Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 90

içindekiler

4 Sabetayist Örümceğin Ağındaki Türkiye / Süleyman Uğurlu


12 Küreselleşmenin Ayak Seslerinden; Özelleştirme / Haluk Özdoğan
20 AKP Hükümetinin Sahte İsrail Tepkisi / A. Yusuf Tuğtekin
23 İslam Mizanında İnsan Hakları / Cumali Polat
29 Özbekistan Gerçekleri – II / Ahmet Sivren
Siyasi Analiz
33 Sudan’da Meydana Gelen Dârfur Krizi / Kd dergisi
38 Özbekistan’da Siyâsî Dalgalanma ve Kerimov’un Son İftirası / N.Bayramalioğlu

44 Şehit / Kd dergisi
Alıntı
50 Eğer Haber Çöplüğünü Bir Kenara Bırakırsak / Sirajdin Sattayev
Dosya
52 İslam’da Yönetim Sistemi - 3 / Kd dergisi
Fıkıh
62 Klonlama - Kopyalama / Kd dergisi
Saadet Asrından
66 Musab Bin Umeyr (r.a) / Kd dergisi
Sohbet
69 Kur’an ve Kainat / Kd dergisi
Sesleniş
75 Kullukta dikkatli olun! / Tuba Sivren
Tefsir
77 Bakara Sûresi Ayet 6-13 / Esad Mansur
Şiir
80 Avazın Çıktığınca; Söyle! / Ahmet Sivren
Kitaplık
81 Muhafazakar Demokrasi - II / Kurtuluş Sevinç
Deneme
88 Hızlandırılmış Tren / Kd dergisi
KÖKLÜ DEĞİŞİM
İslam fikrine Dayalı
Aylık Siyasi Dergi

Ağustos 2004
Sayı 03

Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü


Ahmet Sivren

Genel Koordinatör
Süleyman Uğurlu

Yayın Kurulu
Ahmet Sivren
Kurtuluş Sevinç
Hamza Arslan
Nafiz Bayramalioğlu

Kapak - Grafik Tasarım


kd Tasarım

Adres
Çankırı Cad. 26/21
Ulus - ANKARA

İletişim, Abone, Reklam


Tel:0.312.324 57 04
Fax:0.312.324 63 80

www.kokludegisim.com
bilgi@kokludegisim.com

ISSN - 1304-8724
BİSMİLLAH...

Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Sudan ve Özbekistan!... Bu iki beldede neler


Beraketuhu… oluyor? Özbekistan'da malûmunuz olduğu üzere İ.
Hamd ve övgülerin en güzeli Rahman ve Rahim Kerimov zulmü var. Ya Sudan! Sudan'da Amerikan
Allah (SubhanehûveTealâ)'adır. emperyalizminin tezgahladığı bir “böl-parçala-
yönet” oyununa mı geliyor, dersiniz? İslam
Salat ve Selam, İslam Dininin son Rasulü Hazreti
Ümmetinin bu iki kanayan yaralarında yaşananlar
Muhammed Mustafa (SallAllahuAleyhiveSellem)'ya olsun.
siyasi analizde…
Yine Selam olsun, Son Rasul'ün ashabına (RadıyAllahû
Anhum) Şehadet! Müslümanların, mücahidlerin
, ailesine ve İslam'ın ortaya çıkmasından
rüyalarını süsleyen arzu! Nedir şehid, kime denir?
bugüne kadar O'nu tüm aleme taşıyanlara, İslamî
İslam'ın kavramlarını bugün başkaları kullanıyor…
hayatı yeniden başlatmaya çalışanlara (Allah
demokrasi şehidi diyorlar, basın şehidi diyorlar…
onlara yardım etsin)…
Biz de istiyoruz ki, kendi kavramlarımızı
Elhamdulillah… öğrenelim. Kavram köşesini bu işe ayırdık. Yani
Bizleri sizlerle buluşturan Rabbimize şükrederek İslam'ın kavramlarına…
3. Sayımızı da sizlere sunabilmenin heyecanı ve İslam davetçilerinin, İslamî hayatı başlatmaya
mutluluğu içerisindeyiz. çalışanların İslam davetini diğer insanlara götürüp
Bu sayımızda; gündemimize özellikle Türkiye'de eşlerini, çocuklarını ve akrabalarını unutmaları bu
hakim konumda bulunan “Sabetaycılar”ı, onların kişiler için büyük bir eksikliktir ve bu büyük bir
gizli amaçlarını, Türkiye halkı üzerindeki etkisini hatadır. İşte bunu anlatıyor bu ayki aile kaledir
aldık. Bu ülkeyi yönetenlerin seçimle iktidara köşesi…
gelenler değil de; İslam Devleti'nin yıkılmasında ve Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)'in şair olan bir
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasında başrolü Abdullah İbnu Ravâha (RadıyAllahu Anh)'ya söylediği gibi
oynayan Sabetayistlerin olduğunu duyurmak “Onun şiirleri, Mekkeli kâfirlere okdan daha
istedik sizlere… çabuk tesir eder!" (Kutubi Sitte) biz de yüreğin
Ve, 'insan hakları' fikri üzerinde durmaya çalıştık. kurşunlarını bu anlayışla hazırlamaya çalışıyoruz.
Bu masum ve sıcak ifadenin altında insanı ve Velhasıl hep söylediğimiz gibi köklü değişim'in
dünyayı sömürmek isteyen kapitalist zihniyetin amaçlarından bir kaçı da; sömürgeci kafirin İslam
kötü niyetinin saklı olduğunu, bunu idrak Ümmeti ve diğer mustaz'af halklar üzerindeki
edemeyen Müslümanlara oyuna gelmemeleri planlarını açığa çıkarmak; Müslümanlara
noktasında bir hatırlatma, bir nasihat olsun unutturulan, hayatlarından zorla sökülüp alınan,
istedik… İslamî hayat için gerekli fikirleri tekrar
Başka bir gündem konusu olarak da gündemlerine oturtmaktır. Allah yardımcımız
“özelleştirme”yi işledik. Ki özelleştirmenin; olsun, ki yardımcıların en hayırlısı odur.
sömürgeci kafirin, küreselleşme adlı sömürü Sükûnet kırılmak üzere… (İslam'la) değişmek ve
planında bir kaldırım taşı olduğunu göstermek değiştirmek için köklü değişim başlıyor…
istiyoruz…

3
- ağustos 2004/sayı 03 -
kapak

Süleyman Uğurlu

SABETAYİST ÖRÜMCEĞİN
AĞINDAKİ TÜRKİYE

G
eçen yazımızda Sivil toplum fütursuzca hakaretler, tehditler savuranlar, İslamî
kuruluşları adı altında yürütülen yaşam tarzını her türlü üslup ve vesilelerle ifsad
çalışmaların mahiyetini açıklamış, bu etmeye çalışanlar kimler?
kuruluşların sömürgecilerin kapitalist fikirlerini Halk, Ülkesi ve çevresi ile ilgili ve bu konuda
taşıyan yerli işbirlikçiler olduğunu söylemiştik. devletin ve siyasi kurumların ötesinde bir vizyona
Önceki yazımızda bazı şahsiyetler üzerinde sahip olmasına rağmen devamlı surette baskı
ağırlıkla durarak onların kimliklerini deşifre altında tutulmakta ve kendi ekonomik ve siyasi
edecek bir takım bilgiler vermiştik. Esasında bu iradesine sahip olmaması için Dünya Bankası, IMF
bilgiler geniş çaplı değerlendirildiğinde ve benzeri Kafir Sömürgeci kuruluşların planları
Türkiye'nin şifresini oluşturduğu da görülmüştü. ile kilit altına alınmakta niçin?
İşte bu yazımızda Türkiye'nin gizli kalmış şifresini
İktidar ve muhalefet partilerinin tabanını
çözmeye devam edeceğiz.
oluşturan halkın, ABD'nin Irak'ı işgal etmesini
Bu günkü Türkiye'yi doğru bir şekilde analiz kınamasına, ona lanet okumasına rağmen ABD,
edebilmek, ekonomik ve siyasi krizlerin gerçek Türkiye'den fütursuzca ve alçakça her istediğini
nedenlerini görebilmeyi, toplumsal gerginlikleri alıyor ve bizim coğrafyamızda kendisini Efendi(!),
ve sorunların kaynağına ulaşabilmeyi, kalkınma bizleri kölesi sanıyor, niçin?
hamlelerinin başarısızlık sebepleri görebilmeyi,
Filistin'de mustaz'af Müslümanlara yapılan
batılılaşma serüveninden ne amaçlandığı,
alçak devlet terörüne rağmen İsrail'in
kavramakla gerçekleşecektir.
yöneticilerinin kanlı elleri sıkılmakta, Allah
Örneğin binlerce ailenin mağdur olduğu Subhanehû ve Tealâ yüce kitabında “Yahudi ve
başörtüsü meselesini neden en babayiğit siyasiler Nasranileri dost edinmeyin” emrine muhalefet
dahi çözemiyor? Onları bu denli korkutan, eden ve bu cürümleri işleyen yöneticilerimiz var,
sindiren, konuşmaktan dahi çekindiren nedir? niçin?
Türk toplumu genç dinamik ve çalışkan bir Bu niçinler daha çok uzayıp gider ve bu listelere
toplum fakat yine de insanların çok büyük bir bir çok ilavelerde yapılabilir, lakin mevzuu
yüzdesi açlık ve fakirlik sınırında yaşamak listeleme, fişleme değil nedeni ortaya
zorunda, niçin? koyabilmektir. Ortaya konulacak olan bu neden ise
Topraklarında dört mevsimin yaşanabildiği, üç bir ölçüde Türkiye'nin şifresidir.
tarafı denizlerle kaplı, muazzam yer altı ve yer üstü Bu şifrenin deşifre edilebilmesi için biraz
zenginliklerine sahip bir ülke olmasına rağmen, gerilere gitmek gerekiyor:
üretim yapamayan, dışa bağımlı, tüketici bir ülke,
Osmanlı Hilafet Devleti İslam Nizamının
niçin?
kendisine verdiği güçle bir bir fetihler
İslamî duygulara sahip, halkının büyük bir gerçekleştirirken ihtişamından, askeri gücünden
çoğunluğu Müslüman olan bu coğrafyada, yazılı dolayı hiçbir zafiyet hissine kapılmamış bunun
ve görsel basında Müslümanlara ve İslam'a sonucu olarak da kendisini koruma ihtiyacı dahi

4
- ağutos 2004/sayı 03 -
kapak

hissetmemiştir. Yahudiler gibi gittikleri ülkeyi sonra Yahudi dininin günah saydığı eylemleri
fesada uğratan bir kavmi kendi tebaasına almakta birbiri ardına işlemeye başlamıştı. Söylenmesi
bir beis görmemiş, İspanya'dan kovulan Yahudilere yasak olan Tanrı'nın ismini (YHWH) ısrarla
Osmanlı topraklarında ikamet etme izni vererek söyledi, Şabat gününe uymadı, yenmesi dinen
onların dini yaşantılarına serbestlik getirmiştir. yasak olan yağları ki bu yağlardan Kuran'da da söz
Ancak Yahudilerin genetik özelliği olan ihanet edilir (En'am Suresi, 146) yedi. Sevi günah olan
tekrar canlanarak Osmanlıyı birkaç yüzyıl sonra şeyleri birer birer serbest bırakıyordu.
arkadan vurmuştur. Encyclopaedia Judaica, Sevi'nin bu
Biz konumuzun gereği olarak 1626 yılına kadar davranışlarının, kendisinin "tüm günahları serbest
gidelim, bu tarih belki zamanın insanları için hiçbir bırakma"ya yönelik bir misyonu olduğu inancından
özelliği yoktu, ama bu tarih Türkiye'nin şifresi için kaynaklandığını yazıyor. Kudüs İbrani
önemlidir. Üniversitesi'nden Gershom G. Scholem ise Major
Trends in Jewish Mysticism adlı kitabında Sevi'nin
İzmir bilindiği gibi gayri Müslim tebaanın en
bu davranışlarının "günahın kutsallığı" doktrinine
önemli yerleşim alanıydı. Öyle ki Müslümanlar
dayandığını belirtiyor.
İzmir'de hep azınlık kalmıştı. İşte bu beldenin
önemli sakinlerinden olan bir Yahudi ailesinin o Evet, Sevi, tüm gühahların serbest olduğunu
gün bir erkek çocukları oldu, adını Sabetay Sevi ilan etmeye başlamıştı. Bunların arasında, Türk
koydular. Ve her Yahudi gibi onlarda çocuklarına toplumunda "mumsöndü" olarak da bilinen eş
dini eğitim verdiler. değiştirme ayini de vardı. Şalom Gazetesi, Sevi
taraftarlarının kutladıkları "Kuzu Bayramı"nı,
19 yaşında haham payesini alan Sabetay 40 yaş
öteki adıyla "Dört Kalp Bayramı", şöyle anlatıyor:
kısıtlamasına rağmen Kabala'yı öğrenmeye başlar.
Bu öğrenimi, davranışlarında büyük değişiklikler ”... Bu bayram, Dönmelere karşı olanların belki
meydana getirir. Uzun süren oruçlar tutar, sık sık, de haklı olarak bir koz olarak kullandıkları
kışın bile denize girer. Ailesi kendisini iki kez bayramdır... Bu bayrama o gece katılanların
evlendirir. Zohar'ın (Kabala'nın temel kitabı) etkisi mutlaka evli olmaları gerekir, bekar olanlar kız
ile temiz kalmak istediğinden her iki eşine de elini veya erkek hiçbir şekilde kabul edilmez, hatta bu
sürmez ve boşanır. Yirmi yaşlarında sara nöbetleri bayram hakkında bilgi dahi verilmez. O geceye en
geçirmeye başlar... Söylediği dualar ve şarkılar az iki evli çift katılır, daha fazlası olabilir. Kadınlar
hayranlık uyandırır. Şarkılarının bir kısmı en şık elbiselerini giyer ve en kıymetli takıları ile
erotiktir... ziyafet masasında servis yaparlar. Bir müddet hep
beraber eğlenildikten sonra halk dilinde
Gerek doğum tarihinin, gerek isminin,
mumsöndü olayına geçilerek bütün ışıklar
Kabala'nın İbrani harflerine verdiği değerlerle
söndürülür. Kadın veya erkeğin o gece dilediği ile
hesaplandığında çok ilginç neticeler vermesi;
yattığı ve o gece bu birleşmeden doğan çocuğun,
hastalığı, Polonya'daki Chmielnicki katliamı ve
ileride Maşiah (Mesih) olacağı söylenir.”
Zohar'da Maşiah'ın (Mesih) 1648 yılında geleceği
inancı, Sabetay'ı 22 yaşında harekete geçirir: Sevi'nin asıl etkisi, Kudüs'e yaptığı yolculukla
Yandaşlarına Maşiah olduğunu açıklar... birlikte başladı. Burada hikayenin ikinci büyük
kahramanı olan Gazzeli Nathan ile tanıştı. Isaac
Kendini Mesih ilan Sabetay Sevi, tüm günahları
Luria'nın Kabala okuluna bağlı olan Nathan,
"kutsal" saymış, böylece ünlü "mumsöndü"
Sevi'yle kader birliği ettikten kısa bir süre sonra,
ayinleri doğmuştu.
kendisinin peygamber olduğunu ve Sevi'nin Mesih
Sevi'nin öne sürdüğü "günahın kutsallığı" olduğunu bildiren vahiyler aldığını iddia etti. Bu
teorisi bir takım sapık fikirleri ve ibadetleri haberler Yahudi dünyasının dört bir yanına dalga
kapsamaktadır. Sevi, kendisini Mesih sandıktan dalga yayıldı ve oldukça önemli bir etki oluşturdu.

5
- ağustos 2004/sayı 03 -
kapak

İzmir'e dönen Sevi, Nathan'ın da desteğiyle, yüzyıldan itibaren, Avrupa'da ve Türkiye'deki


politik gücü ele alacağını ima etmeye başladı. kontestater, din karşıtı, nihilist ve ihtilalci
Müritleri, yakında Sevi'nin Türk Sultanı'nı savaş hareketlerde gayet faal rol oynadılar."
yapmadan yeneceğini ve kendine köle edeceğini Sabetay Sevi ölünce “Mesih'in ölümsüzlüğü”
söylemeye başladılar. Bu durum kuşkusuz Osmanlı fikri gereğince, yeni doğan bir çocuğun “Mesih'in
sarayında da yankı buldu ilk zamanları bu haberlere ruhunu taşıyacağına” inandılar, fazla gecikmeden
değer verilmezken, Mesih'e inananların sayıların beklenen çocuk dünyaya geldi. Yakov Kerido
hızla artması Osmanlı'yı harekete geçirir. IV. (sahte ismi ise Abdullah Yakup) adındaki bu
Mehmed zamanda Sevi tutuklanarak sorgulanmaya çocuğun Sabetay Sevi'nin ruhunu taşıdığına
başlar, her Peygamber gibi kendisinden inananlara “Yakubiler” denildi.
Mesihliğini ispat edecek mucizeler göstermesi
Bu gruba muhalif olan Sabataycılar Mesih'in
istenir, sahtekarlığı açığa çıkan Sevi idamın
ruhunu Baruchiah Russo (sahte ismi Osman
eşiğindeyken Saray'ın Yahudi doktorlarından
Baba)'nun taşıdığını ilan ettiler “Yakubiler” den
Hayatizade Mustafa Fevzi Efendi imdadına
ayrılan bu grub “Karakaşiler” adıyla kendi
yetişerek ona hayatını kurtaracak bir yol gösterir.
inançlarını devam ettirdiler.
Sevi yaptıklarından tövbe ederek Müslüman
olduğunu söyler ve canı bağışlanır. Artık Sevi'nin Zamanla Karakaşiler içinde de çatlaklar
adı Mehmed Aziz Efendi olmuştur. Karısı Sara ise çıkmaya başladı Osman Baba'nın ölümüyle
Fatma ismini aldı. Sizinde tahmin edeceğiniz üzere barizleşen ayrılıklar İbrahim Ağa liderliğinde bu
bu değişim sadece şekli olarak kaldı. Sevi kendi gruptan ayrıldılar, bunlara da “Kapancılar”
Mesihliğinden ve Kabala'dan ürettiği öğretilerden denildi.
hiç vazgeçmedi. Bu üçe ayrılmış gibi görünen Sabataycılar
Yahudiler ise bu olay karşısında bir kez daha ancak bir konu da birleşiyorlardı. O da
karanlıklara gömüldüler, bir çoklarının hayalleri Müslümanları kendi kültüründen, İslami
yok olup gitti. Hatta Sevi'nin Müslüman olmasına kimliğinden kopartarak kendilerine benzetmek. Bu
dayanamayanlardan intihar edenler dahi oldu. nedenle hangi mezhepten olursa olsun onların ortak
sloganı; “benzeme, benzet”tir.
Nathan, Sevi'nin bu hareketini Kabalistik
hikmeti ile açıklamıştı: Mesih, "kötülük krallığını" Sabatay'ın bu gizli, gizemli ve takiyyeci
yıkmak için onun içine girmişti. cemaatı Üsküp, Kavala, Sofya ve Varna şehirleri ile
başta balkanlar olmak üzere Türkiye,
Sevi'nin müritleri de "kötülük krallığını yıkmak
Polonya,Yemen, Rusya, ABD, Mısır, Cezayir,
için" onun içine girdiler ve Yahudilik'ten dönerek
Şam, Kırım gibi ülkelerde etkin olarak yaşamışlar,
topluca İslam'ı kabul ettiklerini açıkladılar, o
çevrelerinde ki toplumlara benzememiş,
tarihten sonra da "dönme" olarak tanımlandılar.
kendilerine benzetmişler ve toplumları ifsad etmek
Yahudi tarihçi Eli Barnavi, dönme tarikatının
için her türlü yolu mubah görmüşlerdir. Yaşadıkları
1924'de kadar Yunanistan'da (özellikle Selanik'te)
ülkelerin toplumsal hayatlarında etkin olarak
varlığını koruduğunu, sonra da Türkiye'ye
bulunmaktadırlar. Yine Türkiye'den göç ederek
taşındığını yazıyor. Dönmeler varlıklarını korurken
İsrail, Fransa, Almanya'ya giden Türk isimli
bir yandan da "kötülük krallığı" dedikleri
Sabataycılar'ın varlığı da bilinmektedir.
Osmanlı'ya ve İslam'a örtülü saldırılar
düzenliyorlardı. Halife Abdülhamit'e karşı faaliyet Selahattin Galip, kitabında Türkiye
gösteren muhalefette büyük rol oynadılar ve Sabataycılarının yaşadığı yerleri şöyle bildiriyor.
Türkiye'deki Yahudilerin yayın organı olan Şalom ”Türkiye'de şu anda başta İstanbul olmak üzere,
Gazetesi'nde yer alan ifadeye göre, "... keskin bir İzmir, Bursa, Edirne, Hatay, Kilis, İskenderun,
ate, laik, din aleyhtarı, materyalist zihniyetin Adana, Gaziantep, Ankara, Manisa, Giresun,
ortaya çıkmasına neden oldular. Bilhassa 19. Balıkesir, Çanakkale, Kırklareli.” (S.Galip,Dönmeler ve

6
- ağutos 2004/sayı 03 -
kapak

Dönmelik)
Bu kitapta bir çok il atlanmış ya da etkin daha melun planlar yapmaya sevk etmiştir.
olmadıkları yerde yok sayılmış gözüküyor. II. Abdülhamid'in en azılı düşmanı kuşkusuz
Yahudilere kucak açan Osmanlı Hilafet İttihat ve Terakki Cemiyeti'dir. Onların tek
Devleti'nin tebasından olan Sabataistler taşıdıkları hedefleri Abdülhamid Han'ın tahttan
çifte kimlik ve iki yüzlülük sayesinde orduda, indirilmesidir. Peki bu şer oluşum kimler tarafından
hazinede, yönetimde üst düzey görevler kurulmuştur? Bu soruya Soner Yalçın'ın kitabından
almışlardır. 1492 yılında İspanya Engizisyon kısa bir alıntı yaparak cevap vermeye çalışalım.
Mahkemelerinden kaçarak Osmanlı'ya sığınan “Selanik'teki örgütün (İttihat ve Terakki
Yahudilere merhamet gösterilmiş, Padişahın Cemiyeti - İTC) temelini Sabataistler ve Yahudiler
yanında seçkin konumlara yükselmelerine rağmen oluşturuyordu. Özellikle Balkanlar'da yayılan
onlar bu merhamete hep ihanetle karşılık milliyetçi hava karşısında Osmanlı Devleti'ni bir
vermişlerdir. Toplumsal olaylar çıkartarak devletin güvence olarak gören Selanik Yahudileri ve
kaosa sürüklenmesi için ellerinden geleni Sabataistler harekete hem fikri hem de maddi
yapmakta bir beis görmemişlerdir. Sadece destek veriyorlardı.” (SonerYalçın,EfendiSyf-82)
kendilerine uzatılan eli değil bütün vücudu yok
İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin kurucularının
etmek için sömürgecilerle birlikte hareket
tanınması açısından bir alıntı daha yapalım.
etmişlerdir.
“İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin önde gelen
Filistin'i Yahudilere yurt olarak isteyen
yöneticileri ve kurucuları arasında Yahudiler ve
Siyonistlerin fikir babası Theodor Herzl 1896
Cavid Bey, Talat Bey (sonradan Talat Paşa oldu.)
yılında II. Abdulhamid Han'la bu meseleyi
gibi dönmelerde yer alıyordu.” (Rıfat Bali, Musa'nın Evlatları,
görüşmek üzere İstanbul'a gelir ve aralarında o Cumhuriyetin Yurttaşları-Syf 54)

meşhur konuşma vuku bulur. Herzl eli boş döner


ama içimizde ki Sabataistler, boş durmaz bir çok İşte Yahudiler ve dönmelerden oluşan bu
entrika ile bu işi kesin olarak bitirme cemiyetin, yoğun çalışmaları sonucunda 23
kararlılığındadırlar. Temmuz 1908 günü meşhur “Temmuz Devrimi”
gerçekleşti. Yıllardır mücadelesi verilen
II. Abdulhamid özellikle bu olaydan sonra
Meşrutiyet'te nihayet ilan edilmişti. Ama bu onlar
Yahudilerin ve Sabataistlerin baş düşmanı haline
için yeterli değildi. Kendilerinde büyük bir güç
geldi, artık O hedeflerinin önündeki en büyük engel
hisseden Yahudi dönmeler asırlardır gizlice
olarak Yahudilerin karşısında bir kapı gibi
yaptıkları İslam'a muhalif davranışları artık açıktan
duruyordu. Bundan dolayı II. Abdulhamid'i
yapmaya başladılar. Müslüman halk bu olup
ortadan kaldırmak için terör de dahil olmak üzere
bitenleri anlayıp onların azılı İslam düşmanı
her yola başvurdular.
olduğunu keşfedince bir bir ayaklanmalar meydana
“Günlerden 21 temmuz 1905'tir, Hamidiye geldi. Meşrutiyet çatlamaya başlamıştı. İstanbul
Camii'nde Cuma Namazını eda etmiş olan Halife başta olmak üzere yurt genelinde baş gösteren
II. Abdulhamid Han camiinin çıkış kapısına ayaklanmalar II. Abdülhamid'in tahttan
yönelmiş giderken ayaküstü bazı kişiler ve indirilmesiyle ivme kazandı.
Şeyhulislam Cemaleddin Efendi ile konuşacağı
Evet II. Abdülhamid 27 Nisan 1909 tarihinde
tutmuş, zaman ayarlı 120 kg ağırlığında ki bomba
tahttan indirildi ve o güne kadar Osmanlı tarihinde
patlamıştır, konuşma nedeniyle arabasına
görülmemiş bir olay gerçekleşti. Abdülhamid Han
binmekte 2 dakikalık geç kalmasıyla bu suikastten
ve ailesi açlık ve sefalete mahkum edilerek, gazete
kurtulmuştur.” (Mustafa Armağan/30 kasım 2003/Zaman Gzt.Turkuaz eki, 8 Syf, dan
özetle./aynı konu hakkında Dr.Vahit Çabuk Osmanlı Siyasi Tarihinde Sultan II.Abdulhamid Han/ okumasının, bahçeye çıkmasının dahi yasaklandığı
syf.173,174,175'den özetle) Selanik'e sürgüne gönderildi.
. Nitekim II. Abdülhamid'in
suikasttan kurtulması Yahudileri ve Sabataycıları Bu olay bardağı taşıran son damla oldu. Halk

7
- ağustos 2004/sayı 03 -
kapak

artık İttihatçı avına çıkmıştı. İstanbul bu kadrosu halkın tepkisinden dolayı perde gerisine
dönmelerden temizlenmek üzereyken Selanik'ten çekilmek zorunda kaldı.
bir ordu yola çıktı. Bu ordunun komuta kademesi ve Halk Alman yanlısı Sabataycılardan
gönüllü askerlerinin de Yahudiler ve Sabataistler kurtulduğuna sevinemeden bu sefer de daha
olduğunu söylersek sanırım artık şaşırmazsınız. takiyyeci ve zalim olan İngiliz yanlısı Sabataycı
“Selanik'te toplanan İttihatçılar birkaç taburu dönmelerin eline düştü. Bir çok hile,desise, takiyye
elde etmişler. Sandanskiy adındaki meşhur Bulgar ve onca baskı ve yıldırmaların neticesinde ve
komitacı da bir takım Bulgarlarla Hareket nihayetinde istedikleri her şeyi yapabileceklerine
ordusuna iştirak etmişti. Diğer mühim kısımda inanan bu Sabataycılardan oluşan kadro 3 Mart
dönmeler olmak üzere bir ordu vücuda getirmiştir.” 1924 Pazartesi günü içlerinde gizlediklerini açık
(Rıza Nur, Hayat ve Hatıram)
ederek, İslam'a bayraktarlık yapmış olan ve
Yıllardır kullanılagelen 31 mart vakıası cereyan sancağını 400 yıldan fazla zamandan beri taşıyan,
etmiş, Hareket Ordusu İstanbul'a girmişti. Şiddetli kafir Batı dünyasının korkulu rüyası haline gelmiş
çatışmalardan sonra isyancılar(!) bastırıldı. Osmanlı Hilafetini ilga etmiş ve 400 yıldan beri
Hareket Ordusunun komutanı olan Mahmut Şevket yöneten Osmanoğulları Hanedan'ını kendi
Paşa'nın ilk işi Selanikli Yahudilerin verdikleri topraklarından söküp atarak işbirliği yaptıkları
destek için Haham Başı Haim Nahum'a teşekkür kafir Batı'yı sevince boğmuşlardır.
ziyaretinde bulunmak oldu.(SonerYalçın,EfendiSyf-135) İslam'a düşmanlıklarıyla ün salan bu Yahudi
İttihat ve Terakki Cemiyeti yönetimde kaldığı dönmeleri Cumhuriyetin kuruluşunda etkin
süre zarfında Müslüman halka karşı şiddetli bir oldukları gibi Cumhuriyet sonrası da etkinliklerini
zulüm politikası sürdürdü. Bugün olduğu gibi sürdürmüş ve özellikle “On yılda on beş milyon
dünde Müslümanlara hiçbir zaman merhamet genç yaratmak” hususunda da en aktif rolü
edilmedi. Özellikle Batı sevdalısı Yahudi dönmeler üstlenmişlerdir.
Almanya ile birlikte hareket etmeye başlayınca 1924 yılında yapılan Lozan Antlaşması gereği
zulümler toplu katliamlara dönüştü. İTC'nin cani gerçekleşen mübadele sonucu 20.000 Sabataist
yöneticilerinden Enver Paşa tarafından Sarıkamış daha Türkiye'ye yollanır. Böylece etkinlikleri
yakınlarında ölüme gönderilen 90 bin Müslüman giderek artar artık her alanda onlarla karşılaşmak
evladımız buna çarpıcı bir örnektir. Bilinçli bir işten bile değildir. Ekonomi, sanat, siyaset, spor
şekilde bu katliama imza atanların Müslüman dünyasından bir çok isim bu soydan gelmektedir.
olması asla düşünülemez. Türkiye'deki Sabataycı kadrolar kendilerini
Yine bu dönemde Teşkilat-ı Mahsusa öylesine güçlü görüyorlardı ki, her şeyi
kurulmuştur ki Enver Paşa tarafından kurulan bu yapabileceklerine inanıyorlardı. İşte dönmelerden
istihbarat teşkilatının ilk başkanı Süleyman Askeri, Ahmet Emin Yalman fütursuzca “bütün
Yahudi dönmelerdendir. Bununla birlikte yönetim Müslümanları Yozgat ilinde toplayıp tel örgüler
kadrosunu oluşturan bir çok isim yine dönmelerden arkasında tecrit etmeyi ve etraflarının toplarla
oluşmaktadır. İttihat ve Terakki'nin Fedailer Grubu kuşatılması” fikrini açıkça dile getirebiliyordu.
olarak anılan tetikçileri daha sonra Teşkilat-ı Topluma temel dinamikleri aşılayan kurumlara
Mahsusa da komutanlık yapmıştır ki bunların da ve kamuoyunu yönlendirme yeteneğine sahip olan
büyük çoğunluğu Çerkez asıllıdır. (SonerYalçın,EfendiSyf-211) medyayı tekelleştirip ellerine geçiren Yahudi
Osmanlı Devleti'nin Almanya yanlısı dönmeler İslam'a karşı topyekûn bir saldırı başlattı.
Sabataycılar tarafından I. Dünya savaşına Bugün halen devam eden bu saldırılar İslamî yaşam
sokulması ve ardından Almanya ile birlikte yenik tarzını aşağılamayı esas almıştır. Değişen zaman
sayılması üzerine, Alman taraftarlığı ile dilimine göre şiddeti de artan ya da azalan bu
özdeşleştirilen İttihat ve Terakki'nin ile onun lider saldırılar hiçbir zaman son bulmamıştır.

8
- ağutos 2004/sayı 03 -
kapak

Bu Yahudi dönmelerin kimliklerini nasıl eden hiçbir ölçü ortaya konmadı (karar alınmadı).
gizlediklerine gelince; Türk bürokrasisi Müslümanlar'la mutabık
Bu konu hakkında çeşitli üslupları olmadığı zaman (olmadığı müddetçe), benim
bulunmaktadır. Osmanlı Devleti zamanında yetkimi tanımaya ve Yahudi-Bektaşi unsuruna
onların gizlenme üslubu tarikatlara sızmaktı. itimad etmeye devam ettiler.
Nitekim özellikle Bektaşiler Dergahı'na sızan Benden mütemadiyen, bölgeyi Müslüman
Sabataistler burada kendi inançlarını bu örtü artıklarından kurtarmak için Büyük Otorite'nin bir
arkasında devam ettiriyorlardı. Bu konu hakkında parçası olmayı rica ettiler.
internette yaptığımız araştırmada karşımıza şöyle Aynı zamanda genelkurmay başkanı hazretleri,
bir belge çıktı: bölgedeki Yahudi-Bektaşi unsurunun ehemmiyetini
“22 No.lu KALE Hazretleri, ve tesirini tanıyan (ona minnet duyan) ve benden
İzmir vilayetiyle, Manisa vilâyetinin bir kısmını bir Yahudi-Bektaşi (sistemli) birliğini organize
ihtiva eden Kale-Merkez Ege bölgesinde etmemi taleb eden bir mektub yazdı.
10.000'den fazla Yahudi-Bektaşi nüfusu ikâmet Yahudi-Bektaşiler bu itimaddan gurur
etmektedir ve bunlara Paleo-Castro (Balıkesir) duydular; Kanunî yetkililerin ve subayların
vilâyetindeki 3.000 Yahudî-Bektaşi'yi de ilâve iyiliğini (huzurunu) ve hayatını garanti edebildiler.
etmek lüzum eder. (Onlar) Oraya 1910 yılından Sergilenen şuur bulanıklıklarına ve istisnai
itibaren hicret ettiler; Vatanlarının hürriyete zorluklara rağmen hiçbir karmaşa olmadı.
kavuşmasını ve ocaklarına (ortamlarına) geri Bu olup bitenler gösteriyor ki, Mustafa Kemal
dönmeyi sıkıntı içinde bekliyorlar. İç Oda ile Atatürk hazretleri, bir kere Müslümanlık ideolojisi
(varılan) hafî (gizli) mutabakattan sonra Kemal bitip tükenmeye görsün, Yahudî-Bektaşiler'in
Paşa idaresi Yahudi-Bektaşiler'e Milli Meclis'te 15 kendilerinin tek halefi olduklarını ve ülkeyi idare
adet sandalye (koltuk) tahsis etti. etmeye kabiliyetli yegâne (toplum) olduklarını
Yahudi-Bektaşiler yaklaşık 150 yıl evvel İslâm'a gördü (bildi, farketti). Her hâl-u kârda, Yahudî-
ihtida ettiler: Yahudi pratiklerini hâlâ muhafaza Bektaşî unsurunun ağır (câlib-i dikkat) tesirini
ediyorlar, Torah'ı ve dua kitablarını değerli gördü (bildi, tanıdı).
kalıntılar gibi koruyorlar ve aralarında İbranî En zor şartlarda, Yahudî-Bektaşiler mükemmel
lisanıyla konuşuyorlar. Taleb üzerine onları bir nizamı kesinleştirebildiler.
himâyeme almam suretiyle, bu talebe iştirak etmiş
Hazretleri, mükemmel niyetimin kat'iyetini
olmam bir dönmelik gayesi olarak kabul
öncelikli teşekkürlerimle beraber (lûtfen) kabul
edilebilirdi. Bozkurt Bey hazretleri iktidarı
buyurunuz.
(salâhiyyeti) bana emanet (ettiğini gösteren) bir
mektub gönderdi: Farhi Gollanzo
'Biz bu emaneti Yahudiler'den aldık, bugün onu IDARECI
yerine iade ediyoruz (onlara geri veriyoruz). İzmir, 16 Mart 1937
Camilere çevirdiğimiz sinagogları da size MÜTERCİMİN NOTU
vereceğiz, eğer iyi olacağına inanıyorsanız onları 1- 1. paragrafta geçen 'vatan'dan kasıt 'Arz-ı
yeniden sinagoglara çevirin' Mev'ud'dur.
Fakat ihtirasların ağırlığı (baskısı) esprisi 2- İç Oda (Thalamus), KALE'nin idari
dahilinde, onlara dokunmamanın, daha sonra kadrosudur.
değerlendirmenin iyi olacağına inandım.
3- Bu mektupta, kaleme alanın hitab ettiğinin
Türk hükümetinin tâlimatı gereği, benim kim olduğu belli değil fakat muhtemelen Dünya
değerlendirmem (tavsiyem) olmaksızın, yetkililer Siyonizm Kongresi'ne veya onun birimlerinden
tarafından Yahudi-Bektaşi toplumunu alâkadar

9
- ağustos 2004/sayı 03 -
kapak

birine hitab ediliyor. durum ortalığı karıştırmış, kimin gerçekten


4- Çok değerli bir belge olduğuna şübhe yok. Sabataycı , kimin içerisinde bulunduğu tarikattan
olduğu birbirine karışmıştır.” (S.Galip,Dönmelikvedönmelersyf,335)
5- Vino Ponti kütübhanesi Vatikan içindedir.
Bu girift ilişkilerden ötürü mezarlıkta
6- Kale'den kasıt gizli bir teşkilâttır, daha üst
bıçaklanarak öldürülen Yahudi Üzeyir Garih'in sık
teşkilâtlara Kule denir ve merkezidir.
sık bir tarikat şeyhinin mezarını ziyaret ettiğini
7- Gollanzo ailesinin bir kolu Almanya diğer öğrenmekte şaşırtıcı bir şey değildir.
kolu İspanya mahreçli olub katışıksız Yahudidir
Asıl şaşırtıcı olan Müslüman Türk halkının bu
8- 'Procurator' kelimesi Latince olub aynı olup bitenlere nasıl seyirci kaldığıdır. Bir dönem
zamanda 'ajan' mânâsına da gelmektedir.” Dışişleri Bakanlığı yapmış olan İsmail Cem
(Bu belge İtalya'da Vino Ponti'nin özel İpekçi'nin Yahudi dönmesi olduğunu sağır Sultan
kütüphanesinde 268 no. ile bulunmaktadır. dahi duydu. Ancak kimse bunu garip karşılamadı.
Türkçe'si ve Fransızca orijinal metni www.sabatay- Yahudi dönmesi bir bakan Müslüman Türk Halkını
sevi.de adresinden temin edilebilir.) Yahudiler karşısında temsil edecek, onlar adına
Bektaşiler ile birlikte Mevlevi, Melami, Alevi Yahudilerle anlaşmalar yapacak, olacak şey değil!
gibi tarikatlarda da kendilerini gizlemeye Yaklaşık yüzyıldır devam eden batılılaşma
çalışmışlardır. hareketinin en etkili unsuru olan Sabataistler, bu
“Karakaş Cemaati'nden Alevilik'in içine ülkenin gerçek yüzüdür. Kendileri zevk-ü sefa
girenler olmuştur. Mevlevi Cemaati'nin çok kilit içinde hayatlarını devam ettirirlerken Müslüman
noktalarında varlıklarını sürdürenler de vardır...” halk sefalete mahkum edilmiştir. Onlar hiçbir
(S.Galip, syf:352)
zaman kendilerini Müslüman-Türk olarak
Kemalist devrimlerden biri de tekke, zaviye ve görmediler. Bu nedenle Müslüman halkı imiğine
türbelerin kapatılması hakkındaki kanundur. kadar sömürdüler. Kendileri gece kulüplerinde
30.11.1925 tarihinde kabul edilen bu kanun eğlenirken Müslüman halkımız çöplerde karnını
sonucunda Kadiri, Nakşi, Alevi, Bektaşi, Mevlevi, doyuracak bir şeyler arıyordu, kendileri en lüks
Melami, Halveti vb. tarikatlar yasaklandı. Böylece villalarda yaşarken halkımız dondurucu soğuklarda
dönmelerin ayin ettikleri yerlerde kapatılmış oldu. sokaklarda yatıyordu. Onlar kendi okullarını
kurarak en iyi eğitimi alırken halkımız okuma-
Bu konu hakkında Mustafa Kemal'in doktoru
yazmadan başka bir şey öğrenmedi.
Doç. Dr. Bedri Noyan, üzerinden yıllar geçtikten
sonra bu devrimle alakalı olarak kapatılan Alevi, Bugün medya organları onların elinde ve onlar
Bektaşi ayin yerlerinin durumuna ilişkin Müslüman halkın az da olsa sahip olduğu İslam
değerlendirmesinde şöyle diyor: “Diğerlerini kültürünü, aile yapısını, aralarındaki ilişkileri yok
kapatınca haklı olarak bizimkileri de kapatmış oldu etmek için TV programları hazırlıyorlar. Bir kez de
fakat Alevi-Bektaşilik üzerine bir çalışma bu programlara bu şekilde bakın, bakın bakalım ne
yapıyordu yaşasaydı hayata indirecekti Mustafa göreceksiniz! “Biri Bizi Gözetliyor, Popstar, Acun
Kemal... ve zaten Mustafa Kemal'de Bektaşi'ydi ...” firarda, Tele Vole …” ve bir çok magazin
(Bütün Yönleriyle Alevilik-Bektaşilik/6.Cilt/Doç.Dr.Bedri Noyan Dedebaba) programının hepsinin amacı sadece Müslümanları
kendilerine benzetmek ve bu sayede kendilerini
Evet Sabataistlerin ayin yerleri kapatılınca
açıkça ifade edebilmek...
Mason Localarına, Rotary Kulüblerine, Lionslara
ve Sivil Toplum Örgütlerine kanca atarak buralarda Bugün sivil toplum kuruluşları onların elinde
örgütlenmelerini devam ettirmişlerdir. “çağdaş yaşamı desteklemek” adına Müslüman
aile yapısı geri kalmışlılığın bir göstergesi olarak
“Dönmeler, kendi mezheplerini saklayarak,
görülüp Müslüman kadınlarımıza batı yaşam tarzı
kelimenin tam anlamıyla takiyye yaptıkları için sık
aşılanmaktadır. Gençlerimiz kuşak çatışması
sık Masonluk yada tarikatlara girmişlerdir. Bu

10
- ağutos 2004/sayı 03 -
kapak

denilerek ebeveynine karşı isyankar olmaya teşvik Öyleyse bizler; bu ülkenin gerçek sahipleri ve
edilmektedir. “Aile Planlaması” çalışmalarıyla İslam'ın yılmaz savunucuları olarak onların
Müslüman nüfus azaltılmak istenmektedir. Daha karşısında dimdik durmalıyız. İslam'ın hayata
nice sinsi ve ikiyüzlü hain tuzaklarla gençlerimiz hakimiyeti için bilinçlenmeli ve çalışmalıyız. İslam
fuhuş, uyuşturucu batağına saplanmaktadır. Bütün hayata hakim olduğunda Köklü Değişim'in ilk
bunların başlıca aktörleri işte bu Yahudi sayısında yayınlanan “Siyasi Ortamın Safiyetinin
dönmelerdir. Muhafazası” adlı makalede belirtildiği üzere
“Peki bunu gören hiç aklı selim insan yok mu?” Yahudi dönmeler gibi fasit unsurlar tamamen
diyeceksiniz. İşte onlardan biri bakın ne kadar ibret temizlenecektir, İnşaAllah...
verici bir açıklama yapıyor: Bu konu hakkında çok detaylı bilgilerin yer
”Oysa Türkler adına konuşan ve onlar adına iş aldığı internet siteleri ve kitaplar mevcuttur. Orada
yapanların ne gerçek Türklerle ne de İslâm'la bir karşılaşacağınız isimler bu konunun ehemmiyetini
ilgisi vardır. Bilakis onlar hile ve cebirle yönetimi daha iyi ortaya koyacak niteliktedir. İşte bazı
ele geçirmiş, Türk halkının canına, malına ve internet adresleri:
dinine musallat olmuş ”dönmelerden” başka bir www.sabatay-sevi.de
şey değildir. Onların sayesinde bugün Türk halkı www.biriz.biz.com
fakir, zayıf ve geri kalmıştır. Bazı Arap
www.sabetay.50g.com
kardeşlerimizin Türk halkına zorla musallat olan
bu dönmelerin yaptıklarını Türk halkına
malettiklerini ve Türk milletine düşman olmaya
çağırdıklarını görüyoruz…”, “…Müslüman
kardeşlerimizin bu hususa dikkat etmeleri, İslâm
için can veren Türk milleti ile onlar üzerine
musallat olmuş azınlık grubu karıştırmamaları
gerekir.” ŞehulislâmMustafaSabriEfendi(1869-1954)”Hilâfet'inİlgasınınArkaPlanı”
Evet, Mustafa Sabri Efendi'ye katılmamak işten
değil. Bugün öyle bir rüzgar esiyor ki iyiyi-kötüden
ayırmak gerçekten çok zor. İşte bu nedenle
Müslümanlar kendi özlerine dönmek ve köklü bir
değişimle değişmek zorundadırlar. Bu köklü
değişim de ancak kendi dinlerini kendi
kaynaklarından almakla gerçekleşecektir.
Düşünmenin dumura uğratıldığı bir dönemde
yaşıyoruz. Kuşkusuz, samimi bir şekilde bütün ön
yargılardan uzak olarak yapılacak araştırmalar
neticesinde doğrular ortaya çıkacaktır. Ve İslam
akidesi tekrar akli bir akide olarak insanların
hayatlarına yön vermeye başlayacaktır. Bu şekilde
hurafelerden ve saptırmalardan uzak, net bir bakış
açısı oluşacaktır ki işte bu iki yüzlü takiyyecilerin
sonu demektir.

11
- ağustos 2004/sayı 03 -
gündem

Haluk ÖZDOĞAN

KÜRESELLEŞMENİN AYAK SESLERİNDEN;


ÖZELLEŞTİRME

K üreselleşme; dünya milletlerinin


ekonomik, siyaset ve iletişim
bakımlarından birbirlerine yaklaşma,
bir bütün olmaya yönelmek manasına gelmektedir.
Gelişmiş ülkelerde iç piyasaların doyması,
fazla oldu. Bu durum, Amerikan bütçesinde aşırı
dengesizliğe yol açmıştır. Reagen döneminde
bütçe açığı 723 milyar dolara kadar yükselmişti.
Oysa, Reagen gelmeden önce bu açık, yalnız dört
milyar dolar idi. Bu sebeple bir çok yabancı şirket
özellikle 1970'lerdeki petrol krizi sonrasında dış karşısında en büyük yerli şirketler hayli işçi
piyasalara açılma arayışı ile iktisadi faaliyetlerin çıkarttı. Ayrıca, Amerikan şirketleri dışarıda kol
hacimlerinin artmış olması küreselleşme sürecini fabrika açmak zorunda kaldı. Çünkü dışarıdaki işçi
ortaya çıkartan ekonomik faktörlerden bazılarını ücretleri, içeriye göre pek düşüktür. Bütün bu
oluşturmaktadır. gelişmelerin akabinde Amerika'da kargaşa ve
Özellikle 1980'li yıllardan itibaren enformas- protestolar başladı. Amerikan şirketleri dış
yon teknolojilerinin yaygınlık kazanması, dünyada şirketlere rekabet yapabilmek için küreselleşmenin
mesafe kavramının eski anlamını ortadan gerekliliğini dile getirmek suretiyle, kendilerini
kaldırmıştır. Bu durum küreselleşme bağlamında savunmaya başladı. Böylece küresellik düşüncesi
belki de ilk etkisini finans piyasalarında ortaya çıkmış oldu.
hissettirmekle birlikte, bu etki günümüzde çok 1987'de ABD'de parlamento ve senato
daha geniş bir alana yayılmıştır. meclisleri toplanıp, ilk defa Amerikan şirketlerinin
Küreselleşmenin yaklaşık yirmi yıllık geçmişi küresel olmasını tartıştılar ve soruşturma
vardır. 1981'de Ronald Reagen, ABD başkanı komisyonları oluşturdular. 1992'de bu soruşturma-
olunca devletlerarası ekonomik ve siyasi lar sona erdi ve içerik olarak konu kabul edildi.
ilişkilerde cesur siyaset başlatmış, Amerikan mali Daha sonra küreselleşme\globallik adıyla kitaplar
çevrelerinde tam destek bulmuştu. Amerika'yı yayınlanmaya ve dünyada da bu terim
yeniden silahlandırmak ve Sovyetler Birliği'ni kullanılmaya başlandı. Zira 1993'de Clinton
silahlandırma yarışında yıpratmakla ilgili yönetime geçince küreselliği benimsemiştir.
programı finanse etmek için, doları merkezi para Böylece büyük şirketler, dünyanın her tarafına
yapıp buna dayanarak yabancı yatırımcıları girebilecek ve yatırım yapabilecektir. Yani,
Amerikan borsalarına ve devlet bütçe senetlerini dışarıda kol fabrikalar açarak, aynı markalarının
satın almasına çeken bir siyaset çizmişti. Bu adı altında kendi hesaplarına mal üretebilecek-
sebeple 1989 senesinde Sovyetler Birliği'nin lerdir. Bu sebeple, işsizlik daha fazla artacaktır.
ekonomik olarak yıkılışı gerçekleşmiştir. Bu Zira Asya, Afrika ve Latin Amerika'da işçi ücreti
dönemde Amerikan şirketlerinin faaliyetlerine pek düşüktür. Zaten, Clinton döneminin hazine
Globally olarak adlandırılıyordu. Dolar da küresel bakanı Roben, Avrupa ve Japonya şirketleriyle
para olarak gösterilmeye başlamıştır. yarışabilmek için, işçiliğin ucuz olduğu
Yabancı yatırımcılar Amerika'ya yönelince, memleketlere uzanmak ve o memleketlerin
doların değeri çok yükselmiş, bu sebeple de pazarlarına egemen olmak düşüncesini benimse-
Amerikan ürünlerinin fiyatları artmıştı. Yabancı miştir. Ayrıca, soğuk savaş bittikten sonra Batı
mallar, yerli mallara nispetle daha ucuz gelmeye Avrupa'ya, Japonya ve Asya'ya ekonomik olarak
başladığından, ithalatı ihracatına oranla çok daha egemen olmaya başladılar. ABD buna karşı büyük

12
- ağustos 2004/sayı 03 -
gündem

hamle açtı. Böyle düşünce ve hareketlere da ekonomiye müdahalelerini azaltmak veya


saldırmaya başladı. Bunun dar bölgecilik olduğunu tamamen ortadan kaldırmaktır. Bu nedenle
niteleyerek, dünya kamuoyunu hazırladı. Buna Amerika, devletlerarası ticaretin önünde engel
mukabil küreselliğe davet etmeye başladı. Onun teşkil eden gümrük duvarlarını ve türü ne olursa
enformasyon araçları ve şirketleri hep bu olsun benzeri engelleri kaldırmaları için dünya
düşünceyi süslemeye ve bu yönde bir çok kitap, devletlerine yüklenmektedir. Benzeri yerli ürünleri
kitapçık ve broşür çıkartmaya başlamıştı. Derin korumak amacıyla belirli malların ithalatının
düşünmeyen yazarlar, enformasyon araçları ve engellenmesi gibi doğrudan doğruya veya bazı
medya hep bu konuyu ele alıp, bu düşünceyi sakız ithal maddelerine uygulanan yüksek gümrükler
yapıp, ondan tekrar tekrar söz etmeye başladılar. Bu gibi dolaylı engeller yoluyla veya bazı yerli
şekilde Amerika, kendi lehine veya küreselleşme üretimlere devlet desteği sağlanması veya ticari
siyaseti lehine dünya kamuoyunu hazırlamıştır. mübadelelerdeki saldırıyı engellemek için tavan
Hatta, batı Avrupa yöneticileri ve şirketleri bu belirlenmesi gibi ticareti koruyucu politikalar bu
düşünceden etkilenip, aynı gemiye bindiler. Başka çerçeve içerisine giren hususlardandır. Amerika
bir ifadeyle, Batı Avrupa şirketleri aynı siyaseti 'nın Pazar ekonomisi politikalarını devletler
izlemeye başladılar. Ayrıca, Amerikan şirketleri üzerinde uygulamaktan kastı, dünyayı "Serbest
önünde kapılarını açtılar. Pazar"a dönüştürmek ve bu devletlerin pazarlarını
Ekonomik küreselleşmenin savunduğu; artık yabancı yatırımlara açmaktır. Özellikle kamu
Amerikan, İngiliz veya Çin ürünleri değil, Alman sektörünün ekonomide önemli bir yer işgal ettiği
veya Kanada ekonomisi değil, küresel bir ekonomi ülkelerde devleti ekonomiden soyutlayarak Kamu
oluşturmaktır. Ki; bu husus transport (taşımacılık) İktisadi Teşekkülleri (KİT)'nin özelleştirilmesi için
ve telekomünikasyon (haberleşme) vasıtasıyla devletlere baskı uygulamaktır. Böylece de özel
istenilen bağımlı, ekonomik alakalarla geliştirilmiş sektörün (ferdi mülkiyetin) egemen hale
olsun. gelebilmesinin ve gelişmesinin önündeki önemli
bir engel ortadan kaldırılmış olacaktır.
Küreselleşme, mallarını ihraç etmek için
şirketler kurmak ve bu şirketler yolu ile malını ihraç Bu 1998'de Asya kaplanlarının yıkılışına ve
etmek istediği ülkelerin yerel halkından olan şiddetli ekonomik sarsıntılarına sebep oldu. O
kimselere temsilcilikler vererek mallarını ihraç tarihten itibaren artık, Asya kaplanları devletlerin-
etmeyi esas alır. Bu öngörü; tacirin önündeki ticaret den söz edilemez hale geldi. Onları öldüren
yollarını açmaya gerek duymaksızın mallarının küreselleşme hastalığı veya virüsüdür. Zira, bu eski
önündeki ticaret yollarını açmaya yöneliktir. kaplan devletleri olan Endonezya, Malezya,
Burada güvence sadece şirketlerin kendisine Filipinler, Tayland, Güney Kore gibi devletler
yöneliktir. küreselleşme adı altında borsalarını Amerikan
yatırımcıların ellerine kaptırdılar. Buna mukabil
Bu doğrultuda Kapitalist ideolojinin insanların
Amerikan yatırımcıları ise, bunların paralarını
tamamının dini olması ve müslümanları da
çalıp borsalarını da batırmıştır. Bununla beraber
kapsaması için Amerika ve Batının küresel
kapitalist fikirlerin dünyada yerleştirilmesi için,
saldırıda kullandıkları sloganlardan olan "Pazar
çalışmanın gerekliliği üzerinde mutabık kaldılar.
ekonomisi" kavramı da küreselleşme kavramı ile
birlikte sık sık kullanılmaya başlanmıştır. Bu Küreselleşme, aynı zamanda siyasi ve kültürel
saldırıda kullanılan pazar ekonomisi politikaları bir kavramdır. Yani belirli güç odakları tarafından
kavramı, Kapitalist ideolojiden kaynaklanan belirlenen siyasi hedefler ve faaliyetler “küreselleş-
mülkiyet özgürlüğü düşüncesinin devletler me” adı altında tüm dünyaya dikte edilmektedir.
arasında tatbik edilmesidir. Yani mülk edinme Aynı şekilde bütün dünyaya Batı yaşam tarzı ve
özgürlüğünün devletlerarası ticari ilişkilere kriterleri “küresel değerler”, “küresel kriterler”,
uygulanmasıdır. “küresel kültür” adı altında dünyanın her tarafında
demokrasinin propaganda ve reklamı yapılarak,
Serbest Ticaret\Serbest Pazar ekonomisinden
bütün dünya buna teşvik edilmektedir. Hatta
maksat, devletlerin özel olarak ticarete genel olarak

13
- ağustos 2004/sayı 04 -
gündem

günümüzde Irak ve Afganistan'da yalnız demokra- KİT'lerin tekel statülerini kaldırmak ve serbest
tikleşsinler diye “Özgürlük Operasyonları”! bile rekabet ortamında faaliyet göstermelerini
yapılmaktadır. sağlamak sureti ile ekonomik rekabet ve verimliliği
Küreselleşmenin uygulama sürecinde esasi arttırmak.
faktör; kamu sektörünün şirketlere satılması yani Halkın daha büyük bir kesiminin tasarruflarını
özelleştirilmesidir. Özelleştirme, genel bir ifade ile; hisse senetlerine yönelterek, sermaye mülkiyetini
kamu mülkünde, yönetiminde, kullanım tasarru- yaygınlaştırmak.
funda ya da hukukunda olan bir mal, hizmet ve Borçlanma ve vergi gelirlerine alternatif
sanayinin çeşitli amaçlar adına, özel kişiye ya da olabilecek yeni bir gelir kaynağı oluşturmak.
kuruluşlara devredilmesi, kamu tarafından o
Özelleştirme ile yük olarak görülen KİT'lerden
hizmetten uzaklaşılması ya da satılması demektir.
devletin kurtulması, buna ilaveten de sermaye
Tanımdan da anlaşılacağı üzere; özelleştirme, piyasasında serbesti amaçlanmaktadır. Dünyanın
KİT'ler diye ifade edilen Kamu İktisadi Teşek- bir çok fakir ülkesinde IMF ve DB (Dünya
külleri için söz konusudur. Bu teşekküllerin Bankası) tarafından empoze edilen SAP'lar
özelleştirilmesinden güdülen amaç da şöyle ifade (Ekonomik Programlar) içeren uygulamalar
edilmelidir: sonucu hayati önem taşıyan kamu hizmetleri
Kapitalistlerin kasalarında kat kat katlanan özelleştirildi. Özelleştirmesi yapılan, dolayısıyla
sermaye birikiminin daha da katlanabilmesi için gelişmiş ülkeler tarafından alınan işletmeler ise;
dünyada 1980'li yıllarda oluşan ticaret daralmasını haberleşme, ulaştırma, enerji, yeraltı kaynakları
aşarak sermayenin ülkeler arasında dolaşabil- gibi hayati ve önemli işletmelerdir.
mesini sağlamak.(Küreselleşme\Serbest Pazar) İşte bundan dolayı, özelleştirme; gelişmiş
Borçlu ülkelerin borçlarını düzenli bir biçimde ülkelerin lehine büyük bir güç haline geldi. Bu işten
ödemek için KİT'lerden kaynaklanan yükü gelişmiş ülkelerin 1988-1992 arasındaki 4 yılda,
hafifletmek, halktan alınan vergileri buna has kazançları 60 milyar dolardır.
kılmak. Her dönemde değişik sömürge şekilleri ve
(İşin gerçeği; özellikle 1980'den sonra gündeme yöntemleri uygulanmaktadır. Şimdiki yöntem
gelen bu olgu, dış borç krizlerine girmiş, hatta küreselleşme adı altında gerçekleştirilmektedir. Şu
borçlarının faizini bile ödeyemez hale gelmiş halde; ister özelleştirmenin damgasını vurduğu
ülkelerin; borç aldıkları ülkelere borçlarını serbest piyasa ekonomisi kılıfında olsun, liberalizm
ödeyebilir hale getirilmesidir ya da kapitalizm sisteminde her şey servet
Buna göre kamu şirketlerinin hisseleri, borçları sahiplerinin lehinedir. Bu uygulamalar sadece
karşılığında satılacaktı. Nitekim Brezilya, yamalıklar ya da kılıf değiştirmelerdir.
Meksika, Arjantin, Şili ve Türkiye'yi böyle yaptılar. Böylece şirketleri önünde duran bütün engelleri
Günümüzde buna, bir de blok satışlar eklendi. Bu kaldırarak rahatça her devlete girerek, onları daha
da aynı amaca hizmet etmektedir. Örneğin; fazla sömüreceklerdir. Geri kalmış devletlere ve
Meksika bünyesindeki 905 kamu işletmesini İslâm dünyasında mevcut olan devletçiklere bu
satmış, bundan 15.65 milyar dolar gelir sağlayıp, sömürgeci düşünce için start verildi. Batı ile
kötü durumundan geçici bir süre için kurtulmuştu. işbirliği içindeki yöneticiler, bir çok yazar ve çizer
Ancak 1993 yılında yine aynı duruma düşmüş ve takımı, sivil toplum kuruluşları televizyon, radyo,
petrol şirketini dahi ABD'ye satmak zorunda gazeteler ve dergiler hepsi top yekün bu plana alet
kalmıştır. Aynı durum Arjantin'de de görülmek- olmaya devam etmektedirler. Hâla, bunlar bunun
tedir. Bu ülkede de, bütün önemli gelir getiren tehlikesini idrak etmiş değildirler.
işletmeler satışa çıkarıldı ve gelişmiş ülkeler Bu uygulamayla, İslâm'a dönüşe bir engel
tarafından alındı. Ülkenin en stratejik ve en kritik konulmuş olur ki, böylece sömürgeci kafir
merkezi olan Telekom satılmak suretiyle, benzer devletlerin egemenliği İslâm memleketlerinde
bir durum Türkiye'de de yapılmak istenmektedir.) daha fazla kökleşir. Bu memleketlerin

14
- ağustos 2004/sayı 03 -
gündem

sömürgecilerin boyunduruğundan ve keskin ve tarihen sabit olduğu üzere, kapitalizmin sorun


pençelerinden kurtuluşu geciktirir. Bu memleket- üreten bir yapısı vardır. Çünkü İnsan aklının bir
lerin sanayileşmesini ve teknoloji alanında bir adım ürünüdür. İnsan, İhtilafa, çelişkiye ve vakıadan
dahi ilerlemesini engellemiş olurlar. Sadece, etkilenmeye müsaittir. Herhangi bir mesele bugün
yabancı şirketlerin ürünlerine pazar olurlar ve doğru kabul edilirken yarın yanlış kabul
insanlar da, bu şirketlerin ucuz ücretli işçileri edilebilmektedir. Zira 1929'larda kamulaştırma ve
olarak köle gibi çalışmak zorunda kalırlar. Şu anda KİT'lerin oluşturulması doğru kabul edilirken
dünyanın her yerinde özelleştirme operasyonu 1980'lere gelindiğinde özelleştirme, doğru kabul
hızla sürdürülmektedir. Kamuya ait kuruluşlar edilmeye başlanmıştır.İşte bunlar insan aklından
genellikle yabancı şirketlere ölü fiyata satılmak- çıkan kapitalizm ideolojisinin çıkmazıdır.
tadır. Çünkü, yabancı şirketler zengindir. Her şey Kapitalizme göre, tek çeşit mülkiyet vardır, o da
satın alabilirler. Yerli şirketler ise zayıftır, parası ferdi mülkiyettir.
pek yoktur. İslâm'da mülkiyet konusuna gelince;
Müslümanlar derin ve aydın fikir olan İslâm Mülkiyet, mal ve hizmetten yararlanmakla ilgili
ideolojisine sahiptir. Bu ideoloji köklü ve doğru olarak Şari'in (şeriat koyucunun) iznidir. Yani şer'î
çözüme sahiptir. Bütün İslâmî hareketler batı bir hükümdür. Zira şeriat nazarında Mâlik-ül mülk,
fikrinden etkilenmeden ve ondan katiyetle uzak yani mülkün gerçek sahibi Allahû Tealâ şöyle
kalarak İslâm'ın ekonomiyle ilgili doğru çözüm- demiştir:
lerini sergilemelidir. Hatta Küreselleşmeye ait
“De ki, Mâlik-ül Mülk (mülkün gerçek
kavramlar üzerinde uzun uzun tartışmalar yaparak
sahibi olan) Allah'ım. Sen mülkü dilediğine
Müslümanların zihinleri bulandırılmamalı, İslam
verirsin ve dilediğinden geri alırsın.” [Aliİmran26]
ümmetinin kendi geleceklerini hazırlamaları için
İslamî hayatın yeniden başlatılmasına yönelik “Göklerde, yerde ve ikisinin arasında ne
fikirler yaygınlaştırılmalıdır ki; ümmet nezdinde varsa, hepsinin mülkiyeti Allah'a aittir.
İslamî bir kamuoyu oluşabilsin. Şu bilinmelidir ki; Sonunda dönüş de ancak O'nadır.” [Maide18]
küreselleşme ve küreselleşmeye ait kavramlar “Size vermiş olduğu Allah'ın malından
konuşuldukça yayılmakta ve İslamî terimler onlara verin.” [Nur33]
(Hilafet, cihad, cizye, ganimetler vb.) Unutulmak- O halde; mal ve mülk yalnız Allah'a aittir.
tadır. Ancak Allah; insanoğlunu, mal üzerinde halife
“Allah, inananların dostudur, onları kılmıştır. Malı insanlara, O vermiştir. Yani ondan
karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr yararlanma iznini O vermiştir. Bu izinle malın
edenlere gelince, onların dostları da tâğuttur, mülkiyet hakkını, insana Allah vermiştir.
onları aydınlıktan alıp karanlığa götürürler. “Sizi hakkında halife kıldığından (maldan)
İşte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada infak edin!” [Hadid7]
devamlı kalırlar.” (Bakara257)
Görülüyor ki, Allah mala ait mülkiyetin aslını
Öyleyse; Müslümanlar küreselleşmenin belirtirken, malı kendi zatına izafe ediyor, Allah'ın
meyvelerinden olan özelleştirmenin de, saptırıcı malı diyor. Mal mülkiyetinin insanların ellerine
propagandalara aldanmadan, vakıasını hissetmeli, geçmesi hususunu belirtirken de, malı insanlara
ardından Allahû Tealâ'nın bu konu hakkında şer'i izafe ediyor.
hükmünü araştırarak teslim olmaları farzdır.
“Hemen onların mallarını ödeyin!” [Nisa6]
Böylece vakıadan etkilenmeden ve vakıadan
çözüm almadan İslamî hayatı yeniden başlatma ve “Onların mallarından al!” [Tevbe103]
kalkınma yolunda yürünebilsin. Ancak temsil yetkisi ile gelen bu mülkiyet
Özelleştirmenin şer'i hükmüne gelince; hakkı, insanoğlunun bütün fertlerine genel olarak
Özelleştirme ve beraberinde getireceği sorunlar, gelmiştir. Böylece insanlar bununla mülkiyet
kapitalist nizamın tıkanmışlığının bir görüntüsü ve hakkına sahip olmaktadırlar, fiili mülkiyete değil.
onun ürettiği sorunlardan bir sorundur ki; bilindiği Zira insanoğlu mülk edinebilme hakkında temsil

15
- ağustos 2004/sayı 04 -
gündem

yetkisine sahiptir, mutlak mülkiyete değil. Çünkü o Ondan para kazanmak da haramdır. ifadesi de
mutlak mülkiyet, Allah'a aittir. Mâlik-ül Mülk vardır.
ancak O'dur. Ne fert, ne toplum, ne de devlet malı İbn Mâce, Ebu Hureyre (RadıyAllahu Anh)'den
mülktür. Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)'in şöyle dediğini rivayet
Belirli bir fert için fiili mülkiyete gelince; İslâm etti: Üç şey men edilmez: Su, mera, ateş.
o hususta ona sahip olması için Allah'tan ferde izin Bu delillerden anlaşılıyor ki; su, mera, ateş
olması şartını koşmuştur. Bundan dolayı İslam'a kamu mülkiyetindendir, ferdi mülkiyete
göre insan, ancak Şari'in (şeriat koyucunun) izni dönüştürülmeleri caiz değildir. Ancak hadiste
olduğu zaman, fiili mülkiyet edinebilme hakkını geçen bu üç şeyin kamu mülkiyetinden olmaları,
kazanabilir. Rasulullah ( S a l l A l l a h u A l e y h i v e S e l l e m ) 'ın diğer
Allah'ın şeriatında üç çeşit mülkiyet hakkı uygulamalarından anlaşılıyor ki, kamunun onlara
vardır. duyduğu zaruri ihtiyaca binaendir.
1- Ferdi Mülkiyet: Şeriat ferdi mülkiyetin var b) Miktarı tükenmez olan mallar: Miktarı
olduğunu göstermiştir. Böylece her ferd ancak tükenmez olan, yani çok büyük miktarda olan
şeriatın gösterdiği bir yolla mülk edinebilir. Mala madenler de kamu mülkiyetindendir. Hiçbir ferdin
ferdi mülkiyeti gerekli kılan şer'î hükümler böylesi bir şeyi özel mülkiyetine alması caiz olmaz.
incelendiğinde, mülk edinebilme yollarının şu beş Nitekim Tirmizi, Ebyad b. Himal'den şöyle rivayet
yolla sınırlı olduğu ortaya çıkar: etti:
- Çalışmak O, Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)'e gelip bir tuz
- Miras bölgesinin kendisine ikta edilmesini istemiştir.
Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) de orayı ona ikta etti.
- Hayatın devamı için mal ihtiyacı
Ebyad oradan kalkıp gidince, Peygamber(SallAllahu Aleyhi
- Devletin malından tebaasına vermesi ve Sellem)
'in yanında bulunanlardan bir adam, Ey
- Karşılığında mal ve çaba sarf etmeden Allah'ın resulü, ona ne ikta ettin biliyor musunuz?
fertlerin elde ettikleri mallar (hediye, hibe gibi) Ona kaynağı kesilmeyen su ikta ettiniz. dedi.
Böylece şeriat mülk edinme yolları ve Bunun üzerine Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem); onu
sebeplerini belirlemiştir, bize terk etmemiştir. ondan geri alıyorum dedi.
Malın tanımını, ona ulaşmanın yollarını, Kaynağı kesilmeyen su ikta edilmez. O adam, o
harcamanın sahalarını, helal-haram sınırı içinde tuz yerini kaynağı kesilmeyen suya benzetti. Çünkü
belirlemiştir. o da sürekli bir tuz madeni konumundaydı. Bu
2- Kamu Mülkiyeti: Şeriat bütün ümmeti hadis Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)'in bir tuz dağını
ilgilendiren kamu mülkiyetinin de var olduğunu Ebyad b. Himal'e (ikta ettiğine) mülk olarak
göstermiştir. Ahmed b. Hanbel Rasulullah (SallAllahu verdiğine, dolayısıyla tuz madeninin ferdi
Aleyhi ve Sellem)
'den şöyle rivayet etti: İnsanlar üç şeyde mülkiyete verilebileceğine de delâlet ediyor. Ancak
ortaktırlar: Su, mera, ateş. Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) onun tükenmez bir
maden olduğunu anlayınca, ondan vazgeçtiğini, o
Kamu mülkiyeti şeriat koyucunun mallardan ya
tuz mülkiyetini ondan geri aldığını da gösteriyor.
da mülklerden istifade etmeye katılmak hususunda
Böylece böylesi bir özelliğe sahip bir madenin fert
kamuya verdiği izindir. Kamu mülkiyetinden olan
mülkiyetine giremeyeceğini, onun genel (kamu)
mallar, şeriat koyucunun aralarında ortaktır, diye
mülkiyetinden olduğunu belirtmiş oluyor.
belirlediği ve ferdi ona sahip olmaktan menettiği
mallardır. Bu ise; üç çeşit malda tahakkuk eder: Bu hüküm, yani tükenmeyen ve kesilmeyen
madenlerin genel mülkiyet kabul edilmesi bütün
a) Kamu için hayati dayanak teşkil eden
madenler içindir. İster bu madenler herhangi bir
mallar: Yukarıdaki hadiste geçen su, mera, ateş
işlem görmeden elde edilir cinsten olsun, tuz,
gibi temel ihtiyaç türünden olan bütün mallar. İbn
sürme ve yakut gibi, insanların direkt olarak
Abbas(RadıyAllahu Anh)'dan rivayet edilen hadisin metnine
istifade ettikleri türden olsun; isterse bir takım
ilaveten Enes (RadıyAllahu Anh)'dan rivayet edilen hadiste,
işlemlerden sonra elde edilen; altın, gümüş, demir,

16
- ağustos 2004/sayı 03 -
gündem

bakır, kurşun v.b. gibi olsun, madenlerin hepsinin genel mülkiyete ait olan bir malın devlet mülkiyeti
mülkiyeti geneldir. İster bu madenler katı olsun olması caiz değildir. Bu sebeple devlet genel
(billur gibi), ister petrol gibi sıvı halde bulunsun, (kamu) mülkiyetine ait olan herhangi bir malın
ister doğalgaz gibi gaz halinde bulunsun, bu aslını bir kimseye veremez. Fakat genel (kamu)
madenlerin hepsi hadisi şerifin kapsamına girer. mülkiyetinden kamunun her kesiminin istifade
c) Tabiatları gereği ferdin mülkiyetinde etmesini temin eder. Devletin mülkiyeti böyle
bulunmaları mümkün olmayan şeyler: Onlar değildir. Devlet isterse kendisine ait herhangi bir
topluma gereken, menfaatlerini kapsayan malı belirli bir kimseye verebilir, bir başkasına
mallardır. Dolayısıyla, a şıkkına ait deliller bunlara vermeyebilir. Ya da onu, eğer onda insanların
da geçerlidir. Fark ise şudur: Kamunun temel işlerinin güdülmesi ile ilgili bir hususu görürse
ihtiyacı durumunda olan mallardan, temel ihtiyaç fertlere yasaklayabilir. Mesela haraç malını isterse
olma vasfı kaybolunca ferdi mülkiyete ziraatın gelişmesi için çiftçilere verip, başkalarına
dönüşebilme özelliği vardır. Ancak bu tür mal ve vermeyebilir. Ya da silah satın alarak başka
mülkler (yollar gibi) asla ferdi mülkiyete kimseye vermeden sadece o sahaya harcayabilir.
dönüşemezler. Buna delil Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sonuç olarak devlet, kendisine ait malda tebaanın
Sellem)
'den rivayet edilen bazı hadislerdir. Mesela maslahatı için uygun gördüğü şekilde tasarrufta
Rasulullah (SallAllahuAleyhiveSellem) Mina'nın ferdi mülkiyete bulunur.
dönüşmesini nehy etmiştir. Yollara oturmayı Devlet mülkiyetine örnek olarak şunlar
yasaklamıştır. Bu tür kamu mülkiyetine nehirler, verilebilir:
denizler, umumi kanallar, liman ve boğazlar, Sahralar, dağlar, sahiller, fertlere ait olmayan
köprüler, yollar, barajlar ve bunlar üzerindeki ölü araziler, Nehir yatakları gibi araziler,
elektrik santralleri, su depoları v.b. girer. Fethedilen araziler.
3- Devlet Mülkiyeti: Şeriat devlete ait Fethedilen ülkelerdeki o devlete ait tüm binalar
mülkiyetin de var olduğunu belirtmiştir. Bu ve devlet dairelerindeki mallar, okullar, hastaneler,
mülkiyet ferdi mülkiyet özelliği taşıdığı halde, harpte ölenlerin malları, binaları, ya da devletin
kamunun haklarının olabildiği mülkiyettir. Şeriatın kendisinin devlet daireleri için yaptığı veya satın
devletin görüşü ile tasarrufu altına terk ettiği aldığı bina ve mallar.
mülkiyettir.
Devlet, devlet mülkiyetinden olan mallarından
Bu mal ve mülkiyetin devlete ait oluşunun gelir elde edebilir. Fakat bu devletin tüccar olması,
anlamı, devletin o mallar hakkında tasarruf üretici ya da işletmeci olması demek değildir. Onun
yetkisine sahip olması demektir. Bu da bir çeşit devlet mülkiyetinden gelir sağlaması kazanç
mülkiyettir. Çünkü mülkiyetin anlamı; sahibi maksadı ile olan bir tasarruf değil, tebaanın işlerini
olduğu mal üzerinde bir şahsın tasarruf yetkisinin gütmesi ile ilgili bir tedbirdir. Devletin bu tedbiri
olmasıdır. Buna göre; tasarruf ve işletebilmesi şöyle olabilir :
devletin yetkisine terkedilmiş olan her mal, devlet - Devlet malından olan arazi, bina ve
mülkü kabul edilir. Nitekim şeriat koyucu belli malların satılması, kiraya verilmesi şeklinde.
malları devlet mülkü kılmıştır. Ve şeriat bu malların
- Meyveli ağaçlı arazilerin işletilmesinin
harcanılacak yerini tayin etmiş değildir. Zira şeriat,
1/4, 1/3, 1/2 gibi oranlarda mahsul karşılığı olarak
harcanılacak yerlerini belirttiği malların tasarru-
kiraya verilmesi.
funu devletin görüşüne bırakmamıştır. Böylesi bir
mal ise devlet mülkü olamaz. Mesela zekât devlet - Ziraat arazilerinin, işçiler tutarak
mülkü sayılmaz. Zira zekâtın mülkü şeriatın işletilmesi.
belirtmiş olduğu sekiz sınıfa aittir. Devlete düşen - Suyu çekilmiş nehir yataklarının ihyası ile.
sadece onu belirtilen yerlere dağıtmaktır. - Devlete ait arazilerden, tebaasının
Her ne kadar devlet hem genel mülkiyeti, hem fertlerine ikta etmesi.
de devlete ait mülkiyetin tedbirlerini icra ediyorsa - Ölü arazilerin ihyası için fertlere verilmesi
da, her iki mülk arasında bir fark vardır. Şöyle ki: ve teşviki.

17
- ağustos 2004/sayı 04 -
gündem

Özet olarak diyebiliriz ki; üç çeşit mülkiyet arasında dolaşan bir devlet(varlık) olmasın. [Haşr
vardır. 7]
- Ferdi Mülkiyet Özelleştirme uygulamalarının arkasındaki
- Kamu Mülkiyeti siyasi hedef ise; özellikle gelişmekte olan ülkelere
ait bir sanayi ve de ekonomik birikimi olmamasını
- Devlet mülkiyeti.
sağlamak. Zira bu ülkelerde mevcut sömürgeci
Bunların ne olduğunu ve sınırlarını şeriat devletlerin kontrolü dışında oluşabilecek yeni
belirlemiştir. Burada ise, detaylara inmeden ana yönetimler için ekonomik bir güç ve varlık
hatları zikredildi. Bu açıklama ile İslâm'ın olmasın. Bu uzun vadeli bir siyasi tedbir olarak
mülkiyete bakışını ortaya konulmaya çalışıldı. anlaşılabilir.
Şu halde ne kamulaştırmanın ne de özelleştir- Özelleştirme uygulamaları gerçek anlamda
menin, İslâm nizamında vakıası yoktur. devlet anlayışına, özellikle de İslâm'da devlet
Kamulaştırmaya gelince; O ne kamu, ne de anlayışına tamamen terstir. Zira İslâm'da devletin
devlet mülkiyetindendir. Kamulaştırma, kapitalizm asli işlerinden birisi de tebaasının zorunlu
nizamının kendi yırtıklarını, kusur ve ayıplarını, ihtiyaçlarını karşılamaktır. Devlet bunu çeşitli
zulmünü örtmek için yaptığı yamalıklardandır. şekillerde ama şer'î çerçeve içinde yapmak
Kamulaştırma; devletin, ferdi mülkiyet olma zorundadır. Şer'î hükümler çerçevesinde
özelliğini taşıyan bir malda kamu menfaatini zenginlerden alıp, mağdur ve fakirlere dağıtır.
görmesi sonucunda, ferdi mülkiyeti devlet İslâm devletinde malın üç beş zenginin tekelinde
mülkiyetine dönüştürmesidir. Bu ise; şeriattaki toplanmasına giden yollar tıkanmıştır. Bu da hem
kamu mülkiyeti ve devlet mülkiyetinde farklıdır. ekonomik tedbirler ile, hem de cezalar sistemi ile ve
Zira kamu ve devlet mülkiyetinin belirlenmesi hem de eğitim ile yapılmakta, yani İslâm sisteminin
devletin görüşüne terk edilmemiştir. Bu mülkiyetin bütünlüğü içinde sağlanmaktadır. Malın sadece
belirlenmesi, malın özelliği ve sıfatı hakkında sabit zenginler arasında dolaşan bir varlık olmasını
olan İslâmi hükümlerine göre olur. Bunun için sağlayan hususlardan, stokçuluk, sahtekârlık,
devlet, istediği zaman kamu menfaati düşüncesinde yalancılık, rüşvet ve en önemlisi faiz çok şiddetli
ve bahanelerinden hareket ederek rasgele zulümle bir şekilde yasaklanmış ve de faillerine şiddetli
ferdi mülkiyete müdahale ederek kamulaştıramaz. müeyyideler konulmuştur. Diğer yandan eğitim ile;
Buna gücü yetmez (değerini vermiş olsa bile). cömertlik, başkasını kendi nefsine tercih etmek,
Çünkü fertlere ait mallar şeriata göre korunmuştur. kânaat gibi mefhumlar ile insan unsuru
Hiçbir kimsenin devlet de olsa ferdi mülkiyete eğitilmektedir. Allah ve ahiret inancı kalplere ve
tecavüz yetkisi yoktur, caiz değildir. zihinlere yerleştirilmekte, amellerin ölçüsü
menfaat değil de; helal-haram, sevap-günah
Aynı şekilde devlet, kamu mülkiyetine ait olan
olmaktadır. Bu sistem içinde zenginler devletin ve
herhangi bir mülkü menfaat ve maslahat düşüncesi
kamunun malını yiyen vampirler değil, malları ile
ile ferdi mülkiyete dönüştürmesi de caiz değildir.
kamunun ihtiyaçlarının karşılanmasında devletin
Çünkü bu mallardaki maslahatı şeriat belirlemiştir.
yardımcılarıdır. Devletin işi de kamuya ait malları
Bunu da neyin kamu mülkiyeti olduğunu, neyin
zenginlere peşkeş çekmek değil, kamunun zaruri
devlet mülkiyeti olduğunu, neyin ferdi mülkiyet
ihtiyaçlarını karşılamak ve kamunun malından
olduğunu belirterek yapmıştır.
herkesin adilâne istifade etmesini sağlamaktır.
Hem kamulaştırma, hem de özelleştirme, Dolayısıyla, kamuya ait kuruluşları özelleştir-
şeriatın kesinlikle yasakladığı malın belli kişiler, ya mek şer'an haramdır. Kesinlikle böyle bir iş
da kesimlerin elinde tekelleşmesine açılan yapmak caiz değildir. Ayrıca, böylesi bir ihanete
kapılardır. Şeriat ise böylesi kapıları kesinlikle kalkışmak, kendi halkına zulüm sayılır. Zira
tanımamaktadır. Zira Allahû Tealâ malın belli böylesi bir durumda halk, daha fakirleşmiş ve çilesi
ellerde toplanmasını şöyle yasaklamıştır: artmış olur. Oysa, devletin işi, halkını korumak,
Böylece o mallar içinizden yalnız zenginler maslahatlarını gözetmek ve onlara müreffeh bir

18
- ağustos 2004/sayı 03 -
gündem

hayat sunmaktır. Kesinlikle açlığa, sefalete ve


çıkmaza sürüklemek değildir.
Sözün özü;
Özelleştirme ile yapılmak istenen; aslı kamuya
ait olan yollar, köprüler, barajlar, elektrik
santralleri, madenler ve işletmeleri, limanları, su
tesisleri, haberleşme tesislerini v.b. mülklerin ferdi
mülkiyete dönüştürülmesi şeriata göre caiz
değildir. Ne devletin, ne hükümetin, ne de kamunun
buna yetkisi yoktur. Zira onların hiçbirisi Mâlik-ül
mülk değildir. Onların bu hususlarda vermiş
oldukları kararlar muteber değildir. Bu kararlar ile
kamu mülkiyeti vasfı o mallar üzerinden kalkmaz.
Özelleştirme, küresel kapitalizmin sömürü
araçlarından sadece bir tanesidir. Bizlere düşen ise;
bütün çağdaş, cahili, tağuti, beşeri ideolojilerin
hayatımızı nasıl zehir ettiğini, anladıktan sonra,
şer;i hükümler doğrultusunda Rasul (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)
metoduna göre İslamî hayatı yeniden başlatmak
için tüm cehdimizle çalışmaktır. Böylelikle, batının
hayat anlayışından kaynaklanan tüm sorunlar
toplumsal hayattan kökünden sökülüp atılmış
olacak ve Allahû Tealâ'nın razı olduğu izzetli ve
şerefli bir hayat başlayacaktır. İzzet, şeref ve zafer
Allah (SubhanehûveTealâ)'a aittir.

19
- ağustos 2004/sayı 04 -
gündem

A. Yusuf Tuğtekin

AKP HÜKÜMETİNİN SAHTE İSRAİL TEPKİSİ

A
KP Hükümetinin iktidara geldikten AKP hükümetinin İsrail'e karşı olduğu şeklinde bir
sonra Türkiye ile Yahudi varlığı düşünceye yol açmıştır.
arasındaki ilişkilerinde bir soğukluk Oysa gerçek böyle değildir. Şöyle ki;
olduğu hissedildi. Önceki hükümet döneminde
1- Halkın AKP Hükümeti'nin bu tavrına
hazırlanmış bazı anlaşmalar dondurulmuş, gelen
hayran kalması, İsrail'e tepki gösterecek, onu
Yahudi yetkililere soğuk davranılmıştır. Mesela
kınayacak, onu aşağılayacak, hatta onu
bazı askeri ihaleler iptal edilmiş, Yahudi'nin su
Müslümanların topraklarından def edecek bir güce
ihtiyaçlarını karşılamak üzere DSP-MHP-ANAP
ne kadar muhtaç olduklarının apaçık göstergesidir.
koalisyonu döneminde imzalanan Manavgat
Şelalesinin mülkiyeti ile birlikte Yahudi varlığına 2- Halk, Hilafet Ordusu'nun geçmişte zalim
satılması projesi durdurulmuş, Tayyip Erdoğan Haçlı kuvvetlerini ve diğer kafir düşmanlarını nasıl
2003'ün Kasım ayında Rusya üzerinden Türkiye'ye hezimete uğrattığını unuttuğu veya halka
gelen Yahudi kasap Şaron ile görüşmemiş, İsrail'in unutturulduğu için, Tayyip Erdoğan'ın hiçbir
Kuzey Irak'taki faaliyetleri hakkında Dışişleri gerçek değeri ve pratik anlamı olmayan sözlerine
Bakanlığı tarafından nota verilmiş, oradaki hayran kalabilmiştir. Doğaldır. Çünkü bizim
büyükelçi Türkiye'ye çağrılmış ve son dönemde de dedelerimiz zaferler elde edip Allah yolunda
Erdoğan Yahudi varlığının Ğazze'de yaptığı topraklar fethettikleri zaman sevinçten uçuyordu,
katliamları “devlet terörü” olarak tanımlamıştır. bugün o kahraman insanların torunları olan bu halk
birkaç basit söz duydukları, bir futbol topunun
Şimdi tüm bunlar dikkate alındığında, AKP kaleye girdiklerini gördükleri, %5 oranında
hükümetinin İsrail'e karşı sert bir tavır takındığı, maaşlarına zam aldıkları ve benzeri şeylerle
Müslüman Filistin halkı ile beraber olduğu, hiç mutluluktan havaya uçacak kadar zayıf ve muhtaç
kimsenin yapamadığını yaptığı izlenimi oluşmuş- bir duruma düşürülmüştür.
tur. Türkiye halkı arasında ve özellikle Arap
3- AKP hükümeti, kafirlerin desteği ile
ülkelerinde Tayyip Erdoğan'ın bu tavrı takdirle
iktidara gelebilmiş ve onların desteği ile ayakta
karşılanmış ve AKP hükümetine verilen görece
durabilmektedir. Avrasya Stratejik Araştırmalar
destek artmıştır. Hatta Bağdad'da Erdoğan'ın bu
Merkezi tarafından yayınlanan “Sistem-dışı
çıkışından sonraki ilk Cuma namazında Tayyip
Kaynak” başlıklı raporda da görüldüğü gibi AKP
Erdoğan'dan övgüyle söz eden hutbeler verilmiştir.
hükümetinden önceki üçlü koalisyon döneminde
Siyasi olaylara ve politikacıların söylemlerine ve özellikle ekonomik krizinin olduğu anda
basit bir bakışla bakıldığında, yüzeysel bir ekonomik verilerde ciddi bir azalma yaşanırken,
düşünme ile değerlendirildiğinde ve öncül bilgiler AKP'nin iktidara geldiği Kasım 2002'den sonra
olmaksızın salt olarak ele alındığında doğru ülke içerisine 10 milyar dolarlık bir kaynak
sonuçlara ulaşmak mümkün olmaz. Dolayısıyla gelmiştir. Bunun içindir ki AKP hükümeti sanki
AKP hükümetinin İsrail politikasını ve Tayyip ellerinde sihirli bir değnek varmış gibi iktidara
Erdoğan'ın sözlerini bu şekilde değerlendirmek, gelir gelmez ekonominin kendileri sayesinde
halk arasında ve basit düşünen kesimler arasında düzeldiğini iddia etmişler ve hala bu iddialarını

20
- ağustos 2004/sayı 03 -
gündem

sürdürmektedirler. Yine 2002 seçimlerinden önce ile birlikte yürümektedir. Örneğin Türkiye'de
medyada AKP hakkındaki haberler yeniden İngiliz yanlısı gruplarla birlikte hareket etmektedir.
hatırlanırsa, ülkede hakim bulunan Doğan Grubu, Misalen 1996'da İsrail ile imzalanan askeri
Karamehmet Grubu gibi Amerikancı sabetayist anlaşmalar ve Manavgat şelalesinin satışı meselesi
medya AKP'yi “kurtarıcı” olarak göstermiş ve bu sayede gerçekle-şmişti. Şuna da dikkat etmek
bunun sonucunda halk arasında AKP'ye olan gerekir ki, Yahudi politikasında esas olan kaba bir
destek önemli ölçüde artmıştır. tâbirle “lafı söyleyene yutturmaktır” Mesela,
4- Türkiye'nin kendi iradesinden mahrum Manavgat projesi şu anda İsrail aleyhine konuşan
bırakılmış bir devlet olması, bağımsızlık iddiasının AKP'nin önündedir. Yine Öcalan'ı idamdan
gerçekçiliğini kaybetmiş olması, iktidarın kurtarılıp affettirilmesi, seçim meydanlarında
kendiliğinden ve kendi gücüne dayanarak hareket “Apo'yu asacağız” naraları atan MHP'ye yaptırıldı.
etmesinin kesinlikle mümkün olmadığını Sürekli Yahudiler hakkında “Siyonistler!..
göstermektedir. Çıkarılan yasalardan düzenlenen İşgâlciler...” diyen Erbakan'a İsrail ile anlaşmalar
toplantılara, yetkililerin açıklamalarından yapılan yaptırıldı. Sürekli imam hatipleri ve
yurtdışı gezilerine, alınan kararlardan verilen Müslümanların devlette önemli mevkilere
tepkilere kadar hükümet ile devletin diğer tüm getirilmesinden bahsediyordu ama imam-hatipleri
organlarının davranışları, “derin devlet” denilen de ona kapattırdılar, ordu içindeki Müslüman
gizli güce ve derin devleti yönlendiren sömürgeci subayları da onun imzasıyla ordudan attırdılar.
kafirlere bağımlıdır. Onların kendi başlarına İşte tüm bunlar birlikte değerlendirildiğinde şu
hareket etmesi asla mümkün değildir. Aksine bir sonuçlara varılır:
davranış olursa, İran'da “Amerika beni bir ayakkabı 1. AKP'nin İsrail'e tepki göstermesi,
gibi kullanıp attı” diyen İran şahının, Filipinler'de Amerika'nın yeşil ışık yakmasıyla mümkün
Ferdinand Markos'un ve Irak'ta Saddam'ın olmuştur. Yoksa Tayyip Erdoğan'ın İsrail'e laf
akıbetine uğrarlar. Önceden yönetimde olup da atması, görüşme taleplerini geri çevirmesi veya
itibarını ve konumunu koruyabilmiş tek bir lider ihaleleri iptal etmesi kesinlikle mümkün değildir.
yoktur. Hepsi de bir süreliğine belirli maksatlarla Çünkü İsrail'in arkasında bizzat sömürgeci kâfir
kullanılmışlar, sonra da bir paçavra gibi devletler bulunmaktadır.
atılmışlardır. AKP ve yetkililerinin akıbetinin de
2. İsrail, Amerika'yı rahatsız edecek şekilde
bundan başkası olması beklenmez.
Türkiye'de ve Kuzey Irak'ta İngilizler ile birlikte
5- İsrail'in devletlerarası siyasetteki konumu- çalışmaktadır. Mesela PKK'nın [PKK ismi önce KADEK sonra da
na gelince; İsrail'in devletlerarasında, bilhassa KONGRA-GEL (Halk Kongresi) olarak değişmişti. Ama hala PKK olarak adlandırılır]
daha
evangelist taifenin güdümündeki Bush Hüküme- önce tek taraflı ilan ettiği ateşkesi geçen ay iptal
tinde sahip olduğu destek ve yardımlar, onu şımarık etmesi ve bundan kısa bir süre önce Osman Öcalan
ve umursamaz davranışlara itmektedir. Bu vurdum- [Amerikan yanlısıdır ve PKK'nın önceki lideri ve şu anda Türkiye'deki İmralı adasında tutuklu bulunan

duymaz politikanın kimi zaman Amerika'nın Abdullah Öcalan'ın kardeşi]


ve ekibinin PKK'dan kovulmasının
maslahatlarını rahatsız edecek duruma gelmekte- arkasında İngilizler ve Yahudiler vardır.
dir. Bu tür durumlarda Amerika'nın İsrail'e karşı
3. AKP Hükümetinin İsrail'e verdiği tepki,
yaptırım uygulamadığı, ona karşı kibar bir tepkiyle
pratik anlamı olmayan ve sözde kalan laflardan
karşılık verdiği, onu incitmekten sakındığı ama
ibarettir. Nitekim AKP yetkilileri ve bilhassa
aynı anda rahatsızlığını da gidermeye yönelik tavır
Erdoğan bir taraftan İsrail'e ve Yahudi yetkililere
aldığı görülmektedir. Bu vakıanın en çok
aykırı tavırlarda bulunurken, diğer taraftan
barizleştiği iki bölge Türkiye ve Kuzey Irak'tır. Bir
ilişkilerini sürdürmektedirler. Mesela Enerji
başka ifadeyle İsrail, Türkiye'de ve Kuzey Irak'ta
Bakanı Hilmi Güler, Erdoğan'ın Kasım ayında
Amerika'nın çizdiği yörünge dahilinde hareket
Şaron ile görüşmemesinden kısa bir süre sonra,
etmektense, kendi başına ve çoğunlukla İngilizler

21
- ağustos 2004/sayı 03 -
gündem

Aralık ayında yeni anlaşmalar yapmak için İsrail'e İsrail'e karşı tutumları hatırlandığında, Araplar
gizlice gitmişti. Yine geçenlerde Türkiye'ye gelen arasında bu tepki hayranlık ve takdir ile karşılandı.
Şaron'un yardımcısı Ehud Olmert'in ziyareti Bu da son NATO İstanbul Zirvesi'nde ele alınan
sırasında, Tayyip Erdoğan ile görüşmedi ve bu da Geniş Ortadoğu Projesi kapsamında Türkiye'ye
bir tepki olarak yansıtıldı. Oysa Dışişleri Bakanı biçilen “merkez ülke” rolü ile yakından alakalıdır.
Abdullah Gül, Olmert'in aktaracaklarını tam olarak Nitekim İngiltere'nin Türkiye'ye ilişkin siyaseti,
dinledi ve verilen sinyali aldı. Zaten Olmert “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ile “Hattı müdafaa
gitmeden önce yaptığı açıklamada “oldukça değil, sathı müdafaa” şiarlarına göre içine kapanık
memnun ayrıldığını” ifade etti. Yine bir süre önce ve dış siyasetten mahrum olarak “köprü ülke”
uçuş güvenliği sağlanmadığı gerekçesiyle İsrail'e olmasıydı. Amerika'nın AKP hükümeti vasıtasıyla
Türkiye'ye uçuş yasağı koymuştu. Bu uçuş yasağı gerçekleştirmek istediği politika ise, Türkiye'nin
ancak Türkiye'nin İsrail uçaklarının güvenliğini Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya politikalarında
MOSSAD'ın sağlamasına razı olmasından sonra “merkez ülke” veya “model ülke” haline getirilme
kalkmıştı. Mecliste İsrail'i kınama kararı politikasıdır. Bu politikanın gereklerinden biri de
görüşülürken Tayyip Erdoğan'ın milletvekillerini Erdoğan'ın tepkilerinin yansıması olarak Arap
“duygusal olmamaları” yönünde uyarması, İsrail'i kamuoyunu hoşnut edecek ve Arap halkı nezdinde
kınama kararının çıkmasını engellemek amacıyla Türkiye'nin itibarını artıracak söylemler ve
olduğu biliniyordu. Enerji Bakanı Hilmi Güler'in, tavırlardır.
İsrail'li Enerji Bakanı Partizky ile Türkiye ve İsrail Sonuç olarak Tayyip Erdoğan ve diğer AKP
arasında, hem doğalgaz, hem ham petrol, hem de yetkililerine İsrail'e tepkisi sahte bir tepkidir.
elektrik taşıyacak bir enerji koridoru kurulması Ülkenin her tarafında MOSSAD ajanları cirit
yönünde anlaşmaları son bir örnek olarak atarken, medyasıyla, iş çevreleriyle, etkili
verilebilir. kuruluşlarıyla, bürokratlarıyla ülkenin hakimiyeti
4. Tepkinin ardındaki dürtü ise, Amerika'nın İsrail hayranı sabetayist zümrelerin elinde iken
yeşil ışık yakması ve kamuoyu desteğinin elde Tayyip Erdoğan ve çevresinin daha fazlasını
edilmesidir. Kamuoyundan kasıt hem Türkiye yapabilmesi de zaten beklenemez.
kamuoyu hem de Arap kamuoyudur. Tayyip
Erdoğan'ın Vakit gazetesine verdiği röportajda
söylemini daha da derinleştirmiş ve duyguları
tahrik eden sözlerle şöyle demişti: “Ufacık
yavruları, savunmasız kadınları öldürüp toplu
katliam yaparsanız, o da gelir bombalı eylem
yapar. Önce terörün sebepleri ortadan kalkması
lazım” Tayyip Erdoğan'ın daha önce hiç Vakit'e
röportaj vermediği halde bu defa tabana doğrudan
hitap eden Vakit muhabirini bizzat çağırarak
onunla röportaj yapması, AKP'nin Hıristiyan-
Siyonistlerle (Bush'un da mensubu olduğu azgın
evangelist taife ile) sıcak ilişkilerinin deşifre
edilmesinden sonra popülaritesini korumaya
yönelik savunmacı bir karşı hamle olarak
değerlendirilebilir. Arap dünyasına gelince; Nasır,
Sedat, Esad, Fahd ve benzeri Arap hainlerinin

22
- ağustos 2004/sayı 03 -
gündem

Cumali Polat

İSLAM MİZANINDA İNSAN HAKLARI

zellikle Müslümanların yaşadığı coğraf- bu iki grup arasındaki mücadeleden fikir adamları

Ö yalarda yaşananlar gerçekten insanlık


için yüz kızartıcıdır. Son olarak Irak'ta
katliam, işkence ve tecavüze dayalı olarak
zaferle ayrıldı ve Fransız İhtilali gerçekleşti.
Sonuçta, dini hayattan ayırma (laiklik) esasına
dayalı, hürriyet mezhebi de denilen kapitalizm
yürütülen işgal, bizlere Batı'nın çirkin yüzünü bir ideolojisi doğmuştu.
kez daha göstermiştir. Bütün bunlar olurken bu Bu ideolojiye bakarken tabii haklarla ilgili şu üç
işkencecilerin “insan hakları” fikrine çağırmaları esası bulmaktayız:
ise gerçekten trajikomik bir durumdur. Vahşi
1. Fertler için tabii haklar siyasi durumdan
sömürgecileri tanıyanlar, onların ideolojileri gereği
öncedir. Yani devlet kaim olmadan önce bu haklar
menfaatçi ve ikiyüzlü olduğunu bilenler tabi ki bu
vardı. Dolayısıyla, haklara saygı gösterme, ferdi
yalanlara inanmayacaktır. Ancak onların gerçek
hürriyetleri muhafaza etme sorumluluğu devlete
yüzlerini keşfedememiş bazı Müslümanlar, birazda
aittir ve ona dokunmaktan imtina etmelidir.
80 yıllık zulmün etkisiyle “insan hakları” fikrini
havada kapmak için birileriyle yarışmaktadır. İşte 2. Devlet sultası ile fert hürriyeti arasında
bu yazımızda günlük hayatta sıkça kullanılan, oluşan çelişkiler çözümlenmelidir. Bu çözüm ferdi
ancak vakıası Müslümanlar nezdinde netleşmemiş hürriyetler çıkarına olmalıdır. Zira devletin
“İnsan Hakları” fikrini inceleyeceğiz. oluşumundaki gaye ferdi hürriyetleri himaye
etmektir.
İnsan Hakları Fikrinin Menşei:
3. Ferdi hürriyeti devletin siyasi mevcudiyeti
Müslümanları batı fikirlerine entegre etme için esas kabul etmek gerektiriyor ki devletin
düşüncesinin yanında siyasal baskı aracı olarak da sultası sınırlı olmalıdır ve o fertlerin hürriyetini
çokça kullanılan İnsan Hakları fikri kapitalist kısıtlamasından men edilmelidir.
menşeli batıl bir fikirdir. Bu fikrin ortaya çıkışı
İşte bu esaslara göre kapitalist düşünürler,
şöyledir:
hürriyetleri kısıtlayan ve insan haklarını
Kilise'ye tabi olan Hıristiyan din adamları ile sınırlandıran ilahi kanunların uzaklaştırılmasına
fikir adamları ve felsefeciler arasında yaklaşık üç yöneldiler. Keza bu ilahi kanunlar yerine, akla ve
yüz yıldır devam eden mücadele, Miladi 17. asırda vakıaya dayanan tabii kanunları getirdiler. Buna
şiddetlenmiş ve bunun neticesi olarak Avrupa da göre; ferdin hakları devlete karşı zuhur etti ve bu
İnsan hakları fikri ortaya çıkmıştı. Felsefeci Luce daha sonra insan hakları olarak, 1776 Amerika
başta olmak üzere bir çok fikir adamı fertler için İhtilali ve 1789 Fransa İhtilali'nin ardından ortaya
tabi olan hakların fertlere verilmesine çağrıda çıkmış oldu. Sonra II. Dünya Savaşı, Birleşmiş
bulunmuştu. Onlara göre bu haklar tabi olan Milletler (BM) Heyeti ile zaten o heyeti kendi
kanunlarının gereğidir. Yine onlara göre insan, çıkarlarını muhafaza etmek için büyük olan
kendi aklı ile fertlerin haklarını korumaya kefil olan devletler oluşturmuştu- insan hakları fikri uluslar
kanunları oluşturmalıdır. arası boyut kazandı.
Kilisenin aklı ipotek altına alan düşüncesinin Bundan sonra insan haklarının muhafaza
yanına şiddetli baskılar da eklenince doğal olarak edilmesi için ardı ardına konferanslar ve devletler

23
- ağustos 2004/sayı 03 -
gündem

arasında anlaşmalar yapıldı. Bütün bunlar ferdi vasıtalara işaret edilmemektedir. Ve onların
gaye edinmişti ve şu dört çeşit hürriyeti garanti sınırlarının ihlal edilmesinde ne gibi cezalar
altına almak içindi; İnanç Hürriyeti, Fikir uygulanacağına dair bir nass yoktur. Ancak
Hürriyeti, Mülk Edinme Hürriyeti ve Kişisel muhafaza edilme zarureti ile yetinilmiştir.
Hürriyet. Ayrıca mevcut dünya devletinin dış politika-
Uluslararası İnsan Hakları ilanı için 1948 sıyla da doğru orantılı bir hal almıştır. Bugün
yılında BM'den karar çıktı. Sivil ve siyasal haklar itibariyle ABD Afganistan, Guantanamo, Irak'ta
hakkında da 1966 yılında devletlerarası anlaşma fiili olarak insan haklarını çiğnemekle kalmayıp
yapıldı ve 1993 yılında devletlerarası konferans insan onurunu ayaklar altına alırken, Filistin'de
sonucunda insan haklarıyla ilgili beyanname yaşanan Siyonist zulme sesini çıkartmayarak
yayınlandı ki 1948 yılında oluşan BM kararında destek vermektedir. Orta Asya'da yaşanan insanlık
değişikliği ihtiva ediyordu. dışı muameleleri görmez iken, Sudan'ı bölmek için
İnsan Hakları Mefhumunun Yıpranması: savaşan milisleri bahane ederek Sudan'a yaptırım
tehdidinde bulunabilmektedir.
Batının siyasi fikri üzere tabii olan haklara göre
bina edilmiş bulunan insan hakları mefhumu hem İşte bütün bunlar “İnsan Hakları” fikrinin ne
düşünsel ve hem de vakıa olarak düşüktür. kadar düşük ve esnek bir yapıya sahip olduğunu
göstermektedir.
Düşünsel açıdan;
İslam'da İnsan İçin Meşru Haklar:
Bazı düşünce sahipleri iddia ediyor ki, bir kısım
beşer kendi tabiatına düşmandır. Diğer bir kısmı Allah, insanı çamur maddesinden yaratmıştır.
ise, kendi tabiatıyla uyumludur. Dolayısıyla Ona, hayat sırrı olan ruhu üflemiştir. Ve ona bazı
insanlar arasında müsavi olan her insana aynı hakkı özellikleri emanet etmiştir. Onlar şunlardır: İç
veren müsavat mevcut değildir. Buna göre şu sonuç güdüler (duygular), uzvi İhtiyaçlar ve tefekkür.
çıkar insanların bir kısmı kendi haklarından Ve Allahû Tealâ kendi sözü ile mahlukatı ne için
mahrum edilmelidir. yarattığının gayesini beyan etmektedir:
Keza, toplumsal yaşamdan uzak olan esaslı tabii “Cinleri ve insanları ancak bana ibadet
hakların mevcudiyeti hususunda düşünürler etmeleri için yarattım.” (Zariyat56)
arasında ittifak mevcut değildir. Kimileri, İnsanda asıl olan kul olmasıdır. O'nun emrine
insanların haklarını himaye eden yasanın garantisi itaat eder ve O'nun nehylerinden uzaklaşır. Ve
ancak, toplumsal gelişmenin veya içtimai ve maddi İslam, bütün insanların amellerini tanzim eden
gelişmenin oluşumuna göre olur derken, kimileri şümullü, mütekamil bir nizam olarak gelmiştir.
de İnsan haklarını garanti eden kanunların varlığı İnsanların duygularını, uzvi ihtiyaçlarını, onun fert
toplumsal ve maddi gelişmeleri de beraberinde olarak fıtratına muvafık ve İslamî cemiyetin de
getirecektir fikrini savunmaktadırlar. oluşmasına uyumlu olarak sahih halde gelmiştir.
Vakıa açısından; İslam, insanın Rabbi ile alâkasını (ibadetler,
Yasalar ve konmuş olan belgeler insan haklarını itikatlar v.b.), kendisiyle olan alâkasını (yiyecekler,
duygusal, edebî bir üslupla ele almıştır. Bu bir giyecekler), başkalarıyla olan alâkasını
kısım hakları kararlaştırmakta ve diğer bir kısım (muâmelat), yönetici ile yönetilenler arasındaki
hakları inkar etmekte hakim olan sultaya şeffaflık alâkasını ve devletin diğer devletlerle olan
vermektedir. alâkasını kapsamaktadır. Allah, meşru hakları tayin
edendir. Ve O meşru hakları vahiy vasıtasıyla
Keza, devletlerarası insan hakları belgelerinden
insanlara beyan etmiştir. Bunlar Rasullerin
söz edenler, o hakların icra edilme vasıtasından söz
lisanıyla insanlara açıklanmıştır. Zira bu esaslara
etmemektedir. O hakların garantisine kefil olan

24
- ağustos 2004/sayı 03 -
gündem

göre Kıyamet Günü'nde onların muhasebesi İslam, dinin muhafaza edilmesi için hükümler
yapılacaktır. koymuştur. Mesela; O'na (İslam'a) daveti taşımak,
Şer'i delillerle, onlardan meydana gelen O'na karşı yapılan düşmanlığı bertaraf etmek, O'na
hükümlerle Müslümanların fakihleri şu neticeye küfreden varlıklara karşı cihadı vacip kılması…
ulaşmışlar ki, insan için meşru olan haklar Allahû Tealâ dedi ki:
oluşmuştur ve insanın hakları üç çeşit halinde “Fitne yok olup ve din yalnız Allah için
tahakkuk ederek meydana gelmiştir. Bunlar oluncaya kadar onlarla kıtal ediniz.”(Enfal39)
şöyledir: Zaruretler, İhtiyaçlar ve İyilikler. 2. Nefis Muhafazası:
Zaruri olanlardan kasıt; İnsanın şerefli Nefsin bekası ve onun değerlendirilmesi için
yaşamasını sağlayan çıkarlarıdır. Bununla İslam, yasa koymuştur. Allahû Tealâ diyor ki:
salahiyetli olan cemiyet ve onun istikrarı oluşur.
“Biz hakikaten Ademoğullarını şereflendir-
Eğer bunların herhangi birisi oluşmazsa hayat
dik.”(İsra 70) Ve onun katledilmesini ve ona tecavüzde
nizamı bozulur. İnsanlar arasında kargaşa ve fesat
bulunulmasını (haksız yere saldırı v.b.) haram kıldı.
yaygınlaşır. Onlara dünyada bedbahtlık ve
Onun hayatı için kısası meşrulaştırdı;
huzursuzluk bulaşır. Ahirette de elem verici azap (Bakara 179)
ile karşılaşır. “Sizin için kısasta hayat vardır.” Ve
Rasul (SallAllahuAleyhiveSellem) dedi ki:
Bu Zaruri Haklar 8 tanedir:
“Dünyada insanlara azap verenlere şüphesiz
Din Muhafazası, Nefis Muhafazası, Akıl
Allah da azap edecektir.” Böylece insanlığın
Muhafazası, Nesil Muhafazası, Mal Muhafazası,
ezasına götüren her şey haram kılınmıştır.
Şeref Muhafazası, Emniyet Muhafazası ve Devlet
Muhafazası. Bunların her birisinin muhafaza 3. Aklın Muhafazası:
edilmesi için İslam, hükümleri şeriat haline Elbette İslam aklı, hak ettiği yere oturttur-
getirmiştir. muştur. Onu mükellef konumuna getirmiştir. Onu
1. Din Muhafazası: kullanmaya teşvik etmiştir. Ondan tedbirli,
mütefekkir ve müctehid olmasını talep etmiştir ve
İslam kendisine dahil olmak için hiçbir kimseyi
alimlerin konumunu yükseltmiştir. Allahû Tealâ
zorlamaz. “Dinde (girişte) zorlama yoktur, zira
diyor ki:
olgunluk azgınlıktan ayırt edilmiştir…”(Bakara 256)
Bu kapitalizmin çağrıda bulunduğu tabii haktan “De ki: 'Hiç bilenlerle bilmeyenler musavi
elde edilen inanç hürriyeti demek değildir. Çünkü olur mu?'”(Zumer9)
Müslüman İslam'ı iman ettikten sonra O'ndan Ayrıca aklın çalışmasına etki yapan içkiyi,
dönerse kendisi ile konu münakaşa edilir ve tevbe uyuşturucu almayı ve sihir yapmayı haram kıldı.
etmesi istenir. Eğer o, irtidat/dinde dönme de ısrar Bunlarla uğraşanlar hakkında da ukubat-
ederse onun akıbeti katledilmesidir. Rasulullah ları/cezaları koydu.
(SallAllahu Aleyhi ve Sellem)
dedi ki: “Kim dinini değiştirirse 4. Nesil Muhafazası:
onu katlediniz.” İslam, neslin çoğalmasını teşvik ederek,
Şöyle ki; Müslümanın benimsemiş olduğu doğurgan ve cana yakın kişilerle evlenmeyi
İslam Akidesi onun fıtratına uygundur ve akıl üzere özendirmiş ve nesebin muhafaza edilmesini
bina edilmiştir. O'ndan dönüş yapması insan istemiştir. Zinayı haram kılmış ve evli olduğu halde
fıtratına ve insan aklına muhalefet etmektir. Ve o zina yapana recm haddi ve evli olmadığı halde zina
kendi irtidadı/dinden dönmesi ile hastalık zuhur yapana da yüz kırbaç haddini getirmiştir. Ve erkeğe
etmiştir. Dolayısıyla Allah'ın insanlar için razı de ailesi üzerine nafakayı teminle sorumlu tuttu.
olduğu ve onunla onu şereflendirdiği dini Çocukların iyi şekilde terbiye edilmelerine -
muhafaza etmek için onu yok etmek gerekir ki o, özellikle de kızların- teşvik etmiştir. Rasul (SallAllahu
toplumun diğer organlarına sirayet etmesin. Ve Aleyhi ve Sellem)
dedi ki: “Kimin kızı varsa onu terbiye

25
- ağustos 2004/sayı 03 -
gündem

eder ve onu en iyi terbiye ile donatırsa, ona ilmi Kitabı ve Rasulullah'ın Sünnetine göre biat
kazandırır ve ona en iyi ilmi öğretirse o, Kıyamet etmelerini farz kıldı. Onların üzerine üç günden
Günü'nde ateşe karşı kendisi için perde olur.” fazla halifesiz kalmalarını haram kıldı. Ve İslam,
Müslümanların halifesi için kendi boynunda biat
5. Mal Muhafazası:
olmadan ölen bir kimsenin ölümünü, cahiliye
İslam insan için malı elde etmesini mubah ölümü olarak addetti. Kim de boynunda Halife'ye
kılmıştır. Ve onun için çeşitli sebepleri koyarak biat olmadan ölürse cahiliye ölümü ile ölür" (Müslim K.
İmara H. No: 1851)
maliyenin büyütülmesini teşvik etmiştir. Ve o an
itibariyle zenginlerin mallarında fakirler için hak Şeriatın hududu çerçevesinde halifeye itaati
hükmünü oluşturmuştur. Gönül rızası olmadan farz kıldı. Eğer herhangi bir kimse Müslümanların
başkalarının malının alınmasını haram kılmıştır. otoritesine karşı isyana kalkışırsa ve halifeye
Malın muhafazası için hükümler koymuştur. Ve isyanda ısrar ederse o, bağiydir/isyankardır. İslam,
ferdi mülkiyetin muhafaza edilmesi için hırsızlığı halife ve ümmet için halife ile birlikte bağiy/isyan-
haram kılarak, hırsızlık yapana karşı -şartların kar olanlarla terbiye haddinde (isyanın bastırılma-
oluşmasıyla- “el kesme” haddini getirmiştir. Malın sına yönelik savaşta) bulunmalarını emretmiştir.
telef edilmesini haram kılmıştır. Akılsız,
İhtiyaçlara gelince:
mecnun/deli ve kendi malını muhafaza etmekte
kusurlu olanlar için veli tayin etmeyi uygun İnsanların üzerinden sıkıntıların giderilmesi
görmüştür. Ve genel mülkiyet, devlet mülkiyeti ve için lazım olan haklardır, yani insanların
ferdi mülkiyetten her birisi için özel hükümler üzerlerindeki yükü hafifletmektir.
koymuştur. İbadetlerde; Onların yapabileceklerinden
6. Şeref Muhafazası: sorumlu tutmuştur. İbadetler için herhangi bir
hükmün infaz edilmesi anında hafifletici ruhsatlar
İslam, iffetli olan kadınlara zina iftirasında
getirmiştir. Yolcu ve hasta için Ramazan ayında
bulunanlara karşı seksen kırbaç haddini getirmiştir.
oruç tutmamalarını mubah kılmıştır. Ayağa
İnsanların şerefini zina dışında zedeleyenlere karşı
kalkmaktan aciz olan kimseler için oturarak namaz
da İslam, caydırıcı ta'zir cezaları getirmiştir.
kılmalarını mubah kılmıştır. Vesaire ruhsatlar…
7. Emniyet Muhafazası:
Yiyeceklerde; İnsanlar için iyi olanları helal ve
İslam yol kesenlere, namusa veya mala ve cana kötü olanları haram kılmıştır ve zorunluluk halinde,
saldıranlara karşı muharebe haddini getirmiştir. kendi hayatını tehlikeden muhafaza edebilmesi için
Allahû Tealâ diyor ki: üzerine haram olanlardan yemesine ruhsat
“Allah'a ve O'nun Rasulüne harp edenlerin vermiştir.
ve yerde fesad çıkarmaya çalışanların cezası “Bir kimse, açlıkta -haddi aşmadan- zaruret
ancak ya öldürülmeleri, ya asılmaları, yahut el halinde (Ayetin öncesinde zikredilen haram olan yiyeceklerden yiyebilir). Şüphesiz
ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut da Allah Ğafur'dur, Rahim'dir.”(Enam145)
bulundukları yerden sürülmeleridir.”(Maide 33)
Ukubatta/Cezalarda; İnsanlar için şu kaide
Ayrıca İslam, fitne vasıtası, korkutucu iddialar,
konulmuştur: “Şüphe varken had uygulanmaz.”
milliyetçilik veya aşiret vs. dürtüleri çıkararak
Kast olmaksızın (hatalı olarak) katletmekte, katilin
emniyeti sarsanlara karşı da caydırıcı ta'zir cezaları
cezasını hafifletmek için katledilenin akrabalarına
koymuştur.
diyet uygulamasını getirmiştir. Vesaire…
8. Devletin Muhafazası:
İyileştirmeler ise:
İslam, hakikaten Müslümanların kendilerine ait
devletin olmasını, onlara İslam Şeriatı ile İnsanların durumlarını iyileştiren konulardır.
hükmetmesini ve dünyaya İslam'a daveti Onların şerefli hayatlarını daha uygun hale
yüklenmesini farz kıldı. Yani onlara kendileri için getirmektir. Ahlâkî açıdan; Yiğitlik, güzel ahlâk
tek halifeyi ikame ederek, Ona (halifeye) Allah'ın gibi…

26
- ağustos 2004/sayı 03 -
gündem

İbadetlerde; Vücut, giyim ve mekan için hakları bayrağını taşıyan devletler insanın
tahareti yasallaştırdı. Namaz için her mescide şerefinden epeyce uzak olan işlerle meşgul
girişte süslenmeyi teşvik etti. olmaktadır. Onlar kendi renklerinden olmayanlara
Muamelatta; aldatmayı, bozgunculuğu, ırk ayrımı yapmakla kalmayıp, diğer devletlere ve
hainliği yasakladı ve emaneti, müsamahakar teşvik halklara karşı üstünlük taslayıp, sömürgecilik
etti. Harpte (savaşa katılmayanların) ruhbanların, siyaseti yürütmektedirler. Onlar, devletlerarası ve
çocukların ve kadınların katledilmelerini haram insan hakları sorunları karşısındaki duruşlarında
kıldı. Gaddarlığı, elçileri katletmeyi, ölünün (kendi lehlerine olacak şekilde) çifte standart
uzuvlarını kesmeyi nehy etmiştir. Keza, ziraatçılar uygulamaktadırlar. Keza görüyoruz ki, fertlerin
ve kiracılar gibi savaşçı olmayanların katledilme- şerefi ve insan hakları her yerde ihlal edilmektedir
sini de haram kılmıştır. ve bunu da Batı'nın icat ettiği ve bize pazarladığı
kanunlar adına yapılmaktadır. Mesela;
Ukubatlarda da; Suçu kabul ettirmek için
sıkıyönetim, savunma ve olağanüstü hal kanunları
işkence yapmayı haram kılmıştır. Katleder-
ve istinaf mahkemeleri gibi… Bu kanunlar, sonuçta
ken/hadler uygulanırken iyilikle davranmayı (sınırı
bir çok devlette insanların haklarının oluşmasında -
aşmamayı) emretmiştir. Ahlâkta doğruluk, iffet ve
esas olmadığı halde- esas hale getirilmektedir. Bu
emanetle vasıflanmayı talep etmiştir ve yalanı,
d u r u md a b u b elg eler d en f ay d alan an lar
fuhşu ve hıyaneti nehy etmiştir. Bunlar cemiyetin
sınırlandırılır. Bunun semeresinden her devlette
fertleri arasında güveni, saygıyı ve sevgiyi
sultayı eline geçirmiş olan heyet faydalanmış olur.
oluşturanlardandır.
Fertler ve halklar için bu böyledir. Devletler için
İslam… ve İnsan Hakları
ise; uluslar arası siyasete birinci derecede etki eden
Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi, insan s ö m ü rg e c i d e v l e t l e r k e n d i m e n f a a t l e r i
hakları kavramı, kapitalist-Batı kavramıdır. Onun doğrultusunda insan Haklarını ihlal eden devletleri
delaleti, Batı ideolojisi görüş açısından meydana belirlerler. Sonrada onun üzerine saldırılar başlar,
gelmektedir. Bu, dini hayattan ayırma akide- onunla ilişkiler kesilip ambargo uygulanır, o devlet
sindendir ve bu İslam akidesi ile çelişmektedir. abluka altına alınır, buda yetmez ise askeri işgal
İslam Şeriatından fışkıran hükümlere muhalefet başlar. Diğer uydu devletlerde sömürgecilere
etmektedir. Bundan dolayı bunun muhteviyatını destek vermek için birbiriyle yarış içine girerler.
talep etme hususunda Müslümanlara düşen Değişen zaman dilimlerinde yeni bahaneler
özellikle de tefekkür sahibi olanlara layık olan türetilir bu gün ABD'nin “Teröre” karşı savaşı
şudur ki, bu kavramı kullanmaktan sakınmalarıdır. bahane ettiği gibi. Mesela, o, Irak'ı vurur ve onu
Onun yerine şeriatın kavramı olan, İnsan için abluka altına alır. Çünkü Irak, Şiilerin ve Kürtlerin
Şeriatın haklarını kullanmaları gerekir. Çünkü haklarını ihlal etmiştir. Halbuki Sırpların ve
işaret ettiğimiz gibi birincisinin delaletinin manası Hırvatların işlemiş oldukları cinayetleri ve
şöyledir: İnsanın haklarını tayin eden insanın Müslümanlara karşı yaptıkları bütün zulümlere
kendisidir. Böylece insan, kendi duygularına, uzvi karşı sükût eder. O, Somali'de Muhammed Ediyyid
ihtiyaçlarının kulu olmuş olur veya o, diğer ve ona tabi olanları kovalar. Çünkü O, onların
insanların kuludur. Halbuki şeriatın kavramı delalet sultasını ve onların kendi memleketine yapmak
ediyor ki; insan kendisini yaratmış olan Allah'ın istedikleri işgale karşı ayaklanmıştır. Halbuki O,
kuludur ve O (Allah), onun için onun duygularının kendi memleketleri olmayan diğer memleketleri
ve uzvi ihtiyaçlarının sıhhatli bir şekilde doyuma işgal eden Şaron ve askerlerini (İsrail) destekler,
ulaşması, onun yükselmesi ve dünyada kalkınması onlar çocukları, kadınları ve yaşlıları katlettiği
ve Ahiret'te de onun saadeti olan Allah'ın rızasına halde… İşte bu misaller denizden bir damladır.
kavuşturması için ona şer'i hükümler koymuştur. Bunlar dünyadaki insan haklarını muhafaza
Bu gün açık bir şekilde görüyoruz ki, insan ettiklerini iddia edenlerin elleriyle işlenmektedir.

27
- ağustos 2004/sayı 03 -
gündem

Bizler ise hala, hayali olan insan hakları için götürür. Hürriyete davet edenler sonuçta şuna
yazıyoruz, hutbe veriyoruz ve konferanslar zorlandılar: Bu hakikatle yüz yüze geldiklerinde
yapıyoruz. Oysaki Batı buna şu iki sebepten dolayı şunu söylemeye başladılar: “Hürriyetler, diğer
çağrıda bulunmuştur: insanların hürriyetleriyle sınırlandırılmalıdır.” bu
1. Kendi suretini, kendi nizamının suretini şu demektir: “Yani hürriyetler yok..”
işgal ettiği halklar nezdinde güzel göstermek. Umumi hürriyetler dört çeşittir ve bu İslam'da
2. Bu sloganı, diğer devletlerin ve diğer mevcut değildir. Müslüman bütün fiillerinde şer'i
halkların ilişkilerine müdahale edebilmek için hükümlerle kayıtlıdır. O hiçbir işte hür değildir ve
devletlerarası kanun olarak kullanması. İslam'da hürriyet yoktur. Ancak kölenin, kölelikten
kurtulma hürriyeti vardır. İslam akidesinden
Böylece “insan hakları” fikri sömürgeci,
dönmek Müslümana haramdır. İslam'dan olmayana
kapitalist bir fikir olduğu açıklık kazanmıştır.
davet etmesi de ona haramdır. Ancak İslam, ona
İslam'ın fikirleriyle alâkalı olmadığı da açıklık
bazı durumlarda görüş belirtmeyi mubah kıldı ve
kazanmıştır. Şüphesiz o, İslam'a zıt olarak bina
ona şer'i hükümler çerçevesi içindeki durumlarda
edilmiş bir esas üzerinedir. Onun akidesi, dini
da onu (görüş beyan etmesini) vacip kıldı.
hayattan uzaklaştırmaktır. O akide, egemenliği, -
şeriata değil de- halka vermiştir. Dolayısıyla insan; Sonuç olarak; Müslümanlar için -eğer onlar
Allah'ın emirlerini infaz edeceği yere, insanın kalkınmaya ve yükselmeye tekrar dönmek
emirlerini infaz etmektedir… “Egemenlik istiyorlarsa kesinlikle gerekli olan kendi hak olan
Halkındır ve Sultaların/Otoritelerin Kaynağı dinlerine dönüş yapmalarıdır. Onun kaynaklarını
Halktır” Bu ibare ancak hayali/ütopik bir lafızdır. ve onun metinlerini kendilerinin karşılarına dikilen
Hayatın işleyişinde onun vakıası yoktur. Hatta asıl her problemde, meydana gelen her türlü yeni
olan demokratların kendilerinde bu böyledir. hadiselerde ve kavramlarda O'nu (İslam'ı)
Onlardaki yasama organı/sultası ancak kanun ve dillendirmektir. Böylece kendilerine şifa veren ilacı
hukuk koyucularında temsil edilmektedir. Yargı bulurlar. Ondaki kesin çözümü görürler. Onların
organı/sultası ise halkın elinde değil de hükümetin üzerine düşen şudur ki: uyduruk sloganlarla
elindedir. Buna binaen demek ki, demokrasi: halk süslenmiş Batı kavramlarına aldanmasınlar. İslam
için halkın kendisini yönetmesidir. İşte bu hayat fikri, yüce fikirdir. İlahi vahiy üzerine bina
vakıasında bilfiil mevcut değildir. Bu ancak edilmiştir veya ondan fışkırmıştır. Halbuki Batı
mücerret, farazî fikirden başka bir şey değildir. fikri, kokuşmuş olan bir fikirdir. İnsan onu küfür
akidesi olan dini hayattan ayırma fikri üzerine bina
Hürriyetlere gelince; özellikle kişisel hürriyet
etmiştir. İşte bu iki fikir arasında ne kadar farklılık
ondan insan hakları fikri ortaya çıkmıştır. Keza o,
vardır! Allahû Tealâ diyor ki:
vakıadan ve işleyişten yoksundur. Çünkü insan
yaratılmıştır ve onunla birlikte onun duyguları ve “Yoksa onlar cahiliye hükmünü mü talep
uzvi ihtiyaçları yaratılmıştır. Bunlar sahih olarak ediyorlar. Halbuki iman eden kavim için
doyuma muhtaçtır. Bunun diğer insanlarla olan Allah'ın hükmünden daha iyi kimin hükmü
alâkası tanzim edilmelidir. Ve bu alâka çok dakik olabilir ki?”(Maide50)
bir tanzime muhtaçtır. Bu tanzim öyle bir yerden
gelmeli ki, insanlar arasındaki bütün ferdi
farklılıkları ihâta etmelidir. Ve bu ancak onun
yaratıcısı olan Allah Azze ve Celle'dir. Onu başı
boş bırakmak, onu düzenlememek ve insanları
kendi arzularına göre doyumuna terk etmek ancak
dağınıklığa ve insanlığın hayatlarında tehlikeye

28
- ağustos 2004/sayı 03 -
gündem

Ahmet Sivren

ÖZBEKİSTAN GERÇEKLERİ – II

zbekistan gerçekleri” yazımızın akrabalarına yapılan baskı ve işkenceleri halkımıza

Ö yayınlanmasından kısa bir süre sonra


meydan gelen patlamalar tüm
dikkatleri Özbekistan'a yöneltti. Dünya
bir şehid eşinin mektubuyla gözler önüne sermeye
çalışacağız…
“Özbekistan'daki Kerimov Cellatları
medyasında ise bu patlamalardan ziyade Tarafından Sinsice Katledilen Hikmetov
patlamanın nedenleri ön plana çıkartıldı. Husniddin Şerefoviç'in Hanımının Mektubu
Özellikle müslümanlara yapılan baskılar bu
Alemleri Rabbi, Kıyamet Günü'nün Sahibi, bu
patlamaların nedeni olarak gösterildi.
dünyada hem müminlere hem de kafirlere fakat
Özbekistan'da yapılanlar belli bir grup, cemaat Ahirette sadece müminlere ihsanda bulunacak olan
ya da partiye yönelik değil, Özbekistan'da Allah (SubhanehuveTeala)'ya Hamd Olsun.
yaşananlar bütün Müslümanlara yöneliktir, tabi ki Es-Selamu Aleykum
bunu görmek isteyene bu böyledir. Yani oradaki Kocam Hikmetov Husniddin'in Hizb-ut Tahrir'e
baskı sadece Hizb-ut Tahrir ya da Özbekistan ne zaman katıldığını tam olarak bilmiyorum.
İslami Hareketi-IMU (ÖİH)'ne yönelik değil, Sanırım 1993 veya 1994'te olmalı, daha geç değil.
silahlı (maddi), silahsız (fikri) çalışma yapan tüm Ekim 1999'a kadar yakalanmamak için eve
cemaatlere, partileredir. Hatta çalıştığı bölgelerde uğramıyordu. Fakat 12 Ocak'ta İçişleri Bakanlığı
sistemle bir derdinin olmadığını söyleyen tarafından tutuklandı. Bakanlığın bodrumunda beş
cemaatler de Kerimov'un bu teröründen/baskısın- ay boyunca sorgulandı. Duruşmasında alınan
dan yaka silkmektedir. İnsanlar, dinlerinin kitabı ifadesinin yakılıp atılması, 15 gün boyunca aç
Kur'an-ı Kerim'i okumakta, mescidlerinde ibadet bırakılması ve vahşiyane bir şekilde maruz kaldığı
etmekte bile sıkıntı çekmektedirler. Çünkü İ. dayak sonucu böbreklerinin yaralanması Taşkent
Kerimov, samimi Müslümanları potansiyel terörist belediye hakimi Abducabbarov Marat tarafından
görmektedir. Bu da onun İslam'a ve Müslümanlara göz ardı edildi. Kocam hem soruşturmasında hem
ne kadar düşman olduğunun bir göstergesidir. de mahkeme duruşmasında hakkındaki suçlamaları
reddetti ve Hizb-ut Tahrir'in hem İslam
Geçen sayıda Özbekistan'daki mevcut rejimin hükümlerine hem de laik kanunlara göre aşırı ve
halka yaşattığı zulümden biraz bahsetmiştik. Bu terörist olmadığını kanıtladı. Beş davalının
sayıda ise İ. Kerimov'un Hizb-ut Tahrir'lilere hepsinin mahkeme salonuna uzmanların
yaptıklarından örnekler sunmaya çalışacağız. getirilmesine yönelik ısrarlı isteklerine rağmen,
Çünkü biz biliyoruz ki Hizb-ut Tahrir silahlı bir hakim onların isteklerini kabul etmeyerek
örgüt değil, o tamamıyla fikrî ve siyasî bir çalışma duruşmanın devam etmesine karar verdi ki, bu
yapıyor. Ama böyle çalışmasına rağmen kanunlara aykırıydı. Kocamın suçlu olduğu
Özbekistan diktatörü Kerimov'un teröründen kanıtlanamadığı halde, hakim onu 17 yıl hapis
cezasına çarptırdı.
kurtulamıyor. Biz de bazılarının izlenimleriyle
ortaya koymaya çalıştığı gibi Özbekistan'da Mahkeme 2001 yılında 4 Haziran'dan 24 Ekim'e
tozpembe bir hayatın olmadığını belirtmek için kadar devam etti ve Ocak 2002'de onu
(fikrî-siyasî çalışma yapan) Hizb-ut Tahrir'lilere ve Karakalpakstan'da Ceslik hapishanesinin 64/71

29
- ağustos 2004/sayı 03 -
gündem

numaralı koğuşuna gönderdiler. 11-13 Şubat tecrit koğuşunda bıraktılar. Koğuş çok karanlık ve
2002'de onunla iki günlük bir görüşme yaptık. Onu rutubetliydi. Sadece üç defa ilaçla tedavi ettiler. İki
gördüğümde vücudunun her tarafında cop hafta sonra Taşkent'e gittik. Beraberimde beş veya
darbesinden kalan ezikler gördüm ve sebebini altı tane başka Müslümanlar vardı. Allah
sordum. Bana dövüldüklerini ve işkence (Subhanehu ve Teala) onlardan razı olsun, uzun
gördüklerini, çünkü Başkan'dan (Kerimov) af/özür yolculuk boyunca benimle en güzel şekilde
dilemediklerini ve Özbekistan ve Karakalpak- ilgilendiler.”
stan'ın marşlarını okumadıklarını söyledi. Keza Görüşmemiz sırasında durumu çok kötüydü,
onun kayıt defterinde (hapishane) yönetimi, onun vücudu aşırı şekilde kuruydu ve çok bitkindi. Öyle
iç kuralları çiğnediğini çünkü marşları ki, konuşmaktan bile çekindim. Cuma günü nasıl
okumadığını ve başkandan af dilemeyi reddettiğin olduğunu öğrenmek ve doktorların istediği ilaçları
yazmıştı. Üç ay sonra, 16 Mayıs günü onu getirmek için yanına gittiğimizde, durumunun daha
Sangarad'a (Taşkent'teki hapishane Hastanesi'ne) da kötüleştiğini gördük. Kayınvalidem İçişleri
getirdiler. Ertesi gün bize bunu bildirdiler. İki gün bakanlığının belediye bölümüne gidip, onun sivil
sonra, 19 Mayıs'ta Sangarad'a gittim, fakat kısa bir bir hastaneye sevk edilmesi için izin istemeye karar
süre için bile olsa onu görmeme izin vermediler. verdi. Orada durumunu araştırmak için özel bir
Nedenini sorduğumda bana şu cevabı verdiler: “O komisyon kurulabileceğini ve eğer mahkumiyeti
bulaşıcı bir hastalığa yakalandı. Onu görmek için genel af kapsamına giriyorsa, isteğimizin
başhekimden izin almak lazım. O da ziyaretçileri değerlendirileceğini söylediler. Kayınvalidem
her Çarşamba kabul eder.” Hastalığı hakkında onlara telefonumuzu bıraktı. 24 Mayıs'ta sabah saat
konulan teşhisi sorduğum zaman bana hastalığının dokuz civarında komisyondan biri bizi aradı ve
hepatit (karaciğer iltihabı) olduğunu söylediler. 22 onun af kapsamına girdiğini ve 5 No'lu bulaşıcı
Mayıs'ta başhekime gittik. Bize sağlık durumunun hastalıklar hastanesine yerleştirildiğini söyledi.
kötü olduğunu,ancak şu anda kendisini daha iyi Hastaneye vardığımızda İçişleri bakanlığı
hissettiğini söyledi. Öylece bize izin verdi ve elemanları zaten oradaydı. Kısa bir süre sonra
kocamı görmeye gittik. Onu gördüğümüzde bir İçişleri bakanlığı Sabir Rahimov bölgesi başkanı ve
sedye üzerinde yatıyordu. Durumu vahimdi. Eğer bir yerel polis memuru geldiler. Odaya girip
daha iyi durumu buysa, bilmiyorum buraya kocama selam verdiler. Ertesi gün, 15 Mayıs'ta iki
getirildiğinde nasıldı? Görüşmemiz sırasında bize polis memuru daha onu “selamlamak” için kocamı
şunları söyledi: ziyaret ettiler. Fakat başhekime göre, onlara içeri
“İbadet ettiğim ve başkandan af dilemediğim girmelerine izin verilmemişti. Sonraki gün tekrar
için, 2 Mart'tan 2 Mayıs'a kadar iki ay boyunca bir onu ziyarete gittik, baygındı ve durumu daha da feci
ceza hücresine hapsedildim. Kokça'dan (Taşkent'te olmuştu. Bundan dolayı onu eve götürmeye karar
bir bölge) Muzaffer adında bir diğer Hizb'in genci verdik ve saat 9 civarında onu eve getirdik. Bu
de ordaydı. Ben orda bulunduğum müddetçe, iki haber kendisine ulaşınca Sangarad'ın başhekimi bir
istihbarat elemanı teğmen Ali ve teğmen Saitbey- hemşire ile birlikte evimize geldi ve şöyle dedi:
geldiler ve benden merhamet mektubu yazmamı “Umudunuzu koruyun. Ben kendim bu durumdaki
istediler. Reddettim ve bunun caiz olmadığını iki kişiyi kurtardım.” Onlar henüz yanımızdaydı ki,
söyledim. Sonra beni acımasızca dövmeye (saat 3 civarında) kocam öldü. Öldüğünde hiç
başladılar. Bunun sonucunda vücut sıcaklığım kimse, onların nasıl ortadan kaybolduklarının
yükseldi ve ishal oldum. Ardından beni hastaneye farkında olmadı.
attılar fakat hiç kimse bana bakmadı. Durumum Onun öldüğü haberi yayılır yayılmaz, polis
kötüleşince yönetim beni Sangarad'a göndermeye memurları evimizi büyük bir çemberle kuşattılar.
karar verdi. Fakat Nukus'ta iki hafta boyunca beni Evimize gelen bütün otomobillerin plakalarını

30
- ağustos 2004/sayı 03 -
gündem

kaydettiler. Ben insan hakları organizasyonlardan bulamadıkları zaman; babası, annesi, erkek veya
birinden bir temsilciyi aradım. Bir kadın geldi. kız kardeşleri veya hanımı gibi yakınlarını
Fakat kentin belediye başkanının bürosundan tutukluyorlar ve aranan kişi gelip teslim oluncaya
temsilciler kapının eşiğinden, herhangi bir sorun kadar da ellerinde rehin olarak tutuyorlar.
istemiyorsak, bu şahsı geri göndermemiz gerektiği 3- Bir kişinin Hizb-ut Tahrir'den olduğu
konusunda bizi uyardı. Erkeklerimiz kadının içeri bilindiği zaman, devlet dairelerindeki çeşitli
girmesine izin vermediler. Daha sonra bize, polis görevlerde ve makamlarda bulunan yakınlarını
memurlarının defin törenimiz hakkında soranlara görevlerinden ve makamlarından kovuyorlar.
tamamen ters yönler gösterdikleri söylendi.
4- Başkan şöyle dedi: “Ben, tutuklama
Bir şey daha, kocamla iki günlük görüşmemiz kanununun, kişiden sorumlu olan annesini ve
sırasında; ulusal marşları okumayı ve başkandan af babasını da kapsamına alması için genişleterek
dilemeyi reddettikleri için bir yokuşa sürme yeniden imzalayacağım.” Sonra da şöyle diyor:
uygulamasına maruz kaldıklarını, soğukta ıslak bir “Biz kadınları tutuklamıyoruz.” Bu, açıkça
yerde tümüyle elbisesiz bırakıldıklarını söylemişti. yalandır. Onlar kadınları tutukluyorlar ve bu
5 No'lu bulaşıcı hastalıklar hastanesinin tutuklamalar halen devam etmektedir. Tutukla-
doktorları onun böbreklerini, akciğerinin, safra dıkları kadınlardan bazılarını diz seviyesine kadar
kesesinin ve bağırsaklarının tümüyle zarar soğuk su ile doldurulmuş zindanlarda on dört saat
gördüğünü ve işlevini kaybettiğini söylediler. boyunca bekletiyorlar sonra da suyu boşaltıyorlar.
Bunun sebebi açıkça acımasız dayaklardı. Böyle Kadınlara en çirkin sözlerle küfrediyorlar, en adi
travmaların oluşması için zalimane bir muameleye hakaretlerde bulunuyorlar.
maruz kalması gerektiği aşikardır. Nukus'un tecrit 5- 02.04.1999 tarihinde başkan şöyle diyordu:
koğuşunun kabul edilmez şartları, kesinlikle onun “Özbekistan'da istikrarı sağlamak için 1992
durumunu daha da kötüleştirmiştir.” (Yayın Tarihi: 10 Ağustos yılında yüz kişiyi öldüreceğimi söylemiştim. Fakat
2002)
şimdi ise Özbekistan'da istikrarı sağlamak için iki
Bu mektuptan sonra Özbekistan rejiminin yüzden fazla kişinin boynunu vuracağımı söylüyo-
Müslümanlara ve yakınlarına neler yaptıklarını rum.” Sorumlular, devletin idam kanunu çıkartmak
maddeler halinde zikredip yorumu size bırakı- için hazırlıklar yaptığını söylemekte-dirler.
yoruz; bir kısım yazarın izlenimlerinin gerçeklerle 6- Yönetim, İslâm hükümlerine bağlılığı ile
alakasının olup olamayacağı yorumunu… tanınan kimseleri çağırarak onları; Hizb-ut Tahrir'i
1- Polis; bir kişiyi tutuklamak amacıyla gittiği reddetmeye, hakaret etmeye ve karşı olduklarını
zaman; tutuklamak istediği kişinin evini, arabasını ilan etmeye zorluyor. Sonra da yönetim; insanların
ve cebini arıyor ve bu arama sırasında evine, Hizb-ut Tahrir'e karşı olduklarını imajını dinleyen-
arabasına veya cebine uyuşturucu, bomba ve lere vermek için inkar nitelikli açıklamaları
tabanca koyuyor, (güya) suikastta bulunulacak gazetelerde radyoda ve televizyon ekranlarında
devlet erkanına ait isimlerin yazılı olduğu listeleri yayınlıyorlar.
ve bunların gelip geçtikleri yol güzergahlarını 7- Yönetim, tüm cami imamlarına ve
gösteren haritaları bırakıyorlar. hatiplerine, Hizb-ut Tahrir'e saldırmaları ve
Ellerindekileri uygun gördükleri yerlere insanları sakındırmaları için emirler çıkarttı. Ve bu
bıraktıktan sonra orada bulduklarını iddia ediyorlar imamlar da Hizb-ut Tahrir'e ve hilafet düşüncesine
sonra da tutuklanan kişinin aleyhinde şahitlik saldırmaya başladılar. Çünkü onlara (cehaletlerine)
yapmaları için komşularını çağırıyorlar. Bu yolla göre, Hilafetin İslâm'la alakası sona ermiştir,
bugüne kadar 500'den fazla kişiyi tutukladılar ve Rasulullah (SallAllahûAleyhiveSellem)'den sonra hilafetin süresi
tutuklamalar hâlâ devam etmektedir. otuz yıl olup bu süreden sonra insanlar uygun
2- Bir kişiyi tutuklamak için gidip de evde gördükleri sistemi seçmekte serbesttirler. Aynı

31
- ağustos 2004/sayı 03 -
gündem

zamanda bu imamlar, şu anda var olan Kerimov


düzeninin İslâm'ın razı olduğu bir düzen olduğunu
söylemektedirler. Bilmiyoruz, acaba bu imamların
söyledikleri sözler, bunların cahilliklerinden mi
kaynaklanıyor yoksa dost kabul ettikleri bu zorba
sistemden korkularından ve nifaklarından mı
kaynaklanıyor?!
8- Yalnızca Merğilan ve Hokand şehirlerinde
bir ay içerisinde tutuklananların sayısı 300 kişiye
yaklaştı. Yönetim tarafından, okullara ve kamuya
açık yerlere, İslâm davetçilerinden ve Hizb-ut
Tahrir'den sakınmaları ve dikkatli olmaları için
tabelalar asılmaktadır.
9- İşkence ettikleri kişilerin tırnaklarını
söküyorlar, elektrik veriyorlar ve ateşle dağlıyorlar.
Erkekleri ayaklarından asarak dövüyorlar,
vurdukları kişi “Allahu Ekber” diye bağırdığı
zaman işkenceci, zebani şöyle karşılık veriyor:
“Allah'ın seni kurtaramaz. Ancak başkanın önünde
secde edersen ve ondan af dilersen o, sizin tüm
suçlarınızı bağışlar.” Bu şekilde başkan insanları
kendisine kul haline getiriyor, kendisini de ilah
yerine koyuyor.
10- Hayvanların dahi çekindiği ve utandığı
işkence çeşitlerini uyguluyorlar, ellerindeki
sopaları işkence yaptıkları insanların arkalarından
sokuyorlar.

32
- ağustos 2004/sayı 03 -
siyasi analiz

Kd dergisi

SUDAN’DA MEYDANA GELEN DÂRFUR KRİZİ

Soru: Sudan'daki Dârfur Krizi dikkatleri daha da kötüleşmesine ve her geçen gün daha da
çekecek bir boyuta ulaştı. Öyleyse bu krizin karmaşıklaşmasına yol açtı. Binlerce cana kıyıldı.
hakikati nedir ve bunun arkasında kim vardır? Ve Yüzlerce köy yakıldı. Yüz binlercesi yer ve gökten
Sudan Hükümeti neden bunun fenalaşmasına göz başka yatak-yorgan olmaksızın topraklarından
yummaktadır? sürüldü. Bazıları, Dârfur cehenneminden
Cevap: Dârfur meselesi, isyancı John Garang kurtulmak umuduyla Çad'a kaçtı.
Hareketi ile Sudan Hükümeti arasındaki mevcut Soruna yapılan dış müdahale ve tahrike
müzakereler sırasında şiddetli bir şekilde gelince; Dârfur hadiselerini körükleyen ve krizi
hararetlendirilmiştir. Bunun kaynağında ve icad eden Avrupalılar, bilhassa Fransa ve İngiltere
kötüleşmesinde üç faktör bulunmaktadır. idi. Bunun delili, Afrikalı el-Fur kabilelerinden
[1] Araziler ve mer'alar konusundaki yerel kaynaklanan isyana Çad devleti ve yöneticilerinin
çekişme, [2] soruna yapılan dış müdahale ve tahrik destek vermiş olmasıdır ki bunlar erzak, destek ve
ile [3] bunun öncesinde ve sonrasında Sudan barınak bakımından Fransa'nın ajanıdırlar. Londra
Hükümeti'nin İslam'ın emrettiği adâlet ve ihsan ise isyan hareketinin liderleri için bir medya
anlamında vatandaşlarının işlerini gözetmedeki kürsüsü idi.
ihmâlkârlığıdır. Amerika'ya gelince; o da ajanı olan el-Beşîr'i
Yerel çekişmeye gelince; Dârfur'da Afrikalı el- sadece açıklamalar yapmakla yetinerek korumaya
Fur kabileleri ve diğer Arap asıllı kabileler ikâmet çalıştı ve el-Beşîr Hükümetine isyancıları
etmektedir. Dârfur'daki anlaşmazlık, hayvanların zaptetmesini emretmedi. Bu yapılabilirdi ama
ve işlenmiş arazilerin bolluğuna rağmen doğal krizin kötüleşmesinden ve insanî bir felakete
kaynakların azalmasıyla birlikte baş gösterdi. dönüşmesinden sonra -Avrupa'nın dürttüğü- İnsanî
Develerini otlatmak isteyen bazı Arap kabilelerinin Örgütler ve Birleşmiş Milletler Sudan'a baskı
arzusu kendi otlak arazilerine sahip olmak iken, uyguladılar ve ondan, Afrikalılara karşı işkence
dedelerinden kalan bir mîras olarak kendilerinin hareketlerinde bulunan Arap milislere [el-
sahip olduğu düşüncesiyle, Afrikalı el-Fur Cencevîd de denir] süren desteğini derhal
kabileleri arazileri ve mer'aları Araplarla kesmesini talep ettiler.
paylaşmayı reddediyorlardı. Medya organlarının, ölenlerin sayısının binlerle
İsyan ise ez-Zeğave kabilesine bağlı olarak baş ve muhacirlerin milyonlarla ifade edilen bir boyuta
gösterdi. Onlar diğer kabilelerin kendilerine ulaşması hakkında Dârfur hadiselerini ileri
katılmalarını istediler. Bunun için hücumlarla ve sürmesinden sonra ve yine bu medya organlarının
tekliflerle bunu terörize etmeye başladılar. O kadar Dârfur'da meydana gelen vakıayı son dönemlerin
ki kabileler kendilerini iki alternatif ile baş başa en büyük insanî felâketi olarak tanımlayıp
buldular: Ya isyana katılacaklar yada hücumlardan devletlerarası topluluğun derhal müdahale etmesi
kendilerini muhafaza etmek için milisler gerektiğini, aksi takdirde her ay binlerce
oluşturacaklardı. Böylece hızla kuvvetlenen Afrikalının öleceğini belirtmesinin ardından
milisler oluşturmaya karar verdiler. Buna ilaveten Amerika kendisini oraya müdahale etmek,
Dârfur'da komşu ülkelerden gelen silahlar meselenin üzerine gitmek ve liderlik etmek
yayılmaya başladı. Bu da durumun ağırlaşmasına, zorunda hissetti. Bunun üzerine Sudan

33
- ağustos 2004/sayı 03 -
siyasi analiz

Hükümeti'ne birtakım taleplerde bulunarak bu Fakat Avrupa yani Fransa ve İngiltere bu


trajediye son vermesini emretti. Bunlardan biri noktayı fark etti ve Amerika'yı sıkıntıya sokmak ve
6000 Sudan askerinin Afrikalı vatandaşların el-Beşîr'in konumunu sarsmak için Dârfur
güvenliğini sağlamak ve el-Cencevid milislerini meselesini silahlı (şiddetli) ve siyâsî açıdan ve
dağıtarak onları silahsızlandırmak üzere Dârfur'a medya vasıtasıyla tahrik etmeye ağırlık verdi.
gönderilmesiydi. Nitekim Birleşmiş Milletler'deki Nitekim Amerika, Güney meselesinde hayatî bir rol
Sudanlı temsilci, 22 Temmuz'da polis kuvvetlerinin sahibi olabilmesinin ardından Avrupa'nın oradaki
birleştirildiğini ilan etti. Kendisine el-Cence- rolünü sarsabilmişti. Dolayısıyla Avrupa yani
vid'lerin silahsızlandırılması için ne kadar zamana Fransa ve İngiltere, Güney'deki zayıf rollerini telafi
gerek duyulduğu sorulduğunda, “Bunu kimse etmek için Dârfur'da hayati bir rol sahibi olmayı
bilemez” diyerek yanıt verdi. Lâkin Avrupalılar bu arzuladılar.
Amerikan prosedürlerinden tatmin olmadılar. Yine de sanki Amerika Dârfur meselesinde de
Sudan'a yaptırım uygulanmasını ve Dârfur'a Avrupa'nın yolunu kesmek istiyor görünmektedir.
Sudanlı değil yabancı asker gönderilmesini talep Bunun içindir ki girişimlerde bulundu ve
ettiler. Avrupa ve bilhassa Fransa, Amerika'nın 22.07.2004'te BM Güvenlik Konseyi'ne Sudan'ın
Sudan üzerine yaptırım uygulanma-sındaki sorunları çözmek üzere uyarılmasını, bunun için bir
rolünden şüphelenmeye başladı. aylık zaman sınırlaması konulmasını, aksi takdirde
Sudan Hükümeti'ne yönelik İngiliz tutumu yaptırımlara maruz bırakılmasını öngören ve [şu
muhalif olduğu halde, acayip bir şekilde anda tartışılmakta olan] bir tasarı sundu. Ama o
provakasyon, gözdağı ve Sudan Hükümetine karşı sırada Avrupa'nın arzusu, askerî bir müdahalede
provakatif açıklamaların ortalıkta dolaştırılmasıyla bulunulması ve zaman sınırlaması olmaksızın
Amerika'nın dışlanmasının arkasında duran yaptırımların hemen uygulanması idi. Ne var ki
İngiltere idi. (Amerikan Dışişleri Bakanı Colin) Powell,
Amerika Dârfur meselenin şu sıralarda öne 22.07.2004'te (BM Genel Sekreteri Kofi) Annan ile
çıkmasını istemiyordu. Güney meselesi hallolduk- yaptığı görüşmenin ardından basına yaptığı
tan, (isyancıların lideri John) Garang ile Sudan açıklamada, şimdilik askerî bir müdahaleye gerek
Hükümeti arasında anlaşma imzalandıktan ve bunu olmadığını ama Sudan Hükümeti'nin bu problemi
tamamlamaya yönelik adımlar atıldıktan sonra çözmesi gerektiğini söylüyordu. Bu da onun, aynı
Dârfur'a dönecekti. Avrupa'ya gelince; Fransa ve gün yani 22.07.2004'te (İngiltere Başbakanı Tony)
İngiltere hem sorunu tahrik etmek hem de aynı anda Blair'in Sudan'a yapılacak askerî bir müdahalenin
durumu ısındırmak istediler. Zîra Amerikan yanlısı önemine ilişkin açıklamasına ve Dârfur'a kendi
el-Beşîr Hükümetinin başına belâlar açmak kuvvetlerinden 5000 askerin gönderilmesi
istiyorlardı ki, hezimete uğrasın veya ona nüfuz önerisine katılmadığı anlamına geliyordu.
edebilsinler. Fakat bunlardan hiçbiri Amerika'nın Dârfur'un
Hartum'daki Amerikan sefaretinin, işlerden hayrını istediği anlamına gelmez. Bilakis onun
sorumlu elçisi Gerald Gallucci 2004'ün Mayıs arzusu, başlattığı Güney meselesinin tamamen
ayının ortalarında, ülkenin batısındaki Dârfur sonuçlanmasına kadar tedrici (kademeli) bir şerdir.
bölgesindeki durumların, Sudan'daki İnsan Hakları Avrupa'nın bu Amerikan plânının tehlikesini fark
dosyasının hayatî bir konusu olduğunu belirtmişti. etmesinden sonradır ki, Sudan'daki mevcut
Ayrıca Dârfur bölgesinde barışın tesis edilmesi için Amerikancı iktidarı sıkmak, aynı zamanda Dârfur
Güney'deki barış süreci hususunda tedbirli meselesindeki tamtamları elinde tutmak ve
davranacağını ilave etmişti. Bu da göstermektedir Amerika'nın yönetimi ele geçirdiği vakit Güney
ki Amerika, Güney'in koparılmasına ilişkin Sudan'da yaşadığı sarsıntıyı yeniden (Dârfur'da da)
düzenlemeleri halletmenin ve ondan sonra da yaşamamak maksadıyla mevzuu şu sıralarda tahrik
Kuzey bölgeleri meselesi üzerine yoğunlaşmanın etmiştir.
peşindedir. Hulâsası şu ki Amerika, devletlerarası kamuoyu

34
- ağustos 2004/sayı 03 -
siyasi analiz

önünde sıkıntıya sokulmasından sonra Sudan uzamasına ve Garang vasıtasıyla ekranlarda boy
Hükümeti'ne karşı bu tedbirleri almaya zorlandı ve gösterilmesine izin verdi. Sonra da devlet
bundan dolayı âniden ve hızla körüklenen Dârfur tarafından Arap milislere (el-Cencevidlere) destek
Krizi, devletlerarasında mâkul bir sınır dahilinde verildi. Böylece her şey karmakarışık bir hal aldı,
kalan bir problem oldu, kontrol altına alındı ve cürümler hızla yayıldı ve insanlar ortada bırakıldı.
alevleri dindirildi. Aksi takdirde Amerika Hükümet te milislere bir devlet olarak hadlerini
müdahale edecek değildi. Nitekim bunu bildirmeyerek çatışmalarıyla onları baş başa
körükleyen bilhassa Fransa ve İngiltere idi. bıraktı. Amerika, Avrupa tarafından sıkıntıya
Dolayısıyla Dârfur isyanında başrol, yapılan sokulmasaydı hükümet, tarafların maslahatlarını
hârici müdahale ve tahriktir! gözetmek üzere bir sınır koyacak değildi. (Amerika
sıkıntıya düşmesinden) sonra müdahale etti ve
Sudan Hükümeti'nin halkın maslahatlarını
Sudan Hükümeti'ne sorunu çözmesini emretti. Aksi
gözetmedeki ihmâline ve meseleyi ele alışındaki
takdirde milisler devlet ve nizamın bulunmadığı
tökezlemeye gelince; bu tür sorunlar kabilelerin
boş bir alanda çarpışır halde kalacaklardı.
bölgelerinde yaygın olsa da, daha fazla büyümesi
ve şiddetlenmesi için meselenin başı boş bırakıldığı Dolayısıyla el-Beşîr Hükümeti, bu milisleri
kesindir. Sudan'ın bölgelerinden biri olan Dârfur, kuşatmak ve kabileler arasında bir mutabakat
Sudan'ın batısında Çad sınırı üzerine düşer. Bu sağlamak yerine, olayları kızıştırmaya ve el-
bölgenin yüzölçümü neredeyse Fransa'nınkine Cencevid'i desteklemek için kara ve hava
denktir. Sâkinleri Arap ve Afrikalı kabilelerdir ve kuvvetlerini kullanmaya yöneldi. Bu şekilde
hepsi de Müslümandır. Oraya Dârfur [Dar-i Fur: Müslümanlar arasında kanlı mücadele kıvılcımını
Fur'un ülkesi] denilmesi, Afrikalı el-Fur ateşledi. Sonra da meseleyi halletmede
kabilelerine ait olmasındandır. Sonra ez-Zeğave tökezlemeye ve diğer devletlerin, hatta Sudan'ın
gibi Arap kabileleri oraya gittiler ve onlarla - Güneyi'ni koparan Güney isyancılarının başı John
dostane şekilde- hayat, millet ve kader (gelecek) Garang'ın göstereceği çözümleri beklemeye
ortaklığı kurdular. başladı. Sudan Dışişleri Bakanı, 14.05.2004'te -
Garang'a hitaben- şöyle diyordu: “Sizin
Kabileler arasında meydana geleduran sorunlar,
Dârfur'daki isyan kuvvetleriyle bir alâkanız
tarım arazileri, sulama ve su toplama ile ilgili
bulunmaktadır ve siz, meselenin çözümünde olumlu
geleneksel ve sıradan sorunlardır. Bunlar da hep
bir tavır takınmalısınız.” Bundan önce de
kabile liderleri tarafından çözülegelmiştir. Nitekim
Hükümetin Dârfur'a ilişkin önerilerini uygulama
bu tür sorunlar tüm kabile arazilerinde normal
hususunda resmî Sudan komitelerinde
karşılanan sorunlardır ve kabilevi toplulukların
uzmanlaşmış olan bir Hükümet yetkilisi de şöyle
hareketlerinden kaynaklanan doğal ihtilafın bir
diyordu: “Güney meselesinin çözülmesinden sonra
çeşididir.
Dârfur meselesinin nihaî çözümü John Garang
Velâkin devlet, sürü sahiplerine mer'a (çayır) sayesinde olmalıdır. Başkan yardımcısı sıfatıyla
tedarik etmek, köylerde ikamet eden toprak görevlerini icra etmek üzere Hartum'a gelir. Çünkü
sahiplerinin sulamaya ve tarıma dair ihtiyaçlarını Garang, böylesi çatışmaları halletmeye daha
karşılamak üzere gayret sarf edip hikmetle, muktedirdir. Nitekim kendisinin bu hususta engin
uyanıklılıkla ve işlerin iyilikle yürütülmesiyle, bir tecrübesi bulunmaktadır.”
tarafları bir araya getirerek ve aralarında fark
Garang'ın hareketi Dârfur'daki isyanı körükler-
gözetmeden bu anlaşmazlıkları çözdükten sonra
ken, bu yetkililer işte bunları söylemektedir! Sudan
bölgeyi bir müdâhale sahası olmaktan çıkararak
Dışişleri Bakanı, 14.05.2004'te yaptığı bir basın
soruna bir son vermek yerine, çatışmaya sessiz
toplantısı esnasında muhabirlerden biri kendisine
kaldı. Müslümanların, Arapların ve Afrikalıların
şöyle sordu: “Garang Hareketi'ni Dârfur'daki
işlerini körüklenmeye, karmaşıklaşmaya ve
isyanlardan sorumlu olarak görüyor musunuz?” O
şiddetlenmeye terk etti. Çad vasıtasıyla Fransa
da şöyle cevap verdi: “Evet. Yine de Sudan'daki
tarafından desteklenen Afrikalı milislerin bölgede
yetkililer Garang'dan kendileri için sorunu
yayılmasına, İngiltere sayesinde medyanın dilinin
çözmesini talep ettiler. Hiç kuşkusuz onun

35
- ağustos 2004/sayı 03 -
siyasi analiz

arzuladığı çözüm, Dârfur bölgesinin de Güney gibi ajanların ayakları altındaki halıyı çekecek şekilde
Sudan'dan ayrılmasıdır.” Dârfur'a müdahale etmek yerine, görüyoruz ki
İşte Sudan Hükümeti, Güney isyanının Hükümet devletlerarası kuruluşlar, Amerikalı
liderinden Dârfur isyanının bastırılmasını talep düşman ve Avrupa Birliği, bilhassa Fransa,
edecek kadar korkunç bir zillete düştü! Almanya ve İngiltere karşısında ezilmektedir.
Nitekim bunlar, Blair'in önceki açıklamasında
Sudan Hükümeti hâlen duruma, Dârfur'daki ve
geçtiği gibi, Dârfur'a askerî kuvvetlerini
Kuzey'in diğer bölgelerindeki şartların
göndermeye hazır olduklarını açıkça ilan
kızıştırılmasına kaçınılmaz olarak yol açacak
etmişlerdir. İşte böylelikle ülke, devletlerarası
şekilde bakmaktadır. Nitekim yardım kuruluşları-
müdahaleye açık bir alan haline geldi. Yine de
nın oradaki isyancılara silah taşıdıklarını bildiği
Hükümet, Sudan'daki iktidarın Amerika'ya karşı
halde, bu kuruluşların oralardaki çalışmalarını
esnek davrandığı sürece destekleneceği ve her
sürdürmelerini kabul etmiş ve saflarını
koşulda sabit kalacağı düşüncesiyle Dârfur
birleştirebilsinler ve yeni bir isyana hazırlanabil-
meselesi için çözümleri Amerika'nın arka çıktığı
sinler diye isyancıların üzerini örtecek bir örtü olan
isyancı Garang'dan istemektedir. Oysa onların
Afrikalı denetim gruplarına razı olmuştur. Az önce
varlıklarının kendi çıkarlarına ters olması veya
geçen söz konusu basın toplantısında Sudan
kendilerine verilen rollerin bitmesi halinde,
Dışişleri Bakanı kendisine sorulan: “Ugandalı
Amerika hiçbir ajanına veya uşağına hiçbir değer
kuvvetlerin Sudan'ın Güneyi'ne girmelerine izin
vermeyecektir.
veren bu anlaşmadan memnun musunuz?”
sorusuna şöyle cevap vermişti: “Siz kendi Güney'deki tâvizlerden ve Beyaz Saray'daki
yaptıklarınızdan her zaman memnun oluyor efendilerinin emirlerini gerçekleştirmelerinden
musunuz? Bazen bir şeyler yaparsınız, çünkü anlıyoruz ki, Sudan'ın her tarafında siyâsî veya
zaruret bunu gerektirir.” Bu da onun hangi ekonomik birtakım mâzeretler gösterilerek isyan
kuvvetlerin isyanı tahrik ve teşvik ettiğinden kapıları açılmaktadır. Herkes, zengin ve bereketli
haberdar olduğunu açığa çıkaran örneklerinden doğal kaynaklarına karşın Sudan'ın ızdırabını
biridir. çektiği ekonomik krizin ölümcül boyutlara
vardığının farkındadır. Bunun nedeni, ancak
Acayip olan şey şu ki Hükümet, Birleşmiş
hükümetin başarısız politikalarıdır. Zîra bunlar
Milletler'in -sözde insanî- kuruluşlarının
Allah'ın Şeriati'ne aykırıdır ve çünkü onlar Allah'ın
Dârfur'dan geri çekilmesini, Dârfur halkının
indirdikleri ile hükmetmemekte ve Ümmetin
işlerini gözetmek üzere kalmasını talep ederek
işlerini adalet ve ihsan ile gözetmemektedirler.
kınamasıydı. Hükümet herkesten önce bilmektedir
ki, bu kuruluşlar yalnızca fitneyi yaymak için İşte Sudan İçişleri Bakanı AbdurRahman'ın
çalışmakta, yardım kutularıyla kaçak silahlar Dârfur hadiseleri hakkındaki yorumunda
taşımakta ve isyancıların merkezleriyle irtibat vurguladığı şey tam da bu idi: “Görünen o ki,
kurmaktadır. Nitekim bu gerçek, Dârfur'daki Dârfur isyancılarının talepleri, Güney'deki
isyancılara kaçak silahlar ve erzak taşırken müzakerecilerin self-determinasyon [kendi geleceğini tâyin]
yakalanan BM uçağı ile bundan önce yakalanan hakkı ve bağımsız bir orduya sahip olma gibi talep
Kızıl Haç uçağı hadiselerinde ortaya çıkmıştı. ettiklerine benzemeye başladı.”
Hükümete düşen, o kuruluşların geri çekilmesini Müslümanların topraklarından herhangi bir
kınamak değil, bilakis kendi halkının işlerini adalet karışını dâhi, kâfir düşmanın otoritesi altına terk
ve ihsan ile bizzat gözetmesiydi. etmek İslam'da büyük bir cürümdür. Kaldı ki bu,
Hükümetin gevşekliği, zayıflığı ve böylesi diğer bölgeleri de ayrılmaya iter ve daha fazla tâviz
kritik konulardaki dışa bağımlılığı, bu tür istemede düşmanın cesaretini artırır. Çünkü tâviz
musibetlerin en öncelikli ve esasî sebebidir. tâvizi doğurur ve en ufak bir tâviz daha fazla tâvizin
Dolayısıyla sakinlerinin %100'ü Müslüman olan kapılarını ardına kadar açmaya kâfidir:
bir beldenin servetlerinin paylaşımı hakkındaki Bir kez küçülen tekrar kolayca küçülebilir,
şer'î hüküm ortaya konularak, isyana çağıran Ölü olan birine hangi yara zarar verebilir? [BirArap

36
- ağustos 2004/sayı 03 -
siyasi analiz

şiirinin mısralarından]

Filistin'de ve Endonezya'da verilen ve Sudan'da


verilegelen tâvizler bunu kanıtlamaktadır.
Şaşırtan ve acı veren şey şu ki, neredeyse her
hususta Hükümete çatan Sudan'daki muhalefet
partilerinin, Amerika'nın önceden planlayıp
düzenlediği Güney'in isyancı Garang'a terk
edilmesi cürmüne ve Dârfur'daki isyancılarla -
oranın da Güney'in akıbetine uğramasıyla
sonuçlanabilecek- müzakarelerin yapılmasına razı
olmalarıdır. Bu da kendilerini “muhalefet” olarak
adlandıran bu partilerin bozuk vakıalarını ve
Müslümanların topraklarından vazgeçme husu-
sunda Allah'tan hiç te korkmadıklarını açıkça
ortaya çıkarmaktadır.
Sudan için çözüm şu iki şeyden birinin
olmasından öteye geçmez:
Birincisi: Sorunlarının çözümünde Amerika'ya
güvenerek bâtılda ifrata kaçmak, tâviz politikasını
sürdürmek ve ülkeyi Amerika ile Avrupa arasında
mücadelenin bir arenası haline getirmektir.
İkincisi: Hakka ve hakkın faziletine dönmek,
Allah'ın Şeriatine tâbi olmak, Garang ile yapılmış
tüm anlaşmaları iptal etmek, Dârfur isyancıları ile
yapılan tüm görüşmeleri durdurmak ve ülkenin
birliği meselesine, her ne olursa olsun ihmâl
edilmemesi gereken bir ölüm-kalım meselesi
haline getirerek kesin bir temel olarak itibar
etmektir.
Birincisine gelince; bu teslimiyet ve tâvizcilik,
ülkeyi büyük bir musibete, zillete, zaâfiyete,
koparılmaya, parçalanmaya ve yok oluşa
sürükleyecek ve Allah'a, Rasulü'ne ve Mü'minlere
ihanet edilmiş olacaktır.
İkincisine gelince; işte bu izzettir, kuvvettir,
birlikteliktir ve yükseliştir. Allah [Subhanehu ve Te'alâ] ve
Rasulü [SallAllahu'AleyhiveSellem]'in razı olduğudur.
Öyleyse Sudan'ın yöneticileri pişman olup
tevbe edecek, Allah ve Rasulü'nü razı edecek ve
kendileri için hem bu dünya hayatında hem de
Ahirette hayırlı olacak tavırlar takınarak harekete
geçecekler mi?

37
- ağustos 2004/sayı 03 -
siyasi analiz

Nâfiz Bayramalioğlu

ÖZBEKİSTAN’DA SİYÂSÎ DALGALANMA


VE KERİMOV’UN SON İFTİRASI

S
oğuk Savaş sonrasında Amerika, eski liderlerin izledikleri politikanın örtüşüyor
Sovyet toprakları üzerine kurulu Orta olmasıydı. Nitekim bu yöneticilerin neredeyse
Asya cumhuriyetlerini hedef aldı. tamamı eski komünist parti üyesi veya KGB
Amerika'nın Orta Asya'ya ilgisi, devletlerarası bir ajanıdırlar. Hepsi de uzun süredir ülkenin başında
çatışmayı da beraberinde getirdi. Bu çatışma olan diktatörlerdir ve baskı yoluyla yönetim
çoğunlukla Amerika ile Rusya arasında diplomatik göstermektedirler. Hepsi de Amerika ile Rusya
usullerle gerçekleşiyordu. 11 Eylül sonrasında ise arasında kalmıştır. Hepsinin izlediği politika
Amerika, Orta Asya ülkelerine askeri kuvvetiyle Amerika ile Rusya arasında denge sağlamayı
birlikte girdi. Üstelik Orta Asya ülkelerini yakın amaçlayan “değneğin ortasından tutma”
markaja almak üzere Afganistan'a büyük bir askeri siyasetidir.
yığınak yaptı. Bununla birlikte bilhassa geçen yıl İşte bu endişe ve çatışmanın en belirgin olarak
Kasım ayında Gürcistan'da yaşanan darbe, bu göze çarptığı ülke Özbekistan'dır. Yahudi kâfir
çatışmaya yeni bir boyut ekledi. Bir başka ifadeyle Kerimov, Şevardnadze ve Abaşidze'nin akıbetinin
Amerika bu defa Orta Asya'ya çok yakın olan kendi başına gelmesi endişesiyle birtakım
Kafkas ülkelerine yöneldi. Bunun bir sonucu olarak hamlelerde bulundu. Buna teşvik eden ise Rusya
ordudaki kuvvetine güvenen Şevardnadze'yi halk idi.
ayaklanmasıyla devirerek Gürcistan'da muhalefet
Kerimov ilk olarak 1 Mart 2004'te yabancı
lideri ve kendi adamı olan Mikhail Saakashvili'yi
kuruluşlar hakkında bir karar yayınladı. Buna göre
yönetime getirdi. Bir süre sonra da devlet başkanı
ülkedeki yabancı insan hakları ve demokrasi
Aslan Abaşidze'nin devrilmesiyle Acaristan
örgütlerine Adalet Bakanlığı'na tescil zorunluluğu
Amerika'nın kontrolüne Rusya'nın rızasıyla girdi.
getirdi. Oysa daha önce tescili yapan Dışişleri
Amerika Mayıs 2004'te Colin Powell'ın Moskova
Bakanlığı idi. Bu değişimin sebebi, bu kuruluşların
ziyaretinden sonra buna karşılık Rusya'nın
yasaklanmasını ve ülkeden kovulmasını
Çeçenistan politikasına sessiz kaldı.
kolaylaştırmaktı. Çünkü Dışişleri Bakanlığına
Gürcistan ve Acaristan'daki devrimler doğal bağlı oldukları zaman, bunların statüsü devletin dış
olarak Orta Asya devletlerini de telaşa düşürdü. ilişkilerini ilgilendiren bir mesele oluyordu. Adalet
Oysa Amerika'nın Orta Asya Cumhuriyetlerindeki Bakanlığı'na bağlandıklarında, mesele dahili bir
politikası, Arap ülkelerindeki gibi diktatörlük mesele haline geldi. Nitekim bu organizasyonlar,
rejimlerinde reforma gidilmesinden ibaretti. Amerikan politikalarını ve Batı hadaratını taşıyan
Amerika'nın Gürcistan ve Acaristan'da yönetim merkezlerdir. Üstelik çoğunlukla CIA ajanları bu
değişikliğine gitmesi, özellikle bunların sahip merkezler vasıtasıyla faaliyetlerini sürdürmekte-
olduğu jeo-stratejik konumdan kaynaklanıyordu. dirler. Hedef gruplar arasında George Soros'un
Aynı durum Orta Asya ülkeleri için -öncelik Açık Toplum Kuruluşu ve Amerikan Hükümeti
bakımından- söz konusu değildi. Bununla birlikte tarafından desteklenen Ulusal Demokrasi Kuruluşu
Orta Asya cumhuriyetlerini korkutan şey, kendi [National Democracy Foundation] ve Uluslararası
siyasetleri ile Gürcistan ve Acaristan'daki devrik Cumhuriyetçi Kuruluşu [International Republicans

38
- ağustos 2004/sayı 03 -
siyasi analiz

Foundation] da bulunmaktadır. Nitekim haklarını umursaması söz konusu değildi. Radio


Gürcistan'da yaşanan devrim öncesinde bu Liberty [Azatlık Radyosu]'nun o günkü haberine
kuruluşların muhalefet ile olan yakın ilişki göre, gazetecilerin Özbekistan'da vukuu bulan
içerisinde oldukları biliniyordu. Bu durum insan hakları ihlâllerine ilişkin sorularına maruz
Kerimov'u telaşlandırmaya yetti. kalınca Rumsfeld şöyle dedi: “Benim böyle
28 Mart - 1 Nisan tarihleri arasında Taşkent'te şeylerden haberim yok.” Rumsfeld'in bu konuyu
patlamalar yaşandı. Kısa bir süre sonra 15 Nisan'da vurgulamasının sebebi, zulümlerden, baskılardan
Kerimov ile Putin Moskova yakınlarında bir veya işkencelerden rahatsız olması değil, bilakis
görüşme yaptılar. Görüşmeden sonra Kerimov diğer İslam topraklarında da yapılmasını istediği
şöyle dedi: “Bu ziyaret iki ülke (Rusya-Özbekistan) siyasi reformlar idi.
ilişkilerinde köklü değişikliklere neden olacaktır.” Kerimov bir taraftan Amerika ile işbirliğini
Nitekim patlamalardan en çok faydalanan Rusya artırmaya çalışırken diğer taraftan Rusya ile
olmuştu. Bu görüşmenin diğer bir önemli yanı da bağlarını koruyordu. Son dönemde meydana gelen
Özbekistan ile Rusya arasında imzalanan Gaz olaylar Kerimov'un ağırlığını Rusya'ya
Anlaşması idi. Bu da Özbekistan'ın UzbekNefte- kaydırmasına yol açtı. Bunun bir sonucu olarak 12
Gaz [Özbek Petrol ve Gaz] şirketi ile Rusya'nın Mayıs'ta Rusya Savunma Bakanı Sergey İvanov
Gazprom şirketi arasında Özbekistan'ın Sahpahtı Özbekistan'ı ziyaret etti ve askeri-ekonomik
gaz sahası ile ilgili olarak 15 yıllık bir üretim- konuları görüştü. 29 Mayıs'ta da SCO üyesi
paylaşım anlaşmasıdır. devletlerin üst düzey yetkilileri Taşkent'te biraraya
Putin-Kerimov görüşmesinden 3 gün sonra, 18 geldiler.
Nisan'da ünlü Amerikalı spekülatör George Amerika - Özbekistan ilişkilerine zarar veren en
Soros'un “OSI” [Open Society Institute (Açık önemli darbelerden biri de 17-18 Haziran'da
Toplum Enstitüsü) adı altında aslında Soros Taşkent'te yapılan Şangay İşbirliği Örgütü [SCO]
Foundation (Soros Vakfı)] faaliyetleri yasaklandı. Zirvesi oldu. Rusya-Çin ekseni, ABD-AB
Merkezi Newyork'ta bulunan bir vakıflar ekseninin hamlelerine karşılık vermeye
şebekesi olan OSI, Taşkent'teki şubesini ilk kez uğraşmaktadır. SCO Zirvesi de bunun tartışıldığı
1996'da açtı. Ondan sonra OSI ve ona bağlı bir platform olmuştur. Nitekim İstanbul'daki NATO
kuruluşlar, ekonomi, kamu sağlığı, eğitim, sanat ve Zirvesi gibi, Taşkent'teki SCO Zirvesi de Haziran
kültür adı altında birçok alanda reformların ayında yapıldı. Bu iki eksen arasındaki
yapılmasına yardımcı olmak maksadıyla 22 milyon çatışmanın/rekabetin güvenlik, ekonomik ve enerji
dolardan fazla para harcadı. OSI, 2003 yılında alanlarında yaşandığı görülmektedir. SCO
ülkeye yaptığı 3.7 milyon dolarlık yardımla en Zirvesindeki en önemli gelişme ise, Özbekistan-
büyük bağış kuruluşu oldu. Orta Asya ülkelerine Rusya-Çin arasında imzalanan “Stratejik İşbirliği
ilişkin önemli analizlere ve haberlere yer veren Anlaşması” idi. Buna göre Özbekistan hava
Eurasinet.net de Newyork'ta OSI'nin finansmanı ile koridoru, Rus hava kuvvetlerine bağlı uçaklara
çalışmaktadır. açıldı. Yani Özbekistan'ın Rusya'ya önceden beri
verdiği destek genellikle ekonomik boyutta iken,
Bundan önce 24-25 Şubat tarihlerinde
bu anlaşma ile birlikte buna bir de askeri boyut
Özbekistan'ı ziyaret eden Amerikan Savunma
eklendi. Bu da anlaşmanın ciddiyetini ve Amerika
Bakanı Donald Rumsfeld bir taraftan Özbekistan
ile Özbekistan arasındaki probleme işaret
ile askeri işbirliğinin arttığını söylerken diğer
etmektedir. Kerimov anlaşmadan sonra şöyle
taraftan Özbekistan'ın insan hakları ve reformlar
diyordu: “Özbekistan bağımsız bir devlettir, ne
konusunda eksiklikleri bulunduğunu ve Amerikan
yapacağımıza ABD ya da başka bir ülke değil, biz
büyükelçiliğinin bu konuyla daha çok
karar veririz.” Böylece Özbekistan'daki durum 11
ilgileneceğini belirtiyordu. Oysa Rumsfeld'in insan
Eylül öncesi “Taşkent Dengesi” denilen duruma

39
- ağustos 2004/sayı 03 -
siyasi analiz

dönmüş oldu. BDT [Bağımsız Devletler Topluluğu] ülkelerini


11 Eylül sonrasında Amerika'ya ilk üs veren dahil etme, kimi yerlerde de AB aracılığıyla
ülke Özbekistan idi. Termez üssü ile iki havaalanı sınırları koruma adı altında Rusya'yı askeri
Amerika'ya verildi. Beş bin Amerikan askeri anlamda daraltmaya çalışırken, Rusya da yeni
Özbekistan'a yerleşti. Şimdiye kadar Amerika'ya askeri teknoloji üreterek ve silahlı kuvvetlerinin
resmen hiç davet edilmeyen Kerimov, bulunduğu ülkelere takviye yaparak karşılık
Washington'a giderek Bush ile bir işbirliği vermektedir.
anlaşması imzaladı. Buna rağmen beklediği NATO'nun genişleme projesi çerçevesinde
karşılığı alamadı. Amerikan yönetimi, medyası ve Mart ayı sonunda Baltık Cumhuriyetleri ve Balkan
Kongre'nin adamları Kerimov'a hakaret etmeye ülkelerini bünyesine almasıyla gerilim iyice su
devam etti. Taşkent'teki patlamalar gerçekleştiği yüzüne çıktı. Böylece Rusya-ABD ilişkileri de
zaman Amerikan medyası “Normaldir, çünkü Soğuk Savaş dönemine benzer bir döneme girdi.
Özbekistan'da diktatörlük var” diyordu. Yine Zaten Rusya, NATO'nun genişlemesine karşı
aralarında Cumhuriyetçilerin de bulunduğu bazı rahatsızlığını yüksek sesle dile getirmişti. NATO
Kongre üyeleri konuşmalarında Kerimov'a hakaret Genel Sekreteri Jaap de Hoop Scheffer,
ettiler. Amerika'nın Kerimov üzerine reformlar Moskova'ya yaptığı ziyarette Rusya'nın kaygılarını
konusunda yaptığı baskılar, Gürcistan ve Acaristan gidermeye çalışmıştı. Scheffer, Devlet Başkanı
olaylarından sonra yahudi korkaklığına sahip Vladimir Putin, Savunma Bakanı Sergey İvanov,
Kerimov'u daha da ürküttü. Soros Vakfı'nı Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve Rusya Güvenlik
kapatmasının bir nedeni de buydu zaten. Konseyi Başkanı İgor İvanov'la görüşmüştü.
11 Eylül sonrasında, ABD'nin bölgeye Rusya ve Çin, Amerika'ya karşı SCO'yu öne
yerleşmesi ve NATO'nun “genişleme stratejisi” çıkararak kuvvetlendirmek istemektedirler. Bunun
çerçevesinde Afganistan'a yerleşmesi, Rusya'yı içindir ki, Taşkent'teki zirvede SCO'nun yapısında
ciddi bir şekilde endişelendirmektedir. Bu nedenle değişiklik yapılmıştır. SCO bölgesel bir platform
Rusya, kendi “stratejik derinliği” ve nüfuz alanı olmaktan çıkarılmış ve uluslararası güvenlik,
olarak kabul ettiği Orta Asya ülkelerinin, ABD ile istikrar ve ticari-ekonomik işbirliği platformu
yakın ilişki kurmasından duyduğu rahatsızlığı haline getirilmesi öngörülmüştür. Nitekim SCO
açıkça belli etmekten kaçınmamaktadır. Rusya Zirvesi'nde tüm üye devletlerin başkanlarının
Devlet Başkanı Vladimir Putin'in, 28-29 Haziran iştirakiyle Taşkent'te Anti-Terörizm Merkezi'nin
2004 tarihleri arasında gerçekleştirilen NATO açılışı yapılmıştır.
İstanbul Zirvesine katılmamasının temel neden- Rusya'nın, Orta Asya bölgesindeki ülkelerle
lerinden biri de budur. Putin'in SCO zirvesine olan dış ticareti incelendiğinde Özbekistan'ın
fazlaca önem vermesi ve Rusya'nın Amerika'nın Kazakistan'dan sonra ikinci sırada yer aldığı ve
bölgedeki varlığına karşı aktif hareketlerde 2002 yılında da yaklaşık 800 milyon dolar olan dış
bulunmasının nedeni, Amerika'nın Orta Asya ve ticaret hacminin, 2003 yılında bir milyar dolar
Kafkaslardaki etkisini kırma arzusudur. Nitekim seviyesine ulaştığı görülmektedir. Rusya ile
NATO Zirvesi'nde Avrupa'da bulunan NATO Özbekistan arasındaki bu ticaret hacminin
üslerinin Doğu'ya kaydırılması gündeme gelmiştir. önümüzdeki süreçte daha da artması beklenmek-
Bunun bir parçası da Orta Asya'daki Rus üslerinin tedir. Yine SCO'da imzalanan stratejik ortaklık
NATO üsleri haline getirilmesidir. anlaşmasına ek olarak, 16 Haziran 2004 tarihinde
NATO'nun kendi sınırlarını Rusya'ya Rusya'nın önemli enerji şirketlerinden LUKOIL,
dayandırması, Amerikan - Rus ilişkilerini germeye Özbekistan devlet şirketi UzbekNefteGaz ile
başladı. ABD, kimi yerlerde üs kurma, askeri doğalgaz üretimi konusunda 35 yıllık bir anlaşma
alanları kullanma, kimi yerlerde NATO ittifakına imzaladı. Nitekim Nisan ayında Gazprom'un

40
- ağustos 2004/sayı 03 -
siyasi analiz

Özbekistan'dan 2003 yılında aldığı 2,5 milyar m3 da kendisini ömür boyu devlet başkanı ilan etmeye
doğalgaz miktarını, 2004 yılında 7,7 milyar m3'e uğraşmaktadır. Yani Kerimov kendisine zarar
artıracağı açıklanmıştı. 3 Temmuz 2004'te Rusya vermediği sürece reformların bir kısmını Arap
Başbakanı Mikhail Fradkov ile Kerimov arasında liderleri gibi kabul etmektedir. Kendisini sağlama
yapılan görüşmede de ilişkilerin geliştirileceği ve almak için de Rusya'ya yanaşmaktadır. Böylece
ticari ve ekonomik işbirliğinin artırılacağı hem kendisini korumakta hem Rusya'yı memnun
belirtildi. Özbekistan'ın, Taşkent patlamalarının etmekte hem de Amerika ile bağlarını
ardından Rusya'ya biraz daha yakınlaşması dikkat koparmamaktadır.
çekicidir. Nitekim Rusya'nın SSCB'den tevarüs Amerika'nın Özbekistan'a verdiği yardımlara
eden askeri ve istihbari ağı ile bölgedeki etkili gelince; ABD'nin Özbekistan'a sağladığı mâlî
kurumları (derin/gölge devlet) genelde Orta Asya yardım, Özbekistan'ın beklentilerinin altında
özelde Özbekistan'da önemli bir etken olmaktadır. gerçekleşmiştir.
Kerimov, tam bir dış politika cambazı olarak ABD'den en fazla ekonomik yardim alan ikinci
tanınıyor. Bir taraftan Rusya ile bağlarını bu şekilde Orta Asya ülkesi Özbekistan'dır. Özbekistan'a 2003
kuvvetlendirirken, diğer taraftan Amerika ile de yılı içerisinde 86.1 milyon dolar yardımda
birlikte hareket etmektedir. Nitekim Haziran bulunulmuştur. Bu rakamın 14.7 milyon doları
ayında yine Taşkent'te yapılan Avrupa Yeniden demokrasinin geliştirilmesini öngören programlara
Yapılanma ve Kalkınma Bankası (EBRD) ve 18.2 milyon doları sosyal ve ekonomik
toplantısında Kerimov, anayasada gerekli programlara harcanmıştır. Ancak bu mâli destek
değişiklikleri yaparak devlet başkanlığı yetkilerini tam olarak ekonomik gelişmeye yansımamıştır.
azaltmak istediğini söyledi. Fakat bunun ne zaman Üstelik ABD'nin Özbekistan Savunma
olacağını söylemedi. Özbekistan'da önemli bir Bakanlığı'na 517 bin dolarlık askeri teçhizat
başka gelişme ise “Özbekistan Devlet Başkanlığı yardımının büyük bir bölümü Rusya'da üretilen
Temel Garanti Yasası”nın kabulü oldu. Bu yasanın mallardan oluşmaktadır. Özbekistan'ın hayali
Özbekistan Devlet Başkanlığı görevini yürüten NATO standartlarına ulaşmak olsa bile, askeri
kişilerin haklarını düzenlediği ve görevleri sona donatımının çoğunu eski Sovyet standartlarına
erdikten sonra bile bu kişilerin herhangi bir uygun parçalar oluşturmaktadır. Özbekistan her ne
soruşturmaya tabi tutulamayacağını garanti altına kadar ABD'ye yönelmeye çalışsa da Rusya'ya
aldığı belirtildi. Yine Kerimov gerekli anayasal ekonomik yönden bağımlı olarak kalmaktadır.
değişiklik ile bakanlar kuruluna başkanlık etme Zaten Rusya Özbekistan'ın 640 milyon dolarlık
görevini devredeceğini açıklamış olsa bile yeni borcunu da ara sıra hatırlatmaktadır. Üstelik
bakanlar kurulu başkanın atamasını da anayasa Rusya'nın bölgedeki nüfuzu da Kerimov'un
gereği yine kendisi yapacaktır. Bu da göstermek- kayıtsız kalamayacağı bir vakıadır.
tedir ki, Özbekistan reformlara karşı değildir ama
İşte bunun içindir ki Amerika, Özbekistan'ın
Kerimov'un korunması gerekmektedir. Nitekim
Rusya'ya bu yakınlaşmasına ekonomik yardımlar-
Orta Asya'daki zalim diktatörler için aslolan kendi
da kesinti yaparak karşılık vermiştir. Nitekim
koltuklarıdır. Kazak Parlamentosu Devlet
Amerikan Yönetimi 13 Temmuz'da Özbekistan'a
Başkanı'na aynı tür garantiler sağlayan bir yasayı
yaptığı yardımın 18 milyon dolarlık kısmını askıya
onayladı. Türkmenistan Devlet Başkanı
aldığını açıkladı. Kesilen yardım miktarının %20
Saparmurat Niyazov ise korumadan öte ömür boyu
oranında olmasından bu hamlenin keskin bir
devlet başkanlığını garanti altına almıştır.
değişiklik değil, bir tehdit olduğu açığa çıkar. Bir
Tacikistan Devlet Başkanı İmamali Rahmanov
başka ifadeyle Amerika, Özbekistan'ın Rusya'ya
yaklaşık 14 sene daha görevde kalmasını
fazlaca yakınlaşmamasını ve reformları yerine
sağlayacak anayasa düzenlemesinin önünü açtı.
getirmeye başlamasını istemektedir.
Diğer Orta Asyalı devlet başkanları gibi Kerimov

41
- ağustos 2004/sayı 03 -
siyasi analiz

ummah.org gibi]
Kerimov, koltuğunu korumak ve devamlılığını yayınlanan 31 Temmuz tarihli beyan-
sağlamak için dış siyasette bu tür manevralara namede şöyle denilmektedir:
başvurduğu gibi, ülke içerisinde de Hizb-ut Tahrir “Hizb-ut Tahrir, ideolojisi İslam olan siyâsi bir
ile cisimleşen İslamî hareketi ve Müslümanları partidir. Bu gerçek bilinmez değildir. Aksine
hedef almaktadır. İlk kez 16 Şubat 1999'da yaşanan dünyanın birçok bölgesinde çok iyi bilinmektedir.
patlamalar ve Kerimov'a düzenlenen suikastin Yakından ve uzaktan bilinmektedir ki, Hizb-ut
Hizb-ut Tahrir'in üzerine atılmasından sonra, Hizbe Tahrir davası esnasında maddî (şiddet) eylemlere
karşı şiddetli bir kampanya başlatılmıştı. O kadar ki asla başvurmaz. Aksine Fikrî Çatışma ve Siyâsi
Özbekistan, bağımsız gözlemcilerin raporlarında Mücadele üzerine kâimdir. Hizbin maddî eylemlere
en vahşi işkencelerin yapıldığı ülkelerinden biri başvurmaması korktuğundan değil, bilakis
haline gelmişti ve hâlâ öyledir. Son zamanlarda da Rasulullah [SallAllahu 'Aleyhi ve Sellem] 'in sîretinden
benzer iddialar yeniden gündeme geldi. 2004'ün (hayatından) bunu anlamış olmasından dolayıdır.
Nitekim O, davasının merhaleleri boyunca hep fikrî
Mart ayında Taşkent ve Buhara'da meydana gelen
ve siyâsi işler üzerinde sâbit kaldı. Hizb de bu
patlamalardan yine Hizb-ut Tahrir sorumlu tutuldu.
metodu benimsedi ve o metot ta bunu
Amerika ile Özbekistan ilişkilerinin gerginleştiği, gerektirmektedir... Eğer biz ondan intikam almak
Özbekistan'ın Rusya'ya yakınlaştığı ve Kerimov'un için maddî eylemlere başvuruyor olsaydık, ne
denge politikasını korumaya çalıştığı bir dönemde burada ne de başka bir yerde patlamalardan yüz
ve özellikle Amerikan yanlısı haber kaynak- çevirirdik. Üstelik onun (Kerimov'un) konutuna
larından çıkan bu iddialar dikkat çekmektedir. 30 girer ve onu orada gebertirdik. Çünkü biz, Allah
Temmuz'da Amerikan ve İsrail büyükelçilikleri ile Subhanehû'dan başka hiç kimseden korkmayız.
savcılık binasının bombalanması olayı ise daha da Kerimov, ellerimizin kendisinden uzakta
garipti. Çünkü bu defa Kerimov'un televizyon olmadığının ve ona rahatlıkla ulaşabileceğimizin
ekranlarına çıkıp hiçbir delil ve haklı mazeret farkındadır. İsterse güvenlik birimlerini bunu
göstermeden “Bu patlamaların arkasında Hizb-ut sorsun, bakalım. Dolayısıyla eğer metodumuz
Tahrir vardır” demesi yetmedi, bir de medyada bir cevaz verseydi, şüphesiz onu yakalayabilir ve
internet sitesine dayandırılarak Hizb-ut Tahrir'in bu öldürebilirdik... medya organları Hizb-ut Tahrir'in
patlamaları üstlendiği(!) iddia edildi. Özellikle resmî internet sitelerini bilmiyorlar mı? Onlara
Türkiye medyasında çıkan haberlerin kaynağı düşen, bu sitelere girmeleri, söz konusu iddiaların
yayınlanıp yayınlanmadığına bakmaları veya
incelendiğinde dikkat çekici bilgilere ulaşılmak-
doğruluğunu araştırmaları ve bu haberi
tadır. Bütün haberlerin kaynağı Anadolu Ajansı.
uyduranları kendi fitnecilik ve iftiracılıkları ile
Anadolu Ajansı da haberin kaynağı olarak Dubai'yi başbaşa bırakmaları, sonra da onların
gösteriyor. 30 Temmuz'da Dubai merkezli el- aldatmacalarını saklamak yerine açığa vurmaları
Arabiyye Televizyonu'nun yayınında da aynı gerekirdi.”
haberin geçtiği görüldü. el-Arabiyye ise haberin
Bu tür iddiaların Batılı ülkelerden kaynakladığı
kendi muhabirleri tarafından verilse de haber
hakkında ise şöyle denilmektedir:
kaynağının Reuters olduğunu açıkladı. Bu
demektir ki, Amerika'nın ortaya attığı yalan, süratle “Sömürgeci güçler ile onların uşaklarının
Hizb'i kasten suçlama girişimleri ilk kez yaşanıyor
tüm Arap, Orta Asya ve Türkiye medyasında kesin
değildir. Aksine çok uğraştılar ama hep kaybettiler.
bir gerçekmiş gibi sunuldu. Buna rağmen birçok
İngilizler ve uşakları, Ürdün'de ve Libya'da bunu
medya organı -itibarlarının sarsılmasından endişe
yapmaya çalıştı. Amerika ve uşakları Mısır'da,
etmelerinden olsa gerek- bu gerçeği öğrendikleri Suriye'de ve Özbekistan'da bunu yapmaya çalıştı.
halde, bu yalanı düzeltmeye yanaşmadılar. Hizb-ut Netice ise ancak bu devletlerin insanların
Tahrir'in söz konusu iddiaya ilişkin resmi internet gözünden düşmeleri, buna karşılık Hizbin heybet ve
sitelerinde [www.hizb-ut-tahrir.org / www.hizb-ut-tahrir.info / www.1924.org / www.al- itibarının yükselmesi oldu.”

42
- ağustos 2004/sayı 03 -
siyasi analiz

Son olarak, Özbekistan'ın bu söz konusu olayda


da Amerika ile ilişkilerinin gerildiği görüldü.
Nitekim Kerimov, bu olayın ardından yapılan
soruşturmalar hakkında FBI, Interpol ve
MOSSAD'ın yardım tekliflerini reddetti. Bunun
yerine SCO Zirvesi sırasında kurulan Anti-Terör
Merkezi'ne çağrıda bulunarak patlamaları
araştırmasını istedi. Bu da Kerimov'un Amerika'ya
karşı temkinli davranmaya ve Rusya-Çin eksenine
daha da yakınlaştığına işaret etmektedir. Benzer bir
yakınlaşma 25 Kasım 2002'de (kendisine
Türkmenlerin atası anlamında Türkmenbaşı
soyadını veren dengesiz diktatör) Türkmenistan
devlet başkanı Saparmurat Niyazov'a düzenlenen
suikast sonrasında Rusya ile Türkmenistan
arasında da yaşanmıştı. Kerimov'un Rusya
yakınlaşıp Amerika'ya mesafeli durması, yakın bir
gelecekte Özbekistan'da şaşırtıcı gelişmelerin
önünü açabilecektir. Nitekim Özbekistan Rusya'ya
son on yıldır hiç bu kadar yakınlaşmamıştı.
Tüm bunlar bir araya getirildiğinde, Özbekistan
devlet başkanı ve azgın İslam düşmanı İ. Kerimov,
ülkedeki birçok problemi bir tarafa bırakmış, tüm
gücünü kendisinin sonunu yaklaştıran bu yükselişe
ve Hilâfeti kurmak için çalışan Müslümanlara,
onların yakınlarına, akrabalarına hatta onlara selam
verenlere saldırmak, tutuklamak, hapsetmek,
peşlerine düşmek ve hatta katletmek için harcaması
Kerimov'un dikta politikasının odak noktasını
oluşturmaktadır. Ne var ki bu çabalarının hiçbiri
Allah'ın izniyle onu kurtarmayacaktır. Ne Amerika
ne de Rusya onun akıbetini değiştiremeyecektir.
Onun cezası ancak bu dünyada rezil bir hayat ve
Ahirette de azabın en büyüğüne çarptırılmak
olacaktır. Allah (SubhanehûveTealâ) şöyle buyurmuştur:
Zulmedenler nasıl bir yıkılışla yıkılacakla-
rını çok yakında göreceklerdir. [Şuara227]

43
- ağustos 2004/sayı 03 -
kavram

Kd dergisi

ŞEHİD

G
eçen sayılarımızda işlediğimiz az demektir. Dediler ki: O halde onlar kimdir, ya
“Halife” ve “Cihat” kavramlarından Rasulullah? Dedi ki: Kim Allah yolunda
sonra “Şehid” kavramı bu ayki öldürülürse şehiddir. Kim Allah yolunda ölürse
sayımızın kavram konusu olacaktır. Rabbimiz şehiddir. Kim taun/veba hastalığında ölürse
çalışmalarımızı İslam Ümmetine faydalı kılsın şehiddir. Kim ishalden ölürse şehiddir.” İbn
İnşaAllah… Muksim dedi ki: Bu Hadis ile ilgili babanın şöyle
Şehidler üç kısımdır: 1- Dünyaya ait hükümler dediğine şahit oldum: “Kim boğularak ölürse
olmaksızın Ahirette şehid. 2- Sadece dünyada şehiddir.”2
şehid. 3- Dünyada ve Ahirette şehid.
Bütün bu kişilerin “şehid” olmalarından kast
1- Dünya hükümleri olmaksızın sadece Ahiret olunan, onlara Ahirette şehidler sevabının
şehidine gelince; onlar, bazı Hadislerde yedi olmasıdır. Dünyada ise gasledilip cenaze
kısım, bazı Hadislerde sekiz kısım, bazı Hadislerde namazları kılınır. “Şehid” kelimesi sevaba
dokuz kısım, bazı Hadislerde on bir kısım olarak ulaşanlar hakkında ve bu açıdan zikredildiğinde o
zikredilen kimselerdir. Müslim'de geçtiğine göre kişilere “şehid” denilmesi doğru olur. Fakat
de, onlar şu beş grup insandır: a-) Vebâ beraberinde herhangi bir karine olmaksızın
hastalığından ölenler, b-) İshal hastalığından ölen, konuşmada “şehid” kelimesi geçtiğinde bu sadece
c-) Suda boğularak ölen, d-) Enkaz altında ölen, e-) Allah yolunda öldürülenlere hasredilir, o kişilere
Savaş olmaksızın Allah'ın Kelimesi'ni yükseltmek hasredilmez.
uğruna ölen.
2- Ahiret olmaksızın dünya şehidi ise; dünyada
(SallAllahu
- Müslim, Ebu Hureyre'den Rasulullah şehid ile ilgili hükümler ona uygulanır. Yani
Aleyhi ve Sellem)
'in şöyle dediğini rivayet etti: gasbedilmez, cenaze namazı kılınmaz, elbisesi ile
“Kim yolda yürürken yol üstünde dikenli bir defnedilir. Fakat o Ahirette, Allah'ın Kelimesinin
dal görür de onu yoldan alırsa, Allah onu yüce olması için savaşan şehidlerin sevabını
ödüllendirir. Dedi ki: Şehidler şu beş kişidirler: alamaz. Zira o unvan için ya da sadece ganimet için
Ta u n / v e b a h a s t a l ı ğ ı n d a n ö l e n , i s h a l ya da düzenbazlık için savaşmak gibi Allah
hastalığından ölen, boğularak ölen, enkaz yolundan başka bir gaye için savaştı. Nitekim,
altında ölen, Allah Azze ve Celle yolunda şehid Hadisler şehid sevabını, Allah yolunda savaşan
olan.”1 şehide has kılmıştır. O geriye dönmeden ileriye
- Müslim, Ebu Hureyre'den Rasulullah (SallAllahu doğru ilerleyerek savaşmıştır.
Aleyhi ve Sellem)
'in şöyle dediğini rivayet etti: - Müslim, Ebu Musa el-Eş'ârî kanalı ile şunu
“Aranızda kimi şehidden sayıyorsunuz. rivayet etti: “Bir adam Nebi (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)'e gelip
Dediler ki: Ya Rasulullah, Allah yolunda öldürülen şöyle dedi: Ya Rasulullah, bir kişi ganimet için
şehiddir. Dedi ki: O zaman ümmetimin şehidleri savaşıyor, bir kişi anılmak için savaşıyor, bir kişi

44
- ağustos 2004/sayı 03 -
kavram

(SallAllahu Aleyhi ve Sellem)


yerini görmek için savaşıyor. Kim Allah açıklamıştır. Müslim, Süleyman b.
yolundadır? Bunun üzerine Rasul (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) Yesâr'dan şunu rivayet etti: “İnsanlar gruplar
şöyle dedi: halinde Ebu Hureyre'ye gidiyordu. Ona Şam
“Kim Allah'ın Kelimesi yüce olsun için ehlinden gelen birisi şöyle dedi: Ey şeyh,
savaşırsa, o Allah yolundadır.”3 Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)'den işittiğin bir Hadisi
bize anlat. O da dedi ki: Evet, Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve
- Müslim, Ebu Musa'dan şunu rivayet etti: Sellem)
şöyle derken işittim:
Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)'e yiğitlik için savaşan,
hamiyet/şiddetli tutuculuk için savaşan, “Muhakkak ki, Kıyamet gününde hakkında
riya/gösteriş için savaşan kişiler hakkında; hangisi hüküm verilen ilk insan, şehid edilen bir adamdır.
Allah yolundadır? diye sordu. Bunun üzerine O adam getirilip kendisine nimet tanıtılır. O da
Rasulullah (SallAllahuAleyhiveSellem) şöyle dedi: onu tanımış olur. Allah ona, Bunun için ne
yaptın? der. O da; Şehid olasıya kadar Senin için
“Kim Allah'ın Kelimesi yüce olsun için
savaştım, der. Allah da; Yalan söyledin, sen cesur
savaşırsa, o Allah yolundadır.”4
desinler diye savaştın, nitekim öyle denildi, der.
Rasul (SallAllahu Aleyhi ve Sellem), şehidin günahının
Sonra onun ateşe atılasıya kadar yüzüstü
affedilmesi için geriye dönmeden ileriye doğru
sürüklenmesini emreder.”6
giderek savaşmayı şart koşmuştur. Nitekim
Bu, unvan ve şöhret için savaşmanın dünyada
Müslim, Abdullah b. Katâde'den o da Katâde'den
şehid hükümlerine göre muamele görse de Kıyamet
Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)'den şunu anlatırken
Günü onun için şehid sevabı olmadığına bilakis
işittiğini rivayet etmiştir: “Rasul (SallAllahu Aleyhi ve Sellem),
azap olduğuna delâlet etmektedir.
insanlar arasında ayağa kalkıp onlara, Allah iman
ederek, Allah yolunda cihad etmenin en faziletli 3- Dünya ve Ahiret şehidine gelince; o, Allah'ın
amel olduğunu hatırlattı. Bunun üzerine bir adam Kelimesinin yükselmesi/yücelmesi için kafirlerle
ayağa kalkıp ona şöyle dedi: Ya Rasulullah, ben savaşıp savaş meydanında Müslümanlar ile kafirler
Allah yolunda öldürülürsem günahlarım benden arasında öldürülen kimsedir. İster savaş, harb
silinir mi, ne dersin? Bunun üzerine Rasulullah beldelerinde olsun, ister ise İslâm beldelerinde
(SallAllahu Aleyhi ve Sellem)
ona şöyle dedi: olsun fark etmez.
“Evet, sen Ahirette sevabını bekleyerek geriye Allahû Tealâ şöyle dedi:
dönmeden ileriye doğru gitmekte sabrederek “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü
Allah yolunda öldürülürsen.” Sonra Rasulullah sanmayın. Bilakis onlar diridirler, Rableri
(SallAllahu Aleyhi ve Sellem)
şöyle dedi: Nasıl dedin? O da dedi yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar.”7
ki: Ben Allah yolunda öldürülürsem günahlarım İşte bu şehid, hakkında şer'î hükümlerin yani
benden silinir mi, ne dersin? Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve şehid hükümlerinin geldiği şehiddir. Bu şehidlik,
Sellem)
dedi ki: “Sen geriye dönmeden ahiret sevabını kafirlere karşı savaşta öldürülen kimseye hastır.
bekleyerek ilerlemekte sabredersen, borç hariç Aynı şekilde savaş meydanında yaralanan sonra bu
evet. Zira Cebrail (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) bana bunu yarasından dolayı ölen kimse de savaş meydanında
dedi.”5 öldürülen kimse gibi sayılır. Fakat onun dışında
Bunun mefhumu; geriye dönüp savaşmazsa kalanlar şehid sayılmaz. Buna binaen bağilere karşı
günahı ondan silinmez ve ona şehid sevabı olmaz. savaşta öldürülen kimse şehid sayılmaz. Savaş
Ayrıca unvan/şöhret için savaşan kimsenin şehid meydanında yaralanan sonra yarası iyileşen daha
olarak isimlendirdiği halde azap göreceğini Rasul sonra ölen kimse de şehid sayılmaz. Dolayısıyla

45
- ağustos 2004/sayı 03 -
kavram

hakkında özel hükümler olan ve Allah'ın canlı kefenlenir. Bunun delili de Rasul (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)'in
olduğunu haber verdiği şehid; Allah'ın Kelimesinin Uhud şehidleri hakkında söylediği şu sözdür:
yücelmesi için kafirlere karşı savaş meydanında “Onları yaraları ve kanları ile gömün.”9
öldürülen kimse ve savaş meydanında yaralanıp bu - İbn Abbas'tan da şu rivayet edilmiştir:
yarasından dolayı ölen kimsedir, başkası değil. “Rasulullah ( S a l l A l l a h u A l e y h i v e S e l l e m ) , Uhud'da
Zikredilen bu şehidin hükmü şudur: 1- öldürülenlerin üzerinden deri ve demir parçalarının
Yıkanmaması, 2- Kefenlenmeyip kanı ve elbisesi uzaklaştırılıp kanları ve elbiseleri ile defnedil-
ile defnedilmesi. Çünkü şehid, Kıyamet Günü mesini emretti.”10
kanının kokusu çok güzel misk olduğu halde Şehidin cenaze namazının kılınmamasına
haşrolunur. gelince; Ona cenaze namazı kılınması caizdir,
1- Şehidin gasledilmemesi/yıkanmaması ile kılınmaması da caizdir. Caiz oluşu, Rasul (SallAllahu Aleyhi
ve Sellem)
ilgili Buhari'nin, Cabir'den rivayet ettiği şu Hadis 'in Uhud'da öldürülenler için onları
vardır: “Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem), Uhud'da defnettikten sonra, Hamza için, savaş meydanında
öldürülenlerden iki adamı bir tek elbise içine öldürülen bir adam için cenaze namazı kıldığına
koyuyordu. Sonra, Bunlardan hangisi daha çok dair rivayetlerden dolayıdır.
Kur'an okuyordu? diyordu. Ona birisi - Buhari, Ukbe İbn Âmir'den şunu rivayet ett:
gösterildiğinde önce onu mezara yerleştiriyordu. “Nebi (SallAllahu Aleyhi ve Sellem), Uhud'da öldürülen
Sonra da, Ben bunlara şahidim, diyordu. Onları mü'minler için sekiz sene sonra, ölenlere ve dirilere
yıkamaksızın ve cenaze namazı kılmamaksızın veda eden kimse gibi cenaze namazı kıldı.”
kanları ile defnedilmesini emrediyordu.”
- Ebu Davud, Ebu Selâm'dan o da Nebi (SallAllahu
(SallAllahu Aleyhi ve Sellem)
- Ahmed b. Hanbel de Nebi 'in Aleyhi ve Sellem)
'in ashabından bir adamdan şöyle dediğini
Uhud'da öldürülen mü'minler hakkında da şöyle rivayet etti: “Biz Cüheyn'den bir kabileye saldırdık.
dediğini rivayet etti: “Onları yıkamayın. Zira her Müslümanlardan bir adam onlardan bir adam talep
yara ya da her kan Kıyamet günü etrafına misk etti. Ona saldırdı, isabet etmedi ve kendisi darbe
kokusu yayar.” Onlara cenaze namazı kılmadı.8 aldı. Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem), Ey müslümanlar
- Rivayet edildi ki: Nebi (SallAllahu Aleyhi ve Sellem), Uhud topluluğu kardeşinize bakın, dedi. İnsanlar hemen
şehidleri hakkında şöyle dedi: “Onları onun yanına gittiler, onu ölmüş buldular.
yıkamaksızın kanları ile gömün. Zira Allah yolunda Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) onu, elbisesi ve kanı ile
yaralanan bir kimse, Kıyamet Günü şah damarı, sarmalayıp onun cenaze namazını kıldırıp defnetti.
rengi kan, kokusu misk kokusu olan bir kan fışkırtır Dediler ki; Ya Rasulullah, o şehid mi? Dedi ki;
olduğu halde getirilir.” Evet, ve ona şahidim.”
- Enes'ten şu rivayet edildi: “Nebi (SallAllahu Aleyhi ve Bu üç Hadis, sâbit Hadislerdir. Bunlar şehid için
Sellem)
, Uhud'da öldürülenler üzerine cenaze namazı cenaze namazı kılındığına dair gayet açıktırlar.
kıldırmadı ve onları yıkatmadı.” Şehid için cenaze namazı kılmamanın caiz
Uhud şehidleri yıkanmadığı gibi, Bedir olmasına gelince, o da Rasul (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)'in
şehidleri de yıkanmadı. Aynı şekilde Hendek ve şehid için cenaze namazı kılmadığına dair başka
Hayber şehidleri de yıkanmadı. Bu da gösteriyor ki rivayetlerin olmasındandır.
şehid yıkanmaz. - Nitekim Ebu Davud ve Tirmizi, Enes'ten şunu
2- Aynı şekilde şehid, ölünün kefenlendiği gibi rivayet etti: “Nebi (SallAllahu Aleyhi ve Sellem), Uhud'da ölenler
kefenlenmez. O sadece, üzerindeki elbise ile için cenaze namazı kıldırmadı ve onları

46
- ağustos 2004/sayı 03 -
kavram

yıkattırmadı.” önüne geçer. Burada ise bir karine geçmedi.


- Ahmed, Enes'ten şunu rivayet etti: Uhud Dolayısıyla ölü için “salâttan” kasıt; ölü için kılınan
şehidleri yıkanmadan kanları ile defnedildiler.” şer'î salâttır (yani cenaze namazıdır).
- Buhari, Câbir b. Abdullah (RadıyAllahu Anh)'dan şöyle Şöyle de denilmez: “Ölü için namaz
dediği rivayet edildi: “Nebi (SallAllahu Aleyhi ve Sellem), kılınmasıyla ilgili Hadisler, namaz kılınmamasıyla
Uhud'da öldürülenlerden iki adamı bir tek elbisede ilgili Hadisleri nesh ederler. Çünkü onlardan birisi,
birleştirip sonra; Hangisi daha çok Kur'an Uhud şehidleri için sekiz sene sonra namaz
okuyordu? diyordu. Onlardan birisi gösterilince kılındığına dairdir. Bu Hadisin bu konuyla ilgili
önce onu kabre koyuyordu. Kıyamet Günü ben bütün Hadislerin sonuncusu olduğu sabit olmuştur.
onlara şahidim, diyordu. Onları yıkattırmadan, Çünkü bu İbn Habbân'ın rivayetinde şöyle
cenaze namazları kılınmadan kanları içinde geçmektedir: “Sonra evine girdi. Allah onu katına
defnedilmelerini emretti.” alasıya kadar dışarı çıkmadı.”
Bu Hadisler, sâbittir ve şehid için cenaze namazı Böyle denilmez. Çünkü Hadisin sadece sonra
kılınmadığına dair delaleti açıktırlar. Nitekim Şafi; gelmiş olması neshe delâlet etmesi için yeterli
İbn Abbas Hadisi hakkında, Uhud şehidleri için değildir. Bilakis kendisinden neshin anlaşıldığı
defnedilmelerinden önce namaz kılınmamasının başka bir karinenin olması kaçınılmazdır. Burada
manası hakkında sorulduğunda şöyle cevap öylesi bir karine yoktur. Dolayısıyla o Hadislerde
vermiştir: “Nebi (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)'in, Uhud'da ölenler nesh yoktur.
için cenaze namazı kıldırmadığına dair haberler Böylece bu konudaki yukarıda geçen bütün
mütevatir şeklinde gelmiştir.” rivayetler muteberdir. Şehid için cenaze namazı
İster Nebi (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)'in şehid için namazı kılınmaması caiz olarak yorumlanır. Zira Rasul
(SallAllahu Aleyhi ve Sellem)
kıldırdığına dair olsun, ister ise kıldırmadığına dair 'in Bedir şehidleri için, Hendek
olsun bu haberlerin tamamı sabittir. Onlardan şehidleri için, Hayber şehidleri için cenaze namazı
herhangi birisinin sübutunu ve hem rivayet ve hem kıldığı rivayet edilmemiştir. Aynı şekilde şehidler
de dirayet bakımından delil getirilenlerden için cenaze namazı kılındığında bunda bir mahzur
olmasını reddetmeye bir yol yoktur. Onlardan olmadığına yorumlanır. İnsanların şehid için
birisini diğerine tercih etmeye de bir yol yoktur. cenaze namazı kılmaları engellenmez.
Çünkü Rasul (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)'in o şehidler için Şehidin “şehid” olarak isimlendirilmesi,
cenaze namazı kıldırdığından sahabelerin gafil kendisine cennetlik olduğuna dair Kur'an nassı ile
olması ihtimal dışıdır. Yine Rasul (SallAllahu Aleyhi ve şahitlik olmasından dolayıdır. Allahû Tealâ şöyle
Sellem)
'den ölenler için cenaze namazı kıldırdığı sabit dedi:
olduğu halde bunun tersine olan cenaze namazının “Allah, mü'minlerden mallarını ve canlarını
terk edilmesinden de gafil olmaları ihtimal dışıdır. kendilerine cennet karşılığında satın almıştır.
Şu halde iki haberden birisi diğerine nasıl tercih Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar
edilir. öldürürler, öldürülürler.”11
Şöyle denilmez: “Şehid için namaz kıldığının - Müslim, Câbir'den şunu rivayet etti: “Bir adam
sabit olduğu Hadislerdeki “salât”tan kast olunan şöyle dedi: Öldürülürsem ben neredeyim ya
“dua”dır. Böylece “sallâ” sözü, “dua” manasında Rasulullah?” Rasulullah da ona; “Cennette”, dedi.
olur.” Böyle denilmez. Çünkü bir karine Bunun üzerine elindeki hurmaları yere atıp
geçmedikçe, şer'î hakikatler lügatî hakikatlerin öldürülesiye kadar savaştı.”

47
- ağustos 2004/sayı 03 -
kavram

- Süveyd'in Hadisinde ise şöyle geçti: “Bir adam hayattır. Biz her ne kadar şehidlere ait bu hayatı
Uhud günü, Nebi (SallAllahuAleyhiveSellem) dedi ki: …” idrak edemezsek de algılayamazsak da onun
- Enes b. Malik'ten şu rivayet edildi: varlığına inanmamız kesin zorunlu bir husustur.
“Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem), ashabı ile birlikte sefer Çünkü Kur'an'ın kesin nassı ile sabittir. Allahû
için erkenden yola çıktılar. Bedir'e müşriklerden Tealâ şöyle dedi:
önce vardılar. Sonra müşrikler geldiler. Bunun “Allah yolunda öldürülenlere ölüler,
üzerine Rasulullah (SallAllahuAleyhiveSellem) şöyle dedi: demeyin. Bilakis onlar diridirler. Fakat siz
“Ben ondan önce olmadıkça sizden birisi bir algılayamazsınız.”14
şeye önce varmasın.” Müşrikler yaklaştı. Bunun Şehidlere ait hayat, kendilerine iman edilmesi
üzerine Rasul (SallAllahuAleyhi ve Sellem) şöyle dedi: “Genişliği vacib olan mugayyebattan/gayıpla ilgili
yeryüzü ve gökler kadar olan cennete koşun!” hususlardandır.
Dedi ki: Umeyr İbn el-Hımâm el-Ensâri şöyle Şehidlerin faziletine gelince; bu dengi olmayan
diyordu: “Ya Rasulullah! Genişliği yer ve gökler büyük bir fazilettir. Bunun Rasul (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)
olan bir cennet mi?” Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) birkaç Hadiste açıklamıştır.
şöyle dedi: “Evet”, O: “Çok iyi”, dedi. Rasulullah
(SallAllahu Aleyhi ve Sellem)
- Buhari, Katâde'den şöyle dediğini rivayet etti:
: “Seni, çok iyi demeye sevk eden
“Enes b. Malik'i (RadıyAllahu Anh), Nebi (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)'in
nedir?” dedi. O da; “O Cennetin ehlinden olmam
şöyle dediğini rivayet ederken işittim:
beklentisinden başka bir şey değil, Allah'a yemin
“Şehidten başka cennete girip de dünya
olsun ya Rasulullah”, dedi. Rasul (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) de
yüzünde hiçbir şeyi olmadığı halde, dünyaya
ona; “Sen onun ehlindensin”, dedi. Çantasından
dönmeyi arzu eden bir kimse yoktur. Zira yalnız
biraz hurma çıkardı, onlardan yemeye başladı.
şehid, gördüğü şeref ve itibardan dolayı dünyaya
Sonra da; Eğer ben bu hurmalarımı yiyesiye kadar
dönüp on defa öldürülmeyi arzu eder.”15
yaşarsam, bu uzun bir hayat olur, deyip yanındaki
hurmaları attı, sonra da öldürülesiye kadar - Buhari'nin bir başka rivayetinde ise şöyle
müşriklerle savaştı.”12 geçti: “Mugire b. Şube şöyle dedi: Nebi (SallAllahu Aleyhi ve
Sellem)
'miz bize Rabbimizden, bizden kim öldürülürse
Böylece Allah ve Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem),
cennete gideceği mesajını bildirdi. Ömer, Nebi
şehidin cennette olduğuna şehidlik ettiler. Şahidin (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)
'e dedi ki: Bizim öldürülenlerimiz
diri olmasına gelince, bu Kur'an'ın nassı ile sabittir.
cennette, onların öldürülenleri ise cehennemde,
Allahû Tealâ şöyle dedi:
değil mi? O da (SallAllahu Aleyhi ve Sellem); Evet, gerçekten
“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü
öyle, dedi.” (Buhari)
sanmayın. Bilakis onlar diridirler, Rableri
- Abdullah b. Amru b. el-Âs, Rasulullah (SallAllahu
yanında rızklara mazhar olmaktadırlar. Aleyhi ve Sellem)
'in şöyle dediğini rivayet etti:
Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine
katılmamış olan şehid kardeşlerine de hiçbir “Şahidin kul borcu hariç her günahı
keder ve korku bulunmadığı müjdesini affolunur.”16
(SallAllahu Aleyhi ve Sellem)
vermektedirler. Onlar Allah'tan gelen nimet ve - Yine Nebi 'in şöyle dediği
keremin Allah'ın mü'minlerin ecrini zayi rivayet edildi:
etmeyeceği müjdesinin sevinci içindirler.”13 “Allah yolunda öldürülenlerin kul borcu hariç
Şehidlere ait bu hayat/diri oluş, bizim idrak her şeyi bağışlanır.”17
edemediğimiz ve algılayamadığımız gaybî bir _ Buhari ve Müslim, Ebu Hureyre'den Nebi
hayattır. Çünkü o hayat, ebediyet aleminde bir (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)
'in şöyle dediğini rivayet ettiler:

48
- ağustos 2004/sayı 03 -
kavram

“Allah, evinden ancak Allah yolunda cihad


için çıkan kimseye kefil olmuştur. O kimse
evinden Allah'ın; yolunda cihad edenleri cennete
koyacağına ya da sevap ve ganimetten elde ettiğini
elde etmiş olduğu halde evine döndüreceğine dair
sözünü tasdik ederek çıkmıştır. Muhammed'in
canı elinde olan yemin olsun ki; Allah yolunda
alınan bir yara yoktur ki, ilk meydana geldiği şekli
ile, rengi kan rengi, kokusu da misk kokusu
olduğu halde Kıyamet Gününde çıkıp gelmesin.
Yine Muhammed'in canı elinde olana yemin
olsun ki, mü'minlerden bir takım erkekler, ben
savaşa çıktığım halde kendileri istemeyerek
benden geride kalmasalardı ve ben onları
taşıyacak binek bulamıyor olmasaydım, Allah
yolunda savaşan hiçbir seriyeden geri kalmazdım.
Muhammed'in canı elinde olana yemin olsun ki,
Allah yolunda öldürülmemi, sonra dirilmemi,
sonra yine öldürülmemi, sonra dirilmemi, sonra
yine öldürülmemi arzularım.”18
1 Müslim, K. İmârat, 3538
2 Müslim, K. İmârat, 3539
3 Müslim, İmârat, 3524
4 Müslim, K. İmârat, 3525
5 Müslim, K. İmârat, 3497
6 Müslim, K. İmârat, 3527
7 Ali İmran: 169-171
8 Ahmed b. Hanbel, B. Müs. Mükessirîn, 13674
9 Ahmed b. Hanbel, B. Müs. El-Ensâr, 22549
10 Ebu Davud
11 Tevbe: 111
12 Müslim, İmârat, 3520
13 Ali İmran: 169-171
14 Bakara: 154
15 Buhari, K. Cihâd ve's Seyr, 2606
16 Müslim, K. İmârat, 3498
17 Müslim, K. İmârat, 3499
18 Müslim, K. İmârat, 3484

49
- ağustos 2004/sayı 03 -
alıntı

Kaynak:
Sirajdin Sattayev,
www.kavkazcenter.com
15 Haziran 2004

Eğer haber çöplüğünü bir kenara bırakırsak...

G
8'in ABD zirvesi ile ilgili haberlerin (Ebu Ğarib hapishanesi fotoğrafları), “özgür-
büyük kısmı otel odalarının leşmiş” halkın sabır kâsesi doldu ve bireysel gerilla
fiyatından, yemeklerden ve iletişim baskınları silahlı mukavemete dönüştü. Zirve
araçlarından oluşuyor. Herhalde bu, adada katılımcılarının beyanatlarına göre, onlar “Bölge-
toplânanların önemlilik derecelerini göstermek de barışın ve düzenin sağlamlaştırılması”
için yapılıyor. Devlet başkanlarının gezdiği prensibini destekliyorlar. Güya Irak savaşını, barış
elektrikli arabaların reklamı da dikkatlerden ve düzenin sağlamlaştırılmasının ilk tecrübesi gibi
kaçmadı. Akıllara, yakın doğu petrollerinin yerine kabul etmek gerekiyor. Deklarasyonun yazarları
kullanılacak alternatif enerji kaynağının önceki zirve toplântısından beri barışın ne kadar
bulunması gerekliliğini getiren çok aktüel bir iyileştiğini göstermiyorlar. Güya barış ve düzenin
manzara. VIP'lerin hayat tarzlarına yeterince oluşmasına engel oluşturan sorunları çözmek için,
dikkat verdiğimizi varsayalım, ama en önemli barış ve düzeni bozanların bölgeden çıkarılması
olanlara, onların verdikleri kararlara da bir göz lâzım. Batı'nın bölgenin hayatına karışması,
atalım. Amerikan tatil merkezinde söylenenlerden şimdilik düzene değil savaşa sebep oluyor.
en önemlisi, BM'nin kabul ettiği karara dayanan Anlaşmazlıkların, özellikle de İsrail-Filistin
Irak deklarasyonudur. Çağdaş medyanın tarihi çatışmasının düzenlenmesi gerekliliği
olayları, sandalyelerin kira değeri ve Yahudi politikacıları, İsrail tarafından işgâl
politikacıların kravatlarının rengi gibi boş edilen bölgelerde Arapların olmasının, çatışmanın
haberlerle oyalamak alışkanlığını dikkate alırsak, çözümüne engel oluşturduğunu düşünüyor. Başka
Irak sorunun tarihini hatırlamakta yarar var. bir fikir de var, ama Amerika Yahudi politikacıların
Amerikan-Britanya askerleri kitle imha fikirlerine uymayan tüm kararları veto ediyor.
silahlarının kullanılması tehlikesi bahanesi ile Irak Sorunun düzenlenmesi ile ilgili 80 proje, “Büyük
devletine saldırdılar. Kitle imha silahları ise İsrail”i kurmak plânına uygun olmadıkları
bulunamadı. Bunun yerine Bush, Saddam'ın kişisel sebebiyle ABD tarafından veto edildi.
tabancasını elde etti, şimdi de oğul Bush odasında
Bölgesel çatışmaları reforma engel
bu tabancayla oynuyor. Daha sonra ise,
saymaktan imtina
Washington ve Londra'nın Irak'ta kitle imha
silahlarının olmadığını önceden bildiklerinin Bu tezi, İngiliz “The Times” dergisinde toplântı
ortaya çıkmasıyla skandal patlak verdi. Savaşın kararları ile ilgili yazılan fikirlerin geliştirilmesi
maksadının bir tek açıklaması kalıyordu: Kitle gibi anlamak lâzım.
imha silahları, diktatörü ve demokrasi düşmanını Demokrasinin diğer ülkelere de yayılması
ortadan kaldırmak için bir bahanedir. Çünkü onu “Diğer ülkelere de” demekle gâliba, Irak'ta
her nasılsa ortadan kaldırmak gerekiyordu. Kitle artık demokrasinin oluşturulduğu anlatılmak
imha silahları yok ama, diktatör yakalandı, ordusu isteniyor. Şimdi de sırada diğer ülkeler var.
ise yok edildi. Irak'ta demokrasi kurulması binlerce Irakta barış ve düzenin berpa edilmesi
yeni kurbana ve sivil halkın Saddam'ın bile
Bölgede barış ve düzenin sağlanması,
yapmadığı şekilde aşağılanmasına mâl oldu. Sivil
işgâlcilerin gitmesi, kovulması, yok edilmesi veya
halkın aşağılanması zevk halini aldıktan sonra

50
- ağustos 2004/sayı 03 -
alıntı

işgâlin durdurulması ile sağlanabilir. İnsanlık önemli ve hatta tarihi karar saymalarıdır.
tarihinde, soykırım dışında bunlardan farklı hiç bir Beklendiği gibi, bunun sevinci, kendisine az önce
yöntem mevcut değildir. Orta Doğu'da sadece İsrail uydu anten hediye edilen bedevînin sevincine eşit
ve müttefikleri ile ABD savaş yürütüyor. Arap t u t u l u y o r d u . “ K a r a r a g ö re , k o a l i s y o n
ülkeleri arasında savaş ve askeri çatışmalar yoktur. kumandanlığının operasyon plânlarını Irak
Böyle bir savaş en son, o zaman ABD'nin müttefiki Hükümeti'ne yazılı şekilde bildireceği ve kendisine
olan Saddam Hüseyin'in Washington'un izni ile bağımsızlık tanındıktan sonra Irak yönetimi
Kuveyt'e saldırması ile olmuştu. Arap tarafından talep gelirse, işgâl ordularının Irak'ı
ülkelerindeki iç çatışmaların sebebi hep aynıdır: terk etmesi gerektiği” şatafatlı şekilde sunuldu.
ABD ve onun müttefikleri tarafından desteklenen, İşgâlcilerin görevi, kukla yönetim oluşturarak
diktatör rejime karşı mücadelesi. ülkenin doğal kaynaklarını kontrol etmektir. Böyle
Başarılı reformların bölgenin kendisinden bir yönetime gösteriş vermek, kendi astlarına
çıkabileceğinin, değişikliklerin dışardan dikte gösteriş vermenin aynısıdır. Askerî operasyonlar
edilemeyeceğinin kabul edilmesi işgâle, doğal kaynakların çalınmasına ve kukla
Irak'ı işgâl edenler bunu kabul ediyorlarsa, yönetime karşı çıkanlara yöneltilecektir. Şimdiki
yaptıklarından pişman olmaktan ve kendilerini Irak “yönetimi”nin liderleri ülkeye işgâlci ordunun
mahkemeye vermekten başka yapacakları bir şey kafilesi ile getirildi ve onların biyografisinde parlak
yoktur. Halkın taleplerine cevap veren ve diktatör CIA stajı da var. Bu yüzden, kararın yukarıda
rejime karşı çıkan asıl reformların, bu devletin gösterilen maddeleri gerçekte anlamsızdır. Zirve
halkının yabancı rejimlere karşı mücadelesi toplântısının gerçek sonucu “sekizler”in arasında
şeklinde olduğu bir gerçektir. Bu şekildeki mevcut olan bazı fikir ayrılıklarının ortadan
reformlar, bir kural olarak, bölgenin kendisinden kaldırılması oldu. Irak savaşına razı olmayanlar,
ortaya çıkıyor, bu rejimlerin koruması ise dışardan toplântı sırasında Irak'ın işgâline ve Müslümanlara
gerçekleştiriliyor. karşı savaşa devam edilmesi konusunda anlaştılar.
Eğer dünyayı yönetmek iddiasında olanların âdi
Her bir ülkenin kendine özgünlüğüne -
gezintisi etrafında yapılan haber çöplüğü bir kenara
reformlara zarar vermeden- saygı duyulması
bırakılırsa, olanları ”Mahkeme gününün
Uygulamaların ortaya koyduğu gibi, “kendine ertelenmesi” gibi değerlendirmek mümkündür.
özgünlük” derken Kaddafi ve Kerimov gibi Buna rağmen kararların ve yeni dünya düzenini
şizofren-diktatörlerin putperest dalaverelerine oluşturanların bu deklarasyonlarının zayıf noktası
sabırla yanaşmak anlaşılıyor. Halk Allahu Tealâ'nın vardır. Onların, yolunu ebedi değerlerden yana
kuralları ile yaşamak isteğini ilan eder etmez seçenlere ve tüm âlemlerin Allah'ının gösterdiği
“saygı” yerini saldırıya bırakıyor. Bu durumda yolda yürüyenlere karşı hiçbir gücü yoktur.
buna “reforma zararlı olgu” denilecektir.
Afganistan ve Irak'ın “reforme” edilmesi
örneklerine dayanarak, “işgâl reformu”nun
amacının “maneviyatı, ahlakı ve dini bozacak
düşüncelerin halk arasında yayılması ve dikte
edilmesi” olduğunu anlamak mümkün. İnsanları
Ebu Ğârib Hapishanesi'nin güvenlik görevlilerinin
psikolojisi ile ne kadar çok eğitirlerse, reform
yolunda daha çok yol kat edilmiş olunacaktır! En
önemlisi ise gâliba, BM Teşkilatı'nın Irak'la ilgili
1546 no'lu kararının yorumlayanların, bunu çok

51
- ağustos 2004/sayı 03 -
dosya

Kd dergisi

İSLAM'DA YÖNETİM ŞEKLİ - 3

(… geçen sayıdan devam) Saide oğullarının sakifesinde tartışıp ikinci gün


Halifenin Nasb Edilmesi (Belirlenmesi) İçin halkı biat almak için camide topladılar. Neticede
Müslümanlara Verilen Süre: seçim işi iki gece ve üç gündüzde gerçekleşti.
Halife'yi seçmeleri için Müslümanlara verilen Yine Ömer hançerlenip öleceğini anlayınca
süre iki gecedir. Boyunlarında biat olmaksızın aralarından bir Halife seçilmesi için şura ehlini
ikiden fazla gecenin geçmesi Müslümanlara helal belirledi ve bu işin üç gün içinde bitirilmesini
olmaz. Halife'nin öldüğü ya da azledildiği andan istedi. Üç gün içerisinde bir Halife üzerinde
itibaren yeni Halife'yi seçmek farzdır ve iki gecelik anlaşılamaz ise engel olan kişinin öldürülmesi için
bir süre ile sınırlandırılmıştır. elli Müslüman tayin etti ki bunu yaparken engel
olacak kişinin şura ehli ya da sahabeden olmasına
Halife seçilmeden iki geceden fazla zaman
dahi bakmadı. Sahabeden de Ömer'in bu
geçmişse bakılır. Eğer Müslümanlar Halife seçimi
uygulamasına itiraz ve muhalefet edildiğine dair
ile meşgul oldukları halde engel olamadıkları zor
hiç bir rivayet nakledilmemiştir. İşte bu olay da iki
ve çetin dış şartlar sonucu seçim gerçekleşmemişse
gece üç gündüzden fazla Halifesiz kalmanın caiz
bu durumda farzı uygulamaya çalışmalarından
olmadığına dair sahabe icmaıdır. Sahabenin icmaı
dolayı günah onlardan k a l k a r. Z i r a
ise Kur'an ve sünnet gibi bir şer'i delildir.
Rasul(SallAllahu Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurmuştur: HİLÂFET SÖZLEŞMESİ
"Ümmetimin üzerinden hata unutkanlık ve Hilâfet, seçim ve kabul esası üzerine kurulu bir
akittir (sözleşmedir). İşlerin idaresi hususunda
zor dış şartlar nedeni ile doğan günahlar
itaat edilme hakkına sahip olan kişiye itaat etmek
kaldırıldı" için yapılan bir biatle gerçekleşir. Bu nedenle
Müslümanlar, Halife'yi seçmek için idareyi üstlenecek yöneticinin yönetme işini rıza
uğraşmazlarsa Halife seçilinceye kadar farz ile kabulü gerektiği gibi idareciye biat eden
hepsinin üzerine kalır ve günahkar olurlar. Halife yönetilenlerin de yöneticiyi rıza ile kabul etmeleri
belirlenince (nasb edilince) farz üzerlerinden gereklidir. Bu nedenle eğer bir kişi Halife olmayı
kalkar. Ancak; Hilâfet'i ikamesi ve Halife'nin reddederse onu bu işi yapmaya zorlamak caiz
belirlenmesinde gösterdikleri zaaftan doğan günah değildir. Kendisine Halifelik zorla kabul
üzerlerinde kalır. Allah bir Müslümanı herhangi bir ettirilemeyeceği gibi kabul için de zorlanamaz.
farzı yerine getirmeyerek işlediği günahtan hesaba Aksine ondan vazgeçilip başkası seçilir. Aynı
çekeceği gibi Halife'nin nasb edilmesi farzını şekilde insanlardan zorla biat alınması da caiz
yerine getirmemelerinden dolayı işlemiş oldukları değildir.Çünkü zorlamanın bulunduğu bir
bir günahtan da hesaba çekecektir. sözleşme sahih sayılmaz. Zira Hilâfet akdi seçim
Halife'yi seçme farzının iki gece gibi bir süre ile ve rıza sözleşmesidir.
sınırlandırılmasının deliline gelince: Sahabenin, Biatleri geçerli kişiler tarafından biat
Rasulullah'ın vefat haberi kendilerine ulaştıktan sözleşmesi tamamlanan kişi Veliyul Emir (Halife)
hemen sonra Rasulullah'ın Halifesini seçmek için olur ve kendisine itaat farz olur. Bu aşamadan sonra
Saide Oğullarının sakifesinde (misafir odasında) Halife'ye yapılacak biat, Hilâfet sözleşmesini
toplanması olayı bu meselede delildir. Sahabe te'yid eden bir biat değil, itaat için yapılmış bir biat

52
- ağustos 2004/sayı 03 -
dosya

olur. icmaının gerçekleştiği olayları gözden geçirmek


Hilâfet sözleşmesi kesinleştikten sonra ise faydalı olacaktır.
Halife'nin geri kalan insanları biate zorlaması caiz Ebu Bekir (RadıyAllahu Anh)'e biatte Müslümanlardan
olur. Bu zorlama Halife'ye itaat için bir zorlamadır sadece Medine'de bulunan söz sahipleri (Ehl-i Hal
ve şer'an farzdır. Sözleşme biati zorlama olmadan ve'l Akd) ile yetinildi. Mekke'de yahut Arap
sadece rıza ile alındığı halde sözleşme (inikat) biati yarımadasının değişik yerlerinde bulunan
yapıldıktan sonra itaat biatinde Halife'nin Allah'ın Müslümanların oyları alınmadı hatta onlara
hükümlerini tatbik edebilmek için insanları sorulmadı bile. Aynı şekilde Ömer (RadıyAllahu Anh)'in
zorlaması caizdir. biatinde da aynı durum söz konusu oldu. Ancak
Hilâfet bir sözleşmedir ve hiçbir sözleşme, Osman (RadıyAllahu Anh)'ın biatinde Abdurrahman bin Avf
sözleşmeyi yapacak taraflar olmadıkça Medine'deki Müslümanların görüşünü aldı. Ebu
gerçekleşmez. Bir kimsenin yargıçlık ya da emirlik Bekir'in Ömer'i Halifeliğe aday göstermesinde
yap diye kendisini atayan birileri olmadıkça yargıç olduğu gibi sadece ileri gelenlere sormakla
ya da emir olmaması gibi Halife de kendisini bu yetinmedi. Ali (RadıyAllahu Anh)'nin biatinde ise Medine ve
makama seçip biat eden kişiler bulunmadıkça Küfe ahalisinin çoğunluğunun biati ile yetinildi.
Halife olamaz. Dolayısı ile Müslümanlar kendisini Ali biatle seçildi biati itibar gördü. Hatta Ali'ye
Halife olarak tayin etmedikçe ve kendisi üzerinde karşı çıkıp onunla savaşanlar bile ondan başkasına
Hilâfet sözleşmesi gerçekleşme- dikçe hiç kimse biat etmediler ve bu biatle itiraz etmediler. Ancak
Hilâfet yetkisine sahip olamaz. Hilâfet'e talip olan onunla savaşanlar Osman'ın katillerinin
ve Halife'ye bu yetkiyi veren iki taraf cezalandırılmasını istediler. Halife'ye kızıp ona
bulunmadıkça sözleşme gerçekleşmez. Bu nedenle itaat etmediklerinden dolayı haklarındaki hüküm
Hilâfet akdi için Müslümanların biati mutlaka herhangi bir konuda Halife'ye karşı gelen
gereklidir. isyankarların hükmüdür. Halife'nin onları
aydınlatıp gerekirse itaatine girmeleri için onlarla
Eğer bir kimse kuvvet ve zor kullanarak idareyi
savaşması gerekir. Nitekim Ali'ye karşı
ele geçirip yönetime gelmişse bu kimse kesinlikle
ayaklananlar ayrı bir Hilâfet de kurmadılar.
Halife olamaz. Ola ki bu kişi kendini Halife olarak
ilan etse dahi. Çünkü Müslümanlar tarafından İşte tüm bu anlatılanlar -Halife'ye biatin tüm
henüz Hilâfet sözleşmesi yapılmamıştır. Zor ve Müslümanlardan değil başkent ahalisinin
kuvvet kullanarak alınan böylesi bir biate itibar çoğunluğunda alınması- sahabelerin gözleri
edilmez ve Hilâfet akdi (sözleşmesi) yapılmış önünde gerçekleşti. Onlar bu durumu görüp
sayılmaz. Zira Hilâfet sözleşmesi seçim ve duydukları halde hiç biri bu duruma muhalif
karşılıklı kabulle gerçekleşen zor içermeyen bir olmadılar. Halife'nin sadece Medine ahalisinin
sözleşmedir. çoğunluğu ile seçilmesini yanlış görmediler. İşte
bu, Müslümanların idari ve yönetsel görüşlerini
Ancak idareyi zor kullanarak ele geçiren kimse
temsil eden kimselerin akitleri ile Halife'nin tespit
eğer Müslümanlar, kendisine biat ettikleri takdirde
edilebileceğini gösteren sahabe icmaıdır. O
Müslümanları bunun kendi çıkarları olduğuna ikna
zamanlar Ehl-i Hal ve'l Akd olan Medine ahalisinin
edebilir ve Müslümanlar da ona güvenerek kendi
çoğunluğu, İslâm Devletinin dört bir köşesindeki
rıza ve iradeleri ile biat ederlerse bu biatle kişi
çoğunluğunu yönetimle ilgili görüşlerin- de temsil
Halife olabilir. Burada şahıs, sultayı kuvvet ve zor
ediyorlardı.
kullanarak elde ettiği halde rıza ve irade ile biat
gerçekleştiği için ister yönetimde bulunsun isterse Bundan dolayı Raşid Halifeler dönemindeki
bulunmasın biat şartı gerçekleştiğinden dolayı gibi eski Halife'ye biat eden İslâm ümmetinin
Halife olur. temsilcilerinin çoğunluğu yeni bir Halife'ye biatte
Biatleri ile Hilâfet akdinin gerçekleştiğini birleşirlerse Hilâfet sözleşmesi gerçekleşmiş olur
zikrettiğimiz kişilerin kim olduğuna gelince; Bu ve onların biati Halife için akid biati olur. Hilâfet
hususun açıklığa kavuşması için Raşidî Halifelerin
akdinin yapılmasın- dan sonra İslâm ümmetinin
biatlerinde üzerinde sahabe (RadıyAllahu Anhum)'nin

53
- ağustos 2004/sayı 03 -
dosya

diğer fertlerinin biati, Halife'nin emirlerine uymak olarak yerine getirmesi farzın yerine gelmesini
ve itaat etmek için yapılan biattir. sağlar.
Buraya kadar anlattıklarımız; Halife'nin ölümü Zira Hal ve Akd Ehlinin çoğunun biatinin
ya da azli halinde yerine yeni bir Halife'nin gerekliliği şartı, Hilâfet mevcutken Halife ölür
seçilmesine ilişkindi. Ancak herhangi bir veya azledilirse yeni bir Halife seçilirken gerekli
coğrafyada bir Halife'nin bulunmadığı durumda bir şarttır. Ancak Hilâfet yok ve Hilâfet kurulacaksa
şeriatın hükümlerini yürürlüğe koyup tüm dünyaya Hilâfet akdi şartlarına sahip bir kişi şeriatın
İslâm davetini yüklenmek için bir Halife'nin gösterdiği yollarla Hilâfeti ilan edip kurarsa biat
seçilmesi tüm Müslümanlara farz olur. Tıpkı edenlerin sayısına bakılmaksızın Halife olur.
H.1323/M.1924 senesinde İstanbul'da İslâm Çünkü artık söz konusu olan Müslümanların üç
Hilâfet'i kaldırılmasından günümüze kadar geçen günden fazla ihmal ettikleri bir farzı yerine
zamanda olduğu gibi. Şu halde Müslümanların getirmeleri meselesidir ve Müslümanlar bu farzı
yaşadığı bölge halklarının her biri bir Halife'ye biat yerine getirme noktasında gösterdikleri ihmal ve
etmeye ehildir. Bu biatle Hilâfet kurulmuş olur. kusurdan dolayı istedikleri kişiyi seçme hakkını
Eğer herhangi bir bölge halkı bir Halife'ye biat eder kaybetmişlerdir. Bu durumda kim ki bu farzı yerine
ve Hilâfet akdi gerçekleşirse bütün diğer getirirse Hilâfet akdi üzerinde kalır. Hilâfet'in
Müslümanların seçilen bu Halife'ye itaat biati kurulup Halife'nin seçildiği bölgenin sancağı altına
vermeleri farz olur. Söz konusu bölge ister Mısır, girip Halife'ye biat etmek bütün Müslümanlara farz
Türkiye, Endonezya gibi büyük ülkeler olsun olur. Aksi takdirde hepsi günahkar olurlar.
isterse Arnavutluk, Kamerun, Lübnan gibi küçük Halife'ye düşen farz da Müslümanları kendisine
ülkeler olsun eğer şu dört şarta sahipseler fark biat etmeye çağırmaktır. Eğer bu çağrı kabul
etmez. edilmezse etmeyenlerin hükmü isyankarların
1. Bölgenin sultası ve idaresi Müslümanların hükmüdür ki Halife onları itaati altına alana kadar
kendi ellerinde olmalı, herhangi bir kafir devlete onlarla savaşmalıdır.
veya dış güce dayanmamalıdır. Eğer yukarıdaki dört şarta sahip bir Halife'ye
2. Bölgedeki Müslümanların güvenliği bizzat şeriat hükümlerine göre biat edildikten sonra aynı
kendi elleri ile sağlanmalı küfrün ve kafirlerin dış bölge ya da başka bir bölgede ikinci bir Halife'ye
desteği ile olmamalıdır. Öyle ki ülkenin iç ve dış biat edilirse ikincisinin biati geçerli olmaz.
güvenliği sadece ve sadece Müslümanların kendi Müslümanlar, ikinci Halife bu işten vazgeçinceye
güçleri ile sağlansın. ve ilk Halife'ye biat edinceye kadar onunla
savaşmalıdır. Bu söylediğimize delil olarak
3. Bölgede kapsamlı bir inkılapla her şey
Abdullah b. Amr b. El As'dan Rasulullah'ın şöyle
İslâm'a göre köklü şekilde değiştirilerek hemen
dediği rivayet olunur: "Kim bir imama biat edip
uygulanmaya başlanmalı ve İslâm davetini
onun elini sıkarsa ve kalbinin meyvesini
yüklenme işi geciktirilmeden yerine getirilmelidir.
(sevgisini) verirse gücü yettiği kadar ona itaat
4. Biat edilen Halife tercihte efdaliyet şartlarına etsin. Eğer başka birisi imamla yönetimi ele
sahip olmasa bile Hilâfet akdini gerçekleştirecek geçirmek için çekişmek isterse sonra çıkanın
şartlara sahip olmalıdır. Çünkü öncelikle gerekli boynunu vurun"(Müslim;K. İmaraBab10H.No:1844)
olan Hilâfet akdinin şartlarına sahip olmaktır.
Müslümanları İslâm sancağı altında birleştiren
Eğer bir bölgede sayılan bu dört şart ancak Müslümanların Halifesidir. Eğer Halife
sağlanmışsa o bölge halkının biati ile Hilâfet varsa Müslümanların cemaati da vardır ve bu
kurulmuş ve akdi tamamlanmış olur. Hatta bu bölge cemaate girmek bütün Müslümanlara farz-ı ayn,
İslâm ümmetinin ileri gelen söz sahiplerinin (Ehl-i ondan ayrı kalmak ise günahtır. Bu konu ile ilgili
İbni Abbas'ın rivayet ettiğine göre Rasulullah
Hal ve'l Akd) çoğunluğunu temsil etmiyor olsa bile (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurmuştur: "Kim ki
bu Hilâfet geçerlidir. Çünkü Hilâfeti kurmak farz-ı emirinde (çirkin) bir şey görürse sabretsin
kifayedir ve birilerinin bu farzı şartlarına uygun muhakkak ki cemaatten bir karış ayrılıp da ölen

54
- ağustos 2004/sayı 03 -
dosya

ancak cahiliye ölümüyle ölür." (Buhari Fiten Bab 2) Yine "Falanca kadın benimle beraber cahiliyyet matemi
Müslim'in İbni Abbas (RadıyAllahu Anh)'dan başka bir yapmıştı, ben de onu (yas tutarak) ödüllendirmek
rivayette Nebi (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) demiştir ki: "Kim ki istiyorum dedi. Fakat Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)
emirinde çirkin bir şey görürse sabretsin. ona bir şey demedi. O kadın gitti ve geri geldi." (Buhari
Kitabu'l Ahkam C. 8 S. 125 Bab 49, Tecrid C. 11. H. No. 1746)
Muhakkak ki kim de emirinin otoritesinden bir
karış ayrılıp da ölürse ancak cahiliye ölümü ile Ebu Hureyre'den rivayetle Rasulullah (SallAllahu Aleyhi
ölür"(Müslim;K. İmaraBab13H. No: 1849/56) ve Sellem)
dedi ki: “Kıyamet gününde üç kişiyle Allah
Bu iki hadisin içeriği cemaatin ve Halife'nin konuşmayacak ve onları temize de
gerekliliğini ifade eder. Müslüman olmayanların çıkartmayacaktır. Onlar için acıklı bir azab
vardır. O kimseler: 1. Arazisinde bir su kaynağı
biat hakkı yoktur biat etmeleri farz değildir. Çünkü
bulunup da yolcuları bunu içmekten men eden
biat Allah'ın Kitabı ve Rasulü'nün (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) kişiler 2. Bir imama sadece dünyevi çıkarı için
sünneti üzerine olur ki bunlar da İslâm'a, Kitaba ve biat eden; Halife isteklerini yerine getirirse
Sünnete iman etmeyi gerektirir. Gayri Müslimlerin itaatine vefakar olup getirmezse itaatine vefakar
yönetimde söz sahibi olması caiz olmadığı gibi olmayan adam 3. Bir kimseye mal satarken
yöneticiyi seçmesi de söz konusu değildir. Zira Allah'a yemin edip bu mala şu kadar para teklif
edildi de vermedim diyerek alıcıyı kandıran
kafirlerin Müslümanlar üzerinde herhangi bir
kimse"(Buhari Kitabu'l Ahkam Bab 48 C. 8 S. 124, İbni Mace H. No: 2870, Müslim Kitabu'l İman
otoritesi söz konusu olamaz ve biatte yerleri yoktur. 173)
Abdullah b. Ömer (RadıyAllahu Anh)'den rivayette
HALİFE'YE BİAT buyurmuştur ki: "Biz Rasul (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)'e işitmek
ve itaat etmek üzere biat ettiğimizde “gücünüz
Biat; kadın olsun erkek olsun her Müslümanın
yettiğince” kaydını ilave buyurdular." (Buhari Kitabu'l Ahkam
hakkıdır ve farzdır. Biatin farz oluşunun hadisten C.8 S.122 Bab 43)

bir çok delili vardır. Bunlardan birisi Rasul (SallAllahu


Aleyhi ve Sellem)
in şu sözüdür : Cerir b. Abdullah (RadıyAllahu Anh)'den rivayetle
Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: "Rasul
"Kim boynunda biat olmadan ölürse cahiliye (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)
'e işitmek ve itaat etmek üzere biat
ölümü ile ölmüştür." (Müslim;H. No: 1851)
ettim. Bana “gücüm yettiği kadar” demeyi ve her
Biatin Müslümanlar için bir hak oluşuna Müslümana samimi olarak nasihat etmeyi öğretti.."
gelince: Biatin içeriği buna delildir. Çünkü biat, (Buhari Kitabu'l Ahkam C.8 S.122 Bab 43)

Müslümanlar tarafından Halife'ye yapılır Halife


Cunade b. Ebi Ümeyye'den rivayetle buyurdu
tarafından Müslümanlara biat yapılmaz. Nitekim
ki: "Ubade b. Sabit hastalanınca yanına gittik ve
sahih hadislerde Müslümanların Rasul (SallAllahu Aleyhi ve
Sellem) ona dedik ki: Allah seni iyileştirsin. Sen bize Nebi
'e biat ettikleri kesinleşmiştir. Şöyle ki: Ubade (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)
'den işittiğin ve sana Allah'ın faydalı
b. Es Samit'ten rivayetle buyurmuştur ki: "Rasul
(SallAllahu Aleyhi ve Sellem) kıldığı bir hadisi anlat. O da dedi ki: Nebi (SallAllahu Aleyhi
'e zorluk ve kolaylıkta, işitmek ve ve Sellem)
Akabe gecesi bizi (Ensar'ı, biat için) davet
i t a a t e t m e k ü z e re e m i r s a h i p l e r i i l e
etmişti. Biz de biat ettik. Ubade dedi ki; "Rasulü
çekişmeyeceğimize, her nerede olursak olalım
Ekrem (Ensar üzerine bir borç olarak) bizden
muhakkak orada hakkı uygulayacağımıza veya
aldığı (akit ve misakta); hem zorluk hem de
hakkı söyleyeceğimize Allah yolunda hiç kimsenin
kolaylıkta, kederli ve neşeli anımızda işitmek ve
kınamasın- dan korkmayacağımıza dair biat ettik."
(Buhari Kitabu'l Ahkam c. 8 S. 122 Bab 43, Müslim c. 6 s. 14, Nesei c. 2 s 180) itaat etmek, onu kendi nefsimize tercih etmek,
kendilerinde Allah'ın kitabından kesin bir delile
Ümmü Atiyye'den rivayetle buyurmuştur ki: dayalı açık bir küfür görmedikçe emir sahipleri ile
"Biz Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)'e biat ettik. Bunun (idarecilerimizle) çekişmemek üzere biat ettik."(Müslim
üzerine o bana "Allah'a hiç bir şeyi ortak K. İmara Bab 8 H. No: 1840/42)

koşmasınlar..." (Mümtehine: 12) ayetini okudu Ve bizi


Halife'ye biat Müslümanların eliyle olur ve bu
ölünün arkasından bağırıp çağırmaktan nehy
Müslümanların hakkıdır. Zira biat eden onlardır ve
ettiğinde bizden bir kadın elini çekti ve dedi ki:
onların biati Halife için Hilâfet akdini

55
- ağustos 2004/sayı 03 -
dosya

gerçekleştirir. Biat elle tokalaşarak ya da yazılı iyilerini açığa çıkarır"(Buhari Kitabu'l Ahkam; C. 8 S. 124 Bab 45)
olarak yapılır. Nafi'den rivayet edildiğine göre: Ömer bana dedi
Abdullah b. Dinar anlattı ki: "Şahit oldum ki ki; Rasul (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)'i şöyle derken işittim:
insanlar Abdulmelik'in (Halife olmasına) razı "Kim Allah'a itaatten elini çekerse kıyamet gün
olunca, İbni Ömer dedi ki: "Yaz! Ben Emir'el kendisi için hiçbir delil olmadığı halde Allah'ın
Mü'minin Abdullah Abdulmelik'e, Allah'ın ve huzuruna çıkar"(Müslim: H. No: 1851) Halife'ye biati bozmak
Rasulullah'ın sünneti üzere gücüm yettiğince Allah'a itaatten elini çekmek demektir. Bu biat ister
sözünü dinleyip itaat etmeye karar verdim"(Buhari Kitabu'l Hilâfet akdi için biat isterse itaat biati olsun fark
Ahkam C. 8 S. 122 Bab 43)
Biatin herhangi bir vasıta ile olması etmez. Ancak bir Halife'ye Hilâfet biati yapılmadan
caizdir. itaat biati yapılırsa biat eden kişi biatinden geri
dönebilir. Zira yukarıda zikredilen hadiste
Biatin buluğ çağına girmiş kişi (baliğ) tarafın-
kendisine Hilâfet akdi için biat edilmiş Halife'ye
dan yapılması da bir şarttır; bu nedenle çocukların
yapılan biatten geri dönmek nehy edilmiştir.
biati sahih olmaz. Nitekim Ebu akil Zuhra b.
Muabbed dedesi Abdullah b. Hişam'dan (ki o Nebi HALİFE ADAYINDA ARANAN ŞARTLAR
(SallAllahu Aleyhi ve Sellem)
zamanını görmüştü) rivayet etti ki: Bir halife adayının Hilâfet'e ehil olabilmesi ve
"Ebu Akil'i annesi Zeynep bint-i Hamit Rasul (SallAllahu kendisine Hilâfet akdi için biat edilebilmesi için
Aleyhi ve Sellem)
'e götürdü ve dedi ki; "Ya Rasulullah onun yedi şarta sahip olması gerekir. Bu yedi şart
biatini al" Rasul (SallAllahu Aleyhi ve Sellem): "O henüz Halife'yi belirleyen sözleşmenin şartlarıdır. Bu
küçüktür" deyip başını okşadı ve on dua etti." (Buhari şartlardan birisi dahi eksik olursa Hilâfet akdi için
Kitabu'l Ahkam C. 8 S. 124 Bab 46)
biat gerçekleşmez.
Biat için kullanılan kelimelere gelince:Bu
Halifede bulunması gerekli bu yedi şart
kelimeler çeşitli şekillerde olur. Ancak Halife'ye
biat ederken Halife; amellerinin Allah'ın kitabı ve şunlardır:
Rasulü'nün sünneti üzerine olacağını, biat eden de 1. Müslüman olması:
zorda, kolayda, sevinçli ve sıkıntılı zamanlarda Bir kafirin Halife olması caiz değildir. Ona itaat
itaat edeceğini muhakkak belirtirler. Ne zaman ki
ta farz değildir. Çünkü Allahû Tealâ şöyle
bir kimse Halifelik için bir Halife'ye biat eder ya da
kendi dışındaki Müslümanlar Halife'ye biat edip buyurmaktadır:
Hilâfet akdini gerçekleştirirler. İşte o zaman biat "Allah, kafirlere müminler üzerine
edenlerin boynunda biat bir emanet olur ve bu kesinlikle yol (fırsat) vermeyecektir"(Nisa141)
biatten dönmeleri de helal olmaz.Hilâfetle ilgili
Yönetici açısından yönetmek, kendisine
olarak inikat biati tamamlanıncaya kadar biat
hükmettiği kimseler üzerinde en kuvvetli yoldur.
edenin battan dönme hakkı vardır, inikat biati
Ayette geçen (-en) tabiri, ister Hilâfet olsun ister
tamamlandık- tan sonra ise Halife'ye itaat etmesi ve
Hilâfet'i dışında olsun kafir bir kimsenin kesinlikle
biatine bağlı kalması gerekir. Bu biatinden
Müslümanlar üzerinde yöneticilik
dönmek istese bile bu isteği caiz olmayan bir
yapamayacağının mutlak ifadesidir. Bu ayet,
istektir.
kafirlerin ister Hilâfetle ister başka bir şekilde her
Buhari'nin Cabir b. Abdullah'tan rivayet ettiği ne suretle olursa olsun Müslümanlar üzerinde
bir hadis-i şerifte; “Bir bedevi Rasul (SallAllahu Aleyhi ve hüküm sahibi olmasının kesin bir şekilde nehy
Sellem)
'e İslâm üzere biat ettikten sonra biatinden edildiğine dair bir delildir.
vazgeçmek istediğinde; Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)
2. Erkek olması
ondan yüzünü çevirdi ve isteğini kabul etmedi.
Adam daha sonra tekrar gelip: "Benden biati Kadının halife olması caiz değildir. Halife
kaldır" dedi. Rasulullah yine isteğini kabul etmedi kesinlikle erkek olmalıdır. Zira Ebu Bekre (RadıyAllahu
Anh)
ve o bedevi Medine'den dışarı çıkıp gitti. Bunun 'in şöyle dediği rivayet olunur: "Vaktiyle
üzerine Rasul (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) dedi ki: "Medine Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)'den işittiğim bir söz ile
körük gibidir. Pisliklerini fırlatıp atar temiz ve A l l a h b e n i C e m e l Va k ı a s ı g ü n l e r i n d e
menfaatlandırdı da daha sonra ben Cemel ehline

56
- ağustos 2004/sayı 03 -
dosya

(Ali'nin tarafına) katıldım ve onlarla beraber 4. Akıllı Olması:


savaştım" Ebu Bekre peygamberden işittiği sözü Halife adayının deli olması Rasulullah (SallAllahu
ise şöyle nakleder: Fars halkının Kisra Perviz'in Aleyhi ve Sellem)
'in şu sözüne göre caiz değildir :
kızını kendilerine kraliçe (idareci) edindikleri
"Kalem üç kişiden kalkar Bunlardan birisi;
haberi Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)'e ulaşınca
Aklı başına gelinceye kadar deli olandan"(Buhari Talak
buyurdu ki: "İşlerini bir kadının yönetimine Bab 11 C. 2 S. 169)

bırakan hiçbir kavim felah bulmaz"(Buhari Fiten Bab-18,


Tirmizi 2263)
Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)'in işlerini bir Mükellefiyetin üzerinden kalktığı kişi sorumlu
kadının yönetimine verenlerin felah bulamayacağı değildir. Akıl Allah'ın emirlerine muhatap olmanın
yolundaki ifadesi kadının idareci olmasının nehyi ve işleri idare etmenin sıhhatinin şartıdır. Halife ise
anlamına gelir. Çünkü hadiste talep sigası (ifadesi) hükümleri uygulayacak ve şer'i teklifleri hayata
vardır. Bu hadiste işlerini bir kadının yönetimine geçirecektir. Bu nedenle Halife'nin deli olması caiz
verenlerin felah bulamayacakları bildirilerek değildir.
yerilmiştir. Ki bu ifade kesin bir nehyi ifade eder. 5. Adalet sahibi olması:
Burada nehy edilen ve terk edilmesi istenen fiil, Adalet sahibi olmayan fasık bir kişinin Halife
kadının yöneticiliğidir ve bu haram kılınmıştır. olması caiz değildir. Adalet, Hilâfet sözleşmesi ve
Kadının yöneticiliğinden kasıt hükmetme devamı için gerekli bir şarttır. Çünkü Allahû Tealâ
mevkiinde olması yani Hilâfet ya da hükmedici Kur'an-ı Kerim'de şahitlerin adalet sahibi olmasını
olarak kabul edilen bir makamda olmasıdır. Zira şart koşarak buyurmuştur ki:
yukarıda zikredilen hadiste Kisra'nın kızının
"...ve içinizde adalet sahibi iki kişiyi de şahit
yöneticiliğinden melikelik olarak bahsediliyor.
yapın..." (Talak 2) Halifelik ise şahitlikten çok daha
Hadiste bu olaydan bahsedilerek hükmü
önemli bir mevkidir. Bu nedenle Halife'nin adalet
bildirilmektedir. Yoksa burada sadece Kisra'nın
sahibi olması gerekir. Adalet şahitli- ğin şartı
kızının yöneticiliği gibi münferit bir olaydan
olduğuna göre Halifeliğin muhakkak şartı
bahsedilmemektedir. Ayrıca bu hadis hükmetme
olmalıdır.
olayı dışında kadının İslâmi ilkeler dahilinde
memuriyet gibi görevler almasını yasaklayıcı 6. Hür olması:
genellikte bir hüküm de değildir. Köle efendisinin mülküdür ve kendi üzerinde
3. Buluğ çağına erişmiş olması: dahi tasarruf hakkı yoktur ki başkası üzerinde
Buluğa ermemiş bir kişinin halifeliği caiz yetkisi olsun. Dolayısı ile hür olmayan bir kimse
değildir. Ali b. Ebu Talip (RadıyAllahu Anh) rivayet ettiğine insanlara yönetici olamaz.
göre Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) buyurmuştur ki: 7. Hilâfet'e ilişkin farzları yerine getirme ve
"Kalem üç kişiden kaldırıldı, uyuyandan işleri yürütme gücünün bulunması:
uyanıncaya kadar, çocuktan baliğ oluncaya kadar,
deliden akıllanıncaya kadar." (Buhari Hudud Bab 22 C. 8 S. 21 Ebu Davut Aciz bir kimsenin kitap ve sünnete göre
Hudud 17, İbni Mace, 2041)
Kalemin (mükellefiyetin) kendinden tebaanın işlerini yürütemeyeceği açıktır.
kalktığı kişinin şer'an mükellef olmadığı bir işin Saydığımız bu yedi şart Halife için Hilâfet
başında olması doğru değildir. Bu nedenle baliğ sözleşmesinin (akdinin) şartlarıdır. Bu yedi şart
olmamış bir kişinin Halifelik ya da onun dışında dışında akid şartı yoktur. Kitap ve sünnette bulunan
başka bir işte hüküm sahibi olması caiz değildir. diğer şartlar ancak daha iyi bir Halifede bulunması
Ayrıca böyle bir tasarruf hakkı da yoktur. gereken şartları tanımlamaktadır. Bir şartın
Çocuktan halife olmayacağına dair başka bir Halife'yi belirleme sözleşmesi şartı olabilmesi için
delil de Rasul (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) in bir çocuğun biatini öylesi bir şart olduğuna dair açık ve kesin bir delilin
kabul etmeyişidir. Zira Rasul (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) bulunması gerekir. Eğer söz konusu delil açık ve
Abdullah b. Hişam'ın biatini kabul etmedi ve bunun kesin bir talep ifadesi değilse sözleşme şartı değil
sebebini: "O bir çocuktur"(Buhari Ahkam Bab, 46) diyerek Halife'nin tercih şartlarından biri olur.
açıkladı. Eğer bir çocuktan biat alınmıyorsa ona Bu yedi şartın dışında akit şartı olduğuna dair
biat edilmesi de caiz değildir.

57
- ağustos 2004/sayı 03 -
dosya

açık ve kesin bir delil bulunmamaktadır. Bu "Onlara kim düşmanlık ederse yüz üstü sürünür,
şartların dışında sahih delillerde bulunan şartlar ise rezil olur" ibaresi onlara düşmanlık yapmanın
Halife'nin tercihinde göz önüne alınması gereken yasaklanmasını ifade etmektedir. Yoksa "Bu iş
şartlardır. Kureyş'indir" ifadesi için bir te'yid işareti değildir.
Mesela Halife'nin seçilebilmesi için müctehid Bu hadis bu işin, Kureyş'te olacağını açıkladığı gibi
olması şart koşulmaz. Çünkü nasslarda Halife'nin onlara düşmanlığı da yasaklamaktadır. Hadisteki
müctehid olma şartı yoktur. Zaten Halife'nin görevi "Kureyş", kelimesi sıfat değil isimdir buna da usul
şer'i hükümleri tatbik etmektir ki bunun için ilminde "lakap" denir ve isim mefhumu ile yani
içtihatta bulunması da zorunlu değildir. Halife lakap ile mutlak surette amel edilmez. Çünkü
imkanları oranında şer'i hükümleri inceler. Sonuçta kavram ifade etmeyen isim ya da lakabın anlam
bir müctehidin ictihadını benimseyerek onunla üzerinde hiçbir etkisi yoktur. Bu nedenle Kureyş
hükmeder. Halife'nin müctehid olması zorunlu hakkındaki hüküm, yönetimin Kureyş'in dışında
değildir; ancak müctehid olması tercih sebebidir. olamayacağına işaret etmez Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve
Sellem)
Halife,müctehid olmasa da Hilâfet sözleşmesi 'in: "Bu iş Kureyş'indir" ifadesi ile "Kureyş'te
yapılır. devam eder" sözü, "Bu iş (devlet başkanlığı)
Kureyş'in dışında olursa doğru olmaz ve bu iş
Halife'nin cesur ve yiğit olması veya fikir ve
onlarla devam eder" anlamına gelmez. Aksine
tedbir sahibi olması Halife'nin seçilme şartlarından
yönetim işi Kureyş'te olabileceği gibi başkasında
değildir. Çünkü bu konudaki hadis sahih değildir ve
olması da caizdir. Bu nedenle bu hadis Halife'nin
sözleşme şartlarının kapsamı içerisine girmez.
Kureyş'in dışından olmasına engel değildir.
Cesur, görüş sahibi ve basiretli olması ancak tercih
Dolayısı ile Kureyş'ten olma şartı tercih şartıdır
edilmesini gerektiren hususlardandır. Yine
Hilâfet sözleşmesi şartı değil.
Halife'nin Kureyş'ten olması şartı da akid
şartlarından değildir. Ancak bu konuda Bununla birlikte Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)
Muaviye'den rivayet edilen şu hadise gelince: Abdullah b. Revaha, Zeyd b. Harise ve Usame b.
Rasul (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)'i şunu söylerken duydum: Zeyd'i emir yaptı ki onlar Kureyş'ten değildiler.
"Bu iş (devlet başkanlığı) Kureyş'ten olacaktır. Buradaki "Bu emir", kelimesi sadece Hilâfet
Onlar İslâm'ı uyguladıkça kim bu konuda onlara hakkında bir hüküm olmayıp işlerin herhangi bir
düşmanlık ederse Allah onu yüz üstü süründürür hükümle görülmesidir. Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)
ve rezil eder"(Buhari Kitabu'l Ahkam C. 8 S. 105 Bab 2) Yine Buhari'nin in Kureyş'ten olmayanları emir tayin etmesi bu işin
Abdullah İbni Ömer'den rivayetiyle Rasulullah sadece Kureyş'e ait olmayıp başkalarına yasak
(SallAllahu Aleyhi ve Sellem)
buyurmuştur ki : olmadığına delildir. Kureyş'i Hilâfet için ehil
gösteren hadisler Hilâfeti Kureyş'e has kılıp
"Kureyş'ten iki kişi kaldıkça bu iş (devlet
başkalarına yasaklayan deliller değil tercih
başkanlığı) Kureyş'te devam eder"(Buhari Kitabu'l Ahkam C. 8 S.
105 Bab 2 Müslim 1820) edilmelerine öncelik tanıyan delilerdendir.
Bu ve benzeri sahih hadisler Rasul
(SallAllahu Aleyhi ve Sellem)
'e istinaden rivayet edilerek devlet Halife'nin Haşim Oğullarından ya da Ali
idaresinin Kureyş'e ait olduğu haber ifadesi ile Oğullarından olması da Halifeliğin şartlarından
bildirmektedirler. Ancak bu hadislerden hiçbiri değildir. Çünkü Nebi (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) Haşim ve Ali
emir ifadesi içeren hadisler değildir. Haber ifadesi Oğulları dışındaki kimselerden idareci seçip emir
içeren hadisler bir talebi ifade etseler de bu hadisi yapmıştır. Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) Tebük'e
destekleyen bir işaretle birleşmedikçe söz konusu giderken Medine'de ne Haşimî ne de Ali
hadise kesin ve bağlayıcı bir emir olarak bakılmaz. Oğullarından olmayan Muhammed b. Mesleme'yi
Bu hadisler içinde onların kesin birer talep emir yaptı. Aynı şekilde Yemen'e Haşimi ve Ali
olmasına ilişkin herhangi bir delil herhangi bir Oğullarından olmayan Muaz b. Cebel ve Amr b.
sahih rivayette geçmemiştir. Bu nedenle yukarıda As'ı emir (vali) yaptı. Yine Müslümanlar ve Ali
(RadıyAllahu Anh)
zikredilen iki hadis halife seçiminin farzlarını değil Beni Haşim'den olmamalarına rağmen
mendublarını belirtmektedirler. Bu nedenle bu şart kesin delille Ebu Bekir, Ömer ve Osman'a biat
bir tercih şartıdır. Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) den ettiler. Sahabenin hiçbirinde bu biatler karşısında,
Muaviye kanalı ile rivayet edilen hadiste geçen; bu kimseler Hişam ya da Ali Oğullarından değiller

58
- ağustos 2004/sayı 03 -
dosya

diye itiraz ettiklerine dair bir rivayet bizlere talip olması caizdir. Nitekim Amr b. As
ulaşmamıştır. yöneticiliğe talip oldu ve Rasul (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) de
Halife'nin Haşimi ve Ali Oğullarının dışında onu emir (vali) yapmıştır.
kimselerden de olabileceğinin caizliği noktasında, Emirliğe talip olmanın yasaklanmasına ilişkin
içinde Beni Haşim'den Ali, İbni Abbas ve var olan hadislerdeki hüküm ister Hilâfet olsun
Haşimîlerin de bulunduğu bütün sahabelerin icmaı
isterse herhangi bir emirlik olsun üstlenecekleri
vardır.
göreve ehil olmayan kişilere mahsustur. Zira
Ancak Ali efendimiz (RadıyAllahu Anh)'in ve Ehl-i
Beytin fazileti ile ilgili hadislere gelince. Bu emanete ehil kişileri Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)
hadisler ne Halife'nin Ehl-i Beyt'ten olması idareciliğe talip olduklarında terslememiş ve hatta
gerektiğine ne de Hilâfeti belirleyici bir sözleşme onları idareci yapmıştır. Bu nedenle Rasulullah
şartı olduğuna işaret eder. Sadece Halife'nin Ehl-i (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)
'in bir yandan idareciliğe talip
Beyt'ten olmasının tercih sebebi olacağına işaret olanları idareci yapması diğer yandan da idareciliğe
eder
talip olmayı yasaklaması bu yasaklamanın genel
Anlaşılan odur ki; Hilâfet akdi için yukarıda bir yasaklama olmayıp idarecilik vasıflarını
sayılan yedi şartın dışında herhangi bir Hilâfet akdi
şartı bulunduğuna dair başka bir delil yoktur. Şer'an taşımayanlara has olduğunu gösterir.
gereken ise Halifede bulunması gereken bu yedi HİLÂFET'İN TEK OLUŞU
şarttır. Halife adayları bu şartlara sahipse Yeryüzünde aynı anda birden fazla Halife
Müslümanlara sunulurlar ve Müslümanlardan bulunması caiz değildir. Nitekim Müslim,
içlerinden en uygun olanı seçmeleri istenir. Abdullah b.Amr b.El As'ın Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve
Sellem)
Müslümanlar bir şahsı Halife olarak seçmişlerse o 'den işittiği şu hadisi rivayet eder: "Kim ki bir
kişinin Halifeliği ancak kendisinde Hilâfet akdi imama biat eder, eliyle musafaha ederek kalbinin
için gerekli şartlar varsa kesinleşir. Velev ki tercihi sevgisini verirse gücü yettiği kadar itaat etsin.
gerektiren diğer şartlara sahip olmasın. Eğer başka birisi gelip o imamla (idareyi ele
HİLÂFET'E TALİP OLMAK geçirmek için) mücadele ederse sonra çıkanın
Hilâfet'e talip olup Halife olmayı istemek ve bu boynunu vurun"(Müslim K. İmara Bab 10 H. No: 1844) Ebu Said el
uğurda gerekeni yapmak tüm Müslümanlara Hudri'den rivayetle Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)
caizdir. Hilâfet için mücadeleyi mekruh kılan ya da buyurmuştur ki: "Eğer iki Halife'- ye (aynı
tamamen yasaklayan herhangi bir hüküm yoktur. dönemde) biat edilirse kendisine sonradan biat
Nitekim sahabelerin Beni Saide Sakifesinde edileni öldürün"(MüslimKitabu'lİmaraBab15C.2S.1480H.No1853) Arfece
Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)'in cenazesi yatağında rivayetinde demiştir ki: Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve
Sellem)
dururken Hilâfet için tartıştıkları sabittir. Yine 'den şunu işittim: "İşiniz (yönetimle ilgili
Ömer'in vefatından önce belirlediği, hepsi de işleriniz) bir adam (Halife) üzerinde karar
Ashabı Kiramın önde gelenlerinden olan altı kişilik kılınmışken birisi gelip sizin birliğinizi
şura heyetinin Hilâfet için tartıştıkları ve geri kalan parçalamak ve cemaatinizi bölmek isterse onu
sahabelerin tüm olup bitenleri gördükleri halde öldürün"(MüslimKitabu'lİmaraBab14C.2S.1480H.No1852/60)
bunu yanlış görmeyip tartışmalar karşısında sükut Ebu Hazım rivayetinde demiştir ki: "Ebu
ettikleri de malumdur. Bu olay da Hilâfet için Hureyre ile beş yıl beraber bulundum ondan
tartışmanın ona talip olmanın ve bu uğurda çaba Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)'den şu rivayeti yaptığını
gösterip fikri tartışma yapmanın caizliğine dair işittim: Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) dedi ki: "İsrail
sahabe icmaına delalet eder. oğullarını Nebiler yönetiyordu. Bir Nebi
Başka hadislerin tanımladığı imamete öldüğünde onu bir başka Nebi takip ederdi.
(emirliğe) talip olmanın yasaklığına gelince: Bu Benden sonra Nebi yoktur. Fakat benden sonra
Ebu Zerr misali emir olması eksikliklerinden birçok Halifeler gelecektir." (orada bulunanlar)
dolayı doğru olmayan kimseler içindir. Ancak Amr Dediler ki "Bize ne emredersiniz?" Rasulullah
(SallAllahu Aleyhi ve Sellem)
b. As gibi idareciliğe uygun kimselerin idareciliğe dedi ki: "İlk biat edilene vefalı

59
- ağustos 2004/sayı 03 -
dosya

olun. Onların haklarını verin. Muhakkak ki Allah Müslümanlar onunla savaşırlar. Hilâfet akdi
onlara yaptıklarından soracaktır"(Müslim; K. İmara Bab 10 H. No: Müslümanların çoğunluğu ile gerçekleştiğinden
1842)
Müslümanlar bir kişi ile Hilâfet akdi yapmışsa ona
Eğer aynı zamanda iki ayrı ülkede iki ayrı itaatleri farz, bir başkasına biatleri ise haram olur.
Halife'ye biat edilirse gerçek anlamda bir biat Hal ve Akd Ehli ümmetin yönetim işlerinde
gerçekleşmemiş olacağından bu biatler geçerli kendilerine yol gösterici ve temsilci olarak
olmaz. Çünkü aynı anda Müslümanların iki benimsediği ve saydığı kişilerdir. Bu kişiler
Halifesinin olması caiz değildir. Bu iki halifeden devletin idari işlerinin yürütüldüğü başkentte
önce seçilene biat edilir de denilemez. Çünkü bulunurlar. Bu nedenle başkentte yaşayan Hal ve
mesele Hilâfet'te öncelik değil Hilâfet'i kurulması Akd Ehli, bir kişiye biat ederse o kimse Halife olur.
meselesidir. Halife'yi belirleme ve Hilâfeti ikame Hal ve Akd Ehli dışında bir başka bölgede ya da
işi tek yanlı olarak Halife'yi ilgilendiren bir iş değil bölgelerde bir başkasına biat edildiğinde hatta bu
aksine karşılıklı olarak Müslümanların tümünü biat başkentteki biatten önce de olsa bu biatle itibar
ilgilendiren bir haktır. Bu nedenle eğer iki Halife edilmez. Ancak Hal ve Akd Ehlinin çoğunluğu
ortaya çıkarsa Müslümanların tekrar bir Halife kimin Halifeliğini isterse o kimsenin Halifeliği
seçmeleri üzerlerine farz olur. İki Halife'nin olması gerçekleşir. Her halükarda Hal ve Akd Ehlinin biati
durumunda ikisi arasında kura çekerek de bu öncelik taşıdığından onların biat ettiği kişi tercih
mesele halledilemez. Çünkü Hilâfet akdi bir sebebi olur. Her ne olursa olsun aynı anda birden
sözleşmedir. Kura ise bir sözleşme (akit) yöntemi fazla Halife'nin bulunması caiz değildir. Hatta ve
değildir. Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) "İlk önce biat hatta Hal ve Akd Ehlinin itibar ve biat etmediği
alana vefalı olun" diyor da denilemez. Çünkü bir kişiler ile savaşmayı gerektirse dahi iki Halife'nin
Halife'nin varlığı ile beraber başka Halifelere de varlığı kabul edilmez.
biat edildiğinde bu biatler geçerli olmayacak ancak VEKALET YA DA VASİYET YOLU İLE
önce biat edilenin biati geçerli olacaktır. Sonra HİLÂFET'E GEÇMENİN HÜKMÜ
gelenlerle Hilâfet sözleşmesi yapılamaz.
Hilâfet Müslümanlarla Halife arasında bir
Hal ve Akd Ehlinin çoğunluğunun biati ile aynı sözleşme olduğu için Halife'nin birini kendi yerine
anda iki Halife ile Hilâfet akdi yapılırsa (her ne vekil bırakması ya da vasiyeti yoluyla Halife tespit
kadar yapılan her iki biatte şer'an geçerli olsa da) edilemez. Halife olabilmenin şartı Müslümanların
her iki akit de iptal edilir. Tekrar Müslümanlara biatinin olması ve biat edilen kişice bu biatin kabul
gidilip seçim yapılır. Eğer Müslümanlar iki edilmesidir. Vasiyet ve vekil bırakmada ise bu şart
Halifeden sadece birine ya da bunların dışında yerine gelmez. Dolayısı ile bir Halife'nin vekalet ve
başka bir kişiye biat ederlerse ilk durumu vasiyet yolu ile kendisinden sonra Halife olması
pekiştirmek amacıyla değil yeniden biat aldığı için için birisini belirlemesi ile Hilâfet sözleşmesi
biat alanla yeni sözleşme yapılır. Dolayısıyla gerçekleşmiş sayılmaz. Çünkü Halife sözleşme
mesele önce biat alma meselesi değil işin bütün hakkına sahip değildir. Zira dilediği bir Halife'yi
Müslümanlara ait olması meselesidir. İki Halife'ye seçmek Müslümanların hakkıdır Halife'nin değil.
biat olunduğunda eğer, Hal ve Akd Ehlinin
Halife'nin bir başkasını kendisinden sonra
çoğunluğu yönetim işinde ve Hilâfet konusunda bir
Hilâfet için vekil bırakması ya da vasiyet etmesi
Halifeden yana azınlığı ise diğerinden yana ise o
Şeriatça sahip olmadığı bir yetkiyi kullanmış
takdirde Halifelik Hal ve Akd Ehlinin çoğunlukta
olmasından dolayı doğru değildir. Bu nedenle
olduğu kişinin hakkı olur. Hal ve Akd Ehlinin
Halife'nin ister oğlunu ister akrabasını isterse
çoğunluğunun biat ettiği kişinin birinci, ikinci veya
tanımadığı berisini Halife tayin etmesi ya da
üçüncü sırada biat alması önemli değildir. Şer'an
vasiyet etmesi caiz değildir ve de kesinlikle onunla
Halifeliği muteber olan da odur. Çünkü Hal ve Akd
Hilâfet sözleşmesi yapılmaz. Hilâfet, akit yapma
Ehlinin çoğunluğunun biatini almıştır. İki
yetkisi olmayan biri tarafından akdedildiği için
Halifeden birisine Müslümanların biati
sahih ve caiz değildir. Bu boş bir akittir.
gerçekleştiğinde diğerlerinin de Hilâfet'i birliği için
seçilen Halife'ye biat etmeleri gerekir. Aksi halde Ebu Bekir (RadıyAllahu Anh)'in Ömer (RadıyAllahu Anh)'i, Ömer

60
- ağustos 2004/sayı 03 -
dosya

(RadıyAllahu Anh)
'in altı kişiden oluşan şura heyetini
tavsiye etmeleri ve bu durum karşısında
sahabelerin buna sessiz kalarak itiraz etmemelerine
gelince: Bu olay Hilâfet'i vekalet ya da vasiyet yolu
ile belirlenmesi anlamına gelmez. Çünkü Ebu
Bekir (RadıyAllahu Anh) kendisinden sonra Halife olması
için birini vekil bırakmamıştır. Ancak
Müslümanlarla istişare ederek kendisinden sonra
Ali (RadıyAllahu Anh) veya Ömer (RadıyAllahu Anh)'in aday
olabileceğini söylemiştir. Daha sonra Müslümanlar
Ebu Bekir (RadıyAllahu Anh)' in vefatından üç ay önce Ömer
(RadıyAllahu Anh)
'ı çoğunlukla belirleyip Ebu Bekir (RadıyAllahu
Anh)
'in vefatından sonra da biat ettiler. Böylelikle
Ömer (RadıyAllahu Anh) ile Hilâfet için sözleşme biati
yapılmış o da Halife olmuştu. Ancak Hilâfet akdi
yapılana kadar Ömer (RadıyAllahu Anh) Halife değildi.
Ömer (RadıyAllahu Anh) in Hilâfeti, ne Ebu Bekir (RadıyAllahu
Anh)
'in onu aday göstermesi ne de Müslümanların
onu üç ay önceden seçmesi ile gerçekleşmedi.
Ömer'in Hilâfet'i asıl belirleyen şey Ebu Bekir'in
vefatından sonra Müslümanların çoğunluğunun
ona biat etmesiydi.
Müslümanlar Ömer (RadıyAllahu Anh)'den kendisinden
sonra kimin Halife olması gerektiği noktasında
tavsiyede bulunmasını istediklerinde Ömer (RadıyAllahu
Anh)
de onlara altı kişiyi ayrı ayrı aday gösterdi. Daha
sonra Abdurrahman b. Avf bu altı kişiden
hangisinin Halife olması gerektiği konusunda
Müslümanlarla istişarede bulundu. Müslümanların
çoğunluğu Ebu Bekir ve Ömer'in ictihadları
doğrultusunda idare edeceğine dair söz vermesi
halinde Ali (RadıyAllahu Anh)'yi seçtiklerini o olmazsa
Osman'ı seçeceklerini bildirdiler. Ali (RadıyAllahu Anh)
böylesi bir şartı reddedince Abdurrahman b. Avf
(RadıyAllahu Anh)
ve Müslümanlar, Osman (RadıyAllahu Anh)'a biat
ettiler. Böylelikle Osman (RadıyAllahu Anh) Halife oldu.
Osman (RadıyAllahu Anh) da ne kendisini Ömer (RadıyAllahu Anh)
aday gösterdiği için ne de bir kısım kimse kendisini
seçti diye değil Müslümanların çoğunluğu
kendisine biat ettiği için Halife oldu.
Görüldüğü gibi bir kişinin Halife olabilmesi
için Müslümanların biati şarttır. Vekalet ve vasiyet
yolu ile seçilmek ise caiz değildir. Bir sözleşme
çeşidi olan Hilâfet'te sözleşme sıfatını taşımayan
vasiyet ve vekaletin yeri yoktur.

61
- ağustos 2004/sayı 03 -
fıkıh

KLONLAMA / KOPYALAMA

Bu konu Şeyh AbdulKadîm Zellum [Allah'ın rahmeti Doğal döllenmede, 23 kromozoma sahip erkek
üzerine olsun]
'un İslamî İctihadlar isimli kitabından spermi, 23 kromozoma sahip kadın yumurtasıyla
derlenmiştir. birleşir. Bu nedenle, yarısı erkekten yarısı kadından
Klonlama, bitki,hayvan veya insan gibi gelen toplam 46 kromozom bir araya gelmiş olur.
yaşayan bir organizmanın orijinal (aslının aynı) bir Böylece bebek karakteristiğini, hem annesinden
kopyasını yapmaktır. hem de babasından alır.
İnsan klonlama, insanın kendisinin bir Klonlama işleminde ise, -bebeğin karakteris-
kopyasını yapmasıdır. Tek bir insan, bu kimseden tiğini belirleyen- bu 46 kromozomun tamamı
yaşayan bir hücresinin alınması, bu hücreden kendisinden hücre alınan kimseden gelir. Böylece
nukleusun (hücre çekirdeği) çıkarılması ve bebek tüm kalıtsal ve karakteristik özelliklerini bu
nukleusu alınmış bir kadın yumurtasına enjekte kimseden almış olur. Klonlama sonucu doğan
edilmesiyle kopyalanabiliyor. Bu yöntem, bir bebek, sadece hücresinin nukleusu kullanılan
insanın vücudundan alınan nukleusu çıkarılmış kimsenin karakteristiğini miras alır. Bu şekilde
hücre ile; bir kadından alınan yumurtanın özel bebek, bu kimsenin jenerik bir kopyası olur. Bu
kimyasal maddeler ve özel elektrik akımlarıyla bir aynen sizin bir fotoğrafınızı renkli fotokopi ile
araya getirilmesi ile tamamlanan bir işlemler çoğaltmanıza benzer bir şeydir.
zinciridir ve döllenme veya suni döllenme denilen Doğal döllenme ise, yalnızca bir erkek ile bir
yöntemlere benzer bir yöntemdir. Bu laboratuar kadının üreme hücrelerinin bir araya gelmesiyle
işleminden sonra (hücre çekirdeğine sahip) vukuu bulur. Bir başka deyişle, kopyalama, üreme
yumurta bir kadının rahmine yerleştiriliyor ki, hücresi olmaksızın, bir erkek olsun veya olmasın
yeniden oluşsun, gelişsin ve bölünme gerçekleşsin. sadece vücut hücrelerinin kullanımıyla yapılmak-
Böylece tamamlanmış fetüs (cenin) formu doğal tadır. Bu; bir erkek olmaksızın, bir kadından bir
bir şekilde doğsun.Bu şekilde bir kadının vücut hücresi alınmak suretiyle de yapılabilmek-
yumurtasına, nukleusu çıkarılmış hücresi tedir! Yani tüm kalıtsal özellikler 46 kromozoma
yerleştirilen kimsenin bir kopyası elde edilmiş sahip nukleus ile alınmaktadır. Daha sonra
oluyor. yumurtanın kendi nukleusu kaldırıldıktan sonra, bu
İnsan kopyalama işleminde hamilelik, üreme nukleus bir kadının yumurtasına yerleştiriliyor.
hücreleri ile değil, vücut hücreleri ile gerçek- Daha sonra da bu yumurta bir kadının rahmine
leşmektedir. Her insan milyonlarca hatta yerleştiriliyor. Ve bu yumurta kadının rahmine
milyarlarca hücreye sahiptir. Her hücre, - yerleştirildikten sonra, gelişmeye, bölünmeye,
erkeklerde testislerden(haya), kadınlarda büyümeye ve bir fetüs(cenin) haline gelmeye
overlerden (yumurtalık) gelen üreme hücrelerinin başlıyor. Sonunda gelişimini tamamlıyor.
yanında- insanın tüm kalıtsal yapısını taşıyan Doğduğunda, kendisinden hücre alınan kadının bir
genetik öze sahip 46 kromozoma sahiptir. Hem kopyası elde edilmiş oluyor. Böylelikle klonlama
kadın hem de erkeklerdeki üreme hücrelerinden her süreci, bir erkeğe gerek duyulmadan, tüm
biri, -vücut hücrelerindeki toplam kromozom boyutlarıyla tamamlanıyor.
sayısının yarısı kadar yani- sadece 23 kromozoma Doğal gebelikte ise, karakteristikler kalıtsal
sahiptir. olarak, hem anneden hem de babadan alınır. Bunun

62
- ağustos 2004/sayı 03 -
fıkıh

bir sonucu olarak, doğan çocuklar birbirlerinin klonlama konusundaki şer'i hüküm nedir?
aynısı olmazlar. Çocuklar, anne-babalar ve diğer Bitkiler ve hayvanlar üzerinde yapılan klonla-
kardeşler arasındaki benzerlikler; boy, saçrengi, manın amacı; kaliteyi yükseltmek, üretkenliği
göz rengi, zihinsel yetenekler ve doğuştan gelen artırmak ve özellikle çok tehlikeli ve insanlar
psikolojik davranış biçimleri gibi yapısal arasında oldukça yaygın olan hastalıklar için insan
özelliklerle farklılaşır. sağlığı üzerinde pek çok yan etkisi bulunan
Klonlama işlemi sonucu gerçekleşen kalıtımda kimyasal ilaçlar kullanmak yerine, doğal ilaçlar
ise, hücresi kullanılan kadın veya erkeğin tüm bulmak, olarak söyleniyor.
kalıtsal ve yapısal özellikleri transfer edilir. Bu yeni Bitkilerde ve hayvanlarda kalitenin yükseltil-
doğuşta orijinal kimsenin boyu, görünümü, mesi ve üretkenliğin artırılması noktasında şer'i bir
renkleri, zihinsel kapasitesi ve diğer doğuştan gelen yasaklama yoktur ve izin verilen şeylerdendir.
psikolojik özellikleri tamamen kopyalanır. Bunun İslam, insanların hastalıklarına - özellikle tehlikeli
anlamı şudur: Tüm karakteristik aynen kalıtılır olanlarına- şifa bulmak için bitki ve hayvan
(yeni canlıya aktarılır) Bunun yanında, yararlı klonlama için de izin vermiştir. Hatta önerilmiştir.
karakteristikler (sonradan kazanılan özellikler) Çünkü hastalıklar için bir ilaç aramak da, şifa için
kalıtıma bağlı değildir. Eğer hücre; saygı duyulan ilaç üretmek de tavsiye edilmiştir.
bir alimden, çok iyi bir müctehidden veya gözde bir
İmam Ahmed, Enes (RadıyAllahû Anh)'den şöyle rivayet
fizikçiden alınırsa, klonlama ile kişilerin sahip
etti: O (RadıyAllahû Anh) dedi ki; Peygamber (SallAllahû Aleyhi ve Sellem)
olduğu bu nitelikler kopyalanamaz. Çünkü bu
şöyle dedi: “Allah hem hastalığı hem de şifasını
özellikler sonradan kazanılmıştır ve kalıtsal
yarattı. O halde (hastalıklarınız için) şifa arayın.”
değildir.
Ebu Davud ve İbn Mace, Usame bin Şerik'den
Klonlama işleminin keşfi, Allah'ın insanların ve
şöyle rivayet ettiler: O dedi ki; Bedeviler
hayvanların hücrelerine yüklediği kanunlardan
Peygamber (SallAllahû Aleyhi ve Sellem)'e geldiklerinde ben
birinin üzerine örttü. Klonlama süreci, insanların
oradaydım. Dediler ki; Ey Allah'ın Rasulü!
veya hayvanların vücut hücrelerinden herhangi
hastalıklarımız için şifa aramalı mıyız? O (SallAllahû Aleyhi
biriyle çocuk üreyebileceğini gösterdi. Eğer bu ve Sellem)
“Evet! Ey Allah'ın kulları şifa arayın! Allah
hücrenin nukleusu çıkarılır ve -yumurta hücresinin
şifasını yaratmadığı hastalığı yaratmadı.” dedi.
nükleusu kaldırıldıktan sonra- bir kadının
yumurtasına yerleştirilirse, bir kadının yumur- Bu arada bitkilerin kalitesinin ve veriminin
asına erkek spermi yerleştirmekle aynı şey artması için de klonlama yapılmasına izin
yapılmış olur. verilmiştir. Aynı zamanda; ineklerin, koyunların,
develerin, atların ve diğer hayvanların verimlili-
İşte insan klonlama meselesinin aslı budur!
ğinin ve kalitesinin yükselmesi, sayılarının artması
İnsan klonlamanın bir diğer türü de “cenin
ve birçok insan hastalıklarına, özellikle
klonlama” dır. Bu tür klonlamada ise, anne
ölümcül/tehlikeli hastalıklara şifa olması için
rahminde şekillenen cenin kopyalanmaktadır. Bu
hayvan klonlamaya da izin verilmiştir.
işlemde, bir kimse kendi çocuğunu, cenin
evresinde iken klonlatabiliyor. Cenin anne Bitki ve hayvan klonlama hakkındaki hüküm
rahminde şekillenmeye başladığında, doktorlar budur. Henüz gerçekleşmemesine rağmen, yakın
yeni biçimli tek hücreyi (zigotu) iki, hatta daha bir gelecekte gerçekleşeceği farz edilen insan
fazla hücreye bölebiliyorlar. Bu şekilde, orijinal klonlama hakkındaki hüküm ise şöyledir:
hücreden kopyalanan birden fazla hücre gelişmeye Cenin klonlamada, zigot; babanın spermi ile
başlıyor. Sonuçta cenin klonlama ile biri diğerinin annenin yumurtasının bir sonucu olarak anne
kopyası olan iki çocuk doğuyor. rahminde şekillenmektedir. Bu zigot, bölünebilen
Son zamanlarda, klonlama hayvanlar ve bitkiler ve gelişebilen birçok hücre içinde bölünmektedir.
üzerinde de deneniyor. İnsanlar üzerindeki Bu hücreler bölünüyorlar ki; her bir hücre, orijinal
çalışmalar ise, henüz tamamlanmış değil. Peki zigotun bir kopyası olarak, kendi başına bir

63
- ağustos 2004/sayı 03 -
fıkıh

fetüs(cenin) haline geliyor. Daha sonra eğer, bu koyunun tamamen bir kopyası olarak doğan ilk
hücreler, yabancı bir kadının veya kocanın ikinci koyun oldu.
karısının rahmine yerleştirilirse, Klonlamanın bu İnsanların, kadın veya erkeklerin bu tür
her iki türü de HARAM olur. Çünkü bu akrabalık klonlaması eğer yapılırsa, dünyaya büyük bir
(bağlarının) karışması ile sonuçlanacaktır. Sonra felaket getirecektir.Burada istenen durumlar
bu, akrabalığın (soyun) kaybolmasına neden olur şunlardır: Ya kaliteyi artırmak, daha zeki, daha
ki, İslam bunu yasaklamıştır. güçlü, daha cesur, daha sağlıklı veya daha güzel
Diğer taraftan eğer, bu zigotların bir veya daha çocuklar edinmek amaçlanıyor, ya populasyonun
fazlası (orijinal hücrenin kaynağı olan) kadının (nüfusun) artırılması ya da daha fazla güç elde
rahmine yerleştirilirse, klonlamanın bu türü edilmesi isteniyor.Bu bir şerdir ve bir fitne
HELAL olur. Bunun nedeni şudur: Çünkü burada nedenidir. Kesinlikle haramdır ve izin verilme-
anne rahminde bulunan zigotun tıbbi bir operasyon miştir. Bunun nedenleri şunlardır:
yoluyla çoğaltılması vardır. 1. Bu şekilde çocuk üretimi, Allah'ın
İşte cenin klonlama hakkındaki hüküm de insanların çocuklar edinmeleri için ortaya
budur! koyduğu doğal üreme yolundan farklıdır.
Bilim adamlarının, “hayvan kopyalama, insan Allahu Tealâ şöyle buyurdu:
kopyalamanın ilk adımıdır“ demelerine rağmen “Şurası muhakkak ki (rahime) atıldığında
insan kopyalama henüz başarılmış değildir. nutfeden, erkek ve dişiden ibaret olan çifti O
Daha önce belirttiğimiz gibi, insan kopyalama yarattı.” [Necm45-46]
bir erkeğin vücut hücresinin nukleusu (çekirdeği) Ve yine şöyle buyurdu:
alındıktan sonra, nukleusu alınmış kadın yumurta-
“O, (döl yatağına) akıtılan meninin içinden
sıyla birleştirilmesi işlemiyle tamamlanmaktadır.
bir nutfe (sperm) değil miydi? Sonra bu, alaka
Kadının yumurtasındaki bu erkek nukleusu,
(aşılanmış yumurta) olmuş, derken Allah onu
büyümek ve eşleşmek üzere, bir kadının rahmine
(insan biçiminde) yaratıp şekillendirmişti.
transfer edilmektedir. Buradan; önce bir cenin daha
Ondan da iki eşi, yani erkek ve dişiyi var
sonra da hücresi alınan kimsenin orijinal bir
etmişti.” [Kıyamet37-39]
kopyası olan bir bebek meydana geliyor. Klonlama
aynı zamanda bir erkeğe gerek duyulmaksızın, 2. Bir erkek olmaksızın, kadınların
sadece bir kadının hücreleri kullanılmak suretiyle kopyalanması sonucu doğan çocuklar babasız
de yapılabilmektedir. Bu da kadının vücut çocuklardır.
hücrelerinde birinin nukleusu alındıktan sonra bir Ayrıca, eğer kendisinden hücre alınan kadının
kadının yumurtasıyla birleştirilmesiyle olanaklı hücresi kendi rahmi dışında başka bir kadının
hale getirilmektedir. Daha sonra, yumurta, rahmine yerleştirilirse, bu durumda doğacak
hücrenin nukleusuyla birleştirildikten sonra; çocuklar aynı zamanda babasızdırlar. Bu böyledir.
yetişmek ve önce bir cenin, daha sonra da hücresi Çünkü rahmine yumurta yerleştirilen kadın, birden
alınan kimsenin(kadının) bir kopyası olacak bir fazla yumurtayı barındıracak bir yere (rahme) sahip
bebek haline gelmesi için bir kadının rahmine değildir. Bu, annesiz ve babasızlardan oluşan bir
yerleştirilmektedir. Dolly (bütün dünyada büyük dünyanın olmasına ve insanlığın kayboluşuna
yankı uyandıran ilk kopya koyunun adı) bu şekilde liderlik edecektir ki, bu Allah'ın şu hükmüyle
yani bir koyunun meme (göğüs) hücresinin çatışır:
alınarak klonlama işleminde geçirilmesiyle “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir
meydana getirildi. Daha sonra, bu hücreden (göğüs dişiden yarattık.” [Hucurat13]
ile alakalı özellikleri taşıyan) nukleusu çıkarıldı ve
Ve de şu hükmüyle çatışır:
nukleusu kaldırılmış bir koyun yumurtasına
yerleştirildi. Çoğalmak üzere bir koyunun rahmine “Onları (evlat edindiklerinizi) babalarına
yerleştirilen bu hücre, gelişti, büyüdü ve bir cenin nisbet ederek çağırın. Allah yanında en doğrusu
halini aldı. Böylece Dolly, hücresi kullanılan budur.” [Ahzab5]

64
- ağustos 2004/sayı 03 -
fıkıh

3. Akrabalığın Kaybolması evlatlık, soy (kalıtım), gözetme (bakım) ile ilgili


İslam, akrabalık bağlarını korumayı ve hükümler ile engellenmiştir. Ayrıca maharim -
sürdürmeyi emretmiştir. usbat (Haram kılınmış Kan Bağı Dereceleri) gibi
birçok diğer şer'i hüküm ile de yasaklanmıştır.
İbn Abbas (RadıyAllahû Anh) Allah Rasulü (SallAllahû Aleyhi ve
Sellem) Çünkü akrabalık karışıyor, yok olmaya başlıyor.
'in şöyle dediğini söyledi: “Her kim
Bu; Allah insanı üzerinde yarattığı üreme/doğum
akrabalığını babasından başkasına nispet eder ve
şekli olan doğal yola aykırıdır. Bu toplum yapısını
diğerlerinden olduğunu iddia ederse, Allah'ın,
bozan, fitne ve fesat yayan şeytani bir süreçtir. Bu
meleklerin ve tüm insanların laneti o kimsenin
nedenle, insan klonlama şer'an haramdır ve buna
üzerine olur.” [İbnMacerivayetetti]
izin verilmemiştir.
Ebu Osman En-Nehri, Sa'd ve Ebu Bekir (RadıyAllahû
Anhum) Allahu Tealâ lanetlenmiş şeytanın şöyle
'den, onların Allah Rasulü (SallAllahû Aleyhi ve Sellem)'den
dediğini bildiriyor:
şöyle duyduklarını ve anladıklarını söylediklerini
işittiğini söyledi: “Babası olmadığını bildiği "(Şeytan) “Onları mutlaka saptıracağım,
halde, babasından başkasından olduğunu (onun muhakkak onları boş kuruntulara boğacağım,
soyuna mensup olduğunu) iddia eder ve böyle kesinlikle onlara emredeceğim de hayvanların
söylerse, o kimseye cennet haram olur.” [İbn Mace rivayet kulaklarını yaracaklar (putlar için
etti] nişanlayacaklar), şüphesiz onlara emredeceğim
de Allah'ın yarattığını değiştirecekler" (dedi).
Ebu Hureyre (RadıyAllahû Anh) Allah Rasulü (SallAllahû Aleyhi ve
Sellem) Kim Allah'ı bırakır da şeytanı dost edinirse
'den şöyle işittiğini söyledi: “Onlardan
elbette apaçık bir ziyana düşmüştür.” [Nisa119]
olmadığı halde bir çocuğu, başkasına ait
olduğunu iddia eden bir kadın, Allah katında Allah'ın yaratması, doğal/fıtri bir yaratmadır.
hiçbir şeye sahip değildir (amelleri boşa gider) ve Allah insanı doğum yolu ile yarattı ve bir erkeğin
cennete giremeyecektir. Ve kendisine bakan spermi ile bir kadının yumurtasının, ana rahminde
oğlunu inkar eden adama gelince; Allah bu döllenmesini vesile kılarak, insanların üremesinin
adamdan uzaklaşacak ve onu ilk ve son nesli doğal/fıtri olmasını sağladı. Allah'ın bu noktadaki
karşısında teşhir edecektir.” [Ed-Darimirivayetetti] kanunu, bir kadın ile bir erkeğin kabul edilir (doğal)
bir biçimde birleşmeleri ile tamamlanır. Klonlama
Diğerlerinden daha iyi özellikte ve yetenekte
ile yapılan üreme ise doğal değil, sunidir. Yani fıtri
olan kimselerin klonlanmasındaki amaç; onların
yapıya aykırıdır. Ayrıca, işin arka planında, geçerli
zekasının, güçlerinin, sağlıklarının ve güzel-
(şer'i) bir birleşmeyi sağlayan herhangi bir evlilik
liklerinin isteyen kimselere aktarılmasıdır. Yani
bağı olmadan, bir erkek ile bir kadın arasındaki
ister karı-koca olsunlar, isterse olmasınlar, ne
(suni) bir ilişkiden yani klonlamadan doğal
olursa olsun erkeklerin ve kadınların karakteristik-
olmayan çocuklar edinilmektedir.
leriyle beğendikleri insanların özelliklerini
seçmelerine sağlamaktadır. Bir başka deyişle,
insanlar istedikleri kimsenin özelliklerini kendi
çocuklarına aktarabilecekleridir. Sonuç olarak,
karakteristiği aktarılmak istenen erkeğin hücreleri
o kimseden alınır ve seçilmiş bir kadından da
yumurtaları alınıp birleştirilerek, seçilen kadının
rahmine yerleştirilir. Bu akrabalık bağlarının
kaybolmasına ve karışmasına liderlik edecektir.
4. Klonlama ile çocuk türetme, birçok şer'i
hüküm ile engellenmiştir.
Örneğin evlilik, akrabalık, babalık, nafaka,

65
- ağustos 2004/sayı 03 -
saadet
asrından
Kd dergisi

MUSAB BİN UMEYR (R.A)

Y arımadanın göbeğindeki meşhur


şehirde, İbrahim (a.s)' ın temelini
attığı kutlu Beyt, Kureyş eşrafının
evleri ile kuşatılmış vaziyetteydi. Şeref, kibir ve
saltanat bakımından Abdimenat oğullarından
çizgilerinde sebebi bilinmeyen bir ciddiyet ve
kararlılık okunuyordu. Anası Musab'taki bu hali
çözmeye çalışıyordu. Musab ise akıp giden
zamana dikkat nazarları ile bakarken hayatın
ciddiyetini kavramaya çalışıyordu. Sanki geride
Umeyr Bin Haşim'in evi de Kabe'ye tepeden bıraktığı günler ızdırap verici hülyalardan ibaretti.
bakıyordu… Yahut her gittiğinde karşısına çıkan korkunç
Oyun ve eğlenceli uzun bir gece Mekke eşrafı, hayallerdi onlar. Hayır artık onlarla kendisi
Umeyr ile eşi Hannas'ı kutlamak için onların neşe arasındaki tüm bağları koparıp atan derin
dolu evlerine doğru akıyordu. Zira Allah onlara uçurumlar vardı arada. Ana şaşkın ve bitkin hallere
yeni bir evlat bahşetmişti. Musab Bin Umeyr düşürüyor, Musab'ının başına gelen şeylerden
doğmuştu. endişe ediyordu. Yiğit oğlunun ise vakar ve ciddi
Aylar ve seneler birbirini kovaladı. Musab bakışları arttıkça artıyordu.
nimetlerle dolu lüks bir hayatta yetişiyordu. Ve çok geçmeden bir haber getiriyordu Osman
Akranlarına göre onun, ailesinin zengin ve bin Talha anaya. Musab Müslüman olmuştu.
israfçılığından kaynaklanan bir şımarıklığı vardı. Osman, gözleri ile görmüştü. Musab'ın Hz.
Özellikle annesi, oğlunun, ileri gelen eşrafın Muhammed (S.A.V) ve ashabı ile birlikte namaz
çocukları arasında özel bir yeri olması için elinden kıldığını.
geleni yapıyordu. Gerçektende Musab, Mekke'nin Evet Musab Daru'l Erkam'a girmişti. Davetin,
en gözde, en güzel delikanlısı olmuştu. Artık tarih ve hayatında unutulmaz yeri olan o eve. Genç
tüccarlar Mekke'ye geldiklerinde ilk önce O'nun delikanlı iman etmeden önce iyice bir düşündü.
yanına uğruyorlardı. Bir kıyafeti bir defa giyince Yeni dinin hakikatini anlamak için sağlam ve hür
ikinci defa O'nu aynı kıyafetle göremiyordu Mekke irade ile düşündü düşündü.
halkı. En güzel ipekleri Musab giyiyordu. Artık O Onun Müslümanlığı büyük bir hicret olmuştu.
yüzünün güzelliğini gösterebilmek için O, dünya ve onun aldatıcı süsünü terk edip Allah ve
dolaşıyordu kabileler arasında. Bunun ötesinde Resül'üne koşarak ilk hicretini gerçekleştirdi. Bu
Musab, cafcaflı bir hayatın adamı olmaya hicret, derinlikleri değiştiren bir sır, Mekke'deki
yöneliyor ve gününü gün etmenin sevdasında kam İslam binası için sağlam bir tuğla olmuştu.
alıyordu dünyadan. Babasının şerefi, anasının Ailesi Musab'ı inancından döndürmek için çok
zenginliği, kısaca istediği her şey O'nun hizmetine uğraştı. Ona çeşitli acılar tattırdılar. Zincirlere
sunuluyordu. Ve herkes Onu nefsine ve dünyaya vurup hapsettiler. Fakat tüm bunlar Musab'a etki
kendini olabildiğince kaptırmış bir halde, hep etmedi. İnancından asla taviz vermedi.
gülerken görüyorlardı. Derken Habeşistan'a hicret vuku buldu. Musab
Seneler, aylar bu şekilde geçiyordu Musab için. da inanan kardeşleriyle Necaşi'nin yurduna hicret
Onda acı, sıkıntı ve belaların izine bile etti. Bu O'nun Allah ve Resül'ü için ikinci hicreti
rastlanmıyordu. oldu.
Ve bir gün anası Onun yüzünde derin bir hüzün Orada Musab hayatında çekmediği sıkıntılarla
ve düşünce izleri gördü. O gül yüzünün karşılaştı. Sonunda çaresizlik içinde Mekke'ye

66
- ağustos 2004/sayı 03 -
saadet asrından

dönenlerden oldu. Yoksul bir hayat sürdü inancının gelmişlerdi. Musab Bin Umeyr de onlarla
gölgesinde, Resülullah ile beraber olmanın birlikteydi. Ona bineğinde Esad Bin Zurare
mutluluğunu hissede hissede. Aradan aylar arkadaşlık etmekteydi. Ve büyük İslam cemaati
geçti.Genç yiğidin yoksulluk ve sıkıntısı arttıkça harem topraklarına indi, iki kişilik bir heyet
artıyordu, ancak sabır ve sebat içerisinde.O kadar sevinçle Allah Resülü'nün evine koştu. Sıcak bir
ki birgün, ashabı ile oturan Peygamber (S.A.V) buluşma oldu bu, onların en büyüğü Resülullah'a
'in yanına vardı.Üzerinde ince, eski bir elbise Ensar'ın İslam haberini ve samimiyetlerini arzetti.
parçası vardı.Bu O'nun tek sahip olduğu şeydi.O Bunun üzerine Allah Resülü (S.A.V) kıbleye
elbisesi çeşitli deri parçalarıyla yamamış, yöneldi ve sevinçle ellerini kaldırarak hepsine
vücudunu örtecek bir hale getirmişti. Soğuktan tir hayır dualarda bulundu.
tir titriyordu. Ashab Onu görünce şefkat ve Musab'ın anasına, oğlunun gelişi ve kendisin-
merhametle başlarını eğdiler. Çünkü o şerefli den önce Resülullah'ın (S.A.V) evine gidişinin
gencin sıkıntısını giderecek bir şeye, onlar da sahip haberi geldi. Bunun üzerine anası Musab'a şu
değillerdi. Ve Musab selam verdi. Selamını sözlerle birisini gönderdi.
Allah'ın Resül'ü (S.A.V) aldı ve Onu methederek -“Ey isyankar! Benim bulunduğum bir yere
şöyle buyurdu. geliyorsun da beni ziyaretle işe başlamıyorsun
'Andolsun ki Ben Musab'ı bilirim. Şu Mekke'de demek.” Musab elçiyi şu sözlerle geri gönderdi;
ana-babası yanında Ondan daha varlıklı genç
-“Allah Resülü'nün önüne kimseyi geçire-
yoktu. Fakat Allah ve Resül'ü aşkıyla tüm bulardan
mem.”
sıyrılıp hayra yöneldi.'
Daha sonra Musab anasının evine gitti. Ona
Birinci Akabe Biadı'na katılan Medineli 12 kişi
selam verince ana oğlunu acılarla karşıladı ve şöyle
geri dönerken Allah Resül'ü (S.A.V) Musab'ı da
dedi.'Sen çocukluğunda içinde olmadığın şey
onlarla beraber gönderdi. Resülullah Musab'a 'kalk
üzerinde misin şimdi?' Musab ise ona şu cevabı
ey Musab sen onlarla gidiyorsun' deyince, Musab
verdi.
'ben nasıl giderim, ne yerim ne içerim, tek başıma
ne yaparım?' demiyordu. Allah Resül'ünün “Ben Allah'ın Resülü ve tüm müminler için razı
söylemesi Onun için yeterli oluyordu. Musab, Esad olduğu Peygamber'in dini üzereyim ana.” Annesi
Bin Zurare'ye misafir oldu. Ev ev, kabile kabile Musab'ın geri gitmesinden korkarak şöyle dedi;
dolaşıyor ve Ensarı Allah ve Resül'üne çağrıyordu. “Senin ayrılığına dayanamadım. Önce Habeşis-
Birer ikişer insanlar Müslüman olmaya başladı. tan'a şimdi de Medine'ye.” Musab ısrarla başını
Derken İslam Medine'de yayıldı. salladı ve şöyle dedi. “Dinim için gittim,
Musab'ın eliyle Sa'd Bin Muaz ve Üseyd Bin gitmeseydim de başımı belaya mı soksaydım?
Hudayr Müslüman oldular. Onların İslam'a Daha mı iyi olurdu?”
girmeleriyle Medine'nin iki güçlü kabilesi iman Ana, oğlunun gelişini değerlendirmek istedi ve
yarleşti. Onların ardından Evs ve Hazreç kabileleri kendisine döndürebilmek için Onu hapsetmeyi
Müslüman oldu. planladı. Bunu sezen Musab şöyle dedi. “ Andolsun
Musab Bin Umeyr, inananlara Cuma ki beni hapsedecek olursan üzerime gelenleri
kıldırabilmek için izin istedi Resülullah'tan ve izni mutlaka öldüreceğim.”
aldı. Bunun üzerine Ensara Sad Bin Hayseme'nin Musab'ın annesi ümitlerini yitiriyordu bu
evinde Cuma kıldırdı. İşte bu İslam'daki ilk Cuma sözlerle. Çaresizlik içinde ağlayarak oğlunu kendi
cemaatidir. Tüm bunlarla Musab, Allah ve haline bıraktı. Musab ise anasının bu hassas anını
Resülü'ne olan üçüncü hicretinde görevini eksiksiz değerlendirmek istedi, onun hidayetini arzulayarak
yerine getirdi. şöyle dedi. “Anacığım, ben seni düşünüyor ve sana
Ertesi yıl Evs ve Hazrec kabileleri ikinci Akabe acıyorum. Ne olur Allah'tan başka hiçbir ilahın
biatlarını yapmak için Allah'ın Resülü'na (S.A.V) olmadığına ve Hz. Muhammed (S.A.V)'in O'nun

67
- ağustos 2004/sayı 03 -
saadet asrından

Resul'u olduğuna şahadet etsen.” Fakat, cahiliye Daha sonra Allah Resulu Musab'ın getirilmesini
karanlıkları ananın kalbini kaplamıştı. Şöyle emretti.Ona hüzünlü bir şekilde baktı. Mekke'deki
karşılık verdi; günleri hatırladı ve şunları söyledi.
“Yıldızlara andolsun ki hiçbir zaman dinine “ Ben seni Mekke'de gördüğümde, senden daha
girmeyeceğim. O takdirde aklımı zayıflatmış ve ince ipek elbise giyen ve senden daha güzel, uzun
fikrime değer vermemiş olurum. Fakat ben seni ve saçlı bir yiğit yoktu. Şimdi ise sen bir hırka içinde
dinini terk ediyor, kendi dinim üzere kalıyorum.” saçı başı dağınık haldesin. Sonra Resulullah ağladı,
Musab Bin Umeyr, Resullullah'ın Medine'ye Musab'ın etrafındaki şehidlere bakıp şöyle söyledi.
hicretinden on iki gün önce ikinci kez Medine'ye “Şüphesiz ki Allah Resulu kıyamet günü Allah
hicret etti. Bu Musab'ın Allah ve Resül'ü için katında sizin şehidler olduğunuza şehadet
dördüncü kez hicreti idi. edecektir.” Yanındakilere dönerek şunları ekledi.
Derken Resulullah (S.A.V) hicret yurduna teşrif “Ey insanlar! Gelin onları ziyaret edin ve
buyurdu. Ve Medine'de İslam'ın ilk devletini kurdu. selamlayın. Canımı kudret elinde tutana yemin
Musab Bin Umeyr bu ilk senelerini yoksulluk ederim ki kıyamete dek onları selamlayanların
içinde ama halinden memnun ve sabırla geçirdi. Ve selamlarına karşılık verirler.”
bir gün cihat için çağrı yapıldı. Bedir'de Kureyş ile Evet Musab Bin Umeyr, Allah ve Resulu'ne
bir avuç inananlar ordusu arasında amansız bir beşinci hicretini yani son hicretini gerçekleştiriyor-
savaş oldu. Sonuç olarak zafer inananların oldu. du.
Başka bir gün başka bir cihat oldu. Uhud'da bu Allah Teala Müslümanlara nice fetihler nasib
iki ordu yine karşılaştı. İlk bakışta zafer etti. Nice belde ve şehirlere sahip oldular. Bir
Müslümanlarındı. Fakat kesin emir almış olan defasında mescidin kapı halkalarını tutmuş olan
okçular yerlerinden ayrılınca Müslümanlar yenil- Habbab Bin Eret şöyle diyordu.
giye uğradılar. İslam'ın sancağını taşıyan Musab “Bizler Peygamber (S.A.V) 'le beraber hicret
Bin Umeyr ise dimdik duruyordu yerinde. Kureyş ettik. Bizim mükafatımızı vermek Allah'a kalmıştı.
süvarilerinden Kumeyye oğlu yaklaştı Ona ve sağ Bizden niceleri o mükafatları görmeden geçip
eline vurdu. Musab'ın eli koptu. Bu sefer Musab sol gittiler. İşte Musab Bin Umeyr onlardandır. Uhud
eline aldı sancağı, dilinde ise Allah'ın şu ayeti günü şehid düştüğünde Onu kefenleyecek kısa bir
vardı: hırkadan başka bir şey bulamamıştık. Biz onu
“Muhammed (S.A.V) ancak bir Resuldur. ayakları üzerine koyuyorduk başı açık kalıyordu.
Ondan evvel de daha nice peygamberler gelip Başını örtüyorduk ayakları dışarıda kalıyordu.
geçmiştir.” (Ali İmran / 44) Sonunda Peygamberimiz (S.A.V) şöyle buyurdu:
Sonra sol eline vurdu düşman ve onu da “Onun baş tarafına çekiniz ve ayaklarını izhır
kopardı. Eğildi Musab pazuları ile aldı sancağı. otu ile kapatınız.”
Bunun üzerine mızrağı sapladılar Musab'ın İşte Musab Bin Umeyr böyle bir hayat yaşadı.
göğsüne ve mızrak arkadan çıktı. Sancak düşmüş Ve İslam Musab gibilerin omuzlarında yükseldi.
Musab yere yığılmıştı. Daha sonra sancağı şehid Bizler de bugün dünyaya, dünya hayatına ve
Musab'ın kardeşi Eburrum aldı. İslam düşmanlarına karşı Musab gibi bir tavır
Savaş sonrası, şehidlerin başlarında duran Allah takınmamız gerekiyor ve Onun hayatından
Resulu şu ayeti okuyordu: örnekler almamız gerekiyor.
“Müminler içinde Allah'a verdikleri sözde “Onlar cennette iken melekler de her bir
sadakat gösteren erler vardır. İşte onlardan kimi kapıdan onların yanına sokulacak ve şöyle
adağını ödedi. Kimi ise ödemeyi bekliyor. Onlar diyecekler; sabrettiğiniz şeylere karşılık işte size
hiçbir şekilde yeminlerini değiştirmemişlerdir.” selam yurdu. Bu dünyanın en güzel sonucudur.”
(Ahzab / 23) (Rad / 23-24)

68
- ağustos 2004/sayı 03 -
okuyucuyla
sohbet
Kd dergisi

KUR’AN VE KAİNAT

A llah Sübhanehu ve Teâla, Kur'an'ı


Muhammed b.Abdullah'a (s.a.v)
kavmi olan Araplara tebliğ etmesi için
âyetler halinde indirmiştir. Bu âyetler, Arapçayı
bilen kimseler tarafından okunabilmekte ve
getirmekten âciz kalmışlardır. Bu konu hakkında
düşünen kimse, şu soru ile karşı karşıya kalır:
Araplar fesahat ve edebiyat erbabı oldukları
halde nasıl oldu da Kevser sûresi gibi üç küçük
ayetten oluşan bir sûre meydana getiremediler?
anlaşılmaktadır. Araplar arasında yaşayan ve Arap
Bu soruya şöyle cevap verilir: Kur'an, Arapların
bir peygambere inen bu Kur'an, âyetler
alışageldikleri ve bildikleri üslûbun dışında
topluluğundan oluşan sûrelerden bir benzerini
yepyeni bir üslûp kullandı. Arapların kullandıkları
getirebilmeleri için, Arap dilini kullanmakta
ifade tarzı bilinen tüm türleri ile nesir ya da şiirden
belagatları ve ediplikleri ile övünen Araplara
oluşmaktaydı. Yani yalnızca iki tür edebi üslûp
meydan okumaktadır. Daha işin başında, Mekke'de
kullanmaktaydılar. Bu iki türün kapsamına giren
iken Araplara şöyle meydan okumaktadır:
üslupları kullanmak Arapların yapabilecekleri
“Senin için, onu uydurdu diyorlar, öyle mi? işlerdendi. Dillerinde bir üçüncü üslûbun
De ki: Öyleyse onun sûrelerine benzer uydurma kullanılacağı akıllarının ucundan dahi geçmiyordu.
on sûre getirin. İddianızda samimi iseniz İşte Kur'an'ın icazı da buradan kaynaklanıyordu.
Allah'tan başka çağırabileceklerinizi de İcaz, Kur'an'ın Arapların alışık olmadıkları ve
çağırın.” (Hud: 13) yapmaktan âciz kaldıkları üçüncü bir tür getirmiş
Mekke Araplarının bu meydan okuma olmasından kaynaklanıyordu. Meydan okuma,
karşısında âciz kaldıkları ortaya çıktıktan sonra bu genellikle meydan okunanın en iyi yapabildiği,
defa Allah(c.c), sûrelerden bir tanesinin benzerini becerdiği hususlarda olur. Aksi halde ciddi bir
getirmeleri için onlara meydan okumaktadır: meydan okuma sayılmaz. Araplar, Arap dilini en
“Senin için, onu uydurdu diyorlar, öyle mi? iyi bildiklerini ve konuştuklarını, bu konuda
De ki: Öyleyse onun sûrelerine benzer bir sûre yetenekli olduklarını iddia ediyorlardı. Çünkü
getirin. İddianızda samimi iseniz Allah'tan onlar fesahat, belagat ve beyan ehli kimselerdi.
başka çağırabileceklerinizi de çağırın.” (Yunus: kullandıkları dil ve ifade üslûbu konusunda
38) Allah'ın onlara meydan okuması yerinde bir
meydan okumadır. Eğer sen okuma yazma
Mekke Arapları bundan da âciz kaldılar. Allah
bilmeyen bir kimseye meydan okusan ve o da bunu
Rasulü (s.a.v) Medine'ye intikal ettiğinde ise bu
yapmaktan âciz olsa kendinin mucize sahibi
defa Allah Sübhanehu ve Teâla geride kalan
olduğunu iddia edebilir misin? Matematikçi
Arapların tamamına meydan okumakta ve bir sûre
birisine ameliyat yapması için meydan okusan ve o
getirmelerini istemektedir:
da bunu yapmaktan âciz olsa bu durum senin
“Kulumuz Muhammed'e indirdiğimiz mucize sahibi olduğuna delil olabilir mi? Elbette ki
Kur'an'dan şüphe ediyorsanız siz de onun hayır. Meydan okuma, mesleğinde becerikli ve
benzeri bir sûre meydana getirin. Eğer doğru uzman kişilere karşı yapıldığında ve onlar da
sözlü iseniz Allah'tan başka güvendiklerinizi de bundan âciz kaldıklarında anlam kazanır. Araplar,
yardıma çağırın.” (Bakara: 23) kullandıkları ifade üslûplarının dışında bir başka
Böylece diğer Araplar da Kur'an sûrelerinin çeşidi konuşmuyorlar ve Arap dilinde kullandıkları
veya âyetlerinin bir benzerini meydana ifade üslûplarının eksiksiz ve tam olduğunu iddia

69
- ağustos 2004/sayı 03 -
okuyucuyla sohbet

ediyorlardı. Dolayısıyla bu meselede yapılan Kur'an, okunan âyetlerden meydana gelen bir
meydan okuma onlar için kesin ve susturucu bir kitaptır. Kâinat ise görünen âyetlerden meydana
şeydir. gelen bir kitaptır. Her iki kitap da kudretli bir
Kur'an mucize bir sözdür. Mucizeliği Arapların yaratıcının varlığına delalet etmektedir. Ancak
kullana geldikleri şiir ve nesir dışında yepyeni bir insan, kudret sahibi yaratıcıya iman edebilmek için
üslûbu kullanmış olmasından kaynaklanmaktadır. bu âyetleri nasıl kullanmalıdır sorusuna verilecek
Ki bu üslûp, başkalarının kullanmaktan âciz cevap şöyledir: Allah Sübhanehu ve Teâla Kur'an
kaldıkları yalnızca Kur'an'a has bir üslûptur. âyetleri konu edilirken “tedebbür” lafzını
Böylece Arap lügatında ifade tarzı olarak üç üslûp kullanmakta, varlıklar ve evren gibi kevni
meydana gelmiş oldu: Nesir, şiir Araplar âyetlerden bahsederken de “tefekkür” lafzını
tarafından kullanılabilen üslûplar- ve Arapların kullanmaktadır. Neden böyle farklı kullanım vardır
kullanmaktan âciz kaldıkları Kur'an'ın üslubu. ve iki kelime arasındaki fark nedir? Dinlememiz
için Allah (c.c) Nisa sûresinde şöyle
Diğer taraftan Allah Sübhanehu ve Teâla, bu
buyurmaktadır:
Kur'an'ın, Muhammed b. Abdullah'a (s.a.v)
peygamberliğini ve kendisinin Allah Azze ve Celle “Kur'an'ı tedebbür etmiyorlar mı? Eğer o
tarafından gönderildiğini ispatlaması için (Kur'an) Allah'tan başkasından gelmiş olsaydı
indirmiştir. Zira mucize özelliğine sahip olan bu elbette ki onda çok fazla farklılıklar bulurlardı.”
Kur'an, cümlelerden meydana gelmektedir. Bu (Nisa: 82)
cümlelerin Mucizeliği ise bunları söyleyenin Allah “Kur'an'ı tedebbür etmiyorlar mı? Yoksa
(c.c) olduğuna, Kur'an'ın (hem lafzının hem de kalpleri kilitli midir?” (Muhammed: 24)
manasının Allah'tan olduğuna) Nebisi ve Resulü “Söyleneni hiç tedebbür etmezler mi? Yoksa
olan Muhammed'e (s.a.v) indirdiğine delalet onlara önce geçmiş atalarına gelmeyen bir şey
etmektedir. Bu nedenledir ki Kur'an'ın cümleleri mi geldi?” (Müminun: 68)
ayet veya âyetler olarak isimlendirilmiştir. Bu
“(Ey muhammed!) Sana indirdiğimiz bu
şekilde isimlendirilmesinin nedeni, “ayet”
Kitap mübarektir. Âyetlerini tedebbür etsinler,
kelimesinin Arap lügatinde bir şeye delalet eden
aklı olanlar da öğüt alsınlar.” (Sad: 29)
işaret ve alamet anlamına gelmesidir. Bu açıdan ele
alındığında ise bu cümlelerin mucize oluşları Allah (c.c) tedebbür kelimesini, Kur'an âyetleri
bunları söyleyen kudret sahibinin Allah Sübhanehu ile birlikte kullanmakta bu kelimenin yerine bir
ve Teâla olduğuna işaret etmektedir. Sübhan olan başka kelimeyi veya müradifini kullanmamaktadır.
Allah, her şeyden münezzeh olanın varlığına işaret Şimdi de Allah (c.c)'ın insanlara hitap ederken
etmesi için bu cümleleri “âyetler” şeklinde yaratılış ile ilgili âyetleri nasıl kullandığını
isimlendirmiştir. Kur'an cümlelerden meydana görmemiz için şu âyetlere kulak verelim:
gelmekte ve bu cümlelerin her biri, Allah'ın “Hangi biriniz, kendisi ihtiyarlamış ve
varlığına delalet etmektedir. Çünkü Allah'tan çocukları da güçsüzken altlarından ırmaklar
başkasının, benzerini getirmesi kesinlikle mümkün akan hurma, üzüm ve her çeşit meyveleri
değildir. Allah (c.c), Bakara ve Âl-i Imran bulunan bahçesinin, ateşli bir kasırganın
sûrelerinde şöyle buyurmaktadır. koparak yanmasını ister? Tefekkür edesiniz
“(Ey Muhammed!) İşte bunlar Allah'ın diye Allah, size âyetlerini böylece açıklar.”
âyetleridir. Biz onları sana hak olarak (Bakara: 266)
okuyoruz.” (Bakara: 252) “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile
“Sana Kitabı indiren O' dur. Onda (Kitapta) gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl
muhkem (anlamları kesin olan) âyetler vardır.” sahiplerine şüphesiz deliller vardır. Onlar
(Âl-i İmran: 7) ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı
anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür
“Elif, Lam, Ra. İşte bunlar hikmetli Kitabın
ederler. Rabbimiz sen bunları boşuna
âyetleridir.” ( Yunus: 1)

70
- ağustos 2004/sayı 03 -
okuyucuyla sohbet

yaratmadın. Sen münezzehsin. Bizi ateşin Tedebbür kelimesi sözlükte: sonuçlara, bir
azabından koru, derler.” (Âl-i İmran: 190-191) şeyin evveline ve sonuna bakmak demektir. Bu
“Dünya hayatı gökten indirdiğimiz su gibidir kelime arka kısım, son anlamlarına gelmektedir.
ki onunla insan ve hayvanların yiyeceği bitkiler Bu tarife göre “tedebbür” kelimesi, sonunu
yetişip birbirine karışmıştır. Yeryüzü süslenip görünceye kadar bir şeyin bir bütün olarak
bezendiği ve yerin sahiplerinin bütün bunlara başlangıcına ve sonuna bakmaktır. Bir şeyin yalnız
mâlik olduklarını sandıkları sırada gece veya başlangıcına veya ortasına bakmak tedebbür
gündüz, buyruğumuz o yere gelmiş ve orayı sayılmaz. Sonuna varıncaya kadar bir bütün
hiçbir şey bitirmemişe çevirmişiz; bir gün önce halinde bir şeyin tamamına bakmadıkça tedebbür
bir şey yokmuş gibi olmuştur. Tefekkür eden bir yapılmış sayılmaz. Tedebbürün manası da budur.
kavim için âyetleri böylece uzun uzun Bir başka anlamıyla tedebbür bir şeye kuşatıcı,
açıklıyoruz.” (Yunus: 24) kapsamlı bir şekilde bakmak demektir. Üçüncü bir
anlamıyla tedebbür; araştırıcı, soruşturucu bir
“Yeri düzleyen, orada dağlar nehirler var
şekilde bakmaktır. Yani bir şeye bir ucundan öbür
eden, her türlü üründen çift çift yetiştiren,
ucuna kadar bakmaktır. Allah Sübhanehu ve Teâla
gündüzü geceyle bürüyen de O'dur. doğrusu
insana Kur'an'ı tedebbür etmesini emrettiği zaman
bunlarda tefekkür eden kimseler için ibretler
ondan, Kur'an âyetlerine araştırıcı, soruşturucu bir
vardır.” ( Ra'd: 3)
bakışla, başlangıcına ve sonuna bakmasını
“Yukarıdan size su indiren O'dur. Ondan istemektedir. Elbette ki bu şekilde bakıştan kasıt,
içersiniz; hayvanları otlattığınız bitkiler de kişiyi kudretli bir yaratıcının varlığına inanmaya
onunla biter. Allah onunla size ekinler, zeytin ve götürmesidir. Zira iman, Allah'ın indiridiği âyetlere
hurma ağaçları, üzümler ve her türlü ürünü insanın bir bütün olarak bakmasını, düşünmesini
yetiştirir. Tefekkür eden kimseler için bunda gerektirmektedir. Bu anlam Allah-u Teâlanın şu
ders vardır.” ( Nahl: 10-11) sözünde de açıkça görülmektedir:
“Rabbin bal arısına: Dağlarda, ağaçlarda ve “Kur'an'ı tedebbür etmiyorlar mı? Eğer o
hazırlanmış kovanlarda yuva edin; sonra her (Kur'an), Allah'tan başkasından gelmiş olsaydı
çeşit üründen ye; sonra da Rabbinin işlemen için elbette ki onda çok fazla farklılıklar bulurlardı.”
gönderdiği yoldan yürü diye öğretti. (Nisa: 82)
Karınlarından, insanlara şifa olan çeşitli
Âyetlerin tamamına bakan bir kimse:
renklerde bal çıkar. Tefekkür eden bir millet için
kurgusunun ve üslûbunun gücü, ifade üstünlüğü ve
bunda ibret vardır.” (Nahl: 68-69)
üslup çekiciliği, şaşırtıcılığı, çok uzun olarak
“İçinizden kendileriyle huzura yazılmış bulunan metinlerin tersine tamamında
kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda muhabbet aynı özelliklerin olduğunu görür. Zira
ve rahmet var etmesi O'nun varlığının insanoğlunun kaleme aldığı metinlerin bir yerinde
âyetlerindendir. Bunlarda tefekkür eden bir kuvvetli, bir başka yeri de zayıf, bir yerinde üstün;
kavim için âyetler vardır.” (Rum: 21) bir başka yerinde düşük, bir tarafında çekici, bir
“Allah ölecekleri ölümleri anında başka tarafında sığ olması kaçınılmazdır. Fakat çok
ölmeyeceklerin de uykuları anında ruhlarını sayıdaki Kur'an âyetlerinin hiçbirinde herhangi bir
alır. Ölmelerine hükmettiği kimselerinkini alır, zayıflık, düşüklük, sığlık bulmak söz konusu
diğerlerini bir süreye kadar salıverir. doğrusu değildir. Bu âyetler, beşer katında değil kudretli
bunda, tefekkür eden bir kavim için âyetler yaratıcı katında en mükemmel bir şekilde ifade
vardır.” (Zümer: 42) edilmişlerdir. Bütün âyetlere dosdoğru bir şekilde
Yaratılışla ilgili bunlar ve daha birçok ayette bakmadıkça bu sonuca ulaşmak mümkün değildir.
Allah Sübhanehu ve Teâla “tefekkür” kelimesini Hatta bir ayetin yarısına veya dörtte birine bakmış
kullanmaktadır. Öyleyse bu ayrıcalık niçindir? olsa bile herhangi bir zayıflık, düşüklük veya sığlık
“Tedebbür” ve “tefekkür” kelimelerinin anlamı bulması söz konusu olamaz; aleyhinde bir söz
nedir? söylenemez. Belki geride kalan kısımda düşüklük,

71
- ağustos 2004/sayı 03 -
okuyucuyla sohbet

zayıflık veya sığlık olabilir gibi yanlış yaklaşımı ve çorak toprak kavruk bitki çıkarır. Şükredecek
bu gibi düşünmek isteyenlerin hüccetlerini kesip bir kavim için böylece âyetleri yerli yerince
atmak için Allah, insanlara Kur'an âyetlerini açıklarız.” (Araf: 58)
tedebbür etmelerini yani tamamına araştırıcı, “Gökleri gördüğünüz gibi direksiz yükselten
sorgulayıcı bir şekilde bakmalarını emretmektedir. sonra arşa hükmeden her biri belli süreye kadar
Kur'an âyetlerinde yer alan “tedebbür” kelimesinin hareket edecek olan Güneş ve Ay'ı emri altına
kullanılmasından kasıt ve hikmet budur. Eğer alan, işleri yürüten, âyetleri uzun uzun
yalnızca bakmak, okumak ve tilavet kelimeleri açıklayan Allah'tır. Ola ki Rabbinize
kullanılmış olsaydı, hüccet oluşmazdı. Kur'an kavuşacağınıza kesin olarak inanırsınız.” (Ra'd:
cümlelerinin ayet yani yüce yaratıcının varlığına 2)
delil, işaret sayılabilmesi için tamamına bakılmalı
“Yeryüzünde hepsi de aynı su ile sulanan,
ki, böylece buna bakan kimselerde Kur'an
birbirine komşu toprak parçaları, tek ve çok
cümlelerinin insan sözleri olmayıp Rabbani âyetler
köklü üzüm bağları, ekinler, hurma ağaçları
olduğu yönünde bir kesinlik oluşsun.
vardır. Fakat onları şekil ve lezzet bakımından
Fakat Yaratılışla ilgili âyetlere bu şekilde bir birbirinden farklı kılmışızdır. Akleden kimseler
bakış istenmemektedir. Zira bu türden âyetlerde için bunda âyetler vardır.” (Ra'd: 4)
“tedebbür” kelimesi kullanılmış olsaydı insanın
Bu âyetlerde ise öğüt alan kimseler, inanan
buna gücü yetmez ve aleyhinde bir hüccet
kimseler, şükredenler, kesin olarak inananlar ve
sayılmaz; her şeyi bilen, hikmet sahibi ve Sübhan
akleden kimseler kelimeleri kullanılmaktadır. Bu
olan yaratıcının elinde bir bahane kalmazdı. Zira
kelimelerin hiçbirisi kesinlikle “tefekkür”
insan aklı, çevresindeki çok sayıda varlığı,
kelimesinin alternatifi veya yerine kullanılmış
kozmosu yani yaratılış âyetlerini kuşatamaz.
kelimeler değildir. yalnızca düşünmenin
hayvanların, bitkilerin, havanın, semanın, Güneşin
zenginleştirilmesi ve verimli olması içindir. Zira
ve bu kâinatta insanın kuşatamadığı her şeyin
kevni âyetleri düşünenlerde öğüt alma, iman, şükür,
yaratılışları da böyledir. Bunlarda binlerce,
kesinlik ve akıl yani idrak meydana gelir. Tefekkür
milyonlarca hatta milyarlarca alamet, işaret vardır.
bir araç olup diğerleri tefekkürün sebep olduğu
Şayet hüccet bu yaratıklarda bulunan şeylerin
sonuçlardır.
baştan sona araştırılıp incelenmesi üzerinde
yoğunlaştırılmış olsaydı acziyetinden dolayı insan, Bu noktada şöyle bir soru sorulabilir: İman,
bunları yerine getiremezdi. Allah Sübhanehu, şükür, yakîn (kesinlik) ve akıl kavranılabilen
akıllara gerçekleştirmekten âciz kaldığı hususlarda birtakım şeyleri idrak etmek anlamına gelmektedir
hitap etmemektedir. Hele hele insan aklının ki, bu da tefekkürün neticesidir. Fakat bu makamda
kavramaktan, ihata etmekten âciz kaldığı çok tefsir edilen “öğüt alma”nın, aşağıdaki âyetlerin ve
sayıdaki Yaratılışla ilgili âyetler hakkında tedebbür bu konudaki diğer âyetlerin manası nedir?
etmesini, insandan istemez. Allah'ın Yaratılışla “…İnanan kavim için bunda âyetler vardır.”
ilgili âyetler hakkında nasıl hareket etmesi (Nahl: 79)
gerektiği hususunda insana hitap ederken “Size âyetlerini (mucizelerini) gösteren, rızık
“tefekkür” kelimesinin dışında kullandığı âyetler indiren O'dur. Allah'a yönelenden başkası ibret
de vardır. almaz.” (Mü'min: 13)
“Yeryüzünde rengarenk şeyleri de sizin için Öğüt alma ancak daha önceden olan bir iş için
yaratmıştır. Bunda öğüt alan kimseler için ibret söz konusu olabilir, aksi halde olmaz. Burada ise
vardır.” (Nahl: 13) daha önce gerçekleşmiş bir fiil vardır. Her insanın
“Göğün boşluğunda Allah'ın emrine boyun yaratılış esnasında Allah(c.c)'ın varlığına iman
eğerek uçan kuşlara bakmıyorlar mı? onları etmesi olayı vardır. Bu nedenledir ki insan, yaratılış
Allah'tan başka tutan kimse yoktur. İnanan âyetlerine baktığı zaman yaratılışı esnasında
kavim için bunda âyetler vardır.” (Nahl: 79) Allah'a iman ettiğini hatırlar. Şayet her insan
“İyi toprak, Rabbinin izniyle bitki verir; yaratılması esnasında Allah(c.c)'a iman etmiş

72
- ağustos 2004/sayı 03 -
okuyucuyla sohbet

olmasaydı Yaratılışla ilgili âyetleri tefekkür İbni Kesir ve Kurtûbi, tefsirlerinde Hasen'den
esnasında “tezekkür”ün (öğüt almanın) manasını şu sözü nakletmektedirler: “Bir saatlik bir tefekkür
tasavvur edemezdi. Buna delil ise Allah(c.c)'ın şu bir gece kıyamda bulunmaktan daha hayırlıdır.” Bu
ayetidir: sözün benzeri ibni Abbas, Ebu'd Derda, sahabeler
“Rabbin insanoğlunun sulbünden soyunu ve tabiinden kimselerden nakledilmiş olup onlar da
alıp devam ettirmiş, onlara: Ben sizin Rabbiniz tefekkürü ibadetten ve imandan saymaktadırlar.
değil miyim? demiş ve (buna kendilerini şahit İndirilmiş olan âyetlerin ifadelerindeki icaz
tutmuştu) onlar da; Evet, şahidiz, demişlerdi. Bu, açısından aynı seviyede olduğu belirtilmektedir. Şu
kıyamet günü bizim bundan haberimiz yoktu, ayette olduğu gibi:
dersiniz veya daha önce babalarımız Allah'a “Kur'an'ı tedebbür etmiyorlar mı? Eğer o
ortak koşmuşlardı, biz de onlardan sonra gelen (Kur'an), Allah'tan başkasından gelmiş olsaydı
bir soyuz, bizi boşa çalışanların yaptıklarından ebetteki onda çok fazla farklılıklar bulurlardı.”
ötürü yok eder misin? dersiniz diyedir.” (Araf: (Nisa: 82)
172-173)
Aynı şekilde kevni âyetlerin de yaratılıştaki
Bu ayet söylediklerimizin delili olduğu gibi mucizelik açısından aynı seviyede olduğu
Ahmed, Nesei, Ibni Cerir et-Taberi' ve el-Hâkimin belirtilmektedir.
sahih olarak rivayet ettikleri bir hadis de bunu teyit
Ayette şöyle buyurulmaktadır:
etmektedir:
“Gökleri yedi kat üzerine yaratan O'dur.
“Allah (c.c), insanoğlunun sulbünden Numan
Rahman'ın bu yaratmasında bir düzensizlik
yani Arfe'de misak (söz) aldı. Onun sulbünden
bulamazsın. Gözünü bir çevir bak, bir çatlak
yarattığı her zürriyeti çıkarmış, önüne yaymış,
görebilir misin?” (Mülk: 4)
saçmış onlarla yüz yüze konuşup: Ben sizin
Rabbiniz değil miyim? demiş ve (buna kendilerini Kur'an âyetlerinin öğrenilmesi, okunması
şahit tutmuştu) Onlar da: Evet, şahidiz, demişlerdi. emredildiği gibi yaratılış âyetlerinin öğrenilmesi de
Bu, kıyamet günü bizim bundan haberimiz yoktu emredilmiştir. Bir şahısta her iki ilim birlikte
dersiniz veya daha önce babalarımız Allah'a ortak bulunduğu zaman o kişi mutlak olarak “alim” ismi
koşmuşlardı, biz de onlardan sonra gelen bir soyuz, ile anılmaya hak kazanır. Aksi halde bilgisi, belli
bizi boşa çalışanların yaptıklarından ötürü yok eder bir konu ile kayıtlı kalır. Rûm sûresinde yüce
misin? dersiniz diyedir.” Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
Öyleyse tezekkürün manası budur ve daha önce “Gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve
de söylediğimiz gibi tefekkürün yerine kullanılan renklerinizin değişik olması, O'nun varlığının
bir kelime olmayıp tefekkürün sonucudur. âyetlerindendir. doğrusu bunda bilenler için
Özellikle daveti taşıyıcıların ve genel olarak da âyetler vardır.” (Rûm: 22)
Müslümanların tamamı, indirilmiş olan âyetlerin “Allah'ın gökten su indirdiğini görmez
tümünü ve Yaratılışla ilgili âyetlerin içeriklerini misin? Biz onunla türlü türlü ürünler
bilinçli bir şekilde kavramalıdırlar. Kur'an'ın yetiştirmiş, Dağlarda da beyaz, kırmızı, siyah ve
okunması ve âyetlerinin “tedebbürü”, daveti her türlü renkte yollar var etmişizdir. İnsanlar,
taşıyanlar ve diğer Müslümanlar için gereklidir. yerde yürüyenler ve davarlar da böyle türlü
Yaratılışla ilgili âyetler hakkında tefekkür de türlü renktedirler. Allah'ın kulları arasında
lazımdır ve tasarlanmıştır. aynı zamanda indirilmiş O'ndan korkan ancak alim olanlardır. doğrusu
olan Kur'an âyetlerinin okunması ve tedebbürü Allah güçlüdür, bağışlayandır.” (Fatır: 27-28)
ibadet olduğu gibi yaratılış âyetleri hakkında Her iki ayet incelendiği zaman “alimler” ve
düşünmek de ibadettir. Amr b. Abdi Kays'dan: “bilenler” isimlendirmesinin yaratılış âyetlerinde
Dedi ki: Nebi (s.a.v)'nin ashabından bir, iki ve üç yer aldığı görülür. Yani bir insanın mutlak olarak
kişiden daha fazlasından şunları işittim: “Tefekkür, alimlerden ve bilenlerden sayılabilmesi için şeriat
imanın ışığı veya nurudur.” (İbni Kesir) ilimlerine ilave olarak kevni âyetlere bakması ve

73
- ağustos 2004/sayı 03 -
okuyucuyla sohbet

bunlar hakkında düşünmesi gereklidir. İndirilmiş İşte bu asıl, ayette ve hadiste din olarak
olan âyetler hakkında tedebbür etmek ve kevni isimlendirilmiştir. Tüm dinlerin aslı şudur: Allah
âyetler hakkında da tefekkürde bulunmak vacip (c.c)'ın varlığına O'nun bu Kainatın Rabbı
olan işlerdendir. olduğuna, O'na kullukta bulunmanın ve hamd
Kur'an âyetleri mucize bir kelamdır. yaratılış etmenin insanların üzerine vacip olduğuna iman
âyetleri ise yaratılmışlar hakkında bir mucizedir. etmektir. Bu büyük asıl, Kur'an'daki sûrelerin en
Buradaki mucize bir Rabb'in bulunduğuna delalet üstününü ve Kur'an'ın başlangıcını oluşturan Fatiha
etmektedir. Bu nedenle “âyetler” yani her şeyden sûresinde tam olarak şöyle belirtilmektedir:
münezzeh olan kudretli yaratıcının varlığına işaret “Hamd alemlerin Rabbi olan Allah'adır.”
etmek üzere alametler şeklinde Alemlerin Rabbi olmak yaratılmışların ki alâmât,
isimlendirilmişlerdir. Alamet kelimesinin tekili avâlim veya âlemîn kelimelerinin hepsi aynı
“alem”dir. Kâinatta var olan her şey kudret sahibi anlama gelmektedir- Rabbi olmaktır. Yani onların
bir yaratıcının varlığını gösteren bir “alem” ve yaratıcısı ve sahibi olmak demektir. İşte bu Rab,
“alamet”tir. yani yaratıcı ve her şeyin sahibi Allah(c.c)'tır.
Kainatın tamamı bir yaratıcı tarafından
yaratılmıştır. Allah kainatı iki iş için yaratmıştır:
1- Bu Kainatın O'nun her şeyden münezzeh
olduğuna delalet etmesi
2- O'na kulluk edilmesi.
Yarattıkları ile Allah(c.c)'ın varlığına delil
getirmek, insanların üzerine vaciptir. Sonra
Allah'ın Nebilerinin ve Rasüllerinin doğru sözlü
olduklarına ve kendilerine itaat edilmelerine işaret
etmek üzere getirdikleri mucizelerle delil
getirmeleri ardından da Allah(c.c)'ın kullarına
emrettiği hususlarda, onların emirlerine itaat
etmelerine delil getirmek ve hamd etmek de
vaciptir. Adem ( )'den Nebilerin ve Rasüllerin
sonuncusu Muhammed (s.a.v)'e gelinceye kadar
tüm Nebilerin ve Rasüllerin getirdikleri dinlerin
aslı da budur. Bu asıl Şûra sûresinde yüce
Rabbimizin şu sözü ile belirtilmektedir:
“Allah Nuh'a buyurduğu şeyleri, size de din
olarak buyurmuştur. (Ey Muhammed!) Sana
vahyettik. İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya da
buyurduk ki: Dine bağlı kalın onda ayrılığa
düşmeyin…” (Şûra: 13)
Ebu Hüreyre'nin ( ) rivayet ettiği, Müslim'de
Ahmed İbni Hanbel'in Müsnedinde yer alan bir
hadiste Allah Rasülü (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
“Ben dünyada da ahirette de Meryem oğlu
İsa'ya insanların en yakınıyım. Dediler ki: nasıl ey
Allah Rasülü? Dedi ki: Peygamberler anneleri
ayrı, babaları bir kardeştirler, dinleri de tektir.
Onunla benim aramda Nebi de yoktur.”

74
- ağustos 2004/sayı 03 -
sesleniş

Tuba Sivren

“KULLUKTA DİKKATLİ OLUN!”

A'raf Sûresi'nden Ademoğullarına son içmeli, yedirip-içirmeliyiz, dikkatli, israftan


emirler: “Kullukta dikkatli olun!” uzak…”
Rabbimiz, sahibimiz Allah [Subhanehû ve Tealâ], İsraf sözlükte aşırı gitmek, haddi aşmak, saçıp
insanoğluna takva elbisesini tavsiye ettikten sonra, savurmak anlamındadır. Şu bir gerçektir ki; İslam
A'raf 26-27 ayetlerde bir başka kural ile tekrar dini, insanlık için Allahû Tealâ'nın göndermiş
sesleniyor, insanım diyenlere! olduğu en büyük nimettir. İslam'a nimet olarak
“Ey Ademoğulları! Her mescide gidişinizde bakıldığında hayat israfı olan İslam'dan uzaklaşma,
güzel elbise giyin, yiyin, için fakat israf etmeyin. ayet emri gereği terk edilmelidir. Bu durumda şu
Çünkü Allah müsrifleri sevmez.” (A'raf31) ortaya çıkacaktır: Kişi, bu dünyada Allah'ın
insanoğlunun kullanımına sunmuş olduğu bin-bir
İlerde “Ey insanlar!” hitabını kullanan
nimetten faydalandığı halde O'nun göndermiş
Rabbimizin orada kullandığı emirler ile, “Ey
olduğu dine tabi olmuyorsa, o, hayatını saçıp
Ademoğulları” hitabının kullanıldığı ayetlerdeki
savuruyor ve israfın en büyüğünü yapıyor
emirlerin farkını ortaya çıkaran bir ayettir bu.
demektir. Öyle bir israf ki bu, insanın hem
Ademoğlu ifadesi ilk insan Adem [Aleyhi's Selam]'ın
dünyasını huzursuzluk, stres, iflas, zillet, vb.
nesli… Böyle seslenen Rabbin onlardan istedikleri
sıkıntıların baş göstermesinden dolayı-, hem de
ince ayrıntılar, ince ama önemli ayrıntılar: takva
ahiretini Allah'ın dinine tabi olmayıp küfür üzere
elbisesi, israf etmeme, güzel giyinme ve gelecek
yaşamasının karşılığı olarak Allah'ın gazabına
olan peygamberlere inanma!
müstahak olmasından dolayı- karartıyor.
Her ayette olduğu gibi bu ayetin ifadelerinde de
İşte Rabbimiz bize acıdığından ve bizim
ilahi hikmet vardır. Takva elbisesini giyerek kalbin
şeytanın ve taraftarlarının ablukası altında
kötülüklere karşı örtünmesini isteyen Rabbimiz,
kalacağımızı, bu abluka karşısında ayağımızın
daha sonra “mescide giderken güzel giyinin” (A'raf
31) kayabileceğini ve hem maddi anlamda hem de
buyuruyor. Bu ifadeyi Muhammed Esed şöyle
yukarıda değindiğimiz küfür üzere yaşama-
çevirmiş: “Kulluk olsun diye yapıp ettiğiniz her işte
anlamında israf etme ihtimalimizin olduğunu
kendinize çeki-düzen verin.” Mescid kulluğun
bildiğinden hatırlatmalarda bulunuyor, gönderdiği
yapıldığı bir yerdir. Orada topluluk bulunur, hem
vahiylerle: “…israf etmeyin, çünkü Allah
onların kendi aralarında iyi bilinmeleri, hem de
müsrifleri sevmez…” (A'raf31)
Rabbin huzurunda güzel tanınmak için mescidde
güzel olmak yada güzel davranmak önemlidir. Bu vahiyleri gereği gibi anlayıp, hayatına
aktaran fert israf gibi bir davranıştan uzak durarak,
A'raf 26. ve 27. ayetlerin ardından bu ifadeye
Allah'ın dediğini yapmanın huzuruyla dolmanın
bakıp düşünecek olursak şöyle diyebiliriz:
yanında, parasını gereği gibi kullandığı için maddi
“Şeytanın ayıp yerlerimizi göstermesine izin
dengeyi de sağlayacaktır. Bu ayetteki son ifadenin
vermemek için giyeceğimiz takva elbisesi güzel
“Allah müsrifleri sevmez.” (A'raf 31) olması da
olmalı, öyle ki bizi Allah'a daima yaklaştırmalı,
ilginçtir. Düşünüldüğünde israf etmek takva
yerken ve içerken Rabbimizin istediği gibi yeyip-

75
- ağustos 2004/sayı 03 -
sesleniş

elbisesinden uzaklığı, bu uzaklıkta şeytana Elbette toplumları oluşturan, geliştiren ve


yakınlığını beraberinde getirecektir. Dolayısıyla sonlarını getiren sebepler vardır. Toplumun sonu ne
Rabbin sevgisinden uzak kalmayı da yanında taşır. olursa olsun ferdin görevi Allah'a kulluktur. Kul
Belirttiğimiz gibi bu ifadelerde “kullukta dikkatli görevini yapınca sorumluluğu bitmiş olur ve
olma” ameli gizlidir. Giyinmede, yemede-içmede Allah'a hesabını sağlam verir. Görevini yapmazsa,
ve tabii ki kullukta dikkatli olmak, israf etmemek… toplum İslamî de olsa kul başarı sağlayamaz.
Emir devam ediyor! Bu kurallara uymakla yani İlk görev, Allah'ın ayetlerini öğreten elçilere
her anlamıyla israf etmemekle insanın hem dünya kulak verip, ayetler ışığında bir hayat yaşamaktır.
hayatı, hem de ahiret hayatı cennet oluyor… İnsan; Allah'tan korkarak, günahlardan sakınarak,
“Ey Ademoğulları! Size aranızdan iyiliklerde yarışarak bütün hareketlerini Allah'ın
ayetlerimizi okuyan peygamberler geldiğinde ayetlerine uygun olarak düzelttiği takdirde
her kim bunlara karşı gelmekten sakınır ve mükafatı hak edecektir. Yani takva elbisesine
gidişini düzeltirse, işte onlara korku yoktur. bürünüp, hayat israfından sakınıp, şeytana karşı
Onlar mahzun olacak da değillerdir. koydukça ahirette bir korku ve endişeye
Ayetlerimizi yalanlayıp, onlara inanmayı kapılmayacak, cennet ile ödüllendirilecektir.
kibirlerine yediremeyenlere gelince; onlar da Üzülecek olanlar ve korkacak olanlar, Allah'ın
ateşin yâranıdırlar. Orada ebedi kalacaklardır.” ayetlerini tanımayıp, yalanlayan ve yüz
(A'raf 35) çevirenlerdir.
İnsanoğluna bedeni örten libas ve ruhu setreden Korku ve üzüntünün olmaması için takva
takva ile ilgili ayetlerden sonra yeni bir hitapta elbisesine bürünmek, hayat israfından kaçınmak,
bulunuluyor. Bu, bütünüyle akideyle ilgili bir Rasulleri anlayıp, getirdiklerini yaşayanlardan
hitaptır. Bu hitap daha önce belirtilen libas olmak, yani KULLUKTA DİKKATLİ OLMAK
meselesiyle ilgili olmakla beraber, umumi olarak duası ile…
benzeri meseleleri içine alan bir hitaptır. Bu hitap
dinî prensip ve kaidelere uymak, bunlara kulak
vermek, hayatın her türlü şart ve kaidelerinin hangi
kaynaktan öğrenileceğini tayin etmek, bu kaynağı
Allah'tan aldığı emaneti kullara ulaştıran Rasuller
bilmek, yolculuğun sonunda bir hesap vermenin,
ceza veya mükafatla karşılaşmanın mukadder
olduğuna ve bu kaderin peygambere uyup,
uymamakla ilgili olduğu konularını içermektedir.
Her insan ve her toplum belirli bir süre yaşar ve
sonra kaybolup gider. Dünyada süresini
dolduranlar yaptıkları amellerine göre ahirette
karşılığını görürler. Ne insanların fert fert ebedi
olmaları, ne de toplumların ebedi olmaları mümkün
değildir. Çünkü Allah'ın takdir ettiği bir ecel ile son
gelir.

76
- ağustos 2004/sayı 03 -
tefsir

Esad Mansur

BAKARA SÛRESİ AYET 6-13

Allahû Tealâ ilk ayetlerde müminlerin perde gerilmiştir ve onlar için (dünya ve ahirette)
vasıflarını izah ettikten sonra kafirlerin vasıflarını büyük bir azap vardır.” (Bakara7)
da göstererek şöyle buyurdu: Bu insanlar küfür sıfatı üzerinde ısrarlı kaldıkça
“Gerçek şu ki, kafir olanları (azap ile) Allah onlara doğru yolu göstermez, onların kalpleri
korkutsan da korkutmasan da onlar için birdir; kapalı ve kulakları tıkalı bırakır ve gözleri kapalı
iman etmezler.” (Bakara 6) olur. Kalpleri kapalı olanlar gerçeği aramayı
Lügatte “kafir”in manası örtendir. Burada sevmezler, imandan nefret ederler. Şartlı ve
ıstılahı mana kullanılmıştır. Bu ise, hakkı ve mutaassıp olurlar. İnsan bir şeyden nefret ederse
gerçeği örtendir. Kafir kimse, Allah'ın gerçeğini ondan uzak kalır ve kaçar. Bir şeyi severse ona
veya indirdiği Kur'an'ın veya bir kısmının gerçeğini yönelir ve onu kabul eder. Şayet bir şeyden nefret
veya Hazreti Muhammed'in Peygamberliğini ve ederse onu duymak bile istemez. Kafirlerin ileri
Rasul olduğu gerçeğini örtmektedir. Gerçek ve hak gelenleri ve önderlerinin insanları imandan
olan bunlardır. Bir kimse bir ayeti reddederse kafir uzaklaştırmak en büyük silahı insanları imandan ve
olur. müminlerden nefret ettirmektir. Rasulullah (SallAllahu
Aleyhi ve Sellem)
Bunlar bu vasfa sahip oldukça ne kadar döneminde, kafirlerini önderleri
uyarırsan uyar inanmazlar. Çünkü, gerçeği Rasulullah'a yönelik leke ve yalan itham
reddediyorlar. Ama, bu vasıftan vazgeçerlerse yapıştırmaya çalışıyorlardı. Muhammed deli,
uyarı yararlı olup mümin olurlar. Bu insanın sihirbaz, şair, fitneci, cinci gibi söz sarf ediyorlardı.
elindedir. İnsan kendi aklını çalıştırırsa ve inattan Ona inananlar ise aptal, parasız, fakir, cahil, sapık
vazgeçerse gerçeği görür ve buna inanır. Zira, Allah vs. gibi uydurmalar ve yakıştırmalar yapıyorlardı.
herkese akıl verdi ve onda hidayet ve dalâlet Bugün ise kafirlerin ileri gelenleri ve önderleri
kabiliyetini yarattı. İnsanı bu noktada serbest İslam'ı hakim kılmak ve İslam devletini kurmak,
bıraktı, isterse hidayeti seçebilir, istemezse dalâleti şeriatı uygulamak ve İslam'ı yaşamak isteyenleri
(sapıklığı) seçebilir. Allahû Tealâ, insanları buna benzer leke ve itham yapıştırmaya
imtihana tabi tutarken eşit şartlar altında bıraktı. çalışıyorlar. Bu müminler ve hizbleri hakkında
Birinin aklı yoksa veya baliğ değilse imtihana tabi itham ve iftira uyduruyorlar. Bunlar katil, cani,
değildir. Kendilerine rasul gönderilmezse veya terörist, fitneci, sapık, başkaları tarafından
rasulün geldiğini hiç duymazlarsa, onlarda kullanılıyor, cahil, ajan vs. Böylece, insanları bu
imtihana tabi olunmazlar. Bu şekilde, insan kendi şekilde nefret ettirmeye çalışıyorlar ki; İnsanlar bu
aklıyla gerçeği bulur ve inanır. Allah zalim değil ki dava adamlarıyla görüşmesinler ve davalarından
bir kimseyi zorla küfre sokup diğerini mümin uzak kalsınlar. Bu nedenle menfi propaganda en
yapsın. Bundan sonraki şu ayetin anlaşılmasında büyük silah olarak kullanılır. Buna karşı dava
bir çok insan yanlışa düşüyor. adamları olumlu propaganda kullanıp insanlarla
“Allah onların kalplerini ve kulaklarını direkt temas kurup bu menfi propagandayı
mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit çürütmelidirler. Bu sebeple, Hazreti Muhammed

77
- ağustos 2004/sayı 03 -
tefsir

(SallAllahu Aleyhi ve Sellem)


ve kitlesinin mensupları olan bazı ibadetlerini yapmaya çalışırlar. Bu şekilde
sahabeler (ra) direkt insanlarla temas edip Allah'ı ve müminleri kandırdıklarını zannederler.
davalarını anlatıyorlardı. Fikirle ve pratik bir Halbuki, Allah onları ve yaptıklarını biliyor.
şekilde kendilerini ve davalarını insanlara Hazreti Ömer halife olduktan sonra insanlara şöyle
gösteriyorlardı. Bundan dolayı, bir çok kimse dedi: “Vahiy artık kesildi ve hiç gelmeyecektir.
ayetlere ve delillere kalbini açtı ve kulağını verdi Çünkü, vahiy Rasule gelip kişilerin ahvaline ve
dinledi, bu şekilde gözler önündeki perde kalktı, kalplerinin ne olduklarını bildiriyordu. Şimdi ise
gerçeği gördüler ve kabul ettiler. Bir çok insan iman amellerinize ve sözlerinize bakacağız. Niyetleriniz
ettikten sonra veya İslam davetini yüklendikten ancak Allah indinde geçerli olur.”
sonra daha önce nasıl bu davadan nefret ediyorlardı Nitekim, insanı ameli ve sözlerinden anlarsınız,
ve hiç dinlemek istemedikleri için gerçeği niyetini bilemeyiz. Münafıklar niyetimiz temizdir
göremiyorlardı. Hem şeriatca hem aklen, pratikte diyorlardı ve hatta niyetlerinin temiz olduklarına
hidayetin ve dalâletin insanın elinde olduğu dair yemin ediyorlardı. Allah onların yalancı
ispatlanır. İlerde bir çok ayetin bu konuyu nasıl izah olduklarını ve yalan yere yemin ettiklerini vahiyle
ettiğini göstereceğiz. Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)'e bildirmiştir. Ayrıca,
Bundan sonra en tehlikeli kafirlerin çeşidi olan münafıklar hep mazeret arıyorlardı veya
münafıklara değiniyor. Allahû Tealâ şöyle uyduruyorlardı. Mazeretlerinin yalan olduğunu da
buyuruyor: Allahû Tealâ bildirmiştir. Müminlerin mazereti
“İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanma- olsa bile o mazereti ortadan kaldırmaya
dıkları halde "Allah'a ve ahiret gününe inandık" çalışıyorlardı. Suçlarını veya kusurlarını veya
derler.” (Bakara8) ihmalkarlıklarını açıkça söylüyorlardı ve cezayı
Bunlar ağızlarıyla bunu diyorlar. Fakat, hak ettiklerini söylüyorlardı. İnşallah ilerde Tevbe
akıllarıyla inanmıyorlar ve iman kalplerine ve Münafıkûn sûrelerinde bunları daha detaylı bir
girmemiştir. Çünkü, mümin olan Allah'ın yaratıcı şekilde göreceğiz.
olmasına inandığı gibi Allah'ın hakimiyetine, Açıklamaya çalıştığımız Bakara sûresinde
kıyamet günü hesaba çekileceğine inanır, kafirleri şöyle devam ediyor:
dost edinmezler. Münafıklar yeryüzünde “Onların kalplerinde bir hastalık vardır. Allah
bozgunculuk yaparlar. Bunlar Allah'tan ve da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte
azabından korkmazlar. Bu nedenle fırsat buldukça oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elîm bir
Allah'ın emrine muhalefet ederler ve müminlerle azap vardır.” (Bakara10)
savaşırlar. İnsan, aklen Allah'a Rasulüne, Kur'an'a
Bu hastalık ise tam inanmamak, şek ve şüphe
ve Kur'an'ın içerdiği akidelere inanırsa bu iman
içerisinde bulunmak ve iki yüzlü olmaktır. Korkak
kalbine yerleşir, münafık olmaz. Fakat, korkarak
oldukları için müminlere gerçek yüzlerini
veya menfaat için veya şahsi çıkar için inanan
açıklayamazlar. Nitekim, iman: Delilden neşet
kimse münafık olur.
eden (çıkan) vakıaya mutabık (uygun) kesin
Allahû Tealâ bunların bu sahte imanla Allah'ı ve tasdiktir. İnsan kesin şekilde inanmazsa kafir olarak
müminleri aldatmak istediklerini göstermektedir. kalır. Ebu Cehil ve Ebu Leheb gibi kafirler İslam'ın
“Onlar (kendi akıllarınca) güya Allah'ı ve doğru olup olmadığı konusunda tereddüt ve şüphe
müminleri aldatırlar. Halbuki onlar ancak içindeydiler, tam kestiremiyorlardı. Fakat, Hazreti
kendilerini aldatırlar ve bunun farkında Muhammed (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)'den korkmadıkları için
değillerdir.” (Bakara9) açıkça kafirliklerini gösteriyorlardı. Ayrıca liderlik
İşte, münafıklar kendi durumlarını örtmek için ve çıkarlarını korumak istedikleri için inanmak
Müslümanız derler ve göstermelik olarak İslam'ın istemiyorlardı. Medine'de münafıklık hareketi

78
- ağustos 2004/sayı 03 -
tefsir

başladı. Çünkü, Müslümanlar İslam devletine sahip Onlar, kendilerini büyük görürler, onun için
oldular ve güçlü oldular. Misal olarak; Abdullah diğer insanlar gibi samimi olmak istemezler.
bin Ubey'dir. İslam devleti kurulmadan önce “İnsanların iman ettiği gibi” sözünün manası
Medine'nin kralı olarak seçildi. Rasulullah (SallAllahu normal insanların inandıkları gibidir. Normal
Aleyhi ve Sellem)
onun krallığını suya düşürdü. Bu adam insanlar Allah'a, Rasulüne, Kur'an'a, Kıyamet
Müslüman olmadı. İslam devletinin kuruluşundan gününe vs. inanınca samimi şekilde inanırlar ve
iki sene sonra Bedir savaşı meydana gelip de Allah'a ve Rasulüne itaat etmeye hazır olurlar.
Müslümanlar muzaffer olunca Abdullah bin Ubey Ama, kalpleri hasta olan kimseler böyle olmazlar.
Müslümanlığını nifakça ilan etti. Çünkü, bu Kibirlenirler ve kendilerinin diğer Müslümanlar-
devletin başkanlığına geçmek veya bu devlet dan üstün olduklarını zannederler. Oysa, kendini
başkanının yanında bir değer ve bir makam üstün olarak gören kimse beyinsizin ta kendisidir.
arıyordu. Ayrıca, Rasulullah'ı devirmek ve devleti Beyin sahibi insan samimi olur ve mütevazı olur.
yıkmak için münafıklık hareketini yaptı ve böyle Diğer müminlerin kendisinden daha mümin
bir teşkilatı yürüttü. İslam dünyasındaki yöneticiler olabileceklerini düşünür. Belki her mümin benden
küfür anayasa ve kanunları uyguladıkları halde daha güçlü imana sahip olduğunu kendi kendine
Müslümanız derler. Böylece münafık olmaya ve söyler. Belki bütün bu müminler benden önce
müminleri kandırmaya çalışıyorlar. Aynı anda, cennete girerler diye düşünür. Hiç bir zaman benim
İslam anayasa ve kanunlarını uygulayalım, şeriatı imanım diğer müminlerin imanlarından daha
tatbik edelim, hilafeti ilan edelim diyen bir kısım güçlüdür diyemez. Hep bu konu hakkında korku ve
Müslümanları, bu yöneticiler hemen hapse atarlar ümit içerisinde yaşayıp imanını güçlendirmeye
ve onlara eziyet çektirirler, işkence ederler veya çalışır. İmanı güçlendirmek için hep Allah'ın
öldürürler. Allah'ın her emrine muhalefet ederler. farzlarını uygulamaya, nehiylerinden ve yasakla-
Onlara dersen niçin bunu yapıyorsunuz, niye dıklarından vazgeçmeye çalışır. Çünkü, Allah'a
bozgunculuk yapıyorsunuz? Şöyle derler: “Biz itaat edildikçe iman güçlenir. Zira, imanın en büyük
memleketin ve halkın maslahatını ve salahını işareti Allah'ın şeriatını uygulamaktır. Allahû Tealâ
düşünüyoruz.” Halbuki, onlar Müslümanları Maide Sûresi'nde geçtiği gibi Allah'ın hükmünü
ezerler ve Allah'ın yasalarını çiğnerler. Bu ise en uygulamayanların kafir, fasık ve zalimlerin ta
büyük fesatlık ve bozgunculuktur. Bakara sûresinin kendileri olduklarını açıkça bildirmiştir.
11'ci ve 12'ci ayetlerinde bunun manası şöyle
geçmektedir:
“Onlara: "Yeryüzünde fesat çıkarmayın",
denildiği zaman, "Biz ancak ıslah edicileriz"
derler. Şunu bilin ki, onlar bozguncuların ta
kendileridir, lâkin anlamazlar.” (Bakara11-12)
Zira, ıslahat Allah'ın emirlerini uygulamakla
gerçekleşir. Çünkü, salih olan amel yalnız Allah'ın
emrine göre yapılan iştir. “Islahat” ise “salih”
sözcüğünden türemiştir.
“Onlara: İnsanların iman ettiği gibi siz de
iman edin, denildiği vakit "Biz hiç, sefihlerin
(akılsız ve ahmak kişilerin) iman ettikleri gibi
iman eder miyiz!" derler. Biliniz ki, sefihler ancak
kendileridir, fakat bunu bilmezler (veya
bilmezlikten gelirler).” (Bakara13)

79
- ağustos 2004/sayı 03 -
Ahmet Sivren

AVAZIN ÇIKTIĞINCA; SÖYLE!

söyle o inanmadıkları halde inandık diyenlere;


söyle o sana olan kinlerinden parmak ısıranlara
söyle ve; de ki “kininizle geberin” (Al-i İmran 119)

ve tanı onları;
senin iyi olmanı istemez onlar
musibet gelince de sana sevinir, mutlu olurlar
sabret ve korun onlardan
hilekardır onlar
ve fakat Allah'a güvenirsen sana dokunamazlar
söyle onlara emin olsunlar,
de ki; gebertecek sizi kininiz
ve sizi boğacak öfkeniz
düştüğünüz pislik çukurunda
çünkü, şüphesiz Allah çepeçevre kuşatmıştır onları
ve yaptıklarını (Al-i İmran 120)…

şunu da söyle avazın çıktığınca,


mü'minleri bırakıp da, izzet arayanlara küfrün sularında:
(Nisa 139)
“bilsinler ki gerçek izzet Allah'ın katında”

şunu da söyle korkak Müslümanlara:


“size ne oldu da Allah yolunda
ve
"rabbimiz! bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar,
bize tarafından bir sahip gönder,
bize katından bir yardımcı yolla!"
diyen zavallı erkekler,
kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz!
İman edenler Allah yolunda savaşır,
inanmayanlar ise tâğut yolunda…
Öyleyse şeytanın dostlarına karşı savaşın;
şüphe yok ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır.” (Nisa 75-76)

80
- ağustos 2004/sayı 03 -
kitaplık

Kurtuluş Sevinç

MUHAFAZAKAR DEMOKRASİ - II

“10. Muhafazakarlık, ideal dünyayı önemser ekonomiler bina edebilmelerini ve zengin ülkelerin
ama ona götüreceği umulan toplum mühendisliğini ürettikleri tüketim mallarına ait pazarlar olmaktan
reddeder. Ütopik anlayışlar ve onlara ulaşma kurtulmalarını engellemektir. Geri kalmış ülkeler
yollarının mutlaklığı muhafazakarlık tarafından zengin kapitalist ülkelerin egemenlikleri altında
kabul görmez. AK Parti'ye göre de idealizm ile kaldıkları sürece ekonomilerini üretim ekonomi-
realizm arasında denge kurulmalıdır...” sine, sanayilerini de sanayinin temelini oluşturan
Toplum mühendisliğinden yana değiliz diyen ağır sanayiye dönüştüremeyeceklerdir. İşte serbest
AKP aynı zamanda sivil toplum örgütlerini piyasadan yana olmak bundan başka bir sona
desteklemektedir. Toplum mühendisliği de bu sivil götürmeyecektir. Dolayısıyla Müslümanlar bunu
toplum örgütleri tarafından yapılmaktadır. Öyle ki destekleyemez ve kabullenemezler.
kadınların ve çocukların belli bir maksada yönelik “İnsan, kendi bedenine müdahale ederek kürtaj
değişimini sağlamak maksatlı sivil toplum yaptırmaya, ötenaziye, cinsel tercihte bulunmaya
örgütlerinin sayıları binlercedir. Zannederim veya vücudunu yıkıma uğratacak maddeler
idealizm ile realizm arasında denge AKP kullanmaya karar verebilecek bir yetkiye sahip
tarafından bu şekilde kurulmaktadır. Aslında bu midir? Liberaller açısından bütün bunlar bireysel
denge daha önce de belirttiğim gibi halka fark bir tercihi yansıttığından bu sorunun cevabı
ettirmeden tedricen değişimi ifade etmektedir. açıktır. Sol için de bunların olumsuzlanması
Ancak toplum mühendisliğini kabul etmeyen gerekmeyebilir. Muhafazakarlara göre yetkin
AKP'nin bu yaptığı ve desteklediği sivil toplum olmayan bir varlık olarak insan, konu kendi bedeni
örgütlerinin hedef ve gayeleri nedir, işte bu bile olsa sınırsız bir yetkiye sahip değildir.”
tartışma konusudur. Ayrıca şurası da bir gerçektir Muhafazakarlığa göre “Yetkin olmayan bir
ki, sivil toplum örgütlerinin birçoğu yabancı varlık” olarak insan yukarıda bahsedilen kendi
devletlerden finansal destek almakta hatta bizzat bedeniyle alakalı hususlarda sınırsız bir yetkiye
onlar tarafından kurulmaktadır. Bütün bunları da sahip değilken, nasıl oluyor da diğer insanların
konu bütünlüğü içerisinde değerlendirmemiz hayatlarını yönetme onların işlerini gütme
gerekmektedir. hususunda bu yetkiye haiz kabul edilebiliyor. Bu
“Muhafazakarlık serbest piyasadan yanadır” büyük bir çelişkidir. İnsan kendi hakkında yetki
“Serbest piyasa” olarak zikredilen bu kavram sahibi değilken diğer insanlar hakkında yetki
başta ABD olmak üzere kapitalist ülkelerin diğer sahibi olabiliyor. Böylesi bir durum muhafazakar-
ülke pazarlarını yığınlar halindeki kendi ürünlerine lığın kendi içinde bir çelişkiler ağı oluşturduğunun
ve dolayısıyla tüketim toplumları oluşturarak delilidir. Bu çelişkiler onun temel fikrinin
sömürülerini pekiştirmek, geri kalmış ülkeler olmamasından kaynaklanmakta ve karışık bir kafa
olarak isimlendirilen ülkelerin ekonomik ve ticari yapısına sahip olmasından doğmaktadır.
açıdan egemenlikleri altında kalması, zengin “Özgürlüğün aşırısı hiçbir yere ulaştırmaz...
devletlerin ekonomilerine bağlanmalarından Temel özgürlükler koruma altında olmalıdır, onun
kurtaracak köklü ve güçlü temeller üzerine sınırlılığı başkalarının özgürlüğünü koruma

81
- ağustos 2004/sayı 03 -
kitaplık

maksatlıdır... özgürlüğün somutluğu, onun sadece yönetimdekilerin menfaatlerine göre


yasal ve siyasal normlar çerçevesinde değil adet, değişmektedir. İşte küreselleşmenin gerçek anlamı
gelenek, görenek, ahlak ve din gibi toplumsal bundan başkası değildir.
normları da içerecek biçimde genel bir normlar “Yönetim biçimi olarak demokrasi”
bütünü içinde anlaşılmasıdır.”
Yönetim biçimi olarak demokrasi sonuçta
Evet her toplumda özgürlüğün sınırlarını sosyalistlerden farklı bir sona ermeyecektir.
belirleyen normlar vardır. Vakıada da bazı Nitekim hızlı sosyalistler artık şöyle demektedirler;
toplumların özgürlük normlarının doğru “Ben sosyalistleri çok seviyorum ama sosyalizmi
olmadığından toplumsal çılgınlıkları yaşadıkları, artık sevmiyorum.” Evet bu söz bir sosyaliste ait.
toplumsal bozuklukları sergiledikleri aşikardır. O Demokratlar da bu sonla karşılaşacak ve söylemleri
zaman doğru normlar nasıl belirlenmelidir sorusu bundan farklı olmayacaktır. Onlar da demokrasinin
açığa çıkmaktadır. Adet, gelenek, görenek ve ahlak hayata geçirilmesi mümkün olmayan bir ütopyadan
gibi hususlar toplumlara göre ve hayata bakış ibaret olduğunu anlayacaklardır. Konuyu İslam
açılarına göre değişiklik arzetmektedir. Ancak din açısından ve Müslümanlar açısından değerlendi-
bunlardan çok farklı bir şekilde bunların tamamını recek olursak Allah Subhanehu ve Teala Nisa suresi
kuşatarak sınırları belirlemektedir. Esasen bu 105. Ayetinde şöyle buyurmaktadır; “Biz bu Kur-
hususlar din tarafından şekillendirilmektedir. an'ı insanlar arasında sana gösterdiğimiz şekilde
Burada ise doğru din hangisidir sorusu açığa hükmedesin diye indirdik...” görüldüğü gibi
çıkmaktadır. Bu sorunun cevabı ise şöyledir; insan insanlar arasında Rasule gösterildiği şekilde
fıtratına/yaratılış özelliklerine uygun, aklı ikna hükmetme aracı olarak vahyi gönderdiğini Allah
eden, kalbe huzur ve güven veren din doğru dindir. Azze ve Celle bizlere bildirmektedir. Hiçbir aklı
Bu ise din Marks'ın afyon olarak tabir ettiği din başında Müslümanın birkaç benzerlikten dolayı
anlayışından çok uzak İslam dinidir. İslam ile demokrasiyi bağdaştırması caiz değildir.
“Küreselleşme” Hele hele daha çok demokrasi söylemleri daha çok
Esasen küreselleşme küreyi değerlendirenlere küfür anlamına gelmektedir. Asrı saadet
göre farklı şekillerde tezahür etmektedir. Eğer bu Müslümanlar nezdinde, mükemmelllik aynı
değerlendirmeyi az gelişmiş ülkeler yapıyorsa bu zamanda adalet, refah, mutluluk ve huzur ifade
ülkelere göre küreselleşmenin anlamı ya ederken bunların kaynağını düşünmemeleri insanı
sömürülmek ya işgal edilmek yada hayat damarları hayrete düşürmektedir. Gerçekten asrı saadeti bu
kesilerek ölüme terk edilmek anlamına gelmek- isimle zikrettiren yani ona saadet asrı adını verdiren
tedir. Ancak değerlendirme bu kavramı ortaya atan nedir? Müslümanlar bunu hiç düşünmezler mi?
gelişmiş ülkeler tarafından yapılıyorsa küresel- Yönetim biçimi olarak demokrasiymiş. Ne
leşmenin tam olarak karşılığı dünya artık küçük bir demokrasisi, bu demokrasi menfaatler açısından
köy gibi olmuştur. Dolayısıyla ben varlığımı devam değerlendirilse bile hangi topluma yukarıda
ettirmek için bu küçük köyü belli maksatlarım için saydığımız hususları sunmuş, ne zaman hayata
parselleyerek işlerimi gütmeliyim, mesela altın geçmiş, o ne bir topluma refah ve mutluluk
rezervi bol olan falan bölgeyi bu maksatla siyasi getirmiş, ne adalet ve huzur, ne de her hangi bir
veya askeri veya ekonomik olarak ele zamanda hayata geçmiştir. Ancak asrı saadeti
geçirmeliyim, enerji ihtiyacımı falan bölgeden oluşturan ona bu ismi veren İslam ve onun tek
karşılamalıyım, Pazar olarak filan yerleri yönetim biçimi olan hilafet tam 14 küsür asır aleme
kullanmalıyım anlamına gelmektedir. Görüldüğü ışık saçtı. Lütfen azıcık düşünün.
gibi küreselleşmenin tek bir tanımı yok. Hatta az “Diyalog”
gelişmiş ülkelerdeki kukla yönetimlerin de ihanet Bu kelime genellikle dinler arası diyalog
dolu farklı bir tanımları daha vardır ki bu, şeklinde kullanılmıştır. Ancak kapitalistler

82
- ağustos 2004/sayı 03 -
kitaplık

tarafından her hususa şamil olarak uygulanmak- Bu uygunluk neyi ifade eder? Demokrasinin
tadır. Yani her hususta orta yolu bulmayı ifade İslam'dan olduğunu mu? Biliyoruz ki komünizm ile
etmektedir. Orta yol ise Fransız devrimi döneminde kapitalizm arasında da birçok benzerlikler
kilisenin ve kralın yapmış olduğu baskıya karşılık mevcuttur. Bu onların birbirinden olduğunu mu
ortaya çıkan, dini ve otoriteyi zulmün kaynağı kanıtlar?
olarak görenlerin ve onu ortadan kaldırma “İslam'da 'kulun kul üzerindeki tahakkümü'nün
düşüncesine sahip olanların karşısında, kral ve din reddi esastır. Tevhid tam da demokrasinin bir
ile kralsızlık ve dinsizlik arasında orta yol idealine göndermedir. Çünkü demokrasi de, eşit oy,
düşüncesi olan üçüncü bir düşünce şekli olarak katılım, seçim ve hukukun üstünlüğünü koruyarak
ortaya çıkan kapitalizmin oluşum fikridir. Bu fikir kulun kul üzerindeki tahakkümüne son verir.”
Allah'a rağmen Allah'ın koyduğu yasayı, indirdiği
Doğrudur, İslam'da kulun kula üstünlüğü yoktur
hükmü yumuşatma veya sertleştirme hakkını
dolayısıyla tahakküm hakkı da yoktur. Demokra-
kendisinde görür. Nitekim Kur-an açıkça hırsızın
sinin ise, eşit oy, katılım, seçim ve hukukun
elini kesin demişken onlar, hırsızlığa karşı
üstünlüğünü koruyarak kulun kul üzerindeki
çıkılmalıdır ve cezai müeyyide de uygulanmalıdır
tahakkümüne son vermesi gerçekte yaşanmamak-
ancak bu zamanda el kesilmez dolayısıyla hapis
tadır. Ayrıca sisteminin birçok yönünün pratiği
cezası verelim diyebilmekte ve haşa Allah'ın
olmadığından dolayı da ancak ütopyalar
hükmünü zalimane görüp kendisini daha
içermektedir. İslâm'daki seçimler halifeyi belirle-
merhametli konuma oturtmaktadır. Dolayısıyla
mek içindir ve halifeyi ve tebaayı sınırlandıran
diyalog fikri güzel çiçekler açan zehirli bir bitkiden
hukuk da İslam hukukudur. Halife ise yine İslam ile
başkası değildir. Koklamak için yaklaşanı yada ona
hükmettiği sürece kendisine itaat edilendir.
dokunanı zehirler, hem dünyasını hem de ahiretini
Demokrasi ise kendi ifadeleri ile “Yönetme hakkını
karartır. Çünkü o hakkı olmadığı halde dinden
göklerden yere yani insana indirirken” yukarıdaki
tavizler vermeye yeltenir hatta bunu birçok yerde
ifadelerin tam tersini yani kulun kula tahakkümünü
yapmaktadır.
meydana getirmiştir. Bu ifadeler kelimeler
“İnsan hakları” üzerinde oynamaktan ve Müslümanları kandırmak-
İnsanın haklarını insan belirlerse sizce bir tan başka bir şey değildir. Kısacası yeryüzünde
bencillik yapmaz mı yani belirleyici olanlar önce hükmü Allah koyarsa ki biz bundan başkasını kabul
kendilerini hak sahibi daha sonra başkalarını hak etmeyiz- kulluk ona yapılır. Yok hüküm insan
sahibi görmezler mi? Ayrıca İslam herkese ait bırakılır da hükmü bugün olduğu gibi parlamen-
hakları açıklamışken, Allah'a rağmen yeni haklar toda insanlar parmak oylarıyla belirlerse kulluk
ortaya koymak Müslüman için olacak şey midir? onlara yapılır.
Erkeğin, kadının, çocuğun, delinin, zımminin, “İslam'ın politik düzeni tevhid akidesine dayanır
gayri müslimin hakları tam olarak belirlenmişken ve insanların eşitliği, kanunun üstünlüğü, insan
insan hakları başlığı altında Allah'ın eksik bıraktığı haklarının, azınlıklarınki de dahil olmak üzere
yerler var da (estağfirullah/subhanallah) oralar mı korunması, kanun koyucuların hesap verebilirliği,
tamamlanıyor? politik süreçlerin şeffaflığı ve uluslar arası,
“Muhafazakar demokratlık” başlığı altında ekonomik sosyal politik ve yasal boyutlarıyla
şunlar söylenmektedir bunları teker teker adaletin tartışmasız üstünlüğü ilkeleriyle hareket
inceleyelim; eden bir şura meclisi ile desteklenmiş halkın
“İslam'ın insanlar arasında ırka, milliyete temsilcisinin varlığı gibi esaslar üzerinde yükselir.
zenginlik veya yoksulluğa, sınıfsal duruma önem Onların işleri aralarında şura iledir. İş konusunda
vermeyen ve ayrımcı olmayan bireyciliği onlarla danış, dünya işlerinizi benden daha iyi
demokrasiye çok uygun olan bir ruh ve düşünce bilirsiniz, hepiniz çobansınız ve güttüğünüzden
iklimine tanıklık etmektedir” sorumlusunuz, gibi ayet ve hadislerin demokrasi

83
- ağustos 2004/sayı 03 -
kitaplık

kültürüne katkıda bulunacağı düşünülmektedir.” yoktur. Oysa demokrasinin temel ilkesi eşitliktir.
Bu sayılanların tamamı İslam'ın kendi sınırları Mehmet aydın ise bu görüşlerin geçerliliğini
içerisinde tebaasına olan uygulamalarıdır. Yani yitirdiğini söylemektedir: “sadece dinin değil,
İslâm insanın haklarını kendi sınırları içerisinde demokrasinin de değişmez ilkeleri vardır. Temel
belirlemiş ve pratiğini de göstermiş ve hak ve özgürlüklere dayanmayan demokrasi
uygulamıştır. Yine yöneticinin muhasebesinin düşünülemez. Sadece sünniliğin geliştirdiği siyaset
vacipliği ve şekli belirlenmiş ve pratiğe teorilerine bakıldığında dinin özüne dokunmadan
konulmuştur. Şura meselesi ise tamamıyla onlarca değişik siyaset anlayışları oluşturulabilir.
yazılanın aksinedir. Verilen ayet ve hadisler ise İslam dünyasında artık zımmi statüsünü savunan
insanların maslahatlarıyla alakalıdır ve onların ilahiyatçı kalmadı. İnsanda var olan adalet
karşılaştıkları her hususu içine alacak derecede duygusu, demokrasiyi mümkün kılar, fakat
geniş değildir. Mesela “dünya işlerinizi benden insandaki zulmetme meyli demokrasiyi zorunlu
daha iyi bilirsiniz” hadisi hurma ağaçlarının kılar.”
aşılanmasıyla alakalı bir hadis olup bu tür teknik Sadece dinin değil demokrasinin de değişmez
işleri deneyip yapanlar bu işle uğraşanlar daha iyi ilkelerinin olması onu İslam açısından meşru yapar
bilir anlamını vermektedir. Yoksa dünyada mı? Bir kere bu günkü yönetimi reddedenlerin
çoğunluk filan konuda böyle istiyor diyerek nizam itirazları yukarıdaki açıklananlar değildir. İtirazlar
koyup Allah'a rağmen Firavunluk, Nemrutluk haddini bilmeyen insanın İlahlığa Rablığa ve
yapabilirisiniz anlamına gelmiyor. Biraz kafası Malikliğe soyunmasınadır. Bunun yanında Allah
çalışan insanın Firavun ve Nemrutlara çatan ilahi tek örnek olarak Rasulünü gösterirken günümüzde
kelamın, bu işi insanlara bıraktığını söylemesi onun dışında herkes örnek alınmaktadır. O örnek
mümkün değildir. Yine “Onların işleri aralarında Rasul bir yönetim işi gerçekleştirdiği halde ve
şura iledir” sözü de aynı manadadır. “hepiniz bundan Allah'ın razı olduğu hem şer'an hem alken
çobansınız ve güttüğünüzden sorumlusunuz” aşikarken nasıl olurda Müslümanlar sizden ve
ifadesi ise Allah'a karşı sorumluluğumuzu ifade yönetim şeklinizden razı olabilirler. Ayrıca
etmektedir. Yani insanların yönetirken Allah'ın ilahiyatçıların tamamı ittifak halinde herhangi bir
hadlerine, sınırlarına riayet etmeyi ve aksinden şeyi reddetseler veya kabul etseler bizim için bu
sakındırmayı ifade etmektedir. ölçü olur mu? Hayır olmaz çünkü bizim elimizde
Yine Allahu Teala maslahatların dışında yani Kur-an'ımız var ve murakabe imkanımız var. Hem
hüküm koyma hususunda çoğunluğa uymayı şu dersiniz ki İslam'da din adamı sınıfı yoktur hem de
ayeti kerimesiyle yasaklamıştır; ilahiyatçılar kimliğiyle bu sınıfı oluşturuyorsunuz.
Bu ne yaman çelişkidir? Bu çelişkilerin araksından
“Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak
söyledikleri ise tam bir gerçeği ifade ediyor şöyle
olursan, seni Allah'ın yolundan saptırırlar.
ki; “İnsanda var olan adalet duygusu, demokrasiyi
Onlar zandan başka bir şeye tâbi olmaz,
mümkün kılar, fakat insandaki zulmetme meyli
yalandan başka söz de söylemezler.” (Enam 116)
demokrasiyi zorunlu kılar.” Evet insanda
“İslam-demokrasi bağdaşmaz diyenler şu zulmetmenin açığa çıkması için tek gerekli olan
görüşleri ortaya koymaktadır: İslam değişmez demokrasidir. Bu büyük bir itiraftır. Neden
esasları olan bir dindir, oysa demokrasi sürekli diyeceksiniz? İngiltere benim çocukluğumda
olarak değişen bir hükümet etme, yönetme tarzıdır. Folkland adalarını alırken demokrattı halen öyle,
Dinde hakikat tek, yol birdir. Durum böyle olunca ABD Ortadoğu'ya savaş açarken demokrattı
dinle farklı felsefelere dayanan çok partili sistemler bundan sonra da böyle olacağını söylüyor.
birlikte yürüyemezler. Çünkü İslam'da egemenlik Dolayısıyla demokratlık zulmü yanında getirir.
Allah'ın demokratik yönetimlerde ise halkındır. İfade edilen sözü yanlış anladığımı zannetmeyin
İslam'da kadın-erkek, müslim-gayrimüslim eşitliği ifade edilenlerle vakıayı değerlendirdiğim zaman

84
- ağustos 2004/sayı 03 -
kitaplık

bunlar açığa çıkıyor. ! Çoğulculuk kabul edilmelidir. Düşünsel ve


“Dinin egemenlik anlayışının demokrasinin davranışsal çoğulculuk... din ile dini yorum ve
önünde bir engel olarak konulmasının da yanlış anlayış farklıdır. Din kutsaldır, dini anlayış kutsal
olduğu vurgulanır. A. Yayla J. Bodin'in bütün, değildir. Din tektir dini anlayış tek değildir. Bunun
parçalanmaz, devredilmez egemenlik teorisini ilk kabulü çoğunluğa kapı açar. Eleştiri mümkün olur.
ortaya koyduğu günden bugüne büyük değişiklikler ! Demokrasi tahammül ve toleransı ön plana
geçirdiğini belirtir: “Allah'a inanan bir insan için çıkarır. Din dini inkar özgürlüğünü tanımıştır.
kozmik anlamda egemenlik elbette ki Allah'a aittir. ! Din mübah kategorisiyle beşeri bir alan
İman sahibi kişinin gözünde Allah'ın evren açmıştır. Dini olan ile dinden olan farklıdır.
üzerindeki egemenliği insanların bildiği ve Deneme yanılma yoluyla uşlaşabildiğimiz bilgiler
bilmediği her türlü sınırdan azadedir, sınırsızdır, bu kategoriye girer. Tabiat bilimlerini keşfettiğimiz
ortaksız, rakipsiz ve şartsızdır. Demokratik gibi sosyal bilimleri de keşfedebiliriz. Bunlar dinin
egemenlik anlayışı Allah'ın egemenliğinin ne ayrılmaz parçası değildir. Devlet kurmak da dinin
ortağı, ne de alternatifidir.” Bulaç'a göre İslam'ın araz kısmıyla yani beşeri gereklilikle ilgilidir.”
hakimiyet anlayışı siyasette bir soruna yol açmaz:
İslam aleminde istenilen düzeyde demokrasi
İslam'ın siyasal felsefesine göre hakimiyet Allah'a
sağlanamamıştır çünkü Müslümanlara ve onların
aittir, ancak bu hakimiyetin (mülk, emir, hüküm)
değişmez ilkelerine rağmen bir demokrasi diktası
siyasi hayattaki yansıması olan ilahi iradeyi temsil
vardır. Her ne kadar baskı olursa olsun bu konuda
etme yetkisi islam toplumuna aittir. Bu da islam
Müslümanlar Kur-an ve Sünneti ellerinden
toplumunun hür iradesinin beyanı olan seçim ve
bırakmadıkları sürece siz ve akıl hocalarınız bunu
biat'la gerçekleşir.”
yani demokrasinin İslam beldelerinde oturmasını
Peki şu ayet karşısında ne düşüneceğiz; sağlayamayacaksınız. Demokrasinin
“Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet; sana İslamileştirilmesi diye belirttiğiniz husus aslında
gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına İslam'ın demokrasiye entegresini içermektedir.
uyma.” (Maide 48) Sizce bu ayette sadece Allah'a Şöyle ki; dinden bağımsız insan hakları
inanın, varlığını tasdik edin, kainatı yarattığının demokrasinin İslamileştirilmesi değil İslam'ın
bilincinde olun, ancak onun sizin işlerinize demokratikleştirilmesidir. Din alimlerinin dinin
karışmayacağını da bilin gibi bir anlam mı çıkıyor? fıtrata uygunluğunun esas olduğunu ifade etmesi
Kozmik alanda hakimiyet Allah'ınmış da işler ve fıtrata uygun olmayanın dinden olmadığını
hükmetme hususunda bu insana geçmişmiş. Komik belirtmek içindir. Yoksa siz nefsinize göre bazı
olmayın ve Allah'ın KAHHAR sıfatını hatırlayıp belirlemeler yapasınız diye değildir. Yada sizin
kendinize çekidüzen verin. İslam'ı esas almadan nefsinize göre
“İslam aleminde istenen düzeyde demokrasi belirledikleriniz İslam alimlerinin fıtrata uygunluk
sağlanamamıştır. Bu konuda genellikle bir zafiyet olarak ifade ettikleri ile aynı değildir. Fıtrata
var. A.Suruş'a göre demokrasi haklara, din uygunluk yaratılış özelliklerine uygunluktur ki
yükümlülük ve vazifelere vurgu yapar. Dinin bunun sınırlarını en iyi çizen yaratandır.
yükümlülük dili demokrasinin haklar diline Dolayısıyla fıtrata en uygun olanı o fıtratı yaratanın
tercüme edilmelidir. Şura ve biat kavramlarıyla koyması gereklidir.
demokrasinin islamileştirilmesi mümkün değildir. Din ile dini yorum arasında fark elbette vardır.
Şekil değil içerik dönüştürülmelidir. Bu çerçevede; Ancak bu işlerimizi dine ve onun kurallarına
! Dinden bağımsız bir insan hakları tanımlanma- rağmen yapabiliriz anlamına gelmiyor. Dinin
lıdır. Din alimleri dinin fıtrata uygun olması belirlediği temel çerçeveden çıkılmadan ve bu
gerektiğini söyler, öyleyse fıtrat dinin dışında esaslara dayanarak ortaya konulanların tamamı
tanımlanmalıdır. İslamidir. Ancak dayanak noktası başka bir

85
- ağustos 2004/sayı 03 -
kitaplık

ideolojiye ve düşünce tarzına dayanıyorsa her ne problemlerini çözmek için ortaya çözümler
kadar sonuç açısından İslam'a uygun olsa dahi koymak ve bunları tatbik etmek siyasa etmektir. Bu
İslami olmaz ve sevap verine ahirette azapla ise uzlaşıdan çok kurallar koyma ve bu kuralları
muhatap olunulur. uygulamaktır. Çoğulculuk ise kapitalistlerin
Ayrıca din, dini inkar özgürlüğünü değil ona topluma bakışlarının ürünüdür. Zira kapitalistlere
girmeme özgürlüğünü vermiştir. Bu iki söylem göre toplum fertlerden meydana gelmektedir. Bu
arasında büyük fark vardır. İslam dinine mensup fertlerin ise farklı inançları, görüşleri, çıkarları,
birisi bu dinden bir daha çıkamaz ve bu talebinde çeşitli çevreleri ve ihtiyaçları vardır. Bu nedenle
ısrar ederse mürted hükmü alır. Ama İslam dini kapitalistlere göre, toplumda birbirinden farklı
dışında bir dine mensup ise onun İslam'a girme grupların varlığı kaçınılmazdır. Her grubun
hakkı vardır, bir daha çıkamamak şartıyla. hareket, örgüt veya parti ile temsil edilen özel
Dolayısıyla dini inkar hakkı değil içinde olmadığı hedefleri vardır. Dolayısıyla bunların kabul
İslam dinine girip girmeme hakkı vardır. edilmesi ve siyasete katılmalarına izin verilmesi
gerekir. Ancak Müslümanların kabul etmesinin
Din mübah diye isimlendirdiği şeri bir anlam
asla caiz olmadığı bu tür bir çoğulculuk Allah'ın
ortaya koymuştur ve neyin mübah olduğunu da
haram kıldığı dini hayattan ayırmayı, milliyetçilik,
belirtmeden geçmemiştir. Yani mübah olmayan
vatancılık gibi İslam'ın haram kıldığı hususları,
nasıl belirlendi ise mübah olan da yine
küfre davet etmeyi meşrulaştırmaktadır. Bu ise
belirlenmiştir. Bunun için belli şeri kaideler vardır.
Allah ve Rasulüne inanan bir kimsenin kabul
Mesela hakkında yasaklayıcı bir nas varid
etmeyeceği işlerdendir.
olmadıkça eşyada asıl olan mübahlıktır gibi. İşte bu
şeri kaideler mübahlığın ve diğer şeri tariflerin yani “AK Parti, radikal söylem ve üslubun Türkiye
vacib/farz, mekruh, müstehap vb.lerinin sınırlarını siyasetine bir fayda sağlamadığını; Türk
çizmiştir. Dolayısıyla mübah alanı sınırları siyasetinin çatışma, kamplaşma ve kutuplaşma
çizilmemiş bir alan değildir. yerine uzlaşı, bütünleşme ve hoşgörü üzerine
kurulması gerektiğini düşünmekte ve ılımlılığın
Devlet kurmak ve ona şeklini vermek ise
toplumun genel bir talebi olduğuna inanmaktadır.”
mutlaka bir ideolojinin gereğidir. Yani inanılan
ideolojinin hayata pratik olarak geçmesi AKP'nin bu tespiti neye göre yaptığı aşikardır.
aşamasında devletin varlığı vacip olur. Çünkü Sistem tarafından biraz sıkıştırılmak onları asıl
onsuz düşüncelerin hayata geçirilmesi, korunması davalarını gizlemeye götürmüştür. En azından daha
ve yayılması mümkün değildir. Ancak her önceki söylemlerine baktığımızda bu açığa
ideolojinin kendine has yönetim şekli vardır. Eğer çıkmaktadır. Onların hata yaptıkları açıktır da,
bunun dışında bir yönetim şekli ile tatbik edilmeye inşallah yaptıkları hatadır, bu topluma ihanet
çalışılırsa gayretler heba edilmiş olur. Nitekim şu değildir. Nitekim içinde bulundukları durum
an İslami düşünce ile demokratik laik cumhuriyeti dostlarıyla verdikleri pozlar kameralara ve
bağdaştırarak hareket edenler hem paşlerinden fotoğraflara yansımıştır. Burada mesele şudur; kişi
gelenlerin enerjilerini ve ahiretlerini hem de kendi namaz kılarken radikal olabilir mi, yada oruç
enerji ve ahretlerini mahvetmektedirler. Nitekim tutarken veya hacca giderken radikal olabilir mi?
İslam'ın tek tatbik nizamı vardır o da 1400 yılı aşkın Hayır. Bunların tamamının belirlenmiş kuralları ve
süre tatbik edilen Hilafettir. bütünlüğü vardır. Kişi eğer söylemesi ve
uygulaması gerekeni olduğu gibi uygulamaz ve
“AK Parti'ye göre “siyaset” bir uzlaşı alanıdır;
ondan tavizler verirse onun şahsiyetinden
toplumsal ve kültürel çeşitlilikler demokratik
bahsetmek mümkün müdür? Hayır. Rasul (SallAllahû Aleyhi
çoğulculuğun üreteceği tolerans ve hoşgörü ve Sellem)
bizim için tek örnektir o ne söylediyse ve ne
zemininde siyasete bir renklilik olarak katılırlar.”
uyguladıysa biz onu aynen yapmak zorundayız,
Siyasetin insanların işlerini gütmek olduğunu velev ki bazı çevreler hatta çoğunluk bunu radikal
daha önce ifade etmiştik. Yani insanların

86
- ağustos 2004/sayı 03 -
kitaplık

olarak görse de. Aksi halde Allah Subhanehu ve göstermeyeceklerini Müslümanlara en büyük
Tealanın rızasından uzak kalmak var. Kişi her düşmanlığı Yahudilerin ve Hıristiyanların yaptığını
zaman bunun hesabını yapmalı başkasını değil. ve yapacağını belirtmiştir. İslam, toplumundaki
Yani ne yaparsam Rabbim benden razı olur diye hristiyanların, Yahudilerin ve diğerlerinin haklarını
düşünmeli, keferelerin neden razı olacağı bizi belirlemiştir ve her birisine karşı takınacağı tavrı
ilgilendirmemeli. açık şekilde ortaya koymuştur. Laikliğin bu konuda
“AK Parti'ye göre sınırlandırılmayan, keyfiliğe ne dediği bizi bu anlamda hiç ilgilendirmiyor.
ve hukuksuzluğa olanak sağlayan, katılımı ve Ancak bize işlemek üzere okullarda televizyon-
temsili önemsemeyen, bireysel ve kollektif hak ve larda ifade ettikleriyle gerçekleştirmek istediği
özgürlükleri hiçe sayan totaliter ve otoriter İslam'ı ifsat etmek ve onun hayat sahnesine geri
anlayışlar sivil ve demokratik siyasetin en büyük dönmesini engellemektir. Biz Müslümanlar laiklik
düşmanlarıdır.” denilince bundan başka bir şey anlamıyoruz ve
anlayamayız.
Yukarıda bir ayet zikretmiştim bu ayet nisa
suresinin 105. ayetidir. Bu ayeti Rasul'ün Son söz Rabbimiz Subhanehu ve Teala'nın;
uygulamaları ile beraber düşünelim. Rasul (SallAllahû “Bu şüphesiz, bir öğüt ve uyarıdır. Öyleyse
Aleyhi ve Sellem)
'in uygulamalarına baktığımızda o ordu dileyen Rabbine doğru bir yol tutsun” (Müzemmil19)
komutanı aynı zamanda tek başına devletin
yöneticisidir. Şimdi bu batı tarafından otoriter ve
totaliter bir uygulama olarak görülebilir ancak
yönünüz İslam'a ise İslam, Rasul (SallAllahû Aleyhi ve Sellem)'i
gösteriyor. Yok yönünüz batı ise İslam gömleğini
üzerinizden çıkararak yolunuza devam edin çünkü
dinime zarar vermekten başka bir şey
yapmıyorsunuz.
“AK Parti, “laiklik”i devletin tüm dinler ve
düşünceler karşısında nötr kalmasını ve eşit
mesafeyi korumasını sağlayan, inanç
farklılıklarının veya farklı mezheb ve anlayışların
çatışmaya dönüşmeden sosyal barış içinde
yaşatılabilmesi için takınılan kurumsal bir tutum
olarak tanımlamakta; laikliğin temel hak ve
özgürlüklerin anayasal güvence altına alınarak bir
tür hakem müessesesi gibi işletilebilmesi için
demokrasiyle taçlanması ve uzlaşı ortamı sunması
gerektiğini düşünmektedir.”
Müslümanlar için laikliğin ne olduğu ve neyi
içerdiği o kadar önemli değildir. Onun ne
olduğunun Müslümanları ilgilendiren kısmı sadece
düşmanlığını bertaraf etmek içindir. İslam
müşriklere yani şirk koşanlara necis demiştir,
Yahudiler ve Hıristiyanların da onların dinine
girmediğimiz sürece Müslümanlara dostluk

87
- ağustos 2004/sayı 03 -
deneme

Kd dergisi

HIZLANDIRILMIŞ TREN

H ızlandırılmış eğitim, hızlandırılmış


servis, hızlandırılmış ulaşım,
hızlandırılmış tren… mevcut olana
ilave edilen alışılmamışı ifade eder. İstanbul
Ankara hattında uygulanan hızlandırılmış tren
gelişmemiş toplulukları bile derinden etkiler.
Adalet veya zulüm değerlendirmeleri gündeme
gelir. Uygulanacak ceza, toplumda hakim olan
değer yargılarına göre değişiklik gösterir. İşte bu
saha önemlidir. Bu tehlikeli sahadır.
seferleri de “hızlandırmayı” gerekli kılan İnsanla ilgili problemler farklıdır. Problem
sebeplerle düşünülmelidir. Bu sebeplerle birlikte matematik problemi olabilir. Matematik
oluşan kazayı yorumlamaya dalmak bizi derin problemini doğru çözebilmek değişken sayısıyla
fikre ulaştırır. Toplumsal problemlerin ters orantılıdır. Değişken sayısı arttıkça problem
değişkenleri çoktur. “Hızlandırılmış tren kazası” çözmenin zorlaşması vakıası problem çözme
sınırlı bir olay olarak ele alınırsa sathî fikre, bu merkezi olan dimağın bu kabiliyetinin sınırlı
uygulamayı başlatmanın nedenlerini sorgulayarak olduğunun delilidir.
aklî idrakle derin fikre, konuyu kapitalizmin
Problem tabiat problemi olabilir. Canlı-cansız
ideolojik ve vakıadaki siyasî konumuyla tesbit edip
tüm varlıkları konu alan Fen bilimleri (Fizik,
sahih akideye ki o İslam'dır- dayalı olarak
Kimya, Biyoloji ve dalları) ilmi metotla (deneysel
yorumlarsak aydın fikre ulaşabiliriz.
metot) tabiat olayını, değişkenlerini sınırlandırıp
Faili meçhul bir cinayeti soruşturup faili ortaya azaltarak laboratuarda tetkik eder, tekrar eder.
çıkarmak için delilleri toplamak, bu delilleri aklî İlişkileri inceler. Olaylardaki değişmeyen
mütalaa ile yorumlayıp sonuca ulaşmak, duyu özellikleri yakalamaya çalışır, yakalayabilir. Yani
organlarımızla doğru bir çözüme ulaşabileceğimiz, çözebilir, tabiat olaylarının anlayabilir, Allah'ın
akıl sınırları içinde başarabileceğimiz bir dilediği ölçüde… Tabiat olaylarında insan aklının
faaliyettir. Fail veya faillere uygulanacak ceza ise anlayabildiği yasalar Allah'ın bu olaylarda
öyle değildir. Bu, aklın bir yol göstericiye ihtiyacı yarattığı hikmetlerdir. Bu hikmetlerden günlük
olan bir alandır. Emniyet güçlerinin faili hayatta faydalanma sahası ise teknolojidir. Demek
yakalaması ile yargı farklı şeylerdir. Yargının ki, tabiat olaylarını anlamak da akıl sınırları
hükmü farklı bir bakış açısı ile olur. Onun ideolojik içindedir.
boyutu vardır. Hayatla ilgili temel bakış açısından
Toplumsal problemler insanın kendi nefsi, aile
fışkıran yasaların uygulanması, failin yakalanma
bireyleri ve diğer insan ilişkileri, insanın yönetim
prosedüründen farklıdır.
yani nizamın tatbik merkezi olan devletle ilişkileri,
Failin ortaya çıkarılması, bulunması ile ilgili devletin konumu, toplumla ve diğer toplum ve
teknikler olarak kullanılan kimya, parmak izleri, devletlerle alakalarını kapsar.
ses kayıtları, DNA tetkiki… bilimsel, ilmî
Mesela fakirlik, malların tevzii ile ilgili yanlış
tekniklerdir. İlme dayalı medenî şekillerdir.
uygulamalardan doğar. Fakirliğin halletdilmesi,
İdeolojik boyutu yoktur. “Mü'minin yitiği” olarak
insanların teker teker zarurî ihtiyaçlarının
her yerden alınabilir. Bu çalışmalar adalet veya
karşılanıp lüks ihtiyaçları için imkan hazırlanması
zulüm noktasına ulaştırmaz insanları… Ancak
toplumsal problemle ilgilidir. Fabrikalar kurmak,
faile uygulanan ceza, toplumsal problemlerle ilgili
üretimi arttırmak, mesela enerji ihtiyacını
benimsenen bir kaynaktan fışkırır. Aklî idraki

88
- ağustos 2004/sayı 03 -
deneme

karşılamak için Türkiye'de Bor madenlerini veya “Rabbine and olsun ki (Habibim)! Onlar
hidroelektrik santrallerini yahut atom enerjisini aralarında çıkan ihtilaflarda (toplumsal
düşünmek… ise pozitif ilimle ilgilidir. problemler) Seni hakem yapıp, Senin verdiğin
Malların mülkiyeti, tevzii (dağılımı) ve kullanım hükme adamakıllı teslim olup, bu teslimiyetten
keyfiyeti toplumsal problem (iktisadî problem); bir huzur duymadıkça iman etmiş sayılmazlar.”
üretimin çoğaltılması ise pozitif ilim olup iktisat ayet meali iyi düşünülmelidir. Çünkü bu din (İslam)
ilmi ile ilgilidir. teslimiyet ve nasihattir.
Toplumsal problemlerin değişkenleri çok “Kanun koyucu insan olacak (laiklik)”
fazladır. Önceki problemlerden farklıdır. Bu felsefesinden soyutlanamayacak demokratik
problemleri doğru çözmek akıl sınırları dışındadır. uygulama “hızlandırılmış tren kazası”nın elbetteki
Göremediği, hissedemediği için değil (Melekler, temelinde durmaktadır. Mesele; AKP, istifası
cinler, ahiret… mugayyebat gibi) değişkenleri çok istenen Tayyip Erdoğan veya Ulaştırma Bakanı
olduğu için insan toplumsal problemlerini doğru meselesi değildir.
bir şekilde çözemez. Çözüm olarak gündeme Allah'ın son dini kolaydır ve fıtrata uygundur.
getirilenler ise; bireysel ego mekanizmaları gibi Bundan dolayı sömürgeci kapitalizmin lideri
toplumsal ego mekanizmalarıdır sanki… Amerika ve diğerleri sömürdükleri İslam
İşte bugün tüm insanlık bu noktada şaşkın bir ülkelerinin her an ellerinden çıkabileceğini
durumdadır. Çünkü toplumsal problemleri doğru biliyorlar. İblis ve askerlerinin hileleri zayıftır.
çözme yolunda inatla içinde bulunduğu yanlışlığı Onlar Müslümanlara tuzaklar kurarken “Rasulü
sürdürüyor. Çünkü o genellikle cahil ve inatçıdır. O unutmadığı” gibi bizi de unutmayacağını
yanlışlık, toplumsal problemlerini çözme umduğumuz Allah'ın da tuzakları vardır.
konusunda doğru metoda teslim olmamasındandır. Allah Rasulü Abdullah oğlu Muhammed (SallAllahû
Aleyhi ve Sellem)
Yani tabiat ile tam bir uyum içinde kendisini Bedir savaşından önce ordusunu
yaratan Rahman ve Rahim olan Allah'a teslim yerleştirdi. Savaş teknikleri konusunda tecrübeli
olmalıdır. Yani o, Allah'ın son peygamberi ile tüm bir sahabe O'na, bu yerleştirmenin kendi reyi ile mi
insanlara gönderdiği emir ve yasakları, hayatın her yoksa Allah'ın vahyi ile mi olduğunu sordu. Rasul,
noktasında geçerli kılmak, kendisini, nefsini ilah kendi reyi ile olduğunu söyleyince o sahabe farklı
yapmaktan vazgeçip yalnız Allah'ı ilah kabul bir yerleşim planı teklif etti. Rasul o sahabenin
etmekle içinde bulunduğu kan ve ateşten görüşüne göre ordusunu tanzim etti.
kurtulabilir. Bu bakımdan Allah'ın son Rasulü Allah'ın Rasulü'ne hurma ağacının aşılanması
Abdullah'ın oğlu Muhammed (SallAllahû Aleyhi ve Sellem) ile soruldu. O buna karşılık diyor ki, siz bu işleri
tamamladığı din, her zaman olduğu gibi bugün de benden daha iyi biliyorsunuz.
O'nun nimetinin tamamlanmasıdır.
Hızlı veya hızlandırılmış tren ve benzeri
Herkes Müslüman olmayacağına göre konularda, dalında tecrübeli, ilim sahibi kişilerin
Müslümanlar bu gerçeğe vakıası ile birlikte sahip görüşüne itibar edilmelidir ve o kişilere değer
olabilir, mesajı insanlığa sunabilir, “nefislere tabi verilmelidir.
olmanın karanlığından Allah'ın nuruna teslimiyetin
Hudeybiye antlaşmasını analım… Müşriklerin
aydınlığına” insanları davet edecek konuma
elçisi ile Allah'ın elçisi bir antlaşma yapıyorlar.
gelebilirlerse kan, ateş ve kaostan kurtulma ümidi
Müslümanlar ihramlı…
olabilir.
Müşriklerin elçisi “Ya Muhammed! Seni elçi
Toplumsal problemler sahası tehlikeli bir sahadır.
olarak kabul etseydik burada bulunmazdık.
Orada Allah'ın haramları, helalleri, farz, mendub,
“Rasulullah (Allah'ın Elçisi)” kelimesini sil.”
mubah ve mekruhları vardır. Allah'ın korusu
diyor. Anlaşmayı yazan sahabe, Rasulullah “sil”
gibidir. Allah'ın korusundan, daha çok dikkat ve
dediği halde bunu yapamayacağını söylüyor. Rasul
itina gerektiren başka bir koru var mıdır? Bu
kendisi (“Rasulullah” kelimesini) siliyor.
sahadaki dikkat doğrudan imanla ilgilidir.

89
- ağustos 2004/sayı 03 -
deneme

Sahabeler bu duruma müthiş tepki veriyorlar.


Kimisi: “Ya Rasulullah! Sen Allah'ın Elçisi değil
misin?”, Rasul: “Evet, Elçisiyim.”, “Bu Kur'an
Allah'ın Kitabı değil mi?” Rasul: “Evet, Allah'ın
Kitabı'dır.”, “Peki nasıl böyle bir anlaşma olur?”
Müthiş bir olay… Ne güzel yetişmiş bir
topluluk… Allah hepsinden razı olsun. Rasulullah
ile tartışıyorlar. Çünkü o bir kuldur.
Şu soruya dikkat! “Ya Rasulullah! Bu Senin reyin
mi, yoksa Allah'ın vahyi ile midir?” Cevap veriyor
Rasul: “Allah'ın vahyi iledir.” … ve tam bir
teslimiyet sahabelerde…
Bir mesele ki, sahabe tümüyle şaşırmış
durumda… Rasulü sorguluyor. Ama sorguladıkları
mesele ile ilgili kararın vahiy olduğunu öğrenince
teslim oluyorlar.
Rasulullah o anda Allah'ın elçisi olmanın yanında
devlet başkanıdır. Daha sonra bu anlaşmanın
Müslümanlar için bir zafer olduğu anlaşılmış
olmanın ötesinde bugün denilebilir ki, hakkında
Allah'ın hükmü olan bir meselede devlet başkanı,
herkes karşı çıksa bile o hükmü uygulamalıdır.
Uhud savaşı önce Allah'ın Rasulü ashabı ile
istişare ediyor. Bedir savaşında bulunmayan çoğu
gençler meydan savaşı istiyorlar. Rasul ise
savunma savaşı yapma görüşündedir. Rasul
çoğunluğun reyini, görüşünü uyguluyor. Konu
herkesin görüş sahibi olabileceği bir konudur. Ve
Rasul çoğunluğun kararına itibar ediyor.
Söz konusu zat Allah'ın seçip vahyettiği elçidir.
Mesela; Şafiî'ye göre mendup, Hanefî'ye göre
vacip olan kurban kesme konusundaki dikkatlerini
Müslümanlar bu noktalara da yöneltmelidirler. Bu
yönelimin toplumsal boyutlara ulaşması ve
muhtemel neticesi, sömürgeci kafirlerin en büyük
endişesidir. Ancak, “Müşrikler istemese de Allah
nurunu tamamlayacaktır.”

90
- ağustos 2004/sayı 03 -

You might also like