Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 10

SOSYOLOJİ BÖLÜMÜ

LEWİS MUNFORD - TARİH BOYUNCA KENT KİTAP DEĞERLENDİRMESİ

ADEM DÖNMEZ
210217035
NORMAL ÖĞRETİM

(Bu ödev Sos.2012 Kent Sosyolojisi dersi kapsamında Doç. Dr. Aznavur DEMİRPOLAT’a
sunulmuştur.)
Bu kitap 18 bölümden oluşur ve insanlık tarihi boyunca kentlerin ortaya çıkışı, gelişimi ve
dönüşümünü ele alır. Kitap, kentlerin mimari, sosyal, ekonomik ve kültürel açıdan
incelenmesiyle birlikte kentlerin çevresel etkileri, insanların kentlere olan bakış açıları ve
gelecekteki kentler hakkında fikirler sunar. Ayrıca kitap, tarih boyunca kentlerin çözülmesi,
büyümesi ve değişimi ile ilgili sorunlar ve fırsatlar hakkında da tartışmalar sunar.

"Kutsal Sığınak, Köy ve Müstahkem Yer"

bölümü, kitabın diğer bölümlerine kıyasla daha kısa bir bölümdür. Bu bölümde Munford,
insanların tarih boyunca kutsal sığınaklar, köyler ve müstahkem yerler gibi farklı yaşam
alanlarına nasıl sığındığını ve bu yerlerin nasıl geliştiğini inceler.

Munford, insanların tarih boyunca güvenli bir yer bulmak için kutsal sığınaklar, köyler ve
müstahkem yerlere sığındığını söyler. Bu yerler, savunma amaçlı olarak kullanıldığı gibi,
aynı zamanda insanların topluluk halinde yaşamasına da izin verdi.

Bölüm boyunca Munford, kutsal sığınaklar, köyler ve müstahkem yerlerin nasıl geliştiğini ve
bu yerlerin insanların güvenliği için nasıl önemli bir rol oynadığını anlatır. Örneğin, antik
dönemde surların inşası, köylerin oluşturulması ve kutsal sığınakların yapıldığı söz
konusudur.

Bu bölüm, insanların güvenliğinin sağlanması için farklı yaşam alanlarının nasıl oluştuğunu
anlamak için önemlidir. Aynı zamanda, insanların toplumda nasıl bir arada yaşadığı ve bu
yaşam alanlarının nasıl geliştiği hakkında da bilgi verir. Ancak kitabın diğer bölümleri kadar
detaylı ve kapsamlı bir inceleme sunmamaktadır.

"Kent'in Kristalleşmesi"

bölümü, kitabın en önemli ve en ilginç bölümlerinden biridir. Bu bölümde, Munford,


kentlerin gelişim sürecinde yaşanan önemli bir dönüm noktası olan "kentleşme" sürecini
inceler.

Munford, kentleşmenin toplumun sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi yapılarını kökten


değiştirdiğini ve kentin kendine özgü bir karakter kazandığını söyler. Kentleşme süreci,
kentin insan hayatındaki rolünün artması, özellikle ticaret, sanayi ve kültür açısından büyük
bir önem kazanması anlamına gelir.
Bölüm boyunca Munford, kentleşme sürecini detaylı bir şekilde ele alır ve bu sürecin nasıl
gerçekleştiğini anlatır. Örneğin, büyük kentlerin ortaya çıkışı genellikle ticaret merkezleri
etrafında gerçekleşir. Sanayi devrimiyle birlikte, kentlerin endüstriyel merkezler haline
gelmesiyle birlikte bu kentlerin büyümesi daha da hızlandı.

Munford ayrıca kentleşmenin, kentlerin fiziksel yapısının ve mimarisinin değişmesine neden


olduğunu ve kentlerin daha modern ve fonksiyonel bir görünüme kavuştuğunu söyler.
Örneğin, bu dönemde, daha modern ve işlevsel yapılar inşa edildi, sokaklar genişletildi ve
toplu taşıma sistemleri geliştirildi.

Bu bölüm, kentin tarihindeki en önemli dönüm noktalarından biri olan kentleşme sürecinin
anlaşılmasına katkıda bulunur ve kentlerin bugünkü halinin nasıl oluştuğunu anlamak için
önemlidir.

"Atadan Kalma Biçimler ve Modeller"

bölümü, kitabın diğer bölümlerine kıyasla daha eleştirel bir bakış açısı sunar. Munford,
burada insanların tarih boyunca atadan kalma biçimler ve modelleri nasıl benimsediğini ve
bunların nasıl modern kentlerin gelişimini etkilediğini inceler.

Bölüm boyunca Munford, insanların atadan kalma modelleri taklit etmeye eğilimli olduğunu,
ancak bu modellerin modern kentlerin gelişimini sınırlandırdığını söyler. Örneğin, antik
Yunan'da, her evin kendi avlusu vardı ve bu model daha sonra Roma kentlerine de uyarlandı.
Ancak bu model, modern kentlerin gelişimini sınırlayan bir faktördü, çünkü kentlerin yüksek
nüfus yoğunluğuna sahip olması ve yer sıkıntısı nedeniyle bu model uygulanamıyordu.

Munford ayrıca, atadan kalma biçimlerin modern kentlerin gelişimine nasıl etki ettiğini
gösteren çeşitli örnekler de verir. Örneğin, Ortadoğu kentlerinde dar sokaklar ve kapalı
pazarlar, modern kentlerin gelişimini sınırlayan faktörlerdir. Aynı şekilde, Avrupa'da
kentlerin geniş caddeleri ve açık meydanları, modern kentlerin gelişiminde etkili olmuştur.

Bu bölüm, atadan kalma modellerin modern kentlerin gelişimini nasıl etkilediği hakkında
ilginç bir bakış açısı sunar. Munford'ın eleştirileri, insanların geçmişteki modelleri taklit
etmeye devam ettiği ve bu modellerin modern kentlerin gelişimini sınırladığına dair bir uyarı
niteliğindedir. Bu bölüm, modern kentlerin tarihini anlamak isteyenler için ilginç bir kaynak
olabilir.

"Antik Kentin Doğası"

bölümü, antik çağ kentlerinin özelliklerini ve bu kentlerin gelişimini ele almaktadır.


Mumford'a göre, antik kentlerin oluşumu ve gelişimi, insanların doğal çevreleriyle olan
ilişkilerinin sonucudur. Antik kentlerin ortaya çıkması, insanların avcılık ve toplayıcılık
faaliyetlerinden yerleşik tarım yaşamına geçmeleriyle başlamıştır. Bu süreçte, insanlar tarım
için suya ihtiyaç duydukları için nehir ve göl kıyılarında yerleşim yerleri oluşturmuşlardır.

Antik kentlerin doğası, kent surları, akropol, agora, tiyatro gibi yapıları içermekteydi. Bu
yapılar, antik kentlerin sosyal ve politik hayatının merkeziydi. Kentlerde ticaret, sanat, bilim
ve politik hayat gelişirken, bu yapılar da önemli bir rol oynuyordu.

Mumford'a göre, antik kentlerin doğası ve yapıları, insanların doğal çevreleriyle olan
ilişkilerinin bir sonucudur ve bu kentler, insanların kültürel ve sosyal gelişimlerinin temel
taşlarıdır. Bu bölüm, antik kentlerin önemini ve bu kentlerin gelişim sürecini anlamak için
önemli bir kaynak olarak değerlendirilebilir.

"Polis'in Ortaya Çıkışı"

bölümü, antik Yunan'da polisin ortaya çıkışını ve gelişimini ele almaktadır. Mumford'a göre,
polis, antik Yunan'da toplumun korunması, düzenin sağlanması ve hukukun uygulanması gibi
görevleri yerine getiren bir kurumdur.

Polis, antik Yunan'da şehir devletlerinin ortaya çıkmasıyla birlikte gelişmiştir. Polisin
kurumsallaşması, toplumun ihtiyaçları doğrultusunda gerçekleşmiştir. Polis, güvenlik, adalet
ve düzenin sağlanması gibi görevleri yerine getirerek, antik Yunan'da toplumun korunmasına
ve gelişmesine katkıda bulunmuştur.

Mumford'a göre, polisin ortaya çıkışı, antik Yunan'da toplumun gelişimi ve kentsel yaşamın
ilerlemesiyle doğrudan ilişkilidir. Bu bölüm, antik Yunan'da polis kurumunun tarihsel
gelişimini ve toplumun ihtiyaçlarına nasıl cevap verdiğini anlamak için önemli bir kaynak
olarak değerlendirilebilir.

"İdeal Kente Karşı Yurttaş"

bölümü, kentsel yaşamın gelişimiyle birlikte ortaya çıkan ideallerin gerçeklikle çelişkisine
odaklanmaktadır.

Mumford'a göre, ideal kent kavramı, insanların kentsel yaşamda aradıkları belli başlı
özellikleri içermektedir. Bu özellikler arasında, açık alanların varlığı, doğal manzaraların
korunması, toplumsal ve kültürel faaliyetlerin sunulması gibi unsurlar yer almaktadır. Ancak
Mumford, ideal kent kavramının gerçekliğin yanında sınırlı kaldığını ve kentsel yaşamın
karmaşıklığını yansıtmadığını belirtmektedir.

Bu bölümde Mumford, ideal kent fikrinin toplumun kentsel yaşamına uyması gerektiği
şeklindeki bir düşüncenin geçerliliğini sorgulamaktadır. Yurttaşların, ideal kent kavramını
gerçekleştirmek yerine, yaşadıkları kentin gerçek durumunu kabul etmeleri ve bu gerçekliğe
uygun hareket etmeleri gerektiğini savunmaktadır.

Sonuç olarak, bu bölüm, ideal kent kavramının gerçekliğiyle karşılaştırıldığında, kentsel


yaşamın karmaşıklığını ve çelişkilerini göstermesi açısından önemlidir.

"Helenistik Mutlakiyet ve Kentçilik"

bölümü, antik dönemdeki kentlerin politik ve sosyal yapılarına odaklanmaktadır. Bölüm,


Helenistik dönemde kentlerin giderek artan özerkliklerinin yanı sıra, merkezi hükümetlerin
bu özerklikleri kısıtlamaya çalışmasını ele almaktadır.

Mumford, bu dönemdeki kentlerin politik ve sosyal yapısının, önceki dönemlere kıyasla daha
karmaşık ve çeşitli olduğunu belirtir. Kentler, yerel yönetimler aracılığıyla kendi işlerini idare
etmeye çalışırken, merkezi hükümetlerin güçleri de artmıştır. Bu süreçte, kentlerin
özgürlükleri sınırlandırılmaya başlanmıştır.

Bölüm ayrıca, Helenistik dönemdeki kentlerin kültürel ve sanatsal yaşamına da değinir. Bu


dönemde, kentler arasında rekabet artmış ve her kent kendine özgü bir kültürel ve sanatsal
yaşam geliştirmişti.

Genel olarak, bu bölümde Mumford, antik dönemdeki kentlerin politik, sosyal ve kültürel
yapısının nasıl değiştiğine ve bu değişikliklerin nedenlerine dair bir perspektif sunmaktadır.

"Mega Polisten Nekro Polise"

bölümü, modern kentlerin yozlaşmış, ölümcül ve kontrolsüz bir şekilde büyüyen yapılar
haline geldiği görüşünü ele almaktadır. Bu bölümde, Mumford, kentlerin insanlar için yaşam
kalitesini artırmak yerine, insanların hayatını zorlaştıran ve tehdit eden yerler haline geldiğini
savunur. Kentlerin hava kirliliği, trafik sıkışıklığı, gürültü, su ve gıda kıtlığı gibi sorunlarına
dikkat çekerek, modern kentlerin doğal kaynakları tüketmekle kalmadığını, aynı zamanda
insanların sağlığı ve refahı için de ciddi bir tehdit oluşturduğunu belirtir. Mumford, mega
kentlerin toplumda yarattığı yabancılaşma, güvensizlik ve diğer sosyal sorunlar hakkında da
endişelerini dile getirir. Bu bölüm, modern kentleşmenin sorunlarını ele alarak, kent
planlamasının ve tasarımının insanlar için daha iyi bir yaşam sağlamak için nasıl
geliştirilebileceği konusunda düşündürücü bir perspektif sunar.

"Manastır ve Topluluk"

bölümü, Orta Çağ Avrupa'sında manastırların önemli bir rol oynadığı toplulukların
oluşumunu ele almaktadır. Mumford, manastırların sadece dinî değil aynı zamanda
ekonomik, sosyal ve kültürel faaliyetlerin de merkezleri olduğunu ve genellikle kendi
kendine yeterli bir yaşam biçimi geliştirdiklerini belirtmektedir.

Kitapta, manastırların gelişimi, yapıları ve işlevleri hakkında detaylı bilgi verilirken,


manastırların toplumsal düzen üzerindeki etkileri de ele alınmaktadır. Mumford,
manastırların çevrelerindeki köyleri, kasabaları ve kentleri de etkilediğini ve bu etkileşimin
sonucunda yeni topluluklar ve yerleşimlerin oluştuğunu belirtmektedir.
Bölüm, manastırların yerini sanayi ve teknolojinin aldığı modern döneme kadar olan süreci
ele almaktadır. Mumford, manastırların toplumsal yapının değişmesinde önemli bir rol
oynadıklarını ve Orta Çağ Avrupa'sının gelişmesinde etkili olduklarını vurgulamaktadır.

"Kent Temizliği"

bölümü, kent yaşamında temizlik ve hijyen konularının tarih boyunca nasıl ele alındığını
inceliyor. Bu bölümde, kent temizliğinin hem fiziksel hem de sosyal bir sorun olduğu
vurgulanarak, çeşitli dönemlerde kent temizliğine yönelik farklı çözümlerin ortaya çıktığı ele
alınıyor. Mumford, kent temizliği konusunda yapılan çalışmaların sadece sağlık açısından
değil, aynı zamanda kent yaşamının genel kalitesi açısından da önemli olduğuna dikkat
çekiyor.

"Ortaçağın Kırılması ve Modernliğin Filizleri"

bölümü, Munford'un modern kentlerin ortaya çıkışını ele aldığı bölümdür. Bu bölümde,
İtalyan Rönesansı'nın Avrupa'da yeni bir dönem başlattığı ve bu dönemde kentlerin
güçlendiği ve değiştiği vurgulanmaktadır. Ayrıca bu dönemde kentlerde sanayileşme ve
teknolojik gelişmelerin de etkisiyle yeni bir yapılaşma tarzı oluştuğu belirtilmektedir.
Munford, bu dönemdeki değişimleri ve modern kentlerin özelliklerini detaylı bir şekilde ele
almaktadır.

"Barok İktidarın Yapısı"

başlıklı bölümü, barok dönemin mimari ve kent planlaması üzerinde yoğunlaşıyor. Mumford,
barok mimarlığın genellikle güçlü bir merkezi iktidara bağlı olduğunu ve bu iktidarın gücünü
yansıtmak için yapıların büyüklüğü ve gösterişliliği konusunda bir yarış içinde olduğunu
belirtiyor. Ayrıca barok mimarlığın, zenginlik ve güç sembolü olarak kullanılan mermer, altın
ve benzeri malzemelerin yoğun bir şekilde kullanımını da içerdiğini vurguluyor.

Kitabın bu bölümü, barok mimarlığı ve kent planlamasını ele alarak, iktidarın mimari ve
kentsel ifadesi üzerinde düşündürücü bir bakış açısı sunuyor.

"Salay, Alay ve Başkent"


bölümü, kentlerin güç sembolleri ve yönetim merkezleri olarak nasıl kullanıldığına
odaklanıyor. Bu bölümde Munford, Roma İmparatorluğu'ndan modern döneme kadar olan
zaman diliminde, kentlerin siyasi iktidarın merkezi haline geldiğini ve bu durumun mimari ve
planlama özelliklerini nasıl etkilediğini anlatıyor.

Munford, kentlerin iktidar sembolleri olarak kullanılmasının mimari anlamda da yansımaları


olduğunu belirtiyor. Örneğin, kent merkezlerindeki yapıların boyutu, görkemi ve heybeti, o
kentin gücünü ve prestijini gösterirken, surlar, kaleler ve benzeri yapılar ise güç sembolü
olarak kullanılıyordu.

Bölüm aynı zamanda, modern devletlerin başkentlerinin nasıl tasarlandığına da odaklanıyor.


Munford, modern başkentlerin genellikle ulusun gücünü ve birliğini temsil ettiğini ve mimari
olarak bu temsili yansıttığını söylüyor. Örneğin, Washington DC'deki ABD Kongre
Binası'nın boyutu, görkemi ve sembolik anlamı, ABD'nin gücünü ve bağımsızlığını temsil
eder.

Bu bölüm, kentlerin nasıl iktidar sembolleri haline geldiği ve bu durumun mimari ve


planlama özelliklerini nasıl etkilediği konusunda önemli bir bakış açısı sunuyor.

"Ticari Yayılma ve Kentin Çözülmesi"

başlıklı bölümü, kentlerin tarihi sürecindeki sonraki evreleri ele alır. Mumford, bu dönemdeki
kentlerin, ticaret ve sermaye birikimi gibi unsurların etkisi altında büyüdüğünü ve
genişlediğini belirtir. Ancak bu büyüme ve genişleme, kentin bir bütün olarak işleyişini ve
insan yaşamını olumsuz yönde etkilemiştir.

Mumford, bu bölümde, kentlerin çözülmesine yol açan birçok faktörü ele almaktadır. Bu
faktörler arasında endüstriyel kirlilik, yabancılaşma, toplumsal çatışmalar ve sınıf ayrımları,
trafik sıkışıklığı, çarpık kentleşme, doğal kaynakların aşırı tüketimi ve çevresel bozulma yer
alır.

Bu bölüm, kentlerin tarihi sürecindeki sonraki evrelerinin ele alındığı bir değerlendirme sunar
ve modern kentleşmenin çelişkilerini eleştirir. Mumford, modern kentlerin yapısını ve
işleyişini eleştirel bir bakış açısıyla inceleyerek, kentlerin gelecekteki gelişimi için de önemli
ipuçları verir.
"Paleoteknik Cennet: Kömürkent"

bölümü, sanayileşmenin ve teknolojinin gelişmesinin kentlerin nasıl değiştirdiğini ve


kentlerdeki yaşam koşullarını nasıl etkilediğini ele alıyor. Bu bölümde, kömür madenciliği ve
fabrika üretimi gibi endüstriyel faaliyetlerin kentlerdeki çevre kalitesini nasıl olumsuz
etkilediği ve kentlerin giderek daha fazla kirlilikle mücadele etmek zorunda kaldığı
anlatılıyor. Ayrıca, bu bölümde teknolojinin gelişmesinin insanları nasıl etkilediği ve
insanların teknolojinin sunduğu fırsatları nasıl kullanabildiği veya kötüye kullandığı da
tartışılıyor. Mumford, bu bölümde teknolojinin insanlar ve kentler üzerindeki etkilerini
eleştirirken, teknolojinin doğru kullanımıyla kentlerin daha iyi hale getirilebileceğine dair de
umutlu bir mesaj veriyor.

"Banliyö ve Ötesi"

bölümü, modern kentin ortaya çıkışı ve kentleşmenin sonraki aşamaları hakkında bilgi verir.
Munford, kentlerin çevresindeki kırsal alanların giderek banliyö bölgeleri haline geldiğini ve
bu bölgelerde yaşayan insanların kentin yoğunluğundan kaçmak için göç ettiklerini belirtir.
Bununla birlikte, banliyölerin modern kentlerin sorunlarını çözmek yerine, bu sorunları daha
da kötüleştirdiği ve insanların doğal çevreden daha fazla kopmasına neden olduğu konusunda
uyarır.

Munford, banliyölerin modern kentlerin sorunlarını çözmedeki başarısızlıklarından


bahsederken, aynı zamanda kentleşmenin doğal çevreye verdiği zararları da ele alır. Bu
bölüm, modern kentleşmenin doğal kaynakları tüketme ve çevreye zarar verme konusundaki
etkilerini vurgularken, alternatif çözümler önermek için de çağrıda bulunur.

"Megapolis Miti"

bölümü, modern dünyanın yükselen megapolislerinin (mega kentlerin) nasıl bir mit haline
geldiğini ve bu mitin gerçekliğiyle nasıl çeliştiğini tartışmaktadır. Munford, megapolislerin
çoğunlukla yoksulluk, kirlilik, trafik sıkışıklığı gibi sorunları beraberinde getirdiğini ve bu
nedenle ideal bir yaşam biçimi sunmadığını savunmaktadır. Ayrıca, megapolislerin doğal
kaynaklar üzerinde aşırı bir talep oluşturduğunu ve gezegenin sınırlarını zorladığını da
vurgulamaktadır. Kitabın önceki bölümlerinde de görüldüğü gibi, Munford, kentlerin
insanların refahı için tasarlanması gerektiğini savunurken, megapolislerin yalnızca büyüme
ve ekonomik karlılık hedefleriyle yönetildiğini düşünmektedir.

"Geçmişe ve Geleceğe Bakış"

bölümü, kitabın genel bir özeti ve yazarın kentlerin geleceği hakkındaki görüşlerini sunması
açısından önemlidir. Munford, kentlerin tarih boyunca nasıl geliştiğini ve dönüştüğünü
ayrıntılı bir şekilde ele aldıktan sonra, gelecekteki kentlerin nasıl olması gerektiği konusunda
öngörülerde bulunuyor. Munford'a göre, ideal kentler, insanların fiziksel ve sosyal
ihtiyaçlarına yanıt veren, insan ölçeğinde planlanmış, yeşil alanlarla dolu, hareketli ve
kültürel olarak zengin olmalıdır. Bununla birlikte, modern kentlerin giderek daha fazla
megapolislere dönüştüğüne dikkat çekiyor ve bu büyük kentlerin sağlık, güvenlik ve
sürdürülebilirlik sorunlarını beraberinde getirdiğini belirtiyor. Sonuç olarak, Munford,
kentlerin geçmişte olduğu gibi gelecekte de insan ihtiyaçlarına cevap vermesi gerektiğini ve
insan ölçeğinde planlanmış kentlerin sürdürülebilir bir geleceğin anahtarı olduğunu
vurguluyor.

You might also like