Professional Documents
Culture Documents
Buyuk Selcuklu Devletinin Mensei Ve Kuru
Buyuk Selcuklu Devletinin Mensei Ve Kuru
Buyuk Selcuklu Devletinin Mensei Ve Kuru
Süleyman Aydın
GİRİŞ
Önce Anadolu Türkleri’nin tarihi, daha sonra da dünya tarihi için Selçuklu devri
bambaşka bir öneme sahiptir. Oğuz Türkleri’nin, Hazar Denizi’nin kuzey doğusu ve Aral Gölü
çevresinden göç ederek kurduğu ve önce İran’a, daha sonra da Anadolu’ya hakim olduğu 11.
ve 12. yüzyıl, Orta Doğu topraklarında karışıklığın hakim olduğu yüzyıldır. Onlar, önce İran’a
hakim olan büyük Türk devleti Gazneliler’i tarihe gömmüş, daha sonra da Büveyhiler,
Fatımiler, Bizanslılar, Karahanlılar vs. gibi komşularıyla da savaşarak büyük başarılar elde
etmişlerdir. Selçuklular’ın dünya tarihi açısından önemli bir yere sahip olmasının en büyük
nedeni ise Haçlı Seferleri’ndeki doğrudan etkileridir. Onlar, yalnızca büyük topraklara
hükmeden bir devlet kurmakla kalmamış; Haçlılar’ın saldırılarına karşı, daha yeni tanıştıkları
İslâm dinini ve medeniyetini canları pahasına muhafaza ederek ayakta tutmuşlardır.
Bulundukları devirde gerek sanata, gerek bilime birçok katkıda bulunmuşlardır. İşte bizler de
bu çalışmamızda, Türk ve dünya tarihinde önemli bir yere sahip bu devletin menşeini ve kuruluş
sürecini kaleme aldık. Çalışmamızı hazırlarken Osman Gazi Özgüdenli, Osman Turan başta
olmak üzere Selçuklu tarihi hakkında pek çok çalışma yapan değerli akademisyenlerimizin
eserlerinden faydalandık.
Uludağ Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, İkinci Sınıf, 081770536.
2
Bugün Selçuklu Devleti ve bu devletin kurucusu olan hanedanı ifade etmek için
kullanılan “Selçuklu’’ adı, ailenin bilinen ikinci üyesi Selçuk Sübaşı’nın isminden gelmektedir.
Selçuk Bey, 10. yüzyılın başlarında doğmuş, 100 yaşını aşkın olduğu halde 1009’a doğru vefat
etmiştir.1 Kaynaklarda genellikle Salcük, Salçük, Salçuk, Salcuk, Sulçük, Selçük veya Sarcuk
şeklinde kaydedilen bu ad, Josef Marquart tarafından ilk defa tartışmaya açıldığı 1914 yılından
bugüne kadar pek çok araştırmaya konu edilmekle birlikte, henüz bu mesele üzerinde
araştırmacıların ittifakla kabul ettiği bir sonuca ulaşabildiği söylenemez.
Esasen burada Selçuk adının, farklı dönemlerde farklı yazarlar tarafından tespit edilen
değişik yazım tarzlarının bir dökümünü yapmak yersizdir. Fakat, farklı yazım tarzlarının
taşıdığı manayı izah etmek şüphesiz gerekli ve zorunludur. Adın bugün kullanılan şekli olan
Selçuk’un, Türkçe dil kurallarına uymadığı kesindir.
Bu durumda asıl mesele, bugün Selçuk şeklinde telaffuz edilen bu adın orijinal şeklinin
“sal’’ mı, “sel’’ mi kökünden türediğidir. Marquart, adın “Salçuk’’ şeklinde telaffuz edilmesi
gerektiğini ileri sürmüş, ismin böyle kaydedildiği 13. yüzyıl Ermeni tarihçisi Kiragos’un
eserini örnek göstermiştir.2 Daha sonra W. Barthold, 11. yüzyılın meşhur Türk alimi Kaşgarlı
Mahmud tarafından tespit edilen “Selçuk’’ şeklinin en doğru telaffuz olduğunu belirterek, daha
sonraki Türk kaynaklarından da bunu teyit edecek örnekler vermiştir. Selçuk şeklinin “küçük
sel’’ manasına geldiğini ileri süren Rasonyi’ye göre Oğuz başbuğu Selçuk, Orta Asya’da
bulunan ve Kırgızlar tarafından Muz-(Buz) Tağ denilen Sel-Tağ civarında doğmuş ve adını da
bu dağdan almış olması muhtemeldir. Diğer taraftan kelimenin “Salçuğ’’ şekli ile Türkçede
“mücadeleci’’ manasına geldiğini savunanlar da olmuştur.
Etimolojisi her ne olursa olsun eski Türkler arasında çok nadir rastlanan bu adın,
Selçuklular’ın yazı kültürü ile tanıştığı 11. yüzyıl ortalarından itibaren “Salcük’’ şeklinde
yazılmaya başlandığı görülmektedir. Bu yazım tarzı sonraki dönemlerde İran ve Arap
kaynaklarında yaygınlık kazanarak devam etmiştir. Selçuklu Devleti ve hanedanının adı, devrin
kaynaklarında genellikle Selçuk adına nispet eki ve Farsça çoğul eki ilave edilerek
“Selcükıyyan’’, Arapça şekli ile “es-Selcükıyye’’, “Selacıka’’ ya da ismin başına İslam
1
Osman Gazi Özgüdenli, Selçuklular, 4. Baskı, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2018, s. 25.
2
İbrahim Kafesoğlu, Selçuklular ve Selçuklu Tarihi Üzerine Araştırmalar, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2014, s. 11.
3
dünyasında hanedan adlarını ifade etmek için kullanılan “al’’ kelimesi getirilerek “Al-i Selcük’’
şeklinde zikredilmiştir.
Bütün bu araştırmalara rağmen, Selçuklular’ın menşei ile ilgili bugüne kadar kesin ve
tatmin edici sonuçlara ulaşılabildiği iddia edilemez. Araştırmacıların bütün gayretlerine rağmen
arzu edilen sonuçlara ulaşılamamasının ana sebebi, kaynakların azlığı, kronolojik olarak
bakıldığında, yazılı dönemden önce ailenin olaylara uzaklığı ve geçmiş tarihçilerin verdikleri
bilgilerdeki hata, çelişki ve tutarsızlığın çokluğu ile ilgilidir. Bütün bunların temelinde ise, atlı
göçebe bir kültürün varisleri olan Selçuklular’ın, 11. yüzyılın ortalarına doğru İran’da yazı
kültürü ile tanışarak tarihlerinin yazılmasını teşvik etmeye başladıkları dönemde, artık eski
cedleri hakkında pek de fazla bir bilgiye sahip bulunmamaları yatmaktadır. Benzerlerine
Osmanlı, Karakoyunlu ve Akkoyunlu örneklerinde de şahit olduğumuz bu hadise, gerçekte
sözlü kaynaklara dayanan ve daimi surette yer değiştiren göçebe bir kültür için karakteristik bir
özelliktir. Bu durumda modern araştırmacıların, zaman ve mekan olarak hadiselere çok uzak
kalan ve ihtiyaç duydukları sağlam vesikalara asla ulaşamayan yazarların kaleminden çıkan
kaynakları gereğinden fazla zorlamanın, Selçuklular’ın menşei ve ilk dönemleriyle ilgili
bilgileri zenginleştirmek yerine, hatalı ve yanlış yorumlara gidilmesine zemin hazırlayacağının
daima göz önünde bulundurulması gerekir.
3
Özgüdenli, age, ss. 29-30.
4
Kafesoğlu, age, s. 12.
4
Selçuklular’ın atası olarak zikredilen ilk kişi, kaynaklarda demir yaylı (temür yaylıg)
lakabını taşıyan, Selçuk’un babası “Dukak’’ veya “Tukak’’tır. Dukak; zeki, cesur, dikkatli ve
yiğitlik sahibi bir adam idi.5 Demir yaylı tabiri, Dukak’ın aile içerisinde kullanılan ve sözlü
olarak çıkıp yazılı kaynaklara kadar devam ettirilen lakabından başka bir şey olmasa gerekir.
Zira ne Selçuklu Devleti’nde, ne de diğer Türk devletlerinde, şimdiye kadar böyle bir unvana
rastlanmamıştır. Dukak’ın demir yaylı lakabıyla tanınmış olması, muhtemelen onun çok iyi ok
kullandığına ve savaşçılık kabiliyetine işaret etse gerekir. Bazı kaynaklarda Selçuk’un baba adı
gibi gösterilen “Bukak (Bukak-i Lokman)’’ veya “Lokman’’ın ise gerçekte Dukak’ın bozulmuş
şekli olduğu anlaşılmaktadır.
Dukak’ın babası ve atalarıyla ilgili, Oğuznâme’deki yarı efsanevi ve karışık bilgiler bir
kenara bırakılırsa hemen hemen hiçbir şey bilinmemektedir. Selçuklu tarihinin en eski kaynağı
olan, ancak günümüze ulaşmayan Meliknâme isimli esere dayanan bazı kaynaklarda, Dukak’ın
Oğuz Türklerinin reisi olduğu ve bütün Deştihazar Türk oymakları tarafından tanındığı
kaydedilmiştir. Kaynakların bu ifadesi bazı araştırmacılar tarafından bütünüyle benimsenerek
Dukak’ın vasal bir devletin hükümdarı olarak değerlendirilmesine sebep olmuştur. Bununla
birlikte, Dukak’tan yaklaşık 150 yıl sonra Selçuklular’ın güç kazanarak devletlerini sağlam bir
şekilde kurdukları bir dönemde, Selçuklu hükümdarları için bir araya getirilen bu bilgileri ne
tamamen doğru kabul etmek, ne de büsbütün yok saymak mümkündür.6
Selçuklular’ın menşei meselesi iki siyasi teşekkül ile sıkı sıkıya ilişkilidir: Hazar
Kağanlığı ve Oğuz Yabgu Devleti. 7. yüzyılın ilk yarısında kurulan ve yaklaşık üç asır boyunca
Kafkaslar, Karadeniz’in kuzeyinde hüküm süren Hazarlar, Türklerin tarihinde son derece
önemli bir rol oynamıştır. Ancak bu devlet, 9. yüzyılın sonlarından itibaren yavaş yavaş güç
kaybetmeye başladı. Özellikle kuzeybatıda ortaya çıkan Slav yayılması ve batıya göç eden
kalabalık Peçenek kitlelerinin yarattığı baskı, zamanla Hazar Kağanlığı için ciddi bir tehdit
5
Özgür Türker, Firdevs Özen, “Oğuznâme, Selçuknâme ve Meliknâme’ye Göre Selçuklu Hanedanı’nın Menşei’’,
Selçuklu Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı 41, 2017, s. 336.
6
Özgüdenli, age, s. 34.
5
Önemli ticaret yolları üzerinde yer alan ve çok geniş bir sahaya yayılan Hazar
Kağanlığı’nda, Türk unsurlarının yavaş yavaş ticarete kaymasından dolayı, ücretli askerlerin
sayısının gittikçe arttığı görülmektedir. Hazarlar’ın ordusunda, daha 8. yüzyılın ortalarından
itibaren ücretli askerlerin bulunduğu söylenmektedir. Bu ücretli askerler arasında, özellikle
Seyhun’un doğusu ile Hârizm ve çevresinden gelen Müslümanlar da bulunmaktaydı. Hazar
ordusunda yer alan ücretli askerlerin hangi şartlar altında ve ne şekilde görev yaptığı hakkında
elimizde ayrıntılı bilgiler bulunmamakla beraber, her birliğin kendi kabilesinden bir
kumandanın emri altında görev yaptığı kesin gibidir.
Selçuklular’ın ataları hakkında bilgi veren bazı kaynaklarda, Dukak’ın Hazar melikine
bağlı olduğuna dair kayıtlar bulunmaktadır. Temelde belirsiz görünen bu kayıtların, bir yandan
Meliknâme’den nakil yapan yazarlar tarafından, diğer yandan da eserini Tuğrul Bey zamanında
kaleme alan İbn Hassül tarafından tekrarlanmış olması, Selçuklular’ın Hazarlar ile ilişki
içerisinde bulundukları hususunda herhangi bir şüpheye yer bırakmamaktadır. Bununla birlikte,
kaynakların yetersizliğinden dolayı, bu ilişkinin ne mahiyetini ortaya koyabilmek, ne de
çerçevesini tam olarak çizebilmek mümkündür; hatta bu ilişkinin Oğuz Yabgu Devleti
üzerinden mi, yoksa bağımsız mı gerçekleştiği hususunda da bir şey söyleyebilmek oldukça
zordur. Bununla birlikte, eğer Selçuklular’ın ataları ile Hazarlar arasında siyasi bir temas
kurulmuşsa, bunun için en uygun tarih Hazar Kağanlığı’nın büyük zaafa düştüğü ve askeri
güce ihtiyaç duyduğu 10. yüzyılın ikinci çeyreği ile ortalarıdır. Neticede Dukak’ın, yıkılış
döneminde Hazarlar ile doğrudan ya da Oğuz Yabgu Devleti üzerinden siyasi-askeri ilişkiler
içerisinde bulnması ve bu ilişkilerle ilgili aile içerisinde sözlü olarak yaşayan hatıraların,
6
yaklaşık 150 yıl kadar sonra kaleme alınan Selçuklu tarihine ancak belirsiz kayıtlar halinde
aksetmiş olması mümkün gözümektedir.7
Hazar Denizi’nin doğusunda, Sır Derya'nın ortalarına kadar uzanan sahalarda Oğuz
Yabgu Devleti hüküm sürüyordu. Göktürk Devleti’nin esas unsurunu oluşturan Oğuzların,
batısında Hazar ve Bulgar Türk devletleri, kuzeyinde Kimekler (Kıpçaklar), güneyinde ise
İslâm dünyası bulunuyordu. Selçuklular’ın da içinde bulunduğu, genellikle göçebe Oğuz
boylarından oluşan Oğuz Yabgu Devleti, Yabgu vekili Külerkin (Kuzerkin), Sübaşı (Ordu
Komutanı), Tarhan ve Yınal unvanlarına sahip olan yöneticiler tarafından yönetiliyordu.
Devlet, beyleri vasıtasıyla feodal bir bağ ile Yabgu'ya bağlı boylar (24 boy) birliğinden
oluşuyordu. Yengikent (Kışlık Başkent), Cend (Yazlık Başkent), Sabran (Savran), Sütkent,
Salçı, Atlıh, Ordu, Barçınlığkent gibi şehirleri vardı.8
Ahbâr al-davlat al-salcükiya adlı eserde Dukak, “Yakak’’ şeklinde yazılmış ve Demir
Yaylı tabirinin Dukak kelimesinin tercümesi olduğu düşünülmüştür. Dukak'ın, Aral Gölü
civarındaki Oğuz Devleti’nde görevli olduğu rahatlıkla anlaşılabilmektedir. Tuğrul Bey
döneminden itibaren tarihi kaynaklarda Dukak neslinin asaletinden bahsedilmektedir. İbn
Hassül, Selçuklu ailesinin efsanevi Türk hükümdarı Afrâsyab (Alp Er Tunga)'ın soyundan
geldiğini söylemektedir. Dukak ve kendisine tabii güçler, Aral Gölü’nün kuzeyindeki
yurtlarında iken Hazarlar’a veya Oğuz Yabgu Devleti’ne tabii olduğu hususunda görüş
7
Özgüdenli, age, ss. 35-37.
8
Ali Sevim, Erdoğan Merçil, Selçuklu Devletleri Tarihi Siyaset, Teşkilât ve Kültür, Ankara: Türk Dil Kurumu
Yayınları, 1995, s. 1.
7
Dukak, Yabgu'dan sonra gelen en önemli kişi olarak kabul ediliyordu. Yabgu,
Müslüman bir Türk zümresi üzerine sefer yapmak isteyince Dukak bu düşünceye karşı çıkmıştı.
Sonucunda çıkan kavgada Dukak yüzünden yararlanmasına rağmen, gürz ile yarayı açan Yabgu
atından düşmüştü.
Selçuk, 10. yüzyıl başlarında doğmuştu. Babası Dukak öldüğünde 17-18 yaşlarında idi.
Yabgu’nun yanında yetişmişti ve babasının devletteki mevkisine gelmişti. Oğuz Yabgu
Devleti’nin sübaşı (Ordu Komutanı) olmuştu. Ancak bir dönem sonra Selçuk Sübaşı ile
Yabgu’nun arası bozulmuştu. Bir takım rivayetlere göre Selçuk'un Yabgu ile arasının
açılmasında iktidar için yaptığı gizli mücadele etken olmuştu. Diğer bir görüşe göre Yabgu'nun
hatunu, kocasını Selçuk’a karşı kışkırtmıştı, bunun sonucunda Yabgu ile Selçuk’un arası
bozulmuştu. Siyasi bir sebep olmayan diğer bir ihtimal ise Oğuz Yabgu Devleti’ndeki yer
darlığı ve otlak yetersizliğiydi. Selçuk, o ya da bu sebepten dolayı 100 atlı ve maiyeti ile
memleketinden ayrılmıştı. Sonuç olarak Oğuzlardan bir bölüm, Selçuk ile beraber güneye göç
etmişti.9
Selçuk Bey’in Mikâil, Arslan Yabgu, Yusuf Yınal ve Mûsâ İnanç Yabgu olmak üzere
dört tane oğlu vardı. En büyük oğlu Mikâil, bir kale kuşatması sırasında şehit düşmüştü ve onun
9
İbrahim Kafesoğlu, age, ss. 13-15.
8
oğulları Tuğrul ve Çağrı öksüz kalmıştı. Buna çok üzülen Selçuk, Mikâil’in oğullarını kendisi
yetiştirmişti ve öksüz kalan torunlarının eğitimi ile bizzat ilgilenmişti. Selçuk Bey, ölünceye
kadar bu iki torununu yanından hiç ayırmamıştı.10
Selçuk Bey, iki torununu ölene kadar gözetmesine rağmen, o ölünce ailenin başına
gelecek olan Arslan Yabgu başa geçince hanedan; Selçukoğulları, yani Selçuk Bey'in
oğullarından Mikâil'in soyundan gelenlerle Arslan Yabgu'nun soyundan gelenler olmak üzere
iki kola ayrılacaktır. Bunlardan Mikâil'in soyundan gelenler Selçuklular şeklinde adlandırılacak
ve Büyük Selçuklu Devleti’ni kuracaklardır. Arslan Yabgu'nun soyundan gelenlere ise
Yabgulular denilmiştir ve bunlar da Türkiye Selçukluları’nı oluşturacak güruh olacaktır.11
Selçuk, tahmini 960 yılında Sır-Derya'nın (Seyhun) solunda, yine bir Oğuz şehri olan
Cend'e gelmişti. Cend, Yengikent’ten uzak olmayan bir şehirdi ve Mâverâünnehir'den gelen
Müslümanların oturduğu, Türk ve İslam ülkeleri arasında bir sınır şehriydi. Selçuk, Buhara ve
Hârizm gibi civardaki İslam ülkelerinden gelen din adamlarıyla sık sık ilgileniyordu, bu
ilişkileri sonucu İslâm’ı daha yakından tanıma fırsatı buldu. Selçuk Bey ve maiyetindeki
Türkler, bu etkileşim sonucunda toplu halde İslâm'a geçmişlerdi.12
Oğuz Yabgusu, yıllık vergiyi tahsil etmek üzere Cend'e memurlar göndermişti. Ancak
Selçuk, kafirlere haraç vermeyeceğini söyleyerek bu memurları gönderdi ve Oğuz Devleti’ne
karşı mücadeleye girişmiş oldu. Bulunduğu bölgenin hakimiyetini zamanla ele geçirerek
güçlenen Selçuk, Yabgu’nun kendisi üzerindeki hakimiyeti zamanla kırmıştı. Oğuz Yabgusu,
10
İbrahim Kafesoğlu, “Selçuk’un Oğulları ve Torunları’’, Türkiyat Mecmuası, 1958, s. 118.
11
Sefer Solmaz, “Selçuklu Tarihini Derinden Etkileyen Bir Olay: Selçuklu-Yabgulu Mücadelesi’’, Türkiyat
Araştırmaları Dergisi, Sayı 38, 2014, ss. 545-547.
12
Kafesoğlu, age, s. 15.
13
Abdulsemet Yaman, “Selçuklu Devleti’nin Yönetim Yapısı’’, Karadeniz Uluslararası Bilimsel Dergi, Sayı 40,
2018, s. 159.
9
hem devletinin içinde bulunduğu durumdan dolayı hem de kuzeyden gelen saldırılardan dolayı
güç kaybetmişti. Bu kazandığı güç sayesinde Selçuk, çevredeki devletlerce tanınmaya
başlamıştı ve milletler arası sahada önemli bir güç unsuru haline gelmişti.14
Selçuk Bey öldükten sonra, Tuğrul ve Çağrı Cend'i terk etmişti. Maveraünnehir'e
gelerek Nur kasabasına yakın bir bölgeye yerleşmişlerdi. Amcaları Arslan Yabgu ile aynı
bölgede yaşamayı istemiyorlardı. Çünkü Selçuk’un ölümünden sonra, onun maiyetinin başına
babasının soyundan gelenlerin, yani kendilerinin geçmesi gerektiğini düşünüyorlardı. Arslan
Yabgu himayesindeki bir grup da Nur kasabasına gelince; biri Selçukoğulları, diğeri de Arslan
Yabgu soyundan gelenler olmak üzere Maveraünnehir'de aynı soydan gelen farklı iki grup
oluşmuştu.15
14
Kafesoğlu, age, s. 16.
15
Solmaz, agm, ss. 547-548.
10
istemiyordu. Arslan Yabgu, muhtemel Karahanlı saldırılarına karşı kendisine müttefik arayışına
girmişti. Gazneliler ile anlaşan Arslan Yabgu, nihayetinde aradığı müttefiği bulmayı
başarmıştı.
Gazneli Mahmut, ziyafete davet ettiği Arslan Yabgu'nun tahmininden daha fazla askeri
güce sahip olduğunu öğrenmesi ile birlikte onu tasfiye etmek için harekete geçti. Gece yarısı
Arslan Yabgu, oğlu Kutalmış ve adamlarını tutuklatarak, 1025 yılında, Hindistan’daki Kalencer
Kalesi’ne gönderdi. Kalencer Kalesi yolundayken Kutalmış, bir şekilde kaçmayı başardı ve
canını kurtardı. Kutalmış, babasını kurtarmak için çok çaba gösterse de Arslan Yabgu, yedi yıl
boyunca bölgede hapis kaldı ve burada öldü.
Selçuk’un vefatının ardından Arslan Yabgu’nun da ölmesi, ailenin Cend’de kalan son
bireylerine zorluk çıkarmıştı. Bu sebepten ötürü, ailenin geride kalan kısmı da Maveraünnehir’e
göç etmek zorunda kaldı. Oğuz Yagbu Devleti’nin yıkılması ile bölgede ortaya çıkan karışıklık
ve artık Selçukoğulları’nın sınırına kadar ulaşan Kıpçaklar, bu göçün sebeplerinden birkaçıydı.
16
Solmaz, agm, ss. 551-553.
11
yaptığı yanlıştan geri döndü. Bölgedeki Ali Tigin ile Karahanlı sürtüşmesinden doğan karmaşa,
Selçuklular’ın Maveraünnehir’de tutunmasını güçleştirmeye başladı. Bu çatışma ortamında
ailenin, Tuğrul Bey ve Çağrı Bey’in tutumuna göre hareket etmesi, hakimiyette Mûsâ Yagbu
ve oğullarının pek etkili olmadığının bir göstergesiydi.
Selçuk oğlu Yusuf, Ali Tigin’in etkisinden kurtulunca Ali Tigin, komutanlarından Alp-
Kara Barani kumandasında bir orduyu onun üzerine gönderdi, Yusuf öldürüldü. Selçuklular, bu
hareketin intikamını almak için 1029 yılında bir Karahanlı ordusunu mağlup etti. Selçuklular,
esir aldıkları Karahanlı ordusu komutanı Alp-Kara’yı, gözlerini bıçakla çıkardıktan sonra
katletti. Bu sırada Ali Tigin boş durmadı, bozguna uğrayan ordusundan daha büyük bir ordu
toplayarak karşı atağa geçti. Selçuklular’a ağır bir darbe indirdi.
Altuntaş’ın ani ölümünden sonra yerine geçen oğlu Harun, babasından ayrı bir siyasi
düşünceyle bağımsız olmak istedi ve Gazneliler’e karşı isyan başlattı. Harun, Gazneliler’e karşı
Ali Tigin ile ittifak kurdu. Harun, bu ittifaka kendisine tabi olan Selçuklular’ı da dahil etti.
Selçuklular, kendi çıkarları doğrultusunda Ali Tigin’e olan düşmanlıklarını bir kenara
bırakmıştı. Bu isyan sırasında Barani oymağından Yengikent Yagbusu Ali Han’ın oğlu ve Şah
Melik’in ani baskını Selçuklular’ın gücünü epey bir zaafa uğrattı.
12
Şah Melik’in, Gevhare Kanalı civarında yer edinmiş olan Selçuklular’ı hazırlıksız
yakaladığı ani saldırı karşısında Selçuklular, 7 bin ila 8 bin civarında bir kayıp verdi ve özellikle
kadın ve çocukların esir alınması onların bu bölgede de tutunamayacaklarının habercisi oldu.
Konumuza tekrar dönecek olursak eğer Selçuklular, artık Hârizm’de oturamaz hale
gelince 1035 yılının baharında, 10 bin süvari ile Ceyhun’u geçip Horasan’a vardılar. Merv,
Serahs ve Ferâve Çölü bölgesinde yurt tuttular. Selçuklular, böylece çok çetin mücadeleler ile
geçen takriben 70 yıl içinde Cend’e, Maveraünnehir’e, Hârizm’e ve son olarak da Horasan’a
göçmek sureti ile dört defa yurt değiştirmişlerdir.19
17
Özgüdenli, age, ss. 54-60.
18
Haşim Şahin, Yunus Arifoğlu, “Selçuklu Öncesi Dönemde Horasan: Coğrafi Konum, İktisadi Yapı ve Şehirler’’,
Akademik İncelemeler Dergisi, Sayı 3, 2013, ss. 364-365.
19
Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti, 21. Baskı, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2017, s. 94.
13
Gazneliler, bir anda Horasan’a giriş yapan Selçukluları ilk başta çok umursamamıştı.
Nesâ’ya ulaşan Selçuklular, içinde bulundukları durumu Horasan valisi Ebü’l-Fazl-ı Sûrî’ye
gönderdikleri bir mektupla anlattı. Gönderdikleri mektupta; Horasan’a mecburiyetten
girdiklerini, yerleşecek bir yerleri olmadığı için sultandan Nesâ ve Ferâve bölgelerinin
kendilerine verilmesini istediklerini belirtmişlerdi. Verilen bölgelerin karşılığında da,
aralarındaki üç liderden birisini Gazneliler’in eline vermeyi teklif etmişlerdi. Selçuklular
Horasan’a gelince, bölgedeki toplam Türkmen askeri nüfusu 10 bin-15 bin civarlarına
ulaşmıştı. Bu denli ciddi bir sayı, Gaznelilerin dikkatini çekmişti ve durumu daha ciddiye
almaya başlamışlardı.20 Gaznelilerin bu durumu ciddiye almasının bir diğer nedeni ise,
Selçukluların gönderdiği mektupta Nesâ ve Ferâve’nin verilmemesi halinde bölgeye göçlerin
devam edeceğini ve bu bölgeler onlara verilirse, Selçukluların bu göçleri durduracağını Horasan
valisine iletmesiydi.21 Gazneli vezirinin “şimdiye kadar işimiz çobanlarla idi... şimdi vilâyet
zapteden kumandanlar geldiler’’ sözü, Gaznelilerin durumu ne kadar ciddiye aldığının
göstergesiydi.22
Sultan Mesud, geçmişte babası Sultan Mahmud’un Türkmenler’i Horasan’a alarak nasıl
bir hata ettiğinin farkındaydı ve babasının durumuna düşmek istemiyordu, Selçuklular’ın
gönderdiği mektuptaki şartları bu yüzden reddetti.23 Bu sırada Taberistan’da olan Sultan
Mesud, Horasan’da olayların tekrar kontrolden çıkacağını fark etti ve Selçuklular’ın Horasan’a
girişine engel olamadığı için pişman oldu.24 Horasan valisi Sûrî, Sultan Mesud’a gönderdiği bir
mektupla ondan yardım istemişti, gönderdiği mektupta “Merv'den 10 bin Selçukiyan ve
Yınaliyan Nesâ’ya geldi. Selçuklular halihazırda orada yaşayan Türkmenleri ve başka
Hârizmiyan gruplarını önlerine katarak sürdüler ve orada kalmalarına izin vermediler.’’ ibaresi
de geçmekteydi.25
20
Özgüdenli, age, ss. 67-68.
21
Andrew Charles Spencer Peacock, Selçuklu Devleti’nin Kuruluşu, Çev.: Zeynep Rona, Ed. Ali Bertkay, 2. Baskı,
İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2016, s. 100.
22
Mehmet Altay Köymen, Tuğrul Bey ve Zamanı, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi, 1976, s. 6.
23
Sevim, age, s. 23.
24
Özgüdenli, age, s. 68.
25
Peacock, age, ss. 100-101.
14
26
Özgüdenli, age, s. 68.
27
Sevim, age, s. 23.
28
Özgüdenli, age, ss. 68-69.
29
Ali Sevim, “Çağrı Bey’’, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1983, s.
183.
30
Özgüdenli, age, s. 69.
31
Turan, age, s. 95.
15
belirtti, vezirden af diledi. Elçiyle görüşmeler sırasnda, 26 Ağustos 1035’te, her bir Selçuklu
liderini temsilen üç elçi daha geldi ve vezirle müzakereye ayrı kanallardan devam edildi.32
Görüşmeler neticesinde Sultan Mesud, çıkardığı fermanla; Tuğrul Bey’e Nesâ’yı, Çağrı Bey’e
Dihistan’ı, Mûsâ İnanç Yabgu’ya da Ferâve’yi “vali’’ unvanıyla verdiğini duyurdu. Fermanla
birlikte hilat, külah, eğerli at, altın kemer ve sancak gönderildi. Selçuklular da bunun
karşılığında, Gazneliler’e bağlılıklarını sundu. Böylece, yarı bağımsız bir Selçuklu Devleti
kurulmuş oldu.33 Merv valisi, hakimiyet sembolleri olan bu hediyeleri bir tören alayı ile
Selçuklular’a iletti.34 Nesâ’da kazanılan zafer, Tuğrul Bey ve Çağrı Bey’in kafasındaki devlet
kurma düşüncesini güçlendirmişti.35
Bu anlaşmaya rağmen iki taraf da birbirine karşı güven duymuyordu. Bu yüzden barış
günleri pek uzun sürmeyecekti. Şehir hayatının yaygın olduğu Gazneli topraklarında, göç ebe
Türkmenler’in bölgeye zarar vermeden yaşaması imkansızdı. Ocak 1036’ta bir grup Türkmen,
Ferâve, Cüzcân ve Serahs kentini yağmalamak için akınlar düzenledi. Akınlar Belh ve Sîstan
topraklarına kadar sıçrayınca, Horasan’daki barış ortamı tamamen bozulmuş oldu. Türkmen
yağmaları öyle bir boyuta ulaşmıştı ki Gazneli devlet adamlarının Sultan Mesud’a verdiği
raporda, eğer önlem alınamazsa ülke topraklarının harap olacağı kaydediliyordu. Sultan Mesud,
Selçuklular’ın anlaşmayı bozduğuna kesin kanaat getirdi. Zaten Selçuklular’ın, Gazneli
istihbarat raporlarına göre Hârizm’le gizliden gizliye kurduğu ilişkilerin ortaya çıkması, onların
da artık barıştan ümidi kestiğinin göstergesiydi. Nitekim Sultan Mesud, Şubat 1036’da, yine
Hâcib Sübaşı komutasında olan 10 bin süvari ve 5 bin piyadeden oluşan birliği Selçuklular’ın
üzerine sevk etti.36
Sultan Mesud, yedek kuvvet olarak başka bir orduyu da Herat’ta hazır tutmuştu. Bu
durum karşısında endişelenen Selçuklular, Harun’un ölümüyle başa geçen Hârizmşah İsmâil ile
32
Özgüdenli, age, ss. 69-70.
33
Sevim, age, s. 23.
34
Turan, age, s. 96.
35
Faruk Sümer, “Tuğrul Bey’’, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 2012,
s. 344.
36
Özgüdenli, age, s. 71.
16
kurdukları dostluktan faydalanarak onları yardıma çağırmıştı ve aynı zamanda Sultan Mesud’a,
bir kusur işlemediklerini söylemek adına elçi göndermişlerdi. Gerçekten de yağmayı yapan asıl
grup Selçuklular’a bağlı olmayan Oğuz gruplarıydı. Ayrıca Selçuklular, gönderdiği elçi
aracılığıyla mevcut toprakların kendi ihtiyaçlarını karşılayamadığını iletmiş; Merv, Serahs,
Bâverd gibi bölgelerin vergi tahsilinin kendilerine verilmesini, bunun karşılığında
Selçuklular’ın Gazneliler’e askeri hizmette bulunacaklarını söylemişlerdi. Selçuklular, bu
diplomatik ustalıkla hem Sultan Mesud’la ters düşmemeye çalışıyor, hem de ona tamamen
boyun eğmeyi reddediyorlardı. Ayrıca Selçuklular, eğer Sultan Mesud’un sevk ettiği ordular
üzerlerine gelirse, onlara karşı mücadele etmekten kaçınmayacaklarını da sultana iletmişti.
Elçinin ilettiği bu mesaj, Sultan Mesud’u çok sinirlendirdi, “Bir yandan Horasan’ı kalbur haline
getirdiler, bir yandan da bu süslü sözleri söylüyorlar’’ diyerek anlaşma teklifini reddetti ve
elçiyi geri gönderdi. 37
Bir müddet sonra Sultan Mesud’a, Vezir Ebû Nasr Ahmed’den mektup geldi. Mektupta,
Türkmenler’in geri çekildiği yazıyordu, bu haber Mesud’u rahatlattı. Ülkenin tekrar huzura
kavuştuğuna inanan Sultan Mesud, devlet adamlarının itirazına rağmen 5 Ekim 1037’de, uzun
süredir yapmayı planladığı Hindistan seferine çıktı. Hindistan seferine çıktığı günden bu yana
iki hafta bile geçmeden Sultan’a, art arda Türkmen yağmalarının haberi ulaştı. Bu yağmalar kış
ayında olduğu için, Gazneli ordusu herhangi bir şekilde Türkmenler’e karşı koyamadı. Öyle ki
1038’in ilk günlerinde Rey, Türkmenler’in eline geçti.38 Rey’in düşmesiyle Selçuklular, ileride
devlet kurulunca ulaştıkları sınıra daha 1038 ulaşmışlardı, bu durum yağmaların ve yayılmanın
ne kadar hızlı gerçekleştiğini göstermekteydi.39 Devlet adamlarının ve askeriye sınıfının
37
Turan, age, ss. 96-97.
38
Özgüdenli, age, ss. 72-73.
39
Köymen, age, s. 11.
17
itirazlarına rağmen Sultan Mesud, Hâcib Sübaşı’nın derhal Selçuklular’ın üzerine yürümesi
gerektiği bir fermanla duyurdu. 30 Nisan 1038’de yayınlanan fermanın ardından Hâcib,
Merv’de bulunan Selçuklular’ın üzerine doğru harekete geçti.40 Selçuklular, Hâcib’in
üzerlerine geldiklerini öğrenir öğrenmez ailelerini ve değerli eşyalarını Merv’in çölüne
gönderdi, orduları ise Serahs’a giderek savaş düzeni aldı.41 Selçuklular her şeyi planlamıştı,
eğer savaşı kaybederlerse Horasan’dan göç etmeye bile hazırlardı. Selçuklular, ilk olarak
Gazneli ordusuna doğrudan saldırmak yerine gruplar halinde düşmanı hırpalıyorlardı. Bu taktik
ile Selçuklular, Gazneliler ile kendileri arasındaki güç farkını en aza indirmeyi düşünüyorlardı.
Nihayet 1038 yılının mayıs ayında iki ordu meydan savaşı yapmak üzere karşı karşıya geldi.
Sabah başlayıp akşama kadar devam eden bu uzun süreli muharebede Selçuklular, Hâcib Sübaşı
komutasındaki Gazneli ordusuna karşı büyük bir zafer kazanmıştı. Gazneli ordusu dağılırken,
sayısız esir ve ganimet elde edilmişti. Hâcib Sübaşı ise yine kaçmayı başarmıştı.42
40
Özgüdenli, age, s. 73.
41
Sevim, age, s. 24.
42
Turan, age, ss. 97-98.
18
1038 zaferinin ardından Selçuklular, devlet olma yolunda büyük adımlar attı. Bu
atılımların hepsi, geçmişi olan büyük şehirlerden birisinde, Nişâbur’da oldu. Şehir, Sâmâniler
döneminden bu yana Horasan’ın askerî ve idarî merkeziydi. Sâmâniler devrinden bu yana
gelişim gösteren şehir, Horasan’ın merkezi konumuna gelmişti. Nişâbur, Gazneliler’in de en
büyük şehriydi ve idarî olarak büyük önemi vardı.
Nişabur’un Selçuklular’ın eline geçmesi, bu yüzden hayli zor oldu. Gazneliler bu önemli
şehri, Serahs yenilgisinin ardından kendi kaderine terk etmişti. Selçuklular Nişâbur’u ele
geçirmek için Çağrı ve Tuğrul Bey’in üvey kardeşi İbrâhim Yınal’ı görevlendirmişti. Şehrin
kendi haline bırakılmasıyla birlikte orada bulunan devlet adamları ve askerler şehirden
kaçmıştı. Şehirden kaçmayan tek önemli kişi ise Ebü’l-Muzaffer-i Cumahî idi.
İbrâhim Yinal, Serahs’ın fethinden 12 gün sonra, 200-300 atlı ile Nişâbur önlerine geldi.
İbrâhim şehir halkına gönderdiği bir mesajla, onların savaş ya da barış yolunda tercih
yapmalarını istedi. Eğer savaşmayı seçerlerse, daha güçlü bir orduyla geri geleceğini söyledi.
Şayet barışı tercih ederlerse, Selçuklular adına hutbe okutulacağını da ekledi. Şehirdeki âyan
sınıfı, Kadı Saîd isimli bir şahsın evinde toplanarak şehrin kaderini belirleyecekleri bir toplantı
yaptı. Kadı Saîd, herkesin görüşünü dinledikten sonra savaşmanın halkın işi olmadığını söyledi
ve şehri Selçuklular’a teslim etme kararı aldı. Bu karar İbrâhim’e iletildi. Ertesi gün şehre tekrar
dönen İbrâhim, şehir halkının meraklı bakışları içerisinde Nişâbur’a girdi. Selçuklular adına
tertiplenen ziyafetin ardından cuma günü, Tuğrul Bey adına es-Sultânü’l-muazzam unvanıyla
hutbe okutuldu.43 Şehir halkındaki huzursuzluğun devam etmesi üzerine İbrâhim Yinal, şu
sözler ile halkın tedirginliğini giderdi: “Gönlünüzü kuvvetli tutmanız lazımdır. Zira, şimdiye
kadar ufak insanlardan sadır olan yağma ve intizamsızlık nevinden olup bitenler zaruri idi.
Şimdi ise adil bir padişah olan Tuğrul ise kendi has adamları ile buraya inecektir.’’ 44 Haziran
1038’de, Tuğrul Bey 3 bin atlı birlik ile Nîşâbur şehrine geldi. Sultan Mesud’un tahtına oturdu
ve şehrin ileri gelenleri tarafından saygıyla selamlandı.45
43
Özgüdenli, age, ss. 75-78.
44
Ergin Ayan, “Büyük Selçuklu Devleti’nin Temelleri Atılırken Siyasi Meşrutiyet Süreci’’, Ordu Üniversitesi
Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, Sayı 5, 2012, s. 20.
45
Kafesoğlu, age, ss. 25-26.
19
Mesud’un Belh’e ulaştığı sırada Çağrı Bey; Tâlekan, Fâryâb ve Şâpûrgan’ı fethetmekle
meşguldu. Hatta 1039’da Çağrı Bey’in gönderiği bir yağmacı birliği, Belh’in çevresini
yağmalayarak Sultan Mesud’a hiç olmadığı kadar yaklaşmış, sultanın ordusunda bir tane de fil
çalmışlardı. Çağrı Bey’in bu cesur hareketi, Sultan Mesud’un hareket etmesine neden oldu.
Nisan 1039’da Serahs’a, Çağrı Bey’ün üzerine doğru yürüyen Gazneli ordusu; 70 bin piyade
ve 30 bin süvariden oluşuyordu ve bulunduğu devrin en güçlü ordusuydu. Bu yüzden
Türkmenler’de, “bütün Türkistan hareket geçse onu durdurmanın imkansız olduğu’’ görüşü
hakimdi. Buna karşılık Çağrı Bey Serahs’a ulaştığında, Mûsâ Yabgu ve Tuğrul Bey’in orduları
da Çağrı’ya destek ordusu göndermişlerdi. Tuğrul Bey başta olmak üzere bütün devlet adamları
Gazneliler’i yenemeyeceklerine emindi ve Serahs’tan çekilmeleri gerektiğini söylüyordu. Buna
karşılık Çağrı Bey ise başka gidecek yerleri olmadığını, savaşmaları gerektiğini söylüyordu.
Çağrı Bey galip geleceklerine emindi, çünkü Gazneli ordusu ağır silahlı birliklerden
oluşuyordu, Selçuklular ise hafif silahlı ve hareket kabiliyeti yüksek birliklerden meydana
geliyordu. Ona göre, geçmişte kazandıkları iki zaferin de arkasında bu sebep yatıyordu. Çağrı
Bey’in askeri dehasına güvenerek Gazneliler ile savaşma kararı alan Selçuklular, 15 Mayıs
1039’a kadar, Gazneliler’i taciz niteliğinde küçük akınlar düzenledi. Ramazan ayında oldukları
için saldırıdan kaçınan Sultan Mesud, Ramazan Bayramı’nın hemen ardından Selçuklular’ın
tepesine bindi ve onları bozguna uğrattı. Kırılan Selçuklu ordusu derhal çöle çekildi. Çölde
hareket etmeye uygun olmayan Gazneli ordusu ise Selçuklular’ı takip edemeyecekleri için geri
çekildi. Selçuklular’ın bundan sonraki süreçte tek amaçları büyük sıcakları beklemek ve gerilla
savaşı vermek olacaktı.46
46
Turan, age, ss. 103-104.
20
Selçuklular’ın mağlubiyetten sonra yaptığı ilk iş, Serahs çayının yönünü değiştirerek
Gazneli ordusunu susuz bırakmak oldu. Ayrıca Gazne Devleti’nin topraklarında, 1039’un
haziranında başlayan kuraklıktan dolayı Gazneli ordusunu olumsuz etkileyen ot kıtlığı vardı.
Yapılan ufak çaplı savaşlarda Selçuklular, çete savaşlarındaki kabiliyetlerinden dolayı
Gazneliler’e karşı üstünlük sağladı. Bunun üzerine Sultan Mesud, Selçuklular’la barış yapmaya
mecbur kaldı.47 Vezir Ebû Nasr Ahmed’in aracılığıyla Eylül 1039’da; Merv, Nîşâbur ve
Serahs’ın Gazneliler’e iadesi halinde Gazne ordusunun Herat’a dönmesi konusunda
Selçuklular’la anlaşıldı. Buna karşılık Selçuklular’a; Nesâ, Ferâve ve Bâverd şehirleri
bırakılacaktı. Ancak Türkmenler’e karşı kesin bir sonuca ulaşmak isteyen Sultan Mesud, barışın
hemen ardından ordusunu Herat’a çekerek çöl şartlarına uygun kılacak donanımları
hazırlatmaya başladı.
Hazırlıklarını 8 Kasım 1039’a kadar sürdüren Sultan Mesud, Bûsenç şehrine geçerek
anlaşmayı bozmuş oldu. Ani bir baskınla, Nîşâbur’da bulunan Tuğrul Bey’i ele geçirmek
istediyse de bunu başaramadı. Bunun üzerine Nesâ’ya, doğrudan Selçuklu ordusu üzerine
hareket etti. Ancak Selçuklular tekrar çöle çekildi. Gazneli ordusu Nesâ’ya girdiyse de burada
ancak birkaç gün idare edebildiler. Çünkü kuraklık devam etmekteydi. Sultan Mesud, 16 Ocak
1040’da, son bir saldırıyla Tuğrul Bey’in Nîşâbur hakimiyetine son verdi ve tekrar hazırlanmak
üzere kışı burada geçirdi. Erzak sıkıntısı devam ettiği için devlet adamları Sultan Mesud’a,
Herat’a dönme teklifinde bulundu. Ancak Sultan Mesud bunu reddetti, Türkmenler’in işini bir
an önce bitirmeyi istiyordu. Selçuklular’ın savaşmaya hazır olduğu Merv’e doğru harekete
geçti. Komutanlar, kıtlık yüzünden Merv’e gelene kadar orduda kırılmalar olacağını söylese de
Sultan Mesud, hiçbirine kulak asmadı. Hatta bu konunu bir daha açılmamasını, aksi halde
boyunlarının vurulacağını söyledi.48 1040 yılının baharında Mesud’un önce Tûs’a, oradan da
Serahs’a hareket etmesi Selçuklular’ın içinde büyük bir korku ve kuşku uyandırdı. Sultan
Mesud’un kararlılığından çekiniyorlardı. Selçuklu liderleri arasında yapılan toplantıda Tuğrul
Bey’in; Dihistan ve Cürcân’a çekilmeyi teklif etmesi, orada da tutunamazlarsa Cibâl’e
göçmeleri gerektiği fikri Çağrı Bey tarafından reddedildi. Çağrı Bey’in tekrar savaşmaları
gerektiği fikri İbrâhim Yinal ve Mûsâ Yabgu tarafından uygun görülünce, Tuğrul Bey de bu
fikre uymak zorunda kaldı. Mayıs 1040’da Selçuklu ordusu, çöl üzerinden Serahs’a hareket etti.
Gazne ordusu Merv’e hareket edince sağlı sollu akınlar düzenleyerek onları yıprattılar. Kıtlığın
47
Köymen, age, s. 14.
48
Özgüdenli, age, ss. 82-84.
21
ve akınların etkisiyle Gazneli ordusunda bitkinlik baş gösterdi, ordudaki bu bitkinliğe çare
olamayan Sultan Mesud da ümitsizliğe kapılmaya başladı.49 Selçuklular, Gazneliler’in yolu
üzerindeki bütün su kıyılarını yıkmıştı, ayrıca herhangi bir şekilde Gazneli ordusunun su
ihtiyacının giderilmemesi için su yollarının yönü değiştirilmişti. Böylece akınlarla hırpalanan
Gazneli ordusu, ayrıca susuz kalmıştı.50
Zaferin ardından cuma namazından sonra yapılan toplantıda Tuğrul Bey, yeniden tahta
çıkarıldı ve Horasan Emîri unvanıyla selamlandı. Türkistan’daki devletlere, Ali Tigin
oğullarına, Böri Tegin’e, Aynüddevle’ye gönderilen mektuplarla Dandanakan zaferinin haberi
duyuruldu. Bir süre sonra Merv’de bir kurultay toplandı ve önceden kurulan üçlü yönetim
sisteminin devam edilmesinde karar alındı. Fethedilen yerlerin yanında fethedilecek topraklar
da liderlere paylaştırıldı. Bu paylaşıma göre; merkezi Merv olmak üzere, Serahs ve Belh ile
49
Köymen, age, ss. 15-16.
50
Kafesoğlu, age, s. 26.
51
Sevim, age, s. 26.
22
birlikte Horasan’ın Ceyhun ile Gazne’nin arasında kalan doğu kısmın Çağrı Bey’e; Büst, Herat,
İsfîzâr, Bûşenc, Sîstan ve çevresinde zapt edilecek topraklar Mûsâ Yabgu’ya; Nîşâbur merkez
olmak üzere fethedilecek tüm batı toprakları Tuğrul Bey’in himayesine verildi. Mûsâ Yabgu
oğlu Hasan Yabgu, yardım etmek üzere babasının yanına gönderildi. Çağrı Bey oğlu Kavur
Bey, Tabes ile Kirman topraklarını fethetmekle görevlendirildi. Üvey kardeş İbrâhim Yinal,
Arslan Yabgu oğlu Kutalmış ve Çağrı Bey oğlu Alp Sungur Bey ise, Tuğrul’un yanına
görevlendirildi. Tuğrul Bey, bu üç kişiyi fetihle görevli yaptı. İbrâhim Yinal’ı Hemedan’a ve
Dînever’e; Alp Sungur Bey’i Ebher’e, Zencan’a ve Azerbaycan’a; Kutalmış’ı da Cürcân’a ve
Damgan’a gönderdi.52
Bunun yanında yine 1040 yılındaki kurultayda alınan kararda, halîfeye bir mektup
gönderilmesine karar verildi. Tuğrul Bey tarafından yazılan ve bir elçi aracılığı ile halîfeye
gönderilen fetihnâmede; Sultan Mahmud’un ve Sultan Mesud’un bu zamana kadar
Türkmenler’e yaptıkları zulümden, kendilerine yaptıkları kötülüklerden, kendilerinin
Horasan’da himaye altında olmak istediğinden, ancak üzerlerine gelen ordulara karşı müdafaa
maksadıyla savaştıklarından ve zafer kazandıklarından bahsetti. Gazne soyunun köle soyu
olduğunu, kendi soylarının ise Oğuz Han’dan gelen asil soy olduğunu; Horasan’a adalet
getirdiklerini ve halîfeye sadık kalarak gazaya devam edeceklerini de ekledi. Mektubun başında
Türk hakimiyetinin alametlerinde olan tuğra kullanılmıştı, tuğrada ‘’ok ve yay’’ işaretleri
bulunuyordu. Bu tuğra işaretine Türkiye Selçukluları’nda rastlanmaz iken, Osmanlı
padişahlarında ok ve yay işaretinin, padişah isimlerinin yanında süsleme olarak kullanıldığı
görülmekteydi.53
52
Özgüdenli, age, ss. 87-88.
53
Turan, age, ss. 106-107.
54
Özgüdenli, age, ss. 88-89.
23
Tuğrul Bey, Ebü’l Kasim Ali Cuveynî’yi ilk veziri yaptı. Ebü’l Fath Râzî’nin icraatlerini
beğenince onu da ikinci veziri olarak tayin etti. Hazinedar makamına Türk emîri Abdurrahman
Alp-zen’i getirdi. Ebû Ali Şâdân Çağrı Bey’in, Ebü’l-Fazl da Mûsâ Yabgu’nun veziri oldu.
Tuğrul Bey, halkıyla bizzat iç içe oldu ve onlara adalet yolunda yürüyeceğine dair söz verdi.
Tuğrul Bey, merkeziyetçi bir devlet hayalini kuruyordu. Ancak maiyetinin gelenekselleşmiş
yönetim yapısı yüzünden, devletin kurulmasında en az kendisi kadar hizmeti bulunan Mûsâ
Yabgu’ya ve Çağrı Bey’e de yönetim yetkisi vermek zorunda kalmıştı. Merkeziyetçi yapıyı
temeline oturtmak için Türk beylerinin feodal yapılanmasına engel olmayı da ihmal
etmemişti.55
55
Turan, age, ss. 108-109.
24
SONUÇ
Bilinen en eski ataları Dukak olan Selçuklu soyu, yaşadığı olaylar neticesinde pek çok
kez göç etmek zorunda kalmıştır. Oğuz Yabgu Devleti’ne bağlı Kınık boyuna mensup oldukları
halde, yani Oğuz oldukları halde devletlerinden istemeden de olsa kopmak zorunda
kalmışlardır. Önce Cend isimli bir şehirden başlayan maceraları, Maveraünnehir’de devam
etmiş ve en sonunda Horasan’a göçerek bu makus tarihlerini tersine çevirecekleri topraklarına
adım atmışlardır.
Yerleşik toplumların göç ebe toplumlara karşı tarihin başlangıcından beri olumsuz bir
tavrı vardır. Göç ebe olan Türkmen topluluğuna karşı Farslar’ın, Araplar’ın ve Bizanslılar’ın
bakışı da böyle olmuştur. Ancak Türkmenler hiçbir zaman, onların kafasında canlanan “göç
ebe’’ tanımının korkutucu ve barbarca yönünü göstermemiştir. Selçuklular’ın kurduğu devlet
de hiçbir zaman bir barbar devleti olarak tanımlanmamıştır. Selçuklular göç ebe hayat süren bir
bozkır topluluğu olsa da onları diğer bozkır toplumlardan ayıran özelliği, belli bir seviyede
medeni olmaları ve ilkel olmamalarıdır. Herhangi bir ilkel toplululuğun bu denli zekice savaş
taktikleriyle ve stratejilerle koca bir devleti yıkmaları aksi halde mümkün değildir. Gazneli
topraklarının fethi Türkmenler’e, 21. yüzyılda içinde bulundukları toprakların fethinin önünü
açmıştır. Daha sonraki devirlerde Selçuklular İran’ın tamamına, Orta Doğu’ya ve Anadolu’ya
hakim olarak sınırlarını genişletecek; sosyal, etnik, siyasi, idari, dini ve kültürel anlayışlarını
pek çok topluma aşılayacaklardır.
Büyük Selçuklu Devleti kurulduktan sonra oluşturulan devlet yapısı da, gelecekte
kurulacak büyük Türk devletleri için özel bir yere sahiptir. Türkler’in yönetim anlayışı,
Farslar’ın bürokrasisi ve İslâmî geleneklerin karışımıyla ortaya çıkan bu yapı, Müslüman Türk
devletleri tarafından uzun yüzyıllar devam ettirilmiştir. Bugün bu devletin tarihe, İslâm’a ve
Türkler’e bıraktığı miras, günümüzde de izlerini göstermektedir.
25
KAYNAKÇA
Köymen, Mehmet Altay, Tuğrul Bey ve Zamanı, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi, 1976.
Peacock, Andrew Charles Spencer, Selçuklu Devleti’nin Kuruluşu, Çev.: Zeynep Rona,
ed. Ali Bertkay, 2. Baskı, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2016.
Sevim, Ali ve Merçil, Erdoğan, Selçuklu Devletleri Tarihi Siyaset, Teşkilât ve Kültür,
Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 1995.
Sevim, Ali, “Çağrı Bey’’, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Cilt 8, İstanbul:
Türkiye Diyanet Vakfı, 1983, ss. 183-186.
Sümer, Faruk, “Tuğrul Bey’’, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Cilt 41,
İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 2012, ss. 344-346.
Turan, Osman, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti, 21. Baskı, İstanbul: Ötüken
Neşriyat, 2017.
26