Professional Documents
Culture Documents
Bülent Emrah Parlak Kertenkele Savunması Doğan Kitap
Bülent Emrah Parlak Kertenkele Savunması Doğan Kitap
Bülent Emrah Parlak Kertenkele Savunması Doğan Kitap
Kapak tasarımı:FeyzaFiliz
Baskı: Ana Basın Yayın Gıda İnş. San. Tic. A.Ş.
Mahmutbey Mah. Devekaldırımı Cad. 2622 Sk.
Güven İş Merkezi, No: 6/13 Bağcılar - İSTANBUL
Tel. (212) 446 05 99
Sertifika No: 20699
ıY41 Doğan
11.-ıi Kitap
İçindekiler
yalvarırım affet beni der gibi baktı. "Yine aynı şeyi yapıyor
sun Kadriye Hanım, saat ikiyi on geçiyor. Yani artık akşa
ma doğru gidiyoruz o yüzden iyi akşamlar diyebilirim" dedi.
Kadriye Hanım tam "Ama o saat altıdan sonra değil miydi?"
diye soracakken Sevim Hanım, Kadriye Hanım'ın sözünü bı
çak gibi keserek, "Lütfen Kadriye Hanım bu herkese göre de
ğişkenlik gösteren bir konu, kapatalım" dedi. Sevim Hanım
yere eğildi ve alt taraftaki raflarda duran ilaçları düzenler
gibi yaptı . Bu, def ol demekti. Kadriye Hanım iyi akşamlar
deyip dükkandan çıkmak için kapıya yöneldi. Kapıyı açtı ve
çıkarken kapının üstüne asılmış giriş-çıkışlarda kapının açıl
dığını belli eden zilin sesini duydu. Bu ses daha önce hiç dik
katini çekmemişti . Bir anda sanki bir şey devirmiş veya bir
hata yapmış gibi o zil sesinden dolayı özür dileme isteği geldi
içinden. Ama ne alakaydı? . .
Son bir kere arkasına baktı Kadriye Hanım, Sevim Ha
nım ayağa kalmış onun gidişini galip bir komutan edasıyla
izliyordu. Göz göze geldiler ve "Ağızdan çıkan söz namludan
çıkan kurşun gibidir, bak bakalım bu var mı Çerkez atasöz
lerinde" dedi Sevim Hanım . Öyle bir gururla duruyordu ki
fotoğrafını çektirip şu tam arkasındaki üniversiteden kal
ma siyah beyaz fotoğrafın yerine assa yeridir, diye düşün
dü Kadriye Hanım. Artık hiçbir sözü kendine hak görme
yerek dükkandan çıktı , birkaç adım sonra karşısına çıkan
banka oturdu. Ağlayacak gibiydi . Derin bir nefes aldı . Ka
fasını havaya kaldırdı. Gözleri doluydu, ağaç dallarına kon
muş bir karga vardı . Tam kafasının üstünde karganın kıçı
kasılıp büzülüyordu, sıçmak üzereydi , Kadriye Hanım he
men banktan kalktı ve yoluna devam etti. Bu konuyu unut
ması gerektiğini, yaş kaç olursa olsun her zaman hayattan
bir şeyler öğrendiğimizi düşündü. Bu olaydan ders çıkarma
sı gerektiğini kendine iyice tembihledi. Gerekirse bir süre
Sevim Hanım'dan alışveriş etmeyecekti. Elbet bir gün onun
31
ye Hanım bir anda kavgada arka bulmuş liseli gibi "Ya evet,
bence de yok, ama bir arkadaş var diyor" dedi. Çocuk "Val
la ben duymadım abla" dedi. "Pe ki 'ağızdan çıkan söz eamlu
dan çıkan kurşun gibidir' var mı?" diye sordu, "Onu duydum
abla, o var" dedi Çocuk. "Haaaa" dedi Kadriye Hanım, bir ses
sizlik oldu. Çocuk bir ataç çıkar dı , atacı düzleştirdi, telefo
nun şarj deliğine sokup yanladı, delikten pamukçuklar çıktı.
"Abla bozuk değil bu . Bak pamukçuk dolmuş, sen de temizle
yebilirsin evde böyle bir şeyle, kürdanla da olur" diyerek ay
nı hareketi birkaç kere yaptı . Kadriye Hanım'ın kıyafetle
rinden birleşerek oluşan pamukçukları çıkardı. Kadriye Ha
nım bu duruma çok sevindi. Telefonu tamire gidecek diye çok
üzülüyordu, kim b ilir kaç gün ayrı kalacaktı akıllı telefonun
dan. Evde eski bir 33 10'u vardı a ma yine de iki gün 33 10'la
geçmezdi. İki gün boyunca yılan m ı oynayacaktı? Çocuğa ya
landan borcumuz ne diyerek cüz danına yöneldi ama çocuğun
para istemeyeceğini bildiği için aç madı bile cüzdanı. "Gerek
yok abla" dedi çocuk. "Olur mu oğlum, o kadar uğraştın pa
mukçukları çıkardın, söyle lütfen " diye yalandan ısrar etti.
Çocuk, "At bir siftah o zaman abla" dedi. Kadriye Hanım şok
olmuştu gerçekten hiçbir şey yapmamıştı piç, ne demek "Bir
siftah at." Bu sefer elleri sanki be denine ait değilmiş, sanki o
çanta onun değilmiş gibi garip hareketlerle cüzdanına ulaştı.
Cüzdanından bir adet 100 TL bir adet 5 TL çıkardı. "Bu ka
dar var oğlum bozuğum yok" dedi ve çaktırmadan 5 TL'yi işa
ret etti. "Bozarız abla" diyerek 100 TL'yi aldı çocuk ve Kadri
ye Hanım'a bir tane 50, iki tane 20, bir tane de 10 TL olarak
bozuk 100 TL'yi u zattı . Kadriye Hanım mecburen 10 TL'yi
uzattı çocuğa. "Sağ ol abla, dediğim gibi kürdanla çıkartabi
lirsin" dedi. Kadriye Hanım çocuğa gıcık olmuştu. Yalandan,
"Tamam yavrum tamam" diyerek çıktı dükkandan.
Salak Kadriye, salak Kadriye , sana ne, sen ne soruyorsun
bir daha, diye kendine kızmıştı . Kan şekeri düşmüştü. Tam
33
L 2905201600
Üç saat sonra
Şoför, boynunda siyah beyaz kaşkolü, yanında arkadaş
ları, elinde birası, tribün marşları söyleyerek ağaçlı bir yol
dan stadyuma yürüyordu . Bir meşalecinin önünde durdu
lar. Arkadaşlarına meşale ısmarladı , cebinden para balya
sını çıkardı. lOO'lük kendisinin verileceğini anlamıştı ve al-
44
Ertesi gün
Meşaleci cebinde lOO'lük ve birkaç arkadaşı olduğu halde
ağabeyini ziyarete gitti. Önünde açılan kilitli kapıların sesle
ri eşliğinde yürüyordu, bir odaya girdi ve sandalyeye oturdu.
Karşısında ağabeyi vardı. Cinayetten yatıyordu, 12'nci yılını
doldurmuştu. Biraz sohbetten sonra oturdukları sandalyeler
den kalktılar, birbirlerine sarıldılar. Meşaleci cebinden çıkar
dığı paraları ağabeyine uzattı, ağabey paraları aldı , teşek
kür etti . lOO'lük cezaevine giriyordu, üzgündü. Fonda Edip
Akbayram'dan "Aldırma Gönül" çalıyordu.
Ağabey lOO'lüğü çelik dolabın zulasına sakladı. Birkaç gün
karanlık dolapta kaldıktan sonra, bir gece ansızın açılan do
lap kapağı, lOO'lüğe biraz ışık ve biraz da umut getirdi. Ağa
bey parayı aldı ve bir gardiyanla buluştu. Gardiyan sessiz bir
şekilde konuşuyor, ne dediği duyulmuyordu. Birden ağabey
45
Üç gün sonra
Damat, lOO'lüğü ve diğer paraları bankaya götürdü. Kır
mızı, simli bir kesenin içindeki düğün hasılatı, banka memu
runun önünde açıldı , kesenin simleri paralara bulaşmıştı ,
masa biraz ışıldadı. Ç aylar içilirken düğün hasılatı sayıldı,
fevkalade faiz oranlarında anlaşıldı, el sıkışıldı, vedalaşıldı.
Banka memuru bir zarf içinde taşıdığı paraları kasaya gö
türmek için bankanın ince uzun koridorunda yürüdü, kasa
nın önüne geldi, şifreyi girdi, kasayı açtı. İçerideki bütün pa
ralar put gibi memura baktı. Memur paraları kasaya koydu
ve kapağı kapattı . İçerisi karanlıktı . Sadece alman nefesler
ve küçük kuru öksürükler duyuluyordu. Birden ışıklar yan-
46
Bir gün biri çıkar, atar 4 sıfınmızı, lOO'lük oluruz, yalan mı?
Bak, sen oldun işte. Neyse, kafaya koydum, dedim ben bu kı
zı kaçıracağım. Yapma oğlum, diplomatik kriz çıkar dediler.
Bu saatten sonra diplomasinin de krizinin de, dedim, ben ka
çırıyorum kızı. Neyse hazırlandım, hemen bir plan yaptım.
Bir arkadaşımın nüfuzlu bir tanıdığını devreye soktum. Be
nim bir arkadaş var Arnavut lekisi. Onun Yugoslav dinarı
arkadaşları var. Buranın en altında gecekondu mahallesin
de yaşıyorlar, artık geçmiyorlar ama çok iyi çocuklar, onlarda
kalacağız. İki gün sonra da o nüfuzlu kişi çekecek bizi ban
kadan. Kurtulacağız. Seri numaralarımızı verdik, adam du
ruma hakim. O gece kaçırdım pesetamı. Yugoslavlarda kalı
yoruz , öyle mutluyuz ki. İlk gece sarılıp uyuduk birbirimize.
Sabaha kadar koklaştık. Dinarlar bize nasıl özendiler biliyor
musun? Vay beee, biz de sizin gibi bir dönem geçirdik, kıyme
tini bilin, dediler. Neyse ikinci gece biz bir uyandık bu dinar
lar bir tuhaf, bizden sanki bir şey saklıyorlar. Ne oldu, ne var
dedim. Bizi oturttular televizyonu açtılar, o an ölüm gibiydi .
Haberler son dakika veriyordu. Bütün Avrupa euroya geçmiş
diğer para birimlerinin hepsi euro ile değiştirildikten sonra
geçersiz olacakmış . Peseta bir çığlık attı, halıl kulağımın za
rının duvarında asılıdır o çığlık. Bazen geceleri o çığlığa uya
nırım. O nüfuzlu kişi bizi buradan çekemedi tabii. Paralar
dan biri geçmiyor, niye çeksin. Bu insanoğlu yavşaktır, para
ya bakar. Yıkıldık. Kızın bütün değeri gitti, bir kağıt parçası
oldu. Tamam, sorun yok, ben seni seviyorum, seni bırakmam,
bak burada dinarlar var, onlar da geçmiyorlar, burada iki oda
küçük bir ev tutarız, yaşarız bir süre dedim, olmadı. Patronla
konuşurum, senin zengin birinin para koleksiyonuna tayini
ni çıkardırırız, dedim. Ben de erken emekliğimi isterim, ya
nına koleksiyona girerim, çalışırız kendimize bir hayat kura
rız, dedim. Yine olmadı. . . Güzel pesetam dayanamadı bu acı
ya. Şu ilerde Bulgar levalarının kaldığı bir mahalle var, bir
51
gece orada kendini yanan bir varilin içine attı. B abasını gö
rüyorum ara ara, suratıma bakamıyor. Onun bunun ayak iş
lerine koşturuyor, bitik durumda . . . Böyle işte bizim İspanyol
canın hikayesi."
lOO'lük soluksuz dinlemiş ve çok etkilenmişti , "Başın sağ
olsun ağabey" dedi. "Dostlar sağ olsun. Bak koçum, sana bir
ağabey tavsiyesi, sen sen ol sakın yabancı paraya aşık olma.
Yanlış anlama ayrımcılık yapmıyorum, aşkın yerlisi yaban
cısı olmaz . İki gözdür sonuçta bu işi başlatan . Gözün lisa
nı yoktur. Elden yabancıdan anlamaz. Ama bak dinledin iş
te, aynı memleketin parası olsaydık, ya ikimiz de tedavül
den kalkardık ya da öyle veya böyle hayatımıza devam eder
dik. Acıyı ortak ettin mi azalır, sevinci ortak ettin mi çoğalır.
Bak pesetam dayanamadı, acısını yalnız yaşamayı tercih et
ti, yandı gitti. Ben hala yanıyorum. Hadi devam edelim."
Yan yana iç çekip yürümeye devam ettiler. İki kat merdi
ven indiler. "Bak seni en eğlenceli sokağa götüreceğim ama sa
kın buradan geçtiğimizden patrona bahsetme" dedi Bir Mil
yon. "Tamam ama neden?" diye sordu lOO'lük. Sokağa girdi
ler, her yer rengarenkti, paralar biraz yoksul ve biraz da eski
görünümlüydü ama zımba gibilerdi, neşelilerdi, dans ediyor,
öpüşüyorlardı . Sokağı bir ucundan öbür ucuna kahkahalar
sarmıştı. Müzik o kadar güzeldi ki insan yerinde duramıyor
du. "Kübalıların sokağı. Patron nefret eder bunlardan, görü
şenleri cezalandırır. Bunlar da biraz fazla dik kafalı, yıllardır
patrona gider yapıyorlar. Aslında biraz suyuna gitseler onun,
belki affeder. Ama yok, bunlarda bir inat var, çok fena. Hiç an
lamıyorum. Sokakta bazı şeyleri bulamazsın, yokluk var ama
mutlular. Neyse, çok durmayalım burada. Patronun her yer
de adamı var, biri görebilir bizi. Gidelim" dedi Bir Milyon. Ağır
adımlarla sokağın sonunda tango yapan grubun önünden ge
çerken melez bir Küba pesosuyla göz göze geldi lOO'lük. Baktı,
gülümsedi, peso da ona gülümsedi. Sokaktan çıktılar.
52
kışıklı bir lOO'lük mutlu eder fakiri. Zengin gibi masalara sa
vurup atmaz, gözü gibi bakar. Sakız kokulu yastığının altında
saklar. Gıcırlığına da çok güvenme. O gıcırlık kaydırır seni el
den ele sonra bir bakmışsın şeridinin feri sönmüş, bir ihtiya
ra dönmüşsün. Evet piyasada geçersin ama neye yarar. Rah
metli dedem lOOO'lik, "Ahhh gençlik tutamadım seni, kaydın
gittin elimden" derdi. Taş gibi lOOO'likti, çok yakışıklıydı, İs
tanbul gibi eflatundu. Arkasındaki Fatih Sultan Mehmet res
mine güvenirdi. Övünürdü, güçlüydü. Ekonomik krizler beli
ni büktü, değeri düştükçe düştü. Direndi, piyasada çalmadı
ğı kapı kalmadı. .. Sonra bir gün bir sabah demir binlikler pi
yasaya sürülünce yıkıldı, inanmak istemedi. Günlerce piyasa
da dolaştı, yapmayın, ben lOOO'liğim, dedi, bu ülkenin en kıy
metli parasıydım ben bir dönem, dedi, beni kaybeden itibarını
kaybeder, dedi ama dinletemedi. Bir gün bir kararla zart diye
tedavülden kaldırdılar. Şuradaki para müzesinde yatıyor. Ora
da ne babayiğitler yatıyor? Bir gün yine gelirsen orayı da gez
diririm sana. Hadi bakalım, geçireyim seni kapıya kadar deli
kanlı ama burada vedalaşalım patronun gözüne batmayalım."
Birbirlerine sıkı sıkı sarıldılar, kol kola girdiler ve kapıya
doğru yürüdüler. Kapı açıldı, içerdeki ışıklar bir anda söndü.
Dışarının ışığı kapı ardında bekleyen lOO'lüğün yüzüne vur
du. Arkasını döndü, yaşlı Bir Milyon'a gülümsedi. Bir el onu
çekti aldı. Kucağındaki paraları, masasının üstüne bırakan
banka memuru, sırayla paraları kasasına yerleştirdi. Sosyal
tesiste hayli yorulan para, karanlığın da etkisiyle, gözlerini
tutamadı ve tatlı bir uykuya daldı. Memurun eli tarafından
diğer paralarla hızla kasadan alınıp para sayma makinesi
ne konulan uyku sersemi lOO'lük neye uğradığını şaşırdı. Pa
ra sayma makinesinde hızla dönen paralar yine aynı el tara
fından alınıp bantlandı, masanın karşısında oturan müşteri
nin önüne dizildi.
Balyalardaki paralar rabarba halinde, nereye gittiklerini,
56
kadın. Masaya bizim lOO'lüğün yanına bir 50'lik daha attı te
kelci, ayakkabılarını giydi evden çıktı.
Kadın, zücaciyeciden tuzluk ve karabiberliği aldı, kasaya
götürdü, "Ne kadar?" diye sordu. Zücaciyeci "30 TL" dedi ve
pazarlık başladı . Kadın 20, dedi. Zücaciyeci 20'ye gelişi var,
olmaz , dedi . Israr kıyamet derken adam pes edip 25 TL'ye
olur diyerek kadından kurtuldu. Kadın 50 TL'yi çıkardı, ada
ma uzattı ve karşılığında verilen bir 20, bir de 5 TL'yi cüzda
nına, bizim lOO'lüğün üstüne yerleştirdi.
Kadın çarşıyı gezerken toka satan bir tezgahın önünde
durdu, tokaları inceledi ve eteğini tutan Marilyn Monroe'lu
bir tokayı çok beğendi. "Bu kaç lira?" diye sordu. Pazarcı 8
dedi ve kadın yine pazarlığa tutuştu. Hani 0,50 kuruş dese
ler onun için bile pazarlık eder, insanları bezdirene , istedi
ğini dilediği fiyata alana kadar vazgeçmezdi. Beşti, yediydi,
olmadı altıydı diye pazarcıyı zorladı "Hiç indirmedin haaaa"
diye sitem bile etti kadın.
Tokacı çok da sallamadı kadını. Kadın cüzdanından 5 TL'yi
çıkardı ve cüzdanının dibindeki bozuklara ulaşmak için eli
ni soktuğunda lOO'lüğün cüzdanın kenarından sarktığını
fark etmedi. lOO'lük cüzdandan düşmek üzereydi . Bir para
için korkunç bir andır bu. Bazı cüzdandan düşmek isteme
yen, kaybolmak istemeyen paralar sahibine kendini hisset
tirirmiş . Bir inanış bu, öyle derler para camiasında. lOO'lük
kendini hiç hissettirmedi kadına, evet belki düşecekti, zor za
manlar onu bekliyordu ama bu kadının cüzdanında olmak
daha zordu. Kaydı lOO'lük, kaydı, kaydı ve bir kuru yaprak
gibi savrularak yere düştü. Kimse fark etmedi onu. Rüzgarın
etkisiyle yavaş yavaş savrulmaya başladı. Önce bir kaldırı
mın kenarında tutundu, oradan döne döne bir dükkanın ka
pısına takıldı. Neredeyse dükkanın içine girecekti . Rüzgar
biraz daha güçlenince dükkan kapısından sokağa savruldu.
Arnavutkaldırımının üstünde kayak yapar gibi uçuyordu ve
62
bakar. Bir gün gelir herkes çıplak gezer sokaklarda ama yine
de bu ülkede dansöz erotizmi bitmez.
Adam burnunun ucundaki memelere kayıtsız kalama
dı ve cebindeki yolda bulduğu lOO'lüğü, biraz da yolda bul
muş olmanın verdiği rahatlıkla dansöze taktı . lOO'lük dan
sözün memesi ve sutyeni arasına sıkışınca hem biraz utan
dı, hem de şaşırdı. Bir süre sonra yerine alıştı, hatta sevdi bi
le. Meme yumuşaktı, sırtını iyice yaslayıp bir oh çekti, içki ve
dansöz eşliğinde kendinden geçen adamları izlemeye başladı.
Dansöz büyük daireler çizerek kalçasını döndürüp aynı za
manda da kendi etrafında dönüyordu. Lunaparktaki balerine
binmiş gibiydi lOO'lük, keyfi yerindeydi. Bir anda bu daire
sel hareketi bitirip omuzlarını ve memelerini titreterek oyna
maya başlayan dansözün bu hareketi pavyonda ilgiyle karşı
lançlı ve coşkulu bir alkış aldı. Alkışın hemen peşi sıra ensesi
kalın bir kalantor, dansözün bizim lOO'lüğün olduğu meme
si ve sutyeni arasına, tam da bizim lOO'lüğün yanı başına bir
200'lük sıkıştırdı . Çok güzel bir 200'lüktü bu. Bizim lOO'lük
gözlerini alamadı bir an, çok etkilendi. Selamlaştılar.
"Bir erkek lOO'lüğün en çok olmak istediği yerdesiniz sanı
yorum" dedi 200'lük.
"Anlayamadım" dedi lOO'lük. 200'lük gözleriyle memeyi
işaret etti.
"Haaa . . . Sanmıyorum zira sizin olduğunuz bir ortamda bir
lOO'lüğün gözü sizden başkasını görmez."
"Oooo çok hızlısınız."
"Ama siz de çok güzelsiniz" dedi lOO'lük . Gülümsedi
200'lük, hoşuna gitti.
''Yaşam çok büyülü" dedi lOO'lük.
"Neden?"
"Birkaç saat önce bir kadının cüzdanından düşüp rüzgar
nereye savuru rsa savrulup, yerlerde sürüklenip, sonunda bir
adamın botu altında ezilip ve akşamına aynı adamın cebin-
64
Ertesi sabah
Sabah uyandığında, günlük kıyafetleriyle yattığını fark
eden adam gömleğini kokladı. Sigara kokusundan rahatsız ol
du. Soyundu, gömleğini ve pantolonunu çamaşır makinesin
de biriktirdiği diğer kirlilerin arasına attı. lOO'lüğü pantolo
nun cebinde unutmuş, çamaşır makinesinin kapağını kapat
mış, deterj anı ve yumuşatıcıyı koyduktan sonra başlama tu
şuna basarak korkunç, onur kırıcı, yaklaşık bir saat sürecek
bir işkenceyi başlatmıştı. Makine çalıştıktan beş dakika sonra
adamın aklına lOO'lüğü cebinde unuttuğu geldi ama artık çok
geçti. Yıkama işlemi sonlanmadan çamaşır makinesinin kapa
ğını açamazdı. lOO'lük içeride dönerken, deterjanlı suyun ilik
lerine kadar işlemesine karşı tahammülünü artırmak ve da
yanabilmek için her an 200'lüğü düşündü. Bir daha karşılaş
ma ihtimalini, ona sarıldığı ve öptüğü anları gözünün önüne
getirdi ve bir süre sonra deterjanlı sudan dolayı bayıldı.
Çamaşır makinesinin kapağı açıldığında lOO'lük yıkanmış
pantolonun cebinde yarı baygındı. Adam pantolonun cebine
elini sokup lOO'lüğü çıkardı . Islak, buruşmuş ve solgundu
lOO'lük. Hemen yatak odasındaki ütü masasına yatırdı, ütü
yü fişe taktı ve ütü gerekli ısıya ulaştığında kurutmak ve dü
zeltmek için üstünden geçti. Bu ani şokla uyandı lOO'lük, ca
nı çok yanıyordu. Yorgundu ve yıpranmıştı.
lOO'lük başına bundan daha kötü bir şey gelmeyeceğine
inanmak istedi. Bütün bunlar Avusturya-Macaristan İmpa
ratorluğu veliahdı Franz Ferdinand'ın Sırp milliyetçisi Gav
rilo Princip tarafından öldürülmesiyle başlayan Birinci Dün
ya Savaşı'nın bir benzeri gibiydi onun için. Artık her şey ters
gidecek, başına gelmeyen kalmayacaktı.
68
Yıllar sonra
Derken, bir adamın cebinde, bir dizi gıcır paranın arka
sında buldu kendini lOO'lük. Adam yeni açılmış bir döner
dükkanının camından içeri bakıyordu. Kapı ve cam çerçe
velerinde balonlar, dışarda çelenkler ve önünde hatırı sayı
lır bir kalabalık vardı . Adam dükkana girdi. Dükkanın sa
hibi olduğu belli olan, eflatun takım elbiseli ve rugan ayak
kabılı adama sarıldı ve "Hayırlı olsun kardeşim" dedi . "Al
lah razı olsun ağabey hoş geldin" dedi eflatun takım elbiseli
dükkan sahibi. "Ver bakalım bir porsiyon döner" dedi adam,
"Tabii ağabey" dedi dükkan sahibi ve döneri ustaya sipariş
etti. Adamın cebinde bizim lOO'lükten başka büyük para yok
tu. Çekti bizim yüzlüğü eflatun takımlıya uzattı, "Al baka
lım siftah benden" dedi. Eflatun takımlı itiraz edecek gibi ol
du ama adam kararlıydı. Eflatun takım elbiseli, bizim lOO'lü
ğü aldı , kasanın altından çıkardığı daha önceden yaptırdı
ğı cam çerçevenin içine düzgünce yerleştirdi . Hiç direnme
di lOO'lük hatta biraz müsterih oldu bu durumdan. Daha kö
tü sonlara hazırlamıştı kendini, buna razıydı. Artık bir anla
mı vardı. Özünde lekeli ve güvensiz olan para-insan ilişkile
rindeki tek duygulu ihtimal 'siftah'tı. Para için piyasadan çe
kilmek demekti ama parçalanmaktan yeğdi. Mezarının nere
de olduğu bilinmeyen yüzlerce lOO'lük vardı. Oysa mozole gi
bi bir çerçevede onuruyla yatacaktı. Eflatun takımlı lOO'lüğü
güzelce yerleştirdikten sonra vidalarını sıktığı çerçeveyi du-
71
Taner, "Şu ileride bir dinlenme tesisi var hem tuvalete gire
lim hem de Starbucks'tan leğenle kahve alalım mı?" diye kı
kırdadı. Selin hafif bir tebessümle cevap verdi "Leğenle mi?"
"Evet ya leğenle. Herkes, her gün, hem de birkaç kere, leğen
büyüklüğünde bardaklarla kahve içiyor. Ne zaman bu kadar
kahve tüketmeye alıştık" dedi Taner. Aslında haklı olduğu
nu biliyordu Selin, ama hem yorgun olduğu hem de Taner'in
sürpriz tatiline çıktığı için ve bir de ilişkilerdeki nedeni belli
olmayan o insanı paralize eden partnerin haklı da olsa "ona
katılmamama isteği" halinden dolayı onaylamadı ve "Leğen
de değil , abartma şimdi" dedi. "Tamam leğen değil tabii ki,
leğen gibi dedim zaten" dedi Taner. "Yani evet" diye yanıtla
dı Selin. Aslında yanıtlayacak bir soru yoktu. Zira muhabbet
bomboş bir yere doğru gidiyordu. Sustular. Arabayı dinlenme
tesisinin önüne çektiler. Büyük süpermarket gibi olan ama
içerde bol miktarda cezerye ve 'akrabaları' ürünlerin satıldı
ğı, aynı zamanda yemek de yenilebilen, oyuncak reyonunun
da büyükçe bir yer kapladığı 'herşeymarket'teki tuvalete gir
diler. Taner önce çıktı, Selin'i beklerken akrabalarına götür
mek için beş kutu cezerye aldı . Selin çıktı tuvaletten, kah
ve almaya doğru yöneldiler. "Onlar ne?" diye sordu. "Cezerye ,
bizimkilere götüreyim elimiz boş gitmeyelim" dedi Taner. "İyi
yapmışsın" dedi Selin, ama çok da oralı olmadı . Kahve için
bankoya yaklaştılar. "İki leğen kahve" dedi Taner. Kahveci
de çalışan kız anlamsızca Taner'e baktı ve "Efendim?" dedi.
"İki leğen kahve" dedi tekrar Taner. "Leğen?" diye manasızca
gülümsedi kız . Selin durumdan çok utanmıştı . Taner'in ko
lunu 'ne yapıyorsun' der gibi dürttü. Taner bu dürtmenin de
etkisiyle sevimli olmaya çalışarak, "Yani leğen gibi bardak
larda kahve satıyorsunuz, ne zaman bu kadar kahve içer ol
duk" dedi. Selin, Taner'in yüzüne kızgınlıkla bakıyordu artık.
"Küçük boylarımız da var beyefendi" dedi kız, "Siz hangi boy
istersiniz?" "Büyük boy olsun" dedi Taner. "Bakın siz de bü-
77
yük boy alıyorsunuz, gördünüz mü?" dedi kız. "Küçük ile bü
yük boy arasında çok para farkı yok, içemezsem dökerim" de
di Taner. Bu tür ukalalıktan kendisi de hoşlanmazdı aslında.
Onunla artık muhatap olmak istemediğini belli eder bir ton
da, "Peki beyefendi" dedi kız. Taner de sinirlenmişti, diyalo
ğu devam ettiremedi. Kız bir şey daha söylese de ağzının pa
yını verse diye burnundan soludu bir an, ama artık bitmişti.
Sessizliği kahve makinesinin 'kırrrr' ve 'fuşşş' sesi bozuyor
du sadece. Selin çok gerilmişti. Taner'e arkasını dönmüş, il
gilenmiyormuş gibi yapıyordu. Kız kahveleri büyük bardak
lara doldurup kapaklarını kapattı "İsim olarak ne yazalım"
diye sordu. İşte Taner'in beklediği an gelmişti ve hiç düşün
meden bir gün bunu yapacağım dediği şeyi yaptı, "Tony Mon
tana ve Claudia Schiffer" dedi. Kız bir an kaldı ve hiç gülme
den Taner'e baktı. Selin'in sabrı taşmıştı, "Aaaaa canım ve
rir misin şu bardakları" dedi ve bir hamleyle bardakları aldı.
"Taner yürü lütfen" dedi ve kahve bankosunun önünden ay
rıldı. Kız ve Taner birbirlerine nişan almış iki kovboy gibi bir
süre daha bakıştılar. Selin tekrar seslendi, "Taner gelir mi
sin?" Taner artık iyice sinirlenen Selin'e doğru yürüdü. "Ne
yapıyorsun sen yaaa, ne yapıyorsun, sen ela.lemin kızıyla ne
tartışıyorsun" dedi öfkeyle Selin. "Ben ela.lemin kızıyla tar
tışmıyorum, ukalalık yaptı" dedi Taner. "Önce sen yaptın. O
leğen şakası çok komikmiş gibi bir de kıza niye söylüyorsun."
"Bir şey mi dedik ya?" dedi Taner, bok gibi hissediyordu. Sus
tu. Selin'in haklı olduğunu biliyordu. Hem tatile çıkmışlardı.
Alttan almaya karar verdi. Arabaya binip yola devam eder
lerken Selin biraz daha söylendi. Sonra bir süre ikisi de sus
tu. Selin bu sessizlikte elinde bir yudum dahi içmediği kahve
olmasına rağmen uyudu. Taner sakince onun koltuğuna uza
narak rahat uyuması için koltuğu birkaç kademe yatırdı.
Yakarca'ya yarım saat kalmıştı. Taner kaptırmış gidiyor
du, teypte Burhan Çaçan' dan Aşkımız Olay Olacak çalıyordu.
78
der" dedi Taner. "Köylük yer mi? Fakir Baykurt karakteri gi
bi konuşmayı bırak da şunu kovala ben uyuyamam" dedi Se
lin. Taner parmaklarıyla cama vurmaya başladı ama kerten
kele kıpırdamıyordu. "Gitmiyor" dedi Taner. "Taner şunu ko
vala, ben uyuyamam" dedi Selin. Taner eline aldığı terlikle
yan taraftaki pencereyi açarak kertenkeleye uzanmaya çalış
tı ama yetişemedi. Kertenkele kıpırdamadı bile. ''Yok uzana
madım" dedi. "Ne yapacağız?" dedi Selin. "Bir şey olmaz ya
talım, o gider, kafanı bu tarafa çevir uyursun" dedi Taner. Se
lin isteksizce yorganın altına girdi ve odaya dönerek yattı.
Taner de yatağına yattı. Bir süre sonra Selin belki gitmiştir
diyerek cama döndü ama kertenkele aynı yerinde kıpırdama
dan duruyordu. "Taner, kertenkele hala duruyor" dedi. "Bir
şey olmaz" dedi Taner. ''Yer değiştirelim mi, ben orada yata
yım sen burada yat" dedi Selin. Taner olur dedi ama biraz da
utandı. Niye kendi aklına gelmemişti? Yer değiştirdiler. Selin
biraz önce Taner'in uyuduğu yatakta yüzünü duvara dönerek
yorganın altına girip gözlerini kapattı . Taner sırtüstü yat
mış , kolları boynunun altında, camdaki kertenkeleye bakı
yordu. Kertenkele birden hızlı bir hareketle gitti. Uyudular.
Selin gözlerini horoz sesleri ve keçilerin çan sesleriyle
açtı . Bir süre yattığı yerden tavana baktı . Hepsi birbirin
den farklı ebatta olan sıralı tahtalara takıldı gözleri . Köy
lerde hiçbir şey şehirdeki gibi intizamlı değil. Şehirde ölçü
hakimdir, düzen şarttır, terazisi vardır şehrin. Belki de bu
yüzden dört bir yanı kaostur diye düşündü. Üçlü kanepeye
baktı, Taner yoktu. Yataktan kalktı, odadan çıktı. Evin ka
pısı açıktı . İçeri pırıl pırıl gün ışığı giriyordu. Bir an mut
lu oldu. Taner ve Remziye'nin sesi geliyordu dışarıdan. Se
lin kapının önüne çıktı, "Günaydın" dedi. Taner ve Remziye
Selin'e gülümseyerek, "Günaydın" dediler. Taner kapı önün
deki yükseltiden köyü seyrediyordu. Sigarasından bir ne
fes çekti ve "Selin bak, işte burası benim köyüm" dedi. Selin
86
"Ne yapıyorsun Sadık ahi?" dedi. ''Yatır onu yere. Arı kötü bir
yerden sokmuş, iğne omuriliğe yürürse boyundan aşağısı felç
olur" dedi. Taner'in gözleri kocaman açıldı. Şoke olmuştu Se
lin, çığlık çığlığa ağlamaya başladı. Taner Selin'i yere yatırdı.
Selin artık hüngür hüngür ağlıyordu. Taner'in gözü yerde ya
tan Selin'in Converselerine takıldı bir an, "Çok genç, henüz
çok genç" diye içlendi. "Ağabey çıkartabilecek misin iğneyi?"
diye sordu Taner. "Bakacağız" dedi Sadık. Yalvarıyordu Se
lin, "Ne olur Sadı,k nooolur çıkart şunu! " Taner Selin'in ka
fasını dizlerine yatırdı. Bıçağın ucunu iyice ısıttıktan sonra
güzelce bir sildi ve yere çömelip şişliğe konsantre oldu. Ön
ce şişliği alttan sıkarak deliği buldu. Bu sırada Selin, sade
ce, "Noolur ahi nooolur" diye inliyordu. Taner ise "Tamam ta
mam geçecek" diye tekrar ediyordu. Sadık deliği bulup bıça
ğı lmtırdığı anda Selin çığlık attı. Taner, Selin'in ellerini tu
tup adeta üstüne yatarak onu hareketsiz tutmaya çalıştı. Sa
dık bir cerrah gibi deliği oyuyor ve iğneye ulaşmaya çalışıyor
du. Yaklaşık bir dakika sonra Sadık iğneye ulaştı ve çıkar
dı. Selin hüngür hüngür ağlıyordu. Taner Selin'e sarılmış, şo
ku atlatmasına yardımcı olmaya çalışıyordu. Sadık bir sigara
yaktı, "Tamam, ağlama artık" diye Selin'e yaklaştı. Sigara
sını söndürdükten sonra torbadan bir parça ekmek içi çıkar
tıp çiğnemeye başladı. İyice çiğnedikten sonra hamur haline
gelmiş ekmeği avucunda yuvarlayarak bir top yaptı. "Kıpır
dama yine" dedi Selin'e. Sadık sözünden çıkılmaması gereki
len bir komutan gibiydi artık onların gözünde. Selin hiç soru
sormadan durdu. Sadık çiğnenmiş ekmeği iki elinin avuçlan
arasında iyice ezip arının soktuğu yere koydu. "Arı sokması
nın şişine çiğnenmiş ekmek konur" dedi bunu yaptıktan son
ra. Ekmeği iyice bastırdı . Selin, "Ah" dedi, "Ahi bir şey var
ekmeğin içinde batıyor." Sadık ekmeği işaretparmağı ve baş
parmağı arasına alarak yokladı . Evet sert bir şey geldi eli
ne, çıkardı o sert cismi ekmeğin içinden, baktı anlam vere-
90
gür hissetti kendini bir an. Şelalenin önüne geldi suya ön
ce ayağını uzattı. Çok soğuktu. Doğa ana iyiydi, güzeldi ama
şu suyu biraz ısıtabilirdi. Analık bu muydu? Gölete ayakları
nı soktu. Böyle bir soğuk yoktu ama bacaklarındaki kaşıntı
bir anda durdu. "Ooo süper" diyerek titreye titreye suya gir
di . "Vav vav, uf uf' diye istemsiz sesler çıkarıyor ama alışı
yordu da. Derin derin nefesler alarak, aynı nefesleri farklı
nidalarla geri vererek alışıyordu doğa ananın saf soğuğuna.
Suya kafasını da sokmuştu, artık komple başından akan suy
la arınıyordu. Taner ve Sadık sigara içiyorlardı. Sadık, trak
törün arka sol tekerini değiştireceğinden, çımacılara baktı
ğından, traktör tekerinin çok pahalı olduğundan bahsediyor
du. Bir anda Selin'in çığlığını duydular. Korkunç bir çığlıktı
bu, hemen sigaraları atıp şelaleye koştular. Köşeyi döndük
lerinde Selin suyun altında çığlık çığlığa bağırıyordu. Çırıl
çıplaktı. Sadık hemen kafasını yere eğdi. İçinden, "Hayır gör
medin Sadık, görmedin" diye geçirmiş ama görmüştü. Kulak
ları ateşe kesti. Alnı gerildi. Zihninden Selin'in çıplak hali
ni çıkarmak istedi ama olmuyordu. O çıkarmak istedikçe gö
rüntü daha da netleşiyordu ve çok güzeldi. "Nasıl böyle düşü
nürüm Allah belanı versin Sadık" diye geçirdi içinden. Taner,
''Yılaaaaan Sadık ahi yılaaaaan" diye bağırdı. Sadık kafasını
kaldırıp gözlerini Selin'in kafasına sabitleyip çıplak vücudu
na bakmamaya çalışarak yaklaşıyordu. İki kayanın arasın
dan suyu da sıyırarak geçen yılan yukardan sarkarak bırak
mıştı kendisini Selin'in vücuduna ve boynuna sarılmıştı. Ka
sılmış boynunu yukarı kaldırıp korku içinde gözlerini beler
terek Sadık'a bakıyordu Selin. Sadık iyice yaklaştı. Yaklaş
tıkça Selin'in gözlerine bakmanın dünyanın en güzel şeyi ol
duğunu düşünüyor ve bu anın bitmemesini istiyordu. Yarım
saat içinde ikinci kez kurtaracaktı Selin'i. Bir an onun kah
ramanı olduğunu düşündü. Ne kadar güzeldi Selin. Bu ka
dar güzel bir kadının kahramanı olmak ne eşsizdi. Filmler-
92
d i . Taner köyde tam bir köy adamı olmak istiyordu ama o ka
dar yakışmıyordu ki ona. Bu 'selamünaleyküm', Amerika'ya
Amarika diyenlerin düştüğü o berbat durum gibiydi . Gelen
kişi Sadık'ın, özellikle de Selin'in yanında hiç karşılaşmak is
temediği patavatsız Biçerdöver Nihat'tı . "Hoş geldiniz" gel
di Nihat, Taner'le selamlaştı, Selin'le tokalaştı . Pis elleriy
le Selin'le tokalaşmasına uyuz oldu Sadık. "Ne yaptınız? Da
ğa gitmişsiniz . . . " dedi Biçerdöver Nihat. "Evet şelaleye git
tik" dedi Sadık. "Oraya ne gittiniz , yaylaya gitseydiniz" dedi
patavatsız Biçerdöver Nihat. Sadık uyuz oldu Nihat'a, "Ora
ya da yarın gideriz" dedi. "Eeee siz nasılsınız?" diye Taner ve
Selin'e döndü Biçerdöver. Bir anda Selin'in boynundaki şişi
sordu "N'oldu boynuna yaaa?" Selin'in boynuna dikkat kesil
mişti. "Arı soktu, sağ olsun Sadık iki kere hayatımı kurtardı
bugün" dedi. "Arı sokmasından n'olacak ki niye hayatını kur
tardı?" diye sordu Nihat. "Eee boyundan arı sokması tehli
keliymiş, iğnesi omuriliğe yürüyebilirmiş ve boynumdan aşa
ğısı felç kalabilirmiş" dedi Selin. "Yok ya, ne alakası var. O
enseden sokarsa olur o da çok zor bir ihtimal yani . " Taner
ve Selin bir an Sadık'a baktı. Sadık gıcık oldu Nihat'a. "Bo
yundan da yürür, salak salak konuşma" dedi Sadık. ''Ya ker
van mı bu, nereye yürüyor" dedi Nihat gevşek gevşek. Sadık,
"Neyse tamam gidelim" diyecekti ki, Nihat Selin'e , "İki ke
re hayatımı kurtardı , dedin. İkincisi ne?" diye sordu. "Şela
lede yıkanırken fark etmedim bir anda boynuma zehirli bir
yılan dolandı, yılandan kurtardı beni Sadık sağ olsun" dedi.
"Gene mi boynuna? Bizim köyün hayvanları senin boynuna
kafayı takmış" dedi ve gevşek gevşek güldü. "Yılan ne renk
ti?" diye sordu Nihat. "Siyah" dedi Selin. "Tamam kara yılan,
o zehirli değil ki" dedi. "Zehirli lan o senin bildiğin yılandan
değil" diye hemen atıldı Sadık. Öldürmek istiyordu Nihat'ı.
"Ama Sadık zehirli dedi" dedi Selin. "Yok ya, kara yılan ze
hirli olmaz" dedi Nihat. "Lan bu o kara yılandan değildi" de-
96
di Sadık. "Kaç tane kara yılan var?" diye sordu Nihat. Sadık
çok sinirlenmişti. Tam o sırada "Taneeer, Seliiiin! hadi gelin
çay koydum" diye seslendi Remziye. Sadık, "Siz gidin ben he
men geliyorum" dedi. Taner ve Selin eve yürüdüler. Sadık ve
Nihat bir süre arkalarından baktılar. Seslerini duyamaya
cak kadar uzaklaştıklarında Nihat, Sadık'a Selin'i göstere
rek, "Ne güzel götü var" deyince Sadık'ın kanı beynine yü
rüdü. Nihat'a döndü ve tek eliyle gömleğinin yakasına yapı
şıp sertçe aşağı doğru çekerek, "Sana ne lan amma kodumun
evladı. Sana ne. İğne yürüdü mü, yılan zehirli mi? Sana ne."
"Ne yiyon milleti, kara yılan zehirli demişsin" dedi Nihat. Sa
dık iyice kavradı iki eliyle tuttu bu sefer gömleğin yakalarını
yukarı kaldırarak. "Zehirliydi ulan, zehirliydi. Bütün yılan
ları sen mi biliyon anıcık?" diyerek ittirdi Nihat'ı. Nihat üs
tünü düzeltti, "Ben biliyom amma koyayım, kara yılan zehir
li değil işte" dedi. "Siktir git günaha sokma beni" dedi Sadık.
"Ağabeyime diyecem aynısını ona da de bakalım" dedi Nihat.
"Söyle, babana da söyle" dedi Sadık. Nihat gitti. Sadık bur
nundan soluyarak eve yürüdü.
Remziye ikinci çayları getirdi. Taner ve Selin şekersiz içi
yordu. Sadık çay kaşığıyla kasenin içindeki toz şekerden 4 ka
şık atınca Selin telaşlandı, "Ooo çok şeker atıyorsun Sadık"
dedi. "Alışmışız valla" dedi Sadık. "Şeker çok zararlı, en az si
gara kadar zararlı, atma o kadar" dedi Selin. "Ne yapar, öldü
rür mü?" diye sordu Sadık. "Yani hemen değil ama zamanla
ölümcül hastalıklara sebep olur" dedi Selin. "Tamam bu çay
dan sonra şekeri bırakıyorum" dedi Sadık Selin'in gözlerine
bakarak. Aslında "Sen istedin diye. Sen iste her şeyi yaparım"
demek istiyordu. Selin gülümsedi. Sadık Selin'in güzelliğine
bakarken eriyordu. Hele o gülümserken, bembeyaz dişleri gü
zelliğini aydınlatırken başka bir aleme gidiyordu.
Üçüncü çaylar içiliyordu. Remziye , Selin'e Müge Anlı'nın
programının ne kadar faydalı olduğundan bahsediyordu. Ta-
97
tı. Aralarında ufak bir tartışma çıktı. Remziye "Ne oldu?" di
ye sordu. Taner, "Selin'in valizi ben yaptım da iç çamaşırını
almayı unutmuşum" dedi. Remziye , "Bunu ne böyle ulu orta
söylüyorsun" der gibi. "Haaaa! " dedi. Sadık kafasını öne eğdi.
Selin, Taner'in kolunu dürttü. Taner samimiyetle durumu çö
zeceğini düşünerek, "Aman Sadık Ağabey yabancı değil , bir
şey olmaz" dedi. Sadık iyice utandı. Bir kadın donundan ulu
orta konuşulduğu yetmiyormuş gibi kendisinin de böyle bir
muhabbette etkisiz eleman sayılması zoruna gitmişti. "Rem
ziye Abla'dan al" dedi Taner. "Tabii canım, ben sana benimki
lerden veririm" dedi Remziye. Zaten titreyen Selin'in kulak
larına ateş bastı. Remziye'nin kullanılmış donunu giymek en
son isteyeceği şeydi.
Selin ayağındaki plastik Gezer terliklerle, Remziye'nin
oturması için verdiği plastik tabureye oturmadan yıkanıyor
du. Sırayla bir sıcak su kovasından bir soğuk su kovasından
su alıyordu. Banyoya kaynar suyun buharı hakimdi, ama her
an tuvalet camından sızmayı başaran soğuk hava su dökün
mediği anlarda kendini hissettiriyordu. Tuvaletin kokusu ile
sabunlu buhar kokusu adeta savaşıyordu. Selin bolca su dö
künüyordu. Yerden vücuduna sıçrayan sular onu çok rahat
sız ediyordu. Bol su dökündükten sonra havluyla iyice kuru
landı ve havlunun altındaki askı ucunda salınan sütlü kah
ve rengindeki külotlu gördü. Remziye kendi külodunu giyme
si için bırakmıştı . Selin külotlu aldı inceledi. Giyerse külot
belden aşağısını eritecekmiş gibi hissetti. Zaten başkasının
donunu giymek de neydi? Üstelik giyilmiş donu. Kirli çama
şırımı giyerim daha iyi diye düşündü ve askıdan almak için
uzandı fakat iki parmağıyla almak isterken kirli çamaşırını
yere düşürdü. Çamaşır sırılsıklam oldu. Her şey çok kötü gi
diyordu. İç çamaşırı giymeden üstünü giyindi ve çıktı.
Selin somyaya uzanmış, battaniyenin altında boncuk bon
cuk terliyordu . Hemen başında Taner oturuyor ve Selin'in
99
"Ne burası?"
2Aha bu sokak işte. Bu sokaktan gir, biraz ilerde sağda
kerhane."
"Bakak mı?"
"Hadi gel bakak."
Müj de durdu. Sokağa giren delikanlıların arkasından
baktı . Yüzünde hınzır bir gülümsemeyle hızlı adımlarla
Karaköy'e yürümeye başladı. Sınıfın en enteresan, en marji
nal ödevini o verecekti, bu kesindi. Çok heyecanlıydı.
Aklından geçeni tam anlamıyla canlandırmak için Kara
köy Meydanı'nda şöyle bir tur attı. Camekanında rengarenk
peruklar olan bir dükkan görünce acaba takma bıyık da satı
yorlar mıdır diye düşündü, içeri girip sordu, vardı. Sevincini
sakladı, bıyığı ve bıyığı yapıştırmak için gomu alıp çantasına
koydu. Saçlarını ne yapacağını düşünürken karşısına çıkan
eskiciden üç otuz paraya bir kasket aldı. İnşallah bitlenmem,
bitlensem bile en iyi ödevi ben vermiş olacağım, değer diye
düşündü. Meydana geri döndü, umumi tuvalette kabinlerden
birine girip kapıyı kilitledi. Çok şükür yağmur yoktu, hava
biraz soğuktu ama sorun değildi . Çantasından çıkardığı ay
nayı ıslak mendille iyice sildiği klozetin üstüne koydu, sonra
çantasından takma bıyığı ve gomu çıkardı, daha önce konser
vatuarda edindiği tecrübeyle gomu bıyığa sürdü ve suratına
yapıştırdı. Yaklaşık beş dakika kadar eliyle bastırarak bıyığı
dudağının üstüne tutturdu. Saçlarını iyice toplayıp tel toka
larla tutturduktan sonra kasketi başına yerleştirdi. Aynada
kendine bakıp gülümsedi. Yavaş yavaş kapıyı açtı ve tuvale
tin koridorunda başka kimsenin olmadığını gördüğü an eliyle
ağzını kapatarak hızla tuvaletten çıktı. Aylar önce ağabeyine
sinirlediğinde aşırdığı kimlik ise uzun zamandır çantasında
duruyordu. Ağabeyi sürekli ehliyetiyle gezdiği için kimliğinin
kaybolduğunu fark etmemişti bile.
Genelevlerin olduğu sokağa yürümeye başladı, sürekli hı-
1 44
"Nedir? Ne oldu?"
"Tuhaf tuhaf bir şeyler söylüyor."
"Ne söylüyor?"
"Anlamadım."
Sedat Müjde'ye yaklaştı :
"Ne oldu, hayırdır? Ne diyon?"
Müjde kafasını kaldırmadan tiradı oynamaya başladı.
"Beni lekeledi; yarım milyon zarara uğrattı . Kayıplarıma
güldü, kazançlarımı alaya aldı . Irkımı hor gördü, işimi bal
taladı, dostlarımı soğuttu, düşmanlarımı kızıştırdı. Niçin mi
yaptı bunları? Yahudi'yim de ondan."
Odada herkes birbirine bakıyordu. Kadınlardan biri gül-
memek için kendini zor tutarak:
"Hadi buyur, cevap ver" dedi. Sedat girdi lafa.
"Eeee sonra?"
"Gözleri yok mudur Yahudi'nin? Elleri yok mudur Yahu
di'nin?"
"Şişşşşt bana bak koçum. Daşşak mı geçiyon lan bizle? Ha-
di çık dışarı. Kalk, kalk."
"Uzuvları, boyu, posu, duyuları, sevgileri, coşkuları?"
Sedat sertleşti.
"Şimdi bir kayarım sana, o boyunu posunu sikerim senin . . .
Kalk!"
"Tıpkı bir Hıristiyan gibi aynı yemeklerle doymaz mı? Ca
nını aynı silahlar acıtmaz mı?"
"Lan oğlum . . . Adamı hasta etme lan . . . Kalk siktir git."
Bu sırada dış kapı zilinin çalındığı duyuldu. Sedat kadın
lardan birine kapıyı açması için işaret etti. Kadın aşağı inip
kapıyı açtı. Gelenler polisti. Genel kontrol, dedi polis. Kadın
polisleri içeri aldı.
"Buyrun ahi, ben hemen Sedat Ağabey'i çağırayım" dedi ve
hızla merdivenleri çıkarak altı numaralı odaya koştu.
"Sedat Ağabey, Sedat Ağabey, polis geldi. Genel kontrol dedi."
1 55
"Tamam baksın yine de. Yeni şube müdürü sıkı çalışıyor, de
netim ekipleri oluşturdu. Bizi de hatta bizi denetleyeni de denet
liyorlar. İş sıkı yani. Valilikten bir evrak gelecekti size geldi mi?"
''Yok gelmedi komiserim. Ne evrakı gelecekti?"
"Şimdi bak, Valilik 11 Zührevi Hastalıklar ve Fuhuşla Mü
cadele Komisyonu yeni bir tarama ve inceleme yapacak. Sı
kı denetime gireceksiniz. Hem kaçak kadın hem de temizlik
le ilgili denetimler yapılacak. Komisyon geniş, uyandırayım.
Yani öyle tınvırı değil, Halk Sağlığı Müdürlüğü, Çevre ve Ça
lışan Sağlığı Şubesi, Bulaşıcı Hastalıklar Şubesi, 11 Emniyet
Müdürlüğü . . . Hepsi var komisyonda. Sağlık ve kaçak çalıştır
mayla ilgili gelecekler hazır olun."
"Biz sağlamız komiserim."
"Tamam bütün raporlar var. Kaçak kadın aman ha sakın."
''Yok komiserim, zaten Selim Bey'in en dikkat ettiği konu
o, kaçak bizde kesinlikle olmaz. Vesikalar dosyada, aha ka
dınlar da orada. Bak altı kafa sayımız var."
"İyi ben uyandırayım da."
"Sağ ol komiserim. Biz buranın örnek eviyiz. Her şeyimiz
nizami."
Bu sırada merdivenlerden polis Tamer, elinde Müj de'nin
şapkası, bıyığı ve kolundan tutup getirdiği Müjde'yle iniyor
du. Müjde başı önde korku dolu gözlerle etrafına bakıyordu.
"Komiserim, bakın ne buldum yukarda."
Sedat şaşkınlıkla ne diyeceğini bilemez ve kontrolü kaybet
menin verdiği boşlukla birden "Kimsin lan sen!" diye bağırdı.
Komiser eliyle Sedat'ı durdurdu.
"Bir dakika, bir dakika. Sana soracağız onun kim olduğu
nu. Hani lan kaçak yoktu?"
"Yok komiserim. Allah belamızı versin yok. Bak ben sana
anlatayım. Bu erkekti."
"Erkek miydi? Allah Allah! Eee, nooldu erkeğe de bir anda
kadın oldu?"
1 57
Sedat hızla:
"Komiserim yapma ne olur, biz tanımıyoruz bu manyağı."
''Valla amir affetmiyor, vesikasız kadın yakalarsanız geti-
rin diyor. Ben ne bileyim deli mi, bu kaçak mı? Karakolda çö
zeceğiz."
"Komiserim vallahi deli gibi bir şey, ne olur mühürlemeyin."
''Yapacak bir şey yok."
Müj de, "Ağabey valla öğrenciyim ben" diyerek çantasını
hızla karıştırdı, pasosunu buldu, "Bakın bu da pasom."
"Heee inanayım mı? Kızım, üstündeki kimlik senin değil
pasoya mı inanalım. Yürü bakalım."
"Ahi. Komiserim ne olur. Yapmayın vallahi ödev için. Sedat
Ağabey'in de bir suçu yok."
"Tamam, suçunuz yoksa karakolda anlaşılır. Yürüyün. "
Üstlerini giyinmiş kadınlar geldiler. Hepsi başına y a tül-
bent ya da şapka takmıştı. Komiser polis Tamer'e:
"Şunun şapkasını ver, çıkarken ihtiyacı olacak."
Müjde hemen atladı:
"Neden ahi? Niye ihtiyacım olacak?"
Sedat:
"Komiserim yapma kapıda basın mı var?"
''Vallahi var. Bakanın son "Genelevleri kapatacağız" açık
lamasından sonra küçük-büyük demiyorlar böyle kontrolle
re bile damlıyorlar. Bakanın açıklaması Avrupa' da ses getir
di. Herkesin gözü kerhanelerde ; kapatılacak mı, kapatılma
yacak mı diye? Sen de evde kaçak çalıştırıyorsun."
"Vallahi kaçak yok komiserim ya, vallahi yok."
"Tamam bakacağız ona işte."
Müjde:
"Komiserim yapmayın. Beni götürmeyin ne olur. Babam
beni öldürür."
"Suçun yoksa bir şey olmaz. Tak şu şapkayı kafana. Yü
rüyün ."
1 60
"İskeçeli içerde."
"Anlaşıldı senin neden ciğerinin söndüğü. İçerdeyse içerde
çekil" deyip içeri girdi Hüsrev.
Soyunup dökünüp bir peştamalı beline bağladı. Bir peş
tamal da maymuna aldı. Ayağındaki takunyaların kışkır
tıcı sesiyle girdi hamama. Hamam taşının üstündeki tepsi
de meyveler ve soğuk su dolu kurnaya yatırılmış şarap tes
tileriyle alem yapan İskeçeli ve arkadaşları hayretle baktı
lar Hüsrev'e. İskeçeli alaycı bir tonla arkalarından giren
Aliyül'e ;
"Yarından tezi yok biz de eşeğimizi getirelim. Eksiği yok
fazlası vardır, rahatlasın hayvan" dedi . Aliyül , tedirgin bir
şekilde;
"Ağam tutamadım. İlla yıkayacağım maymunu dedi."
"Çıkart o maymunu hamamdan! " diye sert bir şekilde dik
lendi İskeçeli.
Beladır İskeçeli, gündüzleri ortalarda çok görünmez ama
geceleri arkasına aldığı birkaç zaptiyenin de gücüyle fenersiz
gezer, haracını alır, korku salar Balat'a, Fener'e. Küçükken
kayıkçı Hamdi'nin barakasında iki cilalı kürek için tutuştuk
ları kavgada kendisini tek hamlede boynundan yakalayıp du
vara vurduğu günden beri kinlidir Hüsrev'e. Her gördüğünde
alnında oluşan yumru gibi şişliği hatırlar. Hüsrev sakindir
ama bileği de güçlüdür. İtle kopukla işi olmasa da gözünü bu
daktan sakınmaz . Belinde taşıdığı kamasıyla tavuktan baş
ka bir şey kesmemiştir. Kamanın arada bir birilerinin gırt
lağına çöktüğü yolundaki gıybete de mani olmaz . Bir gün o
kama bir gırtlakta sağdan sola bir sürme gibi çekilecek diye
korkar Hüsrev. Bu hayatta tek korkusu budur. Hüsrev sesin
de tek titreme olmadan cevap verdi İskeçeli'ye :
"Gel de sen çıkart."
"İnsan yeridir burası, mahlukata yer yok."
"Eee sen çık o zaman dışarı."
1 66
mi? İnsan desen insan değil ama ne çok benziyor. Sanki ko
nuşacak, bize bir şey söyleyecek gibi. Adı ne bunun?
"Adı yok. Maymun demişler hep."
"Olur mu canım bu kadar akıllı ve üstelik çapkın bir may-
munun bir adı olmalı."
"Sen koy o zaman adını."
"Madem bu kadar çapkın, adı da Çapkın olsun."
"Tamam olsun. Biz sizi daha fazla rahatsız etmeyelim. İyi
geceler."
"İyi geceler. İyi geceler Çapkın."
Hüsrev, Çapkın kucağında Lili'nin yanından ayrıldı, tam
karşıdaki kendi evinin kapısını açtı ve içeri girerken tekrar
baktı Lili'ye, el salladılar birbirlerine.
Masada bir testi şarap, ayıklanmış bir tabak ceviz, bir bar
dak ve dolunayın denize vurup içeri doğru yansıyan ışığı. Do
lunay olduğunda mum yakmazdı Hüsrev. Sabah saatlerine
kadar şarap içerek ve hayal kurarak geçirdiği dolunaylı gece
lerin son zamanlarda değişmez bir hayali vardı, Lili. Testiye
uzandı bir bardak şarap koydu, ilk kadehi bir nefeste içti, ağ
zına bir parça ceviz attı. Tel dolabın üstüne tüneyen Çapkın'a
baktı . Seslendi , "Şşiit Çapkın, Ç apkın, Çapkın . . . " Maymun
sesin geldiği yöne baktı . Masaya yöneldi ve Hüsrev'in tam
karşısındaki tabureye oturdu. Masadaki cevizlerden birini
alıp ağzına attı.
Vakit gece yarısına yaklaşmış Hüsrev ikinci testi şara
bı içmeye başlamıştı. Kendisine şarap doldurduktan sonra
Çapkın'ın su içmesi için yere bıraktığı tası aldı, içindeki su
yu camdan döktü ve tasa şarap doldurup önüne koydu, "İç
bakalım Ç apkın Efendi" dedi . Ç apkın şarabı bir dikişte iç
ti ve hemen zıplamaya başladı . Tadını çok sevmişti. Hüsrev
tekrar doldurdu tasını . Çapkın tam tası almak için kolunu
uzattığında Hüsrev bileğini yakaladı, göz göze geldiler, "Ba
na bak Çapkın Efendi, çok sevimli bir maymunsun, akıllısın.
1 75
pısmı hızla açtı, eve girdi, yukarı çıktı, kapıyı açtı. Ç apkın
odada yoktu. Telaşlandı. Odada dip bucak Çapkm'ı aradı. Ca
mın önüne bakmak için perdeyi açtığında camın açılmış ol
duğunu gördü ve tam karşısında Lili'lerin evinin camında iki
surat Hüsrev'e gülümsüyordu. "Bu gece de benimle kalabilir
mi?" diye sordu Lili. Çapkın, Lili'nin boynunda mutluluk gü
lücükleri atıyordu. Orası Hüsrev'in en çok olmak istediği yer
di ama orada hep Çapkın vardı . "Tabii ki ne zaman istersen
kalabilir. " Bunu hiç istemeden söyledi ama söyledi işte . Za
ten her şey onun değil Çapkm'm istediği gibi oluyordu. Ertesi
sabah yine aynı tarife gerçekleşti. Lili getirdi Ç apkm'ı, Hüs
rev aldı , Çapkın hızla yukarı çıktı ve uyudu. Bu sefer Hüs
rev birden, "Nasıl geçti geceniz?" diye soruverdi. "Çok güzel
di. Eğlendik" dedi Lili. Sanki bir şey saklıyordu, öyle hissedi
yor.clu Hüsrev.
Lili ve Çapkın sürekli vakit geçirir hale gelmişlerdi. Çap
kın haftada üç-dört gece Lili'nin yanında kalıyor evde kal
dığı gecelerde ise mutsuz oluyor ve Hüsrev'le ne oyun oynu
yor ne de şarap içiyordu. Erkenden kalkıp Lili'nin yanına git
mek için hareketleniyordu. Artık eskisi gibi kayığa da gel
miyordu. Birkaç kere Hüsrev kolundan tutup götürmek is
tese de o ayağını sürümüş ve gözleriyle Lili'nin penceresi
ne doğru kilitlenip "İhu, ihu" diye sesler çıkartarak Lili'nin
kendisini kurtarması ve yanma alması için adeta yalvarmış
tı. Bunlar Hüsrev'in zoruna gitmeye başlamıştı. Hem Lili'ye
hem Çapkm'a, hem de ikisinin ilişkisine duyduğu kıskançlık
kontrolden çıkıyordu.
Bu böyle yaklaşık kırk gün sürdü. Hüsrev iyice yalnızlaştı,
yalnızlaştıkça doldu, doldukça patlama noktasına geldi. Ön
celeri Çapkın Lili'ye yaklaşmasını sağlıyordu ama şimdi ne
Lili'yi doğru düzgün görebiliyor ne Çapkm'la vakit geçirebi
liyordu. Onun isteği üçünün beraber mutlu olmalarıydı ama
Lili ve Çapkın onu aralarına almıyorlardı. Çok kızgındı. Za-
1 84
di? Kaç gündür aklından aslında minicik bir kum tanesi ka
dar bile olsa geçen şüphe bu değil miydi? Bu aklının ucundan
bir karartı olarak bile geçtiğinde hemen başka şeyler düşü
nüp bu düşünceden uzaklaşmıyor muydu? Onu da sinirlen
diren zaten bunun olma ihtimali ve şu an içinde olduğu du
rum değil miydi? Şu an bu hayatta olmaması gerektiğini dü
şündü. Deli bir yanı vardı Hüsrev'in. Bir gün su yüzüne çık
ması gerekirse padişaha, hatta ne padişahı tüm dünyaya ka
fa tutabileceğini bildiği, nedenini anlayamadığı bir deli yan . . .
Siyah, lacivert bulutlar geçiyordu gözünün önünden. Lili ve
Çapkın'a bakıyordu o bulutların arasından. Martılar çığlık
çığlığaydı kulaklarında. Şaşkınlıkla bakan Lili'ye "Ne yapı
yorsunuz siz burada?" diye sordu.
Ç apkın koşarak Hüsrev'in kucağına atladı ama Hüsrev
elinin tersiyle öyle bir vurdu ki Çapkın havalanıp o ilk gün
gibi sinek misali yere yapıştı. Kaşı patlamıştı. Lili gözlerine
inanamadı ve hemen yerde yatan Çapkın'a koştu. "Anne bez
getir, çabuk bez getir" diyebildi . Eliyle Çapkın'ın kaşından
akan kanı durdurmaya çalışıyordu. "Ne yapıyorsun sen Hüs
rev. Niye vurdun garibe? Bak kanıyor" diye çıkıştı . Yüzünde
hiçbir duygu ifadesi olmayan Hüsrev adeta donmuştu. Soru
yu tekrarladı: