Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 7

Tütsü Kabı – Birinci Kısım

Wei WuXian Bulut Kovuğunun hazine köşkünde, ‘Ataların Odası’nda eski bir tütsü kabı buldu.
Tütsü kabının ayı şeklinde bir gövdesi, fil burnu, gergedan gözleri, boğa kuyruğu ve kaplan uzuvlarına
sahipti. Esas işlevsel yeri karnıydı, tütsü yakıldıktan sonra ağzından da ince bir duman çıkıyordu.
Jingshi’de, Wei WuXian bir süre onunla oynadı. “Eğlenceli bir şeye benziyor. Ne öldürme güdüsü ne
kötücül bir enerji seziyorum, bu yüzden insanlara zarar vermek için kullanılıyor olamaz. Lan Zhan, bu
tütsü kabı ne için kullanılıyor biliyor musun?”
Lan WangJi başını iki yana salladı. Wei WuXian tütsüyü kokladı. Kokusunda da hiçbir tuhaflık
bulamamıştı. Her ikisi de kötü bir şeylerden şüphelenmediği için tütsü kabını bir kenara kaldırdılar ve
başka bir zaman incelemeye karar verdiler.
Ancak ikisinin uzanmasıyla çok yorgun hissetmeleri ve derin bir uykuya dalmaları bir olmuştu.
Bilinmeyen bir sürenin ardından Wei WuXian uyandı ve Lan WangJi’yle kendisinin artık Bulut
Kovuğundaki Jingshi’de olmadıklarını, daha çok vahşi bir ormanda olduklarını fark etti.
Wei WuXian yerden kalktı. “Burası neresi?”
Lan WangJi. “Gerçek dünya değil.”
Wei WuXian. “Gerçek dünya değil mi? Olamaz.” Kollarını salladı, his oldukça gerçekçi gelmişti.
“Gerçeklik değilse ne peki?”
Lan WangJi cevap vermedi. Sessizce bir nehre doğru yürüdü ve ona suya bakmasını işaret etti. Wei
WuXian yaklaştı ve su üzerindeki yansımasına baktı. Anında donakalmıştı.
Nehrin yüzeyindeki yansıma önceki hayatındaki bedenine aitti!
Wei WuXian hemen kafasını kaldırdı. “Tütsü kabı yüzünden mi?”
Lan WangJi başını salladı. “Muhtemelen.”
Bir süre sudaki tanıdık yüzü inceledikten sonra Wei WuXian güçlükle bakışlarını çevirdi. “Sıkıntı yok.
Tütsü kabını test ettim. Kötülük barındıran bir enerjisi yoktu, bu yüzden kesinlikle bir silah olamaz.
Muhtemelen bir üstat bu kabı meditasyon yapmak veya eğlenmek için icat etmiştir. Etrafta dolaşalım
ve durumumuzu değerlendirelim.”
Ve böylece ikisi bir illüzyon olan, belki de olmayan, ormanda dolaşmaya başladılar. Kısa bir süre sonra
küçük, ahşap bir kulübe görüş alanlarına girdi.
Wei WuXian ahşap kulübeyi gördü anda bir ‘haa’ sesi çıkarttı. Lan WangJi. “Ne oldu?”
Wei WuXian kulübeyi dikkatle inceledi. “Nedense tanıdık geldi.”
Kulübe oldukça sıradan bir ev gibi görünüyordu, bu yüzden her ne kadar şüphelenmiş olsa da Wei
WuXian daha önce görüp görmediğini kestirememişti. Bu sırada dokuma tezgahı gıcırtıları kulübeden
yükseldi.
İkisi bakıştılar. Tek kelime etmeden kulübeye yaklaştılar. Ancak kulübenin kapısından içeri baktıkları
anda her ikisi de şaşkınlıkla durdu.
Bu kulübenin akıllarına gelen kötü durum senaryosuyla uzaktan yakından bir alakası yoktu. Ne kötü
adamlar ne canavarlar vardı. Aslında içeride sadece tek bir kişi vardı ve bu kişiye her ikisi de fazlasıyla
aşinaydı.
Kulübenin içinde ‘Lan WangJi’ oturuyordu!
Bu ‘Lan WangJi’ Wei WuXian’ın yanındakiyle aynı yakışıklı yüze ve uzun fiziğe sahipti. Sade, ama çokta
yavan olmayan mavi beyaz pamuklu giysi, onun üzerinde tanınmış bir efsuncunun kutsal cübbesi gibi
duruyordu. Kenarda sanki bir büyüyle kendi kendine hareket eden dokuma tezgahı, pamukları
dokurken gıcırtılar çıkartıyordu. Diğer yandan kenarda elinde bir kitapla oturmakta olan ‘Lan WangJi’
dikkatle okuyordu.
İkisi kapının önüne kadar gelmiş üstelik gürültü de yapmışlardı, ‘Lan WangJi’ ise hiçbir şey fark etmiş
gibi görünmüyordu. Yüzündeki mesafeli ifadeyle kitabın sayfasını beyaz, ince parmaklarıyla
çevirmekle yetinmişti.
Wei WuXian önce yanındaki Lan WangJi’ye, ardından içerideki ‘Lan WangJi’ye baktı, bir aydınlanma
yaşamıştı. “Anladım, anladım!”
Lan WangJi’nin kaşları hafifçe kalktı. Bu küçük hareket onun şaşırdığını gösteriyordu, sordu. “Ne?”
Wei WuXian. “B-B-Bu, bu benim rüyam!”
Sözlerini daha tamamlayamadan siyahlara bürünmüş ince bir figür kulübeye süzüldü ve her kelimeyi
uzatarak konuşmaya başladı. “Er-Gege, ben geldim!”
Sırtında bir çapa, elinde bir balık sepeti ve ağzında bir saman parçasıyla ışıldayan ‘Wei WuXian’a
bakarken Lan WangJi daha da sessizleşti. Eğer bu Wei WuXian’ın rüyasıysa, o zaman rüyanın içindeki
insanların onları görememeleri de oldukça normaldi. İp eğiren ‘Lan WangJi’ en sonunda başını
kaldırdı. ‘Wei WuXian’ı gördüğünde dudakları hafifçe yukarı bile kıvrılmıştı ancak gülümseme hemen
kayboldu. Ayağa kalktı ve ona bir bardak su doldurdu.
‘Wei WuXian’ ağzındaki samanı tükürdü ve küçük ahşap masaya oturdu, suyu alıp birkaç yudumda
içmişti. En sonunda konuşmaya başladı. “Bugün dışarıdaki güneş çok yakıcıydı. Kavruldum resmen.
Tarlada bir şeyler bıraktım. Artık çalışmayacağım. Sonra toplamaya giderim belki.”
‘Lan WangJi’nin cevabı, Mn, oldu. Ardından bembeyaz bir havlu çıkartarak ona uzattı. ‘Wei WuXian’
ise yüzünde bir sırıtışla yüzünü havluya uzattı. ‘Lan WangJi’nin yüzünü silmesini istediği çok açıktı.
Ve ‘Lan WangJi’ de reddetmedi. Ağırbaşlı ve adanmış bir şekilde yüzünü sildi. ‘Wei WuXian’
konuşmaya devam ederken halinden çok memnundu. “Nehirde biraz oyalandım ve iki balık
yakaladım. Bu akşam benim için balık yahnisi pişir, Er-Gege!”
“Mn.”
“Gusu’da nasıl pişiriyorsunuz? Acı biberli salamura balık pişirmeyi biliyor musun Lan Zhan? Ama
n’olur tatlı olmasın. Bir kere deniyeyim demiştim ve neredeyse kusacaktım.”
“Mn. Biliyorum.”
“Havalar gittikçe ısınıyor. Bugün banyo suyunu fazla ısıtmamıza gerek yok, o yüzden her zamankinin
yarısı kadar yakacak odun kestim.”
“Mn. Sorun değil.”
“…” Lan WangJi gündelik bir şekilde sohbet etmekte olan ikiliye bakıyordu. “Senin rüyan mı?”
Wei WuXian o kadar çok gülüyordu ki her an iç organları patlayabilirdi. “Puahahahahvahaha, aahh,
evet. Belli bir süre boyunca nedense sürekli bu rüyayı görüp durdum. Rüyamda ikimiz emekli olup
taşrada inzivaya çekiliyorduk. Ben avlanıp tarlayla ilgilenirken, sen evde kalıp kulübemizi koruyor, ip
eğiriyor ve benim için yemek pişiriyordum. Ah sahi, aynı zamanda para işlerini de sen hallederek
bütçeyi tutuyordum. Geceleri kıyafetlerimi bile onarıyordun. Her seferinde gece beraber banyo
yapmamız için suyu ısıtmanı söylüyordum, ancak her seferinde tam kıyafetlerimizi çıkartacakken
uyanıyordum. Çok yazık, ahahahahahahahahhaa…”
Böyle bir rüyanın Lan WangJi tarafından görülmesinden bir parça bile utanmamıştı. Daha çok
halinden oldukça memnun görünüyordu. Onun ne kadar neşeli olduğunu görünce Lan WangJi’nin
bakışları yumuşadı. “Öyle.”
Wei WuXian’ın rüyası yemek yapmak, yemek, tavukları beslemek, yakacak odun kesmek gibi önemsiz
şeylerle doluydu. Beklenildiği gibi banyo suyu kaynadığı anda rüya aniden durmuştu. İkisi kulübeden
çıktılar ve zarif bir köşke denk geldiler. Dışarıda dalları süzülen bir manolya ağacı vardı, sessiz ve
tazeleyici bir koku yayıyordu.
Rüyanın yeri değişmişti, bu kez ikisinin de ilk bakışta tanıdığı bir yerdeydiler. Burası Gusu’nun Bulut
Kovuğundaki Köşk Kütüphanesiydi.
Mum ışıkları ikinci kattaki ahşap pencereden belli belirsiz seslerle birlikte süzüldü. Wei WuXian başını
kaldırdı. “İçeri girip bir bakalım mı?”
Nedense Lan WangJi şaşırtıcı bir şekilde durmuştu. Pencereye bakarken düşüncelere dalmış gibiydi,
sanki tereddüt ediyordu. Wei WuXian bunu oldukça tuhaf bulmuştu. Aklına Lan WangJi’nin içeri
girmek istememesi için hiçbir neden gelmiyordu. “Sorun ne?”
Lan WangJi belli belirsiz başını iki yana salladı. Bir anlık sessizliğin ardından tam konuşmak üzereydi ki
dizginsiz bir kahkaha Köşk Kütüphanesinden yükseldi.
Sesi duyunca Wei WuXian’ın gözleri parladı. Hemen köşke fırladı ve merdivenleri birkaç adımda
zıplamıştı.
Artık o içeriye girdiği için elbette Lan WangJi de kendi başına dışarıda duramazdı, bu yüzden o da içeri
girdi. Beraberce aydınlanmış odaya yürüdüler ve içeride oldukça ilgi çekici bir sahne onları karşıladı.
Kuralları kopyalama cezası için kurulmuş masanın yanındaki açık renk bir hasırın üzerinde oturmakta
olan on altı yaşındaki Wei Ying masaya ellerini vurarak kahkaha atıyordu. “Hahahahahahahhaha!”
Yere fırlatılan şey sarı bir kitapçıktı, benzer şekilde genç olan Lan Zhan ise kitaba sanki zehirli bir yılan
veya akrepmiş gibi bakıyordu. Çoktan gerileyerek Köşkün köşesine kadar çekilmiş, öfkeyle kükrüyordu.
“Wei Ying –!”
Genç Wei Ying kahkahalarla kırılırken neredeyse yere yuvarlanacaktı. En sonunda elini kaldırmayı
başardı. “Burda! Buradayım!”
Ve diğer tarafta Wei WuXian da kahkahalar atarak karnını tutuyordu. Yanında durmakta olan Lan
WangJi’ye asıldı. “Ne kadar güzel bir rüya! Dayanamıyorum Lan Zhan, sana bak, o zamanki haline bir
bak, o yüz ifadesi yok mu, hahahahaha…”
Nedense Lan WangJi’nin yüzü gittikçe daha tuhaf görünmeye başlamıştı. Wei WuXian onu oturmak
için kenardaki bir hasıra çekti, bir elini çenesine dayamış, yeniyetme hallerinin kavga etmelerini
tartışmalarını sırıtarak izliyordu.
Genç Lan Zhan ise çoktan Bichen’i kınından çekmişti. Wei Ying aceleyle Suibian’ı kavradı, kınından
birkaç santim çekerek hatırlattı. “Terbiye! İkinci Genç Efendi Lan! Terbiyeni takın! Bugün ben de
kılıcımı getirdim. Eğer dövüşmeye başlarsak, Köşk Kütüphanesi hasar almadan çıkabilir mi
sanıyorsun?”
Lan Zhan köpürüyordu. “Wei Ying! Sen… Sen nasıl bir insansın?!”
Wei Ying tek kaşını kaldırdı. “Nasıl bir insan mıyım? Erkeğim!”
“…” Lan Zhan çıkıştı. “Hiç utanman yok!”
Wei Ying. “Neden utanacakmışım ki? Daha önce hiç böyle bir kitap okumadım deme sakın. İnanmam.”
Bir süre kendini tutmaya çalıştıysa da, Lan Zhan yine de kılıcıyla atıldı, yüzü buz kadar soğuktu. Wei
Ying afallamıştı. “Ne, cidden savaşacak mısın?!” O da saldırdı. Böylece ikisi Köşk Kütüphanesinin
içinde dövüşmeye başlamışlardı.
Bu noktada Wei WuXian’dan bir ‘hah’ sesi yükseldi. Yanına dönerek Lan WangJi’ye baktı, düşüncelere
dalmıştı. “Böyle mi olmuştu? Ben neden o gün gerçekten dövüştüğümüzü hatırlamıyorum?”
Lan WangJi hiç ses çıkartmadı. Wei WuXian onu izledi, ancak Lan WangJi belirsiz bir şekilde onun
bakışlarından kaçıyordu. Wei WuXian içindeki onda bir tuhaflık olduğu hissi gittikçe güçleniyordu.
Tam sormak üzereydi ki, genç Wei Ying’in bir yandan dalga geçtiğini duydu. “Güzel, güzel! Sabit ama
serbest, bıraktıktan sonra hemen tutuluyor – harika bir kılıç ustalığı! Ama Lan Zhan, ah, Lan Zhan,
yüzün neden bu kadar kırmızı? Benimle dövüştüğün için mi yoksa az önce baktığın şey yüzünden mi?”
Genç Lan Zhan hiçte kızarmamıştı. Kılıcını öne uzattı. “Saçmalık!”
Wei WuXian geriye eğilerek saldırıdan müthiş bir esneklikle kaçınmış oldu. Ardından tekrar doğruldu
ve çabucak Lan Zhan’ın beyaz yanağını çimdikledi. “Saçmalık olan ne? Halini görmek lazım. Yüzün
neredeyse alev almış, haha!”
Lan Zhan’ın yüzü kırmızıyla beyaz arasında gidip geldi. Tam Wei Ying’in elini ittirmek üzereydi ki, el
kendiliğinden geri çekildi. Darbesi hedefi tutturamayınca neredeyse kendi yüzüne inecekti. Etrafında
dönen Wei Ying tüm rahatlığıyla devam etti. “Lan Zhan, ah, Lan Zhan, kızma, ama kendi yaşıtlarına bir
baksana. Senin kadar kolay utanan kimse var mıdır? Bir parça bile heyecanı kaldıramıyorsun – tam bir
çaylaksın.”
Bu sahne gerçekte yaşanmamıştı ve Wei WuXian rüyasında da görmemişti, o yüzden Lan WangJi’nin
rüyası olmalıydı. Wei WuXian manzaradan hoşnuttu. “Lan Zhan, beni çok iyi tanıyorsun. Bu kesinlikle
benim kuracağım bir cümle.”
Ancak yanındaki Lan WangJi’nin de biraz endişeli göründüğünü fark edememişti.
Diğer tarafta, Wei Ying konuşmaya devam etti. “Kuralları kopyalamak çok sıkıcı. Neden bir yandan
yazarken seni bu konularda eğitmiyorum? Beni denetlemene karşılık bir teşekkür olarak
düşünebilirsin…”
Onun zırvalarına uzun zamandır maruz kalan Lan Zhan en sonunda daha fazla dayanamadı. Bichen
öne atıldı. İki kılıç çarpıştı ve her ikisi de pencereden aşağıya düştü. Suibian’ın elinden uçtuğunu
görünce Wei Ying biraz şaşırmıştı. “Hey, kılıcım!”
Bağırırken tam pencereden atlayıp kılıcını tutacaktı ki Lan Zhan arkasından yaklaşarak üzerine atladı
ve onu yere attı. Wei Ying’in kafası yere çarptı. Hemen mücadele etmeye başlamıştı ve ikisi birbirlerine
girdiler. Wei Ying tüm gücüyle tekmeliyor, dirsek atıyordu ama ne yaparsa yapsın Lan Zhan’ın
tutuşundan kurtulamıyordu, sanki aşılmaz bir demir ağ ile sarılmış gibiydi. “Lan Zhan! Lan Zhan ne
yapıyorsun! Şaka yapmıştım, şakaydı! Neden bu kadar ciddiye alıyorsun?!”
Lan Zhan onun bileklerini yakaladı ve bedenini sırtına bastırdı. Sesi kısıktı. “Bana, ne, öğretecektin?”
Sesi soğuktu, ancak gözleri patlamaya hazır volkanlarmış gibi görünüyordu.
İkisi aslında eşit derecede yetenekliydiler. Wei Ying bir anlık dikkatsizliği sonucu savunmasız kalmış ve
kendini yerde bulmuştu. Yapabileceği tek şey salağa yatmaktı. “Ne? Bir şey mi söylemiştim?”
Lan Zhan. “Söylemedin mi?”
Wei Ying kesin olarak cevapladı. “Söylemedim!”
Tekrar başladı. “Bu kadar dosdoğru olma ama Lan Zhan, her söylediğimi ciddiye alma. Tüm o
saçmalıklara nasıl inandığını anlayamıyorum. Bu kadar sinirlenecek ne var? Geri çekiliyorum, tamam?
Beni bırak artık. Bugünkü kısmı yazmayı daha bitiremedim bile. Pes ediyorum, pes ediyorum.”
Bu sözleri duyunca Lan Zhan’ın yüzü bir parça sakinleşmiş gibi göründü ve kolu hafifçe gevşedi. Ancak
Wei Ying bileğini kurtardığı anda yüzünde haylaz bir gülümseme belirdi ve avucunu savurdu.
Ancak Lan Zhan sanki uzun zamandır tetikteymiş gibi Wei Ying’i saldırdığı anda yakaladı ve bir kez
daha yere bastırdı. Bu kez daha sertti ve Wei Ying’in bileği daha da bükülmüştü. Bağırdı. “Şaka
yapıyorum demiştim! Lan Zhan! Şakadan anlamıyor musun?”
Lan Zhan’ın gözlerinde dans eden alevler vardı. Tek kelime etmeden alın şeridini çıkarttı ve altındaki
Wei Ying’in ellerine üç kez doladı, hızlı bir düğümün ardından sabitlemişti.
Kenardan izlemekte olan Wei WuXian işlerin bu noktaya gelmesiyle şaşkına dönmüştü!
Birkaç saniyenin ardından en sonunda yanındaki Lan WangJi’ye dönebildiğinde, her ne kadar yüzünün
hala tek bir parça dahi kızarıklık içemeyerek, kar kadar beyaz olduğunu görse de, kulaklarının çoktan
pembeye döndüğünü fark etti.
Wei WuXian yanına yanaştı, şeytanlık peşindeydi. “Lan Er-Gege… senin rüyanda bir şeyler fena halde
yanlışmış görünüyor, ne dersin?”
“…” Lan WangJi aniden doğruldu. “Bakma artık!”
Tam ayağa kalkıp gitmek üzereydi ki Wei WuXian onu hemen yakaladı. “Gitme! Rüyanda neler
olduğunu merak ediyorum. Daha en güzel kısmına gelmedik, değil mi?”
Köşk Kütüphanesindeki masanın yanında Lan Zhan tarafından bağlanmış Wei Ying bir süre uludu.
Sessizleştikten sonra ikna etmeye çalıştı. “Lan Zhan, bir beyefendi yumruklarını değil dilini kullanır.
Böyle davranman son derece uygunsuz. Düşün biraz. Senin hakkında bir şey mi demiştim?”
Lan Zhan sessizce bir nefes aldı, sesi soğuktu. “Ne söylediğini kendin düşün.”
Wei Ying karşı çıktı. “Sadece çaylaksın dedim, bazı şeyler hakkında bilgin olmadığını söyledim.
Gerçekte bu değil mi? Pek anlayamadığın yetişkinlerle ilgili bazı şeyler var, haksız mıyım? Sadece seni
ifşa ettim diye böyle davranman, sence de fazlasıyla uygunsuz değil mi?”
Lan Zhan umursamazdı. “Anlamadığımı kim söylemiş?”
Wei Ying tek kaşını kaldırdı, güldü, “Aaaaa, sahi mi? Ayak diretmeyi bırak. Sahiden anlıyor olsaydın,
aklım başımdan giderdi hahahahaha… Ah!”
Lan Zhan’ın aşağıda bir yere dokunmasıyla aniden bağırmıştı.
Lan Zhan yakışıklı ama bir parça toy hatları cümlesini tekrarlarken oldukça soğuktu. “Anlamadığımı
kim söylemiş?”
Wei WuXian, Lan WangJi’ye tutunmuş, neredeyse kulağını ısırıyordu. “Evet, anlamadığını kim
söylemiş? Gece aklından geçenleri rüyanda görürsün derler. Lan Zhan, gerçeği söyle, eski halime bunu
yapmayı çok istemiştin değil mi? Böyle bir HanGuang-Jun olduğuna… inanamıyorum.”
Her ne kadar Lan WangJi hala ifadesiz olsa da, pembe renk çoktan gizlice boynuna da sızmıştı.
Dizlerindeki parmakları da hafifçe kıvrılmıştı.
Diğer tarafta, erkekliği ele geçirilmiş olan genç Wei Ying birkaç kez yutkundu. “Lan Zhan ne
yapıyorsun?! Delirdin mi?!”
Lan Zhan’ın tüm bedeni çoktan Wei Ying’in bacaklarının arasına sıkışmıştı. İnsanı sahiden tehdit eden,
dezavantajlı bir durumda olduğunu fark edince Wei Ying hemen sözlerini değiştirdi. “…Hayır, hayır,
hayır! Kimse anlamadığını söylemedi! Ö-Ö-Önce beni bırak – konuşalım!”
Tedirgin bir halde kollarını sallıyordu ama GusuLan Sektinin alın şeridi sağlam bir kumaştan yapılmıştı.
Ne kadar çırpınırsa çırpınsın kurtulamıyordu. Mücadele ederken gözüne hemen yanına düşmüş olan
bir kitap ilişti, hemen kitabı yakaladı ve Lan Zhan’a atarak kutsal çizimlerin onu kendine getirmesini
umdu. “Sakinleş!”
Kitap Lan Zhan’ın göğsüne çarptıktan sonra Wei Ying’in ardına kadar açılmış bacaklarının arasına
düştü, sayfalar çevrildi. Lan Zhan başını eğdi ve gözlerini bir daha çeviremedi.
Tesadüfen açılan sayfadaki çizim aşırı müstehcen bir pozisyonu inanılmaz cüretkar bir şekilde
resmediyordu. Dahası çizimdeki iki kişi de erkekti!
Wei WuXian o gün Lan WangJi’ye gösterdiği kitapta kesik kollular hakkında hiçbir şey olmadığından
emindi, böyle bir sayfa olmasına imkan yoktu. Bir kez daha şaşırmaktan kendini alamadı. Lan
WangJi’nin rüyasındaki detaylar… çok kapsamlıydı, neredeyse hayranlıktan nefesi kesilecekti!
Lan Zhan aşağıya bakıyordu, sayfayı gözünü dahi kırpmadan izliyordu. Wei Ying de çizimi gördü.
Anında utanmıştı. “… Eee…” İçinden defalarca feryat etti. Hareketlerin sözlerden daha güçlü olacağına
karar vererek tüm gücüyle bir bacağını çekti ve öne doğru bir tekme savurdu. Ancak Lan Zhan tek
eliyle dizini yakaladı ve bacaklarını daha da geniş bir şekilde açtı. Wei Ying’in kemerini ve pantolonunu
sadece birkaç harekette çıkartmıştı.
Wei Ying sadece alt yarısının bir anda üşüdüğünü hissetti. Aşağıya baktığında kalbinin de donduğunu
hissetti. “Lan Zhan ne yapıyorsun?!”
Diğer tarafta Wei WuXian kendini tamamen kaptırmıştı, o kadar heyecanlıydı ki içinden bağırdı, Ne
yapacak sanıyorsun?! Seni!!
…………………
Wei WuXian Lan WangJi’ye yüzünde bir sırıtışla baktı. “Demek bu yüzden içeri girmek istememiştin
HanGuang-Jun. Rüyanda bana böyle şeyler yaparken yakalanmak istemiyordun – şu anda en çok
istediğin şey saklanacak bir yer bulmak değil mi?”
Lan WangJi yanında dimdik oturuyordu. Bakışları önüne eğilmişti ve kirpikleri bir anlığına titredi.
Çenesini eline yaslamış olan Wei WuXian önündeki sahneye döndü, genç halinin Lan Zhan tarafından
yere yatırılmasını izledi. Sırıttı. “Sonrasında madem böyle rüyalar gördün HanGuang-Jun, o zaman
yapacaktın. Ben…”
Sözlerini bitiremeden Lan WangJi ellerini yakaladı ve sonu yere ittirerek dudaklarını kendi
dudaklarıyla kapattı. Wei WuXian onun kavurucu yanaklarını ve göğsünün için hızla çarpan kalbini
hissedebiliyordu. Bunu oldukça eğlenceli bulmuştu. Islak dudakları ayrıldı ve mırıldandı, “Ne var, yine
mi utandın?”
Lan WangJi’nin nefesleri anormal derecede sertti. Cevap vermedi. Wei WuXian. “Yoksa… Tahrik mi
oldun?”
…………………
Wei Ying ağladı. “Lan Zhan, yanıldım, yanılmışım. Sana çaylak dememem gerekirdi, anlamadığını
söylememem gerekirdi, sana öğretemem. Lan Zhan, Lan Zhan beni duyuyor musun? İkinci Genç Efendi
Lan, Lan Er-Gege…”
Son kelimesindeki tatlı, genizden gelen sesi duyunca Lan Zhan’ın hareketleri hafifçe yavaşladı. Sahiden
merhamet etmişti. Puslu gözleriyle Wei Ying’in yüzüne doğru çekildi ve nazikçe ince, yalvaran
dudaklarını öptü.
Wei Ying tüm alt bedeninin büyük bir ağırlıkla ezildiğini hissediyordu. İki soğuk dudak yaklaşırken
alınları birbirine değdi. Çok tatlı gelmişti. Gözlerini açtı. Lan Zhan onu adanmış bir şekilde öperken
uzun, siyah kirpiklerinin hemen bir santim önünde olduğunu görünce nedense bir parça rahatlamış
hissetti.
………………..
Wei WuXian. “HanGuang-…Jun?”
Lan WangJi hafifçe gülümsedi. Kulağına yaklaştı ve birkaç kelime söyledi.
Wei WuXian. “…Eee, bekle? Sonuna kadar devam et derken rüyandaki Lan Zhan’a, rüyandaki beni
yapmasını söylemiştim? Kastettiğim… Lan Zhan? Er-Ge-… Ge? Bağışla beni!!!”

Çeviri Notu Kesilen Kısımlar

Genç Lan Zhan, genç Wei Ying’e tecavüz ediyor (baya hardcore), arından öpücükler etkisiyle vs. bir
yerden sonra Wei Ying’in de hoşuna gitmeye başlıyor, sonuç; mutlu son.

Bu esnada onları izlemekte ve bir yandan kendi Lan WangJi’siyle ilgilenmekte olan Wei WuXian bir
dolu edepsiz yorumda bulunuyor ve en sonunda tabi ki kabak kendi başına patlıyor, sonuç; yine
yalvarmaya başlıyor.

You might also like