Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 666

TC

YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ


SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANA BİLİM DALI
TÜRK DİLİ DOKTORA PROGRAMI

DOKTORA TEZİ

ÇAĞATAYCADA SÖZ YAPIMI

ERSİN TERES
06725301

TEZ DANIŞMANI
PROF. DR. ZÜHAL ÖLMEZ

İSTANBUL
2009
ÖZ

ÇAĞATAYCADA SÖZ YAPIMI


Hazırlayan Ersin Teres
Ağustos, 2009

Bu çalışmada, Orta Asya edebî Türk lehçesi ve bu lehçeyle meydana getirilen klâsik
edebiyatın adı olan Çağataycanın söz yapımı yani sözcük türetimi ortaya konulmaya
çalışılmıştır. Çalışma yapılırken Çağatay dilinde kaleme alınmış 50 kadar metin
taranmış, bu metinlerde bulunan türemiş ad ve eylemler tespit edilerek adların ve
eylemlerin gelişimi, türeme biçimleri, köklerin durumu, köklerin Türkçe mi yoksa
diğer dillerden alıntı sözcük mü oldukları, sözcüklerin diğer Tarihi Türk dillerinde de
bulunup bulunmadıkları, eğer bulunuyorsa hangi biçimlerde bulundukları vb. konular
üzerinde durulmuştur. Çalışmada ele alınan sözcükler açıklandıktan sonra Çağatayca
metinlerden sözcüğün içinde geçtiği beyit ve cümle örnekleri de örneklem açısından
aktarılmıştır. Örnek cümle ya da beyitler aktarılırken daha önce hazırlanan
metinlerde hatalı okuyuşlar mümkün olduğunca düzeltilmeye çalışılmıştır. Çalışma
esas itibariyle Addan Ad Yapımı, Eylemden Ad Yapımı, Addan Eylem Yapımı ve
Eylemden Eylem Yapımı olmak üzere dört bölümden meydana gelmektedir. Her
bölüm kendi içinde alt başlıklara ayrılmış, bu alt bölümlemeler yapılırken Marcel
Erdal’ın söz yapımı için başucu kitaplarından biri olan Old Turkic Word Formation
adlı çalışmasından faydalanılmıştır. Bu dört bölümden önce yer alan Giriş kısmında
ise çalışma hazırlanırken izlenen yöntem, kullanılan kaynaklar, çalışma hazırlanırken
karşılaşılan sorunlar, taranan metin yayımları üzerine bazı eleştirilere yer verilmiş,
daha sonra Çağatay adı ve ulusu, Çağatayca ve tez hazırlanırken taranan Çağatayca
metinler hakkında ayrıntılı açıklamalar yer almıştır.

Anahtar Kelimeler: Çağatayca, biçimbilgisi, sözyapımı, etimoloji

iii
ABSTRACT

CHAGATAI WORD FORMATION


Prepared by Ersin Teres
August, 2009

In this study, we tried to reveal the system of nomination and denomination in


Chagatai Language which is the literary language of the Central Asian Turkish
Literature. When I exercise this study, I scanned about 50 texts which are written in
Chagatai Language and ascertained derived nouns and verbs. After that, I dwelt
upon the development of nouns and verbs and derivation ways, roots of nouns and
verbs, the forms of words in other Historical Turkic Languages and so on. After I
explained the derived words, I exemplified for words from the texts written in
Chagatai Language. Also, if any there are erroneous readings in these texts, I tried to
correct them. This study is basically based on four parts: First part is suffixes that
produce nouns from nouns, second part is suffixes that produce nouns from verbs,
third part is suffixes that produce nouns from verbs, fourth part is suffixes that
produce verbs from verbs. When I order these parts, I made use of Marcel Erdal’s
Old Turkic Word Formation. Before the basic four parts, there is a introduction part.
In this part, we focused on the method of this study, some problems in this study,
some critics on Chagatai texts which were prepared previously and the origin of
Chagatai, Chagatai Language and texts that were written in Chagatai Language and
gave detailed information about them.

Keywords: Chagatai, morphology, word formation, etimology

iv
ÖNSÖZ

Çağataycada Söz Yapımı başlığını taşıyan bu tezle Orta Asya edebî Türk lehçesi ve
bu lehçeyle meydana getirilen klasik edebiyatın adı olan Çağataycanın söz yapımını
ortaya koymak amaçlanmıştır. Bu amaca yönelik olarak öncelikle Çağataycanın
sözvarlığını bütünüyle ortaya koyacak bir sözlük çalışmasına girişilmiş, ilk olarak
ülkemizde yayımlanan Çağatayca metinlerin dizin kısımlarından faydalanmak
suretiyle sözlüğün temelleri atılmıştır. Ancak sözlük hazırlanırken pek çok metnin
dizini olmadığı görülmüş, fişleme yöntemiyle bu metinlerin de sözvarlıkları tespit
edilerek sözlüğün içerisine eklenmiştir. Ayrıca tereddüt edilen noktalara eserlerin
yazma nüshalarına ulaşılarak kontrol etme imkanı da bulunmuştur.
Hazırlanan bu sözlük yardımıyla Çağataycanın sözyapımının ortaya konulması
kolaylamıştır. Çünkü sözyapımının ortaya konulmasında önce sözvarlığının tespit
edilmesi gerekiyordu. Sözyapımı ortaya konulurken Marcel Erdal’ın bu konuda
başucu kitaplarından olan Old Turkic Word Formation adlı eseri temel alınmış,
yöntem olarak bu çalışma takip edilmiştir.
Çalışma esas itibariyle bir Giriş ve dört ana bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmında
Çağatay Adı ve Ulusu, Çağatayca ve tez hazırlanırken taranan Çağatayca metinler
hakkında ayrıntılı açıklamalara yer verilmiştir. Esas metin Addan Ad Yapımı,
Eylemden Ad Yapımı, Addan Eylem Yapımı ve Eylemden Eylem Yapımı olmak
üzere dört bölümden meydana gelmiştir. Bu ana bölümler içinde ekler işlevlerine
göre de ayrılmıştır. Ekler altında o eklerle türemiş sözcüklerin ek, kök ayrımları,
Tarihi Türk Dillerindeki biçimleri, sözcük hakkında kaynaklardan kaydedilen bilgiler
aktarılmış, varsa kendi görüşlerimiz de aktarılmıştır.
Çalışman sırasında bana engin bilgisi ve yol göstericiliği ile her türlü yardımı
sağlayan tez danışmanım Prof. Dr. Zühal Ölmez’e minnetdarlığımı belirtmek
istiyorum. Bu geniş kapsamlı tezin tamamlanmasında bana çok yardımcı olmuştur.
Yine tez çalışmam sırasında özellikle kaynaklara ulaşmamda sağladıkları kolaylıktan
dolayı hocalarım Prof. Dr. Mehmet Ölmez ve Prof. Dr. Mustafa S. Kaçalin’e de
teşekkürlerimi sunarım.

İstanbul; Ağustos, 2009 Ersin Teres

v
İÇİNDEKİLER

TEZ ONAY SAYFASI...............................................................................................ii


ÖZ...............................................................................................................................iii
ABSTRACT ............................................................................................................... iv
ÖNSÖZ........................................................................................................................ v
İÇİNDEKİLER ......................................................................................................... vi
KISALTMALAR ....................................................................................................... x

1. GİRİŞ ...................................................................................................................... 1
1.1. Çağatay Adı ve Çağatay Ulus’a Dair ............................................................... 4
1.2. Taranan Çağatayca Metinler .......................................................................... 10

2. ADDAN AD YAPIM EKLERİ ........................................................................... 34


2.1. Küçültme ve Sevgi Bildiren Ekler (Okşamalıklar) ....................................... 34
2.1.1. +Ak, +(I)k ve +tIk ................................................................................ 34
2.1.2. +(A)ç, +(X)ç, +çAk ve +(X)çUk.......................................................... 42
2.1.3.+kIñA .................................................................................................... 49
2.1.4. +XmtUl................................................................................................. 53
2.2. Kuvvetlendirme Anlamı Katan Ekler............................................................. 55
2.2.1. Ok ......................................................................................................... 55
2.2.2. +rAk ..................................................................................................... 61
2.2.3. Pekiştirme............................................................................................. 67
2.3. Benzerlik Anlamı Katan Ekler ....................................................................... 69
2.3.1. +dAm.................................................................................................... 69
2.3.2. +mAn.................................................................................................... 71
2.3.4. +gAk ve +Ak: Vücut Uzuvları Türeten Ekler .................................... 73
2.4. Sınıf Belirten Sözcükler Türeten Ekler ....................................................... 78
2.4.1. +(X)t, +(A)t .......................................................................................... 78
2.4.2. +gAç ve +gA ........................................................................................ 80
2.4.3. +gAn..................................................................................................... 84
2.4.4. +lAk...................................................................................................... 86
2.5. Topluluk Adları Yapan Ekler ......................................................................... 89
2.5.1. +(A)n .................................................................................................... 89
2.5.2. +(A)gU................................................................................................. 90
2.6. Renk Adları Yapan Ekler ............................................................................... 92
2.6.1. +KIl, +gXl, +°l ..................................................................................... 92
2.6.2. +(A)mUk (ve -mXk) .......................................................................... 95
2.6.3. +Xş ....................................................................................................... 97
2.7. Alet Adı ve Yer Adı Yapan Ekler ................................................................. 98
2.7.1. +dUrXk................................................................................................. 98
2.7.2. +çU ve +çUk ...................................................................................... 101

vi
2.7.3. +lAg.................................................................................................... 103
2.7.4. +mAk.................................................................................................. 106
2.8. Bir İşi Sürekli Yapanı Bildiren Adlar Türeten +çI Eki ............................... 108
2.9. Eşlik ve Birlik Bildiren +dAş Eki ................................................................ 129
2.10.Soyut ve Somut Adlar Türeten +lXk Eki .................................................... 133
2.11.Yokluk ve Olumsuzluk Anlamı Katan Ekler .............................................. 149
2.12.Ad Kökleriyle Aynı Karakteri Gösteren Sözcükler Türeten Ekler ............. 158
2.12.1. +lXg.................................................................................................. 158
2.12.2. +dXŋ................................................................................................. 162
2.12.3. +sOk ................................................................................................. 164
2.12.4. +(A)ŋ................................................................................................ 166
2.12.5. +AgU, +AŋU ve +gU ....................................................................... 166
2.12.6. +gAy ................................................................................................ 170
2.13. Aitlik Bildiren +kI Eki ............................................................................... 172
2.14. Addan Ad Yapan Diğer Ekler .................................................................... 177
2.11.1.+sA, +sı ............................................................................................. 177
2.11.2. +dUz ............................................................................................... 178

3. EYLEMDEN AD YAPIM EKLERİ................................................................. 180


3.1. Hem Geçişli hem de Geçişsiz Eylem Tabanlarına Gelen Ekler................... 180
3.1.1. –(X)g .................................................................................................. 180
3.1.2. –(O)k .................................................................................................. 196
3.1.3. –Xş ..................................................................................................... 225
3.1.4. –(X)nç................................................................................................. 230
3.1.5. –(X)m ................................................................................................. 235
3.1.6. –Xn ..................................................................................................... 242
3.1.7. –(U)t ................................................................................................... 255
3.1.8. –mA.................................................................................................... 258
3.1.9. –gI....................................................................................................... 264
3.1.10. –(X)z................................................................................................. 265
3.1.11. –gXn ................................................................................................. 269
3.1.12. –(X)l ................................................................................................. 275
3.1.13. –dU ................................................................................................... 278
3.1.14. –(X)ŋ ................................................................................................ 279
3.1.15. –I ve –şI............................................................................................ 281
3.2. Alet ve Eşya Adları Yapan Ekler ................................................................ 287
3.2.1. –çUk (-çUg) ve –gUç ......................................................................... 287
3.3. Geçişli ya da Geçişsiz Eylem Tabanlarına Gelen Ekler ............................. 290
3.3.1. –(X)gçI ............................................................................................... 290
3.3.2. –(X)mlXg ........................................................................................... 291
3.3.3. –gA ..................................................................................................... 292
3.3.4. –gAn ................................................................................................... 298
3.3.5. –mAn.................................................................................................. 302
3.3.6. –mXr................................................................................................... 305
3.3.7. –gAk ................................................................................................... 309
3.4. Diğer Ekler ................................................................................................... 312
3.4.1. –gUr.................................................................................................... 312
3.4.2. –mAç .................................................................................................. 315
3.4.3. –(A)v .................................................................................................. 320

vii
3.4.4. –(A)vul .............................................................................................. 323
3.4.5. –gıç ..................................................................................................... 332

4. ADDAN EYLEM YAPIM EKLERİ ................................................................ 333


4.1. Addan Türeyen Eylem Biçimleri ................................................................ 333
4.1.1. +A- ..................................................................................................... 333
4.1.2. +lA- ................................................................................................... 349
4.1.3. +dA- ................................................................................................... 376
4.2. Duymak ve Algılamakla İlgili Eylemler Türeten Ekler ............................... 382
4.2.1. +(X)(r)kA-.......................................................................................... 382
4.3. +rA- ve +KrA- Ekleri ile Türeyen Sözcükler............................................... 385
4.3.1. +rA- ve +KrA Ekleri ile Türeyen Yansıma Sözcükler....................... 385
4.3.2. +rA- Eki ile Türeyen Diğer Sözcükler ............................................... 387
4.4. Geçişsiz Eylemler Türeten Addan Eylem Yapım Ekleri.............................. 389
4.4.1. +I- ..................................................................................................... 389
4.4.2. +U- ..................................................................................................... 394
4.4.3. +(A)y- (< ET +(A)d-)......................................................................... 395
4.4.4. +(X)k-................................................................................................. 398
4.4.5. +(A)r- ................................................................................................. 402
4.4.6. +(X)l-.................................................................................................. 409
4.5. Eylem ve Eylemsizlik Tipleri....................................................................... 411
4.5.1. +sA-.................................................................................................... 411
4.5.2. +şA-.................................................................................................... 413
4.6. Diğer Ekler ................................................................................................... 415
4.6.1. +gA- ................................................................................................... 415
4.6.2. +GAr- ................................................................................................. 416

5. EYLEMDEN EYLEM YAPIM EKLERİ........................................................ 418


5.1. Karşılıklı ya da Birlikte Yapmayı Bildiren İşteş Eylem Türeten Ekler .... 418
5.1.1. –(X)ş- ................................................................................................. 418
5.2. Orta Çatı Ekleri, Dönüşlü ve Geçişsiz Eylemler Türeten Ekler................... 446
5.2.1. -(X)n-.................................................................................................. 446
5.2.2. -(X)k-.................................................................................................. 478
5.3. Edilgen Eylem Türeten Ekler ....................................................................... 483
5.3.1. –(X)l-.................................................................................................. 483
5.4. Ettirgen Eylem Türeten Biçimler ................................................................. 529
5.4.1. -Ar- ............................................................................................... ... 529
5.4.2. –(U)r-.................................................................................................. 533
5.4.3. -GXr- .................................................................................................. 539
5.4.4. –(X)z- ................................................................................................. 545
5.4.5. –(X)t-.................................................................................................. 547
5.4.6. –tUr- ................................................................................................... 594
5.4.7. –gUz-.................................................................................................. 612
5.5. Diğer Ekler ................................................................................................... 615
5.5.1. -sA-..................................................................................................... 615
5.5.2. -GUlA- ............................................................................................... 617

6. SONUÇ................................................................................................................ 620
viii
DİZİN ...................................................................................................................... 621

KAYNAKÇA .......................................................................................................... 631

ÖZGEÇMİŞ .......................................................................................................... 651

ix
KISALTMALAR

a.g.e. adı geçen eser


Abuş. Abuşka Lûgati veya Çağatay Sözlüğü.
AD “Çağatay Şairi Atayî’nin Gazelleri”.
AH Atabetü’l-Hakayık.
Alt. Altayca
AOH Acta Orientalia Hungarica
Ar. Arapça
AratBN Gazi Zahirüddin Muhammed Babür Vekayi. Babür’ün
Hatıratı.
AŞNL Nevaiy Asarları Lugati.
AŞV ‘Alī Şīr Nevāyī, Vakfiye.
Az. Azerice
BabD Bâbür Divânı.
BBev. The Bábar-Náma.
BHD Bayram Han’ın Türkçe Divanı.
BK Bilge Kağan Yazıtı.
bkz. bakınız
Blk. Balkarca.
BN Bâbürnâme: Gazi Zahirüddin Muhammed Babur (Kabil
ve Hindistan bölümleri).
BOMoğ. Batı Orta Moğolca
Br. Brahmi
Bşk. Başkırtça
BşkTH Başkort TiliniŋHüzlügi.
BT III Das uigurishe Insadi-Sutra.
BT VIII Die Uigurische Übersetzung des Guruyogas “Tiefer
Weg” Sa-skya Pandita und der Mañjusrīnamasamgīti.
Bur. Buryat Moğolcası
BV ‘Alī Şīr Nevāyī, Bedāyi‘u’l-vasat, Üçüncü Divan.
c. cilt
CC Codex Cumanicus.
Chuas. Chuastuanift (Chuastuanift’ten alınan örnekler
EDPT’den alıntılanmıştır ve EDPT’den sayfa numarası
verilmiştir).
Çağ. Çağatayca
çev. Çeviren
ÇİK Hālis’s Story of İbrāhīm, A Central Asian İslamic Work
in Late Chagatay Turkic.
Çin. Çince
x
ÇKT Çağatayca Kur’an Tefsiri 21a-41b.
Çuv. Çuvaşça
DanKelly Mahmud al-Kašγari, Compendium of the Turkic
Dialects (Dīwan Luγat at-Turk). I-III.
DİA Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi.
DLT Divanü Lûgat-it Türk Tercümesi.
DN Yusuf Emîrî, Dehnâme.
DS Derleme Sözlüğü.
DTO Dictionnaire turk-oriental.
DTS Drevnetyurkskiy slovar’.
DTü. Doğu Türkçesi
EAT Eski Anadolu Türkçesi
EDAL Etymological Dictionary of the Altaic Languages.
EDPT An Etymological Dictionary of Pre-thirteenth-Century
Turkish.
ÊS Etimologiçeskogo slovar’ çuvaşskogo yazıka.
Es. Çuv. Eski Çuvaşça
ÊSTYa Etimologiçeskiy slovar’ tyurkskih yazıkov I-VII.
ET Eski Türkçe
Far. Farsça
c
FK Alī Şīr Nevāyī: Fevāyidü’l-Kiber.
FŞ ‘Alī Şīr Nevāyī, Ferhad ü Şîrîn.
GDo. Güneydoğu
GD The Dīvan of Gada’ī.
GN Gül ü Nevrûz. Elyazma. British Museum, Add. 7914, s.
50b-114a.
GS Nur Garaibü’s-Sıgar, Nuruosmaniye yazması.
GS ‘Ali Şīr Nevayī, Garaibü’s-sıgar.
H Zur Heilkunde der Uiguren, I; II.
Hak. Hakasça
HakRSl Hakassko-russkiy slovar’.
Hal. Halha Moğolcası
HamTouen Bu kısaltma UW’nin bibliyografyasıdaki
HamTouHou’ya işaret eder.
HarT Harezm Türkçesi
HBD Hüseyin Baykara Divanı.
Hlç. Halaçça
HLN Hocendi: Latafat-name.
HM ‘Alī Şīr Nevāyī, Hamsetü’l-Mütehayyirin.
HN Molla Nizamü’d-din Ahunum. Hikmet-i Nizamü’d-din
(c. II, 1a-55b varaklar).
HPR “Ali Şir Nevayi’nin “Halat-ı Pehlevan Muhammed”
Risalesi”.
Ht IV Bu metinden alınan örnekler Erdal, 1991’den
aktarılmıştır.
Ht V Die Übersetzung der Biographie Hüen-tsang. I.
Bruchstücke des 5. Kapitels.
Ht VII Bu metinden alınan örnekler Erdal, 1991’den
aktarılmıştır.

xi
HYZ Hamidi. Yusuf u Zeliha. Elyazma, İstanbul Topkapı
Kütüphanesi, Revan 832.
IB Irk Bitig: The Book of Omens.
İH El-İdrak Haşiyesi.
İM Cemâlü'd-dîn İbni Mühennâ: Hilyetü’l-İnsân ve
Heybetü'I-Lisân. İbnü Mühennâ Lûgati.
İRLTYa İstoriçeskoye Razvitie Leksiki Tjurkskih Yazıkov.
JSFOu Journal de la Société Fino-Ougrienne.
Kaç. Kaça ağzı (Bugünkü Hakasçayı oluşturan dillerdendir)
Karg. Karagasça
Kaz. Kazakça
KazTS Kazak Türkçesi Sözlüğü.
KB Kutadgu Bilig.
KÇ Küli Çor Yazıtı.
Kırg. Kırgızca
KırgS Kırgız Sözlüğü.
KKırg. Kara Kırgız
KKlp. Karakalpakça
KKlpRSl Karakalpaksko-russkiy slovar’.
KMD “Kâmran Mirza’nın Divanı I”.
KN Kelürname.
Kom. Komanca
Koyb. Koybalca
KP La version ouggoure de l’histoire des princes
Kalyanamkara et Papamkara.
Krç. Karaçayca
KSz Keleti Szemle
KT Kül Tigin Yazıtı.
KTS Kıpçak Türkçesi Sözlüğü.
Kum. Kumukça
KUŞ Doğu Türk Yazı Dili Araştırmaları I, Kul ‘Ubeydi (XVI.
yüzyıl) ve Kul Şerif (XVII. Yüzyıl).
KutbHŞ Najstarsza wersja turecka Husrav u Širin.
Küer. Küerik
KWb Komanischen Wörterbuch Türkischer Wortindex zu
Codex Cumanicus.
LÇ Lugat-i Çağatay ve Türkî-i Osmanî.
LD Mevlâna Lutfi Divanı.
Leb. Lebed ağzı
LM ‘Alī Şīr Nevāyī, Leylî vü Mecnûn.
LT ‘Alī Şīr Nevāyī, Lisānü’t-tayr.
MI Türkische Manichaica aus Chostscho.
M III Türkische Manichaica aus Chostscho. III. Nebst einem
christlischen Bruckstück aus Bulayıq.
M “Ali Şir Nevaî’nin Münacatı”.
Man. Mançuca
ME ‘Alī Şīr Nevāyī, Mîzânü’l-evzân (Vezinlerin Terazisi).
ME Mukaddimetü’l–Edeb.
Meb. The Mabâni’l-Lughat being a Grammar of the Turki
Language in Persian bay Mirzâ Mehdi Khan.
xii
Mec. Nevâ’î. Mecâli’sü’n-nefâis. Elyazma. İstanbul
Üniversite Kütüphanesi T. Y. 841.
MKb ‘Alī Şīr Nevāyī, Mahbûbü’l-kulûb.
ML ‘Alī Şīr Nevayī, Muhakemetü’l-lugateyn.
MMü Meyveler Münazarası - Doğu Türkçesi.
MN ‘Alī Şīr Nevāyī, Mecâlisü'n-nefâyis I (Giriş ve Metin), II
(Çeviri ve Notlar).
MNa Xwarizmi: Muhabbet-nâme. (Bu metinden alınan
örnekler EDPT’den aktarılmıştır.).
Moğ. Moğolca
N Quatr. Chrestomathie en turc Orientals. 1841 (Ali Şir
Nevâyî’nin Muhakemetü’l-Lugateyn ve Tarih-i Mülûk-i
‘Acem adlı eserlerini içerir).
Nehc. Nahcu’l-Faradis.
Nij. Nijniy Novgorod ağzı
NM ‘Alī Şīr Nevāyī, Nesâyimü'l-Mahabbe min Şemayimi'l-
Fütüvve.
NN ‘Alī Şīr Nevāyī, Navâdürü’n-nihâye.
Nog. Nogayca
NŞ ‘Alī Şīr Nevāyī, Nevâdirü’ş-şebâb, İkinci Divan.
NT Neseb-nâme Tercümesi.
Nu. Numara
Oğ. Die Legende von Oghuz Qaghan.
Orh. Orhon Yazıtları.
Osm. Osmanlıca
OT Orta Türkçe
OyrRSl Oyrotsko-russkiy slovar’.
ÖŞL Özbek Şiväläri Leksikasi.
Özb. Özbekçe
Pal’mbax-TuvRSl Tuvinsko-russkiy slovar’.
Rabg. Nasırü’d-din bin Burhanü’d-din Rabguzi: Kısasü’l-
Enbiya (Peygamber Kıssaları).
Rif. İbnü Mühennâ Lûgati.
RKWb. Kalmückisches Wörterbuch .
s. sayı
Sag. Sagayca
SD Mevlânâ Sekkâki Divanı.
SDD Türkiyede Halk Ağzından Söz Derleme Dergisi.
Seng. Sanglax. A Persian Guide to the Turkish Language by
Muhammad Mahdi Xan.
Sİ ‘Alī Şīr Nevāyī, Sedd-i İskenderî.
SM “Ali Şîr Nevâyî– Sirâcü’l-Müslimîn 1”.
Soy. Soyotça
SS ‘Alī Şīr Nevāyī, Seb'a-i Seyyare.
St. Comprehensive Persian-English dictionary, including
the Arabic words and phrases to be met with in Persian
literature.
Suci Suci Yazıtı (Bu metinden alınan örnekler EDPT’den
aktarılmıştır.)
Suv. Uygurca Altun Yaruk (Suvarnaprabhasasutra).
xiii
SUyg. Sarı Uygurca
Şeybâni Bahrü’l-Hüdâ. Elyazma. British Museum, Add. 7914,
s. 1622.
ŞHD Şiban Han Dîvânı.
ŞN1 Muhammed Salih, Şeybâninâme (1b-696).
ŞN2 Muhammed Salih, Şeybani-name (69b-138b).
ŞN3 Muhammed Salih, Şeybani-name (138b-182b).
ŞN4 Muhammed Salih, Şeybani-name (182b-217b).
Şor. Şorca
ŞTe Ebulgazi Bahadır Han Şecere-i Terakime
(Türkmenlerin Soykütüğü).
ŞTü Şecere-i Türk’e Göre Moğol Boyları.
Şu. Şine Usu Yazıtı (Bu metinden alınan örnekler
EDPT’den aktarılmıştır.)
Tar. Tarançi şivesi
TarS XIII. asırdan günümüze kadar kitaplardan toplanmış
tanıklarıyla tarama sözlüğü.
Tat. Tatarca
TatK Kırım Tatarcası
TDA Türk Dilleri Araştırmaları
TDAY Türk Dilleri Araştırmaları Yıllığı
TDK Türk Dil Kurumu
Tef. Leksika sredneaziatskogo Tefsira XII-XIII v.v..
TEH Ali Şir Nevayi’nin Risaleleri Tarih-i Enbiya ve
Hükemâ, Tarih-i Müluk-i Acem, Münşeat.
Tel. Teleüt
TES Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü.
TETL Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugatı I. Cilt A-
E.
THASDD Türkiyede Halk Ağzından Söz Derleme Dergisi.
Tkm. Türkmence
TkmDS Türkmen Diliniŋ Sözligi.
TMEN Türkische und mongolische Elemente im Neupersischen
I-IV.
TN Seyyid Ahmed Mirza, Taaşşuknâme.
Toŋ. Tonyukuk Yazıtı.
Trk. Türkçesi
TS TDK Türkçe Sözlük.
TT I Türkische Turfantexte I.
TT II Türkische Turfantexte II.
TT III Türkische Turfantexte III.
TT IV Türkische Turfantexte IV.
TT V Türkische Turfantexte V.
TT VI Türkische Turfantexte VI. Das buddhistische Sutra
Säkiz Yükmäk.
TT VII Türkische Turfan-Texte VII.
TT VIII Türkische Turfantexte VIII. Texte in Brahmīschrift.
TT X Türkische Turfantexte III.
TTASl Tatar Tiliniŋ Anlatmalı Süzligi.
TTDS Tatar Tiliniŋ Dialoktologik Süzligi.
xiv
TTK Türk Tarih Kurumu
TTS Tarama Sözlüğü.
TTü Türkiye Türkçesi
Tuba Altaycanın Tuba şivesi
Tun. Tunguzca
Tuv. Tuvaca
TuvRS Tuvinsko-russkiy slovar’.
Tü. Türkçe
TZ Et-tuhfetü’z-zekiyye fi’l lügati’t-türkiyye.
UI Uigurica I. 1. Die Anbetung der Magier, ein
christliches Bruchstück. 2. Die Reste des buddhistichen
“Goldglanz-Sutra”. Ein vorleufiger Bericht.
U II Uigurica II.
U III Uigurica III. Uigurische Avadana-Bruchstücke (I-VIII).
U IV Uigurica IV.
UAJb Ural-Altaische Jahrbücher
USp. Uigurische Sprachdenkmäler.
UTİL Uzbek Tilining İzahli Lugati.
UW Uigurisches Wörterbuch, Sprachmaterial der
vorislamischen türkischen Texte aus Zentralasien, I-VI.
Uyg. Uygurca
UygRSl Uygursko-Russkiy slovar’.
vb. ve benzeri.
VBul. Volga Bulgarcası
Vel. Slovar’ çagataysko-tureckiy.
VEWT Versuch eines Etymologischen Wörterbuchs der
Türksprachen.
vol. volume
Wb. Versuch eines Wörterbuches der Türk-dialecte.
Yak. Yakutça
YakAlmWb Über die Sprache der Jakuten.
YUTS Yeni Uygur Türkçesi Sözlüğü.
YUyg. Yeni Uygurca
? şüphe belirtir
< gelişim, köken işareti

xv
1. GİRİŞ

Çağataycada Söz Yapımı adını taşıyan bu tez Yeni Uygurca ve Özbekçe gibi
günümüz Türk dillerinden bazılarının temellerini oluşturan Çağataycanın söz
yapımını ortaya koymak amacıyla seçilmiştir. Orta Asya edebî Türk lehçesi olan
Çağatayca üzerine bugüne kadar pek çok çalışma yapılmıştır, ancak bu çalışmalar
genellikle Çağatayca metinlerin yayımından öteye gitmemiştir. TDK’nın yayımladığı
Ali Şir Nevayi Külliyatı, Çağatayca eserler üzerine hazırlanan tez yayımları bu
çalışmalardan birkaçıdır. Tabi bu metin yayımlarının önceden yapılmış olması
tezimizi hazırlarken bize büyük kolaylık sağlamıştır.

Tezi hazırlarken ilk önce Çağataycanın sözvarlığını ortaya koymamız gerekiyordu.


Bu amaçla Çağataycanın sözvarlığını bütünüyle ortaya koyacak bir sözlük
çalışmasına giriştik. Sözlük çalışmasında ilk olarak ülkemizde yayımlanan Çağatayca
metinlerin dizin kısımlarından faydalanmak suretiyle sözlüğün temellerini attık.
Ancak sözlüğü hazırlarken pek çok metnin dizininin olmadığını gördük, fişleme
yöntemiyle bu metinlerin de sözvarlıklarını tespit ederek sözlüğün içerisine ekledik.
Ayrıca tereddüt edilen noktalarda eserlerin yazma nüshalarına ulaşarak kontrol etme
imkanı da bulduk.

Hazırlanan bu sözlük yardımıyla Çağataycanın sözyapımının ortaya konulması


kolaylamıştır. Çünkü sözyapımının ortaya konulmasında önce sözvarlığının tespit
edilmesi gerekiyordu.

Sözlük yardımıyla türemiş sözcükleri tespit ettik. Sözyapımı ortaya konulurken


Marcel Erdal’ın Old Turkic Word Formation adlı eserini temel alıp bu çalışmadaki
yöntemi kullandık. Ayrıca eklerin belirlenmesinde Janos Eckmann’ın Chagatay
Manual adlı eserinden de yararlandık.

Tez esas itibariyle bir Giriş ve dört ana bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmında
Çağatay adı ve ulusu, Çağatayca ve tez hazırlanırken taranan Çağatayca metinler ve
sözlükler hakkında ayrıntılı açıklamalara yer verilmiştir. Taradığımız metinler ve
sözlükler üzerine yapılan çalışmalar, tezimizi hazırlarken hangi çalışmalardan

1
yararlandığımız da Giriş kısmında ifade edilmiştir. Esas metin ise Addan Ad Yapımı,
Eylemden Ad Yapımı, Addan Eylem Yapımı ve Eylemden Eylem Yapımı olmak
üzere dört bölümden meydana gelmiştir. Bu ana bölümler içinde ekler işlevlerine
göre de ayrılmıştır: Küçültme ve sevgi bildiren ekler (okşamalıklar) ekler, benzerlik
anlamı katan ekler, hem geçişli hem de geçişsiz eylem tabanlarına gelen ekler,
edilgen eylem türeten ekler vb.

Ekler altında o eklerle türemiş sözcüklerin ek, kök ayrımları, Tarihi Türk
Dillerindeki biçimleri, sözcük hakkında kaynaklardan kaydedilen bilgiler aktarılmış,
varsa kendi görüşlerimiz de belirtilmiştir. Sözcükler açıklandıktan sonra metinlerden
sözcüğün içinde geçtiği beyit ve cümle örnekleri de örneklem açısından aktarılmıştır.
Yine metinlerde yer alan sözcüklerin Çağatayca sözlüklerde de yer alıp almadığı da
kontrol edilmiş, sözcüklerin sözlüklerde geçtiği anlamlar da verilmiştir. Daha önce
yayımlanmış metinlerden örnekler aktarırken tereddüt edilen noktalarda eserlerin
yazmalarınına mümkün olduğunca başvurulmuş ve bu sayede hatalı okumalar
düzeltilmiştir. Örneğin birçok metinde kapalı é’li olması gereken biçimler /i/ ya da
/e/ ile gösterilmiştir. Bu konuda da yazım birliğine gidilmiş ve hepsi kapalı e /é/ ile
gösterilmiştir.

Yine sözcükler üzerine dururken yeni çıkan yayımlardan yararlanılarak ya da kendi


görüşümüz doğrultusunda okuyuş düzeltilerinde bulunularak düzenlemeler
yapılmıştır. Örneğin, bazı metinlerde tüşük ‘delik, oyuk’ biçiminde okunan sözcük
töşük; tolum ‘silah, askeri teçhizat’ sözcüğü tulum, köleke ‘gölge’ sözcüğü kölege;
ükül- ‘toplanmak’ sözcüğü de ügül- biçiminde düzeltilmiştir. Bunlar gibi başka
düzeltilere de tezde yer verilmiştir.

Teze mümkün olduğunca Çağataycadaki türemiş sözcüklerin çoğu alınmaya çalışıldı.


Ancak bu noktada da çok dikkatli davranmak gerekiyordu. Meselâ Çağatayca
metinleri tararken türemiş olduğunu düşündüğümüz ancak kökünü tam olarak
belirleyemediğimiz sözcüklerle karşılaştık. Bunları teze almadık. yartı ‘yarım,
yarılmış’, yargag ‘Kazak ve Moğolların deriden diktikleri kürk’, bagışda- ‘bağdaş
kurmak’ sözcüklerini böyle sözcüklere örnek olarak verebiliriz.

yartı ‘yarım, yarılmış’ sözcüğünü önce –dU eki ile türeyen sözcükler arasına
almıştık, ancak tam olarak sözcüğün ekinden emin olmadığımız için teze almaktan
vazgeçtik. yargag ‘Kazak ve Moğolların deriden diktikleri kürk’ sözcüğünü de kökü

2
ve eki konusunda tereddüt geçirdiğimiz için teze almadık. Türemiş olan ancak
tezimize almadığımız sözcüklerden biri de bagışda- ‘bağdaş kurmak’dır. Bu sözcüğü
yalnızca bir tek Seb'a-i Seyyare adlı Çağatayca metinde rastladık, sözcüğün köküne
Çağatayca ve diğer Tarihi Türk dillerinde rastlamadığımız için sözcüğe tezde yer
vermedik.

Bunlar sadece birkaç örnek. Bu şekilde kökünden ve ekinden emin olmadığımız, tek
bir metinde, tek bir yerde geçen sözcükleri de teze almadık. Sonuç olarak kökünden
ve ekinden büyük oranda emin olduğumuz, tereddüt geçirmediğimiz sözcükleri aldık.
Bunların sayısı da yaklaşık 2000 kadardı.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi tezde yaklaşık 2000 sözcük üzerinde durduk. Bunun
dışında çok bilinen sözcüklerin gelişimlerini ayrıntılı bir şekilde açıklamadık,
yalnızca köşeli parantez içinde hangi metinde geçtiğini belirterek ekin işlendiği
bölümün sonunda aktardık.

Tezi hazırlarken Çağataycadan önceki Tarihi Türk Dillerinde pek fazla


rastlamadığımız ekler de karşımıza çıktı. –(A)vul, +(X)mtul, -gUr, -XrkA-, +şA-,
-gUlA- gibi ekler bunlar arasında sayılabilir.

Bunun yanında önceki dönemlerde görülmeyen pek çok sözcüğe de rastladık.


kumalak ‘yuvarlak’, kangalduruk ‘kalkan sapı’, kurumsak ‘ok koyulan kılıf, ok
kılıfı’, çatlaguç ‘sakız’, soymaç ‘soymaç oyunu’, çagdavul ‘ordunun arkasından
giden bölük’, dakavul ‘maiyet, alay; hizmetçi, uşak’, butraş- ‘parçalamak; perişan
olmak’, vb. sözcükler bunlar arasında sayılabilir.

Tezde bir farklılık olarak bazen sözcüklerin açıklamalarında özellikle tez izleme
kurulunda yer alan hocalarımızın yeni görüşleri de karşılıklı görüşme şeklinde
parantez içinde belirtilmek suretiyle aktarılmıştır.

Sözcükler açıklanırken her madde başında öncelikle parantez içinde sözcüğün kök ve
ek ya da ekleri gösterilmiş, daha sonra açıklama kısmına geçilmiş ve sözcüklerin
biçimbirimlerinin doğru bir şekilde tespit edilmesine gayret edilmiştir.

Tezde parantezli referans sistemi tercih edilmiştir, kısaltmalar ve kaynakça kısmı


buna göre düzenlenmiştir.

3
1. 1. Çağatay Adı ve Çağatay Ulus’a Dair

Çağatay adı, babası tarafından Moğol imparatorluğu paylaştırılırken Maveraünnehir


(Harezm hariç), Balkaş Gölünün güneydoğusundaki İli ırmağı havzası, Gazne ve
Kabil’e kadar Pamir yöresi, Doğu Türkistan ve Cungarya’yı alan Cengiz Han’ın
ikinci oğlunun adından gelmektedir. Çağatay Han’ın bu topraklarda 1227’de kurduğu
devlet 1370’e değin varlığını sürdürmüştür. Çağatay Han, önce ağabeyi Coçi Han ve
ardından babası ölünce hanedanın en yaşlı üyesi olmuştur. Buna karşın kardeşi
Ögedey’in Kağan (büyük han) olmasına karşı çıkmamış ve topraklarını ona bağlı
kalarak yönetmeye devam etmiştir.

Çağatay Han’ın 1241'de ölümünden sonra yerine vasiyeti üzerine torunu Kara
Hülegü geçmiştir. Bu dönemde Çağatay Hanlığı kuruluşunu tamamlamıştır. Kısa bir
süre Kara Hülegü’nün yerine 1246’da Çağatay’ın küçük oğlu Yisü-Möngke başa
geçmiş ancak kısa süre sonra ülkede çıkan iç karışıklıklardan yararlanarak tahtı
Möngke ele geçirmiş ve tahttaki Yisü-Möngke’yi tahttan indirerek onun yerine
yeniden Kara Hülegü’yü tayin etmiştir. Ancak Kara Hülegü tahtı devralmaya
giderken yolda ölmüş (1252) ve 1252-1261 arasında yönetimi Kara Hülegü’nün
hanımı Organa ele almıştır. Ondan sonra Çağatay'ın torunu Algu, Kubilay Han ile
Arıkboğa arasındaki taht mücadelesinin yol açtığı iktidar boşluğundan yararlanarak
Harezm, Batı Türkistan ve Afganistan’ı da sınırlarına katmış ve iktidarı ele
geçirmiştir. 1266 yılında annesi Organa’nın da desteğini alarak tahta çıkan
Mübarekşah, İslam dinini kabul eden ilk Çağatay Hanı olmuştur.

Görüldüğü gibi sürekli taht mücadelesi yaşanan Çağatay devleti topraklarında bir
türlü istikrar sağlanamamış ve tam anlamıyla bağımsızlık elde edilememiştir.
Çağatay Hanlığının yeniden toparlanması Barak Han’ın oğlu Duva Han’ın saltanatı
sırasında gerçekleşmiştir.

Duva Han’ın saltanatından sonra tahta çıkan Kebek Han’ın yönetiminde (1318–26)
Çağatay Hanlığı en parlak dönemini yaşamıştır. Bu dönemde Çağatay ekonomisi
gelişmiş ve ilk Çağatay parası Kebeki basılmıştır. Kebekten sonra tahta çıkan
Elçigidey ve Duva-Timur’un saltanatları kısa sürmüştür. Onlardan sonra tahta çıkan
Tarmaşirin döneminden (1326–34) sonra hanlık, doğu ve batı olarak ikiye
ayrılmıştır. Doğuda tahta çıkan Tuğluk Timur (1359–70) batı bölgesini ele geçirerek
4
Çağatay topraklarını yeniden birleştirmiştir. Ama bu sırada Timur, hanlık için bir
tehlike olarak belirmeye başlamıştır. Çağatay Hanlığı’na bağlı Semerkant emirinin
hizmetinde bulunan Timur, önce Semerkant’ı, sonra Çağatay topraklarını ele
geçirmiştir (bkz. Grousset, 1993; Roux, 2001a; Roux, 2001b; Bartold, 1988, 266;
Ölmez, Z., 2007, 173-220).

Çağatay sözcüğü devletin resmi adı olarak Barak Han’ın oğlu Duva Han’ın saltanatı
sırasında kullanılmaya başlanmıştır. Bunun yanında Çağatay ulusunun askeri gücünü
meydana getiren Maveraünnehir’in Türk ve Türkleşmiş göçebelerine de Çağatay adı
verilmiştir. Buna karşın, devletin doğusunda yaşayan göçebelere “Moğol” denmiştir
(Eckmann, 1966, 2). Çağatay hanedanının saltanatı sona erdikten sonra da göçebe
Çağataylar 15. yüzyıla kadar adlarını muhafaza etmişler, 16. yüzyılda Timurlular
devleti yıkıldıktan sonra da göçebe Özbeklere karışmışlardır. H. Vámbéry’nin ifade
ettiğine göre, Kırgız (= Kazak), Karakalpak ve Özbekler arasında Çağatay
kabilelerinin bulunması Çağatay adının Timurlular devleti yıkıldıktan sonda yaşama
devam ettiğini göstermektedir. Bunun yanında, N. A. Aristov, 19. yüzyıl sonlarına
kadar Hive ve Zerefşan vadisi Özbekleri arasında Çağatay adını taşıyan kabilelerin
yaşadığını kaydeder. Ayrıca Çağatay adının bazı yer adlarında da yaşadığı
görülmektedir. İran’da Çağatay adlı bir yer ve dağ adı, yine Taşkent’in bazı
mahallelerinin adında Çağatay adı geçmiştir. Çağatay kapkası “Çağatay kapısı”,
Çağatay tepa “Çağatay tepesi”, Çağatay yangi şahar “Çağatay yeni şehri”, vb
(Eckmann, 1966, 3).

Önce Çağatay ulusunda yaşayan göçebe Türklerin daha sonra da Çağatay Hanlığının
hakim olduğu bütün topraklardaki Türk ve Türkleşmiş göçebe unsurların dili olan
Çağatay tili veya Çağatay türkisi Timurlular zamanında Türk yazı dili manasını
kazanmıştır. Buna karşılık Çağatay sözcüğüne 15. ve 16. yüzyıl yazarlarında bu
anlamıyla rastlanmaz. Bunun yerine türkî, türk(î) tili, türkî lafzı, türk elfâzı, Türkçe,
Türkçe til gibi genel terimleri tercih etmişlerdir. Dönemin ünlü yazar ve şairi Ali Şir
Nevâyî Muhakemetü’l-lugateyn adlı eserinde Türkî, Türkçe ve Türk dili genel
ifadelerini kullanmıştır: “Sart ulusınıŋ erzalidin eşrafıgaça ve ‘amisidin
danişmedigaça hiç kaysı Türk tili bile tekellüm kıla almaslar.” (Özönder, 1996, 169
ve 2003). Buna karşılık daha sonraları yazdığı Mizânü’l-evzân adlı eserinde
döneminin edebi dilini ifade etmek için Çağatay lafzı terimini kullanmıştır: “Acem
şu‘arası ve Fürs fusahası her kaysı uslubda kim söz arusıga cilve vü nümayiş birip
5
irdiler, Türk tili bile kalem sürdüm ve her niçük ka‘idede kim ma‘na ebkarıga zīb ü
arayiş körgüzüp irdiler, Çagatay lafzı bile kalem urdum” (Eraslan, 1993, 11 ve 67).

17. yüzyılda Çağatay dilinin önde gelen yazarlarından Ebu’l-gazi Bahadır Han da
Şecere-i Terâkime adı eserinde bu dönemin dili için Türkâne, Türkî ve Türk tili genel
ifadelerini kullanmıştır (Ölmez, Z., 1996, 32). Yazar yine bir başka eseri olan Şecere-
i Türk’te de Çagatay Türkīsi terimini kullanmıştır (Ölmez, Z., 2003, 30).

Mirza Mehdi Han da Senglah adlı Çağatayca-Farsça sözlüğünün mükaddimesini


meydana getiren “Mabâni’l-lugat”ta tasvir ettiği dil için kimi zaman lugat-i turk,
lugat- turki kimi zaman da lugat-i çagatay terimlerini kullanmıştır. Abuşka
sözlüğünün bir başka adında da Çağatay terimine rastlıyoruz. Abuşka sözlüğünün bir
diğer adı da al-lugat an-nava’īya va’l-istişhadat al-çagata’īya’dır (Eckmann, 1966, 5;
bkz. Eren, 1950, 145-163; Ölmez, Z., 1998, 137-144).

Batı dünyasında ise Çağatay sözcüğü 19. yüzyılda dikkat çekmeye başlamıştır. Bu
konuda özellikle H. Vámbéry’nin Ćagataische Sprachstudien adlı eseri etkili
olmuştur (Vámbéry, 1867). Vámbéry’den sonra József Thury, Martin Hartmann gibi
Türkologlar Vámbéry’yi takip ederek Çağatay sözcüğünü geniş manada
kullanmışlardır. Bunun yanında Türk lügatçisi Şeyh Süleyman Efendi Lûgat-i
Çağatay ve turkî-yi Osmanî adlı meşhur sözlüğüne Çağataycadan başka Özbekçe
sözcükleri de almakta bir sakınca görmemiştir (Şeyh Süleyman, 1298). Bunun
yanında Fransız doğubilimcileri E. Marc Quatremère ve A. Pavet de Courteille ve
Alman lügatçisi J. Thedor Zenker “Doğu Türkçesi” tabirlerini tercih etmişlerdir
(Eckmann, 1966, 6).

Rus Türkologlar ve Rus ekolünü takip eden Türkologlar Çağatay sözcüğünün


anlamını daraltmışlardır. W. Radloff, F. E. Korş, Çağatayca terimi ile Uygurca
sonrası Orta Asya edebiyatının malzemelerini işaret etmektedirler ve bu şekilde
“Doğu Türkçesi” terimini daha geniş manada kullanmışlardır. Radloff, Doğu
Türkçesi terimini yaşayan Sibirya lehçelerine bağlar; Korş ise, Orhon Türkçesi,
Uygurca, Çağatayca ve Kumancayı içine alan bir lehçe grubuyla Karagas, Koybal,
Sagay ve Salır şivelerini katmaktadır (Eckmann, 1958, 119).

İkinci Dünya Savaşından sonra özellikle Sovyet Türkologları, Çağatayca teriminin


yerine Orta Asya İslami Türk yazı dilinin Çağatayca döneminden öncesini de içine
aldıkları dönem için “Özbekçe” ve “Eski Özbekçe” tabirlerini kullanmışlardır. Bu
6
Türkologlardan birisi A. M. Şçerbak’tır. O da bu terimi kullanarak Eski Özbekçe’yi
üç döneme ayırmıştır:

1. Eski Özbekçeye Batı Türkçesi (“Kıpçak”) ve Güney Türkçesi unsurlarının


girmesi. Bu gelişme Moğol istilasıyla son bulur. (10-13. yüzyıllar),

2. Yapay yazılı dili. Çağatay terimi bu döneme aittir (14-17. yüzyıllar),

3. Mahalli dil unsurlarının yazı diline girmesi (17-18. yüzyıllar) (Eckmann,


1966, 8).

Çok fazla kabul görmeyen bu ayırımın yanında A. N. Samoyloviç ve Fuat


Köprülü’nün farklı bakış açılarını yansıttıkları görüşleri ve ayrımları dikkat çeker.
Samoyloviç, Çağatayca terimini 15. ve 20. yüzyıllar arasında Orta Asyada konuşulan
edebi Türk dili için kullanmış ve Orta Asya edebî Türk dilini aşağıdaki devirlere
ayırmıştır.

1. Karahanlı Türkçesi ya da Kaşgar Türkçesi devri (11.-13. yüzyıllar);

2. Kıpçak-Oğuz Türkçesi devri (13.-14. yüzyıllar);

3. Çağatayca devri (15.-19. yüzyıllar);

4. Özbekçe devri (20. yüzyıl)

Samoyloviç, Orta Asya edebî Türk dilinin üçüncü devresi olarak ifade ettiği
Çağataycayı da dört döneme ayırmıştır.

1. İlk Çağatayca ya da Nevâyî’den önceki Çağatayca devri (15. yüzyılın


başlarından Nevâyî’nin ilk eserini verdiği 1465 yılına kadar)

2. Klasik Çağatayca devri (1465-16. yüzyılın ortaları)

3. Klasik devirden sonraki Çağatayca devri (17. yüzyıın sonuna kadar)

4. Son Çağatayca devri (18. ve 20. yüzyıllar) (Samoyloviç, 1928, 23).

Bu konuda önemli değerlendirmelerde bulunan ve farklı bir bakış açısı getiren diğer
bir kişi de Fuat Köprülü’dür. Köprülü, Çağatay sözcüğünün anlamını genişletmiştir.
Ona göre, 13.-14. yüzyıllarda Çağatay devleti ve Altınordu’nun kültür merkezlerinde
gelişmiş Orta Asya edebi şivesi olup klasik şeklini 15. yüzyılda, Timurlular
zamanında almıştır. O, Çağataycayı beş devreye ayırır:

1. Erken Devir Çağataycası (13.-14. yüzyıllar);

7
2. Klasik öncesi Çağatayca (15. yüzyılın ilk yarısı);

3. Klasik Çağatayca (15. yüzyılın ikinci yarısı);

4. Klasik Çağataycanın devamı (16.yüzyıl);

5. Gerileme ve Çöküş Devri (17.-19. yüzyıllar) (Köprülü, 1945, 270-323).

Çağatayca üzerine yoğun çalışma ve yayınlarıyla tanıdığımız Macar Türkoloğu János


Eckmann da İslâmi Orta Asya Türk edebî dilini üç devreye ayırmıştır:

1. Karahanlıca ya da Hakaniye Türkçesi (11.-13. yüzyıllar);

2. Harezm Türkçesi (14. yüzyıl)

3. Çağatayca (15. yüzyıl-20. yüzyılın başı);

Eckmann İslâmi Orta Asya Türk edebî dilinin üçüncüsü devresi olarak belirlediği
Çağataycayı da üç döneme ayırmıştır:

1. Klasik Öncesi Devir (15. yüzyılın başlarından Nevâyî’nin ilk eserini verdiği
1465 yılına kadar).
2. Klasik Devir (1465-1600).

3. Klasik Sonrası Devir (1600-192) (Eckmann, 1966, 9; Eckmann, 1958, 119).

Eckmann’ın bu devirlere ayırma görüşleri genellikle kabul görümüştür.

Çağatay Edebiyatını devirlere ayırma konusunda Kemal Eraslan, Mustafa Canpolat


ve Zühal Ölmez de çeşitli değerlendirmelerde bulunmuşlardır (Eraslan, 1993, 168-
176; Canpolat, 2002, 769-776; Ölmez, Z., 2007, 173-220).

Biz de János Eckmann’ın görüşünü benimsiyoruz. Burada onu esas alarak bu devirler
hakkında bilgi vereceğiz.

1. Klasik Öncesi Devir (15. yüzyılın başlarından Nevâyî’nin ilk eserini verdiği
1465 yılına kadar). Bu dönem Eski Türkçenin eskicil özelliklerinin muhafaza edildiği
bir geçiş dönemidir. Bu dönem Harezm Türkçesi ile Çağatayca arasında geçiş
özelliği taşımaktadır. Klâsik şeklini Nevâyî ile bulan Çağatayca ile yazılmış eserlerde
Nevâyî’nin ilk Divan’ına kadar (1495) gittikçe azalan derecede Harezm Türkçesi
özellikleri yer almaktadır.

Bu dönem hakkında görüş ileri süren Kemal Eraslan bu dönemde meydana getirilen
divanların düzen bakımından klâsik devirdeki divanlar kadar gelişmiş olmadıklarını

8
söyler. Bu dönemdeki divanlarda yer alan şiirler genellikle münâcât, na’t, kaside
gazel, muhammes, tuyug ve müfredlerdir. Kimi divanlarda ise, genellikle gazel
tarzında şiirler yer alır. Şiirlerde kullanılan vezinler aruzun remel, hezec ve rezec
bahirlerinin en çok kullanılan vezinleridir (Eraslan, 1993, 169).

Bu dönemin başlıca temsilcileri şunlardır: Sekkâkî, Haydar Harezmî, Lutfî, Yusuf


Emirî, Gedâyî, Atâyî, Ahmedî, Yakınî, Seydî Ahmed Mirza.

2. Klasik Devir (Klasik Çağatayca Dönemi) (15. yüzyılın ikinci yarısı ile 16.
yüzyılın ilk yarısını kapsar)

Bu döneme Nevâyî devri de denmektedir. 1469–1506 yılları arasında hüküm süren,


Herat’ı siyasî merkez olması yanında devrin sanat ve kültür merkezi hâline getiren
Hüseyin Baykara ile onun himayesinde bulunan Ali Şir Nevâyî’nin başlattıkları
dönemdir. 1507’de Özbeklere karşı yapılan savaşta ölen Baykara’dan sonra Klâsik
Çağatay edebiyatı Şeybânîler tarafından Orta Asya’da, Babür ile de Hindistan’da
olmak üzere iki bölgede devam etmiştir. Ali Şir Nevâyî’ye kadar Çağatay Türk
edebiyatı Altın Orda-Harezm lehçeleriyle karışık, dil bakımından istikrarsız bir
durumda idi. Nevâyî’nin büyük dehası bu karışık edebî dili; büyük ve geniş sahalara
yayılmış olan Türk boylarının Özbekler, Kazak, Kırgızların, Uygurların, İdil-Ural
Türklerinin müşterek tek edebî dili hâline getirdi. 19. yüzyıl ortalarına kadar bu
durum devam etmiştir. Bu dönemin başlıca temsilcileri şunlardır: Ali Şir Nevâyî,
Hüseyin Baykara, Hamîdî, Şibân Han, Muhammed Salih, Ubeydî, Bâbür, Meclisî,
Bayram Han (bkz. Eraslan, 1993, 168-176; Köprülü, 1945, 270-323).

3. Klasik Sonrası Devir (16. yüzyılın ikinci yarısından 19. yüzyılın sonuna
kadar).

Orta Asya’nın çeşitli adlar altında süren 250 yıllık siyasî birliği 16. yy.’ın sonlarında
Şibânî hükümdarı Abdullah Han’ın ölümü ile sona ermiş ve Şibânî Hanlığı Hive,
Hokand ve Buhara hanlıkları olmak üzere üçe bölünmüştür. Bu hanlıklar arasındaki
iç savaşlar kültür hayatında da etkisini göstermiş, güçlü şair ve yazarların
yetişmemesi sebebiyle Çağatay edebiyatı gerilemeye başlamış ve zamanla yerini
Özbekçeye bırakmıştır. Bu dönemin başlıca temsilcileri şunlardır: Ebu’l Gazi
Bahadır Han, Munis Harezmî, Agehî, Baba Rahim Meşreb, Saykalî, Sûfi Yâr, Turdı,
Hüveydâ, Muhammed Rıza Agâhî, Ömer Han, Nadire, Uveysî, Mukîmî, Furkat, vb
(Eckmann, 1963, 121-156; Eckmann, 1964, 304-306).

9
1.2. Taranan Çağatayca Metinler

Tezi hazırlarken yaklaşık 50 metnin ve Çağatayca sözlüklerin sözvarlıklarını taradık.


Burada taradığımız metinler ve sözlükler hakkında bilgi vermenin uygun olacağını
düşündük.

Bildiğimiz gibi Çağatayca genel itibariyle 3 döneme ayrılır. İlk dönem Klasik dönem
ya da Nevâyî Öncesi Dönem şeklinde adlandırılır. Bu dönemden taradığımız metinler
içinde şunlar bulunmaktadır:

Mevlâna Sekkâki Divânı

Mevlâna Sekkâki’nin XIV. yüzyılın ikinci yarısı ve XV. yüzyılın ilk yarısında
yaşadığı tahmin edilmektedir. Mevlâna Sekkâki’ye ait ilk bilgilerimizi Ali Şîr
Nevâyî’nin Mecâlisü’n-nefâis adlı şairler tezkiresinden öğrenmekteyiz. Ali Şîr
Nevâyî, Mecâlisü’n-nefâis’de Mevlâna Sekkâki’nin Maveraünnehirli olduğunu,
ancak şiirlerinin Semerkant’ta şöhret bulduğunu aktarmıştır. Nevâyî bunun yanında
Mevlâna Sekkâki’nin, Mevlâna Lutfi’nin şiirlerini çalarak kendisi yazmış gibi
gösterdiğini de belirtmiştir (Eraslan, 2001, 70). Ali Şîr Nevâyî, Muhâmetü’l-
Lugateyn adlı eserinde de Mevlâna Sekkâki’den bahseder ve onun Mevlâna Lutfi
kadar iyi bir şair olmadığını ileri sürer (Hofman, 1969, 153).

Kemal Eraslan, Sekkâki hakkında şunları ifade etmiştir. “Kasidelerinde Çağatay


edebî dilini ustalıkla kullanması, gazellerindeki incelik ve coşkunluk, onun Çağatay
şiirinin kurucularından sayılması için yeterlidir. Dilinde yer yer arkaik unsurlara
rastlanması ise Çağatay edebî dilinin oluşum halinde bulunduğunu göstermektedir.”
(Eraslan, 1993, 170).

Mevlâna Sekkâki’nin elimizde bulunan tek eseri Divân’ıdır. Divân’ın iki nüshası
vardır. Nüshalardan biri Londradaki British Museum Ör. 2079’da kayıtlıdır. Diğer
nüsha ise Özbekistan Fenler Akademisinde kayıtlıdır. Bunların dışında Ayasofya
Kütüphanesi 4757 numuarada kayıtlı bir mecmuanın 165-167. sayfaları arasında hem
Uygur hem de hem de Arap harfleriyle açılmış üç gazeli bulunmaktadır. Mevlâna
Sekkâki’nin Divân’ı Türkiye’de Kemal Eraslan tarafından yayımlanmıştır (Eraslan,
1999). Biz de tezimizde Kemal Eraslan’ın çalışmasını esas aldık. Ayrıca János
Eckmann’ın Mevlâna Sekkâki’nin şiirlerinden seçmeleri içeren bir yayını
bulunmaktadır (Eckmann, 1963, 157-174).

10
Mevlâna Lutfî Divânı

Klâsik öncesi dönemin en önemli şairlerinden biri de Mevlâna Lutfî’dir. Mevlâna


Lutfî hakkındaki ilk bilgileri Ali Şir Nevâyî’nin Mecâlisü’n-nefâis ve Nesâyimü’l-
Mahabbe adlı eserlerinden ve Devletşah’ın Tezkiretü’ş-şuârâ’sından elde
etmekteyiz. Mecâlisü’n-nefâis’te Ali Şir Nevâyî’nin verdiği bilgilere göre Lutfi,
devrinin söz ustasıydı, Farsça ve Türkçede üstüne yoktu. Çağatay dilini ustalıkla
şiirlerinde kullandığı bilinmektedir. Eserlerinden ikisi önemlidir: Divân ve Gül ü
Nevruz Mesnevisi. Divanının nüshaları Londra British Museum, Paris Bibliotheque
Nationale ve İstanbul Süleymaniye kütüphanlerinde bulunmaktadır. Divanı üzerine
Günay Karaağaç doktora tezi hazırlamış ve bu çalışma yayınlanmıştır. Bizim
tezimizde kullandığımız çalışma da budur (Karaağaç, 1997). Gül u Nevruz mesnevisi
üzerine ise 2 tez çalışması yapılmıştır. Bu çalışmalardan biri mezuniyet diğeri ise
yüksek lisans tezidir (Dinçer, 1970; Orak, 1995).

Atâyî Divânı

Atâyî de Klasik Çağatay dönemi şairlerindendir. XIV. yüzyılın ikinci yarısı ile XV.
yüzyılın ilk yarısında yaşamıştır. İsmail Ata’nın torunlarından olduğu için Atâyî
mahlasını almıştır. Ali Şîr Nevâyî’ye göre, Atâyî’nin şiirleri Türkler arasında çok
yayılmıştır. Kafiye hatası yapsa da şiirlerinde Türkâne söyleyişi kabul etmiştir.
Divanının bir nüshası Leningrad Asya Müzesindeki elyazmalar koleksiyonu içinde
korunmaktadır. Divanı, gazellerden ibaret olup yaklaşık 260 gazel yer almaktadır.
Gazellerin sırası alfabetiktir. Samoyloviç şu bilgileri vermiştir:

Atâyî Divanında yer alan gazeller en fazla 11 beyitli, en az da 5 beyitlidir. Arada 7


veya 9 beyitli gazeller de bulunmaktadır. Gazellerin çoğunda redif kullanılmış olup
rediflerde Arapça ve Farsça kelimeler hakimdir. Atâyî Divanı Türkiye’de
yayımlanmış bir çalışma değildir. Bu yüzden Divandan yalnızca 17 gazeli
yayımlamış olan Kemal Eraslan’ın TDAY-Belleten’deki makalesinden faydalandık
(Eraslan, 1987, 113-164).

Mahzenü’l-Esrâr Mesnevisi

Haydar Tilbe hakkında çok fazla bir bilgiye sahip değiliz. Asıl adı Mîr Haydar’dır.
Eserlerinde Haydar Tilbe adını kullanmıştır. Kaynaklarda Haydar Harezmî adıyla da
yer aldığı ifade edilmiştir. Ali Şîr Nevâyî onun Harezmli olduğunu aktarmıştır

11
(Özönder, 1996, 188). Mevlâna Lufti’den sonra dönemin en güçlü şairi olarak kabul
edilmektedir. En önemli eseri Nizâmî’nin aynı adlı mesnevisine nazire olarak kaleme
aldığı Mahzenü’l-Esrâr mesnevisidir. Bu eseri Timur’un torunlarından İskender bin
Ömer Şeyh Mirza adına kaleme almıştır. Eser 10 bölümden oluşmaktadır.

Her bölümün sonunda konuyla ilgili bir hikaye yer alır. Mesnevinin pekçok nüshası
bulunmaktadır (Eraslan, 1993, 170). Bu eser üzerine Ayet Goca bir doktora çalışması
yapmıştır. Ancak bu doktora tezine ulaşamadığımızdan ondan yararlanma imkanımız
olmadı. Eserin elimizde olan Ayasofya 4757 no’da kayıtlı olan nüshası ile Fatih 4056
no’da kayıtlı nüshalarından faydalandık.

Dehnâme, Beng ü Çagir

Dehnâme’nin yazarı olan Yusuf Emîrî, XIV. yüzyılın ikinci yarısı ile XV. yüzyılın
ilk yarısında yaşayan Şahruh’un oğlu Baysungur’un nedimlerindendir. Nevâyî’nin
verdiği bilgiye göre, güzel Türkçe şiirler yazmış olmasına rağmen hak ettiği şöhreti
kazanamamıştır. Farsça şiirler de yazan Emirî’nin Farsça şiirleri Türkçe şiirlerinden
daha başarılıdır. Farsça şiirlerinde döneminin önde gelen mutasavvıflarından Şeyh
Kemal Hocendî’nin etkisinde kaldığı düşünülmektedir (Köprülü, 1945, 270-323).
Dehnâme yazarı Emirî’nin bir diğer önemli eserleri Beng ü Çagir adlı münazarası ve
Divânı’dır. Divanının bir yazma nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesindedir
(TY, nr. 2850, 163b-248b varak).

Yusuf Emirî’nin en önemli eseri Dehnâmesi’dir. Baysungur Mirza’ya ithaf ettiği


Dehnâme’yi 1429’da tamamlamıştır. On mektuptan oluşan eserin başında münâcat,
na’t, devrin padişahına övgü ve telif sebebi bölümleri yer alır. Dehnâme 906 beyitten
müteşekkildir. Mefâîlün/ Mefâîlün / Mefâîlün / Feûlün vezniyle yazılmıştır. Eserin
tek yazması Londra British Museum (Add., nr. 7914, 228b-272a varakları)’da
bulunmaktadır (Rieu, 1888, 288-289). Dehnâme üzerine bir mezuniyet tezi ile Reşit
Rahmeti Arat’ın bir makalesi bulunmaktadır (Somer, 1969; Arat, 1953, 17-29).
Dehnâme üzerine bir yayın da Kazım Köktekin ve Abdulbaki Çetin tarafından
yapılmıştır (Köktekin, Çetin, 2001). Tezimizde daha çok bu çalışmadan yararlandık.

Emirî’nin bir diğer önemli eseri Beng ü Çagir’dır. Bu münazara türünde bir eserdir
ve nazım nesir karışıktır. Bu türde eser veren ilk şair Yusuf Emiri’dir. Beng ü Çagir
metnini Gönül Alpay notlarla birlikte yayımlamıştır. Tezimizde yararlandığımız
çalışma budur. Gönül Alpay’a göre Yusuf Emirî eseri yazarken İran şairi Mevlâna
12
Yahya Sîbek-i Nişaburî’nin Esrarî vü Humarî adlı eserinden etkilenmiştir (Alpay,
1972, 103-125). Beng ü Çagir’ın tek yazma nüshası Londra British Museum’da
bulunmaktadır.

Telli Sazlar Münazarası

Ahmedî hakkında çok fazla bilgiye sahip değiliz. Onun Telli Sazlar Münazarası adlı
eseri ünlüdür. Hacim olarak küçük, edebî değer olarak büyük bir eserdir. Eserin
üslup özelliklerinden onun XIV. yüzyılın ikinci yarısı ile XV. yüzyılın ilk yarısında
yaşamış olduğunu göstermektedir (Eraslan, 1993, 171; Hofman, 1969, 61-63).
Eckmann, Ahmedî’nin bir beyitinden hareketle onun Şahruh Mirza devrinde
yaşadığını ileri sürmüş, buna delil olarak da Şahruh Mirza döneminde içki yasağı
uygulanmış olmasını göstermiştir (Eckmann, 1964, 323-324). Değişik sazlar
arasındaki atışmaya dayanan eserine kendisi bir ad vermemiştir. Eserin içeriğine
göre, “Telli Sazlar Münazarası” biçiminde adlandırılmıştır. Eser bir mukaddime ile
başlar. 130 beyitten müteşekkildir. Eserin tek yazma nüshası Londra British
Museum’da bir mecmua içerisinde 312b-328b varakları arasında bulunmaktadır. Bu
eseri Kemal Eraslan, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisinde yayımlamıştır (Eraslan,
1986, 129-2004). Bizim esas aldığımız ve kullandığımız çalışma budur. Çalışma
Metin, metnin çevirisi, notlar ve dizinden müteşekkil olup çalışmanın içeriğinden
bahseden bir de Giriş mevcuttur.

Taaşşuknâme

Seydî Ahmed Mirza, Timur’un oğlu Mîrân Muhammed Şah’ın oğludur. Şahruh
Mirza devrinde Horasan valiliği yapmıştır. Ali Şir Nevâyî’nin Mecâlis’ün-nefâis’te
aktardığı bilgiye göre, Seydî Ahmed Mirza Türkçe ve Farsça gazellerden mürettep
bir Divan’a sahiptir. Nevâyî ayrıca onun bir de Letâfetnâmesi olduğundan bahseder
(Eraslan, 2001, 196). Taaşşuknâme adlı mesnevisini Şahruh’a takdim etmiştir. Eser
münâcât, na’t, hükümdarın medhi ve telif sebebi bölümleri ve onlardan sonra yer
alan on aşk mektubundan müteşekkildir. Her mektubun bitiminde bir gazel ile
“Sözün Hülasası” başlıklı bölüm yer alır. Toplam 320 beyitten oluşur.
Taaşşuknâme’nin bilinen tek yazma nüshası Londra British Museum’dadır (Rieu,
1988, 289). Eser üzerine bir lisans bir de yüksek lisans tezi hazırlanmıştır (Özkoçer,
1968; Kuru, 1993). Ayrıca Kazım Köktekin eseri İnceleme-Metin-Dizin-Tıpkıbasım

13
olarak yayımlamıştır (Köktekin, 2000; Sertkaya, A., 2002, 383-390). Çalışmamızda
bu yayından yararlandık.

Gedâyi Divânı

Gedâyi hakkında ilk bilgileri Nevâyî’nin tezkiresinden alıyoruz. Nevâyi şu bilgileri


veriyor:

“Türkçe şiirler yazar, Ebu’l-Kasım Babür zamanında büyük şöhrete kavuşmuştur.


Yaşı doksanı geçmiştir.” (Eraslan, 2001, 120-121).

Eckmann, Mecâlisü’n-nefâyis’in 1491’de tamamlandığını göz önüne alarak 1404-


1405 yıllarında doğmuş olabileceğini belirtir (Eckmann, 1964, 324). Eraslan,
şiirlerinde aşk, sevgilinin güzelliği, cefası gibi konuların yanı sıra sufiyane duygu ve
düşünceleri de işlediği ifade etmiştir (Eraslan, 1993, 172). Gedâyi ya da Gedâ
mahlaslarını kullanmıştır. Divanı’nın tek yazma nüshası Paris Biblioteque Nationale
(Suppl. Turc., nr. 981)’dedir (Blochet, 1933, 117). János Eckmann, Gedâyi Divanını
metin, sözlük ve tıpkıbasım olarak yayımlamıştır (Eckmann, 1971). Çalışmamızda
bu eserden yararlandık.

Çağataycanın ikinci dönemi Klasik Çağatayca şeklinde adlandırılan dönemdir. Bu


dönemin en önemli şahsiyeti Ali Şir Nevâyî’dir. Ali Şir Nevâyî’nin yanında bu
dönemin diğer önemli şahsiyetleri Hüseyin Baykara, Şibân Han ve Babür’dür.

Hüseyin Baykara Divânı

Hüseynî mahlasıyla şiirler yazan Hüseyin Baykara 842’de Herat’ta doğmuştur. 1469-
1506 yılları arasında saltanat sürmüş, en yakın arkadaşı Ali Şir Nevâyî’yi bu sırada
himaye etmiştir. Ali Şir Nevâyî bu himayeyi karşılıksız bırakmamış, Mecalisü’n-
nefâyis adlı şairler tezkiresinin sekizinci bölümünü Hüseyin Baykara’ya ayırmıştır
(Eraslan, 2001, 202-244). Hüseyin Baykara, Ali Şir Nevâyî kadar başarılı bir şair
olmasa da döneminin önde gelen şairlerindendir. Baykara’nın en önemli eserleri
gazellerini bir araya getirdiği Divan’ı ve otobiyografi tarzında yazılmış Risâle’sidir.

Divân’ının 21 yazma nüshası vardır. Bunların 8’i Türkiyede, 13’ü yurtdışında


bulunmaktadır. İstanbul Ayasofya Kütüphanesinde bulunan yazma nüsha İsmail
Hikmet Ertaylan tarafından tıpkıbasım olarak yayımlanmıştır (Ertaylan, 1946).
Baykara Divan’ı üzerine en geniş çalışmayı Talip Yıldırım Doktora tezi olarak
yapmıştır (Yıldırım, 2003). Çalışma Giriş, Metnin yazıçevrimi, dil incelemesi ve
14
Dizin’den meydana gelmektedir. Çalışmamızda Talip Yıldırım’ın tezinden
faydalandık.

Hüseyin Baykaranın diğer önemli çalışması Risâle’sidir. Bu eserde kendini, nesebini,


dervişlerle ve Molla Câmi’ye gösterdiği saygıyı, adalete düşkünlüğünü, şairleri
koruduğunu ve Nevâyî’nin faziletlerini anlatır. Eserin iki nüshası bulunmaktadır. Biri
Amasya Beyazıd Kütüphanesi’ndeki 550 numaralı mecmuanın içinde yer alır, diğer
ise Şükür-nâme adıyla İstanbul Arkeoloji Müzesi Kütüphanesi 257 numarada
kayıtlıdır. İsmail Hikmet Ertaylan tarafından tıpkıbasım olarak yayımlanmıştır
(Ertaylan, 1945). İki nüshanın karşılaştırmalı yayımı ise Bilal Yücel tarafından
yapılmıştır (Yücel, 1996, 69-70).

Alî Şir Nevâyî’nin Eserleri

Klasik Çağatayca döneminin en önemli şair ve yazarıdır. Aynı zamanda Çağatay


sahasının en üretken simasıdır. Onun zamanında Çağatay dili en üst noktaya
ulaşmıştır. Şiirden tezkireye, tarihten musikiye, dilden aruza kadar pek çok konuda
eserler yazmıştır. 29 eseri vardır. Şiir yazmaya Farsça başlamış, daha sonraları birçok
Türkçe eser vermiştir. Nevâyî eserlerini yazarken Hüsrev Dihlevî ve Molla Câmî’nin
etkisinde kalmıştır, özellikle mesnevi tarzında yazdığı eserlerde bu etki bariz olarak
görülmektedir. Ali Şir Nevâyî de taklit edilen yazarlardan biri olmuştur. Bu durum
yalnızca kendi döneminde değil, kendinden sonra da devam etmiştir. Eserleri
Anadolu ve Azeri sahasında çokça okunmuş, Osmanlı şairlerince nazireler
yazılmıştır (bkz. Levend, 1965; Togan, 1993, 349-357; Hofman, 1969, 69; Kut,
1989; Akkuş, 2002, 123-132; Bartold, 1937, 56-60; Caferoğlu, 1948, 141-154;
Canım, 2002, 137-146; Eraslan, 1986, 59-62; Köprülü, 1941; Tarlan, 2002, 796-
803).

Hemen hemen her konuda eserler veren Ali Şir Nevâyî’nin nerdeyse bütün eserleri
üzerine incelemeler yapılmıştır. Bunların birçoğu tez çalışması şeklindedir. Eserlerin
çoğu dil yönüyle incelenmiş, edebi yönleri ele alınmamıştır. Burada tez çalışması
esnasında yararlandığımız eserlerini ele alacağız.

15
A) Manzum Eserleri

Nevâyî’nin gençlik yılları esnasında yazdığı divanları daha çok başkaları tarafından
düzenlenmiştir. Bu derleme Sultan Ali bin Muhammed Meşhedî tarafından istinsah
edilmiştir. Bu tek nüsha Leningrad’da Saltıkov-Şçerdin Devlet Halk Kitaplığı 564
numarada kayıtlı bulunmaktadır (Levend, 1966, 7; Eckmann, 1970, 253). Özbek alim
Hâmid Süleyman tarafından İlk Divan adı altında tıpkıbasım olarak yayımlanmıştır
(Süleyman, 1968). İlk yazdıklarıyla önce iki divan oluşturan Nevâyî bunlara yeni
yazdıklarını da katarak bu iki divanı dört divan haline getirmiştir. Nevâyî tertiplediği
ilk divana Bedayiü’l-bidaye adını vermiştir. Divanın bilinen dört nüshası mevcuttur
(bkz. Levend, 1966, 7; Eckmann, 1964, 253-254). İkinci divanı ise Nevadirü’n-
nihaye adını taşımaktadır (Nalbant, 2005). Bu divan Nevâyî’nin 1476-1486 yılları
arasında yazdığı şiirlerden müteşekkildir. Müstensih hattı olan bu divanın iki nüshası
Özbekistan Fenler Akademisi Doğu Bilimler Enstitüsü’nde bulunmaktadır. Bu iki
nüshadan Özbekistan Fenler Akademisi Doğu Bilimler Enstitüs 1995 numarada
kayıtlı olan nüsha Eckmann tarafından tek nüsha olarak gösterilmiştir. İkinci nüsha
ise Özbekistan Fenler Akademisi Doğu Bilimler Enstitüsü 11675 numarada
kayıtlıdır. Nevâyî’nin kendi elyazması olduğu düşünülen Tahran’daki nüsha eser
değişimi yoluyla Özbekistan’a getirtilmiş ve mikrofilm yapılmıştır. Nevâyî, bu iki
divandan sonra yazmış olduğu şiirleri, ilk iki divanındaki şiirlerle harmanlayarak
bunları dört divan olarak tertip etmiş ve hepsine birden Hazainü’l-me’anî adını
vermiştir. Hazainü’l-me’anî’ye bir de dibace eklemiştir (Nalbant, 2005, 1).
Nevâyî’nin dört divan olarak tertip ettiği divanları şunlardır:

1. Garâibü’s-sıgar

8-20 yaşları arasında kaleme aldığı şiirlerinden müteşekkil olan divana Garâibü’s-
sıgar adını vermiştir. Eserin pek çok nüshası bulunmaktadır. Eser Türkiye’de Günay
Kut tarafından yayımlanmıştır (Kut, 2003). Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.

2. Nevâdirü’ş-şebâb

20-35 yaşları arasında yazdığı şiirleri bir araya getirdiği ikinci divanıdır. Bu eser
üzerine Türkiye’de Metin Karaörs bir Doktora Tezi hazırlamıştır. Bu eser TDK
tarafından yayımlanmıştır (Karaörs, 2007). Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.

16
3. Bedâyiü’l-vasat

35-40 yaşlarında yazdığı şiirlerin bir araya getirildiği divandır. Bu eser üzerine Kaya
Türkay bir Doktora Tezi hazırlamıştır. Bu çalışma TDK yayınları arasında
yayımlanmıştır (Türkay, 2002). Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.

4. Fevâidü’l-kiber

45-60 yaşları arasında yazdığı şiirleri içerir. Bu eser üzerine Önal Kaya bir Doktora
Tezi hazırlamıştır. Bu çalışma TDK yayınları arasında yayımlanmıştır (Kaya, 1996).
Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.

Ali Şir Nevâyî’nin bir de Farsça divanı mevcuttur. Ancak bu eseri


kullanmadığımızdan burada bahsetmedik.

Ali Şir Nevâyî’nin diğer önemli manzum eseri de Nizâmî’nin hamsesine nazire
olarak kaleme aldığı hamsesidir. Nevâyî bu eserinde Nizâmî ve Hoca Dihlevî’nin
mesnevileriyle aynı konuları seçmiş olsa da bakış açısı, hikâye etme biçimi ve tertibi
onlardan farklılık göstermektedir (Tekin, G., 1994). Ali Şir Nevâyî’nin hamsesini
teşkil eden beş mesnevi şöyledir.

1. Hayretü’l-ebrâr

Ali Şir Nevâyî bu eserini Nizâmî’nin Mahzenü’l-esrâr adlı mesnevisine nazire olarak
kaleme almıştır. Bu eserde üzerinde durulan temel konu dini ahlaktır. Bu eser üzerine
Muhammed. Sabir’in doktora tezi bulunmaktadır (Sabir, 1961; bkz. Levend, 1967).

2. Ferhâd u Şîrîn

Ali Şir Nevâyî bu eserini Nizâmî’nin Husrev u Şîrîn adlı mesnevisinden esinlenerek
yazmıştır, ancak tamamen aynısı değildir. Hikâyenin temelinde Hüsrev yerine Ferhâd
vardır. Eser üzerine çalışan Gönül Alpay Tekin eseri dil yönünden değil, edebi
yönden incelemiş ve değerlendirmiştir. Tekin, çalışmasında eseri, Nizâmî ve Emir
Hüsrev’in aynı adlı eseriyle de karşılaştırarak Nevâyî’nin orijinal bir eser meydana
getirdiğini göstermiştir (Tekin, G., 1994). Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.

3. Leylî vü Mecnûn

1484 yılında yazıldığı tahmin edilen bu mesnevide Ali Şir Nevâyî mümkün olduğu
kadar hikayenin aslına sadık kalmaya gayret etmiş, kimi motifleri değiştirmiştir. Bu

17
eser Ülkü Çelik tarafından doktora tezi olarak hazırlanmış ve TDK yayınları arasında
yayımlanmıştır (Çelik, 1996). Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.

4. Seb‘a-i Seyyâre

Ali Şir Nevâyî bu eserinde Nizâmî ve Emir Hüsrev’in eserlerindeki yapıyı


değiştirmiştir. Hikaye temel olarak Behram Şah’ın güzel cariyesi ile olan macerayı
anlatmaktadır. 5000 civarında beyitten müteşekkil bu çalışma elli babtan
oluşmaktadır. Bu eser üzerine Güzin Tural bir doktora tezi hazırlamıştır (Tural,
1993). Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.

5. Sedd-i İskenderî

89 bölüm 7214 beyitten oluşan bu eserin kahramanı İskender’dir. Bu konuda Ali Şir
Nevâyî’den önce Firdevsî, Nizâmî ve Câmî tarafından da işlenmiştir. Ali Şir Nevâyî
bu eserinde de diğer mesnevilerden çeşitli farklılıklar meydana getirmiş ve esas
kahraman İskender’e Türk hükümdarlarının niteliklerini katarak İskender motifini
farklı bir şekilde işlemiştir. Bu eser üzerine de bir doktora çalışması yapılmıştır.
Hatice Tören’in yaptığı bu çalışma TDK yayınları arasında yayımlanmıştır (Tören,
2001). Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.

Lisânü’t-Tayr

Ali Şir Nevâyî’nin bu eserler dışında da manzumeleri vardır. Bunlardan birisi


Lisânü’t-Tayr’dır: Mesnevi nazım biçimiyle yazılmış olan Lisânü’t-Tayr 3598
beyitten meydana gelmiştir. Nevâyî’nin İran şairi Feridüddin Attar’ın Mantıku’t-Tayr
adlı eserini göz önünde tutarak yeniden kaleme aldığı önemli tasavvufî eseridir.
Lisânü’t-Tayr, Mantıku’t-Tayr’ın birebir çevirisi değildir. Ali Şîr Nevâyî bu eserinde
sık kullandığı Nevâyî mahlası yerine Fânî mahlasını kullanmıştır. Eserin yazılış tarihi
H. 904/M.1498–99’dur.

Eserin asıl konusu kuşların konuşmasına dayanarak tasavvuf düşüncesinin temelini


oluşturan Allah’ın kişide belirmesidir. Nevâyî, eserin başında tevhid, münâcât, na’t,
miraç manzumelerine yer vermiş, dört halife ve Attar’ı övdükten sonra mevzuya
girmiştir. Eserde kuşların Hüdhüd’e soruları ve Hüdhüd’ün onlara verdiği cevaplar
ve de her cevaptan sonra verilen hikâyeler dikkat çeker. Bu cevap ve hikâyelerden
sonra sırayla “talep, aşk, marifet, istigna, tevhid, hayret, fakr u fenâ” vadileri
anlatılmakta bu bahislere de birer hikâye eklenmektedir. Eserin sonuna doğru
18
yeniden “talep, aşk, marifet, istigna, tevhid, hayret, fakr u fenâ” yollarında birer
münacat yer almakta ve bunları birer temsil izlemektedir. Son olarak Nevâyî kitabı
niçin yazdığını açıklamaktadır.

Nevâyî, bu eserinde de Attar’ın eserinden esinlenmesine rağmen kendi orjinalliğini


hissettirmiştir. Yer yer bazı bölümleri atmış, yeni hikayeler eklemiştir. Meselâ,
Nevâyi, Attar’ın hikâyesinde yer alan on kuştan sekizini almış, orada yer almayan
altı kuşu daha ekleyerek sayıyı on dörde çıkarmıştır.

Topkapı Sarayı müzesi Kütüphanesi Revan 803’te bulunan nüshası Mustafa Canpolat
tarafından yayımlanmıştır (Canpolat, 1995, 279; Eşanhucayev, 1965). Tezimizde bu
çalışmadan yararlandık.

Sirâcü’l-Müslimîn

905 (1500) yılında kaleme alınmış olan eser 213 beyitten müteşekkil küçük bir akâid
ve ilm-i hâl kitabıdır. Nevâyî, bu eserinde İslâm dininin itikadî ve amelî yönlerini
manzum olarak anlatmıştır.

Nevâyî, hayatının sonlarına doğru Müslümanların bilmeleri gereken, zaruriyeti, inanç


esaslarını açıklayan, farz, vacip ve sünnetleri öğreten, kendi ifadesiyle
“Müslümanlıkta vazgeçilmez şartları” açıklayan bir eser yazma arzusu duyar. Ancak
buna zaman bulamadığını ifade eder. Sonunda devrin büyük tarikat kutbu
Ubeydullah Ahrâr da kendisini teşvik edince Sirâcü’l-Müslimîn’i telif eder.

İlk 38 beyit giriş ve eserin yazılma sebebinin anlatıldığı kısımdır. Eserde Nevâyî,
Hoca Ubeydullah Ahrar ile olan ilişkisini vurgulamış ve ona olan borcunu ödemek
için bu eseri kaleme aldığını belirtmiştir.

Bu eserin birinci bölümü Tanju Oral Seyhan tarafından yayımlanmıştır (Seyhan,


2005, 88-120; bkz. Levend, 1968, 4). Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.

B) Mensur Eserleri

Münâcât:

Bu eser mensur yakarış eserlerinin en güzellerinden ve en başarılılarındandır. Secili


mensur tarzındaki eserin ne zaman yazıldığı bilinmemektedir. Nevâyî bu eserinde
Allah’ın isimlerini, sıfatlarını anlatır. Allah’ı medh u senâ ederek ona yalvarır.
Nevâyî’nin mensur eserleri arasında dil ve üslup olarak en üstünü sayılabilir.
19
Münâcât, Fatih ve Topkapı kitaplıklarındaki Külliyat nüshalarının başında yer
almaktadır.

Agâh Sırrı Levend, Ali Şîr Nevâyî hakkında hazırladığı dört ciltlik eserinin dördüncü
cildinde bu küçük risaleyi neşretmiştir (Levend, 1968, 4). Daha sonra Vahit Türk
“Ali Şir Nevaî’nin Münacatı” adı altında Ege Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı
Dergisinin 10. sayısında bu küçük risaleyi yeniden yayımlamıştır (Türk, 2001).
Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.

Nesâyimü'l-mahabbe min şemâyimi'l-fütüvve

Bu eser, Câmî’nin Ali Şir Nevâyî’nin ricası üzerine kaleme aldığı Nefâhatü’l-Üns
min Hazarati’l-Kuds adlı Farsça sufi veliler tezkiresinin ilâveli olarak Çağataycaya
tercümesidir. Nevâyî eserinin başında çok beğendiği Câmî’nin bu eserini Türk
münevverlerinin istifadesine sunmak, Türk ve Hint meşayıhına ait eksiklikleri
tamamlamak gayesiyle tercümeyi düşündüğünü, eseri Hicri 881 tarihinde tercümeye
niyet ettiğini, ancak işin zorluğu dolayısıyla eserin yazımını ancak Hicri 901
(1495)’de tamamladığını tercümesinin bire bir değil, yer yer kısaltma biçiminde
olduğunu zikreder (Eraslan, 1979, 40-46).

“Fütüvvet kokularından doğan sevgi esintileri” manasına gelen eserde, Nefâhatü’l-


Üns min Hazarati’l-Kuds’deki 601 şahsa karşılık 770 sufinin hayat hikâyesi
bulunmaktadır. 770 sufi içinde otuz dört tane kadın sufinin hayat hikayesi verilmiştir.
Nevâyî, Nefâhatü’l-Üns min Hazarati’l-Kuds’de olmayan 169 sufiyi de ilave etmiş
ve eserin hacmini genişletmiştir. Attar’ın Tezkiretü’l-Evliya’sındaki kimi
biyografileri de eserine katmıştır. Bütün bu eklemelerle Ahmed Yesevi’den kendi
dönemine kadar birçok Türk şeyhini eserine almış ve geniş bir eser meydana
getirmiştir.

Nevâyî, tercümeyi yaparken bazı sufiler hakkında şahsi değerlendirmelerde


bulunmuş, ayrıca Nefâhatü’l-Üns min Hazarati’l-Kuds’deki bazı sözleri bu devrin
insanlarının ihtiyacı olmadığı için çıkardığını belirtmiştir. Nefâhatü’l-Üns’ün girişi
ile Nesâyimü'l-Mahabbe’nin başlangıç bölümleri birbirinden tamamen farklıdır.

Bunun yanında Nevâyî, tercümesinde kişilerin sırasını değiştirmiş, gereksiz


ayrıntıları ortadan kaldırmış, abartılı ifadelere yer vermemiştir. Kısaltmalarında
özellikle latif olmayan kısımları ve yanlış anlamalara sebep olabilecek ifadeleri
çıkartmıştır.
20
Bütün bu özellikleriyle Nesâyimü'l-Mahabbe min Şemayimi'l-Fütüvve adlı eser klasik
tercümelerin dışında, telif sayılabilecek bir eser niteliğine sahiptir. Bu eser Kemal
Eraslan tarafından yayımlanmıştır (Eraslan, 1979; bkz. Kut, 1989, 449- 453).
Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.

Mecâlisü’n-nefâyis

Nevâyî’nin kaleme aldığı Mecâlisü’n-nefâyis Türk edebiyatında yazılmış ilk


tezkiredir. Sekiz bölümden oluşmaktadır. Her bölüme “meclis” adı verilmiştir.
Sekizinci bölüm Nevâyî’nin yakın dostu hükümdar-şair Hüseyin Baykara’ya
ayrılmıştır. Nevâyî bu eseri hazırlarken Câmî’nin Bahâristân’ını, Devletşah’ın
Tezkiretü’ş-şuara’sını örnek almıştır. Eserde 43 Türk şairi hakkında bilgi verilmiştir.
Bu eser Kemal Eraslan tarafından iki cilt halinde yayımlanmıştır (Eraslan, 1971; bkz.
Özçelik, 1981; Köroğlu, 2002). Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.

Mahbûbü’l-Kulûb

Nevâyî, devlet yönetiminde faal görev yapmış biri olarak her türlü insanla
karşılaşmış, sultandan sokaktaki kimseye kadar toplumun değişik kesimlerinden
insanları tanıma fırsatı bulmuştur. O, kazandığı tecrübeleri Mahbûbü’l-Kulûb’la
anlatmak istemiştir. Eser, uzun bir hayatın tecrübelerini yansıtan, ahlak, terbiye ve
muamele düsturlarını içine alan didaktik bir eserdir.

Ahlâk kitabı niteliği taşıyan eser temel olarak üç bölümden meydana gelmektedir.
Eserin hemen başında arifane yazılmış bir mukaddime dikkat çeker. Nevâyî eserin
birinci bölümünde padişahlardan başlayarak vezirler, devlet adamları,
şeyhülislâmlar, kadılar, müftüler, müderrisler, tabibler, şairler, kâtipler, öğretmenler,
imamlar, hafızlar, müneccimler, tacirler, askerler, bekçiler, ekinciler, çalgıcılar,
dilenciler, kuşçular, hizmetçiler, kâhyalar, şeyhler, harâbatîler ve dervişler üzerinde
durarak bunları tablo hâlinde tasvir eder. Bu bölüm kırk fasıldan oluşur.

Eserin tasavvufî açıdan önemli olan ve on babdan oluşan ikinci bölümünde ise
Hamîde Ef’âl ve Zemîme Hısal başlığı altında “tevbe, zühd, tevekkül, kanaât, sabır,
tevâzu, zikir, teveccüh, rıza ve aşk” konularına yer verir.

Müteferrika, Fevâyid ü Emsâl Sûreti başlığı altındaki üçüncü bölümde, “tenbih”


başlıklarıyla çeşitli ahlâkî konular üzerinde durur. Bu bahse eklenen beyitler, kıtalar,
rubâîler, birer atasözü ve deyim niteliği taşımaktadır. Bu bölümde bahsedilen bir

21
diğer konuda aşk’tır. Nevâyi, aşkı üçe ayırır. Avam aşkı, havas aşkı ve sadıklar
aşkı...

Nevâyî, eserini Münâcât’taki gibi, secilerle dolu orijinal bir nesir üslûbu ile
yazmıştır. 906 (1500–1501) yılında yazılan bu eserin Türkiye kitaplıklarında ve yurt
dışındaki çeşitli kütüphanelerde yirmi altı nüshası bulunmaktadır. Eserle ilgili ilk
yayım Kononov’a aittir. Kononov, bu çalışmasında Sovyetler Birliğindeki sekiz
nüshayı karşılaştırmış ve yazıçevrimi yapmadan Arap harfli orijinal metni vermiştir.
1985 yılında Güzin Çöktü tarafından Yüksek Lisans tezi olarak hazırlanan çalışmada,
eserin yalnızca bir nüshasının yazıçevrimi verilmiştir. Zühal Ölmez’in eserin on iki
nüshasını karşılaştırarak kurduğu metin, notlar, gramer incelemesi ve dizinin yer
aldığı doktora tezi eser üzerine yapılmış en kapsamlı çalışmadır (Ölmez, Z., 1993;
Levend, 1968; Çöktü, 1985). Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.

Mizânü’l-evzân

Nevâyî’nin manzume ve tezkire dışındaki bir diğer önemli çalışması da vezinler


hakkında kaleme aldığı Mizânü’l-evzân’dır. Bu eseri vezin kurallarını öğretmek
amacıyla yazmıştır. Nevâyî başta aruz tekniği üzerine ön bilgiler verdikten sonra
eserini üç bölüme ayırmıştır. Birinci bölümde çeşitli vezinlerdeki “zihaf’ları açıklar.
İkinci bölümde aruz bahirlerini dairelere ayırdıktan sonra bunları şekiller içinde
gösterir, sonra da herbirini örneklerle açıklar. Üçüncü bölümde ise “takti” üzerinde
durduktan sonra rubaî vezinlerini ele alır. Nevâyî daha sonra Türk vezinlerine
geçerek bunları “tuyuk, koşuk, çenge, mahabbet-nâme, müstezat, azarvari” olarak
ayırmakta ve örneklerle açıklamaktadır. Nevâyî eseri Câmî’nin Arûz Risâle’sine
nazire olarak yazmıştır. Ömrünün son zamanlarında yazdığı düşünülen bu eserin tam
yazılış tarihi bilinmemekle birlikte 1492’de yazıldığı tahmin edilmektedir. Bu eser
üzerine Kemal Eraslan çalışmış ve eseri yayımlamıştır (Eraslan, 1993). Tezimizde
bu çalışmadan yararlandık.

Muhâkemetü’l-Lugateyn

Nevâyî’nin Türkçe’nin Farsça kadar yetkin bir dil olduğunu, hatta yer yer Farsçadan
daha üstün bir dil olduğunu ortaya koymak amacıyla kaleme aldığı eseridir. Eserde
Türkçe’nin Farsçaya göre ne kadar üstün olduğu üzerine durulmuş, bu durum
kanıtlanmaya çalışılmıştır. Nevâyî eserinde Farsça yazan gençlere sitem ederek,
onlara doğru yolu bulmaları ve Türkçe yazmaları gerektiğini öğütlemektedir. Bu
22
eserin diğer bir özelliği de Nevâyî’nin kendi eserleri üzerine de geniş bir bilgi
vermesidir.

Bu eser 19. yüzyıldan beri dikkatleri üzerine çekmiş ve eser üzerine çalışmalar
yapılmıştır. Bu çalışmalar içinde en dikkat çekeni Sema Barutçu Özönder’in
çalışmasıdır. Bu eser TDK yayınları arasından yayımlanmıştır (Özönder, 1996; bkz.
Gencei, 1323; Işıtman, 1941). Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.

Tarîh-i Enbiyâ vü Hükemâ

Nevâyî’nin mensur eserlerinden olan bu eserde Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e


kadar olan peygamberle ve belli başlı bilgeler hakkındaki bazı menkıbeler
anlatılmaktadır. Nevâyî bu eseri hazırlarken Şerefü’ddin Ali Yezdi’nin
Zafernâme’siyle İbnü Abbas’ın tefsirinden yararlanmıştır.

Tarîh-i Müluk-i Acem

İran hükümdarlarını dört tabakaya ayırarak İran’ın efsane tarihini anlatan bu eserde
Nevâyî İran’ın tarih ve mitolojisiyle ilgili geniş bilgi verir. Mensur olan bu eserde
yer yer iki beyitlik şiirlere de rastlanır. Nevâyî eseri kaleme alırken Nizâmü’t-
Tevârih, Camiü’t-Tevarih, Benaketî ve Taberî Tarihleri ile Gazalî’nin Nasihatü’l-
Mülûk, Şeyh Ebu Ali Miskeveyh’in Adabü’l-Arab ve’l-Fürs, Hamdu’llah-
Müstevfî’nin Güzide adlı eserlerinden faydalanmıştır (Levend, 1968, 1-2). Bu eser ve
Tarîh-i Enbiyâ vü Hükemâ Deniz Abik tarafından çalışılmıştır (Abik, 1993).
Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.

Zübdetü’t-Tevârih

Kaynaklara göre bu eser Tarîh-i Enbiyâ vü Hükemâ ile Tarîh-i Müluk-i Acem adlı
eserlerin birleşiminden müteşekkil bir eserdir. Bu eser üzerine Deniz Abik Türk
Dilleri Araştırmaları Yıllığı Belleten’de bir makale yayımlamıştır (Abik, 1999, 1-6).
Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.

Hâlat-ı Seyyid Hasan-ı Erdeşîr Risâlesi

Nevâyi bu eserinde yakın dostu Seyyid Hasan-ı Erdeşîr’in hayatını ve dünya


görüşünü anlatır. Ondan övgüyle bahseder. Türk ve Sart arasında ondan daha tamam
birisini görmediğini, gençliğinde bütün zahirî ilimleri öğrendiğini, tasavvufî konulara
vakıf olduğunu aktarır. Nevâyi, Mecâlisü’n-nefâyis adlı eserinde de ondan
23
bahsetmektedir (Eraslan, 1971, 74). Risalenin yazıçevrimi Kemal Eraslan tarafından
Türkiyat Mecmuası’nda yayımlanmıştır (Eraslan, 1971). Tezimizde bu çalışmadan
yararlandık.

Münşe’ât

Ali Şir Nevâyi’nin mektuplarını topladığı eseridir. Bu mektuplar arasında Hüseyin


Baykara ve Bediüzzaman’a yazdığı mektuplarda vardır. Bu mektuplar devrinin
sosyal yapısını, dinamiklerini göstermesi bakımından önemlidir. Mektuplardan önce
mevsimlerin tasviri yer almaktadır. Türkiyede bu eser Deniz Abik tarafından Tarîh-i
Enbiyâ vü Hükemâ ile Tarîh-i Müluk-i Acem ile birlikte doktora tezi olarak
çalışılmıştır (Abik, 1993). Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.

Hamsetü’l-Mütehayyirîn

Ali Şir Nevâyi’nin yakın dostu Molla Câmî için yazdığı eseridir. Bir mukaddime, üç
makale ve bir hatimeden oluşmaktadır. Ali Şir Nevâyi eserini “risale” olarak
tanımlamış, beş bölümde de okuyucuları hayrete düşüren sözler olduğu için eserine
Hamsetü’l-Mütehayyirîn adını vermiştir. Mukaddime kısmında Câmî hakkında bilgi
verir. Birinci makalede Câmî ile olan yakınlığından bahseder, ikinci makalede Câmî
ile mektuplaşmasını anlatır, üçüncü makalede ise Câmî’nin eserlerinden (kitap ve
risale) bahseder, Hatime kısmında ise Câmî ile okuduğu kitaplar hakkında bilgiler
aktarır. Nevâyî külliyatlarının hepsinde yer alan bu eserin iki ayrı nüshasının daha
olduğunu Volin ve Agah Sırrı Levend aktarmışlardır (Volin, 1955, 99-141).
Hamsetü’l-Mütehayyirîn Deniz Abik tarafından yayımlanmıştır (Abik, 2006).
Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.

Hâlât-ı Pehlevân Muhammed Risâlesi

Ali Şir Nevâyî biyografi tarzındaki bu eseri yakın dostu Pehlevân Muhammed’in
ölümü üzerine yazmıştır. Eserde Pehlevân Muhammed’in kişiliği, onunla ilgili
hatıralar aktarılmaktadır. Eser dönemin sosyal ve kültürel yönlerine de ışık
tutmaktadır. İstanbul kitaplıklarında üç yazma nüshası bulunan eserin, Paris’te de bir
yazma nüshası mevcuttur. Bu eser Kemal Eraslan tarafından Türkiyat Mecmuasında
yayımlanmıştır (Eraslan, 1980). Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.

24
Vakfiyye

Ali Şîr Nevâyî’nin kendisinin ve yakın dostu Hüseyin Baykara’nın yaptırdığı


vakıfları anlattığı eseridir. Ali Şîr Nevâyî eseri önce Farsça kaleme almış, daha sonra
da Türkçe olarak özetlemiştir. Aslen mensur olan eserde yer yer şiir parçalarına da
rastlanmaktadır. Bugüne kadar eser üzerine ayrıntılı bir çalışma yapılmamıştır. Eser
tarafımızdan yayına hazırlanmaktadır.

Klâsik Çağatayca döneminde Hüseyin Baykara ve Ali Şîr Nevâyî’den başka


Muhammed Salih, Şeybânî, Ubeydî ve Babür gibi şairler de vardır. Bu şairlerin
kaleme aldıkları değerli eserlerle Çağatay Edebiyatı altın çağını yaşamıştır.

Şibânnâme

Eseri kalame alan Muhammed Salih, Şah Melik’in torunu ve Sultan Ebu Said
zamanında Harezm valisi olan Nur Said Bey’in oğludur. Muhammed Salih Şibân-
nâme adlı eseriyle tanınmıştır. Eser Şibân Han’ın savaşlarda kazandığı zaferleri
anlatmaktadır (Köprülü, 1945, 312-313). Eser Şibân Han’ın yaşadığı devre ışık
tutması, o devir hakkında bilgi vermesi bakımından önemlidir. Eserin Viyana Şehir
Kütüphanesinde bulunan nüshası üzerine ilk önce Vámbéry çalışmıştır (Vámbéry,
1885). Bir diğer yayın ise Melioranskiy’e aittir (Melioranskiy, 1908). Şibân-nâme
üzerine Türkiyede birkaç tez yapılmıştır (Yılmaz, 1988; Yeniay, 2000, Yengin,
2000). Tezimizde daha çok bu tezlerden yararlandık.

Şibân Han Divanı

Cengiz soyundan gelen Şibân Han hükümdar olmasının yanında aynı zamanda bir
şair ve yazardır. Şiirlerinde çoğunlukla Şibân mahlasını kullanmıştır. Ancak kimi
kaynaklarda Şah Big Han Özbek şeklinde anıldığı da görülmektedir. 15. yüzyılın
ikinci yarısı ile 16. yüzyılın ilk yarısında yaşayan Şibân Han’ın bir Divanı, Bahrü’l-
Hüdâ adında bir mesnevisi ve bir fıkıh risalesi bulunmaktadır Şibân Han’ın klasik
şiirlerinin yanı sıra hece vezninde yazdığı hikmetli sözlerini de mevcuttur. Bu tür
şiirler yazması Ahmed Yesevî’nin etkisiyle olduğu düşünülmektedir. Fuad Köprülü,
Şibân Han’ın şiirlerinde en kolay vezinleri kullandığını, daha çok yarım kafiyeyi
tercih ettiğini, bu yüzden de klasik Çağatay şairi sayılamayacağını iddia etmiştir
(Köprülü, 1945, 311). Şibân Han’ın Divan’ının tek nüshası İstanbul Topkapı Müzesi
3. Ahmet Kütüphanesi No. 2436’da kayıtlıdır. Bu eser üzerine Özay Akbıyık yüksek

25
lisans, Yakup Karasoy doktora çalışması yapmıştır (Akbıyık, 1968; Karasoy, 1998).
Yakup Karasoy’un çalışması TDK tarafından yayımlanmıştır. Çalışmamızda daha
çok bu tezlerden yararlandık.

Ubeydullah Han Divanı

Şibân Han’ın küçük kardeşi Mahmud’un Han’ın oğlu olan Ubeydullah Han da Şibân
Han gibi hem hükümdar hem de şairdir. Eserlerine bakılarak sanata ve kültüre önem
veren biri olduğu, Arapça ve Farsçayı çok iyi bildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca dini
konularda da bilgi sahibiydi. Edebiyata vukufiyeti, aruz veznini ustaca kullanmasıyla
da anlaşılmaktadır. Kendi döneminde Yesevi tarzı hikmetli söz söyleme geleneğini
canlandırmaya çalışmıştır. Sufiyane tarzında yazdığı şiirleri hece vezninde ve
dörtlükler halinde kaleme almış ve bu şiirlerinde Kul Ubeydî mahlasını kullanmıştır.
Genellikle aşk, şarap ve dünyanın faniliği şiirlerinin konularını teşkil etmektedir.

En önemli eseri Divanı olan Ubeydullah Han’ın divanında Arapça ve Farsça şiirlerin
yanı sıra “Gayretnâme”, “Sabrnâme”, “Şevknâme” adlı mesnevilerle “Salavatnâme”
adında bir müseddes yer almaktadır. Taşkent Özbekistan İlimler Akademisi’nde
8951 numarada kayıtlı 346 varaklık bir külliyatta şunlar yer almaktadır: Farsça
Divan, Metâliü’l-Enfâs Hatirihi adlı Farsça bir manzume, Makâlât (Arapça şiirler),
Çağatayca Kitâb Mukaddimetü’s-salât, hikmetler ve Salavatnâme, Çağatayca Divan,
Dine ait başlıksız bir manzume, Şevknâme, Sabırnâme, Gayretnâme, mesnevi,
muammalar, terci-i bend, 3 manzume.

Divan nüshaları üç yerde bulunmaktadır: İstanbul Üniversitesi Türkçe Yazmalar


Kısmı 1988 numarada kayıtlı nüsha; Topkapı Sarayı Müzesi III. Ahmet Kütüphanesi
2381 numarada kayıtlı olan bir yazmanın 21a-41a varakları arasında yer alan nüsha;
Londra British Museum Add. 7909’da kayıtlı nüsha. Ayrıca Nuruosmaniye
Kütüphanesinde 4904 numarada kayıtlı bir mecmuanın 196a-212a varakları arasında
çeşitli şiirler bulunmaktadır. Bu yazmanın adı Camiü’l-Me’anî’dir (Toparlı, 1986;
Eckmann, 1964, 364-365; Ergin, 1949, 539-569). Recep Toparlı, Ubeydullah Han
Divan’ı üzerine bir çalışma hazırlamıştır. Ayrıca Ubeydullah Han Divan’ı üzerine bir
de mezuniyet tezi hazırlanmıştır (Alparslan, 1968). Hikmetleri üzerine ise Önal
Kaya’nın bir çalışmaları bulunmaktadır (Kaya, 2000; Kaya, 2001, 27-60). Tezimizde
daha çok bu çalışmadan yararlandık.

26
Babürnâme

Klasik Çağatayca döneminin Nevâyî’den sonraki en önemli şahsiyeti Zahirü’d-din


Muhammed Babür’dür. O, hem bir hükümdar, hem bir yazar hem de bir şairdir. Bu
üçünü br arada yürütebilmesi onun başarısını göstermektedir. 12 yaşında tahta çıkan
Babür Çağataycanın Babürlüler sarayında itibar kazanmasını sağlamış, Çağataycayı
Nevâyî ile birlikte en üst noktaya çıkarmıştır. Daha on dokuz yaşında yazmaya
başladığı şiirlerinde önce Farsçayı kullansa da daha sonra Türkçe şiirler yazmıştır.
Aruzun son derece iyi şekilde kullanmış, gazel, rubai, tuyug türünde şiirler kaleme
almıştır.

En önemli eseri Babürnâme’dir. Hatırat türünün en güzel örneklerinden biri olan bu


eser, XV. yüzyıl sonu ile XVI. yüzyıl başında Orta Asya, Afganistan ve Hindistan’ın
siyasi, sosyal ve kültürel durumu hakkında bilgi vermesi bakımından önem arz
etmektedir. Babür gezip gördüğü yerlerin sadece coğrafi özelliklerini değil,
insanlarını yaşayışlarını, gelenek göreneklerini de aktarmıştır. Eser ilk önce
Fransızcaya çevrilmiştir. Daha sonra Farsça, Latince, Almanca, İngilizce ve
Rusça’ya da tercümeleri yapılmıştır. Türkiye Türkçesine ise Reşit Rahmeti Arat
tarafından çevrilmiştir (Arat, 1943, 1946). Eserin Kazan nüshası N. Ilminskiy,
Haydarabad nüshası ise A. S. Beveridge tarafından tıpkıbasım olarak yayımlanmıştır.
Eserin kaydadeğer ilk yayımı Beveridge tarafından yapılmıştır (Ilminskiy, 1857;
Beveridge, 1905; Beveridge, 1922). Ayrıca W. M. Thackston metnin Farsça çevirisi,
Çağatayca metin ve İngilizce çevirisinin yer aldığı bir çalışma yapmıştır (Thackston,
1993). Mesut Şen de Babürnâme üzerine bir doktora çalışması yapmıştır. Ancak bu
çalışma Kabil ve Hindistan bölümlerini içermektedir (Şen, 1993).

Babür’ün ikinci önemli çalışması Divan’ıdır. Babür Divanında Risale-i Vâlidiyye


Tercümesi, 119 gazel, 18 mesnevi, 210 rübaî, 57 muamma, 19 kıta, 15 tuyug, 79
matla, 7 masnu şiir, 19 nâtamam gazel, 3 nazm, 16 musarra beyit, 5 müfred, 4 yerde
de mensur parça bulunmaktadır. Ayrıca iki Farsça gazel, 12 rubaî, 8 kıta, 17 matla ve
bir mensur parça da bulunmaktadır. Divanda aşk, tabiat, güzellik, toplumsal hayat,
ahlak ve tasavvufla ilgili konuları ele almıştır. Divanın beş nüshası bulunmaktadır.
Bu nüshaları şuralardadır: İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Paris Biblioteque
Nationale, Topkapı Sarayı Revan Kütüphanesi, İstanbul 100. Yıl Atatürk Kitaplığı
Muallim Cevdet yazmaları ve Rampur (Hindistan) Nevvab Kütüphanesi (Yücel,
1995, 19).
27
Babür Divanı üzerine Türkiyede Bilâl Yücel çalışmış ve Atatürk Kültür Merkezi
yayınlarından bu çalışmasını yayımlamıştır (Yücel, 1995). Tezimizde bu çalışmadan
yararlandık.

Babür’ün diğer önemli eserleri Aruz Risalesi, Mübeyyen, Risale-i Vâlidiyye


Tercümesi’dedir. Babür’ün musiki ve harp sanatına dair de eserleri olduğu
söylenmektedir. Ancak bu eserler şu ana kadar tespit edilememiştir.

Kâmrân Mirzâ Divanı

Kâmran Mirza, Babür’ün büyük oğludur. Şiirlerinde Kâmrân ya da Gazi mahlasını


kullanmıştır. Farsça ve Çağatayca gazel, rubaî, kıtalardan oluşan bir Divan’ı vardır.
Bir diğer Divan’ı da yalnızca Farsça şiirlerden müteşekkildir. Şiirlerinde genelde aşk,
dini-tasavvufi konuları işlemiştir. Ali Alparslan ve Kemal Eraslan Divan’ının birinci
bölümünü yayımlamışlardır (Alparslan, A., Eraslan, 1981, 37-137). Tezimizde bu
çalışmadan yararlandık.

Bayram Han Divanı

Bayram Han da Klasik Çağatayca devrinin şairlerinden biridir. Köprülü’ye göre


şiirlerinde Nevâyî ve Babür’ün etkisi görülmektedir. Ona göre Bayram Han Çağatay
şiirinin seçkin bir simasıdır (Köprülü, 1945, 315). Şiirlerinde daha çok aşk ve şarap
konularını işlemiştir. Bir Divan’ı vardır. Bu Divanda Türkçe ve Farsça şiirler yer
almaktadır. Birçok yazma nüshası bulunan Divan, Denison Ross tarafından
yayımlanmıştır (Ross, 1910). Divan’ı Denison Ross yayımı ve diğer nüshalar gözden
geçirilerek yeniden Hindistan’da yayımlanmıştır (Reşdî, Sâbi, Sıddıkî, 1971). Bu
eser üzerine Münevver Tekcan da bir yayın gerçekleştirmiştir (Tekcan, 2007). Bu
çalışma, Divan’ın British Museum Or. 9337, British Museum Or. 7510 nüshaları esas
alınarak hazırlanmıştır. Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.

3. Klasik Sonrası Dönem

Klasik sonrası dönem XVI. yüzyılın ikinci yarısı ile XIX. yüzyılın sonuna kadar
devam eden dönemdir. Bu dönemde Çağatayca yerini yavaş yavaş Özbekçeye
bırakmaya başlamıştır. Bu dönemin en önemli temsilcisi Ebu’l-Gazi Bahadır
Han’dır. Ondan başka Munis Harezmi, Agehî, Kâmil, İvaz Otar, Ömer Han ve oğlu

28
Muhammed Ali Hasan, Cihan Hatun, Muhammed Şerif dönemin önemli simaları
arasında sayılabilir.

Çağataycanın son dönemi hakkında detaylı bir çalışma yoktur. Eserlerin çoğu bugün
Özbekistandadır. Özbekistanda son dönem eserleri ile ilgili çalışmalar yapılmış ve de
yapılmaktadır. Çağatay edebiyatının son dönemi hakkında János Eckmann bir
makale kaleme almıştır (Eckmann, 1963, 121-156).

Şecere-i Türk

Son dönem Çağatayca şairleri de genelde Divan tarzında eserler kaleme almışlardır.
Bu dönemin en önemli siması Ebu’l-Gazi Bahadır Han onlardan ayrılarak iki önemli
mensur eser yazmıştır. Şecere-i Türk, Ebu’l-Gazi Bahadır Han’ın ölümü üzerine oğlu
Enûşe tarafından tamamlanmıştır. 15. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak
Harezm’de hüküm süren Yadigâroğlu Şibân Özbek hanlarının tarihini ve soylarını
belirlemek amacıyla yazılmıştır. Eserde Türk ve Moğol tarihine ait bilgiler de
aktarılmaktadır. Şecere-i Türk 1717’de Strahlenberg tarafından Tobol yakınlarında
bulunmuştur. Eser üzerine Türkiyedeki ilk çalışma Dr. Rıza Nur’un 1925 yılında
yaptığı çeviridir. Rıza Nur, Şecere-i Türk’ü Arap harfleriyle Türkiye Türkçesine
aktarmıştır. Eser üzerine en önemli çalışma Zühal Ölmez tarafından yapılmaktadır.
Eserin bir bölümü 2003 yılında “Şecere-i Türk’e göre Moğol Boyları” adı altında
yayımlanmıştır (Ölmez, Z., 2003). Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.

Şecere-i Terâkime

Ebu’l-Gazi Bahadır Han’ın ikinci eseridir. 1659-1660 yıllarında kaleme alınan bu


eseri yazarken Ebu’l-Gazi Bahadır Han Türkmen boyları arasındaki rivayetlerden ve
hocaların, beylerin ellerindeki şecerelerden yararlanmıştır. Ebu’l-Gazi Bahadır Han
bunun yanında Reşideddin’in Camiü’t-tevârih adlı eserindeki Oğuznâme’den
yararlanmıştır. Eserin 7 nüshası bulunmaktadır. Kononov yaptığı bir çalışmada esrin
nüshaları hakkında bilgiler vermiştir (Kononov, 1958). Şecere-i Terâkime üzerine ilk
çalışma Tumanskiy tarafından yapılmıştır. Bu çalışma eserin Rusça çevirisidir. Eser
Türkçeye de Muharrem Ergin tarafından çevrilmiştir ve Tercüman 1001 Temel Eser
arasında yayımlanmıştır (Ergin, 1974). Eser üzerine ayrıntılı bir çalışma Zühal
Ölmez tarafından yapılmıştır. Çalışma eserin iki nüshasının karşılaştırmalı
yazıçevrimi, Türkiye Türkçesine çevirisi, dilbilgisi incelemesi, sözlük ve

29
açıklamalardan meydana gelmektedir (Ölmez, Z., 1996). Tezimizde bu çalışmadan
yararlandık.

Diğer Eserler

Meyveler Münazarası

Mive Ceng Kitab, Nazm-ı Beyt-i Mücadele-i Bahs gibi adları bulunan bu eser bir
münazaradır. Münazarada meyveler sırasıyla üstünlüklerini, diğer meyvelerin
değersizliklerini anlatırlar. Gunnar Jarring koleksiyonunda yer alan yazmayı 1936’da
yayımlamıştır. Bu eser 116 beyitten oluşan bir mesnevidir. Eser Deniz Abik
tarafından Giriş- Metin ve Çeviri- Açıklamalar- Dizin ve Sözlük şeklinde
yayımlanmıştır (Abik, 2005). Tezimizde bu çalışmadan yararlandık.

Çağatayca Kur’an Tefsiri

Bu eser Şibâniler devrinden kalma tefsirli bir Kur’an tercümesidir. Tefsirin iki
nüshası bilinmektedir. Nüshalardan biri Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi III.
Ahmed Bölümü numara 16’da kayıtlıdır. Yazmanının varlığı ilk kez Eckmann
tarafından duyurulmuştur (Eckmann, 1967, 53). Diğer nüsha ise Konya Yusuf Ağa
Kütüphanesi numara 6624/921’de kayıtlıdır. Eserin Topkapı nüshası üzerine İbrahim
Taş Yüksek Lisans Tezi hazırlamıştır (Taş, 2001). Tezimizde bu çalışmadan
yararlandık.

Nesebnâme Tercümesi

Nesebnâme Tercümesi Kemal Eraslan tarafından 1996’te yayımlanmıştır (Eraslan,


1996). Eraslan eserin pek çok nüshası olduğunu, ancak kendisinin eseri çalışırken
üçü Arap harfli, biri de Kril harfli olmak üzere dört Nesebnâme metninden
yararlandığını belirtmektedir (Eraslan, 1996, 11). Eserde temel olarak Hz. Ali
soyundan gelen şahıslar belirtilip, onların hayatları, kerametleri anlatılmakta, ayrıca
devrin tarihi olayları, gelişmeleri de ortaya koyulmaktadır. Yani eser tarihi değerinin
yanında biyografik değere de sahiptir. Tezimizde Kemal Eraslan’ın çalışmasından
yararlandık.

Çağatayca İbrahim Kıssası

Andras J. E. Bodrogligeti tarafından yayımlanan bu çalışmanın adı eserde


belirtilmemektedir. Ancak eserin konusundan dolayı buna Halis’in İbrahim Kıssası
30
denmiştir. Tezimizde bu çalışmadan yararlandık. Manzume şeklinde kaleme alınan
esrin yazarı metnin içinden çıkarılmaktadır. Metinde şairin adı üç kez geçmektedir.
Bodrogligeti, 1964-1965 yılları arasında Türkiyede bulunduğu sıralarda Barak-
nâme’yi bulduğu Çağatayca ve Farsça eserlerin aynı cildinde adı bilinmeyen bir
mesnevi keşfetmiştir. Başlığında yalnızca “Halis” ve “İbrahim” sözcüklerinin
okunabildiği bu mesneviye içeriğine de bakarak Halis’in İbrahim Kıssası demiştir.
Eserde temel olarak Hz. Peygamberin oğlu İbrahim’den bahsedilmektedir.
Bodrogligeti eserin dilinin Çağatayca ve Modern Özbekçe arasında bir geçiş
döneminin dilini yansıttığını ifade etmektedir (Bodrogligeti, 1975). Eser muhtemel
Çağataycanın son döneminde kaleme alınmıştır. Eskicil unsurların az olması da bunu
göstermektedir.

Mirza Mesut Şâhî Divanı

Sultan Mesud Mirza, Semerkand’da altı ay kadar saltanat süren Sultan Mahmud
Mirza’nın en büyük oğlu ve Semerkand ve Herat hükümdarı Ebu Said’in torunudur.
Babür ile kardeş çocuklarıdır. Küçük yaştan beri şiir yazmaya teşvik edilmiştir.
Şiirlerinde Şâhî mahlasını kullanan Mesud Mirza, Eckmann’a göre birinci sınıf bir
şair değildir. Gazellerinden birinde Nevâyî ile aynı ayarda övünmesine rağmen,
gerçekte aynı ayarda bir şair değildir (Eckmann, 1970, 13-36). Şâhî bir tasavvuf şairi
değildir. Aruzu iyi bilir ve şiirlerini değişik vezinlerle yazar. Şâhî’nin en önemli eseri
Divan’ıdır. Şahi Divanı üzerine bilgileri Eckmann’ın kaleme aldığı “Bilinmeyen Bir
Çağatay Şairi Şahî ve Divanı” adlı makaleden öğreniyoruz. Eckmann Londra’da
India Office Kitaplığında Türki MS 23 ve Türki MS 25’de tespit ettiği iki küçük
yazmada Şahî’nin şiirlerine rastlamış ve bu yazmaları tanıtmıştır. Makalede
Eckmann, Şâhi Divanından örnek şiir parçaları da vermiştir (Eckmann, 1970, 13-36).

Çağatayca Sözlükler

Tezimizi hazırlarken temel olarak Çağatayca metinleri esas aldık. Bunun yanı sıra
eserlerin sözvarlığı ile Çağatayca sözlüklerin sözvarlığını da karşılaştırma imkanı
bulduk. Bazen sözlüklerde metinlerde hiç rastlamadığımız sözcüklere rastladık ve
bunu da sözcükleri açıklarken belirttik. Burada yararlandığımız Çağatayca
sözlüklerden de kısa bahsetmek istiyoruz.

31
Abuşka Lûgati

Bilinen en eski Çağatayca sözlük Abuşka’dır. Bu sözlüğün Ali Şir Nevâyî’nin


ölümünden sonra yazıldığı bilinmektedir. Çağatayca-Türkçe olan bu sözlüğün birçok
yazma nüshası vardır. Sözlük 2000 kadar sözcüğü içerir. Arap alfabe sistemi esas
alınarak hazırlanmıştır. Abuşka’nın en önemli özelliklerinden biri maddebaşları
verildikten sonra sözcüğün hangi metinde geçtiği belirtilmiş ve örnek manzume
verilmiştir. Abuşka ilk kez Macaristan’da Macarca olarak Armin Vámbéry tarafından
yayımlanmıştır (Vámbéry, 1862). Sözlük daha sonra da V. V. Veliaminof-Zernof
tarafından Fransızcaya çevrilmiştir (Veliaminof-Zernof, 1896). Sözlük üzerine
Türkiyede de bir çalışma yapılmıştır. Besim Atalay’ın hazırladığı çalışma ancak
onun ölümünden sonra yayımlanabilmiştir. Atalay eseri Arap alfabe sistemini
bozmadan aynıyla çevirmiştir (Atalay, 1970; bkz. Ölmez, Z., 2003, 11-21).

Senglah

Bir diğer Çağatayca sözlük de Senglah’tır. Sözlük Mirza Mehdi Han tarafından
yazılmıştır. Eserin British Museum’da iki, Oxford Bodleian Kütüphanesinde, Londra
School of Oriental Studies Kütüphanesinde, Paris ve Tahran Milli Kütüphanelerinde
birer yazması bulunmaktadır. Senglah’ın British Museum’daki nüshası ilk kez Rieu
tarafından 1888’de yayımlanan katoloğunda tanıtılmıştır. Senglah’ta 6000 kadar
sözcük yer almaktadır. Maddebaşlarındaki sözcüklere örnek teşkil eden beyit ve
mensur parçalar da yer almaktadır. Senglah üç bölümden oluşmaktadır. Küçük bir
Çağatayca gramer olan Mabâni’l-lûgat, sözlük kısmı ve Nevâyî’nin kimi eserlerinde
geçen bazı Arapça ve Farsça sözcük ve ifadelerin açıklamalarının olduğu kısım.

Senglah üzerine değerli çalışmalar yapılmıştır. Mabâni’l-lûgat kısmı E. Denison


Ross tarafından British Museum nüshası esas alınarak yayımlanmıştır (Ross, 1910).
Bu konudaki ikinci çalışma Eckmann’a aittir (Eckmann, 1942-1947, 156-222).
Üçüncü çalışma ise Karl Heinrich Menges’e aittir (Menges, 1956). Senglah’ın sözlük
bölümü üzerine yapılan ilk çalışma Sir Gerard Clauson’a aittir. Çalışmanın sonunda
sözlüğün tıpkıbasını da vermiştir (Clauson, 1960). Senglah’ın yeni bir yayımı
Mustafa S. Kaçalin tarafından yayıma hazırlanmaktadır. Mustafa S. Kaçalin’in bu
çalışmasından da yararlanma imkanı bulduk. Mustafa S. Kaçalin’e yayımlanmamış
bu çalışmasından yararlanmamıza müsaade ettiği için çok teşekkür ediyoruz.

32
Lûgat-ı Çagatay ve Türkî-i Osmânî

Bir diğer Çağatayca sözlük de Şeyh Süleyman Efendi’nin Lûgat-i Çagatay ve Türkî-i
Osmânî adlı sözlüğüdür. Sözlükte 7000 kadar sözcük yer almaktadır. Eser Ignaz
Kúnos tarafından kısaltılarak Almanca olarak yayımlanmıştır (Kunos, 1902). Eserin
tıpkıbasımı Mehmet Ölmez’in yayımladığı Türk Dilleri Araştırmaları Dergisi 13.
ciltte yayımlanmıştır (TDAD, 2003).

Dictionnaire turk-oriental

Pavet de Courteille’nin hazırladığı bu sözlük 1870’de Paris’te basılmıştır (DTO,


1870). 13 sayfalık bir önsözden sonra 560 sayfalık asıl sözlük bölümü yer
almaktadır. Arap harflerine göre maddebaşı verilen sözlükte kimi sözcükler için
örnek beyit ya da mensur parçalar aktarılmıştır.

Kelürnâme

Muhammed Yakub Çingi’nin hazırladığı Kelürnâme adlı sözlük 1982’de Taşkent’te


basılmıştır. Sözlüğün Londra ve Taşkent’te iki nüshası bulunmaktadır. Bugün iki
Kelürnâme bilinmektedir: Fazlullah Han’ın Kelürnâmesi ve Yakub Çingi’nin
Kelürnâmesi.

Borovkov, bu sözlüklerin hazırlanış amacının bölgede konuşan Çağatayca


sözvarlığını ortaya koymakta olduğunu belirtmiştir. Ona göre Çağataycaya ilişkin
doğuda hazırlanan sözlükler gözden kaçmıştır ve bu sözlükler bilimsel ve kültürel
açıdan çok önemli eserlerdir. A. İbragimov tarafından 1982’de Taşkent’te
yayımlanan bu çalışmanın alt başlığı “Özbekçe-Tacikçe-Farsça Sözlük, XVII. yy”
biçimindedir. Eser Giriş, alfabetik sözlük, dilbilgisi ve sözvarlığı bölümlerinden
meydana gelmektedir (KN, 1982).

Bu Çağatayca sözlüklerin yanı sıra Badaiu’-l-lugat, Hulâsa-i Abbâsî gibi sözlükler


de vardır. Ancak tezimizde bu çalışmaları kullanmadığımız için burada bunlara
değinmedik.

33
2. ADDAN AD YAPIM EKLERİ

2. 1. Küçültme ve Sevgi Bildiren Ekler (Okşamalıklar)

2.1.1. +Ak, +(I)k ve +tIk

Orhon Yazıtlarından itibaren Türkçede gördüğümüz +Ak ve +Ik ekleri küçültme ve


sevgi bildirirler: çorak ‘çorak, tuzlu ve kuru toprak’ (BK GD) (< *Far. şor ‘tuz’),
erkek ‘erkek’ (IB: 24, 41) (< *irk ‘koç’; krş. DLT I: 43, irk ‘dört yaşındaki koç’)
(Tekin, 2000, 81).

Bu ekler eklendikleri sözcüklerin anlamlarını gerçek anlamından az da olsa


uzaklaştırmaktadırlar. Yani bu eklerin küçültme görevinde az da olsa mecazlı bir
anlam söz konusudur.

Gabain’e göre bu ekler küçültme ve sevgi bildirir. Gabain bu ekler için Eski
Türkçede, çöbik ‘çöp, bulanıklık’ (< çöp ‘çöp ve benzeri şeyler’ + ik), yulak ‘derecik,
küçük çay’ (< yul ‘çay, dere’ + ak) örneklerini vermiştir (Gabain, 1941 (20033), 45).
Ramstedt de -ak ekinin bir küçültme eki olduğunu ifade etmiştir. Tarihi ve günümüz
Türk dillerinin birçoğunda türetme eki olarak bulunur (Ramstedt, 1952, 212).
Kononov, TDAY-Belleten’de yayımlanan “İsimlerin ve Sıfatların Küçültme Şekilleri
ve Söz Yapımı” adlı makalesinde +ak/+ek (< gak) biçiminde aktardığı ek için Tü.,
Kırg. ve Özb.’den baş+ak, Tü. top+ak ve Tü. yan(ŋ)+ak örneklerini aktarır ve bu
ekin eklendiği sözcüklere nesnenin vazifesinin ayniyetine ya da görünüşüne göre
yeni bir anlam kazandırdığını belirtir (Kononov, 1968, 81-88).

Marcel Erdal’a göre ise bu ekler Eski Türkçede zayıf bir türetme işlevine sahiptirler.
Nesne adları kendilerine benzer diğer adlardan türetildiklerinde, +Ak ekinin
kullanımında mecazî bir anlam ortaya çıkmaktadır. Marcel Erdal buna örnek olarak
kapak sözcüğünü vermiştir. kapak: ‘kapak, havacıkapağı’ (Ht V: a17 ve 22; DLT I:
382) sözcüğü kap ‘şarap kapağı ya da başka bir şeyin kapağı’ sözcüğünden gelmiştir
(Erdal, 1991, 40).

34
Marcel Erdal ayrıca +Ak eki almış bazı adların kırsal bölgelerin özelliklerini
gösterdiğini ifade etmektedir. Bu DLT’de ‘az su akan kanal’ anlamı verilen yul+ak
sözcüğü için söylenebilir. Ona göre +Ak ekinin bir başka işlevi de hayvan adlarından
başka hayvan adları türetmesidir. adgırak ‘beyaz ayaklı antilop’ sözcüğünün adgır
‘aygır’dan geldiği düşünülmektedir (Erdal, 1991, 42).

+Ak ve +Ik ekleri Eski Türkçeden sonra Çağataycada da küçültme bildirir. Ancak
Çağataycada çok yaygın bir ek olduğu söylenemez. Bu ekle küçültme işlevinde
türemiş en belirgin sözcüklerden biri başak ‘başak; ok, temren, okun ucundaki demir
(< baş ‘baş’ + ak)’tır.

Karahanlı Türkçesi metinlerinden beri Tarihi Türk dillerinin sözvarlığında yer alan
sözcük DLT’de başak ‘ok başı, okun ya da mızrağın başına geçirilen demir, temren’
şeklinde verilmiştir (DLT I: 378; DanKelly, 1985, 67). Sözcüğe Harezm Türkçesinde
başak ‘mısır başağı’ (KutbHŞ: 28), ‘okun başı’ (MNa: 91 [EDPT: 378b]); Eski
Kıpçakçada başak ‘okun ucundaki sivri demir’ (KTS: 24) anlamlarında rastlıyoruz.

Sözcük Çağatayca sözlüklerde başag / başak biçiminde ve ‘sünbüle, huşe, ekin başı,
ok başı’ anlamlarıyla kaydedilmiştir (Seng. 124r4; LÇ: 69a; AŞNL I: 233).
Vámbéry’de ise başag / başak ‘başak; ok başı’ açıklaması verilmiştir (Vámbéry,
1867, 242b).

VEWT ve DTS’de sözcük ‘uç, sivri uç, mısır başağı, okun ya da kargının ucuna
geçirilen demir, temren’ şeklinde açıklanmıştır (VEWT: 64; DTS: 87). Clauson ise
sözcüğün baş ‘baş’ sözcüğüne küçültme eki getirilerek türetildiğini söyler, (< baş +
ak), ayrıca ‘küçük uç’ anlamına gelen sözcüğün önceleri ‘ok ucu’ karşılığında,
sonraları ise ‘mısır başağı’ karşılığında kullanıldığını belirtir (EDPT: 378b).

Marcel Erdal, sözcüğünün kökünü baş ‘baş, başlangıç’ adına bağlamış ve ‘okun ya
da mızrağın ucundaki demir başlık’ karşılığını vermiştir (Erdal, 1991, 40).

Hasan Eren, Etimolojik Sözlüğünde başak için ‘arpa, buğday gibi ekinlerin, taneleri
taşıyan başı’, Anadolu ağızlarında ‘tarlalarda kalmış ya da dökülmüş başak’ olarak
da kullanılır. Orta Türkçede “okun ya da kargının ucuna geçirilen demir, temren”
şeklinde bir açıklama getirmiştir (TES: 42).

Tietze sözcüğü baş + küçültme eki olan –ak biçiminde açıklamış ‘ekinin taneleri
taşıyan kılçıklı başı’ anlamını vermiştir (TETL: 290a). Tarama Sözlüğü’nde başak
35
maddesi için ‘okun ucundaki sivri demir’ tanımlaması verilmiş, Kamus-i Osmanî
tanık olarak gösterilip eserden alınan şu cümle örnek olarak aktarılmıştır: ‘... Ok
dermeni, mızrak timürü, okun ucundaki sivrü timür ki Türkçede başak tabir
olunurmuş’ (TarS I: 419). Derleme Sözlüğü’nde başak I maddesinde altında yer alan
sözcük için ‘1. Tahıl ve meyveleri devşirdikten sonra geriye kalan döküntüler (...), 2.
Sigara izmariti’ tanımı yapılmıştır (DS II: 550). TS’de ise şu şekilde bir tanım yer
almaktadır: ‘1. Arpa, buğday ve yulaf gibi ekinlerin taneleri taşıyan kılıçlı başı (...),
2. Halk ağzında tarlalarda, bağlarda dökülmüş, tek tük kalmış ürün’ (TS: 213).

Sözcüğün Türkçe baş (~ Çuv. puś) kökünün bir türevi olduğu açıktır. Radloff’a
borçlu olduğumuz bu açıklama Brockelmann (Brockelmann, 1954, 64), Ramstedt
(Ramstedt, 1957, 109), Räsänen (VEWT: 64), Eren (TES: 43) gibi yazarlarca
benimsenmiştir. Yegorov da bu açıklamaya katılmıştır (ÊS: 169-170). Sevortyan da
bu açıklamayı doğrulamıştır (ÊSTYa, 1978, 89-90).

canım hedefi içre ok urmas, érür ol hayf

nageh irigey bagrım otı içre başakı

(SD: 797)

tende her ok zahmıdın bagrımda aŋlaŋ bir başak

ol başaklarnıŋ hisabın bu yaralardın biliŋ

(HBD, 87: 3)

budag: Marcel Erdal’ın bu ekle türemiş olduğuna inanmadığı ancak bizim Talat
Tekin’in görüşüne katılarak bu ekle biçimlendiğine inandığımız bir sözcük Eski
Türkçede budık ‘dal’, Çağataycada budag ‘budak, filiz, sürgün’ biçiminde bulunan
sözcüktür.

Doerfer sözcüğün Farsça, Moğolca ve Balkan dillerine geçtiğini belirtmiştir (TMEN


II: 779). Räsänen buta- ‘dallanmak’ maddesinde verdiği sözcüğün Çağ. biçimini
budag ‘dal, budak’ olarak aktarmış ve sözcüğü buda- ‘budamak’ eylemine
dayandırmıştır (VEWT: 90). Sözcük DTS’de butık I ‘budak, filiz’ şeklinde
açıklanmış, herhangi bir etimoloji verilmemiştir (DTS: 129). Marcel Erdal budık
‘dal’ sözcüğünün but ‘bacak’ sözcüğünden gelmiş olabileceğine inanmamakta; bu
sözcükteki dişsilin Maitrisimit’te D ile Brahmi yazılı metinlerde de DH ile yazılmış
36
olmasını da buna kanıt olarak göstermektedir (Erdal, 1991, 43-44). Talat Tekin ise
Erdal’ın bu görüşüne katılmadığını belirtmiş, ayrıca Clauson’un sözcüğü butı-
‘budamak’ eyleminden getiren etimolojisini de reddetmiştir (EDPT: 301a). Ona göre
ET butık ‘dal’ yani Çağ. budag sözcüğü ‘bacak’ anlamındaki but (< *but)
sözcüğünden küçültme eki +Ik ile türemiştir (Tekin, 1994a, 244-281).

meclisi de ökte hükmler sürer çagı, barça icra-yı ahkam bir budagı

(MKb: 63b11)

yarattuk biz sizlerniŋ ataŋıznı … tofrakdın va siz anıŋ butagı sizler … pas yarattuk

(ÇKT: 32b25)

çagruk: Çağataycada bu ekle türediğini düşündüğümüz sözcüklerden biri de ‘bir kuş


adı’ olan çagruk (< çag/kır ‘bir cins doğan’ + uk) sözcüğüdür. Radloff sözcüğün
Osmanlıcada çakır dogan ‘büyük bir atmaca’ şeklinde yer aldığını da aktarmaktadır
(Wb III: 1834). Doerfer bu biçimin çakır ‘bir cins doğan, büyük bir atmaca’
sözcüğünün küçültmeli biçimi olduğunu düşünmektedir (TMEN III: 1041).
Doerfer’in bu düşüncesinde Özbekçede rastladığımız ‘köl kuşi, bakıq bilen tirikçilik
qıladi rengi aqiş, ağirligi 1 kg. keledi.’ şeklinde açıklaması verilen çağırık
(Abdullayev, 1964, 116) ve Mukaddimetü’l-Edeb’de yer alan çakır kuş ‘doğan’
sözcükleri etkili olsa gerektir (Yüce, 1993, 110).

Bu veriler doğrultusunda sözcüğün gelişiminin çagruk < çag/kır + uk biçiminde


olması gerektiğini söyleyebiliriz. Sözcüğün kökü olduğunu düşündüğümüz çakır
kuşu (Accipiter gentilis) atmacagiller (Accipitridae) familyasından kıvrık, kısa
gagalı, ince uzun keskin pençeli, bir atmaca türüdür
(www.hayvanansiklopedisi.com/Cakir-Kusu, [29.04.2009]). Türkçe sözlükte çakır
için ‘bir cins doğan’ karşılığı verilmiştir (TS: 800-801). Clauson çakır maddesinde
Osmanlıcada sözcüğün genelde çakır dogan ‘bozdoğan, kaya doğanı’ ifadesi içinde
geçtiğini ve muhtemelen Latince sacer ‘ulu doğan’ sözcüğünün bozulmuş biçimi
olan Arapça saqr’ın bozulmuş biçimi olduğunu ileri sürer (EDPT: 409b). Ayrıca
Clauson, ‘bozdoğan, kaya doğanı’ anlamındaki çagrı sözcüğünün de Latince sacer
‘ulu doğan’ sözcüğünün bozulmuş biçimi olduğunu belirtmiştir, sözcüğün aktarım
yolunun karışık olduğunu da eklemiştir (EDPT: 410a). Tietze de çakır II maddesi

37
altında açıkladığı sözcüğü ‘bir cins doğan’ şeklinde anlamlandırmıştır (TETL: 466a).
Bunun yanında çakır sözcüğü Çağataycada çakır kanat ‘bir tür ördek’ (Vel. 234),
çakır ‘gri-gözlü’, çakır kanat ‘bir tür su kuşunun adı’ (Seng. 207v23) gibi ifadelerde
de karşımıza çıkmaktadır.

yana yazı kuşlarıdın togdak ve togdarı, çagruk, kıl kuyrug, kula purga, yapalag,
kuladu, leglek, çaylak, kara kuş, télbe kul, cıkcıg dék kuşlarnı atları yoktur.

(ML: F779b1)

eşek: Bu ekle türeyip türemediği tartışmalı olan sözcüklerden biri de Çağataycada


eşek ‘eşek’ (< eşge + k), Eski Türkçede eşgek biçiminde bulunan sözcüktür. Sözcük
Çağatayca sözlüklerde eşek ‘eşek’ biçiminde yer almaktadır (LÇ: 53a; DTO: 115).

Gabain sözcüğü eş ‘eş’ kökünden getirmeye çalışmıştır (Gabain, 1941 (20003), 45).
Doerfer sözcüğün Arapça, Rusça ve Kafkas dillerinden bazılarına (Lazca vb.)
geçtiğini aktarmış, bu dillerde aldığı biçimleri de vermiştir (TMEN II: 486). Räsäsen
de sözcüğü eş ‘dost, arkadaş’ sözcüğü + (g)äk küçültme ekinden getirmiştir (VEWT:
51). Clauson, eşgek sözcüğünün ikincil bir biçimi olan eşek sözcüğünü eş- ‘eşmek’
eylemine dayandırmıştır (EDPT: 260a). Marcel Erdal bu sözcüğün eş adına gelen
+gek küçültme eki ile türemesinin imkansız olduğunu belirterek sözcüğü eylemden
ad türeten –gAk eki ile türemiş sözcükler arasında vermiştir. Ayrıca Erdal,
Doerfer’in karşılıklı bir görüşme sırasında bu sözcüğün eş- ‘rahvan gitmek’
eyleminden –gAk eki ile türemiş bir ad gövdesi olduğunu düşündüğünü kendisine
bildirdiğini de aktarmıştır (Erdal, 1991, 393; ayrıca bkz. TMEN II: 486).

Talat Tekin ET eşgek sözcüğünün Altay dilleri teorisine göre aynı anlamdaki Moğ.
elcige(n) < *elçike(n) sözcüğüne denk sayıldığını ifade etmiş, bu denkliğin itiraz
edilecek tek noktasının eşgek biçiminde sonseste fazla bir /k/ bulunması olduğunu
belirtmiştir. Halaççadaki eşge biçiminin de bu denkliği desteklediğini aktarmıştır.
Talat Tekin, Halaççadaki eşge biçimine bakarak sözcüğün +k eki ile türemiş bir
küçültme biçimi olduğunu ifade eder. Mustafa Kaçalin de Tekin’in bu görüşüne
katılmıştır (Tekin, 1994a, 244-281; Kaçalin, 2006, 123).

onbigi ve yahşı-lar ildin yıgıp iş iştürüp yüz kulaç argamçi ve altı oglaklı içki ve éki
tulum çökelik ve bir eşek bérdiler

(ŞTe: 105b9)

38
sakalı şeyh-i riyayiga gerçi kéldi haram

veli külerge eşek boynıga kérek gujgav

(BV, 520: 5)

kırak: +Ak eki ile türemiş sözcüklerden biri de kırak ‘kenar, ağız, kıyı, sınır’ (< kır
‘yan, kenar; dağ, tepe’ + ag/k) sözcüğüdür. Eckmann sözcüğe Hâmidi’nin Yusuf u
Zeliha Mesnevisinde (HYZ: 67b10) rastlandığını belirtmiştir (Eckmann, 1966, 53).

Sözcük Çağatayca sözlüklerde kırag/k biçiminde ve ‘kenar, yan, kıyı’ anlamlarıyla


kaydedilmiştir (Seng. 295v7; LÇ: 244a; DTO: 445).

Räsänen sözcüğü kır ‘dağ, tepe’ sözcüğüne bağlamış ve sözcüğün kökünün günümüz
Türk dillerindeki biçimlerini aktarmıştır (Kaz., Tel., Sag. kır ‘kenar, köşe, yan’; Çuv.
hır ‘tarla, alan; bozkır’ vb.) (VEWT: 265).

Clauson ise sözcüğü kıruk sözcüğü altında Çağataycadan aktarmış ve kıdıg ya da


kırgag sözcüklerinin yanlış okunmuş biçimi olabileceğini düşünmüş ve kırgag 2
sözcüğüne gönderme yapmıştır (EDPT: 652a-b). Clauson kırgag 2 maddesinde de
kırgag sözcüğünün *kırga- biçiminde bir eyleme dayandığını ve kıdıg’ın ikincil bir
biçimi gibi görülen Çağ. kırıg/kırık sözcükleriyle açık bir ilişkisinin olduğunu
belirtmiştir. Ona göre d > r ses değişimi Türkçede görülmez, ancak d > z ses
değişimi bazı Türk dillerinde görülür ve de z > r değişimi l / r dili olan bütün Türk
dillerinde bulunur (EDPT: 653b).

Räsänen’e ek olarak sözcüğün kökünü günümüz Türk dillerinden Yeni Uygurcada da


kır ‘sınır, hudud, kıyı, yamaç’ biçiminde buluruz (YUTS: 236). Sözcüğün kökü
Türkiye Türkçesinde de kır ‘şehir ve kasabaların dışında kalan, çoğu boş ve geniş
yer’ anlamıyla yaşamaktadır (tdkterim.gov.tr, [29.04.2009]).

Bu veriler doğrultusunda sözcüğün günümüz Türk dillerinde de yaşayan kır


sözcüğünden kırak < kır + ak biçiminde geliştiğini söyleyebiliriz. Ancak ekin köke
küçültme anlamı katıp katmadığı şüphelidir.

Sözcüğe Tarihi Türk dillerinden Eski Kıpçakçada kırag, kıraŋ, kırıg ‘kenar, yan,
kıyı’ biçimlerinde rastlarız (KTS: 144).

39
halkdın yüz deşt yol tutsun kırak ol zar kim

dér ki özni salmayın her lahza min azarga

(FK, 601: 6)

neçük ki derd kıragı ayagın astıda dal

‘izar noktası yaŋlıg ‘izarıŋ üstide hal

(BV, 381: 1)

köykenek (< *köykö ‘şahin’ + (n)ek) sözcüğü de +Ak küçültme eki ile türediğine
inandığımız sözcüklerden biridir. Çağatayca sözlüklerde köykenek ‘muymul
cinsinden bir kuş, kartal cinsinden av kuşu, doğana benzer bir av kuşu’ karşılıklarıyla
yer almıştır (Abuş. 368; Seng. 307v25; LÇ: 263a; DTO: 480).

Bahaddin Ögel, Kırgızca küykö (KırgS: 544a) sözcüğünün köykenek sözcüğünün


kökü olduğu ifade etmiştir. Ona göre köykenek sözcüğü küykö sözcüğünün küçültme
eki almış biçimidir (Ögel, 1993, 358-359).

Sözcüğü günümüz Türk dillerinde de bulabiliriz. Hak. köykenek ‘bozdoğan’ (HakRS:


88b), Alt. küygenek ‘aladoğan’ (OyrRSl: 99a). Zühal Ölmez, Kazakça ‘doğandan
küçük, ona benzer’ anlamındaki küykentay (KazTS: 144a) ile Özbekçe ‘laçinler
ailesine giren yırtıcı kuş’ anlamındaki kökentay (UTİL: 413a) sözcüklerinin de büyük
bir olasıklıkla anlamca çok benzedikleri köykenek kuşunun bu dillerdeki adlandırılışı
olduğunu aktarmıştır (Ölmez, Z., 1996, 292-293).

Alka İvliniŋ ma‘nası muvafık témek bolur, tamgasının sureti bu turur: kuşı köykenek
(ŞTe: 82b9-10)

köykenek birle yapalak karga kuzgun yıglışıp

ay Şiban zülfi tüninde yolçu bidar özgeçe

(ŞHD: 151a5)

oglak: Bu ekle türemiş bir diğer ad da ‘keçi yavrusu’ anlamındaki oglak (< ogul
‘oğul’ + ak) sözcüğüdür. Sözcük Çağatayca sözlüklerde oglak ‘keçi yavrusu’
şeklinde verilmiş (Seng. 77v24; LÇ: 35a; DTO: 68) ve etimolojik sözlüklerde ogul

40
‘oğul’ +ag/k ‘keçi yavrusu’ şeklinde açıklanmıştır (VEWT: 358; DTS: 363; EDPT:
85a; Erdal, 1991, 41).

Sözcük Eski Uygurcadan itibaren Tarihi Türk dillerinde görülmektedir. Eski


Uygurcada oglak ‘keçi yavrusu’ (USp. 55/10 [EDPT: 85a]); DLT’de oglak ‘keçi
yavrusu’ (DLT I: 119; DanKelly, 1985, 39); KB’de oglak ‘oğlak’ (KB: 141); Harezm
Türkçesinde oglak ‘oğlak, keçi yavrusu’ (KutbHŞ: 14); Eski Kıpçakçada ise oglak,
aglak, ogulak, ulah ‘oğlak, keçi yavrusu’ (KTS: 203) biçimlerinde geçmektedir.

Hvacesiniŋ malındın Ayazga bir oglak hem tégmedi.

(ŞTe: 102b2)

keyikniŋ oglakı kalsa yazıda, ‘adlıŋdın

iginge kötrüp anasınge yétkürür dırgam

(SD: 213)

sapag/sapak: Çağataycada +Ak eki ile türediğini düşündüğümüz bir diğer biçim de
sapag/sapak ‘yaprak ve çiçek sapı’ (< sap ‘sap’ + ag/k) sözcüğüdür. Bu sözcüğe
metinlerde rastlamadık, ancak Çağatayca sözlüklerde sapag/sapak biçiminde ve
‘kulp, kabza, sap, yaprak ve çiçek sapı’ anlamıyla kaydedilmiştir (Seng. 228b18; LÇ:
177a; DTO: 333; AŞNL III: 43).

solak ‘sol elini kullanan’ (< sol ‘sol’ + ak) sözcüğü yön anlamı gösteren sol
sözcüğünden türemiş küçültme anlamı taşıyan bir sözcüktür. Taradığımız Çağatayca
metinlerde rastlamadığımız sözcük Çağatayca sözlüklerde solak biçiminde ve ‘sol
elini kullanan’ anlamıyla kaydedilmiştir (Seng. 246a19; DTO: 360).

Räsänen sözcüğü solak ‘dalak’ şeklinde açıklamış ve sol ‘sol’ köküne dayandırmıştır
(VEWT: 427). Clauson sol ya da *sola- köküne dayandırdığı sözcüğün kökeninin
muhtemelen Moğ. sologay ‘sol, sol el, sol elli’ sözcüğüne dayanabileceğini ifade
etmiştir (EDPT: 826a; 827b). Ancak sol kökü daha tutarlı gözükmektedir. Orta
Türkçede bu sözcüğün yanında solamuk biçimi de kullanılır (DLT I: 487; DanKelly,
1985: 165). Eski Kıpçakçada solak ‘solak’ anlamında kullanılmıştır (KTS: 239).
Osmanlıcada ise sözcüğün anlamı genişlemiş ve ‘sultanın sol tarafındaki kişisel
korumalar’ anlamını kazanmıştır (TTS II: 832). Hasan Eren sözcüğün sol ‘sol’ + ak
41
biçiminde türediğini ifade etmiş ve günümüz Türk dillerinde yaşayan hallerini
vermiştir: Az. solahay, Nog. solakay, Blk. solakay, Kırg. sologoy, Kaz. solakay,
KKlp. solakay, Kara Kalpakçada şebekey sözü de geçer. Bşk. hulakay, Çuv. sulahay
(TES: 373).

koltug/k ‘koltuk, koltuk altı; koyun’ (< kol ‘kol’ + tug) sözcüğünün varlığı küçültme
ifade eden +tIk ekinin nadir de olsa Çağatayca’da bulunduğunu göstermektedir.
Sözcüğe Mahbubu’l-Kulub (MKb: 30b1), Çağatayca Kur’an Tefsiri gibi metinlerde
rastlanmaktadır. Çağataycada sözlük koltug/koltuk biçiminde ve ‘koltuk’ anlamıyla
kaydedilmiştir (Seng. 290r8; DTO: 435).

Räsänen sözcüğün kol ‘kol’ sözcüğünden türediğini belirtmiştir (VEWT: 276).


Doerfer sözcüğün kökeni konusunda herhangi bir bilgi vermemiş, ancak sözcüğün
Rusça, Çeremisce ve Balkan dillerinde Türkçeden alıntı olarak bulunduğunu
aktarmıştır (TMEN III: 1575). Clauson da Räsänen gibi sözcüğü kol ‘kol’ sözcüğüne
bağlamıştır (EDPT: 619a). Erdal da sözcüğün kol ‘kol’ adından +tIk ekiyle türediğini
aktarmıştır (Erdal, 1991, 44). Mustafa Kaçalin ise koltuk sözcüğünün koltık < kol
altılık biçiminde gelişip gelişmediğini sorgular (Kaçalin, 2006, 207).

Sözcük Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de koltık ‘koltuk’ (DLT I: 475;


DanKelly, 1982, 141) ve Eski Kıpçakçada koltık, kolduğ, koltuk biçimlerinden
geçmektedir (KTS: 152).

kanın tökti, koltugın yarıp kanatın sökti

(MKb: 30b1)

va lavsnı özide ya burut almakdın va tırnak késmek koltuk natfı va anıŋ dék … va ta
vafa kılgaylar

(ÇKT: 35a15)

2.1.2. +(A)ç, +(X)ç, +çAk ve +(X)çUk

Eski Türkçeden beri görülen +(X)ç ekinin en belirgin görevi sevgi, küçültme ve
okşama gösteren sözcükler türetmektir. Ramstedt bu ekin Eski Türkçe +çı, +açı
ekinden çıkmış olabileceğini düşünmektedir (Ramstedt, 1952, 215 [Räsänen, 1957,
92]). Marcel Erdal da bu ekin en belirgin görevinin sevgi ifade eden sözcükler
42
türetmek olduğunu ifade eder. Erdal ayrıca bu ekin kan bağını göstermek için
akrabalık terimlerine eklendiği de belirtmektedir. Bir diğer ifadesinde de bu ekin
hitapla ilgili olarak da kullanıldığını söyler, ona göre bu ek a hitap ekiyle birlikte
görülmektedir. Erdal, EDPT’den ataçım ‘sevgili ağabeyim’ (< ata ‘baba’ +ç + ım),
anaçım ‘anacım’ (< ana ‘ana’ +ç+ım) örneklerini aktarır (Erdal, 1991: 44-46).

Eski Türkçede ve Karahanlı Türkçesinde bu ekle biçimlenmiş sözcükler


görülmektedir. anaç ‘anne gibi davranan küçük kız’ (< ana ‘anne’ + ç), (DLT I: 52;
Dankelly, 1985: 9), ataç ‘büyüklük gösteren çocuk’ (< ata ‘baba’ + ç) (DLT I: 52;
DanKelly, 1985: 15), begeç ‘beyceğiz’ (< beg ‘bey’ + eç) (DLT I: 357; DanKelly,
1985: 70).

Çağataycada ise bu ek daha çok küçültme işleviyle kullanılmıştır. Sevgi ve acıma


işlevlerine pek rastlanmaz. Çağataycada rastladığımız örnekler şöyledir:

karlugaç / karluvaç: Çağataycada bu ekle türemiş adlardan biri karlugaç / karluvaç


‘kırlangıç’ (< *karılıgaç < *karılık + (g)aç) sözcüğüdür. Ek bu sözcükte bir kuş adı
türetmiştir. Ancak ekin sözcüğe kattığı küçültme anlamı da açıktır. Çünkü kırlangıç
küçük bir kuştur. Sözcük için Senglah’ta karlugaç / karluvaç ‘kırlangıç’ karşılığı
verilmiştir (Seng. 272a18). Dictionnaire turk-oriental’de karlankuç ‘kırlangıç’ kaydı
düşülmüştür (DTO: 401). Lugat-ı Çağatay’da karlanguç ‘kırlangıç, karlugaç,
kıldırgaç’ karşılıkları verilmiştir (LÇ: 218a). Vámbéry karlogać biçiminde verdiği
sözcüğü ‘kırlangıç’ biçiminde anlamlandırmıştır (Vámbéry, 1867, 310b).

Eckmann bu sözcüğün Teleütçe karılık ve Radloff’ta yer alan yine aynı sözcükle
(karılık) (Wb II: 176) karşılaştırılmasını önerir (Eckmann, 1966, 52). Doerfer
kaldīrgaç maddesinde verdiği sözcüğün Moğolcada Türkçeden bir alıntı olduğunu
belirtmiştir. O, sözcüğün kökü konusunda herhangi bir açıklama yapmamıştır
(TMEN III: 1513). Räsänen sözcüğün kökeni hakkında bir şey belirtmemiş, ancak
sözcüğü karlagaç ‘kırlangıç’ şeklinde açıklamış ve sözcüğün Tarihi ve günümüz
Türk dillerindeki biçimlerini vermiştir (VEWT: 238). Clauson sözcüğün en eski
biçimini kargılaç olarak belirtmiş ve karlıgaç biçimine göçüştüğünü ifade etmiştir.
Sözüğün ilk biçiminde +laç olan ekin daha sonra +gaç biçiminde görüldüğünü ve
daha sonraki dönemlerde önemli sesbilgisel değişimlere uğradığını söylemiştir. Buna
delil olarak da Özb. kaldirgoç; Az. garanguş; Osm. kırlangıç; Tkm. garlavaç vb.

43
biçimlerini aktarmıştır. Ayrıca Türkçenin Tarihi dönemlerindeki biçimlerini de
vermiştir: DLT kargılaç ve göçüşmeli biçimi karlıgaç (DLT I: 526); HarT. karlugaç;
Çağ. karluwaç ve karlugaç biçimleri görülür (EDPT: 657b). Marcel Erdal,
Clauson’la aynı görüşü paylaşmıştır (Erdal, 1991, 84). Talat Tekin, Sibirya Türk
dillerindeki karılık ~ karılıgaş örneklerini de göz önünde tutarak Clauson’un
görüşüne karşı çıkar. Marek Stachowski, Teleütçedeki karılık biçiminin *karalık gibi
bir biçimi düşünmemizi sağladığını ve burada kök olarak *kara ‘siyah, kara’
sözcüğünü aramamıza neden olduğunu belirtmiştir. Ancak ona göre, buradaki anlam
ilişkisi açık ve anlaşılırsa da a ~ ı değişimini açıklamak biraz güçtür. Stachowski,
sözcüğün Türk Dillerindeki yanbiçimlerine bakıldığında ilk şeklinin *karılıgaç
olarak düşünülmesi, bunu da *karılık + *-(g)aç olarak çözümlememiz gerektiğini
belirtmiştir, ayrıca bu *karılıgaç biçimininin Sibir dillerinden Matorcada Türk
dillerinden ödünç bir öge olarak karlagaş biçimiyle yer aldığını da aktarmıştır
(Stachowski, 1995, 85-96).

Sözcük Eski Kıpçakçada Kitâbu Bulgatü’l-Müştâk’ta karlagaç; Et-Tuhfetü’z-Ze-


kiyye’de karlagaş; Kitâbu’l-idrak ve Et-Tuhfetü’z-Zekiyye’de karlaguç; Kavaninü’l-
Külliyye’de karlakaş; Kitâbu’l-idrak’ta karlavuş biçimlerinde görülmektedir (KTS:
129).

Çağataycada ekin daha çok küçültme göreviyle kullanıldığı görülmektedir.

Ramstedt +çAk ekinin ç+ak küçültme eklerinden oluştuğunu düşünmüştür


(Ramstedt, 1952, 217). Siemieniec +çAk ekinin hem ad hem de eylem köklerine
geldiğini belirtmektedir (Siemieniec, 1989, 116). Marcel Erdal ise +çAk ve +(X)çUk
biçimlerini +(X)ç ekinin genişlemiş biçimleri olarak alır. Ayrıca Erdal bu ekin Orta
Farsça ve Soğdcada küçültme eki olan +īçak’tan ödünç alınmış olabileceğini de ifade
etmektedir (Erdal, 1991, 46).

Zeynep Korkmaz ise ça+ok yapısından geliştiğini ileri sürmektedir. Korkmaz bu


ekin küçültme adları türettiğini ancak ekteki küçültme işlevinin bazen zayıfladığını
da belirtmektedir (Korkmaz, 1995, 12-84).

Kononov, +(X)çUk ekinin Türkçe ve Özbekçede sevgi ifadesi katan bir küçültme eki
olduğunu ancak söz yapımı içinde geniş ölçüde kullanıldığını belirtir (Kononov,
1968, 81-88). Siemieniec de +(X)çUk ekinin küçültme anlamı dışında bitki adları
yapmak gibi bir işlevi bulunduğunu da ifade etmektedir (Siemieniec, 1989, 111).
44
Bu ekler de +(X)ç eki gibi Eski Türkçeden beri görülürler. Eski Türkçede çok yaygın
olmasa da özellikle +çAk eki ile türemiş sözcüklere rastlarız: Gabain, bıçak, biçäk
‘çakı’ (< bı ‘bıçak’ + çak) ve kolıçak ‘kolcuk’ (< kol ‘kol’ + (ı)çak) örneklerini
aktarır (Gabain, 1941 (20003), 43). Karahanlı Türkçesinde de bu eklerle biçimlenmiş
sözcüklere rastlarız. bagırçak ‘semer’ (< bagır ‘bağır’ + çak) (DLT I: 502;
DanKelly, 1985, 63), bakaçuk ‘bakanın küçültmesi. Bu, eğe kemiği ile kol
arasındaki et parçasıdır’ (< baka ‘kurbağa’ + çuk) (DLT III: 226; DanKelly, 1985,
65), urunçak ‘emanet’ (< *urun + çak) (KB: 3781).

Bu eklere Eski Kıpçakça metinlerde de rastlanmaktadır. Bu metinlerde ekler


küçültme anlamı taşıyan nesne adları ve sıfat işlevinde sözcükler türetmiştir: sapçak
‘bakır kulplu kova’ (< sap ‘sap’ + çak) (KTS: 227), issiçek ‘sıcacık’ (< ıssı ‘sıcak’ +
çek) (TZ: 46a10), kiçiçük ‘küçücük’ (< kiçik ‘küçük’ + çük) (İH: 79), kulçuk ‘küçük
kul, hizmetçi’ (< kul ‘kul, hizmetçi’ + çuk) (TZ: 46a7).

Örneklerden çıkarılabildiği kadarıyla +çAk eki Çağataycada küçültme, âlet ve yer


adları türetmektedir.

Küçültme işleviyle görüldüğü biçimler için şu örnekleri tespit ettik:

begçek ‘küçük bey’ (< beg ‘bey’ + çek) (BBev. 40a12) sözcüğü +çAk ekiyle türemiş
ve küçültme anlamı taşıyan yeni bir ad gövdesidir.

+çAk ekiyle türemiş bir başka küçültmeli biçim de çukurçak ‘küçük çukur,
çukurcuk’ (< çukur ‘çukur’ + çak) sözcüğüdür. Çağatayca metinlerden
Babürnamede rastladığımız biçim çok yaygın bir kullanıma sahip değildir (BN:
127a14). Sözcüğün kökü olan çukur sözcüğü Çağatayca sözlüklerde ‘çevf, lagım
kuyusu, derin, çukur’ anlamıyla verilmiştir (LÇ: 156b; DTO: 297).

köprük bile darvaza arasıdagı bulandlık puştanıñ üstide yol ortasıda kalın
çukurçaklar kazıp has-puş kılıp édiler

(BN: 127a14)

Çağatayca +çAk ekinin alet ve nesne adı türettiği de görülür. Ancak sözcüğün bu
kullanımının da çok yaygın olduğu söylenemez. Çağataycada bu işlevde türemiş
biçimler için şu örnekleri de buluruz:
45
alınçak ‘atın alın süsü’ (< alın ‘alın’ + çak) sözcüğü +çAk ekiyle türemiş bir nesne
adıdır. Çağatayca metinlerde rastlamadığımız sözcük için Senglah’ta alınçak ‘atın
alın süsü’ karşılığı verilmiştir (Seng. 17b18).

ocak: Bu ekle türediğini düşündüğümüz bir sözcük de ocak ‘ocak’tır. Räsänen ocak
‘ocak’ sözcüğünün gelişimini ocak < *oç + ak biçiminde vermiş ve sözcüğün ot
‘ateş’ sözcüğünden türediğini belirtmiştir (VEWT: 356). Clauson sözcüğü oçok/oçak
biçiminde maddebaşı olarak vermiş, ancak sözcüğün gelişimi ya da kökeni ile ilgili
herhangi bir açıklamaya yer vermemiştir (EDPT: 22b). Mustafa S. Kaçalin ise ocak
‘ocak’ sözcüğünün de bu ekle otçak < ot ‘ateş’ + çak biçiminde türemiş olabileceğini
belirtmiş ve +çak ve +çık eklerinin kendisinden önceki /k/ /k/’yi düşürdüğü çocuk (<
*çok + çuk), göcek (< kök + çek ‘yeşil ekin’) sözcükleri gibi kendinden önceki /t/’yi
de düşürmesi şeklinde bir durum olup olamayacağını sorgulamıştır (Kaçalin, 2006,
128). Ancak bu sözcüğün etimolojisi ile ilgili bir kesinlik yoktur. Bu konuda bizim
görüşümüz de Räsänen ve Mustafa S. Kaçalin’le aynı doğrultudadır.

Tarihi Türk Dillerinde de Eski Uygurcadan itibaren görülen sözcük Çağataycada


metinlerde ve Çağatayca sözlüklerde ocag ve ocak biçimlerinde ve ‘ocak; büyük
aile, klan; suçlulara takılan demir kelepçe’ anlamlarıyla geçmektedir (Seng. 65r19;
LÇ: 26b; DTO: 47).

na‘lim içre dag üçün koygan fetile dud ile

derd ocagıda tütey dur enduh otı yakılıp

(GS, 59: 5)

soŋ şayed bir nemerse kalgan bolgay tép yurtka bardı érse kördi kim ocak içinde bir
yaş érkek oglan yatıp turur

(ŞTe: 102b1-2)

yançak ‘atın yanlarına bağlanan zırh’ (< yan ‘kenar, yan’ + çak) sözcüğü de bu ekle
türemiş bir diğer yeni gövdedir. Metinlerde rastlamadığımız bu sözcük Çağatayca
sözlüklerde yancak ve yançak biçimlerinde görülmekte ve ‘atın yanlarına bağlanan
zırh, yanpuri giden hayvan; at takımı’ şeklinde açıklanmaktadır (Seng. 339a4; LÇ:
300a; DTO: 536).
46
yarguçak ‘eldeğirmeni’ (< *yargu+çak) da bu ekle biçimlenen yeni bir ad
gövdesidir. Bu ek eklendiği sözcüğe alet adı anlamı katmıştır. Sözcük Çağatayca
sözlüklerde yarguçak ‘eldeğirmeni’ şeklinde kaydedilmiştir (LÇ: 291b; DTO: 522).
Vámbéry yargućak ‘eldeğirmeni’ karşılığını vermiştir (Vámbéry, 1867, 345b).

Sözcük Räsänen tarafından yarguçak ‘eldeğirmeni’ şeklinde açıklanmıştır. Räsänen


DTü yargurçak, Özb. yårguçak, Kaz. yargıç, cargıç biçimlerini aktardığı sözcüğü
*yar- ‘yarmak, kesmek’ köküne dayandırmıştır (VEWT: 190). DTS ve EDPT’de
sözcüğe rastlamadık.

yarguçak Çağatayca metinlerden Bedayiü’l-Vasat’ta şu beyitte geçer:

hazm éter fikrin hem étkil farz étey nanıŋ üçün

kıldı çarh encümni dane ay u künni yarguçak

(BV, 311:3)

+(X)ç’nin bir diğer genişlemiş biçimi de +(X)çUk ekidir. +(X)çUk eki de diğer ekler
gibi küçültme, âlet adları ve sıfatlar yapar.

almaçuk ‘küçük elma bahçesi ?’ (< alma ‘elma’ +çuk) sözcüğü bu şekilde türemiş
bir sözcüktür. Nesebname Tercümesinde rastladığımız sözcüğün anlamı çok belirgin
değildir. Ancak sözcüğün geçtiği cümleden elma ağaçlarının bol olduğu bir yerin
kastedildiği, yani bir yer adı olduğu çıkarılabilir. Ancak ekin sözcüğe kattığı anlamla
bu yer küçük bir elma bahçesi olmalıdır (NT: 121).

tekin tamı suy, almaçuk suy, bina öŋerdi suy, üç baş suy, yigdelik suy, hasnıŋ suy

(NT: 121)

Almaçuk érdi uşol haylıdın

aŋa bisyar koşun haylıdın

(ŞN2: 2740)

tagarçuk ‘küçük torba, çanta’ (< Far. tagar ‘torba, çanta; çanak, dağar’ + çuk) da bu
ekle türemiş bir nesne adıdır. Ek sözcüğe hem küçültme hem de nesne adı anlamı
katmıştır. Çağatayca metinlerde rastlamadığımız bu sözcük Çağatayca sözlüklerden
Senglah’ta tagarçuk ‘küçük torba, çanta’ şeklinde yer almaktadır (Seng. 157a23).
47
Sözcüğün kökeni Lugat-ı Çağatay’da tagar ‘kab, zarf; torba, kise ve halte’ şeklinde
açıklanmıştır (LÇ: 101a). Vámbéry, tagar için ‘çanak, kâse; kap’ karşılığını vermiştir
(Vámbéry, 1867, 255b).

Sözcük DLT’de tagar ‘buğday ya da başka şeyleri içeren bir kap’ şeklinde
geçmektedir (DLT I: 411). DanKelly’de ise ‘buğday koyulan kap’ anlamı verilmiştir
(DanKelly, 1985, 174). Sözcük Kıpçakça metinlerde tagar ‘omuz’ anlamıyla yer alır.
tagarçuk sözcüğü ise bu metinlerde ‘dağarcık’ anlamıyla geçmiştir (KTS: 258).

Sözcük TDK Türkçe Sözlük’te dağar biçiminde ‘1. ağzı yayvan, dibi dar toprak kap;
2. dağarcık’ anlamlarında verilmiş ve Farsça tagar biçiminden geldiği belirtilmiştir
(TS: 458).

Räsänen tagar sözcüğü için Orta Türkçe’de ‘tahıl çuvalı’, Çağ.’da tagar ‘yiyecek
konulan büyük çuval, eyerin üzerine konulan tahıl kilesi; kap, çorba kâsesi’
karşılıklarını vermiştir (VEWT: 454). DTS’de ise sözcük tagar ‘torba’ şeklinde
açıklanmıştır (DTS: 526). Clauson sözcüğün kökeni olan tagar sözcüğü için ‘büyük
kap’ anlamını vermiştir. Doerfer’i kaynak göstererek sözcüğün Farsça ya da başka
bir dilden ödünç alınmış olabileceğini ifade etmiştir (EDPT: 471b). Muhtemelen
Farsça tagar sözcüğüne Türkçe +çuk ekinin eklenmesiyle türemiştir.

yançuk (< yan ‘yan’ + çuk) sözcüğü de yan adından bu ekle türemiş bir sözcüktür.
Sözcük Çağatayca sözlüklerde yancuk ve yançuk biçimlerinde ve ‘kese, cep, çanta,
cüzdan ya da paket’ anlamlarıyla verilmiştir (Seng. 339r7; LÇ: 300a; DTO: 536).
Sözcük taradığımız Çağatayca metinlerde görülmemiştir.

Sözcük DLT’de yançuk şeklinde ve ‘cüzdan’ anlamıyla yer almaktadır (DLT III: 45).
Eski Kıpçakça metinlerde yançık ve yançuk ‘kese, para kesesi, torba’ biçimlerine
rastlanmaktadır (KTS: 310). Sözcük Osmanlıcada da yancuk ve yancık ‘cüzdan’
biçiminde varlığını sürdürmüştür (TTS I: 778; II: 990; III: 763; IV: 835).

Derleme Sözlüğünde ise şu anlamlarda yer alır: yancık II ‘1. Köylü kadınların
yanlarına sarkıttıkları süsler; 2. Kadınların yün eğirirken sol kalçalarına astıkları ve
üstünde iğ çevirdikleri kösele parçası’; yancık III ‘çobanların azık çantası’; yancak
III ‘çoban dağarcığı’; yancak V ‘meşin önlük’ (DS XI: 4162).

48
DTS’de sözcük yançık ‘torba, heybe’ şeklinde kaydedilmiştir (DTS: 232). Clauson
yançuk biçiminde maddebaşında verdiği sözcük için ‘cüzdan, kemerde asılı küçük
çanta’ anlamını vermiş ve bazı ufak tefek ses değişimleriyle diğer Türk dillerinde
yaşadığını bildirmiştir (EDPT: 945a).

yarımçuk ‘yarısı tamamlanmış’ (< yarım ‘yarım’ + çuk) sözcüğü +(X)çUk ekiyle
türemiş bir sıfattır. Çağatayca sözlüklerde bu sözcük için yarımçuk ‘yarım tamam,
tamamlanmamış’ karşılığı verilmiştir. (Seng. 329r23; DTO: 524).

Sözcüğe diğer Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

yarımcuk peşşe nişi bile ‘aciz kılursın

neçe kim pil yaŋlıg kavidür hasm-ı bi-bak

(NN, 550: 6)

ve kisri takın déptürler kim yarımçuk érdi ol tüketdi

(TEH: A731b9)

2.1.3. +kIñA

Eski Türkçeden beri bulunan bu ek genellikle ad ve sıfatlara gelerek küçültme ifade


eden sözcük teşkilinde kullanılır. Gabain, Eski Türkçenin Grameri adlı çalışmasında
bu ekin kuvvetlendirme, küçültme ve sevgi sözcükleri teşkilinde kullanılan bir ek
olduğunu ifade ettikten sonra ekin metinlerde geçen biçimlerini sıralamıştır: +kınya
(kitabelerde), +kına (n ağzı), +kıya, +kıa (y ağzı) ve ön ünlülü şekilleri +kinyä,
+kinä, +kiyä ve +kiä (Gabain, 1941 (20003), 105).

Ekin asıl biçimi Toŋ 9 ve KT D 34’te azkıŋa örneğinde görülür (Tekin, 2000, 84).
Eski Uygurcada +kIyA biçiminde de görülür. Eski Türkçede bu ekle biçimlenmiş pek
çok sözcük görülür. Gabain’den şu örnekleri aktarabilir: birkinye mün ‘bir tek
günah” (< bir ‘bir’ + kinye) (M I: 23, 32), ançakıa yme ‘çok az’ (< ança ‘az’ + kıa)
(U IV: A272) (Gabain, 1941 (20003), 105).

Karahanlı Türkçesinde de bu ek +kıya ve +kiye biçiminde görülmektedir: ogulkıya


‘oğulcağız’ (< ogul ‘oğul’ + kıya) (DLT III: 170), kızkıya ‘kızcağız’ (< kız ‘kız’ +

49
kıya) (DLT III: 170), sözgine ‘az söz’ (< söz ‘söz’ + gine) (DLT III: 359); azrakkına
‘daha az, birazcık’ (< az “az” + rak+ kına) (KB: 6633), vb.

Ek Eski Kıpçakça metinlerde en çok görülen küçültme ekidir. atkına ‘küçük at,
atçık’ (< at ‘at’ + kına) (KK: 56), beygine ‘beycik, küçük bey’ (< bey ‘bey’ + gine)
(KTS: 29), çandırgına ‘zayıfça’ (< çandır ‘Türk veya gayrısından cinsleşmiş olan’
+ gına) (KTS: 46), vb.

Marcel Erdal’a göre Çağataycadan Eski Osmanlıcaya, ondan Codex Comanicus’a ve


Yeni Uygurcadan Karaimceye modern dillerde, bu ekin sadece n-’li biçimleri
bulunur (Erdal, 1991, 48).

Marcel Erdal’ın da belirttiği gibi ek Çağataycada +kına ve +gına biçimleriyle


görülür. Genellikle eklendiği sözcüklere küçültme anlamı katmıştır.

kuşkına / kuşgına ‘küçük kuş’ (< kuş ‘kuş’ + g/kına) biçimi Çağataycada ad
köklerine gelerek küçültme anlamında yeni ad gövdeleri türeten +kInA ekiyle
türemiş bir biçimdir. Sözcük Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta kuşgına ‘küçük kuş’
şeklinde açıklanmıştır (Seng. 288b4).

her kuşkına cüfti birle pür-cuş

hem-per bolur uçsa konsa hem-duş

(LM: 851)

künkine ‘güncük, bir günlüğüne’ (< kün ‘gün’ + kine) sözcüğü de bu ekle
biçimlenmiş bir sözcüktür. Ali Şir Nevâyî’nin Leyla vü Mecnun adlı mesnevisinde
tespit ettik.

bir künkine terk-i deşt kılsun

güller bile bag geşt kılsun

(LM: 819)

Bu ek sayı, miktar, renk adlarına ve zamirlere de getirilebilir:

50
akkına öy ‘küçük hükümdar çadırı’ (< ak ‘ak’ +kına) tamlamasındaki akkına biçimi
de bu ekle biçimlenmiş bir başka ad gövdesidir. ak ‘ak’ sözcüğü bir renk adıdır.
Sözcüğe yalnızca Babürname’de rastladık.

Çınar Bagınıŋ éşigide salgan surat-hananıŋ şark-ı canub sarı yanıda, kiçikrek
akkına öy tikilip édi

(BN: H236b10-11)

azgına ‘azıcık, biraz’ (< az ‘az’ +gına) ifadesi Eski Türkçeden beri çokça kullanılan
bir biçimdir. Çağatayca sözlüklerden Lugat-ı Çağatay’da bu biçim azgine/azkine
‘cüzüce, cüzü, azcık’ şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 11a). Senglah’ta ise azgına ‘azıcık’
kaydı düşülmüştür (Seng. 39r6).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülmektedir. Orhon Yazıtlarında azkıŋa ‘azıcık,


nüfusu çok az’ (KT D: 34), Eski Uygurcada azkına (KP: 7, 6), azkıña (IE: 34)
(Gabain, 1941 (20003), 105), Kutadgu Bilig’de ise bu sözcüğün genişlemiş azrakkına
‘daha az, birazcık’ (< az ‘az’ + rak + kına) biçimine de rastlarız (KB: 6633).

azgına turgan tuman-nı bu oglan-nıŋ yaşlıkına ohşatıp men

(ŞTe: 87a3)

kiçikkine ‘küçücük’ (< kiçik ‘küçük’ + kine) biçiminde ek kiçik sıfatına gelerek onun
derecesini azaltmıştır. Bu biçim Eski Uygurcadan beri görülen bir biçimdir. Eski
Uygurcada kiçikkie (HtG: 16, 25 [Gabain, 1941 (20003), 105]), Eski Kıpçakçada ise
kiçkine ve kiçevgine (KTS: 148) biçimlerinde görülmektedir. Bu biçime Çağatayca
metinlerden Babürnamede rastladık.

kölniŋ içide kiçikkine kémeler bar, üç dört kişi sıkkunça

(BN: H332a13-14).

Bu şekilde yani bir sıfata gelerek onun derecesini arttıran bir diğer biçim de
Şibânnamede rastladığımız yaşgına ‘pek genç’ sözcüğüdür.

51
bar édi söz üni na-danlar dék

kılıgı yaşgına oglanlar dék

(ŞN1: 425)

Çağataycada bu ekin bir işlevi de sayı adlarına ve zamirlere getirilerek yine asıl
işlevine uygun olarak küçültme ifade eden yeni sözcükler teşkil etmesidir.

birgine ‘bir tanecik, bir tek’ (< bir ‘bir’ + gine) sözcüğünde ek bir belgisiz zamirine
gelerek sözcüğe küçültme anlamı katmıştır.

Bu biçim Eski Uygurcadan beri Tarihi Türk dillerinden görülen bir biçimdir. Eski
Uygurcada birkinye (M I: 23, 32), birkie (KP: 25, 4) [Gabain, 1941 (20003), 105]
biçimlerinde geçmektedir. Bu biçime Çağatayca metinlerden Babürnamede rastladık
(BN: 26a5). Sözcük Çağatayca sözlüklerde birkine/birgına biçimlerinde ve ‘azcık,
biraz, kalil, endek, kemter’ anlamlarıyla görülmektedir (LÇ: 90a; DTO: 183).

bu inçke yılannıŋ içidin birgine sıçkan çıktı; ol hem bütün édi

(BN: H240b1)

ötken yil, barganlarnıŋ hasb-ı halıga birgine kıt‘a aytılıp édi

(BN: H329b12)

Bu şekilde türemiş adlardan biri de bugına mesel ‘bu küçük masal’ (< bu ‘bu’ +
gına) tamlamasındaki bugına biçimdir. Bu biçime Çağatayca metinlerden
Babürname’de rastladık. Dictionnaire turk-oriental’de sözcük bugına ‘bu küçük’
şeklinde verilmiştir (DTO: 173).

Hvaca Kelanga ruhsat bérgendin bir éki gün soŋ, bugına kıt‘a hatırga kéldi; Hvaca
Kelanga bitip yéberildi

(BN: 219a5)

Pulad Sultanga Dīvanımnı yéberdim. Dīvannıŋ arkasıga bugına kıt‘anı bitidim

(BN: 237b14)

52
Çağataycanın Eski ve Orta Türkçeden bir farkı Arapça ve Farsça sözcüklerin
Çağataycanın sözvarlığı içinde önemli bir yer edinmesidir. Bunun yanında bazı
Arapça ve Farsça sözcüklere Türkçe eklerin getirilerek yeni sözcükler türettiği de
görülmektedir. Bu şekilde kullanılan eklerden biri de +kIñA ekidir.

Bu ekin sonuna eklendiği Arapça ve Farsça sözcüklere de küçültme anlamı kattığı


görülmektedir. Aşağıdaki bu ekin Arapça ve Farsça sözcüklere gelerek yeni sözcük
gövdeleri türettiği biçimlere örnekler verdik.

nakesgine ‘daha alçak kimse’ (< Far. nakes ‘değersiz, insaniyetsiz’ + gine) (Mec.
54a11), kitabetkına ‘kitabecik’ (< Ar. kitabat ‘yazı, kitabe’ + kına) (Mec. 63a3),
nazmgına ‘küçük bir şiir’ (< Ar. nazm ‘şiir’ + gına) (Mec. 64b5), daryagına ‘küçük
ırmak’ (< Far. darya ‘derya’ + gına) (BN: H335b4), vb.

çabükkine ‘çabuk, hızlı’ (< Far. çabük ‘çabuk’ + kine) sözcüğü Farsça çabük
sözcüğüne (Far. çabük, St. 384a) Tü. +kine ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir.

éy kadı çabükkine vey besi nazükkine

vey sözi ötrükkine va‘desi yalgangınam

(BHD, XI: 5)

2.1.4. –XmtUl

–XmtUl eki Eski ve Orta Türkçede rastlanmayan yalnızca Çağataycada görülen


eklerden biridir. Renk adlarına gelerek küçültme bildiren sözcükler türetir. Şeyh
Süleyman Efendinin Lugat-ı Çagatay ve Türkî-i Osmânî adlı Çağatayca sözlüğünün
Ignaz Kúnos yayımında ek sözcük köklerine –XmtOl biçiminde gelmiştir. Bu biçim
hatalı olmalıdır. Ekin aslı –XmtUl biçimindedir. Cirtautas, Der Gebrauch der
Farbbezeichnungen in den Türkdialekten adlı eserinde bu ekle türemiş karamtul (<
kara + mtul) (Cirtautas, 1961, 17); agımtıl, agımtul (< ag + ımtul, ag + ımtul)
(Cirtautas, 1961, 39); kızımtul (< kız + ımtul) (Cirtautas, 1961, 51); yaşımtul (< yaş +
ımtul) (Cirtautas, 1961, 60); sarımtul (az.), sarimtul (çağ.), sargımtıl (özb.) (< sarı +
mtul, sari + mtul, sarg + ımtıl) (Cirtautas, 1961, 65); kökimtil (özb., BN), gökümtül
(ttü), gögümtül (az.) (< kök + imtil, gök + ümtül, gög + ümtül) (Cirtautas, 1961, 78)
biçimlerini aktarmıştır, ancak ekle ilişkili herhangi bir yoruma yer vermemiştir.

53
Çağatayca metin ve sözlükler tarandığında bu ekle biçimlenmiş şu sözcüklere
rastlanmıştır.

agımtul ‘akça’ (< ak ‘ak’ + ımtul) sözcüğü ak ‘ak, beyaz’ sözcüğüne gelerek bu renk
adına küçültme anlamı katmıştır. Çağatayca metinlerde rastlamadığımız sözcük
Çağatayca sözlüklerden Senglah ve Dictionnaire turk-oriental’de agımtul ‘akça, ak
görünüşte olan, ak benekli’ şeklinde aktarılmıştır (Seng. 44a20; DTO: 27). Lugat-ı
Çağatay’da ise agımtul ‘aka mail, aklı, benlikli’ ve agtımtul ‘aka mail, aklı’ (bu
biçim ilk sözcüğün göçüşmeli biçimi olmalıdır) biçimlerinde kaydedilmiştir (LÇ:
15a, 16a).

Sözcüğe diğer Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

karamtul ‘siyahımsı’ (< kara ‘siyah’ + mtul) sözcüğü Çağatayca sözlüklerde


karamtul biçiminde ve ‘siyahımsı, rengi karaya mail olan, siyah’ karşılığı verilmiştir
(Seng. 271b12; LÇ: 227b; DTO: 418).

Sözcüğe diğer Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

kızımtul: agımtul ve karamtul gibi yanızca Çağatayca sözlüklerde bulduğumuz bir


sözcük de kızımtul ‘kırmızımsı, kızılsı’ (< kızıl ‘kırmızı’ + ımtul) sözcüğüdür.
Çağatayca sözlüklerde kızımtul biçiminde ve ‘kırmızımsı, kızılsı, rengi kırmızıya
mayil’ şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 296b23; LÇ: 247a; DTO: 448).

Sözcüğe diğer Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

kökümtül ‘mavimsi’ (< kök ‘gök, mavi’ + ümtül) sözcüğü de bu şekilde türemiş bir
biçimdir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde ‘mavimsi’ anlamıyla açıklanmıştır (Seng.
308a16; DTO: 474; AŞNL II: 150). Lugat-ı Çağatay’da bu biçime yer verilmemiştir.
Çağatayca metinlerde sözcük gögümtul biçiminde de görülmektedir.

Sözcüğe diğer Tarihi Türk dillerinde rastlamayız.

hecr taşınıŋ gögümtul dagıdın köydi tenim

ah kim kükürt otı birle tutaştı hırmenim

(GS, 411: 1)

54
sarımtul ‘sarımsı’ (< sarıg ‘sarı’ + ımtul) sözcüğü de bir başka renk adından türemiş
küçültmeli biçimdir. Bu sözcüğe de yalnızca Çağatayca sözlüklerde rastlıyoruz:
sarımtul ‘sarımsı, sarıya mayil’ (Seng. 231a12; LÇ: 179b; DTO: 336).

Mustafa Kaçalin karşılıklı görüşmemiz sırasında sözcüğü sarımtul < *sar + ı + mtul
şeklinde açıklamıştır. Sözcüğe diğer Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

yaşımtul ‘yeşilimsi’ (< yaş ‘yeşil’ + ımtul) sözcüğü bu ekle türemiş son biçimdir.
Yine bu sözcük de yalnızca Çağatayca sözlüklerde görülür. Sözcük için Çağatayca
sözlüklerde yaşımtul ‘yeşilimsi yeşile çalar renk’ kaydı düşülmüştür (Seng. 232b27;
LÇ: 294b; DTO: 527).

Sözcüğe diğer Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

2.2. Kuvvetlendirme Anlamı Katan Ekler

2.2.1. -Ok

Eski Türkçede ‘de/da, yine, yalnızca, hep, bizzat’ anlamlarında kullanılan ve zaman
zaman ekleşme eğilimi gösteren bir kuvvetlendirme edatı ya da ekidir. Gabain bu
ekin kuvvetlendirme bildiren bir ek olduğunu ve nadiren de olsa Eski Türkçede (Eski
Uygurca) +k/+k biçiminde görüldüğünü ifade etmiştir (Gabain, 1941 (20003), 105).
Ramstedt de bu eki ‘çok’ anlamına gelen ök, öküş, ökli sözcükleriyle ilişkili olarak
görmüştür (Räsänen, 1957, 248). Räsänen ise bu edatın bazı lehçelerde ön ünlülü
sözcüklerden sonra da hâlâ art ünlülü biçimiyle kullanıldığını dikkate alarak, ilkin ok
şeklinde olduğunu, ök’teki incelmenin daha sonraki bir merhaleyi teşkil ettiğini kabul
etmiştir (Räsänen, 1957, 248).

Orhon Yazıtlarından beri Eski Türkçede kullanılan Ok Eckmann’a göre ‘tam, kesin
olarak, mutlaka’ anlamı katan bir kuvvetlendirme edatıdır (Eckmann, 1966, 184).
Marcel Erdal da bu unsurun kuvvetlendirme anlamı katan bir enklitik olduğunu ifade
etmekte bu edat için Eski Türkçeden bo ok, munta ok, saŋa ok, yme ok, yene ok,
antak(ı)ya ok, körmişte ök, yarlıkamışta ok örneklerini vermektedir (Erdal, 1991, 60).

Zeynep Korkmaz, “Türkçede ok / ök Pekiştirme Edatı Üzerine” adlı makalesinde bu


ekle ilgili şunları ifade etmektedir:

55
“ok/ök kuvvetlendirme edatı ismin anlamını pekiştirmek, bir sayı isminden sonra
kullanılmak yoluyla ‘teklik’ ve “kısıntı” anlamını pekiştirmek, isim cümlelerinde “-
dır” cevheri fiiline denk bir pekiştirme görevi yüklenmek, fiillerin çekimli
hallerinden sonra gelerek onları pekiştirmek gibi görevlerde bulunmaktadır.”
(Korkmaz, 1995, 98-109).

Talat Tekin ise Orhon Türkçesi Grameri’nde pekiştirme edatı olan ok/ök’ün bir
zamir, zarf ya da bir eylemi pekiştirdiğini belirtir. Ayrıca pekiştirme edatı ok/ök’ün
ünlü ile biten bir sözcüğe eklendiğinde ünlüsünü yitirdiğini de ifade eder
(Tekin, 2000, 160-161).

Bu ekin Çağatayca metinlerde her sözcük türünden sonra kullanıldığı ve onların


anlamlarını kuvvetlendirdiği görülür. Adlar, zamirler, zarflar, eylemler… Ara sıra da
bazı bağlama edatlarından sonra pekiştirme bildirmek için kullanıldığı görülür.

1. Adlarla kullanımı: Yalın ya da iyelik ve çokluk eki almış adlar ile, ad hükmünde
olan sözcüklerden sonra gelerek, cümle içinde o adın anlamını kuvvetlendirme
vazifesi görür.

bolgay anıŋ özige uşbu ihanet ok bes bolgay

(MKb: 91a5)

kişi sohbetidin kaç éy lu‘bet-i Çin

ki lu‘betleriŋ ok saŋa bas musahib

(BV, 50: 5)

éy Nevayi rişte-i devranga çikkil dürr-i nazm

kim zaman evrakıga sindin söz ok asar bes

(FK, 243: 7)

imdi bu sözdin ok éyle kıyas

özni il içre sühen-dan bilmes

(ŞN1: 201)

2. Zamirlerle kullanımı: Uygur, Karahanlı, Harezm metinlerinde olduğu gibi


Çağatayca metinlerde de ok edatı şahıs ve işaret zamirlerinden sonra gelmektedir.

56
Yalın ve bazı çekim eki almış şahıs zamirlerinden sonra gelen ok edatı, adlardaki
gibi sonra geldiği zamirin anlamını kuvvetlendirmekte, ancak birleştiği zamir ile yeni
bir gramer biçimi meydana getirmemektedir.

a. Birinci tekil şahıs zamir ile:

‘aşıkları meydanın bil kadi Horasani

bu kuynı min ok yürdüm kim bilsün ser-i kuyum

(ŞHD: 110a5)

bu deryada min ok boldum vefasız boldukın bilmey

anıŋ sırrıdın ol bilgey uşol ki dane çın bolgay

(ŞHD: 177b10)

b. İkinci tekil şahıs zamiri ile:

laf ursa kün yüzüŋ bile ‘ayn-ı güzaf irür

körklüg sin ok sin özge kişi sözi laf érür

(LD: 744)

rast çün boldı ezelniŋ küni saf saf ervah

barçadın hüsn ile yekta sini ok kördüm ü bes

(LD: 815)

b. Üçüncü tekil şahıs zamiri ile: Çağataycada ok edatının teklik üçüncü şahıs zamiri
ile birleşmiş biçimleri çoğunlukla işaret sıfatı olarak kullanılmaktadır. Bu biçimin
yalın durumda bulunduğu ya da çekim ekleri ile genişletilmiş ve anlamı
kuvvetlendirilmiş şahıs zamiri olarak kullanılışı enderdir.

kedhuda toklugı hem andın ok

(MKb: 27b7)

feyzler barça aŋa fayiz olur

feyzler barça aŋa ok ögülür

(ŞN1: 73)

57
Yukarıdaki örneklerde ok edatının bulunma ve yaklaşma durum eklerini alan üçüncü
tekil şahıs zamirinin anlamını kuvvetlendirdiği görülür.

d. İşaret zamirleri ile: ok edatı ile birleşmiş bu ve şu işaret zamirleri daha çok işaret
sıfatı ve işaret zarfı olarak kullanılır.

munça ok bolġay tefavüt ‘alim ü cahil ara

(GS Nur. 21a2)

meskeniŋ ister Nevayi neyse cennet ehl-i zühd

munça ok bolgay tefavüt ‘alim ü cahil ara

(BV, 19: 7)

e. Dönüşlülük zamirleri ile: Çağataycada ok edatı iyelik ekleri ile yapılmış


dönüşlülük zamirlerinden sonra da gelir.

men bolmasam él ara mu‘atab

kılsaŋ sen özüŋni ok muhatab

(LM: 2706)

‘akıbet han-ı cihan-gir özi ok

çav sarı atnı yügürtüp atıp ok

(ŞN1: 918)

Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi ok kuvvetlendirme edatı zamirlerden sonra


gelerek onların anlamlarını pekiştirmektedir.

3. Zarflarla kullanımı: ok edatı yer, zaman ve tarz zarflarından sonra gelerek onların
anlamını da kuvvetlendirir.

a. Zaman zarfları ile kullanımı: ok edatı zaman zarflarından sonra gelerek


kuvvetlendirici vazifesi görür.

kametiŋ can kasdı étse kirpikiŋdür reh-nümay

her kayan ok barsa anıŋ allıda peykan barur

(FK, 196: 4)

58
çun min öldüm gam tüni ol tündin ok éylep

ne asıg ger çerh işin halimga matem kıldıŋız

(FV, 209: 4)

yörüp aheneg-i Semerkand éttim

yörüp ol şehrga bat ok yéttim

(ŞN1: 346)

b. Tarz zarfları ile kullanımı:

kıran-ı Müşterini kamer başıga kéltür

munuŋ bu te’sirini uşandan ok bildür

(ŞHD: 189a12)

c. Yer zarfları ile:

éy Nevayi vasl ara ok kaş sürse tig-i kin

fürkatide ‘akıbet öltügüsidir cun mini

(FK, 633: 7)

Yukarıdaki örneklerde ok edatı zarflardan sonra gelerek zarfların anlamını


kuvvetlendirmiştir. Ok edatının zarflarla kullanımı çok da yaygın değildir.

4. Eylemlerle kullanımı: Ekin diğer bir işlevi de çekimli eylem biçimlerinden sonra
gelerek çekimli eylemlerle ekleştiği ya da ekleşmiş biçimlerden sonra gelerek anlamı
pekiştirdiği görülür.

okuŋ köŋlümge kirgeç katre kanlar aktı kim körmiş

nihal andak kim anı tikkeç ok bolgay semer peyda

(FK, 36: 2)

çak éyler-min yakam ol kaşı yanı körgeç ok

kim hadengin atsa hayil bolmagay köŋlek maŋa

(FK, 14: 6)

59
sirişkimdin kadiŋ meyl étti her yan

ki kalmas ok heva bolganda nem tüz

(FK, 211: 3)

5. Edatlar ile kullanımı: ok edatı bazen de edatlardan sonra gelerek edat grupları
oluşturur ve sonra geldiği edatların anlamını kuvvetlendirir.

sagarıŋ can u cihandın artuk érmiş sakiya

likin ol ot birle ok can u cihanım örtediŋ

(BV, 361: 6)

6. Daha çok sıfatlardan önce gelerek kuvvetlendirme zarfları yapan idi ‘pek’ sözcüğü
de bu işlevini bazen ok edatı ile birleşmiş olarak gerçekleştirir.

ol çirig soŋıda istep meydan

bar édi ok Muhammed oglan

(ŞN1: 721)

7. Eylemsilerle kullanımı: ok edatı eylemsilerden sonra gelerek cümlenin asıl eylemi


ile eylemsi arasındaki ilgiyi kuvvetlendirir.

uşbu mey kim anı ta‘rif éttim

zikrin éylerde ok özdin kéttim

(FV, 689: 11)

8. Bu ek bu işlevlerinden farklı olarak bazen önce geldiği sözcükle birleşip kalıplaşır.


Ancak bu şekilde çok fazla sözcüğe rastlamayız. Şu örneklerde kalıplaştığı görülür:

çınok ‘tam doğru, gerçekten’ (< çın ‘doğru’ + ok) sözcüğü çın ‘doğru sözcüğüne’ ok
kuvvetlendirme edatının gelmesiyle oluşmuş kalıp sözcüktür. ok kuvvetlendirme
edatı sözcüğün anlamını kuvvetlendirmek için sözcüğün sonuna eklenmiş, zamanla
iki biçim kalıplaşarak bir tek sözcüğü meydana getirmiştir. Clauson sözcüğün
kökenini Çin. chên sözcüğüne bağlamıştır (EDPT: 424a). Räsänen’in de görüşü bu
yöndedir (VEWT: 108).

60
érür rahşıŋ çınok kebk ü hümay u tuti vü bülbül

niku-reftar u ferruh-bal, şirin-tab‘ u sa‘d-ahter

(SD: 255)

ol neçük ‘nasıl’ (< ne + çe + ök) biçimi ne soru zamirine ök kuvvetlendirme edatı ile
+çe eşitlik ekinin eklenmesiyle kalıplaşmış bir sözcüktür. Clauson sözcüğün ne
zamirinden +çük eki ile biçimlenmiş olduğunu düşünmüştür (EDPT: 775b). Sözcüğü
neçök biçiminde okuyanlar da vardır, ancak neçük okuyuşu daha yaygındır.

Eski Türkçeden beri görülen bu biçim Eski Uygurcada neçük ‘nasıl (M I: 19, 10),
Karahanlı Türkçesinde neçük ‘niçin, nasıl’ (DLT I: 392; DanKelly, 1985, 121),
Harezm Türkçesinde neçük ‘nasıl’ (KutbHŞ: 113), Eski Kıpçakçada ise neçük, neçik,
niçük ‘nasıl, ne şekilde, nice’ (KTS: 199) biçimlerinde görülmektedir.

kün batışı tarafı-ga iletip yay-nı neçük kosaŋ

(ŞTe: 77b17)

neçük yasarın körsetti

(ŞTe: 68b3)

netük ‘nice’ (< ne + te + ök) biçimi de ne soru zamirine ök kuvvetlendirme edatı ile
+dA bulunma durum ekinin eklenmesiyle kalıplaşmış bir biçimdir. Sözcüğü netök
biçiminde okuyanlar da vardır, ancak netük okuyuşu daha yaygındır.

sén ki kılursun maŋa bu serzeniş

sén netük olursın eger tüşse iş

(MEM: 33b)

2.2.2. +rAk

+rAk eki genellikle sıfat ya da sıfat görevinde kullanılan sözcüklerden üstünlük ya da


karşılaştırma görevinde sözcükler türetmek için kullanılır. Eski ve Orta Türkçeden
beri kullanılagelen bir ektir.

Otto Böhtlingk, Yakutça-Almanca sözlükte sözcüğün ırah ‘uzak, ırak’ sözcüğünden


geldiğini ifade etmiştir (YakAlmWb: 32). Ramstedt bu ekin durum eki ra +

61
eylemden ad yapan –k eki şeklinde geliştiğini belirtmiştir (Ramstedt, 1912, 35).
Bang ekin ırak sözcüğünden geldiğini ileri sürmüş, ancak bugünkü lehçelerde
nadiren tesadüf edilen –ırak ekindeki ı ünlüsünün ırak sözcüğünün başındaki
ünlünün bakiyesi mi yoksa araya sokulan bir ses mi olduğunun katiyetle tespit
edilemeyeceğini belirtmiştir (Bang, 1918-1919, 22). Jean Deny ise –rak ekinin
eskiden –ırak biçiminde kullanıldığını, bu nedenle bunun ırak sözcüğünden geldiği
ihtimalini ortaya atmıştır (Deny, 1941, 518 §). K. H. Menges Karakalpakça ve
Türkmencede rastlanan –ırak biçimine dayanarak –rak ekinin –ırak sözcüğünden
geldiği görüşünü benimsemiştir. Menges’e göre, –rak ekinin önündeki ünlü yeni bir
inkişafın neticesi değildir, fakat aslen mevcut olmakla beraber, şimdi gittikçe
kaybolmaktadır (Menges, 1947, 68). –rak/-rek ekinin ırak sözcüğünden türediği
fikrinin Menges’e göre biraz daha ihtiyatlı davranarak savunan son kişi Räsänen’dir.
Ona göre –ırak ekinde eski durum (< ırak) devam etmektedir; -rak eki de iç ses
düşmesi neticesinde meydana gelmiştir (Räsänen, 1949, 52, 55, 73).

Eckmann, ‘Türkçede –rak, -rek Ekine Dair’ makalesinde -ırak ekinin ırak
sözcüğüyle alakasının olmadığı gibi, ünsüzle –rak, -rek arasında görülen ünlü de
sonradan türeme bir sesten başka bir şey değildir. Eckmann makalesinin sonunda
Ramstedt’in bu konudaki görüşüne katıldığını ifade etmiştir (Eckmann, 1953, 49-52).

artukrak ‘mükemmel, fevkalade’ (< artuk ‘çok’ +rak) (Suv. 148/16), üküşräk
‘çeşitli, pek çok’ (< üküş ‘çok’ + räk) (M III: 31) (Gabain, 1941 (20003), 105).

azrak ‘daha az, biraz’ (< az ‘az’ + rak) (KB: 2149), bütünrek ‘güvenilecek kimse’ (<
bütün ‘doğru, dürüst, bütün’ + rek) (KB: 19, 26), içrek ‘daha yakın’ (< iç “iç” + rek)
(KB: 617), örürek ‘daha yüksek’ (< örü ‘yüksek’ + rek) (KB: 103), süçügrek ‘daha
tatlı’ (< süçig ‘tatlı’ +rek) (KB: 3913), vb.

Çağataycada bu ek sıfatlara gelerek daha çok üstünlük ve karşılaştırma bildiren


sözcükler türetmiştir. Daha çok -rak /raġ /rek biçimlerinde görülür:

Bu ekle karşılaştırma birkaç biçimde yapılır.

1. +rAk ekinin sıfatlara eklenmesiyle:

azrak ‘daha az, biraz’ (< az ‘az’ + rak)

62
taş-nı bitigendin azrak bolgay

(ŞTe: 65a10)

béyikrek ‘büyükçe’ (< béyik ‘büyük’ + rek)

… va ol sabab bile kim … oldur béyikrek barça neme

(ÇKT: 39b1)

éksükrek ‘çok eksik; değersiz’ (< éksük ‘eksik’ + rek)

tutarlar koydın éksükrek‚ ‘adu ger bolsa şir-i ner

körerler toydın artukrak tümen miŋ katla

(SD: 305)

étikrek ‘daha keskin, daha sert’ (< étik ‘keskin’ + rek)

kış mihrini çün étikrek éttiŋ

kamıŋ sadefini ‘arusek éttiŋ

(ÇKT: 39b1)

inçkerek ‘daha ince’ (< inçke ‘ince’ + rek)

köŋlüm açılmas demi bu beden-i zardın

éyle ki muhkem tügün inçkerek tardın

(GS: 479: 1)

kiçigrek ‘daha küçük’ (< kiçik ‘küçük’ + rek)

lebiŋ canımga salgan şu‘leler içre kaza guya

ulugrak la‘ldin ahger, kiçikrekdin şirar étmiş

(GS, 254: 5)

dana teŋiçe … sipand dana kim habbalarnıŋ kiçikreki-dür … kéltürür-biz anı va


tarazu kaşıga

(ÇKT: 25a5)

uzunrak ‘daha uzun’ (< uzun ‘uzun’ + rak)

63
bu derd gamın füzunrak étti

enduhı yalın uzunrak étti

(LM: 3110)

yalınrak ‘daha alevli’ (< yalın ‘alev’ + rak)

nevfel sipehi kalınrak érdi

kahrınıŋ otı yalınrak érdi

(LM: 1868)

yavukrak ‘daha yakın’ (< yavuk ‘yakın’+ rak)

bu işde nazar kıldım hiç yol Hakka yavukrak niyazdın körmedim va hiç hicab
duşvarrak da’vidın tapmadım

(ÇKT: 34a18)

2. +rAk ekinin zarflara eklenmesiyle:

içkerrek ‘daha içeri’ (< içker ‘içeri’ + rek)

içkerrek üy içre gussa tabı

bel fürkat otınıŋ iltihabı

(LM: 1380)

kéçrek ‘daha geç’ (< kéç ‘geç’ + rek)

érdi çun bunyad kim yétti va ‘azab kéçrek kélür édi sagındı kim anı yalgan aytkuçı
bilgüsidürler ümmet arasıdın

(ÇKT: 29a21)

kéyinrek ‘arkadan, geriden’ (< kéyin ‘arka’ + rek)

alardın ékisi ilgerirek ve Şam‘un kéyinrek yürüp Ya‘kub ol nidanı kıldı

(TEH: 714b12)

3. Bazen sıfattan önce gelen zarfın da karşılaştırma eki aldığı görülür.

köprek ‘daha çok’ (< köp ‘çok’ + rek)

64
lik olgusı derd ü suzı köprek

hengame-yi dil-füruz köprek

(LM: 595)

köprek muhtaclar ‘daha çok muhtaç olanlar’

(N Quatr. 91:19)

4. +rAk karşılaştırma ekinin bazen ‘daha’ ve ‘çok’ anlamlarını kattığı görülür:

better-rek ‘daha kötü’ (< Far. bedter ‘daha kötü’ + rek)

her neçe dédim ki kün kündin üzey sindin köŋül

veh ki kün kündin beterrek mübtela boldum saŋa

(GS, 17: 2)

bihrek ‘daha iyi’ (< Far. bih ‘daha iyi’ + rek)

za‘f içre tabi‘at olsa müşfik

bihrek ki tümem tabib-i hazık

(LM: 761)
hayası kemrek érdi

(BN: 26a9)

+rAk karşılaştırma eki, Arapça ve Farsça sözcüklere eklenip onlara da karşılaştırma


anlamı katar:

afetrak ‘daha büyük felaket’ (< Ar. afet ‘afet’ + rak)

sizde bar törtelesi bir biridin afetrak

kim érür her biridin başka hıred mahv-ı çünun

(LD: 1393)

agahrak ‘daha uyanık, daha bilgili’ (< Far. agah ‘uyanık, bilgili’ + rak)

65
kim kefenni yad éter andın ölüg agahrak

ger libasın bilse kim érür ketan yahud ketun

(GS, 482: 5)

füzun-rak ‘daha,daha çok’ (< Far. efzun, füzun ‘daha, daha çok’ + rak)

her neçe talep kılıp füzunrak

isterdin anı tapıp burunrak

(LM: 257)
zahirrak ‘daha açık’ (< Ar. zahir ‘açık’ + rak)

… din işide kim seniŋ amrıŋnıŋ dini andın zahirrak-dur kim niza‘ tasavvurını anda
kılsa bolgay

(ÇKT: 39b22)

zebunrak ‘daha zayıf, güçsüz’ (< Far. zebun ‘zayıf’ + rak)

nasıhları dem-be-dem zebunrak

sevdası zaman zaman füzunrak

(LM: 1208)

asanrak ‘daha kolay’ (< Ar. asan ‘kolay’ + rak ) [BN] [ML] [NŞ] [FŞ], bülendrak
‘çok yüksek, daha yüksek’ (< Far. bülend ‘yüksek’ + rak) [SS], efsunrak ‘daha fazla
büyülü’ (< efsun ‘büyü’ + rak) [GS], garibrak ‘daha garip’ (< Ar. garib ‘garip’ +
rak) [ML], harabrak ‘daha kötü’ (< Ar. harab ‘kötü’ + rak) [BN], karinrak ‘daha
yakın’ (< Far. karin ‘yakın’ + rak) [MKb] [LT] [BV] [LD] [FK] [LM] [GD] [HE]
[KMD] [SS] [NN] [NŞ] [TEH] [DN] [ME] [Sİ] [ŞN], makruhrak ‘daha mekruh’ (<
Ar. makruh ‘mekruh’ + rak) [ÇKT]‚ mülayimrak ‘çok yumuşak’ (< Ar. mülayim
‘yumuşak’ + rak) [HPR], münasibrak ‘daha uygun’ (< Ar. münasib ‘uygun’ + rak)
[HPR] [Sİ], müşkilrek ‘güç, zor’ (Ar. müşkil ‘güç, zor’ + rek) [Sİ], nazükrek ‘daha
nazik’ (< Ar. nazük ‘nazik’ + rek) [LD] [GS], pestrak ‘daha alçak’ (< Far. pest
‘alçak’ + rak) [Sİ], ruşenrak ‘daha parlak’ (< Ar. ruşen ‘parlak, aydınlık’ + rak )
[NŞ], sarhoşrak ‘daha sarhoş’ (< Far. sarhoş ‘sarhoş’ + rak) [AŞV], turfarak ‘çok

66
tuhaf’ (< Ar. turfa ‘tuhaf, acayip’ + rak) [KMD] [SS], zebunrak ‘daha zayıf, daha
güçsüz’ (< Far. zebun ‘zayıf, güçsüz’ + rak) [LM], vb.

2.2.3. Pekiştirme

Özellikle sıfat durumundaki renk adlarında görülür. Sözcüğün ünlü ile biten ilk
hecesinin, eğer ilk hece ünlü ile bitmiyorsa, ünlüye kadar olan kısmının sonuna –p ya
da –m ünsüzleri eklenerek meydana gelen hecenin sözcüğün başına eklenmesiyle
yapılır.

Ramstedt pekiştirmenin Türkçe ve Moğolcada yeni sözcük gövdeleri türetmek için


kullanılan bir sözcük teşkil biçimi olduğunu ifade etmektedir. Ona göre eğer ilk
ünsüz ve ilk ünlü tekrar ediliyorsa, tekrar edilen ses dizisi ve kök arasına bir /p/ ~ /b/
sesi yerleştirilir. /p/ ~ /b/ dışındaki diğer ünsüzler de pekiştirmede kullanılabilirler.
Koyb. amok ‘bugün’ (< am-ok), Moğ. basbatu ‘çok hızlı’ (< bas – batu ‘hızlı’),
Osm. büsbütün ‘büsbütün’ (< büs – bütün ‘bütün, hepsi’) vb. (Ramstedt, 1952, 249-
250).

Marcel Erdal bu yapının renk adlarını biçimlendiren farklı bir grup arasında sıfatların
anlamını kuvvetlendirmek için kullanıldığını ifade eder. Eğer ilk ünsüz ve ilk ünlü
tekrar ediliyorsa, tekrar edilen ses dizisi ve kök arasına bir /p/ sesi yerleştirilir. Erdal
bu süreci şu şekilde formüllendirir:

(Üns1)Ün1 … → (Üns1)Ün1sesbir(Üns1)Ün1 …

Ayrıca Erdal, Eski Türkçe kaynaklarda, yalnızca /p/yi bulduğumuzu söyler, ancak
Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de /p/’nin yanında /m/ de görülür.

Çağatayca kaynaklarda pekiştirme işlevinde genelde /p/ görülür. Eckmann, bu


yapının kuvvetlendirici tekrar olduğunu söyler (Eckmann, 1966, 104).

Pekiştirme olayı Ali Şir Nevâyî’nin eserlerinden Muhakemetü’l-lugateyn’de şu


şekilde açıklanmıştır:

“Yana bir reng ya bir sıfatnıŋ hem-ol halıga mubalaga üçün anıng evvelide ol
harfiga bir p ya mim izafe kılıp ol şey’ga zayid kılurlar. “Bir renk veya sıfatın o
andaki durumuna mübalağa için onu baş harfine p ya da m katıp o vasfın
yoğunluğunu arttırırlar.” P misali: ap ak, kap kara, kıp kızıl, sap sarıg, yup yumalak,

67
yap yassı, ap açug, çup çukur, bu nev‘ hayli hem tapılur. Mim misali köm kök, yam
yaşıl, bom boz.”

(ML: T778a3-5).

Bu açıklamayla Çağataycada pekiştirmenin yalnızca m ve p harfleriyle teşekkül


ettiğini de ifade etmektedir.

Çağataycada bu şekilde biçimlenen diğer biçimler şunlardır:

apaçuk ‘apaçık’ (< ap - açuk ‘açık’)

(N Quatr. 18:18; ML: 778a4)

apak ‘apak’ (< ap-ak ‘apak’)

(ML: 778a4)

çupçukur ‘çupçukur’ (< çup-çukur ‘çukur’)

(ML: 778a4)

kapkara ‘kapkara’ (< kap - kara ‘kara, siyah’)

hiç kim cihanda körmedi ok yanı kapkara

hayrettedür min ol köz ü kaşıŋ karasıdın

(LD: 1443)

kıpkızıl ‘kıpkırmızı’ (< kıp - kızıl ‘kırmızı’)

mindür min bag ara şeh-i huban

yüzlerim kıpkızıl yana taban

(MMü: 37)

sapsavuk ‘sopsoğuk, somsoğuk’ (< sap - savuk ‘soğuk’)

(GN: 32a8)

tiptik ‘dimdik’ (< tip-tik ‘dik’)

(Mün. 83, 7)

tiptoġrı ‘dopdoğru’ (< tip-togrı ‘doğru’)

(BBev. 107b7)
68
toptola ‘dopdolu’ (< top-tola ‘dolu’)

(ŞeybBahr. 3a5)

kan érür köŋlüm ivi kim tab-ı hecriŋ toptola

hoş yaraşur kim hayaliŋ kélse mihman üstine

(ŞHD: 150a12)

tüptüz ‘dümdüz’ (< tüp-tüz ‘düz’)

(BBev. 106b5)

yapyaşıl ‘yemyeşil’ (< yap-yaşıl ‘yeşil’)

(Meb. 83:5)

yupyumalak ‘yusyuvarlak’ (< yup-yumalak ‘yuvarlak’)

(ML: 778a4)

yusyumru ‘yusyumru’ (< yus-yumru ‘yumru’)

(Seng. 343a21)

Birkaç örnekte /p/’nin yanında /m/ de görülür. Ancak bu sözcüklere yalnızca


Çağatayca sözlüklerde rastlarız.

bomboz ‘bomboz’ (< bom - boz ‘boz, gri’)

(N Quatr. 18: 19, ML: T778a4)

bomboş ‘bomboş’ (< bom-boş ‘boş’)

(Zenker, 1862-67, 229a, ML: T778a4)

kömkök ‘gömgök’ (< köm - kök ‘gök, olmamış’)

(DTO: 477, ML: T778a4)

2.3. Benzerlik Anlamı Katan Ekler

2.3.1. +dAm

Eski ve Orta Türkçede olduğu gibi Çağataycada da çok fazla kullanılmayan +dAm
eki genellikle adlara eklenerek kalıcı sıfatlar yapar. Bazen işlev olarak eylemin
kesinliğine işaret eden zarflar bazen de soyut adlar türettiği de görülür. Gabain bu
69
ekin +ta-m yapısından oluştuğunu savunmakta, +tag ve +taş ekleriyle
karşılaştırılması gerektiğini düşünmektedir (Gabain, 1941 (20003), 46). Marcel Erdal
da bu ekin +dA-(X)m yapısından meydana geldiğini savunmaktadır (Erdal, 1991, 68-
70).

Bu ek Karahanlı Türkçesi metinlerinden sonra daha az kullanılmaya başlanmış ve


yerini +sIg ekine bırakmıştır. Karahanlı Türkçesi metinlerinde birkaç örnekte
görülmektedir: birtem ‘uzun süre’ (< bir ‘bir’ + tem) (DLT I: 484; DanKelly, 1985,
74), oktam ‘bir ok atımı yer’ (< ok ‘ok’ + tam) (DLT I: 107; DanKelly, 1985, 42).

Ek yukarıda da belirttiğimiz gibi Çağataycada da çok ender görülmektedir. bu ekle


rastladığımız nadir sözcüklerden bazıları şöyledir:

erdem ‘erdem, fazilet, ahlakça övülen iyilik’ (< er ‘adam’ +dem) sözcüğünde bu ek
soyut bir ad türemiştir. Eski Türkçeden beri görülen sözcüğü Eski Uygurcada yéti
törlüg erdemte ötrü ‘Hormuzda’nı yedi türlü erdeminden ötürü’ ifadesinde
görmekteyiz (M I: 15, 17-18 [EDPT: 206b]). Eski Uygurcada bazen göçüşme yolu
ile edrem biçimi de görülmektedir (Civelek, 2005, 76). Sözcük Karahanlı Türkçesi
metinlerinde de varlığını sürdürmüştür. Kaşgari, erdem sözcüğünü ‘değerler, ince
tavırlar’ şeklinde açıklamıştır (DLT I: 107; DanKelly, 1985, 24). Kutadgu Bilig’de
sözcük DLT ile aynı anlamda görülmektedir. Harezm Türkçesi metinlerinde de bu
sözcük erdem/érdem biçimlerinde geçer. Anlamı ‘insanlık’tır (KutbHŞ: 21, 51). Eski
Kıpçakçada da bu biçim erdem / irdem ‘fazilet’ şeklinde görülmektedir (KTS: 74).

Räsänen erdem, erdem, edirem biçimlerinde verdiği sözcük için ‘insanlık; güç,
kuvvet; becerikli; erdem, fazilet; liyakat, yararlılık; kazanç’ karşılıklarını vermiştir.
Räsänen sözcüğü er ‘adam, erkek’ köküne bağlamıştır (VEWT: 47). DTS’de sözcük
erdem ‘1. vakar, onu, şeref; şeceat, yiğitlik, mertlik, erkeklik; fazilet, erdem, meziyet;
2. cesaretli, şeceatli’ şeklinde açıklanmış ve erdemlıg, erdemlık, erdemsız genişlemiş
biçimleri de verilmiştir (DTS: 176). Clauson er kökünden geliştiğini belirttiği sözcük
için Çağataycada ‘askerlik işlerinde başarı’ (Vel. 51 (aktarma)), ‘harp ilminde ve
askerlik işlerinde beceri’ (Vel. (aktarma) karşılıklarını vermiştir (EDPT: 206b-207a).

Sözcük Moğolcada da ertem biçiminde yaşamaktadır (KWb. 123). UW’de sözcüğün


er ‘adam, erkek’+dem biçiminde geliştiği aktarılmıştır (UW: 411a). Talat Tekin
sözcüğün kökünü Uyg. (Br.) here ‘koca’, Tkm. er ‘erkek, koca’, Soy. er, er ‘koca,

70
erkek’, Koyb. ir, er, er ‘erkek’, Karag. ier, ir, er ‘erkek, adam’ biçimleriyle
karşılaştırmış ve *er şeklinde bir kök tasarlamıştır (Tekin, 1995, 74).

çün Erdeşir bulug haddiga yétti barça bilig bile érdemde yegane bolup şöhret turur

(TEH: T724b26)

ıldam ‘çabuk, süratli’ (< etimolojisi belirsiz ?) sözcüğü +dAm eli ile türemiş bir
başka sözcüktür. Sözcük Çağatayca sözlüklerde ıldam ‘seri‘, çabük, ilerü, tiyz,
keskin’ şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 59a; DTO: 130).

veh ki silmì namesi ıldam durur men haste-hal

lutf étip éy sarıban fitrakini boynumka tak

(NN, 529: 4)

veh ki Selmi nakasi ıldam durur min haste-hal

lutf étip éy sarban fitrakini boyıga tak

(NŞ, 312: 4)

tapar guy çevgandın ıldamlık

velikin bolur ahır aramlık

(Sİ: 6648)

Bu örnekte bir zaman adına gelerek ondan sıfat türetmiştir. Bu sözcük Şecere-i Türk
gibi bazı metinlerde sözbaşında y sesi türemiş olarak yıldam ‘çevik, hızlı, çabuk’
biçimiyle de görülür. Sözcük günümüz Türk dillerinden Kırg. ıldam; Özb. ildam,
Tkm.’de yıldam biçimlerinde yaşamaktadır (Ölmez, Z., 2003, 186).

barçası toguşlı ve bahadur ve yıldam

(ŞTü, 48: 14)

2.3.2. +mAn

Eski Türkçede kullanılan birkaç sözbirimde, +mAn hem adlara hem de sıfatlara
eklenir ve eklendiği köklerin anlamına benzerlik, abartma gibi anlamlar katar. Eski
ve Orta Türkçede çok fazla yaygın olmayan bir ektir.

71
Orhon Türkçesinde ataman ‘yüksek, baş unvan’ (< ata ‘baba’ + man) (BK G: 14)
sözcüğünde rastlanmaktadır.

Karahanlı Türkçesinde de pek fazla örneğine rastlamayız bu ekin: közmen ‘közleme,


közde pişirilen ekmek’ (< köz ‘köz’ + men) (DLT II: 27; DanKelly, 1985, 112),
yasıman ‘su boşaltırken boğazı gır gır eden testi’ (< yası ‘yassı, enli’ + man) (DLT
III: 38; DanKelly, 1985, 217).

Çağataycada çok fazla kullanım alanı olmayan bu ek birkaç sözcükte görülmektedir.

Akman: Ekin bulunduğu sözcüklerden biri 12. yüzyılda Türkistan’da Sirderya boyla-
rında yaşamış olan bir Türkmen grubunun adı olan Akman sözcüğüdür. Bunun
yanında Şibân Han zamanında Orta Asya’da Akman Bahadur adında birinin yaşadığı
da bilinmektedir.

Karaman: Bu eki almış diğer bir sözcük de Orta Güney Anadolu’da yerleşmiş bir
Türk kabilesinin de adı olan Karaman adıdır.

Akman bilen Karaman körgen iken köp devran

töhmet kılıp Ahmed’ge ét suretlik ötti ya

(KUŞ, Ş XXXVII: 2)

Çağataycada benzetme anlamlı içeren özel adlarla türettiği gibi bazen de benzetme
anlamı taşıyan adlar türetmektedir:

çekmen ‘cepken’ (< *çek + men ?) sözcüğü bu şekilde türediğini düşündüğümüz bir
sözcüktür. Bugün bu sözcük Türk Dillerinde cepken ‘kolları yırtmaçlı ve uzun, harçla
işlenmiş bir tür kısa, yakasız üst giysisi’ olarak görülmektedir. Ramstedt sözcüğün
Moğolcada Türkçeden bir alıntı olarak yer aldığını ifade etmiştir (RKWb: 426b).
Doerfer Türkçe cepken sözcüğünün Farsçaya çapkan ‘bir tür kısa ceket’ olarak
geçtiğini aktarmıştır (TMEN III: 1103). Räsänen de sözcüğü çek- ‘çekmek’ eylemine
dayandırmış ve çekmen < çek-men biçiminde geliştiğini belirtmiştir (VEWT: 103).

Hasan Eren sözcüğün Türk dillerindeki biçimlerini şu şekilde vermiştir:

“Nog. şekpen, sepken; KKlp. şekben, şek-pen, sekmen; Tel. çekmen ‘kumaş’; Alt.,
Tuba, Tel. cepken ‘kumaş; yün kumaş’; Tel. cepken ‘kumaş; yün kumaş; büyük bir
yün ceket’; Sag. sikpen ‘das kumaş’; Şor., Kaç. şekpen ‘kumaş’; Sag., Koy. sekpen
‘kumaş’; TatK. çikmen; Bşk. sikmen; Tar. çekmen ‘yün ceket’.” (TES: 69).
72
Radloff, Tat. sükmen ‘deve kumaşından ceket’ ve Kurdakça sükmen ‘kumaş, yün
ceket’ biçimlerini çekmen ile birleştirmeye çalışmıştır. Eren’e göre bu yanlıştır,
ancak Eren bu görüşün neden yanlış olduğu hakkında bir şey söylememiştir. Eren
sözcüğün çekmen < çek + men şeklinde geliştiğini düşünmektedir (TES: 69).

yaz yamgurı yétkeç éylediŋ bat

yer çekmenini yaşıl sıkarlat

(LM: 32)

2.3.4. +gAk ve +Ak: Vücut Uzuvları Türeten Ekler

Bu ek eklendiği sözcüklere benzerlik ve küçültme anlamı katan bir ektir. Bazen de


kuvvetlendirme kattığı görülür. Eski ve Orta Türkçede çok az sözcüğe geldiği
görülür. Orta Türkçede bazen +gAk bazen de +Ak eki adların teşkilinde
kullanılmıştır.

erŋek ‘parmak’ (< eren ‘adamlar, erkekler’ + ek) (DLT I: 104; DanKelly, 1985, 26)
sözcüğü +Ak eki ile türeyen adlardan biridir. UW’de sözcüğün *eren+gek biçiminde
geliştiği belirtilmiştir (UW: 446b). Marcel Erdal ise bu sözcüğün er+en sözcüğünden
türediğini iddia etmektedir. Ona göre sonraki +Ak biçimi topluluk bildiren bir ektir
ve parmaklar da bir grubu meydana getirir (Erdal, 1991, 75).

Karahanlı Türkçesinde bu ekle biçimlenen şu sözcükler de vardır: kidizgek ‘keçe gibi


olmuş’ (< kidiz ‘keçe’ + gek) (DLT II: 290; DanKelly, 1985, 106), müŋüzgek ‘eldeki
nasır’ (< müŋüz ‘boynuz’ + gek) (DLT I: 504; DanKelly, 1985: 120), tirsgek ‘dirsek’
(< tiz + gek) (DLT III: 424; DanKelly, 1985, 191).

Çağataycada bu ekler aynı işlevde görülür. Eski Türkçede kulgak ‘kulak’ (< kul ‘kul,
köle’ + gak) sözcüğünde görülen +gAk eki Çağatayca metinlerde görülmez.
Çağatayca bu ek /g/ sesi düşmüş olarak +Ak biçiminde görülür. Mecazi olarak
türetici olmayan bu biçim vücudun bölümlerinin adlarını türetir. Ayrıca bazen yön
eklerine de gelerek organ adları türetmiştir.

kulak ‘kulak’ (< kul ‘kul, köle’ +gak) sözcüğü +Ak ekiyle türemiş bir organ adıdır.
Sözcük Çağatayca sözlüklerde kulag ve kulak biçimlerinde ve ‘kulak, üdn, guş,

73
devre, müsdedir, sem, ‘ısga’ şeklinde açıklanmıştır (Seng. 289v21; LÇ: 238b; DTO:
434).

Sözcük DLT’de kulak ‘kulak’ (DLT I: 383; DanKelly, 1985, 147), KB’de kulak (KB:
436) ve kulgak (KB: 2342) biçimlerinde görülmektedir. Harezm Türkçesinde ise
kulak ‘kulak’ (KutbHŞ: 143) şeklinde rastlanır. Eski Kıpçakçada kulag ve kulak
biçimlerinde bulunmaktadır (KTS: 162). Sözcük Osmanlıcada da kulak biçiminde
yaşamıştır, bazen de kulah biçiminde görülmüştür (TTS I: 494; TTS II: 663-4; TTS
III: 485-6; TTS IV: 550-1).

Räsänen sözcüğün kulkak, kulgak, kulak, kulkak biçimlerini aktarmış ve ‘kulak’


karşılığını vermiştir. Räsänen ayrıca sözcüğün Orta Türkçede kulkak, kulgak, kulak
biçimlerinde, Çağataycada kulgak, kulag biçimlerinde Osmanlıcada kulak biçiminde
görüldüğünü ifade etmiştir. Ayrıca o sözcüğün Moğ. kulku ‘kulak yağı’ şeklinde
görüldüğünü de belirtmiştir (VEWT: 298). Clauson kulkak ‘kulak’ şeklinde
maddebaşı olarak verdiği sözcük için bu biçimin sözcüğün en eski biçimi olduğunu
ifade etmiştir (EDPT: 621a). Marcel Erdal, kulkak biçiminde maddebaşı olarak
verdiği sözcüğün erŋek sözcüğünün insanbiçimcil açıklamasına (erŋek < er + en +
gek) dayanılarak kul ‘kul, köle’ kökünden getirilebileceğini iddia etmiştir (Erdal,
1991, 75). Bizim görüşümüz de bu doğrultudadır.

agzıŋ esrarıda köptür sözüm ü déy alman

ger kulak salsa déyin her neçe pinhan elfaz

(HBD, 67: 6)

figan ki öldüm ü kuyide halk gavgası

anıŋ kulagıga yétkürmedi figanımnı

(GS, 638: 4)

tirsek ‘dirsek’ (< tiz ‘diz’ + (g)ek) sözcüğü bu şekilde türemiş adlardan biridir.
Sözcük Çağatayca sözlüklerde tirsek ‘dirsek, mirfak, arenc, temel, teme’ kaydı
biçiminde görülür (Seng. 193r18; LÇ: 131b; DTO: 254).

74
Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de tirsgek ‘dirsek’ (DLT III: 424; DanKelly,
1985, 191). Eski Kıpçakçada metinlerinde ise tirsek ‘dirsek’ ve dirsek ‘dirsek’
biçimlerinde görülmektedir (KTS: 62, 277).

Räsänen tirsgek sözcüğü için ‘dirsek’ karşılığını vermiş ve Türk dillerinden Nog.,
KKalp., Kaz. terisken; KKırg. tirsek; Az. it dirseji; Tkm. it tirseg-i; Hak. tĭrsek
biçimlerini aktarmıştır (VEWT: 481). Räsänen sözcük için herhangi bir etimoloji
vermemiştir. DTS’de ise sözcük tirsek ‘dirsek’ şeklinde kaydedilmiştir (DTS: 563).
Talat Tekin, tirsek ‘dirsek’ sözcüğünün tiz ‘diz’ sözcüğünden türediğini
düşünmektedir. Tekin, Kaşgari’de kaydedilen tirsgek biçimini tir-s-gek şeklinde
açıklamış ve sözcüğün ilk hecesini tir+, Ön Türkçe *tīŕ > tīz ‘diz’ biçiminde
vermiştir. Ancak o, s’nin işlevi hakkında bir şey söylememiştir (Tekin, 1969, 65).
Clauson sözcüğün etimolojisinin açık olmadığını belirttikten sonra ‘dirsek; gözdeki
arpacık’ karşılığını vermiştir. Ayrıca Kuzeydoğu Türk Dillerinden Tuv. diskek;
Güneybatı Türk dillerinden Az., Osm.’da dirsek ve Tkm.’de tirsek biçiminde
yaşadığını belirtmektedir (EDPT: 553b). Marcel Erdal da Tekin’in ileri sürdüğü
görüşe katılmakta ve ayrıca sözcüğü Macarcadaki ‘térd’ sözcüğüyle
karşılaştırmaktadır (Erdal, 1991, 74). Finch, sözcüğü tirsgek < tir + s + ge +k
biçiminde açıklamıştır. Ancak onun açıklamasında da s’nin işlevi belirsiz kalır.
Finch, Türkçe çiftlik eki olan z’nin bazı durumlarda *-rs- olarak sonuçlandığını
belirterek s’yi o şekilde açıklamaya çalışır (Finch, 2003, 144 [Stachowski, 2007,
341]). Bu açıklama Pritsak referans alınarak yapılmıştır, ancak Pritsak *…rs değil
*…r+ti biçimini önermiştir. Stachowski, “s+ga+k” birleşimi Türk dillerinde görülen
bir türetme birleşimi olmadığını, +ti ekinin türetme eklerinden önce bulunmadığını
yalnızca *+ge+s biçiminin muhtemel olduğunu, Finch’in önerdiği *+s+ge’nin uygun
olmadığını belirtir, ayrıca ona göre +s ve çiftlik gösteren +k ekinin doğal olarak
birlikte bulunması anlamsızdır (Stachowski, 2007, 341). Finch, dirsek sözcüğünün
sonunda /-K/’nın çiftlik gösteren bir ek olduğunu ve sözcüğün tir-s-ge-k biçiminde
açıklanması gerektiğini belirtir ve r’den sonra s’nin korunmasının erken dönemde
sözcüğün *tir-se-ge-k biçiminde hecelenmesine bağlar (Finch, 2003, 144
[Stachowski, 2007, 341]).

75
kara kaygu meni éltip kara zülfüŋ üçün her tün

kara başnı tutup avuç kara yerge kirip tirsek

(NN, 552: 6)

éki kolnı éki tirsek bile yu;

vuzu éylerdi bil, kim farz érür bu

(SM: 84)

toyak ‘at tırnağı’ (< kökü belirsiz ?) sözcüğü +Ak eki ile türediğini düşündüğümüz
bir vücut uzvu adıdır. Bu atlara ait bir uzuvdur. Ancak sözcüğün kökünün ne olduğu
hakkında bir bilgiye sahip değiliz. Sözcük Çağataycada tuwag ‘at tırnağı’ (Vel. 224;
Seng. 188r20); tuynag/tuynak ‘at tırnağı’ (Seng. 187r19) biçimlerinde görülmektedir.
Şeyh Süleyman sözcüğün toyak biçimini değil, tuynak ‘tuvak, hafir, tırnak zufr,
tuyak, nahun, süm’ biçimini kaydetmiştir (LÇ: 129b). Dictionnaire turk-oriental’de
ise toynak ‘toynak, hayvan tırnağı’ kaydı düşülmüştür (DTO: 251). Sözcük toyak
biçimiyle Mevlana Sekkaki Divanı ve Nevâdirü’n-Nihâye’de görülmektedir. Bunun
yanında sözcük Çağatayca metinlerde toynag/k biçiminde de geçmektedir.

Sözcük Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de tuyag ‘at tırnağı’ biçiminde


yaşamaktadır (DLT II: 96; DanKelly, 1985, 203). Harezm Türkçesi metinlerinde de
tuynak ‘at tırnağı’ biçiminde görülmektedir (KutbHŞ: 185; Nehc. 209/4). Eski
Kıpçakçada da sözcük toynak, toynak, tuyak biçimlerinde görülmektedir (KTS: 281,
286).

Clauson *toñag ‘toynak’ biçiminde verdiği sözcük için Orta Türkçe ve Modern Türk
Dillerinde sözcüğün /ñ/ ile Eski Türkçede /y/’li olduğunu belirtmektedir. Ayrıca
Clauson, sözcüğün Eski Türkçe ve Tuvaca’daki biçimlerinin sözcüğün ikinci
hecesindeki ünlünün /o/ olması gerektiğini önerdiğini de ifade etmektedir. Clauson
günümüz Türk dillerindeki biçimlerini de aktarmıştır: Kaç., Koyb., Leb., Sag.
tuygak; Tuv. duyug; Kırg., Kaz. tuyak; Özb. tuyok; Tkm. toynak (EDPT: 519a).

Sözcüğün asıl biçimi *toñag olmalıdır. Ancak Çağataycada bazı metinlerde n’nin
düşmesiyle sözcük toyak biçiminde de görülmektedir. Sözcüğün gelişimi ve
etimolojisi hakkında ise kesin bir açıklamada bulunamıyoruz.
76
canım fidası anıŋ, kaşki menin bu tenim

atı toyakıdın uçkan gubar bolsa, nedi

(NN, 552: 6; SD: 641)

yaŋak ‘yanak; ceviz’ (< yan ‘yan’ + gak) sözcüğü de +gAk eki ile türemiş bir başka
sözcüktür. yaŋak ‘yanak’ sözcüğünde +gak eki bir yön adına gelerek ‘ağzın iki
yanında olup dişlerin oturmuş olduğu kemik’ anlamına gelen organ adı türetmiştir.
Sözcük Senglah’ta ‘yüz, yanak’ şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 339r14). Lugat-ı
Çağatay’da yaŋag ‘yanak, had, ‘arız, idar; ceviz, goza, ruhsar, ruy’ şeklinde
açıklanmıştır (LÇ: 300b). Dictionnaire turk-oriental’de ise yangak ‘yanak; ceviz’
şeklinde anlamlandırılmıştır (DTO: 537).

Sözcük Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de yaŋak ‘ağzın iki yanında dişler
arasındaki kemik’ karşılığı verilmiştir (DLT III: 376; DanKelly, 1985, 212). Harezm
Türkçesi metinlerinde yaŋak ‘yanak’ şeklinde geçmektedir (KutbHŞ: 67). Eski
Kıpçakçada yaah, yaak, yaŋak, yangak biçimlerinde yaşamaktadır (KTS: 305, 309,
310).

Räsänen *yaήak için ‘yanak; çenenin iki yanı’ karşılığını vermiştir (VEWT: 187).
DTS’de ise sözcük yaŋak I ‘yanak’ ve yaŋgak ‘yanak’ biçimlerinde kaydedilmiştir
(DTS: 233). Clauson yaŋak biçiminde maddebaşı olarak aldığı sözcüğün asıl
biçiminin *yangak biçiminde olduğunu ve yan adından türediğini belirtmiş ‘yanak’
anlamını vermiştir. Sözcüğün günümüz Türk Dillerinde yaşayan biçimlerini de
aktarmıştır: Kaz. yaŋak ‘yanak’; Kum. yayak; Az. yanag; Osm. yanak; Tkm. yaŋak.
(EDPT: 948a). Marcel Erdal da sözcüğün yan ‘yan, kenar’ kökünden geldiğini ifade
etmiştir (Erdal, 1991, 75).

zülfüŋni kaçan saldıŋ uşol al yaŋak üze

canımga meniŋ ilse ol otnı, yaka kéldi

(SD: 742)

yaŋakıŋdın müzelzel halk rayı

lebiŋ helva vü yüzüŋ bayram ayı

(DN: 326)
77
2.4. Sınıf Belirten Sözcükler Türeten Ekler

2.4.1. +(X)t, +(A)t

Bu ek genellikle eklendiği sözcüklere topluluk ve sosyal tabaka anlamı katar. Marcel


Erdal +(X)t ekinin çokluk ifade eden bir ek olmanın yanında sosyal tabaka ve sınıf
bildirdiğini ifade eder (Erdal, 1991, 78). Moğolca ve Soğdca ile ortak bir ek olduğu
düşünülen bu ek (krş. Moğ. +Ud) için Doerfer, Türklerin bu eki Moğolcadan ödünç
aldığını düşünmüştür. Marcel Erdal ise eğer bu ekin kökeninin İran dili olduğu
kanıtlanırsa ekin kökeninin Soğdca olduğu görüşünü dile getirmiştir (Erdal, 1991,
78).

Bu ek için Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesinde çok fazla örnek bulunmaz. Bayat
‘Oğuzların Bozok koluna bağlı boyu’ (< Bay + at). Erdal, bu sözcüğün begegüt ve
bayagut biçimlerinin büzülmesi sonucu oluşmuş olabileceğini belirtmiştir (Erdal,
1991, 78-83).

Eski Türkçeden beri çoğul eki olan +(X)t Çağatayca’da az da olsa görülmektedir.
Çağataycada da topluluk ve sosyal tabaka anlamı taşıyan sözcükler türetmiştir.
Çağatayca’da bu eki almış sözcükler arasında bulıt, kanat sözcüklerini görebiliriz.

bulıt ‘bulut’ (< *bulı+ t) sözcüğü için Çağatayca sözlüklerde bulut ‘bulut, sehab, ebr,
sünger, mıg, deva ve ‘ilac ismi’ kaydı düşülmüştür (Seng. 141v13; LÇ: 86a; DTO:
178).

Sözcük Eski Türkçeden beri görülen bir sözcüktür. kaltı bulıttın ünmiş ay teñri teg
‘bulutlardan yükselen ay-tanrı gibi’ (TT IV: 4, 8); DLT’de bulıt ‘bulut; kara bulıt
(siyah bulut)’; ak bulıt (yağmur bulutu)’ (DLT I: 354; DanKelly, 1985, 81); Harezm
Türkçesinde bulıt/bulut ‘bulut’ (KutbHŞ: 37, 38; Nehc. 38/9) biçiminde görülür. Eski
Kıpçakçada ise bulıt ve bulut ‘bulut’ biçimlerinde geçmektedir (KTS: 37).

Doerfer, bulıt ‘bulut’ sözcüğünü *bulı şeklinde bir köke bağlamıştır. Ayrıca
sözcüğün Kafkas dillerinde Türkçeden alıntı olarak yaşağını da aktarmaktadır
(TMEN II: 771). Räsänen bulga- ‘bulamak, karışmak’ kökünden geldiğini yazmıştır
(VEWT: 88). DTS’de yalnızca bulut ‘bulut’ açıklaması verilmiştir (DTS: 124).
Clauson ‘bulut’ şeklinde açıkladığı sözcüğün Tarihi ve günümüz Türk dillerindeki
biçimlerini verir (EDPT: 332a). Mustafa S. Kaçalin’e göre, bu+l+ı- ‘buharlaşmak’,

78
bu ‘buğ, buğu, buhar’, bu + s ‘pus, sis, duman’ sözcükleri kavramdaş ve kökteş
olmalıdır. Kaçalin, ayrıca bu sözcükleri bu + r- ‘kokmak’ ile karşılaştırır. Bunun
yanında sözcüğü oglıt ‘oğullar’ (< og + ıl + ıt) biçimiyle de karşılaştırarak sözcüğün
gelişimini bulıt < bu + l + ıt ‘buğular, buharlar’ şeklinde açıklar (Kaçalin, 2006,
236).

Sözcük günümüz Türk Dillerinde de varlığını sürdürmektedir: Az. bulut; Tkm. bulut;
TatK. bolıt; Bşk. bolot; Nog. bulıt; Blk. bulut; KKlp. bult; Kaz. bulut; Kırg. bulut;
Özb. bulut; Alt., Tel., Şor, Sag., Kaç. pulut; Hlç. bulıt; Tuv. bulut; Yak. bılıt; Çuv.
pêlêt (TES: 63).

kayalar üzre bulıt urdı kus u yıgdı sipah

seherde koydı çapkun, yasadı hayl u haşem

(SD: 138)

tire vü efsürde biz éy ‘ışk tarkatkan bulut

bir bela berkı bile hem örte bizni hem yarut

(NN, 128: 1)

kanat: Çağataycada +(X)t eki ile türemiş bir diğer sözcük Doerfer, Räsänen, Eren ve
Tekin’in *kana (krş. Moğ. kana ‘kanat tüyü’) şeklinde bir köke dayandırdıkları
kanat ‘kanat’ sözcüğüdür (TMEN III: 1531; VEWT: 230; TES: 205; Tekin, 2000,
103).

Sözcük Senglah’ta ‘1. kuş kanadı; 2. çadırın duvarı; 3. çadırın kemeri’ karşılıkları
verilmiştir (Seng. 277v15). Diğer Çağatayca sözlüklerde kanat ‘kanat, cenah, bal,
per, kariz, balak’ açıklaması yer almaktadır (LÇ: 223a; DTO: 420).

Bu sözcük de bulıt gibi Eski Türkçeden beri görülmektedir. Sözcüğü ilk önce Orhon
Yazıtlarında kanat ‘kanat’ (IB: 3, 35) biçiminde görüyoruz (Tekin, 2000, 256). Eski
Uygurcada kanat ‘kanat’ (M III: 23, 3), DLT’de kanat ‘kanat’ (DLT I: 357;
DanKelly, 1985, 127); Harezm Türkçesinde kanat ‘kanat’ (KutbHŞ: 130); Eski
Kıpçakçada ise kanat ve hanat biçimerinde ve ‘kanat’ anlamında yer almaktadır
(KTS: 125).

79
éy Nevayi körgeli anı uçar her dem közüm

lik ne sud uçmak ol kuş kim aŋa yoktur kanat

(NN, 125: 7)

ol at érmes, ne içün andın togar yahşı urug

ol kuş érmes, ne içündür bar a‘zası kanat

(SD: 398)

Bir sözcükte de boy adı türetmiştir.

bayat: ‘Tanrı’ anlamına gelen bayat sözcüğü Çağataycada Bayat ‘Oğuzların Bozok
koluna bağlı boyu’ (< bay ‘zengin’ + at) anlamında geçmektedir. Sözcük Çağatayca
sözlüklerde bayat ‘1. ‘Huda, Allah’, 2. Kabile adı’ karşılığında geçmektedir (Seng.
128r3; DTO: 180).

DLT’den beri görülen sözcük, bayat ‘Tanrının adı’ (DLT III: 171; DanKelly, 1985:
68), Harezm Türkçesinde bayat ‘Allah’ (MNa: 145 [EDPT: 385a]), Eski Kıpçakça
metinlerden Kitabü’l-İdrak’ta bayat (bayar biçiminde hatalı telaffuz edilmiştir)
‘Uygur dilince yüce Allah’ın adı’ (Kİ: 37), Osmanlıcada ise bayat ‘Türkçede
Allah’ın adı’ (TTS III: 75) karşılığında görülmektedir.

Doerfer sözcüğü bayat ‘Tanrı’ biçiminde anlamlandırmış, ancak kökeni konusunda


herhangi bir yorum yapmamıştır (TMEN II: 819).

Bayat anı togradı

(ŞTe: 81a13)

Bayatnıŋ ma‘nası

(ŞTe: 82b7)

2.4.2. +gAç ve +gA

+gA eki çeşitli sözcüklere eklenerek bitki ve hayvan adları türeten bir ektir. Bu ekte k
>g > w şeklinde geniş bir fonetik değişiklik göze çarpmaktadır. Clauson Eski Türkçe
bazı hayvan ve böcek adlarının +gA bittiğini belirtmiştir (EDPT: 416). Marcel Erdal
+gA eki ile sona eren birçok böcek, kuş ve küçük hayvan adı sayar: torıga ‘tarla
80
kuşu’, karga ‘karga’, koburga ‘baykuş’, kösürke ‘bir tür sıçan’, sarıçga ‘çekirge’,
çekürke ‘çekirge’ ve kumursga ‘karınca’, yuldurga ‘bir devedikeni adı’, yorınçga
‘yonca’ vb. (Erdal, 1991, 83-85).

+gA ekinin bir görevi de küçültme görevinde sözcükler türetmesidir. Eski Türkçe ve
Karahanlı Türkçesinde bu ekle biçimlenmiş sözcükler görülmektedir. çekürge
‘çekirge’ (< *çekür + ge) (DLT I: 490; DanKelly, 1985, 89), koburga ‘baykuş’ (<
*kobur + ga) (DLT I: 489; DanKelly, 1985, 141), yumurtga ‘yumurta’ (< *yumurt +
ga) (DLT III: 433; DanKelly, 1985, 233).

Çağataycada da bu ek çeşitli böcek, kuş ve küçük hayvan adları türetmektedir. Bu


ekle türeyen kuş ve böcek adlarında ekin küçültme işlevi de ortaya çıkmaktadır.

karga ‘karga’ (< *kara + ga). Sözcük muhtemelen *kara + ga şeklinde


biçimlenmiştir. Çağatayca sözlüklerde karga ‘ ‘ake, karga, gurab, zag, zagan, kelag’
karşılığı verilmiştir (LÇ: 217b; DTO: 400).

Doerfer sözcüğün bazı İran şivelerinde, Kafkas dillerinde ve Rusçada Türkçeden


alıntı olduğunu ifade etmektedir, ancak o bu alıntılamaları soru işareti (?) ile
aktarmıştır, yani bu konuda emin değildir (TMEN III: 1386). Räsänen karga ‘karga’
karşılığını verir. Rusçaya karga biçiminde alıntılandığını da belirtmiştir (VEWT:
237). DTS’de karga ‘karga’ şeklinde açıklanmıştır (DTS: 426). Clauson EDPT’de
sözcüğün bazen ‘kuzgun’ gibi diğer siyah kuşları da gösterdiğini ifade etmiştir
(EDPT: 653a). Mustafa Kaçalin, sözcüğün aslının kar-ga(n) biçiminde olduğunu
belirtmiş ve sözcüğü kaz- ‘eşmek’ eylemine dayandırmıştır (Kaçalin, 2006, 173).

şibani sözüŋ kıska kıl yürür yoluŋnı rast kıl

tuti sözi şekker turur murdar karga na-kesan

(ŞHD: 128a6)

Şeybani sözüŋ kıska kıl yarur yoluŋnı rast kıl

Tuti sözi şekker turur mürdar karga nakesan

(ŞN2: 2416)

81
kopurga ‘baykuş’ (< *kobur + ga) sözcüğü bu ekle biçimlenmiş sözcüklerden biridir.
Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de koburga ‘baykuş’ biçiminde
bulunmaktadır (DLT I: 489; DanKelly, 1985, 141).

Clauson, sözcüğü koburga ‘baykuş’ biçiminde vermiştir (EDPT: 587a). Bu sözcüğün


kökeni ile ilgili bir yorum yapmak mümkün değildir. Genellikle hayvan adları
türeten bir +gA eki vardır, ancak bu ekle türeyen bir kobur ya da kubur biçiminde bir
kök Çağataycada ve daha eski dönemlerde bulunmamaktadır. Ancak sözcüğün
kökeni konusunda Marcel Erdal’a katılıyor ve sözcüğün kopurga < *kobur + ga
biçiminde geliştiğine inanıyoruz (Erdal, 1991, 83).

kopurgalar ivi bolgan harab Türkistan

hümay-ı hizmetiŋizdin érür çü Bag-ı İrem

(SD: 216)

Eski Türkçeden beri bazı hayvan ve bitki adlarında küçültme işlevinde terimler
göstermek için kullanılan bir başka ek de +gAç ekidir. Räsänen bu ekin ka / ke + ç
ya da k + aç, eç biçimlerinin birinden geliştiğini ileri sürmektedir (Räsänen, 1957,
101).

Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesinde çok sık olmasa da örnekleri görülmektedir:


erkeç ‘genç teke’ (< *irkgeç < *irk ‘koç’ + eç) (KB: 4353), karlıgaç ‘kırlangıç’
(etimolojisi belirsiz) (DLT I: 527; DanKelly, 1985, 130), kuşgaç ‘serçe’ (< kuş
‘kuş’ + gaç) (DLT I: 455; DanKelly, 1985, 149).

Çağataycada bu ek bitki ve nesne adları türetir. Ancak eklendiği sözcüklerden yeni


sözcükler türetirken küçültme işlevi de göze çarpmaktadır.

1. +gAç ile türeyen bitki adları:

Ekin bu işlevde kullanıldığı en bariz örnek ıgaç ‘ağaç’ biçimidir. Bu biçimin


sözbaşında y’nin türediği yıgaç biçimi de görülür.

yıgaç ‘ağaç’ < *īgaç < *ī ‘orman, koruluk’ (Erdal, 1991, 84, Tekin, 1994a, 57;
Tekin, 2000, 83).

Eski Türkçeden itibaren Tarihi Türk dillerinde görülen sözcük Eski Uygurcada
ıgaç ‘ağaç’ (M I: 12, 5; TT I: 134), DLT’de ve KB’de yıgaç ‘ağaç; odun; erkeklik
82
organı; bir yer ölçüsü’ (DLT III: 8; KB: 2455), Harezm Türkçesinde yıgaç, ıgaç,
agaç ‘ağaç, bir yer ölçüsü (KutbHŞ: 4, 90; Nehc. 24/2); Eski Kıpçakçada agaç,
agaş ‘ağaç, değnek, sopa, asa’, Osmanlıcada ise ağaç ‘ağaç; sopa, asa; bir yer ölçü
birimi’ (TTS I: 5; TTS II: 7; TTS III: 4-5; TTS IV: 5) karşılıklarıyla yer
almaktadır.

kelim ilin kötergeç şükr étti

ki kéçe bir yıgaçtın ün éşitti

(DN: 21)

bir dem nebatnıŋ başıdın kétmedi yıgaç

ta bolmadı tamam su irniŋ hayasıdın

(LD: 1442)

Sözcüğün Çağataycada ‘mikdarı belirli olmayan bir uzunluk ölçüsü’ anlamında da


kullanıldığı görülmektedir.

ol kavmniŋ valisi Yehudani kılıp öziniŋ medfenini Nil rudıda Mısrdın bir yıgaç
yırakrak yir makarr kıldı

(TEH: 702a14)

2. Çağataycada bu ek bir de nesne adında görülmektedir:

yélgeç ‘yelpaze’ (< yél ‘yel’ + geç) sözcüğü yél ‘yel, rüzgar’ kökünden bir nesne adı
olarak türemiş bir sözcüktür. Sözcük yelpaze sözcüğü ile ilişkili olabilir.

Clauson, Osmanlıca yelpaze’yi yélpi- kökünün türevleri arasında ‘çok bozuk’ bir
biçim olarak vermiştir. Eski ve yeni diyalektlerde yelpi- (~ yelbi-, yelbe-, yilbe-,
celbe-) ‘yel çarpmak, yelpazelemek’ olarak geçer (VEWT: 196; ÊSTYa, 1989, 182-
183). Bu kökün -güç, -giç ekiyle yapılmış birtakım türevleri diyalektlerde ‘yelpaze’
olarak kullanılır. yélgeç de böyle bir türev olabilir gibi gözükmektedir. Ancak
sözcüğün yél ‘yel’ + geç şeklinde geliştiği düşüncesindeyiz.

Sözcüğe diğer Tarihi Türk dillerinde rastlamadık. Sözcüğü Çağatayca metinlerden


Cemilî Divanında görüyoruz.

83
2.4.3. +gAn

+gAn eki Eski Türkçede daha çok çeşitli bitki ve hayvan adları türetmek içi
kullanılan bir küçültme ekidir. Marcel Erdal +gAn ekinin Moğ. +gAnA ekine
benzediğini ifade etmiş ve Türkçede karagan şeklinde söylenen bitkinin Moğ.,
karagana sözcüğü olduğu belirtmiştir (Erdal, 1991, 87).

Karahanlı Türkçesi metinlerinden KB ve DLT’de bu ekle biçimlenmiş sözcüklere


rastlamaktayız. arpagan ‘arpaya benzer bir bitki’ (< arpa ‘arpa’ + gan) (DLT I: 140;
Dankelly, 1985, 12), çimgen ‘çimen’ (< çim ‘çim’ + gen) (DLT I: 443; Dankelly,
1985, 92), karakan ‘dağ ağaçlarından bir ağaç’ (< kara ‘kara, siyah’ + kan) (DLT I:
448; Dankelly, 1985, 129), azgan ‘kuşburnu, yabangülü’ (< az + gan ) (KB: 2573),
sagızgan ‘saksağan’ (< sagız ‘sakız’ + gan) (DLT I: 439; Dankelly, 1985, 152), vb.

Çağataycada da bu ek çeşitli bitki ve hayvan adları türetmek içi kullanılan bir


küçültme ekidir.

1. +gAn ile türeyen hayvan adları:

sıçkan ‘sıçan, fare’ (< *sıç + kan) sözcüğü de +gAn ekiyle türemiş bir biçimdir.

Räsänen, Clauson gibi bilim adamları bu sözcüğün bir eylem kökünden geldiğini
ileri sürmüştür (VEWT: 414; EDPT: 796a-b). Ancak Marcel Erdal sözcüğün bir
eylemden türeyen biçim olma zorunda olmadığını ifade eder (Erdal, 1991, 88). Biz
de bu görüşe katılıyoruz ve sözcüğün bir ad köküne gelen +gAn ekiyle (< *sıç + kan)
türemiş olduğunu düşünüyoruz. Ancak sözcüğün kökü hakkında herhangi bir
düşüncemiz yoktur.

bu kün tarih miŋde yétmiş birde ve sıçgan yılı turur

(ŞTe: 74b18)

öy ara şeyh-i zaman emride érmes sıçkan

tive efsannı üç tört yaşar yaş çiker

(FK, 696: 2)

84
tabuşkan ‘tavşan’ (< *tavış ‘ses’ + kan) sözcüğü Çağatayca sözlüklerde tawuşkan
biçiminde ve ‘tavşan, tavşan denilen bir hayvan, Türklerdeki yıllardan birinin adı’
karşılıklarıyla yer almıştır (Seng. 165v20; LÇ: 105b; DTO: 210).

Bang ve Brockelmann sözcüğün tavuş- ‘sıçramak, hoplamak, koşmak’ eyleminden


türediğini belirtmişlerdir (Bang, 1918, 298 [TES: 397]; Brockelmann, 1954, 53§).
Poppe, Ramstedt gibi bilim adamları Tü. tabışgan, Moğ. taulai denkliğinden
bahsetmişlerdir (Poppe, 1927, 115; Ramstedt, 1951, 103). Doerfer, Ramstedt’in
sözcüğün kökünü tabış- ‘koşmak’ olarak alan görüşüyle aynı fikirdedir (TMEN II:
966; TMEN I: 144). Doerfer ayrıca sözcüğün Türkçeden Moğolca, Rusça ve
Kafkas dillerine alıntılandığını da belirtmiştir (TMEN II: 966). Radloff’un
sözlüğünde aktarıldığı gibi Çağataycada bu kök tauş- ~ tavuş- ‘koşmak, atlamak
biçiminde yer almaktadır (Wb III: 776).

Clauson sözcüğün –gan eki ile sona eren bir hayvan adı olduğunu, sözcüğün uzun
bir tarihsel geçmişinin bulunduğunu ve 8. yüzyıl öncesinde Kitan’da alıntı olarak
taoli biçiminde yaşadığını ve de Moğolcada taolai biçiminde yer aldığını
aktarmıştır. Clauson, ayrıca bu biçimlerin Türkçedeki asıl biçimin tavılgan (L/R
denkliği ile) olduğunu gösterdiğini de ifade etmiştir (EDPT: 447a).

Marcel Erdal, böyle bir kökün Eski Türkçede bulunmadığını ifade eder. O, eğer bu
sözcük bir gölge sözcük değilse, tavış ‘ses’, DLT’deki tevşin- ‘bir sorunu çözmeye
çalışmak’ ve belki de art biçimli tavışgan biçimi arasında bir çaprazlık olabileceğini
belirtir. Çünkü tavışgan sözcüğünün eylem köküne sahip olması mümkün değildir.
Bu sözcük +gAn ekinden türemiş sözcüklerden olmalıdır (Erdal, 1991, 88).

altun közli tabuşkanı kétürdi tép

kaz ayagı üç ayru tamga bérdüm

(ŞTe: 100b6)

havadis itine zahmet kavuşkan

cefasın körmey uykuda tavuşkan

(DN: 58)

85
2. +gAn ile türeyen bitki adları:

çimgen ‘çimen’ (< çim ‘çim’ + gen) sözcüğü de bu ekle türemiş bir bitki adıdır.

Doerfer sözcüğün Türkçeden Balkan dillerine alıntılandığını aktarmıştır (TMEN III:


1124). Doerfer’in TMEN’deki geniş açıklamalarından Farsça çaman ‘bostan, bahçe,
çayır, mera’ sözcüğünün Türkçeden eski bir alıntı olduğunu, Eski Türkçedeki çimgen
sözcüğünün de eski bir İran dilinden alıntı olduğu sonucunu çıkartabiliriz. Clauson
çimgen ‘çimen’ sözcüğünün çim ‘çim’den türeyen bir gövde olduğunu belirtmiş Az.,
Osm., Tkm. gibi günümüz Türk Dillerinde çemen biçiminde görüldüğünü, bu
biçimlerin sözcüğün Farsça çaman sözcüğünden bir alıntı olabileceğini
düşündürdüğünü ifade etmiştir. Ancak ona göre Farsça sözcük muhtemelen Türkçe
sözcükten alıntılanmıştır (EDPT: 423a). Mustafa Kaçalin sözcüğün çimgen <
çi+m+gen ‘çimen, ayrık otu’ biçiminde geliştiğini belirtmiştir (Kaçalin, 2006, 123).

Sözcük DLT’de çimgen ‘çimen’ şeklinde geçmektedir (DLT I: 443; Dankelly, 1985,
92). Harezm Türkçesinde çimgen ‘çimen’ (KutbHŞ: 44) ve çömen (KutbHŞ: 44)
biçimlerinde görülür. Eski Kıpçakçada ise çemen, çümen (I), şimen, şimgen
biçimlerinde rastlanmaktadır (KTS: 48, 54, 253).

bulut tég közleriŋdin tökmegin yaş

çıkar çimgen bigin tofraktın baş

(DN: 784)

Bulakı Kevser ü çimgenleri riyaz-ı behişt

havası muctedil ü özi Cennetü’l-me‘va

(SD: 319)

2.4.4. +lAk

Nadir görülen +lAk eki genellikle isim kök ve gövdelerine eklenerek hayvan adları
ya da farklı anlamlardaki adlar türeten bir ektir. Karahanlı Türkçesi metinlerinden
DLT’de genellikle hayvan adları türettiği görülmüştür.

bagırlak ‘bağırtlak denilen kuş’ (< bagır ‘bağır’ + lak) (DLT I: 503; Dankelly, 1985,
63), kızlak ‘kabakuş denilen bir kuş’ (< kız ‘kız’ + lak) (DLT I: 473; Dankelly, 1985,
140).

86
Çağataycada yalnızca birkaç sözcükte görülmektedir. Genellikle kuş adları türettiği
görülür. Bunlar arasında çaylak ‘çaylak kuşu’, kumalak ‘yuvarlak’, yapalak
‘baykuş’ sözcüklerini sayabiliriz. Bu biçimlerden bazıları bugün Türkiye
Türkçesinde de görülmektedir: çaylak vb.

1. +lAk eki ile türeyen kuş ya da hayvan adları:

çaylak ‘çaylak kuşu’ (< *çay + lak) sözcüğü Çağatayca sözlüklerde çaylak ‘be-
Türkī-yi Rumī zagan başed ki anra be-Farsi galivac guyend’ şeklinde açıklanmıştır
(Seng. 210v19; LÇ: 150a; DTO: 282).

Doerfer TMEN’de Az. çaylak ‘uzun ve çatal kuyruklu bir tür yabani kuş’ biçimini
aktarmıştır (TMEN III: 1058). Räsänen ise sözcüğü Şor. şaylak ‘martı’ ve Tob.
çaylan ‘akbaba’ biçimleriyle birleştirmiştir (VEWT: 95). Hasan Eren sözcüğün
‘küçük kuşları ve sıçan gibi hayvanları avlayan yırtıcı bir kuş’ anlamını verdikten
sonra Tkm. çay ‘çaylak’, KKlp. şay ‘çaylak’ biçimlerini aktarır (TES: 82). Tietze
‘küçük bir yırtıcı kuş’ şeklinde anlamlandırdığı sözcüğün belki de çaylak
‘boynuzlarının arası çok açık olan (hayvan), bacaklarının arası çok açık olan (at)’
(DS: 1097) ve caynak ‘kolları ve bacakları düzgün olmayan, çarpık ve apışık olan’
(THASDD: 313) sıfatlarıyla alakalı, kuşun vücut hususiyetlerine işaret eden bir ad
olduğunu belirtir (TETL: 485b).

Bizce Türkçe çaylak biçiminin +lak ekiyle türetildiği açıktır: < çay + lak. Eren’in
belirttiği gibi Eski Kıpçakça çatlak ‘kartal’ biçimiyle birleştirilmesi yanlıştır.

Günümüz Türk dillerinde yaşayan biçimler sözcüğün cay ya da çay şeklinde bir köke
dayandığını göstermektedir. Ancak bu kökün ‘küçük ırmak, dere’ anlamındaki çay
sözcüğü olup olmadığı şüphelidir.

yana yazı kuşlarıdın togdak ve togdarı, çagruk, kıl kuyrug, kula purga, yapalag,
kuladu, leglek, çaylak, kara kuş, télbe kul, cıkcıg dék kuşlarnı atları yoktur.

(ML: F 779b1)

yapalag ‘baykuş’ (< *yapa + lag) sözcüğü de bu ekle türemiş bir hayvan adıdır.
Çağatayca sözlüklerde yapalak ‘baykuş’ şeklinde açıklanmıştır (Seng. 325v25; DTO:
517).

87
Sözcüğe günümüz Türk dillerinde de rastlıyoruz: Özb. yapalak ‘yapalak kuş’
(Abdullayev, 1964, 115), YUyg. yapilak ‘baykuş’ (YUTS: 459), Tat. yabalak ‘zor
küzli, ırgak sıman tomşıklı, yomrı başlı, töngi yırtkıç koş’ (TTAS: 617), Kırg.
capalak ‘puhu’ (KırgS: 177), Kaz. capalak ‘yarasa’ (KazTS: 92), Tü. yapalak ‘bir
tür baykuş’ (TS: 1593), Az. yapalag ‘puhu kuşu’ (Ahundov-Tezcan, 1978, 547).

Sözcüğün kökeni hakkında net bir açıklamaya sahip değiliz, ancak günümüz Türk
dillerinde görülen biçimleri bizi *yapa şeklinde bir köke götürmektedir. Bu sözcük
de +lak ekiyle türeyen hayvan adlarından biri olmalıdır.

yana yazı kuşlarıdın togdak ve togdarı, çagruk, kıl kuyrug, kula purga, yapalag,
kuladu, leglek, çaylak, kara kuş, télbe kul, cıkcıg dik kuşlarnı atları yoktur.

(ML: F 779b1)

köykenek birle yapalak karga kuzgun yıglışıp

ay Şiban zülfi tüninde yolçı bidar özgeçe

(ŞHD: 151a5)

2. +lAk eki ile türeyen diğer adlar:

kumalak ‘yuvarlak’ (< *kuma + lak ?) Bu sözcükte bir nesnenin sıfatı olan sözcük
türetmiştir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde kumalag ‘peşkel, koyun ve keçinüŋ ve
dévenüŋ tézek ve gübresi, pışkı, nöri, zebil’ şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 240a; DTO:
437).

Sözcüğün etimolojisi hakkında bir şey söylemek zordur. Clauson’un kumlak ‘Hop
plant, Humulus lupulus’ (EDPT: 628a) şeklinde verdiği sözcükle ilişkili olabilir
Ayrıca Yeni Uygurcada görülen yumulak ‘yuvarlak’ biçimi de bu sözcükle ilişkili
olabilir (YUTS: 189). Yeni Uygurcadaki biçim yumak sözcüğünden gelse gerektir.
Muhtemelen yumulak < yum-uk + lak biçiminde gelişmiş olmalıdır. yumuk ‘yumuk,
birbirine bitişik, kapalı, yanaşık’ sözcüğünün sonundaki k düşmüştür. Çağataycadaki
kumalak sözcüğü de bu şekilde açıklanabilir, yalnız Çağatayca kumalak sözcüğünün
başındaki k’nın Yeni Uygurcada nasıl y olduğunu açıklamak zordur. Sözcüğün kökü
açık değildir, ancak +lak ekiyle türeyen sözcüklerden biri olduğunu düşünüyoruz.

88
bahir ösrükler şi‘arı. Tive kumalagın satarda kandi dégüçi

(MKb: 23b3)

2.5. Topluluk Adları Yapan Ekler

2.5.1. +(A)n

Bu ek topluluk adları türeten eski bir çoğul ekidir. Fazla bir türeticiliğe sahip
değildir. Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesinde de bu ekle biçimlenmiş çok az
sözcük bulabiliriz:

Bu ekin en iyi örneklerinden biri Eski Türkçeden günümüze kadar kullanılan oglan
‘oğlan, çocuk, oğul’ (< ogul ‘çocuk’+ an) sözcüğüdür. Bu sözcükte ek asıl işlevini
kaybetmiştir. Yani çoğul anlamından uzaklaşmıştır.

Diğer yaygın örnek de eren ‘insan, insanlar’ (< er ‘er, erkek adam’+ en) sözcüğüdür.
Ek bu sözcükte çoğul anlamında kullanılmıştır.

Bir diğer yaygın örnek de bodun ‘kabileler, boylar’ (< bod ‘kabile’+ un) biçimidir.
Bu sözcükte topluluk adı türetmiştir. Marcel Erdal bu sözcüğün Hotan kaynaklarında
ilk hecede /o/ ile bulunduğunu ve kökün bugüne kadar Türk dillerinde /o/lu biçimde
yaşadığını ifade eder. O, bodun’un ikinci ünlüsünün bod’un asıl biçiminin *bodX
olduğu ve sondaki /X/in düzenli olarak düştüğü varsayımı ile açıklanabileceğini de
belirtir. Ona göre bu varsayım Moğ. boda ‘boy’ biçimi ile desteklenmektedir (Erdal,
1991, 92).

Talat Tekin ve Gabain bu eki çoğul eki olarak kabul etmiş ve yapım eki olarak kabul
etmemişlerdir (Gabain, 1941 (20003), 62; Tekin, 2000, 103).

Çağataycada da bu ek Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesindeki gibi çok yaygın


değildir. Bu ekle biçimlenen çok fazla sözcük yoktur.

oglan: Çağataycada taradığımız metinlerde bu biçime ait rastladığımız tek örnek


oglan ‘oğullar, çocuklar’ (< ogul ‘oğul’ + an) sözcüğüdür.

Sözcük Çağatayca sözlüklerde oglan ‘oğlan, çocuk’ ve mecazi olarak ‘bıyıksız


çocuk’ şeklinde açıklanır. Bu açıklamaya ek olarak ‘Moğol Hanlarının oğullarına

89
oğlan; Fars prenslerine mirza ve Rumı prenslere sultan denir şeklinde bir açıklama
da verilmiştir (Seng. 76v24; DTO: 68).

Sözcük Eski Türkçeden günümüz Türkçesine kadar her dönemde görülmüştür. Eski
Uygurcada oglan ‘oğlan, oğul’ (U I: 5, 4; TT III: 19); KB’de oglan ‘oğlan’ (KB: 293,
1097); Harezm Türkçesinde oglan ‘oğlan, oğul’ (KutbHŞ: 114); Eski Kıpçakçada
oglan ‘oğlan, oğul’ (KTS: 203); Osmanlıcada ise oglan ‘oğlan, çoğul’ (TTS: II 717;
III: 533; IV: 599) biçimlerinde sözcüğü görmek mümkündür.

imdi miniŋ oglanım tursa Semerkand Buhar

kim ki ra‘iyyet tüzer Tiŋri kılur hubrak

(ŞHD: 81b2)

kirip oglan aŋa bérdi habarnı

“ataŋ indep turur siz dék guharnı!”

(ÇİK: 76r2)

2.5.2. +(A)gU

Bu ek topluluk adları ve sıfatlar türeten bir biçimdir. Grønbech, ekin addan eylem
yapan –a- ile eylemden ad yapan –gu’dan meydana geldiğini belirtir (Grønbech,
1936, 29). Marcel Erdal bu ekin eklendiği sözcükleri üç gruba ayırır. Ona göre,
+(A)gU ilk önce sayılara, ikinci olarak çokluk gösteren sıfatlara ve üçüncü olarak
diğer sözlükbirimlere eklenir (Erdal, 1991, 93).

Bu ek Eski Türkçede birden ona kadar olan sayılara gelerek topluluk adı belirtir:
biregü, ékigü, onagu vb.

Zamirlere gelerek çoğul anlamı katar: negü üçün ‘hangi sebeplerden’ (Ht V 182: 3
[Erdal, 1991, 95]).

Vücudun belli bölümlerini niteleyen sözcük türettiği de görülür: içegü ‘kaburga


kemiklerinin iç tarafında bulunan şey’ (< iç ‘iç’ +egü) (HamTouen 1, 54 [Erdal,
1991, 96]), yüzegü ‘dış organlar’ (< yüz ‘yüz’+ egü) (BT VIII A: 92 [Erdal, 1991,
95]), vb.

90
Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesinde bu ekle biçimlenen sözcükler bulunur.
DLT’de daha çok vücudun belli bölümlerini niteleyen sözcükler, çeşitli sıfatlar
türettiği görülür.

karnagu ‘koca karınlı adam’ (< karın ‘karın’ + agu) (DLT I: 491; DanKelly, 1985,
130), içegü ‘kaburga kemiklerinin iç tarafında bulunan şey’ (< iç ‘iç’ + egü) (DLT I:
137; DanKelly, 1985, 31), oglagu ‘nazik, kibar’ (< ogul ‘oğul’ + agu) (KB: 77).

Çağataycada da bu ek genelde üç işlevde görülür.

1. +(A)gU birden ona kadar olan sayılara gelir ve onlara topluluk anlamı katar:

biregü ‘birisi’ (< bir ‘bir (sayı)’+ egü)

küstahlık kılduk ve takı dürr-i yetimniŋ ma‘nası bahasız démek bolur biregü

(ŞHD: 168a3)

biregüni kılur ni‘met bile bay

yana birisi tün kün nala-yı vay

(HLN: 10)

ékegü ‘ikisi’ (< éki ‘iki’+ egü)

ay köŋül boduŋ bize sin pür-hüner

kél ékegü baralı subh u seher

(ŞHD: 48b9)

Görüldüğü gibi yukarıdaki örneklerde birden ona kadar olan sayılara gelerek
topluluk anlamı taşıyan sözcükler meydana getirmiştir.

2. +(A)gU zamirlere gelerek topluluk ya da çoğul anlamı taşıyan zamirsi sözcükler


türetir. Bunun en açık örneklerinden biri negü ‘ne, nasıl, ne var ki’ (< ne + egü)
zamiridir.

negü ol hoş fal ki körsem ay yüzindedür Süheyl

zülfini salsa yüzüŋe halka-i sünbül bolur

(ŞHD: 40a8)

91
her yil ihtiyaç éliga negülük yétkürgeyler

(AŞV: 755b)

3. +(A)gU ekinin diğer bir işlevi de sayı ve zamirlerin dışında farklı sözcüklere
eklenip yeni biçimler türetmesidir. Az da olsa bu biçimler Çağataycada bulunur.
Nadir örneklerde biri içegü sözcüğüdür.

içegü ‘bağırsak’ ( < iç ‘iç’ + egü) Sözcük Eski Türkçede içegü ‘kaburga
kemiklerinin iç tarafında bulunan şey’ (< iç ‘iç’ +egü) anlamındayken Çağataycada
‘bağırsak’ anlamını kazanmış ve bir organın adı olmuştur. Eski Türkçeden
Çağataycaya sözcüğün anlamında daralma olduğu görülür.

Clauson’un da aktardığı gibi sözcük Eski Uygurcadan beri görülmektedir. Eski


Uygurcada içegü ‘bağırsak’ (U III: 78, 2-3; TT X: 548); DLT’de içegü ‘bağırsak’
(DLT I: 137; DanKelly, 1985, 31); Harezm Türkçesinde içegü ‘bağırsak’ (Oğ: 41
[EDPT: 25b]); Eski Kıpçakçada işegi ‘bağırsak’ (TZ: 33b7); Osmanlıcada ise içegü
‘bağırsak’ (TTS II: 514; TTS IV: 407) biçimlerinde yaşamaktadır.

Grønbech sözcüğü –agu ekiyle türeyen sözcükler arasında saymıştır (Grønbech,


1936, 29). DTS’de ise sözcük içegü ‘bağırsak’ şeklinde açıklanmıştır (DTS: 201).
Clauson içegü sözcüğünün iç kökünden -egü topluluk adı yapan eki ile türediğini
ifade etmekte Eski Uygurca’dan Osmanlıcaya sözcüğün kullanımını aktarmaktadır
(EDPT: 25b). Mehmet Ölmez de sözcüğün +AgU topluluk adı yapan eki ile
türediğini belirtmiştir (Ölmez, M., 1993, 185-186).

... avvalca alarnıŋ kursagıda bolgay içegüler ve haşalardın ... va éritür alarnıŋ
térilerini

(ÇKT: 33b25)

2.6. Renk Adları Yapan Ekler

2.6.1. +KIl, +gXl, +°l

+KII, +gXl ve +°l ekleri Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesinde genel olarak üç işlevde
görülmektedir.

1. Bu eklerin biçimlendirdikleri ilk ad grubu geometrik şekillerdir. üçkil ‘üçgen’ (< üç


‘üç (sayı)’ +kil) (DLT I: 105; DanKelly, 1985, 58) ve törtgil ‘dört köşeli, dörtgen
şeklinde’ (< tört ‘dört (sayı)’ +kil) (DLT III: 47; DanKelly, 1985, 198), vb.
92
2. Bu eklerin ikinci işlevi renkleri gösteren köklerden sıfatlar türetmeleridir. Eski
Türkçe ve Karahanlı Türkçesinde kızgıl ‘boz ile kır arasında bir renk’ (< *kız ‘kızıl,
sıcak’ +ıl) (DLT I: 483; DanKelly, 1985, 140), yipkil ‘erguvan rengi’ (< yip + gil)
(DLT III: 46; DanKelly, 1985, 227) örnekleri gösterilebilir.

3. Üçüncü işlev hayvanlarının vücutlarının belli bölümlerini gösteren adlar


türetmesidir. DLT’de bu ekle türemiş başgıl ‘beyaz başlı bir hayvan’ (< baş ‘baş’ +
gıl) (DLT I: 481; DanKelly, 1985, 67), yalgıl ‘beyaz yeleli at (yal)’ (< yal + gıl)
(DLT III: 228; DanKelly, 1985, 210), kırgıl ‘kırçıl’ (< kır ‘kır rengi’ + gıl) (DLT I:
483; DanKelly, 1985, 137) sözcükleri bu ek için en iyi örneklerdir.

Çağataycada bu eklerden yalnızca +°l ile biçimlenmiş örneklere rastladık. Bu


örnekler de Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesinde görülen kızıl ‘kızıl, kırmızı’ (<
*kız ‘sıcak, kızıl’ + ıl) (DLT I: 40; DanKelly, 1985, 140) ve yaşıl ‘yeşil’ (< yaş ‘taze’
+ ıl) (DLT I: 41; DanKelly, 1985, 218) sözcükleridir.

kızıl ‘kızıl, kırmızı’ (< *kız ‘sıcak’ + ıl) sözcüğü Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta
kızıl ‘kırmızı, açık, belli; sürh, altun, güzel, aşikar, al, kan, nar, atiş’; bir tür kuş; bir
tür şahin’ şeklinde anlamlar verilmiştir (Seng. 296v9; LÇ: 246b; DTO: 448).

Bang sözcüğün *kız + sıl > *kızzıl > kızıl biçiminde geliştiğini ileri sürmüştür (Bang,
1930, 20). Gabain ve Talat Tekin bu renk adını *kız ‘sıcak’ adına dayandırmakta ve
sözcüğün bu ekle biçimlendiğini ileri sürmektedirler (Gabain, 1941 (20003), 47;
Tekin, 2000, 84). Cirtautas, “Renklerin Kullanımı” adlı çalışmasında kızıl sözcüğü
için *kı- ‘yanmak, kızarmak, ılımak’ biçiminde bir köke ulaşılabileceğini belirtmiş
ve Tarihi ve günümüz Türk dillerinde bu kökle türediğini düşündüğü biçimleri
aktarmıştır: 1. Şor. Sag. Küer. Osm (Wb) kı-n ‘ısınmak, tutuşturmak’; 2. Krm.,
Kom., Tat. (Wb.) kı-z ‘sıcak, ihtiraslı, ılık, kızıl’; 3. ET (Gabain, 1941 (20003), 280)
kı-z ‘sıcak’, Çağ. (Wb) kı-z ‘kızıl; ateş’; 4. ET (Gabain, 1941 (20003), 280), OT
(DLT III: 129) kıg ‘toprağı kabartmakta kullanılan gübre, tezek’; 5. Anad.
(THASDD II: Aydın ve çevresi) kırtıg ‘kuru sığır gübresi’ ( < kı-r-t-ık). Cirtautas,
sözcüğün Eski Osmanlıcadaki kuzul (Heffening, 1942, 27 [Cirtautas, 1961, 52])
biçimine bakılarak *kı-z-ul > kuzul biçiminde açıklanabileceğini belirtmiştir
(Cirtautas, 1961, 51-52). Marcel Erdal ise Bang’ın kızıl ve yaşıl sözcüklerinin

93
sırasıyla *kızsıl ve *yaşsıl biçimlerinden geliştiği yolundaki görüşünü kabul eder ve
sözcüğün *kız+sI-(I)l şeklinde geliştiğini belirtir (Erdal, 1991, 100; 331). Talat
Tekin’e göre ise Türk dillerinde söziçi -zs- ve -şs- ünsüz çiftlerinin genellikle
korunmuş olması gerçeği Bang’ın teorisini çürütmeye yeter.

Ona göre Genel Türkçe kızıl sözcüğünün Çuvaşça karşılığı olan xĭrlĭ (< *xĭrĭl <
*kırıl) sözcüğü de Bang’ın görüşünün doğru olmadığını açıkça göstermektedir
(Tekin, 1994a, 244-281).

köŋül ta‘arızıŋga boldı müştak

közümde geh kızıl güldür gehi ak

(LD: 898)

egerçi hüsn ehlidür camdın kızıl yüzlüg

(BHD, XXI: 4)

şafak émes ki érür her namaz-ı şam kızıl

(BHD, XXI: 5)

yaşıl ‘yeşil’ (< yaş ‘taze’ +ıl) sözcüğü +Il eki ile türemiş bir renk adıdır.

Bang sözcüğün *yaş+sıl > yaşşıl > yaşıl biçiminde geliştiğini ileri sürmüştür (Bang,
1930, 20). Cirtautas, sözcüğün *yaş + ı- ‘yeşillenmek’ eyleminden yaş + ı-l
biçiminde gelişmiş olabileceğini belirtmiştir (Cirtautas, 1961, 61). Clauson sözcüğün
yaş kökünden geldiğini *yaşsıl sözcüğünün değişmiş biçimi olduğunu düşünmektedir
(EDPT: 978a). Gabain ve Talat Tekin bu sözcüğü yaş ‘taze, yeşil ot, yaş’ köküne
bağlamaktadır (Gabain, 1941 (20003), 47; Tekin, 2000, 84). Marcel Erdal yaşıl
sözcüğünün *yaş+sI-(X)l biçiminde geliştiğini ileri sürmüştür (Erdal, 1991, 331).

keyip hoş sündüs istebrak kızıl, yaşıl u al, sarıg

çemen şahidleri çıksa, kılur şermende havranı

(SD: 270)

yaşıl libas ara ol serv-i gül‘izarnı kör

(BHD, XXXIV: 1)

94
libasın étti yaşıl serv-i lale ruhsarım

(BHD, XXXIV: 2)

2.6.2. +(A)mUk (ve -mXk)

Bu ek daha çok renk adlarına eklenerek onlardan yeni sözcükler ya da bu renkleri


karakterize eden ya da onların karakterilerini gösteren nesne ve varlıklar türetmiştir.
DLT’de baskın olmayan ön ünlünün düştüğü kızlamuk ‘kızamık’ (< kızıl ‘kızıl’ +
amuk) ve karamuk ‘mısır koçanı, karamuk, buğday içerisinde bulunan karamuk
taneleri’ (< kara ‘kara, siyah’ + muk) (DLT I: 487; DanKelly, 1985, 129)
biçimlerini buluruz.

Çağataycada bu ekle biçimlenen çok fazla sözcüğe rastlanmaz.

kölkömük: Bu ekle türemiş sözcüklerden biri kölkömük ‘gömgök’ (< kök ‘yeşil,
mavi’ + ömük) sözcüğüdür. Bu biçimde ekin + ömük biçiminde eklendiği
görülmektedir. Sözcüğün kökü kök ‘yeşil, mavi’ sözcüğüdür. Sözcüğe Çağatayca
dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık. Çağatayca metinlerden ise yalnızca Ali
Şir Nevâyî’nin Leyla vü Mecnun adlı eserinde karşılaştık.

urdı atası mezarıga baş

kim kölkömük étti başın ol taş

(LM: 3020)

porsuk: Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta rastladığımız porsuk (< *bor + suk)


sözcüğü de bu ekle türemiş, ancak Orta Türkçe döneminden sonra ikinci hece
başındaki /m/ düşmüş ve sözcük porsuk biçimini almıştır.

Sözcük Senglah’ta şu şekilde açıklanmıştır: ‘porsuk, Far. rudak Isfahan ağzında


hukra, Ar. vaşak ve ibn ‘irs; köpek büyüklüğünde olup yüzünde ve bazen derisinde
ak, kara çizgiler bulunur. Derisinden kürk yapılır. Dövüldükçe kürkü kabarır. Leş
yemedikçe eti yenilir. Salamura yapılmış iki miskal eti zehirlenmeye iyi gelir. Derisi
ise nikris, eklen hastalığı ve titreme için yararlıdır.” (Seng. 132v22). Diğer Çağatayca
sözlüklerde ise borsuk biçiminde verilen sözcük ‘ney gibi bir giyahdur, aşkar, rudek,

95
vaşak, sege müşabih derisi siyahlı ve beyazlı bir nev‘ hayvan ki andan kürk yaparlar’
şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 79a; DTO: 166).

Bang sözcüğün *bor’dan geldiğini ileri sürmüştür (Bang, 1917, 136). Buna karşılık
Şçerbak çağdaş Türk diyalektlerinde *bor yerine boz biçiminin geçtiğini öne sürerek
bu görüşe karşı çıkmıştır (İRLTYa: 139). Ramstedt ise Moğolca borki ve Türkçe
borsuk biçimlerini *bor ‘açgözlü, şişman’ kökünden getirmiştir (RKWb. 52a).
Brockelmann bursumak (Oğuzca bursuk) biçiminden yola çıkarak -mak ekiyle
yapılmış bir türev olarak değerlendirmiştir (Brockelmann, 1954, 84. § a). Doerfer,
Bang’ın etimolojik açıklamasını geri çevirdikten sonra Macarca ve Çuvaşça biçimleri
göz önüne alarak çağdaş porsuk’un *bors biçiminden geldiğini bir olasılık olarak
düşünmüştür. Ona göre, borsuk bir küçültme biçimidir. Doerfer Türkçeden komşu
dillere geçen biçimleri toplu olarak vermiştir (TMEN II: 733). Ayrıca Doerfer borz
biçiminin eski Macarca *borzok 'tan geldiğini ileri sürmüştür. Ona göre, *borzok
biçiminin sonundaki -ok Macarcada yanlışlıkla çokluk eki olarak
değerlendirildiğinden düşmüştür (TMEN II: 733). Clauson sözcüğü borsmuk (?p-)
‘porsuk’ şeklinde maddebaşı olarak vermiş ve bu biçiminin yalnızca Kaşgarlı’da
bulunduğunu ifade etmiştir. Ayrıca Clauson sözcüğün biçim bakımından Türkçeye
benzemediğini de ifade etmiştir. Ona göre sözcük Toharcadan gelmiş olmalıdır
(EDPT: 369a). Ligeti, Macarca borz’un geçmişinin Doerfer’in bu kuramına ters
düştüğünü açıklamıştır. Ona göre, Türkçe borsuk (~ porsuk) biçimi karşısında tek
heceli Macarca borz, yalnız eski Çuvaşçadan alınmış olabilir (Ligeti, 1986, 307-308).

Marcel Erdal, sözcüğün boz ‘griy’ ile ilişkili ise bu biçime ait olması gerektiğini
ifade eder (Erdal, 1991, 101). Talat Tekin de boz ‘grey’ ile borsuk, borsmuk
sözcükleri arasında ilişki olduğunu ileri sürür. Ona göre borsuk ya da borsmuk’un
türediği *bor Ön Türkçe *boz’dan gelişmiştir. Ancak o ön-z’leşmede *bor olarak
kalarak borsuk ve borsmuk’u türetmiştir (Tekin, 1994a, 244-281).

Róna-Tas ve kimi bilim adamları da porsuk (< borsuk sözcüğünün borsu- ‘pis
kokmak’ kökünden çıktığını iddia etmişlerdir (Róna-Tas: Bevezetés 25 [TES: 337]).

Günümüz Türkçesinde bu ekle türemiş pek çok sözcüğe rastlayabiliriz. Türkiye


Türkçesi çiğne-mik, il-mik, kes-mik, kus-muk, kıy-mık ve soy-muk sözcüklerinde
bulunan eylemden ad yapan -mXk ekine sahiptir.

96
2.6.3. +Xş

Bu biçim renk adları türetir ve eklendiği sözcüklere ‘-lı’ anlamı katar. Ekin diğer bir
işlevi de eklendiği sözcüklere küçültme anlamı katmasıdır.

Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesinde bu ekle biçimlenmiş sözcükler bulunur. Ek bu


dönemlerde renk adı türetmenin yanında daha çok küçültme anlamı taşıyan sözcükler
türetmiştir. Ekin en önemli örneklerinden birini KB’de kökiş turna ‘mavili turna’
ifadesinde buluruz (KB: 75).

Karahanlı Türkçesinde daha çok küçültme işlevinde sözcükler türetmiştir. küsüş ‘aziz,
değerli, nadir’ (< *küs ‘arzu’ + üş; krş. *küse- ‘istemek, arzu etmek’ < *küs+e-) (KB:
44), tumşuk ‘gaga’ (< *tum + uş +uk; krş. Yak. tumus ‘gaga, hayvan burnu; kayık
ucu) (KB: 77), yémiş ‘yemiş, meyve’ (< yé - m + miş) (KB: 1651).

Çağtaycada daha çok küçültme görevinde rastlanır ve küçültme anlamı taşıyan


sözcükler türetir. Çağataycada renk adı türetme işlevi yoktur.

yémiş ‘yemiş, meyve’ (< yém ‘yemek’ +iş; krş. DLT yém ‘yemek’) (Tekin, 1995,
107). yémiş sözcüğünün yé- ‘yemek’ eyleminden –miş ekiyle türemiş bir eylem sıfatı
olduğunu da iddia edenler olmuştur (Räsänen, 1957, 137; VEWT: 197; EDPT: 938b,
DanKelly 1985, 221; TES: 451), ancak anlamı düşünüldüğünde yémiş sözcüğünün
bu ekle türemiş olamayacağı görülmektedir. Sözcüğün DLT’de geçen yém ‘yemek,
azık, taam’ (DLT I: 468) köküyle ilişkili olduğunu düşünmekteyiz.

barça miveler ara harbuz yémiş

yéti yıl tirise sevabı hac démiş

(MMü, 64: 102)

Bu örneğün görüldüğü Meyveler Münazarasını yayıma hazırlayan Deniz Abik


harbuz yémiş ifadesi hakkında şunları belirtmektedir:

“harbuz yémiş, kullanımı isim tamlaması olarak görülse iki ögenin de ek almadığı bir
tamlama söz konusudur. Bu durumda isim ögesinin nitelik bildiren bir yanının
olması gereklidir. Sıfat tamlaması olarak görmek için de harbuz’un nitelik ifade eden
bir özelliğinin olması gerekir. Bu kullanımı yakın anlamlı kelimelerden oluşan bir
ikileme olarak değerlendirmek durumunda yapıya ilişkin zorluklar ortadan kalkar.
Bu kez de yémiş kelimesinin harbuz ile nasıl yakın anlamlı olabileceği anlaşılmalıdır.
97
Azericede yemiş ‘kavun’ anlamında kullanılmaktadır. harbuz yimiş sözöbeği benzer
varlıkları gösteren kelimelerin bir arada kullanılması ile oluşan bir ikileme olarak
değerlendirildiğinde ‘kavun karpuz’ anlamı verilebilir. Bugün Türkiye Türkçesinde
türü genel ifade için kavun karpuz kullanımı da bunu destekleyici niteliktedir.”
(Abik, 2005, 140).

2.7. Alet Adı ve Yer Adı Yapan Ekler

2.7.1. +dUrXk

+dUrXk esasen farklı işlerde kullanılan alet adları türeten bir yapım ekidir. Marcel
Erdal bu ekin temel olarak insan ve hayvanların belli vücut bölümleri ile bağlantılı
nesne adları türeten bir ek olduğunu belirtir ve Bang’ın bu ekin tur- ‘durmak’ + k
biçiminden gelişmiş olabileceğini ileri süren görüşünü aktarır (Bang, 1918, 293
[Erdal, 1991, 104-105]). Bang’ın bu görüşü birçok araştırmacı tarafından da kabul
görmüştür (Brockelmann, 1954, 100; Garipov, 1959, 109, Sevortyan, 1966, 177;
Şçerbak, 1977, 107 [Vásáry, 2007, 371-372]). Eckmann bu ekin faktitif -dur- ile
eylemden mücerret isim yapan –uk’un birleşimi olduğunu ifade eder (Eckmann,
1966, 54). Vásáry, Türk Dilleri Araştırmaları Dergisinin 17. sayısında yazdığı
makalesinde bu ek hakkındaki görüşleri aktarmış ve Türkçede +dUrXk ekiyle
türemiş sözcükleri alfabe sırasına göre vermiştir. Vásáry’ye göre turuk / duruk
biçimlerinde görülen ekin ilk sesbirimi aslında [t] olmalıdır, ancak Tarihi ve
günümüz Türk dillerinde bu ekle türemiş biçimler toplandığında ötümlü d- sesinin
Yakutça hariç bütün Türk dillerde daha baskın olduğu görülmektedir. Vásáry, t-’li
biçimlerini kullanımında bir düzensizlik olmadığını da aktarmıştır. Yine Vásáry’nin
aktardığına göre, ilk sesbirimi d-’li olan ek biçimleri (< +dXrXk), başında ötümsüz
bir sesbirim bulunan tur- eyleminin kullanıldığı dillerde bile yaygın olarak görülür.
Bu olgu +dXrXk ekinin temel biçim olan tur- eyleminden bağımsız olduğunu
gösterir. Bunun yanında +dXrXk ekindeki d-’nin sabitlenmesi kök sözcüğün
sonundaki ünsüzün özelliğine de bağlıdır. Yani hemen hemen +dXrXk ekini alan
bütün sözcükler –n ve –l sızıcı ünsüzleri ile sona erer, ağızdırık, düdirik gibi örnekler
hariç (Vásáry, 2007, 371-372).

98
Eski Uygurcada boyun ‘boyun’dan boyunduruk ‘boyunduruk’ (TT V B: 115, TT VIII
A: 33 ve AgFrag (1) G a4 [Erdal, 1991, 104]) ve genişlemiş beldürüklüg biçimlerine
sahibiz.

DLT’de de boyunduruk ‘her iki öküzün birden boynunun üzerine konulan


boyunduruk’ (< boyun ‘boyun’ + duruk) (DLT III: 179; DanKelly, 1985, 77),
kömüldürük ‘at göğüslüğü’ (< kömül ‘at göğsü’ + dürük) (DLT I: 530; DanKelly,
1985, 77), sakal+duruk ‘iplikten örülen bir kaytandır. Külahın başta durması, yere
düşmemesi için çene altından geçirilerek bağlanır’ ( < sakal ‘sakal’+ duruk) (DLT I:
530; DanKelly, 1985, 154) biçimlerini buluruz.

Çağataycada da bu ek çok yaygın değildir. Yine Eski Türkçe ve Orta Türkçe


metinleri gibi farklı işlevlerde kullanılan alet adları türetir. Ayrıca bazı örneklerde
insan ve hayvanların belli vücut bölümleri ile bağlantılı nesne adları türettiği görülür.
Çağatayca metinlerde rastladığımız nadir örneklerden birkaçı şunlardır:

agızdırık ‘yular gemi’ (< agız ‘ağız’ + dırık) sözcüğü Senglah’ta rastladığımız bu
ekle biçimlenmiş örneklerden biridir (Seng. 44r18). Bu sözcüğe metinlerde
rastlamadık.

boyunduruk: Metinlerde rastlamayıp Senglah’ta rastladığımız ve bu ekle


biçimlenmiş bir diğer biçim de boyunduruk ‘boyunduruk, devenin boynuna geçirilen
yular’ (< boyun ‘boyun’ + duruk) sözcüğüdür (Seng. 143r3).

Doerfer sözcüğün burun + duruk biçiminde geliştiğini belirtmiş ve sözcüğün


Moğolca ve Rusçada Türkçeden bir alıntı olarak yaşadığını aktarmıştır (TMEN II:
738). Clauson ise sözcüğü boyunduruk ‘devenin boynuna geçirilen yular’ şeklinde
anlamlandırmış, kuzeydoğu ve merkezi kuzey dillerinde sesdeğişimi ile m’li
göründüğünü ifade etmiştir (EDPT: 387b).

Sözcük DLT’de boyunduruk ‘boyunduruk; iki öküzün boyunlarına geçirilen odun


parçası’ (DLT II: 243); Eski Kıpçakçada boyunduruk ‘boyunduruk’ (Hou. 1894, 9)
biçimlerinde görülmektedir. Derleme Sözlüğünde ise şu şekilde açıklanmıştır:

‘Gömlek yakası; kağnı, araba, saban, pulluk, döğen çekebilmeleri için hayvanların
boyunlarına takılan tahta çatal; nal çakılan öküzlerin ayaklarını bağlamakta
kullanılan ağaç parçası; çatının en üstündeki uzun, tek ağaç, çatıyı enlemesine kat
eden ağaçlar’ (DS XII: 4463).
99
kangalduruk ‘kalkan sapı’ (< kangal ‘kalkan’ + duruk) sözcüğünde ise bir alet
adından başka bir alet adı türetmiştir. Bu sözcük Ali Şir Nevâyî’nin Muhakemetü’l-
Lugateyn adlı eserinde kangalduruk ‘bir tür zırh’ anlamında görülmektedir. Sözcük
Çağatayca sözlüklerde kangalduruk ‘yek nev‘-i zéréhī est ki der Freng sahte mī
şeved’ şeklinde karşımıza çıkmaktadır (Seng. 277v28; N Quatr. 16: 8).

Sözcüğün gelişimi muhtemelen kangalduruk < kangan ‘bir tür zırh’ + duruk
biçiminde olmalıdır. Ayrıca sözcüğün kalkan sözcüğüyle de ilişkili olduğunu
düşünmekteyiz.

amma büldürgesin ve çubçurgasın Türkçe ayturlar. Ve cébe ve cevşen ve köhe ve


kangalduruk ve karbıçı ve kicim ve ...

(ML: 777b5)

sakalduruk ‘ince gerdanlığı traş etme aleti’ ( < sakak ‘çene’ + duruk ya da sakal
‘sakal’+ duruk) sözcüğü de yalnızca Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta
rastladığımız bir sözcüktür (Seng. 232b19). Sözcüğe taradığımız Çağatayca
metinlerde rastlamadık.

Bu sözcükte ek insanın bir organı ile bağlantılı bir nesne adı türetmiştir. DLT’de
sakalduruk ‘iplikten örülen bir kaytandır. Külahın başta durması, yere düşmemesi
için çene altından geçirilerek bağlanır’ (DLT I: 530; DanKelly, 1985, 154) şeklinde
geçmektedir. Tarama Sözlüğünde ise sakaldırık biçiminde ve ‘gerdanlık’ anlamıyla
verilmiştir (TTS V: 3252).

Vásáry, sözcüğün kökünün sakak ~ sagak ‘çene, çift çene’ ya da sakal ~ sagak
‘sakal’ biçimlerinden biri olduğunu ve her iki biçimin de *saka- ~ saga- ‘asılmak’
şeklinde bir köke gittiğini belirtmektedir (Vásáry, 2007, 382). Bizce iki kök de
uygundur.

Sözcüğü Moğolca’daki sagaldurga ~ sagaldraga ‘bir şapkayı çenenin altından


bağlamak ya da eyere bir şeyleri bağlamak için kullanılan ip’ sözcüğüyle
karşılaştırmak gerekir (Lessing, 1960, 657).

100
2.7.2. +çU ve +çUk

Bu ekler Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesinde küçültme ve yer bildirme işlevinde


kullanılmıştır. Ancak sınırlı sayıda sözcükte karşımıza çıkmaktadırlar.

Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de şu örneklerde bu eki görmek mümkündür:


arçı ‘heybe’ (< *ar + çı) (DLT I: 124). Bu sözcük Uygurcada art + çu biçiminde
görülmektedir (UW: 210a). DLT’de ise arçı (< *artçı < artçu) biçiminde
görülmektedir (DLT I: 124; DanKelly, 1985, 11). Bu ekle biçimlenmiş bir diğer
sözcük ‘mezar’ anlamında kullanılan yerçü (yer’yer’+ çü) (DLT III: 30; DanKelly,
1985, 223) sözcüğüdür.

Bu eke Çağataycada rastlamadık ancak bu ekle birlikte ele aldığımız +çUk eki
muhtemelen +çU ekinin +k küçültme eki almış biçimidir. Bu nedenle bu eke burada
yer verdik.

+çUk eki de +çU gibi eklendiği sözcüklerde bazen küçültme bazen yer bazen de hem
küçültme hem de yer anlamı katmıştır. DLT’de bu ekle biçimlenmiş sözcükler
buluruz:

kayaçuk ‘güzel kokulu bir dağ otudur’ (< kaya ‘kaya’ + çuk) (DLT III: 177;
DanKelly, 1985, 134), monçuk ‘atın boynuna takılan değerli taş, aslan tırnağı, muska
gibi şeyler’ (< mon +çuk) (DLT I: 475; DanKelly, 1985, 119).

Çağataycada +çUk eki Eski Türkçe ve DLT’deki görevlerinin yanı sıra birkaç
sözcükte farklı işlevde kullanılmıştır. Tabi ki bu işlevinde küçültme işlevi
hissedilmektedir.

Almaçuk: Çağataycada bu ekle biçimlenmiş sözcüklerinden biri Almaçuk


‘Elmacık’tır. Bu sözcük bazı metinlerde yer adı olarak kullanılmıştır. Şibânname’de
bu şekilde bir kullanıma rastlanmaktadır.

Almaçuk érdi uşol haylıdın

aŋa bisyar koşun haylıdın

(ŞN2: 2740)

çogurçuk: Ekin bazen hayvan, özellikle de kuş adları türettiği görülür. Bu işlevin
örneklerinden biri çogurçuk ‘sığırcık’ sözcüğüdür. Sözcüğe Babürnamede rastladık.

101
Çağatayca sözlüklerde çogurçuk ‘küçük bir perende ismidür, sıgırcık, saç gibi’
şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 156a; DTO: 295).

Sözcüğün kökü hakkında bir açıklama getiremiyoruz.

bir nav‘ı budur – kim Lamganatta köptür – başı kara, kanatları ala, cussası
çogurçukdın bir neme ulukrak ve kabaraktur

(BN: 278b4-5)

çupçuk ‘serçe’ (< *çup + çuk) sözcüğü de bu ekle türeyen kuş adlarından bir
diğeridir. Serçe küçük bir hayvan olduğundan bu sözcükte aslında ekin küçültme
işlevi hissedilmektedir. Ancak sözcüğün kökü hakkında bir açıklama getiremiyoruz.
Sözcük Çağatayca sözlüklerde çupçuk ‘serçe, güncişk, cadu kuşı’ şeklinde
açıklanmıştır (LÇ: 154a; DTO: 290).

Sözcük bazı metinlerde çopçuk biçiminde okunmuştur, doğrusu çupçuk olmalıdır.


Çünkü sözcük Türk Dillerinde genelde dar ünlülü biçimde yer almaktadır. Räsänen,
sözlüğünde Kom., Kaz. çıpçık, Bşk. sıpsık, AH çıpçık, çapçuk, MA çıpçak, ET, Çağ.,
Osm. çimçik biçimlerini aktarmıştır (VEWT: 109).

kim her biri bir çupçuk yumurtkasıça ve üstide gevher-i şeb-çerag kim milk-i harabi
érdi ve ol tancı altun zincir bile başı

(TEH: T731b)

niçe bolsa çupçukka cadu lakab

köpidin kılur sayd-ger köp tarap

(Sİ, XXXV: 2971)

Bu örneklerin dışında kabaçuk ‘kabacık’ (< *kaba ‘kaba, kalın’ + çuk) sözcüğü de
bu ekle biçimlenmiş bir diğer örnektir. Sözcüğün kaba ‘kaba, kalın’ sözcüğünden
türediği düşüncesindeyiz.

köfrük tapa suy, kabaçuk suy, baharık suy ve harunlık suy, amrıka suy, alıp yaruk
suy

(NT: 128)

102
kurçuk: Bu ekle biçimlenmiş bir diğer sözcük de ‘dervişlerin külahlarına doladıkları
bez parçası’ anlamındaki kurçuk sözcüğüdür. Bu sözcükte ekin küçültme işlevi
hissedilmektedir. Sözcük kurçuk < kur ‘kuşak, kemer’ + çuk şeklinde gelişmiş
olmalıdır.

üstige kurçuk çırmar érdi il bile dagı amizişi az

(MN: 8a12)

Ekin bazen yer adları da türettiği görülmektedir.

Karaçuk: Bunun en güzel örneklerinden biri ‘Karaçuk, Buhara’nın kuzeyinde yer


alan bir dağ’ anlamındaki Karaçuk (< *kara + çuk) sözcüğüdür. Ayrıca yukarıda
Almaçuk adınının da yer adı olarak kullanıldığı ifade edilmiştir.

başı Ögüz tagıdın ayagı Karaçuk tégi yüz koşluk yer turur

(NT: 109)

2.7.3. +lAg

Genel olarak yer ve zaman bildiren bir ektir. Eckmann ve Marcel Erdal bu ekin
addan eylem yapım eki +lA- ile eylemden ad yapım eki –(X)g ekinin birleşiminden
meydana geldiğini ileri sürerler (Eckmann, 1966, 56; Erdal, 1991, 108).

Bu ekle biçimlenmiş sözcükler Karahanlı Türkçesi metinlerinde de görülmektedir.


DLT yazarı Kaşgarlı Mahmud eserinde +lIK ekini ve bu ekin ayrımlarını anlatırken
+lAG ekine de yer vermiştir. Kaşgarlı ayrımın üçüncü maddesi olarak yer bildiren
+lAG ekini almış ve bu ekin yer bildirmesi ile ilgili olarak turuglag ve tarıglag
sözcüklerini örnek olarak göstermiştir (DLT I: 501).

DLT’de bu ekin yer belirttiği örnekler şunlardır:

kışlag ‘kışlak’ (< kış ‘kış’ + lag) (DLT I: 464; DanKelly, 1985: 139); kuşlag
‘kuşların çok olduğu yer, orada av yapılır’ (< kuş ‘kuş’ + lag) (DLT I: 465;
DanKelly, 1985, 149); yaylag ‘yayla’ (yay ‘yaz’ +lag) (DLT III: 47; DanKelly,
1985, 220) vb.

Bu ek Çağataycada da genellikle yer adları göstermiştir. Zaman adı gösterdiği örneğe


rastlanmamıştır. +lAg ekinin yer gösterdiği sözcükbirimler şunlardır:
103
avlak ‘avlanılan yer’ (< av ‘av’ + lak) sözcüğü +lAg ekiyle türemiş bir sözcüktür.
Sözcük Çağatayca sözlüklerde avlak ‘şikargah, saydgah, avlanılan yer’ şeklinde
anlamlandırılmıştır (LÇ: 38a; DTO: 74). Sözcüğe taradığımız Çağatayca metinlerden
yalnızca Şibânname ve Şibân Han Divanı’nda rastladık. Sözcük Eski Kıpçakçada da
avlak ve avlu biçimlerinde ve ‘av, av yeri, ıssız, tenha yer, çöl, işlenmemiş arazi’
anlamlarında geçmektedir (KTS: 16).

neçe kizlediŋ éy ra‘na gazalim

mini yandurmagıl avlak içinde

(ŞN2: 2221; ŞHD: 11b6)

kışlag/k ‘kışlak, kışlık yer’ (< kış ‘kış’ + lag) sözcüğü Çağatayca sözlüklerde kışlak
‘kışın geçirildiği sıcak yer; karye, aşayirüŋ avlı olan evi, nahiye, kuy, kaza’
açıklaması verilmiştir (Seng. 297v25; LÇ: 248a; DTO: 449).

Doerfer sözcüğün Arapça, Rusça, Balkan ve Kafkas dillerine Türkçeden alıntı olarak
bulunduğunu aktarmıştır (TMEN III: 1496). Räsänen sözcüğü kış-lak ‘kışlık yer’
şeklinde açıklamıştır (VEWT: 168). DTS’de ise sözcük için kışlak ‘kışlık yer’
karşılığı verilmiştir (DTS: 448). Clauson sözlüğü kışla- eyleminden getirdiği sözcük
için ‘kışlık yer’ karşılığını vermiştir. Ayrıca Clauson sözcüğün yaylag/k sözcüğünün
karşıtı olduğunu da dile getirmiştir (EDPT: 672b).

ve nusret közleri ruşen ve ‘asa-ger-i mansure kim tigları suyıdın feth ü zafer beyanı
gülşendür bu tarafdaki vilayette kışlak kıldılar

(TEH: M796b23)

kél éy saki yükünüp bir ayak tut

maŋa dil-ber bile kışlak içinde

(ŞN2: 2224)

torlag ‘av yeri’ (< tor ‘tuzak, ağ’ +lag). Sözcüğün kökü olan tor ‘tuzak, kuş ve balık
avlanan av’ sözcüğü DLT’de de bulunmaktadır (DLT III: 121). Çağatayca
sözlüklerde sözcüğün kökü tor ‘dâm, ağ’ biçiminde geçmektedir (Seng. 172r; LÇ:
115a).

104
Ramstedt Moğolca toor biçimini Türkçe tor ile birleştirmiştir (RKWb: 401). Doerfer
TMEN’de sözcüğün Farsça, Moğolca, Kafkas dilleri (Avarca, Udehece, vb.) ve diğer
komşu dillerde Türkçeden alıntı olduğu belirtmiştir. Moğolcada Türkçeden alıntı
olan togur, tör biçiminin kullanıldığını aktarmıştır (TMEN II: 954). Räsänen ise Türk
lehçelerinde kullanılan tor biçiminin toor’dan geldiğini yazmış, Moğolca toor’u da
Türkçe tuz (> tuzak) biçimiyle karşılaştırmıştır (VEWT: 502). Clauson’un etimolojik
sözlüğünde bulunan tōr maddesinde sözcüğün anlamı ‘kuş ya da balık avlamakta
kullanılan ağ, tuzak’ şeklinde verilmiş olup, sözcüğün kökeni hakkında herhangi bir
bilgiye yer verilmemiştir (EDPT: 528b).
köŋül tilettim ü taptım soragın zülfüŋ ilinde

beli Hindusitan ili érür ol tuti torlagı

(SD: 563)

yaylag/k ‘yaylak, yazın geçirildiği yer’ (< yay ‘yaz’ + lag) sözcüğü Çağatayca
sözlüklerde yaylak ‘yazlık yer, yayla mahalli, sahra badiye, göçmen yeri, yayla’
şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 17r23; LÇ: 302b; DTO: 542).

Räsänen yayla-g/yayla-k biçimlerinde verdiği sözcüğe ‘yazlık yer’ anlamını


vermiştir (VEWT: 179). DTS’de yaylag ‘yaz geçirilen yer, yazlık’ karşılığı
verilmiştir (DTS: 227). Clauson sözcüğün yayla- eyleminden türediğini ifade edip
kışlag sözcüğünün karşıtı olduğunu belirtmiş ve ‘yazlık yer’ anlamını vermiştir
(EDPT: 981b).

Derleme Sözlüğünde de yaylah, yaylak biçiminde yer alan sözcük için ‘otlak’ anlamı
verilmiştir. (DS XI: 4212).

érür çü Huld-ı berin kalmas içre yaylagı

behişt içinde uyımak reva mu, bir fetva

(SD: 318)

Muharrem ayı, Fargana vılayatıdın Hurasan ‘azīmatı bile İlek yaylagıga kim Hısar
vılayatınıñ yaylaglarıdındur – kélip tüştüm

(BN: H120a4-5)

tuzlak ‘tuzlu yer’ (< tuz ‘tuz’ + lak) sözcüğü de +lAg ekiyle türemiş bir sözcüktür.
105
anıŋ üçün ol yer tuzlak érdi.

(ŞTe, 9: 13)

Babürnamede bir sözcükte de +lAg eki ölçü anlamı katmıştır:

azaglak ‘az bir miktar’ (< az ‘az’+ ag + lag)

bizniŋ ilgeri bargan karavul yigitleri ve ba‘zı yigitler, Kara Bagnıŋ ayagı Égri Yar
navahīsıda Şīrkege yetken bile ok, élik koşarlar; azaglak uruşkan dék kılur, bat ok
algan bile téprerler

(BN: H125b2)

azaglak çıkkan kişisi uruşka turmay, kaçkan bile korganga kirdiler

(BN: H127b10-11)

2.7.4. +mAk

Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesi metinlerinde +mAk daha çok eki giysi adları
türetmek için kullanılan bir ektir. Bu ekin Eski Türkçede örneklerine pek
rastlamayız. Ancak DLT’de bu ekle biçimlenmiş sözcüklere rastlayabiliriz. Yalnız
DLT’de de sınırlı sayıda örnek görülmektedir.

başmak ‘pabuç. Oğuzca’ (< baş ‘baş, kafa’ + mak) (DLT I: 466; DanKelly, 1985,
67), kemek ‘çubuklu ve nakışlı bir kumaştır; bundan bürgü yapılır; Kıpçaklar
yağmurluk yaparlar.’ (etimolojisi belirsiz) (DLT I: 392; DanKelly, 1985, 101).

KB’de de etmek ‘ekmek’ (< et+mek) (KB: 1191, 2318, 2319) örneğinde bu ek
görülmektedir.

Ek Çağataycada Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesinden farklı bir işlevde


görülmüştür. Bu ek Çağataycada daha çok yemek adları ve farklı sözcükler türeten
bir ektir. Bu ekle biçimlenen sözcük sayısı Çağataycada da oldukça azdır.

başmak ‘pabuç’ ( başmak < başak) sözcüğü Çağataycada bu ekle türemiş nadir
sözcüklerden biridir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde başmak ‘bir yaşındaki buzağı;
ayakkabı, pabuç, kefş ve kösele’ şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 124r16; LÇ: 69b;
DTO: 151).
106
Ramstedt sözcüğün Korecede ‘bir tür deri’ olarak kullanılan palmak’tan geldiğini
ifade etmiştir (Ramstedt, 1949, 186). Doerfer başmak’ı Orta Türkçede geçen başa-
‘kertik yapmak, kertiklemek’ kökünden türemiş bir biçim olarak açıklamayı
denemiştir. *başamak > başmak. Doerfer, Çiğilce başak’ı da başa- kökünden -k
ekiyle yapılmış bir türemiş biçim olarak saymıştır. Ona göre, başmak’ta bir eylem
kökü saklanmıştır. Türkçede başa- yanında eskiden baş- kökünün kullanıldığı da
unutulmamalıdır (TMEN: 744). Räsänen sözcüğü Orta Türkçeden başmak
‘ayakkabı’, Osm.’dan başmak ‘ayakkabı, sandalet’, Kaz.’dan başmak ‘ayakkabı,
sandalet’ şeklinde aktarmış ve Rusçaya başmak biçiminde alıntılandığını ifade
etmiştir (VEWT: 65). DTS’de başmak ‘başmak, tuflya’ karşılığı verilmiştir (DTS:
88). Clauson sözcüğü başmak ‘ayakkabı, pabuç’ şeklinde açıklamıştır. Ona göre, ilk
bakışta sözcüğün *baş- kökünden geldiği düşünülebilir. *baş- kökü de ‘ba-
eyleminin işteşlik eki almış biçimi olabilir, bir şeye bağlı, ayağa bağlı anlamını
verir’. Kâşgarlı Mahmud’un verdiği başak biçimiyle başmak arasındaki ilişki
karışıktır. Oğuzlar bir -m- ekleyerek başak’ı başmak biçimine sokmuşlardır. Kâşgarlı
Mahmud, borsmuk biçimindeki -m-’yi de buna örnek olarak vermiştir (EDPT: 382b).
Erdal, bu sözcük için Türkçede bir kökün olmadığını aktarmıştır (Erdal, 1991, 110).
Eren ise paşmak ‘ayakkabı’ karşılığını vermiş, sözcüğün Tkm. başmak, paşmak;
TatK. başmak ‘terlik’ biçimlerini aktarmıştır. Eren ayrıca sözcüğün Türkçeden
Arapça, Farsça gibi komşu dillere de geçtiğini, Bulgarca, Sırpça, Rumca gibi Balkan
dillerinde de kullanıldığını ifade etmiştir. Yine Rusçada da başmak olarak geçtiğini
de belirtmiştir. Ona göre, Macarca pacsmag doğrudan doğruya Türkçeden geçmiş
olabileceği gibi, Sırpçadan da alınmış olabilir (TES: 43b-44a).

Sözcük muhtemelen başak sözcüğünün /m/ eklenmiş biçimidir. Bu yüzden baş +


mak biçiminde açıklanabilir düşüncesindeyiz.

etmek ‘ekmek’ (< et ‘et; yumuşak’+ mek) sözcüğü Çağataycada bu ekle biçimlenen
sözcüklerden biridir. Mustafa Kaçalin’e göre, ekmek biçimine 18. yy’dan önce
rastlanmaz. Sözcük bir eylemden geliyormuş gibi görünse de Tü.’deki et-
“düzenlemek, tanzim etmek” eylemi buna yapı ve anlam bakımından müsait değildir.
Yapı bakımında kapılı é’li üstelik uzun ünlülüdür. Anlam bakımından; ad ve anlam
kısmı bulunmayan yarım eylem kalıcı bir ad yapamaz. Mustafa Kaçalin sözcüğün

107
kökeninin DLT’deki et ‘et’, et yér ‘yumuşak toprak’ sözcüğü olduğunu da
belirmiştir. (Daha fazla bilgi için bkz. Kaçalin, 2005, 90-105).

kamer kursıga ilgiŋ yétmese koglama etmek hem mugtenemdür

(MKb: 109a9)

bir etmekni éki bölüp yarımın bir açka bérgenni saha édi, özi yémes barını muhtacka
birgenni ahı édi

(MKb: 70a8-10)

2.8. Bir İşi Sürekli Yapanı Bildiren Adlar Türeten +çI Eki

Meslek sahibini gösterir ya da bir işi sürekli yapan anlamında adlar türetir. Bu ek
hareket adlarına, inanç ile ilgili adlara, huy ve karakter bildiren adlara eklenerek
yapanı, edeni bildiren adlar türetir.

Talat Tekin bu ekin Eski Türkçe eserlerinde “meslek mensubu ya da bir işi sürekli
yapan” anlamında adlar türettiğini ifade eder (Tekin, 2000, 82).

Bu ek Karahanlı Türkçesi metinlerinde de sıklıkla rastlanılan ad türetme eklerinden


biridir. Bu ekle biçimlenmiş pek çok sözcük görülür:

agıçı ‘ipek kumaşları muhafaza eden kimse’ (< agı ‘ipek’ + çı) (DLT I: 136;
DanKelly, 1985, 5; KB: 2494, 2741), abaçı ‘umacı; çocukları korkutmak için abaçı
keldi denir.’ (< aba + çı) (DLT I: 136; DanKelly, 1985, 3), bérimçi ‘verici’ (< bér-
‘vermek’ - im + çi) (DLT I: 75; DanKelly, 1985, 71), etükçi ‘pabuççu’ (< etük
‘pabuç’ + çı) (DLT II: 49; DanKelly, 1985, 29), tapugçı ‘hizmetçi’ (< tap- ‘hizmet
etmek’ – ug + çı) (DLT I: 376; DanKelly, 1985, 177), yumuşçı ‘melek’ (< yumuş
‘yumuşak’ + çı) (DLT III: 12; DanKelly, 1985, 233); asıgçı ‘faydacı, kârcı, tefeci,
faizci’ (< asıg ‘fayda, yarar’ + çı) (KB: 2609, 4419).

Bu ek Çağataycada en çok kullanılan addan ad türetme eklerinden biridir. Eski


Türkçe ve Karahanlı Türkçesindeki metinler gibi hareket adlarına, inanç ile ilgili
adlara, huy ve karakter bildiren adlara eklenerek yapanı, edeni bildiren adlar türetir.

108
ahtaçı ‘baytar, seyis’ (< Moğ. ahta + çı) sözcüğü Çağatayca sözlüklerde ahtaçı
‘celov-dar, baytar, seyis, cılavdar’ biçiminde açıklanmıştır (Abuş. 6; Seng. 33r16;
LÇ: 6, DTO: 8).

Kowalevski sözcüğün kökeni Moğ. ahta, akta ‘iğdiş edilmiş at’ biçimine
dayandırmış, agta ‘hadım edilmiş at’ şeklinde açıklamıştır (Kowalewski, 1844-49,
137). Räsänen ise sözcüğün ahta’dan geldiğini, Türk lehçe ve şivelerinde akta, atka
şekillerinin bulunduğunu, Moğolcada da agta biçiminde yer aldığını bildirmiştir
(VEWT: 9).

felekniŋ hıng-ı yekranın sa‘adet ahtaçıŋ hali

kétürdi ahta-haneŋga basıban ay tamganı

(SD: 307)

devlet atıga miner bolsa tutar ikbal u taht

ahtaçılar tég revan biri ‘inan biri rikab

(LD: 64)

altınçı, altunçı ‘altıncı’ (< altun ‘altın’ + çı) sözcüğü de meslek sahibini gösteren +çı
ekiyle türemiş bir sözcüktür.

Doerfer ve Sevortyan altun sözcüğünün al ‘ışık’ ile *tuŋ, toŋ ‘bakır’ sözcüklerinin
birleşiminde oluştuğunu düşünmüşlerdir (TMEN II: 114; ESTYa I: 142). Sözcük için
DTS’de altun I maddesinde ‘1. altın; 2. altın madeni; 3. altın kaplama’ tanımları
yapılmıştır. altun II maddesinde yer verilen sözcük ise bir özel isimdir ve ‘Talas
bölgesinin adlarından’dır (DTS: 40). EDPT’de ‘altın’ karşılığı verilen sözcüğün çok
eski dönemde altan biçiminde Moğolcada yaşadığı bildirilmiştir (EDPT: 131a).
UW’de altun maddesi altında pek çok tanıma yer verilmiştir: ‘altın; altın takı, altın
rengi; altın para, altın tabakası; ‘altın elementi’; ‘muhteşem’. (UW: 112b). Sözcük
kökü DanKelly’de altun ‘altın’ şeklinde açıklanmıştır (DanKelly, 1985, 73). TES’de
altın maddesinde ‘kolay işlenen, yüksek değerli, paslanmaz element’ tanımı verilir
ve sözcüğün kökeniyle ilgili olarak öne sürülen görüşler sıralanır (TES: 10).

altun sözcüğü, altın biçiminde Türkiye Türkçesinde yaşamaktadır. Sözcük TS’te, ‘1.
atom sayısı 79, atom ağırlığı 196,9 olan, 10640 C de eriyen, kolay işlenen, yüksek

109
değerli, paslanmaz element, kısaltması Au, 2. Altından yapılmış, 3. altından yapılmış
sikke 4. mec. Niteliği iyi olan, üstün nitelikli olan, değerli’ biçiminde tanımlanmıştır
(TS: 83).

murassa‘ kılganı altunçı şems atıŋ kıladesin

ciger-hunluk bile taşnı kılur la’l-ı bedehşani

(LD: 121)

altınçı örgede Bigdilini olturtdılar sag yagrınnı ülüş bérdiler

(ŞTe: 81b5-6)

atımçı ‘atıcı’ (< atım ‘atım’ + çı) sözcüğü at- eylemine –ım eylemden ad yapan ve
+çı addan ad yapan eklerinin eklenmesiyle biçimlenmiş bir sözcüktür. Sözcüğün
kökü olan atım biçimi Çağatayca sözlüklerde ‘menzil, bir ok atım gibi yer, mutad’
anlamıyla kaydedilmiştir (LÇ: 5b; DTO: 6).

zülfüŋ ile çü nafedin urdı dem ahu-yı hıta

gamzeŋ atımçısı okı nafını oydı çin ara

(LD: 140)

közüŋ ne turfe atımçı karakçıdur ki hemişe

kaşında yoktur anıŋ ok u yadın özge musahib

(AD: 27)

ayakçı ‘saki’ (< ayak ‘kadeh’ + çı) sözcüğü ayak ‘kadeh’ sözcüğüne +çı addan ad
yapan eklerinin eklenmesiyle biçimlenmiş bir sözcüktür. Sözcüğün kökü Çağatayca
sözlüklerde ayag/ayak ‘kase, kap, bardak; kadeh’ şeklinde açıklanmıştır (Seng. 57r2;
DTO: 90).

ayakçı başını koysun keçekler

(ŞHD: 56b13)

110
siniŋ bezmiŋde éy sultan-ı huban

ayakçı mühr ü saki zühre vü ay

(TN: 303)

ayalguçı ‘şarkıcı, şarkı söyleyen’ (< Moğ. ayalgu ‘şarkı’ + çı) sözcüğü Çağatayca
sözlüklerde ayalgu ‘sada-yı guyendeye ve aheng-i fürudeşte ve sada-yı bülbülü ve
hoş avazla ırlamğa derler. Amma bazı ehlinden istisma olundu ki mutlak bir hoş
sedaya derler ki kalb ondan haz ala ve meyl eyleye; nagmat tahririnde kullandıkları
med, nevta, lahn, ahenk’ şeklinde açıklanmıştır (Abuş. 31; Seng. 57r7; LÇ: 45b;
DTO: 90; AŞNL I: 46).

Sözcük Moğolcada ayalgu ‘melodi, ezgi; telaffuz, aksan, anlamlarında geçmektedir


(Lessing, 1960, 23). Doerfer ve Räsänen sözcüğün Moğolcadan Türkçeye geçtiğini
belirtmişlerdir (TMEN I: 195; VEWT: 11). Zühal Ölmez, Mahbubü’l-Kulüb
yayınında sözcüğün Moğ. ayalgu sözcüğünden geldiğini ve ayalguçı < ayalgu + çı
biçiminde geliştiğini belirtmiş, kaynaklardan sözcük hakkında bilgiler aktarmıştır
(Ölmez, Z., 1993, 347).

va‘iz ki dest-yarsız olmas sühan-güzar

aŋa birev ve muŋa ayalguçı hükmi bar

Tiŋri sözin ayalguçı bolmay déy almagan

bir saz bolsa hem kérek ol kılgay ihtiyar

(MKb: 24a7-8)

balıgçı ‘balıkçı’ (< balıg ‘balık’ + çı) sözcüğü balıg ‘balık’ sözcüğüne + çı addan ad
yapım ekinin getirilmesiyle türeyen bir meslek adıdır. Sözcüğün kökü olan balıg
sözcüğü Senglah’ta ‘bir balık’ şeklinde verilmiştir (Seng. 127r9).

DTS’de balıg II maddesinde ‘balık’ şeklinde kaydedilmiştir (DTS: 80). Clauson


sözcüğü 1 balık maddesinde ‘balık’ şeklinde anlamlandırmış, Eski Uygurcadan
itibaren sözcüğün Tarihi Türk dillerindeki biçimlerini aktarmıştır (EDPT: 335b).
Eren sözcüğün Eski Türkçeden başlayarak kullanıldığını, Orta Türkçede balık
biçiminde geçtiğini, Eski Kıpçakçada da balık olarak kullanıldığını aktarır. Sözcüğün

111
kökünün bilinmediğini ifade eder. Ayrıca Türkçeden Arapçaya (Suriye) bâliq ‘zehir’
olarak geçtiğini de belirtir (TES: 36).

ve Süleyman ‘aleyhi’s-selam ruzi cihetidin derya kıragıda balıgçılarga müzdurluk


kılur érdi

(TEH: T712a6)

barsçı ‘vahşi hayvan terbiyecisi’ (< bars ‘pars’ + çı) sözcüğünün kökü olan bars
Çağatayca sözlüklerde ‘arslan, leopardan küçük bir hayvan, gazanfer, yolbars; sal-i
türkanin üçünçi yilidir’ şeklinde açıklanmıştır (Seng. 121r18; LÇ: 67b; DTO: 146).

bars sözcüğü Eski Türkçeden beri Tarihi Türk dillerinde görülen bir sözcüktür. Irk
Bitig’de bars yıl ‘leopar yılı, pars yılı’ (IB: 67); Eski Uygurcada bars ‘pars’ (U III:
63, 4-5; Suv. 609/17); DLT’de bars ‘leopar; on iki hayvanlı Türk takvimindeki
yıllardan birinin adı; vücutta çıkan çıban, kabarıklık’ (DLT I: 144; DanKelly, 1985,
66); Eski Kıpçakçada bars ‘pars’ (KTS: 24) şeklinde geçmektedir.

Bang sözcüğün kökü üzerine bazı görüşlerde bulunmuş ve sözcüğün bars < bar + üs
biçiminde geliştiğini ifade etmiş ve ‘vaşak’ şeklinde anlamlandırmıştır (Bang, 1917,
112). Ramstedt ise sözcüğün Yunancadan Türkçeye geçtiğini iddia etmiş, Yun. <
Sür. < İran < Tü. şeklinde bir zincirleme sonucunda Türkçeye geçtiğini belirtmiştir
(RKWb: 35). Doerfer, sözcüğün Farsçada bars biçiminde okunduğunu belirtmiş,
ayrıca sözcüğün Moğolcada ve Rusçada Türkçeden bir alıntı olarak yaşadığını
aktarmıştır (TMEN II: 685). Clauson sözcüğün çok eski bir dönemde eski bir İran
dilinden alıntı olduğunu iddia etmektedir (EDPT: 368a). Sözcük Osmanlıcada pars
biçiminde geçmiştir, burada s’nin tesiriyle b > p değişimi söz konusu olmuştur.
Sözcük Farsça bars’tan alınmış olsaydı Türkçeye pars biçiminde alıntılanması
beklenirdi.

hüner ve pişede andak ki kuşçı ve barsçı ve korukçı ve tamgaçı ve çibeci ve yorgaçı


ve halvaçı ve kémeçi ve koyçı

(ML: 777b23)

başçı ‘rehber, kılavuz’ (< baş ‘baş, lider’+ çı) sözcüğü Çağatayca sözlüklerden
Lugat-ı Çağatay’da başçı ‘yol gösteriçi, kılavuz, rehnuma, rehber, delil, pişrev,
serdar’ şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 68b).

112
Sözcüğe Karahanlı Türkçesinden itibaren rastlıyoruz. KB’de başçı ‘lider’ (KB: 894);
Haremz Türkçesinde ise başçı ‘lider’ (KutbHŞ: 28) şeklinde kaydedilmiştir.

başçı Melik Bu Sa‘īd Kemerī édi

(BN: 145b13)

Melik Bu Sa‘īd Kemerī – kim camī‘ Afganıstannı yahşı bilür édi, bu yürüş de başçı
édi

(BN: H147a5)

bitigçi ‘katip’ (< bitig ‘yazı, mektup’ +çi) sözcüğü bitig ‘yazı, mektup’ adına addan
ad yapan +çI ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcük için Çağatayca
sözlüklerden Senglah’ta bitig/kçi ‘kâtip, yazıcı’ karşılığı verilmiştir (Seng. 7r17).

bitigçi sözcüğü Karahanlı Türkçesinden itibaren Tarihi Türk Dillerinde de


geçmektedir. KB’de bitigçi ‘yazıcı, kâtip’ (KB: 2494); Harezm Türkçesinde bitigçi
‘yazıcı, kâtip’ (KutbHŞ: 34); Eski Kıpçakçada ise bitigçi, bitikçi ‘katip, yazıcı’
(KTS: 33), Osmanlıcada bitikçi ‘katip, yazıcı’ (TTS III: 106) biçimlerinde
görülmektedir.

Sözcük etimolojik sözlüklerde bitig ‘yazı, mektup’ köküne dayandırılmış ve


kaynaklarda ‘kâtip, yazıcı’ karşılığı verilmiştir (TMEN II: 718; DTS: 103; EDPT:
304a). Ancak sözcüğün kökü yukarıda da açıkladığımız gibi Çin. pi < *piet ‘fırça’
biçimine dayanmaktadır ve bitigçi < *bit ‘yazı fırçası (Çin. pi < *piet ‘fırça’)+i-k+çi
biçiminde açıklanmalıdır. Bkz. bitig.

yana Muhammed Emin Big bile Hace Fahrü’d-din bitikçi babıda

(TEH: 788b14)

Muhammed Aminbek bile hoca Fahriddin bitikçi babıda ham nişanlar kim bitilip
érdi

(Mü: 111)

çérikçi ‘asker’ (< çérik ‘asker, ordu’ + çi) sözcüğünün kökü Çağatayca sözlüklerden
Lugat-ı Çağatay’da çirik ‘asker, leşker, koşun, ordu, nuker’ şeklinde açıklanmıştır
(LÇ: 161b). Dictionnaire turk-oriental’de ise çeri ve çerig biçiminde ve ‘askerler’

113
şeklinde kaydedilmiştir (DTO: 284). Senglah’ta da çérik (‘-k ile’) ‘ordu’ şeklinde
açıklanmıştır (Seng. 216v6).

ol ked-banuga hem-zanu belki anı çérikçi dése bolur munı ked-banu

(MKb: 25b-9)

kaçirçi ‘katırcı; rehber, yol gösteren’ (< kaçir ‘katır’+ çi) sözcüğünün kökü Lugat-ı
Çağatay’da haçir ‘katr, bagl, ester,’ karşılığı verilmiştir (LÇ: 166b). Dictionnaire
turk-oriental’de ise kaçır ‘katır’ kaydı düşülmüştür (DTO: 395).

Sözcüğün kökü Tarihi ve günümüz Türk dillerinde katır ‘katır’ biçiminde görülür.
Miller, Türkçeye eski bir İran dilindeki *hartar biçiminden geldiği sanılan sözcüğün
Türkçeden tekrar Farsçaya geçtiğini belirtmiştir, Far. katır ‘katır’ (Miller, 1953, 376).
Doerfer sözcüğün Farsçada da Türkçeden bir alıntı olarak yaşadığını aktarmıştır
(TMEN III: 1395). Ayrıca Menges, Doerfer, Räsänen sözcüğün Doğu Türkçesindeki
ve Çağataycadaki biçimlerinin Moğolcadan alınma olduğunu belirtmektedirler
(Menges, 1954, 50; TMEN III: 391; VEWT: 217).

Clauson, Senglah’ta sözcüğü Moğolca kabul etmiş ve g/kacarcı biçiminde


okumuştur (Clauson, 1960, 97). Clauson ayrıca etimolojik sözlüğünde sözcüğün
kaçir biçiminde Moğolcaya Türkçeden alıntılandığını ve daha sonra Moğolcadan
Türkçeye bir geri ödünçleme olduğunu ileri sürmektedir (EDPT: 604a). Zühal
Ölmez, sözcüğün ses denkliği (Tü. ti- = Moğ. çi-: Çağ. Özb. tik = Moğ. çike)
dolayısıyla Moğolcaya kaçir biçiminde geçtiğini ve bu sözcüğün kimi Türk dillerine
yine Moğolcadan ödünçleme olarak geçtiğini aktarmıştır: YUyg. kaçir ~ haçir ~
heçir ‘katır’ (Malov, 1954, 160a, 191a, 191b), Kırg. kaçır ‘katır’ (KırgS II: 393), Tat.
kaçır ‘katır’, Kaz. kaşır, Özb. haçir (TMEN II: 393) (Ölmez, Z., 1991, 90).

döndüm kaçıp Kanklı Handın kıble sordum

kırtıldaşıp kélgen er öŋindin döndüm

kaçırçıge yerçige yol başlatdum

kaylı karlı éki kola yol yumşatdum

(ŞTe: 100a14)

114
kazçı ‘kaz avcısı’ (< kaz ‘kaz’+ çı) sözcüğü kaz ‘kaz’ sözcüğüne + çı meslek adı
yapan ekinin eklenmesiyle türemiş bir addır.

Räsänen sözcüğü kaz (< *kaŕ) biçiminde maddebaşı olarak verir, OT kaz ‘kaz’, Tkm.
kaz, Uyg., Çağ., kaz, Yak. has, Çuv. hor, hur biçimlerini aktarır. Ayrıca Räsänen
Man. garu (< *kara-gu) ‘kuğu kuşu’, Tung. garę ‘kuğu kuşu, puhu kuşu’ biçimlerini
de aktarmıştır (VEWT: 243). Sözcüğün kökü EDPT’de kaz ‘kaz’ şeklinde
açıklanmıştır. Clauson, Doerfer’e dayanarak sözcüğün bazı Hint-Avrupa dillerinden,
muhtemelen Toharcadan alınmış olabileceğini ifade eder, Sankrit hamsa, Eski
İngilizce gos ve Almanca Gans ile karşılaştırır, Farsçadan alıntılandığını da ekler
(EDPT: 679a-b).

andak ki kazçı ve kuçı ve turnaçı ve kiyikçi ve tavuşkançı ki Sart lafzıda yoktur ve


alar mezkur bolganlarnıŋ köpin Türkçe ayturlar

(ML: 777b24-25)

kirek yarakçı ‘levazımatçı, silâhçı, silah zanaatkarı’ (< yarak ‘silah’ + çı) sözcüğü
iki unsurdan meydana gelmektedir. İlk unsur olan kirek sözcüğü açıktır. İkinci
sözcük olan yarag sözcüğü Karahanlı Türkçesinden beri ‘fırsat, imkan’ sözcüğünün
‘askeri levazımat, techizat, silah’ anlamını kazanması ile meydana gelmiş bir
sözcüktür. Sözcük Çağatayca sözlüklerde yarak/g ‘esbab ve alat ve edavat, silah,
alet-i lazıma, şemşīr, hançer ve alat-ı harb’ şeklinde açıklanmıştır (Seng. 329r14; LÇ:
291; DTO: 521).

Çağatayca kirek yarak ifadesi günümüz Türk dillerinden bazılarında şu biçimlerde


yaşamaktadır: YUyg. kerek yarak ‘donatı, teçhizat’ (YUTS: 198), Kırg. kerek-carak
‘1. gerekli techizat ve tedarikât, 2. silâh ve mühimmat’ (KırgS: 199), Tat. kirek-yarak
‘birär törli eşkä yaki närsägä kiräkli törli äybirlär, äsbablar, cihazlar’ (TTASl II:
106), Tkm. gerek-yarak ‘aŋrı-bäri gerek zatlar’ (TkmDSl: 166).

Çağatayca kirek yarak ifadesi Moğolca’da da yer almaktadır. Kowalevski’de kereg


carag ‘genel işler’ şeklinde açıklanmıştır (Kowalewski, 1844-49, 2301). kirek yarak
ve kirek yarakçı biçimleri Yeni Farsçada Çağataycadan alıntı olarak yer almaktadır
(TMEN III: 1631).

115
mansıbda andak ki korçı ve suçı ve hızaneçi ve kirek yarakçı ve çögençi ve nizeçi ve
şükürçi ve yurtçı ve şilençi ve ahtaçı ve bu yosunluk köptür

(ML: 777b21-22)

kopuzçı ‘kopuz çalan, kopuzcu’ (< kopuz ‘kopuz’ + çı) sözcüğünün kökü Çağatayca
sözlüklerden Senglah’ta kobuz ‘barbat (kopuz)’, iyi bilinen bir müzik aleti’ şeklinde
açıklanmıştır (Seng. 282r24). Diğer Çağatayca sözlüklerde ise kopuz ‘kavuz, karpuz,
bostan; saz, kemane’ kaydı düşülmüştür (LÇ: 231a; DTO: 422).

Bang, kopuz sözcüğünü ‘patlamak, dağılmak, kopmak’ anlamına gelen kop-


eyleminden türetmiştir (Bang, 116). Doerfer, kopuz’un değişik biçimlerde (b ~ p)
yazıçevriminin yapılabileceği görüşünden hareketle sözcüğü kobuz biçiminde
okumuş ve sözcüğün tarihî Türk dilleri ile günümüz Türk dillerindeki biçimlerine yer
vermiştir (TMEN I: 314). Räsänen kobuz biçiminde madde başı olarak verdiği
sözcüğü ‘kopuz’ şeklinde açıklamış ve sözcüğün Tarihi ve günümüz Türk
dillerindeki biçimlerini vermiştir. Ayrıca sözcüğün Moğ.’da kugur, kuur
biçimlerinde var olduğunu da aktarmıştır. Sözcüğü OT kobz-a ‘flüt çalmak’, Çağ.
kops-a ‘şarkı söylemek’ şeklinde açıklamıştır. Bir de Poppe’nin *kopur (? Ung. húr
‘dize’) açıklamasını da aktarmıştır (VEWT: 281). DTS’de kobuz maddesinde altında
‘telli bir müzik aracı, kopuz’ açıklması verilmiştir (DTS: 451).

EDPT’de sözcüğün kökü kopuz ‘telli bir müzik aracı’ şeklinde açıklanmış, sözcüğün
Moğolcada kuğut/ku’ur biçimlerinde erken dönemde yaşadığı Kowalevski kaynak
gösterilerek belirtilmiştir. Doerfer’e dayanılarak sözcüğün Farsça’ya da Moğolcadan
geçtiği bildirilir. Eserde sözcüğün kökü ile ilgili herhangi bir açıklama yapılmamıştır.
(EDPT: 588).

Talat Tekin ve Osman Fikri Sertkaya sözcüğü kopur- eyleminden z’li ad biçimi
saymışlardır (Tekin, 1979, 122; Sertkaya, O. F., 1982, 199).

Mehmet Ölmez, kopuz üzerine sunduğu bir bildiride kopuz sözcüğünün çeşitli Türk
lehçelerinde ve başka dillerde tanıklanan biçimlerinin tümünün karşılaştırmalı
incelenmesi sonucu, eski sözcükte –kubuz ve kobuz, komuz ve kumuz, kuhur, vb.
biçimlere de rastlanmakla birlikte- ilk ünlü olarak u değil o ve söz-içi ünsüz olarak
da b (veya v ya da m) değil p bulunduğunu kabul etmemiz gerektiğini

116
belirtirmektedir. Ölmez, sözcüğün kökü konusunda Bang’ın görüşünü daha mantıklı
bulmuş ve şu şekilde bir açıklama getirmiştir:

“Eylemlere gelen -°z eki (Gabain, 1941 (20003), 61) de herhalde kökende yine
eylemlere gelen -°r eki (Gabain, 1941 (20003), 60) ile aynıydı (r/z o zaman tek bir
ses halindeydi) ve dolayısıyla aynı geniş zaman ortacı anlamını taşıyordu: “(genel ve
sürekli olarak) yapan, yapar” ve bunu kopuz’a uygularsak: “(müzik sesleri halinde)
kopup dağılan, çınlayan, yankılanan”. Yukarıda anılan her iki Çince yazıçevrimiyle
tanıklanan -guz veya -gur eki de olasılıkla, halen özellikle Uygur, Yazgır/Yazır,
Salgur/ Salur, Kuturgur, Uturgur gibi bazı eski kabile adlarında korunmuş olan,
geniş zaman ortacının en eski biçimi olarak açıklanabilir” (Ölmez, M., 2006, 4).

kopuzçı zevk-bahş u nagme-perdaz

kılıp Perran ili bülbül dék avaz

(DN: 114)

kuçı ‘kuğu avcısı’ (< ku(gu) ‘kuğu’ + çı) sözcüğünün kökü olan ku(gu) Çağatayca
sözlüklerde ku ‘kaz manend büyük beyaz bir nev‘ murgabidür ki tüglerinden yasduk
ve baliş yaparlar’ şeklinde açıklanmıştır (Seng. 342v12; LÇ: 304; DTO: 424).

Sema Barutçu, Muhakemetü’l-Lugateyn yayınında kuçı’nın manasının ‘kuğu avcısı’


olacağını şu Farsça kayıdın desteklemekte olduğunu belirtmektedir: ‘(Gazan)
bacihat-i sayd-i ku bataraf-i Gavbarī tavaccuh farmud başikar-i murg ve mahī maşgul
bud (kuğu avı için Gazan tarafına yöneldi ve orada bir müddet kuş ve balık avıyla
meşgul oldu)’ (Özönder, 1996, 39).

Mehmet Ölmez karşılıklı bir konuşma sırasında ku sözcüğünün muhtemelen kugu


sözcüğünün kısalmış biçimi olduğunu ileri sürmüştür.

andak ki kazçı ve kuçı ve turnaçı ve kiyikçi ve tavuşkançı ki Sart lafzıda yoktur ve


alar mezkur bolganlarnıŋ köpin Türkçe ayturlar

(ML: 777b24-25)

kullukçı ‘hizmetçi’ (< kulluk ‘kulluk’ + çı) sözcüğü kul ‘kul, köle’ sözcüğüne +luk
ve +çı addan ad yapım eklerinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir.

117
Sözcük Dictionnaire turk-oriental’de kulluk ‘kulluk, hizmetçilik’ kaydı düşülmüştür
(DTO: 435). Çağatayca sözlüklerde kullukçı biçimine rastlamadık.

yaŋı ay u ıyd éki kullukçıŋ olsun éylegen

sin hilal anıŋ atın bayram bu yirniŋ künyetin

(BV, 660: 90)

kurçı ‘silahşör, silahlı muhafız’ (< kur ‘silah; ok kılıfı, sadak’ + çı) sözcüğü
Çağatayca sözlüklerde korçi ‘silahdar, silahşör, cebeci, asker, süvari, mīr-i şebases,
kötevül, zabtiye, muhafız-ı belde’ karşılığı verilmiştir (Seng. 286r7; LÇ: 233; DTO:
425).

Radloff sözcüğü kurçi ‘1. (Çağ.) Farslarda bir süvari sınıfı; 2. (DTü.) gözcü’ şeklinde
açıklamıştır (Wb II: 954). Doerfer ise korçi ‘ok taşıyıcı’ açıklamasını getirmiştir
(TMEN I: 301). Sözcüğün kökü Moğolcada’da hor ‘ok uçlarının konulduğu ok
kılıfının parçası’ (Lessing, 1960, 965), Kalm. hor biçiminde yer almaktadır (KWb.
186).

bolup kurçı, kapukçı udçı, çavuş u yasavuluŋ

biri hadim, biri bende, biri nöker, biri süder

(SD: 241)

kuşçı ‘kuşçu, kuş avcısı’ (< kuş ‘kuş’ + çı) sözcüğü Çağatayca sözlüklerde Lugat-ı
Çağatay’da ‘kuş-baz, tayr besleyici’ şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 236a; DTO: 431).

Sözcüğü Eski Uygurcada kuşçı ‘kuş avcısı, şahin avcısı’ (TT IV: 8, 57); KB’de kuşçı
‘kuş avcısı’ (KB: 4148) şeklinde kaydedebiliriz.

Doerfer sözcüğün Farsçada Türkçeden alıntı olarak yer aldığını aktarmıştır (TMEN
III: 1564). Diğer kaynaklarda da kuşçı ‘kuşçu’ kaydı düşülmüştür (Brockelmann,
1954, 93; Erdal, 1991, 111).

otuz béşinci fasl-Kuşçı ve sayyad zikride-Kuşçı sayyadlarga mukteda vü hükm-ran ve


bu cema‘at aŋa ra‘iyyet ü me’mur-ı ferman

(MKb: 30a2)

118
aŋa peyveste köpek kuşçı hem

kim érür Hanga kadimi mahrem

(ŞN2: 1966)

okçı ‘okçu’ (< ok ‘ok’+ çı) sözcüğünün kökü Çağatayca sözlüklerden Dictionnaire
turk-oriental’de ok ‘1. tir (ok); evin çatısını kaplayan uzun kirişler’ şeklinde
kaydedilmiştir (DTO: 68).

Sözcük Orhon Yazıtlarından itibaren Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir.


Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da okçı ‘ok atıcısı, ok yapan usta’ kaydı
düşülmüştür (EDPT: 80a; Erdal, 1991, 113).

okçı il érdiler ve avçı besi

her biri bar édi bir bü’l-hevesi

(ŞN1: 747)

orakçı ‘orakçı, ekin biçen’ (< orak ‘ekin biçici’ + çı) sözcüğünün kökü Çağatayca
sözlüklerde orak ‘tırpan, Türkistan’da bir rütbe’ şeklinde kaydedilmiştir (LÇ: 29a;
DTO: 53).

Sözcüğün kökü orak sözcüğüdür. Sözcüğü Karahanlı Türkçesinden itibaren


görebiliyoruz. DLT’de orgak ‘orak’ (DLT I: 119); Eski Kıpçakçada orak ‘orak’ (TZ:
34a11; 49a8); Osmanlıcada orak ‘orak’ (TTS I: 536) biçimlerinde yer almıştır.

Clauson sözcüğün kökü olan orak biçiminin or- ‘orakla biçmek’ kökünden türediğini
belirtmiştir (EDPT: 216a).

orakçı-ga andın ruzi başakçı-nıŋ andın yarup közü

(MKb: 27b-5)

sakçı ‘nöbetçi, muhafız’ (< sak ‘nöbetçi’+ çı) sözcüğü Çağatayca sözlüklerde sagçı
ve sakçı ‘muhafız, nöbetçi’ anlamlarıyla kaydedilmiştir (Seng. 232r29; Seng.
232r20; DTO: 338).

119
KB’de sakçı ‘muhafız’ (KB: 2140); Kutb’un Hüsrev ü Şirin’inde sakçı ‘gözetçi,
muhafız’ (KutbHŞ: 153) anlamlarıyla geçmektedir.

DTS’de sözcük için ‘muhafız’ karşılığı verilmiştir (DTS: 486). EDPT’de ise sakçı
‘muhafız’ şeklinde açıklanmıştır (EDPT: 806a). Sözcüğün kökeni hakkında Sekkaki
Divanında yazan Kemal Eraslan, DLT’de bulunan sag ‘zeyreklik, anlayış’ sözcüğüne
bakarak sak < *sa-k, sag < *sa-g biçiminde geliştiğini ifade eder. Sonrada sa-k
adından türemiş sözcükleri verir: sakla- (< sak+la- ‘saklamak, korumak’), sakınç (<
sak – ın + ç ‘düşünce, kaygı’) (Eraslan, 1999, 343).

Behram anıŋki düşmeni hakkıda pür-hancer-güzar

sakçı sarayı takınıŋ eyvanıda Keyvan érür

(SD: 110)

olturganları tabl ya ékki yıgaçnı kakarlar érdi ta düşmen kélgende bilgey,


sakçılarnıŋ oyag érgenin

(ŞTü, 48: 2)

suvçı ‘sucu’ (< suv ‘su’+ çı) sözcüğü Çağatayca’da genellikle suvçı şeklinde görülür.
Ancak sözcüğe Şibân Han Divanı’nda subçı şeklinde rastladık. Sözcüğün kökü
Çağatayca sözlüklerde suw, su biçiminde ‘su’ şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 248r28;
DTO: 350).

anıŋ mevcinde subçılar uyalmay

nişan bérmek ‘ayıb suret nigarı

(ŞHD: 178a11)

şunkarçı ‘şahin avcısı’ (< şunkar ‘şahin’+ çı) sözcüğünün kökü Çağatayca
sözlüklerden Senglah’ta sungar, sunkur, sunkur, şunkar biçimlerinde ve ‘şahin
cinsinden bir tür kuş’ anlamında geçmektedir (Seng. 247r17).

Sözcük Eski Uygurcada sıŋkur ‘akdoğan’; DLT’de suŋkur ‘bir tür yırtıcı hayvan adı’
(DLT III: 381; DanKelly, 1985, 169); Harezm Türkçesinde şuŋkar ‘şahin’ (Oğ. 42-6
[EDPT: 838a]); suŋkur ‘şahin’ (KutbHŞ: 159); şungar ‘şahin’ (MNa: 5 [EDPT:

120
838a] ); Eski Kıpçakçada ise sunkur, soŋgur, sonkur ‘şahin, doğan türünden bir kuş’
(KTS: 243) biçimlerinde görülür.

Doerfer, Moğolca ve Türkçenin ses tarihini göz önünde tutarak sözcüğü gelişimini
BOMoğ. şonkar < Moğ. şiŋkor < *sıŋkor biçiminde açıklamıştır. Ona göre, asıl
sorun ilk hecedeki i sesinin gelişimiyle ilgilidir ve sözcüğün asıl biçimi ikiz ünlülü
olmalıdır: AT *sîoŋkor < sioŋkor. Moğolcanın lehçelerinde io üzerinden o’ya
dönmüştür. Yani yazı dilinde şiŋkor, lehçelerde şonkor biçiminde görülür (TMEN I:
237). Clauson sıŋkur biçiminde maddebaşı olarak verdiği sözcük için ‘yırtıcı bir kuş,
akdoğan’ karşılıklarını vermiştir. Bunun yanında bu biçimin Moğolcaya erken bir
dönemde sözbaşı sı- < şi sesdeğişmesiyle şiŋkor (ya da şiŋgor) biçiminde Türkçeden
alıntılandığını Haenisch’e dayandırarak aktarmıştır (EDPT: 838a). Zühal Ölmez,
Türkçeden Moğolcaya geçen sözcüğün Moğolcadan geri ödünçleme yoluyla
Türkçeye şuŋkor ~ şunkar biçimlerinde geçtiğini aktarmıştır (Ölmez, Z., 1996, 291).

çölükken körmey inanmas neçe bar déseler su su

‘acayib söyünür şunkarçı aŋa déseler ku ku

(ŞHD: 143a2)

tabakçı ‘tabakçı’ (< Ar. tabak ‘tabak’ + Çağ. çı) sözcüğü Ar. tabak ‘tabak’
sözcüğüne +çı meslek yapan ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir.

niçük kim Ürgençi ve tabakçı ve éşikçi tégen tég

(ŞTü, 46: 1)

tamgaçı ‘damgacı; resim ve vergi tahsildarı’ (< tamga ‘damga’+ çı) sözcüğü
Çağatayca sözlüklerde tamgaçı ‘amil ve mübaşir-i fi‘i tamga, damgacı’ şeklinde
açıklanmıştır (Seng. 161v15; DTO: 218).

Sözcüğün kökeni Doerfer tarafından ‘sıcak damga ile vurulmuş işaret, yanık izi,
yanık lekesi; mühür, damga; gümrük resmi’ şeklinde açıklanmıştır. Doerfer sözcüğün
ilk manasının ‘sıcak damga ile vurulmuş işaret’ olduğunu, ikinci manasının ise ‘bir
kimsenin hayvan ve diğer mallarına belli olması için vurduğu işaret’ olduğunu
belirtir (TMEN II: 554). DTS’de ise tamga ‘1. mühür, baskı, 2. işaret’ kaydı
düşülmüştür (DTS: 530). Clauson sözcüğün –ga ekiyle oluşmuş olması gerektiğini

121
ancak tamga 2 sözcüğü ile ilişkisi olmadığını ifade etmiş ve sözcüğün ‘atlara,
sığırlara vurulan işaret’ anlamına geldiğini aktarmıştır (EDPT: 504).

Sözcük Türkiye Türkçesinde de tamgacı ‘yazman, kâtip’ şeklinde yaşamaktadır (DS


X: 3816). Bkz. tamga.

hüner ve pişede andak ki kuşçı ve barsçı ve korukçı ve tamgaçı ve çibeci ve yorgaçı,


ve halvaçı ve kémeçi ve koyçı

(ML: 777b23)

tamgaçı étip başıga cevlan

her dem tilegey zekat-ı helvan

(LM: 3519)

tavuşkançı ‘tavşan avcısı’ (< tavuşkan ‘tavşan’ + çı) sözcüğü tavuşkan ‘tavşan’
sözcüğüne + çı meslek adı yapan ekinin eklenmesiyle türemiş bir addır. Sözcüğün
kökü için bkz. tavuşkan.

andak ki kazçı ve kuçı ve turnaçı ve kiyikçi ve tavuşkançı ki Sart lafzıda yoktur ve


alar mezkur bolganlarnıŋ köpin Türkçe ayturlar

(ML: 777b24-25)

turnaçı ‘turna kuşu avcısı’ (< turna ‘turna kuşu’+ çı) sözcüğü turna sözcüğüne
meslek adı yapan + çı ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcüğün kökü
Çağatayca sözlüklerde turna ‘uzun boyunlu, başının üzerinde kuyruk tüylerini koyan
bir kuş, Far. kulang (turna)’ kaydı düşülmüştür (Seng. 173r5; DTO: 299).

Räsänen *turuήa maddesinde verdiği sözcüğün Uyg. turuŋaja ‘turna’, Yak. turjuja,
Soy. tujura, tujura (< turuńa), KB. turna, Osm., Kaz. turna, Tkm. durna, Çuv. tərńa,
törńε biçimlerini aktarmıştır. Sözcüğü Moğolca’da turag biçiminde görebildiğimizi
de aktarır (VEWT: 501). DTS’de turna maddesinde sözcük ‘turna’ şeklinde
açıklanmıştır (DTS: 588). Sözcüğün kökü Clauson tarafından turña ‘turna’, ara sıra
tırna/torna şeklinde açıklanmıştır, Tarihi Türk dilleri ve günümüz Türk dillerindeki
biçimleri verilmiştir (EDPT: 551b).

122
Pakalın, sözlüğünde Osmanlı ordu teşkilatında yer alan turnacıları hakkında şunları
ifade eder: Yeniçeri ocağını teşkil eden 196 ortadan 68. ortanın adıdır. Bir zamanlar
kuş avında kullanılan köpeklerle takip işlerine yarayan köpeklere ve tazılara da
bakarlardı. Başlarına ‘turnacıbaşı’ denirdi (Pakalın, 1983, 535).

andak ki kazçı ve kuçı ve turnaçı ve kiyikçi ve tavuşkançı ki Sart lafzıda yoktur ve


alar mezkur bolganlarnıŋ köpin Türkçe ayturlar

(ML: 777b24-25)

yurtçı ‘konakçı’ (< yurt ‘çadır, yurt’+ çı) sözcüğü Çağatayca sözlüklerde yurtcı ve
yurtçı biçiminde ‘kelag, kılavuz gibi yol bakıcı erdür, karvanıŋ mahal-i nuzulini
ta‘yīn eden me’mur, karvan başınıŋ tabi‘i olan yolcu’ şeklinde kaydedilmiştir (Seng.
342v8; LÇ: 304; DTO: 545).

Sözcük Radloff’ta yurtçi ‘(Çağ.) bir yerleşim yerinin yöneticisi’ şeklinde


açıklanmıştır (Wb III: 550). Doerfer ise sözcüğü yurtçi ‘konut yapıcı, yurt kuran’
şeklinde kaydetmiştir (TMEN III: 1915). Doerfer ve Semih Tezcan, sözcüğün
kökünü Hlç. yuor- ‘oturmak’ eylemi ile karşılaştırmışlardır (Tezcan, 1975, 83;
Doerfer-Tezcan, 1980, 229). Mustafa S. Kaçalin’e göre sözcük kökünün gelişimi
yur-t < yur- ‘oturmak’ biçiminde olmalıdır. Ona göre sözcük aslında çadır
kazıklarının sökülünce kalan delik izi anlamına gelmelidir. Bunun için krş. ur-t
‘(iğne) deliği’ < hur- ‘vurmak’ (Kaçalin, 2006, 237). Bkz. yurt.

mansıbda andak ki korçı ve suçı ve hızaneçi ve kérek yarakçı ve çögençi ve nizeçi ve


şükürçi ve yurtçı ve şilençi ve ahtaçı ve bu yosunluk köptür

(ML: 777b21-22)

yıravçı ‘şarkıcı, hanende’ (< yıragu ‘şarkı’+ çı) sözcüğü yır ‘şarkı, türkü’ sözcüğüne
+av ve +çı addan ad yapım eklerinin gelmesi ile meydana gelmiş bir gövde gibi
gözükmektedir. Sözcüğün kökü Eski Türkçede ır ya da /y-/ önsesi ile yır biçiminde
yer almaktadır. Çağataycada da ır ya da yır biçimiyle görülmektedir. Çağatayca
sözlüklerde yırav gövdesi ‘hânende, hânende, muğanni, mutrib, tırâzende, neğme-
ger, musikidân, âşık, koşukçı, hâfız’ biçimlerinde görülmektedir. (LÇ: 311; Seng.
349r).

123
Sözcüğün kökü Radloff’ta ır, yır ‘şarkı’şeklinde kaydedilmiştir (Wb I: 1456).
Räsänen de sözcüğün kökenini ır, yır ‘şarkı, türkü, müzik’ şeklinde kaydeder
(VEWT: 201). Clauson ise yır ‘şarkı, türkü’ biçiminde vermiştir (EDPT: 192b).
Kemal Eraslan, Mevlâna Sekkaki Divanında sözcüğün kökeninin yırav < yır + a –gu
biçimi vermiş; sözcüğün sonundaki –gu/-gü ekinin kaynaşma neticesinde /-v/
olduğunu, aynı şekilde –agu/-egü addan ad yapım ekinin de –av/-ev şeklini aldığını,
biregü > birev, ikegü > ikev gibi, belirtmiştir (Eraslan, 1999, 356-357).

nigeh-ban u sena-hvan u ‘adu-ran u érür tabbah

ayakçı vü yıravçı vü érür suçı vü hunya-ger

(SD: 243)

hikayetler ulaşıp bir birige

kulak salmay yıravçılar yirige

(DN: 125)

yolçı ‘yolcu’ (< yol ‘yol’ + çı) sözcüğünün kökeni Çağatayca sözlüklerde yol ‘yol;
mec. davranış yolu; sebil, tarik, rah, meslek’ şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 345v13;
LÇ: 307a; DTO: 548).

köykenek birle yapalak karga kuzgun yıglışıp

ay Şiban zülfi tüninde yolçı bidar özgeçe

(ŞHD: 151a6)

tinç bol kim günehleriŋdin öttüm

sin dégen yol sarı yolçı tuttum

(ŞN3, 58: 22)

+çI eki Çağataycada Türkçe sözcüklerin dışında Moğolca, Arapça ve Farsça


sözcüklere eklenerek faili ifâde eden sözcükler türetir.

argamçı ‘urgan, ip, halat; uzunluk ölçü birimi olarak’ (< Moğ. argam ‘ip, urgan’ +
Çağ. çı) sözcüğü Moğ. argam ‘ip, urgan’ sözcüğüne Çağ. +çi ekinin eklenmesiyle

124
türemiş bir sözcüktür. Dictionnaire turk-oriental’de argamçı ‘develerin üzerine bir
şey yüklemek için kullanılan ip’ kaydı düşülmüştür (DTO: 13).

Doerfer Moğolcadan Çağataycaya geçen sözcüğü Ana Türkçe arga- ‘eğer kayışını
sıkıştırmak’ şeklinde açıklamıştır. Ayrıca bu kökün argaç ‘argaç, atkı’ sözcüğünün
de kökü olduğunu belirtmiştir. Doerfer argaç sözcüğünü açıklarken arga- eyleminin
Türkçeden Moğolcaya geçtiğini ve Moğolca –mçi ekini alarak Türkçeye geri
alıntılandığını da aktarmaktadır (TMEN I: 13; TMEN II: 457).

Sözcük günümüz Türk dillerinden bazılarında da yaşamaktadır: Özb. argamçi


‘kement, halat’ (UTİL I: 156c); YUyg. agamça ‘halat, urgan’ (UyRS: 39a); Kırg.
argamcı ‘kıldan ya da tüyden yapılmış ip’ (KırgS: 43b), Hak. argamcı ‘kement, ip’
(HakRS: 5. 56); Tuv. argamçı ‘kement’ (TuvRS: 67a).

ip iştürüp yüz kulaç argamçi ve altı oglaklı içki ve éki tulum çökelik

(ŞTe: 105b8)

baverci ‘aşçı’ (< Far. baver ‘aş, yemek’+ Çağ. çi) sözcüğü Farsça baver ‘aş, yemek’
sözcüğüne Çağ. +çi ekinin eklenmesiyle türemiş bir sözcüktür. Sözcük Çağatayca
sözlüklerde baverci ‘aşçı, aş-pez, tabbah’ şeklinde kaydedilmiştir (LÇ: 72b; DTO:
155).

ügre ve özge aş kılgalı baverci ve aşnın esbabı tapılmadı

(ŞTe: 90b7)

bavurçı ‘aşçı’ (< Moğ. bagur ~ ba’ur ‘karaciğer’ ve Çağ. +çı) sözcüğü Moğ. bagur ~
ba’ur sözcüğüne Çağatayca +çı ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Çağatayca
sözlüklerde bavurçı ‘aşçı, tabah’ şeklinde açıklanmaktadır (LÇ: 76b; DTO: 155).

Sözcük ilk defa Codex Cumanicus’ta bagırçı ‘aşçı’ biçimiyle görülür. Doerfer
sözcüğün kökeninin belirlenmesinin zor olduğunu ifade etmiş, sözcüğün Genel
Türkçede Moğol döneminden beri görüldüğünü belirtmiştir (TMEN I: 82). Zühal
Ölmez’in aktardığına göre, Poppe ve Vladimirtsov bavurçı sözcüğünün Moğ. bagur
~ ba’ur ‘karaciğer’ sözcüğünden türediğini ifade etmişlerdir (Ölmez, Z., 1996, 304).

Arat, Babürname yayınında bavurçı ve bavurçılık’ın bir rütbe olduğunu ifade


etmektedir (AratBN II: 586).
125
ügre ve özge aş kılgalı bavurçı ve aşnıŋ esbabı tapılmadı

(ŞTe: 90b6-7)

cebeçi ‘cebeci, silah yapımcısı’ (< Moğ. cebe ‘silah’+ Çağ. çi) sözcüğü Moğ. cebe
‘zırh, silah’ sözcüğünden gelmiştir. Radloff’ta Osm. cebeci ‘silah ustası’ şeklinde
sözcük açıklanmıştır (Wb IV: 88). Moğ. cebe sözcüğü Doerfer tarafından jebeçi
‘silah ustası’ şeklinde açıklanmıştır (TMEN I: 156). Sözcük Osmanlıca cebeci
biçiminde ‘harb aletleri, levazımı yapan, bunları koruyan ve harpte mevzi ve
tabyalara kadar bunları sevk eden bir kısım ordu messuplarına verilen unvan’ olarak
kullanılmıştır (Pakalın, 1983, 262).

kuşçı, barsçı, korukçı, tamgaçı, cibeçi, yorgaçı, halvaçı, kémeçi, koyçı. Öyle ki kuş
hünerinde dahi bu ek

(ML: 777b:23)

Bu şekilde biçimlenmiş diğer sözcükler şunlardır: caduçı ‘büyücü, sihirbaz’ (< Ar.
cadu ‘cadı’+ Çağ. çı) [KUŞ]; cefaçı ‘cefacı’ (< Ar. cefa ‘cefa’+ Çağ. çı) [LD]
[HBD]; çeragçı ‘mumcu, çıracı’ (< Far. çerag ‘mum, çıra’+ Çağ. çı) [BV] [NN];
duªaçı ‘duacı’ (< Ar. duªa ‘dua’ + Çağ. çı) [SD] [LD] [ŞHD] [AD] [TN] [HLN];
efsunçı ‘büyücü, sihirbaz’ (< Ar. efsun ‘sihir, büyü’ + Çağ. çı) [ŞHD]; gunçaçı
‘cariye’ (< Far. gunça ‘gonca’ + Çağ. çı) [BN]; halvaçı ‘helvacı, tatlıcı’ (Far. halva
‘helva’ + Çağ. çı) [ML]; nizeçi ‘süngü ile harbeden, süngücü, mızrakçı’ (< Ar. nize
‘süngü, mızrak’ + Çağ. çı) [ML]; zekatçı ‘devlete zekat toplayan zekat dairesi
memuru’ (Far. zekat ‘zekat’ + Çağ. çı) [TEH], vb.

Bu ekin diğer addan ad yapan eklerle ya da eylemden ad türeten eklerle birlikte


gelerek genişlediği de görülür:

-(X)ş + çI: Bu biçimde ek, eylemden ad yapan -(X)ş eki ile genişlemiştir. Bu biçimde
biçimlenen sözcüklere küreşçi ‘güreşçi’ örneğini verebiliriz.

-(X)m + çI: Bu biçimde ek, eylemden ad yapan -(X)m eki ile genişlemiştir. Bu
şekilde biçimlenen sözcüklere atımçı ‘atıcı’ (< at-ım ‘atım’+çı) örneğini verebiliriz.

-(X)g + çI: Bu biçimde ek, eylemden ad yapan -(X)m eki ile genişlemiştir. Bu şekilde
biçimlenen sözcüklere boyagçı ‘boyacı’ (< boya-g ‘boya’ + çı) ve tapukçı ‘hizmetçi’

126
(< tap-uk ‘hizmet’+ çı) sorukçı ‘sorguya çeken’ (< sor-uk ‘soru’+ çı) örneklerini
gösterebiliriz.

bu kün tasarruf-ı emval hoş kélür asan

sorukçı taŋla sorarda hisab érür müşkil

(LD: 34)

Bu şekilde türemiş bir biçim de korukçı ‘korucu’ (< koru-k ‘koru’ + çı)’dır. Clauson
tarafından korıgçı ‘korucu, bir koruyu koruyan’ (EDPT: 657b) şeklinde verilen
sözcük Osmanlıca da korucu biçiminde yer almıştır. Bugün ‘kır, koru, tarla, mezra
bekçisi’ anlamlarıyla Türkiye Türkçesinde yaşamaktadır.

hüner ve pişede andak ki kuşçı ve barsçı ve korukçı ve tamgaçı ve çibeci ve yorgaçı


ve halvaçı ve kémeçi ve koyçı

(ML: 777b23)

-ga + çI: Bu biçimde ek eylemden ad yapan -ga eki ile genişlemiştir. Bu şekilde
biçimlenen sözcüklere yorgaçı ‘yorga at yarışçısı’ (< yor-ga ‘yorga yürüyüş’ + çı)’yı
örnek verebiliriz. Sözcüğün kökü Çağatayca sözlüklerde yorga ‘rahvan, eşkin, yorga
taz’ (Seng. 342v12; LÇ: 304; DTO: 545) karşılığı verilmiştir. Doerfer TMEN’de
yorga ‘yavaş, rahvan yürüyen at’ karşılığını vermiştir (TMEN IV: 1846).

hüner ve pişede andak ki kuşçı ve barsçı ve korukçı ve tamgaçı ve çibeci ve yorgaçı


ve halvaçı ve kémeçi ve koyçı

(ML: 777b23)

-gu + çI: Bu biçimde ek eylemden ad yapan -gu eki ile genişlemiştir. Bu şekilde
biçimlenen sözcüklere çalguçı ‘çalıcı (çalgı aleti)’ (< çal-gu ‘çalgı aleti’+ çı) ve
yarguçı ‘hükmedici, yargıç’ (< yar-gu ‘hüküm’+ çı) sözcüklerini örnek olarak
verebiliriz.

sin münezzeh padişeh-sin kılmışıŋdın bi-niyaz

bendeler hakkında hadsiz zerreni hem yarguçı

(ŞHD: 175b11)

127
kavguçı ‘kovucu, kovalayıcı’ (< kavgu ‘kovucu’ +çı) sözcüğü kav- < kov- < kog-
şeklinde bir gelişimi olan bir köke sahiptir. Sözcükte Tarihi Türk dillerinde görülen -
o- > -a- ve –g > -v > -v değişmeleri görülür. Sözcüğün kökü Senglah’ta kav, kavla-
biçimlerinde (Seng. 278r), Lugat-ı Çağatay’da kog- biçiminde (LÇ: 237),
Dictionnaire turk-oriental’de kav- biçiminde görülmektedir (DTO: 410).

miŋ hile birle düşmeniŋ kaçsa, niçe kim tülkü dék

kirgüsi ahır pençeŋe, kavguçı çün arslan érür

(SD: 114)

+çı + lık : Bu biçimde ek addan ad yapan +lık eki ile genişlemiştir. Bu şekilde
biçimlenen sözcüklere bavurçılık ‘aşçılıkla ilgili rütbe’ (< Moğ. bavur ‘yemek, aş’ +
çı + lık), élçilik ‘elçilik’ (< Moğ. él ‘geçimli, ahenkli’ + çi +lik), koyçılık ‘çobanlık’
(< koy ‘koyun’ çı + lık), küreşçilik ‘güreşçilik, pehlivanlık’ (< küreş ‘güreş’ + çi
+lik), yarakçılık ‘silahçılık’ (< yarak ‘silah’ +çı + lık), vb.

-mAk + çI: Bu biçimde ek eylemden ad yapan -mAk ekiyle genişlemiş bir biçimdir.
Bu şekilde biçimlenmiş sözcüklerden biri ‘örümcek’ manasına gelen örmekçi (< ör-
mek ‘örme’ + çi) sözcüğüdür. Çağatayca sözlerden Senglah’ta ve Şeyh Süleyman
Efendi’nin Lugat-ı Çağatay adlı sözlüğünde sözcük göçüşme yoluyla örgemçi
‘örümcek’ biçiminde görülmektedir. Radloff’ta ise örgemçi biçiminin yanında
örmekçe (< ör-mek +çe), örmekçin (< ör-mek+çin), örünmeçek (< ör-ü-n-me+çük),
örümçik (< ör-ü-m+çik), örümçek (< ör-üm+çek), örmüçük (< ör-ü-m+çük)
biçimlerini buluruz (Wb I: 1226, 1229, 1243, 1844).

dostlarıŋ alnında yer tég pest hayber kal‘ası

düşmeniŋ def‘ine örmekçi ivi hısn-ı hasin

(LD: 25; SD: 42)

+çI ekinin bazen asıl işlevleri dışında sözcükler türettiği de görülür. Bu sözcüklerden
biri Senglah’ta rastladığımız ve karşılığında ‘karga’ anlamı verilen yurtçı
sözcüğüdür. Tabi bu sözcüğün ekin asıl işlevine uygun anlamı da vardır. Ancak
sözcüğün ‘karga’ anlamı ekin en azından sözcüğün bir anlamında asıl işlevinden
uzaklaştığını gösterir. Çağatayca sözlüklerde yurtçı sözcüğü için ‘kılavuz, yol bakacı,

128
kervanın mahall-ı nüzulını tayan eden memur; kervan başına tabi olan yolcu; kuzgun;
bir ordunun ya da kervanın nerede kamp kuracağını belirleyen kimse’ açıklamaları
verilmiştir (LÇ: 304; DTO: 545).

Doerfer, sözcüğün Farsçadan Türkçeye geçtiğini belirtmiş ve yurtçī ‘yurt yapıcı, yurt
kuran’ < Tü. (Çağ.) yurtçi ‘yurt kuran, kılavuz’ karşılığını vermiştir (TMEN IV:
216). Bkz. yurt.

2.9. Eşlik ve Birlik Bildiren +dAş Eki

Bu ek genelde eklendiği ad kök ve gövdelerinin belirttiği oluşa ortak olan kişilere


işaret eder. Kısacası, eşlik ve birlik bildirir.

Bang ekin -da bulunma durum ekiyle + iş addan ad yapan ekinin birleşmesiyle
oluştuğunu iddia etmiştir (Bang, 1925-1934, 925). Caferoğlu (Caferoğlu, 1929),
Gabain (Gabain, 1941 (20003), 68), Brockelmann (Brockelmann, 1954, 97), Räsänen
(Räsänen, 1957, 96) eki -da bulunma durum ekiyle işteşlik eki +ş’nin birleşmesinden
oluşmuş bir ek olarak tasarlamışlardır. Deny’ye göre, bu ek adaş sözcüğünden
gelmiştir (Deny, 1941, 347-348).

Doerfer +dAş ekinin sonundaki /ş/’nin birliktelik ve karşılıklık bildiren –Xş- işteşlik
ekinde bulunan /ş/ olduğunu düşünür. Doerfer ayrıca ekin aslının +daş olduğunu
ünlü uyumuna uymadığını da belirtmiştir. Ayrıca Farsça daş ‘eş, takipçi’ anlamına
gelen sözcük de Doerfer’e göre Türkçe’den alıntılanmıştır (TMEN III: 1173).
Mustafa Kaçalin +daş ekinin +aş ekinin adaş (< ad + aş < ad + eş)’ta hece
bölünmesinden ortaya çıkan parçanın ek sanılmasından (a + daş > +daş) ortaya
çıktığını ifade etmiştir (Kaçalin, 2006, 193).

Eski Türkçede çokça örnekleri görünen bir ektir: ardaş ‘arkadaş’ (< *artdaş < *art
‘art, arka; son’ + daş) (Erdal, 1991, 119), kadaş ‘kardeş, akraba’, karındaş ‘kardeş’
(< karın ‘karın’ + daş); koldaş ‘arkadaş’ (< kol ‘kol’ +daş); köŋüldeş ‘gönül
arkadaşı’ (< köŋül ‘gönül’ + deş) bu ekle türemiş sözcüklerden bazılarıdır.

Çağataycada bu ekle biçimlenmiş şu sözcükleri görmek mümkündür. Çağataycada


bu ekin eşlik ve birlik bildirdiği görülmektedir:

129
boydaş ‘boyca eş olan’ (< boy ‘boy’+ daş) sözcüğü bu ekle türemiş sözcüklerden
biridir. Çağatayca sözlüklerden Dictionnaire turk-oriental’de ‘aynı boyda olan,
boydaş’ karşılığı verilmiştir (DTO: 179).

körsetme çemende ser ü yoldaş maŋa

kim körgenidin közdin akar yaş maŋa

indürse ne boldı her nefes baş maŋa

ol serv-i revan ki boldı boydaş maŋa

(HBD, 204: 24)

karındaş ‘kardeş’ (< karın ‘karın’+ daş) sözcüğü de bu ekle biçimlenmiş bir diğer
sözcüktür. Sözcük Senglah’ta kardaş ‘kardeş, karındaş’ın kısalmışı, ham-şikam ‘aynı
rahimden’ (Seng. 271v26); karındaş ‘kardeş’ (Seng. 272v15); karındaş ‘kardeş’
(Seng. 272v15) biçimlerinde açıklanmıştır. Diğer Çağatayca sözlüklerde kardaş,
karındaş ‘birader, togan, ahi, karındaş, eke üke, apa, aga ini’ kaydı düşülmüştür (LÇ:
217b; DTO: 403). Sözcük Şibân Han Divanın’da da kadaş biçiminde görülmüştür.

Sözcük Eski Türkçeden beri görülmektedir. Eski Uygurcada kardaş ‘kardeş’ (Farm.
Arch. 125-6 [EDPT: 662a]); DLT’de karındaş ‘kardeş’ (DLT I: 407); Harezm
Türkçesinde karındaş ‘kardeş’ (KutbHŞ: 134); Eski Kıpçakçada karındaş, karandaş,
kardaş ‘kardeş, erkek kardeş’ (KTS: 128); Osmanlıca da karındaş, kartaş ‘kardeş’
(TTS I: 424; TTS II: 591; TTS III: 414; TTS IV: 476) biçimlerinde geçmektedir.

Doerfer sözcüğün Farsça, Lehçe ve Balkan dillerinde Türkçeden alıntı olarak


bulunduğunu belirtmiştir (TMEN III: 1471). Räsänen sözcüğü karın-daş biçiminde
vermiş ve ‘kardeş ya da sür kardeşi’ karşılığını vermiştir. (VEWT: 238). DTS’de
karındaş ‘kardeş’ karşılığı verilmiştir. Kökeni konusunda herhangi bir şey
söylenmemiştir (DTS: 427). Clauson sözcüğün karın’dan geldiğini belirtmiş, ‘aynı
anneden doğmuş olan’ anlamını vermiştir (EDPT: 662a). Yong Song Li, karındaş
sözcüğünün karın + daş şeklinde çözümlendiğini ve kardaş’ın bunun kısaltılmış
biçimi olduğunu bildirmiştir. Li, ayrıca Mustafa Canpolat’tan sözlü bir aktarımda
bulunmuş, sözcüğün gelişimini kardaş << *kar(n)daş < karındaş biçiminde
açıklamanın zor olacağından Mustafa Canpolat gibi kardaş << *kadaş < ka + daş

130
şeklinde açıklamanın daha doğru olabileceğini belirtmiştir (Li, 1999, 156). Mustafa
Kaçalin sözcüğün eski metinlerde kadaş ‘kardeş, laptaş, aynı annenin karnından
doğan karın eşi, rahimdeş’ biçiminde de görüldüğünü aktarmış, yine kar ‘kap’
sözcüğünden kar+daş sözcüğünün türediğini ve dilin yine bu kökten karın ‘karın’ (<
kar+ın) sözcüğünü türettiğini belirtmiştir. karın+daş sözcüğü ise karın’dan
türemiştir. Ona göre kadaş, kardaş ve karındaş bir kökten bir anlam için değişik
zamanlarda türemiş sözcüklerdir (Kaçalin, 2006, 193).

basa Semerkand’da bir batman bugday miŋ altunga yétti Babur Mirza karındaşın
bérip mürüvvet tiledi érse şefa‘at kılıp yéberdim bu gazel anda vaki‘ boldı

(ŞHD: 122a8)

ulug leşker birlen kélip Buhara ve Semerkandnı alıp öz karındaşları yurtında yagı
bolgan sebebdin tura bilmey kaytıp kétdi

(ŞTe: 90b1-2)

kökeltaş / kökelteş ‘süt kardeş’ (< Moğ. kökel “göğüs” + Çağ. taş) sözcüğü Moğolca
kökel ‘göğüs’ sözcüğünden türeyen bir addır. Bu sözcük için Senglah’ta kökeltaş
‘birâder- riza‘ī’, (Seng. 308r9), Abuşka’da ise kökeltaş ‘bir kişiniŋ oğlınıŋ dayesiniŋ
oğlı olsa, ikisi dahı ol dayenin südin emüp bile böyüseler, daye oglına dirler ki
mahdum oglı ana kökeltaş diye hitab eder’ (Abuş. 361) açıklamaları verilmiştir. Şeyh
Süleyman kökeltaş sözcüğünü ‘süt karındaş, riza‘ī, şīr, hure’ (LÇ: 260) şeklinde
kaydetmiştir.

Radloff sözcüğü ‘(Çağ.) köŋültaş ‘süt kardeş’ (Wb II: 1238), Doerfer ise sözcüğü
Moğ. kökel ‘göğüs’ + Tü. +taş biçiminde açıklamıştır (TMEN I: 343).

ve alar kökeltaşnı Türkçe til bile ayturlar ve eteke ve inekeni hem bu til bilşe ayturlar

(ML: 777a:18).

Çağataycadaki diğer örnekler arasında şunları sayabiliriz:

koldaş ‘arkadaş, dost’ (< kol ‘kol’ + daş) sözcüğü kol ‘kol’ biçimine + daş ekinin
eklenmesiyle biçimlenmiş bir sözcük gövdesidir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde
koldaş ‘arkadaş, dost, hem-rah, hem-pa, yar, dest-gir, dost, hem-dem, cevr u ceft’
şeklinde açıklanmıştır (Seng. 290r11; LÇ: 239b; DTO: 435).
131
Sözcük Karahanlı Türkçesinden itibaren Tarihi Türk dillerinde görülmektedir.
DLT’de koldaş ‘arkadaş, yoldaş’ (DLT I: 461), KB’de koldaş ‘arkadaş, yoldaş’ (KB:
321); Eski Kıpçakçada koldaş ‘arkadaş, yoldaş’ (KTS: 152) ve Osmanlıcada koldaş
‘arkadaş, yoldaş’ (TTS I: 478; TTS IV: 553) biçimlerinde görülmektedir.

Sözcük Doerfer’in aktardığına göre Farsça’ya da Türkçeden alıntılanmıştır (TMEN


III: 1507). Diğer kaynaklarda sözcük için koldaş ‘arkadaş’ kaydı düşülmüştür
(Brockelmann, 1954, 98; VEWT: 276; EDPT: 619a; DanKelly, 1985, 141; Erdal,
1991, 119).

közüŋ açıp kötergil başıŋ ahır

ki kélmiş bu hazīn koldaşıŋ ahır

(MKb, LII: 103)

éşikiŋ itine kim bolsa koldaş

anıŋ ikbalı sultandın kalışmas

(LD: 826)

muŋdaş ‘sırdaş’ (< muŋ ‘sıkıntı, sır’ + daş) sözcüğü muŋ ‘sıkıntı, sır’ sözcüğüne
+daş ekinin eklenmesiyle oluşmuştur. Sözcüğün kökü Çağatayca sözlüklerde muŋ
‘sıkıntı, keder’ şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 320v22; LÇ: 280a; DTO: 504).

Räsänen sözcüğü *muή, buή, Çağ. buŋ ‘engel, sıkılma, daralma’ şeklinde maddebaşı
olarak vermiştir. Sözcüğün Tarihi Türk Dilleri ve günümüz Türk dillerindeki
biçimlerini vermiştir. Ayrıca bu biçimden türemiş biçimler de aktarılmıştır (VEWT:
344). DTS’de buŋ ‘sıkıntı, keder; sır, giz’ açıklaması yapılmıştır (DTS: 124).
Clauson buŋ şeklinde maddebaşı olarak verdiği sözcüğü ‘sıkıntı, sır, giz’ şeklinde
açıklamış, sözcüğün tarihi Türk Dillerindeki biçimlerini aktarmıştır (EDPT: 347a).

enbiyalarnı hudayem kıldı sırdaş-ı bela‘

al ü ashab-ı nebi hem oldı muŋdaş-ı bela‘

(HN, 114: 1)

132
sırdaş ‘sırdaş, sır arkadaşı’ (< Ar. sır ‘sır, giz’ + Çağ. daş) sözcüğü Arapça sır ‘sır,
giz’ sözcüğüne +daş ekinin eklenmesiyle oluşmuş bir sözcük gövdesidir. Sözcüğün
kökü Çağatayca sözlüklerde sır ‘sır’ şeklinde açıklanmıştır (DTO: 365).

éy köŋül min terki-i ‘ışk éttim veli faş étmegil

min saŋa sırrım dédim sin ilni sırdaş étmegil

(BV, 368: 1)

yandaş ‘yandaş, arkadaş’ (< yan ‘yan, kenar’ + daş) sözcüğü yan ‘yan, kenar’
sözcüğüne +daş ekinin eklenmesiyle oluşmuş bir sözcük gövdesidir. Sözcük
Çağatayca sözlüklerde ‘aşna, ahbab, dost’ şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 300a; DTO:
537).

éy müneccim yar atı birle mini teksir kıl

atım atı birle yandaşsun maŋa hod yok visal

(LD: 1074)

yoldaş ‘aynı yolu paylaşan, (mec.) aynı davaya gönül vermiş’ (< yol ‘yol’ + daş)
sözcüğü de yol ‘yol’ sözcüğüne +daş ekinin eklenmesiyle oluşmuş bir sözcüktür.
Sözcük Çağatayca sözlüklerden Lugat-ı Çağatay’da ‘yol arkadaşı, refik’ şeklinde
açıklanmıştır (LÇ: 307b).

ger Nevayi kaçar fena yolıdın

ne ‘acab çün yok aŋda yoldaşı

(BV, 598: 7)

2.10. Soyut ve Somut Adlar Türeten +lXk Eki

+lXk eki Eski Türkçeden modern Türk Dillerine kadar çok sık kullanılan yapım
eklerinden biridir. Uzun bir zaman aralığında yapım eki olarak kullanılmasına
rağmen işlevinde bir değişiklik görülmemiştir.

Gabain +l◦k, +l◦k eklerinin soyut ve somut adlar ve sıfatlar yaptığını ve Moğolcada
da durumunun aynı olduğunu ifade etmiştir (Gabain, 1941 (20003), 44). Bang bu ekin

133
il- ve eylemden ad yapan –g ekinden müteşekkil olduğunu ileri sürmüştür (Räsänen,
1957, 105).

Sık sık sıfat yapma +lıg / +lig / +lug / +lüg ekiyle karışan bu ek Çağataycada çeşitli
işlevlere sahiptir:

1. Vasıf ifâde eden mücerret adlar yapar. Bunlardan bazıları, kalıcı adlar olarak da
kullanılır:

abadlıg/k ‘bayındırlık, mamur’ (< Far. abad ‘mamur, bayındır’ + Çağ. lıg/k )
sözcüğü Far. abad ‘mamur, bayındır’ sözcüğüne Çağ. lıg/k ekinin eklenmesiyle
türemiş bir biçimdir.

bolsa öydin abadlıg ber-taraf bedkare bolsa öy andın Beytü’l-telef

(MKb: 32b10)

bir harab olgay ki hergiz tapmagay abadlıg

kim ki kılsa bir güzer künc-i harab-abadıma

(BV, 539: 8)

ªaceblig ‘tuhaflık, acayiplik’ (< Ar. ªaceb ‘tuhaf, acayip’ + Çağ. lig ) sözcüğü Ar.
ªaceb ‘tuhaf, acayip’ sözcüğüne Çağ. lıg/k ekinin eklenmesiyle türemiştir.

bu ‘acebligler cünunum içre kör kim halknı

‘ışk bir dem yıglatur halimga bir dem küldürür

(NN, 237: 05)

ªacizlıg ‘acizlik’ (Ar. ªaciz ‘aciz’ + Çağ. lıg) sözcüğü Ar. ªaciz ‘aciz’ sözcüğüne Çağ.
lıg/k ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir.

éy ‘akl kılmagıl köp tevsenlıg u harunluk

kim ‘ışk bizge saldı ‘acizlık u zebunluk

(FK, 325: 1)

134
ya nebiyallah ahvalime kıl nazar

cürm ü ‘ısyan u ‘acizlıgım matera

(BV, 7: 8)

ademlıg/k ‘insanlık’ (< Ar. adem ‘insan’ + Çağ. lıg/k) sözcüğü Ar. adem ‘insan’
sözcüğüne Çağ. lıg/k ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir.

mini divane kılgan vechdin anı peri dér-min

yana bur vech bu kim tavrıda kem kördüm ademlık

(FK, 326: 2)

eger yok ademilıg minde vü yarımda taŋ érmes

ki mecnunda kişilik ya peride bolmas insanlık

(BV, 319: 7)

afetlıg/k ‘afete, felâkete sebep olan’ (< Ar. afet ‘afet’ + Çağ. lıg/k) sözcüğü Ar. afet
‘afet’ sözcüğüne Çağ. lıg/k ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir.

saçsa encümdin felek başıŋga yüz miŋ dürr-i nab

jale-i gam bil ki yagdurgay bir afetlıg sehab

(FK, 43: 1)

‘arızıŋnı ay désem érmes müvecceh nége kim

aynıŋ afetlıg köz ü ruhsare-i gül-famı yok

(HBD, 75: 3)

agehlıg/k / agahlıg/k ‘uyanıklık, bilgililik’ (Far. ageh ‘uyanık, bilgili’ + Çağ. lıg/k)
sözcüğü Ar. afet ‘afet’ sözcüğüne Çağ. lıg/k ekinin eklenmesiyle türemiş bir
biçimdir.

lukme agehlik ile salik eger éylese nuş

yahşırak arpa kömeçi ki tegafülde gülaç

(FK, 104: 6)
135
ve kérekmes da‘vi-leriga vakıf bolmak ve a‘mal-ı kabayihidin şer-mendelıg-dur ve
ef‘al-i fazayihi-din ser-efgendelıg ve agahlıg-dur

(MKb: 37b8)

agalıg ‘ağabeylik’ (< Moğ. aka ‘ağa’ + Çağ. lıg) sözcüğü Moğ. aga ‘ağa’ sözcüğüne
lıg/k ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcüğün kökü Çağatayca
sözlüklerde aga ‘büyük efendi, serkyar, büyük karındaş’ açıklaması getirilmiştir (LÇ:
14b; DTO: 24).

Sözcük Moğolca aka ‘ağabey; aile içinde büyük, yaşı büyük olan’ sözcüğünden
alınmıştır (Kowalewski, 1844-49, 3). Doerfer sözcüğü TMEN’de aka ‘büyük kardeş’
şeklinde aktarmıştır (TMEN I: 22).

Tarihi Türk dillerinde görülen sözcük günümüz Türk dillerinde de yaşamaktadır:


Özb. aka ‘bir ata-anadan tuğilgän kättä oğil, 2. özidän kättä kişigä muracaatta yaki
unga hurmät yüzäsidän işlätilädi, 3. bäççä saqlagän adäm’ (UTİL I: 35); aga ‘1. bkz.
aka, 2. tuğişgän aqadäy yaqin qadrdan kişi, 3. yurtning, elning kättäsi, hakimi, 4.
türli lävazim vä unvan namlari tärkibigä kirädi, 5. özidän kättälärgä nisbätän
muracaat formasi’(UTİL I: 560); Uyg. ağa ‘1. büyük kardeş, 2. amca’ (YUTS: 39),
aka ‘büyük kardeş’ (Le Coq, 1911, 81); Kaz. ağa ‘1. ağabey, 2. yaşça büyük er kişi,
3. yol gösterici, akıllı’ (KazTSl: 2); Kırg. aga ‘büyük erkek kardeş’ (KırgS: 9); Tat.
aga ‘1. yaş yagınnan olı ir tugan, abıy, 2. üzinnen alıraq, ölken ir kişi’ (TTASl I: 14);
Tü. ağa ‘1. kırlık kesimde geniş toprakları bulunan, sözü geçen varlıklı kimse, 2.
halk arasında sayılan ve sözü geçen erkleklere verilen unvan, 3. büyük kardeş,
ağabey, 4. okur-yazar olmayan yaşlıca kişilerin adlarıyla birlikte kullanılan san, 5.
tar. Osmanlı imparatorluğunda bazı kuruluşların başında bulunanlara verilen resmi
san’ (TS: 28), Gag., Az. aga; Tkm. aga (TkmDSl: 15), Tuv. akı (Pal’mbax-TuvRSl:
53); Hak. aga ‘büyükbaba’ (HakRSl: 15); Alt. aka (OyrRSl: 15), Çuv. aha
(Paasonen, 1950, 2), Yak. ağa (Pekarskiy, 1907-1927, 11). Türk dillerindeki diğer
biçimler için bkz. Li, 1999, 148-151.

saz étti agalıg u siŋillik

köp istedi siŋlidin bihillik

(LM: 2721)
136
agrıglıg ‘hasta’ (< agrıg ‘ağrı’ + lıg ) sözcüğü agrıg adına addan ad yapan lıg/k
ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcüğün kökü Senglah’ta agrıg ‘ağrı’
biçiminde geçmektedir (Seng. 43v27). Bu biçim Lugat-ı Çağatay’da agrıglı ‘derd,
renc, vec’, agrı’ biçiminde yer almaktadır (LÇ: 15b). Bkz. agrıg.

cavabını aytmadı va yana bir kün kim barur érdiler tilediler kim anı éltkeyler
agrıglıgnıŋ bahanasını ilgeri

(ÇKT: 25b11)

arıglıg/k ‘temizlik’ (< arıg ‘temiz’ + lıg/k) sözcüğü arıg adına addan yapan lıg/k
ekinin eklenmesiyle türemiş bir gövdedir. Sözcük kökü Senglah’ta arı ‘temzi, pak’
(Seng. 37v12); arıg (Seng. 37v15); arık (Seng. 37v21)’ biçimlerinde verilmiştir.
Lugat-ı Çağatay’da ise arıg/k ‘cedvel, hark, sa’if, zebun, düşgün, saf, pakize, mabra,
tahir’ açıklaması yapılmıştır (LÇ: 15b). Sözcük Dictionnaire turk-oriental’de de arıg
‘temiz, arı, saf; kanal’ şeklinde kaydedilmiştir (DTO: 16).

ilig yup özidin su hidmetiŋde

arıglık lafın urmay hazretiŋde

(DN: 324)

salıp tofrak üstide bir gül famı

arıglık su dék cismime piç ü tab

(NN, 77: 2)

bahalıg ‘değerlilik’ (Far. baha ‘değer’ + Çağ. lıg) sözcüğü Far. baha ‘değer’
sözcüğüne Çağ. lıg/k ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir.

min ol dür min ki nakdimdür safalıg

yeŋil bi-had veli agır bahalıg

(DN: 259)

ahlak şahsı-nıŋ agır bahalık libası-dur ve ol libas cinsi-niŋ sengin dibası-dur

(MKb: 72b11)

137
égrilik ‘eğrilik’ (< égri ‘eğri’ + lik) (< *égir- ‘eğdirmek, çevirmek’ -i; krş. igri)
sözcüğü *ég-ir- ‘eğdirmek, çevirmek’ eylemine –i eylemden ad yapan ve + lik addan
ad yapan eklerinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcüğün kökü Çağatayca
sözlüklerde égri ‘eğri, düz değil; bir müzik aleti; eyri; geç; bir nevi saz; tabnak,
büküm; ham’ şeklinde açıklanmıştır (Seng. 109r1; LÇ: 56a; DTO: 122).

Sözcük Eski Uygurcadan itibaren Tarihi Türk dillerinde görülmektedir. Eski


Uygurcada egri ‘eğir, bükülmüş’ (TT I: 110); DLT’de egri ‘eğir, bükülmüş’ (DLT I:
127); Harezm Türkçesinde egri ‘kıvrılmış, doğru olmayan’ (KutbHŞ: 19); Eski
Kıpçakçada egrı ‘eğri, doğrunun zıddı’ (KTS: 70); Osmanlıcada ise egri ‘kıvrılmış;
eğri; çevgan sopası’ (TTS II: 364; TTS IV: 281) biçimlerinde yer almaktadır.

égri ‘eğri’ sözcüğü etimolojik sözlük ve kaynaklarda égir- ‘eğdirmek, çevirmek;


kuşatmak’ eylemine dayandırılmıştır (TMEN II: 652; EDPT: 113a; Erdal, 1991, 537;
TETL: 695).

başta kılur érdi kaşıŋ köŋlüm hakıda égrilik

köz kak kıl, özni saklasun, devr-i Halil Sultan érür

(SD: 108)

zülfüŋ égrilik kadiŋ tüzlüktedürler éyle kim

sünbül érmes munça égri serv érmes ança tüz

(NN, 354: 2)

karılıg ‘yaşlılık’ (< karı ‘yaşlı’ +lıg) sözcüğü karı ‘yaşlı’ sözcüğüne lıg/k ekinin
eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcüğün kökü Çağatayca sözlüklerde karı
‘ehtiyar, pir, koca, acuze, bir kulaç, hafiz-i kelamullah; kurag’ açıklaması verilmiştir
(Seng. 272v6; LÇ: 218b; DTO: 402). karılıg için ‘ihtiyarlık, kocalık, pirlik’ kaydı
düşülmüştür (LÇ: 215a).

Sözcüğün kökü Tarihi Türk dillerinde de bulunmaktadır. Eski Uygurcada karı ‘yaşlı’
(TT VII: 42, 6; TT VI: 9-10), DLT’de karı ‘yaşlı, gelişmiş’ (DLT III: 222; DLT II:
30; DanKelly, 1985, 129); Harezm Türkçesinde karı ‘yaşlı’ (KutbHŞ: 133); Eski
Kıpçakçada karı ‘yaşlı’ (KTS: 128) biçimlerinde sözcüğü bulabiliriz.

138
DTS’de karı maddesinde ‘eski, yaşlı; yaşlı adam’ şeklinde bir açıklama getirilmiştir
(DTS: 426). Clauson karı sözcüğü için ‘yaşlı’ anlamını vermiş, normal olarak
yalnızca insan ve hayvanlar için kullanıldığını ifade etmiştir (EDPT: 644b).

yigitlikiŋde karılarga kılmadıŋ kıdmet

karılıgıŋda yigitlerge bérmegil zahmet

(NN, 141: 1)

kıl yigitlikde yigitler ‘ışkı sırrın hıfz kim

söz bolur érmiş karılık vaktıda düşvar hıfz

(HBD, 66: 6)

safalıg ‘saf olma, berrak olma’ (< Ar. safa ‘sefa, berrak’ + Çağ. lıg) sözcüğü de Ar.
safa ‘sefa, berrak’ sözcüğüne Çağ. lıg/k ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir.

min ol dür min ki nakdimdür safalıg

yéŋil bi-had veli agır bahalıg

(DN: 259)

tapkaç anı bu sıfat safalık

taktı atıga cihan-nümalık

(LM: 3395)

tiriglik ‘dirilik, hayat’ (< tirig ‘diri, hayat’ + lik) sözcüğü tirig adına addan ad yapan
+lik ekinin eklenmesiyle türemiş bir sözcüktür. Clauson sözcüğün kökenini *tir-
‘yaşamak, canlı olmak’ eylemine dayandırmıştır. Sözcük Senglah’ta tirig ‘canlı’
biçimde geçmektedir (Seng. 193v1). Eski Türkçeden beri çok yaygın bir kullanıma
sahiptir. Lugat-ı Çağatay’da tiriglik ‘dirilik, hayatlık’ açıklaması verilmiştir (LÇ:
132b). Sözcük Dictionnaire turk-oriental’de tiriglik ‘canlı olma’ şeklinde
kaydedilmiştir (DTO: 257). Bkz. tirig.

139
tiriglig kılgay érdi kim birle ruh

ezeldin kélmese mihriŋi algaç

(LD: 291)

zehr-çeşm ü tig-ı katil gamze-i hun-riz ile

kılguçı ilge tiriglik resmini müşkil yigit

(BV, 80: 6)

Ekin bu işleviyle türeyen diğer sözcükler şunlardır:

ademi-veşlıg ‘insana benzerlik’ (< Ar. Far. ademi-veş ‘insana benzer’ + Çağ. lıg)
[NN], aftab-perestlıg ‘güneşe tapıcılık’ (< Far. aftab-perest ‘güneşe tapan’ + Çağ.
lıg) [TEH], ªahdlıg ‘yeminli, ahdlı’ (Ar. ªahd ‘yemin, ant’ + Çağ. lıg) [TEH],
ahestelıg ‘ağırlık, yavaşlık’ (< Far. aheste ‘ağır, yavaş’ + Çağ. lıg) [BV] [HPR],
alahanlıg ‘evsiz barksızlık’ (< Far. alahan ‘evsiz barksız’ + Çağ. lıg) [BV],
alamanlıg ‘işsizlik, başıbozukluk’ (< Ar. alaman ‘başıbozuk’ + Çağ. lıg) [BV],
amanlıg/k ‘korkusuzluk’ (< Ar. aman ‘korkusuz’ + Çağ. lıg/k) [MKb] [LM] [BN]
[FŞ], aminlıg ‘güvenlik, eminlik’ (< Ar. amin ‘güven, emin’ + Çağ. lıg) [ÇKT],
armanlıg ‘özlemli, istekli’ (< Far. arman ‘özlem, istek’ + Çağ. lıg) [BV] [ŞN],
asudelıg ‘sessizlik, sâkinlik’ (< Far. asude ‘sessiz, sakin’ + Çağ. lıg) [LT] [BV] [FK]
[BabD] [SS] [NŞ] [FŞ] [TEH] [Sİ], bakilıg ‘ölümsüzlük’ (< Ar. baki ‘ölümsüz’ +
Çağ. lıg) [LT], bi-sabrlık ‘sabırsızlık’ (< Far . bi-sabr ‘sabırsız’ + lık ) [HBD]
[BHD], çüçüglük ‘tatlılık’ (< çüçüg ‘tatlı’ + lük) [BV] [FK] [ŞHD] [HBD] [SS] [NN]
[TEH] [NM], hemdestlıg ‘arkadaşlık, ortaklık’ (< Far. hemdest ‘arkadaş, dost’ + lıg)
[MKb], kuruġlug ‘kuruluk, kuru yer’ (< kurug ‘kuru’ + lug) [SS] [Sİ], ma‘murlug
‘bayındırlık’ (< Ar. ma‘mur ‘bayındır, mamur’ + Çağ. lug) [MKb] [HE] [TEH] [Sİ],
mesrurlug ‘neşeli oluş, şen olma’ (< Ar. mesrur ‘neşeli, şen’ + Çağ. lug) [MKb],
meşġullug ‘meşgüllük, uğraşıyor olmak’ (< Ar. meşġul ‘meşgul’ + Çağ. lug) [MKb]
[LT] [HM] [BabD] [TEH] [Sİ], sernigunluk ‘tâlihsizlik’ (< Far. sernigun ‘talihsiz’ +
Çağ. luk) [BV] [FK] [LM] [SS], uykusızlıg ‘uykusuzluk’ (< uyku + sız ‘uykusuz’ +
lıg) [DN], yahşılıġ ‘iyilik, güzellik’ (< yahşı ‘iyilik, güzellik’ + lıġ) [MKb] [BV]
[FK] [LM] [BabD] [HE] [SS] [ÇKT] [GS] [Sİ] [ŞN], vb.
140
2. İş, meslek adlarına eklenir ve eklendiği sözcüklerden somut adlar türetir:

bennalıg ‘mimarlık’ (< Far. benna ‘mimar’ + Çağ. lıg) sözcüğü Far. benna ‘mimar’
sözcüğüne Çağ. lıg/k ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir.

suyı kilgeç yene yasap balçıg

ibtida éyler érdi bennalıg

(SS: 2201)

koyçılık ‘çobanlık’ (< koyçı ‘çoban’ + lık) sözcüğü koy ‘koyun’ sözcüğüne + çı ve
+ lık addan ad yapan eklerinin getirilmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcüğün kökü
Senglah’ta ‘koyun’ (Seng. 292v3) ve koyun ‘koyun’ (Seng. 292v23) biçimlerinde yer
almıştır. Lugat-ı Çağatay’da koyçı sözcüğü için ‘çoban, padeçi’ açıklaması
verilmiştir (LÇ: 242a). Dictionnaire turk-oriental’de sözcüğün kökü koy ‘koyun’ ve
koyçı ‘çoban’ şeklinde kaydedilmiştir (DTO: 440).

Räsänen *koń ‘koyun’ şeklinde maddebaşı olarak verdiği sözcüğü Uyg. koyn, kon,
OT koy, Osm. koyun, Tkm. koyın, Çağ. koy, Hak. hoy, Kaz, Bşk., kuy, Çuv. kuy
biçimlerini aktarmıştır. Ayrıca sözcüğün Moğolcada konin ‘koyun’, Tunguzcada
końi-ksa ‘koyun derisi’ biçiminde yer aldığını da aktarmıştır (VEWT: 279). DTS’de
kon maddesi altında ‘koyun’ açıklaması verilmiş, sözcüğün koy, koyin, koyun
biçimleriyle karşılaştırılması gerektiği belirtilmiştir (DTS: 455). EDPT’de koñ
biçiminde maddebaşı olarak verilen sözcük için ‘koyun, özel olarak dişi koyun’
anlamı verilmiş, sözcüğün Tarihi Türk dillerindeki biçimleri aktarılmıştır (EDPT:
631a).

yok érdi. Yéti yıl anıŋ koyçılık emrin beca kéltürdi nikah vücudun muŋa karar
bérdiler

(TEH: 700a7)

sayislıg ‘seyislik’ (< Ar. sayis ‘seyis’ + Çağ. lıg) sözcüğü (< Ar. sayis ‘seyis’
sözcüğüne Çağ. lıg/k ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir.

141
sayislıgıga zühal urup fal

kiz deste bile kolıda gırbal

(LM: 220)

yarakçılık ‘silahçılık’ (< yarakçı ‘silahçı’+ lık) sözcüğü yarakçı ‘silahçı’ sözcüğüne
addan ad yapan +lık ekinin eklenmesiyle türemiş bir gövdedir. yarag sözcüğü
Karahanlı Türkçesinden beri ‘fırsat, imkan’ sözcüğünün ‘askeri levazımat, techizat,
silah’ anlamını kazanması ile meydana gelmiş bir sözcüktür. Sözcük Senglah’ta
yarak/g ‘esbab ve alat ve edavat’ (Seng. 329r14), Lugat-ı Çağatay’da yarag ‘silah,
alet-i lazıma, şemşīr, hançer ve alat-ı harb’ (LÇ: 291), Dictionnaire turk-oriental’de
yarak/g ‘levazımat; kap; alet’ şeklinde açıklanmıştır (DTO: 521).

Sözcük DTS’de yarag ‘silah, askeri malzeme’ şeklinde açıklanmıştır (DTS: 239).
EDPT’de ise yarag biçiminde maddebaşı olarak verilmiş sözcük yara- eyleminden
getirilmiştir. Clauson sözcüğü ‘olanak, uygunluk’ şeklinde anlamlandırmış ve daha
sonra anlam genişlemesi ile ‘silah, askeri malzeme’ anlamını kazandığını ifade
etmiştir (EDPT: 962a).

Sözcük günümüz Türk dillerinde de yaşamaya devam etmektedir: Az. yarag


(Ahundov-Tezcan, 1978, 546); Tkm. yarag (TkmDSl: 852); Kırg. carak ‘silah,
techizat’ (KırgS: 179); KKlp. carak (KKlpRSl: 229). Bkz. yarag.

köstemay bu üç uruk el biribirine karındaş bolur. Yarakçılıknı yahşı bilürler ve


darularnı tanurlar

(ŞTü, 44: 13)

zırh-gerlik ‘zırh yapma’ (< Ar. zırh-ger ‘zırh yapan’ + Çağ. lik) sözcüğü Ar. zırh-ger
‘zırh yapan’ sözcüğüne Çağ. lik ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir.

Tiŋri ta‘ala zırh-gerlik san‘atin aŋa keramet kıldı

(TEH: 709b18)

Ekin bu işlevde kullanıldığı diğer sözcükler şunlardır:

temürçilik ‘demircilik’ (< temürçi ‘demirci’ + lik) [Eckmann, 1966, 58], otunçılıg
‘odunculuk’ (< otunçı ‘oduncu’ + lıg) [LT].
142
3. Bir şeyin çok bulunduğu yer adları türetir:

altunluk ‘altınlık’ (< altun ‘altın’ + luk) sözcüğü altun ‘altın’ sözcüğüne + luk
addan ad yapan ekinin eklenmesiyle biçimlenmiş bir sözcüktür. Sözcüğün kökü
Çağatayca sözlüklerde altun ‘altın, zer, zeheb’ şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 50r4;
LÇ: 19a; DTO: 31). Bkz. altunçı.

Sözcüğün kökü olan altun ‘altın’ için bkz. altun.

altunluk çipinniŋ yémegi ma‘lum

(MKb: 101a9)

kamışlık ‘kamışlık’ (< kamış ‘kamış’ + lık) sözcüğü kamış ‘kamış’ sözcüğüne + lık
addan ad yapan ekinin eklenmesiyle biçimlenmiş bir sözcüktür. Sözcük Senglah’ta
kamışlıg ‘kamışlık’ şeklinde açıklanmıştır (Seng. 276v15). Lugat-ı Çağatay’da
sözcüğün kökü kamış ‘ney, kasb, garv, bani-kes’ şeklinde kaydedilmiştir (LÇ: 223a).
Dictionnaire turk-oriental’de ise sözcüğe kamışlıg ‘kamışlık’ biçiminde rastlıyoruz
(DTO: 409).

oklarıŋ müjgan kibi giryan közüm etrafıda

rast bardur ol kamışlık kim büter sahil ara

(BV, 19: 4)

yigdelik ‘iğdelik’ (< yigde ‘iğde’ +lik) sözcüğü yigde ‘iğde’ sözcüğüne +lik addan ad
yapan ekinin eklenmesiyle biçimlenmiş bir sözcüktür. Sözcüğe yalnızca Çağatayca
metinlerden Nesebname Tercümesinde rastladık. Sözcüğün kökü olan yigde ‘iğde’
sözcüğü günümüz Türk dillerinde de görülen bir biçimdir. Tar. cigde; Kırg.
jigde/jiyde; Kaz. jide; Az. iyde; Osm., Tkm. igde (EDPT: 911b).

suy, tekin tamı suy, almaçuk suy, bina öŋerdi suy, üç baş suy, yigdelik suy, hasnıŋ
suy

(NT, 53: 121)

4. Bir şeyin uygunluğunu anlatmak için kullanılır:

143
yaglıg/k ‘mendil, baş örtüsü, yaşmak’ (< yag ‘yağ’ +lıg/k) sözcüğü Çağatayca
sözlüklerde yaglıg/k ‘bez parçası, envai vardır, mendil, destmal, cevr, ruymal,
kalagı’ şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 295b; DTO: 529).

saçımga bar mudur yaglık hayali

neçükdür ol perişanlıkda hali

(DN: 492)

Ek bu işleviyle oldukça az örnekte görülmektedir. Ekin bu işlevde kullanıldığı diğer


örnekler şunlardır:

aşlıg ‘hubûbat, zahîre’ (< aş ‘yemek, aş’ + lıg) sözcüğü aş ‘yemek, aş’ sözcüğüne +
lıg addan ad yapan ekinin eklenmesiyle biçimlenmiş bir sözcüktür. Sözcüğün kökü
Çağatayca sözlüklerde aş ‘yiyecek, yemek, gida ve pilava dahi dinilür’ şeklinde
açıklanmıştır (Seng. 41v22; LÇ: 13b; DTO: 22).

Sözcük Eski Uygurcadan itibaren Tarihi Türk dillerinde görülmektedir. Eski


Uygurcada aşlık ‘mutfak’ (TT VI: 85); DLT’de aşlık ‘mutfak, erzak’ (DLT I: 114);
Haremz Türkçesinde aşlık ‘yiyecek, azık, tahıl’ (KutbHŞ: 14) biçimlerinde
görülmektedir.

Räsänen aş maddesinde verdiği sözcük için aş-lık ‘mutfak; buğday’ karşılığını


vermiştir (VEWT: 29). DTS’de aşlıg I ‘hububat, zahire, aşlık’ ve aşlık II ‘tahıl, aş,
ekmek’ şeklinde açıklanmıştır (DTS: 63). Sözcük Clauson’da aşlık sözcüğünün aş
kökünden geldiğini belirtmiş ve ‘yiyecek, yemek’ şeklinde anlamlandırmıştır (EDPT:
161b). UW’de de sözcük aş+lık biçiminde açıklanmıştır (UW: 243a).

çeşmelerdin hem niçaklı aşlık hasıl bolsa anıŋ yarını bizge bériŋ ve takı aran tikmek
üçün éki miŋ kamış bériŋ

(ŞTe: 105b2)

Yusuf ‘aleyhi’s-selam alardın neseblerini sorup atalarınıŋ halin tefahhus kılıp tirig
érkenin bilip ibn Yamin halin ma’lum kılıp ihtiram étip aşlıg bérip biza‘atlerin dagı
aşlıg içige yaşurun salıp uzatttı

(MKb: T701b7)

144
cazlıg ‘eyer kaltağı altına konulan örtü veya terlik’ (< *caz + lıg) sözcüğü caz
sözcüğüne + lıg addan ad yapan ekinin eklenmesiyle biçimlenmiş bir sözcük gibi
gözükmektedir. Sözcüğe Çağatayca sözlük ve metinlerden yalnızca Muhakemetü’l-
Lugateyn’de rastladık. Günümüz Türk dillerinden Özb. cezlik ‘eger qaptali astige
qoyilendigen bir cüft yumşaq at ebzeli’ (UTİL I: 270), YUyg. cezlik ‘terlik’ (Necip,
1968, 366) biçimlerinde yaşamaktadır.

ve atnıng iyerin egerçi zin dérler, amma köprek eczasın, mesel cibilger ve hana ve
tokum ve cazlıg ve olang, kom ve olançag ve gancuga ve çılbur ve kuşkun ve kantar
ve TWFK ve toka yosunluk köpin Türkçe ayturlar.

(ML: 777b3-4)

5. Zaman uzunluğu gösteren sözcükler türetir:

bir demlık ‘bir süre için, bir dakika boyunca’ (< Far. dem ‘süre’ + Çağ. lık) sözcüğü
Far. dem ‘süre, zaman’ sözcüğüne Çağ. lıg/k ekinin eklenmesiyle türemiş bir
biçimdir.

cihan mekrin birev kim bildi bérmes

cihan mülkige bir demlıg feragın

(FK, 476: 6)

yétti çerh evrakı tolgay yétti bahr olsa midad

ol kuyaş vaslıga bir demlıg hayalimni désem

(BV, 416: 2)

bir ıllıg ‘bir yıl için, bir yıl boyunca’ (< ıl ‘yıl’ + lıg) sözcüğü yıl ‘yıl’ sözcüğünün
sözbaşındaki y’sinin düşmüş biçimidir. ıl ‘yıl’ sözcüğüne + lık/g addan ad yapan
ekinin eklenmesiyle biçimlenmiş bir sözcüktür. Çağatayca sözlüklerde sözcüğün
kökü ıl ‘yıl, sene’ şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 57b; DTO: 125).

hoş turur virane’i teskin üçün likin ırak

yüz miŋ ıllık yol felekniŋ günbed-i minasıdın

(FK, 476: 6)

145
yene harezm şehga yazdı misal

bu ki harezmdin bir ıllık mal

(SS: 4478)

yılçılık ‘yıllık, yıl süresince’ (< yıl ‘yıl’+çı+lıg/k) sözcüğü yıl ‘yıl’ sözcüğüne +çı ve
+lıg addan ad yapan eklerinin eklenmesiyle biçimlenmiş bir sözcüktür. Çağatayca
sözlüklerde sözcük için yılçılık ‘bir yıllık süre için’ karşılığı verilmiştir (Seng. 352r6;
LÇ: 314a; DTO: 557).

Tarihi Türk dillerinde yılçılık sözcüğü yerine aynı anlamda yıllık sözcüğünün
kullanıldığı görülmektedir.

béyikrek istese miŋ yılçılık yol asandur

kaşıda çerhdın olmak bu tude-i gabra

(HBD, 2: 5)

fakrdın yüz yılçılık yol min yırak evvel delil

bu ki fakr ayinini özümge isnad éylerim

(BV, 425: 8)

Ek bu işleviyle de oldukça az örnekte görülmektedir. Ekin bu işlevde kullanıldığı


diğer örnekler şunlardır:

haftalıg ‘haftalık’ (< Ar. hafta ‘hafta, yedi günlük süre’ + Çağ. lıg) sözcüğü Ar.
hafta ‘hafta, yedi günlük süre’ sözcüğüne Çağ. lıg/k ekinin eklenmesiyle türemiş bir
biçimdir.

haftalıg yolnı barıban bir kün

yene bir ançanı yene bir tün

(SS: 2929)

taŋlalıg ‘yarınki, yarınlık’ (< taŋla ‘yarın’ + lıg) biçimi taŋla ‘yarın’ sözcüğüne +lıg
ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcüğün kökü Senglah’ta taŋla ‘ertesi
gün’ (Seng. 164r22) şeklinde açıklanmıştır. Lugat-ı Çağatay’da taŋlagı kün

146
tamlamasında ‘ferdası, yarınki, pegah, ati’ anlamında verilmiştir (LÇ: 104b).
Dictionnaire turk-oriental’de ise sözcüğün kökü taŋla ‘ertesi gün’ karşılığıyla
kaydedilmiştir (DTO: 207).

Räsänen taŋ ‘şafak, sabah’ şeklinde maddebaşı olarak verdiği sözcük altında Az.
dan-la, Çağ. taŋ-la ‘tan’ biçimlerini aktarmıştır (VEWT: 461). DTS’de sözcüğün
kökü taŋ ‘tan, seher’ şeklinde açıklanmıştır (DTS: 532). EDPT’de ise taŋ ‘tan, seher’
maddesi altında verilmiştir (EDPT: 516b).

bir éki kün zar köŋlümdin firakıŋnı kéter

zehr kim bérmiş bu künluk taŋlalık bimarga

(FK, 571: 4)

‘ömrniŋ bu kün taŋlalıgı mefhum émes

(MKb: 81b4)

yıllık/g ‘yıllık, yılda kalma’ (< yıl ‘yıl’ + lık/g) sözcüğü yıl ‘yıl’ sözcüğüne + lık/g
addan ad yapan eklerinin eklenmesiyle biçimlenmiş bir sözcüktür. Senglah’ta sözcük
için yıllık/g ‘bir yıllık süre için’ karşılığı verilmiştir (Seng. 352r6).

Sözcük Eski Uygurcadan beri Tarihi Türk dillerinde görülmektdir. Eski Uygurcada
yıllık ‘bir yıllık zaman’ (Şu. E: 9 [EDPT: 925a]); Harezm Türkçesinde yıllık ‘bir
yıllık süre, zaman’ (Nehc. 66/6); Eski Kıpçakçada yıllık ‘bir yıllık zaman aralığı’
(TZ: 35b4) biçimlerinde görülmektedir.

tarac étiben din ü takıp boynuma zünnar

yüz yıllık küffar hisabıga kéçürdi

(FK, 614: 3)

yıllık ‘ibadet érmiş ayagıŋga secdei

başın Nevayi almagusı ta yıl olmagay

(BV, 612: 7)

6. Ekin bazen bu işlevler dışında da sözcükler türettiği görülür:

147
aytmag/klıg/k ‘söyleme’ (< aytmag+lıg) biçimi ayt- ‘demek, söylemek’ eylemine
-mag/k eylemden ad yapan ve +lıg/k addan ad yapan eklerinin eklenmesiyle türemiş
bir biçimdir.

Teŋri buyursa bu sözlerni aytur miz bu yerde aytmaklıknı hem münasib kördük

(ŞTü, 48:10)

kim muhal érdi kaytmaglıg alar

şehleri terkin aytmaglıg alar

(SS: 1716)

Bu tür biçimler için şu örnekleri de verebiliriz:

azmaklıg ‘azma, yoldan çıkma’ (< azmak ‘azma’ + lıg) biçimi az- ‘azmak’ eylemine
-mag/k eylemden ad yapan ve +lıg/k addan ad yapan eklerinin eklenmesiyle türemiş
bir biçimdir.

bérmes aŋa agar tapınsa … ol tapınmak … ol dur yırak azmaklıg maksadın …

(ÇKT: 32b27)

yétmeklik ‘ulaşma, varma durumu’ (< yétmek ‘yetmek’ + lik) biçimi yét- ‘yetmek’
eylemine –mek eylemden ad yapan ve +lik addan ad yapan eklerinin eklenmesiyle
türemiş bir biçimdir.

yétmeklik érür müşkil maksadka nedin kim bar

köz hıyre vü tün tire at aksak u yol burtak

(BV, 320: 8)

Bu ek sık sık, -ġu/ -gü, -mak / -mek ve –mas/ -mes eylemden ad yapma eklerinden
sonra getirilir.

Bazen –çı / -çi (< -ça / -çe eşitlik eki) eki, kelime kök ve gövdesi ile –lık eki arasına,
mânâda hiçbir değişiklik yapmaksızın getirilir: niçe künçilik su ‘birkaç günlük su’,
iki üç ayçılık yol ‘iki üç aylık yol’, miŋ yılçılık / yıllık ‘bin yıllık’ vb.

148
2.11. Yokluk ve Olumsuzluk Anlamı Katan Ekler

Yokluk ve eksiklik bildirmek için +sXz eki kullanılır. Bu ek runik yazılı Türkçe
metinlerden beri kullanılagelen bir ektir. Orhon Türkçesi metinlerinde bu ekin
yokluk sıfatları türettiği görülür. Bu ek hakkında pek çok görüş bildirilmiştir. Otto
Böhtlingk +sXz ekinin –s + -z eklerine dayandığını ifade etmiştir. Vámbéry, eki süz-,
sız- ‘ayırmak’ anlamındaki eylemle ilişkilendirerek açıklamaya çalışmıştır
(Kononov, 1956, 148-149). Ramstedt ise yokluk bildiren +sIz ekinin –sar ekinden
çıktığı görüşündedir (Kononov, 1956, 148-149). W. Bang +sIz, +sUz ekinin benzer
teşkillere sahip u-z, yabız, sö-z, ö-z gibi eylemden ad yapım eki –z ile sı-z biçiminde
türetildiği ve daha sonra bu sözcüğün kalıplaşarak ekleştiğini belirtir (Bang, 1925-
1939, 53-56). Jean Deny, eki ‘1. Başka bir addan türeme adlar, 2. asıl türemeler ve
ilgeçler bahsinde’ inceler (Deny, 1941, 507-508, 881). Gabain, Eski Türkçenin
Grameri’nde yokluk bildiren +sIz ekinin +sır, +sir ekiyle karşılaştırılması gerektiğini
ifade eder (Gabain, 1941 (20003), 48). Baskakov ekin köken açılımını –sı- (-sa ekinin
bir çeşidi) + z biçiminde kurar (Kononov, 1956, 148-149). Kononov ise eki –sı- ve –z
eklerinin birleşiminden oluştuğunu belirtmektedir (Kononov, 1956, 148-149).

Tahir Nejat Gencan eki –siz ekiyle türemiş sıfatlar başlığı altında inceleyerek, eki –li
eki ile ile edatının olumsuzu olduğunu ifade eder (Gencan, 1979, 199). Nurettin Koç
bu ekin adlardan ödad yaptığını ‘bilgisiz, görgüsüz’ ve eylemlikten belirteç yaptığını
belirtir: ‘açmaksızın, vermeksizin’ (Koç, 1990, 99-100).

Marcel Erdal +sIz / +sUz ekinin +sıra/+sire ekiyle ilişkili olabileceğini belirtir
(Erdal, 1991, 137). Şinasi Tekin aslında yokluk bildiren +soz ekinin bazen çekim eki
olarak kullanıldığından behseder, ancak kökeniyle ilgili görüş bildirmez. Ayrıca
Tekin, Gabain gibi eklendiği adlara yokluk kavramı katan +sIrA < +siz+re (?) ekiyle
karşılaştırır (Tekin, Ş., 1992, 81-82).

Zeynep Korkmaz ekin Türkiye Türkçesinin gramer kitaplarında farklı şekillerde


adlandırıldığı ve işlendiğine dikkati çeker (Korkmaz, 1992, 173). Muharrem Ergin
+sIz, +sUz ekinin +lI, +lU ekinin menfisi olduğunu, adlardan hem sıfat hem ad
olarak kullanılan vasıf adları türettiğini, adlardan olumsuzluk ifade eden tek ekin bu
olduğunu belirtir (Ergin, 1993, 152). Banguoğlu, +sIz, +sUz eklerini ‘-siz sıfatları’
altında inceleyerek eski Türkçeden itibaren her ada gelebildiğini söyler. Ayrıca

149
‘Adlarda Çekim’ bahsinde +sIz, +sUz ekini kimsiz hali privatif (yokluk hali) olarak
değerlendirir (Banguoğlu, 1995, 201, 331).

Psyançin de bu eki –sı, si (3. tekil kişi iyelik eki) + -z (-r) (belirsizlik – çokluk eki)
eklerinin birleşmesinden doğan bir ek olarak düşünmektedir (Kuznetsov, 1995, 193-
259). Kuznetsov, -sız/-siz ekinin etimolojisini Divanü Lûgâti’t-Türk’teki yag sızdı
‘yağ eridi’ cümlesinin yardımıyla açıklamaya çalışır. Onun düşüncesine göre sız-
eylemi eski dönemlerde, henüz ekleşmeden, yağ, kar, buz, küç, tın vs. gibi eriyip yok
olan nesneler için kullanılırken, daha sonra sözcüğün ekleşmesiyle son sesini ve ön
sesini yitirmeden sız biçiminde kalmıştır (Kuznetsov, 1997, 193-259).

Karahanlı Türkçesi metinlerinde de bu ekle biçimlenmiş pek çok örnek bulmak


mümkündür. kutsuz ‘işleri ters giden adam’ (< kut ‘baht, kut’ + suz) (DLT I: 457;
DanKelly, 1985, 149), usuz ‘uykusuz’ (< u ‘uyku’ + suz) (DLT I: 122), ögsüz ‘ögsüz,
şaşkın’ (< ög ‘akıl, anlayış’ + süz). Bunun aslı ög’dür, akıl ve anlayış demektir.’
(DLT I: 96), vb.

Marcel Erdal’a göre, +sXz eki soyut adlar yapar, ör. sansız ‘sayısız’ (< san ‘sayı’ +
sız), vb. O, +sXz ekinin üç işlevi olduğunu ileri sürer: +sXz addan ad yapan bir ek,
zarf ve ad olarak kullanılır. İlk işleviyle daha çok görülür (Erdal, 1991, 131).

Bu ekin Çağataycada da kullanımı bir hayli yaygındır. Ek Çağataycada sözcüklere


eklenerek yokluk ve eksiklik bildiren farklı sözcükler türetir.

Çağatayca metinleri taradığımızda +sXz ekiyle biçimlenen şu biçimleri daha çok


görürüz.

alasız ‘hilesiz, içtenlikle, gönülden’ (< ala ‘hile’ + sız) sözcüğü ala ‘hile’ biçimine
+sız yokluk ekinin eklenmesiyle türemiş bir gövdedir. Sözcük kökü olan ala ‘hile’
Çağatayca sözlüklerde ‘renksiz kırmızı’ şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 49r23; DTO:
29).

ve alasız iman kéltürüŋ

(TEH: 708b5)

anasız ‘anasız’ (< ana ‘anne’ + sız) biçimi ana ‘anne’ köküne +sız yokluk ekinin
eklenmesiyle türemiş bir gövdedir. Sözcük kökü olan ana ‘anne’ Çağatayca
sözlüklerde ‘valide, mader’ şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 22a; DTO: 37).

150
kim télbe ki bar édi nevasız

çün boldı atasız u anasız

(LM: 3090)

arıgsız ‘temiz olmayan, kirli, kötü’ (< arıg ‘temiz’ + sız) sözcüğü arıg adına +sız
yokluk ekinin eklenmesiyle türemiş bir gövdedir. Sözcük kökü Senglah’ta arı ‘temiz,
pak’ (Seng. 37v12); arıg (Seng. 37v15); arık (Seng. 37v21) biçimlerinde verilmiştir.
Diğer Çağatayca sözlüklerde arıg/k ‘cedvel, hark, sa’if, zebun, düşgün, saf, pakize,
mabra, tahir’ açıklaması yapılmıştır (LÇ: 15b; DTO: 16).

DTS’de sözcük kökü arıg ‘temiz, saf, kirli olmayan’ şeklinde kaydedilmiştir (DTS:
52). Clauson ise sözcüğün kökünün arı- eyleminden geldiğini belirtmiş ve ‘temiz,
saf’ anlamını vermiştir (EDPT: 213b). Bkz. arıg.

kılur érdiler arıgsız işler va ol ként Sudum atlıg érdi mu’tafikatdın kim anıŋ ahlı
Lutga iştigal

(ÇKT: 27a05)

her neçe bolsa arıgsız çun arıglıg su ara

halt boldı mümkin érmes kalmag ol na-paklik

(FK, 727: 2)

asıksız ‘faydasız’ (< asık ‘fayda’ + sız) sözcüğü asık ‘fayda’ biçimine +sız yokluk
ekinin eklenmesiyle türemiş bir gövdedir. Sözcük kökü olan asık ‘fayda’ Senglah’ta
asıg ‘fayda, yarar’ şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 40v14). Sözcük Lugat-ı
Çağatay’da asıg ‘nefi, fayde, temettü, ticaret’ biçiminde verilmiştir (LÇ: 13b)
Sözcük Dictionnaire turk-oriental’de asıg ‘fayda, yarar’ şeklinde açıklanmıştır
(DTO: 21).

Räsänen asıg sözcüğünü ‘kâr, fayda’ şeklinde kaydetmiş, KB azık, OT asıg, Çağ.
asig, asik biçimlerini aktarmıştır (VEWT: 29). DTS’de asıg I maddesinde ‘yarar,
fayda’ şeklinde bir açıklama getirilmiştir (DTS: 60). Doerfer de sözcüğün Türkçeden
Moğolcaya, Moğolcadan da günümüz Türk Dillerinden bazılarına geçtiğini
aktarmıştır (TMEN II: 480). Sözcüğün kökü Clauson’da asıg ‘fayda, yarar’ şeklinde
151
açıklanmış, Türkçeden Moğolcaya aşiğ biçiminde geçtiği ifade edilmiştir (EDPT:
244b). Bkz. asıg.

Bu kök Çağatayca sözlüklerde g’li olarak asıg biçiminde geçmektedir, ancak


Dehname’de sözcüğün k’li olarak asık biçiminde yazıldığı görülmüştür. Çağataycada
sözcük sonundaki g, k, g, k damak ünsüzlerinin nöbetleştiği görülmektedir.
Metinlerde aynı sözcüğün bazen g’lı bazen de k’lı şekilde yazıldığı da görülür, bu da
damak ünsüzlerinin karışması özelliğini vurgulamaktadır, art ünlülü sözcüklerde bu
özellik yazımdan belli olduğundan k’li biçimi maddebaşı olarak aldık.

asıksız ‘ömri sevda kéçesi tég

kara künleri yelda kéçesi tég

(DN: 773)

ayagsız ‘ayaksız’ (< ayag ‘ayak’ + sız) sözcüğü ayag ‘ayak’ biçimine + sız yokluk
ekinin eklenmesiyle türemiş bir gövdedir. Sözcük kökü Çağatayca sözlüklerde
ayag/k ‘ayak, kadem, kıyam, pa’ şeklinde verilmiştir (LÇ: 45a; DTO: 90).

kefş-sizlikdin melul bolmagıl, ayagsızlarga bakıp şükr kıl

(MKb: 109a1)

érsiz ‘erkeksiz’ (< ér ‘adam’ + siz) sözcüğü er ‘adam’ biçimine +siz yokluk ekinin
eklenmesiyle türemiş bir gövdedir. Sözcük kökü olan ér/éren sözcüğü Senglah’ta
‘erkek; mec. özgür kimse’ şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 99r16) Sözcük diğer
Çağatayca sözlüklerde de ér ‘erkek, merd, irkişi, apuşka, alet, ruçuliyet’ şeklinde
açıklanmıştır (LÇ: 48a; DTO: 102).

alan koa atlı za‘ife érsiz üç émgel oglan tugurdı

(ŞTü, 48: 9)

éşiksiz ‘eşiksiz, kapısız’ (< éşik ‘eşik’ + siz) sözcüğü éşik ‘eşik’ biçimine + sız
yokluk ekinin eklenmesiyle türemiş bir gövdedir. Sözcüğün kökü olan éşik ‘eşik’
Çağatayca sözlüklerde ‘ev, yer; dergah, bargah, astane, kapunun taşru tarafı, dervaze’
şeklinde açıklanmıştır (Seng. 106v21; LÇ: 54a; DTO: 117).

152
Sözcük Eski Uygurcadan itibaren Tarihi Türk dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada éşik ‘eşik’ (TT VII: 12); DLT’de éşik ‘eşik’ (DLT I: 42); Harezm
Türkçesinde éşik ‘eşik’ (KutbHŞ: 52); Eski Kıpçakçada éşik ‘eşik,, yüksek eşik’
(KTS: 76) biçimlerinde yer almaktadır.

Doerfer sözcüğün Eski Türkçe biçimini *eşīk biçiminde vermiş ve Türkçeden


Farsçaya geçtiğini aktarmıştır (TMEN II: 646). Räsänen ise *eşik (< *elik) biçiminde
verdiği sözcüğün Tarihi ve günümüz Türk dillerindeki biçimlerini aktarmıştır
(VEWT: 51). DTS’de sözcük eşik ‘eşik; kapı’ şeklinde kaydedilmiştir (DTS: 185).
Clauson éşik ‘eşik’ biçiminde verdiği sözcüğün -ş- (-j-, -z-, vs.)’li çeşitli
versiyonlarla Kuzeydoğu Türk dillerinde yaşadığını ve bazen ‘kapı’ anlamına
geldiğini aktarır (EDPT: 260a).

‘akıbet kabr éşiksiz öyige çün kirgüŋ

imdi guya siŋe ni sud açuk dervaze

(BV, 527: 6)

biliksiz ‘bilgisiz’ (< bilig/k ‘bilgi’ + siz) sözcüğü bil- ‘bilmek’ eylemine eylemden ad
yapan -ig/k ve addan ad yapan +sız yokluk ekinin eklenmesiyle türemiş bir gövdedir.
Sözcüğün kökü Çağatayca sözlüklerde bilig ‘bilgi; ve mec. öğüt, ders, bekçilik, ilm,
daniş, fehm, maharet, dirayet, vukuf, ma’lumat, nişan, tamga’ anlamında verilmiştir
(Seng. 150r5; LÇ: 94a; DTO: 191). Bkz. bilig.

va alarnıŋ azrabı dék va ékinçidin tab‘a va mukallidları kim har biri alardın cidal
tarhını salur édi … biliksiz

(ÇKT: 32b2)

minsiz ‘bensiz’ (< min ‘ben’ + siz) sözcüğü 1. tekil kişi zamirine + sız yokluk ekinin
eklenmesiyle türemiş bir gövdedir.

sorsa kim gam bezmide minsiz tüzer mü bezm-i ‘ıyş

kan yaşımdın bade bagrımdın kebabımnı dégil

(BV, 369: 6)

153
dédi minsiz dünyide ne tép tirildiŋ éy Hüseyni

rast dérsiz yazugumdın kéçgin éy canım miniŋ

(HBD, 80: 5)

ogulsız ‘çocuksuz’ (< ogul ‘çocuk, oğul’ + sız) sözcüğü ogul ‘çocuk, oğul’
sözcüğüne + sız yokluk ekinin eklenmesiyle türemiş bir gövdedir. Sözcüğün kökü
Çağatayca sözlüklerde ogul ‘oğul’ şeklinde açıklanmıştır (Seng. 77r6; DTO: 68).

ogul sözcüğü Eski Türkçeden itibaren Tarihi Türk dillerinde bulunmaktadır. Irk
Bitig’de ogıl ‘oğul’ (IB: 15); Eski Uygurcada ogıl ‘oğul’ (Şu. E 7 [EDPT: 84a]), ogul
‘oğul’ (M I: 14, 12-14; TT I: 154); DLT’de ogul ‘oğul’ (DLT I: 74), KB’de ogul
‘oğul’ (KB: 110, 186, 187); Harezm Türkçesinde ogul ‘oğul’ (KutbHŞ: 114); Eski
Kıpçakçada ise ogul, ovul ‘oğul, evlat, erkek evlat’ (KTS: 203) biçimlerinde
görülmektedir. Sözcük günümüz Türkiye Türkçesinde de yaşamaktadır.

öz Parvardagarını va ayttı … ay meniŋ afridgarım koymagıl meni … yalguz ya‘ni


ogulsız kim mendin

(ÇKT: 29b6)

ve bu hatun andak ki zu‘afa resmidür ol birge hem ogulsuzlıg cihetidin ta’n kılurlar
érdi

(TEH: T707b)

otsız ‘ateşsiz, ateş olmaksızın’ (< ot ‘ateş’ + sız) sözcüğü sözcüğü ot ‘ateş’ sözcüğüne
+ sız yokluk ekinin eklenmesiyle türemiş bir gövdedir. Sözcüğün kökü Çağatayca
sözlüklerde ot ‘ateş için genel bir ifade’ şeklinde açıklanmıştır (Seng. 62r1; LÇ: 24a;
DTO: 41).

saltanatı vakti yétkeç Kudüs tagı müddetlerdür ki teskin tapıpdur, otsız kaynay
başlagay

(ÇKT: T709a9)

sansız ‘sayısız’ (< san ‘sayı’ + sız) sözcüğü san ‘sayı’ adına +sız yokluk ekinin
eklenmesiyle türemiş bir gövdedir. Bu biçim hakkında daha fazla bilgi için bkz. san.

154
ol Yeşmut’nı īmanga da‛vet kıldı érse, īman keltürmedi. Üç tün kün harbe kıldılar,
sansız tersa öldi, neçe Müselmanlar şehīd boldılar, otuz miŋ çerig kaldı

(NT, 47: 71)

bir namaznı kaza kılgan séksen cefa bi-şek tartkay

ne nedamet sansız ol kim anda yigey ahnı

(KUŞ, XVI: 7)

tikensiz ‘dikensiz’ (< tiken ‘diken’ + siz) sözcüğü tiken ‘diken’ biçimine +sız yokluk
ekinin eklenmesiyle türemiş bir gövdedir. Sözcük kökü olan tiken ‘diken’ Çağatayca
sözlüklerde tiken ‘diken, har, ha’il’ şeklinde açıklanmıştır (Seng. 198r23; LÇ: 134b;
DTO: 260). Bkz. tiken.

yüzinge zülfidür hayil rakibni la‘lıdın mani‘

yılansız tapmadım genc ü tikensiz körmedim hurma

(SD: 135)

ta hatıŋ çıkmay durur kılgıl vefa hattın rakam

kim bu gülşen gülleri bolmas tikensiz a yigit

(HBD, 23: 6)

yaragsız ‘silahsız’ (< yarag ‘silah’ + sız) sözcüğü yarag ‘silah’ sözcüğüne +sız
yokluk ekinin eklenmesiyle türemiş bir gövdedir. Bkz. yarag.

yaragsız cevr ü gam fikriŋ yırak hem

tama‘ ham u sin andın hamrak hem

(DN: 267)

yazuksız ‘günahsız’ (< yazuk ‘günah’ + sız) soyut biçimi Eski Türkçede yazok
biçiminde görülmüş bir sözcüktür. yazuk adına +sız yokluk ekinin eklenmesiyle
türemiş bir gövdedir. Bu biçim hakkında daha fazla bilgi için bkz. yazuk..

155
yazuksız öltürür ‘aşıknı hicran

meger sultan-ı huban bi-haberdür

(TN: 277)

yazuksız cürmsiz bi-dad éter faş

maŋa ol sürmesiz köz vermesiz kaş

(FK, 273: 1)

yolsız ‘yolsuz, doğru yolda olmayan’ (< yol ‘yol’ + sız) sözcüğünün kökeni
Çağatayca sözlüklerde yol ‘yol; mec. davranış yolu, sebil, tarik, rah, meslek, sırat’
şekillerinde açıklanmıştır (Seng. 345v13; LÇ: 307b; DTO:548).

kim tün ü kün olga-men refikıŋ

yolsız yügürürde hem tarikıŋ

(LM: 2236)

alar bu halni ma‘lum kılıp ittifak bile şehrleridin kaçıp il yolukur vehmidin yolsız
beyabanga tüşüp bir koyçıga uçrap koyçı dagı alarga koşulup koyçınıŋ iti hem
koşulup Rakim atlıg garga kirmişler

(TEH: T715b4-6)

Bu ekle biçimlenmiş diğer sözcükler şunlardır:

başsız ‘başsız, başıboş’ (< baş ‘baş’ + sız) [BN], ruhsız ‘cansız, ölü’ (< Ar. ruh ‘can’
+ Çağ. sız) [MKb] [LM] [SS] [TEH] [Sİ], susız ‘susuz’ (< su ‘su’ + sız) [BV] [FK]
[ŞN], uyatsız ‘utanmaz, ârsız’ (< uyat ‘utanç’ + sız) [KN], yüreksiz ‘yüreksiz,
korkak’ (< yürek ‘yürek’ + siz) [MKb], yüzsizlik ‘yüzsüz, utanmaz’ (< yüz ‘yüz’ +
siz+lik) [BV], vb.

Çağataycada bu ek Arapça, Farsça ve Moğolca sözcüklerin sonuna eklenerek yokluk


ve eksiklik bildiren yeni sözcükler türetir.

aªdasız ‘düşmansız’ (Ar. aªda ‘düşman’ + Çağ. sız) sözcüğü Ar. aªda ‘düşman’
sözcüğüne Çağ. +sız yokluk ekinin getirilmesiyle meydana gelmiş bir biçimdir.

156
‘alemde hergiz dostluk kiş düşmensiz bolmaydur ve ahbablık ademi a‘dasız tapılmay
durur

(TEH: M786b14)

ªadedsiz ‘sayısız’ (Ar. ªaded ‘sayı’ ve Çağ. +siz) sözcüğü Ar. ªaded ‘sayı’ sözcüğüne
Çağ. +sız yokluk ekinin getirilmesiyle meydana gelmiş bir biçimdir.

Huda’nıŋ hikmeti aytmakda korkmadı ildin

‘adular bolsa ‘adedsiz şeca‘at-i ibla‘

(HN, 97: 2)

bergsiz ‘yapraksız’ (Far. berg ‘yaprak’ + Çağ. siz) sözcüğü Far. berg ‘yaprak’
sözcüğüne Çağ. +sız yokluk ekinin getirilmesiyle meydana gelmiş bir biçimdir.

min ol bülbül ime siy gül-endam

ki bir dem bergsiz tapkay min aram

(DN: 339)

‘arızıŋnı bag ara çün kördi hayran boldı gül

bergsiz kaldı nedin kim bes perişan boldı gül

(BV, 393: 1)

kamsız ‘isteksiz, arzusuz’ (Far. kam ‘arzu, istek’ + Çağ. sız) sözcüğü Far. kam ‘arzu,
istek’ sözcüğüne Çağ. +sız yokluk ekinin getirilmesiyle meydana gelmiş bir biçimdir.

bolsa ‘alem kam-ranı kamsız ‘ömr ötkerür

kim ki bir şirin tekellümniŋ lebidin kamı yok

(HBD, 75: 6)

kamsız kamın éylemek hasıl

bi-nevalarnı éylemek hoş-dil

(SS: 887)

157
Şu örnekleri de sıralayabiliz:

ªamelsiz ‘işsiz, amelsiz’ (Ar. ªamel ‘iş, hareket, amel’ + Çağ. siz) [MKb] [KUŞ],
cansız ‘cansız’ (Far. can ‘can’ + Çağ. sız) [MKb] [BV] [LM] [HM] [GN] [HBD] [SS]
[GS] [DN] [ŞN], cılavsız ‘dolu dizgin’ (Far. cılav ‘ön, ileri; yular; gem’ + Çağ. sız)
[BN], dadsız ‘adaletsiz’ (Far. dad ‘adalet’ + Çağ. sız) [ÇKT], edebsiz ‘edebsiz’ (Ar.
edeb ‘edep’ + Çağ. siz) [SD], elemsiz ‘üzüntüsüz, kedersiz’ (Ar. elem ‘keder, üzüntü’
+ Çağ. siz) [MKb] [GS], kılavuzsız ‘klavuzsuz, rehbersiz’ (Far. kılavuz ‘klavuzi
rehber’ + Çağ. sız) [TEH], meşveresiz ‘danışmadan’ (Ar. meşvere ‘danışma’ + Çağ.
siz) [TEH], rengsiz ‘renksiz’ (Far. reng ‘renk’ + Çağ. sız) [BV] [HBD], vb.

Bu ekin bazen diğer bir addan ad yapım eki olan +lXg ekini alarak +sIz +lXg
biçiminde genişlediği görülür: edebsizlıg ‘edepsizlik’ (< Ar. edeb + siz ‘edepsiz’ +
lıg) [LD] [ÇKT], vefasızlıg ‘vefasızlık’ (< Ar. vefa + sız ‘vefasız’ + lıg) [BV] [FK]
[NN] [TEH] [DN] [Sİ] [AŞV], vb.

2.12. Ad Kökleriyle Aynı Karakteri Gösteren Sözcükler Türeten Ekler

2.12.1. +lXg

Bu ek Eski Türkçeden beri görülen en yaygın eklerden biridir. Çok kere -lık / -lik /
-luk / -lük ekiyle karıştırılır. Asıl olarak bulunma, âîtlik ve münâsebet ifâde eden
sıfatlar yapar.

Bang, eki il- ‘eklemek’ + eylemden ad yapan g ekinin birleşmesiyle oluştuğunu ileri
sürer (Bang, 1925-1934, 1240). Gabain, +l°g, +l°g ekinin bir şeyle techiz edilmiş
olmayı bildirdiğini ve genellikle sıfatlar yaptığını ifade etmekte ve Moğolcadaki +lik
biçiminin de “bir şeyle techiz edilmiş olan şey” anlamına geldiğine dikkat
çekmektedir (Gabain, 1941 (20003), 44).

Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de Kaşgari +lXg ile +lXk eklerini birbirinden
ayıran temel özelliğin ek sonundaki sert ya da yumuşak kaf sesleri olduğunu ifade
etmiştir. (DLT I: 510, 511, 512).

Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesinde +lXg ekiyle biçimlenmiş birçok sözcük


bulunmaktadır. alınlıg er ‘alnı geniş adam’ (< alın ‘alın’ + lıg) (DLT I: 148;
DanKelly, 1985, 7), alımlıg er ‘alacaklı adam’ (< alım ‘alacak’ +lıg) (DLT I: 148;
158
DanKelly, 1985, 7), belgülüg neŋ ‘belli nesne’ (< belgü ‘belirli’ +lüg) (DLT I: 528;
DanKelly, 1985, 70), bedizlig ew ‘süslü ev’ (< bediz ‘sü’ +lig) (DLT I: 507;
DanKelly, 1985, 69) vb.

Bu ek Çağataycada da geniş bir kullanıma sahiptir. Çağataycada da Eski Türkçe ve


Karahanlı Türkçesindeki gibi bu ek bulunma, âîtlik ve münâsebet ifâde eden sıfatlar
türetmektedir:

atlıg ‘adlı, ünlü, meşhur’ (< at ‘ad’ + lıg) sözcüğü at ‘ad, isim’ sözcüğüne + lıg
ekinin eklenmesiyle biçimlenmiş bir sözcüktür. Sözcük Çağatayca sözlüklerde
atlıg/atlık ‘adlı, meşhur, namdar, nevsum’ şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 30v22; LÇ:
5a; DTO: 5).

Sözcüğün kökü Räsänen’de *at ‘ad, itibar’ şeklinde kaydedilmiştir (VEWT: 30).
DTS’de atlıg I maddesinde ‘adlı, meşhur, namlı’ şeklinde açıklanmıştır (DTS: 67).
Clauson 1 atlıg (adlıg) şeklinde maddebaşı olarak verdiği sözcüğü 1 at ‘adlı’
kökünden getirmiştir ve sık sık özel ad ve unvan olarak kullanıldığı ifade etmiştir
(EDPT: 54b-55a).

saçıŋdın ‘anber érür köp uyatlık

kara kuldur saŋa bir ‘anber atlık

(DN: 448)

biyle çun red éylegendin soŋ yana éylep kabul

vali éylep ‘alem atlıg külbe-i ahzan ara

(FK, 3: 7)

başlıġ/k ‘başlı’ (< baş ‘baş’ + lıg/k) sözcüğü baş ‘baş’ özcüğüne + lıg ekinin
eklenmesiyle biçimlenmiş bir sözcüktür. Sözcük Çağatayca sözlüklerde başlıg ‘reis,
amir, serkende, kumandar; riyaset, başlı, tepeli, serdar’ şeklinde kaydedilmiştir (LÇ:
LÇ: 69b; DTO: 5).

Doerfer sözcüğün Moğolca, Arapça, Rusça, Çeremişçe ve bazı Kafkas ve Slav


dillerinde Türkçeden alıntı olarak bulunduğunu aktarmış ve sözcüğün başlıġ/k < baş
+ lıg/k biçiminde geliştiğini belirtmiştir (TMEN II: 701).

159
Fulad Çiŋsaŋ Bahadur başlık ol cema‘at

(ŞTü, 35: 12)

ol kühen deyr gedayi başlıg

ya‘ni aşüfte Nevayi başlıg

(FK, 689: 453)

canlıg ‘canlı’ (< Far. can ‘can’ + Çağ. lıg) sözcüğü Far. can ‘can’ sözcüğüne Çağ.
+lıg ekinin eklenmesiyle biçimlenmiş bir sözcüktür.

dédiŋ Nevayi eger vasl tapsa öldüreyin

firakıŋ içre güman éylediŋ anı canlıg

(BV, 301: 7)

éy visaliŋ haste köŋlüm merhemi aram-ı can

olmadım hicran ilindin min katık canlık yaman

(HBD, 115: 1)

edeblıg ‘edepli’ (< Ar. edeb ‘edep’ + Çağ. lıg) sözcüğü Ar. edeb ‘edep, iyi terbiye,
zariflik, naziklik’ sözcüğüne Çağ. +lıg ekinin eklenmesiyle biçimlenmiş bir
sözcüktür. Ek sözcüğe aitlik anlamı katmıştır.

bisyar edeblik ve ‘akıl kişi érdi

(ŞTe: 69a10)

kayġuluġ ‘kaygılı, üzüntülü’ (< kayġu (ET kadgu) ‘kaygu’+ luġ) sözcüğü Çağatayca
sözlüklerde kayguluk ‘mükedder; gamnak, mahzun’ şeklinde kaydedilmiştir (LÇ:
226a; DTO: 415). Sözcüğün kökü ise kaygu/kayku ‘(kaygı), gam, keder, fikr-i
endişe, kasavet’ şeklinde açıklanmıştır (Seng. 281v6; DTO: 415).

Räsänen’de *kad maddesi altında verilen sözcük ET, Uyg. OT kadgu ‘endişe, keder’,
Çağ. Kaz. kaygu, Osm. kay-gı biçimlerinde aktarılmıştır (VEWT: 217). DTS’de
kadgu ‘kaygı, keder, üzüntü’ şeklinde açıklanmıştır, sözcüğün kökü ile ilgili bir
açıklama verilmemiştir (DTS: 402). Clauson sözcüğü kadgu ‘kaygı, üzüntü,

160
gerginlik’ şeklinde açıklamış belki de kad- ‘tipiden ölmek’ eyleminden türemiş
olabileceğini belirtmiştir, ancak semantik ilişkinin pek zayıf olduğunu da eklemiştir
(EDPT: 598b-599a).

maliknı ‘arzıga tégürdi va paygambarnıŋ mubarak köŋli andın köp kayguluk boldı
ve Hak ta‛ala Rasul salla’llahu ‘alayhi va salam ‘atır-ı

(ÇKT: 38a09)

hüsn étiptür éy musavvir tartıban bir hurfe şekl

kayguluk köŋlümni ol suret bile gahi avut

(NN, 128: 5)

uyatlıg ‘utangaç, mahçup’ (< uyat ‘utanç’ + lıg) sözcüğü uyat ‘utanç’ özcüğüne + lıg
ekinin eklenmesiyle biçimlenmiş bir sözcüktür. Sözcüğün kökü Çağatayca
sözlüklerde uyat ‘utanç; kabahat, ayıp, haya, hicab, şerm, kabahat’ şeklinde
kaydedilmiştir (Seng. 92r22; LÇ: 43a; DTO: 85).

Räsänen’de *uya biçiminde maddebaşı olarak verilen sözcük OT uya-d ‘utanmak’,


uya-l; Uyg., Çağ., uya-t, Soy. ıya-d, SUyg. yovat, joat, juat, Kaz. oyal, Yak. sat (<
*yat, *uyat) biçimlerinde aktarılmıştır (VEWT: 511). Clauson uyat ‘utanç, kabahat,
ayıp’ şeklinde açıkladığı sözcüğün uvut ile eşanlamlı olduğu ve ikilemede
kullanıldığını belirtir; ayrıca sözcüğü uyad- ve uyal- ile ilişkili görür, ancak
biçimbilgisi bakımından sözcüğün kökü tam olarak açık değildir, muhtemelen
uyad’dan -t ile türemiş olabileceğini ifade eder (EDPT: 268a).

deşt bolgay lale-zarıdın uyatlıg hicr ara

munça kanlıg dag ile cism-i nizarımnı désem

(HBD, 103: 2)

vaslıda ansız tirigligdin uyatlıg men velìk


mende yok taksir ecel bu işde ihmal éylemiş

(NN, 440: 7)

Bu ek adlara, sık sık, bir vasıflandırıcı olarak getirilir: arslan yüreklig ‘arslan
yürekli’, bülend boylug ‘uzun boylu’, katık sözlük ‘katı sözlü’, kongar sakallıg ‘kızıl

161
sakallı’, savug yüzlüg ‘soğuk yüzlü’, yahşı şekillig ‘güzel şekilli, iyi görünüşlü’
yaramas etvarlıg ‘kötü davranışlı’ vb.

Bu ek ayrıca Arapça, Farsça ve Moğolca kökenli sözcüklere de gelerek vasıflandırıcı


sözcükler türetir:

ªadaletlig ‘adaletli’ (< Ar. ªadalet ‘adalet’ + Çağ. lig) [KUŞ], ªahdlıg ‘yeminli, ahdlı’
(Ar. ªahd ‘yemin, ahd’ + Çağ. lıg) [TEH], ªamellıg ‘amelli, dini emirleri yerine
getiren’ (Far. ªamel ‘amel, iş’ + Çağ. lıg) [HA], armanlıg ‘özlemli, istekli’ (Far.
arman ‘özlem, istek’ + Çağ. lıg) [BV] [ŞN], asarlıg ‘eserli’ (< Ar. ªasar ‘eser’ + Çağ.
lıg) [FK] [TEH], ªazalıg/k ‘sabırlı, matemli, yaslı’ (< Ar. ªaza ‘sabır, matemi yas’ +
Çağ. lıg) [LM], bedenlig ‘bedenli’ (< Far. beden ‘beden’ + Çağ. lig) [AD], belalıg
‘belalı’ (< Ar. bela ‘bela’ + Çağ. lıg) [BV] [FK] [BabD] [HBD] [NŞ] [FŞ] [GS]
[ME] [BHD], cebinlıg, cebinlik ‘alınlı’ (< Ar. cebin ‘alın’ + Çağ. lik) [LT] [NN]
[DN], cerahatlıg ‘irinli, cerahatlı’ (< Ar. cerahat ‘cerahat’ + Çağ. lıg) [BV] [FK]
[HBD] [FŞ] [NN], cevahirlıg ‘cevherli, elmaslı’ (< Ar. cevahir ‘cevher, elmas’ +
Çağ. lıg) [MKb] [HBD], çiraylıg ‘yüzlü, çehreli, şekilli’ (< Moğ. çıray ‘yüz, çehre’ +
Çağ. lıg) [M] [KN] [Sİ], vb.

Ekin önlük-artlık uyumuna bağlı olmadığı görülmektedir. Bu durum şu örneklerde


açıkça görülmektedir: ageh + lıg [MKb] [FK], alude + lıg [MKb] [BabD] [NŞ]
[GS], vb.

Ancak ek düzlük-yuvarlaklık uyumuna genelde uymaktadır, ancak bazı istisnalar


görülmektedir : pertev + lug [Sİ], husrev + lug [Sİ], vb.

2.12.2. +dXŋ

+dXŋ eki eski, uzun süre kullanılmamış ve yalnızca izlerine rastlayabildiğimiz bir
ektir. Marcel Erdal bütün +dXŋ’lı sözcüklerin tek heceli temelden geldiğini ifade
eder (Erdal, 1991, 155-156).

Karahanlı Türkçesinde çok az sözcükte bu ekin kullanıldığını görüyoruz: aydıŋ


‘aydın, ay ışığı’ (< ay ‘ay (gök cismi)’ + dıŋ) (DLT I: 117; DanKelly, 1985, 17),
izdeŋ ‘balık avlanan bir çeşit ağ’ (< iz ‘iz’ + deŋ) (DLT I: 116; DanKelly, 1985, 38),
uldaŋ ‘mestin altı’ (< ul ‘mest’ + daŋ) (DLT I: 116; DanKelly, 1985, 53), vb.
162
Çağataycada da bu ekin çok az örneğini buluruz. Ancak Çağataycadaki örneklerde
ekin sonunda nazal ŋ normal n’ye dönmüştür.

aydın: Çağatayca metinlerde rastladığımız nadir örneklerden biri aydın ‘aydınlık’ (<
ay ‘ay’ +dın) sözcüğüdür.

Sözcük Karahanlı Türkçesinden itibaren Tarihi Türk dillerinde görülmektedir.


DLT’de aydıŋ ‘ay ışığı’ (DLT I: 117; DanKelly, 1985, 17); Harezm Türkçesinde
aydıŋ ‘ay ışığı’ (KutbHŞ: 6); Eski Kıpçakçada ise aydın ‘ışık, aydınlık, parlak; ay
ışığı’ (KTS: 17) biçimlerinde sözcük yer almaktadır.

Räsänen ay maddesinde verdiği sözcüğün aydıŋ < *ay-taŋ biçiminde geliştiğini ifade
etmiş ve sözcüğün genel anlamından farklı olarak Osmanlıcada ‘cehennem’
anlamıyla geçtiğini de belirtmiştir (VEWT: 10). Diğer etimolojik sözlüklerde ay ‘ay
(gök cismi)’ köküne bağlanan sözcük için kaynaklarda ‘ay ışığı, ışık, aydınlık,
parlak’ anlamı verilmiştir (DTS: 28; EDPT: 268b; UW: 299b).

yüzüm birlen saçımnı itiben bad

boluban kéçelerde aydın şad

(DN: 517)

éylediŋ aynı ‘alem-efruz

boldı aydın kéçe andak kim ruz

(ŞN1: 86)

otun ‘odun’ (< *ot ‘ateş’ + duŋ) sözcüğü bu ekle biçimlenmiş bir diğer sözcüktür.

DTS’te gördüğümüz otuŋ sözcüğü için ‘drova, toplivo (odun, yakacak)’ karşılığı
verilmiştir (DTS: 374). EDPT’de bulunan otuŋ (odduŋ) maddesinde sözcüğün bir ot
adından türediği belirtilmiş, sözcüğün Azericede ve Osmanlıcada odun biçimini
aldığı bildirilmiştir. Yapıtta sözcük için ‘odun’ karşılığı verilmiştir (EDPT: 60b).
DanKelly’de ōt (ateş) maddesi altında yer alan sözcüğe ‘odun’ karşılığı verilmiştir
(DanKelly, 1985, 43). Marcel Erdal otuŋ ‘odun’ sözcüğünün *ot + duŋ biçiminin
basitleşmesinden geldiğini ifade etmiştir. Yani otuŋ ‘odun’ sözcüğünü de bu ekle
biçimlenen sözcükler arasına katmıştır (Erdal, 1991, 156). TES’te ‘yakılmak için
kesilmiş, parçalanmış ağaç’ biçiminde tanımlanan sözcüğün eski dönemlerden

163
başlayarak kullanıldığı, yaygın bir inanca göre ōt adına eklenen –(u)ŋ ekiyle türediği
belirtilmiştir (TES: 304).

odun sözcüğü SDD’de yalnız olarak yer almazken odun koru birleşik yapısı
bulunmaktadır (SDD, 3: 1083). Sözcük, DS’de oduneşşe, odunkoru yapılarıyla
karşımıza çıkmaktadır (DS, IX: 3264) Sözcük, TS’de ‘1. yakılmak için kesilmiş,
parçalanmış ağaç, 2. mec. anlayışsız ve kaba (kimse)’ biçiminde tanımlanmıştır (TS:
1490). Sözcük, anlam genişlemesine uğrayarak günümüze ulaşmıştır.

yaktı köŋgüli şahım şevk otınıŋ otunu

yétti felekke yétti ahım bile tütüni

(ŞHD: 174a1)

‘acab yok aksa érip magz-ı üstühvanım kim

otun süŋekler érür şu‘le-i nihanım ara

(BV, 21: 5)

va bir ayga yakın otun yıgışturup anı toldurdılar va köp yag otunga koyup aŋa
urdılar va İbrahimnı

(ÇKT: 26a22)

2.12.3. +sOk

Gabain bu ekin *+su ve –k eklerinini birleşiminden meydana gelmiş olabileceğini


belirtmiştir. Ayrıca o bu ekin seyrek olarak bulunan +suş eki ile karşılaştırılması
gerektiğini de ifade etmiştir (Gabain, 1941 (20003), 45). Marcel Erdal bu ekin ad
tabanlarından kolaylıkla ayrılabildiğini söylemekte ve bu ekin taŋsok gibi adlar
türeten +sOk, anatomi, vücut terimleri yapan +sOk ve belli eylem biçimlerine
eklenen +sOk olmak üzere üç işlevini vermektedir (Erdal, 1991, 158).

Ekin Karahanlı Türkçesi metinlerinde sınırlı sayıda sözcükte bulunduğu


görülmektedir. Karahanlı Türkçesinde genellikle nesne adları türetmiştir: sıŋarsuk
‘iki kişi ata bindiğinde ikincinin oturduğu yer’ (< sıŋar ‘kenar, köşe, taraf’ + suk)
(DLT III: 388; DanKelly, 1985, 163), taŋsuk neŋ ‘şaşılacak şey’ (< taŋ ‘tuhaf,
acayip’+ suk) (DLT III: 382; DanKelly, 1985, 177).

164
Ekin Çağataycadaki kullanımı da bir hayli sınırlıdır. Çağatayca genelde nesne adları
olan yeni gövdeler türetmiştir:

taŋsug/ k ‘mükemmel, tuhaf’ (< taŋ ‘tuhaf, acayip’ + sug/k) sözcüğü bu ekle türemiş
bir addır. Sözcük Çağatayca sözlüklerde taŋsug/taŋsuk ‘nadir bir şey, mükemmel ve
garip, tenzu-yı hatayi, ‘acib, armagan, hediye, nadide yad-gar, tansuh’ şeklinde
açıklanmıştır (Seng. 164r14; LÇ: 104a; DTO: 206).

Doerfer sözcüğün Türkçeden Moğolcaya, Moğolcadan da Mançucaya geçtiğini ifade


etmiştir. Bunun yanında o, sözcüğün Arapça ve Balkan dillerine (Rumca vb.) de
geçtiğini aktarmıştır (TMEN II: 964). Räsänen taŋ-suk biçiminde verdiği sözcüğü
‘acayip, garip’ şeklinde açıklamıştır (VEWT: 461). DTS’de taŋsuk ‘acayip, tuhaf’
şeklinde açıklanmıştır (DTS: 533). Sözcük Clauson’da taŋ ‘mükemmel, nadir’
köküne dayandırılmış, Doerfer’e dayandırılarak Moğolca ve Farsça ve diğer dillerde
alıntılandığından bahsedilmiştir (EDPT: 525b).

Sözcük Eski Uygur Türkçesinden itibaren Tarihi ve günümüz Türk dillerinde


görülmektedir. DLT’de taŋsuk ‘şaşılacak şey, acayip nesne, Nefisliği nedeniyle bir
adamın arasıra bulabildiği yemek için taŋsuk aş denir’ şeklinde açıklanmıştır (DLT
III: 382). Harezm Türkçesinde kamug taŋsukları ‘bütün garip şeyler’; taŋsuk Adam
‘mükemmel insan’ ifadelerinde rastlanır (Rabg. 5v5; 68v2) Kıpçakçada da taŋsuk,
dansuk, taŋsık, tansuk biçimlerinde ve ‘acayip şaşılacak şey, fevkalade, nadir
bulunan’ anlamıyla görülmektedir (KTS: 262). Osmanlıcada sözcüğe taŋsuk
‘mükemmel, nadir; nadirlik’ anlamlarıyla rastlanmaktadır (TTS I: 179; TTS II: 260;
TTS III: 667; TTS IV: 738).

Sözcüğe günümüz Türk dillerinden bazılarında da rastlanmaktadır. Yak. toŋsuk,


tomsuk; Çuv. tələn, töl-len; Kaz., Tel., taŋ-urka; Balk. tan-suk, vb. (VEWT: 461).

siniŋki zülf ü haliŋdin Hotandın müşg-sa dérler

kaşıŋla saçlarıŋ cana zihi tansuk mu‛abberdür

(ŞHD: 39b10)

Ekin Çağataycada ilk işlevi dışında örneğine rastlanmamıştır.

165
2.12.4. +(A)ŋ

Çok sözcük türeten eklerden biri değildir. Genel olarak ad ve sıfatlara gelerek
eklendiği sözcükle anlam ilgisi bulunan yeni ad ve sıfatlar türetir. Eski Türkçede de
çok seyrek rastlanır.

Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de az sayıda örnek bulunmaktadır: kölüŋ ‘su


birikintisi’ (< köl ‘göl’ + üŋ) (DLT III: 372; DanKelly, 1985, 108), yeliŋ ‘yeli çok
olan yer’ (< yel ‘yel’ +iŋ) (DLT III: 373; DanKelly, 1985, 221), vb.

Çağataycada ad ve sıfatlara gelerek ad ve sıfatlarla anlam ilgisi bulunan yeni ad ve


sıfatlar türetmiştir. Kullanımı Çağatayca oldukça sınırlıdır. Çağatayca metinlerde
yalnızca şu sözcükte rastladık:

ürüŋ ‘parlak, ak, beyaz’ (< *hür + üŋ; krş. Hlç. ür ‘tan, şafak’) (Tekin, 1994a, 55;
Tekin, 1995, 170), ayrıca bkz. DLT yürüŋ ‘beyaz’ < *ürüŋ, Hlç. hürün, hirin; krş.
Moğ. ür ‘şafak, tan’.

Sözcük Senglah’ta ‘parlak, beyaz, açık hava’ anlamıyla görülmektedir (Seng. 53v1).

Eski Uygurcadan beri sözcüğü Tarihi Türk dillerinde görmekteyiz. Orhon


Yazıtlarında ürüŋ ‘beyaz’ (Toŋ: 48); Eski Uygurcada yürüŋ ‘beyaz’ (M III: 30; TT
V: 4), ürüŋ ‘beyaz’ (M I: 22); DLT’de ürüŋ ‘beyaz’ (DLT I: 134), KB’de ürüŋ
‘beyaz’ (KB: 84); Eski Kıpçakçada ürün ‘süt’ (KTS: 298) biçimlerinde yer
almaktadır.

amma kéldük kim İshak Bab’nıŋ vakf kılgan yerleri ve suları: Ol iminlik ürüŋ
sogannıŋ éski kend arıgını açkan, hisarını yıggan, adīne mescidni bina kılgan İshak
Bab rahmetul’lahi ‘aleyhi turur

(NT, 53: 118-120)

2.12.5. +AgU, +AŋU ve +gU

Bu ekler genelde vücudun belirli kısımlarını karakterize etmek için kullanılmışlardır.


Bu eklerle türemiş biçimler asıl sözcüğün kök ya da gövdesiyle ilgilidir.

Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesi metinlerinde bu eklerle türeyen biçimler için şu


örnekler verilebilir:

166
karnagu ‘koca karınlı’ (< kar(ı)n ‘karın’ +agu) (DLT I: 491; DanKelly, 1985, 129),
seŋregü ‘kendisinde engi hastalığı bulunan at. Burnundan irin gibi sümük akar. Her
zaman burnundan sümük akan çocuğa bu ifade ile sövülür.’ (< seŋ(i)r ‘engi hastalığı’
+ egü) (DLT III: 387; DanKelly, 1985, 159), bagragu ‘saldırgan’ (< bagragu+r- <
bagır ‘karaciğer’ + agu) (KB: 6369) (Erdal, 1991, 162).

Çağataycada +AgU ve +AŋU ekleriyle türeyen sözcük sayısı bir hayli azdır. Bu
sözcüklerden biri içegü sözcüğüdür.

içegü ‘bağırsak’ ( < iç ‘iç’ + egü) sözcüğü +AgU ekiyle türemiş bir sözcüktür.
Sözcük Çağatayca sözlüklerden Dictionnaire turk-oriental’de içegü ‘içme eylemi,
tat, bağırsak’ şeklinde kaydedilmiştir (DTO: 99).

DTS’de içegü ‘bağırsaklar’ karşılığı verilmiştir (DTS: 201). Clauson sözcüğü iç


adından -egü topluluk ekiyle türetmiştir ve ‘bağırsaklar’ anlamını vermiştir. (EDPT:
233b).

Eski Uygur metinlerinden beri görülen sözcük DLT’de içegü ‘kaburga kemiklerinin
iç tarafında bulunan şeylerin adı, içirik’ şeklinde açıklanmıştır (DLT I: 137). Kıpçak
Türkçesinde içegi ve içegü biçimlerinde ve ‘kaburga kemiklerinin içinde bulunan
beyazımsı sıvı’ anlamıyla geçmektedir (KTS: 105). Sözlük Osmalıcada da içegü
‘bağırsaklar’ şeklinde kaydedilmiştir (TTS II: 514; IV: 407).

... avvalca alarnıŋ kursagıda bolgay içegüler ve haşalardın ... va éritür alarnıŋ
térilerini

(ÇKT: 33b25)

+AŋU biçimi şu örnekte görülmektedir:

karaŋgu ‘karanlık’ (< kara ‘kara, siyah’ + ŋgu) sözcüğü de +AŋU ekiyle türemiş bir
biçimdir. Bu sözcüğün kara ‘siyah, kara’ sözcüğü ile ilişkili olduğu açıktır.

Sözcük Eski Uygurcada karaŋku ‘karanlık’ (Suv. 101/16); DLT’de karaŋgu


‘karanlık’ (DLT III: 388; DanKelly, 1985, 129), KB’de karaŋku ‘karanlık’ (KB: 35,
288); Harezm Türkçesinde karaŋgu ‘karanlık’ (KutbHŞ: 131); Eski Kıpçakçada ise
karaŋgu, karaŋgı, karagı, karanı, karaŋu ‘karanlık’ (KTS: 127); Osmanlıcada ise
karaŋu/karaŋuluk ‘karanlık’ (TTS I: 417; TTS II: 585; TTS III: 419; TTS IV: 471)
biçimlerinde görülmektedir.

167
Radloff sözcüğün karaŋgı (Wb II: 153), karaŋgu, karangu (Wb II: 154) biçimlerinde
tespit etmiştir. Räsänen ise sözcüğün şu biçimlerini tespit etmiştir: Uyg. OT, Çağ.,
Tar. karaŋgu ‘karanlık’, Kaz. karaŋgı, Yak. harana ‘karanlık’ (VEWT: 236-237).

kéçeler zülf ü ‘izarıŋ vasfıda fikr éylesem

her karaŋgu tünde yüz şem‛-i hidayettür maŋa

(LD: 191)

ol kün-ki, Duylı Kayı Han öldi érse bizniŋ yurtumıznı tuman tutup karangu boldı

(ŞTe: 86b17)

+gU eki Çağataycada genelde nitelik adları türetmek için kullanılmıştır. Çağataycada
bu ekin de kullanım alanı geniş değildir. Bu eke şu sözcüklerde rastlarız:

Bu ek bélgü ‘işaret, iz’ (< *bél + gü) sözcüğünde ayırıcı karakter özelliği belirten ad
türetmiştir. Sözcük Senglah’ta bélgü ‘damga, nişan, alamet; bir okçuluk hedefi;
şiirsel mecaz’ şeklinde verilmiştir (Seng. 149v18).

Sözcük DLT’de belgü ‘iz, işaret’ anlamıyla yer almaktadır (DLT I: 427; DanKelly,
1985, 70); Harezm Türkçesinde de belgü ‘iz, işaret’ biçiminde geçmektedir (KutbHŞ.
27). Eski Kıpçakçada ise belgü ‘zahir, aşikar, belli’ (KTS: 27) şeklinde
kaydedilmiştir.

Doerfer, ET ve OT’deki belgü biçiminin Ana Türkçe *bälgö biçiminden geldiğini ve


Moğolcaya da geçtiğini ifade etmiştir (TMEN I: 96). Räsänen sözcüğü bel
maddesinde bel-gü biçiminde vermiş ve ‘iz, işaret’ şeklinde anlamlandırmıştır. O,
sözcüğün Moğolcaya belge biçiminde geçtiğini aktarmıştır (VEWT: 69). DTS’de
sözcük belgü ‘iz, işaret’ şeklinde kaydedilmiştir (DTS: 93). Sözcük EDPT’de belgü
‘iz, işaret, genelde soyut anlamda, ara sıra somut anlamdadır’ şeklinde açıklanmıştır.
Clauson sözcüğün Moğolcaya belge biçiminde geçtiğini Doerfer ve Haenisch’ten
aktarmıştır (EDPT: 340a).

ol tügen kim télberep étken köŋülge urmadım

kay sarı barsa ol aynıŋ kullugıda bélgüdür

(NN, 299: 4)

168
men Geda isbat étey kim ay saŋa kul dur, begim

uşmunak heç gaybat érmes yüzide bélgüleri

(GD, 225: 5)

edgü ‘iyi’ (< ed ‘mal, davar’ + gü) sözcüğü de bu ekle biçimlenmiş sözcüklerden
biridir. Eski Türkçeden beri görülen bu sözcük Çağataycada eskicil bir öğe olarak
kalmıştır. Sözcük bu biçimiyle yalnızca Lütfi Divanında yer almaktadır. Normalde
sözcüğün eyü biçiminde görülmesi beklenirdi, yalnız Lütfi Divanında sözcük eskicil
biçimiyle bulunmaktadır.

Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de edgü ‘bir şeyin iyisi iyi’ şeklinde
açıklanmıştır (DLT I 114; DanKelly, 1985, 19). Harezm Türkçesinde édgü biçiminde
görülmektedir (Rabg. 6r4, 14v10); ayrıca Harezm Türkçesinde eygü biçimine de
rastlanmaktadır (MNa: 39 [EDPT: 51b]). Eski Kıpçakçada edgü, egi, eygi, eygü, eyi,
igi, izgü biçimlerinde kaydedilmiştir (KTS: 78). Osmanlıcada da eygü (TTS I: 287;
eyü TTS I: 290; TTS III: 278; TTS IV: 322; eyi (TTS III: 275); iyi (?éyi) (TTS I:
396); iyü (?éyü) (TTS IV: 447) biçimlerinde yer almaktadır.

Bang sözcüğü *ed- ‘etmek, yapmak’ eyleminden –gu/-gü eki ile türeyen bir biçim
olarak ifade etmiştir (Bang, 1918 [UW: 338b]). Räsänen, Eski Türkçe ve Eski
Uygurcada edgü ‘iyi’, OT edgü, Çağ. izgü, eyü, Kaz. izgə, Osm. eyi, Yak. ütüö, ötüö
biçimlerini aktarır. Sözcüğün etimolojisi hakkında bir şey söylemeyen Räsänen
sözcüğün Moğolca dengini edege, edge biçiminde vermiştir (VEWT: 36). DTS’de
edgü ‘iyi’ karşılığı verilmiştir (DTS: 164). Clauson sözcüğü ‘iyi, ahlaki olarak iyi;
nicelik olarak iyi’ şeklinde anlamlandırmış ve tarihi Türk dillerindeki biçimlerini
vermiştir. Ayrıca sözcüğün günümüz Türk dillerinde ezgi, izgi, eyi, iyi biçimlerinde
yaşadığını da ifade etmiştir (EDPT: 51b) Hamilton, Erdal ve Kaçalin sözcüğün
+gu/+gü ekiyle ed adından türemiş bir biçim olduğunu ifade etmişlerdir (Hamilton,
1971, 101; Erdal, 1991, 494; Kaçalin, 2006, 314).

edgü turur érte yüzüŋe bakkalı falım

bihrak érür alma sakakıŋ körgeli halım

(LD: 1124)

169
tabi‘attın çıkardım nazm-ı bisyar

ajunda bulmadım edgü haridar

(HLN: 54)

+gU eki şu sözcükte sözcüğün kök anlamının etkin olduğu somut bir alet adı
türetmiştir.

közgü ‘ayna’ (< köz ‘göz’ + gü) sözcüğü de +gU ekiyle türemiş bir başka gövdedir.
Sözcüğün köz ‘göz’ sözcüğüyle ilişkili olduğu açıktır. Senglah’ta g’li olarak gözgü
‘ayna’ biçiminde kaydedilmiştir (Seng. 306v5). Dictionnaire turk-oriental’de ise
közgü ‘ayna’ anlamında verilmiştir (DTO: 469).

DLT’de sözcük közŋü ‘bir ayna’ şeklinde açıklanmıştır (DLT III: 379; DanKelly,
1985, 112). Harezm Türkçesinde sözcük közgü ‘ayna’ (KutbHŞ. 109) biçiminde yer
almaktadır. Eski Kıpçakçada ise sözcüğe közgi, közgü, köznü, közügü, küzgü
biçimlerinde rastlanmaktadır (KTS: 161). Sözcük Osmanlıcada da gözgü (gözigü,
gözügü), gözüŋü ‘ayna’ biçimlerinde yer almaktadır (TTS I: 331; TTS II: 464; TTS
III: 319; TTS IV: 364).

Räsänen sözcüğü köz-gü ‘ayna’ şeklinde açıklamıştır (VEWT: 295). DTS’de közüŋü
maddesinde ‘ayna’ şeklinde kaydedilmiştir (DTS: 321). Clauson sözcüğü közŋü (g-)
biçiminde maddebaşı olarak vermiş ve közün- eyleminden getirmiştir (EDPT: 761a).
Sözcük günümüzde yaşadığı ses değişimleriyle gözgü biçimi almıştır.

min yıraktın can bérür min takatım yok bakkalı

yüz katık közgü kim bolmış sin aynıŋ hem-demi

(LD: 1837)

zerre yaŋlıg ‘ayb émes köŋlümde tüşse ıztırab

mihr-i ruhsarıga çün her lahza közgüdür hicab

(HBD, 13: 1)

2.12.6. +gAy

+gAy addan ad yapan eki insanla ilgili niteleme sıfatları türetir. Ayrıca bazen yön
belirten sözcükler de türettiği görülmektedir.
170
Bu ek Karahanlı Türkçesi metinlerinde sınırlı da olsa görülür. özgey ‘sadık, vefalı’ (<
öz ‘kendi’ + gey) (KB: 2237, 2571, 2767), küçgey ‘şiddet, zulüm’ (< küç ‘güç’ +
gey) (KB: 814, 2030, 2031).

Karahanlı Türkçesi gibi Çağataycada da bu ek sınırlı sayıda sözcük türetir.


Çağataycada nitelik sıfatları türetmiştir. Çağatayca metinleri taradığımızda şu
örneklere rastladık:

oŋay ‘ucuz; kolay’ ( < oŋ ‘sağ, sağ taraf’ + gay) sözcüğü bu ekle biçimlenmiş nadir
sözcüklerden biridir. Sözcüğe yalnızca Mahbubü’l-Kulüb’de rastladık. Çağatayca
sözlüklerden Senglah’ta ongay biçiminde ‘arzân ve baha-i endek bud’ anlamıyla
verilmiştir (Seng. 89r2).

Räsänen de sözcüğü oŋ-ay ‘kolay, basit’ biçiminde vermiş, Kaz., Tob., Tar.’dan unay
‘uygun, mümkün’ biçimini aktarmıştır (VEWT: 362). DTS’de ise oŋay II
maddesinde yer alan sözcük için ‘kolay, basit; ucuz’ anlamları verilmiştir (DTS:
337). Clauson sözcüğü oŋay ‘kolay, basit; ucuz’ şeklinde anlamlandırmış ve ses
değişimleriyle günümüz Türk dillerininin bazılarında yaşadığını aktarmıştır (EDPT:
191b). DanKelly ve OTWF’de de sözcük oŋ ‘sağ, sağ taraf’ köküne dayandırılmıştır
(DanKelly, 1985, 41; Erdal, 1991, 165).

özin yasaglıgka katkuçı oŋay hem almaya agır satkuçı

(MKb: 13b1)

iley ‘ön, yan; huzur; etraf’ (< il ‘memleket, il’+ gey) sözcüğü bu ekle türemiş bir
diğer addır. Sözcüğe Çağatayca sözlüklerde rastlamıyoruz. Yalnızca Räsänen il
‘doğu’ maddesinde Harezm Türkçesi metinlerinden Kısasü’l-Enbiya’dan il-ey ‘alın,
ön’ biçimini aktarmıştır (VEWT: 170). Sözcüğün il ‘memleket, il’ adından + gAy
addan ad yapım ekiyle türemiş olması muhtemeldir. Ek başındaki g ünsüzü
düşmüştür.

def'-i şiddeti üçün ve yaman ‛ukbeler ki ileyige kélür ve ‛azim muhatara

(MKb: 97a1)

avvalca adamilarnıŋ ileyide-dür ya‛ni ‛amalları kim kılıp-durlar va avvalca alarnıŋ


soŋıda ya‛ni işleri

171
(ÇKT: 40b22)

kélür érdim ilgimde meylık sebu

bolup tokkuz eflak ileyimde pest

(FK, 681: 6)

2.13. Aitlik Bildiren +kI Eki

+kI eki aitlik ifade eden sıfatlar ve adıllar türetir. Bu ek bilhassa da yer ve zaman
adlarına gelerek yeni gövdeler meydana getirir.

Ramstedt eki k (?) + artikel = 3. kişi eki şeklinde açıklamıştır (Ramstedt, 1952, 234-
235). Johannes Benzing tarafından ise yaklaşma durum eki ka + 3. kişi eki i şeklinde
tasarlanmıştır (Benzing ZDMG, 94: 264-265 [Räsänen, 1957, 102]).

Bu ekle biçimlenmiş sözcükler Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesi metinlerinde de


bir hayli görülür. arakı ‘arasındaki, içindeki’ (ara ‘ara’ + kı) (KB: 3499, 3671),
basakı ‘sonraki’ (< basa ‘sonra’ +kı) (KB: 57), kéç + ki ‘eski’ (< kéç ‘geç’ + ki)
(KB: 110), vb.

Ek Çağatayca metinlerde de aitlik ifade eden sıfatlar ve adıllar türetir. Ekin üreticiliği
bu dönemde de devam etmiştir. Çağataycada en çok görülen örnekler şunlardır:

bayakı ‘önceki, evvelki’ (< baya ‘önce, evvel, az önce’ + kı) biçimi ‘önce, evvel, az
önce’ anlamına gelen baya sözcüğüne addan ad yapım eki olan +kI ekinin
gelmesiyle meydana gelmiş bir sözcüktür. Sözcüğün kökü Çağatayca sözlüklerden
Lugat-ı Çağatay’da baya ‘kadîm’ biçiminde verilmiştir. Radloff’ta sözcük bayagı,
bayakı ‘bir zaman önce, evvelce’ biçimleriyle yer almaktadır (Wb IV: 1467).

Sözcük köküne DLT’de baya ‘az önce’ biçiminde rastlarız (DLT I: 37; DanKelly,
1985, 68). Eski Kıpçakçada ise sözcük bayagı ‘önceki’ şeklinde yer almaktadır
(KTS: 25).

dünya gamını koy, bu cihan saltanatını

‘ışk içre ol, éy ‘aşık, öler-sin çü bayakı

(SD: 799)

172
burungı ‘önceki’ (< bur(u)n ‘ön’ + gı) biçimi ‘ön, önce, ilk’ anlamına gelen burun
sözcüğüne addan ad yapım eki olan +kI ekinin gelmesiyle meydana gelmiş bir
sözcüktür. Sözcük Lugat-ı Çağatay’da burungı ‘evvelki, mukaddimki, sabıki,
geçenki, eski’ anlamlarıyla verilmiştir (LÇ: 80a). Dictionnaire turk-oriental’de ise
sözcüğün kökü burun ‘ilk olarak, ileri’ şeklinde kaydedilmiştir (DTO: 168).

Sözcüğün kökü Senglah’ta burun ‘1. ilk, başlangıç, önce; 2 burun’ şeklinde
açıklanmıştır (Seng. 133r12).

Räsänen burun sözcüğünün ‘burun, dağ kenarı; ilk’ anlamlarını Orta Türkçeden
aktarmıştır. Räsänen sözcüğü Tarihi ve günümüz Türk dillerindeki biçimlerini de
aktarmıştır (VEWT: 90). DTS’de burun II maddesinde ‘1. burun, 2. gaga, 3. ilk,
önce’ anlamları verilmiştir (DTS: 126). Clauson sözcüğün kökenini burun ‘burun
(insan ya da hayvanın); gaga (bir kuşun vb; (bir dağın) zirvesi; bu yüzden mec. ön,
önce; ilk’ şeklinde vermiştir (EDPT: 367a-b)

boldı yene ol ‘izar gül-gun

hüsn içre burungıdın hem efzun

(LM: 769)

bülbül-i guya éşitkeç gül yüzüŋ avsafını

dam bahud kıldı u koydı ol burunkı lafını

(GD, 224: 1)

érteki ‘yarınki; eski söz, hikaye, efsane’ (< érte ‘yarın’ + ki) sözcüğü ‘önce,
mukaddim, erken’ anlamına gelen érte sözcüğüne +kI ekinin gelmesiyle meydana
gelmiştir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde értegi, érteki biçiminde ‘kadimi söz, efsane,
hikayet, kıssa, dastan’ şeklinde verilmiştir (LÇ: 48b; DTO: 102).

Sözcüğün kökü Senglah’ta érte ‘1. erken; 2. geçmiş zaman; 3. mec. sabahın
başlangıcı’ karşılığı verilmiştir (Seng. 99r22).

Räsänen sözcüğün kökünü erte biçiminde vermiş, Moğ. erte ‘erken’, Man. erde
biçimlerini aktarmıştır (VEWT: 46). DTS’de ise erte ‘sabah, erken’ kaydı
düşülmüştür (DTS: 182). EDPT’de érte ‘sabah erken’ anlamı verilmiştir (EDPT:
202b).

173
her taŋ érte çikse gerdun subh tigı katlime

taŋ émes kim bardur ol düşmenler içre értegim

(FK, 426: 5)

érteki yurtdın hikayet kılgalı kögsüm yarıp

yar firakında şikayet kılgalı gamdın tolup

(ŞHD: 19a4)

evvelgı ‘evvelki’ (< Ar. evvel ‘evvel, önce’ + Çağ. gı) sözcüğünde addan ad yapım
eki olarak görülen +kI ekinin Arapça olan evvel ‘önce, evvel’ sözcüğüne gelerek yeni
bir sözcük gövdesi meydana getirdiği görülmektedir. evliyanıŋki ‘evliyanınki’,
kadimdeki ‘önceki, eskideki’ örneklerinde de görüldüğü gibi bu ek yabancı
sözcüklere de gelerek yeni sözcük gövdeleri türetmektedir.

evvelgı nesim-i aferiniş

kim kıldı vücud sarı cünbiş

(LM: 272)

bes evvelgı sada söz olgay

her savtka ibtida söz olgay

(LM: 275)

ozakı ‘önceki, evvelki’ (< oza ‘önce’ + kı) sözcüğünün kökü oz- ‘geçmek’ eylemine
-a/-e zarf fiil ekinin eklenmesiyle oluşmuş bir zarftır (< oz-a). +kI addan ad yapım
eki de bu köke eklenerek sözcüğe ilgi anlamı katmıştır. Çağatayca sözlüklerde ozagu
kün tamlamasında ‘geçen, önceki, evvelki’ anlamıyla kaydedilmiştir (LÇ: 32a; DTO:
61).

Sözcük DLT’de oza ‘geçmiş zaman’ (DLT I: 88; DanKelly, 1985, 45); KB’de oza
‘geçmiş’ (KB: 51); Harezm Türkçesinde ise oza ‘geçen, geçmiş’ (Nehc. 328/15)
biçimlerinde yaşamaktadır. Sözcüğün oz ‘önce’ kökünden geldiği açıktır.

Clauson da sözcüğü oz ‘önce’ köküne bağlamıştır (EDPT: 280a-b).

174
her kim ozakı ka‛besi içre kılur makam

eflak anıŋ hakıda okır ‫آﺎنﺁﻣﻧﺎ‬

(SD: 64)

soŋġı ‘sondaki’ (< soŋ ‘son’ + ġı) sözcüğü soŋ ‘son, sonra’ sözcüğüne +kI ekinin
gelmesiyle türemiştir. Çağatayca sözlüklerde sözcük soŋġı ‘som, nihayeti, ahiri,
‘akıbeti, encamı’ şeklinde kaydedilmiştir (LÇ: 194a; DTO: 361).

soŋġı uykum şiddetin nakl étme ravi zinhar

kéltürür bolsaŋ aŋa uyku kéçe efsane dép

(BV, 64: 4)

ay Nevayi tüşte ger körmek anı mümkin ise

barça her hod soŋgı uyku dur niter sin uyganıp

(GS, 69: 8)

soŋraġı ‘sonraki’ (< soŋra ‘sonra’ + ġı) sözcüğü soŋra ‘sonra’ sözcüğüne +kI ekinin
gelmesiyle türemiştir. Çağatyaca sözlüklerden Lugat-ı Çağatay’da sözcük soŋraġı
‘soŋraki, nihayetindeki, ahirki’ şeklinde kaydedilmiştir (LÇ: 194a).

va‘de kıldıŋ hem vefa hem katl ü perva kılmadıŋ

kıl vefa va‘deŋga yahud burnagı ve soŋragı

(BV, 591: 5)

taŋlagı ‘yarınki’ (< taŋla ‘yarın’ + gı) sözcüğü taŋla ‘sabahleyin, yarın’ sözcüğüne
+kI ekinin gelmesiyle türemiştir. Sözcük Lugat-ı Çağatay’da taŋlagı kün
tamlamasında ‘ferdası, yarınki, pegah, ati’ anlamında kaydedilmiştir (LÇ: 104b)
Dictionnaire turk-oriental’de ise taŋlagı ‘bir sonraki gün’ karşılığı verilmiştir (DTO:
207).

Räsänen taŋ ‘sabah, seher’ şeklinde maddebaşı olarak verdiği sözcük altında Az.
dan-la, Çağ. taŋ-la ‘sabah’ biçimlerini aktarmıştır (VEWT: 461). DTS’de sözcüğün
kökü taŋ ‘tan, seher’ şeklinde açıklanmıştır (DTS: 532). EDPT’de ise taŋ ‘tan, seher’
maddesi altında verilmiştir (EDPT: 516b).
175
zahida taŋlagı kevser meyidin köp déme söz

kil ki mey-hane ara hoş tutalı özri bu kün

(FK, 464: 8)

kérekmes taŋlagı firdavs u rizvan,

seniŋ dék çun, begim, dilhahımız bar

(GD, 49: 3)

taşkı ‘dıştaki, dışarıdaki’ (< taş ‘dış’ + kı) sözcüğü taş ‘dış’ sözcüğüne +kI ekinin
gelmesiyle türemiştir. Sözcük için Çağatayca sözlüklerden Dictionnaire turk-
oriental’de taşkı ‘dışarıdaki’ karşılığı verilmiştir (DTO: 200).

perdeler devride muhafız olup

taşkı hadim kibi mülahız olup

(SS: 734)

yokarıġı ‘yukarıki’ (< yokarı ‘yukarı’ + ġı) sözcüğü yokarı ‘yukarı’ sözcüğüne +kI
ekinin gelmesiyle türemiştir. Sözcük Lugat-ı Çağatay’da yokarı ve yokgarı ‘tarf-ı
‘ala fevk-i semt, bala’ şekillerinde kaydedilmiştir (LÇ: 306b). Dictionnaire turk-
oriental’de ise yokarıġı ‘yukarıki’ karşılığı verilmiştir (DTO: 546).

anlar yukarıgı töşek birlen koygı töşek-ni zabt kılabilmesler

(ŞTe: 67a1)

éy lebiŋ haşiyeti çeşm-i hayvan yaŋlıg

koyı vü yukkarıgı hali bile can yaŋlıg

(BV, 303: 1)

Bu ekle biçimlenmiş diğer sözcükleri şöyle sıralayabiliriz:

bılturgı ‘geçen yılkı’ (< bıltur ‘bıldır, geçen sene’ + gı), dayımġı dék ‘her zamanki
gibi’ (< dayım ‘her zaman’ + ġı), munça yılġı ‘bunca yılki’ (< yıl ‘yıl, sene’ + kı).

176
Bu ek daha çok ilgi ve bulunma eklerinden sonra gelir: evliyanıŋki ‘evliyanınki’,
andakı ‘oradaki’, cennetdakı ‘cennetteki’, kadimdeki ‘önceki, eskideki’, vb.

2. 14. Addan Ad Yapan Diğer Ekler

2.14.1. +sA, +sI

Çağataycada rastladığımız addan ad yapan diğer eklerden biri kullanımları çok da sık
olmayan +sA ekidir. Bu ekle ilgili Çağatayca metinlerde yalnızca bir örnek tespit
edebildik. Bu örnekte de sözcük kökü ile alakalı bir sözcük türetmiştir.

ölükse ‘ceset’ (< ölüg ‘ölü’ + se) sözcüğü Senglah’ta ölükse ‘ceset’ şeklinde
kaydedilmiştir (Seng. 86b7). Çağatayca metinlerden Mahbubü’l-Kulüb’de ölükse
‘ceset’ anlamıyla yer almıştır. Özbekistan’da hazırlanan Ali Şir Nevai Lûgati’nde de
sözcük ülükse ‘ölimtik; akbaba; hastalıklı’ karşılığı verilmiştir (AŞNL III, 1984:
609). Diğer sözlüklerde ve taradığımız Çağatayca metinlerde bu biçime
rastlanmamıştır. Bkz. ölüg.

makamı ölügseniŋ sasıg beden ve süŋegi

(MKb: 69b9)

Bir diğer az kullanılan ek de +sI’dır. Bu ekin de çok az örneği bulunur. Daha çok
eklendiğe sözcüğün anlamını kuvvetlendirdiği görülür.

agırsı ‘saygı, itibar, misafirperverlik’ (< agır ‘ağır’ + sı) sözcüğüne Çağatayca
metinlerden yalnızca Lütfi’nin Gül ü Nevruz adlı mesnevisinde rastlıyoruz. Sözcüğün
agır ‘ağır, değerli, çok’ köküne +sI addan ad yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
olduğu açıktır.

şıgavullar kopup i‘zaz birle

agırsı kıldı ‘izz ü naz birle

(GN: 76b4)

artuksı ‘artığı, çoğu’ (< artuk ‘artık, çok’ + sı) sözcüğü de +sI ekiyle türemiş bir
diğer gövde biçimdir. Sözcük art- eylemine –uk ve +sI yapım eklerinin eklenmesiyle

177
meydana gelmiştir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde artuksı ‘fazla, çok, ziyadesi’
şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 36b27; LÇ: 8b; DTO: 11). Bkz. artuk.

yaktı mini fettan közüŋ çiktiŋ aŋa sin sürme hem

artuksı kıldıŋ fitneni cadu feniŋniŋ üstige

(ŞHD: 147b1)

éy felek çün min aŋa boldum esir artuksıdur

turresin tarrar yahud gamzesin gammaz kıl

(HBD, 98: 6)

ayruksı ‘farklı, muhtelif’ (< ayruk ‘fark, ayrı’ + sı) sözcüğüne yalnızca Çağatayca
sözlüklerden Senglah’ta rastlıyoruz. Senglah’ta ‘farklı, muhtelif’ anlamları
verilmiştir (Seng. 57b4). Diğer Çağatayca metin ve sözlüklerde sözcüğe rastlamadık.
Sözcük ayur- ‘ayırmak’ eylemine –uk ve +sI yapım eklerinin eklenmesiyle meydana
gelmiştir. Bkz. ayruk.

2.14.2. +dUz

Çağataycada görülen bir diğer ek de +dUz ekidir.

kündüz: Bu eki kündüz ‘gündüz’ (< kün ‘gün’ + düz) sözcüğünde görebiliyoruz. Ek
bu sözcükte zaman zarfı türetmiştir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde kündüz ‘gündüz’
anlamıyla kaydedilmiştir (Seng. 310r14; DTO: 479).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren Tarihi Türk dillerinde görülmektedir.

Sözcük etimolojik sözlük ve kaynaklarda kün ‘güneş; gün, gündüz’ köküne


bağlanmıştır (Brockelmann, 1954, 100; VEWT: 309; EDPT: 729b; DanKelly, 1985,
114; TES: 167). Talat Tekin, sözcüğü DLT kün ‘gün, güneş’, Uyg. küün ‘gün’,
VBulg. küwen ‘gün’, Az. (Kaş.) gün, gündüz ‘gündüz’ biçimleriyle karşılaştırmış ve
kün biçiminde bir kök tasarlamıştır (Tekin, 1995, 125, 185).

ta algalı köŋlümni ol yüz bile ol gisu

kündüz maŋa ne aram kéçe maŋa ne uyku

(BabD, 69: 1)
178
kündüz Şibani şah érür amma kéçesidür geda

dayim bu keyfiyet bile tirgil sin imdi ‘akl u huş

(ŞHD: 74b2)

179
3. EYLEMDEN AD YAPIMI

3.1. Hem Geçişli Hem de Geçişsiz Eylem Tabanlarına Getirilen Ekler

3.1.1. –(X)g

Eski Türkçede döneminde –(X)g ve Ø biçiminde görülen ve işlek olarak kullanılan


ve de bazı fonetik değişimlerle bugüne kadar gelen bu ek Çağatayca döneminde
–(X)g ve –g biçimlerinde görülmektedir.

Genellikle eylemin sonucunu bildiren adlar türetir. Bu ek üzerine değişik görüşler


ileri sürülmüştür. Poppe bu ekin kökenini Moğolcadaki ga ekine dayandırmaktadır.
Ramstedt de bu ekin kökenini Moğolcadaki gu eki olarak göstermektedir (Räsänen,
1957, 122). Gabain bu ekin yapılan işin sonucunda ortaya çıkan şeyi, aktif isim ve
diğer bazı şeyleri bildirdiğini düşünür (Gabain, 1941 (20003), 51). Marcel Erdal ise
bu ekin geçişli eylemlerin nesnesine geçişsiz eylemlerin de öznesine işaret eden adlar
türettiğini ifade etmektedir (Erdal, 1991, 172). Marzanna Pomorska, bu eki ad ve
eylemin belittiği hareketin sonucu ortaya çıkan sıfatlar türeten bir ek olarak
açıklamaktadır. Bunun dışında yer adı, araç adı, soyut adlar da bu ekin türettiği diğer
adlardır (Pomorska, 2004, 95).

Bu ek Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesinde çok sık kullanılan eklerden biridir.


Orhon Türkçesinde bil-ig ‘bilgi’ (KT G: 7), biti-g ‘yazı’ (KÇ G: 3), isi-g ‘aziz,
sevgili’ (IB: 67), er-ig ‘kolayca erişilen’ (KT G: 13), süçi-g ‘tatlı’ (KT G: 6), vb.
örnekler görülür (Tekin, 2000, 90).

Karahanlı Türkçesinde de bu ek oldukça işlektir. Genellikle eylemin sonucunu


bildiren adlar, yer adları ve alet adları türetmektedir. Karahanlı Türkçesinde görülen
örneklerden bazıları şunlardır: aç-ıg ‘acı’ (KB: 1170, 1408, 2092), agrı-g ‘ağrı’
(DLT I: 98, DanKelly, 1985, 6; KB: 421, 435, 1883), bat-ıg ‘batak, ırmak, ırmağa
benzer şeylerin derin olan yerleri’ (DLT I: 371, DanKelly, 1985, 68; KB: 1087,
1140), ohşa-g ‘benzeme’ (DLT I: 118; DanKelly, 1985, 44), öt-üg ‘hikaye, dilek,

180
rica’ (DLT I: 68, DanKelly, 1985, 49; KB: 791, 2498), tap-ug ‘hizmet, ibadet,
tapma’ (DLT I: 373, DanKelly, 1985: 177; KB: 97, 106), ugra-g ‘hedef, niyet’ (DLT
III: 317; DanKelly, 1985, 53), yara-g ‘imkan, fırsat’ (DLT III: 13, DanKelly, 1985,
216; KB: 529, 2090) vb.

Çağatayca metinlerde bu ekle biçimlenmiş pek çok sözcük bulunmaktadır.


Çağataycada da bu ek oldukça işlek olarak görülmektedir. Genellikle eylemin
sonucunu bildiren adlar ve sıfatlar türetir.

Bu ekle biçimlenmiş sözcükleri ele alırken soyut adlar, yer adları, somut adlar ve
sıfatlar biçiminde dört bölümde inceledik.

1. Soyut adlar: Ek bu işlevinde eklendiği sözcüklere soyut anlam katar ve soyut


anlamda yeni gövdeler türetir.

agrıg / k ‘ağrı, zahmet, huzursuzluk, hastalık’ (< agrı- < *hagrı- ‘ağrımak’ –g/k)
sözcüğü agrı- ‘ağrımak’ eylemine –(X)g eylemden ad yapan ekinin eklenmesiyle
türemiş bir biçimdir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde agrıg/k biçiminde ve ‘ağrı,
zahmet, huzursuzluk, hastalık’ anlamlarıyla geçmektedir (Seng. 43v27; LÇ: 15b,
DTO: 25).

Sözcüğün kökü genelde agrı- < *hagrı- biçiminde aktarılmış (Eckmann, 1966, 60;
EDPT: 90a; DanKelly, 1985, 6; Erdal, 1991, 179). Talat Tekin Türk Dillerinde
Birincil Uzun Ünlüler adlı kitabında sözcüğün kök biçimini Koyb. ağar- ‘ağrımak,
hasta olmak’ < *ağrı-; Tkm. ağır- ‘ağrımak’ < *agrı-; Uyg. (Br) agri-, Hlç. hagru-
biçiminde açıklamıştır (Tekin, 1995, 48, 172). agrı- kökünü ise Clauson agır ‘ağır’ +
ı- biçiminde açıklamıştır (EDPT: 91a) UW’de agrı- kökü *ag-ır+ı- biçiminde
açıklanmıştır (UW: 72a).

baş ayak yalgan érür ‘ışk agrıgındın ursa dem

bir meniŋ tég sargarıp yüzi yara kan bolmagan

(LD: 1376)

Bu örnekte agrıg/k sözcüğünün bir ad tamlamasında tamlayan görevinde


kullanılmıştır. agrıg/k sözcüğünün değişik söz grupları içinde görülebilir. Aşağıdaki
örnekte sıfat tamlamasında ten sözcüğünün tamlayanı olarak görülmektedir.

181
tümen miŋ şükr kim kıldı meded te’yid-i sübhani

kim agrık ten şifa taptı feridun-fer cem-i sani

(LD: 107)

arıg ‘temiz, pak’ (< arı- ‘temizlemek, temiz olmak’ - g) sözcüğü arı- ‘temizlemek’
eylemine –(X)g eylemden ad yapım ekinin eklenmesiyle türemiş bir gövdedir.
Sözcük Çağatayca sözlüklerde arı (Seng. 37v12), arıg (Seng. 37v15; LÇ: 15b, DTO:
16); arık (Seng. 37v21, LÇ: 15b) biçimlerinde ve ‘saf, temiz, pakize’ anlamlarıyla
verilmiştir.

Marcel Erdal sözcüğün arıg < arı-g biçiminde geliştiğini belirtmiştir (Erdal, 1991,
181). Talat Tekin de sözcüğün kökünü Uyg. (Br.) ari-, arri- ‘temiz olmak’, Kırg.
arçı- ‘temizlemek’ < Moğ. *artı- = AT arıt- biçiminde aktarmıştır (Tekin, 1995, 95,
171).

nur bahrıdın arıg zatıng érür dürr-i yetim

ni dép aytayın anıŋ tég gevher aslın ma vü tin

(SD: 29)

Yukarıdaki örnekte soyut bir adı gösteren sözcük zat sözcüğünü niteleyen bir sıfat
konumundadır.

min aŋa ‘aşık u köz hem yüzige ‘aşıkdur

‘ışk ehliniŋ érür rengi sarıg eşki arıg

(FK, 309: 3)

asıg/k ‘fayda, yarar’ (< *as- ‘çoğaltmak’ - ıg) sözcüğü *as- eylemine –(X)g
eylemden ad yapan ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcük Çağatayca
sözlüklerde asıg/asık biçiminde ve ‘fayda, yarar’ anlamıyla görülmektedir (Seng.
40v14; LÇ: 13b; DTO: 21). Çağataycada sözcüğün asıglıg ‘faydalı, yararlı’ (< asıg
‘fayda’ + lıg) ve asıgsız ‘faydasız’ (< asıg ‘fayda, yarar’ + sız) gibi genişlemiş
biçimleri de görülür.

Poppe, Tü. asıg, Moğ. aşig, Manç. aisi biçimlerini karşılaştırmıştır (Poppe, 1960,
141). Doerfer sözcüğün sözcüğün Türkçeden Moğolcaya alıntılandığını ve daha
182
sonra bazı günümüz Türk dillerinde (Tuvaca vb.) Moğolcadan geri ödünçleme olarak
bulunduğunu aktarmıştır (TMEN II: 480). Sözcük DTS’de ‘fayda, yarar’ şeklinde
açıklanmıştır (DTS: 60). Clauson sözcüğün Moğolcaya aşıg biçiminde
alıntılandığını Kowalevski ve Haltod’dan aktarmıştır (EDPT: 244b). Marcel Erdal
as-ıg sözcüğünün as- ‘artmak, çoğalmak, yararlı olmak’ eyleminin sonuçsal nesnesi
olduğunu ifade etmiştir (Erdal, 1991, 181). Tekin ise sözcüğün Uyg. (Br.) asig
‘fayda’, EAT assı, Özb. (Har.) asıy biçimlerini aktarmıştır (Tekin, 1995, 172).
Mehmet Ölmez, günümüz Türk dillerinin kimisinde Moğolcadan geri ödünçlenmiş
biçimi görülen bu sözcüğün Çağataycada asıg ‘fayda, yarar, kazanç, kâr’ biçimiyle
karşımıza çıktığını belirtmektedir. Ölmez, sözcüğün Türk dillerinde Moğolcadan geri
ödünçleme olarak alındığına örnek olarak Tuvacadaki ajık biçimini verir. Bu biçimin
Klasik Moğolca aşig biçimine dayandığını aktarır. Ona göre, Moğolcada sı-/si-, -sı/-
si ses grubu bulunmadığından yabancı dillerden alınan sözcüklerde ses grubu şi-/-şi-
olmaktadır. Tuvacada ise iki ünlü arasında –ş- ünsüzünün –j-‘ye dönüşmesi
nedeniyle sözcük artlık-önlük uyumuna da girerek ajık biçimini almaktadır (Ölmez,
M., 2003, 135-142).

nuş-ı la’liŋdin maŋa çün zehr-i hecr oldı nasib

ni asıg ger bolsa ok artugrak imkandın çüçük

(BV, 336: 3)

yitmey éki lebiŋ meyidin köŋlüme asıg

şur-abe aktı ékki közümdin açıg açıg

(FK, 310: 1)

bilig ‘bilgi’ (< bil- ‘bilmek’- ig) sözcüğü bir hareket adıdır. bil- eylemine –(X)g
eylemden ad yapan ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Bu biçimin biliglig
‘bilgili’ (< bilig ‘bilgi’ + lig), biliksiz ‘bilgisiz’ (< bilik ‘bilgi’ + siz) şeklinde

genişlemiş biçimleri de vardır. Sözcük Çağatayca sözlüklerde bilig ‘bilgi, öğüt,


öğreti’ anlamlarında görülmektedir (Seng. 150r5; LÇ: 94a; DTO: 191).

Sözcük etimolojik sözlüklerde bil- ‘bilmek’ köküne bağlanmış ve de kaynaklarda


‘bilgi, öğüt, öğreti’ anlamları kaydedilmiştir (TMEN II: 835; DTS: 99; EDPT: 339a).
Doerfer sözcüğün Türkçeden Moğolcaya alıntılandığını ve de bazı Türk dillerinde

183
Moğolcadan geri ödünçeleme olarak yaşadığını aktarmaktadır. Doerfer ayrıca
sözcüğün Rusçaya da geçmiş olabileceğini belirtmiştir, ancak bu konuda
tereddütlüdür (TMEN II: 835). Marcel Erdal bil- eylemine dayandırdığı sözcüğün
genelde ‘zihinsel süreç’ ifade eden bir hareket adı olduğunu belirtmiştir (Erdal, 1991,
183).

Soyut bir ad olan bilig sözcüğü aşağıdaki örnekte ehl sözcüğünü niteleyen bir sıfat
olarak kullanılmıştır.

bar édi ékkinçi meskeniŋ mukimi nadiri

köp bilig ehli dürüst étken aŋa öz hirfetin

(BV, 610: 10)

deyr ara bi-huş-min kim bade tutkaç mug-beçe

özni bilmek resm émestür kimde kim bolgay bilig

(FK, 341: 8)

sançıg ‘sancı’ (< sanç- ‘delmek, oymak’ - g) sözcüğü soyut bir addır. sanç-
eylemine –(X)g eylemden ad yapan ekinin eklenmesiyle türemiştir. Çağatayca
sözlüklerde sançıg ‘sancı, ağrı’ biçiminde kaydedilmiştir (Seng. 235v24; LÇ: 183a;
DTO: 343).

Räsänen sözcüğü kökü olan sanç- eylemini Uyg.’da say- ‘delmek, delerek geçmek’
şeklinde görülen sań- biçiminde bir eyleme dayandırmıştır (VEWT: 400). Clauson
ise sözcüğün kökünü sanç- ‘delmek, oymak’ eylemine dayandırmış ve ‘sancı, ağrı’
şeklinde anlamlandırmıştır (EDPT: 835b-836a).

Sözcük Eski Uygurcada sançıg ‘sancı, acı’ (U III: 37); Eski Kıpçakçada sançı, şanşu
‘sancı, ağrı’ (KTS: 226) biçimlerinde yer almaktadır.

2. Somut adlar: Ek bu işlevinde eklendiği sözcüklere somut anlam katar ve somut


anlamda yeni gövdeler türetir. Bu yeni sözcükler içinde alet adları, organ adları,
nesne adları vb. sözcükler bulunur.

bitig/k ‘yazı, mektup’ (< biti- ‘yazmak’ k) sözcüğü *bit ‘yazı fırçası (< Çin. pi <
*piet ‘fırça’) sözcüğüne eylemden eylem yapan +I ve eylemden ad yapan –(X)g
eklerinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. bitig sözcüğü biti- eyleminin nesnesidir.
184
Çağatayca metinlerde çok yaygın olarak bulunur. Eski Türkçe döneminden beri de
yaygın şekilde görülen bir sözcüktür.

Eski Uygurcada bitig ‘yazıt, belge, sözleşme’; DLT’de bitig ‘yazılı bir şey (kitab,
mektup vb.)’ ve biti ‘ortaya çıkmış yazıt’ (DLT I: 384, DLT III: 217); KB’de bitig
‘yazılı doküman’ (KB: 2218, 258, 4048); Harezm Türkçesinde biti ‘mektup’ (‘Ali:
51 [EDPT: 301a]) ve bitig ‘mektup’ (KutbHŞ: 34); Eski Kıpçakçada biti, betig, bitig,
bitik, bitiv, bitüv ‘kitap, yazı, mektup’ (KTS: 33); Osmanlıcada ise bitig, biti
‘mektup, yazılı belge; bir ölü hakkında yazılan kısa biyografi’ (TTS I: 109; TTS II:
155; TTS III: 105; TTS IV: 115) biçimlerinde geçmiştir.

SDD’de bitik sözcüğü için, ‘1. kitap, mektup’ anlamları verilmiş; biti maddesinde
sözcük, ‘1. mektup (…). 2. kitap, risale (…). 3. yazılı vesikalar (…) 4.defter (…)
olarak tanımlanmıştır (SDD 1: 211). DS’de bulanan biti sözcüğü de ‘1. defter (…).
2. mektup (…). 3. kitap(…). 4. forma, kitap parçası (…) 5. muska (…) 6. vesika,
vekâletname, senet, kart, kimlik cüzdanı, tezkere (…)’ (DS: 710) anlamlarını taşır.

Etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda genelde biti- ‘yazmak’ köküne dayandırılan


sözcük için ‘kitap, yazıt, doküman, mektup; muska’ gibi anlamlar kaydedilmiştir
(TMEN II: 717; DTS: 103; EDPT: 303a; DanKelly, 1985, 74; Erdal, 1991, 184;
TETL: 358b).

Doerfer sözcüğün Türkçeden Moğalcaya alıntılandığını ve de bazı günümüz Türk


dillerinde Moğolcadan geri ödünçleme olarak yaşadığını aktarmıştır (TMEN II: 717).

Kayahan Erimer, konuyla ilgili yazısında, sözcüğün biti- eyleminden türediğini ifade
eder. Erimer, Orhon yazıtlarında kullanılan ve pek çok araştırmacı tarafından Çince
piet (fırça) sözünden türediğinin düşünüldüğünü bildirir. Erimer, fırça ile yazı
yazmadığımız, taş üzerine yazdığımız dönemde fırça sözünden türeyen bir türevin
kullanılmasının anlaşılmasının güç olduğundan söz eder. Ona göre Çincede o
dönemde yazı için kullanılan shiye sözü dururken Çincede bile olmayan biti-
sözünün yaratılması gariptir. Araştırmacı, yazısının devamında, batı dillerinde
günümüzde yazmak eylemi için kullanılan sözlerin eski dönemlerde, kazımak,
hakketmek, kesmek, oymak anlamlarını karşıladığı üzerine durarak biti- eyleminin
Türkçede bıçak için kullanılan bı sözcüğünden türemiş olabileceğini belirtir (Erimer,
1989, 23).

Bize göre sözcük Çin. pi < *piet ‘fırça’ sözcüğünden türemiş bir biçimdir.
185
kullukta bitig bérür ü yüz şadilık éter
zülf ü hadıŋa sünbül ü reyhan, çemenide

(SD: 494)
sözlemek boldı bitig birle vü körmek uykuda
korkaram kim lutfi halı bolmagay mundın beter
(LD: 530)
örtüg/k ‘örtü’ (< ört- ‘örtmek’ - üg) sözcüğü ört- eyleminden türeyen bir nesne
adıdıdır. örtüg adı ört- geçişli eyleminin nesnesi gösteren bir sözcüktür. Sözcük
Çağatayca sözlüklerde örtüg/k ve örtü biçimlerinde ve ‘örtü, insanların üzerlerini
örtükleri kumaş parçası; kapak, serpuş’ gibi anlamlarla görülmektedir (Seng. 71r2;
LÇ: 69b; DTO: 54).

Sözcük Eski Uygurcadan itibaren görülmeye başlanmıştır. Eski Uygurcada örtüg


‘örtü’ (M III: 7; U II: 33); DLT’de örtüg ‘örtü’ (DLT I: 103; DanKelly, 1985, 49),
KB’de örtüg ‘örtü’ (KB: 5818); Eski Kıpçakçada örtü, örtük ‘örtü’ (KTS: 212)
biçimlerinde görülür. DS’de de örtü I maddesinde ‘1. yatak; 2. yorgan’ anlamında;
örtü II maddesinde de ‘çatı’ karşılığında verilmiştir (DS IX: 3350). Türkiye
Türkçesinde de yaşayan sözcük için TS’de ‘örtmek için kullanılan şey; yapılarda
çatı, dam’ anlamları verilmiştir (TS: 1549).

Clauson sözcüğü –k’lı biçimde örtük olarak kaydetmiş ‘örtü’ karşılığını vermiştir
(EDPT: 205b-206a). Diğer etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda sözcük ‘örtü;
örtme, saklama’ anlamlarıyla kaydedilmiştir (DTS: 390; DanKelly, 1985, 49).

şeb-i hicran oyaglık, derd ü gam, hasret bolur sinsiz

demim hem-dem, kisek yastuk, tiken örtüg nihali yer

(SD: 230)
kan yıglamakdın dem-be-dem halk ara sırrım boldı faş

‘aşıknıŋ örtüglüg işin köz yaşı köp rüsva kılur

(LD: 721)

saçıg/k ‘düğünde saçılan şey; düğün sırasında damadın evinden gelinin evine
gönderilen para’ (< saç- ‘saçmak’ - ıg) sözcüğü ekin bu işlevde kullanıldığı bir başka
örnektir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde saçıg/saçık/saçuk biçimlerinde ve ‘düğünde
186
saçılan şey; düğün sırasında damadın evinden gelinin evine gönderilen para; hediye’
anlamında geçmektedir (Seng. 225 v28; DTO: 334).

Sözcük Eski Uygurcada sözcük saçıg ‘bağış, teklif’ (TT VII: 39), Harezm
Türkçesinde saçıg ‘bağış, teklif’ (KutbHŞ: 150); Osmanlıcada ise saçı/saçu
‘mücevher, para ve bayramda dağıtılan yiyecek, erzak’ (TTS II: 775; TTS III: 583;
TTS IV: 647) biçimlerinde görülmektedir.

DTS’de sözcük ‘saçılmış; düğünde saçılan şey’ gibi anlamlarla verilmiştir (DTS:
479). Clauson sözcüğün Çağataycada saçıg / saçık / saçuk biçimlerinde
görüldüğünü belirttikten sonra ‘düğün hediyesi’ karşılığını vermiş ve saç- ‘saçmak’
eylemine dayandırmıştır (EDPT: 796a). Marcel Erdal saç-ıg sözcüğünün saç-
‘saçmak’ eyleminin nesne adı olduğunu belirtmiştir (Erdal, 1991, 199).

éy Hüseyni yar kélgeç nakd-i can éyler nisar

il saçık saçkan kibi dil-hah-ı mihman üstine

(HBD, 167: 7)
gerdun körüben bu iş muvafık

kéltürdi tokuz tabakda saçık

(LM: 2678)

Bu ekle türetilmiş diğer alet ve nesne adları şunlardır:

kıyıg ‘ucu keskin, öldürücü alet’ (< kıy- (ET kıd-) ‘kıymak’ -ıg) sözcüğü kıy-
eyleminin nesne adıdır. Çağatayca sözlüklerde ‘ucu keskin, öldürücü alet; kenarlı,
kesilmiş’ gibi anlamlarda kaydedilmiştir (LÇ: 250b; DTO: 453). Sözcüğe taradığımız
Çağatayca metinlerden yalnızca Bedayiü’l-vasat’ta rastladık.

Sözcüğün kökü Clauson tarafından kıd- biçiminde verilmiş ‘kıymak, ince ince
kesmek’ anlamlarıyla kaydedilmiştir (EDPT: 595a). kıd- kökü Orhon Yazıtlarından
itibaren Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Yazıtlarda kıd- ‘kıymak’ (KT G: 6),
DLT’de kıy- ‘kıymak, eğrilemesine doğramak’ (DLT III: 246), Eski Kıpçakçada kıy-
‘kıymak, küçük parçalara ayırmak’ (KTS: 146) biçimlerinde görülmektedir. kıy-
kökü Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta ‘parça parça, ince ince kesmek’
anlamlarıyla kaydedilmiştir (Seng. 299v6).

187
ni kıyıg érkin ol ay tünide kim tikken çagı

mihr aŋa zer-rişte yitkürmiş ferise asman

(BV, 446: 2)

tarıg ‘darı’ (< tarı- ‘serpmek, ekmek’ - g) sözcüğü tarı- eyleminin nesne adıdır.
Clauson sözcüğü tarı- ‘ekip biçmek’ eylemine dayandırmıştır (EDPT: 537b-538a).
Doerfer sözcüğün kökünü tar- ‘dağıtmak, saçmak’ eylemine dayandırmak
istemektedir, bunu M III 13 62’deki tarag şeklindeki yazıma dayandırmaktadır.
(Doerfer, 1982, 114). Marcel Erdal bu tartışmanın zayıflığını ifade etmiştir. Ona göre
tar- ‘dağıtmak, saçmak’ anlamındadır, sözcük tar-ık-, taral- ve tarkar- sözcükleri ile
karşılaştırılmalıdır, diğer yandan aynı kökten türeyen tarıgçı, tarıglag, tarıt- ve
tarıtdur- sözcükleri de tarımla ilgilidir (Erdal, 1991, 206).

taptı köŋülniŋ farigın ékti tarikat tarıgın

yipdür şegaller çarıgın kılgay du‘a Zengi Baba

(KUŞ, XXX: 6)

tartıg ‘hediye, armağan’ (< tart- ‘tartmak’ - ıg) sözcüğüne Çağatayca metinlerden
Bedayiü’l-Vasat’ta rastlıyoruz. Sözcük tart- eyleminin nesne adıdır. Clauson
Senglah’tan tartıg şeklinde kaydettiği sözcük için ‘hediye’ karşılığını vermiştir
(Seng. 154v25 [EDPT: 535b]). Sözcük diğer Çağatayca sözlüklerde de ‘hediye,
armağan’ anlamında görülmektedir (LÇ: 99b; DTO : 197).

Sözcük Eski Uygurcadan beri Tarihi Türk dillerinde görülmektedir. Eski Uygurcada
tartıg (U II: 40, 107), DLT’de tartıg ‘yük ipi, denk sargısı; bir iş çıkması üzerine
hakanın adamlarını çağırması’ (DLT I: 462; DanKelly, 1985, 180); Eski Kıpçakçada
tartık ‘armağan, hediye’ (KTS: 264), Osmalıcada ise tartuk ‘hediye’ (TTS I: 684;
TTS II: 883; TTS III: 672) biçimlerinde sözcüğe rastlamaktayız.

DTS’de sözcük ‘sargı kayışı, ip’ anlamlarında kaydedilmiştir (DTS : 539). Clauson
sözcüğü tart- ‘tartmak’ eylemine dayandırmış ve sözcüğün tartı/tartu/tartık
biçimlerinde ‘tartı; mengene; kemeleme; kaçamaklı; meyilli’ gibi anlamlara geldiğini
aktarmıştır (EDPT: 535b).

188
ol ay külbemga kéldi candur u hun-ab ile ahım

bu tartıglar mürettebi éylemiş min mihmanımga

(BV, 23 : 6)

Ekin bu işlevinde alet ve nesne adları dışında farklı adlar da türettiği görülmektedir:

kıçıg ‘gıcık, gıdıklanma’ (< *kıç- ‘gıdıklamak’ -ıg) sözcüğü Çağatayca sözlüklerde
kıçıg biçiminde ve ‘gıcık, gıdıklanma’ anlamlarında kaydedilmiştir (Seng. 293v16;
LÇ: 244a; DTO: 444).

Sözcük, Çağatayca dışındaki Tarihi Tarihi Türk dillerinde görülmemektedir. Ancak


DLT’de kıçıla- ‘gıdıklanmak’ ve Eski Kıpçakça ve Çağatayca metinlerde ve aynı
kökten gelen kıçıkla- ‘gıdıklamak’ biçimlerini görüyoruz (DLT III: 323, 329;
KTS:143).

Etimolojik sözlüklerde bir açıklama bulamadığımız sözcüğün kökü kıç- olmalıdır.


DLT’de yer alan kıçıla- biçimi kökün *kıçı- biçiminde olabileceğini düşündürse de
Eski Kıpçakça metinlerdeki kıçıkla- biçimi bize kökün *kıç- olması gerektiğini
göstermektedir. Ayrıca DLT’de biçim hatalı bir yazım da olabilir.

rezl-i deni ki hezl kılıg bolgay, kürdürmek üçün taban-nıŋ kıçıgı bolgay

(MKb: 88a5)

salıg ‘haber, iz’ (< sal- ‘haber vermek’ - ıg) sözcüğü Çağatayca sözlüklerde salıg ve
salık biçimlerinde ve ‘haber, iz; savaş silahı; vergi, endaze’ anlamlarında
kaydedilmiştir (Seng. 234r14; LÇ: 186a; DTO: 341).

Sözcük Tarihi Türk dillerinde Eski Uygurcadan beri görülmektedir. Eski Uygurcada
salıg ‘vergi’ (USp. 2/8 [EDPT: 826a]); Eski Kıpçakçada salık ‘salınmış’ (KTS: 225),
Osmanlıca ise salık ‘haber, bilgi; bazı silah çeşitleri’ (TTS I: 593; TTS II: 784; TTS
III: 591; TTS IV: 655) biçimlerinde yer almıştır.

Etimolojik sözlüklerde sal- ‘dalgalanmak; işaret etmek; vergi ödemek; hesaplamak’


eylemine dayandırılan sözcük için ‘vergi, haber, iz’ anlamları kaydedilmiştir
(VEWT: 398; DTS: 482; EDPT: 826a).

189
feryad kim tüşer maŋa çun derd ile firak

‘ışk ehli içre katl üçün salsalar salıg

(FK, 310: 4)

salıglıgtur bu hvan atını sürtik

iligin tuzga bismi’llah tigürtik

(DN: 892)

satıg ‘veriş, satış’ (< sat- ‘satmak’ -ıg); ölüg ‘ölü’ (< öl- ‘ölmek’ -üg); alıg ‘alış’ (<
al- ‘almak’ - ıg) sözcükleri de bu şekilde türemiş diğer biçimlerdir.

3. Yer adları: –(X)g ekinin işlevlerinden biri de yer adı gösteren sözcükler
türetmesidir. Ekin bu işleviyle çok yaygın olduğu söylenemez. Çağatayca metinleri
taradığımızda ekin bu işleviyle biçimlenmiş şu örneklere rastlarız.

kırıg/k ‘kıyı, kenar’ (< kır- ‘bükmek’ -ıg) sözcüğü kır- ‘bükmek’ eyleminden yer adı
türetmiştir. Clauson bu sözcüğün kırga- şeklindeki bir kökten türemiş olabilecek
Eski Türkçe kırgag ‘kıyı, kenar’ sözcüğü ile ilişkili olabileceğini söyler. kıruk
sözcüğü altında ise sözcüğün Çağataycada kırık / kırıg biçimlerinde bulunduğunu
kaydetmiş ve Senglah’tan sözcüğün ‘1. Kenar; 2. Susuz, kuru çöl, 3. Türklerde bir
kabile adı, 4. Moğ. sınır’ şeklinde dört anlamını aktarmıştır (Seng. 295v7 [EDPT:
652a-b]).

Marcel Erdal ise kırgag sözcüğünü *kır-ıg+a- < kır- biçiminden getirmiştir (Erdal,
1991, 193). Bkz. kırak.

kıyamet boldı hüsnüŋ berseri kim

uzun saçıŋ kıyametniŋ kırıgı


(LD: 2693)
Çend’niŋ üstüni Ögüz kırıgda ziyareti boldı

(NT: 73)

korug ‘koruma, sığınak, koruyan’ (< koru- ‘korumak’ -g) sözcüğü Karahanlı
Türkçesi metinlerinden DLT’de korıg biçiminde görülmektedir. Clauson bu sözcüğü
Çağataycada Senglah’tan koruk şeklinde aktarmış ve ‘koruma, sığınma’ şeklinde
190
anlamlandırmıştır (Seng. 286r26 [EDPT: 652b]). Diğer Çağatayca sözlüklerde
sözcük için ‘koru, konut, sığınak, koruyan’ anlamları verilmiştir (DTO: 428; LÇ:
235a).

Räsänen *korı şeklinde maddebaşı olarak verdiği sözcüğü Çağataycadan koruk


‘koruma, himaye; savunma, müdafaa; barınak, sığınak’ anlamlarıyla aktarmıştır
(VEWT: 282). Clauson sözcüğü korı- ‘korumak’ eylemine dayandırmış, ‘kapalı yer,
bölge’ karşılığını verdikten sonra sözcüğün Moğolcada korıga(n) ‘kapalı yer, avlu’
biçiminde alıntılandığını Haenisch ve Kowalevski’den aktarmıştır (EDPT: 652b).
Erdal da sözcüğün kökünü korı- olarak belirtmiş, sözcüğün bu eylemin nesne adı
olduğunu ifade etmiştir (Erdal, 1991, 193-194).

memalik nazmı dinniŋ korugıdur şerif zatıŋ

Nebi tég şer‘i işinde zamiriŋ hurde-dan kéldi

(SD: 100)

hiç kim kalmadı ol vakt korug

(ŞN3, LVII: 49)

kuyug: Çağatayca bu ekle türeyen diğer bir yer adı da kuyug ‘kuyu, çukur’ (< kuy-
(ET kud-) ‘dökmek’ -ug) sözcüğüdür. Eski Türkçede kudug biçiminde yer
almaktadır. Sözcük Çağatayca sözlüklerde ‘kuyu, çukur, derin yer’ şeklinde
açıklanmıştır (Seng. 292v24; LÇ: 242b, DTO: 442).

Räsänen sözcüğü kud- eylemine soru işaretli bir biçimde dayandırmış, Moğolcada
kudug biçiminde alıntılandığını aktarmıştır. (VEWT: 296). Sözcük EDPT’de kud-
‘dökmek’ eylemine dayandırılmış, Moğolcada kuduk biçiminde erken dönem bir
alıntı olduğunu Haenisch ve Kowalevski’den aktarılmıştır (EDPT: 598b). Marcel
Erdal da sözcüğü kud- ‘dökmek, içine dökmek’ eylemine dayandırmıştır (Erdal,
1991, 194). Mehmet Ölmez bu sözcüğün Moğolcadan geri ödünçleme bir sözcük
olduğunu belirtmiştir. Buna iki kanıt getirmiştir. Birinci kanıt ET d sesini y ya da z
olarak koruyan Türk dillerinde sözcüğün bugün d ile kullanılmasıdır. Fuyü
Kırgızcası kuduh ‘kuyu’, burada kudug biçimi beklenirdi (Ölmez, M., 2001, 147a).
İkinci kanıtı ise çok heceli sözcüklerin sonunda ET’deki gibi –g sesini bulunduran

191
dillerde bu sözcüğün –k ile bulunmasıdır, Tuv. kuduk; Moğ. –g > Tuv. –k. Buna göre
Moğ. kudug > Tuv. kuduk’tur (Ölmez, M., 2003, 135-142).

rahşnı meydanga sürseŋ sin, birer Rüstem bigin

özini biçin kuyugınga salur Efrasiyab

(SD: 386)
kaysınıŋ magzı burundın çıktı

kaysı özini kuyukka yıktı

(ŞN2: 2354)

4. Ekin bir diğer işlevide adlardan önce gelerek onları niteleyen sıfatlar türetmesidir.
–Xg ekinin bu işleviyle yaygın bir kullanıma sahip olduğu Çağatayca metinler
tarandığında görülmektedir.

çalıg ‘süratli, hızlı’ (< çal- ‘vurmak; çarpmak; atmak’ - ıg) sözcüğü çal- eyleminden
türemiş bir sıfattır. Sözcük diğer Çağatayca sözlüklerde ‘hızlı koşan at; süratli, hızlı’
anlamlarıyla görülmektedir (LÇ: 149a; DTO: 280).

Sözcük Clauson tarafından Senglah’tan çalıg/çalık ‘hızlı at’ biçiminde kaydedilmiş


hem c hem de ç ile telaffuz edildiği belirtilmiştir. Clauson sözcüğün Far. çalak
sözcüğünden bozma olduğunu da düşünmektedir. Clauson sözcüğü çal- eylemine
dayandırmıştır (EDPT: 419b). DanKelly’de bu sözcük çal- ‘devirmek, vurmak’
eylemine dayandırılmıştır (DanKelly, 1985, 85). Marcel Erdal da çalıg sözcüğünün
çal- eyleminin hareket adı olduğunu belirtmiştir. Ancak ona göre, DLT’deki ‘yol
arama; emirin halka gönderdiği acil haber’ anlamlarına gelen çalıg sözcüğünü bu
şekilde açıklamak zordur (Erdal, 1991, 185).

ger kuyaşım bolsa rakib bolgu dėk émgenmesün

tevsen-i eflak névçün kim érür bi-had çalıg

(NN, 503: 8)

tirig ‘diri, canlı’ (< tir- ‘yaşamak, canlı olmak’ -ig) sözcüğü tir- ‘yaşamak, canlı
olmak’ eylemi ile türemiş bir sıfat biçimidir. Örneğin aşağıdaki örnekte tirig sözcüğü
laleler sözcüğünü nitelemiştir.

192
Eski Türkçeden beri çok yaygın bir kullanıma sahiptir. Eski Uygurcada tirig ‘diri,
canlı’ (TT V: 26; U III: 41); DLT’de tirig ‘diri, canlı, yaşayan’ (DLT I: 386;
DanKelly, 1985, 191), KB’de tirig ‘diri, canlı, yaşayan’ (KB: 14); Harezm
Türkçesinde tirig/tiri ‘canlı, diri’ (KutbHŞ: 180; MNa: 286; Nehc. 438/9); Eski
Kıpçakçada tiri, diri, tirig ‘diri, canlı’ (KTS: 277); Osmanlıcada diri ‘diri, canlı’
(TTS I: 211; TTS II: 304; TTS III: 198; TTS IV: 228) biçimlerinde görülmektedir.

Clauson sözcüğün kökenini *tir- ‘yaşamak, canlı olmak’ eylemine dayandırmış


Senglah’tan tirig ‘canlı’ biçimini aktarmıştır (Seng. 193v1 [EDPT: 543b]). Sözcük
diğer Çağatayca sözlüklerde tiri ve tirig biçimlerinde ve ‘diri, canlı, sert, kavi’
anlamlarında görülmektedir (LÇ: 132b; DTO: 257). Sözcüğün tiriglig ‘canlılık,
dirilik’ şeklinde genişlemiş biçimleri bulunmaktadır.

Ramstedt, Räsänen, Sevortyan, Hasan Eren gibi bilimadamları da Clauson gibi


düşünmüşler ve sözcüğü tir- ‘yaşamak, canlı olmak’ eylemine dayandırmışlardır
(Ramstedt, 1913, 73 [TES: 114]; VEWT: 481; ÊSTYa, 1980, 240-242; TES: 114).
Marcel Erdal da sözcüğü tir- ‘yaşamak, canlı olmak’ eyleminin özne adı olduğunu
belirtmiştir (Erdal, 1991, 208).

haşem ile kéldi bular köründi tirig laleler

aktı közidin jaleler kılgay du‘ Zengi Baba

(KUŞ, XXX: 16)

bayram ol aynıŋ her azarı hayatidür maŋa

ta tirig men kasd-i azarımda bolgay kaşki

(BHD VIII: 6)

Ekin sıfat işlevinde kullanıldığı örneklere şu sözcükleri de ekleyebiliriz:

katıg/k ‘katı, sert; güç’ (< kat- ‘katmak’- ıg) sözcüğü de sözcüğü kat- ‘katmak’
eylemi ile türemiş bir sıfat biçimidir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde katıg ve katık
biçimlerinde ve ‘katı, sert; güç’ anlamlarıyla görülmektedir (Seng. 267r29; LÇ: 214a;
DTO: 394).

Sözcüğü diğer Tarihi Türk dillerinde de bulabiliriz. Eski Uygurcada katıg ve katag
‘katı, sert’ (U II: 88; TT VII: 40); DLT’de katıg ‘katı’ (DLT I: 375; DanKelly, 1985,

193
133); Harezm Türkçesinde katıg ‘güçlü, güçlüge, katıca’ (KutbHŞ: 135); Eski
Kıpçakçada katıg, katı, kattı ‘katı, sert, sağlam’ (KTS: 131); Osmanlıcada katı ‘katı’
(TTS I: 431; TTS II: 598; TTS III: 419; TTS IV: 481) biçimlerinde görülmektedir.

Etimolojik sözlüklerde kat- ‘sağlamlaşmak, sert olmak, sertleşmek’ eylemine


dayandırılan sözcük için ‘sert, katı’ anlamı kaydedilmiştir (DTS: 433; EDPT: 597b).
Marcel Erdal kat-ıg sözcüğü kat- ‘sertleşmek’ eyleminin sıfatı olarak açıklamıştır.
(Erdal, 1991, 191).

biz Sulayman üçün yélni … katık ve tünde éysemekde va anıŋ yıldamlıgı ol édi kim
Sulayman tahtını köterür érdi

(ÇKT: 27b27)

ni katık hal ki hecriŋ kéçesi tıngalı koymas

yir ilin eşk ile enduh kök ilin na‘re vü ya Rab

(GS, 50: 4)

kızıg ‘sıcak, kızgın, hararetli’ (< kız- ‘kızmak’ -ıg) sözcüğü de sözcüğü kız- ‘kızmak’
eylemi ile türemiş bir sıfat biçimidir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde kızıg ve kızık
biçimlerinde ve ‘sıcak, hararetli’ görülmektedir (LÇ: 246b; DTO: 447).

Sözcüğü diğer Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

tagdın kişi kim tilep nişani

bir tude kızık kül aŋlap anı

(LM: 2045)

ateşin la‘lin otı éyledi köŋlümi ısıg

boldı bagrım dagı köŋlüm ısıgı birle kızıg

(FK, 309: 1)

kurug/k ‘kuru’ (< kurı- ‘kurumak’ -g) sözcüğü de sözcüğü kuru- ‘kurumak’ eylemi
ile türemiş bir sıfat biçimidir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde kurug ve kuruk
biçimlerinde ve ‘kuru, kabarmış, kızmış; sahra’ anlamıyla görülmektedir (Seng.
286r24; LÇ: 234a; DTO: 428).

194
Sözcüğü diğer Tarihi Türk dillerinde de bulabiliriz. Eski Uygurcada kurug ‘kuru’
(TT III: 159); DLT’de kurug, kuruk ‘kuru’ (DLT I: 375; DanKelly, 1985, 148);
Harezm Türkçesinde kurı/kuru/kurug ‘kuru; faydasız’ (KutbHŞ: 145); Eski
Kıpçakçada kuru, kurı, kurug ‘kuru’ (KTS: 164); Osmanlıcada kuru ‘kuru, boş,
değersiz’ (TTS I: 499; TTS II: TTS 668; TTS III: 469; IV 555) biçimlerinde
görülmektedir.

Etimolojik sözlüklerde kurı- ‘kurumak’ eylemine dayandırılan sözcük için ‘kuru’


anlamı kaydedilmiştir (DTS: 469; EDPT: 652b). Marcel Erdal biraz düzensiz bir
biçim olarak gördüğün kurug sözcüğünün kurı- ya da kuru- biçiminde gözüken bir
eylemden türediğini ve sözcüğün bu eylemin özne adı olduğunu, mecazi anlamda ise
soyut yani bir hareket adı olarak görüldüğünü belirtmiştir (Erdal, 1991, 194).

cihanda köp turur çar bag u meydan

mivesi yok kurug bagdın ni hasıl

(KUŞ, LII: 2)

kil imdi sözleşeliŋ zahid-i huşk

kurug da‘vaŋ turur saŋa ‘alamat

(ŞHD: 25b9)

süçüg ‘tatlı’ (< süçi- ‘tatlılanmak’ -g) sözcüğü de süçi- ‘tatlılanmak’ eylemi ile
türemiş bir sıfat biçimidir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde süçüg, sücük, cücük ‘tatlı’
biçiminde ve ‘tatlı’ anlamıyla görülmektedir (Seng. 239r9; 212r12; LÇ: 188a; DTO:
351). Sözcük s < ç nöbetleşmesine örnek olabilecek şekilde çüçük (süçig) biçimiyle
Abuşka (Abuş. 243), Garaibü’s-sıgar ve Nevadirü’ş-şebab’da görülür.

Sözcüğü diğer Tarihi Türk dillerinde de bulabiliriz. Orhon Yazıtlarında süçig ‘tatlı’
(KT G 6), Eski Uygurcada süçüg ‘tatlı’ (USp. 6 [EDPT: 796b]); DLT’de süçig
‘sweet’ (DLT I: 408; DanKelly, 1985); Harezm Türkçesinde süçüg ‘tatlı; şarap’
(KutbHŞ: 162), sücüg (Nehc. 57/7); Eski Kıpçakçada süçü, süçi ‘tatlı, şarap’ (KTS:
244); Osmanlıcada da süci, sücü ‘şarap’ (TTS I: 652; TTS II: 853; TTS III: 646; TTS
IV: 715) biçimlerinde görülmektedir.

195
Räsenen sözcüğün kökünün *süt ‘süt’ + -si biçiminde geliştiğini ifade etmiştir
(VEWT: 434). Marcel Erdal ise sözcüğün *süt + sig biçiminde de gelişmiş
olabileceğini ifade etmektedir (Erdal, 1991, 204). Mustafa Kaçalin’e göre ise Tü.
süçig (< *süt+si-g) ‘tatlı’ = Far. şirin (Pehl. şir+en ‘sütsü’) anlam bağlantısına yer
tanımamak, yalnız seslik verilerle sınırlı kalmak, Tü.’nin gelişimini Orhon
Yazıtlarından sonra başlatıp daha önce gelişebilirliğinin kanıt olamayacağı kanısında
olmak, ulaşılabilecek kimi sonuçların önünü keser (Kaçalin, 2006, 153). Bu konuda
genel görüş sözcüğün süçi- ‘tatlılanmak’ kökünden geldiğidir (EDPT: 796b). Talat
Tekin de sözcüğün kökünü *süçi- biçiminde tasarlamıştır (Tekin, 2000, 90).

hasta lutfiniŋ canı her dem barur agzı sarı

aŋlasam candın süçüg şirin dudakın arzular

(SD: 397)

dédi, “ay Ahmad-ı mürsil niçük dur,

bu can almak ‘asaldın ham süçüg dur.

(ÇİK: 81v2)

Ekin bazen ikileme biçimleri meydana getirdiği görülür:

algalı dünya ‘arusın éy ki sattıŋ nakd-i cism

‘ömr satıp merg almag aŋla bu satıg alıg

(NN, 502: 6)

3.1.2. –(O)k

Eski Türkçeden beri işlek olan bu ek, eylemlerden sıfat, soyut ad, alet ve nesne adları
türetmek için kullanılmıştır. Gabain’e göre bu ekle yapılan adlar, bazen edilgenlik,
bazen yapılan işin sonucunu bildirir; ancak daha çok sıfat olarak kullanılır (Gabain,
1941 (20003), 54). Bu ekin ünlüsü ile ilgili belirsizlik Clauson tarafından
çözülmüştür. Clauson Brahmi ve Tibet alfabelerinden faydalanarak bu ekin ünlüsüne
karar vermiş ve bu ünlünün Eski Türkçe için /O/ olduğunu ifade etmiştir. Erdal bu
eki –(O)k biçiminde vermiş ve ekin geçişli eylemler için nesne, geçişsiz eylemler için
özne oluşturduğunu belirtmiştir (Erdal, 1991, 224-261). Gürer Gülsevin, eki -(U)k
biçiminde kaydetmekte ve hem geçişli hem de geçişsiz eylemlere eklenen, her
196
durumda ‘edilgen çatıda –mIş’ ekinin işlevinde ad ve sıfat türeten bir ek biçiminde
tanımlamaktadır (Gülsevin, 1997, 136). Talat Tekin ise bu eki -(U)k biçiminde
vermekte ve eylem sonucu adlar ve nitelikler türeten bir ek olarak tanımlamaktadır
(Tekin, 2000, 92). Marzanna Pomorska bu eki eski ve yeni dönem Türk dillerinde
sıklıkla kullanılan hareket, sonuç, araç, özne ve nesne türeten bir eylemden ad yapım
eki olarak tanımlamaktadır (Pomorska, 2004, 106).

Eski Türkçeden bu ek için şu örnekleri sayabiliriz: agruk ‘ayrık’ (< agru- ‘ağrımak’ -
k), anuk ‘hazır’ (< *anu- ‘hazırlamak’ -k), bark ‘bark, mülk’ (< *bar- ‘mevcut
olmak, var olmak’ -k), yaŋluk ‘yanlış’ (< yaŋıl- ‘yanılmak’ -uk), yok ‘yok’ (< *yo-
‘yok olmak’ -k), tok ‘tok’ (< *to- ‘doymak’ -k), örk ‘köstek, ayakbağı’ (< ör-
‘örülmek, bağlanmak’ -k), vb.

Karahanlı Türkçesi metinlerinde de bu ek soyut adlar, yer, alet adları ile edilgen adlar
türetmektedir: ahsak ‘topal, aksak’ (< ahsa- ‘aksamak’ -k) (DLT I: 119, DanKelly,
1985, 17; KB: 3238), amrak ‘sevgili, sıcak, arı (yürek)’ (< amra- ‘sevmek’ -k)
(DLT I: 101; DanKelly, 1985, 9), basruk ‘baskı’ (< basır- ‘baskı yapmak’ -uk) (DLT
I: 446; DanKelly, 1985, 66), bulgak ‘bulanık’ (< bulga- ‘bulanmak’ -k) (DLT, I: 467,
DanKelly, 1985, 80; KB: 4121, 4271), esrük ‘sarhoş’ (< esür- ‘sarhoş olmak’ -ük)
(DLT I: 105, DanKelly, 1985, 27; KB: 4586), kölük ‘yük hayvanı’ (< *köl-
‘(öküzleri) sabana koşmak)’ -ük) (DLT, I: 392, DanKelly, 1985, 108; KB: 173), tilek
‘dilek’ (< tile- ‘dilemek’ -k) (DLT I: 412, DanKelly, 1985, 190; KB: 37, 90), yezek
‘öncü birlik’ (< *yeze- ‘keşfe çıkmak, gözetleme yapmak’ -k) (DLT III: 18, 224;
DanKelly, 1985, 224; KB: 128, 2342, 2343), vb.

Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesinde olduğu gibi Çağataycada da bu ek sıklıkla ve


aynı işlevlerde görülür. Çağataycada daha çok eylemlerden sıfat, soyut ad, alet ve
nesne adları türetmek için kullanılmıştır.

1. Sıfat işlevi:

açog/k ‘açık’ (< aç- ‘açmak’ –og/k) sözcüğü aç- ‘açmak’ eylemine gelerek –(O)k
ekinin eklenmesiyle türemiş gir sıfattır. Eklendiği eylemde eylemin sonucunu
bildirir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde açuk ‘açık’ biçiminde kaydedilmiştir (Seng.
32v2; LÇ: 6a).

197
Sözcük Eski Uygurcada açuk ‘açık’ (TT VI: 383; U III: 35); DLT’de açuk ‘açık’
(DLT I: 64; DanKelly, 1985, 3); KB’de açuk ‘açık’ (KB: 500, 691, 2122); Harezm
Türkçesinde açuk ‘açık, temiz’ (KutbHŞ: 3); Eski Kıpçakçada ise açuk ‘açık, örtülü
olmayan; keşfedilmiş; bulutsuz, açık hava, fethedilmiş, ele geçirilmiş; aşikar,
meydanda, ortada’ (KTS: 2); Osmanlıcada ise açug/açuk ‘açık, temiz’ (TTS II: 3,
TTS III: 2) biçimlerinde kaydedilmiştir.

Etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda ise aç- ‘açmak’ eylemine dayandırılan sözcük


için ‘açık, belli, anlaşılır, arkadaşça’ anlamları kaydedilmiştir (Eckmann, 1966, 65;
VEWT: 3; DTS: 6; EDPT: 22b; DanKelly, 1985, 3; Erdal, 1991, 226). Röhrborn ve
Erdal sözcüğü ikinci hecesinde /o/ ile açok şeklinde okumuşlardır (UW: 43a; Erdal,
1991, 226).

sözidin bedenlarga ref‘-i ta‘ab

açog çihresi taze güldin nişan

(MKb: 86a9)

makamı ve firdevs-i a‘ladadur taharrük ü aramı. Açok yüzidin

(MKb: 86a4)

aksak/g ‘topal’ (< aksa- ‘aksamak’ -g/k) sözcüğü de eylemin sonucunu bildiren bir
sıfattır. Sözcük Çağatayca sözlüklerde aksag / aksag / aksah biçimlerinde ve ‘aksak,
topal’ anlamında kaydedilmiştir (Seng. 45r28; LÇ: 16b).

Sözcük Eski Uygurcada ahsak ‘topal, aksak’ (M III: 49); DLT’de ahsak ‘topal,
aksak’ (DLT I: 119; DanKelly, 1985, 17); Harezm Türkçesinde aksak ‘aksak, topal’
(KutbHŞ: 10); Eski Kıpçakçada ise aksah, aksak ‘aksak, topal’ (KTS: 6)
biçimlerinde kaydedilmiştir.

Etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda ise aksa-, ahsa- ‘aksamak’ eylemine


dayandırılan sözcük için ‘aksa, topal’ anlamları kaydedilmiştir (VEWT: 9; DTS: 49;
EDPT: 95a; UW: 83a; DanKelly, 1985, 17; Erdal, 1991, 227). Erdal, Arat’ın KB’de
aksak okuduğu sözcüğü ahsak şeklinde düzeltmiştir (Erdal, 1991, 227).

198
yétmeklik érür müşkil maksadka nidin kim bar

köz hıyre vü tün tire at aksak o yol burtak

(BV, 320: 8)

yétmeklik érür müşkil maksadka nidin kim bar

köz hìre vü tün tire at aksak u yol burtak

(NN, 530: 8)

artuk ‘fazla, artık’ (< art- ‘artmak’ -uk) sözcüğü Orhon yazıtlarında artok şeklinde
yer almaktadır. Türkçenin tarihi dönemlerinde ve günümüz modern dillerinde
bulunan bir eylem olan art- ‘artmak’ eylemine gelen –(O)k ekiyle sıfat adı
türetilmiştir. Bu biçim Çağatayca sözlüklerde ‘artık, fazla’ anlamlarıyla görül-
mektedir (Seng. 36v27; LÇ: 8b).

Sözcük Eski Uygurcada artuk ‘fazla, artık’ (M I: 12; TT II: 8); DLT’de artuk ‘fazla,
artık’ (DLT I: 99; DanKelly, 1985, 13); Harezm Türkçesinde artuk ‘fazla, artık,
artan’ (KutbHŞ: 11); Eski Kıpçakçada ise artık, artuk ‘artık, fazla, fazlalık’ (KTS:
13); Osmanlıcada ise artık, artuk ‘fazla, daha fazla, artık’ (TTS I: 42; TTS II: 56;
TTS III: 39; TTS IV: 42) biçimlerinde kaydedilmiştir.

Etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda art- ‘artmak’ eylemine dayandırılan sözcük


için ‘fazla, artık’ anlamları kaydedilmiştir (Eckmann, 1966, 60; VEWT: 27; DTS:
57; EDPT: 204b; UW: 210a; DanKelly, 1985, 13; Erdal, 1991, 228; Tekin, 2000, 92;
TETL: 202).

éy candın artuk sévgenim, kasd étme étme ahır canıma

rahm étkil, öltürme mini, na-hak kılur-sin kanıma

(SD: 462)

kim anıŋ eyvanıda ferşler ki boldı zer-nigar

uşmunuŋ sihridin artuk altun olgay mu ikin

(ŞHD: 133b13)

199
ayruk ‘ayrık, farklı’ (< ay-ur- (ET ad-ır-) ‘ayırmak’ -uk) sözcüğü Eski Türkçede
adrok (< adır- ‘ayırmak’ -ok) ve adruk (< adr+u-k) biçimlerinde yer almaktadır.
Çağatayca sözlüklerde ise ‘ayrı, farklı, diğer’ anlamlarında ve ayruk biçiminde
görülmektedir (Seng. 57r19; LÇ: 50a).

Sözcük Eski Uygurcada adruk ‘ayrıki ayrılmış’ (TT II 6; Suv. 118/6); DLT’de adruk
‘başka, diğer’ (DLT I: 98; DanKelly, 1985, 4); Harezm Türkçesinde ayrık/ayrı
‘diğer’ (‘Ali: 12 [EDPT: 65a-b]); Eski Kıpçakçada ise ayruk, ayrı, ayrık, ayuk, eyrik
‘ayrı, başka, farklı’ (KTS: 19); Osmanlıcada ise ayrug/ayruk ‘diğer; tekrar’ (TTS I:
61; TTS II: 82; TTS III: 54; TTS IV: 60) biçimlerinde kaydedilmiştir.

Etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda Eski Türkçe adır- ‘ayırmak’ eylemine


dayandırılan sözcük için ‘ayrı, farklı, diğer, ayrık’ anlamları kaydedilmiştir (VEWT:
6; DTS: 30; EDPT: 65a; DanKelly, 1985, 4; Hamilton, 1998, 163b).

Marcel Erdal adr-ok ‘farklı, çeşitli’ ve adru-k ‘mükemmel, üstün, en iyi; erdem,
fazilet’ biçiminde iki ayrı sözcüğün olabileceğini ifade eder. Ona göre örneklerden
bunların iki ayrı sözcük olduğunu belirtmek pek mümkün değildir. O, adr-ok
biçiminin adır- ‘ayırmak’ eyleminden, adru-k biçiminin ise adr+u- ‘üstün olmak,
başarı göstermek’ kökünden geldiğini düşünmektedir (Erdal, 1991, 226). UW’de bu
iki biçim birlikte alınmıştır: adr-ok biçimi adır- eyleminin nesne adını, adru-k biçimi
de adru- eyleminin öznesini gösterir (UW: 59a). Clauson bu adır- eylemini de *ad-
biçiminde bir eyleme bağlamış, adır- eylemini bu eylemin geçişlilik işlevinde
ettirgenlik eki almış biçimi olduğunu belirtmiş ve de Kırgızca, Kazakça gibi
günümüz Türk dillerinde sözcüğün Moğolcadan geri ödünçleme olan acira- ‘ayırmak
(insanlardan)’ biçiminin görüldüğünü aktarmıştır (EDPT: 66b).

béyik ‘büyük’ (< béyi- (ET bedü-) ‘büyümek’ -k) sözcüğü Eski Türkçedeki bedü-k
‘büyük’ sözcüğünün Çağataycadaki biçimidir. Çağataycada sözcüğün béyiklik
‘büyüklük’, béyikrek ‘daha büyük’ şeklinde genişlemiş biçimleri de görülmektedir.
Sözcük Çağatayca sözlüklerde béyik biçiminde ve ‘büyük, uzun’ anlamlarıyla
kaydedilmiştir (Seng. 150v. 3; LÇ: 94b).

Sözcük Eski Uygurcada bedük ‘fazla, artık’ (M I: 16; TT IV: 10); DLT’de bedük
‘büyük (DLT I: 385; DanKelly, 1985, 69); Harezm Türkçesinde bedük, bedik

200
‘büyük’ (KutbHŞ: 29; Nehc. 128/3); Eski Kıpçakçada ise bedük, biyik, beyük, büyük
‘artık, fazla, fazlalık’ (KTS: 33) biçimlerinde kaydedilmiştir.

Etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda Eski Türkçede bulunan bédü- (Çağ. béyi-)


‘büyümek’ eylemine dayandırılan sözcük için ‘büyük’ anlamı kaydedilmiştir
(VEWT: 67; DTS: 91; EDPT: 302b; DanKelly, 1985, 69; Erdal, 1991, 230; Tekin,
2000, 92; TETL: 383).

Sözcük Moğolcada büdügün ‘büyük’ biçiminde yer almaktadır (Lessing, 1960, 144b,
KWb: 66).

ya aşakka salur yél béyik yérdin … yırak yéride kim anıŋ faryadıga kişi yétmes va
élik tutmas bu kelimeler

(ÇKT: 35b1)

kün béyik çıkkunça moy u naleni pest étmeli

köp béyik çıkkay bu kün kim bolga biz, biz yirge pest

(GS, 81: 3)

Sıfat işlevine bu ekle biçimlenen diğer sözcükleri şöyle sıralayabiliriz:

buzug/k ‘bozuk, harabe’ (< buz- ‘bozmak’ -uk) biçimi buz- ‘bozmak’ eyleminin
sonucunu bildiren bir sıfattır. Bu biçim Çağatayca sözlüklerde buzug / buzuk
şeklinde yer ‘bozuk, harabe, virane, fasid’ anlamlarıyla yer almaktadır (Seng.
134r15; LÇ: 80).

Sözcük Karahanlı Türkçesinden itibaren görülmektedir. DLT’de buzuk ‘bozuk, yıkık,


dökük’ (DLT I: 378; DanKelly, 1985, 78); Harezm Türkçesinde buzuk ‘bozuk’ (Oğ.
367); Eski Kıpçakçada bozuk ‘bozuk, bozulmuş, asli özelliğini yitimiş’ (KTS: 35);
Osmalıcada ise bozuk ‘bozuk’ (TTS II: 166) biçimlerinde kaydedilmiştir.

Etimolojik sözlüklerde Eski Türkçede bulunan buz- eylemine dayandırılan sözcük


için ‘bozuk, harabe’ anlamları kaydedilmiştir (TMEN II: 787; Eckmann, 1966, 65;
DTS: 131; EDPT: 390b; DanKelly, 1985, 78; TETL: 378). Poppe sözcüğün Tü. buz-
ile Moğ. bur-çi- ‘kırmak, dağıtmak’ denkliğinin olduğunu ileri sürmüştür (Poppe,
1927, 110 vd.) Doerfer sözcüğün Arapça, Çeremişçe ve bazı Slav dillerinde
(Bulgarca vb.) alıntı olarak yaşadığını aktarmıştır (TMEN II: 787).

201
buzug köŋlüme taracıŋnı bes kıl

kişi salmaŋ durur viranga yagma

(BV, 37: 2)

özin étip cünun emride ma‘ruf

bolup küfvi buzuglar içide küf

(DN: 514)

eksük ‘eksik’ (< egsü- ‘eksilmek’ -k) sözcüğü de eylemin sonucunu bildiren bir
sıfattır. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta öksük ve eksük biçimlerinde ve ‘eksik,
tam olmayan’ anlamlarında görülmektedir (Seng. 79v23).

Sözcük Eski Uygurcada egsüg ‘eksik’ (Chuas. 289-90 [EDPT: 116b]); DLT’de egsük
‘bir şeyin eksiği’ (DLT I: 105; DanKelly, 1985, 20); Harezm Türkçesinde eksük
‘hatalı, eksik’ (KutbHŞ: 20; Nehc. 38/10); Eski Kıpçakçada ise eksük, efsük, eksik,
emsük, eysik, iksik, iksük ‘eksik, noksan’ (KTS: 71) biçimlerinde kaydedilmiştir.

Etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda Eski Türkçede bulunan egsü- eylemine


dayandırılan sözcük için ‘eksik’ anlamı kaydedilmiştir (Eckmann, 1966, 65; VEWT:
39; DTS: 167; EDPT: 116b; UW: 359b; DanKelly, 1985, 20; Erdal, 1991, 232;
Tekin, 2000, 92; TETL: 703).

tutarlar koydın eksükrek, ‘adu ger bolsa şir-i ner

körerler toydın artukrak tümen miŋ katla heycanı

(SD: 305)

köyer pervane candın kaygı yémes

kişi pervanidin hod eksük émes

(DN: 340)

esrük ‘sarhoş’ (< esür- ‘sarhoş olmak’ -ük, krş. ösrük) sözcüğü de eylemin sonucunu
bildiren bir sıfattır. Çağatayca sözlüklerde ösrük, esrük biçimlerinde ‘sarhoş’
manasıyla yer almaktadır (Seng. 75r19; LÇ: 13a).

Sözcük Eski Uygurcada esrük ‘sarhoş’ (TT I: 57); DLT’de esrük ‘sarhoş’ (DLT I:
105; DanKelly, 1985, 27); Harezm Türkçesinde esrük ‘sarhoş’ (KutbHŞ: 22); Eski
202
Kıpçakçada esrük, esrik, esirik, isrik ‘sarhoş’ (KTS: 76); Osmalıcada ise esirik,
esrük, esrik ‘sarhoş’ (TTS I: 281; TTS II: 403; TTS III: 268; TTS IV: 311)
biçimlerinde kaydedilmiştir.

Etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda Eski Türkçede bulunan esür- ‘sarhoş olmak’


eylemine dayandırılan sözcük için kaynaklarda ‘sarhoş, sarhoşluk’ anlamları
kaydedilmiştir (VEWT: 50; DTS: 184; EDPT: 250b; DanKelly, 1985, 27; Erdal,
1991, 232).

baktı ta esrük közüŋ agyara halımdur harab

kan yutar min ta lebiŋga tégdi sagar ilgidin

(LD: 1407)

otluk közüŋ allında köp biryan kıldım can u dil

esrük hem ol kafir, nidin meyl étmedi biryanıma

(SD: 463)

katık ‘katı, sert; güç’ (< kat- ‘sert olmak, sağlam olmak’ -ık) sözcüğü kat- ‘sert
olmak, sağlam olmak’ eyleminin eylem sıfatıdır. Çağatayca sözlüklerde katıg, katık
biçiminde ve ‘katı, sert; güç’ anlamlarıyla yer almaktadır (Seng. 267r. 29; LÇ: 214a).

Sözcük Eski Uygurcada katag ‘katı, sağlam’ (U II: 88), katıg ‘katı, sağlam’ (T VII:
40); DLT’de katıg ‘katı, sağlam’ (DLT I: 375; DanKelly, 1985, 133); Harezm
Türkçesinde katıg ‘katı, sağlam’ (KutbHŞ: 135; Nehc. 30/6); Eski Kıpçakçada ise
katı, kattı ‘katı, sağlam’ (KTS: 131); Osmanlıcada katı ‘katı, sert’ (TTS I: 431; TTS
II: 598; TTS III: 419; TTS IV: 481) biçimlerinde kaydedilmiştir.

Etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda kat- ‘sert olmak, sağlam olmak’ eylemine


dayandırılan sözcük için ‘katı, sert; güç’ anlamları kaydedilmiştir (TMEN III: 1373;
VEWT: 241; DTS: 433; EDPT: 597b-598a; DanKelly, 1985, 133; Erdal, 1991, 234).

hicride canımga bī-dad éylesem ‘ayb étmeŋiz

kim katık hal érmiş ayrılmak birevge örgenip

(HBD, 16: 5)

203
tün ü kün mahzun köŋül bir naleni pest étmeli

veh ki müşkil hal ile bizge katık iş bérdi dest

(HBD, 24: 4)

késük ‘kesik’ (< kes- ‘kesmek’ -ük) sözcüğü kes- ‘kesmek’ eyleminin eylem sıfatıdır.
Çağatayca sözlüklerde késük biçiminde ve ‘kesik, kesilmiş’ anlamıyla yer almaktadır
(Seng. 314v29; LÇ: 266a).

Sözcük Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de kesük ‘kesik, kesilmiş’ (DLT I:


391); Harezm Türkçesinde kesek ‘kesik, parça’ (KutbHŞ: 95); Eski Kıpçakçada
kesük, kesik, kisik ‘kesilmiş, doğranmış’ (KTS: 141); Osmanlıcada kesek ‘kesik,
parça’ (TTS I: 448; TTS II: 618; TTS III: 438; TTS IV: 501) biçimlerinde
kaydedilmiştir.

Etimolojik sözlüklerde kes- eylemine dayandırılan sözcük için ‘kesik, kesilmiş; bir
şeyden kesilmiş parça, toprak parçası, çamurdan yapılmış kerpiç’ anlamları
kaydedilmiştir (TMEN III: 1634; VEWT: 257; DTS: 302; EDPT: 749b; Erdal, 1991,
259). Doerfer sözcüğün Moğolcaya Türkçeden alıntılandığını aktarmıştır (TMEN III:
1634). Clauson sözcüğü kesek şeklinde maddebaşı olarak vermiştir (EDPT: 749b).

iti bagrım yégendin ölse éyleŋ

késip bagrın késük bagrımga peyvend

(NN, 207: 4; BV, 123: 4)

sınuk/g ‘kırık’ (< sın- ‘kırmak’- uk) sözcüğü sın- ‘kırmak’ eyleminin sonucunu
bildiren bir sıfattır. Çağatayca sözlüklerde sınıg, sınık, sınug, sınuk biçiminde ve
‘kırık, şikeste, bozuk, yarık’ gibi anlamlarla yer almaktadır (LÇ: 199b, 200a).

Sözcük DLT’de sıŋuk ‘kırık, kırılmış’ (DLT III: 365); Harezm Türkçesinde sınuk
‘kırılmış’ (KutbHŞ: 165; Nehc. 433/1); Eski Kıpçakçada sınık, sınuk ‘kırık, kırılmış’
(KTS: 235); Osmalıcada ise sınık, sınuk ‘kırık, kırılmış, yıpranmış’ (TTS I: 623; TTS
II: 819; TTS III: 622; TTS IV: 686) biçimlerinde kaydedilmiştir.

Etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda Eski Türkçede bulunan sın- ‘kırmak’


eylemine dayandırılan sözcük için ‘kırık; bozgun’ anlamları kaydedilmiştir
(Eckmann, 1966, 65; DTS: 504; EDPT: 837b; Erdal, 1991, 243). Marcel Erdal sın-ok

204
sözcüğünün sın- eyleminin özne adı olduğunu belirtmiş, sözcüğün kökünün de sı-n-
biçiminde geliştiğini ifade etmiştir (Erdal, 1991, 243). Talat Tekin, sözcüğün kökünü
Tkm. sīn- ‘kırılmak’, DLT sī- ‘kırmak’ ile karşılaştırmıştır (Tekin, 1995, 71).

izhar-ı acz éterde cenabıŋda bir durur

nişi sınuk siŋek bile pil-i deman saŋa

(GS, 7: 6)

muŋrayı andak sınuk köŋlüm bozulur kim sipihr

bü’l-‘aceb halimga yüz miŋ köz bile hayran olur

(GS, 166: 2)

süzük ‘saf, süzülmüş, temiz’ (< süz- ‘süzmek’ -ük) sözcüğü süz- ‘süzmek’ eyleminin
eylem sıfatıdır. Çağatayca sözlüklerde süzük biçiminde ‘süzülmüş, temiz, saf, berrak’
anlamıyla yer almaktadır (Seng. 243r21; LÇ: 190b).

Sözcük Eski Uygurcada süzüg ‘süzülmüş’ (TT VIII C: 6), süzük ‘süzülmüş’ (TT VII:
40); DLT’de süzük ‘süzük, süzülmüş’ (DLT I: 389; DanKelly, 1985, 172); KB’de
süzük ‘süzük, süzülmüş’ (KB: 2105) biçimlerinde kaydedilmiştir.

Etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda süz- ‘süzmek’ eylemine dayandırılan sözcük


için ‘saf, berrak, süzülmüş, temiz’ anlamları kaydedilmiştir (Eckmann, 1966, 65;
DTS: 519; EDPT: 862a; DanKelly, 1985, 172; Erdal, 1991, 243). Marcel Erdal süz-
eylemine dayandırdığı sözcüğün, bu eylemin soyut ve mecazi nesnelerini gösteren
yaygın bir sıfat olduğunu belirtmiş ve sözcüğü süzök biçiminde okumuştur (Erdal,
1991, 243).

içse mey cismi safasıdın körünür ta barur

la’l eger tüşse körüngen dék süzük su astıda

(FK, 29: 3; NN, 38: 4)

çun kazdılar suy esrü safa va latafatlıg süzük va çuçuk gayatida çıkıp kéldi alar ol
kuyuknı kéŋ

(ÇKT, 37a16)

205
tok ‘tok, karnı tok’ (< *to- ‘doymak’ -k) sözcüğü *to- ‘doymak’ eyleminin eylem
sıfatıdır. Çağatayca sözlüklerde tok biçiminde ‘tok, açın zıddı’ anlamında
görülmektedir (Seng. 180v. 25; LÇ: 122a).

Etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda *to- ‘doymak’ eylemine dayandırılan sözcük


için kaynaklarda ‘tok, karnı tok’ anlamları kaydedilmiştir (Gabain, 1941 (20003), 54;
VEWT: 484; DTS: 576; EDPT: 464b; DanKelly, 1985, 193; Erdal, 1991, 248; Tekin,
2000, 92).

Sözcük Tarihi Türk Dillerinde tok ‘tok, aç’ın zıddı’ biçiminde görülmektedir.

tok çıkıp halvetdin özni ruze dép cühhaldin

asru köp nadannı öz tavrıga şeyda kıldı şeyh

(GS, 116: 5)

uşbu dünya deryasınga gark-ı can bolduk nétey

köŋlümüz toktur veli keşti-sin ü divar sin

(ŞHD, 130b13)

tüzük ‘düzgün, düzülmüş, hazır’ (< tüz- ‘düzmek’ -ük) sözcüğü tüz- ‘düzmek’
eyleminin eylem sıfatıdır. Çağatayca sözlüklerden Lugat-ı Çağatay’da tüzük
biçiminde ‘tertipli, muntazam, düzenli’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 119a).

Etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda tüz- ‘düzmek’ eylemine dayandırılan sözcük


için ‘düzgün, düzülmüş, hazır’ anlamları kaydedilmiştir (DTS: 603; Erdal, 1991,
251). Marcel Erdal sözcüğün tüz- ‘düzmek, düzeltmek’ eyleminin nesne adı
olduğunu belirtmiştir (Erdal, 1991, 251).

gah tüzük bolganda ékki miŋ öylük bolurlar érdi

(ŞTü, 37: 20)

kamuk ferih tüzükin bozguçı ecelni bilip

‘acep turur bu tarab birle tüzmekiŋ mahfil

(LD: 46)

206
uşak/g ‘ufak, küçük’ (< *uvşa- ‘ufalamak’ -k) sözcüğü *uvşa- ‘ufalamak’ eyleminin
eylem sıfatıdır, krş. ET uvşak ‘küçük’, DLT uşal- ‘ufalanmak’, uwşat-, uşat-
‘parçalamak, ufaltmak’. Çağatayca sözlüklerde uşag, uşak biçimlerinde ‘ufak, küçük,
parçalara ayrılmış’ anlamlarında yer almaktadır (Seng. 75v26; LÇ: 34a).

Sözcük Eski Uygurcada ufşak ‘ufak, küçük’ (TT III: 117), uvşak ‘ufak, küçük’ (TT
VII: 36); uşak ‘ufak, küçük’ (H II: 31); DLT’de uşak ‘ufak, küçük; iftira’ (DLT I: 67;
DLT I: 122); KB’de uşak ‘ufak, küçük’ (KB: 4601); Harezm Türkçesinde uşak ‘ufak,
küçük’ (KutbHŞ: 201; Nehc. 73/17); Eski Kıpçakçada ise uşak ‘çok küçük’ (KTS:
294); Osmanlıcada da ‘küçük; küçük çocuk’ (TTS I: 729; TTS II: 933; TTS III: 717;
TTS IV: 778) biçimlerinde kaydedilmiştir.

Etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda *uvşa- ‘ufalamak’ eylemine dayandırılan


sözcük için ‘ufak, küçük’ anlamları kaydedilmiştir (TMEN II: 482; Eckmann, 1966,
65; DTS: 617; EDPT: 16a; Erdal, 1991, 252). Sözcük Räsänen tarafından ise *uşa-
biçimine dayandırılmıştır (VEWT: 484).

lebiŋ ab-ı hayatın Hızr-ı hattıŋ nuş éter sa‘at

habab olmış uşak bir ékki anı déme teb-hale

(BV, 525: 4)

ay felek encüm uşak taşın yıgıp başıŋa ur

çün fena mey-hanesi hiştidin oldı türbetim

(GS, 407: 6)

uzak ‘uzak, uzunluk’ (< uza- ‘uzamak’ -k) sözcüğü uza- ‘uzamak’ eyleminin eylem
sıfatıdır. Çağatayca sözlüklerde uzak biçiminde ve ‘uzak, ırak’ anlamlarıyla
geçmektedir (Seng. 73v18; LÇ: 32a).

Sözcük Eski Uygurcada uzak ‘uzak’ (TT VII: 28), DLT’de uzak ‘uzak’ (DLT I: 66;
DanKelly, 1985, 57); Osmanlıcada ise uzak ‘uzak’ (TTS II: 944; TTS IV: 797)
biçimlerinde kaydedilmiştir.

Etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda uza- ‘uzamak’ eylemine dayandırılan sözcük


için tüm kaynaklarda ‘uzak, uzunluk’ anlamları kaydedilmiştir (DTS: 620; EDPT:

207
283a; DanKelly, 1985, 57; Erdal, 1991, 253). Räsänen ise sözcüğü *uz (< *uŕ <
*puŕ) köküne dayandırmıştır (VEWT: 518).

yarımnı köre turmak üçün ‘ömr tiler-men

yok érse maŋa nişke kérek ‘ömr uzakı

(SD: 794)
yüzüŋge tekye kılıp zülf kéçe taŋga digin

uzun uzak mini vasfıda kıssa-hvan kıldı

(LD: 2450)

yaruk/g ‘aydınlık, parlak’ (< yaru- ‘parlamak’ –k/g) sözcüğü yaru- ‘parlamak’
eyleminin eylem sıfatıdır. Çağatayca sözlüklerde yarug, yaruk biçimlerinde ve
‘aydınlık, parlak’ anlamlarıyla yer almaktadır (Seng. 329v11; LÇ: 292a).

Sözcük Eski Uygurcada yaruk ‘aydınlık, parlak’ (M III: 19; TT III: 133), DLT’de
yaruk ‘aydınlık, parlak’ (DLT III: 15; DanKelly, 1985, 216); Harezm Türkçesinde
yaruk ‘aydınlık, parlak’ (KutbHŞ: 72; Nehc. 88/5); Eski Kıpçakçada ise yarıh, yaruk,
yarık ‘aydınlık, parlak, ay ışığı’ (KTS: 313) biçimlerinde kaydedilmiştir.

Etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda yaru- ‘parlamak’ eylemine dayandırılan


sözcük için kaynaklarda ‘aydınlık, parlak’ anlamları kaydedilmiştir (Eckmann, 1966,
65; VEWT: 189; DTS: 244; EDPT: 962b; DanKelly, 1985, 216; Tekin, 2000, 92).
Marcel Erdal, Tibet ve Brahmi yazıtlarında sözcüğün ikinci hecesindeki ünlünün o
olduğunu belirtir ve sözcüğün kökünü yaro- ‘parlamak’ biçiminde verir (Erdal, 1991,
255).

sözüŋ çın olsa aŋa hacet-i delil érmes

kuyaşnı ol ki yarug dér ni hacet aŋa hücel

(FK, 97: 5)

yarug ister-sin köŋül müfrit riyazet kıl kabul

kayda közgü ruşen olgay bolmayın suhan irig

(FK, 341: 7)

208
yumşag ‘yumuşak’ (< yumşa- ‘yumuşamak’ -k) sözcüğü yumşa- ‘yumuşak’
eyleminin eylem sıfatıdır. Çağatayca sözlüklerde yumşag, yumşak biçimlerinde
‘yumuşak’ anlamıyla geçmektedir (Seng. 346v24; LÇ: 309a).

Sözcük Eski Uygurcada yumşak ‘yumuşak’ (M I: 24; TT X: 437), DLT’de yumşak


‘bir şeyin yumuşağı’ (DLT III: 44; DanKelly, 1985, 233); Harezm Türkçesinde
yumşak ‘yumuşak’ (KutbHŞ: 86; Nehc. 105/12); Eski Kıpçakçada ise yumşak,
yımşak, yumçak, yumuşak ‘yumuşak’ (KTS: 329) biçimlerinde kaydedilmiştir.

Etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda yumşa- ‘yumuşamak’ eylemine dayandırılan


sözcük için ‘yumuşak’ anlamı kaydedilmiştir (DTS: 279; EDPT: 938b; DanKelly,
1985: 233; Erdal, 1991, 256). Marcel Erdal Tarihi Türk dillerinde yımşak/yumşak
biçiminde görülen sözcüğün yumşa- eyleminin öznesi olduğunu ifade etmiştir (Erdal,
1991, 256).

köp kavma şeyh mug-beçeler kuyidin mini

kim köŋlüm asru yumşag u bu iş érür katıg

(FK, 310: 6)

yırak/g ‘yırak, uzak’ (< (y)ıra- ‘uzaklaşmak’ -k) sözcüğü (y)ıra- ‘uzaklaşmak’
eyleminin eylem sıfatıdır. Sözcük ırak biçiminde de görülür. Çağatayca sözlüklerde
yırag, yırak biçimlerinde ‘uzak, ırak’ anlamlarında görülmektedir (Seng. 349r25;
LÇ: 311a).

Sözcük Eski Uygurcada ırak ‘uzak’ (U II: 22), yırak ‘ırak’ (TT I: 78); DLT’de yırak
‘ırak’ (DLT III: 28; DanKelly, 1985, 228); Harezm Türkçesinde ırak, yırak ‘ırak’
(KutbHŞ: 91; Nehc. 115/14); Eski Kıpçakçada ise ırah, ırak, yırak ‘ırak’ (KTS: 321;
TZ: 8a6); Osmanlıcada ırak, ırag, ırah ‘uzak’ (TTS I 352; TTS II: 498; TTS III: 342;
TTS IV: 393) biçimlerinde kaydedilmiştir.

Etimolojik sözlüklerde yıra- eylemine dayandırılan sözcük için kaynaklarda ‘ırak,


uzak’ anlamları kaydedilmiştir (VEWT: 201; DTS: 219; EDPT: 214a; DanKelly,
1985, 228). Marcel Erdal (y)ırak ‘uzak’ şeklinde anlamlandırdığı sözcüğün ıra-
eyleminden türemiş bir sıfat ve soyut ad olduğunu belirtmiştir (Erdal, 1991, 233).

209
köŋülge hecr zahmı kim urup özdin yırak saldıŋ

boguzlap taşlagan kuş dék töküp kan ıztırab eyler

(NN, 252: 3)

bade-i safı çėkip ahbab ile gafil velīk

kim yıraktın dagı bir mahrum-ı hun-aşamı bar

(NN, 242: 5)

2. Soyut adlar: –(O)k ekinin eylemlere gelerek onlardan soyut anlamlı adlar türettiği
de görülür.

buyrug/k ‘emir, buyruk’ (< buyur- ‘buyurmak’ -uk) sözcüğü bu şekilde biçimlenmiş
bir sözcüktür. Eski Türkçeden beri kullanılan bu sözcük günümüz Türk dillerinde de
kullanılan bir biçimdir. Çağatayca sözlüklerde buyrug, buyruk biçimlerinde ve ‘emir,
buyruk, ferman, yarlıg, berat’ anlamlarıyla yer almıştır (Seng. 142v20; LÇ: 87a).
Ayrıca Senglah’ta ‘Naymanların lideri Tayañ Han’ın kardeşlerinden biri, Çingiz
Han’a karşı savaştı ve ona yenildi’ şeklinde özel ad olarak kullanımına da
değinilmiştir (Seng. 142v20).

Sözcük Orhon Yazıtlarından itibaren görülmektedir. Orhon Yazıtlarında buyruk


‘buyruk, emir’ (KT G: 1); Eski Uygurcada buyruk ‘emir, buyruk’ (U IV: 28; TT VIII
A: 12); DLT’de buyruk ‘buyruk, emir’ (DLT I: 378; DanKelly, 1985, 78); Harezm
Türkçesinde buyruk ‘emir, buyruk’ (KutbHŞ: 37); Eski Kıpçakçada ise buyruk,
buyuruh, buyuruk ‘emir, buyruk, hüküm’ (KTS: 39); Osmanlıcada buyruk ‘emir,
buyruk’ (TTS I: 130; TTS II: 184; TTS III: 121; TTS IV: 136-7) biçimlerinde
kaydedilmiştir.

Etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda buyur- ‘buyurmak’ eylemine dayandırılan


sözcük için ‘emir, buyruk’ anlamları kaydedilmiştir (TMEN II: 815; Eckmann, 1966,
65; VEWT: 87; DTS: 121; EDPT: 387a-b; DanKelly, 1985, 78; Erdal, 1991, 231;
Tekin, 2000, 92). Doerfer sözcüğün Arapça, Çeremişçe, Kafkas dilleri ve bazı Slav
dillerinde Türkçeden alıntı olarak bulunduğunu aktarmıştır (TMEN II: 815).

mu‘in kılduk biz dini va şari‘ati kim biziŋ buyrugumızı bile alar ol dinniŋ

(ÇKT: 39b20)

210
buyruglarıŋ élge karz yaŋlıg

sünnetleriŋ élge farz yaŋlıg

(LM: 140)

bulgag/k ‘karışıklık’ (< bulga- ‘karışmak’ - g/k) biçimi de eylemden türemiş bir
diğer soyut addır. Eski Türkçeden beri görülen bir sözcüktür. Bu biçim bulga-
eyleminin nesne adıdır. Sözcük Çağatayca sözlüklerde bulgag, bulgak biçiminde ve
‘karışıklık, düzensizlik; fitne, fesad’ anlamlarıyla yer almaktadır (Seng. 141 v1; LÇ:
85a).

Sözcük Orhon Yazıtlarından itibaren görülmektedir. Orhon Yazıtlarında bulgak


‘karışıklık, düzensizlik’ (KT K: 4; BK D: 29); Eski Uygurcada bulgak ‘karışıklık,
düzensizlik’ (U II: 78); DLT’de bulgak ‘karışıklık, düzensizlik, halk arasında çıkan
panik’ (DLT I: 467; DanKelly, 1985, 80); KB’de bulgak ‘karışıklık, düzensizlik, halk
arasında çıkan panik’ (KB: 4121); Eski Kıpçakçada bulgak, bulanak, bulanuk,
bulganak, bulganık, bulganuk ‘bulanık; kargaşa, alt üst olma’ (KTS: 37)
biçimlerinde kaydedilmiştir.

Etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda bulga- ‘karışmak’ eylemine dayandırılan


sözcük için kaynaklarda ‘karışıklık, düzensizlik’ anlamları kaydedilmiştir (TMEN II:
768; DTS: 122; EDPT: 336b; DanKelly, 1985, 80; Erdal, 1991, 231; Tekin, 2000,
92). Marcel Erdal da bulga- ‘karışmak, bulanmak’ eylemine dayandırdığı sözcüğün
bu eylemin nesne adı olduğunu belirtmiştir (Erdal, 1991, 231).

zülfüŋ çü baş köterdi bozuldu köŋül ili

kaydın tapılsun emn ki bulgag çagıdur

(LD: 704)

köŋülde ‘ışkıŋ otı saldı bulgag

yine dag üstine sin koymagıl dag

(DN: 310)

émgek ‘emek, eziyet, sıkıntı’ (< émge- ‘sıkıntı çekmek’ -k) sözcüğü de émge- ‘sıkıntı
çekmek’ eyleminden türemiş bir soyut biçimdir. Çağatayca sözlüklerde émgek
211
biçiminde ve ‘emek, eziyet, sıkıntı, zahmet’ anlamlarıyla yer almaktadır (Seng.
114v29; LÇ: 61b).

Sözcük Orhon yazıtlarından itibaren görülmektedir. Orhon Yazıtlarında emgek ‘acı,


ıstırap’ (BK D: 16); Eski Uygurcada emgek ‘acı, ıstırap’ (TT III: 39; U II: 4);
DLT’de emgek ‘acı, ıstırap’ (DLT I: 110; DanKelly, 1985, 23); KB’de emgek ‘acı,
ıstırap’ (KB: 39, 373, 1738); Harezm Türkçesinde emgek ‘acı, ıstırap’ (Nehc. 270/2);
Eski Kıpçakçada ise emgek, emek, imgek ‘acı, ıstırap, eziyet’ (KTS: 73) biçimlerinde
kaydedilmiştir.

Etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda émge- ‘sıkıntı çekmek’ eylemine dayandırılan


sözcük için kaynaklarda ‘emek, eziyet, sıkıntı’ anlamları kaydedilmiştir (Eckmann,
1966, 66; VEWT: 42; DTS: 172; EDPT: 159a; UW: 366b; DanKelly, 1985, 23;
Erdal, 1991, 232; Tekin, 2000, 92). Marcel Erdal da emge- ‘sıkıntı çekmek’ eylemine
dayandırdığı sözcüğün bu eylemin hareket adı olduğunu belirtmiştir (Erdal, 1991,
231).

çün saŋa ‘ışk emgeki tüşmey durur

ni bilür sin hastalarnıŋ balıdın

(LD: 2650)

sagıngay ol emgek aşnası

mehdin bolmak bu iş rızası

(LM: 1564)

kılıg/k ‘kılık, huy, davranış’ (< kıl- ‘yapmak’- ıg/k) sözcüğü kıl- ‘yapmak’
eyleminden türemiş bir soyut biçimdir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde kılıg ve kılık
biçimlerinde ve ‘huy, davranış, kıyafet, suret, tarz’ anlamlarıyla yer almaktadır
(Seng. 298v20; LÇ: 248b; DTO: 451).

Sözcük Tarihi Türk dillerinde Eski Uygurcadan beri görülmektedir. Eski Uygurcada
kılık ‘karakter, mizaç’ (TT VII: 17), DLT’de kılık ‘davranış, mizaç’ (DLT I: 383;
DanKelly, 1985, 136), Harezm Türkçesinde kılık ‘ilişki, karakter, mizaç’ (KutbHŞ:
148); Eski Kıpçakçada kılıg, kılgı ‘tabiat, yaratılış, huy’ (KTS: 143); Osmanlıca ise
kılık ‘karakter, huy’ (TTS I: 456; TTS IV: 508) biçimlerinde yer almıştır.

212
Etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda kıl- ‘yapmak’eylemine dayandırılan sözcük
için ‘huy, davranış’ anlamları kaydedilmiştir (TMEN III: 1517; DTS: 443; EDPT:
620b; DanKelly, 1985, 136; Erdal, 1991, 237). Marcel Erdal, sözcüğün kökünün
aslında *kılX biçiminde olduğunu, fakat tarihsel süreç içinde kıl- biçimine
değiştiğini, asıl kökün ise kılı-r geniş zaman biçiminde yaşadığını aktarmıştır (Erdal,
1991, 237).

hüsn devriga vefa yok bu kuyaş bat uyakur

hublardın hoş érür yahşılıg u yahşı kılıg

(FK, 309: 6)

bar édi söz üni na-danlar dék

kılıgı yaşgına oglanlar dék

(ŞN1: 425)

körk ‘güzellik’ (< kör- ‘görmek, bakmak’ -k) sözcüğü kör- ‘görmek, bakmak’
eyleminden türemiş bir başka soyut biçimdir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta
körk ve görk biçimlerinde ‘(görünüşte) güzellik’ anlamlarıyla yer almaktadır (Seng.
305r28).

Sözcük Eski Uygurcada körk ‘güzellik, sevimlilik’ (Suv. 164/20); DLT’de körk
‘güzellik, sevimlilik’ (DLT I: 353; DanKelly, 1985, 110); KB’de körk ‘güzellik,
sevimlilik’ (KB: 2861); Harezm Türkçesinde körk ‘güzellik, sevimlilik’ (KutbHŞ:
103); Eski Kıpçakçada ise körk, görk ‘güzellik, iyilik’ (KTS: 159) biçimlerinde
kaydedilmiştir.

Etimolojik sözlüklerde kör- ‘görmek, bakmak’ eylemine dayandırılan sözcük için


kaynaklarda ‘güzellik’ anlamları kaydedilmiştir (VEWT: 292; DTS: 317; EDPT:
741a; DanKelly, 1985, 110; Erdal, 1991, 224; Hamilton, 1998, 199).

zihi serir igesi körkniŋ cihanında

boyuŋça serv kanı sun‘ bustanında

(LD: 166)

213
ay yüzüŋ kördüm öçekte min gedayi, körkke bay

uykudın oygandı canım, kéldi çün tüŋlükke ay

(SD: 552)

tapug/k ‘hizmet, huzur’ (< tap- ‘hizmet emek’ -ug/k) sözcüğü de tap- ‘hizmet
etmek’ eyleminden türemiş bir soyut biçimdir. Çağatayca sözlüklerde tapug ve tapuk
biçimlerinde ve ‘hizmet, huzur, ibadet, inkiyad, biat’ anlamlarıyla yer almaktadır
(Seng. 151v4; LÇ: 97a; DTO: 193).

Sözcük Eski Uygurcada tapıg ‘hizmet’ (TT V: 28; Suv. 33/22); DLT’de tapug
‘hizmet; Allah’a ibadet’ (DLT I: 373; DanKelly, 1985, 177); Harezm Türkçesinde
tapug ‘hizmet’ (KutbHŞ: 168); Eski Kıpçakçada ise tapug, tabu, tapı, tapu ‘hizmet’
(KTS: 263) biçimlerinde kaydedilmiştir.

Etimolojik sözlüklerde tap- ‘hizmet emek’ eylemine dayandırılan sözcük için


kaynaklarda ‘hizmet, huzur; ibadet’ anlamları kaydedilmiştir (TMEN II: 849;
VEWT: 462; DTS: 534; EDPT: 437a; Erdal, 1991, 244). Ramstedt, Tü. tap- eylemi
ile Moğ. tayi- ‘kurban etmek, feda etmek’ eylemi arasında denklik kurmuştur
(TMEN II: 849). Doerfer sözcüğün Moğolcada Türkçeden alıntı olarak yaşadığını
aktarmıştır (TMEN II: 849).

yıravlar saf u sakiler gül-endam

tapukçılar sebük-ruh u dil-aram

(GN: 123)

nitar-efşan kılıp dürr ü cevahir

tapukta kıldılar ihlas-ı zahir

(GN: 179)

tatug ‘tad’ (< tat- ‘tatmak’ - ıg) sözcüğü bir soyut addır. tat- ‘tatmak’ –(X)g
eylemden ad yapan ekinin eklenmesiyle türemiştir. Çağatayca sözlüklerde tatug,
tatıg ‘tad, lezzet, zevk’ biçiminde kaydedilmiştir (LÇ: 98b; DTO: 194).

Sözcük Eski Uygurcada tatıg ‘tad’ (TT I: 191; U III: 37); DLT’de tatıg ‘tad, lezzet’
(DLT I: 408; DanKelly, 1985, 181); Harezm Türkçesinde tatıg ‘tad, lezzet’ (KutbHŞ:
214
174); Eski Kıpçakçada ise tatıg, tatov ‘tat, lezzet’ (KTS: 265) biçimlerinde
kaydedilmiştir.

Etimolojik sözlüklerde tat- ‘tatmak’ eylemine dayandırılan sözcük için kaynaklarda


‘tad, lezzet, zevk’ anlamları kaydedilmiştir (DTS: 541; EDPT: 452a; DanKelly,
1985, 181). Räsänen ise sözcüğün kökünü tatı- biçimine dayandırmıştır (VEWT:
466).

tilek ‘dilek’ (< tile- ‘dilemek’ -k) sözcüğü de tile- ‘dilemek’ eyleminden türemiş bir
soyut biçimdir. Çağatayca sözlüklerde tilek biçiminde, ‘dilek’ anlamıyla yer
almaktadır (Seng. 200r20; LÇ: 136a).

Sözcük Eski Uygurcada tilek ‘dilek, istek’ (TT I: 221); DLT’de tilek ‘dilek, istek’
(DLT I: 412; DanKelly, 1985, 190); KB’de tilek ‘dilek, istek’ (KB: 37, 116, 125,
136); Harezm Türkçesinde dilek ‘dilek, istek’ (KutbHŞ: 179); Eski Kıpçakçada ise
tilek, dilek, diley ‘istek, dilek, murat’ (KTS: 276) biçimlerinde kaydedilmiştir.

Etimolojik sözlüklerde tile- eylemine dayandırılan sözcük için kaynaklarda ‘dilek,


istek’ anlamları kaydedilmiştir (EDPT: 498a; DTS: 560; DanKelly, 1985, 190).
Marcel Erdal sözcüğü tilik biçiminde vermiş ve sözcüğün kökü olarak düşünülen tile-
eyleminin eski bir *tili- biçiminde geldiğini ileri sürmüştür. Ona göre, tile- ve tili-
muhtemel şivesel varyantlardır. *tili- ya da *tilX- sonunda bulunan ünlüyü düzenli
olarak düşürmek zorunda kalmıştır (Erdal, 1991, 247).

tilegen tég saŋa yüz koydı maksud

tilekleriŋni bir bir bérdi ma‘bud

(DN: 696)

yüz körgüzüben tilekni bérmes

çün danesi yok niter kurup dam

(LD: 1243)

yazuk ‘günah, hata’ (< yaz- ‘şaşırmak, yanılmak, hata yapmak’ -uk) soyut biçimi
Eski Uygurcadan itibaren yazuk biçiminde görülmüş bir sözcüktür. yaz- eyleminin
nesne adıdır. Çağatayca sözlüklerde yazuk biçiminde ve ‘günah, kabahat, suç’
anlamlarıyla yer almaktadır (Seng. 330v27; LÇ: 293a).

215
Sözcük Eski Uygurcada yazuk ‘günah’ (TT II: 10; TT IV: 4); DLT’de yazuk ‘günah’
(DLT III: 16; DanKelly, 1985, 220); KB’de yazuk ‘günah’ (KB: 28); Harezm
Türkçesinde yazuk ‘günah’ (KutbHŞ: 76; Nehc. 83/17); Eski Kıpçakçada ise yazuk,
yazık, yazuh, yazug ‘günah, suç’ (KTS: 317) biçimlerinde kaydedilmiştir.

Etimolojik sözlüklerde yaz- ‘yaz- ‘şaşırmak, yanılmak, hata yapmak, yolunu


kaybetmek, günah işlemek’ eylemine dayandırılan sözcük için kaynaklarda ‘günah,
hata’ anlamları kaydedilmiştir (VEWT: 193; DTS: 251; EDPT: 985b; Tezcan, 1981,
72; DanKelly, 1985, 220; Erdal, 1991, 256;). Marcel Erdal yaz-ok biçiminde
gelişimini verdiği sözcüğün yaz- geçişsiz eyleminin hareket adı olduğunu belirtmiştir
(Erdal, 1991, 256). Talat Tekin, OT yazuk, BH yazuk Tkm. yazık biçimlerini
aktararak *yaz- biçiminde bir kök tasarlamıştır (Tekin, 1995, 96; 115).

avvalca munha ‘anh-dur hatta hadim ni sökmek Taysirda aytur ta‘am ihtikarı va
‘alimlarnıŋ köpreki aŋa durlar-kim yazuk iradası

(ÇKT: 34b5)

nar yaŋakıŋ arzusında cannı bimar éyleme

hiç yok érken yazukım mini giriftar éyleme

(SD: 497)

yoruk ‘mizac, huy; uz dilli; akma; yürüme’ (< *yorı- ‘yürümek, varmak, yaşamak’ -
k) sözcüğü de *yorı- ‘yürümek, varmak, yaşamak’ eyleminden türemiş bir soyut
biçimdir. Sözcüğe Çağatayca metinlerden yalnızca Ali Şir Nevâyî’nin Nesâyimü'l-
mahabbe min şemâyimi'l-fütüvve adlı eserinde rastladık.

Sözcük Eski Uygurcada yorık ‘hareket, davranış, karakter’ (TT V: 22; TT VII: 21);
DLT’de yorık ‘karakter, davranış, huy, uz dilli’ (DLT I: 378; DanKelly, 1985, 231)
biçimlerinde kaydedilmiştir.

Etimolojik sözlüklerde *yorı- ‘yürümek, varmak’ eylemine dayandırılan sözcük için


kaynaklarda ‘mizac, huy’ anlamları kaydedilmiştir (DTS: 275; EDPT: 963a; Erdal,
1991, 257; DanKelly, 1985, 231). Marcel Erdal sözcüğün ad ve sıfat olarak kullanımı
olduğunu, sıfat biçiminin yorı- eyleminin öznesi, ad biçiminin hareket gösteren bir
soyut ad olduğunu belirtmiştir (Erdal, 1991, 257).

216
Tekin sözcüğün kökünü Uyg. (Br.) yorri-, yuorri- ‘yürümek’, DLT yorı-, Tkm.
yorga- ‘rahvan at’, Tat. yuwırt- ‘koşmak, dört nala gitmek’ < *yort- biçimleri ile
karşılaştırmıştır (Tekin, 1995, 179).

3. Alet ve nesne adları: –(O)k ekinin eylemlere gelerek alet ve nesne adları da türetir.

kapug/k ‘kapı’ (< kap- ‘kapamak’ - ug/k), sözcüğü Eski Türkçede kapıg ya da kapag
biçiminde görülür. Sözcük yazıtlardan bu yana görülen ve yaygın biçimde kullanılan
bir sözcüktür. İkinci ünlüsü açık değildir. Nitekim Çağataycada kapug/k biçiminde
görülmektedir. Bu türemiş biçimin kapukçı ‘kapıcı, teşrifatçı’ şeklinde genişlemiş
biçimlerine de rastlanmaktadır. İkinci hecesinde a bulunan kapak ‘kapak’ sözcüğü
de bu sözcüğün köküyle ilişkili olsa gerektir.

Sözcük Çağatayca sözlüklerde ‘bir yerin girişi, kapısı, eşik ; dervaze’ şeklinde
anlamlandırılmıştır (Seng. 265v20; LÇ: 212b; DTO: 392).

Ramstedt Tü. kapug sözcüğü ile Moğ. kab-ka sözcüğünü karşılaştırır (RKWb: 173).
Doerfer’e göre sözcük Tacikçe, Kalmukça, Balkan dilleri ve Kafkas Dillerinde de
Türkçeden alıntı olarak bulunmaktadır (TMEN 1423).

Clauson sözcüğün kökünü *kap- biçiminde vermiş ve ikinci ünlüsünün aslında -ı-
olduğunu ancak bazı Uygur metinlerinde -a- olduğunu ve daha sonra da dudak
benzeşmesi yoluyla -u-’ya döndüğünü ileri sürmüştür (EDPT: 583a). Hasan Eren
kapı sözcüğünü açıklarken sözcüğün Kıpçak diyalektlerinde kapka biçiminde
kullanıldığını aktarmıştır: TatK, Kaz. kapka; Bşk. kâpka; Kırg. kapka. Ayrıca
Macarca kapu biçimi eski bir Türk dilinden kalma bir alıntı olduğunu da Gombocz,
Ligeti gibi bilimadamlarına dayandırarak aktarmıştır. Hasan Eren, Doerfer’in
TMEN’de aktardığı Macarca kapu biçiminin Eski Osmanlıcadan geldiği yolundaki
görüşünün de hatalı olduğunu ileri sürmektedir (TES: 208).

Sözcük kimi ses değişimleriyle günümüze kadar ulaşmıştır. Bugün Anadolu’da kapı
yerine gapı biçiminde kullanımlara da rastlanmaktadır.

şeytan la‘in kaçguçı feth u nusret bérgüçi

rahmet kapug açguçı hacem Ebu Hüreyre

(KUŞ : LIV : 5)

217
ol tilavet kılsa, elbette melek nazil bolur

aŋlasam, kerrubiler kök kapgıdın kötrür hicab

(SD : 381)

kazug ‘kazık, ucu sivri sopa, çubuk’ (< kaz- ‘kazmak’ - ug) sözcüğü Clauson
tarafından Senglah’tan ‘1. büyük bir tırnak; 2. kutup yıldızı temür kazuk da denir,
şeklinde aktarılmıştır. (Seng. 273v1 [EDPT: 682a]) Bu sözcük kaz- eyleminin nesne
adıdır. Diğer Çağatayca sözlüklerde de sözcük kazuk biçiminde ‘kazık, ucu sivri
sopa, çubuk, mıh’ anlamlarıyla yer almıştır (LÇ: 219b; DTO: 405).

Sözcük Eski Uygurcada kazguk ‘kazık, çivi’ (M II: 11; U II: 61; TT I: 185-6);
DLT’de kazŋuk ‘kazık’ (DLT III: 383; DanKelly, 1985, 135); Harezm Türkçesinde
kazuk ‘kazık’ (Oğ. 49 [EDPT: 682a]); Eski Kıpçakçada ise kazuk ‘kazık’ (KTS: 135)
biçimlerinde kaydedilmiştir.

Clauson sözcüğü ‘yere çakılan tahta çivi’ şeklinde anlamlandırmış kaz- ‘kazmak’
köküne dayandırmıştır (EDPT: 682a). Hasan Eren de sözcüğün Türkçe kaz-
kökünden geldiğinin açık olduğunu söyler. Eren sözcüğünün gelişiminin kaz-guk
biçiminde olduğunu belirtir. Ayrıca Eren Macarca karo biçiminin de eski bir Türk
dilinden kalma bir alıntı olduğunu aktarır (TES: 224).

timür taraglar bile Cercis ‘aleyhi’s-selamnıŋ a‘za ve reg ve beynin birbiridin ayırıp
timür kazugnı otka salıp kızıtıp béşiga kakturdı

(TEH: T716a6)

toprak/g ‘toprak’ (< *topra- ‘kurumak’- k/g; krş. tofrak ) sözcüğü *topra- ‘kurumak’
geçişsiz eyleminin fail adıdır. Sözcük Çağatayca sözlüklerde toprak ve toprag,
tofrag, tofrak biçimlerinde ve ‘toprak’ anlamıyla yer almaktadır (Seng. 167v16; LÇ:
120b).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren Tarihi Türk dillerinde görülmektedir. Eski


Uygurcada toprak ‘toprak’ (U II 39; TT I: 5-6); DLT’de toprak ‘toz, toprak’ (DLT I:
467; DLT I: 267; DanKelly, 1985, 195), KB’de toprak ‘toprak’ (KB: 143), Harezm
Türkçesinde toprak ‘toprak’ (KutbHŞ: 180); Eski Kıpçakçada toprak, tobrak ‘toz,
toprak’ (KTS: 281); biçimlerinde yer almaktadır.
218
Etimolojik sözlüklerde *topra- eylemine dayandırılan sözcük ‘toprak’ anlamıyla
kaydedilmiştir. (VEWT: 495; DTS: 575; EDPT: 443a; DanKelly, 1985, 195; Erdal,
1991, 149). Räsänen sözcüğün Moğ. togurag < *towurag ‘tozlu’ biçiminde yer
aldığını da aktarmıştır (VEWT: 495). Marcel Erdal sözcüğü tupra-k biçiminde
vermiş ve tupra- eylemine dayandırmıştır, bunun nedeni TT VIII A 7 ve 118
(Brahmi yazısı)’deki tupraklıg ve TibStud’daki TUB.RHAG (Tibet yazısı)
telaffuzlarıdır (Erdal, 1991, 249).

hasid aytur ol éşikde har sen toprak tég

agzıga agzıga uruŋ, sözlesün ‘izzet bile

(GD, 12: 4)

şaha, bu yay u yaz u küz, kış resmi dünyada bolup

ot birle yil, toprak bile su ‘unsurı insan érür

(SD: 128)

töşek ‘döşek, yatak’ (< töşe- ‘döşemek’ –k) sözcüğü töşe- ‘döşemek’ eyleminin fail
adıdır.

Sözcük Tarihi Türk dillerinde de görülmektedir. Eski Uygurcada töşek ‘döşek’ (U


III: 35; Suv. 513/13), DLT’de töşek ‘döşek, yatak’ (DLT I: 387; DLT III: 266;
DanKelly, 1985, 198); Harezm Türkçesinde töşek ‘döşek’ (KutbHŞ: 185); Eski
Kıpçakçada ise töşek, döşek ‘döşek, yatak’ (KTS: 282) biçimlerinde yer almaktadır.

Etimolojik sözlüklerde töşe- ‘döşemek’ eylemine dayandırılan sözcük için


kaynaklarda ‘döşek, yatak’ anlamları kaydedilmiştir (TMEN II: 967; VEWT: 495;
DTS: 582; EDPT: 563b; DanKelly, 1985, 198; Erdal, 1991, 249). Doerfer’in ifade
ettiğine göre sözcük Farsça’da Türkçeden bir alıntı olarak yaşamaktadır (TMEN II:
967). Marcel Erdal sözcüğün töşe- eyleminin nesnesi ya da vasıta adı olduğunu
belirtmektedir (Erdal, 1991, 249).

kuyide öldi Nevayi bu sıfat kim bar édi

tekye hara vü hasirı yanı atsıda töşek

(GS, 341: 7)

219
hoş ol ki ‘ışk gül-sitan u bagıda yıkılıp

ölerde astıda hara vü hare bolsa töşek

(BV, 325: 5)

tutruk ‘ateş tutuşturmak için kullanılan kuru yakacaklar’ (< *tuttur- ‘tutturmak’ -uk)
sözcüğü *tutur- ‘tutturmak’ eyleminin fail adıdır. Krş. ET tutdur-, DLT tuttur-.
Sözcüğe Çağatayca sözlüklerde rastlamadık.

Clauson sözcüğün tekveri olduğunu belirtmiş ve tut-ur- köküne dayandırmıştır.


Ayrıca KB’de ‘sağlamlık’ anlamıyla geçtiğini de aktarmıştır (EDPT: 459a-b).

Marcel Erdal tutruk biçiminin *tuttur-uk ile bağlantılı olabileceğini düşünmektedir.


Onu böyle düşünmeye iten nedenler Robert Dankoff’un sözcüğü ‘devleti birlikte
tutan bağ, ülkeyi birlikte tutan bağ’ şeklinde çevirmesi ve Codex Comanicus’ta
görülen tutturuk biçimidir. Ayrıca o sözcüğün Kadı Burhaneddin Divanında da
tutruh biçiminde görüldüğünü belirtmiştir (Erdal, 1991, 249-250). Bu da EDPT’de
sözcüğün tekveri olduğu görüşünü çürütmektedir.

öçmiş érdi ‘ışk otı has dék tenimni derd ü şevk

köydürüp guya bu tutruk birle ruşen kıldılar

(NN, 257: 5)

Bu ekle biçimlenen ve farklı işlevlerde kullanılan diğer sözcükleri şöyledir:

kérek ‘gerek, lazım’ (< *kérge- ‘gerekmek’ -k) sözcüğü *kérge- ‘gerekmek’
eyleminden türemiş bir biçimdir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde kérek biçiminde ve
‘gerek, lazım, ihtiyaç’ anlamlarıyla yer almaktadır (Seng. 313v3; LÇ: 253b; DTO:
457).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren Tarihi Türk dillerinde görülmektedir. Eski


Uygurcada kergek ‘gerek, lazım’ (M I: 24; TT II: 16); DLT’de kerek ‘gerekli, lazım’
(DLT I: 391), KB’de kerek ‘gerekli, lazım’ (KB: 185, 217), Harezm Türkçesinde
kerek ‘gerekli, lazım’ (KutbHŞ: 94; MNa: 118, 220); Eski Kıpçakçada kirek, kerek
‘gerek, gerekli’ (KTS: 139); Osmanlıcada ise gerek ‘gerekli’ biçimi yaygındır (TTS
I: 304; TTS II: 428; TTS III: 289; TTS IV: 334.).

220
Etimolojik sözlüklerde *kérge- ‘gerekmek’ eylemine dayandırılan sözcük için
kaynaklarda ‘gerek, lazım, ihtiyaç’ anlamları kaydedilmiştir. (VEWT: 256; DTS:
300; EDPT: 742a; Erdal, 1991, 235).

pes Türklerge Türkane aytmak kérek ta olarnıŋ barçası fehm kılgaylar

(ŞTe: 66b6)

‘aşıkka i‘tikad kérek Bayrama ni bak

Ger fi’l mesel hakikat érür ‘ışk ya mecaz

(BHD, XX: 7)

kölük ‘yük hayvanı’ (< köl- ‘at koşmak’ ük) sözcüğü köl- ‘at koşmak’ eyleminin
adıdır. Sözcük Çağatayca sözlüklerde kölük biçiminde ve ‘yük hayvanı (at, öküz,
deve vb.’ anlamlarıyla yer almaktadır (Seng. 309r3; LÇ: 261a; DTO: 475).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren Tarihi Türk dillerinde görülmektedir. Eski


Uygurcada kölök ‘yük hayvanı, taşıt’ (TT VIII A: 37); DLT’de kölük ‘arka, yük
hayvanı’ (DLT I: 392; DanKelly, 1985, 108), KB’de kölük ‘yük hayvanı’ (KB:
4441), Harezm Türkçesinde kölük ‘yük hayvanı’ (KutbHŞ: 107); Eski Kıpçakçada
kölük ‘yük hayvanı’ (KTS: 157); Osmanlıcada ise gölük ‘binek hayvanı ya da yük
hayvanı’ biçimlerinde yer almaktadır (TTS I: 318; II: 446; III: 306).

Etimolojik sözlüklerde köl- ‘at koşmak’ eylemine dayandırılan sözcük için


kaynaklarda ‘yük hayvanı’ anlamları kaydedilmiştir. (VEWT: 288; DTS: 314;
EDPT: 717b; DanKelly, 1985, 108; Erdal, 1991, 238). Marcel Erdal sözcüğü kölök
biçiminde okumuş, buna kanıt olarak da TT VIII’de ikinci hecesi ö ile telafuz edilen
ve Skt. yana- ‘vasıta, taşıt’ sözcüyle çevrilen örneği göstermiştir. Erdal’ın örnek
gösterdiği Eski Uygurcadan başka örnekler de mevcuttur (Erdal, 1991, 238).

Oguz Hannıŋ leşkeriniŋ kolına olçaklı ölük mal tüşdi kim, yüklemekke kölük azlık
kıldı

(ŞTe, 73a4)

tanuk ‘tanık, şahit’ (< tanu- ‘tanımak’ -k) sözcüğü tanu- ‘tanımak’ eyleminin fail
adıdır. Sözcük Çağatayca sözlüklerde tanug ve tanuk biçimlerinde ve ‘tanık, şahit,
delil, isbat’ anlamlarıyla yer almaktadır (Seng. 164v10; LÇ: 104b; DTO: 209).

221
Sözcük Eski Türkçeden itibaren Tarihi Türk dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada tanuk ‘tanık, şahit’ (Chuas. 101-2 [EDPT: 518b]); DLT’de tanuk ‘tanık,
şahit’ (DLT I: 380; DanKelly, 1985, 176), KB’de tanuk ‘tanık, şahit’ (KB: 15, 20,
153, 711, 2216), Harezm Türkçesinde tanuk ‘tanık, şahit’ (KutbHŞ: 170); Eski
Kıpçakçada tanuk, danuk, tanık ‘tanık, şahit’ (KTS: 262); Osmanlıcada ise 16.
yüzyıla kadar tanuk biçimi bu yüzyıldan sonra tanık ‘şahit, delil, kanıt’ biçimi
yaygındır (TTS I: 672; TTS II: 874; TTS III: 665; TTS IV: 735).

Etimolojik sözlüklerde tanu- ‘tanımak’ eylemine dayandırılan sözcük için


kaynaklarda ‘şahit, tanık’ anlamları kaydedilmiştir (VEWT: 461; DTS: 532; EDPT:
518b; DanKelly, 1985, 176; Erdal, 1991, 244). Meyer, tanu- eylemini Moğ. tani-
eylemi ile karşılaştırmıştır (Meyer, 1968). Marcel Erdal sözcüğün özne, nesne ve
hareket adı olarak kullanıldığını belirtmiştir (Erdal, 1991, 244).

‘arızıŋ devrinde kılmış gül hilafet da‘visi

ari ari, tanukı dur ol yamaglık cindesi

(GD: 220: 3)

min yalguz u her sarı kanımga bolup tanuk

köz yaşı gulüv kıldı feryad-ı cüda koptı

(LD: 2139)

tayag/k ‘dayak’ (< taya- ‘desteklemek’ -g/k) sözcüğü taya- ‘desteklemek’ eyleminin
adıdır. Sözcük Çağatayca sözlüklerde tayag ve tayak biçiminde ve ‘dayak, destek,
baston’ anlamlarıyla yer almaktadır (Seng. 167r13; LÇ: 106a; DTO: 211).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren Tarihi Türk dillerinde görülmektedir. Eski


Uygurcada tayag ve tayak ‘destek, dayanak’ (TT VIII A: 4; TT V: 22); DLT’de
tayak ‘destek, baston’ (DLT III: 166; DanKelly, 1985, 183), Eski Kıpçakçada tayak,
dayak, tayak ‘dayanak, sopa, değnek’ (KTS: 266); Osmanlıcada ise dayak ‘dayanak,
sopa, değnek’ biçimlerinde yer almaktadır (TTS II: 263; TTS III: 676).

Etimolojik sözlüklerde taya- ‘desteklemek’ eylemine dayandırılan sözcük için


kaynaklarda ‘delik, oyuk’ anlamları kaydedilmiştir (TMEN II: 864; VEWT: 455;
DTS: 527; EDPT: 568a; DanKelly, 1985, 183; Erdal, 1991, 245). Doerfer sözcüğün

222
Moğolca, Çeremişçe ve bazı Balkan ve Slav dillerinde Türkçeden alıntı olarak
bulunduğunu aktarmıştır (TMEN II: 864).

Sadr Ata dayim bayak koptı vü taptı ayak

kollarıga tutmay tayak kılgay nazar Zengi Baba

(KUŞ, XXX: 48)

il ayagım za‘fıda Hüsrev Şehni hub éyledim

nefs ü hırsım könmedi her neçe min urdum tayak

(ŞHD: 77a10)

téşük, töşük ‘delik, oyuk’ (< téş- ‘deşmek, yarmak’ -ük) sözcüğü téş- ‘deşmek,
yarmak’ geçişsiz eyleminin fail adıdır. Sözcük Çağatayca sözlüklerde téşük, tüşük
biçiminde ve ‘delik, oyuk, şikaf, tumluk’ anlamlarıyla yer almaktadır (Seng. 195r15;
LÇ: 120b).

Etimolojik sözlüklerde téş- eylemine dayandırılan sözcük için kaynaklarda ‘delik,


oyuk’ anlamları kaydedilmiştir. (TMEN II: 1002; VEWT: 507; DTS: 555; EDPT:
563a; DanKelly, 1985, 206; Erdal, 1991, 251).

Çağatayca metinlerde téşük ve töşük biçimlerinde görülen sözcük Eski Türkçede


yalnızca téşük ‘çukur, oyuk, açıklık’ biçiminde görülmektedir. Clauson töşük
biçiminin téşük’ün bozulmuş bir biçimi olduğunu belirtmiştir (EDPT: 563a).

köŋlümde ki yüz téşük teşip ah

her bir biriŋiz üçün vatan-gah

(LM: 2102)

canım içre kirpiki nişi téşük kılgan kibi

bélgürür agzı tebessüm éylegeç ol ékki leb

(NN, 66:2)

yézek ‘öncü bekçi’ (< *yéze-k) sözcüğü *yéze- biçiminde bir eyleminin fail adıdır.
Sözcüğe Çağatayca sözlüklerde rastlamadık.

223
Sözcük Çağataycadan önce yalnızca Karahanlı Türkçesi metinlerinde görülür.
DLT’de yezek ‘öncü birlik, keşif birliği’ (DLT III: 18; DanKelly, 1985, 224), KB’de
yezek ‘öncü birlik, keşif birliği’ (KB: 128) biçimlerinde yer almaktadır.

Etimolojik sözlüklerde *yéze- eylemine dayandırılan sözcük için kaynaklarda ‘öncü


bekçi’ anlamı kaydedilmiştir. (VEWT: 199; DTS: 260; EDPT: 986b; DanKelly,
1985, 224).

tab‘ıŋ tapıban mizac-ı huffaş

hazmıŋ beriben yezekke haşhaş

(LM: 2116)

tılaye yana çıktı her sarıdın

yezek tınmadı hıfz izharıdın

(Sİ: 2231)

yok ‘yok’ (< *yo-k) sözcüğü *yo- biçiminde bir eyleme dayanmalıdır. Sözcük
Çağatayca sözlüklerde yok biçiminde ve ‘değil, yok’ anlamlarıyla yer almaktadır
(Seng. 343v29; LÇ: 306a; DTO: 546).

Etimolojik sözlüklerde *yo- eylemine dayandırılan sözcük için kaynaklarda ‘değil’


anlamları kaydedilmiştir. (VEWT: 205; DTS: 272; EDPT: 895b; DanKelly, 1985,
229; Erdal, 1991, 257). Clauson ve Erdal sözcüğün yod- ‘silmek, yok etmek’ eylemi
ile ilişkili olabileceğini ileri sürmüşlerdir (EDPT: 895b; Erdal, 1991, 257).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren Tarihi Türk dillerinde görülmektedir.

kolandın özge iş il hem-demim yok

kiyiktin özge yar u mahremim yok

(DN: 86)

ger saŋa yok saye taŋ érmes nédin kim can kuyaş

zahir oldı saye kıtman küncide ister hafa

(BHD, 3: 5)

224
3.1.3. –Xş

Eski Türkçe döneminden beri sık kullanılan bir ek olan -(X)ş eklendiği eylemden
hareket bildiren ve soyut kavramları karşılayan adlar türetir. Siemieniec bu eki eylem
köküne çok yakın anlamlı adlar türeten bir ek olarak tanımlamakta ve bu ek ile
türetilen adları soyut adlar hareket adları olmak üzere ikiye ayırmaktadır
(Siemieniec, 1989, 111). Marcel Erdal bu ekin Eski Türkçeden beri oldukça çok
kullanılan türetme eklerinden biri olduğu belirtmiştir (Erdal, 1991, 262). Marzanna
Pomorska Türk dillerinde bu ekin çoğunlukla sıfat ve ad türeten bir ek olduğunu ileri
sürmüştür (Pomorska, 2004, 118).

Eski Türkçeden tegiş ‘değiş’ (< teg- ‘değmek’ -iş), süŋüş ‘savaş’ (< süŋ-üş), busuş
‘pusma’ (< bus- ‘üzülmek, kederlenmek’ -uş) örnekleri sayılabilir.

Karahanlı Türkçesinde yaygın bir kullanıma sahiptir. alkış ‘dua etme, övme’ (< alk-
dua etmek, övmek’ -ış) (DLT I: 97, DanKelly, 1985, 8; KB: 246, 760), bulgaş
‘düşman gelmesi üzerine halk üzerine düşen karışıklık’ (< bulga- ‘bulanmak’ -ş)
(DLT I: 460; DanKelly, 1985, 80), kargış ‘lanet, beddua’ (< karga- ‘beddua etmek’
-ş) (DLT I: 461; DanKelly, 1985, 130), sandruş ‘çekişme’ (< sandru- ‘çekişmek’ -ş)
(DLT III: 416; DanKelly, 1985, 153), ukuş ‘anlayış, akıl’ (< uk- ‘anlamak’ -uş)
(DLT I: 62, DanKelly, 1985, 54; KB: C6, C10, C31), vb. örnekler Karahanlı
Türkçesi metinlerinde gördüğümüz sözcüklerdir.

–Xş eki Çağataycada da en yaygın eklerden biridir. Daha çok hareketi ya da


hareketin sonucunu bildiren adlar yapar.

alkış ‘dua, sena’ (< alka- ‘alkışlamak’ -ış). Bu durumda –Xş eki alka- eylemine
eklenerek ‘alkışlamak’ eyleminin sonucu olan ‘alkış, dua’ anlamındaki sözcüğü
türetmiştir. Bu sözcüğün zıt anlamlısı da yine aynı ekle türeyen kargış ‘ilenç,
beddua’ (< karga- ‘beddua etmek’ -ş) sözcüğüdür.

Sözcük Çağatayca sözlüklerde alkış biçiminde ve ‘dua, teşvik’ anlamlarıyla


görülmektedir (Seng. 50r21).

Tarihi Türk Dillerinde de bu sözcüğü bulabiliriz. Eski Uygurcada alkış ‘dua, sena,
övgü’ (M I: 27; TT III: 161; U I: 6); DLT’de alkış ‘dua, sena, övgü’ (DLT I: 97;
DanKelly, 1985, 8); KB’de alkış ‘dua, sena, övgü’ (KB: 246, 760, 1309); Eski

225
Kıpçakçada algış, alkış ‘alkış, sena, övgü; hayır dua’ (KTS: 7); Osmanlıcada alkış
‘övgü’ (TTS: I 21; TTS II: 29; TTS III: 17; TTS IV: 18) biçimlerinde görülmektedir.

Etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda alka- ‘alkışlamak’ eylemine dayandırılan


sözcük ‘dua, övgü’ anlamlarıyla kaydedilmiştir (VEWT: 17; DTS: 38; EDPT: 137b;
DanKelly, 1985, 8; Erdal, 1991, 262; TES: 9).

canan muradı katlim olup kılsa can iba

canımga kargışımdur u cananga alkışım

(BV, 427: 5)

oku bu lutfi-i miskin niyaz-namesini

sevab u alkış u yüz miŋ du‘a kérek bolsa

(LD: 177)

aralaş ‘karışık’ (< arala- ‘karışmak’ -ş) sözcüğü arala- ‘karışmak’ eylemine -ş
ekinin eklenmesiyle türemiş bir sözcüktür. Çağatayca sözlüklerden Lugat-i
Çagatay’da rastladığımız sözcük aralaş ‘karmakarışık’ biçiminde geçmiştir (LÇ:
7b). Sözcüğün kökü olan arala- eylemi de Senglah’ta ‘aramak, araştırmak,
incelemek; iki şeyin arasından geçmek; aracı gibi hareket etmek’ biçiminde yer
almaktadır (Seng. 34v2).

Sözcüğe diğer Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Sözcüğün aralaş < ara+la-ş biçiminde geliştiği açıktır.

törtümizge tört türlüg aş arpa bugday birinc ü maş

bolsa barısı aralaş kılgay du‘a Zengi Baba

(KUŞ, XXX: 33)

kéŋeş ‘danışma, görüşme, müşavere’ (< kéŋe- ‘danışmak’ -ş) de bu ekle türemiş bir
sözcüktür. Bazen kéŋeş kıl- ‘danışmak, görüşmek, müşavere etmek’ biçiminde de
kullanılmaktadır. Çağatayca sözlüklerde sözcük giŋeş, kiŋeş biçimlerinde ve
‘meşveret, maslahat, şüra, encümen, yığın, celse, öğüt, görüşme’ şeklinde
açıklanmıştır. (Seng. 316v19; LÇ: 268a; DTO: 490).

226
Tarihi Türk Dillerinde de bu sözcüğü bulabiliriz. Eski Uygurcada keŋeş ‘öğüt,
danışma’ (TT VII: 35); DLT’de keŋeş ‘öğüt, danışma’ (DLT III: 365; DanKelly,
1985, 102); KB’de keŋeş ‘öğüt, danışma’ (KB: 246, 760, 1309); Eski Kıpçakçada
kengeş ‘öğüt, nasihat’ (KTS: 138) biçimlerinde görülmektedir.

Etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda kéŋe- ‘danışmak, üzerinde düşünmek’


eylemine dayandırılan sözcük ‘danışma, görüşme, müşavere’ anlamlarıyla
kaydedilmiştir (TMEN III: 1651; DTS: 299; EDPT: 734a; DanKelly, 1985, 102;
Erdal, 1991, 262). Ramstedt ve Räsänen Türkçe sözcük ile Sanskritçe kjen-kje hada
sözcüğünü karşılaştırmışlardır (Ramstedt, 1949, 106 vd.; VEWT: 203). Ayrıca
Räsänen Tü. kéŋe- eylemi ile Moğ. keme- ‘demek, söylemek’ eylemini
karşılaştırmıştır (Räsänen, 1920, 141). Doerfer sözcüğün Arapça, Çeremişçe, Rusça
ve Kafkas dillerinde Türkçeden alıntı olarak bulunduğunu aktarmıştır (TMEN III:
1651).

Marcel Erdal sözcüğün keŋ ‘ile değil’ kéŋ+e- ile ilişkili olduğunu düşünmüş ve
sözcüğün gelişimini kéŋiş < kéŋ+e-ş biçiminde aktarmıştır. Ona göre, bu sözcük
aslında kéŋeş değil kéŋiş biçimindedir (Erdal, 1991, 266).

Sözcüğün kéŋe- eyleminden –ş- eki ile ad yapıldığı DLT’de Kaşgari’nin verdiği
kéŋedi ‘danıştı’ biçiminden de anlaşılmaktadır (DLT III: 364).

atamga kéŋeş bere turgan érdiŋiz

(ŞTe: 79b3)

kozı Yavı atlı oglını padişah köterdiler anıŋ kéŋeş bigleri Eymür ilindin Kerünçek
érdi

(ŞTe: 84b6-7)

ohşaş ‘benzer’ (< og+(u)ş+a- ‘benzemek’ - ş) sözcüğü bu ekle biçimlenmiş diğer bir
sözcüktür. Sözcük için Çağatayca Sözlüklerde ‘benzer, eş’ anlamı verilmiştir (LÇ :
28a; DTO: 51).

Sözcük Eski Kıpçakçada ohşaş ve okşaş biçiminde ve ‘benzerlik’ anlamıyla


görülmektedir (KTS: 204).

Clauson sözcüğü ohşa- ‘benzemek’ eylemine dayandırmış ve ‘benzer, eş’


anlamlarıyla kaydetmiştir (EDPT: 96b). Marcel Erdal, Eski Türkçede gördüğü ogşaş

227
biçiminin *ogşa-ş-ış biçiminden basitleştirilerek ortaya çıktığı ihtimalinden bahseder
(Erdal, 1991, 267). Mustafa Kaçalin de sözcüğün kökü olan ohşa- eyleminin
gelişimini ohşa- < oguş+a- < oguş ‘*tohum’ < og ‘tohum’ biçiminde açıklamıştır
(Kaçalin, 2006, 167).

reftar ile bir yolı munuŋ dék dagı ohşaş

ay serv-i sehi kebg-i deriga ni bolur sin

(LD: 1268)

firakıŋda kéçer her kéçe yil tég

tenim bilimge ohşaş boldı kıl tég

(DN: 652)

sançış ‘savaş’ (< *sanç- ‘sarsmak’ -ış) sözcüğü *sanç- ‘sarsmak’ eylemine -(ı)ş
ekinin eklenmesiyle türemiş bir sözcüktür. Sözcük Çağatayca sözlüklerde sançış
‘savaş, sançmak’ biçiminde geçmektedir (LÇ: 183a; DTO: 343).

Tarihi Türk Dillerinde de bu sözcüğü bulabiliriz. Sözcük Harezm Türkçesinde sançış


‘savaş, dövüş’ (Rabg. 225r3, 227r15); Eski Kıpçakçada sançış, sançıç, sançış, sanşış
‘vuruşma, dürtüşme, savaş’ (KTS: 226) biçimlerinde görülmektedir.

Räsänen sözcüğün *san-ç-ış biçiminde geliştiğini ifade etmiş, sözcüğü kökü olan
sanç- eylemini Uyg.’da say- ‘delmek, delerek geçmek’ şeklinde görülen sań-
biçiminde bir eyleme dayandırmıştır (VEWT: 400). Sözcük sançıg ‘sancı’
sözcüğüyle aynı kökten gelmiş olmalıdır. Aynı zamanda bu biçim ‘karşılıklı
saplamak’ anlamında eylem olarak da Çağatayca metinlerde geçmektedir.

tizinip nizesi bakmay kişige

yılan tég zehrelıg sançış işige

(DN: 64)

uruş, sançış, vega, heyca küni bolsa, kaçar sendin

niçe kim bolsa Giv ü Rüstem ü Guderz ü Zal u Zer

(SD: 252)

228
uruş ‘savaş, vuruşma’ (< ur- < *hur- ‘vurmak’ -uş) sözcüğü ur- eylemine –Xş ekinin
eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcük için Çağatayca Sözlüklerde ‘savaş,
muharebe, döğüş, mücadele’ anlamları verilmiştir (Seng. 71v7; LÇ: 31b).

Tarihi Türk Dillerinde de bu sözcüğü bulabiliriz. Sözcük Eski Türkçe metinlerinden


Ongin Yazıtında uruş ‘savaş, muharebe’ (Ongin: 10 [EDPT: 239a]); DLT’de uruş
‘savaş, muharebe’ (DLT I: 61; DanKelly, 1985, 55); KB’de uruş ‘savaş, muharebe’
(KB: 2098); Harezm Türkçesinde uruş ‘savaş, muharebe’ (KutbHŞ: 200); Eski
Kıpçakçada uruş, uruşu ‘savaş, vuruşma, dövüşme’ (KTS: 294) biçimlerinde
görülmektedir.

Etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarsa ur- ‘vurmak’ eylemine dayandırılan sözcük


kaynaklarda ‘savaş, mücadele’ anlamlarıyla kaydedilmiştir (Eckmann, 1966, 42;
VEWT: 515; DTS: 616; EDPT: 239a; DanKelly, 1985, 55; Erdal, 1991, 270; Tekin,
2000, 94). Talat Tekin sözcüğün kökünü DLT ur- ‘vurmak’, Yak. ur- ‘koymak,
bırakmak’, İM vur- ‘vurmak’, Az. vur-, Hlç. hur- biçimleriyle karşılaştırmış, ur-
biçiminde bir kök tasarlamıştır (Tekin, 1995, 179).

uruş, sançış, vega, heyca küni bolsa, kaçar sendin

niçe kim bolsa Giv ü Rüstem ü Guderz ü Zal ü Zer

(SD: 252)

kim ol kün uruş çü boldı kayim

konmakka sipah boldı nayim

(LM: 1881)

ülüş ‘pay’ (< üle- ‘paylaşmak’ -ş) sözcüğü üle- ‘paylaşmak’ eylemine –ş ekinin
eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcük için Çağatayca sözlüklerde ‘pay, kısım,
hisse, bölük, adak’ anlamları verilmiştir (Seng. 86r27; LÇ: 40a).

Tarihi Türk Dillerinde de bu sözcüğü bulabiliriz. Sözcük Eski Uygurcada uluş ‘pay,
hisse’ (TT VIII A: 7); ülüş ‘pay, hisse’ (U III 37); DLT’de ülüş ‘pay, hisse’ (DLT I:
62; DanKelly, 1985, 59); KB’de ülüş ‘pay, hisse’ (KB: 637); Harezm Türkçesinde
ülüş ‘pay’ (KutbHŞ: 203; Nehc. 30/1); Eski Kıpçakçada ülü, ülüş ‘pay, hisse’ (KTS:
298) biçimlerinde görülmektedir.

229
Etimolojik sözlüklerde üle- ‘paylaşmak’ eylemine dayandırılan sözcük kaynaklarda
‘pay, kısım, hisse, bölük’ anlamlarıyla kaydedilmiştir (VEWT: 520; EDPT: 153a;
DTS: 625; TMEN II: 546; Erdal, 1991, 262, 268).

Doerfer sözcüğün Rumca, Çeremişçe ve bazı Samoyed dillerine Türkçede


alıntılandığını aktarmıştır (TMEN II: 546).

imdi on éki örgende olturup ülüş algan kim

(ŞTe: 81a4)

on cüz‘ turur érdi bardı hüsn ü melahat

kısmet küni hak tokkuz ülüş sizge biriptür

(LD: 489)

Bu ekle biçimlenen diğer sözcükleri şöyle sıralayabiliriz: alış ‘alış, almak işi’ (< al-
‘almak’ -ış) [BN], atış ‘hal, duruş, vaziyet’ (< at- ‘atmak’ -ış) [TEH], ayrılış ‘ayrılma
yeri’ (< ay(ı)r-ıl- ‘ayrılmak’ -ış) [LM] [TEH] [NM], bakış ‘bakma, bakış’ (< bak-
‘bamak’ -ış) [BV] [LD] [FK] [BabD] [KMD] [AD], barış ‘varış, varma’ (< bar-
‘varmak’ -ış) [LT] [BV] [BabD] [NN] [TEH], batış ‘batış’ (< bat- ‘batmak’ -ış) [ŞTe]
[ŞTü], bériş ‘veriş, verme’ (< bér- ‘vermek’ -iş) [BN] , çıkış ‘çıkış’ (< çık- ‘çıkmak’-
ış) [BV] [FK] [BHD], éniş ‘iniş, yokuş aşağı gittikçe alçalan yer’ (< én- ‘inmek’ -iş)
[LM] [BN], kalış ‘kalma, kalış’ (< kal- ‘kalmak’ -ış) [LM], katış ‘katma, katış’ (< kat-
‘katmak’ -ış) [NN], turuş ‘durma, duruş’ (< tur- ‘durmak’ -uş) [BabD] [ŞHD] [MMü]
[ŞN], vb.

3.1.4. -(X)nç

Genelde akıl ya da beden hareketlerini ifâde eden soyut adlar türeten bu ek Eski
Türkçeden beri sık olarak kullanılmıştır. Bang -(X)nç ekinin kökenini -(X)ş eki ile
ilgili olarak görmektedir. Gabain bu eki –nç ekiyle beraber değerlendirir, bu eklerin
aynı eylem tabanından birlikte teşkil edebilen eş anlamlı iki ek olduğunu belirtir.
Gabain bu eklerin eklendikleri eylem tabanlarının bazılarının tevsik edilmesinden ve
yine bu eklerin yalnızca dönüşlülük ekinden sonra geldiğine dikkat çeker (Gabain,
1941 (20003), 54). Eckmann da bu ekin dönüşlülük eki n + ç ekiyle teşkil edildiğini
ileri sürmektedir (Eckmann, 1966, 64).

230
Erdal ise –nXş biçiminden -(X)nç biçiminin çıkmasını pek mümkün görmemektedir,
çünkü -(X)ş ekinin ünlüsünün düşmesi için eklendiği kökün çok heceli olması
gerekir, ancak ET’de -(X)nç ekinin eklendiği tek heceli eylem köklerinden türeyen
tınç ve unç gibi adlar bulunmaktadır. Ayrıca -(X)nç eki, sonu –n ile bitmeyen
eylemlere de eklenerek adlar türetmektedir. Erdal bu ekin ET’de bir işlevinin de
ögrünç, sevinç, umunç, sezinç, sakınç vb. insanın zihinsel ve duygusal yönleriyle
ilgili adlar türetmek olduğunu belirtmektedir (Erdal, 1991, 285).

Ek, Orhon Türkçesinde genellikle hareket adları yapmıştır: bulganç ‘karışık,


isyankar, düzensiz’ (< *bulga- ‘karıştırmak, karışıklık çıkartmak’ -nç) (Toŋ: 22);
erinç ‘olmalı, muhakkak ki’ (< er- ‘olmak’ –inç) (KT D: 3), vb.

Karahanlı Türkçesi metinlerinde ise genellikle soyut adlar türetmiştir: basınç ‘baskı,
tazyik, zulüm’ (< bas- ‘basmak’ –ınç) (KB: 1771, 3191); kılınç ‘iş, davranış, huy’ (<
kıl- ‘kılmak, etmek, yapmak’ –ınç) (DLTII: 156; KB: 108, 882), vb.

Çağataycada, Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesindeki işlevlerini devam ettirmiştir.

ilenç ‘lânet’ (< *ile- ‘kırmak, kırılmak; bozmak’ -nç) sözcüğü de -(X)nç ekiyle
türemiş bir soyut addır. Sözcüğe Çağatayca sözlüklerde rastlamadık.

Tarihi Türk Dillerinde de bu sözcüğü bulabiliriz. Sözcük DLT’de ilenç ‘lânet’ (DLT
I: 33; DanKelly, 1985, 33); KB’de ilenç ‘lânet’ (KB: 1610); Osmanlıcada ise ilenç
‘lânet’ (TTS I: 371; TTS II: 524; TTS III: 361; TTS IV: 415) biçimlerinde
görülmektedir.

Räsänen sözcüğü ile- ‘kırmak, kırılmak; bozmak’ biçiminde bir köke dayandırmıştır,
sözcüğün gelişimini < ile-n-ç biçiminde vermiştir (VEWT: 171). EDPT ve
DanKelly’de ise sözcük ilen- ‘beddua etmek, ilenmek’ köküne dayandırılmıştır
(EDPT: 147b; DanKelly, 1985, 33).

hidayet Hak Ta‘aladın yétişür

eger her neçe bolsa yolı ilenç

(ŞHD: 28b2)

ökünç ‘pişmanlık’ (< ökün- ‘pişman olmak’ -ç) de bu ekle türediğini düşündüğümüz
bir sözcüktür. Çağatayca sözlüklerde ökünç biçiminde ve ‘pişmanlık’ anlamıyla
kaydedilmiştir (Seng. 80r2; LÇ: 37b).
231
Tarihi Türk Dillerinde de bu sözcüğü bulabiliriz. Sözcük DLT’de ökünç ‘pişmanlık’
(DLT I: 132; DanKelly, 1985, 46); KB’de ökünç ‘pişmanlık’ (KB: 348, 363, 918,
1075); Harezm Türkçesinde ökünç ‘pişmanlık, tövbe’ (KutbHŞ: 122); Osmanlıcada
ise ökünc ‘pişmanlık, tövbe’ (TTS I: 562) biçimlerinde görülmektedir.

Räsänen sözcüğü *hökü(-n) maddebaşında vermiş, gelişimini < ökü-n-ç biçiminde


açıklamıştır (VEWT: 370). Clauson sözcüğün kökünü ökün- ‘pişman olmak’
şeklinde vermiştir (EDPT: 110a). Doerfer, Eckmann ve Dankoff sözcüğün kökünün
< ök-ün- biçiminde geliştiğini kaydetmişlerdir (TMEN II: 610; Eckmann, 1966, 64;
DanKelly, 1985, 46). Marcel Erdal sözcüğün kökenini ökün- ‘pişman olmak’ olarak
alır ve diğer etimolojilerin şüpheli olduğunu söyler, ancak o da sözcüğü -(X)nç eki ile
türemiş sözcükler arasında vermiştir (Erdal, 1991, 281-282).

yoktur layık miniŋ Hakga kılgan işim

dünya üçün bolgan érmiş her sagışım

ökünç bile ötti takı yaz u kışım

sorug bolsa min kul anda ni kılgay-min

(KUŞ, N IV: 21-24)

soŋ ökünç olmasun imdi hanım

sin bilürsin saŋa sıdk-ı canım

(ŞN3, LV: 3)

sokunç ‘sevinç, mutluluk’ (< sok- ‘sevinmek’ -unç) sözcüğü de -(X)nç ekiyle türemiş
bir soyut addır. Sözcüğe yalnızca Çağatayca sözlüklerden Kelürname’de rastlıyoruz
(KN: 35a12). Diğer Çağatayaca sözlüklerde de sözcüğe rastlamadık. Ayrıca sözcük
Tarihi Türk Dillerinde de yer almamaktadır.

sögünç ‘sitem, ayıplama, kötü söz söyleme’ (< sög- ‘sitem etmek, azarlamak, kötü
söz söylemek’ + ünç) sözcüğü sög- ‘sitem etmek, azarlamak, kötü söz söylemek’
eylemine +ünç ekinin getirilmesiyle türemiş bir sözcüktür. Çağatayca sözlüklerden
Lugat-ı Çağatay’da sögünç/sökünç biçimlerinde yer alan sözcük için ‘şetm-i galize,
zecr ü itâb-ı şedid’ açıklaması yer almıştır (LÇ: 192a). Senglah’ta ise sözcüğün kökü
sök- ‘söğmek, kötü söz söylemek’ biçiminde verilmiştir (Seng: 245r).

232
Sözcük KB’in Viyana nüshasında sögünç, diğer nüshalarında sögüş biçiminde
geçmektedir (KB: 4553 [EDPT: 821b]); ayrıca Kutb’un Hüsrev ü Şirin’inde de
sözcüğe sögünç biçiminde rastlıyoruz (KutbHŞ: 162).

Clauson bu sözcüğün kökenini sög- ‘söğmek, kötülemek’ eyleminin dönüşlü biçimi


olan *sögün- eylemine dayandırmıştır (EDPT: 818b). Sözcüğün köküne DLT’de sög-
‘söğmek’ (DLT III: 184; DanKelly, 1985, 166), KB’de sök- ‘söğmek’ (KB: 401)
biçiminde rastlıyoruz. Sözcüğün kök sonundaki ünsüzün /-g/ ya da /-k/ olması
konusunda bir tereddüt söz konusudur.

Talat Tekin, sözcüğün kökünü DLT sök- ‘sövmek, küfretmek’, Tkm. söğ- ‘sövmek,
küfretmek’, Az. söy- ‘sövmek, küfretmek’, Yak. üöh- ‘sövmek, küfretmek’
biçimleriyle karşılaştırmış ve sök- biçiminde bir kök tasarlamıştır (Tekin, 1995, 184).
Kemal Eraslan, sözcüğün Batı Türkçesindeki biçiminin söğ-/söv- olmasını dikkate
alındığında sög- biçiminin kabul edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür (Eraslan, 1999,
385).

kayu ‘inayetiga lutfi ‘özr kolsun kim

sögünçi ‘uhdesidin çıkmagay du‘a kılsa

(LD: 208)

hicran zehri munda yok bolsa, i Sekkaki, saŋa

ol şahnıŋ aççıg sözi, sögünçi halva bolgusı

(SD: 709)

tınç ‘sakin, sessiz, huzurlu’ (< tın- ‘dinmek, durmak’ -ınç) sözcüğü de -(X)nç ekiyle
türemiş bir soyut addır. Çağatayca sözlüklerde tınç ‘rahat, huzurlu, sessiz, sakin’
biçiminde görülmektedir (Seng. 202r21; LÇ: 138a).

Tarihi Türk Dillerinde de bu sözcüğü bulabiliriz. Sözcük Eski Uygurcada tınç ‘sakin,
sessiz, huzurlu’ (USp. 100/4 [EDPT: 516a]); Harezm Türkçesinde tınç ‘sessiz, barış’
(KutbHŞ: 193); Eski Kıpçakçada tınç ‘rahat’ (KTS: 274); Osmanlıcada ise dinç
‘rahat’ (TTS II: 301) biçimlerinde görülmektedir.

Räsänen sözcüğün tınç < tı-n-ç ‘rahat, sakin; nefes’ biçiminde geliştiğini aktarmıştır
(VEWT: 520). Clauson tın- ‘dinmek, durmak’ eylemine dayandırdığı sözcüğü ‘sakin,

233
sessiz, huzurlu’ anlamlarıyla kaydetmiştir (EDPT: 516a-b). Marcel Erdal bu biçimin
tın-ınç biçiminden haploloji yoluyla ortaya çıkmış olabileceğini düşünmüştür (Erdal,
1991, 275).

fikr bile özlerini kıstadılar

halkınıŋ tınçlıgın istediler

(ŞN1: 574)

tenbih-tınç köŋül bile yavgan omaç yahşırak ki tekellüf ü meşekkat bile kandi gülac

(MKb: 93b3)

umunç ‘umut’ (< umun- ‘ummak’ - ç) sözcüğü de -(X)nç ekiyle türemiş bir soyut
addır. Çağatayca sözlüklerde umunç ‘umut, beklenti, ümit, intizar’ anlamlarında
kaydedilmiştir (Seng. 86v24; LÇ: 41a; DTO: 81). Sözcüğe taradığımız Çağatayca
metinlerde rastlamadık.

Tarihi Türk Dillerinde de bu sözcüğü bulabiliriz. Sözcük Eski Uygurcada umunç


‘umut, istek’ (TT V: 24); DLT’de umunç ‘istek, umut’ (DLT I: 133; DanKelly, 1985,
54); Harezm Türkçesinde umunç/umınç ‘umut’ (KutbHŞ: 198); Eski Kıpçakçada
umınç, umunç ‘arzu, istek’ (KTS: 293) biçimlerinde görülmektedir.

Räsänen sözcüğü um ‘mide ağrısı, karın ağrısı’ köküne dayandırmış ve um-un+ç


biçiminde geliştiğini aktarmıştır (VEWT: 513). Clauson ise umun- ‘ummak’
eylemine dayandırdığı sözcüğü ‘ümit, istek, dua’ anlamlarıyla kaydetmiştir (EDPT:
162a). Marcel Erdal umun- köküne dayandırdığını umunç sözcüğünü um-ug ile
karşılaştırmış, um- ‘ummak’ kökünden geldiğini düşündüğü um-ug sözcüğünün
birinin umutlarının nesnesi olduğunu, halbuki umunç sözcüğünün bir hareket adı
olduğunu ifade etmiştir (Erdal, 1991, 279).

ürkünç ‘ürküntü, ani korku’ (< ürk- ‘ürkmek’ -ünç) sözcüğü de -(X)nç ekiyle türemiş
bir soyut addır. Çağatayca sözlüklerde ürkünç ‘korku, ürküntü’ anlamıyla
kaydedilmiştir (Seng. 71r26; LÇ: 30a; DTO: 57).

Sözcüğe Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de ürkünç ‘korku, ürküntü’


biçimlerinde rastlıyoruz (DLT I: 250; DanKelly, 1985, 60).

234
Etimolojik sözlüklerde ürk- ‘ürkmek’ eylemine dayandırılan sözcük kaynaklarda
‘ürküntü, ani korku’ anlamlarıyla kaydedilmiştir (EDPT: 225b; DanKelly, 1985, 60).

Bu ekle biçimlenen diğer sözcükleri şöyle sıralayabiliriz:

inanç ‘güven, itimad’ (< *ına- ‘güvenmek’ -nç) [ŞHD], korkunç ‘korku’ (< kork-
‘korkmak’ unç) [MKb] [HM] [ÇKT] [ŞTe] [FŞ] [TEH] [HA] [Sİ] [NM] [ŞN], sevinç
‘sevinç’ (sev- ‘sevmek’ - inç) [BV], vb.

3.1.5. –(X)m

Eski ve Orta Türkçede sık kullanılan eklerden biri de –(X)m’dır. Eylem adları, geçişli
eylemlerin nesnesine geçişsiz eylemlerin de öznesine işaret eden adlar türetir. Bazen
de nitelik ve ölçü bildiren adlar türettiği görülmektedir. Erdal, eylem kökleri ya da
gövdelerine eklenen bu ekin genellikle iki heceli adlar oluşturmak için kullanıldığını,
bu ekle türetilen tek heceli tek örneğin ye-m üç heceli tek örneğin ise tamız-ım
olduğunu belirtmektedir (Erdal, 1991, 290-291). Gülsevin eki –Im şeklinde vermiş ve
bir defada ya da bir hamlede yapılan işleri gösteren ve ünlü uyumuna giren bir ek
olduğunu belirtmiştir (Gülsevin, 1997, 135). Pomorska, bu eki hareket, araç ve yer
adı ayrıca sıfat türeten bir ek olarak vermektedir (Pomorska, 2004, 113).

Bu ek Orhon Yazıtlarından beri görülmektedir. Orhon Türkçesinde genelde ad


türetme eki olarak kullanılmıştır. barım ‘mal, mülk, servet’ (< *barı- ‘elde etmek,
tutmak’ - m, krş. Moğ. bari- ‘elde etmek, tutmak, yakalamak, gaspetmek’), batım
‘batım, batma’ (< bat- ‘batmak’ -ım), kedim ‘giyim, giyim kuşam’ (< ked- ‘giymek’ -
im) vb. örnekler Orhon Türkçesinde rastladığımız örneklerdir. (Tekin, 2000, 93)

Karahanlı Türkçesi metinlerinde de bu ekle biçimlenmiş pek çok sözcük bulunur:


alım ‘alacak, borç’ (< al- ‘almak’ -ım) (KB: 309, 2804, 4539), berim ‘borç’ (< ber-
‘vermek’ -im) (DLT I: 409, DanKelly, 1985, 71; KB: A3, B4, B 14), orum ‘kesim’
(< or- ‘kesmek’ -um) (DLT I: 75; DanKelly, 1985, 42), tegim ‘layık’ (< teg-
‘değmek’ -im) (KB: 3001), vb.

Karahanlı Türkçesi metinlerinde dört işlevde rastladığımız bu ek Çağataycada iki


işlevde sözcükler türetmiştir.

1. Eylem adları türettiği biçimler:

235
atım ‘atım, atma işi’ (< at- ‘atmak’ -ım) sözcüğü at- ‘atmak’ geçişli eylemine –(X)m
ekinin gelmesiyle oluşmuş bir eylem adıdır. Çağataycada bu ekin atımçı ‘atıcı’
biçiminde genişlemiş biçimleri de görülür. Sözcük Çağatayca sözlüklerde ‘menzil,
bir ok atımı yer, mutad’ anlamlarıyla verilmiştir (LÇ: 5b; DTO: 6).

Sözcük Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de atım ‘atıcı, nişancı’ (DLT I: 75;
DanKelly, 1985, 15); KB’de atım ‘atıcı, nişancı’ (KB: 2043) biçimlerinde
görülmektedir.

Etimolojik sözlüklerde at- ‘atmak’ eylemine dayandırılan sözcük kaynaklarda


‘menzil, bir ok atımı yer’ anlamlarıyla kaydedilmiştir (Eckmann, 1966, 63; DTS: 67;
EDPT: 59b; DanKelly, 1985, 15; Erdal, 1991, 291).

zülfüŋ ile çü nafedin urdı dem ahu-yı hıta

gamzeŋ atımçısı okı nafını oydı çin ara

(LD: 140)

közüŋ ni turfe atımçı karakçıdur ki hemişe

kaşında yoktur anıŋ ok u yadın özge müsahib

(AD, 25: 4)

ölüm ‘ölüm’ (< öl- ‘ölmek’ -üm) sözcüğü de bu işlevde türemiş bir diğer sözcüktür.
Eski Türkçeden beri yaygın bir kullanıma sahiptir. togum ‘doğum’ sözcüğünün zıddı
olarak geçer. Çağatayca sözlüklerden Lugat-ı Çağatay’da ‘ölüm, mevt, ecel’
anlamıyla görülmektedir (LÇ: 40b).

Sözcük Eski Uygurcada ölüm ‘ölüm’ (M III: II; TT III: 150; U I: 9); DLT’de ölüm
‘ölüm’ (DLT I: 75; DanKelly, 1985, 47); KB’de ölüm ‘ölüm’ (KB: 295, 881, 1067);
Harezm Türkçesinde ölüm ‘ölüm’ (KutbHŞ: 123); Eski Kıpçakçada ölüm ‘ölüm’
(KTS: 211) biçimlerinde görülmektedir.

Etimolojik sözlüklerde öl- ‘ölmek’ eylemine dayandırılan sözcük kaynaklarda ‘ölüm’


anlamlarıyla kaydedilmiştir (Eckmann, 1966, 63; DTS: 384; EDPT: 146a; DanKelly,
1985, 47; Erdal, 1991, 292; Tekin, 2000, 93).

236
nigü Mesiha-demi boldı Semerkand yili

öz yiridin kim ırak bolsa ölüm yahşırak

(ŞHD: 81a8)

lebiŋ letafetidin bes ki fehm kıldı uyat

ölüm kara zulemat içre kirdi ab-ı hayat

(LD: 280)

tilim ‘dilim’ (< til- ‘dilmek’ - im) sözcüğü til- geçişli eyleminden türemiş bir nesne
adıdır. Sözcük Çağatayca sözlüklerde ‘dilim’ anlamıyla kaydedilmiştir (Seng.
200r29; LÇ: 137a).

Sözcük Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de tilim ‘dilim’ (DLT I: 397;


DanKelly, 1985, 190) biçiminde görülmektedir.

Etimolojik sözlüklerde til- ‘dilmek’ eylemine dayandırılan sözcük kaynaklarda


‘dilim’ anlamıyla kaydedilmiştir (TMEN II: 932; VEWT: 480; DTS: 561; EDPT:
500a; DanKelly, 1985, 190). Ramstedt, Moğ. çilügen < *tilü- ve Tü. til- ‘dilmek’
eylemini karşılaştırmıştır (RKWb: 444).

çak çak éylep köŋülni tilni éylep yüz tilim

taşlap itlerge alarnıŋ yadı kat‘a kılmaŋız

(BV, 216: 7)

saha vü cud u ihsanıŋ, kerem birle kılur sin-sin

tilim ebr ü öküş yagmu[r], yiti derya vü kan muztar

(SD: 250)

Ekin bu işleviyle görüldüğü diğer biçimler şunlardır:

bışım ‘pişim, pişmek işi’ (< bış- ‘pişmek’-ım) sözcüğü bış- geçişsiz eyleminden
türemiş bir nesne adıdır. Sözcüğe Çağatayca metinlerden yalnızca Babürnamede
rastladık.

Sözcüğün bış- ‘pişmek’ eyleminden geldiği açıktır. Sözcüğe diğer Tarihi Türk
dillerinde rastlamadık.

237
bir süt bışmıga yavuk direng kıldı

(BN: H151a10)

bilim ‘bilim’ (< bil- ‘bilmek’ -im) sözcüğü bil- geçişli eyleminden türemiş bir nesne
adıdır. Çağatayca sözlüklerden Lugat-i Çağatay’da genişlemiş bilimlik biçimine
rastlanmıştır (LÇ: 94b).

EDPT’de sözcüğün bilig ile aynı kökten geldiği ifade edilmiştir (EDPT: 339a).
Sözcüğe diğer Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

ger ölsem deyr piri taŋ bilim zünnar ile muhkem

maŋa tabut-puş éylep fena deyri palasıdın

(GS, 517: 8)

2. Ekin Çağataycada görüldüğü ikinci işlev geçişli eylemlerin nesnesine geçişsiz


eylemlerin de öznesine işaret eden adlar türetmesidir:

sokum ‘kasaplık hayvan, kesimlik hayvan’ (< sok- ‘sokmak, delmek, döverek
inceltmek’ -um) biçimi sok- ‘sokmak, delmek, döverek inceltmek’ geçişli eyleminin
nesnesidir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde ‘kasaplık hayvan, kurban’ şeklinde
kaydedilmiştir (Seng. 245r24; LÇ: 192a).

Sözcük Eski Kıpçakçada sokum ‘lokma, parça’ biçiminde görülmektedir (KTS: 239).

Etimolojik sözlüklerde sok- ‘sokmak, delmek, döverek inceltmek’ eylemine


dayandırılan sözcük kaynaklarda ‘kasaplık hayvan, kurban’ anlamlarıyla
kaydedilmiştir (VEWT: 426; EDPT: 811a).

bir künde on sokum, yüz koy kéçer érdi

(NT: 116)

tartım ‘şiir, koşuk’ (< tart- ‘tartmak, ölçmek’ -ım) sözcüğü tart- geçişli eyleminden
türetilmiş bir biçimdir. tart- eyleminin nesne adı durumundadır. Sözcüğe Çağatayca
metinlerde çok fazla rastlanmamaktadır. Yalnızca Şecere-i Terakime’de rastladık.
Çağatayca sözlüklerde de sözcük kaydedilmemiştir.

Kononov sözcüğün tart- ‘tartmak, ölçmek’ eyleminden türemiş bir sözcük olduğunu
ifade eder ve müzik terimi olabileceğini aktarır. O, sözcüğü ‘şiir, övgü şarkısı
238
(kaside)’ şeklinde anlamlandırmıştır (Kononov, 1958, 102). Zühal Ölmez sözcüğün
ET koşug (< koş-), koşma (< koş-), takşut (< tak-), takmak (< tak-) biçimleri ile
karşılaştırılabileceğini belirtmektedir (Ölmez, Z., 1996, 307).

Korkut atanıŋ Salur Kazan Alp-nı mahtap aytgan tartımı bu turur

(ŞTe: 99a16)

togram ‘parça’ (< togra- ‘doğramak’ -m) sözcüğü togra- ‘doğramak’ eyleminden
türetilmiş bir biçimdir. Sözcüğe Çağatayca sözlüklerde rastlamadık. Sözcüğe
taradığımız Çağatayca metinlerinden yalnızca Şecere-i Terakime’de rastladık.

Sözcüğe Eski Kıpçakçada togram ‘et ya da ekmek parçası’ (KTS: 278) biçiminde
gözükmektedir.
ilikidin bir togram it yerge tüşdi
(ŞTe: 69b3)

tulum ‘silah; pusat’ (< *tul- ‘dolmak’ -um) sözcüğü *tul- ‘dolmak’ eylemine –Xm
ekinin getirilmesiyle türemiş bir nesne adıdır. Çağatayca sözlüklerde ‘silah, pusat,
deri kap’ anlamlarıyla görülmektedir (Seng. 184v18; LÇ: 126a). Taradığımız
Çağatayca metinlerde bu sözcüğe rastlamadık.

Sözcük Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de tulum ‘silah, askeri teçhizat’


(DLT I: 397; DanKelly, 1985, 199); KB’de tulum ‘silah, askeri teçhizat’ (KB: 1381,
3623); Eski Kıpçakçada ise tulum; tulum ‘saç örgüsü; tulum’ (KTS: 283)
biçimlerinde görülmektedir.

Etimolojik sözlüklerde *tul- ‘dolmak’ eylemine dayandırılan sözcük kaynaklarda


‘silah, askeri levazımat’ anlamıyla kaydedilmiştir (TMEN II: 931; VEWT: 487;
DTS: 573; EDPT: 500a; Erdal, 1991, 293; Tekin, 1994a, 257). Sözcüğün kökü
DLT’deki tul- eylemi ile karşılaştırılmalıdır. Ayrıca sözcük Arat’ta ve DTS’de hatalı
olarak tolum biçiminde okunmuştur, bu okuyuşlar düzeltilmelidir. Doerfer sözcüğün
Moğolcaya Türkçeden alıntılandığını ve bazı günümüz Türk dillerinde Moğolcadan
geri ödünçleme olarak bulunduğunu aktarmıştır. Doerfer sözcüğün Gürcüce,
Çeremişçe, Rusça ve bazı Kafkas dillerinde Türkçeden alıntılandığını da aktatmıştır
(TMEN II: 931). Marcel Erdal sözcüğün tolum ‘tulum’ ile karıştırıldığını belirterek

239
tolum’un gelişimini to-l-um biçiminde, tulum ‘silah’un gelişimini ise tul-um
biçiminde verir (Erdal, 1991, 293).

tutam ‘tutam’ (< tut- ‘tutmak’ – am, krş. tutaşı ‘her zaman, sürekli’ < tuta-ş-ı)
(Erdal, 1991, 297) sözcüğü de tut- eylemininin nesnesidir. Günümüze kadar
kullanımını korumuş bir biçimdir. Çağatayca sözlüklerde ‘tutam, tutacak yer’
anlamlarıyla kaydedilmiştir (Seng. 169v17; LÇ: 113b).

Sözcük Eski Uygurcada tutum ‘tutam, avuç dolusu’ (TT VII: 24); KB’de tutam
‘tutam’ (KB: 5265); Eski Kıpçakçada ise tutam, dutam ‘tutam, avuç dolusu’ (KTS:
285) biçimlerinde görülmektedir.

Räsänen sözcüğü tut- eylemine dayandırmıştır (VEWT: 502). Etimolojik


sözlüklerden EDPT’de sözcük *tuta- eylemine dayandırılmış ve ‘tutam, tutacak yer’
anlamıyla kaydedilmiştir (EDPT: 457a). Marcel Erdal da sözcüğün tut- eyleminden
türediğini belirtmiştir (Erdal, 1991, 297).

salsa bir tutam üze çıkkanda ruhsarı açuk

bir kuyaşdır tüşse her öy içre tüŋlikdin yaruk

(BV, 322:1)

salsa bir tutam üze çıkkanda ruhsarı açuk

bir kuyaştur tüşse her öy içre tüŋlüktin yaruk

(NN, 527: 1)

ulam ‘vasıtasıyla, sürekli, ebediyen’ (< *ula- ‘ulamak, birleştirmek, eklemek’ -m)
biçimi de eylemden türeyen yeni bir gövdedir. DLT’de rastladığımız ula- ‘ulamak,
bağlamak’ biçimi sözcüğün kökünün ula- biçiminde olduğunu göstermektedir.

Sözcük Eski Uygurcada ulam ‘vasıtasıyla, sürekli, ebediyen’ (USp. 56/4-5 [EDPT:
146a]); KB’de ulam ‘vasıtasıyla, sürekli, ebediyen’ (KB: 31, 61, 1348); Eski
Kıpçakçada ise ulam ‘vasıtasıyla, yoluyla’ (KTS: 292) biçimlerinde görülmektedir.

Etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda sözcük *ula- ‘ulamak, birleştirmek, eklemek’


köküne dayandırılmıştır (TMEN II: 552; EDPT: 146a; Tezcan, 1981, 67; Erdal,
1991, 295). Talat Tekin, DLT’deki ula- ‘ulamak, bağlamak’ biçimine dayanarak ula-
biçiminde bir kök tasarlamıştır (Tekin, 1995, 179).
240
tüşti köŋül saçındın ulam bili fikrine

sevdayiler tüşer bolur ari hayalga

(LD: 1752)

yarım ‘yarım’ (< yar- ‘yarmak’ - ım) sözcüğü de yar- eyleminin nesnesidir. Sözcük
bazen sıfat işlevinde de görülebilmektedir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde ‘yarım’
anlamıyla görülmektedir (Seng. 329v23; LÇ: 292b).

Sözcük Eski Uygurcada yarım ‘yarı, yarım’ (TT VIII A: 45; U II: 68); DLT’de yarım
‘bir şeyin yarısı’ (DLT III: 19; DanKelly, 1985, 215); Harezm Türkçesinde yarım
‘bir şeyin yarısı’ (Nehc. 97/12); Eski Kıpçakçada ise yarım, yarum ‘yarım, buçuk’
(KTS: 312) biçimlerinde görülmektedir.

Etimolojik sözlüklerde yar- ‘yarmak’ eylemine dayandırılan sözcük kaynaklarda


‘yarım’ anlamıyla kaydedilmiştir (Eckmann, 1966, 63; VEWT: 189; DTS: 241;
EDPT: 968b; DanKelly, 1985, 215; Erdal, 1991, 295; Kaçalin, 2006, 233). Talat
Tekin, sözcüğün kökünü DLT yar- ‘yarmak’, Tkm. yar-, Özb. (Buh.) yar-
biçimleriyle karşılaştırmış ve yar- biçiminde bir kök tasarlamıştır (Tekin, 1995, 51,
175).

özüm özümni bilmen bu tünde yarım bolman

veh zülfidin perişan ya Rab maŋa nédindür

(ŞHD: 53b11)

yarım ahşamda érkek oglan tugurdı

(ŞTü, 53: 5)

üçde birin ya yarımını galat kılıp tururlar

(ŞTü, 35: 20)

–(X)m eki ayrıca şu sözcükler içinde de görülmektedir:

bolumsız ‘hiçbir işe yaramayan’ (< bolum ‘oluş’ + suz) sözcüğü bol-um+suz
biçiminde türemiş bir sözcüktür. bolum sözcüğü Çağatayca sözlüklerde ‘bulgu, idrak,
irfan, icat, derya’ gibi anlamlarda bulunmaktadır (LÇ: 86a; DTO: 178). Sözcüğe
Çağatayca metinlerden yalnızca Babürnamede rastladık.

241
Sözcüğü diğer Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

bu tarīhda hem bardur, bisyar sust ve bī-cur’at ve bolumsızdur

(BN: H175b10-11)

kurumsak ‘ok kılıfı, okluk’ (< kurum ‘kurulmuş’+ sak) sözcüğünün gelişimi < kur-
um + sak biçiminde olmalıdır. Sözcüğe yalnızca Kelürnamede rastladık. Orada
sözcüğe ‘okluk’ anlamı verilmiştir (KN: 34a6).

Räsänen sözcüğü kur maddesinde Kazakçadan kurumsak ‘ok koyulan kılıf, ok kılıfı’
anlamında aktarmıştır (VEWT: 302).

Sözcüğe diğer Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

3.1.6. –Xn

Eski Türkçe döneminden beri oldukça işlek bir ektir. Yaptığı adlar, hareketin
bitmesinden sonra ortaya çıkan ürünü, eylemlerin gösterdiği hareketi işleyeni, olanı
ve yapılanı belirtir. Gabain bu ek için “Eski Türkçede oldukça seyrektir ve yer yer de
sıfat yapar” şeklinde bir açıklama yapmıştır (Gabain, 1941 (20003), 54). Erdal bu
ekin iki heceli adlar oluşturduğunu, tek heceli örneğin san ‘sayı’ olduğunu
aktarmıştır (Erdal, 1991, 300). Gürer Gülsevin ise eki geçişli ve geçişsiz eylemlerden
adlar türeten ve ünlü uyumuna giren bir ek olarak tanımlamaktadır (Gülsevin, 1997,
135). Talat Tekin eki eylem sonucu adlar türeten bir ek olarak tanımlamıştır (Tekin,
2000, 93). Pomorska eki hareket ve nesne adı türeten bir ek olarak tanımlamaktadır
(Pomorska, 2004, 116).

–Xn eki Orhon Türkçesinde eylem sonucu bildiren adlar türetir: bulun ‘tutsak, esir’
(< *bul- ‘bulmak’ –un < bulun + a, bulnuk- ‘tutsak olmak’ < bulun + uk- < bul-
‘bulmak’), kıyın ‘ceza’ (< *kıy- ‘ceza vermek’ -ın), san ‘sayı’ (< *sa- ‘saymak’ -n),
örgin ‘hakan otağı, saray, konak’ (< örgi- ‘konmak’ -n), vb (Tekin, 2000, 93).

–Xn ekinin Karahanlı Türkçesinde de çeşitli ad, sıfat ve ilgeçler türettiği görülür:
adın ‘başka’ (< ad- ‘ayrılmak, farklı olmak’ -ın) (DLT I: 76, DanKelly, 1985, 4; KB:
7, 8), akın ‘akıl, sel’ (< ak- ‘akmak’ -ın) (KB: 1160, DLT I: 77; DanKelly, 1985, 10),
bulun ‘tutsak, esir’ (< *bul- ‘bulmak’ -un) (DLT I: 399, DanKelly, 1985, 80; KB:

242
3636), egin ‘omuz’ (< *eg- ‘eğmek’ -in) (DLT I: 77, DanKelly, 1985, 20; KB: 1534,
1882, 3665), kelin ‘esinti’ (< kel- ‘gelmek’ -in) (DLT, I: 77, DanKelly, 1985, 101;
KB: 494, 2380), tolun ‘ayın on dördü’ (< tol- ‘tolmak’ -un) (DLT I: 401, DanKelly,
1985, 193; KB: 48, 732), yogun ‘kalın, yoğun’ (< *yog- ‘yoğunlaşmak, kalınlaşmak’
-un) (KB: 4913), vb.

Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesinde olduğu gibi Çağataycada da bu ek ender


olarak ve aynı işlevlerde görülür.

bogun ‘boğum’ (< bog- ‘boğmak’ -un) sözcüğü bog- ‘boğmak’ eylemine –Xn ekinin
eklenmesi sonucu oluşmuş bir sözcüktür. Sözcük Çağatayca sözcüklerde bogun
‘boğum, parmakların eklem yerleri, boğumları’ biçiminde görülmektedir (Seng.
136v13; LÇ: 83a; DTO: 172).

Sözcük Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de bogun ‘boğum, kamıştaki


boğumlar’ (DLT I: 399; DanKelly, 1985, 75); Eski Kıpçakçada da bogun, bovun
‘boğum, parmak boğumu, mafsal, ek yeri’ (KTS: 34) biçimlerinde yer almaktadır.

Sözcük etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda bog- ‘boğmak’ köküne dayandırılmış


ve ‘boğum, parmakların eklem yerleri, boğumları, ağacın gövdesi’ şeklinde
anlamlandırılmıştır (DTS: 109; EDPT: 316a; DanKelly, 1985, 75).

zar cismimde bogunlar mihnetimniŋ sanıdur

kim sanap bir birge tökdi bir tügün her targa

(FK, 571: 2)

hem suyu revan agız burundın

hem cismi cüda bogun bogundın

(LM: 2083)

bütün ‘bütün’ (< büt- ‘bitmek, tamamlamak, sona ermek; ses kesilmek, alçalmak’
-ün) sözcüğü büt- eylemine –Xn ekinin eklenmesi sonucunda hareketin bitmesinden
sonra ortaya çıkan bir ürünü göstermiştir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde ‘bütün,
tamam’ anlamıyla görülmektedir (LÇ: 76b; Seng. 130v6).

243
Sözcük Eski Uygurcada bütün ‘tam, bütün’ (M I: 28; TT I: 73); DLT’de bütün ‘tam,
asıl, bütün’ (DLT I: 398; DanKelly, 1985, 84); KB’de bütün ‘tam, asıl, bütün’ (KB:
19, 26, 330, 368); Eski Kıpçakçada ise bitün, bütün ‘bütün, tam; sahih, sağlam’
(KTS: 40) biçimlerinde görülmektedir.

Etimolojik sözlüklerde büt- ‘bitmek, tamamlamak, sona ermek; ses kesilmek,


alçalmak’ eylemine dayandırılan sözcük kaynaklarda ‘bütün, tamam’ anlamlarıyla
kaydedilmiştir (Brockelmann, 1954, 129; TMEN II: 719; Eckmann, 1966, 64;
VEWT: 93; EDPT: 306b; DanKelly, 1985, 84, Erdal, 1991, 301). Doerfer sözcüğün
Moğolca, Çeremişçe ve bazı Balkan dillerinde Türkçeden alıntı olarak bulunduğunu
aktarmıştır (TMEN II: 719).

tig ile yardı mu köksüŋni démeŋ

éylemes tig ile hod anı bütün

(BV, 456:2)

nidür éy şeyh uşatmak sagarımnı

bütün kıl bar éseŋ ehl-i keramet

(NN, 138: 6)

eg(i)n ‘sırt, omuz’ (< *eg- ‘eğmek’ -in) sözcüğü bu ekle türediğini düşündüğümüz ve
Eski Türkçeden beri kullanılagelen bir sözcüktür. Çağataycada ‘yani omuz’
anlamıyla kullanıldığı görülür. Çağatayca sözlüklerde de ‘omuz, sırt’ anlamıyla
görülmüştür (Seng. 109r12; LÇ: 56b).

Sözcük Eski Uygurcada egin ‘omuz’ (TT V: 4); DLT’de egin ‘omuz’ (DLT I: 78;
DanKelly, 1985, 20); KB’de egin ‘omuz’ (KB: 1738); Harezm Türkçesinde égin
‘omuz’ (KutbHŞ: 19); Eski Kıpçakçada ise eyin, egin ‘kürek kemiğinin bulunduğu
yer, insanın arka tarafı, sırt’ KTS: 78); Osmanlıcada egin ‘omuz, sırtın üst tarafı’
(TTS I: 254; TTS II: 360; TTS III: 237; TTS IV: 278) biçimlerinde görülmektedir.
Sözcük Irk Bitig’de bilinen anlamından farklı olarak ‘çadırın bir kısmı’ anlamıyla
görülmektedir (IB: 18).

Etimolojik sözlüklerde *eg- ‘eğmek’ eylemine dayandırılan sözcük kaynaklarda


‘eğilmiş bir şey; omuz’ anlamlarıyla kaydedilmiştir (VEWT: 37; EDPT: 109a;

244
DanKelly, 1985, 20, Erdal, 1991, 305; TETL: 695). Tekin, sözcüğün kökünü Yak.
ieh- ‘eğmek’ < *ek- biçimleri ile karşılaştırmıştır (Tekin, 1995, 180).

dehr ara aşubdur kim çıkmış ol bi-bak mest

egnide ton özgeçe başıda destar özgeçe

(BV, 551:3)

zülfi eginge yéter ger saçı yérge südrelür

teŋ durur kaydım üçün ger bir karış ger yüz kulaç

(NN, 173: 3)

kalın ‘yığın, çok, yoğun; kalın’ (< *kalı- ‘yükselmek, kalkmak’ -n) sözcüğünün kökü
Eski Türkçe kalı- ‘havaya yükselmek, uçmak’ eylemi ile karşılaştırılmalıdır. Sözcük
Çağatayca sözlüklerde ‘kalın, yoğun, çok’ anlamlarıyla görülmektedir (Seng. 276r12;
LÇ: 222b).

Sözcük Eski Uygurcada kalın ‘yoğun, çok, kalın’ (U III: 16; U III: 53); DLT’de kalın
‘bir şeyin yoğunu ve kalını’ (DLT I: 404; DanKelly, 1985, 125); KB’de kalın
‘kalabalık, çok, kalın’ (KB: 491, 1021, 1697); Harezm Türkçesinde kalıŋ ‘yoğun’
(KutbHŞ: 129); Eski Kıpçakçada ise kalın, kalıŋ ‘kalın’ (KTS: 124); Osmanlıcada
kalın ‘çok, kalın’ (TTS I: 406; TTS II: 567) biçimlerinde görülmektedir.

Etimolojik sözlüklerde sözcüğün etimolojisiyle ilgili çok açıklayıcı bir ifadeye yer
verilmemiştir. Yalnızca kaynaklarda ‘kalın, yoğun, çok’ anlamlarıyla kaydedilmiştir
(VEWT: 226; EDPT: 622a; DanKelly, 1985, 125Erdal, 1991, 303). Marcel Erdal
sözcüğü *kalı- ‘kalkmak, yükselmek’ eyleminden türetmiş ve ET kalı- ‘havaya
yükselmek, uçmak’ eylemi ile karşılaştırmıştır (Erdal, 1991, 303). Mustafa Kaçalin
de sözcüğü kalı- ‘yükselmek, kalkmak’ eylemine dayandırmıştır (Kaçalin, 2006,
158).

yoldur ol kalın sakalın ortasıga tégmeyin

hatunun alur kişi ahir başın kés kıl helak

(ŞHD: 188a4)

245
bu élniŋ yurtları kalın yıgaçnıŋ içinde turur

(ŞTü, 42: 2)

kar(ı)n ‘karın’ (< *kar-ın) sözcüğünün kökü *kar- eyleminden türemiş bir biçimdir.
Sözcük Çağatayca sözlüklerde ‘karın’ anlamıyla görülmektedir (Seng. 272r23; LÇ:
219a).

Sözcük Eski Uygurcada karın ‘karın’ (U II: 44; TT I: 18); DLT’de karın ‘karın’
(DLT I: 403); KB’de karın ‘karın’ (KB: 883); Harezm Türkçesinde karın ‘karın’
(KutbHŞ: 134); Eski Kıpçakçada karın ‘karın’ (KTS: 128) biçimlerinde
görülmektedir.

Etimolojik sözlüklerde sözcüğün kökü ile ilgili net bir açıklama yer almamaktadır.
Clauson sözcüğün ‘karın’ için kullanılan genel bir terim olduğunu belirtmiş,
sözcüğün kökü hakkında herhangi bir açıklama getirmemiştir (EDPT: 661a). Talat
Tekin, sözcüğü kazı ‘karındaki yağ’ < *kaz-ı; krş. Moğ. karbing ‘hayvan karnındaki
yağ’ < *kar-bi-ng) biçimleriyle karşılaştırmıştır (Tekin, 2003, 117). Biz sözcüğün
DLT’de geçen kar- ‘bir şeyi bir şeyle karıştırmak, katmak, karmak; boğazda su
durmak, su bir yerde durmak, taşmak’ (DLT I: 432; DanKelly, 1985, 128)
sözcüğüyle anlamsal olarak ilişkili olduğunu düşünmekteyiz.

hatun dadekniŋ karınına her künde urar érdi

(ŞTü, 53: 4)

karnı ol nev‘ çak bolgusıdur

ki hem ol dem helak bolgusıdur

(SS: 3801)

kayun ‘sandal, kayık’ (< kay- ‘kaymak’ -un) sözcüğü kay- ‘kaymak’ eylemine –Xn
ekinin eklenmesi sonucu oluşmuş bir sözcüktür. Sözcüğe Kelürname’de rastladık
(KN: 32b13). Sözcük Çağatayca sözcüklerde yer almamaktadır.

‘Sandal, kayık’ anlamındaki kayun yine ‘kayık, küçük bot’ anlamına gelen kayık
sözcüğü ile ilişkilidir. Sözcük aynı kayık ya da kayguk sözcüğü gibi kay- ‘kaymak’
eylemine dayanmaktadır.

246
kelin ‘gelin’ (< kel- ‘gelmek’ –in) sözcüğü kel- ‘gelmek’ eylemine –Xn ekinin
eklenmesi sonucunda hareketin bitmesinden sonra ortaya çıkan bir ürünü
göstermiştir. Sözcük Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta ‘gelin’ anlamıyla
görülmektedir (Seng. 316r19).

Sözcük Eski Uygurcada kelin ‘gelin’ (TT VI: 311); DLT’de kelin ‘gelin’ (DLT I:
404; DanKelly, 1985, 101); KB’de kelin ‘gelin’ (KB: 494); Harezm Türkçesinde
kelin ‘gelin’ (KutbHŞ: 116); Eski Kıpçakçada kelin ‘gelin’ (KTS: 137) biçimlerinde
geçmektedir.

Etimolojik sözlüklerde kel- ‘gelmek’ eylemine dayandırılan sözcük kaynaklarda


‘gelin’ anlamıyla kaydedilmiştir (TMEN III: 1700; VEWT: 250; EDPT: 719a).
Marcel Erdal genel görüşün aksine sözcüğün *keli- ‘gelmek’ eyleminden türediğini
belirtmiştir. O, Doerfer ve Tezcan’ın bu adın ikinci ünlüsünün /X/ değil, /I/ olduğunu
ifade ettiklerini, bunun da ekin kelin sözcüğünün eski zamanlarda çok da baskın
olmadığını gösterdiğini belirmiştir (Erdal, 1991, 302).

köp zinet ü zib étip ékevni

gül-çihre kelin bile küveyni

(LM: 2672)

Nuh peygamber üç oglı ve üç kelini birlen yahşı boldı-lar

(ŞTe: 68b9)

kurun ‘vakit, zaman’ (< kur- ‘kurmak’ -un) sözcüğü kur- ‘kurmak’ eylemine –Xn
ekinin eklenmesi sonucu oluşmuş bir sözcüktür. Sözcük Çağatayca sözcüklerde
kurun ‘vakit, zaman, devr, asır’ biçiminde görülmektedir (LÇ: 235b; DTO: 429).

Etimolojik sözlüklerde yer verilmeyen sözcük kur- ‘kurmak’ köküne dayanmalıdır.

Sözcük bu anlamıyla diğer Tarihi Türk dillerinde yer almamaktadır.

ol dédi kim cema‘ati ki deryadın köprüg bile narı yüzge ötüpdürler. Çün köprüg
birdür alarnı kaytarur üçün her kiç kurun haber kılurga nakara kakarlar kim kéçrek
kalsalar köprüg üstige gavga bolup suga yıklur imkanı bar.

(TEH: A726b8)

247
oyun ‘oyun’ (< *oy- ‘oymak’ -un) sözcüğü *oy-un biçiminde gelişmiş bir sözcüktür.
Sözcük Çağatayca sözlüklerde ‘oyun, eğlence’ anlamıyla görülmektedir (Seng.
02v23; LÇ: 44b).

Sözcük Eski Uygurcada oyun ‘oyun, eğlence’ (TT II: 8; M I: 10); DLT’de oyun
‘oyun, eğlence’ (DLT I: 85; DanKelly, 1985, 45); KB’de oyun ‘oyun, eğlence’ (KB:
709); Harezm Türkçesinde oyun ‘oyun’ (KutbHŞ: 116); Eski Kıpçakçada oyun, oyın
‘oyun’ (KTS: 207) biçimlerinde görülmektedir.

Etimolojik sözlüklerde *oy- ‘oymak’ eylemine dayandırılan sözcük kaynaklarda


‘oyun, eğlence’ anlamlarıyla kaydedilmiştir (VEWT: 359; EDPT: 274a). Hasan Eren
bu sözcüğü Yak. oy- ‘sıçramak’ eylemine dayanarak *oy- ‘oynamak’ eyleminden
getirmiştir (TES: 311).

Tekin, sözcüğün kökünü Tkm. oy- ‘oymak’, Koyb. oyen ‘oyun’, Yak. onñyu ‘oymak’
~ onño- ‘oynamak’ biçimleri ile karşılaştırmıştır (Tekin, 1995, 177). Buna göre oy-
biçiminde bir kök tasarlamak mümkündür. İbrahim Taş, Hasan Eren’in görüşüne
karşı çıkmış ve Yak. oy- kısa ünlülü iken, oyun sözcüğünün uzun ünlülü olduğunu
belirtmiştir (Taş, 2005, 201).

her niçük olsa olsun zahir kılay tama‘nı

vaslıdın özge yoktur Şibaniniŋ oyunı

(ŞHD: 174a7)

öyünni hem oyun birle kéçürgil

saŋa kim dir tama‘ atını sürgil

(DN: 266)

san ‘sayı, hesap; saygı, itibar’ (< sa- ‘saymak’ -n) sözcüğü de -n eki ile türemiş bir
başka biçimdir.

Sözcüğün kökü olan sa- ‘saymak’ eylemi Eski Türkçe ve Orta Türkçe’de de
kullanılmıştır. Bu eylemden türemiş başka sözcüklere de rastlıyoruz: sak- (< sa-k-),
sakış (< sak-ı-ş), san- (sa-n-), sana- (< san+a-), sanag (< sana-g) vb. sa- kökünün
genişlemiş biçimi de say-’dır. /y/ ünsüzü kökte benzeşme ya da yanlış farzetme
yoluyla kalıplaşmış olmalıdır. say- > sa-y-. Bu kökten de türemiş sözcükler vardır:
248
say- “saymak, hesap etmek” (Seng. 236v25); saya- (< sa-y+a-), sayla- (< say+la-)
(LÇ: 184).

Sözcük Eski Uygurcada san ‘sayı’ (TT VII: 9); DLT’de san ‘sayı’ (DLT III: 157);
KB’de san ‘sayı’ (KB: 266, 493, 1916, 2684, 5780); Harezm Türkçesinde san ‘sayı’
(KutbHŞ: 152); Eski Kıpçakçada san ‘sayı’ (KTS: 226); Osmanlıcada san ‘sayı,
hesap’ (TTS I: 597; TTS II: 790; TTS III: 594; TTS IV: 660) biçimlerinde
görülmektedir.

Sözcük etimolojik sözlük ve kaynaklarda sa- ‘saymak’ eylemine dayandırılmış ‘sayı,


sayma, benzeme’ anlamıyla kaydedilmiştir (Brockelmann, 1954, 128; VEWT: 390;
EDPT: 831a; DanKelly, 1985, 151; Erdal, 1991, 306-307).

Talat Tekin sözcüğü DLT sa- ‘saymak’, Tkm. say- ‘saymak, addetmek’, Tü., Az.,
say- ‘saymak’ biçimleri ile karşılaştırmış ve *sa- biçiminde bir kök tasarlamıştır
(Tekin, 1995, 174).

Aşağıdaki örnekte san sözcüğü sıfat tamlamasında tamlanan olarak geçtiği


görülmektedir.

baş çıkardı bu Horasan ilidin sahib-kıran

cehli asru köp édi késdi ayakın ékki san

(ŞHD: 191a4)

cihanı yarugay canı tirilgey

tiriglersanına atı kirilge

(DN: 484)

savun ‘davet, çağrı, haber’ (< sav- ‘haber vermek’ -un) sözcüğü sav- ‘haber vermek’
eylemine –Xn ekinin eklenmesi sonucu oluşmuş bir sözcüktür. Sözcüğe taradığımız
metinler içinde yalnızca Şecere-i Terakime’de rastladık. Sözcük Çağatayca
sözcüklerde savun ‘davet, çağrı, haber’ biçiminde görülmektedir (LÇ: 184a; DTO:
344).

Etimolojik sözlüklerde yer verilmeyen sözcük sav- ‘haber vermek’ köküne


dayanmalıdır.

Sözcük bu anlamıyla diğer Tarihi Türk dillerinde yer almamaktadır.

249
oglan bir yaşıga yétdi érse Kara Han ilge savun saldı

(ŞTe: 70b6)

érki halkga savun saldı

(ŞTe: 86b7)

tolun ‘dolu, doldurulmuş’ (< tol- ‘dolmak’ -un) sözcüğü *to-l- eylemine –Xn ekinin
eklenmesi sonucunda hareketin bitmesinden sonra ortaya çıkan bir ürünü
göstermiştir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde ‘dolu, doldurulmuş’ anlamıyla
görülmektedir (Seng. 184v22; LÇ: 126a).

Sözcük Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de tolun ‘dolu, doldurulmuş’ (DLT I:


402; DanKelly, 1985, 193); KB’de tolun ‘dolu, doldurulmuş’ (KB: 38); Harezm
Türkçesinde tolun ‘dolu, doldurulmuş’ (KutbHŞ: 182); Eski Kıpçakçada tolun, dolun
‘dolunay’ (KTS: 280) biçimlerinde görülmektedir.

Etimolojik sözlüklerde *tol- ‘dolmak’ eylemine dayandırılan sözcük kaynaklarda


‘dolu, doldurulmuş’ anlamlarıyla kaydedilmiştir (Eckmann, 1966, 64; VEWT: 486;
EDPT: 501a; DanKelly, 1985, 193, Erdal, 1991, 303;).

Talat Tekin, sözcüğün kökünü Tkm. dol- ‘dolmak’, Yak. tuol- ‘dolmak’, Az. (Kaş.)
dul- ‘dolmak’ biçimleri ile karşılaştırmıştır (Tekin, 1995, 47, 178).

ruh u zülf ü meŋ ü kaddıga anıŋ bolmadı hem teŋ

tolun ay u kara tün ü kızıl lale birle ‘ar‘ar

(SD: 226)

yaŋı ay belki tolun ay démeyin belki kuyaş

tolun ay u kuyaşıŋ üzre hilaliŋga fida

(BV, 31: 4)

tügün ‘düğüm’ (< tüg- ‘çatmak, bağlamak’ -ün) sözcüğü tüg- ‘çatmak, bağlamak’
eylemine –Xn ekinin eklenmesi sonucunda hareketin bitmesinden sonra ortaya çıkan
bir ürünü göstermiştir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde ‘düğüm’ anlamıyla
görülmektedir (Seng. 183r11; LÇ: 124a).

250
Sözcük Eski Uygurcada tügün ‘düğüm’ (U III: 83); DLT’de tügün ‘düğüm’ (DLT I:
400; DanKelly, 1985, 204); KB’de tügün ‘düğüm’ (KB: 150, 172); Harezm
Türkçesinde tügün ‘düğüm’ (KutbHŞ: 189); Eski Kıpçakçada dügün, tüyün ‘düğüm’
(KTS: 66) biçimlerinde geçmektedir.

Etimolojik sözlüklerde tüg- ‘çatmak, bağlamak’ eylemine dayandırılan sözcük


kaynaklarda ‘düğüm’ anlamıyla kaydedilmiştir (Eckmann, 1966, 64; TMEN II: 978;
VEWT: 138; EDPT: 484a; DanKelly, 1985, 204, Erdal, 1991, 304).

istemes bolsaŋ işiŋ üzre girih tüzlük kıl

kim yagın riştesiga katresi hod kıldı tügün

(FK, 464: 9)

şekker-i la‘li hayalidin ser-a-ser mur dur

saçıda érmes tügün üzre tügün her tar ara

(GS, 24: 5)

tütün ‘duman’ (< tüt- ‘tütmek’ - ün) sözcüğü tüt- eylemine –Xn ekinin eklenmesi
sonucunda hareketin bitmesinden sonra ortaya çıkan bir ürünü göstermiştir. Sözcük
Çağatayca sözlüklerde ‘duman’ anlamıyla görülmektedir (LÇ: 114b).

Sözcük Eski Uygurcada tütün ‘duman’ (M II: 11; TT V: 12); DLT’de tütün ‘duman’
(DLT I: 400; DanKelly, 1985, 206); KB’de tütün ‘duman’ (KB: 341); Harezm
Türkçesinde tütün ‘duman’ (KutbHŞ: 191, Nehc. 439/4-5); Eski Kıpçakçada tütün
‘duman, tütün’ (KTS: 288) biçimlerinde geçmektedir.

Etimolojik sözlüklerde genelde tüt- ‘tütmek’ eylemine dayandırılan sözcük


kaynaklarda ‘duman’ anlamlarıyla kaydedilmiştir (Gabain, 1941 (20003), 54; TMEN
II: 953; Eckmann, 1966, 64; VEWT: 138; DanKelly, 1985, 206; Erdal, 1991, 301).
Clauson ise sözcüğü tüte- ‘tütmek’ köküne dayandırmıştır. (EDPT: 457b). Doerfer
sözcüğün Arapça, Rusça, Kafkas dilleri ve Balkan dillerinde Türkçeden alıntı olarak
bulunmaktadır (TMEN II: 953).

sevda tütüniga saçı manend

her tarı cünun ayagıga bend

(LM: 567)

251
tizginip éyle kim koyun aylanıp éyle kim tütün

rahşı salıp çü dupdurun hayl-i belanı aygatıp

(BV, 54: 3)

uzun ‘uzun’ (< uza- ‘uzamak’ -n) sözcüğü uza- ‘uzamak’ eylemine –Xn ekinin
eklenmesi sonucu oluşmuş bir sözcüktür. Sözcük Çağatayca sözcüklerde uzun ‘uzun,
bülend’ biçiminde görülmektedir (Seng. 74r12; LÇ: 33a; DTO: 64).

Sözcük Eskı Türkçeden beri görülmektedir. Eski Uygurca’da uzun ‘uzun’ (M I: 16;
TT II: 17; Suv. 141/1), DLT’de uzun ‘uzun’ (DLT I: 77; DanKelly, 1985, 57),
Harezm Türkçesinde uzun ‘uzun’ (KutbHŞ: 202); Eski Kıpçakçada da uzun ‘uzun’
(KTS: 296) biçimlerinde yer almaktadır.

Sözcük etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda uza- ‘uzamak’ köküne dayandırılmış


ve ‘uzun’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 621; EDPT: 288b; DanKelly, 1985, 57;
Erdal, 1991, 302). Räsänen ise sözcüğün *uz < *ur < pur biçiminde geliştiğini iddia
etmiştir (VEWT: 518).

anıŋ zülfi sözi içre meniŋ kıssam uzun boldı

saba né boldı, yétkürseŋ aŋa bu dasitanımnı

(SD: 586)

ni turfe iş ki birev çun tarıktı ‘ömridin

dése uzun yaşa kargışdur aŋa bu alkış

(FK, 254: 8)

yagın ‘yağmur’ (< yag- ‘yağmak’ -ın) sözcüğü yag- ‘yağmak’ eylemine –Xn ekinin
eklenmesi sonucu oluşmuş bir sözcüktür. Çağatayca sözlüklerde yagın ‘yağış’
biçiminde yer almaktadır (LÇ: 296b; DTO: 529).

Sözcüğe diğer Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Sözcük Räsänen tarafından yag- ‘yağmak’ köküne dayandırılmış ve ‘yağmur, yağış’


şeklinde anlamlandırılmıştır (VEWT: 177).

252
ger Nevayi’ga yagın eşk édi vü ra‘d figan

hecr çün kac uruban közlerige ot çakılıp

(GS, 70: 7)

çerge ehli atıp yagın dék ok

her taraf koysa yüz kutulmak yok

(SS: 4579)

yakın ‘yakın’ (< yak- ‘yaklaşmak’ -ın) sözcüğü yak- eylemine –Xn ekinin eklenmesi
sonucunda hareketin bitmesinden sonra ortaya çıkan bir ürünü göstermiştir. Sözcük
Çağatayca sözlüklerde ‘yakın’ anlamıyla görülmektedir (LÇ: 296b; Seng. 334v22).

Sözcük Eski Uygurcada yakın ‘yakın’ (TT III: 52; U I: 6); DLT’de yakın ‘yakın’
(DLT III: 22; DanKelly, 1985, 214); KB’de yakın ‘yakın’ (KB: 254); Harezm
Türkçesinde yakın ‘yakın’ (KutbHŞ: 69, Nehc. 105/15); Eski Kıpçakçada yakın
‘yakın; hısım, akraba’ (KTS: 307) biçimlerinde geçmektedir.

Etimolojik sözlüklerde yak- ‘yaklaşmak’ eylemine dayandırılan sözcük kaynaklarda


‘yakın’ anlamıyla kaydedilmiştir (TMEN IV: 1805; EDPT: 904a; Tezcan, 1981, 69;
DanKelly, 1985, 214; Erdal, 1991, 302).

zikr birle yarug bolur şol karangu bolgan köŋül

zikriŋe yakın kıluban yolga salgıl güm-rahnı

(KUŞ, XVI: 2)

yakın yétkende gafil bolma men- zar-ı nalemdin

(BHD, XLVI: 4)

yalın ‘alev’ (< yal- ‘alevlenmek, alazlanmak, alev almak’ -ın) sözcüğü yal-
‘alevlenmek, alazlanmak, alev almak’ eylemine –Xn ekinin eklenmesi sonucunda
hareketin bitmesinden sonra ortaya çıkan bir ürünü göstermiştir. Sözcük Çağatayca
sözlüklerde ‘alev’ anlamıyla görülmektedir (Seng. 336v24; LÇ: 298b).

Sözcük Eski Uygurcada alın ‘alev’ (U II: 25); DLT’de yalın ‘alev’ (DLT III: 23;
DanKelly, 1985, 208); KB’de yalın ‘alev’ (KB: 5675); Eski Kıpçakçada yalın ‘alev’
(KTS: 308) biçimlerinde geçmektedir.
253
Etimolojik sözlüklerde yal- ‘alevlenmek, alazlanmak, alev almak’ eylemine
dayandırılan sözcük kaynaklarda ‘alev’ anlamıyla kaydedilmiştir (Eckmann, 1966,
64; VEWT: 181; EDPT: 929b; DanKelly, 1985, 208, Erdal, 1991, 302).

ger Nevayi’niŋ köyük bagrıda kan dur ni ‘aceb

ham-suz olur yalın üzre tüşüp köygen kebab

(GS, 46: 7)

semendiŋ kim yalın dék tiz érür yüz şükr kim gerdun

aŋa bizni semender-veş muŋa gerd-i semend étmiş

(FK, 274: 2)

yıgın ‘yığın, küme’ (< yıg- ‘yığmak’ -ın) sözcüğü yıg- ‘yığmak’ eylemine –Xn ekinin
eklenmesi sonucu oluşmuş bir sözcüktür. Sözcük Çağatayca sözcüklerde yıgın ‘insan
ya da varlık grubu, yığın’ biçiminde görülmektedir (Seng. 350v10; LÇ: 312b; DTO:
556).

Sözcük Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de yıgın ‘yığın, küme’ (DLT II: 22;
DanKelly, 1985, 224). Eski Kıpçakçada da yıgın, yıın ‘yığın, küme’ (KTS: 320)
biçimlerinde yer almaktadır.

Sözcük etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda yıg- ‘yığmak’ köküne dayandırılmış


ve ‘yığın’ şeklinde anlamlandırılmıştır (VEWT: 200; DTS: 266; EDPT: 904a-b;
DanKelly, 1985, 224).

ulandı kéçe tigrü il yıgını

çıkardı il çagırdın açıgını

(DN: 128)

çérikin yıgsun fursat bireli

rol yıgındın song alarnı tireli

(ŞN3: LIX: 40)

254
3.1.7. –(U)t

Marcel Erdal’a göre bu ek geçişli eylemlerin nesnesine, geçişsiz eylemlerin de


öznesine işaret eden hareket adları türetir. Eski Türkçeden beri bu ekin yer ve alet
adları da türettiği görülmektedir. Bang, bu ekin et- yardımcı eylemden ya da
eyleminden geliştiği görüşündedir. Ramstedt ise bu eki eski bir *ta ya da *tu’ya
bağlamaktadır (Räsänen, 1957, 142).

–(U)t ekinin Eski Türkçede çok sık olmasa da örnekleri bulunur: adırt ‘ayırma, fark’
(< adır- ‘ayırmak’ -t), boşgut ‘öğüt’ (< *boşgu- ‘öğüt vermek’ -t), vb.

Karahanlı Türkçesi metinlerinde de –(U)t eki ile türemiş sözcükler bulunmaktadır.


Eylemden ad yapım eklerinden biri olan bu ek DLT’de çeşitli adlar türetmiştir:

çöküt ‘kısa, kısalık’ (< çök- ‘çökmek’ -üt) (DLT I: 356, DanKelly, 1985, 95; KB:
2086), ertüt ‘at ve benzeri hediye olup beylere ve başkalarına verilir’ (< ert-
‘geçmek, zamanın geçmesi’ -üt) (DLT I: 109; DanKelly, 1985, 26), kaçut ‘savaş ve
kavgada yiğitlerin birbirleriyle çarpışmaları’ (< kaç- ‘kaçmak’ -ut) (DLT I: 356;
DanKelly, 1985, 122), konut ‘birlikte yaşayan insanlar’ (< kon- ‘konmak’ -ut) (KB:
4471), tegşüt ‘değişme, karşılık, bedel’ (< tegiş- ‘değişmek’ - üt) (DLT I: 451;
DanKelly, 1985, 183), yanut ‘cevap, yanıt’ (< yan- ‘dönmek’ -ut) (DLT III: 28;
DanKelly, 1985, 212; KB: 538), vb.

Bu ek çok yaygın olmasa da Çağataycada da Eski Türkçe ve Karahanlı


Türkçesindeki aynı işlevleriyle bulunur. Çağataycada farklı anlamda sözcükler
türettiği de görülür. Çağataycadan şu örnekleri verebiliriz:

kurut ‘kurut, yağsız bir peynir türü’ (< *kur(ı)- ‘kurumak’ -t) sözcüğünde ek bir
yemek adı türetmiştir. Sözcük için Çağatayca sözlüklerde kurut ‘keşk, süt kurısı, bir
çeşit peynir’ açıklamaları verilmiştir (Seng. 286r23; LÇ: 235a; DTO: 428).

Sözcük Eski Türkçede kurut; Eski Uygurcada kurt, kurut ‘kurutulmuş lor’ biçiminde
görülmektedir (EDPT: 648b). DLT’de kurut ‘keş, yağı alınmış yoğurttan yapılan lor
peyniri, çökelek’ (DLT I: 357; DanKelly, 1985, 148); KB’de kurut ‘çökelek, lor
peyniri’ (KB: 4442) anlamlarıyla görülmektedir. Sözcük Eski Kıpçakçada kurud,
kurut biçimlerinde ve ‘kurutulmuş yoğurt; bir tür peynir’ anlamlarıyla kaydedilmiştir

255
(KTS: 165). Osmanlıcada da kurut ‘kaynatılıp suyu alınan ayran kurusu, yoğurt
kurusu, keş’ anlamında görülmektedir (TTS IV: 556).

Çağdaş Türk dillerinin pek çoğunda sözcük bulunmaktadır. Kırg. kurut ‘suyu
sıkılmış ve kurutulmuş kesmikten yapılan kürecikler, kurut’ (KırgS: 526); Kaz. kurt
‘sütten yapılan kurutulmuş, sert peynir’ (KazTSl: 182); Az. gurud ‘ekşi yoğurttan
yapılan, küçük topaklar biçiminde kurutulan çökelek’ (Ahundov-Tezcan, 1978, 501);
Tat. kort ‘qatık sözmäsin tozlap, qabartma zurlıgında äväläp, kiptirip yasalgan söt
azıgı’ (TTDSl:139), Tkm. gurt ‘togalanıp guradılan süzme, guran tokga süzme’
(TkmDSl: 207).

Sözcük etimolojik sözlüklerde kurı- ya da kuru- eylemine dayandırılmış ve


‘kurutulmuş lor’ karşılığı verilmiştir (Zajaczkowski, 1932, 84 vd; Eckmann, 1966,
66; TMEN III: 1472; EDPT: 648b; DanKelly, 1985, 148; Erdal, 1991, 308-309; TES:
270).

Doerfer sözcüğün Moğolcada hurut, Farsçada kurut ve Rusçada kurt, krut


biçimlerinde alıntı olarak yaşadığını da aktarmıştır (TMEN III: 1472). Räsänen kurut
‘peynir’ karşılığını verdiği sözcüğü kur- ‘kurumak’ eylemine dayandırmıştır
(VEWT: 304). Marcel Erdal sözcüğün kökünü kurı- ‘kurumak (geçişsiz)’ olarak
aktarmıştır (Erdal, 1991, 309).

Talat Tekin sözcüğü Tkm. gura- ‘kurumak’, Yak. kur- ‘kurumak’ < *kurı-
biçimleriyle karşılaştırmıştr (Tekin, 1995, 179).

ve yana ba‛zı yémeklerdin kaymag ve katlama ve bulamag ve kurut ve olaba ve


mantu ve kuymag ve örgemeçni hem Türkçe ayturlar

(ML: 777b9)

ölet ‘öldürücü, salgın hastalık’ (< öl- ‘ölmek’ –üt) sözcüğü öl- ‘ölmek’ eylemine -
(X)t ekinin eklenmesiyle türemiş bir hastalık adıdır. Taradığımız Çağatayca
metinlerde rastlamadığımız sözcük Çağatayca sözlüklerde ölet ‘öldürücü, salgın
hastalık, veba’ kaydı düşülmüştür (Seng. 85v20; LÇ: 38a; DTO: 74).

Sözcük Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde de görülmektedir. Eski


Uygurcada ölüt ‘öldürme’ (U III: 4; TT IV: 8); DLT’de ölüt ‘öldürme, öldürüşme’
(DLT I: 52; DanKelly, 1985, 47); Eski Kıpçakçada ölet ‘insanların ölümü’ (KTS:
256
210); Osmanlıcada ise ölet ‘salgın hastalıktan kaynaklanan ölüm’ şeklinde
kaydedilmiştir (TTS I: 563, TTS II: 748, TTS IV: 623).

Sözcük etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda öl- ‘ölmek’ eylemine bağlanmış ve


‘öldürücü, salgın hastalık, veba’ kaydı düşülmüştür (TMEN II: 618; EDPT: 130a-b).
Doerfer sözcüğün Farsçada Türkçeden bir alıntı olarak yer aldığını da belirtmiştir
(TMEN II: 618). Marcel Erdal da sözcüğün öl- ‘ölmek’ eyleminden değil, öl-ür-
‘öldürmek’ eyleminden türediğini aktarmıştır (Erdal, 1991, 310).

Bu ekin bazen yer gösteren sözcükler de türettiği görülmektedir.

yurt ‘yurt, ülke’ (< *yur- ‘oturmak’- t; krş. Hlç. yuor- ‘oturmak’) sözcüğünde ek yer
adı türetmiştir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde ‘mesken, yurt, konak’ anlamlarıyla
görülmektedir (Seng. 342v6; LÇ: 304b).

Sözcük Eski Türkçeden beri görülmektedir. Orhon Yazıtlarında yurt ‘yurt, kapm
yeri, karargah’ (Toŋ: 19) ve Eski Uygurcada yurt (TT I: 120) biçimiyle yer
almaktadır. DLT’de yurt ‘yurt, ören, eski binaların izleri’ şeklinde geçmektedir (DLT
III: 7; DanKelly, 1985, 234). Harezm Türkçesinde yurt biçiminde ‘yer, ülke’
anlamıyla görülmektedir (KutbHŞ: 86). Eski Kıpçakçada ise yurt biçiminde ‘yurt,
memleket, ülke; çadır; ikametgah; inilecek yer’ anlamlarıyla görülmektedir (KTS:
330).

Etimolojik sözlüklerde sözcük yurt (yurd) biçiminde ve ‘ikametgah, mesken,


konaklama yeri, bir çeşit çadır, ülke, yurt’ anlamlarında kaydedilmiştir (VEWT: 211;
DTS: 283; EDPT: 958a). Sözcüğün etimolojisi üzerine tam bir görüş birliği söz
konusu değildir. Rus Türkologlardan Kononov ‘göç alanı’ olarak yurt’un Türkçe yur-
‘yürümek, göçmek’ kökünden geldiğini belirtmiştir (Kononov, 1958, 79). Doerfer ise
bu açıklamaya karşı çıkmış Kononov’un verdiği yur- kökünün Türkçede yoru- olarak
geçtiğini belirtmiştir (TMEN III: 1914). Doerfer ve Semih Tezcan, sözcüğün kökünü
Hlç. yuor- ‘oturmak’ eylemi ile karşılaştırmışlardır (Tezcan, 1975, 83; Doerfer-
Tezcan, 1980, 229). Sevortyan da Doerfer’in görüşüne katılmış, Türkçede -t ekiyle
yapılmış birtakım türevlerin geçtiğini de dile getirmiştir (ÊSTYa, 1989, 254-255).
Talat Tekin, Tü. yurt ile Moğ. nuntug ~ nutug sözcüklerinin kökteş olduklarını ileri
sürmüştür (Tekin, 1998, 129-133). Mustafa S. Kaçalin’e göre sözcük kökünün
gelişimi yur-t < yur- ‘oturmak’ biçiminde olmalıdır. Ona göre sözcük aslında çadır

257
kazıklarının sökülünce kalan delik izi anlamına gelmelidir. Bunun için krş. ur-t
‘(iğne) deliği’ < hur- ‘vurmak’ (Kaçalin, 2006, 237).

Sözcük Rusçaya da yurt, yurta ‘göçebe cadırı, çadır’ biçiminde alıntılanmıştır


(TMEN III: 1914).

érteki yurtnıŋ yadıŋga* kéldi érse ay Şiban

ney bigin ‘aşıklar içre kıl-çi efganıŋnı sin

(ŞHD: 132b9)
ne andak otka uçrap min heh öçkey

köŋül yurtıda örtep otnı öçkey

(DN: 590)

3.1.8. –mA

Bu ek geçişli eylemlerin nesnesine işaret eden adlar türetir.

Jean Deny bu ekle türetilen adların genelde ism-i meful anlamında adlar türettiğini
ifade etmiştir (Deny, 1921, 548). Räsänen bu ekin eylemden ad türeten –(X)m
ekinden geliştiğini öne sürmektedir. O, bu ekin kullanımının –(X)m ekinin
kullanımıyla aynı olduğunu ancak –mA ekinin daha seyrek olarak görüldüğünü
belirtmektedir. (Räsänen, 1957, 123). Siemieniec sıklıkla kullanılan ekler arasında
saydığı bu eki hareket adları, araç ve gereç adları ve de yemek adları türeten bir ek
olarak tanımlar (Siemieniec, 1989, 112). Marcel Erdal bu ekin basit eylem
gövdelerine ve bu eylemlerden türemiş eylemlere gelerek adlar türettiğini belirtmiştir
(Erdal, 1991, 316).

Bu ekin Eski Türkçede çok örneği yoktur. Orhon Türkçesinde Tunyukuk yazıtında
görülen yälmä ‘keşif müfrezesi’ (< yel- ‘(at) dört nala gitmek’ -me) örneği Eski
Türkçede rastlayabildiğimiz tek örnektir (Tekin, 2000, 93).

Karahanlı Türkçesinde de az da olsa bu ekin örneklerine rastlamak mümkündür.

katma ‘ufalanmış (ekmek)’ (< kat- ‘katmak, ufalamak’ -ma) (DLT I: 433; DanKelly,
1985, 133), karma ‘yağma’ (< *kar- ‘yağmalamak’ -ma) (KB: 6458, 6482), süzme
‘keş dedikleri yağsız kuru peynir, ayran süzmesi’ (< süz- ‘süzmek’ -me) (DLT I: 433;
DanKelly, 1985, 172), tegme ‘değme, her bir, her türlü’ (< teg- ‘değmek’ -me) (KB:
258
A18, B 21), udıtma ‘taze peynir’ (< udıt- ‘uyumak’ -ma) (DLT I: 143; DanKelly,
1985, 51), vb.

Çağataycada da bu ek Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesindeki işleviyle görülür.


Çağataycada geçişli eylemlerin nesnesine işaret eden adlar türettiği görülmektedir.

çalma ‘kurumuş çamur ya da kerpiç parçası’ (< çal- ‘yere sermek, vurup yere
sermek, yer çarpmak’ -ma) sözcüğü Çağataycada bu ekle türemiş adlardan biridir.
Sözcük Çağatayca sözlüklerde çalma biçiminde ve ‘eğerin yanı başında su içmek
için asılı duran kadeh, başın çevresine sarılan kumaş, maşraba’ anlamlarıyla
kaydedilmiştir (Seng. 208v24; LÇ: 148b), ancak Meyveler Münazarasında ‘kurumuş
çamur ya da kerpiç parçası’ anlamıyla görülmektedir.

İlk defa DLT’de görülen sözcük ‘kerme, kemre, koyun ağıllarında ya da deve
ahırlarında toplanıp kesilerek kışın yakmak için kurutulan kesek’ anlamı ile
kaydedilmiştir (DLT I: 433; DanKelly, 1985, 85).

Clauson, sözcüğü çal- eyleminden nesne adı olarak açıklamıştır, ancak sözcüğün
temel anlamla ilişkilendirmenin kolay olmadığını da eklemiştir (EDPT: 420b).
DanKelly’de sözcük çal- eylemi ile ilgili görülmemiştir (DanKelly, 1985, 85).

Sözcük günümüz Türk dillerinden Özbekçe ve Yeni Uygurcada görülmektedir. Yeni


Uygurcada çalma ‘terkibige şu arilaşkandin keyin kaktan topa, daŋgal, kesek (su ile
katılaşmış toprak, kurumuş çamur parçası’ (YUTS: 69); Özbekçede ise çalma II
‘umumen çambarak şaklidagi her narsa (genellikle yuvarlak şeklindeki her şey)’
(UTİL II: 14) şeklinde anlamlandırılmıştır.

dédi şeftalu i kurut alam

sin kibi yerde köp yatar çalma

(MMü, 52: 42)

égme ‘eğilmiş, iki kat olmuş’ (< ég- ‘eğmek’ -me) sözcüğünde ise ek sıfat anlamı
taşıyan bir sözcük türetmiştir. Çağatayca sözlüklerde ‘eğilmiş, iki kat olmuş’
anlamıyla kaydedilmiştir (Seng. 109rII; LÇ: 56b).

Sözlük ilk defa DLT’de görülmektedir: egme ‘evin kemeri’ (DLT I: 130; DanKelly,
1985, 20). Diğer Tarihi dönemlerde sözcüğe rastlamadık.

259
Sözcük Etimolojik sözlüklerde ég- ‘eğmek’ eylemine dayandırılan sözcük
kaynaklarda ‘eğilmiş, iki kat olmuş’ anlamlarıyla kaydedilmiştir (DTS: 166; EDPT:
108b; DanKelly, 1985, 20).

canım hedef bolsun seniŋ gamzeŋ okıga niçe kim

peyveste kaşıŋ égmesi ok tég kadımnı ya kılur

(LD: 725)

yüzüŋde her sarıdın égme kaş érür yahud

büt allıda éki hinduga vaki‘ oldı sücud

(GS, 120: 3)

ısıtma ‘sıtma, hastalık ateşi’ (< ısıt- ‘ısıtmak; sıtmaya tutmak’ -ma) sözcüğünde bu
ek bir hastalık adı türetmiştir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta isit- maddesinde
ısıtma tut- ‘ateşlenmek, sıtmaya tutulmak’ anlamıyla görülmektedir (Seng. 101v13).
Lugat-i Çagatay’da ise ‘sıtma, humma’ anlamlarıyla görülmektedir (LÇ: 51b).

Sözcük Eski Kıpçakçada ısıtma ‘sıtma’ biçiminde kaydedilmiştir (KTS: 102).


Sözcük günümüzde sıtma ‘sıtma hastalığı’ şeklinde yaşamaktadır.

Sözcük Doerfer’de de ısıt- köküne bağlanmış ve sözcüğün kullanımının dar


olduğunu belirtilmiştir. Doerfer sözcüğün yerini birçok Türk dilinde bezgek
sözcüğünün aldığını da belirtmiştir ve sözcüğün gelişiminin < ısı-t-ma biçiminde
olduğunu ileri sürmüştür (TMEN II: 644, 825). Sözcük Hasan Eren’e göre Türkçe
ısıt- kökünden -ma ekiyle yapılmıştır: ısıt-ma > ısıtma. Türkçede ısıtma biçiminin
başındaki ı- ünlüsü düşmüştür (TES: 367).

yüzüŋnüŋ gussasıdın kün isitip

felek ısıtma ta’vidin yititip

(DN: 457)

tir içre gül kibi cismidin ısıtma bolmış

niçük ki şeb-nem ara kalgay ateşin verdi

(GS, 619: 4)

260
kıyma ‘küçük küçük kesilmiş et’ (< kıy- (ET kıd-) ‘kesmek’ -ma) sözcüğü kıy-
eylemine –mA ekinin getirilmesiyle türemiş bir sözcüktür. Taradığımız metinlerde
rastlamadığımız sözcük Çağatayca sözlüklerde kıyma ‘küçük küçük kesilmiş et’
biçiminde kaydedilmiştir (Seng. 300r2; LÇ: 249a; DTO: 452).

Etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda kıy- (< kıd-) eylemine dayandırılan sözcük


kaynaklarda ‘küçük küçük kesilmiş et’ şeklinde anlamlandırılmıştır (TMEN III:
1608; EDPT: 677b). Doerfer sözcüğün Farsça ve Arapçada Türkçeden alıntı olarak
bulunduğunu bildirmiştir (TMEN III: 1608). Marcel Erdal bu sözcün kökünü kıyı-
biçiminde vermiş ve sözcüğün kıyı-ma biçiminde geliştiğini söylemiştir (Erdal, 1991,
319).

koglama ‘ateşte kurutulmuş’ (< kogla- ‘kurutmak’ -ma) sözcüğü de égme gibi
eylemden türemiş bir sıfattır. Aşağıdaki örnekte görüldüğü gibi koglama itmek
biçiminde bir yardımcı eylemle birleşik eylem meydana getirebilmektedir.
Taradığımız Çağatayca metinlerden yalnızca Mahbubü’l-Kulüb’da bulduğumuz
sözcük Çağatayca sözlüklerde ‘ateşte kurutulmuş’ anlamıyla kaydedilmiştir (Seng.
288v21; LÇ: 237b; DTO: 433).

Sözcük diğer Tarihi Türk dillerinde yer almamaktadır.

kamer kursıga ilgiŋ yétmese koglama étmek hem mugtenemdür zer-beft nihali
bolmasa

(MKb: 109a9)

sigritme ‘uçurumlu dağ geçidi’ (< sigir-t- ‘seğirtmek’ -me) sözcüğünde bu ekle yer
adı türemiştir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde sigritme biçiminde ‘geçid gibi dar ve
uçurum mahal’ kaydı şeklinde verilmiştir. (Seng. 255r8; LÇ: 198b; DTO: 370).

Günümüz Türk dillerinden bazılarında da yaşamaktadır. Kırg. sekirtme: sekirtme


aşuu ‘zor geçirilen çıkıntıları, uçurumları çok bulunan dağ geçidi’ (KırgS: 643), Tat.
sĭkirtme, sikertme ‘sikelte (transportnıŋ tigiz yörişine qomaçavlıy torgan çoqır-çaqır,
yuldagı qazılma yaki qalquçıq ’ (TTASl: 649-650).

Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de geçen sikrig (sigrig) ‘dağda atlamakla


geçilen yer’ (DLT I: 478) sözcüğüyle ilişkili olduğunu düşünüyoruz.

261
ve tag ve tüzde çilga, sokmag döş, argadal, kır işme burtag ve sigritme, sırt, uçma,
işme, ılat, kır alang, tokay, köl, kü/ölek, sang, sayang, çakıl, say, şurtang dék
nemelerning köpige at tayin kılmaydurlar

(ML: 777b)

sorma ‘şarap, bira’ (< sor- ‘sormak, emmek’ -ma) sözcüğü sor- ‘sormak, emmek’
köküne –mA ekinin eklenmesiyle türemiş bir sözcüktür. Sözcük Çağatayca
sözlüklerde yer almamaktadır.

Sözcük Eski Uygurcada sorma ‘şarap’ (H I: 164); Harezm Türkçesinde sorma


‘şarap’ (Oğ. 93 [EDPT: 852b]); Eski Kıpçakçada ise sorma biçimlerinde ve ‘bir cins
içki, boza’ (KTS: 239) anlamında görülmektedir.

Sözcük etimolojik sözlüklerde sor- köküne dayandırılmış ve kaynaklarda ‘şarap,


bira’ şeklinde anlamlandırılmıştır (EDPT: 852b). Marcel Erdal da sözcüğü sor-
‘sormak, emmek’ eylemine bağlamış ve türediği eylemin nesnesini gösterdiğini
belirtmiştir (Erdal, 1991, 319).

ve kımıznı ve sormanı ve bahsumnı ve bozanı dagı Türkçe ayturlar

(ML: 777b10)

tegme ‘türlü türlü’ (< teg- ‘değmek, ulaşmak’ -me) sözcüğünde bu ekle sıfat
türemiştir. Sözcüğe Çağatayca sözlüklerde rastlamadık.

Sözcük Karahnlı Türkçesinden beri görülmektedir. DLT’de tegme ‘her’ anlamıyla


geçmektedir (DLT I: 433; DanKelly, 1985, 183). Harezm Türkçesinde de tégme
biçiminde ve ‘her’ anlamıyla görülmektedir (KutbHŞ: 177). Eski Kıpçakçada ise
tegme, degme, teymee, tigme, time biçimlerinde ve ‘beheri, her biri’ anlamında
görülmektedir (KTS: 268). Osmanlıca da degme ‘her’ şeklinde geçmektedir (TTS I:
186; TTS II: 267; TTS III: 174; TTS IV: 198).

Sözcük etimolojik sözlüklerde teg- ‘değmek, ulaşmak’ köküne dayandırılmıştır


(VEWT: 469; DTS: 458; EDPT: 482a). Clauson sözcüğü teg- eylemine
dayandırmasına rağmen anlamsal ilişkinin anlaşılmasının güç olduğunu da
belirtmiştir (EDPT: 482a).

262
su yakasıga kim yagıp muldur

bu yaka tegmesi bolup ol dür

(SS: 52)

tugma ‘sahibinin evinde doğan ve yetiştirilen köle; kardeş, aynı baba ve anneden
doğanlar’ (< tug- ‘doğmak’ - ma). Sözcük Çağatayca sözlüklerde tugma ‘bende,
mütevellid’ şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 121b; DTO: 237). Eckmann, Gedai Divanı
yayımında sözcüğü togma biçiminde okumuştur.

Sözcük Eski Kıpçakçada tugma tilü ‘anadan doğma deli’ ifadesinde görülmektedir
(KTS: 278).

Etimolojik sözlüklerde yer almayan sözcüğün tug- ‘doğmak’ kökünden geldiği


açıktır.

laf-i sultanlıg teger labudd ol ayga kim bu kün

Husrev-ī sayyareler tég bir Urus togması bar

(GD, 77: 5)

tügme ‘düğme’ (< tüg- ‘düğümlemek, bağlamak’ -me) sözcüğü tüg- ‘bağlamak’
köküne -mA ekinin eklenmesiyle türemiş bir sözcüktür. Sözcük Çağatayca
sözlüklerde tügme ‘düğme, bend’ şeklinde açıklanmıştır (Seng. 183r12; LÇ: 124a;
DTO: 241).

Sözcük Karahanlı Türkçesinden beri görülmektedir. DLT’de tügme ‘düğme’ (DLT I:


433; DanKelly, 1985, 183), Eski Kıpçakçada ise tügme, dügme, düvme biçimlerinde
ve ‘düğme’ (KTS: 286) anlamıyla geçmektedir.

Sözcük etimolojik sözlüklerde tüg- ‘düğümlemek, bağlamak’ köküne


dayandırılmıştır (TMEN III: 1187; VEWT: 503; DTS: 595; EDPT: 482b; Erdal,
1991, 318). Doerfer sözcüğün bazı İran şivelerinde, Kafkas dillerinde ve bazı Balkan
dillerinde Türkçeden alıntı olarak bulunduğunu aktarmıştır (TMEN III: 1187).

mest-min lik unamam tügme-i tac éylese şeyh

zühd kuyi ara hırkamdın eger tüşse yurun

(FK, 396: 4)

263
ceybi ara tügme tir u nahid

égnide tırazı ay u hurşid

(LM: 43)

3.1.9. –gI

Marcel Erdal bu ekin temel olarak geçişli eylemlerin nesnesine, geçişsiz eylemlerin
de öznesine işaret eden adlar ve sıfatlar türettiğini ifade eder. Erdal yine bu ekin sonu
/n/ ve /r/ ile biten ad temelleriyle kullanıldığını ve –kI’nın alamorfu olarak
görüldüğünü de belirtmektedir (Erdal, 1991, 320).

Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesi metinlerinde de bu ek çeşitli sözcükler


biçimlendirmiştir. Ancak ekin kullanımı sınırlıdır. burkı ‘ekşi yüz’ (< bur- ‘ekşimek’
-kı) (DLT I: 18; DanKelly, 1985, 81), katkı ‘katı, kibir’ (< kat- ‘katmak’ -kı) (DLT I:
427, DanKelly, 1985, 133; KB: 2232, 2233), kötki ‘tepe, tepecik’ (< *köt- ‘kalkmak,
yükselmek’ -ki) (KB: 21, 6069, vb), térki ‘sofra’ (< tér- ‘dermek, toplamak’ -ki) (KB:
2549, 2878, vb), vb.

Çağataycada bu ekin çok fazla örneği görülmemektedir: Fevayidü’l-Kiber’de bu ekle


biçimlenmiş yasakı ‘asker, muhafız’ (< Moğ. yasa- ‘düzmek; yapmak, kurmak;
hazırlamak, süslemek’ -kı) sözcüğüne rastlamaktayız. Sözcüğün Moğ. yasa-
‘düzmek; yapmak, kurmak; hazırlamak, süslemek’ eyleminden türediği açıktır.
Sözcüğün kökü Türkiye Türkçesinden yasal sözcüğünde yaşamaktadır. Sözcük
Çağatayca sözlüklerden Dictionnaire turk-oriental’de yasakı ‘asker’ şeklinde
açıklanmıştır (DTO: 525).

Clauson sözcüğün kök biçimi olan yasa- eyleminin 13. ya da 14. yüzyıla kadar
Türkçede görülmediğini ifade etmiş, Çağatayca sözlüklerden Senglah’tan yasa-
biçiminde aktarmıştır (Seng. 331r2 [EDPT: 974b]). Diğer Çağatayca sözlüklerde bu
kök yasa- ‘yapmak, abad etmek, inşa etmek, inşad etmek’ şeklinde kaydedilmiştir
(LÇ: 293a; DTO: 525). Räsänen, Çağ. yasa- ‘yapmak; inşa etmek; düzenlemek’
şeklinde anlamlandırdığı sözcüğün Moğ. yasa, casa ‘düzenlemek; iyileştirmek’
biçimlerinden geldiğini belirtmiştir (VEWT: 191).

264
salmak ot barlas u tarhan ‘arızı ni sud kim

bizni közgen çihre birle bir yasakı köydürür

(FK, 150: 7)
éy Nevayi bir yasakı-veşga andak min harab

kim unutmış min cihan-tarhan ile barlasıdın

(FK, 491: 7)

3.1.10. –(X)z

Bu ek Eski Türkçeden beri çok sık olmasa da kullanılan bir ektir. Ramstedt bu eki
eski bir ri > Türkçe ŕ biçimine bağlamaktadır (Ramstedt, 1952, 143). Marcel Erdal
bu ekin temel olarak geçişli eylemlerin nesnesine, geçişsiz eylemlerin de öznesine
işaret eden adlar türettiğini ifade eder (Erdal, 1991, 323).

Orhon Türkçesinde baz ‘bağımlı, tabi’ (< ba- ‘bağlamak’ -z), boguz ‘boğaz’ (< bog-
‘boğmak’ -uz), uz ‘sanat eseri, süs, dekor’ (< u- ‘muktedir olmak, gücü yetmek’ -z)
gibi örnekler görülebilir (Tekin, 2000, 94).

Karahanlı Türkçesi metinlerinde de bu ekle biçimlenen az sayıda sözcük


bulunmaktadır: bogaz ‘boğaz’ (< bog- ‘boğmak’ -uz) (DLT I: 364; DanKelly, 1985,
75; KB: 993, 994a-b), küwez ‘mağrur’ (< *küwe-z; krş. küwen- ‘güvenmek,
övünmek’ < *küwe-n-) (DLT I: 411, DanKelly, 1985, 116; KB: 409, 1125 vb), söz
‘söz’ (< *sö- ‘söylemek’ -z) (KB: C 13, C 22 vb.), yomuz ‘etli, şişman’ (< yom-
‘şişmaklamak’ -uz) (DLT I: 10), uz ‘usta, mahir, sanatkar’ (< u- ‘muktedir olmak,
gücü yetmek’ -z) (KB: 531, 805, 887, vb).

Çağataycada bu ekin çok fazla örneği görülmemektedir. Rastladığımız örneklerin


çoğunda geçişli eylemlerin nesnesine, geçişsiz eylemlerin de öznesine işaret eden
adlar türetmektedir.

bog(u)z ‘boğaz, geçit’ (< bog- ‘boğmak’ -uz) sözcüğü bu ekle biçimlenerek geçişli
eylemin nesnesine işaret eden bir ad türetmiştir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde
‘boğaz, geçit’ anlamıyla görülmektedir (Seng. 136v4, Seng. 136v12; LÇ: 83a).

Eski Türkçeden beri görülen sözcük Eski Uygurcada boguz biçiminde görülmektedir
(TT V: 26). DLT’de boguz ‘boğaz’ şeklinde geçmektedir (DLT II: 24; DanKelly,
265
1985, 75). Harezm Türkçesinde ise bogaz (Nehc. 18/6) ve boguz (KutbHŞ: 35)
biçimlerinde yer almaktadır. Kıpçak Türkçesinde ise bogaz, bogag, bogar, boguz ve
bovaz biçimlerinde rastlanmaktadır (KTS: 34).

Sözcük etimolojik sözlüklerde bog- ‘boğmak’ köküne dayandırılmıştır ve


kaynaklarda ‘boğaz, geçit’ anlamı kaydedilmiştir (Eckmann, 1966, 67; TMEN II:
792; VEWT: 78; DTS: 110; EDPT: 322a; DanKelly, 1985, 75; Erdal, 1991, 326;
Tekin, 2000, 94).

Ramstedt ve Poppe Tü. bogaz, boguz, bogazla, boguzla- ve Moğ. bogorla- ‘boğazı
kesmek’ biçimlerini karşılaştırmışlardır (RKWb: 54; Poppe, 1960, 21). Doerfer
sözcüğün Farsçaya bugaz biçiminde geçtiğini aktarır (TMEN II: 792).

sin ki tartıp tig il bogzın çikerler her taraf

barçası ta‛cil üçündür kimse zinhar éylemes

(HBD, 60: 8)
tire ahım her dem andak tolgaşur bogzumga kim
çıkkalı koymas köŋüldin nale vü efgannı dud
(GS, 129: 6)

söz ‘söz, lafız, kelam’ (< *sö- ‘söylemek’ -z) biçimi –(X)z eki ile eylemden türemiş
bir addır. Sözcük Çağatayca sözlüklerde ‘söz, konuşma, lafız, lakırtı’ anlamında
kaydedilmiştir (Seng. 248r12; LÇ: 190a).

Çağataycada bu sözcüğün köküyle türemiş başka sözcükler de görülür: sözçi ‘sözcü’,


sözle- ‘söylemek’, sözlegüçi ‘söyleyen, konuşan’, sözlen- söylenmek, ‘kendi kendine
konuşmak’, sözleş- ‘söyleşmek, konuşmak’, sözlet- ‘söyletmek’, sözlü ‘sözlü’,
sözlük/g ‘sözlü’, vb.

Eski Türkçeden beri görülen sözcük Eski Uygurcada söz ‘söz; konuşma’ biçiminde
görülmektedir (TT V: 8; TT VII: 28). DLT’de söz ‘söz; konuşma’ (DLT III: 124;
DanKelly, 1985, 167), KB’de söz ‘söz; konuşma’ (KB: 124) şeklinde geçmektedir.
Harezm Türkçesinde ise söz ‘söz; konuşma’ (KutbHŞ: 160) biçiminde yer
almaktadır. Kıpçak Türkçesinde ise söz ‘söz; konuşma’ (KTS: 241) biçiminde
rastlanmaktadır.

266
Etimolojik sözlüklerde sözcük için ‘söz, konuşma’ anlamı kaydedilmiştir (VEWT:
430; DTS: 511; EDPT: 860b). Brockelmann, Gabain ve Talat Tekin, sözcüğün
kökünü *sö- biçiminde bir eyleme dayandırmışlardır (Gabain, 1941 (20003), 55;
Brockelmann, 1954, 142; Tekin, 2000, 94). Tekin, sözcüğü Çuv. śĭımah ‘söz’ ile
karşılaştırmıştır (Tekin, 2000, 94). Mustafa Kaçalin de *sö ‘söz’ün başlı başına bir
kök olmasının muhtemel olduğunu belirtmiştir (Kaçalin, 2006, 111).

éyle kim gül içre gonçeŋ her niçe ma‛lum émes

gonçe agzıŋ neçe kim söz dése hem mefhum émes

(HBD, 61: 1)

za‛fım aşmış söz démeŋ ol ay sözidin özge kim

hatırı nazük bolur tapkanda istila maraz

(HBD, 64: 6)

Ek bazı örneklerde de sıfat anlamında sözcükler türetmiştir:

uz: –(X)z ekiyle türeyen bir sözcük Çağataycada ‘ehil, usta’ anlamıyla görülen uz
‘usta, mahir’ (< u- ‘muktedir olmak’ –z) sözcüğüdür. Bu sözcük hem ad hem de sıfat
olarak kullanılmıştır. Çağatayca sözlüklerde ‘usta, tecrübeli, becerikli, mahir; cevher’
anlamıyla kaydedilmiştir (Seng. 73v3; LÇ: 32a).

Sözcük Eski Türkçeden beri varlığını sürdürmektedir. Eski Uygurcada uz ‘usta,


mahir’ anlamıyla görülmektedir (M I: 17). DLT’de uz kişi ‘Sanatında mahir ve
becerikli kişi’ anlamıyla geçmektedir (DLT I: 46; DanKelly, 1985, 57). Harezm
Türkçesinde uz ‘akıllı, bilge’ anlamıyla kaydedilmiştir (KutbHŞ: 201). Eski
Kıpçakçada ise uz ‘mahir, usta, akıllı’ anlamında geçmektedir (KTS: 296).

Sözcük etimolojik sözlüklerde u- ‘muktedir olmak’ köküne dayandırılmıştır (Gabain,


1941 (20003), 55; Brockelmann, 1954, 142; TMEN I: 593; VEWT: 517; DTS: 620;
EDPT: 277b; Erdal, 1991, 325; Tekin, 2000, 94). Ramstedt ve Poppe Tü. uz ve Moğ.
uran biçimlerini karşılaştırmışlardır (Ramstedt, 1957, 133; Poppe, 1927, 113). Poppe
Tü. uz biçiminin u- ‘yapabilmek, muktedir olmak’ eyleminden geldiğini belirtmiştir
(Poppe, 1927, 113). Doerfer sözcüğün Farsçaya uz biçiminde alıntılandığını ifade
etmiştir. Ayrıca bazı Türk dillerinde görülen uran ‘usta, sanatkar’ (TUV: 473; PEK:
3059) biçimi Moğolcadan geri ödünçlemedir (TMEN II: 593).
267
Talat Tekin, sözcüğü DLT u- ‘muktedir olmak’, uz ‘usta, mahir’, Tkm. uz ‘güzel,
yakışıklı, biçimli’, Yak. us ‘usta, mahir, sanatkâr; hüner, maharet’ biçimleriyle
karşılaştırmış ve uz biçimde bir kök tasarlamıştır (Tekin, 1995, 111, 179).

mürşid érür dīnge uz

(HD, İSI: 13)

ayur kim söz içinde uz bagayat

ne bolgay kılsaŋız bizge‘ inayet

(HLN: 45)

yavuz ‘kötü, fena’ (< *yav- ‘kötüleşmek’ -uz) sözcüğü Eski Türkçeden bu yana
kullanılmış bir sözcüktür. Burada –(X)z eki bir eyleme gelerek sıfat türetmiştir.
Çağatayca sözlüklerde ‘kötü, fena’ anlamlarıyla kaydedilmiştir (Seng. 340r27; LÇ:
301b).

Sözcük Eski Türkçeden beri görülmektedir. Eski Uygurcada yavız biçiminde ‘kötü,
fena’ anlamında görülmektedir (Suv. 101/17). DLT’de yavuz ‘kötü’ biçiminde
geçmektedir (DLT III: 10; DanKelly, 1985, 219). Harezm Türkçesinde ise yawuz
‘kötü’ (‘Ali: 8 [EDPT: 881b-882a]), yavuz ‘kötü’ (Nehc. 252/12) biçimlerinde yer
almaktadır. Eski Kıpçakçada da sözcük yavuz ‘kötü, fena; vahşi’ anlamlarıyla
geçmektedir (KTS: 316).

Clauson sözcüğü yavız biçiminde maddebaşı olarak vermiş ve *yav- köküne


dayandırmıştır (EDPT: 881b-882a). Marcel Erdal sözcüğün –(X)z ile türemiş
biçimlerden olmadığını ifade eder. Ona göre sözcüğün kökü yavrı- olmalıdır (Erdal,
1991, 324). Talat Tekin bu etimolojinin Türk dili tarihinde hece başındaki /r/
ünsüzünün düşmesi diye ses değişmesi ya da gelişmesi olmadığı için kabul edilemez
olduğunu ifade etmektedir (Tekin, 2000, 11).

Aşağıdaki örnekte de yavuz ‘kötü, fena’ sözcüğü közler sözcüğünden önce gelerek
onu nitelemiştir.
yavuz közler yüzüŋdin dur bolsun
cemaliŋdin cihan ma‛mur bolsun
(TN: 180)

268
çün allıma koymadıŋ yavuz yol
seyr içre nasibim éyle tüz yol
(LM: 109)

3.1.11. –gXn

Geçişsiz eylemlerden etken eylem sıfatı anlamını taşıyan sıfatlar, geçişli eylemlerden
de edilgen adlar türeten bir ektir. Bang bu ekin kökeninin kökteki ünlünün
değişmesiyle gan sözcüğüne bağlamaktadır (Bang, UJb 14: 199 [Räsänen, 1957,
130]). Kotwicz bu ekin kı, ku + n eklerinden türediğini ileri sürmüştür (Räsänen,
1957, 130).

Marcel Erdal, bu ekin geçişli eylemlerin nesnesine, geçişsiz eylemlerin de öznesine


işaret eden adlar türettiğini ifade eder. Ona göre bu ekle biçimlenen bütün kökler tek
hecelidir ve ekle birlikte bütün biçimler iki heceli olurlar (Erdal, 1991, 327).

Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesinde bu ekle biçimlenmiş sözcükler bulunmaktadır.


Genellikle değişik anlamlarda ad ve sıfatlar türetmiştir. Eski Türkçede bu ekle
biçimelenen tezkin ‘mülteci’ (< tez- ‘kaçmak’ -kin), tirgin ‘kalabalık, dernek’ (< tir-
‘dermek, toplamak’ -gin) sözcükleri görülmektedir (Gabain, 1941 (20003), 52).

Karahanlı Türkçesinde de bu ekle biçimlenmiş sözcükler çok sık olmasa da görülür:


eşkin ‘akıp giden şey’ (< eş- ‘eşmek’ -kin) (DLT I: 109; DanKelly, 1985, 28), azgın
‘azgın, azılı’ (< az- ‘azmak’ -gın) (KB: 2311), kewgin ‘doyurmayan’ (< kew-
‘doyurmak’ -gin) (DLT I: 443; DanKelly, 1985, 104), tutgun ‘esir’ (< tut- ‘tutmak’ -
gun) (DLT I: 438, DanKelly, 1985, 202; KB: 373, 3345) vb.

Ekin Çağataycada da daha çok meslek ve faaliyet adı türettiği görülmektedir:

azgun ‘azgın, azılı, asi, tuğyan’ (< az- ‘azmak’ -gun) sözcüğü az- eylemine -gXn
ekinin getirilmesiyle türemiş bir ad biçimidir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde azgun
biçiminde ‘dengesini kaybetmiş, asi, serkeş’ anlamıyla kaydedilmiştir (Seng. 39r9;
LÇ: 11b).

Sözcük Karahanlı Türkçesi metinlerinden beri görülmektedir. KB’de azgın ‘azmış,


azgın’ biçiminde geçmektedir (KB: 2311). Eski Kıpçakçada da azgunlık, azgunluk
‘azgınlık, azgın olma durumu, sapıklık’ biçimlerinde sözcüğe rastlıyoruz (KTS: 19).

269
Osmanlıcada azgun/azkun ‘hatalı, yanlış, gerçekten sapmış’ biçiminde geçmektedir
(TTS II: 86).

Sözcük etimolojik sözlüklerde az- ‘azmak’ köküne dayandırılmıştır (Eckmann, 1966,


62; EDPT: 283b, TETL: 248). Talat Tekin sözcüğü DLT az- ‘şaşırmak, yolda
çıkmak, sapıtmak’, Tkm. az- ‘yanılmak, yoldan çıkmak, sapmak’, yaz- ‘sapmak,
başka yana çevrilmek’, Hlç. haaz- ‘azmak, yanılmak’, Uyg. (IB) az- ‘sapmak, yoldan
çıkmak, yolunu kaybetmek’, Yak. sīs- ‘hedefe isabet etmemek, sapmak’ < *yīz-
biçimleriyle karşılaştırmıştır (Tekin, 1995, 41, 70, 117, 173).

vasl kuyidin Nevayi köŋli azdı éy refik

körmedük hergiz ol ehl-i ‘ışknıŋ azgunı dék

(FK, 346: 7)

çapkun ‘akın, hücum; yağma; boran, tufan; hızlı koşan kara at’ (< çap- ‘vurmak,
kesmek; sürmek; seğirtmek, (at) koşturmak’ -kun) sözcüğü çap- ‘vurmak, kesmek;
sürmek; seğirtmek, (at) koşturmak’ eylemine –gXn ekinin getirilmesiyle türemiş bir
ad biçimidir. Sözcük Çağatayca sözlüklerden Lugat-i Çağatay’da çapgun biçiminde
‘serseri; tufan, iclaf, boran, evbaş’ gibi anlamlarla kaydedilmiştir (LÇ: 145a).

Sözcüğe Eski Anadolu Türkçesi metinlerinden Dede Korkut Oğuznamalerinde de


çapkun ‘baskın’ biçiminde rastlıyoruz. Meninski’de sözcük ‘rahvan yürüyüşlü at’
şeklinde anlamlandırılmıştır (Meninski I, 1680, 1538).

Sözcük etimolojik sözlükler ve kaynaklarda çap- ‘gece baskını yapmak’ köküne


dayandırılmıştır (TMEN III: 1036; TETL: 475).

bil vefa resmin ganimet éy gül andın burna kim

dey sipahı yétkey ah u köz yaşım çapkunı dék

(FV, 346: 6)

kayalar üzre bulıt urdı kus u yıgdı sipah

seherde koydı çapkun, yasadı hayl u haşem

(SD: 191)

270
kaçkun ‘kaçıcı, firar edici’ (< kaç- ‘kaçmak’ -kun) sözcüğü kaç- ‘kaçmak’ eylemine
–gXn ekinin getirilmesiyle türemiş bir ad biçimidir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde
kaçkun biçiminde ‘kaçıcı, firar edici’ anlamıyla kaydedilmiştir (LÇ: 214b; DTO:
395).

Sözcük DLT’de kaçgın ‘kaçıcı, firar edici’ (DLT I: 21; DanKelly, 1985, 122)
anlamıyla görülmektedir.

Sözcük etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda kaç- ‘kaçmak’ köküne


dayandırılmıştır (EDPT: 591a). Marcel Erdal bu ekle biçimlenmiş sözcükler arasında
verdiği sözcüğün geçişsiz bir eylemden türeyerek özne, fail gösteren bir sözcük
olduğunu belirtmiştir (Erdal, 1991, 329).

Yusuf’nı sattı bende dép kaçkunçı kul şermende dép

hiç işni bilmes künde dép kıldım hata va hasreta

(KUŞ, XXXI: 5)

kavgun ‘kovalama, takip; kovalayan, takipçi’ (< kov- ‘kovmak’ -gun) sözcüğü kov-
‘kovmak’ –gXn ekinin getirilmesiyle türemiş bir ad biçimidir. Sözcüğe Seba-i
Seyyare’de rastlıyoruz. Sözcük Çağatayca sözlüklerden Dictionnaire turk-oriental’de
kavgun biçiminde ‘takipçi, kovalayan’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTO: 411).

Çağatayca’dan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde bu anlamıyla sözcüğe rastlamadık.


Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da ‘kovalama, takip; kovalayan, takipçi’
anlamındaki kavgun sözcüğü için herhangi bir kayıt bulamadık.

sürdiler kimeni şitab bile

yitti kavgunlar ıztırab bile

(SS: 3221)

ötkün ‘geçmiş, geçen; temren’ (< öt- ‘geçmek’ -gün) sözcüğü öt- ‘geçmek’
eylemine -gXn ekinin getirilmesiyle türemiş bir ad biçimidir. Sözcük Çağatayca
sözlüklerde ötgün biçiminde ‘okun demir yeri, geçmiş, geçen’ anlamıyla
kaydedilmiştir (LÇ: 25a; DTO: 44).

271
Çağatayca’dan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde bu anlamıyla sözcüğe rastlamadık.
Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da ‘geçmiş, geçen; temren’ anlamındaki ötkün
sözcüğü için herhangi bir kayıt bulamadık.

tir-i baran-ı gamıŋ can u tenimdin ötti

Allah Allah ni bela bu yagın érmiş ötkün

(FK, 464: 6)

yıktı can birle tenimni tir-i baran-ı firak

veh ki kat kat yirdin ötti ol yagınnıŋ ötküni

(HBD, 196: 4)

satkun ‘satın’ (< sat- ‘satmak’ -kun) sözcüğü sat- ‘satmak’ eylemine –gXn ekinin
getirilmesiyle türemiş bir ad biçimidir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde satkun
biçiminde ‘satın’ anlamıyla kaydedilmiştir (Seng. 229r9; LÇ: 177a; DTO: 333).

Eski Uygurcada satgın ‘satın’ (U IV: 36; TT VII: 39); Harezm Türkçesinde satun
‘satın’ (‘Ali: 56 [EDPT: 800a]); Eski Kıpçakçada satın, satın, satun ‘satın’ (KTS:
228) biçimlerinde görülmektedir.

Sözcük EDPT’de sat- ‘satmak’ köküne dayandırılmıştır (EDPT: 800a).

gerçi mundak ‘azizdür min aŋa

satkun algan kenizdür min aŋa

(SS: 4249)

sufi-haneniŋ yer suyunı üç yüz kızıl altunga ildin satkun aldı

(NT: 107)

toygun ‘doygun, doymuş’ (< toy- ‘doymak’ -gun) sözcüğü toy- ‘doymak’ eylemine –
gXn ekinin getirilmesiyle türemiş bir ad biçimidir. Sözcük Çağatayca sözlüklerden
Lugat-i Çağatay’da toygun biçiminde ‘serseri; tufan, iclaf, boran, evbaş’ gibi
anlamlarla kaydedilmiştir (LÇ: 145a).

Clauson’da taygun / toygun ‘yüksek derecede bir memur’ biçiminde maddebaşı


olarak verimli sözcük vardır. Ancak Clauson’un Çince’den bir alıntı olduğunu

272
belirttiği bu sözcükle Çağataycada rastladığımız toygun aynı sözcük değildir (EDPT:
568b).

hayl-ı zulmet renciga tüşken zaf‘ ehli érür

éyle kim taŋ toygunı kaldı sürüg huffaş ara

(NN, 26: 6)

tutkun ‘esir’ (< tut- ‘tutmak’ -kun) sözcüğü tut- eylemine –gXn ekinin getirilmesiyle
türemiş bir ad biçimidir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde tutkun ve tutgun biçiminde
‘esir, tutsak, giriftar’ anlamıyla kaydedilmiştir (Seng. 169v10; LÇ: 114a).

Karahanlı Türkçesi metinlerinde tutgun ‘tutuklu, esir (DLT I: 438; DanKelly, 1985,
202; KB: 373) şeklinde rastladığımız sözcük, Eski Kıpçakçada tutkun ve tutgun ‘esir,
hapis, tutsak’ biçimlerinde görülmektedir. Sözcüğe Osmanlıcada da dutgun
biçiminde rastlıyoruz (TTS II: 330, 908).

Sözcük etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda tut- ‘tutmak’ köküne dayandırılmıştır


(VEWT: 502; EDPT: 453b; Tezcan, 1981, 66; DanKelly, 1985, 202; Erdal, 1991,
327).

anıŋ zülfinde ‘aşık turur u ugrı émes tutkun

meger sin sagınur-sin zahida kim kavlagaydur-min

(ŞHD: 139a9)

hüsni şehin étti za‘f na-şad

tutkunların açıp étti azad

(LM: 3206)

uçkun/gun ‘kıvılcım’ (< uç- ‘uçmak’ – g/kun) sözcüğü uç- ‘uçmak’ eylemine –gXn
ekinin getirilmesiyle türemiş bir ad biçimidir. Sözcük Çağatayca sözlüklerden Lugat-
i Çağatay’da uçkun biçiminde ve ‘şerar, kıvılcım’ anlamlarıyla kaydedilmiştir (LÇ:
27a).

273
Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesi metinlerinde rastlamadığımız sözcük Harezm
Türkçesinde uçkun ‘kıvılcım’ şeklinde geçmektedir (Nehc. 120/15). Sözcüğe Eski
Kıpçakçada da uçkun ‘kıvılcım’ biçiminde rastlanmaktadır (KTS: 291).

Sözcük Räsänen tarafından uç maddesi altında Çağ., Osm. uç-kun ‘kıvılcım’, Kmk.
uçgun ‘kıvılcım’, Kaz. öçkön ‘kıvılcım’ şeklinde aktarılmıştır (VEWT: 509).

Çağataycada sözcüğün uçkunluk gibi genişlemiş biçimlerine de rastlanmaktadır.

yana sinsiz ahım otı şu‘le-zendür

ki gerdunga her uçkun ateş-fikendür

(FV, 195: 1)

bir meş‘al ile közi münevver

kim uçkunı érdi mihr-i haver

(LM: 687)

üzgün ‘taşkın’ (< üz- ‘kesmek, koparmak’ - gün) sözcüğü üz- eylemine –gXn ekinin
getirilmesiyle türemiş bir ad biçimidir. Sözcük Çağatayca sözlüklerden Lugat-i
Çağatay’da üzgün biçiminde ‘taşkın’ anlamıyla kaydedilmiştir (LÇ: 33a).

Çağatayca’dan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde bu anlamıyla sözcüğe rastlamadık.


Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da ‘taşkın’ anlamındaki üzgün sözcüğü için
herhangi bir kayıt bulamadık.

seyl-i eşkim yir yüzin tuttı sayaŋ érken zaman

yok ‘aceb gerdunnı kılsa garka anıŋ üzgüni

(HBD, 196: 3)

yutgun ‘burgaç, girdap’ (< yut- ‘yutmak’ -gun) sözcüğü yut- ‘yutmak’ eylemine -gXn
ekinin getirilmesiyle türemiş bir ad biçimidir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde yutgun
biçiminde ‘burgaç, girdap’ anlamıyla kaydedilmiştir (LÇ: 304a; DTO: 544). Sözcüğe
taradığımız Çağatayca metinlerde rastlamadık.

Çağatayca’dan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde bu anlamıyla sözcüğe rastlamadık.


Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da ‘burgaç, girdap’ anlamındaki yutgun sözcüğü
için herhangi bir kayıt bulamadık.
274
Bu ek kimi sözcüklerin içinde de yer almakatadır.

yangunçı ‘yakıcı’ (< yan- ‘yanmak’ -gun+çı) sözcüğü yan- ‘yanmak’ eylemine -gXn
ekinin getirilmesiyle türemiş bir ad biçimidir. Sözcüğe Çağatayca sözlüklerde
rastlamadık.

Çağatayca’dan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde de bu anlamıyla sözcük yer


almamaktadır. Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da sözcük için herhangi bir kayıt
bulamadık.

öçken çerag yangunçı hvacem Ebu Hureyre

kurlar bina bolguçı hvacem Ebu Hureyre

(KUŞ, XXXI: 5)

3.1.12. –(X)l

Eylemin sonucunu bildiren adlar türeten bir ek olan –(X)l çok sık kullanılan bir ek
değildir. Gabain bu ekin Eski Moğolcada da aynı olduğunu belirtmekte ve Eski
Türkçede bu ekle ınal ‘bakan gibi yüksek bir mevki ünvanı’ (< *ına- ‘inanmak,
güvenmek’ -l), kısıl ‘boğaz, vadi’ (< kıs- ‘kısmak’ -ıl), tükel ‘bütün, hep’ (< tüke-
‘tükenmek, bitmek, yeterli olmak’ -l), osal ‘ihmalkar’ (< osa-l; krş. osan- ‘gafil
olmak’ < *osa-n-) gibi sözcüklerin türetildiğini ifade etmektedir (Gabain, 1941
(20003), 53). Erdal, bütün -(X)l’lı biçimlerin iki heceli olduğunu, çoğunun da sıfat,
bazen de zarf olduklarını belirtmiştir. Ayrıca -(X)l’lı biçimlerin genellikle geçişsiz
eylemlerden geldiğini ve onların öznesini gösterdiğini de ifade etmiştir (Erdal, 1991,
330).

Karahanlı Türkçesinde de bu ek çok sık kullanılmamaktadır. Görülen bazı örnekler


şöyledir: amul ‘sakin, yavaş’ (< *amıl < amı-l), ınal ‘anası hatun, babası ortalık
adamlardan bulunan bütün gençlere verilen ad, beyzade’ (DLT I: 122; DanKelly,
1985, 9) osal ‘gafil’ (< *osa-l; krş. osan- ‘gafil olmak’ < *osa-n-) (DLT III: 122,
DanKelly, 1985, 43; KB: 443 vb.), tükel ‘tamamen, bütün’ (< tüke- ‘tükenmek,
bitmek, yeterli olmak’ -l) (< DLT I: 412, DanKelly, 1985, 204; KB: A 2, A 25, vb),
yasul ‘yassı, yayvan’ (< yas-ul) (DLT III: 18; DanKelly, 1985, 217), vb.

Çağataycada da ender görülen bu ek genelde geçişsiz eylemlerden sıfatlar


türetmektedir. Şu örneklerde bu işleviyle görülmüştür:
275
osal: Ekin bu işlevinde biçimlenmiş bir sözcük Babür Divanında rastladığımız ‘gafil’
anlamındaki osal ‘gafil’ (< *osa-l; krş. osan- ‘gafil olmak’ < *osa-n-) sözcüğüdür.
Ekin bu işlevinin dışında da kullanımı görülür, ancak çok nadirdir. Doerfer sözcüğün
Moğolca ve Çeremişçe gibi dillerde Türkçeden alıntı olarak bulunduğunu aktarmış,
sözcüğün kökeni konusunda herhangi bir yorumda bulunmamıştır (TMEN II: 599).
Arat sözcüğün kök hece ünlüsünü /u/ ile usal biçiminde okumuştur, CC osal ‘gafil’,
Yak. osal ‘gafil’, YUyg. osal ‘gafil’ biçimlerine bakarak bunun hatalı olduğunu
söyleyebiliriz. Marcel Erdal osal ‘gafil, ihmalkar’ sözcüğü için bir kök belirtmemiştir
(Erdal, 1991, 330).

tevbe işin buyurma Babürga

kim bu işni uşal osal kılur

(BabD, 33: 6)

tükel ‘hepsi, tümü’ (< tüke- ‘tükenmek, bitmek, yeterli olmak’ -l) sözcüğü de tüke-
‘tükenmek, bitmek, yeterli olmak’ eylemine eklenen –(X)l ekiyle türemiş bir sıfattır.
Eski Türkçeden beri görülen yaygın bir kullanımdır. Çağatayca sözlüklerde tükel
‘araştırma, dikkatli araştırma; teftiş; muayene, ser-rişte, tamamı’ şeklinde
anlamlandırılmıştır (Seng. 183r6; LÇ: 123b).

Sözcük Eski Türkçeden beri görülmektedir. Eski Uygurcada tükel ‘bütün, tam, hepsi’
biçiminde geçmektedir (U II: 79). DLT ve KB’de de tükel biçiminde ve ‘tam,
tamamen’ anlamında görülmektedir (DLT I: 412; DanKelly, 1985, 204; KB: 116).
Harezm Türkçesinde ise tükel ‘bütün, tüm, tamamen’ şeklinde geçmektedir (KutbHŞ:
189). Eski Kıpçakçada da tükel, dükel ve tügel ‘mükemmel, tam, tamamen’
biçimlerinde sözcüğe rastlanmaktadır (KTS: 287). Osmanlıcada ise dügeli, tükeli ve
tügeli ‘tümü, tamamı’ biçimlerinde sözcüğü buluruz (TTS I: 238).

Räsänen tük ‘tam, bütün’ maddesinde verdiği sözcüğü Uyg. tüke-l ‘tam, bütün,
eksiksiz’ şeklinde aktarmış, Çağ.’da tüke- kökünden türemiş tüge-n- ‘tükenmek’,
tüge-t- ‘tüketmek’ ve töküz ‘dolu’ biçimlerini aktarmıştır, ayrıca Räsänen sözcüğün
Moğ. tegüs < *teküs ‘tam, bütün, eksiksiz’ biçiminde yer aldığını Poppe’ye
dayanarak aktarmıştır (VEWT: 504). Clauson sözcüğü tüke- ‘tükenmek, bitmek,
yeterli olmak’ eylemine dayandırmış ve ‘bütün, tam’ şeklinde anlamlandırılmıştır
(EDPT: 480b).

276
kılduk biz va artukluk bérdük … anda cihanilarga ya’ni Şam vilayatı va tükel
barakat paygambar

(ÇKT: 26b19)

çemen kuşların iŋretür seherde

tügel ni‘met bérür şah-ı şecerde

(HLN: 6)

‘Leşler alayı; alay; tertip, dizi’ anlamındaki yasal (< yasa- ‘düzenlemek’ -l)
sözcüğünde ekin eylemden ad türettiği görülmüştür. Sözcük Çağatayca sözlüklerde
‘saf, dizi, tertip’ anlamlarıyla yer almaktadır (LÇ: 293b). yasal sözcüğü günümüzde
‘yasanın, dinin ve kamu vicdanının doğru bulduğu, yasalara uygun, kanuni, meşru,
legal’ gibi anlamlarda kullanılmaktadır.

Doerfer sözcüğün Moğolcadan Türkçe’ye, Türkçeden de Farsçaya geçtiğini belirtir


(Tü. yasa-l < Moğ. casa-l) (TMEN IV: 1791).

utru çıkıban ‘aduga hali

guşiş bile tüzdiler yasali

(LM: 1837)

utru çıkıban ‘aduga hali

guşiş bile tüzdiler yasali

(LM: 1837)

yéŋil ‘hafif’ (< yéni- ‘hafif olmak’ -il) sözcüğü –(X)l ekiyle türemiş bir sıfattır.
Sözcük Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta yüŋül ve yéŋil ‘hafif’ biçimlerinde
görülmektedir (Seng. 347r13).

Sözcük İbni Mühenna Lugatinde yüŋül (yüngül?) ‘hafif’ biçiminde geçmektedir (Rif.
151). Eski Kıpçakçada da sözcüğe yeŋil, yegin, yeŋül, yeyni, yiŋil, yugul, yüŋül
‘hafif’ biçimlerinde rastlıyoruz (KTS: 318).

Räsänen sözcüğün gelişimini *yeŋil maddesinde < *yen-gil biçiminde açıklamış,


Çağ. yeŋil ‘hafif’ şeklinde aktarmıştır (VEWT: 198). Sözcük Clauson tarafından

277
yéni- ‘hafif olmak’ köküne bağlanmış ve ‘hafif’ şeklinde anlamlandırılmıştır (EDPT:
950b).

Aşağıdaki örnekte de yeŋil ‘hafif’ sözcüğü bi-had sözcüğünden önce gelerek onu
nitelemiştir.

min ol dür min ki nakdimdür safalıg

yeŋil bi-had veli agır bahalıg

(DN: 259)

3.1.13. –dU

Bu ek soyut ve somut adlar türetmek için kullanılır. Marcel Erdal bu ekin temel
olarak geçişli eylemlerin nesnesine, geçişsiz eylemlerin de öznesine işaret eden adlar
türettiğini ifade eder (Erdal, 1991, 332).

Bu ekin kullanımı Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesi metinlerinde çok yaygın


değildir. Genellikle bu dönem metinlerinde eylemlerden soyut ve somut adlar
türettiği görülmektedir. Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT ve KB’de bu ekle
biçimlenmiş şu sözcüklere rastlıyoruz:

egdü ‘kılıç kını ve kılıç kınına benzer bir şeyler koymak için kullanılan ucu eğri
bıçak’ (< eg-dü) (DLT I: 125; DanKelly, 1985, 20), tamdu ‘alevli ateş’ (< tam-du)
(DLT I: 418; DanKelly, 1985, 176), umdu ‘itek, dilek, tamah’ (< um-du) (DLT I:
125, DanKelly, 1985, 54; KB: 2616, 2725, vb.).

Çağataycada bu ek yaygınlığını daha da yitirmiştir. Yani ekin kullanımı azalmıştır.


Çağatay dönemine ait metinlerde rastladığımız örnekler şunlardır:

yagdu ‘ışık, parlaklık’ (< *yag- ‘parlamak’ -du) sözcüğü Çağataycada değişik
biçimlerde görülmektedir. Çağatayca sözlüklerde sözcüğe yaktu, yagtu biçimlerinde
ve ‘nûr, ziya, aydınlık, ışıklı, parlak’ anlamlarıyla rastlamaktayız (LÇ: 296b; Seng.
334v; DTO: 530).

Sözcük Eski Kıpçakça metinlerinden Kitabü’l-İdrak’te yaktu ‘parıltı, aydınlık, ışık,


nur’ biçiminde geçmektedir (KTS: 307).

278
Räsänen sözcüğü yak maddesi altında Çağ. yagtu ve yagtu biçimlerinde aktarmıştır
ve gelişimini < yak-tu ya da *ya-t-gu biçimlerinde açıklamıştır (VEWT: 178).
Clauson sözcüğü *ya- köküne bağlamış ve ya-n-, ya-k-, ya-l- gibi genişlemiş
biçimlerini göstermiştir (EDPT: 897a). Eraslan’a göre sözcüğün ya- köküne bağlı
olduğu aşikardır. Ona göre, asli biçim yatgu kabul edilirse, -t- eylemden eylem
yapma eki, -gu ise sıfat eylem olur. yaktu biçimi asli kabul edilirse –k- eylemden
eylem yapma eki, -tu ise Räsänen’in ifade ettiği gibi Eski Türkçede de görülen
eylemden ad yapma eki olur (Eraslan, 1999, 325-6).

Mevlana Sekkâki Divanında sözcük yahtu biçiminde geçmiştir (Eraslan, 1999, 325).

‘ışk otıga ér kérek pervane tég salsa özin

köymese can ristesi, şem‘i kaçan yahtu yanar

(SD: 3)

‘anberin zülfüŋ melayik şeh-peridin sayedür

kim ‘ıyan boldı tecelli akşamı yagdu üze

(BV, 536: 5)

kadeh çerhide mey mihrini saki

salıp yarut maŋa ol yagdudın köz

(NN, 380: 6)

3.1.14. –(X)ŋ

Çok sık bir kullanıma sahip olmayan –(X)ŋ eki geçişsiz eylemlerden eyleyici adlar ve
sıfatlar, geçişsiz eylemlerden de nesne adları ve sıfatlar türetir.

Bu ekin Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesinde de çok fazla kullanılmadığı görülür.


Bu dönem eserlerini taradığımızda genellikle bu ekin sıfat yapan bir ek olduğunu
görürüz. Taradığımız metinlerde şu örneklere rastladık:

üsteŋ ‘üstün, galip’ (< üste- ‘kazanmak, artmak’ -ŋ) (KB: 1796, 1948, vb), yalıŋ
‘çıplak’ (< *yal- ‘soymak, açmak’ -ıŋ) (KB: 1098, 2296, vb).

Çağataycada bu ekin çok sık kullanılmadığı görülür. Çağataycada bu eke


rastladığımız sözcükler şunlardır:
279
Bu biçim için Çağataycada görülen bir sözcük iriŋ ‘irin’ (< iri- ‘çürümek, bozulmak’
-ŋ)’dir. Sözcük Çağatayca sözlüklerden Lugat-i Çağatay’da ‘olgun yarelerin suyu,
cerahetten çıkan fesat ve çirk’ anlamlarıyla kaydedilmiştir (LÇ: 50b).

iriŋ sözcüğü Eski Uygurcadan beri Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada iriŋ ‘irin’ (U II: 61), DLT’de iriŋ ‘irin, cerahat’ (DLT I: 135), Harezm
Türkçesinde iriŋ ‘irin, cerahat’ (Nehc: 331, 12); Eski Kıpçakçada ise iriŋ, irin ‘irin,
cerahat’ (KTS: 113), Osmanlıcada iriŋ ‘irin, cerahat’ (Seng. 100v4) biçimlerinde
görülmektedir.

Etimolojik sözlüklerde sözcük ‘irin’ anlamıyla verilmiş ve kaynaklarda iri-


‘çürümek, bozulmak’ köküne dayandırılmıştır (DTS: 212; EDPT: 233a). Marcel
Erdal sözcüğün kökü olarak iri- ‘çürümek, bozulmak’ eylemini göstermiştir. Erdal,
bu eylemin biraz bozulmuş bir biçimi olan yirü- biçiminin Uygurcada görüldüğünü
ve bu eylemin erü- ‘erimek’ eyleminin bozulmasının sonucu ortaya çıkmış
olabileceğini de ifade etmiştir (Erdal, 1991, 338). Talat Tekin, “Önseste y- Türemesi”
adlı makalesinde Uyg. yiriŋ ~ iriŋ ‘irin, cerahat’ < AT *iriŋ; Özb. (Ürgenç) iriŋ,
Tuv., Hak., Tkm. iriŋ, Yak. iriŋe, Hlç. yirin, YUyg. yiriŋ ‘irin’ biçimlerini
aktarmıştır (Tekin, 1994c, 55).

kanlı iriŋli kayıŋ okga kan bürkürtdüm

(ŞTe: 100b2)

yalıŋ, yalaŋ ‘çıplak’ (< *yal-ıŋ ?) sözcüğü –(X)ŋ ekinin *yal- eylemine getirilmesiyle
türemiş bir ad gövdesidir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde yalıŋ, yalaŋ biçiminde ve
‘yalın, çıplak, dikilmemiş kumaş’ anlamlarıyla görülmektedir (Seng. 336v. 4; LÇ:
298b).

yalıŋ sözcüğü Eski Uygurcadan beri Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada yalıŋ ‘çıplak’ (TT VI: 14), DLT’de yalıŋ ‘çıplak’, KB yalıŋ (DLT III:
373; KB: 2289), Harezm Türkçesinde yalıŋ ‘çıplak’ (KutbHŞ: 66); Eski Kıpçakçada
ise yalıŋ, yalan, yalaŋ, yalın ‘çıplak, yalın’ (KTS: 308) biçimlerinde görülmektedir.

Etimolojik sözlüklerde sözcük yalıŋ, yalaŋ biçimlerinde maddebaşı olarak verilmiş,


‘yalın, çıplak, açık’ anlamları kaydedilmiştir (VEWT: 182; DTS: 229; EDPT: 929b).
Clauson sözcüğü *yal- biçiminde bir köke dayandırmıştır (EDPT: 929b). Marcel

280
Erdal ise sözcüğün yalın- ‘soymak, soyunmak’ eylemi ile ilişkili olması gerektiğini
savunmuştur (Erdal, 1991, 338).

éy cefa tigi kélip mecruh kögsümni yaru

kol yalaŋ éylep salıp her yan içimni ahtaru

(HBD, 142: 1)

köŋülleri topçak sikritürdin aram tapmak, sözleri baş yalaŋ yüzge çapmak

(MKb: 11b5)

3.1.15. –I ve –şI

Alet adları, soyut adlar ve ş eylemden eylem yapım ekiyle genişlemiş eylemlerden
soyut ve somut adlar türetir. Marcel Erdal bu ekin geçişli eylemlerin nesnesine,
geçişsiz eylemlerin de öznesine işaret eden adlar ve sıfatlar türettiğini belirtmektedir.
Erdal bu ekin şu nedenlerden ötürü eylemden ad yapan bir ek olduğunu açıklar:
1. –I ile genişlemiş olarak bulunan eylemler –A ve –U gibi başka ünlülü zarflardan
gelişmişlerdir.
2. –I ekli sözcükler ad ve sıfat olarak kullanılır, oysaki zarf eylemler devamlı sürette
zarf işlevindedirler.
3. –I ile genişlemiş sözcükler geçişli eylemlerin nesnesine, geçişsiz eylemlerin de
öznesine işaret eden adlar ve sıfatlar türettir, bu yüzden de hem geçişli hem de
geçişsiz tutum gösterirler (Erdal, 1991, 340).

Orhon Türkçesi ve Eski Uygurca metinlerde bu ekle biçimlenmiş sözcükler bulunur.


egri ‘eğri, hörgüçlü’ (< egir- ‘eğdirme, çevirmek’ -i), kalı ‘kalıntı, artık’ (< *kal-
‘kalmak’ -ı), takı ‘daha’ (< tak- ‘eklemek’ -ı), yazı ‘ova, bozkır’ (< *yaz- ‘yaymak’ -
ı) (Tekin, 2000, 91), vb.

Ek, Karahanlı Türkçesi metinlerde de yaygın sayılabilecek bir ektir. DLT ve KB’de
rastladığımız çeşitli örneklerde alet adları, soyut ve somut adlar türettiği görülür. Bu
metinlerde rastladığımız bazı örnekler şunlardır: bükri ‘eğri’ (< *bükir- ‘büktürmek,
eğdirmek’ -i) (DLT I: 420, DanKelly, 1985, 83; KB: 6157), köni ‘dik, doğru, gerçek’
(< kön- ‘doğrulmak, düzelmek’ -i) (DLT III: 239, DanKelly, 1985, 109; KB: B 29,
36, 52), ogrı ‘hırsız’ (*ogur- u ; krş. *or- < *ogur- bakınız Tekin, 1994a, 269) (KB:
313, 1737, vb.), takı ‘daha’ (< tak- ‘eklemek’ -ı) (KB: A 6, A 7, A 8), vb.
281
Çağataycada da bu ek yaygın olarak görülür. Çağataycada da ek, eylemlerden soyut
ve somut adlar türetmiştir.

ayrı ‘ayrı’ (< adır- ‘ayırmak’ -ı) biçimi adır- ‘ayırmak’ eylemine –I eylemden ad
yapan ekinin eklenmesiyle türemiştir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde ayrı, ayru
biçimlerinde ‘ayrı, ayrılmış; suçluların boyunlarına konulan çatal şeklindeki ağaç
parçası; iki hörgüçlü deve’ anlamlarıyla görülmektedir (Seng. 57r18, 57r23; LÇ: 50a;
DTO: 107).

ayrı sözcüğü Karahanlı Türkçesinden itibaren Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir.


DLT’de adrı ‘buğday temizlemek için kullanılan araç, yaba, çatal, çatal değnek’
(DLT I: 126; DLT II: 22, 331; DanKelly, 1985, 4), ayru ‘başka’ (DLT I: 126;
DanKelly, 1985, 4); Harezm Türkçesinde ayrı ‘ayrı, farklı’ (Rabg. 94r9-10); Eski
Kıpçakçada ise ayrı ayrık, ayruk, ayuk, eyrik ‘ayrı, başka, farklı; çatallanmış, iki
çatalı olan ; tepe ; dağlardaki yol, keçi yolu, vadi, (KTS: 18), Osmanlıcada ayru
‘ayrı, farklı, başkat’ (TTS I: 62; TTS IV: 62) biçimlerinde görülmektedir.

Sözcük Clauson’da adır- eylemine dayandırılmış, ‘çatallı, ayrı, çatallı bir nesne’
karşılığını vermiştir (EDPT: 63b). Diğer etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda da
sözcük ‘ayrı, ayrık’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 30; DanKelly, 1985, 4). Marcel
Erdal de sözcüğü adır- ‘ayırmak (geçişli)’ eylemine dayandırmıştır (Erdal, 1991,
340).

kaz ayagı üç ayrı tamga bérdüm

(ŞTe: 100b6)

ol melahat genci hecride bozug mesken maŋa

éyle dur kim candın ayrı yüz yaralıg ten maŋa

(GS, 14: 1)

egri ‘eğri’ (< *egir- ‘eğirmek, çevirmek’ -i) biçimi de *eg-ir- ‘eğdirmek, çevirmek’
eylemine –I eylemden ad yapan ekinin eklenmesiyle türemiş bir ad gövdesidir. *egir-
eyleminin sıfatıdır. Çağatayca sözlüklerde egri biçiminde ‘eğri, düz olmayan; bir
müzik aleti’ anlamlarında kaydedilmiştir (Seng. 109r; LÇ: 56a; DTO: 122).

282
egri sözcüğü Eski Türkçeden beri Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada egri ‘eğri, kıvrık’ (TT I: 110); DLT’de egri ‘eğri, kıvrılmış’ (DLT I: 127;
DanKelly, 1985, 20); Harezm Türkçesinde egri ‘eğri, kıvrık’ (KutbHŞ: 19); Eski
Kıpçakçada ise eğri, igri ‘eğri, kıvrık’ (KTS: 70), Osmanlıcada egri ‘kıvrılmış, eğri;
polo sopası’ (TTS II: 364; IV: 281) biçimlerinde görülmektedir.

Räsänen *egir, *egür maddesinde verdiği sözcüğü Çağ’dan egri ‘eğri, çarpık’
şeklinde aktarmıştır. Räsänen ayrıca sözcüğün gelişimini *eg-ir-i biçiminde
açıklamıştır (VEWT: 37-38). Clauson sözcüğü egir- ‘eğirmek, çevirmek’ eylemine
dayandırmış, sözcüğe ‘eğri, kıvrık’ anlamını yüklemiştir (EDPT: 112b). Sözcük
UW’de de *egir-i biçiminde açıklanmıştır (UW: 358b). Marcel Erdal da sözcüğün
kökünü eg-ir- ‘eğirmek’ eylemine dayandırmış ve bu eylemin nesne adı olduğunu
ifade etmiştir (Erdal, 1991, 340).

egri bakmak birle ol köz katl éter ‘uşşaknı

guyiya bimarlık étmiş mizacın münharif

(NN, 516: 4)

lale kibi zahir éyleben körk

egri koyuban kızıl téri börk

(LM: 446)

karşu ‘karşı’ (< karış- ‘bir başkasına karşı olmak, birisiyle anlaşamamak’ -u; krş.
karşı) sözcüğü karşu < kar-ış-u biçiminde gelişmiş bir sözcüktür. Çağatayca
sözlüklerde karşı ve karşu ‘karşı, mukabele, kabil’ biçiminde görülmektedir (Seng.
272r7; LÇ: 217b; DTO: 400).

karşu sözcüğü Eski Türkçeden beri Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada karşı ‘karşı’ (TT VII: 12); DLT’de karşı ‘karşı’ (DLT I: 423; DanKelly,
1985, 131); Harezm Türkçesinde karşı ‘karşı’ (KutbHŞ: 133); Eski Kıpçakçada ise
karşı, karşu, karş ‘karşı’ (KTS: 129), Osmanlıcada karşı/karşu ‘karşı’ (TTS I: 427;
TTS II: 594; TTS III: 417; TTS IV: 478) biçimlerinde görülmektedir.

Sözcük etimolojik sözlüklerde karış- ‘bir başkasına karşı olmak, birisiyle


anlaşamamak’ eylemine dayandırılmış ve ‘karşı’ anlamı verilmiştir (DTS: 429;

283
(EDPT: 663b). Clauson karış- eylemini de *kar- biçiminde bir eyleme bağlamıştır
(EDPT: 663b). Marcel Erdal, sözcüğü karış- eylemine bağlamış kar- eylemi ile
anlamsal bağlantısının olmadığını belirtmiştir (Erdal, 1991, 342).

kılık kılgan kulıga kirse Hak’nıŋ yolıga

yarlıkagan kulıga hurlar karşu kélgüçi

(KUŞ, XV: 7)

turuptur miŋ okuŋnuŋ karşusına

atar bolsaŋ tutar miŋ karşu sine

(TN: 78)

koŋşu ‘komşu’ (< konış-ı; krş. konşı < *konuş-) sözcüğü konış-ı biçiminde gelişmiş
bir sözcüktür. koŋşı, konşı ve koşnı biçimlerinde Çağatayca sözlüklerde görülen
sözcük için ‘komşu’ anlamı verilmiştir (Seng. 291v10, 288v13, LÇ: 241a, DTO:
439).

koŋşu sözcüğü Eski Türkçeden beri Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada konşı ‘komşu’ (USp. 109b8-9 [EDPT: 640b]); DLT’de koşnı ve konşı
‘komşı’ (DLT I: 435; DLT III: 220, 17; DanKelly, 1985, 144); Harezm Türkçesinde
konşı (KutbHŞ: 140) ve koŋşı (Nehc: 91/16); Eski Kıpçakçada ise konşı, konş, koŋşı,
konşu, konaş ‘komşu’ (KTS: 153), Osmanlıcada konşı/koŋşı ‘komşu’ (TTS I: 481;
III: 472; IV: 537) biçimlerinde görülmektedir.

Türkçe koŋşu biçimi son olarak -nç-’nin -m-’ye çevrilmesi sonunda komşu biçimini
almıştır.

Räsänen Çağ. konuş maddesinde verdiği sözcüğün < ko-n-uş-ı biçiminde geliştiğini
aktarmıştır (VEWT: 279). Genel görüş sözcüğün Türkçe konuş- eyleminden –I ekiyle
yapıldığı yönündedir. Clauson da bu görüşe katılmıştır. (EDPT: 640b). Marcel Erdal
sözcüğün kon- eyleminden –şI ekiyle türediğini belirtmiştir (Erdal, 1991, 344).
Hasan Eren ise sözcüğü ‘yakın yerlere konan veya yakın yerlerde oturan kimselerin
birbirlerine göre aldıkları ad’ şeklinde tanımlamış, eski kaynaklarda konşu (ve koŋşu)
olarak geçtiğini belirtmiştir (TES: 250).

284
llah meniŋ koŋşum Yuhanna kéçe bile öziniŋ koylarını otlatur égendür meniŋ
ékinimge kirip-dürler

(ÇKT: 27a21)

köŋlüm émgenmes, beli sin niçe aççıg sözleseŋ

çün yarattıgda Ugan gül koŋşısın har éyledi

(SD: 769)

kuyı ‘kuyu’ (< kuy- (ET *kud-) ‘dökmek’ -ı) sözcüğü *kuy- ‘dökmek’ eylemine –I
ekinin eklenmesiyle türemiş bir sözcüktür. Çağatayca sözlüklerde kuyı ‘kuyu’
biçiminde görülmektedir (Seng. 292v24; DTO: 442).

kuyı sözcüğü Eski Türkçeden beri Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada kudug ‘kuyu’ (TT I: 102; U I: 8); DLT’de kudug ‘kuyu’ (DLT I: 375;
DanKelly, 1985, 146); Harezm Türkçesinde kudug ‘kuyu’ (KutbHŞ: 142; Nehc.
135/4) ve kuyug ‘kuyu’ (KutbHŞ: 143); Eski Kıpçakçada ise kuyı, kuyu, kuyug
‘kuyu’ (KTS: 166), biçimlerinde görülmektedir.

Çağataycada bir de koyı ‘aşağı’ biçiminde bir sözcük vardır. Bu sözcükle


karıştırmamak gerekir.

Sözcük etimolojik sözlüklerde kud- ‘dökmek’ eylemine dayandırılmış ve ‘kuyu’


anlamı verilmiştir (VEWT: 296; DTS: 564; EDPT: 598b).

başı kuyı durur azade susen allında

çü nergis oldı çemen mahzenide nakd-elfenc

(GS, 96: 7)

éy tıŋlaguçı karılar ve éy aŋlaguçı yigitler köŋliŋizni bu söz tarafıga bik tutuŋ ve


kulakıŋıznı kuyı salıŋ takı bu sözge tüşünüŋ

(ŞTe: 82a2-3)

takı ‘dahi, de/da’ (< tak- ‘eklemek’ -ı) biçimi tak- ‘eklemek’ eylemine –I eylemden
ad yapan ekinin eklenmesiyle türemiştir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde takı, dagı,

285
dahı biçimlerinde ‘dahi, yine, hem, bir başkası, diğer’ anlamlarıyla görülmektedir
(Seng. 157v22, 223r22, 224r4, 57r19; LÇ: 101b; DTO: 201).

takı sözcüğü Eski Uygurcadan beri Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada takı ‘ve, ve dahi’ (TT III: 92; M I: 7/1; 8/4), DLT’de takı, dakı ‘de, dahi’
(DLT III: 226; DLT II: 195), Harezm Türkçesinde takı ‘dahi, ve de’ (KutbHŞ: 171);
Eski Kıpçakçada ise tagı, takı, dagı, dahı, dakı ‘ve, dahi, da, ile’ (KTS: 259),
Osmanlıcada dahı ‘de, dahi’ (TTS I: 171; TTS II: 250; TTS III: 162; TTS IV: 186)
biçimlerinde görülmektedir.

Räsänen sözcüğü tak- eylemine dayandırmış, takı biçiminde maddebaşı verdiği


sözcüğü Uyg. ve OT’den ‘ve, daha, de, henüz’ anlamlarıyla aktarmıştır (VEWT:
457). Sözcük Clauson tarafından da tak- ‘eklemek’ eylemine bağlanmış, d’li kökün
(*dak-) daha güçlü olduğuna değinilmiştir (EDPT: 466a).

éy köŋül hasrette can bérgil takı vasl isteme

kim érür mihr ü vefa ol şah-ı hubandın yırak

(LD: 459)

éy köŋül hasrette can bérgil takı vasl isteme

kim érür mihr ü vefa ol şah-ı hubandın yırak

(LD: 859)

yahşı ‘iyi, güzel’ (< yak-ış- ‘yakışmak’ -ı) sözcüğü yak-ış- ‘yakışmak’ eylemine –I
ekinin eklenmesiyle türemiş bir sözcüktür. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta yahşı
‘iyi, güzel’ biçiminde görülmektedir (Seng. 326v26).

yahşı sözcüğü Karahanlı Türkçesinden itibaren Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir.


DLT’de yahşı ‘iyi, güzel’ (DLT III: 32; DanKelly, 1985, 220); Harezm Türkçesinde
yahşı ‘iyi, güzel’ (KutbHŞ: 64); Eski Kıpçakçada ise yakşı, yahşı ‘iyi, güzel’ (KTS:
307), Osmanlıcada da yahşı ‘iyi, güzel, uygun’ (TTS I: 767; TTS II: 977; TTS III:
754; TTS IV: 825) biçimlerinde görülmektedir.

286
Sözcük etimolojik sözlüklerde yak-ış- ‘yakışmak’ eylemine dayandırılmış ve ‘iyi,
güzel’ anlamı verilmiştir (VEWT: 180; DTS: 238; EDPT: 908a). Marcel Erdal
sözcüğün yahşı < yak-ış-ı biçiminde geliştiğini belirtmiştir (Erdal, 1991, 344).

tahammül yahşı işdür pişe kılmak

tahayyül birle hem endişe kılmak

(TN: 67)

éy Nevayi sin çu kul-sin kulluguŋnı yahşı bil

fikretiŋ rahşıga cevlan birme bu meydan ara

(FK, 3: 9)

3.2. Alet ve Eşya Adları Yapan Ekler

3.2.1. -çUk (-çUg) ve -gUç

Bu ek çok az kullanılan bir ektir. Erdal, OTWF’de bu ekin sonu /r/ ve /n/ ile biten
sözcüklerden sonra geldiğine dikkat çeker DLT’de bazı sözcüklerin hem –gUç’lu
hem de –çUk (-çUg)’lu biçimlerinin de bulunmasından hareketle bu iki ekin aynı
ekin değişik biçimleri olabileceğini ifade etmektedir (Erdal, 1991, 357-359). Erdal
ayrıca –gUç biçiminin –gU ekinin +(X)ç küçültme biçimiyle birleşmesinden oluşmuş
bir ek olduğunu da ileri sürmektedir (Erdal, 1991, 359).

Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesinde fazla örneği olmayan bu ek şu sözcüklerde


görülmektedir: bilinçek ‘hırsızın yahut başkasının elinde bulunan her çalınmış malın
adı’ (< bilin- ‘bilinmek’ -çek) (DLT I: 510; DanKelly, 1985, 73), bürünçük ‘kadın
başörtüsü, bürünülecek nesne’ (< bürün- ‘bürünmek’ -çek) (DLT I: 510; DanKelly,
1985: 83), mançuk ‘heybe, torba gibi at eğerine takılan şey’ (< man-çuk) (DLT I:
476; DanKelly, 1985: 117), basınçak ‘aciz, zayıf, güçsüz’ (< basın- ‘basmak,
kahretmek, zayıf görmek’ -çak) (KB: 911, vb.), saraguç ‘kadın peçesi’ (< *sara-guç)
(DLT: I: 487; DanKelly, 1985, 155), vb.

Çağataycada da ender bulunan bu ek genelde somut adlar ve çeşitli anlamlara gelen


sıfatlar türetmiştir. Çağataycada rastladığımız bu ekle biçimlenmiş sözcüklerden
bazıları şunlardır:
287
bürünçek ‘kadınların başlarına örttükleri bir çeşit örtü, baş örtüsü’ (< bürün-
‘bürünmek, örtünmek’ + çek) sözcüğü bür- eylemine –ün eylemden eylem yapan ve
+çek eylemden ad yapan eklerinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcük
Çağatayca sözlüklerde ‘küçük bir başörtüsü, bir çeşit örtü, tülbent, ince bez’ gibi
anlamlarda verilmiştir (Seng. 133r16; LÇ: 60a; DTO: 168).

Sözcük Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de bürünçük biçiminde ‘kadının


başörtüsü’ anlamıyla görülmektedir (DLT I: 510; DLT I: 201; DLT II: 151;
DanKelly, 1985, 83). Harezm Türkçesi metinlerinde de bürünçüklüg ‘baş örtüsü
takma’ biçiminde yer alır (KutbHŞ: 39). Eski Kıpçak Türkçesinde ise bürünçek ve
bürünçük ‘kadınların başörtüsü, peçe’ biçimlerinde bulunmaktadır (KTS: 40).

Sözcük Clauson tarafından bürün- ‘bürünmek, örtünmek, sarınmak’ eylemine


dayandırılmıştır (EDPT: 367b). Erdal da sözcüğün bür-ün-çük biçiminde geliştiğini
belirtmiştir (Erdal, 1991, 357). Dankoff ve Tietze de sözcüğü bürün- ‘bürünmek,
örtünmek, sarınmak’ eylemine dayandırmışlardır (Dankoff, 1991, 20; TETL: 407).

yaptı mogul-çin saçın hulle bürünçek bile

yagdı meger köktin sünbül-i ter üzre kar

(ŞHD: 38a1)

tün üzre aydın u aydında subh érkin mü

veya saçıŋda bürünçek üze leçek mü ilkin

(GS, 471: 3)

titregüç ‘baş süsü, tuğ, kadınların zineti’ (< tirtir+e- ‘titremek’ - güç) sözcüğü titre-
eylemine –güç ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcük diğer Çağatayca
metinlerde ‘baş süsü, tuğ, kadınların zineti, sorguç’ şeklinde kaydedilmiştir (LÇ :
131a; DTO : 253).

Sözcük Räsänen’de titre maddesinde verilmiş ve Çağataycadan titre-güç ‘kadın süsü’


şeklinde aktarılmıştır (VEWT: 482). Mustafa S. Kaçalin, karşılıklı bir görüşme
sırasında sözcüğün tir tir titremek deyimindeki tir tir ikilemesine +e addan eylem ve
–güç eylemden eylem yapım eklerinin eklenmesiyle türemiş bir biçim olduğu
görüşünü aktarmıştır. Yani ona göre sözcük titregüç < tirtir+e-güç biçiminde
gelişmiştir. Biz de bu görüşün mantıklı olduğunu düşünüyoruz.

288
éy Hüseyni yétti kevkebde temenna bar bu kim

titregüçi başıga tapgaylar ünçi dék mekan

(HBD, 121: 7)

titregüçdin kılmış ol kirpik yasalıga ‘alem

veh yana ta ni köŋül yagmasıga kin éylemiş

(GS, 264: 4)

yélpigüç ‘yelpaze’ (< yélpi- ‘esmek, yelpazelemek’ -güç) sözcüğü yélpi- eylemine -
güç ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde
‘yelpaze’ anlamıyla verilmiştir (LÇ: 314a; DTO: 557).

Räsänen ET yelpü maddebaşında verdiği sözcük için OT yelpügüç, Tkm. yelpeviç,


Özb. elpigiç, Nog. elpiviş, Yak. selbīr biçimlerini vermiş ve kökünü yel sözcüğüne
dayandırmıştır (VEWT: 196). Sözcük EDPT’de yélpi- ‘yelpazelemek’ maddesinde
verilmiş ve sözcüğün yél +pi-güç biçiminde geliştiğine değinilmiştir (EDPT: 920a).

Marcel Erdal da sözcüğün gelişimini yelpigüç < yelpi-güç biçiminde açıklamıştır


(Erdal, 1991, 359). Hasan Eren yelpaze maddesinde sözcüğün eski ve yeni
diyalektlerde yelpi- (~ yelbi-, yelbe-, yilbe-, celbe-) ‘yelpazelenmek, esmek’ olarak
geçtiğini Räsänen ve Sevortyan’dan aktarmış, ayrıca bu kökün -güç, -giç ekiyle
yapılmış birtakım türevlerinin diyalektlerde ‘yelpaze’ olarak kullanıldığını da
belirtmiştir: Özb. yelpigiç; YUyg. yelpügüç (TES: 450).

le’im tıfl-nıŋ yélpügüç bile varaknı savurmagı küduret yétkürür

(MKb: 73b3)

Çağataycada bu ekle biçimlenen diğer örnekler şöyledir:

çatlaguç ‘sakız’ (< çatla- ‘çatlamak’ -guç) sözcüğü de sözcüğü çatla- ‘çatlamak’
eylemine –guç ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcük Çağatayca
sözlüklerde ‘sakız, şaklatılan şey’ anlamıyla verilmiştir (LÇ: 145b; DTO: 273).

Sözcüğe taradığımız Çağatayca metinlerde rastlamadık, yalnızca Çağatayca


sözlüklerden Lugat-i Çağatay ve Dictionnaire turk-oriental’de rastladık.

289
örgüç ‘atın yelesini örmek için kullanılan tarak, deve hörgücü, örülmüş saç’ (< ör-
‘örmek; yükselmek’ -güç) sözcüğü de ‘örmek; yükselmek’ eylemine –güç ekinin
eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde örgüç ve örküç
biçimlerinde ‘atın yelesi örgüsü, devenin hörgücü; (mec.) dağın tepesi, yükselti,
burç’ anlamıyla verilmiştir (Seng. 71r. 25; LÇ: 30a; DTO: 56).

Sözcük Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de örgüç, örküç ‘örülmüş saç,


saçayağı, dalga’ anlamında görülmektedir (DLT I: 95; DanKelly, 1985, 48). Ayrıca
DLT’de Oğuzca olduğu belirtilen örçüg biçimi de görülmektedir (DLT I: 103). Bu da
örgüç’ün göçüşmeli biçimidir Eski Kıpçak Türkçesinde ise örgüç, örgeç, örkeç,
örkeş, örküç ‘hörgüç’ (KTS: 211), Osmanlıcada da örgüç ‘devenin hörgüçü’ (TTS II:
755; TTS III: 566; TTS IV: 629) biçimlerinde yer almaktadır.

Räsänen örkü maddesi altında Çağ. örkeç, Osm. örgüç, Kaz. örköş, OT örküç
biçimlerini aktarmıştır. Ayrıca Räsänen sözcüğün Moğ.’da örgü, ergü ‘yükselmek,
kalkmak’ biçimlerinde yer aldığını da aktarmıştır (VEWT: 375). Clauson sözcüğün
örgüç < ör-güç biçiminde geliştiğini belirtmiş ‘yükselen ya da fırlayan bir şey, harf.
devenin hörgücü’ şeklinde anlamlandırmıştır (EDPT: 223b).

Sevortyan, örgüç, örkeç ve örkü biçimlerinin ör- kökünden kalma türevler olduğunu
belirtmektedir (ÊSTYa, 1974, 548-549). DanKelly’de de sözcük ör- ‘örmek’ köküne
dayandırılmıştır (DanKelly, 1985, 48).

3.3. Geçişli ya da Geçişsiz Eylem Tabanlarına Gelen Ekler

3.3.1. –(X)gçI

Eski Türkçeden beri en sık kullanılan eklerden birisi olan bu birleşik ek eylemde
belirtilen işi sık ya da sürekli yapan anlamında adlar, yani eyleyici fail adları türetir.
Marcel Erdal bu ekin ikinci unsuru +çI olan bir ek dizisi olduğunu ve fail adları
türettiğini belirtmiştir (Erdal, 1991, 371). Gülsevin, bu ekin EAT döneminde –yIcI
biçiminde bulunduğunu belirtir (Gürsevin, 1997, 137). Talat Tekin ise bu eki eyleyici
adlar türeten bir ek olarak tanımlamakta, -(X)nçU biçiminde vermekte ve Orhon
Yazıtlarında geçen küzençü ‘koruyucu’, ezençü ‘öncü’ (Altınköl I: ön 2) sözcüklerini
bu ekle türetilen adlara örnek göstermektedir (Tekin, 2000, 94).

290
Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesinde bu birleşik ek biçimiyle biçimlenmiş az
sayıda sözcüğe rastlarız. Bunlardan bazıları şunlardır: okıgçı ‘davetçi’ (< okı- ‘davet
etmek’ -g+çı) (KB: 1973), satıgçı ‘satıcı, tüccar’ (< sat- ‘satmak’ -ıg+çı) (KB: 2801,
vs), vb.

Bu ek Çağataycada da çok az sözcükte görülür ve daha çok fail adları türettiği


görülür.

tapukçı ‘hizmetçi’ (< tap- ‘hizmet etmek’ -ug/k+çı) sözcüğü de tap- ‘hizmet etmek’
eylemine eylemden ad yapan –(X)g ve addan ad yapan +çI eklerinin eklenmesiyle
türemiş bir biçimdir. Çağatayca sözlüklerde ‘ibadet eden, hizmetçi’ karşılığı
verilmiştir (Seng. 151v10; DTO: 193).

tapukçı sözcüğü Eski Türkçeden beri Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada tapıgçı ‘hizmetçi’ (U II: 22/2); tapagçı (TT X: 249); DLT ve KB’de
tapugçı ‘hizmetçi’ (DLT I: 376; DanKelly, 1985, 177; KB: 99, 590, 842, 1554);
Harezm Türkçesinde tapugçı ‘hizmetçi’ (KutbHŞ: 168); Eski Kıpçakçada ise
tapugçı, tapuçı ‘hizmetçi’ (KTS: 263) biçimlerinde geçmektedir.

İlk defa Eski Uygurcada tapıgçı biçiminde görülen sözcük için etimolojik
sözlüklerde ve kaynaklarda ‘hizmetçi, ibadet eden’ anlamları verilmiştir (DTS: 535;
EDPT: 438b).

ziyafet fikri çün tüşti başımga

tapukçılarnı ündedim kaşımga

(DN: 821)

3.3.2. –(X)mlXg

Bu birleşik ek eyleyici adlardan sıfatlar türetir. Marcel Erdal bu ekin anlamını


karakterize eden süreklilik ve duraksama ile ortaç ekinden ayrıldığını ve onun
eylemlerden adları ayırdığını ifade eder (Erdal, 1991, 374).

Bu birleşik biçim Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesinde ender olarak görülmüştür.


Görülen örneklerden birkaçı şöyledir: keçimlig ‘geçici’ (< keç- ‘geçmek’ -im+lig)

291
(KB: 3782), serimlig ‘sabırlı’ (< ser- ‘sabır etmek’ -im+lig) (KB: 1310, vs), kınımlıg
‘çabalayıcı’ (< kın- ‘çabalamak’ -ım+lıg) (BT III: 902), vs.

Bu birleşik ek Çağataycada da Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesinde gibi eyleyici


adlardan sıfatlar türetmiştir:

bilimlik ‘bilgili, akıllı, zeki’ (< bil- ‘bilmek’ -im+lik) biçimi bil- eylemine addan
eylemden ad yapan –im ve addan ad yapan +lik ekinin eklenmesiyle türemiş bir
gövdedir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde bilimlig ‘daniş-mend, ‘arif, deki, dana,
hadık, hüner-mend’ şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 150r8; LÇ: 94b). Dictionnaire
turk-oriental’de ise bilig maddesinde bilimlik ‘bilgin’ şeklinde açıklanmıştır (DTO:
191).

Clauson biliglig maddesini açıklarken sözcüğün Çağataycada biliglik biçimi ile aynı
anlamda kullanıldığını Senglah’tan aktarmıştır (Seng. 150r8 [EDPT: 341b]).

Muhammed Burunduk Bég asru bilimlik kişi édi, bısyar sar-dar kişi édi

(BN: H170a9)

Bu ekle türemiş başka sözcüklere de rastlarız: bitimlik ‘usüllü, düzenli, tertipli,


noksansız’ (< bit- ‘bitmek, sona ermek’ -im+lik) sözcüğü bunlardan biridir. Ancak
bu sözcüğe Çağatayca metinlerde değil, Çağatayca sözlüklerde rastladık. Çağatayca
sözlüklerde ‘Usullu, muntazam, müretteb, tertiblü, zibende, yakışıklı, tüvana, bi-‘ayb
ve bi-noksan’ şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 89a; DTO: 182).

3.3. 3. –gA

Bu ek hem geçişli hem de geçişsiz eylemlerden fail adları ve de geçişli eylem


köklerinden nesne adları türetir. Bu ek de çok yaygın kullanılan bir ek değildir.
Brockelmann bu ekin k / k küçültme ekinden genişlediğini düşünmektedir. Ramstedt
ise bu eki eski bir kay, key, gay, gey ekine dayandırmaktadır (Räsänen, 1957, 124).
Gabain bu ekin seyrek kullanılan eylemden ad yapan eklerinden biri olduğunu
belirtir (Gabain, 1941 (20003), 51). Erdal, –gA ekinin hem geçişli hem de geçişsiz
eylemlerden fail adları ve de geçişli eylemlerden nesne adları türettiğini belirttikten
sonra bu ekle türemiş en bariz biçimler olan bilge, tamga ve kısga sözcüklerinin bu

292
ekin eski dönemlerden beri var olduğunun açık delili olduğunu ifade eder (Erdal,
1991, 376).

Bu ek Eski Türkçede bilge ‘bilge’ (< bil- ‘bilmek’ ge-), kısga ‘kısa’ (< kıs-ga) gibi
örneklerde görülmektedir. Karahanlı Türkçesinde de bu ekle biçimlenmiş sözcüklere
rastlanmaktadır. Bu dönemde genellikle soyut ve somut adlarla, alet adları
türetmiştir. öge ‘çok akıllı, müşavir’ (< *ö-ge) (KB: 1754, vs, DLT I: 90; DanKelly,
1985, 45), tamga ‘denize, göle veya dereye dökülen suyun kolu; damga, mühür’ (<
tam-ga) (DLT I: 424, DanKelly, 1985, 175; KB: 45, 1036), kölige ‘gölge’ (< *köli-
ge) (DLT I: 448, DanKelly, 1985, 109; KB: 173), tilge ‘dilim’ (< til-ge) (DLT I: 429;
DanKelly, 1985, 190), vb.

Çağataycada bu ek dört işlevde kullanılmıştır.

1. Geçişli ve geçişsiz eylemlerden fail adları türetmiştir.

bilge ‘usta, ustaca’ (< bil- ‘bilmek’ ge) sözcüğü bil- ‘bilmek’ eylemine -ge eylemden
ad yapan ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcük Çağatayca metinlerde
‘usta, ustaca’ anlamında görülmektedir Genellikle sıfat görevinde kullanılmıştır.
Bazen bilge bilig, bilge biliglik biçiminde ikilemelerde de rastlanmaktadır.

bilge sözcüğü Eski Türkçeden beri Tarihi Türk Dillerinde geçmektedir. Orhon
Yazıtlarında bilge ‘bilge, akıllı’ (Toŋ: 7); Eski Uygurcada bilge ‘bilge, akıllı’ (Chuas.
183, TT III: 32, TT I: 106-7); DLT ve KB’de bilge ‘bilge, akıllı’ (DLT I: 428;
DanKelly, 1985, 72; KB: 8, 191, 263, 1678); Harezm Türkçesinde bilge ‘bilge,
akıllı’ (KutbHŞ: 32); Eski Kıpçakçada ise bilge ‘bilgin, âlim’ (KTS: 31),
Osmanlıcada bilge ‘akıllı kişi’ (TTS I: 99; TTS II: 142) biçimlerinde görülmektedir.

Sözcük etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda bil- ‘bilmek’ eyleminden türemiş bir


yapı olarak karşımıza çıkmaktadır (Gabain, 1941 (20003), 51; Räsänen, 1957, 124;
TMEN II: 836; DTS: 99; EDPT: 340a-b, DanKelly, 1985, 72; Tekin, 2000, 91;
TETL: 344). Mustafa Kaçalin karşılıklı bir görüşme sırasında sözcüğün bil- ‘bilmek’
eyleminden eylemden ad yapma eki –ge ile değil < bil-(i)g+e biçiminde geliştiğini
ifade etmiştir. Marcel Erdal da sözcüğün bil- ‘bilmek’ eyleminden türediğini ve bu
eylemin öznesi olduğunu aktarmıştır (Erdal, 1991, 376).

293
sin nedin cevr ü cefanı bilge tedbir éylediŋ

hüsn iliniŋ arasında böyle devrandur saŋa

(ŞHD: 8b11)
ay Nevayi kıl fena hasıl ki ister çagda dost
bilge rüst éylep itek tiprerge bolgay sin ma‘ad
(GS, 128: 9)

kavga ‘kavga, savaş’ (< kav- ‘kovmak, deftetmek, kavga etmek’ -ga) sözcüğü de
kav- ‘kovmak, deftetmek, kavga etmek’ eyleminden –ga ekiyle türemiş bir gövdedir.
Sözcük Çağatayca sözlüklerden Dictionnaire turk-oriental’de kavga ‘kavga, savaş’
anlamında açıklanmıştır (DTO: 411).

Günümüzde kavga ‘kavga, dövüş’ şeklinde yaşayan sözcüğü Çağatayca dışındaki


Tarihi Türk dillerinde gavga biçiminde görülmektedir (KTS: 85).

Talat Tekin, “Bir TDK Yayını Üzerine” adlı makalesinde sözcüğün Farsça değil de
Türkçe olması gerektiğini ileri sürmektedir (Tekin, 1994d, 52-64). Mustafa Kaçalin
de sözcüğü kavga < *kav-ga < *kab- eylemine dayandırmış ve ‘ağız dalaşı, gürültü,
kalabalık’ anlamlarını aktarmıştır. Ona göre sözcüğün gelişimi gavga > kavga > kav-
biçimindedir. O da sözcüğün Farsça değil de Türkçe olması gerektiğini ileri
sürmektedir (Kaçalin, 2006, 208).

kavganıŋ ortasıdın kıldım hüner hiç bilmegey

her bolganın baş üstide kıldım bilmegey

(ŞHD: 189a4)

2. Geçişli eylem köklerinden nesne adları türetir.

tamga ‘damga’ (< tam- ‘damlamak’ ga) sözcüğü tam- ‘damlamak’ eylemine -ga
ekinin eklenmesiyle türemiş bir başka biçimdir. Sözcük tam- ‘damlamak’
eylemininin nesne adıdır. Çağatayca sözlüklerde sözcük için ‘damga, alamet, eser,
nişan; mühür ve nişan yapmakta kullanılan âlet; sorguç tepesi’ anlamları verilmiştir
(Seng. 161v13; LÇ: 111a; DTO: 217).

294
tamga sözcüğü Eski Türkçeden beri Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada tamga ‘damga’ (TT V: 8); DLT ve KB’de tamga ‘damga’ (DLT I: 424;
KB: 1036); Harezm Türkçesinde tamga ‘damga’ (Oğ. 98/9 [505a]); Eski Kıpçakçada
ise damga, damka, tag, tamga, tamha ‘damga, mühür’ (KTS: 55), Osmanlıcada da
damga ‘kızgın demirli hayvana vurulan nişan, damga’ (Meninski II, 1680, 2010)
biçimlerinde görülmektedir.

Gabain, ETG’de sözcüğü tamga, tamka biçimlerinde vermiş ve Skr. mudra ‘mühür,
damga, elin ve parmakların sihirli tavır ve hareketi’ denkliğini vermiştir (Gabain,
1941 (20003), 296). Doerfer bu sözcük için TMEN’de tamga ‘sıcak damga ile
vurulmuş işaret, yanık izi, yanık lekesi, mühür, damga, gümrük resmi’ karşılıklarını
vermiştir (TMEN II: 554). Clauson sözcüğün sonunda eski bir sontakı olan –gA
ekinin bulunduğunu ifade etmiş ve de sözcüğün Moğolcaya tamaga biçiminde
geçtiğini Kowalewski’den aktarmıştır (Kow. 1643 [EDPT: 504b-505a]). Marcel
Erdal sözcüğün tam- ‘damlamak’ biçiminden –gA eki ile türemiş olduğunu belirtmiş
ve geçişsiz tamıt- ‘alevlenmek’ eylemiyle ilişki kurmanın gereksiz olduğunu
açıklamıştır. Ona göre, bu yüzden tamga sözcüğü ‘damga’ nesnesini gösteriyorsa, bir
özne adı olarak yorumlanır (Erdal, 1991, 379). Talat Tekin, sözcüğün kökünü Uyg.
(Br.), DLT tamtur- ‘yakmak’, DLT tamdu, tamduk ‘alevlenmiş ateş’ biçimleriyle
karşılaştırmıştır ve tam- ‘yanmak’ biçiminde bir kök tasarlamıştır (Tekin, 1995, 96;
Tekin, 2000, 91).

kulluguŋ dagıdın ölsem istemem azadlık

kim bu tamgadur nişanı müdbir ü mukbil ara

(BV, 19: 6)

felekniŋ tevseni[n] bahtıŋ ligam urup kılıban ram

koyuptur devletiŋ anıŋ surunı üzre ay tamga

(SD: 151)

1. Soyut adlar türetmiştir.

kısga ‘kısa’ (< *kıs- ‘kısaltmak, daraltmak’ -ga) sözcüğü *kıs- ‘kısaltmak,
daraltmak’ eylemine -ga ekinin eklenmesiyle türemiş bir başka biçimdir. Sözcük

295
genelde sıfat ve zarf işlevinde kullanılmaktadır. Çağatayca sözlüklerde kısga/kıska
biçiminde ‘kısa, alçak, cüce’ karşılığı verilmiştir (Seng. 297v8; LÇ: 247b, DTO:448).

kısga sözcüğü Eski Türkçeden beri Tarihi Türk Dillerinde geçmektedir Eski
Uygurcada kısga ‘kısa’ (U II: 42); DLT ve KB’de kısga ‘kısa’ (DLT II: 11, 20;
DanKelly, 1985, 138; KB: 348); Harezm Türkçesinde kıska, kısha (KutbHŞ: 149,
Nehc. 435/16); Eski Kıpçakçada ise kısga, kısha, kısa, kıska ‘kısa’ (KTS: 145)
biçimlerinde görülmektedir.

Sözcüğün gelişimi genel olarak *kıs-g/ka biçiminde açıklanmıştır (VEWT: 267;


EDPT: 667a; DanKelly, 1985, 138). Marcel Erdal sözcüğü kıs- ‘kısaltmak,
daraltmak’ eylemine dayandırmış ve sözcüğün kıs- ‘kısaltmak, daraltmak’ eyleminin
nesnesi olduğunu belirtmiştir. Erdal, ayrıca sözcüğü kısur- < *kıs-ur- biçimiyle
karşılaştırmıştır (Erdal, 1991, 381). Talat Tekin de sözcüğü *kıs- ‘kısaltmak,
daraltmak’ eylemine dayandırmıştır (Tekin, 2000, 91).

vasl eyyamıda hoş tut zerrelerni éy kuyaş

kim bu künlerni be-gayet kıska éyler

(FK, 461: 6)

hecr piç ü tabıdın kırkardı ‘ömrüm riştesi

tar ol yaŋlıg ki bolgay kıska piç u tabdın

(BV, 489: 5)

kölege ‘gölge’ (< köli- ‘gömmek gizlemek, saklamak’ -ge) sözcüğü de +gA ekiyle
türemiş bir biçimdir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde kölege biçiminde ve ‘gölge’
anlamıyla yer almaktadır (Seng. 308v25; LÇ: 260b; DTO: 475).

köleke sözcüğü Eski Türkçeden beri Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada kölige ‘gölge’ (Suv. 52/20); DLT ve KB’de kölige ‘gölge’ (DLT I: 448;
DLT III: 174; DanKelly, 1985, 109; KB: 4758); Harezm Türkçesinde kölige, köletke
‘hizmetçi’ (KutbHŞ: 101; Nehc. 408/15); Eski Kıpçakçada ise kölege, köledge,
köletge, köge, kölgey, kölige ‘hizmetçi’ (KTS: 157), Osmanlıcada da gölge ‘gölge’
(TTS: II 446; TTS III: 306; TTS IV: 350) biçimlerinde görülmektedir.

296
Räsänen sözcüğü kölä maddesinde aktarmış ve kölä-ge biçiminde geliştiğini
belirtmiştir (VEWT: 288-289). Clauson ise sözcüğün kökünü köli- ‘gömmek
gizlemek, saklamak’ eylemine dayandırmış ve kölik biçimiyle karşılaştırılması
gerektiğini ifade etmiştir (EDPT: 718a-b). Marcel Erdal da sözcüğün kökünü köli-
geçişsiz eylemine dayandırmış ve sözcüğün bu eylemin fail adı olduğunu belirtmiştir
(Erdal, 1991, 378).

yerini yasar vaktda anıŋ bile kim bulutı yéberdük ta köleke avvalca kılıg kim evniŋ
yeri érdi ya yéli koparduk biz ol

(ÇKT: 34b13)

ol hümayun otaga kim başıga sançıp turur

kölege kılgan hümayidür Süleyman üstine

(ŞHD: 150a11)

yinçke ‘ince’ (< *yinç-ke; krş. Uyg. yinçür- ‘secde etmek, eğilmek’ < *yinç-ür-)
sözcüğü *yinç- biçiminde bir kökten +gA eki türemiş bir biçimdir. Çağatayca
sözlüklerden Senglah’ta sözcük iki anlamıyla verilmiştir: inçike ‘1. ince; 2. kronik bir
hastalık’ (Seng. 117v24). Diğer sözlüklerde sözcük inçike, inçke biçimlerinde ‘ince’
anlamıyla görülmektedir (LÇ: 63a; DTO: 139).

yinçke sözcüğü Eski Türkçeden beri Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada yinçke ‘ince’ (TT VIII: A 1), inçge (H I: 77); DLT ve KB’de yinçke
‘ince’ (DLT III: 380; DLT I: 326; DanKelly, 1985, 227; KB: 613, 748); Harezm
Türkçesinde yiçge ‘ince, zayıf, dar’ (KutbHŞ: 80; Nehc. 232/6); Eski Kıpçakçada ise
yinçe, inçe, inçke, yenikçe, yenişke, yinçge, yinçke ‘hizmetçi’ (KTS: 323)
biçimlerinde geçmektedir. Sözcük günümüzde ince biçiminde varlığını
sürdürmektedir.

Sözcük Clauson tarafından *yinç- eylemine dayandırılmış, yinçür- ile


karşılaştırılması gerektiği vurgulanmış ve ET yogun ‘kalın’ sözcüğünün zıddı olduğu
ifade edilmiştir (EDPT: 945a-b). Marcel Erdal yinçge sözcüğünün bu ekle
biçimlenmiş bir sözcük olduğunu, ancak bu sözcük için bir kök söylemenin mümkün
olmadığını belirtmiştir (Erdal, 1991, 382).

297
kara tiger, top kayadın çıkkan yinçke suy

(NT: 128)

zülfüŋ ki boldı karmak baglap sin inçke yolga

kayda bilür bu yolnuŋ sırrını her mühendis

(ŞHD: 62b11)

Bir sözcükte de farklı bir sözcük türetmiştir.

yorga ‘rahvan’ (< *yorı- ‘yürümek; yaşamak; davranmak’ -ga) sözcüğü de bu ekle
biçimlenmiş bir sözcüktür. yorı- eylemine bağlanan bu sözcük Çağatayca
sözcüklerde ‘rahvan, eşkin’ gibi anlamlarıyla kaydedilmiştir (Seng. 342v12; LÇ:
304b; DTO 545).

yorga sözcüğü Karahanlı Türkçesinden itibaren Tarihi Türk Dillerinde geçmektedir.


DLT’de yorīga ‘rahvan (at)’ (DLT I: 458; DLT III: 174; DanKelly, 1985, 231); Eski
Kıpçakçada ise yorga ‘rahvan (at)’ (KTS: 327), Osmanlıcada da yorga ‘rahvan (at)’
(TTS I: 841; TTS II: 1067; TTS III: 820; TTS IV: 897) biçimlerinde görülmektedir.
Sözcük günümüzde yorga biçiminde varlığını sürdürmektedir.

Sözcük EDPT’de yorı- ‘yürümek, gitmek’ eylemine dayandırılmıştır (EDPT: 964a).


Räsänen ise sözcüğün yorıga < yorı + yorga şeklinde geliştiğini ifade etmiş ve
Moğolcada ciruga, Kalmıkçada ise cora biçimlerinde yer aldığını aktarmıştır
(VEWT: 207). Erdal sözcüğün yorı-ga biçiminde geliştiğini ve yorı- eylemine
dayandığını belirtmiştir (Erdal, 1991, 377). Talat Tekin sözcüğü Uyg. yorri-, yuorri-
‘yürümek’, DLT yorı- ‘yürümek’, Tkm. yorga ‘rahvan at’, Tat. yuwırt- ‘koşmak, dört
nala gitmek, yorga gitmek’ < *yort- biçimleriyle karşılaştırmıştır (Tekin, 1995, 179).

soŋra çenber-şah yorga uyga tiskeri mindurgaylar şehrin kuy u mahallatıga


kizdürgeyler

(MKb: 31b10)

3.3.4. –gAn

Bu ek genellikle hem geçişli hem de geçişsiz eylemlerden fail adları türetir. Bang, bu
ekin *a-gan biçiminde gelişmiş bir küçültme eki ya da eylemden ad yapan -ıg + an
298
biçiminde birleşik bir ek olduğunu belirtir (Räsänen, 1957, 126). Ramstedt ise ekin
ga + geçmiş zaman ortacı n’nin birleşiminden oluşmuş olabileceğini ifade etmiştir
(Ramstedt, 1952, 147). Erdal, ekin birkaç istisna dışında geçişli ve geçişsiz
eylemlerden fail adı türettiğini ve ortaç işlevine yakın bir işlevde kullanıldığını
aktarmıştır (Erdal, 1991, 382).

Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesinde genelde karakter özelliğine ve alışkanlığa ya


da tipik bir davranışa işaret eden fail adları türettiği görülür.

Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesinde şu örnekleri vermek mümkündür. igidgen


‘Allah’ (< igid- ‘beslemek’ -gen) (KB: 124, vs), tiken ‘diken’ (< tik-en < *tikken <
*tikgen ) (KB: 3846), törütgen ‘yaratan’ (< törüt- ‘yaratmak’ -gen) (KB: B 2), vb.

Çağataycada da bu ek yaygın olarak kullanılmıştır. Bu dönemde de Eski Türkçe ve


Karahanlı Türkçesinde gibi birkaç istisna dışında hem geçişli hem de geçişsiz
eylemlerden fail adları türetmiştir.

kurgan ‘mezar, kale’ (< korı- ‘korumak’ -gan) sözcüğü korı- ‘korumak’ eylemine
-gan ekinin getirilmesiyle türemiş yeni bir gövdedir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde
kurgan ‘hasin, hisar, kal‘a’ şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 234a; DTO: 427).

Sözcük Eski Kıpçakçada kurgan, kurgun biçimlerinde ve ‘mezar, mezarın üstündeki


toprak yığını, mezar höyüğü; siper, sur, at ahırı, kubbe’ anlamında geçmektedir
(KTS: 163).

urgamay-sin pas-banlıg lafı kök kurganıda

vakıf olsaŋ éy Zühal hecrim tüni bir parsadın

(FK, 491: 5)

gerçi hüsnüŋ közgüdin kirdi timür kurgan ara

mihr dék ayine-gun eflakdın pinhan émes

(GS, 250: 5)

tiken ‘diken’ (< *tikken < *tikgen < tik-en) sözcüğü de bu ekle türemiş bir gövdedir.
Sözcük Çağatayca sözlüklerde tiken ‘diken, har, ha’il’ karşılığı verilmiştir (Seng.
198r23; LÇ: 134b; DTO: 260).

299
tiken sözcüğü Eski Türkçeden beri Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada tiken ‘diken’ (TM IV: 253, 65-6); DLT ve KB’de tiken ‘diken’ (DLT I:
400; DLT: III: 44; KB: 6383); Harezm Türkçesinde tiken ‘diken’ (KutbHŞ: 178);
Eski Kıpçakçada ise tiken, diken, düken, tekenek, tikenek ‘diken’ (KTS: 275)
biçimlerinde geçmektedir. Sözcük günümüzde tiken biçiminde varlığını
sürdürmektedir.

Sözcük Garaibü’s-Sıgar ve Lütfi Divanında çift k ile tikken biçiminde de yer almıştır.

Sözcük etimolojik sözlüklerde tik- ‘dikmek, saplamak’ eylemine bağlanmış ve


kaynaklarda ‘diken’ anlamı verilmiştir (TMEN II: 915; VEWT: 480; EDPT: 483b;
DanKelly, 1985, 189; Erdal, 1991, 385). Doerfer sözcüğün Rusça ve bazı Kafkas
dillerine Türkçeden alıntılandığını aktarmıştır (TMEN II: 915).

seniŋ baht u sa‘adet, devletiŋ, cuduŋ bile bolur

tiken verd ü kasab kand u hacer altun, sadef gevher

(SD: 447)

yüzüŋni körüp uftanıban gül hacil oldı

miskin yügüre almadı tikken arasında

(LD: 1774)

Ugan ‘kudret sahibi, Allah’ (< *u- ‘muktedir olmak’ -gan) sözcüğü de –gan ekinin
*u- ‘muktedir olmak’ eylemine getirilmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcük
Senglah’ta ugan ‘Allah’ın bir adı’ karşılığı verilmiştir (Seng. 76 v18). Dictionnnaire
turk-oriental’de ise ugan ve ugun biçimlerinde ‘Tanrı’ anlamıyla kaydedilmiştir
(DTO: 67).

ugan sözcüğü Karahanlı Türkçesinden itibaren Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir.


DLT ve KB’de ugan ‘her şeyin üzerinde bir güce sahip olan’ (DLT I: 77; DanKelly,
1985, 51; KB: 2); Harezm Türkçesinde ugan (KutbHŞ: 195), Eski Kıpçakçada ise
ugan, ogan ‘yaratıcı, Allah’ (KTS: 291) biçimlerinde yer almaktadır.

Etimolojik sözlüklerde *u- ‘muktedir olmak’ eylemine dayandırılan sözcük için


kaynaklarda ‘Allah, her şeye gücü yeten’ anlamı verilmiştir (Arat, 1965, 341; DTS:
607; EDPT: 2a-b; DanKelly, 1985, 51; Erdal, 1991, 383-384).
300
evvel ademde vedi‘at koydı nurıŋnı Ugan

uşbu sırnı bilmegenler boldı merdud u la‘in

(SD: 30)

körgeç Ugan sıfatını suratıda Gada ‘ıyan

dédi: ‘aceb musavvire al-hak u huş musavvere!

(GD, 229: 7)

Çağataycada bu ekle biçimlendiği görülen diğer biçimleri şöyle gösterebiliriz:

yaratgan ‘yaratan’ (< yarat- ‘yaratmak; yapmak’ -gan) sözcüğü de –gan ekinin
yarat- ‘yaratmak; yapmak’ eylemine getirilmesiyle türemiş bir sözcüktür. Çağatayca
sözlüklerde sözcüğe rastlamadık.

yaratgan sözcüğü Karahanlı Türkçesinden itibaren Tarihi Türk Dillerinde


görülmektedir. DLT’de yaratgan ‘yaratan’ (DLT III: 52; DanKelly, 1985, 216);
Harezm Türkçesinde yaratgan (‘Ali: 37 [EDPT: 960a]) ve yaratkan ‘yaratan’ (Nehc.
5/4); Eski Kıpçakçada ise yaratgan, yaratkan ‘yaratan’ (KTS: 31) biçimlerinde
görülmektedir. Sözcük günümüzde yaratan biçiminde varlığını sürdürmektedir.

Sözcük etimolojik sözlüklerde yara-t- ‘yaratmak; yapmak’ eylemine bağlanmış ve


kaynaklarda ‘yaratan, yaratıcı’ anlamı verilmiştir (EDPT: 960a). Erdal da sözcüğü
yara-t- eylemine bağlamış ve bu eylemin özne adı olduğunu ifade etmiştir (Erdal,
1991, 386).

Hudayidür yaratkan bud u nabud

ki andın özge yoktur Teŋri mevcud

(SM: 50)

aslıda barça bir-dürler … va men sizlerniŋ yaratganıŋız-men … ya‘ni pas meni


tapıŋızlar ne mendin

(ÇKT: 29b24)

yavgan ‘yavan, lezzeti garip, lezzetsiz’ (< *yav-gan) sözcüğü de -gan ekinin *yav-
biçiminde bir eyleme getirilmesiyle türemiş bir sözcüktür. Çağatayca sözlüklerde

301
sözcük yavgan, yavan ‘yavan, lezzetsiz’ biçiminde görülmektedir (Seng. 340r24; LÇ:
301b; DTO: 539).

yavgan sözcüğü Eski Türkçeden beri Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada yavgan ‘yavan’ (TT X: 13-14; U III: 17); DLT’de yavgan ‘yavan, etsiz’
(DLT III: 37; DanKelly, 1985, 219); Eski Kıpçakçada yavan ‘yavan’ (KTS: 315)
biçimlerinde geçmektedir. Sözcük günümüzde yavan biçiminde varlığını
sürdürmektedir.

Sözcük etimolojik sözlüklerde *yav- biçiminde bir eyleme bağlanmış ve kaynaklarda


‘yavan, lezzetsiz’ anlamı verilmiştir (DTS: 249; EDPT: 874b; DanKelly, 1985, 219).

tenbih-tınç köŋül bile yavgan omaç yahşırak ki tekellüf ü meşekkat bile kandi gülac

(MKb: 93b3)

derviş-niŋ kurug nanı tami‘ şah-nıŋ Hıtayi hanıdın hubrak-dur ve farig-i fakr-endiş-
niŋ yavgan umacı alguçı-nıŋ nebati güllacı-dın mergub-rak (dur)

(MKb: 44a2-3)

3.3.5. –mAn

Bu ek eklendiği sözcüklerden soyut ve somut adlar türetmek için kullanılan bir ektir.
Çok işlek bir ek olmadığı görülür. Besim Atalay “Türkçemizde Men-Man” adlı
makalesinde ben zamirinden kalıplaşma yoluyla ortaya çıkan bir ek olduğunu ileri
sürmektedir (Atalay, 1940).

Ramstedt ve Räsänen bu ekin ma+n ekinin birleşmesiyle meydana geldiğini ileri


sürmüşler, bu iddiayı ileri sürmüşlerdir. (Räsänen, 1957, 135).

Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesi metinlerinde bu ekle türemiş pek fazla sözcüğe
rastlanmaz. Rasladığımız sözcüklerden bazıları şunlardır: tuman ‘duman’ (< tu-
‘kapatmak, tıkamak, kaplamak’ -man) (IB: 20), sökmen ‘yiğitlere verilen bir
ünvandır’ (< sök- ‘sökmek’ -men) (DLT I: 444; DanKelly, 1985, 166), örtmen ‘dami
satıh’ (< ört- ‘örtmek, kapamak’ -men) (DLT III: 412; DanKelly, 1985, 49), vb.

Çağataycada da eklendiği sözcüklerden soyut ve somut adlar türeten bu ek yaygın


olmasa da kullanım alanına sahiptir. Çağataycada rastladığımız örnekler şöyledir:

302
tégirmen ‘değirmen’ (< tég- ‘değmek’ -ir- men) sözcüğü Senglah’ta tégirmen
‘değirmen’ şeklinde açıklanmıştır (Seng. 198v2).

tegirmen sözcüğü Eski Türkçeden beri Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada tegirmen ‘değirmen’ (TT VI: 86); DLT’de tegirmen ‘değirmen’ (DLT III:
266); Harezm Türkçesinde tegirmen, tégirmen ‘değirmen’ (KutbHŞ: 174); Eski
Kıpçakçada ise tegirmen, degirmen, teyirmen ‘değirmen’ (KTS: 268), biçimlerinde
geçmektedir.

Günümüze kadar bazı ses değişimleriyle taşınan sözcük DS’de dermen, dérmen II
sözcüğü için ‘değirmen’ kaydı düşülmüştür (DS IV: 1435). TS’de ise ‘1. öğüten araç
ve alet; 2. içinde öğütme işi yapılan yer’ karşılığı verilmiştir (TS: 484).

Atalay sözcüğü teğir- ‘dönmek’ eylemine dayandırmıştır (Atalay, 1940, 37). DTS’de
sözcüğe ‘değirmen’ karşılığı verilmiştir (DTS: 548). Sözcük Clauson tarafından
tegirmen (d-) maddesinde ‘hububat öğütmekte kullanılan çarklı değirmen’ anlamında
verilmiştir. Clauson sözcüğü *tegir- ‘çevirmek, sarmak’ eyleminden getirmiştir
(EDPT: 486b-487a). Talat Tekin de sözcüğü teğir- ‘dönmek’ eylemine
dayandıranlardandır (Tekin, 1972, 143-150). DanKelly’de ise *tegir- ‘çevirmek,
sarmak’ maddesinde verilen sözcük için ‘değirmen’ karşılığı verilmiştir (DanKelly,
1985, 184). Marcel Erdal sözcüğün bir vasıta adı olduğunu, yaşayan bir köke sahip
olmadığını, ancak tegre ‘çevre’ ve tegrigle- biçimleriyle karşılaştırılması gerektiğini
belirtmiştir (Erdal, 1991, 388). Özmen, sözcükle ilgili yazısında sözcüğün *tek-
eyleminden geldiğini iddia etmiştir (Özmen, 1993, 147-151). Mustafa Kaçalin
sözcüğün tegirmen < *tegirme-n < tegirme neng biçiminde gelişmiş olabileceğini
belirtmektedir (Kaçalin, 2006, 144). Ayrıca Kaçalin sözcüğün kökünün Tü. evir- ≈
çevir- ≈ tevir- (< engir- *çegir- *tengir-) çevriminde düşünülmesi gerektiğini de
ifade eder.

kök tégirmen taşı aylandurmak ister başıma

déme ay u kün başım üzre bu kim seyyardur

(NN, 267: 2)

tuman ‘duman’ (< *tu- ‘kapatmak, tıkamak’ -man) sözcüğü *tu- ‘kapatmak,
tıkamak’ biçimine -man eylemden ad yapan ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçim
olsa gerektir. Sözcüğün kökü ile ilgili net bir açıklamaya sahip değiliz. Sözcük

303
Senglah’ta Çağatayca sözlüklerde tuman, duman ‘kalın bir duman, yerden yükselir
ve gökyüzünü sarar, duman şeklinde çağrılır’ açıklaması yapılmıştır (Seng. 182r16;
Seng. 225v20; LÇ: 173a; DTO: 246).

tuman sözcüğü Eski Türkçeden beri Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. tuman
‘duman’ (IB: 15); DLT ve KB’de tuman ‘duman’ (DLT I: 414; DanKelly, 1985, 200;
KB: 285); Harezm Türkçesinde tuman ‘duman’ (KutbHŞ: 185); Eski Kıpçakçada ise
tuman, tuman ‘duman’ (KTS: 283) biçimlerinde geçmektedir. Sözcük günümüzde
duman biçiminde varlığını sürdürmektedir.

Doerfer sözcüğün Farsça, Rusça ve başka dillerde Türkçeden alıntı olarak yer
aldığını aktarmaktadır. Doerfer ayrıca sözcüğün tumagu ve tumlı- biçimleriyle ilişkili
olabileceğini de ileri sürmektedir (TMEN II: 935). Räsänen Uyg. OT ve Çağ. tuman
biçiminde maddebaşı olarak verdiği sözcük için ‘sisli; karanlık’ açıklamasını yapmış
ve sözcüğün Rusçaya tuman biçiminde alıntılandığına dikkat çekilmiştir. Ayrıca
sözcüğün tum ‘soğuk’ sözcüğünden gelmiş olabileceği soru işaretiyle belirtilmiştir
(VEWT: 498). DTS’de tuman II maddesinde ‘tuman’ açıklaması verilmiştir (DTS:
585). Clauson sözcüğü tuman (d-) ‘duman, sis’ şeklinde açıklamış ve Doerfer’e
dayandırarak sözcüğün Farsça, Rusça ve diğer dillerde alıntılandığını ifade etmiştir
(EDPT: 507a-b). Marcel Erdal sözcüğün *tum-man biçiminde gelişmiş olabileceğini
belirtmiştir (Erdal, 1991, 388). Talat Tekin, sözcüğün kökünü tu- ‘kapatmak,
tıkamak’ eylemine dayandırmış (Tekin, 2000, 93).

ayga mani‘ boldı bu şeb-gun tuman yüz şükr kim

yitip ahım yili kıldı ol tumannı bir sarı

(HBD, 180: 4)

İslam üçün leşkerige nusreti bérse Huday

bilgüsi yamgur tuman u kar hem boldı savuk

(ŞHD: 80b10)

yaman ‘kötü’ (< *yav-man) sözcüğü de –mAn eki ile türemiş bir başka bir biçimdir.
Sözcük için Çağatayca sözlüklerde yaman ‘kötü, zayıf, habit, muzırr, fena, musallat,
bed’ kaydı düşülmüştür (Seng. 337v4; LÇ: 299a; DTO: 536).

304
yaman sözcüğü Eski Türkçeden beri Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada yaman ‘kötü, tehlikeli’ (T VII: 29, 6-22); DLT’de yaman ‘kötü, her şeyin
kötüsü’ (DLT III: 30; DanKelly, 1985, 212); Harezm Türkçesinde yaman ‘kötü, (bir
hayvanın) kötüsü, zayıfı’ (KutbHŞ: 66; Nehc. 8/14); Eski Kıpçakçada ise yaman
‘kötü, fena’ (KTS: 309), Osmanlıcada da yaman ‘kötü, iyinin zıddı’ (TTS I: 776)
biçimlerinde geçmektedir.

Sözcük günümüzde yaman biçiminde varlığını sürdürmektedir, ancak anlam


değişimine uğramıştır. Günümüz Türkçesinde ‘güç, etki veya beceri bakımından
alışılmışın üzerinde olan (kimse), alışılmadık’ gibi anlamlarda kullanılmaktadır.

Räsänen Uyg., AH., İM. Osm. yaman ‘kötü, fena’ şeklinde maddebaşı verdiği
sözcüğü Çinceden getirmiştir (VEWT: 184). DTS’de yaman ‘kötü, tehlikeli’ karşılığı
verilmiştir (DTS: 231). Clauson sözcüğü yaman ‘kötü, tehlikeli’ şeklinde açıklamış,
kökü konusunda herhangi bir şey söylememiştir (EDPT: 937a). Marcel Erdal yaman
sıfatının yavız ve yavlak sözcükleri ile ilişkili olarak görüldüğünü belirtir. Ona göre
eğer böyleyse sözcüğün *yav-man biçiminde geliştiği söylenebilir (Erdal, 1991,
388).

tenimde zahmlarga mümkin érmes yahşı bolmak kim

kanatur-min oŋalmay télbelikdin sén yaman taşlap

(FK, 51: 3)

éy visaliŋ haste köŋlüm merhemi aram-ı can


olmadım hicran ilindin min katık canlık yaman

(HBD, 115: 1)

3.3.6. –mXr

Bu ek de çok sık kullanılan eklerden değildir. Ramstedt bu eki Moğolca buri ekine
dayandırmaktadır (Räsänen, 1957: 136). Ek, Eski Türkçe ve Karahanlı Türkçesinde
de çok az kullanılmıştır. Eski ve Orta Türkçeden yagmur (< yag-mur), almır (< al-
mır), kömür (< köy-mür), tamur (< tam-mur) gibi örnekleri bulabiliriz (Erdal, 1991,
389-390).

Çağataycada da sınırlı örnekte bu eki görmekteyiz.

305
kömür ‘kömür’ (< *köñ- ‘yanmak’ -mür) sözcüğü de –mXr ekiyle biçimlenmiş bir
başka sözcüktür. Sözcük Senglah’ta kömür; kémür ‘kömür’ biçimlerinde verilmiştir
(Seng. 309v12). Diğer Çağatayca sözlüklerde kömür ‘kömür, fahm, engişt, zagar’
şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 261b; DTO: 477).

Sözcük Karahanlı Türkçesi metinlerinden itibaren Tarihi Türk Dillerinde


geçmektedir. DLT’de kömür ‘kömür’ (DLT I: 506; DanKelly, 1985, 109); Eski
Kıpçakçada kömür, kemür ‘kömür’ (KTS: 157) biçimlerinde görülmektedir.

Sözcük TS’de ‘1. karbonlu maddelerin kapalı ve havasız yerlerde için için yanması
veya çok uzun süre derin toprak katmanları altında kalıp birtakım kimyasal
değişmelere uğramasından oluşan, siyah renkli, bitkisel kaynaklı, içinde yüksek
oranda karbon bulunan katı yakıt, 2. koyu kara rengi belirtmek için kullanılır’
biçiminde tanımlanmıştır (TS: 1230).

Ramstedt sözcüğü köm- köküne dayandırmış ve kökün ‘kül ile örtmek; gömmek’
anlamına geldiğini bildirmiştir (Ramstedt, 1952, 212). Bazin, sözcüğün Türkçe köm-,
göm- ‘gömmek’ kökünden geldiğini bildirmiştir (Bazin, 1982, 58 [TES: 216]).

DTS’de sözcük için verilen karşılık ‘kömür’dür (DTS: 314). EDPT’de, köm-
eyleminden türediği söylenen sözcüğe ‘kömür’ karşılığı verilmiştir (EDPT: 723a).
Marcel Erdal, sözcüğü köñ- ‘yanmak’ eylemine bağlamış, nazal seslerin benzeşmesi
ve çift /m/nin genel basitleşmesi yoluyla bu biçimi aldığını ifade etmiştir (Erdal,
1991, 390). Eren, kömür sözcüğünü ‘odunun toprak altında veya kapalı yerlerde için
için yanması sonucu oluşan yakıt’ biçiminde tanımlanmıştır. Yapıtta, sözcüğün
çağdaş Türk dil ve lehçelerindeki durumları üzerinde durulmuş, eski dönemlerden
beri kullanılan sözcüğün yaygın inanca göre köm- eyleminden türediği belirtilmiştir.
Ancak, Eren sözcüğün köy- (> küy-) eyleminden geldiği yolundaki görüşün
düşündürücü olduğunu vurgular (TES: 216).

Tatarcada kümir yanında geçen küymir biçimi sözcüğün *köy-mür biçiminde


gelişmiş olabileceğine bir tanıktır.

yukar yamanlıg aŋa kim kirer yaman il ara

kömür ara ilig urgan kılur iligni kara

(FK, 761: 1)

306
tün urdı kömürlerini derhem

mihr otını subh éyledi dem

(LM: 982)

tamar, tamur ‘damar’ (< *tamır < *tammır < tam- ‘damlamak’ -mur) sözcüğünün
*tamır- < *tammır < tam- ‘damlamak’ -mur biçiminde geliştiği düşünülmektedir.
Çağatayca metinlerde damar, tamar biçimlerinden de görülen sözcük Çağatayca
sözlüklerde tamur ‘uruk, reg, taşuŋ ve agacuŋ yol yol ayrusı ve damar, ahiretlik
kardeş, rişe, kabile, urug, tire’ kaydı düşülmüştür (Seng. 161v17; LÇ: 103b).

Eski Türkçeden başlayarak kullanılan sözcük Eski Uygurcada tamar (TT VII: 42),
tamır (U III: 35) biçiminde, Karahanlı Türkçesinde tamur (DLT I: 362; DanKelly,
1985, 175), tamar (DLT III: 201) biçiminlerinde geçer. Eski Kıpçakçada da damar,
tamar, tamar, tamır, tamur olarak yer almaktadır (KTS: 55).

Räsänen OT tamur, tamar ‘damar’ biçiminde maddebaşı verdiği sözcüğün Tarihi ve


günümüz Türk dillerindeki biçimlerini vermiştir. Räsänen sözcüğün Moğolca
biçimini de tamir şeklinde aktarmıştır (VEWT: 460). Sözcük DTS’de tamar ‘damar’
şeklinde kaydedilmiştir (DTS: 529). Clauson tamar/tamır (d-) biçiminde maddebaşı
olarak verdiği sözcüğü ‘damar, kanal’ şeklinde açıklamış ve asıl biçimin tamır ile
tamar olması gerektiğini belirtmiştir (EDPT: 508a). DanKelly’de de sözcük tam-
‘damlamak’ köküne dayandırılmıştır (DanKelly, 1985, 175). Marcel Erdal tamır
sözcüğünün *tam-mır biçiminden gelmiş olduğunu ve tomur- < tamur-, tamız- ile
bağlantılı olduğunu belirtmiştir (Erdal, 1991, 389). Eren ise sözcüğü ‘canlı
varlıklarda kanın veya besleyici sıvıların dolaştığı kanal’ şeklinde açıklamış
sözcüğün günümüz Türk dillerindeki biçimlerini aktarmıştır (TES: 105).

Genel görüş tam- ‘damlamak’ kökünden geldiği yönündedir. Ancak, Clauson’un


vurguladığı gibi, tamar yanında geçen tamur biçimi düşündürücüdür. Sözcüğün
gelişimi yukarıda da belirtildiği gibi tam-ur, tam-ar biçiminde değil, *tamır- <
*tammır < tam- ‘damlamak’ -mur şeklinde olmalıdır.

késti bagrım tamurlarını barı

gamze birle anıŋ itik bakarı

(LD: 2300)

307
rakib cevri kurıttı tamarda kanımnı
süŋekleri kuratıp kurıun anıŋ tamarı

(SD: 666)

yagmur ‘yağmur’ krş. yamgur (< yag- ‘yağmak’ -mur) sözcüğü yag- eylemine -mur
ekinin getirilmesiyle türemiş bir biçimdir. Sözcük Senglah’ta yamgur ‘yağmur’
şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 337v6). Lugat-ı Çağatay’da yagmur ‘baran, rahmet,
barış, yagış’ (LÇ: 296a), yamgur ‘yagmur, baran, yagış, rahmet’ açıklamalarına yer
verilmiştir (LÇ: 299b). Dictionnaire turk-oriental’de ise yagmur ‘yağmur’ (DTO:
529), yamgur ‘yağmur’ (DTO: 536) kaydı düşülmüştür.

yagmur sözcüğü Eski Türkçeden beri Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada yagmur ‘yağmur’ (TT V: 10, 107); DLT’de yagmur, yamgur ‘yağmur’
(DLT III: 38; DanKelly, 1985; 209); Harezm Türkçesinde yağmur ‘yağmur’ (Nehc.
66r6); Eski Kıpçakçada ise yağmur, amgur, yamgır, yamgur ‘yağmur’ (KTS: 306)
biçimlerinde görülmektedir.

Räsänen yag sözcüğünde yag-mur biçiminde aktardığı sözcük için ‘yağmur’


karşılığını vermiştir (VEWT: 177). DTS’de yagmur ve yamgur biçimlerinde verilen
sözcük için ‘yağmur’ karşılığı verilmiştir (DTS: 225, 231). Clauson yagmur (d-)
biçiminde maddebaşı olarak verdiği sözcüğü yag- ‘yağmak’ eyleminden getirmiştir
(EDPT: 903b). Marcel Erdal sözcüğün yag- ‘yağmak’ eyleminin özne adı olduğu ve
ikinci hecedeki /u/’nun /m/ ile ondan önceki /g/nin bağlantısından kaynaklandığını
belirtmiştir (Erdal, 1991, 389). Hasan Eren sözcüğü < *yağ-mur biçiminde açıklamış
ve ‘atmosferdeki su buğusunun yoğunlaşmasıyla oluşan ve sıvı durumunda
yeryüzüne düşen yağış’ şeklinde anlamlandırmıştır. Eren ayrıca sözcüğün çağdaş
Türk dillerindeki biçimlerini de vermiştir: Tkm. yağmır, Tel. yamgır; Sag, Kaç.
naŋmır; Haks. naŋmır; Alt yaŋmu; Şor. nağur, namır, namur; Tar. yamgur; Bşk.
yamgır; Nog. yamgır; Kırg. camgır; Kzk canbır; Yak. samır, sabır; Çuv kumar
(TES: 439).

demi tedric ü tedbir ü başir ü terbiyet bolur

yeŋi ay bedr ü yamgur dürr ü kan müşk ü hacer cevher

(SD: 257)
308
islam üçün leşkerige nusreti birse Huday

bilgüsi yamgur tuman u kar hem boldı savuk

(ŞHD: 80b12)

3.3.7. –gAk

Bu ek genelde üç işleve sahiptir. İlk işlevi fail adları türetmesidir. İkinci olarak alet
adları türetir, üçüncü olarak da hayvan adları türetir. Ramstedt bu ekin kökenini
Moğolcadaki faktitif eki –ga ile eylemden ad yapma eki k’nın birleşimine
bağlamaktadır (Gabain, 1941 (20003), 52). Bu ekle biçimlenen sözcükler Gabain’e
göre Eski Türkçede ‘daima yapan’ anlamında sözcükler türetmiştir. Gabain, yine bu
ekin sık kullanıma sahip olmadığını belirterek Moğolca –ga-g ekine atıfta
bulunmuştur (Gabain, 1941 (20003), 52). Eckmann ise bu ekin düşkünlük ve meyil
bildirdiğini ifade etmiştir (Eckmann, 1966, 61). Marcel Erdal’a göre bu ekin son iki
işlevi anlamsal olarak sınırlandırılır, ancak ilk işlev için bu söylenemez. İlk ve
üçüncü işlev ona göre insanla ilşkilidir. O ayrıca bu ekin alet adları türetme
işlevinden dolayı –gU’dan gelen –gUç ve –gUk gibi bu ekin de fail adı türeten
–gU’dan geldiğini düşünür (Erdal, 1991, 391).

Necmettin Hacıeminoğlu da bu ekin bugünkü yazı dilimizde mevcut olan –an/ -en
ortaç eki ile –cı/-ci addan ad yapım ekinin anlamında eylemden ad türeten bir ek
olduğunu ileri sürmüştür (Hacıeminoğlu, 1996, 19).

Eski Türkçeden şu örnekleri verebiliriz: içkäk ‘vampir’ (< iç- ‘içmek’ -kek) yulgak
‘aydınlık, ışık’ (< *yul-gak < yul-a ‘meşale’ ile aynı kökten), kazguk ‘kazık’ (< kaz-
‘kazmak’ -guk), tirgük ‘direk’ (< *tire- ‘diremek, desteklemek’ -gük) (Gabain, 1941
(20003), 52).

Karahanlı Türkçesinden de bu ekle biçimlenen sözcükler bulabiliriz: bezgek ‘titreme,


titretici sıtma’ (< bez- ‘bezmek’ -gek) (DLT II: 289; DanKelly, 1985, 71), kewgek
‘peltek’ (< kew-gek) (DLT II: 289; DanKelly, 1985, 104), turgak ‘kapıcı, nöbetçi’ (<
tur- ‘durmak’ -gak) (KB: 608, 2536), yatgak ‘muhafız, bekçi’ (< yat- ‘yatmak’ -gak)
(KB: 1606, vs.), azak ‘yolunu şaşıran, baştan savan’ (< az- ‘azmak, sapmak’ -(g)ak)
(KB: 2534, vs), sukak ‘ak geyik’ (< *suk- ‘sokmak, vermek’ -gak, ekin başındaki g
düşmüştür) (KB: 5374).
309
Çağataycada bu ek daha çok eylemden fail adları türetmiştir. Ara sıra Çağatayca
metinlerde bu ekin sıfat, nesne adı ve yer adı türettiği de görülmektedir.

Yer anlamı gösteren batkak ‘bataklık, batak’ sözcüğü bu ekle biçimlenmiş bir
sözcüktür. Lugat-ı Çağatay’da batkak ‘çamurluk, batak yer’ karşılığı verilmiştir.
Ayrıca bu biçimin batkaklık ‘çamur teraküm etmiş yer’, batacak ‘çamurlu göl’
şeklindeki genişlemiş biçimleri de eklenmiştir (LÇ: 66a). Dictionnaire turk-
oriental’de sözcük için batkak ‘bataklık’ kaydı düşülmüş ve batkaklık ‘bataklık’
genişlemiş biçimi verilmiştir (DTO: 145). Sözcüğe taradığımız Çağatayca metinlerde
rastlamadık.

Tarihi Türk dillerinde ‘batak, bataklık’ anlamındaki batkak sözcüğü yerine batıg
(TT VI: 96; DLT I: 371; KutbHŞ: 29) sözcüğü geçmektedir.

itgek ‘keskin’ (< iti- ‘keskinleştirmek’ -gek) sözcüğü de eylemden türemiş bir sıfattır.
Sözcüğe Çağatayca sözlüklerde rastlanmamaktadır. Sözcüğü yalnızca Çağatayca
metinlerden Nevâdirü’n-nihâye’de görüyoruz. Lugat-ı Çağatay ve Senglah’ta bu
sözcükle ilgili olduğunu düşündüğümüz itik ‘ötkin, keskin, sert, tez’ biçimini buluruz
(Seng. 95v19; LÇ: 47a).

Sözcüğe Tarihi Türk dillerinde itgek biçiminde değil de, itik, yitig biçiminde
rastlıyoruz. Sözcüğü Eski Uygurcada yiti ‘keskin’ (U I: 37), yitti ‘keskin’ (U III: 64);
DLT’de yitig ‘keskin’ (DLT III: 18, DLT I: 384; DanKelly, 1985, 228); KB’de yitig,
yiti ‘keskin’ (KB: 329, 927); Harezm Türkçesinde yitig ‘keskin’ (KutbHŞ: 78); Eski
Kıpçakçada ise iti, itti, yeti, yiti, yitig, yitik ‘keskin’ (KTS: 117) biçimlerinde
görülmektedir.

Sözcüğün iti- ‘keskinleştirmek’ eyleminden –gek ekiyle türediği inancındayız, ancak


itig/k ‘keskin, sivri’ sözcüğünden +ek addan ad yapım ekiyle de türemiş olabilir.

kayd kılmaŋ ki cünun silsilesi kaydıda men

kim kése almas anı kılsalar elmas itgek

(NN, 555:3)

Fail adı olan kaçgak ‘firari, kaçak’ (< kaç- ‘kaçmak’ –gak) sözcüğü de bu ekle
türemiş sözcükler arasındadır. Sıfat olan bu sözcük için Çağatayca sözlüklerde

310
kaçgak ‘firari, kaçak, gürizende’ karşılığı verilmiştir (LÇ: 214b; DTO: 394). Sözcük
Senglah’ta da kaçag ‘savaş, hezimet’ biçiminde kaydedilmiştir (Seng. 267v20).
Sözcüğe taradığımız Çağatayca metinlerde rastlamadık.

Çağataycada bu sözcükle aynı anlamda kaçgun ‘firari, kaçak’ sözcüğü de


kullanılmaktadır (Seng. 267v22). Sözcük DLT’de de kaçgın ‘kaçak, firari’ (DLT I:
21, DLT III: 106; DanKelly, 1985, 122) biçiminde karşımıza çıkmaktadır.

Marcel Erdal kaçkak ‘firari, kaçak’ biçiminde verdiği bu sözcüğün de –gAk ekiyle
türeyen biçimlerden olduğunu ifade etmiştir (Erdal, 1991, 392).

tamak: Çağataycada bu ekle biçimlenen diğer bir sözcük de tamak ‘damak’ (< tam-
‘damlamak’ -(g)ak) biçimdir. Dictionnaire turk-oriental’de sözcük için tamak
‘damak’ karşılığı verilmiştir (DTO: 218). Lugat-ı Çağatay’da ise tamak ve tamag
biçimlerinde kaydedilen sözcük için ‘boğaz, damak’ karşılığı verilmiştir (LÇ: 103b).

Eski Uygurcadan beri görülen sözcük DLT’de tamgak ‘boğaz (damak) ve boğaz (ya
da gırtlak)’ şeklinde geçmektedir (DLT I: 469; DanKelly, 1985, 175). Harezm
Türkçesi metinlerinde de sözcüğü tamak ‘boğaz’ biçiminde buluruz (KutbHŞ: 169).
Eski Kıpçakça’da ise sözcüğe damak, tamag, tamak, tamak, tamav ‘damak’
biçimlerinde görülmektedir (KTS: 55).

Sözcük bazı metinlerde ‘boğaz’ anlamının dışında da görülmektedir. Mesela İbnü


Mühenna Lugati’nde ‘küçük dil’ anlamında yer almaktadır (Rif. 140).

Räsänen Uyg.’dan tamgak biçiminde maddebaşı verdiği sözcük için ‘boğaz’


açıklamasını yapmış ve sözcüğün Tarihi ve günümüz Türk dillerindeki biçimlerini
aktarmıştır (VEWT: 460). Sözcük DTS’de tamag I ve tamak biçimlerinde maddebaşı
olarak verilen sözcük için ‘damak; boğaz’ açıklaması verilmiştir (DTS: 329).
Clauson tamgak (d-) biçiminde maddebaşı olarak verdiği sözcüğün tam- ‘damlamak’
kökünden geldiğini, harf. ‘sürekli damlayan’ anlamında, ancak uygulamada ‘boğaz’
anlamında kullanıldığını belirtmiştir. Clauson ifadelerine sözcüğün boguz’un
eşanlamlısı olduğunu da eklemiştir. Ona göre, sözcük bazen anlam genişlemesi
yoluyla ‘nehrin ağzı’ ve ‘yiyecek’ anlamlarında tarihi metinlerde görülmektedir
(EDPT: 505a). Marcel Erdal, Doerfer’le kişisel görüşmelerinde Doerfer’in tamak
sözcüğünün tam- ‘damlamak’ eyleminden geldiğini belirttiğini aktarmıştır. Kendisi

311
de bu görüşe katılmıştır. Ayrıca tamgak sözcüğünün tam ‘duvar’ ile ilişkili
olamayacağını çünkü tam sözcüğünün uzun ünlülü olmasının zor olduğunu ifade
etmiştir (Erdal, 1991, 392).

kuruttı tamakımnı rakib cevri bilen ah

bogzını bıçıp içsem anıŋ kanını kana

(SD: 432)

térgek ‘derlenecek eşya, yük’ (< tér- ‘derlemek’ -gek) biçimi tér- ‘derlemek’
eyleminden türemiş bir nesne adıdır. Çağatayca sözlüklerde sözcük tirgek ve tirkek
biçimlerinde ve ‘eyer keçesi, derlenecek eşya, yük’ açıklaması yapılmıştır (LÇ:
131b; DTO: 254).

tér- ‘derlemek’ kökünden geldiği açık olan sözcüğün DLT’de rastladığımız térgü
‘eyer kayışı’ (DLT I: 428; DanKelly, 1985, 186) sözcüğü ile ilişkili olduğunu
düşünmekteyiz. Bu sözcük Eski Kıpçakçada da dergü, tergü ‘at eyerinin arkası’
(KTS: 59) biçiminde görülmektedir.

Sözcüğün tér- ‘derlemek’ eyleminden –gek ekiyle türediği inancındayız, ancak térig
‘derlenmiş’ sözcüğünden +ek addan ad yapım ekiyle de türemiş olabilir.

derd kök kim div siretler bilendür ol peri

gerçi bar andın melek hayliga dagı térgekim

(BV, 409: 6)

3.4. Diğer Ekler

3.4.1. -gUr

Genellikle düşkünlük bildiren sıfatlar yapan bu ek Eski Türkçe ve Karahanlı


Türkçesinde çok rastlanan bir ek değildir. Karahanlı Türkçesinde bir sözcükte
hayvan adı türettiği görülmüştür. adgır ‘aygır’ (KB: 4064, 4441, 5781) (< *adıgır <
*adı- ‘ayırmak’) (Tekin, 1996, 81-83).

Räsänen gur, gür, kur, kür biçiminde verdiği eki bu ekin ku + r şeklinde açıklamış,
Moğolca’da gar, gir biçiminde yer aldığını ifade etmiştir. O bu ek için

312
Çağatayca’dan kaç-kur ‘çıkmak, gitmek’, toy-gur ‘çabuk doyan’; çık-gur ‘hücum’,
öt-gür ‘sızmış’, uy-gur ‘bağlanmış’ sözcüklerini aktarmıştır (Räsänen, 1957, 130).

Ekin Çağataycada da düşkünlük bildiren sıfatlar yaptığı, olumsuz fiil kök ve


gövdelerine de getirildiği görülür:

çıkgur ‘hücum, saldırı’ (< çık- ‘çıkmak’ -gur) sözcüğüne Çağatayca sözlüklerden
Senglah’ta rastlanmıştır. Çağatayca metinlerde sözcüğe rastlamayız. Çağatayca
sözlüklerde gördüğümüz sözcük için çıkgur ‘hücum, saldırı, uruç, huruç, mütecaviz’
karşılığı verilmiştir (Seng. 219b8; LÇ: 163a).

Çağatayca’dan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde de bu anlamıyla sözcük yer


almamaktadır. Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da sözcük için herhangi bir kayıt
bulamadık.

oyganmagur ‘kolay kolay uyanmayan bir kimse’ (< oyganma- ‘uyanmamak’ -gur)
sözcüğü de bu ekle biçimlenmiş son örneğimizdir. Bu sözcükte de –gUr eki insana
ait bir karakteri belirten farklı bir sözcük gövdesi türemiştir. Sözcüğe Çağatayca
sözlüklerde ve metinlerde çok fazla rastlamıyoruz. Geçtiği yerlerden biri Denison
Ross’un yayımladığı Mabâni’l-Lugat’ttır. (Meb. 19: 31) Dictionnaire turk-
oriental’de ise oyganmagur ‘uyanmayan’ biçiminde kaydedilmiştir (DTO: 87).

Çağatayca’dan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde de bu anlamıyla sözcük yer


almamaktadır. Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da sözcük için herhangi bir kayıt
bulamadık.

ötgür ‘keskin’ (< öt- ‘geçmek, vuku bulmak’ -gür) sözcüğü de –gUr ekiyle türemiş
bir sıfattır. Sözcük Çağatayca sözlüklerde ötgür ‘keskin’ şeklinde geçmektedir (Seng.
62a15; DTO: 44). Sözcüğe ötkür bol- biçiminde Hubbudestan’da rastladık (HD, İSI:
80).

Çağatayca’dan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde de bu anlamıyla sözcük yer


almamaktadır. Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da sözcük için herhangi bir kayıt
bulamadık.

313
taygur ‘kaygan’ (< tay- ‘kaymak’ - gur) sözcüğü de bu ekle biçimlenmiş bir diğer
addır. Çağatayca sözlüklerde taygur ‘kaygan’ şeklinde verilmiştir (Seng. 167a20;
DTO: 211).

Çağatayca’dan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde de bu anlamıyla sözcük yer


almamaktadır. Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da sözcük için herhangi bir kayıt
bulamadık.

tınġur ‘kolayca dinen ve gevşeyen kimse’ (< tın- ‘dinmek’ -gur) sözcüğünde tın-
eyleminden –gUr ekiyle insana ait bir karakteri belirten farklı bir sözcük türemiştir.
Çağatayca sözlüklerde bu sözcük yer almamaktadır. Yalnızca Denison Ross’un
yayımladığı Mabâni’l-Lugat’ta tınġur biçiminde geçmektedir (Meb. 31: 20).

Çağatayca’dan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde de bu anlamıyla sözcük yer


almamaktadır. Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da sözcük için herhangi bir kayıt
bulamadık.

tınmaġur ‘durmayan, dinmeyen’ (< tınma- ‘durmamak’ -gur) sözcüğü bu ekle


türemiş sıfat biçimlerinden biridir. Lugat-ı Çağatay’da tinmagur ‘bikararlık, aramsı’
şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 139a). Dictionnaire turc-oriental’de tıymagur ‘şefkatli;
düşkün; baygın’ kaydı düşülmüştür (DTO: 266).

Çağataycadan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde de bu anlamıyla sözcük yer


almamaktadır. Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da sözcük için herhangi bir kayıt
bulamadık.

her kuruk şah oldı deşt üzre sabadın hulle-puş

tınmagur cismim cünun vadiside ‘uryan henuz

(GS, 215: 3)

toyġur ‘çabuk doyan’ (< toy- ‘doymak’ -gur) sözcüğü de bu ekle türemiş bir başka
sıfattır. Çağatayca sözlüklerde toygur ‘çabuk doyan’ karşılığı verilmiştir (Seng.
188a17; DTO: 250).

Çağatayca’dan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde de bu anlamıyla sözcük yer


almamaktadır. Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da sözcük için herhangi bir kayıt
bulamadık.

314
Yukarıda bu ekin olumsuz fiil kök ve gövdelerine de getirildiğinin görüldüğünü ifade
etmiştik. Aşağıdaki sözcükler buna örnek olarak sunulabilir:

toymaġur ‘doymayan’ (< toyma ‘doymamak’ -gur) sözcüğü için Lugat-ı Çağatay’da
toymagur ‘daimi aç’ şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 129b). Dictionnaire turk-oriental’de
toymagur ‘daima aç olan, doymayan’ kaydı düşülmüştür. (DTO: 251).

Çağatayca’dan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde de bu anlamıyla sözcük yer


almamaktadır. Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da sözcük için herhangi bir kayıt
bulamadık.

bu toymagur közümge durur körmegen kibi

ay tég yüzige niçe ki bu mübtela bakar

(LD: 505)

lutfi kün iltür ay yüzi nezzaresi bile

bu toymagurga kör ki ni vech ma‘aş érür

(LD: 351)

3.4.2. -mAç

Eski Türkçede bulunmayan bu ek Karahanlı Türkçesinden itibaren görülmeye


başlanır. Orta Türkçede çok sık görülemeyen, çok işlek olmayan bir ektir. Genellikle
yemek adları türetir. Räsänen, bu ekin ma + ç biçiminde oluştuğunu ifade etmiştir.
Ahmet Bican Ercilasun ise “-maç / -meç Eki Üzerine” adlı makalesinde ekin –ma/-
me eylemden ad yapma eki ile aş sözcüğünün birleşmesi sonucunda bir ek halinde
kaynaşmasından ortaya çıktığını ileri sürmektedir. Ercilasun, makalesinin devamında
verdiği örneklerden de hareketle, eylemden ad yapan –maç ekinin etimolojik olarak
iki kaynağa dayandığını bunlardan –ma +aş biçiminden gelişen –maç ekinin yalnızca
yemek adları türetmek için kullanıldığını, -maca’dan gelişen –baç ve –maç eklerinin
ise yapılan işi ya da işten etkilenen nesneyi anlattığını ifade eder (Ercilasun, 1973,
83-88). Tietze de ekin –ma / -me sıfat eylem eki ile aş adının birleşimi sonucunda
oluştuğunu belirtmiştir (TETL: 299).

315
Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de bu ekle biçimlenen birkaç sözcük
bulunmaktadır. kagurmaç / kawur-maç ‘kavrulmuş buğday’ (< kagur- ‘kavurmak’ -
maç / kawur- ‘kavurmak’ -maç) (DLT I: 493; DanKelly, 1985, 124), tutmaç
‘Türklerin tanınmış bir yemeği’ (< tut- ‘tutmak’ -maç) (DLT I: 452; DanKelly, 1985,
202) gibi biçimler DLT’de bu ekle biçimlenmiş şekillerdir.

Çağaycada ise bu ek birkaç istisna dışında genelde yiyecek adları türetmiştir. Bu ek


Orta Türkçe metinlerindeki gibi Çağataycada da çok sık kullanılan eklerden biri
değildir, yani çok işlek değildir.

Bu ekle biçimlenmiş sözcüklerden biri ‘bulamaç; bir çeşit un çorbası’ anlamına gelen
bulamaç (< bulga- ‘karıştırmak’ -maç) sözcüğüdür. Bu sözcük için Çağatayca
sözlüklerde bulamac/k ‘asīde ve ‘asīde denilen unla bulanmış aş, umaç, bulamaç’
karşılığı verilmiştir (Seng. 141r19; LÇ: 84; DTO: 174).

Sözcük Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de bulgama ‘yağsız ve tatsız


bulamaç’ (DLT I: 491; DanKelly, 1985, 80), Harezm Türkçesinde bulamak
‘bulamaç’ (Nehc. 107/14); Eski Kıpçakçada ise bulamaç, bulgamaç ‘bulamaç, un
çorbası’ (KTS: 37) biçimlerinde görülmektedir.

Günümüz Türk dillerinde de yaşayan bir sözcüktür. Kırg. bulamık ‘bulamaç’ (KırgS:
143), Tat. bolamık ‘onnı suga yakş sötkä bolgatıp pişirilgän yarım sıyık aşamlık”
(TTAS I: 176), Bşk. bolamık ‘Ondan-ğına bolğatıp bişirgän sıyık butka hımak aş’
(BşkTH I: 153), Özb. bulamik ‘balalar üçün un bilän sütdän tayyarlänädigän
ätäläsiman avkät’ (UTİL I: 148), YUyg. bulamak ‘boltuşka s myasom’ (Tenişev,
1990, 32), Tkm. bulamak ‘Una yağ garılıp bişirilyän go ı naxar’ (TkmDS: 113), Tü.
bulamuk → bulambaç ‘1. Bulamaç, koyu un çorbası, 2. Un ve pekmezle yapılan
helva, 3. Şişlere ve yaralara konulan lapa’ (DS II: 786), bulamaç (II) ‘1. Hayvanlara
verilen sulu yem, 2. Koyun ve keçi sütünden yapılan bir çeşit yemek’, bulama (I) ‘1.
Koyunun, ineğin ilk koyu sütü, ağız, 2. Ağız kaynatılarak yapılan yemek, 3. Ağızın
bitip sütün başladığı sırada inekten alınan koyu süt, 5. Kaynamış ve çökmüş süte
yumurta koyarak yapılan yemek …’ (DS II: 785).

Sözcüğün kökü etimolojik sözlüklerde bulga- ‘bulandırmak, karıştırmak’ biçiminde


geçmektedir (TMEN II: 769; DTS: 122; EDPT: 338a; DanKelly, 1985, 80). Doerfer

316
sözcüğün Balkan dillerinde Türkçeden alıntı olarak bulunduğunu aktarmıştır (TMEN
II: 769).

Türkçe ayturlar. Ve yana ba‘zı yémeklerdin kaymag ve katlama ve bulamag ve kurut


ve olaba ve mantu ve kuymag ve örgemeçni hem Türkçe ayturlar. Yana tutmaç ve
umaç ve kömeç ve talgannı hem Türkçe ayturlar

(ML: 777b9-11)

Bu ekle biçimlenmiş sözcüklerden bir diğeri de ‘kavurma, kavrulmuş et’ anlamına


gelen kavurmaç (< kagur- ‘kavurmak’ - maç) sözcüğüdür. Çağatayca sözlüklerde
sözcük için kavurmaç ‘kavurma, kavrulmuş et’ karşılığı verilmiştir (LÇ: 224b; DTO:
412).

Sözcük Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de de kagurmaç ve kavurmaç


‘kavrulmuş buğday’ şeklinde geçmektedir (DLT I: 493; DanKelly, 1985, 124).
Kıpçakça metinlerden Kitâbü’l-İdrâk Li-Lisânî’l-Etrâk ve Kitâb-ı Mecmu-ı
Tercümân-Türkî ve Acemî ve Mugâli’de ‘yağda kızartılmış et parçası’ anlamıyla
geçmektedir (KTS: 132).

DTS’de kawurmac ‘bugday yagda kavrularak hazırlanan yiyecek’ açıklaması


verilmiştir (DTS: 438). EDPT’de kagur- eyleminden getirilen sözcük için
‘kavrulmuş buğday’ anlamı verilmiştir (EDPT: 613a). DanKelly’de
kagurmac~kawurmac biçiminde maddebaşı verilen sözcük *kag- ~ kaw- köklerine
dayandırılmıştır (DanKelly, 1985, 124). TS’de kavurmaç ‘hlk. kavrulmuş bugday’
(TS: 1112) şeklinde kaydedilmiştir. SDD ve SD’de de bulunan kavurga, kavurmaç
sözcügüyle yakın anlamlarda kullanılmaktadır (SDD 2: 851; DS VIII: 2663).

hırmen yeride tezerv ü durrac

yer tabesidin térip kavurmaç

(LM: 2052)

örgemeç: Bu ekle biçimlenmiş bir diğer sözcük yine bir yemek adı olan ve ‘işkembe
ve bağırsaktan yapılan bir yemek’ anlamına gelen örgemeç (< örge-meç) sözcüğüdür.
Sözcüğe Çağatayca sözlüklerde rastlamadık.

317
Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde de bulamadığımız bu yemek adı bazı Türk
dillerinde yaşamaktadır. Alt. yörgöm ‘koyun işkembesinden yapılan bir yemek’ (Wb
III: 449), Kırg. cörgöm ‘uzunca parçalar halinde doğranmış ve bağırsaklarla sarılmış
olan ciğerden ve işkembeden yapılmış olan aş’ (KırgS: 229), Kzk. cörgem ‘bağırsak,
bir boğum’ (KazTS: 106).

Sözcüğün kökü konusunda etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık.

Türkçe ayturlar. Ve yana ba‘zı yémeklerdin kaymag ve katlama ve bulamag ve kurut


ve olaba ve mantu ve kuymag ve örgemeçni hem Türkçe ayturlar.

… Yana tutmaç ve umaç ve kömeç ve talgannı hem Türkçe ayturlar

(ML: 777b9-11)

Çağataycada bu ekle türemiş diğer yemek adları şunlardır:

bazlamaç ‘bir yemek adı’ (< bazla - maç) sözcüğü de yine aynı ekle türemiş bir
yemek adıdır. Çağatayca Sözlüklerden Dictionnaire turk-oriental’de sözcük için
bazlamaç ‘mayasız ekmek’ karşılığı verilmektedir (DTO: 146).

bazlama adında ‘saç ekmeği, pide; tatlısı bol, kalın gözleme’ anlamında bir yemek
adının da olması sözcüğün bazla-ma + aş şeklinde türediği iddiasını
güçlendirmektedir.

Sözcük Eski Kıpçakçada bazlamaç ‘sacda pişirilen kalın yufka’ biçiminde


görülmektedir (KTS: 26). Günümüzde de yaşamayı sürdüren bir sözcüktür. DS’de
‘saç ekmeği’ olarak tespit edilmiştir (DS: 587-589).

tutmaç ‘şehriye, tel şehriye’ (< tut- ‘tutmak’ -maç) sözcüğü de bu ekle türemiş bir
sözcüktür. Çağatayca sözlüklerde tutmaç ‘şehriye, tel şehriye’ şeklinde açıklanmıştır
(Seng. 169a12; LÇ: 114a).

Ağızlarda hâlâ dutmaç olarak da kullanılmaktadır. Karahanlı Türkçesinde tutma aç


‘tutmaç’ (DLT IV: 661; DanKelly, 1985, 202) ve tutmaç (DLT IV: 662; DanKelly,
1985, 202 ) olarak geçmektedir. Eski Kıpçakçada da tutmaç ‘et suyuna atılan hamur
parçaları, bir tür tel şehriye çorbası’ biçimi yer almaktadır (KTS: 285).

Doerfer dilmaç'taki -maç ekini tutmaç’taki -maç ekiyle birleştirmiştir. Ayrıca


Doerfer sözcüğün Türkçeden Farsça, Arapça ve Rusçaya alıntılandığını aktarmıştır

318
(TMEN II: 876; 1010). Sözcük Türkçeden Farsça, Rusça gibi komşu dillere de
geçmiştir. Räsänen sözcüğün tut- ‘tutmak’ kökünden geldiğini ifade etmektedir
(VEWT: 502). Sözcük DTS’de tutmaç ‘tutmaç adı verilen hamurlu, bir tür erişte
yemeği’ şeklinde kaydedilmiştir (DTS: 592). Clauson da sözcüğün -maç ekiyle
türediğini belirtmiştir (Clauson, 1962, 152). DanKelly’de sözcük tutmaç < tutma aç
(tut-) ‘bir yemek türü’ biçiminde verilmiştir (DanKelly, 1985, 202).

SDD’de de tutmaç ‘gayet küçük ve dört köse hamurdan yapılan yogurtlu, mercimekli
yemek, çorba’ (SDD 3: 1401), dutmaç ‘ince ince kesilen hamurdan yapılmış bir çesit
çorba’ (SDD 1: 477), dutmeç ‘müselles veya murabba şekillerinde kesilip yapılan bir
tür hamur yemeği’ (SDD 1: 477) şeklinde açıklanmıştır. DS’de tutmaç ‘1. Küçük,
dört köşe kesilerek kurutulmuş hamur ve mercimekle pişirilen bir çeşit yoğurtlu
çorba, 2. kurumuş yufka, 3. Kesilmiş hamur içine kavurma konularak yapılan bir
çeşit çorba’ (DS X: 4000), dutmaç ‘1.İnce ince kesilen hamurdan yapılmıs çorba, 2.
Ufak ufak kesilmiş haşlandıktan sonra pişmiş mercimek ve sarımsakla yogurtla
karıştırılarak yapılan yemek’ (DS IV: 1613) açıklamaları yapılmıştır. TS’de ise
sözcük tutmaç ‘hlk. dört köşe kesilmiş küçük hamur parçalarından yapılan yoğurtlu
çorba’ şeklinde açıklanmıştır (TS: 2012).

Türkçe ayturlar. Ve yana ba‘zı yémeklerdin kaymag ve katlama ve bulamag ve kurut


ve olaba ve mantu ve kuymag ve örgemeçni hem Türkçe ayturlar. … Yana tutmaç ve
umaç ve kömeç ve talgannı hem Türkçe ayturlar

(ML: 777b9-11)

Bu ek yemek anlamı dışında başka anlamlarda sözcükler de türetmiştir.

Bu biçimle türemiş farklı bir sözcük kıymaç ‘şaşı göz’ (< kıy- ‘kıymak’ -maç)’tır.
Bu sözcüğe Nevadirü’n-Nihale’de ve Atayi Divanında rastladık. kıymaç için
Çağatayca sözlüklerde ‘şaşı göz’ karşılığı verilmiştir (Seng. 300r2; DTO: 451).

Sözcük Karahanlı Türkçesinden itibaren görülmektedir. Karahanlı Türkçesi


metinlerinden DLT’de sözcük ‘kıymaç börk (keçi kılından yapılmış beyaz şapka)’
şeklinde açıklanmış ve Çiğil şivesine ait olduğu kaydı düşülmüştür (DLT III: 175;
DanKelly, 1985, 139).

DTS’de sözcük kıymaç ‘şaşı göz’ şeklinde açıklanmıştır (DTS: 442). Clauson kıymaç
(kıdmaç) biçiminde maddebaşı olarak verdiği sözcüğü kıy- (kıd-) ‘kökünden
319
getirmiştir (EDPT: 677b). Kemal Eraslan Atayi Divanı’ndan parçalar yayımladığı
makalesinde kımaç biçiminin kıymaç biçiminden ses erimesi yoluyla ortaya çıktığını
belirtmiştir (Eraslan, 1987, 113-164).

köŋülni kıydı anıŋ gamzesi vü kılmadı rahm

kıya kıya bakıban ol éki közi kıymaç

(NN: 172: 2)

Atayi sévgeli ahu közüŋni

anı sayd étmedi hiç közi kımaç

(AD: 37)

soymaç ‘soymaç oyunu’ (< soy- ‘soymak’ -maç) sözcüğü de bu ekle türemiştir. Atayi
Divanında rastlarız. Sözcük –mAç ekiyle türemiş farklı bir addır ve aşağıdaki beyitte
sözcüğün bir yemek adı değil de bir oyun adı olduğu anlaşılmaktadır.

Çağatayca’dan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde de bu anlamıyla sözcük yer


almamaktadır. Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da sözcük için herhangi bir kayıt
bulamadık.

gülistanda çıkar piraheniŋni

saba tig gonçe birle oyna soymaç

(AD: 33)

3.4.3. -(A)v

Eski ve Orta Türkde görülmeyen bu ek Çağataycada seyrek olarak görülür: Bu ekin


daha çok topluluk adları ve farklı ad biçimleri türettiği görülür. Bu ek -AgU ekinden
gelişmiş bir ektir. Bu ekin kaynaşma neticesinde -av/-ev olduğu düşünülmektedir.

bilev ‘bileği’ (< bile- ‘bilemek, keskinleştirmek’- v) sözcüğünde bu ek bir alet adı
türetmiştir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde bilev ‘bilegü taşı, kırak’ şeklinde
açıklanmıştır (Seng. 149b9; LÇ: 93b; DTO: 189).

320
Sözcüğe Tarihi dönemlerden Karahanlı Türkçesinde bilegü ‘bileği taşı’ (DLT I: 447;
DanKelly, 1985, 73); Kıpçakça’da bilegi, bilegü, bilev, bilevi, bilevü ‘bileği, bileği
taşı’ biçimlerinde görülür (KTS: 31).

DTS’de bilegü biçiminde verilen sözcük ‘bileği taşı’ şeklinde açıklanmıştır (DTS:
99). Clauson bilegü sözcüğünün bile- ‘bilemek, keskinleştirmek’ eyleminden
türediğini belirttikten sonra ‘bileği taşı’ karşılığını vermiştir. Clauson bile- eylemini
de bi ‘bıçak’ sözcüğüne dayandırmıştır (EDPT: 341b). DanKelly’de de sözcük bile-
‘bilemek, keskinleştirmek’ eylemine bağlanmıştır (DanKelly, 1985, 73).

bütev ‘bütün, hep’ (< büt- ‘bitmek, sona ermek’ -ev) sözcüğü büt- ‘bitmek, sona
ermek’ eylemine -ev ekini eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Yukarıda da belirtildiği
gibi -AgU eki kaynaşma neticesinde –av/-ev biçimini almıştır. Sözcüğün asıl biçimi
bütegü olmalıdır. Sözcük bütegü ‘bütün, hep’ biçiminde de görülmektedir.
Dictionnaire turc-oriental’de sözcük için bütev ‘bütün, tam, eksik olmayan’ karşılığı
verilmiştir (DTO: 161).

Çağatayca’dan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde de bu anlamıyla sözcük yer


almamaktadır. Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da sözcük için herhangi bir kayıt
bulamadık.

tartıban tig-ı cefa bagrımnı yüz çak éyledi

bardı ol kim dér édiler él mini bagrı bütev

(FK, 532: 2)

kılav ‘kılınacak; bahadır, keskin, parlatılmış’ (< kıl- ‘kılmak’ -av) sözcüğü de kıl-
‘kılmak’ eylemine -ev ekini eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Aynı anlamdaki
kılagu ‘bahadır, keskin, parlatılmış’ biçimi de Çağataycada görülmektedir. Lugat-ı
Çağatay’da sözcük için kılav ‘bahadur, parlak, keskin’ anlamı verilmiştir. Bu
biçimden türemiş kılavlamak ‘perdaz vermek’ biçimi de Lugat-ı Çağatay’da
kaydedilmiştir (LÇ: 248b). Dictionnaire turk-oriental’de ise kılav ‘cesur; iyi bir
insan; pırıl pırıl; keskin; bir atın ağzından ya da sığır etinden ortaya çıkan zararlı bir
madde’ anlamlarıyla aktarılmıştır (DTO: 450).

321
Çağatayca’dan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde de bu anlamıyla sözcük yer
almamaktadır. Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da sözcük için herhangi bir kayıt
bulamadık.

tamug şu‘lesi barça rengin yalav

bilinip yalav cilesidin kılav

(Sİ: 2055)

Bu ekle türemiş sözcüklerden biri de Çağatayca sözlüklerden Kelürname’de


rastladığımız küyev ‘damat, güvey’ (< *küde-gü) sözcüğüdür. Bu sözcüğe
taradığımız Çağatayca metinlerden Leyla vü Mecnun ve Tarih-i Enbiya ve
Hükemâ’da rastlıyoruz. Çağatayca sözlüklerden Senglah’da da küyev ‘damat, güvey’
şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 311r8).

Sözcüğün Eski Türkçedeki biçimi küdegü şeklindedir. Bu ekin -AgU ekinden


çıktığını başta söylemiştik. Sözcük etimolojik sözlüklerde *küde- biçiminde bir köke
dayandırılmış ve gelişimi * küde-gü şeklinde açıklanmştır (VEWT: 306; EDPT:
703a). Mustafa Kaçalin sözcüğü Çağ. (< Moğ.) kuda, kudagu biçimleriyle
karşılaştırır ve sözcüğün küdegü < küde + gü biçiminde gelişmiş olabileceğini
aktarır. Ayrıca TZ’deki küye ‘kayın ana’ biçimiyle karşılaştırır (Kaçalin, 2006, 122).

çün mihr kélin kibi yaşundı

tün yerge küyev kibi yükündi

(LM: 2677)

nevfel körüben bu turfe halat

kız bile küyev ara makalat

(LM: 2723)

saklav ‘bekçi, gözcü’ (< sakla- ‘tehlikeden korumak, saklamak, kollamak’ -v)
sözcüğünde ek bir meslek adı türetmiştir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde saklav
sözcüğü için ‘rehin; asija-i vustada hükümdarlarının hizmet içün hazir bulundukları
bir mevkidir; mabejn odası, saklanılacak mahal’ şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 181a;
DTO: 338).

322
Çağatayca’dan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde de bu anlamıyla sözcük yer
almamaktadır. Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da sözcük için herhangi bir kayıt
bulamadık.

taşda saklav yörüte başladılar

aŋdıp ol ilni tuta başladılar

(ŞN1: 1168)

yasav ‘dizi, sıra; düzen, nizam’ (< yasa- ‘yapmak’ -v) sözcüğünde ek topluluk adı
türetmiştir. Çağatayca sözlüklerde yasav ‘saf, dizi, tertip, nizam’ açıklaması
verilmiştir (Seng. 332a4; LÇ: 293b).

yasav sözcüğünün yasagu biçimi de görülmektedir. Sözcüğün kökeni Moğ.’da casa-


‘düzenlemek, tanzim etmek, yapmak, süslemek’ biçiminde yer almaktadır. Räsänen
sözcüğün kökünü yasa- eylemine dayandırmış ve Moğolca casa- ‘düzenlemek,
iyileştirmek’ biçiminde Türkçeye geçmiş olduğunu ifade etmiştir (VEWT: 191).
DTS’de ise sözcüğün kökü yasa- ‘düzenlemek, iyileştirmek, imar etmek’ şeklinde
kaydedilmiştir (DTS: 245). Clauson da sözcüğün kökünü yasa- ‘düzenlemek, tanzim
etmek, yapmak’ eylemine dayandırmış, Türkçede 13 ya da 14. yy’a kadar
görülmediğini belirtmiştir (EDPT: 974a).

Çağatayca’dan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde de bu anlamıyla sözcük yer


almamaktadır. Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da sözcük için herhangi bir kayıt
bulamadık.

3.4.4. -(A)vul

Bu ek eylem kök ve gövdelerine gelerek genellikle topluluk adları türeten Moğolca


asıllı -GUl ekidir. Eski ve Orta Türkçede bulunmayan bu ek daha çok Moğolca
sözcüklere eklenir. Ayrıca bazen de Türkçe sözcüklere getirildiği görülür.
Çağataycada kullanım alanı çok geniş olmayan bu ekin daha çok meslek adları
türettiği görülmektedir. Ancak istisnalara da rastlanmaktadır.

Doerfer, TMEN’de Moğ. -gul /-gül şeklinde yer alan ekin topluluk adları teşkil
ettiğini belirttikten sonra karagul ‘bekçi; müfreze, posta; keşif yolu’, yasavul
‘muhafız’, örneklerini aktarır. Ayrıca Çağataycaya -AvUl biçiminde geçtiğini ve
üretici bir ek olduğunu da belirtmektedir. Doerfer Çağataycadan da kebtevül ‘gece
323
muhafızı’, hirevül ‘öncü bölüğü’, yortavul ‘akıncı’ örneklerini vermiştir (TMEN I:
33). Eckmann da bu ekin Moğolcadan alıntı olduğunu belirtttikten sonra bazen
Türkçe sözcüklere gelerek yeni sözcükler türettiğini ifade etmiştir (Eckmann, 1966,
?).

bökevüllük: Bu ekle biçimlenmiş sözcüklerden biri bökevüllük ‘hükümdara çıkan


yemeği kontrol etme görevi’ (< böke- ‘kontrol etmek’ –vül+luk) sözcüğüdür. Bu
biçim ekin +lIk eki ile genişlemiş biçimidir. Sözcük Çağatayca sözlüklerde bekevül,
bökevül biçimlerinde ve ‘çaşnī-gīr, han-salar-ra guyend ki … mu’ellif-i Ferheng-i
Cihangīrī der beyanı ma‘na salar-han gufte ki çaşnīgīr başed ki anra be-Türkī tüşimel
ve be-Hindī bekevül guyend’ anlamıyla kaydedilmiştir (Abuş. 127; Seng. 126r27;
LÇ: 83b).

TMEN’de sözcük bökevül ‘Hakanın yemeklerini tadan; orduda levazım subayı’


şeklinde açıklanmıştır (TMEN II: 755). Ayrıca TMEN’de bögevül biçimi ve
‘jandarma’ açıklaması da yer almaktadır. (TMEN II: 757). Babürname’nin Arat
yayınında Arat, sözcüğü bekâvul ‘yemek tadan, çeşnigir ve buradan bekâvulluk ve
hassa bekâvulluk; bavurçılık’tan daha yüksek bir derece olup, hükümdarın
mutbahında çalışan ve bilhassa yemeklere zararlı şeylerin katılmamasına nezaret
eden memurların ünvanıdır’ şeklinde açıklamıştır (AratBN: 590).

Çağatayca’dan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde de bu anlamıyla sözcük yer


almamaktadır. Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da sözcük için herhangi bir kayıt
bulamadık.

bavurçılık martabasıdın hassa bökevüllük martabasıga yétkürüp érdim

(BN: H151b3)

çagdavul: Bu ekle biçimlenmiş sözcüklerden biri de çagdavul ‘ordunun arkasından


giden bölük’ (< Moğ. çagda- ‘arkadan gelmek’ -vul) sözcüğüdür. çagda- eyleminden
türemiş bir askeri terim adıdır. Senglah’ta çagdavul ‘hucī-ra guyend ki leşker-ra
berunend ve vakt u ez-atraf-ı leşker-i haberdar başend ve tılaye darı kunend … ve
anra çandavul hem guyend’ şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 206v18). Abuşka’da ise
çagdavul ‘leşkerde ard sürücüye dirler’ ve çındavul ‘Tundar erine dirler ki asker
adında turur’ şeklinde verilmiştir (Abuş. 227). Lugat-ı Çağatay’da çagdavul ‘cunud
324
pīdarı, ordunuŋ arkasında giden bölük, ‘asker ve salar sipah, çandavul, mukabil-i
karavul’ (LÇ: 147a); çandavul ‘askeriŋ zahrınca gelen bölük muhafızı, dumdar ve
yasakçı, gerü ve pesmande kalan almanı toplayıcı, karavul, çendekçi’ (LÇ: 153a);
çındavul ‘geceleyin orduyu li-ecli’t-tefrīş gezen kol; ‘ases ve şeb-gerd koşun’’
şeklinde açıklanmıştır (LÇ: 164b). Dictionnaire turk-oriental’de ise sözcük çagdavul
‘askerin arkasından giden koruyucu, gözcü kol’ şeklinde aktarılmıştır (DTO: 277).
Kowalewski’de Moğ. çagdagul sözcüğü ‘gözcü, nöbetçi’ < çagda-gul ‘gözcü,
nöbetçi’ şeklinde ifade edilmiştir (Kow: 2110).

Çağataycadan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde de bu anlamıyla sözcük yer


almamaktadır. Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da sözcük için herhangi bir kayıt
bulamadık.

dahı bilgil uşbu yatak yahşı

oklamasa çagdavul köpdin ozar

(ŞHD: 50a13)

uş bu sözler bile ol yurtavul

salıban ilgeri soŋ çagdavul

(ŞN2: 2489)

çapavul ‘çapul, yağma’ (< çap- ‘yağmalamak’ -avul) sözcüğü çapa- ‘yağmalamak’
eylemine -vul ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Çağatayca sözlüklerden
Dictionnaire turc-oriental’de çapavul ‘yağma, çapul, istila’ biçiminde görülmektedir
(DTO: 271).

Doerfer sözcüğün kökenini çap- ‘vurmak, kesmek; sürmek; seğirtmek, (at)


koşturmak’ köküne dayandırmıştır (TMEN III: 1063). TETL’de ‘düşman arazisini
talan eden cenkçi, akıncı’ şeklinde açıklanmıştır (TETL: 475).

Çağatayca’dan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde de bu anlamıyla sözcük yer


almamaktadır. Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da sözcük için herhangi bir kayıt
bulamadık.

dakavul ‘maiyet, alay, hizmetçi, uşak’ (< daka- ‘hizmet etmek’ -vul) sözcüğü Moğ.
dagagul sözcüğüdür. Kowalevski bu sözcük için ‘hizmetçi, yerli hizmetçi; rehber;
325
sürücü; taraftar’ karşılığını vermiştir (Kowalewski, 1844-49, 1574). Ramstedt
sözcüğünün kökünü daha- biçiminde vermiştir (RKWb: 72b).

Çağatayca’dan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde de bu anlamıyla sözcük yer


almamaktadır. Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da sözcük için herhangi bir kayıt
bulamadık.

andak ki hirevül ve karavul ve çangdavul ve yangavul ve sözevül ve tapavul, kitpevül


ve bökevül ve şigavul ve dakavul kim alar mundın ‘aridürler

(ML: 778a6-7)

daptavul ‘demirci, vurucu’ (< Moğ. dapta- ‘vurmak’ -vul) sözcüğü Moğ. dabtagul
sözcüğünün Çağataycadaki biçimidir. Sözcüğe Çağatayca sözlüklerde rastlamadık.
Sözcük, Sema Barutçu Özönder tarafından yayımlanan Muhakemetü’l-Lugateyn’in
dizininde geçmektedir, ancak metinde bu sözcüğe rastlamadık.

Sözcük Moğ. dabta- eyleminden -vul eki ile türemiştir. Ramstedt de sözcüğün
kökünü dapta- ‘vurmak, çekiçle dövmek, çekiçle vurmak’ şeklinde vermiştir
(RKWb: 77a). Kowelewski’de ise sözcüğün kökeni dabta- ‘dövmek; düzleştirmek;
mec. tekrarlama, ısrar etmek’ şeklinde açıklanmıştır (Kowalewski, 1844-49, 1609).
Sözcüğün kökü Radloff’ta tapta- ‘(Kzk., Alt., Tel., Sag., Kaç., Koyb., Kir., Kom.) 1.
ezmek, bir şeye karşı çıkmak için ayağıyla gitmek); 2. (Kzk.) birlikte basmak,
tırpanlamak; 3. (Kırg.) çekiçle dövmek; 4. genişçe vurmak, vurmak; 5. (Küer.)
seyrek vurmak, sertçe vurmak’ şeklinde açıklanmıştır (Wb III: 955).

Çağatayca’dan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde de bu anlamıyla sözcük yer


almamaktadır. Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da sözcük için herhangi bir kayıt
bulamadık.

hirevül ‘harpte ön safta savaşan kıta, öncü; öncü bölüğü, ileri kol’ ( < Moğ. iregül,
ire’ül) sözcüğü –vül ekiyle türemiş bir başka addır. Çağatayca sözlüklerde herewül,
hirevül, erevül, irevül biçimlerinde ve ‘be ruzen karavul-ra guyend ki der-vakt-i
hareket-i leşker ez ‘ekab-i hasm der meyane mī-refte başed ve anra herevül nīz
hvanend; talī‘a, mukaddem, el-ceyşu pīş ceng’ şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 329v9,
Seng. 323v10; Abuş. 386; LÇ: 287a; DTO: 10; DTO: 515; DTO: 102).

326
Sözcük Radloff sözlüğünde de herevül ‘(Osm.) öncü bölüğü, devriye’ (Wb II: 1784);
araul ‘(Çağ.) nöbetçi, bekçi, öncü kolu’ biçimleri verilmiştir (Wb I: 249).
Babürname’nin Arat yayınında sözcük irevül ‘öncü, öncü bölüğü, öncü kolu, ileri
kol; harp safında bulunan ordunun en öndeki kısmı. Bu isim altında toplanan
kuvvetler, ayrı bir teşkil olmasına rağmen, ordunun merkez ile sıkı bir şekilde bağlı
ve vaziyete göre, merkezin aleyhine olarak, mühim kuvvetleri kendinde toplamıştır’
şeklinde bir açıklamayla verilmiştir (AratBN II: 614).

Çağatayca’dan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde de bu anlamıyla sözcük yer


almamaktadır. Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da sözcük için herhangi bir kayıt
bulamadık.

andak ki hirevül ve karavul ve çangdavul ve yangavul ve sözevül ve tapavul, kitpevül


ve bökevül ve şigavul ve dakavul kim alar mundın ‘aridürler

(ML: 778a6-7)

karavul ‘öncü’ (< kara- ‘bakmak’ - vul) sözcüğü de bu ekle biçimlenen diğer bir
sözcüktür. Çağatayca sözlüklerde karagul ve karavul biçimlerinde verilen sözcük
‘muhaffef-i karagul … dīdeban, karagul, dīdeban, gezici, tolaşıcı, pasban, nigehban,
bekçi ‘asker kolı’ şeklinde kaydedilmiştir (Seng. 271v15; LÇ: 216b; DTO: 398).
Sözcüğe Arat tarafından yapılan Babürname yayınında da rastlanmıştır: karavul
‘gözetçi, bekçi; ordunun ani bir baskına uğramaması için, ordugâhın etrafına
çıkarılan müfreze, posta; keşif kolu’ (AratBN II: 615).

TMEN’de de sözcük karavul ‘bekçi, gözetleyici’ şeklinde kaydedilmiştir (TMEN I:


276). Sözcük günümüz Türk dili ve lehçelerinde yaşamaktadır.

Sözcük Eski Kıpçakçada da karakul, karavul, karavulu ‘karakol’ biçimlerinde


görülmektedir (KTS: 127).

kaş üze hal béyik yirde boluptur karavul

‘akl u his haylını urmakka karakçı karagı

(FK, 667: 3)

Tugrul Big sékiz miŋ kişi birlen yolnıŋ bir yanında turdı takı uzak karavul saldı

(ŞTe: 96a8)
327
kırgavul ‘sülün’ (< *kırga-vul) sözcüğü Moğ. kirgagul ‘sülün’un Çağataycadaki
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde kırgavul ‘sülün, yabani tavuk’ biçiminde
geçmektedir (LÇ: 244b; DTO: 446).

Doerfer sözcüğün Türkçeden Farsçaya karkavul ve Moğolcaya hurha’ul


biçimlerinde geçmiş olabileceğini belirtir. Bu sözcük için görüş bildiren Bang ise
sözcüğü yansımalı bir biçim olarak açıklar ve Türkçe kırk- eylemine bağlar ve de
kırkagul ‘bileyici, bıçkakçı’ anlamını verir. Doerfer ise -gul ekinin Moğolca
olduğunu ve salt yansıma açıklamasının yetersiz olduğunu belirterek Bang’ın
görüşüne katılmadığını açıklar (TMEN III: 1464).

Denison Ross ise kırgavul sözcüğünü kirgul sözcüğünün altında açıklar. Ross,
sözcüğün sülünler için genel bir ad olduğunu belirtir. Ona göre, kirgul çuko’ya
benzer, kuyruğu uzun bir kuştur; erkeğinin pırıl pırıl parlak tüyleri vardır, dişisi ise
sarımsı renktedir. Mançu yazıçevrimine göre telaffuzu qirghul’dur, ancak daha çok
görülen biçimleri qirghaul ve qirghaval biçimleridir (Ross, 1994, 40 [Ölmez, Z.,
1996, 285]).

Çağatayca’dan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde de bu anlamıyla sözcük yer


almamaktadır. Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da sözcük için herhangi bir kayıt
bulamadık.

Sözcük günümüz Türk dillerinin bazılarında yaşamaktadır. Az. kırkaul, Kırg. kırgol,
kırkol, Kaz. kır-gawıl. Türkiye Türkçesinde daha çok sülün adı kullanılır (TES: 238).

kele turur érdim sunıŋ yakasında kördüm ki bir şagal bir kırgavulnı aldı

(ŞTe: 76a8)

agaç birlen şagalnı urdum érse kırgavulnı taşlap kaçtı

(ŞTe: 76a9)

sözevül ‘sefer ilancısı, savaş için askeri ilan yoluyla toplayan, kaçakları tabur veya
fırkasına irca eden memur’ (< söz ‘söz’ + evül) sözcüğünde ek addan ad yapan bir ek
gibi görünmektedir. Çağatayca sözlüklerde sözevül ‘firarīleri taburına ve firkasına
irca‘ etmek üzere me’mur olan kimse’ şeklinde açıklanmıştır (Abuş. 289; LÇ: 190a;
DTO: 355). Radloff sözlüğünde sözeül biçiminde ‘haberci’ (Wb IV: 587),

328
Vámbéry’de de sözeül ‘haberci’ açıklamalarına yer verilmiştir (Vámbéry, 1867,
297).

Çağatayca’dan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde de bu anlamıyla sözcük yer


almamaktadır. Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da sözcük için herhangi bir kayıt
bulamadık.

andak ki hirevül ve karavul ve çangdavul ve yangavul ve sözevül ve tapavul, kitpevül


ve bökevül ve şigavul ve dakavul kim alar mundın ‘aridürler

(ML: 778a6-7)

şigavul ‘mihmandar, teşrifatçı’ (< şiga- ‘korumak, mihmandarlık etmek’ - vul)


sözcüğü ise Moğ. *şigagul sözcüğünün Çağataycadaki biçimidir. Sözcük için
Çağatayca sözlüklerde şıgavul ‘mihmandar, konukçı, teşrifatçı, mihmandar,
Türkistanda bir rütbe ismidür, sofra maslahat ve eşikdarı’ şeklinde bir karşılık
verilmiştir (Seng. 260r28; Abuş. 297; LÇ: 205a; DTO: 380).

Radloff’un sözlüğünde sözcük için şigavul ‘(Çağ.) Şive ve Hokand’da bir


mihmandar; teşrifatçı’; şagaval ‘(Çağ) Ortaasyada bir rütbe’ kaydı düşülmüştür (Wb
IV: 1067). TMEN’de ise Doerfer sözcük için şikavul ‘mihmandar’ açıklamasını
getirmiştir (TMEN I: 232).

Çağatayca’dan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde de bu anlamıyla sözcük yer


almamaktadır. Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da sözcük için herhangi bir kayıt
bulamadık.

andak ki hirevül ve karavul ve çangdavul ve yangavul ve sözevül ve tapavul, kitpevül


ve bökevül ve şigavul ve dakavul kim alar mundın ‘aridürler

(ML: 778a6-7)

tapavul ‘hizmetkar; öncü, keşifçi’ (< tap- ‘bulmak’ -avul), Tü. tap- ‘bulmak’ ya da
tap- ‘hizmet etmek’ eylemlerinden -avul eki ile biçimlenmiş bir sözcüktür. tap-
‘hizmet etmek’ eylemine göre (1 tap-, EDPT: 435a) ‘hizmetçi’; ‘bulmak’ eylemine
göre (2 tap-, EDPT: 435b) ‘öncü, keşifçi’ anlamlarına gelmektedir.

329
Çağatayca’dan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde de bu anlamıyla sözcük yer
almamaktadır. Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da sözcük için herhangi bir kayıt
bulamadık.

andak ki hirevül ve karavul ve çangdavul ve yangavul ve sözevül ve tapavul, kitpevül


ve bökevül ve şigavul ve dakavul kim alar mundın ‘aridürler

(ML: 778a6-7)

yaŋavul ‘hudut muhafızı’ (< yan ‘yan, kıyı, kenar’ +avul) biçimi yan ‘yan, kıyı,
kenar’ sözcüğünden +vul eki ile türemiş bir biçimdir. Sözcüğe Çağatayca sözlüklerde
rastlamadık. Bu ek aslında eylemlere gelen bir ektir. Ancak bu sözcükte ve sözevül
sözcüğünde bir istisna olarak ada gelmiş ve yeni sözcükler türetmiştir.

Özönder’e göre Moğ. kökenli –vUl eki benzetme yoluyla bir ada da gelmiştir. Diğer
taraftan yandavul ‘sınır muhafızı’ sözcüğüyle karışma ihitmali vardır (Özönder,
1996, 44). Bizim düşüncemiz de sözcüğün yandavul ‘sınır muhafızı’ sözcüğüyle
karıştığı yönündedir. yandavul TMEN’de ‘sınır muhafızı’ şeklinde açıklanmıştır
(TMEN IV: 1818).

Çağatayca’dan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde de bu anlamıyla sözcük yer


almamaktadır. Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da sözcük için herhangi bir kayıt
bulamadık.

andak ki hirevül ve karavul ve çangdavul ve yangavul ve sözevül ve tapavul, kitpevül


ve bökevül ve şigavul ve dakavul kim alar mundın ‘aridürler

(ML: 778a6-7)

yasavul ‘zabıta memuru’ (< yasa- ‘düzmek; yapmak, kurmak; hazırlamak, süslemek’
- vul) sözcüğü Moğ. casagul, casa’ul ‘subay, yüzbaşı; nöbetçi’ biçiminin karşılığıdır
(Kow: 2269). Sözcük Çağatayca sözlüklerde yasavul ‘yasakçı, yasak memurı,
muhafaza me’murı, Asya-yı vüstada yasavullar tayak ve degnek ile hızmet-i mīride
gezerler’ şeklinde açıklanmıştır (Abuş. 396; Seng. 332r4; LÇ: 293b; DTO: 526).

Radloff sözlüğünde ‘(Çağ.) düzenleyici, komutları ileten, 2. Hanın altında çalışan bir
memur, 3. (Osm.) at bakıcısı, yüksek rütbeli bir maiyet, 4. (Osm.) düşük rütbeli bir
memur, muhafız’ kaydı düşülmüştür (Wb III: 215).

330
TMEN’de ise yasavul ‘Hanı koruyan askerler, gözcü, düzenleyici (savaşın gidişatı
hakkında haber verir’ şeklinde bir açıklama yer almıştır (TMEN IV: 1863).

Çağataycadan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde de bu anlamıyla sözcük yer


almamaktadır. Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da sözcük için herhangi bir kayıt
bulamadık.

bolup kurçı, kapukçı, udçı, çavuş u yasavuluŋ

biri hadim, biri bende, biri nöker, biri süder

(SD: 241)

şihab ilni kurup yol başlaguçı

yasavul tég yıgaçın taşlaguçı

(DN: 51)

yortavul ‘akıncı’ (< yort- ‘akın etmek, koşmak’ -vul) sözcüğü yort- ‘akın etmek,
koşmak, dört nala koşturmak, hızla gitmek’ eyleminden türemiş bir savaş terimidir.
Çağatayca sözlüklerde yortavul/yortagul ‘akıncı’ anlamıyla bulunmaktadır (Seng.
342b8; LÇ: 304b; DTO: 544).

Çağatayca’dan başka diğer Tarihi Türk Dillerinde de bu anlamıyla sözcük yer


almamaktadır. Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da sözcük için herhangi bir kayıt
bulamadık.

kéçe ok yortavul ozgan boldı

yoldagı halknı bozgan boldı

(ŞN2: 2128)
uş bu sözler bile ol yortavul

salıban ilgeri soŋ çagdavul

(ŞN2: 2489)

331
3.4.5. –gıç

Çağatayca’da çok fazla örneğine rastlanmayan bir ektir. Bu ekle türemiş


sözcüklerden biri Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta rastladığımız talgıç ‘dalgıç’
sözcüğüdür (Seng. 160b19). Sözcük tal- ‘dalmak, batmak’ eyleminden gelmiştir.

332
4. ADDAN EYLEM YAPIM EKLERİ

4. 1. Addan Türeyen Eylem Biçimleri

4.1.1. +A-

Eski Türkçeden beri geniş bir kullanıma sahip olan bu ek adlardan olma ve yapma
anlamı taşıyan geçişli ve geçişsiz eylemler yapar. Ramstedt bu eki ? < *ga biçiminde
açıklamıştır (Ramstedt, 1952, 201). Marcel Erdal, bu ekin yalnızca tek ya da iki
heceli ünsüzle biten adlara eklendiğini, bunun tek istisnasının mayak+a-n- biçimi
olduğunu belirtir. Ona göre, bu örneğin istisna olmasının nedeni +A- ekinin genelde
iki hecesinde dar ünlü bulunan adlara gelmesi ve ünsüz düşmesine yol açmasıdır.
İstisnai durumda ise bütün ünlüler geniş ünlüdür (Erdal, 1991, 428).

Eski Türkçeden beri işlek bir şekilde görülen bu ek için Eski Türkçeden şu örnekleri
verebiliriz: küç + e- ‘çabalamak, zorlamak’ (küç ‘güç, kuvvet’), at+a- ‘çağırmak,
seslenmek’ (at ‘ad’), mün+e- ‘tekdir etmek, azarlamak, suçlamak’ (mün ‘suç’),
boş+a- ‘kurtarmak’ (boş ‘boş, serbest’), vb. (Gabain, 1941 (20003), 85).

Karahanlı Türkçesinde de bu ekle biçimlenmiş pek çok örnek bulabiliriz: aş+a-


‘yemek, aş yemek’ (KB: 6399; DLT III: 253; DanKelly, 1985, 14), at+a- ‘ad
vermek, adlandırmak’ (KB: 748, 3441, 5442; DLT III: 250; DanKelly, 1985, 15),
meŋz+e- ‘benzemek’ (KB: 1306, 1649, 1708, vb.; DLT III: 403; DanKelly, 1985,
119), oyn+a- ‘oynamak’ (KB: 79, 4184; DLT II: 226; DanKelly, 1985, 45), vb.

Bu ekle türemiş biçimleri Harezm Türkçesi ve Eski Kıpçakçada da bulabiliriz:


kan+a- ‘kanamak’ (Nehc. 354/17; KTS: 125), oyn+a- ‘oynamak’ (Nehc. 183/11;
354/1, 426/5, vb; KTS: 207), vb.

Çağataycada çok sık kullanılan addan eylem yapan eklerden biridir. Çağatayda da
Eski Türkçede olduğu gibi adlardan “olma” ve “yapma” anlamı taşıyan geçişli ve
geçişsiz eylemler yapar. Bazı örneklerde hem geçişli hem de geçişsiz eylemler
türettiği de görülmektedir. Bu ekle türemiş sözcükler şöyledir:

333
aşa- ‘yemek, aş yemek, yiyip bitirmek’ (< aş ‘yemek, aş’ + a-) eylemi aş ‘yemek, aş’
adına +A- addan eylem yapının eklenmesiyle türemiş bir geçişli eylem biçimidir.
Sözcüğe Çağatayca metinlerden Şecere-i Terakime’de rastladık. Çağatayca
sözlüklerde aşa- ‘yemek, aş yemek; içmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 41r14;
LÇ:13b; DTO: 23).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülmektedir. Eski Uygurcada genelde aşa- ye-
biçiminde ikileme içinde yer almaktadır (Suv. 529/13). DLT’de aşa- ‘yemek, aş
yemek’ (DLT III: 253; DanKelly, 1985, 14), KB’de aşa- ‘aş yemek, hırsla yemek,
yutmak; yenmek, hükmetmek’ (KB: 123, 836, 1350 vb.), Harezm Türkçesinde aşa-
‘yemek, aş yemek’ (KutbHŞ: 13, MNa: 96); Eski Kıpçakçada aşa- ‘yemek, aş
yemek’ (KTS: 14) biçimlerinde geçmektedir.

Sözcük etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda aş ‘aş, yemek’ köküne bağlanmıştır


(Räsänen, 1957, 144; DTS: 62; EDPT: 256b; DanKelly, 1985, 14; Erdal, 1991, 418).
Marcel Erdal sözcüğün ye- eylemi ile eşanlamlı olduğunu, ancak ye- eyleminin bazen
‘bir çırpıda bitirmek, oburca yemek, silip süpürmek’ ve bazı olumsuz anlamlarda
kullanıldığını, aşa- eyleminin ise her zaman olumlu anlamda kullanıldığını ifade
etmiştir (Erdal, 1991, 418). Talat Tekin, sözcüğün kökünü Uyg. (Br.) as, aş ‘yemek’,
DLT aş ‘yemek’, Hlç. aş ‘aş, yemek’, Özb. (Har.) aş ‘aş, yemek’ biçimleriyle
karşılaştırmıştır. Talat Tekin sözcüğün kökünü uzun ünlülü olarak aş biçiminde
tasarlamıştır (Tekin, 1995, 84, 95, 172).

Amulca Hanı takı köp yıllar padişahlık kılıp aşlarını aşap ve yaşlarını yaşap tası
kéyinindin kétdi

(ŞTe: 69b7-9)

aşın aşap ve yaşın yaşap uzak ‘ömr tapıp vefat tapdı

(ŞTe: 86a18)

ata- ‘ad vermek’ (< at ‘ad’ + a-) eylemi at ‘ad’ adına +A- addan eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş bir eylem biçimidir. Bu eylem hem geçişli hem de geçişsiz bir
eylemdir. Sözcük birçok Çağatayca metinde geçmektedir. Çağatayca sözlüklerde ise
ata- ‘adlandırmak, ad vermek; nişanlamak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 28r19;
LÇ: 4a).

334
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülmektedir. Eski Uygurcada ata- ‘adlandırmak,
ad vermek’ (M III: 48; TT III: 97); DLT’de ata- ‘ad, unvan vermek’ (DLT III: 250;
DanKelly, 1985, 15), KB’de ata- ‘ad, unvan vermek’ (KB: 748, 985, vb.), Harezm
Türkçesinde ata- ‘ad, unvan vermek’ (KutbHŞ: 15); Eski Kıpçakçada ata-, ada-,
atta-, aya- ‘ad vermek, unvan vermek, lakap takmak’ (KTS: 15) biçimlerinde
geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda at ‘ad’ köküne bağlanmış ve ‘ad


vermek, unvan vermek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Gabain, 1941 (20003), 48;
Räsänen, 1957, 144; Eckmann, 1966, 67; VEWT: 30; DTS: 66; EDPT: 42a; UW:
255b; DanKelly, 1985, 15; Erdal, 1991, 418; Tekin, 2000, 87). Talat Tekin eylem
kökünü Orh. at ‘ad, unvan’, DLT at ‘ad, lâkap, unvan’, Tkm. at ‘ad, unvan’, Yak. at
‘ad, unvan’, Az. ad ‘ad’ ve Tü. ad ‘ad’ biçimleri ile karşılaştırmıştır. Talat Tekin
sözcüğün köküni uzun ünlülü olarak at biçiminde tasarlamıştır (Tekin, 1995, 172).

gafil oldum sizdin özgeniŋ mü atın atadım

yazugum ma‘lum émes eya ni taksir éyledim

(LD: 1219)

suretiŋga ehl-i ma‘na ay peri can atadı

sayrefi kördi vü irniŋ la‘l-i handan atadı

(LD: 2216)

beze- ‘bezemek, süslemek’ (< bediz ‘resim, heykel’ + e-) eylemi bediz ‘resim,
heykel’ adına +A- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişli eylem
biçimidir. Sözcük birçok Çağatayca metinde yer almaktadır. Çağatayca sözlüklerden
Senglah’ta ise beze- ‘bezemek, süslemek’ anlamında geçmektedir (Seng. 146r5).

Sözcük Eski Türkçede (Orh.) bediz+e-t- biçiminde geçmektedir (KT G: 1). DLT’de
beze- ‘süslemek’ (DLT III: 263; DanKelly, 1985, 72), KB’de beze- ‘süslemek’ (KB:
22, 386, 3724, vb.), Harezm Türkçesinde beze- ‘süslemek’ (KutbHŞ: 31); Eski
Kıpçakçada beze-, bize- ‘bezemek, süslemek’ (KTS: 29); Osmanlıcada beze-
‘süslemek’ (TTS I: 95; TTS II: 135; TTS III: 88; TTS IV: 99) biçimlerinde
görülmektedir.

335
Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda bediz ‘resim, heykel’ köküne
dayandırılmış ve ‘bezemek, süslemek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 97; EDPT:
390a; DanKelly, 1985, 69; Erdal, 1991, 418; Tekin, 2000, 87).

köksüm açtım her taraf kıldı güman ol tıfl kim


laleler birle bezep men dag-ı hun-alud émes
(NN, 394: 3)
kiriştim söz bezerge hame tég tünd
işimde serzenişdin bolmayın künd
(DN: 310)

kana- ‘kanamak’ (< kan ‘kan’ + a-) eylemi kan ‘kan’ adına +A- addan eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişsiz eylem biçimidir. Sözcük birçok Çağatayca
metinde yer almaktadır. Çağatayca sözlüklerde ise kana- ‘kanamak’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 277r5; LÇ: 223a; DTO: 410).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada kana-
‘kanamak’ (TT VII: 21); DLT’de kana- ‘kanamak’ (DLT III: 273; DanKelly, 1985,
126); Harezm Türkçesinde kana- ‘kanamak’ (Nehc. 354/17); Eski Kıpçakçada kana-
‘kanamak’ (KTS: 125) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda kan ‘kan’ köküne bağlanmış ve


‘kanamak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Eckmann, 1966, 53; VEWT: 230; DTS:
417; EDPT: 634a; DanKelly, 1985, 126; Erdal, 1991, 420). Clauson sözcüğün
Moğolcada erken dönem bir alıntı olarak yaşadığını Haenish ve Kowalevski’ye
dayandırarak aktarmıştır (EDPT: 634a).

tenimde daglarını éyledim köŋlek bile pinhan

kanap köŋlekte faş étti özin her dag-ı pinhanım

(FK, 419: 3)

kanasa tiş, ki köz salganda talib

agız suyıga rengin tapsa galib

(SM: 100)

336
kına- ‘kınamak, cezalandırmak; işkence etmek’ (< kīn ‘ceza, işkence’ + a-) eylemi
kın ‘ceza, işkence’ adına +A- addan eylem yapının eklenmesiyle türemiş bir geçişli
eylem biçimidir. Sözcük birçok Çağatayca metinde yer almaktadır. Çağatayca
sözlüklerden kına- ‘kınamak, cezalandırmak; işkence etmek’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 298v27; DTO: 452).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada kına-
‘kınamak, cezalandırmak; işkence etmek’ (TT IV: 8); DLT’de kına- ‘kınamak,
cezalandırmak; işkence etmek’ (DLT III: 273; DanKelly, 1985, 137); Harezm
Türkçesinde kına- ‘kınamak, cezalandırmak; işkence etmek’ (KutbHŞ: 144); Eski
Kıpçakçada kına- ‘kınamak, cezalandırmak; işkence etmek’ (KTS: 144),
Osmanlıcada kına- ‘kınamak, cezalandırmak; işkence etmek’ (TTS I: 458; TTS II:
629; TTS III: 445; TTS IV: 510) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda kīn ‘ceza, işkence’ köküne


dayandırılmış ve ‘kınamak, cezalandırmak, işkence etmek’ şeklinde
anlamlandırılmıştır (DTS: 441; VEWT: 264; EDPT: 634a; DanKelly, 1985, 137).
Erdal bu eylemin ünlüsünün uzun olduğunu düşünmüş sözcüğün kıyn ya da kun
biçiminde yazıçevrimi yapılan kıy(ı)n sözcüğünden türediği konusunda şüphe
olmadığını belirtmiştir (Erdal, 1991, 420).

kim bizni firakında munuŋ tég kınagunça

çıksun dagı salsun itige yar kaşında

(SD: 477)

karakınga min saldı karakıŋ

ne hacet kınasa imdi firakıŋ

(LD: 972)

meŋze- ‘benzemek’ (< meŋiz ‘beniz’ + e) eylemi meŋiz ‘beniz’ adına +A- addan
eylem yapının eklenmesiyle türemiş bir geçişsiz eylem biçimidir. Sözcük birçok
Çağatayca metinde yer almaktadır. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta ise béŋze-
‘benzemek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 150r10).

337
Sözcük Karahanlı Türkçesinden itibaren görülmektedir. DLT’de meŋze- ‘benzemek’
(DLT III: 403; DanKelly, 1985, 119); Harezm Türkçesinde beŋze- ‘benzemek’ (‘Ali:
32 [EDPT: 352b]); Eski Kıpçakçada meŋze-, menze- ‘benzemek’ (KTS: 181)
biçimlerinde görülmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda meŋiz ‘beniz, yüz’ köküne


dayandırılmış ve ‘benzemek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Räsänen, 1957, 144;
Eckmann, 1966, 67; DTS: 343; EDPT: 352b; DanKelly, 1985, 119, Erdal, 1991,
418).

kim kördi anıŋ irni, meniŋ yaşıma meŋzer

bir la‘l Bedehşan’da vü bir dür ‘Aden içre

(SD: 484)

nedimiŋ hur u saki zuhre vü ay

ne nisbet meŋzegey hüsnüŋge adem

(TN: 170)

opra- ‘eskimek’ (< *opur ‘eskimiş’ + a-) eylemi *opur ‘eskimiş’ adına +A- addan
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişsiz eylem biçimidir. Sözcüğe
Çağatayca metinlerden yalnızca Mahbubü’l-Kulüb’de rastladık. Çağatayca
sözlüklerde opra-, öpre-, ofra- biçimlerinde ve ‘eskimek’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 57v29, Seng. 77v7; DTO: 40).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada opra-
‘eskimek’ (TT II: 16; BT III: 16); DLT’de opra- ‘eskimek’ (DLT I: 273; DanKelly,
1985, 41); Harezm Türkçesinde opra-t- ‘bozmak, yıkmak’ (KutbHŞ: 194); Eski
Kıpçakçada oprak ‘yıpranmış’ (KTS: 205) biçimlerinde görülmektedir.

Eylemin kökü için etimolojik sözlüklerde bir kayıda rastlamadık, ancak eylem için
‘eskimek’ anlamı kaydedilmiştir (DTS: 368; EDPT: 13b; DanKelly, 1985, 41).
Ahmet Bican Ercilasun bu ekin taklidi adlara getirilerek vurgusuz orta hece
ünlüsünün düşmesi sonucu eylemler türetildiğini belirtmiştir ve opra- ‘yıpranmak’
eylemini de bu eylemler arasında saymıştır (Ercilasun, 1984, 16). Erdal oprak
biçimini maddebaşı olarak almış ve bu sözcüğün opra- eyleminin özne sıfatı
olduğunu ifade etmiştir. Erdal eylemin kökü ya da gelişimi ile ilgili herhangi bir

338
açıklamada bulunmamıştır (Erdal, 1991, 240). Bize göre de bu eylem *opur yansıma
adından vurgusuz orta hece ünlüsünün düşmesi sonucu *opur + a- biçiminde
gelişmiştir.

çün ki kiydürdüŋ yalaŋga opramas ton ol érür

(MKb: 140a3)

oyna- ‘oynamak; kumar oynamak, kumara koymak’ (< oyun ’oyun’ + a-) eylemi
oyun ’oyun’ adına +A- addan eylem yapan ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişli
eylem biçimidir. Sözcük birçok Çağatayca metinde yer almaktadır. Çağatayca
sözlüklerde ise oyna- ‘oynamak; kumar oynamak, kumara koymak’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 91r3; LÇ: 44b; DTO: 89).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülür. Eski Uygurcada oyna- ‘oynamak’ (U II:
26); DLT’de oyna- ‘oynamak’ (DLT II: 226; DanKelly, 1985, 45); Harezm
Türkçesinde oyna- ‘oynamak’ (KutbHŞ: 115; Nehc. 183/11); Eski Kıpçakçada
‘oynamak, şakalaşmak’ (KTS: 207), Osmanlıcada oyna- ‘oynamak’ (TTS III: 551;
TTS IV: 616) biçimlerinde görülmektedir.

Eylem, etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda oyun ’oyun’ köküne dayandırılmış ve


‘oynamak; kumar oynamak, kumara koymak’ şeklinde anlamlandırılmıştır
(Eckmann, 1966, 67; VEWT: 359; DTS: 365; EDPT: 275a; ÊS: 48; DanKelly, 1985,
45, Erdal, 1991, 422; ÊSTYa 1974: 435-437; TES: 311). Poppe, oyna- (< *oyuna-)
ve oyun biçimlerini Moğolca oju- ‘öpmek, cinsel ilişkiye girmek’ eylemine
bağlamıştır (Poppe, 1960, 64, 154). Doerfer de bu biçimleri Moğolca ojo- ‘öpmek’
eylemine dayandırmıştır (Doerfer, 1981, 98).

gülistanda çıkar piraheniŋni

saba tég gonçe birle oyna soymaç

(AD: 33)

hezl éter köŋlüm bile ol şuh u köŋlüm tartar ah

tıfl dék kim dud éter ot birle hem dem oynaban

(BV, 457, 7)

339
ögren- ‘öğrenmek’ (< *ögür ‘sürü’ + e-n-) eylemi *ögür ‘sürü’ adına +A- addan
eylem yapan ve –n- eylemden eylem yapan eklerinin eklenmesiyle türemiş bir geçişli
eylem biçimidir. Sözcük birçok Çağatayca metinde yer almaktadır. Çağatayca
sözlüklerde ise ögren- ‘öğrenmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 89r13).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada ögren-
‘öğrenmek’ (U III: 82); DLT’de ögren- ‘öğrenmek’ (DLT I: 252; DanKelly, 1985,
46); Harezm Türkçesinde ögren- ‘öğrenmek’ (KutbHŞ: 121); Eski Kıpçakçada
ögren-, övren-, ören, üren-, yören- ‘öğrenmek’ (KTS: 209), Osmanlıcada ögren-
‘öğrenmek’ (TTS II: 745; TTS III: 556; TTS IV: 620) biçimlerinde görülmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda *ögre- eyleminin dönüşlü biçimi


olarak açıklanmış ve ‘öğrenmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 380; EDPT:
114b). Clauson, Erdal, eylemin kökü olan ögre- biçiminin muhtemelen *ögür + e-
biçiminde geliştiğini belirtmiştir (Erdal, 1991, 609). Krş. DLT ögür ‘bir grup cariye’,
Uyg. ögren- ‘yetişmek, büyümek’, EAT ögren- ‘ülfet etmek, alışmak’, ögret-
‘alıştırmak’. Eylemin kökü hakkında değişik görüşler de ileri sürülmüştür. Bunlardan
biri ög ‘akıl, düşünce’ kökünden +ra- / +re- addan eylem yapan ekiyle türediği
yönündedir. Bu fikri Menges ileri sürmüştür (Menges, 1968, 158-159). Ancak artık
bu görüş kabul gören bir görüş değildir. Bizim de düşüncemiz Clauson, Erdal’ın
ifade ettikleri gibi sözcüğün *ögür + e- biçiminde geliştiği yönündedir.

gül ögrenür ohşar çemen-araylik andın

büstanda varakları perakende degül mü

(LD: 1578)

eya sahi, seniŋ ilgiŋdin ögrenür hali

sehab u bahr u me‘ani, rüsum u cud u kerem

(SD: 205)

örte- ‘yakmak’ (< ört ‘ateş, alev’ + e-) eylemi ört ‘ateş, alev’ adına +A- addan eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişli eylem biçimidir. Sözcük birçok
Çağatayca metinde yer almaktadır. Çağatayca sözlüklerde ise örte- ‘yakmak,
kavurmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 68r28; LÇ: 29b; DTO: 54).

340
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada örte-
‘yakmak’ (M I: 18; U III: 37); DLT’de örte- ‘yakmak’ (DLT I: 272; DanKelly, 1985,
49); Harezm Türkçesinde örte- ‘yakmak’ (KutbHŞ: 119); Eski Kıpçakçada örte-
‘yakmak’ (KTS: 212) biçimlerinde görülmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda ört ‘ateş, alev’ köküne dayandırılmış


ve ‘yakmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (VEWT: 375; DTS: 389; EDPT: 208b;
DanKelly, 1985, 49). Marcel Erdal da sözcüğü ört ‘ateş, alev’ kökünden getirmiş ört
sözcüğünün de ör- ‘yükselmek’ köküne dayandığını iddia etmiş, buna kanıt olarak da
ateşin de sürekli yükselen bir şey olduğunu, bu yüzden de ör- ‘yükselmek’ eylemi ile
anlamsal ilgisinin olduğu açıklamasını getirmiştir (Erdal, 1991, 423).

ne andak otka uçrap min geh öçkey

köŋül yurtıda örtep otnı öçkey

(DN: 590)

örtedi köŋlümni mihriŋ zerre’i bar mu iken

bu hararettin siniŋ köŋlüŋde aya éy refik

(HBD, 77: 5)

sına- ‘sınamak, denemek’ (< sın ‘insan bedeni; heykel, yükseklik, dış görünüş’ + a-)
eylemi sın ‘insan bedeni; heykel, yükseklik, dış görünüş’ adına +A- addan eylem
yapının eklenmesiyle türemiş bir geçişli eylem biçimidir. Sözcük birçok Çağatayca
metinde yer almaktadır. Çağatayca sözlüklerde ise sına- ‘sınamak, denemek’ urmak’
anlamında yer almaktadır (Seng. 256v19; LÇ: 199b; DTO: 371).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada sına-
‘sınamak, denemek’ (H I: 1548); DLT’de sına- ‘sınamak, denemek’ (DLT III: 273;
DanKelly, 1985, 162); KB’de sına- ‘sınamak, denemek’ (KB: 245, 623); Harezm
Türkçesinde sına- ‘sınamak, denemek’ (KutbHŞ: 164; Nehc. 212/13); Eski
Kıpçakçada sına- ‘sınamak, denemek’ (KTS: 235), Osmanlıcada sına- ‘sınamak,
denemek’ (TTS I 621; TTS II: 817; TTS III: 620; TTS IV: 684) biçimlerinde
görülmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda sın ‘insan bedeni; heykel, yükseklik,


dış görünüş’ köküne dayandırılmış ve ‘sınamak, tecrübe etmek’ şeklinde

341
anlamlandırılmıştır (VEWT: 417; DTS: 504; EDPT: 835a; DanKelly, 1985, 162;
Erdal, 1991, 423). Sözcüğün kökü Türkmencede sīn ‘görme, gözden geçirme,
gözleme, gözetleme’ ve eylem sīna- ‘sınamak, denemek’ biçiminde geçmektedir
(Tekin, 1995, 176). Ünlünün Türkmencede uzun olması bizi sözcüğün kökünün *sīn
biçiminde olabileceği sonucuna götürür. Räsänen, Clauson ve Erdal sına- ‘sınamak,
tecrübe etmek’ eylemini ET sın (< *sīn) ‘vücut, beden’ sözcüğü ile ilgili görmüşler,
ancak iki sözcük arasındaki anlam ilişkisinin zayıf olduğunu bu yüzden de sözcüğün
*sīn ‘gözlem, müşahede, deneme’ biçimine dayanması gerektiğini belirtmişlerdir
(VEWT: 417; EDPT: 835a; Erdal, 1991, 423).

siŋin birle köŋül birdür hemişe

velikin sınagandur sakla şişe

(TN: 240)

Huda ham raşk aldı bu ravişdin:

“sınayın men anı” dédi, “bu işdin!”

(ÇİK: 73v7)

töşe- ‘döşemek’ (< *töş ‘yatak’ + e-) eylemi *töş ‘yatak’ adına +A- addan eylem
yapının eklenmesiyle türemiş bir geçişli eylem biçimidir. Sözcük birçok Çağatayca
metinde yer almaktadır. Çağatayca sözlüklerde ise töşe- ‘döşemek’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 177r22; LÇ: 119b; DTO: 234).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada töşe-
‘döşemek’ (U III: 35); DLT’de töşe- ‘döşemek’ (DLT III: 266; DanKelly, 1985,
198); Harezm Türkçesinde töşe- ‘döşemek’ (KutbHŞ: 184); Eski Kıpçakçada döşe-,
töşe- ‘döşemek’ (KTS: 282), Osmanlıcada döşe- ‘döşemek’ (TTS I: 225; TTS III:
209; TTS IV: 243) biçimlerinde görülmektedir.

Eylemin kökü konusunda etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda tam bir açıklama


yoktur. Ancak ‘döşemek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (VEWT: 495; DTS: 582;
EDPT: 561b; DanKelly, 1985, 198). Sözcüğü Uyg. tölt ‘yatak’ sözcüğü ile
karşılaştırabiliriz. Erdal, tölt ve töşe- biçimlerinin anlam, sesbilgisi ve sözdizimi
bakımınında benzerlik taşıdıklarını ve bunun lamdaizm yani l’leşme ile
açıklanabileceğini belirtmiştir (Erdal, 1991, 425).

342
‘alem esbabınıŋ tükenmesligide bu tenbih-dür mesela birev ki kirpiçdin bir yerge ferş
töşer bolsa çün ma‘hud budur kim hıştnı derz-ber-derz solmaslar

(MKb: 105b11)

rehn hırkam kim töşeptürler anı meyhanede

guyiya her yan yapuşkan dürdler peyvendidür

(FK, 148: 6)

tona- ‘giydirmek’ (< ton ‘don, elbise’ + a-) eylemi ton ‘don, elbise’ adına +A-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Sözcük
birçok Çağatayca metinde yer almaktadır. Çağatayca sözlüklerde ise tona-
‘giydirmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 185v7; LÇ: 127b; DTO: 427).

Sözcüğe ilk önce Karahanlı Türkçesinde rastlıyoruz. DLT’de tonat- ‘giydirmek’


(DLT II: 312; DanKelly, 1985, 194); Osmanlıcada donat- ‘donatmak, giydirmek’
(TTS I: 218; TTS III: 205; TTS IV: 237) biçimlerinde görülmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda ton ‘don’ köküne dayandırılmış ve


‘giydirmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Räsänen, 1957, 144; DTS: 574; EDPT:
517b; DanKelly, 1985, 194, Erdal, 1991, 424). Clauson, etimolojik sözlüğünde
sözcüğün Moğolcada tono- biçiminde yer aldığını belirtmiştir (EDPT: 517b). Talat
Tekin, Türk Dillerinde Birincil Uzun Ünlüler adlı eserinde Uyg. toon ‘elbise’, DLT
ton ‘elbise’, Tkm. don ‘uzun etekli üst giysisi’, Özb (Buh.) ton ‘kaftan’ biçimlerini
verir. (Tekin, 1995, 52, 178). Tekin’in aktardığı biçimlerde sözcüğün kökünün
ünlüsü uzundur. Buna göre sözcüğün kökü *ton biçiminde de tasarlanabilir.

barçasını tonadılar amma

maŋa körgüzmediler hiç cefa

(ŞN1: 354)

içti behram cam-ı nilferi

tonadı kim yasagay ol seferi

(SS: 3314)

343
tüne- ‘tünemek, gecelemek’ (< tün ‘gece’ + e-) eylemi tün ‘gece’ adına +A- addan
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Sözcüğe
Kelürnamede rastladık (KN: 14a1). Çağatayca sözlüklerde ise tüne- ‘tünemek,
gecelemek’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 127b; DTO: 427).

Sözcük Karahanlı Türkçeden itibaren görülür. DLT’de tüne- ‘tünemek, gecelemek’


(DLT III: 273; DanKelly, 1985, 204); Harezm Türkçesinde tüne- ‘gecelemek’
(KutbHŞ: 71); Eski Kıpçakçada tüne- ‘gecelemek’ (KTS: 287) biçimlerinde
geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda tün ‘gece’ köküne dayandırılmış ve


‘tünemek, gecelemek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Räsänen, 1957, 144; VEWT:
505; DTS: 597; EDPT: 516a; DanKelly, 1985, 204, Erdal, 1991, 426). Talat Tekin,
Türk Dillerinde Birincil Uzun Ünlüler adlı eserinde DLT tün ‘gece’, Tkm. düyn
‘gece’, Yak. tün ‘gece’, Soy., Karg. tün ‘gece’ biçimlerini verir (Tekin, 1995, 50,
185). Tekin’in aktardığı biçimlerde sözcüğün kökünün ünlüsü uzundur. Buna göre
sözcüğün kökü *tün biçiminde de tasarlanabilir.

ugra- ‘uğramak’ (< ugur ‘zaman, sıra’ + a) eylemi ugur ‘zaman, sıra’ adına +A-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde ugra- ‘uğramak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 35b; DTO:
68).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada ugra-
‘uğramak’ (U IV: 10; Suv. 475/16; TT V: 26); DLT’de ugra- ‘uğramak’ (DLT I:
274; DanKelly, 1985, 53); Harezm Türkçesinde ugra- ‘uğramak’’ (KutbHŞ: 114);
Eski Kıpçakçada ugra-, uçra-, uşra- ‘uğramak, rastlamak’ (KTS: 291), Osmanlıcada
ugra- ‘uğramak’ (TTS I: 712; TTS II: 918; TTS III: 697; TTS IV: 774) biçimlerinde
geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda ugur ‘zaman, sıra’ köküne


dayandırılmış ve ‘uğramak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 607; EDPT: 91a;
DanKelly, 1985, 52-53, Erdal, 1991, 426). Reşit Rahmeti Arat, ugra- eylemini /o/lu
biçimde ogra- okumuştur. Ahmet Bican Ercilasun da onunla aynı görüşü
paylaşmıştır (Ercilasun, 1984, 16). Tezcan, Doerfer ve Talat Tekin ise sözcüğü /u/lu

344
okumuşlardır (Tezcan, 1981, 282; Doerfer, 1983, 96; Tekin, 1994b, 265). Tekin,
/o/lu okunuşun hatalı olduğunu Brahmi yazılı ugur ve ugra- biçimleri ile Tuv. ug
‘fırsat, uygun zaman’ sözcüklerinin /u/lu okuyuşun daha doğru olduğunu
kanıtlamaya yeteceğini belirtmiştir (Tekin, 1994b, 265). Bizim görüşümüz de bu
yöndedir.

kılıcım sıyırıp bil eñsemde kuyı kazdum

ava kışlap kır(da) yaylap balkan aşdum

ekse yatan kara tagga ugrap keldüm

kankı güruh toy tutmadı anda boldum

(ŞTe: 100b4)

ula- ‘ulaştırmak, uzatmak’ (< ul ‘temel’ + a-) eylemi ul ‘temel’ adına +A- addan
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişli eylem biçimidir. Sözcük birçok
Çağatayca metinde yer almaktadır. Çağatayca sözlüklerde ise ula- ‘ulaştırmak,
uzatmak, bağlamak’ anlamında geçmektedir (Seng. 81rII; LÇ: 38a; DTO: 74).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada ula-
‘ulaştırmak, uzatmak, bağlamak’ (M III: 22); DLT’de ula- ‘ulaştırmak, uzatmak,
bağlamak’ (DLT III: 255; DanKelly, 1985, 53); Harezm Türkçesinde ula-n-
‘ulaştırmak, uzatmak, bağlamak’ (Nehc. 153/4); Eski Kıpçakçada ula- ‘ulaştırmak,
birleştirmek’ (KTS: 292), Osmanlıcada ula- ‘ulaştırmak, birleştirmek’ (TTS I: 718;
TTS II: 924) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda ul ‘temel’ köküne dayandırılmış ve


‘bağlamak, eklemek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 608; EDPT: 126b;
DanKelly, 1985, 53; Tekin, 2000, 149). Talat Tekin, Türk Dillerinde Birincil Uzun
Ünlüler adlı eserinde Uyg. uul ‘taban’, DLT *ul ‘temel, duvar temeli’ biçimlerini
verir (Tekin, 1995, 111, 179). Tekin’in aktardığı biçimlerde sözcüğün kökünün
ünlüsü uzundur. Buna göre sözcüğün kökü *ul biçiminde de tasarlanabilir.

fitne işikin açtı mihrab-nişinlerga

çün subh ulap nergis ol kaşı kara koptı

(LD: 2136)

345
şeytan aŋa ayttı kim miniŋ saçım begayet kıskadur, eger gisularıŋnı késip maŋa bir
seŋ kim saçımga ulasam munça bahasın bérür min

(TEH: T702b13)

uşat- ‘kırmak, parçalamak’ (< uwuş ‘ufalanmış’ + a-t-) eylemi *uwuş ‘ufalanmış’
adına +A- addan eylem ve –(X)t- eylemden eylem yapım eklerinin eklenmesiyle
türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde uşat- ‘kırmak,
parçalamak’ anlamıyla yer almaktadır (Seng. 75r25; DTO: 66).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada uvşat- uşat
‘kırmak, parçalamak’ (Suv. 370/4); DLT’de uşat-, uvşat- ‘kırmak, parçalamak’ (DLT
I: 262; DanKelly, 1985, 57); Harezm Türkçesinde uşat- ‘kırmak, parçalamak’
(KutbHŞ: 201; Nehc. 216/10); Eski Kıpçakçada uşat- ‘kırmak, parçalamak,
parçalatmak’ (KTS: 294), Osmanlıcada uşat- ‘kırmak, parçalamak, parçalatmak’
(TTS I: 730; TTS II: 934; TTS III: 717; TTS IV: 790) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda uwuş ‘ufalanmış’ köküne


dayandırılmış ve ‘kırmak, parçalamak, kırılmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır
(DTS: 617; EDPT: 16b; DanKelly, 1985, 56). Sözcüğü DLT’deki uwuş ‘ufalanmış’
biçimiyle karşılaştırmak faydalı olacaktır (DanKelly, 1985, 56).

‘ışk anı uşatgaç aşkare

hicran kolıga bérip ketare

(LM: 1524)

uşattı şişe vü cam u kadehni bezm içre

oyun tarikını tıfl-ane éyledi ol şuh

(NN, 186: 3)

yanaş- ‘yanaşmak’ (< yan ‘yan, taraf’ + a-ş-) adına +A- addan eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Sözcüğe Çağatayca metinlerden
Şecere-i Terakime’de rastladık. Çağatayca sözlüklerde ise yanaş- ‘yanaşmak’
anlamında yer almaktadır (LÇ: 299b; DTO: 536).

Sözcüğe Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dilleri metinlerinden Tefsirde yanaş-


‘yaşamak’ biçiminde rastladık (Tef. 139 [Tekin, 1995, 114].

346
Etimojik sözlüklerde ve kaynaklarda bu sözcüğün yan ‘yan, taraf’ kökünden
türediğine dair çok açık ifadeler yer almamaktadır. Ancak biz bu eylemin yan ‘yan,
taraf’ adından yanaş < yan+a-ş- biçiminde geliştiğini düşünüyoruz. Talat Tekin,
Türk Dillerinde Birincil Uzun Ünlüler adlı eserinde sözcüğün kökü için DLT yan
‘uca kemiği, yan’, Tkm. yan ‘yan, böğür’, Hlç. yaan ‘yan’, YUyg. yan ‘yan’, Özb.
yan ‘yan’, Az. yan ‘yan’ biçimlerini verir (Tekin, 1995, 51, 54, 59, 114, 175).
Tekin’in aktardığı biçimlerde sözcüğün kökünün ünlüsü uzundur. Buna göre
sözcüğün kökü *yan biçiminde de tasarlanabilir.

bir yolı bolur bir atlık yörür ékki atlık yanaşıp yöriy bilmes

(ŞTe: 76b13)

yaşa- ‘yaşamak’ (< yaş ‘yaş, ömür’ + a-) eylemi yaş ‘yaş, ömür’ adına +A- addan
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde yaşa- ‘yaşamak, mamur olmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 81rII;
LÇ: 294b).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada yaşa-
‘yaşamak’ (TT VII: 40; H I: 46); DLT’de yaşa- ‘yaşamak’ (DLT III: 89; DanKelly,
1985, 218); Harezm Türkçesinde yaşa- ‘yaşamak’ (Nehc: 101/8); Eski Kıpçakçada
yaşa- ‘yaşamak’ (KTS: 314) biçimlerinde görülmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda yaş ‘yaş, ömür’ köküne dayandırılmış


ve ‘yaşamak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Räsänen, 1957, 144; DTS: 246; EDPT:
976b-977a; DanKelly, 1985, 218, Erdal, 1991, 427; Tekin, 2000, 87). Talat Tekin,
Türk Dillerinde Birincil Uzun Ünlüler adlı eserinde DLT yaş ‘yaş, ömür’, Tkm. yaş
‘yaş, ömür’, Yak. sas ‘yaş, ömür’, Hlç. yaaş ‘yaş, ömür’ biçimlerini verir (Tekin,
1995, 48, 175). Tekin’in aktardığı biçimlerde sözcüğün kökünün ünlüsü uzundur.
Buna göre sözcüğün kökü *yaş biçiminde de tasarlanabilir.

yéti yaşar oglıga kafan tonın biçken babam

oglı bol damda barıp yer kumını kuçkan babam

(ÇİK: 80v7)

347
közüm yaşardı ‘ıyan bolgaç ol cemal-i bedi‘

bulutka su tolar ol dem ki boldı fasl-ı rebi‘

(FK, 306: 1)

yaşna- ‘parlamak, parıldamak’ (< yaş+ın ‘şimşek’ + a-) eylemi yaş+ın ‘şimşek’
adına +A- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde işne- ‘parlamak, parıldamak’ biçiminde yer
almaktadır (Seng. 105v9; LÇ: 53b; DTO: 117).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada yaşna-
‘parlamak, parıldamak’ (TT VIII: A 8); DLT’de yaşna- ‘parlamak, parıldamak’
(DLT III: 310; DanKelly, 1985, 218); Harezm Türkçesinde işne- ‘parlamak,
parıldamak’ (MNa: 141 [EDPT: 978b]) biçimlerinde görülmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda yaş+ın ‘şimşek’ köküne dayandırılmış


ve ‘şimşek çakmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Räsänen, 1957, 144; DTS: 246;
EDPT: 979a; DanKelly, 1985, 218, Erdal, 1991, 427). Arat ve Bang’ın birlikte
yayımladıkları “Lieder Aus Alt-Turfan” adlı metinde yaşla- ‘şimşek çakmak’ (Arat,
1987, 721-733) ve EDPT’de yaş ‘yaş, ıslak’ adından türemiş yaşla- ‘gözzaşı
dökmek’ biçimleri karşımıza çıkmaktadır (EDPT: 978b). Eraslan da yaşna- eylemini
yaş ‘taze, parlak’ köküyle ilgili olduğunu ifade etmiştir (Eraslan, 1999, 350). Bütün
bu veriler ışığında eylemin gelişimini yaşna- < yaş + ın + a- biçiminde
açıklayabiliriz.

na-geh ol berk-ı yamanıŋ yaşnasa uruş küni

köyer a‘danıŋ vücudı vü bolur zerre remad

(SD: 173)

hükm kıldı ki yasansun leşker

yaşnasun cevşen ü tig ü migfer

(ŞN1: 1050)

348
4.1.2. +lA-

Adın ifade ettiği ile ilgili bir hareketi belirtmek için her türlü ada getirilebilir. Bu ek
Eski Türkçeden itibaren çok işlek bir biçimde kullanılan eklerden biridir. Adlardan
hem geçişli hem de geçişsiz eylemler türeten bu ek çoğunlukla “olma” ve “yapma”
ifade etmektedir. Gabain bu ek için “sınırsız kullanma imkanı vardır” der (Gabain,
1941 (20003), 49).

Eski Türkçeden beri görülen bu ek için Eski Türkçeden şu örnekleri verebiliriz:


yilvi+le- ‘büyülemek’, buzagu+la- ‘buzağılamak’, ak + la- ‘bir şeylerden nefret
etmek, iğrenmek’ vb. (Gabain, 1941 (20003), 49).

Karahanlı Türkçesinde de bu ekle biçimlenmiş pek çok örnek bulabiliriz: av+la-


‘avlamak’ (KB: 3181, 6366, 6368; DLT I: 287; DanKelly, 1985, 16), baş+la-
‘başlamak’ (KB: 2341, 1542, vb.; DLT III: 297), kaş+la- ‘kanal açmak’ (DLT III:
299; DanKelly, 1985, 132), vb.

Bu ekle türemiş biçimleri Harezm Türkçesi ve Eski Kıpçakçada da bulabiliriz:


agır+la- ‘ağırlamak’ (Nehc. 8/11; KTS: 4); bagış+la- ‘bağışlamak’ (KutbHŞ: 24;
KTS: 21).

Çağatayca da çok sık kullanılan addan eylem yapan eklerden biridir. Çağatayda da
Eski Türkçede olduğu gibi geçişli ve geçişsiz eylemler türetmektedir. Bu ekle
türemiş biçimler şöyledir:

aççıgla- ‘kızmak, öfkelenmek’ (< aççıg ‘öfke’ + la-) eylemi aççıg ‘öfke’ adına +la-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişsiz eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde ise açıgla- ve aççıgla- biçimlerinde ve ‘kızmak, öfkelenmek’
anlamında yer almaktadır (Seng. 31v21; LÇ: 5b; DTO: 7).

Tarihi Türk Dillerinde aççıgla- ‘kızmak, öfkelenmek’ eylemine rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda bir kayıt bulamadık, ancak


eylemin açıg ‘öfke’ köküne +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş bir
biçim olduğu açıktır. Bu biçime Çağatayca metinlerden yalnızca Şecere-i Terakime
ve Meyveler Münazarasında rastladık.

349
kéldi aççıglaban yaŋak bu zaman

kıldı şeftalu birle köp meydan

(MMü: 53)

bu mücadeleni éşitip kélip hurma

aççıglanıp sözlenip bu aytganlarıŋ homa

(MMü: 113)

agırla- ‘ağırlamak, izzet ve ikramda bulunmak’ (< agır ‘ağır’ + la-) eylemi agır
‘ağır’ sıfatına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde agırla- ‘ağırlamak, izzet ve ikramda bulunmak’
anlamında yer almaktadır (Seng. 43r4; LÇ: 16a; DTO: 26).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada agırla-
‘ağırlamak, izzet ve ikramda bulunmak’ (TT V: 10; U II: 40); DLT’de agırla-
‘ağırlamak, izzet ve ikramda bulunmak (DLT I: 300; DanKelly, 1985, 6); Harezm
Türkçesinde agırla- ‘ağırlamak, izzet ve ikramda bulunmak (KutbHŞ: 5; Nehc.
8/11); Eski Kıpçakçada agırla-, avurla- ‘ağırlamak, hürmet etmek, ikram etmek
(KTS: 4) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda agır ‘ağır, değerli, kıymetli’ köküne


dayandırılmış ve ‘ağırlamak, izzet ve ikramda bulunmak, değer vermek’ şeklinde
anlamlandırılmıştır (Eckmann, 1966, 68; EDPT: 94a; UW: 67b; Ercilasun, 1984, 14;
DanKelly, 1985, 6, Erdal, 1991, 430).

köz üstide tutup neçe yaşnı agırlasam

ilge çakar mini vı hem ol huni yagıdur

(LD: 706)

yokarı aşurup mini agırlap

ayag ilige alıp tuttı yırlap

(DN: 113)

350
arugla- ‘yorulduktan sonra dinlenmek, zayıflamak’ (< arug ‘zayıf’ + la-) eylemi
arug ‘zayıf’ sıfatına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Lugat-ı Çağatay’da arıgla- biçiminde
ve ‘zayıflamak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 11a).

Bu eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülür. DLT’de arıgla-, arugla-


‘dinlenmek’ (DLT I: 304; DanKelly, 1985, 11); Eski Kıpçakçada arıkla-, arukla-
‘zayıflamak’ (KTS: 12) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda ar-ug ‘zayıf, yorgun, yiyecek


eksikliğinden dolayı zayıflamış’ köküne dayandırılmış ve ‘zayıflamak, bir deri bir
kemik kalmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (EDPT: 219b-220a; DTS: 58; DanKelly,
1985, 11;). Röhrborn ve Marcel Erdal eylemin harfçevrimini ’’RWQL’ biçiminde
aktarmış ve eylemi arok+la- biçiminde açıklamışlardır. Yani kök sözüğün ünlüsünü
/u/ değil, /o/ okumuşlardır. Ancak bunun sebebi hakkında herhangi bir açıklama
getirmemişlerdir (UW: 201b; Erdal, 1991, 431).

avla- ‘avlamak’ (< av ‘av’ + la-) eylemi av ‘av’ adına +la- addan eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişli eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde avla-
‘avlamak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 52r21; DTO: 74).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada avla-
‘avlamak’ (U IV: 34); DLT’de avla- ‘avlamak’ (DLT I: 287; DanKelly, 1985, 16);
Harezm Türkçesinde avla- ‘avlamak’ (KutbHŞ: 16); Eski Kıpçakçada avla-
‘avlamak’ (KTS: 16); Osmanlıcada avla- ‘avlamak’ (TTS I: 53) biçimlerinde
geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda av ‘av’ köküne dayandırılmış ve


‘avlamak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Eckmann, 1966, 68; EDPT: 10; UW: 279b;
DanKelly, 1985, 16, Erdal, 1991, 432; Tekin, 2000, 88). Talat Tekin, Türk Dillerinde
Birincil Uzun Ünlüler adlı eserinde DLT av ‘av’, Tkm. av ‘av’ biçimlerini verir
(Tekin, 1995, 171). Tekin’in aktardığı biçimlerde sözcüğün kökünün ünlüsü uzundur.
Buna göre sözcüğün kökü *av biçiminde de tasarlanabilir.

351
avladıŋ köŋlüm sorup istep bu ne lutf érdi veh

kim bu ser-gerdan kibi yüz cust u cuyun sadkası

(FK, 644: 5)

ger Huseyni köŋli saydın avlamas ol bagrı taş

bu meseldür kim kiyik bolmas işengen tag üzre

(HBD, 168: 7)

avuçla- ‘avuçlamak’ (< adut ‘avuç’ + la-) eylemi adut ‘avuç’ adına +la- addan
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerden Dictionnaire turk-oriental’de avuçla- ‘avuçlamak’ anlamında yer
almaktadır (DTO: 84).

Sözcüğün kökü Eski Türkçeden itibaren görülmektedir, ancak sözcük Eski Türkçe ve
Karahanlı Türkçesinde adut ‘avuç’ (TT VIII C 14; DLT I: 50) biçiminde karşımıza
çıkmaktadır. Bunun yanında DLT’de awut ‘avuç’ (DLT I: 82) ve KB’de avuç ‘avuç’
biçimleri de görülmektedir.

avuçla- ‘avuçlamak’ eylemine ise Tarihi Türk dillerinden Karahanlı Türkçesinde


adutla- ‘avuçlamak’ (DLT I: 299; DanKelly, 1985, 5) ve Eski Kıpçakçada avuçla-
‘avuçlamak, avuçla almak’ (KTS: 17) biçiminde rastlıyoruz.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda adut ‘avuç’ köküne dayandırılmış ve


‘avuçlamak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (VEWT: 7; Menges, 1971, 139-143;
EDPT: 45a; UW: 61a; DanKelly, 1985, 5, Erdal, 1991, 429). Clauson adut biçiminin
avuç halini almasınının fonetik tarihini şu şekilde açıklamıştır. Ona göre, d, u’nun
etkisiyle -y- yerine –v- / -w-’ye değişmiş ve –t- 11. yüzyıl civarında (KB) ç’ye
değişmiştir (EDPT: 45a).

éy Nevayi şu‘lelıg canın avuçlap başla yol

kiçkurun çun atlanıp ol mest mihmanım barur

(FK, 202: 8)

352
can nakdini avuçlaban kélmiş édim vaslıŋ tiler

mühlik firak ol nakdni aldı urup elgimge

(NN, 517: 5)

bagışla- ‘bağışlamak, affetmek’ (< bagış ‘ihsan, bağış’ + la-) eylemi bagış ‘ihsan,
bağış’ adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bagışla- ‘bağışlamak, affetmek’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 124v27; DTO: 152).

Bu eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülmektedir. DLT’de bagışla-


‘bağışlamak, affetmek’ (DLT III: 335; DanKelly, 1985, 63); KB’de bagışla-
‘bağışlamak, affetmek’ (KB: 2053); Harezm Türkçesinde bagışla- ‘bağışlamak,
affetmek’ (KutbHŞ: 24); Eski Kıpçakçada bagışla-, bahışla- ‘bağışlamak, affetmek’
(KTS: 21); Osmanlıcada bagışla- ‘bağışlamak, affetmek’ (TTS II: 9) biçimlerinde
geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda bagış ‘ihsan, bağış’ köküne


dayandırılmış ve ‘bağışlamak, affetmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (EDPT: 321b;
DTS: 78; Ercilasun, 1984, 14).

barça ‘alem ‘asi, sin kolsaŋ, bagışlar Hak saŋa

çün tüfeyliŋdür bu halk-i evvelin ü ahirin

(SD: 44)

‘aşıkka can bagışlar uşol köz bakış bile

ösrükler içre közüŋe hiç kim harif yok

(LD: 864)

bagla- ‘bağlamak’ (< bag ‘bağ, sargı, kuşak’ + la-) eylemi bag ‘bağ, sargı, kuşak’
adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bagla- ‘bağlamak’ anlamında yer almaktadır (LÇ:
70b; DTO: 152).

353
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada bagla-
‘bağlamak’ (Suci: 6 [EDPT: 314b]); DLT’de bagla- ‘bağlamak’ (DLT III: 292;
DanKelly, 1985, 63); Harezm Türkçesinde bagla- ‘bağlamak’ (KutbHŞ: 23; Nehc.
17/1); Eski Kıpçakçada bagla- ‘bağlamak, demet yapmak; bağ ile, ip ile bağlamak’
(KTS: 21); Osmanlıcada bagla- ‘bağlamak, demet yapmak’ (TTS I: 69; TTS II: 95;
TTS III: 62; TTS IV: 68, 467) biçimlerinde görülmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda bag ‘bağ, sargı, kuşak’ köküne


dayandırılmış ve ‘bağlamak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Eckmann, 1966, 68; DTS:
78; EDPT: 314b; Erclasun, 1984, 15; DanKelly, 1985, 63, Erdal, 1991, 432). Talat
Tekin, Türk Dillerinde Birincil Uzun Ünlüler adlı eserinde DLT ba- ‘bağlamak’, Hlç.
vaa- ‘bağlamak’, Yak. bay- ‘bağlamak, (yarayı) sarmak, mecbur etmek, Tkm. bag
‘bağ, ip’ biçimlerini verir (Tekin, 1995, 100, 172). Tekin’in aktardığı biçimlerde
sözcüğün kökünün ünlüsü uzundur. Buna göre sözcüğün kökü *bag biçiminde de
tasarlanabilir.

gonçe dék köŋlüm gam-ı hicranıdın kan bagladı

müjde-i vaslın éşitip köŋlüm açıldı yene

(ŞN2: 1906)

köŋülleri alarga boldı ma’il

Rasulu’llah alarga bagladı dil

(ÇİK: 73v6)

balala- ‘yavrulamak’ (< bala ‘yavru, çocuk’ + la-) eylemi bala ‘yavru, çocuk’ adına
+la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde balala- ‘yavrulamak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 126v5;
LÇ: 71b; DTO: 153).

Bu eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülmektedir. DLT’de balala-


‘yavrulamak’ (DLT III: 92; DanKelly, 1985, 64); Eski Kıpçakçada balala-
‘yavrulamak’ (KTS: 23) biçimlerinde geçmektedir.

354
Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda bala ‘yavru, çocuk’ köküne
dayandırılmış ve ‘yavrulamak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Eckmann, 1966, 68;
DTS: 80; EDPT: 342b; DanKelly, 1985, 64).

yana miŋ kılade pili ve anıŋ zamanıda pil Hindustandın özge yirde balaladı

(TEH: A731b3)

başla- ‘başlamak, bir işe girişmek, liderlik etmek’ (< baş ‘baş’ + la-) eylemi baş
‘baş’ adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde başla- ‘başlamak, bir işe girişmek’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 122v11; LÇ: 69b; DTO: 150).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada başla-
‘başlamak, bir işe girişmek’ (Suv. 607/17; T VII: 40; TT I: 150); DLT’de başla-
‘başlamak, bir işe girişmek’ (DLT III: 291; DanKelly, 1985, 67); Harezm
Türkçesinde başla- ‘başlamak, bir işe girişmek’ (KutbHŞ: 28; Nehc. 7/5; MNa: 60
[EDPT: 381b]); Eski Kıpçakçada başla- ‘başlamak’ (KTS: 25); Osmanlıcada TTS
başla- ‘başlamak, işe girişmek, rehberlik etmek’ (TTS II: 115; TTS III: 72)
biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda baş ‘baş, lider, başlangıç; ön, uç’
köküne dayandırılmış ve ‘başlamak, bir işe girişmek, yönetmek’ şeklinde
anlamlandırılmıştır (TMEN II: 700; DTS: 88; EDPT: 381b; Ercilasun, 1984, 14;
DanKelly, 1985, 67, Erdal, 1991, 432; Tekin, 2000, 89).

şihab ilni kurup yol başlaguçı

yasavul tég yıgaçın taşlaguçı

(DN: 51)

men Türkçe başlaban rivayet

kıldım bu fesaneni hikayet

(LM: 3596)

bayramla- ‘bayram etmek’ (< badram ‘bayram’ + la-) eylemi badram ‘bayram’
adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta bayramla- ‘bayram etmek’ eylemine

355
değil, yalnızca sözcüğün kökü olan bayram ‘bayram’ sözcüğüne rastladık. (Seng.
128r7).

Eylemin kökü Eski Türkçeden itibaren görülmektedir, ancak bayramla- ‘bayram


etmek’ eylemine Çağatayca dışında yalnızca Eski Kıpçakçada bayramla- ‘bayram
etmek’ (KTS: 26) biçiminde rastlıyoruz.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda bu eylemle ilgili bir açıklamaya


rastlamadık. Ancak bu eylem biçiminin badram ‘bayram’ kökünden türediği açıktır.
Bu eyleme Çağatayca metinlerden yalnızca Babürnamede rastlıyoruz.

yaŋı ay yar yüzi birle körüp el şad bayramlar

maŋa yüz ü kaşıŋdın ayru bayram ayıda gamlar

(BN: H150a11)

bıçag/kla- ‘bıçaklamak’ (< bıçag/k ‘bıçak’ + la-) eylemi bıçag/k ‘bıçak’ adına +la-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bıçag/kla- ‘bıçaklamak’ eylemine rastlamadık. Yalnızca
sözcüğün kökü yer almaktadır (Seng. 144r7; LÇ: 89b; DTO: 182).

Bu eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülmektedir. DLT’de biçekle-


‘bıçaklamak’ (DLT III: 340; DanKelly, 1985, 72) biçiminde yer almaktadır.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda biçek/bıçag/k ‘bıçak’ köküne


dayandırılmış ve ‘bıçaklamak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 98; EDPT: 295b;
DanKelly, 1985, 72).

‘aşıknı nefs-i seg yoldın çıkarur

bıçaklayıp itni öltürse ‘aşık

(KUŞ, XLVII: 6)

boguzla- ‘boğazlamak’ (< boguz ‘boğaz’ + la-) eylemi boguz ‘boğaz’ adına +la-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde boguzla- ‘boğazlamak’ anlamında yer almaktadır (Seng.
136r7; LÇ: 83a; DTO: 172).

356
Bu eyleme Çağatayca dışında Harezm Türkçesinde boguzla- ‘boğazlamak’ (KutbHŞ:
35; Nehc. 214/7); Eski Kıpçakçada boguzla-, bogazla-, bovazla- ‘boğazlamak’ (KTS:
34) biçimlerinde görülmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda boguz ‘boğaz’ köküne dayandırılmış ve


‘boğazlamak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Eckmann, 1966, 68; DTS: 110; EDPT:
322b; DanKelly, 1985, Erdal, 1991, 433).

köŋülge hecr zahmı kim urup özdin yırak saldıŋ

boguzlap taşlagan kuş dék töküp kan ıztırab éyler

(NN, 242: 5)

soŋra atmakka yahşı közle anı

hem yırakdın turup boguzla anı

(SS: 1231)

boyla- ‘boy ile ölçüşmek; bir boy gitmek, baştan sona kadar gitmek’ (< boy ‘boy’ +
la-) eylemi boy ‘boy’ adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde boyla- ‘boy ile ölçüşmek’
anlamında yer almaktadır (LÇ: 86a; DTO: 179).

Bu eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda boyla- eylemine rastlamadık, ancak


eylemin boy ‘boy’ adından türediği açıktır.

bakma éy zahid hakaret birle eşya sarı kim

boylagan anıŋ sıfat-mazharı yok hiç zat

(NN, 125: 6)

çulga- ‘sarmak, paketlemek; örmek, kapamak’ (< çug ‘bağ’ + la-) eylemi çug ‘bağ’
adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde çulga- ‘sarmak, paketlemek; örmek, kapamak’
anlamında yer almaktadır (Seng. 214r28; LÇ: 158a; DTO: 298). Çağatayca
metinlerde aslında çugla- biçiminde olması gereken eylemin göçüşmeli biçimi olan
çulga- görülmektedir.
357
Bu eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de çulga-,
çugla- ‘örmek, kapamak’ (DLT III: 295; DanKelly, 1985, 96); Harezm Türkçesinde
çulga- ‘örmek, kapamak’ (Nehc. 8/8); Eski Kıpçakçada çulga-, şulga- ‘giymek,
sarmak, dolamak’ (KTS: 54) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda çug ‘bağ’ köküne dayandırılmış ve


‘sarmak, paketlemek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (EDPT: 407b; DanKelly, 1985,
96, Erdal, 1991, 435).

kaysı Yezdi olça köp aldı

çulgaban anı yükige sardı

(ŞN2: 2018)

anı ‘izzet bilen çulgap yüz elvan

sagın bu Hızrdur ol ab-ı hayvan

(DN: 83)

ırla-, yırla- ‘şarkı söylemek, terennüm etmek, zikretmek’ (< ır, yır ‘şarkı, türkü, şiir’
+ la-) eylemi ır, yır ‘şarkı’ adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde ırla-, yırla- ‘şarkı
söylemek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 349r9; LÇ: 311b; DTO: 105).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada yırla- ‘şarkı
söylemek’ (U I: 41; TT X: 442); DLT’de yırla- ‘şarkı söylemek’ (DLT III: 308;
DanKelly, 1985, 228); Eski Kıpçakçada ırla-, yırla- ‘şarkı söylemek’ (KTS: 102)
biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda ır, yır ‘şarkı, türkü, şiir’ köküne
dayandırılmış ve ‘şarkı söylemek, terennüm etmek, zikretmek’ şeklinde
anlamlandırılmıştır (DTS: 220; EDPT: 230a; DanKelly, 1985, 228, Erdal, 1991,
452). Talat Tekin, Türk Dillerinde Birincil Uzun Ünlüler adlı eserinde Uyg. ır, yır
‘şarkı, türkü, şiir’, DLT yīr ‘gazel, şiir’, Çuv. yurĭ ‘şarkı, türkü’ biçimlerini verir
(Tekin, 1995, 175). Tekin’in aktardığı biçimlerde sözcüğün kökünün ünlüsü uzundur.
Buna göre sözcüğün kökü *īr ya *yīr biçiminde de tasarlanabilir.

358
Türkane ır ırlagınça, anıŋ

köydürdi meni yalay-bolası

(SD: 579)

yokarı aşurup meni agırlap

ayag ilige alıp tuttı yırlap

(DN: 113)

kamçıla- ‘kamçılamak’ (< kamçı ‘kamçı’ + la-) eylemi kamçı ‘kamçı’ adına +la-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Bu
biçim Çağatayca sözlüklerde yer almamaktadır.

Bu eylem Çağatayca metinler dışında Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de


kamçıla- ‘kamçılamak’ (DLT III: 331; DanKelly, 1985, 125) ve Eski Kıpçakçada
kamçıla- ‘kamçılamak’ (KTS: 125) biçiminde yer almaktadır.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda kamçı ‘kamçı’ köküne dayandırılmış


ve ‘kamçılamak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 415; EDPT: 626b; DanKelly,
1985, 125).

Şah Melikni tutup kamçılattı takı kolun baglatıp koydı

(ŞTe: 95a1)

kıçıkla- ‘gıdıklanmak’ (< kıçık ‘gıdık’ + la-) eylemi kıçık ‘gıdık’ adına +la- addan
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde ise kıçıg/kla- ‘gıdıklanmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 244a; DTO:
444).

Bu eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de kıçıla-


‘gıdıklanmak’ (DLT III: 323; DanKelly, 1985, 105) Eski Kıpçakçada kıçıkla-
‘gıdıklanmak’ (KTS: 143) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda kıçı ‘gıdık’ köküne dayandırılmış ve


‘gıdıklanmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 440; EDPT: 591b; DanKelly,
1985, 105). Clauson, kıçıkla- eyleminin kökü olan kıçık sözcüğünü de *kıç-
‘kaşındırmak, gıdıklamak’ eylemine dayandırmıştır (EDPT: 591b).

359
köz koydı tabanı üzre yıglap

oygatkalı kirpiki kıçıklap

(LM: 3264)

kışla- ‘kışlamak, kışı geçirmek’ (< kış ‘kış’ + la-) eylemi kış ‘kış’ adına +la- addan
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde kışla- ‘kışlamak, kışı geçirmek’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 248a;
DTO: 449).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada kışla-
‘kışlamak, kışı geçirmek’ (Şu. D: 7 [EDPT: 973a]); DLT’de kışla- ‘kışlamak, kışı
geçirmek’ (DLT III: 299; DanKelly, 1985, 139); Eski Kıpçakçada kışla- ‘kışlamak,
kışı geçirmek’ (KTS:146) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda kış ‘kış’ köküne dayandırılmış ve


‘kışlamak, kışı geçirmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (VEWT: 268; DTS: 448;
EDPT: 973a; DanKelly, 1985, 139, Erdal, 1991, 439; Tekin, 2000, 89).

muhalif Vahşnı kışlap tururda

turuş birmey turur turmak içinde

(ŞHD: 12a2)

sirniŋ ékki tarafın yaylap ve kışlap on arkaları ötkünçe olturdılar

(ŞTe: 85b21)

kuşla- ‘kuş avlamak’ (< kuş ‘kuş’ + la-) eylemi kuş ‘kuş’ adına +la- addan eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde kuşla- ‘kuş avlamak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 237a; DTO: 432).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada kuşla- ‘kuş
avlamak’ (IB: 43); DLT’de kuşla- ‘kuş avlamak’ (DLT III: 299; DanKelly, 1985,
149); Harezm Türkçesinde kuşla- ‘kuş avlamak’ (KutbHŞ: 146) biçimlerinde
geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda kuş ‘kuş’ köküne dayandırılmış ve ‘kuş


avlamak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 471; EDPT: 973a; DanKelly, 1985,
149, Erdal, 1991, 441; Tekin, 2000, 89).
360
yémek içmek bile dayim hoş-hal

kuşlap avlap yörügen farig-bal

(ŞN1: 415)

kuçag/kla- ‘kucaklamak’ (< kuçag/k ‘kucak’ + la-) eylemi kuçag/k ‘kucak’ adına
+la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık. Yalnızca sözcüğün kökü yer
almaktadır (Seng. 283v28; LÇ: 232b; DTO: 423).

Bu eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de kuçakla-


‘kucaklamak’ (DLT III: 338; DanKelly, 1985, 145); Harezm Türkçesinde kuçakla-
‘kucaklamak’ (KutbHŞ: 142); Eski Kıpçakçada kuçakla-, kuçala- ‘kucaklamak’
(KTS: 161) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda kuçag/k ‘kucak’ köküne dayandırılmış


ve ‘kucaklamak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (VEWT: 295; DTS: 463; EDPT: 591b;
DanKelly, 1985, 145). Sözcüğün kökü olan kuçag/k ‘kucak’ sözcüğünün kökü de
kuç- ‘kucaklamak, bağrına basmak’ eylemine dayanmaktadır, yani kuçag/kla-
eyleminin gelişimi şöyle açıklayabiliriz: kuçag/kla- < kuç-ag/k + la-. Talat Tekin,
Türk Dillerinde Birincil Uzun Ünlüler adlı eserinde Yak. kus- < *kuç- , Har. kucak,
Tkm. kucak, Tü. kucak < *kuçak biçimlerini verir (Tekin, 1995, 45). Tekin’in
aktardığı biçimlerde sözcüğün kökünün ünlüsü uzundur. Buna göre sözcüğün kökü
*kuç- biçiminde de tasarlanabilir.

Han yerindin kopa kéldi takı Suvarnı kuçaklap yüzindin öpdi takı aytdı

(ŞTe: 93b14)

muzla- ‘buz tutmak’ (< muz ‘buz’ + la-) eylemi muz ‘buz’ adına +la- addan eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde muzla- ‘buz tutmak’ biçimi yer almamaktadır.

Bu eyleme Çağatayca metinler dışında Tarihi Türk Dillerinde yalnızca Eski


Kıpçakçada buzla- ‘buz tutmak’ (KTS: 39) biçiminde rastladık.

Etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda muzla- ‘buz tutmak’ biçiminde bir eyleme


rastlamadık. Ancak eylemin muz ‘buz’ köküne dayandığı açıktır.
361
katrei muzlamagan kalmadı su

muzladı şehr-i Semerkand asru

(ŞN2: 1622)

taş kibi muzlap édi ol derya

yok édi hiç nem anda asla

(ŞN2: 1674)

ogurla- ‘çalmak’ (< ogrı ‘hırsız’ + la-) eylemi ogrı ‘hırsız’ adına +la- addan eylem
yapan ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde ogurla- ‘çalmak, hırsızlamak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 35b; DTO:
68).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada ogurla-
‘çalmak’ (U II: 85; TT IV: 8); DLT’de ogrıla- ‘çalmak’ büyümek’ (DLT I: 316;
DanKelly, 1985, 39); Harezm Türkçesinde ogurla- ‘çalmak’ (KutbHŞ: 114; Nehc.
301/12); Eski Kıpçakçada ogurla- ‘çalmak’ (KTS: 203); Osmanlıcada ogurla-,
ogrula- ‘çalmak, hırsızlık etmek’ (TTS I: 714; TTS II: 919; TTS III: 700; TTS IV:
776) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda ogrı ‘hırsız’ köküne dayandırılmış ve


‘çalmak, hırsızlık etmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 364; EDPT: 94a;
DanKelly, 1985, 39, Erdal, 1991, 421-422). Marcel Erdal, Buddhkat 11’deki OG-
RLA-MA-SA biçiminin eylemin okunuşu için iki ihtimal ortaya çıkardığını
belirtmiştir. Birinci ihtimal /r/nin içinde bulunduğu bir hece ile okunmasıdır, ikinci
ihtimal ise /g/nin art ünlülü bir sesbirimciği sızıcı ya da akıcı bir ünsüz şeklinde
telaffuz edilmelidir, bu da /ogr/ biçiminde bir hece verir (Erdal, 1991, 421-422).
Eraslan sözcüğün kökü olan ogur sözcüğünün Eski Türkçe’deki ogur ‘zaman, esas,
temel’ ile ilgili olduğunu düşünmüştür (Eraslan, 1999, 387).

köŋlümni ogrılap kara zulfuŋdın elte dur;

hay hay sad afarin ki ne ‘ayyar emiş közüŋ

(GD, 116: 3)

362
Kozı Teginniŋ ivindin ötükin ogurlap kéyip Bugra Hannıŋ ivige kélip takı kaytıp
barıp ötükni yerinde koyup kéldi

(ŞTe: 91b9-10)

okla- ‘oklamak’ (< ok ‘ok’ + la-) eylemi ok ‘ok’ adına +la- addan eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde okla-
‘oklamak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 36a; DTO: 69).

Bu eyleme Çağatayca metinler dışında Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda bu eyleme rastlamadık, ancak eylemin


ok ‘ok’ köküne dayandığı açıktır.

kunduz bigin kirpükleri ahu-yı Çindür közleri

ahunı okla ay sanem müjgan ile hem-hvabedür

(ŞHD: 53a12)

ol na-dan Tiŋri ta‘alanı okladım dép kerkeslerini yokarı yanıga baglaban itlerni kuyı
yanıga baglap yirge érdi

(TEH: T698b23)

otla- ‘otlamak’ (< ot ‘ot, bitki’ + la-) eylemi ot ‘ot, bitki’ adına +la- addan eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde ise otla- ‘otlamak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 61r27; LÇ: 25b;
DTO: 44).

Bu eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de otla-


‘otlamak’ (DLT I: 285; DanKelly, 1985, 43); Harezm Türkçesinde otla- ‘otlamak’
(Nehc. 298/11); Eski Kıpçakçada otla- ‘ilaçlamak, tedavi etmek’ (KTS: 206);
Osmanlıcada otala- ‘otlamak’ (TTS I: 551) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda ot ‘ot, bitki’ köküne dayandırılmış ve


‘otlamak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 373; EDPT: 57b; DanKelly, 1985, 43,
Erdal, 1991, 442).

363
Mu‘inü’d-din Ulug Big Han şeh-i şeh-zade devrinde

keyik, arslan u koy, böri bu kün bir yirde, hoş otlar

(SD: 235)

ve yana Hotan şehriniŋ çera-gahında sünbül ve reyahin otlap danesiniŋ mihriga naz
kılıp lale-zar içinde ahu-bere tég firkatiŋ dagıda boldum

(ŞHD: 153b11)

sapla- ‘saplamak, sap takmak’ (< sap ‘sap’ + la-) eylemi sap ‘sap’ adına +la- addan
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde sapla- ‘saplamak, sap takmak’ eylemine rastlamadık.

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada sapla-
‘saplamak, sap takmak’ (TTS I: 551); DLT’de sapla- ‘saplamak, sap takmak’ (DLT
III: 296; DanKelly, 1985, 154) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda sap ‘sap’ köküne dayandırılmış ve


‘saplamak, sap takmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (EDPT: 789a; DanKelly, 1985,
154, Erdal, 1991, 444).

tarikat hafızın körsem şeri‘atdın su’al étsem

şeri‘atdın kanat saplap takı munda kadalmas-men

(ŞHD: 126a11)

sayla- ‘saymak, hesaba katmak’ (< san ‘sayı’ + la-) eylemi san ‘sayı’ adına +la-
addan eylem yapan ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişli eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde sayla- ‘saymak, hesaba katmak, hesap tutmak’ anlamında yer
almaktadır (LÇ: 184b; DTO: 346).

Bu eyleme Çağatayca metinler dışında Tarihi Türk Dillerinde yalnızca Eski


Kıpçakçada sayla- ‘temizlemek, sağalmak’ (KTS: 230) biçiminde rastladık.

Eylem için etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda bir kayıt bulamadık, ancak


eylemin sa-n ‘sayı’ köküne dayandığı açıktır. Sözcüğe bu anlamıyla yalnızca
Çağataycada rastlıyoruz.

364
men ki insaf ehli birle sözledim Hak sözini

nazm ehli arasında sayladı anı Çalap

(ŞHD: 21b6)

nafsuka işarat muŋa-dur … ol kim Hudavand-dur sayladı sizlerni öziniŋ dininiŋ


nusratı

(ÇKT: 41a11)

sula- ‘sulamak’ (< sub ‘su’ + la-) eylemi sub ‘su’ adına +la- addan eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde sula-
‘sulamak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 246r15; LÇ: 193a; DTO: 360).

Bu eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de suvla-


‘sulamak’ (DLT III: 297; DanKelly, 1985, 170); Eski Kıpçakçada sula-, sufsa-
‘sulamak’ (KTS: 243) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda sub ‘su’ köküne dayandırılmış ve


‘sulamak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 515; EDPT: 989b; Ercilasun, 1984, 15;
DanKelly, 1985, 170; Erdal, 1991, 109). Talat Tekin, Türk Dillerinde Birincil Uzun
Ünlüler adlı eserinde DLT suw ‘su’, Çuv. şıv < *siuv ‘su’ biçimlerini verir (Tekin,
1995, 180). Tekin’in aktardığı biçimlerde sözcüğün kökünün ünlüsü uzundur. Buna
göre sözcüğün kökü *sub biçiminde de tasarlanabilir.

ol geledin kalgan tufeyli sudur kim biz hem sulap barur biz

(TEH: T704a5)

lebiŋ şirinligin cana lebimde min sulaydur-men

ki çüçüg balını içken sayı köprek susaydur-men

(ŞHD: 139a6)

taŋla- ‘hayret etmek, şaşmak ; ışık saçmak, aydınlatmak’ (< taŋ ‘şaşkınlık, hayret’ +
la-) eylemi taŋ ‘şaşkınlık, hayret’ adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde taŋla- ‘hayret etmek,
şaşmak ; ışık saçmak, aydınlatmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 162v27; LÇ:
104b; DTO: 207).

365
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada taŋla- ‘hayret
etmek, şaşmak’ (M I: 37; TT IX: 38; U III: 72); DLT’de taŋla- ‘hayret etmek,
şaşmak’ (DLT III: 403; DanKelly, 1985, 176); Harezm Türkçesinde daŋla-, taŋla-
‘hayret etmek, şaşmak’ (KutbHŞ: 170); Eski Kıpçakçada taŋla- ‘hayret etmek,
şaşmak’ (KTS: 262); Osmanlıcada taŋla- ‘hayret etmek, şaşmak’ (TTS I:178; TTS
II: 259; TTS III: 168; TTS IV: 190) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda taŋ ‘şaşkınlık, hayret’ köküne


dayandırılmış ve ‘şaşmak, şaşırmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 533; EDPT:
521a-b; Ercilasun, 1984, 15; DanKelly, 1985, 176, Erdal, 1991, 447).

éy Nevayi çün zaman ehliga asla yok vefa

tapmaguŋ hergiz vefa ehli alarnı taŋlaban

(BV, 457: 11)

yavlınıŋ bu kılgan işin aytdılar érse ulug ve kiçik ve yahşı ve yaman ve körgen ve
éşitken taŋlap hayran kaldı

(ŞTe: 88b4-5)

taşla- ‘taşlamak’ (< taş ‘taş’ + la-) eylemi taş ‘taş’ adına +la- addan eylem yapan
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde taşla-
‘taşlamak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 156v7; LÇ: 101a; DTO: 200).

Bu eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de taşla-


‘taşlamak’ (DLT II: 294; DanKelly, 1985, 180); Harezm Türkçesinde taşla-
‘taşlamak’ (KutbHŞ: 173); Eski Kıpçakçada daşla-, taşla- ‘taşlamak’ (KTS: 265)
biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda taş ‘taş’ köküne dayandırılmış ve


‘taşlamak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 540; EDPT: 564b; DanKelly, 1985,
180).

şihab ilni kurup yol başlaguçı

yasavul tég yıgaçın taşlaguçı

(DN: 51)

366
tayagla- ‘dayak atmak, zulm etmek’ (< tayag ‘dayak’ + la-) eylemi taya-g ‘dayak’
adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde tayagla- ‘dayak atmak, zulm etmek’ anlamında yer
almaktadır (LÇ: 106a; DTO: 211).

Bu eyleme Çağatayca metinler dışında Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

Eyleme etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda taya-g ‘dayak’ köküne dayandırılmış


ve ‘baston sahibi olmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (EDPT: 569a; DanKelly, 1985,
183). Bu eylemin kökü de taya- ‘desteklemek, dayanmak’ eylemine dayanmaktadır.

dédi zalim ki bes kılıŋ urmaŋ

bu kün anı tayaglap öltürmeŋ

(SS: 3142)

toyla- ‘ziyafet çekmek’ (< toy ‘toy, düğün, ziyafet’ + la-) eylemi toy ‘toy, düğün,
ziyafet’ adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir
eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde toyla- ‘ziyafet çekmek’ anlamında yer
almaktadır (LÇ: 129b; DTO: 251).

Bu eyleme Çağatayca metinler dışında Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık,


ancak eylemin toy ‘toy, düğün, ziyafet’ köküne dayandığı şüphesizdir. Çağataycada
bu eyleme yalnızca Şibânname ve Hubbudestan adlı metinlerde rastladık.

toyladı anı ve mihman kıldı

yan ki başdın anı sultan kıldı

(ŞN3: LX: 4)

uykula- ‘uyumak, ‘uyuklamak, uyku bastırmak’ (< udıgu ‘uyku’ + la-) eylemi udıgu
‘uyku’ adına +la- addan eylem yapan ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde uykula- ‘uyumak’ anlamında yer almaktadır (Seng.
90r2; DTO: 87).

367
Bu eylemi Eski Türkçeden itibaren Tarihi Türk Dillerinde bulabiliriz. Eski
Uygurcada udıkla- ‘uyuklamak’; DLT’de udıkla- ‘uyumak’ (DLT III: 339; DanKelly,
1985, 51) biçiminde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda udı-k ‘uyku’ köküne dayandırılmış ve


‘uyuklamak, uyku bastırmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 606; EDPT: 49b;
DanKelly, 1985, 52, Erdal, 1991, 449). Clausun udık sözcüğünün Orta zamanda
uyku sözcüğü ile yer değiştirdiğini ve bu sözcüğün *udıgu sözcüğünün kısaltılmış
biçimi olduğunu ifade etmiştir (EDPT: 49b). Buna göre eylemin gelişimini uyukla- <
udı-gu ‘uyku’ + la- biçiminde açıklayabiliriz.

yolda çageri at ve silahın anı uykulatıp alıp kaçtı

(TEH: A723a21)

yalaŋgaçla- ‘soymak, çıplak etmek, çıplaklaştırmak’ (< yalaŋgaç ‘çıplak, açık’ + la-)
eylemi yalangaç ‘çıplak, açık’ adına addan eylem yapan +la- ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde yalangaçla- ‘soymak,
çıplak etmek’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 297b; DTO: 533).

Bu eyleme Çağatayca metinler dışında Tarihi Türk Dillerinden yalnızca Eski


Kıpçakçada yalaŋaçla- ‘ortaya çıkarmak’ (KTS: 307) biçiminde rastladık.

Eylem için etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda bir kayda rastlamadık, ancak


eylemin yalaŋaç ‘çıplak, açık’ köküne dayandığı şüphesizdir. yalaŋaç sözcüğünün
ise yalaŋ ‘yalın, çıplak’ sözcüğüne +gaç ekinin eklenmesiyle türemiş bir gövde
olduğu açıktır. Bu eylem biçimine yalnızca Meyveler Münazarası adlı metinde
rastladık. Çağataycada aynı anlamda yalanla- ‘soymak, çıplak hale getirmek’ eylemi
de bulunmaktadır.

yalaŋgaçlap yana tireŋni soyup

aladur külge salıban kurutup

(MMü: 66)

yamanla- ‘kötülemek’ (< yaman ‘kötü’ + la-) eylemi yaman ‘kötü, fena’ adına +la-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişli eylem biçimidir.

368
Çağatayca sözlüklerde ise yamanla- ‘kötülemek’ anlamında yer almaktadır (LÇ:
299a; DTO: 536).

Bu eylem Harezm Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. Harezm Türkçesinde


yamanla- ‘kötülemek, hakkında kötü söz söylemek’ (Nehc. 422/13); Eski
Kıpçakçada yamanla- ‘kötülemek, kötü muamele etmek; telef etmek, yok etmek’
(KTS: 309) biçimlerinde görülmektedir.

Eylem için etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda bir kayda rastlamadık, ancak


eylemin yaman ‘kötü, fena’ köküne dayandığı açıktır.

it yamanlaptur igesige haber yok éy köŋül

bu mesel dék her zaman ol şuhdın küsmek nedür

(HBD: 36: 5)

tahammül kıla almay andın yamanlap Rumga bardı

(TEH: A721b2)

yaragla- ‘hazırlamak, donatmak’ (< yarag/k ‘hazırlık, imkan’ + la-) eylemi yara-g/k
‘hazırlık, imkan’ adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Dictionnaire turc oriental’de yaragla-
‘hazırlamak, donatmak’ anlamında yer almaktadır (DTO: 521). Lugat-ı Çağatay’da
ise yarag+la-n- biçimine rastlıyoruz (LÇ: 291a).

Bu eylemi Karahanlı Türkçesinden itibaren Tarihi Türk Dillerinde bulabiliriz.


DLT’de yarıkla- ‘giymek’ (DLT III: 114); KB’de yarıkla- ‘giymek’ (KB: 2360);
Eski Kıpçakçada yarag/kla- ‘hazırlamak, donatmak, hazırlık yapmak’ (KTS: 311);
Osmanlıcada yarakla- ‘hazırlamak, giydirmek, donatmak’ (TTS I: 784, TTS II: 999;
TTS III: 770; TTS IV: 844) biçiminde rastladık.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda yara-g ‘hazırlık, imkan’ köküne


dayandırılmış ve ‘hazırlamak, donatmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (VEWT: 190;
DTS: 241; EDPT: 964b-965a). Çağataycada bu eylemin genişlemiş biçimlerine de
rastlamak mümkündür: yaraglan- vb.

369
sur içre yaraglasunlar ayin

kök takını baglasunlar ayin

(LM: 632)

yayla- ‘yaylaya çıkmak’ (< yay ‘yaz’ + la-) eylemi yay ‘yaz’ adına +la- addan eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde yayla- ‘yaylaya çıkmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 340v25; LÇ:
302b; DTO: 542).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülmektedir. Eski Uygurcada yayla- ‘yaylaya


çıkmak’ (Şu. D: 9 [EDPT: 982a]); DLT’de yayla- ‘yaylaya çıkmak’ (DLT III: 311;
DanKelly, 1985, 220); Eski Kıpçakçada yayla- ‘yaylaya çıkmak, yaz mevsimini
yaylada geçirmek’ (KTS: 316) biçimlerinde görülmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda yay ‘yaz’ köküne dayandırılmış ve


‘yaylaya çıkmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 226; EDPT: 982a; DanKelly,
1985, 220, Erdal, 1991, 450).

kılıcım sıyırıp bil eñsemde kuyı kazdum

ava kışlap kır(da) yaylap balkan aşdum

ekse yatan kara tagga ugrap keldüm

kankı güruh toy tutmadı anda boldum

(ŞTe: 100b4)

künbez-i Kabus ile yaylap uşol Gürgan suyın

kim kızıl börk cehtidin biz ‘azm-i Bagdad eyledük

(ŞHD: 83a12)

yıldamla- ‘yarışmak, acele etmek’ (< yıldam ‘hızlı, çabuk’ + la-) eylemi yıldam
‘hızlı, çabuk’ sıfatına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Bu eyleme Çağatayca metinler dışında Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

370
Eylem için etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda bir kayda rastlamadık, ancak
eylemin yıldam ‘hızlı, çabuk’ köküne dayandığı şüphesizdir. Sözcüğün kökü
Çağataycada ıldam biçiminde de görülmektedir. Bkz. ıldam.

fathı anıŋ ‘alamatı-dur … va Ya’cuc ve Ma’cuc … har béyiklikdin … yıldamlarlar va


yü-

(ÇKT: 30a10)

ya‘ni rızkı ranc va minnatsız ya cennet ahiratıda … va alar kim yıldamladılar …


biziŋ

(ÇKT: 37b22)

yokla- ‘yoklamak, kaybolmak; araştırmak’ (< yok ‘yok’ + la-) eylemi yok ‘yok’
adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde yokla- ‘yoklamak; kaybetmek; araştırmak’
anlamında yer almaktadır (Seng. 343v15; LÇ: 306b; DTO: 547).

Sözcük Çağataycadaki anlamına yakın anlamıyla yalnızca Eski Kıpçakçada yohla-


‘bir şeyin kayıp olduğunu fark etmek; yokluğunu hissetmek, kaybetmek’ (KTS: 326)
biçimlerinde görülmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda yok ‘yok’ köküne dayandırılmış ve


‘yoklamak, kaybolmak; araştırmak,’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 273; EDPT:
902b; Ercilasun, 1984, 15; DanKelly, 1985, 53, Erdal, 1991, 452). Talat Tekin, Türk
Dillerinde Birincil Uzun Ünlüler adlı eserinde Orh. Uyg. yook ‘yok’, DLT yok ‘yok’,
Tkm. yok ‘yok’, Yak. suoh ‘yok’, Hlç. yuok ‘yok’, Az. (Kaş.) yuh ‘yok’ biçimlerini
verir (Tekin, 1995, 47, 60, 116, 178). Tekin’in aktardığı biçimlerde sözcüğün
kökünün ünlüsü uzundur. Buna göre sözcüğün kökü *yok biçiminde de tasarlanabilir.

hatırım viranlıgın bilgey birev hicranıda

ol ki her sa’at birevni yoklagay viranıda

(BV, 25: 1)

371
ister mü ékin yüzümni her kün

yoklar mu ékin saçımnı her tün

(LM: 1559)

Çağataycada bu ekin Arapça, Farsça, Moğolca vb. yabancı sözcüklere de gelerek


eylem türettiği görülmektedir.

arzula- ‘arzu etmek, dilemek’ (< Far. arzu ‘arzu, istek’ + Çağ. la-) eylemi Far. arzu
‘arzu, istek’ adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir
eylem biçimidir.

resm érür bimara bérmek her ne köŋli arzular

haste köŋlümge érür ol la‘l-i şekkerbar umid

(GD, 38: 3)

bu köŋül bülbül bigin gül tég yaŋakıŋ arzular

boldı yüz altun u köz sim tég sakakın arzular

(LD: 391)

bandla- ‘tutuklamak, yakalamak’ (< Far. band ‘yular, bağ’ + Çağ. la-) eylemi Far.
band ‘yular, bağ’ adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir.

kabul bolgan Hızır Haylını bandlap, cıhatını mufassal kılıp, ‘arzga yétkürgeyler

(BN: H244b9)

carla- ‘çağırmak, davet etmek’ (< Moğ. car ‘tebliğ, emir, haber, ilan’ + Çağ. la-)
eylemi Moğ. car ‘tebliğ, emir, haber, ilan’ adına +la- addan eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.

namaz-ı şamda çagır suhbatı boldı. Suhbatta Sultan ‘Ala’u’d-dīnnı carlap,


olturguzup, hassa hıl‘at ‘ınayat boldı

(BN: H220b2-3)

372
dagla- ‘yaralamak’ (< Far. dag ‘yara, yara izi, insana ve hayvan vücuduna vurulan
damga’ + Çağ. la-) eylemi Far. dag ‘yara, yara izi, insana ve hayvan vücuduna
vurulan damga’ adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir.

feragat karvanı raht baglap

veda‘ otı bilen köksümni daglap

(DN: 166)

damanala- ‘dağ eteğinde yürümek’ (< Far. damana ‘dağ, tepenin alt bölümü’ + Çağ.
la-) eylemi Far. damana ‘dağ, tepenin alt bölümü’ adına +la- addan eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.

daşttın köçüp, Mihtar Sulayman tagını damanalap, canub sarı baka yürüp, üç arada
konup, Sind suyınıŋ yakasıdagı Multan tavabı‘ı kéntlerdin Bīle dégen kasabagaça
yétişildi

(BN: H150b11)

biben, bu şık ve bu hay’atı bile bizdin kim kaçtı, tagnı damanalap, barıp kaçkan,
köredegen Afgan ve Hındıstanīnı yıgıp, bu fatratta yerni halī tapıp, kélip Sanbalnı
kabaptur

(BN: H297b1-3)

fahmla- ‘anlamak, farkına varmak’ (< Ar. fahm ‘anlama, anlayış’ + Çağ. la-) eylemi
Ar. fahm ‘anlama, anlayış’ adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.

tekellüf kılıp, hem yaman çalur, hem öz sazını kéltürmey, yaramas saz kéltürür.
Şıbanī Han fahmlar

(BN: H182b2)

güzarla- ‘yapmak, ödemek’ (< Far. güzar ‘geçme, geçiş, geçit’ + Çağ. la-) eylemi
Far. güzar ‘geçme, geçiş, geçit’ adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
373
éy hüsn ile tüvanger bu lutfi köŋlin algıl

çün hac güzarlamaktur peyveste farz bayga

(LD: 1667)

handakla- ‘hendek kazmak’ (< Ar. handak ‘hendek’ + Çağ. la-) eylemi Ar. handak
‘hendek’ adına +la- addan eylem yapan ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişsiz
eylem biçimidir.

her seher ta kuyaş çabük-süvarı Hotan sipahınıŋ mühafazatı üçün subh cuybarıdın
handaklap zulmet çirigin def‘ étkey

(TEH: M786a5)

harabla- ‘bitkin ve perişan bir halde olmak’ (< Ar. harab ‘yıkık, viran’ + Çağ. la-)
eylemi Ar. harab ‘yıkık, viran; çok sarhoş’ adına +la- addan eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.

‘alam Han hem harablap, yayag yalıŋ kéldi

(BN: 261a13)

hıramla- ‘salınarak yürümek’ (< Far. hıram ‘salına salına gidiş’ + Çağ. la-) eylemi
Far. hıram ‘salına salına gidiş’ adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.

kaçan hıramlasa gülgun kaba kéyip ol serv

tiler bu gonce köŋül kürteni kaba kılsa

(LD: 207)

seyran kılan hıramlap uşol lalezar ara

seyd-i Hotan ve yahud İremniŋ gazali dur

(GD, 85: 3)

374
hoşla- ‘hoş tutmak’ (< Far. hoş ‘hoş, iyi, güzel’ + Çağ. la-) eylemi Far. hoş ‘hoş, iyi,
güzel’ adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir.

gonçe ‘ıtrın hoşlamas min min ki köŋlüm bagıda

derk éterge örgenip min zenglıg peykan isi

(BV, 647: 6)

… magar kişini kim Huday hoşlagay anıŋ şafa‘atını ya kişini kim Haknıŋ birlikige
ikrar kılgay ibn-i ‘Abbas

(ÇKT: 23a12)

mumla- ‘balmumu ile bir kabın içini sırlamak, cilalamak’ (< Far. mum ‘mum’ + Çağ.
la-) eylemi Far. mum ‘mum’ adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir.

bu mezkur bolgan üzümni yançkandın soŋra yaŋı küpke kim neçe katla yaglangandın
soŋra kalın mumlamış bolgaylar

(TEH: M800a15)

olcala- ‘yağmalamak, esir olarak almak’ (< Moğ. olca ‘ganimet’ + Çağ la-) eylemi
Moğ. olca ‘ganimet’ adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişli bir eylem biçimidir.

Salur Kazan Alpnıŋ anası Çaçaklını olcalap alıp kitip

(ŞTe: 85b11)

yadla- ‘anmak, zikretmek, hatırlatmak’ (< Far. yad ‘hatırlatma, anma; hatır gönül’ +
Çağ. la-) eylemi yad ‘hatırlatma, anma; hatır gönül’ adına +la- addan eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.

yagmala- ‘yağmalamak’ (< Far. yagma ‘yağma, çapul’ + Çağ. la-) eylemi Far. yagma
‘yağma, çapul’ adına +la- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir.

375
köŋlümi yagmaladı bir fustuki tonluk peri

saçları sünbül, yaŋakı reşk-i gülberg-i terī

(GD, 232: 1)

Çağataycada bu ekle türeyen başka eylemler de vardır. Bu biçimler şunlardır:

barla- ‘varlığını doğrulamak’ (< bar ‘var’ + la-) [Seng. 120b26]; bozla- ‘ağlayıp
inlemek, haykırmak’ (< *boz + la-; eylemin kökü tam olarak açık değil) [LM, ŞHD];
burunla- ‘öne geçmek, ileri geçmek’ [GN, 96: 6 (Eckmann, 1966, 66]; çakla-
‘kuşların (uçarlarken) kanatlarını birbirine değdirmek (< çak ‘çarpma sonucunda
çıkan ses (yansıma sözcük) + la-) [ŞHD]; çımdıla- ‘çimdiklemek’ (< çımdı ‘çimdik’
+ la-) [ML]; éligle- ‘ellemek, yakalamak, ele geçirmek’ (< élig ‘el’ + le-) [BN];
eyele- ‘sahiplenmek’ (< eye ‘sahip’ + le-) [N Quatr. 111: 12]; ikele- ‘ikilemek’ (< éki
‘iki’ + le-) [Mec. 29a13]; sakla- ‘saklamak; beklemek, kollamak, dikkat etmek’ (<
sak ‘uyanık’ + la-) [MKb, LD, FK, GD, ŞHD, AD, KMD, ŞTe, GS, Sİ]; sözle-
‘söylemek’ (< söz ‘söz’ + le-) [MKb, LT, SD, LD, FK, BabD, GD, ŞHD, NN, ŞTe,
GS]; taşla- ‘atmak, çıkarmak; dışlamak, dışarıya çıkmak’ (< taş ‘dış’ + la-) [Seng.
156b7]; tıŋla- ‘dinlemek’ ( < tıŋ ‘ses’ + la-) [SD, KUŞ, ŞTe]; tünle- ‘gecelemek’ (<
tün ‘gece’ + le-) [Seng. 186b9]; yahşıla- ‘beğenmek’ (< yahşı ‘güzel, iyi’ + la-)
[Zenker, 1862-67, 11b10]; yakala- ‘kıyı boyunca gitmek’ (< yaka ‘yaka, kıyı’ + la-)
[Zenker, 1862-67, 268b2]; yavla- ‘savaşmak’ (< yav ‘düşman’ + la-) [ŞTe];
yavuglaş- ‘yakınlaşmak, iki şey arasındaki mesafe azalmak’ (< yavu-g ‘yakın’ + la-
ş-) [TEH]; yayakla- ‘binilen bir şeyden inmek, attan inmek’ (< yayak ‘yaya’ + la-)
[GN: 69a1 (Eckmann, 1966, 66)]; yıgla- ‘ağlamak’ (< *īgı ‘yansıma sözcük’ + la-)
[MKb, LT, BV, SD, BabD, ML, GD, GS, FŞ, TEH, DN, BHD, SS].

4.1.3. +dA-

Adlardan ve yansıma sözcüklerden geçişli ve geçişsiz eylemler türeten bir ektir.


Daha çok geçişli eylemler türettiği görülmektedir. Gabain, bu ekin Moğolcada da
aynı olduğunu belirtmekte ve taban ismini vasıta haline getirdiğini ifade etmektedir
(Gabain, 1941 (20003), 50). Erdal ise bu ekin üze+te- > üste- eylemi dışında her
zaman tek heceli köklere geldiğini ifade eder. Ayrıca Erdal, bu ekin Moğolca +da-
ekiyle benzerlik gösterdiğini de belirtip +dA- ekinin Eski Türkçede sonu /l/, /n/, /z/
376
ile biten sözcük köklerine geldiğini belirtir (Erdal, 1991, 458). Bu ek günümüze
kadar varlığını sürdürmüştür. Bugün çoğunlukla yansıma sözcüklere gelerek
onlardan olma anlamı taşıyan eylemler türetmektedir. şarıl+da-, mırıl+da-, tıkır+da,
vızıl+da-, hırıl+da- vb. örnekleri verebiliriz.

Eski Türkçeden beri görülen bu ek için Eski Türkçeden şu örnekleri verebiliriz:


ün+te- ‘çağırmak, seslenmek’, is+te- ‘aralamak, istemek’, al+ta- ‘aldatmak’, vb.
(Gabain, 1941 (20003), 50).

Karahanlı Türkçesinde de bu ekle biçimlenmiş pek çok örnek bulabiliriz: iz+te-


‘istemek, aramak, araştırmak’ (KB: 1730, 4340, 5872 vb; DLT I: 287; DanKelly,
1985, 36), ün+de- ‘çağırmak, seslenmek’ (KB: 75, 95, 579, vb.; DLT I: 273;
DanKelly, 1985, 60), *üz+te-m ‘at üzerine işlenen altın gümüş işleme’ (KB: 116,
2451, 2347; DLT I: 107; DanKelly, 1985, 61), vb.

Bu ekle türemiş biçimleri Harezm Türkçesi ve Eski Kıpçakçada da bulabiliriz:


ün+de- ‘çağırmak, seslenmek’ (Nehc. 78/17; KTS: 298), vb.

Çağataycada çok sık olarak kullanılan addan eylem yapan eklerden biri değildir.
Çağatayda da Eski Türkçede olduğu gibi geçişli eylemler türetmektedir. Ancak bazen
istisnai durumlar söz konusudur, yani bu ekle türemiş bazı geçişsiz eylem
biçimlerine de rastlamak mümkündür: bagışda- ‘bağdaş kurmak’; hırılda-
‘hırlamak’; yolda- ‘yol göstermek, kılavuzluk etmek’.

Bu ekle türemiş biçimler şöyledir:

alda- ‘aldatmak, hile yapmak’ (< al ‘hile, oyun’ + da-) eylemi al ‘hile, oyun’ adına
+da- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde alda- ‘aldatmak, hile yapmak’ biçiminde görülmektedir
(Seng. 48r15; DTO: 32).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada alta-
‘aldatmak, hile yapmak’ (TT I: 26); DLT’de alda- ‘aldatmak, hile yapmak’ (DLT I:
273; DanKelly, 1985, 6); Harezm Türkçesinde alda- ‘aldatmak, hile yapmak’
(KutbHŞ: 7; Nehc. 402/7); Eski Kıpçakçada alda- ‘aldatmak, hile yapmak,
kandırmak’ (KTS: 7); Osmanlıcada alda- ‘aldatmak, hile yapmak, kandırmak’ (TTS
I: 18; TTS II: 26; TTS III: 14; TTS IV: 16) biçimlerinde geçmektedir. Görüldüğü
gibi sözcük yalnızca Eski Uygurcada alta- biçiminde yer almaktadır.

377
Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda al ‘hile, oyun’ köküne dayandırılmış ve
‘aldatmak, hile yapmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Gabain, 1941 (20003), 50;
TMEN II: 533; EDPT: 133a; UW: 108b; DanKelly, 1985, 6, Erdal, 1991, 455).
Doerfer eylemin Türkçeden Moğolcaya geçtiğini de belirtmiştir (TMEN II: 533).

tıfl-ı mekteb dék kaçıp barur yana ol ay sarı

télbe köŋlümni neçe tapıp kitürsem aldaban

(BV, 457: 5)

koyuŋuz bir nefesi canıma bi-dad éyley

tıfl ya télbe kibi men‘ itiben aldamaŋız

(FK, 216: 3)

çapkuda- ‘tipi halinde yağmak’ (< çapku ‘vurma, vuruş; kesik; seğirtme; atın
koşturması’ + da-) eylemi çapku ‘vurma, vuruş; kesik; seğirtme; atın koşturması’
+da- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Eylem Babürnamede geçmektedir.

Çağatayca sözcüklerlerde bu eyleme rastlamadık, ancak bu eylemin kökünden


türemiş çapgulaş ‘döğüş, muharebe’ çapgula- ‘muharebe etmek, döğüşmek,
vuruşmak’, çapgulaş- ‘döğüşüp vuruşmak, birbirini vurmak ve biçmek’ gibi
biçimlere rastlarız (LÇ: 144b-145a). Sözcüğün kökü olan çapku adı da çap- ‘vurmak,
kesmek; sürmek; seğirtmek, (at) koşturmak’ eylemine dayanmaktadır. Yani
sözcüğün gelişi çapkuda- < çap-ku+la- biçimindedir.

namaz-ı huftangaça, kar ança çapkudap yagdı kim, men éŋişip olturup édim

(BN: H194b6-7)

Bu eyleme Çağatayca metinler dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

hayda- ‘dehlemek, çifte koşulan hayvanı sürmek’ (< hay ‘yansıma sözcük’ +da-)
eylemi hay yansıma sözcüğüne +da- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
Eylem Babürnamede geçmektedir.

378
Bu eyleme Çağatayca metinler dışında Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

bu kişi uynı haydamakka kérek, bir kişi dalv suyını tökmekke kérek

(BN: H145a10-11)

hırılda- ‘hırlamak’ (< hırıl ‘hırıl (yansıma sözcük)’ + da-) eylemi hırıl ‘hırıl’
yansıma sözcüğüne +da- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık. Eyleme yalnızca
Ali Şir Nevayi’nin Leyla vü Mecnun adlı eserinde rastladık.

Bu eyleme Çağatayca metinler dışında Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık,


ancak yansıma sözcük olan hırıl ‘hırıl’ köküne dayandığı açıktır.

gahi ki gazab bile ‘ırıldap

gerdun esedi sarı hırıldap

(LM: 2124)

izde- ‘izlemek, istemek; aramak’ (< iz ‘iz, nişan, belirti’ + de-) eylemi iz ‘iz, nişan,
belirti’ adına +da- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık. Eylem Mevlana Sekkaki
Divanı, Mevlana Lütfi Divanı, Şibân Han Divanı ve Gül ü Nevruz gibi metinlerde
bulunmaktadır.

Bu eyleme Çağatayca metinler dışındaki Tarihi Türk Dillerinden Eski Kıpçakçada


izde-, isde-, iste-, yizde- ‘istemek, aramak, araştırmak’ biçiminde rastlıyoruz (KTS:
118).

Eylem için etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık,


ancak eylemin iz ‘iz, nişan, belirti’ köküne dayandığı açıktır.

men bir kul érür-men saŋa dünyada bahasız

yandurgalı asrı dagı izdeme bahane

(SD: 428)

379
ger özge behişti izdese ol ‘ayn-ı kusur ol

çün lutfi-i miskiŋe éşikiŋ vatan boldı

(LD: 1914)

kolda- ‘himaye etmek, elinde tutmak’ (< kol ‘kol’ + da-) eylemi kol ‘kol’ adına +da-
addan eylem yapan ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde kolda- ‘himaye etmek, elinde tutmak’ anlamında yer
almaktadır (DTO: 435).

Bu eyleme Çağatayca metinler dışında Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık,


ancak eylemin kol ‘kol’ köküne dayandığı şüphesizdir.

‘inayet-i ilahi koldadı ve tevbe hidayetiga yoldadı

(MKb: 39a12)

deyr piri koldaban tirgüzdi meydin mug-beçe

éy Nevayi bu ikevni kıl güman Hızr u Mesih

(BV, 103: 9)

sézikte- ‘farkında olmak, sezmek, hissetmek’(< sézig ‘sezgi’ + de-) eylemi sézig
‘sezgi’ adına +te- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık. Eylem yalnızca Tarih-i
Enbiya vü Hükema adlı metinde geçmektedir.

sizikte- eylemi Çağatayca metinler dışındaki Tarihi Türk Dillerinde


bulunmamaktadır.

Eylem için etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda da herhangi bir kayda rastlamadık,


ancak eylemin sézig ‘sezgi’ köküne dayandığı açıktır ve séz-ik+te- biçiminde
gelişmiş olmalıdır.

sizge olça séziktemegey meger ol ki haber bérür men sizge

(TEH: A701a9)

380
şagalda- ‘çağlamak’ (< şagal ‘çağıl (yansıma sözcük)’ + da-) eylemi şagal ‘çağıl’
yansıma sözcüğüne +da- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık. Eylem Ali Şir
Nevayi’nin Muhakemetü’l-Lugateyn adlı eserinde saydığı eylemler arasında yer
almaktadır.

Bu eyleme Çağatayca metinler dışında Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık,


ancak eylemin bir yansıma sözcük olan şagal ‘çağıl (yansıma sözcük)’ köküne
dayandığı açıktır.

ünde- ‘çağırmak, davet etmek’ (< ün ‘ses; ün, san’ + de-) eylemi ün ‘ses’ adına +de-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde ünde- ‘çağırmak, davet etmek’anlamında yer almaktadır
(Seng. 88r2; LÇ: 51b; DTO: 82). Eylem bazı Çağatayca metinlerde inde- ‘çağırmak,
davet etmek’ biçiminde de geçmektedir.

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülmektedir. Eski Uygurcada ünde- ‘çağırmak,


davet etmek’ (M III: 9; U II: 26; TT I: 108); DLT’de ünde- ‘çağırmak, davet etmek’
(DLT I: 273; DanKelly, 1985, 60); KB’de ünde- ‘çağırmak, davet etmek’ (KB: 95,
955, 1655, 5954, 6285); Harezm Türkçesinde ünde- ‘çağırmak, davet etmek’
(KutbHŞ: 203); Eski Kıpçakçada ünde- ‘çağırmak, seslenmek’ (KTS: 298)
biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda ün ‘ses, ün, san’ köküne dayandırılmış


ve ‘çağırmak, davet etmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Gabain, 1941 (20003), 50;
Räsänen, 1957, 145; Eckmann, 1966, 68; VEWT: 521; EDPT: 180a; Ercilasun, 1984,
19; DanKelly, 1985, 60, Erdal, 1991, 457). Marcel Erdal sözcüğün M III: 9, 111
(metin 3) ve 31, 12 (Yosıpas), U II: 26, 13 (Bhadra), KP 33,2/3 ve 60,6; TT I: 108 ve
TT X: 28 gibi metinlerde t’li olarak bulunmasını kanıt göstererek eylemi ünde-
biçiminde değil de /t/li olarak ünte- biçiminde okumuştur (Erdal, 1991, 457). Talat
Tekin, Türk Dillerinde Birincil Uzun Ünlüler adlı eserinde DLT ün ‘ses; şöhret’,
Tkm. üyn ‘ses’ biçimlerini verir (Tekin, 1995, 116, 185). Tekin’in aktardığı
biçimlerde sözcüğün kökünün ünlüsü uzundur. Buna göre sözcüğün kökü *ün
biçiminde de tasarlanabilir.

381
ziyafet fikri çün tüşti başımga

tapukçılarnı ündedim kaşımga

(DN: 821)

halknı togrı yolga ündedi

(ŞTe: 68a6)

yolda- ‘yol göstermek, kılavuzluk etmek’ (< yol ‘yol’ + da-) eylemi yol ‘yol’ adına
+da- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde yolda- ‘yol göstermek, kılavuzluk etmek’ anlamında yer
almaktadır (LÇ: 307b; DTO: 548).

Bu eyleme Çağatayca metinler dışında Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık,


ancak eylemin yol ‘yol’ köküne dayandığı açıktır.

‘inayet-i ilahi koldadı ve tevbe hidayetiga yoldadı

(MKb: 39a12)

ol zaman lutf birle kolda kolum

dagı öz canibiŋga yolda yolum

(SS: 134)

4.2. Duymak ve Algılamakla İlgili Eylemler Türeten Ekler

4.2.1. +(X)(r)kA-

Bu ek çok yaygın değildir. Genellikle duygu, fikir görüş bildiren eylemler türetir.
Eckmann da bu ekin duygu, fikir, görüş bildiren eylemler türettiğini ifade etmiştir
(Eckmann, 1966, 70). Marcel Erdal, bu ekle yapılan bütün eylemlerin anlam
bakımından duygularla ilgili olduğunu ifade etmektedir. Erdal, ayrıca bu ekle yapılan
eylemlerin –(X)n eki ile genişletildiği zaman bile geçişli olduğunu belirterek, bu
durumun ekin duygularla ilgili eylemler yapmasına bağlı olduğunu vurgulamaktadır.
Bunun yanında Erdal, bu ekin bazı örneklerde (tuy-urka-, kıs-ırkan- vb.) eylemden
eylem türeten bir ek olarak da kullanıldığını da aktarmaktadır (Erdal, 1991, 463).
382
Bu ek için Eski Türkçeden şu örnekleri verebiliriz: alp+ırka-n- ‘yiğitlenmek’,
kıw+ırka-k-la-n- ‘hasislik etmek’ vb. (Gabain, 1941 (20003), 50).

Karahanlı Türkçesinde de bu ekle biçimlenmiş çok az örnek vardır. Bu örneklerden


biri taŋ+ırka- ‘şaşırtmak’ eylemidir (KB: 785, 5433, 6487).

Bu ekle türemiş biçimlere Harezm Türkçesi ve Eski Kıpçakçada da pek rastlamayız:


Nadir görülen örneklerden biri taŋ+ırka- ‘şaşırtmak’ eylemidir (KutbHŞ: 171).

Çağataycada çok sık kullanılan addan eylem yapan eklerden biri değildir. Çağatayda
da Eski Türkçede olduğu gibi geçişli ve geçişsiz eylemler türetmektedir. Bu ekle
türemiş biçimler şöyledir:

azırga- ‘azımsamak, az bulmak’ (< az ‘az’ + ırga-) eylemi az ‘az’ adına +ırga-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Dictionnaire turk-oriental’de azırga-n- ‘azımsanmak, az
bulunmak’ biçimiyle yer almaktadır (DTO: 18).

Bu eyleme Çağatayca dışında Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda da herhangi bir bilgi yoktur, ancak
eylemin az ‘az’ köküne dayandığı açıktır. Yalnızca Eckmann Çağatayca El
Kitabında +(X)(r)kA- eki ile biçimlenmiş eylemlere verdiği örnekler arasında bu
eylemi de Babürname’den vermiştir (Eckmann, 1966, 70).

kenerge- ‘sermek, yaymak, döşemek’ (< ken ‘geniş’ + erge-) eylemi ken ‘geniş’
adına +erge- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eylem kaydedilmemiştir.

Bu eyleme Çağatayca dışında Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda da herhangi bir kayda rastlamadık,


ancak eylemin ken ‘geniş’ köküne dayandığı şüphesizdir. Eyleme yalnızca Ali Şir
Nevayi’nin Muhakemetü’l-Lugateyn adlı eserinde rastlıyoruz.

kenergemek, kizermek, doptulmak, cıdamak, tö/üzmek, kazganmak …

(ML: 775a27)

muŋurga- ‘sıkılmak, üzülmek, kederlenmek’ (< muŋ ‘sıkıntı, üzüntü’ + urga-)


eylemi muŋ ‘sıkıntı, üzüntü’ adına +ırga- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle
383
türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde muŋurga- ‘sıkılmak,
üzülmek, kederlenmek’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 280b; DTO: 504).

Bu eyleme Çağatayca metinler dışında Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda da herhangi bir kayda rastlamadık,


ancak eylemin muŋ ‘sıkıntı, üzüntü’ köküne dayandığı şüphesizdir.

hicr deştide muŋurgap kalmış érdi haste can

veh diŋiz kim ol garib-i na-tüvanım kéldi mü

(HBD, 141: 2)

taŋırga- ‘şaşırtmak’ (< taŋ ‘hayret, şaşkınlık’ + ırga-) eylemi taŋ ‘hayret, şaşkınlık’
adına +ırga- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde taŋırga- ‘şaşırtmak’ eylemine rastlamadık.

Eylem, Eski Uygurcadan itibaren Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski


Uygurcada taŋırka- ‘şaşırtmak’ (Ht VII: 18a10-11; Ht IV: 40, 1173; BuddhUig II:
395); KB’de taŋırga- ‘şaşırtmak’ (KB: 785, 5433, 6487); Harezm Türkçesinde
taŋırka- ‘şaşırtmak’ (KutbHŞ: 171) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda taŋ ‘hayret, şaşkınlık’ köküne


dayandırılmış ve ‘şaşırtmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Eckmann, 1966, 70;
EDPT: 525b; Erdal, 1991, 462).

yüzüŋni perdede désem peri taŋırgamagıl

méni mü kılmadı mecnun özi nihan mu émes

(BV, 239: 2)

taşırgan- ‘taşa çarpmak, atın tırnağının taşlara çarpıp iltihaplanması’ (< taş ‘taş’ +
ırga-n-) eylemi taş ‘taş’ adına +ırga- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde ise taş+ırga-n- ‘taşa
çarpmak, atın tırnağının taşlara çarpıp iltihaplanması’ anlamında yer almaktadır (LÇ:
101a; DTO: 201).

Bu eyleme Çağatayca dışında Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

384
Eylem için etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda da herhangi bir bilgi
bulunmamaktadır, ancak eylemin taş ‘taş’ köküne dayandığı şüphesizdir. Eckmann
Çağatayca El Kitabında +(X)(r)kA- eki ile biçimlenmiş eylemlere verdiği örnekler
arasında bu eylemi de Senglah’tan aktarmıştır (Eckmann, 1966, 70).

4.3. +rA- ve +KrA Ekleri ile Türeyen Sözcükler

4.3.1. +rA- ve +KrA Ekleri ile Türeyen Yansıma Sözcükler

Bu ek de nadir kullanılan eklerden biridir. Marcel Erdal bu ekle türeyen bütün


eylemlerin iki heceli olduğunu belirtir. Erdal’a göre Eski Türkçe örneklerde /r/’den
önce genellikle /k/, /g/, /ŋ/ gibi bir damaksıl ünsüz gelir: maŋra-, müŋre-, çıŋra-,
çıkra-, çokra- vb. Bazen /r/’den önce /ç/ ve /l/nin geldiği de görülür: saçra-, külre-
vb. Erdal buna göre +rA- ekini almış sözcüklerin +krA-, +grA- ve +ŋrA- sonlarıyla
sınırlandıklarını da belirtmiştir Erdal, ayrıca bu ekin –(X)t-, -(X)n-, -(X)ş- ekleriyle
genişlediğini de ifade etmiştir: çıŋra-t-, tigre-t-, okra-ş-. (Erdal, 1991, 469-474).
Talat Tekin ise bu ekin yansıma sözcüklerden eylemler türettiğini ifade etmiştir
(Tekin, 2000, 88). Geçişsiz eylemler türetir.

Bu ek için Eski Türkçeden şu örnekleri verebiliriz: kek+re-ş- ‘tahkir etmek,


kızdırmak’, vb. (Gabain, 1941 (20003), 50).

Karahanlı Türkçesinde de bu ekle biçimlenmiş örnekler bulabiliriz: *ögür ‘sürü’ + e-


n- ‘öğrenmek, alışmak’ (DanKelly, 1985, 45), kükre- ‘kükremek’ (< *kürkire < *kür
‘yansıma sözcük’) (KB: 86; DLT III: 282; DanKelly, 1985, 108), vb.

Bu ekle türemiş biçimleri Harezm Türkçesi ve Eski Kıpçakçada da bulabiliriz: kükre-


‘kükremek’ (< *kürkire < *kür ‘yansıma sözcük’) (İH: 5; KutbHŞ: 101), vb.

Çağataycada çok sık kullanılan addan eylem yapan eklerden biri değildir. Çağatayda
da Eski Türkçede olduğu gibi geçişsiz eylemler türetmektedir. Bu ekle türemiş
biçimler şöyledir:

kükre- ‘kükremek’ (< *kürkire < *kür ‘yansıma sözcük’ < kükre-) eylemi *kür
‘yansıma sözcük’ sözcüğüne +KrA- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Dictinonnaire turk-oriental’de
kükre- ‘kükremek’ anlamında yer almaktadır (DTO: 473).

385
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada kükre-
‘kükremek’ (Suv. 646/3; BT VIII B: 153); DLT’de kükre- ‘kükremek, gürlemek’
(DLT III: 282; DanKelly, 1985, 108); KB’de kükre- ‘kükremek, gürlemek’ (KB: 86);
Harezm Türkçesinde kükre- ‘kükremek, gürlemek’ (KutbHŞ: 101; MNa: 75 [EDPT:
713b]); Eski Kıpçakçada kükre- ‘kükremek, gürlemek’ (KTS: 157) biçimlerinde
görülmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda genelde kök ‘gök, gökyüzü’ adına


dayandırılmış ve ‘kükremek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 313; EDPT: 713a-
713b; DanKelly, 1985, 108, Erdal, 1991, 470). Talat Tekin, bu biçimin –KIr eki ile
*kür yansıma sözcüğünden türediğini belirtmiş ve sözcüğün gelişimini *kükire- <
*kürkire biçiminde açıklamıştır. Ayrıca sözcüğü kökünün Tkm. gürle- ‘gök
gürlemek’, Çuv. kĕrle- ‘gök gürlemek’ < *kür-le- biçimleriyle karşılaştırılması
gerektiğini ifade etmiştir. Bunun yanında Tekin, Moğ. kürkire- ‘gurlamak,
homurdamak, hırıldamak; gürlemek’, Hal., Bur. hürhire- ‘gurlamak, homurdamak,
hırıldamak; gürlemek’ biçimlerini aktarmış ve KKlp. gürkire- ‘gök gürlemek’, Alt.
kürküre- ‘gök gürlemek’, Kırg. kürkürö- ‘gök gürlemek’, Yak. kükküre- ‘acı acı
ağlamak; gürlemek, böğürmek’ biçimlerinin Moğ.’dan alıntı olduğunu ifade etmiştir
(Tekin, 1982, 503-513). kükre- eyleminin kükre-ş- ‘kükreşmek’ şeklinde genişlemiş
biçimi de Çağatayca metinlerde yer almaktadır. Ahmet Bican Ercilasun sözcüğü
kökre- biçiminde okuyup +A eki ile türemiş yansıma sözcükler arasında kabul
etmiştir (Ercilasun, 1984, 16). Marcel Erdal, EDPT ve DTS’deki kökre- okuyuşunun
hatalı olduğunu, eylemin kükre- biçiminde okunması gerektiğini savunur. Erdal,
eylem kökünün EDPT’de kök ‘gök’ şeklinde verildiğini ancak, kükre’nin kısa
ünlüye, kök’ün ise uzun ünlüye sahip olduğunu belirtir. Ancak kendisi eylem için bir
etimoloji önerisi vermez (Erdal, 1991, 470).

sehab érmes ki kükrep tag üze her sarı aylanmış

ki dud-ı ah u efganım felek takıga çırmanmış

(NN, 439: 1, FK, 275: 1)

gam hazanıdın töker min eşkler tartıp gıriv

nev-bahar andak ki yagkaylar bulutlar kükreşip

(BV, 63: 8)
386
iŋre- ‘inlemek; ağlamak’ (< *iŋ ‘yansıma sözcük’ + re-) eylemi *iŋ ‘yansıma
sözcük’ yansıma adına +re- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde ise iŋre- ‘inlemek; ağlamak’ anlamında
yer almaktadır (Seng. 117r2; LÇ: 64a).

Sözcük Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de ıŋra-


‘bağırmak, böğürmek, inlemek’ (DLT I: 120; DanKelly, 1985, 34); Harezm
Türkçesinde iŋre-, ıŋra- ‘inlemek; ağlamak’ (KutbHŞ: 60; KutbHŞ: 206; Nehc.
73/16); Eski Kıpçakçada aŋra- ‘böğürmek, gürlemek’ (TZ: 18b6); Osmanlıcada
aŋra-/ıŋra- ‘böğürmek, inlemek, kükremek, ulumak’ (TTS I: 29, TTS II: 386; TTS
III: 27; TTS IV: 30) biçimlerinde yer almaktadır.

Clauson eylemi *aŋır/ıŋır biçiminde bir yansıma sözcüğe dayandırmıştır (EDPT:


189b). Kemal Eraslan ise eylemin kökünü *iŋ yansıma sözcüğüne bağlamıştır.
Eylemin yansıma bir sözcükten türediği açıktır, ancak bu yansıma sözcüğün
*aŋır/ıŋır mı yoksa *iŋ mi olduğu açık değildir. Eylemin iŋren- ‘gizlice ağlamak’,
iŋren- ‘inletmek’ şeklinde genişlemiş biçimleri de Çağatayca metinlerde
geçmektedir.

rebab u ‘ud éşikiŋde meger iŋregey u köygey

yok érse yok bu dünyada köyüben iŋregen kat‘a

(SD: 139)

‘ayb étmeŋiz cefadın eger iŋrese köŋül

ma‘lum émes müridka bu halet bidayeti

(SD: 693)

4.3.2. +rA- Eki ile Türeyen Diğer Sözcükler

+rA- eki yansıma sözcükler dışındaki sözcüklere de gelerek yeni sözcükler


türetmektedir.

muŋra- ‘bunalmak, sıkılmak, üzülmek’ (< muŋ ‘sıkıntı, üzüntü’ + ra-) eylemi muŋ
‘sıkıntı, üzüntü’ adına +ra- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde ise muŋra- ‘bunalmak, sıkılmak,
üzülmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 320a7; DTO: 504).

387
Bu eyleme Çağatayca metinler dışında Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda muŋ ‘sıkıntı, üzüntü’ köküne


dayandırılmış ve ‘bunalmak, sıkılmak, üzülmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS:
353; EDPT: 770b; DanKelly, 1985, 120, Erdal, 1991, 469; Ölmez, M., 2007, 244).

gah vasl ikbaliniŋ ‘işretleridin şükr dép

geh firak idbarınıŋ şiddetleridin muŋraşıp

(FK, 62: 4)

bozlap gamım éyle aşkara

muŋrap muŋum ayt bi-müdara

(LM: 2953)

télbere- ‘delirmek’ (< télbe ‘deli’ +re-) eylemi télbe ‘deli’ adına +re- addan eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde télbere- ‘delirmek’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 136b; DTO: 265).

Bu eyleme Çağatayca metinler dışında Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda da herhangi bir kayıt


bulunmamaktadır, ancak eylemin télbe ‘deli’ köküne dayandığı açıktır. Mehmet
Ölmez, “On Mongolian asara- ‘to nourish’and Turkish aşa- ‘to eat’ başlıklı
yazısında télbere- ‘delirmek’ eylemini de +rA- eki ile türeyen sözcükler arasında
saymıştır (Ölmez, M., 2007, 244).

Sözcük birçok Çağatayca metinde görülür, ancak metin yayımlarında genellikle /i/li
télbere- biçiminde okunmuştur, eylem kapalı /é/ ile télbere- biçiminde okunmalıdır.
Bu eylemin -(X)t- ekiyle genişlemiş biçimleri de Çağataycada görülmektedir.

ni ‘aceb télberesem çunki alıptur mendin

ademi-zad démen belki peri-zad köŋül

(FK, 407: 5)

mekteb-i ‘ışk ara min télberedim démeŋ kim

misl-i Mecnun yana bir bolmadı peyda tilmiz

(FK, 135: 6)
388
4.4. Geçişsiz Eylemler Türeten Addan Eylem Yapım Ekleri

4.4.1. +I-

+I- eki bugün işlekliğini kaybetmiş ve yalnızca bazı eylemlerde kalıplaşmış olarak
bulunan bir ektir. Eklendiği adlardan “yapma” anlamı veren eylemler türetir.
Räsänen bu eke a, e; ı, i; u, ü eklerini birlikte aldığı bölüm içinde yer vermiştir
(Räsänen, 1957, 144). Gabain ve Eckmann da bu eki +A- eki içinde
değerlendirmişlerdir (Gabain, 1941 (20003), 48; Eckmann, 1966, 67). Erdal, bu ekin
addan eylem yapan +A- eki gibi yalnızca ünsüz harfle sona eren adlara geldiğini
belirtmektedir (Erdal, 1991, 474). Talat Tekin bu ekin daha çok geçişsiz eylemler
türeten bir ek olduğunu ifade etmiştir (Tekin, 2000, 88). Talat Tekin bu eki +A- ve
+U-’dan farklı bir ek olarak ele almıştır: biti- ‘yazmak’ (< *bit ‘yazı fırçası < Çin. pi
< *piet ‘fırça’+i-); tokı- ‘dövmek, savaşta mağlup etmek’ (< *tok ‘yansıma sözcük’
+ı) (Tekin, 2000, 88).

Bu ek için Eski Türkçeden şu örnekleri verebiliriz: öl+i- ‘nemlenmek, ıslanmak’


(Gabain, 1941 (20003), 48), biti- ‘yazmak’ (< *bit ‘yazı fırçası < Çin. pi < *piet
‘fırça’+i-) (KT GD); *tok+ı- ‘dövmek, savaşta mağlup etmek’ (BK G: 8).

Karahanlı Türkçesinde de bu ekle biçimlenmiş pek çok örnek bulabiliriz: öl+i-t-


‘nemlendirmek’ (DLT I: 214; DanKelly, 1985, 47), biti- ‘yazmak’ (< *bit ‘yazı
fırçası < Çin. pi < *piet ‘fırça’+i-) (KB: B 16, C 27, C 51), vb.

Bu ekle türemiş biçimleri Harezm Türkçesi ve Eski Kıpçakçada da bulabiliriz: öl+i-


t- ‘nemlendirmek’ (Hou. 38, 10); kar ‘kar’+ı- ‘yaşlanmak’ (Nehc. 433/7; TZ: 26a11),
vb.

Çağataycada çok sık kullanılan bir ek değildir. Çağatayda da Eski Türkçede olduğu
gibi geçişli ve geçişsiz eylemler türetmektedir. Ancak daha çok geçişsiz eylemler
türettiği görülür. Bu ekle türemiş biçimler şöyledir:

bayı- ‘zenginleşmek, çoğalmak’ (< bay ‘zengin’ +ı-) eylemi bay ‘zengin’ adına +I-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta bayı- ‘zenginleşmek, çoğalmak’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 127v5).

389
Bu eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de bayu-
‘zenginleşmek, çoğalmak’ (DLT III: 274; DanKelly, 1985, 68); KB’de bayu-
‘zenginleşmek, çoğalmak’ (KB: 256, 291, 737, 1423, 5523); Eski Kıpçakçada bayı-
‘zengin olmak, zenginleşmek’ (KTS: 26); Osmanlıcada bayı- ‘zenginleşmek,
çoğalmak’ (TTS I: 84; TTS II: 121; TTS III: 75) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda bay ‘zengin’ köküne dayandırılmış ve


‘zenginleşmek, çoğalmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Räsänen, 1957, 144;
Eckmann, 1966, 67; VEWT: 56; EDPT: 384b; Ercilasun, 1984, 17; DanKelly, 1985,
68, Erdal, 1991, 475). Eylem, Orta Türkçede bayu- biçiminde daha sonraki
dönemlerde bayı- biçiminde görülmektedir. Talat Tekin, Türk Dillerinde Birincil
Uzun Ünlüler adlı eserinde ET bay ‘zengin’, DLT bay ‘zengin’, Tkm. bay ‘zengin’,
Yak. bay ‘zengin’ biçimlerini verir (Tekin, 1995, 90, 100, 115). Tekin’in aktardığı
biçimlerde sözcüğün kökünün ünlüsü uzundur. Buna göre sözcüğün kökü *bay
biçiminde de tasarlanabilir.

bar émiş asru kalın él anda

çérigimiz bayır ol korganda

(ŞN1: 778)

bayındı tahtınıŋ kadrı, özin tac kökke taşladı

‘adalet bagı sebz ol, çü Nuşin-i revan kéldi

(SD: 73)

berki- ‘sağlamlaşmak, kuvvetlenmek’ (< berk ‘sağlam, kuvvetli, mahfuz, bağ’ +i-)
eylemi berk ‘sağlam’ adına +I- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta berki-
‘sağlamlaşmak, kuvvetlenmek’ anlamıyla yer almaktadır (Seng. 144b29).

Bu eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. Ancak Karahanlı


Türkçesi metinlerinden DLT’de berki- biçiminde değil de, r’si düşmüş bir biçimde
beküt- ‘sağlamlaşmak, sıkılaştırmak, tutmak’ olarak görülmektedir (DLT II: 309;
DanKelly, 1985, 70); KB’de beküt- ‘sağlamlaşmak, sıkılaştırmak, tutmak’ (KB: 956,
1580) biçimlerinde görülmektedir. Eylemi Osmanlıcada da pekit- ‘sağlamlaşmak,
sıkılaştırmak, tutmak’ (TTS I: 84; TTS II: 121; TTS III: 75) biçiminde bulabiliriz.
390
Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda berk ‘sağlam, kuvvetli, mahfuz, bağ’
köküne dayandırılmış ve ‘sağlamlaşmak, kuvvetlenmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır
(Brockelmann, 1954, 215; Eckmann, 1966, 67; EDPT: 325a; Ercilasun, 1984, 17;
DanKelly, 1985, 70, Erdal, 1991, 475). Eylem, Marcel Erdal tarafından berkü-
biçiminde verilmiştir, biz Çağatayca metinlerde eylemi berki- biçiminde
görmekteyiz. Eylemin /r/siz bekü- biçimi de Eski Türkçede görülmektedir. Çağatayca
metinlerde eylemin berki-n- ‘sağlamlaşmak, iyice yerleşmek’, berki-t-
‘sağlamlaştırmak’ şeklinde genişlemiş biçimleri de görülmektedir.

köz tutar men ki bu su yolı berkigey

kuyidin yél uçursa ne kim har u has

(NN, 388: 3)

lengerin berkit ki sen sünnetidin

ay birader derdi himmetdür sebep

(ŞHD: 20b5)

karı- ‘ihtiyarlamak, yaşlanmak’ (< kar ‘kar’ +ı-) eylemi kar ‘kar’ adına +I- addan
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde karı- ‘ihtiyarlamak, yaşlanmak’ anlamında yer almaktadır (Seng.
169b18; LÇ: 218a; DTO: 403).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada karı-
‘ihtiyarlamak, yaşlanmak’ (U III: 55; U II: 5); DLT’de karı- ‘ihtiyarlamak,
yaşlanmak’ (DLT III: 263; DanKelly, 1985, 129); KB’de karı- ‘ihtiyarlamak,
yaşlanmak’ (KB: 347, 943, 1331, 1640, 5133); Harezm Türkçesinde karı-
‘ihtiyarlamak, yaşlanmak’ (Nehc. 433/7); Eski Kıpçakçada karı- ‘ihtiyarlamak,
yaşlanmak’ (KTS: 128) biçimlerinde geçmektedir.

Genellikle bu eylem için etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda herhangi bir kök


verilmemiştir. Clauson ve DanKelly eylemin kökü hakkında herhangi bir bilgi
vermemiş yalnızca eylemin anlamını ‘ihtiyarlamak, yaşlanmak’ şeklinde
kaydetmişlerdir (EDPT: 645b; DanKelly, 1985, 129). Brockelmann ve Eckmann
eylemi kar ‘kar’ köküne dayandırmışlar ve ‘ihtiyarlamak, yaşlanmak’ karşılığını
vermişlerdir (Brockelmann, 1954, 157; Eckmann, 1966, 67). Bizce de kar ‘kar’ kökü
391
bu eylemin kökü olabilir, çünkü ihtiyarlıkta insanın saçlarının beyazlaşması ve karın
renginin beyaz olup ihtiyarlığı hatırlatması arasında bir anlam ilgisi kurulabilir. Yani
kar kökü ile karı- eylemi arasında bir semantik ilgiden bahsedilebilir.

bu nev‘ kara kün içre karıp

ya‘ni ki kara tünüm akarıp

(LM: 98)

karıdı gamıŋda lutfi kil eger vefa kılur sin

ki kişige kalmas ahir bu letafet ü cevani

(LD: 2056)

kurı-, kuru- ‘kurumak’ (< *kur+ı-) eylemi *kur ‘kuru’ adına +I- addan eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde kuru-
‘kurumak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 285r19; LÇ: 235b; DTO: 429).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada kurı-
‘kurumak’ (TT I: 55; TT VII: 25); DLT’de kurı- ‘kurumak’ (DLT III: 263;
DanKelly, 1985, 148); KB’de kurı- ‘kurumak’ (KB: 67, 118); Eski Kıpçakçada kurı-,
kuru- ‘kurumak’ (KTS: 164) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem hakkında etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda kesin bir kök


belirtilmemiştir. Ancak Ercilasun kurut ‘peynir’ sözcüğünü kurut < kurı-t < *kur
‘kuru’ biçiminde açıklamıştır, yani *kur biçiminde bir kökün varlığına iddia etmiştir
(Ercilasun, 1984, 17). Ayrıca Talat Tekin, Türk Dillerinde Birincil Uzun Ünlüler adlı
eserinde DLT kur ‘kuru’, Tkm. gura- ‘kurumak’, Yak. kur- ‘kurumak’ biçimlerini
verir (Tekin, 1995, 179). Tekin aktardığı biçimler doğrultusunda *kurı- biçiminde bir
eylem tasarlamıştır. Bu veriler doğrultusunda biz de kurı- eyleminin *kur ‘kuru’
biçiminde bir kökten geldiğini düşünmekteyiz.

kurıdı çékkeli kandın közüm nikab kızıl

beli yagınsız bolur çun bolur sehab kızıl

(FK, 388: 1)

392
eliŋ sahavetidin boldı barça kan içi kan

yom agzı kurıdı, yérinde kalmadı hiç nem

(SD: 207)

taşı- ‘taşımak’ (< taş ‘dış’ +I-) eylemi taş ‘dış, dış taraf’ adına +I- addan eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde ise taşı- ‘taşımak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 155b20; LÇ: 101a;
DTO: 201).

Bu eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de taşu-


‘taşıtmak, çıkarıp atmak, kovmak’ (DLT I: 102; DLT III: 266; DanKelly, 1985, 180);
Harezm Türkçesinde taşı- ‘taşımak’ (KutbHŞ: 173); Eski Kıpçakçada taşı- ‘taşımak’
(KTS: 265) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda taş ‘dış, dış taraf’ köküne


dayandırılmış ve ‘taşımak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Eckmann, 1966, 67; EDPT:
561a; DanKelly, 1985, 108). Erdal bu eylemin taş ‘dış, dış taraf’ kökünden
gelemeyeceğini belirtmiştir. Bunun için DLT’de geçen ol evke yarmak taşudı ‘o eve
para taşıdı’ ve Hüen-tsangs’da geçen Samtso Açarı k(ä)ntü özi sagdıçta liŋtsıta
luKçün yüdüp taşudı ‘Tripitaka usta tuğlaları yüklendi ve sepete taşıdı’ (Ht VII:
16b5) cümlelerini kanıt olarak ileri sürmüştür, çünkü bu cümlelerde eylem dışa
doğru değil, içe doğru yapılmaktadır. Erdal’a göre, bu eylem basit bir eylem
olmalıdır (Erdal, 1991, 478).

imdi ki bu ékki taşıban raht

anda uruban cünun şehi taht

(LM: 1293)

‘ışk ara Mecnun kibi olsam gamıŋdın kaygurup

taşıgay kabrim taşın Ferhad hara sındurup

(HBD, 17: 1)

393
4.4.2. +U-

Çağataycada çok nadir rastladığımız addan eylem türeten eklerden biridir. Gabain bu
eki ayrı bir ek olarak değil, +A- ekiyle birlikte almıştır (Gabain, 1941 (20003), 48).
Räsänen de Gabain gibi a, e; ı, i; u, ü eklerini birlikte almıştır (Räsänen, 1957, 144).
Eckmann da Gabain ve Räsänen’in görüşlerine katılarak bu eki +A- ekinden farklı
kabul etmemiştir (Eckmann, 1966, 67).

Marcel Erdal bu ekin +A- ve +I- gibi yalnızca ünsüzle biten köklere eklenebilen bir
ek olduğunu belirtmiş, bu yönüyle de +(A)d-, +(X)k-, +(A)r- eklerinden ayrıldığını
ifade etmiştir (Erdal, 1991, 474). Gürer Gülsevin ise bu ekin varlığının mukayese
yoluyla çıkarılabileceğini ifade eder ve bu ek için Eski Anadolu Türkçesinden ögüt
(< ög+ü-t) örneğini vermektedir (Gülsevin, 1997, 121).

Bu ek için Eski Türkçeden şu örnekleri verebiliriz: boş+u- ‘kurtarmak’ (Gabain,


1941 (20003), 48), az+u- ‘azalmak’ (Suv. 379/23; BT XIII: 49); bay+u-
‘zenginleşmek’ (TT I: 95, 96), vb.

Karahanlı Türkçesinde de bu ekle biçimlenmiş pek çok örnek bulabiliriz: çıg(ı)r ‘dar
yol’+u- ‘gevşek bir şey sertleşmek’ (DLT III: 280; DanKelly, 1985, 91), kal(ı)n+u-
‘kalınlaşmak’ (DLT III: 302; DanKelly, 1985, 125), kız ‘pahalı nesne; cimri’ +u-
‘pahalılanmak, fiyatı yükselmek’ (DLT III: 255; DanKelly, 1985, 139), taş ‘dış’+u-
‘taşımak’ (DLT III: 266; DanKelly, 1985, 180), bay+u- ‘zenginleşmek’ (KB: 256,
291), vb.

Bu ekle türemiş biçimleri Harezm Türkçesi ve Eski Kıpçakçada da bulabiliriz: öl+ü-


‘nemlenmek, ıslanmak’ (TZ: 5a7), vb.

ölüt- ‘ıslatmak’ (< öl ‘yaş, nem, ıslak’ +ü-t-) eylemi öl ‘yaş, nem, ıslak’ adına +I-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde ise ölüt- ‘ıslatmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 84a12;
LÇ: 39b; DTO: 79). Sözcüğe Çağatayca metinlerden yalnızca Ali Şir Nevâyî’nin
Nesâyimü'l-mahabbe min şemâyimi'l-fütüvve adlı eserinde rastladık.

Bu eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de ölit-


‘ıslatmak’ (DLT I: 214; DanKelly, 1985, 47); Eski Kıpçakçada ölet- ‘ıslatmak’
(KTS: 210) biçimlerinde geçmektedir.

394
Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda öl ‘yaş, nem, ıslak’ köküne
dayandırılmış ve ‘ıslatmak, nemlendirmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 383;
EDPT: 132b-133a; DanKelly, 1985, 47).

4.4.3. +(A)y (< ET +(A)d-)

Çağatayca +Ay biçiminde görülen bu ek, Eski Türkçede +ad/+ed-, Orta Türkçede
+ad-/+ed- biçiminde görülmektedir. Bu ek adın ifade ettiği anlamda ‘olma’ bildiren
geçişsiz eylemler türetir. Bang, +dın/+din ayrılma durum ekinin kökeni ve
+dın/+din eki ile adın ‘başka’ sözcüğü arasındaki ilişki dolayısıyla bu konuya da
değinerek +ad-/+ed- ekini bir ad- eylemine bağlamak istemiştir (Bang, 1925, 410).
Aynı görüş Brockelmann tarafından da benimsenmiştir (Brockelmann, 1954, 159).
Zeynep Korkmaz, bu ekin ad soylu sözcüklere gelerek “olma”, “başkalaşma” ve
“esas sözcüğün gösterdiği anlama dönüşme” görevinde geçişsiz eylem türettiğini
belirtir. Korkmaz bu ek konusunda addan eylem türeten +ad-/+ed- (< a-d- / e-d-)
ekiyle admak eyleminden Eski Türkçede türemiş olan sözcükler (adın, adınçıg,
adırıl-, vb.) arasındaki semantik ayniyetten dolayı, +ad-/-ed- eklerinin de Türkçenin
Eski Türkçeden daha önceki bir döneminde ad- eylemlerinin eklendiği ad ve
sıfatlarla kaynaşarak ekleşmesinden oluştuğu görüşünü benimsemiştir (Korkmaz,
1990, 141-149). Erdal, bu ekin tek ve iki heceli köklere geldiğini belirtmekte ve iki
heceli köklerin genellikle ünsüzle bittiğini, bunun tek istisnasının yagı+t-, yuvga+t-
eylemleri olduğunu ifade eder (Erdal, 1991, 499). Talat Tekin bu ekin geçişsiz
eylemler türettiğini belirtmiştir (Tekin, 2000, 86).

Eski Türkçeden beri görülen bu ek için Eski Türkçeden şu örnekleri verebiliriz:


kut+ad- ‘mutlu olmak, mesut olmak’, yagı+d- ‘düşman olmak’, muŋ+ad-
‘bunalmak’, kök+ed- ‘göğe yükselmek’, vb. (Gabain, 1941 (20003), 49).

Karahanlı Türkçesinde de bu ekle biçimlenmiş örnekler bulabiliriz: köp+ed-


‘çoğalmak’ (KB: 421, 430, 2057, 2262), küç+ed- ‘güçlenmek, kuvvetlenmek;
ağırlaşmak, şiddetlenmek’ (KB: 6590), muŋ+ad- ‘bunalmak, ihtiyaç duymak’ (KB:
29, 420, 485), ul(u)g+ad- ‘büyümek, gelişmek’ (DLT I: 263, DanKelly, 1985, 53),
yok+ad- ‘yok olmak’ (KB: 14, 4245, 5270; DLT III: 384, DanKelly, 1985, 229), vb.

395
Bu ekle türemiş biçimleri Harezm Türkçesi ve Eski Kıpçakçada da bulabiliriz:
ul(u)g+ay- ‘büyümek’ (Nehc. 22/9; KTS: 292).

Çağatayca da çok nadir olarak kullanılan bir ektir. Çağataycada da Eski Türkçede
olduğu gibi öznesi çoğunlukla insan olan ve sözcük kökünün belirttiği duruma
gelmek, nitelikte olmak, nitelik kazanmak kavramını anlatan geçişsiz eylemler
türetmektedir. Bu ekle türemiş biçimler şöyledir:

körket- ‘güzelleşmek, güzel olmak’ (< körk ‘güzel’ + ed-) eylemi körk ‘güzel’ adına
+Ad- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Sözcüğe taradığımız Çağatayca metinlerde rastlamadık. Çağatayca sözlüklerde
görket, görkey- körkey- biçiminde ve ‘güzel olmak; güzelleşmek’ anlamında
kaydedilmiştir (Vel. 366; Seng. 305r2).

Sözcük Karahanlı Türkçesinden itibaren görülmektedir. DLT’de körket-


‘güzelleşmek’ (DLT II: 340; DanKelly, 1985, 110) biçiminde görülmektedir, ancak
sözcüğün aslı körked- biçimindedir, benzeşme yoluyla körket- biçimini almıştır.
Harezm Türkçesine körket- ‘güzelleşmek’ (KutbHŞ: 103) biçiminde sözcüğü
görebiliriz.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda körk ‘güzel’ köküne dayandırılmış ve


‘güzelleşmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 318; EDPT: 743b; DanKelly,
1985, 110, Erdal, 1991, 488).

muŋay- ‘mahzun olmak, gamlı olmak’ (< buŋ ‘sıkıntı, bunaltı, acı’ + ay-) eylemi
muŋ ‘sıkıntı, bunaltı, acı’ adına +Ay- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde muŋay- ‘mahzun olmak,
gamlı olmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 319v27; LÇ: 280b; DTO: 505).
Çağatayca metinlerden ise yalnızca Muhakemetü’l-Lugateyn’de bulunmaktadır (ML:
775b24).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada buŋad-
‘mahzun olmak, gamlı olmak’ (U II: 31; BT III: 566); DLT’de muŋad- ‘mahzun
olmak, gamlı olmak’ (DLT II: 84; DanKelly, 1985, 120) biçimlerinde görülmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda buŋ ‘sıkıntı, bunaltı, acı’ köküne


dayandırılmış ve ‘mahzun olmak, gamlı olmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır

396
(Gabain, 1941 (20003), 49; Brockelmann, 1954, 216; Räsänen, 1957, 145; Eckmann,
1966, 68; EDPT: 350a; Ercilasun, 1984, 18; DanKelly, 1985, 120, Erdal, 1991, 487;
Tekin, 2000, 87). Marcel Erdal eylemin buŋ kökünden türediğine şüpheli
yaklaşmaktadır. Ona göre buŋ ‘sıkıntı, bunaltı, acı’ anlamındadır, bu durumda bu
eylem “kökün gösterdiği anlamda olma” anlamına gelmez, ‘kök tarafından gösterilen
anlama girme, sokulma’ anlamına gelir (Erdal, 1991, 487).

ve mungaymak ve tançkamak ve tançkalmak ve körüksemek ve buşurganmak ve


bohsamak ve kirkinmek ve sögedemek, busmak

(ML: 775b24)

ulgay- ‘büyümek’ (< ulug ‘ulu, büyük’ +ay-) eylemi ulug ‘ulu, büyük’ adına +Ay-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Sözcük
birçok Çağatayca metinde yer almaktadır. Çağatayca sözlüklerde ulgay-, ulgat-
‘büyümek, yükselmek, yaşlanmak, ihtiyarlamak’ anlamında yer almaktadır (Seng.
82r9; LÇ: 39b; DTO: 77).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada ulgad-
‘büyümek’ (U III: 80; TT VII: 28); DLT’de ulgat- ‘büyümek’ (DLT I: 263;
DanKelly, 1985, 53); Harezm Türkçesinde ulgay- ‘büyümek’ (KutbHŞ: 197); Eski
Kıpçakçada ulgay- ‘büyümek, gelişmek’ (KTS: 292) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda ulug ‘ulu, büyük’ köküne


dayandırılmış ve ‘büyümek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Gabain, 1941 (20003);
Räsänen, 1957, 145; Eckmann, 1966, 68; VEWT: 513; DTS: 610; 48; EDPT: 138b;
DanKelly, 1985, 53, Erdal, 1991, 489; Tekin, 2000, 87).

kametiŋniŋ kullugında yaş édi ulgaydı serv

başı titrer émdi haclettin anı azad kıl

(LD: 1054)

niçe yıldın soŋra ol yıgaç ulgaydı

(TEH: T696a6)

397
4.4.4. +(X)k-

Adlardan geçişsiz eylemler türeten bir ektir. Bu ek de fazla işlek bir ek değildir.
Marcel Erdal bu eki hem ünlü hem de ünsüz harflerle biten adlara gelen bu ek olarak
açıklamaktadır. Ayrıca Erdal ekin yalnızca bir ya da iki heceli sözcük köklerine
geldiğini de belirtmektedir (Erdal, 1991, 497).

Bu ek için Eski Türkçeden şu örnekleri verebiliriz: iç+ik- ‘içeri girmek, emri altına
almak’, tag+ık- ‘çıkmak, dağa çıkmak’, yol+ık ‘karşılaşmak’ vb. (Gabain, 1941
(20003), 49).

Karahanlı Türkçesinde de bu ekle biçimlenmiş örnekler bulabiliriz: at+ık- ad sahibi


olmak, adı yayılmak, meşhur olmak’ (KB: 246, 928, 2338), bir+ik- ‘birikmek,
toplanmak, bir olmak’ (KB: 862, 225, 343, 1664, vb.), vb.

Bu ekle türemiş biçimleri Harezm Türkçesi ve Eski Kıpçakçada da bulabiliriz:


bir+ik- ‘birikmek, toplanmak, bir olmak’ (KutbHŞ: 33; TZ: 5b7; KTS: 32); tat+ık-
‘Tatlaşmak, Tat halini almak; köylü gibi konuşmak’ (İH: 62; KTS: 265), vb.

Çağataycada çok sık kullanılan addan eylem yapan eklerden biri değildir. Çağatayda
da Eski Türkçede olduğu gibi daha çok kökün anlamını güçlendiren ya da genişleten
geçişsiz eylemler türetmektedir. Bu ekle türemiş biçimler şöyledir:

atık- ‘ad sahibi olmak, adı yayılmak, meşhur olmak’ (< at ‘ad’ + ık-) eylemi at ‘ad’
adına +ık- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde atık- ‘ad sahibi olmak, adı yayılmak, meşhur
olmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 30a11; LÇ: 5a; DTO: 6).

Bu eyleme Çağatayca metinler dışında Tarihi Türk Dillerinde yalnızca Karahanlı


Türkçesi metinlerinden KB’de atık- ‘ad sahibi olmak, adı yayılmak, meşhur olmak’
(KB: 246, 928) biçiminde rastladık.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda at ‘ad’ köküne dayandırılmış ve ‘ad


sahibi olmak, adı yayılmak, meşhur olmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Räsänen,
1957, 146; DTS: 67; EDPT: 47b; Erdal, 1991, 493). Talat Tekin eylem kökünü Orh.
at ‘ad, unvan’, DLT at ‘ad, lâkap, unvan’, Tkm. at ‘ad, unvan’, Yak. at ‘ad, unvan’,
Az. ad ‘ad’ ve Tü. ad ‘ad’ biçimleri ile karşılaştırmıştır. Talat Tekin sözcüğün
kökünü uzun ünlülü olarak *at biçiminde tasarlamıştır (Tekin, 1995, 172).
398
tig ile başıma kéldiŋ ki bu kün katl işide

hublar içre ser-amed sin olup-sin atıkıp

(FK, 65: 5; NN, 93: 5)

birik- ‘birikmek, toplanmak, bir olmak’ (< bir ‘bir’ + ik-) eylemi bir ‘bir’ adına +ık-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Sözcük
Zenker’in Çağatayca sözlüğünde birik- ‘birikmek, toplanmak, bir olmak’ anlamında
yer almaktadır (Zenker, 1862-67, 13b7).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada birik-
‘birlikte olmak, bir olmak, toplanmak’ (TT I: 136); KB’de birik- ‘birikmek,
toplanmak’ (KB: 225, 343, 862, 1664); Harezm Türkçesinde birik- ‘birikmek,
toplanmak’ (KutbHŞ: 33); Eski Kıpçakçada birik- ‘birikmek, toplanmak, bir araya
gelmek’ (KTS: 32) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda bir ‘bir’ köküne dayandırılmış ve


‘birikmek, toplanmak, bir olmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Räsänen, 1957, 146;
VEWT: 76; DTS: 102; EDPT: 363a; Erdal, 1991, 493, Tekin, 2000, 88). Talat Tekin
eylem kökünü DLT bir ‘bir’, Tkm. bir ‘bir’, birik- ‘birleşmek’, Yak. bir ‘bir’
biçimleri ile karşılaştırmıştır (Tekin, 1995, 105, 183). Talat Tekin sözcüğün kökünü
uzun ünlülü olarak *bir biçiminde tasarlamıştır.

kaf u nun nakşı yok érdi anda kim ‘uşşak üçün

‘ışk ile hüsnüŋ birikti şur u gavga kılgalı

(LD: 2024)

muhabbet servidin birikküsidür

közüŋ suyı bilen arıg niyazıŋ

(DN: 677)

tarık- ‘daralmak, sıkılmak’ (< tar ‘dar’ + ık-) eylemi tar ‘dar’ adına +ık- addan
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde ise tarık- ‘daralmak, sıkılmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 153b11
LÇ: 100a; DTO: 198).

399
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada tarık-
‘daralmak, daraltılmak, sıkılmak’ (TT III: 94; U III: 40; Suv. 255/4); DLT’de tarık-
‘daralmak, daraltılmak, sıkılmak’ (DLT II: 115; DanKelly, 1985, 178); Harezm
Türkçesinde tarık- ‘daralmak, daraltılmak, sıkılmak’ (KutbHŞ: 172); Osmanlıcada
darık- ‘daralmak, sıkılmak’ (TTS I: 180; TTS II: 261; TTS IV: 742) biçimlerinde
geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda tar ‘dar’ köküne dayandırılmış ve


‘daralmak, sıkılmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Räsänen, 1957, 146; Eckmann,
1966, 69; DTS: 537; EDPT: 540b; DanKelly, 1985, 178). Bu eylem günümüz Türk
dillerinin pek çoğunda da yaşamaktadır.

dostlar bu kéçe vakıf boluŋuz kim çıkadur

ansızın şifte canım ten öyide tarıkıp

(NN, 93: 3)

cünunum émgekidin ger tarıktıŋ éy nasıh

selamet ol sin ü şehriŋ min ü beyabanım

(FK, 423: 4)

taşık- ‘dışarıya çıkmak’ (< taş ‘dış’ + ık-) eylemi taş ‘dış’ adına +ık- addan eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde taşık- ‘dışarıya çıkmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 156r26; LÇ:
101a; DTO: 201). Eyleme taradığımız metinler içinde yalnızca Mecalisü’n-nefais
adlı eserde rastladık.

Bu eylemi Orhon Yazıtlarından itibaren Tarihi Türk Dillerinde görebiliriz. Yazıtlarda


taşık- ‘dışarıya çıkmak’ (KT D: 11); Eski Uygurcada taşık- ‘dışarıya çıkmak’ (M II:
11; M III: 29); DLT’de taşık- ‘dışarıya çıkmak’ (DLT II: 116; DanKelly, 1985, 180)
biçiminde rastladık.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda taş ‘dış’ köküne dayandırılmış ve


‘dışarıya çıkmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 540; EDPT: 562a-b; DanKelly,
1985, 180; Tekin, 2000, 88).

400
yagık- ‘düşman olmak’ (< yagı ‘düşman’ + k-) eylemi yagı ‘düşman’ adına +ık-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde yagık- ‘düşman olmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 296a;
DTO: 520).

Bu eyleme Çağatayca metinler dışında Tarihi Türk Dillerinde yalnızca Karahanlı


Türkçesi metinlerinden DLT’de yagık- ‘düşman olmak’ (DLT III: 76; DanKelly,
1985, 209) biçiminde rastladık.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda yagı ‘düşman’ köküne dayandırılmış


ve ‘düşman olmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Eckmann, 1966, 69; DTS: 224;
EDPT: 901a; DanKelly, 1985, 209).

Behram-ı Çübin mütegayyir bolup aŋa yagıktı

(TEH: A730b19)

kim yagıksa Şeyh Şeybaniga

uşbu kün kılgusıdur canıga

(ŞN1: 885)

yoluk- ‘karşılaşmak’ (< yol ‘yol’ + uk-) eylemi yol ‘yol’ adına +ık- addan eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde yoluk- ‘karşılaşmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 308a; DTO: 549).

Bu eyleme Çağatayca metinler dışında Tarihi Türk Dillerinde yalnızca Orhon


Türkçesinde yoluk- ‘yolda karşılaşmak’ ve Eski Kıpçakçada yoluk-, yoluh-
‘karşılaşmak, buluşmak’ (KTS: 327) biçiminde rastladık.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda yol ‘yol’ köküne dayandırılmış ve


‘karşılaşmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Räsänen, 1957, 146; Eckmann, 1966, 69;
DTS: 272; Erdal, 1991, 497; Tekin, 2000, 88).

ol ki evvel mezkur boldı ve yokkarırak mestur boldı, rüzgar anasıdın yüz yılda bir
tugmas ve yüz miŋdin bir yolukmas

(MKb: 32b12)

401
zülfüŋ kara kaygusıda la‘liŋga yolukkan

zulmat içide çeşme-i hayvanga yoluktı

(BV, 623: 2)

4.4.5. +(A)r-, +(X)r-

Genellikle geçişsiz eylemler türeten bir ektir. Çağataycada yaygın addan eylem
yapan eklerden biridir. Renk adlarına gelerek onlardan “olma” anlamı ifade eden
geçişsiz eylemler türetir. Kimi zaman da diğer adlardan da “olma” ve “yapma”
anlamı taşıyan eylemler türetir.

Bu ek için Eski Türkçeden şu örnekleri verebiliriz: belgü+r- ‘belirmek’, yaŋı+r-tı


‘yeniden’ vb. (Gabain, 1941 (20003), 49).

Karahanlı Türkçesinde de bu ekle biçimlenmiş örnekler bulabiliriz: taz+ar-


‘kelleşmek’ (DLT II: 77; DanKelly, 1985, 183), toz+ar- ‘toz yükselmek, yerden toz
kalkmak’ (DLT III: 186; DanKelly, 1985, 196), tüz+er- ‘düzeltmek’ (DLT II: 77;
DanKelly, 1985, 206), vb.

Bu ekle türemiş biçimleri Harezm Türkçesi ve Eski Kıpçakçada da bulabiliriz:


kab+ar- ‘kabarmak’ (< kap–ar-) (İH: 68; TZ: 6b9); sar(ı)g+ar- ‘sararmak’ (TZ:
83b5), vb.

Çağataycada çok sık geçen bir ek değildir. Çağatayda da Eski Türkçede olduğu gibi
geçişli ve geçişsiz eylemler türetmektedir. Bu ekle türemiş biçimler şöyledir:

akar- ‘ağarmak’ (< ak ‘beyaz’ + ar-) eylemi ak ‘beyaz’ adına +ar- addan eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerden Dictionnaire turc-oriental’de ise agar-, akar- ‘ağarmak’ anlamında yer
almaktadır (DTO: 24).

Bu eyleme Çağatayca metinler dışında Tarihi Türk Dillerinde yalnızca Eski


Kıpçakçada agar-, akar- ‘ağarmak; yaşlanmak, saç sakal ağarmak; tan yeri açılıp
aydınlanmak’ (KTS: 5) biçiminde rastladık.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda ak ‘beyaz’ köküne dayandırılmış ve


‘ağarmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Räsänen, 1957, 149; Eckmann, 1966, 69;
Erdal, 1991, 499).
402
baş akarıp yüz karalıg dur yana terk-i edeb

dost gayret éylemestin burna kıl ‘isyanı bes

(GS, 252: 8)

yüzüŋnüŋ arzusı vü turraŋ intizarı bile

başım akardı vü köŋlüm hem ol kararı bile

(LD: 223)

bélgür- ‘belirmek’ (< bélgü ‘iz, işaret, damga, alamet’ +r-) eylemi bélgü ‘iz, işaret,
damga, alamet’ adına +r- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir
eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta bélgür- ‘belirmek’ anlamında
yer almaktadır (Seng. 148v25).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada belgür-
‘belirmek’ (U I: 8; TT VIII: K 3; Suv. 75/1); DLT’de bélgür- ‘belirmek’ (DLT II:
172; DanKelly, 1985, 70); KB’de bélgür- ‘belirmek’ (KB: 312, 6638); Harezm
Türkçesinde bélgür- ‘belirmek, görülmek’ (KutbHŞ: 29); Eski Kıpçakçada belgür-,
bilgir-, bilgür- ‘belirmek, ortaya çıkmak’ (KTS: 27); Osmanlıcada belür- ‘belirmek,
görülmek’ (TTS III: 81; TTS IV: 93) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda bélgü ‘iz, işaret, damga, alamet’


köküne dayandırılmış ve ‘belirmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Gabain, 1941
(20003); Räsänen, 1957, 149; Eckmann, 1966, 69; DTS: 93; EDPT: 341a; Ercilasun,
1984, 19; DanKelly, 1985, 70, 50; Erdal, 1991, 500).

canım içre kirpiki nişi teşük kılgan kibi

bélgürür agzı tebessüm éylegeç ol ékki leb

(NN, 66: 2)

közde asrap men bagır kanın tiler bolsaŋ hına

sürtsem közni ayagıŋga hem ol dem bélgürür

(NN, 237: 4)

éskir- ‘eskimek’ (< éski ‘eski’ + r-) eylemi éski ‘eski’ sıfatına +r- addan eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
403
sözlüklerden Senglah’ta éskil-, éskir- ‘eskimek’ anlamında yer almaktadır (Seng.
103b5).

Bu eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de eskir-


‘eskimek’ (DLT I: 228; DanKelly, 1985, 27); Harezm Türkçesinde eskir- ‘eskimek’
(KutbHŞ: 22); Eski Kıpçakçada eskir- ‘eskimek’ (KTS: 76); Osmanlıcada eskil-
‘eskimek’ (TTS I: 280) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda éski ‘eski’ köküne dayandırılmış ve


‘eskimek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Eckmann, 1966, 69; DTS: 184; EDPT: 246b-
247a; DanKelly, 1985, 27, Erdal, 1991, 500).

‘işve-gerler dagıdın can perdesin kör ah kim

bu harir éskirdi zalim şahlar tamgasıdın

(GS, 452: 8)

çıkıp ‘ışk otı köksüm çakidin başımdın aşıptur

bu éskirgen yıgaçka öz içidin ot tutaşıptur

(BV, 144: 1)

karar- ‘kararmak’ (< kara ‘kara, siyah’ + r-) eylemi kara ‘kara, siyah’ sıfatına +r-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde ise karar- ‘kararmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 216b;
DTO: 398).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada karar-
‘kararmak’ (TT III: 89; Suv. 595/14); DLT’de karar- ‘kararmak’ (DLT II: 77;
DanKelly, 1985, 129); Harezm Türkçesinde karar- ‘kararmak’ (KutbHŞ: 132); Eski
Kıpçakçada karar- ‘kararmak’ (KTS: 127) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda kara ‘kara, siyah’ köküne


dayandırılmış ve ‘kararmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Räsänen, 1957, 149;
Eckmann, 1966, 69; DTS: 425; EDPT: 663a; DanKelly, 1985, 129, Erdal, 1991,
501).

404
firak otıda karardım meger ki bu otnı

yarutkalı min devran ilgi kıldı küsav

(BV, 520: 4)

kılur érdi özini müşg ta‘rif

miŋiŋni kördi vü yüzi karardı

(TN: 222)

kaygur- ‘endişelenmek’ (< kadgu ‘kaygı’ + r-) eylemi kadgu ‘kaygı’ adına +r-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde kaygur- ‘endişelenmek’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 226a;
DTO: 415).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada kadgur-
‘endişelenmek’ (M II: 8); DLT’de kadgur- ‘endişelenmek’ (DLT II: 192; DanKelly,
1985, 123); KB’de kadgur- ‘endişelenmek’ (KB: 1305, 5445, 6276); Harezm
Türkçesinde kadgur- ‘endişelenmek’ (KutbHŞ: 128; Nehc. 233/14); Eski Kıpçakçada
kadgur-, kaygır-, kaygur-, kaykır- ‘endişelenmek’ (KTS: 122); Osmanlıcada kaygur-
‘endişelenmek’ (TTS I: 436; TTS II: 604; TTS III: 425); kayır-, kayur-
‘endişelenmek’ (TTS I: 437; TTS II: 605; TTS III: 426) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda kadgu ‘kaygı’ köküne dayandırılmış ve


‘endişelenmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Räsänen, 1957, 149; Eckmann, 1966,
69; DTS: 404; EDPT: 599a; Ercilasun, 1984, 19; DanKelly, 1985, 123, Erdal, 1991,
500). Clauson kadgu kökünün de kad- ‘tipiden ölmek’ kökünden türemiş
olabileceğini ifade etmektedir (EDPT: 598b).

beka çün émes mümkin müdam özni hoş tutkıl

ki kaygurgalı kılmas keri ‘alem-i fani

(BV, 596: 6)

405
‘ışk ara Mecnun kibi olsam gamıŋdın kaygurup

taşıgay kabrim taşın Ferhad hara sındurup

(HBD, 17: 1)

köker- ‘göğermek, mavileşmek, yeşilleşmek’ (< kök ‘gök; mavi, yeşil’ + er-) eylemi
kök ‘gök; mavi, yeşil’ sıfatına +ar- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde ise köker- ‘göğermek,
mavileşmek, yeşilleşmek’ anlamında yer almaktadır (Zenker, 1862-67, 40a2; DTO:
472).

Bu eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de köker-


‘göğermek, mavileşmek, yeşilleşmek’ (DLT II: 84; DanKelly, 1985, 108); Eski
Kıpçakçada köger- ‘göğermek, küflenmek’ (KTS: 156); Osmanlıcada göger-
‘mavileşmek, yeşilleşmek’ (TTS I: 346; TTS II: 443; TTS IV: 348) biçimlerinde
geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda kök ‘gök; mavi, yeşil’ köküne


dayandırılmış ve ‘göğermek, mavileşmek, yeşilleşmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır
(Räsänen, 1957, 149; Eckmann, 1966, 69; DTS: 312; EDPT: 713a; DanKelly, 1985,
108, Erdal, 1991, 501).

hatıŋ baş çékkeli haliŋ körünmes

kökerdi çün ikin güm boldı dane

(GS, 553: 2)

kılur uzun muddati ya‘ni dayim bar-dur yer ol su sababı bile … kökergen ot solgan
va kurugandın

(ÇKT: 39b5)

oŋar- ‘onarmak, düzenlemek’ (< oŋ ‘sağ, doğru, iyi’ + ar-) eylemi oŋ ‘sağ, doğru,
iyi’ adına +ar- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Taradığımız Çağatayca metinlerde rastlamadığımız sözcük Çağatayca
sözlüklerde oŋar- ‘onarmak, düzenlemek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 88b15;
LÇ: 46a; DTO: 83).

406
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada oŋar-
‘onarmak, iyileştirmek’ (Suv. 7/12); DLT’de oŋar- ‘onarmak, düzenlemek’ (DLT I:
244; DanKelly, 1985, 41); KB’de oŋar- ‘onarmak, düzenlemek’ (KB: 42, 1989,
1990, 3988, 4265, 5633); Harezm Türkçesinde oŋar- ‘düzeltmek’ (KutbHŞ: 117);
Eski Kıpçakçada oŋar- ‘iyileşmek, ıslah etmek’ (KTS: 205) biçimlerinde
geçmektedir.

Eylem için etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda değişik görüşler ileri sürülmüştür.


Eckmann eylemin oŋ ‘sağ, doğru, iyi’ adından geldiğini belirtmiştir (Eckmann, 1966,
69). Clauson eylemin *oŋa- eyleminin ettirgen biçimi olduğunu ifade etmiştir
(EDPT: 189a). Dankoff-Kelly’de ise eylem oŋ ‘sağ, doğru, iyi’ köküne bağlanmıştır
(DanKelly, 1985, 41).

sargar- ‘sararmak’ (< sarıg ‘sarı’ + ar-) eylemi sarıg ‘sarı’ adına +ar- addan eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde sargar- ‘sararmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 230r19; LÇ: 178b).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada sargar-
‘sararmak’ (U I: 37); DLT’de sargar- ‘sararmak’ (DLT II: 187; DanKelly, 1985,
155); Harezm Türkçesinde sargar- ‘sararmak’ (Nehc. 243/8); Eski Kıpçakçada
sargar-, sarar- ‘sararmak’ (KTS: 227) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda sarıg ‘sarı’ köküne dayandırılmış ve


‘sararmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Räsänen, 1957, 149; Eckmann, 1966, 69;
DTS: 488; EDPT: 849a; DanKelly, 1985, 155, Erdal, 1991, 502).

bag ara nivçün gül-i ra‘na kızarur sargarur

ger anı ol yüz gülidin kılmamış devran hacil

(HBD, 94: 4)

gark boldı yüzüŋ hacletidin gül ‘arak içre

sargardı kuyaş baktı çü ol lutf-ı hak içre

(LD: 1723)

407
suvar- ‘susamak’ (< sub ‘su’ + ar-) eylemi sub ‘su’ adına +ar- addan eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden
Senglah’ta suvar- ‘susamak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 243v26).

Bu eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de suvgar-


‘susamak’ (DLT II: 188; DanKelly, 1985, 170); Harezm Türkçesinde sugar-
‘susamak’ (KutbHŞ: 161); Eski Kıpçakçada sugar-, suvar- ‘susamak’ (KTS: 243);
Osmanlıcada suvar-, sıvar- ‘susamak’ (TTS I: 649; TTS II: 850; TTS III: 645; TTS
IV: 714) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda sub ‘su’ köküne dayandırılmış ve


‘susamak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 515; EDPT: 786b-787a; DanKelly,
1985, 170).

öz mübarek élgi bile ékin suvarurga bél urar érdi

(MKb: 45a5)

‘ışk köñlümni şikar éylep ü közdin suvarıp

meger ol gül yüziniñ hasretidin bag étedür

(NN, 295: 2)

yaşar- ‘yaşarmak’ (< yaş ‘yaş, taze, sebze, yeşillik’ + ar-) eylemi yaş ‘yaş, taze,
sebze, yeşillik’ adına +ar- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde ise yaşar- ‘yaşarmak’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 332a19; LÇ: 294b; DTO: 527).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada yaşar-
‘yaşarmak, yeşermek’ (TT I: 4; TT VII: 28); DLT’de yaşar- ‘yaşarmak’ (DLT III:
68; DanKelly, 1985, 218); KB’de yaşar- ‘yaşarmak’ (KB: 133); Harezm Türkçesinde
yaşar- ‘yeşillenmek’ (KutbHŞ: 74); Eski Kıpçakçada yaşar- ‘yaşarmak, yeşermek’
(KTS: 314) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda yaş ‘yaş, taze, sebze, yeşillik’ köküne
dayandırılmış ve ‘yaşarmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Eckmann, 1966, 69; DTS:
246; EDPT: 979b; DanKelly, 1985, 218, Erdal, 1991, 503).

408
közüm yaşardı ‘ıyan bolgaç ol cemal-i bedi‘

bulutka su tolar ol dem ki boldı fasl-ı tabi‘

(FK, 306: 1)

émes bu çeşm-i hurşid kim ol ay gamıda

körüp sipihr yaman haletim közi yaşarur

(NN, 236: 2)

4.4.6. +(X)l- / +(A)l-

Bu ek +Ay eki ile aynı işlevde kullanılan bir ektir. Bu ek eklendiği ad ve sıfatlardan
geçişsiz eylemler türetir.

Bu ek için Eski Türkçeden şu örnekleri verebiliriz: tusu+l- ‘faydalanmak, fayda


vermek’, yok+(u)l-un- ‘yok etmek, tahrip etmek’, vb. (Gabain, 1941 (20003), 49).

Karahanlı Türkçesinde de bu ekle biçimlenmiş örnekler bulabiliriz: oŋ+ul-


‘iyileştirmek’ (DLT I: 216; DanKelly, 1985, 41), öz+el- ‘acı çekmek’ (DLT III: 131;
DanKelly, 1985, 50), vb.

Bu ekle türemiş biçimleri Harezm Türkçesi ve Eski Kıpçakçada da bulabiliriz:


ul(ug)+al- ‘büyümek’ (Nehc. 178/12); oŋ+ul- ‘iyileştirmek’ (TZ: 6a13), vb.

Çağataycada çok sık kullanılan bir ek değildir. Çağatayda da Eski Türkçede olduğu
gibi geçişsiz eylemler türetmektedir. Bu ekle türemiş biçimler şöyledir:

azal- ‘azalmak, eksilmek’ (< az ‘az’ + al-) eylemi az ‘az’ adına +al- addan eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde azal- ‘azalmak, eksilmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 39a5; LÇ:
11a; DTO: 17).

Bu eyleme Çağatayca metinler dışında Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda az ‘az’ köküne dayandırılmış ve


‘azalmak, eksilmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Eckmann, 1966, 68).

ve Tufan teskin taptı ve su azala başladı

(TEH: T696a12)

409
karşul- ‘karşılamak, karşılamaya gitmek’ (< karşu ‘karşı’ +l-) eylemi karşu ‘karşı’
adına +l- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Zenker’in Çağatayca sözlüğünde karşul- ‘karşılamak, karşılamaya gitmek’
anlamında yer almaktadır (Zenker, 1862-67, 13a17). Taradığımız Çağatayca
metinlerde sözcüğe rastlamadık.

Bu eyleme Çağatayca metinler dışında Tarihi Türk Dillerinde yalnızca Eski


Kıpçakçada karşul- ‘yan yana gelmek, bir araya gelmek’ (KTS: 129) biçiminde
rastladık.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda karşu ‘karşı’ köküne dayandırılmış ve


‘karşılamak, karşılamaya gitmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Eckmann, 1966, 68).
Bkz. karşu.

oŋal- ‘onulmak, hastalıktan kurtulmak’ (< oŋ ‘sağ’ + al-) eylemi oŋ ‘sağ’ adına +al-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta oŋal- ‘onulmak, hastalıktan kurtulmak’
anlamında yer almaktadır (Seng: 88b1).

Bu eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de oŋul-


‘iyileştirmek’ (DLT I: 214; DanKelly, 1985, 41); Eski Kıpçakçada oŋal- ‘iyileşmek,
sıhhat bulmak’ (KTS: 205) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda oŋ ‘sağ’ köküne dayandırılmış ve


‘onulmak, hastalıktan kurtulmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Eckmann, 1966, 68;
DTS: 368; DanKelly, 1985, 41). Clauson eylemin *oŋa- eylemine dayandırmıştır
(EDPT: 189a). Ancak bizim görüşümüz eylemin oŋ ‘sağ’ adından türediği
yönündedir.

çü ‘ışk otın yaralıg köŋlüm içre yaktı ol ay

oŋaldı zahmı bu merhem cerahatımga yakıp

(NN, 99: 6)

suz ‘ilacımdın déme éy bahr-i ‘ışk içre garik

kim boluptur dép gamıdın dag ile cismiŋ harik

ger maŋa bar sen muhibb ü müşfìk ü yar u şefìk


410
dagıma merhemni köp teklif kılma éy refìk

tuttum ol dagım oŋaldı dag-ı hicrannı n’itey

(HBD, 22: 30)

sagal- ‘sağalmak, sağlığına kavuşmak’ (< sag ‘sıhhat, vücut sağlığı’ + al-) eylemi
sag ‘sıhhat, vücut sağlığı’ adına +al- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta sagal-
‘sağalmak, sağlığına kavuşmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 231a26).

Bu eyleme Çağatayca metinler dışında Tarihi Türk Dillerinde yalnızca Eski


Kıpçakçada sagal- ‘iyileşmek, sağlığına kavuşmak’ (KTS: 222) biçiminde rastladık.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda sag ‘sıhhat, vücut sağlığı’ köküne


dayandırılmış ve ‘sağalmak, sağlığına kavuşmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır
(Eckmann, 1966, 68).

kaysı mecnun sagalur körse mini télbe bolur

télbeler hayliga sermaye-i sevda boldum

(BV, 430: 3)

mug deyride bir dem sagalmay, dehr hayr u şerriga köz salmay

(MKb: 36a6)

4.5. Eylem ve Eylemsizlik Tipleri

4.5.1. +sA-

Nadir görülen eklerden biridir. Genellikle eklendiği ada arzulama, istek duyma
anlamı katar. Marcel Erdal bu ekin on beş sözcükte beslenmekle ilgili eylemler
türettiğini belirtmektedir. Erdal, evse-, biligse-, ulugsa- eylemlerinin dışında bu ekin
eklendiği sözcük köküne ‘yemek istemek, beslenmeyi arzulamak’ anlamı katar
(Erdal, 1991, 528).

Bu ek için Eski Türkçeden şu örnekleri verebiliriz: kek ‘kin’ +se-k ‘kindar, kinli’, vb.
(Gabain, 1941 (20003), 50).

411
Karahanlı Türkçesinde de bu ekle biçimlenmiş örnekler bulabiliriz: suv+sa-
‘susamak’ (DLT III: 284; DanKelly, 1985, 170), körüg+se- ‘görüşmek istemek’
(DLT III: 334), vb.

Bu ekle türemiş biçimleri çok az da olsa Harezm Türkçesi ve Eski Kıpçakçada da


bulabiliriz: suv+sa- ‘susamak’ (İH: 58; ‘Ali: 25 [EDPT: 793a]), vb.

Çağataycada çok sık kullanılan bir ek değildir. Çağatayda da Eski Türkçede olduğu
gibi geçişli ve geçişsiz eylemler türetmektedir. Bu ekle türemiş biçimler şöyledir:

külümse- ‘gülümsemek’ (< külüm ‘gülme’ + se-) eylemi kül-üm ‘gülme’ adına +se-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde külümse- ‘gülümsemek’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 261a;
DTO: 476).

Sözcük DLT’de külümsin- ‘gülümsemek’ (DLT II: 259; DanKelly, 1985, 113);
Osmanlıcada ise külümsün- ‘gülümsemek’ (TTS II: 474; TTS III: 324) biçimlerinde
görülmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda kül-üm ‘gülme’ köküne dayandırılmış


ve ‘gülümsemek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 326; EDPT: 719a; DanKelly,
1985, 113, Erdal, 1991, 523).

veh ki köŋlümni şikaf étti külümsep agzı

goncalarnı nitip açtı bu tebessüm ya Rab

(GS, 51: 5)

susa- ‘susamak’ (< sub ‘su’ + sa-) eylemi sub ‘su’ adına +sa- addan eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde
susa- ‘susamak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 243r22; LÇ: 190b; DTO: 356).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada suvsa-
‘susamak’ (TT II: 8); DLT’de suvsa- ‘susamak’ (DLT III: 284; DanKelly, 1985,
170); Harezm Türkçesinde suvsa- ‘susamak’ (KutbHŞ: 156); Eski Kıpçakçada
suvsa-, susa-, sufsa- ‘susamak’ (KTS: 243) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda sub ‘su’ köküne dayandırılmış ve


‘susamak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Eckmann, 1966, 70; DTS: 516; EDPT: 793a;
DanKelly, 1985, 170, Erdal, 1991, 528).
412
rakib haddıdın aşıp, kanımga susap ayur

anıŋ kara kanını vey bir içse-men kana

(SD: 460)

dil-bera ab-ı hayat érniŋ üçün can susadı

bagrım örtendi dagı sine-i biryan susadı

(LD: 2416)

yüŋse- ‘kanat takmasını istemek’ (< yüŋ ‘yün’ + se-) eylemi yüŋ ‘yün’ adına +se-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde yüŋse- ‘kanat takmasını istemek’ eylemine rastlamadık.

Bu eyleme Çağatayca metinler dışında Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

Eylemle ilgili etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık,


ancak eylemin yüŋ ‘yün’ köküne dayandığı açıktır.

‘ışkıŋ kuşı uçmasa yüŋide halel bolgay

ger uçsın déseŋ anı dayim aŋa-sin yüŋsep

(ŞHD: 185a10)

4.5.2. +şA-

Bu ek de nadir görülen eklerden biridir. Adlara ve sıfatlara gelerek genellikle


geçişsiz eylemler türettiği görülür.

Bu ek Eski Türkçeden itibaren görülür, ancak çok az örnekte bulabiliriz: ohşa-, okşa-
‘benzemek’ (M I: 14; DLT I: 282; İH: 17) eylemini bu ekle biçimlenmiş eylemlere
örnek olarak verebiliriz.

Çağataycada çok sık kullanılan eklerden biri değildir. Çağatayda da Eski Türkçede
olduğu gibi geçişli ve geçişsiz eylemler türetmektedir. Bu ekle türemiş biçimler
şöyledir:

kurukşa- ‘çok kuru olmak, gıcırdamak, cızırdamak’ (< kurug ‘kuru’ + şa-) eylemi
kuru-g ‘kuru’ sıfatına +şa- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz

413
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde kurukşa- ‘çok kuru olmak, gıcırdamak,
cızırdamak’ eylemine rastlamadık. Eylem yalnızca Muhakemetü’l-Lugateyn’de
geçmektedir (ML: 775b17).

Bu eyleme Çağatayca metinler dışında Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

Eylemle ilgili etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık,


ancak eylemin kuru-g ‘kuru’ köküne dayandığı açıktır.

kuvarmak, kurukşamak, üşermek, cıcaymak …

(ML: 775b17)

ohşa- ‘benzemek’ (< ok ‘tam aynısı, eş’ + şa-) eylemi ok ‘tam aynısı, eş’ adına +şa-
addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde ohşa- ‘benzemek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 66r7; LÇ:
28b; DTO: 51).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada ohşa-
‘benzemek’ (M I: 14; M III: 18); DLT’de ohşa- ‘benzemek’ (DLT I: 282; DanKelly,
1985, 44); KB’de ohşa- ‘benzemek’ (KB: 746); Harezm Türkçesinde ohşa-
‘benzemek’ (KutbHŞ: 195); Eski Kıpçakçada ohşa-, ogşa-, okşa, oşa-, oşka-, ovşa-
‘benzemek’ (KTS: 204); Osmanlıcada ohşa- ‘benzemek’ (TTS I: 537; TTS II: 721)
biçimlerinde geçmektedir.

Eylem için etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda net bir açıklamaya rastlamadık.


Eckmann eylemi pekiştirme edatı olan ok ‘tam aynısı, eş’ köküne dayandırmış ve
‘benzemek’ şeklinde anlamlandırmıştır (Eckmann, 1966, 70). Diğer kaynaklarda
yalnızca eylemin anlamı ‘benzemek’ şeklinde kaydedilmiştir (DTS: 364; EDPT: 97a;
DanKelly, 1985, 44). Mustafa Kaçalin sözcüğün gelişimini ohşa- < oguş+a- < og+uş
‘tohum’ +a- biçiminde açıklamıştır (Kaçalin, 2006, 167).

azgına turgan tuman-nı bu oglan-nıŋ yaşlıkına ohşatıp men

(ŞTe: 87a3)

414
gül ögrenür ohşar çemen-araylik andın

büstanda varakları perakende degül mü

(LD: 1578)

4.6. Diğer Ekler

4.6.1. +gA-

Tarihi Türk dillerinde çok nadir kullanılan eklerden biridir. Çağatayca metinlerde de
bu ekle türemiş biçimler çok azdır.

Bu ek için Eski Türkçeden şu örnekleri verebiliriz: irinç+ke- ‘acımak, merhamet


etmek’, kéŋ ‘geniş’+ge-ş- ‘danışmak’, yarlıg+ka- ‘buyurmak, vaaz etmek’, vb.
(Gabain, 1941 (20003), 49).

Karahanlı Türkçesinde de bu ekle biçimlenmiş çok az örnek bulabiliriz: yarlıg+ka-


‘buyurmak, vaaz etmek’ (KB: 397, 896, 959, 5835), kéŋ ‘geniş’+ge-ş- ‘danışmak’
(KB: 3488, 3688, 5649, vb.; DLT III: 394), vb.

Bu ekle türemiş biçimleri Harezm Türkçesi ve Eski Kıpçakçada da bulabiliriz:


yarlıg+ka- ‘buyurmak, vaaz etmek’ (KutbHŞ: 71; Nehc. 3/15; TZ: 17b3); kéŋ+ge-ş-
‘danışmak’ (İH: 85).

Çağatayca da çok sık olarak kullanılmayan addan eylem yapan eklerden biridir.
Çağatayda da Eski Türkçede olduğu gibi geçişli eylemler türetmektedir. Bu ekle
türemiş biçimler şöyledir:

sayga- ‘saymak, hesap etmek’ (< san ‘sayı’ + ga-) eylemi sa-n ‘sayı’ adına +ga-
addan eylem yapan ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişli eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde sayga-, sayfa-, saypa- biçimlerinde ve ‘saymak, hesap etmek’
anlamında yer almaktadır (LÇ: 184b; DTO: 346).

Bu eylem DLT’de saypa- biçiminde ‘boşa harcamak’ anlamında görülmektedir (DLT


III: 310; DanKelly, 1985, 157).

Eylemin kökü ile ilgili etimolojik sözlüklerde bir kayda rastlamadık, ancak Eckmann
Çağatayca El Kitabında –ga eki ile türeyen sözcükler arasında bu eylemi de saymış

415
ve eylemi san ‘sayı’ köküne dayandırmıştır (Eckmann, 1966, 68). Sözcük etimolojik
sözlük ve kaynaklarda ‘saymak, hesap etmek, para harcamak, harcamak’ şeklinde
anlamlandırmıştır (EDPT: 859b; DanKelly, 1985, 157). Bkz. san. Aynı kökten
türemiş sanat- biçimi de Çağatayca metinlerde görülmektedir.

bular kitürgen nebat gezek üçün uşalıp vazife vechleri özge esbab üçün saygalıp

(MKb: 10b10)

çün genc iyesi nakdini her yan özi saçkay

bi-müzd ‘acab yoktur eger saygasa hazin

(BV, 708: 3)

4.6.2. +GAr-

Sık kullanılmayan bir ek olan bu ek Eski Türkçeden itibaren görülmektedir. Ek


Çağataycada da çok sık bir kullanıma sahip değildir. Çoğunlukla geçişli eylemler
türetir. Bu ek +(A)r eki ile karıştırılmamalıdır.

Bu ek için Eski Türkçeden şu örnekleri verebiliriz: köŋül+ker- ‘düşünmek’, tüp+ker-


‘tahkik etmek, aslını araştırmak’, tüz+ker- ‘yol göstermek’ –inç+siz ‘bilinemez,
temelsiz’, vb. (Gabain, 1941 (20003), 49).

Karahanlı Türkçesinde de bu ekle biçimlenmiş pek çok örnek bulabiliriz: ot+kar-


‘otlamak’ (DLT I: 225; DanKelly, 1985, 43), muŋ+kar- ‘bunaltmak, can sıkmak’
(KB: 2391, 2397, 4024; DLT III: 397), suv+gar- ‘sulamak’ (DLT II: 188; DanKelly,
1985, 170) vb.

Bu ekle türemiş biçimleri Harezm Türkçesi ve Eski Kıpçakçada da bulabiliriz:


baş+(k)ar- ‘öncülük etmek, kılavuzluk etmek’ (KutbHŞ: 28, TZ: 16a5 ); çın+gar-
‘araştırmak, doğruluğunu kontrol etmek’ (İH: 46), vb.

Çağataycada sık kullanılan eklerden biri değildir. Çağatayda da Eski Türkçede


olduğu gibi geçişli eylemler türetmektedir. Bu ekle türemiş biçimler şöyledir:

başkar- ‘öncülük etmek, kılavuzluk etmek’ (< baş ‘baş’ + kar-) eylemi baş ‘baş’
adına +kar- addan eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem

416
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde başkar- ‘öncülük etmek, kılavuzluk etmek’
anlamında yer almaktadır (Seng. 123r26; LÇ: 69a; DTO: 150).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada başgar-
‘öncülük etmek, kılavuzluk etmek’ (TT II: 11); Harezm Türkçesinde başar-
‘başarmak, sonuca ulaştırmak’ (KutbHŞ: 28); Eski Kıpçakçada başkar- ‘başarmak’
(KTS: 25) biçimlerinde görülmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda baş ‘baş’ köküne dayandırılmış ve


‘öncülük etmek, kılavuzluk etmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Eckmann, 1966, 68;
EDPT: 380a). Eylem günümüz Türkçesinde de başar- ‘başarmak’ biçiminde
yaşamaktadır.

ger müyesser bolmasa bu iş Nevayi hasteni

koldaban ya südreben mey-hane sarı başkarıŋ

(BV, 349: 7)

gafil olgaç ol peri kuyıda barur baş alıp

‘akl öyige télbe köŋlümni neçe kim başkaray

(HBD, 192: 6)

417
5. EYLEMDEN EYLEM YAPIM EKLERİ

5.1. Karşılıklı ya da Birlikte Yapmayı Bildiren İşteş Eylem Türeten Ekler

5. 1.1. –(X)ş-

Bir işin birden çok fail tarafından ortaklaşa ya da karşılıklı yapıldığını belirtmek için
kullanılır. İşlek eklerden biridir. Eylemin birlikte ya da karşılıklı yapıldığını
bildirdiği gibi, eyleme oluş anlamı da katabilir. Gabain bu ekin karşılıklılık ve
tekerrür bildirdiğini, -ma- hariç, daima bu bahiste bahsedilen yapım unsurlarından
sonra geldiğini belirtmektedir (Gabain, 1941 (20003), 60). Ahmet Bican Ercilasun,
bu ekin asıl işlevinin müşâkeret (karşılıklı ve beraber yapma) ifade etmek olduğunu
belirtmiştir. O, bu ekle türemiş eylemlerin bazen yeni bir anlam taşımadıklarını, yani
ekin eyleme yeni bir anlam yüklemediğini de ifade etmiştir (Ercilasun, 1984, 31-33).

Erdal ise bu ekin hem ünlü hem de ünsüzlerden sonra gelebildiğini, addan eylem
yapan +A- ve +lA- ile birlikte kullanımının çokça görüldüğünü belirtir. Addan eylem
yapan +kIr ekinden sonra da yalnızca –(X)ş- eki gelebilmektedir. Erdal, Gabain’in
“-ma- hariç, daima, bu bahiste bahsedilen yapım unsurlarından sonra gelir”
yargısının hatalı olduğunu, bunun tersini ispatlayan pek çok örneğin olduğunu ifade
etmektedir. Buna kanıt olarak da tepşil-, yapşın- gibi örnekler aktarır (Erdal, 1991,
575).

Bu ek için Eski Türkçeden şu örnekleri verebiliriz: amra-ş- ‘sevişmek’, tap-ış-


‘bulmak, yeniden bulmak’, kör-üş- ‘görüşmek, selamlaşmak’, vb. (Gabain, 1941
(20003), 60).

Karahanlı Türkçesinde de bu ekle biçimlenmiş örnekler bulabiliriz: al-ış- ‘beraber


etmek, beraberce yapmak, beraber paylaşmak, el sıkışmak, ticaret yapmak’ (DLT I:
188; DanKelly, 1985, 7; KB: 2360, 4111, 4305, vb.), bar-ış- ‘birbirine gitmek,
gitmekte yardım ve yarış etmek’ (DLT II: 94; DanKelly, 1985, 66; KB: 2495, 3209,
4168, vb.), vb.

418
Bu ekle türemiş biçimleri Harezm Türkçesi ve Eski Kıpçakçada da bulabiliriz: bulga-
ş- ‘bulaşmak, karışmak, bulanmak’ (Nehc. 179/14; KTS: 37), kül-üş- ‘gülüşmek’
(Nehc. 12/5), kör-üş- ‘görüşmek, karşılaşmak’ (KTS: 159), vb.

Çağataycada çok sık kullanılan eylemden eylem yapan eklerden biridir. Çağatayda
da Eski Türkçede olduğu gibi bir işin birden çok fail tarafından ortaklaşa ya da
karşılıklı yapıldığını belirtmek için kullanılır. Ayrıca eklendiği eyleme oluş anlamı
da katabilir. Bazen bu ekin eklendiği eyleme yeni bir anlam yüklemediği de görülür.
Bu ekle türemiş biçimler şöyledir:

açış- ‘kaşınma ile hareketlenmek’ (< açı- ‘ağrımak, acımak’ -ş-) eylemi açı-
‘acımak, ağrımak’ eylemine -ş- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde açış- ‘kaşınma ile hareket-
lenmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 31v6; LÇ: 5b; DTO: 7).

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda açı- ‘ağrımak, acımak’ köküne


dayandırılmıştır (DTS: 6; EDPT: 31b; DanKelly, 1985, 3).

naveki zahmıda agrıkdın açışmakdur füzun

muzmer étmişler meger su birle peykanıda tuz

(FK, 223: 6)

aldaş- ‘aldatmak (< al+da- ‘aldatmak’ -ş-) eylemi alda- ‘aldatmak’ eylemine -ş-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde aldaş- ‘aldatmak’ biçimine rastlamadık. Sözcüğe Fevayidü’l-
Kiber üzerine Türkiyede hazırlanan bir Doktora Tezinin dizininde rastladık, ancak
gazel ve beyit numarası dizinde verilmediğinden eylemin geçtiği beyiti burada
veremiyoruz.

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık, ancak
eylemin al+da- ‘aldatmak’ eylemine dayandığı açıktır. Bu eylemin kökü olan alda-
eylemi de al ‘hile, oyun’ adına dayanmaktadır. Yani eylemin gelişimi aldaş- <
al+da-ş- biçiminde olmuştur. Bkz. alda-.

419
atış- ‘atışmak’ (< at- ‘atmak’ -ış-) eylemi at- ‘atmak’ eylemine -ış- eylemden eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerden Senglah’ta atış- ‘atışmak’ anlamıyla yer almaktadır (Seng. 28v16).

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinden Karahanlı Türkçesinde rastladık


Eylem DLT’de atış- ‘atışmak’ anlamıyla görülmektedir (DLT I: 180; DanKelly,
1985, 15). Ayrıca eylem Osmanlıcada da atış- ‘bir başkasıyla ok atışmak’ anlamıyla
eylemi buluyoruz.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda at- ‘atmak’ köküne dayandırılmış ve


‘atışmak’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 67; EDPT: 72b; DanKelly, 1985, 15;
Erdal, 1991, 554).

bir niçe ok atışıp yandılar

tüşken iller takı atlandılar

(ŞN1: 714)

ayrılış- ‘karşılıklı ayrılmak’ (< adırıl- ‘ayrılmak’ -ış-) eylemi adırıl- ‘ayrılmak’
eylemine -ış- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta ayrılış- ‘karşılıklı ayrılmak’ anlamında
yer almaktadır (Seng. 55v2).

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinden yalnızca Eski Kıpçakçada


rastladık. Eski Kıpçakçada ayrılış- ‘ayrılışmak, ayrı hâle gelmek’ (KTS: 18);
biçiminde görülmektedir.

Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
adır- ‘ayrılmak’ köküne dayandığı açıktır. Eylemin gelişimi ayrılış- < adır- ıl-ış-
biçiminde olmuştur. Clauson bu eylemin kökü olan adır- ‘ayırmak, farklı olmak’
eylemini *ad- biçiminde bir köke bağlamıştır. Ayrıca Clauson bu kökün Moğolcada
ajira- ‘halktan ayrılmak, eve dönmek’ biçiminde Türkçeden bir alıntı olarak
yaşadığını da Haenish’e dayandırarak aktarmıştır (EDPT: 66b). DanKelly’de eylem
*ad- biçimine dayandırılmıştır (DanKelly, 1985, 4). Erdal, adır- ‘ayırmak, farklı
olmak’ eylemininin adın ‘farklı’, adıg ‘ayık, sarhoş olmayan’, adıl ‘mükemmel’,
adın- ‘ayılmak; etkilenmek; şaşırmak, şok etmek’, adız ‘bir nehrin kollarından biri’
biçimleri ile aynı kökü paylaştığını ifade etmiş ve eylemin kökünün *ad- ya da *adı-

420
biçimlerinden hangisinin olduğunun açık olmadığını belirtmiştir. Ona göre *adX-
muhtemelen *ad- biçiminde de verilebilir (Erdal, 1991, 335). Talat Tekin de eylemi
*adı- biçiminde bir eyleme bağlamış ve *adı- = Moğ. *ajira- ‘ilerlemek, devam
etmek; yolunu tutmak; geçici olarak ikamet etmek; kendi kendine geri çekilmek’ < -
adira- denkliğini aktarmıştır (Tekin, 2003, 336).

hem ol kéçe ayrılıştılar bat

uz bolmayın oldılar yana yat

(LM: 2792)

Hızr ‘aleyhi’s-selamnıŋ ‘ilmiga mukarreb bolup hayr yad kılıp birbiridin ayrılıştılar

(TEH: 706b24)

aytış- ‘söyleşmek, konuşmak’ (< ayt- ‘demek, söylemek’ -ış-) eylemi ayt- ‘demek,
söylemek’ eylemine -ış- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinden yalnızca DLT’de aytış-


‘barıştırmak, ara buluculuk etmek’ biçiminde rastlıyoruz.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda ay-t- ‘demek, söylemek’ eylemine


dayandırılmış ve ‘görüşmek, görüş alış verişinde bulunmak; barışmak’ anlamıyla
kaydedilmiştir. (DTS: 30; DanKelly, 1985, 17; Erdal, 1991, 554).

hak yadını ayturga hem-dem kirek dostlarım

aytışur hem sırrını mahrem kirek dostlarım

(KUŞ, XXV: 1)

bérkiş- ‘berkişmek, sağlamlaşmak, iyice kuvvetlenmek, pekişmek; sıkışmak,


tıkınmak’ (< bérki- ‘sağlam olmak’ -ş-) eylemi bérki- ‘sağlam olmak’ eylemine -ş-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bérkiş- berkişmek, sağlamlaşmak, katılaşmak’ anlamında yer
almaktadır (LÇ: 91a; DTO: 184).

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinden yalnızca Eski Kıpçakçada


rastladık. Eski Kıpçakçada bérkiş- ‘sağlamlaşmak’ (KTS: 28) biçiminde
görülmektedir.

421
bérk+i- eyleminin işteş biçimi olan bu eyleme etimolojik sözlük ve kaynaklarda
rastlamadık.

canda bérkişken okın çékmek maŋa renci durur

koygıl ol oknı çékey dép renc çikme éy tabib

(BabD, 42: 4)

bozlaş- ‘bağrışmak, ağlaşmak ağlayıp inlemek, haykırmak’ (< bozla- ‘bağırmak,


ağlamak’ -ş-) eylemi bozla- ‘bağırmak, ağlamak’ eylemine -ş- eylemden eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde bozla- eyleminin işteş biçimine rastlamadık. Bu biçim Çağatayca
metinlerden yalnızca Kul Şerif’in Hikmetlerinde bulunmaktadır.

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık, ancak
eylemin bozla- ‘bağırmak, ağlamak’ eylemine dayandığı açıktır. Clauson eylemin
kökü olan bozla- eyleminin *boz biçimindeki bir addan türediğini belirtmiştir, bu
adın boz ‘gri’ sözcüğünden farklı bir sözcük olduğunu da ifade etmiştir (EDPT:
392a).

‘aşık éşitip yıglaşur aŋa bota dék bozlaşur

mahşer küninde çerh urup barur yiri bustan émiş

(KUŞ, XXXV: 5)

bulgaş- ‘karışmak’ (< bulga- ‘bulamak’ -ş-) eylemi bulga- ‘bulamak’ eylemine -ş-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bulgaş- ‘bulamak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 139v18;
LÇ: 85b).

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinden Harezm Türkçesi ve Eski


Kıpçakçada rastladık. Harezm Türkçesinde bulgaş- ‘karışmak’ (KutbHŞ: 37); Eski
Kıpçakçada bulgaş- ‘karışmak’ (KTS: 37) biçiminde görülmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda bulga- ‘ortalığı karıştırmak, düzeni bozmak’


köküne dayandırılmıştır (DTS: 123; Ercilasun, 1984, 30; Erdal, 1991, 555). Talat

422
Tekin, bulga-’nın bul- eyleminin ettirgen biçimi olduğunu belirtmiş, ET, DLT buş-
‘kızmak, öfkelenmek, hiddetlenmek’, DLT buşak ‘kızgın, sıkıntılı, kederli’, buşug
‘can sıkıntısı’, buşur- ‘can sıkmak’, İM buş- ‘sıkılmak, kızmak’, AH buş- ‘kızmak’,
buşak ‘kızgın, sıkıntılı’, YUyg. puş- ‘kızmak, sıkılmak’ biçimleri ile karşılaştırmıştır.
Tekin, eylem kökünün gelişimini buş- < *bul- şeklinde açıklamıştır (Tekin, 1969,
76). Buna göre bulga- biçimi için *bul- şeklinde bir kök tasarlanabilir.

bu tokkuz hücredin aşmak kirek sen

melayik birle bulgaşmak kirek sen

(DN: 36)

butraş- ‘parçalamak; perişan olmak’ (< Moğ. butara- ‘perişan olmak’ -ş-) eylemi
Moğ. butara- ‘perişan olmak’ eylemine -ş- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde butra-
‘dağılmak, her tarafa yayılıp perişan olmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 76b;
DTO: 161).

Eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde tespit edemedik.

Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık, ancak
eylemin Moğ. butara- ‘perişan olmak, dağılmak, saçılmak’ (Lessing, 1960, 141)
eylemine dayandığı açıktır. Eylem Fevayidü’l-Kiber’de botra- biçiminde
okunmuştur, ancak sözcüğün aslı Moğ. butara- olduğu için butra- okuyuşu daha
doğrudur.

butraştu çü her birisi bir yan

kaldı arada garib-i giryan

(LM: 2609)

yana şu‘lelıg köŋülni gamıŋ étti pare pare

bu ki butraşur érür pareleri émes şerare

(BV, 526: 1)

çapkulaş- ‘kılıçla vuruşmak’ (< çapkula- ‘dövmek, savaş yapmak, kıyasıya


dövüşmek; at sürmek, vurmak’ -ş-) eylemi çapkula- ‘dövmek, savaş yapmak,

423
kıyasıya dövüşmek; at sürmek, vurmak’ eylemine -ş- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Lugat-ı
Çağatay’da çapkulaş- ‘kılıçla vuruşmak, dövüşüp vuruşmak, peyderpey muharebe
etmek, birbirini vurmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 145a).

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
çap- ‘vurmak, kesmek; sürmek; seğirtmek, (at) koşturmak’ köküne dayandığı açıktır.
Yalnızca Eckmann eylemden eylem yapan ekleri aktarırken –ş-, -ış-, -iş-, -uş-, -üş-
biçiminde verdiği ek için verdiği örnekler arasında çapkulaş- eylemini de saymıştır
(Eckmann, 1966, 73). Eylemin kökü olan çap- eylemi Eski Uygurcada çap- ‘vurmak,
yağmalamak’ (BT III: 87b); DLT’de çap- ‘yüzmek, arı çamurla sıvamak’ (DLT IV:
135) anlamlarında yer almaktadır. Bkz. çapkula-.

can Vefa‘ga bu iş boldı ‘ayan

şehrdin çapkulaşa çıktı revan

(ŞN1: 624)

aldılar burclarını ulaşıp

çıktılar korganga çapkulaşıp

(ŞN1: 869)

çıkış- ‘başa çıkmak, baş etmek, çıkışmak’ (< çık- ‘çıkmak, ayrılmak, uzaklaşmak’
-ış-) eylemi çık- ‘çıkmak, ayrılmak, uzaklaşmak’ eylemine -ış- eylemden eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerden Senglah’ta çıkış- ‘birisiyle bir anlaşmaya varmak, anlaşma sağlamak,
uzlaşmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 219r22).

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinden Karahanlı Türkçesi ve Eski


Kıpçakçada rastladık. Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de çıkış- ‘çıkmakta
yardım ve yarış etmek’ (DLT II: 104; DanKelly, 1985, 93); Eski Kıpçakçada çıkış-
‘başa kakmak, hakkından gelmek’ (KTS: 50) biçiminde geçmektedir.

Eylem EDPT’de çık- ‘çıkmak, ayrılmak, uzaklaşmak’ eylemine dayandırılmıştır


(EDPT: 412a).
424
çun çıkışmay arada sohbetimiz

ol haremga kadem urdı men hem

(FK, 688: 54)

maŋadur bir peri matlub ü zahid hurga talib

kaçan sohbet çıkışgay künkü min min télbe ol ebleh

(BV, 574: 7)

çulgaş- ‘üst üste çıkmak, bürünmek’ (< çugla- ‘örmek, kapamak’ -ş-) eylemi çugla-
‘örmek, kapamak’ eylemine -ş- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta çulgaş- ‘üst üste
çıkmak, bürünmek’ anlamıyla yer almaktadır (Seng. 214v9).

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinden yalnızca Eski Kıpçakçada


rastladık. Eski Kıpçakçada çulgaş- ‘dolaşmak, sarılmak’ (KTS: 54) biçiminde
görülmektedir.

Eylem, EDPT’de çugla- ‘örmek, kapamak’ eylemine dayandırılmıştır (EDPT: 408a).


çulga- eylemi de çugla- biçiminin göçüşmeli şeklidir. Eylem kökü etimolojik
sözlüklerde ve kaynaklarda çug ‘bağ’ köküne dayandırılmış ve ‘sarmak, paketlemek’
şeklinde anlamlandırılmıştır (EDPT: 407b; DanKelly, 1985, 96, Erdal, 1991, 435).

Bu eylemle aynı kökten türemiş çulgan- biçimine de Çağatayca metinlerde


rastlıyoruz. Bkz. çulga-.

yana zülfümga hem çulgaşmagın hiç

kim anıŋ kıssasudur piç-der-piç

(DN: 275)

émiş- ‘emişmek’ (< ém- ‘emmek’ -iş-) eylemi ém- ‘emmek’ eylemine -iş- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde ém- ‘emmek’ eyleminin işteş biçimi olan bu eyleme rastlamadık. Eylem
Çağatayca metinlerden Şibân Han Divanı ve Hayretü’l-Ebrar gibi metinlerde
geçmektedir.

425
Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık, ancak
eylemin ém- ‘emmek’ eylemine dayandığı açıktır.

sin sin-sin ü pak-mezheb sindin yitişip émşip

mevla selamuŋ aydı bizge bu selam-dani

(ŞHD: 168a12)

ériş- ‘erişmek, ulaşmak’ (< ér- ‘ermek, yetişmek’ -iş-) eylemi ér- ‘ermek, yetişmek’
eylemine -iş- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde ériş- ‘erişmek, ulaşmak; itaat etmek, nail olmak,
mazhar olmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 98v3; LÇ: 50a).

Eylem Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada ériş-
‘erişmek, ulaşmak’ (TT III: 77); DLT’de érüş- ‘erişmek’ (DLT I: 182); Eski
Kıpçakçada ériş-, iriş-, irüş- ‘erişmek’ (KTS: 75); Osmanlıcada ériş- ‘erişmek,
ulaşmak’ (TTS I: 39, TTS II: 391, 501) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda ér- ‘ermek, yetişmek, erişmeye çalışmak’


eylemine dayandırılmıştır (VEWT: 46; EDPT: 239b; Erdal, 1991, 557; TETL: 734a).

éy Nevayi çabüküŋniŋ isteseŋ pa-busını

boynuŋa ip takmak ümmidi bile ip dék ériş

(NN, 421: 7)

her kumga ki makdemi yétişip

pür-deşt kéyik anı érişip

(LM: 1702)

evrüş- ‘etrafında dönmek, etrafını sarmak’ (< evir- ‘evirmek, çevirmek, sarmak’ -üş-)
eylemi evir- ‘evirmek, sarmak’ eylemine -üş- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme
rastlamadık.

426
Eylemi Karahanlı Türkçesinden itibaren görebiliyoruz. DLT’de evriş- ‘uğraşmak,
çabalaşmak, bir işin üstüne düşmek; çevirmekte ve bir şeyin altını üstüne getirmekte
yardım etmek’ biçiminde görülmektedir (DLT I: 235: DanKelly, 1985, 30).

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda evir- ‘dönmek, çevirmek, sarmak’ eylemine


dayandırılmıştır (DTS: 191; EDPT: 15a; DanKelly, 1985, 30).

bir niçe taş bile urdılar, evrüştiler, kopmadı

(BN: H306a13)

Hınd salatīnı, vilayatlarınıŋ kéŋligidin ya fursatlarınıŋ tarlıgıdın, ya Mīvat vilayatı


köhistan cıhatıdın evrüşmey

(BN: H326a2)

kaçış- ‘kaçışmak’ (< kaç- ‘kaçmak’ -ış-) eylemi kaç- ‘kaçmak’ eylemine -ış-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde kaç- ‘kaçmak’ eyleminin işteş biçimi olan bu eyleme
rastlamadık.

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de kaçış-


‘kaçışmak’ (DLT II: 92; DanKelly, 1985, 122) biçiminde yer alır.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda kaç- ‘kaçmak’ eylemine dayandırılmıştır


(DTS: 401; EDPT: 593a; DanKelly, 1985, 122).

dédi közüm kaçışur ayttım ki bade tamız

dédi né hacet aŋa bade mest érür ansız

(NN, 359: 1)

kalış- ‘fark edilmek; arkada kalmak’ (< kal- ‘kalmak’ -ış-) eylemi kal- ‘kalmak,
sürdürmek; durmak, olmak, herhangi bir durumda bulunmak’ eylemine -ış- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde kalış- ‘arkada kalmak; akıp gitmek’ anlamında yer almaktadır (Seng.
275r8; DTO: 408).

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde bu anlamıyla rastlamadık.

427
Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda kal- ‘kalmak’ eylemine dayandırılmıştır
(DTS: 413; EDPT: 624b; DanKelly, 1985, 125). Bir de DLT’de kalış- ‘sıçraşmak,
halkı terk etmekte iki kişi yarış etmek’ anlamında bir eylem vardır (DLT II: 109;
DanKelly, 1985, 125). Bu iki eylem karıştırılmamalıdır. Bu kalış- eyleminin kökü
etimolojik sözlük ve kaynaklarda kalı- biçiminde verilmiştir (EDPT: 625a; Erdal,
1991, 558).

séniŋ şirin lebiŋ candın kalışmas

saçıŋnıŋ küfri imandın kalışmas

(LD: 822)

közümnüŋ yaşıdın éymengil ahir

ki her bir mevci tufandın kalışmas

(LD: 825)

kamaş- ‘kamaşmak’ (< kama- ‘kamaşmak’ -ş-) eylemi kama- ‘kamaşmak’ eylemine
-ş- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde kama- ‘kamaşmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 222b;
DTO: 409).

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de kamaş-


‘kamaşmak’ (DLT II: 111; DanKelly, 1985, 125); Eski Kıpçakçada kamaş- ‘gözleri
kamaşmak’ (KTS: 125) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda kama- ‘kamaşmak’ eylemine


dayandırılmıştır (DTS: 414; EDPT: 629a; DanKelly, 1985, 125). Eylemin kökü olan
kama- DLT’de ‘kamaşmak’, (DLT III: 272), KB’de ‘kamaşmak’ (KB: 464)
anlamlarında geçmektedir.

baha alman yüzüŋ allımga kélse

kamaşur mihr körgeç utrudın köz

(NN, 380: 3)

428
yüzi hurşididin közler kamaştı

velikin tabıdın canlar tutaştı

(BV, 646: 1)

karaş- ‘bakışmak’ (< Moğ. kara- ‘bakmak’ -ş-) eylemi Moğ. kara- ‘bakmak’
eylemine -ş- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde kara- ‘bakmak’ eyleminin işteş biçimi olan bu
eyleme rastlamadık.

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık, ancak
eylemin Moğ. kara- ‘bakmak’ eylemine dayandığı açıktır. EDPT’de kara- ‘bakmak’
biçiminde madde başı olarak verilen sözcüğün Tarihi Türk Dillerinde ilk kez
Çağataycada not edildiği aktarılmıştır (EDPT: 645b).

maslahat birle yaraşıptur biz

bir birimizni karaşıptur biz

(ŞN2: 2238)

karmaş- ‘kavramak, birisini tutmak, yakalamak’ (< karma- ‘yakalamak, kavramak,


kapmak’ -ş-) eylemi karma- ‘yakalamak, kavramak, kapmak’ eylemine -ş- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde karmaş- ‘yakalamak, tutmak, kavramak’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 269v5; LÇ: 218b; Vel. 321). Ayrıca eylem Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta
‘güreşmek’ mecazi anlamıyla da geçmektedir (Seng. 269v5).

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de karvaş-,


karmaş- ‘aramakta yardım etmek ve yardım etmek, karanlıkta el ile bir şey aramak;
yağmalamakta yarış ve yardım etmek’ (DLT II: 221; DanKelly, 1985, 130);
Osmanlıcada karvaş- ‘bir başkasını tutmak; kavramak’ (TTS I: 429) biçimlerinde
geçmektedir.

EDPT’de eylem kökü karva-, karma- ‘kavramak, yakalamak; elle aramak; diş ve
elleriyle tutmak; yağmalamakta yarış ve yardım etmek’ biçiminde verilmiştir (EDPT:

429
646b; EDPT: 660b). DanKelly’de ise eylem karma- ‘yağma etmek, talan etmek’
eylemine dayandırılmıştır (DanKelly, 1985, 139).

ay meniŋ nefsim canım mende ne dir-sén sarmaşıp

başıŋ üçün bir zaman mendin narı tur karmaşıp

(ŞHD: 18b5)

sakiya kılsaŋ himayet galib olgum beyle kim

kam bile köŋlüm talaşurlar ikevle karmaşıp

(NN, 91: 7)

kaynaş- ‘kaynaşmak’ (< kayna- ‘kaynamak’ -ş-) eylemi kayna- ‘kaynamak’


eylemine -ş- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişli eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde kayna- ‘kaynamak’ eyleminin işteş biçimi olan bu
eyleme rastlamadık.

Clauson eylemin kayın- (*kañ-) ‘kaynamak’ köküne dayandığını belirtmiş ve eylem


kökünün Eski Uygurcada kayın- ‘kaynamak’ (TM IV: 255), DLT’de kayın-, kayna-
‘kaynamak’, (DLT III: 191; DLT I: 166), KB’de kayna- ‘kaynamak’ (KB: 72), Tef.
kayna- ‘kaynamak’ (Tef. 194); Harezm Türkçesinde kayna- ‘kaynamak’ (KutbHŞ:
128); Eski Kıpçakçada kayna- ‘kaynamak’ (KTS: 134; TZ: 27a3) biçimlerinde
geçtiğini aktarmıştır (EDPT: 678a-b).

Räsänen de eylemin kökünü kayna- ‘kaynamak’ biçiminde aktarmıştır (VEWT: 222).

yaraları içre kaynaşıp kurt

anda her alarga tu‘me hem yurt

(LM: 2092)

kıçkırış- ‘feryad etmek, bağrışmak’ (< kıçkır- ‘bağırmak, çağırmak’ -ış-) eylemi
kıçkır- ‘bağırmak, çağırmak’ eylemine -ış- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde kıçkır-
‘bağırmak, çağırmak’ eyleminin işteş biçimi olan bu eyleme rastlamadık.

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

430
Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık, ancak
eylemin kıçkır- ‘bağırmak, çağırmak’ eylemine dayandığı açıktır. Talat Tekin, eylem
kökünün gelişimini kıçkır < kıç-kı-r- ‘bağırmak, feryat etmek’ şeklinde açıklamış ve
bu biçimin yansıma bir sözcükten -kı eki ile türeyen bir eylem olduğunu ifade
etmiştir (Tekin, 1982, 503-513).

salavat érdi gavga bisyar

kıçkırışmakları bes na-hemvar

(ŞN4, 67: 94)

kırtıldaş- ‘gürültü yapmak’ (< kırtılda- ‘ses çıkarmak’ -ş-) eylemi kırtılda- ‘ses
çıkarmak’ eylemine -ş- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde kırtıldaş- ‘gürültü yapmak’ eyleminin
işteş biçimi olan bu eyleme rastlamadık.

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık, ancak
eylemin kırtılda- ‘ses çıkarmak’ eylemine dayandığı açıktır. Zühal Ölmez, “Şecere-i
Terakime’deki Manzum Parçalar Üzerine” adlı makalesinde bu eylemin kökünü
Kırg. kırtılda- ‘kıtırdamak, yüksek ses çıkarmak’, 2. Boş ve anlamsız sözler
söylemek, dırlanmak, boyuna çene çalmak, çenesi düşük olmak (KırgS: 641a), KKlp.
kırtılda- ‘ses çıkarmak’, kırtıldat- ‘ses çıkartmak’ (Baskakov, 1958, 430b), Özb.
kirtollamak ‘çıtırdamak, çatırdamak’ (Borovkov, 1959, 214b) biçimleri ile
karşılaştırmıştır (Ölmez, Z., 1991, 89).

döndüm kaçıp Kanklı Handın kıble sordum

kırtıldaşıp kélgen er öŋindin döndüm

kaçırçıge yerçige yol başlatdum

kaylı karlı éki kola yol yumşatdum

(ŞTe: 100a14)

kolgaş- ‘kolunu, elini uzatmak’ (< kolga- ‘elini, kolunu uzatmak’ -ş-) eylemi kolga-
‘elini, kolunu uzatmak’ eylemine -ş- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle

431
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde kolga- ‘elini, kolunu
uzatmak’ eyleminin işteş biçimi olan bu eyleme rastlamadık.

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık, ancak
eylemin kol+ga- ‘elini, kolunu uzatmak’ eylemine dayandığı açıktır. Eckmann,
Chagatai Manual adlı çalışmasında +gA- eki ile türemiş biçimler arasında sayga-
‘(para) harcamak’ eylemini de aktarmıştır (Eckmann, 1966, 68).

Tarihi Türk Dillerinde de +gA- eki ile türemiş yarlıgka ‘buyurmak, vaaz etmek’,
irinçke- ‘acımak, merhamet etmek’, kiŋeş- ‘danışmak’ gibi biçimleri bulabiliriz
(Gabain, 1941 (20003), 49).

bitig piçine çün kolgaştı ol hur

kavuşturdı ili ‘anberga kafur

(DN: 355)

kozgalış- ‘karışılıklı hareketlenmek, birbirine girişmek’ (< kozgal- ‘harekete gelmek,


karışmak, coşmak’ -ış-) eylemi kozgal- ‘harekete gelmek, karışmak, coşmak’
eylemine -ış- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde kozgalış- ‘karışılıklı hareketlenmek, birbirine
girişmek, birbirini darp etmek, kavga etmek’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 236a;
DTO: 430).

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinden yalnızca Eski Kıpçakçada


rastladık. Eski Kıpçakçada kozgalış- ‘karıştırmak, eşelemek’ (KTS: 156) biçiminde
görülmektedir.

Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık, ancak
eylemin kozga-l- ‘harekete gelmek, karışmak, coşmak’ eylemine dayandığı açıktır.
Bu kökle ilgili olarak Poppe, Kas. kuzgal- ‘heyecanlanmak’, Çağ. kuzgun ‘hiddetli,
sinirli’, biçimleri ile Moğ. kuriça- ‘arzulamak, şehvetli olmak’ biçimini
karşılaştırmış ve bu eylemi Ana Türkçe *kŏř- biçiminde bir köke bağlamıştır (Poppe,
1927, 111 [TMEN III: 1560]. Bkz. kozgal-.

432
hublar butraşıban kozgalışur hışk ehli

mest ü bi-bak meger boldı peri-dar ol şuh

(NN, 187: 4)

körpekleş- ‘hafifleşmek, körpekleşmek’ (< körpekle- ‘hafiflemek, körpeklemek’ -ş-)


eylemi körpek+le- ‘hafiflemek, körpeklemek’ eylemine -ş- eylemden eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde
körpekle- ‘hafiflemek, körpeklemek’ eyleminin işteş biçimi olan bu eyleme
rastlamadık. Bu eyleme yalnızca Muhakemetü’l-Lugateyn’de rastlıyoruz.

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık, ancak
eylemin körpek+le- ‘hafiflemek, körpeklemek’ eylemine dayandığı açıktır. Eylemin
gelişimi körpekle- körpek + le-ş- biçimindedir. Eylemin kökü olan körpek biçimini
Çağatayca sözlüklerde körpek ‘hafif’ anlamıyla bulabiliriz (LÇ: 257a; DTO: 465).

bürmek, türmek, tamşımak, kahamak, sıpkarmak, çiçergemek, çörgenmek, örtenmek,


sızgurmak, körpekleşmek

(ML: 775b25)

kulaklaş- ‘birbirine kulak vermek’ (< kulakla- ‘kulak vermek’ -ş-) eylemi kulakla-
‘kulak vermek’ eylemine -ş- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde kulaklaş- ‘birbirine kulak
vermek, serzeniş etmek’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 238b; DTO: 434).

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık, ancak
eylemin kulak + la- ‘kulak vermek’ eylemine dayandığı açıktır. Eylemin gelişimini
kulakla- < kulak + la-ş- biçiminde açıklayabiliriz.

kükreş- ‘gürlemek, kükremek’ (< *kür ‘yansıma sözcük’ < *kürkire < kükre-
‘kükremek, gürlemek’ ş-) eylemi *kür ‘yansıma sözcük’ sözcüğüne +KrA- addan
eylem ve -ş eylemden eylem yapım eklerinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem

433
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde kükreş- ‘gürlemek, kükremek’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 307r7; LÇ: 272a; DTO: 473).

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülmektedir. DLT’de kükreş- ‘gürlemek,


kükremek, kişnemek, kükreşmek’ (DLT II: 122; DanKelly, 1985, 208) biçiminde
geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda kükre- ‘kükremek, gürlemek’ eylemine


dayandırılmış ve bu eylemin işteş biçimi olduğu ifade edilmiştir (DTS: 313; EDPT:
713b; DanKelly, 1985, 208). kükre- eylemi ise kök ‘gök, gökyüzü’ adına
dayandırılmıştır (DTS: 313; EDPT: 713a-713b; DanKelly, 1985, 108, Erdal, 1991,
470). Marcel Erdal, EDPT ve DTS’deki kökre- okuyuşunun hatalı olduğunu, eylemin
kükre- biçiminde okunması gerektiğini savunmuştur. Erdal, eylem kökünün
EDPT’de kök ‘gök’ şeklinde verildiğini ancak, kükre’nin kısa ünlüye, kök’ün ise
uzun ünlüye sahip olduğunu belirtir (Erdal, 1991, 470). Eylemin kökü için bkz.
kükre-.

gam hazanında töker men eşkler tartıp gıriv

nev-bahar andak ki yagkaylar bulutlar kükreşip

(NN, 92: 8; BV, 68: 8)

kürüldeş- ‘gürültü yapmak’ (< kürülde- ‘gürüldemek’ -ş-) eylemi kürülde-


‘gürüldemek’ eylemine -ş- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş bir
geçişsiz eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık, ancak
eylemin kürül + de- ‘gürüldemek’ eylemine dayandığı açıktır. Eylemin kürül ‘gürül’
yansıma sözcüğünden türediğini söyleyebiliriz. Zühal Ölmez, Şecere-i Terakime adlı
eserinde sözcüğün gelişimini kürüldeş < kürül+de-ş- biçiminde açıklamış ve Kaz.
kürildes- ‘karşılıklı gür ses çıkarmak, gürültü yapmak’ (KazTS: 148a) biçimi ile
karşılaştırmıştır (Ölmez, Z., 1996, 414).

kürüldeşip artımdın yagı yetdise

kaykı başlı katı yayga iş buyurdum

(ŞTe: 100b1)
434
oylaş- ‘düşünüp taşınmak’ (< oyla- ‘düşünmek’ -ş-) eylemi oyla- ‘düşünmek’
eylemine -ş- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde oylaş- ‘düşünüp taşınmak’ anlamında yer
almaktadır (LÇ: 44a; DTO: 88).

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık, ancak
eylemin oyla- ‘düşünmek’ eylemine dayandığı açıktır.

kaldı bu törti oylaşıp ékkisi kaldı hoşlaşıp

birbirige dép hublaşıp kılgay du‘a Zengi Baba

(KUŞ, XXX: 31)

sançış- ‘karşılıklı saplamak’ (< sanç- ‘saplamak, sokmak’ -ış-) eylemi sanç-
‘saplamak, sokmak’ eylemine -ış- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta sançış-
‘karşılıklı saplamak’ anlamıyla görülmektedir (Seng. 235r28).

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de sançış-


‘karşılıklı saplamak, birbiriyle savaş yapmak’ (DLT II: 217; DanKelly, 1985, 153);
Eski Kıpçakçada sançış-, sançıç-, sançış-, sanşış- ‘vuruşmak, dürtüşmek, savaşmak’
(KTS: 226); Osmanlıcada sançış- ‘karşılıklı saplamak, birbiriyle savaş yapmak’
(TTS I: 598; TTS III: 596) biçimlerinde görülmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda sanç- ‘saplamak, sokmak’ eylemine


dayandırılmıştır (DTS: 484; EDPT: 836a; Erdal, 1991, 565). Bkz. sançış.

kim netip Özbek ile sançışalı

ne kılıp kisten ile yançışalı

(ŞN2: 1934)

tapış- ‘buluşmak’ (< tap- ‘bulmak’ -ış-) eylemi tap- ‘bulmak’ eylemine -ış-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde tapış- ‘buluşmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 151r12;
LÇ: 98a).

435
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada tapış-
‘buluşmak’ (TT VII: 28); Eski Kıpçakçada tapış- ‘buluşmak, kavuşmak’ (KTS: 262);
biçimlerinde görülmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda tap- ‘tapmak bulmak; kavuşmak; hizmet


etmek’ köküne dayandırılmıştır (Gabain, 1941 (20003), 60; EDPT: 446a; Erdal,
1991, 568).

olça il barçası boldı azad

tapışıp birbirini boldı şad

(ŞN2: 2368)

tarkaş- ‘ayrılmak, dağılmak’ (< Moğ. taraga- ‘dağıtmak, ayrılmak’ -ş-) eylemi Moğ.
taraga- ‘dağıtmak, ayrılmak’ eylemine -ş- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde tarkaş-
‘ayrılmak, dağılmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 99b; DTO: 197).

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Eckmann eylemi tarka- ‘dağıtmak, ayrılmak’ eylemine dayandırmıştır (Eckmann,


1966, 73). Clauson Senglah’ta Moğolca sözcükleri sayarken targa-, targaçı, targat-,
targal-, targamışı ve targaş- biçimlerini de saymıştır (Sengİnd V: 96). Doerfer
targamışı maddesinde tarka- biçimini tar- kökünün üzerine kuvvetlendirici bir -k
almış biçim olarak açıklamıştır (TMEN I: 125). Clauson tar- eylemi ile Moğ. tarka-
arasında anlamsal bir ilişkinin olmadığını ileri sürmüştür (EDPT: 529a). Deniz Abik
bu eylemi yivüt-ke- ‘çevirmek, döndürmek, çevirerek getirmek, sağlamak’, aylan-ga-
‘dönmek, yolunu çevirmek, yolundan vazgeçmek’ eylemleri gibi -GA- ekiyle türemiş
biçimler arasında düşünmüştür (Abik, 2006, 156).

Eylem, Moğolcada tara- ‘dağılmak; ayrılmak; ayırmak’ eyleminin ettirgen biçimi


olarak taraga- ‘(kalabalıktan) ayrılmak, bırakmak; dağılmak, yayılmak’ şeklinde yer
almaktadır (Lessing, 1960, 779).

zülfi il köŋlin perişan eylemekke cem‘ olup

turfarak bu kim köŋüllerni yıgarga tarkaşıp

(GS, 65: 2)
436
ölse öldüm mü digey ol kim siver yarı bile

kalsalar halvet ara agyar her yan tarkaşıp

(BV, 63: 6)

tökeleş- ‘bolca, çokça dökülmek’ (< tökele- ‘dökülmek’ -ş-) eylemi tökele-
‘dökülmek’ eylemine -ş- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde tökel- ‘dökülmek’ eyleminin işteş biçimi
olan bu eyleme rastlamadık.

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu biçimiyle eyleme rastlamadık, ancak


eylemin tök-ele- ‘dökülmek’ eylemine dayandığı açıktır. Kısaca eylemin gelişimi
tökeleş- < tök-ele-ş- biçiminde olmalıdır. Deniz Abik, tökeleş- ‘bolca ve çokça
dökülmek’ eyleminde -AlA- eylemden eylem yapan ekinin bulunduğunu belirtir
(Abik, 2005, 104). Ancak Eckmann ve Bodrogligeti gibi Çağatayca’nın dilbilgisi
hakkında eser veren bilim insanları Çağatayca için bu ekten bahsetmezler. Bizce
tökeleş- eylemi tök-ele-ş- biçiminde gelişmiş olmalıdır.

şahım üzre çıkıp hemme huban

ırgaturlar tökeleşür mercan

(MMü: 8)

tutaş- ‘tutuşmak, ateş almak’ (< tut- ‘tutmak’ -aş-) eylemi tut- ‘tutmak’ eylemine -ş-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde tutaş- ‘tutuşmak, ateş almak’ anlamında yer almaktadır (Seng.
169r10; LÇ: 113b; DTO: 222). Bu eylem Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta tutuş-
‘tutuşmak, mücadele etmek’ biçiminde de görülür (Seng. 168v13).

Eylem Harezm Türkçesinde tutaş- ‘tutuşmak, ateş almak’ (KutbHŞ: 187) ve Eski
Kıpçakçada tutaş- ‘çakmak, kav tutuşturmak’ (KTS: 285; TZ: 26a8) biçimlerinde
görülmektedir. Diğer Tarihi Türk dillerinde aynı anlamda tutuş- ‘tutuşmak’ eylemi
yer almaktadır.

Etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu biçimiyle eyleme rastlamadık, ancak Çağatayca


dışındaki Tarihi Türk dillerinde aynı anlamda görülen tutuş- eylemi tut- ‘tutmak’

437
köküne dayandırılmıştır (EDPT: 462a; DanKelly, 1985, 202; Erdal, 1991, 571).
EDPT’de sözcüğün Çağatayca, Harezm Türkçesi ve Eski Kıpçakçada tutaş-
‘tutuşmak, ateş almak, alev almak’ biçiminde geçtiği de aktarılmıştır (EDPT: 462a-
b).

hecr taşınıŋ gögümtul dagıdın köydi tenim

ah kim kükürt otı birle tutaştı hırmenim

(GS, 411: 1)

çıkıp ‘ışk otı köksüm çakidin başımdın aşıptur

bu iskirgen yıgaçka öz içidin ot tutaşıptur

(BV, 144: 1)

uçraş- ‘görüşmek, buluşmak’ (< uçra- ‘tesadüf etmek, rast gelmek’ -ş-) eylemi uçra-
‘tesadüf etmek, rast gelmek’ eylemine -ş- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde uçraş-
‘görüşmek, buluşmak, tesadüf etmek, rast gelmek’ anlamında yer almaktadır (Seng.
64v28; LÇ: 27a).

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda uçra- ‘tesadüf etmek, rast gelmek’ eylemine
dayandırılmıştır (VEWT: 509).

siz kazaga uçraşıp yıglama köp yétse elem

seniŋ ol yıglamagıŋ birle kazanıŋ işi yok

(KUŞ, XI: 3)

hoş turur bir tire şam-ı hecr éki yar uçraşıp

tanışıp bir birlerin muhkem kuçuşup yıglaşıp

(FK, 62: 1)

ündeş- ‘seslenmek, çağırmak’ (< ünde- ‘çağırmak, davet etmek’ -ş-) eylemi ünde-
‘çağırmak, davet etmek’ eylemine -ş- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle

438
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde ünde- ‘çağırmak, davet
etmek’ eyleminin işteş biçimi olan bu eyleme rastlamadık.

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de ündeş-


‘çağrışmak, birbirini çağırmak’ (DLT I: 231; DanKelly, 1985, 60) biçiminde
geçmektedir.

Etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu eyleme rastlamadık, ancak eylemin ün+de-


‘çağırmak, davet etmek’ eylemine dayandığı açıktır. Bu eylemin gelişimini ündeş- <
ün ‘ses’ + de-ş- biçiminde açıklamak mümkündür. Eylemin kökü olan ün ‘ses’ adı
Eski Türkçeden itibaren Tarihi Türk Dillerinde görülen bir sözcüktür. Ayrıca ünde-
eylemi de Eski Uygurcadan itibaren görülmektedir. Eski Uygurcada ünde-
‘bağırmak, çağırmak’ (M III: 9; U II: 26), DLT’de ünde- ‘çağırmak’ (DLT I: 273),
KB’de ünde- ‘bağırmak, çağırmak’ (KB: 75, 579), Harezm Türkçesinde ünde-
‘çağırmak’ (KutbHŞ: 203), Eski Kıpçakçada inde-, ünde- ‘seslenmek, çağırmak’
(KTS: 298), Osmanlıcada ünde- ‘çağırmak, seslenmek, davet etmek’ (TTS I: 745,
TTS II: 951; TTS III: 729; TTS IV: 803) biçimlerinde geçmektedir.

ayttı nege ündeşmey olturup-sen ayttı ne kılayın magar sabr-ı Cibra’il ayttı kim
balalar Hak hazinasıda köp-dür sen

(ÇKT: 28b22)

üzüş- ‘bir şeyi beraber bozmak’ (< üz- ‘kesmek, koparmak’ -üş-) eylemi üz-
‘kesmek, koparmak’ eylemine -üş- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta üzüş- ‘bir
şeyi beraber bozmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 72v9).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada üzüş-
‘karşılıklı kesmek, karşılıklı bitirmek’ (USp. 111/5-6 [EDPT: 290b]); DLT’de üzüş-
‘bir şeyi kesmekte yardım ya da yarış etmek’ (DLT I: 184; DanKelly, 1985, 62)
biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda üz- ‘kesmek, koparmak’ eylemine


dayandırılmış ve ‘bir şeyi bozmak, koparmak, hırpalamak, kırmak’ anlamlarıyla
kaydedilmiştir (DTS: 635; EDPT: 290b; DanKelly, 1985, 62; Erdal, 1991, 572).

439
ol tu‘meniŋ üstide uluşup

kut éyleseler édi üzüşüp

(LM: 1337)

‘acebrak ki ni hasm u ni öz dében

yıkılgannı fi’l-hal üzüşüp yében

(Sİ: 5724)

yalaş- ‘yalamak; yalaşmak’ (< yala- ‘yalamak’ -ş-) eylemi yala- ‘yalamak’ eylemine
-ş- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde yala- ‘yalamak’ eyleminin işteş biçimi olan bu eyleme
rastlamadık.

Eylem bu anlamıyla Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde yer almamaktadır.

Eylem bu anlamıyla etimolojik sözlük ve kaynaklarda yer almamaktadır. Eylemin


yala- ‘yalamak’ eylemine dayandığı açıktır.

cismimni talaşsa érdi itler

kanımnı yalaşsa érdi itler

(LM: 1135)

yançış- ‘dürtüşmek, saplaşmak’ (< yanç- ‘dürtmek, saplamak’ -ış-) eylemi yanç-
‘dürtmek, saplamak’ eylemine -ış- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde yanç- ‘dürtmek,
saplamak’ eyleminin işteş biçimi olan bu eyleme rastlamadık.

yançış- eylemine Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Erdal sözcüğün sözlüklerde yer almadığını yalnızca Eski Uygurca metinlerden


Maitrisimit’te ‘ezmek’ anlamında tekveri olarak yer aldığını aktarır (Erdal, 1991,
573). Sözcük Çağataycada da geçtiğine göre tekveri olma özelliğini kaybetmiştir.
Eylem kökü olan yanç- eylemi ise Eski Türkçeden itibaren görülür. Eski Uygurcada
yanç- ‘ezmek, çiğnemek’ (M I: 18, U II: 76), DLT’de yanç- ‘ezmek, çiğnemek’
(DLT III: 435), KB’de yanç- ‘ezmek’ (KB: 1926, 2016), Eski Kıpçakçada yanç-
‘ezmek; yassılaştırmak, yapıştırmak, sıkıştırmak’ (KTS: 310), Osmanlıcada yanc-
‘ezmek’ (TTS I: 778) biçimlerinde geçmektedir.
440
kim nitip Özbek ile sançışalı

ni kılıp kisten ile yançışalı

(ŞN2: 1934)

yaraş- ‘yaraşmak, yakışmak, dostluk kurmak’ (< yara- ‘yaramak, iş görmek’ -ş-)
eylemi yara- ‘yaramak, iş görmek’ eylemine -ş- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde yaraş-
‘yaraşmak, yakışmak, dostluk kurmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 327v18; LÇ:
291a).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada yaraş-
‘yaraşmak, yakışmak, dostluk kurmak’ (M I: 23; U IV: 30; TT VI: 341); DLT’de
yaraş- ‘yaraşmak, yakışmak, dostluk kurmak’ (DLT III: 71; DanKelly, 1985, 216);
KB’de yaraş- ‘yaraşmak, yakışmak, dostluk kurmak’ (KB: 145, 411, 681, 2270,
4299); Harezm Türkçesinde yaraş- ‘yaraşmak, yakışmak, dostluk kurmak’ (KutbHŞ:
70; MNa: 62 [EDPT: 972a]; Nehc. 175/9); Eski Kıpçakçada yaraş- ‘yaraşmak,
yakışmak, uygun düşmek’ (KTS: 311); Osmanlıcada yaraş- ‘yaraşmak, yakışmak,
dostluk kurmak’ (TTS II: 1002; TTS III: 772; TTS IV: 847) biçimlerinde
geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda yara- ‘yaramak, uygun gelmek’ eylemine


dayandırılmıştır (Eckmann, 1966, 74; VEWT: 189; EDPT: 972a; Ercilasun, 1984,
30; DanKelly, 1985, 216; Erdal, 1991, 573).

kan érür köŋlüm ivi kim tab-ı hecriŋ toptola

hoş yaraşur kim hayaliŋ kélse mihman üstine

(ŞHD: 150a12)

maslahat birle yaraşıptur biz

bir birimizni karaşıptur biz

(ŞN2: 2238)

yaruş- ‘aydınlanmak, parlamak’ (< yaru- ‘parlamak, aydınlanmak’ -ş-) eylemi yaru-
‘parlamak, aydınlanmak’ eylemine -ş- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle

441
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde yaruş- ‘aydınlanmak,
parlamak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 292a; DTO: 524).

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık. Ancak eylem kökü
olan yaru- Eski Türkçeden itibaren Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada yaru- ‘aydınlanmak, parlamak’ (M I: 6, TT III: 133), DLT’de yaru-
‘aydınlanmak, parlamak’, Harezm Türkçesinde yaru- ‘parlamak’ (KutbHŞ: 72), Eski
Kıpçakçada yarı- ‘aydınlanmak, ışımak; parlamak’ (KTS: 312) biçimlerinde
geçmektedir.

Eckmann eylemi yaru- ‘parlamak, ışımak’ köküne dayandırmıştır (Eckmann, 1966,


74). EDPT’de kök olan yaru- eyleminin *ya- biçiminde bir eylemden ya da *yar
biçiminde bir addan türemiş olabileceği belirtilmiştir (EDPT: 956b).

kim otlarıdın cihan yaruştı

hırmenleriga bu şu‘le tüşti

(LM: 1140)

yavuglaş- / yavuklaş- ‘yakınlaşmak, iki şey arasındaki mesafe azalmak’ (<


yavug/kla- ‘yakınlaşmak, mesafe azalmak’ -ş-) eylemi yavug/kla- ‘yakınlaşmak,
mesafe azalmak’ eylemine -ş- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde yavuglaş- / yavuklaş-
‘yakınlaşmak, iki şey arasındaki mesafe azalmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ:
302a; DTO: 540).

Eylem, Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde bulunmamaktadır.

yavuglaş- biçimi etimolojik sözlük ve kaynaklarda da yer almaz, ancak eylemin


yavugla- / yavukla- ‘yakınlaşmak, mesafe azalmak’ eylemine dayandığı açıktır.
yavugla- / yavukla- eyleminin kökü ise yavuk ‘yakın’ adıdır.

Yusuf ‘aleyhi’s-selamga yavuglaşkaç Ya‘kub ‘aleyhi’s-selam rahmildin çıkıp Yusuf


‘aleyhi’s-selam anıŋ ayagıga tüşüp küriştiler

(TEH: 702a6)

yıglaş- ‘ağlaşmak’ (< yıgla- ‘ağlamak’ -ş-) eylemi yıgla- ‘ağlamak’ eylemine -ş-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
442
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta yıglaş- ‘ağlaşmak’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 350r 23).

Eylem Eski Uygurcadan itibaren görülmektedir. Eski Uygurcada yıglaş- ‘ağlaşmak’


(BT II: 966, Suv. 640/17-18), DLT’de ıglaş- ‘ağlaşmak’ (DLT I: 240; DanKelly,
1985, 32) biçiminde yer almaktadır.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda yıg+la-, ıg+la- ‘ağlamak’ eylemine


dayandırılmıştır (DTS: 218; EDPT: 85b; DanKelly, 1985, 32; Erdal, 1991, 573).
Clauson eylemin kökü olan ıgla- eylemini de *ıg ‘ağlama, hıçkırma’ adına
dayandığını belirtmiş ve bu eylemin ıgaç ‘ağaç’ sözcüğüyle benzer bir fonetik tarihe
sahip olduğunu ifade etmiştir (EDPT: 85b).

hoş turur bir tire şam-ı hecr éki yar uçraşıp

tanışıp bir birlerin muhkem kuçuşup yıglaşıp

(FK, 62: 1)

refikler başıma yıglaşurlar oldı meger

tabib kılgalı bu derdime deva ‘aciz

(BV, 205: 2)

yırtış- ‘yırtışmak’ (< yırt- ‘yırtmak’ -ış-) eylemi yırt- ‘yırtmak’ eylemine -ş-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta yırtış- ‘yırtışmak’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 349r7).

Eylem Karahanlı Türkçesinden de görülür. DLT’de yırtış- ‘yırtışmak’ (DLT III: 101;
DanKelly, 1985, 228) biçiminde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda yırt- ‘yırtmak’ eylemine dayandırılmıştır


(DTS: 268; EDPT: 961a; DanKelly, 1985, 228).

bu ‘ışk-ı pak birle hırkamnı hur u rızvan

yırtıştılar kılurga hullelerin yurunluk

(FK, 325: 8)

443
yügrüş- ‘koşuşmak, aceleyle gitmek’ (< yügür- ‘çabucak gelmek, yaklaşmak,
koşmak, seğirtmek’ -üş-) eylemi yügür- ‘çabucak; gelmek, yaklaşmak, koşmak,
seğirtmek’ eylemine -üş- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta yügrüş- ‘koşuşmak,
aceleyle gitmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 344v11).

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de yügrüş-


‘koşuşmak, aceleyle gitmek’ (DLT III: 102; DanKelly, 1985, 236); Osmanlıcada
yügrüş- ‘koşuşmak, aceleyle gitmek’ (TTS I: 853; TTS II: 1081; TTS III: 832; TTS
IV: 910) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda yügür- ‘çabucak gelmek, yaklaşmak,


koşmak, seğirtmek’ eylemine dayandırılmıştır (DTS: 284; EDPT: 915a; DanKelly,
1985, 236, Erdal, 1991, 574). yügür- eylemi Orhon Yazıtlarından itibaren Tarihi
Türk Dillerinde yer almaktadır (EDPT: 914b).

‘aşık kullar yıglaşıp birbirige muŋlaşıp

yir adlıda yügrüşip mal u haldin kitçi ya

(KUŞ, XXXVI: 4)

yügrüşüp kal‘asıga mindiler

rahne éylep içige indiler

(ŞN1: 785)

Bu ekin Arapça, Farsça ve Moğolca eylemlere gelerek yeni eylemler türettiği de


görülür.

çineş- ‘sınamak, denemek’ (< Moğ. çine- ‘tatmak ; ölçmek; tasavvur etmek’ -ş-)
eylemi Moğ. çine- ‘tatmak ; ölçmek; tasavvur etmek’ eylemine Türkçe -ş- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde çine- ‘tatmak ; ölçmek; tasavvur etmek’ eyleminin işteş biçimi olan bu
eyleme rastlamıyoruz. Bu eylemi yalnızca Babürname’de tespit edebildik.

alar kélgünçe Ustad ‘Alī-kulı ve Mustafa top ve tüfek zarb-zan ve firengi bile uruşka
maşgul bolup, çineşkeyler

(BN: H371a1-2)
444
gerdleş- ‘toz çıkarmak’ (< Far. gard ‘toz, toprak’+ Çağ. le- ‘tozlanmak’ -ş-) eylemi
Far. gard ‘toz, toprak’ adına Çağatayca +le- ve -ş- eylemden eylem yapım eklerinin
eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde ise bu
eyleme rastlamadık Bu eylemi de yalnızca Babürname’de tespit edebildik.

kaçgan bile, kalın gerdleşip éndiler

(BN: H371a1-2)

hoşlaş- ‘vedalaşmak’ (< Far. hoş ‘iyi, güzel, hoş’ + la-ş), hublaş- ‘vedalaşıp
ayrılmak’ (< Far. hub ‘iyi, güzel’ + la-ş) eylemlerini de bu bağlamda sayabiliriz.

Bu ekle türemiş eylemler arasında şunları da sayabiliriz:

aççıglaş- ‘öfkelenmek, kızmak, hiddetlenmek’ (< açıgla- ‘kızmak, öfkelenmek’ -ş-)


[MMü]; alış- ‘hamle etmek, saldırmak; değiş tokuş etmek, karşılıklı almak’ (< al-
‘almak’ -ış-) [BN] [ŞTe] [NN] [GS] [ŞN]; atış- ‘atışmak’ (< at- ‘atmak’ -ış-) [ŞN];
bakış- ‘bakışmak’ (< bak- ‘bakmak’ -ış-) [NM]; biliş- ‘bilişmek’ (< bil- ‘bilmek’ -iş-
) [ŞN]; bériş- ‘verişmek, karşılıklı vermek’ (< bér- ‘vermek’ -iş-) [HM]; böliş-
‘bölüşmek, bölümlere ayrılmak’ (< böl- ‘bölmek’ -iş-) [ŞTü]; buzuş- ‘bozuşmak’ (<
buz- ‘bozmak’ -uş-) [ŞTe]; déyiş- ‘söyleşmek’ [< dé- ‘demek, söylemek’ -y-iş-) [FK]
[SS] [GS]; éreş- ‘birlikte gitmek’ (< ér- ‘erişmek, yetişmek’ -eş-) [LM] [GN] [BN]
[NN]; içiş- ‘içişmek’ (< iç- ‘içmek’ -iş-) [KUŞ]; ériş- ‘yetişmek, ulaşmak’ (< ér-
‘erişmek, yetişmek’ -iş-) [MKb] [LD] [LT] [BV] [FK] [HM] [ŞHD] [TEH] [DN]
[ŞN] [Sİ]; kéliş- ‘gelişmek’ (< kél- ‘gelmek’ -iş-) [ÇİK] [ŞN]; kılış- ‘beraber etmek,
birlikte yapmak’ (< kıl- ‘yapmak, etmek’ -ış-) [LM] [NM] [HLN] [ŞN]; kiriş-
‘girişmek’ (< kir- ‘girmek’ -iş-) [MKb] [HM] [GS] [TEH] [DN] [NM] [AŞV] [ŞN];
kéçiş- ‘geçişmek’ (< kéç- ‘geçmek’ -iş-) [LD]; körüş- ‘görüşmek’ (< kör- ‘görmek’
-üş-) [BV] [GN] [SS] [NN] [GS] [NŞ] [TEH] [KN] [Sİ] [NM] [ŞN]; külüş-
‘gülüşmek’ (< kül- ‘gülmek’ -üş-) [NM] [ŞN]; muŋlaş- ‘bunalmak, sıkılmak’ (<
muŋla- ‘bunalmak’ -ş-) [FK] [KUŞ]; muŋraş- ‘inleşmek, bağrışmak, böğrüşmek’ (<
muŋra- ‘bağırmak, böğürmek’ -ş-) [FK] [NN]; olturuş- ‘yerleşmek, oturmak (<
oltur- ‘oturmak’ -uş-) [BV] [FK] [BabD] [GD] [ŞN]; salış- ‘salışmak’ (< sal-
‘salmak’ -ış-) [KUŞ] [HLN] [ŞN]; séviş- ‘sevişmek’ (< sév- ‘sevmek’ -iş-) [LD];
soruş- ‘karşılıklı sormak, soruşturmak’ (< sor- ‘sormak’ -uş-) [BV] [LM] [BabD]
[SS]; söyleş- ‘söyleşmek’ (< söyle- ‘söylemek’ -ş-) [NM]; sürüş- ‘çekilmek,
445
sürüklenmek’ (< sür- ‘sürmek’ -üş-) [MKb]; talaş- ‘dalaşmak, kavga etmek’ (< tala-
‘yağmalamak, talan etmek’ -aş-) [BV] [LD] [FK] [LM] [GD] [HBD] [AD] [NN]
[GS] [NŞ] [DN] [MEM] [ŞN]; tanış- ‘tanışmak ; anlaşmak’ (< tanı- ‘tanımak’ -ş-)
[FK] [LM]; tileş- ‘birbirinden dilemek’ (< tile- ‘dilemek’ -ş-) [DN]; turuş- ‘karşılıklı
durmak’ (< tur- ‘durmak’ -uş-) [ŞN]; ulaş- ‘ulaşmak, kavuşmak’ (< ula- ‘ulaştırmak,
uzatmak’ -ş-) [MKb] [BV] [FK] [HE] [NN] [DN] [ŞN] ; uruş- ‘savaşmak, vuruşmak’
(< ur- ‘vurmak’ -uş-) [LT] [SD] [GD] [ŞHD] [GN] [SS] [ÇKT] [ŞTe] [NŞ] [ŞTü]
[TEH] [MMü] [NM] [ŞN] [Sİ]; yakınlaş- ‘yakınlaşmak’ (< yakınla- ‘yaklaşmak’ -ş-)
[SS] [TEH]; yetiş- ‘yetişmek’ (< yet- ‘yetmek’ -iş-) [LM] [HE] [GN] [ŞTe] [NN] [GS]
[ŞN]; yıgış- ‘toplaşmak’ (< yıg- ‘yığmak’ -ış-) [NM]; yitiş- ‘yetişmek’ (< yit-
‘yitmek’ -iş-) [MKb] [LT] [BV] [FK] [BabD] [HM] [ŞHD] [KMD] [HBD] [SS] [GS]
[NŞ] [TEH] [MMü][Sİ] [NM] [ŞN]; yörüş- ‘yürümek, koşuşmak’ (< yörü-
‘yürümek’ -ş-) [Sİ], vb.

5. 2. Orta Çatı Ekleri, Dönüşlü ve Geçişsiz Eylemler Türeten Ekler

5.2.1. -(X)n-

Dönüşlülük ya da meçhullük bildirir. Son sesi l olan eylem tabanlarının dönüşlülüğü


de –n- ile yapılır. Gabain, son sesi l olan eylem tabanlarının dönüşlülüğünün de –n-
ile yapıldığını, anlam olarak da basitiyle aynı anlamı taşıdığını ifade etmektedir
(Gabain, 1941 (20003), 59). Gürer Gülsevin, bu ekin asıl dönüşlülük eki olduğunu
belirtmekte ve ünlü ya da l ile biten eylemlere gelince edilgenlik görevini
üstlendiğini de eklemektedir (Gülsevin, 1997, 140). Ercilasun bu ekin işlevlerini
şöyle sıralamıştır: 1. Dönüşlülük, yani yapılan işin kendisine tesir etmeyi ifade eder;
2. Bir işi kendi kendine, yalnız başına yapmayı ifade eder. 3. Ünlü ve l ünsüzü ile
biten eylemlerden sonra pasif ve meçhul eylemler yapan –l- ekininin işlevinin görür.
4. Hiçbir işlevi olmadan yalnızca eylemden eylem yapan bir ektir (Ercilasun, 1984,
23-27). Erdal, bu ekin addan eylem yapan +lA- eki ile birlikte kullanıldığını, işteşlik
eki –(X)ş-’tan sonra ise çok az örnekte görüldüğünü belirtmektedir: um(u)ş-un- vb.
Ayrıca –(X)n- ekindeki bağlama ünlüsünün çoğu örnekte /U/ olduğunu, ancak başka
bağlama ünlülerinin de görüldüğünü belirtmektedir (Erdal, 1991, 632-633).

446
Bu ek için Eski Türkçeden şu örnekleri verebiliriz: al-ın- ‘alınmak’, bil-in- ‘bilmek,
pişman olmak, kendini bilmek’, öt-ün- ‘rica etmek, hürmet etmek, dua etmek, takdim
etmek’, vb. (Gabain, 1941 (20003), 59).

Karahanlı Türkçesinde de bu ekle biçimlenmiş örnekler bulabiliriz: igle-n-


‘sancılanmak’ (DLT I: 259; DanKelly, 1985, 32), ögle-n- ‘dinlenmek; aklı başına
gelmek’ (DLT I: 298; KB: 2366), ükül-ün- ‘birikmek’ (DLT I: 258; DanKelly, 1985,
59), ög-ün- ‘öğünmek’ (DLT I: 203; DanKelly, 1985, 46), bil-in- ‘bilmek, anlamak’
(KB: 430, 963, 969, 1474, 1618, 3669, 4334, 5399, 6091), bul-un- ‘bulunmak’ (KB:
1423, 2898 vd.) vb.

Bu ekle türemiş biçimleri Harezm Türkçesi ve Eski Kıpçakçada da bulabiliriz: çal-


ın- ‘çalınmak’ (KutbHŞ: 40), kör-ün- ‘görünmek’ (KutbHŞ: 103; KTS: 159), ört-ün
‘örtünmek, gizlenmek’ (Nehc. 162/14; KTS: 212), vb.

Çağataycada çok sık kullanılan eylemden eylem yapan eklerden biridir. Çağatayda
da Eski Türkçede olduğu gibi dönüşlülük ya da meçhullük bildiren eylemler türetir.
Bazen de hiçbir işlevi olmadan yalnızca eylemden eylem yapan bir ek olarak
kullanılır. Bu ekle türemiş biçimler şöyledir:

açıg/klan- ‘üzülmek, gücenmek; öfkelenmek, kızmak’ (< açıg/kla- ‘üzülmek,


gücenmek, öfkelenmek’ -n-) eylemi açıg/kla- ‘üzülmek, gücenmek, öfkelenmek’
eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde açıg/klan- ‘üzülmek, gücenmek; öfkelenmek’
anlamında yer almaktadır (Seng. 31v21; LÇ: 5b; DTO: 7).

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık. Yani eylem


Çağataycadan önceki dönemde görülmemektedir.

Etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu eyleme rastlamadık, ancak eylemin açıg/k + la-


‘üzülmek, gücenmek, öfkelenmek’ eylemine dayandığı açıktır. Eylemin gelişimini
açıg/klan- < açıg/k + la-n- biçminde açıklayabiliriz.

kaldı va Taysirda kéltürüptür kim kafir pad-şahi Musulman vaziriga açıglanıp tiledi
kim anı öltürgey vazir kaştı

(ÇKT: 37a13)

447
yétti yüz yılnıŋ içide seksendin artuk kişi iman kéltürmegenine açıglanıp halkga
du‘a-yı bed kıldı

(ŞTe: 68b1)

agızlan- ‘ağız açmak, konuşmak, birini ağzına almak’ (< agızla- ‘ağzını açmak,
konuşmak, birini ağzına almak’ -n-) eylemi agızla- ‘ağzı açmak, konuşmak, birini
ağzına almak’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişli bir eylem biçimidir. Bu eyleme yalnızca Çağatayca metinlerde rastlıyoruz,
Çağatayca sözlüklerde ise bu eylem yer almamaktadır.

Eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde tespit edemedik.

Eckmann bu biçimi agızla- ‘ağzını açmak, konuşmak, birini ağzına almak’ eylemine
dayandırmış ve ‘ağız açmak, konuşmak, birini ağzına almak’ şeklinde
anlamlandırmıştır (Eckmann, 1966, 72). Eylemin gelişimini agızlan- < agız+la-n-
biçiminde açıklayabiliriz.

şekker érniŋ söz itil tég tüşkeli efvahda

il agızlanmas nebat atnı illa serseri

(LD: 1855)

agızlanmay lebi işide tedbir

burunçaktın figan birlen tili bir

(DN: 777)

aldan- ‘aldanmak, hilaf söylenmek’ (< alda- ‘aldatmak, hilaf söylemek’ -n-) eylemi
alda- ‘aldatmak, hilaf söylemek’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme
rastlamadık.

Eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinden yalnızca Eski Kıpçakçada tespit
ettik. Eski Kıpçakçada aldan- ‘aldanmak, kandırılmak’ (KTS: 7) biçiminde yer alır.

Eyleme etimolojik sözlük ve kaynaklarda da rastlamadık, ancak alda- ‘aldatmak,


hilaf söylemek’ köküne dayandığı açıktır. alda- eylemi de al ‘hile, oyun’ adına

448
dayanmaktadır. Aynı kökten türemiş aldaş- ‘aldatmak’ (FK), aldarat- ‘ızdırap
vermek’ (LM) gibi biçimler de Çağatayca metinlerde yer almaktadır. Bkz. alda-.

men hemin aldanmadım cadu karakıŋ sihrine

kim közüŋ eşkalıdur ‘alemni teshir éylegen

(LD: 1313)

şu‘be-bazın kılmayın kılduk bu dünya ‘ayşını

uşmuŋa kim aldanımas bolsa Sultan Senceri

(ŞHD: 179a13)

atan- ‘atanmak, tayin edilmek’ (< ata- ‘atamak, tayin etmek’ -n-) eylemi ata-
‘atamak, tayin etmek’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde rastlamadığımız bu
eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde de tespit edemedik.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu anlamıyla yer almamaktadır, ancak


eylemin ata- ‘atamak, tayin etmek’ eylemine dayandığı açıktır. ata- kökünü ise Eski
Uygurcadan itibaren Tarihi Türk Dillerinde görmekteyiz. Eski Uygurada ata-
‘çağırmak, adlandrmak’ (M III: 48, TT III: 97), DLT’de ata- ‘takma ad vermek’
(DLT III: 250), KB’de ata- ‘ad vermek, adlandırmak’ (KB: B28, B68), Harezm
Türkçesinde ata- ‘adlandırmak, ad vermek’ (KutbHŞ: 15), Eski Kıpçakçada ada-,
ata-, atta-, aya- ‘ad vermek, unvan vermek, lâkap takmak’ (KTS: 2), Osmanlıcada
ada- ‘adlandırmak; adamak’ (TTS I: 3, 4; TTS II: 5) biçimlerinde geçmektedir.

arıglık’ga Tafgaç Bugra Kara Han atandı

(NT: 49)

anın oglı Sır Balıg’da kélip Boz Kara Han atandı

(NT: 51)

atlan- ‘ad almak, adlanmak, ünlenmek’ (< atla- ‘ad almak, ünlü olmak’ -n-) eylemi
at+la- ‘ad almak, ünlü olmak’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde atlan- ‘ad
almak, adlanmak, ünlenmek’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 5a; DTO: 5).

449
Eylemi bu anlamıyla Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde bulamadık.

Bu biçimin at+la- ‘ad almak, ünlü olmak’ eylemine dayandığı açıktır. Bu eylemin
kökü olan at+la- ‘ad almak, ünlü olmak’ eylemi de at ‘ad’ adına dayanmaktadır.

égme kad birle men-i ser-geştedür men muztarib

ta ki çevgan ‘azmiga bildim ki ol şuh atlanur

(NN, 233: 4)

oynamak birle salur devranga rahşı kozgalan

her kaçan kim bezmdin ol şuh ser-hoş atlanur

(NN, 234: 5)

atlan- ‘ata binmek, sefere çıkmak’ (< atla- ‘ata binmek’ -n-) eylemi atla- ‘ata
binmek’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde atlan- ‘ata binmek’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 29v. 28; LÇ: 5a; DTO: 5).

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülmektedir. DLT’de atlan- ‘ata binmek,


dağa tırmanmak’ (DLT I: 255, 256, 285; DanKelly, 1985, 15); Harezm Türkçesinde
atlan- ‘ata binmek’ (KutbHŞ: 15); Eski Kıpçakçada atlan- ‘ata binmek, at sürmek’
(KTS: 15); Osmanlıcada atlan- ‘ata binmek, sefere çıkmak’ (TTS I: 5; TTS II: 67;
TTS III: 46; TTS IV: 50) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda at+la- ‘ata binmek’ eylemine dayandırılmış


ve ‘ata binmek, sefere çıkmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 67; EDPT: 58a;
DanKelly, 1985, 15, Erdal, 1991, 591). Sevortyan eylemi at+lan- biçiminde
açıklamıştır (ESTYa I: 198). Bu eylemin kökü olan at+la- ‘ata binmek’ eylemi de at
‘at (binek hayvanı)’ adına dayanmaktadır. Bu eylemin atlandur- gibi genişlemiş
biçimlerine de Çağatayca metinlerde rastlıyoruz.

yörüseŋ nusret üçün, yilsün ‘inanıŋda felek

atlanur bolsaŋ, saŋa ‘izzet üçün tutsun rikab

(SD: 395)

450
bim érür kim aferinişdin çıkargay sen demar

bemzdin ösrük çıkıp meydanga çapsaŋ atlanıp

(GS, 60: 4)

ayaglan- ‘ayaklanmak’ (< ayagla- ‘ayaklanmak’ -n-) eylemi ayagla- ‘ayaklanmak’


eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde rastlamadığımız bu eylemi Çağatayca dışındaki
Tarihi Türk Dillerinde de tespit edemedik.

Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da eyleme rastlamadık, ancak eylemin ayag+la-


‘ayaklanmak’ eylemine dayandığı açıktır. Bu eylemin kökü olan ayagla- eylemi de
ayag ‘ayak’ adına dayanmaktadır. Yani eylemin gelişimini ayaglan- < ayag + la-n-
biçiminde açıklayabiliriz.

müyesser olmasa bu tört ayaglanıp kéçeler

tenimni it dék étip itleri sarı uzatay

(FK, 624: 2)

barur édi tört ayaglanıp tiz

ta kıldı zamane fitne-engiz

(LM: 2595)

aylan- ‘dönmek, dolaşmak, gezmek, çevrelemek’ (< ayla- ‘dönmek, dolaşmak,


gezmek’ -n-) eylemi ayla- ‘dönmek, dolaşmak, gezmek’ eylemine -n- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde aylan- ‘dönmek, dolaşmak, gezmek, çevrelemek’ anlamında yer
almaktadır (LÇ: 58a; DTO: 128).

Eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinden yalnızca Eski Kıpçakçada tespit
edebildik. Eski Kıpçakçada aylan- ‘çerçevelenmek, dönmek, çevrilmek’ (KTS: 18)
biçiminde yer almaktadır.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda da bu anlamıyla yer almamaktadır, ancak


eylemin ayla- ‘dönmek, dolaşmak, gezmek’ eylemine dayandığı açıktır. ayla- kökü
Eski Kıpçakça metinlerden Et-Tuhfetü’z-Zekiyye’de ‘çevirmek’ anlamıyla
geçmektedir (KTS: 18).
451
zülfüŋe hem-serlıg étmek özde tapmas niçe kim

sünbül-i müşgin koyun dék öz özige aylanur

(NN, 234: 3)

niçe ahım dudı kuyuŋda her yan aylanay

gerd dék kim tinse yél ol yirde hem bir dem tiney

(HBD, 172: 1)

bulgan- ‘bulanmak, karışmak’ (< bulga- ‘bulamak’ -n-) eylemi bulga- ‘bulamak’
eylemine -n eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bulgan- ‘bulanmak, karışmak’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 139v18; LÇ: 85b; DTO: 176).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada bulgan-
‘bulanmak, karışmak’ (U II: 58; U IV: 8; TT V: 26); DLT’de bulgan- ‘bulanmak,
karışmak’ (DLT II: 238; DanKelly, 1985, 80); Harezm Türkçesinde bulgan-
‘bulanmak, karışmak’ (KutbHŞ: 37); Eski Kıpçakçada bulgan- ‘üzülmek, bulanmak’
(KTS: 37) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda bulga- ‘bulamak’ eylemine dayandırılmış ve


‘bulanmak, karışmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Ercilasun, 1984, 30; Erdal, 1991,
555). Talat Tekin, bulga-’nın bul- eyleminin ettirgen biçimi olduğunu belirtmiş, ET,
DLT buş- ‘kızmak, öfkelenmek, hiddetlenmek’, DLT buşak ‘kızgın, sıkıntılı,
kederli’, buşug ‘can sıkıntısı’, buşur- ‘can sıkmak’, İM buş- ‘sıkılmak, kızmak’, AH
buş- ‘kızmak’, buşak ‘kızgın, sıkıntılı’, YUyg. puş- ‘kızmak, sıkılmak’ biçimleri ile
karşılaştırmıştır. Tekin, eylem kökünün gelişimini buş- < *bul- şeklinde açıklamıştır
(Tekin, 1969, 76). Buna göre bulga- biçimi için *bul- şeklinde bir kök tasarlanabilir.

Bu eylemle aynı kökten türemiş bulgaş- ve bulgat- eylemlerine de Çağatayca


metinlerde rastlayabiliriz.

iti bagrımnı yir çagda ayagı kanga bulgandı

közüm bagıda gül anıŋ tabanıdın nişan érmiş

(BV, 264: 3)
452
çaykan- ‘çalkanmak, sallanmak, harekete gelmek; yıkanmak, arınmak’ (< çayka-
‘çalkamak, sallamak; yıkamak, temizlemek’ -n-) eylemi çayka- ‘çalkamak, sallamak;
yıkamak, temizlemek’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Lugat-ı Çağatay’da
çaykan- ‘çalkanmak, sallanmak, harekete gelmek; yıkanmak, arınmak’ anlamında
yer almaktadır (LÇ: 150a).

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık. Yani eylem


Çağataycadan önceki dönemlerde görülmemektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu anlamıyla yer almamaktadır, ancak


eylemin Fevayidü’l-Kiber ve Gül ü Nevruz gibi Çağatayca metinlerde geçen çayka-
‘çalkanmak, sallanmak, harekete gelmek; yıkanmak, arınmak’ eylemine dayandığı
açıktır. Bu eylemle aynı kökten türemiş çaykal- ‘harekete gelmek, sallanmak’ ve
çaykat- ‘yıkatmak; çalkatmak; sallatmak’ eylemleri de Çağatayca metinlerde yer
almaktadır. çayka- kökünden türemiş değişik biçimler günümüzde pek çok Türk dili
ve lehçesinde de yaşamaktadır: Kırg. çaykal- 1. ‘çalkanmak, sallanmak’; 2. karar
vermeden her şeyi merak etmek’ (KazTS: 304), Özb. çaykal- ‘1. Çayqamaq, 2. U
yan bu yan tebränmaq, läpänglämaq’ (UTİL II: 349), Tkm. çaykal- ‘arassalık üçin
içine suv guylup yuvulmak, çaykap arassa edilmek’ (TkmDS: 733).

muztarib köŋlüm ara ol yüz hayali aylanur

mevcluk suda kuyaş ‘aksi niçük kim çaykanur

(NN, 233: 1; BV, 175: 1)

çıkan- ‘çiğnenmek, ayaklar altında çiğnenmek’ (< *çıka- ‘çiğnemek’ -n-) eylemi
çıka- ‘çiğnemek’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde *çıka- eyleminin genişletilmiş
biçimi olan bu eyleme rastlamadık.

Eylem Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde de bulunmamaktadır.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu anlamıyla yer almamaktadır, ancak


eylemin Lugat-ı Çağatay, Dictionnaire turk-oriental gibi Çağatayca sözlüklerde
bulduğumuz çıg/ka- ‘çiğnemek, paymal itmek’ eylemi bu eylemin kökü olmalıdır

453
(LÇ: 162; DTO: 306). Eylemi yalnızca Muhakemetü’l-Lugateyn’de bulabiliyoruz.
Ayrıca Özönder, Budagov ve Özbekçede tespit edilen çıkan- ya da çıgan- ‘sakınmak,
çekinmek; korkmak, korku duymak; geri çekilmek, gerilemek’ eyleminin de
Çağataycadaki bu eylemle ilişkili olabileceğini ifade etmiştir (Özönder, 1996, 113).

çıkanmak, köndürmek, söndürmek, suklatmak …

(ML: 776a1)

çırman- ‘sarılmak, dolanmak’ (< çırma- ‘sarmak, bürünmek; dolamak’ -n-) eylemi
çırma- ‘sarmak, bürünmek; dolamak’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta
çırman- ‘sarılmak, dolanmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 217r27).

Eylem Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinden yalnızca Eski Kıpçakçada


çırman- ‘çemirlenmek, katlanmak, dolanmak’ (KTS: 51) biçiminde geçmektedir.

Eylem EDPT’de çermel- maddesi altında aktarılmış ve eylemin kökü çerme-


biçiminde verilmiştir. (EDPT: 430b). çırma-’nın bir başka biçimi olduğunu
düşündüğümüz çerme- biçimi Tarihi Türk Dillerinden Osmanlıcada çerme- ‘sarmak,
dürmek’ şeklinde yer almaktadır, ayrıca göçüşmeli biçimi olan çemre-’ye de rastlarız
(TTS II: 217).

za‘flıg cismim kaçan nazük beliŋe çırmanur

zülfüŋ ékki tarı guya bir birige tolganur

(NN, 234: 1)

za‘fdın örgemçi damıga yıkılgaç çırmanıp

çıbın dék turladı her yan tenimni aylanıp

(HBD, 16: 1)

çulgan- ‘örülmek, kapanmak, dolanmak’ (< çugla- ‘örmek, kapamak’ -n-) eylemi
çugla- ‘örmek, kapamak’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde çulgan- ‘örülmek,
kapanmak, dolanmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 214v9; LÇ: 158a).

454
Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de çuglan-
‘toplanmak, akışarak toplanmak’ (DLT II: 245; DanKelly, 1985, 96); Harezm
Türkçesinde çulgan- ‘sarılmak’ (KutbHŞ: 44); Eski Kıpçakçada çulgan- ‘sarınmak,
bürünmek; giyinmek’ (KTS: 54) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda çug ‘bağ’ köküne dayandırılmış ve


‘örülmek, kapanmak, dolanmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (EDPT: 407b;
DanKelly, 1985, 96, Erdal, 1991, 435). Eylemin gelişimi çug + la-n- biçimindedir.
çulgan- biçimi ise çuglan- biçiminin göçüşmeli halidir. Bkz. çulga-.

yattı yılan dék toyganıp koptı ayakka çulganıp

yatmay turuptur oyganıp kılgay du‘a Zengi Baba

(KUŞ, XXX: 76)

içidin tülkige çulganıp édi

teni tülki ara tolganıp édi

(ŞN2: 1664)

çürgen-, çürken- ‘yanmak, ateşte alazlanmak’ (< çürge- ‘yakmak; yanmak’ n-)
eylemi çürge- ‘yanmak; yakmak’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş hem geçişli hem de geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerden Senglah’ta bu eyleme çürgen- ‘yanmak, ateşte alazlanmak’ biçiminde
rastladık (Seng. 212v4). Fevayidü’l-Kiber, Hüseyin Baykara Divanı gibi bazı
Çağatayca metin yayınlarında bu eylem çörge- biçiminde okunmuştur.

Eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde tespit edemedik.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu anlamıyla yer almamaktadır, ancak


eylemin Fevayidü’l-Kiber, Hüseyin Baykara Divanı, Leyla vü Mecnun gibi
Çağatayca metinlerde bulunan çürge- ‘ateşte alazlanmak, yakmak, yanmak’
eylemine dayandığı açıktır. Özönder, çürgen- biçiminin bazı günümüz Türk
dillerinde yaşadığını aktarmıştır: çürken- ‘yanmak, yakılmak’ (ÖŞL: 267), Tkm.
çürken- ‘1. maddi taydan zıyan etirilmek, ütülmek, 2. azap görmek, horlanmak, 3.
gızgın zada yanmak, bişmek’ (TkmDS: 756) (Özönder, 1996, 114). Diğer Türk

455
Dillerinde de eylemin ü’lü olması sözcüğün doğru biçiminin çürken- olduğunu
göstermektedir.

éyley almas ‘arızıŋdın özge yan köŋlüm heva

kuş özin meş‘alga çün urdı kanatı çürgenür

(NN, 233: 6)

Vamık u Ferhad u Mecnun ‘ışk otıga tözmeyin

bardılar men kaldım alardın otumga çürgenip

(HBD, 16: 3)

émgen- ‘eziyet, zahmet çekmek’ (< émge- ‘eziyet çekmek, sıkıntı çekmek’ -n-)
eylemi émge- ‘eziyet çekmek, sıkıntı çekmek’ eylemine -n- eylemden eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde
émgen- ‘eziyet, zahmet çekmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 114r9; LÇ: 61b;
DTO: 137).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada émgen-
‘eziyet, zahmet çekmek’ (TT VIII C 5; U III: 31; TT VIII L 10); DLT’de émgen-
‘eziyet, zahmet çekmek’ (DLT I: 255; DanKelly, 1985, 23); Harezm Türkçesinde
émgen- ‘eziyet, zahmet çekmek’ (KutbHŞ: 20; Nehc: 270/8); Eski Kıpçakçada
émgen-, emen-, imgen- ‘acı çekmek, zahmet çekmek’ (KTS: 73); Osmanlıcada émen-
‘eziyet, zahmet çekmek’ (TTS II: 380; TTS III: 251) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda émge- ‘eziyet çekmek, sıkıntı çekmek’


eylemine dayandırılmış ve ‘eziyet, zahmet çekmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır
(DTS: 172; EDPT: 160a; DanKelly, 1985, 23, Erdal, 1991, 597).

ger kuyaşım bolsa rakib bolgu dék émgenmesün

tevsen-i eflak nevçün kim érür bi-had çalıg

(NN, 503: 8)

ilin- ‘ilinmek, bağlanmak’ (< il- ‘iliştirmek, bağlamak’ -in-) eylemi il- ‘iliştirmek,
bağlamak’ eylemine -in- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde ilin- ‘ilinmek, bağlanmak’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 110r8; LÇ: 60a; DTO: 135).
456
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada ilin-
‘ilinmek, bağlanmak’ (TT III: 50; M III: 37; U III: 36); DLT’de ilin- ‘ilinmek,
bağlanmak’ (DLT I: 204; DanKelly, 1985, 33); KB’de ilin- ‘ilinmek, bağlanmak’
(KB: 664, 1092, 4397); Eski Kıpçakçada ilin- ‘ilinmek, ilişmek, bağlanmak,
yapışmak, yapışıp kalmak’ (KTS: 109); Osmanlıcada ilin- ‘bulaştırmak, ilinmek,
ilişmek, bağlanmak’ (TTS I: 530) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda il- ‘iliştirmek, bağlamak’ eylemine


dayandırılmış ve ‘ilinmek, bağlanmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 208;
EDPT: 148b; DanKelly, 1985, 33, Erdal, 1991, 602). Talat Tekin, Tkm. il- ‘ilişmek,
yapışmak, takılmak, dokunmak’, Yak. il- ‘ilmek, bir şeyi bir şeye asmak, iliştirmek’,
Uyg. yil- ~ il- ‘ilmek, iliştirmek, bağlamak’ biçimlerini aktarır (Tekin, 1995, 182).
Buna göre eylemin kökünü *il- biçiminde tasarlamak mümkündür.

ger ilindim zülfüŋge körmeŋ men aşüftedin

dane-hvar étti tuzakka bizni ol la‘l üzre hal

(LD: 1073)

kaçan yétkey maŋa ol gamze feryad

kim ilingen kuş ünin sévdi sayyad

(DN: 215)

islen- ‘kokulanmak, kokmak’ (< isle- ‘koklamak’ -n-) eylemi isle- ‘koklamak’
eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Lugat-ı Çağatay’da islen- ‘kokulanmak, kokmak’
anlamında yer almaktadır (LÇ: 52a).

Eylem bu anlamıyla Tarihi Türk Dillerinde geçmemektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu anlamıyla yer almamaktadır ancak


eylemin isle- ‘koklamak’ eylemine dayandığı açıktır.

ahi mühlikdür Nevayi köŋli zahmı islenip

il öler tapsa hevaga çün ‘ufunet imtizac

(BV, 94: 9)

457
islenip étleri süŋekleridin ayrıldı

(TEH: 708a9)

koşan- ‘birlikte olmak, katılmak’ (< koş- ‘koşmak; katmak; birleştirmek’ -an-)
eylemi koş- ‘koşmak; katmak birleştirmek’ eylemine -an- eylemden eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu
eyleme rastlamadık.

Eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde tespit edemedik.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu anlamıyla yer almamaktadır, ancak


eylemin koş- ‘koşmak; katmak; birleştirmek’ eylemine dayandığı açıktır.

hatunga koşanma, hayrga işenme

(MKb: 100b12)

küyün- ‘yanmak’ (< *küñ- ‘yanmak, tutuşmak’ -ün-) eylemi küy- ‘yanmak,
tutuşmak’ eylemine -ün- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinden yalnızca Eski Kıpçakçada tespit
edebildik. Eski Kıpçakçada köyin-, köyün- ‘yanmak’ (KTS: 160) biçiminde
geçmektedir.

EDPT’de eylem *küñ- ‘yanmak, tutuşmak’ eylemine dayandırılmış ve ‘yanmak’


şeklinde anlamlandırılmıştır (EDPT: 756b).

neçe canımga sagınmaslıgıdın ot tüşüben

anı bisabrlıkımdın küyünüp yad kılay

(BHD, XVII: 5)

küçlen- ‘güçlenmek’ (< küçle- ‘güçlenmek’ -n-) eylemi küçle- ‘güçlenmek’ eylemine
-n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde küçlen- ‘güçlenmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 303v8;
DTO: 464).

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de küçlen-


‘güçlenmek’ (DLT II: 252; DanKelly, 1985, 113); Harezm Türkçesinde küçlen-

458
‘güçlenmek’ (KutbHŞ: 105); Eski Kıpçakçada küçlen- ‘güçlenmek, kuvvetlenmek’
(KTS: 167) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda küç+le- ‘güçlenmek’ eylemine


dayandırılmış ve ‘güçlenmek’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 323; EDPT: 697b;
DanKelly, 1985, 113; Eckmann, 1966, 72).

ohran- ‘atlar su ve yayım için kişnemek; ağlamak (yavru hayvanlar)’ (< okra- ‘atlar
su ve yayım için kişnemek, homurdamak’ -n-) eylemi okra- ‘atlar su ve yayım için
kişnemek, homurdamak’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde okra- eyleminin
dönüşlülük eki almış biçimi olan bu şekil bulunmamaktadır.

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Çağatayca metinlerden yalnızca Muhakemetü’l-Lugateyn’de rastladığımız bu


eylemin kökü okra- ‘yem zamanında kişnemek, humurdanmak’ eylemidir. Bu eylem
DLT’de okra- ‘yem zamanında kişnemek, homurdanmak’ (DLT I: 275; DanKelly,
1985, 42) ve Osmanlıcada okra- ‘yem zamanında kişnemek, homurdanmak’ (TTS I:
537; TTS II: 722; TTS III: 537; TTS IV: 602; TTS V: 2945) biçimininde yer
almaktadır.

Eylemin kökü etimolojik sözlük ve kaynaklarda da okra- ‘yem zamanında kişnemek,


homurdanmak’ biçiminde yer almaktadır (VEWT: 360; DTS: 369; EDPT: 92a;
DanKelly, 1985, 42). Özönder eylemin birçok Türk dilinde yaşadığını aktarmıştır
(Özönder, 1996, 135).

andak ki kuvarmak ve kurukşamak ve üşermek ve cıcaymak ve öngdeymek ve


çigreymek ve dumsaymak ve umunmak ve osanmak ve igirmek ve igermek ve
ohranmek ve tarıkmak ve aldamak ve argadamak …

(ML: 775b18)

okun- ‘okunmak’ (< oku- ‘okumak’ -n-) eylemi oku- ‘okumak’ eylemine -n-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Dictionnaire turk-oriental’de okun-, okın- ‘okunmak’
anlamında yer almaktadır (DTO: 69).

459
Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de okın-
‘okunmak’ (DLT I: 202; DanKelly, 1985, 42); Eski Kıpçakçada okın-, okun-
‘okunmak, çağrılmak, davet edilmek’ (KTS: 204); Osmanlıcada okun- ‘okunmak,
çağrılmak, davet edilmek’ (TTS I 537; TTS II: 723; TTS III: 538; TTS IV: 603)
biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda okı- ‘okumak’ eylemine dayandırılmış ve


‘okunmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 369; EDPT: 87b; DanKelly, 1985, 42,
Erdal, 1991, 608).

gam-horı yok tép ogıl okundı

(ŞTe: 73b10)

osan- ‘usanmak, bıkmak; nefret etmek’ (< *osa- ‘ihmalkar olmak, kaygısız olmak’
-n-) eylemi *osa- ‘ihmalkar olmak, kaygısız olmak’ eylemine -n- eylemden eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde osan- ‘usanmak, bıkmak; nefret etmek’ anlamında yer almaktadır (Seng.
74r18; DTO: 64).

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. KB’de osan-


‘usanmak, bıkmak; nefret etmek’ (KB: 1093, 1106, 1141, 1237, 1449); Harezm
Türkçesinde osan- ‘usanmak, bıkmak’ (KutbHŞ: 200); Eski Kıpçakçada osan-
‘usanmak, bıkmak’ (KTS: 206) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem Räsänen ve EDPT’de *osa- ‘ihmalkar olmak, kaygısız olmak’ eylemine


dayandırılmış ve ‘usanmak, bıkmak; nefret etmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır
(VEWT: 365; EDPT: 248b; Erdal, 1991, 55). Bkz. osal.

hıred ehli anıŋ ‘aklı-dın osangay

(MKb: 89a13)

Behlül dédi men ayag yalaŋ örgenip men ve kefş ü ötük-tin osanıp men

(MKb: 108b5)

ögün- ‘övünmek’ (< ög- ‘övmek’ -ün-) eylemi ög- ‘övmek’ eylemine -ün- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerden Senglah’ta ögün- ‘övünmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 78v3).

460
Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de ögün-
‘övünmek’ (DLT I: 203; DanKelly, 1985, 46); Eski Kıpçakçada ögün-, övün-
‘övünmek’ (KTS: 209) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda ög- ‘övmek’ eylemine dayandırılmış ve


‘övünmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 381; EDPT: 110b; DanKelly, 1985,
46, Erdal, 1991, 609).

durustluk bile kim Lut … ögünenler va şayistalardın-dur va Lut ‘aleyhi’s-salam


kıssası mundın burun tafsil

(ÇKT: 27a9)

va makalatdın bir neçe mukaddimega güzariş bérgey men ki ol umur zahir ve


batınımga mucib-i mübahat ve kıvanmak ve dünyi ve ahiretimga ba‘is-i iftihar ve
ögünmekdür

(HM: 758b18)

örten- ‘yanmak, alevlenmek, yakılıp kavrulmak’ (< *örte- ‘yakmak’ -n-) eylemi
*örte ‘yakmak’ eylemine -n- eylemden eylem yapan ekinin eklenmesiyle türemiş bir
geçişli eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde örten- ‘yanmak, alevlenmek, yakılıp
kavrulmak; hiddetlenmek’ anlamında yer almaktadır (Abuş. 96; Seng. 68v22; LÇ:
29b; DTO: 54).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada örten-
‘yanmak, alevlenmek’ (U IV: 40; TT IV: 4); DLT’de örten- ‘yanmak, tutuşmak,
kızarmak’ (DLT I: 251; DanKelly, 1985, 49) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda *ört+e- ‘yakmak’ eylemine dayandırılmış


ve ‘yanmak, alevlenmek, yakılmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 389; EDPT:
209b; DanKelly, 1985, 49, Erdal, 1991, 610). Eylem örten- < *ört-e-n- biçiminde
gelişmiştir.

örtenür-men hecr otıga zar u hayran her kéçe

kilmedi bu tün haber derdimge derman kayda-sin

(ŞHD: 136a6)

461
çün uluska ‘ışkı ot saldı ‘aceb yok köymekim

peşşega çün tüşti her yan şu‘le has hem örtenür

(NN, 233: 3)

ötün- ‘arz etmek, sunmak, rica etmek’ (< *öti-/ötü- ‘rica etmek, istemek’ -n-) eylemi
*öti-/ötü- ‘rica etmek, istemek’ eylemine –n- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde ötün- ‘arz
etmek, sunmak, rica etmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 61v17; LÇ: 26a; DTO:
46).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada ötün- ‘arz
etmek, sunmak, rica etmek’ (TT IX: 54; U I: 6; U III: 35; TT IV: 4); DLT’de ötün-
‘arz etmek, sunmak, rica etmek’ (DLT I: 199; DanKelly, 1985, 49); Harezm
Türkçesinde ötün- ‘arz etmek, sunmak, rica etmek’ (KutbHŞ: 125) biçimlerinde
geçmektedir.

Doerfer eylemin Farsçada ötük biçiminde alıntı olduğunu belirttikten sonra


etimolojik olarak karışık olduğunu ifade etmiştir. Doerfer ayrıca bu eylemin kökünün
Moğolacada öçi- (*öti için) ‘bildirmek, teklif etmek, tasarlamak’ biçiminde
Türkçeden ödünç olarak yaşadığını da aktarmıştır (TMEN II: 574). Clauson
EDPT’de eylemin muhtemelen *öti- ya *ötü- biçiminde bir eylemden türemiş
olduğunu belirtmiştir, ancak bu kök sonradan kaybolmuştur (EDPT: 51a). Clauson
ayrıca eylemin öt- eyleminden de türemiş olabileceğini belirtmiştir (EDPT: 51a).

şayed ol handın ötünüp

bizge bir éygülük édi salgay

(ŞN3, LIX: 156)

kadir-i mutlak ve hakim-i ber-Hakk hazretide tazarru‘ ve tazallüm bile özin ötüngey

(TEH: M802a10)

öylen- ‘evlenmek’ (< öyle- ‘ev sahibi olmak’ -n-) eylemi öyle- ‘ev sahibi olmak’
eylemine -n- eylemden eylem yapan ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişsiz eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde öylen- ‘evlenmek’ anlamında yer almaktadır (Seng.
91v15; LÇ: 44a; DTO: 88).

462
Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de evlen
‘evlenmek’ (DLT I: 259; DanKelly, 1985, 30); Eski Kıpçakçada evlen-, ivlen-, öylen-
‘evlenmek’ (KTS: 77) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu anlamıyla yer almamaktadır, ancak


eylemin öy+le- ‘ev sahibi olmak’ eylemine dayandığı açıktır. Eylemin gelişimi
öylen- < öy+len- biçimindedir.

hem ibnü-selam ittifakı

saz éyledi üylenür yarakı

(LM: 2762)

sagın- ‘düşünmek; saymak, yerine koymak’ (< *sak- ‘düşünmek’ -ın-) eylemi *sak-
‘düşünmek’ eylemine -ın- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde sagın- ‘düşünmek’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 231v16; LÇ: 180b; DTO: 337).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada sakın-
‘düşünmek’ (U III: 14; TT VIII D 16; TT V: 22); DLT’de sagın- ‘düşünmek’ (DLT
II: 153; DanKelly, 1985, 152); KB’de sakın- ‘düşünmek’ (KB: 726, 517, 1112,
4334); Harezm Türkçesinde sagın- ‘düşünmek’ (KutbHŞ: 154); Eski Kıpçakçada
sagın-, sakın- ‘düşünmek, hatırlamak, sanmak; bir şeyi kasdetmek, inanmak, demek’
(KTS: 222); Osmanlıcada sakın- ‘düşünmek’ (TTS IV: 654), sagın- ‘düşünmek’
(TTS II: 778) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda *sak- ‘düşünmek’ eylemine dayandırılmıştır


(Brockelmann, 1954, 203; DTS: 486; EDPT: 812b; DanKelly, 1985, 152, Erdal,
1991, 612; Tekin, 2000, 96). Talat Tekin, Yak. ah- ‘saymak’ biçimini aktarmış ve
buna dayanarak *sak- biçiminde bir kök tasarlamıştır (Tekin, 1995, 174).

vefalıg él ara mén zarnı sagınsa bolur

çü itleriŋga meni aşina kılıp bara-sen

(BHD, XIX: 3)

463
éşitkeç sagındı kim huften namaza-nıŋ nidası-dur

(MKb: 39a1)

sagıtlan- ‘zırhlanmak’ (< sagıtla- ‘zırh giymek, zırh takmak’ -n-) eylemi sagıt+la-
‘zırh giymek, zırh takmak’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinden yalnızca Eski Kıpçakçada


rastladık. Eski Kıpçakçada sagıtlan- ‘silahlanmak’ (KTS: 222) biçiminde
geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu anlamıyla yer almamaktadır, ancak


eylemin sagıt+la- ‘zırh giymek, zırh takmak’ eylemine dayandığı açıktır. EDPT’de
sagıt sözcüğünün Farsça saht ‘at zırhı, üzengi kayışı, at ve eğer gemleri’
sözcüğünden alıntılandığı belirtilmiş ve sözcüğün DLT’de saht ‘eğerlere ve
kemerlerin başına, tokalara işlenen altın veya gümüş işleme’ (DLT I: 107), Harezm
Türkçesinde sağıtlığ ‘zırhlı’ (KutbHŞ: 151) biçimlerinde geçtiği aktarılmıştır (EDPT:
806a-b). Sözcük Çağataycada da sawut ‘zırh’ biçiminde görülmektedir (Seng.
236a19).

barça sagıtlanıp atlandırlar

köŋül ister kibi katlandılar

(ŞN1: 905)

sılan- ‘kendi kendine sıvamak, kendi kendini sıvazlamak; süslenmek; kendine çeki
düzen vermek’ (< sıla- ‘okşamak’ -n-) eylemi sıla- ‘okşamak’ eylemine -n-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde sıla- ‘okşamak’ eylemin dönüşlü biçimi olan bu eyleme
rastlamadık. Ancak Senglah’ta ince sırada silen- ‘süslenmek, kendi kendine sıvamak’
anlamıyla geçmektedir (Seng. 255v20). Ayrıca eylem kökü olan sıla- biçiminin ince
sıralısı sile- Çağatayca sözlüklerde ‘mihribanlık göstermek, izzet ve hürmet etmek,
taltif olmak’ anlamıyla geçmektedir (LÇ: 199a, DTO: 370) Eylem Çağatayca
metinlerden yalnızca Muhakemetü’l-Lugateyn’de yer almaktadır.

464
Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinden yalnızca Eski Kıpçakçada
rastladık. Eski Kıpçakçada sılan- ‘kaplanmak, örtünmek’ (KTS: 234) biçiminde
görülmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu anlamıyla yer almamaktadır, ancak


eylemin Leyla vü Mecnun, Çağatayca Kuran Tefsiri gibi metinlerde yer alan sıla-
‘okşamak’ eylemine dayandığı açıktır. Eylem kökü Räsänen’de sıla- biçiminde yer
almaktadır (VEWT: 416). Eylem günümüz Türk dillerinin pek çoğunda da
yaşamaktadır: Kırg. sılan- ‘kendi kendini sıvazlamak, taranıp sılanıp kendine çeki
düzen vermek’ (KırgS: 649), Kaz. sılan- ‘güzelleşmek, süslenmek’ (KazTS: 252),
Özb. silän- ‘1. silämaq, 2. özigä ara, zib bärmaq; täränin azadä kiyinib yürmaq’
(UTİL II: 46).

kınamak ve kozgalmak ve savrulmak ve çaykalmak ve divdeşimek ve kımsanmak ve


kızganmak ve nikemek ve sılanmak …

(ML: 775b20)

silkin- ‘silkinmek’ (< silk- ‘silkmek’ -in-) eylemi silk- ‘silkmek’ eylemine -in-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde silkin- ‘silkinmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 256rI;
LÇ: 199a).

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de silkin-


‘silkinmek’ (DLT II: 246; DanKelly, 1985, 162); Harezm Türkçesinde silkin-
‘silkinmek’ (KutbHŞ: 154); Eski Kıpçakçada silkin- ‘silkinmek, sarsılmak’ (KTS:
237) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda silk- ‘silkmek’ eylemine dayandırılmış ve


‘silkinmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 500; EDPT: 827a; DanKelly, 1985,
162, Erdal, 1991, 614).

silkinip Çin içre tüşmiş bir peri

tapmış andın zib ü fer Çin kişveri

(LT: 412)

sözlen- ‘söylenmek, kendi kendine konuşmak’ (< sözle- ‘söylemek, konuşmak’ -n-)
eylemi söz+le- ‘söylemek, konuşmak’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin
465
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme
rastlamadık.

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de sözlen-


‘söylenmek’ (DLT II: 247; DanKelly, 1985, 167); KB’de sözlen- ‘söylenmek’ (KB:
275); Eski Kıpçakçada sölen-, söylen-, sözlen- ‘söylenmek, denilmek, kendisine
konuşulmak’ (KTS: 242) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda söz+le- ‘söylemek, konuşmak’ eylemine


dayandırılmış ve ‘söylenmek, kendi kendine konuşmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır
(DTS: 512; EDPT: 864a; DanKelly, 1985, 167).

uş bu yirde cineste sözlendi

öziniŋ ta‘rifini örletti

(MMü: 94)

bu mücadeleni éşitip kélip hurma

aççıglanıp sözlenip bu aytganlarıŋ homa

(MMü: 113)

südren- ‘sürülmek, kovalamak’ (< südre- ‘çekmek, sürmek, uzatmak’ -n-) eylemi
südre- ‘çekmek, sürmek, uzatmak’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Lugat-ı
Çağatay’da südren- ‘sürülmek, kovalamak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 91a).

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu anlamıyla yer almamaktadır ancak


eylemin Mevlana Lütfi Divanı, Leyla vü Mecnun, Ferhad ü Şirin, Hüseyin Baykara
Divanı, Lisanü’t-tayr, Mahbubü’l-Kulub, Bedayiü’l-vasat, Fevayidü’l-kiber gibi
Çağatayca metinlerde yer alan südre- ‘çekmek, sürmek, uzatmak’ eylemine dayandığı
açıktır.

tapın- ‘tapınmak, kulluk etmek’ (< tap- ‘kulluk etmek, tapmak’ -ın-) eylemi tap-
‘kulluk etmek, tapmak’ eylemine -ın- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde tapın- ‘tapınmak, kulluk
etmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 151r7; LÇ: 98a; DTO: 194).

466
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada tapın-
‘tapınmak, kulluk etmek’ (U II: 40; TT IV: 10); DLT’de tapın- ‘tapınmak, kulluk
etmek’ (DLT II: 140; DanKelly, 1985, 177); KB’de tapın- ‘tapınmak, kulluk etmek’
(KB: 97, 528, 595, 597, 615); Harezm Türkçesinde tapun- ‘tapınmak, kulluk etmek’
(KutbHŞ: 168; Nehc. 403/11); Eski Kıpçakçada tapun-, tabun- ‘tapınmak, kulluk
etmek, saygı göstermek’ (KTS: 263) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda tap- ‘kulluk etmek, tapmak’ eylemine


dayandırılmış ve ‘tapınmak, kulluk etmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 534;
EDPT: 441b; DanKelly, 1985, 177, Ercilasun, 1984, 24; Erdal, 1991, 616).

alarnıŋ açıg yüzidin alarga kim men bar égeç nege alarnı tapıngaylar .. pas
soruŋızlar sizler

(ÇKT: 26a8)

tartın- ‘çekinmek, esirgenmek’ (< tart- ‘çekmek, esirgemek’ -ın-) eylemi tart-
‘çekmek, esirgemek’ eylemine -ın- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada tartın-
‘bağlanmak’ (TT VII: 37); DLT’de tartın- ‘özlemek; acınmak; götürür görünmek’
(DLT II: 240; DanKelly, 1985, 180); Osmanlıcada dartın- ‘çekinmek, esirgemek’
(TTS I: 680; TTS II: 383; TTS III: 672; TTS IV: 743) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda tart- ‘çekmek, esirgemek’ eylemine


dayandırılmış ve ‘çekinmek, esirgenmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 539;
EDPT: 536b; DanKelly, 1985, 180, Erdal, 1991, 616).

ayagıŋ tozı bolgay sürme közge

ulaşkay min yétip tartınmay özge

(DN: 476)

tépin- ‘şiddetle hareket etmek, saldırmak, tepinmek’ (< tép- ‘tepmek’ -in-) eylemi
tép- ‘tepmek’ eylemine -in- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde yalnızca Karahanlı Türkçesinde


rastladık. DLT’de tepin- ‘tepmek, bir şeyi ayakla kımıldatmak’ (DLT II: 140).
467
Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu anlamıyla yer almamaktadır ancak
eylemin tép- ‘tepmek’ eylemine dayandığı açıktır. tép- kökü Eski Uygurcadan
itibaren Tarihi Türk Dillerinde geçmektedir. Eski Uygurcada tep- ‘vurmak, tepmek’
(U IV: 38), DLT’de tep- ‘vurmak, tepmek, dövmek’ (DLT I: 27, DLT II: 3), KB’de
tep- ‘tepmek, vurmak, dövmek’ (KB: 974), Harezm Türkçesinde tép- ‘vurmak,
tepmek’ (KutbHŞ: 176), Eski Kıpçakçada dep-, teb-, tep-, tip- ‘ayakla vurmak, ayak
tepmek’ (KTS: 270),

tépinip nizesi bakmay kişige

yılan tég zehrelıg sançış işige

(DN: 64)

togran- ‘doğranmak’ (< togra- ‘doğramak’ -n-) eylemi togra- ‘doğramak’ eylemine -
n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de togran-


‘doğranmak’ (DLT II: 240; DanKelly, 1985, 193); Eski Kıpçakçada togran-
‘doğranmak’ (KTS: 278) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda togra- ‘doğramak’ eylemine dayandırılmış


ve ‘doğranmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 571; EDPT: 473a; DanKelly,
1985, 193).

bu ki pare paredür köygen bagır birle köñül

itleri allıda ol kafir hemana togranmış

(NN, 441: 2)

tolgan- ‘dolanmak, dolaşmak’ (< tolga- ‘dolamak, dolanmak; çevirmek’ -n-) eylemi
tolga- ‘dolamak, dolanmak; çevirmek’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta
tolgan- ‘dolanmak, dolaşmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 184r23).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada tolgan- ‘acı
çekmek’ (M III: 11; U II: 24); DLT’de tolgan- ‘dolanmak, kendine dolamak, içi

468
bulanıp kusma gelmek’ (DLT II: 241; DanKelly, 1985, 194); Eski Kıpçakçada
tolgan-, dolan-, tolan- ‘dolanmak’ (KTS: 280) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda tolga- ‘dolamak, dolanmak; çevirmek’


eylemine dayandırılmış ve ‘dolanmak, dolaşmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS:
573; EDPT: 497a; DanKelly, 1985, 194, Erdal, 1991, 620). tolga- eylemi de
Karahanlı Türkçesinden itibaren görülmektedir. DLT’de tolga- ‘takınmak, dolamak;
ağrı tutmak, iç bulanmak, burulmak’ (DLT II: 288; DLT III: 289), Eski Kıpçakçada
tola- ‘dolamak, sarmak’ (KTS: 279) biçimlerinde geçmektedir.

tün ahşam tolganu sünbül bigin zülfüŋdin ah urdum

havanı galiye tuttı, cihan müşk-i Hoten boldı

(SD: 620)

za‘flıg cismim kaçan nazük béliŋe çırmanur

zülfüŋ ékki tarı guya bir birige tolganur

(NN, 234: 1)

tuşlan- ‘rastlanmak, tesadüf etmek’ (< tuşla- ‘rastlamak’ -n-) eylemi tuşla-
‘rastlamak’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde tuşlan- ‘rastlanmak, tesadüf
etmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 177v14; LÇ: 120a; DTO: 234).

Eylem Çağatayca dışında DLT’de tuşlan- ‘yönelmek, karşılaşmak’ (DLT II: 243;
DanKelly, 1985, 201) biçiminde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda tuşla- ‘rastlamak’ eylemine dayandırılmış


ve ‘rastlanmak, tesadüf etmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 591; EDPT: 565a;
DanKelly, 1985, 201). tuş ‘denk, benzer; karşı, bir şeyin karşısı’ adına dayanan tuşla-
eylemi ise DLT’de ‘hizasında, karşısında durmak’ (DLT III: 294) anlamıyla yer
almaktadır.

rüsta-hizi tuşlangay ve kıyameti yüzlengey

(MKb: 57a5)

469
ulan- ‘eklenmek; yönelmek’ (< ula- ‘ulaştırmak, uzatmak’ -n-) eylemi ula-
‘ulaştırmak, uzatmak’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde ulan- ‘eklenmek;
yönelmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 81v9; LÇ: 38a; DTO: 74).

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de ulan-


‘eklenmek; yönelmek’ (DLT I: 204; DanKelly, 1985, 53); KB’de ulan- ‘eklenmek;
yönelmek’ (KB: 3696); Harezm Türkçesinde ulan- ‘eklenmek; yönelmek’ (Nehc.
6/16); Eski Kıpçakçada ulan- ‘köklenmek’ (KTS: 292) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda ula- ‘ulaştırmak, uzatmak’ eylemine


dayandırılmış ve ‘eklenmek; yönelmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (EDPT: 148b;
DTS: 608; DanKelly, 1985, 53, Erdal, 1991, 623).

ulandı kéçe tigrü il yıgını

çıkardı il çagırdın açıgını

(DN: 128)

ol yan aylanmak-dur ve halkdın ta‘alluk tarın üzüp aŋa ulanmak-dur

(MKb: 51b2)

urun- ‘vurunmak, giymek, örtünmek’ (< ur- ‘vurmak, giymek, örtmek’ -un-) eylemi
ur- ‘vurmak, giymek, örtmek’ eylemine -un- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde urun-
‘vurunmak, giymek, örtünmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 67v23; LÇ: 31a).

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de urun-


‘vurunmak, dövünmek, sarınmak; örtünmek’ (DLT I: 201; DanKelly, 1985, 55);
KB’de urun- ‘vurunmak, giymek, örtünmek’ (KB: 1600, 1926, 2184, 2399, 3751,
5893); Eski Kıpçakçada urun- ‘sarınmak, örtünmek’ (KTS: 294) biçimlerinde
geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda ur- ‘vurmak, giymek, örtmek’ eylemine


dayandırılmış ve ‘vurunmak, giymek, örtünmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS:
615; EDPT: 235a; Ercilasun, 1984, 24; DanKelly, 1985, 55, Erdal, 1991, 624). Talat
Tekin, DLT ur- ‘vurmak’, Yak. ur- ‘koymak, bırakmak’, İM vur- ‘vurmak’, Tü., Az.

470
vur- ‘vurmak’, Hlç. hur ‘vurmak’ biçimlerini aktarır (Tekin, 1995, 179). Buna göre
eylemin kökünü *ur- ya da *hur- biçiminde tasarlamak mümkündür.

gül urunur kulluguŋ tavkın hacalet bérme dép

boynıga futa salıp gark-ı ‘araktur berseri

(LD: 1856)

kaysı altunga urundı anda

urunup élge köründi anda

(ŞN2: 2013)

uzan- ‘uzanmak’ (< uza- ‘uzamak’ -n-) eylemi uza- ‘uzamak’ eylemine -n- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinden yalnızca Eski Kıpçakçada ve


Osmanlıcada rastladık. Eski Kıpçakçada uzan- ‘uzanmak’ (KTS: 296) ve
Osmanlıcada uzan- ‘uzanmak’ (TTS I: 737) biçiminde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda uza- ‘uzamak’ eylemine dayandırılmış ve


‘uzanmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (EDPT: 289a).

hodınıŋ suretidür gonce-misal

berg-i gül yaŋlıg uzaŋgusıdur al

(ŞN1: 279)

yaglan- ‘yağlanmak, yağ sürülmek’ (< yagla- ‘yağlamak’ -n-) eylemi yagla-
‘yağlamak’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eylem Çağatayca dışında Karahanlı Türkçe metinlerinden DLT’de yaglan-


‘yağlanmak’ (DLT III: 111; DanKelly, 1985, 209) biçiminde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda yer almamaktadır ancak eylemin yag + la-
‘yağlamak’ eylemine dayandığı açıktır. Eylemin gelişimi yaglan- < yag+la-n-
biçimindedir.

471
yaglangandın soŋra kalın mumlamış bolgaylar

(TEH: M800a15)

yalaŋgaçlan- ‘soyunmak, sıyrılmak’ (< yalaŋgaçla- ‘soymak, çıplak etmek’ -n-)


eylemi yalaŋ+gaç+la- ‘soymak, çıplak etmek’ eylemine -n- eylemden eylem yapan
ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişli eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden
Dictionnaire turk-oriental’de yalaŋgaçlan- ‘soyunmak, sıyrılmak’ anlamında yer
almaktadır (DTO: 533).

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda yer almamaktadır ancak eylemin


yalaŋ+gaç+la- ‘soymak, çıplak etmek’ eylemine dayandığı açıktır. Eylemin gelişimi
yalaŋgaçla- < yalaŋ + gaç+la-n- biçimindedir. Bkz. yalaŋgaçla.

yapın- ‘örtünmek, kapanmak’ (< yap- ‘kapamak, örtmek’ -ın-) eylemi yap-
‘kapamak, örtmek’ eylemine -ın- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta yapın-
‘örtünmek, kapanmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 325r22).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada yapın-
‘örtünmek, kapanmak’ (U IV: 8; TT X: 440); DLT’de yapın- ‘örtünmek, kapanmak’
(DLT III: 82; DanKelly, 1985, 214); Eski Kıpçakçada yapın- ‘örtünmek’ (KTS: 310);
Osmanlıcada yapın- ‘örtünmek, kapanmak’ (TTS II: 996; TTS III: 766; TTS IV: 841)
biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda yap- ‘kapamak, örtmek’ eylemine


dayandırılmış ve ‘örtünmek, kapanmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 236;
EDPT: 878b; DanKelly, 1985, 214, Erdal, 1991, 626).

mecnun yapınıp térini muhkem

koylar ara kaddin éyleben ham

(LM: 2594)

472
şam-ı hicran éyle muhrikdür ki her sa‘at kurur

ol kılıp deryaga yapınsam bulut çader-şebin

(FK, 478: 2)

yapraklan- ‘yapraklanmak’ (< yaprakla- ‘yapraklamak’ -n-) eylemi yaprakla-


‘yapraklamak’ eylemine -n- eylemden eylem yapan ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde rastlamadığımız bu eylemi
Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde de tespit edemedik.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu anlamıyla yer almamaktadır ancak


eylemin yaprak+la- ‘yapraklamak’ eylemine dayandığı açıktır. Eylemin gelişimi
yaprakla- < yaprak+la-n- biçimindedir.

tüş körer kim köksindin üç dıraht kökerip bülend çıkdı takı butaklandı ve
yapraklandı

(ŞTe: 95b10)

yarun- ‘parlamak, aydınlanmak’ (< yaru- ‘parlamak’ -n-) eylemi yar- ‘yarmak, yarıp
açmak’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir
eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde rastlamadığımız bu eylemi Çağatayca
dışındaki Tarihi Türk dillerinde de tespit edemedik.

Etimolojik sözlük ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin


yaru- ‘parlamak, aydınlanmak’ eylemine dayandığı açıktır. Ancak eylem kökü olan
yaru- Eski Türkçeden itibaren Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski Uygurcada
yaru- ‘aydınlanmak, parlamak’ (M I: 6, TT III: 133), DLT’de yaru- ‘aydınlanmak,
parlamak’, Harezm Türkçesinde yaru- ‘parlamak’ (KutbHŞ: 72), Eski Kıpçakçada
yarı- ‘aydınlanmak, ışımak; parlamak’ (KTS: 312) biçimlerinde geçmektedir.

EDPT’de kök olan yaru- eyleminin *ya- biçiminde bir eylemden ya da *yar
biçiminde bir addan türemiş olabileceği belirtilmiştir (EDPT: 956b).

uş şeref burcında togdı bir hümayun ahteri

kim yarundı nurı birlen hali barça şeyh ü şab

(SD: 361)

473
yasan- ‘düzenlemek, hazırlanmak, gelişmek’ (< Moğ. casa- ‘düzmek; yapmak,
kurmak; hazırlamak, süslemek’ -n-) eylemi Moğ. casa- ‘düzmek; yapmak, kurmak;
hazırlamak, süslemek’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta yasan-
‘düzenlenmek; hazırlanmak; süslenmek’ biçiminde geçmektedir (Seng. 331r21).

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık, ancak eylemin


köküne rastlıyoruz.

Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık, ancak
eylemin Moğolca casa- ‘düzmek; yapmak, kurmak; hazırlamak, süslemek’ eylemine
dayandığı açıktır. Räsänen, Çağ. yasa- ‘yapmak, inşa etmek, düzenlemek’ şeklinde
anlamlandırdığı sözcüğün Moğ. yasa, casa ‘düzenlemek, iyileştirmek’ biçimlerinden
geldiğini belirtmiştir (VEWT: 191). Clauson sözcüğün kök biçimi olan yasa-
eyleminin 13. ya da 14. yüzyıla kadar Türkçede görülmediğini ifade etmiş,
Çağatayca sözlüklerden Senglah’tan yasa- biçiminde aktarmıştır (EDPT: 974b).
Diğer Çağatayca sözlüklerde bu kök yasa- ‘yapmak, abad etmek, inşa etmek, inşad
etmek’ şeklinde kaydedilmiştir (LÇ: 293a; DTO: 525).

hub müzehheb yasanıp ol laceverd

it bigin ilni tileydür börkü

(ŞHD: 141b13)

bu tayifedin eger karı dadek dür ki yasanurga ragıb-dur ve eger arpa yé almas işek-
dür

(MKb: 33b7)

yastan- ‘uzanmak, dayanmak’ (< *yasta- ‘uzatmak, dayanmak’ -n-) eylemi yasta-
‘uzatmak, dayanmak’ eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde yastan- ‘uzanmak,
dayanmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 331v9; LÇ: 294a; DTO: 184).

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. KB’de yastan-


‘uzanmak, dayanmak’ (KB: 622, 5974); Harezm Türkçesinde yastan- ‘uzanmak,
dayanmak’ (KutbHŞ: 73); Eski Kıpçakçada yastın- ‘dayanmak’ (KTS: 314);
Osmanlıcada yastan-/yasdan- ‘dayanmak, yaslanmak’ (TTS I: 792; TTS II: 1009;
TTS III: 778; TTS IV: 851) biçimlerinde geçmektedir.
474
Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda yasta- ‘uzatmak, dayanmak’ eylemine
dayandırılmış ve ‘uzanmak, dayanmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 245;
EDPT: 974b; Erdal, 1991, 628). KB’de yasta- ‘yastık dayamak’ biçiminde bir eylem
görülmektedir (KB: 647, 5953). Talat Tekin bu eylemi Tü. yas- ‘yatmak, eğilmek,
meyletmek’ biçimiyle karşılaştırmıştır (Tekin, 2003, 42). Buna göre yasta- eylemi
için *yas- biçiminde bir kök tasarlamak mümkün olabilir.

mey-hanelerni yastanıp büt-haneni menzil kılıp

‘akl u huşım ber-bad étip divane kıldı ‘ışk mini

(KUŞ, XXXII: 6)

éy ecel bu za‘fdın min hod tirilgüm yok turur

can bérürde koy ki anıŋ asitanın yastanay

(HBD, 172: 3)

yaşun- ‘saklanmak, gizlenmek, örtünmek’ (< yaş- ‘gizlemek, saklamak’ -un-) eylemi
yaş- ‘gizlemek, saklamak’ eylemine -un- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde yaşun- ‘saklanmak,
gizlenmek, örtünmek’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 294b; DTO: 528). Bu eyleme
yaşın- biçiminde de rastlanır.

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinden yalnızca Eski Kıpçakçada


rastladık. Eski Kıpçakçada yaşın-, yaşun- ‘gizlenmek, örtünmek’ (KTS: 314)
biçiminde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık, ancak


eylemin yaş- ‘gizlemek, saklamak’ eylemine dayandığı açıktır.

la‘l üze hatt içre haliŋ dur nihan ya hinduyi

sebzede yaşundı şekker kasdıga éylep kemin

(GS, 458: 4)

bahar nisanları saçgan kanı dane kanı yünçü

tebessüm kıl yaşunmasun sadef agzıŋ içindedür

(ŞHD: 47a6)

475
yumarlan- ‘dürülmek’ (< yumarla- ‘dürmek’ -n-) eylemi yumarla- ‘dürmek’
eylemine -n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde rastlamadığımız bu eylemi Çağatayca dışındaki
Tarihi Türk dillerinde de tespit edemedik.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık, ancak


eylemin yumarla- ‘dürmek’ eylemine dayandığı açıktır. yumarla- eylemi de yumar
‘yuvarlak bir şeyler, yumru, sarmal; hayvanların göden bağırsağı’ köküne
dayanmaktadır. EDPT’de yumar sözcüğü *yum- biçiminde bir köke bağlanmıştır.
Bu, yumgak, yumurtga, yumuş, yumuz gibi sözcüklerin de kökü olduğu düşünülen
eylemdir (EDPT: 937a-b).

… tumarnı yumarlangan dék … kitab üçün va hafs- cam‘ bile okur ya‘ni sicil türgen
dék

(ÇKT: 30b21)

yüzlen- ‘yönelmek, istikametini almak, yüz çevirmek, teveccüh etmek’ (< yüzle-
‘yönelmek, istikametini almak, yüz çevirmek, teveccüh etmek’ -n-) eylemi yüzle-
‘yönelmek, istikametini almak, yüz çevirmek, teveccüh etmek’ eylemine -n-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde yüzlen- ‘yönelmek, istikametini almak, yüz çevirmek,
teveccüh etmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 342v20; DTO: 546).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada yüzlen-
‘yönelmek’ (TT V: 8); DLT’de yüzlen- ‘yüzünü dönmek, saygı sahibi olmak, halktan
hizmet istemek’ (DLT III: 110; DanKelly, 1985, 237) biçiminde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda yüz+le- ‘yönelmek, istikametini almak, yüz


çevirmek, teveccüh etmek’ eylemine dayandırılmış ve ‘yönelmek, istikametini
almak, yüz çevirmek, teveccüh etmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 288;
EDPT: 987b; DanKelly, 1985, 237, Erdal, 1991, 574).

Nevayi’ya bu belalar saŋa ki yüzlendi

hayal-i ‘afiyet étseŋ özüŋge bar ötrüg

(GS, 338: 7)

476
egerçi ehl-i ‘alemga matem yüzlendi

(HM: 758b13)

Bu ek bazen Arapça, Farsça sözcüklere de gelerek yeni eylemler türetmektedir.

rastlan- ‘hazırlanmak’ (< Far. rast ‘doğru; sağ’ la-n-) eylemi Far. rast ‘doğru; sağ’
adına -la- ve –n- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir
eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

bu işdin kogunga haber yétip

rastlanıp çıktı macera iştip

(MMü: 95)

Bu ekle türemiş eylemler arasında şunları da sayabiliriz:

avlan- ‘avlanmak’ (< avla- ‘avlamak’ -n-) [GN]; başlan- ‘başlanmak, başlamak işine
konu olmak’ (< başla- ‘başlamak’ -n-) [TEH]; bayın- ‘zenginleşmek, değeri artmak’
(< bayı- ‘zenginleşmek, çoğalmak’ -n-) [SD]; bérkin- ‘sağlamlaşmak, iyice
yerleşmek’ (< bérki- ‘sağlam olmak’ -n-) [ŞHD, ŞTe]; bilin- ‘bilinmek’ (< bil-
‘bilmek’ -in-) [FK] [BabD] [ŞHD] [SS] [FŞ] [GS]; bizen- ‘süslenmek’ (< bize-
‘süslemek’ -n-) [MKb] [ML] [TEH]; boguzlan- ‘kesilmek, boğazlanmak’ (< boguzla-
‘boğazlamak’ -n-) [ÇKT]; bolun- ‘olunmak’ (< bol- ‘olmak’ -un-) [SS]; boyan-
‘boyanmak’ (< boya- ‘boyamak’ -n-) [ŞHD] [GS] ; bölün- ‘bölünmek’ (< böl-
‘bölmek’ -ün-) [GN, FŞ]; bulın- ‘bulunmak’ (< bul- ‘bulmak’ -un-) [HLN]; çalın-
‘çalınmak’ (< çal- ‘çalmak’ -ın-) [GN] [SS]; ıslan- ‘ıslanmak’ (< ısla- ‘ıslamak’ -n-)
[BV] [NN]; kılın- ‘kılınmak, yapılmak’ (< kıl ‘kılmak, yapmak’ -ın-) [HM] [GS]
[MMü]; kirin- ‘gerinmek’ (< kir- ‘germek’ -in-) [KN]; kiyin- (< kiy- ‘giymek’ -in-)
[NM] [ŞN]; kizlen- ‘gizlenmek’ (< kizle- ‘gizlemek’ -n-) [ŞHD] [KN]; körün-
‘görünmek’ (< kör- ‘görmek’ -ün-) [MKb] [LT] [BV] [LD] [FK] [LM] [BabD] [HM]
[GD] [ŞHD] [GN] [KUŞ] [KMD] [HBD] [SS] [AD] [ÇKT] [HPR] [NN] [TN];
saklan- ‘korunmak, gizlenmek’ (< sakla- ‘saklamak’ -n-) [AD] [ÇKT]; salın-
‘salınmak’ (< sal- ‘salmak’ -ın-) [LD] [FŞ]; sevin- ‘sevinmek’ (< sev- ‘sevmek’ -in-)
[GN] [ÇKT] [TN] [ÇİK] [ŞN]; sıgın- ‘sığınmak’ (< sıg- ‘sığmak’ -ın-) [SD] [LD]
[KUŞ] [ML] [ŞTe] [NN] [TEH] [Sİ] [ŞN]; taşın- ‘taşınmak’ (< taşı- ‘sağlam olmak’
-n-) [BV]; tayan- ‘dayanmak, güvenmek, tahammül etmek’ (< taya- ‘dayamak’ -n-)

477
[LD] [GD] [ŞHD] [ÇKT] [NN] [TN]; tilen- ‘dilenmek’ (< tile- ‘dilemek’ -n-) [MKb]
[LD]; tokun- ‘dokutmak’ (< toku- ‘dokumak’ -n-) [KMD]; töşen- ‘döşenmek’ (<
töşe- ‘döşemek’ -n-) [FK]; tüken- ‘tükenmek’ (< tüke- ‘tüketmek’ -n-) [MKb] [LT]
[BV] [LD] [FK] [LM] [BabD] [HM] [ŞHD] [HE] [GN] [KUŞ] [HBD] [SS] [ÇKT]
[NN] [TN] [GS] [ÇİK] [NŞ] [FŞ] [TEH] [KN] [DN] [Sİ] [NM] [BHD] [MEM] [ŞN];
yıgın- ‘toplanmak, bir araya gelmek’ (< yıg- ‘sağlam olmak’ -ın-) [MKb]; yüklen-
‘yüklenmek’ (< yükle- ‘yüklemek’ -n-) [MKb] [LD] [LM] [HE] [SS] [GS] vb.

5.2.2. -(X)k-

Eylemlere gelerek onlara kuvvetlendirme anlamı katan ve de çok fazla bir işlekliğe
sahip olmayan eklerden biridir. Çoğunlukla geçişsiz eylemler türetir. Erdal bu ekle
türetilen eylemlerin ne edilgenlik ne de dönüşlülük (-(X)l-, -(X)n-) eklerini
almadığını ifade etmektedir. Erdal bu ekle yapılan eylemlerin ettirgen çatısının da
-(A)r- eki ile yapıldığını da belirtmektedir (Erdal, 1991, 650).

Bu ek için Eski Türkçeden şu örnekleri verebiliriz: al-k- ‘bitirmek’, ö-k- ‘düşünmek’,


kön-ük- ‘tamamıyla yanmak’, vb. (Gabain, 1941 (20003), 59).

Karahanlı Türkçesinde de bu ekle biçimlenmiş örnekler bulabiliriz: öç-ük- ‘sesi


kısılmak, nefesi kesilmek’ (DLT I: 192; DanKelly, 1985, 45; KB: 3951), al-k-
‘bitirmek’ (KB: 1209), vb.

Bu ekle türemiş biçimleri Harezm Türkçesi ve Eski Kıpçakçada bulamayız.

Çağataycada çok sık kullanılan eylemden eylem yapan eklerden biri değildir. Bu ekle
biçimlenmiş eylemlere nadiren rastlarız. Çağatayda da Eski Türkçede olduğu gibi
eylemlere gelerek kuvvetlendirme anlamı katar. Bu ekle türemiş biçimler şöyledir:

ayık- ‘aklını başına toplamak, ayılmak; farkına varmak; hatırlamak’ (< *ad-
‘ayılmak’ -ık-) eylemi *ad- ‘ayılmak’ eylemine -ık- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde
rastlamadığımız bu eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde de tespit
edemedik.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak VEWT ve
EDPT gibi bazı etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda aynı kökten türediğini
düşündüğümüz adın- ‘ayılmak, aklı başına gelmek’ eylemi *ad- ‘ayılmak’ köküne
478
dayandırılmıştır (VEWT: 4; EDPT: 61b). ayık- eylemininin de bu köke dayandığını
düşünüyoruz.

Yuşa‘dın cu‘ def‘iga neme tiledi érse Yus‘ ‘aleyhi’s-selam ayıktı zadnı fülan taş
üstide unutup men ikev yandılar

(TEH: T706b6)

bolsa érdi şemme-i persayi neng ü namdın

atlanıp bed-mestlıg birle ayıkmak ni édi

(FK, 657: 3)

azık- ‘yolunuk kaybederek dolaşmak, azmak’ (< az- ‘azmak, yolunu şaşırmak’ -ık-)
eylemi az- ‘azmak, yolunu şaşırmak’ eylemine -ık- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde azık-
‘yolunu kaybederek dolaşmak, azmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 12a; DTO:
18).

Bu eylem Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde yer almamaktadır.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin az-
‘azmak, yolunu şaşırmak’ köküne dayandığı açıktır.

tilep maksad harimi tavfını yil dék hiramımdın

azıkkan hem-rehim tapmas eser kum üzre gamımdın

(FK, 484: 1)

zülfide ser-geşte sabrım haylı sarı açtı yüz

berk urup akşam azıkkan karvanım örtedi

(HBD, 177: 6)

érik- ‘usanmak, bıkmak; canı sıkılmak’ (< ér- ‘bıkmak, usanmak, kendini yalnız
hissetmek’ -ik-) eylemi ér- ‘bıkmak, usanmak, kendini yalnız hissetmek’ eylemine -
ik- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde érik- ‘usanmak, bıkmak; canı sıkılmak; nefret etmek’
anlamında yer almaktadır (Seng. 98v28; LÇ: 50b; DTO: 108).

479
Bu eylem Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinden Karahanlı Türkçesinde irik-
‘yalnız kalmak, sıkılmak’ (KB: 765, 1172, 5674), Harezm Türkçesinde érik-
‘sıkılmak, usanmak’ (KutbHŞ: 51, 60), Eski Kıpçakçada irik- ‘bıkmak, usanmak,
nefret etmek’ anlamlarıyla yer almamaktadır (KTS: 113).

Eylem EDPT’de ir- ‘sıkılmak, bıkmak’ köküne bağlanmıştır. Eylemin ilk ünlüsü /i/
değil, kapalı /é/ olmalıdır. Bu anlamdaki ér- eylemi Eski Uygurcadan itibaren Tarihi
Türk Dillerinde görülür. Eski Uygurcada ir- ‘sıkılmak, bunalmak’ (Suv. 235/10-12),
DLT’de ir- ‘sıkılmak, bunalmak, irkilmek, yalnızlık duymak’ (DLT I: 172), KB’de
ir- ‘irkilmek, yalnızlık duymak; ayrılmak, usanmak, bıkmak’ (KB: 592, 714, 1127),
Harezm Türkçesinde ir- ‘sıkılmak’ (KutbHŞ: 60), Eski Kıpçakçada ir- ‘sıkılmak’
(KTS: 113) biçimlerinde geçmektedir.

kim seniŋ hecriŋga tüşse na-geh ay can mu’nisi

öz canındın érikip tapmas ölümni arzulap

(LD: 249)

bir kün érikip meh-i mü’ebbed

tüşti başıga hava-yı mekteb

(LM: 770)

kaçık- ‘kaçıp kurtulmak’ (< kaç- ‘kaçmak’ -ık-) eylemi kaç- ‘kaçmak’ eylemine -ık-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde kaçık- ‘kaçıp kurtulmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ:
214b; DTO: 395).

Bu eylem Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde yer almamaktadır. Bu eyleme


taradığımız metinlerde rastlamadık. Ancak Eckmann bu eylemi Seb’a-yi Seyyare’den
aktarmıştır (Eckmann, 1966, 73).

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
kaç- ‘kaçmak’ köküne dayandığı açıktır.

kızık- ‘kızıl olmak, kırmızı olmak’ (< *kız- ‘kızarmak, kızıl olmak, kızıllaşmak’ -ık-)
eylemi *kız- ‘kızarmak’ eylemine -k- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle

480
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde kızık- ‘kızıl olmak,
kırmızı olmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 246b; DTO: 448).

Bu eylem Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde yer almamaktadır. Bu eyleme


taradığımız metinlerde rastlamadık. Ancak Eckmann bu eylemi Seb’a-yi Seyyare’den
aktarmıştır (Eckmann, 1966, 73).

Eylem Räsänen tarafından kız- ‘kızarmak’ eylemine dayandırılmıştır (VEWT: 269).


Eckmann ise eylemin kökünü kızı- ‘kızarmak, kızıl olmak, kızıllaşmak’ biçiminde
vermiştir (Eckmann, 1966, 73).

kork- ‘korkmak’ (< *korı- ‘korumak’ -k-) eylemi *korı- ‘korumak’ eylemine -k-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde kork- ‘korkmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 285r6; LÇ:
234a; DTO: 427).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada kork-
‘korkmak’ (TT II: 6; M I: 6; U III: 75); DLT’de kork- ‘korkmak’ (DLT III: 421;
DanKelly, 1985, 143); KB’de kork- ‘korkmak’ (KB: 773, 656, 983, 2288, 2299);
Harezm Türkçesinde kork- ‘korkmak’ (KutbHŞ: 141; Nehc. 19/5); Eski Kıpçakçada
korh-, kork-, korku-, koruk- ‘korkmak’ (KTS: 154); Osmanlıcada kork- ‘korkmak’
(TTS I: 485; TTS II: 651) biçimlerinde geçmektedir.

Räsänen maddebaşı olarak verdiği bu eylem için herhangi bir kök belirtmemiştir
(VEWT: 282). Eylem Talat Tekin ve Marcel Erdal tarafından *korı- ‘korumak’
biçiminde bir eyleme dayandırılmıştır (Erdal, 1991, 646; Tekin, 2000, 95). Talat
Tekin, ayrıca bu eylemi Tkm. gora- ‘korumak’ eylemi ile karşılaştırmıştır (Tekin,
1995, 128).

zamani harf ‘ilmine isindi

içi köydi veli korkup kısındı

(DN: 617)

481
korkaram kim bolmagay azürde nazük kametiŋ

igniŋe koş koş ki salmış ca‘dı ‘anber-bar bar

(BV, 158: 4)

köprik- ‘çoğalmak, bir araya gelmek’ (< köpür- ‘köpürmek, çoğalmak’ -ik-) eylemi
köpür- ‘köpürmek, çoğalmak’ eylemine -ik- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde
rastlamadığımız bu eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde de tespit
edemedik.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
köpür- ‘köpürmek, çoğalmak’ köküne dayandığı açıktır. Clauson köpür- eylemini de
köp- ‘kabarmak, köpürmek’ eylemine dayandırmıştır (EDPT: 691a), yani eylemin
gelişimini köprik- < köp-ür-ik- biçiminde açıklayabiliriz. köpür- eylemi Tarihi Türk
Dillerinden Karahanlı Türkçesinde ve Eski Kıpçakçada ‘köpürmek’ (DLT II: 72; İH:
78) anlamıyla yer almaktadır.

siz ikev köprikip bal kuyrukını koymaŋız

yaglagan tive bigin yüsrün yazıda yalaŋaç

(ŞHD: 188b6)

tapuk- ‘buluşmak, bir araya gelmek’ (< tap- ‘bulmak’ -uk-) eylemi tap- ‘bulmak’
eylemine -uk- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde rastlamadığımız bu eylemi Çağatayca dışındaki
Tarihi Türk Dillerinde de tespit edemedik.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
tap- ‘bulmak’ köküne dayandığı açıktır.

tapukup hasmga bir iş kılalı

nusret ü feth tarikın bileli

(ŞN2: 2726)

482
5.3. Edilgen Eylem Türeten Ekler

5.3.1. –(X)l-

Dönüşlülük ya da edilgenlik ve meçhullük bildirir. Bu ek hem ünlü hem de ünsüzle


biten eylemlerden sonra kullanılabilmektedir. Gabain, bu ekin dönüşlülük ya da
edilgenlik ve meçhullük bildirdiğini aktarmıştır (Gabain, 1941 (20003), 59). Gürer
Gülsevin asıl edilgenlik ekinin bu ek olduğunu belirtmekte hem de U hem de I
ünlüleri ile kullanılabileceğini ifade etmektedir (Gülsevin, 1997, 140). Erdal ise bu
ekin -(X)t- ekiyle birleşerek –tXl- biçiminde bir yapı oluşturduğunu ve -(X)t- ekinin,
-lXş- ve –lXn- biçimlerinin ilk ögesi olduğunu vurgulamaktadır (Erdal, 1991, 690).

Bu ek için Eski Türkçeden şu örnekleri verebiliriz: kat-ıl- ‘katılmak’, ört-ül-


‘örtülmek, örtünmek’, saç-al- ‘saçılmak’, tir-il- ‘dirilmek’, vb. (Gabain, 1941
(20003), 59).

Karahanlı Türkçesinde de bu ekle biçimlenmiş örnekler bulabiliriz: bas-ıl-


‘basılmak’ (KB: 217), kişe-l- ‘kösteklenmek, bağlanmak’ (KB: 6614), tara-l-
‘taranmak’ (DLT II: 126; DanKelly, 1985, 179), tar-ıl- ‘dağılmak, yayılmak,
ayrılmak’ (DLT II: 126; DanKelly, 1985, 179), tarma-l- ‘kaşınmak, tırmalanmak’
(DLT II: 230; DanKelly, 1985, 179), kopza-l- ‘çalınmak (müzik aleti)’ (DLT II: 235;
DanKelly, 1985, 143), vb.

Bu ekle türemiş biçimleri Harezm Türkçesi ve Eski Kıpçakçada da bulabiliriz: saç-ıl-


‘saçılmak’ (KutbHŞ: 151), bil-il- ‘bilinmek’ (KTS: 31), égil- ‘eğilmek’ (KutbHŞ: 19;
KTS: 70), vb.

Çağataycada çok sık kullanılan eylemden eylem yapan eklerden biridir. Çağatayda
da Eski Türkçede olduğu gibi dönüşlülük ya da edilgenlik bildiren eylemler türetir.
Bu ekle türemiş biçimler şöyledir:

arıtıl- ‘temizlenmek’ (< arıt- ‘temizlemek’ -ıl-) eylemi arıt- ‘temizlemek’ eylemine
-ıl- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
arı-t- ‘temizlemek’ köküne dayandığı açıktır. arıt- eylemi arı- ‘temizlemek, arıtmak,

483
arındırmak’ eylemine dayanmaktadır. arıt- eylemi Eski Uygurcada ‘temizlemek,
arıtmak’ (TT VIII: E 48, U III: 38, Suv. 139/11-12), DLT’de ‘temizlemek; taşağı
çıkarmak, iğdiş etmek; çocuğu sünnet etmek’ (DLT I: 19, DLT I: 208), KB’de
‘temizlemek, temizletmek’ (KB: 3524, 6563), Harezm Türkçesinde ‘temzilemek,
arındırmak’ (KutbHŞ: 12), Eski Kıpçakçada ‘temizlemek, ayıklamak, kabuğunu
soymak’ (KTS: 11), Osmanlıcada ‘temizlemek’ (TTS I: 39, TTS II: 53, TTS III: 36,
TTS IV: 38) anlamlarında geçmektedir.

asral- ‘beslemek, saklanmak, korunmak’ (< Moğ. asıra- ‘saklamak, korumak’ -l-)
eylemi Moğ. asıra- ‘saklamak, korumak’ eylemine -l- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Lugat-ı
Çağatay’da ise asral- ‘saklanmak, korunmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 12b).

Eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde tespit edemedik.

Eylem Moğ. asara- ‘beslemek, saklamak, korumak’ köküne dayanmaktadır


(Schönig, 2000, 65). Róna-Tas ve Clark gibi bilim adamları Tü. aşa- ve Moğ. asara-
arasında ilişki kurmuşlardır (Róna-Tas, 1975, 202). Róna-Tas, Çuv. usra- GT asra-,
asıra- ve Moğ. asara-: OM as(a)ra- ‘beslemek, himaye etmek’ → *asra- > Çuv.
usra- ← Moğ. asa + ra- → Mançu; Tü. aş ‘aş, yemek’, aşa- ‘beslemek’ biçimlerini
karşılaştırmıştır (Róna-Tas, 1975, 202). UW’de Moğolcadan bir ödünçleme olan
sözcüğün ‘beslemek’ anlamının yanında ‘idare etmek’ ve ‘korumak, himaye etmek’
anlamlarına da sahip olduğu belirtilmiştir (UW: 233a). EDAL’da Róna-Tas’ın bu
görüşüne karşı çıkılmış ve Ana Altayca’da ēs[i] gibi bir biçim oluşturulup Moğ.
*asara, Tü. *es denkliklerinde bahsedilmiştir (EDAL: 521-522). Mehmet Ölmez,
EDAL’da bu görüşe karşı çıkarak Tarihi Türk dillerinde es biçiminin görülmediğini,
bu biçimin yalnızca günümüz Türk dillerinde görüldüğünü, ayrıca Tü. e ve Moğ. a
denkliğiyle ilgili bir örneğinin bulunmadığını belirtip bu görüşe karşı çıkmıştır
(Ölmez, 2007, 237-247). Ölmez, görüşlerini şöyle sıralar: 1. Moğ. asara- Türkçe aş
biçimine giden *asa biçimiyle asla ilişkili değildir; bunun için de Moğolcanın
Türkçeden bir ödünç sözcük alırken sonuna bir ünlü eklenmesi kanıtını öne sürer; 2.
asara-’daki ek OT’deki bazı örnekler gibi eylemden eylem türeten ya da taklit
yoluyla eylem türeten bir ek değildir, aksine addan eylem türeten bir ektir: -asa + ra-
vb. Ölmez, Moğ. asara- eyleminin 13. yüzyıldan sonra Türkçeye geri alıntılandığını
belirtmiştir (Ölmez, M., 2007, 237-247). Günümüz Türk dillerindeki biçimler için

484
bkz. ESTYa I: 173. Türk dillerindeki biçimler asara- değil daha çok a > ı
değişimiyle asıra- biçimindedir.

ya‘ni neçük asralar ‘ıyalıŋ

mahfuz neçük ki tursa malıŋ

(LM: 3512)

atlanıl- ‘atlanılmak, atla yola çıkılmak; düşman üzerine asker sevk edilmek’ (<
atlan- ‘atlanmak, atla yola çıkmak’ -ıl-) eylemi atlan- ‘atlanmak, atla yola çıkmak’
eylemine -ıl- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişsiz eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık. Çağatayca metinlerde ise
yalnızca Babürnamede rastladık.

Eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde tespit edemedik.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
at+la-n- ‘atlanmak, atla yola çıkmak’ köküne dayandığı açıktır. Bkz. atlan-.

Kabuldın Hındustan ‘azīmatı bile atlanıldı

(BN: H145a10-11)

tün kutardın ol yüzdegi béglerge mölcer bile farmanlar bitip yeberil, kim çerik
atlanıladur

(BN: H145a10-11)

aytturul- ‘söylettirilmek’ (< ayttur- ‘söyletmek’ -ul-) eylemi ayttur- ‘söyletmek’


eylemine -ul- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık. Çağatayca metinlerde ise
yalnızca Babürnamede rastladık.

Eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde tespit edemedik.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin ay-
t-tur- ‘söyletmek’ köküne dayandığı açıktır. Bu gövdenin kökü de ay-t- ‘söylemek,
demek’ eylemidir. Bkz. ayttur-.

du-şanba güni, Bengala elçisi mulazamatka kélip édi, ruhsatını aŋa aytturuldı

(BN: H369a1-2)

485
basal- ‘tepilmek, (kar için) basılmak’ (< bas- ‘basmak, tepmek’ -al-) eylemi bas-
‘basmak, tepmek’ eylemine -al- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
Çağatayca metinlerde ise yalnızca Babürnamede rastladık.

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
bas- ‘basmak, tepmek’ köküne dayandığı açıktır.

özge tamam abdan abdan yigitler ve beg atanganlar atlarıdın hem hem tüşmey,
tayyar tepilgen ve basalgan yolga kirip başların koyı salıp kélürler édi

(BN: H194a3)

basıl- ‘yenilmek, mağlup olmak’ (< bas- ‘bir şeyin üzerinde kalıp, mühür gibi bir
araçla iz yapmak; baskın yapmak, hücum etmek, yenmek’ -ıl-) eylemi bas- bir şeyin
üzerinde kalıp, mühür gibi bir araçla iz yapmak; baskın yapmak, hücum etmek,
yenmek’ eylemine -ıl- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş bir
geçişsiz eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde tespit edemedik.

Eylem OTWF’de bas- ‘basmak; baskın yapmak, hücum etmek’ eylemine


dayandırılmış ve ‘yenilmek, mağlup olmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Erdal,
1991, 655).

ve Erdevan éşitip özi anıŋ def‘in kılmakdın özge çare tapmadı sipah tartıp kilip
Erdeşir bil uruşup basıldı

(TEH: A725a13)

basılıp hakan hıdmetiga barda anda zehr bérip Behramnı ahir kıldılar

(TEH: A731a5)

bitil- ‘yazılmak’ (< biti- ‘yazmak’ -l) sözcüğü biti- ‘yazmak’ eylemine eylemden
eylem yapan -l- ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçimdir. Çağatayca sözlüklerden
Senglah’ta bitil- ‘yazılmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 143v18).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada bitil-
‘yazılmak’ (M I: 25; USp. 118/2 [EDPT: 305a]); DLT’de bitil- ‘yazılmak’ (DLT I:
486
521; DanKelly, 1985, 74); Harezm Türkçesinde bitil- ‘yazılmak’ (KutbHŞ: 34)
biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda biti- ‘yazmak’ eylemine dayandırılmış ve


‘yazılmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Eckmann, 1966, 72; DTS: 104; EDPT:
305a; DanKelly, 1985, 74, Erdal, 1991, 656). Ancak bize göre sözcük Çin. pi < *piet
‘fırça’ sözcüğünden türemiş bir biçimdir.

Kayahan Erimer, bitig sözcüğünden bahsederken sözcüğün biti- eyleminden


türediğini ifade eder. Erimer, Orhon yazıtlarında kullanılan ve pek çok araştırmacı
tarafından Çince piet ‘fırça’ sözünden türediğinin düşünüldüğünü bildirir. Erimer,
fırça ile yazı yazmadığımız, taş üzerine yazdığımız dönemde fırça sözünden türeyen
bir türevin kullanılmasının anlaşılmasının güç olduğundan söz eder. Ona göre
Çincede o dönemde yazı için kullanılan shiye sözü dururken Çincede bile olmayan
biti- sözünün yaratılması gariptir. Araştırmacı, yazısının devamında, batı dillerinde
günümüzde yazmak eylemi için kullanılan sözlerin eski dönemlerde, kazımak,
hakketmek, kesmek, oymak anlamlarını karşıladığı üzerine durarak biti- eyleminin
Türkçede bıçak için kullanılan bı sözcüğünden türemiş olabileceğini belirtir (Erimer,
1989, 23). Bkz. bitig.

ve anıŋ zikri ékinçi kısm-da tafsil ü tertib bile rakam-ga kildi ve mesruh bitildi

(MKb: 96b12)

‘ışkım zuhurı Vamık u Mecnunga urdı hat

ger ‘ışk defteride burunrak bitildiler

(BV, 155: 2)

büzül- ‘büzülmek’ (< büz- ‘büzmek’ -ül-) eylemi büz- ‘büzmek’ eylemine -ül-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
büz- ‘büzmek’ köküne dayandığı açıktır.

487
zal çarhı kibi teni büzülüp

rişte-i canı tari dék üzülüp

(SS: 1297)

çapturul- ‘atlı koşuşturulmak’ (< çaptur- ‘koşturmak, akın yaptırmak’ -ul-) eylemi
çap-tur- ‘koşturmak, akın yaptırmak’ eylemine -ul- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde yer
alamayan bu sözcüğü Çağatayca metinlerden yalnızca Babürnamede tespit ettik.

Eylem Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde de bulunmaz.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
çap-tur- ‘koşturmak, akın yaptırmak’ köküne dayandığı açıktır. Eylemin gelişimi
çapturul- < çap-tur-ul- biçimindedir.

çap- eyleminin ettirgen biçimi olan çaptur- eylemi DLT’de ‘suda yüzdürmek;
çamurla sıvatmak; boyun vurdurmak’ (DLT II: 180), Çağataycada ‘koşturmak, akın
yaptırmak’ (Seng. 240r18), Osmanlıcada çaptır- ‘koşturmak, akın yaptırmak’ (TTS I:
147, TTS II: 211, TTS III: 140, TTS IV: 157) anlamlarıyla yer almaktadır.

Muhammed Huseyn Korçını Kabulga çapturuldı

(BN: H244b8)

çaykal- ‘çalkanmak, sallanmak, harekete geçmek; arınmak’ (< çayka- ‘çalkamak,


sallamak; arınmak, yıkamak, temizlemek’ -l-) eylemi çayka- ‘çalkamak, sallamak;
arınmak, yıkamak, temizlemek’ eylemine -l- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eylem
çaykal- ‘çalkanmak, sallanmak, harekete geçmek’ biçiminde yer almaktadır (Abuş.
232; Seng. 210v22; LÇ: 148a; DTO: 282).

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinden yalnızca Eski Kıpçakçada


rastladık. Eski Kıpçakçada çayhal- ‘kımıldanmak, oynatılmak’ (KTS: 47) biçiminde
geçmektedir.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
Fevayidü’l-kiber, Gül ü Nevruz gibi Çağatayca metinlerde çayka- ‘yıkamak,
temizlemek’ biçiminde geçen eylem köküne dayandığı açıktır. Bu eylemle aynı

488
kökten türemiş çaykan- ‘çalkanmak, sallanmak, harekete geçmek; yıkanmak,
arınmak’ ve çaykat- ‘çalkatmak; sallatmak; yıkatmak’ eylemleri de Çağatayca
metinlerde yer almaktadır. çayka- kökünden türemiş değişik biçimler günümüzde
pek çok Türk dili ve lehçesinde de yaşamaktadır: Kırg. çaykal- 1. ‘çalkanmak,
sallanmak’; 2. karar vermeden her şeyi merak etmek’ (KazTS: 304), Özb. çaykal- ‘1.
Çayqamaq, 2. U yan bu yan tebränmaq, läpänglämaq’ (UTİL II: 349), Tkm. çaykal-
‘arassalık üçin içine suv guylup yuvulmak, çaykap arassa edilmek’ (TkmDS: 733).

kaşı hecride yaŋı an zevrakının havfı bar

sarsar-ı ahım bile çun bahr-ı ekşim çaykalur

(FK, 153: 3)

tur üzre tecelli éylegeç faş

çaykaldı su yaŋlıg ol katıg taş

(LM: 3416)

çırmal- ‘sarılmak’ (< çırma- ‘sarmak, bürünmek; dolamak’ -l-) eylemi çırma-
‘sarmak, bürünmek; dolamak’ eylemine -l- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta
çırmal- ‘sarılmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 217r27). Ayrıca Senglah’ta
sözcüğe çermel- biçiminde de rastlarız (Seng. 217r27).

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinden yalnızca Karahanlı Türkçesinde


rastladık. DLT’de çermel- ‘bir şeyin ucu kıvrılmak, bükülmek’ (DLT II: 231;
DanKelly, 1985, 90) biçiminde geçmektedir.

Eylem, EDPT’de çermel- maddesi altında aktarılmış ve eylemin kökü çerme-


biçiminde vermiştir (EDPT: 430b). çerme- biçimi de Tarihi Türk Dillerinden
Osmanlıcada çerme- ‘sarmak, dürmek’ şeklinde yer almaktadır, ayrıca göçüşmeli
biçimi olan çemre-’ye de rastlarız (TTS II: 217).

Aynı kökten türemiş çırman- ve çırmaş- biçimlerini de Çağataycada bulabiliz.

çün iş gayb perdesiga çırmaldı

(TEH: T798a11)

489
évrül- ‘dönmek, çevrilmek’ (< évir- ‘dönmek, çevirmek’ -ül-) eylemi évir- ‘dönmek,
çevirmek’ eylemine -l- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde évrül- ‘dönmek, çevrilmek’ anlamında
yer almaktadır (Seng. 118r29; LÇ: 65a; DTO: 143).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada évril-
‘dönmek, çevrilmek, davranmak’ (U III: 4; U II: 40; Suv. 562/12); DLT’de évrül-
‘dönmek, çevrilmek’ (DLT I: 248; DanKelly, 1985, 30); KB’de évrül- ‘dönmek,
çevrilmek’ (KB: 119, 126, 744); Harezm Türkçesinde évrül- ‘dönmek, çevrilmek’
(KutbHŞ: 23; Nehc. 179/6) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda évir- ‘dönmek, çevirmek, sarmak’ eylemine


dayandırılmıştır (Brockelmann, 1954, 202; Eckmann, 1966, 72; DTS: 191; EDPT:
15a; Ercilasun, 1984, 28; DanKelly, 1985, 30; Erdal, 1991, 659).

devr éyle burun yügür kırakdın

évrül başıga veli yırakdın

(LM: 2947)

ta köŋül haliŋ hayalidin başıŋga évrülür

yok saŋa hacet yaman köz def‘iga ot u sipend

(NN, 209: 5)

ézil- ‘ezilmek’ (< éz- ‘ezmek’ -il-) eylemi éz- ‘ezmek’ eylemine -il- eylemden eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerden Senglah’ta ézil- ‘ezilmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 100v19).
Eyleme Kelürnamede de rastlıyoruz (KN: 10b3).

Eylemi Karahanlı Türkçesinden itibaren görüyoruz. DLT’de ézil- ‘ezil (DLT I: 196;
DanKelly, 1985, 31); Harezm Türkçesinde ézil- ‘ezil (KutbHŞ: 23; Nehc. 79/10)
biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda éz- ‘ezmek’ eylemine dayandırılmış ve


‘ezilmek’ karşılığı verilmiştir (DTS: 192; EDPT: 287a; DanKelly, 1985, 31).

éksil- ‘eksilmek’ (< égsü- ‘eksilmek’ -l-) eylemi égsü- ‘eksilmek’ eylemine -l-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.

490
Çağatayca sözlüklerde bu biçimiyle rastlamadık, ancak bu eylem öksül- biçiminde
Çağatayca metinlerde ve Senglah’ta yer almaktadır (Seng. 79r7).

Eylemi Karahanlı Türkçesinden itibaren bulabiliyoruz. DLT’de éysil- ‘eksilmek’


(DLT I: 270; DanKelly, 1985, 31); Harezm Türkçesinde éksil- ‘eksilmek’ (KutbHŞ:
20); Eski Kıpçakçada éksil-, iksil-, iksül- ‘eksilmek’ (KTS: 71) biçimlerinde
geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda égsü- ‘eksilmek’ eylemine dayandırılmış ve


‘eksilmek’ karşılığı verilmiştir (EDPT: 117b; DanKelly, 1985, 31).

édi ‘inayeti öksülmesün bu sultandın

kim ol ‘inayet érür bahr-ı bi-had ü kamil

(LD: 29)

hümayun sayeŋiz öksülmesin afak başıdın

barınça kök leken üzre küyeşniŋ şem‘i nuranı

(LD: 135)

kakşal- ‘kurumak’ (< kakşa- ‘kurumak’ -l-) eylemi kakşa- ‘kurumak’ eylemine -l-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde tespit edemedik.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
kak+şa- ‘kurumak’ köküne dayandığı açıktır. kakşa- eylemi Eckmann tarafından kak
‘kuru nesne’ köküne dayandırılmış ve ‘kurumak’ şeklinde anlamlandırılmıştır
(Eckmann, 1966, 70). kak sözcüğü Karahanlı Türkçesinden itibaren Tarihi Türk
Dillerinde görülmektedir (EDPT 608b).

to‘maŋ it dék deşt ara kalgan süŋek

turferak bu iş ki kakşalgan süŋek

(LT: 909)

491
cism ara bir perleri kalmay bütün

pare pare çün ki kakşalgan otun

(LT: 3087)

kalıl- ‘geri durulmak, bir işi yerine getirmekte geri durmak’ (< kal- ‘kalmak,
sürdürmek; durmak, olmak, herhangi bir durumda bulunmak’ -ıl-) eylemi kal-
‘kalmak, sürdürmek; durmak, olmak, herhangi bir durumda bulunmak’ eylemine -ıl-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde de bulamadık.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
kal- ‘kalmak, sürdürmek; durmak, olmak, herhangi bir durumda bulunmak’ köküne
dayandığı açıktır. Eckmann, kalıl- gibi türeyen biçimler arasında bilil- ‘bilinmek’,
salıl- ‘salınmak’ biçimlerini de saymıştır (Eckmann, 1966, 72).

hükm kildi gayib bolmasun kim söz bar, bu cihetdin mahrum kalıldı

(TEH: M789b14)

kapal- ‘kuşatmak, çevrelemek (< kapa- ‘kapamak, önünü kesmek; kuşatmak’ -l-)
eylemi kapa- ‘kapamak, önünü kesmek; kuşatmak’ eylemine -l- eylemden eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerden Dictionnaire turk-oriental’de kapal- ‘kuşatmak, çevrelemek’ anlamında
yer almaktadır (DTO: 390).

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
kapa- ‘kapamak, önünü kesmek; kuşatmak’ köküne dayandığı açıktır.

köz salmaydur ve köŋülleri gonceside hıkd u hased kapalmaydur

(MKb: 71b3)

kayrıl- ‘çevresinde dönmek, döndürmek’ (< kadır- ‘dönmek’ -ıl-) eylemi kayır-
‘dönmek’ eylemine -ıl- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz

492
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde kayrıl- ‘çevresinde dönmek’ anlamında
yer almaktadır (LÇ: 226a; DTO: 414).

Eylemi Karahanlı Türkçesinden itibaren görüyoruz. DLT’de kadrıl- ‘bükülmek’


(DLT II: 235; DanKelly, 1985, 123); Eski Kıpçakçada kayrıl- ‘eğrilmek’ (KTS: 134)
biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda kadır- ‘dönmek’ eylemine dayandırılmış ve


‘döndürmek, döndürülmek’ (DTS: 405; EDPT: 604b; DanKelly, 1985, 123, Erdal,
1991, 661). kadır- eylemi ise EDPT’de *kad- ‘geri çevirmek, bükmek’ biçimine
dayandırılmıştır (EDPT: 604b). kadır-, DLT’de kadır- ‘döndürmek, reddetmek’
(DLT II: 76), KB’de kadır- ‘döndürmek, karşı koymak’ (KB: 6244) biçimlerinde
geçmektedir. Ayrıca Harezm Türkçesinde kayra ‘tekrar, geri, yeniden’ (Rabg. 31r11,
61v12), Eski Kıpçakçada ise kayra, kayra, kayrı, kayırı ‘geri, tekrar’ (KTS: 134)
biçimlerinde bu eylem yaşamaktadır.

ah tartarda meger can piç urar

ok atarda her kaçan kim kayrılur

(GS, 196: 5)

can bérür men kayrulur çagda körüp bilide piç

ölse taŋ yok ol ki canı riştesiga tüşse tab

(GS, 47: 6)

kaytarıl- ‘döndürülmek, çevirilmek’ (< kaytar- ‘geriye döndürmek, çevirmek’ -ıl-)


eylemi kayt-ar- ‘geriye döndürmek, çevirmek’ eylemine -ıl- eylemden eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu
eyleme rastlamadık.

Eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde tespit edemedik.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda kayt-ar- ‘geriye döndürmek, çevirmek’


eylemine dayandırılmış ve ‘döndürülmek, çevrilmek’ anlamıyla kaydedilmiştir
(DTS: 408; EDPT: 676a). kayt-ar- eylemi ise etimolojik sözlük ve kaynaklarda kayt-
(ET kadı-t-) ‘dönmek, geri çevirmek’ eylemine dayandırılmış ve ‘döndürmek, geri

493
çevirmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Eckmann, 1966, 70; DTS: 408; EDPT: 675a;
DanKelly, 1985, 135). Clauson eylemin kökünün muhtemelen *kad- biçiminde bir
kökten geldiğini ifade etmiştir (EDPT: 604b). DanKelly’de de eylem bu köke
bağlanmıştır (DanKelly, 1985, 123). Erdal kadır- maddesini açıklarken eylemin kökü
olan kadı-t- biçiminin *kad- ya da kadı- şeklinde bir köke sahip olması gerektiğini
belirtmiştir (Erdal, 1991, 537).

… kaytarılguŋız-durlar va ‘amallarga köre caza tapkuŋız-durlar kéltürüptürler kim


bir küni hazrat-ı paygambar salla’llahu ‘alayhi va salam

(ÇKT: 23b27)

… va ba‘zı bolgay kim kaytarılgay … tiriklik aşakragıga kim hurafat yaşıdur

(ÇKT: 32a10)

kıynal- ‘zahmet çekmek, eziyet görmek, sıkılmak’ (< kın(kıñ)a- ‘eziyet çekmek’ -l-)
eylemi kın(kıñ)a- (kıyna-) ‘eziyet çekmek’ eylemine -l- eylemden eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu
eyleme rastlamadık.

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin kın
(kıñ)+a- (kıyna-) ‘eziyet çekmek’ köküne dayandığı açıktır. kın (kıñ)+a- (kıyna-)
eylemi EDPT’de kına- ‘eziyet etmek, cezalandırmak’ biçiminde aktarılmış ve kın
(kıñ) ‘ceza, işkence’ köküne dayandırılmıştır (EDPT: 634a). kına- eylemi Eski
Uygurcada kına- ‘eziyet etmek, cezalandırmak’ (TT VIII: 8), DLT’de kına- ‘işkence
etmek, eziyet etmek, cezalandırmak’ (DLT III: 273), KB’de kına- ‘işkence etmek,
eziyet etmek, cezalandırmak’ (KB: 642), Harezm Türkçesinde kına- (ya da kıyna-)
‘işkence etmek, eziyet etmek’ (KutbHŞ: 147), Eski Kıpçakçakda kına- ‘eziyet etmek,
cezalandırmak’ (KTS: 144), Osmanlıcada kına- ‘cezalandırmak; kınamak,
ayıplamak’ (TTS I: 458, TTS II: 629, TTS III: 445, TTS IV: 510) biçimlerinde
geçmektedir.

494
kaddi şevkıdın heva kılmak tiler ruhum kuşı

neçe ten zindanıda mahbus kalgay kıynalıp

(NN, 94: 8)

kiydürül- ‘giydirilmek’ (< kiydür- ‘giydirmek’ -ül-) eylemi kiydür- ‘giydirmek’


eylemine -ül- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde tespit edemedik.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
kiydür- ‘giydirmek’ köküne dayandığı açıktır. Eylemin gelişimi kiydürül- < kiy-dür-
ül- biçimindedir.

sa‘adet-mend ignige nübüvvet hil‘ati kiydürüldi

(TEH: M704a14)

koşul- ‘takılmak, iliştirilmek’ (< *koşuş-ul-) eylemi koşuş- eylemine -ul- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerden Senglah’ta koşul- ‘takılmak, iliştirilmek’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 287v28).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada koşol-
‘eklenmek, birleştirilmek’ (TT VIII A 33); DLT’de koşul- ‘birleşmek, katılmak,
tertip edilmek’ (DLT II: 135; DanKelly, 1985, 144); Eski Kıpçakçada koşıl-, koşul-
‘koşulmak, birleşmek, eklenmek’ (KTS: 155) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynakların çoğunda koş- ‘koşmak; katmak birleştirmek’


eylemine dayandırılmış ve ‘takılmak, iliştirilmek’ anlamıyla kaydedilmiştir
(Eckmann, 1966, 72; DTS: 461; EDPT: 673a; DanKelly, 1985, 144). Erdal, koş-
eylemin muhtemelen *koş-uş- biçiminden geliştiğini belirtir. Ona göre kon-’dan
gelemez, çünkü kon- converb’e sahip değildir ve de geniş zaman ünlüsü –(X)n-’lı
eylemler için uygun değildir. kod- eyleminden de gelemez, çünkü anlamsal olarak
ilişki yoktur. koş- eyleminden de gelemez, çünkü koş- nesnelerin çoğulluğuna
sahiptir, öznelerin değil. kop- eylemiyle de anlamsal yakınlık yoktur (Erdal, 1991,
665).

495
alar bu halni ma‘lum kılıp ittifak bile şehrleridin kaçıp il yolukur vehmidin yolsız
beyabanga tüşüp bir koyçıga uçrap koyçı dagı alarga koşulup koyçınıŋ iti hem
koşulup Rakim atlıg garga kirmişler

(TEH: T715b4-6)

yıglagay siz koşulup gar ursa babam başını

küydürüp yaktı firakım anı iç taşını

(ÇİK: 79v5)

koyul- ‘konulmak, verilmek’ (< koy- ‘koymak, bırakmak, terketmek, vazgeçmek’


-ul-) eylemi koy- ‘koymak, bırakmak, terketmek, vazgeçmek’ eylemine -ul-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta koyul- ‘konulmak, verilmek’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 292r21).

Eylemi Karahanlı Türkçeden itibaren görüyoruz. DLT’de koyul- ‘konulmak’ (DLT


III: 190; DanKelly, 1985, 145); Eski Kıpçakçada koyul- ‘konulmak, bırakılmak;
koyulmak’ (KTS: 155); Osmanlıcada koyul- ‘konulmak, koyulmak’ (TTS I: 489;
TTS III: 481; TTS IV: 545) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda koy- ‘koymak’ eylemine dayandırılmış ve


‘konulmak, verilmek’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 453; EDPT: 677a; DanKelly,
1985, 145).

devlet-mend başıga risalet tacı koyuldı

(TEH: T704a14)

mahbublugı ma‘lum boldı, aŋa Mahbubü’l-kulub at koyuldı

(MKb: 5b6)

kozgal- ‘harekete gelmek, kımıldamak; heyecanlanmak; yerinden kalkmak,


ayaklanmak; karışmak, coşmak’ (< kozga- ‘meydana çıkarmak, harekete getirmek’
-l-) eylemi kozga- ‘meydana çıkarmak, harekete getirmek’ eylemine -l- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca

496
sözlüklerde kozgal- ‘harekete gelmek, karışmak, coşmak’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 287r12; LÇ: 236a; DTO: 430).

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık. Eylem kökü olan
kozga- biçimi ise ‘meydana çıkarmak, harekete getirmek‘ anlamında Mahbubu’l-
kulub, Fevayidü’l-kiber, Leyla vü Mecnun, Hüseyin Baykara Divanı, Seb’a-yı
Seyyare, Nevedirü’n-nihaye, Garaibü’s-sıgar gibi Çağatayca metinlerde yer
almaktadır.

Doerfer eylemi kozga- eylemine dayandırmış ve ‘meydana çıkarmak, harekete


getirmek’ biçiminde açıklamıştır (TMEN III: 1560). Bu kökle ilgili olarak Poppe,
Kas. kuzgal- ‘heyecanlanmak’, Çağ. kuzgun ‘hiddetli, sinirli’, biçimleri ile Moğ.
kuriça- ‘arzulamak, şehvetli olmak’ biçimini karşılaştırmış ve bu eylemi Ana
Türkçe *kŏř- biçiminde bir köke bağlamıştır (Poppe, 1927, 111 [TMEN III: 1560].
Räsänen ise eylemin kökünü kozga- ‘meydana çıkarmak, harekete getirmek’
biçiminde vermiştir (VEWT: 285).

oynamak birle salur devranga rahşı kozgalan

her kaçan kim bezmdin ol şuh ser-hoş atlanur

(NN, 234: 5)

savrulga-siz éy revende eflak

kozgal-ga siz éy nücum-ı bi-bak

(LM: 3136)

kömül- ‘gömülmek’ (< köm- ‘gömmek’ -ül-) eylemi köm- ‘gömmek’ eylemine -ül-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eylemi Karahanlı Türkçeden itibaren görüyoruz. KB’de kömül- ‘gömülmek’ (KB:


5710); Eski Kıpçakçada kömil-, kömül- ‘gömülmek’ (KTS: 157) biçimlerinde
görülmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda köm- ‘gömmek’ eylemine dayandırılmıştır


(DTS: 314; EDPT: 722b; Erdal, 1991, 665).

497
ölüp her ademi yer astige kömülmeyip kalmas

körer köz hanesige hak yara tolmayın kalmas

(ÇİK: 77r8)

çerh taş yagduruban yirge kömülmiş cismim

yasagan aŋlama kabrimde ükülgen hare

(FK, 588: 4)

körsetil- ‘gösterilmek’ (< körset- ‘göstermek’ -il-) eylemi körset- ‘göstermek’


eylemine -il- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
kör-se-t- ‘göstermek’ köküne dayandığı açıktır. körse-t- eylemi de etimolojik
sözlüklerde kör- ‘görmek’ eylemine dayandırılmıştır (Eckmann, 1966, 73; VEWT:
292; DTS: 318; EDPT: 740a, 746b). Clauson da eylem kökünü kör- olarak vermesine
rağmen eylemin körügse- biçimiyle karşılaştırılması gerektiğini belirtmiştir (EDPT:
746b).DanKelly’de ise körse- < körügse- biçiminde açıklanmıştır (DanKelly, 1985,
110).

yana ol kim meclis kurup çagır içerge köp hırs körsetilmese

(TEH: 794a1)

érleridür kim ipek alarga haram-dur … va yol körsetilip-dürler mü’minler … pakiza-


i kavldın

(ÇKT: 34a9)

körgüzül- ‘görülmek, belirmek, bakılmak’ (< körgüz- ‘göstermek’ -ül-) eylemi


körgüz- ‘göstermek’ eylemine -ül- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde tespit edemedik.

Eylem için etimolojik sözlüklerde de herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
kör-güz- ‘göstermek’ köküne dayandığı açıktır. Tarihi Türk Dillerinde rastladığımız

498
körgüz- biçimi de etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda kör- ‘görmek’ köküne
dayandırılmış ve ‘göstermek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Eckmann, 1966, 7;
VEWT: 292; EDPT: 740a;). Bkz. körgüz-.

ol hilafet bustanıŋ serv-i nev-hizi çemen ‘alemide körgüzülsün

(TEH: T787b11)

köteril- ‘götürülmek, kaldırılmak, yükseltilmek’ (< köter- ‘kaldırmak, yükseltmek,


taşımak’ -il-) eylemi köter- ‘kaldırmak, yükseltmek, taşımak’ eylemine il- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eylem Eski Kıpçakçada köteril-, köterül-, kötrül-, kötürül- ‘kaldırılmak,


yükseltilmek, taşınmak’ (KTS: 160) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
köter- ‘kaldırmak, yükseltmek, taşımak’ köküne dayandığı açıktır. köter- ‘kaldırmak,
yükseltmek, taşımak’ eylemi Tarihi Türk Dillerinde kötür- ve köter- biçimlerinde
görülmektedir (EDPT: 706a-b).

köterildi aradın tün gubarı

hevanı kıldı taŋ narenci narı

(DN: 680)

çün boldı tarab işige encam

bir dem köterildi bezmdin cam

(LM: 2671)

okul- ‘okunmak’ (< oku- ‘okumak’ -l-) eylemi oku- ‘okumak’ eylemine -l- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerden Senglah’ta okul- ‘okunmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 77v5).

Eylemi Karahanlı Türkçesinden itibaren görüyoruz. DLT’de okıl- ‘okunmak’ (DLT


I: 197; DanKelly, 1985, 42) biçiminde geçmektedir.

499
Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda oku- ‘okumak’ eylemine dayandırılmış ve
‘okunmak’ anlamıyla kaydedilmiştir (Eckmann, 1966, 72; DTS: 369; EDPT: 85a;
DanKelly, 1985, 42).

şek yok ki kaçan ki bu okulgay

kim okusa hatırı bozulgay

(LM: 3610)

… magar ol kim okulup-dur … sizlerge anıŋ haram bolmagı kim murdar-dur ve


toŋuz eti va andın özge

(ÇKT: 35a21)

oyul- ‘oyulmak’ (< oy- ‘oymak’ -ul-) eylemi oy- ‘oymak’ eylemine -ul- eylemden
eylem yapan ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişli eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerden Senglah’ta oyul- ‘oyulmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 89v22).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada oyul-
‘oyulmak’ (U III: 37); DLT’de oyul- ‘oyulmak, çukurlaşmak, sıkıştırılmak’ (DLT I:
268; DanKelly, 1985, 44); Eski Kıpçakçada oyul- ‘oyulmak, yarılmak; batmak’
(KTS: 207) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda oy- ‘oymak’ eylemine dayandırılmış ve


‘oyulmak’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 365; EDPT: 273a; DanKelly, 1985, 44).

kim köz ki oyulgay érdi éy kaş

ne köz ki kesilgey érdi bu baş

(LM: 2313)

ta oyuldı hancer-i hicran bile giryan közüm

ol tenür oldı ki zahir éyledi tufan közüm

(FK, 455: 1)

ozal- ‘öne geçmek, ilerlemek’ (< oz- ‘geçmek, aşmak, kurtulmak; baş kaldırmak’ -al-
) eylemi oz- ‘geçmek, aşmak, kurtulmak; baş kaldırmak’ eylemine -al- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişsiz eylem biçimidir. Çağatayca

500
sözlüklerden Dictionnaire turk-oriental’de ozal- ‘öne geçmek, ilerlemek’ anlamında
yer almaktadır (DTO: 61).

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
Şibân Han Divanı ve Şibânname gibi metinlerde geçen oz- ‘geçmek, aşmak, kurtul-
mak; baş kaldırmak’ köküne dayandığı açıktır. oz- kökü Eski Türkçeden itibaren
Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Yazıtlarda oz- ‘öne geçmek, ileri gitmek;
kaçmak, kurtulmak’ (KT D: 31), Eski Uygurcada oz- ‘kaçmak, kurtulmak’ (TT III:
63, TT IV: 12), DLT’de oz- ‘başkasından ileri geçmek’ (DLT I: 173), KB’de oz-
‘geçmek, ileri geçmek, ilerlemek’ (KB: 248, 2344), Harezm Türkçesinde oz- ‘aşmak,
geçmek’ (Nehc. 95/5), Eski Kıpçakçada oz- ‘ileri geçmek, yetişmek’ (KTS: 207)
biçimlerinde yer almaktadır.

bolgaç üçev ékkisi ozalıp

kum üzre anıŋ nişanı kalıp

(LM: 1169)

ötkeril- ‘geçirilmek’ (< ötker- ‘geçirmek; gözden geçirmek’ -il-) eylemi öt-ker-
‘geçirmek; gözden geçirmek’ eylemine -il- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme
rastlamadık.

Eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde tespit edemedik.

Eylem için etimolojik sözlüklerde de herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
öt-ker- ‘geçirmek; gözden geçirmek’ köküne dayandığı açıktır. ötker- eylemi ise
etimolojik sözlük ve kaynaklarda öt- ‘geçmek; gitmek; vuku bulmak; ortaya çıkmak;
anlatılmak; uygulamak; ileri geçmek’ eylemine dayandırılmış ve ‘geçirmek,
vazgeçirmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 892; EDPT: 52b; DanKelly, 1985,
49, Erdal, 1991, 751). ötker- Eski Türkçeden itibaren görülür. Eski Uygurcada ötgür-
‘geçirmek’ (TT VI: 162); DLT’de ötgür- ‘sürdürmek; göndermek; bir şeyi bir şeyin
içinden öteye geçirtmek’ (DLT I: 226; DanKelly, 1985, 49); Eski Kıpçakçada ötger-
‘geçirmek, göndermek, nüfuz ettirmek’ (KTS: 212) biçimlerinde geçmektedir.

501
bu nev‘ni hem na-fercamlıg ve na-kamlıg bile tahammül kılılgay ve her neçük bolsa
ötkerilgey

(MKb: 32b6)

hem öz kaşlarıda ötkerilür érdi

(HM: T766b25)

öyrül- ‘dönmek, çevrilmek’ (< öyür- ‘çevirmek’ -ül-) eylemi öyür- ‘çevirmek’
eylemine -ül- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık. Çağatayca dışındaki


Tarihi Türk Dillerinde bu eylem genelde evril- ya da evrül- biçiminde görülmektedir.

Eylem için etimolojik sözlüklerde de herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
Atâyî Divanında geçen öyür- ‘çevirmek’ köküne dayandığı açıktır. Bu biçim évrül-
biçiminin bir başka versiyonudur.

başıŋa öyrülse can-ı natüvanım ni ‘aceb

çün tileydür sadka bolmak natüvan canım saŋa

(BHD, VII: 2)

dédiŋ öyrülme başımga kim revan katlıŋ

sen revan bol men bolay serv-i revanıŋ sadkası

(BHD, XXXVIII: 3)

saklal- ‘korunmak, saklanmak’ (< sakla- ‘saklamak; beklemek, kollamak, dikkat


etmek’ -l-) eylemi sakla- ‘saklamak; beklemek, kollamak, dikkat etmek’ eylemine -l-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
sakla- ‘saklamak; beklemek, kollamak, dikkat etmek’ köküne dayandığı açıktır.
sakla- eylemi de EDPT’de sak ‘uyanık, tetik’ köküne dayandırılmıştır (EDPT: 810a).

502
sakla- Karahanlı Türkçesinden itibaren Tarihi Türk Dillerinde ‘gözlemek, kollamak,
korumak’ anlamlarında geçmektedir (KB: 2220, Rif. 121, KutbHŞ: 153, Nehc.
237/12, KTS: 224, TTS II: 782, TTS III: 590, TTS IV: 654).

saklalguçı ve zinhar bérgüçi bolgaylar … bal-kim biz barhurdarlıg bérdük … avval


Makki guruhlarıga ‘ayş kéŋliki

(ÇKT: 24b11)

salıl- ‘salınmak’ (< sal- ‘salmak, bırakmak’ -ıl-) eylemi sal- ‘salmak, bırakmak’
eylemine -ıl- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta salıl- ‘salınmak’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 233v5).

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık. Ancak bu eylemin


yerine salın- eylemi diğer Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
sal- ‘salmak, bırakmak’ köküne dayandığı açıktır. Eckmann, salıl- ‘salınmak’ gibi
türeyen biçimler arasında bilil- ‘bilinmek’, kalıl- ‘yapılmak’ biçimlerini de saymış ve
salıl- eylemini sal- ‘salmak’ köküne dayandırmıştır (Eckmann, 1966, 72).

yana éki hışt tiler anı salmak lazım-dur bu kıyas bile miŋ ya éki miŋ hışt ferş salılsa
bu nev‘ fırçalar be-gayet köp hasıl bolur

(MKb: 106a2)

eger ol ferc zahir bolgan tekmili üçün yana hışt salılsa arzu’llahi vası‘a yüzin belki
küre-i arz devresin temam hışt salmak lazım kélür

(MKb: 106a6)

sançıl- ‘saplanmak, sokulmak’ (< sanç- ‘saplamak, sokmak’ -ıl-) eylemi sanç-
‘saplamak, sokmak’ eylemine -ıl- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta sançıl-
‘saplanmak, sokulmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 235r28).

Eylemi Karahanlı Türkçesinden itibaren görüyoruz. DLT’de sançıl- ‘saplanmak,


sokulmak’ (DLT II: 231; DanKelly, 1985, 153); Eski Kıpçakçada sançıl- ‘dürtülmek,

503
vurulmak’ (KTS: 226); Osmanlıcada sançıl- ‘saplanmak, sokulmak, dürtülmek’
(TTS I: 598; TTS II: 790; TTS IV: 661) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda sanç- ‘saplamak, sokmak’ eylemine


dayandırılmış ve ‘saplanmak, sokulmak’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 484;
EDPT: 836a; DanKelly, 1985, 153; Erdal, 1991, 669). Räsänen sözcüğü kökü olan
sanç- eylemini Uyg.’da say- ‘delmek, delerek geçmek’ şeklinde görülen sań-
biçiminde bir eyleme dayandırmıştır (VEWT: 400).

sanç- eylemi Tarihi Türk Dillerinde Eski Uygurcadan itibaren görülmektedir. Eski
Uygurcada ‘dövüşmek, kavga etmek; sevk etmek’ (U II: 78, TT VIII: I 4), DLT’de
sanç- ‘sançmak, dürtmek, sokmak; yenmek’ (DLT III: 420), Harezm Türkçesinde
sanç- ‘delmek’ (KutbHŞ: 152), Eski Kıpçakçada sanç-, sanş- ‘delip geçmek, delmek,
saplamak’ (KTS: 226), Osmanlıcada sanç- ‘delmek, (arı gibi) batırmak’ (TTS I: 598,
TTS II: 791, TTS III: 596, TTS IV: 661) biçimlerinde geçmektedir.

ten öyide köŋlüm andak kim buzukta har-puşt

bes ki etrafıda peykanıŋ turuptur sançılıp

(NN, 95: 3)

biliŋni sançılap tapmadı közler

ki tar agzıŋ bigin bar anda sözler

(DN: 191)

savrul- ‘savrulmak, yayılmak’ (< savur- ‘savurmak’ -ul-) eylemi savur- ‘savurmak’
eylemine -ul- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta savrul- ‘savrulmak, yayılmak’
anlamında yer almaktadır (Seng. 236v7).

Eylemi Karahanlı Türkçesinden itibaren görüyoruz. DLT’de savrul- ‘savrulmak,


saçılmak’ (DLT II: 232; DanKelly, 1985, 157) biçiminde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda sav-ur- ‘savurmak’ eylemine dayandırılmış


ve anlamıyla kaydedilmiştir (VEWT: 391; DTS: 492; EDPT: 792a; DanKelly, 1985,
157; Erdal, 1991, 671).

savur- eylemi ise sav- ‘savmak’ köküne dayanmaktadır. Eylemin gelişimi savrul- <
sav-ur-ul- biçiminde olmuştur. EDPT’de sav- kökünün en erken 13. yüzyılda
504
görüldüğü ifade edilmektedir. Tefsir’de sav- ‘püskürtmek’ (Tef. 264 [EDPT: 789a]),
Eski Kıpçakçada sav- ‘yerini değiştirmek’ (KTS: 229) ve Osmanlıcada sav- ‘savmak,
defetmek; sakınmak, kaçmak; sana erdirmek; kaçıp gitmek, gevşemek’ (TTS I: 605,
TTS II: 800, TTS III: 605) biçimlerinde geçmektedir. Ayrıca DLT’de savıl-
savulmak; (güneş) inmek’ (DLT I: 106, DLT III: 297), Eski Kıpçakçada savul-
‘ayrılmak, uzaklaşmak’ (KTS: 229), Osm. savul- ‘sakınılmak, uzaklaşmak; (yazın)
geçmesi, akıp gitmek, zaman geçmek’ (TTS I: 606, TTS II: 801, TTS III: 606, TTS
IV: 668) biçiminde geçen eylemlerde de bu kökü bulabiliriz.

tedbir has u haşaki takdir tünd-badıdın savrulmadı

(TEH: T798a9)

savrulga-siz éy revende eflak

kozgal-ga siz éy nücum-ı bi-bak

(LM: 3136)

saygal- ‘harcanmak, sarf edilmek’ (< sayga- ‘saymak, hesap etmek’ -l-) eylemi
sayga- ‘saymak, hesap etmek’ eylemine -l- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden
Dictionnaire turk-oriental’de saygal- ‘harcanmak, sarf edilmek’ anlamında yer
almaktadır (DTO: 346).

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin sa-
y+ga- ‘saymak, hesap etmek’ köküne dayandığı açıktır. Bkz. sayga-.

bular kitürgen nebat gezek ü çün uşalıp vazife vechleri özge esbab üçün saygalıp

(MKb: 10b10)

‘akl u din nakdı fena deyri ara kirmes ikeç

mey bile mug-beçeler yolıda saygaldı yana

(GS, 559: 5)

505
sépil- ‘saçılmak, serpilmek’ (< sép- ‘saçmak, serpmek’ -il-) eylemi sép- ‘saçmak,
serpmek’ eylemine -il- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde tespit edemedik.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
Lutfi Divanı, Leyla vü Mecnun, Şibân Han Divanı, Nevadirü’n-nihale gibi metinlerde
geçen sép- ‘saçmak, serpmek’ köküne dayandığı açıktır.

sép- kökü Eski Uygurcadan itibaren Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski
Uygurcada sep- ‘ihtiyaçlarını sağlamak’ (PP 28/1-2 [EDPT: 784b]), Eski Kıpçakçada
sep- serpmek, saçmak’ (KTS: 232), Osmanlıcada sep- ‘serpmek, saçmak’ (TTS I:
614, TTS II: 810, TTS III: 613, TTS IV: 677) biçimlerinde geçmektedir.

ve abdar laleler saçılgandın numune ve rakamı ol gül ve lale arasıda müşg-nab


sépilgen ve sünbül-i sirab ékilgendin nişane körgüzür

(TEH: M797a18)

sınal- ‘denenmek, tecrübe edilmek’ (< sına- ‘sınamak, denemek’ -l-) eylemi sına-
‘sınamak, denemek’ eylemine -l- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta sınal-
‘denenmek, tecrübe edilmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 257r1).

Eylemi Karahanlı Türkçesinden itibaren görüyoruz. DLT’de sınal- ‘denenmek,


tecrübe edilmek’ (DLT II: 126; DanKelly, 1985, 162) biçiminde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda sına- ‘sınamak, denemek’ eylemine


dayandırılmış ve ‘denenmek, tecrübe edilmek’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 504;
EDPT: 839b; DanKelly, 1985, 162). EDPT’de sına- eylemi sın ‘vücut, boy pos, dış
görünüş’ köküne dayandırılmıştır (EDPT: 835a).

sına- Tarihi Türk Dillerinde ‘denemek, sınamak’ anlamıyla geçmektedir (DLT III:
273, DLT I: 242, KB: 245, 723, KutbHŞ: 164, Nehc. 212/13, KTS: 235, TTS I: 621,
TTS II: 817, TTS III: 620, TTS IV: 684).

kala ni sözüŋge ni ‘ahdiŋga ni kavlüŋga ni attıŋga i‘timad kalıpdur niyüçün ki her


kaysını barlar ma‘lum kılılıp ve sınaluptur

(TEH: M799a14)
506
sokul- ‘sokulmak’ (< sok- ‘sokmak’ -ul-) eylemi sok- ‘sokmak’ eylemine -ul-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta sokul- ‘sokulmak’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 245r12).

Eylemi Karahanlı Türkçesinden itibaren görüyoruz. DLT’de sokul- ‘sokulmak;


dövülerek inceltilmek’ (DLT II: 125; DanKelly, 1985, 165) biçiminde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda sok- ‘sokmak’ eylemine dayandırılmış ve


‘sokulmak’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 509; EDPT: 809b; DanKelly, 1985, 165;
Erdal, 1991, 673).

hutbe-i devlet okuldı zatıga

sikke-i rif‘at sokuldı atıga

(LT: 2413)

ol sade simlerga açkan kişver darb-haneside sikke adliŋga sokulsun

(TEH: M797b13)

suval- ‘sıvanmak’ (< suva- ‘sıvamak’ -l-) eylemi suva- ‘sıvamak’ eylemine -l-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eylemi Karahanlı Türkçesinden itibaren görüyoruz. DLT’de suval- ‘sıvanmak’ (DLT


II: 125; DanKelly, 1985, 170) biçiminde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerden DTS’de suva- köküne dayandırılmıştır (DTS: 515).


Bu kök Bedayiü’l-vasat, Fevayidü’l-kiber, Seb’a-yi Seyyare, Nevadirü’n-nihale,
Garaibü’s-sıgar gibi Çağatayca metinlerde de geçmektedir.

suva- kökü Tarihi Türk Dillerinde de görülmektedir. DLT’de suva- ‘sulamak’ (DLT
I: 498), Tefsi’de suva- ‘sıvamak’ (Tef. 276), Eski Kıpçakçada sıva-, suva- ‘sıvamak’
(KTS: 243) biçimlerinde yer almaktadır. Clauson suva- eylemini de suv ‘su’ köküne
bağlamıştır (EDPT: 785a).

507
humarım za‘fıga keh-gil isi ta yitti mest oldum

suvalmış tur meger mey layidin mey-hane divarı

(GS, 648: 2)

südrel- ‘sürülmek; sürüklenmek’ (< südre- ‘çekmek, sürmek, uzatmak’ -l-) eylemi
südre- ‘çekmek, sürmek, uzatmak’ eylemine l- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde
rastlamadığımız bu eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde de tespit
edemedik.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
Mahbubu’l-kulub, Lisanü’t-tayr, Lütfi Divanı, Bedayiü’l-vasat, Fevayidü’l-kiber,
Leyla vü Mecnun, Hüseyin Baykara Divanı, Garaibü’s-sıgar, Ferhad u Şirin gibi
metinlerde geçen südre- ‘çekmek, sürmek, uzatmak’ köküne dayandığı açıktır.
südre- ‘sürüklemek, zorla çekmek’ köküne ise Aysu Ata’nın yayımladığı Kur’an
Tercümesinde südre- ve südrü- biçimlerinde rastladık (Ata, 2004, 633).

zülfi éginge yéter ger saçı yerge südrelür

téŋ durur kaydım üçün ger bir karış ger yüz kulaç

(NN, 173: 3)

yirge saçıŋ südrelür külbemge kirseŋ ham bolup

mihr pest olgan zaman andak ki tapkay saye tul

(GS, 388: 6)

sürtül- ‘sürtülmek’ (< sürt- ‘sürtmek’ -ül-) eylemi sürt- ‘sürtmek’ eylemine -ül-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta sürtül- ‘sürtülmek’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 241v17).

Eylemi Karahanlı Türkçesinden itibaren görüyoruz. DLT’de sürtül- ‘sürtülmek,


dövülmek, sürülmek’ (DLT II: 231; DanKelly, 1985, 171) biçiminde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda sürt- ‘sürtmek’ eylemine dayandırılmış ve


‘sürtülmek’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 518; EDPT: 847a; DanKelly, 1985,
171).
508
başı bulutka sürtülür érdi

(TEH: T706a9)

sa‘adet hatları kılmış hüveyda

itiŋ cengige sürtülgen cebinim

(FK, 447: 2)

süzül- ‘süzülmek’ (< süz- ‘süzmek’ -ül-) eylemi süz- ‘süzmek’ eylemine -ül-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde Senglah’ta süzül- ‘süzülmek’ anlamında yer almaktadır (Seng.
242v14).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada süzül-
‘süzülmek’ (TT V 22; Suv. 63/9); DLT’de süzül- ‘süzülmek’ (DLT II: 124;
DanKelly, 1985, 172); KB’de süzül- ‘süzülmek’ (KB: 221, 3632, 3752, 4795, 5921);
Harezm Türkçesinde süzül- ‘süzülmek’ (KutbHŞ: 163); Eski Kıpçakçada süzül-
‘süzülmek’ (KTS: 247) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda süz- ‘süzmek’ eylemine dayandırılmış ve


‘süzülmek’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 519; EDPT: 863a; DanKelly, 1985, 172,
Erdal, 1991, 674).

tançkal- ‘et bozulup kokmak’ (< tançka- ‘et kokmak, bozulmak’ -l-) eylemi tançka-
‘et kokmak, bozulmak’ eylemine -l- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
Bu eyleme yalnızca Muhakemetü’l-Lugateyn’de rastladık.

Eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde tespit edemedik.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
tançka- ‘et kokmak, bozulmak’ köküne dayandığı açıktır. Özönder bu eyleme benzer
bir eylemle ilgili tek kaydın DLT’de geçtiğini belirtir. O, DLT’de bir dörtlükte geçen
tınçıdı ‘(et) bozuldu, koktu, çürüdü’ eylemi için Mahmud Kaşgari’nin düştüğü notta,
eylemin tançadı olarak okunacak biçimde harekelendirilip eylemin aslının tançga-
olduğunun belirtildiğini aktarmıştır (Özönder, 1996, 145). Yine DLT’de “tança-
eylemi için ‘isimlerin ve fiillerin ortasındaki g harfini atan’ Oğuz ve Kıpçaklara
hastır, bir ağız kelimesidir” ifadesine rastlarız. Ayrıca DLT’de tançı-, tınça-, tonçı-

509
gibi biçimlerde bulunmaktadır. DLT’de tançış- biçimi de geçmektedir. Bu da
eylemin ilk ünlüsünün /a/ olduğunu gösterir. Özönder’e göre, /ş/’nin önündeki geniş
ünlüleri daralttığı dikkate alındığında tançış’ın *tança-ş-‘tan geliştiği söylenebilir.
Özönder, bütün bu verilerin eylemin Orta Türkçedeki biçimini tançga- biçiminde
kurmaya yeteceğini ve ML’deki tançka- biçiminin DLT’deki tançga- biçimini
kuvvetlendireceğini ifade etmiştir (Özönder, 1996, 145).

mungaymak, tançkamak, tançkalmak, körüksemek, buşurganmak, bohsamak,


kirkinmek, sögedemek, busmak

(ML: 775b24)

tapşurul- ‘verilmek, sunulmak’ (< tapşur- ‘itimat etmek, vermek, teslim etmek’ -ul-)
eylemi tapş-ur- ‘itimat etmek, vermek, teslim etmek’ eylemine -ul- eylemden eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde tespit edemedik.

Eylem için etimolojik sözlüklerde de herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
tapş-ur- ‘itimat etmek, vermek, teslim etmek’ köküne dayandığı açıktır. Eylemin
gelişimi tapşurul- < tapş-ur-ul- biçimindedir.

tapşur- eylemi Eski Uygurcada itibaren Tarihi Türk Dillerinde yer almaktadır. Eski
Uygurcada tapşur- ‘teslim etmek, vermek’ (USp. 14/16 [EDPT: 447a]), DLT’de
tapçur-, tapşur- ‘ulaştırmak, teslim etmek’ (DLT II: 175), Harezm Türkçesinde
tapşur- ‘teslim etmek, vermek, ulaştırmak, emanet etmek’ (KutbHŞ: 167, Nehc.
4/16) biçimlerinde geçmektedir.

tapşurulsa ve her éki üç künde bir katla tilep mülahaza kılılsa dagı

(TEH: M794a22)

tarıl- ‘saçılmak’ (< tarı- ‘saçmak, ekmek’ -l-) eylemi tarı- ‘saçmak, ekmek’
eylemine -l- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta tarıl- ‘saçılmak’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 153r8).

510
Eylemi Karahanlı Türkçesinden itibaren görüyoruz. DLT’de tarıl- ‘dağılmak;
yayılmak; ayrılmak’ (DLT II: 126; DanKelly, 1985, 178); Harezm Türkçesinde tarıl-
‘saçılmak’ (KutbHŞ: 172) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda tarı- ‘saçmak, ekmek’ eylemine


dayandırılmış ve ‘saçılmak’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 537; EDPT: 547a;
DanKelly, 1985, 178).

tarı- eylemi ‘ekmek, saçmak’ anlamıyla Tarihi Türk Dillerinde geçmektedir (Usp.
2/2-3, DLT III: 262, KB: 1393, KutbHŞ: 172).

köz tutar min kim közümnüŋ suyıdın

köŋlide tuhm-ı muhabbet tarıla

(LD: 2484)

tarkal- ‘ayırmak; perişan etmek, perişan olmak’ (< Moğ. tarka- ‘dağılmak, ayrılmak’
-l-) eylemi Moğ. tarka- ‘dağılmak, ayrılmak’ eylemine l- eylemden eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde
tarkal- ‘ayırmak; perişan etmek, perişan olmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 99b;
DTO: 197).

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
tarka- ‘dağılmak, ayrılmak’ köküne dayandığı açıktır. Clauson Senglah’ta Moğolca
sözcükleri sayarken targa-, targaçı, targat-, targal-, targamışı ve targaş- biçimlerini
de saymıştır (Sengİnd V: 96). Doerfer targamışı maddesinde tarka- biçimini tar-
kökünün üzerine kuvvetlendirici bir -k almış biçim olarak açıklar (TMEN I: 125).
Clauson tar- eylemi ile Moğ. tarka- arasında anlamsal bir ilişkinin olmadığını ileri
sürmüştür (EDPT: 529a). Deniz Abik bu eylemi yivüt-ke- ‘çevirmek, döndürmek,
çevirerek getirmek, sağlamak’, aylan-ga- ‘dönmek, yolunu çevirmek, yolundan
vazgeçmek’ eylemleri gibi -GA- ekiyle türemiş biçimler arasında düşünmüştür
(Abik, 2006, 156).

Eylem, Moğolcada tara- ‘dağılmak; ayrılmak; ayırmak’ eyleminin ettirgen biçimi


olarak taraga- ‘(kalabalıktan) ayrılmak, bırakmak; dağılmak, yayılmak’ şeklinde yer
almaktadır (Lessing, 1960, 779).
511
éy Nevayi ta tirig-sen tart-guŋ ildin cefa

savugaç hengame-i ‘ışkıŋ bu gavga tarkalur

(FK, 153: 7)

tayal- ‘dayanmak, tutunmak’ (< taya- ‘dayamak’ -l-) eylemi taya- ‘dayamak’
eylemine -l- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
Fevayidü’l-kiber, Garaibü’s-sıgar gibi Çağatayca metinlerde geçen taya- ‘dayamak’
köküne dayandığı açıktır. taya- eylemi ‘dayamak, desteklemek’ anlamıyla Tarihi
Türk Dillerinde geçmektedir (DLT III: 274, KTS: 266).

özüm tizginsem özümdin özümde uş bolur peyda

bu hırs u bu heva birle anıŋ sarı tayalmas-mén

(ŞHD: 126a9)

za‘fım içre kasrı tamıga tayalgan dék turur

her saman körseŋ yapuşkan tamınıŋ divarıda

(GS, 28: 2)

téril- ‘derilmek, bir araya getirmek’ (< tér- ‘dermek, toplamak’ -il-) eylemi tér-
‘dermek, toplamak’ eylemine -il- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta téril-
‘derilmek, bir araya getirmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 190v14).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada téril-
‘derilmek, bir araya getirmek’ (M I: 15; M II: 10; TT VI: 334); DLT’de téril-
‘derilmek, bir araya getirmek’ (DLT II: 127; DanKelly, 1985, 186); KB’de téril-
‘derilmek, bir araya getirmek’ (KB: 2396); Harezm Türkçesinde déril- ‘toplanmak,
bir araya getirmek’ (‘Ali: 36 [EDPT: 547b]); Eski Kıpçakçada tiril- ‘toplanmak, bir
araya getirmek’ (KTS: 277); Osmanlıcada deril- ‘derilmek, bir araya getirmek’ (TTS
I: 196; TTS II: 284; TTS III: 185; TTS IV: 211) biçimlerinde geçmektedir.

512
Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda tér- ‘dermek, toplamak’ eylemine
dayandırılmış ve ‘derilmek, bir araya getirmek’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 554;
EDPT: 547b; DanKelly, 1985, 186).

tér- eylemi yazıtlardan itibaren Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Yazıtlarda tér-
‘dermek, toplamak’ (BK D: 11), Eski Uygurcada tér- ‘dermek, toplamak’ (U III: 28,
TT VI: 259), DLT’de tér- ‘dermek, toplamak’ (DLT III: 181), KB’de tér- ‘dermek,
toplamak’ (KB: 114, 719), Harezm Türkçesinde dér-, ter-, tér- ‘dermek, toplamak’
(KutbHŞ: 178, 179), Eski Kıpçakçada der-, dir-, tir-, ter- ‘dermek, toplamak,
yığmak, bir araya getirmek’ (KTS: 270), Osmanlıcada der- ‘toplamak’ (TTS I: 197,
TTS II: 286, TTS III: 187, TTS IV: 213) biçimlerinde geçmektedir.

kél éy saki meni bir cam ile kıl mest-i la-ya‘kıl

ki dehr içre érür ‘akil térilmek mahz-ı na-danlık

(NN, 533: 10)

tévrel- ‘batırılmak, sokulmak’ (< tévre- ‘sokmak, batırmak, batmak’ -l-) eylemi
tévre- ‘sokmak, batırmak, batmak’ eylemine -l- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden
Dictionnaire turk-oriental’de tévrel- ‘batırılmak, sokulmak’ anlamında yer
almaktadır (DTO: 269). Bu eyleme Çağatayca metinlerde tévrül- biçiminde de
rastlıyoruz.

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
Nevâdirü’n-nihâye gibi Çağatayca metinlerde geçen tévre- ‘sokmak, batırmak,
batmak’ köküne dayandığı açıktır.

katl çün kıldıŋ köŋülni bu kefen tikmek ikin

oklarıŋ kim kaldılar can perdesiga tévrelip

(NN, 94: 4)

tıyıl- ‘önlenmek, eksilmek, engelenmek’ (< tıy- (ET tıd-) ‘engellemek, önlemek,
tutmak, durmak’ -ıl-) eylemi tıd- ‘engellemek, önlemek, tutmak, durmak’ eylemine -
ıl- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.

513
Taradığımız metinlerde rastlamadığımız eylem Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta
tıyıl- ‘önlenmek, eksilmek’ anlamıyla yer almaktadır (Seng. 203r29).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada tıdıl-
‘önlenmek, eksilmek, engelenmek’ (U III: 24; TT X: 72); DLT’de tıdıl- ‘kaçınmak,
çekinmek, alıkoymak, engel olmak’ (DLT II: 126; DanKelly, 1985, 188); Harezm
Türkçesinde tıyıl- ‘önlenmek, eksilmek’ (KutbHŞ: 192); Eski Kıpçakçada tıyıl- ‘son
vermek, sonu olmak; yasaklamak, engel olmak’ (KTS: 274) biçimlerinde
geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda tıd- ‘engellemek, önlemek, tutmak, durmak’


eylemine dayandırılmış ve ‘önlenmek, eksilmek, engelenmek’ anlamıyla
kaydedilmiştir (DTS: 566; EDPT: 456a; DanKelly, 1985, 188, Erdal, 1991, 677).

tıd- eylemi Eski Uygurcadan itibaren Tarihi Türk Dillerinde görülür. Eski Uygurcada
tıd- ‘engellemek’ (TT III: 74, U II: 69), DLT’de tıd-, tıt-, tıy- ‘engellemek’ (DLT III:
439, DLT II: 292, DLT III: 244), KB’de tıd- ‘geri koymak, mani olmak’ (KB:
1445), Harezm Türkçesinde tıd-, tıy- ‘engellemek, geri koymak’ (KutbHŞ: 192),
Eski Kıpçakçada tıy- ‘engellemek, tutmak; geciktirmek’ (KTS: 274) biçimlerinde
geçmektedir.

tégürül- ‘ulaştırılmak, verilmek’ (< tégür- ‘çevirmek, dolaştırmak, ulaştırmak,


eriştirmek’ -ül-) eylemi tégür- ‘çevirmek, dolaştırmak, ulaştırmak, eriştirmek’
eylemine –ül- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde ve Tarihi Türk dillerinde yer almayan bu eylemin
kökü olan tég- ve tégür- hem Çağataycada hem de diğer Tarihi Türk dillerinde
görülmektedir.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
tég-ür- ‘çevirmek, dolaştırmak, ulaştırmak, eriştirmek’ köküne dayandığı açıktır.
Tarihi Türk Dillerinde de yer alan tégür- eylemi tég- ‘değmek, ulaşmak’ eyleminin
ettirgen biçimidir.

kalgannı hem ümid ol kim bat müyesser bolgandın soŋra tégürülgüsidür

(TEH: T788b8)

514
töŋül- ‘dönülmek’ (< tön- ‘dönmek’ -ül-) eylemi tön- ‘dönmek’ eylemine -ül-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Dictionnaire turk-oriental’de töŋül- ‘dönülmek’ anlamında
yer almaktadır (DTO: 249).

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
Şibân Han Divanı ve Gül ü Nevruz gibi Çağatayca metinlerde geçen tön- ‘dönmek’
köküne dayandığı açıktır. tön- Tarihi Türk Dillerinde de yer almaktadır. DLT’de tön-
‘dönmek’ (DLT III: 184), Eski Kıpçakça dön-, tön- ‘dönmek, geri dönmek’ (KTS:
64), Osmanlıcada dön- ‘dönmek, geri dönmek’ (TTS I: 224, TTS II: 321, TTS III:
209) biçimlerinde geçmektedir.

yandılar han sarı ol kişverdin

töŋülüben barı ol kişverdin

(ŞN2: 2490)

tüketil- ‘yapılmak, tamamlanmak; yazılmak’ (< tüket- ‘tüketmek’ -il-) eylemi tüke-t-
‘tüketmek’ eylemine -il- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
tüket- ‘tüketmek’ köküne dayandığı açıktır. tüket- eylemi de tüke- ‘tükenmek, sona
ermek’ biçimine dayanmaktadır. tüke- eylemi Tarihi Türk Dillerinde ‘tükenmek,
sona ermek’ anlamıyla geçmektedir (TT V: 22, DLT III: 270, KB: 114, 976).

pad-şahnıng mübarek elkabıga tüketilgey

(HM: T764b12)

tüşül- ‘gelinmek, varılmak, bir yere vasıl olunmak’ (< tüş- ‘düşmek, inmek;
koyulmak; kapılmak; girmek; uygun gelmek; inmek; durmak; varmak’ -ül-) eylemi
tüş- ‘düşmek, inmek; koyulmak; kapılmak; girmek; uygun gelmek; inmek; durmak;
varmak’ eylemine -ül- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

515
Eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde tespit edemedik.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
tüş- ‘düşmek, inmek; koyulmak; kapılmak; girmek; uygun gelmek; inmek; durmak;
varmak’ köküne dayandığı açıktır.

kulluk ‘arza-daşt ol kim seferdin selamet bile kayıtıp meskenge tüşülgen haberdin
devlet-hvah kullar şamdan boldılar

(TEH: M790a12)

tüzül- ‘yapılmak, düzenlenmek’ (< tüz- ‘düzmek, düzenlemek, tertip etmek’ -ül-)
eylemi tüz- ‘düzmek, düzenlemek, tertip etmek’ eylemine -ül- eylemden eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde ise tüzil-, tüzül- ‘yapılmak, düzenlenmek’ anlamında yer almaktadır
(DTO: 232). Bu eylem tüzil- ve tüzel- biçimlerinde de Çağatayca metin ve
sözlüklerde yer almaktadır (Seng. 174v10; Seng. 174v2).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada tüzül-
‘düzenlenmek’ (U I: 35; Suv. 137/12; TT I: 121); DLT’de tüzül- ‘düzenlenmek’
(DLT II: 127; DanKelly, 1985, 206); KB’de tüzül- ‘düzenlenmek’ (KB: 60, 103);
Harezm Türkçesinde tüzül- ‘düzenlenmek’ (KutbHŞ: 192); Eski Kıpçakçada tüzel-,
düzel- ‘düzenlenmek’ (KTS: 289) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda tüz- ‘düzmek, düzenlemek, tertip etmek’


eylemine dayandırılmış ve ‘yapılmak, düzenlenmek’ anlamıyla kaydedilmiştir
(DTS: 603; EDPT: 575b; DanKelly, 1985, 206, Erdal, 1991, 681).

‘adl mizanı tüzüldi, rastlar taptı revac

fitne bazarı bozuldı, rahtıga tüşti kesad

(SD: 164)

köŋül hevası meni buzdı şükrdür aŋa kim

tüzüldi ‘afiyet evcide ruzgarı anıŋ

(BV, 344: 5)

uşal- ‘ufalanmak, parçalanmak’ (< uşa- ‘ufalamak, parçalamak’ -l-) eylemi uşa-
‘ufalamak, parçalamak’ eylemine -l- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
516
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde uşal- ‘ufalanmak,
parçalanmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 75 v13; LÇ: 34a; DTO: 66).

Eylemi Karahanlı Türkçesinden itibaren görüyoruz. DLT’de uşal- ‘ufalanmak,


parçalanmak’ (DLT I: 197; DanKelly, 1985, 56) biçiminde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda uşa- ‘ufalamak, parçalamak’ eylemine


dayandırılmış ve ‘ufalanmak, parçalanmak’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 617;
EDPT: 462b; DanKelly, 1985, 56, Erdal, 1991, 681).

bular kétürgen nebat gezek üçün uşalıp vazife vechleri özge esbab üçün saygalıp

(MKb: 10b10)

ol kaş takına koyup érdim uşaldı ah

ösrük közüŋ alında köŋül abginesi

(LD: 1808)

uzal- ‘uzanmak’ (< uza- ‘uzamak’ -l-) eylemi uza- ‘uzamak’ eylemine -l- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde uzal- ‘uzamak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 72v16; DTO: 61).

Eylemi Karahanlı Türkçesinden itibaren görüyoruz. DLT’de uzal- ‘uzamak’ (DLT I:


186; DanKelly, 1985, 57); KB’de uzal- ‘uzamak’ (KB: 405, 678, 801, 809, 1096,
4261) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda ET ve Karahanlı Türkçesinde bulunan uza-


‘uzamak’ eylemine dayandırılmış ve ‘uzanmak’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 620;
EDPT: 287a; DanKelly, 1985, 57).

cünunga tüşti sanevber kadiŋdin éyle ki su

bolup ayagıga zencir uzaldı başıda saç

(NN, 172: 5)

bister-i gül-reng üze ol nev‘ uzalmış za‘fdın

kim ‘izarı üzre bolsa nergis-i fettanga za‘f

(NN, 521: 5)

517
ügül- ‘toplanmak’ (< üg- ‘toplamak’ -ül-) eylemi üg- ‘toplamak’ eylemine ül- addan
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerden Senglah’ta ükül- ‘toplanmak’ anlamında yer almaktadır (Seng.
282v28).

Eylemi Karahanlı Türkçesinden itibaren görüyoruz. DLT’de ükül- ‘toplanmak’


(DLT I: 198; DanKelly, 1985, 59); KB’de ükül- ‘toplanmak’ (KB: 310) biçimlerinde
geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda üg- ‘toplamak’ eylemine dayandırılmış ve


‘toplanmak’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 624; EDPT: 106b; DanKelly, 1985, 59).

ük- kökü Tarihi Türk dillerinde görülmektedir. Eski Uygurcada ük- ‘yığmak,
toplamak’ (Mal. 17/2 [EDPT: 100b]), DLT’de ük- ‘yığmak, toplamak’ (DLT I: 168)
biçimlerinde geçmektedir. Bu eylem bazı metinlerde sözbaşında ö- ile telaffuz
edilmiştir, ancak modern dillerdeki biçimler sözcüğün ü-’lü olduğunu
göstermektedir. Ayrıca sözcük ükül- değil ügül- biçiminde okunmalıdır.

köŋlige ügüldi kuh-ı enduh

enduhı yıkıldı kuh-ta-kuh

(LM: 962)

çerh taş yagduruban yérge kömülmiş cismim

yasagan aŋlama kabrimde ügülgen hare

(FK, 588: 4)

ki lezzet ni‘meti yétti ügülüp

meşakkat zahmeti çıktı tökülüp

(DN: 833)

üzül- ‘kesilmek’ (< üz- ‘kesmek’ -ül-) eylemi üz- ‘kesmek’ eylemine -ül- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada üzül-
‘kesilmek; sona ermek’ (U II: 38; TT VIII: 40); DLT’de üzül- ‘üzülmek, kesilmek’
(DLT I: 196; DanKelly, 1985, 62); KB’de üzül- ‘kesilmek’ (KB: 247, 6146); Harezm
518
Türkçesinde üzül- ‘kesilmek’ (KutbHŞ: 195); Eski Kıpçakçada üzül- ‘kesilmek,
kırılmak, parçalanmak’ (KTS: 299); Osmanlıcada üzül- ‘kesilmek, kırılmak’ (TTS I:
754; TTS II: 962; TTS III: 740; TTS IV: 814) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda üz- ‘kesmek’ eylemine dayandırılmış ve


‘kesilmek’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 630; EDPT: 287a; DanKelly, 1985, 62,
Erdal, 1991, 683).

üz- ‘kesmek’ kökü Tarihi Türk dillerinde görülmektedir. Orhon Yazıtlarında üz-
‘koparmak, yırtmak’ (Toŋ: 13), Eski Uygurcada üz- ‘koparmak, yırtmak’ (U III: 41,
TT IV: 10), DLT’de üz- ‘kesmek’ (DLT I: 165), KB’de üz- ‘kesmek’ (KB: 153, 655),
Harezm Türkçesinde üz- ‘koparmak, kesmek’ (KutbHŞ: 204, Nehc. 281/6), Eski
Kıpçakçada üz- ‘koparmak, kırmak’ (KTS: 299), Osmanlıcada üz- ‘koparmak,
kırmak’ (TTS I: 754, TTS II: 962, TTS III: 740, TTS IV: 813) biçimlerinde
geçmektedir.

çırmaban bérkit surahi agzını éy pir-i deyr

kayda körseŋ kim üzülmiş çak-i hırkamdın yorun

(BV, 444: 6)

yolda na-geh na‘leynim şiraki üzüldi

(MKb: 43a9)

yançıl- ‘ezilmek’ (< yanç- ‘ezmek’ -ıl-) eylemi yanç- ‘ezmek’ eylemine -ıl-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta yançıl- ‘ezilmek’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 338r17).

Eylemi Karahanlı Türkçesinden itibaren görüyoruz. DLT’de yançıl- ‘ezilmek’ (DLT


III: 107; DanKelly, 1985, 213); Harezm Türkçesinde yançıl- ‘ezilmek’ (Nehc:
338/3), Osmanlıcada yançıl- ‘ezilmek’ (TTS II: 991) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda yanç- ‘ezmek’ eylemine dayandırılmış ve


‘ezilmek’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 232; EDPT: 945b; DanKelly, 1985, 213,
Erdal, 1991, 683).

Eylem kökü olan yanç- eylemi ise Eski Türkçeden itibaren görülür. Eski Uygurcada
yanç- ‘ezmek, çiğnemek’ (M I: 18, U II: 76), DLT’de yanç- ‘ezmek, çiğnemek’
519
(DLT III: 435), KB’de yanç- ‘ezmek’ (KB: 1926, 2016), Eski Kıpçakçada yanç-
‘ezmek; yassılaştırmak, yapıştırmak, sıkıştırmak’ (KTS: 310), Osmanlıcada yanc-
‘ezmek’ (TTS I: 778) biçimlerinde geçmektedir.

ve eger koŋarsa biladın taşırga sipihr arabası ol yük astıga yançılıp

(TEH: M785a20)

ümid ol ki başları ecel taşı bile yançılgay

(MKb: 10b2)

yaŋıl- ‘yanılmak’ (< yaŋ- ‘hata yapmak’ -ıl-) eylemi yaŋ- ‘hata yapmak’ eylemine -
ıl- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde yaŋıl- ‘yanılmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 338v11;
DTO: 538).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada yaŋıl-
‘yanılmak’ (TT VIII A: 12; U IV: 40; TT VII: 25); DLT’de yaŋıl- ‘yanılmak’ (DLT
III: 388; DanKelly, 1985, 213); KB’de yaŋıl- ‘yanılmak’ (KB: 198, 360, 641);
Harezm Türkçesinde yaŋıl- ‘yanılmak, hata etmek’ (KutbHŞ: 68; Nehc. 245/12);
Eski Kıpçakçada yaŋıl-, yagıl-, yaŋal- ‘yanılmak, hata etmek’ (KTS: 310)
biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda yaŋ- ‘hata yapmak’ eylemine dayandırılmış


ve ‘yanılmak’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 234; EDPT: 951a; DanKelly, 1985,
213).

yaŋ- eylemi Tarihi Türk Dillerinden Eski Türkçede yaŋ- ‘yaymak, dağıtmak,
hezimete uğratmak’ (BK D: 32) biçiminde geçmektedir. Diğer Tarihi Türk Dillerinde
yay- ‘sallamak, çalkalamak; kışkırtmak, karıştırmak’ biçiminde görülmektedir (M
III: 6, DLT III: 246, KTS: 316, TTS II: 1023, TTS III: 791, TTS IV: 863). Tarihi
Türk Dillerinde görülen yay- biçimi yad- eyleminin ikincil biçimidir.

yolga kirgenlerge hulkuŋdur yakin ser-mayesi

yol yaŋılganlarga şer‘iŋ şah-rahidür mübin

(SD: 24)

520
tevhid nükteside hamuş oldı pir-i deyr

cem‘i ki şerh kıldılar anı yaŋıldılar

(BV, 155: 5)

yapıl- ‘kapanmak, örtülmek’ (< yap- ‘kapamak, örtmek’ -ıl-) eylemi yap- ‘kapamak,
örtmek’ eylemine -ıl- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir
eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta yapıl- ‘kapanmak, örtülmek’
anlamında yer almaktadır (Seng. 325r16).

Eylemi Karahanlı Türkçesinden itibaren görüyoruz. DLT’de ise yapul- ‘kapanmak,


örtülmek’ (DLT III: 76; DanKelly, 1985, 214); KB’de yapul- ‘kapanmak, örtülmek’
(KB: 4003) Osmanlıcada yapıl- ‘kapanmak, örtülmek’ (TTS I: 781; TTS II: 996;
TTS III: 766; TTS IV: 840) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda yap- ‘kapamak, örtmek’ eylemine


dayandırılmış ve ‘kapanmak, örtülmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (EDPT: 877a;
Ercilasun, 1984, 214; DanKelly, 1985, 214, Erdal, 1991, 683).

yap- ‘kapamak, örtmek’ eylemi Tarihi Türk Dillerinde geçmektedir. Eski Uygurcada
yap- ‘kapamak, örtmek’ (H II: 26 [EDPT: 871a]), DLT’de yap- ‘örtmek, kapamak’
(DLT III: 57), Harezm Türkçesinde yap- ‘örtmek, kapamak’ (KutbHŞ: 63), Eski
Kıpçakçada yab-, yap- ‘örtmek, kapamak’ (KTS: 310), Osmanlıcada yap- ‘kapamak’
(TTS I: 782, TTS II: 997, TTS III: 767, TTS IV: 841) biçimlerinden geçmektedir.

gül-gun mey içip sünbüli çün gülge yapılmas

ol gül-şen ara bizge ne güller ki açılmas

(NN, 392: 1)

yapılmas ger maŋa kanlıg sudın köz

saŋa lìkin açılmas uykudın köz

(NN, 380: 1)

yaratıl- ‘yaratılmak’ (< yarat- ‘yaratmak’ -ıl-) eylemi yarat- ‘yaratmak’ eylemine -ıl-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Dictionnaire turk-oriental’de yaratıl- ‘yaratılmak’
anlamında yer almaktadır (DTO: 520).
521
Eylemi Karahanlı Türkçesinden itibaren görüyoruz. Tefsir’de yaratıl- ‘yaratılmak’
(Tef. 143); Harezm Türkçesinde yaratıl- ‘yaratılmak’ (KutbHŞ: 71; Nehc. 374/10)
Eski Kıpçakçada yaradıl-, yaratıl- ‘yaratılmak’ (KTS: 312) biçimlerinde
geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda yara-t- ‘yaratmak’ eylemine dayandırılmış


ve ‘yaratılmak’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 240; EDPT: 962a; Erdal, 1991, 684).
Bkz. yarat-.

insan bile şeytan arasıda zatı ‘adavet-dür tabi‘i muhalefet biri ot-dın yaratıldı ve biri
tofragdın yaratıldı

(MKb: 102a13-102b1)

… alar gar didasızlar-durlar pas istihza mustahakkı ve suhriyat layıkı alar-durlar …


yaratılıp-dur adami

(ÇKT: 24a6)

yaşurul- ‘saklanılmak’ (< yaşur- ‘saklamak, gizlemek’ -ul-) eylemi yaşur-


‘saklamak, gizlemek’ eylemine -ul- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
yaşur- ‘saklamak, gizlemek’ köküne dayandığı açıktır. Bkz. yaşur-.

bu san‘atnı ızharu’l-muzmer dérler. Evvelgı ruba‘idin her harf yaşurulsa soŋgı


ruba‘idin tapılur

(BabD, 511: 1-2)

pes eger ol yaşurulgan harf ruba‘iniŋ evvelgı mısra‘ıda bolsa ve pes kim anı bir
tutulup érdi

(BabD, 514: 4-5)

yeŋil- ‘yenilmek, kaybetmek’ (< yeŋ- ‘yenmek’ -il-) eylemi yeŋ- ‘yenmek’ eylemine
-il- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık. Bu eylem Kelürnamede geçmektedir
(KN: 35b9).
522
Eylem Eski Kıpçakçada yeŋil- ‘yenilmek, kaybetmek’ (KTS: 318) biçiminde
görülmektedir.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
yeŋ- ‘yenmek’ köküne dayandığı açıktır. yeŋ- kökü DLT’de yeŋ- ‘yenmek’ (DLT III:
391), Eski Kıpçakçada yeŋ- ‘yenmek, mağlup etmek’ (KTS: 318) biçimlerinde
geçmektedir.

yiberil- ‘gönderilmek, yollanmak’ (< yiber- ‘göndermek, yollamak’ -il-) eylemi


yiber- ‘göndermek, yollamak’ eylemine -il- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme
rastlamadık.

Eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde tespit edemedik.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
yiber- ‘göndermek, yollamak’ köküne dayandığı açıktır. yiber- kökü Tarihi Türk
Dillerinde ıd ‘göndermek’ biçiminde görülen eylem ile bér- eyleminin birleşmiş
biçimidir. Bu birleşik şeklin ilk hali ıdu bér- biçimindedir. Eylemin gelişimi ıd-u ber-
> ıyu ber- > iyiber- > yiber- biçiminde olmuştur.

güstahlık yüzidin fülanni kullukka yiberildi

(TEH: M783a3)

Horasan vilayetiga yiberildi

(TEH: M786a12)

yétkürül- ‘ulaştırılmak, yetiştirilmek’ (< yétkür- ‘yetiştirmek, göndermek’ -ül-)


eylemi yét-kür- ‘yetiştirmek, göndermek’ eylemine -ül- eylemden eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu
eyleme rastlamadık.

Eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde tespit edemedik.

Eylem için etimolojik sözlüklerde de herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
yét-kür- ‘yetiştirmek, göndermek’ köküne dayandığı açıktır.

yétkür- eylemi Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada yétir-
‘yetirmek, ulaştırmak’ (TT VIII F 3; TT VIII L 25; TTS I: 113); KB’de yétür-

523
‘yetirmek, ulaştırmak’ (KB: 216, 544; 302, 507, 2586, 4231, 5894); Harezm
Türkçesinde yétür-, yétgür- ‘başarmak, tamamlamak, bitirmek’ (KutbHŞ: 79); Eski
Kıpçakçada yetür-, yitgür-, yitür-, yitkür- ‘ulaştırmak, sevketmek; erişmek, ulaşmak’
(KTS: 320) biçimlerinde geçmektedir.

Ayrıca yét-kür- eylemi etimolojik sözlük ve kaynaklarda yét- ‘sağlam olmak’


eylemine dayandırılmış ve ‘yetişmek, ulaştırmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS:
264; EDPT: 893a; Erdal, 1991, 755).

vacib érdi kim mübarek nazarga yitkürülgey

(TEH: M790b6)

yonul- ‘yontulmak’ (< yon- ‘yontmak, (kalem) açmak’ -ul-) eylemi yon- ‘yontmak,
(kalem) açmak’ eylemine -ul- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta yonul- ‘yontulmak’
anlamında yer almaktadır (Seng. 347r7).

Eylemi Karahanlı Türkçesinden itibaren görüyoruz. DLT’de ise yonul- ‘yontulmak’


(DLT III: 82; DanKelly, 1985, 230); Eski Kıpçakçada yonul- ‘yontulmak’ (KTS:
327); Osmanlıcada yonul- ‘yontulmak’ (TTS I: 841; TTS II: 1066; TTS III: 820; TTS
IV: 897) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda yon- ‘yontmak, (kalem) açmak’ eylemine


dayandırılmış ve ‘yontulmak’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 272; EDPT: 951b;
DanKelly, 1985, 230).

yon- eylemi Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. DLT’de yon- ‘kesmek, yontmak’
(DLT I: 384), Harezm Türkçesinde yon- ‘yontmak’ (KutbHŞ: 82), Eski Kıpçakçada
yon- ‘yontmak’ (KTS: 327), Osmanlıcada yon- ‘yontmak’ (TTS I: 841, TTS II: 1066,
TTS III: 820, TTS IV: 897) biçimlerinde geçmektedir.

yonulup taşı safi vü mevzun

yér kan reng belki sandal-gun

(SS: 3823)

yoyul- ‘kaybolmak’ (< yod- ‘silmek’ -ul-) eylemi yod- ‘silmek’ eylemine -ul-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.

524
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta yoyul- ‘kaybolmak’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 347v18).

Eylemi Karahanlı Türkçesinden itibaren görüyoruz. DLT’de ise yodul- ‘kaybolmak’


(DLT III: 77; DanKelly, 1985, 228); Osmanlıcada yoyul- ‘kaybolmak’ (TTS I: 843;
TTS II: 1069; TTS III: 822; TTS IV: 899) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda yod- ‘silmek’ eylemine dayandırılmış ve


‘kaybolmak’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 269; EDPT: 890b; DanKelly, 1985,
228; Erdal, 1991, 688). EDPT’de yod- ‘silmek’ eylemi *yo- biçiminde bir köke
dayandırılmış ve yok ile karşılaştırılması gerektiği ifade edilmiştir (EDPT: 885b).

yod- eylemi Tarihi Türk Dillerinden Eski Uygurcada yod- ve yoy- ‘kesmek, vurmak’
(TT VIII: C 9, U III: 64), DLT’de yod- ‘silmek, bozmak, mahvetmek’ (DLT III:
434), Harezm Türkçesinde yoy- ‘silmek’ (KutbHŞ: 85), Eski Kıpçakçada yuy- , yoy-
‘silmek, derisini yüzmek’ (KTS: 331, İH: 100), Osmanlıcada yoy- ‘yıkmak, bozmak,
silmek’ (TTS I: 843, TTS II: 1068, TTS III: 821, TTS IV: 899) biçimlerinde
geçmektedir.

yoyulgan bolgan va zayil bolgan … va sizlerge-dür vayl kim hasrat va nadamat


kaliması-dur ya sizlerge

(ÇKT: 22a4)

yömrül- ‘çökmek; harap olmak’ (< yömür- ‘tahrip etmek, viran eylemek’ -ül-)
eylemi yömür- ‘tahrip etmek, viran eylemek’ eylemine -ül- eylemden eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu
eyleme rastlamadık. Eyleme Fevayidü’l-kiber adlı metinde rastladık, ancak bu
metinde yimrül- biçiminde görülmektedir.

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinden Eski Uygurcada yimril-


‘yıkılmak’ biçiminde rastladık.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
Fevayidü’l-kiber, Sedd-i İskenderi gibi Çağatayca metinlerde geçen yömür- ‘tahrip
etmek, viran eylemek’ köküne dayandığı açıktır. yömür- kökü Räsänen tarafından
yemür- biçiminde maddebaşı olarak verilmiş ve günümüz Türk dillerindeki biçimleri
aktarılmıştır (VEWT: 197a).

525
cemaliŋ subhıdın külbemni ruşen kıl ki başımga

felek gam-hanesi yimrülgü diktür fürkatıŋ samı

(FK, 660: 2)

gam tün imin dur min ah ü eşkdin şem‘im öçüp

başıma yömrülgeli tüşmiş bozuk kaşane hem

(GS, 418: 3)

yumul- ‘(göz) yumulmak, kapanmak’ (< yum- ‘yummak, kapamak’ -ul-) eylemi
yum- ‘yummak, kapamak’ eylemine -ul- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta yumul- ‘(göz)
yumulmak, kapanmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 346r15).

Eylemi Karahanlı Türkçesinden itibaren görüyoruz. DLT’de ise yumul- ‘(göz)


yumulmak, kapanmak’ (DLT III: 55; DanKelly, 1985, 233); Eski Kıpçakçada yumul-
‘yumulmak, kapanmak’ (KTS: 330); Osmanlıcada yumul- ‘(göz) yumulmak,
kapanmak, büzülmek’ (TTS I 849; TTS II: 1076; TTS III: 827; TTS IV: 906)
biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda yum- ‘yummak, kapamak’ eylemine


dayandırılmış ve ‘(göz) yumulmak, kapanmak’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 280;
EDPT: 936b; DanKelly, 1985, 233).

yum- kökü Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski Uygurcada yum- ‘yummak,
kapamak’ (TT III: 152), DLT’de yüm- ‘yummak, kapamak’ (DLT III: 64), KB’de
yüm- ‘yummak, kapamak’ (KB: 624), Harezm Türkçesinde yum- ‘yummak,
kapamak’ (KutbHŞ: 85, Nehc. 158/4), Eski Kıpçakçada yum-, yüm- ‘yummak,
kapamak, göz kırpmak’ (KTS: 329) biçimlerinde geçmektedir.

köz yumulmış hecrdin ol yüzge açmak isterem

lik hecran köz yumup açkunca hem bérmes eman

(BV, 445: 3)

526
déme naleŋdin yumulmas közlerim kim taŋ émes

kélmese bimarlarga uyku it efganıdın

(GS, 505: 5)

yuyul- ‘yıkanmak’ (< yuy- ‘yıkanmak’ -ul-) eylemi yuy- ‘yıkamak’ eylemine -ul-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlüklerde herhangi bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
yuy- ‘yıkamak’ köküne dayandığı açıktır. EDPT’de sözcüğün kökü olan yun-
‘yıkanmak’ eylemi yu- ‘yıkamak’ köküne dayandırılmıştır (EDPT: 942b).

veh ki külekdür ol bahrga kim

mevciga tüşse yuyulgay eflak

(FK, 688: 82)

yüz afettin köŋül su bolup candın élig yuyulup ve her zaman miŋ hatardın can agzıga
yétip ölümge köŋül koyulup

(TEH: M784b20)

Bu ekle türemiş eylemler arasında şunları da sayabiliriz:

açıl- ‘açılmak’ (< aç- ‘açmak’ -ıl-) [MKb] [LT] [BV] [SD] [LD] [FK] [LM] [BabD]
[GD] [ŞHD] [GN] [KUŞ] [KMD] [HBD] [SS] [ÇKT] [BN] [ML] [ŞTe] [NŞ] [FŞ]
[TN] [GS] [ÇİK] [TEH] [DN] [Sİ] [NM] [BHD] [HLN] [ŞN]; alıl- ‘alınmak, almak
işi yapılmak’ (< al- ‘almak’ -ıl-) [BN] [TEH] [NM]; artıl- ‘artırılmak, fazlalaştırmak’
(< art- ‘artmak’ -ıl-) [ŞN]; ayrıl- ‘ayrılmak’ (< ayır- ‘ayrılmak’ -ıl-) [MKb] [LT]
[BV] [LD] [FK] [LM] [BabD] [GD] [ŞHD] [KUŞ] [KMD] [HBD] [SS] [ÇKT]
[HPR] [BN] [ŞTe] [NN] [NŞ]; aytıl- söylenmek, denmek (< ayt- ‘söylemek, demek’
-ıl-) [MKb] [LT] [BV] [LD] [FK] [LM] [BabD] [HM] [ŞHD] [SS] [ÇKT] [HPR]
[BN] [ŞTe] [NN] [FŞ] [GS] [ŞTü] [TEH] [Sİ] [ŞN]; barıl- ‘varılmak, gidilmek’ (<
bar- ‘varmak’ -ıl-) [HM] [BN]; béril- ‘verilmek’ (< bér- ‘vermek’ -il-) [ÇKT] [BN]
[NN]; bıçıl- ‘kesilmek, boğazlanmak’ (< bıç- ‘kesmek, biçmek’ -il-) [SD]; bilil-
‘bilinmek’ (< bil- ‘bilmek’ -il-) [MKb] [HM] [ÇKT] [BN] [TEH]; bézel- ‘bezenmek’

527
(< bédize- ‘donatmak, bezenmek’ l-) [HBD] [FŞ] [TEH]; bolul- ‘olunmak’ (< bol-
‘olmak’ -ul-) [HM] [BN] [ML] [TEH] [NM]; boyal- ‘boyanmak’ (< boya- ‘boyamak’
-l-) [BV] [FK] [ŞHD] [GS] [ŞN]; buzul- ‘bozulmak’ (< buz- ‘bozmak’ -ul-) [MKb]
[LT] [BV] [FK] [LM] [BabD] [GD] [GN] [HBD] [ÇKT] [BN] [ŞTe] [NN] [ŞTü]
[TEH]; çekil- ‘çekilmek’ (< çek- ‘çekmek’ -il-) [GN] [NN]; çevrül- ‘çevrilmek,
dönmek’ (< çevir- ‘çevirmek, dönmek’ -ül-) [SD]; dökül- ‘dökülmek’ (< dök-
‘dökmek’ -ül-) [GS]; égil- ‘eğilmek’ (< ég- ‘eğmek’ -il-) [BN] [NN] [ŞTü]; énil-
‘inilmek’ (< én- ‘inmek’ -il-) [BN]; éril- ‘erimek’ (< éri- ‘erimek’ -l-) [LM]; içil-
‘içilmek’ (< iç- ‘içmek’ -il-) [SS] [BN]; işitil- ‘işitilmek’ (< işit- ‘işitmek’ -il-)
[BabD] [HM] [ML] [TEH]; katıl- ‘katılmak’ (< kat- ‘katmak’ -ıl-) [MKb] [LD] [FK]
[BabD] [KUŞ] [SS] [NN] [GS] [FŞ] [TEH] [ŞN]; kazıl- ‘kazılmak’ (< kaz- ‘kazmak’
-ıl-) [SS] [FŞ] [TEH] [ŞN] [Sİ]; késil- ‘kesilmek’ (< kés- ‘kesmek’ -il-) [LM] [ÇKT]
[NM] [ŞN]; kılıl- ‘kılınmak’ (< kıl- ‘kılmak, yapmak’ -ıl-) [MKb] [BV] [HM] [HE]
[SS] [ÇKT] [HPR] [ML] [FŞ] [TEH] [NM]; kırıl- ‘kırılmak, yok edilmek’ (< kır-
‘kırmak, yok etmek’’ -ıl-) [ŞHD] [KUŞ] [ŞTe] [ŞTü] [ŞN]; kiril- ‘gerilmek’ (< kir-
‘germek’ -il-) [SD] [TEH] [DN] [Sİ]; kurul- ‘kurulmak, büzülmek’ (< kur- ‘kurmak’
-ul-) [MKb] [SD] [TEH]; öltürül- ‘öldürülmek’ (< öltür- ‘öldürmek’ -ül-) [ÇKT];
satıl- ‘satılmak’ (< sat- ‘satmak’ -ıl-) [LD]; sıyrıl- ‘sıyrılmak’ (< sıyır- ‘sıyırmak’ -ıl-
) [NŞ] [NM]; sorul- ‘sorulmak’ (< sor- ‘sormak’ -ul-) [LD] [BabD] [HM] [GD]
[KUŞ] [ÇKT] [TEH] [Sİ]; soyul- ‘soyulmak’ (< soy- ‘soymak’ -ul-) [MKb] [FK]
[GS]; sökül- ‘sökülmek’ (< sök- ‘sökmek’ -ül-) [FK] [NN] [HD]; sürül- ‘yürütülmek,
gönderilmek’ (< sür- ‘yürütmek, göndermek’ -ül-) [TEH] [Sİ]; takıl- ‘takılmak’ (<
tak- ‘takmak’ ıl-) [BV] [NN]; tapul- ‘bulunmak’ (< tap- ‘bulmak’ -ul-) [LD] [LM];
tartıl- ‘tartılmak, çekilmek’ (< tart- ‘tartmak’ -ıl-) [BV] [HM] [SS] [HPR] [NN]
[GS] [TEH] [DN] [ŞN]; tikil- ‘dikilmek’ (< tik- ‘dikmek’ -il-) [MKb] [BV] [LD]
[FK] [HBD] [SS] [NN] [GS] [TEH] [DN] [ŞN]; téşil- ‘deşilmek, yarılmak’ (< téş-
‘deşmek’ -il-) [BV] [FK] [GS] [FŞ] [TEH]; tizil- ‘dizilmek’ (< tiz- ‘dizmek’ -il-)
[NN] [NŞ]; tokul- ‘dokunmak (kumaş)’ (< toku- ‘dokumak’ -l-) [BV] [GS]; tökül-
‘dökülmek’ (< tök- ‘dökmek’ -ül-) [MKb] [BV] [SD] [LD] [FK] [LM] [BabD]
[ŞHD] [HE] [GN] [HBD] [SS] [ŞTe] [NN] [GS] [FŞ] [TEH] [DN] [Sİ] [NM] [ŞN];
töşel- ‘döşenmek’ (< töşe- ‘döşemek’ -l-) [MKb] [SD] [ML] [FŞ]; tutul- ‘tutulmak,
yakalamak’ (< tut- ‘tutmak’ -ul-) [MKb] [BV] [LD] [FK] [LM] [BabD] [HM] [GD]
[ŞHD] [HE] [GN] [HBD] [SS] [ÇKT] [NN] [GS] [FŞ] [TEH] [DN] [Sİ]; unutul-
528
‘unutulmak’ (< unut- ‘unutmak’ -ul-) [BabD] [TEH]; urul- ‘vurulmak’ (< ur-
‘vurmak’ -ul-) [KUŞ] [SS] [ÇKT] [NN] [TEH]; uzatıl- ‘uzatılmak’ (< uzat-
‘uzatmak’ -ıl-) [MKb]; yarıl- ‘yarılmak’ (< yar- ‘yarmak’ -ıl-) [BV] [SD] [LD] [FK]
[LM] [HE] [ÇKT] [GS] [ŞN]; yayıl- ‘yayılmak’ (< yay- ‘yaymak’ -ıl-) [BV] [LD]
[LM] [BabD] [ŞHD] [SS] [ŞTe] [NN] [GS] [TEH] [ŞN]; yetil- ‘ulaşılmak’ (< yét-
‘yetmek, ulaşmak’ -il-) [SD] [LD] [GN] [ÇKT] [ŞTe] [NN]; yıkıl- ‘yıkılmak’ (< yık-
‘yıkmak’ -ıl-) [MKb] [LT] [BV] [SD] [FK] [LM] [BabD] [ŞHD] [HE] [KMD]
[HBD] [SS] [ÇKT] [HPR] [ŞTe] [NN] [TN] [ÇİK] [FŞ] [TEH] [Sİ] [NM] [MEM]
[HLN] [ŞN]; yırtıl- ‘yırtılmak’ (< yırt- ‘yırtmak’ -ıl-) [NN] [NM]; yéyil- ‘yenilmek,
yenmek’ (< yé- ‘yemek’ -y-il-) [TEH], vb.

5.4. Ettirgen Eylem Türeten Biçimler

5.4.1. -Ar-

Eski Türkçeden beri geniş bir kullanıma sahip olan bu ek yaptırma eki diye de anılır.
Çoğunlukla u, bazen a, çok az da ı ünlüsü alır. Çok sık kullanılmayan çatı eklerinden
biridir. Gabain, -Ar- ve –Ur- yapım eklerini birlikte almakta ve “yaptırma eki, çok
kere basitinin anlamını verir” şeklinde bu eki açıklamaktadır (Gabain, 1941 (20003),
60). Erdal ise Gabain’in aksine iki eki farklı alır. Erdal, Eski Türkçede –Ar- eki alan
bütün köklerin iki heceli olarak yer aldığını belirtir ve her iki ekin de kattıkları anlam
bakımından farklarının olmadığını ifade eder. Erdal, bu eklerin hangisinin hangi
köke geleceğine dair kesin bir kural olmadığını da belirtir (Erdal, 1991, 740).

Bu ek için Eski Türkçeden şu örnekleri verebiliriz: két-er- ‘gidermek,


uzaklaştırmak’, vb. (Gabain, 1941 (20003), 60).

Karahanlı Türkçesinde de bu ekle biçimlenmiş örnekler bulabiliriz: çık-ar-


‘çıkarmak’ (DLT II: 83; DanKelly, 1985, 93; KB: 169, vb.), két-er- ‘gidermek’ (DLT
III: 187; DanKelly, 1985, 104; KB: 54, 285, 385, 6075), vb.

Bu ekle türemiş biçimleri Harezm Türkçesi ve Eski Kıpçakçada da bulabiliriz: két-


er- ‘gidermek, yok etmek; sürmek, kovmak, kovalamak; çekmek, çıkarmak’ (Nehc.
11/14; KutbHŞ: 97; KTS: 141), çık-ar- ‘çıkarmak’ (KutbHŞ: 46; KTS: 50), vb.

529
Çağataycada çok sık kullanılmayan eylemden eylem yapan eklerden biridir.
Çağatayda da Eski Türkçede olduğu gibi orta çatı eklerinden biridir. Yaptırma
anlamında ettirgen eylemler türetir. Bu ekle türemiş biçimler şöyledir:

çıkar- ‘çıkarmak’ (< çık- ‘çıkmak’ -ar-) eylemi çık- ‘çıkmak’ eylemine -ar-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde çıkar- ‘çıkarmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 219r15;
DTO: 307).

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de çıkar-


‘çıkarmak’ (DLT II: 83; DanKelly, 1985, 93); KB’de çıkar- ‘çıkarmak’ (KB: 169,
212, 622; 1916); Harezm Türkçesinde çıkar- ‘çıkarmak’ (KutbHŞ: 46); Eski
Kıpçakçada çıkar- ‘çıkarmak’ (TZ: 30a9; TZ: 54b11) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda çık- ‘çıkmak’ eylemine dayandırılmış ve


‘çıkarmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Eckmann, 1966, 70; DTS: 150; EDPT:
410b; DanKelly, 1985, 93).

yay-nı kün togısında bir çölde, kişi ayagı yétmes toprakka kömüp bir uçını çıkarıp
koygıl

(ŞTe: 77b16)

yüzüŋ devrinde közlerim gehi la‘l u gehi lü‘lü‘

çıkarur, körse bu san‘at, uyalur bahr u kan, ey can

(SD: 418)

kaytar- ‘döndürmek, geri çevirmek’ (< kayt- (ET kadıt-) ‘dönmek, geri çevirmek’
-ar-) eylemi kay-t- ‘dönmek, geri çevirmek’ eylemine -ar- eylemden eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde
kaytar- ‘döndürmek, geri çevirmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 280r6; LÇ:
225b).

Sözcük Karahanlı Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de kaytar-


‘döndürmek, geri çevirmek’ (DLT III: 193; DanKelly, 1985, 135); Harezm
Türkçesinde kaytar- ‘döndürmek, geri çevirmek, geri döndürmek’ (KutbHŞ: 129;

530
Nehc. 286/17); Eski Kıpçakçada kaytur-, kaydur-, kaytar- ‘döndürmek, geri
çevirmek, geri döndürmek’ (KTS: 134) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda kayt- (ET kadı-t-) ‘dönmek, geri çevirmek’
eylemine dayandırılmış ve ‘döndürmek, geri çevirmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır
(Eckmann, 1966, 70; DTS: 408; EDPT: 675a; DanKelly, 1985, 135). Clauson
eylemin kökü olan kayt- (ET kadı-t-) biçiminin muhtemelen *kad- biçiminde bir
kökten geldiğini ifade etmiştir (EDPT: 604b). Erdal ise kadır- maddesini açıklarken
eylemin kökü olan kadı-t- biçiminin *kad- ya da *kadı- şeklinde bir köke sahip
olması gerektiğini belirtmiştir (Erdal, 1991, 537).

kitken érse çaklik köksüm tikip vakıf bolup

kélse bu canib sinanlar birle sançıp kaytarıŋ

(BV, 349: 3)

ve şefkat kılıp kaytardı

(ŞTü, 38: 7)

kéter- ‘gidermek’ (< két- ‘gitmek’ -er-) eylemi két- ‘gitmek’ eylemine -er- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde kéter- ‘gidermek, temizlemek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 311v15;
LÇ: 264a; DTO: 482).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada kéter-
‘gidermek’ (TT X: 122; U III: 48); DLT’de kéter- ‘gidermek’ (DLT III: 187;
DanKelly, 1985, 104); KB’de kéter- ‘gidermek’ (KB: 54, 285, 4113, 6075); Harezm
Türkçesinde kéter- ‘gidermek’ (KutbHŞ: 97); Eski Kıpçakçada kéter- ‘gidermek’
(Hou. 49); Osmanlıcada gider- ‘gidermek’ (TTS I: 311; TTS II: 436; TTS III: 397;
TTS IV: 341) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda két- ‘gitmek’ eylemine dayandırılmış ve


‘gidermek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Eckmann, 1966, 70; DTS: 303; EDPT:
705b; DanKelly, 1985, 104; Erdal, 1991, 735). Talat Tekin bu eylemle aynı kökten
geldiğini düşündüğü Uyg. (Br.) ket- ‘gitmek’, DLT keter- ‘gidermek’, Nij. kit-
‘gitmek’, EAT (TTS) gid-, Az. gét- ‘getmek’ biçimlerini aktarır (Tekin, 1995, 47,
182). Buna göre eylemin kökünü ket- biçiminde tasarlamak mümkündür.
531
özlüküŋ seylidin ahlak-ı zemimiŋni kéter

kim kéter mühmel ile neçe muhalif emraz

(NN, 471: 3)

kéterdi ‘aklnı ‘aşkıŋ şehi kélip yéridin

vatange çün égesi kéldi ol cila kıldı

(LD: 2133)

kızar- ‘kızarmak’ (< kız- ‘kızmak’ -ar-) eylemi kız- ‘kızmak’ eylemine -ar-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde kızar- ‘kızarmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 295v15;
LÇ: 246a; DTO: 447).

Sözcük Karahanlı Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de kızar-


‘kızarmak’ (DLT II: 77; DanKelly, 1985, 140); Harezm Türkçesinde kızar-
‘kızarmak’ (KutbHŞ: 149); Eski Kıpçakçada kızar- ‘kızarmak’ (TZ: 13b5; KTS:
147) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda kız- ‘kızmak’ eylemine dayandırılmış


‘kızarmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 450; EDPT: 685a; DanKelly, 1985,
140).

çemen ara kızarur sargarur gül-i ra‘na

meger ki kaldı cemaliŋdin infi‘al içre

(FK, 591: 4)

seniŋ la‘lıŋdın uftanıp kızarur la‘l kan içre

hased iltür meniŋ yüzüm körüben za‘feran, éy can

(SD: 416)

kopar- ‘koparmak, çıkarmak’ (< kop- ‘kopmak’ -ar-) eylemi kop- ‘kopmak’
eylemine -ar- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde kopar- ‘koparmak, çıkarmak’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 282r3; LÇ: 230b; DTO: 421).
532
Sözcük Karahanlı Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de kopur-
‘koparmak, çıkarmak’ (DLT II: 72; DanKelly, 1985, 142); KB’de kopur- ‘koparmak,
çıkarmak’ (KB: 30, 341, 1751, 3975, 5792); Harezm Türkçesinde kopar- ‘koparmak,
çıkarmak’ (KutbHŞ: 137; Nehc. 67/10); Eski Kıpçakçada kopar- ‘koparmak,
çıkarmak’ (KTS: 154; TZ: 28b2); Osmanlıcada kopar- ‘koparmak, çıkarmak’ (TTS I:
483; TTS II: 649; TTS III: 475; TTS IV: 539) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda kop- ‘kopmak’ eylemine dayandırılmış ve


‘koparmak, çıkarmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 457; EDPT: 585a;
DanKelly, 1985, 142).

veh ni tali‘ dür ki gam şamı tüşümge kirse yar

baver étmey uykudın sigrip kopar-men siskerip

(HBD, 16: 6)

kopardı ilni çarlap taŋ horusı

köründi ‘ac tég tün abnusı

(DN: 158)

5.4.2. –(U)r-

Ettirgenlik eklerinin en işlek olanlarından biridir. Erdal ettirgenlik eklerini


sınıflandırırıken –(U)r- ekini, -gUr, -(X)t-, -(X)z- ekleriyle birlikte basit yapılı ekler
içinde değerlendirir. Bunun yanında ona göre -tUr- eki çok önceki bir dönemde
–(X)t- ve –(U)r- eklerinin birleşmesiyle oluşmuş birleşik yapılı bir ektir. Erdal, bu
ekle yapılan bütün eylemlerin iki heceli olduğunu da belirtir. –(U)r- eki iki heceli
köklere geldiğinde ise hece düşmesi olmakta ve eylem yine iki heceli olarak
kalmaktadır (tegşür- < tegiş-ür- vb). Erdal bu ekin sonu /n/ ve /z/ ile biten eylemlere
gelmediğini, /r/ ile bitenlerde de çok nadir görüldüğünü söyler (Erdal, 1991, 733).

Bu ek için Eski Türkçeden şu örnekleri verebiliriz: öl-ür- ‘öldürmek’, bas-ur-


‘ezilmiş olmak, birinin emrine girmek’, kel-ir- ‘getirmek’, büt-ür- ‘bitirmek’ vb.
(Gabain, 1941 (20003), 60); ; *ol-or- ‘oturmak, (tahta) oturmak’ (Toŋ: 32).

Karahanlı Türkçesinden de bu ekle biçimlenmiş örnekler bulabiliriz: büt-ür-


‘sağaltmak, sağ hale getirmek, alacağını tanıklamak, ispat etmek’ (DLT II: 72;

533
DanKelly, 1985, 84; KB: 1098, 1576, 2982, 4036, vb.), yét-ür- ‘kaybetmek,
yitirmek’ (DLT III: 67; DanKelly, 1985, 228), vb.

Bu ekle türemiş biçimleri Harezm Türkçesi ve Eski Kıpçakçada da bulabiliriz: büt-


ür- ‘bitirmek, sona erdirmek’ (KTS: 40), yét-ür- ‘yetiştirmek, ulaştırmak’ (Nehc.
29/4; KTS: 320), vb.

Çağataycada çok sık kullanılmayan eylemden eylem yapan eklerden biridir.


Çağatayda da Eski Türkçede olduğu gibi ettirgenlik eklerinden biridir. Yaptırma
anlamında ettirgen eylemler türetir. Bu ekle türemiş biçimler şöyledir:

aşur- ‘aşırmak’ (< aş- ‘aşmak’ -ur-) eylemi aş- ‘aşmak’ eylemine -ur- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerden Senglah’ta bu eyleme aşur- ‘aşırmak’ biçiminde rastlamaktayız (Seng.
41r2).

Bu eylem Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinden Harezm Türkçesinde aşır-,


aşur- ‘aşırmak, geçirmek, taşırmak’ (KutbHŞ: 14; Nehc. 402/9), Eski Kıpçakçada
aşur- ‘aşırmak, geçirmek’ (KTS: 15) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda aş- ‘aşmak’ eylemine dayandırılmış ve


‘aşırmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Eckmann, 1966, 70; EDPT: 265a; Erdal,
1991, 710).

aş- ‘aşmak’ kökü Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski Türkçede aş- ‘aşmak,
geçmek’ (BK D: 15), Eski Uygurcada aş- ‘aşmak, geçmek’ (TT I: 47), DLT’de aş-
‘aşmak, geçmek’ (DLT I: 173, DLT III: 261), Harezm Türkçesinde aş- ‘aşmak,
geçmek’ (KutbHŞ: 13), Eski Kıpçakçada aş- ‘aşmak, geçmek’ (KTS: 14),
Osmanlıcada aş- ‘aşmak, geçmek; dışarı taşmak’ (TTS II: 64, TTS IV: 47)
biçimlerinde geçmektedir.

yokarı aşurup meni agırlap

ayag élige alıp tuttı yırlap

(DN: 113)

ve yüz meşakkat bile yétti beyt ki baglaşturgaylar da‘vi avazesin yétti felekdin
aşurgaylar

(MKb: 18b2)
534
basur- ‘bastırmak, tutturmak’ (< bas- ‘basmak’ -ur-) eylemi bas- ‘basmak’ eylemine
-ur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık. Eyleme yalnızca Çağatayca
metinlerden Babürnamede rastladık.

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada basur-
‘bastırmak’ (M III: 8); DLT’de basur- ‘bastırmak’ (DLT II: 77; DanKelly, 1985, 66);
Eski Kıpçakçada basur- ‘bastırmak, yığmak’ (KTS: 24); biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda bas- ‘basmak’ eylemine dayandırılmış ve


‘bastırmak, tutturmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 86; EDPT: 374b;
DanKelly, 1985, 66, Erdal, 1991, 710).

tornıŋ bir uçını béş altı karı yırakrak bérkitürler. tornıŋ bir tarafını yerde taşka
basururlar

(BN: H140a3)

çomur- ‘suya batıp çıkmak, batırmak, daldırmak’ (< çom- ‘suya dalmak, batıp
çıkmak’ -ur-) eylemi çom- ‘suya dalmak, batıp çıkmak’ eylemine -ur- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Bu eylem Tarihi Türk dillerinden Eski Uygurcada çomur- ‘batırmak, daldırmak’ (TT
VII: 25) ve DLT’de çomur- ‘suya daldırıp batırmak’ (DLT II: 85; DanKelly, 1985,
94) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda çom-, çöm- ‘suya dalmak, batıp çıkmak’
eylemine dayandırılmış ve ‘suya batıp çıkmak, batırmak, daldırmak’ şeklinde
anlamlandırılmıştır (Eckmann, 1966, 70; VEWT: 115b; DTS: 153; EDPT: 423b;
Erdal, 1991, 714).

çom-, çöm- kökü Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. Eski Uygurcada çom-
‘batmak’ (TT VI: 195, TT VIII I: 23); DLT’de çom-, çöm- ‘batmak, dalmak,
çimmek’ (DLT II: 26, DLT I: 401); Harezm Türkçesinde çom- ‘batmak’ (KutbHŞ:
44), Eski Kıpçakçada çom- ‘suya dalmak’ (KTS: 54) biçimlerinde geçmektedir.

535
közüm girdabı cismimni çomurdu

émes bu Dicle vü Ceyhunga mahsus

(BV, 275: 5)

garka boldı na-tüvan cismim sirişkim bahrıda

gerçi su neçe tereng bolsa çomurmas kahnı

(BV, 650: 5)

kazur- ‘kazdırmak’ (< kaz- ‘kazmak’ -ur-) eylemi kaz- ‘kazmak’ eylemine -ur-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde tespit edemedik.

Etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu eyleme rastlamadık, ancak eylemin kaz-


‘kazmak’ eylemine dayandığı açıktır.

va ruku‘ va sucud kılguçılar ya‘ni Ka‘banıŋ evini kazuralar va nacislardın pak kıl
ta anı tavaf kılgaylar va anda namaz

(ÇKT: 34b18)

savur- ‘savurmak’ (< sav- ‘savmak’ -ur-) eylemi sav- ‘savmak’ eylemine -ur-
eylemden eylem yapan ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişli eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta savur- ‘savurmak’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 236r22).

Eylem Karahanlı Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de savur-


‘savurmak’ (DLT II: 82; DanKelly, 1985, 157); Eski Kıpçakçada savur-, sovur-
‘çekip çıkarmak’ (TZ: 16a8; TZ: 20a4) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda sav- ‘savmak’ eylemine dayandırılmış ve


‘savurmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 492; EDPT: 791a; DanKelly, 1985,
157).

EDPT’de sav- kökünün en erken 13. yüzyılda görüldüğü ifade edilmektedir.


Tefsir’de sav- ‘püskürtmek’ (Tef. 264 [EDPT: 789a]), Eski Kıpçakçada sav- ‘yerini
değiştirmek’ (KTS: 229) ve Osmanlıcada sav- ‘savmak, defetmek; sakınmak,

536
kaçmak; sana erdirmek; kaçıp gitmek, gevşemek’ (TTS I: 605, TTS II: 800, TTS III:
605) biçimlerinde geçmektedir. Ayrıca DLT’de savıl- savulmak; (güneş) inmek’
(DLT I: 106, DLT III: 297), Eski Kıpçakçada savul- ‘ayrılmak, uzaklaşmak’ (KTS:
229), Osm. savul- ‘sakınılmak, uzaklaşmak; (yazın) geçmesi, akıp gitmek, zaman
geçmek’ (TTS I: 606, TTS II: 801, TTS III: 606, TTS IV: 668) biçiminde geçen
eylemlerde de bu kökü bulabiliriz.

le’im tıfl-nıŋ yilpügüç bile varaknı savurmagı küduret yétkürür

(MKb: 73b3)

özüŋ bérmegil şeytan éline

savurma gerdni tufan yéline

(DN: 269)

uçur- ‘uçurmak’ (< uç- ‘uçmak’ -ur-) eylemi uç- ‘uçmak’ eylemine -ur- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde ise uçur- ‘uçurmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 63v5; LÇ: 27b).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada uçur-
‘uçurmak’ (TT VIII A 32); DLT’de uçur- ‘uçurmak’ (DLT I: 176; DanKelly, 1985,
51); KB’de uçur- ‘uçurmak’ (KB: 5379); Osmanlıcada uçur- ‘uçurmak’ (TTS I: 712;
TTS II: 918; TTS IV: 774) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda uç- ‘uçmak’ eylemine dayandırılmış ve


‘uçurmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 604; EDPT: 30b; DanKelly, 1985, 51;
Erdal, 1991, 724).

‘acabdur tayir-i vasl istemek külbemga konmak kim

yakındur nesr-i vakı‘nı uçurgay köktin efganım

(BV, 405: 4)

gam tüni za‘f ittim andak kim seher ol kuydın

subh enfası uçurgu dék tenim bolmış yiŋil

(BV, 385: 4)

537
yapur- ‘örtmek, gizlemek’ (< yap- ‘kapamak, örtmek’ -ur-) eylemi yap- ‘kapamak,
örtmek’ eylemine -ur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir
eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eylem Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinden Karahanlı Türkçesinde yapur-


‘örtmek, gizlemek’ (DLT III: 67; DanKelly, 1985, 214); biçiminde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda yap- ‘kapamak, örtmek’ eylemine


dayandırılmış ve ‘örtmek, gizlemek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 236; EDPT:
879a; DanKelly, 1985, 214, Erdal, 1991, 724).

yap- ‘kapamak, örtmek’ eylemi Tarihi Türk Dillerinde geçmektedir. Eski Uygurcada
yap- ‘kapamak, örtmek’ (H II: 26 [EDPT: 871a]), DLT’de yap- ‘örtmek, kapamak’
(DLT III: 57), Harezm Türkçesinde yap- ‘örtmek, kapamak’ (KutbHŞ: 63), Eski
Kıpçakçada yab-, yap- ‘örtmek, kapamak’ (KTS: 310), Osmanlıcada yap- ‘kapamak’
(TTS I: 782, TTS II: 997, TTS III: 767, TTS IV: 841) biçimlerinden geçmektedir.

başıda bar édi kişlik kalpak

çömürüben yapurup érdi kulak

(ŞN2: 1666)

yaşur- ‘gizlemek, örtmek’ (< yaş- ‘gizlemek, saklamak’ -ur-) eylemi yaş- ‘gizlemek,
saklamak’ eylemine -ur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde yaşur- ‘gizlemek, örtmek’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 332v1; LÇ: 294b; DTO: 527).

Eylem Karahanlı Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de yaşur-


‘gizlemek, örtmek’ (DLT III: 68; DanKelly, 1985, 218); Harezm Türkçesinde yaşur-
‘gizlemek, örtmek’ (KutbHŞ: 74); Eski Kıpçakçada yaşur- ‘gizlemek, örtmek’ (KTS:
314; TZ: 14b9); Osmanlıcada yaşur- ‘gizlemek, örtmek’ (TTS I: 794; TTS II:
1012; TTS IV: 854) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda yaş- ‘gizlemek, saklamak’ eylemine


dayandırılmış ve ‘gizlemek, örtmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 247; EDPT:
979b; DanKelly, 1985, 218, Erdal, 1991, 724).

yaş- ‘saklamak, gizlemek’ eylemi Tarihi Türk Dillerinde geçmektedir. Eski


Uygurcada yaş- ‘saklamak, gizlemek’ (TT VI: 97, 98), DLT’de yaş- ‘saklamak,

538
gizlemek’ (DLT III: 60), KB’de yaş- ‘saklamak, gizlemek’ (KB: 1427), Eski
Kıpçakçada yaş- ‘saklamak, gizlemek’ (KTS: 314), Osmanlıcada yaş- ‘saklamak,
gizlemek’ (TTS II: 1012) biçimlerinden geçmektedir.

dem urdu men hem urdum, ol aşikar ayttı ve men yaşurdum

(MKb: 51a1)

neçe yaşurduŋ sen imdi ‘ışk sırrın il ara

faş éter ahir Hüseyni çihre-i kahıŋ siniŋ

(HBD, 79: 5)

Bu ekle türemiş eylemler arasında şunları da sayabiliriz:

artur- ‘arttırmak, çoğaltmak’ (< art- ‘artmak’ -ur-) [SD] [LD] [ŞHD] [GN] [ÇKT]
[ML] [TEH] [KN] [HA] [NM]; bışur- ‘pişirmek’ (< bış- ‘pişmek’ -ur-) [BN]; kaçur-
‘kaçırmak’ (< kaç- ‘kaçmak’ -ur-) [MKb] [BV] [SS] [NN] [GS] [NŞ] [FŞ] [TEH]
[DN] [ŞN], taşur- ‘taşırmak’ (< taş- ‘taşmak’ -ur-) [AD]; togur- ‘doğurmak’ (< tog-
‘doğmak’ -ur-) [SD] [LD]; yatur- ‘yatırmak’ (< yat- ‘yatmak’ -ur-) [KN], vb.

5.4.3. –GXr-

Örneğine çok fazla rastlanılmayan ettirgen eylemler türeten eklerden biridir. Gabain
bu ekin yaptırma eki olduğunu ifade etmiştir (Gabain, 1941 (20003), 59). Erdal bu
ekin başındaki /g/ sesinin birkaç sözcük dışında bütün örneklerde ön damaksıl /g/
olduğunu belirtir. Erdal bu ekin -(X)k- ve –Ur- eklerinin birleşmesinden meydana
gelmediğini, bunun da -(X)k eki ile –gUr- eki arasında anlamsal bir bağ olmasından
kaynaklandığını vurgular (Erdal, 1991, 756).

Bu ek için Eski Türkçeden şu örnekleri verebiliriz: tir-gür- ‘diriltmek’, amırt-gur-


‘teskin etmek’, az-gur- ‘azdırmak, ayartmak’ (Gabain, 1941 (20003), 59); yat-gur-
‘yatırmak’ (U III: 14).

Karahanlı Türkçesinde de bu ekle biçimlenmiş örnekler bulabiliriz: öt-gür-


‘sürdürmek; göndermek, bir şeyi başka bir şeyin içinden öteye geçirtmek’ (DLT I:
226; DanKelly, 1985, 49), ér-gür- ‘erişmek, vaktinde yetişmek’ (DLT I: 227;
DanKelly, 1985, 25), yér-gür- ‘nefret ettirmek’ (KB: 2077), vb.

539
Bu ekle türemiş biçimleri Harezm Türkçesi ve Eski Kıpçakçada da bulabiliriz: tur-
gur- ‘durdurmak, alıkoymak’ (‘Ali: 24 [EDPT: 541a]; KTS: 284), kad-gur- ‘acı
çektirmek, kaygılanmak, endişe etmek’ (KutbHŞ: 128; KTS: 122), vb.

Çağataycada çok sık kullanılmayan eylemden eylem yapan eklerden biridir.


Çağatayda da Eski Türkçede olduğu gibi ettirgen eylemler türetir. Bu ekle türemiş
biçimler şöyledir:

azgur- ‘azdırmak, baştan çıkarmak’ (< az- ‘azmak, yoldan çıkmak’ -gur-) eylemi az-
‘azmak, yoldan çıkmak’ eylemine -gur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde azgur- ‘azdırmak, baştan
çıkarmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 38v15; LÇ: 11b; DTO: 18).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada azgur-
‘azdırmak, baştan çıkarmak, yoldan çıkarmak’ (M III: 9); Eski Kıpçakçada azgar-
‘azdırmak, yoldan çıkarmak’ (KTS: 19) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda az- ‘azmak, yoldan çıkmak’ eylemine


dayandırılmış ve ‘azdırmak, baştan çıkarmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 72;
EDPT: 283b; Erdal, 1991, 748). Talat Tekin sözcüğü DLT az- ‘şaşırmak, yolda
çıkmak, sapıtmak’, Tkm. az- ‘yanılmak, yoldan çıkmak, sapmak’, yaz- ‘sapmak,
başka yana çevrilmek’, Hlç. haaz- ‘azmak, yanılmak’, Uyg. (IB) az- ‘sapmak, yoldan
çıkmak, yolunu kaybetmek’, Yak. sīs- ‘hedefe isabet etmemek, sapmak’ < *yīz-
biçimleriyle karşılaştırmıştır (Tekin, 1995, 41, 70, 117, 173).

yöridi il kopup her işke mayil

meni azgurup ol şekl ü şemayil

(DN: 160)

felah ehlini azgurdı yoldın ol kamet

ni kad bolur bu ni kamet ni fitnelik harekat

(LD: 281)

bütker- ‘bitirmek’ (< büt- ‘bitmek’ -ker-) eylemi büt- ‘bitmek’ eylemine -ker-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.

540
Çağatayca sözlüklerde bütker- ‘bitirmek, üretmek; tedavi etmek, iyileştirmek;
gizlemek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 129r12; LÇ: 76b; DTO: 162).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada bütger-
‘ödemek’ (USp. 53/5 [EDPT: 303b]); Harezm Türkçesinde bitgür- ‘bitirmek’
(KutbHŞ: 34); biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda büt- ‘bitmek’ eylemine dayandırılmış ve


‘bitirmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Eckmann, 1966, 71; DTS: 134; EDPT:
303b).

büt- ‘bitmek’ eylemi Tarihi Türk Dillerinde geçmektedir. Eski Uygurcada büt-
‘bitmek, sona ermek’ (TT VII: 40, U IV: 14, TT V: 8), DLT’de büt- ‘ses kısılmak,
alçalmak; borcu veya alacağı gerçekleşmek; yara kapanmak; bitmek, sona ermek;
yok olmak; bir şeye inanmak, ikrar etmek’ (DLT I: 219, DLT II: 294, DLT III: 137,
166, 240), Harezm Türkçesinde bit- / büt- ‘tamamlanmak; başarılmak; bir şeye
inanamak’ (KutbHŞ: 34, 39, Nehc. 26/6), Eski Kıpçakçada bit-, büt- ‘inanmak, kabul
etmek’ (KTS: 40), Osmanlıcada bit- ‘meydana gelmek, vücut bulmak, bitmek’ (TTS
I: 110, TTS II: 156, TTS III: 106, TTS IV: 116) biçimlerinde geçmektedir.

isteben kélse yana köksüm şikafın tapmagay

veh ki bir merhem koyup ol çak köksüm bütkerü

(HBD, 142: 6)

salıp İslam u din öyige aşup

bina-yı hayr bütkermekni mahsub

(SM: 16)

ötker- ‘geçirmek, vazgeçirmek’ (< öt- ‘geçmek; gitmek; vuku bulmak; ortaya
çıkmak; anlatılmak; uygulamak; ileri geçmek’ -ker-) eylemi öt- ‘geçmek; gitmek;
vuku bulmak; ortaya çıkmak; anlatılmak; uygulamak; ileri geçmek’ eylemine -ker-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde ötker- ‘geçirmek, vazgeçirmek; ezberden okumak’ anlamında
yer almaktadır (Seng. 59v21; LÇ: 25a; DTO: 42).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülür. Eski Uygurcada ötgür- ‘geçirmek’ (TT VI:
162); DLT’de ötgür- ‘sürdürmek; göndermek; bir şeyi bir şeyin içinden öteye
541
geçirtmek’ (DLT I: 226; DanKelly, 1985, 49); Eski Kıpçakçada ötger- ‘geçirmek,
göndermek, nüfuz ettirmek’ (KTS: 212); biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda öt- ‘geçmek; gitmek; vuku bulmak; ortaya
çıkmak; anlatılmak; uygulamak; ileri geçmek’ eylemine dayandırılmış ve ‘geçirmek,
vazgeçirmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 892; EDPT: 52b; DanKelly, 1985,
49, Erdal, 1991, 751).

bolsa ‘alem kam-ranı kamsız ‘ömr ötkerür

kim ki bir şirin tekellümniŋ lebidin kamı yok

(HBD, 75: 6)

firavandur yaz u yay u küz u kış uşbu taht üzre

hezaran sal u köp mah u telim leyl ü nehar ötker

(SD: 261)

sızgur- ‘sızdırmak, eritmek’ (< sız- ‘sızmak’ -gur-) eylemi sız- ‘sızmak’ eylemine -
gur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde sızgur- ‘sızdırmak, eritmek’ anlamında yer almaktadır (Abuş:
280; Seng. 252r28; LÇ: 197b; DTO: 366).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada sızgur-
‘erimek, eritmek’ (Suv. 28/14); DLT’de sızgur- ‘sızdırmak, eritmek; zayıflatmak’
(DLT II: 188; DanKelly, 1985, 164); Harezm Türkçesinde sızgır- ‘erimek’ (KutbHŞ:
166) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda sız- ‘sızmak’ eylemine dayandırılmış ve


‘sızdırmak, eritmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Brockelmann, 1954, 207; VEWT:
420; DTS: 506; EDPT: 861b; Ercilasun, 1984, 37; DanKelly, 1985, 164, Erdal, 1991,
752).

sız- ‘sızmak’ eylemi Tarihi Türk Dillerinde geçmektedir. DLT’de sız- ‘sızmak,
erimek; (güneş) belirmek, ucu görünmek; arıklamak, zayıflamak’ (DLT II: 9, 10,
DLT III: 182), Harezm Türkçesinde sız- ‘sızmak, erimek; (mec.) aşınmak, bitmek’
(KutbHŞ: 165), Eski Kıpçakçada sız- ‘sızmak, akmak’ (KTS: 236) biçimlerinde
geçmektedir.

542
firakıŋ butesi içre tenimni sızgurur her dem

yüzümni altun étkeli gamıŋnı kimiya kılma

(SD: 437)

vefada lutfini taptı firak dinar

neçe ki sızgurup altun tég imtihan kıldı

(SD: 2455)

toygar- ‘doyurmak, yemek yedirmek’ (< toy- ‘doymak’ -gar-) eylemi toy- ‘doymak’
eylemine -gar- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde toygar- ‘doyurmak, yemek yedirmek’ anlamında
yer almaktadır (Seng. 187v19; LÇ: 129a; DTO: 250).

Eylem Karahanlı Türkçeden itibaren görülmektedir. DLT’de todgur- ‘doyurmak,


tatmin etmek’ (DLT II: 176; DanKelly, 1985, 193); Harezm Türkçesinde toyur-
‘doyurmak’ (KutbHŞ: 182) biçimlerinde görülmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda toy- ‘doymak’ eylemine dayandırılmış ve


‘doyurmak, yemek yedirmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Eckmann, 1966, 71;
DTS: 570; EDPT: 454a; DanKelly, 1985, 193, Erdal, 1991, 753).

toy- ‘doymak’ eylemi Tarihi Türk Dillerinde geçmektedir. Orhon Yazıtlarında tod-
‘doymak, doyurmak’, Eski Uygurcada tod- ‘doymak, doyurmak’ (TT VIII C. 9),
DLT’de tod- ‘doymak, doyurmak’ (DLT I: 32, DLT III: 244, DLT III: 439), Harezm
Türkçesinde doy- / tod- ‘doymak, doyurmak’ (KutbHŞ: 181), Eski Kıpçakçada toy-
‘doymak, doyurmak’ (KTS: 281) biçimlerinde geçmektedir.

ve özi ol katil şakirdin sa‘af bile toygaradur

(MKb: 30a13)

aç toygarıban yalaŋnı taptım

öldüm dégenimde sini taptım

(LM: 2415)

543
yazgur- ‘suçlamak, kabahatli görmek’ (< yaz- ‘günah işlemek’ -gur-) eylemi yaz-
‘günah işlemek’ eylemine -gur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde yazgur- ‘suçlamak, kabahatli
görmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 330v7; LÇ: 292b; DTO: 524).

Bu eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde tespit edemedik.

Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da bu eyleme rastlamadık, ancak eylemin yaz-


‘günah işlemek’ eylemine dayandığı açıktır. Talat Tekin sözcüğü DLT az- ‘şaşırmak,
yolda çıkmak, sapıtmak’, Tkm. az- ‘yanılmak, yoldan çıkmak, sapmak’, yaz-
‘sapmak, başka yana çevrilmek’, Hlç. haaz- ‘azmak, yanılmak’, Uyg. (IB) az-
‘sapmak, yoldan çıkmak, yolunu kaybetmek’, Yak. sīs- ‘hedefe isabet etmemek,
sapmak’ < *yīz- biçimleriyle karşılaştırmıştır (Tekin, 1995, 41, 70, 117, 173).

‘ışk u mey cürmiga deyr içre meni yazgurmaŋız

nege kim mescide dagı hiç kim ma‘sum émes

(HBD, 61: 5)

Melik Reyyan suçısı bile bekavülü aŋa zehr bérür tevehhümidin yazgurup zindanga
yiberdi

(TEH: T701a4)

yétkür- ‘yetirmek, ulaştırmak’ (< yét- ‘yetmek, ulaşmak’ -kür-) eylemi yét- ‘yetmek,
ulaşmak’ eylemine -kür- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde yétkür- ‘yetiştirmek, ulaştırmak’
anlamında yer almaktadır (Seng. 348r28; LÇ: 310b; DTO: 552).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülür. Eski Uygurcada yétir- ‘yetirmek,


ulaştırmak’ (TT VIII F 3; TT VIII L 25; TTS I: 113); KB’de yétür- ‘yetirmek,
ulaştırmak’ (KB: 216, 544; 302, 507, 2586, 4231, 5894); Harezm Türkçesinde yétür-,
yétgür- ‘başarmak, tamamlamak, bitirmek’ (KutbHŞ: 79); Eski Kıpçakçada yetür-,
yitgür-, yitür-, yitkür- ‘ulaştırmak, sevketmek; erişmek, ulaşmak’ (KTS: 320)
biçimlerinde geçmektedir.

544
Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda yét- ‘ulaşmak, yetişmek’ eylemine
dayandırılmış ve ‘yetiştirmek, ulaştırmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 264;
EDPT: 893a; Erdal, 1991, 755).

her yil ihtiyaç éliga negülük yétkürgeyler

(AŞV: 755b)

‘ameldin çün burun kéldi ‘akayid

pes andın yétkürey avval fevayid

(SM: 45)

5.4.4. –(X)z-

Bir çeşit yaptırma ekidir. Ancak sık görülen bir ek değildir.

Bu ek için Eski Türkçeden şu örnekleri verebiliriz: tut-uz- ‘emretmek, idare etmek,


teslim etmek’, u-tuz- ‘yenilmek, üttürmek’, tüt-üz- ‘tüttürmek’, vb. (Gabain, 1941
(20003), 61).

Karahanlı Türkçesinde de bu ekle biçimlenmiş örnekler bulabiliriz: tam-uz-


‘damlatmak’ (DLT II: 86; DanKelly, 1985, 176; KB: 2715, vb.), tut-uz- ‘emretmek’
(DLT I: 462; DanKelly, 1985, 202; KB: 69, 652, 1275), vb.

Bu ekle türemiş biçimleri Harezm Türkçesi ve Eski Kıpçakçada da bulabiliriz: tüt-üz-


‘tütürmek, buğulattırmak’ (KTS: 288), vb.

Çağataycada çok sık kullanılmayan eylemden eylem yapan eklerden biridir.


Çağatayda da Eski Türkçede olduğu gibi ettirgen eklerinden biridir. Bu ekle türemiş
biçimler şöyledir:

akız- ‘akıtmak’ (< ak- ‘akmak’ -ız-) eylemi ak- ‘akmak’ eylemine -ız- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde akız- ‘akıtmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 44v25; LÇ: 17a; DTO:
28).

Bu eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde tespit edemedik.

545
Eckmann eylemi ak- ‘akmak’ eylemine dayandırılmış ve ‘akıtmak’ şeklinde
anlamlandırmıştır (Eckmann, 1966, 74).

yirge kirsün eşk kim akızdı bagrım kan étip

yok ki mahfi sırr-ı ‘ışkım éyledi ifşa vü bes

(HBD, 59: 5)

tograban bagrımnı ol ay hicride tig-i sitem

köz yoludın yaş ile akızdı anı dem-be-dem

(HBD, 203: 27)

émiz- ‘emdirmek’ (< ém- ‘emmek’ -iz-) eylemi ém- ‘emmek’ eylemine -iz- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
metinler tespit edemediğimiz sözcük Çağatayca sözlüklerde émiz- ‘emdirmek’
anlamıyla yer almaktadır (Seng. 113v17; LÇ: 62a; DTO: 138).

Sözcük Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de émüz-


‘emdirmek’ (DLT I: 180; DanKelly, 1985, 22); Eski Kıpçakçada emiz-, emüz-
‘emdirmek, emzirmek’ (KTS: 73) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda ém- ‘emmek’ eylemine dayandırılmış ve


‘emdirmek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 173; EDPT: 165a; DanKelly, 1985,
22, Erdal, 1991, 757).

ötüz- ‘geçirmek’ (< öt- ‘geçmek; gitmek; vuku bulmak; ortaya çıkmak; anlatılmak;
uygulamak; ileri geçmek’ -üz-) eylemi öt- ‘geçmek; gitmek; vuku bulmak; ortaya
çıkmak; anlatılmak; uygulamak; ileri geçmek’ eylemine -üz- eylemden eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca metinlerde tespit
edemediğimiz eylem Çağatayca sözlüklerde ötüz- ‘geçirmek’ anlamıyla yer
almaktadır (LÇ: 26a; DTO: 46).

Bu eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde tespit edemedik.

Eckmann eylemi öt- ‘geçmek’ köküne dayandırmış ve ‘geçirmek’ şeklinde


anlamlandırılmıştır (Eckmann, 1966, 74).

546
tamız- ‘damlatmak’ (< tam- ‘damlamak’ -ız-) eylemi tam- ‘damlamak’ eylemine -ız-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde tamız- ‘damlatmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 104a;
DTO: 206).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada tamız-
‘damlatmak’ (H I: 56; H II: 12); DLT’de tamuz- ‘damlatmak’ (DLT II: 86;
DanKelly, 1985, 176); KB’de tamuz- ‘damlatmak’ (KB: 2715); Eski Kıpçakçada
tamız-, tamuz- ‘damlatmak’ (KTS: 261) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda tam- ‘damlamak’ eylemine dayandırılmış ve


‘damlatmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Brockelmann, 1954, 209; Räsänen, 1957,
155; Eckmann, 1966, 75; VEWT: 459; DTS: 530; EDPT: 510a; Ercilasun, 1984, 38;
DanKelly, 1985, 176, Erdal, 1991, 758).

tamsa bagrım kanı okıdın çıkar köŋlümdin ah

dud olur çün kanını ot üzre tamızsa kebab

(HBD, 13: 3)

hal ikin mü ol köz astıda yok érse nafedin

müşk-i ter bolgaç gül üzre katre tamızdı kiyik

(FK, 344: 5)

5.4.5. –(X)t-

Ünlü ya da r ünsüzü ile biten kök ve gövdelere getirilen bu ek ettirgenlik ve yaptırma


bildirir. En işlek ettirgenlik eklerindendir. Gürer Gülsevin, bu ekin ünlü veya l ile
r’den biri ile biten çok heceli eylemlere getirildiğini ifade etmektedir (Gülsevin,
1997, 139). Erdal, bu ekin bağlama ünlüsünün zaman içinde /I/’dan /U/’ya
dönüştüğünü belirtir. Ona göre bunun sebebi bu ekin genellikle ünlü ve /r/ ile biten
eylemlere gelmesidir. -(X)t- eki, tek heceli ve son sesi /r/ olan eylemlere geldiğinde
çoğunlukla bağlama ünlüsünün korunduğunu, bazı örneklerde ise düştüğünü de
aktarmaktadır. Buna örnek olarak da kırt- eylemini vermektedir. -(X)t- eki; -tXl-, -
tUr-, -tXz- yapılarının da ilk unsuru durumundadır (Erdal, 1991, 799).

547
Bu ek için Eski Türkçeden şu örnekleri verebiliriz: okı-t- ‘okutmak’, olur-t- ‘tayin
etmek’, sev-it- ‘sevilmek’, vb. (Gabain, 1941 (20003), 60).

Karahanlı Türkçesinde de bu ekle biçimlenmiş örnekler bulabiliriz: aç-ıt- ‘acıtmak,


ekşitmek, incitmek’ (DLT I: 207; DanKelly, 1985, 4; KB: 770, 2579, 6543, vb.), bas-
ıt- ‘bastırmak’ (KB: 707, 2369, 4184, vb.), émge-t- ‘yordurmak, zahmet çektirmek,
eziyet çektirmek’ (DLT I: 264; DanKelly, 1985, 23; KB: 166, 1983, 2964 vb.), vb.

Çağataycada çok sık kullanılmayan eylemden eylem yapan eklerden biridir.


Çağatayda da Eski Türkçede olduğu gibi orta çatı eklerinden biridir. Yaptırma
anlamında ettirgen eylemler türetir. Bu ekle türemiş biçimler şöyledir:

agnat- ‘kendinden geçirtmek, bayıltmak, debelenmek’ (< ag(ı)na- ‘kendinden


geçmek, yerde yuvarlanmak, debelenmek’ -t-) eylemi agna- ‘kendinden geçmek,
yerde yuvarlanmak, debelenmek’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde ise agnat-
‘kendinden geçirtmek, bayıltmak, debelenmek’ anlamında yer almaktadır (Seng.
43v9; LÇ: 16a).

Sözcük Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de agnat- ‘(at
için) ağınmak, yere sürtünmek’ (DLT I: 267; DanKelly, 1985, 6); Osmanlıcada
agnat- ‘(at için) ağınmak, yere sürtünmek’ (TTS I: 12; TTS II: 14) biçimlerinde
geçmektedir.

Eylemin gelişimi etimolojik sözlük ve kaynaklarda ag-ın+a- ‘kendinden geçmek,


yerde yuvarlanmak, debelenmek’ biçiminde verilmiştir (VEWT: 7; UW: 71b).
Clauson agna- kökünü agan ‘halsizlik, bitkinlik’ biçimine dayandırmıştır (EDPT:
87b). DanKelly’de ise agna- kökü agın ‘dilsiz, dili tutulmuş’ köküne bağlanmıştır
(DanKelly, 1985, 6). Bkz. agna-.

hara tübige yatkuŋ yok sud eger yüz yıl

kök atlası üstide cismiŋni yatıp agnat

(NN, 124: 6)

aldarat- ‘ızdırap vermek’ (< Moğ. aldara- ‘çok sevinmek, meczup olmak, ızdırap
etmek’ t-) eylemi Moğ. aldara- ‘çok sevinmek, meczup olmak, ızdırap etmek’

548
eylemine Türkçe -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir
eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Bu eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde tespit edemedik.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu eyleme rastlamadık, ancak eylemin Moğ.


aldara- ‘çok sevinmek, meczup olmak, ızdırap etmek’ eylemine dayandığı açıktır.

kış aldaratıp hümumı élni

yaz ilbaratıp semumı élni

(LM: 557)

aŋlat- ‘anlatmak’ (< aŋla- ‘anlamak, idrak etmek, sanmak’ -t-) eylemi aŋla-
‘anlamak, idrak etmek, sanmak’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Lugat-ı
Çağatay’da ise aŋlat- ‘anlatmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 23a).

Eylem Eski Kıpçakçada aŋlat- ‘anlatmak’ (KTS: 9) biçiminde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu eyleme rastlamadık, ancak eylemin


aŋ+la- ‘anlamak, idrak etmek, sanmak’ eylemine dayandığı açıktır. Eraslan aŋ-
‘hatırlamak, hatırda tutmak, hatıra getirmek’ eylemi ile aŋa- < aŋ+a-, aŋla- <
aŋ+la- biçimlerinin kökü olan *aŋ ‘anlayış’ adı arasında eşsesli olmaktan başka bir
ilişki olup olmadığını sorgular (Eraslan, 1999, 381). Bizce iki biçim arasında
anlamsal ilgi vardır. Yani bu iki biçim yalnızca eşsesli değil anlam olarak da
birbiriyle ilişkili farklı iki biçimdir.

köŋül hararetin aŋlattı ah-ı derd alud

öy içre ot ékenin élge zahir éyledi dud

(NN, 205: 1)

étti Nevayi ah ile nale-i ömr-gah ile

çünki şeh ile sipah ile seyrimi ilge aŋlatıp

(BV, 54: 7)

aruglat- ‘zayıflatmak’ (< arugla- ‘zayıflamak’ -t-) eylemi arugla- ‘zayıflamak’


eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
549
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık. Bu eyleme yalnızca
Kelürnamede rastladık (KN: 8a5).

Bu eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde tespit edemedik.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu eyleme rastlamadık, ancak eylemin


arug+la- ‘zayıflamak’ eylemine dayandığı açıktır. Bu eylemin kökü hakkında daha
fazla bilgi için bkz. arugla-.

asrat- ‘saklatmak’ (< Moğ. *as(a)ra- ‘korumak, himaye etmek, saklamak;


büyütmek’ -t-) eylemi Moğ. *as(a)ra- ‘korumak, himaye etmek, saklamak;
büyütmek’ eylemine t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık. Sözcük Ferhad u
Şirin’de geçmektedir.

Eylem Eski Kıpçakçada asrat- ‘baktırmak, muhafazasına vermek, emanet etmek’


(KTS: 13) biçiminde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu eyleme rastlamadık, ancak eylemin Moğ.


*as(a)ra- ‘korumak, himaye etmek, saklamak; büyütmek’ eylemine dayandığı
açıktır. Bkz. asral-.

avut- ‘avutmak’ (< *avı- ‘avunmak’ -t-) eylemi *avı- ‘avunmak’ eylemine -t-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde avut- ‘avutmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 53r4; DTO:
84).

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. KB’de avıt- ‘avutmak’
(KB: 642, 628, 3574); Harezm Türkçesinde avıt-, avut- ‘avutmak’ (KutbHŞ: 17;
Nehc. 107/4); Eski Kıpçakçada avut- ‘çocuğu ağlamaktan vazgeçirmek’ (KTS: 17);
Osmanlıcada avıt- ‘avutmak’ (TTS II: 68) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda *avı- ‘avunmak’ eylemine dayandırılmış ve


‘avutmak’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 70; EDPT: 7a; Ercilasun, 1984, 34; Erdal,
1991, 763). Talat Tekin, Uyg. (Br.) awinil- ‘avunulmak’, Tkm. avun- ‘avunmak’
biçimlerini aktarır (Tekin, 1995, 171). Uyg. abınçu ‘cariye’, KB awınç ‘avunma’
biçimleriyle de karşılaştırdığımızda *ab- ya da *abı- biçiminde bir kök
tasarlayabiliriz.

550
hüsn étiptür éy musavvir tartıban bir hurfe şekl

kayguluk köŋlümni ol suret bile gahi avut

(NN, 128: 5)

éy köŋül hecr ara dédiŋ ki öley

özni mey bile avuttuŋ barı

(FK, 663: 6)

bélgürt- ‘belirtmek’ (< bélgür- ‘belirmek’ -t-) eylemi bélgür- ‘belirmek’ eylemine -t-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta bélgürt- ‘belirtmek’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 149r22).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada belgürt-
‘belirtmek’ (M III: 19; U III: 36); KB’de belgüt- ‘belirtmek’ (KB: 3540); Harezm
Türkçesinde belgüt-, belgürt- ‘belirtmek, göstermek’ (KutbHŞ: 30); Eski Kıpçakçada
belgirt-, belgürüd- ‘belirtmek’ (KTS: 27); Osmanlıcada belirt-, belürt- ‘belirtmek’
(TT II: 127; TTS III: 81; TTS IV: 93) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda bélgü+r- ‘belirmek’ eylemine dayandırılmış


ve ‘belirtmek’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 93; EDPT: 341a; Erdal, 1991, 766).

bélgür- eylemi Eski Türkçeden itibaren görülür. Eski Uygurcada belgür- ‘belirmek’
(U I: 8; TT VIII: K 3; Suv. 75/1); DLT’de bélgür- ‘belirmek’ (DLT II: 172;
DanKelly, 1985, 70); KB’de bélgür- ‘belirmek’ (KB: 312, 6638); Harezm
Türkçesinde bélgür- ‘belirmek, görülmek’ (KutbHŞ: 29); Eski Kıpçakçada belgür-,
bilgir-, bilgür- ‘belirmek, ortaya çıkmak’ (KTS: 27); Osmanlıcada belür- ‘belirmek,
görülmek’ (TTS III: 81; TTS IV: 93) biçimlerinde geçmektedir.

bu Şibani ölmedi Hak yolıda émgek körüp

‘akıbet ilm ü hünerin asru bélgürtti savuk

(ŞHD: 81a1)

bitit- ‘yazdırmak’ (< biti- ‘yazmak’ –t-) sözcüğü biti- ‘yazmak’ eylemine eylemden
eylem yapan –t- eklerinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.

551
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta bitit- ‘yazdırmak’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 143v15).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada bitit-
‘yazdırmak’ (Suv. 447/17; U II 38; TT VII 40); DLT’de bitit- ‘yazdırmak’ (DLT II:
298; DanKelly, 1985, 74) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda biti- ‘yazmak’ eylemine dayandırılmış ve


‘yazdırmak’ şeklinde kaydedilmiştir (DTS: 104; EDPT: 301a; DanKelly, 1985, 74,
Erdal, 1991, 767; Tekin, 2000, 97). Ancak sözcük bitit- < *bit ‘yazı fırçası < Çin. pi
< *piet ‘fırça’ i-t- biçiminde gelişmiş olmalıdır. Bu eylemin kökü hakkında daha
fazla bilgi için bkz. bitig, bitil-.

anasıga bititti mektubı

asru mektub-ı latif hubnı

(ŞN3, LV: 71)

bulgat- ‘bulandırmak’ (< bulga- ‘bulanmak’ -t-) eylemi bulga- ‘bulanmak’ eylemine
-t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta bulgat- ‘bulandırmak’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 140r27).

Bu eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

Etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu eyleme rastlamadık, ancak eylemin bulga-


‘bulanmak’ eylemine dayandığı açıktır. Talat Tekin, bulga-’nın bul- eyleminin
ettirgen biçimi olduğunu belirtmiş, ET, DLT buş- ‘kızmak, öfkelenmek,
hiddetlenmek’, DLT buşak ‘kızgın, sıkıntılı, kederli’, buşug ‘can sıkıntısı’, buşur-
‘can sıkmak’, İM buş- ‘sıkılmak, kızmak’, AH buş- ‘kızmak’, buşak ‘kızgın,
sıkıntılı’, YUyg. puş- ‘kızmak, sıkılmak’ biçimleri ile karşılaştırmıştır. Tekin, eylem
kökünün gelişimini buş- < *bul- şeklinde açıklamıştır (Tekin, 1969, 76). Buna göre
bulga- biçimi için *bul- şeklinde bir kök tasarlanabilir.

Bu eylemle aynı kökten türemiş bulgaş- ve bulgan- eylemlerine de Çağatayca


metinlerde rastlıyoruz. Bkz. bulgaş-, bulgan-.

552
hasm niçe hakir bolsa köŋül kozgatur, has niçe uşak bolsa köz bulgatur

(MKb: 101b4)

butrat- ‘dağıtmak, savunmak, saçmak’ (< Moğ. butara- ‘parçalanmak, perişan


olmak’ -t-) eylemi Moğ. butara- ‘parçalanmak, perişan olmak’ eylemine -t-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Dictionnaire turk-oriental’de ise butrat- ‘dağıtmak, savun-
mak, saçmak’ anlamında yer almaktadır (DTO: 161).

Bu eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde tespit edemedik.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu eyleme rastlamadık, ancak eylemin Moğ.


butara- ‘parçalanmak, perişan olmak’ (Lessing, 1960, 141) eylemine dayandığı
açıktır. Eylem Fevayidü’l-Kiber’de botra- biçiminde okunmuştur, ancak sözcüğün
aslı Moğ. butara- olduğu için butra- okuyuşu daha doğrudur.

Aynı kökten türemiş butraş- biçimi de Çağatayca metinlerde görülür.

zülf ü yüzdin sünbülüŋi gül üzre tarkatma köp

dehr bagıda gül ü sünbül isin butratma köp

(GS, 72: 1)

ya hicr otı butratıp duhanın

éylep kara dehr han-manın

(LM: 961)

çapturt- ‘koşturmak’ (< çaptur- ‘koşturmak, akın yaptırmak’ -t-) eylemi çaptur-
‘koşturmak, akın yaptırmak’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde
bulamadığımız bu eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde de
rastlamadık.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda da yer almamaktadır, ancak eylemin çap-


tur- ‘koşturmak, akın yaptırmak’ eylemine dayandığı açıktır. Eylemin gelişimi
çapturt- < çap-tur-t- biçimindedir. Bu eylemle aynı kökten türemiş çapla-, çaptur-,
çapkula-, çapkulaş- biçimlerini de Çağatayca metinlerde buluabiliriz. Bu eylemin
kökü hakkında daha fazla bilgi için bkz. çapla-, çaptur-, çapkula-.
553
gah gah Hıtay birlen yav bolurlar érdi ve Hıtay padişahı leşker yiberip olturtup
çapturtup takı özige bakındurur érdi

(ŞTü, 42: 14)

çarlat- ‘çağırtmak, davet ettirmek’ (< carla- ‘çağırmak, bağırmak’ -t-) eylemi Moğ.
car ‘yansıma sözcük, çığlık, ses’ sözcüğüne -la- ve -t- eylemden eylem yapım
eklerinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde ise
çarlat- ‘çağırtmak, davet ettirmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 205v6; LÇ:
146b).

Eylem Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de çarlat- ‘cırlatmak, ağlatmak’ (DLT


II: 344; DanKelly, 1985, 87) biçiminde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda çarla- ‘çağırmak, bağırmak’ eylemine


dayandırılmış ve ‘çağırtmak, davet ettirmek’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 141;
EDPT: 429b; DanKelly, 1985, 87).

çarla- eylemi EDPT’de çar ‘her hangi bir akarın çıkardığı ses (yansıma sözcük)’
yansıma sözcüğüne dayandırılmıştır (EDPT: 429b). Sözcüğün kökü olan car
Moğolca bir sözcük olup ‘yansıma sözcük, çığlık, ses’ anlamlarına gelmektedir
(Lessing, 1960, 165a).

çarla- eylemi DLT’de ‘hıçkırarak ağlamak, cırlamak, bağırmak’ (DLT III: 295),
Harezm Türkçesinde ‘bağırmak, çağırmak’ (Oğ. 90, 332 [EDPT: 429b]) anlamıyla
geçmektedir.

dédi kim çarlatıŋız hanlarnı

yıgıŋız bigler ve oglanlarnı

(ŞN3, LVII: 70)

çarlattı revan uruk kayaşın

saldı araga ol iş kéŋeşin

(LM: 1884)

çaykat- ‘yıkatmak’ (< çayka- ‘yıkamak, temizlemek’ -t-) eylemi çayka- ‘yıkamak,
temizlemek’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş bir

554
geçişli eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Dictionnaire turk-oriental’de
çaykat- ‘yıkatmak’ anlamında yer almaktadır (DTO: 282).

Bu eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

Etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu eyleme rastlamadık, ancak eylemin Fevayidü’l-


Kiber ve Gül ü Nevruz gibi Çağatayca metinlerde geçen çayka- ‘yıkamak,
temizlemek’ eylemine dayandığı açıktır. Bu eylemle aynı kökten türemiş çaykal-
‘harekete gelmek, sallanmak’ ve çaykan- ‘çalkanmak, sallanmak, harekete gelmek;
yıkanmak, arınmak’ eylemleri de Çağatayca metinlerde yer almaktadır. çayka-
kökünden türemiş değişik biçimler günümüzde pek çok Türk dili ve lehçesinde de
yaşamaktadır. Kırg. çaykal- 1. ‘çalkanmak, sallanmak’; 2. karar vermeden her şeyi
merak etmek’ (KazTS: 304), Özb. çaykal- ‘1. Çayqamaq, 2. U yan bu yan
tebränmaq, läpänglämaq’ (UTİL II: 349), Tkm. çaykal- ‘arassalık üçin içine suv
guylup yuvulmak, çaykap arassa edilmek’ (TkmDS: 733).

bezm içre Nevayi köp yıglar ése éy saki

huş éylegüçi daru camıga anıŋ çaykat

(NN, 124: 7)

kaşı firakıda bahr-i sirişkim andakdur

ki yaŋı ay kimesin çaykatur urup külek

(FK, 349: 4)

çırmat- ‘dolatmak, yükselmek’ (< çırma- ‘sarmak, bürünmek; dolamak’ -t-) eylemi
çırma- ‘sarmak, bürünmek; dolamak’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta
çırmat- ‘dolatmak, yükselmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 217v16).

Eylem Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de çermet- ‘bir şey fitil gibi
bükülmek, örülmek’ (DLT II: 349; DanKelly, 1985, 90) biçiminde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda çırma- ‘sarmak, bürünmek; dolamak’


eylemine dayandırılmış ve ‘dolatmak, yükselmek’ anlamıyla kaydedilmiştir (EDPT:
430a; DTS: 144; DanKelly, 1985, 90). çerme- biçimi de Tarihi Türk Dillerinden

555
Osmanlıcada çerme- ‘sarmak, dürmek’ şeklinde yer almaktadır, ayrıca göçüşmeli
biçimi olan çemre-’ye de rastlarız (TTS II: 217).

hem tonıga yétkürüp semame

hem başıga çırmatıp ‘imame

(LM: 1830)

çubrut- ‘birbirinin peşi sıra gitmek; izletmek, peşine takmak’ (< Moğ. çuburi- ‘bir
diğerinin izince gitmek, takılmak’ -t-) eylemi Moğ. çuburi- ‘bir diğerinin izince
gitmek, takılmak’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden yalnızca Senglah’ta çubrut-
‘izletmek, peşine takmak’ biçiminde bu eyleme rastladık (Seng. 211r28).

Bu eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

Eylem Moğ. çuburi- ‘bir başkasından sonra hareket etmek’ eylemine dayanmaktadır
(Kowalewski, 1844-49, 2202; Lessing, 1960, 204). Eylem bazı günümüz Türk
dillerinde de Moğolcadan ödünçleme olarak yaşamaktadır: Kaz. şubru- ‘sıra halinde
yürümek’ (KazTS: 315), Kırg. çubur- ‘uzamak; akmak; tane tane dökülmek; dizi
halinde yürümek’ (KırgS: 285).

men köyer-men hecr ara her dem otum tiz étkeli

ét tena‘‘um ehli vasl efsanesin çubrutmaŋız

(FK, 213: 6)

çüçüt- ‘tatlandırmak, şekerlemek’ (< çüçü- ‘tatlanmak, lezzetlenmek, lezzetli olmak’


-t-) eylemi çüçü- ‘tatlanmak, lezzetlenmek’ eylemine -t- eylemden eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde
çüçüt- ‘tatlandırma, şekerlemek’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 154b; DTO: 292).

Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde tespit edemediğimiz bu eyleme


etimolojik sözlük ve kaynaklarda da rastlamadık, ancak eylemin Tarih-i Enbiya vü
Hükema ve Kelürname’de geçen çüçü- ‘tatlamak, lezzetlenmek’ eylemine dayandığı
açıktır.

556
kama‘ üzmek éki şirin lebiŋdin mümkin érmes kim

ki ta ol şehddin tatmış men agzımnı çüçütmişler

(NN, 238: 5)

zehr-i hecriŋ birle çün yüz katla kıldıŋ telh-kam

nuş-ı la‘lin birle hem bir katla agzımnı çüçüt

(BV, 85: 4)

egerlet- ‘eğerletmek’ (< egerle- ‘eğerlemek’ -t-) eylemi egerle- ‘eğerlemek’


eylemine -t- eylemden eylem yapan ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişli eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde egerlet- ‘eğerletmek’ anlamında yer almaktadır
(LÇ: 55a; DTO: 119). Bu eyleme ayrıca Çağatayca sözlüklerden Kelürnamede de
rastladık (KN: 11a5). Eylem Çağatayca metinlerde görülmemektedir.

Bu eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu eyleme rastlamadık, ancak eylemin


eger+le- ‘eğerlemek’ eylemine dayandığı açıktır. eger+le- eylemine Eski
Kıpçakçada eyerle- ‘at vb. eyerlemek’ biçiminde rastlanmaktadır (KTS: 78).
eger+le- eyleminin kökü olan eger ‘eyer’ sözcüğü de Karahanlı Türkçesinden
itibaren Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. DLT’de eder ‘eyer’ (DLT II: 224),
Harezm Türkçesinde éyer ‘eyer’ (KutbHŞ: 49), eder ‘eyer’ (Nehc. 53/2), Eski
Kıpçakçada eger, egir, eyer, iyer, izer ‘eyer’ (KTS: 78) biçimlerinde geçmektedir.

émget- ‘zahmet çektirmek, sıkıntıya düşmek’ (< émge- ‘zahmet çekmek’ -t-) eylemi
émge- ‘zahmet çekmek’ eylemine -t- eylemden eylem yapan ekinin eklenmesiyle
türemiş bir geçişsiz eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta émget-
‘zahmet çektirmek, sıkıntıya düşmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 114r24).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada emget-
‘zahmet çektirmek, sıkıntıya düşmek’ (TT II: 8; U II: 78); DLT’de emget-
‘yordurmak, emek çektirmek’ (DLT I: 264; DanKelly, 1985, 23); KB’de emget-
‘yordurmak, emek çektirmek’ (KB: 166); Harezm Türkçesinde émget- ‘zahmet
çektirmek, sıkıntıya düşürmek’ (KutbHŞ: 50; Nehc. 263/17) biçimlerinde
geçmektedir.

557
Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda émge- ‘zahmet çekmek’ eylemine
dayandırılmış ve ‘zahmet çektirmek, sıkıntıya düşürmek’ anlamıyla kaydedilmiştir
(DTS: 172; EDPT: 159b; Ercilasun, 1984, 33; DanKelly, 1985, 23, Erdal, 1991, 769;
Tekin, 1989, 178). Bu eylemle aynı kökten türemiş émgen- biçimini de Çağatayca
metinlerde bulabiliriz. Bkz. émgen-.

asru yaman émgetip-sin bul üçün ol élni köp

siniŋ atıŋn ataydur uşbu iller misl-i div

(ŞHD: 189b10)

Nevayi hastelıgdın dem urarga kuvveti yoktur

anı guya vefasızlr cefası asru émgetmiş

(BV, 256: 9)

ılgat- ‘çabuk hareket ettirmek, harekete geçirmek’ (< ılga- ‘ayırmak, farketmek; akın
etmek’ -t-) eylemi ılga- ‘ayırmak, farketmek; akın etmek’ eylemine -t- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Bu eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu eyleme rastlamadık, ancak eylemin Lütfi


Divanı, Seb’a-yı Seyyare, Garaibü’s-sıgar, Babürname, Şibânname gibi Çağatayca
metinlerde geçen ılga- ‘ayırmak, farketmek; akın etmek’ eylemine dayandığı açıktır.

Taşkend üstige ılgatıp édi

ol ikevge kişi köp katılıp édi

(ŞN3, LVII: 24)

ırat-, yırat- ‘göndermek, savmak, kovmak, uzaklaştırmak’ (< ıra-, yıra- ‘kaçınmak,
uzak durmak’ -t-) eylemi ıra-, yıra- ‘kaçınmak, uzak durmak’ eylemine -t- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde bu eyleme rastlamadık. Eylem yalnızca Babürnamede yer almaktadır.

558
Eylem Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de yırat- ‘savmak, kovmak’ (DLT II:
315; DanKelly, 1985, 228); KB’de yırat- ‘kovmak, savmak’ (KB: 322, 381)
biçiminde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda ıra-, yıra- ‘kaçınmak, uzak durmak’


eylemine dayandırılmış ve ‘göndermek, savmak, kovmak, uzaklaştırmak’ anlamıyla
kaydedilmiştir (EDPT: 207b-208a; DanKelly, 1985, 228, Erdal, 1991, 772).

Eylem kökü olan ıra-, yıra- eylemi Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir. DLT’de
yıra- ‘uzaklaşmak’ (DLT III: 88), KB’de yıra- ‘uzaklaşmak, uzak durmak, uzak
tutmak’ (KB: 5263), Harezm Türkçesinde yıra- ‘uzak olmak, uzak durmak’
(KutbHŞ: 91), Osmanlıcada ıra- ‘uzak olmak, uzak durmak’ (TTS I: 353, TTS II:
500) biçimlerinde geçmektedir.

sizlerni töre müçeŋizdin hüretip, pergene ve vılayatıŋızda yıratıp, sakallarıŋıznı


kırkıp, şaharlarda taşhīr kılmak kérek

(BN: H239a13)

ırçat- ‘sırıtmak, gıcırdatmak’ (< Moğ. ırca- ‘gülerken dişlerini göstermek, sırıtmak’ -
t-) eylemi Moğ. ırca- ‘gülerken dişlerini göstermek, sırıtmak’ eylemine Türkçe -t-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Lugat-ı Çağatay’da ırçat- ‘sırıtmak, gıcırdatmak’ anlamında
yer almaktadır (LÇ: 48b). Bu eyleme ırçayt- biçiminde de Çağatayca metinlerde ve
sözlüklerde rastlıyoruz (DTO: 103).

Bu eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

Etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu eyleme rastlamadık, ancak eylemin Moğ. ırca-


‘gülerken dişlerini göstermek, sırıtmak’ (Lessing, 1960, 416) eylemine dayandığı
açıktır.

men kim ü külmek sözi çun gonçe içre jale dék

il ara ırçatmadı hergiz çu dil-darımga tiş

(FK, 266: 2)

ırgat- ‘sallamak, kımıldatmak, hareket ettirmek’ (< ırga- ‘sallamak’ -t-) eylemi ırga-
‘sallamak’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli

559
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde ırgat- ‘sallamak, kımıldatmak, hareket
ettirmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 98r17; LÇ: 49a; DTO: 103).

Eylem Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de ırgat- ‘sallamak, hareket ettirmek’


(DLT I: 263; DanKelly, 1985, 35) biçiminde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda ırga- ‘sallamak’ eylemine dayandırılmış ve


‘sallamak, kımıldatmak, hareket ettirmek’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 220;
EDPT: 217b; DanKelly, 1985, 35). Eraslan, ırga- eyleminin ırga < ırıg + a- ya da ır
+ ga- biçiminde gelişip gelişmediğini sorgulamakta ancak kesin bir yargıya
varmamaktadır (Eraslan, 1999, 376). Eylem Moğolcada da cirga- ‘sallamak’
biçiminde yer almaktadır.

şahım üzre çıkıp hemme huban

ırgaturlar tökeleşür mercan

(MMü: 8)

okup her satrnı ırgattı başın

yüz elvan oynatıp közin vü kaşın

(DN: 229)

ışnat- ‘ışıldatmak’ (< ışna- ‘ışıldamak, parlamak’ -t-) eylemi ışna- ‘ışıldamak,
parlamak’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca metinlerde bu eyleme rastlamadık. Bu eylemi
yalnızca Çağatayca sözlüklerden Kelürnamede tespit edebildik (KN: 10a12).

Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde de tespit edemediğimiz bu eyleme


etimolojik sözlük ve kaynaklarda da rastlamadık, ancak eylemin ışna- ‘ışıldamak,
parlamak’ eylemine dayandığı açıktır. Eylemin gelişimi *yaşna- > *yışna- > *ışna-
biçiminde olmalıdır. Bkz. yaşna-.

iltit- ‘göndermek’ (< ilt- ‘göndermek, iletmek, ulaştırmak’ -it-) eylemi ilt-
‘göndermek, iletmek, ulaştırmak’ eylemine -it- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme
rastlamadık.

560
Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde de tespit edemediğimiz bu eyleme
etimolojik sözlük ve kaynaklarda da rastlamadık, ancak eylemin Mahbubu’l-kulub,
Lisanü’-t-tayr, Sekkaki Divanı, Lütfi Divanı, Fevayidü’l-kiber, Sedd-i İskenderi,
Hüseyin Baykara Divanı, Babür Divanı, Dehname, Taaşşukname, gibi Çağatayca
metinlerde geçen ilt- ‘göndermek, iletmek, ulaştırmak’ eylemine dayandığı açıktır.

ol ki takdir hatın étti sevad

éyledi ak u karanı irşad

peyveste kaşını maŋa çıtıp

kirpik okını maŋa iltitip

(BabD: 554)

indet- ‘çağırtmak, davet ettirmek’ (< inde- ‘çağırmak, davet etmek’ -t-) eylemi inde-
‘çağırmak, davet etmek’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Bu eylemi ündet- ‘çağırtmak’ biçiminde Eski Kıpçakçada buluyoruz (KTS: 298).

Eyleme etimolojik sözlük ve kaynaklarda rastlamadık, ancak eylemin inde-


‘çağırmak, davet etmek’ eylemine dayandığı açıktır. Bu eylem Çağataycada ünde-
biçiminde de görülmektedir. Bkz. ünde-.

hoş-vakt oluban kopup tarab-nak

indetti kabile ehlini pak

(LM: 2664)

itüt- ‘keskinleştirmek’ (< iti- ‘keskinleşmek’ -t-) eylemi iti- ‘keskinleşmek’


‘keskinleşmek’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Bu eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde de tespit edemedik.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu eyleme rastlamadık, ancak eylemin iti-


‘keskinleşmek’ eylemine dayandığı açıktır.

misvakı tama‘ tişin itütürge

(MKb: 34b13)
561
karıt- ‘yaşlanmak’ (< karı- ‘yaşlanmak’ -t-) eylemi karı- ‘yaşlanmak’ eylemine -t-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta karıt- ‘yaşlanmak’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 270r6). Bu eyleme Çağatayca sözlüklerden Kelürnamede de rastladık (KN:
24a5). Çağatayca metinlerde eylemi tespit edemedik.

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de karıt-


‘yaşlanmak’ (DLT II: 304; DanKelly, 1985, 129); KB’de karıt- ‘yaşlanmak’ (KB:
404, 5133); Harezm Türkçesinde karıt- ‘yaşlanmak’ (KutbHŞ: 134) biçimlerinde
geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda karı- ‘yaşlanmak’ eylemine dayandırılmış


ve ‘yaşlanmak’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 428; EDPT: 649a; Ercilasun, 1984,
33; DanKelly, 1985, 129). Talat Tekin, Uyg. (Br.) hari- ‘yaşlanmak’; Tkm. garra-
‘yaşlanmak’ (< *karı-) biçimlerini aktarır (Tekin, 1995, 173). Buna göre eylemin
kökünü *karı- biçiminde tasarlamak mümkündür.

kavlat- ‘kovdurmak’ (< kavla- ‘kovmak, defetmek’ -t-) eylemi kavla- ‘kovmak,
defetmek’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Bu eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde tespit edemedik.

Etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu eyleme rastlamadık, ancak eylemin kav-la-


‘kovmak, defetmek’ eylemine dayandığı açıktır. Gövde halindeki kav+la- eylemi de
kav- < kov- < kog- biçiminde bir gelişime sahiptir. Sözcükte Tarihi Türk dillerinde
görülen -o- > -a- ve –g > -v > -v değişmeleri görülür. Eraslan, kog- eylenminin g > v,
v değişmesi ile kov- ve yuvarlak ünlünün Çağataycada düzleşmesi ile kav- biçimini
almasında bir tereddüt bulunmadığını, asıl tereddütün eylemin yapısında olduğunu ve
eylemin kavla- < kav-ı+la- biçiminde bir gelişim çizgisi izlemesi gerektiğini ileri
sürmüştür (Eraslan, 1999, 358).

rakibiŋ Arimi körse éşitke, bişür it yaŋlıg

asilim nitti, kavlatsaŋ éşiktin uşbu nakesni

(SD: 728)

562
kéltürt- ‘getirtmek’ (< kéltür- ‘getirmek’ -t-) eylemi kéltür- ‘getirmek’ eylemine -t-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Bu eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu eyleme rastlamadık, ancak eylemin kél-


tür- ‘getirmek’ eylemine dayandığı açıktır. kél-tür- eylemi Tarihi Türk Dillerinde
geçmektedir (EDPT: 716b-717a).

mezkur mirzanın köŋlige rikkat kilip bir avuç dirhem kéltürtüp iltimas kiliptur ki

(MKb: 41a5)

kırçıldat- ‘gıcırdatmak’ (< kırçılda- ‘gıcırdamak’ -t-) eylemi kırçılda- ‘gıcırdamak’


eylemine -t- eylemden eylem yapan ekinin eklenmesiyle türemiş bir geçişli eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde kırçıldat- ‘gıcırdatmak’ anlamında yer almaktadır
(LÇ: 244b; DTO: 446).

Bu eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

Etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu eyleme rastlamadık, ancak eylemin kırçıl+da-


‘gıcırdamak’ eylemine dayandığı açıktır.

tüşte kördüm yarnı kandan rakibin utruda

reşkdin her lahza tiş kırçıldatur men uykuda

(NN, 39: 1)

kırkıt- ‘kırkmak’ (< kırk- ‘kırkmak’ -ıt-) eylemi kırk- ‘kırkmak’ eylemine -ıt-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde ve metinlerde bu eyleme rastlamadık. Bu eyleme yalnızca
Çağatayca sözlüklerden Kelürnamede rastladık (KN: 23b6).

Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadığımız bu eyleme etimolojik


sözlük ve kaynaklarda da rastlamadık, ancak eylemin Mahbubu’l-kulub, Bedayiü’l-
vasat, Leyla vü Mecnun gibi Çağatayca metinlerde geçen kırk- ‘kırkmak’ eylemine
dayandığı açıktır. EDPT’de kırk- eylemi kır- eylemin vurgulu biçimi olduğu ifade
edilmiştir (EDPT: 651a-b).

563
kırk- eylemi DLT’de ‘kırkmak’ (DLT III: 422), Eski Kıpçakçada kırk- ‘kırkmak,
kısaltmak, kesmek’ (KTS: 145) biçimlerinde yer almaktadır.

kızıt- ‘kızdırmak, ateşte ısıtmak’ (< kız- ‘kızmak’ -ıt-) eylemi kız- ‘kızmak’ eylemine
-ıt- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde kızıt- ‘kızdırmak, ateşte ısıtmak’ anlamında yer almaktadır
(LÇ: 246b; DTO: 447).

Bu eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

Etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu eyleme rastlamadık, ancak eylemin kız-


‘kızmak’ eylemine dayandığı açıktır.

duzah maŋa yétse cavidani

‘ışkı otıdın kızıtkıl anı

(LM: 1653)

sén dagı bir gül isi birle dimagıŋnı kızıt

vasl sevdasın bişür gerçi érür sevda-yı ham

(BV, 398: 7)

koldat- ‘yardım etmek’ (< kolda- ‘himaye etmek, elinde tutmak’ -t-) eylemi kolda-
‘himaye etmek, elinde tutmak’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme
rastlamadık.

Bu eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık, ancak bu eylemle


aynı kökten türediğini düşündüğümüz koldamla- biçimi Eski Uygurcada ‘kolunu
hareket ettirmek’ anlamında kaydedilmiştir (E2: 140-152).

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu eyleme rastlamadık, ancak eylemin


Lisanü’t-tayr, Bedayiü’l-vasat, Fevayidü’l-kiber, Garaibü’-s-sıgar, Gedai Divanı,
Seb’a-yı Seyyare gibi Çağatayca metinlerde geçen kol+da- ‘himaye etmek, elinde
tutmak’ eylemine dayandığı açıktır. kolda- eyleminin de kol ‘kol’ köküne dayandığı
şüphesizdir. Marcel Erdal, koldamla- biçiminden bahsederken sözcüğün *kol
adından addan eylem yapan +la- eki ile türediğini ifade eder (Erdal, 1991, 439).

564
deyr ara men mest ü nazuk-huyıdın ol mug-beçe

bezmdin kavlar meni geh südretip geh koldatıp

(FK, 69: 8)

kozgat- ‘harekete geçirmek’ (< kozga- ‘meydana çıkarmak, harekete getirmek’ -t-)
eylemi kozga- ‘meydana çıkarmak, harekete getirmek’ eylemine -t- eylemden eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Bu eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

Eyleme etimolojik sözlük ve kaynaklarda rastlamadık, ancak eylemin kozga-


‘meydana çıkarmak, harekete getirmek’ eylemine dayandığı açıktır. Bkz. kozgal-.

ta gonce dék agzıŋga tutup zülfini açtıŋ

kozgattı hıred haylını her şam köŋülde

(NN, 53: 4)

hasm neçe hakir bolsa köŋül kozgatur, has neçe uşak bolsa köz bulgatur

(MKb: 101b4)

kökert- ‘göğertmek’ (< köker- ‘göğermek, yeşermek’ -t-) eylemi köker- ‘göğermek,
yeşermek’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık. Ancak eylem
kökü göger-, köger- ‘yeşillenmek, filizlenmek’ biçimlerinde Çağatayca sözlüklerde
yer almaktadır (Vel. 370; Seng. 307r5).

Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadığımız bu eyleme etimolojik


sözlük ve kaynaklarda da rastlamadık, ancak eylemin kök+er- ‘göğermek, yeşermek’
eylemine dayandığı açıktır. köger- eylemi Tarihi Türk Dillerinde ‘göğermek, gök
rengini almak’ anlamıyla geçmektedir (EDPT: 712a).

bu ki her yandın kökertiptür yüzümni kac-ı derd

cism öyi kakını altun üzre kıldım laceverd

(NN, 203: 1)

565
kökertürge mahabbet deştin eşkim yamgurı birle

her ahım dudıdın kök bir bahar ayın sehab éyler

(NN, 242: 4)

körset- ‘göstermek’ (< körse- ‘görmek istemek’ -t-) eylemi körse- ‘görmek istemek’
eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde körset- ‘göstermek’ anlamında yer almaktadır (LÇ:
270b; DTO: 465).

Eylem Eski Kıpçakçada körset-, körset- ‘göstermek’ (KTS: 159) biçiminde


geçmektedir.

Etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu eyleme rastlamadık, ancak eylemin kör-se-


‘sağlam olmak’ eylemine dayandığı açıktır. körse- eylemi de etimolojik sözlüklerde
kör- ‘görmek’ eylemine dayandırılmıştır (Eckmann, 1966, 73; VEWT: 292; DTS:
318; EDPT: 740a, 746b). Clauson da eylem kökünü kör- olarak vermesine rağmen
eylemin körügse- biçimiyle karşılaştırılması gerektiğini belirtmiştir (EDPT: 746b).
DanKelly’de ise körse- < körügse- biçiminde açıklanmıştır (DanKelly, 1985, 110).

éy ki hecriŋde meni yüz hasret ü arman bile

katl kılguŋ bari bir katla üzüŋni körsetip

(FK, 69: 6)

can bérür men hecride za‘fımdın il körmes meni

‘ışk ara her neçe dér-men kim özümni körsetey

(HBD, 201: 3)

muŋrat- ‘feryat ettirtmek, bağırıp çağırtmak’ (< muŋra- ‘feryat etmek, bağırıp
çağırmak’ -t-) eylemi muŋra- ‘feryat etmek, bağırıp çağırmak’ eylemine -t- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde bu eyleme rastlamadık. Ancak eylem kökü olan muŋra- ‘bağırmak,
bağırıp çağırmak’ anlamıyla Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta geçmektedir (Seng.
320r7).

Eylem Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de müŋret- ‘böğürtmek’ (DLT II: 358;
DanKelly, 1985, 120) biçiminde geçmektedir.
566
Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda muŋ+ra- ‘feryat etmek, bağırıp çağırmak’
eylemine dayandırılmış ve ‘feryat ettirtmek, bağırıp çağırtmak’ anlamıyla
kaydedilmiştir (DTS: 353; EDPT: 770b; DanKelly, 1985, 120).

muŋra- eyleminin bir başka biçimi olan müŋre-, Irk Bitig’de müŋre- ‘bağırmak,
bağırıp çağırmak’ (IB: 60), Eski Uygurcada müŋre- ‘bağırmak, bağırıp çağırmak’
(Suv. 21/2), DLT’de müŋre- ‘böğürmek’ (DLT III: 403) biçimlerinde geçmektedir.

télmürür men muŋratıp ol bi-vefada muttasıl

bir hem andın derd-i halimga nazar bolgay mu dép

(NN, 112: 2)

ohşat- ‘benzetmek’ (< ohşa- ‘benzemek’ -t-) eylemi ohşa- ‘benzemek’ eylemine -t-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde ohşat- ‘benzetmek’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 28a; DTO:
52).

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de ohşat-


‘benzetmek’ (DLT I: 262; DanKelly, 1985, 44); Harezm Türkçesinde ohşat-
‘benzetmek’ (KutbHŞ: 196); Eski Kıpçakçada ohşat-, ‘benzetmek’ (KTS: 204)
biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda ohşa- ‘benzemek’ eylemine dayandırılmış


ve ‘benzetmek’ anlamıyla kaydedilmiştir (EDPT: 97b; DanKelly, 1985, 44). Erdal bu
eylemin ogşa- eylemi ile minimal pair (en küçük çift) oluşturduğunu belirtmiştir ve
eylemin kökünü ogşa- olarak vermiştir (Erdal, 1991, 780).

ohşa- biçimi Tarihi Türk dillerinde görülmektedir. Eski Uygurcada ohşa-


‘benzemek’ (M I: 14; M III: 18); DLT’de ohşa- ‘benzemek’ (DLT I: 282; DanKelly,
1985, 44); KB’de ohşa- ‘benzemek’ (KB: 746); Harezm Türkçesinde ohşa-
‘benzemek’ (KutbHŞ: 195); Eski Kıpçakçada ohşa-, ogşa-, okşa, oşa-, oşka-, ovşa-
‘benzemek’ (KTS: 204); Osmanlıcada ohşa- ‘benzemek’ (TTS I: 537; TTS II: 721)
biçimlerinde geçmektedir. Bkz. ohşa-.

567
çenar dédim kadıŋnı, ‘aklım aytur: Hey ni ohşattıŋ

bu yıllar turgan iskige anıŋ tég serv-i nev-resni

(SD: 726)

seyl kélse jale birle ohşatur-min aŋa kim

közlerimniŋ akı akkan dide-i giryan ara

(HBD, 8: 5)

ornat- ‘oturtmak, yerleştirmek’ (< or(u)na- ‘yerleşmek’ -t-) eylemi or(u)na-


‘yerleşmek’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde ornat- ‘oturtmak, yerleştirmek’
anlamında yer almaktadır (Seng. 80v9; LÇ: 31a; DTO: 59).

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de ornat-


‘oturtmak, yerleştirmek’ (DLT I: 266; DanKelly, 1985, 43); Harezm Türkçesinde
ornat- ‘oturtmak, yerleştirmek’ (KutbHŞ: 118; Nehc. 427/12); Eski Kıpçakçada
ornat- ‘yerleştirmek’ (KTS: 205); Osmanlıcada ornat- ‘oturtmak, yerleştirmek’ (TTS
I: 549; TTS III: 548) biçiminde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda orun+a- ‘yerleşmek’ eylemine


dayandırılmış ve ‘oturtmak, yerleştirmek’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 371;
EDPT: 235b; DanKelly, 1985, 43, Erdal, 1991, 781).

orna- eylemi DLT’de ‘yerleşmek, yer tutmak, yer edinmek; (güneş) batmak,
kaybolmak’ (DLT I: 288), KB’de ‘yerleşmek’ (KB: 93), Harezm Türkçesinde
‘yerleşmek, ikamet etmek’ (KutbHŞ: 118), Osmanlıcada ‘yerleşmek’ (TTS II: 735,
TTS III: 548) anlamlarıyla geçmektedir

tartmak mümkin émes okını köŋlümdin kim

yana ok her nefes anıŋ yanıga ornatur

(BV, 143: 3)

démen ol ay okın éy dost sugur yoksa uşat

kim kakıp taşlar ile zar tenimga ornat

(FK, 77: 1)

568
ögsüt- ‘eksiltmek’ (< égsü- ‘eksilmek’ -t-) eylemi égsü- ‘eksilmek’ eylemine -t-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta ögsüt- ‘eksiltmek’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 79r29).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada egsüt-
‘eksiltmek’ (TT I: 212; U II: 15); Tefsir’de egsüt- ‘eksiltmek’ (Tef. 73); Harezm
Türkçesinde egsit- ‘eksiltmek’ (KutbHŞ: 20); Eski Kıpçakçada egsit-, igsit-, igsüt-,
ögsüt- ‘eksiltmek’ (KTS: 71) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda égsü- ‘eksilmek’ eylemine dayandırılmış ve


‘eksiltmek’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 168; EDPT: 117b). ögsü- biçimi egsü-
biçiminin gerileyici benzeşmeye uğramış biçimidir.

rahmı peyda boldı mu bolgay anıŋ taş köŋlide

zülfi ögsütti mü érkin munça şur u şerni hiç

(LD: 295)

fena mey-hanesiga sal meni éy rind-i ‘arif kim

gamımnı ögsütür deyr-i fena meyhane andın köp

(FK, 71: 7)

önüt- ‘bitirmek, büyütmek, yetiştirmek’ (< ön- ‘bitmek, yetişmek’ -üt-) eylemi ön-
‘bitmek, yetişmek’ eylemine -üt- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde rastlamadığımız bu
eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde de tespit edemedik.

Etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu eyleme rastlamadık, ancak eylemin ön-


‘bitmek, yetişmek’ eylemine dayandığı açıktır.

kam tüni hem tire hem payanı yok

ah otın çek subhnıŋ şem‘in önüt

(NN, 133: 4)

569
örlet- ‘yükseltmek, arttırmak’ (< örle- ‘yükselmek, artmak’ -t-) eylemi örle-
‘yükselmek, artmak’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eylem Eski Uygurcada örlet- ‘yükseltmek, arttırmak’ (TT III: 34; TT VI: 74)
biçiminde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda ör-le- ‘yükselmek, artmak’ eylemine


dayandırılmış ve ‘yükseltmek, arttırmak’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 389;
EDPT: 230b). Talat Tekin, DLT ör- ‘belirmek, çıkmak, yükselmek’, Tkm. ör- ‘(ot)
çıkmak, yerden bitmek; kalkmak, ayağa kalkmak’, Hak. öre ‘yukarı’, SUyg. yörle-
‘kalkmak, ayağa kalkmak’ biçimlerini aktarır (Tekin, 1995, 158, 183). Buna göre
eylemin kökünü *ör- biçiminde tasarlamak mümkündür.

uş bu yirde cineste sözlendi

öziniŋ ta‘rifini örletti

(MMü: 94)

örtet- ‘yaktırmak’ (< örte ‘yakmak’ -t-) eylemi örte ‘yakmak’ eylemine -t- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de örtet-


‘yaktırmak’ (DLT I: 260; DanKelly, 1985, 49) biçiminde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda örte- köküne dayandırılmış ve ‘yaktırmak’


kaydı düşülmüştür (DTS: 389; EDPT: 208b; DanKelly, 1985, 49). örte- kökü de
etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda ört ‘ateş, alev’ köküne dayandırılmış ve
‘yakmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (DTS: 389; VEWT: 375; EDPT: 208b;
DanKelly, 1985, 49). Marcel Erdal ise sözcüğü ört ‘ateş, alev’ kökünden getirmiş ört
sözcüğünün de ör- ‘yükselmek’ köküne dayandığını iddia etmiş, buna kanıt olarak da
ateşin de sürekli yükselen bir şey olduğunu, bu yüzden de ör- ‘yükselmek’ eylemi ile
anlamsal ilgisinin olduğu açıklamasını getirmiştir (Erdal, 1991, 423).

570
kögsüme taş urmagımı ‘ayb kılma éy köŋül

koy ki anda kalgıgan peykanlarını örtetey

(HBD, 201: 6)

ösrüt- ‘sarhoş olmak’ (< ösrü- ‘sarhoş olmak’ -t-) eylemi ösrü- ‘sarhoş olmak’
eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Bu eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

Etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu eyleme rastlamadık, ancak eylemin ösr-ü-


‘sarhoş olmak’ eylemine dayandığı açıktır. ösrü- eylemi etimolojik sözlükler ve
kaynaklarda Eski Türkçede bulunan esrü- eylemine dayandırılmıştır (VEWT: 50;
DTS: 184; EDPT: 250b; DanKelly, 1985: 27; Erdal, 1991, 232). ösrü- biçimi esrü-
biçimin gerileyici benzeşmeye uğramış şeklidir.

ösrütti ‘işve cür‘asıdın ‘akl u ruhnı

ol köz ki naz badesidindür humarda

(LD: 1680)

sanat- ‘saymak, hesap etmek’ (< sana- ‘saymak, hesap etmek’ -t-) eylemi sana-
‘saymak, hesap etmek’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
Bu eyleme yalnızca Çağatayca sözlüklerden Kelürnamede rastladık (KN: 20a12).

Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadığımız bu eyleme etimolojik


sözlük ve kaynaklarda da rastlamadık, ancak eylemin sa-n+a- ‘saymak, hesap
etmek’ eylemine dayandığı açıktır. Marcel Erdal da sözcüğün kökünü sa-
‘hesaplamak’ eylemi olarak vermiştir (Erdal, 1991, 306-307).

Bu eylemin gelişimi sanat- < sa-n+a-t- biçimindedir. sana- eylemi de sa- köküne
dayanmaktadır. sa- kökünün genişlemiş biçimi de say- ya da san-‘dır. /y/ ünsüzü
kökte benzeşme ya da yanlış farzetme yoluyla kalıplaşmış olmalıdır. say- > sa-y-.
Krş. DLT sa- ‘saymak’, Trkm. say- ‘saymak, addetmek’, Türk., Az., say- ‘saymak’ <
*sa- (Tekin, 1995, 174).

571
sargart- ‘sarartmak’ (< sar(ı)gar- ‘sararmak’ -t-) eylemi sar(ı)gar- ‘sararmak’
eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadığımız bu eyleme etimolojik


sözlük ve kaynaklarda da rastlamadık, ancak eylemin sarıg + ar- ‘sararmak’
eylemine dayandığı açıktır.

Eylem kökü olan sargar- biçimi Eski Türkçeden itibaren görülmektedir. Eski
Uygurcada sargar- ‘sararmak’ (U I: 37); DLT’de sargar- ‘sararmak’ (DLT II: 187;
DanKelly, 1985, 155); Harezm Türkçesinde sargar- ‘sararmak’ (Nehc. 243/8); Eski
Kıpçakçada sargar-, sarar- ‘sararmak’ (KTS: 227) biçimlerinde geçmektedir.

Bu kök etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda da sarıg ‘sarı’ köküne dayandırılmış


ve ‘sararmak’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Räsänen, 1957, 149; Eckmann, 1966, 69;
DTS: 488; EDPT: 849a; DanKelly, 1985, 155, Erdal, 1991, 502).

Eylemin gelişimi sargart- < sarıg + ar -t- biçiminde olmuştur.

sargart yüz ü akartadur baş

ol kara sanem yüz alı

(LD: 1930)

sayrat- ‘öttürmek’ (< sayra- ‘(kuş) ötmek, şakımak’ -t-) eylemi sayra- ‘(kuş) ötmek,
şakımak’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir
eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülmektedir. DLT’de sayrat- ‘çok


söyletmek’ (DLT II: 357; DanKelly, 1985, 157); Harezm Türkçesinde til sayrat- ‘çok
konuşmak, çenesi düşmek’ (KutbHŞ: 161) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda sayra- ‘(kuş) ötmek, şakımak’ eylemine


dayandırılmıştır (DTS: 482; EDPT: 860a; DanKelly, 1985, 157).

sayra- kökü DLT’de ‘şakımak, ötüşmek; saçmalamak, hezeyan etmek’ (DLT III:
311, DLT I: 467, DLT III: 240), KB’de ‘şakımak, ötmek’ (KB: 4963), Harezm
Türkçesinde ‘şakımak, ötmek’ (KutbHŞ: 152), Eski Kıpçakçada ‘şakımak, ötmek’
(KTS: 230) biçimlerinde görülmektedir.

572
nefsiŋni sılagıl sen hod saŋa vefası bar

küçletip bedeniŋni sayratsaŋ yakın ‘ar‘ur

(ŞHD: 58a12)

ségrit- ‘seğritmek, koşturmak’ (< ségir- ‘seğirmek, koşturmak’ -it-) eylemi ségir-
‘seğirmek, koşturmak’ eylemine -it- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadığımız bu eyleme etimolojik


sözlük ve kaynaklarda da rastlamadık, ancak eylemin Nevâdirü’n-nihâye, Hayretü’l-
ebrar gibi Çağatayca metinlerde ve Senglah’ta görülen ségri- ségir- ‘seğirmek,
koşturmak’ eylemine dayandığı açıktır.

segir- eylemi DLT’de sékri- ‘seğirtmek’ (DLT I: 354, DLT III: 281), Harezm
Türkçesinde sekir- / sékir- ‘atlamak, seğirtmek’ (KutbHŞ: 156-157), Eski
Kıpçakçada sekir-, sekri-, sikri- ‘seçmek, sıçramak’ (KTS: 230), Osmanlıcada sekri-
(segri ?) ‘atlamak, zıplamak’ (TTS I: 611, TTS II: 806, TTS IV: 673) biçimlerinde
geçmektedir.

hublar haylı ara her sarı tüşmiş rüst-a-hiz

guyiya meydan içige çabüküm segritti at

(NN, 125: 5)

zamane eblakı kalgay revişdin

ol aşub-ı zaman sėgritse ebreş

(NN, 432: 7)

sıkıt- ‘sıkmak, bastırarak ezmek’ (< sık- ‘sıkmak’ -ıt-) eylemi sık- ‘sıkmak’ eylemine
-ıt- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Lugat-ı Çağatay’da sıkıt- ‘sıkmak, bastırarak ezmek’
anlamında yer almaktadır (LÇ: 198a).

Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadığımız bu eyleme etimolojik


sözlük ve kaynaklarda da rastlamadık, ancak eylemin sık- ‘sıkmak’ eylemine
dayandığı açıktır.

573
suçı tüşini mundak dédi kim bir bagda üç huşe üzüm kördüm, ol üzümni sıkıttım

(TEH: T701a5-6)

silet- ‘hürmet ettirmek, izzet ettirmek’ (< sile- ‘okşamak, izzet ve hürmet göstermek,
mihribanlık göstermek’ -t-) eylemi sile- ‘okşamak’ eylemine -t- eylemden eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Bu eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu eyleme rastlamadık, ancak eylemin sile-


‘okşamak’ eylemine dayandığı açıktır. sile- eylemi Tarihi Türk Dillerinde
görülmektedir: CC sıla- ‘okşamak, sevmek’, İM sıla- ‘elini sürmek’ (İM: 62b).
Eylem Radloff’ta da hem ön ünlülü hem de art ünlülü biçimleriyle yer almıştır: sile-
(Çağ.) ‘sevmek, hoşlanmak’ (Wb IV: 711), sıla- (Çağ. Tar.) ‘sürmek, sıvazlamak;
ovmak’ (Wb IV: 709).

Günümüz Türk Dillerinde de bu eylemi bulabiliriz. Zühal Ölmez, Şecere-i Terakime


yayınında eylemin günümüz Türk dillerindeki biçimlerini aktarmıştır: Kırg. sıyla-
‘hürmet ve takdir göstermek, ikram etmek, ağırlamak’ (KırgS: 652a), sıla- ‘sıvamak,
sıvazlamak; okşamak’ (KırgS: 649a); Özb. siylamak ‘saygı göstermek, saymak’
(UzbRS: 367a) (Ölmez, Z., 1996, 278).

nutfeni terbiyet éyletken sen

rahm içre anı siletken sen

(ŞN2: 1580)

sözlet- ‘söyletmek’ (< sözle- ‘söylemek’ -t-) eylemi sözle- ‘söylemek’ eylemine -t-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta sözlet- ‘söyletmek’anlamında yer almaktadır
(Seng. 243r15).

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülmektedir. DLT’de sözlet- ‘söyletmek’


(DLT II: 346; DanKelly, 1985, 167); Harezm Türkçesinde sözlet- ‘söyletmek’
(KutbHŞ: 161); Eski Kıpçakçada sözlet- ‘söyletmek, birini sorguya çekmek’ (KTS:
242) biçimlerinde geçmektedir.

574
Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda söz+le- ‘söylemek’ biçimine dayandırılmış
ve ‘söyletmek’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 512; EDPT: 863b; DanKelly, 1985,
167, Erdal, 1991, 786).

bir ü bari kim sanemler azgını söz sözletip

sun‘ıdın her bir nefesde yoktın bar éylegen

(AD: 8)

sugalt- ‘kurutmak’ (< sugal- ‘kurumak, suyu çekilmek’ -t-) eylemi sugal- ‘kurumak,
suyu çekilmek’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadığımız bu eyleme etimolojik


sözlük ve kaynaklarda da rastlamadık, ancak eylemin sugal- ‘kurumak, suyu
çekilmek’ eylemine dayandığı açıktır. Bu eylem Eski Uygurcadan beri görülen
sugul- eyleminin bir versiyonu olsa gerektir (EDPT: 809b).

bérür Ya‘kubga Yusuf firakın

sugaltup iştiyakıda karakın

(HLN: 12)

talat- ‘yağmalatmak’ (< tala- ‘talan etmek, yağmalamak’ -t-) eylemi tala- ‘talan
etmek, yağmalamak’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadığımız bu eyleme etimolojik


sözlük ve kaynaklarda da rastlamadık, ancak eylemin tala- ‘talan etmek,
yağmalamak’ eylemine dayandığı açıktır. tala- eylemi Tarihi Türk Dillerinden Eski
Uygurcada ‘bozmak, çiğnemek, ihlal etmek’ (Hüen-ts. 118-119 [EDPT: 492a]),
Karahannlı Türkçesinde ‘yağmalamak’ (KB: 280), Eski Kıpçakçada ‘yağma etmek’
(KTS: 259), Osmanlıcada ‘yağma etmek, talan etmek’ (TTS I: 173, TTS II: 253, TTS
III: 165, TTS IV: 731) anlamlarıyla geçmektedir.

talatıp aldurup érdiler köp

kim bu korgan ara kirdiler köp

(ŞN2: 1560)
575
tarkat- ‘bölmek, taksim etmek’ (< Moğ. tarka- ‘dağılmak, ayrılmak’ -t-) eylemi
Moğ. tarka- ‘dağılmak, ayrılmak’ eylemine -l- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Lugat-ı
Çağatay’da tarkat- ‘bölmek, taksim etmek’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 99b).

Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadığımız bu eyleme etimolojik


sözlük ve kaynaklarda da rastlamadık, ancak eylemin Moğ. tarka- ‘dağılmak,
ayrılmak’ eylemine dayandığı açıktır. Bu eylemle aynı kökten türemiş tarkaş- ve
tarkal- biçimlerini de Çağatayca metinlerde bulabiliriz. Bkz. tarkaş-.

zülf ü yüzdin sünbülüŋi gül üzre tarkatma köp

dehr bagıda gül ü sünbül isin butratma köp

(GS, 72: 1)

tire vü efsürde biz éy ‘ışk tarkatkan bulut

bir bela berkı bile hem örte bizni hem yarut

(NN, 128: 1)

tayt- ‘yere serilmek’ (< tay- ‘kaymak’ -t-) eylemi tay- ‘kaymak’ eylemine -t-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Lugat-ı Çağatay’da tayt- ‘yere serilmek’ anlamında yer
almaktadır (LÇ: 91a).

Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadığımız bu eyleme etimolojik


sözlük ve kaynaklarda da rastlamadık, ancak eylemin tay- ‘kaymak’ eylemine
dayandığı açıktır. tay- kökü Tarihi Türk Dillerinde de görülmektedir. Eski
Uygurcada tay- ‘kaymak’ (U II: 29, U III: 26), DLT’de tay- ‘kaymak’ (DLT III:
243), Eski Kıpçakçada tay- ‘ayağı kaymak, yanılmak’ (KTS: 266) biçimlerinde
geçmektedir.

kalebidin ruh barıp érdi pak

taytıp ölügler kibi ber-ruy-ı hak

(M: 17)

576
tébret- ‘kımıldamak, sarılmak’ (< tébre- ‘kımıldamak, sarılmak’ -t-) eylemi tébre-
‘kımıldamak, sarılmak’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde tébret- ‘kımıldamak,
sarılmak’anlamında yer almaktadır (Seng. 189r15; LÇ: 130a; DTO: 252).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada tepret-
‘kımıldamak’ (U III: 37; TT X: 451); DLT’de tepret- ‘kımıldamak, hareket ettirmek’
(DLT II: 329; DanKelly, 1985, 186); KB’de tepret- ‘kımıldamak, hareket ettirmek’
(KB: 774, 2536); Harezm Türkçesinde tepret- ‘kımıldamak, hareket ettirmek’
(KutbHŞ: 174); Eski Kıpçakçada depret-, tebret-, tepret-, tipret- ‘kımıldamak,
hareket ettirmek’ (KTS: 204); Osmanlıcada depret- ‘kımıldamak, hareket ettirmek’
(TTS I 195; TTS II: 283; TTS III: 184; TTS IV: 210) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda tébre- ‘kımıldamak, sarılmak’ eylemine


dayandırılmış ve ‘kımıldamak, sarılmak’ kaydı düşülmütür (DTS: 546; EDPT: 444a;
Ercilasun, 1984, 34; DanKelly, 1985, 186, Erdal, 1991, 788).

tébre- eylemi Tarihi Türk Dillerinden Eski Uygurcada tepre- ‘hareket etmek,
sallanmak’ (U I: 6, TT X: 164, U III: 46), DLT’de tepre- ‘hareket etmek’ (DLT III:
277), KB’de tepre- ‘hareket etmek’ (KB: 834, 1026), Harezm Türkçesinde tepre-
‘hareket etmek’ (KutbHŞ: 174), Eski Kıpçakçada tepre- ‘kımıldamak, hareket etmek’
(KTS: 270) biçimlerinde geçmektedir.

Nemrudnıñ pil-asa dimagıdın cebbarlıg fasid maddesi def‘iga peşşe-nişin itisti du‘a
ve kavminiñ şim‘i cihanı öçürgeli belki hırmen-i hayatın savurgalı yél haylin
tébretti

(AŞV: 752b9-10)

urup ah ol Muhammed töktiler yaş

arıtıp yaşların tébrettiler baş

(ÇİK: 77r5)

télberet- ‘deli etmek, delirtmek’ (< télbere- ‘delirmek’ -t-) eylemi télbe+re-
‘delirmek’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

577
Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadığımız bu eyleme etimolojik
sözlük ve kaynaklarda da rastlamadık, ancak eylemin télbe+re- ‘delirmek’ eylemine
dayandığı açıktır. Bkz. télbere-.

Nevayiniŋ cünunın ‘ayb kılmaŋ

kim anı télberetmiş bir peri-veş

(NN, 432: 7)

meni çün ol peri-veş télberetti

ni sud éy nasih imdi télbege pend

(BV, 116: 3)

titret- ‘titretmek’ (< tirtire- ‘titremek’ -t-) eylemi tirtire- ‘titremek’ eylemine -t-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta titret- ‘titretmek’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 189v27).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada titret-
‘titretmek’ (M I: 18; TT X: 450); İbnü Mühenna Lugati’nde titret- ‘titretmek’ (İM:
103); Eski Kıpçakçada titret- ‘titretmek’ (KTS: 278), ditret- ‘titretmek’ (BM: 9)
biçimlerinde görülmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda titre- ‘titremek’ eylemine dayandırılmış ve


‘titretmek’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 564; EDPT: 460a; Erdal, 1991, 789).
Mustafa S. Kaçalin, karşılıklı bir görüşme sırasında eylemin kökü olan titre-
eyleminin tir tir titremek deyimindeki tir tir ikilemesine +e addan eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş bir biçim olduğu görüşünü aktarmıştır. Bkz. titregüç.

kuyaş dék çihre birle tire külbem éylegeç ruşen

maŋa titretme tüşti zerre yaŋlıg ıztırab éylep

(NN, 107: 3)

ol tenga ki lutfdın édi

yél titretürige ni tahammül

(LM: 756)

578
tohtat- ‘dinlendirmek’ (< Moğ. togta- ‘dinlenmek, saklamak, beklemek, alıkoymak’
-t-) eylemi Moğ. togta- ‘dinlenmek, saklamak, beklemek, alıkoymak’ eylemine
Türkçe -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadığımız bu eyleme etimolojik


sözlük ve kaynaklarda da rastlamadık, ancak eylemin Moğ. togta- ‘dinlenmek,
saklamak, beklemek, alıkoymak’ eylemine dayandığı açıktır (Lessing 1960, 815).
Eraslan eylemin tokta < tok + ta- biçiminde düşünülebileceği gibi, tokta < toku + ta-
(KB toku ‘âdet, düzen, töre’ KB III: 458) şeklinde de düşünülebileceğini
belirtmektedir (Eraslan, 1999, 348).

éy hakim étme cünunum ‘aybı kim körgeç anı

tohtata almas dimagı içre Eflatun hıred

(NN, 219: 3)

çün Hüseyni köŋli her dem bir taraf avaredür

söz déseŋ tüz kim cevabıda özümni tohtatay

(HBD, 201: 7)

töret- ‘yaratmak’ (< törü- ‘belirmek, ortaya çıkmak’ -t-) eylemi törü- ‘belirmek,
ortaya çıkmak’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta töret- ‘yaratmak’
anlamında yer almaktadır (Seng. 171r25).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada törüt-
‘yaratmak’ (TT III: 73; TT VI: 270); DLT’de törüt- ‘yaratmak’ (DLT II: 303;
DanKelly, 1985, 198); KB’de törüt- ‘yaratmak’ (KB: 41); Harezm Türkçesinde
töret- ‘yaratmak’ (KutbHŞ: 184); Eski Kıpçakçada töret- ‘yaratmak’ (KTS: 282);
dörüt- ‘yaratmak’ (TZ: 14b9); Osmanlıcada dörüt- ‘yaratmak’ (TTS I: 244; TTS II:
345; TTS III: 228; TTS IV: 263) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda törü- ‘belirmek, ortaya çıkmak’ eylemine


dayandırılmış ve ‘yaratmak’ anlamıyla kaydedimiştir (DTS: 582; EDPT: 536a;
Ercilasun, 1984, 34; DanKelly, 1985, 198, Erdal, 1991, 790).

579
törü- biçimi Eski Uygurcadan itibaren Tarihi Türk Dillerinde de karşımıza
çıkmaktadır. Clauson, bu eylemin töre-/döre- biçimlerinde Moğolcada erken dönem
bir alıntı olduğunu da aktarmıştır (EDPT: 533a).

kamışdın kand-u şekker arıdın bal

töretti kudretindin şahd-u hanzal

(HLN: 9)

uçrat- ‘uğratmak, rastlatmak’ (< uçra- ‘tesadüf etmek, rastlamak’ -t-) eylemi uçra-
‘tesadüf etmek, rastlamak’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadığımız bu eyleme etimolojik


sözlük ve kaynaklarda da rastlamadık, ancak eylemin Mahbubu’l-kulub, Sekkaki
Divanı, Lutfi Divanı, Fevayidü’l-kiber, Leyla vü Mecnun, Gedai Divanı, Babür
Divanı, Şecere-i Terakime, Dehname, Bayram Han Divanı gibi metinlerde yer alan
uçra- ‘tesadüf etmek, rastlamak’ eylemine dayandığı açıktır. uçra- eylemi Tarihi
Türk Dillerinde de görülmektedir. Eski Kıpçakçada uçra-, uşra- ‘rastlamak,
karşılaşmak’ biçimlerinde eylem geçmektedir.

adem oglı ölmese ahir tapar érmiş murad

miŋ sipas ol hakka kim uçrattı merhem yarega

(LD: 1709)

ulat- ‘ulatmak’ (< ula- ‘ulaştırmak, uzatmak’ -t-) eylemi ula- ‘ulaştırmak, uzatmak’
eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Dictionnaire turk-oriental’de ulat- ‘ulatmak’
anlamında yer almaktadır (DTO: 74). Eyleme Türkiyede doktora tezi olarak
hazırlanan Fevayidül’-Kiber’in dizin bölümünde yer verilmiş, ancak metinde bu
eylemin yerine ulan- eyleminin yer aldığı görülmüştür.

Eylem Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de ulat- ‘ulatmak’ (DLT I: 213;


DanKelly, 1985, 53) biçiminde geçmektedir.

580
Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda ula- ‘ulaştırmak, uzatmak’ eylemine
dayandırılmış ve ‘ulatmak’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 609; EDPT: 132b;
DanKelly, 1985, 53, Erdal, 1991, 791).

ulgayt- ‘büyütmek, yetiştirmek, kemale erdirmek’ (< ulgay- ‘büyümek’ -t-) eylemi
ulgay- ‘büyümek’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde ulgayt- ‘büyütmek’ anlamında yer
almaktadır (LÇ: 39b; DTO: 77).

Eylem Çağatayca dışında Tarihi Türk dillerinden Eski Kıpçakçada ulgayt- ‘gönlünü
geniş tutmak, kendine güvenmek’ (KTS: 292) biçiminde geçmektedir.

Etimolojik sözlüklerde bu eylemle ilgili bir kayda rastlamadık, ancak Kemal Eraslan
Mevlana Sekkaki Divanında verdiği noktlarda ulgayt- ‘büyümek’ eylemini ulgayt- <
ulug + ay-t- biçiminde açıklamıştır (Eraslan, 1999, 378). Eylemin kökü için bkz.
ulgay-.

bolmay gafil demi gam u dert

ulgaytıban anı derd-pervend

(LM: 653)

tört ümm ü yétti aba’ bir seniŋ tigni yana

togruban ulgaytmaydur bu acunnuŋ dayesi

(LD: 1863)

uyalt- ‘utandırmak’ (< *uyal- ‘utanmak’ -t-) eylemi uyal- ‘utanmak’ eylemine -t-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadığımız bu eyleme etimolojik


sözlük ve kaynaklarda da rastlamadık, ancak eylemin uya-l- ‘utanmak’ eylemine
dayandığı açıktır. Eraslan eylemin kökü olan uyal- eylemini uya- < *uvu- biçiminde
geliştiğini belirtmiştir. Ona göre uvut (< *uvu-t) ‘hayâ’ sözcüğü -v- > -y- ve -u > -a
değişmesi ile Çağataycada uyat olmuştur (Eraslan, 1999, 342). Eraslan’ın ifadelerini
doğru kabul edersek uyat- (< *uya-t-) biçimini de *uya- eyleminden genişlemiş bir
başka biçim olarak söyleyebiliriz.
581
Räsänen eylemin kökünü *uya- biçiminde maddebaşı olarak vermiş ve Tarihi ve
günümüz Türk dillerinde bu kökten türemiş biçimleri aktarmıştır (VEWT: 511).
Clauson uya-l-’ın uyadıl- biçiminin ünlü göçüşmesine uğramış şekli olabileceğini
ifade etmiştir (EDPT: 272b). uyal- biçimi daha sonra yerini Kuzeybatı Türkçesi
haricindeki Türk dillerinde utan- biçimine bırakmıştır.

köptür Heride bilgil bülbül bile tuti hem

‘andelibni uyalttı dildarı Semerkandnıŋ

(ŞHD: 84b12)

ürküt- ‘ürkütmek’ (< ürk- ‘ürkmek’ -üt-) eylemi ürk- ‘ürkmek’ eylemine -üt-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta ürküt- ‘ürkütmek’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 69r12).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada ürkit-
‘ürkütmek’ (Chuas. 87-8); DLT’de ürküt- ‘ürkütmek’ (DLT I: 263; DanKelly, 1985,
60); Eski Kıpçakçada ürküt- ‘ürkütmek, bir dereceye kadar korkutmak, kaçırmak’
(KTS: 298) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda ürk- ‘ürkmek’ eylemine dayandırılmış ve


‘ürkütmek’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 627; EDPT: 226b; DanKelly, 1985, 60,
Erdal, 1991, 792).

farkıŋ ki yémiş kuş aşyanı

kim ürkütür érkin andın anı

(LM: 2220)

dane-i eşkimge kim ram oldı hicran kuşları

éy köŋül bir kün figanıŋdın anı ürkütmediŋ

(FK, 366: 5)

yalkıt- ‘yanıltmak’ (< yalk- ‘bıkmak, usanmak’ -ıt-) eylemi yalk- ‘bıkmak, usanmak’
eylemine -ıt- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem

582
biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Lugat-ı Çağatay’da yalkıt- ‘yanıltmak’ anlamında
yer almaktadır (LÇ: 298b).

Bu eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

Etimolojik sözlük ve kaynaklarda eyleme bu anlamıyla rastlamadık, ancak eylemin


Çağatayca metinlerden Dehnamede geçen yalk- ‘bıkmak, usanmak’ eylemine
dayandığı açıktır. Mukaddimetü’l-Edeb’de rastladığımız yal-ıl- ‘bıkmak, usanmak’
biçimine dayanarak yalk- için de *yal- biçiminde bir kök tasarlayabiliriz. Tarihi Türk
Dillerinden Eski Kıpçakçada da yalk- eyleminden türemiş ve ‘tembel, gevşek’
anlamına gelen yalkav biçimi yer almaktadır (KTS: 308).

rengi yok tur çün kızıl güldin saŋa ay ‘andelib

il kulagın asru köp yalkıtma feryadıŋ bile

(GS, 558: 2)

bu hilaflarga tevfik bérmek ve tatbik kılmak sözni perakende kılıp okuguçını yalkıtıp
hevasın perişan kılurnı zarureten icmal bile andın ötmek münasibrak köründi

(TEH: A724a1)

yamat- ‘yamamak’ (< yama- ‘yamamak’ -t-) eylemi yama- ‘yamamak’ eylemine -t-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Bu eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu eyleme rastlamadık, ancak eylemin


yama- ‘yamamak’ eylemine dayandığı açıktır.

yama- eylemi DLT’den itibaren ‘yamamak’ anlamıyla Tarihi Türk Dillerinde


geçmektedir. DLT’de yama- ‘yamamak’ (DLT III: 92), Eski Kıpçakçada yama-
‘yamamak’ (TZ: 84a3) biçiminde sözcüğü bulabiliyoruz.

salah tonını çak étse yahşırak éy şeyh

riya yorunı bile hırkanı yamatkunça

(BV, 555: 6)

583
çu fakr kuyide vuslamga hiç olturmas

kaçanga hırkam üze vasl hırkasın yamatay

(FK, 624: 6)

yapıt- ‘kapatmak’ (< yap- ‘kapamak, örtmek’ -ıt-) eylemi yap- ‘kapamak, örtmek’
eylemine ıt- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadığımız bu eyleme etimolojik


sözlük ve kaynaklarda da rastlamadık, ancak eylemin yap- ‘kapamak, örtmek’
eylemine dayandığı açıktır. yap- ‘kapamak, örtmek’ eylemi Eski Türkçeden itibaren
görülen bir köktür. Eski Uygurcada yap- ‘örtmek’ (H II: 26 [EDPT: 871b], DLT’de
yap- ‘örtmek, kapatmak’ (DLT III: 57), KB’de yap- ‘örtmek’ (KB: 719, 1303, 6152),
Harezm Türkçesinde yap- ‘kapamak, örtmek’ (KutbHŞ: 63), Eski Kıpçakçada yab-,
yap- ‘kapamak, örtmek’ (KTS: 310), Osmanlıcada yap- ‘kapamak’ (TTS I 782; TTS
II 997; TTS III: 767; TTS IV: 841) biçimlerinde geçmektedir.

bitigde han tapugıda dép bitip mektubnı ahirigaça ta‘zim bile bitisün ve arkasıda
mühr ya ismim bitig ortasıda kırag sarı mil kıla basıp yapıtsun dép hükm kıldılar

(TEH: M788b25)

yarat- ‘yaratmak’ (< yara- ‘yaramak, iş görmek’ -t-) eylemi yara- ‘yaramak, iş
görmek’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir
eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde yarat- ‘yaratmak’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 328r29; LÇ: 290b).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada yarat-
‘yaratmak’ (TT III: 32; TT VI: 80); DLT’de yarat- ‘yaratmak, düzenlemek,
düzenleyip yapmak, kendinden uydurmak’ (DLT I: 330; DanKelly, 1985, 216);
KB’de yarat- ‘yaratmak’ (KB: 126, 381); Harezm Türkçesinde yarat- ‘yaratmak’
(KutbHŞ: 70; Nehc. 277/10); Eski Kıpçakçada yarad-, yarat- ‘yaratmak’ (KTS: 312)
biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda yara- ‘yaramak, iş görmek, uygun olmak’


eylemine dayandırılmış ve ‘yaratmak’ anlamıyla kaydedilmiştir (Brockelmann, 1954,
208; DTS: 240; EDPT: 959b; DanKelly, 1985, 216; Hamilton, 1998, 233). Marcel

584
Erdal bu eylemin yara- eylemine anlamsal olarak çok yakın olmadığını belirtmiştir
(Erdal, 1991, 793).

yarattı ‘arş u ferş u levh ü eflak

bérip ademga sırr-ı ma-‘arefnak

(TN: 2)

yarattı Nuh u İbrahim ü Musa

Süleyman birle Davud u Mesiha

(TN: 19)

yarut- ‘aydınlatmak, ışıtmak’ (< yaru- ‘aydınlanmak, ışımak’ t-) eylemi yaru-
‘aydınlanmak, ışımak’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde yarut- ‘aydınlatmak,
ışıtmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 328r19; DTO: 524). Bu eylem bazı
Çağatayca metinlerde yarıt- biçiminde de görülmektedir.

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada yarut-
‘aydınlatmak, ışıtmak’ (M I: 15; M III: 24; TT VI: 387; U II: 46); DLT’de yarut-
‘aydınlatmak, ışıtmak’ (DLT III: 52; DanKelly, 1985, 216); KB’de yarut-
‘aydınlatmak, ışıtmak’ (KB: 22, 125, 162, 214); Harezm Türkçesinde yarut-/yarıt
‘aydınlatmak, ışıtmak’ (KutbHŞ: 72); Eski Kıpçakçada yarut- ‘aydınlatmak,
nurlandırmak’ (KTS: 312); Osmanlıcada yarut- ‘aydınlatmak, ışıtmak’ (TTS I: 788)
biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda yaru- ‘aydınlanmak, ışımak’ eylemine


dayandırılmış ve aydınlatmak, ışıtmak’ anlamıyla kaydedilmiştir (Eckmann, 1966,
74; DTS: 244; EDPT: 960a; DanKelly, 1985, 216). Marcel Erdal eylemi yaro-t-
biçiminde maddebaşı olarak vermiş, ikinci ünlü için yaro-k sözcüğüne gönderme
yapmıştır (Erdal, 1991, 793).

Eylem kökü olan yaru- Eski Türkçeden itibaren Tarihi Türk Dillerinde
görülmektedir. Eski Uygurcada yaru- ‘aydınlanmak, parlamak’ (M I: 6, TT III: 133),
DLT’de yaru- ‘aydınlanmak, parlamak’, Harezm Türkçesinde yaru- ‘parlamak’
(KutbHŞ: 72), Eski Kıpçakçada yarı- ‘aydınlanmak, ışımak; parlamak’ (KTS: 312)
biçimlerinde yer almaktadır.

585
Ayrıca EDPT’de kök olan yaru- eyleminin *ya- biçiminde bir eylemden ya da *yar
biçiminde bir addan türemiş olabileceği belirtilmiştir (EDPT: 956b).

yarutup kün yüzindin çarh bagın

yörütüp kéçelerde ay çeragın

(DN: 10)

yaruttı ‘ışk çeragını şem‘ ü pervane

hadis-i bülbül ü gül kil ü kal émiş bildim

(LD: 1235)

yasat- ‘yaptırmak, kurdurmak’ (< Moğ. casa- ‘düzmek; yapmak, kurmak;


hazırlamak, süslemek’ -t-) eylemi Moğ. casa- ‘düzmek; yapmak, kurmak;
hazırlamak, süslemek’ eylemine t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Lugat-ı Çağatay’da ise
yasat- ‘yaptırmak, kurdurmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 293b).

Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadığımız bu eylem etimolojik


sözlük ve kaynaklarda da yer almamaktadır, ancak yasa- ‘düzmek; yapmak, kurmak’
eylemine dayandığı açıktır. Räsänen Çağ. yasa- ‘yapmak, inşa etmek, düzenlemek’
şeklinde anlamlandırdığı sözcüğün Moğ. yasa, casa ‘düzenlemek, iyileştirmek’
biçimlerinden geldiğini belirtmiştir (VEWT: 191). Clauson sözcüğün kök biçimi olan
yasa- eyleminin 13. ya da 14. yüzyıla kadar Türkçede görülmediğini ifade etmiş,
Çağatayca sözlüklerden Senglah’tan yasa- biçiminde aktarmıştır (EDPT: 974b).
Diğer Çağatayca sözlüklerde bu kök yasa- ‘yapmak, abad etmek, inşa etmek, inşad
etmek’ şeklinde kaydedilmiştir (LÇ: 293a; DTO: 525).

altı mulcar yasatıp üç künde

yalbarıp Tiŋri’ge bir tünde

(ŞN1: 849)

mühendisi tapay u égnime kanat yasatay

uçup hevasıda kuşlar ara özümni katay

(FK, 624: 1)

586
yaşnat- ‘parlatmak, aydınlatmak’ (< yaş(ı)na- ‘parlamak, aydınlanmak’ -t-) eylemi
yaş(ı)na- ‘parlamak, aydınlanmak’ eylemine t- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden
Dictionnaire turk-oriental’de yaşnat- ‘parlatmak, aydınlatmak’ anlamında yer
almaktadır (DTO: 184). Bu eylem Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta işnet-
biçiminde yer almaktadır (Seng. 105v28).

Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadığımız bu eylem etimolojik


sözlük ve kaynaklarda da yer almamaktadır, ancak yaş(ı)n+a- ‘parlamak,
aydınlanmak’ eylemine dayandığı açıktır. Bkz. yaşna- .

kılıç yaşnatsaŋ uruşta, anıŋki şu‘lesin düşmen

körüp aytur kamug, hey hey kaçıŋ, berk-ı yaman kildi

(SD: 95)

yavut- ‘yaklaştırmak’ (< yagu- ‘yaklaşmak’ -t-) eylemi yagu- ‘yaklaşmak’ eylemine -
t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta yavut- ‘yaklaştırmak’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 339v25).

Eylem Karahanlı Türkçesi metinlerinden DLT’de yagut- ‘getirmek’ (DLT II: 316;
DanKelly, 1985, 209); KB’de yagut- ‘getirmek’ (KB: 1299, 2506); Harezm
Türkçesinde yavut- ‘yaklaştırmak’ (Nehc. 332/1); Eski Kıpçakçada yavut-
‘yaklaştırmak’ (KTS: 316) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda yagu- ‘yaklaşmak’ eylemine dayandırılmış


ve ‘yaklaştırmak’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 226; EDPT: 899b; DanKelly,
1985, 209; Erdal, 1991, 792).

yagu- eylemi Eski Uygurcada yagu- ‘yaklaşmak’ (M III: 7, U III: 43), DLT’de yagu-
‘yaklaşmak’ (DLT II: 148, DLT III: 89), KB’de yagu- ‘yaklaşmak’ (KB: 1631),
Harezm Türkçesinde yagu-, yavu- ‘yaklaşmak’ (KutbHŞ: 64, 75), Eski Kıpçakçada
yavı- ‘yaklaşmak’ (KTS: 315) biçimlerinde geçmektedir.

‘alem yahşılıgın kişi özidin dirig tutmas, amma özge kişige yavutmas

(MKb: 62a8)

587
ah kim miskin Hüseyni öldi bu hasret bile

bir kün anı itleriŋ haylıga sin yavutmadıŋ

(HBD, 85: 5)

yétit- ‘yetiştirmek, ulaştırmak’ (< yét- ‘yetmek, ulaşmak’ -it-) eylemi yét- ‘yetmek,
ulaşmak’ eylemine -it- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eylem Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde yer almamaktadır. Etimolojik


sözlük ve kaynaklarda da bu eyleme rastlamadık, ancak eylemin yét- ‘yetmek,
ulaşmak’ eylemine dayandığı açıktır.

yüzüŋnüŋ gussasıdın kün isitip

felek ısıtma ta‘vidin yétitip

(DN: 457)

yétti yüzce kişi éylep tayyar

yétittiler Karaköl’ga ılgar

(ŞN1: 682)

yıglat- ‘ağlatmak’ (< yıgla- ‘ağlamak’ -t-) eylemi yıgla- ‘ağlamak’ eylemine -t-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta yıglat- ‘ağlatmak’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 350r22).

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de yıglat-


‘ağlatmak’ (DLT II: 355; DanKelly, 1985, 225); KB’de yıglat- ‘ağlatmak’ (KB:
3595, 4096); Eski Kıpçakçada ıglat- ‘ağlatmak’ (KTS: 101) biçimlerinde
geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda ıgla-, yıgla- ‘ağlamak’ eylemine


dayandırılmış ve ‘ağlatmak’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 266; EDPT: 86a;
DanKelly, 1985, 225). Talat Tekin, Uyg. ıgla-, yıgla- ‘ağlamak’, Tkm. agla-

588
‘ağlamak’ biçimlerini aktarır (Tekin, 1995, 175). Buna göre eylemin kökünü *īgla-
biçiminde tasarlamak mümkündür.

atası tahtıda olturup düşmenlerini yıglatıp ve dostlarını küldürüp ilge ‘adalet kılıp

(ŞTe: 92b10)

resul aydı aŋa mihman sözini

uşal dem yıglatıp éki közini

(ÇİK: 78r3)

yulut- ‘yoldurmak’ (< yul- ‘yolmak’ -ut-) eylemi yul- ‘yolmak’ eylemine -ut-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinden Karahanlı Türkçesinde yulıt- ‘yağma


ettirmek’ (DLT II: 316) eylemi geçmektedir, Çağataycadaki yulut- eylemi ile ilişkili
olduğunu düşünmekteyiz. Şibân Han Divanı ve Şibânname gibi metinler üzerine
yapılan çalışmalarda eylem yolıt- biçiminde okunmuştur, Clauson, EDPT’de eylemi
yul- biçiminde okumuş ve maddebaşı olarak vermiştir. Biz de bu okuyuşun doğru
olduğunu kabul ediyoruz. DLT’deki yulıt- biçimi de bunu desteklemektedir.

Eylemin yul- ‘yolmak’ köküne dayandığı açıktır ve bu yul- eylemi Tarihi Türk
Dillerinde de görülmektedir. DLT’de yul- ‘yolmak, yolmak için kaynar suya
bırakmak; kurtarmak, bırakmak, salıvermek; istinsah etmek’ (DLT II: 24, DLT III:
63, 64), Harezm Türkçesinde yul- ‘sökmek, yolmak; fidye ile kurtarmak, kurtarmak’
(KutbHŞ: 81), Eski Kıpçakçada yul- ‘yolmak, çözmek, kurtarmak’ (KTS: 329)
biçimlerinde geçmektedir.

ak sakalıŋ kafur o ‘anberin yüz üstine

ékki yanına yolutup bakıŋız köz üstine

(ŞHD: 187a10)

saçlarını yolutup taşladı

barçasın din yolıga başlattı

(ŞN3, LXIII: 84)

589
yugarlat- ‘yuvarlatmak’ (< yugarla- ‘yuvarlamak’ -t-) eylemi yugarla- ‘yuvarlamak’
eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eylem Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde yer almamaktadır. Etimolojik


sözlük ve kaynaklarda da bu eyleme rastlamadık, ancak eylemin yugarla-
‘yuvarlamak’ eylemine dayandığı açıktır. Eylem Türkiye Türkçesinde de yuvarlat-
biçiminde varlığını sürdürmektedir.

kazgurt tagdın üŋür taşnı yugarlatdı

Salur Kazan utru barıp karbap tutdı

(ŞTe: 99a16)

yumşat- ‘yumuşatmak’ (< yum(u)şa- ‘yumuşamak’ -t-) eylemi yum(u)şa-


‘yumuşamak’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta yumşat-
‘yumuşatmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 346v5).

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülmektedir. DLT’de yumşat-


‘yumuşatmak’ (DLT II: 354; DanKelly, 1985, 233); Eski Kıpçakçada yumşat-
‘yumuşatmak’ (KTS: 330) biçimlerinde geçmektedir.

Etimolojik sözlük ve kaynaklarda yum(u)ş-a- ‘yumuşamak’ eylemine


dayandırılmıştır ve ‘yumuşatmak’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 280; EDPT:
939b; DanKelly, 1985, 233, Erdal, 1991, 574). Erdal eylemi yumş-a-t- biçiminde
açıklamış ve kökün asıl biçiminin *yımşa- olduğunu ileri sürmüştür (Erdal, 1991,
796).

Eylemin kökü olan yum(u)şa- biçimi de Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir.


DLT’de yumşa- ‘yumuşamak’ (DLT III: 306), KB’de yumşa- ‘yumuşamak’ (KB:
6484), Harezm Türkçesinde yumşa- ‘yumuşamak, yumuşak olmak’ (KutbHŞ: 86),
Eski Kıpçakçada yumşa- ‘yumuşamak’ (KTS: 329) biçimlerinde geçmektedir.
yumşa- kökü EDPT’de *yumuş biçimine bağlanmıştır (EDPT: 939a). Räsänen ise
eylemi *yum (< ñum) biçiminde bir köke dayandırmıştır (VEWT: 201).

kaylı karlı ékki kola yol yumşattım

(ŞTe: 100a16)
590
derd ehliniŋ nefsi bir ot-dur ki katıg köŋlini yumşatur

(MKb: 74b6)

yurtlat- ‘yurt sahibi olmak’ (< yurtla- ‘yurt sahibi olmak’ -t-) eylemi yurtla- ‘yurt
sahibi olmak’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Bu eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde tespit edemedik. Etimolojik


sözlük ve kaynaklarda da bu eyleme yer almamaktadır, ancak eylemin yurt+la- ‘yurt
sahibi olmak’ eylemine dayandığı açıktır. Kök için bkz. yurt.

Kabaklıdın Alıncadın yurt yurtlatdım

(ŞTe: 100a18)

yügürt- ‘koşturmak’ (< yügür- ‘çabucak; gelmek, yaklaşmak, koşmak, seğirtmek’ -t-)
eylemi yügür- ‘çabucak; gelmek, yaklaşmak, koşmak, seğirtmek’ eylemine -t-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerdn Senglah’ta yügürt- ‘koşturmak’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 344v4).

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de yügürt-


‘koşturmak’ (DLT III: 437; DanKelly, 1985, 236); Eski Kıpçakçada yügürt-
‘koşturmak, yürütmek’ (KTS: 331); Osmanlıcada yügürt- ‘koşturmak’ (TTS II: 1081;
TTS IV: 911) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda yügür- ‘çabucak gelmek, yaklaşmak,


koşmak, seğirtmek’ eylemine dayandırılmış ve ‘koşturmak’ anlamıyla kaydedilmiştir
(Brockelmann, 1954, 208; Eckmann, 1966, 74; DTS: 284; EDPT: 914b; DanKelly,
1985, 236, Erdal, 1991, 796; Tekin, 2000, 97).

yügür- eylemi Orhon Yazıtlarından itibaren Tarihi Türk Dillerinde yer almaktadır
(EDPT: 914b).

yaz ferzendin yügürtüp yüz sarı her dem közüm

çün seniŋ irniŋni tapmas çapturur gülgun burak

(LD: 878)

591
‘akıbet han-ı cihan-gir özi ok

çav sarı atnı yügürtüp atıp ok

(ŞN1: 918)

yüklet- ‘yükletmek’ (< yükle- ‘yüklemek’ t-) eylemi yükle- ‘yüklemek’ eylemine -t-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta yüklet- ‘yükletmek’ anlamında yer almaktadır
(Seng. 344r22).

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülen bir sözcüktür. DLT’de yüklet-


‘yükletmek’ (DLT II: 355; DanKelly, 1985, 235); Eski Kıpçakçada yüklet-
‘yükletmek’ (KTS: 332) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda yük+le- ‘yüklemek’ eylemine dayandırılmış


ve ‘yükletmek’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 285; EDPT: 912b; DanKelly, 1985,
235).

Bu ekin Arapça, Farsça ve Moğolca eylemlere gelerek yeni eylemler türettikleri de


görülür.

daglat- ‘yaralatmak’ (< Far. dagla- ‘yaralamak’ -t-) eylemi Far. dag adına Türkçe +la
ve -t- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca metinlerde ve Kelürnamede dışındaki Çağatayca sözlüklerde bu
eyleme rastlamadık (KN: 19b12).

Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde tespit edemediğimiz bu eylem etimolojik


sözlük ve kaynaklarda da yer almamaktadır, ancak eylemin Far. dag + Tü. la-
‘yaralamak’ eylemine dayandığı açıktır.

kündelet- ‘döndürmek, yuvarlatmak; kündeye vurdurmak’ (< kündele- ‘dördürmek,


yuvarlamak’ -t-) eylemi Far. kunda ‘suçluların bağlandığı iri kalın ağaç, kütük,
köstek’ +le- ‘döndürmek, yuvarlamak’ eylemine -t- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde kündelet-
‘döndürmek, yuvarlatmak; kündeye vurdurmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ:
262b; DTO: 479). Bu eylem Çağatayca metinlerden yalnızca Muhakemetü’l-
Lugateyn’de geçmektedir.

Bu eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde tespit edemedik.


592
Etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu eyleme rastlamadık, ancak eylemin Far. kunda
‘suçluların bağlandığı iri kalın ağaç, kütük, köstek’ köküne gelen Tü. +le- ve -t-
eklerinden müteşekkil olduğu açıktır. Eylemin kökü olan künde sözcüğü
Osmanlıcada ‘1. Doğan kuşunun ayaklarına bağlanan kayış; bukağı, 2. ava alışkın
doğanın üzerinde oturduğu ağaç’ (TTS IV: 2770) ve Türkiye Türkçesinde künde ‘1.
Suçluların ayağına bağlanan demir halka, köstek; 2. Güreşçinin hasmını altına alıp
elini önden, ötekini arkadan geçirerek kilitlemesi; 3. Düzen, tuzak, oyun, hile’ (TS:
498) anlamlarıyla kaydedilmiştir.

çubrutmak, cırgamak, bıçımak, kıngramak, singürmek, kündeletmek, kömürmek,


yik/girmek, küngürdemek

(ML: 775b26)

Bu ekle türemiş eylemler arasında şunları da sayabiliriz:

açıt- ‘acıtmak’ (< açı- ‘acımak’ -t-) [LM] [GS]; akart- ‘ağartmak, aklaştırmak’ (<
akar- ‘ağarmak’ -t-) [BV] [LD] [LM] [GN] [BN] [KN] [HLN]; akıt- ‘akıtmak’ (<
ak- ‘akmak’ + -ıt-) [ŞHD]; artat- ‘çoğaltmak, artırmak’ (< art- ‘artmak’ -at-) [HBD];
ayıt- ‘söylemek, demek’ (< ay- ‘söylemek’ -ıt-) [SD] [LD] [BabD] [HM] [GD]
[ŞHD] [HE] [GN] [HBD] [AD] [TN] [TEH] [MMü] [Sİ] [NM] [HLN] [ŞN]; azıt-
‘şaşırmak; kaybetmek’ (< az- ‘azmak’ -ıt-) [LT] [BN] [NN] [NM]; baglat-
‘bağlatmak’ (< bagla- ‘bağlamak’ -t-) [FK] [SS] [BN] [ŞTe] [TEH] [HD] [ŞN];
başlat- ‘emrine vermek, sevk ve idaresine vermek’ (< başla- ‘başlamak’ -t-) [BN]
[ŞTe] [TEH] [ŞN]; bérkit- ‘sağlamlaştırmak’ (< bérki- ‘sağlam olmak’ -t-) [ŞHD]
[HE] [GN] [BN] [ŞTe] [NN] [HA] [ŞN] [CD]; bişürt- ‘pişirtmek’ (< bişür-
‘pişirmek’ -t-) [NM]; ektürt- ‘ektirtmek’ (< ektür- ‘ektirmek’ -t-) [BN]; erit-
‘eritmek’ (< eri- ‘erimek’ -t-) [LM] [GD] [ÇKT] [BN] [NN] [GS]; evrüt-
‘dolaştırmak’ (< evür- ‘evirmek, dolaşmak’ -üt-) [BN]; eylet- ‘eyletmek’ (< eyle-
‘eylemek’ -t-) [ŞN]; kamçılat- ‘kamçılatmak’ (< kamçıla- ‘kamçılamak’ -t-) [ŞTe];
karart- ‘karartmak’ (< karar- ‘kararmak’ -t-) [LD] [LM] [BabD] [ŞHD] [TEH]
[DN]; kaynat- ‘kaynatmak’ (< kayna- ‘kaynamak’ -t-) [BV]; kızart- ‘kızartmak’ (<
kızar- ‘kızarmak’ -t-) [MKb] [FK] [NN]; kizlet- ‘gizletmek’ (< kizle- ‘gizlemek’ -t-)
[ŞHD]; kötert- ‘götürtmek, kaldırtmak’ (< köter- ‘götürmek’ -t-) [SD] [SS]; kurıt-
‘kurutmak’ (< kurı- ‘kurumak’ -t-) [SD] [KUŞ] [ŞN]; korkat- ‘korkutmak’ (< kork-

593
‘korkmak’ -at-) [BabD]; küçlet- ‘güçlendirmek’ (< küçle- ‘güçlenmek’ -t-) [ŞHD];
meŋzet- ‘benzetmek’ (< meŋze- ‘benzemek’ -t-) [GN]; okut- ‘okutmak’ (< oku-
‘okumak’ -t-) [MKb] [LT] [GN] [ŞTe] [NN] [TEH]; olturt- ‘oturtmak’ (< oltur-
‘oturmak’ -t-) [MKb] [LD] [FK] [LM] [ŞHD] [SS] [ŞTe] [ŞTü] [TEH] [Sİ] [NM];
oynat- ‘oynatmak’ (< oyna- ‘oynamak’ -t-) [LD] [FK] [BabD] [M] [NN] [GS] [DN];
ögret- ‘öğretmek’ (< ögre- ‘ögrenmek’ -t-) [LD] [ŞHD] [GN] [ÇKT] [NN] [ŞTü]
[DN]; öltürt- ‘öldürtmek’ (< öldür- ‘öldürmek’ -t-) [ŞTe]; savurt- ‘savurtmak,
saçtırmak’ (< savur- ‘savurmak’ -t-) [TEH]; sorut- ‘sormak, sordurmak’ (< sor-
‘sormak’ -ut-) [KUŞ]; tanıt- ‘tanıtmak’ (< tanı- ‘tanımak’ -t-) [BabD] [HE] [ŞN];
taşıt- ‘taşıtmak’ (< taşı- ‘taşımak’ -t-) [SS] [HD] [NM]; tilet- ‘istetmek, araştırıp
soruşturmak’ (< tile- ‘dilemek’ -t-) [SD] [LM] [GN] [ŞTe] [TEH] [NM] [ŞN]; tirilt-
‘diriltmek’ (< tiril- ‘dirilmek’ t-) [ŞHD]; tişlet- ‘ısırtmak’ (< tişle- ‘dişlemek’ -t-)
[SS]; tolturt- ‘doldurtmak’ (< toltur- ‘doldurmak’ t-) [ŞTe]; tüket- ‘tüketmek’ (<
tüke- ‘tükenmek’ -t-) [FK] [BabD] [HM] [ŞHD] [SS] [NN] [TN] [FŞ] [TEH] [DN]
[Sİ]; tüşürt- ‘düşürtmek’ (< tüşür- ‘düşürmek’ -t-) [Sİ]; tüzelt- ‘düzeltmek’ (< tüzel-
‘düzelmek’ -t-) [ŞN]; uykulat- ‘uyutmak, aldatmak’ (< uykula- ‘uyuklamak’ -t-)
[TEH]; uzat- ‘uzatmak’ (< uza- ‘uzamak’ -t-) [MKb] [LT] [BV] [SD] [LD] [FK]
[LM] [BabD] [HM] [ŞHD] [HE] [GN] [KUŞ] [SS] [HPR] [ŞTe] [NN] [GS] [TEH]
[DN] [HA] [Sİ] [NM] [BHD] [MEM] [ŞN]; uyut- ‘uyutmak’ (< uyu- ‘uyumak’ -t-)
[NŞ] [NM]; yörit- ‘yürütmek, devam ettirmek’ (< yöri- ‘yürümek’ -t-) [SD]; yaşart-
‘yaşarmak (gözleri); sulamak’ (< yaşar- ‘yaşarmak’ -t-) [LM] [DN] [NM], vb.

5.4.6. –tUr-

Ettirgen eylemler türeten işlek eklerden biridir. Eklendiği eylemlere oldurma ve


yapma anlamları katar. Gabain, -tur-, -tür-; nadiren de –dur-, -dür- biçiminde verdiği
ekin, -t-’ye göre daha belirgin bir yaptırma manası taşıdığını, ancak burada da bazen
bir yaptırma manası tespit etmenin imkansız olduğunu belirtmiştir (Gabain, 1941
(20003), 60). Gürer Gülsevin’e göre, –dUr- eki çoğunlukla sonu /l/, /r/ ve ünlü ile
bitmeyen eylemlere gelmektedir (Gülsevin, 1997, 139). Erdal, bu ekin iki ettirgenlik
eki -(X)t- ve –Ur eklerinin birleşmesiyle oluştuğunu belirtir. Erdal’a göre, –dUr- eki,
sonu /v/ ile biten eylemler dışında bütün eylemlere gelebilir. Ünlü ile biten eylemlere
ise nadiren gelir. –dUr- eki -(X)l- ve -(X)n- eklerinden sonra da ettirgenlik eki olarak

594
kullanılır. Bu kullanım en çok -(X)n- ekinden sonra gerçekleşmekte, -(X)l- ekinden
sonra daha az görülmektedir (Erdal, 1991, 831).

Bu ek için Eski Türkçeden şu örnekleri verebiliriz: yi-dür- ‘yedirmek’, amrıl-tur-


‘teskin etmek, rahatlatmak’vb. (Gabain, 1941 (20003), 60).

Karahanlı Türkçesinde de bu ekle biçimlenmiş örnekler bulabiliriz: çal-tur- ‘yere


çaldırmak; aratmak, aramasını emretmek; işittirmek için çağrılmak’ (DLT II: 182;
DanKelly, 1985, 85), çom-tur- ‘çimdirmek’ (DLT II: 182; DanKelly, 1985, 94), kel-
tür- ‘getirmek’ (KB: 3842), öl-tür- ‘öldürmek’ (KB: 2292), vb.

Bu ekle türemiş biçimleri Harezm Türkçesi ve Eski Kıpçakçada da bulabiliriz: tol-


tur- ‘doldurmak’ (Nehc. 74/3; KTS: 280), kap-tur- ‘çıkarmak’ (‘Ali: 28 [EDPT:
582b]), kal-t(d)ur- ‘kaldırmak; arkasında bırakmak, çıkarmak’ (Nehc. 23/7; KTS:
124), vb.

Çağataycada çok sık kullanılan eylemden eylem yapan eklerden biridir. Çağatayda
da Eski Türkçede olduğu gibi ettirgen eylemler türetir. Bu ekle türemiş biçimler
şöyledir:

alıştur- ‘çevirmek, değiştirmek’ (< alış- ‘hamle etmek, saldırmak; değiş tokuş etmek,
karşılıklı almak’ -tur-) eylemi alış- ‘hamle etmek, saldırmak; değiş tokuş etmek,
karşılıklı almak’ eylemine -tur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eylem geçmemektedir.

Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinden de yalnızca Eski Kıpçakçada eyleme


rastladık. Eski Kıpçakçada alıştur- ‘değiştirmek’ ve alışdur-, aluşdur- ‘alıştırmak’
(KTS: 7) biçimlerinde görülmektedir.

Eylemin al-ış- ‘hamle etmek, saldırmak; değiş tokuş etmek, karşılıklı almak’
eylemine dayandığı açıktır. UW’de de alışdur- biçiminde maddebaşı olarak verilmiş
ve alış-dur- şeklinde açıklanmıştır (UW: 94b).

ya‘ni inkar kılduk biz alarnıŋ işige va ni‘matnı alışturduk biz mihnatka va tiriklikni
halaklik

(ÇKT: 36b25)

595
astur- ‘astırmak’ (< as- ‘asmak’ -tur-) eylemi as- ‘asmak’ eylemine -tur- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerden Senglah’ta astur- ‘astırmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 39v10).

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülmektedir. DLT’de astur- ‘astırmak’


(DLT I: 220; DanKelly, 1985, 14); Harezm Türkçesinde astur- ‘astırmak’ (Oğ. 114
[EDPT: 244a]) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda as- ‘asmak’ eylemine dayandırılmış ve


‘astırmak’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 61; EDPT: 244a; DanKelly, 1985, 14,
Erdal, 1991, 801).

yana her bir neçe günde bir bīmaza bayt, kim aytur edi, mınbarda okutup, çar-suda
asturup, şahar élidin sıla alur édi

(BN: H206b4-5)

atlandur- ‘ata bindirmek, sefere çıkarmak’ (< atlan- ‘ata binmek’ -dur-) eylemi
atlan- ‘ata binmek’ eylemine -dur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta atlandur- ‘ata
bindirmek, sefere çıkarmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 30r8).

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada atlandur-
‘ata bindirmek, sefere çıkarmak’ (PP: 1/1 [EDPT: 59b]); Harezm Türkçesinde
atlandur- ‘ata bindirmek’ (KutbHŞ: 15); Osmanlıcada atlandır- ‘ata bindirmek’
(TTS II: 66; TTS III: 46; TTS IV: 50) biçimlerinde görülmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda at+la-n- ‘ata binmek’ eylemine


dayandırılmış ve ‘ata bindirmek, birine binmesi için at vermek’ anlamıyla
kaydedilmiştir (EDPT: 59b; DTS: 67). Bkz. atlan-.

kasıd atlandurup anı koldap

yandı kélgen yolu sarı yoldap

(SS: 206)

ayıldur- ‘ayıltmak, uyandırmak’ (< *ayıl- ‘ayılmak, uyanmak’ -dur-) eylemi *ayıl-
‘ayılmak, uyanmak’ eylemine -dur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta ayıl-
‘ayılmak, aklı başına gelmek’ anlamıyla kaydedilmiştir (Seng. 55r20).
596
Bu eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde tespit edemedik. Etimolojik
sözlük ve kaynaklarda da bu eylemi tespit edemedik. Ancak eylem kökünün Tarihi
Türk Dillerinde de bulabiliriz. DLT’de adıl- ‘ayılmak, sarhoşluktan kurtulmak’ (DLT
I: 194), KB’de adıl- ‘ayılmak, uyanmak’, Eski Kıpçakçada ayıl- ‘sarhoşluktan
ayılmak’ (KTS: 18) biçimlerinde geçmektedir. Bu köke Türkiye Türkçesinde de
rastlarız.

Eylem kökü olan *adıl- ‘ayılmak, uyanmak’ biçimi EDPT’de *ad- biçiminde bir
eyleme dayandırılmıştır (EDPT: 56a).

mest-i ‘ışk olmış Nevayi birmegil pend éy hakim

kim meger saki ayıldurgay bu meyniŋ bi-hodın

(BV, 462: 7)

aylandur- ‘dolandırmak, dolaştırmak’ (< aylan- ‘dönmek, dolaşmak, gezmek, çev-


relemek’ -dur-) eylemi aylan- ‘dönmek, dolaşmak, gezmek, çevrelemek’ eylemine -
dur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinden yalnızca Eski Kıpçakçada


rastladık. Eski Kıpçakçada aylandır-, aylandur- ‘döndürmek, çevirmek’ (KTS: 18);
biçimlerinde geçmektedir.

Etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu eylem yer almamaktadır, ancak Mahbubu’l-


kulub, Lisanü’t-tayr, Bedayiü’l-vasat, Fevaidü’l-kiber vb. metinlerde geçen ayla-n-
‘dönmek, dolaşmak, gezmek, çevrelemek’ eylemine dayandığı açıktır. ayla- kökü de
Eski Kıpçakça metinlerden Et-Tuhfetü’z-Zekiyye’de ‘çevirmek’ anlamıyla
geçmektedir (KTS: 18). Bkz. aylan-.

korkaram kim taşlagay ol şuh kuyidin yırak

kim başım aylandurur devran felahan taşı dék

(FK, 337:2)

597
sakiya sagarnı aylandur ki her sa‘at humar

za‘fdın başımnı sagar devri dék aylandurur

(BV, 176: 7)

baglaştur- ‘bir araya getirmek, (şiir) yazmak’ (< baglaş- ‘bağlamak, birbirine
bağlamak’ -tur-) eylemi baglaş- ‘bağlamak, birbirine bağlamak’ eylemine -tur-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eylem yer almamaktadır.

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde rastlamadık. Etimolojik sözlük


ve kaynaklarda da bu eylem geçmemektedir, ancak eylemin bag + la-ş- ‘bağlamak,
birbirine bağlamak’ biçimine dayandığı açıktır.

ve yüz meşakkat bile yétti beyt ki baglaşturgaylar da‘vi avazesin yétti felekdin
aşurgaylar

(MKb: 18b2)

bastur- ‘katetmek, bir yerin üzerinden geçmek’ (< bas- ‘basmak’ -tur-) eylemi bas-
‘basmak’ eylemine -tur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bastur- ‘katetmek, bir yerin üzerinden
geçmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 122r23; LÇ: 68b).

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülmektedir. DLT’de bastur- ‘bastırmak,


bağlamayı ve bastırmayı emretmek’ (DLT II: 172; DanKelly, 1985, 66); biçiminde
eylem yer almaktadır.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda bas- ‘basmak’ eylemine dayandırılmış ve


‘bastırmak, bağlamayı ve bastırmayı emretmek’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 86;
EDPT: 372b; DanKelly, 1985, 66).

Hvarezm basturup Cürcan nevahiside hakanga şebhun urup

(TEH: A728a18)

bogdur- ‘boğdurmak; suyun aktığı yöne set çekerek havuz oluşturmak’ (< bog-
‘boğmak’ -dur-) eylemi bog- ‘boğmak’ eylemine -dur- eylemden eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden

598
Senglah’ta bogdur- ‘boğdurmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 136r5). Bu eyleme
Çağatayca metinlerden yalnızca Babürname’de ‘suyun aktığı yöne set çekerek havuz
oluşturmak’ şeklinde farklı bir anlamda rastladık.

Eylem Karahanlı Türkçesiden itibaren görülmektedir. DLT’de bogdur- ‘boğdurmak’


(DLT II: 171; DanKelly, 1985, 75) biçiminde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda bog- ‘boğmak’ eylemine dayandırılmış ve


‘boğdurmak’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 109; EDPT: 313a; DanKelly, 1985,
75).

çerik éliniŋ ‘ubur u mururıdın tagayyur tapmagay dép, yokkarısını bogdurup bir
dah-dar-dah bolgan yerini taharat üçün yasattım

(BN: H378b1)

çaldur- ‘çaldırmak’ (< çal- ‘çalmak’ -dur-) eylemi çal- ‘çalmak’ eylemine -dur-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli eylem bir biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eylem Karahanlı Türkçesiden itibaren görülmektedir. DLT’de çaltur- ‘yere


çeldirmek, yere çaldırmak; aratmak, aramasını emretmek; işittirmek için çağrılmak’
(DLT II: 182; DanKelly, 1985, 85) biçiminde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu anlamıyla yer almamaktadır. DLT’de


‘yere çeldirmek, yere çaldırmak; aratmak, aramasını emretmek; işittirmek için
çağrılmak’ anlamlarıyla gördüğümüz çaltur- eylemi farklı bir eylem olmalıdır.

feth ü nusret kusını çalduruban

hasmın zehresini alduruban

(ŞN1: 854)

çırmandur- ‘dolandırmak’ (< çırman- ‘sarılmak, dolanmak’ -dur-) eylemi çırman-


‘sarılmak, dolanmak’ eylemine -dur eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde de eylemi tespit edemedik.

599
Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da bu eyleme rastlamadık, ancak çırma-n-
‘sarılmak, dolanmak’ biçimine dayandığı açıktır. Aynı kökten türemiş çırman- ve
çırmaş- biçimleri de Çağataycada bulabiliz. Bkz. çırmal-, çırman-, çırmaş-.

masiva allah iştigaliga çırmandurgay

(MKb: 51b3)

katıştur- ‘katıştırmak’ (< katış- ‘katışmak’ -tur-) eylemi katış- ‘katışmak’ eylemine -
tur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eylemi tespit edemedik.

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinden yalnızca Eski Kıpçakçada


rastladık. Eski Kıpçakçada katıştur-, katışdur- ‘katıştırmak, karıştırmak’ (KTS: 131);
biçimlerinde görülmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda bu eyleme rastlamadık, ancak eylemin kat-


ış- ‘katışmak’ eylemine dayandığı açıktır. Eylemin gelişimi katıştur- < kat-ış-tur-
biçimindedir. katış- biçimini Tarihi Türk Dillerinden Karahanlı Türkçesinde katış-
‘katmakta yardım ve yarış etmek’, (DLT II: 89), Harezm Türkçesinde katış-
‘karışmak, birlikte olmak’ (KutbHŞ: 136), Eski Kıpçakçada katış- ‘karıştırılmak’
(TZ: 34b12) biçimlerinde geçmektedir.

men ansız tofrag oldum éy saba sin rahm ét bari

katıştur kuyiniŋ tofragıga cismim gubarıdın

(BV, 501: 5)

çü kördü nameni mihr étti ihsas

katışturdı ili kand-zar ara as

(DN: 615)

kavdur- ‘kovdurmak’ (< kav- ‘kovmak’ -dur-) eylemi kav- ‘kovmak’ eylemine -dur-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

600
Bu eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde tespit edemedik. Etimolojik
sözlük ve kaynaklarda da bu eyleme yer almamaktadır, ancak eylemin kav-
‘kovmak’ eylemine dayandığı açıktır.

éy Nevayi yar eger kavdurdı andın aŋla kim

kuyide ötken kéçe haddin köp efgan éylediŋ

(FK, 360: 7)

kavuştur- ‘kavuşturmak, birleştirmek’ (< kavuş- ‘kavuşmak’ -tur-) eylemi kavuş-


‘kavuşmak’ eylemine -tur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta kavuştur-
‘kavuşturmak, birleştirmek’ anlamında yer almaktadır (Seng. 279r8).

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülmektedir. KB’de kavuştur-


‘kavuşturmak, birleştirmek’ (KB: 766) biçiminde geçmektedir.

Etimolojik sözlük ve kaynaklarda sözcük kavuş- ‘kavuşmak’ eylemine dayandırılmış


ve ‘kavuşturmak, birleştirmek, bir araya getirmek’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS:
438; EDPT: 588b). Clauson kavuş- eyleminin kökünü *kav- biçiminde bir eyleme
dayandırmış, bu biçimin aynı zamanda kavır- ‘bir araya getirmek, toplamak’
eyleminin de kökü olduğunu belirtmiştir (EDPT: 588a; EDPT: 585b).

bitig piçine çün kolgaştı ol hur

kavuşturdı ili ‘anberga kafur

(DN: 355)

kollarnı kavuşturup yıraktın

fermanıga muntazır kıraktın

(LM: 482)

koldur- ‘istetmek’ (< kol- ‘istemek, rica etmek’ -dur-) eylemi kol- ‘istemek, rica
etmek’ eylemine -dur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülmektedir. DLT’de koltur- ‘istetmek’


(DLT II: 191; DanKelly, 1985, 141) biçiminde geçmektedir.
601
Etimolojik sözlük ve kaynaklarda sözcük kol- ‘istemek, rica etmek’ eylemine
dayandırılmış ve ‘istetmek’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 454; EDPT: 620a;
DanKelly, 1985, 141, Erdal, 1991, 806).

ataŋ kolduru kullar ara karga

seni tapkan üçün ataŋnı karga

(ŞHD: 185b10)

koşuldur- ‘katmak, eklemek’ (< koşul- ‘eklenmek, bağlanmak; katılmak’ -dur-)


eylemi koş-ul- ‘eklenmek, bağlanmak; katılmak’ eylemine -dur- eylemden eylem
yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Bu eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde tespit edemedik. Etimolojik


sözlük ve kaynaklarda da bu eylem yer almamaktadır, ancak eylemin koşul-
‘eklenmek, bağlanmak; katılmak’ eylemine dayandığı açıktır. koşul- eylemi de
‘eklemek, birleştirmek’ anlamındaki koş- biçimine dayanır. koş- eylemi Eski
Uygurcadan itibaren Türkçede yer almaktadır.

hak-dur ve vasıta pir ü salik-ni matlubka koşuldurguçı

(MKb: 97b10)

osandur- ‘usandırmak’ (< osan- ‘usanmak’ -dur-) eylemi osan- ‘usanmak’ eylemine
-dur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık. Eyleme yalnızca Gül ü Nevruz adlı
metinde rastladık.

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde Karahanlı Türkçesinde


rastlıyoruz. KB’de osandur- ‘bıktırmak’ (KB: 2361, 4262) biçiminde geçmektedir.

EDPT’de osandur- biçiminde maddebaşı olarak verilen eylemin osan- eyleminin


ettirgen biçimi olduğu ifade edilmiştir (EDPT: 249b). osan- ve osandur- biçimleri
Osmanlıcada ve Türkiye Türkçesinde usan- ve usandur- biçimlerinde
geçmektedirler. Räsänen, Clasuon ve Erdal, eylemi ve eylem kökünü /o/lu biçimde
okumuşlardır (VEWT: 365, EDPT: 248b, 249b, Erdal, 1991, 330). Räsänen, osan-

602
kökünü *osa- biçimde bir eyleme bağlamış ve Tarihi ve günümüz Türk Dillerinde bu
kökten türemiş biçimleri aktarmıştır (VEWT: 365-366).

ozdur- ‘başkasından ileri geçmek, geride bırakmak’ (< oz ‘geçmek, aşmak, kurtul-
mak; baş kaldırmak’ -dur-) eylemi oz- ‘geçmek, aşmak, kurtulmak; baş kaldırmak’
eylemine -dur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinden yalnızca Eski Kıpçakçada


rastladık. Eski Kıpçakçada ozdur- ‘ileri geçirmek’ (KTS: 207) biçiminde
geçmektedir.

Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da bu eyleme rastlamadık, ancak oz- ‘geçmek,


aşmak, kurtulmak; baş kaldırmak’ eylemine dayandığı açıktır.

kim biziŋ han bile tiŋ tutmış özin

ozdura söylemiş il içre sözin

(ŞN2: 2734)

sagındur- ‘düşündürmek’ (< sakın- ‘düşünmek; sanmak; inanmak, güvenmek; karar


vermek; anmak; adını anmak, söz etmek’ -dur-) eylemi sagın- ‘düşünmek; sanmak;
inanmak, güvenmek; karar vermek; anmak; adını anmak, söz etmek’ eylemine -dur-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde tespit edemediğimiz eylem etimolojik


sözlük ve kaynaklarda da yer almamaktadır, ancak eylemin ET sakın- ‘düşünmek;
sanmak; inanmak, güvenmek; karar vermek; anmak; adını anmak, söz etmek’
eylemine dayandığı açıktır. Bkz. sagın-.

eger min anda kiltürdim sözümni

bu fen birlen sagındurdım özümni

(DN: 76)

sındur- ‘kırmak, parçalamak’ (< sın- ‘kırmak, parçalamak’ -dur-) eylemi sın-
‘kırmak, parçalamak’ eylemine -dur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.
603
Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinden yalnızca Eski Kıpçakçada
rastladık. Eski Kıpçakçada sındır-, sındur- ‘kırmak, kırdırmak’ (KTS: 235)
biçimlerinde geçmektedir.

Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da bu eyleme rastlamadık, ancak eylemin sın-


‘kırmak, parçalamak’ eylemine dayandığı açıktır. Eylemin kökü olan sın- eyleminin
kökü de sı- ‘kırmak, bozmak, ezmek; kırılmak’ eylemidir (Brockelmann, 1954, 204;
EDPT: 833b; Ercilasun, 1984, 21; DanKelly, 1985, 160; Erdal, 1991, 613). Talat
Tekin bu eylemle aynı kökten geldiğini düşündüğü DLT sī-‘kırmak’, Tkm. sīn-
‘kırılmak’, Hlç. si- ‘kırmak’ biçimlerini aktarır (Tekin, 1995, 176). Buna göre
eylemin kökünü *sī- biçiminde tasarlamak mümkündür.

éy Nevayi isteseŋ tınmak işiŋ Tiŋri’ge sal

yoksa men sa‘y éyleben sındı köŋül sındurmas

(FK, 427: 11)

hıred aŋlar ki kayu bir birini sındurgay

(MKb: 91a8)

soktur- ‘demiri sıcakta işleyip dövmek, bastırmak’ (< sok- ‘sokmak, vurmak,
darbetmek; para basmak’ -tur-) eylemi sok- ‘sokmak, vurmak, darbetmek; para
basmak’ eylemine -tur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülmektedir. DLT’de soktur- ‘sokturmak,


bir nesneyi dövdürerek incelttirmek’ (DLT II: 187; DanKelly, 1985, 165); Eski
Kıpçakçada soktur- ‘sokturmak, giydirmek’ (KTS: 239) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda sok- ‘sokmak, vurmak, darbetmek’


eylemine dayandırılmış ve ‘sokturmak, bir nesneyi dövdürerek incelttirmek’
anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 509; EDPT: 807b; DanKelly, 1985, 165, Erdal,
1991, 809).

sok- kökü Tarihi Türk Dillerinde Eski Uygurcadan itibaren görülür. Eski Uygurcada
sok- ‘ezmek, dövmek’ (TT VI: 86, TT X: 552), DLT’de sok- ‘sokmak, delmek,

604
döverek inciltmek, toplamak’ (DLT II: 18, DLT I: 425), Eski Kıpçakçada soh-, sok-
‘sokmak, vurmak, çarpmak’ (KTS: 238) biçimlerinde geçmektedir.

barıp anı takı aldı ve hutbeni öz atıga okutup ve sikkeni öz atıga sokturup Lektuni
şehrini pay-ı taht kılıp olturdı

(ŞTe: 76b8-10)

sordur- ‘emdirmek’ (< sor- ‘sormak, emmek’ -dur-) eylemi sor- ‘sormak, emmek’
eylemine -dur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerden Senglah’ta sordur- ‘emdirmek’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 240v8).

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülmektedir. DLT’de sordur- ‘emdirmek’


(DLT II: 184; DanKelly, 1985, 166) biçiminde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda sor- ‘sormak, emmek’ eylemine


dayandırılmış ve ‘emdirmek’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 509; EDPT: 847b;
DanKelly, 1985, 166).

sor- kökü Tarihi Türk Dillerinde Eski Uygurcadan itibaren görülür. Eski Uygurcada
sor- ‘sormak’ (USp. 46/2 [EDPT: 844a]), DLT’de sor- ‘sormak, aramak’ (DLT III:
181), KB’de sor- ‘sormak’ (KB: 328, 1038), Harezm Türkçesinde sor- ‘sormak’
(KutbHŞ: 189), Eski Kıpçakçada sor- ‘sormak, soru sormak’ (KTS: 239)
biçimlerinde geçmektedir.

köŋülsiz étti közi veh ni oldı tiŋri üçün

dudagıdın meni bir sordurup deva kılsa

(LD: 204)

birev ol kim ni düstur bile alarnı kişi yiberip sordurgalı yana birev ol kim alar
tapugıda mektub ni nev‘ bitimek münasib bolgay

(TEH: M788b19)

tapındur- ‘tapındırmak, boyun eğdirmek’ (< tapın ‘tapınmak, boyun eğmek’ dur-)
eylemi tapın- ‘tapınmak, boyun eğmek’ eylemine -dur- eylemden eylem yapım
ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu
eyleme rastlamadık.
605
Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada tapındur-
‘tapındırmak, boyun eğdirmek’ (TT VII: 28); KB’de tapındur- ‘tapındırmak, boyun
eğdirmek’ (KB: 634, 1755) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda tap-ın- ‘tapınmak, boyun eğmek’ eylemine


dayandırılmış ve ‘tapındırmak, boyun eğdirmek’ anlamıyla kaydedilmiştir (EDPT:
442a; DTS: 534). Bkz. tapın-.

ve Huday bile ant kim men … har-ayina tabdir kılur-men va cahd körsetür-men
tapındurgay-men …

(ÇKT: 25b13)

tavşaldur- ‘dermansız bırakmak’ (< tavşal- ‘yorulmak’ -dur-) eylemi tavşa-l-


‘yorulmak’ eylemine -dur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş
geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde tespit edemedik.

Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da bu eyleme rastlamadık, ancak eylemin tavşal-


‘yorulmak’ eylemine dayandığı açıktır. Sözcüğün kökü olan tavşal- sözcüğü DLT’de
geçen tevşe- ‘karışmak, dolaşmak’ ile ilişkili olsa gerektir (DLT III: 286). Clauson
tevşe- eylemini *teviş biçiminde bir köke, *teviş’i de tev- ‘birbirine bağlamak’
eylemine dayandırmıştır (EDPT: 446b).

gam yüki astıda tavşaldurdı hicranıŋ meni

iltifat étseŋ dagı men zar tavşalgança kıl

(BV, 378: 4)

tıktur- ‘bastırtmak’ (< tık- ‘tıkmak’ -tur-) eylemi tık- ‘tıkmak’ eylemine -tur-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren görülmektedir. DLT’de tıktur- ‘bastırtmak,


tıktırmak’ (DLT II: 174; DanKelly, 1985, 191) biçiminde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda tık- ‘tıkmak’ eylemine dayandırılmış ve


‘bastırtmak’ anlamıyla kaydedilmiştir (DTS: 569; EDPT: 468a; DanKelly, 1985,
191).
606
soydurup saman tıkturdı

(TEH: A726a2)

tındur- ‘sakinleştirmek, dindirmek’ (< tın- ‘dinmek, kesilmek, hareketsiz kalmak’


-dur-) eylemi tın- ‘dinmek, kesilmek, hareketsiz kalmak’ eylemine -dur- eylemden
eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca
sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada tıntur-
‘dinlendirmek, rahat ettirmek’ (TT VI: 446; TT X: 95); DLT’de tındur-
‘dinlendirmek, rahat ettirmek’ (DLT II: 176; DanKelly, 1985, 190); Harezm
Türkçesinde tındur- ‘dinlendirmek, rahat ettirmek’ (KutbHŞ: 193); tindür-
‘dinlendirmek, rahat ettirmek’ (Nehc. 378/14) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda tın- ‘dinmek, kesilmek, hareketsiz kalmak’


eylemine dayandırılmış ve ‘sakinleştirmek, dindirmek’ anlamıyla kaydedilmiştir
(DTS: 567; EDPT: 518a; DanKelly, 1985, 190, Erdal, 1991, 810). Talat Tekin, Türk
Dillerinde Birincil Uzun Ünlüler adlı eserinde DLT tīn- ‘dinlenmek; solumak;
dinmek, sona ermek’, Tkm. dīn ‘dinmek, durmak, sona ermek; kurtulmak’, Yak. tīn-
‘nefes almak’ biçimlerini aktarır (Tekin, 1995, 104, 177). Buna göre eylemin kökünü
*tīn- biçiminde tasarlamak da mümkündür.

tındı sergerdan köŋül kuyinde her yan puyedin

arzu-yı vasldın köŋlümi tındurdıŋ barıp

(FK, 60: 4)

meni sındurma kim gam sınduruptur

barıp köŋlini mendin tındurup tur

(DN: 332)

toŋdur- ‘dondurmak’ (< toŋ- ‘donmak’ -dur-) eylemi toŋ- ‘donmak’ eylemine -dur-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde bulamadığımız eylem etimolojik sözlük


ve kaynaklarda da yer almamaktadır, ancak toŋ- ‘donmak’ eylemine dayandığı

607
açıktır. toŋ- kökü Tarihi Türk Dillerinde Eski Türkçeden itibaren görülür. Irk
Bitig’de toŋ- ‘donmak’ (IB: 57), DLT’de toŋ- ‘donmak’ (DLT III: 390), Harezm
Türkçesinde toŋ- ‘donmak, buz kesilmek’ (KutbHŞ: 189), Eski Kıpçakçada sor-
‘sormak, soru sormak’ (KTS: 239) biçimlerinde geçmektedir.

bil ki dostlar yah kibi cismimni toŋdurdı savuk

yahdın hem béş betürdi asru köydürdi savuk

(ŞHD: 80b1)

uyaldur- ‘utandırmak’ (< *uyal ‘utanmak’ -dur-) eylemi uyal- ‘utanmak’ eylemine -
dur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde bulamadığımız eylem etimolojik sözlük


ve kaynaklarda da yer almamaktadır, ancak eylemin uyal- ‘utanmak’ eylemine
dayandığı açıktır. Bkz. uyalt-.

kötergen sihr ilidin söz yüzüdin

uyaldurgan közümni öz yüzüdin

(DN: 391)

yaraştur- ‘barıştırmak, uzlaştırmak; düzenlemek’ (< yaraş- ‘yaraşmak, yakışmak,


dostluk kurmak’ -tur-) eylemi yaraş- ‘yaraşmak, yakışmak, dostluk kurmak’
eylemine -tur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Sözcük Eski Türkçeden itibaren görülen bir sözcüktür. Eski Uygurcada yaraştur-
‘düzenlemek, birleştirmek’ (USp. 44/3-5 [EDPT: 973a]); KB’de yaraştur-
‘düzenlemek, birleştirmek’ (KB: 146); Harezm Türkçesinde yaraştur- ‘düzenlemek,
birleştirmek’ (KutbHŞ: 70; Nehc. 48/5); Eski Kıpçakçada yaraştır-, yaraştur-
‘düzenlemek, birleştirmek’ (KTS: 312); Osmanlıcada yaraştur- ‘düzenlemek,
birleştirmek’ (TTS II: 1003; TTS III: 772; TTS IV: 847) biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda yara-ş- ‘yaraşmak, yakışmak’ eylemine


dayandırılmış ve ‘barıştırmak, uzlaştırmak; düzenlemek’ anlamıyla kaydedilmiştir
(DTS: 240; EDPT: 973a). Bkz. yaraş-.

608
kim anda tüzge barur érdiler va künniŋ ahirigaça tamaşa kılur érdiler va kayturda
kélip but-hanalarga kirip butlarnı yaraşturup

(ÇKT:25b7)

il yahşıları arada yörüp köp nasihatlar kılıp yaraşturalı tédiler

(ŞTe: 89b9)

yasattur- ‘yaptırmak’ (< yasat- ‘yaptırmak, kurdurmak’ -tur-) eylemi yasat-


‘yaptırmak, kurdurmak’ eylemine -tur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde rastlamadığımız bu
eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde de tespit edemedik.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda da kaydedilmemiştir, ancak eylemin yasa-t-


‘yaptırmak, kurdurmak’ eylemine dayandığı açıktır. Bkz. yasa-.

oglanlarım halkım birlen esen ve aman barıp kéldim tép ulug toy yaragın kılıp bir
hargah yasatturdı

(ŞTe: 78a14-15)

yazdur- ‘yazdırmak, yazı ile kaydettirmek’ (< yaz- ‘yazmak’ -dur-) eylemi yaz-
‘yazmak’ eylemine -dur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde rastlamadığımız bu eylemi Çağatayca
dışındaki Tarihi Türk Dillerinde de tespit edemedik.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda da kaydedilmemiştir, ancak eylemin yaz-


‘yazmak’ eylemine dayandığı açıktır. yaz- eylemi Tarihi Türk Dillerinde Karahanlı
Türkçesinden itibaren görülmektedir. DLT’de yaz- ‘yazmak’ (DLT III: 59), Harezm
Türkçesinde yaz- ‘yazmak’ (KutbHŞ: 76), Eski Kıpçakçada yaz- ‘yazı yazmak,
çizmek’ (KTS: 316), Osmanlıcada yaz- ‘yazmak; süslemek, bezemek’ (TTS I: 808,
TTS II: 1026, TTS III: 791, TTS IV: 864) biçimlerinde geçmektedir.

Mevlana Sultan ‘Ali Meşhediga yazdurup hazretimizga yibergil

(TEH: M726b2)

yıgıştur- ‘yığıştırmak, toplamak, biriktirmek’ (< yıgış- ‘toplaşmak’ -tur-) eylemi


yıgış- ‘toplaşmak’ eylemine -tur- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle

609
türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eylemi tespit
edemedik.

Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde bulamadığımız eylem etimolojik sözlük


ve kaynaklarda da yer almamaktadır, ancak eylemin yıgış- ‘toplaşmak’ eylemine
dayandığı açıktır. yıg- ‘yığmak, toplamak’ eylemine dayanan yıgış- kökü DLT’de
‘yığışmak, yığmakta yardım ve yarış etmek’ (DLT III: 73) biçiminde geçmektedir.

eşk ara öldüm yıgıştur imdi zülfüŋ şestini

kim su üzre kilgüsi derya ara ölgen balıg

(FK, 313: 3)

éy çare-nüma ilig yıgıştur

kim derdime çare-yi sa‘b iştür

(LM: 1570)

yoldur- ‘yoldurmak’ (< yol- ‘yolmak’ -dur-) eylemi yol- ‘yolmak’ eylemine dur-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde bu eyleme rastlamadık.

Eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde tespit edemedik, etimolojik


sözlük ve kaynaklarda da bu eyleme rastlamadık, ancak eylemin yol- ‘yolmak’
eylemine dayandığı açıktır. yol- kökü için bkz. yolut-.

yoldur ol kalın sakalın ortasıga tigmeyin

hatunun alur kişi ahir başın kes kıl helak

(ŞHD: 188a5)

Bu ekin bazen Arapça, Farsça vb. sözcüklere gelerek yeni eylemler türettiği de
görülür.

ªacızlandur- ‘âciz durumda bırakmak, tâciz etmek, sıkıntı vermek’ (< Ar. ªacız ‘aciz,
güçsüz, zavallı’ + la-n-dur-) eylemi Ar. ªacız ‘aciz, güçsüz, zavallı’ adına Türkçe -la,
-n- ve –dur- eylemden eylem yapan eklerinin eklenmesiyle türemiş bir geçişli eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde rastlamadığımız eyleme yalnızca Çağatayca
metinlerden Babürname’de rastladık.
610
‘akrab bolgaç, yadaçılarga buyurur biz, kim yada kılgaylar; oşbu rengde
‘acızlandurup alur biz

(BN: H347b10-11)

Bu ekle türemiş eylemler arasında şunları da sayabiliriz:

açdur- ‘açtırmak’ (< aç- ‘açmak’ -dur-) [ŞHD]; aldur- ‘aldırmak’ (< al- ‘almak’
-dur-) [MKb] [BV] [LD] [FK] [BabD] [BN] [ŞTe] [NN] [NŞ] [GS] [ŞTü] [TEH]
[ŞN]; ayttur- ‘dedirtmek, söylettirmek’ (< ayt- ‘söylemek, demek’ -tur-) [BN];
azdur- ‘azdırmak, saptırmak, yoldan çıkarmak’ (< az- ‘azmak’ -dur-) [SD];
baglandur- ‘bağlandırmak, bağlı olmasına yol açmak; sevindirmek’ (< baglan-
‘bağlanmak’ -dur-) [BV]; bakındur- ‘itaat ettirmek, bağımlı duruma getirmek’ (<
bakın- ‘bakınmak’ -dur-) [ŞTe] [ŞTü]; baktur- ‘baktırmak’ (< bak- ‘bakmak’ -tur-)
[LM] [BN] [ŞTe] [ŞN]; bozdur- ‘bozdurmak’ (< boz- ‘bozmak’ -dur-) [ŞHD];
çırmaştur- ‘dolaştırmak, karıştırmak’ (< çırmaş- ‘sarmaşmak, dolaşmak’ -tur-) [FK]
[BabD]; kıldur- ‘kıldırmak, yaptırmak, ettirmek’ (< kıl- ‘yapmak, kılmak’ -dur-)
[LT] [BV] [FK] [SS] [ML] [ŞTe] [TEH] [Sİ] [NM]; kondur- ‘kondurmak’ (< kon-
‘konmak’ -dur-) [SD] [KUŞ]; koydur- ‘koydurmak’ (< koy- ‘koymak’ -dur-) [LM]
[TEH] [NM]; sıgdur- ‘sığdırmak’ (< sıg- ‘sığmak’ -dur-) [HD]; sıgışdur-
‘sığıştırmak’ (< sıgış- ‘sığışmak’ -tur-) [DN]; soydur- ‘soydurmak, derisini
yüzdürmek’ (< soy- ‘sağlam olmak’ -dur-) [MKb] [TEH] [HD]; tattur- ‘tatttırmak’
(< tat- ‘tatmak’ -tur-) [ŞHD] [ÇKT] [ÇİK]; toldur- ‘doldurmak’ (< tol- ‘dolmak’ -
dur-) [SD] [LD] [FK] [BabD] [ŞHD] [KUŞ] [HBD] [AD] [ÇKT] [NN] [NŞ] [TEH]
[KN] [DN] [NM] [ŞN]; toydur- ‘doyurmak’ (< toy- ‘doymak’ -dur-) [ŞHD] [KUŞ]
[HD]; tuttur- ‘tutturmak’ (< tut- ‘tutmak’ -tur-) [SS] [TEH]; ulaştur- ‘ulaştırmak’ (<
ula-ş- ‘ulaşmak’ -tur-) [DN]; unuttur- ‘unutturmak’ (< unut- ‘unutmak’ -tur-) [FK]
[BabD] [HBD] [ŞTe] [NN] [TEH]; urundur- ‘vurundurmak, giydirmek’ (< urun-
‘vurunmak, giymek, örtünmek’ -dur-) [GN]; yagdur- ‘yağdırmak’ (< yag- ‘yağmak’
-dur-) [MKb] [LT] [BV] [SD] [LD] [FK] [LM] [BabD] [HBD] [SS] [NN] [GS] [NŞ]
[TEH] [Sİ] [NM]; yakınlaştur- ‘yakınlaştırmak’ (< yakınlaş- ‘yakınlaşmak’ -tur-)
[BV]; yandur- ‘döndürmek’ (< yan- ‘dönmek’ -dur-) [BV] [SD] [LD] [FK] [LM]
[BabD] [ŞHD] [HE] [GN] [HBD] [ÇKT] [NN] [TN] [KN] [HN] [Sİ] [NM] [ŞN];

611
yapıştur- ‘yapıştırmak’ (< yapış- ‘yapışmak’ -tur-) [BV] [FK] [TEH] [NM], yıgdur-
‘yağdırmak, toplattırmak’ (< yıg- ‘yığmak’ -dur-) [NN] [ŞN], vb.

5.4.7. –gUz-

Ettirgen eylemler türeten bir ektir. Çağataycada çok sıklıkla rastaladığımız eklerden
biri değildir. Bu ek Tarihi Türk Dillerinde de çok sık rastlanan bir ek değildir. Tarihi
Türk Dillerinde bu ekle biçimlenmiş olarak bulduğumuz sözcüklerden bazıları
şunlardır: körgüz- ‘göstermek’ (Nehc. 54/9; KutbHŞ: 101; KTS: 159); turguz-
‘durdurmak; ayağa kaldırmak, dikeltmek’ (Nehc. 147/5; KTS: 284).

kirgüz- ‘girdirmek, sokmak, dahil etmek’ (< kir- ‘girmek’ güz-) eylemi kir- ‘girmek’
eylemine -güz- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde kirgüz- ‘girdirmek, sokmak, dahil etmek’
anlamında yer almaktadır (LÇ: 265a; DTO: 484).

Eylem Çağatayca metinler dışında Tarihi Türk Dilleri metinlerinden Tefsir’de kirgüz-
‘sokmak, dahil etmek’ biçiminde yer almaktadır (Tef. 180).

Räsänen eylemi kir- ‘girmek’ eylemine dayandırmıştır (VEWT: 271). Diğer


etimolojik sözlüklerde bu eylemle ilgili bir kayda rastlamadık. Talat Tekin, Türk
Dillerinde Birincil Uzun Ünlüler adlı eserinde Tkm. gir ‘girmek’, Yak. kir- ‘girmek’
Az. gir- ‘girmek’ biçimlerini aktarır (Tekin, 1995, 60, 183). Buna göre eylemin
kökünü *gir- biçiminde tasarlamak da mümkündür.

yitig birdü vü can kirgüzdi tenge

haber bérdi tirigliktin bedenge

(DN: 425)

alar … yaman guruhi … çıkıp barganlar farman dayirasıdın … va kirgüzdik biz

(ÇKT: 27a7)

körgüz- ‘göstermek’ (< kör- ‘görmek’ güz-) eylemi kör- ‘görmek’ eylemine -güz-
eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerden Dictionnaire turk-oriental’de körgüz- ‘göstermek’
anlamında yer almaktadır (DTO: 467).
612
Eylem Harezm Türkçesinde körgez-, körgüz- ‘göstermek’ (KutbHŞ: 101); Eski
Kıpçakçada körgez-, körgüz-, körküz- ‘göstermek’ (KTS: 159) biçimlerinde
geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde ve kaynaklarda kör- ‘görmek’ köküne dayandırılmış ve


‘göstermek’ şeklinde anlamlandırılmıştır (Eckmann, 1966, 71; VEWT: 292; EDPT:
740a).

nergis-i ‘ayyarelerde küfr ü iman körgüzüp

kudret-i bir gonçedin hem har u gül-zar éylegen

(AD: 2)

yana bu mu‘cize körgüzgüçi meniŋ zihnim

şi‘rde sihr iterü körgüzür yed-i beyza

(SD: 350)

olturguz- ‘oturtmak’ (< oltur- ‘oturmak’ -guz-) eylemi oltur- ‘oturmak’ eylemine
-guz- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde olturguz- ‘oturmak’ anlamında yer almaktadır (LÇ:
38b; DTO: 75).

Eylem Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinden Eski Kıpçakçada olturguz-


‘oturmak’ (KTS: 204) biçiminde geçmektedir.

Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
oltur- ‘oturmak’ köküne dayandığı açıktır. Räsänen oltur- eylemini *olu-tur-
biçiminde açıklamıştır (VEWT: 361).

oltur- biçimi Eski Türkçede olur (?olor-) ‘oturmak, (tahta) oturmak’ (Toŋ: 32)
biçiminde de geçmektedir. Talat Tekin, olor- kökünü de *ol- biçiminde bir köke
dayandırmış, olgurt- ‘oturmak’ biçimi ile karşılaştırmıştır (Tekin, 2000, 96).

yol körgüzür ve mu‘cib hasm hatırıga insaniyyet zevkin olturguzur

(MKb: 48a1-2)

613
serv-i nazım kim barur küz bagıdın kılman kabul

ger anıŋ ornıda tubi nahlini olturguzuŋ

(BV, 345: 3)

tirgüz- ‘diriltmek, canlandırmak’ (< *tir- ‘yaşamak, hayatta olmak’ -güz-) eylemi
*tir- ‘yaşamakı, hayatta olmak’ eylemine -güz- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde tirgüz-
‘diriltmek, canlandırmak’ anlamında yer almaktadır (Seng. 191r10; LÇ: 132a; DTO:
255).

Eylem Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinden Eski Kıpçakçada tirgiz-, tizgüz-,
tirkir-, tirkiz- ‘oturmak’ (KTS: 277) biçiminde geçmektedir. Eylem Tarihi Türk
dillerinde genelde tirgür- diriltmek’ biçiminde yer almaktadır.

Eylem etimolojik sözlük ve kaynaklarda *tir- ‘yaşamak, hayatta olmak’ köküne


dayandırılmıştır (Eckmann, 1966, 72; VEWT: 481; DTS: 562; EDPT: 545b). Talat
Tekin bu eylemle aynı kökten geldiğini düşündüğü DLT tirig ‘diri, canlı’, Tkm. diri
‘diri’, Özb. (Har.) diri ‘diri’, Bulg. tirri- ‘yaşamak’ (< *tiri-) biçimlerini aktarır
(Tekin, 1995, 53, 152, 183). Buna göre eylemin kökünü *tir- biçiminde tasarlamak
da mümkündür.

öltürdi meni gamzeŋ tirgüzdi meni la‘liŋ

kim la‘l u gamze birle can-bahş u can-sitan-sen

(ŞHD: 130b1)

tenler tirilürge koysalar yüz

kuyi yelidin tenimni tirgüz

(LM: 1652)

turguz- ‘durdurmak, oturtmak’ (< tur- ‘durmak’ -guz-) eylemi tur- ‘durmak’
eylemine -guz- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde turguz- ‘durdurmak, oturtmak’ anlamında yer
almaktadır (Seng. 170v23; LÇ: 116a; DTO: 227).

614
Eylem Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinden Eski Kıpçakçada turguz-, durguz-
, durkuz- ‘durdurmak, hareketten alıkoymak; ikamet ettirmek’ (KTS: 284); biçiminde
geçmektedir. Eylem Tarihi Türk dillerinde genelde turgur- ‘yükseltmek, ayağa
kaldırmak, dikeltmek’ biçiminde yer almaktadır.

Etimolojik sözlük ve kaynaklarda da tur- ‘durmak, kalkmak, ayakta durmak,


yükselmek’ köküne dayandırılmıştır (EDPT: 541a).

havfdın bu kim yıkılmış men kılur men pa-bus

serv dék allımda haddiŋniŋ hayalin turguzup

(NN, 97: 4)

dédi közüŋ kanını vaslım ile turguzay

vay ki bagrımdagı hecride kan boldı la

(BV, 572: 2

5.5. Diğer Ekler

5.5.1. -sA-

Eski Türkçeden itibaren Tarihi Türk dillerinde görülen bir ektir, ancak bu ekle
biçimlenmiş örneklerin sayısı oldukça azdır. Genel olarak istek ifade eden bir ektir.
Orhon yazıtları ve Eski Uygurcayı kapsayan Eski Türkçe döneminde bu ekle
biçimlenmiş bir sözcüğe rastlanmaz.

Karahanlı Türkçesinde bu ekle biçimlenmiş örnekler bulabiliriz: kap-sa- ‘kapmak


istemek, kaplamak istemek, kuşatmak’ (DLT III: 285; DanKelly, 1985, 127), kop-sa-
‘yükselmek istemek’ (DLT III: 285; DanKelly, 1985, 142), kör-se- ‘görmek istemek’
(DLT III: 285; DanKelly, 1985, 110), vb.

Bu ekle türemiş biçimleri Harezm Türkçesi ve Eski Kıpçakçada da çok azdır: kap-
sa- ‘kapmak istemek, kaplamak istemek, kuşatmak’ (KutbHŞ: 127; Nehc. 322/7),
kör-se- ‘bir kadınla cinsel ilişkiye girmek için şehveti, arzusu artmak’ (KTS: 159).

615
Çağataycada çok sık kullanılan eylemden eylem yapan eklerden biri değildir. Bu ekle
biçimlenmiş eylemlere nadiren rastlarız. Çağatayda eylemlere gelerek istek anlamı
katar. Bu ekle türemiş biçimler şöyledir:

kapsa- ‘kaplamak istemek, tutmak istemek’ (< kap- ‘kapmak’ -sa-) eylemi kap-
‘kapmak’ eylemine -sa- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli
bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde kapsa- ‘kaplamak istemek; şehir ya da
bir kaleyi asker ile istila etmek’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 212b; DTO: 391).

Eylem Karahanlı Türkçesinden itibaren Tarihi Türk Dillerinde görülmektedir.


DLT’de kapsa- ‘kaplamak istemek’ (DLT III: 285; DanKelly, 1985, 127); Harezm
Türkçesinde kapsa- ‘kaplamak istemek, kuşatmak’ (KutbHŞ: 127; Nehc. 322/7)
biçimlerinde geçmektedir.

Eylem etimolojik sözlüklerde kap- ‘kapmak, kavramak’ eylemine dayandırılmıştır


(Eckmann, 1966, 73; DTS: 457; EDPT: 587b; DanKelly, 1985, 127; Eraslan, 1999,
381).

meni kapsap turur hicran çerigi

maŋa şahım visalındın meded hay

(LD: 2266)

her dem yüziniŋ mülkini zülfi çerigi kapsayur

köydüm men anıŋ zulmıdın, subhumnı ol şam éyledi

(SD: 593)

körset- ‘göstermek’ (< körse- ‘görmek istemek’ -t-) eylemi kör- ‘görmek’ eylemine
-se- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir.
Çağatayca sözlüklerde körset- ‘göstermek’ anlamında yer almaktadır (LÇ: 258a;
DTO: 465).

Eylem Çağatayca dışında Eski Kıpçakçada körset- ‘göstermek’ (TZ: 6b2); biçiminde
görülmektedir. Ayrıca eylemin kökü olan körse- biçimini de DLT’de görmekteyiz
(DLT III: 285; DanKelly, 1985, 110).

Eylem etimolojik sözlüklerde kör- ‘görmek’ eylemine dayandırılmıştır (Eckmann,


1966, 73; VEWT: 292; DTS: 318; EDPT: 740a, 746b). Eylem, DanKelly’de körse- <
616
körügse- biçiminde açıklanmıştır (DanKelly, 1985, 110). Clauson da eylem kökünü
kör- olarak vermesine rağmen eylemin körügse- biçimiyle karşılaştırılması
gerektiğini belirtmiştir (EDPT: 746b).

éy ki hecriŋde meni yüz hasret ü arman bile

katl kılguŋ bari bir katla üzüŋni körsetip

(FK, 69: 6)

can bérür men hecride za‘fımdın él körmes meni

‘ışk ara her neçe dér-men kim özümni körsetey

(HBD, 201: 3)

5.5.2. -GUlA-

Sıklık ve çokluk ifade eden nadir görülen eklerden biridir. Bu ek muhtemelen iki
ekin birleşiminden meydana gelmiş bir ektir. Addan eylem yapan +GA- ve +lA-
eklerinin birleşiminden müteşekkil bir ek olduğunu düşünmekteyiz.

Çağatayca dışındaki Tarihi Türk Dillerinde bu ekle biçimlenmiş sözcüklere


rastlamayız.

atkula- ‘pek çok ok atmak’ (< at- ‘atmak’ -kula-) eylemi at- ‘atmak’ eylemine
-kula- eylemden eylem yapım ekinin eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem
biçimidir. Çağatayca sözlüklerde atg/kula- ‘pek çok ok atmak’ anlamında yer
almaktadır (LÇ: 4b; DTO: 4). Eylemin, Çağataycada atkulaş- şeklinde genişlemiş
biçimi de görülür.

Eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde tespit edemedik.

Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
at- ‘atmak’ köküne dayandığı açıktır. Yalnızca Eckmann Çağatayca El Kitabı adlı
çalışmasında bu eylemi Babürnameden aktarmış ve -GUlA- ekiyle biçimlenen
eylemler arasında saymıştır (Eckmann, 1966, 71).

617
bérmeyin düşmen-i imanıga aman

çapkulap atkuladılar yeksan

(ŞN1: 913)

atkulap barçasını kavladılar

kuçenin saydların avladılar

(ŞN1: 719)

çapkula- ‘kıyasıya dövüşmek; at sürmek, muharebe etmek’ (< çap- ‘vurmak,


kesmek; sürmek; seğirtmek, (at) koşturmak’ -kula-) eylemi çap- ‘vurmak, kesmek;
sürmek; seğirtmek, (at) koşturmak’ eylemine -kula- eylemden eylem yapım ekinin
eklenmesiyle türemiş geçişsiz bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde çapkula-
‘kıyasıya dövüşmek; at sürmek, muharebe etmek’ anlamında yer almaktadır (LÇ:
145a; DTO: 272). Eylemin Çağataycada çapkulaş- şeklinde genişlemiş biçimi de
görülür.

Eyleme Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde rastlamadık.

Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
çap- ‘vurmak, kesmek; sürmek; seğirtmek, (at) koşturmak’ köküne dayandığı açıktır.
Yalnızca Eckmann Çağatayca El Kitabı adlı çalışmasında bu eylemi Şibânnameden
aktarmış ve -GUlA- ekiyle biçimlenen eylemler arasında saymıştır (Eckmann, 1966,
71).

bérmeyin düşmen-i imanıga aman

çapkulap atkuladılar yeksan

(ŞN1: 913)

can Vefa‘ga bu iş boldı ‘ayan

şehrdin çapkulaşa çıktı revan

(ŞN1: 624)

tartkulaş- ‘tartışmak, dövüşmek, mücadele etmek’ (< tart- ‘çekmek, tartmak’ -kula-)
eylemi tart- ‘çekmek, tartmak’ eylemine -kula- eylemden eylem yapım ekinin

618
eklenmesiyle türemiş geçişli bir eylem biçimidir. Çağatayca sözlüklerde bu eyleme
rastlamadık.

Eylemi Çağatayca dışındaki Tarihi Türk dillerinde tespit edemedik.

Eylem için etimolojik sözlük ve kaynaklarda bir kayda rastlamadık, ancak eylemin
tart- ‘çekmek, tartmak’ köküne dayandığı açıktır. Yalnızca Eckmann, Çağatayca El
Kitabı adlı çalışmasında bu eylemi Babürnameden aktarmış ve -GUlA- ekiyle
biçimlenen eylemler arasında saymıştır (Eckmann, 1966, 71).

ésen Temur Sultannıŋ yéti sékiz nökeri, atlanıp, bu yayaklarnıŋ utrusıga barıp, Sultan
atlanguça, tartkulaşıp, atkulaşıp, yayaklarnı Sultan sarıga tarttılar

(BN: H373b4)

619
6. SONUÇ

Sonuç olarak bu çalışmada, Çağataycanın Söz Yapımı ortaya konulmaya


çalışılmıştır. Bu amaçla öncelikle Çağataycanın sözvarlığını oluşturan metinler ve bu
metinlerden ortaya çıkarılan sözlükler taranmış, bu yolla hemen hemen Çağataycanın
bütün sözvarlığını ortaya koyan bir sözlük çalışması ortaya konulmuştur. Daha sonra
bu sözlükten yararlanılarak Çağataycada yer alan türemiş sözcükler tespit edilmiştir.
Türemiş sözcükler Addan Ad Yapımı, Eylemden Ad Yapımı, Addan Eylem Yapımı
ve Eylemden Eylem Yapımı olmak üzere dört bölümde ele alınmıştır. Girişte de
belirtildiği gibi bu ana bölümler içinde ekler işlevlerine göre de ayrılmıştır. Ekler
altında o eklerle türemiş sözcüklerin ek, kök ayrımları, Tarihi Türk Dillerindeki
biçimleri, sözcük hakkında etimolojik sözlükler ve diğer kaynaklardan kaydedilen
bilgiler verilmiş, varsa kendi görüşlerimiz de aktarılmıştır. Yöntem olarak daha çok
Marcel Erdal’ın bu konuda başucu kitaplarından biri olan Old Turkic Word
Formation adlı eseri temel alınmıştır. Özellikle ara başlıklarda bu kitaptan oldukça
yararlanılmıştır. Çağatayca oldukça fazla sözvarlığına sahip bir Tarihi Türk Dili
olduğundan tabi ki de bütün türemiş sözcükleri ele almak, işlemek mümkün olmadı,
bu yüzden maddelerin en azından hangi metinlerde geçtiğini köşeli parantez içinde
kısaltmalarla verilmeye çalışıldı. Ele alınan her sözcük önce Çağatayca metinlerde,
daha sonra da Çağatayca sözlüklerde tespit edilmeye çalışıldı. Metinlerden tespit
edilen her bir sözcüğün beyit ya da cümle içindeki kullanımına en az bir, çoğu zaman
da iki örnek verildi. Örnek cümleler seçilirken üzerinde çalışma yapılmış bazı
metinlerde beyit ya da cümle içindeki bazı sözcüklerin hatalı okunduğu görüldü ve
bu hatalı okuyuşlar tarafımızdan düzeltildi. Ve de örneklerin hangi metinden alındığı
örneğin hemen sağ alt tarafına belirtildi. Bazı örnekler yayımlanmamış metinlerden
alınmıştır. Bu örnekler için eserlerin yazmalarına başvurulmuştur, yine örnekler
üzerinde düzeltmeler yapılırken eserlerin yazmaları da eğer mümkünse kontrol
edilmeye çalışılmıştır.
Çalışmamızın başında bir de Giriş bölümü yer almıştır. Giriş kısmında Çağatay Adı
ve Ulusu, Çağatayca ve tez hazırlanırken taranan Çağatayca metinler ve sözlükler
hakkında ayrıntılı açıklamalara yer verilmiştir. Ayrıca taradığımız metinler ve
sözlükler üzerine yapılan çalışmalar, tezimizi hazırlarken hangi çalışmalardan
yararlandığımız da Giriş kısmında ifade edilmiştir. Tezimizin giriş kısmının
Çağatayca eserlerin tanınması ve haklarında toplu bilgi edinilmesi için oldukça
faydalı olacağı aşikardır.
Son olarak şunları söylemek gerekirse, bu çalışmayla yalnızca Çağataycanın söz
yapımı ortaya konulmakla kalmamış ayrıca Tarihi ve günümüz Türk Dillerinden pek
çoğu için yol gösterici bir kaynak ortaya çıkmıştır.

620
DİZİN

abadlıg/k, 134 Almaçuk, 101


ªaceblig, 134 altınçı, altunçı, 109
ªacızlandur-, 610 altunluk, 143
ªacizlıg, 134 anasız, 150
aççıgla-, 349 aŋlat-, 549
apaçuk, 68
açıg/klan-, 447
açış-, 419 apak, 68
aralaş, 226
açog/k, 197
argamçı, 124
aªdasız, 156
arıg, 182
ªadedsiz, 157
arıglıg/k, 137
ademlıg/k, 135
arıgsız, 151
afetlıg/k, 135
arıtıl-, 483
afetrak, 65
artuk, 199
agahrak, 65
artuksı, 177
agalıg, 136
arugla-, 351
agehlıg/k / agahlıg/k, 135
aruglat-, 549
agımtul, 54
arzula-, 372
agırla-, 350
asıg/k, 182
agırsı, 177
asıksız, 151
agızdırık, 99 asral-, 484
agızlan-, 448 asrat-, 550
agnat-, 548 astur-, 596
agrıg / k, 181 aşa-, 334
agrıglıg, 137 aşlıg, 144
ahtaçı, 109 aşur-, 534
akar-, 402 ata-, 334
akız-, 545 atan-, 449
akkına, 51 atık-, 398
Akman, 72 atım, 236
atımçı, 110
aksak/g, 198
atış-, 420
alasız, 150
alda-, 377 atkula-, 617
aldan-, 448 atlan-, 449, 450
aldarat-, 548 atlandur-, 596
aldaş-, 419 atlanıl-, 485
alınçak, 46 atlıg, 159
alıştur-, 595 avla-, 351
alkış, 225 avlak, 104
avuçla-, 352
almaçuk, 47
621
avut-, 550 bavurçı, 125
ayaglan-, 451 bayakı, 172
ayagsız, 152 bayat, 780
ayakçı, 110 bayı-, 389
ayalguçı, 111, 125 bayramla-, 355
aydın, 163 bazlamaç, 318
begçek, 44
ayık-, 478
bélgü, 168
ayıldur-, 596
bélgür-, 403
aylan-, 451
bélgürt-, 551
aylandur-, 597
ayrı, 282 bennalıg, 141
ayrılış-, 420 bergsiz, 157
berki-, 390
ayruk, 200
bérkiş-, 421
ayruksı, 178 betterrek, 65
aytış-, 421 béyik, 200
aytmag/klıg/k, 148 béyikrek, 63
aytturul-, 485 beze-, 335
azaglak, 106 bıçag/kla-, 356
azal-, 409 bışım, 237
azgına, 51 bihrek, 65
azgun, 269 bilev, 320
azgur-, 540 bilge, 293
azık-, 479 bilig, 183
azırga-, 383 biliksiz, 153
azmaklıg, 148 bilim, 238
bilimlig, 292
azrak, 62
bir demlık, 145
bagışla, 353
bir ıllıg, 145
bagla-, 353
biregü, 91
baglaştur-, 598 birgine, 51
bahalıg, 137 birik-, 399
balala-, 354 bitig/k, 184
balıgçı, 111 bitigçi, 113
bandla-, 372 bitil-, 486
barsçı, 112 bitimlik, 292
basal-, 486 bitit-, 551
basıl-, 486 bogdur-, 598
bastur-, 598 bogun, 243
basur-, 535
bog(u)z, 265
başak, 35
boguzla-, 356
başakçı, 125 bolumsız, 241
başçı, 112 bomboş, 69
başkar-, 416 bomboz, 69
başla-, 355 boydaş, 130
başlıġ/k, 159 boyla-, 357
başmak, 106 boyunduruk, 99
batkak, 310 bozlaş-, 422
baverci, 125 bökevüllük, 324
622
budag, 36 çıkış-, 424
bugına, 52 çınok, 60
bulamaç, 316 çırmal-, 489
bulgag/k, 211 çırman-, 454
bulgan-, 452 çırmandur-, 599
bulgaş-, 422 çırmat-, 555
çimgen, 86
bulgat-, 552
çineş-, 444
bulıt, 78
çogurçuk, 101
burungı, 173
çomur-, 535
butraş-, 423
çubrut-, 556
butrat-, 553
çukurçak, 44
buyrug/k, 210
çulga-, 357
buzug/k, 201
bürünçek, 288 çulgan-, 454
bütev, 321 çulgaş-, 425
bütker-, 540 çupçuk, 102
bütün, 243 çupçukur, 68
büzül-, 487 çüçüt-, 556
canlıg, 160 çürgen-, çürken-, 455
carla-, 372 dagla-, 373
cazlıg, 145 daglat-, 592
cebeçi, 126 dakavul, 325
çabükkine, 53 damanala-, 373
çagdavul, 324 daptavul, 326
çagruk, 37 edeblıg, 160
çaldur-, 599 edgü, 169
çalguçı, 127 eg(i)n, 244
çalıg, 192 egerlet-, 557
çalma, 259 égme, 259
çapavul, 325 egri, 282
çapkuda-, 378 égrilik, 138
ékegü, 91
çapkula-, 618
éksil-, 490
çapkulaş-, 423
éksük, 202
çapkun, 270 éksükrek, 63
çapturt-, 553 émgek, 211
çapturul-, 488 émgen-, 456
çarlat-, 554 émget-, 557
çatlaguç, 289 émiş-, 425
çaykal-, 488 émiz-, 546
çaykan-, 453 erdem, 69
çaykat-, 554 érik-, 479
çaylak, 87 ériş-, 426
çekmen, 72 érsiz, 152
çérikçi, 113 érteki, 173
çıkan-, 453 éskir-, 403
çıkar-, 530 esrük, 202
eşek, 38
çıkgur, 313
éşiksiz, 152
623
étikrek, 63 kalış-, 427
etmek, 107 kamaş-, 428
évrül-, 490 kamçıla-, 359
evrüş-, 426 kamışlık, 143
evvelgı, 174 kamsız, 157
ézil-, 490
kana-, 336
fahmla-, 373
kanat, 79
füzunrak, 66
gerdleş-, 445 kangalduruk, 100
güzarla-, 373 kapal-, 492
haftalıg, 146 kapkara, 68
handakla-, 374 kapsa-, 616
harabla-, 374 kapug/k, 217
hayda-, 378 kar(ı)n, 244
hıramla-, 374 Karaçuk, 103
hırılda-, 379 Karaman, 72
hirevül, 326 karamtul, 54
hoşla-, 375 karaŋgu, 167
ıldam, 71 karar-, 404
ılgat-, 558 karaş-, 429
ırat-, yırat-, 558 karavul, 327
ırçat-, 559 karga, 81
ırgat-, 559 karı-, 391
ırla-, yırla-, 358 karılıg, 138
ısıtma, 260 karındaş, 130
ışnat-, 560 karıt-, 562
içegü, 92, 167 karlugaç / karluvaç, 43
içkerrek, 67
karmaş-, 429
ilenç, 231
iley, 171 karşu, 283
ilin-, 456 karşul-, 410
iltit-, 560 katıg/k, 193
inçkerek, 63 katık, 203
indet-, 561 katıştur-, 600
iŋre-, 387 kavdur-, 600
islen-, 457 kavga, 294
itgek, 310
kavguçı, 128
itüt-, 561
izde-, 379 kavgun, 271
kabaçuk, 101 kavlat-, 562
kaçgak, 310 kavurmaç, 317
kaçık-, 480 kavuştur-, 601
kaçış-, 427 kayġuluġ, 160
kaçirçi, 114 kaygur-, 405
kaçkun, 271 kaynaş-, 430
kakşal-, 491 kayrıl-, 491
kalıl-, 492 kaytar-, 530
kalın, 245 kaytarıl-, 493

624
kayun, 246 koldaş, 131
kazçı, 115 koldat-, 564
kazug, 218 koldur-, 601
kazur-, 536 kolgaş-, 431
kéçrek, 64 koltug/k, 42
kelin, 247 koŋşu, 284
kéltürt-, 563 kopar-, 532
kemrek, 65
kopurga, 82
kenerge-, 383
kéŋeş, 226
kopuzçı, 116
kérek, 220 kork-, 481
késük, 204 korug, 190
kéter-, 531 korukçı, 127
kéyinrek, 64 koşan-, 458
kıçıg, 189 koşul-, 495
kıçıkla-, 359 koşuldur-, 602
kıçkırış-, 430 koyçılık, 141
kılav, 321 koyul-, 496
kılıg/k, 212 kozgal-, 496
kına-, 337 kozgalış-, 432
kıpkızıl, 68 kozgat-, 565
kırak, 39 kökeltaş / kökelteş, 131
kırçıldat-, 563 köker-, 406
kırgavul, 328 kökert-, 565
kırıg/k , 190 kökümtül, 54
kırkıt-, 563 kölege, 296
kölkömük, 95
kırtıldaş-, 431
kölük, 221
kısga, 295 kömkök, 68
kışla-, 360 kömül-, 494
kışlag/k, 104 kömür, 306
kıyıg, 187 köprek, 64
kıyma, 261 köprik-, 482
kıymaç, 319 körgüz-, 612
kıynal-, 494 körgüzül-, 498
kızar-, 532 körk, 213
kızıg, 194 körket-, 396
kızık-, 480 körpekleş-, 433
körset-, 566, 616
kızıl, 93
körsetil-, 498
kızımtul, 54 köteril-, 499
kızıt-, 564 köykenek, 40
kiçigrek, 63 küyün-, 458
kiçikkine, 51 közgü, 170
kirek yarakçı, 115 kuçag/kla-, 361
kirgüz-, 612 kuçı, 117
kiydürül-, 495
kulak, 73
koglama, 261
kulaklaş-, 433
kolda-, 380
625
kullukçı, 117 okla-, 363
kumalak, 88 okul-, 499
kurçı, 118 okun-, 459
kurçuk, 103 olcala-, 375
kurgan, 299 olturguz-, 613
oŋal-, 410
kurı-, kuru-, 392
oŋar-, 406
kurug/k, 194 oŋay, 171
kurukşa-, 413 opra-, 338
kurumsak, 242 orakçı, 119
kurun, 247 ornat-, 568
kurut, 255 osal, 276
kuşçı, 118 osan-, 460
kuşkına / kuşgına, 50 osandur-, 602
kuşla-, 360 otla-, 363
kuyı, 285 otsız, 154
kuyug, 191 otun, 163
küçlen-, 458 oyganmagur, 313
kükre-, 385 oylaş-, 435
kükreş-, 433 oyna-, 339
külümse-, 412 oyul-, 500
kündelet-, 592 oyun, 248
kündüz, 178 ozakı, 174
künkine, 50 ozal-, 500
kürüldeş-, 434 ozdur-, 603
küyev, 322 ögren-, 340
meŋze-, 337 ögsüt-, 569
minsiz, 153 ögün-, 460
mumla-, 375 ökünç, 231
muŋay-, 396 ölet, 256
muŋdaş, 132 ölükse, 177
muŋra-, 387 ölüm, 236
muŋrat-, 566 ölüt-, 394
muŋurga-, 383 önüt-, 569
muzla-, 361 örgemeç, 317
neçük, 61 örgüç, 290
negü, 91 örlet-, 570
netük, 61 örmekçi, 128
örte-, 340
ocak, 46
örten-, 461
oglak, 40 örtet-, 570
oglan, 89 örtüg/k, 186
ogulsız, 154 ösrüt-, 571
ogurla-, 362 ötgür, 313
ohran-, 459 ötker-, 541
ohşa-, 414 ötkeril-, 501
ohşaş, 227 ötkün, 271
ötün-, 462
ohşat-, 567
ötüz-, 546
okçı, 119 öylen-, 462
626
öyrül-, 502 sırdaş, 133
porsuk, 95 sızgur-, 542
rastlan-, 477 sigritme, 261
saçıg/k, 186 silet-, 574
safalıg, 139 silkin-, 465
sagal-, 411 soktur-, 604
sagın-, 463 sokul-, 507
sagındur-, 603 sokum, 238
sagıtlan-, 464 sokunç, 232
sakalduruk, 100 solak, 41
sakçı, 119 soŋġı, 175
soŋraġı, 175
saklal-, 502
sordur-, 605
saklav, 322
sorma, 262
salıg, 189 soymaç, 320
salıl-, 503 sögünç, 232
san, 248 söz, 266
sanat-, 571 sözevül, 328
sançıg, 184 sözlen-, 465
sançıl-, 503 sözlet-, 574
sançış, 228 sugalt-, 575
sançış-, 435 sula-, 365
sansız, 154 susa-, 412
sapag/sapak, 41 suval-, 507
sapla-, 364 suvar-, 408
sapsavuk, 68 suvçı, 120
sargar-, 407 süçüg, 195
sargart-, 572 südrel-, 508
sarımtul, 55 südren-, 466
satkun, 272 sürtül-, 508
savrul-, 504 süzük, 205
savun, 249 süzül-, 509
savur-, 536 şagalda-, 381
sayga-, 415 şigavul, 329
saygal-, 505 şunkarçı, 120
sayislıg, 141 tabakçı, 121
sayla-, 364 tabuşkan, 85
sayrat-, 572 tagarçuk, 47
ségrit-, 573 takı, 285
sépil-, 506 talat-, 575
sézikte-, 380 talgıç, 332
sıçkan, 84 tamak, 311
sıkıt-, 573 tamar, tamur, 307
sılan-, 464 tamga, 294
sına-, 341 tamgaçı, 121
sınal-, 506 tamız-, 547
sındur-, 603 tançkal-, 509
sınug/k, 204 tanuk, 221
627
taŋırga-, 384 tınç, 233
taŋla-, 365 tındur-, 607
taŋlagı, 175 tınġur, 314
taŋlalıg, 146 tınmaġur, 314
tıyıl-, 513
taŋsug/ k, 165
tiken, 299
tapavul, 329
tikensiz, 155
tapın-, 466
tilek, 215
tapındur-, 605
tilim, 237
tapış-, 435
tiptik, 68
tapşurul-, 510
tiptoġrı, 68
tapug/k, 214 tirgüz-, 614
tapuk-, 482 tirig, 192
tapukçı, 291 tiriglik, 139
tarıg, 188 tirsek, 74
tarık-, 399 titregüç, 288
tarıl-, 510 titret-, 578
tarkal-, 511 togram, 239
tarkaş-, 436 togran-, 468
tarkat-, 576 tohtat-, 579
tartıg, 188 tok, 206
tartım, 238 tolgan-, 468
tartın-, 467 tolun, 250
tartkulaş-, 618 tona, 343
taşı-, 393 toŋdur-, 607
taşık-, 400 toprak/g, 218
taşırgan-, 384 toptola, 69
taşkı, 176 torlag, 104
taşla-, 366 toyak, 76
tatug, 214 toygar-, 543
tavşaldur-, 606 toygun, 272
tavuşkançı, 122 toyġur, 314
tayag/k, 222 toyla-, 367
tayagla-, 367 toymaġur, 315
tayal-, 512 tökeleş-, 437
taygur, 314 töŋül-, 515
tayt-, 576 töret-, 579
tébret-, 577 töşe-, 342
tégirmen, 303 töşek, 219
tegme, 262 tugma, 263
tégürül-, 514 tulum, 239
télbere-, 388 tuman, 303
télberet-, 577 turguz-, 614
tépin-, 467 turnaçı, 122
térgek, 312 tuşlan-, 469
téril-, 512 tutam, 240
téşük, töşük, 223 tutaş-, 437
tévrel-, 513 tutkun, 273
tıktur-, 606 tutmaç, 318
628
tutruk, 219 üzüş-, 439
tuzlak, 105 yadla-, 380
tügme, 263 yagdu, 275
tügün, 251 yagık-, 401
tükel, 274 yagın, 252
tüketil-, 515 yaglan-, 471
tüne-, 344
yaglıg/k, 144
tüptüz, 68
yagmala-, 375
tüşül-, 515
tütün, 251 yagmur, 308
tüzük, 206 yahşı, 286
tüzül-, 516 yakın, 253
uçkun/gun, 273 yalaŋgaçla-, 368
uçraş-, 443 yalaŋgaçlan-, 472
uçrat-, 580 yalaş-, 440
uçur-, 537 yalın, 253
Ugan, 300 yalınrak, 64
ugra-, 344 yalıŋ, yalaŋ, 288
ula-, 345 yalkıt-, 582
ulam, 240 yaman, 304
ulan-, 470 yamanla-, 368
ulat-, 580 yamat-, 583
ulgay-, 397 yaŋak, 77
ulgayt-, 581 yanaş-, 346
umunç, 234 yaŋavul, 330
urun-, 470 yançak, 46
uruş, 229 yançıl-, 519
uşak/g, 207 yançış-, 440
uşal-, 516 yançuk, 46
uşat-, 346 yandaş, 133
uyaldur-, 608 yangunçı, 275
uyalt-, 581 yaŋıl-, 520
uyatlıg, 161 yapalag, 87
uykula-, 367 yapıl-, 521
uz, 267 yapın-, 472
uzak, 207 yapıt-, 584
uzal-, 517 yapraklan-, 473
uzan-, 471 yapur-, 538
uzun, 252 yapyaşıl, 69
uzunrak, 63 yaragla-, 369
ügül-, 518 yaragsız, 155
ülüş, 229 yarakçılık, 142
ünde-, 381 yaraş-, 441
ündeş-, 438 yaraştur-, 608
ürkünç, 234 yarat-, 584
ürküt-, 582 yaratgan, 301
ürüŋ, 166 yaratıl-, 521
üzgün, 274 yarguçak, 47
üzül-, 518
629
yarguçı, 125 yıglaş-, 442
yarım, 241 yıglat-, 588
yarımçuk, 49 yılçılık, 146
yaruk/g, 208 yıldamla-, 370
yarun-, 473 yıllık/g, 147
yaruş-, 441 yırak/g, 209
yarut-, 585 yıravçı, 123
yasakı, 264 yırtış-, 443
yasal, 277 yiberil-, 523
yasan-, 474 yigdelik, 143
yasat-, 586 yinçke, 297
yasattur-, 609 yok, 224
yasav, 323 yokarıġı, 176
yasavul, 330
yokla-, 371
yastan-, 474
yolçı, 124
yaşa-, 347
yolda-, 382
yaşar-, 408
yoldaş, 133
yaşgına, 51 yoldur-, 610
yaşıl, 94 yolsız, 156
yaşımtul, 55
yoluk-, 401
yaşna-, 348
yonul-, 524
yaşnat-, 587
yaşun-, 475 yorga, 298
yaşur-, 538 yorgaçı, 127
yaşurul-, 522 yortavul, 331
yavgan, 301 yoruk, 216
yavuglaş- / yavuklaş-, 442 yoyul-, 524
yömrül-, 525
yavukrak, 64
yugarlat-, 590
yavut-, 587
yavuz, 268 yulut-, 589
yayla-, 370 yumarlan-, 476
yaylag/k, 105 yumşag, 209
yazdur-, 609 yumşat-, 590
yumul-, 526
yazgur-, 544
yupyumalak, 69
yazuk, 215 yurt, 257
yazuksız, 155 yurtçı, 123
yélgeç, 83 yurtlat-, 591
yélpigüç, 289 yusyumru, 69
yémiş, 97 yutgun, 274
yeŋil-, 522 yuyul-, 527
yéŋil, 277 yügrüş-, 444
yétit-, 588 yügürt-, 591
yétkür-, 544 yüklet-, 592
yétkürül-, 523 yüŋse-, 413
yétmeklik, 148 yüzlen-, 476
yézek, 223
zahirrak, 66
yıgaç, 82
zebunrak, 66
yıgın, 254 zırh-gerlik, 142
yıgıştur-, 609
630
KAYNAKÇA

Abdullayev, F. A. 1964. Özbek Tilining Harezm Şiväläri, Lugat, II Harezm


Şivälärining Täsnifi. Taşkent: ÖzSSR Fänlär Akademisi Näşriyeti.

Abik, Deniz. 1993. Ali Şir Nevâyî’nin Risaleleri Tarih-i Enbiya ve Hükema, Tarih-i
Müluk-i Acem, Münşeat, Metin-Gramatikal İndeks-Sözlük. Doktora Tezi.
Ankara Üniversitesi Dil veTarih-Coğrafya Fakültesi.

_______.1999. Ali Şîr Nevâyî’nin Zübdetü’t- Tevârîh’i Üzerine. TDAY-Belleten


1996: 1-6.

_______. 2005. Meyveler Münazarası – Doğu Türkçesi. Ankara: Seçkin.

_______. 2006. ‘Alī Şīr Nevayī, Hamsetü’l-Mütehayyirīn, Metin-Çeviri-


Açıklamalar-Dizin. Adana: Seçkin.

Agişiv, İ. M., E. G. Biişev, G. D. Zeynullina, vd. 1993. Başkort Tiliniŋ Hüzlügi. 2


c. Moskva.

Ahundov. E., Semih Tezcan. 1978. Azerbaycan Halk Yazını Örnekleri. Ankara:
TDK.

Akkuş, Metin. 2002. Tarihî ve Edebî Bir Kişilik Olarak Nevaî (Herat, 1441-1501) ve
Nevaî’nin Eserlerinde İnsan Problemi. Atatürk Üniversitesi Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü Dergisi. s. 19: 123-132.

Aksu, Cemal. 2002. Lütfi Divanı’nın Tahlili. Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi
Türkiyat Enstitüsü.

Ali Şir Nevayi’nin 560. Doğum, 500. Ölüm Yıl Dönümlerini Anma Toplantısı
Bildirileri, 24-25 Eylül 2001. 2004. Ankara: TDK.

Ali Şir Nevâî. Vakfiye. Topkapı Sarayı Kütüphanesi, Fatih Nüshası, No. 4056.

Alparslan, Ali, Kemal Eraslan. 1981. Kâmran Mirza’nın Divanı I. İstanbul


Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi. c. 23: 37-
137.

Alparslan, Neşe. 1968. Ubeydullah Han (Ubeydî) ve Divanının Edisyon Kritiği.


Mezuniyet Tezi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi.

Alpay, Gönül. 1971. Ali Şir Nevai’nin Ferhad ü Şirin Mesnevisi Üzerindeki Etkiler.
TDAY-Belleten 1970: 155-167.

631
_______. 1973. Yusuf Emiri’nin Beng ü Çagır Adlı Münazarası. TDAY-Belleten
1972: 103-125.

Altınşık, Yusuf. 2002. Ali Şîr Nevâyî’de Tasavvuf. Doktora Tezi. Harran
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı.

Arat, Reşit Rahmeti. 1943-1946. Gazi Zahirüddin Muhammed Babür Vekayi.


Babur’un Hatıratı. Ankara: TTK.

_______. 1951. Atabetü’l-Hakayık. İstanbul: TDK.

_______. 1947. Kutadgu Bilig. I, Metin. İstanbul: TDK (Ankara, 19994); 1959. II,
Tercüme. Ankara: TTK (Ankara, 19955); 1979. III, İndeks. İstanbul: Türk
Kültürü Araştırmaları Enstitüsü. yay. K. Eraslan, O. F.Sertkaya, N. Yüce.

_______.1987. Makaleler I. haz. Osman Fikri Sertkaya. Ankara: Türk Kültürü


Araştırmaları Enstitüsü.

_______. 1991. Eski Türk Şiiri. Ankara: TTK.

Ata, Aysu. 1997. Nasırü’d-din bin Burhanü’d-din Rabguzi: Kısasü’l-Enbiya


(Peygamber Kıssaları). II Dizin. Ankara: TDK.

_______. 2004. Türkçe İlk Kur’an Tercümesi (Rylands Nüshası). Ankara: TDK.

Atalay, Besim. 1939. Divanü Lûgat-it Türk Tercümesi. 1. c. Ankara: TDK.; 1940.
2. c. Ankara: TDK; 1941. 3. c. Ankara: TDK.; 1943. 4. c. Dizin “Endeks”.
Ankara: TDK (19923).

_______. 1941. Türkçemizde man-men. Ankara: TDK.

_______. 1945. Ettuhfet-üz-zekiyye fil lugati’t-türkiyye. İstanbul: TDK.

_______. 1970. Abuşka Lûgati veya Çağatay Sözlüğü. Ankara.

Ateş, Ahmed. 1965. Ubeydullah Han’ın Bilinmeyen Mensur Bir Eseri. TDAY-
Belleten 1964: 127-147.

Bang, Willy. 1917. Über die türkischen Namen einiger Groβkatzen. Keleti Szemle.
c. 17: 112-146.

_______.1918. Beiträge zur türkischen Wortforschung. Túrán 1918: 289-310.

_______. 1918-1919. Aus türkischen Dialekten. Keleti Szemle. c. 18: 7-28.

_______. 1925. Türkologische Briefe aus dem Berliner Ungarischen Institut III:
Vorläufiges über die Herkunft des Türk. Ablativs. UJb V: 392-410.

_______. 1980. Berlindeki Macar Enstitüsünden Türkoloji Mektupları. 1925-


1934. çev. Şinasi Tekin. Erzurum: Atatürk Üniversitesi Yayınları.

_______. 1930. Turkologische Briefe aus dem Berliner Ungarischen Institut.


Fünfter Brief: Lautliches-allzu Lautliches. UJb 10: 16-26.
632
Bang, Willy, Annamarie von Gabain. 1929. Türkische Turfantexte I. Bruchstücke
eines Wahrsagebuches. Berlin.

_______.1929. Türkische Turfantexte II. Manichaica. Berlin.

_______. 1930. Türkische Turfantexte III. Der grosse Hymnus auf Mani. Berlin.

_______.1930. Türkische Turfantexte IV. Ein neues uigurisches


Sündenbekenntnis. Berlin.

_______. 1931. Türkische Turfantexte V. Aus buddhistischen Schriften. Berlin.

Banguoğlu, Tahsin. 1959 (19954). Türkçenin Grameri. Ankara: TDK.

Bartold, William. 1937. Mir Ali Şir ve Siyasi Hayatı. çev. Ahmet Caferoğlu. Ülkü
Mecmuası. c. 10: 56-60.

_______. 1945. Çağatay. İslâm Ansiklopedisi. c. 3. İstanbul: MEB: 266-270.

Baskakov, N. A., T. M. Toşçakova. 1947. Oyrotsko-russkiy slovar’. Moskva.

Baskakov, N. A., A. İ. İnkicekova. 1953. Hakassko-russkiy slovar’. Moskva.

Baskakov, N. A. 1958. Karakalpaksko-russkiy slovar’. Moskva.

Battal, Abdullah. 1988. Cemâlü'd-dîn İbni Mühennâ: Hilyetü’l-İnsân ve


Heybetü'I-Lisân. İbnü Mühennâ Lûgati. Ankara: TDK.

Benzing, Johannes. Tschuwassische Forschungen. Zeitschrift der Deutschen


Moergenländischen Gesellschaft. c. 94: 251-267.

Bertels, E. E. 1946-1951. Ali Şir Nevayi, Leyli ve Mecnun. Türkiyat Mecmuası. c.


9: 47-64.

Beveridge, Annette. S. The Bábar-Náma. London: E. J. W. Gibb Memorial Series I,


1905.

_______. 1922. The Bâbur-nâme in English (Memories of Bâbur), translated


from original Turki text of Zahirüddin Muhammed Bâbur Pâdshâh Ghâzî.
London: Luzac & Co.

Beveridge, H. 1964. Hüseyin Mirza (Baykara). İslâm Ansiklopedisi. c. 5. İstanbul:


MEB: 645-646.

Bilge, Kilisli Rifat. 1920-1921. İbnü Muhenna Lugati. İstanbul.

Birnbaum, Eleazar. 1986-1993. Çağatay Şairi Lutfî (Hayatı ve Eserleri). İstanbul


Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi. c. 26: 189-
193.

Blochet, E. 1933. Catalogue des manuscrits turc. c. II. Paris.

633
Bodrogligeti, Andras J. E. 1975. Hālis’s Story of İbrāhīm, A Central Asian
İslamic Work in Late Chagatay Turkic, Edited with an introduction, a
translation, and a glossary. Leiden: E. J. Brill.

_______. 1982. Muhammad Shaybani’s Bahru’l-hudâ. An Early Sixteenth Century


Didactic Qasida in Chagatay. Ural-Altaische Jahrbücher/Ural-Altaic
Yearbook. c. 54: 1-56.

_______. 1984. Babur Shah’s Chagatay Version of the Risala-i Validiya: A Central
Asian Turkic Treatise on How to Emulate the Prophet Muhammad. Ural
Altaische Jahrbücher/Ural-Altaic Yearbook. c. 56: 1-61.

_______. 1987. A Masterpiece of Central Asian Turkic Satire: Ahmadī’s A Contest


of String Instruments. Ural Altaische Jahrbücher/Ural-Altaic Yearbook. c.
59: 55–88.

_______. 1992. A Participle for curses and Good Wishes: The Roots of an Uzbek
Phenomenon in Yūsuf Amīrī’s “The Bang and the Wine”. Ural-Altaische
Jahrbücher/Ural-Altaic Yearbook. c. 64: 73-83.

Boldırev, A. N. 1956. Çağdaşlarının Hikâyelerinde Nevai. çev. Rasime Uygun.


TDAY-Belleten 1956: 197-237.

Borovkov, A. K. 1963. Leksika sredneaziatskogo Tefsira XII-XIII v.v. Moskva.

Brockelmann, Carl. 1954. Osttürkische Grammatik der islamischen


Litteratursprachen Mittelasiens. Leiden: E. J. Brill.

Böhtlingk, Otto. 1851. Über die Sprache der Jakuten. St. Petersburg.

Caferoğlu, Ahmet. 1929. Türkçede ‘daş’ Lâhikası. İstanbul: İktisat Matbaası.

_______. 1948. Çağatay Türkçesi ve Nevâî. İstanbul Üniversitesi Edebiyat


Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi. c. 2, s. 3-4: 141-154.

Canım, Rıdvan. 2002. Türk Kültür ve Edebiyatında Ali Şîr Nevâyî ve Türkiye’de
Ali Şîr Nevâyî Çalışmaları. Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları
Enstitüsü Dergisi. s. 19: 137-146.

Canku, Erantepli Ayşegül. 1988. Muhammed Salih: Şeybani-name (69b-138b),


Tenkitli Metin-İndeks. Yüksek Lisans Tezi. İstanbul Üniversitesi.

Canpolat, Mustafa. 1995. Ali Şir Nevayî, Lisānü’t-tayr. Ankara: TDK.

_______. 2002. Çağatay Dili ve Edebiyatı. Türkler Ansiklopedisi. c. 8. Ankara:


Yeni Türkiye Yayınları: 769-776.

Civelek, Özlem. 2005. Dindışı Eski Uygurca Metinlerin Karşılaştırmalı Sözvarlığı.


Yüksek Lisans Tezi. Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

634
Clauson, Sir Gerhard. 1960. Sanglax. A Persian Guide to the Turkish Language
by Muhammad Mahdi Xan. London: E. J. W. Gibb Memorial Series, New
Series, XX.

_______. 1962. Turkish and Mongolian Studies. London: The Royal Asiatic
Society of Great.

_______. 1972. An Etymological Dictionary of Pre-thirteenth-Century Turkish.


Oxford: Clarendon Press.

Courteille, Pavet de. 1870. Dictionnaire turc-oriental. Paris.

Çelik, Ülkü. 1996. Ali Şir Nevâyî, Leylî vü Mecnûn. Ankara: TDK.

Çetindağ, Yusuf. 2002. Ali Şir Nevai’nin Batı Türkçesi Divan edebiyatına tesiri
(XVI. yüzyılın sonuna kadar). Doktora Tezi. Gazi Üniversitesi.

Dankoff, Robert [with James Kelly]. 1982-1985. Mahmud al-Kašγari,


Compendium of the Turkic Dialects (Dīwan Luγat at-Turk). I-III, edited
and translated with introduction and indices. Cambridge: Harvard University
Press.

_______. 1991. An Evliya Çelebi glossary. Unusual, dialectal and foreign words
in the Seyahat-name. Duxbury: Sources of Oriental languages and literatures
14. Turkish sources XII.

Demir, Necati. 2002. Değirmen Kelimesi Üzerine. Türk Dili. s. 607: 209-213.

Deny, Jean. 1921. Grammaire de la langue turque (dialecte osmanli). Paris.

_______.1941. Türk Dili Grameri. çev. Ali Ulvi Elöve. İstanbul: Maarif Matbaası.

Derleme Sözlüğü. 1962-1982. c. 1-12. Ankara: TDK.

Die Legende von Oghuz Qaghan. 1932. ed. W. Bang. And G. R. Rachmati. Berlin:
SBAW.

Dinçer, Leman. 1970. Lutfî, Kitâb-ı Gül u Nevrûz. Mezuniyet Tezi. İstanbul
Üniversitesi.

Doerfer, Gerard. 1963, 1965, 1967, 1975. Türkische und mongolische Elemente
im Neupersischen I-IV. Wiesbaden: Franz Steiner Verlag.

_______. 1980. Wörterbuch des Chaladsch (Dialekt von Charrab). Budapest:


Akadémiai Kiadó.

_______. 1981. Materialien zu türk. h- (I)”. Ural Altaische Jahrbücher Neue


Folge. c. 1: 93-141.

Dolu, Halide. 1952. Yusuf Hikâyesi Hakkında Birkaç Söz ve Bazı Türkçe Nüshalar.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi. c.
4, s. 4: 415-420.

635
Ebü'l-Kasım Carullah Mahmud bin Ömer bin Muhammed Zemahşeri. 1993.
Mukaddimetü’l–Edeb. yay. Nuri Yüce. Ankara: TDK.

Eckmann, János. 1953. Türkçede –rak, -rek Ekine Dair. TDAY-Belleten: 49-52.

_______. 1959. Çağatay Dili Örnekleri I Nevai Divanlarından Parçalar. İstanbul


Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi. c. 9: 33-64.

_______. 1959. Das Tschagataische. Philologiae Turcicae Fundamenta. vol. 1.


Wiesbaden: Franz Steiner Verlag: 138-160.

_______. 1960. Çağatay Dili Örnekleri II. Gedai Divanından Parçalar. İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi. c. 10: 65-
110.

_______. 1963. A Contest in Verse between Stringed Instruments from the Chagatay
Literature of the 15th Century”. Aspects of Altaic Civilization. ed. Denis
Sinor. Uralic and Altaic Series: 119-121.

_______. 1963. Çağatay Dili Örnekleri III, Sekkâkî Divanından Parçalar. İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi. c. 12: 157-
174.

_______. 1964. Çağatay Edebiyatının Son Devri (1800-1920). TDAY-Belleten


1963: 121- 156.

_______. 1964. Die Tschaghataische Literatur. Philologiae Turcicae Fundamenta.


vol. 2. Wiesbaden: Franz Steiner Verlag: 304-306.

_______. 1965. Çağatay Dili Örnekleri IV. Ubeydullah Han’ın Eserlerinden Parçalar.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi. c.
13: 43-74.

_______. 1966. Chagatay Manual. Bloomington: Indiana University Publications


Uralic and Altaic Series.

_______. 1970. Shāhī, A Hitherto Unknown Chagatay Poet of the fifteenth Century.
Central Asiatic Journal. c. 13. s. 4: 263-286.

_______. 1971. The Dīvān of Gadā’ī. Bloomington: The Hague.

_______. 1971. Nevaî'nin İlk Divanları Üzerine. TDAY-Belleten 1970: 253-269.

_______. 1971. Bilinmeyen Bir Çağatay Şairi Şahi ve Divanı. TDAY-Belleten 1970:
13-36.

_______. 1989. Doğu Türkçesinde Bir Kur’an Tercümesi (Rylands Nüshası).


TDAY-Belleten 1967: 51-69.

_______. 1992. Chagataica. Acta Orientalia Acadamiae Scientiarum Hungaricae.


c. 25: 349-353.

636
_______. 1996. Harezm, Kıpçak ve Çağatay Türkçesi Üzerine Araştırmaları.
haz. Osman Fikri Sertkaya. Ankara: TDK.

_______. 2003. Bilinmeyen Bir Çağatay Şairi Şâhi ve Divanı. Harezm, Kıpçak ve
Çağatay Türkçesi Üzerine Araştırmalar. haz. Osman Fikri Sertkaya. Ankara:
TDK.

Ekabirov, S. F., T. A. Elikulov, S. İ. İbrahimov, N. M. Memetov, vd. 1981. Uzbek


Tilining İzahli Lugati. 2 c. Moskva.

Eraslan, Kemal. 1968. Seydî Ali Reis’in Çağatayca Gazelleri. İstanbul Ünüversitesi
Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi. c. 16: 41-54.

_______. 1971. Nevayi’nin ‘Halat-ı Seyyid Hasan Big’ Risalesi. Türkiyat


Mecmuası. c. 16: 89-110.

_______. 1980. Ali Şir Nevayi’nin “Halat-ı Pehlevan Muhammed” Risalesi.


Türkiyat Mecmuası. c. 19: 99-164.

_______. 1986. Ahmedî, Münazara (Telli sazlar atışması). İstanbul Üniversitesi


Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi. c. 14-25: 129-204.

_______. 1986. Çağatay Şiiri. Türk Dili Türk Şiiri Özel Sayısı II (Divan Şiiri). s.
415, 416, 417: 687-692.

_______. 1987. Hüseyn-i Baykara Divânı'ndan Seçmeler. Ankara: Kültür ve


Turizm Bakanalığı Yayınları.

_______. 1992. Çağatay Şairi Atayi’nin Gazelleri. TDAY-Belleten 1987: 113-164.

_______. 1993. Alî Şîr Nevâyî, Mîzânü'l-evzân (Vezinlerin Terazisi). Ankara:


TDK.

_______. 1996. Ali Şir Nevayi: Nesayimü'l-Mahabbe min Şemayimi'l-Fütüvve.


Ankara: TDK.

_______. 1996. Neseb-nâme Tercümesi. İstanbul: Yesevî Yayıncılık.

_______. 1999. Mevlânâ Sekkâki Divanı. Ankara: TDK.

_______. Alî-Şîr Nevâyî, Mecâlisü'n-nefâyis I (Giriş ve Metin), II (Çeviri ve


Notlar). Ankara: TDK, 2001.

Ercilasun, Ahmet Bican. 1975. maç /meç Eki Üzerine. İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi. c. 21: 83-88.

_______. 1984. Kutadgu Bilig Grameri-Fiil. Ankara: Gazi Üniversitesi Yayınları.

Erdal, Marcel. 1991. Old Turkic Word Formation. A Functional Approach to the
Lexicon I-II. Wiesbaden: Otto Harrassow Verlag.

_______. 2004. A Grammar of Old Turkic. Leiden-Boston: E. J. Brill.

637
Eren, Hasan. 1950. Çağatay Lugatleri Hakkında Notlar. DTCF Dergisi. c. 8, s. 1-2:
145-163.

_______.1999. Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü. Ankara: Bizim Büro Yayınları.

Ergin, Muharrem. 1949. Camiü’l-Me’ânî’deki Türkçe Şiirler. İstanbul Üniversitesi


Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi. c. 3. s. 3-4: 539-569.

_______. 1993. Türk Dil Bilgisi. İstanbul: Bayrak Yayınları.

Ertaylan, İsmail Hikmet. 1946. Türk Edebiyatı Örnekleri V. Divan-ı Sultan


Hüseyin Mirza Baykara “Hüseynî”. İstanbul.

Fazılova, E. İ. 1976. Hocendi: Latafat-name. Taşkent.

Finch, R. 2003. The Dual Number in Turco-Chuvash. Altaica Budapestinensia


MMII: 138-157.

Gabain, Annemarie von. 1935. Die Übersetzung der Biographie Hüen-tsangs. I.


Bruchstücke des 5. Kapitels. Berlin.

_______.1941. Alttürkische Grammatik. Leipzig (19502, 19743). [1988. Eski


Türkçenin Grameri. çev. Mehmet Akalın. Ankara: TDK: (20003)].

_______. 1952. Türkische Turfantexte VIII. Texte in Brahmīschrift. Berlin:


Abhandlunqen der Preussischen Akademie der Wissenschaften.

Gabain, Annamarie von., G. R. Rachmatı. 1934. Türkische Turfantexte VI. Das


Buddhistische Sutra Säkiz Yükmäk. Berlin: Sitzungsberichte der
Preussischen Akademie der Wissenschaften.

Gandjei, T. 1954-1956. Xwarizmi: Muhabbet-nâme. Napoli.

Garipov, T. M. 1959. Bashkirskoe imennoe slovoobrazovanie. Ufa.

Gencan, Tahir Nejat. 1979. Dilbilgisi. Ankara: TDK.

Hofman, H. F. 1969. Turkish Literature A Bio-Bibliographical Survey. Section


III, Part I: Authors. c. 1-3. Utrecht. 1969. c. 4-6. Utrecht.

Grønbech, Kaare. 1936. Der türkische Sprachbau. Kopenhagen. [2000. Türkçenin


Yapısı. çev. Mehmet Akalın. Ankara: TDK].

_______. 1942. Komanisches Wörterbuch. Türkischer Wortindex zu Codex


Cumanicus. Kopenhagen: Einar Munksgaard.

Grousset, Rene. 1993. Bozkır İmparatorluğu: Atilla-Cengiz Han-Timur. çev. M.


Reşat Üzmen. İstanbul: Ötküken Yayınları.

Gülsevin, Gürer. 1997. Eski Anadolu Türkçesinde Ekler. Ankara: TDK.

Hacıeminoğlu, Necmettin. 1996. Karahanlı Türkçesi Grameri. Ankara: TDK.

638
Hamidi. Yusuf u Zeliha. İstanbul Topkapı Kütüphanesi, Revan 832.

Hamilton, James. 1971. Manuscrits ouïgours de Touen-Houang. Le Conte


bouddhique du bon et du mauvais prince en version ouïgoure. Paris.

_______. 1998. Budacı İyi ve Kötü Kalpli Prens Masalının Uygurcası


Kalyanamkara ve Papamkara. çev. Ece Korkut-İsmet Birkan. Ankara: TDK.

Houstma. M. Th. 1894. Ein-türkisch-arabisches Glossar. Leiden.

İbragimov, A. 1982. Kelürname. Taşkent.

İnan, Abdülkadir. 1992. Çağatay Edebiyatı. Türk Dünyası El Kitabı. 3. c. Ankara:


TKAE Yayınları: 80-102.

_______. 1963. Şeybanlı Özbekler Çağına Ait Bir Çağatayca Kuran Tefsiri. TDAY-
Belleten 1962: 61-66.

İstoriçeskoye Razvitie Leksiki Tyurkskih Yazıkov. 1961. Moskva.

İz, Fahir. 1962. Yakîn’s Contest of the Arrow and the Bow. Nemeth Armağanı.
Ankara: 267-287.

İzbudak, Veled. 1936. El-İdrak Haşiyesi. İstanbul.

Kaçalin, Mustafa Sinan. 2003. Abuşka Sözlüğü Üzerine. Türk Dilleri


Araştırmaları. c. 13: 23-28.

_______. 2005. Etmek ‘ekmek’. Beşinci Dil, Yazın, Deyişbilim Sempozyumu, 24-
25 Haziran 2005. İstanbul: 90-105.

_______. 2006. Hikayet-i Oguz-name-i Kazan Bég ve Gayrı. İstanbul: Kitabevi.

Kara, Györgi, Peter Zieme. 1977. Die Uigurische Übersetzung des Guruyogas
“Tiefer Weg” Sa-skya Pandita und der Mañjusrīnamasamgīti. Berlin.

Karaağaç, Günay. 1997. Mevlâna Lutfi Divanı. Ankara: TDK.

Karamanlıoğlu, Ali Fehmi. 1978. Seyf-i Serâyi. Gülistan Tercümesi. İstanbul:


MEB.

Karaörs, Metin. 2007. ‘Alī Şīr Nevāyī, Nevâdirü’ş-şebâb, İkinci Divan. Ankara:
TDK.

Karasoy, Yakup. 1998. Şiban Han Dîvânı (İnceleme - Metin - Dizin -


Tıpkıbasım). Ankara: TD.

Kaya, Önal. 2000. Doğu Türk Yazı Dili Araştırmaları I, Kul ‘Ubeydi (XVI. yüzyıl)
ve Kul Şerif (XVII. Yüzyıl). Doçentlik Çalışması. Ankara Üniversitesi.

_______. 2001. Doğu Türk Yazı Dili Araştırmaları III: ‘Ubeydu’llâh Han: Arapça ve
Türkçe Hikmetler. Türkoloji Dergisi. c. 14. s. 1: 27-60.

639
_______. 1999. Mevlevī Cāmī Mahlâslı Muccizāt-ı Nebī adlı Çağatay Türkçesiyle
Yazılmış Bir Şiir ve Onun Şairi Üzerine. Türk Dilleri Araştırmaları. c. 9:
187-207.

_______.1989. cAlī Şīr Nevāyī: Fevāyidü’l-Kiber. Ankara: TDK.

Kaya, Ceval. 1994. Uygurca Altun Yaruk (Suvarnaprabhasasutra). Ankara: TDK.

Kazak Türkçesi Sözlüğü. 1984. çev. H. Oraltay, N. Yüce, S. Pınar. İstanbul: Türk
Dünyası Araştırmaları Vakfı.

Koç, Nurettin. 1990. Yeni Dilbilgisi. İstanbul: İnkılap Kitapevi.

Kononov, A. N. 1956. Grammatika Sovremennogo Turetskogo Literaturnogo


Yazıka. Moskva-Leningrad.

_______. 1958. Rodoslovnaya Turkmen – Soçineniye Abu-l-gazi. Moskva-


Leningrad.

_______. 1968. İsimlerin ve Sıfatların Küçültme Şekilleri ve Söz Yapımı. TDAY-


Belleten 1968: 81-88.

Korkmaz, Zeynep. 1990. Göktürkçede İsimden Fiil Türeten Ekler ve Köken Yapıları
Üzerine. TDAY-Belleten 1990: 141-149.

_______. 1992. Gramer Terimleri Sözlüğü. Ankara: TDK.

_______.1995. Türkçede ok/ök Pekiştirme Edatı Üzerine. Türk Dili Üzerine


Araştırmalar. Ankara: TDK.

Kowalewski, J. E. 1844-49. Mongol’sko-Russko-Frantsuzskiy slovar’. Kazan.

Kowalski, Tadeusz. 1959. Türkische Turfantexte III. ed. Gabain. A von. Berlin.

Köktekin, Kazım, Abdülbaki Çetin. 2001. Yusuf Emîrî Dehnâme: Giriş-İnceleme-


Metin-Sözlük-Tıpkıbasım. Erzurum: Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat
Fakültesi Yayınları.

_______. 2000. Seyyid Ahmed Mirza, Taaşşuknâme İnceleme - Metin - Dizin –


Tıpkıbasım. Erzurum.

Köprülü, Fuad. 1945. Çağatay Edebiyatı. İslâm Ansiklopedisi. c. 3: 270-323.

_______. 1941. Ali Şir Nevaî (şairin doğumunun 500. yıldönümü dolayisiyle).
Ankara: TTK.

Kunos, İgnaz. 1902. Šejx Sulejman Efendi’s Čagataj-Osmanisches Wörterbuch.


Budapest.

Kut, Günay. 2003. ‘Alī Şīr Nevāyī Ġarāibü’s-sıgar, İnceleme-Karşılaştırmalı


Metin. Ankara: TDK.

640
Kut, Günay. 1989. Ali Şîr Nevâî. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. c. 2:
449- 453.

Kuznetson, İ. P. 1997. “Türkiye Türkçesi morfoetimolojisine Dair”. TDAY-Belleten


1995: 193-260.

Laude-Cirtautas, Ilse. 1961. Der Gebrauch der Farbbezeichnungen. hrgs. Omeljan


Pritsak. Wiesbaden: Otto Harrassowitz.

Le Coq, Albert von. 1911. Sprichwörter und Lieder aus der Gegend von Turfan.
Leipzig-Berlin.

_______. 1912.Türkische Manichaica aus Chostscho. I. Berlin.

_______. 1922. Türkische Manichaica aus Chostscho. III. Nebst einem


christlischen Bruckstück aus Bulayıq. Berlin.

Lessing, D. Ferdinand. 1960 (19953). Mongolian-English Dictionary. Bloomington.

Levend, Agâh Sırrı. 1958. Neva’i Adına Basılmış Bir Eser Nazm-ı caķāyid”. Jean
Deny Armağanı. Ankara: 163-169.

_______. 1956. Nevai’nin Arapça Sözlüğü. TDAY-Belleten 1956: 239-246.

_______. 1957. Nevai’nin Eserleri. TDAY-Belleten 1957: 189-193.

_______. 1957. Nevai’ye Atfedilen Bir Eser: Muamma-yı Esma-ı Hüsna. TDAY-
Belleten 1957: 189-193.

_______. 1958. Nevai’ye Atfedilen Esma-i Hüsna Muammalarının Sahibi. TDAY-


Belleten 1958: 211-214.

_______. 1958. Türkiye Kitaplıklarındaki Nevai Yazmaları. TDAY-Belleten 1958:


127-209.

_______. 1965. Ali Şir Nevaî I. cilt, Hayatı, Sanatı ve Kişiliği. Ankara: TDK.

_______. 1966. Ali Şir Nevaî II. cilt, Divanlar 4 Türkçe, I Farsça Divan. Ankara:
TDK.

_______. 1967. Ali Şir Nevaî III. cilt Hamse. Hayretü’l-Ebrar, Ferhad ü Şirin,
Leylî vü Mecnun, Seb’a-i Seyyar, Sedd-i İskenderî. Ankara: TDK.

_______. 1968. Ali Şir Nevaî IV. cilt Divanlar ile Hamse Dışındaki Eserler.
Ankara: TDK.

Li, Yong Sŏng. 1999. Türk Dillerinde Akrabalık Adları. İstanbul: Simurg.

Ligeti, L. A. 1986. Magyar nyevl török kapcsolatçi a honfoglalás elött és a


Árpád-korban. Budapest.

Lutfi. Gül ü Nevrûz. British Museum, Add. 7914, s. 50b-114a.

641
Malov, Sergei Ye. 1954. Uygurskiy Yazık-Hamiyskoye Nareçiye. Moskva-
Leningrad.

Ma’rufov, Z. M. 1981. Uzbek Tilining İzahli Lugati. I A-R; II R-X. Moskva.

Menges, Karl. Heinrich. 1947. Qaraqalpaq Grammer. I. Phonogy. New York.

_______. 1954. Glossar zu den volksdlichen Texten aus Ost-Türkistan II.


Wiesbaden.

_______. 1958. The Turkic Languages and People. Wiesbaden: Otto Harrassowitz.

_______. 1971. Zur Etimolohgie von Turkish avurt etc. “mundvoll”, avuç, avut/adut
‘handvoll’. Zentral-Asiatische Studien des Seminars für Sprach – und
Kulturwissenschaft Zentralasiens der Univesität Bonn. Wiesbaden.

Meninski, F. M. 1680. Thesaurus linguarum orientalium turcicae, arabicae,


persicae … lexicon turcico-arabico-persicum. 4 c. Vienna.

Miller, B. V. 1953. Persidsko-russki slovar’. Moskva.

Müller, F. W. K. 1908. Uigurica I. 1. Die Anbetung der Magier, ein christliches


Bruchstück. 2. Die Reste des buddhistichen “Goldglanz-Sutra”. Ein
vorleufiger Bericht. Berlin.

_______. 1911. Uigurica II. Berlin.

_______. 1922. Uigurica III. Uigurische Avadana-Bruchstücke (I-VIII). Berlin.

_______. 1931. Uigurica IV. hrsg. von A. Gabain. Berlin.

Nadaleyaev, V. M., vd. 1969. Drevnetyurkskiy slovar’. Leningrad: Nauka.

Nalbant, Bilge (Özkan). 2003. Nevadirü’n-nihaye (Metin, İnceleme, Dizin). Doktora


Tezi. Ankara Üniversitesi.

Necip, E. N. 1995. Yeni Uygur Türkçesi Sözlüğü. çev. İklil Kurban. Ankara:
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları.

Nevâ’î. Mecâli’sü’n-nefâis. İstanbul Üniversite Kütüphanesi-TY. 841.

Nevaiy Asarları Lugati. 1972. Taşkent: Gafur Gulam Namidagı Adabiyet va San’at
Naşrityeti.

XIII. asırdan günümüze kadar kitaplardan toplanmış tanıklarıyla tarama


sözlüğü. 1943-1957. 5. c. Ankara.

Ögel, Bahaddin. 1993. Türk Mitolojisi. c. 1. Ankara: TTK.

Ölmez, Zuhal. 1991. Şecere-i Terakime’deki Manzum Parçalar Üzerine”. Türk


Dilleri Araştırmaları. c. 1. Ankara.

642
_______.1993. “Mahbûbü’l-kulûb (İnceleme - Metin - Sözlük)”. Doktora Tezi.
Hacettepe Üniversitesi,

_______. 1993. Ali Şir Nevâyî’nin Mahbûbü'l-kulûb’u. Türk Dilleri Araştırmaları.


c. 3: 147-158.

_______. 1996. Ebulgazi Bahadır Han Şecere-i Terakime (Türkmenlerin


Soykütüğü). Ankara: Simurg.

_______. 1998. Çağatayca Sözlükler. Kebikeç. s. 6: 137-144.

_______. 2003. Şecere-i Türk’e Göre Moğol Boyları. İstanbul: Kebikeç.

_______. 2006. Ali Şir Nevâyi’nin Son Eseri Mahbûbü'l-kulûb. Büyük Türk Dili
Kurultayı. Ankara: Bilkent Üniversitesi: 734-743.

_______. 2007. Çağatay Edebiyatı ve Çağatay Edebiyatı Üzerine Araştırmalar.


Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi. c. 5, s. 9: 173-220.

Ölmez, Mehmet. 1993. Ein weiteres alttürkisches Pañcatantra-Fragment. Ural-


Altaische Jahrbücher Neue Folge. c. 12: 179-191.

_______. 2001. Fu-yü Kırgızcası ve Akrabaları. Türk Dilleri Araştırmaları. c. 11:


137-152.

_______. 2003. Çağataycadaki Eskicil Ögeler Üzerine. Mustafa Canpolat


Armağanı. yay. Mehmet Ölmez- Aysu Ata. Ankara.

_______. 2006. Türkçede Ezgi ve Kopuz Hakkında. Uluslararası Tarihsel Süreç


İçinde Türkiye'de Müzik Kültürü ve Müzik Müzesi Kongresi, 29-31 Mayıs
2006. İstanbul.

_______. 2007. On Mongolian asara- ‘to nourish’and Turkish aşa- ‘to eat’. Türk
Dilleri Araştırmaları. c. 17: 237-247.

Özmen, Mehmet. 1993. Değirmen, Teker, Tegzinmek Kelimelerinin Kökenleri


Üzerine. Türklük Bilgisi Araştırmaları. c. 17: 147-151.

Özönder, Sema Barutçu. 1996. Alī Şīr Nevayī, Muhakemetü’l lugateyn. Ankara:
TDK.

Öztürk, Faruk. 2005. Molla Nizamü’d-din Ahunum. “Hikmet-i Nizamü’d-din (c. II,
1a-55b varaklar). Yüksek Lisans Tezi. Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Türkoloji Anabilim Dalı.

Pakalın, M. Zeki. 1983. Osmanlı Tarihi Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü. 3. c.


İstanbul.

Pal’mbax, A. A. 1955. Tuvinsko-russki slovar’. Moskva.

Pekarskiy, E. K. 1907-1927. Slovar’ yakutskogo yazıka. 2. c. St. Petersburg. [Trk.


Yakut Sözlüğü. 1945. I Ankara: TDK.].

643
Pelliot, Paul. 1914. La version ouggoure de l’histoire des princes Kalyanamkara
et Papamkara. ed. James Hamilton. Leiden.

Pomorska, Marzanna. 2004. Middle Chulym Noun Formation. Krakow: Studia


Turkologica Cracoviensia.

Poppe, Nicolaus. 1927. Materialı dlya issledovaniya tungusskogo yazıka, nareçie


barguzinskih tungusov. Leningrad.

_______. 1960. Vergleichende Grammatik der altaischen Sprachen I.


Vergleichende Lautlehre. Wiesbaden.

Quatremere, M. 1841. Chrestomathie en turc Orientals. Paris.

Rachmati, G. R. 1930. Zur Heilkunde der Uiguren, I. Berlin: Sitzungsberichte der


Preussischen Akademie der Wissenschaften; 1932. II. Berlin: Sitzungsberichte
der Preussischen Akademie der Wissenschaften.

Rahmeti, G. R, mit sinologischen Dr. W. Eberhard. 1937. Türkische Turfan-Texte


VII. Berlin.

Radloff, Wilhelm. 1893-1911. Versuch eines Wörterbuches der Türk-Dialecte I-


IV. St. Peterburg. (1960. I-IV. Leiden; 1963. I-IV, Moskva).

_______. 1928. Uigurische Sprachdenkmäler. Leningrad.

Rahimov, T. R. 1968. Uygursko-Russki slovar’. Moskva.

Ramstedt, G. J. 1912. Zur Verbstämmbildnslehre der mongolish-türkischen


Sprachen. Journal de la Société Finno-Ougrienne. c. 18, s. 3: 35.

_______. 1913. Egy állítólagos török-mongol hangtörvény. Budapest:


Nyelvtudományi Közlemenyék 42.

_______. 1935. Kalmückisches Wörterbuch. Helsinki: Lexica Societatis Fenno


Ugricae.

_______. 1949. Studies in Korean Etymology. Helsinki.

_______. 1951. Aufsätze und Vorträge von G. J. Ramstedt. ed. Pentti Aalto.
Helsinki: Journal de la Société Fino-Ougrienne 55.

_______. 1952. Einführung in die altaische Sprachwissenschaft, II:


Formenlehre. Helsinki: Suomalais-Ugrilainen Seura.

_______. 1957. Einführung in die Altaische Sprachwissenschaft. I. Lautlehre.


Helsinki: Mémoires de la Société Finno ougrienne 104, 1.

Räsänen, Martti. 1920. Die Tschuwassichen Lehnwörter in Tscherimissischen.


Helsinki: Mémoires de la Société Finno Ougrienne 48.

644
_______. 1949. Materialien zur Lautgeschichte der türkischen sprachen.
Helsinki: Studia Orientalia Editit Societas Fennica.

_______. 1957. Materialien zur Morphologie der türkischen Sprachen. Helsinki:


Studia Orientalia Editit Societas Fennica XXI.

_______. 1969. Versuch eines etymologischen Wörterbuchs der Türksprachen.


Helsinki: Suomalais-Ugrilainen Seura.

Rieu, Charles. 1888. Catalogue of the Turkish Manuscripts in British Museum.


Londra.

Róna-Tas, Andras. 1975. The Altaic Theory and the History of a Middle Mongolian
Loan Word in Chuvash. Research in Altaic Languages. Budapest: 201-211.

Ross, Denison. 1910. The Persian and Turki Diwans of Bayram Khan. Calkutta:
Bibliotheca Indica. New Series, No. 1241.

_______. 1910. The Mabâni’l-Lughat being a Grammar of the Turki Language


in Persian bay Mirzâ Mehdi Khan. Calcuta: Bibliotheca Indica.

_______. 1994. Kuş İsimlerinin Türkçesi, Mançuca ve Çince Sözlüğü. çev. Emine
Gürsoy Naskali. Ankara: TDK.

Roux, Jean Paul. 2001. Moğol İmparatorluğu Tarihi. çev. Prof. Dr. Aykut
Kazancıgil ve Ayşe Bereket. İstanbul: Kabalcı.

_______. 2001. Orta Asya Tarih ve Uygarlık. çev. Lale Arslan. İstanbul: Kabalcı.

Röhrborn, Klaus. 1977. Uigurisches Wörterbuch, Sprachmaterial der


vorislamischen türkischen Texte aus Zentralasien, I (a-agrıg). Wiesbaden.

_______. 1981. Uigurisches Wörterbuch, Sprachmaterial der vorislamischen


türkischen Texte aus Zentralasien, III (anta-asanke), Wiesbaden.

Sabir, Muhammed. 1961. Hayretü’l-ebrâr (İnceleme-Metin-İndeks). Doktora Tezi.


İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Samoyloviç, A. N. 1928. K istorii literaturnogo sredneaziatsko-toreckogo yazıka:


Mir Ali Şir. Sbornik pyatisotletiyu so dnya rojdeniya. c. 23. [1944. trk:
DTCF Yıllık Araştırmaları Dergisi I: 73-95.].

Schönig, Claus. 2000. Mongolische Lehnwörter im Westoghusischen. Wiesbaden:


Harrassowitz Verlag.

Sertkaya, Ayşegül. 2002. Çağatayca Temîm-i Dârî Hikâyesi. Journal of Turkish


Studies, Türklük Bilgisi Araştırmaları, Festschrift in Honor of Günay Kut
III. c. 27. Boston: Harvard University: 407-449.

_______. 2002. Seydî Ahmed Mirza’nın Taaşşuknâme’si Üzerine. Journal of


Turkish Studies, Türklük Bilgisi Araştırmaları, Festschrift in Honor of
Günay Kut IV. c. 27. Boston: Harvard University: 383-390.

645
Sertkaya, Osman Fikri. 1970. Osmanlı Şairlerinin Çağatayca Şiirleri. İstanbul
Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi. c. 28: 133-138.

_______. 1972. Osmanlı Şairlerinin Çağatayca Şiirleri II. İstanbul Üniversitesi


Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi.c. 19: 171-184.

_______. 1973. Osmanlı Şairlerinin Çağatayca Şiirleri III ve Uygur Harfleri ile
Yazılmış Bazı Manzum Parçalar I. İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve
Edebiyatı Dergisi. c. 22: 157-184.

_______. 1977. Osmanlı Şairlerinin Çagatayca Şiirleri IV. İstanbul Üniversitesi


Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi. c. 21: 169-189.

_______. 1982. Eski Türkçede Musikî Terimleri ve Mûsikî Âlet İsimleri. Doçentlik
Tezi. İstanbul Üniversitesi.

Sevortyan, E. V. 1966. Affiksi imennogo slovoobrazovaniya v azerbaidzhanskom


Yazıke. Opıt sravnitel’nogo issledovaniya. Moscow.

_______. 1974–2003. Etimologiçeskiy slovar’ tyurkskih yazıkov I-VII. Moskva.

Seyhan, Tanju Oral. 2005. Ali Şir Nevayi – Sirâcü’l-Müslimîn 1 (Giriş-


Karşılaştırmalı Metin). Modern Türklük Araştırmaları Dergisi. c. 2. s. 4: 80-
120.

Siemieniec-Gołas, Ewa. 1989. A Brief Sketch of Substansive Derivation in the 17th


century Turkish language. Folio Orientalia. c. 26: 107-121.

Stachowski, Marek. 1995. Türkische Namen für ‘Schwalbe’ und ihre Spurun im
Matorischen. Türk Dilleri Araştırmaları. c. 5: 85-96.

Starostin, Sergei, Anna Dybo, Olek Mudrak. 2003. Etymological Dictionary of the
Altaic Languages. Leiden & Boston: E. J. Brill.

Steingass, Francis Joseph. 1892. Comprehensive Persian-English dictionary,


including the Arabic words and phrases to be met with in Persian
literature. London: Routledge & K. Paul.

Sümer, Faruk. 1980. Oğuzlar (Türkmenler). İstanbul: Ana Yayınları.

Şen, Mesut. 1993. Bâbürnâme: Gazi Zahirüddin Muhammed Babur, Giriş-Metin-


Açıklamalı dizin (Kabil ve Hindistan bölümleri). Doktora Tezi. Marmara
Üniversitesi.

Şçherbak, A. M. 1977. Oçerki po sravnitel’noyi morfologii tyurkskih yazıkov


(Imia). Leningrad.

Şeybâni. Bahrü’l-Hüdâ. British Museum, Add. 7914, s. 1622.

Şeyh Süleyman Efendi Buhari. 1298. Lugat-i Çağatay ve Türkî-i Osmanî. İstanbul.

Tarama Sözlüğü I-VI. 1963-1972. Ankara: TDK.

646
Tarlan, Ali Nihad. 2002. Ali Şir Nevâî. Türkler Ansiklopedisi. c. 8. Yeni Türkiye
Yayınları: 796-803.

Taş, İbrahim. 2001. Çağatayca Kur’an Tefsiri 21a-41b (Giriş-Metin-Dizin). Yüksek


Lisans Tezi. Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü.

_______. 2005. Kutadgu Bilig’de Söz Yapımı. Doktora Tezi. Marmara Üniversitesi
Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü.

Tatar Tiliniŋ Anlatmalı Süzligi. 1977-1981. haz. İ. A. Abdullin, G. H. Ahuncanov,


S. B., Vahitova, F. M. Gazizova, G. A. Ganiev vd., 3 c. Kazan.

Tatar Tiliniŋ Dialoktologik Süzligi. 1993. haz. F. S. Bayazitova, D. B.


Ramazanova, Z. R. Sadıykova, T. H. Heyritdinova. Kazan.

Tekcan, Münevver. 2007. Bayram Han’ın Türkçe Divanı. İstanbul: Beşir Kitabevi.

Tekin, Gönül Alpay. 1975. Ali Şir Nevai, Ferhâd u Şîrîn, İnceleme-Metin. Ankara:
TDK.

Tekin, Şinasi. 2001. İştikakçının Kökşesi Türk Dilinde Kelimelerin ve Eklerin


Hayatı Üzerine Denemeler. İstanbul: Simurg Yayınları.

Tekin, Talat. 1969. Zetacism and Sigmatism in Proto-Turkic. Acta Orientalia


Academiae Scientarium Hung. c. 22, s. 1: 51-80.

_______. 1972. Türk Dil Bilimi ve Yeni Kelimeler: 1. Hacettepe Sosyal ve Beşeri
Bilimler Dergisi. c. 4. s. 2: 143-150.

_______. 1976. On the Origin of Primary Long Vowels in Turkic. Ural-Altaische


Jahrbücher. vol. 48: 231-236.

_______. 1978. Ön Türkçede Ünsüz Yitimi”. TDAY-Belleten 1977: 35-51.

_______. 1979. Once More Zetacism and Sigmatism. Central Asiatic Journal. vol.
33: 118-137.

_______. 1982. On the Structure of Altaic Echoic Verbs in{-KIrA}. Acta Orientalia
Academiae Scientarium Hung. c. 36. s. 1-3: 503-513.

_______. 1986. Zetacism and Sigmatism: Main pillars of the Altaic Theory. Central
Asiatic Journal. vol. 30: 141-160.

_______. 1988. Orhon Yazıtları. Ankara: TTK.

_______. 1991. New Examples of Zetacism. Türk Dilleri Araştırmaları. c. 1: 145-


150.

_______. 1994. Türk Dillerinde Önseste y- Türemesi. Türk Dilleri Araştırmaları.


c.4: 51-66.

_______. 1994. Bir TDK Yayını Üzerine. Türkoloji Eleştirileri. Ankara.

647
_______. 1994. Notes on Old Turkic Word Formation. Review of Marcel Erdal, Old
Turkic Word Formation: A Functional Approach to the Lexicon. Central
Asiatic Journal. vol. 38: 244-281.

_______. 1993. Irk Bitig: The Book of Omens. Wiesbaden: Harrassowitz Verlag.

_______. 1994. Tunyukuk Yazıtı. Türk Dilleri Araştırmaları Dizisi 5. Ankara.

_______. 1995. Türk Dillerinde Birincil Uzun Ünlüler. Türk Dilleri Araştırmaları
Dizisi 13. Ankara.

_______. 1996. Yeni Zetasizm Örnekleri. Uluslararası Türk Dili Kongresi 1988.
Ankara: TDK: 81-83.

_______. 1996. Altaic Etymologies I. International Journal of Central Asian


Studies. vol. 1: 245-268.

_______. 1998. Turkic yurt = Mongolian nutug. Studia Etymologica Crocoviensia.


vol. 3: 129-133.

_______. 2000. Orhon Türkçesi Grameri. Türk Dilleri Araştırmaları Dizisi 9.


Ankara.

Türkçe Sözlük. 2005. Ankara: TDK.

Tekin, Şinasi. 1992. Eski Türkçe. Türk Dünyası El Kitabı II. Ankara: TKAE.

Tenişev, E. R. 1968. Tuvinsko-russki slovar’. Moskva.

Tezcan, Semih. 1974. Das uigurishe Insadi-Sutra. Berlin.

_______. 1981. Kutadgu Bilig Dizini Üzerine. TDAY-Belleten. c. 45. s. 2: 23-78.

_______. 1975. Eski Uygurca Hsüan Tsang Biyografisi X. Bölüm. Yayımlanmamış


Doçentlik Tezi. Ankara Üniversitesi.

Thackston, W. M. 1993. Zahiruddin Muhammed Babur Mirza BABURNAMA


Part: One: Fergana and Transoxiana, Part Two: Kabul, Part Three:
Hindustan. Chagatay Turkish Text with Abdul-Rahim Khankhanan's Persian
Translation, Turkish Transcription, Persian Edition and English Translation,
Boston: Harvard University.

Tietze, Andreas. 2002. Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugatı I. Cilt A-E.
İstanbul-Wien: Simurg Yay.

Togan, Zeki Velidi. 1993. Ali Şîr. İslâm Ansiklopedisi. c. I. İstanbul: MEB: 349-
357.

Toparlı, Recep. 1984. Çağatay Şairi Hâfız Hârezmî. Türk Dili Araştırmaları. s. 28:
85-116.

648
_______. 1986. Ubeydullah Han’ın Şiirleri Üzerinde Bir Gramer Denemesi ve
Şiirlerinden Örnekler. Erzurum: Atatürk Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü (Teksir halinde çoğaltılmış çalışma).

_______. 2003. Kıpçak Türkçesi Sözlüğü. Ankara: TDK.

TÖMER. 1997. Türk Lehçeleri ve Edebiyatı Dergisi, Ali Şîr Nevayî Özel sayısı. s.
13. Ankara.

Tören, Hatice. 2001. Ali Şir Nevâyî, Sedd-i İskenderî. Ankara: TDK.

Tural, Güzin. 1993. Seb'a-i Seyyare. Doktora Tezi. Gazi Üniversitesi.

Türk, Vahit. 2001. Ali Şir Nevaî’nin Münacatı. Ege Üniversitesi Türk Dili ve
Edebiyatı Dergisi. s. 10.

Türk Dilleri Araştırmaları (TDA). 2003. yay. Mehmet Ölmez. c. 13. İstanbul.

Türkay, Kaya. 2002. ‘Alī Şīr Nevāyī, Bedāyi‘u’l-vasat, Üçünçi Divan. Ankara:
TDK.

_______. 1996. Ali Şir Nevayi’nin lügazları. TDAY-Belleten 1994: 157-168.

Türkiyede Halk Ağzından Söz Derleme Dergisi. 1939-1952. 6 c. Ankara: TDK.

Türkmen Diliniŋ Sözligi. 1962. haz. M. Ya. Hamzayev, S. Altayev, G. Atayev vd.
Aşgabat.

Vámbéry, Hermann. 1867. Ćagataische Sprachstudien. Leipzig.

Vásáry, Istvan. 2007. Notes on the formative +dXrXk in Turkic. Türk Dilleri
Araştırmaları. c. 17: 371-395.

Veliamanof-Zernof, V. 1868. Slovar džagataysko-tureckiy. St. Petersburg.

Volin, S. L. 1955. Leningrad Kitaplıklarındaki Nevai Yazmaları Hakkında. çev.


Rasime Uygun. TDAY-Belleten 1955: 99-141.

Yegorov, V. G. 1964. Etimologiçeskogo slovar’ çuvaşskogo Yazıka. Çeboksarı.

Yengin, Işık Emel. 2000. Muhammed Salih. Şeybaniname (182b-217b) Tenkidli


Metin-Tercüme-İndeks. Yüksek Lisans Tezi. Marmara Üniversitesi.

Yeniay, Turgut. 2000. Muhammed Salih. Şeybani-Name (138b-182b) Tenkidli


Metin-Tercüme, İndeks. Yüksek Lisans Tezi. Marmara Üniversitesi.

Yıldırım, Talip. 1998. Kutadgu Bilig’de İsim Çekim ve Yapım Ekleri. Yüksek Lisans
Tezi. Niğde Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

_______. 2002. Hüseyin Baykara Divanı: Metin-İnceleme-Dizin. Doktora Tezi.


Ankara Üniversitesi.

649
_______. 2003. Ubeydullah Han: Risale-yi fi-Hakk-ı Mesail-i Vuzu. Türklük Bilimi
Araştırmaları Dergisi. c. 14: 127-164.

_______. 2006. Ubeydu’llah Han’ın İki Eseri: Salavat-nâme Mesnevisi ve Gayret-


name. Modern Türklük Araştırmaları Dergisi. c. 3, s. 1: 89-102.

Yılmaz, Sevgi. 1988. Muhammed Sâlih: Şeybânînâme (1b-696) metin-indeks.


Yüksek Lisans Tezi. İstanbul Üniversitesi.

Yudahin, K. K. 1945. Kırgız Sözlüğü. I. çev. A. Taymas; 1948. II. Ankara: TDK (I-
II 19882).

Yücel, Bilal. 1996. Hüseyn-i Baykara Risâlesi’nin Uzak İki Nüshası. Türklük
Bilimi Araştırmaları II: 69-70.

_______. 1995. Bâbür Dîvânı. Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayını.

Zajączkowski, A. 1958-1961. Najstarsza wersja turecka Husrav u Širin. 3 c.


Warsaw.

Zenker, T. J. 1866-76. Dictionnaire turc-arabe-persan. 2 vol. Leipzig.

Zieme, Peter. 1987. Materialien zum uigurichen Onomastikon III. TDAY-Belleten


1984: 267-283.

Zülfikar, Hamza. 1974. Çağatayca Bir Kuran Tefsiri. Türkoloji Dergisi. c. 6, s. 1:


153-196.

650
ÖZGEÇMİŞ

Ersin Teres
E-posta: esogutlu@gmail.com
Telefon Numarası: 02123834447

ÖĞRENİM
ƒ Yüksek Lisans, Yıldız Teknik Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili
ve Edebiyatı Bölümü, Eski Türk Dili Bilim Dalı, 2006.
ƒ Lisans, Boğaziçi Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü, 2002.

İLGİ ALANLARI
ƒ Eski Türkçe
ƒ Orta Türkçe
ƒ Runik harfli Türkçe metinler
ƒ Dilbilim
ƒ Çağdaş Türk dilleri

YABANCI DİL
ƒ İleri düzeyde İngilizce, Fransızca
ƒ Orta düzeyde Arapça, Farsça, İspanyolca, İtalyanca
ƒ Başlangiç düzeyinde Almanca, Rusça.

KİŞİSEL BİLGİLER
ƒ Doğum Yeri : Söğüt-Bilecik
ƒ Doğum Tarihi : 02.11.1980
ƒ Askerlik Durumu : Tecilli

651

You might also like