Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 9

Açıkçası +18 kısımları çıkartınca geriye pek bir şey kalmadı, o yüzden bu +18’e oldukça yakın bir -18

bölüm. Erişkin hayatınıza yetecek kadar çok (ve iyi) yaoi manga/novel yok! Okumakta acele etmeyin.

Tütsü Kabı – İkinci Kısım


İkinci sabah Wei WuXian nasılsa Lan WangJi’den erken uyanmıştı. Bacakları bütün gün boyunca
titremişti.

Tapir tütsü kabı sönmüş ve uzun bir süre boyunca dikkatle incelenmişti. Wei WuXian parçalarına
ayırmış, tekrar birleştirmiş ama yine de işin gizemini çözememişti.
*Tapir: Arada sırada belgesellerde gördüğümüz ama adını bilmediğimiz bir hayvanmış, vallahi Türkçesi de buymuş. Şaşkınım. Googlelayın.
Bu tapirler genelde mitolojilerde rüyalarla ilişkilendirilirmiş. Bknz: Pokemon’daki Hypno

Masada otururken Wei WuXian kafa yordu. “Eğer tütsüyle ilgili bir şey yoksa, işlevi sağlayan tütsü
kabı olmalı. Harika bir şey. Empati bile bununla boy ölçüşemez. Köşk Kütüphanesinde tütsü kabına ait
kayıt var mı?”

Lan WangJi başını iki yana salladı.

Başını iki yana sallayan oysa, kesinlikle bir kayıt yok demekti. Wei WuXian. “Eh neyse. Tesiri artık
geçti. Başka insanlar kazara etkisine maruz kalmasın diye bundan sonra onu düzgün bir şekilde
saklamalıyız. Eğer ruhani araçlar konusunda uzman birisinin yolu buraya düşerse, gösterip sorabiliriz.”

Her ikisi de tütsü kabının etkisinin geçtiğini düşünüyorlardı, ancak yaşananlar tahminlerinin çok
ötesindeydi.

Geceleyin, bir süre çarşafların arasında oyalandıktan sonra, Wei WuXian ve Lan WangJi yan yana
uyuyakalmış, Jingshi’de yatıyorlardı.

Kısa bir süre sonra Wei WuXian tekrar gözlerini açtığında aniden Köşk Kütüphanesinin dışarısındaki
manolya ağacının altında uzanmakta olduğunu fark etti. Çiçekli dalların arasından geçen güneş ışıkları
yüzüne yansıyordu. Wei WuXian gözlerini kıstı ve elleriyle yüzünü kapattı. Yavaşça ayağa kalktı.

Bu kez, Lan WangJi yanında değildi.

Wei WuXian sağ elini ağzının yanına götürerek bağırdı. “Lan Zhan!”

Cevap yoktu. Wei WuXian meraklandı, görünüşe göre tütsü kabının etkisi henüz geçmemişti, Ama Lan
Zhan nerede? Yoksa tütsü kabının arta kalan gücünden sadece ben mi etkilendim?

Manolya ağacının önünde beyaz çakıl taşlarından küçük bir yol vardı. Bir grup GusuLan Sekti genci
beyaz kıyafetleri ve alın şeritleriyle, ellerinde birkaç kitapla yoldan geçiyorlardı, sabah dersine
katılmaya gidermiş gibiydiler. Hiçbiri Wei WuXian’a bakmadı, onu göremiyorlardı. Wei WuXian Köşk
Kütüphanesine gitti ve gizlice içeriye baktı. Lan WangJi içeride değildi, ne büyük olanı ne de küçük
olanı. Bu yüzden tekrar aşağıya indi ve Bulut Kovuğunda amaçsızca dolaşmaya başladı.

Kısa bir süre sonra iki gencin konuşması belli belirsiz kulağına çalındı. Yaklaştı, yaklaştıkça seslerin
oldukça tanıdık geldiğini fark etti. “…Daha önce kimse Bulut Kovuğunun içinde böyle bir şey tutmadı.
Hiç duyulmadık bir şey bu.”

Bir anlık sessizlikten sonra diğer genç cevapladı, sesi karamsar geliyordu. “Biliyorum. Ama… çoktan
söz verdim. Sözümden dönemem.”

Wei WuXian bu konuşmanın tamamını yakalamıştı. Gizlice bir bakış attı. Tahmin ettiği gibi yemyeşil
çimenlerin üzerinde konuşanlar Lan XiChen ve Lan WangJi’ydi.
Yumuşak rüzgarlarla hareketlenen bir bahar günüydü. Genç kardeşler saf yeşim parçaları gibi
görünüyor, birbirlerine çok benziyorlardı. Her ikisinin de kar beyazı, geniş kollu cübbeleri ve alın
şeritleri rüzgarda çırpınıyordu, neredeyse bir tablo gibiydiler. Bu zamanki Lan WangJi on altı
yaşlarında görünüyordu. Hafifçe kaşlarını çatmış, endişeli gibiydi. Kollarında pembe burnuyla
durmadan koklayan beyaz bir tavşan vardı, ayaklarının yanında ise bir başkası, uzun kulaklarını
dikmiş, yukarı tırmanmak istermiş gibi çizmelerine tutunmuştu.

Lan XiChen. “İki genç arasında öylesine söylenmiş kelimeler nasıl ciddi bir söz sayılabilir? Konu
sahiden sadece bu mu?”

Lan WangJi gözlerini yere çevirdi ve hiçbir şey söylemedi.

Lan XiChen gülümsedi. “Tamam. Eğer Amcam soracak olursa, ona düzgün bir şekilde açıklama
yapman gerek. Bu günlerde onlarla biraz fazla zaman geçirmeye başladın.”

Lan WangJi ciddiyetle başını salladı. “Teşekkürler Ağabey.” Bir an durduktan sonra ekledi.
“…Çalışmalarımı etkilemeyecekler.”

Lan XiChen. “Biliyorum WangJi. Ancak Amcama onları kimin verdiğini kesinlikle söylememelisin.
Yoksa, sinirinden, ne pahasına olursa olsun onları uzaklaştırır.”

Bunu duyunca sanki Lan WangJi kucağındaki tavşana daha sıkı sarılmıştı. Lan XiChen gülümsedi.
Uzandı ve parmak ucuyla tavşanın burnuna dokundu, ardından sakin adımlarla uzaklaştı.

O gittikten sonra Lan WangJi bir süre olduğu yerde durarak düşünmeye devam etti. Kolundaki tavşan
kulaklarını sallıyor, kollarında rahat bir şekilde dinleniyordu. Bacağındaki ise daha da hevesle
tırmanmaya başlamıştı. Lan WangJi bir bakış attıktan sonra yerdekini de kucağına aldı. İki tavşanı da
koluna almış nazikçe okşuyordu. Ellerindeki sevecenlikle yüz ifadesinin soğukluğu tam bir tezattı.

Sadece bu sahneyi görmek bile Wei WuXian’ın kalbini titretmişti. Ağacın arkasından çıktı ve genç Lan
WangJi’ye biraz daha yaklaştı. Ancak tavşanlar Lan WangJi’nin kucağından düştü ve tavrı aniden
değişmişti. Arkasını döndü. Kim olduğunu gördükten sonra delici bakışları anında bocaladı. “…Sen?!”

Şok olmuştu ancak Wei WuXian ondan daha beterdi. “Beni görebiliyor musun?”

Bu çok daha tuhaftı. Mantıken rüyanın içindekiler onu görememeliydi. Ama şu anda Lan WangJi
doğrudan ona bakıyordu. “Tabi ki seni görüyorum. Sen… Wei Ying’sin?”

Karşısındaki genç adam yirmili yaşlarını geçmişe benziyordu, on beş yaşından büyük olduğu kesindi.
Ancak yine de Wei WuXian’la aynı yüze sahipti. Lan WangJi davetsiz misafirin kimliğini tam olarak
kavrayamıyordu bu yüzden son derece dikkatliydi. Eğer kılıcı üzerinde olsaydı, muhtemelen çoktan
Bichen’i çekmiş olurdu.

Wei WuXian oldukça çabuk toparlamıştı. Anında yüz ifadesini düzeltti. “Evet benim!”

Bu cevabının ardından birkaç adım gerileyen Lan WangJi’nin yüzü daha da tedirgin görünmeye
başlamıştı. Wei WuXian kırılmış bir ifade ve ses tonuyla konuştu. “Lan Zhan, geri dönüp seni bulmak
için korkunç çileler çektim – nasıl bana böyle davranırsın?”

Lan WangJi. “Sen sahiden… Wei Ying misin?”

Wei WuXian. “Elbette.”

Lan WangJi. “O zaman neden farklı görünüyorsun?”


Wei WuXian. “Uzun hikaye. Kısaca şöyle: Ben sahiden Wei WuXian’ım, ama yedi sene sonraki Wei
WuXian. Yedi sene sonra geçmişe gidebilmemi sağlayan güçlü bir alet keşfettim. Daha inceliyordum
sadece ama yanlışlıkla dokudum – ve buradayım işte!”

Açıklaması o kadar absürttü ki küçük bir çocuk bile ona inanmazdı. Lan WangJi’nin sesi soğuktu. “Nasıl
kanıtlayabilirsin?”

Wei WuXian. “Nasıl bir kanıt istersin? Senin hakkındaki her şeyi biliyorum. Sarıldığın ve ayağının
yanındaki tavşanlar – onları sana ben verdim değil mi? Kabul ederken çok isteksiz görünüyordun, ama
şimdi abin hayır dediği halde onları bırakmayı reddediyorsun. Aşık oldun değil mi?”

Bunu duyunca Lan WangJi’nin ifadesi hafifçe değişti. Sanki bir şey söyleyecekmiş gibiydi ama kendisini
tuttu. “Ben…”

Wei WuXian birkaç adım yaklaştı, yüzünde geniş bir sırıtmayla kollarını açtı. “Sorun ne? Utandın mı?”

Hareketlerinin ne kadar tuhaf olduğunu görünce Lan WangJi’nin yüzü sanki düşmanla yüzleşirmiş gibi
görünmeye başlamıştı, birkaç adım daha gerilerken oldukça tetikteydi. Wei WuXian uzun zamandır
Lan WangJi’nin ona karşı böyle davrandığını görmemişti. Sahte bir kızgınlıkla karşılık verirken içten içe
kahkahalar atıyordu. “Bu ne demek oluyor? Beni neden görmezden geliyorsun? Aferin Lan Zhan – on
yıl sonra sen ve ben karı koca olacağız, beni bu kadar kolay mı unutuyorsun?”

Bu sözleriyle Lan WangJi’nin yakışıklı, buzdan yüzü anında paramparça oldu.

Çabaladı. “…On yıl? Sen… ve ben? …Karı koca?!”

Sadece yedi kelime söylemişti ancak tamamlaması bir sürü duraksamasıyla birlikte çok uzun bir
zaman almıştı. Wei WuXian en sonunda bir şeylerin farkına varmış gibi göründü. “Ah sahi unuttum.
Sen henüz bilmiyorsun. Zamanı düşünürsek, sanırım daha yeni tanıştık dimi? Bulut Kovuğundan yeni
mi ayrıldım? Sıkıntı yok. Sana bir sır vereyim – sadece birkaç yıl sonra sen ve ben efsun eşi olacağız!”

Lan WangJi. “…Efsun eşi?”

Wei WuXian böbürlendi. “Aynen öyle! Hem de her gün birlikte efsun yapanlarından. Son derece
düzgün, kuralına uygun bir evlilikti – diz bile çöktük.”

Lan WangJi o kadar sinirlenmişti ki derin bir nefes aldı. Bir an sonra dişlerinin arasından kelimeler
zorla çıktı. “…Tamamıyla saçmalık!”

Wei WuXian. “Birazcık daha dinlersen saçmalık mıymış değil miymiş anlayacaksın. Uyuduğun zaman,
bana sıkıca sarılmayı çok seviyorsun ve sarılmak zorundasın yoksa uyuyamıyorsun; beni her
öptüğünde çok uzun sürüyor ve bittiği zaman dudaklarını ayırırken beni nazikçe ısırmayı seviyorsun;
ah sahi, başka şeyler yaparken de beni ısırmayı seviyorsun, mesela vücudumdaki…”

‘Sıkıca sarılmak’ dediği andan itibaren Lan WangJi’nin yüz ifadesi buruşmaya başlamıştı. Dinledikçe
tepkisi daha da açık bir hale geliyordu. Sanki bu müstehcen şeyleri duymamak için kulaklarını tıkamak
ister gibiydi, saldırmaya hazır bir şekilde öne çıktı. “Saçmalık!”

Wei WuXian kenara çekildi. “Yine mi saçmalık? En azından kelimeni değiştir! Ve saçmaladığımı da
nereden bileceksin? Söylediklerim doğru değil mi?”

Lan WangJi ancak kelime kelime konuşabildi. “Ben… daha önce… hiç öpüşmedim… nasıl bilebilirim…
… ne… yaptığımı …!”
Wei WuXian bir süre düşündü. “Haksız değilsin. Bu yaştayken henüz kimseyi öpmemiştin bu yüzden
tabi ki öpüşürken ne yaptığını bilmiyorsun. Şimdi denemek ister misin?”

“…” Lan WangJi o kadar sinirliydi ki bu tuhaf davetsiz misafiri yakalamaları için birilerini çağırmayı bile
unutmuştu. Bir darbe üzerine diğeri geliyordu ve doğrudan bileğine hamle yapıyordu. Ancak henüz
çok gençti. Wei WuXian ondan çok daha marifetliydi, saldırılarından kolayca kaçınıyordu. Bir açıklık
gördüğü anda Lan WangJi’nin kolunun bir yerini çimdikledi ve Lan WangJi donakaldı. Bu fırsattan
yararlanan Wei WuXian yanağına hafif bir öpücük kondurdu.
*ÇN: Bilek bir akupunktur noktasıymış. Çok sayıda damar geçtiği için alınan darbe ölümcül olurmuş (olmaz).

“…”

Öpücüğün ardından Wei WuXian Lan WangJi’nin kolunu bıraktı.

Ama Lan WangJi çoktan buzdan bir heykeldi ve uzun bir süre boyunca öyle kaldı, donmuştu.

“Hahahahahhahaahahahhaahahaha…” Wei WuXian o kadar çok güldü ki rüyadan uyandı.

O kadar çok gülüyordu ki neredeyse yataktan yuvarlanacaktı. Şansına Lan WangJi’nin kolları her
zaman beline sarılı olurdu. Kahkahayla birlikte, uyandığı anda tüm bedeni titremeye başlamıştı bu
yüzden Lan WangJi’yi de uyandırmıştı. İkisi de doğruldular.

Lan WangJi başını eğdi ve bir eliyle şakaklarına masaj yaptı. “Biraz önce, ben…”

Wei WuXian. “Biraz önce rüyanda on beş yaşındayken yirmili yaşlarındaki benimle karşılaştığını
gördün değil mi?”

“…” Lan WangJi ona baktı. “Tütsü kabı.”

Wei WuXian başını salladı. “Tütsü kabından arta kalanlar nedeniyle rüyaya girdiğimi sanmıştım ama,
etkisinin çok daha güçlü olacağı hiç aklıma gelmezdi.”

Bu gece, öncekinden çok farklıydı. Biraz önce rüyadaki genç Lan Zhan, Lan WangJi’nin kendisiydi.

Rüya gören insan çoğu zaman rüyada olduğunu bilmezdi. Bu yüzden rüyadayken Lan WangJi sahiden
on beş yaşında olduğunu sanmıştı. İlk başta normal bir rüyaydı – sabah dersleri, parşömenler,
tavşanlarla ilgilenmesi. Ancak aniden rüyasına sızmış ve haylazlıklar planlayan Wei WuXian’la
karşılaşmıştı. Bir kez yakalandıktan sonra, ardından her zaman muziplikler gelirdi.

Wei WuXian. “Dayanamıyorum Lan Zhan. O tavşanı tutup bırakmayı reddedişin, abinin ve amcanın
onları beslemene izin vermemesinden ölümüne korkuyordun – seni çok seviyorum. Hahahaha…”

Lan WangJi nasıl karşılık vereceğini bilmiyordu. “…Çok geç oldu. Gülmen başkalarını rahatsız edebilir.”

Wei WuXian. “Her akşam sessiz olduğumuzu mu sanıyorsun? Hem neden bu kadar erken uyandın?
Biraz daha geç uyansaydın, seni sektinin dağlarına sürükler ve orada sana kötü şeyler yapardım, genç
Lan Er-Gege’nin hayattaki güzel şeylerden ilk yudumunu almasını sağlardım, hahahaha…”

Lan WangJi onun yuvarlanmasını izledi. Doğru sözleri hiç bulamadı. Bir süre öylece oturduktan sonra
aniden uzandı ve Wei WuXian’ı yatağa bastırdı.

İkinci gece de geçtikten sonra tütsü kabının etkisinin çoktan tükenmiş olduğundan eminlerdi. Ancak
üçüncü gece Wei WuXian tekrar Lan WangJi’nin rüyasında uyandı.
Siyah cübbesiyle, Bulut Kovuğunun beyaz çakıl taşlı patikalarında dolaştı, Chenqing’in kırmızı püskülü
her adımında sallanıyordu. Kısa bir süre sonra kitap malzemelerini ezberden sayan bir ses kulaklarına
ulaştı.

Ses doğrudan Lanshi’den geliyordu. Wei WuXian hemen oraya yöneldi. Tahmin ettiği gibi Lan Sektinin
birkaç öğrencisi içeride akşam dersindeydiler. Lan QiRen görünürde yoktu. Çalışmaya devam
etmelerini sağlayan kişi Lan WangJi’ydi.

Lan WangJi bu rüyada da gençti ama daha çok Wei WuXian’ın onu Xuanwu’nun mağarasında gördüğü
zamankine benziyordu, on yedi belki on sekiz yaşında olmalıydı. Yüz hatları çoktan saygın bir
efsuncunun zarafetine sahipti, ancak hala toy bir genç adamı da taşıyordu. Odada dikkatle
oturuyordu. Birisinin sorusu olduğunda ve yanına gelip sorduğu zaman, hızla bir bakış atıp ardından
anında cevap veriyordu, ciddi yüz ifadesi gençliğiyle büyük bir tezat yaratıyordu.

Wei WuXian Lanshi’nin dışındaki sütuna yaslandı. Bir süre izledikten sonra sessizce çatıya tırmandı ve
Chenqing’i dudaklarına götürdü.

Lanshi’nin içindeki Lan WangJi hafifçe dondu. Gençlerden birisi sordu. “Genç Efendi, sorun nedir?”

Lan WangJi. “Böyle bir zamanda kim flüt çalıyor?”

Gençler bakıştılar. İçlerinden birisi hemen cevapladı. “Ben duymuyorum?”

Cevabın ardından Lan WangJi biraz kaşlarını çatmış gibiydi. Ayağa kalktı ve eli kılıcında kapıdan çıktı,
Wei WuXian tam zamanında flütü kaldırmış ve hızla başka bir çatıya sıçramıştı.

Lan WangJi hareketi fark etti, kısık bir sesle emretti. “Kimsin?!”

Wei WuXian dilinin altından iki kıvrak ıslık çaldı. Ses çoktan metrelerce uzaklaşmıştı. Kahkaha attı.
“Kocan!”

Sesi duyunca Lan WangJi’nin ifadesi değişti. Emin olamıyordu. “Wei Ying?”

Wei WuXian cevap vermedi. Lan WangJi Bichen’i sırtından çekti ve peşinden gitti. Birkaç sıçramanın
ardından Wei WuXian çoktan Bulut Kovuğunun duvarlarının tepesine ulaşmıştı. Doğruldu, ayağı
duvarın fayansındaydı. Lan WangJi de gelmişti, aralarında sadece birkaç metre vardı. Bichen’i
tutarken, alın şeridi, kol yenleri ve cübbesinin alt etekleri gece rüzgarında savruluyor, neredeyse ilahi
görünüyordu.

Wei WuXian ellerini arkasına attı, sırıtıyordu. “Ne kadar güzel hareketleri olan güzel bir adam. Böyle
bir görüntüye bakarken güzel bir kavanoz İmparator’un Lütfu da olsa tadından yenmezdi.”

Lan WangJi ona bakıyordu. Bir an sonra konuştu. “Wei Ying, neden davet edilmediğin bir gecede
Bulut Kovuğuna geldin?”

Wei WuXian. “Tahmin et?”

“…” Lan WangJi. “Gülünç!”

Bichen’in bıçağı savruldu, ancak Wei WuXian kolayca kaçınmıştı. Genç Lan WangJi çoktan kılıç
konusunda ustalaşmıştı, ama şu anki Wei WuXian’a karşı pek bir tehdit oluşturamıyordu. Birkaç
hamlenin ardından yine bir açıklık yakalayan Wei WuXian, Lan WangJi’nin göğsüne bir tılsım
yapıştırmıştı. Lan WangJi’nin bedeni dondu, kımıldayamıyordu, Wei WuXian ise onu yakaladığı gibi
Bulut Kovuğunun dağlarına doğru koşmaya başladı.
Wei WuXian yoğun bir çalılık buldu. Lan WangJi oraya bırakılmış, beyaz bir taşa sırtı yaslanmıştı. “Ne
istiyorsun?”

Wei WuXian yanağını çimdikledi. “Tecavüz.”

Lan WangJi onun şaka yapıp yapmadığını bilmiyordu, yüzü solmaya başladı. “Wei Ying, sen… fevri bir
şey yapmamalısın.”

Wei WuXian güldü. “Beni bilirsin. Fevri benim göbek adım.” Konuşurken Lan WangJi’nin kalın
giysilerinin altına uzandı ve hassas bir bölgesini avucuyla sıktı.

Sıkması oldukça becerikli bir şekilde uygulanmıştı ne hafif ne fazla sertti. Lan WangJi’nin yüz ifadesi
ise anında komik bir hale gelmişti.

Dudaklarını sıkıca birbirine bastırmış ağzının kenarı titriyordu, güç bela yüzünün kontrolünü tekrar ele
aldığı zaman tekrar sakin bir ifadeye büründü. …Wei WuXian tüm kalbiyle övmeye başladı. “Sahiden
gençliğinden beri epeyi hünerliymişsin HanGuang-Jun.”

….Lan WangJi sanki sinirden ölecekmiş gibi görünmeye başlamıştı. Bu HanGuang-Jun’un kim
olduğunu düşünmeye ayıracak enerjisi bile yoktu, sesi sertti. “Wei Ying!!!”
*Unvanlar erişkin olunca (yaklaşık 20 yaşında) veriliyormuş. Bu yüzden Lan WangJi bu ‘HanGuang-Jun denilen herifin’ kim olduğunu hiç
bilmiyor ve muhtemelen fena halde kıskanıyor.

Wei WuXian kıs kıs güldü. “İstediğin kadar bağır. Avazın çıktığı kadar bağırsan bile kimse seni
kurtarmaya gelmeyecek.”

……………

….Ani göz temasıyla Lan WangJi’yi hazırlıksız yakalamıştı. Lan WangJi anında gözlerini kapattı.

Wei WuXian güldü. “Hey, Lan Zhan, ne yapıyorsun? İçinden Lan Sektinin kurallarını mı sayıyorsun?”

Doğru tahminiyle birlikte Lan WangJi’nin kirpikleri titredi. Gözlerini açmak istiyor gibiydi, ama
kendisini tutmuştu.

Wei WuXian tembel bir şekilde devam etti. “Bana baksan olmaz mı? Neden korkuyorsun? Sana kötü
bir şey yapacağım yok sonuçta.”

Sesi zaten çok hoştu. O kelimeleri söylerken ki tonu o kadar gevşek ve hoppaydı ki neredeyse küçük
birer kanca gibiydiler. Ancak Lan WangJi bakmamaya, duymamaya, konuşmamaya ve ona hiçbir
konuda dikkat etmemeye karar vermiş gibi etkilenmeyi reddediyordu. Wei WuXian. “Bana
bakmayacak kadar acımasız mı davranacaksın sahiden?”

Birkaç tahrik edici kelimenin daha ardından Lan WangJi’nin gözlerini ne olursa olsun açmayacağını
fark edince Wei WuXian tek kaşını kaldırdı. “Pekala, bu durumda, Bichen’i bir süreliğine ödünç
almama izin ver. Sorun olmaz değil mi?”

Konuşurken sahiden uzanıp düşmüş olan Bichen’i almıştı.

Lan WangJi’nin gözleri anında açıldı, sert bir sesle. “Ne yapacaksın?!”

Wei WuXian. “Ne yapacağımı düşünüyorsun?”

Lan WangJi. “…Bilmiyorum!”

Wei WuXian. “Madem ne yapacağımı bilmiyorsun, neden bu kadar kaygılandın?”


Lan WangJi. “Ben! Ben…”

Wei WuXian yüzünde bir sırıtışla ona baktı. Bichen’i elinde döndürdükten sonra gözlerini aşağıya
çevirerek Bichen’in kabzasına yumuşak bir öpücük bıraktı.

Bichen’in bıçağı sanki buz ve kardan yapılmış gibi neredeyse şeffaftı, ancak kabzası saf, arıtılmış bir
gümüşten dövülmüştü. Oldukça ağırdı, üzerindeki işlemeler antik ve zarifti. Bu sahneyi izlerken Lan
WangJi sanki üzülmüş gibi görünüyordu. “Bichen’i bırak!”

Wei WuXian. “Neden?”

Lan WangJi. “O benim kılıcım! Onu şey… şey için…”

Wei WuXian düşüncelere daldı. “Senin kılıcın olduğunu biliyorum. Oldukça beğendiğim bir kılıç ve bir
süreliğine oynamak istiyorum. Ne yapacağımı düşünmüştün?”

“…” Lan WangJi ne diyeceğini bilmiyordu.

Wei WuXian kahkaha attı. “Hahahahahahaha, aklından neler geçiyor Lan Zhan?! Fazla açık saçık
düşünmüyor musun?”

Wei WuXian’ın sadece inkar etmekle kalmayıp suçu onun üzerine atmaya çalışmasını izlerken Lan
WangJi’nin yüz ifadesi görülmeye değerdi. Ona bir süre sataştıktan sonra Wei WuXian konuşmaya
devam ederken oldukça tatmin olmuştu. “Eğer kılıcına dokunmamı istemiyorsan, onun yerine kendini
verebilirsin. Ne dersin? Evet mi hayır mı?”

Lan WangJi ne evet diyebiliyordu ne de hayır. Sorusuna cevap veremiyordu. Wei WuXian sırtı dümdüz
bir şekilde yere çömelerek dizleri ve elleri üzerinde ona doğru süründü, dil döküyordu. “Eğer ‘evet’
dersen kılıcını geri vereceğim ve seninle eğlenceli şeyler yapacağız. Evet mi hayır mı?”

Bir süre sonra Lan WangJi’nin sıkılmış dişleri arasından bir kelime çıktı. “…Hayır!”

Wei WuXian kaşlarını kaldırdı. “Hm. Söylediklerini unutma.” Lan WangJi’nin bedeninden geri çekildi
ve önünde oturdu, sırıtırken bacaklarını ayırdı. “O zaman Bichen’le oynamamı izleyebilirsin.”

……………

Lan WangJi kaşlarını çatmış, yüzü kararmıştı ve Wei WuXian’ın kalçası yüksek, sert bir tokatla yandı.
Ses gevrek bir şekilde yankılandı.

Wei WuXian şaplağın etkisiyle konuşamayacak kadar şaşkına dönmüştü.

Tüm hayatı boyunca, orasına hiç kimse vuramamıştı. Çocukken yaramazlık yaptığı zaman bile Madam
Yu sadece sırtını veya ellerini kırbaçlardı, onu çok seven Jiang FengMian ve Jiang YanLi ise ona asla
vurmazlardı. Diğer ailelerin çocuklarının pantolonlarını çıkartarak popolarına vurduklarını
gördüğünde, bunu her yönüyle rezil bir şey olarak görüyordu, asla bu şekilde cezalandırılmadığı için
övünüyordu sürekli. Ama şu anda, Lan WangJi onun bu çizgisini bozmuştu ve sadece o da değil… on
yedi yaşındaki Lan WangJi bunu yapmıştı.

Bir anda Wei WuXian’ın yüzü kırmızıya ardından beyaza döndü. İlk defa yataktayken kontrol edilmez
bir utanç hissi içinde yükselmişti.

Düşündükçe devam edemeyeceğinden emin oluyordu. Üstelik şaplak atılan yanı hala hafifçe
sızlıyordu. Bağırdı. “Bu kadar yeter!” ve kenara yuvarlandı.
İki gevşek bacağı sürükleyerek sürünmeye çabaladı, pantolonunu arıyordu. Lan WangJi ise Wei
WuXian tarafından uzun bir süre boyunca sıkıştırılmış, çimdiklenmiş, fiske atılmış, öpülmüş,
dokunulmuş, tehdit edilmişti. Müthiş bir öfkeyle ağzına kadar doluydu. Wei WuXian’ın kalçasına
vurulmasından korktuğunu bir anda keşfedince, nasıl böylece kaçmasına izin verebilirdi? Lan WangJi
onu tutup arkasını çevirdi, bir eliyle bileklerini sırtına yapıştırdı ve diğeriyle kar beyazı tenine ağır bir
şaplak daha attı.

Sesle birlikte Wei WuXian’ın tüm bedeni titredi. Feryat etti. “Acıdı!”

Aslında gerçekten acımamıştı. Sadece dayanamayacak kadar utanıyordu.

…………….

Ve sonrasında ikisi de uyandı.

Jingshi’deki ahşap yatağın üzerinde yatarken birkaç dakika boyunca birbirlerine baktılar. Lan WangJi
Wei WuXian’ı tekrar kollarına aldı.

Kucaklamasında, Wei WuXian uzun bir süre boyunca öpüldü. Tatmin olmuştu, gözlerini kapattı. “Lan
Zhan… Sana bir şey sormama izin ver. Bu kadar çok sevişmemizin nedeni minik bir Genç Efendi Lan
taşıyacağımı umman mı?”

Rüyadayken Lan WangJi’ye sataşmış ve eline geçen tek şey kendi mezarını kazmak olmuştu, bu
yüzden uyandığı zaman tekrar Lan WangJi’yi görünce yine saçmalamaktan kendini alamamıştı. Ama
Lan WangJi önceki gibi kolayca etkilenmiyordu. Sadece soruyla karşılık verdi. “Nasıl olacak ki?”

Wei WuXian sızlayan kollarını kıvırarak başının altına koydu. “Arg, eğer yapabiliyor olsaydım, sürekli
üzerimde olman da hesaba katılınca uzun zaman önce burası etrafta koşuşturan ufaklıklarla dolup
taşardı.”

Lan WangJi böyle utanmaz sözleri dinlemeye asla dayanamıyordu. “…Kes şunu.”

Wei WuXian bir bacağını katladı, sırıtıyordu. “Yine mi utandın? Ben…” sözlerini bitiremeden aniden
Lan WangJi’nin kalçasına yumuşak bir şekilde vurduğunu hissetti. Wei WuXian neredeyse yataktan
düşecekti. “Ne yapıyorsun sen?!!”

Lan WangJi. “Bakmama izin ver.”

Wei WuXian hemen ayağa fırladı, titreyen bacaklarını görmezden geliyordu. “Hayır kalsın Lan Zhan,
rüyanda bana yaptığın tüm harika şeyleri kesinlikle unutmadım. Daha önce hiç kimse bana böyle
davranmadı!!! Bir daha da yapmana izin vermiyorum!!”

Lan WangJi onu tekrar yatağa çekti. “Tamam, yapmam.”

Söz verdiğini duyunca Wei WuXian rahatlamıştı. “HanGuang-Jun, söylediklerini unutma.”

Lan WangJi. “Mn.”

Üç gecelik yorgunlukla birlikte tükenmişlik yavaşça çöktü. Wei WuXian direnmeye devam
edemiyordu. Lan WangJi’nin kollarına tekrar sokuldu ve mırıldandı. “Daha önce hiç kimse bana böyle
davranmadı…”

Lan WangJi saçlarını okşadı ve alnını öptü. Başını sallarken gülümsüyordu.


Not: Wei WuXian tecavüz fantezisinin en sonunda tümüyle gerçekleşmesiyle (Lan WangJi’ye tecavüz etti,
şaplaklar sonrasında kısmen kendisine tecavüz edilmiş oldu. Lan WangJi’nin rüyasında Wei Ying’e tecavüz edilmesini zaten izlemişti)
sanırım artık huzura erdi ve çoluk çocuğa karışıp daha sakin bir hayat sürmeye karar verdi.

Not 2: Geriye sadece 8 bölüm kaldı. Çevirmenin sınavları bitmiş midir, yoksa kafasını dağıtmak için
fırsat bulup mu çevirdi bilmiyorum, Exiled Rebels Scanlation açıklama yapmadı. Beklemedeyiz yine.

You might also like