Professional Documents
Culture Documents
Çağataycada Söz Yapimi
Çağataycada Söz Yapimi
DOKTORA TEZİ
ERSİN TERES
06725301
TEZ DANIŞMANI
PROF. DR. ZÜHAL ÖLMEZ
İSTANBUL
2009
ÖZ
Bu çalışmada, Orta Asya edebî Türk lehçesi ve bu lehçeyle meydana getirilen klâsik
edebiyatın adı olan Çağataycanın söz yapımı yani sözcük türetimi ortaya konulmaya
çalışılmıştır. Çalışma yapılırken Çağatay dilinde kaleme alınmış 50 kadar metin
taranmış, bu metinlerde bulunan türemiş ad ve eylemler tespit edilerek adların ve
eylemlerin gelişimi, türeme biçimleri, köklerin durumu, köklerin Türkçe mi yoksa
diğer dillerden alıntı sözcük mü oldukları, sözcüklerin diğer Tarihi Türk dillerinde de
bulunup bulunmadıkları, eğer bulunuyorsa hangi biçimlerde bulundukları vb. konular
üzerinde durulmuştur. Çalışmada ele alınan sözcükler açıklandıktan sonra Çağatayca
metinlerden sözcüğün içinde geçtiği beyit ve cümle örnekleri de örneklem açısından
aktarılmıştır. Örnek cümle ya da beyitler aktarılırken daha önce hazırlanan
metinlerde hatalı okuyuşlar mümkün olduğunca düzeltilmeye çalışılmıştır. Çalışma
esas itibariyle Addan Ad Yapımı, Eylemden Ad Yapımı, Addan Eylem Yapımı ve
Eylemden Eylem Yapımı olmak üzere dört bölümden meydana gelmektedir. Her
bölüm kendi içinde alt başlıklara ayrılmış, bu alt bölümlemeler yapılırken Marcel
Erdal’ın söz yapımı için başucu kitaplarından biri olan Old Turkic Word Formation
adlı çalışmasından faydalanılmıştır. Bu dört bölümden önce yer alan Giriş kısmında
ise çalışma hazırlanırken izlenen yöntem, kullanılan kaynaklar, çalışma hazırlanırken
karşılaşılan sorunlar, taranan metin yayımları üzerine bazı eleştirilere yer verilmiş,
daha sonra Çağatay adı ve ulusu, Çağatayca ve tez hazırlanırken taranan Çağatayca
metinler hakkında ayrıntılı açıklamalar yer almıştır.
iii
ABSTRACT
iv
ÖNSÖZ
Çağataycada Söz Yapımı başlığını taşıyan bu tezle Orta Asya edebî Türk lehçesi ve
bu lehçeyle meydana getirilen klasik edebiyatın adı olan Çağataycanın söz yapımını
ortaya koymak amaçlanmıştır. Bu amaca yönelik olarak öncelikle Çağataycanın
sözvarlığını bütünüyle ortaya koyacak bir sözlük çalışmasına girişilmiş, ilk olarak
ülkemizde yayımlanan Çağatayca metinlerin dizin kısımlarından faydalanmak
suretiyle sözlüğün temelleri atılmıştır. Ancak sözlük hazırlanırken pek çok metnin
dizini olmadığı görülmüş, fişleme yöntemiyle bu metinlerin de sözvarlıkları tespit
edilerek sözlüğün içerisine eklenmiştir. Ayrıca tereddüt edilen noktalara eserlerin
yazma nüshalarına ulaşılarak kontrol etme imkanı da bulunmuştur.
Hazırlanan bu sözlük yardımıyla Çağataycanın sözyapımının ortaya konulması
kolaylamıştır. Çünkü sözyapımının ortaya konulmasında önce sözvarlığının tespit
edilmesi gerekiyordu. Sözyapımı ortaya konulurken Marcel Erdal’ın bu konuda
başucu kitaplarından olan Old Turkic Word Formation adlı eseri temel alınmış,
yöntem olarak bu çalışma takip edilmiştir.
Çalışma esas itibariyle bir Giriş ve dört ana bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmında
Çağatay Adı ve Ulusu, Çağatayca ve tez hazırlanırken taranan Çağatayca metinler
hakkında ayrıntılı açıklamalara yer verilmiştir. Esas metin Addan Ad Yapımı,
Eylemden Ad Yapımı, Addan Eylem Yapımı ve Eylemden Eylem Yapımı olmak
üzere dört bölümden meydana gelmiştir. Bu ana bölümler içinde ekler işlevlerine
göre de ayrılmıştır. Ekler altında o eklerle türemiş sözcüklerin ek, kök ayrımları,
Tarihi Türk Dillerindeki biçimleri, sözcük hakkında kaynaklardan kaydedilen bilgiler
aktarılmış, varsa kendi görüşlerimiz de aktarılmıştır.
Çalışman sırasında bana engin bilgisi ve yol göstericiliği ile her türlü yardımı
sağlayan tez danışmanım Prof. Dr. Zühal Ölmez’e minnetdarlığımı belirtmek
istiyorum. Bu geniş kapsamlı tezin tamamlanmasında bana çok yardımcı olmuştur.
Yine tez çalışmam sırasında özellikle kaynaklara ulaşmamda sağladıkları kolaylıktan
dolayı hocalarım Prof. Dr. Mehmet Ölmez ve Prof. Dr. Mustafa S. Kaçalin’e de
teşekkürlerimi sunarım.
v
İÇİNDEKİLER
1. GİRİŞ ...................................................................................................................... 1
1.1. Çağatay Adı ve Çağatay Ulus’a Dair ............................................................... 4
1.2. Taranan Çağatayca Metinler .......................................................................... 10
vi
2.7.3. +lAg.................................................................................................... 103
2.7.4. +mAk.................................................................................................. 106
2.8. Bir İşi Sürekli Yapanı Bildiren Adlar Türeten +çI Eki ............................... 108
2.9. Eşlik ve Birlik Bildiren +dAş Eki ................................................................ 129
2.10.Soyut ve Somut Adlar Türeten +lXk Eki .................................................... 133
2.11.Yokluk ve Olumsuzluk Anlamı Katan Ekler .............................................. 149
2.12.Ad Kökleriyle Aynı Karakteri Gösteren Sözcükler Türeten Ekler ............. 158
2.12.1. +lXg.................................................................................................. 158
2.12.2. +dXŋ................................................................................................. 162
2.12.3. +sOk ................................................................................................. 164
2.12.4. +(A)ŋ................................................................................................ 166
2.12.5. +AgU, +AŋU ve +gU ....................................................................... 166
2.12.6. +gAy ................................................................................................ 170
2.13. Aitlik Bildiren +kI Eki ............................................................................... 172
2.14. Addan Ad Yapan Diğer Ekler .................................................................... 177
2.11.1.+sA, +sı ............................................................................................. 177
2.11.2. +dUz ............................................................................................... 178
vii
3.4.4. –(A)vul .............................................................................................. 323
3.4.5. –gıç ..................................................................................................... 332
6. SONUÇ................................................................................................................ 620
viii
DİZİN ...................................................................................................................... 621
ix
KISALTMALAR
xi
HYZ Hamidi. Yusuf u Zeliha. Elyazma, İstanbul Topkapı
Kütüphanesi, Revan 832.
IB Irk Bitig: The Book of Omens.
İH El-İdrak Haşiyesi.
İM Cemâlü'd-dîn İbni Mühennâ: Hilyetü’l-İnsân ve
Heybetü'I-Lisân. İbnü Mühennâ Lûgati.
İRLTYa İstoriçeskoye Razvitie Leksiki Tjurkskih Yazıkov.
JSFOu Journal de la Société Fino-Ougrienne.
Kaç. Kaça ağzı (Bugünkü Hakasçayı oluşturan dillerdendir)
Karg. Karagasça
Kaz. Kazakça
KazTS Kazak Türkçesi Sözlüğü.
KB Kutadgu Bilig.
KÇ Küli Çor Yazıtı.
Kırg. Kırgızca
KırgS Kırgız Sözlüğü.
KKırg. Kara Kırgız
KKlp. Karakalpakça
KKlpRSl Karakalpaksko-russkiy slovar’.
KMD “Kâmran Mirza’nın Divanı I”.
KN Kelürname.
Kom. Komanca
Koyb. Koybalca
KP La version ouggoure de l’histoire des princes
Kalyanamkara et Papamkara.
Krç. Karaçayca
KSz Keleti Szemle
KT Kül Tigin Yazıtı.
KTS Kıpçak Türkçesi Sözlüğü.
Kum. Kumukça
KUŞ Doğu Türk Yazı Dili Araştırmaları I, Kul ‘Ubeydi (XVI.
yüzyıl) ve Kul Şerif (XVII. Yüzyıl).
KutbHŞ Najstarsza wersja turecka Husrav u Širin.
Küer. Küerik
KWb Komanischen Wörterbuch Türkischer Wortindex zu
Codex Cumanicus.
LÇ Lugat-i Çağatay ve Türkî-i Osmanî.
LD Mevlâna Lutfi Divanı.
Leb. Lebed ağzı
LM ‘Alī Şīr Nevāyī, Leylî vü Mecnûn.
LT ‘Alī Şīr Nevāyī, Lisānü’t-tayr.
MI Türkische Manichaica aus Chostscho.
M III Türkische Manichaica aus Chostscho. III. Nebst einem
christlischen Bruckstück aus Bulayıq.
M “Ali Şir Nevaî’nin Münacatı”.
Man. Mançuca
ME ‘Alī Şīr Nevāyī, Mîzânü’l-evzân (Vezinlerin Terazisi).
ME Mukaddimetü’l–Edeb.
Meb. The Mabâni’l-Lughat being a Grammar of the Turki
Language in Persian bay Mirzâ Mehdi Khan.
xii
Mec. Nevâ’î. Mecâli’sü’n-nefâis. Elyazma. İstanbul
Üniversite Kütüphanesi T. Y. 841.
MKb ‘Alī Şīr Nevāyī, Mahbûbü’l-kulûb.
ML ‘Alī Şīr Nevayī, Muhakemetü’l-lugateyn.
MMü Meyveler Münazarası - Doğu Türkçesi.
MN ‘Alī Şīr Nevāyī, Mecâlisü'n-nefâyis I (Giriş ve Metin), II
(Çeviri ve Notlar).
MNa Xwarizmi: Muhabbet-nâme. (Bu metinden alınan
örnekler EDPT’den aktarılmıştır.).
Moğ. Moğolca
N Quatr. Chrestomathie en turc Orientals. 1841 (Ali Şir
Nevâyî’nin Muhakemetü’l-Lugateyn ve Tarih-i Mülûk-i
‘Acem adlı eserlerini içerir).
Nehc. Nahcu’l-Faradis.
Nij. Nijniy Novgorod ağzı
NM ‘Alī Şīr Nevāyī, Nesâyimü'l-Mahabbe min Şemayimi'l-
Fütüvve.
NN ‘Alī Şīr Nevāyī, Navâdürü’n-nihâye.
Nog. Nogayca
NŞ ‘Alī Şīr Nevāyī, Nevâdirü’ş-şebâb, İkinci Divan.
NT Neseb-nâme Tercümesi.
Nu. Numara
Oğ. Die Legende von Oghuz Qaghan.
Orh. Orhon Yazıtları.
Osm. Osmanlıca
OT Orta Türkçe
OyrRSl Oyrotsko-russkiy slovar’.
ÖŞL Özbek Şiväläri Leksikasi.
Özb. Özbekçe
Pal’mbax-TuvRSl Tuvinsko-russkiy slovar’.
Rabg. Nasırü’d-din bin Burhanü’d-din Rabguzi: Kısasü’l-
Enbiya (Peygamber Kıssaları).
Rif. İbnü Mühennâ Lûgati.
RKWb. Kalmückisches Wörterbuch .
s. sayı
Sag. Sagayca
SD Mevlânâ Sekkâki Divanı.
SDD Türkiyede Halk Ağzından Söz Derleme Dergisi.
Seng. Sanglax. A Persian Guide to the Turkish Language by
Muhammad Mahdi Xan.
Sİ ‘Alī Şīr Nevāyī, Sedd-i İskenderî.
SM “Ali Şîr Nevâyî– Sirâcü’l-Müslimîn 1”.
Soy. Soyotça
SS ‘Alī Şīr Nevāyī, Seb'a-i Seyyare.
St. Comprehensive Persian-English dictionary, including
the Arabic words and phrases to be met with in Persian
literature.
Suci Suci Yazıtı (Bu metinden alınan örnekler EDPT’den
aktarılmıştır.)
Suv. Uygurca Altun Yaruk (Suvarnaprabhasasutra).
xiii
SUyg. Sarı Uygurca
Şeybâni Bahrü’l-Hüdâ. Elyazma. British Museum, Add. 7914,
s. 1622.
ŞHD Şiban Han Dîvânı.
ŞN1 Muhammed Salih, Şeybâninâme (1b-696).
ŞN2 Muhammed Salih, Şeybani-name (69b-138b).
ŞN3 Muhammed Salih, Şeybani-name (138b-182b).
ŞN4 Muhammed Salih, Şeybani-name (182b-217b).
Şor. Şorca
ŞTe Ebulgazi Bahadır Han Şecere-i Terakime
(Türkmenlerin Soykütüğü).
ŞTü Şecere-i Türk’e Göre Moğol Boyları.
Şu. Şine Usu Yazıtı (Bu metinden alınan örnekler
EDPT’den aktarılmıştır.)
Tar. Tarançi şivesi
TarS XIII. asırdan günümüze kadar kitaplardan toplanmış
tanıklarıyla tarama sözlüğü.
Tat. Tatarca
TatK Kırım Tatarcası
TDA Türk Dilleri Araştırmaları
TDAY Türk Dilleri Araştırmaları Yıllığı
TDK Türk Dil Kurumu
Tef. Leksika sredneaziatskogo Tefsira XII-XIII v.v..
TEH Ali Şir Nevayi’nin Risaleleri Tarih-i Enbiya ve
Hükemâ, Tarih-i Müluk-i Acem, Münşeat.
Tel. Teleüt
TES Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü.
TETL Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugatı I. Cilt A-
E.
THASDD Türkiyede Halk Ağzından Söz Derleme Dergisi.
Tkm. Türkmence
TkmDS Türkmen Diliniŋ Sözligi.
TMEN Türkische und mongolische Elemente im Neupersischen
I-IV.
TN Seyyid Ahmed Mirza, Taaşşuknâme.
Toŋ. Tonyukuk Yazıtı.
Trk. Türkçesi
TS TDK Türkçe Sözlük.
TT I Türkische Turfantexte I.
TT II Türkische Turfantexte II.
TT III Türkische Turfantexte III.
TT IV Türkische Turfantexte IV.
TT V Türkische Turfantexte V.
TT VI Türkische Turfantexte VI. Das buddhistische Sutra
Säkiz Yükmäk.
TT VII Türkische Turfan-Texte VII.
TT VIII Türkische Turfantexte VIII. Texte in Brahmīschrift.
TT X Türkische Turfantexte III.
TTASl Tatar Tiliniŋ Anlatmalı Süzligi.
TTDS Tatar Tiliniŋ Dialoktologik Süzligi.
xiv
TTK Türk Tarih Kurumu
TTS Tarama Sözlüğü.
TTü Türkiye Türkçesi
Tuba Altaycanın Tuba şivesi
Tun. Tunguzca
Tuv. Tuvaca
TuvRS Tuvinsko-russkiy slovar’.
Tü. Türkçe
TZ Et-tuhfetü’z-zekiyye fi’l lügati’t-türkiyye.
UI Uigurica I. 1. Die Anbetung der Magier, ein
christliches Bruchstück. 2. Die Reste des buddhistichen
“Goldglanz-Sutra”. Ein vorleufiger Bericht.
U II Uigurica II.
U III Uigurica III. Uigurische Avadana-Bruchstücke (I-VIII).
U IV Uigurica IV.
UAJb Ural-Altaische Jahrbücher
USp. Uigurische Sprachdenkmäler.
UTİL Uzbek Tilining İzahli Lugati.
UW Uigurisches Wörterbuch, Sprachmaterial der
vorislamischen türkischen Texte aus Zentralasien, I-VI.
Uyg. Uygurca
UygRSl Uygursko-Russkiy slovar’.
vb. ve benzeri.
VBul. Volga Bulgarcası
Vel. Slovar’ çagataysko-tureckiy.
VEWT Versuch eines Etymologischen Wörterbuchs der
Türksprachen.
vol. volume
Wb. Versuch eines Wörterbuches der Türk-dialecte.
Yak. Yakutça
YakAlmWb Über die Sprache der Jakuten.
YUTS Yeni Uygur Türkçesi Sözlüğü.
YUyg. Yeni Uygurca
? şüphe belirtir
< gelişim, köken işareti
xv
1. GİRİŞ
Çağataycada Söz Yapımı adını taşıyan bu tez Yeni Uygurca ve Özbekçe gibi
günümüz Türk dillerinden bazılarının temellerini oluşturan Çağataycanın söz
yapımını ortaya koymak amacıyla seçilmiştir. Orta Asya edebî Türk lehçesi olan
Çağatayca üzerine bugüne kadar pek çok çalışma yapılmıştır, ancak bu çalışmalar
genellikle Çağatayca metinlerin yayımından öteye gitmemiştir. TDK’nın yayımladığı
Ali Şir Nevayi Külliyatı, Çağatayca eserler üzerine hazırlanan tez yayımları bu
çalışmalardan birkaçıdır. Tabi bu metin yayımlarının önceden yapılmış olması
tezimizi hazırlarken bize büyük kolaylık sağlamıştır.
Tez esas itibariyle bir Giriş ve dört ana bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmında
Çağatay adı ve ulusu, Çağatayca ve tez hazırlanırken taranan Çağatayca metinler ve
sözlükler hakkında ayrıntılı açıklamalara yer verilmiştir. Taradığımız metinler ve
sözlükler üzerine yapılan çalışmalar, tezimizi hazırlarken hangi çalışmalardan
1
yararlandığımız da Giriş kısmında ifade edilmiştir. Esas metin ise Addan Ad Yapımı,
Eylemden Ad Yapımı, Addan Eylem Yapımı ve Eylemden Eylem Yapımı olmak
üzere dört bölümden meydana gelmiştir. Bu ana bölümler içinde ekler işlevlerine
göre de ayrılmıştır: Küçültme ve sevgi bildiren ekler (okşamalıklar) ekler, benzerlik
anlamı katan ekler, hem geçişli hem de geçişsiz eylem tabanlarına gelen ekler,
edilgen eylem türeten ekler vb.
Ekler altında o eklerle türemiş sözcüklerin ek, kök ayrımları, Tarihi Türk
Dillerindeki biçimleri, sözcük hakkında kaynaklardan kaydedilen bilgiler aktarılmış,
varsa kendi görüşlerimiz de belirtilmiştir. Sözcükler açıklandıktan sonra metinlerden
sözcüğün içinde geçtiği beyit ve cümle örnekleri de örneklem açısından aktarılmıştır.
Yine metinlerde yer alan sözcüklerin Çağatayca sözlüklerde de yer alıp almadığı da
kontrol edilmiş, sözcüklerin sözlüklerde geçtiği anlamlar da verilmiştir. Daha önce
yayımlanmış metinlerden örnekler aktarırken tereddüt edilen noktalarda eserlerin
yazmalarınına mümkün olduğunca başvurulmuş ve bu sayede hatalı okumalar
düzeltilmiştir. Örneğin birçok metinde kapalı é’li olması gereken biçimler /i/ ya da
/e/ ile gösterilmiştir. Bu konuda da yazım birliğine gidilmiş ve hepsi kapalı e /é/ ile
gösterilmiştir.
yartı ‘yarım, yarılmış’ sözcüğünü önce –dU eki ile türeyen sözcükler arasına
almıştık, ancak tam olarak sözcüğün ekinden emin olmadığımız için teze almaktan
vazgeçtik. yargag ‘Kazak ve Moğolların deriden diktikleri kürk’ sözcüğünü de kökü
2
ve eki konusunda tereddüt geçirdiğimiz için teze almadık. Türemiş olan ancak
tezimize almadığımız sözcüklerden biri de bagışda- ‘bağdaş kurmak’dır. Bu sözcüğü
yalnızca bir tek Seb'a-i Seyyare adlı Çağatayca metinde rastladık, sözcüğün köküne
Çağatayca ve diğer Tarihi Türk dillerinde rastlamadığımız için sözcüğe tezde yer
vermedik.
Bunlar sadece birkaç örnek. Bu şekilde kökünden ve ekinden emin olmadığımız, tek
bir metinde, tek bir yerde geçen sözcükleri de teze almadık. Sonuç olarak kökünden
ve ekinden büyük oranda emin olduğumuz, tereddüt geçirmediğimiz sözcükleri aldık.
Bunların sayısı da yaklaşık 2000 kadardı.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi tezde yaklaşık 2000 sözcük üzerinde durduk. Bunun
dışında çok bilinen sözcüklerin gelişimlerini ayrıntılı bir şekilde açıklamadık,
yalnızca köşeli parantez içinde hangi metinde geçtiğini belirterek ekin işlendiği
bölümün sonunda aktardık.
Tezde bir farklılık olarak bazen sözcüklerin açıklamalarında özellikle tez izleme
kurulunda yer alan hocalarımızın yeni görüşleri de karşılıklı görüşme şeklinde
parantez içinde belirtilmek suretiyle aktarılmıştır.
Sözcükler açıklanırken her madde başında öncelikle parantez içinde sözcüğün kök ve
ek ya da ekleri gösterilmiş, daha sonra açıklama kısmına geçilmiş ve sözcüklerin
biçimbirimlerinin doğru bir şekilde tespit edilmesine gayret edilmiştir.
3
1. 1. Çağatay Adı ve Çağatay Ulus’a Dair
Çağatay Han’ın 1241'de ölümünden sonra yerine vasiyeti üzerine torunu Kara
Hülegü geçmiştir. Bu dönemde Çağatay Hanlığı kuruluşunu tamamlamıştır. Kısa bir
süre Kara Hülegü’nün yerine 1246’da Çağatay’ın küçük oğlu Yisü-Möngke başa
geçmiş ancak kısa süre sonra ülkede çıkan iç karışıklıklardan yararlanarak tahtı
Möngke ele geçirmiş ve tahttaki Yisü-Möngke’yi tahttan indirerek onun yerine
yeniden Kara Hülegü’yü tayin etmiştir. Ancak Kara Hülegü tahtı devralmaya
giderken yolda ölmüş (1252) ve 1252-1261 arasında yönetimi Kara Hülegü’nün
hanımı Organa ele almıştır. Ondan sonra Çağatay'ın torunu Algu, Kubilay Han ile
Arıkboğa arasındaki taht mücadelesinin yol açtığı iktidar boşluğundan yararlanarak
Harezm, Batı Türkistan ve Afganistan’ı da sınırlarına katmış ve iktidarı ele
geçirmiştir. 1266 yılında annesi Organa’nın da desteğini alarak tahta çıkan
Mübarekşah, İslam dinini kabul eden ilk Çağatay Hanı olmuştur.
Görüldüğü gibi sürekli taht mücadelesi yaşanan Çağatay devleti topraklarında bir
türlü istikrar sağlanamamış ve tam anlamıyla bağımsızlık elde edilememiştir.
Çağatay Hanlığının yeniden toparlanması Barak Han’ın oğlu Duva Han’ın saltanatı
sırasında gerçekleşmiştir.
Duva Han’ın saltanatından sonra tahta çıkan Kebek Han’ın yönetiminde (1318–26)
Çağatay Hanlığı en parlak dönemini yaşamıştır. Bu dönemde Çağatay ekonomisi
gelişmiş ve ilk Çağatay parası Kebeki basılmıştır. Kebekten sonra tahta çıkan
Elçigidey ve Duva-Timur’un saltanatları kısa sürmüştür. Onlardan sonra tahta çıkan
Tarmaşirin döneminden (1326–34) sonra hanlık, doğu ve batı olarak ikiye
ayrılmıştır. Doğuda tahta çıkan Tuğluk Timur (1359–70) batı bölgesini ele geçirerek
4
Çağatay topraklarını yeniden birleştirmiştir. Ama bu sırada Timur, hanlık için bir
tehlike olarak belirmeye başlamıştır. Çağatay Hanlığı’na bağlı Semerkant emirinin
hizmetinde bulunan Timur, önce Semerkant’ı, sonra Çağatay topraklarını ele
geçirmiştir (bkz. Grousset, 1993; Roux, 2001a; Roux, 2001b; Bartold, 1988, 266;
Ölmez, Z., 2007, 173-220).
Çağatay sözcüğü devletin resmi adı olarak Barak Han’ın oğlu Duva Han’ın saltanatı
sırasında kullanılmaya başlanmıştır. Bunun yanında Çağatay ulusunun askeri gücünü
meydana getiren Maveraünnehir’in Türk ve Türkleşmiş göçebelerine de Çağatay adı
verilmiştir. Buna karşın, devletin doğusunda yaşayan göçebelere “Moğol” denmiştir
(Eckmann, 1966, 2). Çağatay hanedanının saltanatı sona erdikten sonra da göçebe
Çağataylar 15. yüzyıla kadar adlarını muhafaza etmişler, 16. yüzyılda Timurlular
devleti yıkıldıktan sonra da göçebe Özbeklere karışmışlardır. H. Vámbéry’nin ifade
ettiğine göre, Kırgız (= Kazak), Karakalpak ve Özbekler arasında Çağatay
kabilelerinin bulunması Çağatay adının Timurlular devleti yıkıldıktan sonda yaşama
devam ettiğini göstermektedir. Bunun yanında, N. A. Aristov, 19. yüzyıl sonlarına
kadar Hive ve Zerefşan vadisi Özbekleri arasında Çağatay adını taşıyan kabilelerin
yaşadığını kaydeder. Ayrıca Çağatay adının bazı yer adlarında da yaşadığı
görülmektedir. İran’da Çağatay adlı bir yer ve dağ adı, yine Taşkent’in bazı
mahallelerinin adında Çağatay adı geçmiştir. Çağatay kapkası “Çağatay kapısı”,
Çağatay tepa “Çağatay tepesi”, Çağatay yangi şahar “Çağatay yeni şehri”, vb
(Eckmann, 1966, 3).
Önce Çağatay ulusunda yaşayan göçebe Türklerin daha sonra da Çağatay Hanlığının
hakim olduğu bütün topraklardaki Türk ve Türkleşmiş göçebe unsurların dili olan
Çağatay tili veya Çağatay türkisi Timurlular zamanında Türk yazı dili manasını
kazanmıştır. Buna karşılık Çağatay sözcüğüne 15. ve 16. yüzyıl yazarlarında bu
anlamıyla rastlanmaz. Bunun yerine türkî, türk(î) tili, türkî lafzı, türk elfâzı, Türkçe,
Türkçe til gibi genel terimleri tercih etmişlerdir. Dönemin ünlü yazar ve şairi Ali Şir
Nevâyî Muhakemetü’l-lugateyn adlı eserinde Türkî, Türkçe ve Türk dili genel
ifadelerini kullanmıştır: “Sart ulusınıŋ erzalidin eşrafıgaça ve ‘amisidin
danişmedigaça hiç kaysı Türk tili bile tekellüm kıla almaslar.” (Özönder, 1996, 169
ve 2003). Buna karşılık daha sonraları yazdığı Mizânü’l-evzân adlı eserinde
döneminin edebi dilini ifade etmek için Çağatay lafzı terimini kullanmıştır: “Acem
şu‘arası ve Fürs fusahası her kaysı uslubda kim söz arusıga cilve vü nümayiş birip
5
irdiler, Türk tili bile kalem sürdüm ve her niçük ka‘idede kim ma‘na ebkarıga zīb ü
arayiş körgüzüp irdiler, Çagatay lafzı bile kalem urdum” (Eraslan, 1993, 11 ve 67).
17. yüzyılda Çağatay dilinin önde gelen yazarlarından Ebu’l-gazi Bahadır Han da
Şecere-i Terâkime adı eserinde bu dönemin dili için Türkâne, Türkî ve Türk tili genel
ifadelerini kullanmıştır (Ölmez, Z., 1996, 32). Yazar yine bir başka eseri olan Şecere-
i Türk’te de Çagatay Türkīsi terimini kullanmıştır (Ölmez, Z., 2003, 30).
Batı dünyasında ise Çağatay sözcüğü 19. yüzyılda dikkat çekmeye başlamıştır. Bu
konuda özellikle H. Vámbéry’nin Ćagataische Sprachstudien adlı eseri etkili
olmuştur (Vámbéry, 1867). Vámbéry’den sonra József Thury, Martin Hartmann gibi
Türkologlar Vámbéry’yi takip ederek Çağatay sözcüğünü geniş manada
kullanmışlardır. Bunun yanında Türk lügatçisi Şeyh Süleyman Efendi Lûgat-i
Çağatay ve turkî-yi Osmanî adlı meşhur sözlüğüne Çağataycadan başka Özbekçe
sözcükleri de almakta bir sakınca görmemiştir (Şeyh Süleyman, 1298). Bunun
yanında Fransız doğubilimcileri E. Marc Quatremère ve A. Pavet de Courteille ve
Alman lügatçisi J. Thedor Zenker “Doğu Türkçesi” tabirlerini tercih etmişlerdir
(Eckmann, 1966, 6).
Samoyloviç, Orta Asya edebî Türk dilinin üçüncü devresi olarak ifade ettiği
Çağataycayı da dört döneme ayırmıştır.
Bu konuda önemli değerlendirmelerde bulunan ve farklı bir bakış açısı getiren diğer
bir kişi de Fuat Köprülü’dür. Köprülü, Çağatay sözcüğünün anlamını genişletmiştir.
Ona göre, 13.-14. yüzyıllarda Çağatay devleti ve Altınordu’nun kültür merkezlerinde
gelişmiş Orta Asya edebi şivesi olup klasik şeklini 15. yüzyılda, Timurlular
zamanında almıştır. O, Çağataycayı beş devreye ayırır:
7
2. Klasik öncesi Çağatayca (15. yüzyılın ilk yarısı);
Eckmann İslâmi Orta Asya Türk edebî dilinin üçüncüsü devresi olarak belirlediği
Çağataycayı da üç döneme ayırmıştır:
1. Klasik Öncesi Devir (15. yüzyılın başlarından Nevâyî’nin ilk eserini verdiği
1465 yılına kadar).
2. Klasik Devir (1465-1600).
Biz de János Eckmann’ın görüşünü benimsiyoruz. Burada onu esas alarak bu devirler
hakkında bilgi vereceğiz.
1. Klasik Öncesi Devir (15. yüzyılın başlarından Nevâyî’nin ilk eserini verdiği
1465 yılına kadar). Bu dönem Eski Türkçenin eskicil özelliklerinin muhafaza edildiği
bir geçiş dönemidir. Bu dönem Harezm Türkçesi ile Çağatayca arasında geçiş
özelliği taşımaktadır. Klâsik şeklini Nevâyî ile bulan Çağatayca ile yazılmış eserlerde
Nevâyî’nin ilk Divan’ına kadar (1495) gittikçe azalan derecede Harezm Türkçesi
özellikleri yer almaktadır.
Bu dönem hakkında görüş ileri süren Kemal Eraslan bu dönemde meydana getirilen
divanların düzen bakımından klâsik devirdeki divanlar kadar gelişmiş olmadıklarını
8
söyler. Bu dönemdeki divanlarda yer alan şiirler genellikle münâcât, na’t, kaside
gazel, muhammes, tuyug ve müfredlerdir. Kimi divanlarda ise, genellikle gazel
tarzında şiirler yer alır. Şiirlerde kullanılan vezinler aruzun remel, hezec ve rezec
bahirlerinin en çok kullanılan vezinleridir (Eraslan, 1993, 169).
2. Klasik Devir (Klasik Çağatayca Dönemi) (15. yüzyılın ikinci yarısı ile 16.
yüzyılın ilk yarısını kapsar)
3. Klasik Sonrası Devir (16. yüzyılın ikinci yarısından 19. yüzyılın sonuna
kadar).
Orta Asya’nın çeşitli adlar altında süren 250 yıllık siyasî birliği 16. yy.’ın sonlarında
Şibânî hükümdarı Abdullah Han’ın ölümü ile sona ermiş ve Şibânî Hanlığı Hive,
Hokand ve Buhara hanlıkları olmak üzere üçe bölünmüştür. Bu hanlıklar arasındaki
iç savaşlar kültür hayatında da etkisini göstermiş, güçlü şair ve yazarların
yetişmemesi sebebiyle Çağatay edebiyatı gerilemeye başlamış ve zamanla yerini
Özbekçeye bırakmıştır. Bu dönemin başlıca temsilcileri şunlardır: Ebu’l Gazi
Bahadır Han, Munis Harezmî, Agehî, Baba Rahim Meşreb, Saykalî, Sûfi Yâr, Turdı,
Hüveydâ, Muhammed Rıza Agâhî, Ömer Han, Nadire, Uveysî, Mukîmî, Furkat, vb
(Eckmann, 1963, 121-156; Eckmann, 1964, 304-306).
9
1.2. Taranan Çağatayca Metinler
Bildiğimiz gibi Çağatayca genel itibariyle 3 döneme ayrılır. İlk dönem Klasik dönem
ya da Nevâyî Öncesi Dönem şeklinde adlandırılır. Bu dönemden taradığımız metinler
içinde şunlar bulunmaktadır:
Mevlâna Sekkâki’nin XIV. yüzyılın ikinci yarısı ve XV. yüzyılın ilk yarısında
yaşadığı tahmin edilmektedir. Mevlâna Sekkâki’ye ait ilk bilgilerimizi Ali Şîr
Nevâyî’nin Mecâlisü’n-nefâis adlı şairler tezkiresinden öğrenmekteyiz. Ali Şîr
Nevâyî, Mecâlisü’n-nefâis’de Mevlâna Sekkâki’nin Maveraünnehirli olduğunu,
ancak şiirlerinin Semerkant’ta şöhret bulduğunu aktarmıştır. Nevâyî bunun yanında
Mevlâna Sekkâki’nin, Mevlâna Lutfi’nin şiirlerini çalarak kendisi yazmış gibi
gösterdiğini de belirtmiştir (Eraslan, 2001, 70). Ali Şîr Nevâyî, Muhâmetü’l-
Lugateyn adlı eserinde de Mevlâna Sekkâki’den bahseder ve onun Mevlâna Lutfi
kadar iyi bir şair olmadığını ileri sürer (Hofman, 1969, 153).
Mevlâna Sekkâki’nin elimizde bulunan tek eseri Divân’ıdır. Divân’ın iki nüshası
vardır. Nüshalardan biri Londradaki British Museum Ör. 2079’da kayıtlıdır. Diğer
nüsha ise Özbekistan Fenler Akademisinde kayıtlıdır. Bunların dışında Ayasofya
Kütüphanesi 4757 numuarada kayıtlı bir mecmuanın 165-167. sayfaları arasında hem
Uygur hem de hem de Arap harfleriyle açılmış üç gazeli bulunmaktadır. Mevlâna
Sekkâki’nin Divân’ı Türkiye’de Kemal Eraslan tarafından yayımlanmıştır (Eraslan,
1999). Biz de tezimizde Kemal Eraslan’ın çalışmasını esas aldık. Ayrıca János
Eckmann’ın Mevlâna Sekkâki’nin şiirlerinden seçmeleri içeren bir yayını
bulunmaktadır (Eckmann, 1963, 157-174).
10
Mevlâna Lutfî Divânı
Atâyî Divânı
Atâyî de Klasik Çağatay dönemi şairlerindendir. XIV. yüzyılın ikinci yarısı ile XV.
yüzyılın ilk yarısında yaşamıştır. İsmail Ata’nın torunlarından olduğu için Atâyî
mahlasını almıştır. Ali Şîr Nevâyî’ye göre, Atâyî’nin şiirleri Türkler arasında çok
yayılmıştır. Kafiye hatası yapsa da şiirlerinde Türkâne söyleyişi kabul etmiştir.
Divanının bir nüshası Leningrad Asya Müzesindeki elyazmalar koleksiyonu içinde
korunmaktadır. Divanı, gazellerden ibaret olup yaklaşık 260 gazel yer almaktadır.
Gazellerin sırası alfabetiktir. Samoyloviç şu bilgileri vermiştir:
Mahzenü’l-Esrâr Mesnevisi
Haydar Tilbe hakkında çok fazla bir bilgiye sahip değiliz. Asıl adı Mîr Haydar’dır.
Eserlerinde Haydar Tilbe adını kullanmıştır. Kaynaklarda Haydar Harezmî adıyla da
yer aldığı ifade edilmiştir. Ali Şîr Nevâyî onun Harezmli olduğunu aktarmıştır
11
(Özönder, 1996, 188). Mevlâna Lufti’den sonra dönemin en güçlü şairi olarak kabul
edilmektedir. En önemli eseri Nizâmî’nin aynı adlı mesnevisine nazire olarak kaleme
aldığı Mahzenü’l-Esrâr mesnevisidir. Bu eseri Timur’un torunlarından İskender bin
Ömer Şeyh Mirza adına kaleme almıştır. Eser 10 bölümden oluşmaktadır.
Her bölümün sonunda konuyla ilgili bir hikaye yer alır. Mesnevinin pekçok nüshası
bulunmaktadır (Eraslan, 1993, 170). Bu eser üzerine Ayet Goca bir doktora çalışması
yapmıştır. Ancak bu doktora tezine ulaşamadığımızdan ondan yararlanma imkanımız
olmadı. Eserin elimizde olan Ayasofya 4757 no’da kayıtlı olan nüshası ile Fatih 4056
no’da kayıtlı nüshalarından faydalandık.
Dehnâme’nin yazarı olan Yusuf Emîrî, XIV. yüzyılın ikinci yarısı ile XV. yüzyılın
ilk yarısında yaşayan Şahruh’un oğlu Baysungur’un nedimlerindendir. Nevâyî’nin
verdiği bilgiye göre, güzel Türkçe şiirler yazmış olmasına rağmen hak ettiği şöhreti
kazanamamıştır. Farsça şiirler de yazan Emirî’nin Farsça şiirleri Türkçe şiirlerinden
daha başarılıdır. Farsça şiirlerinde döneminin önde gelen mutasavvıflarından Şeyh
Kemal Hocendî’nin etkisinde kaldığı düşünülmektedir (Köprülü, 1945, 270-323).
Dehnâme yazarı Emirî’nin bir diğer önemli eserleri Beng ü Çagir adlı münazarası ve
Divânı’dır. Divanının bir yazma nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesindedir
(TY, nr. 2850, 163b-248b varak).
Emirî’nin bir diğer önemli eseri Beng ü Çagir’dır. Bu münazara türünde bir eserdir
ve nazım nesir karışıktır. Bu türde eser veren ilk şair Yusuf Emiri’dir. Beng ü Çagir
metnini Gönül Alpay notlarla birlikte yayımlamıştır. Tezimizde yararlandığımız
çalışma budur. Gönül Alpay’a göre Yusuf Emirî eseri yazarken İran şairi Mevlâna
12
Yahya Sîbek-i Nişaburî’nin Esrarî vü Humarî adlı eserinden etkilenmiştir (Alpay,
1972, 103-125). Beng ü Çagir’ın tek yazma nüshası Londra British Museum’da
bulunmaktadır.
Ahmedî hakkında çok fazla bilgiye sahip değiliz. Onun Telli Sazlar Münazarası adlı
eseri ünlüdür. Hacim olarak küçük, edebî değer olarak büyük bir eserdir. Eserin
üslup özelliklerinden onun XIV. yüzyılın ikinci yarısı ile XV. yüzyılın ilk yarısında
yaşamış olduğunu göstermektedir (Eraslan, 1993, 171; Hofman, 1969, 61-63).
Eckmann, Ahmedî’nin bir beyitinden hareketle onun Şahruh Mirza devrinde
yaşadığını ileri sürmüş, buna delil olarak da Şahruh Mirza döneminde içki yasağı
uygulanmış olmasını göstermiştir (Eckmann, 1964, 323-324). Değişik sazlar
arasındaki atışmaya dayanan eserine kendisi bir ad vermemiştir. Eserin içeriğine
göre, “Telli Sazlar Münazarası” biçiminde adlandırılmıştır. Eser bir mukaddime ile
başlar. 130 beyitten müteşekkildir. Eserin tek yazma nüshası Londra British
Museum’da bir mecmua içerisinde 312b-328b varakları arasında bulunmaktadır. Bu
eseri Kemal Eraslan, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisinde yayımlamıştır (Eraslan,
1986, 129-2004). Bizim esas aldığımız ve kullandığımız çalışma budur. Çalışma
Metin, metnin çevirisi, notlar ve dizinden müteşekkil olup çalışmanın içeriğinden
bahseden bir de Giriş mevcuttur.
Taaşşuknâme
Seydî Ahmed Mirza, Timur’un oğlu Mîrân Muhammed Şah’ın oğludur. Şahruh
Mirza devrinde Horasan valiliği yapmıştır. Ali Şir Nevâyî’nin Mecâlis’ün-nefâis’te
aktardığı bilgiye göre, Seydî Ahmed Mirza Türkçe ve Farsça gazellerden mürettep
bir Divan’a sahiptir. Nevâyî ayrıca onun bir de Letâfetnâmesi olduğundan bahseder
(Eraslan, 2001, 196). Taaşşuknâme adlı mesnevisini Şahruh’a takdim etmiştir. Eser
münâcât, na’t, hükümdarın medhi ve telif sebebi bölümleri ve onlardan sonra yer
alan on aşk mektubundan müteşekkildir. Her mektubun bitiminde bir gazel ile
“Sözün Hülasası” başlıklı bölüm yer alır. Toplam 320 beyitten oluşur.
Taaşşuknâme’nin bilinen tek yazma nüshası Londra British Museum’dadır (Rieu,
1988, 289). Eser üzerine bir lisans bir de yüksek lisans tezi hazırlanmıştır (Özkoçer,
1968; Kuru, 1993). Ayrıca Kazım Köktekin eseri İnceleme-Metin-Dizin-Tıpkıbasım
13
olarak yayımlamıştır (Köktekin, 2000; Sertkaya, A., 2002, 383-390). Çalışmamızda
bu yayından yararlandık.
Gedâyi Divânı
Hüseynî mahlasıyla şiirler yazan Hüseyin Baykara 842’de Herat’ta doğmuştur. 1469-
1506 yılları arasında saltanat sürmüş, en yakın arkadaşı Ali Şir Nevâyî’yi bu sırada
himaye etmiştir. Ali Şir Nevâyî bu himayeyi karşılıksız bırakmamış, Mecalisü’n-
nefâyis adlı şairler tezkiresinin sekizinci bölümünü Hüseyin Baykara’ya ayırmıştır
(Eraslan, 2001, 202-244). Hüseyin Baykara, Ali Şir Nevâyî kadar başarılı bir şair
olmasa da döneminin önde gelen şairlerindendir. Baykara’nın en önemli eserleri
gazellerini bir araya getirdiği Divan’ı ve otobiyografi tarzında yazılmış Risâle’sidir.
Hemen hemen her konuda eserler veren Ali Şir Nevâyî’nin nerdeyse bütün eserleri
üzerine incelemeler yapılmıştır. Bunların birçoğu tez çalışması şeklindedir. Eserlerin
çoğu dil yönüyle incelenmiş, edebi yönleri ele alınmamıştır. Burada tez çalışması
esnasında yararlandığımız eserlerini ele alacağız.
15
A) Manzum Eserleri
Nevâyî’nin gençlik yılları esnasında yazdığı divanları daha çok başkaları tarafından
düzenlenmiştir. Bu derleme Sultan Ali bin Muhammed Meşhedî tarafından istinsah
edilmiştir. Bu tek nüsha Leningrad’da Saltıkov-Şçerdin Devlet Halk Kitaplığı 564
numarada kayıtlı bulunmaktadır (Levend, 1966, 7; Eckmann, 1970, 253). Özbek alim
Hâmid Süleyman tarafından İlk Divan adı altında tıpkıbasım olarak yayımlanmıştır
(Süleyman, 1968). İlk yazdıklarıyla önce iki divan oluşturan Nevâyî bunlara yeni
yazdıklarını da katarak bu iki divanı dört divan haline getirmiştir. Nevâyî tertiplediği
ilk divana Bedayiü’l-bidaye adını vermiştir. Divanın bilinen dört nüshası mevcuttur
(bkz. Levend, 1966, 7; Eckmann, 1964, 253-254). İkinci divanı ise Nevadirü’n-
nihaye adını taşımaktadır (Nalbant, 2005). Bu divan Nevâyî’nin 1476-1486 yılları
arasında yazdığı şiirlerden müteşekkildir. Müstensih hattı olan bu divanın iki nüshası
Özbekistan Fenler Akademisi Doğu Bilimler Enstitüsü’nde bulunmaktadır. Bu iki
nüshadan Özbekistan Fenler Akademisi Doğu Bilimler Enstitüs 1995 numarada
kayıtlı olan nüsha Eckmann tarafından tek nüsha olarak gösterilmiştir. İkinci nüsha
ise Özbekistan Fenler Akademisi Doğu Bilimler Enstitüsü 11675 numarada
kayıtlıdır. Nevâyî’nin kendi elyazması olduğu düşünülen Tahran’daki nüsha eser
değişimi yoluyla Özbekistan’a getirtilmiş ve mikrofilm yapılmıştır. Nevâyî, bu iki
divandan sonra yazmış olduğu şiirleri, ilk iki divanındaki şiirlerle harmanlayarak
bunları dört divan olarak tertip etmiş ve hepsine birden Hazainü’l-me’anî adını
vermiştir. Hazainü’l-me’anî’ye bir de dibace eklemiştir (Nalbant, 2005, 1).
Nevâyî’nin dört divan olarak tertip ettiği divanları şunlardır:
1. Garâibü’s-sıgar
8-20 yaşları arasında kaleme aldığı şiirlerinden müteşekkil olan divana Garâibü’s-
sıgar adını vermiştir. Eserin pek çok nüshası bulunmaktadır. Eser Türkiye’de Günay
Kut tarafından yayımlanmıştır (Kut, 2003). Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.
2. Nevâdirü’ş-şebâb
20-35 yaşları arasında yazdığı şiirleri bir araya getirdiği ikinci divanıdır. Bu eser
üzerine Türkiye’de Metin Karaörs bir Doktora Tezi hazırlamıştır. Bu eser TDK
tarafından yayımlanmıştır (Karaörs, 2007). Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.
16
3. Bedâyiü’l-vasat
35-40 yaşlarında yazdığı şiirlerin bir araya getirildiği divandır. Bu eser üzerine Kaya
Türkay bir Doktora Tezi hazırlamıştır. Bu çalışma TDK yayınları arasında
yayımlanmıştır (Türkay, 2002). Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.
4. Fevâidü’l-kiber
45-60 yaşları arasında yazdığı şiirleri içerir. Bu eser üzerine Önal Kaya bir Doktora
Tezi hazırlamıştır. Bu çalışma TDK yayınları arasında yayımlanmıştır (Kaya, 1996).
Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.
Ali Şir Nevâyî’nin diğer önemli manzum eseri de Nizâmî’nin hamsesine nazire
olarak kaleme aldığı hamsesidir. Nevâyî bu eserinde Nizâmî ve Hoca Dihlevî’nin
mesnevileriyle aynı konuları seçmiş olsa da bakış açısı, hikâye etme biçimi ve tertibi
onlardan farklılık göstermektedir (Tekin, G., 1994). Ali Şir Nevâyî’nin hamsesini
teşkil eden beş mesnevi şöyledir.
1. Hayretü’l-ebrâr
Ali Şir Nevâyî bu eserini Nizâmî’nin Mahzenü’l-esrâr adlı mesnevisine nazire olarak
kaleme almıştır. Bu eserde üzerinde durulan temel konu dini ahlaktır. Bu eser üzerine
Muhammed. Sabir’in doktora tezi bulunmaktadır (Sabir, 1961; bkz. Levend, 1967).
2. Ferhâd u Şîrîn
Ali Şir Nevâyî bu eserini Nizâmî’nin Husrev u Şîrîn adlı mesnevisinden esinlenerek
yazmıştır, ancak tamamen aynısı değildir. Hikâyenin temelinde Hüsrev yerine Ferhâd
vardır. Eser üzerine çalışan Gönül Alpay Tekin eseri dil yönünden değil, edebi
yönden incelemiş ve değerlendirmiştir. Tekin, çalışmasında eseri, Nizâmî ve Emir
Hüsrev’in aynı adlı eseriyle de karşılaştırarak Nevâyî’nin orijinal bir eser meydana
getirdiğini göstermiştir (Tekin, G., 1994). Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.
3. Leylî vü Mecnûn
1484 yılında yazıldığı tahmin edilen bu mesnevide Ali Şir Nevâyî mümkün olduğu
kadar hikayenin aslına sadık kalmaya gayret etmiş, kimi motifleri değiştirmiştir. Bu
17
eser Ülkü Çelik tarafından doktora tezi olarak hazırlanmış ve TDK yayınları arasında
yayımlanmıştır (Çelik, 1996). Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.
4. Seb‘a-i Seyyâre
5. Sedd-i İskenderî
89 bölüm 7214 beyitten oluşan bu eserin kahramanı İskender’dir. Bu konuda Ali Şir
Nevâyî’den önce Firdevsî, Nizâmî ve Câmî tarafından da işlenmiştir. Ali Şir Nevâyî
bu eserinde de diğer mesnevilerden çeşitli farklılıklar meydana getirmiş ve esas
kahraman İskender’e Türk hükümdarlarının niteliklerini katarak İskender motifini
farklı bir şekilde işlemiştir. Bu eser üzerine de bir doktora çalışması yapılmıştır.
Hatice Tören’in yaptığı bu çalışma TDK yayınları arasında yayımlanmıştır (Tören,
2001). Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.
Lisânü’t-Tayr
Topkapı Sarayı müzesi Kütüphanesi Revan 803’te bulunan nüshası Mustafa Canpolat
tarafından yayımlanmıştır (Canpolat, 1995, 279; Eşanhucayev, 1965). Tezimizde bu
çalışmadan yararlandık.
Sirâcü’l-Müslimîn
905 (1500) yılında kaleme alınmış olan eser 213 beyitten müteşekkil küçük bir akâid
ve ilm-i hâl kitabıdır. Nevâyî, bu eserinde İslâm dininin itikadî ve amelî yönlerini
manzum olarak anlatmıştır.
İlk 38 beyit giriş ve eserin yazılma sebebinin anlatıldığı kısımdır. Eserde Nevâyî,
Hoca Ubeydullah Ahrar ile olan ilişkisini vurgulamış ve ona olan borcunu ödemek
için bu eseri kaleme aldığını belirtmiştir.
B) Mensur Eserleri
Münâcât:
Agâh Sırrı Levend, Ali Şîr Nevâyî hakkında hazırladığı dört ciltlik eserinin dördüncü
cildinde bu küçük risaleyi neşretmiştir (Levend, 1968, 4). Daha sonra Vahit Türk
“Ali Şir Nevaî’nin Münacatı” adı altında Ege Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı
Dergisinin 10. sayısında bu küçük risaleyi yeniden yayımlamıştır (Türk, 2001).
Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.
Bu eser, Câmî’nin Ali Şir Nevâyî’nin ricası üzerine kaleme aldığı Nefâhatü’l-Üns
min Hazarati’l-Kuds adlı Farsça sufi veliler tezkiresinin ilâveli olarak Çağataycaya
tercümesidir. Nevâyî eserinin başında çok beğendiği Câmî’nin bu eserini Türk
münevverlerinin istifadesine sunmak, Türk ve Hint meşayıhına ait eksiklikleri
tamamlamak gayesiyle tercümeyi düşündüğünü, eseri Hicri 881 tarihinde tercümeye
niyet ettiğini, ancak işin zorluğu dolayısıyla eserin yazımını ancak Hicri 901
(1495)’de tamamladığını tercümesinin bire bir değil, yer yer kısaltma biçiminde
olduğunu zikreder (Eraslan, 1979, 40-46).
Mecâlisü’n-nefâyis
Mahbûbü’l-Kulûb
Nevâyî, devlet yönetiminde faal görev yapmış biri olarak her türlü insanla
karşılaşmış, sultandan sokaktaki kimseye kadar toplumun değişik kesimlerinden
insanları tanıma fırsatı bulmuştur. O, kazandığı tecrübeleri Mahbûbü’l-Kulûb’la
anlatmak istemiştir. Eser, uzun bir hayatın tecrübelerini yansıtan, ahlak, terbiye ve
muamele düsturlarını içine alan didaktik bir eserdir.
Ahlâk kitabı niteliği taşıyan eser temel olarak üç bölümden meydana gelmektedir.
Eserin hemen başında arifane yazılmış bir mukaddime dikkat çeker. Nevâyî eserin
birinci bölümünde padişahlardan başlayarak vezirler, devlet adamları,
şeyhülislâmlar, kadılar, müftüler, müderrisler, tabibler, şairler, kâtipler, öğretmenler,
imamlar, hafızlar, müneccimler, tacirler, askerler, bekçiler, ekinciler, çalgıcılar,
dilenciler, kuşçular, hizmetçiler, kâhyalar, şeyhler, harâbatîler ve dervişler üzerinde
durarak bunları tablo hâlinde tasvir eder. Bu bölüm kırk fasıldan oluşur.
Eserin tasavvufî açıdan önemli olan ve on babdan oluşan ikinci bölümünde ise
Hamîde Ef’âl ve Zemîme Hısal başlığı altında “tevbe, zühd, tevekkül, kanaât, sabır,
tevâzu, zikir, teveccüh, rıza ve aşk” konularına yer verir.
21
diğer konuda aşk’tır. Nevâyi, aşkı üçe ayırır. Avam aşkı, havas aşkı ve sadıklar
aşkı...
Nevâyî, eserini Münâcât’taki gibi, secilerle dolu orijinal bir nesir üslûbu ile
yazmıştır. 906 (1500–1501) yılında yazılan bu eserin Türkiye kitaplıklarında ve yurt
dışındaki çeşitli kütüphanelerde yirmi altı nüshası bulunmaktadır. Eserle ilgili ilk
yayım Kononov’a aittir. Kononov, bu çalışmasında Sovyetler Birliğindeki sekiz
nüshayı karşılaştırmış ve yazıçevrimi yapmadan Arap harfli orijinal metni vermiştir.
1985 yılında Güzin Çöktü tarafından Yüksek Lisans tezi olarak hazırlanan çalışmada,
eserin yalnızca bir nüshasının yazıçevrimi verilmiştir. Zühal Ölmez’in eserin on iki
nüshasını karşılaştırarak kurduğu metin, notlar, gramer incelemesi ve dizinin yer
aldığı doktora tezi eser üzerine yapılmış en kapsamlı çalışmadır (Ölmez, Z., 1993;
Levend, 1968; Çöktü, 1985). Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.
Mizânü’l-evzân
Muhâkemetü’l-Lugateyn
Nevâyî’nin Türkçe’nin Farsça kadar yetkin bir dil olduğunu, hatta yer yer Farsçadan
daha üstün bir dil olduğunu ortaya koymak amacıyla kaleme aldığı eseridir. Eserde
Türkçe’nin Farsçaya göre ne kadar üstün olduğu üzerine durulmuş, bu durum
kanıtlanmaya çalışılmıştır. Nevâyî eserinde Farsça yazan gençlere sitem ederek,
onlara doğru yolu bulmaları ve Türkçe yazmaları gerektiğini öğütlemektedir. Bu
22
eserin diğer bir özelliği de Nevâyî’nin kendi eserleri üzerine de geniş bir bilgi
vermesidir.
Bu eser 19. yüzyıldan beri dikkatleri üzerine çekmiş ve eser üzerine çalışmalar
yapılmıştır. Bu çalışmalar içinde en dikkat çekeni Sema Barutçu Özönder’in
çalışmasıdır. Bu eser TDK yayınları arasından yayımlanmıştır (Özönder, 1996; bkz.
Gencei, 1323; Işıtman, 1941). Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.
İran hükümdarlarını dört tabakaya ayırarak İran’ın efsane tarihini anlatan bu eserde
Nevâyî İran’ın tarih ve mitolojisiyle ilgili geniş bilgi verir. Mensur olan bu eserde
yer yer iki beyitlik şiirlere de rastlanır. Nevâyî eseri kaleme alırken Nizâmü’t-
Tevârih, Camiü’t-Tevarih, Benaketî ve Taberî Tarihleri ile Gazalî’nin Nasihatü’l-
Mülûk, Şeyh Ebu Ali Miskeveyh’in Adabü’l-Arab ve’l-Fürs, Hamdu’llah-
Müstevfî’nin Güzide adlı eserlerinden faydalanmıştır (Levend, 1968, 1-2). Bu eser ve
Tarîh-i Enbiyâ vü Hükemâ Deniz Abik tarafından çalışılmıştır (Abik, 1993).
Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.
Zübdetü’t-Tevârih
Kaynaklara göre bu eser Tarîh-i Enbiyâ vü Hükemâ ile Tarîh-i Müluk-i Acem adlı
eserlerin birleşiminden müteşekkil bir eserdir. Bu eser üzerine Deniz Abik Türk
Dilleri Araştırmaları Yıllığı Belleten’de bir makale yayımlamıştır (Abik, 1999, 1-6).
Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.
Münşe’ât
Hamsetü’l-Mütehayyirîn
Ali Şir Nevâyi’nin yakın dostu Molla Câmî için yazdığı eseridir. Bir mukaddime, üç
makale ve bir hatimeden oluşmaktadır. Ali Şir Nevâyi eserini “risale” olarak
tanımlamış, beş bölümde de okuyucuları hayrete düşüren sözler olduğu için eserine
Hamsetü’l-Mütehayyirîn adını vermiştir. Mukaddime kısmında Câmî hakkında bilgi
verir. Birinci makalede Câmî ile olan yakınlığından bahseder, ikinci makalede Câmî
ile mektuplaşmasını anlatır, üçüncü makalede ise Câmî’nin eserlerinden (kitap ve
risale) bahseder, Hatime kısmında ise Câmî ile okuduğu kitaplar hakkında bilgiler
aktarır. Nevâyî külliyatlarının hepsinde yer alan bu eserin iki ayrı nüshasının daha
olduğunu Volin ve Agah Sırrı Levend aktarmışlardır (Volin, 1955, 99-141).
Hamsetü’l-Mütehayyirîn Deniz Abik tarafından yayımlanmıştır (Abik, 2006).
Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.
Ali Şir Nevâyî biyografi tarzındaki bu eseri yakın dostu Pehlevân Muhammed’in
ölümü üzerine yazmıştır. Eserde Pehlevân Muhammed’in kişiliği, onunla ilgili
hatıralar aktarılmaktadır. Eser dönemin sosyal ve kültürel yönlerine de ışık
tutmaktadır. İstanbul kitaplıklarında üç yazma nüshası bulunan eserin, Paris’te de bir
yazma nüshası mevcuttur. Bu eser Kemal Eraslan tarafından Türkiyat Mecmuasında
yayımlanmıştır (Eraslan, 1980). Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.
24
Vakfiyye
Şibânnâme
Eseri kalame alan Muhammed Salih, Şah Melik’in torunu ve Sultan Ebu Said
zamanında Harezm valisi olan Nur Said Bey’in oğludur. Muhammed Salih Şibân-
nâme adlı eseriyle tanınmıştır. Eser Şibân Han’ın savaşlarda kazandığı zaferleri
anlatmaktadır (Köprülü, 1945, 312-313). Eser Şibân Han’ın yaşadığı devre ışık
tutması, o devir hakkında bilgi vermesi bakımından önemlidir. Eserin Viyana Şehir
Kütüphanesinde bulunan nüshası üzerine ilk önce Vámbéry çalışmıştır (Vámbéry,
1885). Bir diğer yayın ise Melioranskiy’e aittir (Melioranskiy, 1908). Şibân-nâme
üzerine Türkiyede birkaç tez yapılmıştır (Yılmaz, 1988; Yeniay, 2000, Yengin,
2000). Tezimizde daha çok bu tezlerden yararlandık.
Cengiz soyundan gelen Şibân Han hükümdar olmasının yanında aynı zamanda bir
şair ve yazardır. Şiirlerinde çoğunlukla Şibân mahlasını kullanmıştır. Ancak kimi
kaynaklarda Şah Big Han Özbek şeklinde anıldığı da görülmektedir. 15. yüzyılın
ikinci yarısı ile 16. yüzyılın ilk yarısında yaşayan Şibân Han’ın bir Divanı, Bahrü’l-
Hüdâ adında bir mesnevisi ve bir fıkıh risalesi bulunmaktadır Şibân Han’ın klasik
şiirlerinin yanı sıra hece vezninde yazdığı hikmetli sözlerini de mevcuttur. Bu tür
şiirler yazması Ahmed Yesevî’nin etkisiyle olduğu düşünülmektedir. Fuad Köprülü,
Şibân Han’ın şiirlerinde en kolay vezinleri kullandığını, daha çok yarım kafiyeyi
tercih ettiğini, bu yüzden de klasik Çağatay şairi sayılamayacağını iddia etmiştir
(Köprülü, 1945, 311). Şibân Han’ın Divan’ının tek nüshası İstanbul Topkapı Müzesi
3. Ahmet Kütüphanesi No. 2436’da kayıtlıdır. Bu eser üzerine Özay Akbıyık yüksek
25
lisans, Yakup Karasoy doktora çalışması yapmıştır (Akbıyık, 1968; Karasoy, 1998).
Yakup Karasoy’un çalışması TDK tarafından yayımlanmıştır. Çalışmamızda daha
çok bu tezlerden yararlandık.
Şibân Han’ın küçük kardeşi Mahmud’un Han’ın oğlu olan Ubeydullah Han da Şibân
Han gibi hem hükümdar hem de şairdir. Eserlerine bakılarak sanata ve kültüre önem
veren biri olduğu, Arapça ve Farsçayı çok iyi bildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca dini
konularda da bilgi sahibiydi. Edebiyata vukufiyeti, aruz veznini ustaca kullanmasıyla
da anlaşılmaktadır. Kendi döneminde Yesevi tarzı hikmetli söz söyleme geleneğini
canlandırmaya çalışmıştır. Sufiyane tarzında yazdığı şiirleri hece vezninde ve
dörtlükler halinde kaleme almış ve bu şiirlerinde Kul Ubeydî mahlasını kullanmıştır.
Genellikle aşk, şarap ve dünyanın faniliği şiirlerinin konularını teşkil etmektedir.
En önemli eseri Divanı olan Ubeydullah Han’ın divanında Arapça ve Farsça şiirlerin
yanı sıra “Gayretnâme”, “Sabrnâme”, “Şevknâme” adlı mesnevilerle “Salavatnâme”
adında bir müseddes yer almaktadır. Taşkent Özbekistan İlimler Akademisi’nde
8951 numarada kayıtlı 346 varaklık bir külliyatta şunlar yer almaktadır: Farsça
Divan, Metâliü’l-Enfâs Hatirihi adlı Farsça bir manzume, Makâlât (Arapça şiirler),
Çağatayca Kitâb Mukaddimetü’s-salât, hikmetler ve Salavatnâme, Çağatayca Divan,
Dine ait başlıksız bir manzume, Şevknâme, Sabırnâme, Gayretnâme, mesnevi,
muammalar, terci-i bend, 3 manzume.
26
Babürnâme
Klasik sonrası dönem XVI. yüzyılın ikinci yarısı ile XIX. yüzyılın sonuna kadar
devam eden dönemdir. Bu dönemde Çağatayca yerini yavaş yavaş Özbekçeye
bırakmaya başlamıştır. Bu dönemin en önemli temsilcisi Ebu’l-Gazi Bahadır
Han’dır. Ondan başka Munis Harezmi, Agehî, Kâmil, İvaz Otar, Ömer Han ve oğlu
28
Muhammed Ali Hasan, Cihan Hatun, Muhammed Şerif dönemin önemli simaları
arasında sayılabilir.
Çağataycanın son dönemi hakkında detaylı bir çalışma yoktur. Eserlerin çoğu bugün
Özbekistandadır. Özbekistanda son dönem eserleri ile ilgili çalışmalar yapılmış ve de
yapılmaktadır. Çağatay edebiyatının son dönemi hakkında János Eckmann bir
makale kaleme almıştır (Eckmann, 1963, 121-156).
Şecere-i Türk
Son dönem Çağatayca şairleri de genelde Divan tarzında eserler kaleme almışlardır.
Bu dönemin en önemli siması Ebu’l-Gazi Bahadır Han onlardan ayrılarak iki önemli
mensur eser yazmıştır. Şecere-i Türk, Ebu’l-Gazi Bahadır Han’ın ölümü üzerine oğlu
Enûşe tarafından tamamlanmıştır. 15. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak
Harezm’de hüküm süren Yadigâroğlu Şibân Özbek hanlarının tarihini ve soylarını
belirlemek amacıyla yazılmıştır. Eserde Türk ve Moğol tarihine ait bilgiler de
aktarılmaktadır. Şecere-i Türk 1717’de Strahlenberg tarafından Tobol yakınlarında
bulunmuştur. Eser üzerine Türkiyedeki ilk çalışma Dr. Rıza Nur’un 1925 yılında
yaptığı çeviridir. Rıza Nur, Şecere-i Türk’ü Arap harfleriyle Türkiye Türkçesine
aktarmıştır. Eser üzerine en önemli çalışma Zühal Ölmez tarafından yapılmaktadır.
Eserin bir bölümü 2003 yılında “Şecere-i Türk’e göre Moğol Boyları” adı altında
yayımlanmıştır (Ölmez, Z., 2003). Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.
Şecere-i Terâkime
29
açıklamalardan meydana gelmektedir (Ölmez, Z., 1996). Tezimizde bu çalışmadan
yararlandık.
Diğer Eserler
Meyveler Münazarası
Mive Ceng Kitab, Nazm-ı Beyt-i Mücadele-i Bahs gibi adları bulunan bu eser bir
münazaradır. Münazarada meyveler sırasıyla üstünlüklerini, diğer meyvelerin
değersizliklerini anlatırlar. Gunnar Jarring koleksiyonunda yer alan yazmayı 1936’da
yayımlamıştır. Bu eser 116 beyitten oluşan bir mesnevidir. Eser Deniz Abik
tarafından Giriş- Metin ve Çeviri- Açıklamalar- Dizin ve Sözlük şeklinde
yayımlanmıştır (Abik, 2005). Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.
Bu eser Şibâniler devrinden kalma tefsirli bir Kur’an tercümesidir. Tefsirin iki
nüshası bilinmektedir. Nüshalardan biri Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi III.
Ahmed Bölümü numara 16’da kayıtlıdır. Yazmanının varlığı ilk kez Eckmann
tarafından duyurulmuştur (Eckmann, 1967, 53). Diğer nüsha ise Konya Yusuf Ağa
Kütüphanesi numara 6624/921’de kayıtlıdır. Eserin Topkapı nüshası üzerine İbrahim
Taş Yüksek Lisans Tezi hazırlamıştır (Taş, 2001). Tezimizde bu çalışmadan
yararlandık.
Nesebnâme Tercümesi
Sultan Mesud Mirza, Semerkand’da altı ay kadar saltanat süren Sultan Mahmud
Mirza’nın en büyük oğlu ve Semerkand ve Herat hükümdarı Ebu Said’in torunudur.
Babür ile kardeş çocuklarıdır. Küçük yaştan beri şiir yazmaya teşvik edilmiştir.
Şiirlerinde Şâhî mahlasını kullanan Mesud Mirza, Eckmann’a göre birinci sınıf bir
şair değildir. Gazellerinden birinde Nevâyî ile aynı ayarda övünmesine rağmen,
gerçekte aynı ayarda bir şair değildir (Eckmann, 1970, 13-36). Şâhî bir tasavvuf şairi
değildir. Aruzu iyi bilir ve şiirlerini değişik vezinlerle yazar. Şâhî’nin en önemli eseri
Divan’ıdır. Şahi Divanı üzerine bilgileri Eckmann’ın kaleme aldığı “Bilinmeyen Bir
Çağatay Şairi Şahî ve Divanı” adlı makaleden öğreniyoruz. Eckmann Londra’da
India Office Kitaplığında Türki MS 23 ve Türki MS 25’de tespit ettiği iki küçük
yazmada Şahî’nin şiirlerine rastlamış ve bu yazmaları tanıtmıştır. Makalede
Eckmann, Şâhi Divanından örnek şiir parçaları da vermiştir (Eckmann, 1970, 13-36).
Çağatayca Sözlükler
Tezimizi hazırlarken temel olarak Çağatayca metinleri esas aldık. Bunun yanı sıra
eserlerin sözvarlığı ile Çağatayca sözlüklerin sözvarlığını da karşılaştırma imkanı
bulduk. Bazen sözlüklerde metinlerde hiç rastlamadığımız sözcüklere rastladık ve
bunu da sözcükleri açıklarken belirttik. Burada yararlandığımız Çağatayca
sözlüklerden de kısa bahsetmek istiyoruz.
31
Abuşka Lûgati
Senglah
Bir diğer Çağatayca sözlük de Senglah’tır. Sözlük Mirza Mehdi Han tarafından
yazılmıştır. Eserin British Museum’da iki, Oxford Bodleian Kütüphanesinde, Londra
School of Oriental Studies Kütüphanesinde, Paris ve Tahran Milli Kütüphanelerinde
birer yazması bulunmaktadır. Senglah’ın British Museum’daki nüshası ilk kez Rieu
tarafından 1888’de yayımlanan katoloğunda tanıtılmıştır. Senglah’ta 6000 kadar
sözcük yer almaktadır. Maddebaşlarındaki sözcüklere örnek teşkil eden beyit ve
mensur parçalar da yer almaktadır. Senglah üç bölümden oluşmaktadır. Küçük bir
Çağatayca gramer olan Mabâni’l-lûgat, sözlük kısmı ve Nevâyî’nin kimi eserlerinde
geçen bazı Arapça ve Farsça sözcük ve ifadelerin açıklamalarının olduğu kısım.
32
Lûgat-ı Çagatay ve Türkî-i Osmânî
Bir diğer Çağatayca sözlük de Şeyh Süleyman Efendi’nin Lûgat-i Çagatay ve Türkî-i
Osmânî adlı sözlüğüdür. Sözlükte 7000 kadar sözcük yer almaktadır. Eser Ignaz
Kúnos tarafından kısaltılarak Almanca olarak yayımlanmıştır (Kunos, 1902). Eserin
tıpkıbasımı Mehmet Ölmez’in yayımladığı Türk Dilleri Araştırmaları Dergisi 13.
ciltte yayımlanmıştır (TDAD, 2003).
Dictionnaire turk-oriental
Kelürnâme
33
2. ADDAN AD YAPIM EKLERİ
Gabain’e göre bu ekler küçültme ve sevgi bildirir. Gabain bu ekler için Eski
Türkçede, çöbik ‘çöp, bulanıklık’ (< çöp ‘çöp ve benzeri şeyler’ + ik), yulak ‘derecik,
küçük çay’ (< yul ‘çay, dere’ + ak) örneklerini vermiştir (Gabain, 1941 (20033), 45).
Ramstedt de -ak ekinin bir küçültme eki olduğunu ifade etmiştir. Tarihi ve günümüz
Türk dillerinin birçoğunda türetme eki olarak bulunur (Ramstedt, 1952, 212).
Kononov, TDAY-Belleten’de yayımlanan “İsimlerin ve Sıfatların Küçültme Şekilleri
ve Söz Yapımı” adlı makalesinde +ak/+ek (< gak) biçiminde aktardığı ek için Tü.,
Kırg. ve Özb.’den baş+ak, Tü. top+ak ve Tü. yan(ŋ)+ak örneklerini aktarır ve bu
ekin eklendiği sözcüklere nesnenin vazifesinin ayniyetine ya da görünüşüne göre
yeni bir anlam kazandırdığını belirtir (Kononov, 1968, 81-88).
Marcel Erdal’a göre ise bu ekler Eski Türkçede zayıf bir türetme işlevine sahiptirler.
Nesne adları kendilerine benzer diğer adlardan türetildiklerinde, +Ak ekinin
kullanımında mecazî bir anlam ortaya çıkmaktadır. Marcel Erdal buna örnek olarak
kapak sözcüğünü vermiştir. kapak: ‘kapak, havacıkapağı’ (Ht V: a17 ve 22; DLT I:
382) sözcüğü kap ‘şarap kapağı ya da başka bir şeyin kapağı’ sözcüğünden gelmiştir
(Erdal, 1991, 40).
34
Marcel Erdal ayrıca +Ak eki almış bazı adların kırsal bölgelerin özelliklerini
gösterdiğini ifade etmektedir. Bu DLT’de ‘az su akan kanal’ anlamı verilen yul+ak
sözcüğü için söylenebilir. Ona göre +Ak ekinin bir başka işlevi de hayvan adlarından
başka hayvan adları türetmesidir. adgırak ‘beyaz ayaklı antilop’ sözcüğünün adgır
‘aygır’dan geldiği düşünülmektedir (Erdal, 1991, 42).
+Ak ve +Ik ekleri Eski Türkçeden sonra Çağataycada da küçültme bildirir. Ancak
Çağataycada çok yaygın bir ek olduğu söylenemez. Bu ekle küçültme işlevinde
türemiş en belirgin sözcüklerden biri başak ‘başak; ok, temren, okun ucundaki demir
(< baş ‘baş’ + ak)’tır.
Karahanlı Türkçesi metinlerinden beri Tarihi Türk dillerinin sözvarlığında yer alan
sözcük DLT’de başak ‘ok başı, okun ya da mızrağın başına geçirilen demir, temren’
şeklinde verilmiştir (DLT I: 378; DanKelly, 1985, 67). Sözcüğe Harezm Türkçesinde
başak ‘mısır başağı’ (KutbHŞ: 28), ‘okun başı’ (MNa: 91 [EDPT: 378b]); Eski
Kıpçakçada başak ‘okun ucundaki sivri demir’ (KTS: 24) anlamlarında rastlıyoruz.
Sözcük Çağatayca sözlüklerde başag / başak biçiminde ve ‘sünbüle, huşe, ekin başı,
ok başı’ anlamlarıyla kaydedilmiştir (Seng. 124r4; LÇ: 69a; AŞNL I: 233).
Vámbéry’de ise başag / başak ‘başak; ok başı’ açıklaması verilmiştir (Vámbéry,
1867, 242b).
VEWT ve DTS’de sözcük ‘uç, sivri uç, mısır başağı, okun ya da kargının ucuna
geçirilen demir, temren’ şeklinde açıklanmıştır (VEWT: 64; DTS: 87). Clauson ise
sözcüğün baş ‘baş’ sözcüğüne küçültme eki getirilerek türetildiğini söyler, (< baş +
ak), ayrıca ‘küçük uç’ anlamına gelen sözcüğün önceleri ‘ok ucu’ karşılığında,
sonraları ise ‘mısır başağı’ karşılığında kullanıldığını belirtir (EDPT: 378b).
Marcel Erdal, sözcüğünün kökünü baş ‘baş, başlangıç’ adına bağlamış ve ‘okun ya
da mızrağın ucundaki demir başlık’ karşılığını vermiştir (Erdal, 1991, 40).
Hasan Eren, Etimolojik Sözlüğünde başak için ‘arpa, buğday gibi ekinlerin, taneleri
taşıyan başı’, Anadolu ağızlarında ‘tarlalarda kalmış ya da dökülmüş başak’ olarak
da kullanılır. Orta Türkçede “okun ya da kargının ucuna geçirilen demir, temren”
şeklinde bir açıklama getirmiştir (TES: 42).
Tietze sözcüğü baş + küçültme eki olan –ak biçiminde açıklamış ‘ekinin taneleri
taşıyan kılçıklı başı’ anlamını vermiştir (TETL: 290a). Tarama Sözlüğü’nde başak
35
maddesi için ‘okun ucundaki sivri demir’ tanımlaması verilmiş, Kamus-i Osmanî
tanık olarak gösterilip eserden alınan şu cümle örnek olarak aktarılmıştır: ‘... Ok
dermeni, mızrak timürü, okun ucundaki sivrü timür ki Türkçede başak tabir
olunurmuş’ (TarS I: 419). Derleme Sözlüğü’nde başak I maddesinde altında yer alan
sözcük için ‘1. Tahıl ve meyveleri devşirdikten sonra geriye kalan döküntüler (...), 2.
Sigara izmariti’ tanımı yapılmıştır (DS II: 550). TS’de ise şu şekilde bir tanım yer
almaktadır: ‘1. Arpa, buğday ve yulaf gibi ekinlerin taneleri taşıyan kılıçlı başı (...),
2. Halk ağzında tarlalarda, bağlarda dökülmüş, tek tük kalmış ürün’ (TS: 213).
Sözcüğün Türkçe baş (~ Çuv. puś) kökünün bir türevi olduğu açıktır. Radloff’a
borçlu olduğumuz bu açıklama Brockelmann (Brockelmann, 1954, 64), Ramstedt
(Ramstedt, 1957, 109), Räsänen (VEWT: 64), Eren (TES: 43) gibi yazarlarca
benimsenmiştir. Yegorov da bu açıklamaya katılmıştır (ÊS: 169-170). Sevortyan da
bu açıklamayı doğrulamıştır (ÊSTYa, 1978, 89-90).
(SD: 797)
(HBD, 87: 3)
budag: Marcel Erdal’ın bu ekle türemiş olduğuna inanmadığı ancak bizim Talat
Tekin’in görüşüne katılarak bu ekle biçimlendiğine inandığımız bir sözcük Eski
Türkçede budık ‘dal’, Çağataycada budag ‘budak, filiz, sürgün’ biçiminde bulunan
sözcüktür.
meclisi de ökte hükmler sürer çagı, barça icra-yı ahkam bir budagı
(MKb: 63b11)
yarattuk biz sizlerniŋ ataŋıznı … tofrakdın va siz anıŋ butagı sizler … pas yarattuk
(ÇKT: 32b25)
37
altında açıkladığı sözcüğü ‘bir cins doğan’ şeklinde anlamlandırmıştır (TETL: 466a).
Bunun yanında çakır sözcüğü Çağataycada çakır kanat ‘bir tür ördek’ (Vel. 234),
çakır ‘gri-gözlü’, çakır kanat ‘bir tür su kuşunun adı’ (Seng. 207v23) gibi ifadelerde
de karşımıza çıkmaktadır.
yana yazı kuşlarıdın togdak ve togdarı, çagruk, kıl kuyrug, kula purga, yapalag,
kuladu, leglek, çaylak, kara kuş, télbe kul, cıkcıg dék kuşlarnı atları yoktur.
(ML: F779b1)
Gabain sözcüğü eş ‘eş’ kökünden getirmeye çalışmıştır (Gabain, 1941 (20003), 45).
Doerfer sözcüğün Arapça, Rusça ve Kafkas dillerinden bazılarına (Lazca vb.)
geçtiğini aktarmış, bu dillerde aldığı biçimleri de vermiştir (TMEN II: 486). Räsäsen
de sözcüğü eş ‘dost, arkadaş’ sözcüğü + (g)äk küçültme ekinden getirmiştir (VEWT:
51). Clauson, eşgek sözcüğünün ikincil bir biçimi olan eşek sözcüğünü eş- ‘eşmek’
eylemine dayandırmıştır (EDPT: 260a). Marcel Erdal bu sözcüğün eş adına gelen
+gek küçültme eki ile türemesinin imkansız olduğunu belirterek sözcüğü eylemden
ad türeten –gAk eki ile türemiş sözcükler arasında vermiştir. Ayrıca Erdal,
Doerfer’in karşılıklı bir görüşme sırasında bu sözcüğün eş- ‘rahvan gitmek’
eyleminden –gAk eki ile türemiş bir ad gövdesi olduğunu düşündüğünü kendisine
bildirdiğini de aktarmıştır (Erdal, 1991, 393; ayrıca bkz. TMEN II: 486).
Talat Tekin ET eşgek sözcüğünün Altay dilleri teorisine göre aynı anlamdaki Moğ.
elcige(n) < *elçike(n) sözcüğüne denk sayıldığını ifade etmiş, bu denkliğin itiraz
edilecek tek noktasının eşgek biçiminde sonseste fazla bir /k/ bulunması olduğunu
belirtmiştir. Halaççadaki eşge biçiminin de bu denkliği desteklediğini aktarmıştır.
Talat Tekin, Halaççadaki eşge biçimine bakarak sözcüğün +k eki ile türemiş bir
küçültme biçimi olduğunu ifade eder. Mustafa Kaçalin de Tekin’in bu görüşüne
katılmıştır (Tekin, 1994a, 244-281; Kaçalin, 2006, 123).
onbigi ve yahşı-lar ildin yıgıp iş iştürüp yüz kulaç argamçi ve altı oglaklı içki ve éki
tulum çökelik ve bir eşek bérdiler
(ŞTe: 105b9)
38
sakalı şeyh-i riyayiga gerçi kéldi haram
(BV, 520: 5)
kırak: +Ak eki ile türemiş sözcüklerden biri de kırak ‘kenar, ağız, kıyı, sınır’ (< kır
‘yan, kenar; dağ, tepe’ + ag/k) sözcüğüdür. Eckmann sözcüğe Hâmidi’nin Yusuf u
Zeliha Mesnevisinde (HYZ: 67b10) rastlandığını belirtmiştir (Eckmann, 1966, 53).
Räsänen sözcüğü kır ‘dağ, tepe’ sözcüğüne bağlamış ve sözcüğün kökünün günümüz
Türk dillerindeki biçimlerini aktarmıştır (Kaz., Tel., Sag. kır ‘kenar, köşe, yan’; Çuv.
hır ‘tarla, alan; bozkır’ vb.) (VEWT: 265).
Sözcüğe Tarihi Türk dillerinden Eski Kıpçakçada kırag, kıraŋ, kırıg ‘kenar, yan,
kıyı’ biçimlerinde rastlarız (KTS: 144).
39
halkdın yüz deşt yol tutsun kırak ol zar kim
(FK, 601: 6)
(BV, 381: 1)
köykenek (< *köykö ‘şahin’ + (n)ek) sözcüğü de +Ak küçültme eki ile türediğine
inandığımız sözcüklerden biridir. Çağatayca sözlüklerde köykenek ‘muymul
cinsinden bir kuş, kartal cinsinden av kuşu, doğana benzer bir av kuşu’ karşılıklarıyla
yer almıştır (Abuş. 368; Seng. 307v25; LÇ: 263a; DTO: 480).
Alka İvliniŋ ma‘nası muvafık témek bolur, tamgasının sureti bu turur: kuşı köykenek
(ŞTe: 82b9-10)
(ŞHD: 151a5)
oglak: Bu ekle türemiş bir diğer ad da ‘keçi yavrusu’ anlamındaki oglak (< ogul
‘oğul’ + ak) sözcüğüdür. Sözcük Çağatayca sözlüklerde oglak ‘keçi yavrusu’
şeklinde verilmiş (Seng. 77v24; LÇ: 35a; DTO: 68) ve etimolojik sözlüklerde ogul
40
‘oğul’ +ag/k ‘keçi yavrusu’ şeklinde açıklanmıştır (VEWT: 358; DTS: 363; EDPT:
85a; Erdal, 1991, 41).
(ŞTe: 102b2)
(SD: 213)
sapag/sapak: Çağataycada +Ak eki ile türediğini düşündüğümüz bir diğer biçim de
sapag/sapak ‘yaprak ve çiçek sapı’ (< sap ‘sap’ + ag/k) sözcüğüdür. Bu sözcüğe
metinlerde rastlamadık, ancak Çağatayca sözlüklerde sapag/sapak biçiminde ve
‘kulp, kabza, sap, yaprak ve çiçek sapı’ anlamıyla kaydedilmiştir (Seng. 228b18; LÇ:
177a; DTO: 333; AŞNL III: 43).
solak ‘sol elini kullanan’ (< sol ‘sol’ + ak) sözcüğü yön anlamı gösteren sol
sözcüğünden türemiş küçültme anlamı taşıyan bir sözcüktür. Taradığımız Çağatayca
metinlerde rastlamadığımız sözcük Çağatayca sözlüklerde solak biçiminde ve ‘sol
elini kullanan’ anlamıyla kaydedilmiştir (Seng. 246a19; DTO: 360).
Räsänen sözcüğü solak ‘dalak’ şeklinde açıklamış ve sol ‘sol’ köküne dayandırmıştır
(VEWT: 427). Clauson sol ya da *sola- köküne dayandırdığı sözcüğün kökeninin
muhtemelen Moğ. sologay ‘sol, sol el, sol elli’ sözcüğüne dayanabileceğini ifade
etmiştir (EDPT: 826a; 827b). Ancak sol kökü daha tutarlı gözükmektedir. Orta
Türkçede bu sözcüğün yanında solamuk biçimi de kullanılır (DLT I: 487; DanKelly,
1985: 165). Eski Kıpçakçada solak ‘solak’ anlamında kullanılmıştır (KTS: 239).
Osmanlıcada ise sözcüğün anlamı genişlemiş ve ‘sultanın sol tarafındaki kişisel
korumalar’ anlamını kazanmıştır (TTS II: 832). Hasan Eren sözcüğün sol ‘sol’ + ak
41
biçiminde türediğini ifade etmiş ve günümüz Türk dillerinde yaşayan hallerini
vermiştir: Az. solahay, Nog. solakay, Blk. solakay, Kırg. sologoy, Kaz. solakay,
KKlp. solakay, Kara Kalpakçada şebekey sözü de geçer. Bşk. hulakay, Çuv. sulahay
(TES: 373).
koltug/k ‘koltuk, koltuk altı; koyun’ (< kol ‘kol’ + tug) sözcüğünün varlığı küçültme
ifade eden +tIk ekinin nadir de olsa Çağatayca’da bulunduğunu göstermektedir.
Sözcüğe Mahbubu’l-Kulub (MKb: 30b1), Çağatayca Kur’an Tefsiri gibi metinlerde
rastlanmaktadır. Çağataycada sözlük koltug/koltuk biçiminde ve ‘koltuk’ anlamıyla
kaydedilmiştir (Seng. 290r8; DTO: 435).
(MKb: 30b1)
va lavsnı özide ya burut almakdın va tırnak késmek koltuk natfı va anıŋ dék … va ta
vafa kılgaylar
(ÇKT: 35a15)
Eski Türkçeden beri görülen +(X)ç ekinin en belirgin görevi sevgi, küçültme ve
okşama gösteren sözcükler türetmektir. Ramstedt bu ekin Eski Türkçe +çı, +açı
ekinden çıkmış olabileceğini düşünmektedir (Ramstedt, 1952, 215 [Räsänen, 1957,
92]). Marcel Erdal da bu ekin en belirgin görevinin sevgi ifade eden sözcükler
42
türetmek olduğunu ifade eder. Erdal ayrıca bu ekin kan bağını göstermek için
akrabalık terimlerine eklendiği de belirtmektedir. Bir diğer ifadesinde de bu ekin
hitapla ilgili olarak da kullanıldığını söyler, ona göre bu ek a hitap ekiyle birlikte
görülmektedir. Erdal, EDPT’den ataçım ‘sevgili ağabeyim’ (< ata ‘baba’ +ç + ım),
anaçım ‘anacım’ (< ana ‘ana’ +ç+ım) örneklerini aktarır (Erdal, 1991: 44-46).
Eckmann bu sözcüğün Teleütçe karılık ve Radloff’ta yer alan yine aynı sözcükle
(karılık) (Wb II: 176) karşılaştırılmasını önerir (Eckmann, 1966, 52). Doerfer
kaldīrgaç maddesinde verdiği sözcüğün Moğolcada Türkçeden bir alıntı olduğunu
belirtmiştir. O, sözcüğün kökü konusunda herhangi bir açıklama yapmamıştır
(TMEN III: 1513). Räsänen sözcüğün kökeni hakkında bir şey belirtmemiş, ancak
sözcüğü karlagaç ‘kırlangıç’ şeklinde açıklamış ve sözcüğün Tarihi ve günümüz
Türk dillerindeki biçimlerini vermiştir (VEWT: 238). Clauson sözcüğün en eski
biçimini kargılaç olarak belirtmiş ve karlıgaç biçimine göçüştüğünü ifade etmiştir.
Sözüğün ilk biçiminde +laç olan ekin daha sonra +gaç biçiminde görüldüğünü ve
daha sonraki dönemlerde önemli sesbilgisel değişimlere uğradığını söylemiştir. Buna
delil olarak da Özb. kaldirgoç; Az. garanguş; Osm. kırlangıç; Tkm. garlavaç vb.
43
biçimlerini aktarmıştır. Ayrıca Türkçenin Tarihi dönemlerindeki biçimlerini de
vermiştir: DLT kargılaç ve göçüşmeli biçimi karlıgaç (DLT I: 526); HarT. karlugaç;
Çağ. karluwaç ve karlugaç biçimleri görülür (EDPT: 657b). Marcel Erdal,
Clauson’la aynı görüşü paylaşmıştır (Erdal, 1991, 84). Talat Tekin, Sibirya Türk
dillerindeki karılık ~ karılıgaş örneklerini de göz önünde tutarak Clauson’un
görüşüne karşı çıkar. Marek Stachowski, Teleütçedeki karılık biçiminin *karalık gibi
bir biçimi düşünmemizi sağladığını ve burada kök olarak *kara ‘siyah, kara’
sözcüğünü aramamıza neden olduğunu belirtmiştir. Ancak ona göre, buradaki anlam
ilişkisi açık ve anlaşılırsa da a ~ ı değişimini açıklamak biraz güçtür. Stachowski,
sözcüğün Türk Dillerindeki yanbiçimlerine bakıldığında ilk şeklinin *karılıgaç
olarak düşünülmesi, bunu da *karılık + *-(g)aç olarak çözümlememiz gerektiğini
belirtmiştir, ayrıca bu *karılıgaç biçimininin Sibir dillerinden Matorcada Türk
dillerinden ödünç bir öge olarak karlagaş biçimiyle yer aldığını da aktarmıştır
(Stachowski, 1995, 85-96).
Kononov, +(X)çUk ekinin Türkçe ve Özbekçede sevgi ifadesi katan bir küçültme eki
olduğunu ancak söz yapımı içinde geniş ölçüde kullanıldığını belirtir (Kononov,
1968, 81-88). Siemieniec de +(X)çUk ekinin küçültme anlamı dışında bitki adları
yapmak gibi bir işlevi bulunduğunu da ifade etmektedir (Siemieniec, 1989, 111).
44
Bu ekler de +(X)ç eki gibi Eski Türkçeden beri görülürler. Eski Türkçede çok yaygın
olmasa da özellikle +çAk eki ile türemiş sözcüklere rastlarız: Gabain, bıçak, biçäk
‘çakı’ (< bı ‘bıçak’ + çak) ve kolıçak ‘kolcuk’ (< kol ‘kol’ + (ı)çak) örneklerini
aktarır (Gabain, 1941 (20003), 43). Karahanlı Türkçesinde de bu eklerle biçimlenmiş
sözcüklere rastlarız. bagırçak ‘semer’ (< bagır ‘bağır’ + çak) (DLT I: 502;
DanKelly, 1985, 63), bakaçuk ‘bakanın küçültmesi. Bu, eğe kemiği ile kol
arasındaki et parçasıdır’ (< baka ‘kurbağa’ + çuk) (DLT III: 226; DanKelly, 1985,
65), urunçak ‘emanet’ (< *urun + çak) (KB: 3781).
begçek ‘küçük bey’ (< beg ‘bey’ + çek) (BBev. 40a12) sözcüğü +çAk ekiyle türemiş
ve küçültme anlamı taşıyan yeni bir ad gövdesidir.
+çAk ekiyle türemiş bir başka küçültmeli biçim de çukurçak ‘küçük çukur,
çukurcuk’ (< çukur ‘çukur’ + çak) sözcüğüdür. Çağatayca metinlerden
Babürnamede rastladığımız biçim çok yaygın bir kullanıma sahip değildir (BN:
127a14). Sözcüğün kökü olan çukur sözcüğü Çağatayca sözlüklerde ‘çevf, lagım
kuyusu, derin, çukur’ anlamıyla verilmiştir (LÇ: 156b; DTO: 297).
köprük bile darvaza arasıdagı bulandlık puştanıñ üstide yol ortasıda kalın
çukurçaklar kazıp has-puş kılıp édiler
(BN: 127a14)
Çağatayca +çAk ekinin alet ve nesne adı türettiği de görülür. Ancak sözcüğün bu
kullanımının da çok yaygın olduğu söylenemez. Çağataycada bu işlevde türemiş
biçimler için şu örnekleri de buluruz:
45
alınçak ‘atın alın süsü’ (< alın ‘alın’ + çak) sözcüğü +çAk ekiyle türemiş bir nesne
adıdır. Çağatayca metinlerde rastlamadığımız sözcük için Senglah’ta alınçak ‘atın
alın süsü’ karşılığı verilmiştir (Seng. 17b18).
ocak: Bu ekle türediğini düşündüğümüz bir sözcük de ocak ‘ocak’tır. Räsänen ocak
‘ocak’ sözcüğünün gelişimini ocak < *oç + ak biçiminde vermiş ve sözcüğün ot
‘ateş’ sözcüğünden türediğini belirtmiştir (VEWT: 356). Clauson sözcüğü oçok/oçak
biçiminde maddebaşı olarak vermiş, ancak sözcüğün gelişimi ya da kökeni ile ilgili
herhangi bir açıklamaya yer vermemiştir (EDPT: 22b). Mustafa S. Kaçalin ise ocak
‘ocak’ sözcüğünün de bu ekle otçak < ot ‘ateş’ + çak biçiminde türemiş olabileceğini
belirtmiş ve +çak ve +çık eklerinin kendisinden önceki /k/ /k/’yi düşürdüğü çocuk (<
*çok + çuk), göcek (< kök + çek ‘yeşil ekin’) sözcükleri gibi kendinden önceki /t/’yi
de düşürmesi şeklinde bir durum olup olamayacağını sorgulamıştır (Kaçalin, 2006,
128). Ancak bu sözcüğün etimolojisi ile ilgili bir kesinlik yoktur. Bu konuda bizim
görüşümüz de Räsänen ve Mustafa S. Kaçalin’le aynı doğrultudadır.
(GS, 59: 5)
soŋ şayed bir nemerse kalgan bolgay tép yurtka bardı érse kördi kim ocak içinde bir
yaş érkek oglan yatıp turur
(ŞTe: 102b1-2)
yançak ‘atın yanlarına bağlanan zırh’ (< yan ‘kenar, yan’ + çak) sözcüğü de bu ekle
türemiş bir diğer yeni gövdedir. Metinlerde rastlamadığımız bu sözcük Çağatayca
sözlüklerde yancak ve yançak biçimlerinde görülmekte ve ‘atın yanlarına bağlanan
zırh, yanpuri giden hayvan; at takımı’ şeklinde açıklanmaktadır (Seng. 339a4; LÇ:
300a; DTO: 536).
46
yarguçak ‘eldeğirmeni’ (< *yargu+çak) da bu ekle biçimlenen yeni bir ad
gövdesidir. Bu ek eklendiği sözcüğe alet adı anlamı katmıştır. Sözcük Çağatayca
sözlüklerde yarguçak ‘eldeğirmeni’ şeklinde kaydedilmiştir (LÇ: 291b; DTO: 522).
Vámbéry yargućak ‘eldeğirmeni’ karşılığını vermiştir (Vámbéry, 1867, 345b).
(BV, 311:3)
+(X)ç’nin bir diğer genişlemiş biçimi de +(X)çUk ekidir. +(X)çUk eki de diğer ekler
gibi küçültme, âlet adları ve sıfatlar yapar.
almaçuk ‘küçük elma bahçesi ?’ (< alma ‘elma’ +çuk) sözcüğü bu şekilde türemiş
bir sözcüktür. Nesebname Tercümesinde rastladığımız sözcüğün anlamı çok belirgin
değildir. Ancak sözcüğün geçtiği cümleden elma ağaçlarının bol olduğu bir yerin
kastedildiği, yani bir yer adı olduğu çıkarılabilir. Ancak ekin sözcüğe kattığı anlamla
bu yer küçük bir elma bahçesi olmalıdır (NT: 121).
tekin tamı suy, almaçuk suy, bina öŋerdi suy, üç baş suy, yigdelik suy, hasnıŋ suy
(NT: 121)
(ŞN2: 2740)
tagarçuk ‘küçük torba, çanta’ (< Far. tagar ‘torba, çanta; çanak, dağar’ + çuk) da bu
ekle türemiş bir nesne adıdır. Ek sözcüğe hem küçültme hem de nesne adı anlamı
katmıştır. Çağatayca metinlerde rastlamadığımız bu sözcük Çağatayca sözlüklerden
Senglah’ta tagarçuk ‘küçük torba, çanta’ şeklinde yer almaktadır (Seng. 157a23).
47
Sözcüğün kökeni Lugat-ı Çağatay’da tagar ‘kab, zarf; torba, kise ve halte’ şeklinde
açıklanmıştır (LÇ: 101a). Vámbéry, tagar için ‘çanak, kâse; kap’ karşılığını vermiştir
(Vámbéry, 1867, 255b).
Sözcük DLT’de tagar ‘buğday ya da başka şeyleri içeren bir kap’ şeklinde
geçmektedir (DLT I: 411). DanKelly’de ise ‘buğday koyulan kap’ anlamı verilmiştir
(DanKelly, 1985, 174). Sözcük Kıpçakça metinlerde tagar ‘omuz’ anlamıyla yer alır.
tagarçuk sözcüğü ise bu metinlerde ‘dağarcık’ anlamıyla geçmiştir (KTS: 258).
Sözcük TDK Türkçe Sözlük’te dağar biçiminde ‘1. ağzı yayvan, dibi dar toprak kap;
2. dağarcık’ anlamlarında verilmiş ve Farsça tagar biçiminden geldiği belirtilmiştir
(TS: 458).
Räsänen tagar sözcüğü için Orta Türkçe’de ‘tahıl çuvalı’, Çağ.’da tagar ‘yiyecek
konulan büyük çuval, eyerin üzerine konulan tahıl kilesi; kap, çorba kâsesi’
karşılıklarını vermiştir (VEWT: 454). DTS’de ise sözcük tagar ‘torba’ şeklinde
açıklanmıştır (DTS: 526). Clauson sözcüğün kökeni olan tagar sözcüğü için ‘büyük
kap’ anlamını vermiştir. Doerfer’i kaynak göstererek sözcüğün Farsça ya da başka
bir dilden ödünç alınmış olabileceğini ifade etmiştir (EDPT: 471b). Muhtemelen
Farsça tagar sözcüğüne Türkçe +çuk ekinin eklenmesiyle türemiştir.
yançuk (< yan ‘yan’ + çuk) sözcüğü de yan adından bu ekle türemiş bir sözcüktür.
Sözcük Çağatayca sözlüklerde yancuk ve yançuk biçimlerinde ve ‘kese, cep, çanta,
cüzdan ya da paket’ anlamlarıyla verilmiştir (Seng. 339r7; LÇ: 300a; DTO: 536).
Sözcük taradığımız Çağatayca metinlerde görülmemiştir.
Sözcük DLT’de yançuk şeklinde ve ‘cüzdan’ anlamıyla yer almaktadır (DLT III: 45).
Eski Kıpçakça metinlerde yançık ve yançuk ‘kese, para kesesi, torba’ biçimlerine
rastlanmaktadır (KTS: 310). Sözcük Osmanlıcada da yancuk ve yancık ‘cüzdan’
biçiminde varlığını sürdürmüştür (TTS I: 778; II: 990; III: 763; IV: 835).
Derleme Sözlüğünde ise şu anlamlarda yer alır: yancık II ‘1. Köylü kadınların
yanlarına sarkıttıkları süsler; 2. Kadınların yün eğirirken sol kalçalarına astıkları ve
üstünde iğ çevirdikleri kösele parçası’; yancık III ‘çobanların azık çantası’; yancak
III ‘çoban dağarcığı’; yancak V ‘meşin önlük’ (DS XI: 4162).
48
DTS’de sözcük yançık ‘torba, heybe’ şeklinde kaydedilmiştir (DTS: 232). Clauson
yançuk biçiminde maddebaşında verdiği sözcük için ‘cüzdan, kemerde asılı küçük
çanta’ anlamını vermiş ve bazı ufak tefek ses değişimleriyle diğer Türk dillerinde
yaşadığını bildirmiştir (EDPT: 945a).
yarımçuk ‘yarısı tamamlanmış’ (< yarım ‘yarım’ + çuk) sözcüğü +(X)çUk ekiyle
türemiş bir sıfattır. Çağatayca sözlüklerde bu sözcük için yarımçuk ‘yarım tamam,
tamamlanmamış’ karşılığı verilmiştir. (Seng. 329r23; DTO: 524).
(NN, 550: 6)
(TEH: A731b9)
2.1.3. +kIñA
Ekin asıl biçimi Toŋ 9 ve KT D 34’te azkıŋa örneğinde görülür (Tekin, 2000, 84).
Eski Uygurcada +kIyA biçiminde de görülür. Eski Türkçede bu ekle biçimlenmiş pek
çok sözcük görülür. Gabain’den şu örnekleri aktarabilir: birkinye mün ‘bir tek
günah” (< bir ‘bir’ + kinye) (M I: 23, 32), ançakıa yme ‘çok az’ (< ança ‘az’ + kıa)
(U IV: A272) (Gabain, 1941 (20003), 105).
49
kıya) (DLT III: 170), sözgine ‘az söz’ (< söz ‘söz’ + gine) (DLT III: 359); azrakkına
‘daha az, birazcık’ (< az “az” + rak+ kına) (KB: 6633), vb.
Ek Eski Kıpçakça metinlerde en çok görülen küçültme ekidir. atkına ‘küçük at,
atçık’ (< at ‘at’ + kına) (KK: 56), beygine ‘beycik, küçük bey’ (< bey ‘bey’ + gine)
(KTS: 29), çandırgına ‘zayıfça’ (< çandır ‘Türk veya gayrısından cinsleşmiş olan’
+ gına) (KTS: 46), vb.
kuşkına / kuşgına ‘küçük kuş’ (< kuş ‘kuş’ + g/kına) biçimi Çağataycada ad
köklerine gelerek küçültme anlamında yeni ad gövdeleri türeten +kInA ekiyle
türemiş bir biçimdir. Sözcük Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta kuşgına ‘küçük kuş’
şeklinde açıklanmıştır (Seng. 288b4).
(LM: 851)
künkine ‘güncük, bir günlüğüne’ (< kün ‘gün’ + kine) sözcüğü de bu ekle
biçimlenmiş bir sözcüktür. Ali Şir Nevâyî’nin Leyla vü Mecnun adlı mesnevisinde
tespit ettik.
(LM: 819)
50
akkına öy ‘küçük hükümdar çadırı’ (< ak ‘ak’ +kına) tamlamasındaki akkına biçimi
de bu ekle biçimlenmiş bir başka ad gövdesidir. ak ‘ak’ sözcüğü bir renk adıdır.
Sözcüğe yalnızca Babürname’de rastladık.
Çınar Bagınıŋ éşigide salgan surat-hananıŋ şark-ı canub sarı yanıda, kiçikrek
akkına öy tikilip édi
(BN: H236b10-11)
azgına ‘azıcık, biraz’ (< az ‘az’ +gına) ifadesi Eski Türkçeden beri çokça kullanılan
bir biçimdir. Çağatayca sözlüklerden Lugat-ı Çağatay’da bu biçim azgine/azkine
‘cüzüce, cüzü, azcık’ şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 11a). Senglah’ta ise azgına ‘azıcık’
kaydı düşülmüştür (Seng. 39r6).
(ŞTe: 87a3)
kiçikkine ‘küçücük’ (< kiçik ‘küçük’ + kine) biçiminde ek kiçik sıfatına gelerek onun
derecesini azaltmıştır. Bu biçim Eski Uygurcadan beri görülen bir biçimdir. Eski
Uygurcada kiçikkie (HtG: 16, 25 [Gabain, 1941 (20003), 105]), Eski Kıpçakçada ise
kiçkine ve kiçevgine (KTS: 148) biçimlerinde görülmektedir. Bu biçime Çağatayca
metinlerden Babürnamede rastladık.
(BN: H332a13-14).
Bu şekilde yani bir sıfata gelerek onun derecesini arttıran bir diğer biçim de
Şibânnamede rastladığımız yaşgına ‘pek genç’ sözcüğüdür.
51
bar édi söz üni na-danlar dék
(ŞN1: 425)
Çağataycada bu ekin bir işlevi de sayı adlarına ve zamirlere getirilerek yine asıl
işlevine uygun olarak küçültme ifade eden yeni sözcükler teşkil etmesidir.
birgine ‘bir tanecik, bir tek’ (< bir ‘bir’ + gine) sözcüğünde ek bir belgisiz zamirine
gelerek sözcüğe küçültme anlamı katmıştır.
Bu biçim Eski Uygurcadan beri Tarihi Türk dillerinden görülen bir biçimdir. Eski
Uygurcada birkinye (M I: 23, 32), birkie (KP: 25, 4) [Gabain, 1941 (20003), 105]
biçimlerinde geçmektedir. Bu biçime Çağatayca metinlerden Babürnamede rastladık
(BN: 26a5). Sözcük Çağatayca sözlüklerde birkine/birgına biçimlerinde ve ‘azcık,
biraz, kalil, endek, kemter’ anlamlarıyla görülmektedir (LÇ: 90a; DTO: 183).
(BN: H240b1)
(BN: H329b12)
Bu şekilde türemiş adlardan biri de bugına mesel ‘bu küçük masal’ (< bu ‘bu’ +
gına) tamlamasındaki bugına biçimdir. Bu biçime Çağatayca metinlerden
Babürname’de rastladık. Dictionnaire turk-oriental’de sözcük bugına ‘bu küçük’
şeklinde verilmiştir (DTO: 173).
Hvaca Kelanga ruhsat bérgendin bir éki gün soŋ, bugına kıt‘a hatırga kéldi; Hvaca
Kelanga bitip yéberildi
(BN: 219a5)
(BN: 237b14)
52
Çağataycanın Eski ve Orta Türkçeden bir farkı Arapça ve Farsça sözcüklerin
Çağataycanın sözvarlığı içinde önemli bir yer edinmesidir. Bunun yanında bazı
Arapça ve Farsça sözcüklere Türkçe eklerin getirilerek yeni sözcükler türettiği de
görülmektedir. Bu şekilde kullanılan eklerden biri de +kIñA ekidir.
nakesgine ‘daha alçak kimse’ (< Far. nakes ‘değersiz, insaniyetsiz’ + gine) (Mec.
54a11), kitabetkına ‘kitabecik’ (< Ar. kitabat ‘yazı, kitabe’ + kına) (Mec. 63a3),
nazmgına ‘küçük bir şiir’ (< Ar. nazm ‘şiir’ + gına) (Mec. 64b5), daryagına ‘küçük
ırmak’ (< Far. darya ‘derya’ + gına) (BN: H335b4), vb.
çabükkine ‘çabuk, hızlı’ (< Far. çabük ‘çabuk’ + kine) sözcüğü Farsça çabük
sözcüğüne (Far. çabük, St. 384a) Tü. +kine ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir.
(BHD, XI: 5)
2.1.4. –XmtUl
53
Çağatayca metin ve sözlükler tarandığında bu ekle biçimlenmiş şu sözcüklere
rastlanmıştır.
agımtul ‘akça’ (< ak ‘ak’ + ımtul) sözcüğü ak ‘ak, beyaz’ sözcüğüne gelerek bu renk
adına küçültme anlamı katmıştır. Çağatayca metinlerde rastlamadığımız sözcük
Çağatayca sözlüklerden Senglah ve Dictionnaire turk-oriental’de agımtul ‘akça, ak
görünüşte olan, ak benekli’ şeklinde aktarılmıştır (Seng. 44a20; DTO: 27). Lugat-ı
Çağatay’da ise agımtul ‘aka mail, aklı, benlikli’ ve agtımtul ‘aka mail, aklı’ (bu
biçim ilk sözcüğün göçüşmeli biçimi olmalıdır) biçimlerinde kaydedilmiştir (LÇ:
15a, 16a).
kökümtül ‘mavimsi’ (< kök ‘gök, mavi’ + ümtül) sözcüğü de bu şekilde türemiş bir
biçimdir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde ‘mavimsi’ anlamıyla açıklanmıştır (Seng.
308a16; DTO: 474; AŞNL II: 150). Lugat-ı Çağatay’da bu biçime yer verilmemiştir.
Çağatayca metinlerde sözcük gögümtul biçiminde de görülmektedir.
(GS, 411: 1)
54
sarımtul ‘sarımsı’ (< sarıg ‘sarı’ + ımtul) sözcüğü de bir başka renk adından türemiş
küçültmeli biçimdir. Bu sözcüğe de yalnızca Çağatayca sözlüklerde rastlıyoruz:
sarımtul ‘sarımsı, sarıya mayil’ (Seng. 231a12; LÇ: 179b; DTO: 336).
Mustafa Kaçalin karşılıklı görüşmemiz sırasında sözcüğü sarımtul < *sar + ı + mtul
şeklinde açıklamıştır. Sözcüğe diğer Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.
yaşımtul ‘yeşilimsi’ (< yaş ‘yeşil’ + ımtul) sözcüğü bu ekle türemiş son biçimdir.
Yine bu sözcük de yalnızca Çağatayca sözlüklerde görülür. Sözcük için Çağatayca
sözlüklerde yaşımtul ‘yeşilimsi yeşile çalar renk’ kaydı düşülmüştür (Seng. 232b27;
LÇ: 294b; DTO: 527).
2.2.1. -Ok
Eski Türkçede ‘de/da, yine, yalnızca, hep, bizzat’ anlamlarında kullanılan ve zaman
zaman ekleşme eğilimi gösteren bir kuvvetlendirme edatı ya da ekidir. Gabain bu
ekin kuvvetlendirme bildiren bir ek olduğunu ve nadiren de olsa Eski Türkçede (Eski
Uygurca) +k/+k biçiminde görüldüğünü ifade etmiştir (Gabain, 1941 (20003), 105).
Ramstedt de bu eki ‘çok’ anlamına gelen ök, öküş, ökli sözcükleriyle ilişkili olarak
görmüştür (Räsänen, 1957, 248). Räsänen ise bu edatın bazı lehçelerde ön ünlülü
sözcüklerden sonra da hâlâ art ünlülü biçimiyle kullanıldığını dikkate alarak, ilkin ok
şeklinde olduğunu, ök’teki incelmenin daha sonraki bir merhaleyi teşkil ettiğini kabul
etmiştir (Räsänen, 1957, 248).
Orhon Yazıtlarından beri Eski Türkçede kullanılan Ok Eckmann’a göre ‘tam, kesin
olarak, mutlaka’ anlamı katan bir kuvvetlendirme edatıdır (Eckmann, 1966, 184).
Marcel Erdal da bu unsurun kuvvetlendirme anlamı katan bir enklitik olduğunu ifade
etmekte bu edat için Eski Türkçeden bo ok, munta ok, saŋa ok, yme ok, yene ok,
antak(ı)ya ok, körmişte ök, yarlıkamışta ok örneklerini vermektedir (Erdal, 1991, 60).
55
“ok/ök kuvvetlendirme edatı ismin anlamını pekiştirmek, bir sayı isminden sonra
kullanılmak yoluyla ‘teklik’ ve “kısıntı” anlamını pekiştirmek, isim cümlelerinde “-
dır” cevheri fiiline denk bir pekiştirme görevi yüklenmek, fiillerin çekimli
hallerinden sonra gelerek onları pekiştirmek gibi görevlerde bulunmaktadır.”
(Korkmaz, 1995, 98-109).
Talat Tekin ise Orhon Türkçesi Grameri’nde pekiştirme edatı olan ok/ök’ün bir
zamir, zarf ya da bir eylemi pekiştirdiğini belirtir. Ayrıca pekiştirme edatı ok/ök’ün
ünlü ile biten bir sözcüğe eklendiğinde ünlüsünü yitirdiğini de ifade eder
(Tekin, 2000, 160-161).
1. Adlarla kullanımı: Yalın ya da iyelik ve çokluk eki almış adlar ile, ad hükmünde
olan sözcüklerden sonra gelerek, cümle içinde o adın anlamını kuvvetlendirme
vazifesi görür.
(MKb: 91a5)
(BV, 50: 5)
(FK, 243: 7)
(ŞN1: 201)
56
Yalın ve bazı çekim eki almış şahıs zamirlerinden sonra gelen ok edatı, adlardaki
gibi sonra geldiği zamirin anlamını kuvvetlendirmekte, ancak birleştiği zamir ile yeni
bir gramer biçimi meydana getirmemektedir.
(ŞHD: 110a5)
(ŞHD: 177b10)
(LD: 744)
(LD: 815)
b. Üçüncü tekil şahıs zamiri ile: Çağataycada ok edatının teklik üçüncü şahıs zamiri
ile birleşmiş biçimleri çoğunlukla işaret sıfatı olarak kullanılmaktadır. Bu biçimin
yalın durumda bulunduğu ya da çekim ekleri ile genişletilmiş ve anlamı
kuvvetlendirilmiş şahıs zamiri olarak kullanılışı enderdir.
(MKb: 27b7)
(ŞN1: 73)
57
Yukarıdaki örneklerde ok edatının bulunma ve yaklaşma durum eklerini alan üçüncü
tekil şahıs zamirinin anlamını kuvvetlendirdiği görülür.
d. İşaret zamirleri ile: ok edatı ile birleşmiş bu ve şu işaret zamirleri daha çok işaret
sıfatı ve işaret zarfı olarak kullanılır.
(BV, 19: 7)
(LM: 2706)
(ŞN1: 918)
3. Zarflarla kullanımı: ok edatı yer, zaman ve tarz zarflarından sonra gelerek onların
anlamını da kuvvetlendirir.
(FK, 196: 4)
58
çun min öldüm gam tüni ol tündin ok éylep
(FV, 209: 4)
(ŞN1: 346)
(ŞHD: 189a12)
(FK, 633: 7)
4. Eylemlerle kullanımı: Ekin diğer bir işlevi de çekimli eylem biçimlerinden sonra
gelerek çekimli eylemlerle ekleştiği ya da ekleşmiş biçimlerden sonra gelerek anlamı
pekiştirdiği görülür.
(FK, 36: 2)
(FK, 14: 6)
59
sirişkimdin kadiŋ meyl étti her yan
(FK, 211: 3)
5. Edatlar ile kullanımı: ok edatı bazen de edatlardan sonra gelerek edat grupları
oluşturur ve sonra geldiği edatların anlamını kuvvetlendirir.
(BV, 361: 6)
6. Daha çok sıfatlardan önce gelerek kuvvetlendirme zarfları yapan idi ‘pek’ sözcüğü
de bu işlevini bazen ok edatı ile birleşmiş olarak gerçekleştirir.
(ŞN1: 721)
çınok ‘tam doğru, gerçekten’ (< çın ‘doğru’ + ok) sözcüğü çın ‘doğru sözcüğüne’ ok
kuvvetlendirme edatının gelmesiyle oluşmuş kalıp sözcüktür. ok kuvvetlendirme
edatı sözcüğün anlamını kuvvetlendirmek için sözcüğün sonuna eklenmiş, zamanla
iki biçim kalıplaşarak bir tek sözcüğü meydana getirmiştir. Clauson sözcüğün
kökenini Çin. chên sözcüğüne bağlamıştır (EDPT: 424a). Räsänen’in de görüşü bu
yöndedir (VEWT: 108).
60
érür rahşıŋ çınok kebk ü hümay u tuti vü bülbül
(SD: 255)
ol neçük ‘nasıl’ (< ne + çe + ök) biçimi ne soru zamirine ök kuvvetlendirme edatı ile
+çe eşitlik ekinin eklenmesiyle kalıplaşmış bir sözcüktür. Clauson sözcüğün ne
zamirinden +çük eki ile biçimlenmiş olduğunu düşünmüştür (EDPT: 775b). Sözcüğü
neçök biçiminde okuyanlar da vardır, ancak neçük okuyuşu daha yaygındır.
Eski Türkçeden beri görülen bu biçim Eski Uygurcada neçük ‘nasıl (M I: 19, 10),
Karahanlı Türkçesinde neçük ‘niçin, nasıl’ (DLT I: 392; DanKelly, 1985, 121),
Harezm Türkçesinde neçük ‘nasıl’ (KutbHŞ: 113), Eski Kıpçakçada ise neçük, neçik,
niçük ‘nasıl, ne şekilde, nice’ (KTS: 199) biçimlerinde görülmektedir.
(ŞTe: 77b17)
(ŞTe: 68b3)
netük ‘nice’ (< ne + te + ök) biçimi de ne soru zamirine ök kuvvetlendirme edatı ile
+dA bulunma durum ekinin eklenmesiyle kalıplaşmış bir biçimdir. Sözcüğü netök
biçiminde okuyanlar da vardır, ancak netük okuyuşu daha yaygındır.
(MEM: 33b)
2.2.2. +rAk
61
eylemden ad yapan –k eki şeklinde geliştiğini belirtmiştir (Ramstedt, 1912, 35).
Bang ekin ırak sözcüğünden geldiğini ileri sürmüş, ancak bugünkü lehçelerde
nadiren tesadüf edilen –ırak ekindeki ı ünlüsünün ırak sözcüğünün başındaki
ünlünün bakiyesi mi yoksa araya sokulan bir ses mi olduğunun katiyetle tespit
edilemeyeceğini belirtmiştir (Bang, 1918-1919, 22). Jean Deny ise –rak ekinin
eskiden –ırak biçiminde kullanıldığını, bu nedenle bunun ırak sözcüğünden geldiği
ihtimalini ortaya atmıştır (Deny, 1941, 518 §). K. H. Menges Karakalpakça ve
Türkmencede rastlanan –ırak biçimine dayanarak –rak ekinin –ırak sözcüğünden
geldiği görüşünü benimsemiştir. Menges’e göre, –rak ekinin önündeki ünlü yeni bir
inkişafın neticesi değildir, fakat aslen mevcut olmakla beraber, şimdi gittikçe
kaybolmaktadır (Menges, 1947, 68). –rak/-rek ekinin ırak sözcüğünden türediği
fikrinin Menges’e göre biraz daha ihtiyatlı davranarak savunan son kişi Räsänen’dir.
Ona göre –ırak ekinde eski durum (< ırak) devam etmektedir; -rak eki de iç ses
düşmesi neticesinde meydana gelmiştir (Räsänen, 1949, 52, 55, 73).
Eckmann, ‘Türkçede –rak, -rek Ekine Dair’ makalesinde -ırak ekinin ırak
sözcüğüyle alakasının olmadığı gibi, ünsüzle –rak, -rek arasında görülen ünlü de
sonradan türeme bir sesten başka bir şey değildir. Eckmann makalesinin sonunda
Ramstedt’in bu konudaki görüşüne katıldığını ifade etmiştir (Eckmann, 1953, 49-52).
artukrak ‘mükemmel, fevkalade’ (< artuk ‘çok’ +rak) (Suv. 148/16), üküşräk
‘çeşitli, pek çok’ (< üküş ‘çok’ + räk) (M III: 31) (Gabain, 1941 (20003), 105).
azrak ‘daha az, biraz’ (< az ‘az’ + rak) (KB: 2149), bütünrek ‘güvenilecek kimse’ (<
bütün ‘doğru, dürüst, bütün’ + rek) (KB: 19, 26), içrek ‘daha yakın’ (< iç “iç” + rek)
(KB: 617), örürek ‘daha yüksek’ (< örü ‘yüksek’ + rek) (KB: 103), süçügrek ‘daha
tatlı’ (< süçig ‘tatlı’ +rek) (KB: 3913), vb.
62
taş-nı bitigendin azrak bolgay
(ŞTe: 65a10)
(ÇKT: 39b1)
(SD: 305)
(ÇKT: 39b1)
(GS: 479: 1)
(GS, 254: 5)
(ÇKT: 25a5)
63
bu derd gamın füzunrak étti
(LM: 3110)
(LM: 1868)
bu işde nazar kıldım hiç yol Hakka yavukrak niyazdın körmedim va hiç hicab
duşvarrak da’vidın tapmadım
(ÇKT: 34a18)
(LM: 1380)
érdi çun bunyad kim yétti va ‘azab kéçrek kélür édi sagındı kim anı yalgan aytkuçı
bilgüsidürler ümmet arasıdın
(ÇKT: 29a21)
(TEH: 714b12)
64
lik olgusı derd ü suzı köprek
(LM: 595)
(N Quatr. 91:19)
(GS, 17: 2)
(LM: 761)
hayası kemrek érdi
(BN: 26a9)
(LD: 1393)
agahrak ‘daha uyanık, daha bilgili’ (< Far. agah ‘uyanık, bilgili’ + rak)
65
kim kefenni yad éter andın ölüg agahrak
(GS, 482: 5)
füzun-rak ‘daha,daha çok’ (< Far. efzun, füzun ‘daha, daha çok’ + rak)
(LM: 257)
zahirrak ‘daha açık’ (< Ar. zahir ‘açık’ + rak)
… din işide kim seniŋ amrıŋnıŋ dini andın zahirrak-dur kim niza‘ tasavvurını anda
kılsa bolgay
(ÇKT: 39b22)
(LM: 1208)
asanrak ‘daha kolay’ (< Ar. asan ‘kolay’ + rak ) [BN] [ML] [NŞ] [FŞ], bülendrak
‘çok yüksek, daha yüksek’ (< Far. bülend ‘yüksek’ + rak) [SS], efsunrak ‘daha fazla
büyülü’ (< efsun ‘büyü’ + rak) [GS], garibrak ‘daha garip’ (< Ar. garib ‘garip’ +
rak) [ML], harabrak ‘daha kötü’ (< Ar. harab ‘kötü’ + rak) [BN], karinrak ‘daha
yakın’ (< Far. karin ‘yakın’ + rak) [MKb] [LT] [BV] [LD] [FK] [LM] [GD] [HE]
[KMD] [SS] [NN] [NŞ] [TEH] [DN] [ME] [Sİ] [ŞN], makruhrak ‘daha mekruh’ (<
Ar. makruh ‘mekruh’ + rak) [ÇKT]‚ mülayimrak ‘çok yumuşak’ (< Ar. mülayim
‘yumuşak’ + rak) [HPR], münasibrak ‘daha uygun’ (< Ar. münasib ‘uygun’ + rak)
[HPR] [Sİ], müşkilrek ‘güç, zor’ (Ar. müşkil ‘güç, zor’ + rek) [Sİ], nazükrek ‘daha
nazik’ (< Ar. nazük ‘nazik’ + rek) [LD] [GS], pestrak ‘daha alçak’ (< Far. pest
‘alçak’ + rak) [Sİ], ruşenrak ‘daha parlak’ (< Ar. ruşen ‘parlak, aydınlık’ + rak )
[NŞ], sarhoşrak ‘daha sarhoş’ (< Far. sarhoş ‘sarhoş’ + rak) [AŞV], turfarak ‘çok
66
tuhaf’ (< Ar. turfa ‘tuhaf, acayip’ + rak) [KMD] [SS], zebunrak ‘daha zayıf, daha
güçsüz’ (< Far. zebun ‘zayıf, güçsüz’ + rak) [LM], vb.
2.2.3. Pekiştirme
Özellikle sıfat durumundaki renk adlarında görülür. Sözcüğün ünlü ile biten ilk
hecesinin, eğer ilk hece ünlü ile bitmiyorsa, ünlüye kadar olan kısmının sonuna –p ya
da –m ünsüzleri eklenerek meydana gelen hecenin sözcüğün başına eklenmesiyle
yapılır.
Marcel Erdal bu yapının renk adlarını biçimlendiren farklı bir grup arasında sıfatların
anlamını kuvvetlendirmek için kullanıldığını ifade eder. Eğer ilk ünsüz ve ilk ünlü
tekrar ediliyorsa, tekrar edilen ses dizisi ve kök arasına bir /p/ sesi yerleştirilir. Erdal
bu süreci şu şekilde formüllendirir:
(Üns1)Ün1 … → (Üns1)Ün1sesbir(Üns1)Ün1 …
Ayrıca Erdal, Eski Türkçe kaynaklarda, yalnızca /p/yi bulduğumuzu söyler, ancak
Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de /p/’nin yanında /m/ de görülür.
“Yana bir reng ya bir sıfatnıŋ hem-ol halıga mubalaga üçün anıng evvelide ol
harfiga bir p ya mim izafe kılıp ol şey’ga zayid kılurlar. “Bir renk veya sıfatın o
andaki durumuna mübalağa için onu baş harfine p ya da m katıp o vasfın
yoğunluğunu arttırırlar.” P misali: ap ak, kap kara, kıp kızıl, sap sarıg, yup yumalak,
67
yap yassı, ap açug, çup çukur, bu nev‘ hayli hem tapılur. Mim misali köm kök, yam
yaşıl, bom boz.”
(ML: T778a3-5).
(ML: 778a4)
(ML: 778a4)
(LD: 1443)
(MMü: 37)
(GN: 32a8)
(Mün. 83, 7)
(BBev. 107b7)
68
toptola ‘dopdolu’ (< top-tola ‘dolu’)
(ŞeybBahr. 3a5)
(ŞHD: 150a12)
(BBev. 106b5)
(Meb. 83:5)
(ML: 778a4)
(Seng. 343a21)
2.3.1. +dAm
Eski ve Orta Türkçede olduğu gibi Çağataycada da çok fazla kullanılmayan +dAm
eki genellikle adlara eklenerek kalıcı sıfatlar yapar. Bazen işlev olarak eylemin
kesinliğine işaret eden zarflar bazen de soyut adlar türettiği de görülür. Gabain bu
69
ekin +ta-m yapısından oluştuğunu savunmakta, +tag ve +taş ekleriyle
karşılaştırılması gerektiğini düşünmektedir (Gabain, 1941 (20003), 46). Marcel Erdal
da bu ekin +dA-(X)m yapısından meydana geldiğini savunmaktadır (Erdal, 1991, 68-
70).
erdem ‘erdem, fazilet, ahlakça övülen iyilik’ (< er ‘adam’ +dem) sözcüğünde bu ek
soyut bir ad türemiştir. Eski Türkçeden beri görülen sözcüğü Eski Uygurcada yéti
törlüg erdemte ötrü ‘Hormuzda’nı yedi türlü erdeminden ötürü’ ifadesinde
görmekteyiz (M I: 15, 17-18 [EDPT: 206b]). Eski Uygurcada bazen göçüşme yolu
ile edrem biçimi de görülmektedir (Civelek, 2005, 76). Sözcük Karahanlı Türkçesi
metinlerinde de varlığını sürdürmüştür. Kaşgari, erdem sözcüğünü ‘değerler, ince
tavırlar’ şeklinde açıklamıştır (DLT I: 107; DanKelly, 1985, 24). Kutadgu Bilig’de
sözcük DLT ile aynı anlamda görülmektedir. Harezm Türkçesi metinlerinde de bu
sözcük erdem/érdem biçimlerinde geçer. Anlamı ‘insanlık’tır (KutbHŞ: 21, 51). Eski
Kıpçakçada da bu biçim erdem / irdem ‘fazilet’ şeklinde görülmektedir (KTS: 74).
Räsänen erdem, erdem, edirem biçimlerinde verdiği sözcük için ‘insanlık; güç,
kuvvet; becerikli; erdem, fazilet; liyakat, yararlılık; kazanç’ karşılıklarını vermiştir.
Räsänen sözcüğü er ‘adam, erkek’ köküne bağlamıştır (VEWT: 47). DTS’de sözcük
erdem ‘1. vakar, onu, şeref; şeceat, yiğitlik, mertlik, erkeklik; fazilet, erdem, meziyet;
2. cesaretli, şeceatli’ şeklinde açıklanmış ve erdemlıg, erdemlık, erdemsız genişlemiş
biçimleri de verilmiştir (DTS: 176). Clauson er kökünden geliştiğini belirttiği sözcük
için Çağataycada ‘askerlik işlerinde başarı’ (Vel. 51 (aktarma)), ‘harp ilminde ve
askerlik işlerinde beceri’ (Vel. (aktarma) karşılıklarını vermiştir (EDPT: 206b-207a).
70
erkek’, Koyb. ir, er, er ‘erkek’, Karag. ier, ir, er ‘erkek, adam’ biçimleriyle
karşılaştırmış ve *er şeklinde bir kök tasarlamıştır (Tekin, 1995, 74).
çün Erdeşir bulug haddiga yétti barça bilig bile érdemde yegane bolup şöhret turur
(TEH: T724b26)
ıldam ‘çabuk, süratli’ (< etimolojisi belirsiz ?) sözcüğü +dAm eli ile türemiş bir
başka sözcüktür. Sözcük Çağatayca sözlüklerde ıldam ‘seri‘, çabük, ilerü, tiyz,
keskin’ şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 59a; DTO: 130).
(NN, 529: 4)
(NŞ, 312: 4)
(Sİ: 6648)
Bu örnekte bir zaman adına gelerek ondan sıfat türetmiştir. Bu sözcük Şecere-i Türk
gibi bazı metinlerde sözbaşında y sesi türemiş olarak yıldam ‘çevik, hızlı, çabuk’
biçimiyle de görülür. Sözcük günümüz Türk dillerinden Kırg. ıldam; Özb. ildam,
Tkm.’de yıldam biçimlerinde yaşamaktadır (Ölmez, Z., 2003, 186).
2.3.2. +mAn
Eski Türkçede kullanılan birkaç sözbirimde, +mAn hem adlara hem de sıfatlara
eklenir ve eklendiği köklerin anlamına benzerlik, abartma gibi anlamlar katar. Eski
ve Orta Türkçede çok fazla yaygın olmayan bir ektir.
71
Orhon Türkçesinde ataman ‘yüksek, baş unvan’ (< ata ‘baba’ + man) (BK G: 14)
sözcüğünde rastlanmaktadır.
Akman: Ekin bulunduğu sözcüklerden biri 12. yüzyılda Türkistan’da Sirderya boyla-
rında yaşamış olan bir Türkmen grubunun adı olan Akman sözcüğüdür. Bunun
yanında Şibân Han zamanında Orta Asya’da Akman Bahadur adında birinin yaşadığı
da bilinmektedir.
Karaman: Bu eki almış diğer bir sözcük de Orta Güney Anadolu’da yerleşmiş bir
Türk kabilesinin de adı olan Karaman adıdır.
(KUŞ, Ş XXXVII: 2)
Çağataycada benzetme anlamlı içeren özel adlarla türettiği gibi bazen de benzetme
anlamı taşıyan adlar türetmektedir:
çekmen ‘cepken’ (< *çek + men ?) sözcüğü bu şekilde türediğini düşündüğümüz bir
sözcüktür. Bugün bu sözcük Türk Dillerinde cepken ‘kolları yırtmaçlı ve uzun, harçla
işlenmiş bir tür kısa, yakasız üst giysisi’ olarak görülmektedir. Ramstedt sözcüğün
Moğolcada Türkçeden bir alıntı olarak yer aldığını ifade etmiştir (RKWb: 426b).
Doerfer Türkçe cepken sözcüğünün Farsçaya çapkan ‘bir tür kısa ceket’ olarak
geçtiğini aktarmıştır (TMEN III: 1103). Räsänen de sözcüğü çek- ‘çekmek’ eylemine
dayandırmış ve çekmen < çek-men biçiminde geliştiğini belirtmiştir (VEWT: 103).
“Nog. şekpen, sepken; KKlp. şekben, şek-pen, sekmen; Tel. çekmen ‘kumaş’; Alt.,
Tuba, Tel. cepken ‘kumaş; yün kumaş’; Tel. cepken ‘kumaş; yün kumaş; büyük bir
yün ceket’; Sag. sikpen ‘das kumaş’; Şor., Kaç. şekpen ‘kumaş’; Sag., Koy. sekpen
‘kumaş’; TatK. çikmen; Bşk. sikmen; Tar. çekmen ‘yün ceket’.” (TES: 69).
72
Radloff, Tat. sükmen ‘deve kumaşından ceket’ ve Kurdakça sükmen ‘kumaş, yün
ceket’ biçimlerini çekmen ile birleştirmeye çalışmıştır. Eren’e göre bu yanlıştır,
ancak Eren bu görüşün neden yanlış olduğu hakkında bir şey söylememiştir. Eren
sözcüğün çekmen < çek + men şeklinde geliştiğini düşünmektedir (TES: 69).
(LM: 32)
erŋek ‘parmak’ (< eren ‘adamlar, erkekler’ + ek) (DLT I: 104; DanKelly, 1985, 26)
sözcüğü +Ak eki ile türeyen adlardan biridir. UW’de sözcüğün *eren+gek biçiminde
geliştiği belirtilmiştir (UW: 446b). Marcel Erdal ise bu sözcüğün er+en sözcüğünden
türediğini iddia etmektedir. Ona göre sonraki +Ak biçimi topluluk bildiren bir ektir
ve parmaklar da bir grubu meydana getirir (Erdal, 1991, 75).
Çağataycada bu ekler aynı işlevde görülür. Eski Türkçede kulgak ‘kulak’ (< kul ‘kul,
köle’ + gak) sözcüğünde görülen +gAk eki Çağatayca metinlerde görülmez.
Çağatayca bu ek /g/ sesi düşmüş olarak +Ak biçiminde görülür. Mecazi olarak
türetici olmayan bu biçim vücudun bölümlerinin adlarını türetir. Ayrıca bazen yön
eklerine de gelerek organ adları türetmiştir.
kulak ‘kulak’ (< kul ‘kul, köle’ +gak) sözcüğü +Ak ekiyle türemiş bir organ adıdır.
Sözcük Çağatayca sözlüklerde kulag ve kulak biçimlerinde ve ‘kulak, üdn, guş,
73
devre, müsdedir, sem, ‘ısga’ şeklinde açıklanmıştır (Seng. 289v21; LÇ: 238b; DTO:
434).
Sözcük DLT’de kulak ‘kulak’ (DLT I: 383; DanKelly, 1985, 147), KB’de kulak (KB:
436) ve kulgak (KB: 2342) biçimlerinde görülmektedir. Harezm Türkçesinde ise
kulak ‘kulak’ (KutbHŞ: 143) şeklinde rastlanır. Eski Kıpçakçada kulag ve kulak
biçimlerinde bulunmaktadır (KTS: 162). Sözcük Osmanlıcada da kulak biçiminde
yaşamıştır, bazen de kulah biçiminde görülmüştür (TTS I: 494; TTS II: 663-4; TTS
III: 485-6; TTS IV: 550-1).
(HBD, 67: 6)
(GS, 638: 4)
tirsek ‘dirsek’ (< tiz ‘diz’ + (g)ek) sözcüğü bu şekilde türemiş adlardan biridir.
Sözcük Çağatayca sözlüklerde tirsek ‘dirsek, mirfak, arenc, temel, teme’ kaydı
biçiminde görülür (Seng. 193r18; LÇ: 131b; DTO: 254).
74
Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de tirsgek ‘dirsek’ (DLT III: 424; DanKelly,
1985, 191). Eski Kıpçakçada metinlerinde ise tirsek ‘dirsek’ ve dirsek ‘dirsek’
biçimlerinde görülmektedir (KTS: 62, 277).
Räsänen tirsgek sözcüğü için ‘dirsek’ karşılığını vermiş ve Türk dillerinden Nog.,
KKalp., Kaz. terisken; KKırg. tirsek; Az. it dirseji; Tkm. it tirseg-i; Hak. tĭrsek
biçimlerini aktarmıştır (VEWT: 481). Räsänen sözcük için herhangi bir etimoloji
vermemiştir. DTS’de ise sözcük tirsek ‘dirsek’ şeklinde kaydedilmiştir (DTS: 563).
Talat Tekin, tirsek ‘dirsek’ sözcüğünün tiz ‘diz’ sözcüğünden türediğini
düşünmektedir. Tekin, Kaşgari’de kaydedilen tirsgek biçimini tir-s-gek şeklinde
açıklamış ve sözcüğün ilk hecesini tir+, Ön Türkçe *tīŕ > tīz ‘diz’ biçiminde
vermiştir. Ancak o, s’nin işlevi hakkında bir şey söylememiştir (Tekin, 1969, 65).
Clauson sözcüğün etimolojisinin açık olmadığını belirttikten sonra ‘dirsek; gözdeki
arpacık’ karşılığını vermiştir. Ayrıca Kuzeydoğu Türk Dillerinden Tuv. diskek;
Güneybatı Türk dillerinden Az., Osm.’da dirsek ve Tkm.’de tirsek biçiminde
yaşadığını belirtmektedir (EDPT: 553b). Marcel Erdal da Tekin’in ileri sürdüğü
görüşe katılmakta ve ayrıca sözcüğü Macarcadaki ‘térd’ sözcüğüyle
karşılaştırmaktadır (Erdal, 1991, 74). Finch, sözcüğü tirsgek < tir + s + ge +k
biçiminde açıklamıştır. Ancak onun açıklamasında da s’nin işlevi belirsiz kalır.
Finch, Türkçe çiftlik eki olan z’nin bazı durumlarda *-rs- olarak sonuçlandığını
belirterek s’yi o şekilde açıklamaya çalışır (Finch, 2003, 144 [Stachowski, 2007,
341]). Bu açıklama Pritsak referans alınarak yapılmıştır, ancak Pritsak *…rs değil
*…r+ti biçimini önermiştir. Stachowski, “s+ga+k” birleşimi Türk dillerinde görülen
bir türetme birleşimi olmadığını, +ti ekinin türetme eklerinden önce bulunmadığını
yalnızca *+ge+s biçiminin muhtemel olduğunu, Finch’in önerdiği *+s+ge’nin uygun
olmadığını belirtir, ayrıca ona göre +s ve çiftlik gösteren +k ekinin doğal olarak
birlikte bulunması anlamsızdır (Stachowski, 2007, 341). Finch, dirsek sözcüğünün
sonunda /-K/’nın çiftlik gösteren bir ek olduğunu ve sözcüğün tir-s-ge-k biçiminde
açıklanması gerektiğini belirtir ve r’den sonra s’nin korunmasının erken dönemde
sözcüğün *tir-se-ge-k biçiminde hecelenmesine bağlar (Finch, 2003, 144
[Stachowski, 2007, 341]).
75
kara kaygu meni éltip kara zülfüŋ üçün her tün
(NN, 552: 6)
(SM: 84)
toyak ‘at tırnağı’ (< kökü belirsiz ?) sözcüğü +Ak eki ile türediğini düşündüğümüz
bir vücut uzvu adıdır. Bu atlara ait bir uzuvdur. Ancak sözcüğün kökünün ne olduğu
hakkında bir bilgiye sahip değiliz. Sözcük Çağataycada tuwag ‘at tırnağı’ (Vel. 224;
Seng. 188r20); tuynag/tuynak ‘at tırnağı’ (Seng. 187r19) biçimlerinde görülmektedir.
Şeyh Süleyman sözcüğün toyak biçimini değil, tuynak ‘tuvak, hafir, tırnak zufr,
tuyak, nahun, süm’ biçimini kaydetmiştir (LÇ: 129b). Dictionnaire turk-oriental’de
ise toynak ‘toynak, hayvan tırnağı’ kaydı düşülmüştür (DTO: 251). Sözcük toyak
biçimiyle Mevlana Sekkaki Divanı ve Nevâdirü’n-Nihâye’de görülmektedir. Bunun
yanında sözcük Çağatayca metinlerde toynag/k biçiminde de geçmektedir.
Clauson *toñag ‘toynak’ biçiminde verdiği sözcük için Orta Türkçe ve Modern Türk
Dillerinde sözcüğün /ñ/ ile Eski Türkçede /y/’li olduğunu belirtmektedir. Ayrıca
Clauson, sözcüğün Eski Türkçe ve Tuvaca’daki biçimlerinin sözcüğün ikinci
hecesindeki ünlünün /o/ olması gerektiğini önerdiğini de ifade etmektedir. Clauson
günümüz Türk dillerindeki biçimlerini de aktarmıştır: Kaç., Koyb., Leb., Sag.
tuygak; Tuv. duyug; Kırg., Kaz. tuyak; Özb. tuyok; Tkm. toynak (EDPT: 519a).
Sözcüğün asıl biçimi *toñag olmalıdır. Ancak Çağataycada bazı metinlerde n’nin
düşmesiyle sözcük toyak biçiminde de görülmektedir. Sözcüğün gelişimi ve
etimolojisi hakkında ise kesin bir açıklamada bulunamıyoruz.
76
canım fidası anıŋ, kaşki menin bu tenim
yaŋak ‘yanak; ceviz’ (< yan ‘yan’ + gak) sözcüğü de +gAk eki ile türemiş bir başka
sözcüktür. yaŋak ‘yanak’ sözcüğünde +gak eki bir yön adına gelerek ‘ağzın iki
yanında olup dişlerin oturmuş olduğu kemik’ anlamına gelen organ adı türetmiştir.
Sözcük Senglah’ta ‘yüz, yanak’ şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 339r14). Lugat-ı
Çağatay’da yaŋag ‘yanak, had, ‘arız, idar; ceviz, goza, ruhsar, ruy’ şeklinde
açıklanmıştır (LÇ: 300b). Dictionnaire turk-oriental’de ise yangak ‘yanak; ceviz’
şeklinde anlamlandırılmıştır (DTO: 537).
Sözcük Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de yaŋak ‘ağzın iki yanında dişler
arasındaki kemik’ karşılığı verilmiştir (DLT III: 376; DanKelly, 1985, 212). Harezm
Türkçesi metinlerinde yaŋak ‘yanak’ şeklinde geçmektedir (KutbHŞ: 67). Eski
Kıpçakçada yaah, yaak, yaŋak, yangak biçimlerinde yaşamaktadır (KTS: 305, 309,
310).
Räsänen *yaήak için ‘yanak; çenenin iki yanı’ karşılığını vermiştir (VEWT: 187).
DTS’de ise sözcük yaŋak I ‘yanak’ ve yaŋgak ‘yanak’ biçimlerinde kaydedilmiştir
(DTS: 233). Clauson yaŋak biçiminde maddebaşı olarak aldığı sözcüğün asıl
biçiminin *yangak biçiminde olduğunu ve yan adından türediğini belirtmiş ‘yanak’
anlamını vermiştir. Sözcüğün günümüz Türk Dillerinde yaşayan biçimlerini de
aktarmıştır: Kaz. yaŋak ‘yanak’; Kum. yayak; Az. yanag; Osm. yanak; Tkm. yaŋak.
(EDPT: 948a). Marcel Erdal da sözcüğün yan ‘yan, kenar’ kökünden geldiğini ifade
etmiştir (Erdal, 1991, 75).
(SD: 742)
(DN: 326)
77
2.4. Sınıf Belirten Sözcükler Türeten Ekler
Bu ek için Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesinde çok fazla örnek bulunmaz. Bayat
‘Oğuzların Bozok koluna bağlı boyu’ (< Bay + at). Erdal, bu sözcüğün begegüt ve
bayagut biçimlerinin büzülmesi sonucu oluşmuş olabileceğini belirtmiştir (Erdal,
1991, 78-83).
Eski Türkçeden beri çoğul eki olan +(X)t Çağatayca’da az da olsa görülmektedir.
Çağataycada da topluluk ve sosyal tabaka anlamı taşıyan sözcükler türetmiştir.
Çağatayca’da bu eki almış sözcükler arasında bulıt, kanat sözcüklerini görebiliriz.
bulıt ‘bulut’ (< *bulı+ t) sözcüğü için Çağatayca sözlüklerde bulut ‘bulut, sehab, ebr,
sünger, mıg, deva ve ‘ilac ismi’ kaydı düşülmüştür (Seng. 141v13; LÇ: 86a; DTO:
178).
Sözcük Eski Türkçeden beri görülen bir sözcüktür. kaltı bulıttın ünmiş ay teñri teg
‘bulutlardan yükselen ay-tanrı gibi’ (TT IV: 4, 8); DLT’de bulıt ‘bulut; kara bulıt
(siyah bulut)’; ak bulıt (yağmur bulutu)’ (DLT I: 354; DanKelly, 1985, 81); Harezm
Türkçesinde bulıt/bulut ‘bulut’ (KutbHŞ: 37, 38; Nehc. 38/9) biçiminde görülür. Eski
Kıpçakçada ise bulıt ve bulut ‘bulut’ biçimlerinde geçmektedir (KTS: 37).
Doerfer, bulıt ‘bulut’ sözcüğünü *bulı şeklinde bir köke bağlamıştır. Ayrıca
sözcüğün Kafkas dillerinde Türkçeden alıntı olarak yaşağını da aktarmaktadır
(TMEN II: 771). Räsänen bulga- ‘bulamak, karışmak’ kökünden geldiğini yazmıştır
(VEWT: 88). DTS’de yalnızca bulut ‘bulut’ açıklaması verilmiştir (DTS: 124).
Clauson ‘bulut’ şeklinde açıkladığı sözcüğün Tarihi ve günümüz Türk dillerindeki
biçimlerini verir (EDPT: 332a). Mustafa S. Kaçalin’e göre, bu+l+ı- ‘buharlaşmak’,
78
bu ‘buğ, buğu, buhar’, bu + s ‘pus, sis, duman’ sözcükleri kavramdaş ve kökteş
olmalıdır. Kaçalin, ayrıca bu sözcükleri bu + r- ‘kokmak’ ile karşılaştırır. Bunun
yanında sözcüğü oglıt ‘oğullar’ (< og + ıl + ıt) biçimiyle de karşılaştırarak sözcüğün
gelişimini bulıt < bu + l + ıt ‘buğular, buharlar’ şeklinde açıklar (Kaçalin, 2006,
236).
Sözcük günümüz Türk Dillerinde de varlığını sürdürmektedir: Az. bulut; Tkm. bulut;
TatK. bolıt; Bşk. bolot; Nog. bulıt; Blk. bulut; KKlp. bult; Kaz. bulut; Kırg. bulut;
Özb. bulut; Alt., Tel., Şor, Sag., Kaç. pulut; Hlç. bulıt; Tuv. bulut; Yak. bılıt; Çuv.
pêlêt (TES: 63).
(SD: 138)
(NN, 128: 1)
kanat: Çağataycada +(X)t eki ile türemiş bir diğer sözcük Doerfer, Räsänen, Eren ve
Tekin’in *kana (krş. Moğ. kana ‘kanat tüyü’) şeklinde bir köke dayandırdıkları
kanat ‘kanat’ sözcüğüdür (TMEN III: 1531; VEWT: 230; TES: 205; Tekin, 2000,
103).
Sözcük Senglah’ta ‘1. kuş kanadı; 2. çadırın duvarı; 3. çadırın kemeri’ karşılıkları
verilmiştir (Seng. 277v15). Diğer Çağatayca sözlüklerde kanat ‘kanat, cenah, bal,
per, kariz, balak’ açıklaması yer almaktadır (LÇ: 223a; DTO: 420).
Bu sözcük de bulıt gibi Eski Türkçeden beri görülmektedir. Sözcüğü ilk önce Orhon
Yazıtlarında kanat ‘kanat’ (IB: 3, 35) biçiminde görüyoruz (Tekin, 2000, 256). Eski
Uygurcada kanat ‘kanat’ (M III: 23, 3), DLT’de kanat ‘kanat’ (DLT I: 357;
DanKelly, 1985, 127); Harezm Türkçesinde kanat ‘kanat’ (KutbHŞ: 130); Eski
Kıpçakçada ise kanat ve hanat biçimerinde ve ‘kanat’ anlamında yer almaktadır
(KTS: 125).
79
éy Nevayi körgeli anı uçar her dem közüm
(NN, 125: 7)
(SD: 398)
bayat: ‘Tanrı’ anlamına gelen bayat sözcüğü Çağataycada Bayat ‘Oğuzların Bozok
koluna bağlı boyu’ (< bay ‘zengin’ + at) anlamında geçmektedir. Sözcük Çağatayca
sözlüklerde bayat ‘1. ‘Huda, Allah’, 2. Kabile adı’ karşılığında geçmektedir (Seng.
128r3; DTO: 180).
DLT’den beri görülen sözcük, bayat ‘Tanrının adı’ (DLT III: 171; DanKelly, 1985:
68), Harezm Türkçesinde bayat ‘Allah’ (MNa: 145 [EDPT: 385a]), Eski Kıpçakça
metinlerden Kitabü’l-İdrak’ta bayat (bayar biçiminde hatalı telaffuz edilmiştir)
‘Uygur dilince yüce Allah’ın adı’ (Kİ: 37), Osmanlıcada ise bayat ‘Türkçede
Allah’ın adı’ (TTS III: 75) karşılığında görülmektedir.
(ŞTe: 81a13)
Bayatnıŋ ma‘nası
(ŞTe: 82b7)
+gA eki çeşitli sözcüklere eklenerek bitki ve hayvan adları türeten bir ektir. Bu ekte k
>g > w şeklinde geniş bir fonetik değişiklik göze çarpmaktadır. Clauson Eski Türkçe
bazı hayvan ve böcek adlarının +gA bittiğini belirtmiştir (EDPT: 416). Marcel Erdal
+gA eki ile sona eren birçok böcek, kuş ve küçük hayvan adı sayar: torıga ‘tarla
80
kuşu’, karga ‘karga’, koburga ‘baykuş’, kösürke ‘bir tür sıçan’, sarıçga ‘çekirge’,
çekürke ‘çekirge’ ve kumursga ‘karınca’, yuldurga ‘bir devedikeni adı’, yorınçga
‘yonca’ vb. (Erdal, 1991, 83-85).
+gA ekinin bir görevi de küçültme görevinde sözcükler türetmesidir. Eski Türkçe ve
Karahanlı Türkçesinde bu ekle biçimlenmiş sözcükler görülmektedir. çekürge
‘çekirge’ (< *çekür + ge) (DLT I: 490; DanKelly, 1985, 89), koburga ‘baykuş’ (<
*kobur + ga) (DLT I: 489; DanKelly, 1985, 141), yumurtga ‘yumurta’ (< *yumurt +
ga) (DLT III: 433; DanKelly, 1985, 233).
(ŞHD: 128a6)
(ŞN2: 2416)
81
kopurga ‘baykuş’ (< *kobur + ga) sözcüğü bu ekle biçimlenmiş sözcüklerden biridir.
Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de koburga ‘baykuş’ biçiminde
bulunmaktadır (DLT I: 489; DanKelly, 1985, 141).
(SD: 216)
Eski Türkçeden beri bazı hayvan ve bitki adlarında küçültme işlevinde terimler
göstermek için kullanılan bir başka ek de +gAç ekidir. Räsänen bu ekin ka / ke + ç
ya da k + aç, eç biçimlerinin birinden geliştiğini ileri sürmektedir (Räsänen, 1957,
101).
yıgaç ‘ağaç’ < *īgaç < *ī ‘orman, koruluk’ (Erdal, 1991, 84, Tekin, 1994a, 57;
Tekin, 2000, 83).
Eski Türkçeden itibaren Tarihi Türk dillerinde görülen sözcük Eski Uygurcada
ıgaç ‘ağaç’ (M I: 12, 5; TT I: 134), DLT’de ve KB’de yıgaç ‘ağaç; odun; erkeklik
82
organı; bir yer ölçüsü’ (DLT III: 8; KB: 2455), Harezm Türkçesinde yıgaç, ıgaç,
agaç ‘ağaç, bir yer ölçüsü (KutbHŞ: 4, 90; Nehc. 24/2); Eski Kıpçakçada agaç,
agaş ‘ağaç, değnek, sopa, asa’, Osmanlıcada ise ağaç ‘ağaç; sopa, asa; bir yer ölçü
birimi’ (TTS I: 5; TTS II: 7; TTS III: 4-5; TTS IV: 5) karşılıklarıyla yer
almaktadır.
(DN: 21)
(LD: 1442)
ol kavmniŋ valisi Yehudani kılıp öziniŋ medfenini Nil rudıda Mısrdın bir yıgaç
yırakrak yir makarr kıldı
(TEH: 702a14)
yélgeç ‘yelpaze’ (< yél ‘yel’ + geç) sözcüğü yél ‘yel, rüzgar’ kökünden bir nesne adı
olarak türemiş bir sözcüktür. Sözcük yelpaze sözcüğü ile ilişkili olabilir.
Clauson, Osmanlıca yelpaze’yi yélpi- kökünün türevleri arasında ‘çok bozuk’ bir
biçim olarak vermiştir. Eski ve yeni diyalektlerde yelpi- (~ yelbi-, yelbe-, yilbe-,
celbe-) ‘yel çarpmak, yelpazelemek’ olarak geçer (VEWT: 196; ÊSTYa, 1989, 182-
183). Bu kökün -güç, -giç ekiyle yapılmış birtakım türevleri diyalektlerde ‘yelpaze’
olarak kullanılır. yélgeç de böyle bir türev olabilir gibi gözükmektedir. Ancak
sözcüğün yél ‘yel’ + geç şeklinde geliştiği düşüncesindeyiz.
83
2.4.3. +gAn
+gAn eki Eski Türkçede daha çok çeşitli bitki ve hayvan adları türetmek içi
kullanılan bir küçültme ekidir. Marcel Erdal +gAn ekinin Moğ. +gAnA ekine
benzediğini ifade etmiş ve Türkçede karagan şeklinde söylenen bitkinin Moğ.,
karagana sözcüğü olduğu belirtmiştir (Erdal, 1991, 87).
sıçkan ‘sıçan, fare’ (< *sıç + kan) sözcüğü de +gAn ekiyle türemiş bir biçimdir.
Räsänen, Clauson gibi bilim adamları bu sözcüğün bir eylem kökünden geldiğini
ileri sürmüştür (VEWT: 414; EDPT: 796a-b). Ancak Marcel Erdal sözcüğün bir
eylemden türeyen biçim olma zorunda olmadığını ifade eder (Erdal, 1991, 88). Biz
de bu görüşe katılıyoruz ve sözcüğün bir ad köküne gelen +gAn ekiyle (< *sıç + kan)
türemiş olduğunu düşünüyoruz. Ancak sözcüğün kökü hakkında herhangi bir
düşüncemiz yoktur.
(ŞTe: 74b18)
(FK, 696: 2)
84
tabuşkan ‘tavşan’ (< *tavış ‘ses’ + kan) sözcüğü Çağatayca sözlüklerde tawuşkan
biçiminde ve ‘tavşan, tavşan denilen bir hayvan, Türklerdeki yıllardan birinin adı’
karşılıklarıyla yer almıştır (Seng. 165v20; LÇ: 105b; DTO: 210).
Clauson sözcüğün –gan eki ile sona eren bir hayvan adı olduğunu, sözcüğün uzun
bir tarihsel geçmişinin bulunduğunu ve 8. yüzyıl öncesinde Kitan’da alıntı olarak
taoli biçiminde yaşadığını ve de Moğolcada taolai biçiminde yer aldığını
aktarmıştır. Clauson, ayrıca bu biçimlerin Türkçedeki asıl biçimin tavılgan (L/R
denkliği ile) olduğunu gösterdiğini de ifade etmiştir (EDPT: 447a).
Marcel Erdal, böyle bir kökün Eski Türkçede bulunmadığını ifade eder. O, eğer bu
sözcük bir gölge sözcük değilse, tavış ‘ses’, DLT’deki tevşin- ‘bir sorunu çözmeye
çalışmak’ ve belki de art biçimli tavışgan biçimi arasında bir çaprazlık olabileceğini
belirtir. Çünkü tavışgan sözcüğünün eylem köküne sahip olması mümkün değildir.
Bu sözcük +gAn ekinden türemiş sözcüklerden olmalıdır (Erdal, 1991, 88).
(ŞTe: 100b6)
(DN: 58)
85
2. +gAn ile türeyen bitki adları:
çimgen ‘çimen’ (< çim ‘çim’ + gen) sözcüğü de bu ekle türemiş bir bitki adıdır.
Sözcük DLT’de çimgen ‘çimen’ şeklinde geçmektedir (DLT I: 443; Dankelly, 1985,
92). Harezm Türkçesinde çimgen ‘çimen’ (KutbHŞ: 44) ve çömen (KutbHŞ: 44)
biçimlerinde görülür. Eski Kıpçakçada ise çemen, çümen (I), şimen, şimgen
biçimlerinde rastlanmaktadır (KTS: 48, 54, 253).
(DN: 784)
(SD: 319)
2.4.4. +lAk
Nadir görülen +lAk eki genellikle isim kök ve gövdelerine eklenerek hayvan adları
ya da farklı anlamlardaki adlar türeten bir ektir. Karahanlı Türkçesi metinlerinden
DLT’de genellikle hayvan adları türettiği görülmüştür.
bagırlak ‘bağırtlak denilen kuş’ (< bagır ‘bağır’ + lak) (DLT I: 503; Dankelly, 1985,
63), kızlak ‘kabakuş denilen bir kuş’ (< kız ‘kız’ + lak) (DLT I: 473; Dankelly, 1985,
140).
86
Çağataycada yalnızca birkaç sözcükte görülmektedir. Genellikle kuş adları türettiği
görülür. Bunlar arasında çaylak ‘çaylak kuşu’, kumalak ‘yuvarlak’, yapalak
‘baykuş’ sözcüklerini sayabiliriz. Bu biçimlerden bazıları bugün Türkiye
Türkçesinde de görülmektedir: çaylak vb.
çaylak ‘çaylak kuşu’ (< *çay + lak) sözcüğü Çağatayca sözlüklerde çaylak ‘be-
Türkī-yi Rumī zagan başed ki anra be-Farsi galivac guyend’ şeklinde açıklanmıştır
(Seng. 210v19; LÇ: 150a; DTO: 282).
Doerfer TMEN’de Az. çaylak ‘uzun ve çatal kuyruklu bir tür yabani kuş’ biçimini
aktarmıştır (TMEN III: 1058). Räsänen ise sözcüğü Şor. şaylak ‘martı’ ve Tob.
çaylan ‘akbaba’ biçimleriyle birleştirmiştir (VEWT: 95). Hasan Eren sözcüğün
‘küçük kuşları ve sıçan gibi hayvanları avlayan yırtıcı bir kuş’ anlamını verdikten
sonra Tkm. çay ‘çaylak’, KKlp. şay ‘çaylak’ biçimlerini aktarır (TES: 82). Tietze
‘küçük bir yırtıcı kuş’ şeklinde anlamlandırdığı sözcüğün belki de çaylak
‘boynuzlarının arası çok açık olan (hayvan), bacaklarının arası çok açık olan (at)’
(DS: 1097) ve caynak ‘kolları ve bacakları düzgün olmayan, çarpık ve apışık olan’
(THASDD: 313) sıfatlarıyla alakalı, kuşun vücut hususiyetlerine işaret eden bir ad
olduğunu belirtir (TETL: 485b).
Bizce Türkçe çaylak biçiminin +lak ekiyle türetildiği açıktır: < çay + lak. Eren’in
belirttiği gibi Eski Kıpçakça çatlak ‘kartal’ biçimiyle birleştirilmesi yanlıştır.
Günümüz Türk dillerinde yaşayan biçimler sözcüğün cay ya da çay şeklinde bir köke
dayandığını göstermektedir. Ancak bu kökün ‘küçük ırmak, dere’ anlamındaki çay
sözcüğü olup olmadığı şüphelidir.
yana yazı kuşlarıdın togdak ve togdarı, çagruk, kıl kuyrug, kula purga, yapalag,
kuladu, leglek, çaylak, kara kuş, télbe kul, cıkcıg dék kuşlarnı atları yoktur.
(ML: F 779b1)
yapalag ‘baykuş’ (< *yapa + lag) sözcüğü de bu ekle türemiş bir hayvan adıdır.
Çağatayca sözlüklerde yapalak ‘baykuş’ şeklinde açıklanmıştır (Seng. 325v25; DTO:
517).
87
Sözcüğe günümüz Türk dillerinde de rastlıyoruz: Özb. yapalak ‘yapalak kuş’
(Abdullayev, 1964, 115), YUyg. yapilak ‘baykuş’ (YUTS: 459), Tat. yabalak ‘zor
küzli, ırgak sıman tomşıklı, yomrı başlı, töngi yırtkıç koş’ (TTAS: 617), Kırg.
capalak ‘puhu’ (KırgS: 177), Kaz. capalak ‘yarasa’ (KazTS: 92), Tü. yapalak ‘bir
tür baykuş’ (TS: 1593), Az. yapalag ‘puhu kuşu’ (Ahundov-Tezcan, 1978, 547).
Sözcüğün kökeni hakkında net bir açıklamaya sahip değiliz, ancak günümüz Türk
dillerinde görülen biçimleri bizi *yapa şeklinde bir köke götürmektedir. Bu sözcük
de +lak ekiyle türeyen hayvan adlarından biri olmalıdır.
yana yazı kuşlarıdın togdak ve togdarı, çagruk, kıl kuyrug, kula purga, yapalag,
kuladu, leglek, çaylak, kara kuş, télbe kul, cıkcıg dik kuşlarnı atları yoktur.
(ML: F 779b1)
(ŞHD: 151a5)
kumalak ‘yuvarlak’ (< *kuma + lak ?) Bu sözcükte bir nesnenin sıfatı olan sözcük
türetmiştir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde kumalag ‘peşkel, koyun ve keçinüŋ ve
dévenüŋ tézek ve gübresi, pışkı, nöri, zebil’ şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 240a; DTO:
437).
Sözcüğün etimolojisi hakkında bir şey söylemek zordur. Clauson’un kumlak ‘Hop
plant, Humulus lupulus’ (EDPT: 628a) şeklinde verdiği sözcükle ilişkili olabilir
Ayrıca Yeni Uygurcada görülen yumulak ‘yuvarlak’ biçimi de bu sözcükle ilişkili
olabilir (YUTS: 189). Yeni Uygurcadaki biçim yumak sözcüğünden gelse gerektir.
Muhtemelen yumulak < yum-uk + lak biçiminde gelişmiş olmalıdır. yumuk ‘yumuk,
birbirine bitişik, kapalı, yanaşık’ sözcüğünün sonundaki k düşmüştür. Çağataycadaki
kumalak sözcüğü de bu şekilde açıklanabilir, yalnız Çağatayca kumalak sözcüğünün
başındaki k’nın Yeni Uygurcada nasıl y olduğunu açıklamak zordur. Sözcüğün kökü
açık değildir, ancak +lak ekiyle türeyen sözcüklerden biri olduğunu düşünüyoruz.
88
bahir ösrükler şi‘arı. Tive kumalagın satarda kandi dégüçi
(MKb: 23b3)
2.5.1. +(A)n
Bu ek topluluk adları türeten eski bir çoğul ekidir. Fazla bir türeticiliğe sahip
değildir. Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesinde de bu ekle biçimlenmiş çok az
sözcük bulabiliriz:
Bu ekin en iyi örneklerinden biri Eski Türkçeden günümüze kadar kullanılan oglan
‘oğlan, çocuk, oğul’ (< ogul ‘çocuk’+ an) sözcüğüdür. Bu sözcükte ek asıl işlevini
kaybetmiştir. Yani çoğul anlamından uzaklaşmıştır.
Diğer yaygın örnek de eren ‘insan, insanlar’ (< er ‘er, erkek adam’+ en) sözcüğüdür.
Ek bu sözcükte çoğul anlamında kullanılmıştır.
Bir diğer yaygın örnek de bodun ‘kabileler, boylar’ (< bod ‘kabile’+ un) biçimidir.
Bu sözcükte topluluk adı türetmiştir. Marcel Erdal bu sözcüğün Hotan kaynaklarında
ilk hecede /o/ ile bulunduğunu ve kökün bugüne kadar Türk dillerinde /o/lu biçimde
yaşadığını ifade eder. O, bodun’un ikinci ünlüsünün bod’un asıl biçiminin *bodX
olduğu ve sondaki /X/in düzenli olarak düştüğü varsayımı ile açıklanabileceğini de
belirtir. Ona göre bu varsayım Moğ. boda ‘boy’ biçimi ile desteklenmektedir (Erdal,
1991, 92).
Talat Tekin ve Gabain bu eki çoğul eki olarak kabul etmiş ve yapım eki olarak kabul
etmemişlerdir (Gabain, 1941 (20003), 62; Tekin, 2000, 103).
89
oğlan; Fars prenslerine mirza ve Rumı prenslere sultan denir şeklinde bir açıklama
da verilmiştir (Seng. 76v24; DTO: 68).
Sözcük Eski Türkçeden günümüz Türkçesine kadar her dönemde görülmüştür. Eski
Uygurcada oglan ‘oğlan, oğul’ (U I: 5, 4; TT III: 19); KB’de oglan ‘oğlan’ (KB: 293,
1097); Harezm Türkçesinde oglan ‘oğlan, oğul’ (KutbHŞ: 114); Eski Kıpçakçada
oglan ‘oğlan, oğul’ (KTS: 203); Osmanlıcada ise oglan ‘oğlan, çoğul’ (TTS: II 717;
III: 533; IV: 599) biçimlerinde sözcüğü görmek mümkündür.
(ŞHD: 81b2)
(ÇİK: 76r2)
2.5.2. +(A)gU
Bu ek topluluk adları ve sıfatlar türeten bir biçimdir. Grønbech, ekin addan eylem
yapan –a- ile eylemden ad yapan –gu’dan meydana geldiğini belirtir (Grønbech,
1936, 29). Marcel Erdal bu ekin eklendiği sözcükleri üç gruba ayırır. Ona göre,
+(A)gU ilk önce sayılara, ikinci olarak çokluk gösteren sıfatlara ve üçüncü olarak
diğer sözlükbirimlere eklenir (Erdal, 1991, 93).
Bu ek Eski Türkçede birden ona kadar olan sayılara gelerek topluluk adı belirtir:
biregü, ékigü, onagu vb.
Zamirlere gelerek çoğul anlamı katar: negü üçün ‘hangi sebeplerden’ (Ht V 182: 3
[Erdal, 1991, 95]).
90
Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesinde bu ekle biçimlenen sözcükler bulunur.
DLT’de daha çok vücudun belli bölümlerini niteleyen sözcükler, çeşitli sıfatlar
türettiği görülür.
karnagu ‘koca karınlı adam’ (< karın ‘karın’ + agu) (DLT I: 491; DanKelly, 1985,
130), içegü ‘kaburga kemiklerinin iç tarafında bulunan şey’ (< iç ‘iç’ + egü) (DLT I:
137; DanKelly, 1985, 31), oglagu ‘nazik, kibar’ (< ogul ‘oğul’ + agu) (KB: 77).
1. +(A)gU birden ona kadar olan sayılara gelir ve onlara topluluk anlamı katar:
küstahlık kılduk ve takı dürr-i yetimniŋ ma‘nası bahasız démek bolur biregü
(ŞHD: 168a3)
(HLN: 10)
(ŞHD: 48b9)
Görüldüğü gibi yukarıdaki örneklerde birden ona kadar olan sayılara gelerek
topluluk anlamı taşıyan sözcükler meydana getirmiştir.
(ŞHD: 40a8)
91
her yil ihtiyaç éliga negülük yétkürgeyler
(AŞV: 755b)
3. +(A)gU ekinin diğer bir işlevi de sayı ve zamirlerin dışında farklı sözcüklere
eklenip yeni biçimler türetmesidir. Az da olsa bu biçimler Çağataycada bulunur.
Nadir örneklerde biri içegü sözcüğüdür.
içegü ‘bağırsak’ ( < iç ‘iç’ + egü) Sözcük Eski Türkçede içegü ‘kaburga
kemiklerinin iç tarafında bulunan şey’ (< iç ‘iç’ +egü) anlamındayken Çağataycada
‘bağırsak’ anlamını kazanmış ve bir organın adı olmuştur. Eski Türkçeden
Çağataycaya sözcüğün anlamında daralma olduğu görülür.
... avvalca alarnıŋ kursagıda bolgay içegüler ve haşalardın ... va éritür alarnıŋ
térilerini
(ÇKT: 33b25)
+KII, +gXl ve +°l ekleri Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesinde genel olarak üç işlevde
görülmektedir.
kızıl ‘kızıl, kırmızı’ (< *kız ‘sıcak’ + ıl) sözcüğü Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta
kızıl ‘kırmızı, açık, belli; sürh, altun, güzel, aşikar, al, kan, nar, atiş’; bir tür kuş; bir
tür şahin’ şeklinde anlamlar verilmiştir (Seng. 296v9; LÇ: 246b; DTO: 448).
Bang sözcüğün *kız + sıl > *kızzıl > kızıl biçiminde geliştiğini ileri sürmüştür (Bang,
1930, 20). Gabain ve Talat Tekin bu renk adını *kız ‘sıcak’ adına dayandırmakta ve
sözcüğün bu ekle biçimlendiğini ileri sürmektedirler (Gabain, 1941 (20003), 47;
Tekin, 2000, 84). Cirtautas, “Renklerin Kullanımı” adlı çalışmasında kızıl sözcüğü
için *kı- ‘yanmak, kızarmak, ılımak’ biçiminde bir köke ulaşılabileceğini belirtmiş
ve Tarihi ve günümüz Türk dillerinde bu kökle türediğini düşündüğü biçimleri
aktarmıştır: 1. Şor. Sag. Küer. Osm (Wb) kı-n ‘ısınmak, tutuşturmak’; 2. Krm.,
Kom., Tat. (Wb.) kı-z ‘sıcak, ihtiraslı, ılık, kızıl’; 3. ET (Gabain, 1941 (20003), 280)
kı-z ‘sıcak’, Çağ. (Wb) kı-z ‘kızıl; ateş’; 4. ET (Gabain, 1941 (20003), 280), OT
(DLT III: 129) kıg ‘toprağı kabartmakta kullanılan gübre, tezek’; 5. Anad.
(THASDD II: Aydın ve çevresi) kırtıg ‘kuru sığır gübresi’ ( < kı-r-t-ık). Cirtautas,
sözcüğün Eski Osmanlıcadaki kuzul (Heffening, 1942, 27 [Cirtautas, 1961, 52])
biçimine bakılarak *kı-z-ul > kuzul biçiminde açıklanabileceğini belirtmiştir
(Cirtautas, 1961, 51-52). Marcel Erdal ise Bang’ın kızıl ve yaşıl sözcüklerinin
93
sırasıyla *kızsıl ve *yaşsıl biçimlerinden geliştiği yolundaki görüşünü kabul eder ve
sözcüğün *kız+sI-(I)l şeklinde geliştiğini belirtir (Erdal, 1991, 100; 331). Talat
Tekin’e göre ise Türk dillerinde söziçi -zs- ve -şs- ünsüz çiftlerinin genellikle
korunmuş olması gerçeği Bang’ın teorisini çürütmeye yeter.
Ona göre Genel Türkçe kızıl sözcüğünün Çuvaşça karşılığı olan xĭrlĭ (< *xĭrĭl <
*kırıl) sözcüğü de Bang’ın görüşünün doğru olmadığını açıkça göstermektedir
(Tekin, 1994a, 244-281).
(LD: 898)
(BHD, XXI: 4)
(BHD, XXI: 5)
yaşıl ‘yeşil’ (< yaş ‘taze’ +ıl) sözcüğü +Il eki ile türemiş bir renk adıdır.
Bang sözcüğün *yaş+sıl > yaşşıl > yaşıl biçiminde geliştiğini ileri sürmüştür (Bang,
1930, 20). Cirtautas, sözcüğün *yaş + ı- ‘yeşillenmek’ eyleminden yaş + ı-l
biçiminde gelişmiş olabileceğini belirtmiştir (Cirtautas, 1961, 61). Clauson sözcüğün
yaş kökünden geldiğini *yaşsıl sözcüğünün değişmiş biçimi olduğunu düşünmektedir
(EDPT: 978a). Gabain ve Talat Tekin bu sözcüğü yaş ‘taze, yeşil ot, yaş’ köküne
bağlamaktadır (Gabain, 1941 (20003), 47; Tekin, 2000, 84). Marcel Erdal yaşıl
sözcüğünün *yaş+sI-(X)l biçiminde geliştiğini ileri sürmüştür (Erdal, 1991, 331).
(SD: 270)
(BHD, XXXIV: 1)
94
libasın étti yaşıl serv-i lale ruhsarım
(BHD, XXXIV: 2)
kölkömük: Bu ekle türemiş sözcüklerden biri kölkömük ‘gömgök’ (< kök ‘yeşil,
mavi’ + ömük) sözcüğüdür. Bu biçimde ekin + ömük biçiminde eklendiği
görülmektedir. Sözcüğün kökü kök ‘yeşil, mavi’ sözcüğüdür. Sözcüğe Çağatayca
dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık. Çağatayca metinlerden ise yalnızca Ali
Şir Nevâyî’nin Leyla vü Mecnun adlı eserinde karşılaştık.
(LM: 3020)
95
vaşak, sege müşabih derisi siyahlı ve beyazlı bir nev‘ hayvan ki andan kürk yaparlar’
şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 79a; DTO: 166).
Bang sözcüğün *bor’dan geldiğini ileri sürmüştür (Bang, 1917, 136). Buna karşılık
Şçerbak çağdaş Türk diyalektlerinde *bor yerine boz biçiminin geçtiğini öne sürerek
bu görüşe karşı çıkmıştır (İRLTYa: 139). Ramstedt ise Moğolca borki ve Türkçe
borsuk biçimlerini *bor ‘açgözlü, şişman’ kökünden getirmiştir (RKWb. 52a).
Brockelmann bursumak (Oğuzca bursuk) biçiminden yola çıkarak -mak ekiyle
yapılmış bir türev olarak değerlendirmiştir (Brockelmann, 1954, 84. § a). Doerfer,
Bang’ın etimolojik açıklamasını geri çevirdikten sonra Macarca ve Çuvaşça biçimleri
göz önüne alarak çağdaş porsuk’un *bors biçiminden geldiğini bir olasılık olarak
düşünmüştür. Ona göre, borsuk bir küçültme biçimidir. Doerfer Türkçeden komşu
dillere geçen biçimleri toplu olarak vermiştir (TMEN II: 733). Ayrıca Doerfer borz
biçiminin eski Macarca *borzok 'tan geldiğini ileri sürmüştür. Ona göre, *borzok
biçiminin sonundaki -ok Macarcada yanlışlıkla çokluk eki olarak
değerlendirildiğinden düşmüştür (TMEN II: 733). Clauson sözcüğü borsmuk (?p-)
‘porsuk’ şeklinde maddebaşı olarak vermiş ve bu biçiminin yalnızca Kaşgarlı’da
bulunduğunu ifade etmiştir. Ayrıca Clauson sözcüğün biçim bakımından Türkçeye
benzemediğini de ifade etmiştir. Ona göre sözcük Toharcadan gelmiş olmalıdır
(EDPT: 369a). Ligeti, Macarca borz’un geçmişinin Doerfer’in bu kuramına ters
düştüğünü açıklamıştır. Ona göre, Türkçe borsuk (~ porsuk) biçimi karşısında tek
heceli Macarca borz, yalnız eski Çuvaşçadan alınmış olabilir (Ligeti, 1986, 307-308).
Marcel Erdal, sözcüğün boz ‘griy’ ile ilişkili ise bu biçime ait olması gerektiğini
ifade eder (Erdal, 1991, 101). Talat Tekin de boz ‘grey’ ile borsuk, borsmuk
sözcükleri arasında ilişki olduğunu ileri sürür. Ona göre borsuk ya da borsmuk’un
türediği *bor Ön Türkçe *boz’dan gelişmiştir. Ancak o ön-z’leşmede *bor olarak
kalarak borsuk ve borsmuk’u türetmiştir (Tekin, 1994a, 244-281).
Róna-Tas ve kimi bilim adamları da porsuk (< borsuk sözcüğünün borsu- ‘pis
kokmak’ kökünden çıktığını iddia etmişlerdir (Róna-Tas: Bevezetés 25 [TES: 337]).
96
2.6.3. +Xş
Bu biçim renk adları türetir ve eklendiği sözcüklere ‘-lı’ anlamı katar. Ekin diğer bir
işlevi de eklendiği sözcüklere küçültme anlamı katmasıdır.
Karahanlı Türkçesinde daha çok küçültme işlevinde sözcükler türetmiştir. küsüş ‘aziz,
değerli, nadir’ (< *küs ‘arzu’ + üş; krş. *küse- ‘istemek, arzu etmek’ < *küs+e-) (KB:
44), tumşuk ‘gaga’ (< *tum + uş +uk; krş. Yak. tumus ‘gaga, hayvan burnu; kayık
ucu) (KB: 77), yémiş ‘yemiş, meyve’ (< yé - m + miş) (KB: 1651).
yémiş ‘yemiş, meyve’ (< yém ‘yemek’ +iş; krş. DLT yém ‘yemek’) (Tekin, 1995,
107). yémiş sözcüğünün yé- ‘yemek’ eyleminden –miş ekiyle türemiş bir eylem sıfatı
olduğunu da iddia edenler olmuştur (Räsänen, 1957, 137; VEWT: 197; EDPT: 938b,
DanKelly 1985, 221; TES: 451), ancak anlamı düşünüldüğünde yémiş sözcüğünün
bu ekle türemiş olamayacağı görülmektedir. Sözcüğün DLT’de geçen yém ‘yemek,
azık, taam’ (DLT I: 468) köküyle ilişkili olduğunu düşünmekteyiz.
“harbuz yémiş, kullanımı isim tamlaması olarak görülse iki ögenin de ek almadığı bir
tamlama söz konusudur. Bu durumda isim ögesinin nitelik bildiren bir yanının
olması gereklidir. Sıfat tamlaması olarak görmek için de harbuz’un nitelik ifade eden
bir özelliğinin olması gerekir. Bu kullanımı yakın anlamlı kelimelerden oluşan bir
ikileme olarak değerlendirmek durumunda yapıya ilişkin zorluklar ortadan kalkar.
Bu kez de yémiş kelimesinin harbuz ile nasıl yakın anlamlı olabileceği anlaşılmalıdır.
97
Azericede yemiş ‘kavun’ anlamında kullanılmaktadır. harbuz yimiş sözöbeği benzer
varlıkları gösteren kelimelerin bir arada kullanılması ile oluşan bir ikileme olarak
değerlendirildiğinde ‘kavun karpuz’ anlamı verilebilir. Bugün Türkiye Türkçesinde
türü genel ifade için kavun karpuz kullanımı da bunu destekleyici niteliktedir.”
(Abik, 2005, 140).
2.7.1. +dUrXk
+dUrXk esasen farklı işlerde kullanılan alet adları türeten bir yapım ekidir. Marcel
Erdal bu ekin temel olarak insan ve hayvanların belli vücut bölümleri ile bağlantılı
nesne adları türeten bir ek olduğunu belirtir ve Bang’ın bu ekin tur- ‘durmak’ + k
biçiminden gelişmiş olabileceğini ileri süren görüşünü aktarır (Bang, 1918, 293
[Erdal, 1991, 104-105]). Bang’ın bu görüşü birçok araştırmacı tarafından da kabul
görmüştür (Brockelmann, 1954, 100; Garipov, 1959, 109, Sevortyan, 1966, 177;
Şçerbak, 1977, 107 [Vásáry, 2007, 371-372]). Eckmann bu ekin faktitif -dur- ile
eylemden mücerret isim yapan –uk’un birleşimi olduğunu ifade eder (Eckmann,
1966, 54). Vásáry, Türk Dilleri Araştırmaları Dergisinin 17. sayısında yazdığı
makalesinde bu ek hakkındaki görüşleri aktarmış ve Türkçede +dUrXk ekiyle
türemiş sözcükleri alfabe sırasına göre vermiştir. Vásáry’ye göre turuk / duruk
biçimlerinde görülen ekin ilk sesbirimi aslında [t] olmalıdır, ancak Tarihi ve
günümüz Türk dillerinde bu ekle türemiş biçimler toplandığında ötümlü d- sesinin
Yakutça hariç bütün Türk dillerde daha baskın olduğu görülmektedir. Vásáry, t-’li
biçimlerini kullanımında bir düzensizlik olmadığını da aktarmıştır. Yine Vásáry’nin
aktardığına göre, ilk sesbirimi d-’li olan ek biçimleri (< +dXrXk), başında ötümsüz
bir sesbirim bulunan tur- eyleminin kullanıldığı dillerde bile yaygın olarak görülür.
Bu olgu +dXrXk ekinin temel biçim olan tur- eyleminden bağımsız olduğunu
gösterir. Bunun yanında +dXrXk ekindeki d-’nin sabitlenmesi kök sözcüğün
sonundaki ünsüzün özelliğine de bağlıdır. Yani hemen hemen +dXrXk ekini alan
bütün sözcükler –n ve –l sızıcı ünsüzleri ile sona erer, ağızdırık, düdirik gibi örnekler
hariç (Vásáry, 2007, 371-372).
98
Eski Uygurcada boyun ‘boyun’dan boyunduruk ‘boyunduruk’ (TT V B: 115, TT VIII
A: 33 ve AgFrag (1) G a4 [Erdal, 1991, 104]) ve genişlemiş beldürüklüg biçimlerine
sahibiz.
agızdırık ‘yular gemi’ (< agız ‘ağız’ + dırık) sözcüğü Senglah’ta rastladığımız bu
ekle biçimlenmiş örneklerden biridir (Seng. 44r18). Bu sözcüğe metinlerde
rastlamadık.
‘Gömlek yakası; kağnı, araba, saban, pulluk, döğen çekebilmeleri için hayvanların
boyunlarına takılan tahta çatal; nal çakılan öküzlerin ayaklarını bağlamakta
kullanılan ağaç parçası; çatının en üstündeki uzun, tek ağaç, çatıyı enlemesine kat
eden ağaçlar’ (DS XII: 4463).
99
kangalduruk ‘kalkan sapı’ (< kangal ‘kalkan’ + duruk) sözcüğünde ise bir alet
adından başka bir alet adı türetmiştir. Bu sözcük Ali Şir Nevâyî’nin Muhakemetü’l-
Lugateyn adlı eserinde kangalduruk ‘bir tür zırh’ anlamında görülmektedir. Sözcük
Çağatayca sözlüklerde kangalduruk ‘yek nev‘-i zéréhī est ki der Freng sahte mī
şeved’ şeklinde karşımıza çıkmaktadır (Seng. 277v28; N Quatr. 16: 8).
Sözcüğün gelişimi muhtemelen kangalduruk < kangan ‘bir tür zırh’ + duruk
biçiminde olmalıdır. Ayrıca sözcüğün kalkan sözcüğüyle de ilişkili olduğunu
düşünmekteyiz.
(ML: 777b5)
sakalduruk ‘ince gerdanlığı traş etme aleti’ ( < sakak ‘çene’ + duruk ya da sakal
‘sakal’+ duruk) sözcüğü de yalnızca Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta
rastladığımız bir sözcüktür (Seng. 232b19). Sözcüğe taradığımız Çağatayca
metinlerde rastlamadık.
Bu sözcükte ek insanın bir organı ile bağlantılı bir nesne adı türetmiştir. DLT’de
sakalduruk ‘iplikten örülen bir kaytandır. Külahın başta durması, yere düşmemesi
için çene altından geçirilerek bağlanır’ (DLT I: 530; DanKelly, 1985, 154) şeklinde
geçmektedir. Tarama Sözlüğünde ise sakaldırık biçiminde ve ‘gerdanlık’ anlamıyla
verilmiştir (TTS V: 3252).
Vásáry, sözcüğün kökünün sakak ~ sagak ‘çene, çift çene’ ya da sakal ~ sagak
‘sakal’ biçimlerinden biri olduğunu ve her iki biçimin de *saka- ~ saga- ‘asılmak’
şeklinde bir köke gittiğini belirtmektedir (Vásáry, 2007, 382). Bizce iki kök de
uygundur.
100
2.7.2. +çU ve +çUk
Bu eke Çağataycada rastlamadık ancak bu ekle birlikte ele aldığımız +çUk eki
muhtemelen +çU ekinin +k küçültme eki almış biçimidir. Bu nedenle bu eke burada
yer verdik.
+çUk eki de +çU gibi eklendiği sözcüklerde bazen küçültme bazen yer bazen de hem
küçültme hem de yer anlamı katmıştır. DLT’de bu ekle biçimlenmiş sözcükler
buluruz:
kayaçuk ‘güzel kokulu bir dağ otudur’ (< kaya ‘kaya’ + çuk) (DLT III: 177;
DanKelly, 1985, 134), monçuk ‘atın boynuna takılan değerli taş, aslan tırnağı, muska
gibi şeyler’ (< mon +çuk) (DLT I: 475; DanKelly, 1985, 119).
Çağataycada +çUk eki Eski Türkçe ve DLT’deki görevlerinin yanı sıra birkaç
sözcükte farklı işlevde kullanılmıştır. Tabi ki bu işlevinde küçültme işlevi
hissedilmektedir.
(ŞN2: 2740)
çogurçuk: Ekin bazen hayvan, özellikle de kuş adları türettiği görülür. Bu işlevin
örneklerinden biri çogurçuk ‘sığırcık’ sözcüğüdür. Sözcüğe Babürnamede rastladık.
101
Çağatayca sözlüklerde çogurçuk ‘küçük bir perende ismidür, sıgırcık, saç gibi’
şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 156a; DTO: 295).
bir nav‘ı budur – kim Lamganatta köptür – başı kara, kanatları ala, cussası
çogurçukdın bir neme ulukrak ve kabaraktur
(BN: 278b4-5)
çupçuk ‘serçe’ (< *çup + çuk) sözcüğü de bu ekle türeyen kuş adlarından bir
diğeridir. Serçe küçük bir hayvan olduğundan bu sözcükte aslında ekin küçültme
işlevi hissedilmektedir. Ancak sözcüğün kökü hakkında bir açıklama getiremiyoruz.
Sözcük Çağatayca sözlüklerde çupçuk ‘serçe, güncişk, cadu kuşı’ şeklinde
açıklanmıştır (LÇ: 154a; DTO: 290).
kim her biri bir çupçuk yumurtkasıça ve üstide gevher-i şeb-çerag kim milk-i harabi
érdi ve ol tancı altun zincir bile başı
(TEH: T731b)
Bu örneklerin dışında kabaçuk ‘kabacık’ (< *kaba ‘kaba, kalın’ + çuk) sözcüğü de
bu ekle biçimlenmiş bir diğer örnektir. Sözcüğün kaba ‘kaba, kalın’ sözcüğünden
türediği düşüncesindeyiz.
köfrük tapa suy, kabaçuk suy, baharık suy ve harunlık suy, amrıka suy, alıp yaruk
suy
(NT: 128)
102
kurçuk: Bu ekle biçimlenmiş bir diğer sözcük de ‘dervişlerin külahlarına doladıkları
bez parçası’ anlamındaki kurçuk sözcüğüdür. Bu sözcükte ekin küçültme işlevi
hissedilmektedir. Sözcük kurçuk < kur ‘kuşak, kemer’ + çuk şeklinde gelişmiş
olmalıdır.
(MN: 8a12)
başı Ögüz tagıdın ayagı Karaçuk tégi yüz koşluk yer turur
(NT: 109)
2.7.3. +lAg
Genel olarak yer ve zaman bildiren bir ektir. Eckmann ve Marcel Erdal bu ekin
addan eylem yapım eki +lA- ile eylemden ad yapım eki –(X)g ekinin birleşiminden
meydana geldiğini ileri sürerler (Eckmann, 1966, 56; Erdal, 1991, 108).
kışlag ‘kışlak’ (< kış ‘kış’ + lag) (DLT I: 464; DanKelly, 1985: 139); kuşlag
‘kuşların çok olduğu yer, orada av yapılır’ (< kuş ‘kuş’ + lag) (DLT I: 465;
DanKelly, 1985, 149); yaylag ‘yayla’ (yay ‘yaz’ +lag) (DLT III: 47; DanKelly,
1985, 220) vb.
kışlag/k ‘kışlak, kışlık yer’ (< kış ‘kış’ + lag) sözcüğü Çağatayca sözlüklerde kışlak
‘kışın geçirildiği sıcak yer; karye, aşayirüŋ avlı olan evi, nahiye, kuy, kaza’
açıklaması verilmiştir (Seng. 297v25; LÇ: 248a; DTO: 449).
Doerfer sözcüğün Arapça, Rusça, Balkan ve Kafkas dillerine Türkçeden alıntı olarak
bulunduğunu aktarmıştır (TMEN III: 1496). Räsänen sözcüğü kış-lak ‘kışlık yer’
şeklinde açıklamıştır (VEWT: 168). DTS’de ise sözcük için kışlak ‘kışlık yer’
karşılığı verilmiştir (DTS: 448). Clauson sözlüğü kışla- eyleminden getirdiği sözcük
için ‘kışlık yer’ karşılığını vermiştir. Ayrıca Clauson sözcüğün yaylag/k sözcüğünün
karşıtı olduğunu da dile getirmiştir (EDPT: 672b).
ve nusret közleri ruşen ve ‘asa-ger-i mansure kim tigları suyıdın feth ü zafer beyanı
gülşendür bu tarafdaki vilayette kışlak kıldılar
(TEH: M796b23)
(ŞN2: 2224)
torlag ‘av yeri’ (< tor ‘tuzak, ağ’ +lag). Sözcüğün kökü olan tor ‘tuzak, kuş ve balık
avlanan av’ sözcüğü DLT’de de bulunmaktadır (DLT III: 121). Çağatayca
sözlüklerde sözcüğün kökü tor ‘dâm, ağ’ biçiminde geçmektedir (Seng. 172r; LÇ:
115a).
104
Ramstedt Moğolca toor biçimini Türkçe tor ile birleştirmiştir (RKWb: 401). Doerfer
TMEN’de sözcüğün Farsça, Moğolca, Kafkas dilleri (Avarca, Udehece, vb.) ve diğer
komşu dillerde Türkçeden alıntı olduğu belirtmiştir. Moğolcada Türkçeden alıntı
olan togur, tör biçiminin kullanıldığını aktarmıştır (TMEN II: 954). Räsänen ise Türk
lehçelerinde kullanılan tor biçiminin toor’dan geldiğini yazmış, Moğolca toor’u da
Türkçe tuz (> tuzak) biçimiyle karşılaştırmıştır (VEWT: 502). Clauson’un etimolojik
sözlüğünde bulunan tōr maddesinde sözcüğün anlamı ‘kuş ya da balık avlamakta
kullanılan ağ, tuzak’ şeklinde verilmiş olup, sözcüğün kökeni hakkında herhangi bir
bilgiye yer verilmemiştir (EDPT: 528b).
köŋül tilettim ü taptım soragın zülfüŋ ilinde
(SD: 563)
yaylag/k ‘yaylak, yazın geçirildiği yer’ (< yay ‘yaz’ + lag) sözcüğü Çağatayca
sözlüklerde yaylak ‘yazlık yer, yayla mahalli, sahra badiye, göçmen yeri, yayla’
şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 17r23; LÇ: 302b; DTO: 542).
Derleme Sözlüğünde de yaylah, yaylak biçiminde yer alan sözcük için ‘otlak’ anlamı
verilmiştir. (DS XI: 4212).
(SD: 318)
Muharrem ayı, Fargana vılayatıdın Hurasan ‘azīmatı bile İlek yaylagıga kim Hısar
vılayatınıñ yaylaglarıdındur – kélip tüştüm
(BN: H120a4-5)
tuzlak ‘tuzlu yer’ (< tuz ‘tuz’ + lak) sözcüğü de +lAg ekiyle türemiş bir sözcüktür.
105
anıŋ üçün ol yer tuzlak érdi.
(ŞTe, 9: 13)
bizniŋ ilgeri bargan karavul yigitleri ve ba‘zı yigitler, Kara Bagnıŋ ayagı Égri Yar
navahīsıda Şīrkege yetken bile ok, élik koşarlar; azaglak uruşkan dék kılur, bat ok
algan bile téprerler
(BN: H125b2)
(BN: H127b10-11)
2.7.4. +mAk
Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesi metinlerinde +mAk daha çok eki giysi adları
türetmek için kullanılan bir ektir. Bu ekin Eski Türkçede örneklerine pek
rastlamayız. Ancak DLT’de bu ekle biçimlenmiş sözcüklere rastlayabiliriz. Yalnız
DLT’de de sınırlı sayıda örnek görülmektedir.
başmak ‘pabuç. Oğuzca’ (< baş ‘baş, kafa’ + mak) (DLT I: 466; DanKelly, 1985,
67), kemek ‘çubuklu ve nakışlı bir kumaştır; bundan bürgü yapılır; Kıpçaklar
yağmurluk yaparlar.’ (etimolojisi belirsiz) (DLT I: 392; DanKelly, 1985, 101).
KB’de de etmek ‘ekmek’ (< et+mek) (KB: 1191, 2318, 2319) örneğinde bu ek
görülmektedir.
başmak ‘pabuç’ ( başmak < başak) sözcüğü Çağataycada bu ekle türemiş nadir
sözcüklerden biridir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde başmak ‘bir yaşındaki buzağı;
ayakkabı, pabuç, kefş ve kösele’ şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 124r16; LÇ: 69b;
DTO: 151).
106
Ramstedt sözcüğün Korecede ‘bir tür deri’ olarak kullanılan palmak’tan geldiğini
ifade etmiştir (Ramstedt, 1949, 186). Doerfer başmak’ı Orta Türkçede geçen başa-
‘kertik yapmak, kertiklemek’ kökünden türemiş bir biçim olarak açıklamayı
denemiştir. *başamak > başmak. Doerfer, Çiğilce başak’ı da başa- kökünden -k
ekiyle yapılmış bir türemiş biçim olarak saymıştır. Ona göre, başmak’ta bir eylem
kökü saklanmıştır. Türkçede başa- yanında eskiden baş- kökünün kullanıldığı da
unutulmamalıdır (TMEN: 744). Räsänen sözcüğü Orta Türkçeden başmak
‘ayakkabı’, Osm.’dan başmak ‘ayakkabı, sandalet’, Kaz.’dan başmak ‘ayakkabı,
sandalet’ şeklinde aktarmış ve Rusçaya başmak biçiminde alıntılandığını ifade
etmiştir (VEWT: 65). DTS’de başmak ‘başmak, tuflya’ karşılığı verilmiştir (DTS:
88). Clauson sözcüğü başmak ‘ayakkabı, pabuç’ şeklinde açıklamıştır. Ona göre, ilk
bakışta sözcüğün *baş- kökünden geldiği düşünülebilir. *baş- kökü de ‘ba-
eyleminin işteşlik eki almış biçimi olabilir, bir şeye bağlı, ayağa bağlı anlamını
verir’. Kâşgarlı Mahmud’un verdiği başak biçimiyle başmak arasındaki ilişki
karışıktır. Oğuzlar bir -m- ekleyerek başak’ı başmak biçimine sokmuşlardır. Kâşgarlı
Mahmud, borsmuk biçimindeki -m-’yi de buna örnek olarak vermiştir (EDPT: 382b).
Erdal, bu sözcük için Türkçede bir kökün olmadığını aktarmıştır (Erdal, 1991, 110).
Eren ise paşmak ‘ayakkabı’ karşılığını vermiş, sözcüğün Tkm. başmak, paşmak;
TatK. başmak ‘terlik’ biçimlerini aktarmıştır. Eren ayrıca sözcüğün Türkçeden
Arapça, Farsça gibi komşu dillere de geçtiğini, Bulgarca, Sırpça, Rumca gibi Balkan
dillerinde de kullanıldığını ifade etmiştir. Yine Rusçada da başmak olarak geçtiğini
de belirtmiştir. Ona göre, Macarca pacsmag doğrudan doğruya Türkçeden geçmiş
olabileceği gibi, Sırpçadan da alınmış olabilir (TES: 43b-44a).
etmek ‘ekmek’ (< et ‘et; yumuşak’+ mek) sözcüğü Çağataycada bu ekle biçimlenen
sözcüklerden biridir. Mustafa Kaçalin’e göre, ekmek biçimine 18. yy’dan önce
rastlanmaz. Sözcük bir eylemden geliyormuş gibi görünse de Tü.’deki et-
“düzenlemek, tanzim etmek” eylemi buna yapı ve anlam bakımından müsait değildir.
Yapı bakımında kapılı é’li üstelik uzun ünlülüdür. Anlam bakımından; ad ve anlam
kısmı bulunmayan yarım eylem kalıcı bir ad yapamaz. Mustafa Kaçalin sözcüğün
107
kökeninin DLT’deki et ‘et’, et yér ‘yumuşak toprak’ sözcüğü olduğunu da
belirmiştir. (Daha fazla bilgi için bkz. Kaçalin, 2005, 90-105).
(MKb: 109a9)
bir etmekni éki bölüp yarımın bir açka bérgenni saha édi, özi yémes barını muhtacka
birgenni ahı édi
(MKb: 70a8-10)
2.8. Bir İşi Sürekli Yapanı Bildiren Adlar Türeten +çI Eki
Meslek sahibini gösterir ya da bir işi sürekli yapan anlamında adlar türetir. Bu ek
hareket adlarına, inanç ile ilgili adlara, huy ve karakter bildiren adlara eklenerek
yapanı, edeni bildiren adlar türetir.
Talat Tekin bu ekin Eski Türkçe eserlerinde “meslek mensubu ya da bir işi sürekli
yapan” anlamında adlar türettiğini ifade eder (Tekin, 2000, 82).
agıçı ‘ipek kumaşları muhafaza eden kimse’ (< agı ‘ipek’ + çı) (DLT I: 136;
DanKelly, 1985, 5; KB: 2494, 2741), abaçı ‘umacı; çocukları korkutmak için abaçı
keldi denir.’ (< aba + çı) (DLT I: 136; DanKelly, 1985, 3), bérimçi ‘verici’ (< bér-
‘vermek’ - im + çi) (DLT I: 75; DanKelly, 1985, 71), etükçi ‘pabuççu’ (< etük
‘pabuç’ + çı) (DLT II: 49; DanKelly, 1985, 29), tapugçı ‘hizmetçi’ (< tap- ‘hizmet
etmek’ – ug + çı) (DLT I: 376; DanKelly, 1985, 177), yumuşçı ‘melek’ (< yumuş
‘yumuşak’ + çı) (DLT III: 12; DanKelly, 1985, 233); asıgçı ‘faydacı, kârcı, tefeci,
faizci’ (< asıg ‘fayda, yarar’ + çı) (KB: 2609, 4419).
108
ahtaçı ‘baytar, seyis’ (< Moğ. ahta + çı) sözcüğü Çağatayca sözlüklerde ahtaçı
‘celov-dar, baytar, seyis, cılavdar’ biçiminde açıklanmıştır (Abuş. 6; Seng. 33r16;
LÇ: 6, DTO: 8).
Kowalevski sözcüğün kökeni Moğ. ahta, akta ‘iğdiş edilmiş at’ biçimine
dayandırmış, agta ‘hadım edilmiş at’ şeklinde açıklamıştır (Kowalewski, 1844-49,
137). Räsänen ise sözcüğün ahta’dan geldiğini, Türk lehçe ve şivelerinde akta, atka
şekillerinin bulunduğunu, Moğolcada da agta biçiminde yer aldığını bildirmiştir
(VEWT: 9).
(SD: 307)
(LD: 64)
altınçı, altunçı ‘altıncı’ (< altun ‘altın’ + çı) sözcüğü de meslek sahibini gösteren +çı
ekiyle türemiş bir sözcüktür.
Doerfer ve Sevortyan altun sözcüğünün al ‘ışık’ ile *tuŋ, toŋ ‘bakır’ sözcüklerinin
birleşiminde oluştuğunu düşünmüşlerdir (TMEN II: 114; ESTYa I: 142). Sözcük için
DTS’de altun I maddesinde ‘1. altın; 2. altın madeni; 3. altın kaplama’ tanımları
yapılmıştır. altun II maddesinde yer verilen sözcük ise bir özel isimdir ve ‘Talas
bölgesinin adlarından’dır (DTS: 40). EDPT’de ‘altın’ karşılığı verilen sözcüğün çok
eski dönemde altan biçiminde Moğolcada yaşadığı bildirilmiştir (EDPT: 131a).
UW’de altun maddesi altında pek çok tanıma yer verilmiştir: ‘altın; altın takı, altın
rengi; altın para, altın tabakası; ‘altın elementi’; ‘muhteşem’. (UW: 112b). Sözcük
kökü DanKelly’de altun ‘altın’ şeklinde açıklanmıştır (DanKelly, 1985, 73). TES’de
altın maddesinde ‘kolay işlenen, yüksek değerli, paslanmaz element’ tanımı verilir
ve sözcüğün kökeniyle ilgili olarak öne sürülen görüşler sıralanır (TES: 10).
altun sözcüğü, altın biçiminde Türkiye Türkçesinde yaşamaktadır. Sözcük TS’te, ‘1.
atom sayısı 79, atom ağırlığı 196,9 olan, 10640 C de eriyen, kolay işlenen, yüksek
109
değerli, paslanmaz element, kısaltması Au, 2. Altından yapılmış, 3. altından yapılmış
sikke 4. mec. Niteliği iyi olan, üstün nitelikli olan, değerli’ biçiminde tanımlanmıştır
(TS: 83).
(LD: 121)
(ŞTe: 81b5-6)
atımçı ‘atıcı’ (< atım ‘atım’ + çı) sözcüğü at- eylemine –ım eylemden ad yapan ve
+çı addan ad yapan eklerinin eklenmesiyle biçimlenmiş bir sözcüktür. Sözcüğün
kökü olan atım biçimi Çağatayca sözlüklerde ‘menzil, bir ok atım gibi yer, mutad’
anlamıyla kaydedilmiştir (LÇ: 5b; DTO: 6).
(LD: 140)
(AD: 27)
ayakçı ‘saki’ (< ayak ‘kadeh’ + çı) sözcüğü ayak ‘kadeh’ sözcüğüne +çı addan ad
yapan eklerinin eklenmesiyle biçimlenmiş bir sözcüktür. Sözcüğün kökü Çağatayca
sözlüklerde ayag/ayak ‘kase, kap, bardak; kadeh’ şeklinde açıklanmıştır (Seng. 57r2;
DTO: 90).
(ŞHD: 56b13)
110
siniŋ bezmiŋde éy sultan-ı huban
(TN: 303)
ayalguçı ‘şarkıcı, şarkı söyleyen’ (< Moğ. ayalgu ‘şarkı’ + çı) sözcüğü Çağatayca
sözlüklerde ayalgu ‘sada-yı guyendeye ve aheng-i fürudeşte ve sada-yı bülbülü ve
hoş avazla ırlamğa derler. Amma bazı ehlinden istisma olundu ki mutlak bir hoş
sedaya derler ki kalb ondan haz ala ve meyl eyleye; nagmat tahririnde kullandıkları
med, nevta, lahn, ahenk’ şeklinde açıklanmıştır (Abuş. 31; Seng. 57r7; LÇ: 45b;
DTO: 90; AŞNL I: 46).
(MKb: 24a7-8)
balıgçı ‘balıkçı’ (< balıg ‘balık’ + çı) sözcüğü balıg ‘balık’ sözcüğüne + çı addan ad
yapım ekinin getirilmesiyle türeyen bir meslek adıdır. Sözcüğün kökü olan balıg
sözcüğü Senglah’ta ‘bir balık’ şeklinde verilmiştir (Seng. 127r9).
111
kökünün bilinmediğini ifade eder. Ayrıca Türkçeden Arapçaya (Suriye) bâliq ‘zehir’
olarak geçtiğini de belirtir (TES: 36).
(TEH: T712a6)
barsçı ‘vahşi hayvan terbiyecisi’ (< bars ‘pars’ + çı) sözcüğünün kökü olan bars
Çağatayca sözlüklerde ‘arslan, leopardan küçük bir hayvan, gazanfer, yolbars; sal-i
türkanin üçünçi yilidir’ şeklinde açıklanmıştır (Seng. 121r18; LÇ: 67b; DTO: 146).
bars sözcüğü Eski Türkçeden beri Tarihi Türk dillerinde görülen bir sözcüktür. Irk
Bitig’de bars yıl ‘leopar yılı, pars yılı’ (IB: 67); Eski Uygurcada bars ‘pars’ (U III:
63, 4-5; Suv. 609/17); DLT’de bars ‘leopar; on iki hayvanlı Türk takvimindeki
yıllardan birinin adı; vücutta çıkan çıban, kabarıklık’ (DLT I: 144; DanKelly, 1985,
66); Eski Kıpçakçada bars ‘pars’ (KTS: 24) şeklinde geçmektedir.
Bang sözcüğün kökü üzerine bazı görüşlerde bulunmuş ve sözcüğün bars < bar + üs
biçiminde geliştiğini ifade etmiş ve ‘vaşak’ şeklinde anlamlandırmıştır (Bang, 1917,
112). Ramstedt ise sözcüğün Yunancadan Türkçeye geçtiğini iddia etmiş, Yun. <
Sür. < İran < Tü. şeklinde bir zincirleme sonucunda Türkçeye geçtiğini belirtmiştir
(RKWb: 35). Doerfer, sözcüğün Farsçada bars biçiminde okunduğunu belirtmiş,
ayrıca sözcüğün Moğolcada ve Rusçada Türkçeden bir alıntı olarak yaşadığını
aktarmıştır (TMEN II: 685). Clauson sözcüğün çok eski bir dönemde eski bir İran
dilinden alıntı olduğunu iddia etmektedir (EDPT: 368a). Sözcük Osmanlıcada pars
biçiminde geçmiştir, burada s’nin tesiriyle b > p değişimi söz konusu olmuştur.
Sözcük Farsça bars’tan alınmış olsaydı Türkçeye pars biçiminde alıntılanması
beklenirdi.
(ML: 777b23)
başçı ‘rehber, kılavuz’ (< baş ‘baş, lider’+ çı) sözcüğü Çağatayca sözlüklerden
Lugat-ı Çağatay’da başçı ‘yol gösteriçi, kılavuz, rehnuma, rehber, delil, pişrev,
serdar’ şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 68b).
112
Sözcüğe Karahanlı Türkçesinden itibaren rastlıyoruz. KB’de başçı ‘lider’ (KB: 894);
Haremz Türkçesinde ise başçı ‘lider’ (KutbHŞ: 28) şeklinde kaydedilmiştir.
(BN: 145b13)
Melik Bu Sa‘īd Kemerī – kim camī‘ Afganıstannı yahşı bilür édi, bu yürüş de başçı
édi
(BN: H147a5)
bitigçi ‘katip’ (< bitig ‘yazı, mektup’ +çi) sözcüğü bitig ‘yazı, mektup’ adına addan
ad yapan +çI ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcük için Çağatayca
sözlüklerden Senglah’ta bitig/kçi ‘kâtip, yazıcı’ karşılığı verilmiştir (Seng. 7r17).
(TEH: 788b14)
Muhammed Aminbek bile hoca Fahriddin bitikçi babıda ham nişanlar kim bitilip
érdi
(Mü: 111)
çérikçi ‘asker’ (< çérik ‘asker, ordu’ + çi) sözcüğünün kökü Çağatayca sözlüklerden
Lugat-ı Çağatay’da çirik ‘asker, leşker, koşun, ordu, nuker’ şeklinde açıklanmıştır
(LÇ: 161b). Dictionnaire turk-oriental’de ise çeri ve çerig biçiminde ve ‘askerler’
113
şeklinde kaydedilmiştir (DTO: 284). Senglah’ta da çérik (‘-k ile’) ‘ordu’ şeklinde
açıklanmıştır (Seng. 216v6).
(MKb: 25b-9)
kaçirçi ‘katırcı; rehber, yol gösteren’ (< kaçir ‘katır’+ çi) sözcüğünün kökü Lugat-ı
Çağatay’da haçir ‘katr, bagl, ester,’ karşılığı verilmiştir (LÇ: 166b). Dictionnaire
turk-oriental’de ise kaçır ‘katır’ kaydı düşülmüştür (DTO: 395).
Sözcüğün kökü Tarihi ve günümüz Türk dillerinde katır ‘katır’ biçiminde görülür.
Miller, Türkçeye eski bir İran dilindeki *hartar biçiminden geldiği sanılan sözcüğün
Türkçeden tekrar Farsçaya geçtiğini belirtmiştir, Far. katır ‘katır’ (Miller, 1953, 376).
Doerfer sözcüğün Farsçada da Türkçeden bir alıntı olarak yaşadığını aktarmıştır
(TMEN III: 1395). Ayrıca Menges, Doerfer, Räsänen sözcüğün Doğu Türkçesindeki
ve Çağataycadaki biçimlerinin Moğolcadan alınma olduğunu belirtmektedirler
(Menges, 1954, 50; TMEN III: 391; VEWT: 217).
(ŞTe: 100a14)
114
kazçı ‘kaz avcısı’ (< kaz ‘kaz’+ çı) sözcüğü kaz ‘kaz’ sözcüğüne + çı meslek adı
yapan ekinin eklenmesiyle türemiş bir addır.
Räsänen sözcüğü kaz (< *kaŕ) biçiminde maddebaşı olarak verir, OT kaz ‘kaz’, Tkm.
kaz, Uyg., Çağ., kaz, Yak. has, Çuv. hor, hur biçimlerini aktarır. Ayrıca Räsänen
Man. garu (< *kara-gu) ‘kuğu kuşu’, Tung. garę ‘kuğu kuşu, puhu kuşu’ biçimlerini
de aktarmıştır (VEWT: 243). Sözcüğün kökü EDPT’de kaz ‘kaz’ şeklinde
açıklanmıştır. Clauson, Doerfer’e dayanarak sözcüğün bazı Hint-Avrupa dillerinden,
muhtemelen Toharcadan alınmış olabileceğini ifade eder, Sankrit hamsa, Eski
İngilizce gos ve Almanca Gans ile karşılaştırır, Farsçadan alıntılandığını da ekler
(EDPT: 679a-b).
(ML: 777b24-25)
kirek yarakçı ‘levazımatçı, silâhçı, silah zanaatkarı’ (< yarak ‘silah’ + çı) sözcüğü
iki unsurdan meydana gelmektedir. İlk unsur olan kirek sözcüğü açıktır. İkinci
sözcük olan yarag sözcüğü Karahanlı Türkçesinden beri ‘fırsat, imkan’ sözcüğünün
‘askeri levazımat, techizat, silah’ anlamını kazanması ile meydana gelmiş bir
sözcüktür. Sözcük Çağatayca sözlüklerde yarak/g ‘esbab ve alat ve edavat, silah,
alet-i lazıma, şemşīr, hançer ve alat-ı harb’ şeklinde açıklanmıştır (Seng. 329r14; LÇ:
291; DTO: 521).
115
mansıbda andak ki korçı ve suçı ve hızaneçi ve kirek yarakçı ve çögençi ve nizeçi ve
şükürçi ve yurtçı ve şilençi ve ahtaçı ve bu yosunluk köptür
(ML: 777b21-22)
kopuzçı ‘kopuz çalan, kopuzcu’ (< kopuz ‘kopuz’ + çı) sözcüğünün kökü Çağatayca
sözlüklerden Senglah’ta kobuz ‘barbat (kopuz)’, iyi bilinen bir müzik aleti’ şeklinde
açıklanmıştır (Seng. 282r24). Diğer Çağatayca sözlüklerde ise kopuz ‘kavuz, karpuz,
bostan; saz, kemane’ kaydı düşülmüştür (LÇ: 231a; DTO: 422).
EDPT’de sözcüğün kökü kopuz ‘telli bir müzik aracı’ şeklinde açıklanmış, sözcüğün
Moğolcada kuğut/ku’ur biçimlerinde erken dönemde yaşadığı Kowalevski kaynak
gösterilerek belirtilmiştir. Doerfer’e dayanılarak sözcüğün Farsça’ya da Moğolcadan
geçtiği bildirilir. Eserde sözcüğün kökü ile ilgili herhangi bir açıklama yapılmamıştır.
(EDPT: 588).
Talat Tekin ve Osman Fikri Sertkaya sözcüğü kopur- eyleminden z’li ad biçimi
saymışlardır (Tekin, 1979, 122; Sertkaya, O. F., 1982, 199).
Mehmet Ölmez, kopuz üzerine sunduğu bir bildiride kopuz sözcüğünün çeşitli Türk
lehçelerinde ve başka dillerde tanıklanan biçimlerinin tümünün karşılaştırmalı
incelenmesi sonucu, eski sözcükte –kubuz ve kobuz, komuz ve kumuz, kuhur, vb.
biçimlere de rastlanmakla birlikte- ilk ünlü olarak u değil o ve söz-içi ünsüz olarak
da b (veya v ya da m) değil p bulunduğunu kabul etmemiz gerektiğini
116
belirtirmektedir. Ölmez, sözcüğün kökü konusunda Bang’ın görüşünü daha mantıklı
bulmuş ve şu şekilde bir açıklama getirmiştir:
“Eylemlere gelen -°z eki (Gabain, 1941 (20003), 61) de herhalde kökende yine
eylemlere gelen -°r eki (Gabain, 1941 (20003), 60) ile aynıydı (r/z o zaman tek bir
ses halindeydi) ve dolayısıyla aynı geniş zaman ortacı anlamını taşıyordu: “(genel ve
sürekli olarak) yapan, yapar” ve bunu kopuz’a uygularsak: “(müzik sesleri halinde)
kopup dağılan, çınlayan, yankılanan”. Yukarıda anılan her iki Çince yazıçevrimiyle
tanıklanan -guz veya -gur eki de olasılıkla, halen özellikle Uygur, Yazgır/Yazır,
Salgur/ Salur, Kuturgur, Uturgur gibi bazı eski kabile adlarında korunmuş olan,
geniş zaman ortacının en eski biçimi olarak açıklanabilir” (Ölmez, M., 2006, 4).
(DN: 114)
kuçı ‘kuğu avcısı’ (< ku(gu) ‘kuğu’ + çı) sözcüğünün kökü olan ku(gu) Çağatayca
sözlüklerde ku ‘kaz manend büyük beyaz bir nev‘ murgabidür ki tüglerinden yasduk
ve baliş yaparlar’ şeklinde açıklanmıştır (Seng. 342v12; LÇ: 304; DTO: 424).
(ML: 777b24-25)
kullukçı ‘hizmetçi’ (< kulluk ‘kulluk’ + çı) sözcüğü kul ‘kul, köle’ sözcüğüne +luk
ve +çı addan ad yapım eklerinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir.
117
Sözcük Dictionnaire turk-oriental’de kulluk ‘kulluk, hizmetçilik’ kaydı düşülmüştür
(DTO: 435). Çağatayca sözlüklerde kullukçı biçimine rastlamadık.
kurçı ‘silahşör, silahlı muhafız’ (< kur ‘silah; ok kılıfı, sadak’ + çı) sözcüğü
Çağatayca sözlüklerde korçi ‘silahdar, silahşör, cebeci, asker, süvari, mīr-i şebases,
kötevül, zabtiye, muhafız-ı belde’ karşılığı verilmiştir (Seng. 286r7; LÇ: 233; DTO:
425).
Radloff sözcüğü kurçi ‘1. (Çağ.) Farslarda bir süvari sınıfı; 2. (DTü.) gözcü’ şeklinde
açıklamıştır (Wb II: 954). Doerfer ise korçi ‘ok taşıyıcı’ açıklamasını getirmiştir
(TMEN I: 301). Sözcüğün kökü Moğolcada’da hor ‘ok uçlarının konulduğu ok
kılıfının parçası’ (Lessing, 1960, 965), Kalm. hor biçiminde yer almaktadır (KWb.
186).
(SD: 241)
kuşçı ‘kuşçu, kuş avcısı’ (< kuş ‘kuş’ + çı) sözcüğü Çağatayca sözlüklerde Lugat-ı
Çağatay’da ‘kuş-baz, tayr besleyici’ şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 236a; DTO: 431).
Sözcüğü Eski Uygurcada kuşçı ‘kuş avcısı, şahin avcısı’ (TT IV: 8, 57); KB’de kuşçı
‘kuş avcısı’ (KB: 4148) şeklinde kaydedebiliriz.
Doerfer sözcüğün Farsçada Türkçeden alıntı olarak yer aldığını aktarmıştır (TMEN
III: 1564). Diğer kaynaklarda da kuşçı ‘kuşçu’ kaydı düşülmüştür (Brockelmann,
1954, 93; Erdal, 1991, 111).
(MKb: 30a2)
118
aŋa peyveste köpek kuşçı hem
(ŞN2: 1966)
okçı ‘okçu’ (< ok ‘ok’+ çı) sözcüğünün kökü Çağatayca sözlüklerden Dictionnaire
turk-oriental’de ok ‘1. tir (ok); evin çatısını kaplayan uzun kirişler’ şeklinde
kaydedilmiştir (DTO: 68).
(ŞN1: 747)
orakçı ‘orakçı, ekin biçen’ (< orak ‘ekin biçici’ + çı) sözcüğünün kökü Çağatayca
sözlüklerde orak ‘tırpan, Türkistan’da bir rütbe’ şeklinde kaydedilmiştir (LÇ: 29a;
DTO: 53).
Clauson sözcüğün kökü olan orak biçiminin or- ‘orakla biçmek’ kökünden türediğini
belirtmiştir (EDPT: 216a).
(MKb: 27b-5)
sakçı ‘nöbetçi, muhafız’ (< sak ‘nöbetçi’+ çı) sözcüğü Çağatayca sözlüklerde sagçı
ve sakçı ‘muhafız, nöbetçi’ anlamlarıyla kaydedilmiştir (Seng. 232r29; Seng.
232r20; DTO: 338).
119
KB’de sakçı ‘muhafız’ (KB: 2140); Kutb’un Hüsrev ü Şirin’inde sakçı ‘gözetçi,
muhafız’ (KutbHŞ: 153) anlamlarıyla geçmektedir.
DTS’de sözcük için ‘muhafız’ karşılığı verilmiştir (DTS: 486). EDPT’de ise sakçı
‘muhafız’ şeklinde açıklanmıştır (EDPT: 806a). Sözcüğün kökeni hakkında Sekkaki
Divanında yazan Kemal Eraslan, DLT’de bulunan sag ‘zeyreklik, anlayış’ sözcüğüne
bakarak sak < *sa-k, sag < *sa-g biçiminde geliştiğini ifade eder. Sonrada sa-k
adından türemiş sözcükleri verir: sakla- (< sak+la- ‘saklamak, korumak’), sakınç (<
sak – ın + ç ‘düşünce, kaygı’) (Eraslan, 1999, 343).
(SD: 110)
(ŞTü, 48: 2)
suvçı ‘sucu’ (< suv ‘su’+ çı) sözcüğü Çağatayca’da genellikle suvçı şeklinde görülür.
Ancak sözcüğe Şibân Han Divanı’nda subçı şeklinde rastladık. Sözcüğün kökü
Çağatayca sözlüklerde suw, su biçiminde ‘su’ şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 248r28;
DTO: 350).
(ŞHD: 178a11)
şunkarçı ‘şahin avcısı’ (< şunkar ‘şahin’+ çı) sözcüğünün kökü Çağatayca
sözlüklerden Senglah’ta sungar, sunkur, sunkur, şunkar biçimlerinde ve ‘şahin
cinsinden bir tür kuş’ anlamında geçmektedir (Seng. 247r17).
Sözcük Eski Uygurcada sıŋkur ‘akdoğan’; DLT’de suŋkur ‘bir tür yırtıcı hayvan adı’
(DLT III: 381; DanKelly, 1985, 169); Harezm Türkçesinde şuŋkar ‘şahin’ (Oğ. 42-6
[EDPT: 838a]); suŋkur ‘şahin’ (KutbHŞ: 159); şungar ‘şahin’ (MNa: 5 [EDPT:
120
838a] ); Eski Kıpçakçada ise sunkur, soŋgur, sonkur ‘şahin, doğan türünden bir kuş’
(KTS: 243) biçimlerinde görülür.
Doerfer, Moğolca ve Türkçenin ses tarihini göz önünde tutarak sözcüğü gelişimini
BOMoğ. şonkar < Moğ. şiŋkor < *sıŋkor biçiminde açıklamıştır. Ona göre, asıl
sorun ilk hecedeki i sesinin gelişimiyle ilgilidir ve sözcüğün asıl biçimi ikiz ünlülü
olmalıdır: AT *sîoŋkor < sioŋkor. Moğolcanın lehçelerinde io üzerinden o’ya
dönmüştür. Yani yazı dilinde şiŋkor, lehçelerde şonkor biçiminde görülür (TMEN I:
237). Clauson sıŋkur biçiminde maddebaşı olarak verdiği sözcük için ‘yırtıcı bir kuş,
akdoğan’ karşılıklarını vermiştir. Bunun yanında bu biçimin Moğolcaya erken bir
dönemde sözbaşı sı- < şi sesdeğişmesiyle şiŋkor (ya da şiŋgor) biçiminde Türkçeden
alıntılandığını Haenisch’e dayandırarak aktarmıştır (EDPT: 838a). Zühal Ölmez,
Türkçeden Moğolcaya geçen sözcüğün Moğolcadan geri ödünçleme yoluyla
Türkçeye şuŋkor ~ şunkar biçimlerinde geçtiğini aktarmıştır (Ölmez, Z., 1996, 291).
(ŞHD: 143a2)
tabakçı ‘tabakçı’ (< Ar. tabak ‘tabak’ + Çağ. çı) sözcüğü Ar. tabak ‘tabak’
sözcüğüne +çı meslek yapan ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir.
(ŞTü, 46: 1)
tamgaçı ‘damgacı; resim ve vergi tahsildarı’ (< tamga ‘damga’+ çı) sözcüğü
Çağatayca sözlüklerde tamgaçı ‘amil ve mübaşir-i fi‘i tamga, damgacı’ şeklinde
açıklanmıştır (Seng. 161v15; DTO: 218).
Sözcüğün kökeni Doerfer tarafından ‘sıcak damga ile vurulmuş işaret, yanık izi,
yanık lekesi; mühür, damga; gümrük resmi’ şeklinde açıklanmıştır. Doerfer sözcüğün
ilk manasının ‘sıcak damga ile vurulmuş işaret’ olduğunu, ikinci manasının ise ‘bir
kimsenin hayvan ve diğer mallarına belli olması için vurduğu işaret’ olduğunu
belirtir (TMEN II: 554). DTS’de ise tamga ‘1. mühür, baskı, 2. işaret’ kaydı
düşülmüştür (DTS: 530). Clauson sözcüğün –ga ekiyle oluşmuş olması gerektiğini
121
ancak tamga 2 sözcüğü ile ilişkisi olmadığını ifade etmiş ve sözcüğün ‘atlara,
sığırlara vurulan işaret’ anlamına geldiğini aktarmıştır (EDPT: 504).
(ML: 777b23)
(LM: 3519)
tavuşkançı ‘tavşan avcısı’ (< tavuşkan ‘tavşan’ + çı) sözcüğü tavuşkan ‘tavşan’
sözcüğüne + çı meslek adı yapan ekinin eklenmesiyle türemiş bir addır. Sözcüğün
kökü için bkz. tavuşkan.
(ML: 777b24-25)
turnaçı ‘turna kuşu avcısı’ (< turna ‘turna kuşu’+ çı) sözcüğü turna sözcüğüne
meslek adı yapan + çı ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcüğün kökü
Çağatayca sözlüklerde turna ‘uzun boyunlu, başının üzerinde kuyruk tüylerini koyan
bir kuş, Far. kulang (turna)’ kaydı düşülmüştür (Seng. 173r5; DTO: 299).
Räsänen *turuήa maddesinde verdiği sözcüğün Uyg. turuŋaja ‘turna’, Yak. turjuja,
Soy. tujura, tujura (< turuńa), KB. turna, Osm., Kaz. turna, Tkm. durna, Çuv. tərńa,
törńε biçimlerini aktarmıştır. Sözcüğü Moğolca’da turag biçiminde görebildiğimizi
de aktarır (VEWT: 501). DTS’de turna maddesinde sözcük ‘turna’ şeklinde
açıklanmıştır (DTS: 588). Sözcüğün kökü Clauson tarafından turña ‘turna’, ara sıra
tırna/torna şeklinde açıklanmıştır, Tarihi Türk dilleri ve günümüz Türk dillerindeki
biçimleri verilmiştir (EDPT: 551b).
122
Pakalın, sözlüğünde Osmanlı ordu teşkilatında yer alan turnacıları hakkında şunları
ifade eder: Yeniçeri ocağını teşkil eden 196 ortadan 68. ortanın adıdır. Bir zamanlar
kuş avında kullanılan köpeklerle takip işlerine yarayan köpeklere ve tazılara da
bakarlardı. Başlarına ‘turnacıbaşı’ denirdi (Pakalın, 1983, 535).
(ML: 777b24-25)
yurtçı ‘konakçı’ (< yurt ‘çadır, yurt’+ çı) sözcüğü Çağatayca sözlüklerde yurtcı ve
yurtçı biçiminde ‘kelag, kılavuz gibi yol bakıcı erdür, karvanıŋ mahal-i nuzulini
ta‘yīn eden me’mur, karvan başınıŋ tabi‘i olan yolcu’ şeklinde kaydedilmiştir (Seng.
342v8; LÇ: 304; DTO: 545).
(ML: 777b21-22)
yıravçı ‘şarkıcı, hanende’ (< yıragu ‘şarkı’+ çı) sözcüğü yır ‘şarkı, türkü’ sözcüğüne
+av ve +çı addan ad yapım eklerinin gelmesi ile meydana gelmiş bir gövde gibi
gözükmektedir. Sözcüğün kökü Eski Türkçede ır ya da /y-/ önsesi ile yır biçiminde
yer almaktadır. Çağataycada da ır ya da yır biçimiyle görülmektedir. Çağatayca
sözlüklerde yırav gövdesi ‘hânende, hânende, muğanni, mutrib, tırâzende, neğme-
ger, musikidân, âşık, koşukçı, hâfız’ biçimlerinde görülmektedir. (LÇ: 311; Seng.
349r).
123
Sözcüğün kökü Radloff’ta ır, yır ‘şarkı’şeklinde kaydedilmiştir (Wb I: 1456).
Räsänen de sözcüğün kökenini ır, yır ‘şarkı, türkü, müzik’ şeklinde kaydeder
(VEWT: 201). Clauson ise yır ‘şarkı, türkü’ biçiminde vermiştir (EDPT: 192b).
Kemal Eraslan, Mevlâna Sekkaki Divanında sözcüğün kökeninin yırav < yır + a –gu
biçimi vermiş; sözcüğün sonundaki –gu/-gü ekinin kaynaşma neticesinde /-v/
olduğunu, aynı şekilde –agu/-egü addan ad yapım ekinin de –av/-ev şeklini aldığını,
biregü > birev, ikegü > ikev gibi, belirtmiştir (Eraslan, 1999, 356-357).
(SD: 243)
(DN: 125)
yolçı ‘yolcu’ (< yol ‘yol’ + çı) sözcüğünün kökeni Çağatayca sözlüklerde yol ‘yol;
mec. davranış yolu; sebil, tarik, rah, meslek’ şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 345v13;
LÇ: 307a; DTO: 548).
(ŞHD: 151a6)
argamçı ‘urgan, ip, halat; uzunluk ölçü birimi olarak’ (< Moğ. argam ‘ip, urgan’ +
Çağ. çı) sözcüğü Moğ. argam ‘ip, urgan’ sözcüğüne Çağ. +çi ekinin eklenmesiyle
124
türemiş bir sözcüktür. Dictionnaire turk-oriental’de argamçı ‘develerin üzerine bir
şey yüklemek için kullanılan ip’ kaydı düşülmüştür (DTO: 13).
Doerfer Moğolcadan Çağataycaya geçen sözcüğü Ana Türkçe arga- ‘eğer kayışını
sıkıştırmak’ şeklinde açıklamıştır. Ayrıca bu kökün argaç ‘argaç, atkı’ sözcüğünün
de kökü olduğunu belirtmiştir. Doerfer argaç sözcüğünü açıklarken arga- eyleminin
Türkçeden Moğolcaya geçtiğini ve Moğolca –mçi ekini alarak Türkçeye geri
alıntılandığını da aktarmaktadır (TMEN I: 13; TMEN II: 457).
ip iştürüp yüz kulaç argamçi ve altı oglaklı içki ve éki tulum çökelik
(ŞTe: 105b8)
baverci ‘aşçı’ (< Far. baver ‘aş, yemek’+ Çağ. çi) sözcüğü Farsça baver ‘aş, yemek’
sözcüğüne Çağ. +çi ekinin eklenmesiyle türemiş bir sözcüktür. Sözcük Çağatayca
sözlüklerde baverci ‘aşçı, aş-pez, tabbah’ şeklinde kaydedilmiştir (LÇ: 72b; DTO:
155).
(ŞTe: 90b7)
bavurçı ‘aşçı’ (< Moğ. bagur ~ ba’ur ‘karaciğer’ ve Çağ. +çı) sözcüğü Moğ. bagur ~
ba’ur sözcüğüne Çağatayca +çı ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Çağatayca
sözlüklerde bavurçı ‘aşçı, tabah’ şeklinde açıklanmaktadır (LÇ: 76b; DTO: 155).
Sözcük ilk defa Codex Cumanicus’ta bagırçı ‘aşçı’ biçimiyle görülür. Doerfer
sözcüğün kökeninin belirlenmesinin zor olduğunu ifade etmiş, sözcüğün Genel
Türkçede Moğol döneminden beri görüldüğünü belirtmiştir (TMEN I: 82). Zühal
Ölmez’in aktardığına göre, Poppe ve Vladimirtsov bavurçı sözcüğünün Moğ. bagur
~ ba’ur ‘karaciğer’ sözcüğünden türediğini ifade etmişlerdir (Ölmez, Z., 1996, 304).
(ŞTe: 90b6-7)
cebeçi ‘cebeci, silah yapımcısı’ (< Moğ. cebe ‘silah’+ Çağ. çi) sözcüğü Moğ. cebe
‘zırh, silah’ sözcüğünden gelmiştir. Radloff’ta Osm. cebeci ‘silah ustası’ şeklinde
sözcük açıklanmıştır (Wb IV: 88). Moğ. cebe sözcüğü Doerfer tarafından jebeçi
‘silah ustası’ şeklinde açıklanmıştır (TMEN I: 156). Sözcük Osmanlıca cebeci
biçiminde ‘harb aletleri, levazımı yapan, bunları koruyan ve harpte mevzi ve
tabyalara kadar bunları sevk eden bir kısım ordu messuplarına verilen unvan’ olarak
kullanılmıştır (Pakalın, 1983, 262).
kuşçı, barsçı, korukçı, tamgaçı, cibeçi, yorgaçı, halvaçı, kémeçi, koyçı. Öyle ki kuş
hünerinde dahi bu ek
(ML: 777b:23)
Bu şekilde biçimlenmiş diğer sözcükler şunlardır: caduçı ‘büyücü, sihirbaz’ (< Ar.
cadu ‘cadı’+ Çağ. çı) [KUŞ]; cefaçı ‘cefacı’ (< Ar. cefa ‘cefa’+ Çağ. çı) [LD]
[HBD]; çeragçı ‘mumcu, çıracı’ (< Far. çerag ‘mum, çıra’+ Çağ. çı) [BV] [NN];
duªaçı ‘duacı’ (< Ar. duªa ‘dua’ + Çağ. çı) [SD] [LD] [ŞHD] [AD] [TN] [HLN];
efsunçı ‘büyücü, sihirbaz’ (< Ar. efsun ‘sihir, büyü’ + Çağ. çı) [ŞHD]; gunçaçı
‘cariye’ (< Far. gunça ‘gonca’ + Çağ. çı) [BN]; halvaçı ‘helvacı, tatlıcı’ (Far. halva
‘helva’ + Çağ. çı) [ML]; nizeçi ‘süngü ile harbeden, süngücü, mızrakçı’ (< Ar. nize
‘süngü, mızrak’ + Çağ. çı) [ML]; zekatçı ‘devlete zekat toplayan zekat dairesi
memuru’ (Far. zekat ‘zekat’ + Çağ. çı) [TEH], vb.
-(X)ş + çI: Bu biçimde ek, eylemden ad yapan -(X)ş eki ile genişlemiştir. Bu biçimde
biçimlenen sözcüklere küreşçi ‘güreşçi’ örneğini verebiliriz.
-(X)m + çI: Bu biçimde ek, eylemden ad yapan -(X)m eki ile genişlemiştir. Bu
şekilde biçimlenen sözcüklere atımçı ‘atıcı’ (< at-ım ‘atım’+çı) örneğini verebiliriz.
-(X)g + çI: Bu biçimde ek, eylemden ad yapan -(X)m eki ile genişlemiştir. Bu şekilde
biçimlenen sözcüklere boyagçı ‘boyacı’ (< boya-g ‘boya’ + çı) ve tapukçı ‘hizmetçi’
126
(< tap-uk ‘hizmet’+ çı) sorukçı ‘sorguya çeken’ (< sor-uk ‘soru’+ çı) örneklerini
gösterebiliriz.
(LD: 34)
Bu şekilde türemiş bir biçim de korukçı ‘korucu’ (< koru-k ‘koru’ + çı)’dır. Clauson
tarafından korıgçı ‘korucu, bir koruyu koruyan’ (EDPT: 657b) şeklinde verilen
sözcük Osmanlıca da korucu biçiminde yer almıştır. Bugün ‘kır, koru, tarla, mezra
bekçisi’ anlamlarıyla Türkiye Türkçesinde yaşamaktadır.
(ML: 777b23)
-ga + çI: Bu biçimde ek eylemden ad yapan -ga eki ile genişlemiştir. Bu şekilde
biçimlenen sözcüklere yorgaçı ‘yorga at yarışçısı’ (< yor-ga ‘yorga yürüyüş’ + çı)’yı
örnek verebiliriz. Sözcüğün kökü Çağatayca sözlüklerde yorga ‘rahvan, eşkin, yorga
taz’ (Seng. 342v12; LÇ: 304; DTO: 545) karşılığı verilmiştir. Doerfer TMEN’de
yorga ‘yavaş, rahvan yürüyen at’ karşılığını vermiştir (TMEN IV: 1846).
(ML: 777b23)
-gu + çI: Bu biçimde ek eylemden ad yapan -gu eki ile genişlemiştir. Bu şekilde
biçimlenen sözcüklere çalguçı ‘çalıcı (çalgı aleti)’ (< çal-gu ‘çalgı aleti’+ çı) ve
yarguçı ‘hükmedici, yargıç’ (< yar-gu ‘hüküm’+ çı) sözcüklerini örnek olarak
verebiliriz.
(ŞHD: 175b11)
127
kavguçı ‘kovucu, kovalayıcı’ (< kavgu ‘kovucu’ +çı) sözcüğü kav- < kov- < kog-
şeklinde bir gelişimi olan bir köke sahiptir. Sözcükte Tarihi Türk dillerinde görülen -
o- > -a- ve –g > -v > -v değişmeleri görülür. Sözcüğün kökü Senglah’ta kav, kavla-
biçimlerinde (Seng. 278r), Lugat-ı Çağatay’da kog- biçiminde (LÇ: 237),
Dictionnaire turk-oriental’de kav- biçiminde görülmektedir (DTO: 410).
(SD: 114)
+çı + lık : Bu biçimde ek addan ad yapan +lık eki ile genişlemiştir. Bu şekilde
biçimlenen sözcüklere bavurçılık ‘aşçılıkla ilgili rütbe’ (< Moğ. bavur ‘yemek, aş’ +
çı + lık), élçilik ‘elçilik’ (< Moğ. él ‘geçimli, ahenkli’ + çi +lik), koyçılık ‘çobanlık’
(< koy ‘koyun’ çı + lık), küreşçilik ‘güreşçilik, pehlivanlık’ (< küreş ‘güreş’ + çi
+lik), yarakçılık ‘silahçılık’ (< yarak ‘silah’ +çı + lık), vb.
-mAk + çI: Bu biçimde ek eylemden ad yapan -mAk ekiyle genişlemiş bir biçimdir.
Bu şekilde biçimlenmiş sözcüklerden biri ‘örümcek’ manasına gelen örmekçi (< ör-
mek ‘örme’ + çi) sözcüğüdür. Çağatayca sözlerden Senglah’ta ve Şeyh Süleyman
Efendi’nin Lugat-ı Çağatay adlı sözlüğünde sözcük göçüşme yoluyla örgemçi
‘örümcek’ biçiminde görülmektedir. Radloff’ta ise örgemçi biçiminin yanında
örmekçe (< ör-mek +çe), örmekçin (< ör-mek+çin), örünmeçek (< ör-ü-n-me+çük),
örümçik (< ör-ü-m+çik), örümçek (< ör-üm+çek), örmüçük (< ör-ü-m+çük)
biçimlerini buluruz (Wb I: 1226, 1229, 1243, 1844).
+çI ekinin bazen asıl işlevleri dışında sözcükler türettiği de görülür. Bu sözcüklerden
biri Senglah’ta rastladığımız ve karşılığında ‘karga’ anlamı verilen yurtçı
sözcüğüdür. Tabi bu sözcüğün ekin asıl işlevine uygun anlamı da vardır. Ancak
sözcüğün ‘karga’ anlamı ekin en azından sözcüğün bir anlamında asıl işlevinden
uzaklaştığını gösterir. Çağatayca sözlüklerde yurtçı sözcüğü için ‘kılavuz, yol bakacı,
128
kervanın mahall-ı nüzulını tayan eden memur; kervan başına tabi olan yolcu; kuzgun;
bir ordunun ya da kervanın nerede kamp kuracağını belirleyen kimse’ açıklamaları
verilmiştir (LÇ: 304; DTO: 545).
Doerfer, sözcüğün Farsçadan Türkçeye geçtiğini belirtmiş ve yurtçī ‘yurt yapıcı, yurt
kuran’ < Tü. (Çağ.) yurtçi ‘yurt kuran, kılavuz’ karşılığını vermiştir (TMEN IV:
216). Bkz. yurt.
Bang ekin -da bulunma durum ekiyle + iş addan ad yapan ekinin birleşmesiyle
oluştuğunu iddia etmiştir (Bang, 1925-1934, 925). Caferoğlu (Caferoğlu, 1929),
Gabain (Gabain, 1941 (20003), 68), Brockelmann (Brockelmann, 1954, 97), Räsänen
(Räsänen, 1957, 96) eki -da bulunma durum ekiyle işteşlik eki +ş’nin birleşmesinden
oluşmuş bir ek olarak tasarlamışlardır. Deny’ye göre, bu ek adaş sözcüğünden
gelmiştir (Deny, 1941, 347-348).
Doerfer +dAş ekinin sonundaki /ş/’nin birliktelik ve karşılıklık bildiren –Xş- işteşlik
ekinde bulunan /ş/ olduğunu düşünür. Doerfer ayrıca ekin aslının +daş olduğunu
ünlü uyumuna uymadığını da belirtmiştir. Ayrıca Farsça daş ‘eş, takipçi’ anlamına
gelen sözcük de Doerfer’e göre Türkçe’den alıntılanmıştır (TMEN III: 1173).
Mustafa Kaçalin +daş ekinin +aş ekinin adaş (< ad + aş < ad + eş)’ta hece
bölünmesinden ortaya çıkan parçanın ek sanılmasından (a + daş > +daş) ortaya
çıktığını ifade etmiştir (Kaçalin, 2006, 193).
Eski Türkçede çokça örnekleri görünen bir ektir: ardaş ‘arkadaş’ (< *artdaş < *art
‘art, arka; son’ + daş) (Erdal, 1991, 119), kadaş ‘kardeş, akraba’, karındaş ‘kardeş’
(< karın ‘karın’ + daş); koldaş ‘arkadaş’ (< kol ‘kol’ +daş); köŋüldeş ‘gönül
arkadaşı’ (< köŋül ‘gönül’ + deş) bu ekle türemiş sözcüklerden bazılarıdır.
129
boydaş ‘boyca eş olan’ (< boy ‘boy’+ daş) sözcüğü bu ekle türemiş sözcüklerden
biridir. Çağatayca sözlüklerden Dictionnaire turk-oriental’de ‘aynı boyda olan,
boydaş’ karşılığı verilmiştir (DTO: 179).
karındaş ‘kardeş’ (< karın ‘karın’+ daş) sözcüğü de bu ekle biçimlenmiş bir diğer
sözcüktür. Sözcük Senglah’ta kardaş ‘kardeş, karındaş’ın kısalmışı, ham-şikam ‘aynı
rahimden’ (Seng. 271v26); karındaş ‘kardeş’ (Seng. 272v15); karındaş ‘kardeş’
(Seng. 272v15) biçimlerinde açıklanmıştır. Diğer Çağatayca sözlüklerde kardaş,
karındaş ‘birader, togan, ahi, karındaş, eke üke, apa, aga ini’ kaydı düşülmüştür (LÇ:
217b; DTO: 403). Sözcük Şibân Han Divanın’da da kadaş biçiminde görülmüştür.
Sözcük Eski Türkçeden beri görülmektedir. Eski Uygurcada kardaş ‘kardeş’ (Farm.
Arch. 125-6 [EDPT: 662a]); DLT’de karındaş ‘kardeş’ (DLT I: 407); Harezm
Türkçesinde karındaş ‘kardeş’ (KutbHŞ: 134); Eski Kıpçakçada karındaş, karandaş,
kardaş ‘kardeş, erkek kardeş’ (KTS: 128); Osmanlıca da karındaş, kartaş ‘kardeş’
(TTS I: 424; TTS II: 591; TTS III: 414; TTS IV: 476) biçimlerinde geçmektedir.
130
şeklinde açıklamanın daha doğru olabileceğini belirtmiştir (Li, 1999, 156). Mustafa
Kaçalin sözcüğün eski metinlerde kadaş ‘kardeş, laptaş, aynı annenin karnından
doğan karın eşi, rahimdeş’ biçiminde de görüldüğünü aktarmış, yine kar ‘kap’
sözcüğünden kar+daş sözcüğünün türediğini ve dilin yine bu kökten karın ‘karın’ (<
kar+ın) sözcüğünü türettiğini belirtmiştir. karın+daş sözcüğü ise karın’dan
türemiştir. Ona göre kadaş, kardaş ve karındaş bir kökten bir anlam için değişik
zamanlarda türemiş sözcüklerdir (Kaçalin, 2006, 193).
basa Semerkand’da bir batman bugday miŋ altunga yétti Babur Mirza karındaşın
bérip mürüvvet tiledi érse şefa‘at kılıp yéberdim bu gazel anda vaki‘ boldı
(ŞHD: 122a8)
ulug leşker birlen kélip Buhara ve Semerkandnı alıp öz karındaşları yurtında yagı
bolgan sebebdin tura bilmey kaytıp kétdi
(ŞTe: 90b1-2)
kökeltaş / kökelteş ‘süt kardeş’ (< Moğ. kökel “göğüs” + Çağ. taş) sözcüğü Moğolca
kökel ‘göğüs’ sözcüğünden türeyen bir addır. Bu sözcük için Senglah’ta kökeltaş
‘birâder- riza‘ī’, (Seng. 308r9), Abuşka’da ise kökeltaş ‘bir kişiniŋ oğlınıŋ dayesiniŋ
oğlı olsa, ikisi dahı ol dayenin südin emüp bile böyüseler, daye oglına dirler ki
mahdum oglı ana kökeltaş diye hitab eder’ (Abuş. 361) açıklamaları verilmiştir. Şeyh
Süleyman kökeltaş sözcüğünü ‘süt karındaş, riza‘ī, şīr, hure’ (LÇ: 260) şeklinde
kaydetmiştir.
Radloff sözcüğü ‘(Çağ.) köŋültaş ‘süt kardeş’ (Wb II: 1238), Doerfer ise sözcüğü
Moğ. kökel ‘göğüs’ + Tü. +taş biçiminde açıklamıştır (TMEN I: 343).
ve alar kökeltaşnı Türkçe til bile ayturlar ve eteke ve inekeni hem bu til bilşe ayturlar
(ML: 777a:18).
koldaş ‘arkadaş, dost’ (< kol ‘kol’ + daş) sözcüğü kol ‘kol’ biçimine + daş ekinin
eklenmesiyle biçimlenmiş bir sözcük gövdesidir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde
koldaş ‘arkadaş, dost, hem-rah, hem-pa, yar, dest-gir, dost, hem-dem, cevr u ceft’
şeklinde açıklanmıştır (Seng. 290r11; LÇ: 239b; DTO: 435).
131
Sözcük Karahanlı Türkçesinden itibaren Tarihi Türk dillerinde görülmektedir.
DLT’de koldaş ‘arkadaş, yoldaş’ (DLT I: 461), KB’de koldaş ‘arkadaş, yoldaş’ (KB:
321); Eski Kıpçakçada koldaş ‘arkadaş, yoldaş’ (KTS: 152) ve Osmanlıcada koldaş
‘arkadaş, yoldaş’ (TTS I: 478; TTS IV: 553) biçimlerinde görülmektedir.
(LD: 826)
muŋdaş ‘sırdaş’ (< muŋ ‘sıkıntı, sır’ + daş) sözcüğü muŋ ‘sıkıntı, sır’ sözcüğüne
+daş ekinin eklenmesiyle oluşmuştur. Sözcüğün kökü Çağatayca sözlüklerde muŋ
‘sıkıntı, keder’ şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 320v22; LÇ: 280a; DTO: 504).
Räsänen sözcüğü *muή, buή, Çağ. buŋ ‘engel, sıkılma, daralma’ şeklinde maddebaşı
olarak vermiştir. Sözcüğün Tarihi Türk Dilleri ve günümüz Türk dillerindeki
biçimlerini vermiştir. Ayrıca bu biçimden türemiş biçimler de aktarılmıştır (VEWT:
344). DTS’de buŋ ‘sıkıntı, keder; sır, giz’ açıklaması yapılmıştır (DTS: 124).
Clauson buŋ şeklinde maddebaşı olarak verdiği sözcüğü ‘sıkıntı, sır, giz’ şeklinde
açıklamış, sözcüğün tarihi Türk Dillerindeki biçimlerini aktarmıştır (EDPT: 347a).
(HN, 114: 1)
132
sırdaş ‘sırdaş, sır arkadaşı’ (< Ar. sır ‘sır, giz’ + Çağ. daş) sözcüğü Arapça sır ‘sır,
giz’ sözcüğüne +daş ekinin eklenmesiyle oluşmuş bir sözcük gövdesidir. Sözcüğün
kökü Çağatayca sözlüklerde sır ‘sır’ şeklinde açıklanmıştır (DTO: 365).
(BV, 368: 1)
yandaş ‘yandaş, arkadaş’ (< yan ‘yan, kenar’ + daş) sözcüğü yan ‘yan, kenar’
sözcüğüne +daş ekinin eklenmesiyle oluşmuş bir sözcük gövdesidir. Sözcük
Çağatayca sözlüklerde ‘aşna, ahbab, dost’ şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 300a; DTO:
537).
(LD: 1074)
yoldaş ‘aynı yolu paylaşan, (mec.) aynı davaya gönül vermiş’ (< yol ‘yol’ + daş)
sözcüğü de yol ‘yol’ sözcüğüne +daş ekinin eklenmesiyle oluşmuş bir sözcüktür.
Sözcük Çağatayca sözlüklerden Lugat-ı Çağatay’da ‘yol arkadaşı, refik’ şeklinde
açıklanmıştır (LÇ: 307b).
(BV, 598: 7)
+lXk eki Eski Türkçeden modern Türk Dillerine kadar çok sık kullanılan yapım
eklerinden biridir. Uzun bir zaman aralığında yapım eki olarak kullanılmasına
rağmen işlevinde bir değişiklik görülmemiştir.
Gabain +l◦k, +l◦k eklerinin soyut ve somut adlar ve sıfatlar yaptığını ve Moğolcada
da durumunun aynı olduğunu ifade etmiştir (Gabain, 1941 (20003), 44). Bang bu ekin
133
il- ve eylemden ad yapan –g ekinden müteşekkil olduğunu ileri sürmüştür (Räsänen,
1957, 105).
Sık sık sıfat yapma +lıg / +lig / +lug / +lüg ekiyle karışan bu ek Çağataycada çeşitli
işlevlere sahiptir:
1. Vasıf ifâde eden mücerret adlar yapar. Bunlardan bazıları, kalıcı adlar olarak da
kullanılır:
abadlıg/k ‘bayındırlık, mamur’ (< Far. abad ‘mamur, bayındır’ + Çağ. lıg/k )
sözcüğü Far. abad ‘mamur, bayındır’ sözcüğüne Çağ. lıg/k ekinin eklenmesiyle
türemiş bir biçimdir.
(MKb: 32b10)
(BV, 539: 8)
ªaceblig ‘tuhaflık, acayiplik’ (< Ar. ªaceb ‘tuhaf, acayip’ + Çağ. lig ) sözcüğü Ar.
ªaceb ‘tuhaf, acayip’ sözcüğüne Çağ. lıg/k ekinin eklenmesiyle türemiştir.
ªacizlıg ‘acizlik’ (Ar. ªaciz ‘aciz’ + Çağ. lıg) sözcüğü Ar. ªaciz ‘aciz’ sözcüğüne Çağ.
lıg/k ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir.
(FK, 325: 1)
134
ya nebiyallah ahvalime kıl nazar
(BV, 7: 8)
ademlıg/k ‘insanlık’ (< Ar. adem ‘insan’ + Çağ. lıg/k) sözcüğü Ar. adem ‘insan’
sözcüğüne Çağ. lıg/k ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir.
(FK, 326: 2)
(BV, 319: 7)
afetlıg/k ‘afete, felâkete sebep olan’ (< Ar. afet ‘afet’ + Çağ. lıg/k) sözcüğü Ar. afet
‘afet’ sözcüğüne Çağ. lıg/k ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir.
(FK, 43: 1)
(HBD, 75: 3)
agehlıg/k / agahlıg/k ‘uyanıklık, bilgililik’ (Far. ageh ‘uyanık, bilgili’ + Çağ. lıg/k)
sözcüğü Ar. afet ‘afet’ sözcüğüne Çağ. lıg/k ekinin eklenmesiyle türemiş bir
biçimdir.
(FK, 104: 6)
135
ve kérekmes da‘vi-leriga vakıf bolmak ve a‘mal-ı kabayihidin şer-mendelıg-dur ve
ef‘al-i fazayihi-din ser-efgendelıg ve agahlıg-dur
(MKb: 37b8)
agalıg ‘ağabeylik’ (< Moğ. aka ‘ağa’ + Çağ. lıg) sözcüğü Moğ. aga ‘ağa’ sözcüğüne
lıg/k ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcüğün kökü Çağatayca
sözlüklerde aga ‘büyük efendi, serkyar, büyük karındaş’ açıklaması getirilmiştir (LÇ:
14b; DTO: 24).
Sözcük Moğolca aka ‘ağabey; aile içinde büyük, yaşı büyük olan’ sözcüğünden
alınmıştır (Kowalewski, 1844-49, 3). Doerfer sözcüğü TMEN’de aka ‘büyük kardeş’
şeklinde aktarmıştır (TMEN I: 22).
(LM: 2721)
136
agrıglıg ‘hasta’ (< agrıg ‘ağrı’ + lıg ) sözcüğü agrıg adına addan ad yapan lıg/k
ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcüğün kökü Senglah’ta agrıg ‘ağrı’
biçiminde geçmektedir (Seng. 43v27). Bu biçim Lugat-ı Çağatay’da agrıglı ‘derd,
renc, vec’, agrı’ biçiminde yer almaktadır (LÇ: 15b). Bkz. agrıg.
cavabını aytmadı va yana bir kün kim barur érdiler tilediler kim anı éltkeyler
agrıglıgnıŋ bahanasını ilgeri
(ÇKT: 25b11)
arıglıg/k ‘temizlik’ (< arıg ‘temiz’ + lıg/k) sözcüğü arıg adına addan yapan lıg/k
ekinin eklenmesiyle türemiş bir gövdedir. Sözcük kökü Senglah’ta arı ‘temzi, pak’
(Seng. 37v12); arıg (Seng. 37v15); arık (Seng. 37v21)’ biçimlerinde verilmiştir.
Lugat-ı Çağatay’da ise arıg/k ‘cedvel, hark, sa’if, zebun, düşgün, saf, pakize, mabra,
tahir’ açıklaması yapılmıştır (LÇ: 15b). Sözcük Dictionnaire turk-oriental’de de arıg
‘temiz, arı, saf; kanal’ şeklinde kaydedilmiştir (DTO: 16).
(DN: 324)
(NN, 77: 2)
bahalıg ‘değerlilik’ (Far. baha ‘değer’ + Çağ. lıg) sözcüğü Far. baha ‘değer’
sözcüğüne Çağ. lıg/k ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir.
(DN: 259)
(MKb: 72b11)
137
égrilik ‘eğrilik’ (< égri ‘eğri’ + lik) (< *égir- ‘eğdirmek, çevirmek’ -i; krş. igri)
sözcüğü *ég-ir- ‘eğdirmek, çevirmek’ eylemine –i eylemden ad yapan ve + lik addan
ad yapan eklerinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcüğün kökü Çağatayca
sözlüklerde égri ‘eğri, düz değil; bir müzik aleti; eyri; geç; bir nevi saz; tabnak,
büküm; ham’ şeklinde açıklanmıştır (Seng. 109r1; LÇ: 56a; DTO: 122).
(SD: 108)
(NN, 354: 2)
karılıg ‘yaşlılık’ (< karı ‘yaşlı’ +lıg) sözcüğü karı ‘yaşlı’ sözcüğüne lıg/k ekinin
eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcüğün kökü Çağatayca sözlüklerde karı
‘ehtiyar, pir, koca, acuze, bir kulaç, hafiz-i kelamullah; kurag’ açıklaması verilmiştir
(Seng. 272v6; LÇ: 218b; DTO: 402). karılıg için ‘ihtiyarlık, kocalık, pirlik’ kaydı
düşülmüştür (LÇ: 215a).
Sözcüğün kökü Tarihi Türk dillerinde de bulunmaktadır. Eski Uygurcada karı ‘yaşlı’
(TT VII: 42, 6; TT VI: 9-10), DLT’de karı ‘yaşlı, gelişmiş’ (DLT III: 222; DLT II:
30; DanKelly, 1985, 129); Harezm Türkçesinde karı ‘yaşlı’ (KutbHŞ: 133); Eski
Kıpçakçada karı ‘yaşlı’ (KTS: 128) biçimlerinde sözcüğü bulabiliriz.
138
DTS’de karı maddesinde ‘eski, yaşlı; yaşlı adam’ şeklinde bir açıklama getirilmiştir
(DTS: 426). Clauson karı sözcüğü için ‘yaşlı’ anlamını vermiş, normal olarak
yalnızca insan ve hayvanlar için kullanıldığını ifade etmiştir (EDPT: 644b).
(NN, 141: 1)
(HBD, 66: 6)
safalıg ‘saf olma, berrak olma’ (< Ar. safa ‘sefa, berrak’ + Çağ. lıg) sözcüğü de Ar.
safa ‘sefa, berrak’ sözcüğüne Çağ. lıg/k ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir.
(DN: 259)
(LM: 3395)
tiriglik ‘dirilik, hayat’ (< tirig ‘diri, hayat’ + lik) sözcüğü tirig adına addan ad yapan
+lik ekinin eklenmesiyle türemiş bir sözcüktür. Clauson sözcüğün kökenini *tir-
‘yaşamak, canlı olmak’ eylemine dayandırmıştır. Sözcük Senglah’ta tirig ‘canlı’
biçimde geçmektedir (Seng. 193v1). Eski Türkçeden beri çok yaygın bir kullanıma
sahiptir. Lugat-ı Çağatay’da tiriglik ‘dirilik, hayatlık’ açıklaması verilmiştir (LÇ:
132b). Sözcük Dictionnaire turk-oriental’de tiriglik ‘canlı olma’ şeklinde
kaydedilmiştir (DTO: 257). Bkz. tirig.
139
tiriglig kılgay érdi kim birle ruh
(LD: 291)
(BV, 80: 6)
ademi-veşlıg ‘insana benzerlik’ (< Ar. Far. ademi-veş ‘insana benzer’ + Çağ. lıg)
[NN], aftab-perestlıg ‘güneşe tapıcılık’ (< Far. aftab-perest ‘güneşe tapan’ + Çağ.
lıg) [TEH], ªahdlıg ‘yeminli, ahdlı’ (Ar. ªahd ‘yemin, ant’ + Çağ. lıg) [TEH],
ahestelıg ‘ağırlık, yavaşlık’ (< Far. aheste ‘ağır, yavaş’ + Çağ. lıg) [BV] [HPR],
alahanlıg ‘evsiz barksızlık’ (< Far. alahan ‘evsiz barksız’ + Çağ. lıg) [BV],
alamanlıg ‘işsizlik, başıbozukluk’ (< Ar. alaman ‘başıbozuk’ + Çağ. lıg) [BV],
amanlıg/k ‘korkusuzluk’ (< Ar. aman ‘korkusuz’ + Çağ. lıg/k) [MKb] [LM] [BN]
[FŞ], aminlıg ‘güvenlik, eminlik’ (< Ar. amin ‘güven, emin’ + Çağ. lıg) [ÇKT],
armanlıg ‘özlemli, istekli’ (< Far. arman ‘özlem, istek’ + Çağ. lıg) [BV] [ŞN],
asudelıg ‘sessizlik, sâkinlik’ (< Far. asude ‘sessiz, sakin’ + Çağ. lıg) [LT] [BV] [FK]
[BabD] [SS] [NŞ] [FŞ] [TEH] [Sİ], bakilıg ‘ölümsüzlük’ (< Ar. baki ‘ölümsüz’ +
Çağ. lıg) [LT], bi-sabrlık ‘sabırsızlık’ (< Far . bi-sabr ‘sabırsız’ + lık ) [HBD]
[BHD], çüçüglük ‘tatlılık’ (< çüçüg ‘tatlı’ + lük) [BV] [FK] [ŞHD] [HBD] [SS] [NN]
[TEH] [NM], hemdestlıg ‘arkadaşlık, ortaklık’ (< Far. hemdest ‘arkadaş, dost’ + lıg)
[MKb], kuruġlug ‘kuruluk, kuru yer’ (< kurug ‘kuru’ + lug) [SS] [Sİ], ma‘murlug
‘bayındırlık’ (< Ar. ma‘mur ‘bayındır, mamur’ + Çağ. lug) [MKb] [HE] [TEH] [Sİ],
mesrurlug ‘neşeli oluş, şen olma’ (< Ar. mesrur ‘neşeli, şen’ + Çağ. lug) [MKb],
meşġullug ‘meşgüllük, uğraşıyor olmak’ (< Ar. meşġul ‘meşgul’ + Çağ. lug) [MKb]
[LT] [HM] [BabD] [TEH] [Sİ], sernigunluk ‘tâlihsizlik’ (< Far. sernigun ‘talihsiz’ +
Çağ. luk) [BV] [FK] [LM] [SS], uykusızlıg ‘uykusuzluk’ (< uyku + sız ‘uykusuz’ +
lıg) [DN], yahşılıġ ‘iyilik, güzellik’ (< yahşı ‘iyilik, güzellik’ + lıġ) [MKb] [BV]
[FK] [LM] [BabD] [HE] [SS] [ÇKT] [GS] [Sİ] [ŞN], vb.
140
2. İş, meslek adlarına eklenir ve eklendiği sözcüklerden somut adlar türetir:
bennalıg ‘mimarlık’ (< Far. benna ‘mimar’ + Çağ. lıg) sözcüğü Far. benna ‘mimar’
sözcüğüne Çağ. lıg/k ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir.
(SS: 2201)
koyçılık ‘çobanlık’ (< koyçı ‘çoban’ + lık) sözcüğü koy ‘koyun’ sözcüğüne + çı ve
+ lık addan ad yapan eklerinin getirilmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcüğün kökü
Senglah’ta ‘koyun’ (Seng. 292v3) ve koyun ‘koyun’ (Seng. 292v23) biçimlerinde yer
almıştır. Lugat-ı Çağatay’da koyçı sözcüğü için ‘çoban, padeçi’ açıklaması
verilmiştir (LÇ: 242a). Dictionnaire turk-oriental’de sözcüğün kökü koy ‘koyun’ ve
koyçı ‘çoban’ şeklinde kaydedilmiştir (DTO: 440).
Räsänen *koń ‘koyun’ şeklinde maddebaşı olarak verdiği sözcüğü Uyg. koyn, kon,
OT koy, Osm. koyun, Tkm. koyın, Çağ. koy, Hak. hoy, Kaz, Bşk., kuy, Çuv. kuy
biçimlerini aktarmıştır. Ayrıca sözcüğün Moğolcada konin ‘koyun’, Tunguzcada
końi-ksa ‘koyun derisi’ biçiminde yer aldığını da aktarmıştır (VEWT: 279). DTS’de
kon maddesi altında ‘koyun’ açıklaması verilmiş, sözcüğün koy, koyin, koyun
biçimleriyle karşılaştırılması gerektiği belirtilmiştir (DTS: 455). EDPT’de koñ
biçiminde maddebaşı olarak verilen sözcük için ‘koyun, özel olarak dişi koyun’
anlamı verilmiş, sözcüğün Tarihi Türk dillerindeki biçimleri aktarılmıştır (EDPT:
631a).
yok érdi. Yéti yıl anıŋ koyçılık emrin beca kéltürdi nikah vücudun muŋa karar
bérdiler
(TEH: 700a7)
sayislıg ‘seyislik’ (< Ar. sayis ‘seyis’ + Çağ. lıg) sözcüğü (< Ar. sayis ‘seyis’
sözcüğüne Çağ. lıg/k ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir.
141
sayislıgıga zühal urup fal
(LM: 220)
yarakçılık ‘silahçılık’ (< yarakçı ‘silahçı’+ lık) sözcüğü yarakçı ‘silahçı’ sözcüğüne
addan ad yapan +lık ekinin eklenmesiyle türemiş bir gövdedir. yarag sözcüğü
Karahanlı Türkçesinden beri ‘fırsat, imkan’ sözcüğünün ‘askeri levazımat, techizat,
silah’ anlamını kazanması ile meydana gelmiş bir sözcüktür. Sözcük Senglah’ta
yarak/g ‘esbab ve alat ve edavat’ (Seng. 329r14), Lugat-ı Çağatay’da yarag ‘silah,
alet-i lazıma, şemşīr, hançer ve alat-ı harb’ (LÇ: 291), Dictionnaire turk-oriental’de
yarak/g ‘levazımat; kap; alet’ şeklinde açıklanmıştır (DTO: 521).
Sözcük DTS’de yarag ‘silah, askeri malzeme’ şeklinde açıklanmıştır (DTS: 239).
EDPT’de ise yarag biçiminde maddebaşı olarak verilmiş sözcük yara- eyleminden
getirilmiştir. Clauson sözcüğü ‘olanak, uygunluk’ şeklinde anlamlandırmış ve daha
sonra anlam genişlemesi ile ‘silah, askeri malzeme’ anlamını kazandığını ifade
etmiştir (EDPT: 962a).
zırh-gerlik ‘zırh yapma’ (< Ar. zırh-ger ‘zırh yapan’ + Çağ. lik) sözcüğü Ar. zırh-ger
‘zırh yapan’ sözcüğüne Çağ. lik ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir.
(TEH: 709b18)
temürçilik ‘demircilik’ (< temürçi ‘demirci’ + lik) [Eckmann, 1966, 58], otunçılıg
‘odunculuk’ (< otunçı ‘oduncu’ + lıg) [LT].
142
3. Bir şeyin çok bulunduğu yer adları türetir:
altunluk ‘altınlık’ (< altun ‘altın’ + luk) sözcüğü altun ‘altın’ sözcüğüne + luk
addan ad yapan ekinin eklenmesiyle biçimlenmiş bir sözcüktür. Sözcüğün kökü
Çağatayca sözlüklerde altun ‘altın, zer, zeheb’ şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 50r4;
LÇ: 19a; DTO: 31). Bkz. altunçı.
(MKb: 101a9)
kamışlık ‘kamışlık’ (< kamış ‘kamış’ + lık) sözcüğü kamış ‘kamış’ sözcüğüne + lık
addan ad yapan ekinin eklenmesiyle biçimlenmiş bir sözcüktür. Sözcük Senglah’ta
kamışlıg ‘kamışlık’ şeklinde açıklanmıştır (Seng. 276v15). Lugat-ı Çağatay’da
sözcüğün kökü kamış ‘ney, kasb, garv, bani-kes’ şeklinde kaydedilmiştir (LÇ: 223a).
Dictionnaire turk-oriental’de ise sözcüğe kamışlıg ‘kamışlık’ biçiminde rastlıyoruz
(DTO: 409).
(BV, 19: 4)
yigdelik ‘iğdelik’ (< yigde ‘iğde’ +lik) sözcüğü yigde ‘iğde’ sözcüğüne +lik addan ad
yapan ekinin eklenmesiyle biçimlenmiş bir sözcüktür. Sözcüğe yalnızca Çağatayca
metinlerden Nesebname Tercümesinde rastladık. Sözcüğün kökü olan yigde ‘iğde’
sözcüğü günümüz Türk dillerinde de görülen bir biçimdir. Tar. cigde; Kırg.
jigde/jiyde; Kaz. jide; Az. iyde; Osm., Tkm. igde (EDPT: 911b).
suy, tekin tamı suy, almaçuk suy, bina öŋerdi suy, üç baş suy, yigdelik suy, hasnıŋ
suy
143
yaglıg/k ‘mendil, baş örtüsü, yaşmak’ (< yag ‘yağ’ +lıg/k) sözcüğü Çağatayca
sözlüklerde yaglıg/k ‘bez parçası, envai vardır, mendil, destmal, cevr, ruymal,
kalagı’ şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 295b; DTO: 529).
(DN: 492)
aşlıg ‘hubûbat, zahîre’ (< aş ‘yemek, aş’ + lıg) sözcüğü aş ‘yemek, aş’ sözcüğüne +
lıg addan ad yapan ekinin eklenmesiyle biçimlenmiş bir sözcüktür. Sözcüğün kökü
Çağatayca sözlüklerde aş ‘yiyecek, yemek, gida ve pilava dahi dinilür’ şeklinde
açıklanmıştır (Seng. 41v22; LÇ: 13b; DTO: 22).
çeşmelerdin hem niçaklı aşlık hasıl bolsa anıŋ yarını bizge bériŋ ve takı aran tikmek
üçün éki miŋ kamış bériŋ
(ŞTe: 105b2)
Yusuf ‘aleyhi’s-selam alardın neseblerini sorup atalarınıŋ halin tefahhus kılıp tirig
érkenin bilip ibn Yamin halin ma’lum kılıp ihtiram étip aşlıg bérip biza‘atlerin dagı
aşlıg içige yaşurun salıp uzatttı
(MKb: T701b7)
144
cazlıg ‘eyer kaltağı altına konulan örtü veya terlik’ (< *caz + lıg) sözcüğü caz
sözcüğüne + lıg addan ad yapan ekinin eklenmesiyle biçimlenmiş bir sözcük gibi
gözükmektedir. Sözcüğe Çağatayca sözlük ve metinlerden yalnızca Muhakemetü’l-
Lugateyn’de rastladık. Günümüz Türk dillerinden Özb. cezlik ‘eger qaptali astige
qoyilendigen bir cüft yumşaq at ebzeli’ (UTİL I: 270), YUyg. cezlik ‘terlik’ (Necip,
1968, 366) biçimlerinde yaşamaktadır.
ve atnıng iyerin egerçi zin dérler, amma köprek eczasın, mesel cibilger ve hana ve
tokum ve cazlıg ve olang, kom ve olançag ve gancuga ve çılbur ve kuşkun ve kantar
ve TWFK ve toka yosunluk köpin Türkçe ayturlar.
(ML: 777b3-4)
bir demlık ‘bir süre için, bir dakika boyunca’ (< Far. dem ‘süre’ + Çağ. lık) sözcüğü
Far. dem ‘süre, zaman’ sözcüğüne Çağ. lıg/k ekinin eklenmesiyle türemiş bir
biçimdir.
(FK, 476: 6)
(BV, 416: 2)
bir ıllıg ‘bir yıl için, bir yıl boyunca’ (< ıl ‘yıl’ + lıg) sözcüğü yıl ‘yıl’ sözcüğünün
sözbaşındaki y’sinin düşmüş biçimidir. ıl ‘yıl’ sözcüğüne + lık/g addan ad yapan
ekinin eklenmesiyle biçimlenmiş bir sözcüktür. Çağatayca sözlüklerde sözcüğün
kökü ıl ‘yıl, sene’ şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 57b; DTO: 125).
(FK, 476: 6)
145
yene harezm şehga yazdı misal
(SS: 4478)
yılçılık ‘yıllık, yıl süresince’ (< yıl ‘yıl’+çı+lıg/k) sözcüğü yıl ‘yıl’ sözcüğüne +çı ve
+lıg addan ad yapan eklerinin eklenmesiyle biçimlenmiş bir sözcüktür. Çağatayca
sözlüklerde sözcük için yılçılık ‘bir yıllık süre için’ karşılığı verilmiştir (Seng. 352r6;
LÇ: 314a; DTO: 557).
Tarihi Türk dillerinde yılçılık sözcüğü yerine aynı anlamda yıllık sözcüğünün
kullanıldığı görülmektedir.
(HBD, 2: 5)
(BV, 425: 8)
haftalıg ‘haftalık’ (< Ar. hafta ‘hafta, yedi günlük süre’ + Çağ. lıg) sözcüğü Ar.
hafta ‘hafta, yedi günlük süre’ sözcüğüne Çağ. lıg/k ekinin eklenmesiyle türemiş bir
biçimdir.
(SS: 2929)
taŋlalıg ‘yarınki, yarınlık’ (< taŋla ‘yarın’ + lıg) biçimi taŋla ‘yarın’ sözcüğüne +lıg
ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcüğün kökü Senglah’ta taŋla ‘ertesi
gün’ (Seng. 164r22) şeklinde açıklanmıştır. Lugat-ı Çağatay’da taŋlagı kün
146
tamlamasında ‘ferdası, yarınki, pegah, ati’ anlamında verilmiştir (LÇ: 104b).
Dictionnaire turk-oriental’de ise sözcüğün kökü taŋla ‘ertesi gün’ karşılığıyla
kaydedilmiştir (DTO: 207).
Räsänen taŋ ‘şafak, sabah’ şeklinde maddebaşı olarak verdiği sözcük altında Az.
dan-la, Çağ. taŋ-la ‘tan’ biçimlerini aktarmıştır (VEWT: 461). DTS’de sözcüğün
kökü taŋ ‘tan, seher’ şeklinde açıklanmıştır (DTS: 532). EDPT’de ise taŋ ‘tan, seher’
maddesi altında verilmiştir (EDPT: 516b).
(FK, 571: 4)
(MKb: 81b4)
yıllık/g ‘yıllık, yılda kalma’ (< yıl ‘yıl’ + lık/g) sözcüğü yıl ‘yıl’ sözcüğüne + lık/g
addan ad yapan eklerinin eklenmesiyle biçimlenmiş bir sözcüktür. Senglah’ta sözcük
için yıllık/g ‘bir yıllık süre için’ karşılığı verilmiştir (Seng. 352r6).
Sözcük Eski Uygurcadan beri Tarihi Türk dillerinde görülmektdir. Eski Uygurcada
yıllık ‘bir yıllık zaman’ (Şu. E: 9 [EDPT: 925a]); Harezm Türkçesinde yıllık ‘bir
yıllık süre, zaman’ (Nehc. 66/6); Eski Kıpçakçada yıllık ‘bir yıllık zaman aralığı’
(TZ: 35b4) biçimlerinde görülmektedir.
(FK, 614: 3)
(BV, 612: 7)
147
aytmag/klıg/k ‘söyleme’ (< aytmag+lıg) biçimi ayt- ‘demek, söylemek’ eylemine
-mag/k eylemden ad yapan ve +lıg/k addan ad yapan eklerinin eklenmesiyle türemiş
bir biçimdir.
Teŋri buyursa bu sözlerni aytur miz bu yerde aytmaklıknı hem münasib kördük
(ŞTü, 48:10)
(SS: 1716)
azmaklıg ‘azma, yoldan çıkma’ (< azmak ‘azma’ + lıg) biçimi az- ‘azmak’ eylemine
-mag/k eylemden ad yapan ve +lıg/k addan ad yapan eklerinin eklenmesiyle türemiş
bir biçimdir.
(ÇKT: 32b27)
yétmeklik ‘ulaşma, varma durumu’ (< yétmek ‘yetmek’ + lik) biçimi yét- ‘yetmek’
eylemine –mek eylemden ad yapan ve +lik addan ad yapan eklerinin eklenmesiyle
türemiş bir biçimdir.
(BV, 320: 8)
Bu ek sık sık, -ġu/ -gü, -mak / -mek ve –mas/ -mes eylemden ad yapma eklerinden
sonra getirilir.
Bazen –çı / -çi (< -ça / -çe eşitlik eki) eki, kelime kök ve gövdesi ile –lık eki arasına,
mânâda hiçbir değişiklik yapmaksızın getirilir: niçe künçilik su ‘birkaç günlük su’,
iki üç ayçılık yol ‘iki üç aylık yol’, miŋ yılçılık / yıllık ‘bin yıllık’ vb.
148
2.11. Yokluk ve Olumsuzluk Anlamı Katan Ekler
Yokluk ve eksiklik bildirmek için +sXz eki kullanılır. Bu ek runik yazılı Türkçe
metinlerden beri kullanılagelen bir ektir. Orhon Türkçesi metinlerinde bu ekin
yokluk sıfatları türettiği görülür. Bu ek hakkında pek çok görüş bildirilmiştir. Otto
Böhtlingk +sXz ekinin –s + -z eklerine dayandığını ifade etmiştir. Vámbéry, eki süz-,
sız- ‘ayırmak’ anlamındaki eylemle ilişkilendirerek açıklamaya çalışmıştır
(Kononov, 1956, 148-149). Ramstedt ise yokluk bildiren +sIz ekinin –sar ekinden
çıktığı görüşündedir (Kononov, 1956, 148-149). W. Bang +sIz, +sUz ekinin benzer
teşkillere sahip u-z, yabız, sö-z, ö-z gibi eylemden ad yapım eki –z ile sı-z biçiminde
türetildiği ve daha sonra bu sözcüğün kalıplaşarak ekleştiğini belirtir (Bang, 1925-
1939, 53-56). Jean Deny, eki ‘1. Başka bir addan türeme adlar, 2. asıl türemeler ve
ilgeçler bahsinde’ inceler (Deny, 1941, 507-508, 881). Gabain, Eski Türkçenin
Grameri’nde yokluk bildiren +sIz ekinin +sır, +sir ekiyle karşılaştırılması gerektiğini
ifade eder (Gabain, 1941 (20003), 48). Baskakov ekin köken açılımını –sı- (-sa ekinin
bir çeşidi) + z biçiminde kurar (Kononov, 1956, 148-149). Kononov ise eki –sı- ve –z
eklerinin birleşiminden oluştuğunu belirtmektedir (Kononov, 1956, 148-149).
Tahir Nejat Gencan eki –siz ekiyle türemiş sıfatlar başlığı altında inceleyerek, eki –li
eki ile ile edatının olumsuzu olduğunu ifade eder (Gencan, 1979, 199). Nurettin Koç
bu ekin adlardan ödad yaptığını ‘bilgisiz, görgüsüz’ ve eylemlikten belirteç yaptığını
belirtir: ‘açmaksızın, vermeksizin’ (Koç, 1990, 99-100).
Marcel Erdal +sIz / +sUz ekinin +sıra/+sire ekiyle ilişkili olabileceğini belirtir
(Erdal, 1991, 137). Şinasi Tekin aslında yokluk bildiren +soz ekinin bazen çekim eki
olarak kullanıldığından behseder, ancak kökeniyle ilgili görüş bildirmez. Ayrıca
Tekin, Gabain gibi eklendiği adlara yokluk kavramı katan +sIrA < +siz+re (?) ekiyle
karşılaştırır (Tekin, Ş., 1992, 81-82).
149
‘Adlarda Çekim’ bahsinde +sIz, +sUz ekini kimsiz hali privatif (yokluk hali) olarak
değerlendirir (Banguoğlu, 1995, 201, 331).
Psyançin de bu eki –sı, si (3. tekil kişi iyelik eki) + -z (-r) (belirsizlik – çokluk eki)
eklerinin birleşmesinden doğan bir ek olarak düşünmektedir (Kuznetsov, 1995, 193-
259). Kuznetsov, -sız/-siz ekinin etimolojisini Divanü Lûgâti’t-Türk’teki yag sızdı
‘yağ eridi’ cümlesinin yardımıyla açıklamaya çalışır. Onun düşüncesine göre sız-
eylemi eski dönemlerde, henüz ekleşmeden, yağ, kar, buz, küç, tın vs. gibi eriyip yok
olan nesneler için kullanılırken, daha sonra sözcüğün ekleşmesiyle son sesini ve ön
sesini yitirmeden sız biçiminde kalmıştır (Kuznetsov, 1997, 193-259).
Marcel Erdal’a göre, +sXz eki soyut adlar yapar, ör. sansız ‘sayısız’ (< san ‘sayı’ +
sız), vb. O, +sXz ekinin üç işlevi olduğunu ileri sürer: +sXz addan ad yapan bir ek,
zarf ve ad olarak kullanılır. İlk işleviyle daha çok görülür (Erdal, 1991, 131).
alasız ‘hilesiz, içtenlikle, gönülden’ (< ala ‘hile’ + sız) sözcüğü ala ‘hile’ biçimine
+sız yokluk ekinin eklenmesiyle türemiş bir gövdedir. Sözcük kökü olan ala ‘hile’
Çağatayca sözlüklerde ‘renksiz kırmızı’ şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 49r23; DTO:
29).
(TEH: 708b5)
anasız ‘anasız’ (< ana ‘anne’ + sız) biçimi ana ‘anne’ köküne +sız yokluk ekinin
eklenmesiyle türemiş bir gövdedir. Sözcük kökü olan ana ‘anne’ Çağatayca
sözlüklerde ‘valide, mader’ şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 22a; DTO: 37).
150
kim télbe ki bar édi nevasız
(LM: 3090)
arıgsız ‘temiz olmayan, kirli, kötü’ (< arıg ‘temiz’ + sız) sözcüğü arıg adına +sız
yokluk ekinin eklenmesiyle türemiş bir gövdedir. Sözcük kökü Senglah’ta arı ‘temiz,
pak’ (Seng. 37v12); arıg (Seng. 37v15); arık (Seng. 37v21) biçimlerinde verilmiştir.
Diğer Çağatayca sözlüklerde arıg/k ‘cedvel, hark, sa’if, zebun, düşgün, saf, pakize,
mabra, tahir’ açıklaması yapılmıştır (LÇ: 15b; DTO: 16).
DTS’de sözcük kökü arıg ‘temiz, saf, kirli olmayan’ şeklinde kaydedilmiştir (DTS:
52). Clauson ise sözcüğün kökünün arı- eyleminden geldiğini belirtmiş ve ‘temiz,
saf’ anlamını vermiştir (EDPT: 213b). Bkz. arıg.
kılur érdiler arıgsız işler va ol ként Sudum atlıg érdi mu’tafikatdın kim anıŋ ahlı
Lutga iştigal
(ÇKT: 27a05)
(FK, 727: 2)
asıksız ‘faydasız’ (< asık ‘fayda’ + sız) sözcüğü asık ‘fayda’ biçimine +sız yokluk
ekinin eklenmesiyle türemiş bir gövdedir. Sözcük kökü olan asık ‘fayda’ Senglah’ta
asıg ‘fayda, yarar’ şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 40v14). Sözcük Lugat-ı
Çağatay’da asıg ‘nefi, fayde, temettü, ticaret’ biçiminde verilmiştir (LÇ: 13b)
Sözcük Dictionnaire turk-oriental’de asıg ‘fayda, yarar’ şeklinde açıklanmıştır
(DTO: 21).
Räsänen asıg sözcüğünü ‘kâr, fayda’ şeklinde kaydetmiş, KB azık, OT asıg, Çağ.
asig, asik biçimlerini aktarmıştır (VEWT: 29). DTS’de asıg I maddesinde ‘yarar,
fayda’ şeklinde bir açıklama getirilmiştir (DTS: 60). Doerfer de sözcüğün Türkçeden
Moğolcaya, Moğolcadan da günümüz Türk Dillerinden bazılarına geçtiğini
aktarmıştır (TMEN II: 480). Sözcüğün kökü Clauson’da asıg ‘fayda, yarar’ şeklinde
151
açıklanmış, Türkçeden Moğolcaya aşiğ biçiminde geçtiği ifade edilmiştir (EDPT:
244b). Bkz. asıg.
(DN: 773)
ayagsız ‘ayaksız’ (< ayag ‘ayak’ + sız) sözcüğü ayag ‘ayak’ biçimine + sız yokluk
ekinin eklenmesiyle türemiş bir gövdedir. Sözcük kökü Çağatayca sözlüklerde
ayag/k ‘ayak, kadem, kıyam, pa’ şeklinde verilmiştir (LÇ: 45a; DTO: 90).
(MKb: 109a1)
érsiz ‘erkeksiz’ (< ér ‘adam’ + siz) sözcüğü er ‘adam’ biçimine +siz yokluk ekinin
eklenmesiyle türemiş bir gövdedir. Sözcük kökü olan ér/éren sözcüğü Senglah’ta
‘erkek; mec. özgür kimse’ şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 99r16) Sözcük diğer
Çağatayca sözlüklerde de ér ‘erkek, merd, irkişi, apuşka, alet, ruçuliyet’ şeklinde
açıklanmıştır (LÇ: 48a; DTO: 102).
(ŞTü, 48: 9)
éşiksiz ‘eşiksiz, kapısız’ (< éşik ‘eşik’ + siz) sözcüğü éşik ‘eşik’ biçimine + sız
yokluk ekinin eklenmesiyle türemiş bir gövdedir. Sözcüğün kökü olan éşik ‘eşik’
Çağatayca sözlüklerde ‘ev, yer; dergah, bargah, astane, kapunun taşru tarafı, dervaze’
şeklinde açıklanmıştır (Seng. 106v21; LÇ: 54a; DTO: 117).
152
Sözcük Eski Uygurcadan itibaren Tarihi Türk dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada éşik ‘eşik’ (TT VII: 12); DLT’de éşik ‘eşik’ (DLT I: 42); Harezm
Türkçesinde éşik ‘eşik’ (KutbHŞ: 52); Eski Kıpçakçada éşik ‘eşik,, yüksek eşik’
(KTS: 76) biçimlerinde yer almaktadır.
(BV, 527: 6)
biliksiz ‘bilgisiz’ (< bilig/k ‘bilgi’ + siz) sözcüğü bil- ‘bilmek’ eylemine eylemden ad
yapan -ig/k ve addan ad yapan +sız yokluk ekinin eklenmesiyle türemiş bir gövdedir.
Sözcüğün kökü Çağatayca sözlüklerde bilig ‘bilgi; ve mec. öğüt, ders, bekçilik, ilm,
daniş, fehm, maharet, dirayet, vukuf, ma’lumat, nişan, tamga’ anlamında verilmiştir
(Seng. 150r5; LÇ: 94a; DTO: 191). Bkz. bilig.
va alarnıŋ azrabı dék va ékinçidin tab‘a va mukallidları kim har biri alardın cidal
tarhını salur édi … biliksiz
(ÇKT: 32b2)
minsiz ‘bensiz’ (< min ‘ben’ + siz) sözcüğü 1. tekil kişi zamirine + sız yokluk ekinin
eklenmesiyle türemiş bir gövdedir.
(BV, 369: 6)
153
dédi minsiz dünyide ne tép tirildiŋ éy Hüseyni
(HBD, 80: 5)
ogulsız ‘çocuksuz’ (< ogul ‘çocuk, oğul’ + sız) sözcüğü ogul ‘çocuk, oğul’
sözcüğüne + sız yokluk ekinin eklenmesiyle türemiş bir gövdedir. Sözcüğün kökü
Çağatayca sözlüklerde ogul ‘oğul’ şeklinde açıklanmıştır (Seng. 77r6; DTO: 68).
ogul sözcüğü Eski Türkçeden itibaren Tarihi Türk dillerinde bulunmaktadır. Irk
Bitig’de ogıl ‘oğul’ (IB: 15); Eski Uygurcada ogıl ‘oğul’ (Şu. E 7 [EDPT: 84a]), ogul
‘oğul’ (M I: 14, 12-14; TT I: 154); DLT’de ogul ‘oğul’ (DLT I: 74), KB’de ogul
‘oğul’ (KB: 110, 186, 187); Harezm Türkçesinde ogul ‘oğul’ (KutbHŞ: 114); Eski
Kıpçakçada ise ogul, ovul ‘oğul, evlat, erkek evlat’ (KTS: 203) biçimlerinde
görülmektedir. Sözcük günümüz Türkiye Türkçesinde de yaşamaktadır.
(ÇKT: 29b6)
ve bu hatun andak ki zu‘afa resmidür ol birge hem ogulsuzlıg cihetidin ta’n kılurlar
érdi
(TEH: T707b)
otsız ‘ateşsiz, ateş olmaksızın’ (< ot ‘ateş’ + sız) sözcüğü sözcüğü ot ‘ateş’ sözcüğüne
+ sız yokluk ekinin eklenmesiyle türemiş bir gövdedir. Sözcüğün kökü Çağatayca
sözlüklerde ot ‘ateş için genel bir ifade’ şeklinde açıklanmıştır (Seng. 62r1; LÇ: 24a;
DTO: 41).
saltanatı vakti yétkeç Kudüs tagı müddetlerdür ki teskin tapıpdur, otsız kaynay
başlagay
(ÇKT: T709a9)
sansız ‘sayısız’ (< san ‘sayı’ + sız) sözcüğü san ‘sayı’ adına +sız yokluk ekinin
eklenmesiyle türemiş bir gövdedir. Bu biçim hakkında daha fazla bilgi için bkz. san.
154
ol Yeşmut’nı īmanga da‛vet kıldı érse, īman keltürmedi. Üç tün kün harbe kıldılar,
sansız tersa öldi, neçe Müselmanlar şehīd boldılar, otuz miŋ çerig kaldı
(KUŞ, XVI: 7)
tikensiz ‘dikensiz’ (< tiken ‘diken’ + siz) sözcüğü tiken ‘diken’ biçimine +sız yokluk
ekinin eklenmesiyle türemiş bir gövdedir. Sözcük kökü olan tiken ‘diken’ Çağatayca
sözlüklerde tiken ‘diken, har, ha’il’ şeklinde açıklanmıştır (Seng. 198r23; LÇ: 134b;
DTO: 260). Bkz. tiken.
(SD: 135)
(HBD, 23: 6)
yaragsız ‘silahsız’ (< yarag ‘silah’ + sız) sözcüğü yarag ‘silah’ sözcüğüne +sız
yokluk ekinin eklenmesiyle türemiş bir gövdedir. Bkz. yarag.
(DN: 267)
yazuksız ‘günahsız’ (< yazuk ‘günah’ + sız) soyut biçimi Eski Türkçede yazok
biçiminde görülmüş bir sözcüktür. yazuk adına +sız yokluk ekinin eklenmesiyle
türemiş bir gövdedir. Bu biçim hakkında daha fazla bilgi için bkz. yazuk..
155
yazuksız öltürür ‘aşıknı hicran
(TN: 277)
(FK, 273: 1)
yolsız ‘yolsuz, doğru yolda olmayan’ (< yol ‘yol’ + sız) sözcüğünün kökeni
Çağatayca sözlüklerde yol ‘yol; mec. davranış yolu, sebil, tarik, rah, meslek, sırat’
şekillerinde açıklanmıştır (Seng. 345v13; LÇ: 307b; DTO:548).
(LM: 2236)
alar bu halni ma‘lum kılıp ittifak bile şehrleridin kaçıp il yolukur vehmidin yolsız
beyabanga tüşüp bir koyçıga uçrap koyçı dagı alarga koşulup koyçınıŋ iti hem
koşulup Rakim atlıg garga kirmişler
(TEH: T715b4-6)
başsız ‘başsız, başıboş’ (< baş ‘baş’ + sız) [BN], ruhsız ‘cansız, ölü’ (< Ar. ruh ‘can’
+ Çağ. sız) [MKb] [LM] [SS] [TEH] [Sİ], susız ‘susuz’ (< su ‘su’ + sız) [BV] [FK]
[ŞN], uyatsız ‘utanmaz, ârsız’ (< uyat ‘utanç’ + sız) [KN], yüreksiz ‘yüreksiz,
korkak’ (< yürek ‘yürek’ + siz) [MKb], yüzsizlik ‘yüzsüz, utanmaz’ (< yüz ‘yüz’ +
siz+lik) [BV], vb.
aªdasız ‘düşmansız’ (Ar. aªda ‘düşman’ + Çağ. sız) sözcüğü Ar. aªda ‘düşman’
sözcüğüne Çağ. +sız yokluk ekinin getirilmesiyle meydana gelmiş bir biçimdir.
156
‘alemde hergiz dostluk kiş düşmensiz bolmaydur ve ahbablık ademi a‘dasız tapılmay
durur
(TEH: M786b14)
ªadedsiz ‘sayısız’ (Ar. ªaded ‘sayı’ ve Çağ. +siz) sözcüğü Ar. ªaded ‘sayı’ sözcüğüne
Çağ. +sız yokluk ekinin getirilmesiyle meydana gelmiş bir biçimdir.
(HN, 97: 2)
bergsiz ‘yapraksız’ (Far. berg ‘yaprak’ + Çağ. siz) sözcüğü Far. berg ‘yaprak’
sözcüğüne Çağ. +sız yokluk ekinin getirilmesiyle meydana gelmiş bir biçimdir.
(DN: 339)
(BV, 393: 1)
kamsız ‘isteksiz, arzusuz’ (Far. kam ‘arzu, istek’ + Çağ. sız) sözcüğü Far. kam ‘arzu,
istek’ sözcüğüne Çağ. +sız yokluk ekinin getirilmesiyle meydana gelmiş bir biçimdir.
(HBD, 75: 6)
(SS: 887)
157
Şu örnekleri de sıralayabiliz:
ªamelsiz ‘işsiz, amelsiz’ (Ar. ªamel ‘iş, hareket, amel’ + Çağ. siz) [MKb] [KUŞ],
cansız ‘cansız’ (Far. can ‘can’ + Çağ. sız) [MKb] [BV] [LM] [HM] [GN] [HBD] [SS]
[GS] [DN] [ŞN], cılavsız ‘dolu dizgin’ (Far. cılav ‘ön, ileri; yular; gem’ + Çağ. sız)
[BN], dadsız ‘adaletsiz’ (Far. dad ‘adalet’ + Çağ. sız) [ÇKT], edebsiz ‘edebsiz’ (Ar.
edeb ‘edep’ + Çağ. siz) [SD], elemsiz ‘üzüntüsüz, kedersiz’ (Ar. elem ‘keder, üzüntü’
+ Çağ. siz) [MKb] [GS], kılavuzsız ‘klavuzsuz, rehbersiz’ (Far. kılavuz ‘klavuzi
rehber’ + Çağ. sız) [TEH], meşveresiz ‘danışmadan’ (Ar. meşvere ‘danışma’ + Çağ.
siz) [TEH], rengsiz ‘renksiz’ (Far. reng ‘renk’ + Çağ. sız) [BV] [HBD], vb.
Bu ekin bazen diğer bir addan ad yapım eki olan +lXg ekini alarak +sIz +lXg
biçiminde genişlediği görülür: edebsizlıg ‘edepsizlik’ (< Ar. edeb + siz ‘edepsiz’ +
lıg) [LD] [ÇKT], vefasızlıg ‘vefasızlık’ (< Ar. vefa + sız ‘vefasız’ + lıg) [BV] [FK]
[NN] [TEH] [DN] [Sİ] [AŞV], vb.
2.12.1. +lXg
Bu ek Eski Türkçeden beri görülen en yaygın eklerden biridir. Çok kere -lık / -lik /
-luk / -lük ekiyle karıştırılır. Asıl olarak bulunma, âîtlik ve münâsebet ifâde eden
sıfatlar yapar.
Bang, eki il- ‘eklemek’ + eylemden ad yapan g ekinin birleşmesiyle oluştuğunu ileri
sürer (Bang, 1925-1934, 1240). Gabain, +l°g, +l°g ekinin bir şeyle techiz edilmiş
olmayı bildirdiğini ve genellikle sıfatlar yaptığını ifade etmekte ve Moğolcadaki +lik
biçiminin de “bir şeyle techiz edilmiş olan şey” anlamına geldiğine dikkat
çekmektedir (Gabain, 1941 (20003), 44).
Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de Kaşgari +lXg ile +lXk eklerini birbirinden
ayıran temel özelliğin ek sonundaki sert ya da yumuşak kaf sesleri olduğunu ifade
etmiştir. (DLT I: 510, 511, 512).
atlıg ‘adlı, ünlü, meşhur’ (< at ‘ad’ + lıg) sözcüğü at ‘ad, isim’ sözcüğüne + lıg
ekinin eklenmesiyle biçimlenmiş bir sözcüktür. Sözcük Çağatayca sözlüklerde
atlıg/atlık ‘adlı, meşhur, namdar, nevsum’ şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 30v22; LÇ:
5a; DTO: 5).
Sözcüğün kökü Räsänen’de *at ‘ad, itibar’ şeklinde kaydedilmiştir (VEWT: 30).
DTS’de atlıg I maddesinde ‘adlı, meşhur, namlı’ şeklinde açıklanmıştır (DTS: 67).
Clauson 1 atlıg (adlıg) şeklinde maddebaşı olarak verdiği sözcüğü 1 at ‘adlı’
kökünden getirmiştir ve sık sık özel ad ve unvan olarak kullanıldığı ifade etmiştir
(EDPT: 54b-55a).
(DN: 448)
(FK, 3: 7)
başlıġ/k ‘başlı’ (< baş ‘baş’ + lıg/k) sözcüğü baş ‘baş’ özcüğüne + lıg ekinin
eklenmesiyle biçimlenmiş bir sözcüktür. Sözcük Çağatayca sözlüklerde başlıg ‘reis,
amir, serkende, kumandar; riyaset, başlı, tepeli, serdar’ şeklinde kaydedilmiştir (LÇ:
LÇ: 69b; DTO: 5).
159
Fulad Çiŋsaŋ Bahadur başlık ol cema‘at
canlıg ‘canlı’ (< Far. can ‘can’ + Çağ. lıg) sözcüğü Far. can ‘can’ sözcüğüne Çağ.
+lıg ekinin eklenmesiyle biçimlenmiş bir sözcüktür.
(BV, 301: 7)
(HBD, 115: 1)
edeblıg ‘edepli’ (< Ar. edeb ‘edep’ + Çağ. lıg) sözcüğü Ar. edeb ‘edep, iyi terbiye,
zariflik, naziklik’ sözcüğüne Çağ. +lıg ekinin eklenmesiyle biçimlenmiş bir
sözcüktür. Ek sözcüğe aitlik anlamı katmıştır.
(ŞTe: 69a10)
kayġuluġ ‘kaygılı, üzüntülü’ (< kayġu (ET kadgu) ‘kaygu’+ luġ) sözcüğü Çağatayca
sözlüklerde kayguluk ‘mükedder; gamnak, mahzun’ şeklinde kaydedilmiştir (LÇ:
226a; DTO: 415). Sözcüğün kökü ise kaygu/kayku ‘(kaygı), gam, keder, fikr-i
endişe, kasavet’ şeklinde açıklanmıştır (Seng. 281v6; DTO: 415).
Räsänen’de *kad maddesi altında verilen sözcük ET, Uyg. OT kadgu ‘endişe, keder’,
Çağ. Kaz. kaygu, Osm. kay-gı biçimlerinde aktarılmıştır (VEWT: 217). DTS’de
kadgu ‘kaygı, keder, üzüntü’ şeklinde açıklanmıştır, sözcüğün kökü ile ilgili bir
açıklama verilmemiştir (DTS: 402). Clauson sözcüğü kadgu ‘kaygı, üzüntü,
160
gerginlik’ şeklinde açıklamış belki de kad- ‘tipiden ölmek’ eyleminden türemiş
olabileceğini belirtmiştir, ancak semantik ilişkinin pek zayıf olduğunu da eklemiştir
(EDPT: 598b-599a).
maliknı ‘arzıga tégürdi va paygambarnıŋ mubarak köŋli andın köp kayguluk boldı
ve Hak ta‛ala Rasul salla’llahu ‘alayhi va salam ‘atır-ı
(ÇKT: 38a09)
(NN, 128: 5)
uyatlıg ‘utangaç, mahçup’ (< uyat ‘utanç’ + lıg) sözcüğü uyat ‘utanç’ özcüğüne + lıg
ekinin eklenmesiyle biçimlenmiş bir sözcüktür. Sözcüğün kökü Çağatayca
sözlüklerde uyat ‘utanç; kabahat, ayıp, haya, hicab, şerm, kabahat’ şeklinde
kaydedilmiştir (Seng. 92r22; LÇ: 43a; DTO: 85).
(HBD, 103: 2)
(NN, 440: 7)
Bu ek adlara, sık sık, bir vasıflandırıcı olarak getirilir: arslan yüreklig ‘arslan
yürekli’, bülend boylug ‘uzun boylu’, katık sözlük ‘katı sözlü’, kongar sakallıg ‘kızıl
161
sakallı’, savug yüzlüg ‘soğuk yüzlü’, yahşı şekillig ‘güzel şekilli, iyi görünüşlü’
yaramas etvarlıg ‘kötü davranışlı’ vb.
ªadaletlig ‘adaletli’ (< Ar. ªadalet ‘adalet’ + Çağ. lig) [KUŞ], ªahdlıg ‘yeminli, ahdlı’
(Ar. ªahd ‘yemin, ahd’ + Çağ. lıg) [TEH], ªamellıg ‘amelli, dini emirleri yerine
getiren’ (Far. ªamel ‘amel, iş’ + Çağ. lıg) [HA], armanlıg ‘özlemli, istekli’ (Far.
arman ‘özlem, istek’ + Çağ. lıg) [BV] [ŞN], asarlıg ‘eserli’ (< Ar. ªasar ‘eser’ + Çağ.
lıg) [FK] [TEH], ªazalıg/k ‘sabırlı, matemli, yaslı’ (< Ar. ªaza ‘sabır, matemi yas’ +
Çağ. lıg) [LM], bedenlig ‘bedenli’ (< Far. beden ‘beden’ + Çağ. lig) [AD], belalıg
‘belalı’ (< Ar. bela ‘bela’ + Çağ. lıg) [BV] [FK] [BabD] [HBD] [NŞ] [FŞ] [GS]
[ME] [BHD], cebinlıg, cebinlik ‘alınlı’ (< Ar. cebin ‘alın’ + Çağ. lik) [LT] [NN]
[DN], cerahatlıg ‘irinli, cerahatlı’ (< Ar. cerahat ‘cerahat’ + Çağ. lıg) [BV] [FK]
[HBD] [FŞ] [NN], cevahirlıg ‘cevherli, elmaslı’ (< Ar. cevahir ‘cevher, elmas’ +
Çağ. lıg) [MKb] [HBD], çiraylıg ‘yüzlü, çehreli, şekilli’ (< Moğ. çıray ‘yüz, çehre’ +
Çağ. lıg) [M] [KN] [Sİ], vb.
2.12.2. +dXŋ
+dXŋ eki eski, uzun süre kullanılmamış ve yalnızca izlerine rastlayabildiğimiz bir
ektir. Marcel Erdal bütün +dXŋ’lı sözcüklerin tek heceli temelden geldiğini ifade
eder (Erdal, 1991, 155-156).
aydın: Çağatayca metinlerde rastladığımız nadir örneklerden biri aydın ‘aydınlık’ (<
ay ‘ay’ +dın) sözcüğüdür.
Räsänen ay maddesinde verdiği sözcüğün aydıŋ < *ay-taŋ biçiminde geliştiğini ifade
etmiş ve sözcüğün genel anlamından farklı olarak Osmanlıcada ‘cehennem’
anlamıyla geçtiğini de belirtmiştir (VEWT: 10). Diğer etimolojik sözlüklerde ay ‘ay
(gök cismi)’ köküne bağlanan sözcük için kaynaklarda ‘ay ışığı, ışık, aydınlık,
parlak’ anlamı verilmiştir (DTS: 28; EDPT: 268b; UW: 299b).
(DN: 517)
(ŞN1: 86)
otun ‘odun’ (< *ot ‘ateş’ + duŋ) sözcüğü bu ekle biçimlenmiş bir diğer sözcüktür.
DTS’te gördüğümüz otuŋ sözcüğü için ‘drova, toplivo (odun, yakacak)’ karşılığı
verilmiştir (DTS: 374). EDPT’de bulunan otuŋ (odduŋ) maddesinde sözcüğün bir ot
adından türediği belirtilmiş, sözcüğün Azericede ve Osmanlıcada odun biçimini
aldığı bildirilmiştir. Yapıtta sözcük için ‘odun’ karşılığı verilmiştir (EDPT: 60b).
DanKelly’de ōt (ateş) maddesi altında yer alan sözcüğe ‘odun’ karşılığı verilmiştir
(DanKelly, 1985, 43). Marcel Erdal otuŋ ‘odun’ sözcüğünün *ot + duŋ biçiminin
basitleşmesinden geldiğini ifade etmiştir. Yani otuŋ ‘odun’ sözcüğünü de bu ekle
biçimlenen sözcükler arasına katmıştır (Erdal, 1991, 156). TES’te ‘yakılmak için
kesilmiş, parçalanmış ağaç’ biçiminde tanımlanan sözcüğün eski dönemlerden
163
başlayarak kullanıldığı, yaygın bir inanca göre ōt adına eklenen –(u)ŋ ekiyle türediği
belirtilmiştir (TES: 304).
odun sözcüğü SDD’de yalnız olarak yer almazken odun koru birleşik yapısı
bulunmaktadır (SDD, 3: 1083). Sözcük, DS’de oduneşşe, odunkoru yapılarıyla
karşımıza çıkmaktadır (DS, IX: 3264) Sözcük, TS’de ‘1. yakılmak için kesilmiş,
parçalanmış ağaç, 2. mec. anlayışsız ve kaba (kimse)’ biçiminde tanımlanmıştır (TS:
1490). Sözcük, anlam genişlemesine uğrayarak günümüze ulaşmıştır.
(ŞHD: 174a1)
(BV, 21: 5)
va bir ayga yakın otun yıgışturup anı toldurdılar va köp yag otunga koyup aŋa
urdılar va İbrahimnı
(ÇKT: 26a22)
2.12.3. +sOk
164
Ekin Çağataycadaki kullanımı da bir hayli sınırlıdır. Çağatayca genelde nesne adları
olan yeni gövdeler türetmiştir:
taŋsug/ k ‘mükemmel, tuhaf’ (< taŋ ‘tuhaf, acayip’ + sug/k) sözcüğü bu ekle türemiş
bir addır. Sözcük Çağatayca sözlüklerde taŋsug/taŋsuk ‘nadir bir şey, mükemmel ve
garip, tenzu-yı hatayi, ‘acib, armagan, hediye, nadide yad-gar, tansuh’ şeklinde
açıklanmıştır (Seng. 164r14; LÇ: 104a; DTO: 206).
(ŞHD: 39b10)
165
2.12.4. +(A)ŋ
Çok sözcük türeten eklerden biri değildir. Genel olarak ad ve sıfatlara gelerek
eklendiği sözcükle anlam ilgisi bulunan yeni ad ve sıfatlar türetir. Eski Türkçede de
çok seyrek rastlanır.
ürüŋ ‘parlak, ak, beyaz’ (< *hür + üŋ; krş. Hlç. ür ‘tan, şafak’) (Tekin, 1994a, 55;
Tekin, 1995, 170), ayrıca bkz. DLT yürüŋ ‘beyaz’ < *ürüŋ, Hlç. hürün, hirin; krş.
Moğ. ür ‘şafak, tan’.
Sözcük Senglah’ta ‘parlak, beyaz, açık hava’ anlamıyla görülmektedir (Seng. 53v1).
amma kéldük kim İshak Bab’nıŋ vakf kılgan yerleri ve suları: Ol iminlik ürüŋ
sogannıŋ éski kend arıgını açkan, hisarını yıggan, adīne mescidni bina kılgan İshak
Bab rahmetul’lahi ‘aleyhi turur
166
karnagu ‘koca karınlı’ (< kar(ı)n ‘karın’ +agu) (DLT I: 491; DanKelly, 1985, 129),
seŋregü ‘kendisinde engi hastalığı bulunan at. Burnundan irin gibi sümük akar. Her
zaman burnundan sümük akan çocuğa bu ifade ile sövülür.’ (< seŋ(i)r ‘engi hastalığı’
+ egü) (DLT III: 387; DanKelly, 1985, 159), bagragu ‘saldırgan’ (< bagragu+r- <
bagır ‘karaciğer’ + agu) (KB: 6369) (Erdal, 1991, 162).
Çağataycada +AgU ve +AŋU ekleriyle türeyen sözcük sayısı bir hayli azdır. Bu
sözcüklerden biri içegü sözcüğüdür.
içegü ‘bağırsak’ ( < iç ‘iç’ + egü) sözcüğü +AgU ekiyle türemiş bir sözcüktür.
Sözcük Çağatayca sözlüklerden Dictionnaire turk-oriental’de içegü ‘içme eylemi,
tat, bağırsak’ şeklinde kaydedilmiştir (DTO: 99).
Eski Uygur metinlerinden beri görülen sözcük DLT’de içegü ‘kaburga kemiklerinin
iç tarafında bulunan şeylerin adı, içirik’ şeklinde açıklanmıştır (DLT I: 137). Kıpçak
Türkçesinde içegi ve içegü biçimlerinde ve ‘kaburga kemiklerinin içinde bulunan
beyazımsı sıvı’ anlamıyla geçmektedir (KTS: 105). Sözlük Osmalıcada da içegü
‘bağırsaklar’ şeklinde kaydedilmiştir (TTS II: 514; IV: 407).
... avvalca alarnıŋ kursagıda bolgay içegüler ve haşalardın ... va éritür alarnıŋ
térilerini
(ÇKT: 33b25)
karaŋgu ‘karanlık’ (< kara ‘kara, siyah’ + ŋgu) sözcüğü de +AŋU ekiyle türemiş bir
biçimdir. Bu sözcüğün kara ‘siyah, kara’ sözcüğü ile ilişkili olduğu açıktır.
167
Radloff sözcüğün karaŋgı (Wb II: 153), karaŋgu, karangu (Wb II: 154) biçimlerinde
tespit etmiştir. Räsänen ise sözcüğün şu biçimlerini tespit etmiştir: Uyg. OT, Çağ.,
Tar. karaŋgu ‘karanlık’, Kaz. karaŋgı, Yak. harana ‘karanlık’ (VEWT: 236-237).
(LD: 191)
ol kün-ki, Duylı Kayı Han öldi érse bizniŋ yurtumıznı tuman tutup karangu boldı
(ŞTe: 86b17)
+gU eki Çağataycada genelde nitelik adları türetmek için kullanılmıştır. Çağataycada
bu ekin de kullanım alanı geniş değildir. Bu eke şu sözcüklerde rastlarız:
Bu ek bélgü ‘işaret, iz’ (< *bél + gü) sözcüğünde ayırıcı karakter özelliği belirten ad
türetmiştir. Sözcük Senglah’ta bélgü ‘damga, nişan, alamet; bir okçuluk hedefi;
şiirsel mecaz’ şeklinde verilmiştir (Seng. 149v18).
Sözcük DLT’de belgü ‘iz, işaret’ anlamıyla yer almaktadır (DLT I: 427; DanKelly,
1985, 70); Harezm Türkçesinde de belgü ‘iz, işaret’ biçiminde geçmektedir (KutbHŞ.
27). Eski Kıpçakçada ise belgü ‘zahir, aşikar, belli’ (KTS: 27) şeklinde
kaydedilmiştir.
(NN, 299: 4)
168
men Geda isbat étey kim ay saŋa kul dur, begim
(GD, 225: 5)
edgü ‘iyi’ (< ed ‘mal, davar’ + gü) sözcüğü de bu ekle biçimlenmiş sözcüklerden
biridir. Eski Türkçeden beri görülen bu sözcük Çağataycada eskicil bir öğe olarak
kalmıştır. Sözcük bu biçimiyle yalnızca Lütfi Divanında yer almaktadır. Normalde
sözcüğün eyü biçiminde görülmesi beklenirdi, yalnız Lütfi Divanında sözcük eskicil
biçimiyle bulunmaktadır.
Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de edgü ‘bir şeyin iyisi iyi’ şeklinde
açıklanmıştır (DLT I 114; DanKelly, 1985, 19). Harezm Türkçesinde édgü biçiminde
görülmektedir (Rabg. 6r4, 14v10); ayrıca Harezm Türkçesinde eygü biçimine de
rastlanmaktadır (MNa: 39 [EDPT: 51b]). Eski Kıpçakçada edgü, egi, eygi, eygü, eyi,
igi, izgü biçimlerinde kaydedilmiştir (KTS: 78). Osmanlıcada da eygü (TTS I: 287;
eyü TTS I: 290; TTS III: 278; TTS IV: 322; eyi (TTS III: 275); iyi (?éyi) (TTS I:
396); iyü (?éyü) (TTS IV: 447) biçimlerinde yer almaktadır.
Bang sözcüğü *ed- ‘etmek, yapmak’ eyleminden –gu/-gü eki ile türeyen bir biçim
olarak ifade etmiştir (Bang, 1918 [UW: 338b]). Räsänen, Eski Türkçe ve Eski
Uygurcada edgü ‘iyi’, OT edgü, Çağ. izgü, eyü, Kaz. izgə, Osm. eyi, Yak. ütüö, ötüö
biçimlerini aktarır. Sözcüğün etimolojisi hakkında bir şey söylemeyen Räsänen
sözcüğün Moğolca dengini edege, edge biçiminde vermiştir (VEWT: 36). DTS’de
edgü ‘iyi’ karşılığı verilmiştir (DTS: 164). Clauson sözcüğü ‘iyi, ahlaki olarak iyi;
nicelik olarak iyi’ şeklinde anlamlandırmış ve tarihi Türk dillerindeki biçimlerini
vermiştir. Ayrıca sözcüğün günümüz Türk dillerinde ezgi, izgi, eyi, iyi biçimlerinde
yaşadığını da ifade etmiştir (EDPT: 51b) Hamilton, Erdal ve Kaçalin sözcüğün
+gu/+gü ekiyle ed adından türemiş bir biçim olduğunu ifade etmişlerdir (Hamilton,
1971, 101; Erdal, 1991, 494; Kaçalin, 2006, 314).
(LD: 1124)
169
tabi‘attın çıkardım nazm-ı bisyar
(HLN: 54)
+gU eki şu sözcükte sözcüğün kök anlamının etkin olduğu somut bir alet adı
türetmiştir.
közgü ‘ayna’ (< köz ‘göz’ + gü) sözcüğü de +gU ekiyle türemiş bir başka gövdedir.
Sözcüğün köz ‘göz’ sözcüğüyle ilişkili olduğu açıktır. Senglah’ta g’li olarak gözgü
‘ayna’ biçiminde kaydedilmiştir (Seng. 306v5). Dictionnaire turk-oriental’de ise
közgü ‘ayna’ anlamında verilmiştir (DTO: 469).
DLT’de sözcük közŋü ‘bir ayna’ şeklinde açıklanmıştır (DLT III: 379; DanKelly,
1985, 112). Harezm Türkçesinde sözcük közgü ‘ayna’ (KutbHŞ. 109) biçiminde yer
almaktadır. Eski Kıpçakçada ise sözcüğe közgi, közgü, köznü, közügü, küzgü
biçimlerinde rastlanmaktadır (KTS: 161). Sözcük Osmanlıcada da gözgü (gözigü,
gözügü), gözüŋü ‘ayna’ biçimlerinde yer almaktadır (TTS I: 331; TTS II: 464; TTS
III: 319; TTS IV: 364).
Räsänen sözcüğü köz-gü ‘ayna’ şeklinde açıklamıştır (VEWT: 295). DTS’de közüŋü
maddesinde ‘ayna’ şeklinde kaydedilmiştir (DTS: 321). Clauson sözcüğü közŋü (g-)
biçiminde maddebaşı olarak vermiş ve közün- eyleminden getirmiştir (EDPT: 761a).
Sözcük günümüzde yaşadığı ses değişimleriyle gözgü biçimi almıştır.
(LD: 1837)
(HBD, 13: 1)
2.12.6. +gAy
+gAy addan ad yapan eki insanla ilgili niteleme sıfatları türetir. Ayrıca bazen yön
belirten sözcükler de türettiği görülmektedir.
170
Bu ek Karahanlı Türkçesi metinlerinde sınırlı da olsa görülür. özgey ‘sadık, vefalı’ (<
öz ‘kendi’ + gey) (KB: 2237, 2571, 2767), küçgey ‘şiddet, zulüm’ (< küç ‘güç’ +
gey) (KB: 814, 2030, 2031).
oŋay ‘ucuz; kolay’ ( < oŋ ‘sağ, sağ taraf’ + gay) sözcüğü bu ekle biçimlenmiş nadir
sözcüklerden biridir. Sözcüğe yalnızca Mahbubü’l-Kulüb’de rastladık. Çağatayca
sözlüklerden Senglah’ta ongay biçiminde ‘arzân ve baha-i endek bud’ anlamıyla
verilmiştir (Seng. 89r2).
Räsänen de sözcüğü oŋ-ay ‘kolay, basit’ biçiminde vermiş, Kaz., Tob., Tar.’dan unay
‘uygun, mümkün’ biçimini aktarmıştır (VEWT: 362). DTS’de ise oŋay II
maddesinde yer alan sözcük için ‘kolay, basit; ucuz’ anlamları verilmiştir (DTS:
337). Clauson sözcüğü oŋay ‘kolay, basit; ucuz’ şeklinde anlamlandırmış ve ses
değişimleriyle günümüz Türk dillerininin bazılarında yaşadığını aktarmıştır (EDPT:
191b). DanKelly ve OTWF’de de sözcük oŋ ‘sağ, sağ taraf’ köküne dayandırılmıştır
(DanKelly, 1985, 41; Erdal, 1991, 165).
(MKb: 13b1)
iley ‘ön, yan; huzur; etraf’ (< il ‘memleket, il’+ gey) sözcüğü bu ekle türemiş bir
diğer addır. Sözcüğe Çağatayca sözlüklerde rastlamıyoruz. Yalnızca Räsänen il
‘doğu’ maddesinde Harezm Türkçesi metinlerinden Kısasü’l-Enbiya’dan il-ey ‘alın,
ön’ biçimini aktarmıştır (VEWT: 170). Sözcüğün il ‘memleket, il’ adından + gAy
addan ad yapım ekiyle türemiş olması muhtemeldir. Ek başındaki g ünsüzü
düşmüştür.
(MKb: 97a1)
171
(ÇKT: 40b22)
(FK, 681: 6)
+kI eki aitlik ifade eden sıfatlar ve adıllar türetir. Bu ek bilhassa da yer ve zaman
adlarına gelerek yeni gövdeler meydana getirir.
Ramstedt eki k (?) + artikel = 3. kişi eki şeklinde açıklamıştır (Ramstedt, 1952, 234-
235). Johannes Benzing tarafından ise yaklaşma durum eki ka + 3. kişi eki i şeklinde
tasarlanmıştır (Benzing ZDMG, 94: 264-265 [Räsänen, 1957, 102]).
Ek Çağatayca metinlerde de aitlik ifade eden sıfatlar ve adıllar türetir. Ekin üreticiliği
bu dönemde de devam etmiştir. Çağataycada en çok görülen örnekler şunlardır:
bayakı ‘önceki, evvelki’ (< baya ‘önce, evvel, az önce’ + kı) biçimi ‘önce, evvel, az
önce’ anlamına gelen baya sözcüğüne addan ad yapım eki olan +kI ekinin
gelmesiyle meydana gelmiş bir sözcüktür. Sözcüğün kökü Çağatayca sözlüklerden
Lugat-ı Çağatay’da baya ‘kadîm’ biçiminde verilmiştir. Radloff’ta sözcük bayagı,
bayakı ‘bir zaman önce, evvelce’ biçimleriyle yer almaktadır (Wb IV: 1467).
Sözcük köküne DLT’de baya ‘az önce’ biçiminde rastlarız (DLT I: 37; DanKelly,
1985, 68). Eski Kıpçakçada ise sözcük bayagı ‘önceki’ şeklinde yer almaktadır
(KTS: 25).
(SD: 799)
172
burungı ‘önceki’ (< bur(u)n ‘ön’ + gı) biçimi ‘ön, önce, ilk’ anlamına gelen burun
sözcüğüne addan ad yapım eki olan +kI ekinin gelmesiyle meydana gelmiş bir
sözcüktür. Sözcük Lugat-ı Çağatay’da burungı ‘evvelki, mukaddimki, sabıki,
geçenki, eski’ anlamlarıyla verilmiştir (LÇ: 80a). Dictionnaire turk-oriental’de ise
sözcüğün kökü burun ‘ilk olarak, ileri’ şeklinde kaydedilmiştir (DTO: 168).
Sözcüğün kökü Senglah’ta burun ‘1. ilk, başlangıç, önce; 2 burun’ şeklinde
açıklanmıştır (Seng. 133r12).
Räsänen burun sözcüğünün ‘burun, dağ kenarı; ilk’ anlamlarını Orta Türkçeden
aktarmıştır. Räsänen sözcüğü Tarihi ve günümüz Türk dillerindeki biçimlerini de
aktarmıştır (VEWT: 90). DTS’de burun II maddesinde ‘1. burun, 2. gaga, 3. ilk,
önce’ anlamları verilmiştir (DTS: 126). Clauson sözcüğün kökenini burun ‘burun
(insan ya da hayvanın); gaga (bir kuşun vb; (bir dağın) zirvesi; bu yüzden mec. ön,
önce; ilk’ şeklinde vermiştir (EDPT: 367a-b)
(LM: 769)
(GD, 224: 1)
érteki ‘yarınki; eski söz, hikaye, efsane’ (< érte ‘yarın’ + ki) sözcüğü ‘önce,
mukaddim, erken’ anlamına gelen érte sözcüğüne +kI ekinin gelmesiyle meydana
gelmiştir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde értegi, érteki biçiminde ‘kadimi söz, efsane,
hikayet, kıssa, dastan’ şeklinde verilmiştir (LÇ: 48b; DTO: 102).
Sözcüğün kökü Senglah’ta érte ‘1. erken; 2. geçmiş zaman; 3. mec. sabahın
başlangıcı’ karşılığı verilmiştir (Seng. 99r22).
Räsänen sözcüğün kökünü erte biçiminde vermiş, Moğ. erte ‘erken’, Man. erde
biçimlerini aktarmıştır (VEWT: 46). DTS’de ise erte ‘sabah, erken’ kaydı
düşülmüştür (DTS: 182). EDPT’de érte ‘sabah erken’ anlamı verilmiştir (EDPT:
202b).
173
her taŋ érte çikse gerdun subh tigı katlime
(FK, 426: 5)
(ŞHD: 19a4)
evvelgı ‘evvelki’ (< Ar. evvel ‘evvel, önce’ + Çağ. gı) sözcüğünde addan ad yapım
eki olarak görülen +kI ekinin Arapça olan evvel ‘önce, evvel’ sözcüğüne gelerek yeni
bir sözcük gövdesi meydana getirdiği görülmektedir. evliyanıŋki ‘evliyanınki’,
kadimdeki ‘önceki, eskideki’ örneklerinde de görüldüğü gibi bu ek yabancı
sözcüklere de gelerek yeni sözcük gövdeleri türetmektedir.
(LM: 272)
(LM: 275)
ozakı ‘önceki, evvelki’ (< oza ‘önce’ + kı) sözcüğünün kökü oz- ‘geçmek’ eylemine
-a/-e zarf fiil ekinin eklenmesiyle oluşmuş bir zarftır (< oz-a). +kI addan ad yapım
eki de bu köke eklenerek sözcüğe ilgi anlamı katmıştır. Çağatayca sözlüklerde ozagu
kün tamlamasında ‘geçen, önceki, evvelki’ anlamıyla kaydedilmiştir (LÇ: 32a; DTO:
61).
Sözcük DLT’de oza ‘geçmiş zaman’ (DLT I: 88; DanKelly, 1985, 45); KB’de oza
‘geçmiş’ (KB: 51); Harezm Türkçesinde ise oza ‘geçen, geçmiş’ (Nehc. 328/15)
biçimlerinde yaşamaktadır. Sözcüğün oz ‘önce’ kökünden geldiği açıktır.
174
her kim ozakı ka‛besi içre kılur makam
(SD: 64)
soŋġı ‘sondaki’ (< soŋ ‘son’ + ġı) sözcüğü soŋ ‘son, sonra’ sözcüğüne +kI ekinin
gelmesiyle türemiştir. Çağatayca sözlüklerde sözcük soŋġı ‘som, nihayeti, ahiri,
‘akıbeti, encamı’ şeklinde kaydedilmiştir (LÇ: 194a; DTO: 361).
(BV, 64: 4)
(GS, 69: 8)
soŋraġı ‘sonraki’ (< soŋra ‘sonra’ + ġı) sözcüğü soŋra ‘sonra’ sözcüğüne +kI ekinin
gelmesiyle türemiştir. Çağatyaca sözlüklerden Lugat-ı Çağatay’da sözcük soŋraġı
‘soŋraki, nihayetindeki, ahirki’ şeklinde kaydedilmiştir (LÇ: 194a).
(BV, 591: 5)
taŋlagı ‘yarınki’ (< taŋla ‘yarın’ + gı) sözcüğü taŋla ‘sabahleyin, yarın’ sözcüğüne
+kI ekinin gelmesiyle türemiştir. Sözcük Lugat-ı Çağatay’da taŋlagı kün
tamlamasında ‘ferdası, yarınki, pegah, ati’ anlamında kaydedilmiştir (LÇ: 104b)
Dictionnaire turk-oriental’de ise taŋlagı ‘bir sonraki gün’ karşılığı verilmiştir (DTO:
207).
Räsänen taŋ ‘sabah, seher’ şeklinde maddebaşı olarak verdiği sözcük altında Az.
dan-la, Çağ. taŋ-la ‘sabah’ biçimlerini aktarmıştır (VEWT: 461). DTS’de sözcüğün
kökü taŋ ‘tan, seher’ şeklinde açıklanmıştır (DTS: 532). EDPT’de ise taŋ ‘tan, seher’
maddesi altında verilmiştir (EDPT: 516b).
175
zahida taŋlagı kevser meyidin köp déme söz
(FK, 464: 8)
(GD, 49: 3)
taşkı ‘dıştaki, dışarıdaki’ (< taş ‘dış’ + kı) sözcüğü taş ‘dış’ sözcüğüne +kI ekinin
gelmesiyle türemiştir. Sözcük için Çağatayca sözlüklerden Dictionnaire turk-
oriental’de taşkı ‘dışarıdaki’ karşılığı verilmiştir (DTO: 200).
(SS: 734)
yokarıġı ‘yukarıki’ (< yokarı ‘yukarı’ + ġı) sözcüğü yokarı ‘yukarı’ sözcüğüne +kI
ekinin gelmesiyle türemiştir. Sözcük Lugat-ı Çağatay’da yokarı ve yokgarı ‘tarf-ı
‘ala fevk-i semt, bala’ şekillerinde kaydedilmiştir (LÇ: 306b). Dictionnaire turk-
oriental’de ise yokarıġı ‘yukarıki’ karşılığı verilmiştir (DTO: 546).
(ŞTe: 67a1)
(BV, 303: 1)
bılturgı ‘geçen yılkı’ (< bıltur ‘bıldır, geçen sene’ + gı), dayımġı dék ‘her zamanki
gibi’ (< dayım ‘her zaman’ + ġı), munça yılġı ‘bunca yılki’ (< yıl ‘yıl, sene’ + kı).
176
Bu ek daha çok ilgi ve bulunma eklerinden sonra gelir: evliyanıŋki ‘evliyanınki’,
andakı ‘oradaki’, cennetdakı ‘cennetteki’, kadimdeki ‘önceki, eskideki’, vb.
Çağataycada rastladığımız addan ad yapan diğer eklerden biri kullanımları çok da sık
olmayan +sA ekidir. Bu ekle ilgili Çağatayca metinlerde yalnızca bir örnek tespit
edebildik. Bu örnekte de sözcük kökü ile alakalı bir sözcük türetmiştir.
ölükse ‘ceset’ (< ölüg ‘ölü’ + se) sözcüğü Senglah’ta ölükse ‘ceset’ şeklinde
kaydedilmiştir (Seng. 86b7). Çağatayca metinlerden Mahbubü’l-Kulüb’de ölükse
‘ceset’ anlamıyla yer almıştır. Özbekistan’da hazırlanan Ali Şir Nevai Lûgati’nde de
sözcük ülükse ‘ölimtik; akbaba; hastalıklı’ karşılığı verilmiştir (AŞNL III, 1984:
609). Diğer sözlüklerde ve taradığımız Çağatayca metinlerde bu biçime
rastlanmamıştır. Bkz. ölüg.
(MKb: 69b9)
Bir diğer az kullanılan ek de +sI’dır. Bu ekin de çok az örneği bulunur. Daha çok
eklendiğe sözcüğün anlamını kuvvetlendirdiği görülür.
agırsı ‘saygı, itibar, misafirperverlik’ (< agır ‘ağır’ + sı) sözcüğüne Çağatayca
metinlerden yalnızca Lütfi’nin Gül ü Nevruz adlı mesnevisinde rastlıyoruz. Sözcüğün
agır ‘ağır, değerli, çok’ köküne +sI addan ad yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
olduğu açıktır.
(GN: 76b4)
artuksı ‘artığı, çoğu’ (< artuk ‘artık, çok’ + sı) sözcüğü de +sI ekiyle türemiş bir
diğer gövde biçimdir. Sözcük art- eylemine –uk ve +sI yapım eklerinin eklenmesiyle
177
meydana gelmiştir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde artuksı ‘fazla, çok, ziyadesi’
şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 36b27; LÇ: 8b; DTO: 11). Bkz. artuk.
(ŞHD: 147b1)
(HBD, 98: 6)
ayruksı ‘farklı, muhtelif’ (< ayruk ‘fark, ayrı’ + sı) sözcüğüne yalnızca Çağatayca
sözlüklerden Senglah’ta rastlıyoruz. Senglah’ta ‘farklı, muhtelif’ anlamları
verilmiştir (Seng. 57b4). Diğer Çağatayca metin ve sözlüklerde sözcüğe rastlamadık.
Sözcük ayur- ‘ayırmak’ eylemine –uk ve +sI yapım eklerinin eklenmesiyle meydana
gelmiştir. Bkz. ayruk.
2.14.2. +dUz
kündüz: Bu eki kündüz ‘gündüz’ (< kün ‘gün’ + düz) sözcüğünde görebiliyoruz. Ek
bu sözcükte zaman zarfı türetmiştir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde kündüz ‘gündüz’
anlamıyla kaydedilmiştir (Seng. 310r14; DTO: 479).
(BabD, 69: 1)
178
kündüz Şibani şah érür amma kéçesidür geda
(ŞHD: 74b2)
179
3. EYLEMDEN AD YAPIMI
3.1.1. –(X)g
180
rica’ (DLT I: 68, DanKelly, 1985, 49; KB: 791, 2498), tap-ug ‘hizmet, ibadet,
tapma’ (DLT I: 373, DanKelly, 1985: 177; KB: 97, 106), ugra-g ‘hedef, niyet’ (DLT
III: 317; DanKelly, 1985, 53), yara-g ‘imkan, fırsat’ (DLT III: 13, DanKelly, 1985,
216; KB: 529, 2090) vb.
Bu ekle biçimlenmiş sözcükleri ele alırken soyut adlar, yer adları, somut adlar ve
sıfatlar biçiminde dört bölümde inceledik.
agrıg / k ‘ağrı, zahmet, huzursuzluk, hastalık’ (< agrı- < *hagrı- ‘ağrımak’ –g/k)
sözcüğü agrı- ‘ağrımak’ eylemine –(X)g eylemden ad yapan ekinin eklenmesiyle
türemiş bir biçimdir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde agrıg/k biçiminde ve ‘ağrı,
zahmet, huzursuzluk, hastalık’ anlamlarıyla geçmektedir (Seng. 43v27; LÇ: 15b,
DTO: 25).
Sözcüğün kökü genelde agrı- < *hagrı- biçiminde aktarılmış (Eckmann, 1966, 60;
EDPT: 90a; DanKelly, 1985, 6; Erdal, 1991, 179). Talat Tekin Türk Dillerinde
Birincil Uzun Ünlüler adlı kitabında sözcüğün kök biçimini Koyb. ağar- ‘ağrımak,
hasta olmak’ < *ağrı-; Tkm. ağır- ‘ağrımak’ < *agrı-; Uyg. (Br) agri-, Hlç. hagru-
biçiminde açıklamıştır (Tekin, 1995, 48, 172). agrı- kökünü ise Clauson agır ‘ağır’ +
ı- biçiminde açıklamıştır (EDPT: 91a) UW’de agrı- kökü *ag-ır+ı- biçiminde
açıklanmıştır (UW: 72a).
(LD: 1376)
181
tümen miŋ şükr kim kıldı meded te’yid-i sübhani
(LD: 107)
arıg ‘temiz, pak’ (< arı- ‘temizlemek, temiz olmak’ - g) sözcüğü arı- ‘temizlemek’
eylemine –(X)g eylemden ad yapım ekinin eklenmesiyle türemiş bir gövdedir.
Sözcük Çağatayca sözlüklerde arı (Seng. 37v12), arıg (Seng. 37v15; LÇ: 15b, DTO:
16); arık (Seng. 37v21, LÇ: 15b) biçimlerinde ve ‘saf, temiz, pakize’ anlamlarıyla
verilmiştir.
Marcel Erdal sözcüğün arıg < arı-g biçiminde geliştiğini belirtmiştir (Erdal, 1991,
181). Talat Tekin de sözcüğün kökünü Uyg. (Br.) ari-, arri- ‘temiz olmak’, Kırg.
arçı- ‘temizlemek’ < Moğ. *artı- = AT arıt- biçiminde aktarmıştır (Tekin, 1995, 95,
171).
(SD: 29)
Yukarıdaki örnekte soyut bir adı gösteren sözcük zat sözcüğünü niteleyen bir sıfat
konumundadır.
(FK, 309: 3)
asıg/k ‘fayda, yarar’ (< *as- ‘çoğaltmak’ - ıg) sözcüğü *as- eylemine –(X)g
eylemden ad yapan ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcük Çağatayca
sözlüklerde asıg/asık biçiminde ve ‘fayda, yarar’ anlamıyla görülmektedir (Seng.
40v14; LÇ: 13b; DTO: 21). Çağataycada sözcüğün asıglıg ‘faydalı, yararlı’ (< asıg
‘fayda’ + lıg) ve asıgsız ‘faydasız’ (< asıg ‘fayda, yarar’ + sız) gibi genişlemiş
biçimleri de görülür.
Poppe, Tü. asıg, Moğ. aşig, Manç. aisi biçimlerini karşılaştırmıştır (Poppe, 1960,
141). Doerfer sözcüğün sözcüğün Türkçeden Moğolcaya alıntılandığını ve daha
182
sonra bazı günümüz Türk dillerinde (Tuvaca vb.) Moğolcadan geri ödünçleme olarak
bulunduğunu aktarmıştır (TMEN II: 480). Sözcük DTS’de ‘fayda, yarar’ şeklinde
açıklanmıştır (DTS: 60). Clauson sözcüğün Moğolcaya aşıg biçiminde
alıntılandığını Kowalevski ve Haltod’dan aktarmıştır (EDPT: 244b). Marcel Erdal
as-ıg sözcüğünün as- ‘artmak, çoğalmak, yararlı olmak’ eyleminin sonuçsal nesnesi
olduğunu ifade etmiştir (Erdal, 1991, 181). Tekin ise sözcüğün Uyg. (Br.) asig
‘fayda’, EAT assı, Özb. (Har.) asıy biçimlerini aktarmıştır (Tekin, 1995, 172).
Mehmet Ölmez, günümüz Türk dillerinin kimisinde Moğolcadan geri ödünçlenmiş
biçimi görülen bu sözcüğün Çağataycada asıg ‘fayda, yarar, kazanç, kâr’ biçimiyle
karşımıza çıktığını belirtmektedir. Ölmez, sözcüğün Türk dillerinde Moğolcadan geri
ödünçleme olarak alındığına örnek olarak Tuvacadaki ajık biçimini verir. Bu biçimin
Klasik Moğolca aşig biçimine dayandığını aktarır. Ona göre, Moğolcada sı-/si-, -sı/-
si ses grubu bulunmadığından yabancı dillerden alınan sözcüklerde ses grubu şi-/-şi-
olmaktadır. Tuvacada ise iki ünlü arasında –ş- ünsüzünün –j-‘ye dönüşmesi
nedeniyle sözcük artlık-önlük uyumuna da girerek ajık biçimini almaktadır (Ölmez,
M., 2003, 135-142).
(BV, 336: 3)
(FK, 310: 1)
bilig ‘bilgi’ (< bil- ‘bilmek’- ig) sözcüğü bir hareket adıdır. bil- eylemine –(X)g
eylemden ad yapan ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Bu biçimin biliglig
‘bilgili’ (< bilig ‘bilgi’ + lig), biliksiz ‘bilgisiz’ (< bilik ‘bilgi’ + siz) şeklinde
183
Moğolcadan geri ödünçeleme olarak yaşadığını aktarmaktadır. Doerfer ayrıca
sözcüğün Rusçaya da geçmiş olabileceğini belirtmiştir, ancak bu konuda
tereddütlüdür (TMEN II: 835). Marcel Erdal bil- eylemine dayandırdığı sözcüğün
genelde ‘zihinsel süreç’ ifade eden bir hareket adı olduğunu belirtmiştir (Erdal, 1991,
183).
Soyut bir ad olan bilig sözcüğü aşağıdaki örnekte ehl sözcüğünü niteleyen bir sıfat
olarak kullanılmıştır.
(FK, 341: 8)
sançıg ‘sancı’ (< sanç- ‘delmek, oymak’ - g) sözcüğü soyut bir addır. sanç-
eylemine –(X)g eylemden ad yapan ekinin eklenmesiyle türemiştir. Çağatayca
sözlüklerde sançıg ‘sancı, ağrı’ biçiminde kaydedilmiştir (Seng. 235v24; LÇ: 183a;
DTO: 343).
Räsänen sözcüğü kökü olan sanç- eylemini Uyg.’da say- ‘delmek, delerek geçmek’
şeklinde görülen sań- biçiminde bir eyleme dayandırmıştır (VEWT: 400). Clauson
ise sözcüğün kökünü sanç- ‘delmek, oymak’ eylemine dayandırmış ve ‘sancı, ağrı’
şeklinde anlamlandırmıştır (EDPT: 835b-836a).
Sözcük Eski Uygurcada sançıg ‘sancı, acı’ (U III: 37); Eski Kıpçakçada sançı, şanşu
‘sancı, ağrı’ (KTS: 226) biçimlerinde yer almaktadır.
bitig/k ‘yazı, mektup’ (< biti- ‘yazmak’ k) sözcüğü *bit ‘yazı fırçası (< Çin. pi <
*piet ‘fırça’) sözcüğüne eylemden eylem yapan +I ve eylemden ad yapan –(X)g
eklerinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. bitig sözcüğü biti- eyleminin nesnesidir.
184
Çağatayca metinlerde çok yaygın olarak bulunur. Eski Türkçe döneminden beri de
yaygın şekilde görülen bir sözcüktür.
Eski Uygurcada bitig ‘yazıt, belge, sözleşme’; DLT’de bitig ‘yazılı bir şey (kitab,
mektup vb.)’ ve biti ‘ortaya çıkmış yazıt’ (DLT I: 384, DLT III: 217); KB’de bitig
‘yazılı doküman’ (KB: 2218, 258, 4048); Harezm Türkçesinde biti ‘mektup’ (‘Ali:
51 [EDPT: 301a]) ve bitig ‘mektup’ (KutbHŞ: 34); Eski Kıpçakçada biti, betig, bitig,
bitik, bitiv, bitüv ‘kitap, yazı, mektup’ (KTS: 33); Osmanlıcada ise bitig, biti
‘mektup, yazılı belge; bir ölü hakkında yazılan kısa biyografi’ (TTS I: 109; TTS II:
155; TTS III: 105; TTS IV: 115) biçimlerinde geçmiştir.
SDD’de bitik sözcüğü için, ‘1. kitap, mektup’ anlamları verilmiş; biti maddesinde
sözcük, ‘1. mektup (…). 2. kitap, risale (…). 3. yazılı vesikalar (…) 4.defter (…)
olarak tanımlanmıştır (SDD 1: 211). DS’de bulanan biti sözcüğü de ‘1. defter (…).
2. mektup (…). 3. kitap(…). 4. forma, kitap parçası (…) 5. muska (…) 6. vesika,
vekâletname, senet, kart, kimlik cüzdanı, tezkere (…)’ (DS: 710) anlamlarını taşır.
Kayahan Erimer, konuyla ilgili yazısında, sözcüğün biti- eyleminden türediğini ifade
eder. Erimer, Orhon yazıtlarında kullanılan ve pek çok araştırmacı tarafından Çince
piet (fırça) sözünden türediğinin düşünüldüğünü bildirir. Erimer, fırça ile yazı
yazmadığımız, taş üzerine yazdığımız dönemde fırça sözünden türeyen bir türevin
kullanılmasının anlaşılmasının güç olduğundan söz eder. Ona göre Çincede o
dönemde yazı için kullanılan shiye sözü dururken Çincede bile olmayan biti-
sözünün yaratılması gariptir. Araştırmacı, yazısının devamında, batı dillerinde
günümüzde yazmak eylemi için kullanılan sözlerin eski dönemlerde, kazımak,
hakketmek, kesmek, oymak anlamlarını karşıladığı üzerine durarak biti- eyleminin
Türkçede bıçak için kullanılan bı sözcüğünden türemiş olabileceğini belirtir (Erimer,
1989, 23).
Bize göre sözcük Çin. pi < *piet ‘fırça’ sözcüğünden türemiş bir biçimdir.
185
kullukta bitig bérür ü yüz şadilık éter
zülf ü hadıŋa sünbül ü reyhan, çemenide
(SD: 494)
sözlemek boldı bitig birle vü körmek uykuda
korkaram kim lutfi halı bolmagay mundın beter
(LD: 530)
örtüg/k ‘örtü’ (< ört- ‘örtmek’ - üg) sözcüğü ört- eyleminden türeyen bir nesne
adıdıdır. örtüg adı ört- geçişli eyleminin nesnesi gösteren bir sözcüktür. Sözcük
Çağatayca sözlüklerde örtüg/k ve örtü biçimlerinde ve ‘örtü, insanların üzerlerini
örtükleri kumaş parçası; kapak, serpuş’ gibi anlamlarla görülmektedir (Seng. 71r2;
LÇ: 69b; DTO: 54).
Clauson sözcüğü –k’lı biçimde örtük olarak kaydetmiş ‘örtü’ karşılığını vermiştir
(EDPT: 205b-206a). Diğer etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda sözcük ‘örtü;
örtme, saklama’ anlamlarıyla kaydedilmiştir (DTS: 390; DanKelly, 1985, 49).
(SD: 230)
kan yıglamakdın dem-be-dem halk ara sırrım boldı faş
(LD: 721)
saçıg/k ‘düğünde saçılan şey; düğün sırasında damadın evinden gelinin evine
gönderilen para’ (< saç- ‘saçmak’ - ıg) sözcüğü ekin bu işlevde kullanıldığı bir başka
örnektir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde saçıg/saçık/saçuk biçimlerinde ve ‘düğünde
186
saçılan şey; düğün sırasında damadın evinden gelinin evine gönderilen para; hediye’
anlamında geçmektedir (Seng. 225 v28; DTO: 334).
Sözcük Eski Uygurcada sözcük saçıg ‘bağış, teklif’ (TT VII: 39), Harezm
Türkçesinde saçıg ‘bağış, teklif’ (KutbHŞ: 150); Osmanlıcada ise saçı/saçu
‘mücevher, para ve bayramda dağıtılan yiyecek, erzak’ (TTS II: 775; TTS III: 583;
TTS IV: 647) biçimlerinde görülmektedir.
DTS’de sözcük ‘saçılmış; düğünde saçılan şey’ gibi anlamlarla verilmiştir (DTS:
479). Clauson sözcüğün Çağataycada saçıg / saçık / saçuk biçimlerinde
görüldüğünü belirttikten sonra ‘düğün hediyesi’ karşılığını vermiş ve saç- ‘saçmak’
eylemine dayandırmıştır (EDPT: 796a). Marcel Erdal saç-ıg sözcüğünün saç-
‘saçmak’ eyleminin nesne adı olduğunu belirtmiştir (Erdal, 1991, 199).
(HBD, 167: 7)
gerdun körüben bu iş muvafık
(LM: 2678)
kıyıg ‘ucu keskin, öldürücü alet’ (< kıy- (ET kıd-) ‘kıymak’ -ıg) sözcüğü kıy-
eyleminin nesne adıdır. Çağatayca sözlüklerde ‘ucu keskin, öldürücü alet; kenarlı,
kesilmiş’ gibi anlamlarda kaydedilmiştir (LÇ: 250b; DTO: 453). Sözcüğe taradığımız
Çağatayca metinlerden yalnızca Bedayiü’l-vasat’ta rastladık.
Sözcüğün kökü Clauson tarafından kıd- biçiminde verilmiş ‘kıymak, ince ince
kesmek’ anlamlarıyla kaydedilmiştir (EDPT: 595a). kıd- kökü Orhon Yazıtlarından
itibaren Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Yazıtlarda kıd- ‘kıymak’ (KT G: 6),
DLT’de kıy- ‘kıymak, eğrilemesine doğramak’ (DLT III: 246), Eski Kıpçakçada kıy-
‘kıymak, küçük parçalara ayırmak’ (KTS: 146) biçimlerinde görülmektedir. kıy-
kökü Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta ‘parça parça, ince ince kesmek’
anlamlarıyla kaydedilmiştir (Seng. 299v6).
187
ni kıyıg érkin ol ay tünide kim tikken çagı
(BV, 446: 2)
tarıg ‘darı’ (< tarı- ‘serpmek, ekmek’ - g) sözcüğü tarı- eyleminin nesne adıdır.
Clauson sözcüğü tarı- ‘ekip biçmek’ eylemine dayandırmıştır (EDPT: 537b-538a).
Doerfer sözcüğün kökünü tar- ‘dağıtmak, saçmak’ eylemine dayandırmak
istemektedir, bunu M III 13 62’deki tarag şeklindeki yazıma dayandırmaktadır.
(Doerfer, 1982, 114). Marcel Erdal bu tartışmanın zayıflığını ifade etmiştir. Ona göre
tar- ‘dağıtmak, saçmak’ anlamındadır, sözcük tar-ık-, taral- ve tarkar- sözcükleri ile
karşılaştırılmalıdır, diğer yandan aynı kökten türeyen tarıgçı, tarıglag, tarıt- ve
tarıtdur- sözcükleri de tarımla ilgilidir (Erdal, 1991, 206).
(KUŞ, XXX: 6)
tartıg ‘hediye, armağan’ (< tart- ‘tartmak’ - ıg) sözcüğüne Çağatayca metinlerden
Bedayiü’l-Vasat’ta rastlıyoruz. Sözcük tart- eyleminin nesne adıdır. Clauson
Senglah’tan tartıg şeklinde kaydettiği sözcük için ‘hediye’ karşılığını vermiştir
(Seng. 154v25 [EDPT: 535b]). Sözcük diğer Çağatayca sözlüklerde de ‘hediye,
armağan’ anlamında görülmektedir (LÇ: 99b; DTO : 197).
Sözcük Eski Uygurcadan beri Tarihi Türk dillerinde görülmektedir. Eski Uygurcada
tartıg (U II: 40, 107), DLT’de tartıg ‘yük ipi, denk sargısı; bir iş çıkması üzerine
hakanın adamlarını çağırması’ (DLT I: 462; DanKelly, 1985, 180); Eski Kıpçakçada
tartık ‘armağan, hediye’ (KTS: 264), Osmalıcada ise tartuk ‘hediye’ (TTS I: 684;
TTS II: 883; TTS III: 672) biçimlerinde sözcüğe rastlamaktayız.
DTS’de sözcük ‘sargı kayışı, ip’ anlamlarında kaydedilmiştir (DTS : 539). Clauson
sözcüğü tart- ‘tartmak’ eylemine dayandırmış ve sözcüğün tartı/tartu/tartık
biçimlerinde ‘tartı; mengene; kemeleme; kaçamaklı; meyilli’ gibi anlamlara geldiğini
aktarmıştır (EDPT: 535b).
188
ol ay külbemga kéldi candur u hun-ab ile ahım
(BV, 23 : 6)
Ekin bu işlevinde alet ve nesne adları dışında farklı adlar da türettiği görülmektedir:
kıçıg ‘gıcık, gıdıklanma’ (< *kıç- ‘gıdıklamak’ -ıg) sözcüğü Çağatayca sözlüklerde
kıçıg biçiminde ve ‘gıcık, gıdıklanma’ anlamlarında kaydedilmiştir (Seng. 293v16;
LÇ: 244a; DTO: 444).
rezl-i deni ki hezl kılıg bolgay, kürdürmek üçün taban-nıŋ kıçıgı bolgay
(MKb: 88a5)
salıg ‘haber, iz’ (< sal- ‘haber vermek’ - ıg) sözcüğü Çağatayca sözlüklerde salıg ve
salık biçimlerinde ve ‘haber, iz; savaş silahı; vergi, endaze’ anlamlarında
kaydedilmiştir (Seng. 234r14; LÇ: 186a; DTO: 341).
Sözcük Tarihi Türk dillerinde Eski Uygurcadan beri görülmektedir. Eski Uygurcada
salıg ‘vergi’ (USp. 2/8 [EDPT: 826a]); Eski Kıpçakçada salık ‘salınmış’ (KTS: 225),
Osmanlıca ise salık ‘haber, bilgi; bazı silah çeşitleri’ (TTS I: 593; TTS II: 784; TTS
III: 591; TTS IV: 655) biçimlerinde yer almıştır.
189
feryad kim tüşer maŋa çun derd ile firak
(FK, 310: 4)
(DN: 892)
satıg ‘veriş, satış’ (< sat- ‘satmak’ -ıg); ölüg ‘ölü’ (< öl- ‘ölmek’ -üg); alıg ‘alış’ (<
al- ‘almak’ - ıg) sözcükleri de bu şekilde türemiş diğer biçimlerdir.
3. Yer adları: –(X)g ekinin işlevlerinden biri de yer adı gösteren sözcükler
türetmesidir. Ekin bu işleviyle çok yaygın olduğu söylenemez. Çağatayca metinleri
taradığımızda ekin bu işleviyle biçimlenmiş şu örneklere rastlarız.
kırıg/k ‘kıyı, kenar’ (< kır- ‘bükmek’ -ıg) sözcüğü kır- ‘bükmek’ eyleminden yer adı
türetmiştir. Clauson bu sözcüğün kırga- şeklindeki bir kökten türemiş olabilecek
Eski Türkçe kırgag ‘kıyı, kenar’ sözcüğü ile ilişkili olabileceğini söyler. kıruk
sözcüğü altında ise sözcüğün Çağataycada kırık / kırıg biçimlerinde bulunduğunu
kaydetmiş ve Senglah’tan sözcüğün ‘1. Kenar; 2. Susuz, kuru çöl, 3. Türklerde bir
kabile adı, 4. Moğ. sınır’ şeklinde dört anlamını aktarmıştır (Seng. 295v7 [EDPT:
652a-b]).
Marcel Erdal ise kırgag sözcüğünü *kır-ıg+a- < kır- biçiminden getirmiştir (Erdal,
1991, 193). Bkz. kırak.
(NT: 73)
korug ‘koruma, sığınak, koruyan’ (< koru- ‘korumak’ -g) sözcüğü Karahanlı
Türkçesi metinlerinden DLT’de korıg biçiminde görülmektedir. Clauson bu sözcüğü
Çağataycada Senglah’tan koruk şeklinde aktarmış ve ‘koruma, sığınma’ şeklinde
190
anlamlandırmıştır (Seng. 286r26 [EDPT: 652b]). Diğer Çağatayca sözlüklerde
sözcük için ‘koru, konut, sığınak, koruyan’ anlamları verilmiştir (DTO: 428; LÇ:
235a).
(SD: 100)
kuyug: Çağatayca bu ekle türeyen diğer bir yer adı da kuyug ‘kuyu, çukur’ (< kuy-
(ET kud-) ‘dökmek’ -ug) sözcüğüdür. Eski Türkçede kudug biçiminde yer
almaktadır. Sözcük Çağatayca sözlüklerde ‘kuyu, çukur, derin yer’ şeklinde
açıklanmıştır (Seng. 292v24; LÇ: 242b, DTO: 442).
Räsänen sözcüğü kud- eylemine soru işaretli bir biçimde dayandırmış, Moğolcada
kudug biçiminde alıntılandığını aktarmıştır. (VEWT: 296). Sözcük EDPT’de kud-
‘dökmek’ eylemine dayandırılmış, Moğolcada kuduk biçiminde erken dönem bir
alıntı olduğunu Haenisch ve Kowalevski’den aktarılmıştır (EDPT: 598b). Marcel
Erdal da sözcüğü kud- ‘dökmek, içine dökmek’ eylemine dayandırmıştır (Erdal,
1991, 194). Mehmet Ölmez bu sözcüğün Moğolcadan geri ödünçleme bir sözcük
olduğunu belirtmiştir. Buna iki kanıt getirmiştir. Birinci kanıt ET d sesini y ya da z
olarak koruyan Türk dillerinde sözcüğün bugün d ile kullanılmasıdır. Fuyü
Kırgızcası kuduh ‘kuyu’, burada kudug biçimi beklenirdi (Ölmez, M., 2001, 147a).
İkinci kanıtı ise çok heceli sözcüklerin sonunda ET’deki gibi –g sesini bulunduran
191
dillerde bu sözcüğün –k ile bulunmasıdır, Tuv. kuduk; Moğ. –g > Tuv. –k. Buna göre
Moğ. kudug > Tuv. kuduk’tur (Ölmez, M., 2003, 135-142).
(SD: 386)
kaysınıŋ magzı burundın çıktı
(ŞN2: 2354)
4. Ekin bir diğer işlevide adlardan önce gelerek onları niteleyen sıfatlar türetmesidir.
–Xg ekinin bu işleviyle yaygın bir kullanıma sahip olduğu Çağatayca metinler
tarandığında görülmektedir.
çalıg ‘süratli, hızlı’ (< çal- ‘vurmak; çarpmak; atmak’ - ıg) sözcüğü çal- eyleminden
türemiş bir sıfattır. Sözcük diğer Çağatayca sözlüklerde ‘hızlı koşan at; süratli, hızlı’
anlamlarıyla görülmektedir (LÇ: 149a; DTO: 280).
(NN, 503: 8)
tirig ‘diri, canlı’ (< tir- ‘yaşamak, canlı olmak’ -ig) sözcüğü tir- ‘yaşamak, canlı
olmak’ eylemi ile türemiş bir sıfat biçimidir. Örneğin aşağıdaki örnekte tirig sözcüğü
laleler sözcüğünü nitelemiştir.
192
Eski Türkçeden beri çok yaygın bir kullanıma sahiptir. Eski Uygurcada tirig ‘diri,
canlı’ (TT V: 26; U III: 41); DLT’de tirig ‘diri, canlı, yaşayan’ (DLT I: 386;
DanKelly, 1985, 191), KB’de tirig ‘diri, canlı, yaşayan’ (KB: 14); Harezm
Türkçesinde tirig/tiri ‘canlı, diri’ (KutbHŞ: 180; MNa: 286; Nehc. 438/9); Eski
Kıpçakçada tiri, diri, tirig ‘diri, canlı’ (KTS: 277); Osmanlıcada diri ‘diri, canlı’
(TTS I: 211; TTS II: 304; TTS III: 198; TTS IV: 228) biçimlerinde görülmektedir.
(BHD VIII: 6)
katıg/k ‘katı, sert; güç’ (< kat- ‘katmak’- ıg) sözcüğü de sözcüğü kat- ‘katmak’
eylemi ile türemiş bir sıfat biçimidir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde katıg ve katık
biçimlerinde ve ‘katı, sert; güç’ anlamlarıyla görülmektedir (Seng. 267r29; LÇ: 214a;
DTO: 394).
Sözcüğü diğer Tarihi Türk dillerinde de bulabiliriz. Eski Uygurcada katıg ve katag
‘katı, sert’ (U II: 88; TT VII: 40); DLT’de katıg ‘katı’ (DLT I: 375; DanKelly, 1985,
193
133); Harezm Türkçesinde katıg ‘güçlü, güçlüge, katıca’ (KutbHŞ: 135); Eski
Kıpçakçada katıg, katı, kattı ‘katı, sert, sağlam’ (KTS: 131); Osmanlıcada katı ‘katı’
(TTS I: 431; TTS II: 598; TTS III: 419; TTS IV: 481) biçimlerinde görülmektedir.
biz Sulayman üçün yélni … katık ve tünde éysemekde va anıŋ yıldamlıgı ol édi kim
Sulayman tahtını köterür érdi
(ÇKT: 27b27)
(GS, 50: 4)
kızıg ‘sıcak, kızgın, hararetli’ (< kız- ‘kızmak’ -ıg) sözcüğü de sözcüğü kız- ‘kızmak’
eylemi ile türemiş bir sıfat biçimidir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde kızıg ve kızık
biçimlerinde ve ‘sıcak, hararetli’ görülmektedir (LÇ: 246b; DTO: 447).
(LM: 2045)
(FK, 309: 1)
kurug/k ‘kuru’ (< kurı- ‘kurumak’ -g) sözcüğü de sözcüğü kuru- ‘kurumak’ eylemi
ile türemiş bir sıfat biçimidir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde kurug ve kuruk
biçimlerinde ve ‘kuru, kabarmış, kızmış; sahra’ anlamıyla görülmektedir (Seng.
286r24; LÇ: 234a; DTO: 428).
194
Sözcüğü diğer Tarihi Türk dillerinde de bulabiliriz. Eski Uygurcada kurug ‘kuru’
(TT III: 159); DLT’de kurug, kuruk ‘kuru’ (DLT I: 375; DanKelly, 1985, 148);
Harezm Türkçesinde kurı/kuru/kurug ‘kuru; faydasız’ (KutbHŞ: 145); Eski
Kıpçakçada kuru, kurı, kurug ‘kuru’ (KTS: 164); Osmanlıcada kuru ‘kuru, boş,
değersiz’ (TTS I: 499; TTS II: TTS 668; TTS III: 469; IV 555) biçimlerinde
görülmektedir.
(KUŞ, LII: 2)
(ŞHD: 25b9)
süçüg ‘tatlı’ (< süçi- ‘tatlılanmak’ -g) sözcüğü de süçi- ‘tatlılanmak’ eylemi ile
türemiş bir sıfat biçimidir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde süçüg, sücük, cücük ‘tatlı’
biçiminde ve ‘tatlı’ anlamıyla görülmektedir (Seng. 239r9; 212r12; LÇ: 188a; DTO:
351). Sözcük s < ç nöbetleşmesine örnek olabilecek şekilde çüçük (süçig) biçimiyle
Abuşka (Abuş. 243), Garaibü’s-sıgar ve Nevadirü’ş-şebab’da görülür.
Sözcüğü diğer Tarihi Türk dillerinde de bulabiliriz. Orhon Yazıtlarında süçig ‘tatlı’
(KT G 6), Eski Uygurcada süçüg ‘tatlı’ (USp. 6 [EDPT: 796b]); DLT’de süçig
‘sweet’ (DLT I: 408; DanKelly, 1985); Harezm Türkçesinde süçüg ‘tatlı; şarap’
(KutbHŞ: 162), sücüg (Nehc. 57/7); Eski Kıpçakçada süçü, süçi ‘tatlı, şarap’ (KTS:
244); Osmanlıcada da süci, sücü ‘şarap’ (TTS I: 652; TTS II: 853; TTS III: 646; TTS
IV: 715) biçimlerinde görülmektedir.
195
Räsenen sözcüğün kökünün *süt ‘süt’ + -si biçiminde geliştiğini ifade etmiştir
(VEWT: 434). Marcel Erdal ise sözcüğün *süt + sig biçiminde de gelişmiş
olabileceğini ifade etmektedir (Erdal, 1991, 204). Mustafa Kaçalin’e göre ise Tü.
süçig (< *süt+si-g) ‘tatlı’ = Far. şirin (Pehl. şir+en ‘sütsü’) anlam bağlantısına yer
tanımamak, yalnız seslik verilerle sınırlı kalmak, Tü.’nin gelişimini Orhon
Yazıtlarından sonra başlatıp daha önce gelişebilirliğinin kanıt olamayacağı kanısında
olmak, ulaşılabilecek kimi sonuçların önünü keser (Kaçalin, 2006, 153). Bu konuda
genel görüş sözcüğün süçi- ‘tatlılanmak’ kökünden geldiğidir (EDPT: 796b). Talat
Tekin de sözcüğün kökünü *süçi- biçiminde tasarlamıştır (Tekin, 2000, 90).
(SD: 397)
(ÇİK: 81v2)
(NN, 502: 6)
3.1.2. –(O)k
Eski Türkçeden beri işlek olan bu ek, eylemlerden sıfat, soyut ad, alet ve nesne adları
türetmek için kullanılmıştır. Gabain’e göre bu ekle yapılan adlar, bazen edilgenlik,
bazen yapılan işin sonucunu bildirir; ancak daha çok sıfat olarak kullanılır (Gabain,
1941 (20003), 54). Bu ekin ünlüsü ile ilgili belirsizlik Clauson tarafından
çözülmüştür. Clauson Brahmi ve Tibet alfabelerinden faydalanarak bu ekin ünlüsüne
karar vermiş ve bu ünlünün Eski Türkçe için /O/ olduğunu ifade etmiştir. Erdal bu
eki –(O)k biçiminde vermiş ve ekin geçişli eylemler için nesne, geçişsiz eylemler için
özne oluşturduğunu belirtmiştir (Erdal, 1991, 224-261). Gürer Gülsevin, eki -(U)k
biçiminde kaydetmekte ve hem geçişli hem de geçişsiz eylemlere eklenen, her
196
durumda ‘edilgen çatıda –mIş’ ekinin işlevinde ad ve sıfat türeten bir ek biçiminde
tanımlamaktadır (Gülsevin, 1997, 136). Talat Tekin ise bu eki -(U)k biçiminde
vermekte ve eylem sonucu adlar ve nitelikler türeten bir ek olarak tanımlamaktadır
(Tekin, 2000, 92). Marzanna Pomorska bu eki eski ve yeni dönem Türk dillerinde
sıklıkla kullanılan hareket, sonuç, araç, özne ve nesne türeten bir eylemden ad yapım
eki olarak tanımlamaktadır (Pomorska, 2004, 106).
Eski Türkçeden bu ek için şu örnekleri sayabiliriz: agruk ‘ayrık’ (< agru- ‘ağrımak’ -
k), anuk ‘hazır’ (< *anu- ‘hazırlamak’ -k), bark ‘bark, mülk’ (< *bar- ‘mevcut
olmak, var olmak’ -k), yaŋluk ‘yanlış’ (< yaŋıl- ‘yanılmak’ -uk), yok ‘yok’ (< *yo-
‘yok olmak’ -k), tok ‘tok’ (< *to- ‘doymak’ -k), örk ‘köstek, ayakbağı’ (< ör-
‘örülmek, bağlanmak’ -k), vb.
Karahanlı Türkçesi metinlerinde de bu ek soyut adlar, yer, alet adları ile edilgen adlar
türetmektedir: ahsak ‘topal, aksak’ (< ahsa- ‘aksamak’ -k) (DLT I: 119, DanKelly,
1985, 17; KB: 3238), amrak ‘sevgili, sıcak, arı (yürek)’ (< amra- ‘sevmek’ -k)
(DLT I: 101; DanKelly, 1985, 9), basruk ‘baskı’ (< basır- ‘baskı yapmak’ -uk) (DLT
I: 446; DanKelly, 1985, 66), bulgak ‘bulanık’ (< bulga- ‘bulanmak’ -k) (DLT, I: 467,
DanKelly, 1985, 80; KB: 4121, 4271), esrük ‘sarhoş’ (< esür- ‘sarhoş olmak’ -ük)
(DLT I: 105, DanKelly, 1985, 27; KB: 4586), kölük ‘yük hayvanı’ (< *köl-
‘(öküzleri) sabana koşmak)’ -ük) (DLT, I: 392, DanKelly, 1985, 108; KB: 173), tilek
‘dilek’ (< tile- ‘dilemek’ -k) (DLT I: 412, DanKelly, 1985, 190; KB: 37, 90), yezek
‘öncü birlik’ (< *yeze- ‘keşfe çıkmak, gözetleme yapmak’ -k) (DLT III: 18, 224;
DanKelly, 1985, 224; KB: 128, 2342, 2343), vb.
1. Sıfat işlevi:
açog/k ‘açık’ (< aç- ‘açmak’ –og/k) sözcüğü aç- ‘açmak’ eylemine gelerek –(O)k
ekinin eklenmesiyle türemiş gir sıfattır. Eklendiği eylemde eylemin sonucunu
bildirir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde açuk ‘açık’ biçiminde kaydedilmiştir (Seng.
32v2; LÇ: 6a).
197
Sözcük Eski Uygurcada açuk ‘açık’ (TT VI: 383; U III: 35); DLT’de açuk ‘açık’
(DLT I: 64; DanKelly, 1985, 3); KB’de açuk ‘açık’ (KB: 500, 691, 2122); Harezm
Türkçesinde açuk ‘açık, temiz’ (KutbHŞ: 3); Eski Kıpçakçada ise açuk ‘açık, örtülü
olmayan; keşfedilmiş; bulutsuz, açık hava, fethedilmiş, ele geçirilmiş; aşikar,
meydanda, ortada’ (KTS: 2); Osmanlıcada ise açug/açuk ‘açık, temiz’ (TTS II: 3,
TTS III: 2) biçimlerinde kaydedilmiştir.
(MKb: 86a9)
(MKb: 86a4)
aksak/g ‘topal’ (< aksa- ‘aksamak’ -g/k) sözcüğü de eylemin sonucunu bildiren bir
sıfattır. Sözcük Çağatayca sözlüklerde aksag / aksag / aksah biçimlerinde ve ‘aksak,
topal’ anlamında kaydedilmiştir (Seng. 45r28; LÇ: 16b).
Sözcük Eski Uygurcada ahsak ‘topal, aksak’ (M III: 49); DLT’de ahsak ‘topal,
aksak’ (DLT I: 119; DanKelly, 1985, 17); Harezm Türkçesinde aksak ‘aksak, topal’
(KutbHŞ: 10); Eski Kıpçakçada ise aksah, aksak ‘aksak, topal’ (KTS: 6)
biçimlerinde kaydedilmiştir.
198
yétmeklik érür müşkil maksadka nidin kim bar
(BV, 320: 8)
(NN, 530: 8)
artuk ‘fazla, artık’ (< art- ‘artmak’ -uk) sözcüğü Orhon yazıtlarında artok şeklinde
yer almaktadır. Türkçenin tarihi dönemlerinde ve günümüz modern dillerinde
bulunan bir eylem olan art- ‘artmak’ eylemine gelen –(O)k ekiyle sıfat adı
türetilmiştir. Bu biçim Çağatayca sözlüklerde ‘artık, fazla’ anlamlarıyla görül-
mektedir (Seng. 36v27; LÇ: 8b).
Sözcük Eski Uygurcada artuk ‘fazla, artık’ (M I: 12; TT II: 8); DLT’de artuk ‘fazla,
artık’ (DLT I: 99; DanKelly, 1985, 13); Harezm Türkçesinde artuk ‘fazla, artık,
artan’ (KutbHŞ: 11); Eski Kıpçakçada ise artık, artuk ‘artık, fazla, fazlalık’ (KTS:
13); Osmanlıcada ise artık, artuk ‘fazla, daha fazla, artık’ (TTS I: 42; TTS II: 56;
TTS III: 39; TTS IV: 42) biçimlerinde kaydedilmiştir.
(SD: 462)
(ŞHD: 133b13)
199
ayruk ‘ayrık, farklı’ (< ay-ur- (ET ad-ır-) ‘ayırmak’ -uk) sözcüğü Eski Türkçede
adrok (< adır- ‘ayırmak’ -ok) ve adruk (< adr+u-k) biçimlerinde yer almaktadır.
Çağatayca sözlüklerde ise ‘ayrı, farklı, diğer’ anlamlarında ve ayruk biçiminde
görülmektedir (Seng. 57r19; LÇ: 50a).
Sözcük Eski Uygurcada adruk ‘ayrıki ayrılmış’ (TT II 6; Suv. 118/6); DLT’de adruk
‘başka, diğer’ (DLT I: 98; DanKelly, 1985, 4); Harezm Türkçesinde ayrık/ayrı
‘diğer’ (‘Ali: 12 [EDPT: 65a-b]); Eski Kıpçakçada ise ayruk, ayrı, ayrık, ayuk, eyrik
‘ayrı, başka, farklı’ (KTS: 19); Osmanlıcada ise ayrug/ayruk ‘diğer; tekrar’ (TTS I:
61; TTS II: 82; TTS III: 54; TTS IV: 60) biçimlerinde kaydedilmiştir.
Marcel Erdal adr-ok ‘farklı, çeşitli’ ve adru-k ‘mükemmel, üstün, en iyi; erdem,
fazilet’ biçiminde iki ayrı sözcüğün olabileceğini ifade eder. Ona göre örneklerden
bunların iki ayrı sözcük olduğunu belirtmek pek mümkün değildir. O, adr-ok
biçiminin adır- ‘ayırmak’ eyleminden, adru-k biçiminin ise adr+u- ‘üstün olmak,
başarı göstermek’ kökünden geldiğini düşünmektedir (Erdal, 1991, 226). UW’de bu
iki biçim birlikte alınmıştır: adr-ok biçimi adır- eyleminin nesne adını, adru-k biçimi
de adru- eyleminin öznesini gösterir (UW: 59a). Clauson bu adır- eylemini de *ad-
biçiminde bir eyleme bağlamış, adır- eylemini bu eylemin geçişlilik işlevinde
ettirgenlik eki almış biçimi olduğunu belirtmiş ve de Kırgızca, Kazakça gibi
günümüz Türk dillerinde sözcüğün Moğolcadan geri ödünçleme olan acira- ‘ayırmak
(insanlardan)’ biçiminin görüldüğünü aktarmıştır (EDPT: 66b).
béyik ‘büyük’ (< béyi- (ET bedü-) ‘büyümek’ -k) sözcüğü Eski Türkçedeki bedü-k
‘büyük’ sözcüğünün Çağataycadaki biçimidir. Çağataycada sözcüğün béyiklik
‘büyüklük’, béyikrek ‘daha büyük’ şeklinde genişlemiş biçimleri de görülmektedir.
Sözcük Çağatayca sözlüklerde béyik biçiminde ve ‘büyük, uzun’ anlamlarıyla
kaydedilmiştir (Seng. 150v. 3; LÇ: 94b).
Sözcük Eski Uygurcada bedük ‘fazla, artık’ (M I: 16; TT IV: 10); DLT’de bedük
‘büyük (DLT I: 385; DanKelly, 1985, 69); Harezm Türkçesinde bedük, bedik
200
‘büyük’ (KutbHŞ: 29; Nehc. 128/3); Eski Kıpçakçada ise bedük, biyik, beyük, büyük
‘artık, fazla, fazlalık’ (KTS: 33) biçimlerinde kaydedilmiştir.
Sözcük Moğolcada büdügün ‘büyük’ biçiminde yer almaktadır (Lessing, 1960, 144b,
KWb: 66).
ya aşakka salur yél béyik yérdin … yırak yéride kim anıŋ faryadıga kişi yétmes va
élik tutmas bu kelimeler
(ÇKT: 35b1)
köp béyik çıkkay bu kün kim bolga biz, biz yirge pest
(GS, 81: 3)
buzug/k ‘bozuk, harabe’ (< buz- ‘bozmak’ -uk) biçimi buz- ‘bozmak’ eyleminin
sonucunu bildiren bir sıfattır. Bu biçim Çağatayca sözlüklerde buzug / buzuk
şeklinde yer ‘bozuk, harabe, virane, fasid’ anlamlarıyla yer almaktadır (Seng.
134r15; LÇ: 80).
201
buzug köŋlüme taracıŋnı bes kıl
(BV, 37: 2)
(DN: 514)
eksük ‘eksik’ (< egsü- ‘eksilmek’ -k) sözcüğü de eylemin sonucunu bildiren bir
sıfattır. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta öksük ve eksük biçimlerinde ve ‘eksik,
tam olmayan’ anlamlarında görülmektedir (Seng. 79v23).
Sözcük Eski Uygurcada egsüg ‘eksik’ (Chuas. 289-90 [EDPT: 116b]); DLT’de egsük
‘bir şeyin eksiği’ (DLT I: 105; DanKelly, 1985, 20); Harezm Türkçesinde eksük
‘hatalı, eksik’ (KutbHŞ: 20; Nehc. 38/10); Eski Kıpçakçada ise eksük, efsük, eksik,
emsük, eysik, iksik, iksük ‘eksik, noksan’ (KTS: 71) biçimlerinde kaydedilmiştir.
(SD: 305)
(DN: 340)
esrük ‘sarhoş’ (< esür- ‘sarhoş olmak’ -ük, krş. ösrük) sözcüğü de eylemin sonucunu
bildiren bir sıfattır. Çağatayca sözlüklerde ösrük, esrük biçimlerinde ‘sarhoş’
manasıyla yer almaktadır (Seng. 75r19; LÇ: 13a).
Sözcük Eski Uygurcada esrük ‘sarhoş’ (TT I: 57); DLT’de esrük ‘sarhoş’ (DLT I:
105; DanKelly, 1985, 27); Harezm Türkçesinde esrük ‘sarhoş’ (KutbHŞ: 22); Eski
202
Kıpçakçada esrük, esrik, esirik, isrik ‘sarhoş’ (KTS: 76); Osmalıcada ise esirik,
esrük, esrik ‘sarhoş’ (TTS I: 281; TTS II: 403; TTS III: 268; TTS IV: 311)
biçimlerinde kaydedilmiştir.
(LD: 1407)
(SD: 463)
katık ‘katı, sert; güç’ (< kat- ‘sert olmak, sağlam olmak’ -ık) sözcüğü kat- ‘sert
olmak, sağlam olmak’ eyleminin eylem sıfatıdır. Çağatayca sözlüklerde katıg, katık
biçiminde ve ‘katı, sert; güç’ anlamlarıyla yer almaktadır (Seng. 267r. 29; LÇ: 214a).
Sözcük Eski Uygurcada katag ‘katı, sağlam’ (U II: 88), katıg ‘katı, sağlam’ (T VII:
40); DLT’de katıg ‘katı, sağlam’ (DLT I: 375; DanKelly, 1985, 133); Harezm
Türkçesinde katıg ‘katı, sağlam’ (KutbHŞ: 135; Nehc. 30/6); Eski Kıpçakçada ise
katı, kattı ‘katı, sağlam’ (KTS: 131); Osmanlıcada katı ‘katı, sert’ (TTS I: 431; TTS
II: 598; TTS III: 419; TTS IV: 481) biçimlerinde kaydedilmiştir.
(HBD, 16: 5)
203
tün ü kün mahzun köŋül bir naleni pest étmeli
(HBD, 24: 4)
késük ‘kesik’ (< kes- ‘kesmek’ -ük) sözcüğü kes- ‘kesmek’ eyleminin eylem sıfatıdır.
Çağatayca sözlüklerde késük biçiminde ve ‘kesik, kesilmiş’ anlamıyla yer almaktadır
(Seng. 314v29; LÇ: 266a).
Etimolojik sözlüklerde kes- eylemine dayandırılan sözcük için ‘kesik, kesilmiş; bir
şeyden kesilmiş parça, toprak parçası, çamurdan yapılmış kerpiç’ anlamları
kaydedilmiştir (TMEN III: 1634; VEWT: 257; DTS: 302; EDPT: 749b; Erdal, 1991,
259). Doerfer sözcüğün Moğolcaya Türkçeden alıntılandığını aktarmıştır (TMEN III:
1634). Clauson sözcüğü kesek şeklinde maddebaşı olarak vermiştir (EDPT: 749b).
sınuk/g ‘kırık’ (< sın- ‘kırmak’- uk) sözcüğü sın- ‘kırmak’ eyleminin sonucunu
bildiren bir sıfattır. Çağatayca sözlüklerde sınıg, sınık, sınug, sınuk biçiminde ve
‘kırık, şikeste, bozuk, yarık’ gibi anlamlarla yer almaktadır (LÇ: 199b, 200a).
Sözcük DLT’de sıŋuk ‘kırık, kırılmış’ (DLT III: 365); Harezm Türkçesinde sınuk
‘kırılmış’ (KutbHŞ: 165; Nehc. 433/1); Eski Kıpçakçada sınık, sınuk ‘kırık, kırılmış’
(KTS: 235); Osmalıcada ise sınık, sınuk ‘kırık, kırılmış, yıpranmış’ (TTS I: 623; TTS
II: 819; TTS III: 622; TTS IV: 686) biçimlerinde kaydedilmiştir.
204
sözcüğünün sın- eyleminin özne adı olduğunu belirtmiş, sözcüğün kökünün de sı-n-
biçiminde geliştiğini ifade etmiştir (Erdal, 1991, 243). Talat Tekin, sözcüğün kökünü
Tkm. sīn- ‘kırılmak’, DLT sī- ‘kırmak’ ile karşılaştırmıştır (Tekin, 1995, 71).
(GS, 7: 6)
(GS, 166: 2)
süzük ‘saf, süzülmüş, temiz’ (< süz- ‘süzmek’ -ük) sözcüğü süz- ‘süzmek’ eyleminin
eylem sıfatıdır. Çağatayca sözlüklerde süzük biçiminde ‘süzülmüş, temiz, saf, berrak’
anlamıyla yer almaktadır (Seng. 243r21; LÇ: 190b).
Sözcük Eski Uygurcada süzüg ‘süzülmüş’ (TT VIII C: 6), süzük ‘süzülmüş’ (TT VII:
40); DLT’de süzük ‘süzük, süzülmüş’ (DLT I: 389; DanKelly, 1985, 172); KB’de
süzük ‘süzük, süzülmüş’ (KB: 2105) biçimlerinde kaydedilmiştir.
çun kazdılar suy esrü safa va latafatlıg süzük va çuçuk gayatida çıkıp kéldi alar ol
kuyuknı kéŋ
(ÇKT, 37a16)
205
tok ‘tok, karnı tok’ (< *to- ‘doymak’ -k) sözcüğü *to- ‘doymak’ eyleminin eylem
sıfatıdır. Çağatayca sözlüklerde tok biçiminde ‘tok, açın zıddı’ anlamında
görülmektedir (Seng. 180v. 25; LÇ: 122a).
Sözcük Tarihi Türk Dillerinde tok ‘tok, aç’ın zıddı’ biçiminde görülmektedir.
(GS, 116: 5)
(ŞHD, 130b13)
tüzük ‘düzgün, düzülmüş, hazır’ (< tüz- ‘düzmek’ -ük) sözcüğü tüz- ‘düzmek’
eyleminin eylem sıfatıdır. Çağatayca sözlüklerden Lugat-ı Çağatay’da tüzük
biçiminde ‘tertipli, muntazam, düzenli’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 119a).
(LD: 46)
206
uşak/g ‘ufak, küçük’ (< *uvşa- ‘ufalamak’ -k) sözcüğü *uvşa- ‘ufalamak’ eyleminin
eylem sıfatıdır, krş. ET uvşak ‘küçük’, DLT uşal- ‘ufalanmak’, uwşat-, uşat-
‘parçalamak, ufaltmak’. Çağatayca sözlüklerde uşag, uşak biçimlerinde ‘ufak, küçük,
parçalara ayrılmış’ anlamlarında yer almaktadır (Seng. 75v26; LÇ: 34a).
Sözcük Eski Uygurcada ufşak ‘ufak, küçük’ (TT III: 117), uvşak ‘ufak, küçük’ (TT
VII: 36); uşak ‘ufak, küçük’ (H II: 31); DLT’de uşak ‘ufak, küçük; iftira’ (DLT I: 67;
DLT I: 122); KB’de uşak ‘ufak, küçük’ (KB: 4601); Harezm Türkçesinde uşak ‘ufak,
küçük’ (KutbHŞ: 201; Nehc. 73/17); Eski Kıpçakçada ise uşak ‘çok küçük’ (KTS:
294); Osmanlıcada da ‘küçük; küçük çocuk’ (TTS I: 729; TTS II: 933; TTS III: 717;
TTS IV: 778) biçimlerinde kaydedilmiştir.
(BV, 525: 4)
(GS, 407: 6)
uzak ‘uzak, uzunluk’ (< uza- ‘uzamak’ -k) sözcüğü uza- ‘uzamak’ eyleminin eylem
sıfatıdır. Çağatayca sözlüklerde uzak biçiminde ve ‘uzak, ırak’ anlamlarıyla
geçmektedir (Seng. 73v18; LÇ: 32a).
Sözcük Eski Uygurcada uzak ‘uzak’ (TT VII: 28), DLT’de uzak ‘uzak’ (DLT I: 66;
DanKelly, 1985, 57); Osmanlıcada ise uzak ‘uzak’ (TTS II: 944; TTS IV: 797)
biçimlerinde kaydedilmiştir.
207
283a; DanKelly, 1985, 57; Erdal, 1991, 253). Räsänen ise sözcüğü *uz (< *uŕ <
*puŕ) köküne dayandırmıştır (VEWT: 518).
(SD: 794)
yüzüŋge tekye kılıp zülf kéçe taŋga digin
(LD: 2450)
yaruk/g ‘aydınlık, parlak’ (< yaru- ‘parlamak’ –k/g) sözcüğü yaru- ‘parlamak’
eyleminin eylem sıfatıdır. Çağatayca sözlüklerde yarug, yaruk biçimlerinde ve
‘aydınlık, parlak’ anlamlarıyla yer almaktadır (Seng. 329v11; LÇ: 292a).
Sözcük Eski Uygurcada yaruk ‘aydınlık, parlak’ (M III: 19; TT III: 133), DLT’de
yaruk ‘aydınlık, parlak’ (DLT III: 15; DanKelly, 1985, 216); Harezm Türkçesinde
yaruk ‘aydınlık, parlak’ (KutbHŞ: 72; Nehc. 88/5); Eski Kıpçakçada ise yarıh, yaruk,
yarık ‘aydınlık, parlak, ay ışığı’ (KTS: 313) biçimlerinde kaydedilmiştir.
(FK, 97: 5)
(FK, 341: 7)
208
yumşag ‘yumuşak’ (< yumşa- ‘yumuşamak’ -k) sözcüğü yumşa- ‘yumuşak’
eyleminin eylem sıfatıdır. Çağatayca sözlüklerde yumşag, yumşak biçimlerinde
‘yumuşak’ anlamıyla geçmektedir (Seng. 346v24; LÇ: 309a).
(FK, 310: 6)
yırak/g ‘yırak, uzak’ (< (y)ıra- ‘uzaklaşmak’ -k) sözcüğü (y)ıra- ‘uzaklaşmak’
eyleminin eylem sıfatıdır. Sözcük ırak biçiminde de görülür. Çağatayca sözlüklerde
yırag, yırak biçimlerinde ‘uzak, ırak’ anlamlarında görülmektedir (Seng. 349r25;
LÇ: 311a).
Sözcük Eski Uygurcada ırak ‘uzak’ (U II: 22), yırak ‘ırak’ (TT I: 78); DLT’de yırak
‘ırak’ (DLT III: 28; DanKelly, 1985, 228); Harezm Türkçesinde ırak, yırak ‘ırak’
(KutbHŞ: 91; Nehc. 115/14); Eski Kıpçakçada ise ırah, ırak, yırak ‘ırak’ (KTS: 321;
TZ: 8a6); Osmanlıcada ırak, ırag, ırah ‘uzak’ (TTS I 352; TTS II: 498; TTS III: 342;
TTS IV: 393) biçimlerinde kaydedilmiştir.
209
köŋülge hecr zahmı kim urup özdin yırak saldıŋ
(NN, 252: 3)
(NN, 242: 5)
2. Soyut adlar: –(O)k ekinin eylemlere gelerek onlardan soyut anlamlı adlar türettiği
de görülür.
buyrug/k ‘emir, buyruk’ (< buyur- ‘buyurmak’ -uk) sözcüğü bu şekilde biçimlenmiş
bir sözcüktür. Eski Türkçeden beri kullanılan bu sözcük günümüz Türk dillerinde de
kullanılan bir biçimdir. Çağatayca sözlüklerde buyrug, buyruk biçimlerinde ve ‘emir,
buyruk, ferman, yarlıg, berat’ anlamlarıyla yer almıştır (Seng. 142v20; LÇ: 87a).
Ayrıca Senglah’ta ‘Naymanların lideri Tayañ Han’ın kardeşlerinden biri, Çingiz
Han’a karşı savaştı ve ona yenildi’ şeklinde özel ad olarak kullanımına da
değinilmiştir (Seng. 142v20).
mu‘in kılduk biz dini va şari‘ati kim biziŋ buyrugumızı bile alar ol dinniŋ
(ÇKT: 39b20)
210
buyruglarıŋ élge karz yaŋlıg
(LM: 140)
bulgag/k ‘karışıklık’ (< bulga- ‘karışmak’ - g/k) biçimi de eylemden türemiş bir
diğer soyut addır. Eski Türkçeden beri görülen bir sözcüktür. Bu biçim bulga-
eyleminin nesne adıdır. Sözcük Çağatayca sözlüklerde bulgag, bulgak biçiminde ve
‘karışıklık, düzensizlik; fitne, fesad’ anlamlarıyla yer almaktadır (Seng. 141 v1; LÇ:
85a).
(LD: 704)
(DN: 310)
émgek ‘emek, eziyet, sıkıntı’ (< émge- ‘sıkıntı çekmek’ -k) sözcüğü de émge- ‘sıkıntı
çekmek’ eyleminden türemiş bir soyut biçimdir. Çağatayca sözlüklerde émgek
211
biçiminde ve ‘emek, eziyet, sıkıntı, zahmet’ anlamlarıyla yer almaktadır (Seng.
114v29; LÇ: 61b).
(LD: 2650)
(LM: 1564)
kılıg/k ‘kılık, huy, davranış’ (< kıl- ‘yapmak’- ıg/k) sözcüğü kıl- ‘yapmak’
eyleminden türemiş bir soyut biçimdir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde kılıg ve kılık
biçimlerinde ve ‘huy, davranış, kıyafet, suret, tarz’ anlamlarıyla yer almaktadır
(Seng. 298v20; LÇ: 248b; DTO: 451).
Sözcük Tarihi Türk dillerinde Eski Uygurcadan beri görülmektedir. Eski Uygurcada
kılık ‘karakter, mizaç’ (TT VII: 17), DLT’de kılık ‘davranış, mizaç’ (DLT I: 383;
DanKelly, 1985, 136), Harezm Türkçesinde kılık ‘ilişki, karakter, mizaç’ (KutbHŞ:
148); Eski Kıpçakçada kılıg, kılgı ‘tabiat, yaratılış, huy’ (KTS: 143); Osmanlıca ise
kılık ‘karakter, huy’ (TTS I: 456; TTS IV: 508) biçimlerinde yer almıştır.
212
Etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda kıl- ‘yapmak’eylemine dayandırılan sözcük
için ‘huy, davranış’ anlamları kaydedilmiştir (TMEN III: 1517; DTS: 443; EDPT:
620b; DanKelly, 1985, 136; Erdal, 1991, 237). Marcel Erdal, sözcüğün kökünün
aslında *kılX biçiminde olduğunu, fakat tarihsel süreç içinde kıl- biçimine
değiştiğini, asıl kökün ise kılı-r geniş zaman biçiminde yaşadığını aktarmıştır (Erdal,
1991, 237).
(FK, 309: 6)
(ŞN1: 425)
körk ‘güzellik’ (< kör- ‘görmek, bakmak’ -k) sözcüğü kör- ‘görmek, bakmak’
eyleminden türemiş bir başka soyut biçimdir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta
körk ve görk biçimlerinde ‘(görünüşte) güzellik’ anlamlarıyla yer almaktadır (Seng.
305r28).
Sözcük Eski Uygurcada körk ‘güzellik, sevimlilik’ (Suv. 164/20); DLT’de körk
‘güzellik, sevimlilik’ (DLT I: 353; DanKelly, 1985, 110); KB’de körk ‘güzellik,
sevimlilik’ (KB: 2861); Harezm Türkçesinde körk ‘güzellik, sevimlilik’ (KutbHŞ:
103); Eski Kıpçakçada ise körk, görk ‘güzellik, iyilik’ (KTS: 159) biçimlerinde
kaydedilmiştir.
(LD: 166)
213
ay yüzüŋ kördüm öçekte min gedayi, körkke bay
(SD: 552)
tapug/k ‘hizmet, huzur’ (< tap- ‘hizmet emek’ -ug/k) sözcüğü de tap- ‘hizmet
etmek’ eyleminden türemiş bir soyut biçimdir. Çağatayca sözlüklerde tapug ve tapuk
biçimlerinde ve ‘hizmet, huzur, ibadet, inkiyad, biat’ anlamlarıyla yer almaktadır
(Seng. 151v4; LÇ: 97a; DTO: 193).
Sözcük Eski Uygurcada tapıg ‘hizmet’ (TT V: 28; Suv. 33/22); DLT’de tapug
‘hizmet; Allah’a ibadet’ (DLT I: 373; DanKelly, 1985, 177); Harezm Türkçesinde
tapug ‘hizmet’ (KutbHŞ: 168); Eski Kıpçakçada ise tapug, tabu, tapı, tapu ‘hizmet’
(KTS: 263) biçimlerinde kaydedilmiştir.
(GN: 123)
(GN: 179)
tatug ‘tad’ (< tat- ‘tatmak’ - ıg) sözcüğü bir soyut addır. tat- ‘tatmak’ –(X)g
eylemden ad yapan ekinin eklenmesiyle türemiştir. Çağatayca sözlüklerde tatug,
tatıg ‘tad, lezzet, zevk’ biçiminde kaydedilmiştir (LÇ: 98b; DTO: 194).
Sözcük Eski Uygurcada tatıg ‘tad’ (TT I: 191; U III: 37); DLT’de tatıg ‘tad, lezzet’
(DLT I: 408; DanKelly, 1985, 181); Harezm Türkçesinde tatıg ‘tad, lezzet’ (KutbHŞ:
214
174); Eski Kıpçakçada ise tatıg, tatov ‘tat, lezzet’ (KTS: 265) biçimlerinde
kaydedilmiştir.
tilek ‘dilek’ (< tile- ‘dilemek’ -k) sözcüğü de tile- ‘dilemek’ eyleminden türemiş bir
soyut biçimdir. Çağatayca sözlüklerde tilek biçiminde, ‘dilek’ anlamıyla yer
almaktadır (Seng. 200r20; LÇ: 136a).
Sözcük Eski Uygurcada tilek ‘dilek, istek’ (TT I: 221); DLT’de tilek ‘dilek, istek’
(DLT I: 412; DanKelly, 1985, 190); KB’de tilek ‘dilek, istek’ (KB: 37, 116, 125,
136); Harezm Türkçesinde dilek ‘dilek, istek’ (KutbHŞ: 179); Eski Kıpçakçada ise
tilek, dilek, diley ‘istek, dilek, murat’ (KTS: 276) biçimlerinde kaydedilmiştir.
(DN: 696)
(LD: 1243)
yazuk ‘günah, hata’ (< yaz- ‘şaşırmak, yanılmak, hata yapmak’ -uk) soyut biçimi
Eski Uygurcadan itibaren yazuk biçiminde görülmüş bir sözcüktür. yaz- eyleminin
nesne adıdır. Çağatayca sözlüklerde yazuk biçiminde ve ‘günah, kabahat, suç’
anlamlarıyla yer almaktadır (Seng. 330v27; LÇ: 293a).
215
Sözcük Eski Uygurcada yazuk ‘günah’ (TT II: 10; TT IV: 4); DLT’de yazuk ‘günah’
(DLT III: 16; DanKelly, 1985, 220); KB’de yazuk ‘günah’ (KB: 28); Harezm
Türkçesinde yazuk ‘günah’ (KutbHŞ: 76; Nehc. 83/17); Eski Kıpçakçada ise yazuk,
yazık, yazuh, yazug ‘günah, suç’ (KTS: 317) biçimlerinde kaydedilmiştir.
avvalca munha ‘anh-dur hatta hadim ni sökmek Taysirda aytur ta‘am ihtikarı va
‘alimlarnıŋ köpreki aŋa durlar-kim yazuk iradası
(ÇKT: 34b5)
(SD: 497)
yoruk ‘mizac, huy; uz dilli; akma; yürüme’ (< *yorı- ‘yürümek, varmak, yaşamak’ -
k) sözcüğü de *yorı- ‘yürümek, varmak, yaşamak’ eyleminden türemiş bir soyut
biçimdir. Sözcüğe Çağatayca metinlerden yalnızca Ali Şir Nevâyî’nin Nesâyimü'l-
mahabbe min şemâyimi'l-fütüvve adlı eserinde rastladık.
Sözcük Eski Uygurcada yorık ‘hareket, davranış, karakter’ (TT V: 22; TT VII: 21);
DLT’de yorık ‘karakter, davranış, huy, uz dilli’ (DLT I: 378; DanKelly, 1985, 231)
biçimlerinde kaydedilmiştir.
216
Tekin sözcüğün kökünü Uyg. (Br.) yorri-, yuorri- ‘yürümek’, DLT yorı-, Tkm.
yorga- ‘rahvan at’, Tat. yuwırt- ‘koşmak, dört nala gitmek’ < *yort- biçimleri ile
karşılaştırmıştır (Tekin, 1995, 179).
3. Alet ve nesne adları: –(O)k ekinin eylemlere gelerek alet ve nesne adları da türetir.
kapug/k ‘kapı’ (< kap- ‘kapamak’ - ug/k), sözcüğü Eski Türkçede kapıg ya da kapag
biçiminde görülür. Sözcük yazıtlardan bu yana görülen ve yaygın biçimde kullanılan
bir sözcüktür. İkinci ünlüsü açık değildir. Nitekim Çağataycada kapug/k biçiminde
görülmektedir. Bu türemiş biçimin kapukçı ‘kapıcı, teşrifatçı’ şeklinde genişlemiş
biçimlerine de rastlanmaktadır. İkinci hecesinde a bulunan kapak ‘kapak’ sözcüğü
de bu sözcüğün köküyle ilişkili olsa gerektir.
Sözcük Çağatayca sözlüklerde ‘bir yerin girişi, kapısı, eşik ; dervaze’ şeklinde
anlamlandırılmıştır (Seng. 265v20; LÇ: 212b; DTO: 392).
Ramstedt Tü. kapug sözcüğü ile Moğ. kab-ka sözcüğünü karşılaştırır (RKWb: 173).
Doerfer’e göre sözcük Tacikçe, Kalmukça, Balkan dilleri ve Kafkas Dillerinde de
Türkçeden alıntı olarak bulunmaktadır (TMEN 1423).
Clauson sözcüğün kökünü *kap- biçiminde vermiş ve ikinci ünlüsünün aslında -ı-
olduğunu ancak bazı Uygur metinlerinde -a- olduğunu ve daha sonra da dudak
benzeşmesi yoluyla -u-’ya döndüğünü ileri sürmüştür (EDPT: 583a). Hasan Eren
kapı sözcüğünü açıklarken sözcüğün Kıpçak diyalektlerinde kapka biçiminde
kullanıldığını aktarmıştır: TatK, Kaz. kapka; Bşk. kâpka; Kırg. kapka. Ayrıca
Macarca kapu biçimi eski bir Türk dilinden kalma bir alıntı olduğunu da Gombocz,
Ligeti gibi bilimadamlarına dayandırarak aktarmıştır. Hasan Eren, Doerfer’in
TMEN’de aktardığı Macarca kapu biçiminin Eski Osmanlıcadan geldiği yolundaki
görüşünün de hatalı olduğunu ileri sürmektedir (TES: 208).
Sözcük kimi ses değişimleriyle günümüze kadar ulaşmıştır. Bugün Anadolu’da kapı
yerine gapı biçiminde kullanımlara da rastlanmaktadır.
(KUŞ : LIV : 5)
217
ol tilavet kılsa, elbette melek nazil bolur
(SD : 381)
kazug ‘kazık, ucu sivri sopa, çubuk’ (< kaz- ‘kazmak’ - ug) sözcüğü Clauson
tarafından Senglah’tan ‘1. büyük bir tırnak; 2. kutup yıldızı temür kazuk da denir,
şeklinde aktarılmıştır. (Seng. 273v1 [EDPT: 682a]) Bu sözcük kaz- eyleminin nesne
adıdır. Diğer Çağatayca sözlüklerde de sözcük kazuk biçiminde ‘kazık, ucu sivri
sopa, çubuk, mıh’ anlamlarıyla yer almıştır (LÇ: 219b; DTO: 405).
Sözcük Eski Uygurcada kazguk ‘kazık, çivi’ (M II: 11; U II: 61; TT I: 185-6);
DLT’de kazŋuk ‘kazık’ (DLT III: 383; DanKelly, 1985, 135); Harezm Türkçesinde
kazuk ‘kazık’ (Oğ. 49 [EDPT: 682a]); Eski Kıpçakçada ise kazuk ‘kazık’ (KTS: 135)
biçimlerinde kaydedilmiştir.
Clauson sözcüğü ‘yere çakılan tahta çivi’ şeklinde anlamlandırmış kaz- ‘kazmak’
köküne dayandırmıştır (EDPT: 682a). Hasan Eren de sözcüğün Türkçe kaz-
kökünden geldiğinin açık olduğunu söyler. Eren sözcüğünün gelişiminin kaz-guk
biçiminde olduğunu belirtir. Ayrıca Eren Macarca karo biçiminin de eski bir Türk
dilinden kalma bir alıntı olduğunu aktarır (TES: 224).
timür taraglar bile Cercis ‘aleyhi’s-selamnıŋ a‘za ve reg ve beynin birbiridin ayırıp
timür kazugnı otka salıp kızıtıp béşiga kakturdı
(TEH: T716a6)
toprak/g ‘toprak’ (< *topra- ‘kurumak’- k/g; krş. tofrak ) sözcüğü *topra- ‘kurumak’
geçişsiz eyleminin fail adıdır. Sözcük Çağatayca sözlüklerde toprak ve toprag,
tofrag, tofrak biçimlerinde ve ‘toprak’ anlamıyla yer almaktadır (Seng. 167v16; LÇ:
120b).
(GD, 12: 4)
(SD: 128)
töşek ‘döşek, yatak’ (< töşe- ‘döşemek’ –k) sözcüğü töşe- ‘döşemek’ eyleminin fail
adıdır.
(GS, 341: 7)
219
hoş ol ki ‘ışk gül-sitan u bagıda yıkılıp
(BV, 325: 5)
tutruk ‘ateş tutuşturmak için kullanılan kuru yakacaklar’ (< *tuttur- ‘tutturmak’ -uk)
sözcüğü *tutur- ‘tutturmak’ eyleminin fail adıdır. Krş. ET tutdur-, DLT tuttur-.
Sözcüğe Çağatayca sözlüklerde rastlamadık.
(NN, 257: 5)
kérek ‘gerek, lazım’ (< *kérge- ‘gerekmek’ -k) sözcüğü *kérge- ‘gerekmek’
eyleminden türemiş bir biçimdir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde kérek biçiminde ve
‘gerek, lazım, ihtiyaç’ anlamlarıyla yer almaktadır (Seng. 313v3; LÇ: 253b; DTO:
457).
220
Etimolojik sözlüklerde *kérge- ‘gerekmek’ eylemine dayandırılan sözcük için
kaynaklarda ‘gerek, lazım, ihtiyaç’ anlamları kaydedilmiştir. (VEWT: 256; DTS:
300; EDPT: 742a; Erdal, 1991, 235).
(ŞTe: 66b6)
(BHD, XX: 7)
kölük ‘yük hayvanı’ (< köl- ‘at koşmak’ ük) sözcüğü köl- ‘at koşmak’ eyleminin
adıdır. Sözcük Çağatayca sözlüklerde kölük biçiminde ve ‘yük hayvanı (at, öküz,
deve vb.’ anlamlarıyla yer almaktadır (Seng. 309r3; LÇ: 261a; DTO: 475).
Oguz Hannıŋ leşkeriniŋ kolına olçaklı ölük mal tüşdi kim, yüklemekke kölük azlık
kıldı
(ŞTe, 73a4)
tanuk ‘tanık, şahit’ (< tanu- ‘tanımak’ -k) sözcüğü tanu- ‘tanımak’ eyleminin fail
adıdır. Sözcük Çağatayca sözlüklerde tanug ve tanuk biçimlerinde ve ‘tanık, şahit,
delil, isbat’ anlamlarıyla yer almaktadır (Seng. 164v10; LÇ: 104b; DTO: 209).
221
Sözcük Eski Türkçeden itibaren Tarihi Türk dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada tanuk ‘tanık, şahit’ (Chuas. 101-2 [EDPT: 518b]); DLT’de tanuk ‘tanık,
şahit’ (DLT I: 380; DanKelly, 1985, 176), KB’de tanuk ‘tanık, şahit’ (KB: 15, 20,
153, 711, 2216), Harezm Türkçesinde tanuk ‘tanık, şahit’ (KutbHŞ: 170); Eski
Kıpçakçada tanuk, danuk, tanık ‘tanık, şahit’ (KTS: 262); Osmanlıcada ise 16.
yüzyıla kadar tanuk biçimi bu yüzyıldan sonra tanık ‘şahit, delil, kanıt’ biçimi
yaygındır (TTS I: 672; TTS II: 874; TTS III: 665; TTS IV: 735).
(GD: 220: 3)
(LD: 2139)
tayag/k ‘dayak’ (< taya- ‘desteklemek’ -g/k) sözcüğü taya- ‘desteklemek’ eyleminin
adıdır. Sözcük Çağatayca sözlüklerde tayag ve tayak biçiminde ve ‘dayak, destek,
baston’ anlamlarıyla yer almaktadır (Seng. 167r13; LÇ: 106a; DTO: 211).
222
Moğolca, Çeremişçe ve bazı Balkan ve Slav dillerinde Türkçeden alıntı olarak
bulunduğunu aktarmıştır (TMEN II: 864).
(ŞHD: 77a10)
téşük, töşük ‘delik, oyuk’ (< téş- ‘deşmek, yarmak’ -ük) sözcüğü téş- ‘deşmek,
yarmak’ geçişsiz eyleminin fail adıdır. Sözcük Çağatayca sözlüklerde téşük, tüşük
biçiminde ve ‘delik, oyuk, şikaf, tumluk’ anlamlarıyla yer almaktadır (Seng. 195r15;
LÇ: 120b).
(LM: 2102)
(NN, 66:2)
yézek ‘öncü bekçi’ (< *yéze-k) sözcüğü *yéze- biçiminde bir eyleminin fail adıdır.
Sözcüğe Çağatayca sözlüklerde rastlamadık.
223
Sözcük Çağataycadan önce yalnızca Karahanlı Türkçesi metinlerinde görülür.
DLT’de yezek ‘öncü birlik, keşif birliği’ (DLT III: 18; DanKelly, 1985, 224), KB’de
yezek ‘öncü birlik, keşif birliği’ (KB: 128) biçimlerinde yer almaktadır.
(LM: 2116)
(Sİ: 2231)
yok ‘yok’ (< *yo-k) sözcüğü *yo- biçiminde bir eyleme dayanmalıdır. Sözcük
Çağatayca sözlüklerde yok biçiminde ve ‘değil, yok’ anlamlarıyla yer almaktadır
(Seng. 343v29; LÇ: 306a; DTO: 546).
(DN: 86)
ger saŋa yok saye taŋ érmes nédin kim can kuyaş
(BHD, 3: 5)
224
3.1.3. –Xş
Eski Türkçe döneminden beri sık kullanılan bir ek olan -(X)ş eklendiği eylemden
hareket bildiren ve soyut kavramları karşılayan adlar türetir. Siemieniec bu eki eylem
köküne çok yakın anlamlı adlar türeten bir ek olarak tanımlamakta ve bu ek ile
türetilen adları soyut adlar hareket adları olmak üzere ikiye ayırmaktadır
(Siemieniec, 1989, 111). Marcel Erdal bu ekin Eski Türkçeden beri oldukça çok
kullanılan türetme eklerinden biri olduğu belirtmiştir (Erdal, 1991, 262). Marzanna
Pomorska Türk dillerinde bu ekin çoğunlukla sıfat ve ad türeten bir ek olduğunu ileri
sürmüştür (Pomorska, 2004, 118).
Eski Türkçeden tegiş ‘değiş’ (< teg- ‘değmek’ -iş), süŋüş ‘savaş’ (< süŋ-üş), busuş
‘pusma’ (< bus- ‘üzülmek, kederlenmek’ -uş) örnekleri sayılabilir.
Karahanlı Türkçesinde yaygın bir kullanıma sahiptir. alkış ‘dua etme, övme’ (< alk-
dua etmek, övmek’ -ış) (DLT I: 97, DanKelly, 1985, 8; KB: 246, 760), bulgaş
‘düşman gelmesi üzerine halk üzerine düşen karışıklık’ (< bulga- ‘bulanmak’ -ş)
(DLT I: 460; DanKelly, 1985, 80), kargış ‘lanet, beddua’ (< karga- ‘beddua etmek’
-ş) (DLT I: 461; DanKelly, 1985, 130), sandruş ‘çekişme’ (< sandru- ‘çekişmek’ -ş)
(DLT III: 416; DanKelly, 1985, 153), ukuş ‘anlayış, akıl’ (< uk- ‘anlamak’ -uş)
(DLT I: 62, DanKelly, 1985, 54; KB: C6, C10, C31), vb. örnekler Karahanlı
Türkçesi metinlerinde gördüğümüz sözcüklerdir.
alkış ‘dua, sena’ (< alka- ‘alkışlamak’ -ış). Bu durumda –Xş eki alka- eylemine
eklenerek ‘alkışlamak’ eyleminin sonucu olan ‘alkış, dua’ anlamındaki sözcüğü
türetmiştir. Bu sözcüğün zıt anlamlısı da yine aynı ekle türeyen kargış ‘ilenç,
beddua’ (< karga- ‘beddua etmek’ -ş) sözcüğüdür.
Tarihi Türk Dillerinde de bu sözcüğü bulabiliriz. Eski Uygurcada alkış ‘dua, sena,
övgü’ (M I: 27; TT III: 161; U I: 6); DLT’de alkış ‘dua, sena, övgü’ (DLT I: 97;
DanKelly, 1985, 8); KB’de alkış ‘dua, sena, övgü’ (KB: 246, 760, 1309); Eski
225
Kıpçakçada algış, alkış ‘alkış, sena, övgü; hayır dua’ (KTS: 7); Osmanlıcada alkış
‘övgü’ (TTS: I 21; TTS II: 29; TTS III: 17; TTS IV: 18) biçimlerinde görülmektedir.
(BV, 427: 5)
(LD: 177)
aralaş ‘karışık’ (< arala- ‘karışmak’ -ş) sözcüğü arala- ‘karışmak’ eylemine -ş
ekinin eklenmesiyle türemiş bir sözcüktür. Çağatayca sözlüklerden Lugat-i
Çagatay’da rastladığımız sözcük aralaş ‘karmakarışık’ biçiminde geçmiştir (LÇ:
7b). Sözcüğün kökü olan arala- eylemi de Senglah’ta ‘aramak, araştırmak,
incelemek; iki şeyin arasından geçmek; aracı gibi hareket etmek’ biçiminde yer
almaktadır (Seng. 34v2).
kéŋeş ‘danışma, görüşme, müşavere’ (< kéŋe- ‘danışmak’ -ş) de bu ekle türemiş bir
sözcüktür. Bazen kéŋeş kıl- ‘danışmak, görüşmek, müşavere etmek’ biçiminde de
kullanılmaktadır. Çağatayca sözlüklerde sözcük giŋeş, kiŋeş biçimlerinde ve
‘meşveret, maslahat, şüra, encümen, yığın, celse, öğüt, görüşme’ şeklinde
açıklanmıştır. (Seng. 316v19; LÇ: 268a; DTO: 490).
226
Tarihi Türk Dillerinde de bu sözcüğü bulabiliriz. Eski Uygurcada keŋeş ‘öğüt,
danışma’ (TT VII: 35); DLT’de keŋeş ‘öğüt, danışma’ (DLT III: 365; DanKelly,
1985, 102); KB’de keŋeş ‘öğüt, danışma’ (KB: 246, 760, 1309); Eski Kıpçakçada
kengeş ‘öğüt, nasihat’ (KTS: 138) biçimlerinde görülmektedir.
Marcel Erdal sözcüğün keŋ ‘ile değil’ kéŋ+e- ile ilişkili olduğunu düşünmüş ve
sözcüğün gelişimini kéŋiş < kéŋ+e-ş biçiminde aktarmıştır. Ona göre, bu sözcük
aslında kéŋeş değil kéŋiş biçimindedir (Erdal, 1991, 266).
Sözcüğün kéŋe- eyleminden –ş- eki ile ad yapıldığı DLT’de Kaşgari’nin verdiği
kéŋedi ‘danıştı’ biçiminden de anlaşılmaktadır (DLT III: 364).
(ŞTe: 79b3)
kozı Yavı atlı oglını padişah köterdiler anıŋ kéŋeş bigleri Eymür ilindin Kerünçek
érdi
(ŞTe: 84b6-7)
ohşaş ‘benzer’ (< og+(u)ş+a- ‘benzemek’ - ş) sözcüğü bu ekle biçimlenmiş diğer bir
sözcüktür. Sözcük için Çağatayca Sözlüklerde ‘benzer, eş’ anlamı verilmiştir (LÇ :
28a; DTO: 51).
227
biçiminin *ogşa-ş-ış biçiminden basitleştirilerek ortaya çıktığı ihtimalinden bahseder
(Erdal, 1991, 267). Mustafa Kaçalin de sözcüğün kökü olan ohşa- eyleminin
gelişimini ohşa- < oguş+a- < oguş ‘*tohum’ < og ‘tohum’ biçiminde açıklamıştır
(Kaçalin, 2006, 167).
(LD: 1268)
(DN: 652)
sançış ‘savaş’ (< *sanç- ‘sarsmak’ -ış) sözcüğü *sanç- ‘sarsmak’ eylemine -(ı)ş
ekinin eklenmesiyle türemiş bir sözcüktür. Sözcük Çağatayca sözlüklerde sançış
‘savaş, sançmak’ biçiminde geçmektedir (LÇ: 183a; DTO: 343).
Räsänen sözcüğün *san-ç-ış biçiminde geliştiğini ifade etmiş, sözcüğü kökü olan
sanç- eylemini Uyg.’da say- ‘delmek, delerek geçmek’ şeklinde görülen sań-
biçiminde bir eyleme dayandırmıştır (VEWT: 400). Sözcük sançıg ‘sancı’
sözcüğüyle aynı kökten gelmiş olmalıdır. Aynı zamanda bu biçim ‘karşılıklı
saplamak’ anlamında eylem olarak da Çağatayca metinlerde geçmektedir.
(DN: 64)
(SD: 252)
228
uruş ‘savaş, vuruşma’ (< ur- < *hur- ‘vurmak’ -uş) sözcüğü ur- eylemine –Xş ekinin
eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcük için Çağatayca Sözlüklerde ‘savaş,
muharebe, döğüş, mücadele’ anlamları verilmiştir (Seng. 71v7; LÇ: 31b).
(SD: 252)
(LM: 1881)
ülüş ‘pay’ (< üle- ‘paylaşmak’ -ş) sözcüğü üle- ‘paylaşmak’ eylemine –ş ekinin
eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcük için Çağatayca sözlüklerde ‘pay, kısım,
hisse, bölük, adak’ anlamları verilmiştir (Seng. 86r27; LÇ: 40a).
Tarihi Türk Dillerinde de bu sözcüğü bulabiliriz. Sözcük Eski Uygurcada uluş ‘pay,
hisse’ (TT VIII A: 7); ülüş ‘pay, hisse’ (U III 37); DLT’de ülüş ‘pay, hisse’ (DLT I:
62; DanKelly, 1985, 59); KB’de ülüş ‘pay, hisse’ (KB: 637); Harezm Türkçesinde
ülüş ‘pay’ (KutbHŞ: 203; Nehc. 30/1); Eski Kıpçakçada ülü, ülüş ‘pay, hisse’ (KTS:
298) biçimlerinde görülmektedir.
229
Etimolojik sözlüklerde üle- ‘paylaşmak’ eylemine dayandırılan sözcük kaynaklarda
‘pay, kısım, hisse, bölük’ anlamlarıyla kaydedilmiştir (VEWT: 520; EDPT: 153a;
DTS: 625; TMEN II: 546; Erdal, 1991, 262, 268).
(ŞTe: 81a4)
(LD: 489)
Bu ekle biçimlenen diğer sözcükleri şöyle sıralayabiliriz: alış ‘alış, almak işi’ (< al-
‘almak’ -ış) [BN], atış ‘hal, duruş, vaziyet’ (< at- ‘atmak’ -ış) [TEH], ayrılış ‘ayrılma
yeri’ (< ay(ı)r-ıl- ‘ayrılmak’ -ış) [LM] [TEH] [NM], bakış ‘bakma, bakış’ (< bak-
‘bamak’ -ış) [BV] [LD] [FK] [BabD] [KMD] [AD], barış ‘varış, varma’ (< bar-
‘varmak’ -ış) [LT] [BV] [BabD] [NN] [TEH], batış ‘batış’ (< bat- ‘batmak’ -ış) [ŞTe]
[ŞTü], bériş ‘veriş, verme’ (< bér- ‘vermek’ -iş) [BN] , çıkış ‘çıkış’ (< çık- ‘çıkmak’-
ış) [BV] [FK] [BHD], éniş ‘iniş, yokuş aşağı gittikçe alçalan yer’ (< én- ‘inmek’ -iş)
[LM] [BN], kalış ‘kalma, kalış’ (< kal- ‘kalmak’ -ış) [LM], katış ‘katma, katış’ (< kat-
‘katmak’ -ış) [NN], turuş ‘durma, duruş’ (< tur- ‘durmak’ -uş) [BabD] [ŞHD] [MMü]
[ŞN], vb.
3.1.4. -(X)nç
Genelde akıl ya da beden hareketlerini ifâde eden soyut adlar türeten bu ek Eski
Türkçeden beri sık olarak kullanılmıştır. Bang -(X)nç ekinin kökenini -(X)ş eki ile
ilgili olarak görmektedir. Gabain bu eki –nç ekiyle beraber değerlendirir, bu eklerin
aynı eylem tabanından birlikte teşkil edebilen eş anlamlı iki ek olduğunu belirtir.
Gabain bu eklerin eklendikleri eylem tabanlarının bazılarının tevsik edilmesinden ve
yine bu eklerin yalnızca dönüşlülük ekinden sonra geldiğine dikkat çeker (Gabain,
1941 (20003), 54). Eckmann da bu ekin dönüşlülük eki n + ç ekiyle teşkil edildiğini
ileri sürmektedir (Eckmann, 1966, 64).
230
Erdal ise –nXş biçiminden -(X)nç biçiminin çıkmasını pek mümkün görmemektedir,
çünkü -(X)ş ekinin ünlüsünün düşmesi için eklendiği kökün çok heceli olması
gerekir, ancak ET’de -(X)nç ekinin eklendiği tek heceli eylem köklerinden türeyen
tınç ve unç gibi adlar bulunmaktadır. Ayrıca -(X)nç eki, sonu –n ile bitmeyen
eylemlere de eklenerek adlar türetmektedir. Erdal bu ekin ET’de bir işlevinin de
ögrünç, sevinç, umunç, sezinç, sakınç vb. insanın zihinsel ve duygusal yönleriyle
ilgili adlar türetmek olduğunu belirtmektedir (Erdal, 1991, 285).
Karahanlı Türkçesi metinlerinde ise genellikle soyut adlar türetmiştir: basınç ‘baskı,
tazyik, zulüm’ (< bas- ‘basmak’ –ınç) (KB: 1771, 3191); kılınç ‘iş, davranış, huy’ (<
kıl- ‘kılmak, etmek, yapmak’ –ınç) (DLTII: 156; KB: 108, 882), vb.
ilenç ‘lânet’ (< *ile- ‘kırmak, kırılmak; bozmak’ -nç) sözcüğü de -(X)nç ekiyle
türemiş bir soyut addır. Sözcüğe Çağatayca sözlüklerde rastlamadık.
Tarihi Türk Dillerinde de bu sözcüğü bulabiliriz. Sözcük DLT’de ilenç ‘lânet’ (DLT
I: 33; DanKelly, 1985, 33); KB’de ilenç ‘lânet’ (KB: 1610); Osmanlıcada ise ilenç
‘lânet’ (TTS I: 371; TTS II: 524; TTS III: 361; TTS IV: 415) biçimlerinde
görülmektedir.
Räsänen sözcüğü ile- ‘kırmak, kırılmak; bozmak’ biçiminde bir köke dayandırmıştır,
sözcüğün gelişimini < ile-n-ç biçiminde vermiştir (VEWT: 171). EDPT ve
DanKelly’de ise sözcük ilen- ‘beddua etmek, ilenmek’ köküne dayandırılmıştır
(EDPT: 147b; DanKelly, 1985, 33).
(ŞHD: 28b2)
ökünç ‘pişmanlık’ (< ökün- ‘pişman olmak’ -ç) de bu ekle türediğini düşündüğümüz
bir sözcüktür. Çağatayca sözlüklerde ökünç biçiminde ve ‘pişmanlık’ anlamıyla
kaydedilmiştir (Seng. 80r2; LÇ: 37b).
231
Tarihi Türk Dillerinde de bu sözcüğü bulabiliriz. Sözcük DLT’de ökünç ‘pişmanlık’
(DLT I: 132; DanKelly, 1985, 46); KB’de ökünç ‘pişmanlık’ (KB: 348, 363, 918,
1075); Harezm Türkçesinde ökünç ‘pişmanlık, tövbe’ (KutbHŞ: 122); Osmanlıcada
ise ökünc ‘pişmanlık, tövbe’ (TTS I: 562) biçimlerinde görülmektedir.
(ŞN3, LV: 3)
sokunç ‘sevinç, mutluluk’ (< sok- ‘sevinmek’ -unç) sözcüğü de -(X)nç ekiyle türemiş
bir soyut addır. Sözcüğe yalnızca Çağatayca sözlüklerden Kelürname’de rastlıyoruz
(KN: 35a12). Diğer Çağatayaca sözlüklerde de sözcüğe rastlamadık. Ayrıca sözcük
Tarihi Türk Dillerinde de yer almamaktadır.
sögünç ‘sitem, ayıplama, kötü söz söyleme’ (< sög- ‘sitem etmek, azarlamak, kötü
söz söylemek’ + ünç) sözcüğü sög- ‘sitem etmek, azarlamak, kötü söz söylemek’
eylemine +ünç ekinin getirilmesiyle türemiş bir sözcüktür. Çağatayca sözlüklerden
Lugat-ı Çağatay’da sögünç/sökünç biçimlerinde yer alan sözcük için ‘şetm-i galize,
zecr ü itâb-ı şedid’ açıklaması yer almıştır (LÇ: 192a). Senglah’ta ise sözcüğün kökü
sök- ‘söğmek, kötü söz söylemek’ biçiminde verilmiştir (Seng: 245r).
232
Sözcük KB’in Viyana nüshasında sögünç, diğer nüshalarında sögüş biçiminde
geçmektedir (KB: 4553 [EDPT: 821b]); ayrıca Kutb’un Hüsrev ü Şirin’inde de
sözcüğe sögünç biçiminde rastlıyoruz (KutbHŞ: 162).
Talat Tekin, sözcüğün kökünü DLT sök- ‘sövmek, küfretmek’, Tkm. söğ- ‘sövmek,
küfretmek’, Az. söy- ‘sövmek, küfretmek’, Yak. üöh- ‘sövmek, küfretmek’
biçimleriyle karşılaştırmış ve sök- biçiminde bir kök tasarlamıştır (Tekin, 1995, 184).
Kemal Eraslan, sözcüğün Batı Türkçesindeki biçiminin söğ-/söv- olmasını dikkate
alındığında sög- biçiminin kabul edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür (Eraslan, 1999,
385).
(LD: 208)
(SD: 709)
tınç ‘sakin, sessiz, huzurlu’ (< tın- ‘dinmek, durmak’ -ınç) sözcüğü de -(X)nç ekiyle
türemiş bir soyut addır. Çağatayca sözlüklerde tınç ‘rahat, huzurlu, sessiz, sakin’
biçiminde görülmektedir (Seng. 202r21; LÇ: 138a).
Tarihi Türk Dillerinde de bu sözcüğü bulabiliriz. Sözcük Eski Uygurcada tınç ‘sakin,
sessiz, huzurlu’ (USp. 100/4 [EDPT: 516a]); Harezm Türkçesinde tınç ‘sessiz, barış’
(KutbHŞ: 193); Eski Kıpçakçada tınç ‘rahat’ (KTS: 274); Osmanlıcada ise dinç
‘rahat’ (TTS II: 301) biçimlerinde görülmektedir.
Räsänen sözcüğün tınç < tı-n-ç ‘rahat, sakin; nefes’ biçiminde geliştiğini aktarmıştır
(VEWT: 520). Clauson tın- ‘dinmek, durmak’ eylemine dayandırdığı sözcüğü ‘sakin,
233
sessiz, huzurlu’ anlamlarıyla kaydetmiştir (EDPT: 516a-b). Marcel Erdal bu biçimin
tın-ınç biçiminden haploloji yoluyla ortaya çıkmış olabileceğini düşünmüştür (Erdal,
1991, 275).
(ŞN1: 574)
tenbih-tınç köŋül bile yavgan omaç yahşırak ki tekellüf ü meşekkat bile kandi gülac
(MKb: 93b3)
umunç ‘umut’ (< umun- ‘ummak’ - ç) sözcüğü de -(X)nç ekiyle türemiş bir soyut
addır. Çağatayca sözlüklerde umunç ‘umut, beklenti, ümit, intizar’ anlamlarında
kaydedilmiştir (Seng. 86v24; LÇ: 41a; DTO: 81). Sözcüğe taradığımız Çağatayca
metinlerde rastlamadık.
ürkünç ‘ürküntü, ani korku’ (< ürk- ‘ürkmek’ -ünç) sözcüğü de -(X)nç ekiyle türemiş
bir soyut addır. Çağatayca sözlüklerde ürkünç ‘korku, ürküntü’ anlamıyla
kaydedilmiştir (Seng. 71r26; LÇ: 30a; DTO: 57).
234
Etimolojik sözlüklerde ürk- ‘ürkmek’ eylemine dayandırılan sözcük kaynaklarda
‘ürküntü, ani korku’ anlamlarıyla kaydedilmiştir (EDPT: 225b; DanKelly, 1985, 60).
inanç ‘güven, itimad’ (< *ına- ‘güvenmek’ -nç) [ŞHD], korkunç ‘korku’ (< kork-
‘korkmak’ unç) [MKb] [HM] [ÇKT] [ŞTe] [FŞ] [TEH] [HA] [Sİ] [NM] [ŞN], sevinç
‘sevinç’ (sev- ‘sevmek’ - inç) [BV], vb.
3.1.5. –(X)m
Eski ve Orta Türkçede sık kullanılan eklerden biri de –(X)m’dır. Eylem adları, geçişli
eylemlerin nesnesine geçişsiz eylemlerin de öznesine işaret eden adlar türetir. Bazen
de nitelik ve ölçü bildiren adlar türettiği görülmektedir. Erdal, eylem kökleri ya da
gövdelerine eklenen bu ekin genellikle iki heceli adlar oluşturmak için kullanıldığını,
bu ekle türetilen tek heceli tek örneğin ye-m üç heceli tek örneğin ise tamız-ım
olduğunu belirtmektedir (Erdal, 1991, 290-291). Gülsevin eki –Im şeklinde vermiş ve
bir defada ya da bir hamlede yapılan işleri gösteren ve ünlü uyumuna giren bir ek
olduğunu belirtmiştir (Gülsevin, 1997, 135). Pomorska, bu eki hareket, araç ve yer
adı ayrıca sıfat türeten bir ek olarak vermektedir (Pomorska, 2004, 113).
235
atım ‘atım, atma işi’ (< at- ‘atmak’ -ım) sözcüğü at- ‘atmak’ geçişli eylemine –(X)m
ekinin gelmesiyle oluşmuş bir eylem adıdır. Çağataycada bu ekin atımçı ‘atıcı’
biçiminde genişlemiş biçimleri de görülür. Sözcük Çağatayca sözlüklerde ‘menzil,
bir ok atımı yer, mutad’ anlamlarıyla verilmiştir (LÇ: 5b; DTO: 6).
Sözcük Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de atım ‘atıcı, nişancı’ (DLT I: 75;
DanKelly, 1985, 15); KB’de atım ‘atıcı, nişancı’ (KB: 2043) biçimlerinde
görülmektedir.
(LD: 140)
(AD, 25: 4)
ölüm ‘ölüm’ (< öl- ‘ölmek’ -üm) sözcüğü de bu işlevde türemiş bir diğer sözcüktür.
Eski Türkçeden beri yaygın bir kullanıma sahiptir. togum ‘doğum’ sözcüğünün zıddı
olarak geçer. Çağatayca sözlüklerden Lugat-ı Çağatay’da ‘ölüm, mevt, ecel’
anlamıyla görülmektedir (LÇ: 40b).
Sözcük Eski Uygurcada ölüm ‘ölüm’ (M III: II; TT III: 150; U I: 9); DLT’de ölüm
‘ölüm’ (DLT I: 75; DanKelly, 1985, 47); KB’de ölüm ‘ölüm’ (KB: 295, 881, 1067);
Harezm Türkçesinde ölüm ‘ölüm’ (KutbHŞ: 123); Eski Kıpçakçada ölüm ‘ölüm’
(KTS: 211) biçimlerinde görülmektedir.
236
nigü Mesiha-demi boldı Semerkand yili
(ŞHD: 81a8)
(LD: 280)
tilim ‘dilim’ (< til- ‘dilmek’ - im) sözcüğü til- geçişli eyleminden türemiş bir nesne
adıdır. Sözcük Çağatayca sözlüklerde ‘dilim’ anlamıyla kaydedilmiştir (Seng.
200r29; LÇ: 137a).
(BV, 216: 7)
(SD: 250)
bışım ‘pişim, pişmek işi’ (< bış- ‘pişmek’-ım) sözcüğü bış- geçişsiz eyleminden
türemiş bir nesne adıdır. Sözcüğe Çağatayca metinlerden yalnızca Babürnamede
rastladık.
Sözcüğün bış- ‘pişmek’ eyleminden geldiği açıktır. Sözcüğe diğer Tarihi Türk
dillerinde rastlamadık.
237
bir süt bışmıga yavuk direng kıldı
(BN: H151a10)
bilim ‘bilim’ (< bil- ‘bilmek’ -im) sözcüğü bil- geçişli eyleminden türemiş bir nesne
adıdır. Çağatayca sözlüklerden Lugat-i Çağatay’da genişlemiş bilimlik biçimine
rastlanmıştır (LÇ: 94b).
EDPT’de sözcüğün bilig ile aynı kökten geldiği ifade edilmiştir (EDPT: 339a).
Sözcüğe diğer Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.
(GS, 517: 8)
sokum ‘kasaplık hayvan, kesimlik hayvan’ (< sok- ‘sokmak, delmek, döverek
inceltmek’ -um) biçimi sok- ‘sokmak, delmek, döverek inceltmek’ geçişli eyleminin
nesnesidir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde ‘kasaplık hayvan, kurban’ şeklinde
kaydedilmiştir (Seng. 245r24; LÇ: 192a).
Sözcük Eski Kıpçakçada sokum ‘lokma, parça’ biçiminde görülmektedir (KTS: 239).
(NT: 116)
tartım ‘şiir, koşuk’ (< tart- ‘tartmak, ölçmek’ -ım) sözcüğü tart- geçişli eyleminden
türetilmiş bir biçimdir. tart- eyleminin nesne adı durumundadır. Sözcüğe Çağatayca
metinlerde çok fazla rastlanmamaktadır. Yalnızca Şecere-i Terakime’de rastladık.
Çağatayca sözlüklerde de sözcük kaydedilmemiştir.
Kononov sözcüğün tart- ‘tartmak, ölçmek’ eyleminden türemiş bir sözcük olduğunu
ifade eder ve müzik terimi olabileceğini aktarır. O, sözcüğü ‘şiir, övgü şarkısı
238
(kaside)’ şeklinde anlamlandırmıştır (Kononov, 1958, 102). Zühal Ölmez sözcüğün
ET koşug (< koş-), koşma (< koş-), takşut (< tak-), takmak (< tak-) biçimleri ile
karşılaştırılabileceğini belirtmektedir (Ölmez, Z., 1996, 307).
(ŞTe: 99a16)
togram ‘parça’ (< togra- ‘doğramak’ -m) sözcüğü togra- ‘doğramak’ eyleminden
türetilmiş bir biçimdir. Sözcüğe Çağatayca sözlüklerde rastlamadık. Sözcüğe
taradığımız Çağatayca metinlerinden yalnızca Şecere-i Terakime’de rastladık.
Sözcüğe Eski Kıpçakçada togram ‘et ya da ekmek parçası’ (KTS: 278) biçiminde
gözükmektedir.
ilikidin bir togram it yerge tüşdi
(ŞTe: 69b3)
tulum ‘silah; pusat’ (< *tul- ‘dolmak’ -um) sözcüğü *tul- ‘dolmak’ eylemine –Xm
ekinin getirilmesiyle türemiş bir nesne adıdır. Çağatayca sözlüklerde ‘silah, pusat,
deri kap’ anlamlarıyla görülmektedir (Seng. 184v18; LÇ: 126a). Taradığımız
Çağatayca metinlerde bu sözcüğe rastlamadık.
239
tolum’un gelişimini to-l-um biçiminde, tulum ‘silah’un gelişimini ise tul-um
biçiminde verir (Erdal, 1991, 293).
tutam ‘tutam’ (< tut- ‘tutmak’ – am, krş. tutaşı ‘her zaman, sürekli’ < tuta-ş-ı)
(Erdal, 1991, 297) sözcüğü de tut- eylemininin nesnesidir. Günümüze kadar
kullanımını korumuş bir biçimdir. Çağatayca sözlüklerde ‘tutam, tutacak yer’
anlamlarıyla kaydedilmiştir (Seng. 169v17; LÇ: 113b).
Sözcük Eski Uygurcada tutum ‘tutam, avuç dolusu’ (TT VII: 24); KB’de tutam
‘tutam’ (KB: 5265); Eski Kıpçakçada ise tutam, dutam ‘tutam, avuç dolusu’ (KTS:
285) biçimlerinde görülmektedir.
(BV, 322:1)
(NN, 527: 1)
ulam ‘vasıtasıyla, sürekli, ebediyen’ (< *ula- ‘ulamak, birleştirmek, eklemek’ -m)
biçimi de eylemden türeyen yeni bir gövdedir. DLT’de rastladığımız ula- ‘ulamak,
bağlamak’ biçimi sözcüğün kökünün ula- biçiminde olduğunu göstermektedir.
Sözcük Eski Uygurcada ulam ‘vasıtasıyla, sürekli, ebediyen’ (USp. 56/4-5 [EDPT:
146a]); KB’de ulam ‘vasıtasıyla, sürekli, ebediyen’ (KB: 31, 61, 1348); Eski
Kıpçakçada ise ulam ‘vasıtasıyla, yoluyla’ (KTS: 292) biçimlerinde görülmektedir.
(LD: 1752)
yarım ‘yarım’ (< yar- ‘yarmak’ - ım) sözcüğü de yar- eyleminin nesnesidir. Sözcük
bazen sıfat işlevinde de görülebilmektedir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde ‘yarım’
anlamıyla görülmektedir (Seng. 329v23; LÇ: 292b).
Sözcük Eski Uygurcada yarım ‘yarı, yarım’ (TT VIII A: 45; U II: 68); DLT’de yarım
‘bir şeyin yarısı’ (DLT III: 19; DanKelly, 1985, 215); Harezm Türkçesinde yarım
‘bir şeyin yarısı’ (Nehc. 97/12); Eski Kıpçakçada ise yarım, yarum ‘yarım, buçuk’
(KTS: 312) biçimlerinde görülmektedir.
(ŞHD: 53b11)
(ŞTü, 53: 5)
bolumsız ‘hiçbir işe yaramayan’ (< bolum ‘oluş’ + suz) sözcüğü bol-um+suz
biçiminde türemiş bir sözcüktür. bolum sözcüğü Çağatayca sözlüklerde ‘bulgu, idrak,
irfan, icat, derya’ gibi anlamlarda bulunmaktadır (LÇ: 86a; DTO: 178). Sözcüğe
Çağatayca metinlerden yalnızca Babürnamede rastladık.
241
Sözcüğü diğer Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.
(BN: H175b10-11)
kurumsak ‘ok kılıfı, okluk’ (< kurum ‘kurulmuş’+ sak) sözcüğünün gelişimi < kur-
um + sak biçiminde olmalıdır. Sözcüğe yalnızca Kelürnamede rastladık. Orada
sözcüğe ‘okluk’ anlamı verilmiştir (KN: 34a6).
Räsänen sözcüğü kur maddesinde Kazakçadan kurumsak ‘ok koyulan kılıf, ok kılıfı’
anlamında aktarmıştır (VEWT: 302).
3.1.6. –Xn
Eski Türkçe döneminden beri oldukça işlek bir ektir. Yaptığı adlar, hareketin
bitmesinden sonra ortaya çıkan ürünü, eylemlerin gösterdiği hareketi işleyeni, olanı
ve yapılanı belirtir. Gabain bu ek için “Eski Türkçede oldukça seyrektir ve yer yer de
sıfat yapar” şeklinde bir açıklama yapmıştır (Gabain, 1941 (20003), 54). Erdal bu
ekin iki heceli adlar oluşturduğunu, tek heceli örneğin san ‘sayı’ olduğunu
aktarmıştır (Erdal, 1991, 300). Gürer Gülsevin ise eki geçişli ve geçişsiz eylemlerden
adlar türeten ve ünlü uyumuna giren bir ek olarak tanımlamaktadır (Gülsevin, 1997,
135). Talat Tekin eki eylem sonucu adlar türeten bir ek olarak tanımlamıştır (Tekin,
2000, 93). Pomorska eki hareket ve nesne adı türeten bir ek olarak tanımlamaktadır
(Pomorska, 2004, 116).
–Xn eki Orhon Türkçesinde eylem sonucu bildiren adlar türetir: bulun ‘tutsak, esir’
(< *bul- ‘bulmak’ –un < bulun + a, bulnuk- ‘tutsak olmak’ < bulun + uk- < bul-
‘bulmak’), kıyın ‘ceza’ (< *kıy- ‘ceza vermek’ -ın), san ‘sayı’ (< *sa- ‘saymak’ -n),
örgin ‘hakan otağı, saray, konak’ (< örgi- ‘konmak’ -n), vb (Tekin, 2000, 93).
–Xn ekinin Karahanlı Türkçesinde de çeşitli ad, sıfat ve ilgeçler türettiği görülür:
adın ‘başka’ (< ad- ‘ayrılmak, farklı olmak’ -ın) (DLT I: 76, DanKelly, 1985, 4; KB:
7, 8), akın ‘akıl, sel’ (< ak- ‘akmak’ -ın) (KB: 1160, DLT I: 77; DanKelly, 1985, 10),
bulun ‘tutsak, esir’ (< *bul- ‘bulmak’ -un) (DLT I: 399, DanKelly, 1985, 80; KB:
242
3636), egin ‘omuz’ (< *eg- ‘eğmek’ -in) (DLT I: 77, DanKelly, 1985, 20; KB: 1534,
1882, 3665), kelin ‘esinti’ (< kel- ‘gelmek’ -in) (DLT, I: 77, DanKelly, 1985, 101;
KB: 494, 2380), tolun ‘ayın on dördü’ (< tol- ‘tolmak’ -un) (DLT I: 401, DanKelly,
1985, 193; KB: 48, 732), yogun ‘kalın, yoğun’ (< *yog- ‘yoğunlaşmak, kalınlaşmak’
-un) (KB: 4913), vb.
bogun ‘boğum’ (< bog- ‘boğmak’ -un) sözcüğü bog- ‘boğmak’ eylemine –Xn ekinin
eklenmesi sonucu oluşmuş bir sözcüktür. Sözcük Çağatayca sözcüklerde bogun
‘boğum, parmakların eklem yerleri, boğumları’ biçiminde görülmektedir (Seng.
136v13; LÇ: 83a; DTO: 172).
(FK, 571: 2)
(LM: 2083)
bütün ‘bütün’ (< büt- ‘bitmek, tamamlamak, sona ermek; ses kesilmek, alçalmak’
-ün) sözcüğü büt- eylemine –Xn ekinin eklenmesi sonucunda hareketin bitmesinden
sonra ortaya çıkan bir ürünü göstermiştir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde ‘bütün,
tamam’ anlamıyla görülmektedir (LÇ: 76b; Seng. 130v6).
243
Sözcük Eski Uygurcada bütün ‘tam, bütün’ (M I: 28; TT I: 73); DLT’de bütün ‘tam,
asıl, bütün’ (DLT I: 398; DanKelly, 1985, 84); KB’de bütün ‘tam, asıl, bütün’ (KB:
19, 26, 330, 368); Eski Kıpçakçada ise bitün, bütün ‘bütün, tam; sahih, sağlam’
(KTS: 40) biçimlerinde görülmektedir.
(BV, 456:2)
(NN, 138: 6)
eg(i)n ‘sırt, omuz’ (< *eg- ‘eğmek’ -in) sözcüğü bu ekle türediğini düşündüğümüz ve
Eski Türkçeden beri kullanılagelen bir sözcüktür. Çağataycada ‘yani omuz’
anlamıyla kullanıldığı görülür. Çağatayca sözlüklerde de ‘omuz, sırt’ anlamıyla
görülmüştür (Seng. 109r12; LÇ: 56b).
Sözcük Eski Uygurcada egin ‘omuz’ (TT V: 4); DLT’de egin ‘omuz’ (DLT I: 78;
DanKelly, 1985, 20); KB’de egin ‘omuz’ (KB: 1738); Harezm Türkçesinde égin
‘omuz’ (KutbHŞ: 19); Eski Kıpçakçada ise eyin, egin ‘kürek kemiğinin bulunduğu
yer, insanın arka tarafı, sırt’ KTS: 78); Osmanlıcada egin ‘omuz, sırtın üst tarafı’
(TTS I: 254; TTS II: 360; TTS III: 237; TTS IV: 278) biçimlerinde görülmektedir.
Sözcük Irk Bitig’de bilinen anlamından farklı olarak ‘çadırın bir kısmı’ anlamıyla
görülmektedir (IB: 18).
244
DanKelly, 1985, 20, Erdal, 1991, 305; TETL: 695). Tekin, sözcüğün kökünü Yak.
ieh- ‘eğmek’ < *ek- biçimleri ile karşılaştırmıştır (Tekin, 1995, 180).
(BV, 551:3)
teŋ durur kaydım üçün ger bir karış ger yüz kulaç
(NN, 173: 3)
kalın ‘yığın, çok, yoğun; kalın’ (< *kalı- ‘yükselmek, kalkmak’ -n) sözcüğünün kökü
Eski Türkçe kalı- ‘havaya yükselmek, uçmak’ eylemi ile karşılaştırılmalıdır. Sözcük
Çağatayca sözlüklerde ‘kalın, yoğun, çok’ anlamlarıyla görülmektedir (Seng. 276r12;
LÇ: 222b).
Sözcük Eski Uygurcada kalın ‘yoğun, çok, kalın’ (U III: 16; U III: 53); DLT’de kalın
‘bir şeyin yoğunu ve kalını’ (DLT I: 404; DanKelly, 1985, 125); KB’de kalın
‘kalabalık, çok, kalın’ (KB: 491, 1021, 1697); Harezm Türkçesinde kalıŋ ‘yoğun’
(KutbHŞ: 129); Eski Kıpçakçada ise kalın, kalıŋ ‘kalın’ (KTS: 124); Osmanlıcada
kalın ‘çok, kalın’ (TTS I: 406; TTS II: 567) biçimlerinde görülmektedir.
Etimolojik sözlüklerde sözcüğün etimolojisiyle ilgili çok açıklayıcı bir ifadeye yer
verilmemiştir. Yalnızca kaynaklarda ‘kalın, yoğun, çok’ anlamlarıyla kaydedilmiştir
(VEWT: 226; EDPT: 622a; DanKelly, 1985, 125Erdal, 1991, 303). Marcel Erdal
sözcüğü *kalı- ‘kalkmak, yükselmek’ eyleminden türetmiş ve ET kalı- ‘havaya
yükselmek, uçmak’ eylemi ile karşılaştırmıştır (Erdal, 1991, 303). Mustafa Kaçalin
de sözcüğü kalı- ‘yükselmek, kalkmak’ eylemine dayandırmıştır (Kaçalin, 2006,
158).
(ŞHD: 188a4)
245
bu élniŋ yurtları kalın yıgaçnıŋ içinde turur
(ŞTü, 42: 2)
kar(ı)n ‘karın’ (< *kar-ın) sözcüğünün kökü *kar- eyleminden türemiş bir biçimdir.
Sözcük Çağatayca sözlüklerde ‘karın’ anlamıyla görülmektedir (Seng. 272r23; LÇ:
219a).
Sözcük Eski Uygurcada karın ‘karın’ (U II: 44; TT I: 18); DLT’de karın ‘karın’
(DLT I: 403); KB’de karın ‘karın’ (KB: 883); Harezm Türkçesinde karın ‘karın’
(KutbHŞ: 134); Eski Kıpçakçada karın ‘karın’ (KTS: 128) biçimlerinde
görülmektedir.
Etimolojik sözlüklerde sözcüğün kökü ile ilgili net bir açıklama yer almamaktadır.
Clauson sözcüğün ‘karın’ için kullanılan genel bir terim olduğunu belirtmiş,
sözcüğün kökü hakkında herhangi bir açıklama getirmemiştir (EDPT: 661a). Talat
Tekin, sözcüğü kazı ‘karındaki yağ’ < *kaz-ı; krş. Moğ. karbing ‘hayvan karnındaki
yağ’ < *kar-bi-ng) biçimleriyle karşılaştırmıştır (Tekin, 2003, 117). Biz sözcüğün
DLT’de geçen kar- ‘bir şeyi bir şeyle karıştırmak, katmak, karmak; boğazda su
durmak, su bir yerde durmak, taşmak’ (DLT I: 432; DanKelly, 1985, 128)
sözcüğüyle anlamsal olarak ilişkili olduğunu düşünmekteyiz.
(ŞTü, 53: 4)
(SS: 3801)
kayun ‘sandal, kayık’ (< kay- ‘kaymak’ -un) sözcüğü kay- ‘kaymak’ eylemine –Xn
ekinin eklenmesi sonucu oluşmuş bir sözcüktür. Sözcüğe Kelürname’de rastladık
(KN: 32b13). Sözcük Çağatayca sözcüklerde yer almamaktadır.
‘Sandal, kayık’ anlamındaki kayun yine ‘kayık, küçük bot’ anlamına gelen kayık
sözcüğü ile ilişkilidir. Sözcük aynı kayık ya da kayguk sözcüğü gibi kay- ‘kaymak’
eylemine dayanmaktadır.
246
kelin ‘gelin’ (< kel- ‘gelmek’ –in) sözcüğü kel- ‘gelmek’ eylemine –Xn ekinin
eklenmesi sonucunda hareketin bitmesinden sonra ortaya çıkan bir ürünü
göstermiştir. Sözcük Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta ‘gelin’ anlamıyla
görülmektedir (Seng. 316r19).
Sözcük Eski Uygurcada kelin ‘gelin’ (TT VI: 311); DLT’de kelin ‘gelin’ (DLT I:
404; DanKelly, 1985, 101); KB’de kelin ‘gelin’ (KB: 494); Harezm Türkçesinde
kelin ‘gelin’ (KutbHŞ: 116); Eski Kıpçakçada kelin ‘gelin’ (KTS: 137) biçimlerinde
geçmektedir.
(LM: 2672)
(ŞTe: 68b9)
kurun ‘vakit, zaman’ (< kur- ‘kurmak’ -un) sözcüğü kur- ‘kurmak’ eylemine –Xn
ekinin eklenmesi sonucu oluşmuş bir sözcüktür. Sözcük Çağatayca sözcüklerde
kurun ‘vakit, zaman, devr, asır’ biçiminde görülmektedir (LÇ: 235b; DTO: 429).
ol dédi kim cema‘ati ki deryadın köprüg bile narı yüzge ötüpdürler. Çün köprüg
birdür alarnı kaytarur üçün her kiç kurun haber kılurga nakara kakarlar kim kéçrek
kalsalar köprüg üstige gavga bolup suga yıklur imkanı bar.
(TEH: A726b8)
247
oyun ‘oyun’ (< *oy- ‘oymak’ -un) sözcüğü *oy-un biçiminde gelişmiş bir sözcüktür.
Sözcük Çağatayca sözlüklerde ‘oyun, eğlence’ anlamıyla görülmektedir (Seng.
02v23; LÇ: 44b).
Sözcük Eski Uygurcada oyun ‘oyun, eğlence’ (TT II: 8; M I: 10); DLT’de oyun
‘oyun, eğlence’ (DLT I: 85; DanKelly, 1985, 45); KB’de oyun ‘oyun, eğlence’ (KB:
709); Harezm Türkçesinde oyun ‘oyun’ (KutbHŞ: 116); Eski Kıpçakçada oyun, oyın
‘oyun’ (KTS: 207) biçimlerinde görülmektedir.
Tekin, sözcüğün kökünü Tkm. oy- ‘oymak’, Koyb. oyen ‘oyun’, Yak. onñyu ‘oymak’
~ onño- ‘oynamak’ biçimleri ile karşılaştırmıştır (Tekin, 1995, 177). Buna göre oy-
biçiminde bir kök tasarlamak mümkündür. İbrahim Taş, Hasan Eren’in görüşüne
karşı çıkmış ve Yak. oy- kısa ünlülü iken, oyun sözcüğünün uzun ünlülü olduğunu
belirtmiştir (Taş, 2005, 201).
(ŞHD: 174a7)
(DN: 266)
san ‘sayı, hesap; saygı, itibar’ (< sa- ‘saymak’ -n) sözcüğü de -n eki ile türemiş bir
başka biçimdir.
Sözcüğün kökü olan sa- ‘saymak’ eylemi Eski Türkçe ve Orta Türkçe’de de
kullanılmıştır. Bu eylemden türemiş başka sözcüklere de rastlıyoruz: sak- (< sa-k-),
sakış (< sak-ı-ş), san- (sa-n-), sana- (< san+a-), sanag (< sana-g) vb. sa- kökünün
genişlemiş biçimi de say-’dır. /y/ ünsüzü kökte benzeşme ya da yanlış farzetme
yoluyla kalıplaşmış olmalıdır. say- > sa-y-. Bu kökten de türemiş sözcükler vardır:
248
say- “saymak, hesap etmek” (Seng. 236v25); saya- (< sa-y+a-), sayla- (< say+la-)
(LÇ: 184).
Sözcük Eski Uygurcada san ‘sayı’ (TT VII: 9); DLT’de san ‘sayı’ (DLT III: 157);
KB’de san ‘sayı’ (KB: 266, 493, 1916, 2684, 5780); Harezm Türkçesinde san ‘sayı’
(KutbHŞ: 152); Eski Kıpçakçada san ‘sayı’ (KTS: 226); Osmanlıcada san ‘sayı,
hesap’ (TTS I: 597; TTS II: 790; TTS III: 594; TTS IV: 660) biçimlerinde
görülmektedir.
Talat Tekin sözcüğü DLT sa- ‘saymak’, Tkm. say- ‘saymak, addetmek’, Tü., Az.,
say- ‘saymak’ biçimleri ile karşılaştırmış ve *sa- biçiminde bir kök tasarlamıştır
(Tekin, 1995, 174).
(ŞHD: 191a4)
(DN: 484)
savun ‘davet, çağrı, haber’ (< sav- ‘haber vermek’ -un) sözcüğü sav- ‘haber vermek’
eylemine –Xn ekinin eklenmesi sonucu oluşmuş bir sözcüktür. Sözcüğe taradığımız
metinler içinde yalnızca Şecere-i Terakime’de rastladık. Sözcük Çağatayca
sözcüklerde savun ‘davet, çağrı, haber’ biçiminde görülmektedir (LÇ: 184a; DTO:
344).
249
oglan bir yaşıga yétdi érse Kara Han ilge savun saldı
(ŞTe: 70b6)
(ŞTe: 86b7)
tolun ‘dolu, doldurulmuş’ (< tol- ‘dolmak’ -un) sözcüğü *to-l- eylemine –Xn ekinin
eklenmesi sonucunda hareketin bitmesinden sonra ortaya çıkan bir ürünü
göstermiştir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde ‘dolu, doldurulmuş’ anlamıyla
görülmektedir (Seng. 184v22; LÇ: 126a).
Talat Tekin, sözcüğün kökünü Tkm. dol- ‘dolmak’, Yak. tuol- ‘dolmak’, Az. (Kaş.)
dul- ‘dolmak’ biçimleri ile karşılaştırmıştır (Tekin, 1995, 47, 178).
(SD: 226)
(BV, 31: 4)
tügün ‘düğüm’ (< tüg- ‘çatmak, bağlamak’ -ün) sözcüğü tüg- ‘çatmak, bağlamak’
eylemine –Xn ekinin eklenmesi sonucunda hareketin bitmesinden sonra ortaya çıkan
bir ürünü göstermiştir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde ‘düğüm’ anlamıyla
görülmektedir (Seng. 183r11; LÇ: 124a).
250
Sözcük Eski Uygurcada tügün ‘düğüm’ (U III: 83); DLT’de tügün ‘düğüm’ (DLT I:
400; DanKelly, 1985, 204); KB’de tügün ‘düğüm’ (KB: 150, 172); Harezm
Türkçesinde tügün ‘düğüm’ (KutbHŞ: 189); Eski Kıpçakçada dügün, tüyün ‘düğüm’
(KTS: 66) biçimlerinde geçmektedir.
(FK, 464: 9)
(GS, 24: 5)
tütün ‘duman’ (< tüt- ‘tütmek’ - ün) sözcüğü tüt- eylemine –Xn ekinin eklenmesi
sonucunda hareketin bitmesinden sonra ortaya çıkan bir ürünü göstermiştir. Sözcük
Çağatayca sözlüklerde ‘duman’ anlamıyla görülmektedir (LÇ: 114b).
Sözcük Eski Uygurcada tütün ‘duman’ (M II: 11; TT V: 12); DLT’de tütün ‘duman’
(DLT I: 400; DanKelly, 1985, 206); KB’de tütün ‘duman’ (KB: 341); Harezm
Türkçesinde tütün ‘duman’ (KutbHŞ: 191, Nehc. 439/4-5); Eski Kıpçakçada tütün
‘duman, tütün’ (KTS: 288) biçimlerinde geçmektedir.
(LM: 567)
251
tizginip éyle kim koyun aylanıp éyle kim tütün
(BV, 54: 3)
uzun ‘uzun’ (< uza- ‘uzamak’ -n) sözcüğü uza- ‘uzamak’ eylemine –Xn ekinin
eklenmesi sonucu oluşmuş bir sözcüktür. Sözcük Çağatayca sözcüklerde uzun ‘uzun,
bülend’ biçiminde görülmektedir (Seng. 74r12; LÇ: 33a; DTO: 64).
Sözcük Eskı Türkçeden beri görülmektedir. Eski Uygurca’da uzun ‘uzun’ (M I: 16;
TT II: 17; Suv. 141/1), DLT’de uzun ‘uzun’ (DLT I: 77; DanKelly, 1985, 57),
Harezm Türkçesinde uzun ‘uzun’ (KutbHŞ: 202); Eski Kıpçakçada da uzun ‘uzun’
(KTS: 296) biçimlerinde yer almaktadır.
(SD: 586)
(FK, 254: 8)
yagın ‘yağmur’ (< yag- ‘yağmak’ -ın) sözcüğü yag- ‘yağmak’ eylemine –Xn ekinin
eklenmesi sonucu oluşmuş bir sözcüktür. Çağatayca sözlüklerde yagın ‘yağış’
biçiminde yer almaktadır (LÇ: 296b; DTO: 529).
252
ger Nevayi’ga yagın eşk édi vü ra‘d figan
(GS, 70: 7)
(SS: 4579)
yakın ‘yakın’ (< yak- ‘yaklaşmak’ -ın) sözcüğü yak- eylemine –Xn ekinin eklenmesi
sonucunda hareketin bitmesinden sonra ortaya çıkan bir ürünü göstermiştir. Sözcük
Çağatayca sözlüklerde ‘yakın’ anlamıyla görülmektedir (LÇ: 296b; Seng. 334v22).
Sözcük Eski Uygurcada yakın ‘yakın’ (TT III: 52; U I: 6); DLT’de yakın ‘yakın’
(DLT III: 22; DanKelly, 1985, 214); KB’de yakın ‘yakın’ (KB: 254); Harezm
Türkçesinde yakın ‘yakın’ (KutbHŞ: 69, Nehc. 105/15); Eski Kıpçakçada yakın
‘yakın; hısım, akraba’ (KTS: 307) biçimlerinde geçmektedir.
(KUŞ, XVI: 2)
(BHD, XLVI: 4)
yalın ‘alev’ (< yal- ‘alevlenmek, alazlanmak, alev almak’ -ın) sözcüğü yal-
‘alevlenmek, alazlanmak, alev almak’ eylemine –Xn ekinin eklenmesi sonucunda
hareketin bitmesinden sonra ortaya çıkan bir ürünü göstermiştir. Sözcük Çağatayca
sözlüklerde ‘alev’ anlamıyla görülmektedir (Seng. 336v24; LÇ: 298b).
Sözcük Eski Uygurcada alın ‘alev’ (U II: 25); DLT’de yalın ‘alev’ (DLT III: 23;
DanKelly, 1985, 208); KB’de yalın ‘alev’ (KB: 5675); Eski Kıpçakçada yalın ‘alev’
(KTS: 308) biçimlerinde geçmektedir.
253
Etimolojik sözlüklerde yal- ‘alevlenmek, alazlanmak, alev almak’ eylemine
dayandırılan sözcük kaynaklarda ‘alev’ anlamıyla kaydedilmiştir (Eckmann, 1966,
64; VEWT: 181; EDPT: 929b; DanKelly, 1985, 208, Erdal, 1991, 302).
(GS, 46: 7)
semendiŋ kim yalın dék tiz érür yüz şükr kim gerdun
(FK, 274: 2)
yıgın ‘yığın, küme’ (< yıg- ‘yığmak’ -ın) sözcüğü yıg- ‘yığmak’ eylemine –Xn ekinin
eklenmesi sonucu oluşmuş bir sözcüktür. Sözcük Çağatayca sözcüklerde yıgın ‘insan
ya da varlık grubu, yığın’ biçiminde görülmektedir (Seng. 350v10; LÇ: 312b; DTO:
556).
Sözcük Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de yıgın ‘yığın, küme’ (DLT II: 22;
DanKelly, 1985, 224). Eski Kıpçakçada da yıgın, yıın ‘yığın, küme’ (KTS: 320)
biçimlerinde yer almaktadır.
(DN: 128)
254
3.1.7. –(U)t
–(U)t ekinin Eski Türkçede çok sık olmasa da örnekleri bulunur: adırt ‘ayırma, fark’
(< adır- ‘ayırmak’ -t), boşgut ‘öğüt’ (< *boşgu- ‘öğüt vermek’ -t), vb.
çöküt ‘kısa, kısalık’ (< çök- ‘çökmek’ -üt) (DLT I: 356, DanKelly, 1985, 95; KB:
2086), ertüt ‘at ve benzeri hediye olup beylere ve başkalarına verilir’ (< ert-
‘geçmek, zamanın geçmesi’ -üt) (DLT I: 109; DanKelly, 1985, 26), kaçut ‘savaş ve
kavgada yiğitlerin birbirleriyle çarpışmaları’ (< kaç- ‘kaçmak’ -ut) (DLT I: 356;
DanKelly, 1985, 122), konut ‘birlikte yaşayan insanlar’ (< kon- ‘konmak’ -ut) (KB:
4471), tegşüt ‘değişme, karşılık, bedel’ (< tegiş- ‘değişmek’ - üt) (DLT I: 451;
DanKelly, 1985, 183), yanut ‘cevap, yanıt’ (< yan- ‘dönmek’ -ut) (DLT III: 28;
DanKelly, 1985, 212; KB: 538), vb.
kurut ‘kurut, yağsız bir peynir türü’ (< *kur(ı)- ‘kurumak’ -t) sözcüğünde ek bir
yemek adı türetmiştir. Sözcük için Çağatayca sözlüklerde kurut ‘keşk, süt kurısı, bir
çeşit peynir’ açıklamaları verilmiştir (Seng. 286r23; LÇ: 235a; DTO: 428).
Sözcük Eski Türkçede kurut; Eski Uygurcada kurt, kurut ‘kurutulmuş lor’ biçiminde
görülmektedir (EDPT: 648b). DLT’de kurut ‘keş, yağı alınmış yoğurttan yapılan lor
peyniri, çökelek’ (DLT I: 357; DanKelly, 1985, 148); KB’de kurut ‘çökelek, lor
peyniri’ (KB: 4442) anlamlarıyla görülmektedir. Sözcük Eski Kıpçakçada kurud,
kurut biçimlerinde ve ‘kurutulmuş yoğurt; bir tür peynir’ anlamlarıyla kaydedilmiştir
255
(KTS: 165). Osmanlıcada da kurut ‘kaynatılıp suyu alınan ayran kurusu, yoğurt
kurusu, keş’ anlamında görülmektedir (TTS IV: 556).
Çağdaş Türk dillerinin pek çoğunda sözcük bulunmaktadır. Kırg. kurut ‘suyu
sıkılmış ve kurutulmuş kesmikten yapılan kürecikler, kurut’ (KırgS: 526); Kaz. kurt
‘sütten yapılan kurutulmuş, sert peynir’ (KazTSl: 182); Az. gurud ‘ekşi yoğurttan
yapılan, küçük topaklar biçiminde kurutulan çökelek’ (Ahundov-Tezcan, 1978, 501);
Tat. kort ‘qatık sözmäsin tozlap, qabartma zurlıgında äväläp, kiptirip yasalgan söt
azıgı’ (TTDSl:139), Tkm. gurt ‘togalanıp guradılan süzme, guran tokga süzme’
(TkmDSl: 207).
Talat Tekin sözcüğü Tkm. gura- ‘kurumak’, Yak. kur- ‘kurumak’ < *kurı-
biçimleriyle karşılaştırmıştr (Tekin, 1995, 179).
(ML: 777b9)
ölet ‘öldürücü, salgın hastalık’ (< öl- ‘ölmek’ –üt) sözcüğü öl- ‘ölmek’ eylemine -
(X)t ekinin eklenmesiyle türemiş bir hastalık adıdır. Taradığımız Çağatayca
metinlerde rastlamadığımız sözcük Çağatayca sözlüklerde ölet ‘öldürücü, salgın
hastalık, veba’ kaydı düşülmüştür (Seng. 85v20; LÇ: 38a; DTO: 74).
yurt ‘yurt, ülke’ (< *yur- ‘oturmak’- t; krş. Hlç. yuor- ‘oturmak’) sözcüğünde ek yer
adı türetmiştir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde ‘mesken, yurt, konak’ anlamlarıyla
görülmektedir (Seng. 342v6; LÇ: 304b).
Sözcük Eski Türkçeden beri görülmektedir. Orhon Yazıtlarında yurt ‘yurt, kapm
yeri, karargah’ (Toŋ: 19) ve Eski Uygurcada yurt (TT I: 120) biçimiyle yer
almaktadır. DLT’de yurt ‘yurt, ören, eski binaların izleri’ şeklinde geçmektedir (DLT
III: 7; DanKelly, 1985, 234). Harezm Türkçesinde yurt biçiminde ‘yer, ülke’
anlamıyla görülmektedir (KutbHŞ: 86). Eski Kıpçakçada ise yurt biçiminde ‘yurt,
memleket, ülke; çadır; ikametgah; inilecek yer’ anlamlarıyla görülmektedir (KTS:
330).
257
kazıklarının sökülünce kalan delik izi anlamına gelmelidir. Bunun için krş. ur-t
‘(iğne) deliği’ < hur- ‘vurmak’ (Kaçalin, 2006, 237).
(ŞHD: 132b9)
ne andak otka uçrap min heh öçkey
(DN: 590)
3.1.8. –mA
Jean Deny bu ekle türetilen adların genelde ism-i meful anlamında adlar türettiğini
ifade etmiştir (Deny, 1921, 548). Räsänen bu ekin eylemden ad türeten –(X)m
ekinden geliştiğini öne sürmektedir. O, bu ekin kullanımının –(X)m ekinin
kullanımıyla aynı olduğunu ancak –mA ekinin daha seyrek olarak görüldüğünü
belirtmektedir. (Räsänen, 1957, 123). Siemieniec sıklıkla kullanılan ekler arasında
saydığı bu eki hareket adları, araç ve gereç adları ve de yemek adları türeten bir ek
olarak tanımlar (Siemieniec, 1989, 112). Marcel Erdal bu ekin basit eylem
gövdelerine ve bu eylemlerden türemiş eylemlere gelerek adlar türettiğini belirtmiştir
(Erdal, 1991, 316).
Bu ekin Eski Türkçede çok örneği yoktur. Orhon Türkçesinde Tunyukuk yazıtında
görülen yälmä ‘keşif müfrezesi’ (< yel- ‘(at) dört nala gitmek’ -me) örneği Eski
Türkçede rastlayabildiğimiz tek örnektir (Tekin, 2000, 93).
katma ‘ufalanmış (ekmek)’ (< kat- ‘katmak, ufalamak’ -ma) (DLT I: 433; DanKelly,
1985, 133), karma ‘yağma’ (< *kar- ‘yağmalamak’ -ma) (KB: 6458, 6482), süzme
‘keş dedikleri yağsız kuru peynir, ayran süzmesi’ (< süz- ‘süzmek’ -me) (DLT I: 433;
DanKelly, 1985, 172), tegme ‘değme, her bir, her türlü’ (< teg- ‘değmek’ -me) (KB:
258
A18, B 21), udıtma ‘taze peynir’ (< udıt- ‘uyumak’ -ma) (DLT I: 143; DanKelly,
1985, 51), vb.
çalma ‘kurumuş çamur ya da kerpiç parçası’ (< çal- ‘yere sermek, vurup yere
sermek, yer çarpmak’ -ma) sözcüğü Çağataycada bu ekle türemiş adlardan biridir.
Sözcük Çağatayca sözlüklerde çalma biçiminde ve ‘eğerin yanı başında su içmek
için asılı duran kadeh, başın çevresine sarılan kumaş, maşraba’ anlamlarıyla
kaydedilmiştir (Seng. 208v24; LÇ: 148b), ancak Meyveler Münazarasında ‘kurumuş
çamur ya da kerpiç parçası’ anlamıyla görülmektedir.
İlk defa DLT’de görülen sözcük ‘kerme, kemre, koyun ağıllarında ya da deve
ahırlarında toplanıp kesilerek kışın yakmak için kurutulan kesek’ anlamı ile
kaydedilmiştir (DLT I: 433; DanKelly, 1985, 85).
Clauson, sözcüğü çal- eyleminden nesne adı olarak açıklamıştır, ancak sözcüğün
temel anlamla ilişkilendirmenin kolay olmadığını da eklemiştir (EDPT: 420b).
DanKelly’de sözcük çal- eylemi ile ilgili görülmemiştir (DanKelly, 1985, 85).
égme ‘eğilmiş, iki kat olmuş’ (< ég- ‘eğmek’ -me) sözcüğünde ise ek sıfat anlamı
taşıyan bir sözcük türetmiştir. Çağatayca sözlüklerde ‘eğilmiş, iki kat olmuş’
anlamıyla kaydedilmiştir (Seng. 109rII; LÇ: 56b).
Sözlük ilk defa DLT’de görülmektedir: egme ‘evin kemeri’ (DLT I: 130; DanKelly,
1985, 20). Diğer Tarihi dönemlerde sözcüğe rastlamadık.
259
Sözcük Etimolojik sözlüklerde ég- ‘eğmek’ eylemine dayandırılan sözcük
kaynaklarda ‘eğilmiş, iki kat olmuş’ anlamlarıyla kaydedilmiştir (DTS: 166; EDPT:
108b; DanKelly, 1985, 20).
(LD: 725)
(GS, 120: 3)
ısıtma ‘sıtma, hastalık ateşi’ (< ısıt- ‘ısıtmak; sıtmaya tutmak’ -ma) sözcüğünde bu
ek bir hastalık adı türetmiştir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta isit- maddesinde
ısıtma tut- ‘ateşlenmek, sıtmaya tutulmak’ anlamıyla görülmektedir (Seng. 101v13).
Lugat-i Çagatay’da ise ‘sıtma, humma’ anlamlarıyla görülmektedir (LÇ: 51b).
(DN: 457)
(GS, 619: 4)
260
kıyma ‘küçük küçük kesilmiş et’ (< kıy- (ET kıd-) ‘kesmek’ -ma) sözcüğü kıy-
eylemine –mA ekinin getirilmesiyle türemiş bir sözcüktür. Taradığımız metinlerde
rastlamadığımız sözcük Çağatayca sözlüklerde kıyma ‘küçük küçük kesilmiş et’
biçiminde kaydedilmiştir (Seng. 300r2; LÇ: 249a; DTO: 452).
koglama ‘ateşte kurutulmuş’ (< kogla- ‘kurutmak’ -ma) sözcüğü de égme gibi
eylemden türemiş bir sıfattır. Aşağıdaki örnekte görüldüğü gibi koglama itmek
biçiminde bir yardımcı eylemle birleşik eylem meydana getirebilmektedir.
Taradığımız Çağatayca metinlerden yalnızca Mahbubü’l-Kulüb’da bulduğumuz
sözcük Çağatayca sözlüklerde ‘ateşte kurutulmuş’ anlamıyla kaydedilmiştir (Seng.
288v21; LÇ: 237b; DTO: 433).
kamer kursıga ilgiŋ yétmese koglama étmek hem mugtenemdür zer-beft nihali
bolmasa
(MKb: 109a9)
sigritme ‘uçurumlu dağ geçidi’ (< sigir-t- ‘seğirtmek’ -me) sözcüğünde bu ekle yer
adı türemiştir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde sigritme biçiminde ‘geçid gibi dar ve
uçurum mahal’ kaydı şeklinde verilmiştir. (Seng. 255r8; LÇ: 198b; DTO: 370).
261
ve tag ve tüzde çilga, sokmag döş, argadal, kır işme burtag ve sigritme, sırt, uçma,
işme, ılat, kır alang, tokay, köl, kü/ölek, sang, sayang, çakıl, say, şurtang dék
nemelerning köpige at tayin kılmaydurlar
(ML: 777b)
sorma ‘şarap, bira’ (< sor- ‘sormak, emmek’ -ma) sözcüğü sor- ‘sormak, emmek’
köküne –mA ekinin eklenmesiyle türemiş bir sözcüktür. Sözcük Çağatayca
sözlüklerde yer almamaktadır.
(ML: 777b10)
tegme ‘türlü türlü’ (< teg- ‘değmek, ulaşmak’ -me) sözcüğünde bu ekle sıfat
türemiştir. Sözcüğe Çağatayca sözlüklerde rastlamadık.
262
su yakasıga kim yagıp muldur
(SS: 52)
tugma ‘sahibinin evinde doğan ve yetiştirilen köle; kardeş, aynı baba ve anneden
doğanlar’ (< tug- ‘doğmak’ - ma). Sözcük Çağatayca sözlüklerde tugma ‘bende,
mütevellid’ şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 121b; DTO: 237). Eckmann, Gedai Divanı
yayımında sözcüğü togma biçiminde okumuştur.
Sözcük Eski Kıpçakçada tugma tilü ‘anadan doğma deli’ ifadesinde görülmektedir
(KTS: 278).
(GD, 77: 5)
tügme ‘düğme’ (< tüg- ‘düğümlemek, bağlamak’ -me) sözcüğü tüg- ‘bağlamak’
köküne -mA ekinin eklenmesiyle türemiş bir sözcüktür. Sözcük Çağatayca
sözlüklerde tügme ‘düğme, bend’ şeklinde açıklanmıştır (Seng. 183r12; LÇ: 124a;
DTO: 241).
(FK, 396: 4)
263
ceybi ara tügme tir u nahid
(LM: 43)
3.1.9. –gI
Marcel Erdal bu ekin temel olarak geçişli eylemlerin nesnesine, geçişsiz eylemlerin
de öznesine işaret eden adlar ve sıfatlar türettiğini ifade eder. Erdal yine bu ekin sonu
/n/ ve /r/ ile biten ad temelleriyle kullanıldığını ve –kI’nın alamorfu olarak
görüldüğünü de belirtmektedir (Erdal, 1991, 320).
Clauson sözcüğün kök biçimi olan yasa- eyleminin 13. ya da 14. yüzyıla kadar
Türkçede görülmediğini ifade etmiş, Çağatayca sözlüklerden Senglah’tan yasa-
biçiminde aktarmıştır (Seng. 331r2 [EDPT: 974b]). Diğer Çağatayca sözlüklerde bu
kök yasa- ‘yapmak, abad etmek, inşa etmek, inşad etmek’ şeklinde kaydedilmiştir
(LÇ: 293a; DTO: 525). Räsänen, Çağ. yasa- ‘yapmak; inşa etmek; düzenlemek’
şeklinde anlamlandırdığı sözcüğün Moğ. yasa, casa ‘düzenlemek; iyileştirmek’
biçimlerinden geldiğini belirtmiştir (VEWT: 191).
264
salmak ot barlas u tarhan ‘arızı ni sud kim
(FK, 150: 7)
éy Nevayi bir yasakı-veşga andak min harab
(FK, 491: 7)
3.1.10. –(X)z
Bu ek Eski Türkçeden beri çok sık olmasa da kullanılan bir ektir. Ramstedt bu eki
eski bir ri > Türkçe ŕ biçimine bağlamaktadır (Ramstedt, 1952, 143). Marcel Erdal
bu ekin temel olarak geçişli eylemlerin nesnesine, geçişsiz eylemlerin de öznesine
işaret eden adlar türettiğini ifade eder (Erdal, 1991, 323).
Orhon Türkçesinde baz ‘bağımlı, tabi’ (< ba- ‘bağlamak’ -z), boguz ‘boğaz’ (< bog-
‘boğmak’ -uz), uz ‘sanat eseri, süs, dekor’ (< u- ‘muktedir olmak, gücü yetmek’ -z)
gibi örnekler görülebilir (Tekin, 2000, 94).
bog(u)z ‘boğaz, geçit’ (< bog- ‘boğmak’ -uz) sözcüğü bu ekle biçimlenerek geçişli
eylemin nesnesine işaret eden bir ad türetmiştir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde
‘boğaz, geçit’ anlamıyla görülmektedir (Seng. 136v4, Seng. 136v12; LÇ: 83a).
Eski Türkçeden beri görülen sözcük Eski Uygurcada boguz biçiminde görülmektedir
(TT V: 26). DLT’de boguz ‘boğaz’ şeklinde geçmektedir (DLT II: 24; DanKelly,
265
1985, 75). Harezm Türkçesinde ise bogaz (Nehc. 18/6) ve boguz (KutbHŞ: 35)
biçimlerinde yer almaktadır. Kıpçak Türkçesinde ise bogaz, bogag, bogar, boguz ve
bovaz biçimlerinde rastlanmaktadır (KTS: 34).
Ramstedt ve Poppe Tü. bogaz, boguz, bogazla, boguzla- ve Moğ. bogorla- ‘boğazı
kesmek’ biçimlerini karşılaştırmışlardır (RKWb: 54; Poppe, 1960, 21). Doerfer
sözcüğün Farsçaya bugaz biçiminde geçtiğini aktarır (TMEN II: 792).
(HBD, 60: 8)
tire ahım her dem andak tolgaşur bogzumga kim
çıkkalı koymas köŋüldin nale vü efgannı dud
(GS, 129: 6)
söz ‘söz, lafız, kelam’ (< *sö- ‘söylemek’ -z) biçimi –(X)z eki ile eylemden türemiş
bir addır. Sözcük Çağatayca sözlüklerde ‘söz, konuşma, lafız, lakırtı’ anlamında
kaydedilmiştir (Seng. 248r12; LÇ: 190a).
Eski Türkçeden beri görülen sözcük Eski Uygurcada söz ‘söz; konuşma’ biçiminde
görülmektedir (TT V: 8; TT VII: 28). DLT’de söz ‘söz; konuşma’ (DLT III: 124;
DanKelly, 1985, 167), KB’de söz ‘söz; konuşma’ (KB: 124) şeklinde geçmektedir.
Harezm Türkçesinde ise söz ‘söz; konuşma’ (KutbHŞ: 160) biçiminde yer
almaktadır. Kıpçak Türkçesinde ise söz ‘söz; konuşma’ (KTS: 241) biçiminde
rastlanmaktadır.
266
Etimolojik sözlüklerde sözcük için ‘söz, konuşma’ anlamı kaydedilmiştir (VEWT:
430; DTS: 511; EDPT: 860b). Brockelmann, Gabain ve Talat Tekin, sözcüğün
kökünü *sö- biçiminde bir eyleme dayandırmışlardır (Gabain, 1941 (20003), 55;
Brockelmann, 1954, 142; Tekin, 2000, 94). Tekin, sözcüğü Çuv. śĭımah ‘söz’ ile
karşılaştırmıştır (Tekin, 2000, 94). Mustafa Kaçalin de *sö ‘söz’ün başlı başına bir
kök olmasının muhtemel olduğunu belirtmiştir (Kaçalin, 2006, 111).
(HBD, 61: 1)
(HBD, 64: 6)
uz: –(X)z ekiyle türeyen bir sözcük Çağataycada ‘ehil, usta’ anlamıyla görülen uz
‘usta, mahir’ (< u- ‘muktedir olmak’ –z) sözcüğüdür. Bu sözcük hem ad hem de sıfat
olarak kullanılmıştır. Çağatayca sözlüklerde ‘usta, tecrübeli, becerikli, mahir; cevher’
anlamıyla kaydedilmiştir (Seng. 73v3; LÇ: 32a).
(HLN: 45)
yavuz ‘kötü, fena’ (< *yav- ‘kötüleşmek’ -uz) sözcüğü Eski Türkçeden bu yana
kullanılmış bir sözcüktür. Burada –(X)z eki bir eyleme gelerek sıfat türetmiştir.
Çağatayca sözlüklerde ‘kötü, fena’ anlamlarıyla kaydedilmiştir (Seng. 340r27; LÇ:
301b).
Sözcük Eski Türkçeden beri görülmektedir. Eski Uygurcada yavız biçiminde ‘kötü,
fena’ anlamında görülmektedir (Suv. 101/17). DLT’de yavuz ‘kötü’ biçiminde
geçmektedir (DLT III: 10; DanKelly, 1985, 219). Harezm Türkçesinde ise yawuz
‘kötü’ (‘Ali: 8 [EDPT: 881b-882a]), yavuz ‘kötü’ (Nehc. 252/12) biçimlerinde yer
almaktadır. Eski Kıpçakçada da sözcük yavuz ‘kötü, fena; vahşi’ anlamlarıyla
geçmektedir (KTS: 316).
Aşağıdaki örnekte de yavuz ‘kötü, fena’ sözcüğü közler sözcüğünden önce gelerek
onu nitelemiştir.
yavuz közler yüzüŋdin dur bolsun
cemaliŋdin cihan ma‛mur bolsun
(TN: 180)
268
çün allıma koymadıŋ yavuz yol
seyr içre nasibim éyle tüz yol
(LM: 109)
3.1.11. –gXn
Geçişsiz eylemlerden etken eylem sıfatı anlamını taşıyan sıfatlar, geçişli eylemlerden
de edilgen adlar türeten bir ektir. Bang bu ekin kökeninin kökteki ünlünün
değişmesiyle gan sözcüğüne bağlamaktadır (Bang, UJb 14: 199 [Räsänen, 1957,
130]). Kotwicz bu ekin kı, ku + n eklerinden türediğini ileri sürmüştür (Räsänen,
1957, 130).
azgun ‘azgın, azılı, asi, tuğyan’ (< az- ‘azmak’ -gun) sözcüğü az- eylemine -gXn
ekinin getirilmesiyle türemiş bir ad biçimidir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde azgun
biçiminde ‘dengesini kaybetmiş, asi, serkeş’ anlamıyla kaydedilmiştir (Seng. 39r9;
LÇ: 11b).
269
Osmanlıcada azgun/azkun ‘hatalı, yanlış, gerçekten sapmış’ biçiminde geçmektedir
(TTS II: 86).
(FK, 346: 7)
çapkun ‘akın, hücum; yağma; boran, tufan; hızlı koşan kara at’ (< çap- ‘vurmak,
kesmek; sürmek; seğirtmek, (at) koşturmak’ -kun) sözcüğü çap- ‘vurmak, kesmek;
sürmek; seğirtmek, (at) koşturmak’ eylemine –gXn ekinin getirilmesiyle türemiş bir
ad biçimidir. Sözcük Çağatayca sözlüklerden Lugat-i Çağatay’da çapgun biçiminde
‘serseri; tufan, iclaf, boran, evbaş’ gibi anlamlarla kaydedilmiştir (LÇ: 145a).
(FV, 346: 6)
(SD: 191)
270
kaçkun ‘kaçıcı, firar edici’ (< kaç- ‘kaçmak’ -kun) sözcüğü kaç- ‘kaçmak’ eylemine
–gXn ekinin getirilmesiyle türemiş bir ad biçimidir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde
kaçkun biçiminde ‘kaçıcı, firar edici’ anlamıyla kaydedilmiştir (LÇ: 214b; DTO:
395).
Sözcük DLT’de kaçgın ‘kaçıcı, firar edici’ (DLT I: 21; DanKelly, 1985, 122)
anlamıyla görülmektedir.
(KUŞ, XXXI: 5)
kavgun ‘kovalama, takip; kovalayan, takipçi’ (< kov- ‘kovmak’ -gun) sözcüğü kov-
‘kovmak’ –gXn ekinin getirilmesiyle türemiş bir ad biçimidir. Sözcüğe Seba-i
Seyyare’de rastlıyoruz. Sözcük Çağatayca sözlüklerden Dictionnaire turk-oriental’de
kavgun biçiminde ‘takipçi, kovalayan’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTO: 411).
(SS: 3221)
ötkün ‘geçmiş, geçen; temren’ (< öt- ‘geçmek’ -gün) sözcüğü öt- ‘geçmek’
eylemine -gXn ekinin getirilmesiyle türemiş bir ad biçimidir. Sözcük Çağatayca
sözlüklerde ötgün biçiminde ‘okun demir yeri, geçmiş, geçen’ anlamıyla
kaydedilmiştir (LÇ: 25a; DTO: 44).
271
Çağatayca’dan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde bu anlamıyla sözcüğe rastlamadık.
Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da ‘geçmiş, geçen; temren’ anlamındaki ötkün
sözcüğü için herhangi bir kayıt bulamadık.
(FK, 464: 6)
(HBD, 196: 4)
satkun ‘satın’ (< sat- ‘satmak’ -kun) sözcüğü sat- ‘satmak’ eylemine –gXn ekinin
getirilmesiyle türemiş bir ad biçimidir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde satkun
biçiminde ‘satın’ anlamıyla kaydedilmiştir (Seng. 229r9; LÇ: 177a; DTO: 333).
Eski Uygurcada satgın ‘satın’ (U IV: 36; TT VII: 39); Harezm Türkçesinde satun
‘satın’ (‘Ali: 56 [EDPT: 800a]); Eski Kıpçakçada satın, satın, satun ‘satın’ (KTS:
228) biçimlerinde görülmektedir.
(SS: 4249)
(NT: 107)
toygun ‘doygun, doymuş’ (< toy- ‘doymak’ -gun) sözcüğü toy- ‘doymak’ eylemine –
gXn ekinin getirilmesiyle türemiş bir ad biçimidir. Sözcük Çağatayca sözlüklerden
Lugat-i Çağatay’da toygun biçiminde ‘serseri; tufan, iclaf, boran, evbaş’ gibi
anlamlarla kaydedilmiştir (LÇ: 145a).
272
belirttiği bu sözcükle Çağataycada rastladığımız toygun aynı sözcük değildir (EDPT:
568b).
(NN, 26: 6)
tutkun ‘esir’ (< tut- ‘tutmak’ -kun) sözcüğü tut- eylemine –gXn ekinin getirilmesiyle
türemiş bir ad biçimidir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde tutkun ve tutgun biçiminde
‘esir, tutsak, giriftar’ anlamıyla kaydedilmiştir (Seng. 169v10; LÇ: 114a).
Karahanlı Türkçesi metinlerinde tutgun ‘tutuklu, esir (DLT I: 438; DanKelly, 1985,
202; KB: 373) şeklinde rastladığımız sözcük, Eski Kıpçakçada tutkun ve tutgun ‘esir,
hapis, tutsak’ biçimlerinde görülmektedir. Sözcüğe Osmanlıcada da dutgun
biçiminde rastlıyoruz (TTS II: 330, 908).
(ŞHD: 139a9)
(LM: 3206)
uçkun/gun ‘kıvılcım’ (< uç- ‘uçmak’ – g/kun) sözcüğü uç- ‘uçmak’ eylemine –gXn
ekinin getirilmesiyle türemiş bir ad biçimidir. Sözcük Çağatayca sözlüklerden Lugat-
i Çağatay’da uçkun biçiminde ve ‘şerar, kıvılcım’ anlamlarıyla kaydedilmiştir (LÇ:
27a).
273
Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesi metinlerinde rastlamadığımız sözcük Harezm
Türkçesinde uçkun ‘kıvılcım’ şeklinde geçmektedir (Nehc. 120/15). Sözcüğe Eski
Kıpçakçada da uçkun ‘kıvılcım’ biçiminde rastlanmaktadır (KTS: 291).
Sözcük Räsänen tarafından uç maddesi altında Çağ., Osm. uç-kun ‘kıvılcım’, Kmk.
uçgun ‘kıvılcım’, Kaz. öçkön ‘kıvılcım’ şeklinde aktarılmıştır (VEWT: 509).
(FV, 195: 1)
(LM: 687)
üzgün ‘taşkın’ (< üz- ‘kesmek, koparmak’ - gün) sözcüğü üz- eylemine –gXn ekinin
getirilmesiyle türemiş bir ad biçimidir. Sözcük Çağatayca sözlüklerden Lugat-i
Çağatay’da üzgün biçiminde ‘taşkın’ anlamıyla kaydedilmiştir (LÇ: 33a).
(HBD, 196: 3)
yutgun ‘burgaç, girdap’ (< yut- ‘yutmak’ -gun) sözcüğü yut- ‘yutmak’ eylemine -gXn
ekinin getirilmesiyle türemiş bir ad biçimidir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde yutgun
biçiminde ‘burgaç, girdap’ anlamıyla kaydedilmiştir (LÇ: 304a; DTO: 544). Sözcüğe
taradığımız Çağatayca metinlerde rastlamadık.
yangunçı ‘yakıcı’ (< yan- ‘yanmak’ -gun+çı) sözcüğü yan- ‘yanmak’ eylemine -gXn
ekinin getirilmesiyle türemiş bir ad biçimidir. Sözcüğe Çağatayca sözlüklerde
rastlamadık.
(KUŞ, XXXI: 5)
3.1.12. –(X)l
Eylemin sonucunu bildiren adlar türeten bir ek olan –(X)l çok sık kullanılan bir ek
değildir. Gabain bu ekin Eski Moğolcada da aynı olduğunu belirtmekte ve Eski
Türkçede bu ekle ınal ‘bakan gibi yüksek bir mevki ünvanı’ (< *ına- ‘inanmak,
güvenmek’ -l), kısıl ‘boğaz, vadi’ (< kıs- ‘kısmak’ -ıl), tükel ‘bütün, hep’ (< tüke-
‘tükenmek, bitmek, yeterli olmak’ -l), osal ‘ihmalkar’ (< osa-l; krş. osan- ‘gafil
olmak’ < *osa-n-) gibi sözcüklerin türetildiğini ifade etmektedir (Gabain, 1941
(20003), 53). Erdal, bütün -(X)l’lı biçimlerin iki heceli olduğunu, çoğunun da sıfat,
bazen de zarf olduklarını belirtmiştir. Ayrıca -(X)l’lı biçimlerin genellikle geçişsiz
eylemlerden geldiğini ve onların öznesini gösterdiğini de ifade etmiştir (Erdal, 1991,
330).
(BabD, 33: 6)
tükel ‘hepsi, tümü’ (< tüke- ‘tükenmek, bitmek, yeterli olmak’ -l) sözcüğü de tüke-
‘tükenmek, bitmek, yeterli olmak’ eylemine eklenen –(X)l ekiyle türemiş bir sıfattır.
Eski Türkçeden beri görülen yaygın bir kullanımdır. Çağatayca sözlüklerde tükel
‘araştırma, dikkatli araştırma; teftiş; muayene, ser-rişte, tamamı’ şeklinde
anlamlandırılmıştır (Seng. 183r6; LÇ: 123b).
Sözcük Eski Türkçeden beri görülmektedir. Eski Uygurcada tükel ‘bütün, tam, hepsi’
biçiminde geçmektedir (U II: 79). DLT ve KB’de de tükel biçiminde ve ‘tam,
tamamen’ anlamında görülmektedir (DLT I: 412; DanKelly, 1985, 204; KB: 116).
Harezm Türkçesinde ise tükel ‘bütün, tüm, tamamen’ şeklinde geçmektedir (KutbHŞ:
189). Eski Kıpçakçada da tükel, dükel ve tügel ‘mükemmel, tam, tamamen’
biçimlerinde sözcüğe rastlanmaktadır (KTS: 287). Osmanlıcada ise dügeli, tükeli ve
tügeli ‘tümü, tamamı’ biçimlerinde sözcüğü buluruz (TTS I: 238).
Räsänen tük ‘tam, bütün’ maddesinde verdiği sözcüğü Uyg. tüke-l ‘tam, bütün,
eksiksiz’ şeklinde aktarmış, Çağ.’da tüke- kökünden türemiş tüge-n- ‘tükenmek’,
tüge-t- ‘tüketmek’ ve töküz ‘dolu’ biçimlerini aktarmıştır, ayrıca Räsänen sözcüğün
Moğ. tegüs < *teküs ‘tam, bütün, eksiksiz’ biçiminde yer aldığını Poppe’ye
dayanarak aktarmıştır (VEWT: 504). Clauson sözcüğü tüke- ‘tükenmek, bitmek,
yeterli olmak’ eylemine dayandırmış ve ‘bütün, tam’ şeklinde anlamlandırılmıştır
(EDPT: 480b).
276
kılduk biz va artukluk bérdük … anda cihanilarga ya’ni Şam vilayatı va tükel
barakat paygambar
(ÇKT: 26b19)
(HLN: 6)
‘Leşler alayı; alay; tertip, dizi’ anlamındaki yasal (< yasa- ‘düzenlemek’ -l)
sözcüğünde ekin eylemden ad türettiği görülmüştür. Sözcük Çağatayca sözlüklerde
‘saf, dizi, tertip’ anlamlarıyla yer almaktadır (LÇ: 293b). yasal sözcüğü günümüzde
‘yasanın, dinin ve kamu vicdanının doğru bulduğu, yasalara uygun, kanuni, meşru,
legal’ gibi anlamlarda kullanılmaktadır.
(LM: 1837)
(LM: 1837)
yéŋil ‘hafif’ (< yéni- ‘hafif olmak’ -il) sözcüğü –(X)l ekiyle türemiş bir sıfattır.
Sözcük Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta yüŋül ve yéŋil ‘hafif’ biçimlerinde
görülmektedir (Seng. 347r13).
Sözcük İbni Mühenna Lugatinde yüŋül (yüngül?) ‘hafif’ biçiminde geçmektedir (Rif.
151). Eski Kıpçakçada da sözcüğe yeŋil, yegin, yeŋül, yeyni, yiŋil, yugul, yüŋül
‘hafif’ biçimlerinde rastlıyoruz (KTS: 318).
277
yéni- ‘hafif olmak’ köküne bağlanmış ve ‘hafif’ şeklinde anlamlandırılmıştır (EDPT:
950b).
Aşağıdaki örnekte de yeŋil ‘hafif’ sözcüğü bi-had sözcüğünden önce gelerek onu
nitelemiştir.
(DN: 259)
3.1.13. –dU
Bu ek soyut ve somut adlar türetmek için kullanılır. Marcel Erdal bu ekin temel
olarak geçişli eylemlerin nesnesine, geçişsiz eylemlerin de öznesine işaret eden adlar
türettiğini ifade eder (Erdal, 1991, 332).
egdü ‘kılıç kını ve kılıç kınına benzer bir şeyler koymak için kullanılan ucu eğri
bıçak’ (< eg-dü) (DLT I: 125; DanKelly, 1985, 20), tamdu ‘alevli ateş’ (< tam-du)
(DLT I: 418; DanKelly, 1985, 176), umdu ‘itek, dilek, tamah’ (< um-du) (DLT I:
125, DanKelly, 1985, 54; KB: 2616, 2725, vb.).
yagdu ‘ışık, parlaklık’ (< *yag- ‘parlamak’ -du) sözcüğü Çağataycada değişik
biçimlerde görülmektedir. Çağatayca sözlüklerde sözcüğe yaktu, yagtu biçimlerinde
ve ‘nûr, ziya, aydınlık, ışıklı, parlak’ anlamlarıyla rastlamaktayız (LÇ: 296b; Seng.
334v; DTO: 530).
278
Räsänen sözcüğü yak maddesi altında Çağ. yagtu ve yagtu biçimlerinde aktarmıştır
ve gelişimini < yak-tu ya da *ya-t-gu biçimlerinde açıklamıştır (VEWT: 178).
Clauson sözcüğü *ya- köküne bağlamış ve ya-n-, ya-k-, ya-l- gibi genişlemiş
biçimlerini göstermiştir (EDPT: 897a). Eraslan’a göre sözcüğün ya- köküne bağlı
olduğu aşikardır. Ona göre, asli biçim yatgu kabul edilirse, -t- eylemden eylem
yapma eki, -gu ise sıfat eylem olur. yaktu biçimi asli kabul edilirse –k- eylemden
eylem yapma eki, -tu ise Räsänen’in ifade ettiği gibi Eski Türkçede de görülen
eylemden ad yapma eki olur (Eraslan, 1999, 325-6).
Mevlana Sekkâki Divanında sözcük yahtu biçiminde geçmiştir (Eraslan, 1999, 325).
(SD: 3)
(BV, 536: 5)
(NN, 380: 6)
3.1.14. –(X)ŋ
Çok sık bir kullanıma sahip olmayan –(X)ŋ eki geçişsiz eylemlerden eyleyici adlar ve
sıfatlar, geçişsiz eylemlerden de nesne adları ve sıfatlar türetir.
üsteŋ ‘üstün, galip’ (< üste- ‘kazanmak, artmak’ -ŋ) (KB: 1796, 1948, vb), yalıŋ
‘çıplak’ (< *yal- ‘soymak, açmak’ -ıŋ) (KB: 1098, 2296, vb).
iriŋ sözcüğü Eski Uygurcadan beri Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada iriŋ ‘irin’ (U II: 61), DLT’de iriŋ ‘irin, cerahat’ (DLT I: 135), Harezm
Türkçesinde iriŋ ‘irin, cerahat’ (Nehc: 331, 12); Eski Kıpçakçada ise iriŋ, irin ‘irin,
cerahat’ (KTS: 113), Osmanlıcada iriŋ ‘irin, cerahat’ (Seng. 100v4) biçimlerinde
görülmektedir.
(ŞTe: 100b2)
yalıŋ, yalaŋ ‘çıplak’ (< *yal-ıŋ ?) sözcüğü –(X)ŋ ekinin *yal- eylemine getirilmesiyle
türemiş bir ad gövdesidir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde yalıŋ, yalaŋ biçiminde ve
‘yalın, çıplak, dikilmemiş kumaş’ anlamlarıyla görülmektedir (Seng. 336v. 4; LÇ:
298b).
yalıŋ sözcüğü Eski Uygurcadan beri Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada yalıŋ ‘çıplak’ (TT VI: 14), DLT’de yalıŋ ‘çıplak’, KB yalıŋ (DLT III:
373; KB: 2289), Harezm Türkçesinde yalıŋ ‘çıplak’ (KutbHŞ: 66); Eski Kıpçakçada
ise yalıŋ, yalan, yalaŋ, yalın ‘çıplak, yalın’ (KTS: 308) biçimlerinde görülmektedir.
280
Erdal ise sözcüğün yalın- ‘soymak, soyunmak’ eylemi ile ilişkili olması gerektiğini
savunmuştur (Erdal, 1991, 338).
(HBD, 142: 1)
köŋülleri topçak sikritürdin aram tapmak, sözleri baş yalaŋ yüzge çapmak
(MKb: 11b5)
3.1.15. –I ve –şI
Alet adları, soyut adlar ve ş eylemden eylem yapım ekiyle genişlemiş eylemlerden
soyut ve somut adlar türetir. Marcel Erdal bu ekin geçişli eylemlerin nesnesine,
geçişsiz eylemlerin de öznesine işaret eden adlar ve sıfatlar türettiğini belirtmektedir.
Erdal bu ekin şu nedenlerden ötürü eylemden ad yapan bir ek olduğunu açıklar:
1. –I ile genişlemiş olarak bulunan eylemler –A ve –U gibi başka ünlülü zarflardan
gelişmişlerdir.
2. –I ekli sözcükler ad ve sıfat olarak kullanılır, oysaki zarf eylemler devamlı sürette
zarf işlevindedirler.
3. –I ile genişlemiş sözcükler geçişli eylemlerin nesnesine, geçişsiz eylemlerin de
öznesine işaret eden adlar ve sıfatlar türettir, bu yüzden de hem geçişli hem de
geçişsiz tutum gösterirler (Erdal, 1991, 340).
Ek, Karahanlı Türkçesi metinlerde de yaygın sayılabilecek bir ektir. DLT ve KB’de
rastladığımız çeşitli örneklerde alet adları, soyut ve somut adlar türettiği görülür. Bu
metinlerde rastladığımız bazı örnekler şunlardır: bükri ‘eğri’ (< *bükir- ‘büktürmek,
eğdirmek’ -i) (DLT I: 420, DanKelly, 1985, 83; KB: 6157), köni ‘dik, doğru, gerçek’
(< kön- ‘doğrulmak, düzelmek’ -i) (DLT III: 239, DanKelly, 1985, 109; KB: B 29,
36, 52), ogrı ‘hırsız’ (*ogur- u ; krş. *or- < *ogur- bakınız Tekin, 1994a, 269) (KB:
313, 1737, vb.), takı ‘daha’ (< tak- ‘eklemek’ -ı) (KB: A 6, A 7, A 8), vb.
281
Çağataycada da bu ek yaygın olarak görülür. Çağataycada da ek, eylemlerden soyut
ve somut adlar türetmiştir.
ayrı ‘ayrı’ (< adır- ‘ayırmak’ -ı) biçimi adır- ‘ayırmak’ eylemine –I eylemden ad
yapan ekinin eklenmesiyle türemiştir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde ayrı, ayru
biçimlerinde ‘ayrı, ayrılmış; suçluların boyunlarına konulan çatal şeklindeki ağaç
parçası; iki hörgüçlü deve’ anlamlarıyla görülmektedir (Seng. 57r18, 57r23; LÇ: 50a;
DTO: 107).
Sözcük Clauson’da adır- eylemine dayandırılmış, ‘çatallı, ayrı, çatallı bir nesne’
karşılığını vermiştir (EDPT: 63b). Diğer etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda da
sözcük ‘ayrı, ayrık’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 30; DanKelly, 1985, 4). Marcel
Erdal de sözcüğü adır- ‘ayırmak (geçişli)’ eylemine dayandırmıştır (Erdal, 1991,
340).
(ŞTe: 100b6)
(GS, 14: 1)
egri ‘eğri’ (< *egir- ‘eğirmek, çevirmek’ -i) biçimi de *eg-ir- ‘eğdirmek, çevirmek’
eylemine –I eylemden ad yapan ekinin eklenmesiyle türemiş bir ad gövdesidir. *egir-
eyleminin sıfatıdır. Çağatayca sözlüklerde egri biçiminde ‘eğri, düz olmayan; bir
müzik aleti’ anlamlarında kaydedilmiştir (Seng. 109r; LÇ: 56a; DTO: 122).
282
egri sözcüğü Eski Türkçeden beri Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada egri ‘eğri, kıvrık’ (TT I: 110); DLT’de egri ‘eğri, kıvrılmış’ (DLT I: 127;
DanKelly, 1985, 20); Harezm Türkçesinde egri ‘eğri, kıvrık’ (KutbHŞ: 19); Eski
Kıpçakçada ise eğri, igri ‘eğri, kıvrık’ (KTS: 70), Osmanlıcada egri ‘kıvrılmış, eğri;
polo sopası’ (TTS II: 364; IV: 281) biçimlerinde görülmektedir.
Räsänen *egir, *egür maddesinde verdiği sözcüğü Çağ’dan egri ‘eğri, çarpık’
şeklinde aktarmıştır. Räsänen ayrıca sözcüğün gelişimini *eg-ir-i biçiminde
açıklamıştır (VEWT: 37-38). Clauson sözcüğü egir- ‘eğirmek, çevirmek’ eylemine
dayandırmış, sözcüğe ‘eğri, kıvrık’ anlamını yüklemiştir (EDPT: 112b). Sözcük
UW’de de *egir-i biçiminde açıklanmıştır (UW: 358b). Marcel Erdal da sözcüğün
kökünü eg-ir- ‘eğirmek’ eylemine dayandırmış ve bu eylemin nesne adı olduğunu
ifade etmiştir (Erdal, 1991, 340).
(NN, 516: 4)
(LM: 446)
karşu ‘karşı’ (< karış- ‘bir başkasına karşı olmak, birisiyle anlaşamamak’ -u; krş.
karşı) sözcüğü karşu < kar-ış-u biçiminde gelişmiş bir sözcüktür. Çağatayca
sözlüklerde karşı ve karşu ‘karşı, mukabele, kabil’ biçiminde görülmektedir (Seng.
272r7; LÇ: 217b; DTO: 400).
karşu sözcüğü Eski Türkçeden beri Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada karşı ‘karşı’ (TT VII: 12); DLT’de karşı ‘karşı’ (DLT I: 423; DanKelly,
1985, 131); Harezm Türkçesinde karşı ‘karşı’ (KutbHŞ: 133); Eski Kıpçakçada ise
karşı, karşu, karş ‘karşı’ (KTS: 129), Osmanlıcada karşı/karşu ‘karşı’ (TTS I: 427;
TTS II: 594; TTS III: 417; TTS IV: 478) biçimlerinde görülmektedir.
283
(EDPT: 663b). Clauson karış- eylemini de *kar- biçiminde bir eyleme bağlamıştır
(EDPT: 663b). Marcel Erdal, sözcüğü karış- eylemine bağlamış kar- eylemi ile
anlamsal bağlantısının olmadığını belirtmiştir (Erdal, 1991, 342).
(KUŞ, XV: 7)
(TN: 78)
koŋşu ‘komşu’ (< konış-ı; krş. konşı < *konuş-) sözcüğü konış-ı biçiminde gelişmiş
bir sözcüktür. koŋşı, konşı ve koşnı biçimlerinde Çağatayca sözlüklerde görülen
sözcük için ‘komşu’ anlamı verilmiştir (Seng. 291v10, 288v13, LÇ: 241a, DTO:
439).
koŋşu sözcüğü Eski Türkçeden beri Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada konşı ‘komşu’ (USp. 109b8-9 [EDPT: 640b]); DLT’de koşnı ve konşı
‘komşı’ (DLT I: 435; DLT III: 220, 17; DanKelly, 1985, 144); Harezm Türkçesinde
konşı (KutbHŞ: 140) ve koŋşı (Nehc: 91/16); Eski Kıpçakçada ise konşı, konş, koŋşı,
konşu, konaş ‘komşu’ (KTS: 153), Osmanlıcada konşı/koŋşı ‘komşu’ (TTS I: 481;
III: 472; IV: 537) biçimlerinde görülmektedir.
Türkçe koŋşu biçimi son olarak -nç-’nin -m-’ye çevrilmesi sonunda komşu biçimini
almıştır.
Räsänen Çağ. konuş maddesinde verdiği sözcüğün < ko-n-uş-ı biçiminde geliştiğini
aktarmıştır (VEWT: 279). Genel görüş sözcüğün Türkçe konuş- eyleminden –I ekiyle
yapıldığı yönündedir. Clauson da bu görüşe katılmıştır. (EDPT: 640b). Marcel Erdal
sözcüğün kon- eyleminden –şI ekiyle türediğini belirtmiştir (Erdal, 1991, 344).
Hasan Eren ise sözcüğü ‘yakın yerlere konan veya yakın yerlerde oturan kimselerin
birbirlerine göre aldıkları ad’ şeklinde tanımlamış, eski kaynaklarda konşu (ve koŋşu)
olarak geçtiğini belirtmiştir (TES: 250).
284
llah meniŋ koŋşum Yuhanna kéçe bile öziniŋ koylarını otlatur égendür meniŋ
ékinimge kirip-dürler
(ÇKT: 27a21)
(SD: 769)
kuyı ‘kuyu’ (< kuy- (ET *kud-) ‘dökmek’ -ı) sözcüğü *kuy- ‘dökmek’ eylemine –I
ekinin eklenmesiyle türemiş bir sözcüktür. Çağatayca sözlüklerde kuyı ‘kuyu’
biçiminde görülmektedir (Seng. 292v24; DTO: 442).
kuyı sözcüğü Eski Türkçeden beri Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada kudug ‘kuyu’ (TT I: 102; U I: 8); DLT’de kudug ‘kuyu’ (DLT I: 375;
DanKelly, 1985, 146); Harezm Türkçesinde kudug ‘kuyu’ (KutbHŞ: 142; Nehc.
135/4) ve kuyug ‘kuyu’ (KutbHŞ: 143); Eski Kıpçakçada ise kuyı, kuyu, kuyug
‘kuyu’ (KTS: 166), biçimlerinde görülmektedir.
(GS, 96: 7)
(ŞTe: 82a2-3)
takı ‘dahi, de/da’ (< tak- ‘eklemek’ -ı) biçimi tak- ‘eklemek’ eylemine –I eylemden
ad yapan ekinin eklenmesiyle türemiştir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde takı, dagı,
285
dahı biçimlerinde ‘dahi, yine, hem, bir başkası, diğer’ anlamlarıyla görülmektedir
(Seng. 157v22, 223r22, 224r4, 57r19; LÇ: 101b; DTO: 201).
takı sözcüğü Eski Uygurcadan beri Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada takı ‘ve, ve dahi’ (TT III: 92; M I: 7/1; 8/4), DLT’de takı, dakı ‘de, dahi’
(DLT III: 226; DLT II: 195), Harezm Türkçesinde takı ‘dahi, ve de’ (KutbHŞ: 171);
Eski Kıpçakçada ise tagı, takı, dagı, dahı, dakı ‘ve, dahi, da, ile’ (KTS: 259),
Osmanlıcada dahı ‘de, dahi’ (TTS I: 171; TTS II: 250; TTS III: 162; TTS IV: 186)
biçimlerinde görülmektedir.
(LD: 459)
(LD: 859)
yahşı ‘iyi, güzel’ (< yak-ış- ‘yakışmak’ -ı) sözcüğü yak-ış- ‘yakışmak’ eylemine –I
ekinin eklenmesiyle türemiş bir sözcüktür. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta yahşı
‘iyi, güzel’ biçiminde görülmektedir (Seng. 326v26).
286
Sözcük etimolojik sözlüklerde yak-ış- ‘yakışmak’ eylemine dayandırılmış ve ‘iyi,
güzel’ anlamı verilmiştir (VEWT: 180; DTS: 238; EDPT: 908a). Marcel Erdal
sözcüğün yahşı < yak-ış-ı biçiminde geliştiğini belirtmiştir (Erdal, 1991, 344).
(TN: 67)
(FK, 3: 9)
Bu ek çok az kullanılan bir ektir. Erdal, OTWF’de bu ekin sonu /r/ ve /n/ ile biten
sözcüklerden sonra geldiğine dikkat çeker DLT’de bazı sözcüklerin hem –gUç’lu
hem de –çUk (-çUg)’lu biçimlerinin de bulunmasından hareketle bu iki ekin aynı
ekin değişik biçimleri olabileceğini ifade etmektedir (Erdal, 1991, 357-359). Erdal
ayrıca –gUç biçiminin –gU ekinin +(X)ç küçültme biçimiyle birleşmesinden oluşmuş
bir ek olduğunu da ileri sürmektedir (Erdal, 1991, 359).
(ŞHD: 38a1)
(GS, 471: 3)
titregüç ‘baş süsü, tuğ, kadınların zineti’ (< tirtir+e- ‘titremek’ - güç) sözcüğü titre-
eylemine –güç ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcük diğer Çağatayca
metinlerde ‘baş süsü, tuğ, kadınların zineti, sorguç’ şeklinde kaydedilmiştir (LÇ :
131a; DTO : 253).
288
éy Hüseyni yétti kevkebde temenna bar bu kim
(HBD, 121: 7)
(GS, 264: 4)
yélpigüç ‘yelpaze’ (< yélpi- ‘esmek, yelpazelemek’ -güç) sözcüğü yélpi- eylemine -
güç ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde
‘yelpaze’ anlamıyla verilmiştir (LÇ: 314a; DTO: 557).
(MKb: 73b3)
çatlaguç ‘sakız’ (< çatla- ‘çatlamak’ -guç) sözcüğü de sözcüğü çatla- ‘çatlamak’
eylemine –guç ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcük Çağatayca
sözlüklerde ‘sakız, şaklatılan şey’ anlamıyla verilmiştir (LÇ: 145b; DTO: 273).
289
örgüç ‘atın yelesini örmek için kullanılan tarak, deve hörgücü, örülmüş saç’ (< ör-
‘örmek; yükselmek’ -güç) sözcüğü de ‘örmek; yükselmek’ eylemine –güç ekinin
eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde örgüç ve örküç
biçimlerinde ‘atın yelesi örgüsü, devenin hörgücü; (mec.) dağın tepesi, yükselti,
burç’ anlamıyla verilmiştir (Seng. 71r. 25; LÇ: 30a; DTO: 56).
Räsänen örkü maddesi altında Çağ. örkeç, Osm. örgüç, Kaz. örköş, OT örküç
biçimlerini aktarmıştır. Ayrıca Räsänen sözcüğün Moğ.’da örgü, ergü ‘yükselmek,
kalkmak’ biçimlerinde yer aldığını da aktarmıştır (VEWT: 375). Clauson sözcüğün
örgüç < ör-güç biçiminde geliştiğini belirtmiş ‘yükselen ya da fırlayan bir şey, harf.
devenin hörgücü’ şeklinde anlamlandırmıştır (EDPT: 223b).
Sevortyan, örgüç, örkeç ve örkü biçimlerinin ör- kökünden kalma türevler olduğunu
belirtmektedir (ÊSTYa, 1974, 548-549). DanKelly’de de sözcük ör- ‘örmek’ köküne
dayandırılmıştır (DanKelly, 1985, 48).
3.3.1. –(X)gçI
Eski Türkçeden beri en sık kullanılan eklerden birisi olan bu birleşik ek eylemde
belirtilen işi sık ya da sürekli yapan anlamında adlar, yani eyleyici fail adları türetir.
Marcel Erdal bu ekin ikinci unsuru +çI olan bir ek dizisi olduğunu ve fail adları
türettiğini belirtmiştir (Erdal, 1991, 371). Gülsevin, bu ekin EAT döneminde –yIcI
biçiminde bulunduğunu belirtir (Gürsevin, 1997, 137). Talat Tekin ise bu eki eyleyici
adlar türeten bir ek olarak tanımlamakta, -(X)nçU biçiminde vermekte ve Orhon
Yazıtlarında geçen küzençü ‘koruyucu’, ezençü ‘öncü’ (Altınköl I: ön 2) sözcüklerini
bu ekle türetilen adlara örnek göstermektedir (Tekin, 2000, 94).
290
Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesinde bu birleşik ek biçimiyle biçimlenmiş az
sayıda sözcüğe rastlarız. Bunlardan bazıları şunlardır: okıgçı ‘davetçi’ (< okı- ‘davet
etmek’ -g+çı) (KB: 1973), satıgçı ‘satıcı, tüccar’ (< sat- ‘satmak’ -ıg+çı) (KB: 2801,
vs), vb.
tapukçı ‘hizmetçi’ (< tap- ‘hizmet etmek’ -ug/k+çı) sözcüğü de tap- ‘hizmet etmek’
eylemine eylemden ad yapan –(X)g ve addan ad yapan +çI eklerinin eklenmesiyle
türemiş bir biçimdir. Çağatayca sözlüklerde ‘ibadet eden, hizmetçi’ karşılığı
verilmiştir (Seng. 151v10; DTO: 193).
tapukçı sözcüğü Eski Türkçeden beri Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada tapıgçı ‘hizmetçi’ (U II: 22/2); tapagçı (TT X: 249); DLT ve KB’de
tapugçı ‘hizmetçi’ (DLT I: 376; DanKelly, 1985, 177; KB: 99, 590, 842, 1554);
Harezm Türkçesinde tapugçı ‘hizmetçi’ (KutbHŞ: 168); Eski Kıpçakçada ise
tapugçı, tapuçı ‘hizmetçi’ (KTS: 263) biçimlerinde geçmektedir.
İlk defa Eski Uygurcada tapıgçı biçiminde görülen sözcük için etimolojik
sözlüklerde ve kaynaklarda ‘hizmetçi, ibadet eden’ anlamları verilmiştir (DTS: 535;
EDPT: 438b).
(DN: 821)
3.3.2. –(X)mlXg
291
(KB: 3782), serimlig ‘sabırlı’ (< ser- ‘sabır etmek’ -im+lig) (KB: 1310, vs), kınımlıg
‘çabalayıcı’ (< kın- ‘çabalamak’ -ım+lıg) (BT III: 902), vs.
bilimlik ‘bilgili, akıllı, zeki’ (< bil- ‘bilmek’ -im+lik) biçimi bil- eylemine addan
eylemden ad yapan –im ve addan ad yapan +lik ekinin eklenmesiyle türemiş bir
gövdedir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde bilimlig ‘daniş-mend, ‘arif, deki, dana,
hadık, hüner-mend’ şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 150r8; LÇ: 94b). Dictionnaire
turk-oriental’de ise bilig maddesinde bilimlik ‘bilgin’ şeklinde açıklanmıştır (DTO:
191).
Clauson biliglig maddesini açıklarken sözcüğün Çağataycada biliglik biçimi ile aynı
anlamda kullanıldığını Senglah’tan aktarmıştır (Seng. 150r8 [EDPT: 341b]).
Muhammed Burunduk Bég asru bilimlik kişi édi, bısyar sar-dar kişi édi
(BN: H170a9)
3.3. 3. –gA
292
ekin eski dönemlerden beri var olduğunun açık delili olduğunu ifade eder (Erdal,
1991, 376).
Bu ek Eski Türkçede bilge ‘bilge’ (< bil- ‘bilmek’ ge-), kısga ‘kısa’ (< kıs-ga) gibi
örneklerde görülmektedir. Karahanlı Türkçesinde de bu ekle biçimlenmiş sözcüklere
rastlanmaktadır. Bu dönemde genellikle soyut ve somut adlarla, alet adları
türetmiştir. öge ‘çok akıllı, müşavir’ (< *ö-ge) (KB: 1754, vs, DLT I: 90; DanKelly,
1985, 45), tamga ‘denize, göle veya dereye dökülen suyun kolu; damga, mühür’ (<
tam-ga) (DLT I: 424, DanKelly, 1985, 175; KB: 45, 1036), kölige ‘gölge’ (< *köli-
ge) (DLT I: 448, DanKelly, 1985, 109; KB: 173), tilge ‘dilim’ (< til-ge) (DLT I: 429;
DanKelly, 1985, 190), vb.
bilge ‘usta, ustaca’ (< bil- ‘bilmek’ ge) sözcüğü bil- ‘bilmek’ eylemine -ge eylemden
ad yapan ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcük Çağatayca metinlerde
‘usta, ustaca’ anlamında görülmektedir Genellikle sıfat görevinde kullanılmıştır.
Bazen bilge bilig, bilge biliglik biçiminde ikilemelerde de rastlanmaktadır.
bilge sözcüğü Eski Türkçeden beri Tarihi Türk Dillerinde geçmektedir. Orhon
Yazıtlarında bilge ‘bilge, akıllı’ (Toŋ: 7); Eski Uygurcada bilge ‘bilge, akıllı’ (Chuas.
183, TT III: 32, TT I: 106-7); DLT ve KB’de bilge ‘bilge, akıllı’ (DLT I: 428;
DanKelly, 1985, 72; KB: 8, 191, 263, 1678); Harezm Türkçesinde bilge ‘bilge,
akıllı’ (KutbHŞ: 32); Eski Kıpçakçada ise bilge ‘bilgin, âlim’ (KTS: 31),
Osmanlıcada bilge ‘akıllı kişi’ (TTS I: 99; TTS II: 142) biçimlerinde görülmektedir.
293
sin nedin cevr ü cefanı bilge tedbir éylediŋ
(ŞHD: 8b11)
ay Nevayi kıl fena hasıl ki ister çagda dost
bilge rüst éylep itek tiprerge bolgay sin ma‘ad
(GS, 128: 9)
kavga ‘kavga, savaş’ (< kav- ‘kovmak, deftetmek, kavga etmek’ -ga) sözcüğü de
kav- ‘kovmak, deftetmek, kavga etmek’ eyleminden –ga ekiyle türemiş bir gövdedir.
Sözcük Çağatayca sözlüklerden Dictionnaire turk-oriental’de kavga ‘kavga, savaş’
anlamında açıklanmıştır (DTO: 411).
Talat Tekin, “Bir TDK Yayını Üzerine” adlı makalesinde sözcüğün Farsça değil de
Türkçe olması gerektiğini ileri sürmektedir (Tekin, 1994d, 52-64). Mustafa Kaçalin
de sözcüğü kavga < *kav-ga < *kab- eylemine dayandırmış ve ‘ağız dalaşı, gürültü,
kalabalık’ anlamlarını aktarmıştır. Ona göre sözcüğün gelişimi gavga > kavga > kav-
biçimindedir. O da sözcüğün Farsça değil de Türkçe olması gerektiğini ileri
sürmektedir (Kaçalin, 2006, 208).
(ŞHD: 189a4)
tamga ‘damga’ (< tam- ‘damlamak’ ga) sözcüğü tam- ‘damlamak’ eylemine -ga
ekinin eklenmesiyle türemiş bir başka biçimdir. Sözcük tam- ‘damlamak’
eylemininin nesne adıdır. Çağatayca sözlüklerde sözcük için ‘damga, alamet, eser,
nişan; mühür ve nişan yapmakta kullanılan âlet; sorguç tepesi’ anlamları verilmiştir
(Seng. 161v13; LÇ: 111a; DTO: 217).
294
tamga sözcüğü Eski Türkçeden beri Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada tamga ‘damga’ (TT V: 8); DLT ve KB’de tamga ‘damga’ (DLT I: 424;
KB: 1036); Harezm Türkçesinde tamga ‘damga’ (Oğ. 98/9 [505a]); Eski Kıpçakçada
ise damga, damka, tag, tamga, tamha ‘damga, mühür’ (KTS: 55), Osmanlıcada da
damga ‘kızgın demirli hayvana vurulan nişan, damga’ (Meninski II, 1680, 2010)
biçimlerinde görülmektedir.
Gabain, ETG’de sözcüğü tamga, tamka biçimlerinde vermiş ve Skr. mudra ‘mühür,
damga, elin ve parmakların sihirli tavır ve hareketi’ denkliğini vermiştir (Gabain,
1941 (20003), 296). Doerfer bu sözcük için TMEN’de tamga ‘sıcak damga ile
vurulmuş işaret, yanık izi, yanık lekesi, mühür, damga, gümrük resmi’ karşılıklarını
vermiştir (TMEN II: 554). Clauson sözcüğün sonunda eski bir sontakı olan –gA
ekinin bulunduğunu ifade etmiş ve de sözcüğün Moğolcaya tamaga biçiminde
geçtiğini Kowalewski’den aktarmıştır (Kow. 1643 [EDPT: 504b-505a]). Marcel
Erdal sözcüğün tam- ‘damlamak’ biçiminden –gA eki ile türemiş olduğunu belirtmiş
ve geçişsiz tamıt- ‘alevlenmek’ eylemiyle ilişki kurmanın gereksiz olduğunu
açıklamıştır. Ona göre, bu yüzden tamga sözcüğü ‘damga’ nesnesini gösteriyorsa, bir
özne adı olarak yorumlanır (Erdal, 1991, 379). Talat Tekin, sözcüğün kökünü Uyg.
(Br.), DLT tamtur- ‘yakmak’, DLT tamdu, tamduk ‘alevlenmiş ateş’ biçimleriyle
karşılaştırmıştır ve tam- ‘yanmak’ biçiminde bir kök tasarlamıştır (Tekin, 1995, 96;
Tekin, 2000, 91).
(BV, 19: 6)
(SD: 151)
kısga ‘kısa’ (< *kıs- ‘kısaltmak, daraltmak’ -ga) sözcüğü *kıs- ‘kısaltmak,
daraltmak’ eylemine -ga ekinin eklenmesiyle türemiş bir başka biçimdir. Sözcük
295
genelde sıfat ve zarf işlevinde kullanılmaktadır. Çağatayca sözlüklerde kısga/kıska
biçiminde ‘kısa, alçak, cüce’ karşılığı verilmiştir (Seng. 297v8; LÇ: 247b, DTO:448).
kısga sözcüğü Eski Türkçeden beri Tarihi Türk Dillerinde geçmektedir Eski
Uygurcada kısga ‘kısa’ (U II: 42); DLT ve KB’de kısga ‘kısa’ (DLT II: 11, 20;
DanKelly, 1985, 138; KB: 348); Harezm Türkçesinde kıska, kısha (KutbHŞ: 149,
Nehc. 435/16); Eski Kıpçakçada ise kısga, kısha, kısa, kıska ‘kısa’ (KTS: 145)
biçimlerinde görülmektedir.
(FK, 461: 6)
(BV, 489: 5)
kölege ‘gölge’ (< köli- ‘gömmek gizlemek, saklamak’ -ge) sözcüğü de +gA ekiyle
türemiş bir biçimdir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde kölege biçiminde ve ‘gölge’
anlamıyla yer almaktadır (Seng. 308v25; LÇ: 260b; DTO: 475).
köleke sözcüğü Eski Türkçeden beri Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada kölige ‘gölge’ (Suv. 52/20); DLT ve KB’de kölige ‘gölge’ (DLT I: 448;
DLT III: 174; DanKelly, 1985, 109; KB: 4758); Harezm Türkçesinde kölige, köletke
‘hizmetçi’ (KutbHŞ: 101; Nehc. 408/15); Eski Kıpçakçada ise kölege, köledge,
köletge, köge, kölgey, kölige ‘hizmetçi’ (KTS: 157), Osmanlıcada da gölge ‘gölge’
(TTS: II 446; TTS III: 306; TTS IV: 350) biçimlerinde görülmektedir.
296
Räsänen sözcüğü kölä maddesinde aktarmış ve kölä-ge biçiminde geliştiğini
belirtmiştir (VEWT: 288-289). Clauson ise sözcüğün kökünü köli- ‘gömmek
gizlemek, saklamak’ eylemine dayandırmış ve kölik biçimiyle karşılaştırılması
gerektiğini ifade etmiştir (EDPT: 718a-b). Marcel Erdal da sözcüğün kökünü köli-
geçişsiz eylemine dayandırmış ve sözcüğün bu eylemin fail adı olduğunu belirtmiştir
(Erdal, 1991, 378).
yerini yasar vaktda anıŋ bile kim bulutı yéberdük ta köleke avvalca kılıg kim evniŋ
yeri érdi ya yéli koparduk biz ol
(ÇKT: 34b13)
(ŞHD: 150a11)
yinçke ‘ince’ (< *yinç-ke; krş. Uyg. yinçür- ‘secde etmek, eğilmek’ < *yinç-ür-)
sözcüğü *yinç- biçiminde bir kökten +gA eki türemiş bir biçimdir. Çağatayca
sözlüklerden Senglah’ta sözcük iki anlamıyla verilmiştir: inçike ‘1. ince; 2. kronik bir
hastalık’ (Seng. 117v24). Diğer sözlüklerde sözcük inçike, inçke biçimlerinde ‘ince’
anlamıyla görülmektedir (LÇ: 63a; DTO: 139).
yinçke sözcüğü Eski Türkçeden beri Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada yinçke ‘ince’ (TT VIII: A 1), inçge (H I: 77); DLT ve KB’de yinçke
‘ince’ (DLT III: 380; DLT I: 326; DanKelly, 1985, 227; KB: 613, 748); Harezm
Türkçesinde yiçge ‘ince, zayıf, dar’ (KutbHŞ: 80; Nehc. 232/6); Eski Kıpçakçada ise
yinçe, inçe, inçke, yenikçe, yenişke, yinçge, yinçke ‘hizmetçi’ (KTS: 323)
biçimlerinde geçmektedir. Sözcük günümüzde ince biçiminde varlığını
sürdürmektedir.
297
kara tiger, top kayadın çıkkan yinçke suy
(NT: 128)
(ŞHD: 62b11)
yorga ‘rahvan’ (< *yorı- ‘yürümek; yaşamak; davranmak’ -ga) sözcüğü de bu ekle
biçimlenmiş bir sözcüktür. yorı- eylemine bağlanan bu sözcük Çağatayca
sözcüklerde ‘rahvan, eşkin’ gibi anlamlarıyla kaydedilmiştir (Seng. 342v12; LÇ:
304b; DTO 545).
(MKb: 31b10)
3.3.4. –gAn
Bu ek genellikle hem geçişli hem de geçişsiz eylemlerden fail adları türetir. Bang, bu
ekin *a-gan biçiminde gelişmiş bir küçültme eki ya da eylemden ad yapan -ıg + an
298
biçiminde birleşik bir ek olduğunu belirtir (Räsänen, 1957, 126). Ramstedt ise ekin
ga + geçmiş zaman ortacı n’nin birleşiminden oluşmuş olabileceğini ifade etmiştir
(Ramstedt, 1952, 147). Erdal, ekin birkaç istisna dışında geçişli ve geçişsiz
eylemlerden fail adı türettiğini ve ortaç işlevine yakın bir işlevde kullanıldığını
aktarmıştır (Erdal, 1991, 382).
kurgan ‘mezar, kale’ (< korı- ‘korumak’ -gan) sözcüğü korı- ‘korumak’ eylemine
-gan ekinin getirilmesiyle türemiş yeni bir gövdedir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde
kurgan ‘hasin, hisar, kal‘a’ şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 234a; DTO: 427).
(FK, 491: 5)
(GS, 250: 5)
tiken ‘diken’ (< *tikken < *tikgen < tik-en) sözcüğü de bu ekle türemiş bir gövdedir.
Sözcük Çağatayca sözlüklerde tiken ‘diken, har, ha’il’ karşılığı verilmiştir (Seng.
198r23; LÇ: 134b; DTO: 260).
299
tiken sözcüğü Eski Türkçeden beri Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada tiken ‘diken’ (TM IV: 253, 65-6); DLT ve KB’de tiken ‘diken’ (DLT I:
400; DLT: III: 44; KB: 6383); Harezm Türkçesinde tiken ‘diken’ (KutbHŞ: 178);
Eski Kıpçakçada ise tiken, diken, düken, tekenek, tikenek ‘diken’ (KTS: 275)
biçimlerinde geçmektedir. Sözcük günümüzde tiken biçiminde varlığını
sürdürmektedir.
Sözcük Garaibü’s-Sıgar ve Lütfi Divanında çift k ile tikken biçiminde de yer almıştır.
(SD: 447)
(LD: 1774)
Ugan ‘kudret sahibi, Allah’ (< *u- ‘muktedir olmak’ -gan) sözcüğü de –gan ekinin
*u- ‘muktedir olmak’ eylemine getirilmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcük
Senglah’ta ugan ‘Allah’ın bir adı’ karşılığı verilmiştir (Seng. 76 v18). Dictionnnaire
turk-oriental’de ise ugan ve ugun biçimlerinde ‘Tanrı’ anlamıyla kaydedilmiştir
(DTO: 67).
(SD: 30)
(GD, 229: 7)
yaratgan ‘yaratan’ (< yarat- ‘yaratmak; yapmak’ -gan) sözcüğü de –gan ekinin
yarat- ‘yaratmak; yapmak’ eylemine getirilmesiyle türemiş bir sözcüktür. Çağatayca
sözlüklerde sözcüğe rastlamadık.
(SM: 50)
(ÇKT: 29b24)
yavgan ‘yavan, lezzeti garip, lezzetsiz’ (< *yav-gan) sözcüğü de -gan ekinin *yav-
biçiminde bir eyleme getirilmesiyle türemiş bir sözcüktür. Çağatayca sözlüklerde
301
sözcük yavgan, yavan ‘yavan, lezzetsiz’ biçiminde görülmektedir (Seng. 340r24; LÇ:
301b; DTO: 539).
yavgan sözcüğü Eski Türkçeden beri Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada yavgan ‘yavan’ (TT X: 13-14; U III: 17); DLT’de yavgan ‘yavan, etsiz’
(DLT III: 37; DanKelly, 1985, 219); Eski Kıpçakçada yavan ‘yavan’ (KTS: 315)
biçimlerinde geçmektedir. Sözcük günümüzde yavan biçiminde varlığını
sürdürmektedir.
tenbih-tınç köŋül bile yavgan omaç yahşırak ki tekellüf ü meşekkat bile kandi gülac
(MKb: 93b3)
derviş-niŋ kurug nanı tami‘ şah-nıŋ Hıtayi hanıdın hubrak-dur ve farig-i fakr-endiş-
niŋ yavgan umacı alguçı-nıŋ nebati güllacı-dın mergub-rak (dur)
(MKb: 44a2-3)
3.3.5. –mAn
Bu ek eklendiği sözcüklerden soyut ve somut adlar türetmek için kullanılan bir ektir.
Çok işlek bir ek olmadığı görülür. Besim Atalay “Türkçemizde Men-Man” adlı
makalesinde ben zamirinden kalıplaşma yoluyla ortaya çıkan bir ek olduğunu ileri
sürmektedir (Atalay, 1940).
Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesi metinlerinde bu ekle türemiş pek fazla sözcüğe
rastlanmaz. Rasladığımız sözcüklerden bazıları şunlardır: tuman ‘duman’ (< tu-
‘kapatmak, tıkamak, kaplamak’ -man) (IB: 20), sökmen ‘yiğitlere verilen bir
ünvandır’ (< sök- ‘sökmek’ -men) (DLT I: 444; DanKelly, 1985, 166), örtmen ‘dami
satıh’ (< ört- ‘örtmek, kapamak’ -men) (DLT III: 412; DanKelly, 1985, 49), vb.
302
tégirmen ‘değirmen’ (< tég- ‘değmek’ -ir- men) sözcüğü Senglah’ta tégirmen
‘değirmen’ şeklinde açıklanmıştır (Seng. 198v2).
tegirmen sözcüğü Eski Türkçeden beri Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada tegirmen ‘değirmen’ (TT VI: 86); DLT’de tegirmen ‘değirmen’ (DLT III:
266); Harezm Türkçesinde tegirmen, tégirmen ‘değirmen’ (KutbHŞ: 174); Eski
Kıpçakçada ise tegirmen, degirmen, teyirmen ‘değirmen’ (KTS: 268), biçimlerinde
geçmektedir.
Günümüze kadar bazı ses değişimleriyle taşınan sözcük DS’de dermen, dérmen II
sözcüğü için ‘değirmen’ kaydı düşülmüştür (DS IV: 1435). TS’de ise ‘1. öğüten araç
ve alet; 2. içinde öğütme işi yapılan yer’ karşılığı verilmiştir (TS: 484).
Atalay sözcüğü teğir- ‘dönmek’ eylemine dayandırmıştır (Atalay, 1940, 37). DTS’de
sözcüğe ‘değirmen’ karşılığı verilmiştir (DTS: 548). Sözcük Clauson tarafından
tegirmen (d-) maddesinde ‘hububat öğütmekte kullanılan çarklı değirmen’ anlamında
verilmiştir. Clauson sözcüğü *tegir- ‘çevirmek, sarmak’ eyleminden getirmiştir
(EDPT: 486b-487a). Talat Tekin de sözcüğü teğir- ‘dönmek’ eylemine
dayandıranlardandır (Tekin, 1972, 143-150). DanKelly’de ise *tegir- ‘çevirmek,
sarmak’ maddesinde verilen sözcük için ‘değirmen’ karşılığı verilmiştir (DanKelly,
1985, 184). Marcel Erdal sözcüğün bir vasıta adı olduğunu, yaşayan bir köke sahip
olmadığını, ancak tegre ‘çevre’ ve tegrigle- biçimleriyle karşılaştırılması gerektiğini
belirtmiştir (Erdal, 1991, 388). Özmen, sözcükle ilgili yazısında sözcüğün *tek-
eyleminden geldiğini iddia etmiştir (Özmen, 1993, 147-151). Mustafa Kaçalin
sözcüğün tegirmen < *tegirme-n < tegirme neng biçiminde gelişmiş olabileceğini
belirtmektedir (Kaçalin, 2006, 144). Ayrıca Kaçalin sözcüğün kökünün Tü. evir- ≈
çevir- ≈ tevir- (< engir- *çegir- *tengir-) çevriminde düşünülmesi gerektiğini de
ifade eder.
(NN, 267: 2)
tuman ‘duman’ (< *tu- ‘kapatmak, tıkamak’ -man) sözcüğü *tu- ‘kapatmak,
tıkamak’ biçimine -man eylemden ad yapan ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçim
olsa gerektir. Sözcüğün kökü ile ilgili net bir açıklamaya sahip değiliz. Sözcük
303
Senglah’ta Çağatayca sözlüklerde tuman, duman ‘kalın bir duman, yerden yükselir
ve gökyüzünü sarar, duman şeklinde çağrılır’ açıklaması yapılmıştır (Seng. 182r16;
Seng. 225v20; LÇ: 173a; DTO: 246).
tuman sözcüğü Eski Türkçeden beri Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. tuman
‘duman’ (IB: 15); DLT ve KB’de tuman ‘duman’ (DLT I: 414; DanKelly, 1985, 200;
KB: 285); Harezm Türkçesinde tuman ‘duman’ (KutbHŞ: 185); Eski Kıpçakçada ise
tuman, tuman ‘duman’ (KTS: 283) biçimlerinde geçmektedir. Sözcük günümüzde
duman biçiminde varlığını sürdürmektedir.
Doerfer sözcüğün Farsça, Rusça ve başka dillerde Türkçeden alıntı olarak yer
aldığını aktarmaktadır. Doerfer ayrıca sözcüğün tumagu ve tumlı- biçimleriyle ilişkili
olabileceğini de ileri sürmektedir (TMEN II: 935). Räsänen Uyg. OT ve Çağ. tuman
biçiminde maddebaşı olarak verdiği sözcük için ‘sisli; karanlık’ açıklamasını yapmış
ve sözcüğün Rusçaya tuman biçiminde alıntılandığına dikkat çekilmiştir. Ayrıca
sözcüğün tum ‘soğuk’ sözcüğünden gelmiş olabileceği soru işaretiyle belirtilmiştir
(VEWT: 498). DTS’de tuman II maddesinde ‘tuman’ açıklaması verilmiştir (DTS:
585). Clauson sözcüğü tuman (d-) ‘duman, sis’ şeklinde açıklamış ve Doerfer’e
dayandırarak sözcüğün Farsça, Rusça ve diğer dillerde alıntılandığını ifade etmiştir
(EDPT: 507a-b). Marcel Erdal sözcüğün *tum-man biçiminde gelişmiş olabileceğini
belirtmiştir (Erdal, 1991, 388). Talat Tekin, sözcüğün kökünü tu- ‘kapatmak,
tıkamak’ eylemine dayandırmış (Tekin, 2000, 93).
(HBD, 180: 4)
(ŞHD: 80b10)
yaman ‘kötü’ (< *yav-man) sözcüğü de –mAn eki ile türemiş bir başka bir biçimdir.
Sözcük için Çağatayca sözlüklerde yaman ‘kötü, zayıf, habit, muzırr, fena, musallat,
bed’ kaydı düşülmüştür (Seng. 337v4; LÇ: 299a; DTO: 536).
304
yaman sözcüğü Eski Türkçeden beri Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada yaman ‘kötü, tehlikeli’ (T VII: 29, 6-22); DLT’de yaman ‘kötü, her şeyin
kötüsü’ (DLT III: 30; DanKelly, 1985, 212); Harezm Türkçesinde yaman ‘kötü, (bir
hayvanın) kötüsü, zayıfı’ (KutbHŞ: 66; Nehc. 8/14); Eski Kıpçakçada ise yaman
‘kötü, fena’ (KTS: 309), Osmanlıcada da yaman ‘kötü, iyinin zıddı’ (TTS I: 776)
biçimlerinde geçmektedir.
Räsänen Uyg., AH., İM. Osm. yaman ‘kötü, fena’ şeklinde maddebaşı verdiği
sözcüğü Çinceden getirmiştir (VEWT: 184). DTS’de yaman ‘kötü, tehlikeli’ karşılığı
verilmiştir (DTS: 231). Clauson sözcüğü yaman ‘kötü, tehlikeli’ şeklinde açıklamış,
kökü konusunda herhangi bir şey söylememiştir (EDPT: 937a). Marcel Erdal yaman
sıfatının yavız ve yavlak sözcükleri ile ilişkili olarak görüldüğünü belirtir. Ona göre
eğer böyleyse sözcüğün *yav-man biçiminde geliştiği söylenebilir (Erdal, 1991,
388).
(FK, 51: 3)
(HBD, 115: 1)
3.3.6. –mXr
Bu ek de çok sık kullanılan eklerden değildir. Ramstedt bu eki Moğolca buri ekine
dayandırmaktadır (Räsänen, 1957: 136). Ek, Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesinde
de çok az kullanılmıştır. Eski ve Orta Türkçeden yagmur (< yag-mur), almır (< al-
mır), kömür (< köy-mür), tamur (< tam-mur) gibi örnekleri bulabiliriz (Erdal, 1991,
389-390).
305
kömür ‘kömür’ (< *köñ- ‘yanmak’ -mür) sözcüğü de –mXr ekiyle biçimlenmiş bir
başka sözcüktür. Sözcük Senglah’ta kömür; kémür ‘kömür’ biçimlerinde verilmiştir
(Seng. 309v12). Diğer Çağatayca sözlüklerde kömür ‘kömür, fahm, engişt, zagar’
şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 261b; DTO: 477).
Sözcük TS’de ‘1. karbonlu maddelerin kapalı ve havasız yerlerde için için yanması
veya çok uzun süre derin toprak katmanları altında kalıp birtakım kimyasal
değişmelere uğramasından oluşan, siyah renkli, bitkisel kaynaklı, içinde yüksek
oranda karbon bulunan katı yakıt, 2. koyu kara rengi belirtmek için kullanılır’
biçiminde tanımlanmıştır (TS: 1230).
Ramstedt sözcüğü köm- köküne dayandırmış ve kökün ‘kül ile örtmek; gömmek’
anlamına geldiğini bildirmiştir (Ramstedt, 1952, 212). Bazin, sözcüğün Türkçe köm-,
göm- ‘gömmek’ kökünden geldiğini bildirmiştir (Bazin, 1982, 58 [TES: 216]).
DTS’de sözcük için verilen karşılık ‘kömür’dür (DTS: 314). EDPT’de, köm-
eyleminden türediği söylenen sözcüğe ‘kömür’ karşılığı verilmiştir (EDPT: 723a).
Marcel Erdal, sözcüğü köñ- ‘yanmak’ eylemine bağlamış, nazal seslerin benzeşmesi
ve çift /m/nin genel basitleşmesi yoluyla bu biçimi aldığını ifade etmiştir (Erdal,
1991, 390). Eren, kömür sözcüğünü ‘odunun toprak altında veya kapalı yerlerde için
için yanması sonucu oluşan yakıt’ biçiminde tanımlanmıştır. Yapıtta, sözcüğün
çağdaş Türk dil ve lehçelerindeki durumları üzerinde durulmuş, eski dönemlerden
beri kullanılan sözcüğün yaygın inanca göre köm- eyleminden türediği belirtilmiştir.
Ancak, Eren sözcüğün köy- (> küy-) eyleminden geldiği yolundaki görüşün
düşündürücü olduğunu vurgular (TES: 216).
(FK, 761: 1)
306
tün urdı kömürlerini derhem
(LM: 982)
tamar, tamur ‘damar’ (< *tamır < *tammır < tam- ‘damlamak’ -mur) sözcüğünün
*tamır- < *tammır < tam- ‘damlamak’ -mur biçiminde geliştiği düşünülmektedir.
Çağatayca metinlerde damar, tamar biçimlerinden de görülen sözcük Çağatayca
sözlüklerde tamur ‘uruk, reg, taşuŋ ve agacuŋ yol yol ayrusı ve damar, ahiretlik
kardeş, rişe, kabile, urug, tire’ kaydı düşülmüştür (Seng. 161v17; LÇ: 103b).
Eski Türkçeden başlayarak kullanılan sözcük Eski Uygurcada tamar (TT VII: 42),
tamır (U III: 35) biçiminde, Karahanlı Türkçesinde tamur (DLT I: 362; DanKelly,
1985, 175), tamar (DLT III: 201) biçiminlerinde geçer. Eski Kıpçakçada da damar,
tamar, tamar, tamır, tamur olarak yer almaktadır (KTS: 55).
(LD: 2300)
307
rakib cevri kurıttı tamarda kanımnı
süŋekleri kuratıp kurıun anıŋ tamarı
(SD: 666)
yagmur ‘yağmur’ krş. yamgur (< yag- ‘yağmak’ -mur) sözcüğü yag- eylemine -mur
ekinin getirilmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcük Senglah’ta yamgur ‘yağmur’
şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 337v6). Lugat-ı Çağatay’da yagmur ‘baran, rahmet,
barış, yagış’ (LÇ: 296a), yamgur ‘yagmur, baran, yagış, rahmet’ açıklamalarına yer
verilmiştir (LÇ: 299b). Dictionnaire turk-oriental’de ise yagmur ‘yağmur’ (DTO:
529), yamgur ‘yağmur’ (DTO: 536) kaydı düşülmüştür.
yagmur sözcüğü Eski Türkçeden beri Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada yagmur ‘yağmur’ (TT V: 10, 107); DLT’de yagmur, yamgur ‘yağmur’
(DLT III: 38; DanKelly, 1985; 209); Harezm Türkçesinde yağmur ‘yağmur’ (Nehc.
66r6); Eski Kıpçakçada ise yağmur, amgur, yamgır, yamgur ‘yağmur’ (KTS: 306)
biçimlerinde görülmektedir.
(SD: 257)
308
islam üçün leşkerige nusreti birse Huday
(ŞHD: 80b12)
3.3.7. –gAk
Bu ek genelde üç işleve sahiptir. İlk işlevi fail adları türetmesidir. İkinci olarak alet
adları türetir, üçüncü olarak da hayvan adları türetir. Ramstedt bu ekin kökenini
Moğolcadaki faktitif eki –ga ile eylemden ad yapma eki k’nın birleşimine
bağlamaktadır (Gabain, 1941 (20003), 52). Bu ekle biçimlenen sözcükler Gabain’e
göre Eski Türkçede ‘daima yapan’ anlamında sözcükler türetmiştir. Gabain, yine bu
ekin sık kullanıma sahip olmadığını belirterek Moğolca –ga-g ekine atıfta
bulunmuştur (Gabain, 1941 (20003), 52). Eckmann ise bu ekin düşkünlük ve meyil
bildirdiğini ifade etmiştir (Eckmann, 1966, 61). Marcel Erdal’a göre bu ekin son iki
işlevi anlamsal olarak sınırlandırılır, ancak ilk işlev için bu söylenemez. İlk ve
üçüncü işlev ona göre insanla ilşkilidir. O ayrıca bu ekin alet adları türetme
işlevinden dolayı –gU’dan gelen –gUç ve –gUk gibi bu ekin de fail adı türeten
–gU’dan geldiğini düşünür (Erdal, 1991, 391).
Necmettin Hacıeminoğlu da bu ekin bugünkü yazı dilimizde mevcut olan –an/ -en
ortaç eki ile –cı/-ci addan ad yapım ekinin anlamında eylemden ad türeten bir ek
olduğunu ileri sürmüştür (Hacıeminoğlu, 1996, 19).
Eski Türkçeden şu örnekleri verebiliriz: içkäk ‘vampir’ (< iç- ‘içmek’ -kek) yulgak
‘aydınlık, ışık’ (< *yul-gak < yul-a ‘meşale’ ile aynı kökten), kazguk ‘kazık’ (< kaz-
‘kazmak’ -guk), tirgük ‘direk’ (< *tire- ‘diremek, desteklemek’ -gük) (Gabain, 1941
(20003), 52).
Yer anlamı gösteren batkak ‘bataklık, batak’ sözcüğü bu ekle biçimlenmiş bir
sözcüktür. Lugat-ı Çağatay’da batkak ‘çamurluk, batak yer’ karşılığı verilmiştir.
Ayrıca bu biçimin batkaklık ‘çamur teraküm etmiş yer’, batacak ‘çamurlu göl’
şeklindeki genişlemiş biçimleri de eklenmiştir (LÇ: 66a). Dictionnaire turk-
oriental’de sözcük için batkak ‘bataklık’ kaydı düşülmüş ve batkaklık ‘bataklık’
genişlemiş biçimi verilmiştir (DTO: 145). Sözcüğe taradığımız Çağatayca metinlerde
rastlamadık.
Tarihi Türk dillerinde ‘batak, bataklık’ anlamındaki batkak sözcüğü yerine batıg
(TT VI: 96; DLT I: 371; KutbHŞ: 29) sözcüğü geçmektedir.
itgek ‘keskin’ (< iti- ‘keskinleştirmek’ -gek) sözcüğü de eylemden türemiş bir sıfattır.
Sözcüğe Çağatayca sözlüklerde rastlanmamaktadır. Sözcüğü yalnızca Çağatayca
metinlerden Nevâdirü’n-nihâye’de görüyoruz. Lugat-ı Çağatay ve Senglah’ta bu
sözcükle ilgili olduğunu düşündüğümüz itik ‘ötkin, keskin, sert, tez’ biçimini buluruz
(Seng. 95v19; LÇ: 47a).
Sözcüğe Tarihi Türk dillerinde itgek biçiminde değil de, itik, yitig biçiminde
rastlıyoruz. Sözcüğü Eski Uygurcada yiti ‘keskin’ (U I: 37), yitti ‘keskin’ (U III: 64);
DLT’de yitig ‘keskin’ (DLT III: 18, DLT I: 384; DanKelly, 1985, 228); KB’de yitig,
yiti ‘keskin’ (KB: 329, 927); Harezm Türkçesinde yitig ‘keskin’ (KutbHŞ: 78); Eski
Kıpçakçada ise iti, itti, yeti, yiti, yitig, yitik ‘keskin’ (KTS: 117) biçimlerinde
görülmektedir.
(NN, 555:3)
Fail adı olan kaçgak ‘firari, kaçak’ (< kaç- ‘kaçmak’ –gak) sözcüğü de bu ekle
türemiş sözcükler arasındadır. Sıfat olan bu sözcük için Çağatayca sözlüklerde
310
kaçgak ‘firari, kaçak, gürizende’ karşılığı verilmiştir (LÇ: 214b; DTO: 394). Sözcük
Senglah’ta da kaçag ‘savaş, hezimet’ biçiminde kaydedilmiştir (Seng. 267v20).
Sözcüğe taradığımız Çağatayca metinlerde rastlamadık.
Marcel Erdal kaçkak ‘firari, kaçak’ biçiminde verdiği bu sözcüğün de –gAk ekiyle
türeyen biçimlerden olduğunu ifade etmiştir (Erdal, 1991, 392).
tamak: Çağataycada bu ekle biçimlenen diğer bir sözcük de tamak ‘damak’ (< tam-
‘damlamak’ -(g)ak) biçimdir. Dictionnaire turk-oriental’de sözcük için tamak
‘damak’ karşılığı verilmiştir (DTO: 218). Lugat-ı Çağatay’da ise tamak ve tamag
biçimlerinde kaydedilen sözcük için ‘boğaz, damak’ karşılığı verilmiştir (LÇ: 103b).
Eski Uygurcadan beri görülen sözcük DLT’de tamgak ‘boğaz (damak) ve boğaz (ya
da gırtlak)’ şeklinde geçmektedir (DLT I: 469; DanKelly, 1985, 175). Harezm
Türkçesi metinlerinde de sözcüğü tamak ‘boğaz’ biçiminde buluruz (KutbHŞ: 169).
Eski Kıpçakça’da ise sözcüğe damak, tamag, tamak, tamak, tamav ‘damak’
biçimlerinde görülmektedir (KTS: 55).
311
de bu görüşe katılmıştır. Ayrıca tamgak sözcüğünün tam ‘duvar’ ile ilişkili
olamayacağını çünkü tam sözcüğünün uzun ünlülü olmasının zor olduğunu ifade
etmiştir (Erdal, 1991, 392).
(SD: 432)
térgek ‘derlenecek eşya, yük’ (< tér- ‘derlemek’ -gek) biçimi tér- ‘derlemek’
eyleminden türemiş bir nesne adıdır. Çağatayca sözlüklerde sözcük tirgek ve tirkek
biçimlerinde ve ‘eyer keçesi, derlenecek eşya, yük’ açıklaması yapılmıştır (LÇ:
131b; DTO: 254).
tér- ‘derlemek’ kökünden geldiği açık olan sözcüğün DLT’de rastladığımız térgü
‘eyer kayışı’ (DLT I: 428; DanKelly, 1985, 186) sözcüğü ile ilişkili olduğunu
düşünmekteyiz. Bu sözcük Eski Kıpçakçada da dergü, tergü ‘at eyerinin arkası’
(KTS: 59) biçiminde görülmektedir.
Sözcüğün tér- ‘derlemek’ eyleminden –gek ekiyle türediği inancındayız, ancak térig
‘derlenmiş’ sözcüğünden +ek addan ad yapım ekiyle de türemiş olabilir.
(BV, 409: 6)
3.4.1. -gUr
Räsänen gur, gür, kur, kür biçiminde verdiği eki bu ekin ku + r şeklinde açıklamış,
Moğolca’da gar, gir biçiminde yer aldığını ifade etmiştir. O bu ek için
312
Çağatayca’dan kaç-kur ‘çıkmak, gitmek’, toy-gur ‘çabuk doyan’; çık-gur ‘hücum’,
öt-gür ‘sızmış’, uy-gur ‘bağlanmış’ sözcüklerini aktarmıştır (Räsänen, 1957, 130).
çıkgur ‘hücum, saldırı’ (< çık- ‘çıkmak’ -gur) sözcüğüne Çağatayca sözlüklerden
Senglah’ta rastlanmıştır. Çağatayca metinlerde sözcüğe rastlamayız. Çağatayca
sözlüklerde gördüğümüz sözcük için çıkgur ‘hücum, saldırı, uruç, huruç, mütecaviz’
karşılığı verilmiştir (Seng. 219b8; LÇ: 163a).
oyganmagur ‘kolay kolay uyanmayan bir kimse’ (< oyganma- ‘uyanmamak’ -gur)
sözcüğü de bu ekle biçimlenmiş son örneğimizdir. Bu sözcükte de –gUr eki insana
ait bir karakteri belirten farklı bir sözcük gövdesi türemiştir. Sözcüğe Çağatayca
sözlüklerde ve metinlerde çok fazla rastlamıyoruz. Geçtiği yerlerden biri Denison
Ross’un yayımladığı Mabâni’l-Lugat’ttır. (Meb. 19: 31) Dictionnaire turk-
oriental’de ise oyganmagur ‘uyanmayan’ biçiminde kaydedilmiştir (DTO: 87).
ötgür ‘keskin’ (< öt- ‘geçmek, vuku bulmak’ -gür) sözcüğü de –gUr ekiyle türemiş
bir sıfattır. Sözcük Çağatayca sözlüklerde ötgür ‘keskin’ şeklinde geçmektedir (Seng.
62a15; DTO: 44). Sözcüğe ötkür bol- biçiminde Hubbudestan’da rastladık (HD, İSI:
80).
313
taygur ‘kaygan’ (< tay- ‘kaymak’ - gur) sözcüğü de bu ekle biçimlenmiş bir diğer
addır. Çağatayca sözlüklerde taygur ‘kaygan’ şeklinde verilmiştir (Seng. 167a20;
DTO: 211).
tınġur ‘kolayca dinen ve gevşeyen kimse’ (< tın- ‘dinmek’ -gur) sözcüğünde tın-
eyleminden –gUr ekiyle insana ait bir karakteri belirten farklı bir sözcük türemiştir.
Çağatayca sözlüklerde bu sözcük yer almamaktadır. Yalnızca Denison Ross’un
yayımladığı Mabâni’l-Lugat’ta tınġur biçiminde geçmektedir (Meb. 31: 20).
(GS, 215: 3)
toyġur ‘çabuk doyan’ (< toy- ‘doymak’ -gur) sözcüğü de bu ekle türemiş bir başka
sıfattır. Çağatayca sözlüklerde toygur ‘çabuk doyan’ karşılığı verilmiştir (Seng.
188a17; DTO: 250).
314
Yukarıda bu ekin olumsuz fiil kök ve gövdelerine de getirildiğinin görüldüğünü ifade
etmiştik. Aşağıdaki sözcükler buna örnek olarak sunulabilir:
toymaġur ‘doymayan’ (< toyma ‘doymamak’ -gur) sözcüğü için Lugat-ı Çağatay’da
toymagur ‘daimi aç’ şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 129b). Dictionnaire turk-oriental’de
toymagur ‘daima aç olan, doymayan’ kaydı düşülmüştür. (DTO: 251).
(LD: 505)
(LD: 351)
3.4.2. -mAç
315
Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de bu ekle biçimlenen birkaç sözcük
bulunmaktadır. kagurmaç / kawur-maç ‘kavrulmuş buğday’ (< kagur- ‘kavurmak’ -
maç / kawur- ‘kavurmak’ -maç) (DLT I: 493; DanKelly, 1985, 124), tutmaç
‘Türklerin tanınmış bir yemeği’ (< tut- ‘tutmak’ -maç) (DLT I: 452; DanKelly, 1985,
202) gibi biçimler DLT’de bu ekle biçimlenmiş şekillerdir.
Bu ekle biçimlenmiş sözcüklerden biri ‘bulamaç; bir çeşit un çorbası’ anlamına gelen
bulamaç (< bulga- ‘karıştırmak’ -maç) sözcüğüdür. Bu sözcük için Çağatayca
sözlüklerde bulamac/k ‘asīde ve ‘asīde denilen unla bulanmış aş, umaç, bulamaç’
karşılığı verilmiştir (Seng. 141r19; LÇ: 84; DTO: 174).
Günümüz Türk dillerinde de yaşayan bir sözcüktür. Kırg. bulamık ‘bulamaç’ (KırgS:
143), Tat. bolamık ‘onnı suga yakş sötkä bolgatıp pişirilgän yarım sıyık aşamlık”
(TTAS I: 176), Bşk. bolamık ‘Ondan-ğına bolğatıp bişirgän sıyık butka hımak aş’
(BşkTH I: 153), Özb. bulamik ‘balalar üçün un bilän sütdän tayyarlänädigän
ätäläsiman avkät’ (UTİL I: 148), YUyg. bulamak ‘boltuşka s myasom’ (Tenişev,
1990, 32), Tkm. bulamak ‘Una yağ garılıp bişirilyän go ı naxar’ (TkmDS: 113), Tü.
bulamuk → bulambaç ‘1. Bulamaç, koyu un çorbası, 2. Un ve pekmezle yapılan
helva, 3. Şişlere ve yaralara konulan lapa’ (DS II: 786), bulamaç (II) ‘1. Hayvanlara
verilen sulu yem, 2. Koyun ve keçi sütünden yapılan bir çeşit yemek’, bulama (I) ‘1.
Koyunun, ineğin ilk koyu sütü, ağız, 2. Ağız kaynatılarak yapılan yemek, 3. Ağızın
bitip sütün başladığı sırada inekten alınan koyu süt, 5. Kaynamış ve çökmüş süte
yumurta koyarak yapılan yemek …’ (DS II: 785).
316
sözcüğün Balkan dillerinde Türkçeden alıntı olarak bulunduğunu aktarmıştır (TMEN
II: 769).
(ML: 777b9-11)
(LM: 2052)
örgemeç: Bu ekle biçimlenmiş bir diğer sözcük yine bir yemek adı olan ve ‘işkembe
ve bağırsaktan yapılan bir yemek’ anlamına gelen örgemeç (< örge-meç) sözcüğüdür.
Sözcüğe Çağatayca sözlüklerde rastlamadık.
317
Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde de bulamadığımız bu yemek adı bazı Türk
dillerinde yaşamaktadır. Alt. yörgöm ‘koyun işkembesinden yapılan bir yemek’ (Wb
III: 449), Kırg. cörgöm ‘uzunca parçalar halinde doğranmış ve bağırsaklarla sarılmış
olan ciğerden ve işkembeden yapılmış olan aş’ (KırgS: 229), Kzk. cörgem ‘bağırsak,
bir boğum’ (KazTS: 106).
(ML: 777b9-11)
bazlamaç ‘bir yemek adı’ (< bazla - maç) sözcüğü de yine aynı ekle türemiş bir
yemek adıdır. Çağatayca Sözlüklerden Dictionnaire turk-oriental’de sözcük için
bazlamaç ‘mayasız ekmek’ karşılığı verilmektedir (DTO: 146).
bazlama adında ‘saç ekmeği, pide; tatlısı bol, kalın gözleme’ anlamında bir yemek
adının da olması sözcüğün bazla-ma + aş şeklinde türediği iddiasını
güçlendirmektedir.
tutmaç ‘şehriye, tel şehriye’ (< tut- ‘tutmak’ -maç) sözcüğü de bu ekle türemiş bir
sözcüktür. Çağatayca sözlüklerde tutmaç ‘şehriye, tel şehriye’ şeklinde açıklanmıştır
(Seng. 169a12; LÇ: 114a).
318
(TMEN II: 876; 1010). Sözcük Türkçeden Farsça, Rusça gibi komşu dillere de
geçmiştir. Räsänen sözcüğün tut- ‘tutmak’ kökünden geldiğini ifade etmektedir
(VEWT: 502). Sözcük DTS’de tutmaç ‘tutmaç adı verilen hamurlu, bir tür erişte
yemeği’ şeklinde kaydedilmiştir (DTS: 592). Clauson da sözcüğün -maç ekiyle
türediğini belirtmiştir (Clauson, 1962, 152). DanKelly’de sözcük tutmaç < tutma aç
(tut-) ‘bir yemek türü’ biçiminde verilmiştir (DanKelly, 1985, 202).
SDD’de de tutmaç ‘gayet küçük ve dört köse hamurdan yapılan yogurtlu, mercimekli
yemek, çorba’ (SDD 3: 1401), dutmaç ‘ince ince kesilen hamurdan yapılmış bir çesit
çorba’ (SDD 1: 477), dutmeç ‘müselles veya murabba şekillerinde kesilip yapılan bir
tür hamur yemeği’ (SDD 1: 477) şeklinde açıklanmıştır. DS’de tutmaç ‘1. Küçük,
dört köşe kesilerek kurutulmuş hamur ve mercimekle pişirilen bir çeşit yoğurtlu
çorba, 2. kurumuş yufka, 3. Kesilmiş hamur içine kavurma konularak yapılan bir
çeşit çorba’ (DS X: 4000), dutmaç ‘1.İnce ince kesilen hamurdan yapılmıs çorba, 2.
Ufak ufak kesilmiş haşlandıktan sonra pişmiş mercimek ve sarımsakla yogurtla
karıştırılarak yapılan yemek’ (DS IV: 1613) açıklamaları yapılmıştır. TS’de ise
sözcük tutmaç ‘hlk. dört köşe kesilmiş küçük hamur parçalarından yapılan yoğurtlu
çorba’ şeklinde açıklanmıştır (TS: 2012).
(ML: 777b9-11)
Bu biçimle türemiş farklı bir sözcük kıymaç ‘şaşı göz’ (< kıy- ‘kıymak’ -maç)’tır.
Bu sözcüğe Nevadirü’n-Nihale’de ve Atayi Divanında rastladık. kıymaç için
Çağatayca sözlüklerde ‘şaşı göz’ karşılığı verilmiştir (Seng. 300r2; DTO: 451).
DTS’de sözcük kıymaç ‘şaşı göz’ şeklinde açıklanmıştır (DTS: 442). Clauson kıymaç
(kıdmaç) biçiminde maddebaşı olarak verdiği sözcüğü kıy- (kıd-) ‘kökünden
319
getirmiştir (EDPT: 677b). Kemal Eraslan Atayi Divanı’ndan parçalar yayımladığı
makalesinde kımaç biçiminin kıymaç biçiminden ses erimesi yoluyla ortaya çıktığını
belirtmiştir (Eraslan, 1987, 113-164).
(NN: 172: 2)
(AD: 37)
soymaç ‘soymaç oyunu’ (< soy- ‘soymak’ -maç) sözcüğü de bu ekle türemiştir. Atayi
Divanında rastlarız. Sözcük –mAç ekiyle türemiş farklı bir addır ve aşağıdaki beyitte
sözcüğün bir yemek adı değil de bir oyun adı olduğu anlaşılmaktadır.
(AD: 33)
3.4.3. -(A)v
bilev ‘bileği’ (< bile- ‘bilemek, keskinleştirmek’- v) sözcüğünde bu ek bir alet adı
türetmiştir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde bilev ‘bilegü taşı, kırak’ şeklinde
açıklanmıştır (Seng. 149b9; LÇ: 93b; DTO: 189).
320
Sözcüğe Tarihi dönemlerden Karahanlı Türkçesinde bilegü ‘bileği taşı’ (DLT I: 447;
DanKelly, 1985, 73); Kıpçakça’da bilegi, bilegü, bilev, bilevi, bilevü ‘bileği, bileği
taşı’ biçimlerinde görülür (KTS: 31).
DTS’de bilegü biçiminde verilen sözcük ‘bileği taşı’ şeklinde açıklanmıştır (DTS:
99). Clauson bilegü sözcüğünün bile- ‘bilemek, keskinleştirmek’ eyleminden
türediğini belirttikten sonra ‘bileği taşı’ karşılığını vermiştir. Clauson bile- eylemini
de bi ‘bıçak’ sözcüğüne dayandırmıştır (EDPT: 341b). DanKelly’de de sözcük bile-
‘bilemek, keskinleştirmek’ eylemine bağlanmıştır (DanKelly, 1985, 73).
bütev ‘bütün, hep’ (< büt- ‘bitmek, sona ermek’ -ev) sözcüğü büt- ‘bitmek, sona
ermek’ eylemine -ev ekini eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Yukarıda da belirtildiği
gibi -AgU eki kaynaşma neticesinde –av/-ev biçimini almıştır. Sözcüğün asıl biçimi
bütegü olmalıdır. Sözcük bütegü ‘bütün, hep’ biçiminde de görülmektedir.
Dictionnaire turc-oriental’de sözcük için bütev ‘bütün, tam, eksik olmayan’ karşılığı
verilmiştir (DTO: 161).
(FK, 532: 2)
kılav ‘kılınacak; bahadır, keskin, parlatılmış’ (< kıl- ‘kılmak’ -av) sözcüğü de kıl-
‘kılmak’ eylemine -ev ekini eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Aynı anlamdaki
kılagu ‘bahadır, keskin, parlatılmış’ biçimi de Çağataycada görülmektedir. Lugat-ı
Çağatay’da sözcük için kılav ‘bahadur, parlak, keskin’ anlamı verilmiştir. Bu
biçimden türemiş kılavlamak ‘perdaz vermek’ biçimi de Lugat-ı Çağatay’da
kaydedilmiştir (LÇ: 248b). Dictionnaire turk-oriental’de ise kılav ‘cesur; iyi bir
insan; pırıl pırıl; keskin; bir atın ağzından ya da sığır etinden ortaya çıkan zararlı bir
madde’ anlamlarıyla aktarılmıştır (DTO: 450).
321
Çağatayca’dan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde de bu anlamıyla sözcük yer
almamaktadır. Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da sözcük için herhangi bir kayıt
bulamadık.
(Sİ: 2055)
(LM: 2677)
(LM: 2723)
saklav ‘bekçi, gözcü’ (< sakla- ‘tehlikeden korumak, saklamak, kollamak’ -v)
sözcüğünde ek bir meslek adı türetmiştir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde saklav
sözcüğü için ‘rehin; asija-i vustada hükümdarlarının hizmet içün hazir bulundukları
bir mevkidir; mabejn odası, saklanılacak mahal’ şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 181a;
DTO: 338).
322
Çağatayca’dan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde de bu anlamıyla sözcük yer
almamaktadır. Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da sözcük için herhangi bir kayıt
bulamadık.
(ŞN1: 1168)
yasav ‘dizi, sıra; düzen, nizam’ (< yasa- ‘yapmak’ -v) sözcüğünde ek topluluk adı
türetmiştir. Çağatayca sözlüklerde yasav ‘saf, dizi, tertip, nizam’ açıklaması
verilmiştir (Seng. 332a4; LÇ: 293b).
3.4.4. -(A)vul
Doerfer, TMEN’de Moğ. -gul /-gül şeklinde yer alan ekin topluluk adları teşkil
ettiğini belirttikten sonra karagul ‘bekçi; müfreze, posta; keşif yolu’, yasavul
‘muhafız’, örneklerini aktarır. Ayrıca Çağataycaya -AvUl biçiminde geçtiğini ve
üretici bir ek olduğunu da belirtmektedir. Doerfer Çağataycadan da kebtevül ‘gece
323
muhafızı’, hirevül ‘öncü bölüğü’, yortavul ‘akıncı’ örneklerini vermiştir (TMEN I:
33). Eckmann da bu ekin Moğolcadan alıntı olduğunu belirtttikten sonra bazen
Türkçe sözcüklere gelerek yeni sözcükler türettiğini ifade etmiştir (Eckmann, 1966,
?).
(BN: H151b3)
(ŞHD: 50a13)
(ŞN2: 2489)
çapavul ‘çapul, yağma’ (< çap- ‘yağmalamak’ -avul) sözcüğü çapa- ‘yağmalamak’
eylemine -vul ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Çağatayca sözlüklerden
Dictionnaire turc-oriental’de çapavul ‘yağma, çapul, istila’ biçiminde görülmektedir
(DTO: 271).
dakavul ‘maiyet, alay, hizmetçi, uşak’ (< daka- ‘hizmet etmek’ -vul) sözcüğü Moğ.
dagagul sözcüğüdür. Kowalevski bu sözcük için ‘hizmetçi, yerli hizmetçi; rehber;
325
sürücü; taraftar’ karşılığını vermiştir (Kowalewski, 1844-49, 1574). Ramstedt
sözcüğünün kökünü daha- biçiminde vermiştir (RKWb: 72b).
(ML: 778a6-7)
daptavul ‘demirci, vurucu’ (< Moğ. dapta- ‘vurmak’ -vul) sözcüğü Moğ. dabtagul
sözcüğünün Çağataycadaki biçimidir. Sözcüğe Çağatayca sözlüklerde rastlamadık.
Sözcük, Sema Barutçu Özönder tarafından yayımlanan Muhakemetü’l-Lugateyn’in
dizininde geçmektedir, ancak metinde bu sözcüğe rastlamadık.
Sözcük Moğ. dabta- eyleminden -vul eki ile türemiştir. Ramstedt de sözcüğün
kökünü dapta- ‘vurmak, çekiçle dövmek, çekiçle vurmak’ şeklinde vermiştir
(RKWb: 77a). Kowelewski’de ise sözcüğün kökeni dabta- ‘dövmek; düzleştirmek;
mec. tekrarlama, ısrar etmek’ şeklinde açıklanmıştır (Kowalewski, 1844-49, 1609).
Sözcüğün kökü Radloff’ta tapta- ‘(Kzk., Alt., Tel., Sag., Kaç., Koyb., Kir., Kom.) 1.
ezmek, bir şeye karşı çıkmak için ayağıyla gitmek); 2. (Kzk.) birlikte basmak,
tırpanlamak; 3. (Kırg.) çekiçle dövmek; 4. genişçe vurmak, vurmak; 5. (Küer.)
seyrek vurmak, sertçe vurmak’ şeklinde açıklanmıştır (Wb III: 955).
hirevül ‘harpte ön safta savaşan kıta, öncü; öncü bölüğü, ileri kol’ ( < Moğ. iregül,
ire’ül) sözcüğü –vül ekiyle türemiş bir başka addır. Çağatayca sözlüklerde herewül,
hirevül, erevül, irevül biçimlerinde ve ‘be ruzen karavul-ra guyend ki der-vakt-i
hareket-i leşker ez ‘ekab-i hasm der meyane mī-refte başed ve anra herevül nīz
hvanend; talī‘a, mukaddem, el-ceyşu pīş ceng’ şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 329v9,
Seng. 323v10; Abuş. 386; LÇ: 287a; DTO: 10; DTO: 515; DTO: 102).
326
Sözcük Radloff sözlüğünde de herevül ‘(Osm.) öncü bölüğü, devriye’ (Wb II: 1784);
araul ‘(Çağ.) nöbetçi, bekçi, öncü kolu’ biçimleri verilmiştir (Wb I: 249).
Babürname’nin Arat yayınında sözcük irevül ‘öncü, öncü bölüğü, öncü kolu, ileri
kol; harp safında bulunan ordunun en öndeki kısmı. Bu isim altında toplanan
kuvvetler, ayrı bir teşkil olmasına rağmen, ordunun merkez ile sıkı bir şekilde bağlı
ve vaziyete göre, merkezin aleyhine olarak, mühim kuvvetleri kendinde toplamıştır’
şeklinde bir açıklamayla verilmiştir (AratBN II: 614).
(ML: 778a6-7)
karavul ‘öncü’ (< kara- ‘bakmak’ - vul) sözcüğü de bu ekle biçimlenen diğer bir
sözcüktür. Çağatayca sözlüklerde karagul ve karavul biçimlerinde verilen sözcük
‘muhaffef-i karagul … dīdeban, karagul, dīdeban, gezici, tolaşıcı, pasban, nigehban,
bekçi ‘asker kolı’ şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 271v15; LÇ: 216b; DTO: 398).
Sözcüğe Arat tarafından yapılan Babürname yayınında da rastlanmıştır: karavul
‘gözetçi, bekçi; ordunun ani bir baskına uğramaması için, ordugâhın etrafına
çıkarılan müfreze, posta; keşif kolu’ (AratBN II: 615).
(FK, 667: 3)
Tugrul Big sékiz miŋ kişi birlen yolnıŋ bir yanında turdı takı uzak karavul saldı
(ŞTe: 96a8)
327
kırgavul ‘sülün’ (< *kırga-vul) sözcüğü Moğ. kirgagul ‘sülün’un Çağataycadaki
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde kırgavul ‘sülün, yabani tavuk’ biçiminde
geçmektedir (LÇ: 244b; DTO: 446).
Denison Ross ise kırgavul sözcüğünü kirgul sözcüğünün altında açıklar. Ross,
sözcüğün sülünler için genel bir ad olduğunu belirtir. Ona göre, kirgul çuko’ya
benzer, kuyruğu uzun bir kuştur; erkeğinin pırıl pırıl parlak tüyleri vardır, dişisi ise
sarımsı renktedir. Mançu yazıçevrimine göre telaffuzu qirghul’dur, ancak daha çok
görülen biçimleri qirghaul ve qirghaval biçimleridir (Ross, 1994, 40 [Ölmez, Z.,
1996, 285]).
Sözcük günümüz Türk dillerinin bazılarında yaşamaktadır. Az. kırkaul, Kırg. kırgol,
kırkol, Kaz. kır-gawıl. Türkiye Türkçesinde daha çok sülün adı kullanılır (TES: 238).
kele turur érdim sunıŋ yakasında kördüm ki bir şagal bir kırgavulnı aldı
(ŞTe: 76a8)
(ŞTe: 76a9)
sözevül ‘sefer ilancısı, savaş için askeri ilan yoluyla toplayan, kaçakları tabur veya
fırkasına irca eden memur’ (< söz ‘söz’ + evül) sözcüğünde ek addan ad yapan bir ek
gibi görünmektedir. Çağatayca sözlüklerde sözevül ‘firarīleri taburına ve firkasına
irca‘ etmek üzere me’mur olan kimse’ şeklinde açıklanmıştır (Abuş. 289; LÇ: 190a;
DTO: 355). Radloff sözlüğünde sözeül biçiminde ‘haberci’ (Wb IV: 587),
328
Vámbéry’de de sözeül ‘haberci’ açıklamalarına yer verilmiştir (Vámbéry, 1867,
297).
(ML: 778a6-7)
(ML: 778a6-7)
tapavul ‘hizmetkar; öncü, keşifçi’ (< tap- ‘bulmak’ -avul), Tü. tap- ‘bulmak’ ya da
tap- ‘hizmet etmek’ eylemlerinden -avul eki ile biçimlenmiş bir sözcüktür. tap-
‘hizmet etmek’ eylemine göre (1 tap-, EDPT: 435a) ‘hizmetçi’; ‘bulmak’ eylemine
göre (2 tap-, EDPT: 435b) ‘öncü, keşifçi’ anlamlarına gelmektedir.
329
Çağatayca’dan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde de bu anlamıyla sözcük yer
almamaktadır. Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da sözcük için herhangi bir kayıt
bulamadık.
(ML: 778a6-7)
yaŋavul ‘hudut muhafızı’ (< yan ‘yan, kıyı, kenar’ +avul) biçimi yan ‘yan, kıyı,
kenar’ sözcüğünden +vul eki ile türemiş bir biçimdir. Sözcüğe Çağatayca sözlüklerde
rastlamadık. Bu ek aslında eylemlere gelen bir ektir. Ancak bu sözcükte ve sözevül
sözcüğünde bir istisna olarak ada gelmiş ve yeni sözcükler türetmiştir.
Özönder’e göre Moğ. kökenli –vUl eki benzetme yoluyla bir ada da gelmiştir. Diğer
taraftan yandavul ‘sınır muhafızı’ sözcüğüyle karışma ihitmali vardır (Özönder,
1996, 44). Bizim düşüncemiz de sözcüğün yandavul ‘sınır muhafızı’ sözcüğüyle
karıştığı yönündedir. yandavul TMEN’de ‘sınır muhafızı’ şeklinde açıklanmıştır
(TMEN IV: 1818).
(ML: 778a6-7)
yasavul ‘zabıta memuru’ (< yasa- ‘düzmek; yapmak, kurmak; hazırlamak, süslemek’
- vul) sözcüğü Moğ. casagul, casa’ul ‘subay, yüzbaşı; nöbetçi’ biçiminin karşılığıdır
(Kow: 2269). Sözcük Çağatayca sözlüklerde yasavul ‘yasakçı, yasak memurı,
muhafaza me’murı, Asya-yı vüstada yasavullar tayak ve degnek ile hızmet-i mīride
gezerler’ şeklinde açıklanmıştır (Abuş. 396; Seng. 332r4; LÇ: 293b; DTO: 526).
Radloff sözlüğünde ‘(Çağ.) düzenleyici, komutları ileten, 2. Hanın altında çalışan bir
memur, 3. (Osm.) at bakıcısı, yüksek rütbeli bir maiyet, 4. (Osm.) düşük rütbeli bir
memur, muhafız’ kaydı düşülmüştür (Wb III: 215).
330
TMEN’de ise yasavul ‘Hanı koruyan askerler, gözcü, düzenleyici (savaşın gidişatı
hakkında haber verir’ şeklinde bir açıklama yer almıştır (TMEN IV: 1863).
(SD: 241)
(DN: 51)
yortavul ‘akıncı’ (< yort- ‘akın etmek, koşmak’ -vul) sözcüğü yort- ‘akın etmek,
koşmak, dört nala koşturmak, hızla gitmek’ eyleminden türemiş bir savaş terimidir.
Çağatayca sözlüklerde yortavul/yortagul ‘akıncı’ anlamıyla bulunmaktadır (Seng.
342b8; LÇ: 304b; DTO: 544).
(ŞN2: 2128)
uş bu sözler bile ol yortavul
(ŞN2: 2489)
331
3.4.5. –gıç
332
4. ADDAN EYLEM YAPIM EKLERİ
4.1.1. +A-
Eski Türkçeden beri geniş bir kullanıma sahip olan bu ek adlardan olma ve yapma
anlamı taşıyan geçişli ve geçişsiz eylemler yapar. Ramstedt bu eki ? < *ga biçiminde
açıklamıştır (Ramstedt, 1952, 201). Marcel Erdal, bu ekin yalnızca tek ya da iki
heceli ünsüzle biten adlara eklendiğini, bunun tek istisnasının mayak+a-n- biçimi
olduğunu belirtir. Ona göre, bu örneğin istisna olmasının nedeni +A- ekinin genelde
iki hecesinde dar ünlü bulunan adlara gelmesi ve ünsüz düşmesine yol açmasıdır.
İstisnai durumda ise bütün ünlüler geniş ünlüdür (Erdal, 1991, 428).
Eski Türkçeden beri işlek bir şekilde görülen bu ek için Eski Türkçeden şu örnekleri
verebiliriz: küç + e- ‘çabalamak, zorlamak’ (küç ‘güç, kuvvet’), at+a- ‘çağırmak,
seslenmek’ (at ‘ad’), mün+e- ‘tekdir etmek, azarlamak, suçlamak’ (mün ‘suç’),
boş+a- ‘kurtarmak’ (boş ‘boş, serbest’), vb. (Gabain, 1941 (20003), 85).
Çağataycada çok sık kullanılan addan eylem yapan eklerden biridir. Çağatayda da
Eski Türkçede olduğu gibi adlardan “olma” ve “yapma” anlamı taşıyan geçişli ve
geçişsiz eylemler yapar. Bazı örneklerde hem geçişli hem de geçişsiz eylemler
türettiği de görülmektedir. Bu ekle türemiş sözcükler şöyledir:
333
aşa- ‘yemek, aş yemek, yiyip bitirmek’ (< aş ‘yemek, aş’ + a-) eylemi aş ‘yemek, aş’
adına +A- addan eylem yapının eklenmesiyle türemiş bir geçişli eylem biçimidir.
Sözcüğe Çağatayca metinlerden Şecere-i Terakime’de rastladık. Çağatayca
sözlüklerde aşa- ‘yemek, aş yemek; içmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 41r14;
LÇ:13b; DTO: 23).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülmektedir. Eski Uygurcada genelde aşa- ye-
biçiminde ikileme içinde yer almaktadır (Suv. 529/13). DLT’de aşa- ‘yemek, aş
yemek’ (DLT III: 253; DanKelly, 1985, 14), KB’de aşa- ‘aş yemek, hırsla yemek,
yutmak; yenmek, hükmetmek’ (KB: 123, 836, 1350 vb.), Harezm Türkçesinde aşa-
‘yemek, aş yemek’ (KutbHŞ: 13, MNa: 96); Eski Kıpçakçada aşa- ‘yemek, aş
yemek’ (KTS: 14) biçimlerinde geçmektedir.
Amulca Hanı takı köp yıllar padişahlık kılıp aşlarını aşap ve yaşlarını yaşap tası
kéyinindin kétdi
(ŞTe: 69b7-9)
(ŞTe: 86a18)
ata- ‘ad vermek’ (< at ‘ad’ + a-) eylemi at ‘ad’ adına +A- addan eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş bir eylem biçimidir. Bu eylem hem geçişli hem de geçişsiz bir
eylemdir. Sözcük birçok Çağatayca metinde geçmektedir. Çağatayca sözlüklerde ise
ata- ‘adlandırmak, ad vermek; nişanlamak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 28r19;
LÇ: 4a).
334
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülmektedir. Eski Uygurcada ata- ‘adlandırmak,
ad vermek’ (M III: 48; TT III: 97); DLT’de ata- ‘ad, unvan vermek’ (DLT III: 250;
DanKelly, 1985, 15), KB’de ata- ‘ad, unvan vermek’ (KB: 748, 985, vb.), Harezm
Türkçesinde ata- ‘ad, unvan vermek’ (KutbHŞ: 15); Eski Kıpçakçada ata-, ada-,
atta-, aya- ‘ad vermek, unvan vermek, lakap takmak’ (KTS: 15) biçimlerinde
geçmektedir.
(LD: 1219)
(LD: 2216)
beze- ‘bezemek, süslemek’ (< bediz ‘resim, heykel’ + e-) eylemi bediz ‘resim,
heykel’ adına +A- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişli eylem
biçimidir. Sözcük birçok Çağatayca metinde yer almaktadır. Çağatayca sözlüklerden
Senglah’ta ise beze- ‘bezemek, süslemek’ anlamında geçmektedir (Seng. 146r5).
Sözcük Eski Türkçede (Orh.) bediz+e-t- biçiminde geçmektedir (KT G: 1). DLT’de
beze- ‘süslemek’ (DLT III: 263; DanKelly, 1985, 72), KB’de beze- ‘süslemek’ (KB:
22, 386, 3724, vb.), Harezm Türkçesinde beze- ‘süslemek’ (KutbHŞ: 31); Eski
Kıpçakçada beze-, bize- ‘bezemek, süslemek’ (KTS: 29); Osmanlıcada beze-
‘süslemek’ (TTS I: 95; TTS II: 135; TTS III: 88; TTS IV: 99) biçimlerinde
görülmektedir.
335
Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda bediz ‘resim, heykel’ köküne
dayandırılmış ve ‘bezemek, süslemek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 97; EDPT:
390a; DanKelly, 1985, 69; Erdal, 1991, 418; Tekin, 2000, 87).
kana- ‘kanamak’ (< kan ‘kan’ + a-) eylemi kan ‘kan’ adına +A- addan eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişsiz eylem biçimidir. Sözcük birçok Çağatayca
metinde yer almaktadır. Çağatayca sözlüklerde ise kana- ‘kanamak’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 277r5; LÇ: 223a; DTO: 410).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada kana-
‘kanamak’ (TT VII: 21); DLT’de kana- ‘kanamak’ (DLT III: 273; DanKelly, 1985,
126); Harezm Türkçesinde kana- ‘kanamak’ (Nehc. 354/17); Eski Kıpçakçada kana-
‘kanamak’ (KTS: 125) biçimlerinde geçmektedir.
(FK, 419: 3)
(SM: 100)
336
kına- ‘kınamak, cezalandırmak; işkence etmek’ (< kīn ‘ceza, işkence’ + a-) eylemi
kın ‘ceza, işkence’ adına +A- addan eylem yapının eklenmesiyle türemiş bir geçişli
eylem biçimidir. Sözcük birçok Çağatayca metinde yer almaktadır. Çağatayca
sözlüklerden kına- ‘kınamak, cezalandırmak; işkence etmek’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 298v27; DTO: 452).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada kına-
‘kınamak, cezalandırmak; işkence etmek’ (TT IV: 8); DLT’de kına- ‘kınamak,
cezalandırmak; işkence etmek’ (DLT III: 273; DanKelly, 1985, 137); Harezm
Türkçesinde kına- ‘kınamak, cezalandırmak; işkence etmek’ (KutbHŞ: 144); Eski
Kıpçakçada kına- ‘kınamak, cezalandırmak; işkence etmek’ (KTS: 144),
Osmanlıcada kına- ‘kınamak, cezalandırmak; işkence etmek’ (TTS I: 458; TTS II:
629; TTS III: 445; TTS IV: 510) biçimlerinde geçmektedir.
(SD: 477)
(LD: 972)
meŋze- ‘benzemek’ (< meŋiz ‘beniz’ + e) eylemi meŋiz ‘beniz’ adına +A- addan
eylem yapının eklenmesiyle türemiş bir geçişsiz eylem biçimidir. Sözcük birçok
Çağatayca metinde yer almaktadır. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta ise béŋze-
‘benzemek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 150r10).
337
Sözcük Karahanlı Türkçesinden itibaren görülmektedir. DLT’de meŋze- ‘benzemek’
(DLT III: 403; DanKelly, 1985, 119); Harezm Türkçesinde beŋze- ‘benzemek’ (‘Ali:
32 [EDPT: 352b]); Eski Kıpçakçada meŋze-, menze- ‘benzemek’ (KTS: 181)
biçimlerinde görülmektedir.
(SD: 484)
(TN: 170)
opra- ‘eskimek’ (< *opur ‘eskimiş’ + a-) eylemi *opur ‘eskimiş’ adına +A- addan
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişsiz eylem biçimidir. Sözcüğe
Çağatayca metinlerden yalnızca Mahbubü’l-Kulüb’de rastladık. Çağatayca
sözlüklerde opra-, öpre-, ofra- biçimlerinde ve ‘eskimek’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 57v29, Seng. 77v7; DTO: 40).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada opra-
‘eskimek’ (TT II: 16; BT III: 16); DLT’de opra- ‘eskimek’ (DLT I: 273; DanKelly,
1985, 41); Harezm Türkçesinde opra-t- ‘bozmak, yıkmak’ (KutbHŞ: 194); Eski
Kıpçakçada oprak ‘yıpranmış’ (KTS: 205) biçimlerinde görülmektedir.
Eylemin kökü için etimolojik sözlüklerde bir kayıda rastlamadık, ancak eylem için
‘eskimek’ anlamı kaydedilmiştir (DTS: 368; EDPT: 13b; DanKelly, 1985, 41).
Ahmet Bican Ercilasun bu ekin taklidi adlara getirilerek vurgusuz orta hece
ünlüsünün düşmesi sonucu eylemler türetildiğini belirtmiştir ve opra- ‘yıpranmak’
eylemini de bu eylemler arasında saymıştır (Ercilasun, 1984, 16). Erdal oprak
biçimini maddebaşı olarak almış ve bu sözcüğün opra- eyleminin özne sıfatı
olduğunu ifade etmiştir. Erdal eylemin kökü ya da gelişimi ile ilgili herhangi bir
338
açıklamada bulunmamıştır (Erdal, 1991, 240). Bize göre de bu eylem *opur yansıma
adından vurgusuz orta hece ünlüsünün düşmesi sonucu *opur + a- biçiminde
gelişmiştir.
(MKb: 140a3)
oyna- ‘oynamak; kumar oynamak, kumara koymak’ (< oyun ’oyun’ + a-) eylemi
oyun ’oyun’ adına +A- addan eylem yapan ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişli
eylem biçimidir. Sözcük birçok Çağatayca metinde yer almaktadır. Çağatayca
sözlüklerde ise oyna- ‘oynamak; kumar oynamak, kumara koymak’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 91r3; LÇ: 44b; DTO: 89).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülür. Eski Uygurcada oyna- ‘oynamak’ (U II:
26); DLT’de oyna- ‘oynamak’ (DLT II: 226; DanKelly, 1985, 45); Harezm
Türkçesinde oyna- ‘oynamak’ (KutbHŞ: 115; Nehc. 183/11); Eski Kıpçakçada
‘oynamak, şakalaşmak’ (KTS: 207), Osmanlıcada oyna- ‘oynamak’ (TTS III: 551;
TTS IV: 616) biçimlerinde görülmektedir.
(AD: 33)
(BV, 457, 7)
339
ögren- ‘öğrenmek’ (< *ögür ‘sürü’ + e-n-) eylemi *ögür ‘sürü’ adına +A- addan
eylem yapan ve –n- eylemden eylem yapan eklerinin eklenmesiyle türemiş bir geçişli
eylem biçimidir. Sözcük birçok Çağatayca metinde yer almaktadır. Çağatayca
sözlüklerde ise ögren- ‘öğrenmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 89r13).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada ögren-
‘öğrenmek’ (U III: 82); DLT’de ögren- ‘öğrenmek’ (DLT I: 252; DanKelly, 1985,
46); Harezm Türkçesinde ögren- ‘öğrenmek’ (KutbHŞ: 121); Eski Kıpçakçada
ögren-, övren-, ören, üren-, yören- ‘öğrenmek’ (KTS: 209), Osmanlıcada ögren-
‘öğrenmek’ (TTS II: 745; TTS III: 556; TTS IV: 620) biçimlerinde görülmektedir.
(LD: 1578)
(SD: 205)
örte- ‘yakmak’ (< ört ‘ateş, alev’ + e-) eylemi ört ‘ateş, alev’ adına +A- addan eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişli eylem biçimidir. Sözcük birçok
Çağatayca metinde yer almaktadır. Çağatayca sözlüklerde ise örte- ‘yakmak,
kavurmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 68r28; LÇ: 29b; DTO: 54).
340
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada örte-
‘yakmak’ (M I: 18; U III: 37); DLT’de örte- ‘yakmak’ (DLT I: 272; DanKelly, 1985,
49); Harezm Türkçesinde örte- ‘yakmak’ (KutbHŞ: 119); Eski Kıpçakçada örte-
‘yakmak’ (KTS: 212) biçimlerinde görülmektedir.
(DN: 590)
(HBD, 77: 5)
sına- ‘sınamak, denemek’ (< sın ‘insan bedeni; heykel, yükseklik, dış görünüş’ + a-)
eylemi sın ‘insan bedeni; heykel, yükseklik, dış görünüş’ adına +A- addan eylem
yapının eklenmesiyle türemiş bir geçişli eylem biçimidir. Sözcük birçok Çağatayca
metinde yer almaktadır. Çağatayca sözlüklerde ise sına- ‘sınamak, denemek’ urmak’
anlamında yer almaktadır (Seng. 256v19; LÇ: 199b; DTO: 371).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada sına-
‘sınamak, denemek’ (H I: 1548); DLT’de sına- ‘sınamak, denemek’ (DLT III: 273;
DanKelly, 1985, 162); KB’de sına- ‘sınamak, denemek’ (KB: 245, 623); Harezm
Türkçesinde sına- ‘sınamak, denemek’ (KutbHŞ: 164; Nehc. 212/13); Eski
Kıpçakçada sına- ‘sınamak, denemek’ (KTS: 235), Osmanlıcada sına- ‘sınamak,
denemek’ (TTS I 621; TTS II: 817; TTS III: 620; TTS IV: 684) biçimlerinde
görülmektedir.
341
anlamlandırılmıştır (VEWT: 417; DTS: 504; EDPT: 835a; DanKelly, 1985, 162;
Erdal, 1991, 423). Sözcüğün kökü Türkmencede sīn ‘görme, gözden geçirme,
gözleme, gözetleme’ ve eylem sīna- ‘sınamak, denemek’ biçiminde geçmektedir
(Tekin, 1995, 176). Ünlünün Türkmencede uzun olması bizi sözcüğün kökünün *sīn
biçiminde olabileceği sonucuna götürür. Räsänen, Clauson ve Erdal sına- ‘sınamak,
tecrübe etmek’ eylemini ET sın (< *sīn) ‘vücut, beden’ sözcüğü ile ilgili görmüşler,
ancak iki sözcük arasındaki anlam ilişkisinin zayıf olduğunu bu yüzden de sözcüğün
*sīn ‘gözlem, müşahede, deneme’ biçimine dayanması gerektiğini belirtmişlerdir
(VEWT: 417; EDPT: 835a; Erdal, 1991, 423).
(TN: 240)
(ÇİK: 73v7)
töşe- ‘döşemek’ (< *töş ‘yatak’ + e-) eylemi *töş ‘yatak’ adına +A- addan eylem
yapının eklenmesiyle türemiş bir geçişli eylem biçimidir. Sözcük birçok Çağatayca
metinde yer almaktadır. Çağatayca sözlüklerde ise töşe- ‘döşemek’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 177r22; LÇ: 119b; DTO: 234).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada töşe-
‘döşemek’ (U III: 35); DLT’de töşe- ‘döşemek’ (DLT III: 266; DanKelly, 1985,
198); Harezm Türkçesinde töşe- ‘döşemek’ (KutbHŞ: 184); Eski Kıpçakçada döşe-,
töşe- ‘döşemek’ (KTS: 282), Osmanlıcada döşe- ‘döşemek’ (TTS I: 225; TTS III:
209; TTS IV: 243) biçimlerinde görülmektedir.
342
‘alem esbabınıŋ tükenmesligide bu tenbih-dür mesela birev ki kirpiçdin bir yerge ferş
töşer bolsa çün ma‘hud budur kim hıştnı derz-ber-derz solmaslar
(MKb: 105b11)
(FK, 148: 6)
tona- ‘giydirmek’ (< ton ‘don, elbise’ + a-) eylemi ton ‘don, elbise’ adına +A-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Sözcük
birçok Çağatayca metinde yer almaktadır. Çağatayca sözlüklerde ise tona-
‘giydirmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 185v7; LÇ: 127b; DTO: 427).
(ŞN1: 354)
(SS: 3314)
343
tüne- ‘tünemek, gecelemek’ (< tün ‘gece’ + e-) eylemi tün ‘gece’ adına +A- addan
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Sözcüğe
Kelürnamede rastladık (KN: 14a1). Çağatayca sözlüklerde ise tüne- ‘tünemek,
gecelemek’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 127b; DTO: 427).
ugra- ‘uğramak’ (< ugur ‘zaman, sıra’ + a) eylemi ugur ‘zaman, sıra’ adına +A-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde ugra- ‘uğramak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 35b; DTO:
68).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada ugra-
‘uğramak’ (U IV: 10; Suv. 475/16; TT V: 26); DLT’de ugra- ‘uğramak’ (DLT I:
274; DanKelly, 1985, 53); Harezm Türkçesinde ugra- ‘uğramak’’ (KutbHŞ: 114);
Eski Kıpçakçada ugra-, uçra-, uşra- ‘uğramak, rastlamak’ (KTS: 291), Osmanlıcada
ugra- ‘uğramak’ (TTS I: 712; TTS II: 918; TTS III: 697; TTS IV: 774) biçimlerinde
geçmektedir.
344
okumuşlardır (Tezcan, 1981, 282; Doerfer, 1983, 96; Tekin, 1994b, 265). Tekin,
/o/lu okunuşun hatalı olduğunu Brahmi yazılı ugur ve ugra- biçimleri ile Tuv. ug
‘fırsat, uygun zaman’ sözcüklerinin /u/lu okuyuşun daha doğru olduğunu
kanıtlamaya yeteceğini belirtmiştir (Tekin, 1994b, 265). Bizim görüşümüz de bu
yöndedir.
(ŞTe: 100b4)
ula- ‘ulaştırmak, uzatmak’ (< ul ‘temel’ + a-) eylemi ul ‘temel’ adına +A- addan
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişli eylem biçimidir. Sözcük birçok
Çağatayca metinde yer almaktadır. Çağatayca sözlüklerde ise ula- ‘ulaştırmak,
uzatmak, bağlamak’ anlamında geçmektedir (Seng. 81rII; LÇ: 38a; DTO: 74).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada ula-
‘ulaştırmak, uzatmak, bağlamak’ (M III: 22); DLT’de ula- ‘ulaştırmak, uzatmak,
bağlamak’ (DLT III: 255; DanKelly, 1985, 53); Harezm Türkçesinde ula-n-
‘ulaştırmak, uzatmak, bağlamak’ (Nehc. 153/4); Eski Kıpçakçada ula- ‘ulaştırmak,
birleştirmek’ (KTS: 292), Osmanlıcada ula- ‘ulaştırmak, birleştirmek’ (TTS I: 718;
TTS II: 924) biçimlerinde geçmektedir.
(LD: 2136)
345
şeytan aŋa ayttı kim miniŋ saçım begayet kıskadur, eger gisularıŋnı késip maŋa bir
seŋ kim saçımga ulasam munça bahasın bérür min
(TEH: T702b13)
uşat- ‘kırmak, parçalamak’ (< uwuş ‘ufalanmış’ + a-t-) eylemi *uwuş ‘ufalanmış’
adına +A- addan eylem ve –(X)t- eylemden eylem yapım eklerinin eklenmesiyle
türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde uşat- ‘kırmak,
parçalamak’ anlamıyla yer almaktadır (Seng. 75r25; DTO: 66).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada uvşat- uşat
‘kırmak, parçalamak’ (Suv. 370/4); DLT’de uşat-, uvşat- ‘kırmak, parçalamak’ (DLT
I: 262; DanKelly, 1985, 57); Harezm Türkçesinde uşat- ‘kırmak, parçalamak’
(KutbHŞ: 201; Nehc. 216/10); Eski Kıpçakçada uşat- ‘kırmak, parçalamak,
parçalatmak’ (KTS: 294), Osmanlıcada uşat- ‘kırmak, parçalamak, parçalatmak’
(TTS I: 730; TTS II: 934; TTS III: 717; TTS IV: 790) biçimlerinde geçmektedir.
(LM: 1524)
(NN, 186: 3)
yanaş- ‘yanaşmak’ (< yan ‘yan, taraf’ + a-ş-) adına +A- addan eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Sözcüğe Çağatayca metinlerden
Şecere-i Terakime’de rastladık. Çağatayca sözlüklerde ise yanaş- ‘yanaşmak’
anlamında yer almaktadır (LÇ: 299b; DTO: 536).
346
Etimojik sözlüklerde ve kaynaklarda bu sözcüğün yan ‘yan, taraf’ kökünden
türediğine dair çok açık ifadeler yer almamaktadır. Ancak biz bu eylemin yan ‘yan,
taraf’ adından yanaş < yan+a-ş- biçiminde geliştiğini düşünüyoruz. Talat Tekin,
Türk Dillerinde Birincil Uzun Ünlüler adlı eserinde sözcüğün kökü için DLT yan
‘uca kemiği, yan’, Tkm. yan ‘yan, böğür’, Hlç. yaan ‘yan’, YUyg. yan ‘yan’, Özb.
yan ‘yan’, Az. yan ‘yan’ biçimlerini verir (Tekin, 1995, 51, 54, 59, 114, 175).
Tekin’in aktardığı biçimlerde sözcüğün kökünün ünlüsü uzundur. Buna göre
sözcüğün kökü *yan biçiminde de tasarlanabilir.
bir yolı bolur bir atlık yörür ékki atlık yanaşıp yöriy bilmes
(ŞTe: 76b13)
yaşa- ‘yaşamak’ (< yaş ‘yaş, ömür’ + a-) eylemi yaş ‘yaş, ömür’ adına +A- addan
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde yaşa- ‘yaşamak, mamur olmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 81rII;
LÇ: 294b).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada yaşa-
‘yaşamak’ (TT VII: 40; H I: 46); DLT’de yaşa- ‘yaşamak’ (DLT III: 89; DanKelly,
1985, 218); Harezm Türkçesinde yaşa- ‘yaşamak’ (Nehc: 101/8); Eski Kıpçakçada
yaşa- ‘yaşamak’ (KTS: 314) biçimlerinde görülmektedir.
(ÇİK: 80v7)
347
közüm yaşardı ‘ıyan bolgaç ol cemal-i bedi‘
(FK, 306: 1)
yaşna- ‘parlamak, parıldamak’ (< yaş+ın ‘şimşek’ + a-) eylemi yaş+ın ‘şimşek’
adına +A- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde işne- ‘parlamak, parıldamak’ biçiminde yer
almaktadır (Seng. 105v9; LÇ: 53b; DTO: 117).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada yaşna-
‘parlamak, parıldamak’ (TT VIII: A 8); DLT’de yaşna- ‘parlamak, parıldamak’
(DLT III: 310; DanKelly, 1985, 218); Harezm Türkçesinde işne- ‘parlamak,
parıldamak’ (MNa: 141 [EDPT: 978b]) biçimlerinde görülmektedir.
(SD: 173)
(ŞN1: 1050)
348
4.1.2. +lA-
Adın ifade ettiği ile ilgili bir hareketi belirtmek için her türlü ada getirilebilir. Bu ek
Eski Türkçeden itibaren çok işlek bir biçimde kullanılan eklerden biridir. Adlardan
hem geçişli hem de geçişsiz eylemler türeten bu ek çoğunlukla “olma” ve “yapma”
ifade etmektedir. Gabain bu ek için “sınırsız kullanma imkanı vardır” der (Gabain,
1941 (20003), 49).
Çağatayca da çok sık kullanılan addan eylem yapan eklerden biridir. Çağatayda da
Eski Türkçede olduğu gibi geçişli ve geçişsiz eylemler türetmektedir. Bu ekle
türemiş biçimler şöyledir:
aççıgla- ‘kızmak, öfkelenmek’ (< aççıg ‘öfke’ + la-) eylemi aççıg ‘öfke’ adına +la-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişsiz eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde ise açıgla- ve aççıgla- biçimlerinde ve ‘kızmak, öfkelenmek’
anlamında yer almaktadır (Seng. 31v21; LÇ: 5b; DTO: 7).
349
kéldi aççıglaban yaŋak bu zaman
(MMü: 53)
(MMü: 113)
agırla- ‘ağırlamak, izzet ve ikramda bulunmak’ (< agır ‘ağır’ + la-) eylemi agır
‘ağır’ sıfatına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde agırla- ‘ağırlamak, izzet ve ikramda bulunmak’
anlamında yer almaktadır (Seng. 43r4; LÇ: 16a; DTO: 26).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada agırla-
‘ağırlamak, izzet ve ikramda bulunmak’ (TT V: 10; U II: 40); DLT’de agırla-
‘ağırlamak, izzet ve ikramda bulunmak (DLT I: 300; DanKelly, 1985, 6); Harezm
Türkçesinde agırla- ‘ağırlamak, izzet ve ikramda bulunmak (KutbHŞ: 5; Nehc.
8/11); Eski Kıpçakçada agırla-, avurla- ‘ağırlamak, hürmet etmek, ikram etmek
(KTS: 4) biçimlerinde geçmektedir.
(LD: 706)
(DN: 113)
350
arugla- ‘yorulduktan sonra dinlenmek, zayıflamak’ (< arug ‘zayıf’ + la-) eylemi
arug ‘zayıf’ sıfatına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Lugat-ı Çağatay’da arıgla- biçiminde
ve ‘zayıflamak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 11a).
avla- ‘avlamak’ (< av ‘av’ + la-) eylemi av ‘av’ adına +la- addan eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişli eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde avla-
‘avlamak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 52r21; DTO: 74).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada avla-
‘avlamak’ (U IV: 34); DLT’de avla- ‘avlamak’ (DLT I: 287; DanKelly, 1985, 16);
Harezm Türkçesinde avla- ‘avlamak’ (KutbHŞ: 16); Eski Kıpçakçada avla-
‘avlamak’ (KTS: 16); Osmanlıcada avla- ‘avlamak’ (TTS I: 53) biçimlerinde
geçmektedir.
351
avladıŋ köŋlüm sorup istep bu ne lutf érdi veh
(FK, 644: 5)
(HBD, 168: 7)
avuçla- ‘avuçlamak’ (< adut ‘avuç’ + la-) eylemi adut ‘avuç’ adına +la- addan
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerden Dictionnaire turk-oriental’de avuçla- ‘avuçlamak’ anlamında yer
almaktadır (DTO: 84).
Sözcüğün kökü Eski Türkçeden itibaren görülmektedir, ancak sözcük Eski Türkçe ve
Karahanlı Türkçesinde adut ‘avuç’ (TT VIII C 14; DLT I: 50) biçiminde karşımıza
çıkmaktadır. Bunun yanında DLT’de awut ‘avuç’ (DLT I: 82) ve KB’de avuç ‘avuç’
biçimleri de görülmektedir.
(FK, 202: 8)
352
can nakdini avuçlaban kélmiş édim vaslıŋ tiler
(NN, 517: 5)
bagışla- ‘bağışlamak, affetmek’ (< bagış ‘ihsan, bağış’ + la-) eylemi bagış ‘ihsan,
bağış’ adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bagışla- ‘bağışlamak, affetmek’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 124v27; DTO: 152).
(SD: 44)
(LD: 864)
bagla- ‘bağlamak’ (< bag ‘bağ, sargı, kuşak’ + la-) eylemi bag ‘bağ, sargı, kuşak’
adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bagla- ‘bağlamak’ anlamında yer almaktadır (LÇ:
70b; DTO: 152).
353
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada bagla-
‘bağlamak’ (Suci: 6 [EDPT: 314b]); DLT’de bagla- ‘bağlamak’ (DLT III: 292;
DanKelly, 1985, 63); Harezm Türkçesinde bagla- ‘bağlamak’ (KutbHŞ: 23; Nehc.
17/1); Eski Kıpçakçada bagla- ‘bağlamak, demet yapmak; bağ ile, ip ile bağlamak’
(KTS: 21); Osmanlıcada bagla- ‘bağlamak, demet yapmak’ (TTS I: 69; TTS II: 95;
TTS III: 62; TTS IV: 68, 467) biçimlerinde görülmektedir.
(ŞN2: 1906)
(ÇİK: 73v6)
balala- ‘yavrulamak’ (< bala ‘yavru, çocuk’ + la-) eylemi bala ‘yavru, çocuk’ adına
+la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde balala- ‘yavrulamak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 126v5;
LÇ: 71b; DTO: 153).
354
Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda bala ‘yavru, çocuk’ köküne
dayandırılmış ve ‘yavrulamak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Eckmann, 1966, 68;
DTS: 80; EDPT: 342b; DanKelly, 1985, 64).
yana miŋ kılade pili ve anıŋ zamanıda pil Hindustandın özge yirde balaladı
(TEH: A731b3)
başla- ‘başlamak, bir işe girişmek, liderlik etmek’ (< baş ‘baş’ + la-) eylemi baş
‘baş’ adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde başla- ‘başlamak, bir işe girişmek’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 122v11; LÇ: 69b; DTO: 150).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada başla-
‘başlamak, bir işe girişmek’ (Suv. 607/17; T VII: 40; TT I: 150); DLT’de başla-
‘başlamak, bir işe girişmek’ (DLT III: 291; DanKelly, 1985, 67); Harezm
Türkçesinde başla- ‘başlamak, bir işe girişmek’ (KutbHŞ: 28; Nehc. 7/5; MNa: 60
[EDPT: 381b]); Eski Kıpçakçada başla- ‘başlamak’ (KTS: 25); Osmanlıcada TTS
başla- ‘başlamak, işe girişmek, rehberlik etmek’ (TTS II: 115; TTS III: 72)
biçimlerinde geçmektedir.
Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda baş ‘baş, lider, başlangıç; ön, uç’
köküne dayandırılmış ve ‘başlamak, bir işe girişmek, yönetmek’ şeklinde
anlamlandırılmıştır (TMEN II: 700; DTS: 88; EDPT: 381b; Ercilasun, 1984, 14;
DanKelly, 1985, 67, Erdal, 1991, 432; Tekin, 2000, 89).
(DN: 51)
(LM: 3596)
bayramla- ‘bayram etmek’ (< badram ‘bayram’ + la-) eylemi badram ‘bayram’
adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta bayramla- ‘bayram etmek’ eylemine
355
değil, yalnızca sözcüğün kökü olan bayram ‘bayram’ sözcüğüne rastladık. (Seng.
128r7).
(BN: H150a11)
bıçag/kla- ‘bıçaklamak’ (< bıçag/k ‘bıçak’ + la-) eylemi bıçag/k ‘bıçak’ adına +la-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bıçag/kla- ‘bıçaklamak’ eylemine rastlamadık. Yalnızca
sözcüğün kökü yer almaktadır (Seng. 144r7; LÇ: 89b; DTO: 182).
(KUŞ, XLVII: 6)
boguzla- ‘boğazlamak’ (< boguz ‘boğaz’ + la-) eylemi boguz ‘boğaz’ adına +la-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde boguzla- ‘boğazlamak’ anlamında yer almaktadır (Seng.
136r7; LÇ: 83a; DTO: 172).
356
Bu eyleme Çağatayca dışında Harezm Türkçesinde boguzla- ‘boğazlamak’ (KutbHŞ:
35; Nehc. 214/7); Eski Kıpçakçada boguzla-, bogazla-, bovazla- ‘boğazlamak’ (KTS:
34) biçimlerinde görülmektedir.
(NN, 242: 5)
(SS: 1231)
boyla- ‘boy ile ölçüşmek; bir boy gitmek, baştan sona kadar gitmek’ (< boy ‘boy’ +
la-) eylemi boy ‘boy’ adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde boyla- ‘boy ile ölçüşmek’
anlamında yer almaktadır (LÇ: 86a; DTO: 179).
(NN, 125: 6)
çulga- ‘sarmak, paketlemek; örmek, kapamak’ (< çug ‘bağ’ + la-) eylemi çug ‘bağ’
adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde çulga- ‘sarmak, paketlemek; örmek, kapamak’
anlamında yer almaktadır (Seng. 214r28; LÇ: 158a; DTO: 298). Çağatayca
metinlerde aslında çugla- biçiminde olması gereken eylemin göçüşmeli biçimi olan
çulga- görülmektedir.
357
Bu eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de çulga-,
çugla- ‘örmek, kapamak’ (DLT III: 295; DanKelly, 1985, 96); Harezm Türkçesinde
çulga- ‘örmek, kapamak’ (Nehc. 8/8); Eski Kıpçakçada çulga-, şulga- ‘giymek,
sarmak, dolamak’ (KTS: 54) biçimlerinde geçmektedir.
(ŞN2: 2018)
(DN: 83)
ırla-, yırla- ‘şarkı söylemek, terennüm etmek, zikretmek’ (< ır, yır ‘şarkı, türkü, şiir’
+ la-) eylemi ır, yır ‘şarkı’ adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde ırla-, yırla- ‘şarkı
söylemek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 349r9; LÇ: 311b; DTO: 105).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada yırla- ‘şarkı
söylemek’ (U I: 41; TT X: 442); DLT’de yırla- ‘şarkı söylemek’ (DLT III: 308;
DanKelly, 1985, 228); Eski Kıpçakçada ırla-, yırla- ‘şarkı söylemek’ (KTS: 102)
biçimlerinde geçmektedir.
Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda ır, yır ‘şarkı, türkü, şiir’ köküne
dayandırılmış ve ‘şarkı söylemek, terennüm etmek, zikretmek’ şeklinde
anlamlandırılmıştır (DTS: 220; EDPT: 230a; DanKelly, 1985, 228, Erdal, 1991,
452). Talat Tekin, Türk Dillerinde Birincil Uzun Ünlüler adlı eserinde Uyg. ır, yır
‘şarkı, türkü, şiir’, DLT yīr ‘gazel, şiir’, Çuv. yurĭ ‘şarkı, türkü’ biçimlerini verir
(Tekin, 1995, 175). Tekin’in aktardığı biçimlerde sözcüğün kökünün ünlüsü uzundur.
Buna göre sözcüğün kökü *īr ya *yīr biçiminde de tasarlanabilir.
358
Türkane ır ırlagınça, anıŋ
(SD: 579)
(DN: 113)
kamçıla- ‘kamçılamak’ (< kamçı ‘kamçı’ + la-) eylemi kamçı ‘kamçı’ adına +la-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Bu
biçim Çağatayca sözlüklerde yer almamaktadır.
(ŞTe: 95a1)
kıçıkla- ‘gıdıklanmak’ (< kıçık ‘gıdık’ + la-) eylemi kıçık ‘gıdık’ adına +la- addan
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde ise kıçıg/kla- ‘gıdıklanmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 244a; DTO:
444).
359
köz koydı tabanı üzre yıglap
(LM: 3264)
kışla- ‘kışlamak, kışı geçirmek’ (< kış ‘kış’ + la-) eylemi kış ‘kış’ adına +la- addan
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde kışla- ‘kışlamak, kışı geçirmek’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 248a;
DTO: 449).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada kışla-
‘kışlamak, kışı geçirmek’ (Şu. D: 7 [EDPT: 973a]); DLT’de kışla- ‘kışlamak, kışı
geçirmek’ (DLT III: 299; DanKelly, 1985, 139); Eski Kıpçakçada kışla- ‘kışlamak,
kışı geçirmek’ (KTS:146) biçimlerinde geçmektedir.
(ŞHD: 12a2)
(ŞTe: 85b21)
kuşla- ‘kuş avlamak’ (< kuş ‘kuş’ + la-) eylemi kuş ‘kuş’ adına +la- addan eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde kuşla- ‘kuş avlamak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 237a; DTO: 432).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada kuşla- ‘kuş
avlamak’ (IB: 43); DLT’de kuşla- ‘kuş avlamak’ (DLT III: 299; DanKelly, 1985,
149); Harezm Türkçesinde kuşla- ‘kuş avlamak’ (KutbHŞ: 146) biçimlerinde
geçmektedir.
(ŞN1: 415)
kuçag/kla- ‘kucaklamak’ (< kuçag/k ‘kucak’ + la-) eylemi kuçag/k ‘kucak’ adına
+la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık. Yalnızca sözcüğün kökü yer
almaktadır (Seng. 283v28; LÇ: 232b; DTO: 423).
Han yerindin kopa kéldi takı Suvarnı kuçaklap yüzindin öpdi takı aytdı
(ŞTe: 93b14)
muzla- ‘buz tutmak’ (< muz ‘buz’ + la-) eylemi muz ‘buz’ adına +la- addan eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde muzla- ‘buz tutmak’ biçimi yer almamaktadır.
(ŞN2: 1622)
(ŞN2: 1674)
ogurla- ‘çalmak’ (< ogrı ‘hırsız’ + la-) eylemi ogrı ‘hırsız’ adına +la- addan eylem
yapan ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde ogurla- ‘çalmak, hırsızlamak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 35b; DTO:
68).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada ogurla-
‘çalmak’ (U II: 85; TT IV: 8); DLT’de ogrıla- ‘çalmak’ büyümek’ (DLT I: 316;
DanKelly, 1985, 39); Harezm Türkçesinde ogurla- ‘çalmak’ (KutbHŞ: 114; Nehc.
301/12); Eski Kıpçakçada ogurla- ‘çalmak’ (KTS: 203); Osmanlıcada ogurla-,
ogrula- ‘çalmak, hırsızlık etmek’ (TTS I: 714; TTS II: 919; TTS III: 700; TTS IV:
776) biçimlerinde geçmektedir.
(GD, 116: 3)
362
Kozı Teginniŋ ivindin ötükin ogurlap kéyip Bugra Hannıŋ ivige kélip takı kaytıp
barıp ötükni yerinde koyup kéldi
(ŞTe: 91b9-10)
okla- ‘oklamak’ (< ok ‘ok’ + la-) eylemi ok ‘ok’ adına +la- addan eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde okla-
‘oklamak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 36a; DTO: 69).
(ŞHD: 53a12)
ol na-dan Tiŋri ta‘alanı okladım dép kerkeslerini yokarı yanıga baglaban itlerni kuyı
yanıga baglap yirge érdi
(TEH: T698b23)
otla- ‘otlamak’ (< ot ‘ot, bitki’ + la-) eylemi ot ‘ot, bitki’ adına +la- addan eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde ise otla- ‘otlamak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 61r27; LÇ: 25b;
DTO: 44).
363
Mu‘inü’d-din Ulug Big Han şeh-i şeh-zade devrinde
(SD: 235)
ve yana Hotan şehriniŋ çera-gahında sünbül ve reyahin otlap danesiniŋ mihriga naz
kılıp lale-zar içinde ahu-bere tég firkatiŋ dagıda boldum
(ŞHD: 153b11)
sapla- ‘saplamak, sap takmak’ (< sap ‘sap’ + la-) eylemi sap ‘sap’ adına +la- addan
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde sapla- ‘saplamak, sap takmak’ eylemine rastlamadık.
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada sapla-
‘saplamak, sap takmak’ (TTS I: 551); DLT’de sapla- ‘saplamak, sap takmak’ (DLT
III: 296; DanKelly, 1985, 154) biçimlerinde geçmektedir.
(ŞHD: 126a11)
sayla- ‘saymak, hesaba katmak’ (< san ‘sayı’ + la-) eylemi san ‘sayı’ adına +la-
addan eylem yapan ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişli eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde sayla- ‘saymak, hesaba katmak, hesap tutmak’ anlamında yer
almaktadır (LÇ: 184b; DTO: 346).
364
men ki insaf ehli birle sözledim Hak sözini
(ŞHD: 21b6)
(ÇKT: 41a11)
sula- ‘sulamak’ (< sub ‘su’ + la-) eylemi sub ‘su’ adına +la- addan eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde sula-
‘sulamak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 246r15; LÇ: 193a; DTO: 360).
ol geledin kalgan tufeyli sudur kim biz hem sulap barur biz
(TEH: T704a5)
(ŞHD: 139a6)
taŋla- ‘hayret etmek, şaşmak ; ışık saçmak, aydınlatmak’ (< taŋ ‘şaşkınlık, hayret’ +
la-) eylemi taŋ ‘şaşkınlık, hayret’ adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde taŋla- ‘hayret etmek,
şaşmak ; ışık saçmak, aydınlatmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 162v27; LÇ:
104b; DTO: 207).
365
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada taŋla- ‘hayret
etmek, şaşmak’ (M I: 37; TT IX: 38; U III: 72); DLT’de taŋla- ‘hayret etmek,
şaşmak’ (DLT III: 403; DanKelly, 1985, 176); Harezm Türkçesinde daŋla-, taŋla-
‘hayret etmek, şaşmak’ (KutbHŞ: 170); Eski Kıpçakçada taŋla- ‘hayret etmek,
şaşmak’ (KTS: 262); Osmanlıcada taŋla- ‘hayret etmek, şaşmak’ (TTS I:178; TTS
II: 259; TTS III: 168; TTS IV: 190) biçimlerinde geçmektedir.
yavlınıŋ bu kılgan işin aytdılar érse ulug ve kiçik ve yahşı ve yaman ve körgen ve
éşitken taŋlap hayran kaldı
(ŞTe: 88b4-5)
taşla- ‘taşlamak’ (< taş ‘taş’ + la-) eylemi taş ‘taş’ adına +la- addan eylem yapan
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde taşla-
‘taşlamak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 156v7; LÇ: 101a; DTO: 200).
(DN: 51)
366
tayagla- ‘dayak atmak, zulm etmek’ (< tayag ‘dayak’ + la-) eylemi taya-g ‘dayak’
adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde tayagla- ‘dayak atmak, zulm etmek’ anlamında yer
almaktadır (LÇ: 106a; DTO: 211).
(SS: 3142)
toyla- ‘ziyafet çekmek’ (< toy ‘toy, düğün, ziyafet’ + la-) eylemi toy ‘toy, düğün,
ziyafet’ adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir
eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde toyla- ‘ziyafet çekmek’ anlamında yer
almaktadır (LÇ: 129b; DTO: 251).
(ŞN3: LX: 4)
uykula- ‘uyumak, ‘uyuklamak, uyku bastırmak’ (< udıgu ‘uyku’ + la-) eylemi udıgu
‘uyku’ adına +la- addan eylem yapan ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde uykula- ‘uyumak’ anlamında yer almaktadır (Seng.
90r2; DTO: 87).
367
Bu eylemi Eski Türkçeden itibaren Tarihi Türk Dillerinde bulabiliriz. Eski
Uygurcada udıkla- ‘uyuklamak’; DLT’de udıkla- ‘uyumak’ (DLT III: 339; DanKelly,
1985, 51) biçiminde geçmektedir.
(TEH: A723a21)
yalaŋgaçla- ‘soymak, çıplak etmek, çıplaklaştırmak’ (< yalaŋgaç ‘çıplak, açık’ + la-)
eylemi yalangaç ‘çıplak, açık’ adına addan eylem yapan +la- ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde yalangaçla- ‘soymak,
çıplak etmek’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 297b; DTO: 533).
(MMü: 66)
yamanla- ‘kötülemek’ (< yaman ‘kötü’ + la-) eylemi yaman ‘kötü, fena’ adına +la-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişli eylem biçimidir.
368
Çağatayca sözlüklerde ise yamanla- ‘kötülemek’ anlamında yer almaktadır (LÇ:
299a; DTO: 536).
(HBD: 36: 5)
(TEH: A721b2)
yaragla- ‘hazırlamak, donatmak’ (< yarag/k ‘hazırlık, imkan’ + la-) eylemi yara-g/k
‘hazırlık, imkan’ adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Dictionnaire turc oriental’de yaragla-
‘hazırlamak, donatmak’ anlamında yer almaktadır (DTO: 521). Lugat-ı Çağatay’da
ise yarag+la-n- biçimine rastlıyoruz (LÇ: 291a).
369
sur içre yaraglasunlar ayin
(LM: 632)
yayla- ‘yaylaya çıkmak’ (< yay ‘yaz’ + la-) eylemi yay ‘yaz’ adına +la- addan eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde yayla- ‘yaylaya çıkmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 340v25; LÇ:
302b; DTO: 542).
(ŞTe: 100b4)
(ŞHD: 83a12)
yıldamla- ‘yarışmak, acele etmek’ (< yıldam ‘hızlı, çabuk’ + la-) eylemi yıldam
‘hızlı, çabuk’ sıfatına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
370
Eylem için etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda bir kayda rastlamadık, ancak
eylemin yıldam ‘hızlı, çabuk’ köküne dayandığı şüphesizdir. Sözcüğün kökü
Çağataycada ıldam biçiminde de görülmektedir. Bkz. ıldam.
(ÇKT: 30a10)
(ÇKT: 37b22)
yokla- ‘yoklamak, kaybolmak; araştırmak’ (< yok ‘yok’ + la-) eylemi yok ‘yok’
adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde yokla- ‘yoklamak; kaybetmek; araştırmak’
anlamında yer almaktadır (Seng. 343v15; LÇ: 306b; DTO: 547).
(BV, 25: 1)
371
ister mü ékin yüzümni her kün
(LM: 1559)
arzula- ‘arzu etmek, dilemek’ (< Far. arzu ‘arzu, istek’ + Çağ. la-) eylemi Far. arzu
‘arzu, istek’ adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir
eylem biçimidir.
(GD, 38: 3)
(LD: 391)
bandla- ‘tutuklamak, yakalamak’ (< Far. band ‘yular, bağ’ + Çağ. la-) eylemi Far.
band ‘yular, bağ’ adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir.
kabul bolgan Hızır Haylını bandlap, cıhatını mufassal kılıp, ‘arzga yétkürgeyler
(BN: H244b9)
carla- ‘çağırmak, davet etmek’ (< Moğ. car ‘tebliğ, emir, haber, ilan’ + Çağ. la-)
eylemi Moğ. car ‘tebliğ, emir, haber, ilan’ adına +la- addan eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
(BN: H220b2-3)
372
dagla- ‘yaralamak’ (< Far. dag ‘yara, yara izi, insana ve hayvan vücuduna vurulan
damga’ + Çağ. la-) eylemi Far. dag ‘yara, yara izi, insana ve hayvan vücuduna
vurulan damga’ adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir.
(DN: 166)
damanala- ‘dağ eteğinde yürümek’ (< Far. damana ‘dağ, tepenin alt bölümü’ + Çağ.
la-) eylemi Far. damana ‘dağ, tepenin alt bölümü’ adına +la- addan eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
daşttın köçüp, Mihtar Sulayman tagını damanalap, canub sarı baka yürüp, üç arada
konup, Sind suyınıŋ yakasıdagı Multan tavabı‘ı kéntlerdin Bīle dégen kasabagaça
yétişildi
(BN: H150b11)
biben, bu şık ve bu hay’atı bile bizdin kim kaçtı, tagnı damanalap, barıp kaçkan,
köredegen Afgan ve Hındıstanīnı yıgıp, bu fatratta yerni halī tapıp, kélip Sanbalnı
kabaptur
(BN: H297b1-3)
fahmla- ‘anlamak, farkına varmak’ (< Ar. fahm ‘anlama, anlayış’ + Çağ. la-) eylemi
Ar. fahm ‘anlama, anlayış’ adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
tekellüf kılıp, hem yaman çalur, hem öz sazını kéltürmey, yaramas saz kéltürür.
Şıbanī Han fahmlar
(BN: H182b2)
güzarla- ‘yapmak, ödemek’ (< Far. güzar ‘geçme, geçiş, geçit’ + Çağ. la-) eylemi
Far. güzar ‘geçme, geçiş, geçit’ adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
373
éy hüsn ile tüvanger bu lutfi köŋlin algıl
(LD: 1667)
handakla- ‘hendek kazmak’ (< Ar. handak ‘hendek’ + Çağ. la-) eylemi Ar. handak
‘hendek’ adına +la- addan eylem yapan ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişsiz
eylem biçimidir.
her seher ta kuyaş çabük-süvarı Hotan sipahınıŋ mühafazatı üçün subh cuybarıdın
handaklap zulmet çirigin def‘ étkey
(TEH: M786a5)
harabla- ‘bitkin ve perişan bir halde olmak’ (< Ar. harab ‘yıkık, viran’ + Çağ. la-)
eylemi Ar. harab ‘yıkık, viran; çok sarhoş’ adına +la- addan eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
(BN: 261a13)
hıramla- ‘salınarak yürümek’ (< Far. hıram ‘salına salına gidiş’ + Çağ. la-) eylemi
Far. hıram ‘salına salına gidiş’ adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
(LD: 207)
(GD, 85: 3)
374
hoşla- ‘hoş tutmak’ (< Far. hoş ‘hoş, iyi, güzel’ + Çağ. la-) eylemi Far. hoş ‘hoş, iyi,
güzel’ adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir.
(BV, 647: 6)
… magar kişini kim Huday hoşlagay anıŋ şafa‘atını ya kişini kim Haknıŋ birlikige
ikrar kılgay ibn-i ‘Abbas
(ÇKT: 23a12)
mumla- ‘balmumu ile bir kabın içini sırlamak, cilalamak’ (< Far. mum ‘mum’ + Çağ.
la-) eylemi Far. mum ‘mum’ adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
bu mezkur bolgan üzümni yançkandın soŋra yaŋı küpke kim neçe katla yaglangandın
soŋra kalın mumlamış bolgaylar
(TEH: M800a15)
olcala- ‘yağmalamak, esir olarak almak’ (< Moğ. olca ‘ganimet’ + Çağ la-) eylemi
Moğ. olca ‘ganimet’ adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişli bir eylem biçimidir.
(ŞTe: 85b11)
yadla- ‘anmak, zikretmek, hatırlatmak’ (< Far. yad ‘hatırlatma, anma; hatır gönül’ +
Çağ. la-) eylemi yad ‘hatırlatma, anma; hatır gönül’ adına +la- addan eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
yagmala- ‘yağmalamak’ (< Far. yagma ‘yağma, çapul’ + Çağ. la-) eylemi Far. yagma
‘yağma, çapul’ adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir.
375
köŋlümi yagmaladı bir fustuki tonluk peri
(GD, 232: 1)
barla- ‘varlığını doğrulamak’ (< bar ‘var’ + la-) [Seng. 120b26]; bozla- ‘ağlayıp
inlemek, haykırmak’ (< *boz + la-; eylemin kökü tam olarak açık değil) [LM, ŞHD];
burunla- ‘öne geçmek, ileri geçmek’ [GN, 96: 6 (Eckmann, 1966, 66]; çakla-
‘kuşların (uçarlarken) kanatlarını birbirine değdirmek (< çak ‘çarpma sonucunda
çıkan ses (yansıma sözcük) + la-) [ŞHD]; çımdıla- ‘çimdiklemek’ (< çımdı ‘çimdik’
+ la-) [ML]; éligle- ‘ellemek, yakalamak, ele geçirmek’ (< élig ‘el’ + le-) [BN];
eyele- ‘sahiplenmek’ (< eye ‘sahip’ + le-) [N Quatr. 111: 12]; ikele- ‘ikilemek’ (< éki
‘iki’ + le-) [Mec. 29a13]; sakla- ‘saklamak; beklemek, kollamak, dikkat etmek’ (<
sak ‘uyanık’ + la-) [MKb, LD, FK, GD, ŞHD, AD, KMD, ŞTe, GS, Sİ]; sözle-
‘söylemek’ (< söz ‘söz’ + le-) [MKb, LT, SD, LD, FK, BabD, GD, ŞHD, NN, ŞTe,
GS]; taşla- ‘atmak, çıkarmak; dışlamak, dışarıya çıkmak’ (< taş ‘dış’ + la-) [Seng.
156b7]; tıŋla- ‘dinlemek’ ( < tıŋ ‘ses’ + la-) [SD, KUŞ, ŞTe]; tünle- ‘gecelemek’ (<
tün ‘gece’ + le-) [Seng. 186b9]; yahşıla- ‘beğenmek’ (< yahşı ‘güzel, iyi’ + la-)
[Zenker, 1862-67, 11b10]; yakala- ‘kıyı boyunca gitmek’ (< yaka ‘yaka, kıyı’ + la-)
[Zenker, 1862-67, 268b2]; yavla- ‘savaşmak’ (< yav ‘düşman’ + la-) [ŞTe];
yavuglaş- ‘yakınlaşmak, iki şey arasındaki mesafe azalmak’ (< yavu-g ‘yakın’ + la-
ş-) [TEH]; yayakla- ‘binilen bir şeyden inmek, attan inmek’ (< yayak ‘yaya’ + la-)
[GN: 69a1 (Eckmann, 1966, 66)]; yıgla- ‘ağlamak’ (< *īgı ‘yansıma sözcük’ + la-)
[MKb, LT, BV, SD, BabD, ML, GD, GS, FŞ, TEH, DN, BHD, SS].
4.1.3. +dA-
Çağataycada çok sık olarak kullanılan addan eylem yapan eklerden biri değildir.
Çağatayda da Eski Türkçede olduğu gibi geçişli eylemler türetmektedir. Ancak bazen
istisnai durumlar söz konusudur, yani bu ekle türemiş bazı geçişsiz eylem
biçimlerine de rastlamak mümkündür: bagışda- ‘bağdaş kurmak’; hırılda-
‘hırlamak’; yolda- ‘yol göstermek, kılavuzluk etmek’.
alda- ‘aldatmak, hile yapmak’ (< al ‘hile, oyun’ + da-) eylemi al ‘hile, oyun’ adına
+da- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde alda- ‘aldatmak, hile yapmak’ biçiminde görülmektedir
(Seng. 48r15; DTO: 32).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada alta-
‘aldatmak, hile yapmak’ (TT I: 26); DLT’de alda- ‘aldatmak, hile yapmak’ (DLT I:
273; DanKelly, 1985, 6); Harezm Türkçesinde alda- ‘aldatmak, hile yapmak’
(KutbHŞ: 7; Nehc. 402/7); Eski Kıpçakçada alda- ‘aldatmak, hile yapmak,
kandırmak’ (KTS: 7); Osmanlıcada alda- ‘aldatmak, hile yapmak, kandırmak’ (TTS
I: 18; TTS II: 26; TTS III: 14; TTS IV: 16) biçimlerinde geçmektedir. Görüldüğü
gibi sözcük yalnızca Eski Uygurcada alta- biçiminde yer almaktadır.
377
Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda al ‘hile, oyun’ köküne dayandırılmış ve
‘aldatmak, hile yapmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Gabain, 1941 (20003), 50;
TMEN II: 533; EDPT: 133a; UW: 108b; DanKelly, 1985, 6, Erdal, 1991, 455).
Doerfer eylemin Türkçeden Moğolcaya geçtiğini de belirtmiştir (TMEN II: 533).
(BV, 457: 5)
(FK, 216: 3)
çapkuda- ‘tipi halinde yağmak’ (< çapku ‘vurma, vuruş; kesik; seğirtme; atın
koşturması’ + da-) eylemi çapku ‘vurma, vuruş; kesik; seğirtme; atın koşturması’
+da- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Eylem Babürnamede geçmektedir.
namaz-ı huftangaça, kar ança çapkudap yagdı kim, men éŋişip olturup édim
(BN: H194b6-7)
hayda- ‘dehlemek, çifte koşulan hayvanı sürmek’ (< hay ‘yansıma sözcük’ +da-)
eylemi hay yansıma sözcüğüne +da- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
Eylem Babürnamede geçmektedir.
378
Bu eyleme Çağatayca metinler dışında Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.
bu kişi uynı haydamakka kérek, bir kişi dalv suyını tökmekke kérek
(BN: H145a10-11)
hırılda- ‘hırlamak’ (< hırıl ‘hırıl (yansıma sözcük)’ + da-) eylemi hırıl ‘hırıl’
yansıma sözcüğüne +da- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık. Eyleme yalnızca
Ali Şir Nevayi’nin Leyla vü Mecnun adlı eserinde rastladık.
(LM: 2124)
izde- ‘izlemek, istemek; aramak’ (< iz ‘iz, nişan, belirti’ + de-) eylemi iz ‘iz, nişan,
belirti’ adına +da- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık. Eylem Mevlana Sekkaki
Divanı, Mevlana Lütfi Divanı, Şibân Han Divanı ve Gül ü Nevruz gibi metinlerde
bulunmaktadır.
(SD: 428)
379
ger özge behişti izdese ol ‘ayn-ı kusur ol
(LD: 1914)
kolda- ‘himaye etmek, elinde tutmak’ (< kol ‘kol’ + da-) eylemi kol ‘kol’ adına +da-
addan eylem yapan ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde kolda- ‘himaye etmek, elinde tutmak’ anlamında yer
almaktadır (DTO: 435).
(MKb: 39a12)
(BV, 103: 9)
sézikte- ‘farkında olmak, sezmek, hissetmek’(< sézig ‘sezgi’ + de-) eylemi sézig
‘sezgi’ adına +te- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık. Eylem yalnızca Tarih-i
Enbiya vü Hükema adlı metinde geçmektedir.
(TEH: A701a9)
380
şagalda- ‘çağlamak’ (< şagal ‘çağıl (yansıma sözcük)’ + da-) eylemi şagal ‘çağıl’
yansıma sözcüğüne +da- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık. Eylem Ali Şir
Nevayi’nin Muhakemetü’l-Lugateyn adlı eserinde saydığı eylemler arasında yer
almaktadır.
ünde- ‘çağırmak, davet etmek’ (< ün ‘ses; ün, san’ + de-) eylemi ün ‘ses’ adına +de-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde ünde- ‘çağırmak, davet etmek’anlamında yer almaktadır
(Seng. 88r2; LÇ: 51b; DTO: 82). Eylem bazı Çağatayca metinlerde inde- ‘çağırmak,
davet etmek’ biçiminde de geçmektedir.
381
ziyafet fikri çün tüşti başımga
(DN: 821)
(ŞTe: 68a6)
yolda- ‘yol göstermek, kılavuzluk etmek’ (< yol ‘yol’ + da-) eylemi yol ‘yol’ adına
+da- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde yolda- ‘yol göstermek, kılavuzluk etmek’ anlamında yer
almaktadır (LÇ: 307b; DTO: 548).
(MKb: 39a12)
(SS: 134)
4.2.1. +(X)(r)kA-
Bu ek çok yaygın değildir. Genellikle duygu, fikir görüş bildiren eylemler türetir.
Eckmann da bu ekin duygu, fikir, görüş bildiren eylemler türettiğini ifade etmiştir
(Eckmann, 1966, 70). Marcel Erdal, bu ekle yapılan bütün eylemlerin anlam
bakımından duygularla ilgili olduğunu ifade etmektedir. Erdal, ayrıca bu ekle yapılan
eylemlerin –(X)n eki ile genişletildiği zaman bile geçişli olduğunu belirterek, bu
durumun ekin duygularla ilgili eylemler yapmasına bağlı olduğunu vurgulamaktadır.
Bunun yanında Erdal, bu ekin bazı örneklerde (tuy-urka-, kıs-ırkan- vb.) eylemden
eylem türeten bir ek olarak da kullanıldığını da aktarmaktadır (Erdal, 1991, 463).
382
Bu ek için Eski Türkçeden şu örnekleri verebiliriz: alp+ırka-n- ‘yiğitlenmek’,
kıw+ırka-k-la-n- ‘hasislik etmek’ vb. (Gabain, 1941 (20003), 50).
Çağataycada çok sık kullanılan addan eylem yapan eklerden biri değildir. Çağatayda
da Eski Türkçede olduğu gibi geçişli ve geçişsiz eylemler türetmektedir. Bu ekle
türemiş biçimler şöyledir:
azırga- ‘azımsamak, az bulmak’ (< az ‘az’ + ırga-) eylemi az ‘az’ adına +ırga-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Dictionnaire turk-oriental’de azırga-n- ‘azımsanmak, az
bulunmak’ biçimiyle yer almaktadır (DTO: 18).
Eylem için etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda da herhangi bir bilgi yoktur, ancak
eylemin az ‘az’ köküne dayandığı açıktır. Yalnızca Eckmann Çağatayca El
Kitabında +(X)(r)kA- eki ile biçimlenmiş eylemlere verdiği örnekler arasında bu
eylemi de Babürname’den vermiştir (Eckmann, 1966, 70).
kenerge- ‘sermek, yaymak, döşemek’ (< ken ‘geniş’ + erge-) eylemi ken ‘geniş’
adına +erge- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eylem kaydedilmemiştir.
(ML: 775a27)
(HBD, 141: 2)
taŋırga- ‘şaşırtmak’ (< taŋ ‘hayret, şaşkınlık’ + ırga-) eylemi taŋ ‘hayret, şaşkınlık’
adına +ırga- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde taŋırga- ‘şaşırtmak’ eylemine rastlamadık.
(BV, 239: 2)
taşırgan- ‘taşa çarpmak, atın tırnağının taşlara çarpıp iltihaplanması’ (< taş ‘taş’ +
ırga-n-) eylemi taş ‘taş’ adına +ırga- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde ise taş+ırga-n- ‘taşa
çarpmak, atın tırnağının taşlara çarpıp iltihaplanması’ anlamında yer almaktadır (LÇ:
101a; DTO: 201).
384
Eylem için etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda da herhangi bir bilgi
bulunmamaktadır, ancak eylemin taş ‘taş’ köküne dayandığı şüphesizdir. Eckmann
Çağatayca El Kitabında +(X)(r)kA- eki ile biçimlenmiş eylemlere verdiği örnekler
arasında bu eylemi de Senglah’tan aktarmıştır (Eckmann, 1966, 70).
Çağataycada çok sık kullanılan addan eylem yapan eklerden biri değildir. Çağatayda
da Eski Türkçede olduğu gibi geçişsiz eylemler türetmektedir. Bu ekle türemiş
biçimler şöyledir:
kükre- ‘kükremek’ (< *kürkire < *kür ‘yansıma sözcük’ < kükre-) eylemi *kür
‘yansıma sözcük’ sözcüğüne +KrA- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Dictinonnaire turk-oriental’de
kükre- ‘kükremek’ anlamında yer almaktadır (DTO: 473).
385
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada kükre-
‘kükremek’ (Suv. 646/3; BT VIII B: 153); DLT’de kükre- ‘kükremek, gürlemek’
(DLT III: 282; DanKelly, 1985, 108); KB’de kükre- ‘kükremek, gürlemek’ (KB: 86);
Harezm Türkçesinde kükre- ‘kükremek, gürlemek’ (KutbHŞ: 101; MNa: 75 [EDPT:
713b]); Eski Kıpçakçada kükre- ‘kükremek, gürlemek’ (KTS: 157) biçimlerinde
görülmektedir.
(BV, 63: 8)
386
iŋre- ‘inlemek; ağlamak’ (< *iŋ ‘yansıma sözcük’ + re-) eylemi *iŋ ‘yansıma
sözcük’ yansıma adına +re- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde ise iŋre- ‘inlemek; ağlamak’ anlamında
yer almaktadır (Seng. 117r2; LÇ: 64a).
(SD: 139)
(SD: 693)
muŋra- ‘bunalmak, sıkılmak, üzülmek’ (< muŋ ‘sıkıntı, üzüntü’ + ra-) eylemi muŋ
‘sıkıntı, üzüntü’ adına +ra- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde ise muŋra- ‘bunalmak, sıkılmak,
üzülmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 320a7; DTO: 504).
387
Bu eyleme Çağatayca metinler dışında Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.
(FK, 62: 4)
(LM: 2953)
télbere- ‘delirmek’ (< télbe ‘deli’ +re-) eylemi télbe ‘deli’ adına +re- addan eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde télbere- ‘delirmek’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 136b; DTO: 265).
Sözcük birçok Çağatayca metinde görülür, ancak metin yayımlarında genellikle /i/li
télbere- biçiminde okunmuştur, eylem kapalı /é/ ile télbere- biçiminde okunmalıdır.
Bu eylemin -(X)t- ekiyle genişlemiş biçimleri de Çağataycada görülmektedir.
(FK, 407: 5)
(FK, 135: 6)
388
4.4. Geçişsiz Eylemler Türeten Addan Eylem Yapım Ekleri
4.4.1. +I-
+I- eki bugün işlekliğini kaybetmiş ve yalnızca bazı eylemlerde kalıplaşmış olarak
bulunan bir ektir. Eklendiği adlardan “yapma” anlamı veren eylemler türetir.
Räsänen bu eke a, e; ı, i; u, ü eklerini birlikte aldığı bölüm içinde yer vermiştir
(Räsänen, 1957, 144). Gabain ve Eckmann da bu eki +A- eki içinde
değerlendirmişlerdir (Gabain, 1941 (20003), 48; Eckmann, 1966, 67). Erdal, bu ekin
addan eylem yapan +A- eki gibi yalnızca ünsüz harfle sona eren adlara geldiğini
belirtmektedir (Erdal, 1991, 474). Talat Tekin bu ekin daha çok geçişsiz eylemler
türeten bir ek olduğunu ifade etmiştir (Tekin, 2000, 88). Talat Tekin bu eki +A- ve
+U-’dan farklı bir ek olarak ele almıştır: biti- ‘yazmak’ (< *bit ‘yazı fırçası < Çin. pi
< *piet ‘fırça’+i-); tokı- ‘dövmek, savaşta mağlup etmek’ (< *tok ‘yansıma sözcük’
+ı) (Tekin, 2000, 88).
Çağataycada çok sık kullanılan bir ek değildir. Çağatayda da Eski Türkçede olduğu
gibi geçişli ve geçişsiz eylemler türetmektedir. Ancak daha çok geçişsiz eylemler
türettiği görülür. Bu ekle türemiş biçimler şöyledir:
bayı- ‘zenginleşmek, çoğalmak’ (< bay ‘zengin’ +ı-) eylemi bay ‘zengin’ adına +I-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta bayı- ‘zenginleşmek, çoğalmak’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 127v5).
389
Bu eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de bayu-
‘zenginleşmek, çoğalmak’ (DLT III: 274; DanKelly, 1985, 68); KB’de bayu-
‘zenginleşmek, çoğalmak’ (KB: 256, 291, 737, 1423, 5523); Eski Kıpçakçada bayı-
‘zengin olmak, zenginleşmek’ (KTS: 26); Osmanlıcada bayı- ‘zenginleşmek,
çoğalmak’ (TTS I: 84; TTS II: 121; TTS III: 75) biçimlerinde geçmektedir.
(ŞN1: 778)
(SD: 73)
berki- ‘sağlamlaşmak, kuvvetlenmek’ (< berk ‘sağlam, kuvvetli, mahfuz, bağ’ +i-)
eylemi berk ‘sağlam’ adına +I- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta berki-
‘sağlamlaşmak, kuvvetlenmek’ anlamıyla yer almaktadır (Seng. 144b29).
(NN, 388: 3)
(ŞHD: 20b5)
karı- ‘ihtiyarlamak, yaşlanmak’ (< kar ‘kar’ +ı-) eylemi kar ‘kar’ adına +I- addan
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde karı- ‘ihtiyarlamak, yaşlanmak’ anlamında yer almaktadır (Seng.
169b18; LÇ: 218a; DTO: 403).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada karı-
‘ihtiyarlamak, yaşlanmak’ (U III: 55; U II: 5); DLT’de karı- ‘ihtiyarlamak,
yaşlanmak’ (DLT III: 263; DanKelly, 1985, 129); KB’de karı- ‘ihtiyarlamak,
yaşlanmak’ (KB: 347, 943, 1331, 1640, 5133); Harezm Türkçesinde karı-
‘ihtiyarlamak, yaşlanmak’ (Nehc. 433/7); Eski Kıpçakçada karı- ‘ihtiyarlamak,
yaşlanmak’ (KTS: 128) biçimlerinde geçmektedir.
(LM: 98)
(LD: 2056)
kurı-, kuru- ‘kurumak’ (< *kur+ı-) eylemi *kur ‘kuru’ adına +I- addan eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde kuru-
‘kurumak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 285r19; LÇ: 235b; DTO: 429).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada kurı-
‘kurumak’ (TT I: 55; TT VII: 25); DLT’de kurı- ‘kurumak’ (DLT III: 263;
DanKelly, 1985, 148); KB’de kurı- ‘kurumak’ (KB: 67, 118); Eski Kıpçakçada kurı-,
kuru- ‘kurumak’ (KTS: 164) biçimlerinde geçmektedir.
(FK, 388: 1)
392
eliŋ sahavetidin boldı barça kan içi kan
(SD: 207)
taşı- ‘taşımak’ (< taş ‘dış’ +I-) eylemi taş ‘dış, dış taraf’ adına +I- addan eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde ise taşı- ‘taşımak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 155b20; LÇ: 101a;
DTO: 201).
(LM: 1293)
(HBD, 17: 1)
393
4.4.2. +U-
Çağataycada çok nadir rastladığımız addan eylem türeten eklerden biridir. Gabain bu
eki ayrı bir ek olarak değil, +A- ekiyle birlikte almıştır (Gabain, 1941 (20003), 48).
Räsänen de Gabain gibi a, e; ı, i; u, ü eklerini birlikte almıştır (Räsänen, 1957, 144).
Eckmann da Gabain ve Räsänen’in görüşlerine katılarak bu eki +A- ekinden farklı
kabul etmemiştir (Eckmann, 1966, 67).
Marcel Erdal bu ekin +A- ve +I- gibi yalnızca ünsüzle biten köklere eklenebilen bir
ek olduğunu belirtmiş, bu yönüyle de +(A)d-, +(X)k-, +(A)r- eklerinden ayrıldığını
ifade etmiştir (Erdal, 1991, 474). Gürer Gülsevin ise bu ekin varlığının mukayese
yoluyla çıkarılabileceğini ifade eder ve bu ek için Eski Anadolu Türkçesinden ögüt
(< ög+ü-t) örneğini vermektedir (Gülsevin, 1997, 121).
Karahanlı Türkçesinde de bu ekle biçimlenmiş pek çok örnek bulabiliriz: çıg(ı)r ‘dar
yol’+u- ‘gevşek bir şey sertleşmek’ (DLT III: 280; DanKelly, 1985, 91), kal(ı)n+u-
‘kalınlaşmak’ (DLT III: 302; DanKelly, 1985, 125), kız ‘pahalı nesne; cimri’ +u-
‘pahalılanmak, fiyatı yükselmek’ (DLT III: 255; DanKelly, 1985, 139), taş ‘dış’+u-
‘taşımak’ (DLT III: 266; DanKelly, 1985, 180), bay+u- ‘zenginleşmek’ (KB: 256,
291), vb.
ölüt- ‘ıslatmak’ (< öl ‘yaş, nem, ıslak’ +ü-t-) eylemi öl ‘yaş, nem, ıslak’ adına +I-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde ise ölüt- ‘ıslatmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 84a12;
LÇ: 39b; DTO: 79). Sözcüğe Çağatayca metinlerden yalnızca Ali Şir Nevâyî’nin
Nesâyimü'l-mahabbe min şemâyimi'l-fütüvve adlı eserinde rastladık.
394
Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda öl ‘yaş, nem, ıslak’ köküne
dayandırılmış ve ‘ıslatmak, nemlendirmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 383;
EDPT: 132b-133a; DanKelly, 1985, 47).
Çağatayca +Ay biçiminde görülen bu ek, Eski Türkçede +ad/+ed-, Orta Türkçede
+ad-/+ed- biçiminde görülmektedir. Bu ek adın ifade ettiği anlamda ‘olma’ bildiren
geçişsiz eylemler türetir. Bang, +dın/+din ayrılma durum ekinin kökeni ve
+dın/+din eki ile adın ‘başka’ sözcüğü arasındaki ilişki dolayısıyla bu konuya da
değinerek +ad-/+ed- ekini bir ad- eylemine bağlamak istemiştir (Bang, 1925, 410).
Aynı görüş Brockelmann tarafından da benimsenmiştir (Brockelmann, 1954, 159).
Zeynep Korkmaz, bu ekin ad soylu sözcüklere gelerek “olma”, “başkalaşma” ve
“esas sözcüğün gösterdiği anlama dönüşme” görevinde geçişsiz eylem türettiğini
belirtir. Korkmaz bu ek konusunda addan eylem türeten +ad-/+ed- (< a-d- / e-d-)
ekiyle admak eyleminden Eski Türkçede türemiş olan sözcükler (adın, adınçıg,
adırıl-, vb.) arasındaki semantik ayniyetten dolayı, +ad-/-ed- eklerinin de Türkçenin
Eski Türkçeden daha önceki bir döneminde ad- eylemlerinin eklendiği ad ve
sıfatlarla kaynaşarak ekleşmesinden oluştuğu görüşünü benimsemiştir (Korkmaz,
1990, 141-149). Erdal, bu ekin tek ve iki heceli köklere geldiğini belirtmekte ve iki
heceli köklerin genellikle ünsüzle bittiğini, bunun tek istisnasının yagı+t-, yuvga+t-
eylemleri olduğunu ifade eder (Erdal, 1991, 499). Talat Tekin bu ekin geçişsiz
eylemler türettiğini belirtmiştir (Tekin, 2000, 86).
395
Bu ekle türemiş biçimleri Harezm Türkçesi ve Eski Kıpçakçada da bulabiliriz:
ul(u)g+ay- ‘büyümek’ (Nehc. 22/9; KTS: 292).
Çağatayca da çok nadir olarak kullanılan bir ektir. Çağataycada da Eski Türkçede
olduğu gibi öznesi çoğunlukla insan olan ve sözcük kökünün belirttiği duruma
gelmek, nitelikte olmak, nitelik kazanmak kavramını anlatan geçişsiz eylemler
türetmektedir. Bu ekle türemiş biçimler şöyledir:
körket- ‘güzelleşmek, güzel olmak’ (< körk ‘güzel’ + ed-) eylemi körk ‘güzel’ adına
+Ad- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Sözcüğe taradığımız Çağatayca metinlerde rastlamadık. Çağatayca sözlüklerde
görket, görkey- körkey- biçiminde ve ‘güzel olmak; güzelleşmek’ anlamında
kaydedilmiştir (Vel. 366; Seng. 305r2).
muŋay- ‘mahzun olmak, gamlı olmak’ (< buŋ ‘sıkıntı, bunaltı, acı’ + ay-) eylemi
muŋ ‘sıkıntı, bunaltı, acı’ adına +Ay- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde muŋay- ‘mahzun olmak,
gamlı olmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 319v27; LÇ: 280b; DTO: 505).
Çağatayca metinlerden ise yalnızca Muhakemetü’l-Lugateyn’de bulunmaktadır (ML:
775b24).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada buŋad-
‘mahzun olmak, gamlı olmak’ (U II: 31; BT III: 566); DLT’de muŋad- ‘mahzun
olmak, gamlı olmak’ (DLT II: 84; DanKelly, 1985, 120) biçimlerinde görülmektedir.
396
(Gabain, 1941 (20003), 49; Brockelmann, 1954, 216; Räsänen, 1957, 145; Eckmann,
1966, 68; EDPT: 350a; Ercilasun, 1984, 18; DanKelly, 1985, 120, Erdal, 1991, 487;
Tekin, 2000, 87). Marcel Erdal eylemin buŋ kökünden türediğine şüpheli
yaklaşmaktadır. Ona göre buŋ ‘sıkıntı, bunaltı, acı’ anlamındadır, bu durumda bu
eylem “kökün gösterdiği anlamda olma” anlamına gelmez, ‘kök tarafından gösterilen
anlama girme, sokulma’ anlamına gelir (Erdal, 1991, 487).
(ML: 775b24)
ulgay- ‘büyümek’ (< ulug ‘ulu, büyük’ +ay-) eylemi ulug ‘ulu, büyük’ adına +Ay-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Sözcük
birçok Çağatayca metinde yer almaktadır. Çağatayca sözlüklerde ulgay-, ulgat-
‘büyümek, yükselmek, yaşlanmak, ihtiyarlamak’ anlamında yer almaktadır (Seng.
82r9; LÇ: 39b; DTO: 77).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada ulgad-
‘büyümek’ (U III: 80; TT VII: 28); DLT’de ulgat- ‘büyümek’ (DLT I: 263;
DanKelly, 1985, 53); Harezm Türkçesinde ulgay- ‘büyümek’ (KutbHŞ: 197); Eski
Kıpçakçada ulgay- ‘büyümek, gelişmek’ (KTS: 292) biçimlerinde geçmektedir.
(LD: 1054)
(TEH: T696a6)
397
4.4.4. +(X)k-
Adlardan geçişsiz eylemler türeten bir ektir. Bu ek de fazla işlek bir ek değildir.
Marcel Erdal bu eki hem ünlü hem de ünsüz harflerle biten adlara gelen bu ek olarak
açıklamaktadır. Ayrıca Erdal ekin yalnızca bir ya da iki heceli sözcük köklerine
geldiğini de belirtmektedir (Erdal, 1991, 497).
Bu ek için Eski Türkçeden şu örnekleri verebiliriz: iç+ik- ‘içeri girmek, emri altına
almak’, tag+ık- ‘çıkmak, dağa çıkmak’, yol+ık ‘karşılaşmak’ vb. (Gabain, 1941
(20003), 49).
Çağataycada çok sık kullanılan addan eylem yapan eklerden biri değildir. Çağatayda
da Eski Türkçede olduğu gibi daha çok kökün anlamını güçlendiren ya da genişleten
geçişsiz eylemler türetmektedir. Bu ekle türemiş biçimler şöyledir:
atık- ‘ad sahibi olmak, adı yayılmak, meşhur olmak’ (< at ‘ad’ + ık-) eylemi at ‘ad’
adına +ık- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde atık- ‘ad sahibi olmak, adı yayılmak, meşhur
olmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 30a11; LÇ: 5a; DTO: 6).
birik- ‘birikmek, toplanmak, bir olmak’ (< bir ‘bir’ + ik-) eylemi bir ‘bir’ adına +ık-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Sözcük
Zenker’in Çağatayca sözlüğünde birik- ‘birikmek, toplanmak, bir olmak’ anlamında
yer almaktadır (Zenker, 1862-67, 13b7).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada birik-
‘birlikte olmak, bir olmak, toplanmak’ (TT I: 136); KB’de birik- ‘birikmek,
toplanmak’ (KB: 225, 343, 862, 1664); Harezm Türkçesinde birik- ‘birikmek,
toplanmak’ (KutbHŞ: 33); Eski Kıpçakçada birik- ‘birikmek, toplanmak, bir araya
gelmek’ (KTS: 32) biçimlerinde geçmektedir.
(LD: 2024)
(DN: 677)
tarık- ‘daralmak, sıkılmak’ (< tar ‘dar’ + ık-) eylemi tar ‘dar’ adına +ık- addan
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde ise tarık- ‘daralmak, sıkılmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 153b11
LÇ: 100a; DTO: 198).
399
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada tarık-
‘daralmak, daraltılmak, sıkılmak’ (TT III: 94; U III: 40; Suv. 255/4); DLT’de tarık-
‘daralmak, daraltılmak, sıkılmak’ (DLT II: 115; DanKelly, 1985, 178); Harezm
Türkçesinde tarık- ‘daralmak, daraltılmak, sıkılmak’ (KutbHŞ: 172); Osmanlıcada
darık- ‘daralmak, sıkılmak’ (TTS I: 180; TTS II: 261; TTS IV: 742) biçimlerinde
geçmektedir.
(NN, 93: 3)
(FK, 423: 4)
taşık- ‘dışarıya çıkmak’ (< taş ‘dış’ + ık-) eylemi taş ‘dış’ adına +ık- addan eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde taşık- ‘dışarıya çıkmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 156r26; LÇ:
101a; DTO: 201). Eyleme taradığımız metinler içinde yalnızca Mecalisü’n-nefais
adlı eserde rastladık.
400
yagık- ‘düşman olmak’ (< yagı ‘düşman’ + k-) eylemi yagı ‘düşman’ adına +ık-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde yagık- ‘düşman olmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 296a;
DTO: 520).
(TEH: A730b19)
(ŞN1: 885)
yoluk- ‘karşılaşmak’ (< yol ‘yol’ + uk-) eylemi yol ‘yol’ adına +ık- addan eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde yoluk- ‘karşılaşmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 308a; DTO: 549).
ol ki evvel mezkur boldı ve yokkarırak mestur boldı, rüzgar anasıdın yüz yılda bir
tugmas ve yüz miŋdin bir yolukmas
(MKb: 32b12)
401
zülfüŋ kara kaygusıda la‘liŋga yolukkan
(BV, 623: 2)
Genellikle geçişsiz eylemler türeten bir ektir. Çağataycada yaygın addan eylem
yapan eklerden biridir. Renk adlarına gelerek onlardan “olma” anlamı ifade eden
geçişsiz eylemler türetir. Kimi zaman da diğer adlardan da “olma” ve “yapma”
anlamı taşıyan eylemler türetir.
Çağataycada çok sık geçen bir ek değildir. Çağatayda da Eski Türkçede olduğu gibi
geçişli ve geçişsiz eylemler türetmektedir. Bu ekle türemiş biçimler şöyledir:
akar- ‘ağarmak’ (< ak ‘beyaz’ + ar-) eylemi ak ‘beyaz’ adına +ar- addan eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerden Dictionnaire turc-oriental’de ise agar-, akar- ‘ağarmak’ anlamında yer
almaktadır (DTO: 24).
(GS, 252: 8)
(LD: 223)
bélgür- ‘belirmek’ (< bélgü ‘iz, işaret, damga, alamet’ +r-) eylemi bélgü ‘iz, işaret,
damga, alamet’ adına +r- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir
eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta bélgür- ‘belirmek’ anlamında
yer almaktadır (Seng. 148v25).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada belgür-
‘belirmek’ (U I: 8; TT VIII: K 3; Suv. 75/1); DLT’de bélgür- ‘belirmek’ (DLT II:
172; DanKelly, 1985, 70); KB’de bélgür- ‘belirmek’ (KB: 312, 6638); Harezm
Türkçesinde bélgür- ‘belirmek, görülmek’ (KutbHŞ: 29); Eski Kıpçakçada belgür-,
bilgir-, bilgür- ‘belirmek, ortaya çıkmak’ (KTS: 27); Osmanlıcada belür- ‘belirmek,
görülmek’ (TTS III: 81; TTS IV: 93) biçimlerinde geçmektedir.
(NN, 66: 2)
(NN, 237: 4)
éskir- ‘eskimek’ (< éski ‘eski’ + r-) eylemi éski ‘eski’ sıfatına +r- addan eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
403
sözlüklerden Senglah’ta éskil-, éskir- ‘eskimek’ anlamında yer almaktadır (Seng.
103b5).
(GS, 452: 8)
(BV, 144: 1)
karar- ‘kararmak’ (< kara ‘kara, siyah’ + r-) eylemi kara ‘kara, siyah’ sıfatına +r-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde ise karar- ‘kararmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 216b;
DTO: 398).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada karar-
‘kararmak’ (TT III: 89; Suv. 595/14); DLT’de karar- ‘kararmak’ (DLT II: 77;
DanKelly, 1985, 129); Harezm Türkçesinde karar- ‘kararmak’ (KutbHŞ: 132); Eski
Kıpçakçada karar- ‘kararmak’ (KTS: 127) biçimlerinde geçmektedir.
404
firak otıda karardım meger ki bu otnı
(BV, 520: 4)
(TN: 222)
kaygur- ‘endişelenmek’ (< kadgu ‘kaygı’ + r-) eylemi kadgu ‘kaygı’ adına +r-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde kaygur- ‘endişelenmek’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 226a;
DTO: 415).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada kadgur-
‘endişelenmek’ (M II: 8); DLT’de kadgur- ‘endişelenmek’ (DLT II: 192; DanKelly,
1985, 123); KB’de kadgur- ‘endişelenmek’ (KB: 1305, 5445, 6276); Harezm
Türkçesinde kadgur- ‘endişelenmek’ (KutbHŞ: 128; Nehc. 233/14); Eski Kıpçakçada
kadgur-, kaygır-, kaygur-, kaykır- ‘endişelenmek’ (KTS: 122); Osmanlıcada kaygur-
‘endişelenmek’ (TTS I: 436; TTS II: 604; TTS III: 425); kayır-, kayur-
‘endişelenmek’ (TTS I: 437; TTS II: 605; TTS III: 426) biçimlerinde geçmektedir.
(BV, 596: 6)
405
‘ışk ara Mecnun kibi olsam gamıŋdın kaygurup
(HBD, 17: 1)
köker- ‘göğermek, mavileşmek, yeşilleşmek’ (< kök ‘gök; mavi, yeşil’ + er-) eylemi
kök ‘gök; mavi, yeşil’ sıfatına +ar- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde ise köker- ‘göğermek,
mavileşmek, yeşilleşmek’ anlamında yer almaktadır (Zenker, 1862-67, 40a2; DTO:
472).
(GS, 553: 2)
kılur uzun muddati ya‘ni dayim bar-dur yer ol su sababı bile … kökergen ot solgan
va kurugandın
(ÇKT: 39b5)
oŋar- ‘onarmak, düzenlemek’ (< oŋ ‘sağ, doğru, iyi’ + ar-) eylemi oŋ ‘sağ, doğru,
iyi’ adına +ar- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Taradığımız Çağatayca metinlerde rastlamadığımız sözcük Çağatayca
sözlüklerde oŋar- ‘onarmak, düzenlemek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 88b15;
LÇ: 46a; DTO: 83).
406
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada oŋar-
‘onarmak, iyileştirmek’ (Suv. 7/12); DLT’de oŋar- ‘onarmak, düzenlemek’ (DLT I:
244; DanKelly, 1985, 41); KB’de oŋar- ‘onarmak, düzenlemek’ (KB: 42, 1989,
1990, 3988, 4265, 5633); Harezm Türkçesinde oŋar- ‘düzeltmek’ (KutbHŞ: 117);
Eski Kıpçakçada oŋar- ‘iyileşmek, ıslah etmek’ (KTS: 205) biçimlerinde
geçmektedir.
sargar- ‘sararmak’ (< sarıg ‘sarı’ + ar-) eylemi sarıg ‘sarı’ adına +ar- addan eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde sargar- ‘sararmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 230r19; LÇ: 178b).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada sargar-
‘sararmak’ (U I: 37); DLT’de sargar- ‘sararmak’ (DLT II: 187; DanKelly, 1985,
155); Harezm Türkçesinde sargar- ‘sararmak’ (Nehc. 243/8); Eski Kıpçakçada
sargar-, sarar- ‘sararmak’ (KTS: 227) biçimlerinde geçmektedir.
(HBD, 94: 4)
(LD: 1723)
407
suvar- ‘susamak’ (< sub ‘su’ + ar-) eylemi sub ‘su’ adına +ar- addan eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden
Senglah’ta suvar- ‘susamak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 243v26).
(MKb: 45a5)
(NN, 295: 2)
yaşar- ‘yaşarmak’ (< yaş ‘yaş, taze, sebze, yeşillik’ + ar-) eylemi yaş ‘yaş, taze,
sebze, yeşillik’ adına +ar- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde ise yaşar- ‘yaşarmak’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 332a19; LÇ: 294b; DTO: 527).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada yaşar-
‘yaşarmak, yeşermek’ (TT I: 4; TT VII: 28); DLT’de yaşar- ‘yaşarmak’ (DLT III:
68; DanKelly, 1985, 218); KB’de yaşar- ‘yaşarmak’ (KB: 133); Harezm Türkçesinde
yaşar- ‘yeşillenmek’ (KutbHŞ: 74); Eski Kıpçakçada yaşar- ‘yaşarmak, yeşermek’
(KTS: 314) biçimlerinde geçmektedir.
Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda yaş ‘yaş, taze, sebze, yeşillik’ köküne
dayandırılmış ve ‘yaşarmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Eckmann, 1966, 69; DTS:
246; EDPT: 979b; DanKelly, 1985, 218, Erdal, 1991, 503).
408
közüm yaşardı ‘ıyan bolgaç ol cemal-i bedi‘
(FK, 306: 1)
(NN, 236: 2)
Bu ek +Ay eki ile aynı işlevde kullanılan bir ektir. Bu ek eklendiği ad ve sıfatlardan
geçişsiz eylemler türetir.
Çağataycada çok sık kullanılan bir ek değildir. Çağatayda da Eski Türkçede olduğu
gibi geçişsiz eylemler türetmektedir. Bu ekle türemiş biçimler şöyledir:
azal- ‘azalmak, eksilmek’ (< az ‘az’ + al-) eylemi az ‘az’ adına +al- addan eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde azal- ‘azalmak, eksilmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 39a5; LÇ:
11a; DTO: 17).
(TEH: T696a12)
409
karşul- ‘karşılamak, karşılamaya gitmek’ (< karşu ‘karşı’ +l-) eylemi karşu ‘karşı’
adına +l- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Zenker’in Çağatayca sözlüğünde karşul- ‘karşılamak, karşılamaya gitmek’
anlamında yer almaktadır (Zenker, 1862-67, 13a17). Taradığımız Çağatayca
metinlerde sözcüğe rastlamadık.
oŋal- ‘onulmak, hastalıktan kurtulmak’ (< oŋ ‘sağ’ + al-) eylemi oŋ ‘sağ’ adına +al-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta oŋal- ‘onulmak, hastalıktan kurtulmak’
anlamında yer almaktadır (Seng: 88b1).
(NN, 99: 6)
sagal- ‘sağalmak, sağlığına kavuşmak’ (< sag ‘sıhhat, vücut sağlığı’ + al-) eylemi
sag ‘sıhhat, vücut sağlığı’ adına +al- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta sagal-
‘sağalmak, sağlığına kavuşmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 231a26).
(BV, 430: 3)
mug deyride bir dem sagalmay, dehr hayr u şerriga köz salmay
(MKb: 36a6)
4.5.1. +sA-
Nadir görülen eklerden biridir. Genellikle eklendiği ada arzulama, istek duyma
anlamı katar. Marcel Erdal bu ekin on beş sözcükte beslenmekle ilgili eylemler
türettiğini belirtmektedir. Erdal, evse-, biligse-, ulugsa- eylemlerinin dışında bu ekin
eklendiği sözcük köküne ‘yemek istemek, beslenmeyi arzulamak’ anlamı katar
(Erdal, 1991, 528).
Bu ek için Eski Türkçeden şu örnekleri verebiliriz: kek ‘kin’ +se-k ‘kindar, kinli’, vb.
(Gabain, 1941 (20003), 50).
411
Karahanlı Türkçesinde de bu ekle biçimlenmiş örnekler bulabiliriz: suv+sa-
‘susamak’ (DLT III: 284; DanKelly, 1985, 170), körüg+se- ‘görüşmek istemek’
(DLT III: 334), vb.
Çağataycada çok sık kullanılan bir ek değildir. Çağatayda da Eski Türkçede olduğu
gibi geçişli ve geçişsiz eylemler türetmektedir. Bu ekle türemiş biçimler şöyledir:
külümse- ‘gülümsemek’ (< külüm ‘gülme’ + se-) eylemi kül-üm ‘gülme’ adına +se-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde külümse- ‘gülümsemek’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 261a;
DTO: 476).
Sözcük DLT’de külümsin- ‘gülümsemek’ (DLT II: 259; DanKelly, 1985, 113);
Osmanlıcada ise külümsün- ‘gülümsemek’ (TTS II: 474; TTS III: 324) biçimlerinde
görülmektedir.
(GS, 51: 5)
susa- ‘susamak’ (< sub ‘su’ + sa-) eylemi sub ‘su’ adına +sa- addan eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde
susa- ‘susamak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 243r22; LÇ: 190b; DTO: 356).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada suvsa-
‘susamak’ (TT II: 8); DLT’de suvsa- ‘susamak’ (DLT III: 284; DanKelly, 1985,
170); Harezm Türkçesinde suvsa- ‘susamak’ (KutbHŞ: 156); Eski Kıpçakçada
suvsa-, susa-, sufsa- ‘susamak’ (KTS: 243) biçimlerinde geçmektedir.
(SD: 460)
(LD: 2416)
yüŋse- ‘kanat takmasını istemek’ (< yüŋ ‘yün’ + se-) eylemi yüŋ ‘yün’ adına +se-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde yüŋse- ‘kanat takmasını istemek’ eylemine rastlamadık.
(ŞHD: 185a10)
4.5.2. +şA-
Bu ek Eski Türkçeden itibaren görülür, ancak çok az örnekte bulabiliriz: ohşa-, okşa-
‘benzemek’ (M I: 14; DLT I: 282; İH: 17) eylemini bu ekle biçimlenmiş eylemlere
örnek olarak verebiliriz.
Çağataycada çok sık kullanılan eklerden biri değildir. Çağatayda da Eski Türkçede
olduğu gibi geçişli ve geçişsiz eylemler türetmektedir. Bu ekle türemiş biçimler
şöyledir:
kurukşa- ‘çok kuru olmak, gıcırdamak, cızırdamak’ (< kurug ‘kuru’ + şa-) eylemi
kuru-g ‘kuru’ sıfatına +şa- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz
413
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde kurukşa- ‘çok kuru olmak, gıcırdamak,
cızırdamak’ eylemine rastlamadık. Eylem yalnızca Muhakemetü’l-Lugateyn’de
geçmektedir (ML: 775b17).
(ML: 775b17)
ohşa- ‘benzemek’ (< ok ‘tam aynısı, eş’ + şa-) eylemi ok ‘tam aynısı, eş’ adına +şa-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde ohşa- ‘benzemek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 66r7; LÇ:
28b; DTO: 51).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada ohşa-
‘benzemek’ (M I: 14; M III: 18); DLT’de ohşa- ‘benzemek’ (DLT I: 282; DanKelly,
1985, 44); KB’de ohşa- ‘benzemek’ (KB: 746); Harezm Türkçesinde ohşa-
‘benzemek’ (KutbHŞ: 195); Eski Kıpçakçada ohşa-, ogşa-, okşa, oşa-, oşka-, ovşa-
‘benzemek’ (KTS: 204); Osmanlıcada ohşa- ‘benzemek’ (TTS I: 537; TTS II: 721)
biçimlerinde geçmektedir.
(ŞTe: 87a3)
414
gül ögrenür ohşar çemen-araylik andın
(LD: 1578)
4.6.1. +gA-
Tarihi Türk dillerinde çok nadir kullanılan eklerden biridir. Çağatayca metinlerde de
bu ekle türemiş biçimler çok azdır.
Çağatayca da çok sık olarak kullanılmayan addan eylem yapan eklerden biridir.
Çağatayda da Eski Türkçede olduğu gibi geçişli eylemler türetmektedir. Bu ekle
türemiş biçimler şöyledir:
sayga- ‘saymak, hesap etmek’ (< san ‘sayı’ + ga-) eylemi sa-n ‘sayı’ adına +ga-
addan eylem yapan ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişli eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde sayga-, sayfa-, saypa- biçimlerinde ve ‘saymak, hesap etmek’
anlamında yer almaktadır (LÇ: 184b; DTO: 346).
Eylemin kökü ile ilgili etimolojik sözlüklerde bir kayda rastlamadık, ancak Eckmann
Çağatayca El Kitabında –ga eki ile türeyen sözcükler arasında bu eylemi de saymış
415
ve eylemi san ‘sayı’ köküne dayandırmıştır (Eckmann, 1966, 68). Sözcük etimolojik
sözlük ve kaynaklarda ‘saymak, hesap etmek, para harcamak, harcamak’ şeklinde
anlamlandırmıştır (EDPT: 859b; DanKelly, 1985, 157). Bkz. san. Aynı kökten
türemiş sanat- biçimi de Çağatayca metinlerde görülmektedir.
bular kitürgen nebat gezek üçün uşalıp vazife vechleri özge esbab üçün saygalıp
(MKb: 10b10)
(BV, 708: 3)
4.6.2. +GAr-
başkar- ‘öncülük etmek, kılavuzluk etmek’ (< baş ‘baş’ + kar-) eylemi baş ‘baş’
adına +kar- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem
416
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde başkar- ‘öncülük etmek, kılavuzluk etmek’
anlamında yer almaktadır (Seng. 123r26; LÇ: 69a; DTO: 150).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada başgar-
‘öncülük etmek, kılavuzluk etmek’ (TT II: 11); Harezm Türkçesinde başar-
‘başarmak, sonuca ulaştırmak’ (KutbHŞ: 28); Eski Kıpçakçada başkar- ‘başarmak’
(KTS: 25) biçimlerinde görülmektedir.
(BV, 349: 7)
(HBD, 192: 6)
417
5. EYLEMDEN EYLEM YAPIM EKLERİ
5. 1.1. –(X)ş-
Bir işin birden çok fail tarafından ortaklaşa ya da karşılıklı yapıldığını belirtmek için
kullanılır. İşlek eklerden biridir. Eylemin birlikte ya da karşılıklı yapıldığını
bildirdiği gibi, eyleme oluş anlamı da katabilir. Gabain bu ekin karşılıklılık ve
tekerrür bildirdiğini, -ma- hariç, daima bu bahiste bahsedilen yapım unsurlarından
sonra geldiğini belirtmektedir (Gabain, 1941 (20003), 60). Ahmet Bican Ercilasun,
bu ekin asıl işlevinin müşâkeret (karşılıklı ve beraber yapma) ifade etmek olduğunu
belirtmiştir. O, bu ekle türemiş eylemlerin bazen yeni bir anlam taşımadıklarını, yani
ekin eyleme yeni bir anlam yüklemediğini de ifade etmiştir (Ercilasun, 1984, 31-33).
Erdal ise bu ekin hem ünlü hem de ünsüzlerden sonra gelebildiğini, addan eylem
yapan +A- ve +lA- ile birlikte kullanımının çokça görüldüğünü belirtir. Addan eylem
yapan +kIr ekinden sonra da yalnızca –(X)ş- eki gelebilmektedir. Erdal, Gabain’in
“-ma- hariç, daima, bu bahiste bahsedilen yapım unsurlarından sonra gelir”
yargısının hatalı olduğunu, bunun tersini ispatlayan pek çok örneğin olduğunu ifade
etmektedir. Buna kanıt olarak da tepşil-, yapşın- gibi örnekler aktarır (Erdal, 1991,
575).
418
Bu ekle türemiş biçimleri Harezm Türkçesi ve Eski Kıpçakçada da bulabiliriz: bulga-
ş- ‘bulaşmak, karışmak, bulanmak’ (Nehc. 179/14; KTS: 37), kül-üş- ‘gülüşmek’
(Nehc. 12/5), kör-üş- ‘görüşmek, karşılaşmak’ (KTS: 159), vb.
Çağataycada çok sık kullanılan eylemden eylem yapan eklerden biridir. Çağatayda
da Eski Türkçede olduğu gibi bir işin birden çok fail tarafından ortaklaşa ya da
karşılıklı yapıldığını belirtmek için kullanılır. Ayrıca eklendiği eyleme oluş anlamı
da katabilir. Bazen bu ekin eklendiği eyleme yeni bir anlam yüklemediği de görülür.
Bu ekle türemiş biçimler şöyledir:
açış- ‘kaşınma ile hareketlenmek’ (< açı- ‘ağrımak, acımak’ -ş-) eylemi açı-
‘acımak, ağrımak’ eylemine -ş- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde açış- ‘kaşınma ile hareket-
lenmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 31v6; LÇ: 5b; DTO: 7).
(FK, 223: 6)
aldaş- ‘aldatmak (< al+da- ‘aldatmak’ -ş-) eylemi alda- ‘aldatmak’ eylemine -ş-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde aldaş- ‘aldatmak’ biçimine rastlamadık. Sözcüğe Fevayidü’l-
Kiber üzerine Türkiyede hazırlanan bir Doktora Tezinin dizininde rastladık, ancak
gazel ve beyit numarası dizinde verilmediğinden eylemin geçtiği beyiti burada
veremiyoruz.
Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık, ancak
eylemin al+da- ‘aldatmak’ eylemine dayandığı açıktır. Bu eylemin kökü olan alda-
eylemi de al ‘hile, oyun’ adına dayanmaktadır. Yani eylemin gelişimi aldaş- <
al+da-ş- biçiminde olmuştur. Bkz. alda-.
419
atış- ‘atışmak’ (< at- ‘atmak’ -ış-) eylemi at- ‘atmak’ eylemine -ış- eylemden eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerden Senglah’ta atış- ‘atışmak’ anlamıyla yer almaktadır (Seng. 28v16).
(ŞN1: 714)
ayrılış- ‘karşılıklı ayrılmak’ (< adırıl- ‘ayrılmak’ -ış-) eylemi adırıl- ‘ayrılmak’
eylemine -ış- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta ayrılış- ‘karşılıklı ayrılmak’ anlamında
yer almaktadır (Seng. 55v2).
Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
adır- ‘ayrılmak’ köküne dayandığı açıktır. Eylemin gelişimi ayrılış- < adır- ıl-ış-
biçiminde olmuştur. Clauson bu eylemin kökü olan adır- ‘ayırmak, farklı olmak’
eylemini *ad- biçiminde bir köke bağlamıştır. Ayrıca Clauson bu kökün Moğolcada
ajira- ‘halktan ayrılmak, eve dönmek’ biçiminde Türkçeden bir alıntı olarak
yaşadığını da Haenish’e dayandırarak aktarmıştır (EDPT: 66b). DanKelly’de eylem
*ad- biçimine dayandırılmıştır (DanKelly, 1985, 4). Erdal, adır- ‘ayırmak, farklı
olmak’ eylemininin adın ‘farklı’, adıg ‘ayık, sarhoş olmayan’, adıl ‘mükemmel’,
adın- ‘ayılmak; etkilenmek; şaşırmak, şok etmek’, adız ‘bir nehrin kollarından biri’
biçimleri ile aynı kökü paylaştığını ifade etmiş ve eylemin kökünün *ad- ya da *adı-
420
biçimlerinden hangisinin olduğunun açık olmadığını belirtmiştir. Ona göre *adX-
muhtemelen *ad- biçiminde de verilebilir (Erdal, 1991, 335). Talat Tekin de eylemi
*adı- biçiminde bir eyleme bağlamış ve *adı- = Moğ. *ajira- ‘ilerlemek, devam
etmek; yolunu tutmak; geçici olarak ikamet etmek; kendi kendine geri çekilmek’ < -
adira- denkliğini aktarmıştır (Tekin, 2003, 336).
(LM: 2792)
Hızr ‘aleyhi’s-selamnıŋ ‘ilmiga mukarreb bolup hayr yad kılıp birbiridin ayrılıştılar
(TEH: 706b24)
aytış- ‘söyleşmek, konuşmak’ (< ayt- ‘demek, söylemek’ -ış-) eylemi ayt- ‘demek,
söylemek’ eylemine -ış- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
(KUŞ, XXV: 1)
421
bérk+i- eyleminin işteş biçimi olan bu eyleme etimolojik sözlük ve kaynaklarda
rastlamadık.
(BabD, 42: 4)
Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık, ancak
eylemin bozla- ‘bağırmak, ağlamak’ eylemine dayandığı açıktır. Clauson eylemin
kökü olan bozla- eyleminin *boz biçimindeki bir addan türediğini belirtmiştir, bu
adın boz ‘gri’ sözcüğünden farklı bir sözcük olduğunu da ifade etmiştir (EDPT:
392a).
(KUŞ, XXXV: 5)
bulgaş- ‘karışmak’ (< bulga- ‘bulamak’ -ş-) eylemi bulga- ‘bulamak’ eylemine -ş-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bulgaş- ‘bulamak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 139v18;
LÇ: 85b).
422
Tekin, bulga-’nın bul- eyleminin ettirgen biçimi olduğunu belirtmiş, ET, DLT buş-
‘kızmak, öfkelenmek, hiddetlenmek’, DLT buşak ‘kızgın, sıkıntılı, kederli’, buşug
‘can sıkıntısı’, buşur- ‘can sıkmak’, İM buş- ‘sıkılmak, kızmak’, AH buş- ‘kızmak’,
buşak ‘kızgın, sıkıntılı’, YUyg. puş- ‘kızmak, sıkılmak’ biçimleri ile karşılaştırmıştır.
Tekin, eylem kökünün gelişimini buş- < *bul- şeklinde açıklamıştır (Tekin, 1969,
76). Buna göre bulga- biçimi için *bul- şeklinde bir kök tasarlanabilir.
(DN: 36)
butraş- ‘parçalamak; perişan olmak’ (< Moğ. butara- ‘perişan olmak’ -ş-) eylemi
Moğ. butara- ‘perişan olmak’ eylemine -ş- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde butra-
‘dağılmak, her tarafa yayılıp perişan olmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 76b;
DTO: 161).
Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık, ancak
eylemin Moğ. butara- ‘perişan olmak, dağılmak, saçılmak’ (Lessing, 1960, 141)
eylemine dayandığı açıktır. Eylem Fevayidü’l-Kiber’de botra- biçiminde
okunmuştur, ancak sözcüğün aslı Moğ. butara- olduğu için butra- okuyuşu daha
doğrudur.
(LM: 2609)
(BV, 526: 1)
423
kıyasıya dövüşmek; at sürmek, vurmak’ eylemine -ş- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Lugat-ı
Çağatay’da çapkulaş- ‘kılıçla vuruşmak, dövüşüp vuruşmak, peyderpey muharebe
etmek, birbirini vurmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 145a).
Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
çap- ‘vurmak, kesmek; sürmek; seğirtmek, (at) koşturmak’ köküne dayandığı açıktır.
Yalnızca Eckmann eylemden eylem yapan ekleri aktarırken –ş-, -ış-, -iş-, -uş-, -üş-
biçiminde verdiği ek için verdiği örnekler arasında çapkulaş- eylemini de saymıştır
(Eckmann, 1966, 73). Eylemin kökü olan çap- eylemi Eski Uygurcada çap- ‘vurmak,
yağmalamak’ (BT III: 87b); DLT’de çap- ‘yüzmek, arı çamurla sıvamak’ (DLT IV:
135) anlamlarında yer almaktadır. Bkz. çapkula-.
(ŞN1: 624)
(ŞN1: 869)
çıkış- ‘başa çıkmak, baş etmek, çıkışmak’ (< çık- ‘çıkmak, ayrılmak, uzaklaşmak’
-ış-) eylemi çık- ‘çıkmak, ayrılmak, uzaklaşmak’ eylemine -ış- eylemden eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerden Senglah’ta çıkış- ‘birisiyle bir anlaşmaya varmak, anlaşma sağlamak,
uzlaşmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 219r22).
(BV, 574: 7)
çulgaş- ‘üst üste çıkmak, bürünmek’ (< çugla- ‘örmek, kapamak’ -ş-) eylemi çugla-
‘örmek, kapamak’ eylemine -ş- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta çulgaş- ‘üst üste
çıkmak, bürünmek’ anlamıyla yer almaktadır (Seng. 214v9).
(DN: 275)
émiş- ‘emişmek’ (< ém- ‘emmek’ -iş-) eylemi ém- ‘emmek’ eylemine -iş- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde ém- ‘emmek’ eyleminin işteş biçimi olan bu eyleme rastlamadık. Eylem
Çağatayca metinlerden Şibân Han Divanı ve Hayretü’l-Ebrar gibi metinlerde
geçmektedir.
425
Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.
Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık, ancak
eylemin ém- ‘emmek’ eylemine dayandığı açıktır.
(ŞHD: 168a12)
ériş- ‘erişmek, ulaşmak’ (< ér- ‘ermek, yetişmek’ -iş-) eylemi ér- ‘ermek, yetişmek’
eylemine -iş- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde ériş- ‘erişmek, ulaşmak; itaat etmek, nail olmak,
mazhar olmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 98v3; LÇ: 50a).
Eylem Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada ériş-
‘erişmek, ulaşmak’ (TT III: 77); DLT’de érüş- ‘erişmek’ (DLT I: 182); Eski
Kıpçakçada ériş-, iriş-, irüş- ‘erişmek’ (KTS: 75); Osmanlıcada ériş- ‘erişmek,
ulaşmak’ (TTS I: 39, TTS II: 391, 501) biçimlerinde geçmektedir.
(NN, 421: 7)
(LM: 1702)
evrüş- ‘etrafında dönmek, etrafını sarmak’ (< evir- ‘evirmek, çevirmek, sarmak’ -üş-)
eylemi evir- ‘evirmek, sarmak’ eylemine -üş- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme
rastlamadık.
426
Eylemi Karahanlı Türkçesinden itibaren görebiliyoruz. DLT’de evriş- ‘uğraşmak,
çabalaşmak, bir işin üstüne düşmek; çevirmekte ve bir şeyin altını üstüne getirmekte
yardım etmek’ biçiminde görülmektedir (DLT I: 235: DanKelly, 1985, 30).
(BN: H306a13)
(BN: H326a2)
kaçış- ‘kaçışmak’ (< kaç- ‘kaçmak’ -ış-) eylemi kaç- ‘kaçmak’ eylemine -ış-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde kaç- ‘kaçmak’ eyleminin işteş biçimi olan bu eyleme
rastlamadık.
(NN, 359: 1)
kalış- ‘fark edilmek; arkada kalmak’ (< kal- ‘kalmak’ -ış-) eylemi kal- ‘kalmak,
sürdürmek; durmak, olmak, herhangi bir durumda bulunmak’ eylemine -ış- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde kalış- ‘arkada kalmak; akıp gitmek’ anlamında yer almaktadır (Seng.
275r8; DTO: 408).
427
Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda kal- ‘kalmak’ eylemine dayandırılmıştır
(DTS: 413; EDPT: 624b; DanKelly, 1985, 125). Bir de DLT’de kalış- ‘sıçraşmak,
halkı terk etmekte iki kişi yarış etmek’ anlamında bir eylem vardır (DLT II: 109;
DanKelly, 1985, 125). Bu iki eylem karıştırılmamalıdır. Bu kalış- eyleminin kökü
etimolojik sözlük ve kaynaklarda kalı- biçiminde verilmiştir (EDPT: 625a; Erdal,
1991, 558).
(LD: 822)
(LD: 825)
kamaş- ‘kamaşmak’ (< kama- ‘kamaşmak’ -ş-) eylemi kama- ‘kamaşmak’ eylemine
-ş- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde kama- ‘kamaşmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 222b;
DTO: 409).
(NN, 380: 3)
428
yüzi hurşididin közler kamaştı
(BV, 646: 1)
karaş- ‘bakışmak’ (< Moğ. kara- ‘bakmak’ -ş-) eylemi Moğ. kara- ‘bakmak’
eylemine -ş- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde kara- ‘bakmak’ eyleminin işteş biçimi olan bu
eyleme rastlamadık.
Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık, ancak
eylemin Moğ. kara- ‘bakmak’ eylemine dayandığı açıktır. EDPT’de kara- ‘bakmak’
biçiminde madde başı olarak verilen sözcüğün Tarihi Türk Dillerinde ilk kez
Çağataycada not edildiği aktarılmıştır (EDPT: 645b).
(ŞN2: 2238)
EDPT’de eylem kökü karva-, karma- ‘kavramak, yakalamak; elle aramak; diş ve
elleriyle tutmak; yağmalamakta yarış ve yardım etmek’ biçiminde verilmiştir (EDPT:
429
646b; EDPT: 660b). DanKelly’de ise eylem karma- ‘yağma etmek, talan etmek’
eylemine dayandırılmıştır (DanKelly, 1985, 139).
(ŞHD: 18b5)
(NN, 91: 7)
(LM: 2092)
kıçkırış- ‘feryad etmek, bağrışmak’ (< kıçkır- ‘bağırmak, çağırmak’ -ış-) eylemi
kıçkır- ‘bağırmak, çağırmak’ eylemine -ış- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde kıçkır-
‘bağırmak, çağırmak’ eyleminin işteş biçimi olan bu eyleme rastlamadık.
430
Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık, ancak
eylemin kıçkır- ‘bağırmak, çağırmak’ eylemine dayandığı açıktır. Talat Tekin, eylem
kökünün gelişimini kıçkır < kıç-kı-r- ‘bağırmak, feryat etmek’ şeklinde açıklamış ve
bu biçimin yansıma bir sözcükten -kı eki ile türeyen bir eylem olduğunu ifade
etmiştir (Tekin, 1982, 503-513).
kırtıldaş- ‘gürültü yapmak’ (< kırtılda- ‘ses çıkarmak’ -ş-) eylemi kırtılda- ‘ses
çıkarmak’ eylemine -ş- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde kırtıldaş- ‘gürültü yapmak’ eyleminin
işteş biçimi olan bu eyleme rastlamadık.
Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık, ancak
eylemin kırtılda- ‘ses çıkarmak’ eylemine dayandığı açıktır. Zühal Ölmez, “Şecere-i
Terakime’deki Manzum Parçalar Üzerine” adlı makalesinde bu eylemin kökünü
Kırg. kırtılda- ‘kıtırdamak, yüksek ses çıkarmak’, 2. Boş ve anlamsız sözler
söylemek, dırlanmak, boyuna çene çalmak, çenesi düşük olmak (KırgS: 641a), KKlp.
kırtılda- ‘ses çıkarmak’, kırtıldat- ‘ses çıkartmak’ (Baskakov, 1958, 430b), Özb.
kirtollamak ‘çıtırdamak, çatırdamak’ (Borovkov, 1959, 214b) biçimleri ile
karşılaştırmıştır (Ölmez, Z., 1991, 89).
(ŞTe: 100a14)
kolgaş- ‘kolunu, elini uzatmak’ (< kolga- ‘elini, kolunu uzatmak’ -ş-) eylemi kolga-
‘elini, kolunu uzatmak’ eylemine -ş- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
431
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde kolga- ‘elini, kolunu
uzatmak’ eyleminin işteş biçimi olan bu eyleme rastlamadık.
Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık, ancak
eylemin kol+ga- ‘elini, kolunu uzatmak’ eylemine dayandığı açıktır. Eckmann,
Chagatai Manual adlı çalışmasında +gA- eki ile türemiş biçimler arasında sayga-
‘(para) harcamak’ eylemini de aktarmıştır (Eckmann, 1966, 68).
Tarihi Türk Dillerinde de +gA- eki ile türemiş yarlıgka ‘buyurmak, vaaz etmek’,
irinçke- ‘acımak, merhamet etmek’, kiŋeş- ‘danışmak’ gibi biçimleri bulabiliriz
(Gabain, 1941 (20003), 49).
(DN: 355)
Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık, ancak
eylemin kozga-l- ‘harekete gelmek, karışmak, coşmak’ eylemine dayandığı açıktır.
Bu kökle ilgili olarak Poppe, Kas. kuzgal- ‘heyecanlanmak’, Çağ. kuzgun ‘hiddetli,
sinirli’, biçimleri ile Moğ. kuriça- ‘arzulamak, şehvetli olmak’ biçimini
karşılaştırmış ve bu eylemi Ana Türkçe *kŏř- biçiminde bir köke bağlamıştır (Poppe,
1927, 111 [TMEN III: 1560]. Bkz. kozgal-.
432
hublar butraşıban kozgalışur hışk ehli
(NN, 187: 4)
Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık, ancak
eylemin körpek+le- ‘hafiflemek, körpeklemek’ eylemine dayandığı açıktır. Eylemin
gelişimi körpekle- körpek + le-ş- biçimindedir. Eylemin kökü olan körpek biçimini
Çağatayca sözlüklerde körpek ‘hafif’ anlamıyla bulabiliriz (LÇ: 257a; DTO: 465).
(ML: 775b25)
kulaklaş- ‘birbirine kulak vermek’ (< kulakla- ‘kulak vermek’ -ş-) eylemi kulakla-
‘kulak vermek’ eylemine -ş- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde kulaklaş- ‘birbirine kulak
vermek, serzeniş etmek’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 238b; DTO: 434).
Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık, ancak
eylemin kulak + la- ‘kulak vermek’ eylemine dayandığı açıktır. Eylemin gelişimini
kulakla- < kulak + la-ş- biçiminde açıklayabiliriz.
kükreş- ‘gürlemek, kükremek’ (< *kür ‘yansıma sözcük’ < *kürkire < kükre-
‘kükremek, gürlemek’ ş-) eylemi *kür ‘yansıma sözcük’ sözcüğüne +KrA- addan
eylem ve -ş eylemden eylem yapım eklerinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem
433
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde kükreş- ‘gürlemek, kükremek’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 307r7; LÇ: 272a; DTO: 473).
Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık, ancak
eylemin kürül + de- ‘gürüldemek’ eylemine dayandığı açıktır. Eylemin kürül ‘gürül’
yansıma sözcüğünden türediğini söyleyebiliriz. Zühal Ölmez, Şecere-i Terakime adlı
eserinde sözcüğün gelişimini kürüldeş < kürül+de-ş- biçiminde açıklamış ve Kaz.
kürildes- ‘karşılıklı gür ses çıkarmak, gürültü yapmak’ (KazTS: 148a) biçimi ile
karşılaştırmıştır (Ölmez, Z., 1996, 414).
(ŞTe: 100b1)
434
oylaş- ‘düşünüp taşınmak’ (< oyla- ‘düşünmek’ -ş-) eylemi oyla- ‘düşünmek’
eylemine -ş- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde oylaş- ‘düşünüp taşınmak’ anlamında yer
almaktadır (LÇ: 44a; DTO: 88).
Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık, ancak
eylemin oyla- ‘düşünmek’ eylemine dayandığı açıktır.
sançış- ‘karşılıklı saplamak’ (< sanç- ‘saplamak, sokmak’ -ış-) eylemi sanç-
‘saplamak, sokmak’ eylemine -ış- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta sançış-
‘karşılıklı saplamak’ anlamıyla görülmektedir (Seng. 235r28).
(ŞN2: 1934)
tapış- ‘buluşmak’ (< tap- ‘bulmak’ -ış-) eylemi tap- ‘bulmak’ eylemine -ış-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde tapış- ‘buluşmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 151r12;
LÇ: 98a).
435
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada tapış-
‘buluşmak’ (TT VII: 28); Eski Kıpçakçada tapış- ‘buluşmak, kavuşmak’ (KTS: 262);
biçimlerinde görülmektedir.
(ŞN2: 2368)
tarkaş- ‘ayrılmak, dağılmak’ (< Moğ. taraga- ‘dağıtmak, ayrılmak’ -ş-) eylemi Moğ.
taraga- ‘dağıtmak, ayrılmak’ eylemine -ş- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde tarkaş-
‘ayrılmak, dağılmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 99b; DTO: 197).
(GS, 65: 2)
436
ölse öldüm mü digey ol kim siver yarı bile
(BV, 63: 6)
tökeleş- ‘bolca, çokça dökülmek’ (< tökele- ‘dökülmek’ -ş-) eylemi tökele-
‘dökülmek’ eylemine -ş- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde tökel- ‘dökülmek’ eyleminin işteş biçimi
olan bu eyleme rastlamadık.
(MMü: 8)
tutaş- ‘tutuşmak, ateş almak’ (< tut- ‘tutmak’ -aş-) eylemi tut- ‘tutmak’ eylemine -ş-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde tutaş- ‘tutuşmak, ateş almak’ anlamında yer almaktadır (Seng.
169r10; LÇ: 113b; DTO: 222). Bu eylem Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta tutuş-
‘tutuşmak, mücadele etmek’ biçiminde de görülür (Seng. 168v13).
Eylem Harezm Türkçesinde tutaş- ‘tutuşmak, ateş almak’ (KutbHŞ: 187) ve Eski
Kıpçakçada tutaş- ‘çakmak, kav tutuşturmak’ (KTS: 285; TZ: 26a8) biçimlerinde
görülmektedir. Diğer Tarihi Türk dillerinde aynı anlamda tutuş- ‘tutuşmak’ eylemi
yer almaktadır.
437
köküne dayandırılmıştır (EDPT: 462a; DanKelly, 1985, 202; Erdal, 1991, 571).
EDPT’de sözcüğün Çağatayca, Harezm Türkçesi ve Eski Kıpçakçada tutaş-
‘tutuşmak, ateş almak, alev almak’ biçiminde geçtiği de aktarılmıştır (EDPT: 462a-
b).
(GS, 411: 1)
(BV, 144: 1)
uçraş- ‘görüşmek, buluşmak’ (< uçra- ‘tesadüf etmek, rast gelmek’ -ş-) eylemi uçra-
‘tesadüf etmek, rast gelmek’ eylemine -ş- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde uçraş-
‘görüşmek, buluşmak, tesadüf etmek, rast gelmek’ anlamında yer almaktadır (Seng.
64v28; LÇ: 27a).
Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda uçra- ‘tesadüf etmek, rast gelmek’ eylemine
dayandırılmıştır (VEWT: 509).
(KUŞ, XI: 3)
(FK, 62: 1)
ündeş- ‘seslenmek, çağırmak’ (< ünde- ‘çağırmak, davet etmek’ -ş-) eylemi ünde-
‘çağırmak, davet etmek’ eylemine -ş- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
438
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde ünde- ‘çağırmak, davet
etmek’ eyleminin işteş biçimi olan bu eyleme rastlamadık.
ayttı nege ündeşmey olturup-sen ayttı ne kılayın magar sabr-ı Cibra’il ayttı kim
balalar Hak hazinasıda köp-dür sen
(ÇKT: 28b22)
üzüş- ‘bir şeyi beraber bozmak’ (< üz- ‘kesmek, koparmak’ -üş-) eylemi üz-
‘kesmek, koparmak’ eylemine -üş- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta üzüş- ‘bir
şeyi beraber bozmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 72v9).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada üzüş-
‘karşılıklı kesmek, karşılıklı bitirmek’ (USp. 111/5-6 [EDPT: 290b]); DLT’de üzüş-
‘bir şeyi kesmekte yardım ya da yarış etmek’ (DLT I: 184; DanKelly, 1985, 62)
biçimlerinde geçmektedir.
439
ol tu‘meniŋ üstide uluşup
(LM: 1337)
(Sİ: 5724)
yalaş- ‘yalamak; yalaşmak’ (< yala- ‘yalamak’ -ş-) eylemi yala- ‘yalamak’ eylemine
-ş- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde yala- ‘yalamak’ eyleminin işteş biçimi olan bu eyleme
rastlamadık.
(LM: 1135)
yançış- ‘dürtüşmek, saplaşmak’ (< yanç- ‘dürtmek, saplamak’ -ış-) eylemi yanç-
‘dürtmek, saplamak’ eylemine -ış- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde yanç- ‘dürtmek,
saplamak’ eyleminin işteş biçimi olan bu eyleme rastlamadık.
(ŞN2: 1934)
yaraş- ‘yaraşmak, yakışmak, dostluk kurmak’ (< yara- ‘yaramak, iş görmek’ -ş-)
eylemi yara- ‘yaramak, iş görmek’ eylemine -ş- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde yaraş-
‘yaraşmak, yakışmak, dostluk kurmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 327v18; LÇ:
291a).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada yaraş-
‘yaraşmak, yakışmak, dostluk kurmak’ (M I: 23; U IV: 30; TT VI: 341); DLT’de
yaraş- ‘yaraşmak, yakışmak, dostluk kurmak’ (DLT III: 71; DanKelly, 1985, 216);
KB’de yaraş- ‘yaraşmak, yakışmak, dostluk kurmak’ (KB: 145, 411, 681, 2270,
4299); Harezm Türkçesinde yaraş- ‘yaraşmak, yakışmak, dostluk kurmak’ (KutbHŞ:
70; MNa: 62 [EDPT: 972a]; Nehc. 175/9); Eski Kıpçakçada yaraş- ‘yaraşmak,
yakışmak, uygun düşmek’ (KTS: 311); Osmanlıcada yaraş- ‘yaraşmak, yakışmak,
dostluk kurmak’ (TTS II: 1002; TTS III: 772; TTS IV: 847) biçimlerinde
geçmektedir.
(ŞHD: 150a12)
(ŞN2: 2238)
yaruş- ‘aydınlanmak, parlamak’ (< yaru- ‘parlamak, aydınlanmak’ -ş-) eylemi yaru-
‘parlamak, aydınlanmak’ eylemine -ş- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
441
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde yaruş- ‘aydınlanmak,
parlamak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 292a; DTO: 524).
Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık. Ancak eylem kökü
olan yaru- Eski Türkçeden itibaren Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada yaru- ‘aydınlanmak, parlamak’ (M I: 6, TT III: 133), DLT’de yaru-
‘aydınlanmak, parlamak’, Harezm Türkçesinde yaru- ‘parlamak’ (KutbHŞ: 72), Eski
Kıpçakçada yarı- ‘aydınlanmak, ışımak; parlamak’ (KTS: 312) biçimlerinde
geçmektedir.
(LM: 1140)
(TEH: 702a6)
yıglaş- ‘ağlaşmak’ (< yıgla- ‘ağlamak’ -ş-) eylemi yıgla- ‘ağlamak’ eylemine -ş-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
442
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta yıglaş- ‘ağlaşmak’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 350r 23).
(FK, 62: 1)
(BV, 205: 2)
yırtış- ‘yırtışmak’ (< yırt- ‘yırtmak’ -ış-) eylemi yırt- ‘yırtmak’ eylemine -ş-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta yırtış- ‘yırtışmak’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 349r7).
Eylem Karahanlı Türkçesinden de görülür. DLT’de yırtış- ‘yırtışmak’ (DLT III: 101;
DanKelly, 1985, 228) biçiminde geçmektedir.
(FK, 325: 8)
443
yügrüş- ‘koşuşmak, aceleyle gitmek’ (< yügür- ‘çabucak gelmek, yaklaşmak,
koşmak, seğirtmek’ -üş-) eylemi yügür- ‘çabucak; gelmek, yaklaşmak, koşmak,
seğirtmek’ eylemine -üş- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta yügrüş- ‘koşuşmak,
aceleyle gitmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 344v11).
(KUŞ, XXXVI: 4)
(ŞN1: 785)
çineş- ‘sınamak, denemek’ (< Moğ. çine- ‘tatmak ; ölçmek; tasavvur etmek’ -ş-)
eylemi Moğ. çine- ‘tatmak ; ölçmek; tasavvur etmek’ eylemine Türkçe -ş- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde çine- ‘tatmak ; ölçmek; tasavvur etmek’ eyleminin işteş biçimi olan bu
eyleme rastlamıyoruz. Bu eylemi yalnızca Babürname’de tespit edebildik.
alar kélgünçe Ustad ‘Alī-kulı ve Mustafa top ve tüfek zarb-zan ve firengi bile uruşka
maşgul bolup, çineşkeyler
(BN: H371a1-2)
444
gerdleş- ‘toz çıkarmak’ (< Far. gard ‘toz, toprak’+ Çağ. le- ‘tozlanmak’ -ş-) eylemi
Far. gard ‘toz, toprak’ adına Çağatayca +le- ve -ş- eylemden eylem yapım eklerinin
eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde ise bu
eyleme rastlamadık Bu eylemi de yalnızca Babürname’de tespit edebildik.
(BN: H371a1-2)
hoşlaş- ‘vedalaşmak’ (< Far. hoş ‘iyi, güzel, hoş’ + la-ş), hublaş- ‘vedalaşıp
ayrılmak’ (< Far. hub ‘iyi, güzel’ + la-ş) eylemlerini de bu bağlamda sayabiliriz.
5.2.1. -(X)n-
446
Bu ek için Eski Türkçeden şu örnekleri verebiliriz: al-ın- ‘alınmak’, bil-in- ‘bilmek,
pişman olmak, kendini bilmek’, öt-ün- ‘rica etmek, hürmet etmek, dua etmek, takdim
etmek’, vb. (Gabain, 1941 (20003), 59).
Çağataycada çok sık kullanılan eylemden eylem yapan eklerden biridir. Çağatayda
da Eski Türkçede olduğu gibi dönüşlülük ya da meçhullük bildiren eylemler türetir.
Bazen de hiçbir işlevi olmadan yalnızca eylemden eylem yapan bir ek olarak
kullanılır. Bu ekle türemiş biçimler şöyledir:
kaldı va Taysirda kéltürüptür kim kafir pad-şahi Musulman vaziriga açıglanıp tiledi
kim anı öltürgey vazir kaştı
(ÇKT: 37a13)
447
yétti yüz yılnıŋ içide seksendin artuk kişi iman kéltürmegenine açıglanıp halkga
du‘a-yı bed kıldı
(ŞTe: 68b1)
agızlan- ‘ağız açmak, konuşmak, birini ağzına almak’ (< agızla- ‘ağzını açmak,
konuşmak, birini ağzına almak’ -n-) eylemi agızla- ‘ağzı açmak, konuşmak, birini
ağzına almak’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişli bir eylem biçimidir. Bu eyleme yalnızca Çağatayca metinlerde rastlıyoruz,
Çağatayca sözlüklerde ise bu eylem yer almamaktadır.
Eckmann bu biçimi agızla- ‘ağzını açmak, konuşmak, birini ağzına almak’ eylemine
dayandırmış ve ‘ağız açmak, konuşmak, birini ağzına almak’ şeklinde
anlamlandırmıştır (Eckmann, 1966, 72). Eylemin gelişimini agızlan- < agız+la-n-
biçiminde açıklayabiliriz.
(LD: 1855)
(DN: 777)
aldan- ‘aldanmak, hilaf söylenmek’ (< alda- ‘aldatmak, hilaf söylemek’ -n-) eylemi
alda- ‘aldatmak, hilaf söylemek’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme
rastlamadık.
Eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinden yalnızca Eski Kıpçakçada tespit
ettik. Eski Kıpçakçada aldan- ‘aldanmak, kandırılmak’ (KTS: 7) biçiminde yer alır.
448
dayanmaktadır. Aynı kökten türemiş aldaş- ‘aldatmak’ (FK), aldarat- ‘ızdırap
vermek’ (LM) gibi biçimler de Çağatayca metinlerde yer almaktadır. Bkz. alda-.
(LD: 1313)
(ŞHD: 179a13)
atan- ‘atanmak, tayin edilmek’ (< ata- ‘atamak, tayin etmek’ -n-) eylemi ata-
‘atamak, tayin etmek’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde rastlamadığımız bu
eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde de tespit edemedik.
(NT: 49)
(NT: 51)
atlan- ‘ad almak, adlanmak, ünlenmek’ (< atla- ‘ad almak, ünlü olmak’ -n-) eylemi
at+la- ‘ad almak, ünlü olmak’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde atlan- ‘ad
almak, adlanmak, ünlenmek’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 5a; DTO: 5).
449
Eylemi bu anlamıyla Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde bulamadık.
Bu biçimin at+la- ‘ad almak, ünlü olmak’ eylemine dayandığı açıktır. Bu eylemin
kökü olan at+la- ‘ad almak, ünlü olmak’ eylemi de at ‘ad’ adına dayanmaktadır.
(NN, 233: 4)
(NN, 234: 5)
atlan- ‘ata binmek, sefere çıkmak’ (< atla- ‘ata binmek’ -n-) eylemi atla- ‘ata
binmek’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde atlan- ‘ata binmek’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 29v. 28; LÇ: 5a; DTO: 5).
(SD: 395)
450
bim érür kim aferinişdin çıkargay sen demar
(GS, 60: 4)
(FK, 624: 2)
(LM: 2595)
Eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinden yalnızca Eski Kıpçakçada tespit
edebildik. Eski Kıpçakçada aylan- ‘çerçevelenmek, dönmek, çevrilmek’ (KTS: 18)
biçiminde yer almaktadır.
(NN, 234: 3)
gerd dék kim tinse yél ol yirde hem bir dem tiney
(HBD, 172: 1)
bulgan- ‘bulanmak, karışmak’ (< bulga- ‘bulamak’ -n-) eylemi bulga- ‘bulamak’
eylemine -n eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bulgan- ‘bulanmak, karışmak’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 139v18; LÇ: 85b; DTO: 176).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada bulgan-
‘bulanmak, karışmak’ (U II: 58; U IV: 8; TT V: 26); DLT’de bulgan- ‘bulanmak,
karışmak’ (DLT II: 238; DanKelly, 1985, 80); Harezm Türkçesinde bulgan-
‘bulanmak, karışmak’ (KutbHŞ: 37); Eski Kıpçakçada bulgan- ‘üzülmek, bulanmak’
(KTS: 37) biçimlerinde geçmektedir.
(BV, 264: 3)
452
çaykan- ‘çalkanmak, sallanmak, harekete gelmek; yıkanmak, arınmak’ (< çayka-
‘çalkamak, sallamak; yıkamak, temizlemek’ -n-) eylemi çayka- ‘çalkamak, sallamak;
yıkamak, temizlemek’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Lugat-ı Çağatay’da
çaykan- ‘çalkanmak, sallanmak, harekete gelmek; yıkanmak, arınmak’ anlamında
yer almaktadır (LÇ: 150a).
çıkan- ‘çiğnenmek, ayaklar altında çiğnenmek’ (< *çıka- ‘çiğnemek’ -n-) eylemi
çıka- ‘çiğnemek’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde *çıka- eyleminin genişletilmiş
biçimi olan bu eyleme rastlamadık.
453
(LÇ: 162; DTO: 306). Eylemi yalnızca Muhakemetü’l-Lugateyn’de bulabiliyoruz.
Ayrıca Özönder, Budagov ve Özbekçede tespit edilen çıkan- ya da çıgan- ‘sakınmak,
çekinmek; korkmak, korku duymak; geri çekilmek, gerilemek’ eyleminin de
Çağataycadaki bu eylemle ilişkili olabileceğini ifade etmiştir (Özönder, 1996, 113).
(ML: 776a1)
çırman- ‘sarılmak, dolanmak’ (< çırma- ‘sarmak, bürünmek; dolamak’ -n-) eylemi
çırma- ‘sarmak, bürünmek; dolamak’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta
çırman- ‘sarılmak, dolanmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 217r27).
(NN, 234: 1)
(HBD, 16: 1)
çulgan- ‘örülmek, kapanmak, dolanmak’ (< çugla- ‘örmek, kapamak’ -n-) eylemi
çugla- ‘örmek, kapamak’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde çulgan- ‘örülmek,
kapanmak, dolanmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 214v9; LÇ: 158a).
454
Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de çuglan-
‘toplanmak, akışarak toplanmak’ (DLT II: 245; DanKelly, 1985, 96); Harezm
Türkçesinde çulgan- ‘sarılmak’ (KutbHŞ: 44); Eski Kıpçakçada çulgan- ‘sarınmak,
bürünmek; giyinmek’ (KTS: 54) biçimlerinde geçmektedir.
(ŞN2: 1664)
çürgen-, çürken- ‘yanmak, ateşte alazlanmak’ (< çürge- ‘yakmak; yanmak’ n-)
eylemi çürge- ‘yanmak; yakmak’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş hem geçişli hem de geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerden Senglah’ta bu eyleme çürgen- ‘yanmak, ateşte alazlanmak’ biçiminde
rastladık (Seng. 212v4). Fevayidü’l-Kiber, Hüseyin Baykara Divanı gibi bazı
Çağatayca metin yayınlarında bu eylem çörge- biçiminde okunmuştur.
455
Dillerinde de eylemin ü’lü olması sözcüğün doğru biçiminin çürken- olduğunu
göstermektedir.
(NN, 233: 6)
(HBD, 16: 3)
émgen- ‘eziyet, zahmet çekmek’ (< émge- ‘eziyet çekmek, sıkıntı çekmek’ -n-)
eylemi émge- ‘eziyet çekmek, sıkıntı çekmek’ eylemine -n- eylemden eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde
émgen- ‘eziyet, zahmet çekmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 114r9; LÇ: 61b;
DTO: 137).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada émgen-
‘eziyet, zahmet çekmek’ (TT VIII C 5; U III: 31; TT VIII L 10); DLT’de émgen-
‘eziyet, zahmet çekmek’ (DLT I: 255; DanKelly, 1985, 23); Harezm Türkçesinde
émgen- ‘eziyet, zahmet çekmek’ (KutbHŞ: 20; Nehc: 270/8); Eski Kıpçakçada
émgen-, emen-, imgen- ‘acı çekmek, zahmet çekmek’ (KTS: 73); Osmanlıcada émen-
‘eziyet, zahmet çekmek’ (TTS II: 380; TTS III: 251) biçimlerinde geçmektedir.
(NN, 503: 8)
ilin- ‘ilinmek, bağlanmak’ (< il- ‘iliştirmek, bağlamak’ -in-) eylemi il- ‘iliştirmek,
bağlamak’ eylemine -in- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde ilin- ‘ilinmek, bağlanmak’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 110r8; LÇ: 60a; DTO: 135).
456
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada ilin-
‘ilinmek, bağlanmak’ (TT III: 50; M III: 37; U III: 36); DLT’de ilin- ‘ilinmek,
bağlanmak’ (DLT I: 204; DanKelly, 1985, 33); KB’de ilin- ‘ilinmek, bağlanmak’
(KB: 664, 1092, 4397); Eski Kıpçakçada ilin- ‘ilinmek, ilişmek, bağlanmak,
yapışmak, yapışıp kalmak’ (KTS: 109); Osmanlıcada ilin- ‘bulaştırmak, ilinmek,
ilişmek, bağlanmak’ (TTS I: 530) biçimlerinde geçmektedir.
(LD: 1073)
(DN: 215)
islen- ‘kokulanmak, kokmak’ (< isle- ‘koklamak’ -n-) eylemi isle- ‘koklamak’
eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Lugat-ı Çağatay’da islen- ‘kokulanmak, kokmak’
anlamında yer almaktadır (LÇ: 52a).
(BV, 94: 9)
457
islenip étleri süŋekleridin ayrıldı
(TEH: 708a9)
koşan- ‘birlikte olmak, katılmak’ (< koş- ‘koşmak; katmak; birleştirmek’ -an-)
eylemi koş- ‘koşmak; katmak birleştirmek’ eylemine -an- eylemden eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu
eyleme rastlamadık.
(MKb: 100b12)
küyün- ‘yanmak’ (< *küñ- ‘yanmak, tutuşmak’ -ün-) eylemi küy- ‘yanmak,
tutuşmak’ eylemine -ün- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
Eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinden yalnızca Eski Kıpçakçada tespit
edebildik. Eski Kıpçakçada köyin-, köyün- ‘yanmak’ (KTS: 160) biçiminde
geçmektedir.
(BHD, XVII: 5)
küçlen- ‘güçlenmek’ (< küçle- ‘güçlenmek’ -n-) eylemi küçle- ‘güçlenmek’ eylemine
-n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde küçlen- ‘güçlenmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 303v8;
DTO: 464).
458
‘güçlenmek’ (KutbHŞ: 105); Eski Kıpçakçada küçlen- ‘güçlenmek, kuvvetlenmek’
(KTS: 167) biçimlerinde geçmektedir.
ohran- ‘atlar su ve yayım için kişnemek; ağlamak (yavru hayvanlar)’ (< okra- ‘atlar
su ve yayım için kişnemek, homurdamak’ -n-) eylemi okra- ‘atlar su ve yayım için
kişnemek, homurdamak’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde okra- eyleminin
dönüşlülük eki almış biçimi olan bu şekil bulunmamaktadır.
(ML: 775b18)
okun- ‘okunmak’ (< oku- ‘okumak’ -n-) eylemi oku- ‘okumak’ eylemine -n-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Dictionnaire turk-oriental’de okun-, okın- ‘okunmak’
anlamında yer almaktadır (DTO: 69).
459
Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de okın-
‘okunmak’ (DLT I: 202; DanKelly, 1985, 42); Eski Kıpçakçada okın-, okun-
‘okunmak, çağrılmak, davet edilmek’ (KTS: 204); Osmanlıcada okun- ‘okunmak,
çağrılmak, davet edilmek’ (TTS I 537; TTS II: 723; TTS III: 538; TTS IV: 603)
biçimlerinde geçmektedir.
(ŞTe: 73b10)
osan- ‘usanmak, bıkmak; nefret etmek’ (< *osa- ‘ihmalkar olmak, kaygısız olmak’
-n-) eylemi *osa- ‘ihmalkar olmak, kaygısız olmak’ eylemine -n- eylemden eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde osan- ‘usanmak, bıkmak; nefret etmek’ anlamında yer almaktadır (Seng.
74r18; DTO: 64).
(MKb: 89a13)
Behlül dédi men ayag yalaŋ örgenip men ve kefş ü ötük-tin osanıp men
(MKb: 108b5)
ögün- ‘övünmek’ (< ög- ‘övmek’ -ün-) eylemi ög- ‘övmek’ eylemine -ün- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerden Senglah’ta ögün- ‘övünmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 78v3).
460
Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de ögün-
‘övünmek’ (DLT I: 203; DanKelly, 1985, 46); Eski Kıpçakçada ögün-, övün-
‘övünmek’ (KTS: 209) biçimlerinde geçmektedir.
(ÇKT: 27a9)
(HM: 758b18)
örten- ‘yanmak, alevlenmek, yakılıp kavrulmak’ (< *örte- ‘yakmak’ -n-) eylemi
*örte ‘yakmak’ eylemine -n- eylemden eylem yapan ekinin eklenmesiyle türemiş bir
geçişli eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde örten- ‘yanmak, alevlenmek, yakılıp
kavrulmak; hiddetlenmek’ anlamında yer almaktadır (Abuş. 96; Seng. 68v22; LÇ:
29b; DTO: 54).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada örten-
‘yanmak, alevlenmek’ (U IV: 40; TT IV: 4); DLT’de örten- ‘yanmak, tutuşmak,
kızarmak’ (DLT I: 251; DanKelly, 1985, 49) biçimlerinde geçmektedir.
(ŞHD: 136a6)
461
çün uluska ‘ışkı ot saldı ‘aceb yok köymekim
(NN, 233: 3)
ötün- ‘arz etmek, sunmak, rica etmek’ (< *öti-/ötü- ‘rica etmek, istemek’ -n-) eylemi
*öti-/ötü- ‘rica etmek, istemek’ eylemine –n- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde ötün- ‘arz
etmek, sunmak, rica etmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 61v17; LÇ: 26a; DTO:
46).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada ötün- ‘arz
etmek, sunmak, rica etmek’ (TT IX: 54; U I: 6; U III: 35; TT IV: 4); DLT’de ötün-
‘arz etmek, sunmak, rica etmek’ (DLT I: 199; DanKelly, 1985, 49); Harezm
Türkçesinde ötün- ‘arz etmek, sunmak, rica etmek’ (KutbHŞ: 125) biçimlerinde
geçmektedir.
kadir-i mutlak ve hakim-i ber-Hakk hazretide tazarru‘ ve tazallüm bile özin ötüngey
(TEH: M802a10)
öylen- ‘evlenmek’ (< öyle- ‘ev sahibi olmak’ -n-) eylemi öyle- ‘ev sahibi olmak’
eylemine -n- eylemden eylem yapan ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişsiz eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde öylen- ‘evlenmek’ anlamında yer almaktadır (Seng.
91v15; LÇ: 44a; DTO: 88).
462
Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de evlen
‘evlenmek’ (DLT I: 259; DanKelly, 1985, 30); Eski Kıpçakçada evlen-, ivlen-, öylen-
‘evlenmek’ (KTS: 77) biçimlerinde geçmektedir.
(LM: 2762)
sagın- ‘düşünmek; saymak, yerine koymak’ (< *sak- ‘düşünmek’ -ın-) eylemi *sak-
‘düşünmek’ eylemine -ın- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde sagın- ‘düşünmek’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 231v16; LÇ: 180b; DTO: 337).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada sakın-
‘düşünmek’ (U III: 14; TT VIII D 16; TT V: 22); DLT’de sagın- ‘düşünmek’ (DLT
II: 153; DanKelly, 1985, 152); KB’de sakın- ‘düşünmek’ (KB: 726, 517, 1112,
4334); Harezm Türkçesinde sagın- ‘düşünmek’ (KutbHŞ: 154); Eski Kıpçakçada
sagın-, sakın- ‘düşünmek, hatırlamak, sanmak; bir şeyi kasdetmek, inanmak, demek’
(KTS: 222); Osmanlıcada sakın- ‘düşünmek’ (TTS IV: 654), sagın- ‘düşünmek’
(TTS II: 778) biçimlerinde geçmektedir.
(BHD, XIX: 3)
463
éşitkeç sagındı kim huften namaza-nıŋ nidası-dur
(MKb: 39a1)
sagıtlan- ‘zırhlanmak’ (< sagıtla- ‘zırh giymek, zırh takmak’ -n-) eylemi sagıt+la-
‘zırh giymek, zırh takmak’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
(ŞN1: 905)
sılan- ‘kendi kendine sıvamak, kendi kendini sıvazlamak; süslenmek; kendine çeki
düzen vermek’ (< sıla- ‘okşamak’ -n-) eylemi sıla- ‘okşamak’ eylemine -n-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde sıla- ‘okşamak’ eylemin dönüşlü biçimi olan bu eyleme
rastlamadık. Ancak Senglah’ta ince sırada silen- ‘süslenmek, kendi kendine sıvamak’
anlamıyla geçmektedir (Seng. 255v20). Ayrıca eylem kökü olan sıla- biçiminin ince
sıralısı sile- Çağatayca sözlüklerde ‘mihribanlık göstermek, izzet ve hürmet etmek,
taltif olmak’ anlamıyla geçmektedir (LÇ: 199a, DTO: 370) Eylem Çağatayca
metinlerden yalnızca Muhakemetü’l-Lugateyn’de yer almaktadır.
464
Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinden yalnızca Eski Kıpçakçada
rastladık. Eski Kıpçakçada sılan- ‘kaplanmak, örtünmek’ (KTS: 234) biçiminde
görülmektedir.
(ML: 775b20)
silkin- ‘silkinmek’ (< silk- ‘silkmek’ -in-) eylemi silk- ‘silkmek’ eylemine -in-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde silkin- ‘silkinmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 256rI;
LÇ: 199a).
(LT: 412)
sözlen- ‘söylenmek, kendi kendine konuşmak’ (< sözle- ‘söylemek, konuşmak’ -n-)
eylemi söz+le- ‘söylemek, konuşmak’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin
465
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme
rastlamadık.
(MMü: 94)
(MMü: 113)
südren- ‘sürülmek, kovalamak’ (< südre- ‘çekmek, sürmek, uzatmak’ -n-) eylemi
südre- ‘çekmek, sürmek, uzatmak’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Lugat-ı
Çağatay’da südren- ‘sürülmek, kovalamak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 91a).
tapın- ‘tapınmak, kulluk etmek’ (< tap- ‘kulluk etmek, tapmak’ -ın-) eylemi tap-
‘kulluk etmek, tapmak’ eylemine -ın- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde tapın- ‘tapınmak, kulluk
etmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 151r7; LÇ: 98a; DTO: 194).
466
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada tapın-
‘tapınmak, kulluk etmek’ (U II: 40; TT IV: 10); DLT’de tapın- ‘tapınmak, kulluk
etmek’ (DLT II: 140; DanKelly, 1985, 177); KB’de tapın- ‘tapınmak, kulluk etmek’
(KB: 97, 528, 595, 597, 615); Harezm Türkçesinde tapun- ‘tapınmak, kulluk etmek’
(KutbHŞ: 168; Nehc. 403/11); Eski Kıpçakçada tapun-, tabun- ‘tapınmak, kulluk
etmek, saygı göstermek’ (KTS: 263) biçimlerinde geçmektedir.
alarnıŋ açıg yüzidin alarga kim men bar égeç nege alarnı tapıngaylar .. pas
soruŋızlar sizler
(ÇKT: 26a8)
tartın- ‘çekinmek, esirgenmek’ (< tart- ‘çekmek, esirgemek’ -ın-) eylemi tart-
‘çekmek, esirgemek’ eylemine -ın- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada tartın-
‘bağlanmak’ (TT VII: 37); DLT’de tartın- ‘özlemek; acınmak; götürür görünmek’
(DLT II: 240; DanKelly, 1985, 180); Osmanlıcada dartın- ‘çekinmek, esirgemek’
(TTS I: 680; TTS II: 383; TTS III: 672; TTS IV: 743) biçimlerinde geçmektedir.
(DN: 476)
tépin- ‘şiddetle hareket etmek, saldırmak, tepinmek’ (< tép- ‘tepmek’ -in-) eylemi
tép- ‘tepmek’ eylemine -in- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
(DN: 64)
togran- ‘doğranmak’ (< togra- ‘doğramak’ -n-) eylemi togra- ‘doğramak’ eylemine -
n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
(NN, 441: 2)
tolgan- ‘dolanmak, dolaşmak’ (< tolga- ‘dolamak, dolanmak; çevirmek’ -n-) eylemi
tolga- ‘dolamak, dolanmak; çevirmek’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta
tolgan- ‘dolanmak, dolaşmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 184r23).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada tolgan- ‘acı
çekmek’ (M III: 11; U II: 24); DLT’de tolgan- ‘dolanmak, kendine dolamak, içi
468
bulanıp kusma gelmek’ (DLT II: 241; DanKelly, 1985, 194); Eski Kıpçakçada
tolgan-, dolan-, tolan- ‘dolanmak’ (KTS: 280) biçimlerinde geçmektedir.
(SD: 620)
(NN, 234: 1)
tuşlan- ‘rastlanmak, tesadüf etmek’ (< tuşla- ‘rastlamak’ -n-) eylemi tuşla-
‘rastlamak’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde tuşlan- ‘rastlanmak, tesadüf
etmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 177v14; LÇ: 120a; DTO: 234).
Eylem Çağatayca dışında DLT’de tuşlan- ‘yönelmek, karşılaşmak’ (DLT II: 243;
DanKelly, 1985, 201) biçiminde geçmektedir.
(MKb: 57a5)
469
ulan- ‘eklenmek; yönelmek’ (< ula- ‘ulaştırmak, uzatmak’ -n-) eylemi ula-
‘ulaştırmak, uzatmak’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde ulan- ‘eklenmek;
yönelmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 81v9; LÇ: 38a; DTO: 74).
(DN: 128)
(MKb: 51b2)
urun- ‘vurunmak, giymek, örtünmek’ (< ur- ‘vurmak, giymek, örtmek’ -un-) eylemi
ur- ‘vurmak, giymek, örtmek’ eylemine -un- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde urun-
‘vurunmak, giymek, örtünmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 67v23; LÇ: 31a).
470
vur- ‘vurmak’, Hlç. hur ‘vurmak’ biçimlerini aktarır (Tekin, 1995, 179). Buna göre
eylemin kökünü *ur- ya da *hur- biçiminde tasarlamak mümkündür.
(LD: 1856)
(ŞN2: 2013)
uzan- ‘uzanmak’ (< uza- ‘uzamak’ -n-) eylemi uza- ‘uzamak’ eylemine -n- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
(ŞN1: 279)
yaglan- ‘yağlanmak, yağ sürülmek’ (< yagla- ‘yağlamak’ -n-) eylemi yagla-
‘yağlamak’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda yer almamaktadır ancak eylemin yag + la-
‘yağlamak’ eylemine dayandığı açıktır. Eylemin gelişimi yaglan- < yag+la-n-
biçimindedir.
471
yaglangandın soŋra kalın mumlamış bolgaylar
(TEH: M800a15)
yapın- ‘örtünmek, kapanmak’ (< yap- ‘kapamak, örtmek’ -ın-) eylemi yap-
‘kapamak, örtmek’ eylemine -ın- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta yapın-
‘örtünmek, kapanmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 325r22).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada yapın-
‘örtünmek, kapanmak’ (U IV: 8; TT X: 440); DLT’de yapın- ‘örtünmek, kapanmak’
(DLT III: 82; DanKelly, 1985, 214); Eski Kıpçakçada yapın- ‘örtünmek’ (KTS: 310);
Osmanlıcada yapın- ‘örtünmek, kapanmak’ (TTS II: 996; TTS III: 766; TTS IV: 841)
biçimlerinde geçmektedir.
(LM: 2594)
472
şam-ı hicran éyle muhrikdür ki her sa‘at kurur
(FK, 478: 2)
tüş körer kim köksindin üç dıraht kökerip bülend çıkdı takı butaklandı ve
yapraklandı
(ŞTe: 95b10)
yarun- ‘parlamak, aydınlanmak’ (< yaru- ‘parlamak’ -n-) eylemi yar- ‘yarmak, yarıp
açmak’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir
eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde rastlamadığımız bu eylemi Çağatayca
dışındaki Tarihi Türk dillerinde de tespit edemedik.
EDPT’de kök olan yaru- eyleminin *ya- biçiminde bir eylemden ya da *yar
biçiminde bir addan türemiş olabileceği belirtilmiştir (EDPT: 956b).
(SD: 361)
473
yasan- ‘düzenlemek, hazırlanmak, gelişmek’ (< Moğ. casa- ‘düzmek; yapmak,
kurmak; hazırlamak, süslemek’ -n-) eylemi Moğ. casa- ‘düzmek; yapmak, kurmak;
hazırlamak, süslemek’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta yasan-
‘düzenlenmek; hazırlanmak; süslenmek’ biçiminde geçmektedir (Seng. 331r21).
Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık, ancak
eylemin Moğolca casa- ‘düzmek; yapmak, kurmak; hazırlamak, süslemek’ eylemine
dayandığı açıktır. Räsänen, Çağ. yasa- ‘yapmak, inşa etmek, düzenlemek’ şeklinde
anlamlandırdığı sözcüğün Moğ. yasa, casa ‘düzenlemek, iyileştirmek’ biçimlerinden
geldiğini belirtmiştir (VEWT: 191). Clauson sözcüğün kök biçimi olan yasa-
eyleminin 13. ya da 14. yüzyıla kadar Türkçede görülmediğini ifade etmiş,
Çağatayca sözlüklerden Senglah’tan yasa- biçiminde aktarmıştır (EDPT: 974b).
Diğer Çağatayca sözlüklerde bu kök yasa- ‘yapmak, abad etmek, inşa etmek, inşad
etmek’ şeklinde kaydedilmiştir (LÇ: 293a; DTO: 525).
(ŞHD: 141b13)
bu tayifedin eger karı dadek dür ki yasanurga ragıb-dur ve eger arpa yé almas işek-
dür
(MKb: 33b7)
yastan- ‘uzanmak, dayanmak’ (< *yasta- ‘uzatmak, dayanmak’ -n-) eylemi yasta-
‘uzatmak, dayanmak’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde yastan- ‘uzanmak,
dayanmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 331v9; LÇ: 294a; DTO: 184).
(KUŞ, XXXII: 6)
(HBD, 172: 3)
yaşun- ‘saklanmak, gizlenmek, örtünmek’ (< yaş- ‘gizlemek, saklamak’ -un-) eylemi
yaş- ‘gizlemek, saklamak’ eylemine -un- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde yaşun- ‘saklanmak,
gizlenmek, örtünmek’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 294b; DTO: 528). Bu eyleme
yaşın- biçiminde de rastlanır.
(GS, 458: 4)
(ŞHD: 47a6)
475
yumarlan- ‘dürülmek’ (< yumarla- ‘dürmek’ -n-) eylemi yumarla- ‘dürmek’
eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde rastlamadığımız bu eylemi Çağatayca dışındaki
Tarihi Türk dillerinde de tespit edemedik.
… tumarnı yumarlangan dék … kitab üçün va hafs- cam‘ bile okur ya‘ni sicil türgen
dék
(ÇKT: 30b21)
yüzlen- ‘yönelmek, istikametini almak, yüz çevirmek, teveccüh etmek’ (< yüzle-
‘yönelmek, istikametini almak, yüz çevirmek, teveccüh etmek’ -n-) eylemi yüzle-
‘yönelmek, istikametini almak, yüz çevirmek, teveccüh etmek’ eylemine -n-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde yüzlen- ‘yönelmek, istikametini almak, yüz çevirmek,
teveccüh etmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 342v20; DTO: 546).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada yüzlen-
‘yönelmek’ (TT V: 8); DLT’de yüzlen- ‘yüzünü dönmek, saygı sahibi olmak, halktan
hizmet istemek’ (DLT III: 110; DanKelly, 1985, 237) biçiminde geçmektedir.
(GS, 338: 7)
476
egerçi ehl-i ‘alemga matem yüzlendi
(HM: 758b13)
rastlan- ‘hazırlanmak’ (< Far. rast ‘doğru; sağ’ la-n-) eylemi Far. rast ‘doğru; sağ’
adına -la- ve –n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir
eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
(MMü: 95)
avlan- ‘avlanmak’ (< avla- ‘avlamak’ -n-) [GN]; başlan- ‘başlanmak, başlamak işine
konu olmak’ (< başla- ‘başlamak’ -n-) [TEH]; bayın- ‘zenginleşmek, değeri artmak’
(< bayı- ‘zenginleşmek, çoğalmak’ -n-) [SD]; bérkin- ‘sağlamlaşmak, iyice
yerleşmek’ (< bérki- ‘sağlam olmak’ -n-) [ŞHD, ŞTe]; bilin- ‘bilinmek’ (< bil-
‘bilmek’ -in-) [FK] [BabD] [ŞHD] [SS] [FŞ] [GS]; bizen- ‘süslenmek’ (< bize-
‘süslemek’ -n-) [MKb] [ML] [TEH]; boguzlan- ‘kesilmek, boğazlanmak’ (< boguzla-
‘boğazlamak’ -n-) [ÇKT]; bolun- ‘olunmak’ (< bol- ‘olmak’ -un-) [SS]; boyan-
‘boyanmak’ (< boya- ‘boyamak’ -n-) [ŞHD] [GS] ; bölün- ‘bölünmek’ (< böl-
‘bölmek’ -ün-) [GN, FŞ]; bulın- ‘bulunmak’ (< bul- ‘bulmak’ -un-) [HLN]; çalın-
‘çalınmak’ (< çal- ‘çalmak’ -ın-) [GN] [SS]; ıslan- ‘ıslanmak’ (< ısla- ‘ıslamak’ -n-)
[BV] [NN]; kılın- ‘kılınmak, yapılmak’ (< kıl ‘kılmak, yapmak’ -ın-) [HM] [GS]
[MMü]; kirin- ‘gerinmek’ (< kir- ‘germek’ -in-) [KN]; kiyin- (< kiy- ‘giymek’ -in-)
[NM] [ŞN]; kizlen- ‘gizlenmek’ (< kizle- ‘gizlemek’ -n-) [ŞHD] [KN]; körün-
‘görünmek’ (< kör- ‘görmek’ -ün-) [MKb] [LT] [BV] [LD] [FK] [LM] [BabD] [HM]
[GD] [ŞHD] [GN] [KUŞ] [KMD] [HBD] [SS] [AD] [ÇKT] [HPR] [NN] [TN];
saklan- ‘korunmak, gizlenmek’ (< sakla- ‘saklamak’ -n-) [AD] [ÇKT]; salın-
‘salınmak’ (< sal- ‘salmak’ -ın-) [LD] [FŞ]; sevin- ‘sevinmek’ (< sev- ‘sevmek’ -in-)
[GN] [ÇKT] [TN] [ÇİK] [ŞN]; sıgın- ‘sığınmak’ (< sıg- ‘sığmak’ -ın-) [SD] [LD]
[KUŞ] [ML] [ŞTe] [NN] [TEH] [Sİ] [ŞN]; taşın- ‘taşınmak’ (< taşı- ‘sağlam olmak’
-n-) [BV]; tayan- ‘dayanmak, güvenmek, tahammül etmek’ (< taya- ‘dayamak’ -n-)
477
[LD] [GD] [ŞHD] [ÇKT] [NN] [TN]; tilen- ‘dilenmek’ (< tile- ‘dilemek’ -n-) [MKb]
[LD]; tokun- ‘dokutmak’ (< toku- ‘dokumak’ -n-) [KMD]; töşen- ‘döşenmek’ (<
töşe- ‘döşemek’ -n-) [FK]; tüken- ‘tükenmek’ (< tüke- ‘tüketmek’ -n-) [MKb] [LT]
[BV] [LD] [FK] [LM] [BabD] [HM] [ŞHD] [HE] [GN] [KUŞ] [HBD] [SS] [ÇKT]
[NN] [TN] [GS] [ÇİK] [NŞ] [FŞ] [TEH] [KN] [DN] [Sİ] [NM] [BHD] [MEM] [ŞN];
yıgın- ‘toplanmak, bir araya gelmek’ (< yıg- ‘sağlam olmak’ -ın-) [MKb]; yüklen-
‘yüklenmek’ (< yükle- ‘yüklemek’ -n-) [MKb] [LD] [LM] [HE] [SS] [GS] vb.
5.2.2. -(X)k-
Eylemlere gelerek onlara kuvvetlendirme anlamı katan ve de çok fazla bir işlekliğe
sahip olmayan eklerden biridir. Çoğunlukla geçişsiz eylemler türetir. Erdal bu ekle
türetilen eylemlerin ne edilgenlik ne de dönüşlülük (-(X)l-, -(X)n-) eklerini
almadığını ifade etmektedir. Erdal bu ekle yapılan eylemlerin ettirgen çatısının da
-(A)r- eki ile yapıldığını da belirtmektedir (Erdal, 1991, 650).
Çağataycada çok sık kullanılan eylemden eylem yapan eklerden biri değildir. Bu ekle
biçimlenmiş eylemlere nadiren rastlarız. Çağatayda da Eski Türkçede olduğu gibi
eylemlere gelerek kuvvetlendirme anlamı katar. Bu ekle türemiş biçimler şöyledir:
ayık- ‘aklını başına toplamak, ayılmak; farkına varmak; hatırlamak’ (< *ad-
‘ayılmak’ -ık-) eylemi *ad- ‘ayılmak’ eylemine -ık- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde
rastlamadığımız bu eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde de tespit
edemedik.
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak VEWT ve
EDPT gibi bazı etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda aynı kökten türediğini
düşündüğümüz adın- ‘ayılmak, aklı başına gelmek’ eylemi *ad- ‘ayılmak’ köküne
478
dayandırılmıştır (VEWT: 4; EDPT: 61b). ayık- eylemininin de bu köke dayandığını
düşünüyoruz.
Yuşa‘dın cu‘ def‘iga neme tiledi érse Yus‘ ‘aleyhi’s-selam ayıktı zadnı fülan taş
üstide unutup men ikev yandılar
(TEH: T706b6)
(FK, 657: 3)
azık- ‘yolunuk kaybederek dolaşmak, azmak’ (< az- ‘azmak, yolunu şaşırmak’ -ık-)
eylemi az- ‘azmak, yolunu şaşırmak’ eylemine -ık- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde azık-
‘yolunu kaybederek dolaşmak, azmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 12a; DTO:
18).
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin az-
‘azmak, yolunu şaşırmak’ köküne dayandığı açıktır.
(FK, 484: 1)
(HBD, 177: 6)
érik- ‘usanmak, bıkmak; canı sıkılmak’ (< ér- ‘bıkmak, usanmak, kendini yalnız
hissetmek’ -ik-) eylemi ér- ‘bıkmak, usanmak, kendini yalnız hissetmek’ eylemine -
ik- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde érik- ‘usanmak, bıkmak; canı sıkılmak; nefret etmek’
anlamında yer almaktadır (Seng. 98v28; LÇ: 50b; DTO: 108).
479
Bu eylem Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinden Karahanlı Türkçesinde irik-
‘yalnız kalmak, sıkılmak’ (KB: 765, 1172, 5674), Harezm Türkçesinde érik-
‘sıkılmak, usanmak’ (KutbHŞ: 51, 60), Eski Kıpçakçada irik- ‘bıkmak, usanmak,
nefret etmek’ anlamlarıyla yer almamaktadır (KTS: 113).
Eylem EDPT’de ir- ‘sıkılmak, bıkmak’ köküne bağlanmıştır. Eylemin ilk ünlüsü /i/
değil, kapalı /é/ olmalıdır. Bu anlamdaki ér- eylemi Eski Uygurcadan itibaren Tarihi
Türk Dillerinde görülür. Eski Uygurcada ir- ‘sıkılmak, bunalmak’ (Suv. 235/10-12),
DLT’de ir- ‘sıkılmak, bunalmak, irkilmek, yalnızlık duymak’ (DLT I: 172), KB’de
ir- ‘irkilmek, yalnızlık duymak; ayrılmak, usanmak, bıkmak’ (KB: 592, 714, 1127),
Harezm Türkçesinde ir- ‘sıkılmak’ (KutbHŞ: 60), Eski Kıpçakçada ir- ‘sıkılmak’
(KTS: 113) biçimlerinde geçmektedir.
(LD: 249)
(LM: 770)
kaçık- ‘kaçıp kurtulmak’ (< kaç- ‘kaçmak’ -ık-) eylemi kaç- ‘kaçmak’ eylemine -ık-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde kaçık- ‘kaçıp kurtulmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ:
214b; DTO: 395).
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
kaç- ‘kaçmak’ köküne dayandığı açıktır.
kızık- ‘kızıl olmak, kırmızı olmak’ (< *kız- ‘kızarmak, kızıl olmak, kızıllaşmak’ -ık-)
eylemi *kız- ‘kızarmak’ eylemine -k- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
480
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde kızık- ‘kızıl olmak,
kırmızı olmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 246b; DTO: 448).
kork- ‘korkmak’ (< *korı- ‘korumak’ -k-) eylemi *korı- ‘korumak’ eylemine -k-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde kork- ‘korkmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 285r6; LÇ:
234a; DTO: 427).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada kork-
‘korkmak’ (TT II: 6; M I: 6; U III: 75); DLT’de kork- ‘korkmak’ (DLT III: 421;
DanKelly, 1985, 143); KB’de kork- ‘korkmak’ (KB: 773, 656, 983, 2288, 2299);
Harezm Türkçesinde kork- ‘korkmak’ (KutbHŞ: 141; Nehc. 19/5); Eski Kıpçakçada
korh-, kork-, korku-, koruk- ‘korkmak’ (KTS: 154); Osmanlıcada kork- ‘korkmak’
(TTS I: 485; TTS II: 651) biçimlerinde geçmektedir.
Räsänen maddebaşı olarak verdiği bu eylem için herhangi bir kök belirtmemiştir
(VEWT: 282). Eylem Talat Tekin ve Marcel Erdal tarafından *korı- ‘korumak’
biçiminde bir eyleme dayandırılmıştır (Erdal, 1991, 646; Tekin, 2000, 95). Talat
Tekin, ayrıca bu eylemi Tkm. gora- ‘korumak’ eylemi ile karşılaştırmıştır (Tekin,
1995, 128).
(DN: 617)
481
korkaram kim bolmagay azürde nazük kametiŋ
(BV, 158: 4)
köprik- ‘çoğalmak, bir araya gelmek’ (< köpür- ‘köpürmek, çoğalmak’ -ik-) eylemi
köpür- ‘köpürmek, çoğalmak’ eylemine -ik- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde
rastlamadığımız bu eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde de tespit
edemedik.
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
köpür- ‘köpürmek, çoğalmak’ köküne dayandığı açıktır. Clauson köpür- eylemini de
köp- ‘kabarmak, köpürmek’ eylemine dayandırmıştır (EDPT: 691a), yani eylemin
gelişimini köprik- < köp-ür-ik- biçiminde açıklayabiliriz. köpür- eylemi Tarihi Türk
Dillerinden Karahanlı Türkçesinde ve Eski Kıpçakçada ‘köpürmek’ (DLT II: 72; İH:
78) anlamıyla yer almaktadır.
(ŞHD: 188b6)
tapuk- ‘buluşmak, bir araya gelmek’ (< tap- ‘bulmak’ -uk-) eylemi tap- ‘bulmak’
eylemine -uk- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde rastlamadığımız bu eylemi Çağatayca dışındaki
Tarihi Türk Dillerinde de tespit edemedik.
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
tap- ‘bulmak’ köküne dayandığı açıktır.
(ŞN2: 2726)
482
5.3. Edilgen Eylem Türeten Ekler
5.3.1. –(X)l-
Çağataycada çok sık kullanılan eylemden eylem yapan eklerden biridir. Çağatayda
da Eski Türkçede olduğu gibi dönüşlülük ya da edilgenlik bildiren eylemler türetir.
Bu ekle türemiş biçimler şöyledir:
arıtıl- ‘temizlenmek’ (< arıt- ‘temizlemek’ -ıl-) eylemi arıt- ‘temizlemek’ eylemine
-ıl- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
arı-t- ‘temizlemek’ köküne dayandığı açıktır. arıt- eylemi arı- ‘temizlemek, arıtmak,
483
arındırmak’ eylemine dayanmaktadır. arıt- eylemi Eski Uygurcada ‘temizlemek,
arıtmak’ (TT VIII: E 48, U III: 38, Suv. 139/11-12), DLT’de ‘temizlemek; taşağı
çıkarmak, iğdiş etmek; çocuğu sünnet etmek’ (DLT I: 19, DLT I: 208), KB’de
‘temizlemek, temizletmek’ (KB: 3524, 6563), Harezm Türkçesinde ‘temzilemek,
arındırmak’ (KutbHŞ: 12), Eski Kıpçakçada ‘temizlemek, ayıklamak, kabuğunu
soymak’ (KTS: 11), Osmanlıcada ‘temizlemek’ (TTS I: 39, TTS II: 53, TTS III: 36,
TTS IV: 38) anlamlarında geçmektedir.
asral- ‘beslemek, saklanmak, korunmak’ (< Moğ. asıra- ‘saklamak, korumak’ -l-)
eylemi Moğ. asıra- ‘saklamak, korumak’ eylemine -l- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Lugat-ı
Çağatay’da ise asral- ‘saklanmak, korunmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 12b).
484
bkz. ESTYa I: 173. Türk dillerindeki biçimler asara- değil daha çok a > ı
değişimiyle asıra- biçimindedir.
(LM: 3512)
atlanıl- ‘atlanılmak, atla yola çıkılmak; düşman üzerine asker sevk edilmek’ (<
atlan- ‘atlanmak, atla yola çıkmak’ -ıl-) eylemi atlan- ‘atlanmak, atla yola çıkmak’
eylemine -ıl- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişsiz eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık. Çağatayca metinlerde ise
yalnızca Babürnamede rastladık.
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
at+la-n- ‘atlanmak, atla yola çıkmak’ köküne dayandığı açıktır. Bkz. atlan-.
(BN: H145a10-11)
tün kutardın ol yüzdegi béglerge mölcer bile farmanlar bitip yeberil, kim çerik
atlanıladur
(BN: H145a10-11)
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin ay-
t-tur- ‘söyletmek’ köküne dayandığı açıktır. Bu gövdenin kökü de ay-t- ‘söylemek,
demek’ eylemidir. Bkz. ayttur-.
du-şanba güni, Bengala elçisi mulazamatka kélip édi, ruhsatını aŋa aytturuldı
(BN: H369a1-2)
485
basal- ‘tepilmek, (kar için) basılmak’ (< bas- ‘basmak, tepmek’ -al-) eylemi bas-
‘basmak, tepmek’ eylemine -al- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
Çağatayca metinlerde ise yalnızca Babürnamede rastladık.
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
bas- ‘basmak, tepmek’ köküne dayandığı açıktır.
özge tamam abdan abdan yigitler ve beg atanganlar atlarıdın hem hem tüşmey,
tayyar tepilgen ve basalgan yolga kirip başların koyı salıp kélürler édi
(BN: H194a3)
basıl- ‘yenilmek, mağlup olmak’ (< bas- ‘bir şeyin üzerinde kalıp, mühür gibi bir
araçla iz yapmak; baskın yapmak, hücum etmek, yenmek’ -ıl-) eylemi bas- bir şeyin
üzerinde kalıp, mühür gibi bir araçla iz yapmak; baskın yapmak, hücum etmek,
yenmek’ eylemine -ıl- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş bir
geçişsiz eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
ve Erdevan éşitip özi anıŋ def‘in kılmakdın özge çare tapmadı sipah tartıp kilip
Erdeşir bil uruşup basıldı
(TEH: A725a13)
basılıp hakan hıdmetiga barda anda zehr bérip Behramnı ahir kıldılar
(TEH: A731a5)
bitil- ‘yazılmak’ (< biti- ‘yazmak’ -l) sözcüğü biti- ‘yazmak’ eylemine eylemden
eylem yapan -l- ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Çağatayca sözlüklerden
Senglah’ta bitil- ‘yazılmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 143v18).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada bitil-
‘yazılmak’ (M I: 25; USp. 118/2 [EDPT: 305a]); DLT’de bitil- ‘yazılmak’ (DLT I:
486
521; DanKelly, 1985, 74); Harezm Türkçesinde bitil- ‘yazılmak’ (KutbHŞ: 34)
biçimlerinde geçmektedir.
ve anıŋ zikri ékinçi kısm-da tafsil ü tertib bile rakam-ga kildi ve mesruh bitildi
(MKb: 96b12)
(BV, 155: 2)
büzül- ‘büzülmek’ (< büz- ‘büzmek’ -ül-) eylemi büz- ‘büzmek’ eylemine -ül-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
büz- ‘büzmek’ köküne dayandığı açıktır.
487
zal çarhı kibi teni büzülüp
(SS: 1297)
çapturul- ‘atlı koşuşturulmak’ (< çaptur- ‘koşturmak, akın yaptırmak’ -ul-) eylemi
çap-tur- ‘koşturmak, akın yaptırmak’ eylemine -ul- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde yer
alamayan bu sözcüğü Çağatayca metinlerden yalnızca Babürnamede tespit ettik.
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
çap-tur- ‘koşturmak, akın yaptırmak’ köküne dayandığı açıktır. Eylemin gelişimi
çapturul- < çap-tur-ul- biçimindedir.
çap- eyleminin ettirgen biçimi olan çaptur- eylemi DLT’de ‘suda yüzdürmek;
çamurla sıvatmak; boyun vurdurmak’ (DLT II: 180), Çağataycada ‘koşturmak, akın
yaptırmak’ (Seng. 240r18), Osmanlıcada çaptır- ‘koşturmak, akın yaptırmak’ (TTS I:
147, TTS II: 211, TTS III: 140, TTS IV: 157) anlamlarıyla yer almaktadır.
(BN: H244b8)
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
Fevayidü’l-kiber, Gül ü Nevruz gibi Çağatayca metinlerde çayka- ‘yıkamak,
temizlemek’ biçiminde geçen eylem köküne dayandığı açıktır. Bu eylemle aynı
488
kökten türemiş çaykan- ‘çalkanmak, sallanmak, harekete geçmek; yıkanmak,
arınmak’ ve çaykat- ‘çalkatmak; sallatmak; yıkatmak’ eylemleri de Çağatayca
metinlerde yer almaktadır. çayka- kökünden türemiş değişik biçimler günümüzde
pek çok Türk dili ve lehçesinde de yaşamaktadır: Kırg. çaykal- 1. ‘çalkanmak,
sallanmak’; 2. karar vermeden her şeyi merak etmek’ (KazTS: 304), Özb. çaykal- ‘1.
Çayqamaq, 2. U yan bu yan tebränmaq, läpänglämaq’ (UTİL II: 349), Tkm. çaykal-
‘arassalık üçin içine suv guylup yuvulmak, çaykap arassa edilmek’ (TkmDS: 733).
(FK, 153: 3)
(LM: 3416)
çırmal- ‘sarılmak’ (< çırma- ‘sarmak, bürünmek; dolamak’ -l-) eylemi çırma-
‘sarmak, bürünmek; dolamak’ eylemine -l- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta
çırmal- ‘sarılmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 217r27). Ayrıca Senglah’ta
sözcüğe çermel- biçiminde de rastlarız (Seng. 217r27).
(TEH: T798a11)
489
évrül- ‘dönmek, çevrilmek’ (< évir- ‘dönmek, çevirmek’ -ül-) eylemi évir- ‘dönmek,
çevirmek’ eylemine -l- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde évrül- ‘dönmek, çevrilmek’ anlamında
yer almaktadır (Seng. 118r29; LÇ: 65a; DTO: 143).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada évril-
‘dönmek, çevrilmek, davranmak’ (U III: 4; U II: 40; Suv. 562/12); DLT’de évrül-
‘dönmek, çevrilmek’ (DLT I: 248; DanKelly, 1985, 30); KB’de évrül- ‘dönmek,
çevrilmek’ (KB: 119, 126, 744); Harezm Türkçesinde évrül- ‘dönmek, çevrilmek’
(KutbHŞ: 23; Nehc. 179/6) biçimlerinde geçmektedir.
(LM: 2947)
(NN, 209: 5)
ézil- ‘ezilmek’ (< éz- ‘ezmek’ -il-) eylemi éz- ‘ezmek’ eylemine -il- eylemden eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerden Senglah’ta ézil- ‘ezilmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 100v19).
Eyleme Kelürnamede de rastlıyoruz (KN: 10b3).
Eylemi Karahanlı Türkçesinden itibaren görüyoruz. DLT’de ézil- ‘ezil (DLT I: 196;
DanKelly, 1985, 31); Harezm Türkçesinde ézil- ‘ezil (KutbHŞ: 23; Nehc. 79/10)
biçimlerinde geçmektedir.
éksil- ‘eksilmek’ (< égsü- ‘eksilmek’ -l-) eylemi égsü- ‘eksilmek’ eylemine -l-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
490
Çağatayca sözlüklerde bu biçimiyle rastlamadık, ancak bu eylem öksül- biçiminde
Çağatayca metinlerde ve Senglah’ta yer almaktadır (Seng. 79r7).
(LD: 29)
(LD: 135)
kakşal- ‘kurumak’ (< kakşa- ‘kurumak’ -l-) eylemi kakşa- ‘kurumak’ eylemine -l-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
kak+şa- ‘kurumak’ köküne dayandığı açıktır. kakşa- eylemi Eckmann tarafından kak
‘kuru nesne’ köküne dayandırılmış ve ‘kurumak’ şeklinde anlamlandırılmıştır
(Eckmann, 1966, 70). kak sözcüğü Karahanlı Türkçesinden itibaren Tarihi Türk
Dillerinde görülmektedir (EDPT 608b).
(LT: 909)
491
cism ara bir perleri kalmay bütün
(LT: 3087)
kalıl- ‘geri durulmak, bir işi yerine getirmekte geri durmak’ (< kal- ‘kalmak,
sürdürmek; durmak, olmak, herhangi bir durumda bulunmak’ -ıl-) eylemi kal-
‘kalmak, sürdürmek; durmak, olmak, herhangi bir durumda bulunmak’ eylemine -ıl-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
kal- ‘kalmak, sürdürmek; durmak, olmak, herhangi bir durumda bulunmak’ köküne
dayandığı açıktır. Eckmann, kalıl- gibi türeyen biçimler arasında bilil- ‘bilinmek’,
salıl- ‘salınmak’ biçimlerini de saymıştır (Eckmann, 1966, 72).
hükm kildi gayib bolmasun kim söz bar, bu cihetdin mahrum kalıldı
(TEH: M789b14)
kapal- ‘kuşatmak, çevrelemek (< kapa- ‘kapamak, önünü kesmek; kuşatmak’ -l-)
eylemi kapa- ‘kapamak, önünü kesmek; kuşatmak’ eylemine -l- eylemden eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerden Dictionnaire turk-oriental’de kapal- ‘kuşatmak, çevrelemek’ anlamında
yer almaktadır (DTO: 390).
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
kapa- ‘kapamak, önünü kesmek; kuşatmak’ köküne dayandığı açıktır.
(MKb: 71b3)
kayrıl- ‘çevresinde dönmek, döndürmek’ (< kadır- ‘dönmek’ -ıl-) eylemi kayır-
‘dönmek’ eylemine -ıl- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz
492
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde kayrıl- ‘çevresinde dönmek’ anlamında
yer almaktadır (LÇ: 226a; DTO: 414).
(GS, 196: 5)
(GS, 47: 6)
493
çevirmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Eckmann, 1966, 70; DTS: 408; EDPT: 675a;
DanKelly, 1985, 135). Clauson eylemin kökünün muhtemelen *kad- biçiminde bir
kökten geldiğini ifade etmiştir (EDPT: 604b). DanKelly’de de eylem bu köke
bağlanmıştır (DanKelly, 1985, 123). Erdal kadır- maddesini açıklarken eylemin kökü
olan kadı-t- biçiminin *kad- ya da kadı- şeklinde bir köke sahip olması gerektiğini
belirtmiştir (Erdal, 1991, 537).
(ÇKT: 23b27)
(ÇKT: 32a10)
kıynal- ‘zahmet çekmek, eziyet görmek, sıkılmak’ (< kın(kıñ)a- ‘eziyet çekmek’ -l-)
eylemi kın(kıñ)a- (kıyna-) ‘eziyet çekmek’ eylemine -l- eylemden eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu
eyleme rastlamadık.
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin kın
(kıñ)+a- (kıyna-) ‘eziyet çekmek’ köküne dayandığı açıktır. kın (kıñ)+a- (kıyna-)
eylemi EDPT’de kına- ‘eziyet etmek, cezalandırmak’ biçiminde aktarılmış ve kın
(kıñ) ‘ceza, işkence’ köküne dayandırılmıştır (EDPT: 634a). kına- eylemi Eski
Uygurcada kına- ‘eziyet etmek, cezalandırmak’ (TT VIII: 8), DLT’de kına- ‘işkence
etmek, eziyet etmek, cezalandırmak’ (DLT III: 273), KB’de kına- ‘işkence etmek,
eziyet etmek, cezalandırmak’ (KB: 642), Harezm Türkçesinde kına- (ya da kıyna-)
‘işkence etmek, eziyet etmek’ (KutbHŞ: 147), Eski Kıpçakçakda kına- ‘eziyet etmek,
cezalandırmak’ (KTS: 144), Osmanlıcada kına- ‘cezalandırmak; kınamak,
ayıplamak’ (TTS I: 458, TTS II: 629, TTS III: 445, TTS IV: 510) biçimlerinde
geçmektedir.
494
kaddi şevkıdın heva kılmak tiler ruhum kuşı
(NN, 94: 8)
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
kiydür- ‘giydirmek’ köküne dayandığı açıktır. Eylemin gelişimi kiydürül- < kiy-dür-
ül- biçimindedir.
(TEH: M704a14)
koşul- ‘takılmak, iliştirilmek’ (< *koşuş-ul-) eylemi koşuş- eylemine -ul- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerden Senglah’ta koşul- ‘takılmak, iliştirilmek’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 287v28).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada koşol-
‘eklenmek, birleştirilmek’ (TT VIII A 33); DLT’de koşul- ‘birleşmek, katılmak,
tertip edilmek’ (DLT II: 135; DanKelly, 1985, 144); Eski Kıpçakçada koşıl-, koşul-
‘koşulmak, birleşmek, eklenmek’ (KTS: 155) biçimlerinde geçmektedir.
495
alar bu halni ma‘lum kılıp ittifak bile şehrleridin kaçıp il yolukur vehmidin yolsız
beyabanga tüşüp bir koyçıga uçrap koyçı dagı alarga koşulup koyçınıŋ iti hem
koşulup Rakim atlıg garga kirmişler
(TEH: T715b4-6)
(ÇİK: 79v5)
(TEH: T704a14)
(MKb: 5b6)
496
sözlüklerde kozgal- ‘harekete gelmek, karışmak, coşmak’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 287r12; LÇ: 236a; DTO: 430).
Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık. Eylem kökü olan
kozga- biçimi ise ‘meydana çıkarmak, harekete getirmek‘ anlamında Mahbubu’l-
kulub, Fevayidü’l-kiber, Leyla vü Mecnun, Hüseyin Baykara Divanı, Seb’a-yı
Seyyare, Nevedirü’n-nihaye, Garaibü’s-sıgar gibi Çağatayca metinlerde yer
almaktadır.
(NN, 234: 5)
(LM: 3136)
kömül- ‘gömülmek’ (< köm- ‘gömmek’ -ül-) eylemi köm- ‘gömmek’ eylemine -ül-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
497
ölüp her ademi yer astige kömülmeyip kalmas
(ÇİK: 77r8)
(FK, 588: 4)
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
kör-se-t- ‘göstermek’ köküne dayandığı açıktır. körse-t- eylemi de etimolojik
sözlüklerde kör- ‘görmek’ eylemine dayandırılmıştır (Eckmann, 1966, 73; VEWT:
292; DTS: 318; EDPT: 740a, 746b). Clauson da eylem kökünü kör- olarak vermesine
rağmen eylemin körügse- biçimiyle karşılaştırılması gerektiğini belirtmiştir (EDPT:
746b).DanKelly’de ise körse- < körügse- biçiminde açıklanmıştır (DanKelly, 1985,
110).
(TEH: 794a1)
(ÇKT: 34a9)
Eylem için etimolojik sözlüklerde de herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
kör-güz- ‘göstermek’ köküne dayandığı açıktır. Tarihi Türk Dillerinde rastladığımız
498
körgüz- biçimi de etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda kör- ‘görmek’ köküne
dayandırılmış ve ‘göstermek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Eckmann, 1966, 7;
VEWT: 292; EDPT: 740a;). Bkz. körgüz-.
(TEH: T787b11)
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
köter- ‘kaldırmak, yükseltmek, taşımak’ köküne dayandığı açıktır. köter- ‘kaldırmak,
yükseltmek, taşımak’ eylemi Tarihi Türk Dillerinde kötür- ve köter- biçimlerinde
görülmektedir (EDPT: 706a-b).
(DN: 680)
(LM: 2671)
okul- ‘okunmak’ (< oku- ‘okumak’ -l-) eylemi oku- ‘okumak’ eylemine -l- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerden Senglah’ta okul- ‘okunmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 77v5).
499
Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda oku- ‘okumak’ eylemine dayandırılmış ve
‘okunmak’ anlamıyla kaydedilmiştir (Eckmann, 1966, 72; DTS: 369; EDPT: 85a;
DanKelly, 1985, 42).
(LM: 3610)
(ÇKT: 35a21)
oyul- ‘oyulmak’ (< oy- ‘oymak’ -ul-) eylemi oy- ‘oymak’ eylemine -ul- eylemden
eylem yapan ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişli eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerden Senglah’ta oyul- ‘oyulmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 89v22).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada oyul-
‘oyulmak’ (U III: 37); DLT’de oyul- ‘oyulmak, çukurlaşmak, sıkıştırılmak’ (DLT I:
268; DanKelly, 1985, 44); Eski Kıpçakçada oyul- ‘oyulmak, yarılmak; batmak’
(KTS: 207) biçimlerinde geçmektedir.
(LM: 2313)
(FK, 455: 1)
ozal- ‘öne geçmek, ilerlemek’ (< oz- ‘geçmek, aşmak, kurtulmak; baş kaldırmak’ -al-
) eylemi oz- ‘geçmek, aşmak, kurtulmak; baş kaldırmak’ eylemine -al- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişsiz eylem biçimidir. Çağatayca
500
sözlüklerden Dictionnaire turk-oriental’de ozal- ‘öne geçmek, ilerlemek’ anlamında
yer almaktadır (DTO: 61).
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
Şibân Han Divanı ve Şibânname gibi metinlerde geçen oz- ‘geçmek, aşmak, kurtul-
mak; baş kaldırmak’ köküne dayandığı açıktır. oz- kökü Eski Türkçeden itibaren
Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Yazıtlarda oz- ‘öne geçmek, ileri gitmek;
kaçmak, kurtulmak’ (KT D: 31), Eski Uygurcada oz- ‘kaçmak, kurtulmak’ (TT III:
63, TT IV: 12), DLT’de oz- ‘başkasından ileri geçmek’ (DLT I: 173), KB’de oz-
‘geçmek, ileri geçmek, ilerlemek’ (KB: 248, 2344), Harezm Türkçesinde oz- ‘aşmak,
geçmek’ (Nehc. 95/5), Eski Kıpçakçada oz- ‘ileri geçmek, yetişmek’ (KTS: 207)
biçimlerinde yer almaktadır.
(LM: 1169)
ötkeril- ‘geçirilmek’ (< ötker- ‘geçirmek; gözden geçirmek’ -il-) eylemi öt-ker-
‘geçirmek; gözden geçirmek’ eylemine -il- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme
rastlamadık.
Eylem için etimolojik sözlüklerde de herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
öt-ker- ‘geçirmek; gözden geçirmek’ köküne dayandığı açıktır. ötker- eylemi ise
etimolojik sözlük ve kaynaklarda öt- ‘geçmek; gitmek; vuku bulmak; ortaya çıkmak;
anlatılmak; uygulamak; ileri geçmek’ eylemine dayandırılmış ve ‘geçirmek,
vazgeçirmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 892; EDPT: 52b; DanKelly, 1985,
49, Erdal, 1991, 751). ötker- Eski Türkçeden itibaren görülür. Eski Uygurcada ötgür-
‘geçirmek’ (TT VI: 162); DLT’de ötgür- ‘sürdürmek; göndermek; bir şeyi bir şeyin
içinden öteye geçirtmek’ (DLT I: 226; DanKelly, 1985, 49); Eski Kıpçakçada ötger-
‘geçirmek, göndermek, nüfuz ettirmek’ (KTS: 212) biçimlerinde geçmektedir.
501
bu nev‘ni hem na-fercamlıg ve na-kamlıg bile tahammül kılılgay ve her neçük bolsa
ötkerilgey
(MKb: 32b6)
(HM: T766b25)
öyrül- ‘dönmek, çevrilmek’ (< öyür- ‘çevirmek’ -ül-) eylemi öyür- ‘çevirmek’
eylemine -ül- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
Eylem için etimolojik sözlüklerde de herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
Atâyî Divanında geçen öyür- ‘çevirmek’ köküne dayandığı açıktır. Bu biçim évrül-
biçiminin bir başka versiyonudur.
(BHD, VII: 2)
(BHD, XXXVIII: 3)
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
sakla- ‘saklamak; beklemek, kollamak, dikkat etmek’ köküne dayandığı açıktır.
sakla- eylemi de EDPT’de sak ‘uyanık, tetik’ köküne dayandırılmıştır (EDPT: 810a).
502
sakla- Karahanlı Türkçesinden itibaren Tarihi Türk Dillerinde ‘gözlemek, kollamak,
korumak’ anlamlarında geçmektedir (KB: 2220, Rif. 121, KutbHŞ: 153, Nehc.
237/12, KTS: 224, TTS II: 782, TTS III: 590, TTS IV: 654).
(ÇKT: 24b11)
salıl- ‘salınmak’ (< sal- ‘salmak, bırakmak’ -ıl-) eylemi sal- ‘salmak, bırakmak’
eylemine -ıl- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta salıl- ‘salınmak’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 233v5).
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
sal- ‘salmak, bırakmak’ köküne dayandığı açıktır. Eckmann, salıl- ‘salınmak’ gibi
türeyen biçimler arasında bilil- ‘bilinmek’, kalıl- ‘yapılmak’ biçimlerini de saymış ve
salıl- eylemini sal- ‘salmak’ köküne dayandırmıştır (Eckmann, 1966, 72).
yana éki hışt tiler anı salmak lazım-dur bu kıyas bile miŋ ya éki miŋ hışt ferş salılsa
bu nev‘ fırçalar be-gayet köp hasıl bolur
(MKb: 106a2)
eger ol ferc zahir bolgan tekmili üçün yana hışt salılsa arzu’llahi vası‘a yüzin belki
küre-i arz devresin temam hışt salmak lazım kélür
(MKb: 106a6)
sançıl- ‘saplanmak, sokulmak’ (< sanç- ‘saplamak, sokmak’ -ıl-) eylemi sanç-
‘saplamak, sokmak’ eylemine -ıl- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta sançıl-
‘saplanmak, sokulmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 235r28).
503
vurulmak’ (KTS: 226); Osmanlıcada sançıl- ‘saplanmak, sokulmak, dürtülmek’
(TTS I: 598; TTS II: 790; TTS IV: 661) biçimlerinde geçmektedir.
sanç- eylemi Tarihi Türk Dillerinde Eski Uygurcadan itibaren görülmektedir. Eski
Uygurcada ‘dövüşmek, kavga etmek; sevk etmek’ (U II: 78, TT VIII: I 4), DLT’de
sanç- ‘sançmak, dürtmek, sokmak; yenmek’ (DLT III: 420), Harezm Türkçesinde
sanç- ‘delmek’ (KutbHŞ: 152), Eski Kıpçakçada sanç-, sanş- ‘delip geçmek, delmek,
saplamak’ (KTS: 226), Osmanlıcada sanç- ‘delmek, (arı gibi) batırmak’ (TTS I: 598,
TTS II: 791, TTS III: 596, TTS IV: 661) biçimlerinde geçmektedir.
(NN, 95: 3)
(DN: 191)
savrul- ‘savrulmak, yayılmak’ (< savur- ‘savurmak’ -ul-) eylemi savur- ‘savurmak’
eylemine -ul- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta savrul- ‘savrulmak, yayılmak’
anlamında yer almaktadır (Seng. 236v7).
savur- eylemi ise sav- ‘savmak’ köküne dayanmaktadır. Eylemin gelişimi savrul- <
sav-ur-ul- biçiminde olmuştur. EDPT’de sav- kökünün en erken 13. yüzyılda
504
görüldüğü ifade edilmektedir. Tefsir’de sav- ‘püskürtmek’ (Tef. 264 [EDPT: 789a]),
Eski Kıpçakçada sav- ‘yerini değiştirmek’ (KTS: 229) ve Osmanlıcada sav- ‘savmak,
defetmek; sakınmak, kaçmak; sana erdirmek; kaçıp gitmek, gevşemek’ (TTS I: 605,
TTS II: 800, TTS III: 605) biçimlerinde geçmektedir. Ayrıca DLT’de savıl-
savulmak; (güneş) inmek’ (DLT I: 106, DLT III: 297), Eski Kıpçakçada savul-
‘ayrılmak, uzaklaşmak’ (KTS: 229), Osm. savul- ‘sakınılmak, uzaklaşmak; (yazın)
geçmesi, akıp gitmek, zaman geçmek’ (TTS I: 606, TTS II: 801, TTS III: 606, TTS
IV: 668) biçiminde geçen eylemlerde de bu kökü bulabiliriz.
(TEH: T798a9)
(LM: 3136)
saygal- ‘harcanmak, sarf edilmek’ (< sayga- ‘saymak, hesap etmek’ -l-) eylemi
sayga- ‘saymak, hesap etmek’ eylemine -l- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden
Dictionnaire turk-oriental’de saygal- ‘harcanmak, sarf edilmek’ anlamında yer
almaktadır (DTO: 346).
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin sa-
y+ga- ‘saymak, hesap etmek’ köküne dayandığı açıktır. Bkz. sayga-.
bular kitürgen nebat gezek ü çün uşalıp vazife vechleri özge esbab üçün saygalıp
(MKb: 10b10)
(GS, 559: 5)
505
sépil- ‘saçılmak, serpilmek’ (< sép- ‘saçmak, serpmek’ -il-) eylemi sép- ‘saçmak,
serpmek’ eylemine -il- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
Lutfi Divanı, Leyla vü Mecnun, Şibân Han Divanı, Nevadirü’n-nihale gibi metinlerde
geçen sép- ‘saçmak, serpmek’ köküne dayandığı açıktır.
sép- kökü Eski Uygurcadan itibaren Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada sep- ‘ihtiyaçlarını sağlamak’ (PP 28/1-2 [EDPT: 784b]), Eski Kıpçakçada
sep- serpmek, saçmak’ (KTS: 232), Osmanlıcada sep- ‘serpmek, saçmak’ (TTS I:
614, TTS II: 810, TTS III: 613, TTS IV: 677) biçimlerinde geçmektedir.
(TEH: M797a18)
sınal- ‘denenmek, tecrübe edilmek’ (< sına- ‘sınamak, denemek’ -l-) eylemi sına-
‘sınamak, denemek’ eylemine -l- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta sınal-
‘denenmek, tecrübe edilmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 257r1).
sına- Tarihi Türk Dillerinde ‘denemek, sınamak’ anlamıyla geçmektedir (DLT III:
273, DLT I: 242, KB: 245, 723, KutbHŞ: 164, Nehc. 212/13, KTS: 235, TTS I: 621,
TTS II: 817, TTS III: 620, TTS IV: 684).
(TEH: M799a14)
506
sokul- ‘sokulmak’ (< sok- ‘sokmak’ -ul-) eylemi sok- ‘sokmak’ eylemine -ul-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta sokul- ‘sokulmak’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 245r12).
(LT: 2413)
(TEH: M797b13)
suval- ‘sıvanmak’ (< suva- ‘sıvamak’ -l-) eylemi suva- ‘sıvamak’ eylemine -l-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
suva- kökü Tarihi Türk Dillerinde de görülmektedir. DLT’de suva- ‘sulamak’ (DLT
I: 498), Tefsi’de suva- ‘sıvamak’ (Tef. 276), Eski Kıpçakçada sıva-, suva- ‘sıvamak’
(KTS: 243) biçimlerinde yer almaktadır. Clauson suva- eylemini de suv ‘su’ köküne
bağlamıştır (EDPT: 785a).
507
humarım za‘fıga keh-gil isi ta yitti mest oldum
(GS, 648: 2)
südrel- ‘sürülmek; sürüklenmek’ (< südre- ‘çekmek, sürmek, uzatmak’ -l-) eylemi
südre- ‘çekmek, sürmek, uzatmak’ eylemine l- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde
rastlamadığımız bu eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde de tespit
edemedik.
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
Mahbubu’l-kulub, Lisanü’t-tayr, Lütfi Divanı, Bedayiü’l-vasat, Fevayidü’l-kiber,
Leyla vü Mecnun, Hüseyin Baykara Divanı, Garaibü’s-sıgar, Ferhad u Şirin gibi
metinlerde geçen südre- ‘çekmek, sürmek, uzatmak’ köküne dayandığı açıktır.
südre- ‘sürüklemek, zorla çekmek’ köküne ise Aysu Ata’nın yayımladığı Kur’an
Tercümesinde südre- ve südrü- biçimlerinde rastladık (Ata, 2004, 633).
téŋ durur kaydım üçün ger bir karış ger yüz kulaç
(NN, 173: 3)
(GS, 388: 6)
sürtül- ‘sürtülmek’ (< sürt- ‘sürtmek’ -ül-) eylemi sürt- ‘sürtmek’ eylemine -ül-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta sürtül- ‘sürtülmek’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 241v17).
(TEH: T706a9)
(FK, 447: 2)
süzül- ‘süzülmek’ (< süz- ‘süzmek’ -ül-) eylemi süz- ‘süzmek’ eylemine -ül-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde Senglah’ta süzül- ‘süzülmek’ anlamında yer almaktadır (Seng.
242v14).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada süzül-
‘süzülmek’ (TT V 22; Suv. 63/9); DLT’de süzül- ‘süzülmek’ (DLT II: 124;
DanKelly, 1985, 172); KB’de süzül- ‘süzülmek’ (KB: 221, 3632, 3752, 4795, 5921);
Harezm Türkçesinde süzül- ‘süzülmek’ (KutbHŞ: 163); Eski Kıpçakçada süzül-
‘süzülmek’ (KTS: 247) biçimlerinde geçmektedir.
tançkal- ‘et bozulup kokmak’ (< tançka- ‘et kokmak, bozulmak’ -l-) eylemi tançka-
‘et kokmak, bozulmak’ eylemine -l- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
Bu eyleme yalnızca Muhakemetü’l-Lugateyn’de rastladık.
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
tançka- ‘et kokmak, bozulmak’ köküne dayandığı açıktır. Özönder bu eyleme benzer
bir eylemle ilgili tek kaydın DLT’de geçtiğini belirtir. O, DLT’de bir dörtlükte geçen
tınçıdı ‘(et) bozuldu, koktu, çürüdü’ eylemi için Mahmud Kaşgari’nin düştüğü notta,
eylemin tançadı olarak okunacak biçimde harekelendirilip eylemin aslının tançga-
olduğunun belirtildiğini aktarmıştır (Özönder, 1996, 145). Yine DLT’de “tança-
eylemi için ‘isimlerin ve fiillerin ortasındaki g harfini atan’ Oğuz ve Kıpçaklara
hastır, bir ağız kelimesidir” ifadesine rastlarız. Ayrıca DLT’de tançı-, tınça-, tonçı-
509
gibi biçimlerde bulunmaktadır. DLT’de tançış- biçimi de geçmektedir. Bu da
eylemin ilk ünlüsünün /a/ olduğunu gösterir. Özönder’e göre, /ş/’nin önündeki geniş
ünlüleri daralttığı dikkate alındığında tançış’ın *tança-ş-‘tan geliştiği söylenebilir.
Özönder, bütün bu verilerin eylemin Orta Türkçedeki biçimini tançga- biçiminde
kurmaya yeteceğini ve ML’deki tançka- biçiminin DLT’deki tançga- biçimini
kuvvetlendireceğini ifade etmiştir (Özönder, 1996, 145).
(ML: 775b24)
tapşurul- ‘verilmek, sunulmak’ (< tapşur- ‘itimat etmek, vermek, teslim etmek’ -ul-)
eylemi tapş-ur- ‘itimat etmek, vermek, teslim etmek’ eylemine -ul- eylemden eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
Eylem için etimolojik sözlüklerde de herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
tapş-ur- ‘itimat etmek, vermek, teslim etmek’ köküne dayandığı açıktır. Eylemin
gelişimi tapşurul- < tapş-ur-ul- biçimindedir.
tapşur- eylemi Eski Uygurcada itibaren Tarihi Türk Dillerinde yer almaktadır. Eski
Uygurcada tapşur- ‘teslim etmek, vermek’ (USp. 14/16 [EDPT: 447a]), DLT’de
tapçur-, tapşur- ‘ulaştırmak, teslim etmek’ (DLT II: 175), Harezm Türkçesinde
tapşur- ‘teslim etmek, vermek, ulaştırmak, emanet etmek’ (KutbHŞ: 167, Nehc.
4/16) biçimlerinde geçmektedir.
tapşurulsa ve her éki üç künde bir katla tilep mülahaza kılılsa dagı
(TEH: M794a22)
tarıl- ‘saçılmak’ (< tarı- ‘saçmak, ekmek’ -l-) eylemi tarı- ‘saçmak, ekmek’
eylemine -l- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta tarıl- ‘saçılmak’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 153r8).
510
Eylemi Karahanlı Türkçesinden itibaren görüyoruz. DLT’de tarıl- ‘dağılmak;
yayılmak; ayrılmak’ (DLT II: 126; DanKelly, 1985, 178); Harezm Türkçesinde tarıl-
‘saçılmak’ (KutbHŞ: 172) biçimlerinde geçmektedir.
tarı- eylemi ‘ekmek, saçmak’ anlamıyla Tarihi Türk Dillerinde geçmektedir (Usp.
2/2-3, DLT III: 262, KB: 1393, KutbHŞ: 172).
(LD: 2484)
tarkal- ‘ayırmak; perişan etmek, perişan olmak’ (< Moğ. tarka- ‘dağılmak, ayrılmak’
-l-) eylemi Moğ. tarka- ‘dağılmak, ayrılmak’ eylemine l- eylemden eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde
tarkal- ‘ayırmak; perişan etmek, perişan olmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 99b;
DTO: 197).
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
tarka- ‘dağılmak, ayrılmak’ köküne dayandığı açıktır. Clauson Senglah’ta Moğolca
sözcükleri sayarken targa-, targaçı, targat-, targal-, targamışı ve targaş- biçimlerini
de saymıştır (Sengİnd V: 96). Doerfer targamışı maddesinde tarka- biçimini tar-
kökünün üzerine kuvvetlendirici bir -k almış biçim olarak açıklar (TMEN I: 125).
Clauson tar- eylemi ile Moğ. tarka- arasında anlamsal bir ilişkinin olmadığını ileri
sürmüştür (EDPT: 529a). Deniz Abik bu eylemi yivüt-ke- ‘çevirmek, döndürmek,
çevirerek getirmek, sağlamak’, aylan-ga- ‘dönmek, yolunu çevirmek, yolundan
vazgeçmek’ eylemleri gibi -GA- ekiyle türemiş biçimler arasında düşünmüştür
(Abik, 2006, 156).
(FK, 153: 7)
tayal- ‘dayanmak, tutunmak’ (< taya- ‘dayamak’ -l-) eylemi taya- ‘dayamak’
eylemine -l- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
Fevayidü’l-kiber, Garaibü’s-sıgar gibi Çağatayca metinlerde geçen taya- ‘dayamak’
köküne dayandığı açıktır. taya- eylemi ‘dayamak, desteklemek’ anlamıyla Tarihi
Türk Dillerinde geçmektedir (DLT III: 274, KTS: 266).
(ŞHD: 126a9)
(GS, 28: 2)
téril- ‘derilmek, bir araya getirmek’ (< tér- ‘dermek, toplamak’ -il-) eylemi tér-
‘dermek, toplamak’ eylemine -il- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta téril-
‘derilmek, bir araya getirmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 190v14).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada téril-
‘derilmek, bir araya getirmek’ (M I: 15; M II: 10; TT VI: 334); DLT’de téril-
‘derilmek, bir araya getirmek’ (DLT II: 127; DanKelly, 1985, 186); KB’de téril-
‘derilmek, bir araya getirmek’ (KB: 2396); Harezm Türkçesinde déril- ‘toplanmak,
bir araya getirmek’ (‘Ali: 36 [EDPT: 547b]); Eski Kıpçakçada tiril- ‘toplanmak, bir
araya getirmek’ (KTS: 277); Osmanlıcada deril- ‘derilmek, bir araya getirmek’ (TTS
I: 196; TTS II: 284; TTS III: 185; TTS IV: 211) biçimlerinde geçmektedir.
512
Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda tér- ‘dermek, toplamak’ eylemine
dayandırılmış ve ‘derilmek, bir araya getirmek’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 554;
EDPT: 547b; DanKelly, 1985, 186).
tér- eylemi yazıtlardan itibaren Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Yazıtlarda tér-
‘dermek, toplamak’ (BK D: 11), Eski Uygurcada tér- ‘dermek, toplamak’ (U III: 28,
TT VI: 259), DLT’de tér- ‘dermek, toplamak’ (DLT III: 181), KB’de tér- ‘dermek,
toplamak’ (KB: 114, 719), Harezm Türkçesinde dér-, ter-, tér- ‘dermek, toplamak’
(KutbHŞ: 178, 179), Eski Kıpçakçada der-, dir-, tir-, ter- ‘dermek, toplamak,
yığmak, bir araya getirmek’ (KTS: 270), Osmanlıcada der- ‘toplamak’ (TTS I: 197,
TTS II: 286, TTS III: 187, TTS IV: 213) biçimlerinde geçmektedir.
tévrel- ‘batırılmak, sokulmak’ (< tévre- ‘sokmak, batırmak, batmak’ -l-) eylemi
tévre- ‘sokmak, batırmak, batmak’ eylemine -l- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden
Dictionnaire turk-oriental’de tévrel- ‘batırılmak, sokulmak’ anlamında yer
almaktadır (DTO: 269). Bu eyleme Çağatayca metinlerde tévrül- biçiminde de
rastlıyoruz.
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
Nevâdirü’n-nihâye gibi Çağatayca metinlerde geçen tévre- ‘sokmak, batırmak,
batmak’ köküne dayandığı açıktır.
(NN, 94: 4)
tıyıl- ‘önlenmek, eksilmek, engelenmek’ (< tıy- (ET tıd-) ‘engellemek, önlemek,
tutmak, durmak’ -ıl-) eylemi tıd- ‘engellemek, önlemek, tutmak, durmak’ eylemine -
ıl- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
513
Taradığımız metinlerde rastlamadığımız eylem Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta
tıyıl- ‘önlenmek, eksilmek’ anlamıyla yer almaktadır (Seng. 203r29).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada tıdıl-
‘önlenmek, eksilmek, engelenmek’ (U III: 24; TT X: 72); DLT’de tıdıl- ‘kaçınmak,
çekinmek, alıkoymak, engel olmak’ (DLT II: 126; DanKelly, 1985, 188); Harezm
Türkçesinde tıyıl- ‘önlenmek, eksilmek’ (KutbHŞ: 192); Eski Kıpçakçada tıyıl- ‘son
vermek, sonu olmak; yasaklamak, engel olmak’ (KTS: 274) biçimlerinde
geçmektedir.
tıd- eylemi Eski Uygurcadan itibaren Tarihi Türk Dillerinde görülür. Eski Uygurcada
tıd- ‘engellemek’ (TT III: 74, U II: 69), DLT’de tıd-, tıt-, tıy- ‘engellemek’ (DLT III:
439, DLT II: 292, DLT III: 244), KB’de tıd- ‘geri koymak, mani olmak’ (KB:
1445), Harezm Türkçesinde tıd-, tıy- ‘engellemek, geri koymak’ (KutbHŞ: 192),
Eski Kıpçakçada tıy- ‘engellemek, tutmak; geciktirmek’ (KTS: 274) biçimlerinde
geçmektedir.
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
tég-ür- ‘çevirmek, dolaştırmak, ulaştırmak, eriştirmek’ köküne dayandığı açıktır.
Tarihi Türk Dillerinde de yer alan tégür- eylemi tég- ‘değmek, ulaşmak’ eyleminin
ettirgen biçimidir.
(TEH: T788b8)
514
töŋül- ‘dönülmek’ (< tön- ‘dönmek’ -ül-) eylemi tön- ‘dönmek’ eylemine -ül-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Dictionnaire turk-oriental’de töŋül- ‘dönülmek’ anlamında
yer almaktadır (DTO: 249).
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
Şibân Han Divanı ve Gül ü Nevruz gibi Çağatayca metinlerde geçen tön- ‘dönmek’
köküne dayandığı açıktır. tön- Tarihi Türk Dillerinde de yer almaktadır. DLT’de tön-
‘dönmek’ (DLT III: 184), Eski Kıpçakça dön-, tön- ‘dönmek, geri dönmek’ (KTS:
64), Osmanlıcada dön- ‘dönmek, geri dönmek’ (TTS I: 224, TTS II: 321, TTS III:
209) biçimlerinde geçmektedir.
(ŞN2: 2490)
tüketil- ‘yapılmak, tamamlanmak; yazılmak’ (< tüket- ‘tüketmek’ -il-) eylemi tüke-t-
‘tüketmek’ eylemine -il- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
tüket- ‘tüketmek’ köküne dayandığı açıktır. tüket- eylemi de tüke- ‘tükenmek, sona
ermek’ biçimine dayanmaktadır. tüke- eylemi Tarihi Türk Dillerinde ‘tükenmek,
sona ermek’ anlamıyla geçmektedir (TT V: 22, DLT III: 270, KB: 114, 976).
(HM: T764b12)
tüşül- ‘gelinmek, varılmak, bir yere vasıl olunmak’ (< tüş- ‘düşmek, inmek;
koyulmak; kapılmak; girmek; uygun gelmek; inmek; durmak; varmak’ -ül-) eylemi
tüş- ‘düşmek, inmek; koyulmak; kapılmak; girmek; uygun gelmek; inmek; durmak;
varmak’ eylemine -ül- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
515
Eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde tespit edemedik.
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
tüş- ‘düşmek, inmek; koyulmak; kapılmak; girmek; uygun gelmek; inmek; durmak;
varmak’ köküne dayandığı açıktır.
kulluk ‘arza-daşt ol kim seferdin selamet bile kayıtıp meskenge tüşülgen haberdin
devlet-hvah kullar şamdan boldılar
(TEH: M790a12)
tüzül- ‘yapılmak, düzenlenmek’ (< tüz- ‘düzmek, düzenlemek, tertip etmek’ -ül-)
eylemi tüz- ‘düzmek, düzenlemek, tertip etmek’ eylemine -ül- eylemden eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde ise tüzil-, tüzül- ‘yapılmak, düzenlenmek’ anlamında yer almaktadır
(DTO: 232). Bu eylem tüzil- ve tüzel- biçimlerinde de Çağatayca metin ve
sözlüklerde yer almaktadır (Seng. 174v10; Seng. 174v2).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada tüzül-
‘düzenlenmek’ (U I: 35; Suv. 137/12; TT I: 121); DLT’de tüzül- ‘düzenlenmek’
(DLT II: 127; DanKelly, 1985, 206); KB’de tüzül- ‘düzenlenmek’ (KB: 60, 103);
Harezm Türkçesinde tüzül- ‘düzenlenmek’ (KutbHŞ: 192); Eski Kıpçakçada tüzel-,
düzel- ‘düzenlenmek’ (KTS: 289) biçimlerinde geçmektedir.
(SD: 164)
(BV, 344: 5)
uşal- ‘ufalanmak, parçalanmak’ (< uşa- ‘ufalamak, parçalamak’ -l-) eylemi uşa-
‘ufalamak, parçalamak’ eylemine -l- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
516
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde uşal- ‘ufalanmak,
parçalanmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 75 v13; LÇ: 34a; DTO: 66).
bular kétürgen nebat gezek üçün uşalıp vazife vechleri özge esbab üçün saygalıp
(MKb: 10b10)
(LD: 1808)
uzal- ‘uzanmak’ (< uza- ‘uzamak’ -l-) eylemi uza- ‘uzamak’ eylemine -l- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde uzal- ‘uzamak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 72v16; DTO: 61).
(NN, 172: 5)
(NN, 521: 5)
517
ügül- ‘toplanmak’ (< üg- ‘toplamak’ -ül-) eylemi üg- ‘toplamak’ eylemine ül- addan
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerden Senglah’ta ükül- ‘toplanmak’ anlamında yer almaktadır (Seng.
282v28).
ük- kökü Tarihi Türk dillerinde görülmektedir. Eski Uygurcada ük- ‘yığmak,
toplamak’ (Mal. 17/2 [EDPT: 100b]), DLT’de ük- ‘yığmak, toplamak’ (DLT I: 168)
biçimlerinde geçmektedir. Bu eylem bazı metinlerde sözbaşında ö- ile telaffuz
edilmiştir, ancak modern dillerdeki biçimler sözcüğün ü-’lü olduğunu
göstermektedir. Ayrıca sözcük ükül- değil ügül- biçiminde okunmalıdır.
(LM: 962)
(FK, 588: 4)
(DN: 833)
üzül- ‘kesilmek’ (< üz- ‘kesmek’ -ül-) eylemi üz- ‘kesmek’ eylemine -ül- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada üzül-
‘kesilmek; sona ermek’ (U II: 38; TT VIII: 40); DLT’de üzül- ‘üzülmek, kesilmek’
(DLT I: 196; DanKelly, 1985, 62); KB’de üzül- ‘kesilmek’ (KB: 247, 6146); Harezm
518
Türkçesinde üzül- ‘kesilmek’ (KutbHŞ: 195); Eski Kıpçakçada üzül- ‘kesilmek,
kırılmak, parçalanmak’ (KTS: 299); Osmanlıcada üzül- ‘kesilmek, kırılmak’ (TTS I:
754; TTS II: 962; TTS III: 740; TTS IV: 814) biçimlerinde geçmektedir.
üz- ‘kesmek’ kökü Tarihi Türk dillerinde görülmektedir. Orhon Yazıtlarında üz-
‘koparmak, yırtmak’ (Toŋ: 13), Eski Uygurcada üz- ‘koparmak, yırtmak’ (U III: 41,
TT IV: 10), DLT’de üz- ‘kesmek’ (DLT I: 165), KB’de üz- ‘kesmek’ (KB: 153, 655),
Harezm Türkçesinde üz- ‘koparmak, kesmek’ (KutbHŞ: 204, Nehc. 281/6), Eski
Kıpçakçada üz- ‘koparmak, kırmak’ (KTS: 299), Osmanlıcada üz- ‘koparmak,
kırmak’ (TTS I: 754, TTS II: 962, TTS III: 740, TTS IV: 813) biçimlerinde
geçmektedir.
(BV, 444: 6)
(MKb: 43a9)
yançıl- ‘ezilmek’ (< yanç- ‘ezmek’ -ıl-) eylemi yanç- ‘ezmek’ eylemine -ıl-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta yançıl- ‘ezilmek’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 338r17).
Eylem kökü olan yanç- eylemi ise Eski Türkçeden itibaren görülür. Eski Uygurcada
yanç- ‘ezmek, çiğnemek’ (M I: 18, U II: 76), DLT’de yanç- ‘ezmek, çiğnemek’
519
(DLT III: 435), KB’de yanç- ‘ezmek’ (KB: 1926, 2016), Eski Kıpçakçada yanç-
‘ezmek; yassılaştırmak, yapıştırmak, sıkıştırmak’ (KTS: 310), Osmanlıcada yanc-
‘ezmek’ (TTS I: 778) biçimlerinde geçmektedir.
(TEH: M785a20)
(MKb: 10b2)
yaŋıl- ‘yanılmak’ (< yaŋ- ‘hata yapmak’ -ıl-) eylemi yaŋ- ‘hata yapmak’ eylemine -
ıl- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde yaŋıl- ‘yanılmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 338v11;
DTO: 538).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada yaŋıl-
‘yanılmak’ (TT VIII A: 12; U IV: 40; TT VII: 25); DLT’de yaŋıl- ‘yanılmak’ (DLT
III: 388; DanKelly, 1985, 213); KB’de yaŋıl- ‘yanılmak’ (KB: 198, 360, 641);
Harezm Türkçesinde yaŋıl- ‘yanılmak, hata etmek’ (KutbHŞ: 68; Nehc. 245/12);
Eski Kıpçakçada yaŋıl-, yagıl-, yaŋal- ‘yanılmak, hata etmek’ (KTS: 310)
biçimlerinde geçmektedir.
yaŋ- eylemi Tarihi Türk Dillerinden Eski Türkçede yaŋ- ‘yaymak, dağıtmak,
hezimete uğratmak’ (BK D: 32) biçiminde geçmektedir. Diğer Tarihi Türk Dillerinde
yay- ‘sallamak, çalkalamak; kışkırtmak, karıştırmak’ biçiminde görülmektedir (M
III: 6, DLT III: 246, KTS: 316, TTS II: 1023, TTS III: 791, TTS IV: 863). Tarihi
Türk Dillerinde görülen yay- biçimi yad- eyleminin ikincil biçimidir.
(SD: 24)
520
tevhid nükteside hamuş oldı pir-i deyr
(BV, 155: 5)
yapıl- ‘kapanmak, örtülmek’ (< yap- ‘kapamak, örtmek’ -ıl-) eylemi yap- ‘kapamak,
örtmek’ eylemine -ıl- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir
eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta yapıl- ‘kapanmak, örtülmek’
anlamında yer almaktadır (Seng. 325r16).
yap- ‘kapamak, örtmek’ eylemi Tarihi Türk Dillerinde geçmektedir. Eski Uygurcada
yap- ‘kapamak, örtmek’ (H II: 26 [EDPT: 871a]), DLT’de yap- ‘örtmek, kapamak’
(DLT III: 57), Harezm Türkçesinde yap- ‘örtmek, kapamak’ (KutbHŞ: 63), Eski
Kıpçakçada yab-, yap- ‘örtmek, kapamak’ (KTS: 310), Osmanlıcada yap- ‘kapamak’
(TTS I: 782, TTS II: 997, TTS III: 767, TTS IV: 841) biçimlerinden geçmektedir.
(NN, 392: 1)
(NN, 380: 1)
yaratıl- ‘yaratılmak’ (< yarat- ‘yaratmak’ -ıl-) eylemi yarat- ‘yaratmak’ eylemine -ıl-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Dictionnaire turk-oriental’de yaratıl- ‘yaratılmak’
anlamında yer almaktadır (DTO: 520).
521
Eylemi Karahanlı Türkçesinden itibaren görüyoruz. Tefsir’de yaratıl- ‘yaratılmak’
(Tef. 143); Harezm Türkçesinde yaratıl- ‘yaratılmak’ (KutbHŞ: 71; Nehc. 374/10)
Eski Kıpçakçada yaradıl-, yaratıl- ‘yaratılmak’ (KTS: 312) biçimlerinde
geçmektedir.
insan bile şeytan arasıda zatı ‘adavet-dür tabi‘i muhalefet biri ot-dın yaratıldı ve biri
tofragdın yaratıldı
(MKb: 102a13-102b1)
(ÇKT: 24a6)
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
yaşur- ‘saklamak, gizlemek’ köküne dayandığı açıktır. Bkz. yaşur-.
pes eger ol yaşurulgan harf ruba‘iniŋ evvelgı mısra‘ıda bolsa ve pes kim anı bir
tutulup érdi
yeŋil- ‘yenilmek, kaybetmek’ (< yeŋ- ‘yenmek’ -il-) eylemi yeŋ- ‘yenmek’ eylemine
-il- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık. Bu eylem Kelürnamede geçmektedir
(KN: 35b9).
522
Eylem Eski Kıpçakçada yeŋil- ‘yenilmek, kaybetmek’ (KTS: 318) biçiminde
görülmektedir.
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
yeŋ- ‘yenmek’ köküne dayandığı açıktır. yeŋ- kökü DLT’de yeŋ- ‘yenmek’ (DLT III:
391), Eski Kıpçakçada yeŋ- ‘yenmek, mağlup etmek’ (KTS: 318) biçimlerinde
geçmektedir.
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
yiber- ‘göndermek, yollamak’ köküne dayandığı açıktır. yiber- kökü Tarihi Türk
Dillerinde ıd ‘göndermek’ biçiminde görülen eylem ile bér- eyleminin birleşmiş
biçimidir. Bu birleşik şeklin ilk hali ıdu bér- biçimindedir. Eylemin gelişimi ıd-u ber-
> ıyu ber- > iyiber- > yiber- biçiminde olmuştur.
(TEH: M783a3)
(TEH: M786a12)
Eylem için etimolojik sözlüklerde de herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
yét-kür- ‘yetiştirmek, göndermek’ köküne dayandığı açıktır.
yétkür- eylemi Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada yétir-
‘yetirmek, ulaştırmak’ (TT VIII F 3; TT VIII L 25; TTS I: 113); KB’de yétür-
523
‘yetirmek, ulaştırmak’ (KB: 216, 544; 302, 507, 2586, 4231, 5894); Harezm
Türkçesinde yétür-, yétgür- ‘başarmak, tamamlamak, bitirmek’ (KutbHŞ: 79); Eski
Kıpçakçada yetür-, yitgür-, yitür-, yitkür- ‘ulaştırmak, sevketmek; erişmek, ulaşmak’
(KTS: 320) biçimlerinde geçmektedir.
(TEH: M790b6)
yonul- ‘yontulmak’ (< yon- ‘yontmak, (kalem) açmak’ -ul-) eylemi yon- ‘yontmak,
(kalem) açmak’ eylemine -ul- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta yonul- ‘yontulmak’
anlamında yer almaktadır (Seng. 347r7).
yon- eylemi Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. DLT’de yon- ‘kesmek, yontmak’
(DLT I: 384), Harezm Türkçesinde yon- ‘yontmak’ (KutbHŞ: 82), Eski Kıpçakçada
yon- ‘yontmak’ (KTS: 327), Osmanlıcada yon- ‘yontmak’ (TTS I: 841, TTS II: 1066,
TTS III: 820, TTS IV: 897) biçimlerinde geçmektedir.
(SS: 3823)
yoyul- ‘kaybolmak’ (< yod- ‘silmek’ -ul-) eylemi yod- ‘silmek’ eylemine -ul-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
524
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta yoyul- ‘kaybolmak’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 347v18).
yod- eylemi Tarihi Türk Dillerinden Eski Uygurcada yod- ve yoy- ‘kesmek, vurmak’
(TT VIII: C 9, U III: 64), DLT’de yod- ‘silmek, bozmak, mahvetmek’ (DLT III:
434), Harezm Türkçesinde yoy- ‘silmek’ (KutbHŞ: 85), Eski Kıpçakçada yuy- , yoy-
‘silmek, derisini yüzmek’ (KTS: 331, İH: 100), Osmanlıcada yoy- ‘yıkmak, bozmak,
silmek’ (TTS I: 843, TTS II: 1068, TTS III: 821, TTS IV: 899) biçimlerinde
geçmektedir.
(ÇKT: 22a4)
yömrül- ‘çökmek; harap olmak’ (< yömür- ‘tahrip etmek, viran eylemek’ -ül-)
eylemi yömür- ‘tahrip etmek, viran eylemek’ eylemine -ül- eylemden eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu
eyleme rastlamadık. Eyleme Fevayidü’l-kiber adlı metinde rastladık, ancak bu
metinde yimrül- biçiminde görülmektedir.
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
Fevayidü’l-kiber, Sedd-i İskenderi gibi Çağatayca metinlerde geçen yömür- ‘tahrip
etmek, viran eylemek’ köküne dayandığı açıktır. yömür- kökü Räsänen tarafından
yemür- biçiminde maddebaşı olarak verilmiş ve günümüz Türk dillerindeki biçimleri
aktarılmıştır (VEWT: 197a).
525
cemaliŋ subhıdın külbemni ruşen kıl ki başımga
(FK, 660: 2)
(GS, 418: 3)
yumul- ‘(göz) yumulmak, kapanmak’ (< yum- ‘yummak, kapamak’ -ul-) eylemi
yum- ‘yummak, kapamak’ eylemine -ul- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta yumul- ‘(göz)
yumulmak, kapanmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 346r15).
yum- kökü Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski Uygurcada yum- ‘yummak,
kapamak’ (TT III: 152), DLT’de yüm- ‘yummak, kapamak’ (DLT III: 64), KB’de
yüm- ‘yummak, kapamak’ (KB: 624), Harezm Türkçesinde yum- ‘yummak,
kapamak’ (KutbHŞ: 85, Nehc. 158/4), Eski Kıpçakçada yum-, yüm- ‘yummak,
kapamak, göz kırpmak’ (KTS: 329) biçimlerinde geçmektedir.
(BV, 445: 3)
526
déme naleŋdin yumulmas közlerim kim taŋ émes
(GS, 505: 5)
yuyul- ‘yıkanmak’ (< yuy- ‘yıkanmak’ -ul-) eylemi yuy- ‘yıkamak’ eylemine -ul-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
yuy- ‘yıkamak’ köküne dayandığı açıktır. EDPT’de sözcüğün kökü olan yun-
‘yıkanmak’ eylemi yu- ‘yıkamak’ köküne dayandırılmıştır (EDPT: 942b).
yüz afettin köŋül su bolup candın élig yuyulup ve her zaman miŋ hatardın can agzıga
yétip ölümge köŋül koyulup
(TEH: M784b20)
açıl- ‘açılmak’ (< aç- ‘açmak’ -ıl-) [MKb] [LT] [BV] [SD] [LD] [FK] [LM] [BabD]
[GD] [ŞHD] [GN] [KUŞ] [KMD] [HBD] [SS] [ÇKT] [BN] [ML] [ŞTe] [NŞ] [FŞ]
[TN] [GS] [ÇİK] [TEH] [DN] [Sİ] [NM] [BHD] [HLN] [ŞN]; alıl- ‘alınmak, almak
işi yapılmak’ (< al- ‘almak’ -ıl-) [BN] [TEH] [NM]; artıl- ‘artırılmak, fazlalaştırmak’
(< art- ‘artmak’ -ıl-) [ŞN]; ayrıl- ‘ayrılmak’ (< ayır- ‘ayrılmak’ -ıl-) [MKb] [LT]
[BV] [LD] [FK] [LM] [BabD] [GD] [ŞHD] [KUŞ] [KMD] [HBD] [SS] [ÇKT]
[HPR] [BN] [ŞTe] [NN] [NŞ]; aytıl- söylenmek, denmek (< ayt- ‘söylemek, demek’
-ıl-) [MKb] [LT] [BV] [LD] [FK] [LM] [BabD] [HM] [ŞHD] [SS] [ÇKT] [HPR]
[BN] [ŞTe] [NN] [FŞ] [GS] [ŞTü] [TEH] [Sİ] [ŞN]; barıl- ‘varılmak, gidilmek’ (<
bar- ‘varmak’ -ıl-) [HM] [BN]; béril- ‘verilmek’ (< bér- ‘vermek’ -il-) [ÇKT] [BN]
[NN]; bıçıl- ‘kesilmek, boğazlanmak’ (< bıç- ‘kesmek, biçmek’ -il-) [SD]; bilil-
‘bilinmek’ (< bil- ‘bilmek’ -il-) [MKb] [HM] [ÇKT] [BN] [TEH]; bézel- ‘bezenmek’
527
(< bédize- ‘donatmak, bezenmek’ l-) [HBD] [FŞ] [TEH]; bolul- ‘olunmak’ (< bol-
‘olmak’ -ul-) [HM] [BN] [ML] [TEH] [NM]; boyal- ‘boyanmak’ (< boya- ‘boyamak’
-l-) [BV] [FK] [ŞHD] [GS] [ŞN]; buzul- ‘bozulmak’ (< buz- ‘bozmak’ -ul-) [MKb]
[LT] [BV] [FK] [LM] [BabD] [GD] [GN] [HBD] [ÇKT] [BN] [ŞTe] [NN] [ŞTü]
[TEH]; çekil- ‘çekilmek’ (< çek- ‘çekmek’ -il-) [GN] [NN]; çevrül- ‘çevrilmek,
dönmek’ (< çevir- ‘çevirmek, dönmek’ -ül-) [SD]; dökül- ‘dökülmek’ (< dök-
‘dökmek’ -ül-) [GS]; égil- ‘eğilmek’ (< ég- ‘eğmek’ -il-) [BN] [NN] [ŞTü]; énil-
‘inilmek’ (< én- ‘inmek’ -il-) [BN]; éril- ‘erimek’ (< éri- ‘erimek’ -l-) [LM]; içil-
‘içilmek’ (< iç- ‘içmek’ -il-) [SS] [BN]; işitil- ‘işitilmek’ (< işit- ‘işitmek’ -il-)
[BabD] [HM] [ML] [TEH]; katıl- ‘katılmak’ (< kat- ‘katmak’ -ıl-) [MKb] [LD] [FK]
[BabD] [KUŞ] [SS] [NN] [GS] [FŞ] [TEH] [ŞN]; kazıl- ‘kazılmak’ (< kaz- ‘kazmak’
-ıl-) [SS] [FŞ] [TEH] [ŞN] [Sİ]; késil- ‘kesilmek’ (< kés- ‘kesmek’ -il-) [LM] [ÇKT]
[NM] [ŞN]; kılıl- ‘kılınmak’ (< kıl- ‘kılmak, yapmak’ -ıl-) [MKb] [BV] [HM] [HE]
[SS] [ÇKT] [HPR] [ML] [FŞ] [TEH] [NM]; kırıl- ‘kırılmak, yok edilmek’ (< kır-
‘kırmak, yok etmek’’ -ıl-) [ŞHD] [KUŞ] [ŞTe] [ŞTü] [ŞN]; kiril- ‘gerilmek’ (< kir-
‘germek’ -il-) [SD] [TEH] [DN] [Sİ]; kurul- ‘kurulmak, büzülmek’ (< kur- ‘kurmak’
-ul-) [MKb] [SD] [TEH]; öltürül- ‘öldürülmek’ (< öltür- ‘öldürmek’ -ül-) [ÇKT];
satıl- ‘satılmak’ (< sat- ‘satmak’ -ıl-) [LD]; sıyrıl- ‘sıyrılmak’ (< sıyır- ‘sıyırmak’ -ıl-
) [NŞ] [NM]; sorul- ‘sorulmak’ (< sor- ‘sormak’ -ul-) [LD] [BabD] [HM] [GD]
[KUŞ] [ÇKT] [TEH] [Sİ]; soyul- ‘soyulmak’ (< soy- ‘soymak’ -ul-) [MKb] [FK]
[GS]; sökül- ‘sökülmek’ (< sök- ‘sökmek’ -ül-) [FK] [NN] [HD]; sürül- ‘yürütülmek,
gönderilmek’ (< sür- ‘yürütmek, göndermek’ -ül-) [TEH] [Sİ]; takıl- ‘takılmak’ (<
tak- ‘takmak’ ıl-) [BV] [NN]; tapul- ‘bulunmak’ (< tap- ‘bulmak’ -ul-) [LD] [LM];
tartıl- ‘tartılmak, çekilmek’ (< tart- ‘tartmak’ -ıl-) [BV] [HM] [SS] [HPR] [NN]
[GS] [TEH] [DN] [ŞN]; tikil- ‘dikilmek’ (< tik- ‘dikmek’ -il-) [MKb] [BV] [LD]
[FK] [HBD] [SS] [NN] [GS] [TEH] [DN] [ŞN]; téşil- ‘deşilmek, yarılmak’ (< téş-
‘deşmek’ -il-) [BV] [FK] [GS] [FŞ] [TEH]; tizil- ‘dizilmek’ (< tiz- ‘dizmek’ -il-)
[NN] [NŞ]; tokul- ‘dokunmak (kumaş)’ (< toku- ‘dokumak’ -l-) [BV] [GS]; tökül-
‘dökülmek’ (< tök- ‘dökmek’ -ül-) [MKb] [BV] [SD] [LD] [FK] [LM] [BabD]
[ŞHD] [HE] [GN] [HBD] [SS] [ŞTe] [NN] [GS] [FŞ] [TEH] [DN] [Sİ] [NM] [ŞN];
töşel- ‘döşenmek’ (< töşe- ‘döşemek’ -l-) [MKb] [SD] [ML] [FŞ]; tutul- ‘tutulmak,
yakalamak’ (< tut- ‘tutmak’ -ul-) [MKb] [BV] [LD] [FK] [LM] [BabD] [HM] [GD]
[ŞHD] [HE] [GN] [HBD] [SS] [ÇKT] [NN] [GS] [FŞ] [TEH] [DN] [Sİ]; unutul-
528
‘unutulmak’ (< unut- ‘unutmak’ -ul-) [BabD] [TEH]; urul- ‘vurulmak’ (< ur-
‘vurmak’ -ul-) [KUŞ] [SS] [ÇKT] [NN] [TEH]; uzatıl- ‘uzatılmak’ (< uzat-
‘uzatmak’ -ıl-) [MKb]; yarıl- ‘yarılmak’ (< yar- ‘yarmak’ -ıl-) [BV] [SD] [LD] [FK]
[LM] [HE] [ÇKT] [GS] [ŞN]; yayıl- ‘yayılmak’ (< yay- ‘yaymak’ -ıl-) [BV] [LD]
[LM] [BabD] [ŞHD] [SS] [ŞTe] [NN] [GS] [TEH] [ŞN]; yetil- ‘ulaşılmak’ (< yét-
‘yetmek, ulaşmak’ -il-) [SD] [LD] [GN] [ÇKT] [ŞTe] [NN]; yıkıl- ‘yıkılmak’ (< yık-
‘yıkmak’ -ıl-) [MKb] [LT] [BV] [SD] [FK] [LM] [BabD] [ŞHD] [HE] [KMD]
[HBD] [SS] [ÇKT] [HPR] [ŞTe] [NN] [TN] [ÇİK] [FŞ] [TEH] [Sİ] [NM] [MEM]
[HLN] [ŞN]; yırtıl- ‘yırtılmak’ (< yırt- ‘yırtmak’ -ıl-) [NN] [NM]; yéyil- ‘yenilmek,
yenmek’ (< yé- ‘yemek’ -y-il-) [TEH], vb.
5.4.1. -Ar-
Eski Türkçeden beri geniş bir kullanıma sahip olan bu ek yaptırma eki diye de anılır.
Çoğunlukla u, bazen a, çok az da ı ünlüsü alır. Çok sık kullanılmayan çatı eklerinden
biridir. Gabain, -Ar- ve –Ur- yapım eklerini birlikte almakta ve “yaptırma eki, çok
kere basitinin anlamını verir” şeklinde bu eki açıklamaktadır (Gabain, 1941 (20003),
60). Erdal ise Gabain’in aksine iki eki farklı alır. Erdal, Eski Türkçede –Ar- eki alan
bütün köklerin iki heceli olarak yer aldığını belirtir ve her iki ekin de kattıkları anlam
bakımından farklarının olmadığını ifade eder. Erdal, bu eklerin hangisinin hangi
köke geleceğine dair kesin bir kural olmadığını da belirtir (Erdal, 1991, 740).
529
Çağataycada çok sık kullanılmayan eylemden eylem yapan eklerden biridir.
Çağatayda da Eski Türkçede olduğu gibi orta çatı eklerinden biridir. Yaptırma
anlamında ettirgen eylemler türetir. Bu ekle türemiş biçimler şöyledir:
çıkar- ‘çıkarmak’ (< çık- ‘çıkmak’ -ar-) eylemi çık- ‘çıkmak’ eylemine -ar-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde çıkar- ‘çıkarmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 219r15;
DTO: 307).
yay-nı kün togısında bir çölde, kişi ayagı yétmes toprakka kömüp bir uçını çıkarıp
koygıl
(ŞTe: 77b16)
(SD: 418)
kaytar- ‘döndürmek, geri çevirmek’ (< kayt- (ET kadıt-) ‘dönmek, geri çevirmek’
-ar-) eylemi kay-t- ‘dönmek, geri çevirmek’ eylemine -ar- eylemden eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde
kaytar- ‘döndürmek, geri çevirmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 280r6; LÇ:
225b).
530
Nehc. 286/17); Eski Kıpçakçada kaytur-, kaydur-, kaytar- ‘döndürmek, geri
çevirmek, geri döndürmek’ (KTS: 134) biçimlerinde geçmektedir.
Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda kayt- (ET kadı-t-) ‘dönmek, geri çevirmek’
eylemine dayandırılmış ve ‘döndürmek, geri çevirmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır
(Eckmann, 1966, 70; DTS: 408; EDPT: 675a; DanKelly, 1985, 135). Clauson
eylemin kökü olan kayt- (ET kadı-t-) biçiminin muhtemelen *kad- biçiminde bir
kökten geldiğini ifade etmiştir (EDPT: 604b). Erdal ise kadır- maddesini açıklarken
eylemin kökü olan kadı-t- biçiminin *kad- ya da *kadı- şeklinde bir köke sahip
olması gerektiğini belirtmiştir (Erdal, 1991, 537).
(BV, 349: 3)
(ŞTü, 38: 7)
kéter- ‘gidermek’ (< két- ‘gitmek’ -er-) eylemi két- ‘gitmek’ eylemine -er- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde kéter- ‘gidermek, temizlemek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 311v15;
LÇ: 264a; DTO: 482).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada kéter-
‘gidermek’ (TT X: 122; U III: 48); DLT’de kéter- ‘gidermek’ (DLT III: 187;
DanKelly, 1985, 104); KB’de kéter- ‘gidermek’ (KB: 54, 285, 4113, 6075); Harezm
Türkçesinde kéter- ‘gidermek’ (KutbHŞ: 97); Eski Kıpçakçada kéter- ‘gidermek’
(Hou. 49); Osmanlıcada gider- ‘gidermek’ (TTS I: 311; TTS II: 436; TTS III: 397;
TTS IV: 341) biçimlerinde geçmektedir.
(NN, 471: 3)
(LD: 2133)
kızar- ‘kızarmak’ (< kız- ‘kızmak’ -ar-) eylemi kız- ‘kızmak’ eylemine -ar-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde kızar- ‘kızarmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 295v15;
LÇ: 246a; DTO: 447).
(FK, 591: 4)
(SD: 416)
kopar- ‘koparmak, çıkarmak’ (< kop- ‘kopmak’ -ar-) eylemi kop- ‘kopmak’
eylemine -ar- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde kopar- ‘koparmak, çıkarmak’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 282r3; LÇ: 230b; DTO: 421).
532
Sözcük Karahanlı Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de kopur-
‘koparmak, çıkarmak’ (DLT II: 72; DanKelly, 1985, 142); KB’de kopur- ‘koparmak,
çıkarmak’ (KB: 30, 341, 1751, 3975, 5792); Harezm Türkçesinde kopar- ‘koparmak,
çıkarmak’ (KutbHŞ: 137; Nehc. 67/10); Eski Kıpçakçada kopar- ‘koparmak,
çıkarmak’ (KTS: 154; TZ: 28b2); Osmanlıcada kopar- ‘koparmak, çıkarmak’ (TTS I:
483; TTS II: 649; TTS III: 475; TTS IV: 539) biçimlerinde geçmektedir.
(HBD, 16: 6)
(DN: 158)
5.4.2. –(U)r-
533
DanKelly, 1985, 84; KB: 1098, 1576, 2982, 4036, vb.), yét-ür- ‘kaybetmek,
yitirmek’ (DLT III: 67; DanKelly, 1985, 228), vb.
aşur- ‘aşırmak’ (< aş- ‘aşmak’ -ur-) eylemi aş- ‘aşmak’ eylemine -ur- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerden Senglah’ta bu eyleme aşur- ‘aşırmak’ biçiminde rastlamaktayız (Seng.
41r2).
aş- ‘aşmak’ kökü Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski Türkçede aş- ‘aşmak,
geçmek’ (BK D: 15), Eski Uygurcada aş- ‘aşmak, geçmek’ (TT I: 47), DLT’de aş-
‘aşmak, geçmek’ (DLT I: 173, DLT III: 261), Harezm Türkçesinde aş- ‘aşmak,
geçmek’ (KutbHŞ: 13), Eski Kıpçakçada aş- ‘aşmak, geçmek’ (KTS: 14),
Osmanlıcada aş- ‘aşmak, geçmek; dışarı taşmak’ (TTS II: 64, TTS IV: 47)
biçimlerinde geçmektedir.
(DN: 113)
ve yüz meşakkat bile yétti beyt ki baglaşturgaylar da‘vi avazesin yétti felekdin
aşurgaylar
(MKb: 18b2)
534
basur- ‘bastırmak, tutturmak’ (< bas- ‘basmak’ -ur-) eylemi bas- ‘basmak’ eylemine
-ur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık. Eyleme yalnızca Çağatayca
metinlerden Babürnamede rastladık.
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada basur-
‘bastırmak’ (M III: 8); DLT’de basur- ‘bastırmak’ (DLT II: 77; DanKelly, 1985, 66);
Eski Kıpçakçada basur- ‘bastırmak, yığmak’ (KTS: 24); biçimlerinde geçmektedir.
tornıŋ bir uçını béş altı karı yırakrak bérkitürler. tornıŋ bir tarafını yerde taşka
basururlar
(BN: H140a3)
çomur- ‘suya batıp çıkmak, batırmak, daldırmak’ (< çom- ‘suya dalmak, batıp
çıkmak’ -ur-) eylemi çom- ‘suya dalmak, batıp çıkmak’ eylemine -ur- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
Bu eylem Tarihi Türk dillerinden Eski Uygurcada çomur- ‘batırmak, daldırmak’ (TT
VII: 25) ve DLT’de çomur- ‘suya daldırıp batırmak’ (DLT II: 85; DanKelly, 1985,
94) biçimlerinde geçmektedir.
Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda çom-, çöm- ‘suya dalmak, batıp çıkmak’
eylemine dayandırılmış ve ‘suya batıp çıkmak, batırmak, daldırmak’ şeklinde
anlamlandırılmıştır (Eckmann, 1966, 70; VEWT: 115b; DTS: 153; EDPT: 423b;
Erdal, 1991, 714).
çom-, çöm- kökü Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski Uygurcada çom-
‘batmak’ (TT VI: 195, TT VIII I: 23); DLT’de çom-, çöm- ‘batmak, dalmak,
çimmek’ (DLT II: 26, DLT I: 401); Harezm Türkçesinde çom- ‘batmak’ (KutbHŞ:
44), Eski Kıpçakçada çom- ‘suya dalmak’ (KTS: 54) biçimlerinde geçmektedir.
535
közüm girdabı cismimni çomurdu
(BV, 275: 5)
(BV, 650: 5)
kazur- ‘kazdırmak’ (< kaz- ‘kazmak’ -ur-) eylemi kaz- ‘kazmak’ eylemine -ur-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
va ruku‘ va sucud kılguçılar ya‘ni Ka‘banıŋ evini kazuralar va nacislardın pak kıl
ta anı tavaf kılgaylar va anda namaz
(ÇKT: 34b18)
savur- ‘savurmak’ (< sav- ‘savmak’ -ur-) eylemi sav- ‘savmak’ eylemine -ur-
eylemden eylem yapan ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişli eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta savur- ‘savurmak’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 236r22).
536
kaçmak; sana erdirmek; kaçıp gitmek, gevşemek’ (TTS I: 605, TTS II: 800, TTS III:
605) biçimlerinde geçmektedir. Ayrıca DLT’de savıl- savulmak; (güneş) inmek’
(DLT I: 106, DLT III: 297), Eski Kıpçakçada savul- ‘ayrılmak, uzaklaşmak’ (KTS:
229), Osm. savul- ‘sakınılmak, uzaklaşmak; (yazın) geçmesi, akıp gitmek, zaman
geçmek’ (TTS I: 606, TTS II: 801, TTS III: 606, TTS IV: 668) biçiminde geçen
eylemlerde de bu kökü bulabiliriz.
(MKb: 73b3)
(DN: 269)
uçur- ‘uçurmak’ (< uç- ‘uçmak’ -ur-) eylemi uç- ‘uçmak’ eylemine -ur- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde ise uçur- ‘uçurmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 63v5; LÇ: 27b).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada uçur-
‘uçurmak’ (TT VIII A 32); DLT’de uçur- ‘uçurmak’ (DLT I: 176; DanKelly, 1985,
51); KB’de uçur- ‘uçurmak’ (KB: 5379); Osmanlıcada uçur- ‘uçurmak’ (TTS I: 712;
TTS II: 918; TTS IV: 774) biçimlerinde geçmektedir.
(BV, 405: 4)
(BV, 385: 4)
537
yapur- ‘örtmek, gizlemek’ (< yap- ‘kapamak, örtmek’ -ur-) eylemi yap- ‘kapamak,
örtmek’ eylemine -ur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir
eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
yap- ‘kapamak, örtmek’ eylemi Tarihi Türk Dillerinde geçmektedir. Eski Uygurcada
yap- ‘kapamak, örtmek’ (H II: 26 [EDPT: 871a]), DLT’de yap- ‘örtmek, kapamak’
(DLT III: 57), Harezm Türkçesinde yap- ‘örtmek, kapamak’ (KutbHŞ: 63), Eski
Kıpçakçada yab-, yap- ‘örtmek, kapamak’ (KTS: 310), Osmanlıcada yap- ‘kapamak’
(TTS I: 782, TTS II: 997, TTS III: 767, TTS IV: 841) biçimlerinden geçmektedir.
(ŞN2: 1666)
yaşur- ‘gizlemek, örtmek’ (< yaş- ‘gizlemek, saklamak’ -ur-) eylemi yaş- ‘gizlemek,
saklamak’ eylemine -ur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde yaşur- ‘gizlemek, örtmek’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 332v1; LÇ: 294b; DTO: 527).
538
gizlemek’ (DLT III: 60), KB’de yaş- ‘saklamak, gizlemek’ (KB: 1427), Eski
Kıpçakçada yaş- ‘saklamak, gizlemek’ (KTS: 314), Osmanlıcada yaş- ‘saklamak,
gizlemek’ (TTS II: 1012) biçimlerinden geçmektedir.
(MKb: 51a1)
(HBD, 79: 5)
artur- ‘arttırmak, çoğaltmak’ (< art- ‘artmak’ -ur-) [SD] [LD] [ŞHD] [GN] [ÇKT]
[ML] [TEH] [KN] [HA] [NM]; bışur- ‘pişirmek’ (< bış- ‘pişmek’ -ur-) [BN]; kaçur-
‘kaçırmak’ (< kaç- ‘kaçmak’ -ur-) [MKb] [BV] [SS] [NN] [GS] [NŞ] [FŞ] [TEH]
[DN] [ŞN], taşur- ‘taşırmak’ (< taş- ‘taşmak’ -ur-) [AD]; togur- ‘doğurmak’ (< tog-
‘doğmak’ -ur-) [SD] [LD]; yatur- ‘yatırmak’ (< yat- ‘yatmak’ -ur-) [KN], vb.
5.4.3. –GXr-
Örneğine çok fazla rastlanılmayan ettirgen eylemler türeten eklerden biridir. Gabain
bu ekin yaptırma eki olduğunu ifade etmiştir (Gabain, 1941 (20003), 59). Erdal bu
ekin başındaki /g/ sesinin birkaç sözcük dışında bütün örneklerde ön damaksıl /g/
olduğunu belirtir. Erdal bu ekin -(X)k- ve –Ur- eklerinin birleşmesinden meydana
gelmediğini, bunun da -(X)k eki ile –gUr- eki arasında anlamsal bir bağ olmasından
kaynaklandığını vurgular (Erdal, 1991, 756).
539
Bu ekle türemiş biçimleri Harezm Türkçesi ve Eski Kıpçakçada da bulabiliriz: tur-
gur- ‘durdurmak, alıkoymak’ (‘Ali: 24 [EDPT: 541a]; KTS: 284), kad-gur- ‘acı
çektirmek, kaygılanmak, endişe etmek’ (KutbHŞ: 128; KTS: 122), vb.
azgur- ‘azdırmak, baştan çıkarmak’ (< az- ‘azmak, yoldan çıkmak’ -gur-) eylemi az-
‘azmak, yoldan çıkmak’ eylemine -gur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde azgur- ‘azdırmak, baştan
çıkarmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 38v15; LÇ: 11b; DTO: 18).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada azgur-
‘azdırmak, baştan çıkarmak, yoldan çıkarmak’ (M III: 9); Eski Kıpçakçada azgar-
‘azdırmak, yoldan çıkarmak’ (KTS: 19) biçimlerinde geçmektedir.
(DN: 160)
(LD: 281)
bütker- ‘bitirmek’ (< büt- ‘bitmek’ -ker-) eylemi büt- ‘bitmek’ eylemine -ker-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
540
Çağatayca sözlüklerde bütker- ‘bitirmek, üretmek; tedavi etmek, iyileştirmek;
gizlemek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 129r12; LÇ: 76b; DTO: 162).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada bütger-
‘ödemek’ (USp. 53/5 [EDPT: 303b]); Harezm Türkçesinde bitgür- ‘bitirmek’
(KutbHŞ: 34); biçimlerinde geçmektedir.
büt- ‘bitmek’ eylemi Tarihi Türk Dillerinde geçmektedir. Eski Uygurcada büt-
‘bitmek, sona ermek’ (TT VII: 40, U IV: 14, TT V: 8), DLT’de büt- ‘ses kısılmak,
alçalmak; borcu veya alacağı gerçekleşmek; yara kapanmak; bitmek, sona ermek;
yok olmak; bir şeye inanmak, ikrar etmek’ (DLT I: 219, DLT II: 294, DLT III: 137,
166, 240), Harezm Türkçesinde bit- / büt- ‘tamamlanmak; başarılmak; bir şeye
inanamak’ (KutbHŞ: 34, 39, Nehc. 26/6), Eski Kıpçakçada bit-, büt- ‘inanmak, kabul
etmek’ (KTS: 40), Osmanlıcada bit- ‘meydana gelmek, vücut bulmak, bitmek’ (TTS
I: 110, TTS II: 156, TTS III: 106, TTS IV: 116) biçimlerinde geçmektedir.
(HBD, 142: 6)
(SM: 16)
ötker- ‘geçirmek, vazgeçirmek’ (< öt- ‘geçmek; gitmek; vuku bulmak; ortaya
çıkmak; anlatılmak; uygulamak; ileri geçmek’ -ker-) eylemi öt- ‘geçmek; gitmek;
vuku bulmak; ortaya çıkmak; anlatılmak; uygulamak; ileri geçmek’ eylemine -ker-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde ötker- ‘geçirmek, vazgeçirmek; ezberden okumak’ anlamında
yer almaktadır (Seng. 59v21; LÇ: 25a; DTO: 42).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülür. Eski Uygurcada ötgür- ‘geçirmek’ (TT VI:
162); DLT’de ötgür- ‘sürdürmek; göndermek; bir şeyi bir şeyin içinden öteye
541
geçirtmek’ (DLT I: 226; DanKelly, 1985, 49); Eski Kıpçakçada ötger- ‘geçirmek,
göndermek, nüfuz ettirmek’ (KTS: 212); biçimlerinde geçmektedir.
Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda öt- ‘geçmek; gitmek; vuku bulmak; ortaya
çıkmak; anlatılmak; uygulamak; ileri geçmek’ eylemine dayandırılmış ve ‘geçirmek,
vazgeçirmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 892; EDPT: 52b; DanKelly, 1985,
49, Erdal, 1991, 751).
(HBD, 75: 6)
(SD: 261)
sızgur- ‘sızdırmak, eritmek’ (< sız- ‘sızmak’ -gur-) eylemi sız- ‘sızmak’ eylemine -
gur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde sızgur- ‘sızdırmak, eritmek’ anlamında yer almaktadır (Abuş:
280; Seng. 252r28; LÇ: 197b; DTO: 366).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada sızgur-
‘erimek, eritmek’ (Suv. 28/14); DLT’de sızgur- ‘sızdırmak, eritmek; zayıflatmak’
(DLT II: 188; DanKelly, 1985, 164); Harezm Türkçesinde sızgır- ‘erimek’ (KutbHŞ:
166) biçimlerinde geçmektedir.
sız- ‘sızmak’ eylemi Tarihi Türk Dillerinde geçmektedir. DLT’de sız- ‘sızmak,
erimek; (güneş) belirmek, ucu görünmek; arıklamak, zayıflamak’ (DLT II: 9, 10,
DLT III: 182), Harezm Türkçesinde sız- ‘sızmak, erimek; (mec.) aşınmak, bitmek’
(KutbHŞ: 165), Eski Kıpçakçada sız- ‘sızmak, akmak’ (KTS: 236) biçimlerinde
geçmektedir.
542
firakıŋ butesi içre tenimni sızgurur her dem
(SD: 437)
(SD: 2455)
toygar- ‘doyurmak, yemek yedirmek’ (< toy- ‘doymak’ -gar-) eylemi toy- ‘doymak’
eylemine -gar- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde toygar- ‘doyurmak, yemek yedirmek’ anlamında
yer almaktadır (Seng. 187v19; LÇ: 129a; DTO: 250).
toy- ‘doymak’ eylemi Tarihi Türk Dillerinde geçmektedir. Orhon Yazıtlarında tod-
‘doymak, doyurmak’, Eski Uygurcada tod- ‘doymak, doyurmak’ (TT VIII C. 9),
DLT’de tod- ‘doymak, doyurmak’ (DLT I: 32, DLT III: 244, DLT III: 439), Harezm
Türkçesinde doy- / tod- ‘doymak, doyurmak’ (KutbHŞ: 181), Eski Kıpçakçada toy-
‘doymak, doyurmak’ (KTS: 281) biçimlerinde geçmektedir.
(MKb: 30a13)
(LM: 2415)
543
yazgur- ‘suçlamak, kabahatli görmek’ (< yaz- ‘günah işlemek’ -gur-) eylemi yaz-
‘günah işlemek’ eylemine -gur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde yazgur- ‘suçlamak, kabahatli
görmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 330v7; LÇ: 292b; DTO: 524).
(HBD, 61: 5)
Melik Reyyan suçısı bile bekavülü aŋa zehr bérür tevehhümidin yazgurup zindanga
yiberdi
(TEH: T701a4)
yétkür- ‘yetirmek, ulaştırmak’ (< yét- ‘yetmek, ulaşmak’ -kür-) eylemi yét- ‘yetmek,
ulaşmak’ eylemine -kür- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde yétkür- ‘yetiştirmek, ulaştırmak’
anlamında yer almaktadır (Seng. 348r28; LÇ: 310b; DTO: 552).
544
Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda yét- ‘ulaşmak, yetişmek’ eylemine
dayandırılmış ve ‘yetiştirmek, ulaştırmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 264;
EDPT: 893a; Erdal, 1991, 755).
(AŞV: 755b)
(SM: 45)
5.4.4. –(X)z-
akız- ‘akıtmak’ (< ak- ‘akmak’ -ız-) eylemi ak- ‘akmak’ eylemine -ız- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde akız- ‘akıtmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 44v25; LÇ: 17a; DTO:
28).
545
Eckmann eylemi ak- ‘akmak’ eylemine dayandırılmış ve ‘akıtmak’ şeklinde
anlamlandırmıştır (Eckmann, 1966, 74).
(HBD, 59: 5)
émiz- ‘emdirmek’ (< ém- ‘emmek’ -iz-) eylemi ém- ‘emmek’ eylemine -iz- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
metinler tespit edemediğimiz sözcük Çağatayca sözlüklerde émiz- ‘emdirmek’
anlamıyla yer almaktadır (Seng. 113v17; LÇ: 62a; DTO: 138).
ötüz- ‘geçirmek’ (< öt- ‘geçmek; gitmek; vuku bulmak; ortaya çıkmak; anlatılmak;
uygulamak; ileri geçmek’ -üz-) eylemi öt- ‘geçmek; gitmek; vuku bulmak; ortaya
çıkmak; anlatılmak; uygulamak; ileri geçmek’ eylemine -üz- eylemden eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca metinlerde tespit
edemediğimiz eylem Çağatayca sözlüklerde ötüz- ‘geçirmek’ anlamıyla yer
almaktadır (LÇ: 26a; DTO: 46).
546
tamız- ‘damlatmak’ (< tam- ‘damlamak’ -ız-) eylemi tam- ‘damlamak’ eylemine -ız-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde tamız- ‘damlatmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 104a;
DTO: 206).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada tamız-
‘damlatmak’ (H I: 56; H II: 12); DLT’de tamuz- ‘damlatmak’ (DLT II: 86;
DanKelly, 1985, 176); KB’de tamuz- ‘damlatmak’ (KB: 2715); Eski Kıpçakçada
tamız-, tamuz- ‘damlatmak’ (KTS: 261) biçimlerinde geçmektedir.
(HBD, 13: 3)
(FK, 344: 5)
5.4.5. –(X)t-
547
Bu ek için Eski Türkçeden şu örnekleri verebiliriz: okı-t- ‘okutmak’, olur-t- ‘tayin
etmek’, sev-it- ‘sevilmek’, vb. (Gabain, 1941 (20003), 60).
Sözcük Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de agnat- ‘(at
için) ağınmak, yere sürtünmek’ (DLT I: 267; DanKelly, 1985, 6); Osmanlıcada
agnat- ‘(at için) ağınmak, yere sürtünmek’ (TTS I: 12; TTS II: 14) biçimlerinde
geçmektedir.
(NN, 124: 6)
aldarat- ‘ızdırap vermek’ (< Moğ. aldara- ‘çok sevinmek, meczup olmak, ızdırap
etmek’ t-) eylemi Moğ. aldara- ‘çok sevinmek, meczup olmak, ızdırap etmek’
548
eylemine Türkçe -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir
eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
(LM: 557)
aŋlat- ‘anlatmak’ (< aŋla- ‘anlamak, idrak etmek, sanmak’ -t-) eylemi aŋla-
‘anlamak, idrak etmek, sanmak’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Lugat-ı
Çağatay’da ise aŋlat- ‘anlatmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 23a).
(NN, 205: 1)
(BV, 54: 7)
avut- ‘avutmak’ (< *avı- ‘avunmak’ -t-) eylemi *avı- ‘avunmak’ eylemine -t-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde avut- ‘avutmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 53r4; DTO:
84).
Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. KB’de avıt- ‘avutmak’
(KB: 642, 628, 3574); Harezm Türkçesinde avıt-, avut- ‘avutmak’ (KutbHŞ: 17;
Nehc. 107/4); Eski Kıpçakçada avut- ‘çocuğu ağlamaktan vazgeçirmek’ (KTS: 17);
Osmanlıcada avıt- ‘avutmak’ (TTS II: 68) biçimlerinde geçmektedir.
550
hüsn étiptür éy musavvir tartıban bir hurfe şekl
(NN, 128: 5)
(FK, 663: 6)
bélgürt- ‘belirtmek’ (< bélgür- ‘belirmek’ -t-) eylemi bélgür- ‘belirmek’ eylemine -t-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta bélgürt- ‘belirtmek’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 149r22).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada belgürt-
‘belirtmek’ (M III: 19; U III: 36); KB’de belgüt- ‘belirtmek’ (KB: 3540); Harezm
Türkçesinde belgüt-, belgürt- ‘belirtmek, göstermek’ (KutbHŞ: 30); Eski Kıpçakçada
belgirt-, belgürüd- ‘belirtmek’ (KTS: 27); Osmanlıcada belirt-, belürt- ‘belirtmek’
(TT II: 127; TTS III: 81; TTS IV: 93) biçimlerinde geçmektedir.
bélgür- eylemi Eski Türkçeden itibaren görülür. Eski Uygurcada belgür- ‘belirmek’
(U I: 8; TT VIII: K 3; Suv. 75/1); DLT’de bélgür- ‘belirmek’ (DLT II: 172;
DanKelly, 1985, 70); KB’de bélgür- ‘belirmek’ (KB: 312, 6638); Harezm
Türkçesinde bélgür- ‘belirmek, görülmek’ (KutbHŞ: 29); Eski Kıpçakçada belgür-,
bilgir-, bilgür- ‘belirmek, ortaya çıkmak’ (KTS: 27); Osmanlıcada belür- ‘belirmek,
görülmek’ (TTS III: 81; TTS IV: 93) biçimlerinde geçmektedir.
(ŞHD: 81a1)
bitit- ‘yazdırmak’ (< biti- ‘yazmak’ –t-) sözcüğü biti- ‘yazmak’ eylemine eylemden
eylem yapan –t- eklerinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
551
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta bitit- ‘yazdırmak’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 143v15).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada bitit-
‘yazdırmak’ (Suv. 447/17; U II 38; TT VII 40); DLT’de bitit- ‘yazdırmak’ (DLT II:
298; DanKelly, 1985, 74) biçimlerinde geçmektedir.
bulgat- ‘bulandırmak’ (< bulga- ‘bulanmak’ -t-) eylemi bulga- ‘bulanmak’ eylemine
-t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta bulgat- ‘bulandırmak’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 140r27).
552
hasm niçe hakir bolsa köŋül kozgatur, has niçe uşak bolsa köz bulgatur
(MKb: 101b4)
(GS, 72: 1)
(LM: 961)
çapturt- ‘koşturmak’ (< çaptur- ‘koşturmak, akın yaptırmak’ -t-) eylemi çaptur-
‘koşturmak, akın yaptırmak’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde
bulamadığımız bu eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde de
rastlamadık.
çarlat- ‘çağırtmak, davet ettirmek’ (< carla- ‘çağırmak, bağırmak’ -t-) eylemi Moğ.
car ‘yansıma sözcük, çığlık, ses’ sözcüğüne -la- ve -t- eylemden eylem yapım
eklerinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde ise
çarlat- ‘çağırtmak, davet ettirmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 205v6; LÇ:
146b).
çarla- eylemi EDPT’de çar ‘her hangi bir akarın çıkardığı ses (yansıma sözcük)’
yansıma sözcüğüne dayandırılmıştır (EDPT: 429b). Sözcüğün kökü olan car
Moğolca bir sözcük olup ‘yansıma sözcük, çığlık, ses’ anlamlarına gelmektedir
(Lessing, 1960, 165a).
çarla- eylemi DLT’de ‘hıçkırarak ağlamak, cırlamak, bağırmak’ (DLT III: 295),
Harezm Türkçesinde ‘bağırmak, çağırmak’ (Oğ. 90, 332 [EDPT: 429b]) anlamıyla
geçmektedir.
(LM: 1884)
çaykat- ‘yıkatmak’ (< çayka- ‘yıkamak, temizlemek’ -t-) eylemi çayka- ‘yıkamak,
temizlemek’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş bir
554
geçişli eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Dictionnaire turk-oriental’de
çaykat- ‘yıkatmak’ anlamında yer almaktadır (DTO: 282).
(NN, 124: 7)
(FK, 349: 4)
çırmat- ‘dolatmak, yükselmek’ (< çırma- ‘sarmak, bürünmek; dolamak’ -t-) eylemi
çırma- ‘sarmak, bürünmek; dolamak’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta
çırmat- ‘dolatmak, yükselmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 217v16).
Eylem Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de çermet- ‘bir şey fitil gibi
bükülmek, örülmek’ (DLT II: 349; DanKelly, 1985, 90) biçiminde geçmektedir.
555
Osmanlıcada çerme- ‘sarmak, dürmek’ şeklinde yer almaktadır, ayrıca göçüşmeli
biçimi olan çemre-’ye de rastlarız (TTS II: 217).
(LM: 1830)
çubrut- ‘birbirinin peşi sıra gitmek; izletmek, peşine takmak’ (< Moğ. çuburi- ‘bir
diğerinin izince gitmek, takılmak’ -t-) eylemi Moğ. çuburi- ‘bir diğerinin izince
gitmek, takılmak’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden yalnızca Senglah’ta çubrut-
‘izletmek, peşine takmak’ biçiminde bu eyleme rastladık (Seng. 211r28).
Eylem Moğ. çuburi- ‘bir başkasından sonra hareket etmek’ eylemine dayanmaktadır
(Kowalewski, 1844-49, 2202; Lessing, 1960, 204). Eylem bazı günümüz Türk
dillerinde de Moğolcadan ödünçleme olarak yaşamaktadır: Kaz. şubru- ‘sıra halinde
yürümek’ (KazTS: 315), Kırg. çubur- ‘uzamak; akmak; tane tane dökülmek; dizi
halinde yürümek’ (KırgS: 285).
(FK, 213: 6)
556
kama‘ üzmek éki şirin lebiŋdin mümkin érmes kim
(NN, 238: 5)
(BV, 85: 4)
émget- ‘zahmet çektirmek, sıkıntıya düşmek’ (< émge- ‘zahmet çekmek’ -t-) eylemi
émge- ‘zahmet çekmek’ eylemine -t- eylemden eylem yapan ekinin eklenmesiyle
türemiş bir geçişsiz eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta émget-
‘zahmet çektirmek, sıkıntıya düşmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 114r24).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada emget-
‘zahmet çektirmek, sıkıntıya düşmek’ (TT II: 8; U II: 78); DLT’de emget-
‘yordurmak, emek çektirmek’ (DLT I: 264; DanKelly, 1985, 23); KB’de emget-
‘yordurmak, emek çektirmek’ (KB: 166); Harezm Türkçesinde émget- ‘zahmet
çektirmek, sıkıntıya düşürmek’ (KutbHŞ: 50; Nehc. 263/17) biçimlerinde
geçmektedir.
557
Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda émge- ‘zahmet çekmek’ eylemine
dayandırılmış ve ‘zahmet çektirmek, sıkıntıya düşürmek’ anlamıyla kaydedilmiştir
(DTS: 172; EDPT: 159b; Ercilasun, 1984, 33; DanKelly, 1985, 23, Erdal, 1991, 769;
Tekin, 1989, 178). Bu eylemle aynı kökten türemiş émgen- biçimini de Çağatayca
metinlerde bulabiliriz. Bkz. émgen-.
(ŞHD: 189b10)
(BV, 256: 9)
ılgat- ‘çabuk hareket ettirmek, harekete geçirmek’ (< ılga- ‘ayırmak, farketmek; akın
etmek’ -t-) eylemi ılga- ‘ayırmak, farketmek; akın etmek’ eylemine -t- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
ırat-, yırat- ‘göndermek, savmak, kovmak, uzaklaştırmak’ (< ıra-, yıra- ‘kaçınmak,
uzak durmak’ -t-) eylemi ıra-, yıra- ‘kaçınmak, uzak durmak’ eylemine -t- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde bu eyleme rastlamadık. Eylem yalnızca Babürnamede yer almaktadır.
558
Eylem Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de yırat- ‘savmak, kovmak’ (DLT II:
315; DanKelly, 1985, 228); KB’de yırat- ‘kovmak, savmak’ (KB: 322, 381)
biçiminde geçmektedir.
Eylem kökü olan ıra-, yıra- eylemi Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. DLT’de
yıra- ‘uzaklaşmak’ (DLT III: 88), KB’de yıra- ‘uzaklaşmak, uzak durmak, uzak
tutmak’ (KB: 5263), Harezm Türkçesinde yıra- ‘uzak olmak, uzak durmak’
(KutbHŞ: 91), Osmanlıcada ıra- ‘uzak olmak, uzak durmak’ (TTS I: 353, TTS II:
500) biçimlerinde geçmektedir.
(BN: H239a13)
ırçat- ‘sırıtmak, gıcırdatmak’ (< Moğ. ırca- ‘gülerken dişlerini göstermek, sırıtmak’ -
t-) eylemi Moğ. ırca- ‘gülerken dişlerini göstermek, sırıtmak’ eylemine Türkçe -t-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Lugat-ı Çağatay’da ırçat- ‘sırıtmak, gıcırdatmak’ anlamında
yer almaktadır (LÇ: 48b). Bu eyleme ırçayt- biçiminde de Çağatayca metinlerde ve
sözlüklerde rastlıyoruz (DTO: 103).
(FK, 266: 2)
ırgat- ‘sallamak, kımıldatmak, hareket ettirmek’ (< ırga- ‘sallamak’ -t-) eylemi ırga-
‘sallamak’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
559
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde ırgat- ‘sallamak, kımıldatmak, hareket
ettirmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 98r17; LÇ: 49a; DTO: 103).
(MMü: 8)
(DN: 229)
ışnat- ‘ışıldatmak’ (< ışna- ‘ışıldamak, parlamak’ -t-) eylemi ışna- ‘ışıldamak,
parlamak’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca metinlerde bu eyleme rastlamadık. Bu eylemi
yalnızca Çağatayca sözlüklerden Kelürnamede tespit edebildik (KN: 10a12).
iltit- ‘göndermek’ (< ilt- ‘göndermek, iletmek, ulaştırmak’ -it-) eylemi ilt-
‘göndermek, iletmek, ulaştırmak’ eylemine -it- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme
rastlamadık.
560
Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde de tespit edemediğimiz bu eyleme
etimolojik sözlük ve kaynaklarda da rastlamadık, ancak eylemin Mahbubu’l-kulub,
Lisanü’-t-tayr, Sekkaki Divanı, Lütfi Divanı, Fevayidü’l-kiber, Sedd-i İskenderi,
Hüseyin Baykara Divanı, Babür Divanı, Dehname, Taaşşukname, gibi Çağatayca
metinlerde geçen ilt- ‘göndermek, iletmek, ulaştırmak’ eylemine dayandığı açıktır.
(BabD: 554)
indet- ‘çağırtmak, davet ettirmek’ (< inde- ‘çağırmak, davet etmek’ -t-) eylemi inde-
‘çağırmak, davet etmek’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
(LM: 2664)
(MKb: 34b13)
561
karıt- ‘yaşlanmak’ (< karı- ‘yaşlanmak’ -t-) eylemi karı- ‘yaşlanmak’ eylemine -t-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta karıt- ‘yaşlanmak’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 270r6). Bu eyleme Çağatayca sözlüklerden Kelürnamede de rastladık (KN:
24a5). Çağatayca metinlerde eylemi tespit edemedik.
kavlat- ‘kovdurmak’ (< kavla- ‘kovmak, defetmek’ -t-) eylemi kavla- ‘kovmak,
defetmek’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
(SD: 728)
562
kéltürt- ‘getirtmek’ (< kéltür- ‘getirmek’ -t-) eylemi kéltür- ‘getirmek’ eylemine -t-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
mezkur mirzanın köŋlige rikkat kilip bir avuç dirhem kéltürtüp iltimas kiliptur ki
(MKb: 41a5)
(NN, 39: 1)
kırkıt- ‘kırkmak’ (< kırk- ‘kırkmak’ -ıt-) eylemi kırk- ‘kırkmak’ eylemine -ıt-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde ve metinlerde bu eyleme rastlamadık. Bu eyleme yalnızca
Çağatayca sözlüklerden Kelürnamede rastladık (KN: 23b6).
563
kırk- eylemi DLT’de ‘kırkmak’ (DLT III: 422), Eski Kıpçakçada kırk- ‘kırkmak,
kısaltmak, kesmek’ (KTS: 145) biçimlerinde yer almaktadır.
kızıt- ‘kızdırmak, ateşte ısıtmak’ (< kız- ‘kızmak’ -ıt-) eylemi kız- ‘kızmak’ eylemine
-ıt- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde kızıt- ‘kızdırmak, ateşte ısıtmak’ anlamında yer almaktadır
(LÇ: 246b; DTO: 447).
(LM: 1653)
(BV, 398: 7)
koldat- ‘yardım etmek’ (< kolda- ‘himaye etmek, elinde tutmak’ -t-) eylemi kolda-
‘himaye etmek, elinde tutmak’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme
rastlamadık.
564
deyr ara men mest ü nazuk-huyıdın ol mug-beçe
(FK, 69: 8)
kozgat- ‘harekete geçirmek’ (< kozga- ‘meydana çıkarmak, harekete getirmek’ -t-)
eylemi kozga- ‘meydana çıkarmak, harekete getirmek’ eylemine -t- eylemden eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
(NN, 53: 4)
hasm neçe hakir bolsa köŋül kozgatur, has neçe uşak bolsa köz bulgatur
(MKb: 101b4)
kökert- ‘göğertmek’ (< köker- ‘göğermek, yeşermek’ -t-) eylemi köker- ‘göğermek,
yeşermek’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık. Ancak eylem
kökü göger-, köger- ‘yeşillenmek, filizlenmek’ biçimlerinde Çağatayca sözlüklerde
yer almaktadır (Vel. 370; Seng. 307r5).
(NN, 203: 1)
565
kökertürge mahabbet deştin eşkim yamgurı birle
(NN, 242: 4)
körset- ‘göstermek’ (< körse- ‘görmek istemek’ -t-) eylemi körse- ‘görmek istemek’
eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde körset- ‘göstermek’ anlamında yer almaktadır (LÇ:
270b; DTO: 465).
(FK, 69: 6)
(HBD, 201: 3)
muŋrat- ‘feryat ettirtmek, bağırıp çağırtmak’ (< muŋra- ‘feryat etmek, bağırıp
çağırmak’ -t-) eylemi muŋra- ‘feryat etmek, bağırıp çağırmak’ eylemine -t- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde bu eyleme rastlamadık. Ancak eylem kökü olan muŋra- ‘bağırmak,
bağırıp çağırmak’ anlamıyla Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta geçmektedir (Seng.
320r7).
Eylem Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de müŋret- ‘böğürtmek’ (DLT II: 358;
DanKelly, 1985, 120) biçiminde geçmektedir.
566
Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda muŋ+ra- ‘feryat etmek, bağırıp çağırmak’
eylemine dayandırılmış ve ‘feryat ettirtmek, bağırıp çağırtmak’ anlamıyla
kaydedilmiştir (DTS: 353; EDPT: 770b; DanKelly, 1985, 120).
muŋra- eyleminin bir başka biçimi olan müŋre-, Irk Bitig’de müŋre- ‘bağırmak,
bağırıp çağırmak’ (IB: 60), Eski Uygurcada müŋre- ‘bağırmak, bağırıp çağırmak’
(Suv. 21/2), DLT’de müŋre- ‘böğürmek’ (DLT III: 403) biçimlerinde geçmektedir.
(NN, 112: 2)
ohşat- ‘benzetmek’ (< ohşa- ‘benzemek’ -t-) eylemi ohşa- ‘benzemek’ eylemine -t-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde ohşat- ‘benzetmek’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 28a; DTO:
52).
567
çenar dédim kadıŋnı, ‘aklım aytur: Hey ni ohşattıŋ
(SD: 726)
(HBD, 8: 5)
orna- eylemi DLT’de ‘yerleşmek, yer tutmak, yer edinmek; (güneş) batmak,
kaybolmak’ (DLT I: 288), KB’de ‘yerleşmek’ (KB: 93), Harezm Türkçesinde
‘yerleşmek, ikamet etmek’ (KutbHŞ: 118), Osmanlıcada ‘yerleşmek’ (TTS II: 735,
TTS III: 548) anlamlarıyla geçmektedir
(BV, 143: 3)
(FK, 77: 1)
568
ögsüt- ‘eksiltmek’ (< égsü- ‘eksilmek’ -t-) eylemi égsü- ‘eksilmek’ eylemine -t-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta ögsüt- ‘eksiltmek’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 79r29).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada egsüt-
‘eksiltmek’ (TT I: 212; U II: 15); Tefsir’de egsüt- ‘eksiltmek’ (Tef. 73); Harezm
Türkçesinde egsit- ‘eksiltmek’ (KutbHŞ: 20); Eski Kıpçakçada egsit-, igsit-, igsüt-,
ögsüt- ‘eksiltmek’ (KTS: 71) biçimlerinde geçmektedir.
(LD: 295)
(FK, 71: 7)
önüt- ‘bitirmek, büyütmek, yetiştirmek’ (< ön- ‘bitmek, yetişmek’ -üt-) eylemi ön-
‘bitmek, yetişmek’ eylemine -üt- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde rastlamadığımız bu
eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde de tespit edemedik.
(NN, 133: 4)
569
örlet- ‘yükseltmek, arttırmak’ (< örle- ‘yükselmek, artmak’ -t-) eylemi örle-
‘yükselmek, artmak’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
Eylem Eski Uygurcada örlet- ‘yükseltmek, arttırmak’ (TT III: 34; TT VI: 74)
biçiminde geçmektedir.
(MMü: 94)
örtet- ‘yaktırmak’ (< örte ‘yakmak’ -t-) eylemi örte ‘yakmak’ eylemine -t- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
570
kögsüme taş urmagımı ‘ayb kılma éy köŋül
(HBD, 201: 6)
ösrüt- ‘sarhoş olmak’ (< ösrü- ‘sarhoş olmak’ -t-) eylemi ösrü- ‘sarhoş olmak’
eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
(LD: 1680)
sanat- ‘saymak, hesap etmek’ (< sana- ‘saymak, hesap etmek’ -t-) eylemi sana-
‘saymak, hesap etmek’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
Bu eyleme yalnızca Çağatayca sözlüklerden Kelürnamede rastladık (KN: 20a12).
Bu eylemin gelişimi sanat- < sa-n+a-t- biçimindedir. sana- eylemi de sa- köküne
dayanmaktadır. sa- kökünün genişlemiş biçimi de say- ya da san-‘dır. /y/ ünsüzü
kökte benzeşme ya da yanlış farzetme yoluyla kalıplaşmış olmalıdır. say- > sa-y-.
Krş. DLT sa- ‘saymak’, Trkm. say- ‘saymak, addetmek’, Türk., Az., say- ‘saymak’ <
*sa- (Tekin, 1995, 174).
571
sargart- ‘sarartmak’ (< sar(ı)gar- ‘sararmak’ -t-) eylemi sar(ı)gar- ‘sararmak’
eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
Eylem kökü olan sargar- biçimi Eski Türkçeden itibaren görülmektedir. Eski
Uygurcada sargar- ‘sararmak’ (U I: 37); DLT’de sargar- ‘sararmak’ (DLT II: 187;
DanKelly, 1985, 155); Harezm Türkçesinde sargar- ‘sararmak’ (Nehc. 243/8); Eski
Kıpçakçada sargar-, sarar- ‘sararmak’ (KTS: 227) biçimlerinde geçmektedir.
(LD: 1930)
sayrat- ‘öttürmek’ (< sayra- ‘(kuş) ötmek, şakımak’ -t-) eylemi sayra- ‘(kuş) ötmek,
şakımak’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir
eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
sayra- kökü DLT’de ‘şakımak, ötüşmek; saçmalamak, hezeyan etmek’ (DLT III:
311, DLT I: 467, DLT III: 240), KB’de ‘şakımak, ötmek’ (KB: 4963), Harezm
Türkçesinde ‘şakımak, ötmek’ (KutbHŞ: 152), Eski Kıpçakçada ‘şakımak, ötmek’
(KTS: 230) biçimlerinde görülmektedir.
572
nefsiŋni sılagıl sen hod saŋa vefası bar
(ŞHD: 58a12)
ségrit- ‘seğritmek, koşturmak’ (< ségir- ‘seğirmek, koşturmak’ -it-) eylemi ségir-
‘seğirmek, koşturmak’ eylemine -it- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
segir- eylemi DLT’de sékri- ‘seğirtmek’ (DLT I: 354, DLT III: 281), Harezm
Türkçesinde sekir- / sékir- ‘atlamak, seğirtmek’ (KutbHŞ: 156-157), Eski
Kıpçakçada sekir-, sekri-, sikri- ‘seçmek, sıçramak’ (KTS: 230), Osmanlıcada sekri-
(segri ?) ‘atlamak, zıplamak’ (TTS I: 611, TTS II: 806, TTS IV: 673) biçimlerinde
geçmektedir.
(NN, 125: 5)
(NN, 432: 7)
sıkıt- ‘sıkmak, bastırarak ezmek’ (< sık- ‘sıkmak’ -ıt-) eylemi sık- ‘sıkmak’ eylemine
-ıt- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Lugat-ı Çağatay’da sıkıt- ‘sıkmak, bastırarak ezmek’
anlamında yer almaktadır (LÇ: 198a).
573
suçı tüşini mundak dédi kim bir bagda üç huşe üzüm kördüm, ol üzümni sıkıttım
(TEH: T701a5-6)
silet- ‘hürmet ettirmek, izzet ettirmek’ (< sile- ‘okşamak, izzet ve hürmet göstermek,
mihribanlık göstermek’ -t-) eylemi sile- ‘okşamak’ eylemine -t- eylemden eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
(ŞN2: 1580)
sözlet- ‘söyletmek’ (< sözle- ‘söylemek’ -t-) eylemi sözle- ‘söylemek’ eylemine -t-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta sözlet- ‘söyletmek’anlamında yer almaktadır
(Seng. 243r15).
574
Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda söz+le- ‘söylemek’ biçimine dayandırılmış
ve ‘söyletmek’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 512; EDPT: 863b; DanKelly, 1985,
167, Erdal, 1991, 786).
(AD: 8)
sugalt- ‘kurutmak’ (< sugal- ‘kurumak, suyu çekilmek’ -t-) eylemi sugal- ‘kurumak,
suyu çekilmek’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
(HLN: 12)
talat- ‘yağmalatmak’ (< tala- ‘talan etmek, yağmalamak’ -t-) eylemi tala- ‘talan
etmek, yağmalamak’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
(ŞN2: 1560)
575
tarkat- ‘bölmek, taksim etmek’ (< Moğ. tarka- ‘dağılmak, ayrılmak’ -t-) eylemi
Moğ. tarka- ‘dağılmak, ayrılmak’ eylemine -l- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Lugat-ı
Çağatay’da tarkat- ‘bölmek, taksim etmek’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 99b).
(GS, 72: 1)
(NN, 128: 1)
tayt- ‘yere serilmek’ (< tay- ‘kaymak’ -t-) eylemi tay- ‘kaymak’ eylemine -t-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Lugat-ı Çağatay’da tayt- ‘yere serilmek’ anlamında yer
almaktadır (LÇ: 91a).
(M: 17)
576
tébret- ‘kımıldamak, sarılmak’ (< tébre- ‘kımıldamak, sarılmak’ -t-) eylemi tébre-
‘kımıldamak, sarılmak’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde tébret- ‘kımıldamak,
sarılmak’anlamında yer almaktadır (Seng. 189r15; LÇ: 130a; DTO: 252).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada tepret-
‘kımıldamak’ (U III: 37; TT X: 451); DLT’de tepret- ‘kımıldamak, hareket ettirmek’
(DLT II: 329; DanKelly, 1985, 186); KB’de tepret- ‘kımıldamak, hareket ettirmek’
(KB: 774, 2536); Harezm Türkçesinde tepret- ‘kımıldamak, hareket ettirmek’
(KutbHŞ: 174); Eski Kıpçakçada depret-, tebret-, tepret-, tipret- ‘kımıldamak,
hareket ettirmek’ (KTS: 204); Osmanlıcada depret- ‘kımıldamak, hareket ettirmek’
(TTS I 195; TTS II: 283; TTS III: 184; TTS IV: 210) biçimlerinde geçmektedir.
tébre- eylemi Tarihi Türk Dillerinden Eski Uygurcada tepre- ‘hareket etmek,
sallanmak’ (U I: 6, TT X: 164, U III: 46), DLT’de tepre- ‘hareket etmek’ (DLT III:
277), KB’de tepre- ‘hareket etmek’ (KB: 834, 1026), Harezm Türkçesinde tepre-
‘hareket etmek’ (KutbHŞ: 174), Eski Kıpçakçada tepre- ‘kımıldamak, hareket etmek’
(KTS: 270) biçimlerinde geçmektedir.
Nemrudnıñ pil-asa dimagıdın cebbarlıg fasid maddesi def‘iga peşşe-nişin itisti du‘a
ve kavminiñ şim‘i cihanı öçürgeli belki hırmen-i hayatın savurgalı yél haylin
tébretti
(AŞV: 752b9-10)
(ÇİK: 77r5)
télberet- ‘deli etmek, delirtmek’ (< télbere- ‘delirmek’ -t-) eylemi télbe+re-
‘delirmek’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
577
Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadığımız bu eyleme etimolojik
sözlük ve kaynaklarda da rastlamadık, ancak eylemin télbe+re- ‘delirmek’ eylemine
dayandığı açıktır. Bkz. télbere-.
(NN, 432: 7)
(BV, 116: 3)
titret- ‘titretmek’ (< tirtire- ‘titremek’ -t-) eylemi tirtire- ‘titremek’ eylemine -t-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta titret- ‘titretmek’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 189v27).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada titret-
‘titretmek’ (M I: 18; TT X: 450); İbnü Mühenna Lugati’nde titret- ‘titretmek’ (İM:
103); Eski Kıpçakçada titret- ‘titretmek’ (KTS: 278), ditret- ‘titretmek’ (BM: 9)
biçimlerinde görülmektedir.
(NN, 107: 3)
(LM: 756)
578
tohtat- ‘dinlendirmek’ (< Moğ. togta- ‘dinlenmek, saklamak, beklemek, alıkoymak’
-t-) eylemi Moğ. togta- ‘dinlenmek, saklamak, beklemek, alıkoymak’ eylemine
Türkçe -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
(NN, 219: 3)
(HBD, 201: 7)
töret- ‘yaratmak’ (< törü- ‘belirmek, ortaya çıkmak’ -t-) eylemi törü- ‘belirmek,
ortaya çıkmak’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta töret- ‘yaratmak’
anlamında yer almaktadır (Seng. 171r25).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada törüt-
‘yaratmak’ (TT III: 73; TT VI: 270); DLT’de törüt- ‘yaratmak’ (DLT II: 303;
DanKelly, 1985, 198); KB’de törüt- ‘yaratmak’ (KB: 41); Harezm Türkçesinde
töret- ‘yaratmak’ (KutbHŞ: 184); Eski Kıpçakçada töret- ‘yaratmak’ (KTS: 282);
dörüt- ‘yaratmak’ (TZ: 14b9); Osmanlıcada dörüt- ‘yaratmak’ (TTS I: 244; TTS II:
345; TTS III: 228; TTS IV: 263) biçimlerinde geçmektedir.
579
törü- biçimi Eski Uygurcadan itibaren Tarihi Türk Dillerinde de karşımıza
çıkmaktadır. Clauson, bu eylemin töre-/döre- biçimlerinde Moğolcada erken dönem
bir alıntı olduğunu da aktarmıştır (EDPT: 533a).
(HLN: 9)
uçrat- ‘uğratmak, rastlatmak’ (< uçra- ‘tesadüf etmek, rastlamak’ -t-) eylemi uçra-
‘tesadüf etmek, rastlamak’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
(LD: 1709)
ulat- ‘ulatmak’ (< ula- ‘ulaştırmak, uzatmak’ -t-) eylemi ula- ‘ulaştırmak, uzatmak’
eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Dictionnaire turk-oriental’de ulat- ‘ulatmak’
anlamında yer almaktadır (DTO: 74). Eyleme Türkiyede doktora tezi olarak
hazırlanan Fevayidül’-Kiber’in dizin bölümünde yer verilmiş, ancak metinde bu
eylemin yerine ulan- eyleminin yer aldığı görülmüştür.
580
Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda ula- ‘ulaştırmak, uzatmak’ eylemine
dayandırılmış ve ‘ulatmak’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 609; EDPT: 132b;
DanKelly, 1985, 53, Erdal, 1991, 791).
ulgayt- ‘büyütmek, yetiştirmek, kemale erdirmek’ (< ulgay- ‘büyümek’ -t-) eylemi
ulgay- ‘büyümek’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde ulgayt- ‘büyütmek’ anlamında yer
almaktadır (LÇ: 39b; DTO: 77).
Eylem Çağatayca dışında Tarihi Türk dillerinden Eski Kıpçakçada ulgayt- ‘gönlünü
geniş tutmak, kendine güvenmek’ (KTS: 292) biçiminde geçmektedir.
Etimolojik sözlüklerde bu eylemle ilgili bir kayda rastlamadık, ancak Kemal Eraslan
Mevlana Sekkaki Divanında verdiği noktlarda ulgayt- ‘büyümek’ eylemini ulgayt- <
ulug + ay-t- biçiminde açıklamıştır (Eraslan, 1999, 378). Eylemin kökü için bkz.
ulgay-.
(LM: 653)
(LD: 1863)
uyalt- ‘utandırmak’ (< *uyal- ‘utanmak’ -t-) eylemi uyal- ‘utanmak’ eylemine -t-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
(ŞHD: 84b12)
ürküt- ‘ürkütmek’ (< ürk- ‘ürkmek’ -üt-) eylemi ürk- ‘ürkmek’ eylemine -üt-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta ürküt- ‘ürkütmek’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 69r12).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada ürkit-
‘ürkütmek’ (Chuas. 87-8); DLT’de ürküt- ‘ürkütmek’ (DLT I: 263; DanKelly, 1985,
60); Eski Kıpçakçada ürküt- ‘ürkütmek, bir dereceye kadar korkutmak, kaçırmak’
(KTS: 298) biçimlerinde geçmektedir.
(LM: 2220)
(FK, 366: 5)
yalkıt- ‘yanıltmak’ (< yalk- ‘bıkmak, usanmak’ -ıt-) eylemi yalk- ‘bıkmak, usanmak’
eylemine -ıt- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
582
biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Lugat-ı Çağatay’da yalkıt- ‘yanıltmak’ anlamında
yer almaktadır (LÇ: 298b).
(GS, 558: 2)
bu hilaflarga tevfik bérmek ve tatbik kılmak sözni perakende kılıp okuguçını yalkıtıp
hevasın perişan kılurnı zarureten icmal bile andın ötmek münasibrak köründi
(TEH: A724a1)
yamat- ‘yamamak’ (< yama- ‘yamamak’ -t-) eylemi yama- ‘yamamak’ eylemine -t-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
(BV, 555: 6)
583
çu fakr kuyide vuslamga hiç olturmas
(FK, 624: 6)
yapıt- ‘kapatmak’ (< yap- ‘kapamak, örtmek’ -ıt-) eylemi yap- ‘kapamak, örtmek’
eylemine ıt- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
bitigde han tapugıda dép bitip mektubnı ahirigaça ta‘zim bile bitisün ve arkasıda
mühr ya ismim bitig ortasıda kırag sarı mil kıla basıp yapıtsun dép hükm kıldılar
(TEH: M788b25)
yarat- ‘yaratmak’ (< yara- ‘yaramak, iş görmek’ -t-) eylemi yara- ‘yaramak, iş
görmek’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir
eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde yarat- ‘yaratmak’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 328r29; LÇ: 290b).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada yarat-
‘yaratmak’ (TT III: 32; TT VI: 80); DLT’de yarat- ‘yaratmak, düzenlemek,
düzenleyip yapmak, kendinden uydurmak’ (DLT I: 330; DanKelly, 1985, 216);
KB’de yarat- ‘yaratmak’ (KB: 126, 381); Harezm Türkçesinde yarat- ‘yaratmak’
(KutbHŞ: 70; Nehc. 277/10); Eski Kıpçakçada yarad-, yarat- ‘yaratmak’ (KTS: 312)
biçimlerinde geçmektedir.
584
Erdal bu eylemin yara- eylemine anlamsal olarak çok yakın olmadığını belirtmiştir
(Erdal, 1991, 793).
(TN: 2)
(TN: 19)
yarut- ‘aydınlatmak, ışıtmak’ (< yaru- ‘aydınlanmak, ışımak’ t-) eylemi yaru-
‘aydınlanmak, ışımak’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde yarut- ‘aydınlatmak,
ışıtmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 328r19; DTO: 524). Bu eylem bazı
Çağatayca metinlerde yarıt- biçiminde de görülmektedir.
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada yarut-
‘aydınlatmak, ışıtmak’ (M I: 15; M III: 24; TT VI: 387; U II: 46); DLT’de yarut-
‘aydınlatmak, ışıtmak’ (DLT III: 52; DanKelly, 1985, 216); KB’de yarut-
‘aydınlatmak, ışıtmak’ (KB: 22, 125, 162, 214); Harezm Türkçesinde yarut-/yarıt
‘aydınlatmak, ışıtmak’ (KutbHŞ: 72); Eski Kıpçakçada yarut- ‘aydınlatmak,
nurlandırmak’ (KTS: 312); Osmanlıcada yarut- ‘aydınlatmak, ışıtmak’ (TTS I: 788)
biçimlerinde geçmektedir.
Eylem kökü olan yaru- Eski Türkçeden itibaren Tarihi Türk Dillerinde
görülmektedir. Eski Uygurcada yaru- ‘aydınlanmak, parlamak’ (M I: 6, TT III: 133),
DLT’de yaru- ‘aydınlanmak, parlamak’, Harezm Türkçesinde yaru- ‘parlamak’
(KutbHŞ: 72), Eski Kıpçakçada yarı- ‘aydınlanmak, ışımak; parlamak’ (KTS: 312)
biçimlerinde yer almaktadır.
585
Ayrıca EDPT’de kök olan yaru- eyleminin *ya- biçiminde bir eylemden ya da *yar
biçiminde bir addan türemiş olabileceği belirtilmiştir (EDPT: 956b).
(DN: 10)
(LD: 1235)
(ŞN1: 849)
(FK, 624: 1)
586
yaşnat- ‘parlatmak, aydınlatmak’ (< yaş(ı)na- ‘parlamak, aydınlanmak’ -t-) eylemi
yaş(ı)na- ‘parlamak, aydınlanmak’ eylemine t- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden
Dictionnaire turk-oriental’de yaşnat- ‘parlatmak, aydınlatmak’ anlamında yer
almaktadır (DTO: 184). Bu eylem Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta işnet-
biçiminde yer almaktadır (Seng. 105v28).
(SD: 95)
yavut- ‘yaklaştırmak’ (< yagu- ‘yaklaşmak’ -t-) eylemi yagu- ‘yaklaşmak’ eylemine -
t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta yavut- ‘yaklaştırmak’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 339v25).
Eylem Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de yagut- ‘getirmek’ (DLT II: 316;
DanKelly, 1985, 209); KB’de yagut- ‘getirmek’ (KB: 1299, 2506); Harezm
Türkçesinde yavut- ‘yaklaştırmak’ (Nehc. 332/1); Eski Kıpçakçada yavut-
‘yaklaştırmak’ (KTS: 316) biçimlerinde geçmektedir.
yagu- eylemi Eski Uygurcada yagu- ‘yaklaşmak’ (M III: 7, U III: 43), DLT’de yagu-
‘yaklaşmak’ (DLT II: 148, DLT III: 89), KB’de yagu- ‘yaklaşmak’ (KB: 1631),
Harezm Türkçesinde yagu-, yavu- ‘yaklaşmak’ (KutbHŞ: 64, 75), Eski Kıpçakçada
yavı- ‘yaklaşmak’ (KTS: 315) biçimlerinde geçmektedir.
‘alem yahşılıgın kişi özidin dirig tutmas, amma özge kişige yavutmas
(MKb: 62a8)
587
ah kim miskin Hüseyni öldi bu hasret bile
(HBD, 85: 5)
yétit- ‘yetiştirmek, ulaştırmak’ (< yét- ‘yetmek, ulaşmak’ -it-) eylemi yét- ‘yetmek,
ulaşmak’ eylemine -it- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
(DN: 457)
(ŞN1: 682)
yıglat- ‘ağlatmak’ (< yıgla- ‘ağlamak’ -t-) eylemi yıgla- ‘ağlamak’ eylemine -t-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta yıglat- ‘ağlatmak’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 350r22).
588
‘ağlamak’ biçimlerini aktarır (Tekin, 1995, 175). Buna göre eylemin kökünü *īgla-
biçiminde tasarlamak mümkündür.
atası tahtıda olturup düşmenlerini yıglatıp ve dostlarını küldürüp ilge ‘adalet kılıp
(ŞTe: 92b10)
(ÇİK: 78r3)
yulut- ‘yoldurmak’ (< yul- ‘yolmak’ -ut-) eylemi yul- ‘yolmak’ eylemine -ut-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
Eylemin yul- ‘yolmak’ köküne dayandığı açıktır ve bu yul- eylemi Tarihi Türk
Dillerinde de görülmektedir. DLT’de yul- ‘yolmak, yolmak için kaynar suya
bırakmak; kurtarmak, bırakmak, salıvermek; istinsah etmek’ (DLT II: 24, DLT III:
63, 64), Harezm Türkçesinde yul- ‘sökmek, yolmak; fidye ile kurtarmak, kurtarmak’
(KutbHŞ: 81), Eski Kıpçakçada yul- ‘yolmak, çözmek, kurtarmak’ (KTS: 329)
biçimlerinde geçmektedir.
(ŞHD: 187a10)
589
yugarlat- ‘yuvarlatmak’ (< yugarla- ‘yuvarlamak’ -t-) eylemi yugarla- ‘yuvarlamak’
eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
(ŞTe: 99a16)
(ŞTe: 100a16)
590
derd ehliniŋ nefsi bir ot-dur ki katıg köŋlini yumşatur
(MKb: 74b6)
yurtlat- ‘yurt sahibi olmak’ (< yurtla- ‘yurt sahibi olmak’ -t-) eylemi yurtla- ‘yurt
sahibi olmak’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
(ŞTe: 100a18)
yügürt- ‘koşturmak’ (< yügür- ‘çabucak; gelmek, yaklaşmak, koşmak, seğirtmek’ -t-)
eylemi yügür- ‘çabucak; gelmek, yaklaşmak, koşmak, seğirtmek’ eylemine -t-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerdn Senglah’ta yügürt- ‘koşturmak’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 344v4).
yügür- eylemi Orhon Yazıtlarından itibaren Tarihi Türk Dillerinde yer almaktadır
(EDPT: 914b).
(LD: 878)
591
‘akıbet han-ı cihan-gir özi ok
(ŞN1: 918)
yüklet- ‘yükletmek’ (< yükle- ‘yüklemek’ t-) eylemi yükle- ‘yüklemek’ eylemine -t-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta yüklet- ‘yükletmek’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 344r22).
daglat- ‘yaralatmak’ (< Far. dagla- ‘yaralamak’ -t-) eylemi Far. dag adına Türkçe +la
ve -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca metinlerde ve Kelürnamede dışındaki Çağatayca sözlüklerde bu
eyleme rastlamadık (KN: 19b12).
(ML: 775b26)
açıt- ‘acıtmak’ (< açı- ‘acımak’ -t-) [LM] [GS]; akart- ‘ağartmak, aklaştırmak’ (<
akar- ‘ağarmak’ -t-) [BV] [LD] [LM] [GN] [BN] [KN] [HLN]; akıt- ‘akıtmak’ (<
ak- ‘akmak’ + -ıt-) [ŞHD]; artat- ‘çoğaltmak, artırmak’ (< art- ‘artmak’ -at-) [HBD];
ayıt- ‘söylemek, demek’ (< ay- ‘söylemek’ -ıt-) [SD] [LD] [BabD] [HM] [GD]
[ŞHD] [HE] [GN] [HBD] [AD] [TN] [TEH] [MMü] [Sİ] [NM] [HLN] [ŞN]; azıt-
‘şaşırmak; kaybetmek’ (< az- ‘azmak’ -ıt-) [LT] [BN] [NN] [NM]; baglat-
‘bağlatmak’ (< bagla- ‘bağlamak’ -t-) [FK] [SS] [BN] [ŞTe] [TEH] [HD] [ŞN];
başlat- ‘emrine vermek, sevk ve idaresine vermek’ (< başla- ‘başlamak’ -t-) [BN]
[ŞTe] [TEH] [ŞN]; bérkit- ‘sağlamlaştırmak’ (< bérki- ‘sağlam olmak’ -t-) [ŞHD]
[HE] [GN] [BN] [ŞTe] [NN] [HA] [ŞN] [CD]; bişürt- ‘pişirtmek’ (< bişür-
‘pişirmek’ -t-) [NM]; ektürt- ‘ektirtmek’ (< ektür- ‘ektirmek’ -t-) [BN]; erit-
‘eritmek’ (< eri- ‘erimek’ -t-) [LM] [GD] [ÇKT] [BN] [NN] [GS]; evrüt-
‘dolaştırmak’ (< evür- ‘evirmek, dolaşmak’ -üt-) [BN]; eylet- ‘eyletmek’ (< eyle-
‘eylemek’ -t-) [ŞN]; kamçılat- ‘kamçılatmak’ (< kamçıla- ‘kamçılamak’ -t-) [ŞTe];
karart- ‘karartmak’ (< karar- ‘kararmak’ -t-) [LD] [LM] [BabD] [ŞHD] [TEH]
[DN]; kaynat- ‘kaynatmak’ (< kayna- ‘kaynamak’ -t-) [BV]; kızart- ‘kızartmak’ (<
kızar- ‘kızarmak’ -t-) [MKb] [FK] [NN]; kizlet- ‘gizletmek’ (< kizle- ‘gizlemek’ -t-)
[ŞHD]; kötert- ‘götürtmek, kaldırtmak’ (< köter- ‘götürmek’ -t-) [SD] [SS]; kurıt-
‘kurutmak’ (< kurı- ‘kurumak’ -t-) [SD] [KUŞ] [ŞN]; korkat- ‘korkutmak’ (< kork-
593
‘korkmak’ -at-) [BabD]; küçlet- ‘güçlendirmek’ (< küçle- ‘güçlenmek’ -t-) [ŞHD];
meŋzet- ‘benzetmek’ (< meŋze- ‘benzemek’ -t-) [GN]; okut- ‘okutmak’ (< oku-
‘okumak’ -t-) [MKb] [LT] [GN] [ŞTe] [NN] [TEH]; olturt- ‘oturtmak’ (< oltur-
‘oturmak’ -t-) [MKb] [LD] [FK] [LM] [ŞHD] [SS] [ŞTe] [ŞTü] [TEH] [Sİ] [NM];
oynat- ‘oynatmak’ (< oyna- ‘oynamak’ -t-) [LD] [FK] [BabD] [M] [NN] [GS] [DN];
ögret- ‘öğretmek’ (< ögre- ‘ögrenmek’ -t-) [LD] [ŞHD] [GN] [ÇKT] [NN] [ŞTü]
[DN]; öltürt- ‘öldürtmek’ (< öldür- ‘öldürmek’ -t-) [ŞTe]; savurt- ‘savurtmak,
saçtırmak’ (< savur- ‘savurmak’ -t-) [TEH]; sorut- ‘sormak, sordurmak’ (< sor-
‘sormak’ -ut-) [KUŞ]; tanıt- ‘tanıtmak’ (< tanı- ‘tanımak’ -t-) [BabD] [HE] [ŞN];
taşıt- ‘taşıtmak’ (< taşı- ‘taşımak’ -t-) [SS] [HD] [NM]; tilet- ‘istetmek, araştırıp
soruşturmak’ (< tile- ‘dilemek’ -t-) [SD] [LM] [GN] [ŞTe] [TEH] [NM] [ŞN]; tirilt-
‘diriltmek’ (< tiril- ‘dirilmek’ t-) [ŞHD]; tişlet- ‘ısırtmak’ (< tişle- ‘dişlemek’ -t-)
[SS]; tolturt- ‘doldurtmak’ (< toltur- ‘doldurmak’ t-) [ŞTe]; tüket- ‘tüketmek’ (<
tüke- ‘tükenmek’ -t-) [FK] [BabD] [HM] [ŞHD] [SS] [NN] [TN] [FŞ] [TEH] [DN]
[Sİ]; tüşürt- ‘düşürtmek’ (< tüşür- ‘düşürmek’ -t-) [Sİ]; tüzelt- ‘düzeltmek’ (< tüzel-
‘düzelmek’ -t-) [ŞN]; uykulat- ‘uyutmak, aldatmak’ (< uykula- ‘uyuklamak’ -t-)
[TEH]; uzat- ‘uzatmak’ (< uza- ‘uzamak’ -t-) [MKb] [LT] [BV] [SD] [LD] [FK]
[LM] [BabD] [HM] [ŞHD] [HE] [GN] [KUŞ] [SS] [HPR] [ŞTe] [NN] [GS] [TEH]
[DN] [HA] [Sİ] [NM] [BHD] [MEM] [ŞN]; uyut- ‘uyutmak’ (< uyu- ‘uyumak’ -t-)
[NŞ] [NM]; yörit- ‘yürütmek, devam ettirmek’ (< yöri- ‘yürümek’ -t-) [SD]; yaşart-
‘yaşarmak (gözleri); sulamak’ (< yaşar- ‘yaşarmak’ -t-) [LM] [DN] [NM], vb.
5.4.6. –tUr-
594
kullanılır. Bu kullanım en çok -(X)n- ekinden sonra gerçekleşmekte, -(X)l- ekinden
sonra daha az görülmektedir (Erdal, 1991, 831).
Çağataycada çok sık kullanılan eylemden eylem yapan eklerden biridir. Çağatayda
da Eski Türkçede olduğu gibi ettirgen eylemler türetir. Bu ekle türemiş biçimler
şöyledir:
alıştur- ‘çevirmek, değiştirmek’ (< alış- ‘hamle etmek, saldırmak; değiş tokuş etmek,
karşılıklı almak’ -tur-) eylemi alış- ‘hamle etmek, saldırmak; değiş tokuş etmek,
karşılıklı almak’ eylemine -tur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eylem geçmemektedir.
Eylemin al-ış- ‘hamle etmek, saldırmak; değiş tokuş etmek, karşılıklı almak’
eylemine dayandığı açıktır. UW’de de alışdur- biçiminde maddebaşı olarak verilmiş
ve alış-dur- şeklinde açıklanmıştır (UW: 94b).
ya‘ni inkar kılduk biz alarnıŋ işige va ni‘matnı alışturduk biz mihnatka va tiriklikni
halaklik
(ÇKT: 36b25)
595
astur- ‘astırmak’ (< as- ‘asmak’ -tur-) eylemi as- ‘asmak’ eylemine -tur- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerden Senglah’ta astur- ‘astırmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 39v10).
yana her bir neçe günde bir bīmaza bayt, kim aytur edi, mınbarda okutup, çar-suda
asturup, şahar élidin sıla alur édi
(BN: H206b4-5)
atlandur- ‘ata bindirmek, sefere çıkarmak’ (< atlan- ‘ata binmek’ -dur-) eylemi
atlan- ‘ata binmek’ eylemine -dur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta atlandur- ‘ata
bindirmek, sefere çıkarmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 30r8).
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada atlandur-
‘ata bindirmek, sefere çıkarmak’ (PP: 1/1 [EDPT: 59b]); Harezm Türkçesinde
atlandur- ‘ata bindirmek’ (KutbHŞ: 15); Osmanlıcada atlandır- ‘ata bindirmek’
(TTS II: 66; TTS III: 46; TTS IV: 50) biçimlerinde görülmektedir.
(SS: 206)
ayıldur- ‘ayıltmak, uyandırmak’ (< *ayıl- ‘ayılmak, uyanmak’ -dur-) eylemi *ayıl-
‘ayılmak, uyanmak’ eylemine -dur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta ayıl-
‘ayılmak, aklı başına gelmek’ anlamıyla kaydedilmiştir (Seng. 55r20).
596
Bu eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde tespit edemedik. Etimolojik
sözlük ve kaynaklarda da bu eylemi tespit edemedik. Ancak eylem kökünün Tarihi
Türk Dillerinde de bulabiliriz. DLT’de adıl- ‘ayılmak, sarhoşluktan kurtulmak’ (DLT
I: 194), KB’de adıl- ‘ayılmak, uyanmak’, Eski Kıpçakçada ayıl- ‘sarhoşluktan
ayılmak’ (KTS: 18) biçimlerinde geçmektedir. Bu köke Türkiye Türkçesinde de
rastlarız.
Eylem kökü olan *adıl- ‘ayılmak, uyanmak’ biçimi EDPT’de *ad- biçiminde bir
eyleme dayandırılmıştır (EDPT: 56a).
(BV, 462: 7)
(FK, 337:2)
597
sakiya sagarnı aylandur ki her sa‘at humar
(BV, 176: 7)
baglaştur- ‘bir araya getirmek, (şiir) yazmak’ (< baglaş- ‘bağlamak, birbirine
bağlamak’ -tur-) eylemi baglaş- ‘bağlamak, birbirine bağlamak’ eylemine -tur-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eylem yer almamaktadır.
ve yüz meşakkat bile yétti beyt ki baglaşturgaylar da‘vi avazesin yétti felekdin
aşurgaylar
(MKb: 18b2)
bastur- ‘katetmek, bir yerin üzerinden geçmek’ (< bas- ‘basmak’ -tur-) eylemi bas-
‘basmak’ eylemine -tur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bastur- ‘katetmek, bir yerin üzerinden
geçmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 122r23; LÇ: 68b).
(TEH: A728a18)
bogdur- ‘boğdurmak; suyun aktığı yöne set çekerek havuz oluşturmak’ (< bog-
‘boğmak’ -dur-) eylemi bog- ‘boğmak’ eylemine -dur- eylemden eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden
598
Senglah’ta bogdur- ‘boğdurmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 136r5). Bu eyleme
Çağatayca metinlerden yalnızca Babürname’de ‘suyun aktığı yöne set çekerek havuz
oluşturmak’ şeklinde farklı bir anlamda rastladık.
çerik éliniŋ ‘ubur u mururıdın tagayyur tapmagay dép, yokkarısını bogdurup bir
dah-dar-dah bolgan yerini taharat üçün yasattım
(BN: H378b1)
çaldur- ‘çaldırmak’ (< çal- ‘çalmak’ -dur-) eylemi çal- ‘çalmak’ eylemine -dur-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli eylem bir biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
(ŞN1: 854)
599
Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da bu eyleme rastlamadık, ancak çırma-n-
‘sarılmak, dolanmak’ biçimine dayandığı açıktır. Aynı kökten türemiş çırman- ve
çırmaş- biçimleri de Çağataycada bulabiliz. Bkz. çırmal-, çırman-, çırmaş-.
(MKb: 51b3)
katıştur- ‘katıştırmak’ (< katış- ‘katışmak’ -tur-) eylemi katış- ‘katışmak’ eylemine -
tur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eylemi tespit edemedik.
(BV, 501: 5)
(DN: 615)
kavdur- ‘kovdurmak’ (< kav- ‘kovmak’ -dur-) eylemi kav- ‘kovmak’ eylemine -dur-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
600
Bu eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde tespit edemedik. Etimolojik
sözlük ve kaynaklarda da bu eyleme yer almamaktadır, ancak eylemin kav-
‘kovmak’ eylemine dayandığı açıktır.
(FK, 360: 7)
(DN: 355)
(LM: 482)
koldur- ‘istetmek’ (< kol- ‘istemek, rica etmek’ -dur-) eylemi kol- ‘istemek, rica
etmek’ eylemine -dur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
(ŞHD: 185b10)
(MKb: 97b10)
osandur- ‘usandırmak’ (< osan- ‘usanmak’ -dur-) eylemi osan- ‘usanmak’ eylemine
-dur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık. Eyleme yalnızca Gül ü Nevruz adlı
metinde rastladık.
602
kökünü *osa- biçimde bir eyleme bağlamış ve Tarihi ve günümüz Türk Dillerinde bu
kökten türemiş biçimleri aktarmıştır (VEWT: 365-366).
ozdur- ‘başkasından ileri geçmek, geride bırakmak’ (< oz ‘geçmek, aşmak, kurtul-
mak; baş kaldırmak’ -dur-) eylemi oz- ‘geçmek, aşmak, kurtulmak; baş kaldırmak’
eylemine -dur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
(ŞN2: 2734)
(DN: 76)
sındur- ‘kırmak, parçalamak’ (< sın- ‘kırmak, parçalamak’ -dur-) eylemi sın-
‘kırmak, parçalamak’ eylemine -dur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
603
Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinden yalnızca Eski Kıpçakçada
rastladık. Eski Kıpçakçada sındır-, sındur- ‘kırmak, kırdırmak’ (KTS: 235)
biçimlerinde geçmektedir.
(MKb: 91a8)
soktur- ‘demiri sıcakta işleyip dövmek, bastırmak’ (< sok- ‘sokmak, vurmak,
darbetmek; para basmak’ -tur-) eylemi sok- ‘sokmak, vurmak, darbetmek; para
basmak’ eylemine -tur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
sok- kökü Tarihi Türk Dillerinde Eski Uygurcadan itibaren görülür. Eski Uygurcada
sok- ‘ezmek, dövmek’ (TT VI: 86, TT X: 552), DLT’de sok- ‘sokmak, delmek,
604
döverek inciltmek, toplamak’ (DLT II: 18, DLT I: 425), Eski Kıpçakçada soh-, sok-
‘sokmak, vurmak, çarpmak’ (KTS: 238) biçimlerinde geçmektedir.
barıp anı takı aldı ve hutbeni öz atıga okutup ve sikkeni öz atıga sokturup Lektuni
şehrini pay-ı taht kılıp olturdı
(ŞTe: 76b8-10)
sordur- ‘emdirmek’ (< sor- ‘sormak, emmek’ -dur-) eylemi sor- ‘sormak, emmek’
eylemine -dur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta sordur- ‘emdirmek’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 240v8).
sor- kökü Tarihi Türk Dillerinde Eski Uygurcadan itibaren görülür. Eski Uygurcada
sor- ‘sormak’ (USp. 46/2 [EDPT: 844a]), DLT’de sor- ‘sormak, aramak’ (DLT III:
181), KB’de sor- ‘sormak’ (KB: 328, 1038), Harezm Türkçesinde sor- ‘sormak’
(KutbHŞ: 189), Eski Kıpçakçada sor- ‘sormak, soru sormak’ (KTS: 239)
biçimlerinde geçmektedir.
(LD: 204)
birev ol kim ni düstur bile alarnı kişi yiberip sordurgalı yana birev ol kim alar
tapugıda mektub ni nev‘ bitimek münasib bolgay
(TEH: M788b19)
tapındur- ‘tapındırmak, boyun eğdirmek’ (< tapın ‘tapınmak, boyun eğmek’ dur-)
eylemi tapın- ‘tapınmak, boyun eğmek’ eylemine -dur- eylemden eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu
eyleme rastlamadık.
605
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada tapındur-
‘tapındırmak, boyun eğdirmek’ (TT VII: 28); KB’de tapındur- ‘tapındırmak, boyun
eğdirmek’ (KB: 634, 1755) biçimlerinde geçmektedir.
ve Huday bile ant kim men … har-ayina tabdir kılur-men va cahd körsetür-men
tapındurgay-men …
(ÇKT: 25b13)
(BV, 378: 4)
tıktur- ‘bastırtmak’ (< tık- ‘tıkmak’ -tur-) eylemi tık- ‘tıkmak’ eylemine -tur-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
(TEH: A726a2)
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada tıntur-
‘dinlendirmek, rahat ettirmek’ (TT VI: 446; TT X: 95); DLT’de tındur-
‘dinlendirmek, rahat ettirmek’ (DLT II: 176; DanKelly, 1985, 190); Harezm
Türkçesinde tındur- ‘dinlendirmek, rahat ettirmek’ (KutbHŞ: 193); tindür-
‘dinlendirmek, rahat ettirmek’ (Nehc. 378/14) biçimlerinde geçmektedir.
(FK, 60: 4)
(DN: 332)
toŋdur- ‘dondurmak’ (< toŋ- ‘donmak’ -dur-) eylemi toŋ- ‘donmak’ eylemine -dur-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
607
açıktır. toŋ- kökü Tarihi Türk Dillerinde Eski Türkçeden itibaren görülür. Irk
Bitig’de toŋ- ‘donmak’ (IB: 57), DLT’de toŋ- ‘donmak’ (DLT III: 390), Harezm
Türkçesinde toŋ- ‘donmak, buz kesilmek’ (KutbHŞ: 189), Eski Kıpçakçada sor-
‘sormak, soru sormak’ (KTS: 239) biçimlerinde geçmektedir.
(ŞHD: 80b1)
uyaldur- ‘utandırmak’ (< *uyal ‘utanmak’ -dur-) eylemi uyal- ‘utanmak’ eylemine -
dur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
(DN: 391)
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada yaraştur-
‘düzenlemek, birleştirmek’ (USp. 44/3-5 [EDPT: 973a]); KB’de yaraştur-
‘düzenlemek, birleştirmek’ (KB: 146); Harezm Türkçesinde yaraştur- ‘düzenlemek,
birleştirmek’ (KutbHŞ: 70; Nehc. 48/5); Eski Kıpçakçada yaraştır-, yaraştur-
‘düzenlemek, birleştirmek’ (KTS: 312); Osmanlıcada yaraştur- ‘düzenlemek,
birleştirmek’ (TTS II: 1003; TTS III: 772; TTS IV: 847) biçimlerinde geçmektedir.
608
kim anda tüzge barur érdiler va künniŋ ahirigaça tamaşa kılur érdiler va kayturda
kélip but-hanalarga kirip butlarnı yaraşturup
(ÇKT:25b7)
(ŞTe: 89b9)
oglanlarım halkım birlen esen ve aman barıp kéldim tép ulug toy yaragın kılıp bir
hargah yasatturdı
(ŞTe: 78a14-15)
yazdur- ‘yazdırmak, yazı ile kaydettirmek’ (< yaz- ‘yazmak’ -dur-) eylemi yaz-
‘yazmak’ eylemine -dur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde rastlamadığımız bu eylemi Çağatayca
dışındaki Tarihi Türk Dillerinde de tespit edemedik.
(TEH: M726b2)
609
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eylemi tespit
edemedik.
(FK, 313: 3)
(LM: 1570)
yoldur- ‘yoldurmak’ (< yol- ‘yolmak’ -dur-) eylemi yol- ‘yolmak’ eylemine dur-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
(ŞHD: 188a5)
Bu ekin bazen Arapça, Farsça vb. sözcüklere gelerek yeni eylemler türettiği de
görülür.
ªacızlandur- ‘âciz durumda bırakmak, tâciz etmek, sıkıntı vermek’ (< Ar. ªacız ‘aciz,
güçsüz, zavallı’ + la-n-dur-) eylemi Ar. ªacız ‘aciz, güçsüz, zavallı’ adına Türkçe -la,
-n- ve –dur- eylemden eylem yapan eklerinin eklenmesiyle türemiş bir geçişli eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde rastlamadığımız eyleme yalnızca Çağatayca
metinlerden Babürname’de rastladık.
610
‘akrab bolgaç, yadaçılarga buyurur biz, kim yada kılgaylar; oşbu rengde
‘acızlandurup alur biz
(BN: H347b10-11)
açdur- ‘açtırmak’ (< aç- ‘açmak’ -dur-) [ŞHD]; aldur- ‘aldırmak’ (< al- ‘almak’
-dur-) [MKb] [BV] [LD] [FK] [BabD] [BN] [ŞTe] [NN] [NŞ] [GS] [ŞTü] [TEH]
[ŞN]; ayttur- ‘dedirtmek, söylettirmek’ (< ayt- ‘söylemek, demek’ -tur-) [BN];
azdur- ‘azdırmak, saptırmak, yoldan çıkarmak’ (< az- ‘azmak’ -dur-) [SD];
baglandur- ‘bağlandırmak, bağlı olmasına yol açmak; sevindirmek’ (< baglan-
‘bağlanmak’ -dur-) [BV]; bakındur- ‘itaat ettirmek, bağımlı duruma getirmek’ (<
bakın- ‘bakınmak’ -dur-) [ŞTe] [ŞTü]; baktur- ‘baktırmak’ (< bak- ‘bakmak’ -tur-)
[LM] [BN] [ŞTe] [ŞN]; bozdur- ‘bozdurmak’ (< boz- ‘bozmak’ -dur-) [ŞHD];
çırmaştur- ‘dolaştırmak, karıştırmak’ (< çırmaş- ‘sarmaşmak, dolaşmak’ -tur-) [FK]
[BabD]; kıldur- ‘kıldırmak, yaptırmak, ettirmek’ (< kıl- ‘yapmak, kılmak’ -dur-)
[LT] [BV] [FK] [SS] [ML] [ŞTe] [TEH] [Sİ] [NM]; kondur- ‘kondurmak’ (< kon-
‘konmak’ -dur-) [SD] [KUŞ]; koydur- ‘koydurmak’ (< koy- ‘koymak’ -dur-) [LM]
[TEH] [NM]; sıgdur- ‘sığdırmak’ (< sıg- ‘sığmak’ -dur-) [HD]; sıgışdur-
‘sığıştırmak’ (< sıgış- ‘sığışmak’ -tur-) [DN]; soydur- ‘soydurmak, derisini
yüzdürmek’ (< soy- ‘sağlam olmak’ -dur-) [MKb] [TEH] [HD]; tattur- ‘tatttırmak’
(< tat- ‘tatmak’ -tur-) [ŞHD] [ÇKT] [ÇİK]; toldur- ‘doldurmak’ (< tol- ‘dolmak’ -
dur-) [SD] [LD] [FK] [BabD] [ŞHD] [KUŞ] [HBD] [AD] [ÇKT] [NN] [NŞ] [TEH]
[KN] [DN] [NM] [ŞN]; toydur- ‘doyurmak’ (< toy- ‘doymak’ -dur-) [ŞHD] [KUŞ]
[HD]; tuttur- ‘tutturmak’ (< tut- ‘tutmak’ -tur-) [SS] [TEH]; ulaştur- ‘ulaştırmak’ (<
ula-ş- ‘ulaşmak’ -tur-) [DN]; unuttur- ‘unutturmak’ (< unut- ‘unutmak’ -tur-) [FK]
[BabD] [HBD] [ŞTe] [NN] [TEH]; urundur- ‘vurundurmak, giydirmek’ (< urun-
‘vurunmak, giymek, örtünmek’ -dur-) [GN]; yagdur- ‘yağdırmak’ (< yag- ‘yağmak’
-dur-) [MKb] [LT] [BV] [SD] [LD] [FK] [LM] [BabD] [HBD] [SS] [NN] [GS] [NŞ]
[TEH] [Sİ] [NM]; yakınlaştur- ‘yakınlaştırmak’ (< yakınlaş- ‘yakınlaşmak’ -tur-)
[BV]; yandur- ‘döndürmek’ (< yan- ‘dönmek’ -dur-) [BV] [SD] [LD] [FK] [LM]
[BabD] [ŞHD] [HE] [GN] [HBD] [ÇKT] [NN] [TN] [KN] [HN] [Sİ] [NM] [ŞN];
611
yapıştur- ‘yapıştırmak’ (< yapış- ‘yapışmak’ -tur-) [BV] [FK] [TEH] [NM], yıgdur-
‘yağdırmak, toplattırmak’ (< yıg- ‘yığmak’ -dur-) [NN] [ŞN], vb.
5.4.7. –gUz-
Ettirgen eylemler türeten bir ektir. Çağataycada çok sıklıkla rastaladığımız eklerden
biri değildir. Bu ek Tarihi Türk Dillerinde de çok sık rastlanan bir ek değildir. Tarihi
Türk Dillerinde bu ekle biçimlenmiş olarak bulduğumuz sözcüklerden bazıları
şunlardır: körgüz- ‘göstermek’ (Nehc. 54/9; KutbHŞ: 101; KTS: 159); turguz-
‘durdurmak; ayağa kaldırmak, dikeltmek’ (Nehc. 147/5; KTS: 284).
kirgüz- ‘girdirmek, sokmak, dahil etmek’ (< kir- ‘girmek’ güz-) eylemi kir- ‘girmek’
eylemine -güz- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde kirgüz- ‘girdirmek, sokmak, dahil etmek’
anlamında yer almaktadır (LÇ: 265a; DTO: 484).
Eylem Çağatayca metinler dışında Tarihi Türk Dilleri metinlerinden Tefsir’de kirgüz-
‘sokmak, dahil etmek’ biçiminde yer almaktadır (Tef. 180).
(DN: 425)
(ÇKT: 27a7)
körgüz- ‘göstermek’ (< kör- ‘görmek’ güz-) eylemi kör- ‘görmek’ eylemine -güz-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Dictionnaire turk-oriental’de körgüz- ‘göstermek’
anlamında yer almaktadır (DTO: 467).
612
Eylem Harezm Türkçesinde körgez-, körgüz- ‘göstermek’ (KutbHŞ: 101); Eski
Kıpçakçada körgez-, körgüz-, körküz- ‘göstermek’ (KTS: 159) biçimlerinde
geçmektedir.
(AD: 2)
(SD: 350)
olturguz- ‘oturtmak’ (< oltur- ‘oturmak’ -guz-) eylemi oltur- ‘oturmak’ eylemine
-guz- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde olturguz- ‘oturmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ:
38b; DTO: 75).
Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
oltur- ‘oturmak’ köküne dayandığı açıktır. Räsänen oltur- eylemini *olu-tur-
biçiminde açıklamıştır (VEWT: 361).
oltur- biçimi Eski Türkçede olur (?olor-) ‘oturmak, (tahta) oturmak’ (Toŋ: 32)
biçiminde de geçmektedir. Talat Tekin, olor- kökünü de *ol- biçiminde bir köke
dayandırmış, olgurt- ‘oturmak’ biçimi ile karşılaştırmıştır (Tekin, 2000, 96).
(MKb: 48a1-2)
613
serv-i nazım kim barur küz bagıdın kılman kabul
(BV, 345: 3)
tirgüz- ‘diriltmek, canlandırmak’ (< *tir- ‘yaşamak, hayatta olmak’ -güz-) eylemi
*tir- ‘yaşamakı, hayatta olmak’ eylemine -güz- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde tirgüz-
‘diriltmek, canlandırmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 191r10; LÇ: 132a; DTO:
255).
Eylem Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinden Eski Kıpçakçada tirgiz-, tizgüz-,
tirkir-, tirkiz- ‘oturmak’ (KTS: 277) biçiminde geçmektedir. Eylem Tarihi Türk
dillerinde genelde tirgür- diriltmek’ biçiminde yer almaktadır.
(ŞHD: 130b1)
(LM: 1652)
turguz- ‘durdurmak, oturtmak’ (< tur- ‘durmak’ -guz-) eylemi tur- ‘durmak’
eylemine -guz- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde turguz- ‘durdurmak, oturtmak’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 170v23; LÇ: 116a; DTO: 227).
614
Eylem Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinden Eski Kıpçakçada turguz-, durguz-
, durkuz- ‘durdurmak, hareketten alıkoymak; ikamet ettirmek’ (KTS: 284); biçiminde
geçmektedir. Eylem Tarihi Türk dillerinde genelde turgur- ‘yükseltmek, ayağa
kaldırmak, dikeltmek’ biçiminde yer almaktadır.
(NN, 97: 4)
(BV, 572: 2
5.5.1. -sA-
Eski Türkçeden itibaren Tarihi Türk dillerinde görülen bir ektir, ancak bu ekle
biçimlenmiş örneklerin sayısı oldukça azdır. Genel olarak istek ifade eden bir ektir.
Orhon yazıtları ve Eski Uygurcayı kapsayan Eski Türkçe döneminde bu ekle
biçimlenmiş bir sözcüğe rastlanmaz.
Bu ekle türemiş biçimleri Harezm Türkçesi ve Eski Kıpçakçada da çok azdır: kap-
sa- ‘kapmak istemek, kaplamak istemek, kuşatmak’ (KutbHŞ: 127; Nehc. 322/7),
kör-se- ‘bir kadınla cinsel ilişkiye girmek için şehveti, arzusu artmak’ (KTS: 159).
615
Çağataycada çok sık kullanılan eylemden eylem yapan eklerden biri değildir. Bu ekle
biçimlenmiş eylemlere nadiren rastlarız. Çağatayda eylemlere gelerek istek anlamı
katar. Bu ekle türemiş biçimler şöyledir:
kapsa- ‘kaplamak istemek, tutmak istemek’ (< kap- ‘kapmak’ -sa-) eylemi kap-
‘kapmak’ eylemine -sa- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde kapsa- ‘kaplamak istemek; şehir ya da
bir kaleyi asker ile istila etmek’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 212b; DTO: 391).
(LD: 2266)
(SD: 593)
körset- ‘göstermek’ (< körse- ‘görmek istemek’ -t-) eylemi kör- ‘görmek’ eylemine
-se- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde körset- ‘göstermek’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 258a;
DTO: 465).
Eylem Çağatayca dışında Eski Kıpçakçada körset- ‘göstermek’ (TZ: 6b2); biçiminde
görülmektedir. Ayrıca eylemin kökü olan körse- biçimini de DLT’de görmekteyiz
(DLT III: 285; DanKelly, 1985, 110).
(FK, 69: 6)
(HBD, 201: 3)
5.5.2. -GUlA-
Sıklık ve çokluk ifade eden nadir görülen eklerden biridir. Bu ek muhtemelen iki
ekin birleşiminden meydana gelmiş bir ektir. Addan eylem yapan +GA- ve +lA-
eklerinin birleşiminden müteşekkil bir ek olduğunu düşünmekteyiz.
atkula- ‘pek çok ok atmak’ (< at- ‘atmak’ -kula-) eylemi at- ‘atmak’ eylemine
-kula- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde atg/kula- ‘pek çok ok atmak’ anlamında yer
almaktadır (LÇ: 4b; DTO: 4). Eylemin, Çağataycada atkulaş- şeklinde genişlemiş
biçimi de görülür.
Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
at- ‘atmak’ köküne dayandığı açıktır. Yalnızca Eckmann Çağatayca El Kitabı adlı
çalışmasında bu eylemi Babürnameden aktarmış ve -GUlA- ekiyle biçimlenen
eylemler arasında saymıştır (Eckmann, 1966, 71).
617
bérmeyin düşmen-i imanıga aman
(ŞN1: 913)
(ŞN1: 719)
Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
çap- ‘vurmak, kesmek; sürmek; seğirtmek, (at) koşturmak’ köküne dayandığı açıktır.
Yalnızca Eckmann Çağatayca El Kitabı adlı çalışmasında bu eylemi Şibânnameden
aktarmış ve -GUlA- ekiyle biçimlenen eylemler arasında saymıştır (Eckmann, 1966,
71).
(ŞN1: 913)
(ŞN1: 624)
tartkulaş- ‘tartışmak, dövüşmek, mücadele etmek’ (< tart- ‘çekmek, tartmak’ -kula-)
eylemi tart- ‘çekmek, tartmak’ eylemine -kula- eylemden eylem yapım ekinin
618
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme
rastlamadık.
Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
tart- ‘çekmek, tartmak’ köküne dayandığı açıktır. Yalnızca Eckmann, Çağatayca El
Kitabı adlı çalışmasında bu eylemi Babürnameden aktarmış ve -GUlA- ekiyle
biçimlenen eylemler arasında saymıştır (Eckmann, 1966, 71).
ésen Temur Sultannıŋ yéti sékiz nökeri, atlanıp, bu yayaklarnıŋ utrusıga barıp, Sultan
atlanguça, tartkulaşıp, atkulaşıp, yayaklarnı Sultan sarıga tarttılar
(BN: H373b4)
619
6. SONUÇ
620
DİZİN
624
kayun, 246 koldaş, 131
kazçı, 115 koldat-, 564
kazug, 218 koldur-, 601
kazur-, 536 kolgaş-, 431
kéçrek, 64 koltug/k, 42
kelin, 247 koŋşu, 284
kéltürt-, 563 kopar-, 532
kemrek, 65
kopurga, 82
kenerge-, 383
kéŋeş, 226
kopuzçı, 116
kérek, 220 kork-, 481
késük, 204 korug, 190
kéter-, 531 korukçı, 127
kéyinrek, 64 koşan-, 458
kıçıg, 189 koşul-, 495
kıçıkla-, 359 koşuldur-, 602
kıçkırış-, 430 koyçılık, 141
kılav, 321 koyul-, 496
kılıg/k, 212 kozgal-, 496
kına-, 337 kozgalış-, 432
kıpkızıl, 68 kozgat-, 565
kırak, 39 kökeltaş / kökelteş, 131
kırçıldat-, 563 köker-, 406
kırgavul, 328 kökert-, 565
kırıg/k , 190 kökümtül, 54
kırkıt-, 563 kölege, 296
kölkömük, 95
kırtıldaş-, 431
kölük, 221
kısga, 295 kömkök, 68
kışla-, 360 kömül-, 494
kışlag/k, 104 kömür, 306
kıyıg, 187 köprek, 64
kıyma, 261 köprik-, 482
kıymaç, 319 körgüz-, 612
kıynal-, 494 körgüzül-, 498
kızar-, 532 körk, 213
kızıg, 194 körket-, 396
kızık-, 480 körpekleş-, 433
körset-, 566, 616
kızıl, 93
körsetil-, 498
kızımtul, 54 köteril-, 499
kızıt-, 564 köykenek, 40
kiçigrek, 63 küyün-, 458
kiçikkine, 51 közgü, 170
kirek yarakçı, 115 kuçag/kla-, 361
kirgüz-, 612 kuçı, 117
kiydürül-, 495
kulak, 73
koglama, 261
kulaklaş-, 433
kolda-, 380
625
kullukçı, 117 okla-, 363
kumalak, 88 okul-, 499
kurçı, 118 okun-, 459
kurçuk, 103 olcala-, 375
kurgan, 299 olturguz-, 613
oŋal-, 410
kurı-, kuru-, 392
oŋar-, 406
kurug/k, 194 oŋay, 171
kurukşa-, 413 opra-, 338
kurumsak, 242 orakçı, 119
kurun, 247 ornat-, 568
kurut, 255 osal, 276
kuşçı, 118 osan-, 460
kuşkına / kuşgına, 50 osandur-, 602
kuşla-, 360 otla-, 363
kuyı, 285 otsız, 154
kuyug, 191 otun, 163
küçlen-, 458 oyganmagur, 313
kükre-, 385 oylaş-, 435
kükreş-, 433 oyna-, 339
külümse-, 412 oyul-, 500
kündelet-, 592 oyun, 248
kündüz, 178 ozakı, 174
künkine, 50 ozal-, 500
kürüldeş-, 434 ozdur-, 603
küyev, 322 ögren-, 340
meŋze-, 337 ögsüt-, 569
minsiz, 153 ögün-, 460
mumla-, 375 ökünç, 231
muŋay-, 396 ölet, 256
muŋdaş, 132 ölükse, 177
muŋra-, 387 ölüm, 236
muŋrat-, 566 ölüt-, 394
muŋurga-, 383 önüt-, 569
muzla-, 361 örgemeç, 317
neçük, 61 örgüç, 290
negü, 91 örlet-, 570
netük, 61 örmekçi, 128
örte-, 340
ocak, 46
örten-, 461
oglak, 40 örtet-, 570
oglan, 89 örtüg/k, 186
ogulsız, 154 ösrüt-, 571
ogurla-, 362 ötgür, 313
ohran-, 459 ötker-, 541
ohşa-, 414 ötkeril-, 501
ohşaş, 227 ötkün, 271
ötün-, 462
ohşat-, 567
ötüz-, 546
okçı, 119 öylen-, 462
626
öyrül-, 502 sırdaş, 133
porsuk, 95 sızgur-, 542
rastlan-, 477 sigritme, 261
saçıg/k, 186 silet-, 574
safalıg, 139 silkin-, 465
sagal-, 411 soktur-, 604
sagın-, 463 sokul-, 507
sagındur-, 603 sokum, 238
sagıtlan-, 464 sokunç, 232
sakalduruk, 100 solak, 41
sakçı, 119 soŋġı, 175
soŋraġı, 175
saklal-, 502
sordur-, 605
saklav, 322
sorma, 262
salıg, 189 soymaç, 320
salıl-, 503 sögünç, 232
san, 248 söz, 266
sanat-, 571 sözevül, 328
sançıg, 184 sözlen-, 465
sançıl-, 503 sözlet-, 574
sançış, 228 sugalt-, 575
sançış-, 435 sula-, 365
sansız, 154 susa-, 412
sapag/sapak, 41 suval-, 507
sapla-, 364 suvar-, 408
sapsavuk, 68 suvçı, 120
sargar-, 407 süçüg, 195
sargart-, 572 südrel-, 508
sarımtul, 55 südren-, 466
satkun, 272 sürtül-, 508
savrul-, 504 süzük, 205
savun, 249 süzül-, 509
savur-, 536 şagalda-, 381
sayga-, 415 şigavul, 329
saygal-, 505 şunkarçı, 120
sayislıg, 141 tabakçı, 121
sayla-, 364 tabuşkan, 85
sayrat-, 572 tagarçuk, 47
ségrit-, 573 takı, 285
sépil-, 506 talat-, 575
sézikte-, 380 talgıç, 332
sıçkan, 84 tamak, 311
sıkıt-, 573 tamar, tamur, 307
sılan-, 464 tamga, 294
sına-, 341 tamgaçı, 121
sınal-, 506 tamız-, 547
sındur-, 603 tançkal-, 509
sınug/k, 204 tanuk, 221
627
taŋırga-, 384 tınç, 233
taŋla-, 365 tındur-, 607
taŋlagı, 175 tınġur, 314
taŋlalıg, 146 tınmaġur, 314
tıyıl-, 513
taŋsug/ k, 165
tiken, 299
tapavul, 329
tikensiz, 155
tapın-, 466
tilek, 215
tapındur-, 605
tilim, 237
tapış-, 435
tiptik, 68
tapşurul-, 510
tiptoġrı, 68
tapug/k, 214 tirgüz-, 614
tapuk-, 482 tirig, 192
tapukçı, 291 tiriglik, 139
tarıg, 188 tirsek, 74
tarık-, 399 titregüç, 288
tarıl-, 510 titret-, 578
tarkal-, 511 togram, 239
tarkaş-, 436 togran-, 468
tarkat-, 576 tohtat-, 579
tartıg, 188 tok, 206
tartım, 238 tolgan-, 468
tartın-, 467 tolun, 250
tartkulaş-, 618 tona, 343
taşı-, 393 toŋdur-, 607
taşık-, 400 toprak/g, 218
taşırgan-, 384 toptola, 69
taşkı, 176 torlag, 104
taşla-, 366 toyak, 76
tatug, 214 toygar-, 543
tavşaldur-, 606 toygun, 272
tavuşkançı, 122 toyġur, 314
tayag/k, 222 toyla-, 367
tayagla-, 367 toymaġur, 315
tayal-, 512 tökeleş-, 437
taygur, 314 töŋül-, 515
tayt-, 576 töret-, 579
tébret-, 577 töşe-, 342
tégirmen, 303 töşek, 219
tegme, 262 tugma, 263
tégürül-, 514 tulum, 239
télbere-, 388 tuman, 303
télberet-, 577 turguz-, 614
tépin-, 467 turnaçı, 122
térgek, 312 tuşlan-, 469
téril-, 512 tutam, 240
téşük, töşük, 223 tutaş-, 437
tévrel-, 513 tutkun, 273
tıktur-, 606 tutmaç, 318
628
tutruk, 219 üzüş-, 439
tuzlak, 105 yadla-, 380
tügme, 263 yagdu, 275
tügün, 251 yagık-, 401
tükel, 274 yagın, 252
tüketil-, 515 yaglan-, 471
tüne-, 344
yaglıg/k, 144
tüptüz, 68
yagmala-, 375
tüşül-, 515
tütün, 251 yagmur, 308
tüzük, 206 yahşı, 286
tüzül-, 516 yakın, 253
uçkun/gun, 273 yalaŋgaçla-, 368
uçraş-, 443 yalaŋgaçlan-, 472
uçrat-, 580 yalaş-, 440
uçur-, 537 yalın, 253
Ugan, 300 yalınrak, 64
ugra-, 344 yalıŋ, yalaŋ, 288
ula-, 345 yalkıt-, 582
ulam, 240 yaman, 304
ulan-, 470 yamanla-, 368
ulat-, 580 yamat-, 583
ulgay-, 397 yaŋak, 77
ulgayt-, 581 yanaş-, 346
umunç, 234 yaŋavul, 330
urun-, 470 yançak, 46
uruş, 229 yançıl-, 519
uşak/g, 207 yançış-, 440
uşal-, 516 yançuk, 46
uşat-, 346 yandaş, 133
uyaldur-, 608 yangunçı, 275
uyalt-, 581 yaŋıl-, 520
uyatlıg, 161 yapalag, 87
uykula-, 367 yapıl-, 521
uz, 267 yapın-, 472
uzak, 207 yapıt-, 584
uzal-, 517 yapraklan-, 473
uzan-, 471 yapur-, 538
uzun, 252 yapyaşıl, 69
uzunrak, 63 yaragla-, 369
ügül-, 518 yaragsız, 155
ülüş, 229 yarakçılık, 142
ünde-, 381 yaraş-, 441
ündeş-, 438 yaraştur-, 608
ürkünç, 234 yarat-, 584
ürküt-, 582 yaratgan, 301
ürüŋ, 166 yaratıl-, 521
üzgün, 274 yarguçak, 47
üzül-, 518
629
yarguçı, 125 yıglaş-, 442
yarım, 241 yıglat-, 588
yarımçuk, 49 yılçılık, 146
yaruk/g, 208 yıldamla-, 370
yarun-, 473 yıllık/g, 147
yaruş-, 441 yırak/g, 209
yarut-, 585 yıravçı, 123
yasakı, 264 yırtış-, 443
yasal, 277 yiberil-, 523
yasan-, 474 yigdelik, 143
yasat-, 586 yinçke, 297
yasattur-, 609 yok, 224
yasav, 323 yokarıġı, 176
yasavul, 330
yokla-, 371
yastan-, 474
yolçı, 124
yaşa-, 347
yolda-, 382
yaşar-, 408
yoldaş, 133
yaşgına, 51 yoldur-, 610
yaşıl, 94 yolsız, 156
yaşımtul, 55
yoluk-, 401
yaşna-, 348
yonul-, 524
yaşnat-, 587
yaşun-, 475 yorga, 298
yaşur-, 538 yorgaçı, 127
yaşurul-, 522 yortavul, 331
yavgan, 301 yoruk, 216
yavuglaş- / yavuklaş-, 442 yoyul-, 524
yömrül-, 525
yavukrak, 64
yugarlat-, 590
yavut-, 587
yavuz, 268 yulut-, 589
yayla-, 370 yumarlan-, 476
yaylag/k, 105 yumşag, 209
yazdur-, 609 yumşat-, 590
yumul-, 526
yazgur-, 544
yupyumalak, 69
yazuk, 215 yurt, 257
yazuksız, 155 yurtçı, 123
yélgeç, 83 yurtlat-, 591
yélpigüç, 289 yusyumru, 69
yémiş, 97 yutgun, 274
yeŋil-, 522 yuyul-, 527
yéŋil, 277 yügrüş-, 444
yétit-, 588 yügürt-, 591
yétkür-, 544 yüklet-, 592
yétkürül-, 523 yüŋse-, 413
yétmeklik, 148 yüzlen-, 476
yézek, 223
zahirrak, 66
yıgaç, 82
zebunrak, 66
yıgın, 254 zırh-gerlik, 142
yıgıştur-, 609
630
KAYNAKÇA
Abik, Deniz. 1993. Ali Şir Nevâyî’nin Risaleleri Tarih-i Enbiya ve Hükema, Tarih-i
Müluk-i Acem, Münşeat, Metin-Gramatikal İndeks-Sözlük. Doktora Tezi.
Ankara Üniversitesi Dil veTarih-Coğrafya Fakültesi.
Ahundov. E., Semih Tezcan. 1978. Azerbaycan Halk Yazını Örnekleri. Ankara:
TDK.
Akkuş, Metin. 2002. Tarihî ve Edebî Bir Kişilik Olarak Nevaî (Herat, 1441-1501) ve
Nevaî’nin Eserlerinde İnsan Problemi. Atatürk Üniversitesi Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü Dergisi. s. 19: 123-132.
Aksu, Cemal. 2002. Lütfi Divanı’nın Tahlili. Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi
Türkiyat Enstitüsü.
Ali Şir Nevayi’nin 560. Doğum, 500. Ölüm Yıl Dönümlerini Anma Toplantısı
Bildirileri, 24-25 Eylül 2001. 2004. Ankara: TDK.
Ali Şir Nevâî. Vakfiye. Topkapı Sarayı Kütüphanesi, Fatih Nüshası, No. 4056.
Alpay, Gönül. 1971. Ali Şir Nevai’nin Ferhad ü Şirin Mesnevisi Üzerindeki Etkiler.
TDAY-Belleten 1970: 155-167.
631
_______. 1973. Yusuf Emiri’nin Beng ü Çagır Adlı Münazarası. TDAY-Belleten
1972: 103-125.
Altınşık, Yusuf. 2002. Ali Şîr Nevâyî’de Tasavvuf. Doktora Tezi. Harran
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı.
_______. 1947. Kutadgu Bilig. I, Metin. İstanbul: TDK (Ankara, 19994); 1959. II,
Tercüme. Ankara: TTK (Ankara, 19955); 1979. III, İndeks. İstanbul: Türk
Kültürü Araştırmaları Enstitüsü. yay. K. Eraslan, O. F.Sertkaya, N. Yüce.
_______. 2004. Türkçe İlk Kur’an Tercümesi (Rylands Nüshası). Ankara: TDK.
Atalay, Besim. 1939. Divanü Lûgat-it Türk Tercümesi. 1. c. Ankara: TDK.; 1940.
2. c. Ankara: TDK; 1941. 3. c. Ankara: TDK.; 1943. 4. c. Dizin “Endeks”.
Ankara: TDK (19923).
Ateş, Ahmed. 1965. Ubeydullah Han’ın Bilinmeyen Mensur Bir Eseri. TDAY-
Belleten 1964: 127-147.
Bang, Willy. 1917. Über die türkischen Namen einiger Groβkatzen. Keleti Szemle.
c. 17: 112-146.
_______. 1925. Türkologische Briefe aus dem Berliner Ungarischen Institut III:
Vorläufiges über die Herkunft des Türk. Ablativs. UJb V: 392-410.
_______. 1930. Türkische Turfantexte III. Der grosse Hymnus auf Mani. Berlin.
Bartold, William. 1937. Mir Ali Şir ve Siyasi Hayatı. çev. Ahmet Caferoğlu. Ülkü
Mecmuası. c. 10: 56-60.
633
Bodrogligeti, Andras J. E. 1975. Hālis’s Story of İbrāhīm, A Central Asian
İslamic Work in Late Chagatay Turkic, Edited with an introduction, a
translation, and a glossary. Leiden: E. J. Brill.
_______. 1984. Babur Shah’s Chagatay Version of the Risala-i Validiya: A Central
Asian Turkic Treatise on How to Emulate the Prophet Muhammad. Ural
Altaische Jahrbücher/Ural-Altaic Yearbook. c. 56: 1-61.
_______. 1992. A Participle for curses and Good Wishes: The Roots of an Uzbek
Phenomenon in Yūsuf Amīrī’s “The Bang and the Wine”. Ural-Altaische
Jahrbücher/Ural-Altaic Yearbook. c. 64: 73-83.
Böhtlingk, Otto. 1851. Über die Sprache der Jakuten. St. Petersburg.
Canım, Rıdvan. 2002. Türk Kültür ve Edebiyatında Ali Şîr Nevâyî ve Türkiye’de
Ali Şîr Nevâyî Çalışmaları. Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları
Enstitüsü Dergisi. s. 19: 137-146.
634
Clauson, Sir Gerhard. 1960. Sanglax. A Persian Guide to the Turkish Language
by Muhammad Mahdi Xan. London: E. J. W. Gibb Memorial Series, New
Series, XX.
_______. 1962. Turkish and Mongolian Studies. London: The Royal Asiatic
Society of Great.
Çelik, Ülkü. 1996. Ali Şir Nevâyî, Leylî vü Mecnûn. Ankara: TDK.
Çetindağ, Yusuf. 2002. Ali Şir Nevai’nin Batı Türkçesi Divan edebiyatına tesiri
(XVI. yüzyılın sonuna kadar). Doktora Tezi. Gazi Üniversitesi.
_______. 1991. An Evliya Çelebi glossary. Unusual, dialectal and foreign words
in the Seyahat-name. Duxbury: Sources of Oriental languages and literatures
14. Turkish sources XII.
Demir, Necati. 2002. Değirmen Kelimesi Üzerine. Türk Dili. s. 607: 209-213.
_______.1941. Türk Dili Grameri. çev. Ali Ulvi Elöve. İstanbul: Maarif Matbaası.
Die Legende von Oghuz Qaghan. 1932. ed. W. Bang. And G. R. Rachmati. Berlin:
SBAW.
Dinçer, Leman. 1970. Lutfî, Kitâb-ı Gül u Nevrûz. Mezuniyet Tezi. İstanbul
Üniversitesi.
Doerfer, Gerard. 1963, 1965, 1967, 1975. Türkische und mongolische Elemente
im Neupersischen I-IV. Wiesbaden: Franz Steiner Verlag.
Dolu, Halide. 1952. Yusuf Hikâyesi Hakkında Birkaç Söz ve Bazı Türkçe Nüshalar.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi. c.
4, s. 4: 415-420.
635
Ebü'l-Kasım Carullah Mahmud bin Ömer bin Muhammed Zemahşeri. 1993.
Mukaddimetü’l–Edeb. yay. Nuri Yüce. Ankara: TDK.
Eckmann, János. 1953. Türkçede –rak, -rek Ekine Dair. TDAY-Belleten: 49-52.
_______. 1960. Çağatay Dili Örnekleri II. Gedai Divanından Parçalar. İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi. c. 10: 65-
110.
_______. 1963. A Contest in Verse between Stringed Instruments from the Chagatay
Literature of the 15th Century”. Aspects of Altaic Civilization. ed. Denis
Sinor. Uralic and Altaic Series: 119-121.
_______. 1963. Çağatay Dili Örnekleri III, Sekkâkî Divanından Parçalar. İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi. c. 12: 157-
174.
_______. 1965. Çağatay Dili Örnekleri IV. Ubeydullah Han’ın Eserlerinden Parçalar.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi. c.
13: 43-74.
_______. 1970. Shāhī, A Hitherto Unknown Chagatay Poet of the fifteenth Century.
Central Asiatic Journal. c. 13. s. 4: 263-286.
_______. 1971. Bilinmeyen Bir Çağatay Şairi Şahi ve Divanı. TDAY-Belleten 1970:
13-36.
636
_______. 1996. Harezm, Kıpçak ve Çağatay Türkçesi Üzerine Araştırmaları.
haz. Osman Fikri Sertkaya. Ankara: TDK.
_______. 2003. Bilinmeyen Bir Çağatay Şairi Şâhi ve Divanı. Harezm, Kıpçak ve
Çağatay Türkçesi Üzerine Araştırmalar. haz. Osman Fikri Sertkaya. Ankara:
TDK.
Eraslan, Kemal. 1968. Seydî Ali Reis’in Çağatayca Gazelleri. İstanbul Ünüversitesi
Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi. c. 16: 41-54.
_______. 1986. Çağatay Şiiri. Türk Dili Türk Şiiri Özel Sayısı II (Divan Şiiri). s.
415, 416, 417: 687-692.
Ercilasun, Ahmet Bican. 1975. maç /meç Eki Üzerine. İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi. c. 21: 83-88.
Erdal, Marcel. 1991. Old Turkic Word Formation. A Functional Approach to the
Lexicon I-II. Wiesbaden: Otto Harrassow Verlag.
637
Eren, Hasan. 1950. Çağatay Lugatleri Hakkında Notlar. DTCF Dergisi. c. 8, s. 1-2:
145-163.
638
Hamidi. Yusuf u Zeliha. İstanbul Topkapı Kütüphanesi, Revan 832.
_______. 1963. Şeybanlı Özbekler Çağına Ait Bir Çağatayca Kuran Tefsiri. TDAY-
Belleten 1962: 61-66.
İz, Fahir. 1962. Yakîn’s Contest of the Arrow and the Bow. Nemeth Armağanı.
Ankara: 267-287.
_______. 2005. Etmek ‘ekmek’. Beşinci Dil, Yazın, Deyişbilim Sempozyumu, 24-
25 Haziran 2005. İstanbul: 90-105.
Kara, Györgi, Peter Zieme. 1977. Die Uigurische Übersetzung des Guruyogas
“Tiefer Weg” Sa-skya Pandita und der Mañjusrīnamasamgīti. Berlin.
Karaörs, Metin. 2007. ‘Alī Şīr Nevāyī, Nevâdirü’ş-şebâb, İkinci Divan. Ankara:
TDK.
Kaya, Önal. 2000. Doğu Türk Yazı Dili Araştırmaları I, Kul ‘Ubeydi (XVI. yüzyıl)
ve Kul Şerif (XVII. Yüzyıl). Doçentlik Çalışması. Ankara Üniversitesi.
_______. 2001. Doğu Türk Yazı Dili Araştırmaları III: ‘Ubeydu’llâh Han: Arapça ve
Türkçe Hikmetler. Türkoloji Dergisi. c. 14. s. 1: 27-60.
639
_______. 1999. Mevlevī Cāmī Mahlâslı Muccizāt-ı Nebī adlı Çağatay Türkçesiyle
Yazılmış Bir Şiir ve Onun Şairi Üzerine. Türk Dilleri Araştırmaları. c. 9:
187-207.
Kazak Türkçesi Sözlüğü. 1984. çev. H. Oraltay, N. Yüce, S. Pınar. İstanbul: Türk
Dünyası Araştırmaları Vakfı.
Korkmaz, Zeynep. 1990. Göktürkçede İsimden Fiil Türeten Ekler ve Köken Yapıları
Üzerine. TDAY-Belleten 1990: 141-149.
Kowalski, Tadeusz. 1959. Türkische Turfantexte III. ed. Gabain. A von. Berlin.
_______. 1941. Ali Şir Nevaî (şairin doğumunun 500. yıldönümü dolayisiyle).
Ankara: TTK.
640
Kut, Günay. 1989. Ali Şîr Nevâî. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. c. 2:
449- 453.
Le Coq, Albert von. 1911. Sprichwörter und Lieder aus der Gegend von Turfan.
Leipzig-Berlin.
Levend, Agâh Sırrı. 1958. Neva’i Adına Basılmış Bir Eser Nazm-ı caķāyid”. Jean
Deny Armağanı. Ankara: 163-169.
_______. 1957. Nevai’ye Atfedilen Bir Eser: Muamma-yı Esma-ı Hüsna. TDAY-
Belleten 1957: 189-193.
_______. 1965. Ali Şir Nevaî I. cilt, Hayatı, Sanatı ve Kişiliği. Ankara: TDK.
_______. 1966. Ali Şir Nevaî II. cilt, Divanlar 4 Türkçe, I Farsça Divan. Ankara:
TDK.
_______. 1967. Ali Şir Nevaî III. cilt Hamse. Hayretü’l-Ebrar, Ferhad ü Şirin,
Leylî vü Mecnun, Seb’a-i Seyyar, Sedd-i İskenderî. Ankara: TDK.
_______. 1968. Ali Şir Nevaî IV. cilt Divanlar ile Hamse Dışındaki Eserler.
Ankara: TDK.
Li, Yong Sŏng. 1999. Türk Dillerinde Akrabalık Adları. İstanbul: Simurg.
641
Malov, Sergei Ye. 1954. Uygurskiy Yazık-Hamiyskoye Nareçiye. Moskva-
Leningrad.
_______. 1958. The Turkic Languages and People. Wiesbaden: Otto Harrassowitz.
_______. 1971. Zur Etimolohgie von Turkish avurt etc. “mundvoll”, avuç, avut/adut
‘handvoll’. Zentral-Asiatische Studien des Seminars für Sprach – und
Kulturwissenschaft Zentralasiens der Univesität Bonn. Wiesbaden.
Necip, E. N. 1995. Yeni Uygur Türkçesi Sözlüğü. çev. İklil Kurban. Ankara:
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Nevaiy Asarları Lugati. 1972. Taşkent: Gafur Gulam Namidagı Adabiyet va San’at
Naşrityeti.
642
_______.1993. “Mahbûbü’l-kulûb (İnceleme - Metin - Sözlük)”. Doktora Tezi.
Hacettepe Üniversitesi,
_______. 2006. Ali Şir Nevâyi’nin Son Eseri Mahbûbü'l-kulûb. Büyük Türk Dili
Kurultayı. Ankara: Bilkent Üniversitesi: 734-743.
_______. 2007. On Mongolian asara- ‘to nourish’and Turkish aşa- ‘to eat’. Türk
Dilleri Araştırmaları. c. 17: 237-247.
Özönder, Sema Barutçu. 1996. Alī Şīr Nevayī, Muhakemetü’l lugateyn. Ankara:
TDK.
Öztürk, Faruk. 2005. Molla Nizamü’d-din Ahunum. “Hikmet-i Nizamü’d-din (c. II,
1a-55b varaklar). Yüksek Lisans Tezi. Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Türkoloji Anabilim Dalı.
643
Pelliot, Paul. 1914. La version ouggoure de l’histoire des princes Kalyanamkara
et Papamkara. ed. James Hamilton. Leiden.
_______. 1951. Aufsätze und Vorträge von G. J. Ramstedt. ed. Pentti Aalto.
Helsinki: Journal de la Société Fino-Ougrienne 55.
644
_______. 1949. Materialien zur Lautgeschichte der türkischen sprachen.
Helsinki: Studia Orientalia Editit Societas Fennica.
Róna-Tas, Andras. 1975. The Altaic Theory and the History of a Middle Mongolian
Loan Word in Chuvash. Research in Altaic Languages. Budapest: 201-211.
Ross, Denison. 1910. The Persian and Turki Diwans of Bayram Khan. Calkutta:
Bibliotheca Indica. New Series, No. 1241.
_______. 1994. Kuş İsimlerinin Türkçesi, Mançuca ve Çince Sözlüğü. çev. Emine
Gürsoy Naskali. Ankara: TDK.
Roux, Jean Paul. 2001. Moğol İmparatorluğu Tarihi. çev. Prof. Dr. Aykut
Kazancıgil ve Ayşe Bereket. İstanbul: Kabalcı.
_______. 2001. Orta Asya Tarih ve Uygarlık. çev. Lale Arslan. İstanbul: Kabalcı.
645
Sertkaya, Osman Fikri. 1970. Osmanlı Şairlerinin Çağatayca Şiirleri. İstanbul
Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi. c. 28: 133-138.
_______. 1973. Osmanlı Şairlerinin Çağatayca Şiirleri III ve Uygur Harfleri ile
Yazılmış Bazı Manzum Parçalar I. İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve
Edebiyatı Dergisi. c. 22: 157-184.
_______. 1982. Eski Türkçede Musikî Terimleri ve Mûsikî Âlet İsimleri. Doçentlik
Tezi. İstanbul Üniversitesi.
Stachowski, Marek. 1995. Türkische Namen für ‘Schwalbe’ und ihre Spurun im
Matorischen. Türk Dilleri Araştırmaları. c. 5: 85-96.
Starostin, Sergei, Anna Dybo, Olek Mudrak. 2003. Etymological Dictionary of the
Altaic Languages. Leiden & Boston: E. J. Brill.
Şeyh Süleyman Efendi Buhari. 1298. Lugat-i Çağatay ve Türkî-i Osmanî. İstanbul.
646
Tarlan, Ali Nihad. 2002. Ali Şir Nevâî. Türkler Ansiklopedisi. c. 8. Yeni Türkiye
Yayınları: 796-803.
_______. 2005. Kutadgu Bilig’de Söz Yapımı. Doktora Tezi. Marmara Üniversitesi
Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü.
Tekcan, Münevver. 2007. Bayram Han’ın Türkçe Divanı. İstanbul: Beşir Kitabevi.
Tekin, Gönül Alpay. 1975. Ali Şir Nevai, Ferhâd u Şîrîn, İnceleme-Metin. Ankara:
TDK.
_______. 1972. Türk Dil Bilimi ve Yeni Kelimeler: 1. Hacettepe Sosyal ve Beşeri
Bilimler Dergisi. c. 4. s. 2: 143-150.
_______. 1979. Once More Zetacism and Sigmatism. Central Asiatic Journal. vol.
33: 118-137.
_______. 1982. On the Structure of Altaic Echoic Verbs in{-KIrA}. Acta Orientalia
Academiae Scientarium Hung. c. 36. s. 1-3: 503-513.
_______. 1986. Zetacism and Sigmatism: Main pillars of the Altaic Theory. Central
Asiatic Journal. vol. 30: 141-160.
647
_______. 1994. Notes on Old Turkic Word Formation. Review of Marcel Erdal, Old
Turkic Word Formation: A Functional Approach to the Lexicon. Central
Asiatic Journal. vol. 38: 244-281.
_______. 1993. Irk Bitig: The Book of Omens. Wiesbaden: Harrassowitz Verlag.
_______. 1995. Türk Dillerinde Birincil Uzun Ünlüler. Türk Dilleri Araştırmaları
Dizisi 13. Ankara.
_______. 1996. Yeni Zetasizm Örnekleri. Uluslararası Türk Dili Kongresi 1988.
Ankara: TDK: 81-83.
Tekin, Şinasi. 1992. Eski Türkçe. Türk Dünyası El Kitabı II. Ankara: TKAE.
Tietze, Andreas. 2002. Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugatı I. Cilt A-E.
İstanbul-Wien: Simurg Yay.
Togan, Zeki Velidi. 1993. Ali Şîr. İslâm Ansiklopedisi. c. I. İstanbul: MEB: 349-
357.
Toparlı, Recep. 1984. Çağatay Şairi Hâfız Hârezmî. Türk Dili Araştırmaları. s. 28:
85-116.
648
_______. 1986. Ubeydullah Han’ın Şiirleri Üzerinde Bir Gramer Denemesi ve
Şiirlerinden Örnekler. Erzurum: Atatürk Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü (Teksir halinde çoğaltılmış çalışma).
TÖMER. 1997. Türk Lehçeleri ve Edebiyatı Dergisi, Ali Şîr Nevayî Özel sayısı. s.
13. Ankara.
Tören, Hatice. 2001. Ali Şir Nevâyî, Sedd-i İskenderî. Ankara: TDK.
Türk, Vahit. 2001. Ali Şir Nevaî’nin Münacatı. Ege Üniversitesi Türk Dili ve
Edebiyatı Dergisi. s. 10.
Türk Dilleri Araştırmaları (TDA). 2003. yay. Mehmet Ölmez. c. 13. İstanbul.
Türkay, Kaya. 2002. ‘Alī Şīr Nevāyī, Bedāyi‘u’l-vasat, Üçünçi Divan. Ankara:
TDK.
Türkmen Diliniŋ Sözligi. 1962. haz. M. Ya. Hamzayev, S. Altayev, G. Atayev vd.
Aşgabat.
Vásáry, Istvan. 2007. Notes on the formative +dXrXk in Turkic. Türk Dilleri
Araştırmaları. c. 17: 371-395.
Yıldırım, Talip. 1998. Kutadgu Bilig’de İsim Çekim ve Yapım Ekleri. Yüksek Lisans
Tezi. Niğde Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
649
_______. 2003. Ubeydullah Han: Risale-yi fi-Hakk-ı Mesail-i Vuzu. Türklük Bilimi
Araştırmaları Dergisi. c. 14: 127-164.
Yudahin, K. K. 1945. Kırgız Sözlüğü. I. çev. A. Taymas; 1948. II. Ankara: TDK (I-
II 19882).
Yücel, Bilal. 1996. Hüseyn-i Baykara Risâlesi’nin Uzak İki Nüshası. Türklük
Bilimi Araştırmaları II: 69-70.
650
ÖZGEÇMİŞ
Ersin Teres
E-posta: esogutlu@gmail.com
Telefon Numarası: 02123834447
ÖĞRENİM
Yüksek Lisans, Yıldız Teknik Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili
ve Edebiyatı Bölümü, Eski Türk Dili Bilim Dalı, 2006.
Lisans, Boğaziçi Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü, 2002.
İLGİ ALANLARI
Eski Türkçe
Orta Türkçe
Runik harfli Türkçe metinler
Dilbilim
Çağdaş Türk dilleri
YABANCI DİL
İleri düzeyde İngilizce, Fransızca
Orta düzeyde Arapça, Farsça, İspanyolca, İtalyanca
Başlangiç düzeyinde Almanca, Rusça.
KİŞİSEL BİLGİLER
Doğum Yeri : Söğüt-Bilecik
Doğum Tarihi : 02.11.1980
Askerlik Durumu : Tecilli
651