ 23 1
Ya şam saf alevd i r ve bizi
içimizdeki görün mez güneş yaşatır.
Sir Thomas Browne, Hydriotaphia,
Um Burial [ Kül lerin Gömülmesi ] ( 1 658)
Teşekkür
236 T E Ş E K K ll R
bir k ı s m ı n ı anlatmama izin verd i . A lec Finlay, O rgan ve Doku
Bağışçıları U l usal Anıtı'yla ilgi l i Taigh: A Wilding Garden
adlı çal ışmasından alıntı yapm a m a müsaade ett i . Kurtis Pe
ters, kalça ile ilgili bölümde k u l l andığı m İbranice akademik
çal ışmalard a bana yol gösterd i . Yazdığı m metne editöryal el
mas tozu serpen , gerçek b i r alim ve dost olan D avid Fa rrier
ayn ı zamanda Yakup'un öyk üsünün i l h a m kaynağı d ı r. Adam
Nicolson, Zenan ve İlyada üzerine ben i m l e konuşma neza
ketini gösterd i . Paddy Anderson ve Chemi M a rquez'e paha
biçil mez m izah anlayışları , beni G ranada'da Carmen del
Mefi i q ue'te ağırladıkları ve romeria'yı kav rayabilmemi sağla
dıkları için teşekkür ederi m .
Robin Robertson "The Halving" [ İ kiye Ayrı l m a ] adlı şi
irini k u l l a n m a m ve hakkında yazmam için izin verme neza
keti n i gösterd i . l a i n Sincl a i r Lando r 's Tower adlı eserinden
alıntı yapm a m a izin verd i . Kath leen J a m i e ve Brigid Col l i n s ,
Frissure'den a l ı n t ı yap m a m a , görselleri k u l l a n m a m a v e sergi
hakk ında yazmama müsaade ettiler. l a i n Bamforth'a "Siste
matik O l m ayan Anatomi "den al ı ntı yapm a m a izin verd iği için
teşekkür ederi m . B i r alim, hek i m ve teolog olan D avid Mc
Neish, H a rtman'ın Yakup ile Melek ' i n öyküsünü konu alan
makalesinden bana yol gösterd i . Douglas Cairns'e klasik sa
nat uzmanlarının muhteşem bir mizah a n l ayışı old uğu kuralı
n ı b i r kez daha doğruladığı için teşekk ü r ederi m .
Kuru mlar: U l u sal İskoçya Kü tüphanes i , Edinburgh Ün iver
sitesi Anatomi M ü zesi ve Torino Ü niversitesi Kütüphanesi' ne,
Wel lcome Vak fı ' n a , Pavia Tıp Fakültes i 'ne, Edinbu rgh Krali
yet Hastanesi personel ine ve Edinburgh K l i n i k Nöroloj ik Bi
l i m l e r Anabilim Dalı'na teşek k ü r ederi m .
" Ruh Cerrah i s i " ve " Martı Sesi Ü fürümleri ve Meddü
cezi r " bölümlerinin ilk versiyonları daha önce Landon Re
view o f Books'ta yayımlanmıştır. Bu bölümlerin k i tapta yer
almasına izin verd iği için Mary- Kay Wil mers'a ve büyük bir
TEŞ E K K Ü R 237
özenle yayına hazırladığı için Paul Myerscough ' a m i n netta
rı m . " Ka ra Büyü ve Vertigo"dan bazı bölümlerin kaynağı
New Yo rk Review of Books'ta daha önce yay ı m l a n m ı ş o l a n
" Sağırların G i zemli D ü nyası" b a ş l ı k l ı makalemd i r.
240 K AY N A K L A R L A İ L G İ L İ N O T L A R
corda, e la corda al senso comune, e'I senso comune e
sedia del l ' a n i m a '', Leonardo W. 1 9 o ı or, alıntı: Richter
Literary Works § 8 3 8 .
s. 4 9 " Ve s e n . . . " Yaprak 2 , ön sayfa , Kraliye Koleksiyonu 'ndaki
anatomik çizimlerden.
s. 5 2 "Notlarından bir sayfa . . ' Martin Clayton ve Ron Philo,
.
K AY N A K L A R L A i L G İ Lİ N O T L A R 24 1
"Self-attribution of emoti on: The effects of expressive
behavior on the qual ity of emotional experience " , Journal
of Personality and Social Psychology 29 ( 4 ) (Nisan 1 9 7 4 ) ,
4 7 5-8 6 .
242 K AY N A K L A R L A İ L G İ L İ N OT L A R
Producing Battle Casualties " , ]ournal of the Royal Army
Medical Corps 1 2 3 ( 1 9 7 7 ) 9 3 - 1 0 3 .
( 2000) , 1 64-7 3 .
S. l 25 "birinin hem sevmek . . " F. X . Hezel , "Cultural patterns
.
K AY N A K L A R L A İ L G İ L İ N O T L A R 24.l
ı 2. Karaciğer: Bir Peri Masalı Sonu
s. l 54 "Herifi kessen . . . " Sir Toby Belch 'in konu şması, On
İ kinci Gece, Perde I I I , Sahne 2 .
244 K AY N A K L A R L A İ L G İ L İ N O T L A R
o f the U rethra i n Female O rgasm " , International ]ournal
of Sexology 3 ( 3 ) (Şubat 1 9 5 0 ) , 1 4 5-8 .
s. 1 77 "o şiirsel o rgazm . . . " Arthur A i k i n (ed . ) , The Annual
Review and History of Literature fa r 1 805, Volume i V
(Londra, 1 8 0 6 ) .
"Kadın psikolojisi . . . " C a ri Jung, "Women in Europe",
Collected Works of C. G. Jung, Volume 1 0 : Civilization i n
Tra nsition , editörl üğünü ve çevirisini Gerhard Adler ve R .
F. C . H u l l yapmıştır (Princeton Un iversity Press, 1 9 70) , s.
1 23 .
S. l 81 "tatmin edilmediğinde . . . " İ bn-i Sina Canan y 20 : 1 : 4 4 .
s. 1 8 1 "erkek hızlı . . . " J o h n Sadler, The Sicke Woman 's Private
Looking Glass (Londra, 1 6 3 6 ) , s. 1 08 .
s. 1 8 1 "tıp dergisi Lancet 'te . . . " The Lancet, 2 8 Ocak 1 8 4 3 , s.
644.
s. 1 8 2 "Marie Stopes, ç o k satan kitabı . . . " Marie Stopes,
Married Love (Londra: A. C . Fifield, 1 9 1 9 ) .
K AY NA K L A R L A İ LG İ L İ N O T L A R 245
Finders Keepers: Selected prose 1 971 -2001 (Londra : Faber
& Faber, 200 3 ) .
248 G ÖRSELLER
s. 1 24 Rembrandt'ın, Edinburgh Ü niversitesi Anatomi
Müzes i ' n i n girişinde asılı olan Nicolaes Tulp 'un A natomi
Dersi adlı eseri nin kopyasından detay.
s. l 3l Pierre Barbet ' n i n , Les Cinq Plaies du Christ [ İsa 'nın
Beş Yarası] adlı kitabından (Paris: Procu re du carmel de
l ' action de graces, 1 9 3 7) s. 63.
s. l 37 Vesal i u s ' u n çalışmasından çizim ler, o dönem i n kabul
edi l m i ş görüşünü yansıtm aktad ı r.
s. 1 3 9 Böbreği n süzme birimi olan glomerül ü n m i k roskobik
görüntüsü ( G ray s A natomy, şeki l 1 1 3 0 , 1 9 1 8 bası m ı ) .
s. 1 4 5 Böbrek vericisi armağan çemberi çizimi yazar tarafından
hazırlanmıştır.
s. 1 4 8 A lec Finlay'in Taigh: A Wilding Garden adlı kitabından
(Edinbu rgh : Morning Star Publications, 20 1 4 ) .
s . 1 4 9 age.
s. l 5ı Biyoki mya test sonuçları, yazarın kend i arşivinden.
s. 1 5 6 "Pamuk Prenses", Walter Crane tarafından resimlenmişti r
( 1 8 8 2) .
s . 1 63 Bary u m l u lavman, Di agnostic I mage Centers'ın ( Kansas
City) izniyle.
s. l 65 Fa rk l ı biçimlerde cam şişeleri gösteren Fransız poster.
Kamu malı.
s. 1 7 2 " Vi bratör kullanı m ı , l 8 9 ı " , " Vi b ratörün tarifi ve
k u l l a n ı m tal imatları "ndan. Wel lcome Görsel Arşivi.
s. 1 9 3 Göbek bağı ve plasentaya bağlı fetüs. Wel lcome Görsel
A rşivi.
s. 1 9 8 İ nsan plasentası. Wellcome Görsel Arşiv i .
s. 206 "Sağ k a l ç a ve uyluğu n kem i k leri ve kasla r ı " , çizi m , l 84 ı .
Wel lcome Görsel Arşivi .
s. 2 1 0 "Sağ Kalça Protezinin Röntgen F i l m i " , ABD U l usal Sağl ı k
Enstitüleri
s. 2 1 7 Romeria, 20 1 1 tarihli poster, Chemi Marquez'in izniyle
k u l l a n ı l m ıştır.
s. 2 20 Ayağın iskeleti (tıbbi açıdan) ( G ray s A natomy, şeki l 290,
1 9 1 8 bası m ı ) .
s. 2 2 8 Edwin Aldrin tarafı ndan çeki l m i ş fotoğra f, Apollo ı l,
GÖRSELLER 249
Dizin
252 DİZİN
da Vinci, Leonardo 1 , 5 1-2 Einstein, Albert 35
anatomi 52, 228 ektopik gebel ik 1 70
kaslar ve yüz ifadesi 48-5 1 , 52, el 1 29--3 0, 220
58, 59 boksör kırığı 1 2 1 -4
plasenta 1 94 çarmıha germe 1 29, 130-2
Son Yemek 49-5 1 , 52, 59 el bileği 1 1 9, 1 25, 1 29--3 0
Darwin, Charles 58-59, 6 1 elektroansefalogram (EEG) 25
David Copperfield (Dickens) 1 96-7 elektrokonvülzif tedavi (EKT) 1 6-9,
De Motu Cordis ( H a rvey) 9 1 21-9
d e Zerb is, Gabriele 137 Emerson, Ralph Waldo 46
della Torre, Marcantonio 52 Empedokles 34
Demirel, Selçuk 43 Endonezya 1 97-8
denge 62-4 epifiz 9-1 0
deniz tutması 65 epilepsi 10-4, 1 9-20
depresso r anguli o ris 47 Epley, John 67-70
depresyon 1 6-9, 28-9 erkekler
Descartes 9-10, 88 fertilite 1 96
D ibb, M ichael 42 kısırl ı k 169, 1 82
D ickens, Charles 1 96-7 Logos 179
Diomedes 1 1 7-8 orgazm 1 74-8
diyaliz 1 3 9 rektum 1 6 1
diyastol 86, 87 Eros 1 78-9
Doğa Hakkında (Parmenides) 73 Exequy ( K i ng) 85
dondurarak saklama (kriyojenik) Expression of the Emotionsin
200-1 Man and A nimals, The [ İnsan
döl eşi 1 9 1-201 ve Hayvanlarda D uyguların
döllenme 169-74, 178, 179-84 İfadesi) (Darwin) 59, 61
dudaklar 8 1 Eyeless in Gaza [ Gazze'deki Kör)
Dunca n , Andrew 1 5 (Huxley) 42
dura mater 1 2 , 1 4 Ezekiel 1 54
Düşsel Varlıklar Kitabı (Borges) 36
faşizm 2 1
Edinburgh felç (paralizi) 53-5, 57-8 , 59--60, 6 1
K ral i yet Botanik Bahçesi 1 47-9 Fergusson , Robert 1 5
psikiyatri hastanesi 1 5-9 fi brilasyon 88-9
Western General Hastanesi 96-7 fi broadenom 97-8
ayrıca bkz. Edinburgh fi brokistik değişiklik 97, 98
Ü niversitesi F i l l a n , St 1 47
Edinburgh Üniversitesi 7-8 , 222--6 Findlater, Gordon 220, 222, 224, 225
DİZİN 253
Finlay, Alec 135, 1 47-9 Halving, The [İkiye Ayrıl m a ]
Fisher, Carrie 29 ( Robertson) 90, 9 1 , 93--4
Forestus 1 7 1 Hanging Man, The [Asılmış A d a m ]
Fo rtunate Man, A [Tal ihli Bir (Plath) 27
Adam] (Berger) 44 Harvey, William 9 1
Fox, Chris 42 Heaney, Seamus 1 99-200
Frankenstein (Shelley) 7 Heredity 2 (Jamie) 1 02
Frazer, Ja mes 1 98 Herodotos 1 9 1 , 1 95
Freud, Sigmund 29, 178-9 Hipokrat l 5 , 66, 1 13 , 171
Frissure Uamie) 95, 1 03 H itler, Adolf 2 1
fron tal kas 47, 52, 54, 60, 6 1 Hollis, Richard 42
Homeros 3 , 107, 1 1 0-2, 1 1 4-tl,
Galen 1 1 4, 1 7 1 , 1 77, 1 8 1 1 1 7-8
g a m a glutamiltransferaz (GGT) Hooke, Robert 1 3 8
1 1 9, 1 5 1 Huxley, Aldous 42
genital organlar 169-84
Gerentocomia (de Zerbis) 1 37 ışık 35--6
gı rtlak 82
G laukos 1 1 7-8 İbn-i Sina 1 8 1
gliya 20 i ç kulak 62-70
glokom 3 8 i fadeler 3, 48-5 1 , 52, 58, 59, 60-1
Gold o f Tigers, The [ Kaplanların İlyada (Homeros) 3, 107, 1 1 0-2,
Altını] (Borges) 39 1 14-tl, 1 1 7-8
Göbek bağı (umbilikal kordon) 3, inme 54, 66
1 9 1 -2, 200-1 İskoç EKT Akreditasyon Ağı
göğüs (SEAN) 27
akciğer 73-84 iyileşme 3, 95-103 , 136-7, 1 46-8
kalp 85-94 İzlanda 1 97
meme 95-1 03
gökyüzü defni 1 46 Jamie, Kathleen 95, 98-102
görme 33--45 Jannini, Emmanuele 1 77
Görme Biçimleri (Berger) 42 Japonya 1 97
göz 33--45, 73 , 74 Joyce, James 33, 160
Grafen berg, Ernst 1 77 Jung, Cari 179
G r i m m , Jacob ve Wilhelm 1 50,
155-7 kadınlar
Guguk Kuşu (One Flew Over The doğurganlık 1 82
Cuckoo 's Nest) ( Kesey) 27 Eros 179
gut 220 kısırlık 1 69-70, 1 73, 1 8 1-2
güzel l i k 1 62 meme kanseri 95-103
254 DİZİN
orgazm 1 70-2, 1 74-8, 1 8 1 -2 Kepler, Johannes 35, 36
plasenta yeme 1 95--6 kesecik 63--4, 67
rahi m kanseri 1 85-90 Kesey, Ken 27
rektum 1 6 1 K ı rı m Savaşı 1 1 6
kafur 1 9-20 kısırlık 1 69, 1 72--4, 1 79-84
kalça 205-15 K i l l i n 1 47-1 48
kalınbağırsak 1 60-2 K i ng, Bishop Henry 85
Kallatiai 1 95 " K ist" (Collins) 1 02
kalp 85-94, 1 53--4 Kodama, Maria 44
kalp pili 88-9 Kol ff, Wi llem 1 3 9
kan kollar 1 1 4, 1 17-8
albü m i n 1 5 1 el bileği ve el 1 1 9-32
i ç kanama 108 omuz 1 07- 1 3 , 1 1 7
kalp 85-92 koma 3, 1 5 1-3 , 1 56-9
nakli 1 45 konuşma 1 1-3 , 24
septi semi 152-3 , 1 57-8 konuşma merkezi 1 3
test sonuçları 1 50-1 korku 52, 60, 6 1
ve böbrekler 137-9 kök hücreler 200-1
ve kalça 207, 208 köprücük kemiği 109- 1 0
ve ka raciğer 1 5 1 , 1 53-154 Kör A dam (Borges) 39
kanser 1 59 körlük 36, 38-9
akciğer 76-7, 79-8 1 , 83--4 K raliyet Botanik Bahçesi, Ed inburgh
meme 3, 95-103 1 47-9
rah i m 1 85-90 k repitasyon 76
karaciğer 150-9 K ristmundsdottir, Fanney 9-1 0
karaciğer fonksiyon testleri kulak 62-70
( KFT'ler) 1 5 1 , 1 5 9 Kutsal Hastalık Üzerine (Hipokrat)
karinalar 8 0-1 15
kaslar
el 1 29 Laetoli 2 1 8-9, 227
gırtlak 82 Lancet 1 82
önkol 1 23 Leakey, Mary 2 1 8-9
yüz 46-55, 59--60 Leonardo da Vinci bkz. da Vinci,
kasten kendine zarar verme 1 25-8 Leonardo
katarakt 36, 3 8 , 40-3 levator labii superioris alaeque nasi
Katarakt (Berger) 42-3 47, 52, 60, 6 1
katatoni 20-1 lobotomi 2 1
Kendi Şarkım (Whitman) 1 85, 229 Logos 1 79
kendine zarar verme 1 25-8
kend ini kesme 1 25-8
Macaristan 1 96 oftal moloj i 33-45
Maldan Muharebesi 44 Omphalos 1 95, 1 99
Malefıcent (Disney) 1 57 omuz 3, 1 07- 1 8
Malpigh i , Marcello 138 arbicularis oculi 47, 60
Mamel, Hilary 87 organ bağışı 1 43--ti, 1 47-9
M a rcus Aurelius 1 75 orgazm 1 71 -2, 1 74-8, 1 8 1
Married Lave [İzdivaçta Aşk] osteokondrit 207
(Stopes) 1 82 ovulasyon 1 7 1 , 173, 177, 1 82
martı sesi üfürümü 90
mayoz 1 69 öfke 52, 60, 6 1
McDowall, David 145--ti ölüm 73-4, 84, 2 1 2-3
Meduna, Ladislas 20-1 anga r animi 88
meme 95- 1 03 ölünün yakılması 2 1 3-4
metakarp kemikleri 1 29 rah im kanseri 1 85-9 1
Micragraphia ( Hooke) 138
Milton, John 38, 39, 42 Pamuk Prenses 1 50, 155-7
mitral kapak 86 Paracelsus 1 9-20
Mana Lisa (Leonardo da Vinci) 49 Parmenides 73
Monro, Alexander (Secundus) 223 pelvis
Montaigne (Emerson) 46 döl eşi 1 9 1-20 1
Morton nöromları 220 genital organlar 169-84
M assbawm (Heaney) 1 99-200 rahim 1 85-90
moxibustion 1 36 Percefarest 156
Mussoli n i , Benito 2 1 peri masalları 3 , 1 55-7
Pinard stetoskobu 93
Napolyon Savaşları 56--7 plantar fasiit 220
nefes 73 , 75, 8 1 -2 plasenta 3, 1 9 1-20 1
Newton, Isaac 35, 1 3 8 Plath, Sylvia 27, 29
nöbetler 1 ü-4 Platon 34-5, 36
Cardiazol'e bağl ı 20-1 pompa kafası 90-1 , 92
elektroansefalogram 25 Prometheus 1 54
elektrokonvülzif tedavi 1 8 , 1 9 , psikiyatri 1 5-29
2 1 --ti psikoterapi 29
kafura bağlı 1 9-20 psikotik depresyon 1 6 , 28-9
Nöroanatomi Öğrenme pudendal sinir 1 74-7
Laboratuvarı 7-8 pul moner kapak 86
nöroloj i 2 1
nörotransmitterler 26 radyal atardamar 125
rahim 1 85-90, 1 92
256 DİZİN
rektum 1 60-5 Son Yemek (Leonard da Vinci)
Resimde ifadenin anatomisi üzerine 49-5 1 , 52, 59
denemeler (Beli) 58 sperm 1 69, 175, 1 77-8
Robertson, Robin 89, 90, 9 1 , 93-4 Sterne, Laurence 1 69
Rodi n , Auguste 1 62 stetoskop 76, 92-3
Romal ılar 1 1 4 stigmata 1 32
çarmıha germe 130-2 Stopes, Marie 1 82
kadın cinsel liği 1 7 1 Svevo, Italo 205-6
kılıç 1 1 5
kısırlık 1 8 1 şahdamarı 73 , 74, 1 25
ruh şizofreni 20, 23
ve beyin 9- 10 şok tedavisi 1 6-9, 2 1-9
ve dudaklar 8 1
ve kalp 9 1 Tacitus 1 54
ve yüz kasları 48 Taigh (Finlay) 135, 1 47-9
Rusya 1 97 taş bebek (lithopedion) 170
taşlar 136-7, 1 46-8
Sade, Marquis de 1 7 1 Taylor, William 178
Sadler, John 1 82 Teukros 1 1 0-2, 1 1 5
sakrum 175 Theoph rastus 62
Samsan Agonistes ( M ilton) 42 Ti bet 1 35-7, 1 46-7, 208
sel im paroksismal pozisyona bağlı Tohum ( Hipokrat) 1 7 1
vertigo (SPPV) 66-70 topuk 1 3 1-2
septisemi 1 52-3, 1 57-9 transplantasyon (organ nak l i ) 135,
ses tel leri 82 1 3 9-46, 1 47-9
Sforza , Francesco 48-9 triküspit kapak 86
Shakespeare, Wi l l i a m 3 8 , 55, 1 54 Tristram Shandy (Sterne) 169
Shelley, Mary 7 tulumcuk 63, 67
Sieke Woman '.s Private looking tümörler bkz. kanser
Glass, The [ Hasta Kadının tüp bebek 1 80-1 , 1 82-3
Şahsi Aynası] (Sadler) 1 82
Sincl a i r, lain 55 ulna 1 1 5
sinirler Ulysses Ooyce) 1 60
hasar 1 1 6-7 uyuyan güzeller 1 56-7
omuz 1 1 2-3 uzuvlar
yüz 52-5, 57-8, 59-60 ayaklar ve parmaklar 2 1 6-28
Sistematik Olmayan A natomi el bileği ve el 1 1 9-32
(Bamforth) 205 kalça 205-1 5
sistol 86, 87 omuz 1 07-1 8
Skene bezleri 1 77
üst uzuvlar Yunanlar
el bileği ve el 1 1 9-32 akciğerler 74-5
omuz 1 07- 1 8 böbrekler 1 37
gözler 34-5
vaj i n a 8 1 , 1 77 Homeros 3, 1 07, 1 1 0--2 , 1 1 4-6,
Vasari, Giorgio 5 1 1 1 7-8
Vergilius 1 1 5 kalp 92
vertigo 62, 65-70 nöbetler 1 9
Vesalius 1 37-8 Omphalos 1 95
vibratör 1 7 1-2 Thanaros 1 78-9
vokal rezonansta artış 76 vertigo 62, 66
Volsunga Sagası 44 yüz 55
yürüyüş kırıkları 220
Wa rner, Marina 1 55, 1 57 yüz 3, 46-6 1 , 8 1
Waterloo Savaşı 56-7, 1 1 4
Western General Hastanesi 96-7 Zohar 209
Whitman, Walt 1 85, 229 zygomaticus 46--7, 54, 60
Woolf, Virgi ııia 225