Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 17

DİL ARAŞTIRMALARI

Journal of Language Studies


Yıl: 15, Dönem: 2021/Güz, Sayı: 29
ISSN 1307-7821 | e-ISSN 2757-8003
ARAŞTIRMA MAKALESİ
Research Article

Dilin Doğuşu ve Evrimi: Basamak Teorisi


The Origin and Evolution of the Language: Step Theory

Ahmet Bican Ercilasun


Prof. Dr., Emekli Öğretim Üyesi
Ankara / Türkiye
e-posta bercilasun@gmail.com
orcid 0000-0002-3268-3251
doi 10.54316/dilarastirmalari.995814

Atıf ÖZ
Citation Makale, dilin doğuşu ve evrimi hakkında “basamak teorisi” adını
Ercilasun, Ahmet Bican
(2021). Dilin Doğuşu ve
verdiğim teoriyi açıklamak üzere yazılmıştır. Teori, sadece dilin doğuşu
Evrimi: Basamak Teorisi. üzerinde değil doğuştan sonraki aşamaları üzerinde de durulması
Dil Araştırmaları, 29: 1-17. gerektiğini savunmaktadır. Adam’s Tongue adlı eserinde Derek
Bickerton, “how humans made language?” (insan lisanı nasıl yarattı?)
Başvuru diye soruyordu. Basamak teorisi daha çok, “kök dil oluştuktan sonra
Submitted nasıl gelişti?” sorusunun cevabını aramaktadır. Teoriye göre “doğrudan
15.09.2021 taklit”ten sonra dil, yedi basamaktan geçerek evrimleşmiştir. Bunlar
sırasıyla “zaman ve mekân engelinin aşılması, simgesel kelimelerin
Revizyon doğuşu, belli anlam ve işlevlerin seslerin karakterinden doğuşu
Revised (fonosemantik), kelimelerin çoğaltılması, söz dizimi, çekimin ortaya
07.10.2021 çıkışı, farklılaşma (lehçelere ve dillere ayrılma)” basamaklarıdır.
Makalede bu basamaklar anlatıldıktan ve günümüzdeki duruma da
Kabul kısaca temas edildikten sonra dillerin birbirlerinden ve kelimelerin ilk
Accepted biçimlerinden uzaklaşması (keyfîlik / nedensizlik özelliğinin ortaya
28.10.2021 çıkışı)’nın sebepleri sekiz madde hâlinde açıklanmaya çalışılmıştır.
İnsan evrimiyle dil evrimi arasındaki paralelliklere de bu çalışmada
Çevrimiçi Yayın dikkat çekilmiştir.
Published Online Anahtar Kelimeler: basamak teorisi, dilin doğuşu, dilin evrimi, dillerin
30.11.2021
farklılaşması, kelimelerin farklılaşması

ABSTRACT
This article is written for the purpose of explaining the theory of “step
theory”, named by me, on the origin and evolution of the language. The
theory argues that it is necessary to focus not only on the origin of
language, but also on its evolution after the birth. Derek Bickerton has
asked “how humans made language?” in his book named Adam’s
Tongue. On the other hand, the step theory seeks an answer to the
question of “how did the root language evolved after the birth?”
According to the theory, the language evolved through seven steps after
“direct imitation”. These steps are “overcoming time and place barriers”,
2 | Ahmet Bican Ercilasun | Dil Araştırmaları 2021/29: 1-17

“the emergence of symbolic words”, “the birth of specific meanings and


functions from the types of sounds (phono semantic)”, “the reproduction
of words”, “word order (syntax)”, “the emergence of inflection” and
“differentiation (division into dialects and languages)” respectively.
Firstly, these steps and current situation are explained in the article.
Furthermore, the divergence of the languages from each other and the
divergence of the words from their primary forms (the emergence of
arbitrariness) are explained in eight points. Parallels between human
evolution and language evolution have also been drawn attention in this
study.
Keywords: step theory, origin of language, language evolution,
separation of languages, separation of words

Son on yıllardaki araştırmalarda, insanın evrimi gibi dilin de tabii seçilim yoluyla
ortaya çıktığı düşüncesi ağırlık kazanmıştır. Bu çalışmalarda genellikle ses ve işitme
organlarıyla beynin gelişmesi üzerinde durulmuş; insan dilinin çevredeki varlıkların
seslerini taklit yoluyla ortaya çıktığı fikri ağırlıklı olarak işlenmiştir. Ancak dilin
doğuşundan sonraki aşamalar ihmal edildiği için dillerin nasıl olup da birbirlerinden bu
kadar farklılaştığı ve kelimelerin nasıl keyfîlik (arbitraire) özelliğine sahip olduğu
soruları cevapsız kalmıştır. Basamak teorisiyle ben “doğrudan taklit”ten sonraki
aşamaları da ele alarak bugünkü durumu açıklamaya çalıştım.
Daha 19. yüzyılda Darwin, The Descent of man adlı eserinin üçüncü bölümünde dilin
evrimi ile canlı organizmaların evrimi arasındaki benzerliğe / ayniyete temas etmişti:
“Diller, organik canlılar gibi, gruplar ve bunların altındaki gruplarla
sınıflandırılabilir; ya doğal olarak soya göre ya da yapay olarak başka özelliklere göre
sınıflandırılabilirler. Başat diller ve lehçeler çabuk yayılırlar ve diğer dillerin yavaş
yavaş yok olmasına yol açarlar. Bir dil, bir tür gibi, bir kere yok olursa, Sir C. Lyell’in
belirttiği üzere, hiçbir zaman yeniden ortaya çıkmaz. Aynı dilin hiçbir zaman iki doğum
yeri yoktur. Ayrı diller birbirleriyle kaynaşabilir ya da karışabilir. Her dilde değişkenliğe
rastlarız ve sürekli olarak yeni sözcükler ortaya çıkmaktadır; ama belleğin gücünün bir
sınırı olduğundan, tek tek sözcükler, tüm bir dil gibi, yavaş yavaş yok olur. Max
Müller’in yerinde bir şekilde belirttiği gibi; ‘Her dilin sözcükleri ve dil bilgisel biçimleri
arasında sürekli bir yaşam savaşı vardır. Daha iyi, daha kısa ve daha kolay biçimler
sürekli olarak üstünlük kazanıyordur ve bu başarıyı da doğalarında var olan erdemlerine
borçludurlar’. Bazı sözcüklerin bu daha önemli hayatta kalabilme nedenlerine, salt
yenilik ve moda da eklenebilir; zira insanın kafasında her şey için küçük bir değişikliğe
karşı kuvvetli bir istek vardır. Var olma savaşımında bazı beğenilen sözcüklerin hayatta
kalabilmesi ve korunması, doğal ayıklamadır.” (Harris – Taylor 2018: 166).
Darwin ve Max Müller dillerin, kelimelerin ve dil bilgisi biçimlerinin hayatta
kalmasında ve ölmesinde doğal seçilimin rol oynadığını belirtiyor. Fakat acaba ilk
kelimeler ve dolayısıyla kök dil (protolanguage) nasıl doğdu, nasıl gelişti?
Basamak teorisinin amacı bu soruya ve sonrasına cevap vermektir. Ancak bu
incelemede büyük maymunların beyinlerinin büyümesi, ses ve işitme organlarının
gelişmesi üzerinde durulmayacaktır. Homo habilis türünden Homo erektus ve Homo
sapiens’e kadar milyonlarca yıl süren beden ve beyin gelişimi Fischer’in eserinde yeterli
ölçüde verilmiştir (2010: 27 vd.). Bu araştırmada ayna nöronlar, bebek – yetişkin
Dilin Doğuşu ve Evrimi: Basamak Teorisi | 3

iletişimi, duyguların dışa vurumu gibi psikolojik; iş birliği, karşılıklı fedakârlık,


paylaşma, dedikodu, tımarlama, ritüel gibi sosyolojik sebepler üzerinde de
durulmayacaktır. İnsan ilişkilerinde, şu veya bu şekilde bir iletişim ihtiyacı doğmuş ve
ilk insanlar bu ihtiyacı işaretlerle veya seslerle karşılama yoluna gitmişlerdir. Bu
araştırma işaret dili teorileriyle de ilgili değildir. Basamak teorisinin amacı, modern
insanın konuşma dilinin nasıl ortaya çıktığını ve geliştiğini ortaya koymaktır. Bu
yapılırken de dış sebeplerden değil insan dilinin kendisinden hareket edilecektir.
Hayvanların ve çevredeki diğer varlıkların seslerini doğrudan taklit yoluyla çıkarılan
bilgilendirici ve uyarıcı sesler, içinde bulunulan zaman ve mekânla sınırlıydı.
İnsansıların ilk taklit sesleri, farklı mekân ve zamana göndermede bulunmuyordu.
Büyük maymunlar ve insansılar (hominidler) çıkardıkları seslerle o andaki bir tehlikeyi
türdeşlerine haber vermekteydi. Zaman ve mekân engelinin aşılması, insan dilinin
doğuşundaki ilk basamaktır.

Birinci Basamak: Zaman ve Mekân Engelinin Aşılması


Adam’s Tongue (Âdem’in Dili) adlı eserinde Derek Bickerton insan dilinin nasıl
doğduğu üzerinde durur ve bir senaryo tasarlar. Ona göre dil, evrimin tabii bir sonucu
olarak doğmuştur. Bickerton, Darwin’in bu temel görüşünü, evrim ve ilgili bilimlerdeki
yeni araştırma ve gelişmelerin ışığında somutlaştırmaya çalışmıştır. Ormanlarla kaplı
olan Orta Afrika’nın doğusu, yedi sekiz milyon yıl önce meydana gelen iklim değişikliği
sonucu çoraklaşmış ve milyonlarca yıl içinde savana dönüşmüştür. Savanlarda yaşamak
zorunda kalan australopitekus’ların çelimsiz cinsi beslenme ihtiyacını gidermek için fil,
mamut, gergedan gibi büyük hayvanların (megafaunaların) leşlerinden faydalanmıştır.
Fakat başka yırtıcılar da aynı leşe üşüştüğü için australopitekus’lar ancak adam
toplayarak diğer yırtıcıları uzaklaştırmak zorunda idiler. Adam toplamak için de
hemcinslerine bir yerlerde büyük bir hayvan leşi olduğunu haber vermek ve ancak
birlikte hareket ederlerse bundan faydalanabileceklerini anlatmak zorundaydılar
(Bickerton 2012: 120 vd.)1.
“Adam toplama, HİS (hayvan iletişim sistemi) kalıbını kırmıştır; bu can alıcı
bir adımdı. Üstelik bu kalıp, karıncalarda, arılarda, ya da mini minnacık beyne
sahip başka türlerde değil, o devirde dünya üzerinde beyin-vücut oranı en
yüksek olan türde kırılmıştır.” (Bickerton 2012: 228).
İnsan dilinin, hayvan iletişim sistemlerinden temel farkı, zaman ve mekân
engellerinin aşılmış olmasıdır. Hayvan iletişim sistemlerindeki uyarılar / bilgiler o
andaki ve o mekândaki durum için geçerlidir. Oysa insan dili, geçmiş ve gelecek zamana
atıf yapabildiği gibi, göz önünde bulunmayan bir mekâna da atıf yapabilir. Dil biliminde
bu dil yetisine “yerdeğişim” (displacement) adı verilir (Bickerton 2012: 53-57). Çelimsiz
australopitekus’lar, gözle görülemeyecek bir uzaklıkta kalmış olan ve kendi görme anları
üzerinden zaman geçmiş bulunan bir büyük hayvan leşini hemcinslerine haber
verdiklerinde farklı zaman ve mekâna ait bir bilgiyi onlara aktarmış oluyorlardı.

1 Bu senaryoyu australopitekus yerine hominid türü için düşünmek de mümkündür.


4 | Ahmet Bican Ercilasun | Dil Araştırmaları 2021/29: 1-17

Bilgiyi aktarmanın yolu da karşı tarafa bir “sinyal” vermekten geçer. Sinyaller, ya
“göstergesel” ya “simgesel” olur diyor Bickerton ve buna üçüncü bir sinyal daha ekliyor:
Yansımalı sinyal. “Yansımalı işaret, göndermede bulunduğu şeye bir şekilde benzer.
Gönderme yapılan şeyin bir parçası ya da resmi (ya da resminin parçası) ya da çıkardığı
ses olabilir.” (2012: 58). Çelimsiz australopitekus’lar da ya büyük hayvanı (veya en göze
çarpıcı parçasını) işaretlerle anlatmış olmalıdırlar ya da hayvanın çıkardığı sesi taklit
etmiş olmalıdırlar.
Australopitekuslar farklı zaman ve mekâna ait bir bilgiyi türdeşlerine haber
verdiklerinde zaman ve mekân engelini aşmış oluyorlardı; işte bu, dilin doğuşundaki
birinci basamaktır.

İkinci Basamak: Simgesel Kelimelerin Doğuşu


İnsan dilinin kelimeleri “simgesel”dir, yani kelimenin ses yapısıyla anlamı arasında
mantıklı bir ilişki yoktur. Saussure‘ün anlatımıyla gösteren ile gösterilen arasındaki
bağlantı “keyfî”dir (nedensizdir). Dolayısıyla büyük hayvan leşini ilk haber veren
australopitekus’ların çıkardığı taklidî ses, diyelim ki fil sesi, henüz “simgesel” değildir.
Bickerton’a göre bu yansıma ses savanlarda belki de binlerce yıl tekrarlanmış ve artık
ortada bir fil leşi söz konusu olmadan da fil kavramını ifade eder olmuş, “simgesel”
kelimeye doğru adım atılmıştır. Böylece hayvanlar ve çevredeki diğer varlıklar hakkında
beş duyuya dayanan bilgi ve hatıraları anlatmak üzere ilk kelimeler ortaya çıkmış oluyor.
Beyin bu şekilde ilk kelimelere bir kez sahip olunca bir kök dil yaratmayı da başarmıştır.
Bickerton’a göre bu kök dil bir melez (pidgin) dil gibidir ve bir milyon yıldan fazla bir
süre böyle kalmıştır.
Çevredeki varlıklar hakkında beş duyuya dayanan bilgi ve hatıraları anlatmak üzere
“simgesel” kelimelerin ortaya çıkması, dilin doğuşundaki ikinci basamaktır.
Derek Bickerton “kök-lisan”ın (protolanguage) böyle doğduğunu düşünüyor2 ve
ancak birleştirme (merge) yoluyla hiyerarşik bir yapıya geçilebildiğini söylüyor.
Eserinin sonlarında şöyle diyor:
“El işaretlerinden ve başka anlamlı sinyallerden ayrı olarak, ilk kök-lisan
kelimelerinin, bölünmez ses öbekleri olduğunu, öteki kelimelerle ortak özellikler
barındırmadığını tahayyül ediyorum. Eğer bu koşul geçerliyse, etrafta çok fazla kelime
olamazdı. Müphem bir sınırın ötesinde, çağdaş lisanların faydalandığı sisteme
geçilmeliydi; seçili bir avuç anlamsız sesten kelimeler oluşturulmalıydı, ki bu sesler,
sonlu sayıda olmalarına rağmen, nereden bakılırsa bakılsın, kombinasyonları sonsuz
sayıda olabilir.” (2012: 243).
Dilin doğuşundaki ilk iki basamağı, evrimdeki ön hücrelerin gelişimine benzetebilir
ve ön hücreleri (coacervate) henüz bir anlam yüklenmemiş (simgesel hâle gelmemiş)
ses kümeleri kabul edebiliriz. Bazı ön hücreler, çeşitli kimyevi tepkimelerle RNA ve

2 Konuyu çok özet olarak anlattım. Bickerton bütün ilgili bilimlerin ışığında bütün muhtemel
gelişmeleri ele alıp zengin bir kaynakçaya dayanarak görüşünü ortaya koymuştur. Yazarın tezi,
yukarıdaki kısa ve “yoksul” özete bakılıp değerlendirilmemelidir.
Dilin Doğuşu ve Evrimi: Basamak Teorisi | 5

DNA moleküllerini üretebilmeyi başarırlar. Buna “moleküler evrim” adı verilir. Böylece
genetik materyale sahip olan ön hücreler üç avantaj elde etmişlerdir:
1.Varlıklarını daha uzun olarak sürdürebilmişlerdir.
2. İlk moleküler birleşimleri (combination) oluşturmuşlardır.
3. Bu birleşimleri, kendilerinden oluşan yeni ön hücrelere aktarabilmişlerdir (Bakırcı
2021: 63).
Ön hücrelerde RNA ve DNA moleküllerinin oluşmasını ilk anlamlı (simgesel) ses
kümelerinin oluşmasına benzetebiliriz. Anlamlı ses kümeleri de aynı şekilde üç avantaja
sahip olmuşlardır:
1. Mekân ve zaman sınırı aşıldığı için daha uzun yaşama imkânı elde etmişlerdir.
2. İlk birleşimleri oluşturmuşlardır.
3. İlk birleşimlerden yeni üretimler yapabilir hâle gelmişlerdir.

Üçüncü Basamak: Belli Anlam ve İşlevlerin Seslerin Karakterinden Doğuşu


(Fonosemantik)
Bickerton’ın kök dilin ilk kelimeleri olarak tahayyül ettiği, ses yansımalarından
doğan “bölünmez ses kümeleri” dil biliminde onomatope denilen doğrudan taklitlerdir.
Ses sembolizmi (sound symbolism / phonosemantics) ile ilgili çalışmalarda konu,
doğrudan taklit (onomatopoeia) kavramının ötesine taşınmıştır. Onomatope,
Humboldt’un Über die Verschiedenheit des menschlichen Sprachbaues und ihren
Einfluß auf die geistige Entwicklung des Menschengeschlechts (1836) eserinde belirtilen
ses – anlam ilişkisinin üç türünden sadece biridir.
Bence doğrudan taklit (onomatopoeia) dilin ortaya çıkışının ilk iki basamağında yer
alır. Bundan sonraki basamak seslerin karakterlerinden doğan belli anlam ve işlevlerin
kullanılmasıdır. Karakterleri çok belirgin olan en az üç ses türünün bu basamakta
kullanıldığını düşünüyorum: r, dudak sesleri, uzun ünlüler.
R: r’nin karakteri titrek olmasıdır. Bu sesin çıkarılması için dil (Fransız r’sinde küçük
dil) titremekte yani arka arkaya hareket etmektedir. İşte r’nin bu karakteri dolayısıyla
birçok dilde “tekrar” kavramı r’li kelime veya eklerle yapılmaktadır: Ar. kerre / tekrâr,
Roman dillerinde re- (reorganization, restoration, reconstruction…), İng. -er (maker,
killer, runner…), Türkçe -Ar / -(X)r (yaz-ar, çiz-er, düşün-ür, gör-ür [göz], bil-ir
[akıl]…).3
Dudak sesleri (u, o, ü, ö, b, v, w, p, f, m): Bu seslerin karakteri, telaffuz sırasında
dudakların büzülmesidir. Dolayısıyla burulma, büzülme, eğrilik, diz, dirsek, yay, bel vb.
kavramlar için birçok dilde dudak sesleri yer alır: İng. bow “yay”, twist “bükmek,
sarmak, burmak”, twirl “burmak, döndürmek”, elbow “dirsek”; Ar. imâle “eğmek”,
dewr “çevirmek”, liwâ “bel”; Türkçe bur-, büz-, büklüm, bel…

3 Fonosemantikle ilgili örnekleri bugünkü birkaç dilden verdim. Örnekleri kök dilden vermemiz
tabiatıyla mümkün değildir fakat kök dilde de bu yolla oluşmuş kelimelerin bulunduğu muhakkaktır.
6 | Ahmet Bican Ercilasun | Dil Araştırmaları 2021/29: 1-17

Merritt Ruhlen’ın Ana Avustralya *bungu “diz” kelimesiyle ilgili söyledikleri,


konuya açıklık getirebilir. Ruhlen *bungu kelimesini, R. M. W. Dixon’ın “Avustralya
ailesi ile herhangi bir başka dil ailesi arasında genetik bir ilişki asla yoktur.” iddiasına
cevap vermek için ele almıştır. Ana Hint-Avrupa *beug(h) “kıvırmak”, Ana Altayca
*bük(ä) “kıvırmak, bükmek”, Ana Bantu *bóngó “diz” ve daha başka dillerden birçok
benzer örnek vererek Avustralya dillerinin de Avustralya dışı dillerle köken birliğini
göstermeye çalışmıştır.
“Avustralya zamanımızdan en az 40.000 yıl önce insanların sürekli yerleşimine sahne
olmuştur ve Proto-Avustralya dilini bu tarih civarına tarihlemeyi düşünmemek için
sebep yoktur.” diyen Ruhlen’ın (2012: 171) karşılaştırmalarını kabul edersek Türkçe
bur- ve bük- fiillerinin kökü olan *bu- fiilini en az 40.000 yaşında Türkçe bir kelime
saymamız gerekir.
“Ruhlen’ın Ana Altayca biçimini verdiği bük- fiili tarihî ve yaşayan birçok Türk
lehçesinde vardır.” Fakat bu fiil Türkçede kök değil bir türevdir. “Dîvânu Lugâti’t-Türk
dizininden göstereceğim aşağıdaki kelimeler bunu açıkça gösterir:
buk- ‘büküp toplamak’.
bukuk ‘ağaç çiçeği tomurcuğu’.
bük ‘Argu lehçesinde köşe’
bük ‘kıvrım, büklüm’.
bükül- ‘kendi kendine veya birisi tarafından eğilmek’.
bür- ‘büzmek’
bürül- ‘dürülmek, rulo yapılmak’.
Bunlara Türkiye Türkçesindeki iki fiili de katabiliriz:
bur- ‘burmak’
büz- ‘büzmek’
Yukarıdaki örneklerin tamamının *bu- köküne gittiği açıktır… Örneklerden buk-,
bür-, bur-, büz- türevlerinde sırasıyla -k-, -r-, -r-, -z- fiilden fiil yapma ekleri; bük
isminde ise -k+ fiilden isim yapma eki vardır. Bukuk, buk- fiilinden yapılmış isim; bükül-
ve bürül- ise bük- ve bür- fiillerinden yapılmış fiildirler.” (Ercilasun 2021: 292-293). :
Bük- vb. türevler Türkçenin kendi kuralları içinde türemişlerdir. 40.000 yıl önce
Türkçe mevcut olmalıdır ki kendi kurallarıyla bu türevleri türetebilsin ve bük- türevi de
40.000 yıl önceki Avustralya yerlilerinin dilindeki bungu ile denk olabilsin.
Tabii ki bunu kabul etmek zordur. İşin aslı ancak fonosemantik ile açıklanabilir.
Biraz önce söylediğim gibi dudak sesleri, taşıdıkları karakter dolayısıyla dünyanın pek
çok dilinde bur-, büz-, yay, diz, dirsek, bel gibi kavramlarda kullanılır. Türkçede ve
birçok dünya dilinde *bungu, *bu-, *beug(h) vb. sözlerin birbirine benzemesinin sebebi
budur.
Ruhlen’ın gösterdiği benzerlikler elbette büyük ölçüde doğrudur ve bütün dilleri tek
bir kök dile götüren köken birliğine işaret ederler. Ancak Ruhlen benzerliğin sebebinin
Dilin Doğuşu ve Evrimi: Basamak Teorisi | 7

fonosemantik olacağına temas etmemiştir. Bence yukarıdaki örneklerde benzerliklerin


sebebi, dudak seslerinin karakteridir ve seslerin karakteri ile anlam arasındaki ilişki, dilin
doğup gelişmesinde üçüncü basamağı oluşturur.
Uzun ünlüler (ā, ē, ū, î…): Uzun ünlülerin karakteri, seslerin uzatılarak telaffuz
edilmesidir. Uzatılarak telaffuz etmek bir bakıma aynı sesi çoğaltmak demektir. İşte bu
karakterleri dolayısıyla uzun ünlüler birçok dilde, çokluk ve pekiştirme işlevlerinde
kullanılır. Farsça merd-ān “erkekler”, zen-ān “kadınlar”, esb-hā “atlar”; Ar. mu’allim-
ūn “öğretmenler”, mu’allim-în “öğretmenler”, mu’allim-āt “kadın öğretmenler”.
20. yüzyılın başlarında Saussure’ün ses ile anlam arasındaki ilişkinin “keyfî” olduğu
şeklindeki görüşü dil bilimi çalışmalarını çok etkilemiş, bu yüzden fonosemantik
konularına çok fazla girilmemiştir. Fakat özellikle yüzyılın son çeyreğinde ses
sembolizmi çalışmaları artmaya başlamış ve kalın-geniş ünlülerle ince-dar ünlülerin
yarattığı “büyüklük-küçüklük” gibi anlam farkından, hece başında veya sonunda
bulunan ünsüz çiftlerinin veya belirli ünsüzlerin yarattığı anlam türlerine kadar konu
çeşitli yönlerden ele alınmıştır. Hatta bilinmeyen bir dildeki kelimelerin seslerinden
anlamı tahmin etmek üzere deneyler dahi yapılmıştır.
Margaret Magnus, “What’s in a Word? – Studies in Phonosemantics” başlıklı
doktorluk tezinde Genette’in Mimologiques (1976) ve Earl R. Anderson’ın A Grammar
of Iconism (1998) kitaplarına da atıf yaparak konunun tarihî gelişmesini verir (2001: 12
vd.).
Arap gramerciliğinde de ses anlam ilişkisi üzerinde durulmuştur. “Kelimelerin, ifâde
ettikleri olgu ve olayların seslerini hatırlatması Arapça’nın önemli bir özelliği olarak
görülmüştür. Arapça’daki pek çok kelimede sesin anlama uygun olduğu görülmektedir.
Arapça’da ses anlam uygunluğu ile ilgili izahlar dil geleneğinde harflerin sıfatlarına
(seslerin karakterlerine – ABE) dayandırılmıştır. Örneğin şedde’l-ḥable ‘ipe düğüm attı’
anlamındaki şedde fiilindeki ses-anlam uyumu ‘fiilde şîn harfinin tefeşşî sıfatı ipin
düğüm atılmadan önceki ilk çekilme sesini vermektedir. Bu sesten sonra düğümün
sağlamlaştırıldığını ifade etmek üzere şînden daha kuvvetli bir harf olan dâl harfi
kullanılmıştır. Dâl harfinin şeddelenmesi ile elde edilen kuvvetli ses, düğümün
zihinlerde canlandırılmasını sağlamaktadır.’ şeklinde açıklanmıştır.” (Gündüzöz 2004:
184).
Son dönemlerde Türkolog Timur Kocaoğlu da bir çalışmasında konuyu ele almıştır.
Eylül 2004’te yapılan V. Uluslararası Türk Dili Kurultayı’nda “Türk ve Dünya
Dillerinde Ses-Anlam Eşitliğine Dayalı Karşıt Denklikler” başlıklı bir bildiri sunan
Kocaoğlu’na göre “dudak ve dil-damak ünsüz sesleri [b/m/v/f/p/w/g/k/l/r]
yakınlık/sevgi/bağlanma anlamları ve diş ve dil-diş ünsüz sesleri [t/d/s/z] ise
uzaklık/nefret/ayrılma anlamları içeren kelimeler oluşturur… İnsanların sevgi için
dudaklarını öne çıkarması ile, birine karşı koymak ve nefret için ise dişlerini göstermesi
veya onları birbirine sürtmesi bunun en belirgin göstergesidir.” (2004: 1988). Kocaoğlu
bu olgunun evrensel olduğunu belirterek 325 dilde şahıs zamirlerini gösteren bir çizelge4

4Birinci şahıs zamirlerinde büyük çoğunlukla dudak sesleri, ikinci şahıs zamirlerinde ise çoğunlukla
diş sesleri bulunmaktadır.
8 | Ahmet Bican Ercilasun | Dil Araştırmaları 2021/29: 1-17

ile 700 dilde zamirler dışı karşıt denklikleri gösteren bir çizelgeyi bildirisinin sonuna
eklemiştir.5
Fonosemantik konusunu, şiirlerinde sesin ritmik değerini çok iyi kullanan ünlü Türk
şairi Yahya Kemal Beyatlı’ya atfedilen bir anekdotla bitirelim. Yahya Kemal şöyle
diyor: “Türk halkı büyük nesneleri ifade ederken o gibi kalın ve geniş sesleri kullanır.
Mesela köyden gelmiş birisi şehirdeki kocaman otobüsü gördüğü zaman şaşırır ve
otobüs yerine otobos der. Bu anlayışa göre bizim üniversitelerimizde de pek çok prifisir
var.”
Bickerton “kök-lisan”ın nasıl oluştuğunu anlattıktan sonra söz dizimine
geçivermiştir. “Bir avuç anlamsız sesten” “sonsuz sayıda” kelimelerin nasıl ortaya
çıktığı, “kombinasyon”ların nasıl oluştuğu konusuna girmemiştir. Sonsuz sayıda
kelimenin ortaya çıkması ve kombinasyonların oluşması için gerekli evrim
basamaklarına devam edelim.
İlk anlamlı ses kümelerinde kaç ses kullanıldığını bilmiyoruz. Bugün dünya
dillerindeki konuşma seslerinin sayısı ünsüzlerde 6 ila 122, ünlülerde 2 ila 14 arasında
değişmektedir. Ünsüzlerde ortalama (562 dilin ortalaması) 22,7, ünlülerde ortalama
6’dır (e-Maddieson 2021). Buna göre dillerin çoğundaki ortalama ses sayısını 28-30
olarak düşünebiliriz. 200.000 yıl önceki homo sapiens sapiens’lerde bu sayının daha
düşük (belki de daha fazla?) olduğu farz edilebilir. İnsan dilinin ilk kelimelerinin basit
yapıda yani tek heceli olacağı da izahtan varestedir. 20-30 konuşma sesiyle V, KV, VK,
KVK, VKK, KKV6 vb. yapılardaki tek heceli kelimelerin sayısının sınırlı olacağı da
tabiidir. Peki, bu sınırlı sayıdaki kelimeler nasıl artmıştır? İşte burada teorinin dördüncü
basamağına geçiyoruz.

Dördüncü Basamak: Kelimelerin Çoğaltılması


Mevcut kelimelerden yeni kelimeler yapmanın bugüne kadar dört tekniği (yolu)
tespit edilmiştir: birleştirme, ekleme, içten kırılma, tonlama. Nitekim dillerin tipolojik
sınıflandırılmasında da bu teknikler ölçüt olarak kullanılmıştır. Bilindiği üzere 19.
yüzyıldan beri dil biliminde yaygın olarak kullanılan tipolojik sınıflandırmada “kelime
yapımı” (word formation) ölçütüne göre dünya dilleri üçe ayrılır: Tek heceli, eklemeli,
bükünlü diller.7 “Bunlara bazen çok bireşimli (veya geçişimli) olarak bir dördüncüsü”
de eklenir (Comrie 2005: 61).
Tek heceli diller tonlamayla, eklemeli diller ekler yoluyla, bükünlü diller içten
kırılma (internal modification, apophony, ablaut/umlaut) yoluyla, çok bireşimli diller
birleştirme yoluyla yeni kelimeler / ifadeler yaratırlar. Buna göre birleştirme, çok
bireşimli dillerin; ekleme, eklemeli dillerin; içten kırılma, bükünlü dillerin; tonlama, tek
heceli dillerin tipik özelliğidir. Ancak bunu, söz konusu dillerde diğer özelliklerin

5 Bildirinin basılı metninde 700 kelimelik ikinci çizelge yoktur.


6 V = ünlü, K = ünsüz.
7 Comrie, yalınlayan (isolating), eklemeli (agglutinative) ve kaynaşmalı (fusional) diller şeklindeki

sınıflandırmanın bazı problemleri üzerinde duruyorsa da (2005: 61-73) konumuz açısından bu tartışma
ve sorunların bir önemi yoktur.
Dilin Doğuşu ve Evrimi: Basamak Teorisi | 9

bulunmadığı şeklinde anlamamak gerekir. Tek heceli ve bükünlü dillerde de ekler


olabileceği gibi eklemeli dillerde de tonlama veya ablaut bulunabilir. Birleştirme ise
bütün dillerde bulunan bir özelliktir. Comrie’nin şu satırları bu durumu iyi anlatır:
“Ton dilleri, diğer parametreler temel alındığında, birbirlerinden çok farklıdır.
Vietnam dili gibi bazıları, yalınlayan dillerdir, her kelime, tek bir morfemden oluşur.
Diğerleri ise, örneğin Bantu dilleri, eklemeli tipte olduğu gibi birleşik morfemlere
sahiptir.” (2005: 59).
Bu bilgiler ışığında, yeni kelime yapma tekniklerini sadece ilgili grubun dillerine
özgü teknikler olarak düşünmemek gerekir. Ancak söz konusu teknikleri anlatmak için
yine de daha çok ilgili gruplara giren dillerden örnekler verilmektedir.
“Ekleme” yolu, eklemeli dillerin tipik bir özelliğidir. Türk dili de sondan eklemeli
diller için iyi bir örnektir. Bu dilde nasıl yeni kelimeler yapıldığını birkaç örnekle
gösterebiliriz:
hır “hırıltı sesi” / hır+ıl “hırıltı sesi”, fık “kaynama sesi” / fık+ır “kaynama sesi”, yak
“(Eski Türkçede) kıyı” / yak+a “kıyı”, kan / kan+a-, ba- “(Eski Türkçede) bağlamak” /
ba-g “bağ”, öl- “ölmek” / öl-üm.
Eklemeli dillerden biri olan Macarcadan da birkaç örnek verebiliriz:
lassú “yavaş” / lass+an “yavaşça”, nagy “büyük” / nagy+on “çok”; szép “güzel” /
szép+en “güzelce”, rossz “kötü” / rossz+ul “kötüce, fena hâlde”; él “yaşamak” / él-et
“hayat”, ír “yazmak” / ír-at “belge”; ül “oturmak” / ül-és “oturma, oturak”, olvas
“okumak” / olvas-ás “okuma”; olvas “okumak” / olvas-ó “okuyucu”, ír “yazmak” / ír-ó
“yazar”.
Bükünlü bir dil olan Arapçadan da ön ve iç eklere örnek verilebilir:
Ketebe “yazdı” / me-ktu:b “yazılan, mektup” / ka: tib “yazan, kâtip”; meded “yardım”
/ isti-mda:d8 “yardım isteme”. Arapçada son ek de vardır: ka:tib “kâtip” / ka:tib+e
“kadın kâtip”, ka:tib+u:n9 “kâtipler”, ka: tib+a:t “kadın kâtipler”.
İçten kırılma (ablaut), bükünlü dillerin tipik özelliğidir. Arapça ve İngilizce bükünlü
diller için örnek alınabilir. Arapçada içten kırılma yoluyla nasıl yeni kelimeler
yapıldığını birkaç örnekle görelim:
ḥakeme “hüküm verdi” / ḥa:kim “hüküm veren, yargıç” / ḥukm “hüküm”; ketebe
“yazdı” / kutibe “yazıldı” / kita:b “kitap”.
İngilizceden de birkaç içten kırılma örneği verilebilir:
drink “içme, içecek” / drank “içti” / drunk “sarhoş”; sing “şarkı söyleme” / sang
“şarkı söyledi” / song “şarkı”.
Tonlama için de Çinceden genellikle şu örnekler verilmektedir:

8 Arap gramerciliğinde ekler “zâid” harf olarak adlandırılır. Uzunluklar da elif, vav, ye harflerini
gösterir, dolayısıyla örneklerde görülen a: ve u:’daki uzunluklar da bir tür iç ektir.
9 Başlangıçta kelime yapımı için kullanılan teknikler daha sonra diğer bölgüler (kategoriler) ve çekim

için de kullanılır olmuştur.


10 | Ahmet Bican Ercilasun | Dil Araştırmaları 2021/29: 1-17

Birinci ton (sabit ton): mā 妈 “anne”


İkinci ton (yükselen ton): má 麻 “kenevir”
Üçüncü ton (dalgalı ton): mă 马 “at”
Dördüncü ton (düşen ton): mà 骂 “azarlamak”
Nötr ton (kısa hece -çok az görülür-): ma 吗 (soru eki).
Birleştirme tekniği bütün dillerde yaygın olarak vardır. Kök dildeki ilk birleştirmeler
yansıma kelimelerle yapılmış olmalıdır. Türkiye Türkçesindeki şu örneklere benzer
yapıda örneklerin kök dilde de bulunduğunu düşünebiliriz.
Şır şır, şırıl şırıl, hor hor, horul horul, tık tık, tıkır tıkır, tıp tıp, tıpır tıpır, hav hav,
civciv…
Arapçadaki dörtlü (rubai) yansımaların iki yansıma sözün tekrarından oluştuğu
bellidir. Kök dildeki birleştirmeler, Arapçadaki bu yapıların benzeri de olabilirler.
Zelzele(t) “deprem”, velvele(t) “feryat etmek”, vesvese(t) “fısıltı”, ğarğara(t)
“gargara”, ğumğuma(t) “mırıldama”, ka’ka’a(t) “takırtı”.
Aynı veya benzer kelimelerin tekrarıyla oluşturulan birleştirme (ikileme), aslında
kök dilin ilk başvurduğu yol olmalıdır. İki kelimenin bir araya gelerek yeni bir kelime /
ifade oluşturması, evrimdeki tek hücreli basit yapıların birbirleriyle ilişkili hâle gelerek
(simbiyoz) yeni bir yapı oluşturması (Bakırcı 2021: 92) gibidir. Kelimenin başına, içine
veya sonuna ekler getirilerek yeni kelime yapılmasını, hayvanlarda gaga, ayak, kanat,
kuyruk oluşmasına benzetebiliriz. “İçten kırılma”, hayvanların şekil değiştirmesine
benzetilebilir. “Tonlama”yı ise sürüngenlerin vücudunun, zemine göre aldığı biçimlere
benzetiyorum.
Dil bilimciler, iyi bildikleri dillerden daha pek çok örnek verebilirler. Ancak dilde
yeni kelime yaratma yollarını göstermek için yukarıdaki örnekler bence yeterlidir. Kök
dilde dört tekniğin tamamının veya bir bölümünün kullanılmış olması mümkündür.
İlk dört basamağın sonunda Swadesh’in 207 temel kelimesini de içine alan 500-1000
kelimelik bir söz varlığı oluştuğunu düşünebiliriz. Bu söz varlığı içinde teklik ve çokluk
şahıs zamirleri (onlar olmayabilir); yakını ve uzağı gösteren işaret sıfatları; beşe kadar
sayılar; erkek, dişi; insan ve hayvanların baş, saç, göz, kulak, ağız, burun, dil, diş, boyun,
kol, ayak, göğüs/meme, karın, gaga, boynuz, kanat, kuyruk gibi görünen ana organlarıyla
kan, et, kemik, tırnak, kıl gibi parçaları; gök, güneş, ay, yıldız, bulut, gündüz, gece, dağ,
su, ateş, taş, toprak, kum, ağaç, dal, yaprak, çiçek, meyve, çekirdek/tohum, yılan,
kertenkele, böcek, bit, sinek, kuş, maymun, aslan, fil, kurt, köpek, tavşan, balık gibi canlı
ve cansız tabiat; büyük, küçük, sıcak, soğuk, sert, yumuşak, çok, az, iyi, kötü, dolu, boş,
şişman, zayıf, ak, kara, sarı, kızıl, yeşil/mavi gibi temel sıfatlar yer almış olmalıdır.
Temel fiiller de teklik ikinci şahıs emir biçiminde bulunmalıdır: kalk, otur, dur, yürü,
koş, git, gel, yat, uyu, bak, konuş/söyle, dinle/işit, dokun/tut, al, ver, iç, ye, ısır.
Bu kelimeler arasında, yukarıda belirtilen yollarla yapılmış bazı türevler de olmalıdır.
Ancak ilk dört basamakta çekim / işletme eklerinin ortaya çıktığını düşünmüyorum.
D i l i n D o ğ u ş u v e E v r i m i : B a s a m a k T e o r i s i | 11

Beşinci Basamak: Söz Dizimi


Aynı veya benzer kelimelerin tekrarıyla oluşan ikilemelerin, kök dilin ilk başvurduğu
tekniklerden biri olduğunu yukarıda belirtmiştim. Bu tür tekrarların ilk basamaklarda
ortaya çıktığını düşünüyorum. Söz diziminden kastım farklı kelimeler arasında ilişki
kurulmasıdır. Aynı veya benzer kelimelerin tekrarıyla oluşan ikilemeler, farklı kelimeler
arasında ilişki kurulmasına da örneklik etmiş olabilirler. Aynı veya benzer iki kelimenin
bir araya geldiğini gören homo sapiens sapiens, bunları örnek alarak farklı kelimeleri de
bir araya getirmeyi düşünmüş olabilir.
İlk söz dizimi örnekleri isim tamlamaları, sıfat tamlamaları ve nesne-fiil (veya fiil-
nesne) kuruluşundaki cümleler olmalıdır. Fiilin de başlangıçta sadece teklik ikinci şahıs
emir biçiminin kullanıldığını düşünüyorum. İnsan zihninde birlikte bulunan olgu ve
olayların söz diziminde de birlikte bulunması tabiidir. Bunun sonucu olarak da sıfatlarla
ilgili şu evrensellik ortaya çıkmıştır: Bütün dillerde sıfatlar, niteledikleri ismin yanında
yer alır (Fischer 2010: 41).
İlk söz dizimi yapıları için aşağıdaki örnekleri verebilirim.
İsim tamlamaları:10 ı tal “ağaç dalı”, kişi kol “insanın kolu”, kuş tumşuk “kuşun
gagası”, aŋ adak “yaban hayvanın ayağı”, tag ūç “dağın doruğu”, çeçek ıd “çiçeğin
kokusu”.
Sıfat tamlamaları: bu er “bu adam”, ol tişi “o kadın”, kȫk teŋri “mavi gök”, ak bulut,
kop kişi “çok insan”, kızıl kan, sarıg ot “sarı ot”, kiçig balık “küçük balık”, ısıg kum
“sıcak kum”, iki kanat, tȫrt kuş.
Nesne-fiil: ay kör “aya bak”, sub iç “su iç”, et ye, ōt yak “ateş yak”, tal tut “dalı tut”,
taş at, tam ör “duvar ör / duvar yap”, ok al “oku al”, koyan ur “tavşana vur”.
İyelik bölgüsü (kategorisi) de beşinci basamakta ortaya çıkmış olmalıdır. İyelik
grupları; Türkçede olduğu gibi “zamir + ilgi hâli eki + isim” (ben+iŋ eb) biçiminde
ortaya çıkmış olabileceği gibi “isim + iyelik eki” (Ar. beyt+î) veya “iyelik bildiren zamir
+ isim” (İng. my house) biçiminde de olabilir.

Altıncı Basamak: Çekimin Ortaya Çıkışı


Bu basamakta çekimin ve çekimle ilgili şu bölgülerin ortaya çıktığını düşünüyorum:
geçmiş zaman; geniş / şimdiki zaman (aorist); fiil çekiminde şahıs; bağlama, tarz ve şart
bildiren zarf-fiiller; nesne-fiil (veya fiil-nesne) bağlantısı (hâl ekleri, ön takılar
(prepositions), son takılar / edatlar’dan biri veya ikisiyle). Bazı bağlayıcılar (ve, fakat,
yani, çünkü…) ve pekiştirme (emir, ısrar, yalvarma) parçacıkları (pekiştirme
enklitikleri) de bu basamakta ortaya çıkmış olmalıdır.
Çekimle ilgili bölgülerin de ortaya çıkmasıyla altıncı basamakta dilin gelişimi
tamamlanmış oluyor. Artık insanlar sınırlı sayıda kelime ve gramer biçimiyle sonsuz
sayıda cümle üretebilecek duruma gelmişlerdir.

10 Örnekleri en iyi bildiğim Eski Türkçe döneminden veriyorum.


12 | Ahmet Bican Ercilasun | Dil Araştırmaları 2021/29: 1-17

Bir sonraki basamak kök dilin lehçelere (dialects) ayrılmasıdır. Lehçelere ayrılmada
da evrim yasaları işler. Konuyu tamamlamak için bu basamağı da açıklamamız gerekir.
Ona da yedinci basamak demeyi tercih ediyorum.

Yedinci Basamak: Farklılaşma (Lehçelere ve Dillere Ayrılma)


Kök dillerin diyalektlere ayrılma sürecinde, tıpkı evrimde olduğu gibi bazı teknikler
köreltilmiş, bazı teknikler işletilmiştir. Eklemeli diller, içten kırılma (ablaut) tekniğini;
tonlamalı diller, ekleme tekniğini köreltmişlerdir. Birleştirme tekniği bütün diyalekt ve
dillerde devam etmiş olmalıdır. Ekleme tekniği de en sürekli ve kapsayıcı tekniklerden
biri olarak birçok dilde devam etmiştir.
Eklemeli bir dil olan Türkçe, yansıma kelimelerde bugün de içten kırılma tekniğini
kullanmaktadır: şır şır / şar şar, tıkır tıkır / takır tukur, hırıltı / horultu, tık tık / tak tak,
fısır fısır / fosur fosur, fışşş / faşşş. Karahan, yansımalı tekrarlarda /A/ … /U/ düzenini
işlediği incelemesinde (tak tuk, hatır hutur, abur cubur, çakıl çukul, cart curt…), bu tür
tekrarlarda “düzensizliği, çirkinliği, hoşa gitmemeyi, rahatsız ediciliği” çağrıştıran bir
anlam yükü olduğunu belirtir (2008: 140-146).
Türkçenin en eski kaynaklarından olan DLT’de11 de benzer örnekler görülebilir: çak
çuk “kırılma sesi”, taŋ tuŋ “sert zemine düşen ağır nesnelerin çıkardığı ses”, kag kug
“kaz sesi”, kart kurt “parmakların çıtlama sesi”; tikir tikir / takır takır “at toynaklarının
sesi”; maŋrat- “bağırtmak” / müŋret- “(adamı) öküz gibi böğürtmek”; yaldrı- “güneş,
şimşek, ateş vb. şeylerin parlaması” / yuldra- “kılıç, mücevher vb. şeylerin parlaması”.
Yaldrı- / yuldra- yansıma kökünden yulduz “yıldız” gibi kalıcı bir isim de türemiştir.
Türkçenin kalıcı kelimeler de bırakan en eski yansıma köklerinden biri kav / kıv / kov
köküdür.
Şu örneklerde ı sesi vardır:
Kıvı “boş” (KB), kıvçak “kof, boş” (KB)12.
Şu örneklerde a sesi vardır:
Kavuk “kepek” (KB), kavık / kawık “kepek” (DLT), kavuk / kawuk “sidik torbası”
(DLT), kavuk “kavuk” (TT)13, kavak “kavak ağacı” (TT), kabak “kabak” (TT).
Şu örneklerde o sesi vardır:
kovı / kowı “içi boş” (DLT), kovuk / kowuk “içi boş şey” (DLT), kovdak “cılız” (KB),
kof “kof” (TT), kovuk “kovuk” (TT).
Türkçenin eski ve yeni kaynaklarında görülen içten kırılma (ablaut) tekniği yansıma
kelimelerle sınırlı kalmıştır. Yani Türkçe, kelime yapmada içten kırılma özelliğini
köreltmiş, buna karşılık ekleme tekniğini işletmiştir. İçten kırılmanın yansıma
kelimelerle sınırlandırılması, evrimdeki eleme / körelmeye denk gelir. Canlıların

11 DLT = Dîvânu Lugâti’t-Türk. DLT’deki örnekler, Ercilasun – Akkoyunlu yayınından alınmıştır.


12 KB = Kutadgu Bilig. KB’deki örnekler, Arat’ın Kutadgu Bilig III – İndeks cildinden alınmıştır.
13 TT = Türkiye Türkçesi.
D i l i n D o ğ u ş u v e E v r i m i : B a s a m a k T e o r i s i | 13

evriminde birçok “körelmiş organ” örneği vardır. İnsanda apandis, yirmi yaş dişleri,
kuyruk sokumundaki kemikler; penguenlerde uçma işlevini yitirmiş kanatlar; bazı
yılanlarda vücut içinde kalan kalça kemiği, karahindibalarda döllenme işlevi kalmamış
çiçekler gibi (Bakırcı 2021: 207-210).
Son araştırmalara göre Eski Çincede tonlama yoktu. Hece sonundaki ünsüz
birikmeleri (clusters) Orta Çincede farklı tonlamalar olarak gelişti. Eski Çincenin Orta
ve Modern Çinceden bir farkı da önemli ölçüde türetme eklerine sahip olmasıydı. Daha
sonra bu ekler verimsizleşerek körelmiş ve gramatikal ilişkiler, kelime sırası ve
gramatikal parçacıklarla (particles) sağlanmıştır… Henri Maspero da bir kısım ünsüz
birikmesinin türetme eklerinden kaynaklandığını düşünmüştür (e-WT=Old Chinese).
Demek ki Eski Çincedeki türetme ekleri Orta Çincede kaybolmuş (körelmiş), onların
yerini tonlamalar almıştır. Bunu, yılanlarda ayakların yok olmasına benzetebiliriz. Eski
Çincenin körelen ekleri, bazı yılanlarda vücut içinde kalan kalça kemiği gibidir.
Ayaklarını kaybeden yılanın vücudunun, zemine göre şekiller alması da Orta ve Modern
Çincedeki tonlamalar gibidir.
Körelme örnekleri İngilizcede de vardır. +en ekiyle (children “çocuklar”, oxen
“öküzler”) ve apofoni (men “erkekler”, feet “ayaklar”, teeth “dişler”) yoluyla yapılan
çokluk biçimleri körelmiş ve sadece istisnalarda kalmış, buna karşılık +s çokluk eki
yaygınlaşmıştır. Ana İngilizcedeki cinsiyet bölgüsünün ortadan kalkması, geçmiş zaman
partisiplerinde (past participle) -ed ile yapılanlar dışındakilerin kuralsız istisnalara
dönüşmesi de körelme örnekleridir.
Başka dillerden de birçok örnek verilebilir. Dillerin ilk ayrılmalarında olduğu gibi
sonraki ayrılmalarda ve her dilin kendi tarihî serüveninde de elenme / körelme ve hayatta
kalma / yenilenme süreci işlemiştir; bugün de işlemeye devam etmektedir (Darwin –
Müller).
Farklılaşma sürecinde söz diziminin ve tanımlığın (artikel) da etkisi olmalıdır. Nesne
– fiil sırasına sahip diller, ek veya takıları (postpositions) sondan alır. Fiil – nesne
sırasındakiler ise ek ve takıları (prepositions) genellikle önden alırlar. Tanımlıklı
(artikelli) diller genellikle fiil-nesne sırasındadırlar. İşte bu sıralanmaların da morfolojiyi
etkilemiş olacağını ve dillerin farklılaşmasında rolü olacağını düşünüyorum.
Şunu da belirtmeliyim. Yukarıdaki basamaklar, kesin çizgilerle birbirlerinden
ayrılmazlar. Süreçler birbirleri içine girmiş olabilir ve sonraki basamak, önceki basamak
içinde başlayabilir. Aşamaları kesin şekilde birbirinden ayırmak herhâlde mümkün
değildir.

Günümüz
Homo sapiens sapiens’in ortaya çıkışından bugüne 150.000 – 200.000 yıl geçti.
Afrika’nın ortalarından çıkan homo sapiens sapiens Afrika’nın diğer yerlerine ve
14 | Ahmet Bican Ercilasun | Dil Araştırmaları 2021/29: 1-17

dünyanın her tarafına yayıldı. İnsan toplulukları birbirlerinden uzaklaştıkça14 dilleri de


birbirinden ayrıldı ve bugünkü durum ortaya çıktı.
Etnolog 2021 verilerine göre bugün dünyada 7.139 dil bulunmaktadır
(https://www.ethnologue.com/). Bunların da % 40’ının tehlikede olduğu yani yakın
zamanda ölebileceği tahmin ediliyor. Bugüne kadar yok olmuş dillerin sayısı da bir
haylidir.
Diller birbirlerinden uzaklaştığı gibi kelimeler de ilk biçimlerinden uzaklaşarak
tamamen farklı hâle geldi. Saussure’ün tespit ettiği keyfîlik / nedensizlik (arbitraire)
olgusu ortaya çıktı.
Dillerin birbirlerinden ve kelimelerin ilk biçimlerinden uzaklaşmasının birçok sebebi
vardır. Bunların belli başlılarını saymak, bugünkü durumu anlamak için gereklidir.
1.Coğrafi uzaklaşma. İlk insan toplulukları 100-150 kişilik küçük topluluklardı. Bu
topluluklar da birbirlerinden 40-60 kilometre uzakta yaşıyorlardı (Fischer 2010: 51). İlk
diyalektler bu yakın komşular arasında ortaya çıkmış olmalıdır. Daha sonra on binlerce
yıl içinde insanlar dünyanın her tarafına yayıldı. Topluluklar arasına binlerce
kilometrelik mesafeler hatta okyanuslar girdi. Bunun sonunda da binlerce dil ve diyalekt
ortaya çıktı. Diller birbirinden ayrıldığı gibi kelimeler de ilk biçimlerinden uzaklaştı.
2. Fonetik değişmeler. Ses değişmelerinin ana sebebinin “en az çaba yasası” olduğu
malumdur. İnsanların en az çaba ile yani ses organlarını en ekonomik şekilde çalıştırarak
meramlarını anlatmak istemeleri dillerde görülen fonetik olayların ana sebebidir. Bu ana
sebep altında, fonoloji uzmanlarınca çok iyi bilinen benzeşme, değişme, erime / ses
düşmesi, türeme, benzeşmezlik vb. ses olayları kelimelerin ses yapılarının değişmesine,
bazen tanınmayacak kadar farklılaşmasına yol açmıştır. Genel Türkçedeki ayak ile
Çuvaşçadaki ura’nın aynı kelimenin değişkeleri (varyantları) olduğunu ancak konunun
uzmanları anlayabilir. Azerbaycan Türkçesinde “geçen gün” anlamında kullanılan
sırağa gün de ancak bir Türkolog tarafından asrakı gün “alttaki gün” biçimiyle
ilişkilendirilebilir.
3. Gramerleşme (grammaticalization). Heine-Kuteva’da gramerleşme şöyle
tanımlanır: “Gramerleşme, sözlük birimi biçimlerinin (lexical form), gramatik biçimlere
gelişmesi ve gramatikal biçimlerin daha gramatikal biçimlere gelişmesi .” (2004: 2).
Bütün dillerde gramerleşme vardır. Türkiye Türkçesinden, Özbekçeden ve Kırgızcadan
birer örnekle konu daha iyi anlaşılabilir: TT geliyor < gel-e yorı-r “gelip yürür”;
Özbekçe kelyapti “geliyor” < kel-e yat-ıp tur-ur “gelip yatıp duruyor”; Kırgızca kelet
“geliyor” < kel-e tur-ur “gelip duruyor”.
İngilizceden de bir örnek: I am going to eat > I am gonna eat “yiyeceğim” (Demirci
2021: 132).
Bütün dil ve ana dillerde on binlerce yıl içinde sürekli gramerleşme örnekleri olmuş,
sözlük birimleri yeni kelimeler yapan biçim birimlere dönüşmüştür. Bunlar da kelimeleri
asıl biçimlerinden uzaklaştırmıştır.

14İlk insan topluluklarının göçleri için Luigi Cavalli-Sforza’nın internette de yer alan haritalarına
bakılabilir.
D i l i n D o ğ u ş u v e E v r i m i : B a s a m a k T e o r i s i | 15

4. Anlam değişmeleri. Dilde anlam değişmeleri de ses olayları kadar, hatta belki de
ondan daha yaygın bir olgudur. Kelimeler, ilk çıktığı anlamdan tamamen farklı yepyeni
anlamlar kazanabilirler ve bu süreçte ilk anlamlar da tamamen unutulmuş olabilir. Yeni
Uygur Türkçesinden bir örnek verebilirim. DLT’de “düşünmek, zannetmek,
umursamak” anlamında kaydedilmiş bulunan sakın- fiili Yeni Uygurcada sağın-
biçiminde ve “özlemek” anlamındadır. Birkaç örnek de Türkiye Türkçesinden
verilebilir. Eski Türkçede (DLT) “örtmek, kapamak” anlamındaki yap- fiili Türkiye
Türkçesinde “etmek, kılmak” anlamındadır. Başlangıçta “çağırmak” anlamında olan
okı- fiili daha Eski Türkçede (DLT) “okumak” anlamını da kazanmıştır; ölçünlü Türkiye
Türkçesinde ise sadece “okumak” anlamı vardır. “Arap yazısında harfin altına konan
hareke” anlamındaki esre kelimesi, Köktürk metinlerinde “alt” anlamına gelen asra ile
aynıdır. Buradaki anlam daralması da ancak konunun uzmanlarınca bilinebilir.
5. Metaforlar. Metaforları anlam değişmeleri içinde saymak da mümkündür. Ancak
metafor kavramı, dilde ayrı bir başlığı hak edecek kadar önemlidir. Nitekim Lakoff-
Johnson da metaforların bütün dili kuşattığını söylerler. Doğan Aksan, metafor için
“deyim aktarması” terimini kullanır ve onu “sözcüğün… gösterileniyle bir başka kavram
arasında çoğu kez benzetme yoluyla bir ilişki kurarak sözcüğü o kavrama aktarma olayı”
olarak tanımlar (2000: 3-183). Son yüzyıllarda hatta son bin yıllarda yapılmış metaforlar
asıl kavramdan henüz kopmamış olabilir. Söz gelişi Türkçede burun, boğaz gibi vücut
organlarının coğrafi şekiller için kullanılması böyledir. İzmir ağzında taze incir için
kullanılan bardacık metaforu da böyledir. Farsçada ve Azerbaycan Türkçesinde “tatlı”,
Türkiye Türkçesinde “hoş, sevimli” anlamında kullanılan şirin kelimesinin asıl anlamı
da bellidir: şîr+în “sütlü”. Ancak dillerin on binlerce yıldan beri kullanıldığı ve
tarihlerinin metinlerle izlenemediği dönemlerde de metaforlara başvurduğu
unutulmamalıdır. Dolayısıyla tarihin derinliklerinde kullanılmış birçok metafor, asıl
kavramdan kopmuş olabilir. Bu durum da metaforu taşıyan kelimelerin ilk biçimlerle
ilgisinin kalmaması sonucunu doğurabilir.
6. Başka kavram alanlarından gelen kelimeler. Dillerde birçok kelime, ilk çıktığı
kavram alanıyla ilgisi olmayan başka kavram alanlarından gelmiştir. Türkiye
Türkçesinden üç örnekle konuyu anlatabilirim. Karluk ve Kıpçak yazı dillerinde
genellikle yığ- / cıy- şeklinde olan kavram Türkiye Türkçesinde toplan- şeklindedir. Yığ-
, yansıma bir kelimeye benziyor. Toplan- ise besbelli ki farklı bir kavram alanından
gelmiştir; “yuvarlak nesne” anlamındaki “top” kavramından. İkinci bir örnek de Türkiye
Türkçesindeki “kötü”dür. Bu kavram hemen hemen bütün Türk lehçelerinde yaman /
caman kelimesiyle karşılanmaktadır. Kötü, DLT’de sadece köti bürt “kâbus” kavramı
içinde geçmektedir. Kelimenin “pas, çil” anlamındaki kög’den +ti ekiyle (kög+ti > köti
> kötü) türemiş olması mümkündür. Eğer bu doğruysa demek ki Türkiye Türkçesindeki
kötü, “pas” kavramından gelmektedir. Üçüncü örnek kop- fiilidir. Diğer Türk yazı
dillerinde üzül- “kopmak, kesilmek” fiiliyle ifade edilen kavram Türkiye Türkçesinde
“havalanmak, ayağa kalkmak, (rüzgâr) kopmak, (yerden bitki) çıkmak” anlamlarındaki
(DLT) kop- kavramından gelişmiştir.
7. Farklı coğrafya ve iklimlerin etkileri. Yeni coğrafya ve iklim demek, yeni
meteorolojik olaylar, yeni bitki örtüsü (flora) ve yeni hayvan varlığı (fauna) demektir.
İşte bu yeni olay ve varlıklar ve onlara ait ayrıntılar yeni kelimeleri gerektirir. Her dil
16 | Ahmet Bican Ercilasun | Dil Araştırmaları 2021/29: 1-17

yeni kelimeleri kendi türetme yöntemlerine göre türetir. Tabii ki böyle kelimeler hem
kök dil ile ilgili olamaz hem de akraba olmayan diller arasında ortak olamaz.
8. Dil ilişkileri. İnsanlık tarihi bir bakıma göçler tarihidir. On binlerce yıl içinde insan
toplulukları oradan oraya göçmüşler ve yeni komşular edinmişlerdir. Komşuluk
ilişkileri, savaşlar, alış verişler, evlenmeler, kültürel ve dinî etkile(n)meler şeklinde
sürüp gitmiştir. Bütün bunlar kelime ve kavram alış verişlerine de yol açmıştır. Elbette
bu alış verişler de dilde farklılaşmanın önemli sebeplerindendir.
Homo sapiens sapiens’lerin DNA’larında az da olsa neandertal genleri
bulunmaktadır. Bu, modern insan türünün neandertallerle de evlilik ilişkileri
kurduklarını gösterir. Son araştırmalardan bazıları, neandertallerin de sese dayalı bir
dilleri olduğunu göstermiştir (Kerimoğlu 2020: 71 vd.). O hâlde kök dilden farklılaşan
ilk dillerle neandertal dilleri arasında dahi ilişkiler söz konusu olabilir.
İleri seviyede etkilemeler karma (creol) diller de ortaya çıkarmıştır. Karma diller,
melez (pidgin) dillerden farklı olarak bir topluluğun ana dili hâline gelmiş olan ve
nesilden nesile aktarılan dillerdir. Tıpkı diğer diller gibi kendilerine mahsus kurallar
içinde gelişmelerini sürdürürler. Yakın dönemlerde vuku bulan karma diller
gözlemlenebilmektedir. Ancak tarihin uzak dönemlerinde oluşmuş karma (creol) diller,
herhangi bir kayıt olmadığı için açık bir şekilde belirlenememektedir. Ancak bu tür
dillerdeki alt (substratum) ve üst (superstratum) katmanlar bazı ipuçları verebilir.
Yukarıda saydığım sebepler, bugünkü dil çeşitliliği için yeterli sebeplerdir.
Milyonlarca canlı türü birbirine benzemediği gibi binlerce dil de birbirine benzemez.
Milyonlarca tür evrimin ilk basamağındaki tek hücreye benzemediği gibi binlerce
dildeki milyonlarca kelime de kök dilin ilk kelimelerine benzemez. Ancak bu
benzemezlik; diyelim ki tırtıl, aslan, insan, gül, çınar, balık vb. bütün canlıların aynı
kökten çıkmadığı anlamına gelmediği gibi dillerin ve kelimelerin birbirlerine ve kök dile
benzememesi de onların aynı kökten çıkmadığı anlamına gelmez. Canlıların evrimi için
normal olan farklılaşma dilin evrimi ve Saussure’ün keyfîlik ilkesi için de normal
sayılmalıdır.
Bilim, kök dili araştırmaya ve hatta mümkünse ihya etmeye çalışıyor. Kök dile
ulaşmak için de basamak teorisinin kullanılabileceğini düşünüyorum. Basamakları
bugünden geriye doğru izleyerek, fonolojik ve semantik değişmeleri dikkate alarak
homo sapiens sapiens’in dünyasına ulaşmaya çalışılmalıdır. “Homo sapiens sapiens’in
dünyası” ifadesiyle onun ses ve beyin kapasitesi, coğrafyası, çevre şartları, yapıp
ettikleri, ürettikleri ve ihtiyaçları gibi unsurları kastediyorum. Son araştırmalar genellikle
bu dünya üzerinde duruyor. Ben daha çok, sonraki basamaklara vurgu yapmak ve
araştırmaları o yönde de yoğunlaştırmak gerektiğini anlatmak istedim.

Kaynakça
AKSAN, Doğan (2000). Her Yönüyle Dil – Ana Çizgileriyle Dilbilim. Ankara: Türk Dil Kurumu.
ARAT, Reşid Rahmeti (1979). Kutadgu Bilig III – İndeks (Neşre Hazırlayanlar: Kemal Eraslan, Osman
F. Sertkaya, Nuri Yüce). İstanbul: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü.
BAKIRCI, Çağrı Mert (2021). Evrim Kuramı ve Mekanizmaları – Evrimin Temelleri ve Nasıl İşlediği
Üzerine. İstanbul, Ginko Bilim.
D i l i n D o ğ u ş u v e E v r i m i : B a s a m a k T e o r i s i | 17

BİCKERTON, Derek (2012). Âdem’in Dili – İnsan Lisanı Nasıl Yarattı – Lisan İnsanı Nasıl Yarattı
(Çeviren: Mehmet Doğan). İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi.
COMRİE, Bernard (2005). Dil Evrensellikleri ve Dilbilim Tipolojisi (Çev.: İsmail Ulutaş). Ankara: Hece.
DEMİRCİ, Kerim (2021). Türkoloji İçin Dilbilim – Konular Kavramlar Teoriler. Ankara: Anı.
ERCİLASUN, Ahmet B. (2021). “İlk ve Ana Türkçe Çağı”, Kökler: Yay Çeken Kavimlerin Şafağı (Dil,
Arkeoloji, Tarih, Antropoloji ve Etnografya Işığında Altay Halklarının Kökeni) (Edt.: Sergen
Çirkin). İstanbul: Ötüken Neşriyat (Baskıda).
ERCİLASUN, Ahmet B.; AKKOYUNLU, Ziyat (2014). Kâşgarlı Mahmud – Dîvânu Lugâti’t-Türk – Giriş-
Metin-Çeviri- Notlar- Dizin. Ankara: Türk Dil Kurumu.
FİSCHER, Steven Roger (2010). Dilin Tarihi (Çev.: Muhtesim Güvenç). İstanbul: Türkiye İş Bankası
Kültür.
GÜNDÜZÖZ, Soner (2004). “Arapça’nın Potansiyeli: Arapça’da Kelime Türetim Yollarına İlişkin Bir
İnceleme”. Marife, 4/2: 177-196.
HARRİS, Roy; TAYLOR, Talbot J. (2018). Dil Bilimi Düşününde Dönüm Noktaları -I- / Socrates’ten
Saussure’e Batı Geleneği (Çev.: Eser E. Taylan, Cem Taylan). Ankara: Türk Dil Kurumu.
HEİNE, Bernd; KUTEVA, Tania (2004). World Lexicon of Grammaticalization. Cambridge: Cambridge
University Press.
KARAHAN, Leylâ (2008). “Tekrar Gruplarında Ünlü Düzeni - Anlam İlişkisi Üzerine Düşünceler”. Prof.
Dr. Ahmet Bican Ercilasun Armağanı. Ankara: Akçağ, 140-148.
KERİMOĞLU, Caner (2020). Neandertaller Konuşur muydu? - İnsanın ve Dilin Kökenine Bir Yolculuk.
İzmir: Varyant.
KOCAOĞLU, Timur (2004). “Türk ve Dünya Dillerinde Ses-Anlam Eşitliğine Dayalı Karşıt Denklikler”,
V. Uluslararası Türk Dili Kurultayı Bildirileri II – 20-26 Eylül 2004. Ankara: Türk Dil Kurumu,
1985-2004.
e-Maddieson 2021 = MADDIESON, Ian (2021). “Consonant Inventories; Vowel Quality Inventories”.
WALS. https://wals.info/chapter/2 (Erişim Tarihi: 14.08.2021).
MAGNUS, Margaret (2001). What’s in a Word? – Studies in Phonosemantics. Doctoral Thesis. Oslo:
Norwegian University of Science and Technology.
e-WT = Wikipedia (2021). “Old Chinese”. https://en.wikipedia.org/wiki/Old_Chinese (Erişim Tarihi:
29.08.2021)
RUHLEN, Merritt (2012). “Dilin Kökeni: Geçmişe ve Geleceğe Bakış” (Çev.: Ahmet Bican Ercilasun),
Dil Araştırmaları, 10: 167-182.

You might also like