Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 244

DİNLER. TAR.

iDi
ANSİKLOPEDİSİ
İslamiyet, hıristiyanlık, musevilik ve ilkel dinler

yayımlayan
G ELİSİM BA SIM vP YAYIM AS

genel yönetmen:
ERCAN A RIKLI

yayın yönetmeni:
Hİ LMİ YAVUZ

sorumlu yönetmen:
T EOMAN T UNÇOOGAN

yayın kurulu:
Ooç. Dr.HÜSEY İN A TA Y , İ SMET ZEKİ EY ÜBOGLU,
TANİU G ÖKÇÖL, OSMAN KESKİ OGLU,
Ooç.Dr.MET İN SÖZEN, Doç. Dr. BAHRİ Y E Ü ÇOK

çevırı:
ZEYNEP A KBAY, YASA R ANDAY, İ PEK ERKELLER,
SEMA GÜZELSEN, PINA R KÜR

sayfa düzeni:
SERVER GÜZEY

düzelt i :
MUSTAFA BURÇAK, OSMAN ÖZTÜRK

sekreterler:
GÜLER ÇUBUKÇU, EVA SEY RANOGLU

haskı ve cilt:
Kll\ı\L MATBAASI

dizgi:
İSAK MATBAASI

©:
GELİ$İM BASIM ve YAY IM AS
$afak Sokak No. 2, Nisantaşı/ İstanbul
Tel: 48 02 10- 48 88 24
sunus •

Din nedir?
Cağlar boyunca düşünürler, «din» olgusu üzerinde durmuşlar, bu olguyu de­
ğişik perspektiflerden (din sosyolojisi; din felsefesi; din psikolojisi; din fenomeno­
lojisi) temellendirmeye çalışmışlardır. Geniş anlamda, insanla insan üstü güç (ki
bu gücün mutlaka «tanrı» olması gerekmez) arasındaki ilişkilerin duygular, inanç sis­
temleri ve ibadetler biçiminde sistemleştiği bu karmaşık olgunun kökeninde insa­
nın doğa karşısındaki korkusu yatmaktadır. Alman dinbilimcisi Rudolf Otto'nun de­
diği gibi, insan ürker ve güvenir. insan üstü güç, bir yanıyla insanı ürkütür, bir ya­
nıyla da onu hayran bırakır. Otto'nun deyişiyle bu güç hem myste:ium tremendum
( insanı heybetle titreten sır ), hem de mysterium fascinans'dır ( insanı hayran bı­
rakan sır ). Hartmann da bu tanıma katılır: «Din, insanın, kendisini heyecan ve
hayranlığa sürükleyen metafizik güçler taşımasıdır.»

Din olgusunu tarihsel gelişimi içinde değil,özü açısından inceleyen din fenome­
nolojisi, dinlerin her birine özgü tanrı kavramını araştırmayı konu alır. Fenomenolo­
jik görüşün vardığı sonuç dinsel duygunun belirtilerinin farklı dinlerde birbirine ben­
zediği varsayımından çıkarak dinlerin kökeninin bir olduğunu göstermektir. Dinsel
bir tasavvurun en ilkel topluluklardan başlayarak en yüksek dinlere kadar hangi bi­
çimlerde yaşamaya devam ettiğini ortaya koyar. Bu yuzden fenomenoloji felsefesi
açısından dinde temel ilke, insan benliğinin bütün faaliyetleriyle ve tüm olarak tan­
rı ile ilişki kurmasıdır.
Din psikolojisinin konusunu ise, bireyin dinsel iç deneyi meydana getirir; dinin
başlangıç ve gelişimini bireysel perspektiften açıklamaya çalışır. Din psikolojisi
açısından yapılan bir din tanımı da bu durumu ortaya. koyar: «din, yetersizliğini ve
güçsüzlüğünü duyan ruhların en yüksek bir güçle ilişki kurmalarıdır.» (Auguste Sa­
batier).

Din sosyolojisi ise dinin aile, millet v.b. gibi toplumsal kurumlara karşı aldığı
tavrı, din olgusuyla bağlantılı olarak ortaya çıkan sosyolojik olayları, çeşitli dinsel
kurumların toplumla olan ilişkilerini araştırır. Başka bir deyişle din psikolojisi dinin
sübjektif alanını, din sosyolojisi ise dinin objektif alanını belirler. Durkheim'in şu
tanımlaması, din sosyolojisi açısından din olgusunun temellendirilmesine iyi bir ör­
nek sayılsa gerektir: «bir din kutsal varlıkla ilgili ibadet ve itikatlardan meydana ge­
len toplu bir sistemdir. Bu sisteme bağlanan bireyler. bir birlik, cemaat yada üm­
met meydana getirirler.»

Diiı felsefesi ise, dinin mahiyeti üzerinde durur. Mutlak varlık kavramını ve in­
sanın bu varlıkla olan ilişkilerinin gerçekliğini araştırdığı kadar, dinin ahlôkla olan
ilişkileriı!i de kapsar. «Din, insanın . bütün görevlerinde ilôhi emrin bilinmesi ve ta­
nımlanmasıdır» diyen Kant, dini ahlôk açısından sistemleştirme amacını güder.

«[)inler Tarihi» adlı bu sistematik incelemede dini, psikolojik, sosyolojik, felsefi


v.b. yanlarıyla değil ama, yer yer bu konuları da kapsayan tarihsel gP.lişmeleri için­
de temellendirmek amacı güdülmüştür. «Dinler Tarihi». adından da anlaşılacağı
gibi, dilbilim ve tarih yöntemleriyle belirli bir ulusun, ırkın yada bir dönemin, bir
tek kişinin dinini incelemeye yönelmiştir. «Dinler Tarihi» aynı zamanda, ayrı ayrı
dinlerin birbirlerine olan bağlılığını, yada birbirleriyle olan tarihsel ilişkilerini de ay­
dınlığa kavuşturma amacını gütmektedir.

«Dinler Tarihi». ansiklopedisinin 1. Cildi İslamlığa ayrılmıştır. Bu ciltte, Hz. Mu­


hammed'in hayatı, lslômlığı yayma çabaları, dört halife dönemi, Osmanlı impara­
torluğundan önce İslcmlığın yayılmasından başlayarak İslômlığın tarihsel gelişimi
anlatılmakta, Kur'an'ın tarihi, mezhepler, tarikatlar, islôm felsefesi ve İslôm sanatı
incelenmektedir. Ansiklopedinin il. cildi ilk iki büyük tek tanrıcı din olan musevilik
ve hıristiyanlığa ayrılmıştır. ili. ciltte ise, budizm, töt�mizm, animizm, ve İslômdan
önceki eski Türk dinleri vb. gibi ilkel dinler, geniş bir tarihsel açıdan ele alınıp in­
celenmektedir.

Saygılarımızla, Gelişim Yayınları

2
DİNLERİN
TEMELİ
ilkel içgüdüler
Dinler nasıl ortaya çıktı? Bazı
görüşlere göre bu sorunun cevabı
doğru olarak verilebilirse dinlerin
geleceği daha iyi tahmin edilebilir.
Bu nedenle tutaı:lı bir açıklama ge­
reklidir. Uzak geçmişi, arkeologla­
rın ve tarih öncesini inceleyen ta�
rihçilerin araştırmalarından orta­
ya çıkarabiliriz. Bir başka kaynak
da, taş devrinde yada daha öncesin·
de kalmış yada ortadan kalkmış ya­
şayış ve düşünüş biçimlerinin bu­
gün «ilkel ırk» diye nitelendirdiği­
miz topluluklarda, yaşamaya de­
vam eden çarpık kalıntılarıdır.
Dinsel inanç ve eylemlerin il­
gilendikleri sorunların bu eylemler
sonucunda ortaya çıkmadığı arna
bu sorunların, dinin temeli olduğu
bir gerçektir. Dinle ilgili olarak bir­
biriyle bağlantılı olan temel sorun­
lar şunlardır:
I. Ben, yada Ego
II. Ben yada Ego'nu n çevresi;
öteki ubenn leri de kapsayan dünya.
III. Kendi kendine var olan,
çeşitli biçimlerde düşünülen, ama
düşüncenin objesi olmadan önce de
hissedilip korkulan nesne.
iV. Değişik biçimlerde düşünü­
len değerli nesneler.
Bunların dördü de, kendi baş­
larına birer sorundur, ama dini,
yanlış algılamaların sebep olduğu
bir yanılsama (illusion) sonucun­
da ortaya çıkmış sayarak reddet­
mek, onu tümüyle yanlış anlamak
demektir. Bu dört sorundan bir ya­
da daha fazlasının (ama hiç bir za­
man dördünün birden değil) bir ya­
nılsama olduğunu tanıtlamak için,
din adına değişik çabalar göste­
rilmiştir. Sözgelimi Hindular ben'·
in, dünyanın ve insan değerlerinin
gerçekliği olmadığını, tek varola­
nın iyilik ve kötülüğün ötesinde
olan Brahma olduğunu öne sür· Hint mitoslarına göre Buddha, saçlarının suyunu sıkarak dünyayı su­
müşlerdir. Bu dört maddenin içer­ ların basmasına sebep olmuştu. Bu olayı gösteren XIX. yüzyıla ait bir
diği sorular bilinen sorulardır ; heykel (bu heykel.· Bangkok Devlet Müzesi'ndedir J.

3
Paclıakamac'ın Güneş Mabedi'nde bu­ (Guatemala' da, bir Tanrı heykeli) ; bu heykel, kolomb-öncesi Ameri­
lunan tahta bir tanrı heykelciği (bugün kan dinlerinde insan biçimciliğinin ( tanrıyı insan biçiminde tasarla­
Lima'da M. Balla koleksiyonundadır). manın) var olduğunu gösterir .

insanlar, sürekli olarak bu sorulara içinde bile inançlarımızın ilkel ata­ yarı-insan cinslerinin bir çeşit ilkel
cevap verebilecek geçerli bir inanca larımızın doğal içgüdülerine bağla­ korku duyuları vardır. Hayvanlar.
sahip olmaya çalışmışlardır : «Ben nabileceğini belirtirler. doğal olarak, kendi cinslerinden bi­
neyim?"; «Bilincinde olduğum bu rinin ölümü karşısında çok belirgin
«ben" (kendim) nedir?ı>J «Çev­ bir tedirginlik duyarlar. Gene de
remdeki dünya nedir?» ; «Bu dün­
yanın anlamı nedir ? » ; «Neye ya­
en eski hayvanlar ölülerini törenle gömme
iddiasında değillerdir. Ölüleri göm­
rar?n; r<Benim dünya ile ilişkim ne­
dir?"; rrÖlüm ne demektir? » ; rrBe­
ilkel dinler me geleneğine ilk kez İsa'dan yüz­
bin yıl önce yaşamış olan Neandert­
nim ve benim gibi ölümlülerin de­ Konumuza, aşağı düzeydeki hal adamlarda rastlanır.
netimi dışında olan şeyin niteliği kültürler arasında bulunabilen en İlkel kültürlerin yukarda belir­
nedir?»; <rÇevremde gördüğüm bü­ eski dinsel yaşamı inceleyerek baş­ tilen dört kategoriye ne ölçüde uy­
tün değişim ve çöküşlere rağmen layacağız. Bu nedenle, yüce keha­ duklarını , arkeoloji ve insan bilimi­
süre giden Değişmez Biqey yada netlerin, dinsel tapınmaların, gi­ nin ortaya çıkarabildiği bilgileri bir­
Biri yok mudur?n; rrSoydaşlarım­ zemci görüşlerin, kaba, hatta hiç araya getirdiğimizde görebiliriz.
dan bazı olağanüstü yetenekli kişi­ bir çekiciliği bulunmayan bu temel­ I. ııBenıı yada ıcEgo». Burada
lerde bu Derin Gerçeğin simgeleri­ lerden çıktığını görmek bizleri hay­ önemli olan nokta rrBen» in bileşimi­
ni ve gölgelerini sezmiyor muyum? » ; rete düşürmemelidir. Önemli olan, nin ve rüya, ölüm ve hayaletlerle
<<Onlarda v e benim kendi derinlikle­ bir şeyin çıkış noktasının ne oldu­ olan ilişkisinin anlaşılmasıdır. Bu-
rimde İnsanüstü bir Buyruğun be­ ğu değil, ilerde neye dönüştüğü ve 5ün, çoğu batılılar kendilerini «be­
lirtilerini bulmuyor muyum? » ; «Ken­ sonuçta ne olduğudur. den» ve rrruhn olarak incelerler.
dimi çevremdeki çeşitli nesnelere İnsanla maymun arasında bir Ama, daha önceki ırklar, çok deği­
değerler biçerken görüyorum. Niçin yerde olduklarını varsaydığımız ya­ şik bir ayırım yapmışlar, giderek,
herhangi bir şeyin değeri olsun? » ; rı - insanların ( ııan tropoidıı 1 erin) ruhların birden fazla olduğuna
«Bu değerler neden?n; «Bunlar ne dinsel töreleri hakkında kesin bir inanmışlardır. Iroquois kızılderili­
demektir?"; re Yükselen bir değerler bilgiye sahip değiliz. Gene de şem­ lerinin beden - dışı unsurları be­
ölçüsü var mıdır?n panzelerin soydaşları arasından lirtmek için altı ayrı kelimesi var­
Gerçekçi bir kişi bu soruların grup dışı bırakıldıklarında, yada dı. İngiliz Kolombiyası'ndaki Haida
hiç birine şimdiye kadar doyurucu onlardan ayrıldıklarında çok mut­ kızılderilileri ise zihin, hayalet ve
bir cevap verilmediğini söyleme eği­ suz olduklarını; vahşi Chillingham beden-dışı ruh arasında ayırım ya­
limindedir. Din konusunda gerçek­ sığırlarının, sürünün kurallarını bo­ parlar, bunların da beden-dışı ruh
çi bir tavır alanlar, genellikle, bu zanları garip bir biçimde cezalan­ için iki ayrı kelimesi vardır. Çin,
gibi büyük sorunların halen çözüm­ dırdıklarını biliyoruz. Bunlar, gü­ Yeni Gine ve Endonezya'da da bir
lenmemiş olduğunu açıklayarak nah işlemenin ve cezalandırılmanın insanın iki ruhu olduğu inancı çok
çağdaş sefalet ve kararsızlığımız ilkel biçimlerini andırırlar. Birçok yaygındır. Bazı melanezyalılar bir
4
lar ise beş ruh unsuru bulunduğu­
na inanırlardı. Romalılar da bu an­
lamda bir çokluk düşüncesine sa­
hiptiler. Aziz Paulus beden, ruh ve
can'dan söz eder. Öte yandan, bir­
den çok ruh inancının da, ruhsuz
·insanlar inancı ile dengelendiği gö­
rülüyor. İnsanların hepsi bedenden
ayrılabilir bir ruha sahip değildir­
ler. Bu düşünüş, ölümsüzlüğün bir­
çok durumda (sözgelimi, Mısır ve
Çin'de) niçin aristokratik bir ayrı­
calık sayıldığını açıklar. Yalnız bü­
yük önderlerin ve savaşçıların öte­
ki dünyada da yaşamaya devam
eden ruhları vardır. Bu, belki de
daha sonraları, tanrıbilimcilerin,
« şartlı ölümsüzlük>> olarak adlan­
ihrdıkları durumun ilk biçimidir.
Sürekli ruha inanma, özellikle·
rüya fenomeninden çıkarılmıştır.
Buna neden de, rüyada ruhun, bir
süre için bedenden ayrılarak dolaş­
tığı inancıdır. (Güney Amerika'da­
ki Lengua Yerlilerinde olduğu gi­
bi) . Bu süreklilik kavramının, me­
zara ölünün kullanması için giye­
cek ve eşya koyan ilkel adamın bi­
lincinde de yer etmiş olması gerekir.
Bugün de üzerinde araştırma­
lar yapılan fiziksel olguların çok
eski zamanlardan beri bilindiği ke­
sindir ve ölülerin gömülmesi haya­
letlere inanılmasına yol açmış ola­
bilir.
il. cc Öteki Ben»leri Kapsayan
Dünya. Bu insanlarla insan dışı
varlıklar arasındaki fark, yalnız
Hıristiyanlarda değil özellikle Akde­
niz insanları arasında herhangi.
başka bir yerden daha belirgindir.
Belirli bir tip ilkü kafa için, kendini
bal yapan karıncadan, bir timsah­
tan yada bir tırtıldan türemiş ola­
rak düşünmek tutarsızlık değildir.
Bu nedenle eski çağlarda insanlarla
insan-dışı olanlar arasında bir iliş­
kinin varlığı olağan kabul edilir.
Bir Papua (Yeni Gine) kabilesinin
üyeleri arasında bir sorguçlu güver­
cin, bir siyah papağan, hatta bir Çiçek Tanrısı Xochipilli'yi gösteren volkanik taştan yapılma bir
iguana da yer alırdı. Afrika halk hi­ heykel (bu hP-ykel, bugün Meksika Devlet Müzesi'ndedir J. Heykelin
kayelerinden, insanlarla hayvanla­ gerdanlığı jaga r tırnaklarından yapılmıştır. Bedeni, çiçekler ve gü-
rın aynı aileye mensup kabul edil­ neş ışınlarını gösteren sembollerle süslüdür.
dikleri anlaşılır. Batı Avrupa'daki
evcil hayvanlar da böyle kabul eçii­ İbrani kökenli olmadığı görülür. İn­ İlk insan kendisiyle hayvanlar,
lir. Hollanda'da bir çiftçinin ölü­ cil ise bu konuda tarafsızdır. Aziz kuşlar ve sürüngenler, arasında
mü onun arılarına ve sığırlarına Francesco'nun hayvanlar ve kuşlar­ çok az bir ayırım yapardı. Bu, yal­
haber verilir. Bu çeşit bir davranış la olan dostluğunun, Dionysius nız totemizmi değil ccruh göçün inan­
insanları alçaltmak değil, tam ter­ benzeri yazıtlar yoluyla Hıristiyan cını da açıklar. ccRuh göçü» düşün­
sine hayvanları, İbranilerin kutsal kilisesine giren doğu gizemciliğinin cesi elbette İbrani teolojisine aykı­
kitaplarındakinden daha yükseğe bir sonucu olduğuna kuşku yoktur. rıdır. Hindistan'da bu öğretinin, ar­
çıkartmaktır. İbranilerce yaradılışın Burada, Avrupa geleneklerinden yan kökenli olmadığı öne sürülmüş,
efendisi İnsan'dır ve İnsan, kendi çok Hindistan'da görülen bir tavır buna gerekçe olarak da ilk vedalar­
dışındaki bütün organik yaşama sözkonusudur. Gandhi, öküzleri ko­ da ccruh göçün nden söz edilmeyişi
hükmetmekle görevlidir. Bu açıdan rumayı insan ile yarı-insan arasın­ gösterilmiştir. Druidizm'de (Kelt
alınırsa Aziz Francesko'nun cckuş­ da bir birlik sağladığı için savun­ dini) de bulunduğu söylenirse de
lar; kız�ardeşlerimiz)) deyiminin, muştur. bunun, Yakındoğu'dan Akderüz
5
aracılığı ile Batıya geçmiş, yada
Akdeniz topraklarına beyazların
yerleşmesinden önceki ilk kültür­
den arta kalmış olması mümkün­
dür.
Yarı-insanları bir yana bırakıp
insana baktığımızda «Kutsal» kav­
ramın ilk biçimlerinde ruhlara olan
saygının büyük önem taşıdığı görü­
lür. Bazı Polinezya <Güney Pasifik
adaları) kabilelerinde, ataları sim­
geleyen bazı nesnelerin saklandığı
özel evler vardır. Bu evlerin, ata­
lara ait tabletlerin saklandığı Çin
evlerinden önemli bir farkı yoktur.
Kesin olarak bilinemeyen, atalara
yönelik bu tapınmanın ne ölçüde
olduğudur. Bu ölmüş bir insana
gösterilen saygıdan ötede bir şey
midir? Yoksa her insanda bulundu­
ğuna inanılan yüce güce karşı du­
yulan bir hayranlığın ifadesi midir?
İkincisi daha güçlü bir ihtimal ola­
rak görünüyor; çünkü utheriolatryıı
olarak adlandırılan hayvan saygı­
sı, hayvanın kendisi için değil on­
da belirlenen korkunç yada güçlü
Kutsal olan içindir.
Kabile üyeliğine giriş ( İnisias­
yon) , yüzeyde dinsel bir olgu ol­
maktan çok sosyal bir olgu olarak
gorunur; ilkgençlikten kabilenin
olgun üyeliğine geçiş ile ilgilidir.
Olgun üyeliğe geçiş bir törenle kut­
lanır. Bu tören hem · bu gl'!r;şe veri­
Çin'de T'ang dönemine ait seramik bir boğa. Çin dinlerinde boğa, len önemi belirtir, hem de kişiyi
tanrılara kurban edilen ha:uvanlardandır (üstte). güçlendiİ'ir. Dinin sosyal yönü, baş­
Tanrı Siva'nın bindiği öküz Vandi'yi gösteren bir heykel (Vll. yüzyıl) ka bir deyişle, topluluğun kutsal
(altta ) . sayılması konusunda pek çok şey
söylenmiştir. Kabilenin bütününün
ilk tanrı olduğunu kabul edenler,
« İnisiasyon nu da dinsel bir eylem
olarak görürler. Bu, büyümekte olan
kız ve erkek çocukların, kutsal bir­
liğin bir parçası olduklarının bilin­
cine varmaları demektir. Gerçekte
ise dinin , bir değil birkaç kökü var­
d ır. İlerde de göreceğimiz gibi, in­
sanlığın ilkel çağlarındakiler ıçm
kutsal Nesne ne kabilenin kişileşti­
rilmesidir, ne de böyle bir kişileş­
tirmeden doğmuştur. Bu nedenle
İnisiasyon Kutsal ile Aşkın (tran -
sandaıı ) ve olgun bir ilişki kurmayı
yada Kutsal topluluk'a erişmeyi
de kapsar. Böyle bir Aşkın varlık,
totem olan bir üstün - hayvan, bü­
yük bir doğa nesnesi, bir gök cis­
minin kişileştirilmesi, yada kutsan­
mış bir ata da olabilir. Bütün İni­
siasyoıiların ortak özelliği, insanın
gerçek kendisi olmadığı duygusu­
dur. Amaç ne olursa olsun bütünüy­
le etkin olabilmek için insanın ye­
niden doğması gerekir. İnisiasyon '­
da bazen, kız yada erkek çocuğa
yeni bir ad verilir ve artık eski adıy­
la çağrılmaz.
6
.tı..ı. n.enuı Kenoıne var oıan.
Temel sorun buradadır. En eski «Oıı
kavramının vahşilerde a) canlılık
(animatizm) mı, yoksa b) tektan­
rıcılık mı olduğu üzerinde tartışma­
lar hala süregelmektedir, ama ne
olursa olsun «011, daha sonraları
bir'den fazlayı 'kapsar olmuştur. Ev­
rimciler (Evolüsyoni!oı�) ufak nok­
talarda ayrılmalarına rağmen, ge­
nel olarak ana çizgide birleşirler.
Evrimcilere göre insan, düşüncenin
ilkel aşamasında kişisel bir tanrı
tasarlayabilme yeteneğinden yok­
sundur. Bu. canlılık dönemidir. Bu
dönemde her çeşit olguda meteorlar­
da, kayalarda, ağaçlarda, çağlayan­
larda, şimşekte, hayvanlarda, kan­
da, ay ve güneş tutulmalarında,
yaşlı adamlarda, kadınlarda, cinsel
hayatın belirli durumlarında, sa­
rada, ve birçok şeyde, değişken öl­
çüde eşit olmayan bir güçte kendini
gösteren, belirsiz korku verici, güç-
1 ü ve sırrına erişilmeyecek bir kuv­
vet'e inanış vardır. Bu, yavaş, irili
ufaklı kaprisli ve kurnaz n... hlara
inanmaya ve bir çeşit pluralist ki­
şiciliğe (personnalizm) dönüşen
ilkel bir Panteist tekçilik'tir. (Mo­
nizm). Buradan çoktanrıcılığa ge­
çilir. Çoktanrıcılık ise, ya panteist
ya teist yada deist bir sistemli dü­
şünceye yol açar. Evrimcilerin kar­
şısında ise Karşı-Evrimciler (Anti­
Evofüsyonist) yer alır. Bunlara gö­
re insanlar, en ilkel devrede bile
bir tek iyi tanrı düşüncesine sahip­
tiler. Karşı-Evrimciler canlılık, poly­
daemonizm , ve çoktanrıcılık bu ilk
ve özgün inancın çöküşü sonucun­
da ortaya çıkmıştır. Bu saf inancı Orleans Tarih Müzesi'nde bulunan bronzdan bir geyik heykeli. Es­
yeniden kurma görevi de Hıristi­ ki kelt dinlerinde geyiğiTlı•ı özellikle bolluk ve bereket düşüncesiyle
yan ve Yahudilerindir. Karşı-Evrim­ ilgili olarak, büyük önemi vardır.
ci tezin savunulması büsbütün im­
kansız da değildir; çünkü ilkellerin devreleri ruhsal olduğu kadar, biyo­ dif. Bu, M.Ö. 15 000 yılında yaşamış
ve özellikle Pigmelerin arasında ba­ lojik olarak da atladıkları ve bir­ olan Aurignacian'larda, -daha son­
sit ve kaba bir biçimde de olsa, tek­ çok Hıristiyanınkinden daha deği­ ra da hemen hemen aynı biçimde
tanrıcılığın bulunduğuna ilişkin ka­ şik olmayan bir ilkel tektanrıcılığa Girit ve Malta'nın neolitik ve tunç
nıtlar vardır. Polydaemonist vahşi­ ulaşabildikleridir. Ama bu çeşit bir devirlerinde yaşayan Akdeniz insan­
ler arasında görülen ccUlu Tanrıııya tektanrıcılık büyük İbrani peygam­ ları arasında görülür. Güney Ame�
inanışın da bu tür bir tektanrıcılı­ berleri, bazı Hıristiyanlar, Zerdüşt rika'da Avrupalılarla ilişki kurup
ğın kalıntısı olduğu açıktır. Ama ve Hz. Muhammed kadar dinamik polydaemonizm'e kadar, ccBüyük
bu cıUlu Tanrın çoklukla geri plan­ birşey ortaya çıkaramamıştır. Tan- ­ Anan tipindeki tek bir tanrıya tap­
dadır : ona tapılmaz (erkek yada rıyı yalnızca bir soyutlama olarak ınış olan bazı Kızılderililer de var­
kadın olabilir) . değil, aynı zamanda Tanrı ile in­ dır.
sanlar arasında ilişkileri sağlaya­ ccKendi kendine var olan» ne
bilmek girişiminde olan biri diye şekil alırsa alsın uSen» (Thoti) ın
«büyük ana» kabul etmek, tektanrıcılığın dayan­
dığı noktadır. Bunların eksik oldu­
ile bir ilişki meydana getirir.
Bu cıSen» , belirsiz bir güç evre­
ve kurban ğu yerde ccUlu Tanrınya ister Avus­
turalya'da ister Hinduizm'de olsun
nin tümü, büyük bir ata yada güneş
sisteminden bir yıldızın yada eşsiz
Sorun hala ortadadır. Belki hiç kimse tapmaz. Profesör Elliot bir ulu tanrının canlandırılması ola­
canlıcılığın genel ilkelliği, sonunda Smith'in öne sürdüğü inanca göre, bilir. Bu davranış en eski çağlarda
bağnaz kişilerin bile hoşlanacakla­ en eski kişisel tanrı kavramına var­ bile «Kurban11 diye adlandırılan
rı biçimde ortaya konacaktır. Bu­ ma atılımı, uBüyük Anan (Magna şeyde ve yapılması yada yapılma­
nun böyle olabileceğinin nedeni de 1V1ater) ile olmuştur. ccBüyük Anaıi, ması gereken şeylerin bulunduğu
şurada burada, insanların bazı ara doğurgan analığın kişileştirilmesi'- inancında ortaya çıkmaktadır.
7
«Kurban» düşüncesi, dinlerin tapınma biçimlerine yansır. Nuh, Tu­
fan'dan sonra, sağ kaldığı için Tanrı'ya şükredişini bir koyun kurban
ederek belirtmişti ( Raffaelo'nun bir tablosu) .

(I) Birçok dinin ortak unsuru Alçak gönüllü, giderek bencil


olan Kurban, genel olarak, bir nes­ köklere dayandığı halde, kurban,
nenin tanrıya adanması , daha son­ dinsel eylemlerin en soylusudur.
ra da onun öldürülmesi yada yakıl­ Kurban, tapınan insanın benliğini
masıdır. Ama bu, Tanrıya verme'nin tümüyle kendi kendine Var Olan'­
tek biçimi değildir. Bazı durumlar­ ın (Self-Egzistan) amacına ,,bırakıl­
da adanılan nesne, sadece Tanrının ması ve tanrıya olan bağlılığındaki
oturduğu yerin sınırları içine bıra­ yetersizliklerin sürekli bir onarımı­
kılır ve daha sonra halk yada ra­ dır. Belki de törenin en basit biçimi
hip tarafından kullanılırdı. Kurban de belirsiz bir güce duyulan hay­
etmenin beş nedeni olduğu ortaya ranlıktır. İncil'i okuyanlar ccağ ya­
sürülmüştür. Bunlar hayranlık, da olta iğnelerini tütsüleyenıı Me­
şükran duası, pazarlık, gönül alma zopotamya halkını duyunca şaşırır­
yada barış teklifi ve kefaret yada lar; ama Hindistan'da herhangi bir
onarıdır. Kurban, çoğunlukla karı­ alet yada makineye kurban veril­
şık isteklerin sonucudur, ama ba­ mesi çok bilinen bir gelenektir. Yı­
zen de karşılıksızdır. Elgon dağın­ lın belirli bir gününde Ayudah Pu­
da yaşayan pigmeler orman ruhla­ ja festivalinde birçok Hintlinin, işle­
rına bal petekleri adar. Sussex köy­ rinde kullandıkları aletlere tütsü
lüleri ise atalarının taptıkları unu­ yada çiçek, hatta bir ufak çocuk
tulmuş bir tanrının gönlünü almak adadıkları (Puja) görülmüştür. Bir
için, sol omuzları üzerinden ufak motosiklete bir öküzün, fabrikada­
bir parça yiyecek atarlar. ki bir makineye bir koyunun adan­
Bir önemli neden de söz konu­ ması gibi . . .
su tanrının canlı olarak saklana­ Pazarlık biçiminde kurban ver­
bilmesidir. ccTanrılar besleneme­ me en çok karşılaşılan kurban ver­
mekten dolayı ölürlerıı . Bu neden­ me şeklidir ve özellikle Yunan kla­
le adakların yokedilmesi yada tan­ siklerinde çok yaygın olarak görü­
rıya sunulması, _ölüm anlamında lür. Aristofanes, oyunlarında bu tö­
H2. İbrahim'i, oğlu İ smail'i kurban
değil hayat anlamında düşünülme­ renleri gülünç bir biçimde alaya
ederken gösteren bu he11kel, ünlü hey­ lidir. Kurban edilen nesne, tanrıyı alır. Sözgelimi ccKuşlanıda, Peithe­
keltraş Donatello tarafından yapılmıştır beslemek, onun insan kaderine ege­ tairos bulutların içinde bir şehir
(Floransa Müzesi) . Musevi inancına gö­ men olmasının devamını sağlamak kurar, böylece kurbanlardan çıkan
re Tanrı, çocuğun ( İsmail'in) 11erine bir içindir. Kurban edilen nesneler dumanın tanrılara ulaşmasını ön­
koyun göndermiş, böylece insan kurban adakla birleşmiş olan tanrının ha­ ler. Tanrılar açlıktan ölecek duru­
edilmemesi gerektiğini belirtmtştir. yatını paylaşmak içindir. ma gelince yeni kurulan cumhuri-
8
Poussin'in, yahudilerin altın Dana'ya tapmalarını gösteren bir gravürü. Musa,
Sina ·dağına çıktığında, yahudiler peygamberinin kaybolduğunu sanarak altın
Dana'ya ıapmaya başlamışlardı.

yetle anlaşmak için elçiler gönderir­ rı'nın ahlak buyruklarına, bu buy­ de değildir. İnsan düşüncesinin
ler. Platon'un Euthyphro adlı diya­ rukları acılı bir ölüm yada çileli bir mantık-öncesi devresi olarak adlan­
logu da buna benzer. Burada Sok­ hayatı kapsasalar bile, bütün ben­ dırılan döneminde sebep-sonuç iliş­
rates, cıKurban etmenin amacı ne­ liğiyle adaması ile olur. Bu Tanrı'­ kileri kolayca ortaya konamaz;
dir? Gerçekten bir etkisi var mıdır? nın öfkesi, alıngan bir anında ta­ çünkü, bizlerin çoktan çözümledi­
Pazarlık edilmesi gereken ve değerli pınaklarının üzerinde yıldırımlar ğimiz olgulardan ortaya çıkarılan
bir kurbanın yerine ucuz bir kurban yağdıran Zeus'un kaprisli kızgınlığı sonuçlar bir mantık eksikliğini gös­
verilse de farketmeyecek olan tanrı­ yada günah işleyeni günah sırasın­ termez. Sözgelimi Mikado'nun elbi­
lar ne çeşit tanrılardır?n gibi so­ da ortadan kaldıran Yehova'nın in­ selerinin «tabun sayılması Mikado'­
rular sorar. İbrani peygamberleri tikamı gibi değildir. Bu, bütün suç­ nun kutsal bir soydan geldiğine
de bu çeşit kurban vermeye karşı larına rağmen, günah işleyeni se­ inanılmasındandı. Böylecı� cıTabu))
çıkmaktan çekinmezler. (Micah 6 ven, günahı nedeniyle ondan ayrıl­ larda, dinle bağımlı bir ahlak kav­
ve P sal m 50 yeterli örnekleridir) . mış olanları yeniden kazanmak için ramının kökenlerini görmekteyiz.
Milletlerin tanrıları "eidola», sem­ durmadan çalışan ııO» nun kutsal (Ill) Değerler : insan soyu­
bol veya yansımadan başka bir şey öfkesidir. nun değer verdiği ilk nesne yiyecek­
değildirler ; gökleri kuran O'dur; ve (il) cıYapılması gereken yada tir. Yiyeceğin sağlanması görevi, bü­
o fedakarlıktan çok ahlaklı bir ki­ yapılmaması gereken» fikri, çoğun­ tünüyle avcının, toplayıcının yada
şiliğe önem verir. Gene de geniş in­ lukla tabu olarak nitelendirilmiş­ çiftçinin elinde değildir. Bunların
san topluluklarının Bilinmeyen'e tir. Tabu, «belirli biçimde işaretlen­ arkasında denetleyemedikleri bir
karşı davranışlarını değiştirmek miş)) ve böylece «yasaklanmışn an­ Güç vardır ki, ihtiyaçlarını sağla­
çok güçtür. İnsanlar güvendikleri lamına gelen. Polinezya dilinden bir mak istediklerinde o Güç'e başvur­
tarafta yanılmayı; iyiliğinden kuş­ kelimedir. Y!lsaklanmış şeyler, ba­ maları yada onun sözünü dinleme­
kulandıkları, çaıbuk kıza,bilen bir zen bize garip gözükebilir. Bir cese­ leri gerekmektedir. Böylelikle, bu
ruhun kızgınlığının yatıştırıldığın­ din, sözgelimi vebaya tutulmuş bir Güç ile insanlar arasındaki ilişkinin
dan emin olmayı herşeyden yeğ tu­ insanın cesedinin cctabu>J sayılması kurulması amacına yönelmiş dinsel
tarlar. Profesör Leuba'nın temelde akla yakındır, ama yeni doğmuş törenler ortaya çıkar. Güney Hin­
Tanrı'ya, ondan yararlanmak için bir çocuğun dokunduğu bir parça distan'daki Toda'larla Orta Afri­
yaklaşıldığı düşüncesi bir bakıma toprağın neden cıtabuıı sayıldığı o ka'daki Bunyoro'lar için en önemli
doğrudur. Gene de tapılan tanrının kadar açık değildir. ccTabuııların değerli maıdde süttür ; rahip :yada
niteliklerinin yüceltilmesi ile birlik­ her zaman mantık dışı olmadıkla­ rahip-kralların görevi, süt stokları­
te süregelen kurban kavramındaki rını ve mutlak bir doğru yanlış öl­ nı korumak ve sütün ekşimesini
gelişmeleri hiçe saymak da doğru çüsüne olan sağduyulu inanışın to­ önlemek için dinsel törenler düzen­
olamaz. Psalm 40, Hıristiyan-Yahu­ humlarını taşıdıklarını söyleyebili­ lemektir. Bu bir çeşit büyü gibi
di düşünc·esindeki Allah'a sadece riz. Tabu düşüncesinin ilk belirtile­ gözükmekteyse de, büyü kelimesi­
tek bir biçimde tapınılaıbileceğini rindeki gariplikler ve daha sonra­ nin değişik anlamlarda kullanıldığı­
belirtir. Bu da insanın kendini Tan- ki gelişmiş tabu inancı küçültücü nı da unutmamak gerekir. Büyü,
9
Doria (Cenova) sarayında bulunan ve Zeus'u devleri altederken gösteren fresk.
Zeus'un bu zaferi kendisine göklerde mutlak bir egemenlik sağlamış, bu arada
kardeşleri Poseidon ve Hades, sırasıyla denizde ve ölüler dünyasında hüküm
sürmüşlerdir.

ya anlamsız dinsel törenler, yada yağmur mevsimi için yiyeceği bozul­ sı ıçın zıplamak, verimliliği arttır­
kişinin özel isteklerini yerine getir­ madan saklama yöntemlerinin öğ­ mak için yumurta yuvarlamak vb.
mesi için Tanrıyı zorladığı dinsel renilmesidir. Bir başka buluş ise to­ gibi . Eski Mısır'da yılın beşte biri­
tören demektir. Lord Raglan, büyü­ humların, kök lerin ve bitkilerin ni, iş yapılması yasaklanmış olan
nün dinsel gücünü yitirmiş bir ila­ saklanabileceği, böylelikle yiyece­ kutsal günler kaplıyordu ; Roma
hiyat olduğunu söylerken haklıdır. ğin niceliğini arttırabileceğidir. Bu­ Cumhuriyetinde yılın üçte biriccdi­
İnsan, savaşta kazanılan üh, ana nu, hayvanların kesim yada, ula­ es nefastin idi. Böylece bu ve başka
babaya karşı görevler vb. gibi, bir­ şun için yetiştirilip evcilleştirilme­ yollardan yetişkin nüfusun çalışma
takım değerlerin olup olmadığını si izlemiştir. Bu da büyük bir nü­ gücünden tasarruf sağlanmış olu­
ancak bedensel ihtiyaçlarını doyur­ fus artışına, akınlara, göçlere ve yordu. Hayvanlar öldürmek için
duktan sonra düşünmeye başlamış­ kolonileşmeye yol açmıştır. İlk çağ­ yetiştirilmiyor, seferler kötü hava­
tır. Başka bir deyişle alçaktan yük­ lardaki zamanlarda yalnızca avcı­ larda erteleniyor; buzun çözülmesi
seğe yani antropo�antrik -(insanı lar ve bal!kçılar, başka bir deyişle yada yağmurun kuruması için bek­
merkez olarak alan) dinden, teo­ karnını doyurmak için yaşayan ya­ leniliyordu. Bu süre içinde de ate­
santrik (tanrıyı merkez olarak da toplayıcı olan insanlar vardı. Da­ şin kenarında dansediliyor, gele­
alan ) dine geçişin ıincak insanlı­ ha sonraları nehir kenarlarında, neksel halk hikayeleri anlatılıyor,
ğın altın çağı diye adlandırdığımız vadilerde, göl kıyılarında ve delta­ dinsel törenler, geçit resimleri vb.
dönemde gerçekleştiğini unutma­ larda kurulmuş köylerde yaşayan düzenleniyordu. Daha sonra evlen­
mak gerekir. çiftçiler, dolayısıyle ilkel anlamda me, doğum ve büyüme ile ilgili tö­
ticaret ilişkileri ortaya çıktı. Yiye­ renler, cenaze törenleri (özellikle
cek, yakacak, giyecek satın alabil­ yas tutma) ve ölü insanın ruhunu
«tabu» inancının dikleri, ihtiyaçlarını günü gününe
karşılamaktan kurtuldukları için,
yatıştırmaya yönelmiş törenler ya­
pılmaya başlandı. Bütün bu geliş­
kökenleri boş zamanları olmaya başladı. Bazı
günlerin çalışmak için uğursuz ya­
melerde eski din kurumlarının nasıl
ortaya çıktıklarını görmek kolay­
İnsan topluluklarının örgütlen­ da «Tabu» olduğu inancı (ki bunun­ dır.
mesinde ortaya çıkan bazı büyük la özellikle ay'a karşı olan korkula­ Kutsal günlerin (zamanın kut­
değişmeler de göz önünde bulundu­ rını kurumlaştırmışlardı) yada ay­ sallaştırılması) yanısıra, kutsal
rulmalıdır. Bu değişmelerden ikisi, nı şeylerin bütün bir yıl boyunca yerlerin (mekanının kutsallaştırıl­
maden k.ömürü ile petrolden yarar­ sürekli olarak yapılmayacağı görü­ ması) de doğduğunu görmekteyiz.
lanma, yakın çağlarda, ötekilerse şü kutsal tatil günlerinin ortaya Bu kutsallık hayaletlerin ve görün­
uzun aralarla çok daha önce mey­ çıkmasına yol açtı. Kutsal günler meyenlerin dünyasına kadar uza­
dana gelmiştir. İlk değişimlerden duygusal eylemler yada sevimli bü­ nır ve Valhalla, Elysian tarlaları,
biri, bir dahaki yıl yada kış yada yülerle belirlendi; mısırın büyüme- She'ol ve Budizm'in saf Suhhavati
10
toprağı gibi yerler, ruhların ülkele­
ri · olurlar. Böyle kutsal ütopya· ya­
da düş ülkeleri, · insan düşüncesinin
ilk dönemlerinde . ortaya ·çıkmıştır ;
bunlara en eski Mısır kitaplarında
ve Solomon adası halkı arasında
· rastlariır.
Komünyon şölenleri (kutsal
olaylar) tanrıyı yeme düşiincesi ile
başlar. Bir Yukarı Amazon kabilesi
olan Triano'lar reislerinin etlerini
sembolik olarak yiyip, kanını içer­
ler; ölü kabile reisinin· bedenini
yakıp küllerini manyok o.tu kök­
lerinden yaptıkları yerli bir al­
kolle karıştırarak törenle yutarlar.
Kutsal Varlığın, yiyeceğin içinde
bulunması, sözgelimi Noel yemekle­
rinden ötede bir şeydir. Hıristiyart­
lıktaki Euchariste'nin · ( e.k mek · ve
şarap yenilmesi) · ne denli alçakgö­
nüllü temellere dayandığını ve ko­
münyon şölenlerinin tarımla uğra­
şan insanlar arasında yaygın oldu­
ğunu söylemek onu küçümseme�
anlamına gelmemelidir. Mısır ek·
meğinin kırılıp yenildiği Peru'daki Tiberino, romalılar için Tiber nehrinin Tanrısı'ydı. Bu heykel Tiberi­
ağustos. şenliklerini anlatan bir ciz­
no'yu bir elinde kürek, öteki elinde de cornucopia (bolluk borazanı)
ile göstermektedir. Tiberino'nun önünde, Romus Romutus, ve Kurt
vit şunları yazmıştır: ((Dört koy�n görülüyor ( Louvre Müzesi).
ikram edilmişti . . . Rahip; büyük al­
tın tabaklarda taşıdığı sancu'nun çak ve en yüksek devrelerini belir­
(mısır ekmeği} üzerine koyunların lerler ( ((en yüksek, » burada ((en
kanını serpti . . . sonra btiyük rahip son» anlamında değil, ((en fazla ge­
herkesin işitebileceği bir sesle: Bu lişmiş» anlamındadır) . Kadın şekil­
sancu'yu nasıl yiy�ceğinize dikkat leri çok eski, hatta Orinasiyen dev­
edin, çünkü onu günahla ve iki ar­ ri kadar. eskidir. Tasvirler, genellik­
zu ve kalple yiyenler, babamız Gü­
neş tarafından görülüp ağır cezala­ . le tarımın başlamas� ile birlikte or-
taya çıkar. Bunun ·nedeni, çiçek ve
ra çarptırılırlar. Bunun yanısıra'. tek ağaçların ruhunu simgeleyen bir
bir kalple ona katılanlara Güneş ve put olan Kem-bebeğindeki başlangı­
Gökgürültüsü iyilik gösterirler ve cı görerek anlaşılabilir. Her. halde,
onlar için istedi.kleri herşeyi, ço­ eski tarihlerdeki putlar geniş ölçü­
cukları, mutlu yılları ve b9lluğu de antropomorfik (insan biçimci)
sağlarlar, dedi. Sonra herkes ayağa değillerdi. Brassempouyve Willem­
kalktı ; Sancu'yu yemeden önce tö­ dorf Venüsleri, birer tanrıçadan
renle and içildi; hiç bir zaman tan­ çok, büyü için . kullanılan insan mo­
rıları Ynca'ya ihanette bulunmaya­ delleri olabilirler. 1 943 yılında A.L.
caklarına söz verdiler. Gü'neş rahi­ Armstrong, Suffolk'da Grimes Gra­
bi üç parmağı ile ne alabilirse eline ves'in maden bölgelerinde tarih ön­
aldı- ve ağzına götürdü ; sonra yeri­ cesi devirlere ait bu kadın şekille­
ne oturdu. Bundan sonra sıra ile, rinden daha başkalarını buldu.
bütün kabileler, çocuklara varınca­ imaj , bir yeraltı galerisinin girişin­
ya kadar yerlerinden kalkıp törene deki bir kaidenin üzerindeydi. Ya­
katıldılar. Hi; bir parçanın yere nında ise birçok eşya, bir bardak
düşmemesi için büyük dikkat gös­ ve bir ateşin kalıntıları vard ı ; ne­
teriyorlardı; çünkü bir parçayı yere olitik çağın ilk dönemlerine ait ol­
düşürmek büyük _günah sayılıyor­ duğu sanılan bu tasvirlerin, yeraltı
du n Litvanya, Atina ve Orta Asya'­ tanrıçasından, çok •sayıda çakmak­
da da buna benzer olaylara rastla­ taşı elde etme konusunda yardım
nır. istemek için yapıldığı düşünülebi­
lir. En çok görülen ilk tasvirler hiç
kutsal bir özel biçimi olmayan (insan ana­
tomisini simgelediği · sürece) _irili
Tanrı Mars'ı gösteren bir heykel (Roma,
işaretler ufaklı taş yada odun parçalarıydı.
Hindistan'da bir tasvir, ancak,
Capitalini Müzeleri),
Burada imajların (kutsal iş·a­ «canlandırıldıktanıı başka bir de­ taşır; ·ancak o zaman İlahi Kuvvet'
retler) gelişmesine de yer vermek yişle bir Brahma rahibi tarafından in putu kendisiyle birleşir ve onu
gerekir. İmajsız kültler dinin en al- kutsandıktan sonra, dinsel bir değer etkili bir· işaret duruınuna getirir.
11
iSLAMLIGIN
TARİHİ
allah'ın
habercisi
İncil ile hemen hemen aynı
uzunlukta olan Kur'an, milyonlarca
insanın hayatlarına biçim vermiş
olan İslamlığın doğmasına yol açan
en önemli ve büyük dinsel kitaplar­
dan biridir. İslamlık modern dün­
yanın biçimlenmesine yardımcı ol­
muş bir dindir. Hıristiyanların ve
Yahudilerin kitapları değişik tarih­
lerde değişik kişiler tarafından ya­
zılmış dinsel hikayeleri, yasaları,
şiirleri, atasözlerini, kehanetleri n
duaları kapsar. Oysa Kur'an'daki
her kelime dünyaya tek bir kişinin
ağzından, Peygamber Hz. Muham­
med'in ağzından aktarılmıştır (7.
yüzyılın başında ve 22 yıldan uzun
bir sürede) . Kur'an'daki bazı su­
reler kıyamet gününü anlatan, tek
tanrıya tapmayı zorunlu kılan kısa,
ateşli birer uyarıdır. Bazıları, İn­
cil'de geçen peygamberleri ve onla­
rın hayatlarından alınacak dersleri
tartışır. Geri_ kalanlar ise aile, mal,
mülk, ve hak ile ilgili kurallar orta­
ya koyar. Bütün sureler, Kur'an'ı
dinleyen ilk kişileri (bunlar yürek­
lilikleri ile olduğu kadar söz usta­
lıkları ile de övünen Arap kabilele­
rinin insanları idiler) , Kur'an'ın
bir insana ait olmayıp Allah'ın ken­
di sözleri olduğuna inandıran bü­
yüleyici bir arapça ile anlatılmıştır.
Kur'an Müslümanlığın kalbidir ve
kelime anlamı «Allaha teslim ol­
makıı tır.
İslamlık Arabistan'ın sıcak ve
ıssız bölgelerinde dinsel bir hareket
olarak ortaya çıktı, Ortadoğu yolu
ile hemen yayıldı. Kendilerini Müs-
1 üman yada «mü'minıı olarak ad­
landıran birçok değişik insanı, ge­
niş bir tektanrıcı devlet içinde bir­
leştirdi. Hz. Peygamber'in ölümü­
nün üzerinden on yıl geçmeden, İslamlık öncesi Güney Arabistan sanatından örnek . Anıt'ta, kureyşliler
fetihler ve müslümanlığa dönme­ ve develerle yaptıkları bir kervan yolculuğu
ler sonucunda İslamlık, yüzyılın en görülmektedir.
12
guçıu ıKi uygarlığının, Bizans'ın ve besk adı verildi. İslam sanatçıları örij.lmüş çadırlarda yaşayan, hur­
İran'ın temellerini sarstı. Yüzyıldan halıcılık, çömlekçilik, kitapçılık, ma ve süt ile beslenen, göçebe be­
kısa sürede, Roma İmparatorluğu!. hattatlık , tahta ve fildişi oymacılı.­ devi'lerdi. Öteki kabilelerle arala­
nun en parlak döneminde sahip ol­ ğı gibi ikinci derece sanatlarda, rında kan davaları vardı; geçimle­
duğundan daha geniş alanlara ege­ gerçekten eşsiz ve kusursuz yapıtlar rini zaman zaman, yaptıkları bas­
men olarak Asya, Afrika ve Avru­ ortaya koymuşlardır. kınlarla sağlıyorlardı.
pa'da yayıldı. Amaç, sonunda Arap­ Bu büyük kültürün ve siyasal Bedeviler, İslamlıktan önce iç­
ça'yı 90 milyon insanın ortak dili gücün ortaya çıkmasına yol açan lerinde olağanüstü güçlere sahip
yapmak, dünyada yaşayan her ye­ İslam dininin temeli, dünyanın en ruhların yaşadıklarına inandıkları
di kişiden birine belirli bir yaşa- - beklenmeyecek yerlerinden birinde, taşlara, ağaç ve odun parçalarına
ma biçimi kabul ettirmek ve Batı'­ Afrika ile Asya arasında, bir buçuk taparlardı. Onların gözünde insanın
da güçlü bir etki yaratmaktı. İs­ milyon kilometrekareyi aşan bir en üstün erdemi sadakat, cömertlik
lamlık altı yüzyıld�n uzun süre alanda yer alan sıcak ve kavurucu ve yüreklilikle belirlenen mertlik
-İslamlığı kabul etmiş olanların at topraklar üzerinde atıldı. Yedinci idi. Herşeyin üstünde sadakat, çöl­
ve deve üzerinde Arabistan'ın dışı­ yüzyılda, bu topraklarda yaşayan­ deki çetin yaşama savaşını yürüte­
na yayılmalarından, yani İslamlığın ların çoğu, keçi yada deve kılından bilmek , için gerekliydi. Hiç kimse
gelişme döneminden, Moğol göçe­
belerinin 1258 yılında haşkent Bağ­
dat'ı yağma etmelerine kadar­
dünyanın en uyarıcı dini, en büyük
siyasal gücü ve en canlı kültürü ol­
du. Bu kı.lltür tarihte ilk kez is­
panyollar, siyah afrikalılar, iranlı­
lar türkler mısırlılar ve hintliler
gibi değişik ırklardan olan ve bir­
birine uzak yerlerde yaşayan insan­
lar arasında, ortak bir bağ kurdu.
İslamlık bu birleştirici rolüyle, Ba­
tı uygarlığının gelişiminde önem ta­
şıyan birçok buluşu aktarmaya
yardımcı oldu Müslümanla.r Se­
merkant yakınlarındaki bir savaş
sırasında yakaladıkları çinli savaş­
çılardan kağıt yapma sanatını öğ­
rendiler ve sonunda bu yöntemi Av­
rupa'ya aktardılar. Arap rakamları
Hindistan'dan Batı dünyasına geç­
ti ve orada matematik simgeleri ha­
line geldi. İslamlığın bir başka
önemli katkısı daha vardır. Yüz­
yıllar boyu batılılarca unutulmuş
olan klasik yunan yapıtlarının ço­
ğu (hem bilimsel, hem felsefi) İs­
lam topraklarında · yapılan çeviri­
ler ile de yeniden Batı'ya dönebil­
miştir.
Hz. Muhamıned'in dinine ina­
nanların kendilerine özgü değerli
bir kültürleri vardı. İslamlığın en
önemli özelliği, yayıldığı çeşitli kül­
türlerin öğelerini alarak birleştir­
mek ve daha sonra bu bileşim üze­
rinde genişlemekti. Sözgelimi tıpta,
müslümanlar yunan tıp kuramını
kendi klinik deneyleri ve uygulama­
lı gözlemleri sonucunda genişlet­
mişlerdi. Kimya, fizik ve matema­
tikte de önemli katkılarda bulunul­
muş ; cebir, geometri ve özellikle tri­
gonometri büyük ölçüde geliştiril­
mişti.
·

Mimarlıkta, İslamlığın en be­


lirli başarısı cami'dir. Bu yapılarda
kullanılan çok yaygın bir dış süsle­
me çeşidi, dalga dalga, birbirine geç­
miş desenlere zengin bir örnektir.
Başka yerlerde de benzerleri yapı­ İ slam ·dininin doğup geliştiği 4.rap yarımada sı, genellikle çöllerle ·
lan bu süslemelere, sonraları ara- 1
örtülü ağaçsız bir bölgedir.

13
ir., kabilesinin . savaşçılarını yürek­
lenQ.irebilirdi.
Altıncı Yüzyılın ortasında Ku­
zey_ Arabistan'da . 'üç · büyük ka.Saba
vardı. Üçü de ·Batı'da Kızıldeniz ,
Doğu'da Büyük Sahra ile sınırlı
olan ,dagl� Hicaz bölgesindeydi.
H_icaz'ın orta kesiminde üçyüz otuz
kilometre kare alana yayılmış çift­
lik ve küçük köylerden oluşan, ve­
rimli Yatrip vahası yer alıyordu.
400 kilometre kadar güneyde, dağ­
lar üstünde, zengin arap ailelerinin
yaz mevsimini · geçirdikleri Taif bu­
lunuyordu. Taif'in hemen kuzeyba­
tısında ise, Mekke kasabası kurul­
muştu. Mekke, Kızıldeniz'den 800
krİı. kadar içerdeydi; bitki · yetişme­
yen çıplak dağia:rla çevrili; dar, de­
rin ve kayalık bir çöküntüde bulu­
nuyordu.
Bu üç kasabadan en zengini ve
en büyüğü, Mekke'ydi. Mekke, ka­
zançlı kervan ticareti yollarının
kavşak · noktasındaydı. Yemen ve
Hadramut'clan Kuzey'e Suriye pa­
zarlarına, Kızıldeniz'den de çölü
aşarak Doğu'da İran'a giden ve ba­
harat, parfüm, değerli madenler,
fildişi ve ipek taşıyan büyük deve
kervanları bu kasabadan geçerler­
di. �ervanlardan . elde · edilen ka­
zancın yanısıra, hacılardan da bü­
yük - kazanç sağlanıyordu; çünkü
Mekke Arabistan'in en büyük put­
larının toplandığı bir yerdi. Kasa­
banın ortasında, Kabe adıyla bili­
nen, küp biçiminde kutsal bir yapı
vardı. Kabe'deki dinsel nesnelffi­
arasında, bir köşede, duvara gö­
mülmüş olan Hacer-fil-Esved (Si­
yah Taş) denilen kutsal bir göktaşı
bulunuyordu. Mekke'lilerin en yüce
tanrıları, evreni yaratan Allah idi.
Allah, gücünü kutsal yerde heykel­
leri bulunan 300 tanrı ile paylaşı­
yordu. Mekke'ye gelen gezgin ta­
cirler ve tanrılara tapınmak için
gelen hacılar, şehirde yapılan bü­
yük şenliklere katılır, arkalarında
Suudi Arabistan çölünden bir görünüm. İsldmlık bu bölgede ortaya büyük bir zenginlik bırakırlardı.
çıkmıştır. Bu ticaret ve din merkezinin
ileri gelenl�ri, Kureyş adlı güçlü
kabilesiiıin desteği olmadan yaşaya­ düren bir gençten övgüyle sözedilir. kabiledendiler. Kureyş kabilesi, bü­
mazdı ve kabile ancak bir bütün Yüreklilik, kadınları korumayı ve yük bir askeri ve mali güce sahip­
olarak har�ket edebilirdi. ıcKlanıı akınlara katılmayı gerektirirdi. At ti ve şehrin en etkili ailelerinin tem­
ruhunun özü, sadakat'ti. Kişiden binmede ve okçulukta becerikli silcilerinden kurulu bir meclis yar­
kabilesinin ha,�larını koruması için olan kişiye Ödül verilirdi. dımıyla, Mekke'yi ilkel bir ((cumhu­
gc �- termesi beklenen yürekliliğin Arap kabilelerinde hayranlık riyetıı biçiminde yönetiyordu.
en son kertesi, ölümdü. Bir kuyu­ duyulan güzel söz söyleme sanatı Hz. Muhammed, 571 yılında bu
;:'..ln aıtin'dan daha değerli olduğu (belagat) , en iyi biçimde, şiirde di­ canlı şehirde dünyaya geldi. Mu­
bu kurak çöllerde, kabile insanları, le geliyordu. Şiir, böyle sık sık yer hammed adı Arapça'da Hpek çok
herşeyderı ':)!lce, sı.ı ve otlaklarla il­ değiştiren ; bu nedenle de yanların­ övülen» anlamına gelir. Hz. Mu­
giliydiler. Cömertlik, · çölde konuk­ da çok az şey taşıyabilen insanlara hammed, doğumundan kısa süre
severlik kavramı ile belirlenirdL en uygun sözlü sanat biçimiydi. önce ölen ve Abdullah adında bir
Ünlü bir arap halk hikayesinde, Arapların en kusursuz sanat yarat­ tacir olan babasını hiç bir zaman
yoldan · geçen yabancıları doyur­ ması olan şiirin, günlük hayatla­ tanımadı. Abdullah zengin bir in­
mak için babasının üç devesini öl- rında çok önemli rolü vardı : bir şa- sah değildi ,ama güçlü Kureyş ka-
14
Hz. Muhammed'in doğuşu. XVI. yüzyıla ait bu minyatür Topkapı Müzesi'ndedir.

bilesindendi. Mekke aristokrasisi­ Hz. Muhammed'in, hiç bir malı Filistin ile Arabistan'ın güneyin­
nin geleneklerLle uyarak çocuğun mülkü olmayan bir delikanlı olarak den, Kızıldeniz'in karşı kıyısındaki
dul ann�si onu çöle, bedevi bir süt­ yaşamak için çalışması gerekliydi. Habeşistan'dan sızmıştı. Bazı Arap­
anneye gönderdi. Çünkü çölün ha­ Çeşitli işlere girip çıktı. Koyun ço- lar, hıristiyan olmuşlar, birçok va­
vası Mekke'nin boğucu havasından . hanlığı etti. Mekke'de mal alıp sat­ haya da Arap Yahudileri yerleşmiş­
daha taze ve sağlıklı idi. Bir şehir tı. Sonra Hatice adında zengin bir ti. Habeş hıristiyanlardan bir top­
çocuğunun bu iklimde hayata daha dulun yanında vekil olarak çalış­ luluk da Mekke'de yaşıyordu . Ayrı­
güçlü başlayacağına inanılırdı. maya başladı. Hatice'nin adına, ca Arabistan'da o sırada «hanefin
Çölde geçen iki üç yıldan sonra kervanlardan biriyle Kuzey'e Su­ adı verilen, Arap çoktanrıcılığın­
yetim çocuk Mekke'ye getirildi. Al­ riye'ye gitti. Suriye o zamanlar güç­ dan hoşnut olmayıp herkesten uzak
tı yaşındayken annesi ölünce bü­ lü hıristiyan B izans İmparatorlu­ yaşayan ve bir tek tanrıya inanan
yükbabasının koruyuculuğuna ve­ ğuna aitti. kişiler vardı.
rildi : aına yaşlı büyükbaba da kısa O sıralarda Arabistan'a dıştan Hz. Muhammed, bu kaynaklar
süre sonra öldü. Çocuğu amcası güçlü . dinsel etkiler gelmekteydi. ve Suriye'ye yaptığı yolculuklar yo­
Ebu Talip evlat edinerek büyüttü. Bu etkiler yarımadaya Suriye ve luyla hiç kuşkusuz, Hz. İsa ile öte-
15
Düşünmeyi seven mizacı, kibar­
lığı ve kusursuzluğuyla isim yapan
Hz. Muhammed'e Mekke'de büyük
saygı gösteriliyordu. Ona «güveni­
linı anlamına gelen El-Emin laka­
bını takmışlardı. Ilımlı yaradılışına
karşılık, etkileyici bir kişiliğe sa­
hipti. Geniş omuzları, iri el ve ayak­
ları, koyu renkli kalın kaşlarının
üzerinde geniş alnı ve derin, iri si­
yah gözleriyle, yakışıklı, çarpıcı bir
görünüşü vardı. Kendisiyle konu­
şulduğunda yalnız başını değil, bü­
tün bedenini konuşana çevirirdi.
Kızdığı zaman kaşlarının arasında
bir damar kabarırdı.
Hatice, Hz. Muhammed'in kişi­
liğinden hem de işlerini yönetişin­
den etkilenmişti. Hz. Muhammed
25 yaşında iken, kendisine evlenme
teklif eden Hatice'nin tekİifini kabul
etti (595) ve eşinin ömrünün geri
kalan 25 yılında ona . bağlı kaldı. 3
erkek, 4 kız çocukları oldu, ama er­
kekler çocukken öldüler. Kızlarının
hepsi yaşadı, içlerinden yalnız biri­
si, Fatma, ona daha sonra İslam ta­
rihinde rol oynayacak torunlar ver­
di.
Evliliği Hz. Muhammed'i para
kaygısından kurtardı ve kendisine
zaman ayırabilmesini sağladı. Sık,
sık şehrin karışıklığından kaçıp dü­
şünmek için Hira dağındaki mağa­
raya çekilirdi. Bazen yalnız, bazen
ailesiyle gittiği bu mağarada, son­
radan «güneşin doğuşu gibiıı diye
tanımlayacağı bazı manevi kavra­
yışlar edindi.
Hz. Muhammed 40 yaşında iken
( 6 1 0 yılında) başından, sakinliği­
ni bozan ve onu milyonlarca insa:
nın hayatlarını . değiştirecek bir yo­
la iten bir olay geçti. Bu olayın çe­
şitli anlatımları vardır. Yazık ki,
Hz. Muhammed'in hayatından orta­
ya çıkarılan söylentilere dayanan
bu hikayelerin tümü birçok soruyu
cevapsız bırakır. Hz. Muhammed'in
ölümünden sonraki yüzyılda yaşa­
yan ve onun ilk biyografisini yazan
İbn İshak'ın anlatımı en değerli
olanıdır.
İbn İshak'a göre, olayın geçti­
ği gün Hz. Muhammed ailesi ile Hi­
ra dağına gitmişti. Mağarada uyur­
Topkapı Sarayı'nda bulunan bu mınyatürde, Hz. Muhammed, doğu­
ken düşünde bir melek gördü. İbn
mundan sonra. dedesi Abd- ül Muttalib'e gösteriliyor (islam sanatının İshak, Hz. Muhammed'in olayı şöy­
öngördüğü gibi, Peygamber ve annesinin uüzleri örtülüdür J . le anlattığını söyler: «Ü zerinde ya­
zılar bulunan işlemeli bir örtü ile
ki peygamberlerle ve hem yahudiler ça gururlarından özellikle üzüntü bana geldi ve «oku» dedi. Ben de
hem de hıristiyanlar tarafından ta­ duyuyordu. Bunlar , para ve madde­ «Neyi okuyacağım?» dedim. Örtü
pılan tek Tanrı ile ilgili birçok hi­ nin her şey olduğuna inanıyorlardı. ile beni öylesine sıkıştırdı ki, bir an
kayeler - duymuştu ; giderek kendi Eski bir çöl sistemi, zenginlerin var­ öleceğimi sandım. Sonra bıraktı ve
halkı arasında birleştirici bir inan­ lıklarını kabilenin daha yoksul ki­ «Oku ! Yaratan Allah'ın adına oku.
cın eksikliğini hissediyordu. Yok­ şileriyle bölüşmelerini öngörüyor­ Pıhtılaşan kanları olan insanları
sulluğu ve yetimliği tatmış bir kişi du. Ama zenginler artık bu sisteme yaratan Allah'ın adına oku ! Senin
olarak, zengin ve güçlülerin küstah- saygı göstermiyorlardı. Allah'ın en yararlı olandır. O, in-
16
sanlara bilmediklerini yazarak öğ­
retmiştir».
Hz. Muhammed, uykusundan
manevi bir karışıklık içinde uyan­
dı. Önce şeytana kapıldığından
korktu. Öylesine allak bullak ol­
muştu ki, dağa tırmanıp kendini
öldürmeye kalktı. Ama, söylentiye
göre, cennetten bir ses duydu. Ba­
şını kaldırdığı sırada ufukta ccEy
Muhammed ! Sen Allahın temsilci­
sisin, ben de Cebrail» diyen, ccata bi­
ner gibi bacakları açılmış, insan bi­
çimliı> bir şey gördü. Hemen Hati­
ce'ye gidip olanları anlattı. Hatice
de akrabası olan bir hanif'e ( 1 ) Ve­
raka bin Nevfel'e gitti. Veraka, hi­
kayeyi duyar duymaz hiç duraksa­
madan yorumunu açıkladı : Hz.
Muhammed'e, Musa'ya gelen aynı
vahiy gelmiştir ve halkının pey­
gamberi olacaktır.
Bununla birlikte. Hz. Muham­
med peygamberliği hemen benimse­
mez ; uzun süre, Allah'tan başka hiç
bir bildiri gelmediği için korku ve
kuşku içinde acı çeker. Daha sonra
ikinci vahiy gelir ve işe başlamasını,
ortaya çıkıp insanları uuyandırma­
sını» buyurur.
H:..; . Muhammed açık olarak
dinsel öğüt vermeye 6 1 3 yılında
Mekke'de başladı. Allahın tanrılar­
dan bir tanesi olmadığını, evrenin
tek ve sonsuz hükümdarı olduğu­
nu, insanların var oldukları için
O'na şükran duymalannı ve yal­
nız O'na tapmaları gerektiğini
öğretti. Bütün mü'minlerin Allah
önünde eşit olduklarını, zenginlerin
varlıklarını yoksullarla bölüşmeleri
gerektiğini öğütledi. Aynı zamanda
insanın kaderinin Allah'ı.n elinde
Hz. Muhammed'in babası Abdullah, oğlunun doğuT!1.u üzerine dua
olduğu, herkes için bir yargılanma ederlcerı .
günü olacağı uyarısını yaptı.
Böylece, Hz. Muhammed haya­ karısı Hatice, ondan sonra da Hz. yan bu inanışı, kendi ayrıcalıklı ya­
ta yeni değerler getiriyordu. Çok­ Muhammed'in genç yeğeni Ali, azat şayışları için tehlike olarak görüyor­
tanrıcılığa göre ölüm, varoluşun so­ ettiği kölesi Zeyd ve zengin bir adam lardı. Aynı zamanda, Hz. Muham­
nu idi. Hz. Muhammed'e göreyse, olan Ebubekir oldular. Ebubekir ve med'in mü'minlerinin sayısını artır­
herkes öbür dünyada, dünya üze­
· Ali, İslamlığın gelişmesinde önemli masından ve sonunda dinsel gücü­
rinde yaptığı işlerden sorumlu tu­ rol oynayacaklardır. Hz. Muham­ nü geniş bir siyasal güce çevirip
tulacaktı. Bu düşünce, başarı öl­ med'e ilk inananlardan çoğu yoksul, şehre egemen olmasından korkmak­
çüsünün zenginlik olduğuna ina­ zulüm gören insanlardı. Hz. Muham­ taydılar. Hz. Muhammed'in putpe­
nanlar için şaşırtıcı idi. Allah'ı ve med'in bu dünya ile ve öteki dünya restlerin tanrılarına hücum ettiğini
onun elçisi olarak Hz. Muhammed'i ile ilgili umut dolu sözlerini seve görüyorlardı. Bu da kazançlı bir ti­
kabul edenler için bu dünyada ada­ seve benimsediler. Ne var ki, Kureyş caretin ortadan kalkması demekti.
let, öteki dünyada parlak bir hayat ; ileri gelenleri, onu peygamber tanı­ Kureyşliler Hz. Muhammed ile alay
kabul etmeyenler içinse cehennem mamakla kalmayıp, şiddetle karşı ediyorlar, ona yalancı ve «ozanıı di­
ve korkunç eziyetler olacaktı. koydular. insanlar için mevkiden yorlar ve vahiylerinin kendi hayal
Hz. Peygambere ilk inananlar çok dine inanmayı değer ölçüsü sa- dünyasının ürünleri olduğunu öne

(1) Hz. Muhammed'den önce Hi­ birçok yerlerinde geçer. Bakara süresi­ zira İbrahim puta tapıcılardan değildi»
c a z bölgesinde tektanrıcılığa inananlara nin 1 36. ayetinde «Yahudiler bizden olu­ denir. Ayrıca Al -i İmran süresi � in 66.
verilen ad. Hanif'ler, İbrahim peygam­ nuz k i doğru yola erişesiniz dediler. On­ ve 95. ayetinde ; Nisa süresinin 1 2 3 . , E n' ­
berin dininden olduklarını ileri sürü­ lara de ki biz bu dinlerinizin h içbirin­ am süresinin 79 . , 161. 162; Nah! süre­
yorlar, o dini diriltecek bir peygamber den olmayız ; belki hanif olarak ve Hak­ sinin 120. ve 23. Rüm süresinin 30., 43.
bekliyorlardı. «Hanif» kelimesi Kur'anın ka mey! ederek İbrahim mezhebindeniz ; ayetlerinde h a n i f ' l ikten sözed ilir.

17
!arın topraklarında kalmasına izin
yerdi.
Bu arada Hz. Muhammed ve
mü'minleri Mekke'de daha da kor..:
kunç saldırııarla karşılaşıyorlardı.
O sırada önce Hz. Hatice ( 6 1 9 ) , on­
dan hemen sonra da Hz. Peygam­
beri yetiştiren amcası Ebu Talip
öldü. Artık Hz. Muhammed'in şe­
hirdeki durumu hiç güvenli değildi ;
bu yüzden şehirden göçetme kara-
·

rı aldı.
Önce Taif şehrine gitti, ama
oradaki insanlar onunla alay edip
aşağılayınca Mekke'ye geri dönmek
zorunda kaldı. O sırada, Mekke'ye
Yatrib'den gelen ve Hz. Muham­
med'in vaaz verişini duyup etkile­
nen bir hacılar topluluğu, onu ken­
di şehirlerine davet ettiler. Yatrib,
orada yaşayan iki Arap kabilesi
arasındaki düşmanlık nedeniyle
bölünmüştü ve barış getirecek bir
hakeme gerek vardı. Hz. Muham­
med daveti kabul etti ve Yatrib'e
önce mü'minlerini gönderdi ; birkaç
hafta sonra da Mekke'den kaçarak
onların yanına gitti. uHicretı> olarak
adlandırıl an bu göç, 16 temmuz
622'de oldu ve daha sonra bu tarih,
İslam devletinin başlangıç tarihi
olarak kabul edildi. Hz. Muhammed
Yatrib'de kendi ve müminleri çev­
resinde daha geniş bir Müslüman­
lığa inananlar topluluğu kurmağa
başladı.
Düşman kabilelerden Araplar,
giderek Allah'ın, Peygamberi olan
Hz. Muhammed aracılığıyla vahyet­
tiği buyruklarına boyun eğmeye
başladılar. Kan bağlarının yerine
imanın geçmesi, eski kabileler ara­
sındaki rekabete son vererek siya­
sal bir birliğe yol açtı. Yeni İslam
topluluğunun kalbi olan Yatrib,
Medinet-ül Nebi (Peygamberin
şehri) yada yalnızca Medine (şehir)
olarak tanınmağa başladı.
Bundan sonra Hz. Muhammed'
in rolü geniş ölçüde değişti. Mek­
ke'de iken, eski ibrani peygamber­
leri gibi yalnızca küçük bir toplulu­
ğun dinsel önderi idi. Ama Medine'­
ye yerleştikten sonra giderek ar­
Muhammed ile Hatice'nin yüzleri örtülü olarak evlenmeleri; Hz. Muhammed, önce
Hatice'nin yanında çalışmış, daha sonra da onunla evlenmiştir.
tan manevi ve siyasal yetkisiyle ye­
ni ve daha güçlü bir rol oynamağa
sürüyorlardı. Hatta bazı müslü­ baskı yaptılar. Mekke'lilerin hücum­ başladı. Yeni rolüne uygun olarak,
manları dövüp, taşa tutmaktaydı­ larına cevap vermeleri için Müslü­ aldığı vahiylerin niteliği de değiş­
lar. manların önderleri çağırıldı. İslam­ ti. Vahiyleri sırf dinsel olmaktan
Bir süre sonra bu hareketler lığın hıristiyanlığı küçük görmedi­ çıkıp, yasaları ve toplumsal kural­
öylesine şiddetlendi ki Hz. Muham­ ğinin bir kanıtlaması olarak Kur'­ ları da kapsamaya başladılar.
med mü'minlerinden bir kısmına an'dan Meryem ile ilgili bir bölüm Hz. Muhammed'in Medine'deki
hıristiyan Habeşistan'a kaçmaları­ okudular. Kur'an, İsa'nın Allah'ın ilk sorunlarından biri, orada yaşa­
nı öğütledi. 80 mü'min gidip Habe­ oğlu olmadığını, yalnızca bir Pey­ yan yahudilerdi. En zengin tarım
şistan'a sığındı. Kureyş temsilcileri gamber olduğunu belirtmesine kar­ alanları, yahudi klanlarının dene­
de peşlerinden gittiler ve Habeş şılık, hem İsa'yı hem de annesi timi altındaydı ve yahudiler vaha­
kralı Necaşi'ye dinine iftira ettikle­ Meryem'i yüceltmişti. Necaşi bu gö­ ya egemen olan bir iki Arap kabi­
rini söyleyerek onları kovması için rüşü zararsız bularak Müslüman- lesi ile resmi anlaşmalar yapmışlar-
18
dı. Batılı yazarlar Hz. Muhammed'
in Medine'deki yerini sağlamlaştı­
rarak yahudilerin de kendisini pey­
gamber olarak tanımalarını istedi­
ğini ileri sürerler. Hz. Muhammed,
yahudilerin desteklerini kazanmak
isterken, onların bazı dinsel uygu­
lamalarını da benimsedi. Bunların
arasında Kefaret Günü'nde oruç
tutmak ve Kudüs'e dönerek dua et­
mek vardı. Yahudilerden birkaçı
Müslüman oldu, ama çoğunluk, İs­
lamlığın gelişmesini kendi siyasal
ve iktisadi çıkarları için bir tehli­
ke olarak görüyordu. Hz. Muham­
med'i peygamber olarak kabul et­
medikleri gibi, sözlerini de şiddetle
eleştiriyorlar, vahiylerinin kendi ki­
taplarındakiler ile çeliştiğini, bu
yüzden de yanlış olduklarını ileri
sürüyorlardı. Hz. Muhammed, ya­
hudilerin kendi kitaplarında yazı­
lanları bozduklarını ve yalnızca
Kur'an'ın Allah'ın doğru sözleri ol­
duğunu söyleyerek cevap verdi ve
yahudilerin desteğini kazanamaya­
cağını anlayınca, başlangıçta yal­
nızca araplardan meydana gelen
bir İslam topluluğu yaratmaya yö­
neldi.
Zaman geçtikçe, Hz. Peygam­
ber İslamlığa özgü dinsel gelenekler
getirmeye başladı. Mü'minler, hıris­
tiyanlar ve yahudiler tarafından
dinsel çağrı olarak kullanılan tah­
ta çanlar yada koç boynuzu yerine,
müslüman.lığı ilk kabul edenlerden
Bilal-i Habeşi'nin okuduğu ezanla
ibadete çağrılıyorlardı. İslamlığın
ilk müezzini Bilal'di ve ilk ezanı
623'te okumuştu. Kefaret Günü'nde
tutulan orucun yerini İslamlığın
ay takviminde dokuzuncu ay olan
Ramazan'da bir ay süreyle tutulan
oruç aldı. Kudüs'e dönerek dua et­
mek yerine de Allah'ın kutsal yeri
olarak Mekke'deki Kabe'ye yönele­
rek secde etmeye başladılar. Kabe'­
nin duvarlarından birine yerleşti­
rilmiş olan Kutsal göktaşı Hacer-ül
Esved'in öpülmesine izin verildi.
Bu dönem, aynı zamanda, Mek­
ke'deki İslamlık düşmanlarına kar­
şı yeni bir hareketin başlangıcıdır.
Hıristiyan keşişlerinin Hz. Muhammed'i saygıyla karşılayıp ağırlama­
Medine topraklarından geçen Mek­
larını gösteren bir XV I. yüzyıl minyatürü.
ke kervanlarına yapılan akınlarda,
mü'minlere Hz. Muhammed önder­ almak istemekteydiler. Hz. Muham­ yolunu değiştirerek Mekke'd�n yar­
lik ediyordu. Bazı bilginler bu akın­ med'de onların bu isteklerini ker­ dım istemek için haberciler & önder­
ların başlıca nedeninin iktisadi ol­ vanlara saldırarak yatıştırıyordu. di. Kervan kaçtı, ama müs, üman­
duğunu, Medine'ye göçenlerin çe­ Bu akınlardan biti, Müslüman­ lar Medine'nin güney batısı!l;da, bir
şitli ihtiyaçlarının karşılanmasına larla Mekke'liler arasında ilk ciddi kervan konakyeri olan Bedir'de
yard1mcı olmak amacı taşıdığını silahlı çarpışmaya yol açtı. Müslü­ takviye kuvvetleri ile karşılaştılar
ileri sürerler. Ama bazıları da de­ manların Medine'ye göçlerinden iki (624 ) .
ğişik bir açıklama yaparlar. Onlara yıl sonra, Hz. Muhammed bol yüklü Hz. Muhammed'in 300 adamı
göre Hz. Muhammed'in mü'minleri bir mekke kervanının Medine yakı­ vardı : bu o zamana kadar kurduğu
Mekke'de ailelerine eziyet edildiği· nından geçeceğini öğrendi. Saldırı en kalabalık orduydu ; ama Mekke­
ni, mallarına zorla el konulduğunu için planlar yaptı. Ama kervancılar
r
liler 1 000 kişiye yakındılar. Ne var
öğrenmişlerdi ve Mekke liler'den ör tasarıyı haber aldılar ve kervanbaşı ki, Müslümanlar geriye ctö emez-
19
S i y e r ' i Nebi'den bir minyatür: Hz. Muhammed kırk arkadaşırıa Ebubekir'i ken­
disine vekil ( h a l ife ) tayin e ttiğini bildiriyor.
20
lerdi. Mekkeliler için de bu, Hz.
Muhammed ve mü'minlerinin Mek­
ke'yi ve ticaret yollarını rahat bı­
rakmaları için fırsattı. Hz. Muham­
med mü'minlerini yakındaki bir
barınaktan yönetiyor, iki taraf sa­
vaş ederken zamanının büyük bir
kısmını dua ile geçiriyordu. Sonun­
da, tarihe <1Bedir gaz�esi» adıyla
geçen bu çarpışmada Hz. Muham­
med'in küçük topluluğu böylesine
güçlü bir direnme beklemeyen ki­
birli Kureyşlileri yenilgiye uğrattı.
Bu hayret verici galibiyetin
geniş etkileri oldu. Her yerde Arap­
lar buna bir mucize ve Hz. Muham­
med'in varlığına Allah'm bir lütfu
gözüyle bakıyorlar, böylece Hz. Mu­
hammed'in Allah'ın elçisi olduğu
savını doğruluyorlardı. Ayrıca müs-
1 üman savaşçılar akınlarda elde
edilen ganimeti paylaşıyorlardı ve
Allah'ın yeryüzünde olduğu kadar
cennette de ödüller verebileceği ha­
beri yayılıyordu. Çevredeki kabile­
ler artık İslamlığa katılmaya ve
onun sancağı altında savaşmaya
başlamışlardı. Galip gelirlerse ga­
nimetten yararlanacaklar, şehit dü­
şerlerse de mutlaka cennete gide­
cekler ve :-ıeygamberin vaadine göre
orada yeryüzünde bilinen en büyük
haz ve nimetlere erişeceklerdi.
Kureyşliler, Bedir'deki yenilgi­
lerini hazmedemiyorlardı. Bir yıl
sonra 3000 kişilik bir Mekke ordu­
su Müslümanlara Medine'de sal­
dırdı ve onları küçük bir yenilgiye
uğrattı. Tarihe <1Uhud Gazvesi»
(625 ) adıyla geçen çarpışmada Hz.
Muhammed de yaralanmıştı. İki yıl
sonra, 627 yılında Hz. Muhammed'i
kesinlikle ortadan kaldırmak iste­
yen Mekkeliler, Medine üzerine tam
donatılmış olarak hücum ettiler.
Orduları, Müslümanları ezmek için
müttefiklerinden topladıkları 10 000
yaya ile 600 süvariden oluşuyordu.
Hz. Muhammf.d tahkimat işlerinde
usta olan bir iranlı mü'minin öğüt­
lerine uyarak, çöl savaşlarındaki
yeni bir taktikle şehrin dışına bir
hendek yaptırdı. Süvarilerini işe ya­ Topkapı Müzesi'ndeki bu minyatürde ( Vlll. yüzyıl) Azrail, Hz. Mu­
ramaz kılan bu yenilik, saldırgan­ hammed 'den, çok sevdiği karısı Hatice'yi götürmek için izin istiyor.
ları şaşırtarak saldırılarını durdur­
mala.rına yol a"tı. Taktiklerini de­ Erkeklerin -600 kişi kadar- bo­ yumulmayacağını anlatmış oluyor­
ğiştiren Mekkeliler, Medine'nin dı­ yunlarını vurdurdu, kadın ve ço­ du. Arap mü'minlerine ise, onları
şına ordugah kurdular ve vahanın cukları tutsak aldı ve mü'minleri­ uzun süre düşmanlıklara iterek za­
içindeki bir yahudi klanı ile Müs­ nin onların toprakları üzerine yer­ yıflatan ve bölen kabile bağlılıkları­
lümanları geriden vurmaları için leşmelerine izin verdi. Medine'lileri nın sonunun geldiğini gösteriyordu.
görüşmeler yaptılar. Ne var ki, bu en çok hayrete düşüren şey, Pey­ Tek tanınacak bağlılık İslamlığa
görüşmeler sonuç vermedi, havalar gamberin Bedevi kanunlarınca olan bağlılıktı.
soğudu ; maneviyatları kırılan ve kutsal sayılan ve uzun zamandır Gene 627 yılında, Hz. Muham­
erzakları azalan Mekkeliler, 40 gün devam etmekte olan Yahudi-Arap med 1400 mü'min ile Mekke'ye
sonra evlerine döndüler. dostluğunu hiçe saymasıydı. Bu ha­ hacca gitmek üzere yola çıktı. Bu
Yahudilerin Mekkelilerle yap­ reketi ile Hz. Muhammed, Yahudi­ gücü haber alan Mekkeliler, onla­
tıkları görüşmeyi haber alan Hz. lere ve İslamlığın gelecekteki düş­ rı durdurmak için 200 süvari gön­
Muhammed, onlara sert davrandı. manlarına, hiç bir muhalefete göz derdiler. Çarpışma tehlikesi ortaya
21
Hz. Muhammed'in ölümü. Peygamberin Hz. Peygamber, Medine Camii 'nde son
yanında kızı Fatma vardır ( Türk ve İs­ vaazını verirken ( Türk ve İslam Eserle­
lam Eserleri Müzesi) . ri Müzesi) .

çıktı, ama taraflar on yıllık bir ba­ sa bir direnmeden sonra düştü. Hz. li kalmış bir Arap ulusculuğunun
rış anlaşması yapmaya karar verdi Muhammed ccGerçek ortaya çıktı; bireşimini (sentez) yaptı. Halk da,
(Hudcybiye barışı , 627 ) . Müslü­ yalan kalktrn diyerek Kabe'ye girdi. bu bireşimde, birleşmek, çarpış­
manlar ertesi yıl Mekke'ye I:Iacca Kutsal yeri dolduran putları orta­ mak ve kazanmak için bir neden
gitmek kararıyla Medine'ye geri dan kaldırmakla işe başladı ( daha buldu. Ama Hz. Muhammed'in ken­
döndüler. İki taraf da durumu kur­ sonra müslümanlardan başkasının disinde hiç bir değişiklik olmadı.
tarmıştı, ama Hz. Muhammed Ku­ şehre girmesini yasaklayan bir ku­ Ömrü boyunca, güçlü yeni bir dev­
reyşlilerle anlaşmaya girebildiği ral kondu ) . Medine, İslamlığın siya­ l etin mutlak hükümdarı olduktan
için, gücünün onlarınkine eşit ol­ sal merkezi, putlardan arındırılan sonra· bile, sade zevklerini değiştir­
duğunu J;östererek bir galibiyet ka­ Kabe de ruhani merkezi oldu. medi. Hatta bir söylentiye göre es­
zanmış oluyordu. Aynı zamanda, Hz. Peygamber ılımlı bir fatih­ kiyen giyeceklerini bile kendisi ona­
eski bir putperestlik geleneği olan ti. Çok geçmeden O'na en şiddetle rırdı. Bir önder olarak birçok sos­
Hac için yola çıkmakla, Araplara karşı çıkan Mekkeli önderler bile yal bozukluğu ortadan kaldırmak­
İslamlığın Arap özelliği taşıyan bir Müslümanlığı benimsediler. İslam la, halkına taze bir insanlık kavra­
din olduğunu gösteriyordu. orduları artık Arabistan'ın daha mı verdi. Sözgelimi, Arabistan'da
Ertesi yıl, Hz. Muhammed 200 uzak bölgelerine uzanmaktaydılar. yaygın olan köleliğin koşulları de­
müslümanı önceden söz verilmiş Yarımadanın birkaçı dışında hemen ğişti; kölelik kaldırılmadı, ama, kö­
Hac için Kabe'ye götürd ü. Ama bütün kabileleri, ya maddi kazanç lelere insanca davranılması buyu­
müslümanlarla Mekkeliler arasında ümidiyle yada yeni heyecana kapı­ ruldu. Köleler evlenemeyecek, ama
daha sonra çıkan çarpışmalar, ba­ larak İslamlığa katıldılar. Hıristi­ özgürlüklerini parayla satın alabi­
rış anlaşmasını sona erdirdi. 630 yan ve yahudilerin kendi inançları­ leceklerdi. Aynı zamanda, bir köle­
yılında Hz. Muhammed, sorunu nı devam ettirmelerine, ama vergi yi azat etmek övülecek bir davranış
çözmek için 1 0000 kişilik bir kuv­ ödemelerine -bu vergi İslamlığın olarak kabul ediliyordu. Hz. Mu­
vetle Mekke üzerine yürüdü. Mek- sürekli olarak gelişen gücüne do­ hammed kumarı, tefeciliği, şarap
. ke, Hz. Muhammed'e karşı yapılan laylı biçimde katkıda buJ.unuyor­ içmeyi Allah'ın buyruğuna aykırı
savaşlarda ilerigelen kişilerini kay­ du- izin verildi . davranışlar olarak yasaklamıştı.
bettiği, bu nedenle de büyük aile� 22 yıllık peygamberliği süresin­ Hz. Muhammed mü'minlerinde
!erin şehirdeki egemenlik çekişme­ ce Hz. Muhammed, tek Allah'lı hı­ yeni bir ülkü caniaridırmıştır. Bu,
lerinden zayıflamış olduğu için , kı- ristiyan ve yahudi inançları ile giz- dindar hayranları tarafından çok
22
Hz. Muhammed 'i ölüm döşeğinde gösteren bir minyatür

2)
Biri Hz. Peygamber'in en yakın ar­
kadaşı ve danışmanı olan Hz. Ebu­
bekir� in kızı Hz. Ayşe idi. Evlendik­
lerinde Hz. Ayşe hen üz bebekleri
ile oynuyordu ve 10 yaşından kü­
çüktü. Hz. Muhammed'in hanımları
evinin avlusunun çevresinde ayrı
ayrı odalarda otururlardı ve Hz.
Muhammed sıra ile onlarla kalırdı.
Kur'an'da, kocalara karılarını ceza­
landırmak hakkı verilmişti ; ama
Hz. Muhammed şefkatli bir koca
idi. Bir kez Hz. Muhammed Hz. Ay­
şe'yi bir seferde yanına aldı. Hz.
Ayşe kaybettiği kolyesini aramak
için geride kaldı ve daha sonra Me­
dine'ye yakışıklı devecisiyle geldi.
Hz. Muhammed'in bazı mü'minler;.
onu sadakatsizlikle suçladılarsa da
Hz. Peygamber'e genç karısını suç­
suz çıkaran bir vahiy geldi. Kur'an
bundan böyle bir kadını zina ile
suçlayabilmek için dört tanığın bu­
lunmasını ve iddia kanıtlanamazsa
iftiracıy� ceza olarak 80 kamçı vu­
rulmasını buyuruyordu.
İslamlığın yeni döneminin
onuncu yılında, Hz. Muhammed 63
yaşında iken hastalandı. Şiddetli
başağrılarının yanısıra ansızın ate­
şi yükseldi ve Ayşe'ye öl timden söz
etti. Ama Ayşe, birçok müslüman
gibi Hz. Peygamber'in ölümsüz ol­
duğunu düşünerek bu sözleri fazla
umursamadı. Acı giderek şiddetlen­
di ve Hz. Muhammed öteki hanım·
!arından izin alarak Ayşe'nin otur·
duğu yere taşındı. Cami'ye gidecek
gücü bularak orada bir kez dalıa
mü'minlerine kendisine bağlı olan­
ların, onunla cennete gideceklerini,
inançsız olanların ise cezalandırı­
lacaklarını anlattı. Arkadaşı Hz.
Ebubekir, sesinin tonundan onun
ölmek üzere olduğunu anlamıştı.
Hz. Peygamber Hz. Ayşe'nin
evine döndü. «Hayır, cennette yüce
arkadaşı seçtim» diyerek Ayşe'nin
kolları arasında · öldü (8 haziran
« 1 2 Rebiulevveln 632) . .
Hz. Muhammed'in ölüm haberi
Medine'de yayıldığında, mü'minleri
Hz. Muhammed'in ölümü. Peygamber 632'de karısı Ayşe'nin Medine'­
panik içinde kaldılar. Hz. Ebubekir
deki evinde ölmüştür. (XVI. yüzyıla ait bu minyatür Topkapı
bu karışıklıkta soğukkanlılığını ko­
Sarayı'ndadır. )
rudu . Hz. Muhammed'in acıdan
işlenmiştir. Hz. Peygamberin bütün ği ve sadık mizacı bir frenleyici rolü kendilerinden geçmiş mü'minlerine,
erdemlere, -özellikle araplar için oynamıştır. C<HZ. Muhammed'e ibadet edenler,
en üstün olanlarına- sahip oldu­ Hz. Muhammed 20 yıldan uzun bilin ki, Hz. Muhammed ölmüştür.
ğu düşünülürdü. Bir erkekte ikti­ süre kendisinden yaşlı bir kadına Ama Allaha ibadet edenler, bilin ki
dar hayli saygı gördüğü için bazı sadık kalmıştı. Hz. Hatice'nin ölü­ Allah yaşıyor ve ölmez» diye bağır­
araplar Hz. Muhammed'i son dere­ münden sonra dokuz kadınla evlen­ dı. Kur'an'dan ancak bütün anlamı
ce iktidarlı bir erkek olarak can­ di. Hz. Muhammed'in evliliklerin­ ortaya o zaman çıkan bir ayet (Al-i
landırmışlardır. Ama bu abartma­ den çoğu özellikle siyasal ve insan­ İmran 144 ) okudu : «Muhammed
lara karşılık, Hz. Muhammed'in en cıl nedenlere dayanıyordu. Karıla­ ancak ve ancak bir peygamberdir.
çok hoşlandığı üç şeyden birinin rından bazıları İslamlık yolunda Ondan önce nice peygamberler ge­
kadın olduğu söylentisi doğrudur çarpışırken öldürülen yüzbaşıları­ lip geçmiştir. Şimdi ölür yada öldü­
(öteki ikisi güzel koku ve dua idi ) : nın dul hanımları, ötekileri ise rülürse ökçelerinizin üstünde geri­
ne var ki, bütün zevklerinde, iyili- önemli arap önderlerinin kızlarıydı. sin geriye mi döneceksiniz?»
24
tı. O'nun Peygamber olarak yeri bir sinin Halifesiıı denirdi.
fetihler devri başkası tarafından doldurularnaz­ Hz. Ebubekir, halifeliğinin ba­
şında birçok arap �ca.bilesinin İslam
dı elbet; ama İslam cemaatini yö­
Hz. Peygamber'in 632 yılında netecek bir önder de gerekliydi. devletinden ayrılmaları sonucunda
ölümünden sonra, İslamlık küçük Başlangıçta sorun, arap kabilelerin­ ortaya çıkan bir bunranla karşılaş­
bir dinsel topluluktan, güçlü bir si­ jeki yeni başkan seçiminde kullanı­ tı. Arap kabileleri Hz. Muhammed '­
yasal imparatorluğa dönüştüğü bir lan yöntem izlenerek çözümlendi. in kişiliğine bağlanmışlar ve vergi­
değişim ve fetih devrine girdi. Ama İslamlığı en eski benimseyen mü'­ lerini bağlılık nedeniyle ödemişler­
bu yeni devlet, eşsiz bir hızla ge­ minlerden bir grup, yönetici olarak di. Hz. Peygamber'in ölümünden
nişlemesine karşılık, içteki ayrılık­ en yetenekli buldukları kişiyi se­ sonra birçok kabile, bağlılık neden­
lar ve şiddet hareketleri ile sarsılı­ çiyorlardı. lerini ortadan kalkmış saydılar.
yordu. Böylelikle Hz. Muhammed'in Çöldeki konak yerlerine Müslüman
Buna karşılık devre süresince yetkileri, en çok saygı duyulan, vergi toplayıcılar gelince, vetgileri­
·--yedinci yüzyılın ilk yarısından onun, en yakın arkadaşları ve evli­ ni ödemeyi reddettiler. Direnişleri
sekizinci yüzyılın ortasına kadar­ lik yoluyla akrabaları olan dört ki­ öylesine yaygın ve önemliydi ki,
İslamlık ardarda gelen ((Halifeler» şiye geçti. İslamlığı Medine'den yö­ bazı müslüman önderler bu ayak­
yada Hz. Muhammed'in cıhalefleriı> neten bu dört kişi, daha sonraları l anmaların silah gücüyle bile bas­
tarafından yönetildi. En kanlı sa­ cıdoğru yol gösterilmiş» h alife ler
'
tırılabileceğinden kuşku duyuyor­
vaşların bazıları halifelik için olu­ olarak anıldılar ; çünkü Hz. Pey­ lardı. Ama . Ebubekir, görünüşün­
yordu. İlk dört halife'den üçü öl­ gamber'i tanımışlar, kendilerine deki yumuşaklığa karşılık, ayaklan­
dürülmüştü ve imparatorluk, ayak­ O'nu örnek almışlardı. Hz. Muham­ macılarla uzlaşarak Allah Kelamıy­
lanmalar, iç savaşlar ile harap ol­ med gibi, kabile şeyhlerinin yöntem­ la tersleşmeye yanaşmadı ve çölde
maktaydı. Birbiri ardına iki hane­ lerine uyarak, İslamlığın geleceği yaşayanları dine döndürmek için
dan yönetimi ele geçirdi : Emeviler için en önemli kararları, en güve­ hemen asker gönderdi. İrtidad
ve Abbasiler. İslamlığın başkenti nilir arkadaşlarının öğütlerine da­ edenlerin (müslümanlıktan "-dö­
önce Medine'den Şam'a, sonra da yanarak verirlerdi. Halk ile yakın nenlerin) ayaklanmaları iki yıl için­
Şam'dan Bağdat'a taşındı ve dev­ ilişkileri vardı. Halkın ibadetini yö­ de bastırıldı.
letin özelliği değişti. İkinci hanedan netirlerdi ve halk üstünde siyasal, İslam savaşçıları bir yandan is­
olan Abbasi hanedanı zamanında askeri ve ruhanı yetki kurmuslardı. yanları bastırırken, öte yandan da
İslamlık en parlak dönemini yaşa­ İlk halife Hz. Ebubekir idi. Ebu­ yabancı ülkelere ilk fetih hareketle­
dı. Kısa süre içinde, yeryüzündeki bekir, Hz. Muhammed'in en iyi ar­ rine başladılar. Hz. Peygamber, ölü­
en büyük güç haline geldi ve baş­ kadaşlarından biriydi ve Hz. Pey­ münden kısa süre önce Allah Kela­
kenti dünyanın başlıca şehri oldu. gamber'in öldüğü sırada en sevdiği mını Kuzey'dekilere ulaştırmak is­
İslamlığın karşılaştığı ilk güç­ karısı olan Hz. Ayşe'nin de babası temiş, böyle bir sefer için hazırlık­
lükler, Hz. Peygamber'in ölümün­ idi. 60 yaşlarında, hafifçe kambur, lara başlamıştı. Hz. Ebubekir, Hz.
den hemen sonra ortaya çıktı. Hz. sade giyimli, sakalı kırmızıya boya­ Muhammed'in bu dileğine bağlı ka­
Muhammed, kendisinden sonra ba­ lı, dış görünüşü bakımından etki· larak Halid bin Velid komutasın­
\
şa geçecek birisini atamamakla ya­ siz bir insan olduğu halde, nazikli- da bir orduyu Bizans ve İran üze­
da onun seçilmesi için bir kural ği, akıllılığı, alçak gönüllülüğü ve rine gönderdi. Müslüman birlikleri
koymamakla, istemeden birçok so­ dindarlığı nedeniyle büyük saygı yanlarında Kur'an'ı ve kılıçlarını
run un ortaya çıkmasına yol açmış- görürdü. Kendisine aA llahın Elçi- taşıyarak bu büyük devletlerden
Hz. Muhammed'in ölümünden sonra Hz. Ebubekir'in �pallfe> oluşu. Hz. Ebube­
kir'in yerine geçen Hz. Ö mer'den başlayarak, «halife> Zer «Emir-ül Mü'minin>
ünvanını almışlardır.
26
birçok yer fethettiler.
İslamlığın genişlemesi yolun­
da ilk kıvılcımı, din ortaya atmış­
tı; ama bu alevi körüklemeye . öteki
güçler de yardım ettiler. Bunlardan
en önemlisi, hemen bütün olanak­
lardan yoksun olan kurak Arabis-·
tan'ın yoksulluğu idi. Yarımadada
hiçbir zaman nüfusa yetecek kad_ar
besin · yetiştirilemiyordu. Sürekli
kıtlık daha önceki Arap kuşakları­
nı Ruzey'e, verimli bir yay halinde
uzanan bölgelere göç etmeye zorla­
mıştı. Bu verimli bölgeler Filistin'·
den Basra Körfezine kadar Suriye'·
nin kuzeyi ile Dicle ve Fırat vadile­
rini içine alan · alandı.
Bu bölgede birçok küçük arap
krallıkları vardı. Bunlar uzun süre,
düşman Bizanslılar ile İslam devle­
tı arasında «tampon devletlern rolü
oynamışlardı. . Her iki devlet de, bu
sınır araplarını kendileri adına pa­
ralı asker olarak savaşmaları için
yetiştirmiş ve onlara yardım etmiş­
lerdi. Ama birbirleriyle yaptıkları
savaşların sonucunda hazineleri tü­
kenince, yardımı kesmiş, bu savaş­
lar için ··�mlardan vergi almaya baş­
lamışlardı. İslamlık, Arabistan'da
içine · kapandığı kozasından çıktığı
zaman. durumlarından hoşnut ol­
mayan bu sınır arapları, Müslü­
manları kurtarıcı olarak kabul et­
tiler. Birçoğu eski efendilerine kar­
şı savaşmak için Müslümanlarla
birleşti.
İslam devletine yardımcı olan
başka önemli öğe de İstanbul'da
Herakleios'un yönettiği Bizans İm­
paratorluğu ile Bağdat'ta kral
1790 tarihinde yapılmış olan bu tııristiyan minyatürü, islıimlık uğru­
Yezdgerd'in yönettiği İran impara­
na açılan «cih ad-ı mukaddes» leri Hz. Muhammed'in 631 yılında put­
torluğu arasındaki düşmanlık idi.
perestler için söylediği bir söze bağlamaktadır.
İkiyüz yıldan uzun süredir, Bizans'­
taki hıristiyanlarla İran'daki zer­ ferberliğine girmiş kişilerdi. En ün­ öteki komutanlar, Arabistan'daki
düştler güç rekabeti içindeydiler. lülerinden Halid Bin Velid, öncele­ dağınık kabileleri tarihteki büyük
VI. yüzyılın ilk yarısında, bu sür­ ri Hz. Muhammed'e karşı Mekkeli­ savaş güç ıerinden biri haline ge­
tüşme büyük bir savaşa dönüştü. lerle, Müslüman olduktan sonra ise tirdiler. Asker olarak bireysel komu­
İranlılar Ortadoğu'yu istila ettiler, Hz. Peygamber'irı yanında savaş­ tanlardı. Stratejilerinde Roma gibi
Kudüs'ü ve Mısır'ı aldılar. Bizans­ mıştı. İyi kılıçları ile ünlü Filistin'­ toprağa bağlı güçler yerine, Viking­
lılar da daha sonra karşı saldırıya de bir Bizans hudut kasabası oları ler gibi gemicilikle uğraşanların sa­
geçip bu bölgeleri geri aldılar . . iki Mu'te'ye"başarısız bir baskın yapan vaş yöntemlerini kullanmaya yönel­
rakip de birbirinden öylesine çeki­ 3000 kişilik müslüman gücü ara­ mişlerdi. Çölü deniz gibi- . kullanı­
niyordu ki, daha büyük tehlike olan sında bulunmuştu. Bizanslılarla yorlar, çok iyi tanıyor. hızla aşabi­
İslö,mlığa }{arşı her iki tarafın da Müslümanlar arasındaki ilk çatış­ liyor, düşmanlarının karşıların a
gözleri kapalıydı. At üstünde karşı ma olan bu küçük çarpışmada, İs­ hiç beklenmedi.kleri anaa çıkıyorlar­
karşıya, mızrak mızrağa gelmiş iki lam komutanı öldürülmüştü. Halid dı. Bir Müslüman komutan, bir sa­
feodal şövalye gibi, sürekli olarak başa geçti ve yenik savaşçılar yal­ vaşta vurulup ölürken kendinden
birbirlerinden daha iyisini ele ge­ nız onun becerikliliği sayesinde dü­ sonraki komutanlar için arap savaş
çirme hırsındaydılar ve onları at­ zenli biçimde geri çekilebildiler. formülünü şöyle tanımlamıştı :
tan düşürecek süvarinin farkında Hz. Muhammed bu akındaki yü­ «Düşmanla çölde savaş ! Orada za�
değildiler. rekliliği ve önderliğinden ötürü, fere ulaşırsın. Yenilsen bile arkan­
İslamlığın başarısına katkıda Halid'e «Allah'ın Kılıcın , adını ver­ da bildiğin, tanıdığın çöl olacaktır.
bulunan bir ek öğe daha vardı: çok di. Düşman seni oraya kadar izleyemez
sayıda büyük Müslüman komuta­ Halid bin Velid, daha sonra ve sen de oradan tekrar saldırmak
nın ortaya çıkması. Bunlar, gani­ Ebubekir'in başlıca komutanların­ için geri dönebilirsin . »
met almak için yaptıkları akınlar­ dan biri oldu ve İslamlığın ilk fe­ Gerçekten , Müslümanların sa­
dan vazgeçip, sürekli bir fetih se- tihlerinde büyük rol oynadı. O ve vaştaki en büyük güçleri bu hız ve
27
şullar, daha sonraki müslüman fe .
tihleri için değişmez bir örnek ol­
du :
ccMerhametli, şefkatli Allah
adına, Halid Bin Velid Şam halkı­
na şunları vaadeder.
Onlara hayatfarının , malları­
nın ve kiliselerinin güvenlik altın­
da olacağına söz veriı·. Şehir surla-.
rı yıkılmayacak, hiçbir Müslüman
onların evlerinden birine yerleştiril­
meyecektir. Biz onlara Allah' ın söz­
leşmesini, ve O'nun peygamberinin,
halifelerinin, mü'minlerinin koru­
yuculuğunu · getiriyoruz. Vergilerini
ödedikleri sürece iyilikten başka
şeyle karşılaşınayacaklardır.11
Herakleios ancak o tarihte müs­
lüman tehlikesini ciddiye almaya
başladı . Dünyanın en eski şehri ol�
duğuna inanılan kilit noktası Şam'­
ın elden çıkmasına tepki gösterme­
mesi olanaksızdı. Şehri geri alıp,
3.rapları yeniden çöle sürmek ama­
cıyle 50 000 kişilik bir ordu topla­
maya başladı. Bu büyük ordu olu·
şurken Araplar Şam'ı boşaltarak
Yermuk ırmağı boylarına çekildiler,
Halid , orada kutsal çölü arkasına
alarak ordugah kurdu ve yaklaşan
savaşı beklemeye başladı.
İki ordu 636 yılının sıcak bir
yaz gününde karşılaştı. Güneydo­
ğu'dan esen sert bir rüzgar savaş
alanını toza boğuyor, Kuzey'den
yaklaşan bizanslıları köre çeviri ­
yordu. Bizanslılar üstün askeri eği ­
timlerine, kalın zırhlarına ve pa�
pazlarının dualarına karşılık, müsc
lümanların saldırılarına karşı ko­
yamadılar. Bizans komutanı Theo ­
doros öldürüldü, ordusu kılıçtan ge­
çirildi . Bu şaşırtıcı yenilgiden kısa
süre sonra, iki müstahkem kasaba
-Kaisareia ve Kudüs- dışında ,
Suriye ve Filistin'in tümü müslü�
Halid Bin Velid ve müslüman savaşçılar, Suriye'nin fe thinden sonra manların eline geçti .
Kcibe'yi ziyaret ederek Allah 'a şükrediyorlar ( XVII!. yüzyıla a i t bu Medine'de Ebubekir bu zaferi
minyatür Topkapı Sarayz'ndadır J . göremeden, iki yıl önce ölm ü�tü
( 6 34 ) . Ama ölmeden önce kendin�
şaşırtmaya dayanan saldırma yete­ İran'a ; Batı'da Mısır ve Kuzey Af­ den sonra Hz. Ömer'in halife ola­
nekleri idi . Geçmişteki Bedevi sa­ rika'ya. Halid bin Velid, iranlılarla cağını söylemişti . Hz. Ömer saçsız.
vaşları, çok kanlı savaşlar olma­ savaşırken Ebubekir'in apansız bir dev yapılı bir insandı ve hem Hz .
makla birlikte arap süvarilerine atı buyruğuyla ·suriye'deki süvarilerin Peygamber'in hem de Hz . Ebube­
ve de·reyi yeryüzündeki herhangi yardımına gönderildi. Susuz 3000 kir'in en değerli danışmanı idi.
bir ulusun süvarilerinden çok daha kilometrelik bir yolu yaya olarak aş­ Ebubekir'in dileğine uyarak halife
beceriklilikle kullanmasını öğret­ tı. Efsaneye göre, yanına suya doy­ seçildi. Önce kendisine uAllahın el­
mişti. :Süvariler, düşmana mızrak­ muş bir deve sürüsü almış, yolcu­ cisinin , halifenin hal efi " dedirtti,
larla saldırır, geri döner, piyadelerin lugun molalarında bu hayvanları öl­ daha sonra E mir ü l Mü 'minin (mu­
-

attığı okların yağmuru altında ye­ dürerek, midelerindeki suyu atları­ minlerin komutanı) unvanını Kul­
niden saldırır , düşman . safları bozu­ na içirmiştir. Halid, Ecnadin'de (ya­ landı (bu unvan daha sonraki ha­
luncay;:ı. kadar saldırılarını tekrar­ da Ecnadeyn) , Müslümanların Su­ lifeler tarafından da kullanıldı) .
larlardi. riye ordusu ile birleşip Herakleios'­ 10 yıl başta kalan Hz. Ömer, en
İsl�mlığın gayretli süvari leri, un ordusunu yendi ve Şam'a doğru büyük halifelerden biri savılır . . Ki­
fetih s�ferlerini aynı anda üç temel ilerledi. Şam altı aylık bir kuşatma­ siliğinde enerji ile 8.tçakg-önüllü ­
yönde geliştirdiler : Kuzey 'de Su­ dan sonra 625 yılında teslim oldu. lük .vüreklilik ile İslaın kurallarına
riye ve r Filistin'e; Doğu' da Irak üze­ Halid'in şehre girmeden önce sadakat birleşmişti. Ahlak konu­
rinden Orta Asya'n ın kapısı olan teslim olanlara tanıdığı insaflı ko- larında öylesine sertti ki, söylenti-
28
Bed ir savaşından bir salıne ( Tü rk minyatürü )

29
J{udüs, hicretin 1 6. yılında (M.S. 637) halife Hz. Ömer tarafından fethedildi. Hz.
Ömer, Kudüs'ü ele geçirdikten sonra, kudüslüleri:n can ve mallarına dokunulma­
yacağını bildirmiş, Hz. Süleyman'ın 4'Yahova Tapınağı) nı (üstte) ziyaret etmiş
ve Kur'an'ın Hz. Davud ve Hz. Süleyman'dan sliz eden bir stlresint burada oku-
mU$tur.
ye göre, ahlaka aykırı bir harekette egemenliği altında olan Mısır, Müs" ele geçirilen bölgeler arasında ay­
bulunduğu için öz oğlunu kamçı­ lümanlara ·karşı - saldırı üssü gibi rım yapmışlardı. Kendiliklerinden
lattırmıştı. İslamlığın en büyük fe­ kullanılabilecek bir yer olduğundan boyuri eğen . bölgelerde halkın top­
tihleri Hz. Ömer'in önderliğinde ya­ tehlikeliydi. Ayrıca NÜ · vadisinde, raklarına dokunulmamış, vergi öde­
pılmıştır. Müslümarilara gerekli geniş buğday melerine karşılık korunmala:ı;ı sağ­
Halid'in . bizanslıları yenmesin­ depoları vardı. lanmıştı. Silah gücüyle ele geçiri­
den sohta Kudüs, · surlarının geri­ İki yıl sonra, bugünkü Kahire len bölgelerde ise; müslümanlara
sinde 637'ye kadar direndi. O tarih­ yakınındaki Babil şehri yedi aylık karşı koyanların toprak . . ve . . malları
te şehrin patriği Sofronius müslü­ bir kuşatmadan sonra teslim oldu. savaş ganimeti sayılmıştı. Kur'an'­
manlarıl). halifesi gelirse, «Kutsal Bir yıl içinde, başkent İskerideriye da ganimetin beşte birinin devletin
Şehriıı teslim etmeyi kabul etti. Bu­ ile Mısır'ın geri kalan kısmı da malı olacağı, geri kalanin İslam sa­
nun üzerine Hz. Ömer her zamanki Müslüman askerlerinin eline geçti. vaşçıları arasında bölüşüleceği be­
yamalı harmanisiyle Medine'den Mısır'ın fethedildiği sırada başka lirtilmişti. Böyle olduğu hald 3, Müs-
kervan yoluyla Kuzey'e doğru yola İslam birlikleri de İran'ın iç kısmı­ 1 ümanlar, ele geçirilen bölge halkı­
çıktı. na doğru ilerliyorlardı. 644'te Sa­ nın toprağını koruyup ordu için yi­
Halid'in Şam halkına gösterdi­ sani imparatorluğunun büyük kıs­ yecek sağlamasını ve seferlerin kar­
ği hoşgörü ve saygıyı , Hz. Ömer de mı, hazineleriyle İslamlığa katıl­ şılanması için vergi ödemesini da­
Kudüs'ün hıristiyan ve yahudi hal­ mıştı. Artık İslamlık Akdeniz'den ha kazançlı bulmuşlardı.
kına gösterdi. Şehirdeyken hıristi­ hemen hemen Hindistan'a kadar Müslümanların ele geçirdiği
yanlarca İsa'nın mezarının orada uzanan bir alana egemendi. bölgelerde yaşayanlar Müslüman
olduğuna inanılan Kutsal Türbe Bu geniş topraklar Ömer'in olmaya zorlanmazlardı ; ama Müs­
kilisesini ziyaret etti. Orada olduğu koyduğu yasalarla yönetiliyordu. lüman olmayanların kilise ve sina­
sırada öğle namazı vakti geldi. Hz. Hz. Ömer'in yönetim siyaseti gogların dışında herhangi bir dinsel
Ömer ibadetini hıristiyanların kut­ çoğunlukla Kur'an'ın öğretileri üze­ eylemde bulunmaları yasaklanmış­
sal yerinde yapmayı kabul etmedi. rine kurulmuş, imparatorluğa ka­ tı. Aynı zamanda çan çalmak ya­
Eğer orada ibadet ederse, mü'minle­ tılan alanların sistemlerine de uyar­ da yeni tapınaklar yapmak da ya­
rin kiliseyi cami yapmak isteyecek­ lanmıştı. Sözgelimi, vergiler konu­ saktı. Ama bu insanların durumu
lerinden korktu. Bu yüzden kilise­ sunda Kur'an müslümanlara görev­ gene de, İslam hükümetinin yöne­
den çıkarak namazını çıplak top­ lerini açıkça bildiriyordu. <eHak di­ timinde eski hükümdarların zama­
rakta kıldı. nine inanmayanlarla haraçlarını nından daha iyiydi.
Filis.tin ve Suriye'yi ele geçiren ödeyene kadar savaşın.» Bunun so­ İslamlığı sonradan kabul eden­
İslam orduları yeni fetihlere koşa­ nucu olarak. müslüman olmayanlar lerin arap Müslümanlarla aynı hak­
bilirlerdi. 639'da Amr İbnül As, Mı­ vergi ödemeye zorunlu kılınmışlar­ lardan yararlanmaları gerekiyordu,
sır'ı fethetmeye başlayarak daha dı. ama bu kurala her zaman uyulma­
sonraki Kuzey Afrika fetihlerinin JVIüslümanlar, kendiliklerinden dı. İslam dinine yeni girenler önce
yolunu açtı. O tarihte Bizans'ıri boyun eğen bölgelerle, silah gücüyle arap kabileleri tarafından kabul
30
edilmeliydiler. Bunlara mevali (kö­
leler) deniliyordu. Ve Arap yöneti­
ci sınıfından ayrılıyorlardı. Baş­
langıçta mevaliler önemsizdiler,
ama sayıları çoğaldıkça ciddi para
sorunları ortaya çıkardılar: daha
az olan müslüman vergisini öde­
dikleri için, devleti ayakta tutacak
paranın azalmasına yol açtılar.
644 yılında halifelik ansızın el
değiştirdiğinde, İslamlık, impara­
torluğu ayakta tutmak ve yönet­
mek sorunlarıyla karşı karşıyaydı.
Hz. Ömer sabah namazını kıldırır­
ken, zerdüşt dininden bir köle olan
Ebu Lülüe Feyruz tarafından bi­
çaklandı (644 ) . Kendini vuran ada­
mın Müslüman değil de hıristiyaıi.
olduğundan duyduğu mutluluğu
söyleyecek kadar yaşayabildi.
Hz. Ömer'in ölürken atadığı bir
seçim kurulu , halifeliğe, gençliğinde
zarif giyimiyle tanınmış, titiz bir
soylu , dindar ve hoşgörülü bir yaşlı
olan Hz. Osman'ı seçti. Hz. Os­
man, Mekke'nin soylu ve zengin Be­
ni Ümeyye (Emeviler) ailesinden
isla.mlığın ilk yıllarında Müslüman
olan tek kişiydi. Ailesinin büyük
kısmı Hz. Peygambere eziyet eden­
lerdendi ve İslamlığı yayıldıktan
sonra benimsemişlerdi. Şimdi Os­
man aracılığıyla, bir zamanlar şid­
detle karşı çıktıkları bu davayı elle­
rine geçirmek istiyorlardı. Osman'ı
halifeliği süresince etkileyerek, bu
amaçlarında büyük ölçüde başarıya
ulaştılar.
Hz. Osman 12 Yıl süreyle halife­
lik yaptı. En büyük başarısı, gide­
rek genişleyen _İslam topraklarının
her yerinde, Kur'an'ın anlam d-2 ·
· ğişmelerine meydan vermeyecek
belli bir kurala göre okunmasını
sağlamak oldu. Halifeliği başlangıç­
ta sakin geçti, ama daha sonra,
kontrol edemediği çeşitli güçler bu
sakinliği bozdular. Bu güçler ara­
sında Arapların merkezi yönetime
karşı direnmeleri sayılabilir. Os­
man'ın gözden düşmesinin ilk ne­
deni, yönetimde akraba ve arkadaş­ Müslümanları İ kinci halife Hz. Ö mer'e bağlılık yemini ederken
larına yer ver.mesiydi. Mısır'daki qösteren XVIII. yüzyıl minyatürii,,
işinin ehli .bir valinin yerine, bir
bolgeyi iyi yönetmekten çok, daha da öfkeye kapılarak halifenin evini da olan Hz. Ali idi. Hz. Ali, Hz. Pey­
fazla vergi toplamayı amaç alan kuşattılar. Bir kısmı kapıdaki nö­ gamberi yetiştiren ve amcası olan
yeğenini atayınca, hoşnutsuzluk or­ betçileri atlatarak arka kapıdan Ebu 'I'alib'in oğlu ve Hz. Muham­
taya çıktı. Sonunda, Mısır'daki or­ içeri girdi. Girdiklerinde Hz. Osman med'in kızı Fat ı ma 'nın kocasıydı ;
dudan ayrılan 500 kişilik bir arap Kur'an okuyordu. Ve katiller kanını Hasan ve Hüseyin adlarında iki oğ­
topluluğu, yeni valinin atanmasını Kur'an'ın üzerine akıttılar. İlk kez lu vardı. Hz. Muhammed'in • vahiy­
protesto etmek ve şikayetlerini be­ bir halife kendi müslüman vatan­ lerini ilk kabul edenler arasında idi.
lirtmek için Medine'ye gitti. Osman daşları tarafından öldürülüyordu. Elinin açıklığı, güzel konuşması,
onların şikayetlerini göz önünde Bu olay, İslamlığı bolüp iç savaşa . herşeyin .üstünde de savaşlardaki
bulunduracağ ına söz verdi, ama ve daha çok kan dökülmesine yol kahramanlığı nedeniyle hayranlık
ailesi onu fikrini değiştirmeye ve açtı. · kazanmıştı. Halife olduğu sırada (24
isyancılarla Cami'de cuma vaazın­ Yaşlıların Osman'ın yerine seç­ haziran 656) şişman, saçı dökiilmüş,
da konuşmaya ikna etti. tikleri yeni halife, Müslümanların beyaz sakallı bir yaşlı olduğu ' halde,
İsyancılar bu ihanet karşısın- en çok sayg:ı duyduğu kişiler arasın- mü'minler üzerinde nüfuzu büyük-
31
adı verilir. Çarpışma Hz. Ali'nin za­
feri ile sonuçlandı (4 aralık 656) .
Rakiplerinden biri savaşta yarala­
nıp öldü, öteki de bir süre sonra
Bedevi akıncıları tarafından öldü­
rüldü. Hz. Ayşe ise tekrar şehre dö­
nüp, ömrünün geri kalan kısmını
inzivada geçirdi.
Hz. Ali, Medine'ye dönmeyip ye­
ni karargahını Kılfe'de kurmaya
karar verdi. Kılfe, geniş imparator­
lukta başkent Medine'den daha
merkezi yerdeydi. Hz. Ali, Kılfe'­
de düşmanları ile uzlaşmayı dene­
di, ama kısa zaman sonra Suriye'de
atlatılması daha güç bir buhran or­
taya çıktı. Hz. Ali, halife olduğu
sırada, Hz. Osman'ın akrabaların­
dan bazılarının yönetimdeki yerle­
rini değiştirdiği için düşmanlar ka­
zanmıştı. Bunlardan biri, Mekke'­
nin nüfuzlu ailesi Beni Ümeyye
(Emeviler) ailesinden olan Muavi­
ye bin Ebu Sufyan idi. Muaviye,
Ali'yi Osman'ın öldürülmesinde suç
ortaklığı yapmakla suçladı ve ka­
tilleri ortaya çıkarmasını istedi. Bu
istek toplumda büyük destek kazan­
dı. Arapların cıkısasa kısas» kuralı­
na göre, Muaviye ya öldürülen ak­
rabasının öcünü alacak, yada onu­
runu kaybedecekti.
Hz. Ali katilleri ya ortaya çıka­
ramadı yada çıkarmak istemedi.
Hiçbir şey yapmadan kararsızlık
içinde çırpınıyordu. Muaviye onun
bu kararsızlığından yararlanıp, Hz.
Ali'nin suçluları koruduğunu ileri
sürdü. Halkı halifeye karşı kışkırt­
mak için, Osman'ın öldürülürken
giydiği kanlı giyeceği, Şam'daki ca­
mide ortaya çıkardı. Becerikli bir
İslamlıkta hat (yazı-resim) sanatı, özellikle dinsel süsleme alanında
siyaset adamı, yetenekli bir yöneti­
önemli bir yer tutar. Bu yazı - resimlerden. tipik bir örnek, Hz. Ali'nin
ci olan Muaviye, yalnız Suriye hal­
adıyla ıyapılmış cami figürleridir.
kının ve iyi yetiştirilmiş ordusunun
tü. Birçok Müslüman, onun dör­ Ali'yi Osman'ın katillerini yargıla­ değil, aynı zamanda Ali'nin yerle­
düncü değil de ilk halife olması g e ­ madığı için suçlayarak ayaklanan rinden uzaklaştırdığı birçok insa­
rektiğine inanıyordu. Bununla bir­ bir topluluğu çevresine topladı. Des­ nın da desteğini kazanmıştı. Bun­
likte Hz. Ali, halifeliğinin başlan­ tek arayan isyancılar Irak'ta Basra ların arasında Mısır valiliğinden
gıcından itibaren. şiddetli bir diren­ körfezinin kuzeyi nd e yer alan Bas­ alınmış olan zeki Amr İbnül As da
meyle karşılaştı. Birçok düşmanın ra'ya giderek garnizonu ele geçirdi­ vardı.
arasında, sahabeden (Hz. Muham­ ler ve Hz. Ali'ye sadık olan valiyi Sonunda Hz. Ali ordularıyla
med'e Mekke'de inananlarla onu görevinden aldılar. Muaviye'nin üstüne yürümek zo­
Medine'y� davet edenlere toplumca Bu ayaklanmayı bastıracak runda kaldı. İki ordu 657 yılının
verilen ad ) Talha ve Zubeyr ile Hz. ordusu olmayan Hz. Ali, Medine'de temmuz ayında, yukarı Fırat vadi­
Muhammed'in hanımı Ayşe bulunu­ kendisine bağlı birkaç kişiyi topla­ sindeki eski Roma kasabası Siffin'­
yordu. Bazı tarihçiler Hz. Ayşe'nin yıp Basra'nın 320 km. kuzeybatı · de karşılaştılar. . Zorlu bir çarpışma­
Hz. Ali'ye olan düşmanlığının, yıl­ sındaki Küfe'ye gitti. Küfe ile' Bas­ dan sonra Hz. Ali Muaviye'yi geri
lar önceki çölde kolyesini arama ve ra birbirine rakipti ve Hz. Ali KCı.­ çekilmeye zorladığı sırada Amr'ın
Medine'ye yanında genç devecisiyle fe'nin desteğini kazanmayı ve ora­ aklına parlak bir fikir geldi. Mua-
Hz. Peygamberden sonra gelme ola­ da süvariler yetiştirip ayaklanmala­ . viye'nin birlikleri, Kur'an'ın ha­
yına dayandığını ileri sürerler. Hz. rı bastırmak için yola koyulmayı kemliğine başvurduklarını belirt­
Ali , Hz. Ayşe'nin sadakatsizliğinden tasarlıyordu. mek için mızrakıarının ucuna Kur'­
kuşkulananlar arasındaydı ve Hz. İki müs l üman ordusu Basra'da an sayfalarını taktılar; bir yandan
Ayşe onu hiç bağışlamamıştı. karşılaştı. Hz. Ayşe, taraftarlarını da Kur'an'dan bir bölümü yüksek
Hz. Ali'ye düşmanlığının nede­ yüreklendirmek için bir deveye bi­ sesle okuyorlardı : «Karar yalmz Al­
ni her ne olursa olsun, Hz. Ayşe, nerek savaş alanına girdiği için bu lah'a aittir.» Hazreti Ali hileyi an­
Talha ve Zubeyr ile birleşti. Hz. çarpışmaya tarihte «Cemel Vakas111 ladı, ama ordusunun büyük kısmı
32
Allah'ın kutsal sözlerıni taşıyan
düşmana karşı savaşmayı reddetti.
Savaş sona erdi ve Ali'nin isteğinin
tersine anlaşmazlık hakem kararı­
na bırakıldı. . Hakem heyeti görüş­
meleri 6 ay sürdü.
Ali daha başlangıçta hileye
kurban gitmişti. Hakem kararını
kabul etmekle kendi halifeliğiyle
Muaviye'nin valiliğinin aynı düzey­
de olduğunu ve ikisinin arasında
anlaşmazlık olduğunu kabul etmiş
oluyordu. Ali'nin, danışmanları ta­
rafından seçilen hakemi ile Muavi­
ye'nin hakemi birbirine eşit kişiler
değildi. Ali'nin . hakemi Ebu Musa
el Eşari, Muaviye'ninki ise çok kur­
naz bir insan olan Amr İbnül As
idi.
Hakemler 658 şubatında Ez­
ruh'ta toplandılar. Amr'ın bir hile­
siyle Ebu Musa Ali'yi azletti, çün­
kü Amr'ın da Muaviye'yi azledece­
ğine ve yeni bir · halife seçileceğine
inanmıştı. Amr sonradan bu kararı
paylaştığını, ama yeni halife'nin
Muaviye olması gerektiğini söyledi.
Bu olay taraflardan biri lehine ke­
sin bir sor.uç yaratmadı, ama Ali'­
nin durumunu sarstı.
Hz. Ali, bu kararı reddetti.
Ama, isyanlar ve anlaşmazlıklar
sonucu kendi safları parçalandığı
lçin Muaviye ile yeni bir savaş ya­
pamazdı. Bir çok Müslüman da, ka­
rarı insanlara bıraktığı için Ali'nin
Allah'ın dileğini çiğnediğine inanı­
yordu. Onun tarafını bırakarak öte­
ki ayrılanlarla birleşip İslam tari­
hinde Hariciler adı verilen bir top-
1 uluk kurdular ve Medain şehrini
yağmalayarak tahrip ettiler.
İslamlık tarihinde sonradan
karışıklık çıkaracak olan Hariciler,
öylesine büyük bir tehlike oldular
ki, Ali bir süre sonra onlarla da
· savaşmak zorunda kaldı. İki taraf
658 yılının temmuz ayında, Irak'ta
Dicle ırmağının hemen doğusunda­
ki Nehruvan'da çarpıştı. Ali savaşı
kazandı ama yönetimine karşı çı­
kanlar ve İslamlığı bölen ayrılıklar
nedeniyle çok zayıf düşmüştü. Mu­
aviye'ye dahs. fazla meydan okuya­
Hz. Ayşe'nin Ali'ye karşı mücadelesini gösteren bir XVIII. yüzyıt mine
yatürü. Hz. Peygamberin dul eşi Hz. Ayşe, üçüncü halife Osman'ın
madı. Muaviye Suriye'yi İslam top­
öldürülmesinde " 1(z,Ali'yi sorumlu tuttuğu için . Irak'ta, dördüncü ha-
rakları içinde bağımsız · bir devlet life Ali'ye karşı bir ayaklanma düzenlemişti.
olarak yönetti. Hz. Ali'nin toprak­
larına.' Suriyeli süvarileriyle akınlar Hasan'a biat ettiler. Zayıf ve siya­ den önce oğlu Yezid'i önce SUriye'de
yaparak, hatta Mısır'ı denetimi al­ sal hırsı olmayan bir insan olan Ha­ sonra öteki eyaletlerde halife ilan
tına alarak Hz. Ali'nin yetkisini san, birkaç ay sonra Muaviye'den etti. Muaviye'nin 661 yılında halife
sarstı. aldığı para karşılığında halifelik id­ oluşundan, 750 yılında Şam'da
Hz. Ali, Haricileri yenişinden 2. diasından vazgeçti. Muaviye en so­ Emevi soyunun sona erdirilmesine
yıl sonra , dua etmek için KUfe'de nunda halife oldu (66 1 ) . kadar, 14 Emevi, halifellği oğulla­
bir camiye girerken, Haricilerden Artık İslamlığın başlıca şehri rına yada ailenin başka bir üyesi­
Abdurrahman bin Mulcem tarafın­ 1 Şam'dı. Muaviye müslümanlığın ne devrederek hüktim sürdüler.
dan hançerlenerek şehit edildi ( 24 yeni başkentini bildiği, yönettiği, Bu on dört Emevi Halifesini sı­
ocak 661 ) . Hz. Ali'nin korkuya ka­ siyasal ve askeri gücünün kaynağı rasiy la ve halife oluş tarihleriyle
pılan mü'minleri, en büyük oğlu oları topraklarda kurdu ve ölümün- sayalım : Muaviye bin Ebu Süfyan
33
Muaviye ve Peygamberin arkadaşlarını gösteren bir XIV. yüzyıl minyatürü. Ebu
Sufyan'ın oğlu olan Muaviye, önceleri babası ile birlikte ticaretle uğraşmış, son­
ra Hz. Peygamberin yanında çaiıştnıştı. Muaviye, daha sonra da Suriye valisi
olmuş ve Kudüs'te halifeliğini ilan etmiştir.
( temmuz 66 1 ) ; Yezid bin Muaviye kezileştirmek için çalıştılar. Muavi­ lü duvarlar arasında ruh ve beden
(nisan 680) ; Muaviye (il) bin Ye­ ye'nin yönetimi inandırmaya daya­ hazlarına dalmış olarak yaşıyorlar­
zid (kasım 683) ; Mervan bin el Ha­ nıyordu. Bununla birlikte daha son­ dı. İslamlık öncesi devirlerden be­
kem (haziran 684) ; Abdülmelik bin ra gelen Emevi Halifeleri, impara­ ri ortadan kalkmış olan eski arap
Mervan (nisan 685 ) ; Velid bin Ab­ torluğun denetimindeki Suriye or­ şiiriyle ve arap soylarıyla övünü­
dülmelik (ekim 705) ; Süleyman dusuna güvenerek daha otokratik yorlardı.
bin Abdülmelik (şubat 7 15 ) ; Ömer oldular. Emeviler aynı zamanda yete­
bin Abdülaziz bin Mervan ( ekim Emeviler zamanında, arap etki­ nekli askeri önderlerdi ve onların
7 1 7 ) ; Yezid {il) bin Abdülmelik sinde özel bir İslam kültürü biçim­ zamanında, -VIII. yüzyılın ilk ya­
(şubat 720) ; Hişam bin Abdülmelik lenmeye başladı. Fethedilen yerler­ rısında- İslamlığın ikinci büyük
(ocak 724) ; Velid ( i l ) bin Yezid de kayıt tutmak için kullanılan yu­ fetihler dalgası başladı. Müslüman
(il) (şubat 743 ) ; Yezid (111) bin nanca ve acemcenin yerini arapça orduları Orta Asya'da, Hindistan'da
Velid bin Abdülmelik (nisan 744) ; aldı ve arapça yönetimin resmi dili İndüs vadisine kadar, Batı'da Ku­
İbrahim bin Velid bin Abdülmelik oldu. Hükümdarlarının resimleri ile zey Afrika ve İspanya üzerinden
( ekim 744 ) ; Mervan (il) bin Mu- · süslü bizans ve iran paralarının Atlas Okyanusu'na kadar ilerledi­
hammed bin Mervan ( aralık 744) . yerini, Kur'an'dan alınan yazılarla ler. Emevilerin yüreklilikleri bir İs­
Emeviler kendilerinden önceki süslü altın dinarlar ve gümüş dir­ lam komutanın sözlerinden anlaşı­
Halifelerin uyguladıkları sistemler­ hemler aldı . Atlı posta arabaları labilir. Tarik bin Ziyad, 7 1 1 yılında
den kesin sapmalar yaptılar. Yalnız için yollar ve konak yerleri ile ge­ süvarilerini Cebelitarık'a çıkardığı
hanedanın veraset kurallarını değil, niş bir haberleşme sistemi kuruldu. zaman bütün gemilerin yakılmasını
aynı zamanda müsl üman devletinin Halkın çalışacağı, uzun süredir unu­ buyurdu ve askerlerine <1Deniz ar­
yönetimini de değiştirdiler. Muavi­ tulmuş su kanallarının bakımını kanızda, düşman da önünüzde. Al­
ye dinsel bir önder olmaktan çok da kapsayan, pek çok tasarının uy­ lah adına yüreklilik ve kararlılığı­
bir kral gibi yaşıyordu. Çevresini bir gulanmasına girişildi. Çok ince ya­ nızdan başka kurtuluş yolunuz yok,,
şeyh gibi, kendisiyle korkusuzca ko­ pılı camiler yapıldı : örneğin , Şam'­ diye bağırdı.
nuşabilen danışmanlarla çevirdi ve daki göz kamaştırıcı Ümeyye Camii. V III. yüzyıl içinde hemen bütün
erişilinebilir, açık bir lider olarak Emeviler özel hayatlarında im­ İber yarımadası müslümanlarm
kaldı. Hz. Ömer'in ölümünün ardın­ paratorluğun ürünlerinden yarar­ eline geçti. Doğu'da Suriye'nin fet­
dan gelen iç ayaklanmalar sırasın­ lanıyorlardı. Şehir hayatının dertle­ hinden beri kesintilerle sürüp gi­
da sarsılan devlet yönetim sistemi­ rinden kaçmak için, büyük paralar den bizanslılarla düşmanlık daha
ni, yeniden d üzenledi. Muaviye ve harcayarak yaptırdıkları çöl saray­ da şiddetlenmişti. İslam orduları
ondan sonra gelenler, halifenin yet­ larında oturuyor, kuş, hayvan ve yaptı.klan bir seferde İstanbul'a ka­
kisini daha güçlenclirmek ve mer- danseden kızların resimleriyle süs- dar ilerleyip Bizans başkentinin çok
34
yakınıncıa önemli bir yer ele geçir­
diler ve geri çekilmek zorunda ka­
lıncaya kadar altı yıl ellerinde tut­
tular.
Ama iç zayıflamalar ve anlaş­
mazlıklar, sonunda Emevileri çö­
küntüye götürdü. Yönettikleri top­
raklardaki iktisadi ve toplumsal
eşitsizlikler direnmelere yol açtı.
Ve Müslümanlar bir kez daha an­
laşmazlıklar sonucunda bölündüler ;
hoşnut olmayan toplulukların en
büyüğü, İslamlığı sonradan kabul
etmiş olan mevalilerdi. Araplar on­
ları aşağı gördükleri için eşit dav­
ranmıyor, sözgelimi, arap olmayan
bir müslüman ile evlenmeyi toplum­
sal bir leke sayıyorlardı. İslamlığı
sonradan benimseyenlerin çoğu, İs­
lam ordularında savaşır, ama genel:.
likle süvari değil piyade olarak kul­
lanılırlar ve daha az para alırlardı.
M üslüman olmayanların daha fazla
vergi ödemeleri gerektiği için, son­
radan Müslüman olmak hoş karşı­
lanmıyordu. Mevalilere katılan
araplarsa , askeri aristokrasiden ol­
madıkları için askerlere verilen ma­
aşları alamayan ve toprak vergisi
ödemeye zorunlu kılınan araplardı.
Bu eşitsizliğin bir gün bir pat­
lamaya yol açacağını anlayan Eme­
viler, peşpeşe yeni tedbirler almaya
çalıştılar. Bu konuda en büyük aşa­
mayı, Emevi hükümdarlarının en
ünlüsü olan Ömer bin Abdülaziz bin
Mervan yaptı. Halifeliği sırasında
( 7 1 7 - 720) seferlere çıkmaya son
verip kendini vergi reformlarına
adadı. En önemli başarılarından bi­
ri, Müslüman olanların tümünü, din
vergileri dışındaki bütün vergiler­
den bağışık tutan eski yasayı ye­
niden koymasıdır.
Ne var ki, bu hareket ne kadar
iyi niyetli olursa olsun, İslam ik­
tisadı üzerinde kötü etki yaptı. Ye­
ni siyaset, Mısır'ı büyük ölçüde et­
kiledi. Orada görevli bir memur,
uİsliimlığı kabul edenler, vergiler­
den elde edilen geliri öylesine azalt­
tı ki 20 000 dinar borç almak zorun­ Ortaçağda Arap - Hıristiyan mücadelesini konu alan bir XIV. yüzyıl­
da kaldım» diyerek Ömer'den bu minyatürü ( Biblioteca Marciana, Venedik)
yasayı kaldırmasını istedi. Ömer ka­
rarından dönmedi ; ama reformları ni halife yapmak istediler. Hüseyin gün ellerind e tuttuktan sonra öldü­
çok pahalıya maloluyordu. Ondan ailesiyle ve taraftarlarından oluşan rerek, kafıasını Şam'da bulunan Ye­
sonraki halifeler de, devleti yıpra­ küçük bir toplulukla Medine'den zid'e gönderdiler. Hz. Peygamber'in
tan iktisadi soruna bir çözüm yolu babasının eski baş�enti olan Küfe'­ torununun öldürülm esi İslam dün­
bulamadılar. ye doğru yola çıktı. Orada yeni ha­ yasında büyük bir sarsıntı. yarattı
Yöneticilerden hoşnut olmayan life olarak karşılanacağını umuyor­ ve Erneviler 'in düşmanlarını artır-,
pek çok kişi, Emevilere karşı olan du. Ama yolda, Kerbela denilen yer­ dı. Hüseyin' in öldürüld üğü gün,
topluluklara katıldılar. Bu topluluk­ de, Muaviye'nin oğlu yeni halife Ye­ bugün hala İslam dünyasın ın bazı
lar arasında başlıcaları , Emevilerin zid'in süvarileri tarafından durdu­ yerlerinde yas günüdür.
halifeliği gerçek varislerinden yani ruldu ve geri dönmesi söylendi. Hü­ H.zc. Muhammed'in çok önceleri
Hz. Ali ve çocuklarından gaspettik­ seyin'in taraftarları onu bu buyru­ son verdiği kabile savaşları yeniden
lerine inan.an Hariciler ve Şiilerdi. ğa karşı durmağa zorladılar. Bunun başladı. Bedevi kabileleri özgürlük
Muaviye 680'de ölünce, Şiiler üzerine çıkan çarpışmada Yezid'in anlayışlarını kaybetmemişlerdi ve
Hz. Ali'nin küçük oğlu Hüseyin'i ye- birlikleri Hüseyin'i yakaladılar, 1 0 her çeşit merkezi otoriteye karşıy-
35
halife olmadıklarını, dünya zevkle­
rine düşkün, ahlaka aykırı bir ha­
yat yaşadıklarını yaydılar. Kendi­
lerinin, İslamlığı yeniden, ccdoğru
yol gösterilmişıı halifelerin yolun­
dan giden gerçek bir teokrasi hali­
ne getireceklerine söz verdiler.
747 haziranında Abbasiler, son­
radan simgeleri olacak siyah bay­
raklarını . açtılar. İran'daki Emevi
valisini devirerek iktidarı ele ge­
çirdiler. İranlı komutan Ebu Müs­
lim'in yönetiminde batıya doğru
ilerlediler ve karşılarına çıkan Eme­
vi ordularını yendiler. Emevilerin
henüz Suriye'de egemen oldukları
sırada, Ebül Abbas 749'da halife
ilan edildi. Ertesi yıl Abbas'ın bir­
Ükleriyle Emevi halifesi Mervan
II'nin birlikleri Irak'ta, Dicle'nin
bir kolu olan Büyük Zab kıyısında
karşılaştılar. Mervan II'nin ordusu
bozguna uğradı, halife Mısır'a kaç­
tı ama orada yakalanıp öldürüldü.
Ve başı yeni Halife Ebül Abbas'a
armağan olarak gönderildi. Böyle­
ce Emevi hanedanı sona ermiş,
merkezi Küfe şehri olan Abbasi ha­
lifeliği kurulmuştu (750 ) .
Ebül Abbas'ın halifeliğini ilan
ettiği 749 yılından Moğol H üküm -
darı Hülagü'nün Bağdat'a girdiği
1258 yılına kadar 35 Abbasi hali­
fesi tahta çıktı. Bu otuz b.eş halife­
yi sırasıyla ve halife oluş tarihleriy­
le sayalım :
Ebiil Abbas (750) ; Mansur
(754) ; Mehdi (775) ; Harunürreşid
(786) ; Emin (809 ) ; Memun ( 8 1 3 ) ;
Mutasım (833) ; Vasık (842 ) ; Mü­
tevekkil (847 ) ; Muntasır (861 ) ;
Müstain (862 ) ; Mutez (866 ) ; Muh­
tedi (869) ; Müstain (892 ) ; Mukte­
fi (902) ; Muktedir (908 ) ; Kahir
(932) ; Radi (934) ; Muttaki (940) ;
Mustakfi (944 ) ; Muti (946 ) ; Tai
( 974) ; Kadir (99 1 ) ; Kaim ( 1 03 1 ) ;
Muktedi ( 1 07 5 ) ; Mustazhir ( 1094 ) ;
Mustarşid ( 1 1 1 8 ) ; Reşid ( 1 1 35) ;
'Muktefi il ( 1 136) ; Müstencid
Arap - Hıristiyan mücadeleleri ortaçağ hıristiyan sanatını da derinden ( 1 160) ; Mustadi ( 1 170) ; Nasır
etkilemiştir. Özellikle İspanya'nın VIII. yüzyılda müslümanlar tara­
( 1 1 80) ; Zahir ( 1 225 ) ; Mustansır
. tından fethi konusu ortaçağ hıristiyan minyatürcülf!rinin sık sık iş­
ledikleri konulardan biridir ( Biblioteca Marciana, Venedik) . ( 1 226 ) ; Mustasım ( 1258 ) .
İslamlığın yeni yöneticileri ve
. dılar. Küçük topluluklar halinde torunu olan Ebül Abbas idi, hare­ taraftarları, Emevilerden geri ka­
kendi aralarında savaşmaya son ketin merkeziyse İran'daydı. İran­ lanları sistemli biçimde ortadan kal­
vererek iki büyük hizip halinde ör­ lılar Emevilerden hoşnut değildiler; dırmaya başladılar. Abdullah adın­
' gütlendiler. Hemen her zaman bir­ onları aşağı gören kibirli arap fa­ da iranlı bir general, Emevi ailesin­
biriyle savaş halinde olan bu hizip­ tihlerinden daha üstün bir kültü­ den geri kalan 80 kişiyi bir şölene
ler, İslam siyasetinde önemli rol rün varisleri olduklarına inanıyor­ davet etti. Ziyafetin en coşkun
oynadılar ve destekleri zaman za­ lardı. Abbasiler bu gizli kalmış hoş­ anında tümünü öldürttü ve ölüle­
man halife seçimini bile etkiledi. nutsuzlukları ortaya çıkararak, yal­ rin üstlerini örttürerek yardımcı­
Emeviler bu güçlüklerle uğra­ nız İranlıların değil, Emevilerden larıyla şölene devam etti. Emeviler­
şırken, sonunda onların saltanatına çeşitli şikayetleri olan müslüman den yalnız biri «Kureyş şahini)) de­
son verecek olan yeni bir devrimci arapların da desteğini kazandılar. nilen Abdurrahman kurtulabildi ve
topluluk ortaya çıktı : Abbasi toplu­ Emevi hanedanını baltalamak için İspanya'ya kaçarak, 200 yıl yaşayan
luğu . Abbasilerin önderi Hz. Mu· yoğun bir propaganda kampanya­ Kurtuba Emirliği'ni kurdu ( 15 ma­
hammed'in amcalarından birinin sına giriştiler. Emevilerin gerçek yıs 756) .
36
Abbasiler öc alma · işini ölmüş
Emevi halifelerinin . mezarlarını aç­
tırıp cesetlerini çıkartmaya kadar
vardırdılar. Yalnız tek dindar Eme­
vi halifesi saydıkları Ömer bin Ab­
dülaziz bin Mervan'ın mezarına do­
kunmadılar.
Abbasiler, istikrarlı bir devlet
kurmak amacıyla, kendilerinden
farklı düşünen bütU.n toplulukları
-iktidar mücadelesinde onlara
yardım etmiş olanları bile- orta­
dan kaldırmağa uğraştılar. Çok geç­
meden, Şiiler aldatıldıklarını anla­
dılar. Abbasiler onlara yalnız da­
valarında yardımcı olmamakla kal­
mayıp eziyet bile ettiler. Yeni dev­
let adamları, huzursuzlukları için­
de, kendilerine iktidarı ele geçfr­
mekte yardımcı olanları da idam
ettiler. Abbasi ordusunu Emevilere
karşı yöneten Ebu Müslim, halife
ile bir görüşmedeyken paramparça
edildi ve kafası sarayın dışında bek­
leyen taraftarlarına atıldı. Ziyafet
sırasında 80 Emeviyi kılıçtan geçir­
ten komutan da, daha sonra halife
olmak çabasında bulunmak hatası­
na düşti'ı ve hemen cezaevine atıl­
dı. 7 yıl sonra çıkarılarak, büyük bir
törenle, özellikle onun için yapılmış
bir eve götürüldü. Ama bu ev tuz­
dan yapılmıştı. Tuz yavaş yavaş eri­
di ve sonunda üzerine yıkılarak me­
zarı oldu.
Abbasi hanedanı 500 yıl sürdü.
786-809 yıllarında Harunnürreşit'in
halifeliği sırasında en parlak döne­
mine ulaştı. Harunürreşit, yeni baş­
kent Bağdat'taki sarayından, dün­
yanın en güçlü kültürünü yönetti
ve bu süre içinde İslamlık, «Altın
Çağı» nı yaşadı.
Hariri'nin Makamat'ından alınan bu minyatür «Hacılar Kervan�-ı.
adını taşıyor. XIII. yüzyıla ait bu minyatür, İsldm sanatında Bağdad
1
altın çag Okulu'nun gerçekçi geleneğini ortaya koymaktadır.

Abbasi yönetiminin ilk devre­ Yeni halifenin ilk yılı ayaklanma­ kadar Irak'ta birçok gezile�e çıktı­
lerini belirleyen şiddet hareketlerin­ larla doluydu. Bu ayaklanmalar, ğı söylenir. Sonunda İran'in eski
den, IX. yüzyıl başında bolluk için­ Mansur'a halifelikte rakip olanlarla, başkenti Ktesiphon'un üçyiız km.
de yaşayan, kültür düzeyi çok yük­ Ali'nin varislerinden birini halife kadar kuzeybatısında eski ibir köy
sek bir İslam uygarlığı doğdu. Ama olarak görmeyi uman ve hayal kı­ olan Bağdat'ı seçti.
bu dönem, gece gökyüzünde · hızla
i
rıklığına uğrayan Şiiler yönetiyor­ Başından itibaren Bağ�at'ın en
kayan bir gfü:taşına benziyordu. lardı. Ama Mansur düşmanlarını doğru seçim olduğu görül � ü. Bağ­
Canlılığıyla kendi kendini yiyip tü­ yok etmek için atalarının yolunu dat, Dicle'nin batı kıyısınd� , verim­
ketti. X. yüzyılın ortasında, güç- izledi ve bir müddet sonra ayaklan­ li bir ovanın ortasında, Dide ile Fı­
1 ü Abbasi halifeleri, ipleri kendi maları bastırarak gücünü arttırdı� rat'ı birleştiren kanalın yanında
Türk askerlerinin elinde olan birer Aynı zamanda yeni bir başkent kurulmuştu. İki ırmak bu fı.oktada
kukla gibiydiler. için yer arıyordu. Abbas'ın Haşimi­ birbirlerine aralarında 3(j)O km.
Abbasiler yönetimlerinin başın­ ye'deki başkentinin iki sakıncası uzaklık kalıncaya kadar yak.ıaşıyor­
da, başkentlerini Şam'dan Doğu'ya vardı : stratejik olarak yeri iyi de­ lardı. Şehrin yeri, ticarete ; çok el�
KUfe yakınındaki Haşimiye'ye ğildi ; uzun süre ayaklanmaların verişliydi. Hem denizden, l}em ka­
(Irak) taşıdılar ve İslamiyet'e son­ merkezi olan Kufe'ye çok yakındı. radan, Uzakdoğu'dan Akdep iz'e ve
radan gelecek Doğu etkilerinin ha­ Mansur'u yeni bir başkent kurma­ Avrupa'ya gelen büyük ticaret yol­
zırlayıcısı oldular. Ebül Abbas, 754' ya iten başka bir neden daha var­ larının kavşak noktalarını 1 kontrol
te, dört yıl halifelik yaptıktan sonra dı. Başkentin, Abbasi gücünün gör­ ediyordu. Bağdat, Mansur !tarafın­
çiçek hastalığından ölünce, yerine kemli bir simgesi olmasını istiyordu. dan başkent seçilmeden öı\lce bile,
kardeşi Ebu Cafer - til Mansur geçti. Halifenin, elverişli bir yer bulana tüccarların buluştuğu, aylık pana-
37
Bir müslüman «emir» i gösteren gravur. Bu unvanı, halifeler, «Emir -

ili mü 'min.ın.> ( mü 'minlerin komutanı) , A b basilerdeki türk yön�ticiler


ise, «başkomutan» anlamında kullanmışlardır.

yırların kurulduğu bir yerdi. Çevre­ iere yer veren ilk halifedir) . Yeni
sinde iki ırmak olması ve sulama kenti kurmak için imparatorlukta­
kanallarının ortadan geçmesi nede­ ki her şehirden en usta sanatçıların
niyle toprak zengindi . Ayrıca, düş­ gönderilmeleri buyuruldu. İslamlı­
manlar yalnız gemi yada köprülerle ğın her köşesinden, Suriye, Mısır,
yanaşabilecekleri için başkent ola­ Mezopotamya ve İran'dan yüzbin
rak kolayca savunulabilirdi. işçi toplandı ve bu olağanüstü şeh­
Dicle ve Fırat arasında yükse­ ri kurmak için yıllarca çalışıldı.
len bu <<adan , Mansur'a göre, «dün­ Bağdat'a <<çember sehirn adı
yanın pazar yeri » olacaktı. Man­ verilmiştir. Günün İran şehirlerin­
sur, ıcbenden önce gelenlerin bura­ den esinlenerek yapılan Bağdat şeh­
yı farketmemesini sağlayan ve bu ri, üç km. çapında bir çember biçi­
yeri bana saklayan Allah'a çok şü­ minde güneşte kurutulmuş tuğla­
kür. Allah adına burayı kuracağım lardan kuruldu. Ortak merkezleri
ve yaşayabildiğim kadar burada olan çember qiçiminde içiçe üç sur­
oturacağım. Benden sonra gelenler dan oluşuyordu. En dıştaki sur da
ele burada kalacaklardır. Bu şehir derin bir hendekle çevrilmişti. Bu
dünyadaki en bayındır şehir olacak­ üç surdan en büyüğü ortadaki idi.
tm> dedi. Mansur'un seçimi etkile­ Gözetleme kuleleri ile pekiştirilmiş­
yen bir başka neden de. tarımsal, ti. Öteki surlardaki gibi, karşılıklı
ticari ve askeri üstünlüklerinin ya­ noktalarda askerler tarafından ko­
nısıra, şehirde sivrisinek bulunma­ runulan dört büyük kapısı vardı.
ması ve gecelerin serin olmasıydı. Çember şehir, imparatorluğun
Mansur yeni başkente Medinet­ yönetim merkezi olarak tasarlan­
ül Selam (Sakinlikler Şehri) adını mıştı. Bağdat halkı surların dışında
verdiyse de halk, Bağdat demeye oturuyordu. Dış sur ile orta sur ara­
devam etti. Yeni binaların temelle­ sındaki boşluk , savunma amacıyla
Halife Abdül Malik'in 695 - 697 arasında ri 762 yılının ağustos ayında atıldı. b ırakılmıştı. Orta sur ile iç sur ara­
bastırdı(iı sikkeler. Bu sikkelerin üze­ Bu tarih müneccimlerinin yapıma sında ise saray halkının ve askeri
rinde lsllim dinini yücelten yazılar bu- başlamak için uygun buldukları ta­ memurların evleri yer alıyordu. En
lunmaktadır. rihti (Mansur sarayda müneccim- iç surun arkasındaysa halifenin
38
Tunus'taki Büyük Cami'nin genel görünümü. Bu cami M.S. Vll. yüzyılda inşa
edilmiş, 836 ve 875-902 yılları arasında büyük ölçüde onarım görmüştür. İslam
mimarisinin en eski örneklerinden biri olan bu camiir,ı sütunlarından çoğu,
İslamlık-öncesi yapılardarı alınarak kullanılmıştır.
ailesiyle, ordu komutanı ve polis yer alan her sokakta, altlarında luklardaki tekelini kaybetti. Bir za­
amiri gibi en yüksek memurlar ya­ dükkanlar bulunan kemerler sıra­ manlar kendilerine ayrıcalık tanı"
�ıyorlardı. Çember şehrin en önemli lanmış, böylece dört ana çarşı orta­ nan arap süvarilerinin yerlerini
yerinde halifenin sarayı yer alıyor­ ya çıkmıştı. Şehrin kenar semtleri iranlı askerle.r aldılar. Artık me­
du. Bu saray mermerden ve eski surlar çevresinde kısa sürede geniş­ murlar ve yöneticiler imparatorlu­
Pers başkenti Ktesiphon'dan geti­ lediler ve Dicle'nin doğu kıyısına ğu meydana getiren çeşitli uluslar­
rildiği söylenen taşlardan yapılmış­ yayıldılar. X. yüzyılda, başkentin dan seçiliyordu. Kişiler toplumdaki
tı. Yanında bir cami vardı. Mansur nüfusu aşağı yukarı 1 ,5 milyona yerlerini geçmişte olduğu gibi do­
bir halifenin imparatorluğun mer­ yaklaşmıştı ve pazar yerleri kenar ğuştan değil, kendi yetenekleriyle,
kezinde yaşaması gerektiğini 0 söy­ semtlere taşınmıştı. Bu hareket, halifenin gözüne girmekle sağlıyor­
leyerek bu noktayı seçmişti. merkezdeki şehre girenlerin sayı­ lardı. Yeni memurların çoğu, kendi
Sarayın iki çarpıcı özelliği sını azalttı ve memurların girip çı­ gelenek ve düşünce biçimlerini ge­
vard ı : altın kapı ile halifenin kabul kanları daha rahat kontrol edebil­ tirmiş iranlılardı. İranlıların ve öte­
salonunu örten kırk metre yüksek­ melerini sağladı. ki arap olmayan Müslümanların et­
liğindeki yeşil kubbe. Kubbenin te­ Bağdat birçok yönüyle İslam kileri , İslamlığa Abbasi ailesinin
pesinde, bir nöbetçi gibi şehre tepe­ imparator1 uğundaki değişiklikleri içindeki evlilikler yoluyla da girdi.
den bakan, eli mızraklı bir süvari yansıtmaktaydı. Şehrin planında Ailenin temelde arap olmasına kar­
heykeli vardı. Daha sonra ortaya görülen İran etkileri İslamiyetin şılık, hanedanın 37 halifesinden pek
çıkan bir efsaneye göre, bu heykel özelliğini yeniden çizmeye yardım­ azının anneleri araptı.
i<endi ekseninde dönerek impara­ cı oldu . Yavaş yavaş İran'ın parlak Bunun sonucunda, imparator­
torluğu tehdit eden tehlikelerin kültürü Irak'a girdi ve müslüman­ luğun yönetiminde önemli değişik­
yönünü işaret ederdi. ların hayatının her vönünü etkile­ likler oldu. Abbasilerin devleti ele
Çember şehir, içinden geçen, meye başladı. geçirmelerinden önce, daha Emevi
birbirine dikey olan ve kapıların İmparatorluk, araplar tarafın­ halifeleri zamanında otokratik bir
içinden geçerek bunları birbirine dan getirilen dini ve dili korudu, yönetime yönelinmişti. Bu eğilim
bağlayan iki anayol ile dörde bölün­ ama öteki yönlerden araplar artık giderek çoğaldı ve sonunda Abbasi
müştü. Bu büyük caddeler şehrin üstünlüklerini kaybetmişlerdi. Ab­ halifeleri İran kralları gibi mutlak
merkezinden rahatça yönetilmesini basi yönetiminde devlet ilk olarak hükümdarlar halini aldılar: Yüzyıl­
sağlarlardı ; ayrıca şehrin kuruluş uluslar arası bir özellik kazandı. Fe­ lar boyunca İran kralları hem hü­
yıllarında ticaret için de yararlıydı­ tih savaşlarının sona ermesiyle, kümdar hem de yarı kutsal varlık­
lar. En iç surla orta sur arasında Arap aristokrasisi yüksek memur- lar olarak hüküm sürmüşlerdi.
39
Mutlak güçlerini ıyıce belirtmek ri'nin varisleri değil, yeni rollerinde Halid'in oğlu Yahya babasından
için kendilerini gözkamaştırıcı tö­ Allah'ın vekili idiler ve kendil erine sonra vezir olmak üzere yetiştiril­
renlerle çevreler, esrarlı bir hava ccAllah'ın yeryüzündeki gölgesi>1 di­ di.
yaratmak için krallığın önemli ki­ yorlardı. İslamlığın dinsel örgütünü Bermekilerin Abbasilerin entri­
şilerini halktan gizlerlerdi. devlet denetimine alma. çabası için­ kalarına yakından karıştıklarını,
Abbasi hcılifeleri de bu örneği de, halifeler, ileri gelen din adamla­ hatta varislerin a�;anmasını yönet­
benimsediler. Bağdat'ın ortasında, rı çevrelerinde tutuyor ve onları et­ tiklerini Yahya'yla ilgili bir hikaye
saraylarının duvarları arkasına çe­ kilemeğe çabalıyorlardı. Daha son­ ortaya koyar. Mansur 775'te Hac'­
kilip parlak bir hayat yaşadılar. raları bir Arap tarihçisi şöyle yaza­ dan dönerken ölünce, yerine _ önce
Mansur, ailesine ve saraydakilere caktır : ccBu hanedan, din ile krallı­ oğlu, sonra da torunu Hadi geçti.
pahalı ipek elbiseler giymeden, gü­ ğı birbirine karıştıran bir siyaset Hadi'nin babası halifeyken, Hadi
zel kokular sürmeden halka görün­ güdüyordu� En ıyı ve en dindar ölünce yerine küçük kardeşi Harun'
memelerini bvyurdu. Halifenin huzu­ adamlar onlara din nedeniyle bo­ un (HaPUnürreşid) geçmesini bu­
runa birkaç kişi dışında kimse çıka­ yun eğiyorlardı; geri kalanlar ise yurmuştu. Ama Hadi, halifeliği kar­
mazdı; bu birkaç kişi de huzura çı­ korku nedeniyle>1. deşi Harun yerine oğluna bırakmak
kabilmek için sayısız nöbetçi ve ma­ Halifeler giderek devlet yöne­ istediğinden, Harun'dan varislikten
beyincinin yanından geçmek zorun­ timinden daha da uzaklaştıkça, ye­ vazgeçmesini istedi ama Harun
daydı. Halifenin şatafatlı bir perde ni bir güçlü kişi , vezir ortaya çıktı. özel hocası ve danışmanı olan Yah­
ile kapalı tahtına erişince, secdeye Vezir, yönetilen ile yöneten arasın­ ya'nın ·etkisiyle bu isteği ka.bul et­
varıp yeri öpmeleri gerekti. Bu ge­ da aracıydı. Halifenin temel vekili medi.
lenek Arabistan'ın ilkel demokrasi­ ve imparatorluğu yürütmekle gö­ Yahya genç efendisine ava git­
sine çok yabancıydı. revli tek elçisi idi. Öylesine güçlü mesini, elden geldiğince uzun süre
Halifenin mutlak gücünü daha bir yetkisi vardı ki halifeden sonra şehirden uzak kalmasını öğütledi.
parlak ve dehşetle hatırlatan şey gelen ikinci adamdı. Vezirin rolü­ Hikayeye göre, Yahya yıldız falın­
celladın kullanması için tahtın önü­ nün iıe olduğu, ilk beş Abbasi hali­ dan Hadi'nin doğum gününde öle­
ne serilmiş olan deriden yapılmış fesinin ·yanında danışman olarak ceğini öğrenmişti. Hadi Yahya'nın
halıydı. Cellat, yalınkılıç halifenin görev alan Bermekiler ailesi tara­ yaptığını öğrenince tutuklanmasını
arkasında durur, hükümdarı kızdı­ fından saptandı. ve öldürülmesini buyurdu. Ama
racak herhangi bir talihsizin boy­ Ebül Abbas, Doğu İran'lı budd­ Yahya'nın öldürüleceği akşam hali­
nunu vurmak için beklerdi. p.acı bir rahibin oğlu olan l!alid fe de hastalanıp öldü. 23 yaşındaki
Abbasiler halk üzerindeki dene­ Bin Bermek'i imparatorluğun mali­ Harun, halife oldu; Yahya'yı kur­
timlerini pekiştirmek için hüküm­ ye vekili yaparak B ermekileri üne tardı, vezir yaptı. Yahya'ya, ccBa­
dar ile din arasındaki bağ üzerinde kavuşturdu. Halid, halifeye öylesi­ bam, senin falın ve öğütlerin beni
çok duruyorlardı. Bu düşüncede ne yakınlaştı ki, kızma Abbas'ın bu yere getirdi. Şimdi sana bütün
iranlılarıiı bir sözünden ccdin ve hü· karısı baktı. Abbas'tan sonra başa gücümle bütün yetkileri veriyo­
kümet ikiz kardeştir» diyen sözden geçen Mansur devrinde, Halid daha rum» dedi. Yahya, iki oğlu Fasıl ve
esinmişlerdi. · 'Halifeler yönetimleri da yükseldi. İran'da çeşitli bölge­ Cafer'in yardımlarıyla devletin bü­
nin kutsal yönünün simgesi olarak lerin yöneticiliğine getirildi. Bu dö­ tün denetimini ele geçirdi.
önemli dinsel günlerde Hz. Pey­ nemde Halid, Mansur'a karşı bir Bermekiler gerçekten kusur­
gamberin giydiği harmanilerden gi­ ayaklanmayı ezerek ve daha qirçok suz yöneticilerdi ; ama yönetimleri
yerlerdi. Artık Allah'ın Peygambe- hizmetlerde bulunarak göze girdi. acıklı biçimde sona erdi. Yahya 1 7
40
Camilerdeki süslemeler İslam sanatında önemli yer tutar. Resimde ince bir
·zevkle süslenmiş bir mihrav görülmektedir.
yıı Harun'a vezirlik yaptı. Yahya'­ ki oğlu Fadıl'ı da tutuklattı. Her İthal edilen bu l üks eşya halk
nın oğulları Harun'un oğullarının ikisi de cezaevinde öldüler. Berme­ tarafından tutulunca, yerli işçiler
özel hocalarıydılar ve özellikle Ca­ kilerin geniş servetlerine el kondu, benzerlerini yapmaya başladılar.
fer, Harun'un en sevdiği arkadaşı ailenin öteki üyeleri de ortadan kal­ Pazar büyüdükçe yapımlar arttı ;
oldu. Harun, Cafer'e olan sevgisini dırıldı ve güçleri son buldu. ticaret gelişti. Mansur'un Bağdat
göstermek için onun en sevdiği kız­ Halifelik çevresinde dönen en­ için söylediği «dünyanın pazar yeri
kardeşiyle evlenmesine izin verdi. trikaların ve şiddet hareketlerinin olacak» sözleri böylece doğrulanmış
Bunun yalnızca ismen bir evlilik ol­ yanısıra, Abbasiler İslamlığa Altın oldu .
masını, asla gerçek bir karı-kocalı­ Çağı'nı yaşatan bir refah sağladılar. Orta Asya'dan Kuzey Afrika'ya
ğa dönüşmemesini tasarlamıştı. Fetihler devri sona ermisti ; impara­ Akdeniz limanlarına ve İspanya'ya
Ama, efsaneye göre halifenin kız­ torluk hem kendi içinde, hem de giden büyük kervanların yolları
kardeşinin Cafer'den bir oğlu oldu komşularıyla barışı sağlamıştı. Aynı Bağdat'tan geçiyordu. İmparatorlu­
ve bunu ağabeyinden saklamayı ba­ zamanda İslamlığın elde ettiği top­ ğun gemileri Uzak Doğu toprakları
şaramadı. Halife bu nedenle yada rakların geniş olanaklarına sahipti. (yani Hindistan, Çin, Seylan) ile
Bermekiler'in giderek gelişen güçle­ Bunlardan yararlanıldığını, Bağ­ Basra körfezi ve Kızıldeniz limanla­
rinden korkması nedeniyle, 803 yı­ dat'ın gösterişliliği ve imparatorlu­ rı arasında ticaret malları taşıyor­
lında haremağalarından birini Ca­ ğun gelişen öteki şehirleri ortaya lardı. Bağdat iskelelerine yanaşan
fer'in boynunu vurmağa yolladı. koyuyordu. İranlılar İslam dünya­ gemiler, dünyanın dört bir yanın­
Cafer'in başı getirildiğinde ha­ sına tavla ve satrancı öğrettiler. dan mal getiriyorlardı : Çin'den,
lifenin ağladığı ve sanki ona hak­ Uzak Doğu'dan kağıt ve porselen ipek, mürekkep, tavus kuşu, porse­
sızlık yapan canlı bir insanla konu­ getirdiler. Aşçıları yeni doğu yemek­ len, baharat ; Hindistan'dan yakut,
şuyormuş gibi cıCafer, seni ben ar­ leri yapıp sofraları masalar üzerin­ gümüş, sandal ağacı, hindistan ce­
kadaşım yapmadım mı? . . . Benim de kurdular -yere bağdaş kurup vizi, abanoz ve boyalar ; Mısır'dan
talihim dönünce seninkinin de dön­ yemek yemeye alışmış araplar için tahıl ve keten ; Suriye'den cam ve
mesi gerektiğinde olacaklara karşı bu bir yenilikti- Bağdat terzileri meyva; İran'dan ipek ve öteki ku­
kayıtsız kalan nankör, hissiz, çıl­ geleneksel arap entarilerinin yerine maşlar; Arabistan'dan pc.ı.rfüm;
gın . . . Cafer benim utancım ! Bana pantolonlar diktiler. Ayrıca İran'­ Basra körfezinden inci ; Afrika'dan
ve kendine getirdiğin bu üzüntü ne­ dan birçok yeni ev eşyası (minder, köle ve altın ; Bizans'tan ; ilaç, köle
dir ! ıı dediği söylenir. yastık gibi ev eşyası, fırın, tava gibi ve biblo ; İspanya'dan deri; Rusya
Sevgili arkadaşının ölümüyle mutfak eşyası) ve' değerli kumaşlar ve İskandinavya'dan kürk, kehri­
yetinmeyen Harun , Yahya'yı ve öte- öğrenildi . bar, fildişi ve kılıç.
41
nanca konuşan komşuları Bizanslı­
_lar değil Müslümanlar olmasıdır.
Ortodoksluklarıyla kıvanç duyan
Bizans hükümdarları pagan bir
bilgiyi hoş görmüyorlardı. Onların
değer verdikleri şey sorular sormak
değil , kesinlikti. İslamlıkta düşün­
ce aydınlığının gelişmesinde Suriye­
li hıristiyanlar ve yahudiler önemli
rol oynadılar ; yunan elyazmalarını
önce suriye diline sonra da arapça­
ya çevirdiler... Çok kısa bir süre son­
ra ise, çeviriler yunancadan doğ­
rudan doğruya ara_;.-->Çaya yapılmaya
başlandı.
Bununla birlikte , IX. yüzyıl
müslümanları yunanlıların buluş­
larını öğrenmek için büyük bir is­
tek duymalarına karşılık, önlerinde
iki kısıtlayıcı etken vardı. Bunların
birincisi, kullanabilecekleri el yaz­
malarının son yunan okullarında
saklanan yazmalar olmasıydı. Bu
yüzden Homeros ve Sophokles İs­
lamlığa giremezdi, çünkü helen
cıkulundakilar dram ve şiirle ilgi­
lenmemişlerdi. İkinci etken ise müs­
l ümanların özellikle uygulamalı ko­
nularla ilgilenmeleri, daha çok yu­
nan fizikçilerine, astronomlarına,
matematikçilerine ve coğrafyacıla­
rına eğilmeleriydi. Ne var ki, yunan
felsefesinin uygulamalı bir değeri
olmasa da yunan bilimiyle yakından
ilgiliydi. Bu nedenle öteki çalışma­
ların yanısıra felsefe de arapçaya
çev·rilmişti.
Samarra'daki Büyük Camiin helezoni minaresi. A bbasiler tarafından Olaylara yunanlıların bakış açı­
IX. yüzyılda kurulmuş olan Samarra kentindeki bu cami, çok deği­ sından bakmaya başlarıak, İslam
şik bir mimari yapıya sahiptir. düşüncesini kaçınılmaz olarak etki­
ledi. Artık İslam bilginleri yalnızca
Uluslararası mübadele ve bun­ di sistemleri vardı. İmparatorluğun Kur'an'daki vahiy ve hadislere da­
lardan elde edilen kazançlar, ban­ bir bölgesinde imzalanan bir çek, yanan İslam dinbiliminin sistemleş­
kacılığın ortaya çıkmasına yol açtı. uzak bir şehirde bozdurulabiliyordu . tirilmesiyle ve düzene sokulmasıyla
İslamiyette bankacılık , Batının Dünyanın her yerinden gelen ilgilenmiyorlardı. Yunanlıların in­
ancak üç yüz yıl sonra erişebileceği malların alışverişinin yanısıra, İs­ sanın akıl yürütebilme yeteneğine
bir düzeydeydi. Bankalar İslam İm­ lamlık yeni fikirler alışverişinde de dayanan kurgucu felsefeleriyle de
paratorluğu'ndaki büyük ölçüde başarilıydı. IX. yüzyılda Bağdat'a tanışmışlardı. Hatta bir İslam din­
gelişmiş para sisteminin doğal so­ devrin en başarılı şairleri, hukuk­ bilimcisi, bilginin ilk koşulunun
nucudur. Kullanılan iki çeşit para çuları, filozofları, fen adanılan ve kuşku olduğunu söyleyecek kadar
vardı. Doğuda kullanılan İranlıların sanatçıları geliyordu. Onları çeken ileri gitmişti. Birçok inançlı İslam
gümüş dirhemleri ve Batı'da kulla­ yalnızca «Binbir Gece l\fasallaruı­ aydını, yunan akılcılığına ve man­
nılan Bizanslıların altın dinarları. nda hala yansıyan yemekli, içkili, tık yöntemlerine, İslam doktrinini
Bu madensel paraların değerleri ya­ müzikli ve şiirli gı;celer ve ünlü ba.ş­ açıklamak ve müslüman olmayan­
pıldıkları madenin fiyatına göre de­ kentin maddi zenginliği değildi. lara karşı inançlarını savunmak
ğişiyordu. Bu da, her pazaryerinde Herşeyden önce yeni uyanan kafa­ için gerekli bir araç gözüyle bakı­
alış-verişi kolaylaştırmak amacıyla lardan ve tartışmaların J;ıeyecanırt­ yorlardı.
para değiştiren kişiler bulunması­ dan zevk alıyorlardı. Gösterdikleri Yunan düşüncesine gösterilen
nı zorunlu kılıyordu. Sonunda bu fikir canlılığının temelinde, Müslü­ ilgi nedeniyle, aynı zamanda da
para değiştiren kişiler İslamlığın manlara imparatorluk içinde yaşa­ iran ve hint düşüncelerinin etki­
bankacıları oldular. yan çeşitli insanlardan, özellikle de siyle, bilim, edebiyat, felsefe ve din­
Daha sonraları, Batı'da kulla­ eski yunanlılardan kalan zengin bilim alanlarında verimli bir hare­
nılan bazı bankacılık kavramları ve kültür mirası vardı. Gerçekten, im­ ket başladı. Buna benzer fikir akım­
deyimleri onların geliştirdikleri ma­ paratorluğun bilginleri a;asında ları Abbasi'lerden 20 yıl kadar ön­
li sistemden doğdu. Sözgelimi çek Yunan felsefe ve bilimi yeniden do­ ce; Mu' tezile adlı yürekli bir din­
kelimesinin kökeni, arapçadaki Sakk ğuyor gibiydi. bilim okulunun kurulmasına yol aç­
kelimesidir. Kollara ayrılan merkez İşin tuhafı, Yunan düşüncesi­ mıştı . Mu! tezilecilerin görüş açıları­
bankalarının düzenli bir çek ve kre- ni yeniden canlandıranların Yu- nı Kindi adlı bir filozof şöyle orta-
42
Bağdat'ta Timurlenk kapısı.

ya koymuştu : «Nereden gelirse gel­ Memun açıkca Mu' tezilecilerin ya­ rıldı, ama Yunan felsefesinin man­
sin gerçeği görmekten ve özümle­ nında olduğunu belirtti ve gelenek­ tık yöntemlerine de karşı çıkmadı.
mekten utanç duymamalıyız; hatta lere bağlı dinbilimcilere de kabul et­ Bu yöntemleri gelenekçiliği (Ha­
bu gerçek bizden önceki kuşaklar­ tirrpeye çalıştı. Hatta. Kur•an'm ebe disçilik) güçlendirmek için kullan­
dan ve yabancı halklardan gelse bi­ di olduğu inancına bağlı olan)arı dı. Ortaçağda batıda Aquino ·ıı Tom­
le 1> Mu tezileciler kendi dogmalarını
. öğrenmek için araştırma yaptı. Mü­ maso'nun yaptığı gibi, Esari de va­
savunurlarken eski yunanın tartış­ tezileciliğin resmi doktrin olduğu hiylerin akıldan üstün olduğunu
ma yöntemlerinden yararlandılar. 20 yıl boyunca, farklı görüşte olan­ öne sürdü, ama imanın yapısını in­
Eskiden sırf ihanç nedeniyle kabul ların işlerine son verildi ve bazıla­ celemek için mantıktan yararlandı.
edilmiş kavramları mantık ve aklın rı ezildi. Filozoflar ve dinbilimciler soyut
süzgecinden geçirmeye başladılar. Sonı ında Mu 'tezilecilerin görüş­ sorunlar üzerinde tartışırlarken
Mu� tezilecilerin akıl yürütmele­ leri reddedildi. Bunun iki temel ne­ halk arasında süfilik (bilgicilik)
ri onları bazen şaşırtıcı sonuçlara deni vardı : halk onların hoşgörülü adı verilen mistik bir hareket baş­
götürüyor; ardından da halk ara­ olmamalarına ve görüşlerini İslam­ ladı. Bu hareketin kökeni, İslam­
sında açı tartışmalara yol açıyordu. lara zorla kabul ettirmek istemeleri lığın çıkışından itibaren Kur'an'da­
Hadis'i inancın temeli olarak kabul ne şiddetle karşı koydu. Hatta Mu� ki bazı mistik öğelerden etkilenen
eden bilginleri, yani gelenekçileri tezilecilerin insan aklını, Allah Ke­ Müslümanlardır. Hz. Muhammed'in
dehşete düşürmekteydiler. Anlaş­ lamı'ndan daha fazla yüceltmeleri­ ölümünden sonraki ikinci yüzyılda,
mazlığın en yoğun olduğu nokta ne karşı ayaklandı. Halkın direnişi bazı inançlı Müslümanlar, hıristi­
Kur'an' ın yapısının ne olduğu idi : öylesine şiddetlendi ki 849'da hali­ yan çilekeşlerden esinlenerek kur­
acaba Allah Kelılmı da müslüman­ fe Mütevekkil resmi din siyasetini tuluşu sade ve yoksul bir ömür sür­
ların inandıklarınca Allah gibi ebe­ değiştirerek gelenekçilere yer ver­ mede aradılar. Bunlara süfi denme­
di miydi, yoksa varolmadıkları za­ mek zorunda kaidı. Böylece devlet sinin nedeni, arapçada süf denilen
man da var mıydı? Mu ' tezileciler İslam dininin denetimini haılkın kalın, boyanmamış yün giyecekler
Kur' an'ın ebedi olmadığını söyleyip elinden almayı başaramamıştı. giymeleriydi.
bunu yunan mantığıyla açıklayınca Mu'tezileciler artık İslamlıkta IX. yüzyılda Süfilik bir çok di­
Müslümanların inancını sarstılar. öncü bir rol oynamasalar bile, İs­ nine bağlı Müslümanı cezbetti ve
Bu geleneksel kavramın l\ur' an'ın lam düşüncesine Yunan akılcılığını kesin bir biçim almaya h.aşladı.
temel ilkesiyle, «yalnız Allah'ın ebe­ aşılayarak kalıcı bir katkıda bu­ Gerçekte, Süfilik akılcılara, din ile­
di olduğu,, ilkesiyle çeliştiğini ileri
.
lunmuş oldular. Bu birleşimin baş­ ri gelenlerinin dest eklediği ' baskı
sürdüler. lıca kişisi, ünlü dinbilimci Esari'dir. hükümetine ve İslam dini ti;irenle­
. l)�vıet 22 yd sür�yle hu akılcı Esari, düşünceleri· geliştikçe Mu' te­ rinin manevi hayattan çok qünya­
yolu destekledi. · 837 yılında halife zilecilerin vardıkları sonuçtan ay- daki zenginliğe ve lükse düşkün ki-
43
kalanıp tutuklandı. Sonra serbest
bırakıldı, ama dinbilimciler tarafın­
dan tekrar suçlanıp ölüm cezasına
çarpıldı. 64 yaşındaki bu mistik , öl­
dürülmeden önce kamçılama, sa­
katlama ve çarmıha gı:::rme gibi kor­
kunç işkenceler gördü. Sonunda
boynu vuruldu ve ölüsü yakıldı.
Ölüme gülerek ve Allah'ı yücelte­
rek gittiği söylenir.
Hallac'ın başına gelenler Sufi­
liğin yayılmasını önlemediyse de
sufilik, XII. yüzyıla kadar katı
M üslümanlar için tehlike olmadı.
XII. yüzyılda İslamlığın en büyük
dinbilimcisi İmam - ı Gazali çeşitli
düşünce ve sistemleri, kurtuluş yol­
larını inceledikten sonra, kendini
Allah'a en çok yaklaştıran düşün­
cenin Sufi lik olduğuna inandı. Ga­
zali müslümanlığın ilk dogmaların­
dan ayrılmadı, ama mistikliği Müs­
lümanlık içinde saygı duyulan bir
öğe haline getirdi.
Dinsel ve felsefi karışıklıklar
sürüp giderken, İslamlık siyasal
parçalanmaya yol açacak iç huzur­
suzluklarla karşı karşıyaydı . Abbasi
yönetiminin hemen hemen ilk za­
manlarından beri, imparatorluk ye­
rel hanedanlıklara bölünmüştü. 756
yılında Abdurrahman İspanya'da
bir Emevi emirliği kurmuş, ondan
XII. yüzyıl Abbasi sanatının ilginç örneklerinden biri: bu avize, Ka· hemen sonra da Fas'ta İdrisiler
bil'de, .Hetimandel Prensliği koleksiyonundadır. ( 788) Tunus'ta ise Aglebiler (800)
şiler tarafından makine gıbi yapıl­ Rabia «Allah aşkı beni öylesine dol­ yönetimi ellerine geçirmişlerdi. 820
masına bir tepkiydi. Akılcılıkta ve durdu ki kalbimde başka bir şeye yılında İran'da Horasan valisi Ta­
hir, Abbasilerden ayrıldığını açıkla­
dinsel törenlerde tam bir doyuru­ karşı nefret yada aşk duymaya yer
culuk bulamayan Sufiler, manevi, kalmadm derdi. Dünyadan eletek dı · ve Tahiriler halifeye ismen bağlı
çekerek gerçek bir çilekeş hayatı ya­ kalmakla birlikte Horasan'ın gerçek
iç dünyaya eğilmeye, bu yoldan Al­
şadı. Dualarında ccAllahım, sana yöneticileri oldular. Bir sonraki yüz­
lah'ın birliğine kavuşup, Allah'la
yılda da aynı biçimde bütün İran
doğrudan doğruya duygusal bağ cehennem korkusu ile iman ediyor­
yerel yöneticilerin eline geçti.
kurmaya yöneldiler. Allah'ı, yarat­ sam beni cehennemde yak. Cennete
İmparatorluğun parçalara bö­
tıklarını seven ve onların her za­ gitme umudu ile iman ediyorsam
l ünmesi karşısında Abbasi halifele-
man yanında olmalarını isteyen bir beni cennete sokma; ama sana ken­
yaratıcı olarak düşünüyor. Kur'an­ din için iman ediyorsam ebedi gü­
dan sureler -özellikle Allah'ın in­ zelliğini benden esirgeme» diyordu.
sana boynundaki damardan daha Rabia gibi bir çok büyük mis­
yakın olduğunu söyleyen sureyi­ tik, sufiler tarafından ermiş kişi­
okuyorlardı. ler olarak saygı görüyorlardı. Sufi­
Sufiliğe bağlı olanlar arasında lerin ermişlere bu coşkun bağlılıkla­
ermiş ve ozanlardan şarlatanlara rı ve yasalara pek fazla uymama
kadar, çok çeşitli insan vardı. Bazı eğilimleri, din ileri gelenlerini kuş­
Sufiler Ortaçağ keşişleri gibi köy­ kulandırmaktaydı. IX. yüzyılın
den köye dolaşıyor, verilen sadaka­ ünlü mistiği Hallac-ı Mansur
lar ile yaşıyor ve coşkun söylevle­ kararsız ve müphem konuşmaların­
riyle dinleyenleri ateşlendiriyorlar­ da Allah'ı bazen ölümlülerden ayı­
dı. Bazılarıysa kendilerine sıkı bir rıyor, bazen de -bir dinsiz gibi­
disiplin altına sokuyor, günlerini çok yakınlaştırıyordu. Bağdat'daki
onların Allah'la birliğe götürecek vaazı, halk arasında ahlak ve siya­
derin düşüncelerle ve öteki manevi set alanlarında reformlar yapmak
sorunlarla ilgilenerek geçiriyorlar­ isteğine yol açtı. Bunun üzerine
dı. Tümünün ortak noktası Allah dinbilimciler Hallac'ın öldürülmesi­
aşkı idi. Çocukluğunda ailesinden ni istediler. H�le onun ccHak Benim»
çalınıp köle olarak satılan Rabia ad­ (En el Hak) diyerek Allah'la kendi­
rı bir kadın Sufi, lekesiz saflığı, Al­ ni eşit sayması karşısında büsbü· XIII. yüzyıldan kalma bir İran vazosu.
lah sevgisiyle kendinden geçişi ne­ tün çileden çıktılar. Hallac şehir­ Bu vazonun üzerinde Hz. Muhammed' -
deniyle kölelikten azat edilmişti. den kaçtı, ama bir kaç yıl sonra ya- in eşlerinin tasvirleri yer almaktadır.
44
ri başlaCf1gıçta, öncelikle İran askeri
gücünün yönetimini ellerinde tuta­
rak yetkilerini korumayı başardı­
lar. Ama yavaş yavaş, yetkileri baş­
kentte bile azalmaya yüz tuttu. Ab­
basi halifeliğinin gücü, Harunürre­
şid'in oğlu Mutasım zamanında
( 833-842) kaybolmağa başladı. Mu­
tasım hassa askerlerinin arasına
Orta Asya'dan gelen Türk köleleri
almış, onları muhafız birliklerinin
başı yapmıştı. Bunun nedeni, baş­
langıçta Abbasi iktidarına yardım
eden, ama siyasal rekabetin etkisin­
de kalmağa başlayan iran askerle­
rinin herhangi ıbir ihanetine engel
olmaktı. Mutasım'ın bu davranışı,
yerel çoğunluk ile Türkler arasında
sürtüşmelere yolaçtı. 836'da Halife,
başkenti Dicle'nin 60 mil yukarısına
taşıdı ve Samarra adlı yeni bir şe­
hir kurdu. Samarra 7 halifenin bir­
birini izlediği yarım yüzyıl boyunca
imparatorluğun merkezi oldu.
Dicle'nin doğu kıyısında kuru­
lan şehir, sarayları ve parkları ile
ünlüydü. Irmağın batı kıyısında
Mutasım, başkente gemilerden ya­
pılmış bir köprü ile bağlı bir eğlen­
ce yeri yaptırdı. Burada Basra'dan
getirilen hurma ağaçları ile impara­
torluğun uzak yerlerinden getirilen
çeşitli iklimlerin bitkileriyle dolu
güzel bir bahçe düzenlendi. Samar­ İ slam ülkelerinde bilimsel gelişmenin ilginç örneklerinden bazıları:
ra'nın Cuma Camii o zamana kadar bu araçlar XIII. yüzyılda astronomiyle ilgilenildiğini kanıtlar.
yapılan en büyük cami idi ve gör·
Mutasım·ın ogullarından Müte­ umutsuz çabayla da, parçalanan
kemliliğiyle ünlüydü. Mermerle dö·
vekkil ( 847-86 1 ) tahtta Türk muha­ devletleri üstünde eski güçlerini
şenmişti ; duvarları mineli çinilerle
fızlar tarafından geçirildikten son­ kuramadılar. Batı !ran'ı ele geçiren
kaplıydı ve kubbesi heybetli mermer
ra, onların elinde bir kukla haline Büveyhoğullarından Ahmet bin
sütunlar üstüne oturtulmuştu. Sar­
geldi ve sonunda, halifeliği ele geçir­ BU.ye, 945'te Bağdat'a girdi ve Bü­
mal minaresi elliyedi metre yük­
mek isteyen oğlu Müstansır tara­ veyhoğulları 1 055'e kadar Halifeleri
sekliğindeydi ve çok uzaklardan gö­
fından muhafızların kışkırtmasıyla velayet altında tutarak o tarihte
rülebiliyordu.
öldürtüldü ( 86 1 ) . Oğlu da tahtta velayeti Bağdat'a giren selçuklula­
Abbasi halifelerinin türklere
ancak 6 ay kalabildi. Bundan son­ rın önderi Tuğrul Bey'e devrettiler.
güveni, Samarra'da büsbütün arttı.
ra da Türk Emirül - ümeraları Selçuk! ularla İslamlık, birlik ve fe­
( Türk muhafız birliklerinin komu­ tihler ile belirlenen yeni bir döneme
tanları) bütün devlet işlerini ele al­ giriyordu.
mağa başlayıp halifeye yalnızca Selçuklu Türkleri 1 055 yılında
kuru bir unvan bıraktılar. Bağ·dat'ı fethettiklerinde, dağılmak­
Siyasal hiç bir güçleri olmayan, ta olan Abbasi imparatorluğ·unu kı­
ama din alanında sözlerini hala ge­ sa süre için yeniden toparlayıp can­
çiren bu halifelerin devrinde impa­ landırdılar; ama imparatorluğun
ratorluğun çeşitli bölgeleri merkez arap sülalesi tarafından yönetilme­
yönetimden ayrılmaya devam etti. sine de son · verdiler. Gerçi Abbasi
868'de Mısır yöneticiliğine atanan halifesi hala tahttaydı ama, yöne­
Türk İbn Tulun, Tulunoğulları time pek karışamıyordu. Halife ta­
hanedanını kurdu. 9 yıl sonra Ah­ rafından Doğu ve Batı Sultanı ola­
met bin Tulun, Suriye'yi ve Filis­ rak tanınan Selçuklu komutanı, ik­
tin'i işgal etti. Bu olay, birçok arap tidarı asıl elinde tutan kişiydi. O
kabilesini Mezopotamya'da ve Suri­ tarihten sonra bir yandan Türk im­
ye'nin bazı kısımlarında toprak ele paratorluğu genişlerken, bir yan­
geçirmeye yöneltti. Bu bölgelerde dan da halifenin geleneksel gucu
kısa ömürlü pek çok Bedevi hane- azaldı. XII . yüzyılda Asya'dan ge­
danı kuruldu. ..
.. len yeni bir Türk dalgası ( Moğol­
892 yılında Halife Muktefi İs­ lar) halifenin rolünü bütünüyle or­
Ü zeri islemeli bu makas Iran zanaatı - lam dünyasında yeniden güç kazan­ tadan kaldırdı. 1 2 1 5 'te Orta Asya'­
>ıın varaıgı aşamayı gôste ren tipik bir ma çabasıyla başkenti yeniden Bağ­ daki moğol topraklarından kalkan
örnektir. dat'a taşıdı. Ama Abbasiler bu son Cengiz Han, İslam topraklarına dal-
45
Sina dağı, Mekke, İskenderiye ve Mısır'daki Babil sultanının sarayını gösteren
1 486 yılına ait bir harita

46
dı. 1 221 'de İran'a ulaştı. Altı yıl
sonra Cengiz Han'ın ölümü Moğol
akınlarına son vermedi, torunu Hü­
lagu Han buyruğunda ilerleyen mo­
ğol orduları önlerine çıkan her şeyi
silip süpürdüler. 1 258'de Bağdat'ı
kuşattılar ve hemen hiç bir diren­
meyle karşılaşmadan ele geçirdiler.
Halife'nin sarayı ateşe verildi ve
halife, ailesinin birçok üyesiyle bir­
likte öldürüldü (canını kurtarıp ka­
çabilen pek az kişi Mısır'a sığındı
ve ilerde bunlardan biri , bir başka
Türk sülalesi olan ve 250 yıl kadar
iktidarı ellerinde tutan Memlukla­
rın kuklası bir halife olarak tahtta
çıktı) . Bağdat'ın moğollarca yakılıp
yıkılması, İslam ve dünya tarihinde
önemli bir . dönemin sona ermesine
yol açtı. Artık dünyanın en güçlü
devletini ve en karmaşık kültürünü,
arapça konuşan, Peygamber aile­
sinden geldiğini iddia eden bir hali­
fe, Allah armağanı sayılan bir yet­
kiyle yönetmeyecekti. Moğollardan
sonra, İslam devletleri yeni biçimler
alacak, yeni imparatorluklar kura­
caklardı : İslamiyetin hedefleri de­
ğişmişti. Bağdat'ın düşmesi İslam'­
ın devlet olarak zayıflığını ortaya
koyınuştu ; ama İslamlık yalnızca
birtakım siyasal kural ve adetler­
den oluşan bir devletten fazla bir
şeydi.
İslam, aynı zamanda da bir top-
1 umdu. Bir toplum olarak güçlü ve
zayıf yanları vardı. Zayıf yanıyla
putperest istilacıların karşısında
yenilmiş, güçlü yanıyla ise, onların
çok kısa zamanda müslümanlığı be­ Hariri'nin Makamat'ından alınan bu minyatür Memlük resminde Sel­
nimsemelerini sağlamıştı. Aynı güç­ çuklu ikonografisinin ne ölçüde önemli bir yer tuttuğunu ortaya ko­
ler ve zayıflıklar, İslamlığın gele­ yuyor ( Ulusal Kitaplık, Viyana) .
cekteki gelişmesinin alacağı yon u
saptayacaktı. İslamlığın en daya­ d a yazılmış olduğuna gönülden ina­ diklerine, Müslüman olmayanların
nıklı gücü her zaman için din ol­ nıyorlardı. Bu inanca bir de Kur'­ düşüncelerinin hiç biF önem taşı­
muştu. Çeşitli nedenlerden ötürü, an'ın ebedi ve yaratılmamış olduğu madığına inandıkları için, müslü­
bu din çok çeşitli kişiler için çekiciy­ doktrini eklenmişti. Bu iki inanç manların içine bir kendi kendine
di . İkazları ve öbür dünya konusun­ bir araya gelince temelde bir tutu­ yeterli ve kendi kendinden hoşn1J.t
daki vaadleri müminleri fedakarca culuk yaratıyorlardı. IX. yüzyılda olma duygusu yerleştirdiler. İslam
eylemlere sürükleyebiliyor, öte yan­ bu tavır iyice ön plana çıkmış; ak ıl dünyasını müstebit hükümdarların
dan ırk ve sınıf ayrımı tanımayan cı Yunan felsefesinden esinlenen yönettiği zamanlar bile, onlara
kardeşlik anlayışı Allah önünde mu' tezilere tutucu Ulema takımı karşı çıkabilecek tek güç olan ule­
Sultan ile köleyi eşit kılan bir in­ karşı çıkmıştı. Sonraki yüzyıllarda ma sınıfı, durumu düzeltmek için
sancıl dayanışma yaratıyordu. Al- koyu sofular, güç ve nüfuzlarını çaba göstereceğine halkı iyi ve kö­
lah ile kul arasında kurduğu kişisel her türlü yenilik ve denemenin kar­ tü hükümdarları aynı tevekkülle
bağın ( çc..şitli Sufi akımlarında ay­ şısına çıkmakta kullandılar. karşılamağa zorladı, çünkü onlarca
rıntılı olarak_ işlenmiştir) mümin­ Bu koyu sofu Ulema takımı İs­ en önemli olan, İslam toplumunun·
lerin içinde uyandırdığı büyük zevk, lam eğitim sisteminin yöneticileri istikrarının bozulmamasıydı.
toplumsal bir güç olarak herhangi olarak (ilkokul seviyesindeki kü­ İslamlığın bir zamanlar en be­
bir yasalar sisteminden çok daha çük çocukların oturdukları yerde lirgin özelliği olan serüvenci ruh,
etkiliydi. Bu güçlü dini inanç sa­ bir ileri bir geri sallanarak Kur'an bu tutuclJ. sınıfın önderliği altında
yesinde, halifeliğin gerçek anlamı­ ezberledikleri küttab'lardan tutun silinip yok oldu , yerine kendinden
nı kaybetmesinden sonra bile, İs­ da K:ahire'deki El Ezher gibi çok aşırı hoşnut bir güven duygusu y�r­
lamlık her geçen yüzyılda biraz da­ büyük medreselere kadar bütün eği­ leşti. Kökeni ne olursa olsun, ister
ha gelişip genişlemeğe devam etti. tim kurumlarının başındaki kişiler İslamın içinqen, ister dışından gel­
Ama İslamlığın gücü bir yan­ olarak) kuşaklar boyu Müslüman­ sin, her türlü değişikliğe, yeniliğe
dan da zayıflığıydı. Müslümanlar ların kafasını denetim altında tut­ inatla karşı çıkıldı. Bu sistem an­
son ve değişmez gerçeğin Kur'an'- tular. Bilinmeğe de.ğer herşeyi bil- cak dinsel tutuculuk İslam dünya-
47
tan ve padişah olarak yönetmeyt
başladı ; onun oğulları ve torunları
da aynı geleneği sürdürdüler. Os­
manlı imparatorluğu 1922 yılında
ortadan kalktığında, başında bulu­
nacı padişah da Osman Bey'in süla­
lesindendi, (36. padişah Vahidettin)
Ama Osmanlı imparatorluğu,
kuruluşundan kısa süre sonra ta­
mamen yıkılma tehlikesi atlatmış­
tır. 1 379 yılında Orta Asya'dan ge­
l en yeni bir Moğol dalgası, Ortado­
ğu'ya kadar uzandı. Moğolların ba­
şında Aksak Timur (yada Timur­
leng) vardı. Dillere destan Semer­
kant şehrinde büyük Asya İmpara­
torluğu'nu yönetirdi. Cengiz Han
sülalesinden olduğunu iddia eden
Timur, gerek fetihlerinin çokluğu
ve genişliği bakımından, gerek kı­
yıcılık bakımından Cengiz Han'ı
çok gerilerde bıraktı. Yaptığı çeşit­
li akınlarla iki kez Rusya'ya girdi,
bir seferinde Moskova'yı bir yıl iş­
gal altında tuttu. Hindistan'da bir
süre kaldı, Ganj ırmağının doğu­
suna kadar ilerledi, yarımadanın
büyük bir kısmını harabeye çevirdi.
( Atası Cengiz gibi Timur da kitle
katliamından hoşlanır, kurbanları­
nın kafalarını üst üste yığdırarak
yüksek piramitler yaptırırdı ; Delhi
şehrinin hemen dışında kurdurdu­
ğu bu piramitlerden birinde tam
80 000 kafatası olduğu söylenir) .
Kuzey ve Doğu'dan sonra Batı'ya
yönelen Timur, 1 393 yılında bir za­
manların göz kamaştırıcı şehri Bağ­
dat'ı, 1 400'de Şam'ı aldı. Bir yıl
sonra, Anadolu'daki Osmanlı top­
raklarına girdi.
O tarihe kadar Osmanlılar İs­
tanbul dışında hemen bütün Bizans
,
imparatorluğunu ele geçirmişler,
orduları Adriya denizi kıyılarına ve
Macaristan sınırlarına ulaşmıştı.
Askeri başarılarını büyük ölçüde
yeni kurulmuş olan Yeniçeri örgü­
tüne borçluydular. Balkanlarda ya­
şayan hıristiyan çocuklarının kü­
çük yaşta toplanıp müslüman ola­
rak yetiştirilmesinden oluşan Ye­
niçerilere yalnızca askerlik öğretil­
miyor, seçkin ve üstün bir topluluk
Timur dönemi minyatürlerinden güzel bir örnek. oldukları düşüncesi de aşılanıyor­
du. ( Yüzyıl sonra, çok güçlü ve yi­
sını çok zayıflattığı, her İslam dev­ torluğu'nun sınırlarına dayanmış­ ğit bir ordu olarak Avrupa'yı kasıp
leti ((gavurıı lar tarafından yenilme larsa da, aralarında en başarılı kavuracaklard ı ) . Ama Timur'un
tehlikesiyle karşılaştığı çağlarda olanlar sonradan Osmanlılar adını ordularına karşı güçsüz kaldılar.
sarsılmağa başladı. Bu sistemin et­ alan topluluktur. Türkler İmpara­ 1 402'de Osmanlı ordusu yenildi,
kileri ve yıkılışı ve en açık biçimde, torluğa adını verecek olan Osman Sultan Yıldırım Bayezid, Timur'a
son büyük İslam devletinin, Osman­ Bey'in önderliğinde ilerleyerek Bi­ tutsak düştü. O tarihten sonra, ye­
lı İmparatorluğunun yükseliş ve zans'ın sınırlarını gittikçe geriletti-. di ay boyunca (Yıldırım Bayezid
yıkılış sürecinde izlenebilir. Moğol ler. 1 326 yılında Osman Bey öldü­ ölünceye kadar) Osmanlı Sultanı
istilasının peşinden, Anadolu'daki ğünde, Batı Anadolu kıyılarına da­ Timur'un iki atı arasına asılmış de­
İslam bölgeleri çeşitli Türk boyları yanmışlardı. Osman Bey'in ölümün­ .nir bir kafes içinde Moğol hüküm­
tarafından fethedildi. Bunların ço­ den sonra imparatorluğun başına dannın her gittiği yere peşinden
ğu, zaman zaman Bizans İmpara- geçen oğlu Orhan Bey, ülkesini su!- taşındı.
48
Timur'un günlerinin de sayılı
olması Osmanlı İmparatorluğu açı­
sından çok iyi oldu. 1405 yılında
ölen Timur'un mirasçıları çok geniş
topraklarına sahip olabilmek için
aralarında savaşa dursunlar, bu
toprakların çoğu eski sahiplerince
geri alındı. Anadolu'da Osmanlılar
topraklarını geri aldılar ve kendi
aralarında bir süre çatıştıktan son­
ra Sultan 1. Mehmed'in yönetimi
altında toplandılar. Sultan 1. Meh­
med, bütün erkek kardeşlerini öldü­
rerek egemenliğini kayıtsız şartsız
ilan etti. Kardeşlerin öldürülmesine
dayanan bu kanlı adet XVI. yüzyı­
lın sonuna kadar bütün padişahlar­
ca uygulandı.
29 Mayıs 1 453'te Osmanlılar
İstanbul'u fethettiler. Osmanlı pa­
dişahları artık Balkanların büyük
bir kısmıyla Anadolu'yu içine alan
bir imparatorluğun başındaydılar.
Ama Güney'de ve Doğu'da iki güç­
lü İslam Devleti daha vardı : İran'­
da Safeviler ; Mısır'da Memluklar.
1 5 1 2'de Osmanlı tahtına yeni çık­
mış olan Yavuz Sultan Selim, her
ikisine de son vermeğe and içti.
1 5 14'te Çaldıran zaferi nden sonra,
'

safevilerin başkenti Tebriz'i ele ge­


çirdi; Doğuya ilerleyip İran'ın geri
kalan topraklarını da almak niye­
tilıdeydi, ama batı cephesinde Mem­
luk ordusunu görünce vazgeçti.
Yavuz Sultan Selim 1 5 1 6 yılın­
da Suriye'nin Halep şehri yakınla­
rında Merc-i Dabık meydan sava­
şında Memluk ordusunu perişan et­
ti. Osmanlıların ilerde kazanacak­
ları birçok askeri zaferin ilk örnek­
lerinden biriydi bu ; Osmanlılar öte­
ki İslam ordularının tersine, teknik
ilerlemelerden yararlanmaktan ka­
çınmazlardı. Halep'te kazanmaları­
nın başlıca nedeni top kullanmala­
rıydı, oysa Memlılklar bu yeni ica­
dı önemsememişlerdi. Kazandığı
bu zaferle daha da cesaretlenen
Yavuz Sultan Selim, Suriye'yi ge­
çip Nil vadisine indi. 1 5 1 7 yılında
Kahire kapılarına dayanmış, Mem­
luk Sultanı'nın yetkilerini kendisi­
ne devretmesini istiyordu. Memluk
Sultanı bunu l.1.bul etmeyince, Ya­
vuz Sultan Selim onu astırdı, Ka­
hire'de adını hutbede halife olarak Timur'u ejderhayla mücadele ederken oösteren bir min:ı;atür. Bu min­
okuttu ve Mısır ile birlikte Kuzey yatür Firdevsi'nin Şehname adlı eserinden alınmıştır.
Afrika'nın büyük bir kısmı Osmanlı
İmparatorluğuna katılmış oldu . Os­ kesimini ellerine geçirdikleri, hatta rupalılar artık deniz yoluyla Hin­
manlı İmparatorluğu askeri gücü­ Viyana kapılarına dayandıkları hal­ distan ve Uzakdoğu'ya gidebiliyor­
ne, başarılı bir yönetime ve padişa­ de, İslam dünyasının Avrupa'ya lardı. Abbasilerin ilk çağlarındaki
hın dinsel şevki, inancın yaygınlaş­ olan iktisadi ve kültürel üstünlü­ kültür ve düşünce üstünlüğünü de
tırılması . amacını kullanabilme ye­ ğünü hiç bir zaman tam anlamıyla -hıristiyan olsun, yahudi l'>lsun,
teneğine dayanmaktaydı. yeniden sağlayamadılar. XV. yüzyı­ yunanlı olsun her türlü düşünürün
Ama Osmanlılar topraklarını lın sonunda Vasco de Gama'nın Bağdat'ı Ortaçağ dünyasının kültür
bir zamanlar A vrupa'nın doğu baş­ Ümit Burnu'nu dolanmasından başkenti haline getirdiği zamanlar­
kenti olan İstanbul'dan yönettikle­ sonra, Orta doğu dünya ticaretinin daki üstünlüğü- Osmanlı İmpara­
ri ve Avrupa kıtasmın güneydoğu merkez kavşağı olmaktan çıktı : Av- torluğu hiç bir zaman yeniden _ka-
49
nanmasının Hint Okyanusu'na gön­
deril�rek Avrupa filoları temizle­
mesini . önermişti.
Oysa imparatorluğun artık
böyle bir saldırıya girişecek gücü
olmadığından padişah bunu göze
alamazdı.
Sonunda askeri yenilgil�rle do­
lu bir yüzyıldan sonra padişah Se­
lim III , 1 793 yılında köklü bir re­
form ve yenileştirme hareketine gi­
rişti. İşe, orduyu yeni baştan örgüt­
lemek kararıyla başladı : yeni kural
ve yasalar, yeni okullar, yeni silah
araç ve gereçler . . . Bütün bunları
gerçekleştirmek için de, yeni vergi­
ler saldı. Sultan Selim'in tasarısına
Nizam-ı Cedit (Yeni Düzen) adı
verilmişti. Bu girişimler Selim'i ye­
niçerilerle çatıştırdı. Bir zamanlar
büyük bir askeri güç olan bu örgüt
yozlaşmış, XIII. yüzyılda Mısır'da
Memh1kların olduğu gibi yalnızca
tahttı koruyan bir askeri kast ha­
line gelmişti. Yoz, kokuşmuş, bez­
gin ve her türlü reforma karşı bir
kitle haline gelmiş olan yeniçeri­
ler, Nizam-ı Cedit'i durumlarını
tehlikeye atacak nitelikte gördüler.
Korku ve karşı çıkışları öylesine
büyüktü ki, 1808'de Sultan Selim'i
öldürdüler, ne var ki, bu arada Ni­
zam-ı Cedit ordusu kurulmuş, genç,
taze, batılı görüşlü bir subaylar
topluluğu yetişmişti.
Üçüncü Selim başlangıçta
Fransız Devrimi'nin taraftarların­
dan olmakla birlikte, 1798'de Na­
polyon ordularına karşı savaşmak
üzere Mısır'a asker gönderdi. Batı
düşüncesini benimsemek başka şey­
di, İslam topraklarına batılıların
girmesine izin vermek t-g,.c;lm. Mısır
seferine giden Osmanlı ordusun­
da Makedonya müslümanlarından
Mehmed Ali adlı bir subay vardı. Hiç
bir eğitim görmemiş, ama çok hırslı
bir kişi olan Mehmed Ali savaş­
mağa geldiği fransızların teknolo­
1'ürk şaı ri uzun Firdevsi'nin Süleymanndme'sinden alınan bu minya­
tür, özellikle, garip canlı varlıklara ilişkin figürleriyle dikkati çek­ j ik üstünlüğüne hayran kaldı. Na­
mektedir (Chester Beatty Kitaplığı , Dublin). polyon Fransa'ya dönmek üzere
Mısır' dan ayrıldığında..,..- kısmen ül­
zanamamıştır. dikleri Avrupa orduları karşısında kesinde gelişmekte olan iktidar ça­
XVI. yüzyılın ortalarında Os­ yenilmeğe başlamışlardı. tışmaları yüzünden, kısmen de İn­
manlı İmparatorluğu A vrupa'nın Uzun süre yenilgilerinin askeri giliz donanması haberleşme yolları­
başlıca askeri gücü haline gelmişti : kaynaklı olduğuna inandılar; so­ nı kesmiş olduğu için,- bu genç
bunu izleyen yüzyılın sonunda ise runlarının köklerinin İslam hayatı· müslüman, fransızların gidişiyle
uzun çöküş dönemine girmiş bulu­ nın derinliklerinde yattığını görme! boşalan yere yerieşti. 1 805 yılı gel­
nuyordu. 1 683 yılında ikinci Viyana istemediler. Sözgelimi daha 1 58( diğinde, artık Mısır'ın tek hakimiy­
kuşatması başarısızlıkla sonuçlan­ yılında, padişahın vezirlerinden bi di.
dı; 1 686'da Osmanlılar 145 yıldır ri Avrupa'da denizciliğin ilerledi Mehmed Ali emellerine ulaş­
sahip oldukları Macaristan'ın Buda ğini, bir zamanlar Doğu'ya gider mak için, önce Selim'in kendisini
şehrinden de çıkmak zorunda kaldı­ karayollarına gerek kalmayacağını paşalığa yükseltmesini, Mısır'a va­
lar; l 6 99'da imzalanan Karlofça bunun da imparatorluğun iktisadı li olarak atamasını sağladı. Sonra,
anlaşması ile Macaristan, Polonya nı tehlikeye sokacağını söylemişti. Mısır'ın Memlı1klardan kalma soylu
Hırvatistan, Slovanya, Dalmaçya Ama bunu önleyici tedbir olarak pa­ sınıfının muhaleietini ortadan kal­
ve M�kedonya'daki birçok yer, çe dişaha verdiği öğüt, zamanın akl dırmanın yollarını aradı ve kurnaz­
şitli Avrupa ii.lkelerine bırakıldı. şını geriye çevirmeğe çalışmaktar ca bir plan yaptı ; bunların önderi
Osmanlılar bir vakitler küçümse· başka bir şey değildi. Osmanlı do durumunda olan 300 kişiyi Kahi-
50
Osmanlı padişahı Il. Selim'i gösteren XVI. yüzyıla ait bir Osmanlı minyatürü.
bir minyatür. (Bu minyatürün aslı Top­ Bu minyatür Osmanlı p-adişuhı IIJ. Mu­
kapı Sarayı'ndadır. ) rad'ı bir tören sırasında göstermektedir.

re'deki sarayına şölene çağırarak lunan padişah Mahmud II, Selim İngiliz donanması Mehmed . Ali Pa­
hepsini öld.ürttü. Bundan sonra, III'ün yeğeniydi ve onun düşünce­ şa'nın askeri gücünü dağıtınca,
Mısır'ı bağımsız ve güçlü bir ülke lerini paylaşıyordu. Mısır valisinin Mehmed Ali Paşa Ortadoğu'nun et­
haline getirmek amacıyla bir dizi aşırı ihtiraslarını onaylamıyordu kili güçlerinden biri olmak niteliği­
reform hareketine girişti. Teknik elbet, ama . kullandığı taktiklere de ni kayıbederek Mısır'a çekildi. Toru­
okul ve üniversiteler açarak, Avru­ hayran kalmıyor değildi. Mehmed nu İsmail, 1869'da Süveyş , Kanalı'­
pa'dan öğretmenler getirtti. Mısır­ Ali Paşa'nın bazı yöntemlerini uy­ nın açılmasıyla Mısır'ın stratejik
lıların Avrupa'da okumalarını sağ­ gulamaktan başka, bunlara benzer önemını yeniden kazanacağını
ladı. Müslüman dünyasının ilk birtakım yöntemleri de kendisi ge­ umarken, başına büyük dertler açıl­
matbaasını Mısır'da kurarak bura­ liştirdi. dı. Kanalı emperyalist niyetlerinin
da ders kitaplarının çevirilerini, bir Yeniçeri örgütünü ortadan kal­ gerçekleşmesi açısından ço):t önemli
gazete ve fermanlarını bastırmağa dırdı, yeni bir ordu kurmak için bulan İngiltere, önce ( 1 875'te) en
koyuldu. Mısır'da tarımı da mo­ Batı'dan öğretmenler ve teknik büyük hisseyi satın aldı, satıra 1882'
·dernleştirerek ülkenin ilk geniş çap­ araç ve gereç getirtti : subaylarına de Mısır'ı istila etti. En sonunda,
lı sulama sistemini kurdu. Pek ba­ batılı bir eğitim sağlamak için yeni Birinci Dünya Savaşı patl!l-k verince
şarılı olmamakla birlikte Mısır'da okullar açtırdı. Ordusuna borazan­ de Mısır'ı İngiliz manda'sı haline
sanayi kurmağa bile çabaladı. cı ve trompetçi yetiştirmek için sa­ getirdi.
Çabalarının en büyük bÔlürriü­ raya bir müzik okulu bile kurdurdu. · Aynı biçimde, Osmanlı padişa­
nü Mısır ordu ve donanmasını dü­ Rus Çarı Büyük Petro gibi -iki hı da ordusunu hevesle yeniden ör­
zeltmeğe yöneltti : çünkü toprakla­ hükümdarı karşılaştıranlar olmuş­ gütlemiş olmakla birlikte, hızla da­
rını da genişletmek istiyordu. Su­ tur- Mahmut II de,kişilerin dış gö­ ğılmakta olan imparatorluğu bira­
dan ve Nühye'yi Mısır topraklarına rünüşünü çağdaşlaştırmakla tutum raya toparlayamadı. Toprakları ya­
ekledi, sonra padişahın isteğiyle or­ ve davranışlarını da değiştirebile­ vaş yavaş elden gidip ya Yunanis­
dularını Akdeniz'in öteki kıyısına, ceğini sanıy:ordu. Kavuğu dokunul­ tan ve Bulgaristan gibi bağımsız
Yunanistan ve Girit'te Osmanlılara maz, nerdeyse kutsal sayan birçok devletler, yada fransız ve ingiliz
başkaldıranlarla savaşmaya yolladı. müslümanın şiddetle karşı çıkma­ mandaları haline geldikçe, batılı
Bu hizmetine karşılık Girit kendi­ ;ına ( «kavuklu bir başın iki kez eğil­ silah ve giyimin yeterli olmadığı
sine verildi, Suriye de vaadedildi ; nesi, kavuksuz başın yetmiş kez anlaşıldı. Batı'nın · bir bakıma çok
ama bu vaad yerine getirilmedi. Ka­ eğilmesine bedeldir» diye bir halk çekici, bir bakıma da çok itici bü­
rarlılığını bozmayan Mehmed Ali sözü vardı) karşılık, gerek bu gele­ yük gücünü karşılayabilmek için
Paşa bu kez ordusuyla Suriye'ye neksel başlığı gerekse kaftanı ya­ İslam dün yasının köklü ve derin
saldırdı. Mehmed Ali Paşa'nın İs­ sakladı; askerlerin ceket ve çizme, bir ruhsal yenilenmeğe ihtiyacı var­
tanbul'a saldırıp sarayı ele geçire­ sivillerin redingot ve fes giymelerini dı. XIX. yüzyılın son yıllarında,
rek kendisini Yeni İslam Devleti'­ emretti. Mısır'da bu yenilenmeyi gerçekleş­
nin hükümdarı ilan etmeğe kalk­ Ne var ki, müslüman hüküm­ tirmek için büyük çaba gösteren
masını, ingilizlerin karışacakları darlar batı adetlerini ne kadar iyi -biri ötekinin müridi........,. iki kişi
tehditi önleyebildi. ve etkili biçimde uygulasalar da, vardı. Bunlardan birincisi, 1839 yı­
O sırada Osmanlı tahtında bu- yeterince hızlı davranamıyorlard1 lında İran'da doğduğu sanılan, ama
51
l 526 yılında yer alan Mohaç Meydan savaşını gösteren bir minyatür. (Bu min­
yatürün aslı Top kapı Sarayı'ndadır) .

hem afgan hem de peygamber süla­ demlerini yeniden bulmaktı. Ona nın en etkili düşünürlerinden biri
lesinden olduğunu iddia eden Ce­ göre, İslamlık dinsel bir inanç oldu­ olacaktı. Afgani gibi o da Batı'da
maleddin el-Afgani idi. Doğduğu ğu kadar bir uygarlıktı ve müslü­ çok gezmişti, ama Afgani'nin ter­
ülke hangisi olursa olsun, Afgani manların kendi iç çatışmalarını bir sine, Batı'nın iyi yanlarını -gerek
ömrün ün büyük bir kısmını ülke ül­ yana bırakıp yabancılara karşı bir­ maddi, gerek manevi- benimseme
ke gezerek geçirmiş ti. Bir süre İs­ leşmeleri gerektiğini savunuyordu. yanlısıydı. Batı'nın her türlü hare­
t�nbul'd a, sonra Kahire'd e, daha Ezher medresesindeki köşesinde ol­ kete açık hoşgörüşü ile İslamın ko­
sonralatr Hindistan, Londra ve Pa­ sun, Kahire'de sık sık gittiği kah­ yu tutuculuğu arasındaki karşıtlı­
ris'te yaşadı. Ömrünü n son yılların­ vehanede olsun, Afgani'nin çevre­ ğın üstünde durmakta gecikmedi.
da, yeniden İstanbul 'a döndü ama, sinde bir sürü hayran müridi vardı. Hatta, çağının İslam dünyasını öy­
açık seçik ingiliz aleyhtarı konuş­ Bunlardan biri, sonradan Afgani'­ ·. esine sert eleştiriyordu ki, batılıla­
malarından korkan padişah ın göz nin düşüncelerine daha derin bir rın çoğu Allah'a inanmadığını sa­
hapsi altında hemen hemen bir tut­ anlam kazandırdı. . Nil Deltasında . nıyordu : herhangi bir müslümanın
sak duru:muna düştü. Afgani'ye gö­ yaşayan yoksul bir fellah ailesinln bazı hıristiyan tutum ve davranış­
re İslam'a gerekli olan A vrupa'yı oğlu olan Muhammed Abduh adlı larını kendininkilerden üstün göre­
taklit etmek değil, kendi güç ve er- bu öğrenci, çağdaş İslam dünyası- bilmesini anlayamıyorlardı.
52
Osmanlı tarihinin ünlü deniz savaşlarından birini, Preveze savaşını gösteren bir
tablo. (Bu tablonun aslı İstanbul Deniz Müzesi'ndedtr. )

Oysa Abduh dinsiz değildi. Ter­ yıl İslam hayatının her bakımdan Osmanlı İmparatorluğunun Bi­
sine, Islam dininin, doğru anlaşılıp değişmesine yol açmak, müridleri­ rinci Dünya Savaşı'nda ortadan
yorumlanırsa, kişisel dindarlıkla ne kalmıştı. kalkmasından sonra Anadolu'da
toplum yararına eylemleri birleşti­ Bu müridlerden biri olan Ka­ Mustafa Kemal Atatürk, İslam'dan
rip bağdaştırabilecek yeni bir ha­ sım Amin, kadınların özgürleştiril­ apayrı, çağdaş bir Türk ulusu ya­
yat görüşü doğurabileceğine inanı­ mesi gereğini savundu. 1 899'da ya­ ratmağa çalıştı. Bu amaçla, geienek­
yordu. Peygamber'in erdemli kişi­ yınladığı bir kitapta bu konuyu ele sel Müslüman giysilerini kaldırdı .
ler kadar erdemli bir topluma da aldı, İslam'ın çöküşünü kadınların Arap alfabesini yasakladı, şeriat hu­
ihtiyaç olduğunu söylediğine işa­ baskı altına alınmasına bağladı. kukunun yerine batı hukukunu be­
ret ederek, müslüman toplumunun Sağlam bir toplumun temelinin aile nimsedi, halifelik ·•e padişahlık gibi
niteliklerinin bütün gerçek mümin­ olduğunu yazarak, kadınların sustu­ geleneksel kurumları yıktı, resmi
leri ilgilendirmesi gerektiğini savu­ rulmasının, güçsüzleştirilmesinin tatil gününü cumadan pazara çe­
nuyordu. Ne var ki, Abduh'a göre, aile hayatını yozlaştırdığını ileri virdi. Yeni kurulan Türkiye, bir Ba­
bir toplum ancak yasaları oranında sürdü. Kasım Amin, harem ve peçe­ tı ülkesi olma yoluna girdi.
başarılı olabilirdi, yasalar ise toplu­ nin İslam ruhuna aykırı ol- Buna karşılık başka ülkelerde
mun özel koşullarına, değerler; ne duğunu iddia ederek, lslamın bir bazı İslam önderleri, kendi geçmiş­
göre gelişmeliydi. Eski, geçmiş top - vakitler kadınların toplum içinde lerini bütünüyle inkar etmeksizin
lumların yasalarına dönmek, bir çe­ önemli roller oynamalarına izin ver­ batılı düşünce sistemlerini benim­
şit iç çürümeye yol açard ı ; <<Ulusla­ diğini, şeriata göre kadınların mülk semeyi başardılar, hatta geçmişi
rın koşulları nasıl değişirse, yasa­ sahibi olma, bu mülkü denetim al­ ·yeni bir kültür birliği anlayışının
lar da ona göre değişir» diye yaz­ tında tutma hakkına -bu gibi şey­ yerleşmesinin temel öğesi olarak
mış, müslümanların kendi kendile­ ler Avrupa'lıların aklından bile geç­ kullandılar. İslamlık yalnızca Batı
rini tanıma için çaba göstermeleri­ mezken- sahip olduklarını söyle­ dünyasının dini olarak Hıristiyanlık
ni istemişti. di. kad dayanıklı çıkmakla kalmadı,
Abduh amaçlarına ulaşabilmek Abduh ve Amin gibi düşünür­ en az Batı kadar yeni düşüncelere
için iki temel reform istemiş, bun­ lerin İslamın aldığı biçimle ilk za­ açık olduğunu ortaya koydu. Bir
lar için çok çaba harcamıştır : hala manlardaki ve yeniden alabileceği zamanlar çok iyi gelişmiş, ama son­
Ortaçağ bilgilerinin öğretilegeldiği biçim arasındaki farkları gözler raları ihmal edilmiş olan eğitim,
müslüman okul ve üniversit::!leri­ önüne sermeleri, XX. yüzyıl İslam bilim ve felsefe gibi alanlarda yeni­
nin çağdaşlaştırılması; bir zaman­ dünyasını sarsan manevi bunalım­ den ürünler verilmeğe başlandı.
l ar çok kesin ve canlı bir dil olup da önemli rol oynadı. Bazı düşünür­ Eğitim görmüş müslümanların ye;r;ı.i
sonraları aşırı süslü bir hale gelip ler eski «Birleşik İslam Dünyası» bir düşünce birliği kurarak, bir za­
yozlaşmu� olan Arapça'nın arılaştı­ kavramının bir yana bırakılarak, manlar Peygamberin önemle öğüt­
rılması. Bu reformlar Abduh'un öm­ yeni, laik devletler kurulmasından lediği ve alçak gönüllülükle uygula­
rü süresince tam olarak gerçekleş­ yana olurken, bazıları bu bunalımın dığı dindarlık, kardeşlik ve adalet�
tirilemedi. Mısır Müftülüğüne ( ül­ yepyeni bir manevi gücün doğması- ilişkin görüşlerini çağdaş dünya an­
kenin en yüksek hukuki amirliği) "na ve bu gücün yalnızca yeni bir İs­ layışı içinde yeniden dile getirebile­
kadar yükselmesine karşın, Mısır lamlık yaratmakla kalmayıp , ya­ cekleri bile düşünülebilir. Böylece
hükümdarının işbirliğini hiç bir za­ bancı düşünce ve eylem biçimlerini Müslüman dünyasının sözcüleri ola­
man sağlayamadı. Reformlarını de kapsayacak kadar dayanıklı ola­ rak, İslamlığın yeni bir altın çağ
gerçekleştirmek, zamanla XX. yüz- bileceğine inandılar. yaşamasını sağlayabilirler.
53
İURAN VE •

İURAN
vahiy nedir ?
Kur'an'ı Kerim, müslümanların
kutsal kitabı olup Hz. Muhammed'e
gelen vahiyleri kapsar. İsla.m dini­
ne göre, Kur'an'ın hedefi: İlahi vah­
yin sesiyle insanları Ulu Tantı'ya
yöneltmek, onları mutluluk dolE
):ıir hayata ulaştırmak, gönüllerde
gerçek duygusunu, hak sevgisini
uyandırmak, böylece hayatın ma­
nasını anlatıp huzura kavuştur­
maktır. O, alemlerin, bütün varlık­
ların yaratıcısı ve yetiştiricisi, ter­
biye edip besleyicisi olan Tanrı'ya
hamdetmekle başlar, Nas (insanlar)
kelimesiyle biter ki, bu büyük bir
anlam taşır. İnsan Tanrı'sını tanır,
O 'na hamd ve şükür ederse mutlu
olur. Şair bunu şöyle anlatır : ((Kur'­
an Besmele'nin (Be) si ile başlar,
Nas kelimesinin (s) harfiyle sona
erer; bu : sana, din yolunda Kur'an
yeter, demektir.» Kur'an , Hz. Mu­
hammed'e vahiy suretiyle indiril­
miş, Allah, tebliğini, melek ( = Ceb­
rail) vasıtasiyle Peygamber'e gön­
derip ona ilham etmiştir.
Vahiy, Kamus'ta açıklandığı üze­
re : işaret etmek, remiz yollu sürat­
le işaret etmektir ki, bu sözle, sesle,
yazıyla, hatta bazı organların hare­
ketleriyle yapılır . Vahiy, mektup ya
da kitap biçiminde e<gönderilmişn
olabilir. Elçi göndermek, gizlice söz
söylemek, bir adama söz ulaştırmak,
il ham anlamında da kullanılır (Mü­
tercim Asım ) . Ragıp İsfehani <le
Müfredat'ında şöyle der : ((Vahyin
aslı, süratle işarettir; remz ve söz
yoluyla yapılır. Bazan yalnız sesle,
bazan aza ile işaret yapmakla, :yaz­
malda da olur.»
Vahiy kelimesi, Kur'an'da söz
söylemeden işaret etmek (Meryem,
ayet 1 3 ) hayvanlara doğal gırize
'
duygus� vermek (Nahil suresi, ayet
68 ) , insanın kalbine koymak, gön­
lüne doğmak ( Kasas, ayet : 7) anla­
mına kullanılmıştır� Hazreti Mu­
sa'nın anası na, oğlunu Nil'e bırak­
Kur'an-ı Kerim'in Miraç'la ilgili bölümünden bir sayfa. masını ilham etmek bu anlamda-
54
Hz. Muhammed'i, Hira dağında ilk vahiyi okurken gosteren bir minyatür.
55
ettiği bilinmiyor, buna tehannüs
denir. Bazıları, Hz. İbrahim'in dini
üzere ibadet ederdi, derler. İlk va­
hiy işte burada başlamıştır. Melek
ona görünerek : 110ku ! ıı demiştir.
cc Ben okumak bilmem ıı deyince, bu
emri tekrarlamış ve : «Yaradanın
olan Tanrı'nın adıyla oku ! O, insanı
yapışkandan yarattı. Oku ! Kalem­
le öğreten, Kerim Rabbi'nin adıyla
oku ! O insana bilmediklerini öğ­
retti» anlamındaki ayetleri bildir­
miştir. Peygaıp.ber bu olayı şöyle
anlatmıştır : 11Melek gitti, Ben uy­
kudan uyanır gibiydim. Sanki kal­
bime bir kitap yazılmıştı. Mağara­
dan çıkıp dağın ortasına geldiğim
zaman , gökten �öyle bir ses geldi :
(Ya Muhammed ! Sen Tanrı elçisi­
sin, Ben Cebrail'im. ) Meleği gök­
yüzünde gördüm.»
Eve gelince bu hali eşi Hatice'ye
anlatmış, Hatice akrabası olan Va­
raka'ya koşmuştu. Varaka Tevrat
ve İncil' i bilen bir adamdı. Olanları
ona anlattı; O da : ccKuddus, Kud­
dus, demişti, hayatımı elinde tu­
tan Tanrı'ya yemin olsun ki, eğer
bu dedikleri öylece ise, O'na, Mu­
sa'ya gelen büyük melek gelmiş ; O,
bu ümmetin Peygamber'i olacak .»
(Buhari ve diğer Hadis kitapları bu­
nu daha geniş anlatırlar. ) Hz. Mu­
hammed Hatice'ye içini açarak :
ıcKendimden korktumıı demişti.
Hatice : cıÖyle deme, Tanrı seni hiç
bir vakit utandırmaz; yalnız bırak­
maz. Çünkü Sen akrabana bakarsın,
işini görmekten aciz olanlara yar­
dım edersin, yoksullara verirsin, on-
· lara kaz:ındırırsın, konuğu ağırlar­
sın, hak yolunda çıkan engelleri
aşmaları için halka yardım eder­
sinıı cevabını vermişti.
Annie Besant adlı İngiliz kadını,
Peygamber'in hayatının bu devre­
I� , ..
sini şöyle anlatıyor : cıHz. Muham­
med böyle herkese yararlı olmak,
Cebrail tarafından Hz. Muhammea·e, Kur'an'ı başlatan ilk surenin yardım yapmak gibi iyi ve temiz
okunuşunu tasvir eden hir minuatür. bir hayat yaşarken iç aleminde bir
fırtına kopuyor, içinde mücadeleler
dır. Süre 6, ayet 1 1 2'de , şeytanla rın ayet 52) , «Ne yücedir O Tanrı ki, geçiriyor ki, bu hali ancak Tanrısal
birbirine yaptıkları gizli işaret ve bütün alemlere bir uyarıcı olsun vahye eren Tanrı kulları bilir. Ru­
vesvese hakkında da vahiy kelime­ diye kulu Muhammed'e Furkan'ı huna bütün anlamlar yüklendiği
si geçer. Edebiyatta ilham, esin an­ indirdi.» (Fqrkan süresi, ayet : 17) . zaman sahraya çıkıp tenhalıklarda
lamına gelir. Şura süresinin 5 1 . «Bu kitabın indirilmesi Aziz ve Ha­ dolaşırdı. Aylarca bu hal devam et­
ayetinde vahyin bazı şekilleri bildi­ kim olan Allah'tandır.ıı (Zümer : ti. .Sahra'nın ortasında bir mağa­
rilmiştir . Keh if süresinin 1 1 0 . ayeti 1 ) . Bu ve benzeri ayetler, Kur'an'ın raya çekilir, orada yalnız, sessizlik
şöyledir : «De ki, Ben de sizin gibi Allah kelamı olarak indirildiğini içinde Tanrı'ya niyaz ederdi. Gön­
bir insanım, ancak bana vahiy olu­ göstermektedir. lünde Peygamberlik nuru parlamak
nur ki, Tanrı' nız bir tek tanrıdır . n üzereydi. Nihayet kendisine : cıOku ! ıı
1<Biz böylece sana emrimizden bir
ruh vahyettik. Halbuki önce kita­ ilk vahiy emrini veren sesi duydu. Parlak bir
gecede gökten inip onu kaplayan bu
bın da , imanın da ne olduğunu bil­ İlk -Vahiy, Mekke yakınında Hıra vahiy nurunun içinde, kendini ; kav­
miyord un. Biz bunu kullarımızdan dağındaki mağaracta başlamıştır. mini ; hakka devam etmeye çağıran
dilediğimize doğru yola götürmek Hz. Muhammed burada inzivaya meleği gördü . Melek ona, Tanrı'nın
için bir ışık kıldık. Şüphesiz Sen çekilir ve bir ay kadar kaldığı olur­ vahyettiıklerini insanlara öğretme­
doğru yola götürmektesin. » (Şura, du. Burada hangi din üzere ibadet sini bildirdi.»
56
Vahyin ilk anları böyle başlamış­
tır. İbnü'l-Kayyim Cevziye: Vahyin
doğru çıkan rüya, Meleğin gelip gö­
rünmesi, insan suretine girmesi,
Meleğin seslenmesi yada arada Me­
lek bulunmaksızın Tanrı kelamını
duyması gibi hallerini anlatır (Za­
dü'l-Mead, c .ı.s. 24, 25, 1 924 tab'ı) .
Kur'an 23 yılda ayet ayet, kısım
kısım inmiştir. Ramazan ayında,
Kadir gecesi inmeye başlamıştır, 1 7
ramazanda diyenler d e vardır. İlk
inen ayetler, Alak suresinin başın­
daki 5 ayettir. Son inen ise, bazıla­
rına göre Maide süresinin 3. ayeti,
bazılarına göre Bakara'nın 28 1 . aye­
tidir. Beyne Deffeteyi'l-Mushaf yani
Mushaf'ın iki kapağı arasında bu­
lunanlar Kur'an'dır, Allah kelamı­
dır. Besmele Hz. Süleyman'ın Bel­
kıs'a yolladığı mektubun başında
bulunmaktadır, böylece Kur'an'da
geçer, ayrıca sürelerin başına yazı­
lır. Kur'an hazan sorulara cevap
verir, hazan bir olayı anlatmak için
ayet gelir, bazan hüküm getirir, çe­
şitli konuları aydınlatır.

mekkl ve
medem sôreler
Hicret'ten önce inen ayetlere,
Mekke'de indikleri için Mekki de­
nir, Hicret'ten sonra inenler de Me­
dine'de inmiş anlamına Medeni adı­
nı alır. Mekke'deki müddet 12 yıl,
5 ay, 13 gündür, Medine'deki ise 9
yıl, 9 ay,, 9 gündür. 7 1 sure Mekki'­
dir, 19 sure Medeni'dir, kalan 24
sürede hem Medeni, hem Mekki
ayetler vardır, karışıktır. Mekki su­
reler daha çoktur, Kur'an'ın otuzda
on dokuzunu, Medeniler ise otuzda
on birini tutar. 1 9 Medeni sure şun­
lardır: Bakara, Al-i İmran, Nisa,
Maide, Enfal, Tevbe, Nur, Ahzab,
Kıtal, Fetih, Hucurat, Mücadele,
Haşir, Mümtehıne, Cum'a, Münafi­
Hz. Muhammed'i !Miraç gecesi» meleklerle birlikte gösteren bir
kun, Talak, Tahrim ve Nasr. Diğer minyatür
sureler Mekkidir.
sızlık yüzünden uğradıkları fela­ üzerine (evlenme, boşanma) 70,

mekki.medeni ketler anlatılır, ibret yerleri verilir,


Medeniler ise ibadet ve işlemeyle
muamelat ( alım, satım) üzerine 70,
hırsızlık, zina, adam öldürme, ifti­
nitelikleri ilgilidir.
6 - Mekkilerde yahudi ve hı­
ra cezaları üzerine 30, yemin ve ke­
faret, tanıklık üzerine 50 ayet var­
1 - Hüküm koyan ayetler Me­ ristiyanlardan söz edilmez, Medine'­ dır. Bazı eserlerde ahkam ayetleri
denidir, inanç esası getirenler Mek­ de inenlerde bunlarla mücadele an­ daha az gösterilir. Örneğin hin tli
kidir. latılır. Sirac Ali'ye göre bunlar 200'dür.
2 - Ey naas, hitabı bulunanlar 6236 ayetin 1 456'sı Medenidir, Bunların da bazıları doğrudan hü­
Mekki, Mü'minler diye hitap eden­ kalanı Mekkidir. Ayet sonlarına du­ küm koymaz, nasihat ve irşad yol­
ler Medenidir. rak denir. ludur. Müctehidler bazı karinelerle
3 -- Mekkiler kısadır, Medine'de Kur'an 1 14 süre, 30 cüz, 120 hizip onlardan hüküm almışlardır. Asıl
inenler uzundur. yada hizb'e ayrılmıştır. Hizipler de doğrudan doğruya hüküm getiren
4 - Mekki surelerde ruhları çe­ aşirlere bölünür. ayetler 50'dir (Ahmed Emin, Yev­
kici bir ahenk vardır. Medine'de Ahkam ayetleri : 330 kadardır. mü'l-İslam, S. 1 62, Kahire ) . Abdül­
inenler ise düşündürücüdür. Namaz, oruç, zekat, hac gibi ibadet­ vehhab Hallaf, Usi.i.1-i Fıkıh adlı
5 - Mekkilerde, ulusların inanç- le ilgili olanlar 140, aile hukuku eserinde : aile huktıkuyla ilgili 70,
57
Kum ( İran) şehrindeki Büyük Cami' de bulunan süslü bir Kur'an.

muameley le ilgili 70, cezayla ilgili hitap edili r : «Kur'an'ı okurıken ace­
30, yargı üzerine 13, nizamla ilgili vahiy katipleri le etmek için dilini hareket ettirme,
1 0 , savaş usulü üzerine 22, mali hü­ Kur'an indikçe, Peygamber, inen onu toplamak, Vf' okumak bize ait­
kümlerle ilgili 10 ayet bulunduğu­ ayetleri vahiy katiplerine yazdırır­ tir. ıı ( ayet : 1 6 , 1 7 ) . Kur'an'ı Kerim'­
nu söyler. Kur'an, temel prensip­ dı. İbn Asakir· bunlardan 23 tane­ in başlıc:ı adları şunlardır : Kitah :
leri koymuş, ana hük ümleri bildir­ sinin adını verir. Bazıları 42'ye çı­ Tanrı kitabı anlamına Kur'an'da
miştir. Ayrıntılara girmez, masla­ karır. Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, çok geçer. Furkan : Hak ile batılı
hata uygun olanı almayı ictihada Zeyd bin Sabit, Zübeyr bin Avvam, ayırt edici anlamındadır. Zikir: An­
bırak ır. Satış hakkında 4 esas hü­ Amr bin As, Abdullah bin Erkam, mak, hatırlamak demektir ki, Tan­
küm koymuş, ayrıntıları fıkıh hü­ Said bin Kays, Mugire bin Şu'be, rı'yı anmaktır. Hüda : Doğru yol kı­
kümlerine bırakmıştır. Mecelle'de Abdullah bin Revaha, Halid bin Ve­ lavuzu demektir. K ur'an fikirleri
alım satım bölümünde 303 madde lid, Huzeyfe bin Yeman, İbn Mes'­ aydınlatır. Hak i m : Hikmet dolu de­
vardır. Ceza hükümleri 5' tir. Tazir ud, Übey bin Ka'b bunlardandır. mektir. Beyan, Hcl[1ğ, Mcv'iza, Şifa,
cezaları yöneticiye aittir. Sarhoş­ Kur'an sayfal::..r üzerine yazılırdı. Rahmet, Rfıh, Hak, Büşra, gibi ke­
luk cezası belirtilmemiştir. Hz. Ebu- Ancak buradaki sayfa deyimi, yazı limeler de Kur'an'ın adlarından sa­
. bekir halife iken 40 değnek cezası yazmaya elverişli yassı, düz şey an­ yılır. Mevzfıatü'l-Uh1nı 55 isim
vardı. Hz. Osman zamanında İslam lamınadır. Yassı taşlar, kürek ke­ kaydeder.
ülkesi genişledi, servet artınca içki miği, hurma dalı, deri, bez, kağıt, Hadiste . Kur'an'ın l7 'harf üzerine
de çoğal dı. Bu hususu Ashab, ara­ tuğla gibi üzerine yazı yazılabilecek indiği bildirilmiştir. Bilginler bura­
·
larında görüştüler. Hz. Ali «Sarhoş şeyler üzerine yazılmıştı. daki harf deyimini lehçe anlamına
hezeyan yapar, -i fti ra eder. Öyleyse Kur'an : topiamak, okumak, kö­ almışlar, tanınmış Arap lehçeleri
ona iftira cezasını tatbik edelimıı künden gelir. İ nşad etmek, ezberden ile yorumlamışlardır. Başta Kureyş
dedi ve böyl.:ce 80 değnek cezası okumak anlamına da kullanılır. Kı­ lehçesi olmak üzere ünlü kabile leh­
kabul ol undu. yame süresinde Peygamber'e şöyle çeleri üzere indiği kabul edilir. Ko-
58
laylık göstermek için yedi lehçe ıle
f)kunmasına izin verilmiştir.
Bazı surelerin başlarındaki harf­
lere « Fevatih-Mukattaat-ı süver ıı
diye isim verilir. Bunlar 2 9 surede
geçer, Bakara ve Al-i İmran, Mede­
ni, kalan 27'si Mekkidir. Tekrarla­
nan harfler 14'tür, Arap alfabesinin
yarısı demektir. Bazan 1, bazan 2-5
harf birarada bulunur. Bazıları da
tekrarlanır. Bunlar Elr, Elm, Tsm,
Hm gibi gruplara ayrılır. Bunları
yorumlama konusunda çeşitli gö­
rüşler vardır : Kur'an bu harflerö.en
meydana gelmiştir, siz de bunları
bildiğiniz halde onun gibisini ya­
pamıyorsunuz veya bu harfler vah­
yin inişinin sesidir, diyenler vardır.
Kur'an'ı dinlemek için dikkati çek­
mek amacıyla bu harfler başa kon­
muş olabilir. Bunların kısaltılmış
kelimeler olduğu da söylenir.

kur'an'ın İ'cazı XVI. yüzyıldan kalma, bir Kur'an-ı Kerim.


Kur'an, Hz. Muhammed'in en bü­ da bunun örnekleri vardır. Müsey­
yük mucizesidir. Kelam kitapları limetü'l-Kezzab Rahman adını ver­ kur'an'ın
bunu belgeleriyle anlatır. uBu Kur'­ d iğ·i bir meleğin kendisine vahiy ge­
an'ın bir benzerini meydana getir­ tirdiğini ileti sürmüştür. Cahız, el­ mushaf haline
mek için insanlar ve cinler birara­
ya gelseler ve birbirlerine yardım
Hayevan'da Müseylime'nin bu saç­
malarıyla alay eder. Yemen'de Es­ getirilmesi
etseler, yine onun bir eşini vücuda vedü'l-Ansi, Çöl'de Tuleyha, kadın Kur'an, Peygamber'e indikçe da­
getiremezler . » (İsra: 88) . uBu kitap peygamber Secah da aynı gülünçlü­ ğınık sayfalara yazılırdı. Peygam­
mübarek bir Kur'an'dır, mahfuz bir ğe düşmüşlerdir. Şair Mütenebbi ile ber hayatta oldukça vahiy devam
kitaptır, ona ancak temiz olanlar Ebu'l-Ala da Kur'an'a nazire söyle­ ettiğinden bunlar bir mushaf ha­
dokunabilir, o alemlerin Rabbi ta­ mekie suçlandılar. Taha Hüseyin, l i n de toplanmadı. Hz. Ebubekir za­
rafından indirilmiştir.» (Vakıa : 77- Ebu' l-Ala'nın (El-Fusfıl ve'l-Gayat) manında Yemame savaşında bir
79 ) . Türk şairleri, Kur'an'ın bu i'ca­ kitabını Kur'an'a nazire olarak de­ çok hafız şehit oldu. Hz. Ömer, Ebu­
zını, eşsizliğini şöyle ifade ederler : ğil, Kur'an'ın etkisinde kalarak yaz­ bekir'e başvurup Kur'an'ın bir ara­
«Baki mu'cizeler ne hacet din-i dığını söyler. ya torılanmasını istedi . Ebubekir te­
hak isbatına, reddüt etti, <cPeygamber'in yapma­
Alem içre mu'cizi baki yeter Kur'­
an sana.)) kur'an'da dığını, ben nasıl yaparım? ıı dedi.
Ömer'in ısrarı üzerine bu işe de ak­

ııBir mu'cizedir ki, nur-i Kur'an,


Fuzuli
arapça olmayan lı yattı. Dağınık sayfaları toplayıp
biraraya getirmeye karar verince
Durdukça cihan, durur nüma­
yan.n
kelimeler Zeyd bin Sabit'in ba�kanlığında bir
heyet kurdular. Zeyd de, başlangıç­
Ziya Paşa Her dile, yabancı dillerden kelime ta çekindi, işin güçlüğünü biliyor­
uMu' ciz senin, ey Nebi, Kitabın. n girmiştir. Arapçada da başka dil­ du. uVallah, diyordu, bana bir dağı
A . Hamid lerden girme kelimeler vardır. Kur' - yerinden kaldırmayı emretseler, ·bu
Kur'an'ın eşsizliğini Arap ediple­ an'da da ounlar kullanılmıştır. Taş­ kadar ağır gelmezdi. ıı Ebubekir ona .
ri kabul etmek zorunda kalmıştır. köprülüzade, Mevzuatü'l-Ulfim'da uSen gençsin, akıilısın, Resulullah'a
YediAskı şairlerinden Lebid'den Hz. (C. II, S. 59-60) bu konuyu anlatır vahiy yazardın, aleyhinde söylene­
Ömer, bir şiir yazmasını istemiş, ve Kur'an'a bütün dillerden kelime cek bir söz yok, bu işi yap,ıı dedi. O
şair <<Allah, Bakara ve Al-i İmran alınmasının anlamı üzerine dikka­ da işe başladı. İşi çok sıkı tuttu. İki
surelerini indi rdikten sonra artık ti çeker. Subki ( 1355 ) , Kur'an'da tanık istiyordu. Böylece Kur'an
baha şiir söylemek düşmez » demiş­ Arapça olmayan 27 kelimeyi bir şi­ mushaf haline getirildi. Bu nüsha
tir. Kaadi Ebu Bekir Bakıllanl irde toplamıştır. İbn Hacer ( 1448) Hz. Ebubekir nezdinde saklandı.
(403 H . / 1 0 1 2 M. ) . Kur'an'ın i'cazını bunları 5 l 'e çıkarmış., C. Siiyfiti Onun ölümünden sonra Hz. Ömer'e
en güzel anlatan eseri yazmış, bu bunlara 60 kelime eklemiştir. Kahi­ geçti. Ondan sonra da kızı Hafsa'­
konuyu ilk işleyenler ise Cahız ile re Şarkiyat Enstitüsü Sami diller nın elinde kaldı. Hz. Osman 'ın hali­
Abdülkadir C ürcani olmuştur. profesörü A. Jeffery, 1938'de yayın­ feliği sırasında Azerbaycan fethin­
Hz. Muhammea·ın vefatından ladığı eserinde Kur'an'da 320 ya­ de, suriyelilerle ıraklılar arasında
sonra oazı yal ancı peygamberler bancı kelime bulmuştur. Bunların bazı okuyuş ( tilavet ) farkları gö­
türemiş, bunlar bazı söz'lerini Kur'­ çoğu Sami dillerde ortak kelimeler­ rüldü. Huzeyfe bin Yeman bu du­
ari'a nazire olarak göstermek iste­ dir. Bu kelimeler arasında Tennur rumu Osman'a arzetti. ((Yahudiler
mişlerse de gülünç olmaktan ileri ( tandır) , Gassak, yakut gibi sözle­ ve hıristiyanlar gibi kendi kitapla­
gidememişlerdir. Arnp edebiyatın- rin Türkçe olduğu açıklanmaktadır rında anlaşmazlığa düşmeden önce
59
lar esas tutularak bunlara uymayan
nüshalar düzeltildi. Düzel tilemeye­
cek gibi olanlar toplandı, yakıldı.
Şia'dan bazıları Osman'ın, Ali'yle
ilgili ayetleri Kur'an'dan çıkardığı­
nı iddia ederler. Bu bir iftiradan ile­
ri geçemez. İlk anlaşmazlıklar dev­
resinde Osman'a çok şey isnad et­
tileı•, kusurlarını saydılar. Fakat
hiç kimse Kur'an'ı tahrif ettiğini
söylemedi. Öyle bir şey olsaydı, düş­
manları bunu hiç kaçırır mıydı?
(Bak, İslam Ansiklopedisi, C. VI. S.
1005 ) .

mushafın
düzeni
Kur'an'ı Kerim'in 1 1 4 suresi sı­
Elyazması başka bir Kur'an'ı Kerim (üstte ) . Bir Kur'an rahlesi rayla yazılmış halde bulunmakta­
(altta) d ır. Dünyanın her yerinde bu dü­
zen aynıdır. Surelerde ayetlerin dü­
zeni de öyledir. Ayetler Peygam­
ber'in hayatında sıraya konulmuş­
tur. o, vahiy katiplerine hangi aye­
ti nereye yazacaklarını emrederdi.
Sureler sonradan bu sıraya konmuş­
sa da bazılarınca bu tevkifidir, ya­
ni vahye dayanır, bazılarınca icti­
hada dayanır. Sureler uzunluk kısa­
lık gözönüne alınarak sıralanmış­
tır. Kısa olan Fatiha başa konmuş­
tur. Bu bir sözbaşı gibidir. Fatiha,
kitabı açan, başlangıç anlamınadır.
iniş sırasına göre düzen : Ayet
ve süreler konularına göre düzen­
lenmiştir. İniş sırasına göre düzen
ancak tarih bakımından önem ta­
şır. Asıl önemli olan konudur. Han­
gi ayetin nerede ve ne zaman indi­
ği bellidir. Buna uEsbab-ı nüzıll :
İniş nedenlerin denir. Hz. Ali, Übey,
İbn Mes'ud, İ_bn Abbas gibi zat­
ların kendilerine göre düzenleri
vardı. Burada 1 numaralı tabloda
surelerin mushaftaki düzeni gös­
terilmiştir. 2 numaralı tabloda ise
nüzılle (iniş) göre kronolojik sıra
gösterilmiştir.
Alman müsteşriklerinden Th.
Nöldeke, Geschichte des Qorans ad­
lı eserinde (ilk basımı 1862) iniş sı­
rasına göre bir düzen yapmış, bu­
nu V. Hicri yüzyılın bilginlerinden
Ömer B. Abdülkafi'nin Tarihu'l­
Kur'an adlı kitabından almıştır, bu
da İbn Abbas'ın düzenine dayanır.
3 numaralı tabloda surelerin İs­
lam'ın kuruluşu çağındaki önemli
devirlere göre bölüm bölüm bir dü­
bu ümmete yardım ebı dedi. Osman, lehçesi kabul ediliyordu. Hz. Osman z;.::n ini görüyoruz:
Hafsa'daki nüshayı aldırdı. Zeyd böyle emir vermişti : cıUktühôhu hi'­ Ayetlerin sonuna durak denir.
bin Sabit, Abdullah bin Zübeyr, Sa­ lisan'i Kureyş.» Böylece yedi nüsha Ayet : alamet, nişan, belge, ibret
id bin As, Abdurrahman bin Haris'­ yazdılar. Burıları önemli İslam mer­ alınacak şey, mucize demektir.
in bulunduğu bir heyet kurdu. He­ kezlerine gönderdiler. Mekke, Şam, Ayetlerin son h arfine Fasıla harfi
yette bulunan Said söylüyor, Zeyd Basra, Kufe, Bahreyn, Uman'a gön­ denir. Bu harfler belli olup çok de­
yazıyordu. Bazı kelimelerin imla­ derilen nüs!""ı alar müslümanlarca fa N , M gibi tannan, ahenkli ses
sında anlaşmazlık çıkınca, Kureyş rnemnunlukla kabul edildi ve bun- veren harflerdir. En uzun süre Ba-
60
kara olup 286 ayettir. En kısa sure
de Kevser'dir, 3 ayettir. Surelerin
başına klişe içinde sure adı, ayet
sayısı, Mekke veya Medine'de indiği
yazılır.

sôrelerin taksimi
Taberi'nin Teısiri'nde kaydettiği
hadise göre sureler şu şekilde tak�
sim edilir :
TIVAL: en uzun yedi suredir : Ba­
kara, Al-i İmran, Nisa, Maide, En'­
am, A'raf, Yunus.
MİÜN : yüzlük sürelerdir : Tevbe,
Nahl, Hud, Yusüf, Kehif, İsra, En­
biya, Taha, Mü'minün, Şuara, Saf­
tat.
MESANi: yüzden az olanlardır:
Ha-mim'ler, Elif-lam-mim'ler, Ta­
sin'ler gibi süreler bunlardandır.
MUFASSAL : Kur'an' ın son cüz­
lerini teşkil eden sürelerdir. Bunlar
da TıvaI, Evsat, Kısar yani uzun,
orta, kısa süreler olmak üzere üçe
bölünür.
Okuma farkları da gözönünde tu­
tularak Kur'an'ın kelimeleri ve
harfleri de sayılmıştır. Medinelilere
göre 77 934, mekkelilere göre 77 437
kelime vardır. En çok kullanılan
harfler : N: 52 000, Elif : 48 000, L :
33 000, M : 26 000, V : 25 000 dir.
Harflerin toplamı 326 048'dir.
Sure itibariyle Kur'an'ın ortası
Mücadele süresidir. Ayet itibariyle
Şuara süresindeki Ye'fikfin kelime­
sidir. Kelime bakımından da Hac
suresindeki Azabü'I-Harik'tir.

kur'aD'ID
noktalama ve
harekelenmesi
Yazı, Arabistan'a Hz. Muham­
med'den az önce girdi. 28 harfli
olan Arap Alfabesi ilk zamanlarda
çok basitti. 28 harf için 15 işaret
kullanılırdı. Harflerin çoğu birbiri­
min aynıydı : B.T.S., hatta N. aynı
biçimde olup nokta ve işaretle son­
radan ayrıldı. C.H.HI ; D.Z., R.Z.,
S.Ş., A, G.F.K. için de aynı şey söy­
lenebilir. Bu basit alfabe ile okumak
çok güç olduğundan okumayı ko­
laylaştırmak için önce nokta şek­
linde harekeler kondu. Elde bu çe­
şit mushaflar mevcuttur. Sonra bir­
birine benzeyen harfleri ayırt et­
mek için harflere nokta kondu ve
hareketler de bugüp.kü biçimini · al­
dı. Bu konuda Ebu'l-Esvedü'd-İ>üeli
· (H. 69, M. 688) Nasr bin Amir, Yah­
ya bin Yamer çalıştılar, Bugünkü
şekli ise Halil bin Ahmed verdi. Nok­
talar çeşitli safhalar geçirdi. Bazan
noktalar sol aşağıdan sağ yukarıya
giden meyilli çizgiler şek:linde ko-
62
İsldm ortaçağından kalma değerli bir Kur'an-ı Kerim mahfazası. Mahfazanın
üzerinde Kur'an-ı Kerim'den ccennet, kılıçların gölgesindedir> mealindeki d.yet-i
Kerime işlenmiştir. Bundan, mahfazanın özellikle savaş sırasında müslüman as-
kerler tarafından kullanıldığı anlaşılmaktadır.
63
tü'l-Ahlaf adlı eserinde bu meseleyi
inceleyerek bu nüshanın Mushaf-ı
Osman olmadığı sonucuna var­
maktadır. Bu nüsha Melik Zahir
Baybars'ın Moğol Han'ına yolladığı
nüshadır. Timur devrinde Semer­
kant'ta Hoca Ahrar Ubeydull fth
Hazret merkadına konulmuştur. Hz.
Osman mushafı orijinal olması ba­
kımından değerli olduğu için bir­
çok yerlerde bu nüshanın bulundu­
ğu iddia edilir. Hatta bazıları elle­
rindeki eski nüshaya kan damlata­
rak bunun, Osman'ın şehit edilirken
okuduğu nüsha olduğunu ileri sür­
müs.lerdir.

basılmıs
mushaflar
Türkiye'de matbaa kurulduğu za­
man Mushaf basımına izin verilme­
di. Sonraları izinsiz olarak 1871 'de
İstanbul 'da basıldı. İlk olarnk dev­
let eliyle Cevdet Paşa'nın gayreti
sayesinde 1 872'te Marif Nezareti ta­
rafından basılmıştır. Mısır'da 1 864'­
te Bulak matbaasında, Hindistan'da
1 850'de Leknav'da, daha önce mus­
haf baskıları yapılmıştı. .A vrupa'da
Mushaf ilk olarak Venedik'te basıl­
mışsa da Papa'nın emriyle toplatıl­
mıştır. 1 694'te Hamburg'ta yapılan
baskı eldeki en eski baskıdır. 1768'de
Leipzig'de, 1881 'de Frankfurt'ta,
1 833'te Londra'da, 1787'de Peters­
burg'da basıldı. 1801 'de Kazan'da
yapılan baskı çok tekrarlandı. Bu­
gün en nefis baskı İstanbul'da ya­
pılmaktadır. 1 951 'de körler için ka­
bartma harflerle basılıp Afrika'da
bol miktarda dağıtıldı.
Müfessirler Kur'an' ın anlamını
açıklar, hafızlar en tatlı sesle okur­
Bir Kur'an sayfası ( Berlin Devlet Kütüphanesi) ken hattatlar da bütün ustalıkları­
nı dökerek en güzel şekilde yazmış­
nulmuştur. Noktaların çift olanları an Tarihi, S. �45/253) . İstanbul'da
lar, tezhip ustaları sanat kabiliyet­
baza n dik ve bazan yatık olarak Türk İslam Eserleri Müzesi'nde es­
lerini göstererek onu gözalıcı bir
üstüste konur. Üç noktalar düz bir ki mushaflardan bazı nüshalar bu­
tarzda süslemişler, en mükemmel
çizgi halinde sıralanır. K harfinin lunmaktadır. (457 na.da Hz. Os­
cilt kapakları yapmışlardır. Selçuk­
nokta ları bazan üste, bazan da alta man'ın, 557'de Hz. Ali'nin imzaları
lu Sultanı Melikşah'ın katibi Ya­
kon '. ı r . bulunan nüshalar gibi) Kahire Kü­
kut Müsta'sımi ( 6 1 8 / 1 2 2 1 ) , Kara
tüphanesi'nde, Şia'nın bilim mer­
Hisari, Hafız Osman hat-tı Mushaf­
kezi olan Necef'te Hz. Ali'nin oldu­
kur'an'ın ğu söylenen mushaflar vardır.
lar çok meşhurdur.
Hz. Osman'ın Mushafı : Eski mus­
teksir edilen haflar arasında Osman'ın nüshası
kıraat
tarihi değer taşır. O en muteber
nüshaları nüshaydı ve bu nüshaya İmam de­
(kur'an'ın
Hz. Osman zamanında teksir edi­ nilirdi. Hz. Osman onu okurken şe­
len nüshalar İslam merkezlerine
gönderilmiştir. Bunlardan biri Me­
hit edildiğinden ayrıca önem ka­
zandı. Bu nüsha hakkında çeşitli
okunuşu)
dine 'de bırakılmıştı. Hz. Osman bilgiler verilir. Ömer Rıza (Doğrul) , Kur'an güzel ve hoş bir sesle
kendisi için de bir nüsha almıştı. Kur'an Nedir? eserinde bu nüsha­ okunmalıdır ; buna Tertil denir.
Buna, esas anlamında imam denildi. nın Taşkent'te bulunduğu yazıyor­ Kur'anın okunuşunu belirleyen ve
Bu mushaflar çeşitli tarihlerde el sa da doğru değildir. Kazan'lı bil­ kurallarını koyan yedi kişi vardır :
değiştirdi, bir kısmı bugüne kadat gin Şihabüddin Mercani ( 1 8 1 5 - Bunların okuyuşlarına yedi kıra-at
geldi (Bak. Osman Keskioğlu, Kur'- 1 889) Vefeyatü'l-Eslaf ve Tehıyya- denir. Yedi kıraat sahipleri şun-
64
lardır: Mekke'de İbn Kesir, Mcdi­
ne'de Nafi', Şamda İbn Amir Bas­
,
günaha sokar. Uyanık gönüllü bi­
ri ona sorar:
kur'an'ın
ra'da Ebu Amr, Kufe'de Kisai ve
Asım. Bunlar Hicri il. yüzyılda ya­
- Burada vazifeli misin, kaç pa­
ra alırsın?
yorumu
şamışlardır. Bugün genellikle Asım O da: Tefsir: Açıklamak, kapalı bir şe­
rivayeti, ve Hafs kıraatı yaygındır. - Bir kuruş almam, Allah rızası yi açmak, yorumlamak demektir.
Afrika'da ise Nafi' Kıraatı ile oku­ için okurum, deyince: Kur'an'ın anlamını açıklayan bilim
nur. Kur'an-ı, dinleyenlerin gönlü­ - Allah rızası için okuma, sus, dalına Tefsir denir. Ayetlerin Hz.
nü etkileyecek biçimde okumalıdır. der. Peygamber ve ashabı tarafından
Sa'di, Gülistan'da şunu anlatır : Bu üslı1b üzre olsa hatm-i kur'an yapılan açıklamaları, nakil suretiy­
M escit'te uygunsuz bir adam yük­ Safasın gaib eyler ehl-i iman. & le, rivayet yoluyla olmuşsa buna
sek sesle Kur'an okur, dinleyenleri (Gülistan tercümesi) Rivayet tefsiri denir. Akıl ve muha-
Kurcin-ı Kerim okuyan bir müslüman. Kur'an, ilk kez 1141 yılında
elyazması olarak Latinceye çevrilmiş: batı dillerinde de ilk kez 1530
yılında Venedik'te basılmıştır.

keme, rey yoluyla dilin gereklerin­ luğunu sağlar. Önce rivayet, sonra tikleri tefsire karıştı. Bunlar hükme
den yararlanarak yapılan tefsire de dirayet tefsiri doğdu. Rivayet tef­ ait olmadıklarından almakta bir sa­
Dirayet tefsiri denir. Bunların her sirinin en derlitoplu eseri İbn Ce­ kınca görmediler. İnsan, acayip şey­
ikisi de kendi ölçüleri içinde mak­ rir Taberi'nin tefsiridir. Dirayet tef­ lere meraklıdır. örneğin Ashab-ı
buldür. Bir de Tevil vardır; anla­ siri ile Fahreddin Razi'nin tefsiri­ Kehfin köpeğinin rengi, adı, Nuh' -
şılması güç olan bir şeyden murad dir. un gemisinin büyüklüğü, ta):ıtala­
edileni bulup açıklamaktır ki, bir Ashab arasından İbn Abbas tef­ rının çeşidi, depremin nedenleri,
çeşit tefsir demektir. Kelimeleri, siri tanınmıştır. Tabiinden de Mü­ Musa'nın öldürüldüğü Mısıf'lı gen­
sözleri a çıklamaya tefsir, anlam ve cahid ve Katade başta gelir. cin adı ve yaşı, Hz. Yusuf'un gördü­
cümlelerin kapalı yerlerini açıkla­ ğü yıldızların hangileri olduğu, bu
maya tevil denilerek ayrım yapan­
lar da vardır. israiliyat gibi esasla ilgili olmayan ayrıntılı
bilgilerin çoğu Tevrat'ta vardı, bun­
Kur'an'ın kapalı yerl erini ilk
açıklayan .Hz. Peygamber'dir. Onun
nasıl karıstı •
lar tefsire bu yoldan girdi.» Kur'an
ise bu gibi şeylerih ibret alınacak
için Hadisler, Kur'an'ın beyanı sa­ Kur'an 'da Tevrat ve İncil'deki noktalarını bildirmiş, ayrıntılara
yılır. Ashab, anlayamadıkları yeri bazı konulara işaret edilirdi. B unla­ yer vermemiştir. Kur'an, A<;iem ile
O'na sorarlardı. O da açıklama ya­ rı etraflı kavramak için Tevrat'ı,İn­ Havva'dan bahsederken onların ya­
pardı . Ashab bu konuda duydukla­ cil'i bilmek gerekiyor, onları ise Ya­ sak meyveden yediklerini ve cen­
rını birbirlerine naklettiler, böyle­ hudi bilginleri biliyordu. Ayeti açık­ netten çıkarıldıklarını anlatır. Cen­
ce sözlü tefsir meydana geldi ; işte larken onların anlattıklarından ya­ netin nerede olduğundan, yasak
bu rivayet tefsiridir. Ayetlerin iniş rarlanma yoluna gidildi. Böylece İs­ ağacın cinsinden, şeytanın nasıl
nedenleri, • kelimelerin sözlük ve te­ railiyat denilen asılsız şeyler tefsi­ cennete girip onları kandırdığından
rim anlamlarını belirtmek gibi ko­ re karışmış oldu. İbn Haldun şöy­ söz açmaz. Tevrat ise bunların ay­
nular rivayet yoluyla açıklanır. İbn le diyor : ((Araplar, dünyanın yara­ rıntılarına dalar : Cennetin Aden -
Haldun'un dediğ·i gibi , bilimler iki dılışı , yaradılışın nasıl başladığı Ürdün'ün doğusunda olduğu, ağa­
türlüdür. Biri tabii bilimler olup üzerine bazı şeyleri öğrenmek iste­ cın hayat ağacı olduğu, Havva'yı
akılla bulunur. İnsan fikir sahibi diler. Bunları daha önce Tevrat'ı yılanın kandırdığı, bu yüzden ayak­
olduğundan doğruyu yanlıştan ayı­ okuyan yahudilere sordular. Müslü­ ları kopup yerde sürünmeye mah­
rır. İkincisi nakli bilimlerdir. Bun­ man olan yahudi bilginlerinden kum edildiği, Havva'ya da gebelik ,
lar akıl ile bul unmaz. Akıl ancak Ka'bul-Ahbar, Vahb bin Münebbih, sancısı, aybaşı ağrısı verildiği söy­
meselelerin terrıd kurallara uygun- Abdullah bin Sellam'ın rivayet et- lenir. Bazı tefsirlere de hatmi ve ta-
66
Cebrail'i cennette Adem ve Havva ile aösteren bir minyatür (XV/11. yüzyıl; bu
Minyatürün aslı, Top kapı Sarayındadır) .
67
Adem 'le Havva'yı gösteren XIII. yüzyıl moğol minyatürü (solda) . Hz. İbrahim'in,
oğlu İ smail'i kurban ederken, gökten kurbanlık koyun'un indirilmesini gösteren
bir minyatür (sağda) .

savvu f sözleri karışmıştır. Bunlar­ di Yazır ( Hak dini - Kur'an Dili ) , rilmiştir denebilir. Avrupa'da en
da da çok garip şeyler vardır. Tabii Ömer Nasuhi Bilmen (Kur'an'ın eski çeviri Latince olup 1 1 47'de ya­
bilimleri Kur'ana uygulamak ça­ Türkçe Meali ) . Bu son üçü Türkçe­ pılmıştır. Fransızcaya 1647'de, İngi­
basıyla da tefsirler yazılmıştır. Bun­ dir. (Müfessirler ve Tefsirler ıçın lizceye 1 649' da çevrÜdi. Hintli Ha­
laı ın içinde eskilerden Fahreddin bak : Osman Keskioğlu, Kur'an Ta­ midullah (Her Dilde Kur'an ) adlı
Razi 'nin, yenilerden de Mısır, lı Tan­ rihi S. 208/21 7 ) . eserinde Kur'an'ın 67 dile çevirisin­
tavi Cevheri'nin tefsirleri gösterile­ den örnekler verir. Yazar bunlara
bilir. İ bn Nedim fihristinde, Me v­
züatül-Ulüm'de Kur'an bilimleriyle kur'an yeni eklemler yaparak sonraları
l OO'den .fazla dile çeviri tespit et­
ilgi li bi rçok eser zikredilmiştir. Bu­
rada başlangıçtan bugüne kadar
cevirileri

miştir. İngilizce 5 1 , Almanca 47,
Latince 36, Fransızca 3 1 , İtalyanca
geçen müfessirlerin ünlülerinin adı­ Kur'an, insanlar anlasın diye in­ 15, Rusça 1 1 çeviri vardır.
nı verel im : dirilmiştir. Başka dile çevrilmesini 1 924'te Türkiye Büyük Millet
İbn Abbas, Mücahid, İbn Cerir yasaklayan bir h üküm yoktur. Hat­ Meclisi, Kur'an'ın çevrilip tefsir
Taberi, Ebu Cafer Nahhas, Ebu Be­ ta bilginler İbrahim suresinin 4. edilmesine resmen karar verdi. Çe­
kir Cessas, Ebu-lLeys Semerkandi, ayetine dayanarak, her peygamber viri işini Mehmed Akif, tefsir yaz­
Carul lah Zemahşeri, Ebu Hafs kendi milletine açıklasın diye kav­ mayı da Elmalılı M. Hamdi Yazır
Ömer Nesefi, Fahreddin Razi , Mu­ minin diliyle gönderilmesine uygun üzerine aldı. Tefsir tamamlanarak
hammed Kurtubi, Kadı Beyzavi, olarak başka milletlere çeviri yo- Diyanet İşleri Başkanlığı'nca basıl­
Abdullah Nesefi, Ali Hazin, Ebu 1 uyla anlatılmasını ileri sürmüşler­ dı. 1 935/1936 yıllarında Mısır'da
Hayyan, İbn Arapşah, Hüseyin Va­ dir. Eskidenberi Kur'an çevrilegel­ Kur'an çevirisi tartışmaları yapıl­
iz Kaşifi (İsmail Ferruh tarafından miştir. Türkçe, Farsça kelime keli­ dı. Ezher Şeyhi Muhammed Musta­
Mevakib adıyla çevrildi ) , Baba Ni­ me yapılmış çeviriler kütüphaneleri­ fa Meragi, Ferid Vecdi çeviriye ta­
metullah Nahcivani, Ebussuud Meh­ mizde çoktur. Türkçe çeviriler Ana­ raftar çıktılar. Sonunda Mısır Par­
med, İsmail Hakkı Bursalı, Muham­ dolu'da Beylikler zamanında başla­ lamentosu da çeviriye karar verdi.
med Sevkani, Şehabüddin Allısi, mış, sonra çoğalmıştır. İlgililer 100 Dil bir milletin en değerli varlı­
S!ddık Hasan Han, Muhammed Ab­ kadar Türkçe çeviri tespit etmiş­ ğıdır. Millet duygularını onunla an­
duh, Tantavi Cevheri, Mehmed tir. latır. Türk milleti din duygularını
Vehbi ( Hulasatül-Beyan ) , M. Ham- Bugün Kur'an bütün dillere çev- tatmin için kutsal kitabını anlamak
68
XVI. yy'dan kalma elyazması Kur'an'ı Kerim.

ihtiyacını duymuştur ; bu, onun en virileri için bk : M. Cunbur, Diyanet madığını ayırmak güçtür. Kur'an
tabii hakkıdır. Onun için eskiden­ İş. Başkanlığı Dergisi, 1 961 ; Osman şiirden da:ha yüksek bir şeydir. Kur'­
beri Kur'an, Türkçeye çevrilegel­ Keskioğlu, Kur'an Tarihi, S. 269 an ne tarihtir, ne biyografidir. Ne
miştir. XI, XII. yüzyıllarda kelime 276 ) . de İsa'nın dağda söylediği vaızlar
kelime yapılmış çeviriler başlamış, gibi bir şiir demetidir. Hatta Kur'­
daha sonra geniş açıklamalı tefsir­
ler doğmuştur. Cevahirul - Esdaf
kur'an ve an, ne Veda'nın öğretileri gibi bir
metafizik, yahut mantık kitabı, ne
bunlardandır. Antep• li Mehmed
Efendi'nin Tibyan tefsiri, İsmail
batılılar de Platon'un herkese anlattığı öğüt­
leri gibidir. O bir peygamberin se­
Eskiden kilise, siyaset bir yana,
Ferruh'un Hüseyin Vaiz'den çeviri edebiyat bile islam düşmanlığı ya­ sidir. Öy_le bir ses ki, onu bütün
yoluyla yazdığı Mevakip adlı eseri pardı. Ro land destanı ( 1 067 ) , is­ dünya dinleyebilir.»
ünlüdür. lamı küçültücüdür. Bilimsel çalış­ Kur'an'ı İngilizceye çeviren Rod­
Cumhuriyet devrinde çeviri işi malar sayesinde batı, İslam ve wil diyor ki : uKur'an'ı okudukça,
hızlandı. Bunları kaydedelim : Hü­ Kur'an'ı anlamaya başladı. Alman onun bizi etkisi altına aldığını, şa­
seyin Kazım : Nurul-Beyan, Cemil filozoflarından Johan Jacob Reisig şırttığını, nihayet bize üstünlüğü­
Said: Kur'an-ı Kerim Tercümesi, diyor ki : ccBiraz Arapça öğrenen nü kabul ettirdiğini ve bizi önün­
bir heyet tarafından : Tercüme-i Şe­ bazı kimseler, Kur'an'la istihzaya de eğilmeye mecbur ettiğini görü­
rife, İzmir'li İsmail Hakkı : Maani-i başlar. Fakat bunlar Kur'an'ın et­ rüz. Kur'an temas ettiği konular ve
Kur'an, Süleyman Tevfik: Türkçe kili, düzgün ve insanları elektrikle· güttüğü amaçlar itibariyle. üslubu
Mushaf-ı Şerif, Ömer Rıza Doğrul : yen sesini duysalar, Peygamber'in temiz, yüksek ve öğüt vericidir. Be­
Tanrı Buyruğu, H . Basri Çantay : ashabına Kur'an öğretirken kullan­ lagat bakımından en yüce doruk­
Kur'an-ı Hakim ve Meal-i Kerim, i. dığı şaşırtıcı dili işitseler, Allah'ın tadır.»
Baltacıoğlu : Kur'an, Abdülbaki Göl­ huzurunda secdeye kapanırlar. Ve 1 926 yılında Fransa Eğitim ve
pınarlı: Kur'an-ı Kerim ve Meali, hepsi : Yaresulullah, bizi elimizden Dışişleri Bakanlıkları'nın izniyle
Osman Nebioğlu : Türkçe Kur'an, tut ve bizi senin ümmetine dahil basılan Fransızca Kur'an çevirisin­
Sadi Irmak : Kutsal Kur'an Türkçe olmak şerefinden mahrum etme, de şöyle denilmiştir :
Meali, Besim Atalay : Kur'an, Kur'­ derlerdi.» cc Kur'an'ın üslubuna gelince o,
an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı - Di­ Dr. Johnson der ki : «Kur'an şiir şüphesiz yüce ve ulu yaradanın üs­
yanet İşleri Başkanlığı (Kur'an çe- midir? Değildir. Onun şiir olup ol- lubudur. Kendisinden böyle bir üs-
69
El yazması bir XV. yüzyıl ıran Kur'an·ı.

lüp akıp çıkabilecek varlık, ancak zım hıristiyanların, hıristiyanlığı zeltip onu olgunlaştırır. Müslüman­
varlığın sırrına vakıf bulunan Yüce tabiat kanunlarıyla uyuşturmak lığa barbar bir din diyenler bilinç­
Tanrı'dır. Gerçek şudur ki, O'ncl an için ha rcadıkları çabaya karşı, Kur'­ ten yoksun insanlardır. Çünkü,
şüphe eden yazarlar bile, O'nun be­ an ve onun öğretileri ile tabiat ka­ Kur 'an'm açık ayetlerine karşı göz­
yanlarının kudretine boyun eğmiş­ nunları arasında tam bir ahenk ve lerini yumuyorlar ve onun yüzyıl­
lerdir. Yeryüzüne yayılmış müslü­ uyuşma görülmektedir.n lar boyunca rezaleti nasıl silip sü­
manlar üzerinde O'nun nüfuzu o de­ Sediyo, Muhtasar Arap Tarihi'nde pürdüğünü araştırmıyorlar. ıı
rece . kuvvetlidir ki, misyonerler diyor ki : Prens Bismarck da Kur'an'la il­
şimdiye kadar bir müslüinanın O'nu c<Kur'an hürmete değer bir kitap­ gili olarak şunları söylemiştir :
beğenmiyerek d i ninden döndüğünü tır. Kur'an insanlara Tanrı hakları­ <ıBen bütün göksel kitapları ince­
ispatlayan bir olay gösteremezl er. n nı tanıtmış, yaratıkların yaratan­ ledim. Tahrif edilmeleri yüzünden
Fransız filozofu Alexi Luvazun dan ne bekleyeceklerini, onunla iliş­ insanlığın mutluluğu için aradığım
diyor .ki : cıİnsanl ığın hidayete er­ kileri en açık şekilde öğretmiştir. . gerçek hikmeti ve isabeti bulama-
mesi için Muhammed 'e vahyoluna n Ahlak ve felsefe temellerini içine al­ dım. Bu kanunlar değil bir toplum,
Kur'an, hikmetle dolu parlak bir mıştır. Fazilet ve kötülük, hayır ve bir ev halkının mutluluğunu bile
eserdir. Muhamme d'in gerçek pey­ şer, eşyanın gerçek niteliği, her ko­ temin edecek mahiyetten uzaktır.
gamb�r olduğunda şüphe yoktur. o nu Kur'an'qa anlatılmıştır. Adalet, c<Ancak Muhammediler'in Kur'­
öyle yüksek bir Tanrı elçisidir ki, eşitlik kuralları, başkalarının iyili­ an'ı bu hükümden müstesnadır.
Tanrı'nın iradesine uyarak müslü­ ğine çalışmayı, fazilet sahibi olma­ Bütün kitaplardan üstündür. Ben
manlık gibi dünya çapında bir din yı öğreten esaslar Kur'an'da vardır. Kur'an'ı inceledim. Her kelimesinde
kurmuş ve bunu yayarken Tanrı'­ Kur'an insanı tutumlu ve dengeli büyük hikmetler gördüm. Bunun gi­
nm inayetine nail olmuştur . ıı olmaya çağırır. Sapıklıktan, her bi insanlığın mutluluğuna hizmet
u Yeni buluşlar veya yeni bilim'e­ türlü aşı rılıktan korur. Ahlaksızlı­ edecek bir eser yoktur. ıı
rin yardımıyl a çözülen ve çözümlen ­ ğın karanlık batağından ç * arır, gü­ (Daha geniş biigi için bk : ö Rıza Doğ
mesine çalışılan meseleler arasında, zel ahlakın , şirin, aydın tepelerine rul, Kur'an nedir? Osman Keskioğlu :
islamla çatışan bir şey yoktur. Bi- yükseltir, insanın kusurlarım cl ü- Kur'an Tarihi,. II. kitap, S : 345 /352 ) .
70
1

İSLAM'DA
MEZHEPLERİN.
DOGUŞU
'

1
doğal çevre,
sosyal çevre
Mezhep kelimesi Arapça gitmek
anlamındaki cc Zehabn kökünden
gelmektedir. Mezhep ; mastar ola­
rak gitmek, zaman zarfı olarak git­
me zamanı ve yer zarfı olarak da
gidilen yer anlamlarına gelir. Bu
anlamlar, özellikle maddi nesnele­
ri ifadeye yönelmiş, daha sonraları
bu maddi anlamlardan, soyut an­
lamlara geçilmiştir. Bunun için gi­
dilen yer yerine, gidilen görüş veya
gidilen yol kullanılmıştır. Mezhep
kelimesi, gidilen görüş anlamına
alındığı zaman, orijinal ve şahsi gö­
rüşe sahip olan ve bunu serbest ve
bağımsız şekilde ortaya koyabilen
kimsenin gittiği, inandığı görüşü
ifade eder. Eğer ıc gidilen yol)) anla­
mına kullanılırsa, bundan , başkası­
nın açtığı yolu izlemek, takip etmek
anlaşılır ve bu durumda taklit sure­
tiyle başkasının görüşüne ıcmezhebi­
neıı , yoluna uyma demek olur. Kuş­
kusuz biz, bağımsız görüş ortaya at­
ma anlamındaki · mezheplerin doğu­
şunu inceleyeceğiz.
Mezheplerin doğması, insanla­
rın karakterlerinin gereğidir. Mez­
hep, ayrı bir görüş bildirir. İnsan­
ların karakterleri, ayrı ve çok deği­
şik olduğu için çeşitli ve birbirin­
den ayrı görüşlerinin bulunması ge­
rekmektedir. Varlıkların cansızla­
rından başlayıp canlıların en üst ta­
bakasını meydana getiren insanlara
kadar her varlığı zaman ve mekan­
dan soyutlamak mümkün değildir.
Varlıklar bu iki faktörün etkisinde
değişiklik gösterirler. Ahmed l!:min
(Fecrul-İslam, 44) insanı etkileyen
unsurları doğal çevre ile sosyal
çevre olarak ikiye ayırır. Oysa bu
iki çevreye de zaman ve mekan un­
surları girer. Mekan, doğal çevreyi,
zaman sözü , sosyaldan daha geniş
anlam taşıdığı için doğal çevrenin
dıŞında olan her faktörü içine alır.
İslam Dini de insanoğlunu, me­ Hz. Ali'yi çift uçlu kılıcı «Zülfikar» ile gösteren bir resim (Kum)
kan ve zaman faktörleri içinde dü- Büyük Cami) .
71
mışlardı. Durumu Hz. Peygamber'e
anlattıklarında O, her iki görüş sa­
hibine de bir şey söylememişti ( İm­
ta el-Esma Makrızı, 1/242 vd. ) . Bu,
Hz. Peygamber zamanında da kendi
sözünün değişik şekilde yorumlan­
masının ve bunun sakıncalı olma­
dığının en güzel örneklerinden bi­
ridir. Yukarda belirttiğimiz gibi bu
yorumlarda kötü niyet ve amaçtan
sapma da yoktur.

ilk anlaşmazlıklar
Hz. Peygamber'in ölümünden
şonra müslümanların anlaşmazlığa
düştükleri en önemli mesele, yerine
kimin geçeceği ve kimin müslüman­
l arın başkanı olacağı meselesiydi.
Bunda Ensar ile Muhacirler anla­
şamamış, ancak Muhacirlerin fikri
üstün gelmiş ve Hz. Ebubekir mü� ­
lümanların başkanı seçilmiştir.
Burada bir seçim mücadelesi veril­
miş, ancak iyi niyet ve samimiyet
hakim olduğu için kolayca sonuca
varılmış, ayrışma ve gruplaşma ol­
mamıştı. Ama iyi niyet ve samimi­
yet unsuru taraflarda kayboldukça,
hilafet konusu, tarih �yunca uzun
tartışmalara, kavgalara ve hatta
savaşlara yol açmıştır. İlk üç ha­
lifenin başa geçişinden memnun
olmayan kimseler var idiyse de .bun­
lar hem çok azınlıktaydılar, hem de
kamuoyunun benimsediği kimseye
karşı da büyük bir dava ile ortaya
çı1k abilecek bir dayanakları yoktu.
Hz. Ali halife olduğunda ise İs­
lam dünyası, karmakarışıktı; bir
önceki halife şehit edilmiş durum­
Hz. Muhammed'in Hz. Ali'yi «Halife» si ilan edişini gösteren bir min­
daydı. Halifeyi şehit edenler, Cemel
yatür. Hz. Ali ve onun soyundan 7elenlerin H?. Muhammed'in gerçek
savaşına yol açıyorlar ve böylece
halifeleri olduğuna inananlara, daha sonr.ı «Şia» adı verilecektir.
.müslümanlar arasındaki anlaşmaz­
şünerek, birtakım ilkeler ve temel ana ilkeleri ve onların ruhu yönün­ lık ilk defa bir savaşa dönüşüyor­
hükümler koymuştur. Bunların de olan farklı anlayış ve görüşler du. Cemel savaşında (656 M.) taraf
içinde son derece kesin ve açık hü­ dinin kabul ettiği görüşler çerçeve­ olanların başkanlarının savaşa is­
kümler olduğu gibi, üzerinde deği­ sine girerler. tekli olmadığı, bu savaşın aşağı ta­
şik fikirler ileri sürmeye uygun Bu konuda bir örnek verelim : bakanın ateşlediği bir savaş olduğu
olanlar da vardır. Ancak, dinin, de­ Hendek savaşında Hz. Peygamber görülmekteyse de, bunu izleyen Sıf­
ğişik fikir ve yorumlara imkan ta­ müslümanlara ihanette bulunup fin savaşında (657 M . ) her iki taraf
nıması, amacına ters düşmemek anlaşmayı bozan Yahudi Kurayza kasıtlı olarak birbirine yürümüş ve
şartına bağlıdır. Buna rağmen, in­ oğulları ile savaşmak üzere yola çık­ savaşmıştır. Ancak Hz. Peygamber'­
sanlar, bazı hükümleri kendilerine tığında ikindi namazının Kurayza in ölümünden sonra fikirlerin, müs­
göre değişik biçimde anlamaya; oğullarında kılınacağını söylemişti. l ümanları savaşa sürükleyecek de­
açık ilkeleri, sözleri yorumlamaya Müslümanların bir kısmı, Hz. Pey­ recede parçalanmış olmasındaki
koyulmuşlardır. Burada değişik an­ gamber'in bu buyruğu acele etmek esas, haklı ile haksızı a.yırdedecek
layış ve uygulamalara rağmen iyi ve çabuk olmak amacıyla verdiğini, Hz. Peygamber gibi bir otoritenin
niyet ve samimiyetin oynadığı bir­ bunun için namazı vaktinde kılma­ bulunmamasıdır. Artık, Kur'an ve
leştirici rbl çok büyüktür. İslamda nın gerektiğini ileri sürerek namaz­ bir de Hz. Peyga.mber'in sözleri her
farklı yorumlar Hz. Peygamber'in larını Kurayza oğullarına gitmeden şeye hüküm verecekti. Ne var ki,
İslam Dirı.i'ni ilk tebliğ ettiği Mekke yolda kılmışlar, diğer bazı müslü­ bunlar da .insanların anlayışlarına
devrinin sonuna kadar geçen süre manlar da Hz. Peygamber'in her bağlıydı ve meseleleri, herkes ken­
içinde, tesbit olunmuş amaç yönün­ dediği din ve şeriattır, o nasıl de­ dine göre yorumla.maya. koyuluyor­
de değişil;{ fikirler ve uygulamalar mişse öyle yaparız, diyerek ikindi du. İslam'ın ilkelerine olan samimi­
olarak ortaya çıkmaktadır. Burada namazını a��şam olduktan sonra yet, yerini başka etkilere bırakma.ya.
şu kuralı ı koymak gerekir. İslam'ın vardıkları Kurayza oğullarında kıl- başla.maktaydı.
72
müslümanların üç
düşman gruba
ayrılışı
Sıffin savaşında müslümanlarm
iki siyasi gruba ayrılışları , bütün
ç ıplaklığıyla ve birbirini yok etme
-ve yönetim altına alma amacıyla.
tarih sahnesine çıkmış oluyordu.
Daha önceki fikir ayrılıkları kişisel
kalıyor ve herkes birbirine saygı
duyuyordu. Hz. Osman'ın halifeli­
ğinin sonlarına doğru ayrılık ve düş­
manlık tohumları yayılıyordu, ama
ortada belli bir grup ve baş yoktu.
Bu sırada Şam valisi olan Mua­
viye bir vali gibi değil de, bağımsız
bir kral gibi hareket edip kendini
halka sevdirmeye ve özel talimli
asker yetiştirmeye önem vermeye
başlamıştı. Böylece kendine göre
idari bir ayrılışa hazırlanıyordu.
Bu da gösteriyor ki, Muaviye'nin
geleceğe ait planları vardı. Ama bu
ayrılık kısmen Hz. Ali'ye biat etme­
mekle ortaya çıktıysa da, Sıffin• de
tamamen hukuk bakımından var­
lığını meydana koyacaktı.
İkinci ayrılış, Hz. Ali'nin askeri­
nin bir kısmının kendisine isyan et­
mesiyle başlamıştır. Ali'ye isyan
edenler Havaric olup doğrudan Ali
ile savaşa başlamışlar ve bir başkan
altında gruplaşmışlardı. Böylece
daha önce tohumları atılmış olan
ayrılıklar, bir yıl gibi kısa bir za­
manda (656-657 ) müslümanların
üç düşman gruba ayrılmasına yol
açmıştı. Bu üç gruba fikir ve hare­
ket bakımından katılmayan birta­ lsl a mlıkta ilk temel ayrılığı yaratanlardan biri olan Muaviye'nin
kım müslümanlar da, şüphesiz var­ XIV. yy'dan kalma bir minyatürü.
.
·,Y'
dı. Ama bunlar bir başa sahip de­
ğ"illerdi ve bir grup teşkil etmemi§­ hangi bir ayrılık yoktu. Ayrılık ha- - kasdediyoruz. Abdurrahman Bedevi
lerdi. Genellikle ancak büyük kitle­ life olma kavgasındaydı. Eğer Ali, gibi zamanımızın Arap yazarları da­
den ayrılanlar bir grup teşkil edi­ Muaviye'yi yenilgiye uğratıp orta­ ıcmezhep» kelimesini bu anlamda
yor ve yeni bir kimlikle ortaya çı­ dan kaldırsaydı, ortada bir ayrılık kullanıyorlar. Oysa eskiden Arap­
kıyordu. kalmayacaktı. Nitekim, Ali ölünce ça'da mezhep kelimesi, fıkhi • yani
Muaviye bütün yönetime el kovacak İslam Hukuku alanındaki ayri il­

temeldeki ve ayrılık ortadan kalkac aktır


Sıffin sav aşı İslam yonetım sıs­
kelerden meydana gelen farklı sis­
temler için kullanılıyordu. İtikadda

ayrılıkların nedeni temini derinden etkileyip, seçim sis­


temi yerine miras yoluyla devlet
ayrı ilkelerden ve temel hükümler­
den meydana gelen sistemlere ay­
sıfftn savaşı başına geçme sistemine yol açmış
ve müslümanların başkanlarını seç­
rılık anlamında fırka denir. Bu keli­
menin kökü, Türkçemizde de kulla­
Havaric (Hariciler) diye adlanan me imkanını ellerinden kaybetme­ nılan «fark» tan gelmektedir. An­
ve Ali'ye isyan edenler, Ali'nin Al­ lerinin ve İslam toplumunda temel­ cak, Ali Hafif cc Fatihlerin İhtilaf
lah'ın dininde hakeme razı olması­ deki fikir ayrılıklarının nedeni ol­ Sebepleri» adındaki eserinde (s. 6
nın yanlış olduğu temel fikri ile baş­ muştu. vd. ) görüş ayrılıkları ayrı temel ilke­
kaldırdıklarını ilan etmişlerdi. Mua­ lere dayanmadıkça , basit farkların
viye'nin ise böyle bir temel fikirde
ayrıldığı belli değildi. O sadece Hz.
mezhepleri bir mezhep sayılmasının yanlış oldu­
ğunu, Hanefi mezhebinde bir çok
Osman'ın katillerinin teslimini ba­
hane etmişti. Hariciler Hz. Ali'yi
fırkalara ayırma değişik fikirlerin bulunmasına rağ­
men, her birinin bir mezhep sayıl­
cckafirıı saydıkları halde, ne Ali, Türkçe'de mezhep kelimesini kul­ madığını, fıkhi mezheplerin ana
Muaviye'yi ve ne de Muaviye, Ali'yi lanıyor ve bundan İslam'daki bütün kaynakları aynı olduğu için, onları
cckafirıı sayıyordu. Fikirlerinde her- hukuki ve itiık adi, felsefi ayrılıkları ayrı ayrı mezhepler saymanın doğ-
73
Samarra'daki şii camii'ni gösteren plaka. Şiilere gore , Kur'an yaratılmı.� bir eser­
dir, Allah'a mal edilemez. Şiiler, Hz. Muhammed'in damadı ve iiçüncü halife Os­
man'ın Kur'an'ını benimserler; bununla birlikte Ali 'nin lehıne olan bazı bölüm-
leri atladığı için Osman'ı suçlamaktan da geri kalmazlar.
74
B. Bernaerts'in ( XV111. 'f!Y· ) . Hz. Hüseyin'i anma torenıni gösteren gravürü. ;Şiiler.
M uharrem ayının ilk on günü boyunca Kerbelli'da şehit düşen Hüseyin'i anma
töreni düzenlerler.

ru olmadığını anlatır. Fıkhi mez­ mıştır ki, herkes kendine yöneltilen Ama insanların aralarınd�ki ilişki·
heplerde böyle olduğu gibi bunun basit bir itirazı kaldıramamış ve he­ ler (muamelat) konusunda Kur'an
itikadi fırkalarda da böyle olması men tekfir yoluna gitmiştir. Bu ve Sünnet'te ancak temel ilke ve te­
'
gerekmektedir. Fırkalarla ilgili ola­ tekfiri bir kural olarak almak yeri­ mel hükümler bulunmakt�dır. Bun:
rak .yazılan bütün kitapların başın­ ne. esas ve temel ilke ve hükümlerin !arda yenileşen ve değişen' topluma
da. Hz. Peygamber'den yahudilerin meydana getirdiği sistemin bütünü­ göre hüküm çıkarmak için, içtihad
7 1, hıristiyanların 72 ve müslüman­ ne bakarak mezhepleri sınıflamak kapısı açık tutulmuştur. Müctehid­
ların 73 fırkaya ayrılacaklarını an­ daha doğrudur. Mesela Eşari mez­ lerin Kur'an ve Sünnet ar).layışları­
latan bir hadis rivayet edilir. Bu hebi ile Maturidi mezhebi arasında na göre tesbit edebildikleri . temel il­
hadis çeşitli yönleri ile incelenmiş her ne kadar farklı görüşler varsa keler ve hükümleri ölçü alarak fe­
·ve tenkit edilmiştir. Ama bazı fırka da, bunları ayrı bir mezhep saymak ri hükümler veya başka. ilkeler orta­
kitapları, İslam'daki fırka sayılarını doğru değildir. Bu kadar az farklı ya koymuşlardır. BaşlangıÇta bu işi
mutlaka yetmiş üçe çıkarmak için görüşler, Eşarilerin kendi araların­ yapanlar arasında; az farkla diye­
bir çaba göstermekte ve bunun için da da vardır. ceğ"iz, bazı anlaşmazlığa yol açan
basit tarıkları mezhep veya fırka ola­ ilkeler ortaya çıkmışsa da, sonrala­
rak ileri sürmektedirler. Ne var ki
bazı bilginler, buradaki 73 sayısının
mezhepleri n rı bu ilkeler, mezhepler arasındaki
alış - verişlerle birbirini etk;ilemiş ve
sınırlandırıcı olmayıp çokluk
dirmek için olduğunu söylemişlerdir
bil­ çıkış nedenleri aynı ilkelerin her mezhep tarafın­
dan benimsendiği görülmüştür. İl­
( Zahid Kevseri, ccTebşirn · kitabının Mezheplerin çıkış nedenlerini kelerde birleşmenin her şeyde bir­
önsözü, 4 ) ; (Abdurrahman Bedevi, şöylece sıralamak mümkündür : leşmeyi gerektirmediği, aynı ilıkele­
Me01hibul-İslamiyyin, 33-34 ) . · 1 - İç (Dahili) nedenler, re dayanarak başka yorumlara ve
Mezheplerle ilgili eserlerde bir gö�ı 2 - Dış (Harici ) nedenler. hükümlere varıldığı da bir gerçek­
rüşün ccmezhepıı veya « fırkan sa­ 1 - İç (Dahili ) nedenlerden, İs­ tir. Fıkhi mezheplerin birbirinden
yılabilmesi için şartların ne olması lami bir amaç taşıyan mezhepleri temel ilkeleri ve felsefeleri ile ayrı­
gerektiğine temas edilmemiştir. An­ doğuran nedenleri kastediyoruz. lan mezhepler olmadıkları söylene­
cak cctemel hüküm ve ilkelerde ayrı­ Bunlar, a ) Sosyal, b ) Siy.asal, c ) Me­ bilir. Tarih boyunca ancak kişisel
lırlarsa ve bu ilkeleri .. birbirine irca tafiziksel, d) Yabancı kültür, e) Dil' çıkar ve mezhep t!aassubu sonunda
etmek mümkün değilsen diye ge­ dir. mezhepler arasındaki mesafeler bü­
nel bir söz kullanılmıştır (Ali Ha­ a) Sosyal nedenlerden çıkanlar, yütülmüş ve birleştirilemez hale
fif a.g.e. 1 0 ) . Ama mezheplerin ayrı birbiriyle ve kendileri ile Tanrılar, getirilmiştir. Mezhepler birleşseler
birer mezhep olduğunu anlayabil­ arasındaki ilişkilerini düzenleyen ve aynı ilke ve temel hükümlere
memiz için ccfırkaıı yazarlarının söz­ ilke ve hükümlerden ortaya çıkan dayansalar bile , gene kişisel görüş­
lerinden şöyle bir kuralı çıkarmak görüş ayrılıkları sonunda doğ·an lerin, anlayışların ve fikirlerin or­
mümkündür: Birbirini tekfir eden mezheplerdir ki, bunlara Fıkhi mez­ taya çıkmasına engel olmaya imkan
ıckafirıı sayan mezhepler . ayrı mez­ hepler denir. İnsanların Tanrıları yoktur.
heplerdir (İsferaini, Tebşir, 15) ; ile olan ilişkileri ibadetlerde görü­ Fııkhi mezheplerin doğuşu da, sa­
birbirini tekfir etmeyenler ayrı bi­ lür; ibadetler, bütün çeşit ve dere­ nıldığı gibi, birinin çıkıp ccBen şu
rer mezhep sayılmazlar (a.g.e. 1 6 ) . celeri ile insanlarla Tanrıları ara­ mezhebi kuruyorum» demesi ile ol­
Çünkü temel ilke ve hükümler bir­ sında doğrudan doğruya olan ilişki­ mamış, doğal bir gelişmeyi' izleyerek
birine temelden zıt olursa ve bun­ lerdir. İbadetlerin temel hüküm ve kendiliğinden ortaya çıkm:ı.ştır. Me­
ları birbirine irca etmek de müm­ ilkeleri, hazan ayrıntılara kadar sela İmamı Azam Ebu Hanife, ·<Ben
kün değilse, tekfir etme · kolaylaşır. inen hükümleri Kur'an ve Sünnet'­ Hanefi mezhebini kuruyoı:umıı , de­
Bu da temelde bazı ayrılıkların var te açıklanmış bulunduğu için bun­ memiştir. O, bir bilim adamı olarak
olduğunu gösterir. Ne var ki. bu tek­ larda içtihadi ve fikir öne sürmeyi öğrenci yetiştirmiş ve bir fikir ada­
fir müessesesi öyle kötü çalıştırıl- gerektiren pek az yer kalmıştır. mı olduğu için dersi sırasında çıkar-
75
sının nedeni olmuşsa da, toplumun
siyasal ve idari istikrarsızlığı bunu
gününün konusu haline getirmiştir.
Bu da toplumdaki haksızlılklara bir
sorumlu bulmaktır. 69 Hicri yılın­
da Emevi Halifesi Abd-ül Melik,Ya­
kın akrabaları olan Amr bin Said'i
sarayına çağırıp başını vurdurmuş
ve bir tasa Amr'ın başını koyup bir
tasa da altın doldurduktan sonra
sarayın burcundan Amr'ın taraftar­
larına « İşte bu Allahın yazdığı ka- .
derdir» . diye başı ve sonra ccBu da
halifenin ihsanıdır» diye altınları
fırlatmıştır (el-İmame ves-Siyaset,
ibn :Kutaybe 2/22) . İşte samimi
müslümanlar, bu gibi olayların Al­
lah'ın takdiri ile ilgisi olmadığını
ortaya atınca . Kaderiye mezhebi
doğmuştur. Kader ile sorumluluk
birbirinin lazımı ve melzumu (bir­
birlerine gerekli) durumundadır.
Kader meselesinin başlangıç nokta­
sını teşkil eden iki mezhep vardır.
Şunlar Cebriye ve Kaderiye'dir ki,
bu ikincisinin kader görüşü Mu'tezi­
le'de devam etmiştir. Bundan ötürü
Mu'tezile'ye Kaderiye de denir. Şu­
nu unutmamak gereıkir ki, Kader
meselesi, diğer mezheplerin de uğ­
raştığı ve ele aldığı bir konudur, an­
cak onların doğuş nedeni değildir.
Nitekim. Kaderiye mezhebinin doğu­
Şiilerin Kum'daki ( İran) Fatima Camiinden bir görünüş şunun nedeni kader meselesi olduğu
halde, aynı görüşü benimseyen Mu'­
dığı ilkeleri ve hükümleri, hüküm da, meydana getirdiği olayların et­ tezile'nin doğuşuna, büyük günah
çıkarma yollarını ve şeklini öğren­ kisiyle başka mezheplerin doğması­ işleyenin yerini ve mertebesini tayin
cilerine öğretmiştir. Kendinden son­ na veya su yüzüne çıkmasına da etmek neden olmuştur.
ra gelen öğrencileri de aynı yolu dolaymyla sebep olmuştur. d) · Yabancı kültür meselesi de
izlemişler • ve böylece mezhep, tari­ c) Metafiziksel nedf>n, alın yazı­ önemli bir neden olarak görülmek­
hi gelişim içinde doğmuştur. imamı sı (kader) meselesiyle ilgilidir. Bu, tedir. İslam dini Arabistan'da doğ­
Azam'dan ö.nce ve sonra, hatta ken­ görünüşte iman ilkelerini ilgilendi­ muş, onun kültürüyle ortaya çık­
di çağdaşı olarak yetişmiş olan müc­ ren ba,sit bir mesele olarak görün­ mışsa da , bu kültürü kendisine ha­
tehidler vardı. Onların öğretilerini mesine rağmen bazı mezheplerin kim kıldığı gibi birçok yönlerini de
ve Öğretim biçimlerini devam etti­ doğmasına yol açmıştır. İslam'dan değiştirmişti. Aslında o. devir Arap­
recek öğrencileri olmadığı veya pek önce, İslam'ın doğuşu sırasında, ları, büyük bir medeniyetin getirdi­
az olup yayılamadıkları için görüş­ İslam'dan sonra, bugün bile bu me:.. ği kültürden yoksundular. Onun
ıeri kitap sayfaları· arasında kalmış, sele konusunda açık bir fikre kavu­ için inancın dışında İslamiyet'e kar­
bir okul meydana getirememişlerdir. şulmuş değildir. İslam'da kader me­ şı ortaya koyacak bir ideolojileri
b) Siy�al nedenlerin doğurdulfu selesi, putperestler tarafından Kur'­ yoktu. İslamiyet onlara bir kültür
. mezheplete gelince, siya.&al'olay ola-·· an'ın ve Allah'ın indirdiği vahye . getirmiştir. Ama İran, Suriye, Mı­
rak mezheplerin doğmasına yol karşı bir delil olaraik kullanılmış sır gibi farklı kültür ve medeniyete
açan hilafet meselesidir. İslam' da, ve Kur'an onlara.· her defasında ge­ sahip ülkeler fethedilip halkları
siyasal meseleden sadece hila­ rektiği şekilde cevap vermiştir (Ni­ müslüman olunca , elbette İslami­
feti anlatjıak gerekir. Bu, bugünkü sa Suresi 78, Tevbe . 5 1 , İmran 1 54; yetı de bu kültür perspektifinden
deyimi ile · rejim ve yönetim tarzı­ En'am 148-1 50 ) . Ancak kaderin ne kabul edeceklerdi. Bu yeni milletle­
dır. BütQn siyasal olaylar bunda olduğunu Kur'an açıklamamıştır. rin kültürleri, İslamiyet'in ilkeleri
düğümlenmiştir. Haricilik ve Şiilik, Diğer taraftan bazı hadislerde bu­ ve temel hükümleri üzerinde geniş
hilafet ko�ıusu gibL siyasal bir mese-' nunla ilgili sorulara verilen cevaplar etkiler yaptı, yeni anlayışlar getir­
ledeki teıiı.el ayrılıklardan doğmuş� da tam açıklık ifade etmemektedl.r. di. Değişik kültürlerin değişik dü­
lardır. Buj mezheplerin çıkış noktası, Hadislerde rivayet edildiğine göre; şünce sistemleri ve farklı anlayışla­
yönetim iarzı ve rejim meselesi ise sahabe Hz. Peygamber'e kader hak­ rın ortaya çıkmasına neden olması­
de sonraqan başka etkenler ve baş­ kında soru sormuş, ama, bu, onları nı-,. yeni yeni mezheplerin doğuşu­
ka ilkelerin katılmasıyla başlıbaşı­ bir problem olarak uğraştırmamış­ nu veya en azından doğmakta olan
na birer Jrıezhep olmuşlardır. Hila­
· tır. mezheplerin gelişmelerini etkilediği
fet mesel�si sadece bu iki fırkanın Kader meselesi metafiziksel bir inkar edilemez.
haricilik 've şiUik doğuşunun ana mesele olduğu için ortaya atilan. e) Dil : Arapçanın kendine has
nedeni olmakla kalmamış, toplum- çeşitli fikirler mezheplerin doğma- bazı özellikleri, insanların anlayışla-
76
rında rol oynamıştır. Bunlardan bir­
kaçı şunlardır: 1 - Kelimelerin or­
tak anlamlı olmaları ; 2 - Kelime­
nin gerçek ve mecaz anlamlarından
hangisinin kastedildiği üzerinde
anlaşmazlık ; 3 - Sözün bir yerde
kısa ve başka bir yerde uzun ve
kapsamlı olması ; 4 --'--- Kelimelerin
anlamlarının genel veya özel -olu­
şu ; 5 - Özellikle hadislerdeki nak­
lin sağlam veya zayıf. oluşu ; 6 -
Benzer (müteşabih) sözler olmala­
rı. Bunlar görünüşte bir mezhebin
ilık doğuşunda etkin bir neden ola­
bilir. Mezheplerin gelişmesinde bun­
ların büyük rolü plduğu açıktır.
2 -- Dış (Harici) nedenler : Bun­
lardan kastımız . yabancı etkiler al­
tında İslamiyet'e zıt bir amaç güden
mezhepleri doğuran nedenlerdir. Bu
gibi mezhepler her ne kadar İslam
toplumlarında doğmuş ve İslam dini
metinlerini, yani Kur'an ve hadisi
kullanmışsalar da, amaçları İslami­
yet'i yolundan saptırmaktır. Ülkele­
ri fethedilmiş milletlerin bir kısmı
müslümanlığı kabul etmiş, ama bir
kısmı da etmemiştir. Bir kısım daha
vardır ki onlar görünürde müslü­
man olmuşlar, ama gerçekte kendi
dinlerinde kalmışlardır. işte bu
grup insanlar , İslamiyet'ten öç
Hz. Alt'ntn mezarının 11efi kesinlikle oııınmeme/ctecıir. Bu yüzden
alma peşine düşmüşler, eski din­
btrçok yerde Hz. Ali'tı.in türbesiyle karşılaşılır. ResJmde All'ntn Al­
leri ve kültürleri yönünde İslami­
ganistan'daki türbesi Mezar-ı Şerif görülüyor.
yet'i yorumlamaya kalkışmışlardır.
Böylece İslamiyet'e taban tabana Ehl-i Sünnet denir. Ehl-i Sünnet ehl-i sünnet ve cemaat (keµdilerine
zıt mezhepler doğmuştur. Bu mez­ Hz. Muhammed'in izinden yürüme, bu adı verirler) görüşünderı üç ayrı
heplerin adı sonraları Batiniye ola­ Hadis ve Kur'an dışında kaynak ta­ mezhep daha doğmuştur. ' Kurucu­
rak ortaya çıkmıştır. İslam mezhep­ nımamadır. Bu mezhepten, sonrala­ larının adlarıyla anilan bu : mezhep­
lerinden hiç biri bu mezheplerle rı birçok mezhep doğmuştur. İkinci ler, Selefiye, Matüridiye ve Eş'ariye
bağdaşamaz. İslam'ı yıkmayı hedef büyük mezhep, halife seçiminde adını alır. Bu mezheplere bağlanan­
edinen mezheplerin hepsi bu ad al­ Ali'yi tutanların kurduğu mezhep­ ların dayandıkları iki kaynak var-
tında zikredilmektedir. Batıniye adı dir. Arap dilinde birini tutmaya, bi­ dır : Hadis ve Kur'an. Anc�k, bu iki
her ne kadar onuncu yüzyıldan-­ rinin izinde yürümeye şia dendiği kaynağı belli bir açıdan, İslam dini
sonra kullanılmaya başlanmışsa da, için halife seçiminde Ali'yi tutan, kurallarına bağlı kalarak yorumla­
daha önce İslamiyet'i yıkmak ama­ sonra onun izinden yürüyenlere şii, yanlar, ayrı ayrı görüşler ortaya
cıyla kurulmuş başka birtakım yürüme olayına da şia denmiştir. attılar. Amel (davranış) , itikad ve
mezheplere ve bunları içine alan Şia'nın da kendi doğrultusunda bir­ kelam adını alan bu görüşler, Ebu
gizli teşkilat anlamında fırkalara da çok kolları vardır. Hanife, Matüridi ve Eş'ari adlı is­
bu ad verilmiştir. Çünkü İslam ül­ İslam dininde sünnet denen, pey­ lam bilginlerinin ortaya attığı
kelerinde İsl8ırniyet'i yıkmak üzere gamber yolunda gitme iki türlü yo­ düşünceler ve yorumlardı�. Bu ba­
açıkça ortaya çıkmaya im.kan ol­ rumlanır. Birine akıl yolu, ikincisi­ kımdan bütün ehl-i sünnet mez­
mayacağı için, yıkıcı fikirleri ya­ ne iman ve itikad yolu denir. Bun­ hepleri amel' de Ebu Hanife'ye, iti­
yanlar hep gizli kalmaya mecbur lara ayrıca istidlal (akla dayanma) kad 'da Matüridi'ye , kelaıri'da ise
olmuşlardır. Bundan önce İslami­ ve nefis mücadelesi (iman ve itika­ Eşari'ye bağlanırlar.
yet'i yıkmayı amaç edinen ve İsla- da bağlanma) adları da verilir. Bi­ Selefiye mezhebinden olanlar, Hz.
. �
miyet'e taban tabana· zıt ilke ve hü- rinci yolu tutanlar da kendi arala­ Muhammed'in sağlığında yanında
kümler koyan mezheplerin bir adı rında ikiye ayrılır. Şeriat kural­ bulunan, konuşmalarını , dinleyen
da gulat (azgınlar) dı. larına bağlanan, onların dışında ge­ Sahabe denen kimselerle, . peygam­
nel geçerliği olan bir kural tanıma­ beri tanımayıp (toplantılarına katı­
ilk mezhepler yanlara mütekellimin ; şeriattan ay­
rılan, düşünce ve akıl ilkelerine �a­
lamayıp) yalnız sahabenin sözlerini,
söylediklerini dinleyen, peygambe­
İslam dininde mezheplerin ge­ yanarak davranışa geçenlere ise rin ancak tanıdıklarını tanıyan
nellikle iki ana kaynağı vardır. Biri, meşşaiyôri denir. İkinci yol olan tabiin denen kişilerin yolundan gi­
Hz. Muhammed�in yolundan gitme, nefis mücadelesini· benimseyenler deder. Bu yolu tutanlar ;şeriattan
onun söylediklerine, Hadis denen de, gene kendi aralarında sufiyun. ve ayrılmaz, :Kur'an'dan başka kaynak
bildirilerine , Kur'an hükümlerine işrakıyôn olmak üzere ikiye ayrılır. tanımazlar. İslam hukukçularının
dayanma. Bu yolu benimseyenlere Mütekellim, bir başka deyimle Kur'an'a dayanarak çıkardıkları
77
içtihada dayanan
ehl-i sünnet
mezh�pleri
Yukarıda adı geçen ilk üç mez­
hebin belli ölçülere göre kaynağı
durumunda olan, daha çok fıkıh
konusundaki görüş ve yorum ayrı­
lığından doğan dört mezhep vardır.
Kurucularının adlarıyla anılan bu
mezhepler Hanefi, Şafii, Maliki ve
Hanbeli adlarını taşır. Bu dört mez­
hep, İslam dininde Kur'an ve Hadis
bilgilerini yorumlama, açıklama, on­
lardan toplumun düzeniyle ilgili ku­
rallar çıkarma amacından doğmuş­
tur. İnanç konusunda birleşen,
Kur'an ve hadislerden ayrılmayan
bu mezhepler arasında ibadetle il­
gili işlemlerde, mirasta, hukuk so­
runlarında birtakım küçük görüş
ayrılıkları vardır.
Kur'an ve hadislere dayanan, bü­
tün yönetim ve hukuk kurallarını
onlardan çıkaran, imana akıldan
önce yer veren hanefi mezhebi VIII.
yüzyıl ortalarında İmam Ebu Hani­
fe (öl. 767) tarafından kurulmuş­
tur ve bir fıkıh çığırı niteliğinde­
dir. İslam dininin toplum düzenini,
hukuk kurumlarını, miras, nikah,
boşanma, ibadet ilkelerini gene
Kur'an ve hadislere dayanarak açık­
lar. Birtakım konularda, çozumü
için Kur'an ve hadislerde açık hü­
kümler bulunmadığı zaman, içti­
had denen özel yoruma önem verir.
Cezayir'deki Eski Cami. İ sld m sanatı, müslümanların ulaştığı hemen Kur'an hadislerine dayanan, ima­
her yerde birçok parlak örnek vermiştir. nı temel ilke olarak benimseyen Şa­
fii mezhebi İmam Şafii Mehmed bin
Fıkıh denen kurallara, yargılara kelamcılığını yapan bu mezheptir ; İdris ( öl . 820) tarafından kurul­
bağlanır, Ona göre davranırlar. Bu Kur'an ve hadislere dayanan, bu muştur. Şafii mezhebiyle Hanefi
tutumlarından dolayı bunlara ken­ mezhebe göre her şeyin, bütün in­ mezhebi arasında yalnız ibadet ku­
dilerinden (( öncekilerin izinden yü­ san davranışlarının, iyinin, kötü­ rumlarında yorum ayrılığı görülür.
rüyenıı anlamında selefiye denmiş­ nün yaratıcısı Allah'tır. Allah ira­ Bu iki mezhep temelde birleşirler.
tir. Selefiye yolunun yedi temel ku­ desi dışında insanın yapabileceği Şafii mezhebi sünnetin kesin ve
ralı vardır. Tasdik, imsak, kef, mari­ bir iş, bir eylem yoktur. İman, gö­ açık olduğu yerde kıyas denen yola
fet gösterme, sükut, takdis, itiraf-ı­ nülle onaylama'dır ( tasdik ) . İnsan başvurmayı gereksiz bulur. Bu mez­
acz. Bu yedi kural, iman ve itikada ancak gönülle iman eder, düşün­ hebin de özü fıkıhtır.
dayanan , onlara göre davranılması ceyle uygular ; Kur'an bütün inanç Fıkıh ve ibadet ilkelerine daya­
gereken yedi ilkedir. ve davranışların kaynağıdır. Hadis­ nan Maliki mezhebi . VIII. yüzyıl or­
Matüridiye, İmam Matüridi'nin ler, Kur' an'da geçen birçok ayetin, talarında imam Malik (öl. 790) ta­
(öl. 944 ) yoludur. Bu görüşü benim­ Allah buyruğunun açıklanışı, yo­ rafından kurulmuştur. Kur'an ve
seyenler, amel'de Ebu Hanife'ye , iti­ rumlanışıdır. hadis ilkelerine bağlanır. Gerekli
kadda Matüridi'ye bağlanır, fıkıh'­ İslam dininin belli bir açıya konularda rey denen özel düşünce­
ta Ebu Hanife'ye uyarlar. Bu mez­ göre yorumlanmasın dan doğan bu ye de yer verir. Ancak, bütün konu­
hep de inanç ve davranış bakımın­ üç mezhebin temel ilkesi, iman'dır. larda, sorunların çözümünde Kur'­
dan Selefiye'ye benzer; ikisi arasın­ Akıl, imana bağlı kaldığı, imanın an ve hadis hükümlerini, onlarla
da dünya gÔrüşü, din anlayışı, inanç ışığı altında yürüdüğü sürece doğru ilgili delilleri genel ölçü olarak alır.
niteliği bakımından ayrılık yoktur. yoldadır. İmandan ayrı bir aklın Maliki mezhebine göre de İslam'da
Hanefi mezhebine kelam anlayışını doğru davranması söz konusu değil­ temel olan, imandır. İman, inanmak,
getiren bu mezheptir. dir. İman bir aydınlık kaynağıdır, inandığını yapmak, tanrının buy­
Eş'ariye mezhebi, kurucusu akıl onun buyruğu altında gerçek ­ ruklarını, Kur'an ve hadislerle bil­
Hasan 4,li bin Eş'ari'nin (Öl. 926 ) lere ulaşabilir ; onları belli ölçüler dirilen hükümlerini bir bütünlük
düşüncelerini, din görüşlerini be­ içinde, Allah'ın izni oranında kavra­ içinde yerine getirmektir. İnanç ile
nimseyenlerin yoludur. Sünniliğin yabilir. eylem (iman ile amel) arasında bir
78
uyum, bir bağlantı bulunmalıdır.
Eyleme uymayan iman, boşlukta
kalmış demektir.
İçtihada dayanan dördüncü ehl:i
sünnet mezhebi, Hanbeli mezhebi­
dir. IX. yüzyıl başlarında Ahmed
bin Hanbel (öl . 855 ) tarafından
kurulmuştur. Kur'an ve hadis ilke­
lerine dayanır. Görevde, ibadette
hadis'e büyük önem verir. İman,
eyleme (amel'e) uygulanmalı, daha
doğrusu her müslüman, Kur'an ve
hadislerle bildirilen, açıklanan
imanın gereklerini olduğu gibi ye­
rine getirmelidir. İnsan bütün dav­
ranışlarını imana göre düzenlemeli,
iman tek ölçü, tek yol gösterici ola­
rak alınmalıdır. İmanın gerekli kıl­
dığı, dinin yapılmasını buyurduğu
bir görevi yapmamak, insanın din­
den çıkması, küfre sapması anlamı­
na gelmez. İnsan ( mümin ) ancak
inkar ile dinden çıkar, kafir olur.
Kader konusunda tartışma gerek­
sizdir. Gerçek bir müslümana dü­
şen görev, kadere olduğu gibi, dü­
şünmeden inanmaktır. Hanbeli mez­
hebi de öteki üç mezhep gibi fıkıh
ilkelerine dayanır ; bütün işlemleri,
kaynağı Kur'an ve hadisler olan İs­
I8m hukukuna (fıkıh'a) göre dü­
zenleme gereğini savunur.
Daha çok ibadet ve eylemler
konusunda görüş ayrılığına düşen
bu dört mezhebin, temelde birbirin­
den ayrı yanı yoktur. Dördü de ima­
nın akıldan üstünlüğü konusunda
birleşir. İslam için, temel olan iman­
dır; akıl, imanın yardımcısı duru­
mundadır. İman ise Kur'an ve ha­
dislerle, peygamberin davranışları,
tutumları ile aydınlığa çıkmış, an­
lamı, sınırları belirlenmiştir. İma­
nın bunlar dışında bir kaynağı, bir
ilkesi yoktur. Amel ile iman (eylem
ile inanç) bir bütündür, birbirinden
ayrılamaz. İmana uymayan, onun
sınırlarını aşan, anlamını değiştiren
bir eylemin İslam diniyle ilgisi yok­
tur. İslam imanla başlar,- amelle (ey­
lemle) gerçekleşir. Bütün ibadet ve
hukuk kurumlarının, toplum kuru­
luşlarının iman ilkelerine uyması,
onlarla sınırlanması gerekir.
Ehl-i sünnet inançlarından do­
ğan bu mezheplerin birleştiği ikinci
bir konu da Allah'ın özü, nitelikle­
ri ile ilgilidir. Bu mezheblere göre
tanrının birçok nitelikleri vardır.
Bu nitelikler, Allah'ın özü ile bağ­
iantılıdır (zat-ı ile kaim'dir) . Allah
niteliklerinden ayrı olarak düşünü­
lemez. Allah, özü ile nitelikleri (zat
ile sıfat) ile ayrılmaz bir bütündür.
Allah akılla kavranamaz. O'nun özü
(zat'ı) , insan aklının sınırlarını,
kavrayış gücünü aşar. İnsan aklı
Allah özü ile, Allah nitelikleriyle il- Cihangir'in Lahor'daki ( Pakistan) türbesi.
79
İ s/ahan, İran'ın ve Müslüman dünyasının bilim merkezlerinden biridir. Resimde
İ sfahan'ın ünlü medresesi görülüyor.

gili birtakım yorumlamalar, sınırlı <<halik-i mutlak» tır. Insanların dü­ da namaz kılınabilir, imamın suçu
açıklamalar yapabilir. Allah'a inan­ şünebilecekleri her şeyin, düşün­ cemaatı ilgilendirmez, cemaat on­
mak (iman etmek) gereği vardır. menin bile yaratıcısı, gerçek ccfail»i dan dolayı suçlu sayılmaz. Bu dört
İslam dinini benimseyen, ona gö­ O'dur. sünni mezhep içinde yalnız Hanbeli
nülden bağlanan bir kimsenin (mü­ Kur'an ve hadislerle bildirilen mezhebi, kabir ziyaretini yasaklar.
minin) yapacağı, yalnız inanmak­ bütün ibadet türlerinin bir_ bütün­ Öteki üç mezhep için kabir ziyareti
tır. lük içinde yapılması, buyrukların bir saygı, bir rahmet dileme aracı­
Allah sonsuzdur, sınırsızdır, her yerinı; getirilmesi, hükümlere uyul­ dır. Hanefi mezhebi bütün islam
türlü düşünme gücünün, kavrayış ması İslam dininin ve imanın değiş­ ülkelerinde-; Şafii mezhebi Mısır,
yeteneğinin üstündedir. Bütün ev­ mez kurallarındandır. Doğu Anadolu, Hindistan, Kafkas­
reni yoktan var etmiş, yaratmıştır. Sahabe (peygamber in sağlığında ya bölgelerinde ; Malikilik Mısır,
Evrert sonludur. Nasıl yoktan var onunla dostluk kuranlar) , adaletli, Sudan, Tunus gibi Afrika ülkelerin­
edilmiş, yaratılmışsa günün birinde özü sözü doğru, suçsuz kimsele:-G.ir. de yayılmış ; Hanbelilik hiçbir yer­
gene yokolacaktır. İnsanlar dünya­ Halifelik ancak ümmetin (toplu­ de etkili olmamıştır. Bunun tek ·
da yaptıklarının karşılıklarını ah­ mun) onayı, seçimi ile olabilir. Ha­ nedeni . aşırı ölçüde tutucu, bütün
rette , görecek, hesap vereceklerdir. lifelik konusunda uygulanan yön­ yeniliklere karşı çıkıcı, kabir ziya­
Kıyaıpet denen yeniden dirilme, he­ _ retlerini yasaklayıcı oluşudur.
tem, ISlam inançlarına, adalet an­
sap verme günü vardır, gerçektir. layışına uygundur. Sıra ile halifelik İslam inançlarına göre, Kur'an ve
Cenn�t, cehennem .· birer gerçektir. makamına çıkan bu dört görevli, hadis hükümlerine, onlarla bildiri­
Ölürriden sonra dirilme, Allah'ın sahabenin en yetkili, en ulu olan­ lenlere, Allah'ın birliğine, Hz. Mu­
yargılaması Kur'an ve hadislerle larıdır. Dinle, içtihadla ilgili bir ko­ hammed'in peygamberliğine (daha
bildirildiği biçimde olacaktır. Hiç nuda en güvenilir delil, en geçerli doğrusu son peygamber oluşuna) ,
kimse Allah'ın adaletinden kurtula­ belge, sahabe ile tabiin (peygambe­ dört kitaba (Tevrat, İncil, Zebur,
maz. Bütün işlemler,- eylemler ri görmeyip onun arkadaşlarını . e:ö­ Kur'an ) inanan, o kitapların gön­
(ameller, fiiller) Allah iradesine, renler) tarafından söylenen sözler, derildiği peygamberleri hak sayan
Allah'ın iznine bağlıdır. Allah bir tanıklıklardır. Her imamın arkasın- herkes, müslümandır. Ancak, ilk üç
on
kitab (Tevrat, Zebur, İncil) sonra­
dan değiştirilmiş, tanrı sözlerine
yanlış anlamlar verilmiştir.
İslam dininde görülen ve «mez­
hepıı adı altında· toplanan bütün
inanç akımları . işledikleri konular
bakımından genellikle üçe ayrılır.
Siyasi mezhepler, dini mezhepler,
belli bir düşünceyi, felsefe görüşü­
nü savunan mezhepler. .İlk iki türe
giren bütün mezheplerin kaynağı,
temel dayanağı Kur'an ve hadisler­
dir. Üçüncü türe gireri mezheple­
rin kaynağı ise bilim ve felsefedir.
Bunlar. dışardan, Yunan, Anadolu
ve Roma uygarlık ürünlerinden,
felsefe akımlarından etkilenerek ge­
lişen mezheplerdir.
İslam diniyle ilgili sorunlar, son­
raları kaynağı adı geçen uygarlık­
lar olan düşünce ürünleriyle yorum­
lanmaya, açıklanmaya, bağdaştırıl­
maya çalışılmıştır. Bu tutum, ehl-i
sünnet ve ehl-i sünnete karşı olan
bütün mezheplerin düşünürlerini,
aydınlarını, yazarlarını etkilemiş­
tir.

ehl-i sünnet
inançları dışında
kalan mezhepler
İslam dininde temel ilke olarak
ehl-i sünnet inançlarını benimseyen
mezheplerin dışında ehl-i sünnete
karşı olan, İslam dinine başka bir
yorum getiren mezhepler de vardır.
Bunlar da kendi aralarında birçok
kollara ayrılır. Başlıcaları şunlar­ Samarra'dakt (Irak) şii camiinin avlusu.
dır : Mutezile, Şia, Mürcie, Hava­
ric, Mücessime, Müşebbihe, Vehha­ davranışlarında elinde olmadan bu yatıyye, Müzdariyye, Cebaiyye, Mu­
biye, Cebriye, Hululiye, Neccariye, kadere uyma gereğinde kalır, onun ammeriyye, Haitiyye, Kabiyye, Be­
Noktaviye, İbaziye, Naciye, Batıni­ sınırları dışına çıkamaz. Akıl yolunu şeriyye, Semaniyye, Cahiziyye, Hişa­
ye. Batıniyenin kolları ve yeni bir tutan, akla büyük ölçüde önem ve­ miyye, Bahşimiyye, Amruyye, Had­
din niteliği kazanan, islamdan iyi­ ren Mutezile . ise, bu inancı benim­ biyye, Caferiyye, Eşvariyye, Salihiy­
ce ayrılan görüşleri içeren öteki mez­ semez. Kader varsa, insanın yapa­ ye, Iskafiyye.
hepler (Babiye, Bahaiye, Kadıyani­ cağı bütün işler önceden beıirlen­ Şİ İ MEZHEBİ, Halife seçiminde
ye, Dürziye, Yezidiye, Nusayriye. ) mişse insan Allah karşısında sorum­ Ali'yi tutan, Hz. Muhammed'den
M U ' I'EZİLE MEZHEBİ. Vasıl bin lu değildir. Kıyamet günü hesap sonra onun imam ( halife) olması
Ata (öl . 748 ) tarafından kurulan vermesi, suçlandırılması, ceza gör­ gerektiğini ileri süren mezheptir.
bu mezhebe göre,Allahın özü (zat'ı) mesi gerekmez. Başlangıçta imamlık konusunu be­
ile nitelikleri (sıfatları) birbirinden Mutezile kendi açısından baktı­ nimseyen, bu yüzden ehl-i .sünnet
ayrıdır. Zat (öz) ile sıfat (nitelik) ğında insanı bir akıl varlığı, irade­ denen görüşten ayrılanların toplan­
ayrı ayrı varlıklardır. Allah'ta bile si olan, kendi kendine davranma dığı Şii mezhebi, sonraları siyasi bir
birbiriyle bağdaşamazlar. Oysa ehl-i özgürliığü bulunan bir canlı olarak nitelik kazanmış, özellikle iran'da
sünnet inançlarına göre, zat ile sı­ görür. Bu yüzden eylemlerinden, yayılmıştır. Şii mezhebi ibadet, gö­
fat birbirinin tıpkısıdır (aynı) . Her yaptıklarından sorumlu tutar. İs­ rüş, din anlayışı bakımından apay­
ikisi de Allah'da birliğe varmıştır. lam mezhepleri içinde akla, irade rı bir yol tutar. On iki imam (isna
Mutezile ile ehl-i sünnet mezheple­ özgürlüğüne en geniş yeri veren Mu� aşeriyye) ilkesine bağlı olduğu için
ri arasında görülen en önemli ayrı­ tezile'dir. Mıltezile'nin de, İslam di­ buna imamiyye de denir. Şii inanç­
hk, burada başlar. Bu iki mezhep ninde fırka denen, kolları vardır. larına göre imamlık seçimle değil
arasındaki ikinci büyük ayrılık da Bunlar kurucularının adlarıyla anı­ babadan oğula, soydan soya geçer.
kader (alınyazısı) konusundadır. lan, öz; anlayış ve görüş bakımın­ Peygamber'den sonra ilk imam, Ali'­
Ehl-i sünnet kader'e inanır. İnsanın dan Mutezile'nin bütün inanç ve dir. Ali'nin ölümüyle imamlık oğul­
Allah tarafından belirlenen bir ka­ ilkelerini benimseyen mezheplerdir : ları Hasan, Hüseyin ile onların ço­
deri vardır, bütün eylemlerinde, Vasılıyye, Nizamiyye, Heziiiyye, Hi- cuklarına geçmiştir. Bu on iki imam
81
ura ile şunlardır: Ali (Murtaza, İbn
Ebu Talib) , Hasan (ibn Ali) , Hü­
seyn (ibn Ali ) , Ali Zeynelabidin,
Muhammed Bakır, Cafer-i Sadık,
Musa Kizım, Ali Rıza, M11hammed
. Taki, Ali Naki, Hasan Askeri, Meh­
di. Bütün imamlar masumdur (suç­
suz) . Son imam (onikinci imam)
Mehdi, ölmemiştir: Günün birinde
Allah'ın izni ile saklandığı yerden
çıkacak, dünyaya düzen verecek,
müminleri kurtaracaktır. İmam
davranışlarından, eylemlerinden
yalnız Allah'a karşı sorumludur. Bu
sorumluluk bir suç niteliği taşımaz.
Çünkü imam Allah yolunda' giden,
tanrısal güçlerle donatılmış bir kim­
se olduğundan suçluluğu, yanılma­
sı (hata etmesi) söz konusu değil­
dir.
Şia kelimesi taraftar ,,. anlamında
tarihte ilk defa Muaviye'nin taraf­
tarları için kullanılmıştır (Ali Sa­
mi Neşşar, aynı eser 2/23 vd. ) Bu
isim, Ali'nin· taraftarları için, an­
cak Ali'nin yerine Hasan geçtikten
1. sonra kullanılmaya başlanmıştır.
Hz. Muhammed, karısı Hatice ve Hz. Ali ile birlikte namaz kılıyor
Bu da görüşümüzü desteklemekte­

·

ii.stte ) . Allah'ın, meleklerin, halifelerin, müslüman büyüklerinin adını


jir. Kendi devrinde Ali bütün hal­
taşıyan kağıtlar (altta) .
kı temsil ediyordu, Muaviye onun
yanında azınlıkta olduğundan, Mu­
aviye'nin şiası (taraftarı) denmiş,
yani büyük halk kitlesinden ayrılan
bir kısmı işaret için kullanılmıştı.
Fakat Ali ölünce, Muaviye çoğun­
luğun, halk kitlesinin başına geç­
tiği için bu sefer, bu kitleden ayrı­
lanlara ve Hasan'ın tarafını tutan­
lara «Şia» denmiştir. Şia, iküçük bir
azınlık olarak tamamen Hüseyin'in
Kerbela'daki olayında tarihsel varlı­
ğını ortaya koyuyor ve sonra bu Şia
adı, tarihte geriye götürülerek Hz.
Peygamber zamanına kadar uzatıl­
maya çalışılıyor. Kerbela'da Hüse­
yin'in ölümüne sebep olan Şia'dır .
.Onu çağırmışlar, sonra bırakıp kaç­
mışlardır. Sonra da Ali'nin muta­
assı p taraftarı olup . çıkmışlardır.
Hüseyin'in şiası, Muhtar bin Ebu
Ubeyd'in elinde Ali'nin oğlu Mu­
hammed bin Hanefiye'ye isnad edi­
len bir fırka teşekkül ediyor ve bu
andan itibaren mezhebin fikir yönü
de işlenmeye başlıyor ve Cafer Sa­
dık'ta da mezhebin fikir cephesi ku­
rulmuş oluyor. Hüseyin'in ölümün­
den sonra HŞia» sözü bir terim ola­
rak Ali'nin ve onun ailesinin etra­
fında birleşen grubun adı oluyor.
Hüseyin'in torunu Zeyd, Sindli bir
cariyenin oğludur: Fakat çok bilgin
ve dindar, doğru ve dürüsttür. Aynı
zamanda cesurdur. Zamanının ile­
ri bilim adamlarıyla arkadaşlığı
vardır. Onlarla fikir � tartışmaları·
yapıyor, Mu'.tezile'nin reisi Vasıl ile
de sıkı dostluğu vardır. Onunla bir-
82
çok meselede anlaşmıştır. Bunlar­
dan biri, büyük dedesi Hz. Ali'nin
hilafeti meselesinde, Vasıl'a yakın
bir fikre sahip oluşudur. Kendi aile­
si ve birçok kimse onun sırbiliınine
(gnosiye) sahip olduğuna inanır.
Oysa kendisi Mutezile kafayı, aklı
ve mantığı kullanır, sırbilimini red­
deder. Böylece Şia'da bilinmeye yüz
tutan imamların yanılmazlığını
(masumiyeti) da kabul etmez. Bü­
yük dede�i Hz. Ali'nin sahabenin en
faziletli insanı olduğunu kabul' et­
mekle beraber Ebubekir ve Ömer'in
de halifeliklerini meşru kabul eder.
Bu fikirler akrabasının hoşuna git­
mez, onu fikirlerinden vazgeçirme­
ye, Vasıl · ile arkadaşlık etmesine
engel olmaya çalışırlar, böyle yap­
makla kendi soylarının imamlık da­
vasını temelden yıkacağını, b üyük
dedesinin hilafetini ve imamlığını
da tehlikeye düşüreceğini söylerler­
se de, onu fikirlerinden vazgeçir­
mekte başarı sağlayamazlar. Şam'­
daki halife Abdül Melik'in oğlu Hi­
şam, Irak valisi Yusuf Haccac'a
Zeyd'i bertaraf etmesi için emir ve­
rir. Zaten toplum Hişam ve Hacc_ac'
dan kan ağlamaktadır. Zeyd, şiiler
le görüşür, hepsi Zeyd'in emrine gi­
rip zalim yöneticilere karşı çıka­
caklardır. Ama fikirlerinden dolayı,
yeğeni olan Cafer.:.j Sadık onu tut­
maz ve Şia içinde Cafer�i Sadık'a
Halife Hz. Ömer'in dua ettiği yere yapılan bina.
bağlı olanlar ve bütün çeşitleri ile
Şia, Zeyd'i terkeder, bundan sonra sayılması, özellikle dört masum di­ rak Allah yolunda anlaşma istediler.
Şia'nın bir adı da terkedenler an­ ye Ali ve oğullarının ayrı bir özellik Ali'de bunu uygun görüp iki yan­
lamında Rafıda (Hafızı) oluyor. taşıdığına inanılması, şii inançları dan birer kişinin hakem seçilmesini
Zeyd birkaç kişi ile isyan eder ve arasına eski İran'ın çoktanrıcı din istedi. Bunun üzerine, hakem seçi­
şehit olur. Kendi oğulları fikirleri­ inançlarının karışması aradaki uçu­ mine karşı çıkanlar Ali'den, onu tu­
ni devam ettirirler ve Zeydiye mez­ rumu genişletmiştir. Şiiliğin kendi tanlardan ayrıldılar. Ali'yi Allah
hebi doğar. içinde ayrı ayrı görüşleri savunan, buyruğuna karşı çıkmış, imandan
Şii inançlarına· 'göre Kur'an ve fakat temelde şii ilkelerine bağla­ sapmış bir kimse diye nitelediler.
hadis, İslam dininin iki temel kay­ nan birçok kolu vardır. Bunlaı:ın Bu mezhebe bağlananlar da anlaş­
nağıdir. Ama aşırı ölçüde şeriata başlıcalanm sayalım : Zeydiyye, Is­ mazlığın halife seçiminde Ali'ye ya­
bağlanan ehl-i sünnetçiler, onları nıailiyye, İmamiyye (bütün şia kol­ pılan haksızlığa dayandığına ina­
kendi görüşlerine göre yorumladık­ larına bu adı verenler de vardır) . nırlar. Bu yüzden, Ali'nin üstün du­
ları için, birtakım ayrılıklar ortaya Zeydiyye'nin, ismailiyye'nin de kol­ rumdayken hakkını yiyenlede an­
çıkmıştır. Şiiler, genellikle namaz ları vardır. Zeydiyye'nin başlıca laşmaya kalkışmasını, sonra aldatıl­
konusunda sünnilerden ayrılırlar. kolları, Butriyye, Naimiyye, Yaku­ dığını ileri sürerler.
Onlara göre, öğleden sonra ikindi, biyye, Süleymaniyye, Carudiyye, Aslında Hariciler Ali'yi önce ha­
akşamdan sonra da yatsı namazla­ A f tahiyye'dir. Gerek bu kollar, ge­ kem tayin etmeğe zorlamışlar, sonra
rı kılınabilir; güneş batıncaya rek bağlı oldukları mezhepler inanç Ali onların dediğini yapınca da onu
kadar önce öğleyi, sonra ikindiyi, bakımından Ali ve soyuna, oniki küfürle suçlamışlar ve tövbe etme­
gece yarısına kadar önce akşamı, imama, halife seçiminde doğan an­ sini istemişlerdir. Ali küfre girme­
sonra yatsıyı kılmanın dine, ibadet laşmazlığa dayanır. diğini ve tövbe etmeyeceğini , üste­
kurallarına aykırı bir yanı yoktur. HAVARİC MEZHEBİ . Daha ön­ lik onların bu işi kendisine zorla
Nitekim Hz. Muhammed sıcak gün­ ce de belirttiğimiz gibi, Türkçede yaptırdıklarını ileri sürünce, Hari­
lerde böyle yapmıştır. buna hariciler de denir. Şii ve sün­ ciler, kendi ilkelerine sadık kalarak
Şiilikle sünnilik arasındaki uçu­ ni mezh�plerinden ayrılanların top­ tövbe etmişler ve böylece küfürden
rumun doğmasına yol açan neden, landığı mezheptir. Önce Ali'yi tu­ kurtulduklarını ileri sürmüşlerdir.
gerçekte bu değildir. Oruç, namaz, tan, Sıffin savaşında ondan ayrılan­ İlk önceleri İslamiyet'in ranzaların­
zekat, hac gibi İslam dininin temel ların çoğu, çöllerde yaşayan ve ur­ dan birini yapmayan veya büyük
kurumlarında sünni inançlarıyla ban adı verilen kimselerdir. Sıffin günahlardan birini işleyenin kafir
şii inançları birbirini tutmaz. Şii­ savaşında Ali üstün durumda iken olduğunu iddia ederken, sonraları
ler şeriat kurallarının çoğuna uy­ Muaviye'nin askerleri mızrakların kendi fikirlerini kabul etmeyen her­
mazlar. imamın masum _<suçsuz) uçlarına Kur'an sayfaları bağlaya- kesi kafir saymaya başlamış ve
83
Melekler Kdbe'yi süslüyor ( XVI. yy. Türle mi1t11atürü ) .

84
Safevi mimarisinin en büyük yapıtlarından Şah Camii'nin kubbesi.

kendilerinden olmayan müslüman­ lar vardır. Öteki mezheplerde gö­ esinlendiği anlaşılıyor. Birçokları
larla savaşı gerekli gördükleri gibi rüldüğü gibi Hariciler'de· de birta­ bu mezhebi İslam bile saymaz. Mür­
hasımlarının çocuklarının öldürül­ kım kollar vardır. Bunlar temel ko­ cie'.yi eski çok tanrıcı dinlerin deği­
mesini ve karılarını helal saymışlar­ nularda · birleşir, yalnız ayrıntılı şik biçimde bir kalıntısı sayanlar
dı. Haricilerden, hakemi ilk kabul açıklamalarda, yorumlarda başka da vardır. .
edenlerden (Muhakkime) Ezrek'in başka görüşleri savunurlar. Havaric Mürcie mezhebine göre J iman ile
oğlu Nafi'ye uyanlar Ezarika fırka­ mezhebinin en çok bilinen, tutunan ameller birbirinden ayrıdır[ Bir mü­
sını, Amr oğlu Necde'ye uyanlar Ne­ dokuz kolu vardır : Muhme, Bike­ min büyük günah işlerse :imandan
cedat fırkasını, Efsar oğlu Ziyad'a siyye, Esferiyye, Acarede, İbaziyye, çıkmaz. Bu inanca göre Ehl-i ' Sün
uyanlar Sufriye fırkasını, İbad oğ­ Ezrakıyye, Necdatiyye, Sufriyye ve net'in önceleri bu mezhepte olduğu
lu Abdullah'a uyanlar da İbadiye Ebadiyye. anlaşılıyor. Mürcie, geri bırakmak
fırkasını meydana getirmişlerdir. MÜRCİE MEZHEBİ, VII. yüzyıl­ anlamında olan ı<irca)) kökünden
Bunlardan başka ölen reisin yerine da da, özellikle Tebük savaşında Hz. gelen bir kelime olduğundan, bu
geçen kimsenin a.d ına göre fırkanın Muhammed'den ayrılanların bağlı mezhebin doğuşunun nedeni, her­
isimleri değişmiş ve böylece isimler olduğu mezheptir. Bunlar önce pey­ hangi bir kişiden çok, bit fikirdir.
çoğalmışsa da , bu saydıklarımız Ha­ gambere karşı çıkmış, yada ondan Hariciler ve Mutezile amellerin
ricilerin bu adlarla devam etmiş ayrılmış, sonra imana gelip bağış­ imandan cüz olduğunu kabul etmiş­
önemli fırkalarıdır. Hariciler gibi de­ lanmalarını istemiş olduklarından, tir. Haricilere göre büyük günah
rin kültürden yoksun kimselerin imanı geri bırakan, inancından dö­ işleyen kafir olur. Mu'tezile'ye göre
kurdukları mezheplerde görülen nen (rücu eden) anlamında mürcie de imandan .çıkar ama henüz küfre
önemli bir nokta şudur : Bunların diye anılırlar M'ürcie mezhebine gö­ girmez. Eğer tövbe , ederse tekrar
bilgileri, ilkel bilgi olduğu için tu­ re bir insanın dine bağlanması, iman mümin olur, etmezse kafir oluşu
tarlı değildir. Fikirlerini ve sözleri­ etmesi bilmeye, ö,ğrenmeye dayanır. gerçekleşir ve ebediyen cehennem­
ni ilkeler halinde bir araya getirip Buna marifet derler. İbadet, pek de kalır. İşte Mürcie'ye göre, büyük
ayrı bir mezhep sistemi kurmamış­ önemli değildir. İmanını dille açık­ günah işleyen imandan da çıkmaz,
lardır. lamak (ikrar ) , Allah'ı, peygamberi tövbe etmeden ölse bile kafir de ol­
Birtakım sünniler, haricileri din­ sevmek, onlara saygı göstermek, maz. Onun durumu Allah'a kalmış­
den sapmış, İslam dininden ayrıl­ ibadet etmek, Allah'tan korkmak tır, ister bağışlar, isterse işlediği
mış kimseler sayarsa da , bu doğru iman sayılmaz. Bunların dinle ,,İs­ günah kadar cezasını çektirir. Ebu
değildir. Hariciler de ccehl-i kıble)> lamla, imanla bir ilgisi yoktur. Hanife'nin bu mezhepte olması red­
denen, namaz kılan, oruç tutan, Küfr, Allah'ı bilmemektir. İslam di­ dedilmiş ise de. aslında anlattığımız
Allahın birliğine, Hz. Muhammed'­ ninin genellikle küfr saydığı eylem­ ana fikri bu olduğuna göre yalnız
in peygamberliğine inanan kimse­ ler, tutumlar gerçekte küfür değil­ Ebu Hanife'nin değil, bütün Ehl-i
lerdir. Ayrılık yalnız, yukarda da dir. En büyük küfür, bilgisizliktir. Sünnet'in mezhebi olduğu ' inkar e­
belirtildiği gibi, halife seçiminde, dilemez.
imamlık konusunda görülür. Tunus, Mürcie mezhebinin eski Yunan dü; Mürcie mezhebi sonrada!n birçok
Cezayir, Trablusga:rıb, Zengibar ve şüncesinin · etkisi altında kaldığı, kollara ayrıldı. Genel ilkelerde bir­
Iraık'ta bu mezhebe bağlı topluluk- özellikle Yenieflatuncu felsefeden lik olmasına karşılık , kollar arasın-
85
terirler. Gerek Mücessime, gerek
Müşebbihe Allah'ın insan biçimin­
de, cismi, gövdesi olduğu konusunda
birleşirler.
VEHHABİLİK. Vehhabiye de denen
bu kol hem bir mezhep, hem bir
tarikat niteliği taşır. Vehhabilik,
Kur'an ayetlerini mecazi anlamlan­
na göre değil de zahiri anlamlarına
göre yorumlayan zahiriye mezhe­
binden doğmuştur. Zahiriye mezhe­
bi Davud bin Ali (öl. 833) tarafın­
dan kurulmuş, kısa bir süre içinde
gelişmiş, ehl-i sünnete karşı birçok
mezhebin doğmasına yol açmıştır.
Bir süre battığı sanılan Zahiriye
mezhebi, 1 1 . yüzyılın ortalarında
İspanya müslümanları arasında ye­
niden ortaya çıkmış, XVIII. yüzyıl
sonlarında Arabistan'da doğup geli­
şen Vehhabilik'le çağımıza kadar
sürmüştür. Vehhabilik İslim dinin­
de 1<şeriatıı adı verilen kurallann ço­
ğuna karşıdır. Kabir -ziyareti, cami­
lere minare yapma, birinin aracılığı
ile tanrıya yakarma, ermişlere inan­
ma, onlarclan yardım dileme, biri­
sinden öğrenilen bir duayı okuma,
türbeleri ziyaret etme gibi birçok
eylemler yasaktır. Vehhabiler pey­
gamberin mezarını bile ziyaret et­
meyi uygun bulmazlar. Vehhabiler
inançları yüzünden birçok olaylar
çıkarmış, minareleri yıkmaya kalk­
mış, birtakım türbeleri ortadan kal­
dıtmış, Mekke'yi, Medine'yi ele ge­
çirmiş, Ke:rıbela'ya saldınnış (1802) ,
Taif'i alıp halkını kılıçtan geçirmiş,
bir aralık Hüseyn'in türbesini yık­
ınışlarclır. Vehhabilik en çok Suudi
Arabistan'da tutunmuştur. Din ni­
teliği taşımasına karşılık Vehhabi­
ye inançları daha çok siyasi bir an­
lam taşır. Nitekim Osmanlı devle­
tinin sınırları içinde birçok ayak­
lanmaların körükleyicileri Vehha,bi­
ler olmuştur.
CEBRİYE MEZHEBİ. İrade-1 kül­
Uhud savapnı konu alan Arap- min11at0rü.
liye inancını (Allah iradesinin bü­
da köklü goruş ayrılıkları görülür. rin yorumundan varılıyor. Müces­ tün insan eylemlerinin kaynağı ol­
Mürcie'nin önemli beş kolu vardır: sime'ye göre -Kur'an'da mecazi an­ duğu inancı) benimseyenlerin bağ­
Subanniye, Abdiyye, Sumniyye, lam yoktur; bütün kavramların an­ lı oldukları mezheptir. Bu mezhebe
Gassaniyye, Yunusiyye. Bu kollar lamı açıktır. göre, kader vardır. İnsan özgür ira­
arasında görülen görüş ayrılığı,
• MÜŞEBBİHE MEZHEBİ, Allah'ın de taşıyıcısı değildir ; iyilik de, kö­
mezhebi ,benimseyenlerin ayrı ayrı insan biçiminde olduğunu, insana tülük de Allah'ın yarattığı birer
bölgelerde , ayrı ir.ançların benim­ benzediğini savunur. Bu mezhebe davranıştır. İnsanın bütün yapıp
sendiği o;rtamlarda yetişmelerinden inananlar, insanın Allah suretinde ettikleri kaderde vardır. İnsan ona
dolayıdır; Bundan da mürcie inanç­ yaratıldığım, bu yüzden Allah ile uymak zorundadır, irade bakımın­
larının, çoğunlukla, eski mahalli insan arasında biçim bakımından dan özgür, bağımsız değildir.
dinlerin ikarışıp kaynaşması sonu­ benzerlik bulunduğunu, Allah'ın da Cebriye mezhebinin kurucusu Ca'd
*.
cu..ortay çıktığı anlaşıl}yor. bir insan gibi konuşup davrandığı­ bin Dirhem adında aslen arap ol­
MUCESSIME MEZHEBi. Allah'ın nı, düşünüp taşındığını ileri sürer­ mayan biridir. Şam'da mezhebini
bir cismii bulunduğuna inananlarm ler. Allah, insanı, Adem'i kendi su­ ilan etmiştir. Ca'd . bin Dirhem' in
bağlı oldµkları mezhepdir. Bu mez­ ret'i üzre yarattığına göre onun da arap olmadıği ve onun, bu cebir fik­
hebe göre Allah maddi bir varlıktır' · Adem gibi eli kolu, gözü, yüzü, ağ­ rini Ebban bin Seman diye anılan
zı, burnu vardır. Müşebbihe inanç­ birinden, onun da yahudi olan Ta­
! •

evrende bulunan herhangi bir var-


lık gibi • cismi varclır. Bu sonuca lannı benimseyenler, Kur'an'dan lud bin Asam'dan aldığı rivayet edi­
Kur'an'da bulunan birtakım sözle- birtakım ayetleri delil olarak gös- lir, böylece bu fikrin hem neseb ve
86
hem de öğretim bakımından İsl8mi­
yet'e aykırı ve yabancı bir fikir ol­
duğu ileri sürülür (Subhi Salih, Nu­
zum islam.iyye 138) . Ali Sami Neş­
şar, «İslamiyette Felsefi Düşünce­
nin Doğuşu» adındaki eserde (s.
329) Ca'd hakkında ileri sürülen fi­
kirleri şöylece özetler : a) Bir yand�n
selef ve bir yandan Mutezile, Ca'd'ın
fikirlerinin nedenini, onun yıihudi­
ler arasında yaşaması ile ilgili gö­
rürler, b) Öldürülmesinin fikri
inançlarından dolayı olmayıp siya­
si bir sebepten olduğuna inanılır,
c ) Kur'an'ın yaratılmış olduğunu
ve Yüce Allah'ın sıfatı olmadığını
söylediği zikredilir. Böylece Ca'd
Allah'ın zatı ile kaim kadim sıfatla­
rını inkar eder ki, bu sıfatları in­
kar etmesinden Kur'an'ın da mah·
lfrk olduğuna gitmiştir. Hadisi Şerif.
ler'e karışan İsrailiyat ve çokca hu­
rafe Ca'd'ı korkutmuştu, Vehb bin
Munabbihe her gidişinde yıkanıp
abdest alarak gider, Vehbe akıl için
yani anlamak için geldiğini anlatır
ve Allah'ın sıfatlarından sorardı.
Altlı her şeyde hakem kılmak ister­
di.
Safvan oğlu Cehın hakkında da
Ca'd gibi değişik fikirleri ileri sü­
rülmektedir. KUfe'de Ca'd ile buluş­
tukları sanılmaktadır. Sonra Belh
şehrine gitmiş ve orada ünlü hura­
feci müfessir Mukatıl bin Süleyman
ile camide namaz kılmıştı. Araların­
da anlaşmazlık çıkınca,'Mukatil onu
Tirıniz'e sürdürdü. Her ikisi hakkın­
Lübnan'lı bir dürzi şeyhi. Dürzilerin din 6ğretisi İsmatlilerin öğreti­
sine çok benzer.
da İmamı Azam Ebu Hanife şöyle
demiş : uCehın teşhibi inkar etmekte niteliğidir. Allah'ın biliminin hadis riyeciliğe gitmiş olmasıdır.i Gerçek­
o kadar ileri gitti ki, Allah hiç bir ve Allah'tan başka olduğunu, Al­ te insan bir iş yapmaz, bütün işleri
şey değildir, dedi. Mukatil de İspat lah'ın, eşyayı yaratmadan önce ih­ Allah yapar, Cebriye iki kjısma. ay­
hususunda o kadar ileri gitti ki, Al­ das ettiği bir bilimle bildiğini söy­ rılır. Halis Cebriyeci, insana hiç bir
lah'ı mahluk gibi yaptı.ıı Biri mu­ ler. Bunu şöyle düşünür: Eğer, Al­ kudret ve güç tanımaz, oıita Cebri­
attıl, öbürü müşebbih Ca'd gibi lah yaratmadan önce yaratacağı yeci insana etkisi olmayan bir çe­
Cehın de akla dayanır ve akli me-. şeyi bilse, o şeyi yarattıktan sonra şit kudret tanır. Cehm ise Halis
todu uygulardı; İslam düşüncesine onunla ilgili ön<'.eki bilimi ya kalır Cebriyeci olarak bilinir. Şehrista­
yorumlamayı (tevili) getiren odur. veya değişir. Kalması doğru değil­ ni, Bağdadi, İsferayini, Cehm'e gö­
Tevil metodunu bütün akli mesele­ dir. Onu yarattıktan sonra artık re insanın hiç bir işe gücü olmadı­
lerde- kullanmıştı. İslamiyet'te, Al­ cc onu . yaratacağlna» ait bilimi kal­ ğını ve gücü olmakla nitelenemeye­
lah'ın, yaratıkların sıfatlariyle ni­ mamıştır. Bu sefer onu yaratmış ol­ ceğini, insanın bütün işlerinde can­
telenmesinin doğru olmadığını ileri duğunu biliyordur. Yaratacağını sız varlıklar gibi mecbur olduğunu,
sürmüştü. Ona göre Allah'ın bilgin bilmek ile yaratmış olduğunu bil­ onun iradesi, kudreti ve .hürriyeti
olması caiz değildir. Ama, kadir, fa­ mek birbirinden ayrı bilimlerdir. bulunmadığını söylerler. Ancak
il, halık. muhyi (dirilten) ve mu­ Öyle ise yaratacağını bilmek kal­ İmam- ı Eşari (Makalat 1 /279) ,
mit (ölduren) olması caizdir. Çünkü mayınca bilim değişti ve Allah'ta Cehm'in şöyle söylediğini nakleder :
bu nitelikler yaratıklarda bulun­ bir değişme oldu. Değişmenin Al­ c<Allah insan için bir güç yarattı,
maz ve onun için teşbih (benzet­ lah'ta vukubulması imkansızdır. onunla iş yapar, iş yapmasi için ona
me) vuku bulmaz. Bundan anlaşı­ Bunun için Allah, yaratıkları hadis irade ve hürriyet yarattı)) .. Öyle ise
lıyor ki, Cehın, Allah'ın ezell nite­ olan bir bilimle bilir, ama bu bilim Cehm'in, insanları cansız vl:ı,rlık gibi
liklerini inkar etmiyor, Allah'ı insa­ Allah'ın zatında hadis olamaz, Yok­ mecbur saymamış olduğu , anlaşılı­
na benzeten yahudi ve hıristiyan­ sa Allah'ın zatı, hadiselere mahal yor. Cehm'in cebriyeciliğiriin Eşari­
ların etkisiyle Müşebbiheci olan olur. Allah'ın bilimi hiç bir yerde nin kesb nazariyesine yaklaştığı gö­
Muıkatil gibi kimselerin eliyle orta­ olmayan bir şekilde hadistir. Kur'­ rülüyor (Ali Sami Neşşar, isıami­
lığı saran benzetmeciliği (müşab­ an'ın cisim olduğunu kabul eden yet'te Felsefi DüşünmeniJ1 Doğu­
bihayı) reddediyordu. Cehın'in Al­ Cehın onun Allah'ın niteliği değil, şu. s. 240 vd.) ve Halis Cebriyeci ol­
lah'ın niteliklerini inkar etmede en mahluku olduğunu ileri sürmfui­ mayıp Orta Cebriyeci olduğu anlaşı­
çok zorluk çektiği bilim ve kelam tür. Cehm'in ikinci önemli ilkesi ceb- lıyor.
87
HULULİYE MEZHEBİ. İslam di­
nini benimseyenler arasında yayıl­
masına karşılık çok eski .bir kayna­
ğı olan bu mezhebe göre, Allah bir
ruh niteliğine girerek insanlara ge­
çer (hulul eder) . Allah, evrenin ru­
hu durumundadır; yaratıcıdır. Al­
lah ruhu Ali'ye, onun ölümünden
sonra çocuklarına, soyuna geçmek­
tedir. Bu mezhebin özünde eski te- ·
nasüh (ruh göçü) inançlarının iz­
leri görülüyor.
NECCARİYE MEZHEBİ. İnançla­
rı, . davranışları Mutezile mezhebine
yatkındır. Aralarında önemli bir ay­
rılık yoktur. Bu mezhebi benimse­
yenler genellikle tanrıda zat (öz)
ile. sıfat'ın (nitelik) ayrı birer var­
lık olduğuna inanırlar.
NOKTAVİYE MEZHEBİ . Huru­
filik'ten doğan bu mezhebin inanç­
larına göre gerçek anlam harfte de­
ğil noktada'dır. Bütün harfler bi­
çimlenen, belli bir düzene giren nok­
talardan oluşur. Varlık, anlamı
olan, biçimlenen noktadır. Bütün
varlık türleri noktadan türemiştir.
Noktanın dışında bir gerçek, bir
varlık (vücud) yoktur.
İBAZİYE MEZHEBİ. İbaz bin Ab­
dullah adlı biri tarafından Mervan
bin Muhammed zamanında kurulan
bu mezhebe göre, Allah bütün var­
Hz: İbrahim oğlu Ismail'i kurban etmek üzereyken melekler bir koç lıkları kendi birliğine delil olsun di­
1
getirerek Allah'ın ismail'i af ettiğini bildiriyorlar
1
( üsıte) . Cami-el ye yaratmıştır. En küçüğünden en
Kebb"'1n avlusu (altta ) . büyüğüne kadar bütün varlık türle­
ri tanrının birliğini ( vahdaniyetini)
gösterir. İbaziye mezhebine girenler,
kendileri gibi düşünmeyenlerin küfr
içinde olduklarını, ama müşrik sa­
yılamayacaklarını, öldürülmelerinin
haram, miraslarının helal olduğunu
ileri sürerler.
NACİYE MEZHEBİ. Sünnilikle
şiilik arasında bir mezheptir. Birkaç
konuda şiilikten, Mutezileden ayrı­
lır, daha çok sünniliğe yaklaşır;
ama temel inançları ayrıdır. Hz.
Muhammed'in, sahabenin bütün
düşüncelerini, matüridiye ve eş'ari
görüşlerini benimser. Allah'ın birli­
ğine, niteliklerine (zat ve sıfatları­
na) , meleklere, dört kitaba inanan
Naciye mezhebi, Allah'ın her türlü
mekanın ötesinde (mekandan mü­
nezzeh) olduğu görüşünü savunur.
Naciye mezhebine inananların ki­
mi, irade-i cüz'iye (insan iradesinin
bağımsızlığını) , kimi irade-i külliye
(insan iradesinin bağımsız olmadı­
ğını) ileti sürer. İnsan iradesinin
bağımsızlığına inananlara göre iyi­
likler Allah'tan, kötülükler insan­
dan gelir. Bir kısmı, «iyilik de, kö­
tülük de insanın kendi elindedir11
der. Gene bir başka kısnu da «iyilik
de, kötülük de (hayr ile şer) tanrı­
dan gelir» diyen irade-i külliye gö-
88
rüşünü tutar.
BATINİLİK. Batıniyye de denen
bu mezhep, İslam mezhe.blerinin en
ilgi çekicisidir. Kısa süre . içinde. İran,
Doğu Anadolu, Suriye, Irak ülkele­
rinde yayılmış, hızla gelişmiş, bir­
çok siyasi olayların, kargaşalıkla­
rın doğmasına yol açmıştır. Batıni.;.
lik inançlarına göre Kur'an'ın biri
görünüşte (zahiri) , · biri içten (ha­
tmi) olmak üzere iki anlamı var­
dır. Ayetlerin gerçek anlamları gö­
rünüşte değil, içlerinde, saklıdır.
Gerçek bir mü'minin, gerçek bir
müslümanın görüşüne göre, öze, iç­
ten olana (batıni olana) göre dav­
ranması gerekir. Kur'an'ın gerçek
anlamını bilen, kavrayan, özüne
(batnına) inen, Allah'ın buyrukları­
nı, insanlara bildirdiklerini içten
anlayan bir kimsenin, görünüşe gö­
re davranması, eylemde bulunması
gerekmez. Bu olgunluğa ulaşan bir
kimse için ibadet, ibadetle ilgili gö­
revler pek de gerekli değildir. Böy­
le bir kimse tanrının istediği, iyi
saydığı olgunluğa, yüceliğe ulaş­
mıştır. Bütün ibadet türleri, şeriat
kuralları, görünüşe (zahir) göre
davrananlar, Kur'an'ın batınını
(özünü) kavrayacak güçte, olgun­
lukta olmayanlar içindir,
Batınilik bir inanç olarak pey­
gamberin ölümünden sonra ortaya
çıktı, zamanla gelişti, yayıldı. VII. Kahi-re'deki İbn Tulun Camii mihrabı önünde dua eden bir müslüman.
yüzyıldan sonra yavaş yavaş bir
mezhep niteliği kazandı. vır. ve tılmayıp yaratan, yaratıcı gücü, gö­ Yunan inançlarıyla beslenen batıni­
vırı. yüzyıllarda batınilik inançla­ rünüş alanına çıkış yeteneği bulu­ lik bir mezhep olarak kaldı.
rını daha çok, sonradan onun bir nan varlık. Buna ((akl-ı kül» denir. BABİ YE. Bab ilik de denen bu
kolu, yada bir karşı akımı durumu­ Bütün vatlık türlerini kuşatan, kav­ mezhebe, İslam dini kaynakların­
na gelen İsmailiye mezhebi yayma­ rayan bu akıldır. Bunun başka bir dan beslenen ayrı bir din diye ba­
ya başladı. Birtakım araştırıcılar adı da Adem-i Mana'dır ; B ) Tali. kanlar da vardır. Böyle bir görüş
batıniye ile ismailiye arasında ya­ İlk varlıktan sonra gelen, ondan tü­ doğru değildir. Çünkü B abiye (Ba­
kınlık yoktur derlerse de bu doğru reyen varlık. Buna «nefs�i kül» de­ bilik) , belli ölçüler içinde , kalan bir
değildir. Çünkü batınilerle ismaili.,. nir. Yaratılan, ilk varlıktan çıkan mezhep olmaktan . öteye , geçemez.
ler birkaç ayrılık dışında eş görüşü varlık anlamına gelir; c) Cedd. Ya­ Babiye mezhebi, İran düŞüncesinin
benimsemiştir. Batınilik, genel­ ratılan maddenin bütün biçimlere etkisi altında kalan, eski çiinleri Is­
likle yoruma değer verir. Allah ve girebilme gücüdür ; Ç) Feth. Yara­ lam inançlarıyla bağd aştırmaya
peygambere aşırı ölçüde bağlılık tılışın aracı olan boşluk, yaratılış çalışan, daha doğrusu İslim dinine
gösterir. Allaıi'ıri bir insanda görü­ olayının gerçekleşmesine yer açan eski felsefe düşüncelerinin etkisiy­
nüş alanına çık,tığına inanır, Ahire­ boş mekandır ; d) Hayal. Buna ke­ le yeni bir biçim vermeyi amaç edi­
te inanmaz, ruhların gövdeden göv­ sinlikle zaman denir. Yaratılış ola­ nen Şeyh Ali Muhammeq adlı biri
deye geçişini (tenastıh) benimser ..
· yının geçtiği süredir. tarafından kuruldu ( 1844) . Bu
Bütün din buyruklarının, yasakla­ Batıniler Cedd'e İsrafil, Feth'e mezhebin ilk düşüncelerini, ilkele­
rın, evreriin düzenini sağlamak için Mikail, Hayal'e ise Cebrail (tanrı­ rini ortaya atan, onun 15ınırlarını
konduğunu ı1eri sürer. Bu görüş is­ dan peygambere vahy getiren me­ belirleyen Şeyh Ahmed Zeynet-ül
lam dini ilke,e.riyle bağdaşmadığı lek) derler. Batıniliğin · en yaygın, İhsai adlı bir arap şeyh�dir. Mez­
için, batınilik İslam dinine karşı bir en güçlü olduğu dönem XI. yüzyıl­ hebe daha sonra kesin biçimini ve­
mezhep sayılır. Allah ve . peygarnber­ dır. Bu yüzyılda Hasan Sabbah adlı ren Şeyh Ali . Muhammed bu şeyhin
le ilgili inançlar konusunda aşırılı­ bir İranlı, batıniliği derli toplu bir öğrencisidir. Bab adıyla anılan Şeyh
ğa varan batıniliğe sonradan, ((ga� düzene kavuşturdu, ona siyasi bir Ali Muhammed, kendisinin peygam­
aliye» ve· her şeyi, her davranışı, nitelik kazandırdı ; birçok ayaklan.., ber soyundan geldiğini ileri sürer­
her . eylemi yapmada insana aşırı bir malar, kanlı olaylar çıkardı. Savaş­ di. Babiye mezhebine göre, şeriatın
özgürlük bağışladığmdari · (rnı.ibah lara girişti. Hülagü'nün bir saldırı­ dış görünüşüne değil, özüne bak­
saydığından) · dolayı . da ccibahiye» sısonucunda batınilerin yuvalandı­ mak gerekir; Dinin amaçı insanın
adları . verildi. Batıni inarıçları, g�­ ğı Alamat . (el mevt) kalesi yıkıldı,
· özünü ·bütün kötülüklerden, ruhu­
nellikle beş: bölümde topla,nır : a) sıi.,. batınilerden ele geçenler .öldürüldü. nu her türlü kötü düşünceden arıt­
bık. Herşeyden önce var olan, yara� Ama akım durmadı. Eski Hint, İran, maktır. Bab adını ccBen bilim iliyim,
89
bu Akdes'dir. Bütün insanlar kar­
deştir , insanlar arasında ayrılık 'sô.:
kan dinler, ulusçuluk akımları, bağ­
nazlık, ayrı ayrı kurallar koyarak
insanların birleşmelerini önleyen
mezhepler, bilgisizliğin sonucu ola­
rak ortaya çıkmıştır. Bütün insan­
ları bir inanç, bir mezhep çevre­
sinde toplama, birleştirme amacı
vardır. İnsanları sevmek, onların
değerlerine inanmak, saygı göster­
mek, kadınlara geniş ölçüde saygı
ve sevgi duymak bu mezhebin ilke­
leri arasındadır.
KAADIYAN İ YE MEZHEBİ , XIX.
yüzyılda Pencab'ta Mirza Gulam
Ahmed-i Kaadıyan tarafından ku­
rulan, kaynağını Kur'an ve hadis­
lerin yorumundan alan Kaadıyani­
ye mezhebine göre her yüzyılda bir,
Allah tarafından insanları aydınla­
tan, onlara yeni yeni görüşler, dü­
şünceler öğreten bir yetkili gönde­
Babi 'lik mezhebinin kurucusu Mirza Ali Muham m ed'in kur$una d i ­ rilir. Ahmed-i Kaadıyan, Hz. Mu­
zildiği yer ( üstte ) . hammed'in <CGerçekten de Allah, her
· Bahaullah'ın oğlu Abbas Efendi'nirı portresi (altta ) . yüzyılın başlang4.Cında bu ümmete,
dinini, inançlarını yenilemekle gö­
revli birini gönderir» anlamına ge­
len hadisine dayanarak, yeryüzüne
Allah tarafından gönderildiğini ile­
ri sürdü. Sonra Mehdi Mesih oldu­
ğunu yaymaya başladı. Kaadıyani­
ye inançlarına göre İsa öldürülme­
miş, Hindista:d a giderek orada dini­
ni yaymış, Keşmir'de düşüncelerini
ortaya atmış, yüzyirmi yıl yaşadık­
tan sonra dünyadan göçmüştür.
Ahmed'i Kaadıyan, kendi varlığın­
da İsa ile Mehdi'nin görünüş alanı­
na çıktığını, insanları kurtarmaya
geldiğini ileri sürüyordu. Bu mez­
hebin savunduğu inançlara göre
savaş, yasaktır. Düşman bilgiyle,
bilimle, tatlılıkla yola getirilmeli,
savaşı yaratan bütün nedenler or­
tadan kaldırılmalı, insanları barış
içinde yaşatmanın yolları aranmalı­
dır. İnsanları yatıştırmanın, savaş­
ları önlemenin en etkili yollarından
biri de, öğüt'tür. Din bir insan sev­
gisidir. Savaşı, çarpışmayı isteyen,
Ali de onn,n kapısıdır (bab'ıdır) » ha­ BAHAİYYE MEZHEBİ , Babiye gerekli gören bir din, insanları kö­
disi'nden aldığını söyleyen şeyh, ön­ inançlarının etkisi altında gelişen tülüğe, birbirlerini kırmaya götü­
ce On iki' İmam'ın bab'ı olduğunu, onlarla karışıp kaynaşan inançlar rür ; böyle inançları öneren, uygu­
daha sonra yeni bir dinle, yeni bir düzenine, kurucusu Bahaullah'ın lanmalarını isteyen bütün dinlerden
kitapla geldiğini, Mehdi olduğunu adından dolayı Bahaiye (Bahailik) sakınmak, kaçınmak gerekir. Dinin
söyledi. Allah'ın kendisinde görü­ denir. Bahailiğe göre dinin özü, bi­ görevi insanlara mutlu olmayı, bir­
nüş alanıjı.a çıktığını (zuhur ettiği­ limdir. Bilim hayata, insan hayatı­ leşmeyi, kardeşçe yaşamayı öğret­
ni) ileri Şürdü. Allah'ın bir aynası na yücelik kazandırır. Bu yüzden mektir. Bahailik gibi bu mezhep'
gibi anlaş!ılmasını istedi. Babiye'nin insanların yetiştirilmesi, aydınlatıl­ de Avrupa ve Amerika'da yer yf!r
ana kitaöına Beyan denir. Babiye ması gerekir. Kadın, erkek eşittir. taraftarlar bulmuştur.
inançlaruiı n yayılmasında en çok Süs takıları, müzik, değerli kürkler DÜRZİL İ K, Mısır hükümdarlarııT­
etkisi olah Kurret-ül Ayn diye bili­ insanlar içindir, . onlara yasak kon­ dan Hakim bi Emrillah'ın tanrılı­
nen Zerrin1
Tac adlı kadındır. Hızla ması doğru değildir. İnsanlar iyi te� ğına inananların bağlandıkları mez­
yayılan b�bilik sonradan siyasi bir mizlendikten, kendilerini arıttıktan heptir. Bu mezhebe bağlananlar
nitelik ka�anınca İran hükümetince sonra saç uzatabilirler. İnancın özü arapların Tenuk boyundandır. Sür­
yasaklanqı, mezhebin yayıcıları, ile­ temizliktir, arınmadır. Bahailerin yani soyundan geldikleri söylenen
ri gelenleh öldürüldü. kıblesi Akka, kutsal kitapları Kita- Dürzilerin bağlandıkları Dürzilik
90
mezhebi, Hakim bi-Emrillah'ın ken­
dini Allah ilan etmesiyle doğdu
( 1 02 1 ) . Dürziliğe göre, insan top­
raktan yaratılmamıştır. Ruhlal'. göv­
deden gövdeye göçer ( tenasüh) . Bu­
zağı onlarca tapılan kutsal bir hay­
vandır. Allah'ı temsil eder. Allah
ozu bakımından maddi değildir,
ama maddede görünüş alanına çı­
kar (zuhur eder) ; bu görünüş ala­
nına çıkışı, maddidir. Dürziliği İs­
lam dininden ayrı, onunla ilgisi ol­
mayan bir . din gibi alanlar da var­
dır; ama bu doğru değildir. Dürzi­
lik de öteki mezhebler gibi İslamlık­
tan, İslam inançlarından türemiş,
onları değişik ' açıdan yorumlamış-
tır.
YEZİDİLİ�. Şeytana tapan, onu
Allah sayan yezidiliğin kurucusu
Şeyh Adiy'dir (öl. 1 166) . İslam di­
ninden apayrı bir yol tutan, İslam
inançları ile bağdaşmayan bu mez­
hep de belirli bir anlamda İslamdan
doğmuştur. Ancak tutumu, inanç
düzeni dolayısiyle İslam diniyle en
küçük bir bağlantısı kalmamıştır.
Yezidiler Muaviye'nin oğlu Yezid'­
in soyundan geldiklerine inanırlar.
Allah olarak tanıdıkları şeytanı Me­
lek Taus adıyla anarlar. Yezidiler
aya, güneşe, yıldızlara da tapar; on­
ları kutsal sayarlar. Kutsal kitapla­
rının adı Kitab-ı Cilve yada Mus­
haf-ı ReŞ 't ir. Yezidilerde yedi dere­
celi bir · aşama düzeni vardır. Baş­
kanlarına mir, ondan sonra gel ene
pes-i mir, sonrakilere şeyh, köçek,
kavval, müridler ve fukara adını
verirler. Bunlar yezidi topluluğunun
katlarını gösteren adlardır. Ali'yi öl­
düren İbn Mulcem, Muaviye ve Ye­
zid onlar için kutsal kimselerdir.
·yezidiler'in kendilerine göre özel tö­
renleri, duaları, ibadetleri vardır.
uŞ.» «T.» harfleriyle başlayan sözleri
kullanmazlar (şeytanın adı <cŞıı ile
başladığı için) . Bahaullah'ın torunu Şevki Efendi'nin mezarı Bahaflerin en önemli
' NUSAYRİLİK, Ali'ye karşı aşırı ziyare t yeridir.
sevgi ve saygı duyan, onu Allah sa­
yan Nusayrilik bir mezhep olarak zun) , ruhları cesetlere sokan (Kan­ !erin, imamların iradeleri Ailah ira­
doğdu. Kurucusu Muhammed bin ber) b aşlıca yönetici ve kutsal var­ desidir. İmamlar kutsal kirns�lerdir.
Nusayr-ül Abdi'dir (öl. 883 ) . Adını lıklardır. Bunlara Eytam-ı Hams Levh-i mahfuz, bütün bilgileri özün­
kurucusunun adından alır. Nusay­ (Beş öküz) denir. Adem'den bu ya­ de toplayan imamın gönlüdür.
rilere göre Ali, Allah, Muhammed na bütün peygamberlerde Ali görü­ İmamların ruhları ölümsüz, gövde­
güneştir. Geceleri dünyayı aydınla­ nüş alanına çıkmış, evreni yönet­ leri ölümlüdür. Ruh ayrılınca göv­
tan ay, Ali'dir. Muhammed'le Ali miştir. İnsan ölünce ruhu göklere, de çürür. İnsan cesedi sürekli bir
geceleri birliktedir, birdir. Selman'ı aydınlıklar ülkesine (nurlar alemi'­ değişim içindedir. Ölümle ç*rüme­
yaratan Muhamrned'dir. Nusayriler ne) çıkar. Nusayrilerde AMS harfle­ ye, dağılmaya başlar. Sonundiı evre­
böylece Ali, Muhammed, Selman rinden oluşan bir mühür vardır; Ali, nin bütünlüğüne karışır gider. İn­
üçlüsünü kutsal sayarlar. Bu üçlü Muhammed, Selman üçlüsünü tem­ san ruhu örnek bir cesette sürekli
kutsallık yüzünden bu mezhebi, hı­ sil eder. kalır . Bu ceset çürümez, yok · olmaz.
ristiyanlığın Baba, Oğul ve Ruh-ül ŞEYHİLİK, peygamberleri, imam­ Cennet, cehennem bu düny�da ya­
Kudüs(teslis, üçleme) inancı ile bağ­ ları tanrısal varlık olarak tanıyan pılan iyiliklerle kötülüklerin .bir gö­
daştıranlar vardır. Nusayrilere göre bir mezhepdir. Kurucusu Şeyh Zey­ rünüşünden başka şey değildir. Bü­
şimşek ve yıldırım (Mikdad ) , yıldız­ nüddin Ahmed bin İbrahim Ahsai t ün mucizeler birer akıl (akli) ola­
lar (Ebu Zer) , ruhlar (İzrail ) , sağ­ (öl. 1 827) olan bu mezhebe göre yıdır. Miraç, Hz. Muhammeq'in ru­
lık ve hastalıklar (Osman bin Ma'- tanrısal varlıklar olan peygamber- hunun yüce. bir.evrene yüks�lişidir.
91
1

'! i A

İSLAM ', DA
. . ·

MEZHEPLER. · . . · ·

tE TARİKATLAR
ı

ilk
halifeler
İslam dininde tarikat kavramı
mezheplerden sonra doğdu. İslam­
lığın doğuş yıllarında, özellikle Hz.
Muhammed'in yaşadığı çağda din
konuları geniş ölçüde tartışılmadığı
için, ayrı ayrı dünya görüşlerini içe­
ren tarikat yada mezhep, bir kurum
olarak yoktu. Ama, daha Hz. Mu­
hammed yaşarken, birtakım ayetle­
rin açıklanması kendisinden istenir,
O da bu konuda Kur'an'ı açıklayıcı
nitelikte karşılıklar verir, anlaşılma­
sı güç, karışık yerleri açıklar, yo­
rumlar, çözüme bağlardı. İslam di­
ninde sonradan tarikatların, mez­
heplerin doğmasına yol açacak ilk
görüş ayrılıkları, peygamberin ölü-'
münden çok kısa bir süre sonra, ilk
halife seçiminde ortaya çıktı.
Hz. Muhammed'in son yıllarında,
özellikle' ccVeda Haccı» denen hac
sırasında, amca oğlu ve damadı
olan Ali'yi kendisine halife, kendi­
sinden sonraki .imam olarak seçtiği­
ni bildiren bir konuşmasının olduğu
söylenir. Bu konuşmada, cıgörüyor­
sunuz ben Ali'yi yerime halife seç­
tim» biçiminde yorumlanan cümle­
ler vardır. Kısa bir süre sonra pey­
gamber ölünce (632) , Ali'yi tutanlar
bu konuşmaya dayanarak onun ha­
life (imam ) olması gerektiğini ileri
sürdüler. Halifenin seçimi konusun­
da hemen bir görüş ayrılığı ortaya
çıktı : kimi Ebubekir'i, kimi Ali'yi
tuttu. Sonunda Ebubekir ilk halife
olarak peygamberin yerine imamlık
makamına geçti. İşte bu olaydan
sonra Ali'yi tutanlarla Ebubekir'i
tutanlar arasındaki anlaşmazlık ge­
nişledi. Ömer ve Osman'ın halifelik­
l erinde de sürüp gitti. İslam tari­
hinde birçok üzücü olaylara, adam
öldürmelere, çatışmalara yolaçtı.
Halife seçimi, Ali'nin bütün se­
çimlerde yenik düşmesi, arkadan
Huii/e secilen Ebubekir'e bağlılıklarını bildiren bir müslüman. Kerbela olayı, Ali'nin iki oğlu Ha-
92
san ile Hüseyin'in şehit edilmesi so·
nucunda iş müslüman . toplumu­
nun ikiye ayrılmasına kadar vardı.
İşte, İslam tarihinde, siyasi m�z­
heplerin, tarikatların doğması bu
olaylara bağlanır. Ancalç mezhepler­
le tarikatların kuruluşunu, başlan­
gıç yılını gösteren kesin , açık biJ
tarih yoktur. Bütün araştırmacılar,
genellikle ilk halife seçiminde do­
ğan anlaşmazlığı, İslam dininde
mezheplerin, daha sonra da tarikat­
ların, doğuş nedeni olarak alırlar.

tarikatlar
İslam dininde bütün mezhepler
Kur'an ve hadislerin değişik açı­
lardan yapılan . yorumları sonucu
ortaya ç ıktı. Tarikatlar ise tasav­
vuf kuruluşunun ayrı ayrı görüş­
lerle açıklanışından doğdu. Mezhep­
lerin kaynağı, genellikle Kur'an ve
hadisler, tarikatların kaynağı ise,
tasavvu f'tur. Mezhepler, şeriat ku­
rallarına, tarikatlar ise marifet an­
layışlarına dayanır. Mezhepde te·
mel olan fıkıh ve ibadet, tarikatlar­
da ise zikir ve irfan'dır. Mezheple
tarikat arasında görülen ayrılık,
yalnız inançlara dayanmaz. Bu ay­
rılığın en önemli nedeni, kaynaklar­
dır. İslam dinine dıştan, eski din­
lerden biçim değiştirerek giren
inançlar zamanla erimiş, İslam di­
nine karışmış, yeni bir nitelik kaza­
narak mezhepleri doğurmuştur. Du­
rum, tarikatlarda böyle değildir ;
dıştan gelen inançlar tarikatların
içinde erimemiş, tarikatların islam
dinine karşıt bir doğrultuda geliş­
mesine, şeriat kurallarından ayrıl­
masına yol açmıştır. Tarikatları
besleyen kaynaklar, onların biçim­
lerini, niteliklerini değiştirdiği gibi
özlerini de değiştirmiştir. Bu köklü
değişme, şeriat kurallarına, İslam
dihi ilkelerine en çok bağlı kalan
sunni tarikatlarda bile açıkça gö­ Hz. M ıı h a m m ed 'i n haya t ı n ı k o n u a l a n Siye r - ı N e b i 'd e 11 b i r m i rı ya t ii r
rülür. Onlar da bu köklü etkiden, ( 1 5 9.J i . Yüzü kapalı olan H z . Mıı h a m m ed . a r d ı rı d a k i lersc E b u bt'kir l't'
bu özl ü değişmeden kurtulamamıs­ A l i 'd i r .
tır.
İslam dininde görülen tarikatlar� Ali'nin yolunda yürüdükleri goru­ içindedir. Mezhepte belli bir şeriat
genellikle ikiye ayrılır. Biri Sünn� şünü savunur. Gene bu iki tür ta­ kuralına göre eylem (amel ) , ibadet,
tarikatlar, öteki Alevi tarikatlar rikatın doğuşunda imamlık (hali­ ceza, sorumluluk ilkeleri vardır. Ta­
(üçüncü bir tarikat grubu sayılan felik) olayının etkisi vardır. rikatta ise temel olan, en kıs* yol­
Şii tarikatlar, Alevi tarikatlarla eş dan Allah'a ulaşma, ona kavı.,ışma­
doğrultudadır ) . Birinciler ehl-i sün­
net inançlarına, Kur'an ve hadis­ tarikatların dır. Tarikatta Allah ile insan ara·
sında birlik, yakınlık sağlama ! ama
lerle bildirilen genel ilkelere, belli
ölçüler içinde şeriat kurallarına ;
örellikleri cı güdülür, mezheplerde ise jAllar
ile insan atasında görev bağlantısı
ikinciler ise doğrudan doğruya tı;ı.­ Tarikat bir inanç düzenidir, an­ vardır, insan, 'Allah'a karşı ta;şıdığı
savvuf inançlarına, eski felsefe cak bu düzenin mezhepte olduğu gi­ görevler yüzünden sorumludur.
akımlarının ürünleriyle beslenen dü­ bi, daha önceden din kitaplarınca Mezhepte önemli olan inanç) tari:­
şüncelere dayanır. İki tür tarikatın belirlenen, kesin geçerliği olan, şe­ katta ise aşk'tır. · Her tarikatta, ta�
doğuşu da VII. yüzyıl ortalarına riat kurallarına dayanan ilkeleri, rikatın kurucusu; ilk yöneticisi sa­
raslar. Sünni tarikatlar l;iz. Muham­ yasaları yoktur. Tarikatın bütün yılan bir pir vardır. Pir'den sonra,
med'in izinden, Alevi tarikatlar ise kural ve ilkeleri kendi inanç düzeni onun yerine geçme yetenek ve yet-
93
kisini taşıyan, halifeler, halifelerin
görevlendirdiği şeyhler, şeyhlere
bağlanan müridler gelir. Bütün ta­
rikatlarda bu şaşmaz bir düzen, de­
ğişmez bir sıradır; aşama, mürid­
den pir'e doğru yükselir. Gene her
tarikatta astane denen bir pir ma­
kamı, pir'in yattığı tekke yada han­
k ah adı verilen büyük tekkeler, ma­
kam bakımından onlardan .sonra
gelen dergablar, konup göçenlerin
yatıp kalkması, konaklaması için
kurulmuş zaviyeler vardır. Her ta­
rikatın kendine özgü bir giyim ku­
şam biçimi, tacı, kemeri, başlığı, hır­
kası, asası bulunur. Tariıkatların
kendi görüş ve düşüncelerine göre
zikirleri, törenleri olur. Tekke ve
dergahlarda türbedardan kahveciye
kadar belli görevliler bulunur. Bü.,.
tün bunlar belli bir düzen ve aşa­
maya göre sıralandığından her ta­
rikat kendi içinde özel bir kuruluş­
tur.

tarikatların
doğuşu
İslam dininde, yada islam ülkele.­
rinde görülen bütün tarikatların
vır. yüzyılda doğmaya başladığı,
vur. yüzyıl sonlarında biçimlendiği,
düşünce ola:rak gelişme gösterdiği,
'
ancak IX-. ve X. yüzyıllarda da bir
kuruluş niteliği kazandığı biliniyor.
Bütün tarikatların birer kurucusu,
onun izinden giderek tarikatı sür­
düren aracıları vardır. Tarikatlar
çoğunlukla, kurucularının adlarıyla
anılırlar. İslam ülkelerinde ilk tari­
katlar İran ve Suriye, Irak bölgele­
rinde kuruldu. Bunların kimi sün­
ni, kimi alevi tarikatlardı. Tarikat­
ların doğuşunda başka nedenler de
vardır : İslam dini içindeki görüş ay�
rılıkları ; şeriat kurallarının katılığı,
zamanın durumuna göre değişmez­
liğJ ; çağın ortaya çıkardığı yeni ye­
ni ihtiyaçlara, durumlara uyamayı­
şı; dinle insan davranışları arasın­
da görülen çatışmalar ; görüş ayrı­
lıkları. Dinle çatışma niteliği taşı­
yan bu durumların ortaya çıkışında
çevrelerin, halkların gelenekleri, gö­
renekleri, eski inançları da etkilidir.
Şeriat kuralları ile bağdaşamayan
eski inançlar, alışkanlıklar, tarikat
görüşleri içinde yeni bir biçim ka­
zanarak sürüp gider. Bu etkiler yü­
zünden, tarikatlar ortaya çıktıkla­
rı yerin, kurucularının yetiştiği top­
lumun geleneklerine göre ayrı ayrı
nitelikler taşırlar.
Tarikatların doğuşunda başka bir
neden de, meslek kuruluşlarıdır.
İsliim inancına göre göğün 7 katını gösteren bir mınyatür. XI. yüzyıldan sonra islam ülkele­
Her kata Hz. Peygamberı si mgeleyen bir a l e v yerle ş t i r i l rılş tir. rinde babadan oğula, dededen toru-
94
na geÇen, meslekten olmayanıara
kapalı kalan birtakım iş kuruluşları
doğdu. Bunlar kendi içlerinde pir,
şeyh, halife, çırak, usta, yamak gibi
belli bir aşamaya bağlıydı. İş kolu­
nun kurucusu en büyük yetkili., en
saygı değer kişi sayılır, upirıı olarak
nitelenirdi. Kurucu hangi inanca
bağlıysa çevresinde töplananlar o­
nun izinden yürürdü. Anadolu'da
ortaya çıkan Ahilik (Fütüvvet) ku­
ruluşları bu nitelikteydi. Bunların
doğuşuna, iş bölümü, meslek kuru-
1 uşu yol açmıştır.
İslam ülkelerinde kurulan bütün
tarikatlar genellikle üç nitelik al­
tında toplanır. Bu nitelikler onların
tutum ve davranışlarından, zikr dü­
zeninden, anlayışından ileri gelir.
Tutumlar, davranışlar tarikatların
hem amaçlarını, hem de amaçlarını
gerçekleştirme yollarını gösterir.
Buna yol denir. (Zaten tarikat ke­
limesi de, arapça «yolıı anlamına ge­
len «tariykıı den türemiştir ). Yollar
üç türlüdür. A) tarik-i ahyar ( İyi­
ler, hayırlar yolu ) , B ) tarik-i ebrar
(riyazet, kendini Allah'a verme
yolu) , C) tarik i şettar (aşk ve coş­
-

kunluk yolu ) . Birinci türdeki tari­


katlar İslam dininin farz ve sünnet
_d enen kurallarını sıkıca uygularlar.
Buna zahidler yolu da denir. Bu
yolu benimseyen tarikatlarda, elden
geldiğince çok ibadet edilir, namaz
kılınır, oruç tutulur, Kur'an oku­
nur. Genellikle sünnet ve farz (İs­
lam dinine göre yapılması gerekli
Dervişlerin dansını konu alan minyatür.
olan işler) kurallarına uyulur, on­
ların dışına çıkılmaz. İkinci yolu bilmek için şi.ı üç bilgi aşamasın­ !erden sıyrılır, nefs'in bütüh engel­
benimseyen tarikatlarda teinel olan dan geçmek gerekir : A) Ayn-el ya­ lerini aşar, özünde Hak'kı (Allah'ı)
mücahede (kendini dünya işlerin­ kiyn , B) İlm-el yakiyn, C) Hakka·· bulur, Allah dışında hiç bir . şeyle il­
den uzak tutma, arınma) denen içe el yakiyn. Birinci yol Allah'ı gözlem­ gilenmez. İnsan bu yolda kendini tü­
kapanış, gönül coşkunluğu ve dün­ le (müşahede ile) anlama, kavra­ ketir, varlığından geçer, All�h dışın­
ya işlerinden sıyrılmadır. Üçüncü ma yoludur. Evreni, evrende bu­ da bir şey görmez, duymaz; sezmez
yolu benimseyen tarikatların genel lunan bütün varlıkları gözlem­ olur. Bu aşamaya fenafilla.J:ı denir.
amacı Allah aşkı, gönül coşkunlu­ leyerek, görerek onlardan aşama Fenafillah'a ulaşan velayet (velilik,
ğu, iç temizliği, kendini Allah'a ver­ Allah'a varma, onların yaratıcı­ ermişlik) basamağırıa (makamına)
me, adamadır. Bu inancı benimse­ sını bulma'dır. İkinci yol, aklın erişir. Burada insanla Allah birdir,
yenler Allah yolunda kendi isteğiy­ yoludur. Bilimle, düşünüp taşın­ karşı karşıyadır. Sünni tarikatiar­
le ölmeyi, Allah'a kavuşmak için makla, evreni dolduran varlıkla­ da Allah ile insan arasındaki bağ­
güzel bir davranış olarak nitelerler. rın özünü, nereden gelip nere- · lan t1, İslam dininin koyduğu kural­
Onlara göre candan geçmek, Allah'a ye gittiklerini, onlara bakarak on­ lar içinde düşünülür. Allah bütün
ulaşmaktır, insanın geldiği, sevdiği ları yaratanın yüceliğini anlamakla evrenin, varlık kavrnmı altında top­
öze, mutlu varlığa kavuşmasıdır. gerçeğe varılır. Burada ilim insanın lanan herşeyin yüce yaratıcısıdır.
kendini, evreni yaratanı kavramaya İnsanın ona karşı birçok görevleri

hakka vermesi, evrenden aldığı izlenimle­


ri akılla değerlendirip Allah'ın yü­
vardır. Bunların başında ibadet ge­
lir. İbadetin yerine getirilmesi, şe·

ulaşma yolu celiğini kavraması, düşünmesi anla­


mına gelir. Üçüncü yol zikr, kendini
riatın koyduğu koşullar aıtı;nda ger­
çekleştirilmesi, uygulanması gere­
Bütün tarikatlarda pir, aşama ba­ Allah'a verme, içe kapanma yolu­ kir. İbadetten vazgeçileme�. Bütün
kımından en yüksek basamakta bu­ dur. İnsan kendini bütün dünya ilkeleri, kurumları ile uygulanır.
lunur. Onun anlam ve tanrısal ger­ varlıklarından, dünya bağlarından, Kur'an ve hadislerle bildirllen ne
çekleri kavrama bakımından öteki­ dünya sevgisinden sıyırır, özünü Al­ varsa olduğu gibi yapılır. İman akıl­
lerden (tarikat içinde daha düşük lah'a çevirir, onun dışında Jıliç bir dan üstündür. Allah yaratıbdır, ev­
aşamada bulunanlardan ) ayrı bir şey düşünmez. Böyle bir davranış renlerin yöneticisidir (rabbülıile­
gücü vardır. Bu güç, manfet'tir (ve­ içinde insan, yavaş yavaş bütün ge­ min ) ; insan yaratılmıştır, kul'dur.
ya, İrfan ) . Manfet sahibi (arif) ola- çici bağlardan, tutkulardan, istek- Allah ile insan arasında öz ayrılığı,
95
ayrı ayrıdır. Tarikat hangi ta­
savvuf görüşünü benimsemiş, han­
gi açıdan dünyaya bakmayı amaç
edinmişse, tutacağı yol da ona ı:rö­
redir.
Tarikatlarda Hak denen Allah'a
ulaşmanın ilk basamağı , insanın
kendi içine kapanması, · ciış dünya
ile olan ilişkilerini koparmasıdır.
Dış dünyaya, geçici varlıklara bağ­
lanan, onlara karşı içinde eğilim
duyan bir kimsenin gönlünün arın­
ması, kendini Allah'a vermesi kolay
değildir. Tarikat düzeninde kendi­
ni bütün dünya varlıklarından sı­
yırıp Allah'a vermeye, terk denir.
Terk üç türlüdür : biri dünyadan
geçmek, dünya varlıklarını hiçe say­
mak. Buna terk-i dünya denir. İkin­
cisi ölümden sonra hayatta, ahret­
te mutluluk umarak dünya işlerin­
den yüz çevirmek anlamına gelen
eylemdir. İnsan ahrette mutlu ol­
mak için dünyadan geçer, ondan
yüz çevirirse tarikatta önemli bir
iş yapmış sayılmaz. Allah yolunda
ahreti de unutmak, ondan da geç­
mek gerekir. Buna da terk-i ukba
denir. Bu, vazgeçmenin ikinci basa­
mağıdır. Üçüncü basamak, vazge­
çişten de vazgeçiş anlamında terk.i
terk' tir . Bu aşamada artık, insan,
bütün geçici varlıklardan sıyrılmış
olduğu, terk edilecek bir nesne, bir
varlık bırakmadığı içfrı. terk işlemin­
den de geçer. Bunu yapmak için
insanın çok uzun süre kendi içine
Mevlevilerin sema sırasında kullandıkları flütler ve 99 'luk bir tespih.
kapanması, gözlerini görünüş dün­
aşama ay rılığı vardır. İnsan Allah'ı diliyle) Allah ' ı anmasıdır. İnsan bu­ yasından gerçek dünya sayılan tan­
düşünür, bir bütünlük içinde kav­ nu açık, anlaşılır, başkalarına akta­ rısal evrene çevirmesi gerekir . Tari­
rayamaz. Allah varlığı, insan aklı� rılabilir bir dille yapar. Allah insa­ kat düzeninde son aşama olan terk-i
nın sınırlarını, yeteneklerini, gücü­ nın gönlündedir, gönül Allah'ın gö­ terk'e varma yolu, budur. Bunu ba­
nü aşar. Bu yüzden onun yalnız adı rünüş alanına çıktığı (tecelli ettiği) şara·n kimsenin önünde tariıkat
anılır. au ad anmaya· zikr denir. yerdir. Allah insandan ayrı bir var­ inançlarına göre; bütün ölümsüzlük
Zikr ibadetten ayrı değildir, ibade­ lık değildir. Allah insan, insan Al­ ülkesi, tanrısal varlık evreni açılır.
tin bütü:pleyicisi, ona derin bir coş­ Jah'tır. İkisi arasınc.ta öz birliği var­ Gözünde tanrısal varlıklardan baş­
kunluk katıcı niteliğindedir. Sünni dıı:'; insanın kendini bilmesi, Nlah'ı ka şey kalmaz. Her gördüğü, her
tarikatlar için ibadet · önce, zikr bilmesi, Allah' ı bil mesi kendini bil­ duyduğu tanrısal niteliktedir. Böyle
sonradır. Zikr bırakılır, ibadet ol­ mesidir: Allah'ı bilen kendini kendini bir kimse Allah yardımına kavuştu­
duğu gibi uygulanır, eksiksiz yerine bilen Allah'ı bilir {men ar� fe nef­ ğu için (Allah elinden tuttuğu için)
getirilir.
· sehu fekad arefe rabbehu ) . Gönül, zamanın da dışındadır ; mekan de­
Allah'a giden bir yoldur. Bundan nen belli bir yere de bağlı değildir.
Her yerdedir, her türlü zamanın üs­
marifet yolu dolayı zikr, gönülle yapılmalıdır. İn­
sanın içine kapanıp gönülden zikre tündedir. Bu başarıya ulaşan bir
Alevi tarikatlarda ibadet ikinci dalışı Allah ile "konuşmasıdır . Allah velinin zamanı, mekanı aşmasına
aşamada! kalır. Önemli olan aşk, insanda dile gelir. İnsan konuşan tayy-ı zaman denir. Bu deyim gi­
şevk ve �ikr'dir. Bunlar insanı tan­ Allah, Allah ise konuşan insandır. derek, mekar.la bağlı olmamak anla­
.
rıya ula.Ştıran yollardır. İnsan ger­ Şeriat bu yakınlıkları ortadan kal­ mına gelmeye başlamıştır. Belli bir
çeğe, All�h'a bunlarla varır. İbadet, dıran, engelleyen kurallar bütünü­ yerde olmamaya, her yerde olmaya
şeriatın [ilkelerini yerine getirmek­ dür. Bu bakımd"an, tarikat şeriat da tayy-ı mekan denir . Böyle kim­
yolu değil marifet yoludur. Marifet seler geçmişi, şimdiki zamanı ve ge­
tir. Şeriat baskı yoludur, insanın
sevgisini ; Allah'a karşı olan bağlı­ yolu ise, insanın kendi gönlünden leceği bilir, görürler. Gözleri zaman
lığını sı�ırlandırır, insan sevgisini kalkarak Allah'a ulaşmasıdır. Allah ve mekanla sınırlı değildir. Gözleri
dizginler; coşkunluğu önler. Oysa akıl yolu ile bilinemez. O'mi ·bilmek baıkar, ruhları görür, gönülleri du­
Allah bir ışık, bir aydınlık kaynağı­ için insanın O'na gönül vermesi, yar. Bunlarda gönül gözü, gönül
dır. All�h bütün evrene yayılmış, O'nu bir bütün olarak özünde duy­ kulağı vaı-dır. Tarikatlar, belli bir
görünür • alana çıkmıştır. Zikr, bü­ ması gerekir. Tarikat inançlarına anlayış olarak, bu tutumu benimse­
tün va:rlikların kendi dilleriyle (hal göre gerçeğe ulaşmanın yolları da yen kuruluşlardır.
96
1
Beyoğlu medresesinde sema yapan dervişler ( B. Picart'ın 1 7 3 1 'de
yaptığı basma resim).

cenazeler törenle kaldırılır. Cenaze sabah ezanına kadar sürer. Tören-


tarikatlarda olan can'ın evinde, yada bağlı bu­ lerde okunan şiirler, kasidelet, ila­
lunduğu tekkede geceleri tören dü­ hiler tarikatın genel anlayışın� yan-
törenler zenlenir. Zikirler yapılır, tevhidler sıtıcı niteliktedir.
1
(tanrı adlarını anma) çekilir, dua­ Tarikatlarda evlenme, s ünnet,
İster sünni, ister şii ve alevi ol-· lar, ilahiler okunur, sema yapılır, doğum gibi aile hayatını ilgiİendi­
sun bütün tarikatların özel törenle­ çalgı çalınır, içki dağıtılır. Koyu ren olaylar dolayısi'yle de törenler
·

ri, toplantıları, zikir ve devran'ları sünni tarikatlarda, özellikle Nak�i­ düzenlenir. Bu törenler, tarikat aile­
vardır. Törenler ya birinin tarikata bendilerde, çoğunlukla Kur'an oku­ sinden kimselerle ilgili durunÜarda
girişi, ya kutsal bir gün, yada baş­ nur, kasideler (tanrıyı öven şiir­ yapılır. Sünni tarikatlarda ran}azan,
ka bir amaçla (birini anmak, anısı­ ler) , ilahiler söylenir, tanrının adla­ kurban bayramları ve hac neclleniy­
na saygı göstermek gibi) yapılır. rı topluca tesbih edilir (söylenir, le de törenler düzenlenir. Birtakım
Her tarikatın töreni ayrıdır. Tören­ okunur) , şerbet dağıtılır, helva kav­ tarikatlarda bu törenler biret gös­
ler tarikatların inançlarına, gelenek rulur. Törenlerde mevlid okuyan ta­ teri niteliğindedir. Özellikle 1 Rifai
ve göreneklerine göre düzenlenir. rikatlar da vardır. Halvetiler arada (yada rufai) tarikatında dü'benle-
Törenlerin kimi çalgılı, oyunlu bir mevlid okur, sonra zikre dalar, nen törenler ürkütücüdür. Rifailer
(mevlevi sema'ında olduğu gibi) , zi­ dönerler, ilahiler, kasideler okurlar; gövdelerinin değişik yerlerin � . söz­
kirli, kimi yalnız dualı, devran'lı Tarikatlarda törenleri belli görevli ­ gelişi karınlarına , göğüslerin� , ka­
(halvetilerde olduğu gibi) olur. Çal­ ler, ya şeyh, ya onun yerine geçme burgalarına, yanaklarına şiş) kılıç
gılı, müziıkli törenler daha çok şii yetkisi olan biri, yada bu işle görev­ batırırlar, keskin kılıcın ağzı i,lstün­
ve alevi tarikatlarda vardır. Sünni li olan kimse yönetir. de yürürler, ateşte kızdırılmiş de­
tarikatların çoğunda (mevlevi'lik Tarikatlarda yılın belli günlerin­ miri yalarlar (gül yalama) cam,
'
ı
dışında, çünki\ onun biri alevi, biri de, cuma akşamları, yada uygun gö­ kılıç, şiş yutarlar. Bir söylentiye gö­
sünni, iki kolu vardır) çalgı, müzik rülen, gereken akşamlar törenler re yılan, akrep gibi zehirli hayvan­
yok, yalnız devran denen belli bir düzenlenir. Mevlevilerde, bektaşiler­ ları yiyen rufailer de varmış. ! Bun­
zikir düzeni vardır. Tarikata girme, de, öteki alevi tarikatlarda yılın bel­ lar günümüzün anlayışı ile b ağda­
tarikat düzeni içinde aşamaların li günlerinde, şiilerde daha çok mu­ şacak nitelikte olmadığı için ibanıl­
yükselmesi, bir makamdan daha harrem ayında (Kerbela olayı ile Ş
ması oldukça güç olaylardır. ii ta­
yüksek bir makama geçme, törenler­ ilgili törenler bektaşilerde de var­ rikatlarında da buna benzer töirenler
le yapılır. Tarikatta şeyh olma, tek­ dır) düzenlenir. Koyu sünni tari­ yapılır. Özellikle muharrem ayının
kenin, dergahın yönetimini ele al­ katların çoğunda cuma akşamları onuncu günü, Kerbela olayırh, hü­
ma, başa geçme belli günlerde ve törenler yapılır, zikre dalınır. Zi­ seyn'in'• öldürüldüğü günü , dnmak
belli düzende törenlerle olur. Bütün kirler çoğunlukla gece yarılarına, için gürültülü törenler dil.zen·
l
97
sünni ·tarikatlar
Ehl-i sünnet inançlarını bir bütün
olarak benimseyen, Kur'an ve ha­
dislere, -görünüşte de olsa- bağlı
kalan, peygamberin izinden yürü­
düğünü, davranışlarını tutumlarını
örnek aldığını söyleyen bütün tari­
katlar, sünni tarikatlardır. Bunlar,
İslam dininin Kur'an'la, hadisle bil­
dirilen bütün kurallarına bağlı ol­
duklarını ileri sürerler. Sünni tari­
katların da, öteki tarikatların da sa­
yıları kesinlikle bilinmiyor. Ancak,
yazılı belgelere göre küçük büyük,
bütün tarikatlar 400'ün üzerinde­
dir. Sünni tarikatların en büyük ve
yaygın olanları Yesevilik1 Mevlevilik
(mevleviliğin bir kolu alevidir ) ,
lıayramilik, Melamilik (bir bölümü
alevidir) , Nakşibendilik, Halvetilik,
Şazeliye, Sühreverdilik, Kübrevilik,
Dusukıyye, Celvetilik ve Sadiye'dir.
Bunların ayrı ayrı kolları, kolların
da kendi aralarında kolları vardır.
Ama temel görüş bakımından ana
tarikatla kolları arasında önemli bir
ayrılık yoktur.
Yesevilik. Türkistanlı bir Türk
olan Hoca Ahmed Yesevi'nin (öl.
1 166) kurduğu yesevilik kısa süre
içinde (bu tarikata bağlanan Türk­
lerin gittiıkleri) Anadolu, Rumeli,
İran, Suriye bölgelerinde yayılmış,
tutunmuştur. Yesevi tarikatı isla­
mın genel kurallarına, şeriat ilkele­
rine uygundur. Sünni mezhebinin
bütün kurumları bu tarikatta var­
dır. Yalnız aşırı ölçüde ibadet, dün­
yadan el etek çekerek kendini nama­
za, oruca, tanrı adlarını anmaya
( tesbih'e) verme gereği vardır. Bu
tarikat on kurala dayanır; kesinlik­
le şeyhe bağlanma, tarikatın bütün
ilkelerini benimseme ve uygulama,
şeyhin sözlerini yerine getirme, şey­
hin buyruğuna girince güleryüz
Mevlana Celaled d in -i Rumi. XVI yu;;:yılda yap ı t mış oır minyatür gösterme, sözünde· doğru olma ve
şeyhin. güvenini kazanma, sözünde
lenir. Bu .törenlerde şiiler özel araç­ nin buıundugu yere sıra ile girme durma, dünya malına önem verme­
larla döğünürler, üstleri başları kan düzeni vardır ; ama bu da bir tö­ yip, gerektiğinde tümünü şeyhe ve­
içinde . kalanlar, kendinden geçen­ ren niteliğinde değildir. Bu yüzden rebilme, başını verip sırrını verme­
ler, bayılanl ar, hatta ölenler olur. aşırı şeriatçı şeyhülislamlar bu tö­ me, tanrıya kavuşmak için şeyhin
Tarikatlarda görülen bu törenlerin renleri, zikirleri, devranları, sema'­ izinden yürüme. Yesevi tarikatına
tsıa.m ,diniyle yakından, uzaktan en ları kesinlikle yasaklamışlar, bunla­ giren bir kimsenin (müridin ) ken­
küçük ilgisi yoktur. Koyu sünni ta­ rı düzenleyenlerin öldürülmesini dini seveni sevmesi, sevmeyeni sev­
rikatlarca düzenlenen zikirli tören­ dince uygun görmüşlerdir. Şeyhülis­ memesi gerekir (dosta dost, düş­
lerin, sema'ların, devr!nların, kasi­ lam Ebussuud Efendi'nin (öl. 1 5 7 3 ) mana düşman) . Bu tarikatta el
' Yunus Emre'nin şiirlerini okuyarak açıklığı (sehavet) , tanrıyı bilme
de ve ilahi okumaların bile İslam
diniyle ilgisi yoktur. İslam dininde zikre dalanların öldürülmesi gerek­ (marifet-i Hak) , doğruluk (sıdk) ,
namazlar dışında toplu din töreni tiğini bildiren fetvası bunun en açık tanrı yolunda kendinden geçme
bulunmaz. Daha doğrusu İslam di­ örneğidir. Bektaşilerin, mevlevilerin, · (müstağrak ) , rızkla yetinme (tevek­
ninde ,tören yoktur. Yalnız bayram­ bütün şii ve alevi tarikatların dü­ kül-i rızk) , içe kapanıp derin dü­
larda i(kurban ve ramazan bayram­ zenledikleri törenler, zikirler, özel­ şünceye dalma (tefekkür) gibi ge­
larında) büyüklerin elini öpme ama­ likle çalgılı törenler, İslam dinince rekli kurallar, ve tövbekar , bil­
cı ile belli bir sıraya girme, eli öpü­ kesinlikle yasaklanmıştır. Şeriat, ginler ( alimler ) , zahidler, sabirler
lecek, : bayramı kutlanacak kimse- namaz dışında. toplu . ibadet. tanımaz. (katlananlar ) , salir!er, raziler, şa-
98
kirdl er, nıuhibler, arifler adlarıyla
anıları sekiz makam vardır. Yesevi­
likte halvet (bir kenara çekilip iba­
dete, düşünceye dalma) gereklidir.
Halvet, insanın şeytanla ilgili du­
rumlarından sıyrılıp tanrıya yönel­
mesidir. Yesevilikte zikr kuralı var­
dır ve buna zikr- i erre denir. Zikir
yüksek sesle (cehri) yapılır. Zikr'de
çoğunluk hay, hu, allah gibi SÖzler
söylenir, coşulur.
Mevlevilik, Xllt. yüzyıl ortaların­
da Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin
özel toplantılarında dostları ile yap­
tığı zikirlerin, törenlerin onun ölü-
münden sonra oğlu Sultan Veled
tarafından belli kurallara bağlan­
ması sonucu doğan bir tarikattır.
Bu tarikat Konya'da doğdu ; XVI.
ve XVII. yüzyıldan sonra Osmanlı
devletinin birçok bölgesine yayıldı.
Yalnız Karadeniz yörelerinde tutu­
namadı. Mevlevilik biri sünni, biri
alevi olmak üzere iki kola ayrılmış­
tır. Zikre, sen:ıa denen dönüşlü oyu­
na (raks) dayanır. Çalg1 bütün tö­
renlerinde vardır. Tanrı ile insan
arasındaki öz birliğine, yakınlığa
inanır. Tasavvuf görüşlerinin en çok Mevlevi oüyü klerinden bazıları n ı n nıezanarı . He.11 oulu - i sta n b u l !
benimsenip tutunduğu tarikat, mev­
leviliktir. Bütün zikrler, törenler, ıı, sözlü, i la h i l i törenlere sema de ­ kiden kaçınır, zahidliği benimser,
çalgılı ve seslidir. Mevlevi anlayışı­ nir. Sema çalgı eşliğinde yapılan törenlerde On iki İmamın başı olari
na göre, güzellik, Allah'ın görünü­ özel bir dönme törenidir. Mevlevi­ Ali'nin adını a n maz .
şüdür. İnsan komışan, yer kapla­ likte. ayrı.ca resim, edebiyat, hat, BA YRAMİLİK, Ankara' da Hacı
yan, düşünen, eyleme geçen bir Al­ musiki gibi sanatların yeri vardır. Bayram-ı Vel i ( öl . 1 530) tar a fı n d an
lah durumundadır. Bunlar ölümsüz­ Alevi kolundan olan mevlevilerde, k urulmuş bir tarikattır. Cezbe, mu­
dür, gövdeden ayrılınca geldikleri içki yasağı yoktur. Mevlevi tarika­ habbet, sırr-ı ilahi gibi üç t em e l il·
kaynağa, tanrısal evrene dönerler. tının ş u kurallar üzerine kurulduğu kesi vardır. Cezbe, kendini derin bir
Mevleviliğe girmenin ayrı ayrı tö­ ileri sürülür. Bu kurallar şu n l ard ır : coşkunluğa kaptırmak, gönlünde
renleri vardır. Tarikata girmek için Kendini insanlığa adamak ( bütün Allah'ı görmek, tanrı dışında bütün
bir yetkiliden el almak (onun yar:. insan soyuna hizmet etmek) , baş­ varlık türlerini unutmaktır. İkinci
dımına sığınmak ) , aracı bulmak kalarına örnek olacak ölçüde güzel aşama muhabbet denen sevgi ve
gerekir. İkrar verip (amacını, mev­ huylu, iyi davranışlı olmak, gönlünü bağl ı l ıktır. Bu sevgi ( mu habbet )
leviliği benimsediğini ) tekkeye gi­ temiz tutmak, dini n . :i nan çlarına insana ve Allah'a d u yu l u r . İnsan
rişten s onra 1 0 0 1 günlük çile (dün­ bağ lı ka l_mak mesnevi okuyup ta­ A l l a h ' ı n yarattığı, özüne özü nd en
yadan el etek çekip kendini tanrıya sav-v ufu benimsemek, Mevlana Ce­ kattığı bir varl ık olduğu i çi n saygı
verme) başlar. D ergah ı n şeyhine ge­ laleddin-i Rumi'yi pir tanımak, Mev­ ve sevgi değer. Sevgin i n ( m u h abbe·
nellikle çelebi denir. Mevlana so­ lana' n ı n izind�n yürümek, Allah ve tin ) amacı ve k aynağı A l l a h ' tır. in­
yundan gelen çelebiler Konya'daki Muhammed' ten sonra Mevlana'ya san gerç eğe, A l l a h ' a y a l n i z muhab·
Mevlana dergahının post nişin ' idi r ­ inanmak, _bilgili olmak, sabırlı ve bet i l e v arır. Sırr-ı İ l a h i , ü ç ü n c ü ve
ler. Bütün tarikatlarda olduğu gibi alçak gönüllü olmak, kendini temiz en y üksek aşa m ad ı r . C ezbe ve mu ..
mevlevil1kte de şeyh, halife, tari­ tutmak. İnanç bakımından, mevle­ habbet yolunda ilerleyen bir k imse
katçı dede, aşçı dede, türbedar gibi vilikte vahdet-i v ücu d görüşü ge­ olgunlaşa olgunlaşa tanrısal sıtra
belli aşamaları gösteren görev basa­ çerlidir. Allah, evren, insan birdir. ulaşır. Bayramiliğin belli aşamaları
makları, görevliler bulunur. Tekke­ İnsanı Allah'a ulaş tıran yol, aşk vardır. Tarikata giren bir dervişin
ler, dergahlar belli bir düzene göre yol u ' d u r. Allah bütün gerçeklerin, bunlardan geçmesi, bu s ınav ları
yönetilir. Mevlevilikte 1 00 1 günlük nurların kaynağıdır. İnsan aşk ile vermesi gerekir. Bunlar dört basa­
çileye ·çeki.len bir dervişin göreceği Allah'a varır, onuq özünde birliğe maktır. Birinci basamağa şefaat-i
onsekiz hizmet vardır. Bunlar mev­ ulaşır. Mevleviliğin biri Şems, biri nebi denir. Ta,rikata girmek isteyen
leviliğin genel görevleridir. Her mev­ Sultan Veled kolu olmak üzere iki halvete (hücreye) alınır, bütiin ge­
levi bu görev aşamasından geçer. kolu olduğunu söyleyenler vardır. ce orada kalır, bin salavat okur, bin
Bunlar ayakçı, süpürgeci, çırağcı, Bunlardan Şems kolu Ali'ye, Ehl-i lailahe illallah çeker, iki rekat ha­
kandilci, meydancı, somatcı, tah• Beyt'e bağlıdır. Sikkelerini başlarını cet namazı kılar. İkinci aşamaya
misci, yatakcı, pazarcı, bulaşıkcı� iyice örtecek biçimde giyer, bıyıkla­ hacet-i didar denir. Can, hücrede
dolapçı, ayrızcı, şerbetçi, cameşuy rını kesmez, içkiyi sever, sakallarını bütün gece bin kulhuvallahu, bin
( ç amaşı r yıkayıcı) , dışarı meydancı­ kısa keser, bütün törenlerde On iki· lailahe illallah okur _gene namaz kı·
sı, iç kandilci, lokmacı, paşmakcı İmam'a saygı gösterisinde bulunur­ lar. Üçüncü ve dördüncü aşama· ha�
gi bi adl arla anılır. Mevlevilikte saz� lar. Sultan Veled kolu, sünni'dir, iç- cet-i ref'ul-hlcab adını alir'. ötıcekh
99
!erde olduğu gibi belli ayetler oku­ miye-i Kassariyye, Melamiye-i Bay­
nur, namaz kılınır. :aayramilikte de ramiye, Melamiye-i Nuriyye. Kassa­
zikr kuralı vardır. Zikr bir halka riyye kolu Sıddıkeye, Bayramiye ko­
olunarak topluca yapılır, namaz kı­ lu Bayramilik'e, Nuriyye kolu Nak­
lınır. Zikr yapılırken gözler yumu­ şibendilik'e bağlanır. Melamiliğin
lur, baş sağa sola sallanır lailahe Idrisiyye ve Hamzaviye adlı iki ko'"
illallah sesleriyle coşkunluk içinde lu daha vardır. Melamiliğin bütün
tören başlar. Zikrin, zikr ile düzen­ kollarında üç ana ilke benimsenir.
lenen bütün törenlerin amacı, Al­ Buna tevhid denir. Tevhid, tanrının
lah'a en kısa yol olan cezbe ve aşk birliği anlamına gelir ve melamile..,
ile ulaşmak, dünyanın geçici varlık­ re göte bunun anlamı üçtür. La ma•
larından sıyrılmak, birlik içinde ol­ budu illallah (Allah'tan başka tapı..
maktır. Bayrarriiler Kur'an oıcur, lacak kimse yo�tut) , la mevcudu il­
sünnete uyarlar. Bu tarikatta da lallah (Allah'tan başka varlık yok­
başka tarikatlarda, sözgelişi ha.lve­ tur) , la maksudu illallah (Allah'tan
tilikte olduğu gibi içe kapanma, başka aıpaç edinilecek bir varlık
yalnız Allah'ı düşünme, dünyadan yoktur) . -Meia.miliğin Türkiye'de ku­
el çekme inancı vardır� Ancak insa­ rulan tfolümü, Bayramiye tarikatın­
nın kendi geçimini sağlaması, bir -iş dan doğduğu için o tarikatın düze­
tutması da gereklidir. J3u yüzden nini benimsemiştir. Melamilikte Ali
bütün bayramilerin belli bir işi, ge­ ve Enli Beyt sevgisi geçerlidir. Mela­
çimlerini sağlayacak görevleri vardı. milerin kendilerine göre özel tören­
Hacı Bayram-ı Veli, tarikatını kur­ leri, zikirleri vardır,
duğu zaman işi olmayan, geçimini NAKŞBENDİLİK yada NAKŞİ­
sağlayamayan kimseleri almamıştı. BENDİLİK, Hoca Mehmed Bahaed­
Bayramilikte yoksullara, düşkünlere din Nakşbend (öl. 1 389) tarafından
yardım gereği vardır. kurulmuştur. Yeseviliğin etkisi al­
MELA MİLİK. Bu tarikatın kim tında gelişen bir tarikattır. Şeriat
tarafından ve hangi tarihte kurul­ kurallarına, sünni inançlarına sıkı
duğu kesinlikle bilinmiyor. Ancak, sıkıya bağlıdır. Şerfatın bütün il­
umelamet» sözüne XI. yüzyıldan kelerini uyguladığı gibi onlara ben­
sonraki kaynaklarda rastlandığına zer birtakım düşünceleri de ortaya.
Şam'daki Dervişler Camli'nin minaresi
(üst te) . Yoksullara su dağıtan bir. der­
göre, ondan önce belli bir tutumu koyar. Nakşibendilerin zikrine ha­
viş (XVII. 7/Y ) ( a l t t a ). benimseyen, belli bir görüşe bağla­ tem-i hacegan pirlerine de hace
nan kimselere davranışlarından do­ (hoca) denir. Abdestlik denen gün­
layı bu adın verildiği anlaşılıyor. lük, biniş denen tören cübbeleri var­
Melamilik görünüşe aldırmayan, dır. Hanefi mezhebine bağlı olan
süsten, gösterişten, aşırı ölçüde dün­ nakşiler namaz ve oruca büyük
ya nimetlerine bağlılıktan uzak ka­ önem verir, her zaman Kur'an okur­
lan, yalnız Allah'ı, onun nitelikleri­ lar. Nakşibendiliğin özü alçak gö­
ni düşünen kimselerin yoludur. BÜ nüllü olma, dinine, mezhebine bağlı
tarikata göre Allah'a ulaşmanın tek kalma, her zaman önüne bakma, Al­
yolu insanin bütün gönlüyle O'na lah'ın adlarını dilinden düşürmeme,
bağlanması, O'ndan başka hiç bir eli açık olma, kimsenin ayıbını gör­
şey düşünmemesi, gönlünü O'nun­ memedir. Hatem-i hacegan denen
la doldurmasıdır. Bu tarikata giren­ özel zikr töreni, haftada iki kez, cu­
lerin amaci, melamet denen en yüce ma ve pazartesi akşamları yatsı na­
makama ulaşmak, Allah'a varmak­ mazından sonra düzenlenir. Bu tö­
tır. Bir makam olan melamet, yüce­ rende toplantıya katılanlar bir hal­
lik bakımından Allah'a en yakın ka biçiminde dizilerek şunları okur­
aşamadır. Bu makama ulaşmak için lar : yüz istiğfar, yedi fatiha, yüz rn­
alçakgöiıüllü, tokgözlü, pırıl pırıl lavat-ı şerife, yetmişdokuz elem neş­
olmak, kimse için kötülük düşünme- rah suresi, binbir ihlas suresi, yedi
1 mek gerekir. Melamet iç arılığı, ruh
temizliğiyle olur. Melami tarikatına
fatiha (tekrar) , yüz salavat-ı şeri­
fe (tekrar ) . Bunlar gizli yapılır. Zi­
bağlananlar şeriata, şeriat kuralla- kirler gizlidir ve zikr-i hafi (gizli
rına inanır. Onlara gôre şeriat genel zikir) diye bilinir. Zikr , bağırarak
bir yasadır, kaynağı Allah buyruğu, yapılmaz.
Kur'an'dır. Bu bakımdan şeriat bil­ Nakşibendiliğe göre insan görü­
mek, tarikat ise bildiklerini uygula­ nüşte halk ile, gerçekte (içten) Hak
maktır. Hakikat ve marifet ise ey­ (Allah) ile olmalıfür. Zikrin, ibade­
lemle - (amel ile) varılan birer aşa­ tin anlamı insanın içinin arınması,
madır. Allah buyruğunun yerine getirilme­
Melamilik, dört halifeden Ebube­ sidir. Zikr. · ibadette derinleşmeyi,
kir'e bağlanır, daha doğrusu mela­ coşkunluğu sağlar. İbadet, tanrısal
miler bu inancı benimserler. Mela­ bir görev, bir kuraldır ; zikr ise onuri
milik bağımsız, tek bir tarikat de­ tadıdır. Zikr, öz bakımından, ibadet­
ğildir. üç büyük kolu vardır: Mela- ten ayrı, ona karşıt değildir. Nakşi-
bendiler insanın zikr ile cezbe de­
nen sınırsız bir coşkunluğa kapıldı­
ğına, Allah'ı özünde, gönlünde duy­
duğuna inanırlar. Onlara göre in­
san ibadette, zikrde ne kadar coşar,
ne kadar kendinden geçerse tanrı­
ya o ölçüde yakın olur. Nakşibendi­
liğin ondört kadar kolu vardır. Yal­
nız adları ayrı olan bu kollar kuru­
luş, tarikat anlayışı, din ve iman
görüşü bakımından nakşibendiliğin
aynıdır. Bütün törenleri, zikirleri,
giyimleri, davranışları birdir. Kuru­
cularının adlari ile ' anılan bu kol­
lar şunlardır : Tayfuriye, Ahrariye,
Dehleviye, Mazhariye, Nuriye, Mela­
miye, Camiye, Naciye, Müceddidi­
ye, Halidiye, Reşidiye, Kasaniye,
Muradiye. Bütün bu kollarda zikr­
ler, özel törenler Allah'ı anma, onu
düşünme, günün birinde Allah'a ka­
vuşacağına inanma, bu dünyada ko­
nuk olduğunu unutmama, her so­
luk alıp verişte Allah adını söyleme
v.b. gibi onbir kurala göre düzenle­
nir.
HALVETİ LİK Şeyh Ömer Hal­ Btr şeyh. iki çaloıcı ve bir gezgin derviş

veti (öl. 1397) tarafından kurulan,


sesli zikr kuralına dayanan bir ta­ kaldığı makam ) , Nefs-i melheme lan eğilimlerden sıyrılma, arınma­
rikattır. Kırk gün küçük, dar bir (nur ve zulmet arasında bulunan dır. Nefis terbiyesinin dokuz kuralı
odada, daha doğrusu hücrede yatı­ makam ) , Nefs-i mutmaine (adım v ardır. Riyazet ( içe kapanış, bir
lır, içe kapanılır, ins�nın yaşayabil­ adım yükselme makamı) , Nefs-i ra­ hücreye çekilip k endi başına düşün­
mesi için gerekli olanlar dışında her ziye (yükselme aşaması ). , Nefs-i ceye dalma nefsin eğilimlerini ön­
,

türlü davranıştan kaçınılır; dış mürziye (yükselmenin başka bir ba­ leme) adı altında toplanan bu ku­
dünya ile bütün ilişkiler kesilir, yal­ samağı) , Nefs-i kamile ( en yüksek rallara mertebe denir. İlk üç riya­
nız Allah düşünülür, namaz kılınır, aşama ) . Sünni tarikatlar içinde en zetten sonra çavuşluk mertebesi ge­
dua, Kur'an okunur. Buna halvet çok kolu olan, bütün kolları arasın- lir. Beşinci mertebe nekahet adını
yada kırk gün sürdüğü için erbain da birlik bulunan tarikat, halveti­ alır . Bunlar müridin derviş olabil­
çıkarmak (kırkı doldurmak) de­ liktir. Halvetiliğin başlıca kolları mesi için aşması gereken basamak­
nir. Halvetiler toplu olarak tanrının şunlardır : Sünbüliye, Cemaliye, Şa­ lardır. Beşinci m ertelıe'de (aşama)
adlarını anarak zikr ederler. Zikir­ baniye, Ahmediye, Sinaniye, Mür­ de beş zikir vardır. Ya Hak, Ya
daşiye, Bahşiye, Şemsiye, Asaliye, Hannan, Ya Halim, Ya Hay 1 Ya Ha­
leri seslidir. Namaz kılma, oruç tut­
ma, kurban kesme gibi ibadetle, şe­ Sezaiye, Salibiye, Uşakiye, Ramaza­ fız. Rifailikte halvet dener; bir kıyı­
riatla ilgili bütün görevler yerine niye, Cerrahiye, Buhuriye, Mısıriye, ya çekilme, herkesten uzak kalma
getirilir. Durumu uygun olan hacca Nasuhiye, Karabaşiye, Hanefiye, vardır. Bu halvet iki türlüdür. B i ­
gider. Törenler özel tekkelerde yapı­ Bekriye,, Çerkeşiye, Semaniye, Ez­ rine
V"\
halvet, ikincisine
'
halvet-i mah-
lır. Tekkenin başında şeyh bulunur. heriye, Cahdiye, Derderiye, Kema­ remiye ( gizli halvet) denir. Halvet
Şeyhin aşama bakımından kendin­ liye, Muslihiye, Ticaniye, Saviye, her yıl muharrem ayının yedi gü­
den sopr� gelen halifeleri vardır. Cihang.iriye, Suvasiye, Haliliye, Sa­ nünde yapılır. Rifailikte b u rhan adı
Halvetlilikte i badetin, zikrin, törenin lahiye, Hayatiye, Bahşiye, Gülşeni­ altında yapılan birtakım işlemler
amacı Allah'ın adlarını anmak, bü­ ye, Raufiye, Zühreviye, İbrahimiye, vardır : özellikle, yüze, karnına şiş
tün zaman boyunca (uykuda bile, Hafiye, Demirtaşiye, Feyziye . sokmak, ateşe girmek, cam çiğne­
soluk alıp verirken ) Allah adını dil­ RİFAİLİK yada RUFAiLİK, Sey­ mek, keskin kılıç üstünde yürümek.
den düşürmemektir. yid Ahmed Rifai (öl. 1 1 82) tarafın­ RifaÜer bunun insan sağlığını de­
Halvetiler yedi gizli sırrın bulun­ dan kuruldu. Riyazet ve zikr kura­ nemek, ri fai olmak için sağlıklı ol ­

duğuna, bunların ancak insanın lına dayanan, insan nefsinin bütün manın ger e ğin i göstermek anlamı­
içine (nefsine) doğabileceğine, kim­ kötülüklerden, eğriliklerden arınma­ na g e l d i ği ne inanırlar, Rifai zikri
seye söylenmemesi gereğine büyük sı için içe kapanışı, sürekli olarak toplu olarak ve yüksek sesle yapılır.
önem verirler. Her tanrısal sır in­ Allah adlarını anmayı gerekli gö­ Zikre girenler bir halka ol ur, Allah
sanın içinP. doğar. Bu yüzden insa­ ren bir tarikattır. Namaz, oruç, hac, adlarını anarak, coşmaya, dönmeye
nın içini her zaman temiz tutması, zekat gibi İslam dininin ana kural­ başlarlar. Bütün zikir törenleri şey­
kötülük düşünmemesi, Allah'ın ad­ larını, şeriat ilkelerini olduğu gibi hin y öne timi altında yapılır. öteki
larını dilinden �üşürmemesi gerekir. benimser. Zikri, şeriatın uygun gör­ tarikatlarda olduğu gibi rifailikte
Ayrı ayrı aşamaları gösteren ve düğü ibadetleri bütünlemek, ibade­ de şeyhe kesinlikle itaat gereği var­
nefs adıyla anılan bu yedi sır şun­ te coşkun! uk vermek için gerekli dır. Toplu olarak ve yüksek sesle
lardır: Nefs-i emmare (karanlıklar­ sayar. Rifailerin amacı nefs terbi­ yapılan zikirli törenlere devran de­
la örtülü makam ) , Nefs-i Levame yesi dedikleri kötülüklerden, dünya­ nir. Rifai devranı daha çok gecele­
(gerçek örtüsü ile insanın örtülü nın geçici varlıklarına karşı duyu- ri yatsı n am az ından sonra başlar,
1 01
(zikirler, anmalar) denen zikirler­
den başka bir de evrad (dile dola­
malar, sık sık söylemeler) vardır.
Bunu dervişler kendi başlarına ya­
par. Ayet ve hadislerden derlenmiş
parçalar okunur. Bunun için özel
tören düzenlenmez. Her derviş böy­
le bir parçayı diline dolar, kendi
başına okur. Ancak kutsal günlerdi!
bu evrad toplu olarak okunabilir.
Kutsal günlerde ister tek başına, is­
ter toplu olsun evrad. okuma gereği
vardır. Evrad okunurken peygam­
bere dua edilir, buna tesliye de­
nir. Kadiri tarikatına giren bir kim­
seye, belli aşamalardan, eğitimler­
den sonra törenle, hırka ve tac giy­
dirilir. Bunun iki aşaması vardır.
Birincisi hırka-i tarikat, ikincisi hır­
ka-i teberrük. Her ikisi de belli bi­
rer tören niteliğindedir. Derviş bu
aşamalardan geçtikten sonra ica­
zet-i hilafet denen yetkiyi kazanır.
İcazet-i hilafet, tarikata giren bir
kimseye yetki vermedir. Bunu alma­
yan bir derviş tarikat düzeni için­
de gerekli aşamaya yükselemez. Ka­
diri devranında (zikr törenlerinde)
okunan, salat ve selam senin üzeri­
ne olsun anlamına gelen esselatu
vesselamu aleyke sözleriyle başla­
yan ve ya resulullah, ya habibullah,
ya halilullah, ya nebiyullah,. ya Sa­
fiyullah, ya hayri halakullah, ya
nuri arşullah, ya emin vahyullah
sözleriyle biten duadır. Kadiriliğin
kolları şunlardır : Ekberiye, Esediye,
Eşrefiye, Yafeiye, İseviye, Mukadde­
siye, Semadiye, Garibiye, Halisiye,
Hilaliye, Rumiye. Bütün kollar
inanç, görüş bakımından birleşir ve
kurucusunun adı ile anılır.
BEDEVİLİK , Şeyh Ahmed Bedevi
(öl. 1276) tarafından kurulan · bu
tarikat da ibadet ve zikir kuralına
d ayanır. Zikirleri toplu olarak ve
yüksek sesle yapılır. Dervişler zikr
ederken bir araya toplanır, top gi­
bi olur. Buna bedevi topu denir.
Dinsel tartışmaya girişmiş Bunun amacı bütün gönüllerin bir­
şeyh ler ( 1489'da yap ılmış m inya t ü r - Kah ire Devlet Kü tüpha nesi) leşmesi, tanrı yolunda bir olması­
dır. Zikirler genellikle namazlar­
saatlerce surer. Rifailiğin onbeş ka­ kötülüklerden uzak tutmax, özü sö· dan sonra yapılır. İslam dininin
dar kolu vardır : Kiyaliye, Ahiye, Ha­ zü doğru bir niteliğe ulaştırmak, koyduğu bütün ibadet türleri be­
ririye , Nuriye, Sayyadiye, İmariye, dünyanın geçici nimetlerinden yüz devilerce geçerlidir. Hepsi yerine
Katnaniye, Fenariye, Fazıliyc, Bur­ çevirerek Allah'a yönelmektir. Bun­ getirilir. Bedeviler zikr ve devran
haniye, Cünreliye, D iriniye, Ataiye, ların gerçekleşmesi için insanın içi­ sırasında Allah adlarını okur, pey­
Sebsebiye, Cemaliyc. Bütün bu kol­ nin arınması gerekir. iç arınması gamberi anarlar. Her zaman, Kur'an
lar kurucularının adlarını aimıştır. belli işlemlerle olabilir . Bunların okuma, içini temiz tutma, başkala­
Hepsinde zikr, riyazet, halvet ve başında da zikr ve ibadet gelir. Zikr­ rı için iyi düşünme , iyilik etme ge­
devran vardır. ler namazların dışında, yüksek ses­ reği vardır. Bedeviliğin kolları şun­
KADİRİLİ K, Şeyh Abdulkadir le (cehri ) yapılır. Kadirilikte zik­ lardır : Elvaniye, Bemesiye, Abdul­
Geylani (öl. 1 1 6 7 ) tarafından ku­ rullah (tannyı anma) denen zikr, lahiye, Halebiye, Sutuhiye, Şinavi­
rulmuştur. Toplu zikre, Ç algılı, söz­ hafi (gizli ) , cehri (sesli ) , kalbi (iç­ ye. Öteki .tarikat kollarında olduğu
lü devrana dayanan, sünni mezhe­ ten) , Iisani (dille söyleyerek) ol­ gibi, bunlarda da kol, kurucusunun
binin bütün inanç ve kurallarını mak üzere dört türlüdür. Bütün zi­ adını alır. Kollarla ana tarikat ara­
benimseyen bir tarikattır. Kadirili­ kirlerde Allah adı anılır. Zikirler ge­ sında herhangi bir görüş ayrılığı,
ğin amacı insanı eğitmek, bütün nellikle çalgılı ve sözlüdür. Ezkar düşünce değişikliği yoktur.
1 02
ŞAZELİYE, Şeyh Ebul Hasan Ali­
yül Şazeli (öl. 1 258) tarafından ku­
rulmuştur. İbadet ve zikr kuralına
dayanır. Cuma ve perşembe günle­
ri zikr ve devran edilir. Zikirleri
cehri (sesli) dir. Gerek zikirde, ge­
rekse Allah'ın. P'eygamber'in ·adını
anma, derin bir coşkunluğa kapıl­
ma, kendinden geçme geleneği var­
dır. Şazelilere göre insan ne kadın­
coşar, kendinden geçerse gerçeğe o
oranda yaklaşır. Zikr insanın ma­
nevi bakımdan olgunlaşmasını, yük­
selmesini, içinin arınmasını sağlar.
Şazeli dervişleri, sessiz, alçak gönül­
lü, biraz içe kapanık olmayı gerek­
li sayarlar. Zikr ve devran toplu ola­
rak tekkelerde yapılır. Bütün zikr ,
devran ve törenleri şeyh yönetir.
Tarikatta müridden şeyhe doğru ba­
samak basamak yükselme geleneği
vardır. Dünyanın geçici, insanı al­
datıcı görünüşlerine kapılmak doğ­
ru değildir. Herkesin geçimini, al­
nının teri, elinin emeğiyle sağlama­
sı gerekir. Bu yüzden Şazeli tarika­
tına girenlerin birer işi, birer göre­
vi vardır. Bu tarikatta başkalarının
sırtından geçinme yoktur. Anadolu­
da da tutunan Şazeli tarikatının
müridleri arasında Osmanlı padişa­
hı İkinci Abdulhamid de vardı ve XIX. yüzyıl Ü rdün sanatından «Kutsal A.llah> yazısını taşıyan sera­
marangozdu. Şazeli tarikatının da mik (üstte) . El Gazali Nişabur'da Sultanı selamlıyor (El Nakaşe'nin
kolları vardır. Kurucularının adla­ minyatürü, 1 789 ) (altta).
rını alan bu kollar şunlardır : M e ­

deniye, Afifiye, Gaziye, Mestariye,


Cazuliye, İlmiye, Reşidiye, Nasıriye,
SÜHREVERDILİK (yada İŞRA­
Kİ LİK) , Şeyh Şahabeddin Ömer
Sühreverdi (öl. 1 235) tarafından
kurulmuştur. Kurucusunun bilge
bir kişi olması yüzünden bilgiye,
özellikle İslam bilimlerine, tasavvu­
fa büyük önem veren bu tarikatta,
imanla bilgi birbirini bütünleyen
iki varlıktır. İman bilgiye ışık tu­
tar. İnsan ancak iman ve bilgiyle
arınır, içini kötülüklerden, eğrilik­
lerden kurtarır. Bilgi, insanı Allah'a
ulaştıran yolu aydınlatır. Sührever­
di tarikatında içe kapanış, dünya
varlıklarından yüz çevirme, başka­
larına iyilik etme, iyi düşünme, iyi su Şahabeddin'in görüşlerinden baş­ Kübra (öl.1226) tarafından kurulan
davranma bir kural niteliğindedir. ka bir görüş, ona eklenen bir düşün­ bir tarikattır. Sünni inançları be­
İnsan içine kapanmakla (tefekküre ce yoktur. nimsemiş, şeriat kurallarına bağlı
dalmakla) gerçeğe ulaşır, gönlü Sühreverdilik, meşşailiğin ccakılıı , kalriıış,ehl' i sünnet inançları ile ta­
tanrıya açılır. Sühreverdi tarikat i tasavvufun ccvecdıı ve cczevkn yolları savvuf görüşlerini bağdaştırmaya
daha çok bilgiye, bilime önem ver­ yerine, ((keşfı> (keşif) yolunu tavsi­ çalışmış bir tarikattır. Bu tarikata
diği için müridleri arasında zama­ ye eder. İşrak (aydınlanma) yolu, göre bu dünya geçicidir, gerçek olan,
nın ünlü bilginleri, mutasavvıfları zulmetten nura (karanlıktan aydın­ sürekli olan öteki dünyadır. İnsanın
vardı. Sühreverdilik bir tarikattan lığa) doğru bir gelişmedir. Varlık, gerçeğe ulaşabilmesi için bu dün­
çok felsefe ( İslam felsefesi) düzeni bu yolu izliyerek ebedi varlığa (Al­ yadan elden geldiğince yüz çevir­
niteliği taşır. Ancak kendi ortamı lah'a) ulaşır. mesi, geçici mutluluklara aldanma­
içinde bulunan ve tal"ikat düzenine Tarikat öteki sünni tarikatlar ması gerekir. Gerçeğe ulaşmanın tek
de uyabilen birtakım tutumları yü­ gibi yaygın değildir, daha çok ay­ yolu içe kapanma, kalabalıklardan
zünden tarikat sayılır, tarikatları dınlar arasında tutunmuş, ilgi gör� uzak yaşama (halvet) , her soluk
konu edinen kitaplarda tarikat ola­ müştür. alıp verişte 'Allah'ı, o nurlar kayna­
rak geçer. Sühreverdilikte, kurucu- KÜBREVİLİK, Şeyh Necmeddin ğıpı düşünmek, onun adlarını an-
1 03
ad eklemiştir. Bütün tnüslümanlar­
ca bilinen yedi ada eklenen bu beş
ad vehhab, fettah, vahid, ahed ve
samed'tir. Celvetiler sabah namazın­
dan sonra zikre dalar, sonra işrah
namazı (iki rekat) kılarlar. Ayrıca
öğleden önce, öğleden sonra, gece
değişik adlarla anılan namazlar kı­
larlar. Pazartesi ve perşembe gün­
leri oruç tutarlar. Celvetiler şeriat
kurallarına çok bağlıdır. Tarikatın
Haşimiye adlı bir kolu vardır.
SADİYE. Şeyh Sadeddin Şeyban!
(öl. 1 30 1 ) tarafından kurulan Sa­
diye tarikatının törenleri özeldir,
öteki tarikatlara benzemez. Tarika­
ta giren müridler tören sırasında
yüzükoyun yatar, şeyh onları çiğ­
ner. Bu törene çiğneme anlamına
gelen devse denir. Başka bir söylen­
tiye göre şeyh yere yatan müridle-,
rin üstünden atla geçer. Bundan do­
layı sadiye dervişleri ata ayrı bir sev­
gi ve ilgi gösterirler. Sünni bir tari­
kat olduğu için ehl-i sünnet ilkeleri­
ne bağlıdır. Şeriat kurallarına uyar.
Namazlar dışında zikirleri vardır. Sa­
diye tarikatından Aciziye, Selamiye,
Tağlebiye, Vefaiye adlı dört kol türe­
miştir.

alevi tarikatlar
Halife Ali'yi tutan, Hz. Muham­
med'in ölümünden sonra yapılan
halife seçiminde Ali'nin hakkının
yendiğini, imamlığın peygamberden
sonra ona geçmesi gerektiğini ileri
sürenlerin bağlandıkları tarikatla­
ra, alevi tarikatlar denir. Bunlar,
Şam'daki Sinan Paşa Camii ilginç mimarisiyle dikkati çeker. Ali'nin yolunda giden, Ali'ye bağla­
nan tarikatlardır. Alevilik genellik­
maktır. Şeyh Necmeddin Kübra zel hayatı düşünmekten başka mut­ le üçe ayrılır. Bektaşiler, Kızılbaş­
dünyanın geçici olduğunu, ilgilen­ luluk olamaz. Dusukıye tarikatının lar, Şiiler. Bunlardan bektaşilerle
meye değmez olduğunu göstermek Aşuriye, Süyutuye, Şernubiye, Tazi­ kızılbaşlar Türk tarikatlarıdır. Şiiler
için yüzüne örtü çeker, müridleri­ ye gibi kolları vardır. Tarikatla kol­ ise İran alevileridir. Şiilikten tari­
ne görünmezdi. Tarikatın temel il­ ları arasında ilgiye değer bir görüş katların dışında birtakım mezhep­
kesi tanrıyı anmak, içe kapanmak­ ayrılığı, bir yenilik yoktur . l er de doğmuştur (Bk. MEZHEP­
.
tır. CELVETİ LİK Şeyh Aziz Mahmud LER ) .
DUSUKIYE Şeyh Burhaneddin Du­ Hüdai (öl. 1630) tarafından kuru­ BEKTAŞİLİK, Hacı Bektaş-ı Ve­
suki (öl . 1294) tarafından kurulan lan bu tarikata göre insan yerin­ li (öl. 1337) tarafından gene bu ad­
ve daha çok Mısır.'da yayılan bu ta­ den yurdundan uzaklaşmış, gerçek la anılan yerde, Hacıbektaş'ta ku­
rikatın amacı, insanın mutlu olma­ yurdu olan Allah ülkesinden ayrı rulan bir Türk tarikatıdır. Tasavvuf
sı, Allah yoluna girebilmesi, gerçeğe düşmüştür. Yurdundan ayrı düşme ilkelerine, insanla Allah arasındaki
ulaşması için elden geldiği kadar anlamına gelen celvet sözünün ta­ öz birliğine dayanan, dört ilke inan­
azla yetinmektir. Ehl-i sünnet inanç­ rikata ad olması bu yüzdendir. İn­ cını benimseyen bir tarikattır.
larını, şeriat kurallarını bir bütün sanın gerçek yurdu olan tanrısal ev­ İmamlık konusunda On iki İmama,
içinde benimseyen bu tarikatta na­ rene dönmesi, geldiği kaynağa var­ ilk halife seçiminde Ali'ye bağlanan
maz, oruç, hac, zekat, kurban gibi ması için, içine kapanması, Allah dı­ bektaşi tarikatının kuruluşunda şa­
İslam diniyle ilgili bütün gerekçeler şında bir şey düşünmemesi, gününü manlıktan gelen dört kapı inancının
yerine getirilir (insanın durumunun Allah'ın adlarını anmakla, O'nu dü­ temel olduğu söylenir. Şamanlıkla
elverdiği ölçüde) . Dünya varlıkla­ şünmekle geçirmesi gerekir. Celve­ bektaşilik arasında içten bir bağ­
rından, geçici heveslerden, eğlence­ tllikte tanrının yedi adını (esma-i .lantının bulunduğu görüşüne daya­
lerden uzak kalmak, gününü Al lah '­ seb'a) anma gereği vardır. Tarikata nan bu düşüncenin doğruluğu ke­
ın adlarını anmak (tesbih etmek ) , girerken bu adlar söylenir. Şeyh sinlikle benimsenemez. Çünkü dört
ibabetle geçirmek gereklidir. İnsan Mahmud Hudai bu yedi ada beş harf ilke inancı yalnız şaman dininde
için Allah'ı anmaktan, ahretteki gü- anlamında huruf-i esma denen beş değil, onun doğuşundan çok önce
1 04
M.Ö. V. yüzyılda Anadolu'da, daha canların bunu benimsemesi gerekir. postu, Meydancı (Sarı İsmail sul­
önce Süı:ner ve Akadlarda va!"dı. Tarikata girecek cana (talibe) bek­ tan) postu, Türbedar (Kara Donlu
Bektaşilikte temel ilke sayılan bu taşi baba bu üçüzlü inancı gösteren Can Baba Sultan) postu, Kilerci
dört kapı şunlardır: Şeriat kapısı, üç boğumlu özel değnekle dokuna­ (Hacım Sultan) postu, Kahveci
Tarikat kapısı, Hakikat kapısı, Ma� rak, (Şeyh Şazeli) postu, Kurbancı (İb­
rifet kapısı. Bu kapıların sıra ile Eline, Beline, Diline. rahim Peygamber) postu, Ayakçı
dört adı vardır. Bel oğlu (şeriat ka­ Gelme, gelme, dönme, dönme, (Abdal Musa) postu, Mihmandar
pısı ) , Yol oğlu (tarikat kapısı) , İl Gelenin malı, dönenin canı. (Hızır) postu. Bütün bu postlar
oğlu (hakikat kapısı) , Atam gök der. Sonra talibin sol kulağına bektaşilikte kutsaldır. Bektaşilikte
anam yer (marifet kapısı) , Bu dört imam Cafer'in mezhebine göre ge­ ayrıca oniki hizmet vardır. Bunlar
kapının ayrı ayrı anlamları vardır. rekli sözleri söyler (telkinde bulu­ tarikçi, berber, zakir, sofracı, ibrik­
Şeriat hukuku, bektaşiliğe girip nur) . Bektaşiler, Caferi mezhebin­ dar, saki, gözcü, çırağcı, kapıcı (bev­
mürşid'e (yol gösteren yetkiliye) den (On iki Imamdan Caferi Sadık'­ vab) , meydan hizmetçisi v.b. deği­
bağlanmayı, onun göstereceği yol­ ın yolunda gidenler) oldukları için şik adlarla anılır. Bektaşilikte bütün
da yürümeyi belirtir. Hakikat kapı­ bütün törenlerde ona göre davra­ törenler, şölenler tekkelerde, • şeyh­
sı, evren sırlarının öğrenildiği, in­ nırlar. Bektaşilerin sazlı sözlü, içki­ lerin yönetimi altında düzenlenir.
sanla evren arasındaki bağlantının li, oyunlu bir törenleri vardır. Buna KIZILBAŞLIK. Anadolu Alevile­
aydınlığa çıktığı yerdir. Tasavvufun Ayini cem denir. Bu törende, başka rine verilen ad. Kızılbaşlık alevili­
aşk ülkesine bu kapıdan girilir. Bu­ törenlerde gülbank denen yüksek ğin bir kolu olmaktan öteye geçe­
rada can'lar birbiriyle kaynaşır. Bu sesle dualar okunur. Bektaşilerde mez. Bunu ayrı bir tarikat saymak
kapıdan giren bir kimse iloğlu olur, On iki imamı gösteren oniki sayısı bile doğru değildir. Kızılbaşlığın ne
Allah'ın evreni ışıklandıran yüzünü kutsaldır. Ayrıca oniki makamı bil­ zaman, kimler tarafından kuruldu­
görür. Marifet kapısı, bilginin yolu­ diren oniki post vardır. Bunlar da ğu, bu adı neden aldığı kesinlikle
dur. Bu yolda, can, gerekli bilgileri sıra ile şunlardır. Baba Horasan bilinmiyor. Bu konuda birbiriı;ı.i tut�
edinir, bilmenin sırrına erer, aşama­ postu (Hacı Bektaşi Velinin maka­ mayan söylentiler vardır. Kimi kı­
sı yücelir. Bu kapıda insan bilgisiz­ mıdır ) . Aşç . ( Seyyid Ali Sultan) zılbaşlığı Hz. Muhammed'in Uhud
likten kurtulur, gerçeği değerlendi­ postu, Ekmekçi (Balum Sultan) savaşında yaralanıp başından kan
recek gerekli bilgileri edinir. Mari­ postu, Nakıb (Kaygusuz Sultan) aktığını gören Ali'nin ondan sonra
fet kapısının Ayn-el yakin, ilm-el postu, Atacı (Kanber Ali Sultan) bütün savaşlara kırmızı bir başlık
yakin, hakk-el yakin, diye anılan
üç ayrı aşaması vardır. Bu aşama­
lar, görme, bilme, gerçeğe (Allah'a)
ulaşma anlamına gelir. Önce görme
(evreni bir bütünlük içinde gözle
tanıma) , sonra gördüklerini bilme
ve kavrama, anlama, üçüncü aşa­
mada ise ulaşma Allah'a varma ger­
çekleşir. Bektaşilik dörtlü bir inanç
düzeni üzerine kurulu olduğu için
bütün aşamalar dörtlüdür. Bu dört
kapı ile ilgili dört de inanç vardır.
Bunlara ibadet, niyaz, adak ve vus­
lat denir. İbadet Allah'a tapma, bir­
liğine, yüceliğine inanmadır. İkinci­
si niyazdır. Bu yalvarmadır. Bekta­
şiler namaz kılmaz, tanrıya dille,
gönülle yalvarır. Bütün bektaşiler
Ali'ye, pirlere niyazda bulunurlar.
Adak ise bağışlamadır. Dergaha kur­
ban sunmak, koyun ve para bağış­
lamaktır. Son inanç (durak) vus­
lattır. Bu kavuşma anlamına gelir.
Bektaşilikte güzellik Allah'ın görü­
nüşüdür. İnsanın amacı, bu güzel­
liğin kaynağına ulaşma, Allah ile
birlik içinde bulunmadır. Birtakım
bektaşiler Allah'ın insanda dile gel­
diğine, görünüş alanına çıktığına
inanırlar. Bektaşiliğe ikrar ayini de­
nen özel bir törenle girilir. Tören
düzenlenirken lCırk budak şamdan­
da kırk mum yakılır, tarikata gire­
cek can, pir'e düşüncesini, dileğini
anlattıktan (ikrar verdikten) sonra
özel yerde (meydan'da) gerekli tö­
ren düzenlenir. Bektaşilikte ayrıca
Allah - Muhammed - Ali üçlüsünü
gösteren bir inanç vardır. Bütün Isfahan rrıedresesinin dışından bir görünüş.
1 05
Kızılbaşlık inançlarının üç ana
kuralı vardır. Bunlat Adwna mu­
habbet, Nura muhabbet ve Deme
muhabbettir. Adama muhabbet
göstermenin nedeni, insanların ilk
adam olan Adem'den türemesi, ona
benzemesidir. Nura muhabbetin ne­
deni, bütün evreni kaplayan nurun
insan gönlünde de bulunuşudur.
Hayatın özü, kaynağı bir nur olan,
nur saçan güneştir. Hz. Muhammed
evrende insan biçimine girmiş bir
nurdur. Deme muhabbet ise, bir
ahlak görünüşüdür. Dem denen şa­
rap insan kanı reng\ndedir, daha
doğrusu temiz insanların kanıdır.
Kan da insan gönlünde bulunur.
Bundan dolayı saygı ve sevgiyi ge­
rektirir. Kızılbaşlıkta da oniki hiz­
met kuralı vardır. Bu hizmetler bek­
taşiliktekinin benzeridir.
Anadolu kızılbaşlığını sürdüren
topluluklardan biri de Tahtacılar'­
dır. Kızılbaşların kendi inançlarını
yansıtan birçok masallar, efsanele­
ri vardır. Bunlar arasında en ünlüsü
değişik biçimlerde yorumlanan Sa­
rı Kız efsanesidir.
ŞİILER. Şiilik başlı başına bir mez­
·

heptir. Buna İslam dünyasında <cbe­


şinci mezhep» diyenler de vardır. Şii
tarikatlarının düşünceleriyle şii
mezhebinin, ondan doğan kolların
görüşleri arasında önemli bir ayrı­
lık yoktur. Bütün şii tarikatlar, mez­
hepler· (daha doğrusu mezhep kol­
lari) Ali'ye, On iki İmam inancına,
Fas kentindeki � u lemalar Bahçesi"' (müslümanların yüce yargı ku­
rulu merkezi) .
Hz. Muhammed'in ölümünden son­
ra halife seçiminde ortaya çıkan an­
giyerek katılmasına, kimi İran hü• Ali'yi Allah tanıyanlar (Ali allahi­ laşmazlığa dayanır (Bk. Şii MEZ­
kümdarı İsmail Safevi'nin (Şah İs­ ler) da kızılbaş sayılıyor. Anadolu HEBİ) . Şii mezhebine bağlı tarikat
mail ) askerlerinin kızıl başlık giy­ kızılbaşları Türk'ten başka kimseden yada fırka diye adlandırılan ( daha
melerine, kimi şaman rahiplerinin kız almazlar, iki kadınla evlenmez­ çok dırkaıı diye söylenir) kollar şun­
kırmızı başlık giyerek törenleri yö­ ler, evlenince de boşanmazlar. Kı­ lardır. Hisamiye, Bedaiye, Ulyaiye,
netmelerine bağlar. Bunların hepsi zılbaşların başında dedeler bulunur. Kamiliye, Sebaiye, Mugarriye, Ha­
de kes�likten uzak söylentidir. An­ Dedelik babadan oğula geçer. tabiye, Mansuriye, Benaniye, Mü­
cak kırmızı başlıkla, cckızılbaşlıkıı Kızılbaşlar, kendilerine sofiyan ferevize, Cenahiye, Rezamiye, Zera­
kavramı arasında bir yakınlık bu­ derlerdi. Kimi caferi mezhebinden riye.. Bunları birçok araştırmacılar
lunduğu düşünülebilir. Kızılbaşlık olduğunu söyler. Belli zamanlarda tarikat değil de mezhebin (şiiliğin)
Ali'ye bağlı, onun izinden yürüdü­ toplu ve sesli törenler düzenlerler. kolları, fırkalarr sayar. Ancak hep­
ğünü ile;ri süren, On iki İmam inan­ Törenlerin düzenlendiği yere sofi­ si öz bakımdan şiiliğe bağlandığı,
cını benimsemiş bir tarikat diye bi­ yan meydanı denir. Bu meydanda ayrı bir mezhep niteliğinde özellik
linir. Bektaşilikten ayrılır yanı pek oniki makam vardır: Ocak, Nuri da­ göstermediği için, tarikatların ara­
yoktur. :Kızılbaşlar daha çok Orta im (Çırağı Ali ) , Makam-ı irşad, sına konmalarının pek de önemi
Anadolu' bölgesinde yayılmıştır. Bu Meydan çerağı, Dede postu, Havz-ı yoktur. Bu kolların içinde Allah'ı
inancı benimseyenler Türkmen oy­ kevser, Kara post, Sakiler, Rehber, insan biçiminde gören, öyle düşü­
maklarıdır. Bunların s'ünnilerle en Eşik, Taclı-Saçlı bacılar, Gözcü. B u nen ve Ali'nin kişiliğinde görünüş
küçük tjir ilgisi, ilişkisi yoktur. Kı­ makamlara ayrılan «meydan açma» alanına çıktığını savunanlar, Ali'nin
zılbaşlığın özünde şamanlığın izle­ nın beş ayrı yolu, beş ayrı türü var­ Allah olduğunu ileri sürenler, Ali'­
rini bulanlar da vardır. Kızılbaşlar dır. Mihman meydanı, Muhabbet den başka Allah olmadığını ortaya
sunnilerin hiçbir inancına, töreni­ meydanı, Kerbela meydanı, Düş­ atanlar, la ilah illa Ali (Ali'den baş­
ne, yaşama düzenine katılmaz ve künler meydanı, Eş meydanı. Kızıl­ ka ilah yok) diyenler vardır. Şii mez­
inanmaz. Bunların arasında Allah'­ başlar da bektaşiler gibi Allah-Mu­ hebi, başlangıçta siyasi bir niteliğe
ın Ali'de görünüş alanına çıktığına hammed-Ali üçlüsüne saygı göste­ büründüğü için ona bağlı bütün
(zuhur ettiğine) , Mehdi'nin günün rirler. Bektaşilerde olduğu gibi kollarda da bu görüş az çok bulu­
birinde yeryüzüne gelip adalet dağı­ ayin-i cem düzenlerler. Ayin-i cem'e nur.
tacağına'., insanları doğru yola geti­ ya dernek, yada sofiyan süregi der SİMAVİLİK Simavna kadısının
receğine: inananlar vardır. Ayrıca ler. oğlu Şeyh Bedreddin Simavi (öl.
1 06
1422) tarafından kurulan tarikatın
adı. Simaviliği daha çok ihtilalci,
siyasi bir kuruluş olarak sayarlarsa
da bu doğru değildir. Çünkü siyasi
düşünceler az çok bütün İslam tari­
katlarında, mezheplerinde varclır.
Simavilik, dünya görüşü, ahret an­
layışı, insanı değerlendirişi bakımın­
dan daha çok alevi tarikatıara yak­
laşır, sünnilikle pek ilgisi yoktur.
Bu tarikatta riyazet ve mücahedat
kuralları vardır .İnsanın içine ka­
panması, çok düşünmesi, geniş bil­
gi edinmesi, Kur'an ve hadisleri, İs­
lam hukukunu iyi bilmesi gerekir.
Tarikatın özü vahdet-i vücud (var­
lık birliği ) anlayışına dayanır. Ona
göre Allah ile evren, Allah ile insan
birdir, bir özdendir. Evren, Allah'­
ın görünüş alanına çıktığı bir or­
tamdır. Evrenin dışında, Allah'ın
dışında bir evren yoktur. Ölen bir
kimsenin gövdesi yeniden dirilmez.
Bu yüz.den kıyamet (ruhların göv­
delere dönerek insanların yeniden
canlanıp ayağa kalkmaları) olayı
yoktur, olamaz. Evren Allah kadar
eskidir (kadimdir) , zamanla yara­
tılmış değildir. İnsanı iyiye, güzele,
Allah'a yönelten güç melek, kötüye
yönelten güç şeytandır.
Simavili.k, Kur'an'ın açık anlam­
larına önem verir, kavramların üstü
örtülü yorumlarını pek önemsemez.
Ona göre gerçek varlık ülkesi. içinde
bulunduğumuz dünyadır. İnsanın
görüp göreceği ne varsa gene bu
dünyadadır. Gövde çürüyüp yok
olacaktır, ancak ruh ölümsüz.dür.
Yaratanla yaratılan eş varlık orta­
mındadır. Allah istediğini yapar, is­
tediğine egemen olur. Ancak bütün
yapıp edecekleri yeteneklerle sınır­
lıdır. Bir varlığın gerçekleşme ye­
teneğinde ne varsa, ne olabilirse Al­
lah ancak onu yapabilir. Simavilik
bu tür düşüncelerle Allah'ı, Allah
gücünü sınırlandırıyor, İslam inanç­ Şam'daki ( Suriye ) Süleymaniye camii (üstte ) . Sultan Selahaddin'i n
bastırdığı paralar (altta ) .
larının dışına çıkıyordu. Şeriatla
bağdaşır bir yanı yoktu. Belli konu­
larla İslam diniyle açık bir çatışma
içindeydi. Tarikatın bu görüşü hem
tasavvuftan, hem de Eskiçağ felse­
fe inançlarından, düşüncelerinden
geliyordu. Bu yüz.den şeriatı tutan­
lar tarafından saldırıya uğradı.
Sonra birçok isyanlar çıkaran, dev­
leti sarsan simavi tarikatçıları siya­
si bir güç olma niteliğini gösterdi­
ler. Çelebi Mehmed onlara karşı
kanlı bir bastırma bereketine giriş­
ti. Binlerce simavi tarikatçısı öldü­
rüldü.
HURUFİLİK. Şehabeddin Fazlul­
lah-ı Hurufi (öl. 1 394) tarafından
kurulan Hurufiliği, bir tarikattan
çok mezhep, din olarak anlayanlar,
yorumlayanlar vardır. Ancak bu iki
1 07
rılmasına, temizlenmesine bağlıdır.
Bir insan yaşadığı sürece gönlü ge­
rektiğince arınırsa, öldüğünde ruhu
Allah'a varır, Allah ile kaynaşır,
külli ruha ulaşır. İnsanın özünü ku­
ran harfler yedidir. Bunlar da iki
kaş, bir saç, dört kirpik'tir. Bunlar
ana harflerdir. Yedi kutsaldır, ni­
tekim Kur'an'ın özü durumunda
olan Fatiha süresi de yedi ayettir.
İnsanın yüzünde görünüş alanına
çıkan Allah'tır. İnsan konuşan, ey­
leme geçen, davranan bir Allah nite­
liğindedir. Evrene aydınlık veren
harflerin özünde saklı ışıktır. Bu
ışık olmasaydı evren biçimsiz, yo-.
ğun bir karanlık olarak kalırdı. Harf
bir bakıma hayat suyudur, hayata
hareket veren özdür. Hurufilere gö­
re bütün peygamberler Adem'den
gelmiştir..__.. Peygamberlerin en yüce­
si Adem'dir.Tanrı , Adem'in varlığın­
da gerçekleşmiş, harfler onun özün­
de görünür nitelikte biçimlenmiştir.
insanın yüzü Allah'ın yüzüdür.
Hurufilik kısa süre içinde başta
bektaşilik olmak üzere bütün alevi
tarikatlarını etkiledi. Özellikle harf
ve sese dayanan görüşü çok benim·
sendi. insana dile gelen bir Allah
olarak bakılmasına yolaçtı. Huruf)
inançlarını, ilkelerini, görüşlerini
açıklayan, bir bütünlük içinde ve­
ren Cavidan en çok okunan, yorum­
lanan, tutulan kitaplardan biri ol­
du. Fazlullah-ı Hurufi, bu eserinde
bir din kurucusu gibi bütün düşün­
celerini, görüşlerini yoğunlaştırdı.
Hurufilik önce iran'da sonra Ana­
dolu'da hızla yayıldı. Bütün yasak
!ara, idamlara karşılık bu tarikatın
Kahire'deki (Mısır) An-Nasr Camii'nin üst kesimi.
gelişmesi önlenemedi.
AHİLİK, Türkler tarafından ku­
goruş de doğru değildir. Hurufi oluş nedeni harfle biçimlenen, harf­ rulmuş, belirli meslekdaşları birara­
inançlarını, görüşlerini yüzeysel bir le görünüş alanına çıkan sestir. Bü­ ya toplayan bir tarikattır. Hangi
eleştiriden geçirmedikleri için onu tün varlıkların kaynağı sestir. En yılda, kimler tarafından kurulduğu
din, yada mezhep olarak nitelerler. yoğun maddeden, en soyut kavra­ kesinlikle bilinmiyor. Ancak bu ko­
Hurufilik doğrudan doğruya alevi ma kadar varlık adı altında topla­ nuda ortaya atılmış birçok masal­
ve şii inançlarına dayanan, onlarla nan bütün nesneler sesten oluşmuş­ lar, efsaneler vardır. Anadolu'da
beslenen, ilkçağ Anadolu felsefe gö­ tur. Ses canlılarda eylem (bil fiil) XIII. yüzyılda görülmeye başlamış­
rüşlerinin, tasavvuf kurumlarının cansızlarda güç (bil kuvve) olarak sa da düzenli inançları, belli görüş­
etkisinde kalan belli kuralları, düze­ vardır. Cansız iki nesneyi birbirine leri üzerinde yapılan incelemeler bu
ni olan bir tarikattır. Onu bir bakı­ çarpınca çıkan ses bunu açıkça gös­ kuruluşun XI. yüzyıla kadar uzandı­
ma bektaşilik ve kızılbaşlıkla bağ­ terir. Sesin en olgun, en yetkin (ke­ ğını gösteriyor. Ahilik bir esnaf ku­
daştıranlar da vardır. Ama arada mal durumunda olanı) biçimi insan­ ruluşudur. Amacı eş meslekten olan
birçok • benzerlikler bulunmasına da gerçekleşen sözdür. Söz, sesler­ kimseleri bir araya toplamaktır.
karşılık hurufilik bir İran tarikatı­ den kurulu bir düzendir. Söz harf­ Karşılıklı yardımlaşma, dayanışma
dır. Özünü besleyen inançların ço­ lerden kuruludur, öyleyse sesle sö­ kuralına bağlıdır.
ğu İran kaynaklıdır. Bu inançlar da zün özü de harftir. Böylece harfle Ahilik tarikatının niteliklerini,
eski Anadolu düşüncesinin İran gö­ ses ve söz birbirini tamamlayan, görevlerini, özelliklerini, tarihçesi�
rüşlerine, İran tasavvufuna göre de­ birbirinden ayrılamayan üçlü bir ni, kütüğünü anlatan eserlere ba­
ğişik açıdan yorumlanışı sonucu or­ bütündür. İnsan bedeni otuziki kılırsa bu kuruluşun inanç bakımın­
taya çıkmıştır. (İran alfabesine göre) harften ku­ dan Ali'ye dayandığı görülür. Ana­
Hurufilik harflere dayanır, bütün rulmuştur. Evren de otuzi)d harf­ dolu Ahilerinin piri, Horasan eren­
varlık türlerini, olayları, değişmele­ ten kuruludur. Bu yüzden insanla lerinden olduğu söylenen Ahi Evren
ri, insanı, evreni, Allah'ı harflerle, evren eş özdendir. insanın mutlulu­ Veli'dir. Ahi Evren Veli'nin bütün
seslerle • açıklama amacını güder� ğu, olgunluğuna, olgunluğu ise içi­ davranışları, tutumu, görüşleri onun
Huru filiğe göre varlığın ilkesi, ilk nin arınmasına, kötülüklerden sıy- izinden yürüyen ahilerce benimsen-
1 08
miştir. Ahi Evren, belıne şed baffla­
dığı için bütün Anadolu ahileri şed
kuşanırlar. Şed. kuşanmak, peştemal
giymek bütün ahi kuruluşlarında
vardır. Şed belli bir yetki, icazet ni­
teliğindedir. Ahilik inançlarına gö­
re bütün insanların, özellikle esna­
fın, kardeş olması, birbirinin yardı­
mına koşması gerekir. Bu yüzden
ahi geleneklerinde altı ilke vardır:
Elini açık tut, sofranı açık tut, gö­
zünü bağlı tut, kapını açık tut, be­
lini bağlı tut, dilini bağlı tut. B u
altı durum ah i kuruluşunun değiş­
mez ilkelerini içerir. İ nsanın eli açık
olmalı, kimsenin ayıbını görmeme­
li, ldmsenin namusuna göz koyma­
malı, herkese saygı göstermeli, ye­
dirip içirmeli, gerekeni evinde ko­
nuk etmelidir. Ahi geleneğine göre
Hak'ka inanmak, nefsini dizginle­
mek, bütün tutkularını yenmek,
ululara hizmet etmek, bilgisiz kim­
seler karşısında susmak, bilginlere
karşı alçak gönüllü olmak, düşman­
lara hoş görünmek, dervişlere yar­
dımcı olmak, su vermek, dostlara
öğüt vermek gereklidir. Bir kimse­
nin ahi olabilmesi için şeriat, tari­
kat ve marifet bilgilerini bilmesi
gerekir. Ahi olmanın belli kuralları,
belli koşulları vardır. Bunlara şeci
bağlama ilkeleri denir. Tövbe, mü­
cahede, yakın dostluk, tevekkül,
terk-i adet (alışkanlıkları bırakma) ,
doğruluk. Ayrıca tövbe, teslimiyet,
takva, hakka yakın olmak, kanaat
ve uzlet (herkesten uzak kalma) gi­
bi altı kural vardır. Ahilikte insa­
nın özü sözü doğru, içi temiz, gön­
lü bütün kötülüklerden, eğrilikler­ İs/ahan Camii'nin kapısı.
den arınmış olma geleneği vardır.
Bir ahi için en önemli davranış, sö­ nir. Ahi kuruluşlarında belli aşama­ Sunusiler cuma ve pazartesi günıe­
zü yerli yerinde söylemek, eli açık lar vardır. Bunlara en yükseğinden ·ri tekkede toplanır, bir şeyhin yö­
olmak, herkese güleryüz göstermek, aşağı doğru Ahi baba, Ahi kethü­ netiminde Kur'an okur, dua eder­
tatlı dilli olmak, kimsenin arkasın­ dası, Ahi yiğitbaşısı, Üstad, Usta ler. Sunusi tekkeleri herkesin öD-re-
o

dan ileri geri konuşmamak, bağlılık denir, bunlardan sonra kalfa ve çı­ nim görebileceği birer okul niteli-
(vefa) göstermek gibi durumlardır. rak gelir. Bu aşama sırası kesin ve ğindeydi. ö teki tarikatlarda olduğu
Ahiler esnaf ve sanatçı kimseler ol­ geneldir. Birinden ötekine yüksel­ gibi sunusi tarikatında özel tören­
dukları için her peygamberi bir sa­ menin belli bir süresi, belli bir tö­ ler, devranlar, zikirler yoktur. Tek
natın piri olarak tanırlar. Onlara reni vardır. Ahiliğin kurallarından, a �aç birleşme ve yardımlaşmadır.
göre Adem çiftçi, Şid hallac, İdris törenlerinden söz eden kitaplara Islam dünyasında kurulmuş ta..
terzi, Nuh marangoz, Hud tüccar, fütüvvetname denir. Kimlerin ahi rikatların sayısı, yerleri, kurucuları
Salih deveci, İbrahim sütçü, İsma­ olabileceği, kimlerin şed bağlayabi­ kesinlikle bilinmiyor. Ancak yirmi
il avcı, İshak çoban, Yusuf saatçı, leceği' bu· kitaplarda yazılıdır. kadar büyük tarikat ve onlardan tü­
,
Musa çoban, Zülküf ekmekçi, Lut SUNUSİYE, Şeyh Mehmed Sunu­ remiş dörtyüz kadar kolun olduğu
tarihçi (yazıcı) , Üzeyir bağcı, İ lyas si (öl. 1 858) tarafından Kuzey Afri­ biliniyor. Bu tarikatlar arası'nda (eş
çulhacı, Davut zırhçı, Lokman he­ ka'da kurulan bir tarikattır. İnsan­ inançtan doğanlar da bile) , birlik,
kim, Yunus balıkçı, İsa gezgin, lar arasında birleşmeyi, birbirini yakınlaşma amacı , düşüncesi yok­
Muhammed tacir'dir. Ahilikte altı sevmeyi, kardeşliği, bağlılığı, yar- tur. Tarikatların çoğu İranlılar ve
ilke daha vardır. Bunlar alnı açık dımlaşmayı konu edinen, halka yay. Araplar tarafından kurulmuştur.
yüzü ak olmak, bütün insanları sev­ maya çalışan bir kuruluştur. Sunü­ Türklerin kurduğu tarikatlar pek
mek, herkese yardımcı olmak, elini siye daha çok siyasi amaçlar taşıyan azdır. Bektaşilik, Ahilik, Yesevilik
harama uzatmamak, namuslu ve te­ XIX. yüzyılda Afrika'da parçalan­ vb. birkaç tarikat. Ancak Araplar,
miz olmak, sır saklamak (dilini tut­ maya yüz tutan İslam uluslarını bir­ Acemler tarafından kurulan bu tari­
mak) anlamına gelen alen, kalb, leştirme, hıristiyan güçler karşısın­ katların çoğu, Anadoluda yayılmış,
kapı, el, bel, dil sözleriyle anlatılır, da birbirine yardımcı kılma ereğini tutunmuş, oradan Batı'ya, Trakya'
ilk üçüne açık, son üçüne kapalı de- güden bir kuruluş niteliğindedir. ya, Balkanlar'a kadar gitmiştir.
1 09

1 1 \

. !l ' . .
.

' YALA CI
P�GAMBERLER
1

monoteizme geçış
Dinler tarihi araştırılırken, her
gerçek peygamberin yaşadığı dö­
nemde, onu taklit eden birkaç çı­
karcı ve şöhret düşkünü insanın da
peygamberlik iddiasında bulundu­
ğunu görmek zor değildir. Bu ne­
denle hemen her dönemde eyleme
geçen yalancı peygamberler hak­
kında göksel kitaplarda kimi ayet­
ler yer almıştır. Örneğin, Kur'an VI,
93 : ıcAllah'a iftira eden veya kendi­
sine birşey vahyedilmediği halde,
bana vahyolundu, Allah'�n indirdiği
gibi ben de indireceğim diyenden
daha zalim kim olabilir?» İncil,
Matta, VII, 1 5-20 : «Yalancı pey­
gamberlerden sakının; onlar size
koyun kılığında gelirler. Fakat iç
yüzden kapıcı kurtlardır; onları
meyvelerinden tanıyacaksınız, in­
sanlar dikenlerden üzüm yahut de­
·v e dikeninden incir toplarlar mı?
Her iyi ağaç iyi meyve verir; ancak
çürük ağaç kötü meyve verir; iyi
ağaç kötü meyve vermez; çürük
ağaç da iyi meyve vermez; iyi mey­
ve vermeyen her ağaç kesilir ve ate­
şe atılır; öyleyse onları meyvelerin­
den tanıyacaksınız.»
Monoteist yüksek bir dinin iyice
yerleşmemiş olduğu bir bölgede fa­
aliyette bulunan böyle yalancı pey­
gamberler, bilgisiz halk kütleleri
arasında bir zaman için kendileri­
ne yandaş bulmakta ve zararlı ça­
balarını sürdürmekte güçlük çek­
memişlerse de ya inevcut monoteist
dinin yandaşlarının gecikmeyen
tepkileri yada devlet otoritesinin
işe karışması üzerine, kısa zamanda,
kendileriyle birlikte yaymaya ça­
lıştı\darı sahte din de yok olmuştur.
Monoteist bir yüksek dinin hen üz
yerleşmekte olduğu bir bölgede
böyle yalancı p�ygamberlerin mey­
dana çıkmaları ise, bu yeni din için
büyük bir tehlike oluşturmaktan
geri kalmamış, yeni din bir yandan
bütün bir bölgeyi, güçlükler içinde
Hz Muhammed ile tek tanrıla bir çobanın rastlaşmasını ·gösteren kazanmak, bir yandan da bu yalan­
cı ve köksüz rakipleriyle uğraşmak
ı
XVIII. yüzyıldan kalma Türk minyatürü.
1 10
zorunda kalmıştır. layafüliriz : arapların yüzyıllar boyu Varaka bin Nevfel, Ubeydullah bin
Biz burada tarih boyunca, he­ sürüp giden bedevilik hayatları sı­ CahŞ, Osman bin Huveyrls, Zeyd
men her yerde raslanan bu yalancı rasında putları · birbirine karışmış, bin Amr bin Nevfel, Ümeyye bin
peygamberlerden birkaçını, İslami­ bu da sonunda tek tanrı inancına Ehi Salt, Halit bin Sinan, ' El-' Aşa
yet'i yok olma tehlikesiyle karşı kar­ doğru yönelmeyi sağlamıştır. Ya­ bin Kays gibi kişilerin etkili sözleri
şıya bırakan dördünü ele almakla rımadanın çeşitli bölgelerine Musa ve telkinleri de arapların • putlara
yetineceğiz. Bunlar Yemen'de Es­ ve İsa dinlerinden başka, dualist olan bağlarının gevşemesine ve tek
ved ül-Ansi, Yemame'de Müseylime, Mecusilik ve bir de yıldızları kutsal tanrılı bir dini telkin edec'ek pey­
geniş Temim kabilesinde Secah ş.dlı tanıyan Sabiilik gibi dinler girmiş­ gamberin kolayca kabul edilmesine
bir kadın ve Esed'li Tuleyha'dır. ti. Bu dinlerin etkileriyle puta tapı­ ortamı hazırlamıştı. İşte bu yüz­
Ötedenberi peygamber oldukları­ cılık artık zayıflamıştı. O sırada tek dendir ki, Esed, Gatafiln, Temim ve
nı savunanlardan hangilerinin ger­ tanrılı bir dini, özellikle Hz. İbra­ Hanife kabileleri arasında peygam­
çek, hangilerinin yalancı olduğunu him'in dinini arayan ve kendileri­ berlik iddiasıyla ortaya atılan kimi
saptayacak bir kıstastan da yoksun ne Hanif adı verilen, Kus bin Saide, kişiler, yaymağa çalıştıkları fikirle-
olduğumuzu açıklamak zorundayız.
Bu konuda şimdiye kadar birçok fi­
kirler ileriye sürülmüştür ; ancak
kesin bir kıstas elde etmek olanağı
bulunamamıştır. Eğer gene de bir
kıstas saptamak istersek, o zaman
ancak sübjektif olarak kendisinin
peygamber olduğuna ve Tanrı'dan
vahiyler aldığına bütün varlığı ile
inanan ve bu vahiylerle vaazda bu­
lunduğu kütlelerin ahlaki, sosyal,
hukuki durumlarını yükseltmeğe
çalışarak bunda başarılı olan, bütün
kalbi ile inandığı bu dava uğrunda
hayatını bile fedadan çekinmeyen,
kendisi öldükten sonra bile eseri
yaşayan, fikirleri büyük kütleleri
egemenliği altına alan ve eserleri­
nin izleri hiçbir suretle silinip kal­
dırılması mümkün olmayan kimse­
ler gerçek peygamberdir diyebiliriz.
Gerçekten de Hz. Muhammed Tan­
rı Elçiliğine seçildikten sonra Tan­
rı'nın emirlerini kütleler arasında
yaymak hususunda hiçbir korku
duymamış, üstelik kendisine puta
tapanlarca uygulanmak istenen her
türlü kötü işlemlere dayanmak ve
karşı koymak yolunda gereken in­
sanüstü gücü kolayca gösterebilmiş,
davası uğrunda hayatını her za­
man tehlikelere atmaktan çekinme­
miştir. Musa dininin ve Roma devle­
tinin egemen bulunduğu Filistin'e
gönderilmiş bulunan Hz. İsa da bu
her iki güce karşı dinini yaymak
mücadelesinde türlü işkencelere
katlanmış, fakat kurmuş olduğu
din yaşamıştır .
Şimdi, İslamiyet'in yayılma ve
yerleşmesi sırasında peygamberlik
iddiasıyla ortaya çıkmış bulunan
kişilerin, peygamberliklerinin ger­
çek yada yalancı olduğunu göster­
mek için yukarda kısaca açıklamış
bulunduğumuz iki kıstası ve özel­
likle ikincisini kullanacağız ve biri
kadın üçü erkek olan dört kabile
şefinin Hz. Muhammed' i nasıl tak­
lit etmek istediklerini özetleyece­
ğiz.
Yalancı peygamberlerin tarih
sahnesine çıkmalarının çeşitli ne­ Kıibe 'de dua ederken Ebu Cehil'in Peygambere taşla saldırışını gös­
denleri vardır. Bunları şöylece sıra- teren XVI. yy. Türk minyatürü.
111

ri kabule hazır bir atmosferdeki in-


sanları bulmakta güçlük · çekmekte­
dirler.

ridde nedir ?
Yalancı peygamberlerin ortaya
çıkmalarının bir nederı.i de Ridde' -
dir. İslam tarihinin ilk döneminde
pek önemli bir yer kapsayan Ridde,
İslam'dan dönmek, İslam dinini
reddetmek anlamına gelmektedir.
Arap yarımadasının çeşitli bölgele­
rine yayılmış olan İslam dini, Hz.
Muhammed'in hastalanması ve ölü­
mü üzerine, gene bu bölgelerde ya­
şayan arapların çoğunca reddedil­
miş, İslamiyet'in getirdiği mali yü­
kümlülüklerden kurtulmak isteyen­
de eski putlara · dönme eğilimi art­
mış, kimi kabileler Hz. Muhammed'­
in bildirdiği tek ve herşeye kadir
ol.an yüce Tanrıya tapmayı bırak­
mamakla birlikte, İslam dininin ge­
rektirdiği zekattan affedilmek iste­
mişlerdi. Önce Hz. Peygamber'in
hastalığı haberi kimi kabile şefle­
rinin siyasal amaçlarını açığa vur­
malarına fırsat vermiş, kendi top­
raklarını Medine hükumetinin nü­
fuzundan sıyırarak, zekat ve başka
adlarla toplanan vergileri yanların­
da alakoymuşlardı. Bu haber Medi­
ne'deki İslam hükumetince isyan
sayıldı. İsyan edenlerden birkaçı
inceden inceye düşünerek planla­
dıkları işleri uygulamaya koyuldu­
lar. Başarı sağlamanın tek çaresi
dinsel inançlara başvurmakla ve Hz.
Muhammed gibi hareket etmekle
mümkün olabilirdi.
Üçüncü bir neden de kabile asa­
biyeti ve kabile rekabetidir. Arap�
larda vır. yüzyılın ilk yarısında bu
asabiyet ve rekabet kimi kez dinsel
inançlardan da üstün bir yer tut­
maktaydı. Nitekim yalancı peygam­
ber Müseylime'nin esir düşen as­
kerlerinden birisi , sorgusu sırasın­
da Halid Bin Velid'e şöyle cevap ve­
riyord u : «Biz diyorduk, bi:lde bir
peygamber, sizde de bir peygamber
olsun.» Yani araplar Kureyş'ten
olan peygambere uyruk olmaktan­
sa, kendi kabileleri arasından çı­
kıp resullük iddia eden birinin gös­
tereceği yolda yürümeyi daha uy­
gun buluyorlardı. Esved, Tuleyha,
Secah, Müseylime gibi yalancı pey­
gamberlerin, çok sayıda ve oldukça
nüfuzlu insanlar tarafından tanın­
mış olmalarının nedenleri arasında
kabile asabiyetine ve bağımsızlığı­
na duyulan bağlılık da yer almak­
tadır.
Hz. Muhammed bir ceylanın ağlamasını dinliyor ( XVı il. yy Türk Tanrı Elçisi'nin hastalanması ha­
minyatürü J . beri birtakım kabile · şeflerinin si-
1 12
yasal amaçlarını açığa vurmalarına
fırsat verdi. B unlar topraklarını
Medine hükumetinin nüfuzundan
sıyırarak Zekat ve başka adlarla
toplanan vergileri kendi kişisel çı­
karlarına yada gene kabilelerinin
korunmasını sağlamaya sarfetmek
için göndermediler. Bu hareket Me­
dine hükumetince isyan sayıldı. Ki­
misi isyan etmeden önce, başaı:ılı
olmak için Hz. Muhammed gibi gö­
rünmenin en iyi çare olacağını dü­
şündüler. Böylece dinden dönen ka­
bilelerin kimisinin başında peygam­
berlik iddiasında bulunan birtakım
asi şefler görüyoruz ki, bunlar İs­
lam tarihinin ilk devirlerinde or­
taya çıkan ve kimisi sonradan iyi
bir müslüman olarak tanınan ya­
lancı peygamberlerdir. Bunların
hepsi de kahindiler. Kahinlik ise
araplar arasında önemli bir yer tut­
maktaydı.

esved ül-ansi
Peygamber çağında ve onu izle­
yen yıllarda ortaya çıkan dört ya­
lancı peygamberin ilk ortadan kal­
dırılanı Esved ül-Ansi olmuştur.
Adından da anlaşılacağı üzere
Yemen bölgesinde oturan Ans kabi­
lesine mensuptu ( Bk. Belazuri, Fu­
tuh ül-Buldan, türkç. Tere . , ı,s, ı 70
ve öt. ) . Asıl adı Abhala bin Kaab
bin Avf olan Esved'e Zu'l-Hımar
( Hı ile) yada Zu'l-Hımar (ha ile)
da denmektedir. Birincisi peçeli,
ikincisi eşekli demek olan bu iki la­
kabın her ikisi de doğru olabilir.
Çünkü Esved'in bazı marifetler ya­
pan bir eşeği vardı. Öte yandan Es­
ved 'in her zaman bir peçe ile örtülü
olarak gezmesinden dolayı Zu'l-Hı­
mar (Peçeli) lakabını taşımış olma­
sı da muhtemeldir. Samilerde ka­
hinlerin, peygamberlerin çok kez Hz. Muhammed çok büyük bir yılanı gösterdiği mucizeyle yola get i ­
bir peçe taşımaları eski bir gelenek riyor (XVIII yy, Türk minyatürü).
..

gereğiydi. Musa Peygamber'in de


böyle bir peçe taşıdığı İncil'de yazı­ lan takdirde yaptıkları marifetler­ tam anlamıyla benimsenmemiş ol­
lıdır ( İncil Korinthoslulara 2. mek­ den biri olan bu hareket, o zaman duğu, yahut başka dinlerle om uz
tup, 111, 13-1 8 ) . Esved'e itibar edenler tarafından omuza yaşadığı kimi bölgelerde bu
Esved bin Kaab önceleri kahinlik pek önemsenmişti. Esved tertipledi­ haber vahim sonuçlar doğuracak
eder, çok güzel konuşur, t8;tlı sözle­ ği bir gösteri gününde, yüz kadar bir biçimde yayıldı. Bir süreden be­
ri ile olduğu gibi halka gösterdiği hayvanı bir çizgi çizip bunun üze­ ri sessiz çal ışan Esved bu habe�·i
birtakım hokkabazlıklarla da cahil rinde sıraya dizer ve gene sırasıyla duyar duymaz peygamberliğini ilan
insanları aldatmasını pek iyi bilirdi. hepsini mızraklar, halkı dehşet için­ etti. Kendisine «Rahman ül-Yenıcnıı
Asıl yurdu ve doğduğu yer Kehf-i de bırakan bu vahşi işi bitirinceye adını verip kahinlerin giysiler i n :�
Hubban idi. Esved öyle acayip ma­ kadar hiçbir hayvan çizginin üstün­ bürünmüş bir halde dolaşmaya ve
haretler gösteriyordu ki, Mezhic ka­ den kımıldamazdı. Birçok inanılır gittiği yerlerde rahman adına ku­
bilesinden birçokları onun her ar­ kaynakların verdiği bu haberler biz­ nuşmaya başladı (Belazuri, Futui1 ,
zusuna baş eğecek duruma gelmiş­ de onun kahinliğinin yanısıra güç­ S. 1 1 ı ) . Esved'in ortaya atıldığı ha­
lerdi. Bir eşeği vardı. Esved hayva­ lü bir iptonizmacı olduğu kanısını beri duyulur duyulmaz Ans ve M�z­
nın kulağına eğilip <<Rabbine secde haklı olarak uyandırmaktadır. hic kabilelerinden başkaları da
et» dediği vakit, eşek secde eder, Hicretin onuncu yılında Hz. Mu­ mektup yollayarak, ondan yana ol­
«kalk» diye emir verdiğinde de, kal­ hammed veda haccından dönerken duklarını bildirdiler. Bu arada h i ­
kardı. Bazı hayvanların alıştırıldık- hastalanınca, İslamiyet'in henüz ristiyanların en yoğun olduğu Ne::-
; 1 13
nin başka bir delilini de Seyf'in ri­
vayetinde buluyoruz (Taberi, türk.
çev., III, S. 44) . Yemen'de isyan
başlayınca Peygamber'in atamış
olduğu Amir bin Şehr ül-Hemedani,
Firuz, Dazaveyh gibi önemli me­
murlar peygamberden aldıkhrı
mektuplar üzerine hazırlanmaya
başlamışlardı ki, Esved'den bir mek­
tup aldılar. O, mektubunda <CEy ya­
bancılar ! İlimizden aldığınız top­
rakları bize veriniz. Topraklatınıı;ı
bize bırakınız; biz bu toprak ve top­
lanan mallara sizden çok müsteha­
kız» diyordu. Esved müslüman ol­
saydı, müslüman memurlara böyle
bir mektup yazmazdı. Anlaşılıyor ki,
Esved Medine hükümetinin Yemen­
li Müslüman halktan topladığı zekat
malları ile musevi, hıristiyan ve me­
cusilerden aldığı cizyeye karşı çık­
makla kalmayıp Hz. Muhammed'in
hastalığından faydalanarak, ku­
reyşlilerin Yemen'deki egemenliği­
ni de yıkmak istiyordu.

ulusal ayaklanma
İşte böylece ulusal bir ayaklanma­
nın başına geçmiş bulunan Esved
yeni bir din kurmaktan çok, yeni
ülkeler elde etmeğe önem vermiş,
peygamberlik iddialarını ise sadece
bu emelini gerçekleştirmek için bir
araç olarak kullanmıştı.
İbn Abbas'a göre, Esved ül-Ansi'ye
kendi ülkesinde ilk karşı koyanlar
Amir bin Şehr ül-Hemedani ile Fi­
ruz ve Dazaveyh olmuşlardır. Nec­
ran'daki müslümanlardan olan Ben
ül-Haris'ler bile dinden dönerek Es­
Ö leceğini anlayan Hz. Muhammed çevresindekilerden bilmeden yap­ ved'i Necran'a davet etmişlerdi. Ze­
mıs olabileceai kusurlar için af diliyor ( XVI 11 yy. Türk minyatürü ) . bidlerden, Mezhic'lerden, Üded'ler­
den birçoğu ona uymuşlardı. Ziyad
ran şehri halkı da Esved'e kolayl!l�­ menliği altına almaya girişmi�ti. ül-Kindi ile zekat meselesi yüzün­
lar gösterdi. Yemen'de o sırada E h ­ Yukarda da söylendiği gibi Mezhic den meydana gelen anlaşmazlık ne­
na'lar egemendi. Habeş boyunduru­ kabilesi onun gösterdiği acayip ma­ deniyle Kinde halkı da dinden dö­
ğundan kurtulmak için iranlılan haretlere hayran kalmış peygam­ nüp Esved'den yana olmuşlardı
yardıma çağırmış olan yemenli ler berliğini kabul etmişti. NecranlıLw ( İbn Haldun, İber, I, Tekmile, S.
bu sefer de yıllarca süren İran br.­ da ona bazı vaatlerde bulunmuşlar­ 65) . Böylece güçlenen Esved Nec­
yunduruğu altında yaşamaya mec­ dı. O sırada Necran valisi, Hz. Mu­ ran'a doğru ilerledi ve ayaklanma­
bur kalmışlardı. İşte bu iranlılarla hammed'in oraya atamış olduğu nın onuncu gününde Necran' ı ele
Yemen'deki arapların karışmasın­ Amr bin Hazın, hemdanlarınki Amir geçirdi. Birkaç gün sonra müslü­
dan meydana gelen yeni nesle Eh . bin Şehr, San'a valisi ise Şehr bin man kuvvetleri, onun Şaub bölge­
na adı verilmişti. Bazan 'dı. Muaz bin Cebel ise Hz. Mu­ sinde olduğu haberini aldılar. Bu­
hammed tarafından Yemen'e gön­ nun üzerine Hz. Peygamber'in Ye­
derilen vali ve n, emurların vergileri men'de bulunan önemli adamları ya
peygamberin hakkı ile toplayıp toplamadıklarını
kontrol etmek ve İslam dininin ay­
kaçtılar, yada saklandılar. Kısa bir
süre sonra Esved, Hadramut
hastalığı rıntıları hakkında bilgileri halka bölgesi sınırından Taif iline ve Bah­
öğretmek amacıyla oraya yollan mış reyn'den Aden'e kadar olan bütün
Peygamber'in hastalığı haberi bulunuyordu. Hz. Peygamber, Cerir toprakları eline geçirdi. Daha sonra
Esved'e ulaşır ulaşmaz, o kendisı ­ bin Abdullah'ı Esved'e yolladı; ama Aser, Şerce, Galafika, Aden ve El­
nin d e bir peygamber olduğunu id­ Esved İslamiyet'i kabul etmedi (Be­ cend i de hükmü altına aldı. İşte
'

dia ve her tarafta i lan etmekle kai­ lazuri, Futuh, Türk. çev . , İ.S. 1 7 1 ) . tam bu sıralarda Hz. Muhammed'in
mayıp bütün Yemen'i kendi ege- Esved 'in İslamiyet'i kabul etmediği- mektubu buradaki memurlara ulaş-
1 14
tı. Mektupta Hz. Peygamber dinin
korunmasını, dinden dönenlerle sa­
vaşılmasını, hile ile de olsa Esved'­
in ortadan kaldırılmasını emredi­
yordu. (Taberi, arap., ili, S. 2 1 5 ) .
Esved yakın adamlarından olan
Kays, Firuz, Dazaveyh, Cüşeyş'den
şüphe etmeğe başladı. Şüphe edilen­
ler de bunu hissettiklerinden daha
erken harekete geçmek · zorunda
kaldılar ve Esved'in yenilgiye uğ­
ratıp öldürdüğü San'a valisinin ka­
rısını yani Esved'in kendisiyle ev­
lenmek zorunda bıraktığı Azad'ın
yardımını sağlamaya çalıştılar.
Bunda güçlük çekmediler. Ama Ye­
men'deki iranlı, arap karışımı ku­
şaktan gelme Firuz birgün sarayda
Azad ile konuşurken Esved içeri
girdi ve Firuz.' u öldürmek istedi.
Azad onun çok yakın akrabası ol­
duğunu söyleyerek canını kurtardı.
Ancak bu raslantıdan sonra Esved'­
in kuşkuları arttı. Gerçekten de Es­
ved 'in yakınları karısı Azad'ın yar­
dımıyla sarayın bir duvarını gün­
düzden delip perde ile örttüler. Ya­
tak odasına giden yolu öğrendiler.
Gece olunca Firuz, Esved'in odasına
girip iyice sarhoş ve uykuda olma­
sından faydalanarak onu öldürdü.
Sabah olurken kale duvarına çıkan
bir müslüman ccTanrı uludur, Tanrı
uludur, bir Tanrı'dan başka Tanrı
yoktur, Muhammed'in tanrı elçisi
olduğuna tanıklık ederim, Esved
Tanrı'nın düşmanıdarn diye ezan
okudu. Kalenin etrafına toplanan
halk bu cüretli müslümanın ne bi­
çimde bir ceza göreceğini merakla
beklerken kalenin üstünden Esved' -
in kesik başı onlara doğru fırı'atıl­
dı.
Esved'in bu gerçek karşısında Hz. Muhammed Medine'de dünyanın dört bucağından gelenleri kabul
korkuya kapılan yandaşları San'a'yı ediyor ( XV lI l yy. Türk minyatürü ) .
terketmeğe koyuldular. Kaçarlar­
ken de karşı yandan olanların ço­ Medine hükümetinden bir başkan söylemişse de, bunlar daha çok ken­
cuklarıni rehine olarak birlikte gö­ atanıncaya kadar Peygamber'in di kişisel gücünü tanıtmak amacıy­
türdüler. Btr süre San'a ile Necran yakın arkadaşı Mu'az bin Cebel'i la söylenmiş sözler olup, tanrısal bir
şehirleri arasında dolaştıktan son­ başkan olarak tanıdılar. takım emirlere benzemekten uzak­
ra, karşılıklı olarak rehineler geri Ana kaynakların verdiği bilgilerle tır. Bununla birlikte Esved'in mu­
verildi. açıklamaya çalıştığımız Esved'in sevi, hıristiyan ve islam monoteiz­
Esved'in katlinden beş gün son­ hayatı, biri dinsel, biri siyasal iki minin tanınmış ve yerleşmiş bulun­
ra Hz. Peygamber'in hayata veda yönlüdür. Geçici bir süre için de ol­ duğu Yemen'de bir putun adına de­
ettiği, kaynaklarca açıklanmıştır. sa gösterdiği ipnotizmacılık mari­ ğil, görünmeyen yüksek bir tanrının
Hz. Muhammed peygamberce bir fetiyle çevresindeki pek çok kişiyi adına ortaya çıktığını iddia ettiği
sezişle onun öldürüldüğünü haber kendi peygamberliğine inandırmış bir gerçektir.
vermiştir (İbn Sa'd, Kitab ül-Taba­ olmasına karşın, onun bu yönü, çok Esved gerçek kişiliği ile yalnızca
kat il-Kebir, V.S. 389 ) . hareketli geçmiş bulunan siyasal seziş gücü çokça olan, kurnaz, ce­
hayatına oranla pek sönük kalmış­ sur ve iktidar tutkusuyla dolu, be­
tır. Esved yeni bir din kuramamış, cerikli bir siyaset adamıydı. Esved
her ne kadar yakın yandaşlarından Yemen'deki kimi kabileler arasında
yeni bir din mi ? bir kısmını kendi peygamberliğine
inandırmayı başarmışsa da, yeni ve
doğan Ridde'den yararlanabilmiş
ve gizliden gizliye hazırlanmaya
Yemen, Esved gibi bir müstebid­ kutsal bir kitap da bırakamamıştır. başlamıştı. Esasen Yemen din bakı­
den kurtulduktan sonra müslüman O, her ne kadar Rahman'ın adına mından olduğu gibi, orada oturan­
memurlar eski yerlerine, eski gö­ konuşmakta olduğunu ve bir melek lar bakımından da karışık bir böl­
revlerine dönmeye başladılar ve aracılığıyla vahiy aldığını sık sık geydi. Bu durum da Esved'in çabuk
1 15
sarhoş olmaya başlamıştır. Daha
önce belirtildiği üzere bu durum
onun hayatına malolmuştur.
Yukardan beri açıklananlar da
gösteriyor ki, Esved bir ulusal ayak­
lanmanın önderliğini üzerine almış­
tır. Eğer o, gerçek bir peygamber
olarak tanınsaydı, ölümünden son­
ra dinsel yapıtının sürüp gitmesi,
hiç olmazsa bunun kalıntılarının
'
daha sonraki devirlerde yaşayan
ravilere bir nebze olsun malzeme
teşkil etmesi gerekirdi.
Esved'in ölümü ile, peygamberliği
de derhal unutulmuş, fakat önder­
liğini üzerine almış olduğu ulusal
hareket, Arap Kays ile sürüp git­
miştir.

tuleyha bin
huveylid
Yalancı peygamberlerden ikincisi
Tuleyha'dır. Şahsiyet bakımından
öteki yalancı peygamberler kadar
güçlü olmamakla birlikte, bir aralık
Medine'yi tehdit edecek kadar ce­
saret göstermiş, daha sonra da Ha­
lid bin Velid'in ordularını ciddi lıi­
çimde uğraştırdığından tarihte ol­
dukça önemli bir yer kazanmıştır
Asıl adı <<Talha11 olan Tuleyha
Necid 'de oturan Esed kabilesinin
ileri gelenlerindendi. Müslümanlar
ona kızdıkları için «Tuleyha11 yani
uTalhacık11 adını verdiler.
İbn ül-Esir'e göre onun soyu şöy­
ledir : Tuleyha bin Huveylid bin
Nevfel bin Nadle bin ül-Eşetr bin
Hecvan bin Fak'as . . . Tuleyha'nın
hayatını tarihçe bilinen en eski
günlerinden alarak incelersek, onu,
Hicret'in beşinci yılında putperest
kureyşlilerle birlikte Medine'yi ku­
şatmış bir düşman, dokuzuncu yı­
!�nda, kabilesinden bir heyetle bir­
likte Medine'ye gelip İslamiyet'i ka­
Medine'ye varan Hz. Muhammed öleceğini açıklıyor f XVIII. yy.
bul etmiş bir mümin, Hicret'in
Türk minyatürü ) .
onuncu yılında mürtetlerin başına
başarı elde etmesine yardım etmiş­ bağlamıştı. Bir yandan da gün geç­ geçmiş, peygamberlik iddiasında bir
tir. Yani Esved'in birçok yandaş tikçe eski dinlerini bırakıp İslami­ komutan, Buzaha savaşından bir
bulmasının nedeni, halkın ona sırf yet'i kabul ederek, Medine hüküme­ süre sonra ise Kadisiye ve Nihavend
dinsel bir inançla bağlı olmasından tine bağlanan halkı, öteden beri ti­ savaşlarında islam ordusunun zafer
ileri gelmiyordu. Yemen'de uzun caretlerine vergi almak yoluyla en­ planlarını hazırlayan değerli bir
yıllardan beri egemen bir zümre ha­ gel teşkil eden Kureyş'in egemen­ müslüman askeri olarak görmek
linde yaşayan iranlıların çocukları, liğine uyruk kılmamak ve yemen­ mümkündür. Tuleyha'nın macera­
Ebnalar, artık Yemen araplarının lileri din bakımından da kendisine lı hayatının tarihi de bize gösteri­
tahammül edemedikleri ve ülkele­ bağlamak için peygamberlik iddia.­ yor ki, o bütün iddialarına rağmen
rinden uzaklaştırmak istedikleri bir sında bulunmuştur. Esved savaşçı gerçek bir peygamber değildi, sade­
sınıf haline gelmişti. İşte Esved, Eb­ bir peygamber sıfatıyla ortaya atıl­ ce bir kahindi. Bir iki kehanet sözü
na'nın Yemen'deki nüfuzunu tüm­ mış ve kısa zamanda büyük top­ ile Hz. Peygamber'in ölüm haberi,
den kırmış, onlara egemen olmuş ve rakları eline geçirmiş, ancak bun­ bunun sonucu olan Ridde, kimi ka­
ebnaların yönetimlerini de kendile­ dan ötürü o kadar çok gurura ka­ bile ileri gelenlerinin çıkarcı hare­
rinden olan Dazaveyh ve Firüz'a pılmıştır ki, arkadaşlarını küçümse­ ketleri, onun çevresine adam topla­
vermek suretiyle onları kendine meğe, halka zulmetmeğe ve çokça masına fırsat vermişti.
116
gatafan seferi
Tuleyha'nın adı tarihte ilk önce
Gatafan seferinde islamlar tarafın­
dan .yenilgiye uğratılmış bir Esedi
olarak geçer. Bundan bir yıl sonra,
Hendek savaşı sırasında, Esed ka­
bilesinin başında Tuleyha bin Hu­
veylid'i, Ebu Süfyan ve fez�reliler­
in başbuğu Uyeyne ile birlikte ye
niden islamlara karşı geçmiş görü
yoruz (İbn Sa'd, Kitab ül-Tabakat
II, 1 , S. 5 1 . ) . Bundan dört yıl sonra,
yani Hicret'in dokuzuncu yılında,
içinde Tuleyha'nın da bulunduğu
Esed kabilesinden bir heyet, Pey­
gamber'i ziyaret edip ona : «Ey Tan­
rı'nın Elçisi ! Biz sana, Tanrı'nın bir­
liğine ve senin Tanrı elçisi olduğu­
na tanıklık etmek üzere geldik. Bu
iş için sen bize haber yollamadın,
biz arkada. kalan kabilelerimizi bu­
rada temsil ediyoruz (İbn ül-Esir
Üsd ül-Gabe, III, s. 65; Zehebi, Tec­
rid, 1 . 299) ,, dedi. İbn ül-Esir'in Va­
kidi'den aldığı bu rivayet Tuleyha'­
nın dokuzuncu yılda kabilesi ile bir­
·
likte İslamiyet'i kabul ettiğini apa­
çık anlattığı halde, en küçük ayrın­
tıyı bile didik didik eden Caetani bu
önemli noktayı atlayıvermiştir. Ona
göre Tuleyha ve yandaşları hiçbir
vakit müslüman olmamışlardı ki
İslamiyet'in mürtetleri sayılsınlar.
Hz. Muhammed veda haccından
döndükten sonra, onun hastalandı­
ğı haberi hızla yayılınca, bundan
yararlanan Tuleyha kahinliğinin de
yardımıyla peygamber olduğunu id­
diaya koyuldu. Musevilerden bir­
çokları ona yardım ettiler. Tuleyha,
Sem i ra denilen yere gidip ordugah Kureyşli ve Medinelilerin A b d - ü t Mulla lib'e is.11a n cdı.�ıerı.
kurdu. Halkın aşağı tabakası ona
uydu. Az zamanda, Tuleyha'nın !erini ve tedbir almalarını emret­ hammcd ölmüştür. Tu lc�·ha ise sağ-­
mişti . Bu emir üzeri ne valiler cidd i d ır ve kavmi ona u �· m u ş t u rn dedi .
yandaşları çoğaldı. Tuleyha, yeğe­
ni Habbal 'ı · bir anlaşmaya varmak tedbirler aldılar ve Tuleyha'yı kor­ Bu durum kar�ısında esedler a ra­
üzere Hz. Muhammed'e gönderdi. kuttular. Müslümanlar Varidat de­ sındaki bütün müsl üman memur l a r
Habbal, Tuleyha'nın peygamberli­ nilen yerde, dinden dönenler de Sc­ kaçıp Medine'ye, H z . E b u be k i r ' i n
ğinden, ona «Zu'l-Nun» adında bir riı i ra ' da toplandılar. Sava� sırasın­ yanına geldiler ve olanları o n a a n ­
meleğin vahiy getirdiğinden söz et­ da Tuleyha'ya vurulan kılıç darbesi lattılar .
ti. Peygamber ona <<Bir de melek onu yaralamadı. Bu olay Tuleyha'­ On gün sonra Medine hükümeti­
mi buldu?» deyince, Habbal iftihar­ nın halk arasındaki itibarını arttır­ ne karşı ayaklanmı� olan k a b i l el e ­
la uBen Huveylid'in oğluyum» diye dı. «Ona kılıç işlemedi» sözü gittik­ rin delegeleri Medine'ye gelip m üs­
cevap verdi. Hz. �eygamber o za­ çe yayıldı. Tam bu sıralarda Hz. Iüman kalacaklarını ama zekal v er­
man ona «Allah seni kahretsin ve Peygamber'in ölüm haberi geldi. Bu mekten affedilmelerini teklif ettiler.
şehadet rütbesinden mahru m k ı l ­ sefer de halk Tuleyha'nın yanında Bu teklif pek -çok sanabi tara fın d a n
smıı dedi. toplanmaya başladı. Komşu kabile . hatta Hz. Ömer tarafından da ölurn­
şeflerinden kimisi, yardımcı kuv­ lu kaqılandı. Ama Ebubekir bu
vetlerinin başında, onun savunması­ uğurda gerekirse çarpı�acağını, « Bi r
na katıldılar. Bunlardan gatafan­ devenin yuların ı h i l e eksik verse­
«ona kılıç işlemedi» ların başkanı Uyeyne bin Hısn :
«Ben Cahiliye çağında Esedler'le
ler, onlarla savaşaca ğ" ı n ı» kesin bir
dille açıkladı.
Habbal memleketine döndükten aramızda varolan anlaşmayı yeni­ Sonuç alamadan geri dönen dele­
sonra Hz. Muhammed derhal Dırar · leyeceğim. Yemin ederim ki, müt­ geler, · müslümanlarm sayıca az ol­
bin ül-Ezver'i esedlerin ülkesinde­ tefikimiz olan iki kabilenin peygam ­ duğunu öne sürerek, savaşmayı sa­
ki valilerine göndere.rek, dinden dö­ berine uymayı Kureyşli peygambe­ lık verdiler. Gerçekten de o sırada,
nen herkese karşı harekete geçme- re uymaya yeğ tutarım. Hem Mu- müslümanlar ın ordusu Usame ko-
117
lü olduğumu bildiririm» diye cevap
verdi. Bunun üzerine Halid hücuma
geçti. - Tuleyha'ya yardıma gelmiş
olan Fezare kabilesi başkanı Uyey�
ne güç durumda kaldıkça Tuleyha'­
nın çadırına koşuyor ccAman, Ceb­
rail sana haber getirdi mi?n diye
soruyordu. Tuleyha vahiy bekler
durumda harmani.sine sarılmış. bek,.
lerken, Uyeyne üçüncü kez onun
yanına varıp Zu'l-Nfı.n yada Cebrail
diye adlandırdıkları meleğin bir
haber getirip g etirmediğini sordu.
Tuleyha C<Melek geldi ve senin de
onunki gibi bir d eğirmen taşın var,
senin de unutamayacağın sözlerin
var, diye söyledi» dedi. Uyeyne o
zaman Tuleyha'nın peygamberliğin­
den şüphelendi ve «Cebrail seni, en
muhtaç olduğun bir zamanda bl.rak­
tm diye karşılık verdi. O zaman Tu­
leyha ·C<şerefiniz için dövüştünüz,
yoksa ortada din falan yok» diye
bağırdı ( İbn ül-Esir, Üsd ül-Gabe,
III, s. 65; Mucem ül-Buldan, II, s.
1 6 0- 1 ; Zehebi, Tecrid, S. 299) .
'
Halid'in kuvvetlerinin üstünlüğü­
nü gören Fezareli Uyeyne, Tuleyha'­
Habeşistanlı bir vali olan Abrahah 570'de kdbeyi yıkmak istedi ama yı yarı yolda bırakarak 700 atlısı
başaramadı. ile birlikte çekilip gitti. Esad ve Ga­
tafan'lılar ise ccBize ne emrediyor­
mutasında Suriye'ye gitmişti. Kırk lid bin Velid'i de bir mektup ile Tu­ sun?» diye sorduklarında ccElinden
gün sonra dönecekti . Medine'nin leyha üzerine yolladı. Mektubun özü gelen benim gibi yapsın» diyerek
çevresindeki Sakifler'in dışında he­ dinden dönmüş olanları İslam'a ça­ atına atladı, eşi Nevvar ile birlikte
men bütün kabileler de dinden dön­ ğırmaktı. Halid, Zu'l-Kassa'dan or­ Şam'a doğru kaçmaya koyuldu ve
müşlerdi. Dinden dönenler ve Me­ dusunun başında hareket etti. Tu­ Kelb kabilesine sıgındı.
dine'ye karşı ayaklananlar kureyş­ leyha ile yandaşı, Gatafan kabile­ Tuleyha, Hz. Ömer zamanında
lilerle Ensar arasındaki tarihsel an­ sinin başkanı Uyeyne bin Hısn, Bu­ umre yapmak için Mekke'ye geldi­
laşmazlığı unutturup bunların bir­ zaha suyu başında bekliyorlardı. ğinde- Ömer ona C<Kahinliğinden ne
leşmelerine vesile olacaklarını ha­ Müslümanların eline düşen bir kaldı?» diye sorunca C<Onlar bir çift
tırlarına hiç getirmemişlerdi. Esedli askerden Tuleyha'nın neler ciğerden çıkan bir iki nefesten baş­
düşündüğü sorulduğunda, o Tuley­ ka bir şey değildi» diye cevap ver­
ha'ya şöyle bir ayet indiğini h�ber miş ve Müslüman olmuştur (Bela­
verdi : C<Güvercin ve her zaman zuri, arap., s. 1 0 1 ) . İslam orduları­
«güvercin ve oruçlu oruçlu olan kuş adına and içerim nın iranlılarla yaptığı Kadisiye, Ce­
l{uş· adına » ki, Tanrı, devletinizin Şam ve lrak'a
kadar uzanmasını sağlamıştır» (Ta­
lfüa gibi savaşlara katılmış ve Niha­
vend savaşının kesin zaferlerini sağ­
beri, tür. çev., III, S. 103) . Kabilele­ la.yan planları hazırlamıştır.
Ebubekir bir süre için elçiler yol­ ri böylesine ümit ve vaatlerle ken­
layıp, elçiler kabul ederek ayakla­ disine bağlayan Tuleyha, Buzaha
nanları oyaladı. Amacı Usame ko­ suyu yöresine sığınan Gamr halkına
mutasındaki müslüman ordusu dö­
nünceye kadar düşman kuvvetleri­
C<Sizlerin bir taş d eğirmen yapma­
nız bana emredildi: Tanrı onunla
tuleyhwnın
ni oyalamaktı. Tuleyha'nın yöresin­
deki kabilelerde artık pek az müs-­
istediği kimseleri vuracak ve yu­ doktrini ·
kardan aşağıya yuvarlanacak olan
lüman kalmıştı . Kelb ve Kuza'a'lar kimseler, onun üzerine fırlayacak­ Tuleyha'nın doktrini hakkında
dinden dönmüşlerdi ; Tayy, Esed lardır,» diyordu. Halid geldiği za­ elimizde pek az bilgi var. O, bir pey­
ve Gatafan kabileleri Tuleyha'nın man Tuleyha deriden bir çadırda as­ gamberden çok, bir kahin gibi orta­
yanında yer almışlardı. Tuleyha habı ile oturmaktaydı. Halid : <<Söy­ ya çıkmakta ve her kahin gibi kısa
yandaşlarını ikiye böldu; yeğeni leyin Tuleyha çıkıp bana ·gelsin» ve secili konuşmaktadır. Tuleyha'­
Habbal'i de bunlara komutan ata­ dedi. Tuleyha'nın adamları: C<O Tu­ da hiç bir dinsel sistem görülme­
yarak . Zu'l-Kassa denilen yere yol­ ·
leyha değil, Talha'dır» dediler. Tu­ meiktedir; ancak her çağda görülen
ladı. Ebubekir, adını bu yerden leyha çadırdan çıktı, Halid, onu ön­ parapsişik kuvvetlere sahip insan­
afan savaşı başarı ile sonuçlandır­ ce Allah'ın birliğine ve Hz Muham­ lardan biridir. Bir gün C<Birkaç fer­
dı ve . Suriye'den dönen kuvvetleri med'in onun resulü olduğuna inan­ sah öteye giderseniz su bulursunuz»
on bir birliğe bölerek, Arap yarıma- mağa çağırdı. Tuleyha da ona C<8en demesi ve gerçekten de o c_ivarda bir
_
dasının çeşitli yerlerindeki ayak­ bir Tanrı'dan başka Tanrı bulunma­ suyun bulu:pması gibi olaylar, çev­
lanmaları bastırmayı planladı. Ha- dığını, kendimin de Tanrı'nın resu- resindeki insanları, onun peygam-
1 18
ber olduğu inancına yöneltmiştır.
Tuleyha'nın ibadet hakkındaki
sözleri şöyledir: «Allah'ı ayakta zik­
rediniz, yüzünüzü topraklara sür­
menizle ve secde ederken aldığınız
biçimle Allahın ne ilgisi vat?» (Be'"
lazuri, Futuh ül-Buldan, Mısır 1932,
S. 106; Yakut, Mucem ül-Buldan, II,
S. 1 61 ) . Belki biraz da sağladığı bu
·kolaylıktan ötürü adam toplamıştı .
Onun ziyanı mubah kıldığını söyle­
yenler, muhakkak ki, tarafsız kala­
mayan müslümanlardır.
Görülüyor ki, Tuleyha gerçek bir
peygamber değildir, eğer gerçek bir
peygamber olsaydı her şeyden ön­
ce İslamiyeti yeniden kabullenmez
ve İslamiyet uğrunda hayatını teh­
likelere atmazdı.

secah
İslam tarihinde görülen ilk ya­
lancı peygamberlerden uçuncusu
olan Secah, ne Esved gibi önemli
toprakları ele geçirmeyi başarmiş
bir komutan, ne de ilerde görece­
ğimiz Museylime gibi Kureyş ege· G agalarında taşıdıkları büyük taşlarla Abrahah ordusuna saldıran
menliğini tanımamak davası uğrun­ kuş sürüsü.
da hayatını fedaya razı olmuş bir
idealisttir. Fakat gene de tarihe derecede cesaret sahibi olduğu da kendi şeflerince yönetilen kabilele­
malolmuş ilgi çeken bir kişidir; çün­ anlatılmaktadır. rin başında Mezopotamya'dan hare­
kü Secah, Arabistan gibi bir bölge­ Secah da diğer yalancı peygam­ ketle Arabistan'a girmiş ve .Ebube­
de, egemenlik yolunda ortaya atıl­ berler gibi, peygamberlik iddiaları­ kir'e karşı savaşmak için hazırlığa
mış bir kadındır ve onun hayatı Ye­ na başlamadan önce bir kahindi. başlamıştı. Önce Yerbu'ların baş­
mame'nin başkanı yalancı Müsey­ Mes'udi ( Muruç üz-Zeheb, IV, S. kanı Malik bin Nuveyre, sonra da
lime'nin hayatı ile pek sııkı bir şekil­ 1 99 ) onun Satıh, İbn Selma, El-Me'­ Malikler'den Vaki, Secah'ın öneri­
de ilgilidir. mun ül-Harisi ve Amr gibi bir ka­ lerini kabul ederek, onunla birlikte
Aslı Mezopotamya'lı olan Secah'ın hin olduğunu kabul ediyor. İslam'a bağlı kalan Ribab kabilesi
soyu kısaca : Secah bin-t-ül-Haris Beni Temim gibi çok geniş bir üzerine yürüdüler. Ama Vaki ve
bin Süveyd bin Ukfan biçiminde kabileye mensup bulunan Secah'ın başkaları savaşta yenildiler ve tu­
gösterilir. Secah sadece peygamber­ son derece güzel ve secili sözler söy­ tuklandılar. Secah düşmanları ile
lik iddiasında bulunmakla kalma­ lemesi ve kahine olması, kabilesi yaptığı barış sonunda, adamlarını
mış, mensup olduğu büyük kabile­ içinde ona en üstün durumu sağ­ güçlükle kurtardı. Ama Nebac de­
nin önemli erkeklerini, davasına lamaya yardım etmişti. Hz. Mu­ nilen yerde Beni Amr'lar ile de
inandırarak, önce Ribab'lar ve Me­ hammed'in ölüm haberi büyük Te­ savaştı; burada da değerli adam­
dine üzerine sefer açmak istemiş, mim kabilesi içinde de bazı reka­ ları esir dü?tü. Onları kurtar­
Ribab'lar onu yenilgiye uğratınca, betlerin ve Ridde'nin doğmasına se­ mak ıçın de birçok toprakları
Yemame üzerine yürümüştür. Ara­ bep olunca, Secah bundan yarar­ bırakmak zorunda kaldı. Secah
bistan gibi bir bölgede bir kadının lanmak amacıyla Hz. Muhammed'i müslümanların cephesinde başarı
bu derece kuvvet ve nüfuz elde et­ taklit ederek kendi peygamberliğini sağlayamayınca, o zamanlar Arap
mesi, giderek peygamber olduğunu iddiaya başladı. Çok eski çağlardan yarı:r.rıadasının tahıl ambarı duru­
iddia ederek birtakım insanları, iç­ beri Temim kabilesi birçok kollara munda olan Yemame'ye yürümeyi,
tenlikli bir inançla olmasa bile ar­ ayrılmış bir halde Yemane ile Fırat­ böylece oradan elde etmesi muhte­
kasından sürüklemesi şaşkınlıkla Dicle arasındaki meralara yayılmış­ mel gelirlerle askerlerini ve yandaş
karşılanacak bir olay gibi görün­ tı. Bu kabilenin bazı kolları hıristi­ kabile mensupl,arını memnun edip
mekteyse de, tarih bize bunun da­ yanlığı kabul etmiş olduğu halde, peygamberlik görüntüsü altında li­
ha önceki dönemlerde mevcut ör­ büyük bir bölümü putperest kalma­ derliğini sürdürmeyi düşündü.
neklerini vermektedir. Kuzey Ara­ yı yeğ görmüşlerdi.
bistan'da Zebibi'lerin ve Şemsi'lerin Annesi yanından Taglib kabile­ •• •

melikelerinin bulunduğunu Horsa­


bad paralarından öğrendiğimiz gi­
sine bağlı olan Secah, Taglib'lerin
bölgesinde de peygamberlik iddia­
yemame uzerıne
•• •• ••

bi, Tedmür'de'ki Arap melikesi Ze- sında bulunmuş, :N"emir kabilesinin yuruyuş
11obiya ( = Zeyneb) da konumuz için en önde gelenlerinden ve hıristiyan
güzel bir örnek teşkil etmektedir. olan Huzeyl'i kendine inandırma­ Secili konuşan Secah bu amaçla;
Hatta bu sonuncusunun Roma İm­ yı başarmıştı .. (İbn Haldun, İber, <<Haydi Yemame üzerine yürüyelim,
paratoru Auirilianus ile savaşacak Tekmile, II, S. 72) . Secah her biri güvercinler gibi oraya k oşalım, ora-
1 19
bir dedikodu yazarı giıbi davranmış,
ciddiyetle bağdaşmayacak biçimde
s öylentiyi anonim bırakmıştır. Ri­
vayet Agani'de, Kita;b ül-Maarif'de,
Gurer ül-Hasais'de ve Ebu'l Fida'da
tekrarlanmıştır ama bunun doğru.
olamayacağı inancındayız.
Secah'ın bµyük ümitlerle atıldığı
bu maceranın daha ilk denemeler­
de umulan sonuçları vermediği gö­
rülünce, yandaşları birer birer ken­
disini yüzüstü bıraktılar.
Muaviye, Irak halkı kendisine bi­
at ettikten sonra, birçok aileleri ol­
duğu gibi Secah ve adamlarını da
bulundukları yerlerden başka yöne,
Kufe'ye nakletmiştir. İşte bu sırada
Secah'ın müslümanlığı kabul ettiği­
ni, hem de iyi bir müslüman oldu­
ğunu bütün · tarihler oy birliği ile
yazmaktadır. Ancak bazı kaynaklar
onun Kllfe'de değil Basra'da müs­
lüman olup gene orada müslüman
c
olarak öldüğünü açıklar. XI. yılın
ortalarında meydana çıktığı kesin
olarak belli olmakla birlikte ölüm
tarUıi belli değildir. Ancak Hicri 4 1 '
den önce ölmemiş olduğu anlaşıl­
maktadır.
Secah'ın kendisine uymuş olan­
lara oruç, namaz, zekat veya sada­
kayı emretmiş olduğu, ancak domuz
eti yemeği de mubah kıldığı iddia
olunmaktadır. Onun hıristiyanlığı
pek iyi bildiği ve büyük çoğunluğu
Hz. Muhammed'e ihanet ettikleri için Mekke'den kovulan Yahudiler. müslümanlıktan dönmüş olan te­
mimlere dayandığı gözönünde tu­
da Müseylime bin Sumame'yi bula­ cah aman verdi : Müseylime onun tulursa, peygamberlik iddialarını
lım, eğer o peygamber ise, işaretleri yanına geldi ve ccYeryüzünün yarı­ bu iki dinden aldığı esinlerle bes­
vardır, yalancı ise kavmine pişman­ sı bize aittir; adalet ile iş görselerdi, lenmiş olduğu tahmin edilebilir.
lık vardır. Bu kesin bir savaş ola­ kalan yarısı Kureyş'in olacaktı ; Onun vahiy adı altında bahsedilen
caktır» diyerek ordusunu kırk bin Tanrı, Kureyş'in reddettiği bu yarı­ sözleri yandaşlarını savaşa katılma­
kişilik bir güce sahip olan Beni Ha­ yı sana bağışladm dedi. Müseylime ya yöneltmek ve çıkarlar elde et­
nife'lerin üzerine yöneltti. Bu sa­ kendisine inmiş ayet olduğunu bil­ mek için verilmiş k omutanca emir­
vaşa katılanlar arasında pek önemli dirdiği secili bir konuşma yaptı, bu­ lerden ibarettir. Secah da, Esved
kişiler vardı. Bu sıralarda kendisi­ nunla Temimler'e dostluk öneriyor ve Tuleyha gibi gerçek bir peygam­
nin bir peygamber olduğunu savu­ ve Yemame'nin bir yıllık ürününün ber değildi. Hz. Muhammed'in ölü­
nan Hanifeliler'in başkanı Müseyli­ yarısını Secah'a vertceğini bildiri­ münden sonra Temim kabileleri
me ansızın çıkagelen bu düşman yordu. Secah ise gelecek yılın ürün­ arasında çıkan karışıklıklardan
karşısında şaşırıp. kaldı. Çünkü He­ lerinin yarısını da almak için dire­ faydalanmak istemişti. Şairdi, ka­
cer'i ellerine geçirmelerinden kork­ tince, Müseylime buna da razı oldu hindi, hükmetme niteliklerine sa­
tuğu Şurahbil bin Hasene ile Su­ ve bu koşullarla bir anlaŞma yaptı. hipti, haristi. O, kuvvetli bir rüzgar
mame bin Usad adlı müslüman ko­ Secah kendi adamlarından oraya gibi kuzey-doğudan Arap yarıma­
mutanlar pek uzakta değillerdi. Bu Huzeyl, Ukka ve Ziyad'ı vekil bıra­ dasının Hicaz bölgesine doğru es­
yüzden Secah ile dostluk kurmak karak Mezopotamya'ya döndü. O ça­ miş, fakat Ribab ve Amr'ların sert
yolunu seçti (Kitab ül-Agani, VIII, ğın şairlerinden biri bu nedenle : direnmesine çarparak, gücünü yi­
S. 165) ve Secah'a şöyle bir haber <eBizim peygamberimiz kadın olup tirmiş, Yemame, Hacer ve Hadikat
yolladı: ccUlu Tanrı sana ve bana biz onun etrafında tavaf ediyoruz, ül-:-Rahman surlarına ulaştığı za­
vahiy yolladı, biz birleşelim ve Tan­ başka kimselerin peygamberleri �se, man dinsel ve siyasal kuvvet ve ki­
rı'nm bize gönderdiğini inceleye­ erkektir» diye mısralar diziyordu. şiliğini büsbütün yitirmişti.
lim; hakkı bilen ötekine uyruk ol­ Secah'ın Yemame'de Müs.eylime Secah da, Tuleyha gibi sonradan
sun. Böylece toplanıp benim ve se­ ile nikahlandığı ve bu evlenmenin müslüman olmuştur. İslam dininin
nin kavminle Araplar'ı yönetimimi­ ancak üç gün sürdüğü yolunda bir ve halifelerinin · geniş hoş görüsü
ze alırız�>. Birçok kaynaklar Müsey­ söylenti ·vardır ki, bu Taberi gibi Secah'ın da hayatım korumuştur.
lime'nin' adam göndererek Secah'­ ciddi · bir tarihçi tarafından çok Böylece din uğrunda ölenierle ilgi­
tan aman dilediğini, aman verdiği müstehcen sahnelerine kadar anla­ li olarak halk arasında akıl almaz
takdirde: yanına geleceğini bildirdi­ Ülır ama her söylentinin kökenine bazı inançların doğması önlenmiş­
ğini yazt:naktadır. Gerçekten de Se- titizlikle giden Taberi bu konuda tir.
1 20
müseylime
Bir gün Hz. Muhammed minbere
çıkarak, halka şöyle hitap etmişti :
ccEy nas ! Ben kadir gecesi bir rüya
görmüş ve sonra onu unutmuştum.
Rüyamda kollarımda iki altın bile­
zik gördüm, bu ikisinden nefret et­
tim; onlara üfürdüm, onlar da uçup
kayboldular. Ben, bu iki bileziği Ye­
inen'de ve Yemame'de çıkan bu iki
yalancı ile yorumladım» (İbn Hi­
şam, IV, S. 246) . İşte Hz. Muham­
med'in rüyasını yorumlarken bah­
settiği Yemame'de çıkan yalancı,
oraya hükmeden ve peygamberlik
iddiasında bulunan Müseylime'dir.
Büyük Bekir bin Vail kabilesinin
bir kolu olan hanifeliler toprakları­
nın verimliliği bakımından Arap
yarımadasının diğer bölgeleri için,
özellikle tahıla muhtaç bulunan hi­
cazlılar için en önemli kabileydi.
Hicret'in VI. ve VII. yıllarında Ha­
nife kabilesinin başkanının, İbn
Sa'd, İbn Hişam ve Taberi'nin bize
bildirdiklerinden, Hevze bin Ali ol­
duğu anlaşılmaıktadır.
Hevze bin Ali İran yoluyla gelen
hıristiyanlığı kabul etmiş görünü­
yorsa da Hanife kabilesinin bu yol­
da onu ne dereceye kadar izlemiş
olduğu pek açık değildir. Öteki Arap
kabileleri gibi, İslamiyet çıkıncaya
kadar putperest olarak yaşayan bu
kabilenin pek az bir kısmının Hevze
ile birlikte h:ıristiyanlığı kabul et­
miş olması muhtemelse de Hicret'in
yedinci yılından sonra Hz. Mu­
hammed'in hanifelileri İslamiyet'e
daveti üzerine, yüksek tabakadan
birçokları gibi, aşağı sınıf halktan
da birçoklarının müslüman olduğu­
nu en eski ve yansız kaynaklardan
anlamaktayız. Kısmen putperest,
kısmen hıristiyan olan Beni Hanife,
Hz. Muhı;ımmed'e boyun eğmişti.
Ancak İslamiyet'i kabul etmeyen
bir kısım halk sonradan peygam­
berliğini iddia eden Müseylime'nin
çevresinde toplanmaktan da geri
kalmadı.

Hz. Muh.ammea Kabe'de dua ediyor. Peygamber, canayakın, duygulu.


yemame hakimi samimi, alçakgönüllü bir insandı.

Yemame hakimi olup 8. yılda öl­ İbn Kuteybe'ye göre (Kitab ül­ Hz. Muhammed'den sonra kendisi­
müş olan Hevze'nin yerine nasıl Ma'rif, S. 206-7) Müseylime'nin ba­ ne geçmesini istemek üzere düzen­
olup da Müseylime'nin geçtiğini bası Beni Hanife'den Habib, dedesi lemiş ve şöyle demişti : <CEğer Mu­
kaynaklardan öğrenmek olanaksız­ Lecceym, künyesi Ebu Sumame'­ hammed kendinden sonra beni ha­
dır. Ancak Müseylime'nin kişiliği dir. lef olarak atarsa kendisine uyruk
araştırıldığı zaman, onun birçok me­ Buhari, Vakıdi ve İbn Abbas, Mü­ olurum.n. Hz. Muhammed ise o za­
ziyetlerle birlikte, kabilesinin en seylime'nin Hz. Muhammed'i bir he­ man elinde bulunan hurma dalını
ileri gelen bir kişisi olduğu görülür, yetle birlikte ziyaret etmiş olduğu­ göstererek şöyle cev�p vermişti :
böylece de onun Hevze'nin yerini nu öne sürmektedirler. Müseylime <cElimde bulunan şu dal parçasını
almakta güçlük çekmediği kolayca bu ziyareti, Arap yarımadasının istesen, onu bile sana vermem. Sen
tahmin edilebilir. merkezileşmekte olan yönetiminin de Allah'ın hakkındaki hüküm ve
1 21
miktar kuvvetle Yemame'ye yolladı
ise de bunun da etkisi olmadı. Ar­
kasından Şurahbil bin Hasene'yi
gönderdi. Fakat bunların her ikisi
de Yemameliler'ce öldürüldü. Bu­
nun üzerine Halid bin Velid bir İs­
lam ordusunun başında Yemfı.me'­
ye gönderildi. ıtz. Ebubekir, Yema­
me'de Akraba denilen yerde oluşan
savaşa pek önem vermişti ; çünkü
bu, belki de Arap yarımadasının
uzun yıllar tanığı olmadığı çapta
büyük ve önemli bir savaştı. Müs­
lümanlar bu savaşta yenilseydiler,
İslamiyet için pek büyük bir tehli­
ke doğacak, belki de Arap yarıma­
dasının bir köşesine sıkışıp kala­
caktı. Halid'in savaş tekniği saye­
sinde Akraba savaşını veren Mü­
seylirne'nin adamları, Hadikat ül­
Rahman denilen bahçeye çekilmek
zorunda kaldılar. Ancak Müslüman­
lar oraya da girmeyi başardı ve Mü­
seylime Vahşi adında bir zenci köle
tarafından öldürülünceye kadar her
iki taraftan binlerce insan bu bah­
çede hayata gözlerini kapadı. Böy­
lece İslamlıık için bir ölüm kalım
savaşı demek olan Akraba savaşı
XII. Hicri yılda Müslümanlarca ka­
zanılmış oldu.

kur'an dilini
taklid
Hevze bin Ali'den sonra siyası.:ıl
i.ktidarı eline geçirmiş olan Müsey­
ıimet ül-Kezzılib elde ettiği siyasal
nüfuz ve kudreti Hz. Muhammed'i
örnek tutarak dinsel bir otoriteyle
de güçlendirmeye yeltenmiş ve �yet
adı altında birtakım secili sözleri
yan yana dizmeğe başlamıştı. Bun­
Bir savaş sırasında Hz. Muhammed'e vahiy geliyor
ların kendisine vahyedilen Kur'an
miluzunu tecavüz edenıezsin, eğer m gerçekleştirmek hususundaki olduğunu da ilan etmişti. Birtakım
sen bana ve hakka karşı koyarsan cesaretini büsbütün ar.ttırmıştı. Ki­ dinsel kural ve düsturlar koyup
Allah seni muhakkak helak eder; mi kabile şefleri, askeri güçlerine Kur'an dilini taklid eden Müsey­
ve ben muhakkak sanırım ki, sen ve ittifaklara güvenerek, kimisi de lime, Müslüman namaz sistemine
onda .gördüğüm eşkale göre bana kAhinlik güçlerini p·eygamberUk id­ benzer bir ibadet sistemi kurmuş,
göstr1;ilen kişbıimı (Buhari, Tecrid�t d1thtrına araç lUUtra.k ve kabile asa­ giderek Kabe gibi bir de harem (ya­
Sarin, X, S. 4 1 0 da İbn Abbas bu son biyetine dayanarak dinden döndü­ sak bölge) ihdas etmişti (Taberi
c ümlenin anlamuıı tl:jU Hureyre'­ ler. Topladıkları vergileri yeniden a.g.e. türk. çev., III, S. 177 ) . Buna
den sorar ve ondan bununla Pey­ halka dağıtarak çevrelerine kolay­ karşı koyanları da sorumlu tutmuş­
gamber'in yukarıya aldığımız rüya­ ca adam toplamayı başardılar. İşte tu. Halbuki ravilere göre Yemame
sını ima etmek istediği cevabını bu sırada Hanifeliler de kırk bin ki­ haremi, Hicaz'ın harem'ine benze­
alır) . şilik bir ordu ile Yemame'de Müsey­ yememiştir. Harem içinde kalan ba­
Kısa boylu, çok sarı benizli, basık lime'nin çevresinde toplandılar. Hz. zı obalar bolluk yılları-'1da Yema­
ve kalkık burunlu olan Müseyliıme'­ Ebubekir, Habib bin Abdullah el­ me'nin meyvelerini yağma edip ha­
nin sihirbazlık ile meşgul bulundu­ Ensari'yi Beni Hanife'deki irtidada rem'i depo haline getirmişler, . ko­
ğu, yumurtayı şişeye sokan ilk. engel olmak için Yemame'ye elçi ğuşturulduklarını anlayınca da ka­
adam olduğu iddia edilmektedir. olarak yolladı. Bu kişi Beni Hanife çıp harem'e sığınmışlardı. Bu du­
Hz. Muhammed'in XI. Hicret yı­ ilerigelenlerini:n önlerinde Kur'an'ı rum sürüp gidince halk; Müseyli­
lının Rebiülevvel ayında hayata ve­ okudu ve ateşli hitaplarda bulundu. me'den buna. engel olmasını isteme
da etmesi ve bu arada Arap yarıma­ Ancak Müseylime onu öldürttü.. ğe mecbur kalmıştı. Müseylime bu
dasında çıkan ayaklanma ve irti­ Bundan sonra Ebubekir, Sumame'­ nun için gökten gelecek emri bek·
dad olayları Müseylime'nin n avı:ı.sı- ye yardımcı olsun diye İkrime'yi bir leyeceğim diyerek, onlara güya vah·
1 22
Adem ile Havva Cennet'te ( XVIII. yüzyıl minyatürü) . Cennetten kovulduktan
sonra Adem Havva'yı Arabistan'daki Arafat vadisinde bulmuştur.

yolan bazı sözler söylemişti. tir. O, sizin hardal tanesi kadar da yiyenl!'!r şerefine and içerek temin
Müseylime Secah ile karşılaştığı olsa işlerinizi ve gönlü.nüzden ge­ ederim ki, siz hayvan besleyerek
zaman, ona şöyle demiş ti : u . . . salih çeni bilir; insanların çoğu bu yüz­ çadırda yaşayanlardan daha mezi­
insanlar gecelerini uyumadan, iba­ den ziyana uğrar ve lanete katlanır­ yetlisiniz. Binalarda yaşayanlar da
detle geçirirler, gündüzleri de gök­ lar>> (Taberi, a.g.e., tür. çev. III, S. size üstün gelmediler. Ektiğiniz yer­
teki-bulutların ve yağmurların kuv­ 143 ) . leri koruyunuz ; yoksul olanları yur­
vetli tanrısı için oruç tutarlar». Ge- Kendisine Rahman adını vermiş dunuza kondunınuz, azgınları yur­
ne onun Beni Hanife için söylediği olan Müseylime'nin cinsel bakım­ dunuzdan uzaklaştırınıt.» Örnekle­
şu sözler dinsel ilkeleri hakkında bi­ dan çekimser olmayı teşvik ettiği­ rini verdiğimiz Müseylime'nin söz­
ze bilgi vermeğe yardım etmekte­ ni de yandaşlarına verdiği bazı de ayetleri, onun iktidar mücadele­
dir : «Ben yüzlerinin güzelliğini, ten emirlerden anlamaktayız. Müseyli­ sinde rakibi bulunan Sumame bin
ve vücutlarının saflaştığını ve eli� me çiftçilikle uğraşan kavmine, Usal'in arkadaşı Usal ili-Hanefi ta­
rinin tertemiz olduğunu .gördüğüm­ onun anlayacağı kavramlarla hitap rafından anlatılmıştır. Buraya ka­
de onlara şu emri verdim: Siz ka­ etmiştir: ıcRenkleri kara olduğu dar yazdıklarımızdan anlaşılacağı
dınlara yaklaşmayacak ve şarap iç­ halde sütleri beyaz olan koyunlar üzere Müseylime riyazet sahibi, oru­
meyeceksiniz; siz hayırlı ve salih bir üzerine and içerim ki, . . . » veya «To­ ca değer veren, şarap içmeyi engel­
topluhıksunuz, bir gün oruçlu, bir hum ekerek ekin yetiştirenler, ekin­ leyen kurallar koymuş bir fosandı.
gün zahmetli ve yorucu işlerle meş­ leri biçenler, buğdayları savuranlar, Gene onun tek ve görünmeyen bil
gul olacaksınız. Tanrı'yı her eksik­ sonra· öğütenler, onlardan ekmek tanrı adına konuştuğunu, cennet,
ten tenzih ederim ki, o, dirilme za­ yapanlar, bu ekmekleri uftik ufak sevap, tekrar diriltne, hardal tane­
manı geldiğinde, acayip bir biçimde doğrayarak et suyunda ıslatanlar si ve hayat gibi dinsel anlamda yük­
diriltir. Sizi göğün katına yüksel- ve bunun üzerine tereyağı dökerek seltilmiş deyimler kullandığını da
1 23
Ö mer Camii'nin (Kudüs) dış gorünüşü .

goruyoruz. Üsal'in Seyid bin Ömer mız sözlerinden riyazet sahibi oldu­ men hemen aynını, belki biraz da
yoluyla bize ulaşan bu rivayetleri­ ğu açık olarak anlaşılmaktadır. Yemame'nin yabancı bulunmadığı
nin tam tersine, İbn İshak ( İbn Hi­ Müseylime'nin birkaç müezzin kul­ hıristiyanlıktan aldığı esinle zen­
şam, IV., S. 222) ., Müseylime'nin landığı görülmektedir. Er-Reccal'in ginleştirerek, kendi kurmak istedi­
içki ve zinayı helal kılmış olduğunu, de bunlardan birisi olup Müseyli­ ği dinin içine almıştır. Günde - üç
namazı ·kaldırdığını ve Beni Hani­ me'nin peygamberliğine tanıklık et­ kez namaz kılmak, oruç tutmak,
fe'nin bu yolda ona uymuş bulundu­ tiğini kaynaklarda görmekteyiz. şarap içmemek gibi kurallar bunu
ğunu söylemektedirler. Ancak İbn Ayrıca Abdullah bin Nevvaha ve göstermektedir. Ayrıca müezzinler
fshak'ın bu rivayeti, elimizde bulu­ Hüceyr bin Umeyr de onun müez­ aracılığıyla namaza davet usulü de
nan başka kaynakların verdikleri zinlerindendirler. herhalde islamiyetten örnek alına­
oldukça · geniş bilgilerle büyük bir rak kabul edilmiş bir sistemdir.
çelişki teşkil ettiğinden hemen hiç Müseylime, kabilesi olan Beni
bir değer taşımamaktadır. İbn Hu­
beyş'in Zühri'den naklettiği, · Bela­
kureyş tehdidi Hanife'nin bağımsızlığını Kureyş
tehdidinden uzak bulundurmak ve
zuri, Taperi ve İbn Haldun'un da Oryantalistler özellikle Wellhau­ kendi kişisel nüfuz ve iktidarını
teyid ettikleri bir husus var ki, o da sen, Müseylime'nin Hz. Muham­ sürdürebilmek ıçm hanifelilerin
Müseylime'nin müezzinler kullan­ med'i örnek tutmadığını ileriye sür­ kabile asabiyetinden ve kendi ka­
mış olm�sıdır. Müseylime müezzin­ mektedir. Wellhausen'e göre Mü­ hinlik kudretinden yararlanarak
leri aracılığıyla yandaşlarını na,pla­ seylime, Secah ve diğer peygamber­ Hz. Muhammed'i taklit etmiştir.
za çağırpığına göre, namazı kal­ lik iddia edenlerin tarih sahnesine Gerçi savaşarak ölmüştür, ancak
dırmış olamaz. Şu halde zina ve çıkmalarındaki neden, Mekke ve çarmıha gerilmiş olan Hz. İsa'nın
şarabı mubah kılmış olması da ola­ Medine'de İslamiyet'i meydana ge­ dini gibi, kurmuş olduğu din yaşa­
naksız görünmektedir. Esasen onun tiren nedenle aynıdır. Oysa, MÜsey­ mamıştır, tersine silinip gitmiştir.
vahiy adı altında yukarıya aldığı- lime İslam dinindek.i ilkelerin he- Hz. Muhamıned'in ölümünden
1 24
sonra Muhacirün ile Ensar arasın­
da çıkması beklenen, mücadele, Rid­
de hareketi ve bu harekete yer yer
önderlik: etmiş olan yalancı peygam­
berlerin faaliyetleriyle önlenmiştir.
Medine çevresinde kendilerini nasıl
bir tehlikenin beklediğini duyan ve
gören bu i'ki grup, islamiyeti ve ken­
di çıkarlarını korumak için Halife
Ebubekir'in çevresinde toplanmak
ve birleşmek zorunluluğunu duy­
muşlardır. Gene yalancı peygamber­
lerin önayak oldukları Ridde hare­
keti Arapları, ya o zamana kadar
bağlı bulundukları kabileleriyle bir­
likte hareket etmeğe, yada islami­
yette sebat edip bizzat kendi kabi­
lelerine karşı hareket etmeğe yö­
neltmiştir. Böylece islamiyet ve
Ridde yollarından birini seçmek
durumunda kalanlar, kabileleriyle
kendi aralarındak i bağları kopar­
mışlardır. Birinci yoldan gidenler
çok kez, kendi kabilelerine, giderek
yakm akrabalarına karşı hareket
etmekten çekinmemişlerdi. Böylece
örneğin bir Yerbu'lu müslüman ,
Halid'in emri altında, kendi kabile­
si ile savaşmış ve bir Esed'li de Be­
ni Esed'in yenilgisini mısralarla
söylemiş ve kutsamıştır. Bir yandan
kabile bağları gevşerken, bir yandan
da Kur'ah'ın telkin ettiği Allah kor­
kusu, zafer kazanmaya başlamıştır.
Bir müslüman yeğen ile m'iir tet
amcasının boğuşması sırasında,
amcanın C<Beni öldürmek mi isti­
yorsun? Ben senin amcanım.» sö­
züne, yeğen «Evet sen benim am­
camsın ama, Allah da efendimdir,»
karşılığını vermiştir.
Böylece Muhacir:Un ile Ensar ara­
sında muhakkak gibi görünen çatış­
mayı önleyen Ridde ve yalancı pey­
gamberler, Arap kabilelerinin içle­
rindeki kabile ve aile bağlarının çö­
zülmesine ve bunun yerini bir dere­
ceye kadar Müslüman Araplık his­
sinin almasına sebep olmuşlardır.
Böylece İslamiyet'in ilk çağında
ortaya çıkan ilk dört yalancı pey­
gamberi gözden geçirmiş bulunuyo­
r�z (Fazla bilgi için bk. Bahriye
Üçok, İslam'dan dönenler ve Yalan­
cı peygamberler, Ankara, 1967) . Melek Cebrail, Medine Camiinde Peygambere ilha.m verirken ( X-JIHI.
yüzyıl minyatürü).

iktidara getiren Horasanlı Ebu Müs­ bozguna uğrattı. 780'de kendisine


diğer bazı yalancı lim'in katibi ve müridi Haşim, 778' inananlar ve eşleri birlikte olduğu

peygamberler de Ebu Müslim'in uluhiyetinin ken­


disinde tecessüm ettiğini iddia et­
halde, sarayında alevler içinde ha­
yatı sona erdi. Doktrini, ruhların te­
ti ; yüzünü altın ipliklerden örtülü nasüh Ü ve uluhiyetin insanda te­
Bu çağdan önce olduğu gibi, bu bir i)rtü ile örttüğü için ona el-Mu­ cessümüydü.
çağdan sonra da zamanımıza ka­ kanna ( = Peçeli) adı verilmişti. Ma­ Osmanlılar çağında 1666'da, IV.
dar bütün dünyada birçok yalancı
· veraünnehir'de Keş şehrinde otur­ Mehmed zamanında, İzmirli bir ya­
peygamberler ortaya çıkmıştır. Bir­ maktaydı. Çıkan bir ayaklanmadan hudi olan Sabaıtay Sevi de Mesih ol­
·
kaç örnek verelim: Emevi impara� yararlanıp bütün eyaleti eline geçir­ duğunu iddia ile ortaya çıkmıştı,
torluğunu yıkıp Abbasoğulları'nı di; 780 yılına kadar birçok orduları ancak sıkıştırılınca islamiyet'i ka-
1 25
bir görüntü altında Kürt devleti
kurmak amacını gerçekleştirmeğe
yönelmişti. Said-i Nursi her ne ka­
dar bir mürşid edası takınmış ise
de yayınladığı bütün yazıJ:ırındı:ı.
kendisini bir peygamber, kitapları­
nı da Kur'an-ı Kerim ile eş değerde
birer mucize gibi göstermekte ve
yukarda açıkladığımız yah.ncı pe.y­
gamberlf-rin bütün özelliklerini ken­
disinde toplamaktadır. Hele, Kureyş
egemenliğine karşı kendi kavminirı
bağımsızlığını gerçekleştirmek için
peygamberlik iddiasında bulunan
Müseylime'ye çok yakın düşmekte­
dir.
Büyük sayıda bilinçsizlerin yada
çıkarcıların ona bağlanması ile,
Türkiye'de son zamanlarda açığa.
çıkan bu gizli, siyasal ve dinsel bö­
lünme çabası hala daha durdurula­
mamıştır. işte onun yazılarından
peygamberlik iddiasında bulundu­
ğunu belirten birkaç örnek : «Risa­
le-i Nur Kur'an'ın bir aynasıdır ; bir
mucize durumundadır» (Sönnıe:ı.
risalesi, S. 29. ) ; ((Risale-i Nur Mu.
sa'nın asası gibi nereye vurmuş ise
su çıkmıştır» ( Mesnevi-i Nuriye S.
6) ; ((Kur'an-ı Kerim'in ruh!l Risa­
le-i Nur'un cesedine girmiştir>> .
( Mesnevi-i Nuriye, S. 6 ) ; ccİkinci
dünya savaşına katılmamızı önle­
yen de Risale-i Nur olmuştur)) (Sik­
ke-i Tasdik-i Gaybi, S. 76) ; ccRisale-i
Nur Kur'an semasıııdan ve ayetle­
rin yıldızlarından inmiştir» (Sik­
ke-i Tasdik-i Gaybi , '3. 40) ; ccRisale-i
le-i Nur'u Kur'an-ı Kerim'de cenabı
Allah imzaladığı gibi başta Hz: Mu­
hammed olmak üzere, Hl.. Al \, Ab­
dülkadir Geylani, Muhiyüddin Ara­
bi ve öteki ulu kişiler de imzalamış­
lardır» ; ccRisale-i Nur günahlara ke­
farettir» (Sikke-i Tasdik-i Gaybi,
numarasız sayfalardan ikincisi) ;
ccRisale-i Nur her hangi bir sünne­
tin terkedilmesinden doğacak gü­
nahı bağışlattırırıı (Tiryak, S. 54 ) ;
ccRisale-i Nur'u sadece kuşlar değil,
gökte ve uzayda bulunan her şey
de alkışlıyor; bu kitabın kerameti
yalnızca, insanlarda, hayvanlarda,
Hz. Muhammed mucize yaratarak dev bir yılanı yola getiriyor (XVIII. uçan kuşlarda, cansız cisimlerde bi­
yy. minyatürü). le kendini gösteriyor. Bu keramet
karşı koyuyorsa yağmur yağmıyor.
bul edip hayatını kurıt ardı. On yıl İsa'nın imanını yeniden canlandır­ Aylarca kuraklık oluyor. Gerekli
boyunca birçok Musevinin ihtidası­ makla görevli bulunduğunu ve son oluyorsa yağmur yağıyor ve şimşek
na yol açtı. peygamber olduğunu iddia etmiş. meleği Risale-i Nur'u alkışlıyor ; ona
Zagreb'li bir Hırvat olan İbrahim, ti. 1 746'da idamına fetva çıkmıştır. saygısızlık gösterildiği zaman yeryü­
Kıbrıs'tan Sadrazama mektuplar Son olara}k yüzyılımızın başların­ zü itiraz ediyor, bu yüzden deprem
yazıyor, imzasını da «Dalına mu­ da ortaya çıkıp Ataıtürk döneminde oluyor. Kainat Risale-i Nur'un ser­
zaffer . olan Allah'ın Peygamberi,, sindikten sonra, gunumtızun en best bırakılmasına sevinirken, onun
diye atıyordu. Türkçe ve latince ola­ yaygın dinsel akımJ Nurculuk'un mahkum edilmesi, toplattırılması
rak yazdığı mektuplarda sadraza­ kurucusu olan, asıl adı ile Said-i karşısında, hiddet ve şiddetini gös­
ma, kendisinin Allah tarafından, Kürdi, sonraki adıyla Said-i Nursi teriyor öfkeleniyorıı (Sikke-i Tas­
Muhaınmed'in cismi halinde dün­ de bir yal::.ncı peygamber niteliğin­ dik-i Gaybi, S. 44-45 ; Emirdağ la­
yaya gönderilmiş olduğu, teslisi ve dedir. O, laikliği yıkmak ve islamı hikası, S. 30) .
1 26
•• ••

BUGUNKU
İSLAM DÜNYASI
son çağlarda dini
akımlar
Fas'tan Endonezya'ya, Sibirya'­
dan Afrika'nın güneyine kadar üç
kıta üzerine yayılmış olan İslami­
yet., Tanrısal dinlerin sonuncusu­
dur. Bu din, tarihte benzeri görül­
medik bir sür'atle yayılmıştır. Bu­
gün Asya ve Afrika'nın birçok yer­
lerinde müslümanlar yaşamaktadır.
Diğer yerlerde de müslümanlar var­
dır. İslamiyet'in yükselme ve ilerle­
me devrinden sonra duraklama,
hatta gerileme çağı başlamıştır.
Avrupa rönesanstan sonra ilerleme
yoluna girdi, müslümanlarsa gafle­
te daldı. Ancak XIX. yüzyılda müs­
lümanlarda bir uyanma başladı.
XX. yüzyılda bu hareket canlandı.
Uzunca bir durgunluk devresin­
den sonra islam aleminde bir kımıl­
dama başladı. İslamiyeti saran hu­
rafeleri, dine karışan bidatları te­
mizlemek için işe başlayan Muham­
med bin Abdülvehhab ( 1703-179 1 ) ,
durgun göle, ilk taş atan adama ben­
zer. Vehhabilik bidat aleyhtarlığı
ile, tekkeleri, türbeleri yakmakla işe
girişti, sonra devlet haline geldi.
Afrika'da Ahmedi Muhammed Muh­
ter ( 1737-1815) Ticanilik tarikatını
kurarak zenciler arasında yaydı.
Gene Afrika'da Muhammed bin Ali
Senusi ( 1791-1859 ) zaviyelere da­
yanan Senusilik cereyanını başlat­
tı, bu da ilerde devlet halini aldı.
Hint'te Seyid Ahmed Han ( 1 847-
1898) hint müslümanları arasında
müspet ilmi yaymak için çalıştı.
Gulam Ahmed ( 1835-1908) orada
Kadiyaniliği çıkardı. İran'da Babi­
lik ve Bahailik doğdu. Suda:n'da
Muhammed bin Abdullah ( ? - 1 885)
mehdi olarak ortaya çıktı, halkı ba­
şına topladı. Hindistan'da ve Afri­
ika'da tarikatlar çok yaygındır, şeyh­
lerin nüfuzu büyüktür. Bazı sapık
cereyanlar müslümanları parçala­
mıştır. Haç mevsiminde milyonlarca müslüman Hz. Muhammect'in mezarını
XVIII. ve XIX. yüzyıllarda islam ziyaret icin binbir güçlüğe katlanarak Kabe'ye koşar.
1 27
669 yılında yapılan El Aksa Camii (Kudüs) d ünyanın en eski camilerinden biridir.

dünyasının manzarası hiç te iç açı­ Reşid Riza ( 1 865-1933) onun izin­ Dikkati çeken bir husus bu devirde.
cı değildir. Siyasal esaret, ekono­ den yürüdüler. Mehmed Akif, Ab­ müslümanların ıslahı çarelerini
mik çöküntü, her alanda gerilik duh, Ferid Vecdi, Abdülaziz Çaviş'in araştıran konulara el atanlar, daha
yanısıra din de hurafelere bürün­ birçok eserlerini türkçeye çevirerek ziyade sarıklı olmayanlardır. Sarık­
müş bir halde ! Yeni Aıem-i İslam fikirleri aydınlattı. lılardan Ahmed Hamdi Akseki' nin
yazarı, bu hali şöyle anlatıyor : «Di­ Türkiye'de Manastırlı İsmail Hak­ arapçadan tercüme ettiği Mezahi­
nin özü sönmüş, ruh ve gayesi unu­ kı ( 1 846-1912) , İsmail Hakkı İzmir­ bin Telfiki ve İslam'ın bir Noktaya
tulmuş, ibadetler heyecansız şekle li ( 1 869-1944) , Mahmud Esad ( 1 857- Cem'i aıdlı kitabını burada kaydet­
bürünmüş, cahiller, yoksul derviş­ 1917 ) , Seyid Bey (-1924) , Şeyhülis­ meliyiz. Bunda müslümanların ge­
ler; bir lokma, bir hırka kanaatına lam Musa Kazım ( 1 858-1919) , Ha­ ri kalış sebeblerini araştırıyor, tak­
saplanmış, miskinler her yerde do­ lim Sabit, islami alanda bir yenilik lidin aleyhinde bulunuyor, ictihat
lu. Boyunlarında muskalar, ellerin­ getirmeye çalıştılar. Türkçülük kapısının açık olduğunu söylüyor,
de tesbihler, dudaklarında efsunlar, Esaslarını kuran Ziya Gökalp müslümanları uyanışa çağırıyor.
büyü, tılsım yapan bir hurafe dün­ ( 1 876-1924) , İslam'ı çağımızın an­ Kur'an'ın aklı yükselttiği, taklidi
yası. . . » (Ali Riza Seyfi tercümesi, layışına göre işledi, içtimai usUI-i zemmettiği, mezhep kavgaları yü­
S. 28-29) . Afgani, Abduh, Tunuslu fıkhı yazdı, <<Türk milletindenim, zünden müslümanların geri kaldı­
Hayreddin Paşa, Manastır, İzmirli, islam ümmetindenim, garp mede­ ğı, körü körüne taklit kapısı kapa­
Seyid Bey ve diğer bazı simalar niyetindenim» formülünü ortaya nıp doğru görüş kapısı açılmadıkça
müslümanları bu durumdan kurtar­ attı. Tunuslu Hayreddin Paşa, Ak­ hiçbir ıslah (reform) olamayacağı
mak için çalıştılar. Bugünkü duru­ vamül-Mesalik adlı kitabında Av­ açıkça anlatılıyor. Büyü, muskacı­
mu onlara borçluyuz. rupa medeniyetini almanın lüzu­ lık gibi şeylerden sözedilirken «okur­
İslam ülkelerinde sömürgecilere munu anlattı. Rusya türklerinden san sevinirsin, tecrübe edersen üzü­
karşı ilık bayrak açan Cemaleddin Gaspralı İsmail ve Musa Carullah, lürsün» diyor. Zamanın müctehid­
Afgani (1839-1897) oldu. O, bir is­ aynı doğrultuda çalıştılar. Balkan siz kalamayacağını söylüyor.
lahatçı, bir uyandırıcıdır. İki ama­ harbinin açtığı yaralardan kalbi İslama karışan hurafel eri temiz­
cı vardı : Müslümanları uyandır­ sızlayan hamiyetli gençler, milletin leyip dinin eski saf ve sade ruhu­
mak, sömürge esaretinden kurtar­ derdine deva aramaya başlaıdılar. nu canlandırrnağa çalışan bu kişi­
mak. Ohun talebesi Muhammed Ab­ Mehmed Şemseddin (Günaltay) ler, müslümanların geri kalmasın­
duh ( 1849- 1905 ) , islam fikriyaıtını Hurafattan Hakikata, Zulmetten dan dert ya.narak onları uyandırma­
işledi, batıya karşı İslam'ı müdafaa Nura gibi eserleriyle müslümanları ya gayret ettiler. Çünkü müslüman­
etti. Mısırlı M. Ferid Vecdi, Abdü­ içinde bulundukları acıklı durum­ ların geri kalma nedenlerini dine
laziz Çaviş ("1876-1929) , EJ-Ezher dan kurtarmak için çareler aradı­ bağlamak haksızlık olur. Barthold
Şeyhi Muhammed Mustafa El- Me­ lar. Haşim Nahid, Türkiye İçin Ne­ ve diğer bazı müsteşrikler geri kal­
ragı ( 1 881-1945) , hilafete gerek ol­ cat ve İtila Yolları adlı eserinde ay­ mayı dine yüklemezler, başka se­
madığını söyleyen Ali Abdurrazik, nı konuları işledi. Celal Nuri'nin de beblerle izah ederler. İslam dini in­
camiden önce okul lazım deyen M. islami konularda eserleri vardır. kılap yapmış hamleci bir dindir.
1 28
İ slam ordusunun Mekke'de kazandığı zafer Medine'deki bu kutsal tapınakta
Hz. Muhammed'e bildirilmişti.

Hayata dinamizm getirir. Gerilikten ve hürriyet hareketine başladılar. Mısır ve Irak istiklal beyannamele­
kurtulup ilk uyanan Türkler olmuş­ Bugün 37'yi aşan bağımsız islam rinde Türk doktrininin tesiri olmuş­
tur. Muhammed İkbal şöyle diyor : devleti, Türkiye'yi örnek tutarlar. tur» (Prof. 'l'. Tunaya, İslamcılık
ııGerçekten Türkiye, gafletten silki­ İktisadi bakımdan islam aleminin Cereyanları, S. 278 ) . Gazi Mustafa
nip uyanan, donmuş fiıkirlerden önemli bir yeri vardır. Dünyanın Kemal'in önderliğini yaptığı milli
kendini kurtaran tek islam milleti­ l /6'sında müslümanlar yaşar. Ham mücadele, kurtuluş savaşı zaferini
dir>> (İslam'da Dini Tefekkürün petrolün % 66'sı, tabii kauçuğun, duyunca, islam alemi bayram yap­
Yeniden Teşkili, S. 1 86 ) . % 70'i keten ve teneke ihtiyacının tı.
Meşrutiyet'ten sonra dini mese­ yarısından çoğu, kalayın % 52'si, Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın
leler geniş bir açıdan ele alınqı. hurmanın % 93 ü, pamuk, yün gi­ adı dillerde destan oldu. Nil şairi
Cumhuriyet devrinde yeni ufuklar bi dokuma malzemesinin çoğu islam Ahmed Şevki bunu bir şiirinde şöy­
açıldı. Dersam Kamil Miras (-1957) , ülkelerinde çıkar. le dile getirir : cıAllahu ekber, bu za­
Diyanet İşleri Başkanı Ahmed Ham­ Çağlar arasında daima bir benze­ ferde hayranlık uyandıran nice şey­
di Akseki'nin Yeni Hutbelerim ki­ yiş sezilir. XIII. ve XIV. yüzyıllar, ler var.
tabına yazdığı tanıtma yazısında hıristiyanlık alemi için bir uyanış ((Ey Türk kahramanı, s�n arap
şöyle diyor : ııŞunu da şükranla yad devri olduğu gibi, İslam'ın XIV. yüz­ kahramanı Halid'i yeniden canlan­
ederiz ki, bize bu serbest mesai kud­ yılı da müslümanlar için bir uya­ dırdın.ıı
retini bahşeden lıiç şüphesiz Cum­ nış devridir. Siyasal alanda islam ııEy Gazi, sana selamlar, zafer
huriyet rejimidir, halk idaresidir. ülkeleri bağımsızlığa kavuşmuşlar, mucizesinden dolayı tebrikler , ki
Şu 1 5 senelik milli hayatımızda her birçok yeni islam devleti kuru,lmuş­ bunlar yüzyıllar boyunca duracak
şuurlu ve insaflı insanın görebile­ tur. Bundan böyle sosyal ve ekono­ sen, bir ordunun döküntüsünden,
ceği kadar geniş ve yüksek teraJkki mik alanlarda gelişmeler olacaktır. bir memleket enkazından, bir mil­
hamleleri ve ilerleme hareketleri Türkiye inkılapları, birçok yerlerde letin kalıntısından şaşılacak şeyler
nasıl cumhuriyet'in birer eser-i kud­ izlerini gösterecektir. İkbal bu ko­ meydana getirdin.»
reti ise, bu da o cümleden biri ve nuda şöyle diyor: cıİslam'ın uyanışı Bugün 37 bağımsız islam devle­
onun bir tuhfe-i inayetidir. Bu ve­ gerçek birşeyse -ki ben buna ina­ ti vardır. Bunların sayısı gündengü­
sile ile Cumhuriyet'imizin beka ve nıyorum - türklerin yaptıklarını, ne artmaktadır. Birleşmiş Milletler
İtilasını Cenab-ı Haktan dilerken günün birinde bizim de yapmamız Teşkilatı'nın bu hususta yardımı
onun büyük Atasını derin saygıla­ behemehal gereklidir>> (Adı geçen vardır. Ç oğunluk oldukları halde
rımla selamlarım» (S. 556 ) . eser, S. 176) . Gerçekten bu böyle başka devlete bağlı olanlar 20 ka­
Yeni Türkiye her bakımdan islam oldu. Diğer islam ülkeleri Atatürk'­ dardır. 50'den aşikın devlette azınlık
ülkelerine örnek olmuştur. Afgani'­ ün açtığı çığırdan yürüyerek ba­ halinde yaşayan müslümanlar var­
nin açtığı uyanış hamlesini Türkiye ğımsızlıklarına kavuştular. ııTürki­ dır
gerçekleştirmiştir. Sömürge idare­ ye Cumhuriyeti . . . milli kurtuluş (Bak : Bağımsız İslam devletleri,
sindeki müslümanlar, Türkiye'den hareketlerine geçen islam dünyası I ve II no.'lu cetvel, başka devlete
kudret ve örnek alarak bağımsızlık milletlerine örnek olmuştur. Tunus, bağlı . olanlar III no.'lu cetvel ) .
1 29
İ slamlığın bugünkü yayılma alanını yaklaşık olarak gösteren harita.

asya .ve afrikwda


sızlar Arabistan'ı paylaştılar. Suri­
ye ve Lübnan'ı Fransızlar aldı, Ür­
başka ülkelerde
islamiyet'in
dün, Filistin, Irak İngilizlere düştü.
Afrika'nın kuzeyinde İslamiyet
müslümanlar
yayılışı
Hz. Ömer ve Osman devrinde yayıl­ L Dünya Savaşından sonra İs­
dı. Afrika'nın içlerine daha sonra­ lam aleminde bir bağımsızlık hare­
ları girdi. XI. yüzyılda İbn Yasin keti başladı. Atatürk'ün önderliğiy­
Müslümanların en çok bulunduk­ adında bir din adamının çabasıyla le bağımsızlık savaşını kazanıp
ları yer Asya'dır. Çoğu bağımsız berberiler arasında İslamiyet yayıl­ cumhuriyeti ilan eden Türkiye, is­
devlet halinde. olup bunlar aşağıda dı. Sonra da güneye doğru ilerledi. lam dünyasınca örnek tutulmuş,
sıralanmıştır. Bunlardan başka : Moritanya, Senegal, Mali halkı müs­ ondan güç alan müslümanlar birer
Azerbaycan, Türkistan, Özbekistan, lüman oldu. Doğu'da ise Kızıl De­ birer bağımsızlıklarına kavuşmuş­
Kazakistan, Tacikistan, Kırgizistan niz'i geçen müslümanlar Afrika sa­ lar, yine aynı şekilde Türkiye'yi ör­
cumhuriyetleri bugün Sovyetler hillerine yayıldılar. Sudan, Eritre, nek tutarak krallıktan cumhuriyet
Birliği'ne dahildir. Dağıstan'da, Ka­ Habeş, Somali ve daha ilerilere git­ şekline geçmişlerdir. il. Dünya Sa­
zan'da, Başkurd ülkesinde, Volga'­ tiler. Doğu Afrika'nın kapısı olan vaşı'ndan sonra, özellikle Afri.ka'da
da, Sibirya'da türkler yaşamakta­ Mombasa 1 696, müslümanların eli­ yeni yeni hüikümetler kurulmuştur.
dırlar. Bunların sayısı 45 milyonu ne geçti. 1 787'de Maskat imamı Zen­ Henüz bağımsızlığına kavuşamamış
bulur. Çin'de 50 milyon müslüman gibar adasını aldı. Müslümanlık bu­ islam ülkeleri, azınlık halinde olan
vardır. Bunlar ırk itibariyle uygur, radan doğu kıyılara yayıldı. Darus­ müslümanlar da vardır. Onları . .da
kazak, tacik, özbek, tatar ve çinli­ selam, islam merkezi oldu. Afrika kısaca tanıtalım.
dir. Hindistan'da 50 milyon müslü­ büyük önem ikazandı. Müslüman Aden ve Güney Arabistan Fede­
man yaşar. Uzakdoğuda ve bazı nüfusu günden güne artmaktadır. rasyonu : Aden civarında bulunan 23
adalarda · müslümanlık yayılmıştır. 40 milyon zenci müslüman oldu. İs­ aşiret şeyhliği, emirlik vardır. Bun­
XX. yüzyıl başında Arabistan ve lam devletleri sayıca çoğalmaktadır. lar başta Lahec, Dala , Fadlı, Biri
civarı Türkiye'ye bağlıydı. I. Dün­ Bunların bir kısmı arap, berberi, Ali olmak üzere şimdi birleşip bir
ya Savaşı'nda Lawrance, araplar zenci karışımı bir kültüre sahiptir. federasyon oluşturdular. Ebu Zabi
aTasında şeyh kıyafetiyl� dolaşarak Tumbuktu kuzey batı Afrika'da bir (Dabiy) , Sahilus-Sulh. ise güneydo­
onları türkler aleyhinde ayaklan­ islam merkezi sayılır. Buraya ikin­ ğu Arabistan sahillerindeki emir­
dırdı. Harp sonunda İngiliz ve Fran- ci Mekke gözüyle b.�k�rlar. liklere denir. Bunlar küçük aşiret
1 30
halindedirler. simindeıkilerin Ufa, Dağıstanda'ki­ Macaristan, Polonya, Litvanya;
Borneo adasının kuzey kesimin­ lerin ise Buinaksk'tır. Fransa, Almanya, İtalya; İngiltere,
de Brunei, Saravak, Sabah sultan­ Finlandiya ve diğer yerlerde müslü­
lıkları vardır ; bunlar Singapur ile manlar yaşamaktadır. Rusya'nın
birleşerek birlik kurmuşlardır.
Çin'de, Hindistan'da çok sayıda
balkanlar'da ve Avrupa kesiminde 7 milyon müslü­
man vardır. Avusturya'da, Dani-'
müslüman yaşamaktadır. Bir kısım
müslümanlar hala ingiliz idaresi al­
avrupa:da marka'da, Hollanda'da, Belçika'da,
İsveç'te Ahmediler, İslam • Merkez­
tındadırlar.
Sovyetler Birliği'nin Asya kesi­
müslümanlar leri kurmakta ve camiler yapmakta­
dırlar. LOndra'da 4 cami · vardır.
minde 35 milyon müslüman vardır. Balkanlar'da ve Avrupa'da müs­ Bunların en eskisi Wooking camii­
4 milyon nüfuslu Azerbaycan lümanlığı -türkler yaydı. Bugün dir.Bı.irada cclslamic Review.ıı adlı bir
cumhuriyeti bunlardan biridir. Balkanlar'da müslümanlar yaşa­ dergi ç ıkmaktadır. Paris'te; Berlin'­
Kafıkaslar'da islam dini -meclis mer­ maktadır. Bunlar zaman zaman de, Hamburg'da, Frankfurt'da. da
kezi Bakü şehridir. Gürcistan ve Türkiye'ye göç etmektedirler. Av­ camiler vardır. Türkler Avr4pa'rla al
Ernienistan'daki müslümanlar bu­ rupa'nıri çeşitli ülkelerinde müslü­ dıkları yerleri birçok eserlerle geliş­
raya bağlıdır Kırgızistan, Tacikis­
. . manlar bulunmaktadır : tirmişlerdir. Örneğin . Buda)?eŞte'yi
tan, Türkmenistan, Kazagistan ve Yunanistan'da 250.000 Hanefi 1 586'da aldılar, 1 687'de terkeder­
Özbekistan cmnhuriyetlerinde ço­ ·
Bulgaristan'da l.0 12.000 Hanefi ken 60 cami, 22 namazg!h, 10 med­
ğun!uk müsl ümanlardadır. Orta As-
· Romanya'da 1 60.000 Hanefi rese, birçok han, hamam, '�ebil, za­
. ya'daki müslümanların dini merke,. Yugoslavya'da 3.000.000 Hanefi viye bıraktılar. Bugün b1,'mlardan,
zi Taşkent, Kuzey ve Avrupa ke- Arnavutluk'ta 249.000 · · Hanefi Türk'ün ününü hala orada andıran
1
131
Gül Baba tekkesi ayakta durmak­ Kuzey Amerika'da 80.000 Milletlere, mezhepleııe, kıtalara göre
tadır. Kanada'da 40.000 müslümanlann yaklaşık olarak
Brezilya'da 1 00.000 dağılımı :
Arjantin'de 295.000 A � Milletlere göre:

amerikwda Kolombiya'da
Meksika'da
1 .000
1 .000
Türkler
Araplar
110
1 00
milyon
»

müslümanlar Guyana'da
Trinidad'ta
100.000
53 .000
İranlı
Pakistanlı, Hintli
30
150
ı>

Gerek kuzey ve gerek güney Ame­ müslüman bull.lnmaktadır. Çin Müslümanları 50


rika'da �üslümanlar yerleşmiştir. Haiti, Tobako, Küba, Şili, Peru, Endonezya ve
Bunlar çeşitli tarihlerde Amerika'­ Bolivya, Panama, Paraguay, Urugu­ Uzakdoğu 160 ı>

ya göçm'i;işlerdir. Suriye, Lübnan, ay, vesairede de müslüman vardır. Somali ve Afrikalı 70 »

Mısır, Yemen, Afrika, Hindistan, Balkanlarda 5 ''


İran, Türkiye, Arnavutluk, Rusya Diğer yerlerde 25 /1

müslümanlarından Amerika'ya gi­


dip yerleŞenler olmuştur. Amerika'­
avustraly3'daki 700
daki müslümanların çoğu sünnidir. müslümanlar
Şii ve dÜrziler de vardır. Ahmedi­ B - Mezheplere göre:
ler orada ' islamiyeti yaymağa çalış­ İlkönce, İngilizler Avustralya'ya, Hanefiler 290 milyon
maktadırlar. Amerika'da yer yer ca­ Hindistan ve Afganistan'a müslü­ Şafiler 230 ))

miler yapılmakta ve islam merkez­ manları işçi olarak götürdüler, bun­ Malikiler 110 ))

lei'i ikurulmaktadır. Birleşik Ameri­ lar orada yerleşip kaldılar. 1889'da Hanbeliler 20 ))

ka'da, New York, Kaliforniya, Det­ Adelaide'de' cami inşası için bir yer Şia (zeydiye,
l'Oit, 'İ'olido, Chicago, Plıiladelphia, alıp ilk camii yapmaya başladılar. caferi, ismaili) 45 ))

Washington, San Francisco; Michi­ Batı Avustralya'da Perth'de, Sid­ Diğer mezhepler
gan gibi şehirlerde İslam merkezle­ ney'de, Pakistanlı, Endonezyalı, (harici, dürzi, 5 ))

ri ve bazılarında cami vardır. Bun­ Lübnanlı, Türkiyeli, Kıbrıslı, Arna­ Ahmedi)


lara yenileri eklenmektedir. Ameri­ vutluk}tan müslümanlar varclır. Sa­ 700 ))

kalılardari ilk müslüman olan Meh-· yıları 12 bin kadardır.


med İskehder'dir. 1880'de Manila'­ Bunlar, oralara göçmen olarak C - Kıtalara göre :
da elçiyk�n islamı inceledi. Müslü­ gitmiş, yerleşmiş: yerli halk onlar Asya 5 00 milyon
manlık hakkında konferanslar ver­ aracılığıyla, İslamiyete girmiştir. Afrika 175 ))

di. Bunları yayımlayan, önsözünde Avustralya'da 12.000 Avrupa. 23 ))

şöyle der: «Şarka büyük bir ülke­ Fiji adasında 40.000 Amerika ve
nin müm�ssili olarak geldi. Şimdi Yeni Gine'de 500.000 Avusturalya 2 ))

de yurdu�a büyük bir dinin saliki Timur' adalarında 150.000


olarak dönüyor,)) müslüman vardır; Toplam: 700 ))

1 32
İSLAM­
ÜLKELERİNDE !,
SANAT
1

erken dönem
islam sanatı
İslamlığın doğuşu tarihin en
büyük olaylarından biridir. Hiç bir
din bu kadar kısa süre içinde dün­
yanın dört bucağına yayılıp, geniş­
lememiştir. Peygamberin ölümün­
den sonra, yüz yıl gibi çok kısa bir
süre içinde, İslamlık İran, Suriye,
Kudüs, Mezopotamya, Mısır, Kuzey
Afrika ve İspanya'ya yayılmış, es­
ki Roma denizi bir müslümaiı gölü
olmuştur. Bu topraklarda kurulan
İslam İmparatorluğunun sınırları,
bir uçta Batı Çin'de Kaşgar'a, diğ·er
uçta Fransa'da Poitiers'ye dayanı­
yordu.
Böyle geniş bir imparatorlu­
ğun sınırları içinde çeşitli kavim­
ler, çeşitli uluslar yaşıyordu. Bunlar
ayrı gelenek ve törelere sahiptiler.
İşte bütün bu ayrımlara rağmen
ortak bir İslam sanatı doğdu.
İsla.m sanatı, İslam dininin ya­
rattığı bir sanattır. İslam sanatı ve
kültürü doğrudan doğruya İslam
dinin-a bağlahır, ve oluşumu VII.
yy.'a raslar. İslam kültürü, insan­
lık tarihinin en son VE en genç kül­
türüdür.
Kültürler, genellikle,, bir veya
birkaç kültür çevresine girerler. Bir
kültür ne kadar geç meydana gelir­
se, devralacağı miras da o Radar ge­
niş tir. Bütün kültürler bu şekilde
gelişir ve birbirine bağlanır. Daha
genç olanlarda, az Çok, eski kültür­
lerin kalıntılarına raslanır. Uy­
garlığın çıkışından bu yana aynı
yol devam edegelmiştir.
İslamlıktan önceki kültürler M.
ö. 4000 yılına kadar uzanır. Sü­
mer, Asur, Babil, Hitit, Girit, Mi�
ken, Yunan, Roma, Doğu Röma­
Bizans kültürleri, Akdeniz bölgesi­
nin Batı kültürünü gösterir. Doğu'­
da ise, İran kültürü, Uzakdoğu'da
Çin ve Hint kültürleri vardı.
İslam sanatının meydana gel- Delhi'deki (Hindistan) ünlü Kutub .Minar Camii'nin minaresi.

1 33
ta üzerinde durmak gerekir : dev­
raldığı mirasın niteliği nedir ve
ikinci ve daha önemli olarak da yüz­
elli yıl içinde heyi kurabilmiş ve
·

yeni olarak ne ortaya koyabilmiş�


tir. .İslam sanatının cı·avraldıgı geç
antikite mirasına, İslam dini ken­
di özünü vermiştir. Bu işleyiş so­
nunda gösterebileceğimiz en önem­
li sonuç, İslami bir duyuşa varıla­
bilinmiş olmasıdır. Yararlanılan mi­
ras ne olursa olsun, meydana çıkan
sanat, İslam dininin şekillendirme
gücüdür. Geç Antikite - Roma sa:
natını olduğu gibi kabul eden ve
onu yaşatan Avrupa sanatına oran­
la, İslam sanatı çok farklı nit.elik­
te eserler meydana getirebilmiştir.
İslam sanatı kendi şekil ve formla­
rını bulduktan sonra, gerek geç an­
tikite g.erekse Sasani sanatından
yava� yavaş uzaklaşmış, daha baş­
ka etkilerle zamanla gelişerek ken­
dine yeni yollar aramıştır. Duran
ve yeni etkiler almayan sanatların
gelişme yolları tıkanmış demektir.
Etkilenen ve bunları kendi benli­
ğine göre şekillendiren sanatlar de­
vamlı ıgelişirler. İşte, İslam sanatı
da bu yolu izlemiştir.
Ayrica şunu belirtmek gerekir :
İslam ülkelerinde yaşayan çeşitli
kavimler vardı. Bu kavimler, kendi
Şam'daki Ümeyye Camii Islam mimarisinin , kilit köklü gelenekleriyle İslam sanatı­
yapılarından biridir. nın elde ettiği yeni şekilleri birleş­
tirebilmiş, çeşitli üslupların · doğ­
diği, daha doğruım oluşmagıı başla­ Mezopotamya ve İran giriyordu. masına neden olmuşl�rdır. Bu, bir
dığı VII.yy.'da, bu kültürlerin çoğu Müslümanlar, şim.d i, Bealbek'teki bakıma, İslam sanatına ayrı bir
canlı değildi. Bununla beraber, büyük tapınağı, Kudüs'teki kilisele­ renk ve zenginlik getirmiştir.
kültürlf;!r arasındaki bağlar sonu­ ri ve .Sasanilerin göz kamaştırıcı Müslüman dinini kabul etme­
cu, M. Ô. 4000 yılından · beri birçok sarayların� tanımışlardı : Kteisifon'­ h�rinden sonra, Türklerin İslam sa­
' ·
öğe y�şayıp gelmişti. · daki Sasani sarayında dua ediyor­ natına birçok alanda getirdiği yeni­
İsJam sanatının şekil aldığı yıl­ lar, birçok kiliseyi camiye çeviri­ likler, bu tip bir gelişmenin en be­
larda :doğrudan doğruy::ı yararlan­ yorlardı. Bu durumda Araplardan lirgin örneğidir.
dığı k,ültür, geç antikite kültürüy­ .
beklenen
.· ' tavır, bu büyük vei yeı'leş- İslam sanatını, mimarlık ve
dü. Bu kültür, Doğu Roma-Bizans - -
miş mirasın ürünlerini- · \I . çaba· ''
hiç bir· süsleme sanatları olarak belirli üs­
ve diğer hıristiyan ülkelerinde al­ göstermeden · kabullenmeleriydi. Oy­ luplar içinde düşünmek gerekir.
dığı · yı;ıni şekill�rle yaşıyordu . sa onlar, nasıl . siyasal alanda çok . Hz. Muhammed ve onun dört
Diğer taraftan Doğu'da Sasa­ zayıf oldukları halde Kutsal Savaş halifesi, her türlü lüksten kaçınmak
ni sanatiyle . son . şeklini alan İran (Cihad) uğrunda başarıya. ulaşmış- düşüncesiyle, büyük cami ve saray
sanatı. mirası vardı. Arap bedevileri· larsa, sanat ·· alanında da bu göz yaptırmaktan kaçınmışlardır. Oysa
nin kültürel durumları, - diğer ka�aştiticı fnirası işleme, yeni di­ · 66l'de halifeliğin Emevifere geçme·
kültürlerle oranlandığında · - ger­ nin gereğine uyıglin bir biçim ver­
· si, merkezin Medine'den Şam'a ta­
çekten söz konusu edllecek değer­ me başarısını gösterdiler. Fetihler şınmasıyla, kesin bir değişme oldu.
de değildi. Oysa yapılau fetihler so­ sonunda İs18.m İmparatorluğunun Geç Antikite'nin etkilerinin güçlü
nunda müsiümanlar, Doğu Roma­ genişlemesi, yüz yıl içinde ;0lup bit­ biçimde duyulduğu bu eski kent,
Bizans ·ve Sasani kültürlerinin par­ mişti. Sanatın oluşumu içinse, yüz tapınak ve kiliselerle bezeliydi. E­
lak şekilde yaşadığı sanat merkez­ elli yıl gerekti. mevi halifeleri, Doğu Roma - Bi­
lerini ;ele geçirmişlerdi. İlk merkez­ M.S. VIII.yy.'da İslam kültür zans'ın yanında sönük kalmamak
leri o�an Mekke · ve Medine, yalnız ve sanatı, topraklarında geliştiği amadyle, çeşitli dinsel ve sivil yapı-
kutsar kentler olarak kalmıştı. 661 .
Doğu Roma· - Bizans ve Sasani sa­ larla ülkelerine yeniden şekil · ver­
yılında ise Şam merkez oldu. Bu natlarından hiç de aşağı kalmadı. mek zorunluğunu duydular. Böyle�
kent, geç !tntikitenin kuvvetle ya­ M.S, IX.yy.'da ise, Avrupa'dan ge­ likle, Şatn başta olmak üzere Eme­
şadığı! en önemli yerlerden biriydi. rek bilimde, gerekse sanatta çok vi topraklarında geniş bir yapım,
D;oğu Roma - Bizans'ın kültür daha yüksek. bir düzeye ulaştı. faaliyeti başladı; böylece ortaya çı­
alanına Suriye, Filistin ve Mısır, İslam sanatının gelişme · kay­ kan yeni üslup, 750 yılında Abba­
Sasan1 s�natının kültür alanına ise nakları incelendiği zaman, iki nök- siler gelinceye kadar, İspanya ve
134
Kuzey Afrlka'da hızla gelişti ve
uzun yıllar İspanya'da devam etti.
Emeviler tarafından yapılan
ilk camiler, ordugah tipi camilerdir.
Sütun ve _ayaklar üzerine yerleşti­
rilen düz bir çatıyla örtülen bu ya­
pılar, basit şekilde yapılmış eser1'ar­
dir. Mezopotamya'da Basra ve Ku­
fe'deki ve Kuzey Afrika'daki cami:..
ler, Kayrevan kentindeki Seydi Uk­
ba camii, Fustat'daki (eski Kahi­
re) . Amr Camii, bu tipin örnekleri­
dir. Hz. Muhammed'in mezarını
kapsayan. Medine camii, birçok de­
ğişiklik geçirerek gelişti. Bu cami­
ye ön örnek, İslam sanatının cami
türündeki ilk yapıtı olan Hz. Mu­
hammed'in evidir. Halife Ebubekir
ile Ömer de burada gömülüdür. Hz.
Muhammed'in evi, Erıievi halifesi
Velit zamanında ( 7 1 2 ) , ortasında
avlusu bulunan ve sütunlar üzerin­
de düz çatı ile örtülü anıtsal bir
yapı 'haline getirilmiştir.
İslam mimarisinin gelişmesin­
de büyük etkileri olan en önemli
anıtsal Emevi yapısı, Şam'daki
Ümeyye camii'dir . Bundan önceki
yapılar bunun yanında çok basit
kalırlar. Kudüs'te yine önemli bir.
'
yapı olarak sayabileceğimiz Mes­
cid-i Aksa camii, kilis·� planlarını
anımsatması bakımından, İslam mi­
marisine yenilikler getirmemiştir.
706-7 1 5 yıllarında Halife Velit tara­
fından yaptırılan Ümeyye Camii,
bir Roma tapınağı üstüne kurulan
ve belirli bir kısmı kilise olarak kul­
lanılan bir yerde yapılmış olması­
na rağmen, gerek düşünce, gerek­
se İslam dini mimarisine getirdiği
çığır açıcı yenilikleriyle Mescid-i
Aksa'dan ayrılır. Yapı, enine bir
dikdörtgen şeklindedir. Enine ala­
nı orta bölümde kesen transept de­
nilen orta kısmın üzerinde bir da
kubbe yer alır. Bu yapı, mihrabı,
transept denen bölümü, revaklı av­
lusu ve avlu köşelerine yerleştiri­ Medine Camii'nin avlusu.
len- minareleriyle cami mimarisine
b-elirli kurallar getirmişti'- Suriye'- zamanında 702'de tamamlandı. At nalı biçiminde · kırmızı tuğla ve
de, Anadolu'da çeşitli çevrelerde u­ 780'de yenilendi ve sonra da bazı beyaz taş sıralarından oluşan iki
zun zaman bu yapı tipi kullanıldı. onarımlar, değişmeler geçirdi. Haç­ katlı kemerler, yüzlerce sütunla
. Ayrıca, camiin son zamanda mey­ lı seferleri sırasında bir süre saray birlikte, caminin göz alıcı gqrünü­
dana çıkarılan mozaiklerinde, selvi olarak kullanıldı. Selahattin Eyyu­ müyie· bir masal havasına bürün­
ağaçları ve birkaç katlı köşkler, bi tekrar camiye çevirdi. mesine yol açar.
cennet manzaraları yer alır. 703 yılında yeniden yapılan Emevi ha l i f esi
· Abdülmelik,
Bu "mozaiklerde insan ve hay­ Kayrevan'daki Seydi Ukba camiin­ Mekke ve Medi ne 'n in yanında Ku­
van resimlerine raslanmıyor. Şam'� de de aynı örneğin etkileri görülür. düs'ü de önemli bir hac yer i yap­
daki ümeyye camiinin gösterişi ve İspanya'da, Cordoba'da 785 ta­ mak istiyordu. Bu nedenle, diğer ·

zenginligi karşısında, diğer . büyük rihinde yapılan cami, Suriye yapı­ halife İbni Zübeyr'in otufduğu
camiler gölgede kalmıştır. larının şekline uygundu. Fakat yer Mekke'ye Suriyelilerin hacca gitme­
Daha önce de konusunu ettiği­ darlığından ötürü sürekli olarak ler in e engel olmak amacıyla Ku­
miz KudüS'teki Mescid-i Aksa ya­ genişletilmiş ve 990 yılındaki son düs'te bulunan !rntsal taşın , üıeri­
pılırken, Jüstinyen devrinden kalma genişletmede planındaki simetri. ne Kubbet-üs Sahra adlı sekiz kö­
bir kilis·anin bazı kısımlarından ya­ bozulmuştur. Yapı, iç görünüş ola­ seli ve . içinde iKinci bir sekizg·en o­
rarlanılmıştır. İlk yapı, Abdülmelik rak değişik etkiler bırakmaktadır. lan ve üstü kubbeyle örtülü binayı
1 35
Emeviler her ne kadar kentler­
de yerleşmeğe, kent yaşamına alış­
mağa başlamışlarsa da, eski çöl öz­
lemlerini yitirmediklerinden, ayrı- ·
ca ata binmeyi, avlanmayı sevdikle­
rinden, saraylarını çölde önemli yol
kavşaklarında, savunmayı gerekti­
ren yerlerde kurdular. Bütün bun­
ların dışında, dayandıkları aşiret­
lerle ilişkilerinin kesilmemesini a­
maçladıklarından, çöl sarayları on­
lar için hem bir dinlenme, avlan­
ma yeri,' hem de devletin birliği için
bağlantıyı sağlayan toplantı yeri ol-
du. Genellikle saraylar iki tipi ör­
nek alarak gelişti. Birincisi, Roma
kastellerini örnek alan, kare veya
kareye yakın dış çevresinde kulele­
ri bulunan, içinde avlunun çevre­
sinde «beyitıı denen belirli bölümle­
ri olan tiptir. Bunların çoğunun iç­
lerinde bir mescit yer alır. İkinci
tip ise, hamamlı saray tipidir. Bun­
larda, taht salonları ve hamam bö­
lümleri yer ahr. İçleri çoğu zaman,
zengin mozaikler, alçı süslemeler,
duvar resimleriyle göz alıcı bir şe­
kilde bezenmiştir. Saraylarda ba­
zan kabartma veya heykellere de
raslanır. Bu , Emevilerde resim ya­
sağının pek sıkı uygulanmadığını
göstermektedir.
Günümüze kadar gelen kastel
ve hamamlı tipten bitçok saray
içinde en ilgi çekicisi, Kudüs'ün
doğusundaki Meşatta adlı çöl sara­
yıdır. Cephesi tamamen, ince ve kıv­
rak bir şekilde işlenmiŞ taş kabart­
malarla kaplıdır. Bu taş kabartma­
lar Abdülhamit tarafından İmpa­
rator Wilhelm'e armağan edildi­
ğinden, yerlerinden sökülüp Berlin
müzesine taşınmıştır. Meşatta sa­
rayı, tamamlanmamış bir saraydır.
Bu sarayın, İkinci Velit zamanında
yapımına başlandığı, onun öldürül­
Hz. Muhammed'in türbesini konu alan bir minyatür. Bu konu Jsltim mesiyle yarım kaldığı anlaşılmak­
minyatürcülerinin sık işledikleri konuların başında yer alır. tadır.
İslam sanatının başlangıcında,
yaptırdı (69 1 ) . Burası ilk bakışta Kabe, düz taştan, küp biçiminde, Emevilerde, artık yavaş yavaş bir
diğer yapılardan kesinlikle ayrılı­ sade ve dekorsuz bir yapıdır. Mima­ cami mimarisinin doğduğu ve yer­
ycırdu. ı 027'deki onarım sırasında ri bir özelliği olmamakla beraber, leşmeğe başladığı görülür. Bunun
yapının içi mozaiklerle bezenmiş, bütün camilerin yönünü belirten yanında sivil mimari olarak saray­
691 yılından çok az mozaik kalmış­ kıble burası olduğundan, kutsal bir ların, gerek planları, gerekse süsle­
tır. En önemli onarımı Kanuni Sul­ yer . ve önemli bir merkezdir. meleriyle geç antikite ve Sasani et­
tan Süleyman zamanında geçirmiş, Eme ıiler devrinden kalma bu kilerini taşımakla beraber, kendine
dış yüzleri mozaik yerine klasik Os­ dinsel yapılar, daima kullanıldıkla­ özgü bir gelişme biçimine yöneldi­
manlı . çinileriyle kaplanmıştır. Bu rı ve onarıldıkları için günümüze ği açıkça sezilmektedir. Bazan geç
şekliyle diğer yapılar dışında düşü­ kadar sağlam bir şekilde gelmişler­ antikiteden gelen özellikler Sasani
nülmesi gereken Kubbet-üs Sahra, dir. Oysa bazıları, sahralar, çöller özellikleriyle bir arada kullanılmış,
geç antikite ve Sasani sanatı özel­ ortasında kuruldukları için, görev­ bazan da yeni bir üsluplaşmağa
liklerinin bir arada kullanıldığı mo­ lerini yitirince bakımsız kalmış, ya doğru gidilmiştir. Ama daha çok
zaikleri, dışını süsleyen Osmanlı insanların yada zamanın ağır fakat geç antikite ağır basmaktadır.
çinileri ve sekizgen planıyla değişik etkili yıkımına dayanamamışlardır. Halifelik 750 yılında Emeviler­
bir yapıdır. Buna benzer diğer bir Arkeologların son elli yıl içindeki den Abbasilere geçince, merkez
yapı da Mescid-el Haram, başka bir çabalarıyle bugün bunların çoğu Şam'dan Bağdat'a taşındı ve böyle­
d·eyişle Kabe'dir. Mekke'de bulunan gün ışığına çıkarılmaktadır. c·e Sasani sanatıyle sıkı· bir yakın-
1 36
!ık başlamıştır. İran kültürünün
güçlü etkisi altında İranlılaşma
tehlikesiyle karşılaşan Abbasi hali­
feleri, Türkleri yardıma çağırmış­
lar, ama bu kez siyaset, kültür ve
sanat bakımından tam bir Türk e­
gemenliği kurulmuştur.
Abbasilerle İslam sanatına Türk
etkileri girmeğe başlamış ve giderek
artmıştır. Müslümanlığı kabul eden
Türkler, Asya'da kurdukları devlet­
lerle batıya doğru akmışlar, bu ge­
lişleriyle mimarlık, resim, süsleme
ve el sanatlarında gelişimi saglaya­
cak yeni olanaklar yaratmışlardır.
Harun Reşit zamanının 1 0 0 1
gece masallarına konu olan Bağ­
dad'ından bugün birşey kalmamış­
tır. Halife Mansur, 762-766 yılları
arasında Dicle kenarındaki ilk baş­
kenti Bağdad'ı şehircilik bakımın­
dan bir yenilik olarak daire şeklin­
de kurdurmuştur. Dairenin ortasın­
da cami ve saray bulunuyordu. Fa­
kat bütün bunların dışında Abba­
siler devrindeki en önemli olay,
Bağdad'ın kuzeyinde Dicle kenarın­
daki Samarra'dır. 838-883 yılları
arasmda elli yıl kadar başkentlik
yapan Samarra, 33 kilometre uzun­
luğunda, dünyanın en büyük kent­
lerinden biriydi. Nüfusu kısa süre
içinde bir milyona ulaşmıştı. Bura­
da, 191 1 - 1 9 1 3 arasında Almanlar,
1 936'da Irak hükümeti tarafından
yaptırılan kazılar sonunda, Abba­
si sanatına ait değerli eserler, ca­
miler, saraylar, evler meydana Çı­
karılmıştır.
Bu devrin en büyük eseri, Ha­
life Mütevekkil'in 848-852 arasında
yaptırdığı 240Xl56 metre boyutla­
rındaki , en büyük dini anıtlarından
biri olan, içinde 150 000 kişinin ra­
hatlıkla namaz kılabileceği Müte­
vekkiliye veya ikinci adıyla Büyük
Cami'dir. Bugün bu camiden sade­
ce çevresini s).ran duvarlar ve Mal ­
viye denen miJ'laresi kalmıştır. Bu
minare Babil'in basamaklı ziggu­
ratlarını anımsatmakta, spiral mi­
nareye dışardan rampalarla at üs­
tünd.e çıkılabilmektedir. Aynı halife
.tarafından bir benzeri de da.ıha ku­
zeyde 8 6 1 -862 tarihinde yaptırılan
Ebu Dülef Camli'dir. Onun da mi­
naresi Mütevekkiliye Camii'ndeki
gibidir. Üçüncü örnek Mısır'dadır.
Abbasiler devrinde Mısır'da ilk Türk
devletini kuran Tolunoğlu Ahmet'­
in eski Kahire'de 877-879 arasında
yaptırdığı Tolunoğlu Camii Samar­
ra geleneğinde bir yapıdır.
Dünyanın en büyük kentlerin­
den Samarra1daki dinsel yapıların
yanı sıra saraylar da, gerek kapla­
dıkları alanlar, gerekse içindeki
s üslemeler bakınundan Sasani sa- İsfahan'daki (lran) Mescidi Şah'ın minaresi.
1 37
taşır. Hz, Muhammed ve diğer ha'."
lifeler kendilerine türbe yaptırma­
mışlardır. . İslam kaynakları, . halife
Mutasım, Mutez ve Mülhtedi'nin
bu türpede yattıklarını yazar. Bu-_
nun içinde de üç mezar vardır. Mu­
tasım 862'de öldüğüne göre, söz ko­
nusu türbenin bu senelerde yapıl­
dığı sanılır.
Bağdad ve Samarra'nın dışın­
da, Abbasiler zamanında İran'da da
büyük camiler kuruldu. Ama bun­
lar dayanıksız malzemeden yapıldı­
ğı için yıkılıp gittiler. VIII.yy.'ın
son yarısından kalma Damgan Ca­
mii, İran'daki en eski örnektir. Si­
lindirik minaresi Selçuklu devrin­
den kalmadır. İsfahan'ın doğusun­
da, X.yy.'dan kalma Nayin Camii,
alçıdan yapılmış süslü mihrabıyla
önemli bir yapıdır.
Abbasi yapılarında genellikle
tuğla kullanılırdı. Bu, taşın çok az
bulunduğu bir yöre oluşundan ileri
gelmektedir. tslA.m sanatının kişili­
ği Abbasilerle ortaya çıkmış, bu ge­
lişmede Sasani ve Türk sanatının
güçlü etkileri olmuştur. Süsleme
sanatında beliren yenilikler, mima­
riye bağlı yada bağımsız olarak bü­
yük bir canlılık göstermiştir. Bu­
nun en güzel örneğine alçı ve ke­
ramik işlerinde rastları�. Bunlar
üzerindeki konular ve bazı motif­
ler İran ve Doğu kaynaklıdır.
Abbasi sanatı, Tolunoğlu Ah­
met'le Mısır'a atlamıştır. Mısır'da­
ki iki Türk sülalesi Tolunlulardan
ve Akşitlerden sonra, Fatimiler,
Berbari oldukları için Kuzey Afri­
ka özelliklerini, Şii'liği kabul ettik­
lerinden dolayı da İran etkilerini
getirdiler. Mısır'da Kahire kentini
kurarak başkent yaptılar. Kahire'­
deki Fatımi camileri, kısmen Tolu­
Elhamra sarayından (Gırnata, İspanya)
noğlu camii'ne, kısmen de Seydi
bir köşe.
Ukba Camii'ne benzer. İlk Fatimi
raylarını gölgede bırakacak nitelik� bahçesi ortasında bir de havuzu var­ eseri olan Ezher Camii, 970-972 a­
tedir. öte yandan, Kerbela yakının­ dı. rasında tamamlandı. Bir süre med­
da, IX. yüzyılda yapılan Uheydir Samarra'da, büyük boyutlu bir- rese olarak kullanılan bu yapı, şim­
Sarayı <f" önemlidir. Bu . saray, plan çok saraya daha rastlanır. Bunlar ­ di Kahire Üniversitesi'dir. Genel
olarak Emevilerin Meşatta sarayı­ da · ·genellikle duvarlar süslemelerle görünüşüyle kaleye benzeyen ve
na benze'r. Ortada giriş kısmı, son­ bezenmiş ve çeşitli üsluplar kµUa­ 990-1003 arasında yapılan Dikim
ra tören avlusu ve daha sonra ka­ nılm�ştJl'. Sarayltl.l'dan evlere kadar Camii, Tolunoğlu Camii'nin küçük
bul saloı)ıarı yer alır. giren bu üs�J.J.l?, öz.ı;ıllikle 'I'ürltler ta­ bir trakrarıdır. Üçüncü ve en önem­
Hali{e Mütevekkil'in 854'de rafından doğudan buraya getir�ı­ li yapı, 1 1 25'de tamamlanan Ak­
yaptırdığl Balkuvata Sarayı, Dicle miştlr. Duvar resimlerinde görülen mer Camii'dir. Bunun cephesi, Ka­
nehrine teraslar halinde iner. 1250 tipler de., Türk tiple;ricijr. hire'de devir açan zengin işlemeli
metre mıunluğundaki bu sarayın, Samarra, ayrıca, keramikleriy­ bir dekorla bezenmiştir. Cephesin­
asıl sara� kısmı 460X575 boyutla­ Ie ün salmıştır. Cam üzerine yapı­ de birbirinden kesinlikle ayrılan
rındaydı.: Bu boyutlara varan saray­ lan ve çok pırıltılı bir görünüm ve­ geometrik düzen, Türk özellikleri­
lar yanuiıda Emevi sarayları çok ren tekniğe perdah tekniği adı ve­ nin girdiğini gösterir.
küçük kil.lır. Kazılarla ancak bir rilir. Bu teknik ilk defa Samarra'­ Endülüs denilen İspanya, Eme­
kısmı çı�arılabilen Balkuvara Sa­ da kullanılmış ve keramik sanatın­ viler devrinde, Kuzey Afrika'nın
rayı, halifenin oğlu Mutez'in sün­ da önemli bir adım atılmıştır. kültür ve sanat önderliğini yapıyor­
net düğÜnü için yapılmıştı. Tören İslam sanatında ilk türbe de du. Bilimde ve her alanda parlak
s-alonları) büyük avluları bulunan yine Samarra'<;la yapılmıştır. Bu bir devir yaşayan, yeni kentler, sa­
bu sarayın Dicle'ye doğru uzanan . türbe, Kubbet-ül Süleybiye adını raylar kuran Emavi İspanya'sı, Av-
1 38
rupalılara da uzun yıllar kaynak
görevini yapmıştır.
· XI.yy.'da ise, Murabıtlar ile bu
önderlik Fas'a geçmiştir. XII.yy.'m
ortasında, Berberi soyundan gelen
Muvahhitler ile yeni bir üslup doğ­
muş, XIV.yy.'da Gırnata'da gelişi­
mini tamamlayarak Elhamra Sa­
rayı ' nın yaratıJ.masına yol açmış­
tır. Fas bu geleneklere günümüze
dek bağlı kalmıştır. Cezayir, Barba­
ros sayesinde XVI.yy.'dan sonra
·
Türk sanatı �vresine girmiş, Tu-'
nus da aynı yoltl izlemiştir.
Cami alanında Kayrevan'daki
Seydi Ukba ve Kurtuba güçlü etki­
ler yapmış, onların planları büyük
değişiklikler yapılmadan sürekli
kullanılmıştır. Saraylardan en eski
örnek, Gırnata'da XIV.yy.'dan kal­
ma Elhamra Sarayı' dır. Bu yapı,
�aht salonları, kabul salonu ve ha­
remiyle, gezenleri değişik bir at­
mosfer içinde büyülemektedir. Ha­
rem kısmının ortasındaki avluda
arslan heykelleri ve fıskiyeli bir �a­
vuz bulunmaktadır. Ayrıca, çeşitli
ağaçlarla bezenmiş havuzlu bahçe­
leri, görünümü bir kat daha zen­
ginleştirmektedir.
Zamanla yapılan çeşitli eklerle
gelişen sarayın planında, Abbasi
saraylarının kesin ve belirli şeması
görüımez : Abbasi sanatiyle Avrupa
İspanya'sındaki Emevi sanatı ara­
sında bazı ayrılıkların bulunması
doğaldır.·
Çeşitli bölgelerde gelişmesine,
bölge ve iklim açısından büyük ay­
rımlarla karşılaşılmasına rağmen,
İslam sanatında - özellikle erken
döneı:ninde - gene de birçok alan­
da. buyük bağlantılar kurma. olana­
ğı vardır. Geniş anlamda böyle bir
birliğin doğması nedenini, İslam
düşüncesinin b\itün etkilere açık
olmasında, bunları kendi özüne gö­
re işleyip biçimleyebilmesinde ara­
IIJ.ak gerekir. Bu . büyi.ik gelişmede
kuşkusuz birçok etmen rol oyna­
ıtııştır. İlk bakışta bazı eski kültür­
lerdc:,ı esinlenmeler görüiebilir. A­
ma İslim eserled gene de özellikle­
rini . 1\1.er devirde vurgutaya"btınıiş-
· ·

lerdir.·

Karahanlılar, Gazneliler, Bü­


yük Selçuklular, Suriye Atabekleri
ve Ana.dolu Se�çuklulariyle gelişen
Türk sanatı, daha önce "de Tolunlu­
lar ve �kŞ.itlerle Mıs:ır'a geçmi,ş ve
Memltl.klularla <levam etmiştir. Bu
gelişmenin son basımıağı Osmanlı­
lar olmu.ştur. Türklerin müslüınan­
hğı kabul etmesinden sonra kuru­
lan bu Türk devletlerinin sanatı,
.
İslam sanatı içinde ayrı ve özel bir
bölüm olarak incelenebilecek nite­ Kahir�'deki ilnlü El �;:her medresesinin avlusu. El Ezher bugün ila

liktedir. hiyat eğitimi yap an en ünlü ilntversitelerden biridir.

1 39
Moğol imparatoru Humayun'un türbesi (Yeni Delhi, Hindistan).
tı. Türkler İslam sanatının altında Türkler müslümanlığı kabul
türkistan ve ezilip kalmamış, ona daha önce ya­ ettikten sonra, daha önceki dinsel

İran sanatı bancı olan bir sürü yenilik getir­


mişlerdir. Bu, İslam sanatına ayrı
ve sivil, halk ve saray sanatlarında
elde ·ettikleri verilere, İslam sanatı
bir zevk ve canlılık getirmiş, onu içinde de yeni bir öz vermeğe ça­
Türkler müslümanlığı kabul tekrardan kurtarmış, sanat görüş­ lıştılar. Bup.un ilk örnekleri, IX.
ettikten sonra, Asya, Afrika ve Av­ lerinin taz·elenmesine ve yenilenme­ yy. 'aa Abb�silerin başkenti Samar­
rupa'da tarih boyunca, beyliklerden sine neden olmuştur. ra'da görülmeğe başlandı. Aynı za­
tutun da Büyük İmparatorluklara Türkler, İslam sanatına verdik­ manda bu yıllar, Abbasi devleti ü­
kadar sayıları sekseni aşan Türk lerinin yanısıra, kendi içlerinde de zerinde Türklerin siyasal alanda
devleti kurulmuştur. Bütün bu dev­ devamlı, kesintisiz sanatlarını ge­ baskılarını artırdığı yıllardır.
letlerin sanatlarında, bölge ve za­ liştirmeyi bilmişlerdir. Eğer bugün Kültürel alanda artan etkiler,
man ayrımına rağmen yine de güç- Türk sanatından söz edebiliyorsak, İslam şanatında y�ni bir şekil ve
1 ü bir bağlantı ve ilişki vardı. Bu bu ikinci yönün tarih boyunca hiç­ üslup gelişmesine yol açtı. Bu üs­
ilişki günümüze kadar kopmamış bir zaman yitirilmediğini, üst·elik lup, saray ve ·evlerin duvarlarını be­
ve devamlı yaşamıştır. Günümüz güçlü şekilde yaşaması için elden zeyen alçı süslemelerde hızla yayı­
halk sanatında bile çok eski dönem­ gelen her yolun denendiğini görü­ lıp gelişti. Türkler, bu motifleri ve
lerin zevkini ve sanat gücünü hala rüz. Türkh:!r, fethettikleri ve yerleş­ tekniği daha önce de eski maden
bulabiliyorsak, bunu biraz da köklü tikleri ülkelere kendi kültür ve sa­ işlerinde yüzyıllarca denemişlerdi.
bir gelişimde aramak gerekir. Türk­ natını getirerek o ülkenin çehresi­ Bu üslup bir yandan Mısır'a, öte
ler, güçlü bir bileşime, ortak bir ka­ ni değiştirip, kendi öz damgalarını yandan da Suriye ve Anadolu'ya
raktere yönelen İslam sanatına hiç vurmuşlardır. Ama bu durum, söz geçmiş, İran'da da güçlü etkileri gö­
bir katkıda bulunmayıp herşeyi ol­ konusu yerin eski törelerini tama­ rülmüştür.
duğu gibi kabullenselerdi, hem İs­ miyle unutup, yalnız kendi getir­ Bundan sonra ikinci ve büyük
lam sanatı köklü dönüşümlerden diklerini denedikleri anlamına gel­ atılım Gazneli Mahmut ile oldu.
yoksun kalacak , hem de Türk sa­ mez. Kuşkusuz, yerli özelliklerden Gazneli Mahmut, Doğu İslam dün­
natı diye bir konumuz olmayacak- de esinlenmişlerdir. yasında büyük bir devlet kurarak,
1 40
Keşmir'deki Sah .Hamadan Camii.

eski Türk sanat uslubu ve gelenek­ taplığı bulunan, İslam üniversitesi nareler, gezginler üzerinde her de­
lerini Afganistan ve çevresinde yer­ diyebileceğimiz medreseler kurul­ virde güçlü etkiler bırakmıştır.
leştirmekte büyük rol oynadı. Bu­ du. Bilim ve kültür alanında sivril­ Gazne'deki diğer kalıntılar, k azı­
rada beliren yeni görüşler, İran'a miş �ICiŞiler �liralarda toplandı. lar ilerledikçe gün ışığına çıkacak,
ve Hindistan'a, yine Türkler yoluy­ Başkenti süsleyen göz alıcı bi­ Türk tarih ve sanatının önemli bir
la yayıldı. nalardan geriye kalan sadece iki kısmı da böylece aydınlanmış ola­
Bu önemli devreden elimizde minaredir. Mesut III ve Behram caktır.
çok az eser kalmıştır: çünkü büyük Şah'a ait bu minareler, süsleme sa­ Gazne dışında, yine kazılarla
istilalar, yağma ve yakıp-yıkmalar natı yönünden İslam mimarısının bütün ayrıntılarına kadar öğrene­
eserlerin çoğunu ortadan · kaldır­ yarattığı en ünlü örnekler arasın­ bildiğimiz Leşker-i Hazar Sarayı ise,
mıştır. da yer alır. Bunlar, XII.yy.'ın ilk minar·asi ve duvar resimleriyle
Bugün elimizde o günlerden, yarısından kal�adır. Uzun yıllar bu önemli bir buluntudur.
Gazne kentinde iki minare ile Ka­ minareler zafer kuleleri olarak ta­ Sultan Mahmut ve Sultan Me­
bil Müzesi'�de bulunan kabartma­ nınmış, ikincisi yine yanlış olarak sut'a ait olan bu saray, XI.yy.'ın
lar ve keramik parçaları kalmıştır. Sultan Mahmut'a mal edilmişti ; başlarında, dikdörtgen şeklinde, te­
Bir de bunlara ekleyebileceğimiz, ama son yıllarda üzerlerindeki ya­ melleri tuğladan, gövdesi kerpiçten
Agra Kalesi'nde saklanan Gazneli zıtların doğru bir şekilde okuruna­ yapılmıştır. Sarayın içinde, mera­
Mahmut tür�sinln ağaç k apısıdır. sından sonra durum aydınlanmış­ sim ve kabul salonları, bürolar, o­
Ama son yıllarda Gazne kentinde tır. turma odaları yer almaktadır. Ba­
İtalyanların, Leşker-i Bazar denen 40 - 45 metre yüksekliğinde o­ zı yönlerden Abbasi saraylarını ha­
yerde Fransız arkeologların yaptığı lan bu minarelerin üstleri yıkıldı­ tırlatan Leşker-i Bazar, «dört ey­
kazılarla, her yönden aydınlatıcı ğından, ancak yirmi metreye ka­ vanlı plan tipiıı diye adlandırılan
ipuçları elde .edilmiştir. dar olan alt kısımları ayakta kal­ yeni bir denemeyle de, mimariy·a
Tariıhsel kaynaklardan edindi­ mıştır. bambaşka olanaklar tanıyor. Her­
ğimiz bilgiye göre, Gazneli Mahmut Sultanların adlarını ve ünvan­ halde bu plan tipi Gazne'de ev,
zamanında başkent Gazne'de çok larını veren yazıtlarla, çok zengin medrese ve diğer yapılarda da
önemli binalar yapıldı, zengin' k\- tuğla süslerle bezenmiş olan bu mi- kullanılmıştı. Ama ilk tipik örne-
141
Samanı mimarisinin güzel örneklerinden lsmail lbn Hamad türbesi (Buhara,
Özbekistan) .
ğini bU: sarayda görüyoruz. Türk­ muş olan rsınııerin her tarafı ö­ torluğtı oltntıştut. Anacıoıu Selçuk­
lerin g�lişme ve yayılma yollarını zenle işlenmiştir. Arada ulun boş- luları ise, bu impa*Q,t()rluğun bir
izlemek! istiyorsak, bu tip mima­ 1 ukları olan İslam sanatında, bu re­ koludur. 1055'de Ba.ğda.t alınmış ve
rinin kullanıldığı yerlere tıe.kma­ simlar, Uygur Türklerinin resimle­ Tuğrul Bey kendini sultan ilan et­
mız gerekir. Çünkü Türkler, çe­ riyle Selçuklu Türklerinin resim miştir. İlk dört sultanın devrinde,
şitli alanlarda, iklim koşullarının sanatı arasında köprü görevi yap­ sanat çalışmaları büyük hız kazan­
elverdigi oranda, mimaril·arinde maktadır. :Sütün bunların dışında, mış ve kendina özgü, kökl il bir sa­
dört eyvanlı denen tipi severek kul­ buradaki tuğla süslemeler, değişik nat doğmuştu. Batıya doğru ilerle­
lanmışlar ve ·geliştirmişlerdir. Da­ biçimler altında Selçuklularda ya­ 'yen Selçuklular, İran'da Şiiliğe kar­
ha sonra Büyük Selçuklular, Ana­ şayıp gelişmiştir. şı sünniliği savunmuşlar, öğretim
dolu �lçukluları, Suriye Atabekle­ Gazneliler devletinin yanısıra, sistemlerini sünniliğe göre kurmuş­
ri ve Türk Memh'.lklarında bu ti­ Batı Türkistan'da önemli diğer bir lardı. Bir yandan da Doğu Roma
·pin g�lişmesini izl-ayeceğiz. İşte Türk Devleti de Karahanlılar'dır. imparatorluğu sınırlarını zorlayıp,
LeşkerJi Bazar'ın önemi bu yüzden 840-1212 yılları arasında egemen onunla hesaplaşmağa gitmişlerdi.
artma�tadır. Gazne kazılarında ve olan bu ilk müslüman Türk devleti, Selçuklular yeni oluşumlara
diğer l yörelerde yapılacak araştır­ �zkent'teki türbeleriyle yepyeni bir yönelirlerken Gaznelilerin Leşker-i
malarda, bundan eski, bu türden bir üslup meydana getirmişti.. Kara­ Bazar sarayında ortaya çıkan cıdört
plana göre inşa edilmiş bir yapı çı­ hanlı mimarisi, antik süslemeden eyvanlı planıı şemasını mimarile­
kıncaya kadar Leşker-1 Bazar kilit farklı yepyeni bir mimari dekorla rinde uyguladılar. Bu uygulayış
yapılal'dan biri olarak kalacaktır. karşımıza çıkmaktadır. Cepheler­ çok yönlü oldu. Dört eyvanlı plan
Ancak, Leşker-i Bazar'ın önemi yal­ de, çiçekli ve örgülü kufi ve nesih ilk kez medreselerinde ve Ribat
-nız mimarisinden değil, merasinı yazı dekoru geometrik bir düzen denilen kervansaraylarda ortaya
salonunun alt kısımlarını süsleyen içinde yer alır. Ortaya çıkan bu . üs- çıktı. Daha sonra, aynı plan tipi
duvar . . resimlerinden ve üstlerinde­ 1 up, en belirgin olarak 1012 tarihli camilerde de kullanıldı (İran'daki
ki tuğla süslerden de gelmektedir. Nasır bin Ali, 1 152 tarihli Celalet­ önemli camilerin büyük bir çoğun­
Altmış kadar olması gereken bu tin Hüseyin ve kime. .ait olduğu bel­ luğu bu tipe bağlı kalınarak ya­
duvar :resimlerinden ancak kırkdör­ li olmayan 1 186 tarihli türbelerle pıldı) .
dünün kalıntılarına rastlanmakta­ kendini gösterir. Bu dekorlu türbe Ünlü 8elçuklu veziri Nizamül­
dır. Tabii boydaki vücutları karşı­ tipi, yine Türkler tarafından ara­ nıülk , Selçuklu suıtanlarındah Alp­
dan, �yakları yandan gösteren bu lıksız geliştirilecektir. arslan ve Melikşah'ın emriyle, şii­
resimlerin Gazneli Mahmut'un su­ Doğu İslam dünyasında en liğe karşı sünniliği geliştirmek ve
bay v� askerlerini tasvir ettiği anla­ uzun süreli ve büyük imparator­ kuvvetlendirmek amaciyle medrese­
şılmaktadır. Baş kısımları bozul- luklardan biri ise, Selçuklu İmpara- ler yaptırdı. Bu medreseler günü-
1 42
muzun üniversitelerini karşılamak­
tadır. Öğrenci odalarını ve dersa­
neleri içine alan medreseler, büyük
bir avluya açılmaktadır. Çoğu za-·
man avluda bir havuz veya · şadır­
van bulunur.
Nizamülmülk'ün kurduğu en
büyük devlet medreseleri, Tus, Ni­
şapur ve Bağdad'dadır. Medreseler,
daha sonra hızla her yöne yayılmış­
tır. Bağdad'da XI.yy.'ın ikinci yarı­
sında yapılan Nizamiye Medrese­
si'nden geriye bugün birşey kalma­
mıştır. Öte yandan tran'da yapılan
medreseler, tarihi kaynakların
uzunboylu sözünü ettikleri bu ö­
nemli kültür yapıları, Moğol saldı­
rısıyla yıkılmış, yokolmuşlardır.
Bazı bölümleriyle günümüze kadar
gelebilen ender medre�lerden biri,
Hargird'deki medresedir. 1 938'de
yapılan kazılarda bu · medresenin
bir eyvanı oldukça sağlam olarak
ortaya çıkarıldı; kare avlunun di­
ğer yanlarındaki eyvanlarınsa izle­
ri bulundu. 1 087 tarihindG.�apılan
Hargird Medresesi'nden güzel bir
kufi yazıt, sınırlı da olsa, zengin
süslemesi hakkında bir fikir ver­
mektedir.
İran'da, :Sağdad'da ve Selçuk­
luların egemen olduğu topraklarda
bitdenbire ortaya çıkan bu medre­
seler; büyük bir kültür olayıdır.
Çünkü hızla gelişen ve yayılan ye­
ni düşünceler ve akımlar, sanatın
da belirli bir düzey·e ulaşmasında
büyük rol oynamıştır.
Medreselerde denenen plan ti­
pi kervansaraylarda da kullanılmış,
sonra dini Yapılar olan camilere
atlamıştır. Bütün bunların süslen­
mesi ve bezenmesi, sana.tın her yö­
ne açıldığını gösterir. Selçukluların
kültür ve sanat yönünden gelişme­
sinde iktisadi durumun da büyük
payı vardır. Kısa süre içinde, her
yanı cami, medrese ve kervansa­
raylarla donatıp, bunları süsleme­
lerle bezemek, ekonomik alandaki
zenginliği gösteren somut kanıtlar­
dır. İran'da ilk kez dört eyvanlı şe­ Yakudiye mectresesıntn (Erzurum) cephesi.
ma 1 1 35 yılında İsfahan'ın doğu­
sunda Zev-vare Camii'nde denen­ miye açılan kubbeye sonradan dört radan Doğu'ya ve Batı'ya yayılmış­
miştir. Di_kdörtgen avlunun her eyvan eklener·ek burada da Zevvare tır. Medreseler ve dört eyvanlı ca­
kenarının ortasına bir eyvan v·e kıb­ planı tekrarlanıyor. Bunlardan baş­ milerden başka, Türkl�r'in İran'a
le yönündeki eyvanın onune bir ka, Ardistama'daki Mescid-i Cuma getirdikleri diğer mimari tipler a­
kubbe ekienmesiyle biçimlenen ( 1 1 60) ve diğer bazı yapılar, ayni rasında· mezar anıtları da y·C)r alır.
Zevvare Camii, bu tip uygulanışın gelişmeyi devam ettirirler. Bütün Bunların en eski örnekleri, İran'da
ilk örneğidir. Gerçi İsfahan'da Mes­ bu yapılar her devirde yeni ekler ve daima silindirik gövdeli, konik ça­
cid-i Cuma'da mihrap önü kubbesi süsl.:!rle zenginleşmiş ve büyümüş, tılı, Azerbaycan ve Batı İrarl.'da ise
Zevvare'den çok önce yapılmışsa ama bir bakıma da ana özellikleri­ çok köşelidir. Çoğunluğunda altta
da, tümünün biçimlenmesi Zevva­ ni az da olsa yitirmişlerdir. mumyalık denen, ölünün · gömüldü­
re'den sonradır. İsfahan Mescid-i İlk denemeleri Uygurlar'da, ğü bir kısım bulunur. Bunun üs­
Cuma'sında ilk olarak Melikşah za­ Hoço'da görülen tür})() mimarısı, tünde, merdivenlerden çıkılan ya­
manında mihrap önünde bir kubbe Batı Türkistan'da Karahanlılar, lancı sandukaların bl.1.lundµğu, ö­
yapılıyor ( 1 080) . Dokuz kemerle ca- İrım'da Selçuklularla gelişerek bu- :ııellikle kücük bir mihrapçıkla süs-
1 43
keramik ve minyatür sanatları da
Selçuklular zamanında canlanmış
veya aına formlarını almıştır. Bir
yanda mimariye bağlı veya bağım­
sız taş, alçı, ağaç işçiliği örnekleri
gelişirken , öte yanda çini ve kera­
mik, minyatür, yani kitap resmi sa­
natının yerinde sayması olanaksız­
dı. Bunların yanı sıra, gerek yapı­
larda yer yer kullanılan, gerekse re­
simlenen kitapların içlerindeki ya­
zılar, canlılık ve gelişme gösteriyor,
zaman zaman formları bakımından
resim sanatıyla yarışıyordu. Bu sa­
nat kollarının son ve büyük geliş­
meleri, Anadolu Selçuklularında ve
Osmanlılarda ortaya çıkacaktır.
Yapılan son araştırmalar, halı
sanatının Batı Türkistan'da Türk­
ler tarafından meydana getirildiği­
ni ortaya çıkarmıştır. İlk devirler­
de halılar, hayvan postlarını hatır­
latmaktaydı. S onradan bunlar ge­
liştirilip XI.yy.'dan başlayarak Sel­
çuklu Türkleriyle Batı Asya'ya,
İran'a doğru yayılmıştır. Ama Bü­
yük Selçuklu halı örnekleri günü­
müze kadar gelemediğinden, Büyük
Selçuklu halı sanatıyla ilgili bilgile­
ri Anadolu Selçukluları yoluyla öğ­
Ahmed Şah Baba türbesi (Kandahar, AJganistan) .
reniyoruz. Şu gerçek apaçık ortada­
lü üst kısım yer alır. Kısaca üzerinde durarak geçti­ dır: halı, Türklerin bir buluşudur
İran'daki en önemli kümbetler­ ğimiz bu yapılar dışında, Selçuklu­ ve onlarla gelişmiş, dünyanın dört
den biri kuzeydeki Radkan, diğeri lar ülkesinin dört bir yanında bir­ bir yöresine yayılmıştır .
Horasan'daki Kişmar kentinde bu­ çok önemli eser meydana getiril­ Halı sanatına paralel olarak
lunmaktadır. Bu kümbetler, dış gö­ miştir. Bu eserlerin ölçüleri ve süs­ gelişen diğer bir sanat kolu da, min­
rünüşleriyle, süslü ve gösterişli bir lemeleri, o çağda buraları dolaşan yatürdür. İslam minyatür sanatı­
çadırı anımsatırlar. Türkler küm­ gezginler üzerinde kuvvetli etkiler nın şekil alnıasında ve çeşitli üs-
betlerin yanısıra türbelere de ye­ yapmıştır. Çünkü, bu eserlerde sa­ 1 upların gelişmesind-e, VIII.yy.'da
ni bir biçim verdiler. İç içe iki kub­ dece anıtsal bir mimariyle yetinil­ Doğu Türkistan'da Mani dinini ka­
be kullanarak dış kubbeyi mümkün miyor, yapıların gerekli yerleri çi­ bul eden Uygur Türklerinin büyük
olduğu kadar yükseltme oları.ağını niler, alçı ve ağaç işleriyle bir kat rolü vardır. Uygur Türklerinin bir
sağladılar. Bunun en güzel örneği, daha zenginleştiriliyordu. Bu yüz­ kısmı, daha Abbaşiler zamanında
Merv'deki Sultan Sencer Türbesi' - den, . kültürel ve mimari gelişimin Bağdad ve Samarra'da çalışmışlar­
dir. Ayrıca silindir biçimli minare­ yanısıra el sanatlarında da hızlı bir dı. Ama o devir minyatürlerinden
ler de İslam sanatında Türkler a­ atılım görülüyordu. Rengarenk çi­ hiç bir örnek günümüze kadar ge­
racılığıyla yaygınlaşıyor ve Ana­ niler, alçı süsler, ince ve karmaşık lemediğinden, ancak kaynakların
dolu'da kuvvetle yaşayarak günü­ ağaç işleri, ağır ve anıtsal mimari­ verdiği bilgilerle yetiniyoruz. Gene
müze kadar uzanıyor. yi hafifletiyordu. Ayrıca, yapılarda de kesin bir gerçek var ortacta : Uy­
Büyük Selçukluların dinsel ve süslemenin kullanılacağı yerler be­ gur Türklerinin kitap ve minyatür
sivil mimaride ortaya koydukları lirli kurallara bağlanıyor, hiçbir za­ sanatındaki ustalıkları. Anayurtla­
eserler, daha sonraki yeni Türk dev­ man taşkınlığa yer verilmiyordu. rında yaptıkları duvar resimleri de
letlerinde yaşayıp gidecektir. Sel­ Bu gelenek Anadolu Selçukluların­ bunun en . sağlam kanıtlarıdır. Sel­
çukluların gücü, aldıkları mirası da da devam etmiş, daha da yakın­ çuklu sultanı Tuğrul Bey Bağdad'ı
yeni bir anlayışla işlemelerinden ve laşarak göze ağırlık verecek her çe­ aldıktan sonra burada ilk minyatür
ona çeşitli olanaklar tanımaların­ şit fazlalıktan sakınılmıştır. ccTaç. okulunun kurulmasını desteklemiş,
dan ileri geliyor : dört eyvanlı plan kapm dediğimiz anıtsal giriş kapı­ böylece minyatür sanatı hızlı bir
biçimini, medrese, keı vansaray ve ları ve giriş cephelerindeki süsler gelişme göstermiştir. Bu gelişmede
camide denemiş ve geliştirmişler­ ve üzerindeki taş işçiliği gerçekten Sultan ve Beylere katiplik yapan
dir. ince bir zevkin örnekleridir. Bütün Uygur Türklerinin büyük payı var­
Türbe ve kümbetlerde de du­ motifler uzun boylu düşünülerek dır. Önce Yunanca yazmalar Arap­
rum aynıdır. Bugün Anadolu'da bi­ bir araya getirildiğinden, genel çaya çevrilirken bunların konuyu
le kentlerin görünümlerine çok şey kompozisyonlarda aksamalar olma­ açıklayan resimleri de kopya , edil­
katan kümbet ve türbeler, Büyük mıştır. İşte Ortaçağ'ın ünlü Türk miştir. Zamanla resim sanatı gelişe­
Selçuklular zamanında oluşmuş, kentleri böyle bezenmiş ve şehirci­ rek, kendine özgü biçimler almış­
ölümün ağırlığından çok yaşamağa lik anlayışı da buna paralel olarak tır. Bunlardaki tiplerin, Türk tiple­
bağlı yapılar olarak karşımıza çık­ biçimlenmiştir. rini açık olarak göst·ermesi , dikkat
mıştır. Bütün bunların . dışında, halı, çekicidir.
144
Selçuklular sülalesinin devamı
olan Suriye ve Irak'taki Atabegler
devrinde de, gerek mimaride gerek­
se diğer sanat kollarında aynı geliş­
me .kesintisiz sürdü. Cami, medre­
se ve öteki mimari türlerdeki ya­
pılarda, Atabegler de eski plan şe­
malarına bağlı kaldılar. Minyatür
sanatı Atabegler devrinde daha da
gelişti. Bu minyatürlü yazmaların
birinde görülen bir resim gayet ilgi
çekicidir. Musul Atabegi Bedrettin
Lulu bin Abdurrahman, oturmuş
halde elinde oku ve yayı ile cephe­
den portresini yaptırmıştır. Böyle
ileri bir gerçekçiliğ·� varan resim
sanatı, Atabeglerin sanatç!ları sü­
rekli korumalarıyla gelişti. Moğol
saldırısıyla kentlerin yakılıp yıkıl­
dığını, kitaplıkların yağmalandığı­
nı düşünürsek, elde kalan bu min­
yatürlü yazmaların önemi bir kat
daha artmaktadır .
Atabegler devrinden sonra
Türk sanatının gelişme çizgisini iz­
leyec·�k olursak, bir yönde Anadolu
Selçuklularını , diğer yönde Mısır'da
Türk Memluklarını buluruz.
Memluklar mimaride, daha ön­
ce Eyyübilerin. Suriye'den getirdik­
leri dört eyvanlı medrese örneğine,
Batı Türkistan'daki yüksek kubbe­
li türbeyi eklediler. Genellikle dört
eyvanlı yapı tipi, hem medrese, hem
de camide kullanılmış, zaman za­
man bunların önüne yüksek kubbe­
li bir türbe de eklenmiştir. Bunuh
en güzel örneklerinden biri, Sultan
Hasan medresesidir. Bu devir ya­
pıları, anıtsal taçkapıları, renkli
taşlarla bezeli duvar ve avluları ile
ortaya çıkarlar. Ayrıca, Kahire dı­
şındaki Memluk türbeleri, Semer­
kant ve Buhara'daki türbelere ben­
zer ve genel görünüşh�riyle değişik
bir etki bırakır.

Silvan Ulu Camii (Diyarbakır) dışından bir görünüş.


anadolu tı ise geniş ülkeler üzerine yayıl­ dan Seiçukluıar, ·eski yapıların taş­
selçukluları devri mıştır.
Selçukluların Anadolu'ya ge­
larını ve malzemesini kullanmakta,
yerli ustaları çalıştırmakta bir sa­
sanatı lişlerinden kısa bir süre sonra Haç­
lı seferleri başlamış ve bunu başka
kınca; görmüyorlardı. Bütün bunlar
onların kendilerine olan güvenle­
Türkler Anadolu'ya 1071 'de uğraşılar izlemiştir. Sanatın b.içim­ rini gösterir. Köklü ve oluşmuş bir
yerleştiler . . Oysa bu tarihten çok ön­ lenmesi, ancak siyasal düzenin sağ­ sanatın mirasiyle yüklü olarak A­
ce Anadolu'ya sızmaya ve · yerleş­ lanmas\ndan sonra gerçekleşmiş: nadolu'ya gelen Selçuklular için bu
meye başlamışlardı. Yine de tarih­ tir. normal bir sonuçtu. Eğ.er aldıkları
ler, Alparslan'ın amcazadesi Kutul­ Düzen kurulduktan sonra Sel­ mirası Anadolu'da daha da g_eliştir­
muş oğlu Süleyman'ın Melikşah ta­ çuklular, Doğu Roma, başka bir d�­ miş ve değişikliğe yönHtmişlerse,
rafından Anadolu'yu fethe gönde­ yişle Bizans İmparatorluğu toprak­ bunda bulundlıkları yerin iklim ko­
rildiği tarihi temel alırlar. O gün­ ları üzerinde, İran'da, Irak'da ve şullarının ve geçen zaman içinde
den bu yana gelişen sanatı üç ana. St.iriye'de geliştirdikl'eri sanatlarını değişen zevk ve düşüncelerin büyük
bölüme ayırabiliriz. Bunlar sırasıy- Anadolu'ya taşıdılar. Gelenlerin sa­ payı vardır. Bazan ayrıntılarda or­
. la, Selçuklu, Beylik ve Osmanlı natı, daha önceki Anadolu sanatın� taya çıkan yerli özellikler, çalışan
Devri sanatlarıdır. dan kesinlikle ayrılıyor, ayrı bir ustaların eski alışkanlıklarının so­
İlk ikisi, daha Çok Anadolu'da düşünce ve duyuşun eseri olduğu n ucudur. Yoksa yapıların tümünde
gelişmiş ve yaşamış, Osmanlı sana- ilk bakışta anlaşılıyordu. öte yan- Selçukluların ana karakteri kuv-
1 45
Kızılte1Je Ulu Camii (Mardin).

vetl<! kendini göstermektedir. Günümüze dek kalan ilk Ana­ kapılarında ve yer yer iç süslerinde
Aslında Selçuklular yerleşmiş dolu camilerinde, birkaç plan şekli bitkisel ve geometrik motifler dik­
bir kültürle gelmemiş olsalardı, yüz­ denenmiştir. Danişmentlilerden kal­ kati çekmekte, plastik bir görünü­
yıllardır her türlü sanatın beşiği ol­ ma Sivas ve Kayseri Ulu Camileri, me bürünmektedir. Bir an öteki
muş, dünyanın en zengin kültürle­ çeşitli onarımlar geçirmiş, yalın ya­ Selçuklu yapılarının kapı süslerini
rinin bir araya geldiği ve yaşadığı pılardır. Saltuklu Beyi Mehmet Kı­ çiüşünürsek, arada benzerlikler bul­
Anadolu'da yerli sanatın etkisinde zılarslan'ın Erzurum'da yaptırdığı mak mümkündür, ama bunun ya­
kalmamalar.ı imkansızdı. Bu yargı, Ulu Cami, mihrap önündeki kubbe­ nında yepyeni ve değişik ögelerin
sanat alış-verişlerinin zararlı oldu­ si ve yine orta mekanlardaki - zen­ eklendiği de görülür. Camiin batı
ğunu göstermez. Tersine, etkilere gin tonoz örtüleriyle ilgi çekici bir kapısında görülen çift başlı kıırtal
açık, ama ona biçim ve öz verebi­ yapıdır. Selçuklu Sultanı Alaettin Keyku­
len sanatların değerini ortaya ko­ Bu devrin en zengin yapılardan bat'ın, doğan kuşu ise Mengüçoğlu
yar. Ve etkileri kendi içinde eritip biri, kuşkusuz, Mengüçlüler devrin­ Ahmet Şah'ın armasıdır.
ona yeniden biçim veren Selçuklu de yapılan Ulu Cami ve Şifahane'­ Bu yapı grubu, her ne kadar
sanatı da bu yolu izlediği için, en dir ( 1288) . Mengüç oğullarından genel gelişmenin dışına çıkıyorsa
soylu sanatlar arasında yer rı. l ır. A!hmet Şa:h tarafından yaptırılan bile, yine de uzun yıllar, yenilik­
Türkler Anadolu'ya gelişlerinin camiin büyük kapılarındaki süsler lerle dolu bir eser olarak yaşaya­
ilk yıllarında çeşitl i bölgelerde yarı­ ve içindeki örtü şekilleri, yapıya caktır.
bağımsız beylikl·ar kurdular. Bunla­ değişik bir atmosfer verir. Bu cami, Artuklular ülkesine yaklaşınca,
ra Selçuklu öncesi beylikleri adı ve­ yepyeni motifleriy-le, Selçuklu sa­ yerleşmiş bir Ulu cami tipiyle kar­
rilir. Selçuklu öncesi beyliklerinin natı içinde her zaman sorun olmuş­ şılaşıyoruz. Diyarbakır Ulu Camii
en önemlileri Sivas, Kayseri ve Ma­ tur. Camiye bitişik olarak Mengüç bunun en güzel örneğidir. Anado­
latya'da Danişmentliler, Diyarba­ oğullarından Behram Şah'm kızı ve· lu'nun en eski camii olan bu yapı­
kır, Mardin ve Hasankeyf'de Artuk. Ahmet Şah'ın z·�vcesi Turhan Sul­ nın ilk şekilleri Melikşah devrine
lular, Erzurum'da Saltuklular, Er­ tan tarafıridan yaptırılan hasta­ kadar iner ( 1 091-1092) . Plan şek­
zincan, : K·amah, Şebinkarahisar' da ne de , taçkapısı ve iç süslemesi açı­ li, Şam Ümeyye camiinin planını
ve Divtik'te Mengüçlülerdir. sından yeniliklerle doludur. Camiin temel almıştır. Avlusunun bir tara-
146
Sinop Ulu Camii.

fmda antik bir tiyatro sahnesinden ler : birincisi taştan ve tuğladan de yatmaktadır. Sandu�alarının
yararlanılmış, öteki tarafıysa buna duvarlar üzerine ayak veya sütun­ üstleri mavi zemin üzerine beyaz
benzetilerek Artukoğullarından El­ lara dayanan normal camiler, ikin­ kabartma yazıtlarla süslüdür. Ala­
aldı zamanında yapılmıştır. Güney ci grup ise ağaç direkler üzerine o­ eddin camiinin diğer ilgi çekici bir
Doğu Anadolu'da uzun yıllar hii­ turan, zengin dekorlu ahşap cami- ·
yam da, avlu cephesidir. Üzerinde­
küm süren Artukoğullarının bırak­ ler. ki bir yazıttan anlaşıldığına göre,
tıkları birçok eserin yanısıra XIII. Selçuklulardan günümüze ka­ avlu cephesinin yapımını Şam'dan
yy. başından kalma, Mardin'in il­ dar gelen, tarihi belli en eski yapı­ gelen bir usta yönetmiştir.
çesi Kizıltepe'de yapılan Ulu cami lardan biri, Alaeddin Camii'dir. Bu cami dışındaki çeşitli Ana­
gerçek bir sanat ürünüdür. Kurak, Konya'da kendi adıyla anılan bir dolu camilerinde yeni denemelere
düz bir arazinin ortasında, uzak­ tepe ü�erindedir. Yapımına 1 155 yı­ gidilmiştir. Konya'da İplikçi, Sahip
lardan yarı y1kılmış kubbesi ile be­ lında Rükneddin Mesut zamanında Ata; Niğde'de Alaeddin, Kayseri'de
liren yapı, yaklaştıkça ortaya çıkan başlanmış, 1220'de Alaeddin Ke.Y­ Küllük ve Huand ve Hacı Kılıç,
gösterişli cephesiyle etkisini bir kat kubat zamanında tamamlanmış 've Amasya'da Burmalı Minare ve Gök
daha kuvvetlendirir. Taçkapısı, onun adını almıştır. İçi sütunlar­ Medrese camilerinde ve birçok kü­
mihrabı ve kesme taştan ağır başlı dan bir ormanı andıran cami, bir­ çük mescitde ilgi çekici zenginlik­
mimarisiyle, önemli yapılardan bi­ çok devir geçirdi. Selçuklu çinili ler ve denemeler görülür. Bu cami­
ridir. mihraplarının en güzellerinden bi­ lerin bazıları zengin taş işçilikleri,
Bunlar dışında; Artukoğulla­ ri olan mihrabı, içine 1889'da otur­ bazılarıysa baştanbaşa çinili mih­
rından kalma Harput, Mardin, Sil­ tulan mermer, zevksiz bir ikinci rapları ve mimari olgunluklarıyla
van Ulu camileri, plan ve süsleme­ mihrap yüzünden güzelliğini yitir­ dikkati çekerler.
leriyle erken devir canıi mimarisin­ di. Ahlat'lı bir ustanın yaptığı, 1 1 55 Daha önc·a sozunu ettiğimiz
de birer aşamadır. Bu yapılar, mi­ tarihli abanoz ağacından eşsiz min­ ikinci ,grup yapılara, yani ahşap
marinin gelişmesinde belirli yeni­ ber ise, bugün de bütün güzelliğiy­ camilere gelince, bu camilerde ge­
likler getirmişlerdir. le camide durmaktadır. nellikle ağaç direkler, mi:t:ırap du­
Selçuklular devrinden kalan Birçok Selçuklu sultanı, Ala­ varına paralel yada dikine yerleş­
camiler ise, iki ana yoldan gelişti- eddin camii avlusundaki bir türbe- tirilmiş, yine ahşap sütun başlıkla-
1 47
rı üzerine ağaç hatıllar atılıp üzer­
ler! örtülmüştür. Ahşap sütun baş­
lıkları ve dekorlanmış hatıllar de­
ğişik bir görünüm yaratır. Ayrıca
çoğundaki ahşap, süslü minberler,
pencere kapakları ve çinili mihrap­
lar, bu görünümü tamamlayan öğe­
lerdir. Bu tip bir mimari Anadolu
için karakteristiktir ve Beylikler
devrinde de sevilerek kullanılmış­
tır. Bazılarının ortalarında bulu­
nan açık alanlar, eski avlu fikrinin
iklim koşullarıyla küç:ülmüş bir de­
vamıdır. Dış görünüşleriyle içerde­
ki zenginlikler konusunda fikir ver­
meyen bu camilerin başlıca örnek­
leri şunlardır : Konya Sahip Ata Ca­
mii, Afyon Ulu Camii, Sivrihisar
Ulu Camii, Ankara Aslanhane ve
Ahi Evran Camileri, Beyşehir Eş­
ref oğlu Camii, Ayaş Ulu Camii, Niğ­
de Sungur Bey Camii, Kastamonu
Daday yoiunda Kasaba Köyünde
Mahmut Bey Camii, Karaman İlis­
ra köyündeki Ulu Cami. Bunların
bazıları Selçuklu, bazıları da Bey­
likler devrinin eserleridir ve herbi­
ri, en ufak parçalarına kadar özen­
le korunması ve onarılması gere­
ken birer canlı müzedir. Ayrıca
bunlar, taş işçiliğine geniş yer ve-.
ren bir bezeme zevkinin var oldu­
1 ğu yıllarda ortaya koydukları de­
Gö� Medrese'nin (Sivas) cephesi ı ustıe) . Gök Medrese'nin (Sivas) ğişik biçim denemeleri yön ünden
mescidi (altta) . de ilgiyi üzerlerine çekmektedirler.
Ayrıntılarına girmeden kısaca
üzerinde durduğumuz camiler, me­
kan sanatının gelişmesinden çok,
ince bir zevkin bezediği yapılardır.
Bazılarında , Herdeki gelişmeye yol
açacak yenilikleri görmek müm­
künse de, bu ancak Beylikler dev­
rinden başlayarak Osmanlılarda do­
ruk noktasına çıkacaktır. Ama
Selçuklu camileri, insanın gözlerini
kamaştıracak çini mihrapları, bir­
birinden güzel ·ahşap minberleri,
süslü cepheleri ve kapıları, burmalı
veya çinili minareleriyle göz doldu­
rurlar.
Bir toplumun kültür düzeyini
gösteren öğelerin başında okullar
ve üniversiteler gelir. Selçuklular
devrinde de hemen her ilde bir ya­
da birden fazla medresenin bulunu­
şu, Ortaçağ'da Anadolu kentlerin­
de, kültürel alanda ulaşılan yüksek
düzeyi göstermeğe yeter. Büyük
Selçuklular devrinde ortaya atılan
ve geliştirilen medrese mimarısı,
gerçek gelişmesini Anadolu'da bul­
muş ve yaygınlaşmıştır. Bunların
bazılarında dinle ilgili bilgiler, ba­
zılarında da deneysel bilimler oku­
tulmaktayqı. Özellikle tıp biliminin
okutulduğu ve uygulandığı medre­
seler ve hastaneler Selçuklularda
yaygındı. Bütün bunların yanında
148
bazıları da gözlemevi (rasathane)
olarak kullanılıyordu.
İçinde odaları açık ve kapalı
dershaneleri bulunan medrese�er,
açık ve kapalı olarak Anadolu'da'
iki yönde ilerledi. Kapalı medrese­
ler, orta avlunun kubbe ile örtül­
mesinden meydana gelmiştir. Bu
tip bir medrese mimarisi, Büyük
'
Selçuklular devrinde görülmeyen
bir özelliktir. Suriye'de Atabegler
zamanında ilk defa kapalı bir med­
rese görülüyor. Bunu Anadölu'nun
iklim koşullarına bağlamak iste­
yenler varsa da, aynı yerde hem ka­
palı hem de açık medreselerin ya­
pılışı bu düşünceye güç kazandır­
mıyor. Kapalı medreseler Anadolu'­
da, sürekli uygulanan bir plan de­
nemesidir. Fakat çoğu zaman ey­
vanlı plan şemasına gene de bağlı
kalınmıştır. Avlulu; dört yada iki
eyvanlı medreseler, Gazneliler ve
Büyük Selçuklularla gelen, kökleri
eskiye dayanan bir yapı tipidir.
Kültür yaşamını bütün canlı­
lığıyla sürdüren medreseler, aynı
zamanda mimariierinin dengeli olu­
şu ve zevkle yapılmış süsleriyle de
göz doldururlar.
Sivas Gök Medrese, İnce Mina­
reli Medrese ve Erzurum Hatuniye
medresesinde görüleceği gibi, giriş
kapısının iki yanına zarif iki mina­
re yerleştirilmiş medresel·er d e var­
dır. Çoğu kez sırlı tuğladan yapılan
bu minarelerin pırıltılı bir görü­
nümleri vardır. Tek veya çift katlı
olan medreselerin birçokları çini­
lerle ve kabartmalarla bez·�nmiş,
mermer yada kesırie taşlarla süslü
kapıları da Türk taş işçiliğinin en
zarif örnekleriyle bezenmiştir. Za­
ten Medrese ve kervansarayların
utaçkapı» d·�nen anıtsal ana giriş
kapıları, her devirde ve çağda hay­
ranlık yaratmıştır.
Günümüze kadar gelen en ün­
lü Selçuklu medreseleri, Kayseri,
Sivas, Tokat, Amasya, Erzurum, Divriği Şifahanesinin cephesi.
Niğ(\e, Konya gibi ünlü Selçuklu
kentlerinde toplanmaktadır. rak kullanılan Karatay, taş müze­ kubbesiyle dengeli bir mimari kar­
Açık eyvanlı medreselerin en si olarak · kullanılan ince Minareli şısında bulunduğumuzu gösterir.
ünlü,leri, Konya'da Sırçalı, Sivas'ta ve aslında gözlemevi olarak yapıldı­ Ne yazık ki, medreseye adını veren
Şifahiye, Gök Medrese, Buruciye, ğı sanılan Kırşehir'de Caca Bey ve zarif, ince minaresi, 1 901 'de yıldı­
Çifte Minareli, Kayseri'de Huand, Afyon'un Çay ilçesinde Çay medre­ rım çarpmasiyle birinci şerefesine
Çifte Hatuniye, Sahibiye, ve Sira­ seleridir. Bunların dışında, yurdun kadar yıkılmıştır. Çay · İlçesindeki
cettin, Tokat'ta Gök, Erzurum'da çeşitli yerlerine dağılmış daha bir Çay m�dresesi, zengin çiniler�e süs­
Hatuniye medreseleridir. sürü kapalı m edresel er vardır. En lü kubbesi, mihrabı son onarımlar
İkinci grup kapalı medresele­ çok tanınan, Konya'daki Karatay sırasında iyice bozulmasına rağ­
rin � eskileri, Danişmentlilerden medresesinin mozaik çini tekniğiyh� men, gene de eski güzelliğinden çok
Yağıbasan tarafından yaptırılan, yapılmış kubbeleri, lacivert �emin şey kaybetmemiştir.
Niksar ve Tokat'taki Yağıbasan üzerine firuze yıldız şekilleriyle gök · Konya'da İne·� Minareli, Sivas'­
medreseleridir. Bugün ikisi de yıkıl­ kubbeyi andırır. Ayrıca duvarları ta Gök Medrese ve yine Kohya'da
mak üzer·�dir ve bakımsızdır. da çinilerle bezelidir. Sahip Ata cami ve külliyesini ya­
Selçuklular devrinden kalan İnce Minareli Medrese ise, cep­ pan, yaşadığı devrin ünlü mimarı
kapalı medreselerin en önemlileri, hesinin olgun güzelliğinin yanısıra, Kellik bin Abdullah, karşımıza ger­
Konya'da bugün çini müzesi ola- içte sırlı tuğlalarla yapılmış sade çek bir sanatçı kişiliğiyle çıkıyor.
1 49
Çifte Minareli Medrese'nin ( Erzurum ) avlusu.

Ne var ki, diğer birçok ünlü yapının lığın simgesidirler. Selçuklular, Kümbetler bakımından en zen­
mimarlarını ve süsleyicilerini bile­ kümbetlerin anıtıaştırdığı ölümü gin yerler, Van Gölü kıyısında Ah­
miyoruz. ağırlık ve sıkıntıdan kurtarmışlar­ lat ve Orta Anadolu'da Kayseri'dir.
'
Selçuklu dinsel mimarisinde dır. Çoğu kez kent yaşamına karı­ Van Gölü kıyısındaki Ahlat'ta bu-
cami ve eğitim kurumu görevi ya­ şan bu yapıları, kimse ölülerin gö­ lunan bir sürü kümbet, birbirinden
pan medreseler yanında, türbelerin müldüğü yer olarak düşünemez. güzel form ve süslemeleriyle unu­
de önemli bir yeri vardır. Bunların Anadolu'nun her yerine serpilmiş tul�az ,1apılardır. Zamana dayana­
dört duvar üzerine kubbe ile örtülü olan yüzlerce kümbetin öncüleri, rak gelmiş olan bu yapıların sayı­
olanlarına türbe, silindirik veya İran'da, Azerbaycan'da ve daha ları, bugün yavaş yavaş azalmakta­
çokg·an gövde üzerine koni yada pi­ başka çevrelerde Büyük Selçuklu­ dır.
ramit . biçimli çatı ile örtülü olan­ lar zamanında yapılmıştı. Anadolu Kayseri'deki kümbatıer kentin
larına da kümbet adı verilir. Küm� kümbatlerinde ise, ölçü ve oranlar ıçıne ve dışına serpiştirilmiştir.
. betıerde, genellikle, içerde gizli bir daha bir oturdu ve yerleşti. Bunlardan en çok tanınanı Döner
kubbe vardır. Kırşehir'de Melik Gazi Kümbe­ Kümbet'tir. Kabartma arması, kuş,
Anadolu'nun her kentinde bir­ ti çadır karakterini açıkça gösteren pars figürleri ve yelpaze biçiminde­
kaç örneğini gördüğümüz bu küçük, yapılardan biridir. Bund�n başka, ki · hurma yapraklarıyla bu kümbe­
zarif mezar-anıtlar, o kentin görü­ Erzurum'da Emir Saltuk Kümbeti tin zengin bir bezemesi vardır. Niğ­
nümü.nü güzelleştirir. Ölümün ağır­ XII.yy.'dan kalmlş en eski Anadolu de'de yine böyle kabartmalarla be­
lığından uzak, sanki yaşama bağlı- kümbeUarindendir. zeli bir başka kümbet daha var-
1 50
dır : Hüdavent Hatun kümbeti. Hi,i­
davent Hatun'da, çifte kartal, in­
san başlı kuş, diğer hayvan figür­
leriyle bitki motifleri, zengin taş
işçiliğiyle bezeli dış yüzlerine ser­
piştirilmiştir. Birbirinden güz·el A­
nadolu kümbetlerinin değişik özel­
likleri saymakla bitmez. Aynı ge­
lenek bir süre Beylikler Devrinde
devam edecek ve Osmanlılardaysa
yerini türbelere bırakacaktır.
Selçukluların yarattığı bu za­
rif kümbetlerin yanı sıra, işi anıt­
sal bir mimariye götüren Kervan­
saraylar ve hanlar, Selçukluların
tükenmeyen yaratma güçlerinin bir
kanıtıdır. Artık kervansaray ve
hanlarda mekan sanatının vardı­
ğı aşamaları ,görebiliriz. Daha önce
camiler konusuna değinirken, din­
sel mimaride gerçek mekan sanatı­
nın Osmanlılarda ortaya çıkacağı­
m söylemiştik. Selçuklular bunu si­
vil yapılarında, yani kervansaray­
larında denemişlerdir. Selçuklu sul­
tanları ve vezirleri, Anadolu'nun
güvenliğinin sağlandığı XIII.yy. bo­
yunca, ünlü k-�rvanların gelip geç­
tiği ticaret ve kervan yollarında
mekan ve mimari sanatının birer
anıtı olan yapılarını diktirmeğe
başladılar. Bunların en büyük ve
zengin dekorluları _olan Sultan . Han­
larda, önde kare veya dikdörtgen
bir avlu, avlunun iki tarafında sıra­
lanan odalar, avlunun ortasında bi­
rer köşk mescit, arkasında uzunla­
masına dikdörtgen bir hol görülür.
Bazan etrafları kulelerle çevrilidir.
Bütün süsleme, avlu ve kapalı me­
kan girişleriyle, köşk mescit denen
avlunun ortasındaki yapıda kullanı­
lır. Bunun dışında yapı, gücünü
mekan anlayışından alır. Ortaçağ­
da ve daha sonra buralara konup
göçen v·�ya görmeye gelen Batı'lı
gezginler, ister istemez bu yapıları
Avrupa'nın gotik katedralleriyle Pertev Paşa Camii ( İzmit ) .
karşılaştırmışlardır. Kervansaray­
larda süsleme ölçülüdlir ve gerek­ !erine saray v e köşkler yaptırmış­ rinde, Perge yakınında, Aspendos
tiği yerde kullanılmıştır. Anıtsal iç lardır. Bunların hiçbiri bugüne sağ­ Tiyatrosunun bazı mekanları sara­
ve dış taçkapıları, süzülen ve an­ lam olarak gelmemiştir. Eldeki tek ya çevrilmiş ve çinileri� bezenmiş­
laşan bir zevkin simgesidir. Bunlar kalıntı, Konya'da, Alaec;idin Tepesi tir. Bu çinilerdeki süsler, Kubat
içinde, Aksaray - Konya yolunda eteğindeki Kılıçarslan II'nin yaptır­ Abad çinileriyle yakın benzerlikler
mermer taçkapılı Sultan Han, Kay­ dığı köşkün yıkıntısıdır. Oysa çe­ gösterir. Bunun dışında, Erzincan'­
s·eri -: Sivas yolunda içi bir katedra­ şitli kaynaklar, Alaeddin Keykubat' da da bir sarayll'). olduğunu biliyo­
li andıran Sultan Han, Aksaray - ın kışlık merkezi olan Alanya'da bir ruz. Kayseri'de Keykubadiye denen·
Kayseri yolunda Ağzıkara Han ve sarayı bulunduğunu söylemektedir. yerde yapılan kazılarda da saray
daha birçokları, en güzel han örnek­ Gene, Beyşehir Gölü'nün batı kıyı­ kalıntıları ve çiniler ortaya çıka­
leridir. Bu hanlarda din ayrımı gö­ sında, Hoyran köyü yakınında Ala­ rıldı. KayS"�ri yakınındaki Erkilet;' -
zetilmeksizin herkes parasız konuk eddin Keykubat'ın Kubat Abad sa­ te Hızır İlyas Köşkü ve gene Kay­
edilirdi. Kayseri - Sivas yolundaki rayında yapılan kesintili kazılarda, seri Argıncık köyü kenarındaki
Sultan Han'la, Karatay hanın birer biri büyük biri küçük olmak üze­ Haydar Bey köşkü de bu arada sa­
de hamamı vardır. r� iki saray keşfedilmiştir. Bu sa­ yılabilir. Bu sarayhrda bulunan çi­
Sözü edilebilecek diğer bir ya­ rayların odalarında, Üzerlerinde bir­ nilerde-dinsel yapılardaki çinilerin
pı grupu da, saraylardır. Beylikler birinden hareketli ve canlı hayvan tersine - canlı ve neşeli bir hayat
ve Selçuklular devrinde Beyler ve ve insan figürleri bulunan çiniler görüşüne · rastlanır. 1961 ve 1962
Sultanlar, Anadolu'nun çesitli yer- bulunmuşt:ır. Gene Selçuklular dev- yıllarında Diyarbakır İçkalesind·�
1 51
şitli üsluplara bölündü. Yeni · kuru­
lan bu beylikler, yapılarını kendi
kendilerine ve ellerinde bulunan
araçlar ve olanaklarla yapmak zo­
runda kaldılar. Giderek, hetbirin­
de ayrı bir üslup gelişti. önc·eleri
Selçuklu mimarisiyle, Beylikler dev­
ri mimarisini birbirinden kesinlik­
le ayırmak mümkün değildi. Sel­
çuklu devri üslubunun çözülüşüy­
le Beylikler devri üslubunun kuru­
luşu, XIII.yy 'ın ikinci yarısında
birbiri içine girmiş gibiydi. Ancak,
XIV.yy başlarında Beyliklerin ken­
dilerine özgü üsluplarını kazanma­
ya başladıklarını görmekteyiz. En
güzel örneklerini XVI.yy.'da veren,
klasik Osmanlı mimarisinin oluşu­
munda büyük payı olan Beylikler
devri sanatı, Selçukluların yapı ve
süsleme sanatına birtakım yenilik­
ler getirmiştir.
Yeniliklerin başında, mekan
anlayışının gelişmesi, yapıların açık
ve kapalı kısımlarının dengelenme­
si, iç ve dış görünüşün birbiriyle
ilişkisinin artması, avlunun revaklı
olarak cami gövdesine katılması,
son cemaat yerinin cami mimari­
sinde belirmesi, anıtsal kapıların
yalınlaşması, mermer kaplamaların
kullanılması gibi özellikler gelir.
Selçuklu sanatı gücünü daha
ç,ok mimari ve süslemede göster­
miştir. Anıtsal giriş kapıları, zen­
gin çini kaplamalar, yapıların zen­
ginliğini arttıran başlıca öğelerdir.
Gerçi her alanda büyük bir atılım
olmuştur, ama mimarinin aradığı
gerçek mekan anlayışına, ancak
büyük boyutlu kervansaraylarda
ulaşılmıştır. Bugün· bile gelip ge­
çen yolcuları, g�zginleri etkileyen
bu anıtlar, Ortaçağ'ın en başarılı
Gök Medrese Camii (Amasya ) . dengeli yapı örnekleridir. Kervan­
saraylar bir kenara bırakılırsa, Sel­
ya.pılan kazılarda, XIII.yy.'ın başı­ çukluların, diğer yapı türlerinde
na ait bir Artuklu sarayı bulunmuş­ anadolu mekan anlayışı bakımından aynı
tur.
Burada, armalı çinilerin yanı­ beylikleri devri düzeye ulaştıkları söylenemez. Din­
sel mimarinin en önemli yapı gru­
.
sıra, zengin bir cam mozaik tekni­
ğiyle yapılmış havuzlu ve dört ey­ sanatı bu olan camilerde de birçok yenilik
ortaya konmuştur. Ancak, müslü­
vanlı planlı mekanlar. görülmekte­ manlığın aradığı herkesin bir birlik
dir. XIIl.yy.'ın sonunda Anadolu'­ altında toplanması • düşüncesine
Bütün bu mimari yapılardan daki Selçuklu Devleti kuvvetten dü­ uygun tam bir denemeyle karşılaş­
Selçuklu sanatının çinileri, halıları şüp yıkılınca, Anadolu'nun Tiirk mıyoruz. Bu arayış ve deneme, bir
ve figürlü plastikleriyle el sanatla­ bölgelerinde eski kaynakların Ta­ noktada, Beylikler devrinde orta­
rında da çok yüksek bir düzeye vaif-i Müliik adını verdikleri küçük ya çıkacaktır.
ulaştığı kanıtlanır. Selçuklular çi­ Türk beylikleri kuruld,u. Sayıları Bununla Selçuklu sanatına göl­
nilerin en güzellerini yaparak din­ yirmiyi aşan bu irili ufaklı beylik­ ge düşürülmüş olunmuyor. Selçuk­
sel ve sivil yapıları süslemişlerdir. ler, XIII.yy.'ın sonunda, Dülkadir lu sanatı, Anadolu'ya gerçek Türk
Kuvvetli bir dekoratif güce sahip ve Ramazan oğulları beyliklerinin damgasını vuran, şekil almasında,
Selçuk halıları, dünyada halı sana­ ortadan kalktığı XVI.yy .'ın başına oluşumunda en büyük görevi yapan
tının başlangıcı olmuştur. Çiniler­ kadar, yer yer yaşamağa devam et­ bir sanattır. Çinide, taşta; halıd!l,
de ve taş kabartmalarda kuvvetli tiler. kilimde bugün bile ince bir süsle­
bir çizgi kompozisyonu örneği olan Siyasal bütünlüğünü yitiren me zevkini bütün açıklığıyla göre­
armaları; Haçlılar yoluyla Avrupa'­ Anadolu Selçuklu devletinin mima­ biliyoruz. Beylikler devrinde ise, de­
ya gitmiş ve yayılmıştır. risi XIV. ve XV.yy. başlarında, çe- vamlı bir yalınlaşmağa, mekan an-
1 52
lliruz Bey Camii (Milas) .
layışını geliştirmeğe gidilmesinde, Genellıkle Selçuklu yapıları 1300-1403 yılları arasında Bir­
ekonomik etkenlerin de büyük pa-·· gruplar halinde, kentler arasında gi, Selçuk, Tire, İzmir ve çevresinde
yı olmuştur. Küçük beylikler, ken­ dolaşan mimar ve ustalar tarafın­ yaşayan Beylik, Aydınoğulları'dır.
di dar olanakları içinde mümkün dan yapılmıştır. Buna karşılık, Bey­ Osmanlı hükümdarı İkinci Murat
olduğu kadar yalın, fakat gücün:i likler devrinde mimar ve ustalar, dönemine kadar ayakta kalan bu
başka bir yolda arayan yapılar or­ küçük beyliklerin birine yerleşe­ Beyliğin ortaya koyduğu yapıtların
taya koydular. Bu, Beylikleri yeni rek çalışmağa başladılar. Bunda, bazıları, gerçekten \lgiyle üzerinde
bir mekan anlayışına götürdü. Ay­ ister istemee; -zevk ve düşünce fark­ durulacak nitelik�dir.
rıca, bu devir yapılarının, bütünüy- lılıklarının yanısıra, bölge ve ik­ Bunların en önemlilerinden bi­
. le süslemeden yoksun ·bulunmadık­ lim ayrılıklarının da mimar ve us­ ri, Birgi Ulu Camii'dir. :K.ar�ye ya­
larını belirtelim. Üstelik bazıları, talar üzerinde etkisi olmuştur. Bey­ kın bir plan üzerine, I':l l2 tarihin­
süsleme yönünden oldukça göz alı­ likler arasında çekişmeler eksik ol­ de, Aydınöğ"lu Mehmet Bey tarafın­
_ cıdır. Ama Selçuklu yapılarının tü- mamış, birbirlerini egemenlikleri dan yaptırılmıştır. Bu cami, çinili
münü düşünürsek, oran olarak altına almak için yapılan mücade­ mihrabı, ilginç minber ve pencere
B-eylikler devri yapıları bu yönden le sürüp gitmiş v.e bu nedenle sı­ kapaklarının yanısıra, kırmızı V€
parmakla sayılacak kadar azdır. nırlar sürekli değişmiştir. lacivert renkte sırlı tu�ladan mina-
1 53
resiyle, bakışları ilk anda üzerine
Çekmektedir.
Selçuk'ta Aydınoğlu Mehmet
Beyin oğlu İsa Bey'irı 1 375 yılın­
da yaptırdığı İsa Bey Camii de,
Aydınoğullarından kalan ikinci
önemli yapı örneğidir. Burada göz
kamaştırıcı süslerin zenginliği,
renkliliği yerine, mimari· etkilerinin
büyüklüğü dikkati çeker. İsa Bey
Camii, aynı zamanda, Diyarbakır
Ulu Camiinden sonra, Anadolu'da
eski revaklı avlusu olan önemli ca­
milerden biridir. Mermer bloklarla
kaplı ana cepheyi gösteren batı du­
varı, iki kat halinde pencere sırala­
rıyla dışa açılır ve ortasında çatıya
kadar uzanan büyük ana kapı yer
alır. Pencereleri çevreleyen süsler
ile renkli taşlar, ana kapıyla · birlik­
te tekdüze görünümünü değiştire­
rek, cepheye canlı bir görünüş ge­
tirir. Yapıdaki bazı deği�ik dene­
meleri, mimarının Şam'lı oluşuna
yormak gerekir. Bu yapı , ,kapalı ve
açık alanların dengeleştirilmesi,
ana giriş kapısının yalınlığa giden
bir anlayışla canlandırılması, avlu­
nun üç yönden revakla kuşatılma�ı,
iki yanına tek şerefeli birer. mina­
renin yerleştirilmesiyle, Beylikler
devrinde ileri bir adım ve Osmanlı
mimarisinin gelişmesinde önemli
bir kaynaktır. Ne yazık ki, bu yapı
bugün öteki antik kalıntıların ete­
ğinde yıkılmağa bırakılmış durum­
dadır.
Bu önemli basamak yapıları dı­
şında, Birgi, Selçuk, Tire ve İzmir' -
de birçok Aydınoğlu yapısı, bu kent­
leri süslemektedir. Özellikle Tire'ye
gerçek görünümünü sağlayan, tuğ­
ladan canlı motiflerle bezenmiş mi­
narelerin ve camilerin çoğu, Aydın­
oğulları devrinden kalmadır. Bunla­
rın planlarında bih�. değişen dünya
görüşü, yenileşme isteği belirgin
biçimde ortaya çıkmaktadır.
1 292 - 1461 yılları arasında
Kastamonu, Sinop, Safranbolu yö­
resine eg-�men olan güçlü bir beylik
vardı : Candaroğulları. Bu Beyliğin
Sinop kenti İsfendiyaroğullarına v �
Kastamonu kenti d e 1 392'de Os­
manoğullarına geçmiştir. Daha
sonra Fa"tih Sultan Mehmet tara­
fından · Sinop Beyliğine ve Candar
oğullarına son verilmiştir. Bugün
bu çevrede Candaroğullarıı�dan ka­
lan birçok yapı, kent ve kasabala­
rımızı süslemektedir. Bunlardan en
ünlüsü, Anadolu'daki ahşap cami­
lerin içinde en zengin süslerle be­
zeli olanlarından biri, Kastamonu · -
ya 1 7 kilometre uzaklıkta, Daday
yolu üzerindeki Kasaba Köyü ca­
miidir. Candaroğullarından Mah­
mut Bey tarafından 1 366'da yaptı-
1 54
Burucuye Medresesi (Sivas) .

rılmıştır. Dişardan çok yalın gö­ lıazı değişmeleiiyle, Beylikler deıvri­ nülmüştür . Öğrenim yapılabilecek
rünmesine karşılık, içerisi gözleri nin yapmak istediği yenileşme eği­ odaları yoktur. Savunmayı kolay­
kamaştıran bir renk ve süsleme liminin somut örnekleridir. Şunu laştırmak için dışarıya kapalıdır.
zenginliğine sahiptir. . Yapı, renkli da belirtmek gerekir ki, bu değiş­ Beylikler devrinde Anadolu'daki si­
kalem işleri, ahşap sütunları, baş­ meler kesinlikle ortaya çıkmamak- yasal durumu düşünürsek, böyle
lıklarıyla ilgi çekici ve değişik bir tadır. bir yapının varlığını anlamak da­
görünüm alır. Bunun dışında, Kas­ Kayseri gibi Selçuklu sana­ ha kolay olur. Bugün avlunun or­
tamonU'da İbni Necar, İsfendiyar tının ağır bastığı bir yerde, kuvvet­ tasında yer · alan türbe , dekorları ve
Bey, İbrahim Bey, İsmail Bey, Saf­ li atılımların orfava çıkması zordur. mimari ölçüleriyle gerçek bir · sanat
ranbolu'da Gazi Süleyman Paşa Ca­ Bunun yanısıra, Maraş, Gaziantep, yapıtı özelliğini taşımaktadır.
mileriyle bu çevredeki birçok med­ Antakya ve Elbistan gibi kasaba ve Köşk Medresesi'nin dışında, E­
rese, saray ve diğer yapılar, Can­ kentlerdeki medrese, imar·et ve tek­ retnaoğullarından kalma yap�lar
daroğullarından kalmadır. Bunla­ kel�r, Suriye'de gelişen Türk sana­ arasında, Sivas'ta Güdük Minare
rın bazılarında görülen ahşap kapı­ tıyla Anadolu'da gelişen Selçuklu adıyla tanınan Eretnaöğlu Hasan
lar ve pencere kapakları, tahta oy­ sanatının ortaklaşa özelliklerini ta­ Beyin türbesi, değişik biçimleri ve
macılık. sanatının en ince · örnekle­ şıyan yapılarc:br. Bunlarda güney­ ölçüleriyle ilgi çekici bir yapıdfr.
ri arasında yer alır. doğu bölgesinin değişik taş işçiliği Sivas'ta uzaktan hemen beliren bu
Maraş ve Gaziantep çevresin­ ve süsleme zevki açıkça görülür. türbenin üst kısmı zamanla ! yıkıl­
de egemen olan ve zaman zaman Kayseri, Tokat, Sivas, Zile ve mış olmasına rağme·n, kalan :kısım­
sınırlarını çok genişleten, Oğuzla­ yi;iresinde 1 335-1381 yılları arasında lar gene c!.e, açık olarak gerç�k de­
rın Bozok kolundan gelen Dülkadir ·agemen · olan Eretnaoğullarına ait ğerini ortaya koymaktadır. Bu iki
Ti,irkmenlerinin l339'da kurduğu en göze çarpıcı yapı ise, yakın dö­ yapı bile, kısa süre egemen olan E­
Dülkadiroğulları beyliği , Anadolu'­ neme kadar medrese olarak tanınan retnaoğullarının bıraktıkları , yapıt­
da . kurulan en önelllli beyliklerin Kayseri'deki Köşk Medrese'sidir. lar hakkında fikir verecek ni�elikte­
başınd a gelir. Bu beyliğiri çeşitli Yapılan yeni incelemeler, Kayseri'­ dir. Gerçi bu kısa devrede !büyük
y·arlere . dağılan önemli yapıtları a­ nin biraz dışın.da bulunan hu . yapı­ yenilikler ortaya koymak güçtür.
rasında, özellikle Kayseri'cte' Hatu­ . nıii · medreseden çok bir ribat ola- Ama örnek olarak verdiğimiz her
niye Medresesi Selçuklu medresele� . bil�c;eği düşüncesine güç kazandır­ iki yapı da, bugüJlkÜ görünüşleriyle
rinin bir devamı oh:nakla beraber, nıı§�w.. J{el'ldil'le. özgü bir plan� olan ilgi çekici yapıtlar olarak karşımıza
cephesine ' deng·�li blç1roae· yerleşti­
.
�� Yl:l,pı. rn:e�re�en çok, b!r savun­ çıkmaktadır.
rilmiş sütunlu çeşmesi .ve pla:n.daki . ..
fu� ve Joturulacf.lk . yer · · oıarak · düşü� Anadolu 'da, özellikl·e B�yşehir
1 55
nun yanısıra gözlemevi olarak kul­
lanılan Vacidiye medresesi, birinci­
sine oranla Selçuklu geleneğine çok
daha fazla bağlıdır. Bu yapıt, Ana­
dolu'da sayılı olarak yer alan kapa­
lı medreselerin, Beylikler devrinde­
ki yeni bir tekrarıdır. Oysa Yakup
Çelebi imareti, plan olarak Erken
Osmanlı devrinin ccZaviyeli cami­
ler,, tipine girer; giriş kısmı az rast­
lanır bir karakter taşır. Bu da, Ger­
miyanoğullarının Osmanlılarla olan
sıkı ilintilerinin bir sonucudur.
İkinci beylik ise, Hamitoğulla­
rıdır. Bu beylik, 1 300- 1426 yılları
arasında Eğridir, İsparta, Antalya
yöresine egemen olmuş, 1426'da Os­
manlı buyruğuna girmiştir. Bu bey­
likten bize kalan yapılar içinde iki
medres·� önemlidir. Birineisi, Dün­
dar beyin Eğridir'de, surların biti­
şiğinde yaptırdığı, ikinci katının
zamanla bozulması yüzünden yan­
lış bir görüşle yıkılarak tek katlı
gibi oharılan ünlü Taş Medrese'­
dir . Bu yapı da birçok sorunu bera­
berinde getirmektedir: kapısı ve
üzerindeki yazıt, S·� lçuklu deyrini
göstermektedir, oysa içerdeki yazıt
Dündar beye aittir. Bu anıtsal Sel­
çuklu kapısının, Eğridir'in çok ya­
kınındaki Selçuklu kervansarayın­
dan alınarak buraya getirilmiş ol­
ması mümkündür. Bu tip kullanım,
Beylikler devrinde sık sık karşımı­
za çıkar. İkinci medrese, Antalya'­
nın Korkuteli ilçesinin biraz dışın­
da, 1 3 1 8 tarihli Emir Sinanettin
Medresesi'dir. Bu da, iki katlı ve il­
Karabey Medresesi'nin (Konya) taşkapısı. ginç bir medresedir. Dündar Bey
medresesi kadar süslü taş işçiliği­
ve çevresinde karşımıza çıkan bir eski geleneğe bağlı kalındığı goru­ ne sahip değilse de, kuvvetli mi­
beylik de, Eşrefoğulları Beyliğidir . . lür. Aynı durumu bitişiğindeki tür­ mari özellikler taşır.
Beyşehir'de bugün e n ünlü anıt ola-­ benin çinili kubbesinde de görmek Karamanoğulları Beyliğine
rak yükselen 1 298 tarihli Eşrefoğlu mümkündür ; plan olarak da, Sel­ geçmeden önce, kısaca öteki bey­
Camii ve türbesi, başlı başına ince-, çuklu ahşap camH�ri geleneğine likler üzerinde duralım. Aydın, Sul­
leme k.onusu olacak bir yapıttır. bağlıdır. Beylikler devrinin bu · ö­ tanhisar, Milas yöresinde, 1300-
Cami, Eşrefoğlu Süleyman Şah ta­ nemli yapısı , özenle saklanacak, ko­ 1 425 yılları arasında egemen olan
rafından yaptırılmıştır. Tamamen runacak niteliktedir. Bu yapıtın ve Yıldırım Beyazıt zamanında yı­
çinilerle süslü kapısı, sokağın duru­ dışında Beyşehir ve çevresinde da­ kılan Menteşeoğulları .. beyliği, zen­
muna uyularak ana eksen üzerinde ha birçok Eşrefoğlu dt.:vri yapıtıyla gin görünüm sağlamak amacı ile
değildir. İçerde çok süslü altı sıra karşılaşmak mümkündür. mimariye mermeri sokmuş, bu ge­
ahşap sütun yer alır. Mihrabın Gene bu çevrede kurulan iki lenek devamlı olarak kullanılmıştır.
önemini belirtmek için önüne yük­ başka beylik üzerinde de kısaca du­ Bunların yapıtlarında mimari özel­
sek bir kubbe y·crleştirilmiştir. Baş­ ralım. Bunlardan birincisi, Kütah­ liklerin yanı sıra, mermerin �engin
tanbaşa çinilerle süslü mihrabın ya­ ya, Ladik, Manisa ve Balıkesir yö­ görünümü de yapılara çok şey kat­
nında, ağaç oymacılığının şaheser­ resinde 1300-1428 yılları arasında mıştır. Söke ilçesine bağlı Balat kö­
lerinden olan minberi, bir arada egemen olan Gerrrıiyanoğulları Bey­ yünde, İlyas Beyin 1404'de yaptır­
Türk süsleme sanatının en güzel liğidir. İkinci Murat devrine kadar dığı cami, tamamen mermerden ve
örneklerini vermektedir. Gerçekt-en devam edebilen bu beyliğin en gü­ çok zengin süslemeleriyle tipik bir
bu yanı, Selçuklu geleneği içinde zel yapıtları, Kütahya'da Yakup örnektir. Gerçekten, bu tip bir gö­
olmakla beraber, Anadolu'da yapıl­ Çelebi İmareti, Kurşunlu, Pekmez rünüş büyük bir yeniliktir. Bu ca­
mış en : zengin dekorlu yapıların ba­ Pazarı, Çatalçeşme ·ve İshak Fakih mi ünlü Mfü�tos kenti kalıntıları
şında gelir. Çini, ahşap ve kalem Camileriyle, ünlü Vacidiye Medre­ bittşiğinde, tek şerefeli minaresiyle
işinin pöyh�sine bir arada görüldü­ sesidir. 141 1 tarihli Yakup Çelebi eski çağların büyük yapılarıyla boy
ğü, dehgeli bir şekilde kullanıldığı İmareti, bir duvarına yerleştirilen ölçüşmektedir. Menteşeoğullarının
yapı bµ lmak oldukça güçtür. Süs­ ve duvarı boydanboya kaplayan taş Milas ve Peçin'de daha birçok ya­
lemelerin ayrıntılarına inildiğinde, vakfiyesiyle ilginç bir yapıdır. Bu- pıları vardır.
1 56
Mardin'deki medresenin kuşbakışı görünüşü.

1 300- 1 4 1 0 yıllarında Manisa, ıe ortaya çıkmakta ve Anadolu'da­ na getirdiği yapıtların en belirgin­


.

Foça, Saruhan, Gördes ve Demirci ki birçok yapı tipinin şekillenmesin­ leridir. Artık çini, taş, alçı ve ağaç
yöresine egemen oıan Saruhanlılar­ de etkili olduğu anlaşılmaktadır. işlerinde bir anlamda çözülme, ye­
dan ise, Manisa'da Ulucami, medre­ (Diyarbakır, Mardin, Ahlat ve bu ni bir üsluba yönelme açıkça orta­
se, imaret, Demirci'de Yakup Bin bölgedeki öteki yapılar bunu gös­ dadır. Büyük bir alana yayılan Ka­
Devlet Han medresesi; Gördes'te termektedir.) ramanlı yapılarında bunları izl-a­
Pekçe Bey Camii, elde kalan başlıca Bugün beylikler devri yapılap mek mümkündür.
yapıtlardır. Özellikle Manisa Ulu sayılsa, büyük l;>ir kısmının Kara­ Süslemeden çok Beylikler dev­
Camii, revaklı avlusu, merkezi pla­ manlılar devrinden kaldığı görülür. ri mimarisi üzerinde durduk. Ayni
nıyla Osmanlı büyük camilerinin Bunlar, planları, süslemeleri getir­ tip gelişme öteki sanat kollarında
öncüsü ve basamak yapısıdır. dikleri birçok yenilikle yeni bir dev­ da ortaya çıkmıştır. Bu dönem el
Adana, Tarsus yöresinde uzun rin hazırlanmasında başlıca rolü sanatlarına ait çeşitli örnekler, mü­
yıllar egemen olan Ramazanogulla­ oynayan yapılardır. Karamanoğlu zelarimizi süslemektedir. Mimaride
rından Halil Bey, Piri Mehmet beyliğinin ortaya koY,duğu sanat, ortaya çıkan mekan anlayışı, Os­
Bey ve İbrahim Bey, Adana ve Tar­ geleceği haz11layıcı niteliktedir. manlılarda hızla gelişerek doruk
sus'ta birçok yapıt ortaya koymuş­ Osmanlı sanatının kökenleri araştı­ noktasına ulaşacaktı� ; ama Beylik­
lardır. Bunların en ünlüsü, Adana rılırsa, diğer beylikler yanında özel­ ler Devri sanatının buna katkısı in­
Ulu C amiidir. Bu yapı, süslü mi­ likle Karamanoğullarının S·alçuklu­ kar edilemez. Ayrıca, büyük küçük
naresi, zengin taş işçiliği içindeki larla Osmanlılar arasında köprü hemen her beylikte meydana ge­
çinilerle göz doldurmaktadır. Gü­ görevini üzerine aldığı görülür. Mi­ len atılımlar, sanatın sınırlarının
ney Anadolu'nun özelliği olan renk­ mar Numan Bin Höca Ahmet'in zorlanmasına, yeni · düşüncelerin
li taş işçiliğini , Ramazanoğulları yaptığı Karaman'daki Hatuniye gün ışığına çıkmasına neden olmuş­
yapılarında görmek mümkündür. Medresesi, gene Karaman'da · İkin­ tur.
Bütün bu beyliklerin dışında ci İbrahim Beyin kapalı medresesi, Osmanlı sanatı işte böyle de­
Doğu Anadolu'da kurulan Akko­ ve çevresindeki yapılar, Niğde'd·a ğişik düşünceleri yansıtan zengin
yunlu ve Karakoyunlu devletleri­ Ak Medrese, Konya'da Hasbey Da­ veriler ortamında biçim almış, oluş­
nin sanatı, ancak yeni incelemeler- rülhuffazı, Karamanlıların meyda- muştur.
1 57
osmanlı
imparatorlugu
devri sanatı
Türkler Anadolu'ya gelirken,
İran'da geliştirdikleri sanatlarını
birlikte getirmişler, yeni yurtları­
nın iklim koşulları v·� ofanakları
içinde eski değerleri gözden geçire­
rek ona biçim vermişlerdir. Bu , Do·
ğu Roma, başka bir deyişle Bizans
sanatıyla boy ölçüşmedir. Böyle bir
ortam içinde Selçuklular, kendi de­
ğerlerini, özümleme yeteneklerini
açıklıkla yansıtan yapıtlarını kısa
bir süre sonra Anadolu'nun hemen
her iline dikmeğe başladılar. Yerli
ustalardan ve araçlardan yararlan­
makta hiçbir zaman sakınca gör­
mediler. Bütün bl1nların yanında,
kendi içlerine kapanıp kuruluğa ve
tekdüzeliğe de düşmediler. Anado­
lu'da gelişmiş eski kültür ve sanat­
ların ortaya koydukları verilere ba­
k<i.rak onları yeniden yorumladılar,
açık bir deyişle çağının Anadolu sa­
natını yarattılar.
Selçuklu yapıtlarının bize il­
ginç gelmesi ve beğenimizi kazan­
ması, bu topraklara uygun gerçek
Bursa Hüdavendigar Camii (üstte) ve aynı camiin üst katı (altta) . bir sanatı oluşturmuş olmalarından
ileri gelmektedir. Beylikler devrin­
de de çlevamlı kendini yenileme sü­
rüp gitmiş, yeni olanaklar kendili­
ğinden ortaya çıkmıştır. İşte bu
beyliklerden biri olan Osmanoğul­
ları kısa bir süre içinde sivrilmiş,
öteki beylikleri egemenliği altına
alaı:ak Bizans İmparatorluğuyla
karşı karşıya gelmiştir. Daha son­
ra İstanbul alınmış, Bizans İmpa­
ratorluğunun varlığı tarihe karış­
mıştır. Bu devreden sonra sanat
alanında şöyle bir durumla karşıla­
şıyoruz: siyasal alanda olduğu gi­
bi, sanatta da Bizans'la gerçek bir
hesaplaşma . . . Bu çaba hiç bir za­
man eksilmemiş, aynı hızla sürmüş­
tür. Bütün dünyanın üzerinde bir­
leştiği gibi, Osmanlılar gerçek me­
kan sanatinın yaratıcısı olmuşlar­
dır. Üstelik bu büyük gelişim yal­
nız mimaride kalmamış, yazı, min­
yatür, halı, çini ve keramik gibi el
sanatlarında da kendini göstermiş­
tir.
Araştırıcılar, Osmanlı Sanatını
incelerken, devamlı olarak Bizans
sanatıyla ilintisini göz önünde tu­
tarlar. Oysa Osmanlı Sanatı, Ana­
dohı;ya öz damgasını vuran Selçuk-
iu sanatının ve daha sonraki Bey­
likler devri sanatının yolunu · izle­
miş, ve onu son noktasına ulaştır­
mıştır. İstanbul alınıp, Ayasofya
1 58
ve benzer önemli mimari yapıtlar
karşılarına çıkınca, onlarda dene­
nen ve varılan noktaları gözden ge­
çirmek, gerekirse kullanmak, do­
ğaldı ; ama bu, Osmanlılar için a­
maç değil, araç olmuştur. İstanbul'a
varıncaya dek geliştirdikleri sanat­
larına, İstanbul'un alınmasıyla, A­
yasofya'yı da aşmak diye bir sorun
eklendi. İşte yabancı araştırıcıların
yanıldıkları nokta, ana çizgileriyle
belirgin gelişmeyi bir yana bırakıp,
Osmanlı sanatıyle ilgili her şeyi is­
tanbul'dan başlatma kaygısıdır. Bu,
onları ister istemez yanlış bir yola
çekmiştir.
Bu yargımızla, sanatı etkiler­
den uzak tutmak gibi bir kanıya
bel bağladığımız sanılmasın. Üste­
lik, değil etkilere kapalı, sonuna ka­
dar açık, onu gereği gibi kullanan
sanatın gelişip tıkanmayacağına
inanıyoruz. Gerçek oluşum çabasın­
da olan bütün sanatlar, az çok bu
yolu izlemişlerdir. örneğin, büyük
usta Mimar Sinan'ı gerçek bir sa­
natçı ve yaratıcı olarak ileri süre­
biliyorsak, bunun nedenini, Sinan'­
ın dev amlı etkilere açık, d·eğişme
ve kendini yenileme ç�bası içinde
kalabilmesinde aramalıdır .
Osmanlıların ilk önemli sanat
merkezlerinden İznik , onların sanat
ve mimarilerinin beşiğidir. 'Bugün
iznik'e gidenler, Osmanlıların ilk
yapıtlarını görebilirler. Tarihin bu
eski kenti, çepeçevre surları, ayak­
taki anıtlarıyla gerçelt bir müze­
dir.
Kentin şekil almaşında Osman­
lıların büyük katkısı vardır. Bura­
da tarihi bilinen en eski yapıt olan
Hacı Özbek Camii tek kubbeli ba­
sit bir yapıdır. Bundan 'bir · yıl son­
ra yapıldığı sanılan Orhan Bey
Camii, son yıllardaki kazılarla or­ Sami Paşa Camii ( Ü sküdar, İ stanbul) .
taya çıkarılmıştır. Surların dışında
tarlalardaki kalıntısından, çinili ve İznik'teki Yeşil Cami'dir. 1 378 ta­ başlamıştır. İznik, tümüyle özenle
mermer döşeli bir yapı olduğu anla­ rihli yapı , ' adını firuze renkli çini saklanacak, korunacak bir kenttir.
şılmaktadır. Orhan Bey Camii, er­ kaplamalarla süslü minaresinden Şunu da hemen belirtmek gerekir
ken Osmanlı devrinin en belirgin
· almak tadır. Bu minare, Osmanlıla­ ki, Osmanlı sanatının ünlü çinileri­
plan tipi olan zaviyeli - tabbaneli rın en eski çinili "eserlerinden biri· nin İznik atelyelerinde yapılmış ol­
cami şemasına uygundur. Daha dir. Yapı, içten ye dıştan mermerle ması, kente başka yönden de önem
sonra bu plan şekli, Bursa ve Edirne kaplı olduğu için, çinili minaresiyle kazandırmaktadır.
yoluyla İstanbul'a aktarılacak ve birlikte çok parlak bir görünümü İznik'ten sonra, b-eyliğin yayı­
XVI.yy.'a kadar yaşayacaktır. vardır. Bu önemli yapıyı Çandarlı lan ve gelişen ikinci, büyük başkenti
Ayni tipte gerçek sanat değeri Hayrettin Paşa, Mimar Hacı Musa'­ ve sanat merkezi .Bursa'dır. Yeşil­
taşıyan bir başka yapıt da Nilüfer ya yaptırmıştır. Bunların dışında likler arasında yükselen kubbeler,
Hatun İnıaretidir. Birinci Murat'ın daha Iznik'te küçüklü büyüklü bir� minareler , belirgin şekilde eski bir
anası Nilüfer Hatun adına 1388 yı­ çok yapı vardır ve bu yapılar erken Osmanlı kentiyle karşılaştığımızı
lında yaptırılmıştır. Bugün müze Osmanlı mimarisinin somut belge­ ortaya koyar. Gerçi daha başka il
olarak kullanılan imaret, cephesin­ leri olarak karşımıza çıkarlar. ve ilçelerde ortaya çıkan yapıtlarda
deki tuğla süslemeler ve mimari ol­ İznik'in önemi, erken Osmanlı da, ayrıntılarına inilince önemli
gunluğuyla erken devir Osmanlı sanatının değişik işlevli yapılarını yanlar belirmektedir. Am&. Bursa
mimarisinin en önemli yapıların­ bir araya getirmesinden ileri gel­ yapıtları, her yönden Erken Devrin
dan biridir. meRtedir. Ayrıca, eski bir kentin özelliğini belirtecek nitelikte olduk­
Osmanlıların anıtsal mimariye üzerine oturmasına rağmen, şehir­ larından, · özellikle bunlar üzerinde
geÇişini gösteren en somut belge, cilik sorunları da burada belirmeğe duracağız. Günümüzün mimarisi
1 59
l!:dirne'deki 11. Bayazıt Camii.

bile, Bursa'nın yüzyıllardır sürı:: n pıdır. On yüzdeki iki katlı son ce­ çuklu ve Osmanlı devrinden kalma
eski tarihsel dokusunu yeterince maat yeri, yapıya Venedik sarayla­ en büyük ve en gösterişli örnek ola­
bozamamıştır. İstanbul'da en yük­ rıqı andıran debdebeli, iç açıcı bir rak görülebilir. Camiin duvarları
sek gelişimine ulaşan büyük mima­ görünüm vermektedir. Bursa'nın da, alt kısımlarında çinilerle kaplı­
ri üslubunun temelleri, işte böyle bir başka ilginç yapısı, Yıldırım Ba. dır. Çinilerin yanı sıra, ortadaki şa­
bir kentte atılmıştır. yazıt Camii, tamamen taştan, ya­ dırvan, tatlı şırıltılarıyla i nsana
İlk bakışta yirmi kubbesiyle lınlıkta güzellik arayan bir düşün­ dinginlik verir. Yapının üst katı sa­
dikkati üzerine çeken Yıldırım Be­ cenin ürünüdür. Yüksek ayaklar ray ve değişik görevler . i çin düşü­
yazıt'ın Ulu Camii, içindeki büyük üzerine oturan kemerleriyle başka nüldüğünden, burada kullanılan çi­
şadırvanı, ceviz ağacından yapılmış hiç bir yerde görülmeyen, kendine nih�r. ötekileri gölgede bırakmakta­
büyük zengin işlemeli minberi, ha­ özgü son cemaat yeri ,insan üzerin­ dır. Bu caminin bazı böl timlerinde
reketli ve gösterişli iç görünümüy­ de güçlü bir etki bırakmaktadır. görülen yarım kalmış süslerden, bi­
le Osmanlı mimari sanatının yaptı­ Erken Osmanlı camileri arasmda, tirilmediği anlaşılmaktadır.
ğı atılımın açık bir örneğidir . · Fatih'in babası Sultan İkinci
en anıtsal son cemaat yeri olarak
İznik'te gördüğümüz zaviyeli­ burası gösterilebilir. Ama Bursa'nın Murat'ın yaptırdığı Muradiye Ca­
tabhaneli adı verilen şemaya göre en zengin yapısı, Fatih'in dedesi mii, taş ve tuğla sıralarından deği­
ilginç yapı örnekleri olan Hüdaven­ Çelebi Mehmet'in yaptırdığı Yeşil şik olarak örülmüş duvarları ve son
digar, Yıldırım, Yeşil ve Muradiye Cami'dir. Mimarı, ünlü Hacı İvaz cemaat yeriyle, Bursa'nın en güzel
Camileri, bu gelişmenin dört basa­ Paşa'dır. Eşsiz mimarisine rağmen yapılarından biridir. Ölçülü, den­
mağıdır. Çekirge'deki Hüdavendi­ bu camiin gerçek ünü, çini kapla­ geli kullanılan çini süsleri de ayrı­
gar camii, cami ile medreseyi birleş­ malarından ileri gelmektedir. On ca söz konusu edilebilir. Muradiye
tiren iki katlı, çok göst,� rişli bir ya- metre boyundaki çini mihrap, Sel- C amii avlusundaki türbeler ile Ye-
1 60
İ stanbul Süleymaniye Camii.

şll Türbe de, İstanbul'un alınması­ da bir başka etken de, büyük ve mıştır. Zaman bakımından bundan
na kadar hüküm süren padişahla­ geniş bir alana yayılan Edirne,nin sonra gelen Üç Şerefeli Cami, gerek
rın mezarlarını kapsar. Bazılarının ekonomik yönden yoksullaşmasıdır. yapısı, gerekse planı yönünden, Os­
gösterişten uzak, yalın görünümle­ Bu yüzden, kentin nüfusu zamanla manlı mimarisinin gelişimi içinde
rine karşılık , bir kısmı zengin çini­ azalmış ve birçok semt ve mahal- . bir sıçrama ve atlama devrine rast­
ler ve kalem işleriyle süslenmiştir. le yok olup gitmiştir. Bunlar dışın­ lamasına rağmen beklenmedik bir
Bütün bunların dışında Bursa, sa­ da, yangın ve savaşların yaptığı yı­ sanat olayıdır. Ancak yüz yıl sonra
·
yısız yapılarıyla ünlü bir Osmanlı kımlar ayrı bir konudur. Eğer bu­ Mimar Sinan bu planı geUştirerek
kenti olarak ortaya çıkmaktadır. gün Sarayiçi'ndeki köşklerden bir­ son noktasına ulaştırabilmiştir. Pla­
istanbul'un anıtsal camilerinin şey bulamıyorsak, bunu savaş yılla­ nın özü , ortada altı ayağa oturan
yapılması yolunda, Osmanlıların rının bir sonucu olarak görmemiz bir büyük kubbeye, yanlarda da iki
son hazırlık yeri, bu kentin alınma­ gerekir. Son yıllarda kentin görü­ küçük kubbeye dayanmaktadır.
sından önce başkent olan Edirne'­ nümü biraz değişmeğe başlamışsa Dört minareli ilk Osmanlı yapısı
dir. Edirne, öteki Osmanlı başkent­ da Edirne, anıtlar yönünden her olarak da bu cami, İstanbul'Un bü­
leri gibi, kısa süre içinde cami, med­ geçen yıl biraz daha yoksullaşmak­ yük camilerine örnek olmuş, mina.:
re�e. türbe ve saraylarla, gerçek bir tadır. relerin ikisinin üç şerefeli oluşu ne­
Türk kenti görünümün\). kazanmış­ Tarihin büyük yıkımına daya­ deniyle <1Üç Şerefeli Cami» adını al­
tır. N·e yazık ki, sınır kentimiz ol­ nan yapılardan biri, dokuz kubbe­ mıştır. Her üç şerefesine de ayrı
ması yüzünden uzun yıllar ' bakı�­ li bir yapı olan Eski Cami' dir. Sü­ yollardan çıkılmaktadır. Cami, Sul­
sız bırakılmış, birbirinden önemli ' leyman Çelebi tarafından 1402'de tan İkinci Murat tarafından 1438-
sayısız yapıt yıkılıp gitmekten ken­ başlatılmış ve 1 414'de Çelebi Sultan 1447 yılları arasında yaptırılmıştır
dini kurtaramamıştır. Bunun dışın- Mehmet tarafından tamamlattırıl-' Ama ne yazık ki, böyle kilit bir ya-
161
nusunda yeterince bilgi verecek ö­
zelliktedir. Bunların dışında mima­
ri değer ve zenginlikleriyle dikkati
çeken yapılar da vardır. Ne var ki,
Sarayiçi'ndeki köşklerden hiçbiri
bütünüyle günümüze kadar ayak­
ta kalmamıştır. Bütün yıkıma rağ­
men, çinili küçük camileri, köprü­
leri, zengin örtü şekilli hamamları,
bedesten ve çarşıları, bugün bile
eski parlak günlerinin izlerini sak­
lamaktadır.

istanbul'da
dinsel mimari

ve sınan
Eşsiz sanat kenti İstanbul'un
1453'tc alınmasından sonra, XV.yy.
içinde, Mahmut Paşa, Murat Paşa,
Davut Paşa gibi camilerde de za­
viyeli yapı tipine bağlı kalınmıştır.
Bunların yanı sıra, önce Anadolu'­
da sonra da Edirne'de başlamış
olan mekan gelişimi sorununun çö­
zülmesi yolundaki çabalar, burada
artık oluşmuş, biçimlenmiştit;,. 1 462-
1470 yılları arasında Fatih Sultan
Mehmet'in Mimar Sinanettin Yu­
suf'a yaptırttığı ilk Fatih Camii bir
büyük kubbe, kıble yönüne ekl-<men
bir yarım kubbe, yanlarda üçer kub-
beyle bu yolda atılan çok güçlü bir
adım olmuştur. Bu yapı 1765 depre­
minde çöktüğünden, Sultan Üçün­
cü Mustafa, 1767-1771 yıllarında
bugünkü yeni Fatih Camii'ni yap­
tırmıştır.
İlk Fatih Camiinden sonra ge­
lişmenin ikinci basamağı, Mimar
Yakup Şah tarafından tamamlanan
Beyazıt C am ii' dir . Burada yalnız
kıble yönüne bir yarım kubbe ek­
İzzettin Keykavus'un türbesi (Sivas). lenmesiyle kalınmamış, kuzeye de
kubbe eklenerek gelişme, ana şek­
pının mimarının adı bilinmemek­ luna gidilmiştir. lini almıştır. Ayrıca mimari organ­
tedir. Edirne'nin ve Türk mimarısı­ ların ve elemanların birbirleriyle
öteki yapılar arasında, 21 met­ nin en anıtsal yapısı, Mimar Sinan'­ ilintisine, oranına dikkat edilerek,
re çapındaki kubbesiyle Tunca ır­ ın ustalık döneminin yapıtı olan birçok önemli güçlük yenilmiş, Mi­
mağı kenarında yükselen . Beyazıt Selimiye üzerinde daha sonra dura­ mar Sinan"a gerekli hazırlık yapıl­
Camii başta gelir. Sultan İkinci Be­ cağımızdan, Edirne'nin önemli bir mıştır. Bu yönden Beyazıt C amii,
yazıt'ın mimar Hayrettin'e yaptır­ başka yapısından söz edelim. Bu ya­ Osmanlıların büyük camilerinin il­
dığı cami ve külliyesi, imaret, has­ pı, Sultan İkinci Murat'ın, Bursa'­ ki ve ön örneğidir. Artık buı;adan,
tane, tımarhane, medrese, hamanı, dan önce Edirne'de yaptırmış oldu­ bütün bir devri kaplayan Mimar
mutfak ve ambarlarıyla müslüman ğu Muradiye Camii'dir . Bu camiin Sinan mimarisine geçme hazırlığı
dünyasının en büyük . dinsel yar­ mihrabı, Bursa Yeşil Cami mihra­ tamamlanmıştır.
dım kurumlarından biridir. Müzlk­ bından sonra Osmanlıların en gös­ Şimdiye kadar saydığımız ya­
L� akıl hastalarının sağlığa kavuş­ terişli ve en büyük mihrabıdır. Du­ pıları kapsayan dönem, Osmanlıla­
turulduğu tımarhane ve ek yapıla­ varları süsleyen altıgen çini levha­ rın Beylikler devri üslubu; Mimar
riyle külliye, büyük bir düzen için­ ların ıhiç birinin deseni ikinci kez Sinan'la başlayıp, aşağı yukarı ölü­
de yayılmaktadır. Bu çok önemli t·2krarlanmamıştır. Bu, Osmanlıla­ müne kadar süren büyük dönem
külliye Tunca ırmağının taşmasıy­ rın motif ve renk zenginliği konu­ de klasik Osmanlı üslubu diye ad­
la sular altında kaldığından, son sunda iyi bir ölçüdür. Ayrıca, son landırılmıştır. Aşırı ulusçu kaygı­
yıllarda yapılan setlerle kurtarıl­ yıllarda ortaya çıkarılan kalem iş­ lardan arınmış olarak diyebiliriz ki,
mış, gerekli yerlerin onarılması yo- leri, Erken Devir süslemeciliği ko- dünyada yetişmiş büyük ustalar
1 62
Mimar Sinan'ın ünlü eseri İ stanbul Süleymaniye Camii'nden
ilginç bir görünüş.
1 63
içinde Sinan, her zaman kendi ka­
lıplarını devamlı kırabilmesini bil­
miş, sayılı kişilerden biridir. Çağı­
nı ve devrini bu ölçüde egemenliği
altına alabilen çok az insan vardır.
Dünya mimarisinde çığır açan sa­
natçılar gibi, bütün bir devri kap­
layan, etkileyen Sinan, 1489 yılın­
ra Kayseri'ye yakın Ağırnas köyün­
de doğmuş ve 1 588'de yüz yaşında
ölmüştür. Osmanlı İmparatorluğu­
nun başkentinde ve öteki kentlerde,
yardımcıları aracılığıyle .meydana
getirdiği yapıtların sayısı 300'ü
geçmektedir. İmparatorluğun en
uzak köşelerine kadar her yerde,
onun cami tipleri ve mimarlık üs­
lubu yerleşmiş, kişiliğinin etkileri
sonraki kuşaklar üzerinde de kendi­
ni göstermiştir. Sinan'la anıtsal ya­
pı örnekleri Suriye, Mısır, Tunus,
C ezayir'e kadar gitmiş, İstanbul'da
ortaya çıkan şehircilik anlayışı, gi­
df=!rek. uzak çevrelerde de yerleşmiş,
çoğunun bugün bile bir Türk kenti
özelliğini taşımasına ön ayak ol­
muştur.
Sinan'ın sanat yaşamının geli­
şim basamakları, kısaca üç büyük
yapıyle belirlenebilir. Bunlardan çı­
raklık devri yapıtı olan Şehzade
Camii'nde Sinan'ın ' bambaşka bir ·

merkezi yapı tipini denemeğe çalış­


Çankırı Ulu Camii (üstte ) , Edirnekapı'daki ( İ stanbul) Mihrimah
tığını görürüz. Burada ortada bir
Sultan Camii (altta ) . kubbe, yanlarda dört yarım ve kö­
şelerde de dört küçük kubbe görü­
lür.
Daha önce Diyarbakır'da ve
Rumeli'de küçük ölçüde bu tip bir
denemeye gidildiğini biliyoruz. Bu
d·:meme, Sinan'la anıtsal ölçülere
varmakta, mimari organların bir­
birleriyle oranının çok iyi düzenlen­
mesi sayesinde gerçek bir mimari
yapıt kimliğine bürünmektedir. Bu­
gün, çevresindeki yapılarla birlikte
İstanbul'un bir tepesini süsleyen ca­
mi , Sinan sonrası kuşakların çıkış
noktası olacak n Sultan Ahmet,
Yenicami, Yeni Fatih Camii, hep bu
plana göre yapılacaktır.
Koca Sinan, bulduğu bu mer­
kezi yapı tipiyle yetinmeyerek, yeni
yollar aramağa koyuldu. Böylece
1 550-1 557 tarihleri arasında 27 met­
re çapındaki kubbesiyle Süleymani­
ye Camii'ni meydana getirdi. Kal­
falık devr inin bu yapısı, her haliyle
imparatorluğun zenginliğini , bu­
yüklüğünü gösterecek niteliktedir.
Beyazıt Camii planını geliştiren Si­
nan, Süleymaniye'de büyük bir dış
güzelliğin yanı sıra, içinde de din­
sel duyguları okşayan bir mimari­
ye ulaşmıştır. Çevresindeki sosyal
yapılarla bir bütün olan camiin, İs­
tanbul'un neresinden bakılırsa ba­
kılsın, bulunduğu tepeyi büyük bir
1 64
Azapkapı'dati ( İstanbul) Sokollu Camii ve çevresinden bir görünitş.

incelikle süslediği görülüı . Bu, bir paşa, Mihrimah Sultan, İbrahim rattığı yeniliklerin toplu bir sonu­
kente nasıl . biçim verilebileceğini, Paşa, Zal Mahmut Paşa , Ahmet cu olmuştur. Edirne kenti görünü­
gözü yorucu bir sürü ögelerden na­ Paşa, Sinan P;ı.şa camileri dışında müne bir simge niteliğini katan bu
sıl arıtabileceğini göstermesi bakı­ irili, ufaklı bir sürü cami, medre­ ölmez yapı, sekiz ayağa oturan
mından önemlidir. Her geçen gün se ve başka yapıtlarla İstanbul'un 3 1 ,50 metre çapındaki çok _büyük
bozu lan, bir )Jeton yığını halini a­ bütün semtlerinde iz bırakmış, kubbesi, gövdesinin etrafını çevi­
lan İstanbul'un görünümünü dü­ bunların her birinde kendine göre ren ince end!lmlı minareleriyle
şünürsek, Koca Sinan'ın bütün bir yeni d-enemelere girişmiştir. Azap­ uzaklardan kendini belli etmekte­
ülkeyi biçimlendirmesinin dışında, kapı'da yaptığı Sokullu Camii'nde dir. Selimiye, Sinan • ve mimarinin
İstanbul'u da İstanbul · yaptığı yad-
·
ise Sinan, Edirne Selimiye camiini ulaştığı son noktadır. Çağının Av­
sınmaz bir gerçektir: küçük ölçüde tekrarlamıştır. Si­ rupa'sında sadece Michelangelo bu
Mimar Sinan, çağımızın yeni nan, anıtsal ölçülerdeki yapılarını noktalara erişebilmiş, ama kısa sü­
yeni üzerine eğildiği şehirciUk so­ küçük ölçülere indirdiği zaman bi­ ren ömrü nedeniyle yapıtlarını Si­
runlarını daha XVI.yy.'da görmüş, le, ona sonsuz incelik katmasını her nan'ın boyutlarına varan bir coş­
ülkesi,ni ve kentlerini, özellikle E­ zaman bilmiştir. kuyla ortaya koyamamıştır.
dime ve İstanbul'u ona göre biçim­ Sinan se.k sen yaşındayken, E­ Sinan'ı salt cami yapılarıyla
lendirmiştir. Tek başına bu bile bir dirne'de Selimiye Camii'ni yapma­ değerlendirmememi� gerekir. Si­
insanı yaşatmağa yeter. S üleyına­ ğa başlamış, bu yapının eşsiz me­ nan, kişiliğini yansıtan türbeleri,
niye'nin yanı sıra yaptığı Rüstem- kanı Sinan'ın o zamana kadar ya- zarif köprüleri , hanları, hamamları,
1 65
Mevla na ve Sultan Seli m Camii (Konya ) .

saraylarıyla mimarının her değişik mar Sedefkar Mehmet Ağa'nın bu nönü'ndeki Yeni Cami'dir. Mimar
işlevli yapısına ka,tkıda bulunmuş­ yapısı, plan şemasıı:p Mimar Sinan'­ Sinan'ın öğrencilerinden Davut A­
tur . İşlevselliğe yönelen her nokta­ ın Şehzade C amii örneğinden almış, ğa tarafından 1597'de · yapımına
da denge ve oran arayan, kendisini onu geliştirerek tekrar denemiştir. başlanılmış, a ma ancak 1 663 'de Mi-:­
devamlı yenilemesini, kalıbını kır­ i 609- 1 6 1 7 yılları arasında yapılan mar Mustafa Ağa tarafından ta­
masını bilen koca Sinan, Süleyma­ Su ltan Ahmet Camii, İstanbul'un mamlanabilmiştir. Eskiden çevre­
niye Külliyesi içindeki türbesinde en güzel yapılarının başında yer sindeki yapılarla dengeli bir birlik
yatmaktadır. alır. Birbirinden ilginç altı minare­ meydana getiren cami, etrafından
si, çevre yapılarıyla anıtsal bir dış yol geçirildikten sonra ortada kal­

osmanlı görünüşe ulaşılmış, göze batacak


her türlü ağırlıktan sakınılmıştır.
mış, bütünlüğünü yitirmişti. Bura­
da, Sultan Ahmet Camii'nin yatay

mimarisinde

Bu hafif ve hareketli dış görünü­
şün yanı sıra, içerde mavi rengin
ve dikey çizgilerinin dengesinin bo­
zulduğu, dikey çizgilerin ağır bas­
sınan sonrası ağır bastığı kalem işleri . ve Osman­
lı çini sanatının son ve parlak dev­
tığı görülür: Bunda, değişen dünya
görüşünün yanı sıra; uzayıp giden
Bu bitmez tükenmez yaratıcı, rinin örneklerini taşıyan zengin çi­ bir yapım süresinin büyük rolü ol­
kendinden sonra geleceklere klasik nileriyle bambaşka bir iç görünüşe muştur. Cami, içerden zengin şekil­
mimarinin sınırları için yapacak sahiptir. Yapı, dört bir yandan al­ de kalem işi ve çinilerle bezenmiş,
ve yaratacak çok az şey bırakmış, dığı bol ışıkla, bit camiden çok, sa­ Sultan Ahmet Camii'nin bol ışığın­
bir bakıma denenecek bütün yolla­ rayı andırmaktadır. Bir an için Sü­ dan burada kaçınılmış ve ışık ye­
rı tüketmiştir. Kendinden sonra ge­ leymaniye'nin dinsel duyguları ge­ niden belirli ölçülere iı:ıdirilmiştir.
lenler, onun ancak erken devir ya­ çerli kılan dengeli ışığını düşünür­ Bu yüzden, bu yapı Sultan Ahmet
pılarını ele alarak yeni katkılarda. sek, burası her haliyle daha önceki Camii'nin yanında loş ve biraz ka­
bulunmağa· çalışmışlardır. anlayışa yabancı kalmaktadır. ranlık kalır.
Bunun en açık-seçik örnegı, Aynı plan tipinin uygulandığı Sultan Ahmet Camii'nden 1 50
Sult�m Ahmet ·camii'dir. Ünlü mi- bir başka ünlü İstanbul yapısı, Erni- yıl sonra yapılan Yeni Fatih Camii
1 66
Ayasofya 'nın karşısında yer alan ve altı minaresi ve mavi çinileriyle ün alan
Sultan Ahmet Camii.

de, Sultan Ahmet ve Yeni Cami gi­ sonlarından başlayarak Sinan'ın çeşmeleri ile Azapkapı'da, 1732 ta­
bi , Mimar Sinan'ın Şehzade Camii'­ üslubuna karşı uyanan tepki, Sul­ rihli Bereketzade Çeşmesi, süsle­
nin planına ba�lı kalmış bir yapı­ tan Üçüncü Ahmet zamanında yeni melerinin zenginliğiyle Sultan Ah­
dır. Klasik Osmanlı üslubundan bir üslubun doğmasına yol açtı. met çeşmesiyle boy ölçüşür. Bütün
sonra gelişen Türk Barok saRatının Buna Lale Devri üslubu diyoruz. bu çeşmeler, vazolar ve kaselerden
İstanbul'daki bu son örneği, plan Bu dönemin getirdiği yenilikler, ö­ çıkan çiçekler, meyveler, Tuba
olarak, klasik devre bağlanmasına , .zellikle bezemede yoğunlaşmakta, ağaçlarıyla, suyun hayat verici gü­
rağmen, süslemelerdeki değişik gö­ hızlı bir değişimin başladığı görül­ cünü canlandırırlar. Üzerlerindeki
rünüşler, Osmanlı sanatına girmeğe mektedir. yazıtlar da suyu ve hayatı yücelte­
J::ıaşlayan Batı etkilerini açıkça bel­ Sultan Üçüncü Ahmet büyük rek yaptıranı övmektedir.
li etmektedir. bir çiçek meraklısı idi. Onun en
Bu buyük camilerden başka,
öteki yapıların çoğunda Mimar Si­
çok sevdiği çiçek olan lale , deviin
simgesi 'haline gelmiş, devrin üslu­ batı etkisindeki
nan'ın etkisi ağır basmaktadır. O­
nun ulaştığı mekan anlayışına ço­
bu da aynı adı almıştır. Özellikle ·
bu dönemde yapılan çeşme ve se­ sanat
ğu kez bağlı kalınmakta, ama beze­ biller, devrin en belirgin özellikleri­ Daha sonra Avrupa Barok sa­
mede devrin özelliğine uygun motif­ ni taşırlar. Kentin alanlarının or­ natının taşkın şekillerinin kullanıl­
ler yerleştirildiği görülmektedir. tasında küçük bir köşk halinde.yük­ mas�. çoğu kez Batı'lı görünüşler­
XVI.yy.1da Mimar Sinan'ın selen dört cepheli çeşmeler bol sa­ den biraz farklı bir üslubun doğma­
meydana getirdiği yüksek klasik yıda yapılmıştır. Bunların en göste­ sına .. yol açmıştır. Örneğin, Klasik
üslup, onun yetiştirdiği öğrenciler­ rişli olanı, İstanbul'daki 1728 tarih­ devrin ağırbaşlı şekilleri, sevimli ve
le XVIl.yy.'ın sonuna kadar etkisi­ li Sultan Ahmet ç eşmesi 'dir. Bütün ince lale demetleri, yerlerini Barok'­
ni sürdürmüştür . .1663 yılında ta­ cepheler altın yaldızlı kalem işleri, un ağır yaprak süslerine bırakmak
mamlanan Yeni Cami, Sinan üslu­ kabartma ve çinilerle bezenmiştir. zorunda kalmıştır. Son devrin ca­
buyla yetişen kuşakların son büyük Gene Üçüncü Ahmet tarafından mileri, sarayları, çeşmeleri, sayısız
es·eri olarak görülebilir . XVII.yy. yaptırılan Üsküdar ve Tophane mezar taşları hep bu üslubun ken-
1 67
Bursa Muradiye Camii.

dine özgü özelliklerini yansıtır. Yalısı yeni bir zevkin ve üslubun cı ve Bebek camilerini, Tarlabaşın­
Batı Avrupa etkisi altında 1 703- ilk habercileri olmuştur. da Kamer Hatun Camii'ni, Eyüp'te
1730 yıllarında gelişen Lale Devri' - Nuruosmaniye ve Laleli camile­ Beşinci Mehmet tür'b esini, Lale­
nden sonra, 1 730-1808 arasında Ba­ ri, Barok üslubun en büyük yapıt­ li apartmanları ile Ankara'da Gazi
rok ve Rokoko,. daha sonra 1808- larıdır. Tophane'de Nusretiy-z Ca­ Eğitim Enstitüsünü, Vakıf Apart­
1874 arasında Ampir ve en son ola­ mii ise, Barok'tan Ampir üsluba ge­ manlarını; Paris'te okuyan Mimar.
rak da 1877-1930 arasında Neokla­ çişi gösteren tipik bir örnektir. Sul­ Vedad ise, İstanbul Sirkeci'deki Bü­
sik (başka bir deyişle, Birinci Ulu­ tan II. Mahmut zamanında geliş­ yük Postahaneyi, şimdi yıkılmış
sal Mimari ) üslubun etken old u ğu miş olan Ampir üslubun denendiği olan Karaköy'deki Eski Denizbank
görülür. yapılar, II. Mahmut türbesi ve se­ binasını, Haydarpaşa'da Küçük İs­
Ne var ki, Osmanlı Barok ve biliyle Topkapı Sarayı'nın bazı da� kele binasını, Ankara'da Eski Bü­
Rokoko üslubu, Batı Avrupa'dan ireleridir. yük Millet Meclisi binasını yapmış­
farklı özellikler ortaya koymuştur. Barok, Rokoko ve Ampir üslup­ lardır. Bunlar genel çizgileriyl-e,
Osmanlı sanatının bu devri, yete­ ları veya birinin daha ağır bastığı özenle yapılmış, dengeli yapılardır.
rince inceleme konusu olmamıştır; yapı örnekleri içinde Ortaköy Ca­ Fakat şunu unutmamak gerekir ki,
yakından incelenirse, Batı'dan ol­ mii, Dolmabahçe ve Çırağan Sarayı her devir ve üslup; çağında ge�erli­
dukça değişik görünüşler saptana­ da sayılabilir. XIX. yüzyılda her dir� o devrin düşüncesini, toplum
bilir. Bu da bizi, Türk Barok ve Ro­ . - türlü üslubun birbiri içine girdiği yapısını ve sanat anlayışını yansı­
koko sanatı diye bir anlayışa götü­ bu devirden sonra Türk mimarları, tır. Değtşen dünya görüşü ve t�k­
recektir. Osmanlı sanatında Barok yeniden bir çıkış yapmak zorunlu­ nik olanakları içinde es:ıti biJ: çağı
ve Rokoko, değişik anlaşılmış ve luğunu duymuşlar ; böyiece Biiinci yenid_en canlandırmak tartışma
uygulanmıştır. Topkapı Sarayı'nda­ Ulusal Mimari akımı (neoklasik) götürür bir yoldur. Bu bakımdan
ki Üçüncü A'hmet'in 1705 tarihli doğmuştur. Almanya'da bir süre Neoklasik akım kısa sürmüş, ama
dairesiyl·e, aynı devirde yaşayan 5ğrenim yapan o zamanın tanınmış 1 940-1950 yılları a,rasında yeni bir
Köprülü Amcazade Hüseyin Paşa' - mimarı Kemalettin, büyük b�r yapı yaklaşı�la tekrarlanmaya çalışıl­
nın Anadoluhisarı'ndaki Meşruta olan Dördüncü Vakıf Hanı; Bostan- mıştır.
1 68
ı 1!
I' ! .
"

İS LAM
FELSEFESİ
felsefenin
doguşu
İslam felsefesi Kur'an'la, Hadis
!erle bildirilen tanrısal görüşlere,
duyu verilerinden çok akıl kuralla­
rına, deneyden çok mantık ilke­
lerine dayanan, kendi bütünlüğü
içinde ırnvramlarla örülü bir dü­
şünce akımıdır. Ereği, içinde ya­
şanan evren değil, yalnız düşün­
cede varolan, duyularla değil dü­
şünce yetenekleriyle kavranan, öz­
lenen gerçek-ötesi varlık evrenidir.
Bu özellikleri bakımından dışa de­
ğil içe dönük, yorumcu bir felsefe­
dir.
İslam Felsefesinin Doğuşu : Adını
İslam dininden, konularını dinin sı­
nırları içindeki sorunlardan alan
İslam felsefesi, genel çizgileriyle, İs­
lam dininin doğuşundan (İ.S.VII.
yy. ortaları) sonra gelişmeye baş­
ladı. Kur'an surelerinin bütünlüğe
ulaşıp bir .«kitapıı niteliğinde top­
lanması, « hadisıı denen, gerçekte
Kur'an'ın bazı yerlerinin daha ko­
lay anlaşılması için birer yorum
olan peygamber sözlerinin derlen­
mesi, kesinleşmesi sonucunda, bu
yeni dinin yayıldığı çevrelerde, kay­
nağını onda bulan yeni bir düşün­
ce akımı filizlenmeye başladı. Bu
yeni düşüncenin ortaya çıktığı ül­
kede, daha önceki çağlardan kalma
inançlar, onlarla ilgili görüşler, ey­
lemler oldukça yaygındı. Bu düşün­
celerin iki ayrı doğrultuda gelişti­
ği görülür : 1
·

A. - Arabistan yarımadasında
insanların toplu düzen içinde ya­
şamaya alıştıkları çağlardan beri
süregelen inanç varlıklarının, :za­
manla yeni yeni biçimler kazana­
rak çağın düşünce yapısına uyması.
Bu eski inanç yığınlarının iki ayrı
kaynağı vardır. Biri Arabistan in­
sanlarının yaşamaları ile ilgilidir, Hz. Muhammed, bir esir kılığına bürünerek müslümanlıK aıevfıine
öteki bu bölgeye eski çağlarda kom­ gözlemlerde bulunan şe11tanın sö11lediklerini reddediyor ( XVII!.yy.
şu ülkelerden gelen insan topluluk- minyatürü ) .
1 69
şüncelerini yaymaya başlamış, din­
le felsefeyi bir düşünce akımı için­
de kaynaştırma yoluna gitmişlerdir ..
Bu akımın öncüler.i Yunan - Y�hu­
di düşüncesini yoğurarak yeni bir
ürün çıkarma denemelerine giriş­
miş, kimi bütün kimliği , kişUiği ile
bilinen, kimi bilinmeyen kimseler­
dir. Bu düşünürler )'.ahudi - Hıris­
tiyan dinlerinin etkilerini Batı'dan
Doğu'ya doğru yayılan felsefe akı­
mının verileriyle uzlaştırmaya, on­
lardan yeni bir yorum türetmeye
çalışan kişilerdi . Eski Anadolu - Yu­
nan felsefesinin ürünlerine daya­
nan bu düşünürler, sözün gerçek
anlamıyla, bilge sayılmaz. Bunlar
eski felsefe görüşleriyle . Hıristiyan -
Yahudi i nançlarını, belli oranda da
felsefeyi, dinin buyruğu altına sok­
maya, ona bir din niteliği kazan­
dırmaya uğraşan insanlardı. Bu ay­
dınlar, bilmeden, İslam dinine de,
onun ilkelerine dayalı bir felsefenin
doğmasına da yardımcı olmuşlar­
dır .
İslam dini, bir yandan Eski­
çağ'dan kalagelen inançlara, bir
yandan da Anadolu - Yunan dü­
şünce ürünlerine dayalı bir görüş
ortamında yavaş yavaş biçimlen­
meye, Hazreti Muhammed'in yaşa­
dığı çevrede içten içe ilk besinleri­
ni bulmaya başladı. İslam dini, bu
durumda, bir yandan geleneklerle
sürüp gelen inançların, bir yan­
dan da daha önce doğmuş iki bü­
yük dinin (Yahudi ve Hıristiyan din­
leri ) ürünleriyle kaynaşan bir etki­
nin yoğurulduğu alandır . Daha doğ­
rusu , bu iki kaynaklı düşünce
ürünlerinin birleşime ulaştığı bir
bütündür. Ancak bu bütünün ken­
dinde de birtakım yenilikler, eski
dinlere göre çağın toplum yapısına,
düşünme örgüsüne uygun özellikler
vardır.
M.S.VII.yy. ortalarında son bi­
Kıı re.v s'Ii M u t t alib ile genç yeğeni Aba-ü/ M u t talib Mekke 'ye gid i ­ çimini kazanan, kendi ilkeleri için­
yorlar f Topkapı Sarayı ) . de kesin bütünlüğe ulaşan İslam
dini, bir yanı ile içinde yaşanan ev­
!arının getirdikleriyle, düşünce ri , Arabistan 'da doğup gelişen bü .. rene, bir yanı ile de yalnız düşün­
ürünleriyle bağlantılıdır. Bunlar tün inanç varlıklarını, belli ölçü­ cede varolan, gelecekteki gerçek -
çoktanrıcı dinlerin, putatapıcılığın ler içinde, etkilemiş, damgasını vur­ ötesi yaşayış için «yaratılmış» bir
sürüp giden kal ıntılarıdır. Arap ya­ muştur. İslam düşüncesi, bir bütün ortam niteliği taşıyan öte�evrene
rımadasının insanları, bu inanç kar­ olarak , bunlardan ayrı, bunlar üze­ yöneliktir. Yapısında görülen . bu
maşıkl ığı içinde yoğrulan yeni bir rinde · derinden derine durulmaksı­ ((ikilik " , gelişmesini sağlayan bu
görüş l\lr tamına gi rmiştir. Ancak, zın açıklanamaz. «iki katlılık» onun özünden doğan
bu eski inanç varlıkları büsbütün B - İslam düşüncesinin ge­ bütün düşünce akımlarında da ken­
ortadan kalkmıyor, yalnız · kabuğu­ rek doğuş yıllarında, gerekse on­ dini gösterir.M.S.VII.yy. boyunca ta­
nu, boyasını değiştirerek yeni dan önce Arabistan'da yayıldığı bi­ şıdığı bu özellik, bir bütün olarak
inançlar içinde saklı kalıyordu. Bu linen doğacı Anadolu - Yunan fel­ kendini sürdürür, niteliğini korur.
dıştan gelen düşüncelerin kaynak­ sefesinin etkisiyle gelişen, bir yan­ . İslam dini Kur'an ile Hadis gi­
ları genel likle İran, Mısır, · Hindis­ dan eski dinlere, bir yandan felse­ bi iki temel «Kitab » ın düzenlenişin­
tan, Mezopotamya, Anadolu gibi fe ürünlerine bağlanan kavramcı den sonra hızla gelişen çeviri çalış­
Arabistan 'ın yakın komşuları olan varlık anlayışı. Bu anlayışın öncü­ malarıyla, komşu ülkelerden gelen
bölgelerdeki insanların d�şünce ü­ leri, Arabistan yarımadasında, İs­ aydınların, okumuşların, bilginle­
rünleridir. Bu komşu Ulke ürünle- lam dininden birkaç yy. önce dü- rin, gezg-inlerin, din görevlilerinin
1 70
etkisiyle yeni bir durumla karşı kar­
şıya geldi : düşünceye düşünceyle
karşılık verme gereği. Bu gereklilik,
başlangıçta başka düşünce ürünle­
riyle beslenen İslam dinini yeni bir
atılıma itti. Bu atılım da, İslam di­
ni dışında kalan düşünce akımları­
nı ogrenme, onların sorunlarına
kendi varlık anlayışı içinde, karşılık
bulma, çözümleme çabasıdır. İslam
dini .dışında . kalan düşünce akımla­
rının ortaya koyduğu sorunlar için­
de, biri eski, biri yeni olmak üze­
re iki ayrı nitelik taşıyan, iki ay­
rı yolda çözüm bekleyen özellik­
te olanları vardı. Bunların kimi
Anadolu - Yunan felsefesinin yo­
rmrii arindan; kimi de eski dinlerin.
yeniden ele alınışından doğuyordu.
Tanrı, ruh, evren, öte-dünya, ölüm,
ölümsüzlük, yaratılış, yokoluş vb.
sorunlar , bütün dinlerde vıırdı. İs­
lam dininin karşısına bir bütünlük
içinde çıkan . bu inançla ilgili ko­
nular, daha önceki dinlerin verdiği
karşılıkları, çözüm biçimlerini de
birlikte getirdi. İslam dini bunlara
kendi açısından birer karşılık bul­
muştu. Ancak bu karşılıklar, yeni
yeni görüşlerin ortaya atılması, ye­
ni inanç kaynaşmalarının fışkırma­
sı neden iyle tartışmayı, üzerinde
derinlemesine durmayı gerektiri­
yordu.

yorumcu goruş
• •

öte yandan, eski felsefe akımla­


rının . düşünce ürünlerini yorumla­
yanı tektanrıcı dinlerle bağdaştır­
maya çalışan yeni felsefe görüşü
yorumcu görüş de, çağın anlayışı­
na, bilgi düzeyine göre yeni çözüm­
ler bekleyen yeni sorunlar ortaya
ırnyou ya da eskı 5orunlara karşı
yapılan çözümleme girişimlerini ye­
niden yorumlayarak sorun içinde
sorun ortaya çıkardı. Bu sorunlar Bu XVIIl .yy. minya türü M u t talib ile Abd-ül M u t talib 'in Mekke'ye
da genellikle evrenin yapısı, varlı­ varışını gösteriyor ( Top kapı Sarayı 1 .
ğın özü ( ilke�i ) , fosanla evren ara­
sındaki yapı birliği (varlık özdeşli­ lü inanan, başka ölçülere göre dü­ M. S.I .yy . ) görüşleri, İslam dini kar­
ği) , doğa olaylarının ve doğal var­ şünüp taşınan aydınlar arasında şısında daha k olay yayılma olanagı
lıkların oluş nedenleri", bilgi, bilgi­ hızla gelişen bir tartışma başlamış­ buldu, ilgi çekti. Philon'un felsefe­
nin kaynağı, gerçeklik, gereklilik tı. Düşünme belli bir yerde durmu­ si Yahudi dini ile yunan düşüncesi­
türündendi. Bunlapn dışında, dini yor , yasakları, engelleri, üstü kapa­ ni, özellikle Platon (E flatun) ,
de, felsefeyi de belli bir açıdan var­ lı bir düşünce yöntemiyle aşmaya, Pythagoras gibi bilgelerin görüşle­
lığa bakmaya iten, çözüm bekleyen sarsmaya çalışıyordu. İslam dininin riyle Stoa anlayışını uzlaştırmaya
erdem, iyilik, mutluluk, güzellik, yayıcıları bu sorunlara karşılık ve­ çalışan bir ereğe yönelikti. Philon,
doğruluk, saygı, sevgi . gibi kavram­ recek durumda değildi. Onlar yalnız felsefe akımlarıyla Yahudi dini ara­
ların örgüsü içinde kalmakla birlik­ kendilerine Kur'an'la, Hadis'le ve­ sında bir bağlantı · kuruyor, bütün
te, insan yaşamını yakından ilgi­ rilenleri, bildirilenleri öğretmek, an­ sorunlara böyle bir anlayış açısın­
lendiren, yaşayışı düzenlemede etki­ la tınak, açıklamakla yetiniyorlardı. dan bakıyordu. Onun izinden gi­
li olan sorunlar vardı. İslam dini­ Bu tutum, ortaya çıkan, İslam denler bu soruları islam düşünürle­
nin ereği, görevi ne olursa olsun, inançlarını benimseyenlere yönelti­ rine de sormaktan geri kalmıyorlar­
bu sorunlar ondan karşılık bekli� len soruları çözecek nitelikten yok­ dı.
yor, yorum istiyordu. sundu � Özellikle İskenderiye'li ya­ Philon'un izinden yürüyen, an­
İslam dini karşısinda başka tür- hudi bilgesi Philon'un ( M.Ö.I .yy. - cak felsefe ile (Eflatun'un görüş-
1 71
akıl ve iman
Akıl, iman alanına dıştan bakar,
onun içerdiği sorunlara çözüm ara­
maya, neden - sonuç bağlantısı üze­
rinde kesin yargı vermeye kalkış­
maz. İman da aklın sorumluluk or­
tamında oluşan sorunlara karışmaz.
Ancak, aklın, imanın ışığı altında
yürüme, ona karşı bir tutum takın­
mama gereği vardır. Sözgelişi Tan­
rı, ruh, mucize gibi varlıklar akıl­
la çözümlenemez, onlara yalnız ina­
nılır. Bu sorunlar aklın yetki sı­
nırlarını, kavrayış gücünü, açıklar­
ına yeteneğini aşar. Tanrı yalnız
düşünülür, onun özü değil , «görü­
nüşlerin üzerinde durulur. Tanrı'nın
ozu (zatı) akılla bilinmez, akıl
onun niteliklerini (sıfatlarını) açık­
layabilir. İman ise bunların varlığı­
na inanmayı kesinlikle gerekli kı­
lar.
Akıl, belli bir ortamda da olsa,
çözümleyici, iman ise sınırlandırıcı­
dır; «verilen » i olduğu gibi benimse­
meyi gerektirir. Bu görüşleri benim­
seyen, daha sonraki dönemlerde adı­
na cchelenizmıı denen felsefe akımı,
eski Anadolu - Yunan düşüncesinin
çağın bilgi durumuna uygun bir yo­
rumudur. İslam dini ortaya çıktı­
ğında, Akdeniz çevresinde bu yeni
yorumcu, görüşün tepkisiyle karşı­
llaştı. Bu tepki, İslam düşüncesinde ,
yeni yollar arama, kendini savun­
ma gereğini doğurdu.
İslam dini tektanrıcı, evrenin yok­
tan yaratıldığına, ilerde gene yoko­
lacağına, bütün yaratıcı, yönetici
gücün Tanrı'da toplandığını ,Tanrı'­
Abd -ü! Muttalib. ilerde d oğacak olan torunu Muhammed'in adını nın önsüz - sonsuz (ezeli · ebedi)
önünde eğilen bir filin kulağına fısıldıyor ( Topkapı Sarayı) . olduğuna inanmayı gerektiren bir
dindir. İslam dininin anlayışına gö­
!eriyle) hıristiyan anlayışını bağ­ felsefe çığırı, sorunlara (dinle Hgilı re, insan yoktan yaratılmış, Tanrı'­
daştırmaya çalışan Plotinos (İ.S. olanlara) bilgece bir çözüm yolu nın uygun gördüğü birtakım görev­
203 - 269) çığırı (Yenieflatuncu­ bulmaya çalışıyordu. Bu çözüm yo­ lerle yükümlendirilmiş bir varlık­
luk) , belli sınırlar içinde, İslam di­ lunun iki ayrı ilkesi vardı. Biri akıl, tır. Evrenin başı da, sonu da c<yok­
nine yatkın, pek de yabancı sayıl­ biri inanma (iman ) . İman ile akıl, turıı , c<varolanıı yalnız Tanrı' dır.
mayan sorunlara çözüm biçimleri yöntem bakımından ayrı ayrı doğ­ Tanrı'nın bilgisi sınırsızdır, sonsuz­
getiriyor, İslam düşünürlerinin kar­ rultularda gidiyor, ancak belli bir · dur, olanı, olmakta olanı, olacak
şısına bunlarla . dikiliyordu. y�rde birbirine yardımcı oluyor, bir­ olanı bilir. Tanrı salt ışıktır, salt
İslam dininden önce ortaya çı­ birinin eksiklerini giderme ereğini düşüncedir, salt istemdir, salt güç­
kan, Akdeniz çevresinde, Doğu'da güdüyordu. İman akıldan üstün tu­ tür, bilinemez, yalnız düşünülür,
yayılmaya başlayan bu tür düşün­ tuluyor, ancak büsbütün akla baş­ varlığına inanılır (iman edilir) .
celerin özünde birtakım din inanç­ vurmadan, onun verilerinden, ay­ Tek doğru yasa, tek genel geçer­
larının yeraldığı görülürse de, so­ dınlığından yararlanmadan da ede­ li yasa Kur'an'la bildirilen buyruk­
runlara bakış açıları, onları yorum­ miyordu. lar bütünüdür. Bütün yaratılanlar
lamadaki yöntemler!, sınırlı bir dü­ Bu dönemde, Arabistan yarım­ sonunda yok olacak, yokluğa dö­
şünce ortamında bile, deney verile­ adasında yayılan bu akılcı, iman­ necektir. Tanrı bütün olup biten­
rine dayanan bilgilerden yararlanı­ cı düşünce çığırı, ele alınan sorun­ leri görür, duyar, bilir (basir, sa­
yordu. Anadolu - Yunan felsefesi, lara da iki yönlü bir çözüm getir­ mi, alim ) . İnsanlar yaşadıkları sü- .
Hıristiyan .. dini üzerinde geniş bir me gereğine inanmıştı. İnsan akıl­ rece yaptıklarından, eylemlerin­
etki yaratmış, hıristiyan Ortaçağı­ la düşünür, sorunları düzenler, sı­ den, düşüncelerinden, davranışla­
na öncülük eden bilgelere yol gös­ nırlandırır, çözüm yollarını arar, rından sorumludur. Günün birinde
termiş, ışık tutmuştur. İslam dini­ imanla inanır. Ne akılsız iman iş yargılanarak yaptıklarının karşılı­
nin karşısına çıkan yenieflatuncu görebilir, ne de imansız akıl. ğını göreceklerdir (mükafat-müca-
1 7-2
zat) . Tanrı en yüce yargıçtır ( h a­
kim) . Tanrı bilgedir, bilgelikle (hik­
metıte>) donanmıştır (hakim) . Tan­
rı ölümsüzdür (layemiid) . Bu özel­
liklerin, bu niteliklerin insanlarda
Tanrı'dan .da karşılaştırılamayacak
oranda, pek azı (cüz' i ) vardır. İn­
sanın yapacağı bunları düşünmek,
olduğu gibi benimsemek, tanrısal
alanı akılla değil imanla benim­
semenin gereğine inanmaktır. İşte
Kur'an'ın özü budur.
İslam dininin getirdiği görüş, es­
ki kaynaklardan beslenen felsefe
akımlarının karşısında pek doyuru­
cu, kandırıcı olmadı. Özellikle ya­
bancı dillerden yap�lan çevirilerle
yayılan düşünceler, aradaki boşlu­
ğu daha da genişletti. Bu durum­
da, çevirilerle gelen düşünce ürün­
lerine, islam dininin tek kaynağı
olan Kur'an'ın yorumu ile karşı
çıkma gereği duyuldu. Bu gerek­
lilik, bir yandan çeviri çalışma­
larını, bir yandan onlarla gelen dü-'
şüncelere Kur'an'a dayalı yorum­
larla karşılık verme çabasını hız­
landırdı. Böylece, islam düşüncesi,
bir felsefe akımı olarak, çeviri ile
başladı. Ancak bu çeviri, başlan­
gıçta, doğrudan doğruya yunan bil­
gelerinin yazılarını arapçaya çevir­
me biçiminde olmadı. İlk çeviriler
daha çok yenieflatuncu felsefe akı­
mının -başka bir deyimle hele­
nizm felsefe çığırının-- düşünce
ürünlerini arapçaya aktarma türün­
de oldu.
İlk çevirilerin de yunancadan
yapılmadığı bilinir. Yunan bilgeleri­
nin, yenieflatuncu aydınların yazı­
ları önce İbrani, Süryani dillerine
çevrildi, sonra bu dillerden arapça­ Kdbe'nin Hz. Muhammed'den önceki biçimi ( XVIII.yy. Türk minya ­
ya aktarmalar başladı. Arap aydın­ türü, Top kapı Sarayı ) .
ları, Batı felsefesini başlangıçta
böyle ikinci elden okuyup yorumla­ ğu Anadolu kesimlerinde oldukça İslam dininin doğduğu ülkede
ma olanağı buldular. Gerek bu çe­ geniş bir alana yayılan bu din ku­ onun ortaya çıkışından önce yayıl­
virilerde, gerekse İlkçağ felsefesinin rumları (kiliseler) karşılıklı komşu­ maya başlayan bu düşünce çığırla­
bütün alanlarda Araplara aktarıl­ luk ilişkileri, alış-verişler, bilimsel rının biri yorumcu, öteki açıklayıcı
masında, İslam ülkelerinde yayıl­ çalışmalar yüzünden arapların pek iki ayrı özellik taşıdığını anladıktan
masında ikinci aracılar hıristiyan de yabancısı değildi. Üstelik o dö­ sonra, Kur'an'a ve Hadis'e yapıları­
kiliseleridir. Kilise çevrelerinde hı­ nemde bu yörelerde yaşayan arap­ na uygun olarak felsefe açısından
ristiyan diniyle ilgili yazıların, dü­ ların çoğu hıristiyandı. Kilise ba­ bakma gereği doğdu.
şüncelerin yorumunu yapan, özel­ baları, yalnız Eflatun'un, Aristote­ Yorum, Kur'an'da, Hadisler'de
likle Eflatun { Platon ) � Aristote­ les'in yazılarını yorumlamakla kal­ geçen birçok kavramın felsefe açı­
les gibi yunan bilgelerinin yazıları­ mıyor, Anadolu'da gelişen doğa­ sından değerlendirilmesidir. Bu de­
nı (o çağda bilinenleri) açıklayarak cı felsefe akımının düşünce ürün­ ğerlendirme, Tanrı, ruh, evren, in­
onlara ekleyen , haşiye yazan ay­ lerini de biliyor, onları çürütmek; san, oluş, yaratılış v.b. kavramlara
dınlara, genellikle uKilise Babala­ yada açıklamak için çalışmalar ya­ felsefeye yaraşır nitelikte bir açık­
rı>ı , arapça deyimle «Abai Kinisai­ pıyorlardı. Kilise Babaları arasın­ lık, yeni bir anlam kazandırmadır.
ye>J denirdi. Bu kilise düşünürleri­ da, çağına göre, bilginler de vardı. Bu da yalnız düşünme ilkelerine,
nin ereği, Hıristiyan dini ile yunan Yunan felsefesinin İslam ülkele­ akıl kurallarına göre olabilir, bü­
felsefesini uzlaştırmak, dine felsefe rinde yayılmasına öncülük eden tün deney verilerinin, deney türle­
bakımından bir dayanak bulmak, Philon, Plotinos, Porphyrios gibi rinin üstünde kalır. Adı geçen so­
akılla iman arasındaki uçurumu or­ dinle felsefeyi bağdaştırmaya çalı­ yut kavramlar, deney verilerine da­
tadan kaldırmak, bir de hıristiyan­ şan bilgelerin yazıları, VIII.yy.'dan yanılarak açıklanamaz. Açıklanma­
lığı Doğu ülkelerinde yaymaktı. sonra İslam düşünürleri arasında ları, anlaşılmaları, yalnız aklın ku­
Irak, Suriye bölgelerinde, Güneydo- da geniş bir ilgi ile karşılandı. rallarına göre yapılır. Bu tutum,
1 73
felsefe çığırında bulmasına karşılık
varlık anlayışı bakımından ayrı bir
yol tutan, tasavvuf çıktı.

mezhepler
İşte İslam felsefesi VII. yy.'dan
sonra, özellikle VIII., IX. yy.'larda
bu üçüzlü anlayış, varlık görüşü or·
tanımda ürünlerini vermeye başla­
dı. Bu ilk ürünlerin belli bir konu­
da uzlaştığı, kesin bir felsefe düze­
ni gereğince ortaya konduğu da dü­
şünülemez. Bu dönemde, İSlam fel­
sefesi, kimliğini, kişiliğini ortaya ko­
yan kesin kavramları bulamamıştır.
Kullanılan kavramların çoğu, arap
dilinde karşılığı olmadığı için, arap­
çalaştırılmış felsefe deyimleridir.
Bu deyimler de, ya ibrani dilinden,
ya yunancadan, yada çevirinin ya­
pıldığı ikinci dildendir. Yunanca
«bilgiseven» anlamına gelen ccphi­
losophia» sözünden türetilen <<fel­
sefe» (çoğulu felasife) , yasa, kural,
anlamına gelen ımomos» tan türe­
tilen ıcnamus» ( çoğulu nevamis) ,
sophos 'dan (bilge ) türetilen sıôfi,
cısofi» v.b. kavramlar, İslam felse­
fesinin başlangıç döneminde, arap­
ça ile yoğurularak. aktarılan dü­
şünce varlrklarıdır. Bunların yanın­
da ibrani, hind, fars dillerinden ge­
çenlerin sayısı da epey kabarıktır.
Bu . kavramlar, tsıam felsefesinin
esinlendiği kaynakları gösteren bi­
rer tanık durumundadır. İslam gö­
rüşü bu kavramları, kendi anlayışı­
na göre, yeni bir yorumdan geçire­
rek ccbaşkalaştırdı» . İşte İslam fel­
sefesinin tek özelliği de, bu ccba.şka·
!aştırma» işleminde sağladığı ba­
şarıdır. Bu. başarı, İl;lam ülkelerin­
ı•ransız aoğubilimcisi Silvester'in 1 790 yılında yaptığı, Hz. Mutıam­
de «mezhebn adı verilen (yalnız
med 'i Zemzem kuyusu başında oösteren gravür.
felsefe alanında) düşünce akımla­
�slam düşüncesinde «Mantık>> de­ Uzlaştırıcı açıklamalara yöne­ rını doğurmuştur.
nen düşünme bilgisini doğurdu. İs­ len düşünce kesimi, daha çok de­ Beıli 1 bir görüşü savunan, gelişti­
lam felsefesinin gelişmesinde, ya­ ney alanında gelişme sağladı. . Ana­ ren, yayan kimselerden oluşan top
yılmasında en önemli işi gören dolu'nun doğacı bilgelerinin yazıla­ luluğun genel düşüncesi, arapçada
mantık olmuştur. Mantık akıl yü­ rı ortaya çıkıp açıklanmaya başla­ ugidilen yol» anlamında umezheb>:
rütmeye dayanan, kendi alanına yınca, kısa bir süre içinde, İslam ül­ kavramıyla dile getirilir. ccMezhebi:
giren bütün sorunları, doğru dü­ kelerinde benimsendi. Yaratılış, sözünün kökü, ccgitmek» karşılığ:
şünme kurallarına göre açıklayan, oluş, yokoluş, bilgi, ruh v.b. en so­ cızehebe» dir. İslam dininin doğu­
Aristoteles mantığı denen «Genel yut kavramları bile doğa varlıkla­ şundan sonraki dönemlerde Kur'an
mantık ıı tır rıyla açıklama eğilimi hızlandı. Bu ile Hadisler'e dayanan değişik yo­
Aristoteles mantığı, o çağda bi­ yüzden de Thales, Herakleitos, De­ rumları benimseyenlerin oluştur­
lindiği oranda, Kilise Babaları, ye­ mekritos, Epikuros gibi bilgelerin duğu toplulukları ccmezheb» ola­
nieflatuncu düşünürler aracılığı ile düşüncelerine yeni yorumlar bul­ rak adlandırma, bir gelenek niteli­
yapılan çeviriler, açıklamalar sonu­ ma yoluna gidildi. Bunun da kay­ ği kazandı. Yalnız din konularını
cu İslam felsefesine girdi, felsefe­ nağı Kilise Babaları oldu. Böylece, ele alanlardan kurulu topluluklara
I'!in · önemli bir dalı oldu. Ancak, o · daha ba.şlangıçta İslam felsefesi bi­ değil, dinle ilgisi olmayan düşün­
da yenieflatuncu niteliği ile benim­ ri maddeci (dehri ) , biri Eflatun - ce çığırlarına da ccmezheb» denir
sendi. Doğa olaylarının açıklanışın­ Aristoteles'ci (meşşai) olmak üze­ oldu.
da, yorumlanışında değil de, kayna­ re iki doğrultuda yürümeye başla­ İslam felsefesinin oluşumu sı­
ğını Kur'an'da, Hadisl er'de bulan dı. rasında biri akla, biri imamı bağ­
soyut akıl yürütmeler alanında kal­ Bu iki felsefe akımının karşısı­ lı iki yol tutuldu. Akla daya11arak
dı. na, kaynağını gene yenieflatuncu din, felsefe sorunlarını çözümleme-
1 74
ye kalkan ilk İslam düşünürü Vasıl
bin Ata'dır (699-748 ) . Onun izin­
den gidenlerin, görüşlerini geliştir­
meye, yaymaya çalışanların oluş­
turdukları topluluğa, daha kendi
çağında, C<Mu 'tezile>J denmiştir. Bu
söz, arapçada «ayrılmak, başka bir
yol tutmakıı anlamında C<i'tizal» kö­
künden gelir. Din konusunda, özel­
likle Kur'an'ın yorumlanışında ho­
cası Hasan Basri ile tartışan, onun
görüşlerine kar,şı çıkan Vasi! bin
Ata için hocası «Vasi! bizden ayrıl­
dı (i'tizal etti) ;.;.deyince onun gö­
rüşünü benimseyenlere «ayrılmışıı
karşılığı C<mu'tezil, ınu ' tezile» dendi.
Bu söz İslam düşünce dünyasında
ilk akılcı çığrın adı olarak kaldı.

mu"tezile
Mu'tezile inancına göre «kaderıı
yoktur, insan kendi eylemlerinden,
kendi atılımlarından sorumludur.
Bütün eylemler birer insan yarat­
masıdır, Tanrı'nın bu konuda bir
etkisi yoktur. İnsan kendi kendini
yönetir, yönetici güç iman değil
akıldır. Sorunlar imanla değil akıl­
la çözümlenir, düzenlenir. Tanrı'nın
özü (zat'ı) ile nitelikleri (sıfatlar'ı)
birbirinden ayrıdır. Düşünen insan
bir uakıl varlıkıı ıdır. Daha önce­
den belirtilen işlemleri yapmak,
gösterilen yolda gitmek anlamına
gelen «kaderıı (yaz·g ı) sözünün an­
lamı yoktur. Kader varsa, insan
Tanrı'nın gösterdiği yolda kendi
((cüz'i irade» sini kullanmadan gi­
derse, davranışlarında kendi aklını
kılavuz, ölçü edinmezse, onun için
sorumluluk da düşünülemez. So­
rum! ul uk ancak, kişinin kendi is­
Hz.. Mulıa'mmed'tn Mekke'den Medine'ye kaçışını gösteren XVIIl.yy.
temine göre davranması sonucu or­
lııristiyan gravürü.
taya çıkar. İnsanın kendi dışında,
kendi aklı, kendi istemi üstünde nitelikleri (sıfatlar'ı) birdir, kay­ yy. ) . İslam düşüncesinde, İlk çağın
egemen bir güç yoktur. «Cennet» , naşmıştır. Akıl onları yalnız düşü­ a,tomcu bilginlerinden Demokritos'
«Cehennemıı de yoktur. İnsan yalnız nür, imanın aydınlığında tasarla­ un görüşlerine dayanarak, akılcı bir
Tanrı'nın buyruklarını yerine geti­ yabilir. Yazgı (kader) �·ardır, buna yol tutan Ebu'l Huzeyl'in ele aldığı
rir, kendi aklını, istemini kullanma­ karşılık insan gene bütün eylemle­ ana - konu Tanrı'dır. Ancak, doğal
dan eyleme geçerse, kendi elinde rinden, davranışlarından, gerçek­ neaenle (tabii sebe,!J ) Tanrı varlığı
olmayan, daha önceden belirlenen leştirilmemiş düşüncelerinden bile arasında bir bağlantının bulundu­
bu eylemlerden dolayı onun için sorumludur. İnsan eylemlerinin ya­ ğunu ileri sürer. Atoml::.rı Tanrı'nın
suç, ceza ve ödül (mücazat v_e müka­ ratıcısı değil, kend!sine verilenle­ · varlığını saptamak için birer kanıt
fat) düşünülemez, düşünülse bile rin, buyrulanların uygulayıcısıdır. olarak kullanır. Daha çok atomcu,
bu Tanrı'nın tüzesi (adl'i) ile bağ­ Mu?tezile inancı, Ehl-i sünnet'ir. akılcı felsefeye dayanan Ebu'l - Hu­
daşmaz. İnsan için tek yol, akıl bu tutumuna, bu görüşüne karşı zeyl'e göre atomlar da yaratılmış­
yoludur. çıktığından, olayları, sorunları akıl­ tır, onlar da sonludur. Boşluk oldu­
Bu düşünceler, tek çıkar yolun cı bir açıdan gördüğünden dolayı ğuna göre, bütün atomların kendi
uiman» olduğunu savunan, insanı bir felsefe akımı niteliği kazandı. boyutlarına göre birer yer kapla­
bir bütünlük içinde kendi kişiliğin­ Ona göre iman, insanı geliştirmez, maları gerekir, uzam (mekan) sı­
den soyup Tanrı istemine bağlayan sorunları çözümleyemez. imanla nırlı olduğuna, sınırlı olan da sonlu
ccehl-i sünnet» anlayışına karşıdır. bilgi edinilmez. Bilgi, akla, akıl öl­ olduğuna göre onlar da sonludur,
uEhl-i sünnetıı için insan bir cdman çülerine dayanan öğrenmeyle, ça­ sonlu olanda ne varsa ölümlüdür.
varlıkıı ıdır, akıl imandan sonra ge­ lışmayla, olayları, çevreyi incele­ Atomlar ölümlü olduğuna göre,
lir, onun buyruğu, onun yönetimi meyle kazanılır. ölümlü olan bütün varlıklar yara­
altındadır. Tanrı'nın özü (zat'ı) ile Ebiİ'l - Huzeyl El - Allat (IX tılmıştır, belli bir süre içinde gene
1 75
Ebu'l - Huzeyl'in öğrencisi olan İb­
rahim Nazzam, onun açtığı yolda
yürüdü, felsefe ile dini akılcı bir
anlayışla uzlaştırmaya çalıştı. Fel­
sefesinin Tanrı kavramı çevresinde
'yoğunlaştığı, Mu'tezile yôntemi\lli i
Tanrı'nın Birligi, yüceliği konusun­
da uyguladığı görülür.
Tanrı yaratıcı, önsüz - sonsuz
bir varlıktır. Bi:r'dir, yaratılışın
kaynağıdır. Bütün yaratmalar tan­
rısal bilgeliğe (ilahi hikmete) göre
belli bir düzen içinde olur. Tanrı­
sal bütün eylemler, işlemler man­
tık kurallarına göre açıklanabile­
cek niteliktedir. Tanrı'nın . bütün
yaratmaları doğa yasalarına, evre­
ni kuran varlık ilkelerine uygun­
dur. Tanrı'nın öz -özgürlüğü (zati
hürriyeti) kendi varlığı ile zorunlu­
dur. Özgürlük, Tanrı varlığında bir
zorunluluktur. Tanrı'dan başka ilk
(kadim) bir varlık yoktur.
Evren, özlerden (atomlardan)
kurulu bir bütündür. Atomları da
Tanrı yaratmıştır. Ancak yaratılma
olayı sürekli değil, bir kezliktir. Ev­
ren bütünü Tanrı istemiyle birden
yaratılmıştır. Bizim gördüğümüz
olaylar, zamanla gizlilikten açığa,
görünüş alanına çıkmaktadır. Yok­
sa her yeni olay yeni bir yaratma
değildir. Evren bütününde yer alan
varlıklarda «kamim> (gizli) ile uba­
riz» ( açık) yöntemi, genel_ geçerlik
taşır. Bütün varlık türleri, onlarla
ilgili olaylar, oluşlar evrende gizli­
dir ( kamin'dir) , zamanla bunlar
görünüş alanına çıkar (b�riz olur) .
Olaylar belli bir diziye göre gizli­
den açığa çıkmakta, akıp gitil).ek­
tedir. Tanrı'nın yaratması bağımsız
Araldi'nin 1 790'da yaptığı, Hz. Muhammed't at üsttlnde gösteren gravür. bir eylemdir. Evren düzeni Tanri'­
nın özgür istemi, bağımsız dileği ile
yokluğa dönerler. !eşmesinden, birbirine katılmasın­ (bir anda) yaratılmıştır. Atom ya­
Evren, atomlardan kurulu bir dan oluşur. Çünkü atom yalnız ratılmıştır, yok da edilebilir.
bütündür. Atomlar sonlu, sınırlı, madde değil, ilineksel ( arazi ) , ey­ İbrahim Naz zam'ın düşünceleri
ölümlü olduğundan, onlardan olu­ lemsel (fiili) olarak da vardır. Bu kimi yerde Mu' tezile görüşlerine
şan evren de sonludur, sınırlıdır, nedenle, her fiziksel nokta, sürenin karşıdır. Ancak, bu karşı oluş, onun
dolayısiyle yaratılmıştır. Evreni her an kısa kesimi bir atomdur. Bu Mu�tezile akımı dışında ele alınma­
kuran atomlar düşüncede de, ger­ atomlar ne süreklidir, ne de birbiri­ sını, dogmatik bir kelılmcı sayılma­
çekte de bölünemezler. Bir atomun ne sıkı sıkıya· bitişiktir, belli aralık­ sını gerektirmez. Onun, özellikle
bölünürlüğü düşünülürse, töz (cev­ ları vardır. Bu aralıklar, bizim za­ metafizik alanında, evreni açıkla­
her) niteliği ortadan kalkar. man dediğimiz şeyin boşluklarıdır. ması ilkçağ bilgesi Anaksagor�s'ın
Zaman, gerçek bir varlık de­ Bu tür zaman da yaratılmıştır. evren anlayışına çok yakındır. İb­
ğil, ruhsal bir kavramdır. İnsan Uzam (mekan) atomlara bağlı­ rahim Nazzam'ın ccatom» u bir töz
bilincinde öncelik - sonralık tasarı­ dır, onlarla sınırlıdır. Uzamda da (cevher) olarak benimsemesi, ev­
mı vardır. Düşüncede yaşayan so­ boşluklar vardır. Atomların devin­ renin yapısını atomlardan kurması,
yut zaman kavramının kaynağı bu­ mesi, yer değiştirmesi bu boşluklar görüşlerini akıl kurallarına daya­
dur. yüzündendir. narak açıklamaya kalkması, ken­
Ebu'l - Huzeyl, zaman konu­ Tanrı, zamanın, uzanım üstün­ dinden öncekiler gibi, Mu'.tezile
sunda bu düşünceleri öne sürer­ dedir, onlarla sınırlı değildir. Yara­ inançlarına sıkı sıkıya bağlı oldu­
ken, zamanı ikiye ayırmaktan da tıcıdır, ölümsüzdür, önsüz - sonsuz­ ğunu açıkca gösteriyor.
kendini alamıyor. Soyut zamanın dur (ezeli - ebedi) . Kimi araştırıcılara göre, İslam
yalnız düşüncede bulunduğunu söy­ Bilgi : çevremizi, doğa varlık­ ülkelerinde 'hızla yayılmaya başla­
lerken bir de ccatomla ilgili zaman» larını duyularla gelen izlenimler, yan Yunan felsefesine karşı doğan
dan söz ediyor. Bu zaman türü, te­ veriler aracılığı ile kavrarız. çığırlar arasında sayılan Mu'tezile
kil tözlerin (ferdi cevherlerin) bir- İbrahim Nazzam (öl. 835) . akımını akla dayalı bir din felsefe-
1 76
si olarak anlayanlar içinde edebi­
yatçılar, tarihçiler, ozanlar da var­
dır. Ancak felsefe akımına katkıları
olmamıştır. Eski Anadolu - Yunan
bilgeleri gibi düşüncelerini şiir di­
liyle anlatan bu arap ozanları için­
de en ünlülerinden biri, Cahiz'dir
(öl.889 ) . Başlangıçta din konuları­
nı ele alan, Kur'an'ın yorumundan
işe b�layan bu çığır, sonra geliş­
miş, akHcı felsefenin (İslam felse­
fesesinin ) oluşmasını sağlamıştır.
Mu'tezile anlayışı bir yandan din,
bir yandan da felsefe alanına giren
sorunlar üzerinde dururken, on­
dan türeyen bir çok düşünce dalı­
ı'ıın, küçuk çığırların döğmasına da
yardımcı oltnuştur. Bu küçük çı­
ğırlar içinde, akıl ilkelerine daya­
nan birer «tarikatı> niteliğinde
akımlar da vardır. Ancak, bunlar
arasında öz bakımından ilgiye de­
ğer bir ayrılık yoktur.
Doğa felsefesi. İ.Ö. VII - V.yy.
lar arasında Anadolu'da doğup Yu­
nanistan'da gelişen doğacı görüşün
etkisi altındaki akım, İslam dininin
doğuşundan sonra IX. - X.yy.larda
yeni bir yorumla: ortaya çıktı. Mu�
tezile akımının, Hind düşüncesinin
etkilerini taşıyan doğa felsefesinin,
İslam ülkelerinde Tabiiyyun (doğa­
cılar ) , thvan'us - Safa ( Safa Kar­
deşleri - Ansiklopediciler) , Dehriy­
yun (maddeciler) , Batıniler (Ezo­
terikler) adları altında dört büyük
kola ayrıldığı görülür.
Doğa felsefesinin konusu, adın­
dan anl�ıldığı gibi, doğadır, doğa
varlıklarıdır, insandır.
Doğacılar (Tabiyyun) : Dene­
ye, tümevarım, tümdengelim yönte­
mine dayanan doğacılara göre, in­
san bir doğa varlığıdır. Bütün bil­
gilerimizin kaynağı doğadır. Bilg'i
doğayı algılamakla kazanılır. İn­
sanda akıl denen yönetici, incele­
yici, araştırıcı bir yetenek vardır.
Duyularla edinilen bilgiler, akılla Hit. Muhammed'in büyük kızı Zeynep, deve sırtında Mekke'den Medi­
belli bir düzene konur, sınıflanır. ·
ne'ye kaçıyor ( XVII /. yüzyıl m i nya t ü rü ) .
İnsan varlığı iki özden kuruludur.
Bunlardan biri gövde (beden ) , öte­ Kitabu'l - Mansur, El - Havi gibi ya­ kelerine, mantık kurallarına, deney
ki ruh'tur. Ruh ile Tanrı, doğaüstü pıtları olan Razi'ye göre, bilginin verilerine dayanan Razi, İslam di­
birer varlıktır, özleri pek bilinemez. kaynağı duyulardır, algıdır. Ger­ ninin ana görüşleriyle İran - Hind -
İslam felsefesinde Anadolu - çek olan madde evrenidir; ruh ile Anadolu felsefesini uzlaştırmaya
Yunan doğacı görüşünün izlerini Tanrı, evrenin . dışında, yalnız dü­ çalıştı; deney bilimleriyle felsefe
sürdüren bu çığırın kurucusu, Ebu şüncede yaşayan · birer varlıktır. arasında gerekli bir bağlantının
Bekr Zekeriya Razi'dir (865 - 925 ) . Varlık kavramı altında toplanan bulunduğunu, felsefenin belli bir
Razi, felsefeye deney verilerinden Bütün'de beş sonsuz, sınırsız ilke yerde deney bilimlerine dayanması
girer. Bir hekim olması, hastalık­ vardır : gereğini savundu. Razi'ye göre ev­
lar, ilaçlar üzerinde çalışması, sim­ 1 - Tanrı; renin varlığı bu ana ilkenin varlı­
ya gibi o çağda geçerli olan bilim­ 2 - Boşluk (kesin mekan, ğını gerekli kılar. Algılar maddeye
lerle uğraşması, doğacı bir tutumu mutlak mekan) ; (heyiıla) dayanır; daha doğrusu,
benimsemesine yol açmıştır. Bu bi­ 3 - Madde (karanlık) ; kişinin · algıları maddenin varlığını
limlerin dışında matematik, astro­ 4 - Ruh (ışık, aydınlık) ; gösterir. Mekan değişik durumla­
nomi, biyoloji, mantık alanlarında 5 - Süre (kesin zaman, mut­ rın birleşmesinden oluşur, zaman
da, çağına göre, önemli çalışmala­ lak zaman) . ise değişik oluşların değişik biçim­
rı, yazıları vardır. Taksimül' - İlel, Bütün düşüncelerinde akıl il- lerde algılanması sonucu ortaya çı-
1 77
Hz. Muhammed . Mekke 'li dinsizlerin akı­ Hz. Muhammed Bedir savaşından önce
nını Uhud yerine Medine'de karşılamak müslümanlara güç ve güven vermesi için
için miislümanları kandırmaya çalışıyor. Tanrı'.ya dua ediyor.

kar. Razi, burada, zaman gibi so­ bilimsel bir nitelik kazandırmıştıc
yut bir varlığın oluşunu insandaki razi'DİD Etkisinin sürekliliği biraz da bu
algı yeteneğinin bir ürünü olarak yüzdendir.
görüyor, algıların dışında, kendili­
ğinden bağımsız bir zamanın var­
görüşleri İhvanu's - Safa ( Safa kardeş­
leri ) . X.yy'.da Basra'da ortaya çı­
lığına pek inanmıyor. Razi'nin görüşü, düşünceleri kan bu felsefe çığırının üzerinde
Evrenin oluşunu sağlayan bu derinliğine incelenince, varlık kav­ durduğu tek konu insan'dır, insa­
beş ilke önsüzdür (kadimdir) . An­ ramı altında toplanan nesnelerin nın kötülüklerden arınması, iyiye,
cak, evrenin bir yaratıcısı vardır. ikiye ayrıldığı anlaşılır. İlkeler ön­ doğruya, güzele yönelmesidir. İn­
Oluş, belli bir anlamda bir yaratıl­ süzdür ( kadim'dir ) , yaratılış belli san bir «ahlak varh k rn dır. Bu yüz­
'

madır, ilk yaratılan, oluşun özünü bir anlamda bir ccbirleştirmeıı ( ter­ den ahlak ilkelerine göre eğitilme­
kuran varlık, yalın bir unur»dur, ki b ) dir
. Bu düşüncelerin özünde si, yetiştirilmesi, öğretim görmesi
ne fslcr (canlılık gücünü veren var­ Anaksagoras'ın, Empedokles'in, bi­ gerekir. Eski Hind, İran inançları­
lıklar ) , yalın birer ruhsal tözden raz da Mani inançlarının etkisi nın, yenieflatuncu felsefe akımı­
oluşur. Nefsler, biri insansı ( b e ş e ­ açıkça görülüyor. Razi, bütün din­ nın derin etkisi altında kalan, bü­
ri ) , biri hayvansı ( hayvan i ) olmak lerin birleşmesini, insanların belli tün düşüncelerini insanın iyiliği
üzere ikiye ayrılır ; insansı olan bir inanç doğrultusunda kaynaş­ konusunda yoğunlaştıran bu ç ığır,
nefs daha yücedir. Cisim denen masını ister. Peygamberlik denen en yaygın etkisini 946 1 055 yılları
-

ilk birleşik, yalın varlık ile nur za­ kurum gereksizdir, insanın aklı, is­ arasında göstermiştir.
mandaştır, bir" süre içinde yaratıl­ temi onu doğru yola götürmeye, iyi İhvanu's - Safa çığırına göre,
mıştır. Sıcaklık, soğukluk, yaşlık, kılmaya yeter. Ancak, bu aklı ye­ insanın yetişmesi, arınması için
kuruluk gibi dört nitelik (tabiat) rinde kullanmayı bilme gereği var­ dör·t aşamalı bir eğitim - öğretim
bu cismin: gölgesinde yaratılmıştır. dır. Razi'nin düşünceleri, ondan dtızeninden geçmesi gerekir.
Gök ile yeryüzü bu dört özden ( ni­ sonra gelen İslam bilginlerini uzun A ) 12 - 30 yaş arasındaki
telikten ) yaratıldığı için özdeştir. süre etkilemiş, birçok yeni çığırın gençlerin katıldığı ilk öğretim - eği­
Bu özdeşlik yüzünden, yeryüzü ci­ doğmasını sağlamıştır. Fizik ala­ tim basamağında, öğretmenin
simleri göklerin etkisi altındadır. nında, . özelli.kle ışık kırılmaları, (mürşid) sözlerini, öğütlerini din­
Adı geçen bu ilkeler önsüz - sonsuz­ boşlukta çekim gücünü saptama lemek, onun gösterdiği yolda gide­
dur; onlardan önce bir zaman kav­ konusundaki çalışmaları, deneye rek arınmaık, başka etkilerden uzak
ramı da yoktu. büyük önem vermesi, felsefesine kalmayı başarmak, insanın bir ah-
1 78
lak varlığı olduğuna inanmak; iyi
bir ahlak anlayışın ın gerekimlerini
yerine getirmek, bütün kötülükler­
den, gereksiz direnişlerden kaçın­
mayı öğrenmek, öz eğitimine (nefs
terbiyesine) alışmak.
B) 30 - 40 yaşları arasında bu­
lunanların katıldığı toplantılar. Bu
toplantılarda temel ilke bilgi edin­
mek, bilgisizlikten kurtulup iç ay­
dınlığa kavuşmaktır. Bunu başar­
mak için de dünya ile, dünya var­
lıkları ile ilgili felsefe bilgilerinin
edinilmesi, öğrenilmesi gerekir. Bu
bilgi, insanın iç evrenini arıtan, ay­
dınlatan, insanı olgunluğa (ke­
mal'e) ulaştıran bilgidir.
C) 40 - 50 yaşlarında kimsele­
rin katıldığı toplantılar. Bu toplan­
tılarda tanrısal evrenle, tanrı ile
ilgili bilgiler öğrenilir. İnsan kendi
varlık sını:darını, madde evrenini
aşan bilgileri, gizemleri (esrarı)
edinir. Bunu yapabilmek için de in­
sanın kendi içini bilmesi, bütün
geçici, görünüşe bağlı oluşlardan
sıyrılması gerekir. Bu tür bilgi bir
((içe bakışıı bilgisidir.
Ç) 50 yaşından yukarı olan­
ların katılabildikleri toplantılar. Bu
toplantılara katılanlar Tanrı'ya en
yakın olan melekler (mukarribin )
arasında sayılır. İç arınması, ruh
olgunluğu , görüş derinliği, seziş
gücü son aşamaya ulaşmış insan,
((kemalıı aydınlığına varmış, pırıl
pırıl olmuş demektir: Böyle kimse­
ler, içinde yaşadığımız evrenin de,
şeriat kurallarının da üstüne çık­
mış, bütün «bağlayıcııı koşullardan
sıyrılmış, arınmış, «bağımsızıı ol­
muşlardır, onlar için belli yasa,
belli kural, engelleyici nesne düşü­
nülemez.

ihvanu's - safa
İhvanu's - Safa'nın düşüncele­
Ebu Sufyan'ın karısı Hind ve öteki dinsiz Mekke'li kadınlar. Uhud
rini 1<Resail» adı altında toplanan
savaşında şehit düşen Hz. Muhammed'in amcası Hamza'nın ciğerin i
51 küçük kitaptan öğrenebiliyoruz.
yemeğe hazırlanıyorlar.
Bu kitaplarda insandan Tanrı'ya
doğru basamak basamak yükselen niteliğindedir : 9- Madenler, bitkiler, hay­
«oluşıı lar üzerinde durulur, insan 1- Tanrı birliği (vahdet-i ila­ vanlar (ce madat, .nebatat, hayva­
ruhunun kaynağı, Tanrı'ya dönü­ hi) ; nat. Bunlar sufli alem i kuran ilke­
şü, evrenin oluşu, ruhun arınması 2- El Akl (faal akıl ) ; lerden oluşur) .
ele alınır. El - Avfi, Zeyd bin Rifaa, 3- Nefs (münfail akıl, beş Oluş'un aşamaları : Oluş bir
Muhammed bin Ahmed El - Nehra­ duyunun etkisi altında insanın ya­ fışkırmadır (sudur) . Ancak, en yü­
öuri, Ebu'l Hasan, Ali bin Harun, El şamasını sağlayan, dirilik'i oluştu­ ceden en aşağı (sufli) olana doğru­
Zencani, El Mukaddesi gibi X., XI. ran akıl ) ; dur. Varlık düzeninde her kat ken­
yy.larda yaşayan bilginlerden bize 4- İlk madde (heyôla-yi dinden önce gelenden oluşur (do­
kalan bu «Resailıı de işlenen konu­ ula) ; ğar) . Yaratılı� olayı Tanrı'dan ilk
lar, genellikle evrenin Tanrı'dan çı­ 5- Tabiat (Evren, Adem, fail çıkışla (sudü r'la) başlayıp en alt
kışını (sudur) içerir. Bu evrenin, tabiat ) ; katta bütünlüğe ulaşmıştır ( ta­
insanın «oluşıı sorunudur. «Oluşıı 6- Cisimler ( ecsam, ikinci mamlanmıştır) .
bir çıkış, bir fışkırmadır (sudur� . madde, yada ikinci heyUla) ; Bütün kötülüklerin, eksiklikle­
Bu çıkış en yüce olandan, en aşa­ 7 Felekler (Alem-i Eflak ) ; rin kaynağı son varlık, katı olan
'
-

ğıda olana doğru sürekli bir «inişıı 8- İlkeler (Anasır) ; aşağı evrendir (sufJf alem) . İnsan,
1 79
sal isteme aykırıdır.
Gövde (beden ) , evreni kuran
özlerle eş yapıdadır. Evrenle gövde­
nin madde yapısı birdir. Bundan
dolayı, evrende görülen kötülükler,
eksiklikler ruhla değil gövdeyle
bağlantılıdır. °Gövde aşağı (sufli) ,
ruh ise yüce (tilvi) bir özdür.'
Bilgi, duyu verileriyle oluşur,
onun kaynağı duyulardır, algıdır.
İnsanda arınmış güç niteliğinde
(bilkuvve) · bir bilgi, bir bilgi edin­
me yeteneği vardır. Bunun _gerçek­
leştirilmesi (kuvveden fiile geçme)
öğrenimle, bir yol gösterici yardımı
ile olabilir. Nefs (insanın kavrayıcı
özü) , duyularla kendinden aşağı
(süfli) varlıkları algılar; yüce var­
lıkları ( ulvi olanları) ise derin dü­
şünmekle, kanıtlama ile (burhan)
kavrar. Bilginin iki kaynağı vardır :
duyular, algı (idrak) ile derin dü­
şünme, kanıtlama (burhan ) . Derin
düşünmeye dalma, insanın kendi
iç evrenine yönelmesiyle, arınma­
sıyla olur. insan böyle bir durumda
duyu verilerinin, gövdeye bağlı
olanakların sınırlarını aşar, gerçe­
ğe yükselir. Bundan dolayı, bilgi
insanın yücelmesi yolunda bir öğ­
renim niteliği taşır, bu da akılla,
aklı gereğince kullanmakla, ona
uymakla olur.
Yöntem, İhvanu's - Sata'nm
birleştirici, kaynaşık bir yöntemi
vardır. Bu da ahlak, metafizik, ma­
tematik, mantık gibi bilimlerin bir­
leştirilmesi, kaynaştırılmasıyle, bel­
li bir düzeyde elele vermesiyle sağ­
lanır. İhvanu's - Safa, ahlakta Sok­
rates'ci, matematikte Pythagoras'­
cı, metafizik alanda Yenieflatuncu
(dolayısiyle Eflatun'cu) , mantıkta
Aristoteles'ci bir görüşü benimse­
mekle olabilir. Bu birleş tici ( eklek­
tik) görüşün sağladığı bütünlük,
insanın gerçeğe ulaşması yolunda
Dört halifeyi konu alan XVI.yy. minyururü ( Türk- İ slam sanatı mü­ gereklidir de. İnsanın felsefe konu­
zesi, İ stanbu l ) . larında ilerlemesi; gelişmesi mate­
matik bilgileri edinmesine bağlıdır.
b u evrenin akışına uyduğu, onun Gövde dağılır, kendini kuran doğal Varlık türlerinin açıklanışı, duyu­
genel yasalarına bağlandığı süre­ özlere bölünür, çözülür, ruh ayrı­ lur evrenin oluşumu, sayıların taşı­
ce, onun gibi olur, kötülüklerden lır gider. Ruh için ölüm düşünüle­ dığı bir takım özelliklere, oluşturu­
sıyrılamaz, arınamaz. mez. insan ruhunun (ferdi ruhun) , cu güçlere bağlıdır. Matematik, dü­
Ruh, Tanrı'nın engin, sınırsız kaynağı olan Tanrı'ya dönüşü cckü­ şünme gücünü, kavrama yeteneği­
varlığından fışkırmıştır. Bütün ev­ çük diriliş», bütün evreni kuşatan ni duyulur evrenden duyu - üstü
reni kuşatır , engindir, sonsuzdur, «evrensel ruhun» Yüce Tanrı'ya dö­ evrene (makuller'e) yükseltir. Bu
sınırsızdır, bir «evren ruhun dur. nüşü ise ccbüyük diriliş» demektir. konuda matematikle mantık eş
Tek tek kişilerin ruhları (ervah-ı Din, insanın eğitimi, olgunlaş­ doğrultudadır, birbirini gerektirir.
ferdiye) , bu engin, evreni kuşatan tırılması, arınması içindir. Bu ne­ Özellikle, matematiğe dayanmayan
ruhtan bir parçadır (cüz) . Ruhla denle bütün dinlerin belli yerde bir mantığın başarılı olma olanağı
gövdenin (beden'in ) yapısı bir de­ birleşmeleri, tek ereğe yönelmeleri da yoktur. Mantığın üç ana kuralı
ğildir, özleri başka başkadır. Gövde gerekir. Pinin insan ruhunu kötü­ vardır : Had, tahlil, burhan. Had,
dağıldıktan sonra ruh da geldiği lüklerden, eğriliklerden, eksiklik­ türlerin ozunu, yapısını ; burhan
kaynağa, Tanrı'ya döner. lerden kurtaran bir eğitim düzeni cinslerin özünü, kaynağını (asl ) ;
Ölüm, tek tek ruhların (ferdi olması gerekir. Dinlerin ayrı ayrı tahlil (çözümleme) tikel varlıkları
ruhların) gövdeden ayrılışıdır. Bun­ görüşler ileri sürerek birbirine kar­ bilmeyi sağlar. Bilime başlama an­
dan dolayı ölüm bir çözülmedir. sı çıkışı, birbirini yasaklayıcı tanrı- cak bununla olur.
1 80
Bilimler, bilginin özünde bili­
nenin biçimi, dışta bulunan bir
varlık'ın da dah.ı. açık bir oranda
kavranış türüdür. Bilim, bilgin ki­
şinin özünde, bilinen belli bir dü­
zen, biçim içindedir. Dışta bulunan
varlık, bilme yoluyla bilgin'in özün­
de açik seçik bir biçim kazanır. Bi­
lim bu açıklık; seçiklik içinde varlı­
ğın insana verilişidir . .
Sanat, sanatçının özünde olu;
şanın maddeye dönüşerek biçimle­
nişi sanattır. Sanatçının kendi iç
evreninde düşündüğü varlığa mad·
de ortamında biçim vermesi sana­
tın özüdür.
Bilimleri görevlerine göre sıra­
layan İhvanu's - Safa, başta mate­
matiğe, sonda ahlak'a yer verir.
Böylece matematik - mantık, sayı­
ların uyumu, düzeni, evrenin kav­
ranmasını sağlar. Doğa bilimleri
denen fizik, astronomi, doğayı, do­
ğa varlıklarını (maddeden insana
doğru çıkan bir yükselişle) öğren­
meye yarar. Zihin bilimleri adı ve­
rilen bölümde yer alanlar daha çok
öz (nefs) olaylarını konu edinir
(psikoloji) ; fizik evrenle metafizik
evren arasında aracı bir durumda­
dır. Din konularını içeren, tevhid
ile kelam'dır. En sonra, bütün bi­
limlerin ereği niteliğinde olan ah­
lak gelir. Ahlakın konusu ruhun
arınması, insanın, bir bütün olarak,
olgunlaşmasıdır. Bütün bu işlem­
ler akla dayalıdır.
Maddeciler (Dehriyyun) . Son­
raki dönemlerde ccmaddiyyumı Kur'an yazılarını Kabe'nın planını ve Mekke'deki önemli yapıtları
adıyla da anılan bu çığır, lslam di­ gösteren çini ( Topkapı Sarayı ) .
.
ninin getirdiği bütün düşüncelere,
görüşlere karşı olduğu gibi, yeryü­ bir kuruntudur. insanda tek yönetici güç akıl­
zünde yaygın öteki dinlerle de bağ­ C) Varlık kavramı altınaa dır, aklın dışında genel geçerliği
daşmaz. Dehriyyun sözü, Arapça'da toplanan ne varsa maddedir (mad­ olan bir ölçü, bir ölçek yoktur. Ak­
((zaman» anlamına gelen ccdehnı di'dir) . lın ölçülerine uymayan, aklın genel
sözünden türemiştir. Arapça'ya ç ) Evrenin dışında, ondan kuralları ile bağdaşmayan bir nes­
farsça cczurvaniyen sözünün deği­ bağımsız olarak, istemi (iradesi) nenin gerçekliği, genel geçerliği dü­
şerek geçmesinden oluşmuştur. Es­ olan bir Tanrı da yoktur. Tanrı ile şünülemez. Dehriyyun çığırının ku­
ki iran'da, özellikle Sasaniler çağın­ evren bir Bütün'dür. Tanrı'ya yük­ rucusu Ravendi'dir (öl. 910) . Onun­
da yazıldığı söylenen ccŞkand Gu­ letilen ((yaratma» olayı da bir sanı­ la eş düşünce doğrultusunda olan,
manigvizarn adlı «risale>>de geçen dır, gerçek değildir. inançlarını yaymaya çalışan, bu çı­
bütün düşünceler ccdehriyyumıda D) Dinlerin ileri sürdüğü an­ ğırın gelişmesini sağlayan iki bilge
da vardır. Bunu gözönünde bulun­ lamda bir cennet, bir cehennem ol­ daha vardır : Beşşar bin Burd (öl.
duranlar bu maddeci çığırın İran madığı gibi, diriliş (kıyamet olayı) 873 ) , Salih bin Abdulkuddus (öl .
inançlarından beslendiğini ileri ele yoktur. IX. yy. sonlarına doğru) .
sürdüler. Maddeciler yalnız madde­ E) Alın yazısı, yargı, Tanrı­
ye, zamana inanırlar, onların dışın­ ya dönüş, birer kuruntudur.
da bağımsız bir varlık, etkili bir
güç tanımazlar. Onların genel gö­
F) Madde evreninde kaynağı­
nı maddede bulmayan bir oluş, bir
atomcu felsefe
rüşleri şöyledir : olay düşünülemez. Ravendi, Ebu'I Huseyn bin
A) Yaratılış olayı yoktur, bü­ Bilgi, duyularla sağlanır bir al­ Yahya : Kimi kaynaklarda İbn Ra­
tün yaratıcı güç, doğurucu erk za­ gıdır. Bundan dolayı, onun kayna­ vendi diye anılan bu bilge, İslam
mandır, maddedir. Zaman da mad­ ğı doğadır, maddedir. Genel kav­ ülkelerinde, atomcu, maddeci felse­
de ile bağlantılıdır. ramlar, tümeller, kaynağı madde fe görüşlerini belli bir düzene ka­
B ) Maddenin dışında bağım olan duyu verilerine dayanılarak vuşturmakla, akıl ilkelerini genel
sız bir varlık olarak «ruh» yoktur. yapılan ((soyutlamalar»dır. İnsan­ geçerlik taşıyan tek ölçü olarak be­
((Ruh» u kendi başına bağımsız, ön­ da, soyutlamaları da içine alan bü­ nimsemekle ün salmıştır. İlkçağ
süz - sonsuz (ezeli - ebedi) · sanmak tün bilgiler algı ile oluşur. Anadolu - Yunan bilgelerinin (do-
181
Ktibe'nin <Altın Kapısı» na doicunmaya çalışan hacılar. Bir inanca göre Allah
önce Ktibe'nin bulun duğu yeri, Mekke'yi ve Mekke'yi çevreleyen kutsal alanı,
daha sonra ise dünyayı yaratmıştır.

ğacı, atomcu bilgelerinin) yazıları­ ceden bilme, akıllı işi olmayan yada takım sayılara, sayıların yorumuna
m, düşüncelerini iyi bildiği, görüş­ insanları kandırmak için ortaya a­ dayanır. Evrenin oluşu, insan, akıl,
· lerini onlara dayandırdığı, eski tılmış şeylerdir. ruh, tanrı, mekan, boşluk, imam­
İran i n ançlar ından yararlandığı Akıl, insanda zamanla oluşan lık, bilgi gibi konular üzerinde du7
yazılarının incelenmesinden anla­ doğal bir yetenektir. Bütün gerçek­ rur, bunların açıklanışında Sabii,
şılıyor. lerin, doğruluğun tek ölçüsü akıl­ Mecusi, Pythagoras, Orpheus, Efla­
Bilgi duyularla edinilen bir ve­ dır. Peygamberlerin işleri akla uy­ tun gibi bilgelerin, inanç düzenle­
ridir, algıdır. Duyularla edinilme­ madığından, onunJa bağdaşmadı­ rinin, dinlerin yöntemi kullanılır.
yen bir bilgi, başka kaynaklardan ğından yalandır, gözbağcılıktır, bü­ Yer yer Mezdeki, Mani inançlarına,
gel en geçerli bir izlenim yoktur. Bil­ yücü! üktür, sapkınlıktır. Buddhacılığa kayılır. Batıniler ay­
gının tek ölçüsü akıldır. Akılla Ruh, dinlerin, dinci bilgelerin rıca Mu'tezile, Kuşkuculuk akımla­
'
bağdaşmayan, aklın genel ilkeleri­ ileri sürdükleri nitelikte bir ruh rının " kimi düşüncelerini benimser
ne aykırı düşen bir düşünce, bir yoktur. Bizim ruh adını verdiğimiz, görünürler.
görüş gerçeklikten yoksundur, bir gövdenin doğal yaşama gücünden Sabiiliğin Tanrı, Akıl, Nefs, Me­
yanılmadır. başıka bir iıesne değildir. kan, Boşluk (Hala) gibi beş ana il­
İnsan, bir doğa varlığıdır, ya­ Ölüm, gövdeyi kuran özlerin kesini örnek alan Batıniler o kav­
ratılmamıştır, onun Bütün'ünde çözülmesi, dağılmasıdır. Evrende, ramların yerine Sabık (Kalem) , Ced
doğa-üstü bir varlık bulunamaz. Bi­ ayrı bir varlık olarak, ölümsüzlük (ilk madde, heyUla) , Feth (kesin
zim doğa-üstü sandığımız varlıklar yoktur. Ölümsüz olan, ancak evre­ boşluk, mutlak hala) , Tali (Levh) ,
da, gerçekte, duyu verilerinden o­ nin bütünüdür. Hayal (kesin süre, mutlak zaman)
luşur. Evrende evreni aşan bir güç Yaratılış olayı insan düşünce­ gibi beş kavramı koyarlar. Batıp.i­
yoktur. Evrenle insan yapı bakımın­ sinin ürünüdür. Yoktan var etme, lerin işledikleri konular genellikle
dan ö zdeştir . Bütün tanrılar, tek­ var olanı yoketme gerçek değildir. felsefenin, daha doğrusu doğacı, de­
tanrıcı dinler, doğa - üstü sayılan Ravendi'nin bütün bu düşün­ neyci felsefenin konularıdır. Ancak
güçler, birer insan yaratmasıdır. celerini uEl-Tac» ile ccEl-Zümürrüd» kimi yerde yorumlar, sorunlara ba­
Tanrı, gerçek bir varlık de­ adlı yapıtlarında buluruz. İlginç dü­ kış biçimi, onları çözümleme yönte­
ğildir, insan düşüncesinin zamanla şünceleri, yiğitçe atılımları yüzün­ mi değişir.
soyutlaşmış bir fi:rünüdür. Evrende den çağında karşıt görüşleri savu­ Evren, önsüzdür (kadim'dir) .
tanrısal bir varlık, bir etki yoktur. nanların saldırılarına uğrayan, din­ Evrenin bütününün kuşattığı öte­
Bütün peygamberler de birer in­ sizlikle suçlanan Ravendi kendin­ ki evrenler dokuz aşamalı olup Sa­
sandır. Onlarda insan-üstü varlık den sonra gelen bilgelerin ilgisini bık'tan başlar, basamak basamak
düşünceleri, akılla bağdaşmadığı i­ çekmiş, birçok bilgeyi etkilemiştir. aşağı doğru iner. Onuncu aşamada
çin uydurmadır, yanılmadır. Tan­ Batınil�r. Sabiiliğin etkisinde akıl vardır. Akıl sürekli olarak de­
rı yasası, cennet, · cehennem, yar­ gelişen, İbrani kabbalizminden ya­ ğişen evrenin (değişimler dünyası­
gı günü, mucize, fal, geleceği ön- rarlanan Batınilik'in görüşleri bir- nın) nedenidir. Evren kendiliğinden
1 82
vardı, yaratılmamıştır, bir yaratıcı­
si yoktur. Bundan dolayı yok olma­
yacaktır. B.u evrenin dışında öte -
evren yoktur. Ne varsa bu, deney­
le, duyularla kavranan evren bütü·
nündedir. Yargı günü, yeniden di­
rilme (kıyaniet) birer uydurmadır.
Cennet bu evrendeki yaşamanın gö­
nül uyarınca tadını çıkarmaktır;
cehennem, üzüntü, sıkıntı, acı için­
de yaşamaktır. Dinlerin bildirdiği
anlamda ne cennet vardır, ne de
cehennem.
Ruh, iki türlüdür. Biri iyi ruh­
lar, öteki kötü ruhlar. Kötü ruh­
lar gövdeden gövdeye (cesed'ten
cesed'e) geçerek değişik biçimlere
girer, dünyada acı çekerler, iyi ruh­
lar ise, gövdeden (madde'den ) ay­
rılır, baştanbaşa «nurıı olan tanrı­
sal bir evrende (göklerde) mutlu­
luğa ulaş!rlar. Ancak, bu tanrısal
evren, içinde yaşadığımız evrenler
bütünün dışında değildir.
Ölüm, ruhun gövdeden ayrıl­
masıdır. Gövde çözülür, kendini ku­
ran doğal özlere ayrılır, ruh, göv­
dede bulunduğu sürece yaptıkların­
dan, işlemlerinden dolayı gerekli
karşılığı (yaptığının karşılığını)
bulmak için iyi ise «nuru evrenin·
de mutluluğa, kötü ise başka bir
gövdede acılara gömülür.
Varlık, bir bütündür, onu oluş­
turan Sabık, Tfili, Ced, Feth, Hayfil
beş tözdür (cevher) . Sabık ilk var­
lık, en önce kendi özü gereği varo­
landır. Varlığının kendinden baş­
ka bir nedeni yoktur, yalnız kendi
kendinin nedenidir. Yaratıcı bir
güç, bir ömür. Daha doğrusu «tü­
mel akılıı (akl-ı küll) niteliğindedir.
Ondan sonra ikinci basamakta olan
güç, tümel öz (nefs-i küll ) karşılı­
ğı Tali gelir. Üçüncü basamakta
bulunan Ced, maddenin (heyüla)
bütün biçimlenmelerine (suretle­
re) girme, bürünme yeteneğid�_rı.
Dördüncü aşamada bulunan Feth
yaratılış olayının aracısı, uzlaştırı­
cısı durumundadır. Ancak, bu ya­
ratılış olayı yoktan var olma değil,
«biçimlenme» anlamına gelir. Ya­
ratma, yoktan var etme yoktur. Bu
Feth belli bir anlamda, cıoluş» ola­
yının içinde gerçekleştiği «boşluk'»'
tur. Beşinci töz (cevher) Hayal de­
nen kesin süredir (mutlak zaman ) .
Tanrı, özü gereği yaratıcı güçtür,
evren bütününün dışında, evren�
egemen, bütün olup bitenleri yöne­
ten bir varlık değildir. Çünkü
cc oluşıı sürekli bir varolmadır, özü­
nün gerekimlerince sürer gider.
Bundan dolayı « oluş » , özü bakımın­
dan bir zorunluluk (zaruret) taşır.
Tanrı, tektanrıcı dinlerin bil­ Kötü lüklerden korunmak için yazılmış X. yy.'dan kalma bir Iran 1
dirdiği gibi bütün olgunlukları içe- muskası ( Ulusal Kütüphane, Viyana ) .

1 83
Hz. Muhammed'in göğe yükselerek Tanrı ile görüşmesini (Miraç) konu alan
XVl.yy. İran minyatürü. Hz. Muhammed , insan başlı efsanevi atına ( Burak)
binmiş, çevresinde i s e Melekler görülmektedir.

ren niteliklerle donatılmış, yoktan ye) , Geri dönüş (el Ric'a) . bir yandan da kendini tasavvufta
varedici, yargılayıcı bir güç değil­ İsmet: İmamlar bütün suçlar­ sürdürmeye başlamıştır.
dir . Özü gereği, evrende ııyaratıcı dan, eksikliklerden arınmış oldukla­ Din Kitab'larının, özellikle Kur'
güçn olduğu bellidir. rı için onlara suç yüklenemez ; pey­ an'm biri dış (zahir ) , biri i� (batın)
İmam. Batıni düşüncesinin yo­ gamberler gibidirler. İnsanın arın­ olmak üzere iki anlamı vardır.
ğunlaştığı tek konu uimam)) soru-· ması, özünü aydınlatması, yanılma­ Önemli olan iç anlamdır. Dış an­
nudur. İmam geçmiş, şimdi, gele­ dan, sapıtmadan kurtulması ima­ lam tefsir (açıklama) ile, iç an­
cek gibi üç boyutlu bir zaman için­ ma uymasındadır. Mehdilik: Kur­ lam te'vil (yorum) ile kavranır. Te'­
dedi r; bütün olup bitenleri bilir; tuluşa ulaştırıcı, kurtuluşa ulaşmış vil, üçe ayrılır. Birincisi bilgi yo­
bilgisinin sonu, bilme yeteneğinin kimseye ııMehdi>J denir. İnsanları luyla kavranamayan konulara, ikin­
sınırı, İslam dininin kurallarına, şe­ kurtaracak olan, kötülüklerden, ek­ cisi tapınmalara ( ibadetlere) , üçün­
riat ilkelerine uyma, bağlanma ge­ sikliklerden, yanılmalardan koruya­ cüsü ise şeriatın yasakladığı işlere
reği yoktur. Kendi aklına, yetenek­ cak olan bir cıMehdiıı gelecektir. dayanır.
lerine dayanarak yargı verecek, Onun bilgisi sonsuz, yeteneği sınır­ Başlangıçta bir düşünce akımı
buyruklar koyacak niteliği, gücü sızdır. olarak ortaya çıkan Batınilik, da­
vardır. İmam, bütün insana özgü Dini benimser görünmek: İn­ ha sonra siyasal bir nitelik kazan­
suçlardan, eksikliklerden sıyrılmış sanın göründüğü gibi olmaması, dı, XI.yy.'da Hasan Sabbah'ın kur­
(masu m ) , yüce bir varlıktır. Kur'­ birtakım gizlilikler içinde saklanma­ duğu bir örgütle çevreye korku sal­
an'ın görünüş ( zahir) anlamını içe sı anlamına gelir. Batıniler bunu maya başladı. İslam tarihinde
(batına) çevirecek bir güçtedir. İslam dininin genel yasalarına, ku­ ((Haşhaşiler>J diye bilinen bu örgüt,
Gerçeklik (hakikat) akılla değil, rallarına karşı çıkmak için yapar­ zamanla saldırılar, adam öldürme­
imamın . öğütleriyle , açıklamalarıy­ lar. İslam dinine bağlı gibi görü­ ler, kıyımlar düzenledi. Sonunda,
la kavranır. İmama bağlanan, söz­ nerek gerçek düşüncelerini yay­ İlhanlıların İran, Anadolu, Suriye,
lerini, öğütlerini dinleyenlerin Kur'­ mak, geliştirmek temel ilkeleridir. Irak ülkelerini ele geçirmeleri üze­
an yargılarına, Hadis buyruklarına Geri dönüş: Bütün imamlar, Meh­ rine bütün Haşhaşiler kılıçtan ge­
uymaları gerekmez. İmam zamanın di'den sonra geri dönecekler, dün­ çirildi.
ışı ğı (nur'u) , evrenin kavrayış gücü� yaya gelecekler, insanlar böylece Batıniliğin kurucularından ·sa­
dür. İmam (imamlar) boyuna gi­ kurtulup mutluluğa ulaşacaklardır. yılan Ebu'l Hattab Muhammed bin
der gelir (ölür dirilir. Ancak, bu Batınilik sayılara, harflere ö­ Ahi Zeyneb (IX.yy . ) , Ali'nin tanrı­
ölüm, sözün dış anlamında değil­ nem veren, onlarla birtakım sorun­ sal nitelikler taşıdığını, Tanrı'nın
dir) . ları çözümlemeye çalışan bir inanç Ali'nin kişiliğinde ((görünüş)) alanı­
Mutluluk, ·d in buyruklarını, şe­ düzenine inanır. Kabalizmin etkisi na çıktığını ileri sürerek, imamla
riat kurallarını uygulamakta değil altında kalan bu görüş, 22 harf ile (bir bakıma insanla) Tanrı arasın­
insanın bütün varlığı ile imama 10 sayısına dayanarak varlık türle­ da bir özdeşlik bulunduğu görüşü­
bağlanmasında, uymasındadır. rini, evreni açıklamaya çalışır. Bu nü savundu.
Ahlak, dört aşamalıdır: İsmet inanç sonradan tasavvufa, özellik­ Ebu Şakir Meymun ( IX.yy.)
(el İsme) , Mehdilik (el Mehdiye) , le sayılara, harflere inanan Huru­ Batıni düşüncesine bir düzen, bir
Dini benimser görünmek (el Takıy- filik ' e geçmiştir. Böylece, Batınilik çığır · niteliği kazandıran düşünür-
1 84
Hacılar Arafat'ta. Arafat tepesi. Adem ile Havva'nın yıllqrca, ayrı kaldıktan son­
ra yeniden buluştukları. İ01'ahim Peygamber'in de Cebrail ile konuştu(ju yerdir.

lerin başında gelir. «Mizan» adlı ranması. özü bilmesi gerekir. Ger­ İslam ülkesinde doğacı felsefe ,
yapıtında İslam dininin « ibadet» le çek olan, içinde yaşadığımız ev­ akımlarının yanısıra, kaynağını ge­
ilgili bütün buyruklarının gereksiz rendir, onun da özünü, genel düze­ ne yunan düşüncesinin bir dalı
olduğu görüşünü savunur. Ona gö­ nini kuran matematik ilkeleridir. olan akılcı akımda bulan bir çığır
re, Tanrı'nın sevgilileri için, özel­ Batınilik, içerdiği değişik kay­ gelişmeye başladı. Bu çığır için ana
likle imamlar için, İslam dininin naklı düşünceler yüzünden, islam - ilke akıldı. Bütün sorunların çö­
koyduğu bütün kurallar gereksiz­ ülkelerinde, oldukça geniş bir ala­ zümü, konuların düzenlenmesi, o­
dir. İnsan, aklı ile kendini yöne­ na yayıldı. Özellikle tasavvuf ala­ layların açıklanışı akıl kurallarına
tir, iyiyi, doğruyu bulur, gerçeğe nında birçok akımın doğmasını göre oluyor, akıl insan yetenekleri­
varır. En şaşmaz kılavuz, en ge­ sağladı. İslam dininin genel kural­ nin tek kılavuzu olarak benimseni­
çerli ölçü akıldır. Bütün insanlar larına karşı çıkışı, inanç konusun­ yordu.
özdeştir. Doğa düzeninde yasak, da çok geniş düşünce özgürlüğü ta­
«haram)) yoktur. Evlenmede sınır nıyışı, lslam dininden önce doğan
olmaz, kızkardeşlerle evlenme uha­
ram» değildir. Şeriat bilgisiz, dü­
dinlerin, felsefe akımlarının veri­
lerinden alabildiğine yararlanışı,
dogacı felsefe
zensiz, karanlıklar içinde kalmış kolaylıkla yayılmasına, tutunması­ Doğacı felsefe inancı, İslam di­
toplumlar için birer aldatmaca, na yaradı. Özellikle Şiilik'in geliş­ ninin ana-ilkelerine aykırı sayılmış,
kandırmacadır. İnsan yaşar, sonra mesinde büyük yardımcı oldu. Tan­ bu nedenle, İslam inançlarına göre
ruh (nefs) gövdeden ayrılır, «nurıı rı ile insanın özdeş olduğu görü­ öğretim-eğitim yapan kurumlara
denen evrenin özüne döner, ölüm­ şünü savunması, varlık türlerinin pek sokulmamıştı. Buna karşılık,
süzlüğe kavuşur. oluşunu, açıklanışını harflere, sa­ meşşai akımı, İslam dininin ilkele­
Ebu Şakir Meymun'un görüş­ yılara bağlama eğilimi göstermesi riyle belli bir oranda bağdaştırıldı­
lerini oğlu Abdullah ile torunu Ah­ yüzünden, Haydarilik, Noktavilik, ğından, daha çok ilgi görüp, daha
med daha da geliştirip, yaymış­ Kalenderilik, Bektaşilik gibi tari­ kolay yayılma, gelişme olanağı bul­
lardır. katların doğmasına yolaçarak, za­ du. Meşşai akımı yalnız akılcı tu­
Tirmizi, Ebu Abdullah bin Ali manla felsefe akımı olmaktan çıkıp tumu benimsemekle kalmadı, bir
(821 - 892 ) , İslam dünyasında Ha­ bir tasavvuf çığırı niteliği kazandı. yandan da Plotinos'un geliştirdiği
kim Tirmizi diye anılır. Önce ta­ Meşşai akımı, (gi zemcilik) İs­ yenieflatuncu felsefe anlayışından
savvufla sonra Batıni görüşleriyle lam dünyasında Sokrates - Eflatun yararlandı. Bu okul da, öteki İslam
ilgilendi. Düşüncelerini batıni - Aristoteles üçlüsünün geliştirdiği düşünce akımları gibi, yalnız Ana­
inançları konusunda yoğunlaştırdı. düşünce çığırına bağlıdır, ama da­ dolu - Yunan düşünce ürünlerinden
Tasavvufla batıniliği uzlaştırma yo­ ha çok Aristoteles'in izinden yü­ beslenmekle kalmamış, eski İran,
lunu tuttu. Ona göre din akılla rür. Bu nedenle, bu akıma ııisıam Hind, Mısır, Mezopotamya uygar­
bağdaştığı ölçüde geçerlidir. Aklın Aristoteles'ciliği» denir. Meşşai sö­ lıklarının yaratmalarından, görüş­
ilkelerine uymayan bir düşüncenin zü, arapça uyürümek, dolaşmak» lerinden de yararlanmıştır. Özellik­
gerçeklikle ilgisi yoktur. Anlam gö­ anlamına gelen ıımeşiy» sözünden le matematik, tıp, astronomi, sim­
rünüşte değil, içte, özdedir. Bun­ türemiştir, yunanca <<peripatos» sö­ ya alanlarında Mezopotamya dü­
dan dolayı insanın öze göre dav- zün ün çevirisidir. şünce ürünlerinin etkisi, Mısır'da
1 85
dolayı, onun niceliği, niteliği, rnad-.
::lesi, biçimi, göreliliği yoktur.
Ruh, vardır, kesindir, gerçek­
tir. Ruh'da (el-nefs) güç (kuvve)
olarak akıl vardır, bu akıl kendili­
ğinden eyleme (fiil'e) geçerek ey­
lemci akla (el-aklü'l faal) dönüşür.
Ruh ile akıl arasında, kazanılmış
akıl (el-aklu'l-mukteseb) bulunur.
İşte akılla kavranabilir nitelikte
olanlar (el-makulat) buradadır.
Ruh. Tanrı'dan fışkırmıştır, kendi
başına bağımsız bir tözdür (cevher ) .
Gövdeye devinme (hareket) gucu
veren, canlılık kazandıran ruhtur.
Ölüm, ruhun gövdeden ayrılışı,
kaynağına dönüşüdür. Gövde çö­
zülür, kendini oluşturan özlere ay­
rılır, dağılır gider.
Evren (alem) yaratılmıştır, so­
nu vardır, gök varlıklarının devin­
meleri günün birinde duracaktır.
Bütün görüşlerini akla dayan­
Kclbe ve çevresinin kuşbakışı görünüşü. K abe. I UX 1 2 m. boyutlarınaa dıran, sorunlara akıl açısından ba­
ve 1 5 . m. yüksekliğinde bir yapıdır. kan El-Kindi'nin düşüncelerini bir­
araya toplayan ana-yapıtı Kitabu'I
gelişen bilim anlayışının katkısı En kesin bilgi, akıl yoluyla akıl yü­ Akl ve'I Makul (Aklın ve Akla Uy­
açıkça görülür. Bu akımın doğup rütme ile (el istidlal ) , bir de kanıt­ gun Gelenin Kitabı) adını taşır.
gelişmesinde, Anadolu - Yunan fel­ lama (el burhan) ile edinilen sü­ Burada da bilimleri Doğa Bilimle­
sefesinden dolaylı olarak daha ön­ zülmüş, arınmış bilgidir. Kanıtla­ ri, Doğaüstü Bilimler diye ikiye ayı­
ceden yararlanan, İslam ülkelerin­ manın ereği, maddenin ana biçim­ rır. El-Kindi, düşünce bakımından
de akılcı anlayışının yerleşmesini lerini, maddeye biçim (form) ka­ Eflatun - Aristoteles - Plotinos üç­
sağlayan Mutezile görüşünün de et­ zandıran oluşturucu özleri kavra­ lüsü arasında gider gelir. Kimi za­
kisi büyüktür. Meşşai düşüncesi, bir mak, bilmektir. Bundan dolayı onun man birine, kimi zaman ötekine
bakıma, Mu'tezile akımına karşı bir özbilgisinden, varlığın özüne (za,t 'a) yaklaşır. Bundan dolayı, düşünce­
tepki niteliğindedir. bağlı bilgiden yola çıkması gere­ lerinde birtakım çelişmelere düştü-
El-Kindi, Ebu Yusuf bin İshak ğü olur.
·

kir.
(801 - 873 ) , İslam dünyasında meş­ Özü anlamak, kavramak iste­ El-Kindi'nin çağdaşı olup Arap
şai düşüncesinin kurucusu sayılır, yen felsefe bilgisinin ilk basamağı bilgeleriyle sık sık tartışmalara gi­
Bağdat'ta yetişmiş, Anadolu - Yu­ da akıl yürütmedir (e,I• -istidlal) . rişen, akılcı düşüncenin İslam ülke­
nan bilgelerinin, İran, Hind aydın­ Akıl yürütme yolu da iyi bilinen lerinde yayılmasına çevirileriyle bü­
larının kendi çağında bilinen yazı� özelliklerden kalkarak az bilinenle­ yük bir katkıda bulunan hıristiyan
zılarını okumuş, düşüncelerini öğ­ re, ilinek'ten öze (el-araz'dan el - düşünürü Yahya bin Adi'de bu tür
renmiştir. Yunanca, farsça bilmesi, zat'a) gitmedir. Bundan da, El-Kin­ görüşleri savunur; ancak, daha çok
bu kaynaklardan doğrudan doğruya di'ye göre kesin bilgiye ulaşmanın hıristiyan inançlarını içeren konu­
yararlanmasını sağlamıştır. El-Kin­ biri kanıtlama, öteki akılyürütme lar üzerinde durur. Daha önce
di, felsefe alanına Eflatun ile Aris­ olmak üzere iki ana-ilkesi bulundu­ Süryani diline çevrilen yunanca ya­
toteles'in görüşlerini uzlaştırma ça­ ğu, sonucuna varılır. Düşünen in­ pıtları arapçaya aktarıp Aristote­
lışmalarıyla girdi. Bunda, Plotinos'­ san, akılyürütme yoluyla yalından les'ci, yenieflatuncu görüşlerin ta­
un geliştirdiği yenieflatuncu akımın (basit) bileşiğe (mürekkeb'e) ve en nınmasını sağlamıştır.
etkisi açıktır. Pythagoras matema­ yetkin olana (mükemmel'e) varır.
tiğinin genel ilkelerine dayanarak Bu konuda Eukleides'in matema­
akılcı bir felsefe anlayışını benim­
sedi. Felsefesinin özü, Tanrı kavra­
tikte uyguladığı genel kurallara da­
yanan El-Kindi, konuların, sorunla­
büyük bir filozof:
mı çevresinde yoğunlaşır. Ona gö­
re, felsefenin konusu Tanrı'nın
rın işlene işlene gelişmesi sonucu
aklın, bilgi yeteneğinin de gelişe­
farabi
özü (zat'ı) olmalıdır. El-Kindi, fel­ ceğine inanır. Bilginin gerçekliği, Farabi, Ebu Nasr Muhammed
sefesini akla dayandırırken, çıkış konusuna olan uygunluğuna, özdeş­ bin Turhan bin Uzluk (870-950 ) :
ilkesi olarak kanıtlamayı (el bur­ liğine bağlıdır. Bundan dolayı bilgi Yazılarını arapça yazan Türk so­
hap!) alır. Bütün sorunları onunla bir özdeşliktir (ayniye) . yundan gelme bir bilge olan Fara­
çözmeye çalışır . . Tanrı, y:üce bir varlıktır, akıl bi, akılcı düşüncenin İslam ülkele­
Bilgi, bilenle bilinen arasında­ yoluyla onun nitelikleri, özü biline­ rinde yayılmasına önayak olanlar­
ki uygunluktur. Bu uygunluk ne mez. Ancak bilinemeyen bu yüce dandır.
denli kesin, açık olursa bilgi o o­ nitelikler akıldışı (lit-akli) değil, Farabi'nin felsefesi mantık ku­
randa gerçek olur. Duyular bize akıl erdirilmez (gayr-i akli) bir rallarına dayanır. İslam dini ile fel­
birtakım bilgiler sağlar, ancak bun­ özellik taşır. Tanrı nitelikleri yalnız sefeyi uzlaştırmaya çalışan düşün­
ların akıl ölçülerine vurulması, ak­ olumsuz olarak tasarlanabilir. Tan­ celerinin kaynağı Aristoteles'in
lın süzgecinden geçmesi gerekir. rı, kesin (mutlak) Bir'dir. Bundan mantığı ile metafiziğidir. İslam dü-
1 86
şüncesine kavramcılık'ı (conceptua­
lisme'i) getiren odur. Ona göre, din­
le felsefe, belli bir anlamda, birbi­
rini gerektirir, bir bütün.l ük içinde
bulunur; ayrılık yalnız, kavramla­
rın değişik türden yorumlanışında­
dır. Farabi, kendinden önce gelen,
Anadolunun doğacı bilgelerinin gö­
rüşlerini sürdüren İslam düşünürle­
rinin yolundan gitmedi, zih1nci bir
felsefeye yöneldi. Bu tür felsefenin
tek dayanağı Aristoteles mantığı­
dır. Bu nedenle, Farabi, Aristoteles
mantığının verilerine dayanarak İs­
lam felsefesinin ilk kurucusu sayı­
lır. Deneye, deneye dayanan duyu
verilerine pek önem vermez.
Farabi bütün düşünce düzenin­
de varlığın ilk nedeni saydığf ilk
nedeni (illet-i ula yı) arar, ona göre
'

felsefenin görevi ilk nedeni bulmak,


açıklamak, yorumlamaktır. Ancak,
bir gerçek olan ilk neden'in araş­
tırılması için, düşünme gücünün
(yerine göre zihin yada ruh) bü­
tün kuşkulardan arınması, kesin,
güvenilir bir dayanağa yaslahması
gerekir. Ruhun gerçeğe varma yo­
lunda duyulardan, dış etkilerden
sıyrılması da ancak derin bir coş­
kunluk içinde sevgiyle (aşk ) , yüce
Tanrı'ya yönelmesiyle olabilir. Bun­
dan dolayı felsefe, insan varlığının
bütününü kuşatan derin bir sevgi
ile düşünmeye dalmadır. Bu sevgi
(aşk ) , insan aklını aydınlatan, ona
gerçekleri gösteren bir ışık kayna­
ğıdır. Felsefe sorunlarını ele alınca
akılla sevginin bir birlik, bir bütün­
lük içinde kaynaşması, uyuşması
gerekir. Kdbe fıac mevsiminde milyonlarca müsıümanın ziyaret e t t iği isld m l ı ­
İnsan, ruh ile maddeden (göv­ ğın e n ku l sal yeridir.
deden ) kurulu bir bütündür. Dü­
şünmeye dalınca, bu bütünün sı­ Mantık, üç ana kesime ayrılır : olabilirin birleşmesi (iknai) gibi üç
nırlı olan yanını (madde olan göv­ İlkeler (el Mebadi) , Kanıtlama (el kuralı vardır. İknai'nin temel ilke­
deyi) aşması olanağı vardır ; bunu burhan ) , Sonuçlama (el-istintac) . lerine tekalif-i edille (yeterli kanıt­
da yalnız sevgi başarır. Sevgi, bil­ Mantığın temeli kanıtıaınadır; o .da lar) denir . . ZorunlıJ (ez · zaruri) fi­
mek, öğrenmek, kavramak ereği ile Oiiaylamalar (el Tasdlkat) , Kavram­ ziğin de, metafiziğin de. temel ku­
Tanrı'ya yönelmedir. Varlık bütünü lar (el Tasavvurat) olmak üzere iki­ ralı niteliğindedir. Bu üç ilke bir­
ancak insanı tanımakla, anlamak­ ye ayrılır. Kavramların (el-Tasav­ birini bütünler, birinin eksikliği,
la kavranır. Çünkü insan, evrenin vurat'ın ) kaynağı, tek tek varlık akılyürütmeyi geçersiz kılar.
bir özetidir, örneğidir. İnsanla ev­ türlerinin algılarıdır. Bu algılarla Fizik, Farabi'nin fiziği, Aristo­
ren, belli sınırlar içinde özdeştir. sağlanan ilkel izlenimler (basit teles fiziğinin tıpkısıdır; bu konuda
Bilgi, insandaki düşünme gü­ suretler) akıl ile ruhtan gelenlerle yeni bir düşünce ortaya atmaz. Nes­
cünün çalışması sonucu elde edil­ kaynaşınca, mantığın ana kavram­ nelerin oluşunda iki ana-ilke var·
mez, yalnız «yukardanıı gelir. Bilgi ları oluşur. Kavramlar, insanın ak­ dır, bunlardan biri ccheyUlföı, öteki
doğuştandır (vehbi'dir ) . Bilimin du­ lı ile ruhunun özünde, belirli nite­ ccsuretııtir. İlk madde, onuncu aşa­
yu, akıl, nazar olmak üzere üç ana likler kazanan birer varlıktır. Ke­ mada bulunan etken akıldan (faal
kaynağı vardır. Duyu, akıl, doğru­ sin yargıya ancak kanıtlama (el akıl dan) doğmuştur. İlk madde
'

dan doğruya bilgi edinme yoludur, burhan) yoluyla varılır. Kanıtlama (heyı1la) tektir, değişik biçimlere
nazarla edinilen bilgi dolaylı (bil­ yalnız gerçeğe ulaştırmakla kalmaz, girme yeteneği vardır. İnsan bilgi­
vasıta) bilgidir. Açık seçik bilgiyi gerçeğin özünü de gösterir. Gerçek, sinde yer eden bütün varlıklarla su­
sağlayan sezgidir (hads ) . Sezgi iki ancak akıl ölçülerine, mantık ku­ retleri, öteki akılların aracılığı He
tüilüdür, biri duyularla akla daya­ rallarına uyandır. Bunun dışında bu etken akıldan ( faal akıl ) oluş­
nır, ikincisi nazara. İlki ile dış ev­ bir gerçeklik ( hakikat) yoktur. Ka­ muştur. Evrenin ozunu toprak,
reni algılarız, ikincisi varlıkların il­ nıtlamanın yollarından biri olan ateş, yel, su gibi dört ilke kurar,
kelerini, oluş özlerini kavramayı Akılyürütmenin (el istidlal) , zorun­ bu dört ilke de bu ilk maddeden
sağlar. lu · (zaruri) , olabilir (mümkün) , iki doğmuştur. Varlık türlerinin anası
1 87
gili iki türlü bilgi vardır. Bu bilgi
onu yaratmaya iter. Kendi kendini
zorunlu olarak bilmesi başka bir
aklı, zorunsuz olarak bilmesi ilk gök
katının ( feleku'l-evvel) maddesini,
gene kendi ((özünü» (zat'ını) bilme­
si bu ilk gök'ün biçimini, nefsini
(ruhunu ) yaratmayı sağlar. Bu, ya­
'
ratılan ikinci akıl da, ondan sonra­
ki üçüncü gök'ü yaratır. Bu yara­
tış eylemi, gök katları bitinceye de­
ğin sürer. Akıllarla göklerin ortak­
laşa eylemi sonucu «Varlık-Yokluk
Evreni» (Alem-i Kevn-u Fesad) olu­
şur. Tıthrıdan ilk yaratık olarak fış­
kıran (sudur eden) tümel akıldır.
Tanrı'dan başlayan bu sürekli bir­
birini yaratış (akıllar alanında) in­
sanda son bulur. Böylece akıllar on
tane olur.
Aklın, ayrıca, dört aşaması
vardır.
A) Güç niteliğinde akıl (bil­
.kuvve akl ) : bu, yetenek olarak var­
olan akıldır. Burada ccsuret11 daha
ccmadde>ı den ayrılmamıştır (görü­
nüşle özü biçimlendiren varlık iç­
içedir. )
B) Eylem içinde akıl (bilfiil
akl ) : burada, ccsfıretnle «madden ay­
rıldığından yetenek oluşmuştur.
C) Kazanılmış akıl (müstefad
akl ) : bu akıl, yalnız kavranılır
olanları ( makuller'i ) anlayacak ni­
teliğe gelen akıldır.
Ç) Etkin akıl ( fa'al akl) : in­
Hırkayi Şerif'in içinde saklandığı sü slü bir sandık ( Topkapı Sarayı ) . sanla Tanrı arasında bir köprü ni­
teliği taşıyan bu akıl, yüce varlık­
olan bu dört ilkenin birbiriyle kay­ ile ruhun özüne, yapısına gelince, la aşağı varlıkları kavrayabilecek
naşma, birleşme, ayrışma, çözülme ortaya kesin bir ayrılık çıkar. Ar­ bir güçtedir (bu akla «ruhu'l­
yeteneği vardır. Dört kurucu ilke­ tık akıl bir yetenek olarak ruhun Kudsn da denir) . Bütün varlıkların
de bulunan nitelikler, evrenin, bü­ özünde saklıdır. Çocuk ruhunda ilk nedeni olan ilk varlık Tanrı'dır;
tün varlık türlerinin yapısında da akıl, yetenek (isti'dat) , eyleme geç­ Tanrı, arınmış iyilik, arınmış akıl­
bulunur. Evrenin oluşunu sağlayan, memiş güç ( bÜ kuvve imkan) ola­ dır.
bu dört ilkenin birleşmesidir. rak bulunur. Deney alanına (tecrü­ Algı, iki yolla olur. Biri beş du­
Farabi, evren anlayışında İs­ be alemi) geçince varlıkların su­ yu ( zahiri melekeler) ile, öteki beş
lam dininin ileri sürdüğü görüşlP-­ ret'lerini (görünüş örneklerini) al­ duyuyu aşan yeteneklerle (hatmi
re pek bağlanmaz, daha çok yeni­ gılayıp gerçek akıl niteliğini kaza­ melekeler) . Bu duyu-üstü yetenek­
eflatunculukla kaynaşan Aristote­ nır. Farabi'nin, bu düşünceleriyle, lere insanda düşünme gücü (müfek­
les'ci görüşün izinden yürür. aklın zamanla, deneylerle olgunlaş­ kire) , hayvanda kuruntu (vehm)
Akıl, Farabi'nin düşünce ör­ maya elverişli bir güç olduğunu, denir. Bu iki yetiyle gelen veriler
güsünde, akılla ruh sıksık özdeş an­ özünde böyle bir yeteneği sakladı­ (muta) , beyni etkileyerek çalışma­
lamda söylenir. Bu iki öz kimi yer­ ğını söylediği besbelli. Ancak, aklın ya iter. Duyuların ötesinde bulunan
de birbirinin bütünleyicisi olarak gelişmesi, olgunlaşması, istenen bi­ bir cctahayyül melekesi» vardır. Bü­
geçer. Gövdeye yetkinlik, olg9nluk çimi kazanması insanın elinde de­ tün bu yetiler (melekeler) ruhun
veren ruhun gelişimini akıl sağlar. ğildir. Aklın oluşması şöyledir : Va­ kavrayış güçleridir. Aşağıdan yu­
Ruhun, eylemde bulunma ( fiil) ile cibu'l-Vücud (kendiliğinden gerek­ karı doğru basamak basamak yük­
anlayıp algılama (idrak) gibi gö­ li varlık) olan birinci varlıktan ön­ selirler. Yetiler (melekeler) düze­
revleri vardır. Eylemre ilgili görev­ ce ccakl-ı evvelıı denen ilk akıl do­ ninde en altta olana ecel Kuvven, en
ler, bitkisel, hayvansı , insansı ol­ ğar (sudur eder) . Bu ilk akıl ya­ üstte bulunana da ecel Müfekkere»
mak üzere üç türlüdür. Beslenme, ratılmış olduğu için, özünde çokluk denir. Edinilen veriler burada dü­
gelişme, soyun sürdürülmesi bitki­ (kesret) vardır. Bu niteliği kendi zenlenir, iyi ile kötü gibi bir yar­
sel ruhun, iyiyi seçip kötüden ka­ kendine var oluşundan değil, ya­ g�ya varılıp her veri gerekli yeri­
çınma, hayvansi ruhun, iyiyi, gü­ ratıldığından dolayıdır. İlk akıl, ne konunca, işe istem (irade) karı­
zeli, yararlı olanı bulmak için ak­ özü yönünden, kendini ccmümküm> şır. İstemin işe girişmesi sonucu bi­
lın ışığı altında yürüme de insansı olarak, Tanrı'yı da cczarurin olarak limle sanat oluşur.
ruhun işidir. Görevlerini ortaklaşa bilir. Bu bilme yüzünden, akılda bi­ Metafizik, Tanrı'yı konu edinir.
sürdüren. birbirini bütünleyen akıl ri kendi özüyle, öteki Tanrı ile il-. Bütün varlıklar Tanrı'dan gelir,
1 88
varlık düzeninde en yüksek aşama­
da bulunan Tanrı'dır. Tanrı yalnız
kendi özü ile vardır; var olmak
onun kendi özü gereğidir. Tanrı
Tek'tir, Olgun'dur, Yetkin'dir, ken­
dinden başka bir varlığ� gerektir­
mez. Onun özü için madde, sôret,
illet gereği yoktur. Farabi'nin Tan­
rı anlayışı İslam dünyasına özgü bir
nitelik taşımaz. Eflatun - Aristote­
les - Plotinos üçlüsünün, özellikle
Eflatun'un geliştirdiği ı<idealarn öğ­
retisinin bütün izleri onda görülür.
Varlık kavramı altında topla·
nan bütünün, altı oluş ilkesi var·
dır. Bunlara "mebde» denir. İllet-i
ula ( tanrısal oluş ilkesi ) ; Tali il­
letler (gök kürelerinin özü oluştu­
ran akılları ) ; Faal akli (yaratıcı
akıl, eyleme geçen akıl ) , Nefs (var­
lık türünün özü) ; Sôret (varlık tü­
rünün görünüş örneği) ; Mücerred
madde ( varlık türünün özü biçim­
lendiren oluş yeteneği) . Bu ilkelerin
birincisi kesin birliği (mutlak vah­
det) gösterir, ötekiler çoklukla (kes­
ret) ilgilidir. Tanrı'nın bir'liğini ka­
nıtlamanın üç yolu vardır: Akıl, il·
ham (esin) , istiğrak (derin coşkun­
luk ) . Vahdet (birlik) ile hakikatın
(gerçeklik'in) kanıtlanması, ancak
esin ( ilham) ile olur.
Bu konuda, Farabi'nin Aristo­
teles'ten ayrıldığı görülür. Aristo­
teles, Tanrı'nın, evrenin merkezinde
olduğY., bütün varlık türlerini engin İsfahan'daki Mavi Cami Medresesi ve uir molla . İslam felsefesinin
bir Bütünlük içinde, görmeksizin, olu.şum merkezi medreselerdir.
İyi (hayr) ile yönettiği görüşünü
savunur. Evren yaratılmamıştır, sonucu yapacağı çalışmalara bağlı­ zari ilimler, mantık, metafizik, ta­
kendi özünde vardır. Tanrı güçlü, dır. biat, Ameli ilimler ise ahlak, si­
iyi bir yöneticidir. Oysa Farabi baş­ Ruh, maddeden sonra yaratıl­ yaset, matematik ve müziktir.
ka türlü düşünür. Ona göre, Tanrı mıştır, gbvdeden ayrıldıktan sonra Farabi, toplumun kuruluşu, yö­
evrenin yaratıcısıdır, evrenin genel (ölümden sonra) da kendini sürdü­ netim düzeni, biçimi üzerinde de
yasalarını, kurallarını (külliler'i) rür. Ancak ruh, ölümden sonra ba­ durmuş, gerek toplum düzeninde,
t>ilir, ancak görmez. Burada Fara­ ğımsız bir töz (ferdi cevher) olarak gerekse yönetim işinde bilgiye, bil­
oi, Kur'an'ın özü ile de anlaşmaz­ kalmaz. Uzarnsız (mekansız) bir or­ geliğe, özellikle erdem kurallarına
lığa d üşer. Kur'an'a göre Tanrı en tamda, bütün ruhlar birleşir, bü­ uygun davranmaya önem vermiştir.
büyüğünden en küçüğüne değin ev­ tünlüğe ulaşır. Bir düşünce ürünü Felsefe konularını daha çok Fusu­
rende olup biteni, bütün ayrıntıla­ gibi insanlık evreninin bütünlüğü su'l-Hikem (Bilgeliklerin Özleri) El
rıyla, bilir, görür, duyar; her yer­ içinde kendini sürdüren ruh, etkin Maaniu'l-Akl (Aklın anlamlı) adlı
de «hazır ve nazır» dır. Farabi bu bir varlık olmaktan uzaklaşır, yal­ yapıtlarında ele almıştır.
görüşü benimsemez. nız düşüncede kalır. Madde ölüm­
Ahlak, temel kuralı bilgiye da­ süzdür, önsüzdür (ezelidir) ; bu ne­
yanan · bir varlıktır. Akıl « iyin ile
ıckötil»yü · ayıran bir ölçü niteliğin­
den yüzünden, ruhla eş varlık düze­
yinde bulunamaz.
öteki filozoflar
dedir. İnsan için en yüce erdem Farabi'ye göre, peygamberlik Ebu Süleyman Sicistani : X.yy.'
bilgidir ; bilgiye dayanan akıl, ah­ de Tanrı vergisi değil, sonradan ka­ d a yaşayan Sicistani, daha çok
lak kurallarını düzenleyecek yete­ zanılmış üstün bir yetenektir. İn­ mantık üzerinde durmuş, İslam dü­
nektedir. İnsanda, aklı yönünden, san aklının sürekli gelişme, olgun­ şüncesinin ana-konularına mantık
bir istem Ö2igürlüğü (irade hürriye­ laşma sonucu kutsal bir aşamaya açısından bakmıştır. Ona göre, fel­
ti) vardır. Bu özgürlük, aklın tan· varması, ona peygamberlik niteliği­ sefe ile dinin özü birdir, konuları
rısal niteliğinden dolayıdır. Akıl, in­ ni kazandırır. Peygamberlik bir ba­ birdir. Ayrılık yalnız görünüşte, yo­
sanı Tanrı ile birleştiren bir güç ol­ şarı olmaktan öteye geçemez. Fara­ rumlarıh değişik oluşundadır. Ger­
duğu için, ondan doğan özgürlük bi'nin bu düşünceleri, islam dini­ çekte felsefenin sağladığı akla da­
gereklidir, «belitlenmişn tir. Mutlu ­ ne açıkça aykırıdır, şeriat kuralla­ yanan bilgi, insan özünün temeli,
luk, cıiyin ye ula�makla gerçekleşir, rıyla bağdaşmaz. ereğidir. Dinin geliştirdiği inanç
bu «iyi>ıye ulaşma da, insan ru­ Bilimler, iki bölüme ayrılır : na­ d üzeni de, o bilgiye ulaştıran yol
hunun en yüce varlığa yönelmesi zari ilimler,ameli (pratik) ilimler. Na- niteliğindedir. Akılla ccvahy11 ara-
ı 69
jen daha kesin, daha geçerlidir. Du­
yularda açıklık seçi.klik yoktur, akıl­
da ise kesin ölçüleri, kuralları gere­
ğince şaşmazlık, genel. geçerlik, ke­
sinlik vardır.
Metafizik, Tanrı, nefs, peygam­
berlik adları altında toplanan üç
anakonuyu içerir.
A) Tanrı, bir nurdur. Bu nite­
liği yüzünden , anlaşılması bir yan­
dan çok güç, bir yandan da çok ko­
laydır. Tanrı, insan aklınm kavra­
yış gücünü, yetenek sınırlarını aşar.
Bundan dolayı anlaşılması güçleşir.
Tanrının özü, varlığı bilimle sapta­
namaz. Tanrı Tek'tir, önsüz - son­
suzdur (ezeli - ebedi) , eşi, benzeri
yoktur. Tanrının bir gövdesi- (cis­
mi) de yoktur. Cisim çokluktur, bir­
leşimdir (kesret, terkib) , Tanrı ise
Bir'dir. Bütün nesnelerin (eşya'nın)
yaratıcısıdır. Yaratış, Tanrı'nın öz­
gür istemiyle olmuştur. baş_ka bir
etkinin sözü edilemez. Yaratış bel­
li bir düzene, sıraya göredir, altı
aşamalıdır, Tanrıdan insana doğru­
XV/l .yy. Türk cami deseni ( Correr Müzesi Vened i k J . Camiler özellikle dur (yukardan aşağı) .
IX.yy'dan başlayarak zengin kütüphanelerle donatılmz.5tır. 1- Tanrı. Varlık, Tanrı'da öz­
le bağlantılıdır (zati'dir ) , nesneler­
sında, öz bakımından, bir çelişme ye anlayanlar da, Farabi'ye bağla­ de (eşya' da) ilintilidir (arazi) . Bu
yoktur. Ancak akıl vahy'ın .derinli­ yanlar da vardır. nedenle Tanrı Bütün'dür, Olgun'­
ğine inemez, ancak varlığını kav- Ahlak, toplumsal bir varlık dur (Tam, Kamil) , nesneler ise ek­
rar. olan insanın yaşadığı gerçek dün­ siktir.
Gene bu çağda yaşamış olan yada oluşan bir davranışlar düzeni­ 2
- İlk akıl. Tanrıdan doğru­
Ebu Hayyan Tevhidi ye göre de, ku­
' dir. Bundan dolayı, ahlak, insanın dan doğruya çıkan ilk akıl, yada
ramcı felsefe, konuların, sorunların toplum içindeki yaşayışına bağlıdır, etkin akıl (faal akıl ) . İlk akıl,
açıklanışında, varlığın bilinmesinde temeli toplumdur. Ahlakın genel ko­ taşıdığı tanrısal nitelik yüzünden
yeterli değildir, ameli (pratik) fel­ .nuları olan bilgelik (hikmet) , yi­ sonsuzdur (baki, ebedi) , değişmez.
sefe de gereklidir. İnsan bilgisinde ğitlik (şecaat) , erdem ( fazilet) , Tanrıya oranla eksik, kendinden
daha çok akla dayanma gereği var­ doğruluk (adalet) ancak toplum sonra gelen varlıklara göre de yet­
dır. İnsan ruhu ölümle gövdeden içinde, toplum varlığı olarak yaşa­ kindir.
ayrılır ; ama ölümsüzdür, kendi ev­ yan bir insan için geçerlidir. Top­ 3- Nefs, ilk akıl dolayısiyle
reninde yaşamını sürdürür. Din­ lumdan sıyrılmış (mücerred) bir Tanrı'dan doğan (oluşan ) ikinci
le felsefe arasında ayrılık değil bağ­ kimse için bunlar söz konusu değil­ varlıktır. Akla oranla varlığı eksik­
lantı �ardır. Felsefenin ereği, in­ dir. Ahlakın tek ereği mutluluktur tir; . bundan dolayı başka bir gücün
sanı birliğe (vahdete) , bütünlüğe (saadet) . Bu, üstün mutluluktur; etkisiyle devinmesi gerekir.
götürmek, kuşkudan kurtarmak ol­ zamanla, mekanla bağlantılı değil­ 4
- Felek (Gök ) . Nefs dolayı­
malıdır, Bu nedenle, din felsefeyi, dir. Üstün mutluluk, zaman-üstü siyle varlık kazanan üçüncü nesne­
felsefe de dini gerektirir. Ebu Hay­ geçerliği olan olgunluk (kemal) an­ dir. O da nefse oranla eksiktir, de­
yan'ın düşüncelerinde felsefe, din, lamındadır. Bu nedenle, kesin iyi­ vinmesi başka bir varlığın etkisiy­
tasavvuf gibi değişik görüşleri sa­ lik (mutlak hayr) demektir. Mut­ ledir. Devinimi bir dönme (devr)
vunan çığırların birbirine yaklaştı­ luluk iki türlüdür ; biri gövde (be­ biçimindedir.
ğı, kimi yerlerde de birleştiği görü­ den) ile, öteki akıl ile ilgilidir. Ön­ 5
- Doğal cisimler evreni. Bu
lür. Aristotelesci olduğu , Farabi'nin ce gövde ile ilgili mutluluğa ula­ da varlığını felek (gök) ile yıldız­
izinden yürüdüğü anlaşılır. şılır, · sonra aşama aşama yüksel­ larına borçludur. Bu evren zaman
İbn Miskeveyh (941? 1030 ) .
- mekle akla dayanan mutluluğa va­ içindedir, sürekli olarak değişir, ka­
Meşşai akımının gelişmesinde önem­ rılır. Bu üstün mutluluğa (akla da­ lıcı (baki ) değildir.
li katkıları olan İbn Miskeveyh, yanan mutluluğa ) varmanın yolu, 6 - İnsan bir küçük evrendir
felsefeye ahlak konularıyla girer. gövdeye bağlı duyu sevinçlerinden (alem-i suğra}mikrokosmos) ; bü­
Ayrıca tarih, edebiyat alanlarında ( hazlardan ) , geçici isteklerden, tut­ yük evrenfrı (alem-i kübra; makro­
da çalışması yüzünçien, düşüncele­ kulardan sıyrılmak, akla, felsefeye kosmos) bir özetidir (zübde-i alem) .
ri değişik biçimlerde görülür. Kimi bağlı gerçek bilgileri kazanmaktır. İnsanların en yücesi bütün bilgile­
konularda İhvanu's-Saffı. görüşünü Ancak, bu da yetmez. İnsanın sağ­ ri bilen bilgedir. Bütün varlıklar
benimser, ahlak sorunlarını Aristo­ lıklı, güçlü, ölçülü, eylemlerinde tu­ (mevcudat) varoluşlarını Tanrı'ya
teles anlayışına göre açıklar. Bu tarlı olması gerekir. borçludur; evren bütününde belli
tutumu yüzünden, onu islam fel­ Bilgi, iki kaynaktan gelir: akıl bir düzenin olması bundan dolayı­
sefesinin meşşai - doğacı çığırlarını ve duyu. Ne var ki, aklın sağladı­ dır.
bağdaştırmaya .çalışan bir fıilge di- ğı bilgi, duyularla kazanılan bilgi- B ) Nefs, yalın (basit) bir töz-
1 90
Dünyanın en unlü medreselerinden Karatay Medresesi ( K onya ) , süslemeleri ba­
kımından (resimde medresenin kapısı görülüyor) Anadolu Selçuklu sanatının en
güzel örneklerinden biridir.

düı; . (cevher) ; cısını, yada ilinek deş düşünce ortamında olduğu gö­ Bu da bir yetkinliktir. Ancak, bu­
(ar az) değildir. Canlıdır, diridir, ka­ rüşünü savunmaz. Ona · göre, dinle ra.da ahlak yetkinliği söz konusu·
Iıddır ( bflki) . Basitleri doğrudan felsefenin konuları, yöntemleri, dur. Yetkinlik ise, varlıkları özleri­
doğruya kavrar, bileşikleri (mürek­ erekleri ayrıdır. Felsefe akla dayan­ ne bağlı tanımlarıyla bilmektir, ili­
kebleri) de duyular yoluyla algılar. dığı için, imana, buyruklara bağla­ nekleri (arazları) , küllileri (tümel­
Nefs, duyular evrenini algılayacaQ'ı nan dinle ilgişi yoktur. Felsefe ba­ leri) bilmek, kavramak değild1r. Ge­
sırada kendi özünden dışa çıkar. ğımsızdır, düşünce özgürlüğünden rek bilimde, gerek felsefede böyle
�zde var olan kavrananları (makul­ görüş ayrılıklarından doğar. Felse­ bir yetkinliğe ulaşan insan yücel­
ler'i) anla maya başladığında da fede tartışma, değişik konular üze­ miş, eksikliklerden arınmış, evren
duyular evreninden (mahsus alem'­ rinde durma, kuşku vardır ; dinde bütünü karşısında bir uküçük ev­
den ) , duyulardan ayrılır, kendi özü­ yoktur. Ayrıca, felsefe, akla dayan­ ren» ( alenı-i suğra� tnikrokosmos)
ne döner. Özü gereği devinen (za­ dığı için bir düşünce ürünüdür, ak­ olmuş demektir. Böyle bir kimse,
ti hareket) nefs, biri akla, biri he­ lın gelişmesine, bilgi yeteneğinin ol­ artık, Tanrı'nın halifesi niteliğini
yı1laya (maddeye) yönelik iki tür­ gunlaşmasına bağlıdır. Din ise, in­ kazanmıştır. Bilgin'dir, yanılmalar­
lü eylem içindedir. Akla yönelince sanın çocukluğundan başlayan bir dan, sapmalardan arınmıştır. İnsa­
onunla aydınlanır, ondan yararla­ inanç düzenidir. nı bilgelik yoluna koyan, ona bilge­
nır, heyı1laya yönelince onu aydın­ Bilgelik, bir erdemdir, ancak liğin özelliklerini, niteliklerini, ba­
latır, ona yarar sağlar. Nefsin hay­ akıllı nefsin Ôlçüsü, ayırdedici güç­ şarılarını sağlayan yalnız eylemci
vansı , akla dayalı, yırtıcı olmak le donanmış erdemidir. Varlık kav­ düşüncedir. Bu düşünce doğru yolu
üzere üç ayrı nitelikte gücü vardır. ramı altında toplanan bütün nes­ bulur, yanılmadan korur. İnsan ya­
Bunlar birleşebilir. Öte dünyada nelerin bu varoluşları nedeniyle bi­ şayışının ereği olan felsefe sürekli
yeniden dirilme yoktur ; dağılan linmelerini sağlayan bilgeliktir. Bir bir gelişme, olgunlaşma alanıdır.
gövde yeniden derlenip eski biçimi­ konunun akıl ilkelerine dayanıp da­ Ancak bunu sağlamak için de bil­
ni alarak yargılanmaz. Ama nef­ yanmadığını, tanrısal işlerle insan gi ile eylemi birleşti.rmek gerekli­
sin kendine özgü bir evreni vardır, işlerinin sınırlarını bilmeyi sağla­ dir. Felsefe yalnız düşünmek, yığın
o evrende mutluluğa erer. yan bilgeliktir. yığın bilgi toplamak değildir, bir
C ) Peygamberlik, sonradan ka- Felsefe, ameli (pratik, uygula­ düzene, bir görüşe vararak insanın
. zanılmış bir 'yüce yetenektir. Bu da yücelmesini, tanrısal varlığa yük­
malı) , nazari (teorik, kuramsal) ol­
özde olgunlaşma, gelişme, erdemli mak uzere iki bölüme ayrılır. :Wa­ selmesini sağlamaktır.
yaşamakla olur. İnsan basamak ba­ zari bölümde, bilim gücü, bilim ye­ Yunan felsefesine, ·özellikle
samak yükselir, yetkinliğe erer, ak­ teneği insanın yetkinliğini (mü­ A ristoteles'e bağlı k� lan İbri Miske­
la yönelir, böylece gerçekleri kav­ kemmelliği) yaratır. İnsan bu du­ veyh, eski Hind, İran düşünce ürün­
rar. İnsan nefsinin belli bir olgun­ rumda gerçekler karşısında kuşku­ lerinden de yararlanmış olan tasav­
luk aşamasında akılla kaynaşması ya kapılmaz, yanılmalara sapmaz. vuf ahlakına karşı çıkar.
(ittisal) olayına ccvahy» denir. Bilim aşamalarında tanrısal bilime Eğitim, insanın yetişmesinde,
Din, İbn Miskeveyh öteki meş­ değin yükselir. Ameli bölümde ge­ olgunlaşmasında önemli katkıları
şai bilgeleri gibi dinle felsefenin öz- çerli olan, insanın eylem gücüdür. olan bir düzendir. İnsanda eğitil-
191
la kazanılan deney verileri, doğayı,
çevremizi, deney evrenini tanıma­
mızı sağlayan bilginin «ham mad­
deleriıı dir. Bu, deneyle edinilen ilk
veriler, sonradan, aklın, anlayış gü­
cünün (zihnin) genel kurallarına
göre işlenir, biçimlendirilir, belli bir
düzene konur. Bu deney verilerinin,
aklın kuralları dışında, kesinliği,
genel geçerliliği yoktur. Bilgide
:>nemli, geçerli olan ak�ın ilkeleri�
dir. Atomcu akımın anladığı anlam­
da bir boşluk yoktur. Mekan ise,
bir cismin kapladığı yerin iç yüzü­
dür. Varlık kavramı altında topla­
nan her cismin değişmeyen, sınır­
larını, niteliklerini boyuna koruyan
belli bir yeri (mahal) vardır. Devin­
me, mekanda, bir cismin eyleme
geçişidir (kuvveden fiile çıkma' dır ) .
İbn Sina'da bilginin iki kayna­
ğı olduğu (belli bir anlamda) an­
laşılıyor. Bu anlayış, kaynağını
İlkçağ'da bulan ideacı felsefe gö­
rüşünün değişik açıdan bir yorumu
olmaktan öteye geçemez.
Dünyanın en eski ve en ouyük İslam ü niversitesi Fl - Ezher'd ir. Re­ Mantık, düşünmenin genel ku­
simde El - Ezher c a m i i n d e n a m a z kılanlar görülüyor. rallarını bul ur, bunlar arasında ge­
rekli birliği, bağlantıyı sağlar, doğ­
mesi, daha doğrusu, eğitimle geliş­
tirilmesi gerekeN üç yetenek vardır. ibn sina'nın ru düşünmenin yollarını, ilkelerini
araştırır, insanı yanlıştan koruma­
Alışkanlık, öykünme, uyanma (iti­
yad, taklid, intibah ) . Alışkanlık, iyi felsefesi nın olanaklarını ortaya çıkarır.
Ana konusu düşünmeyi sağlamak,
eğitimle, bilime dayanan bir yöne­ İslam felsefesinin içerdiği bü­ doğru yolu göstermektir. Bu kural­
timle denetim altına alınıp gelişti­ tün konular üzerinde duran, ayrı­ lar genel geçerlik taşıyan, değiş­
rilirse, erdemlerin kazanılması, in­ ca çağının bilimleriyle geniş ölçü­ meyen, kesin varlıklardır. Mantık
sanın yücelmesi sağlanır. Öykünme, de ilgilenen İbn Sina, felsefeyi, Na­ bu genel kuralları ortaya çıkar­
akıl ilkelerine, bilgi verilerine daya­ zari hikmet (teorik felsefe) , Ame­ mak, açıklamak için önce kavram­
nılarak yapılırsa, başkalarının ba­ li hikmet (pratik felsefe) olmak ü­ ları ( tasavvurat'ı) , onaylamaları
şarılarından, buluşlarından, yarat­ zere iki ana bölüme ayırır. Din ko­ (tasdikat'ı) inceler, kavramlar ara­
malarından yararlanma olanağı do­ nularını felsefe alanı içinde ele a­ sında gerekli bağlantıyı kurar. Kav­
ğar, insanın yapıcı, yaratıcı gücü lır. Metafizik, doğa felsefesi, ma­ ramları, açık belirleme (el-mantık
artar, yeteneği gelişir. Uyanma, in­ tematikle bağlantılı felsefe nazari bid-delale) , kapalı belirleme (el -
sanın ruh bakımından aydın, açık­ hikmet alanına, Siyaset (Medeni mefhum bid-delale) diye iki bölü­
seçik olması, belli görüşlere çakılıp hikmet) , İktisat (Hikmetü'l-menzi­ me ayırır. Sonra bütün kavramlar
kalmaması yoludur. İbn Miskeveyh'­ liye) , Ahlaki hikmet (hikmetü'I-hul­ arasında kesin bir bağlantı kurma­
in felsefe konusundaki görüşlerinin kıye) ise ameli hikmet alanına gi- nın yollarını arar. Bu alanda Aris.­
toplandığı önemli yapıtı Tehzibu'l -
rer. toteles'in izinden giderek kavram­
Ahlak'tır (Ahlakın Süslemesi ) . Bilgi, sezgi ile kazanılır. ana­ ları belli niteliklerine, niceliklerine
İbn Sina ( 980 - 1 037 ) . İslam kaynağı budur. Sezgi bilgiyi oluş­ göre on kesime (kategoriye ; maku­
Aristoteles'cilerinin en güçlü, en ve­ turan verileri sağlar. Bu veriler, lat) ayırır. Bunlardan ilki töz (cev­
rimli bilgelerinden biri olan İbn başka bir işlem olan sonuçlamaya her) ötekiler ise ilinek (araz) adını
Sina, Buhara'da doğdu, önce sarf, (el-istintac) vurulur; böylece kesin, alır.
nahiv, sonra hendese (geometri) , genel geçerlik taşıyan bir nitelik Mantığın en önemli bölümü ta:­
astronomi, tıp, daha sonra felsefe kazanır. Bilginin kesinliği, gerçek­ nım'ı (tarif) içerir. Tanımın iki ana
konuları üzerinde çalıştı. Felsefeye liği aklın genel kurallarına olan uy­ ilkesi, cins ile fark'tır. Kesin, geçer­
bilim yoluyla giren İbn Sina, de­ gunluğuna bağlıdır. Aklın kuralları li, eksiksiz tanım, cins ile fark ara­
neyle aklı, daha doğrusu deneycilik­ bilginin biçimlenmesinde genel ge­ sında kurulan bağlantıya dayanır.
le akılcılığı uzlaştırma, bağdaştır,­ çerlik taşıyan birer ölçüdür. Bu ku­ Tanım, biri gerçek (hakiki) , biri
ma eğilimindedir. Ancak onda de­ rallar doğuştandır, sonradan kaza­ sözlü (lafzi) olmak üzere ikiye ay­
ney kavramı ne kendinden önce nılmış değildir. rılır. Mantıkta önemli bir yeri olan
gelen maddeci, doğacı bilgelerdeki İbn Sina, bilgi konusunda daha tümeller (külliler) bütün varlık tür­
gibi kesin, genel geçerliği olan bir çok :eflatuncu , özellikle yenieflatun­ lerinin oluşundan önce Tanrı dü­
nitelik anlamına gelir, ne de deney cu görüşü benimser, ancak duyu­ şüncesinde vardır. Birer tanrısal
bilimlerinin kaynağı karşılığı kulla­ lardan da büsbütün yüzçevirmez. kavram olan tümeller, bütün tek
nılır. İbn Sina, deneyi duyu verile­ ..
Bilginin ortaya çıkışında, oluşma­ tek türlerin oluş nedenleridir.
rinin, algıların sağladığı izlenimler sında deneyin -belli bir oranda­ Bunlar, varlık türlerine biçim ka­
alanı o.la.rak anlar. etkisine inanır. Ona göre, duyular- zandıran, genel örneklerdir.
1 92
Akıl konusunda, İslam felsefe­
si ortamında, İbn Sina ayrı bir gö­
rüş Ü savunduğundan Aristoteles çı­
ğırını izleyenlerden ayrılır. Ona gö­
re <cakılıı beş türlüdür: heyıllani,
bilmeleke, bilfiil, mustefad, kudsi.
Heyiilani akıl, bütün insanlar­
-
da vardır; bilmeyi, anlamayı, kav­
ramayı sağlayan bir yetenektir.
Bilmeleke akıl, yalnız açık seçik ola­
nı bilebilir. Bu , olabilenle (müm­
kün'le) bağlantılıdır. Bilfiil akıl,
ikinci aşamada bulunan akıldan
daha üstündür, kavrayacağı var­
lıklar yalnız «makuller» , kazanılmış
verilerdir. Mustefad akıl, ancak
kendisine verilen «makullerin su­
retıeriıı ni kavrayabilir. Burası aklın
olgunluk (kemal) aşamasıdır. Ak­
lın kavrayabileceği konular bu aşa­
mada kendi özünde de vardır.
Kudsi akıl (yüce akıl, kutsal akıl ) ;
aklın en yüksek aşamasıdır. Var­
lıkların özünü, kaynağını, onları
oluşturan gücü başka bit aracıya,
ayrı bir varlığa gereksinme duyma­
dan bir bütünlük içinde kavrar.
Her insanda böyle bir aklın bulun­
madığını söyleyen İbn Sina, ,bura­
da, tasavvufa yönelir; artık felse­
fe söz konusu değildir. İnsan, ay­
rıntıları duyularla algılar, tümelle­
ri (külliler'i) akılla kavrar. Tümel­
leri kavrayan yetkin akıl, nesneleri
anlama yeteneği olan, etkin akla
olanak sağlar. insan aklının algıla­
dığı ayrıntılar (cüz'ler ) , nedenleri
( illetleri) yüzündendir, varlıkları
do!ayısiyle değil. Akıl, bu «makul­
lerıı i kazanabilmek için önce duyu
verilerinden yararlanır, sonra duyu
verilerini aklın genel kurallarına
göre işlemden geçirip, yargılar ver­
me .konusunda onları aşar. u Makul'­
ler» tümellerdir. İbn Sina, bu konu­ Ibn Sina'nın « Tıp Kanunu� adlı kitabından bir minyatür ( Bologna
da da Eflatun ile Aristoteles ara­ O niversite Kütüphanesi) .
sındadır, yer yer ikisini uzlaştır­
maya çalıştığı görülür. şur (sudlır eder) . Çokluk ( kesret) nesneyi devindirmekle kalmaz, ona
Akıl, algı alanında da etkindir. bu sürekli «sudur» sonucu ortaya biçim (form) , «nefsıı kaz�ndırır.
Nitekim iki türlü algıdan biri <<ak­ çıkmıştır. Bir olan Tanrı'dan ak­ İçinde yaşadığımız doğada sayısız
l in, öteki cchassindir (duyusal) . Nefs lın, ondan da sıra ile öteki var­ «güçler» vardır ; bunlar doğa güç­
ile ilgili durumların algılanması lıkların oluşması, Bir'den Çokluk'­ leri (tabiat kuvvetleri) , göklerin
duyularla olur (hassi'dir) . un doğ�udur. Tanrı, ilk akıl (akl-ı özleri (feleklerin nefisleri) , nefsin
Sudur görüşü: İbn Sina, evre­ evvel) , etkin akıl {faaf akıl) dizisin­ güçleridir.
nin oluşunu -bir bakıma metafi­ de gelişen «oluş» , varlık türlerinin Doğa güçleri duyularımızla al­
ziğini- bu görüşe bağlar ; uoluş» doğuşu ile sona erer. Etkin akıl, gıladığımız olayları doğuran etken­
sorununu, «sudur» dediği Tanrı'­ bütün varlık türlerini kuşatan · ev­ lerdir. Buna karşılık göklerin nefs­
dan fışkırma ile açıklar. Ona göre renin ( alem'in) özüdür ( nefs) . Ev­ leri, ruhsal nitelikte güçlerdir. Nefs
Tanrı uTek» tir, yüce cıBir»dir, ken­ ren umümkünıı dür-� bundan dolayı güçleri (kuvayi nefsiye) insan, hay­
diliğinden vardır. Varlığı yalnız Tanrı'yı gerektirir. Başka bir varlı­ van, bitki gibi varlıkların özleridir.
kendini gerektirir. Var olmak, Tan­ ğın etkisiyle var nıan evren, son­ İbn Sina «nefsn kavramını ço}{ de­
rı için özünden (zat'ından ) gelen suz değildir. ğişik anlamlarda kullanır. Onun di­
bir gerekimdir (vacibu'l-vucud) . Devinme (hareket) , nesnenin linde, «nefsıı sözünün akıl, göç, öz,
Bir olan Tanrı'dan, önce gene Bir (cismin) özünde saklı güçten doğar. yetenek gibi anlamları vardır.
olan ıcakl'eıı fışkırmıştır (sudur et­ Her nesnenin özünde, devindirici Metafizik: İbn Sina metafiziği,
miş) . Bu akıldan ikinci bir akıl bir güç vardır. Nesne kendi kendi­ bir birleşim, değişik anlayı�ların
r.ısudlır» etmiştir. Bu dizi üzerinde nin ccfail'i» değildir, kendince devi- yoğruluşu sonucu oluşan, bir bütün­
gök (felek ) , cınefsn birbirinden olu- . nemez. Nesnenin özünde saklı güç, dür. Bu bütünün oluşmasında Ef-
1 93
evren karşısında yaratıcı (halik ) ,
var edici (muhdi) , ortaya koyucu
(muhdis) gibi yüce nitelikleri var­
dır. Evrenin de Tanrı niteliklerine
göre nitelikleri vardır : yaratılmış
(mahluk) , var edilmiş (muhde) , or­
taya konmuş (muhdes) . Tanrı ilk
nedendir ( illet-i ula) , zorunlu, ge­
rekli varlıktır. Evrenin yaratılma­
sı, Tanrı'nın daha önceden varolu­
şunu gerektirir. Tanrının yüce var­
lığı da, özü gereği yaratmayı gerek­
li kılar. Tanrı önceldir (kadim'dir ) .
Evren bütününde yeralan gök
katları (felekler) , tanrısal evrenin
varlıklarıdır, bunların özleri melek­
lerdir. Karmaşık, bulanık, açık-seçik
olmayan tözler (cevherler) ise için­
de yaşadığımız madde dünyasının
yapısındadır ; cctanrısalıı birer r1itı;­
likleri yoktur. Bu yaratma olayı :ia
bir fışkırma (sudur) sonucudur.
Bütün varlık türlerinin sonsuz, sı­
rursız, değişmez özü Tanrı'dır. Tan­
rı için en yüce erdem iyidir (hayır) .
Yaratılış dizisinde, Tanrı'dan ilk çı­
kan (sudur eden ) akıldır. Tanrı,
yüce akıl, genel geçerlik taşıyan il­
keleri, tümelleri ( külliler'i ) bilir,
ayrıntılara inrhez. Ayrıntıları bilen,
kavrayan ancak gök katlarının (fe­
İ bn Sina'nın kitabınaan bir minyatür: bir arap ş ö len i ve çaloıcılar lekler 'in ) özleridir.
r Milano. A mbrn .�in.na Kiitürıh.anesi ) . B) Ahiret (maad ) , ruhların
geldikleri ilk kaynağa dönüşü ola­
latun'dan İslam kelamcılarına de­ maz. Metafizik, Varlık'ı konu edin­
yıdır . Bu dönüş ölüm, gelinen ye­
ğin gelen akılcı çığırların etkileri diğinden dolayı ayrı bir bilim dalı­
re, çıkılan kaynağa varma da ahi­
vardır. Metafiziğin ana konusu Tan­ dır, gereklidir. İnsan düşüncesinin
ret demektir. Ruh «maneviıı bir
rı'dır. O'nun varlığından doğan ilk tek kaynağı bu Varlık'tır. Kavran­
töz olduğundan yok olmaz, ölüm­
varlıklardır. Kesin varlık (vücud- u ması derin düşünmeye (teemmül'e)
süzdür. Gövdeden ayrılınca kayna­
mutlak) olan Tanrı, bütün oluşla­ bağlıdır.
ğına dönüp varlığını sürdürür. Ruh ,
rın, yaratışların, varlık kavramı al­ İbn Sina'nın bu Varlık sö­ insan varlığının, gövdenin olgunluk
tında toplanan bütünün kaynağı­ zünden anladığı, tanrısal özdür. Bu ( kemal) aşamasıdır ; insana bütün
dır. İlk varlık (Tanrı ) evreni kuşa­ nedenle, düşünmenin de, eylemin erdemleri, değerleri kazandıran
tan «Bütünıı lüğü yüzünden bütün de kaynağı durumundadır. Varlık'­ ruhtur. Ruh, özellikleri, nitelikleri,
nesnelerde, olaylarda, eylemlerde ın hangi türü olursa olsun, Tanrı'­ özü bakımından maddeye benze­
((görünüş » alanına çıkar. Varlık bir ya olan yakınlığı yüzünden, özü mez. Gövde, ruhun bir aracı du­
ccoluşıı tur, bu da Tanrı'dan başlar, bakımından sonsuzdur. İslam fel­ rumundadır. Gövdeye egemen olan
basamak basamak evrene, varlık sefesinde geniş bir yer tutan bu dü­ ruh'tur. Ruh gövdeye (beden'e)
türlerinin bulunduğu ıcbütünıı e, şünce, bu bütün varlık türlerinin girmeden önce eylemci akılda (faal
iner. Var olan (vücud) iki türlüdür. Tanrı'dan geldiği görüşü yeni de" akıl'da) vardı. Ruh, sonradan geldi­
ı- Mümkün varlık : olayla­ ğildir ; yenieflatuncu anlayışın İs­ ği gövdeden ayrılınca, eylemci akıl­
rın, eylemlerin ortaya çiktığı, yok lam dini açısından yapılan bir yo­ la yeniden birleşir. Düşünen ruh
olduğu evren. Bu varlık ortamında rumudur. ( nefs-i natıka) eylemci aklın için­
görülen ne varsa belli bir süre için­ Evren : dine felsefe alanında dedir. Evrenin bütün biçimlendiri­
de başlar, biter. yer veren İbn Sina, İslam felsefe­ ci özleri böyledir. Gövdenin ölümü,
2 - Mümkün - Zorunlu var­ sinin içerdiği birçok konuya gene dağılışı, çözülüşü ruhu etkileyemez.
lık: Tümellerin, yasaların bulundu­ din açısından bakar. Bu nedenle, C) Peygamberlik. İnsanları ya­
ğu evren. Burada genel geçerlik ta­ evreni de içine alan dine dayalı dü­ ratan Tanrı , onlara, özgür istem
şıyan varlıklar bulunur. Bunlar şünce düzeninde dört ana konunun (hür irade) vererek iyi ile kötüyü
kendiliğfoden var olabilen , ancak, bulunduğunu ileri sürer. seçme yeteneğini bağışladı. Özgür
bir dış nedeni gerektiren varlıklar­ A) Yaratılış, işlem bir tanrı yardımıdır (inayet) .
dır. GE!nellikle akıllar, gök katları B ) Ahiret, İnsanın elinden çıkan bütün bağım­
( felekler) bu türdendir. Bu varlık­ C ) Peygamberlik, sız eylemler bu tanrısal yardım ile
lar Tanrı'dan belli bir diziye göre ç) Tanrı bilgisi. varlık ortamına çıkarak gerçeklik
çıkmışlardır. Kendi özleriyle vardır, A) Evren (alem) , yaratılmış­ kazanır. Bu özgür istem, tanrısal
ancak varlıklarının �ı ilk neden» i tır ( f!lahluk'tur) , tek yaratıcısı var­ yardım, bütün insanlarda vardır.
kendileri değildir. Bunlar için «doğ­ dır, o da Tanrı'dır. Bu nedenle Tan­ Peygamberler de bu bakımdan bi­
makn , ccölmekn sözleri geçerli ol- rı, yaratıcıdır (halik) . Tanrı'nın rer insandır. Ancak onlarda insan-
1 94
larm en yüceleri olan bilginlere,
bilgelere özgü bir seziş gucu var·
dır. Bu üstün seziş gücü, bu kav
rayış yeteneği, peygamberlerin « et­
kin akılıı (faal akıl) ile buluşmaları­
nı, gerçekleri kavramalarını sağ­
lar. Bu üstün güç, bu üstün kav­
rayış, seziş· yeteneği cwahy,. adını
alır. Kimi insanlarda görülen bu
seziş gücü, onların peygamberlik
yeteneğiyle donatıldığını gösterir.
Melekler birer üstün kavrayış gü­
cü, coşkun birer anlayış gücü (kuv­
ve-i kudsiye) niteliğindedir. Tanrı­
sal gerçekleri bilen melekler, pey­
gamberlere ccvahy» denen bildirile­
ri ulaştırırlar. Peygamberlikte açık
seçik bilme, kavrayış gücünün üs­
tünlüğü, doğruya egemen olma, bi­
rer tanrısal yetenektir. Veliler de,
peygamberler de, gerektiğinde, yal­
nız gövdeye egemen olup, başkala­
rını bile etkileri altına alabilirler
(ruhlara, tanrısal varlıklara ege
men olamazlar) . Bu güç kimi insan­
larda da görül Ur.
Ç) Tanrı bilgisi, sınırsızdır,
sonsuzdur. Tanrı kendi özünü bilir,
bu bilme bir gerekliliktir. Tanrının
kendi özünü (zat'ınl) bilmesi var­
olmayı, yaratmayı gerelUi kılar.
Onun için yaratma olayı Tan:ı'nın
kendi özünü bilme gereğinden doğ­
muştur. Kendi özünü bilen Tanrı
bütün öteki varlıkları da (özleri
de) bilir.
İbn Sina, burada, İslam dininin
ana kitabı olan Kur'an'a dayan­
makta, Tanrı'nın bilme gücünü
onun gösterdiği yolda giderek açık­
lamaktadır. Kur'an'a göre yaratma
'
olayı Tanrı'nın kendi özünü bilme­
sinden, kendi özüne karşı duyduğu
sevgiden dolayıdır. Ancak Kur'an'­
m bu görüşü ile Plotinos'un geliş­
tirdiği yenieflatunculuğun Tanrı
anlayışı arasında köklü bir bağlan­
tı vardır. Yenieflatunculuk da ya­
ratma olayını · bir bilme, öze kar­
şı sevgi duyma ile başlatır. Mehdi'nin (Muhammed Abdullah ) türbesi. Isldm inancına göre
Mehdi. Kıyamet Günü'nde adaleti saölayacaktır.

de kuşkuculuğun (şüphecilik) ku­ yen bir bilgi geçerli değildir. Bil­


ibn heysem rucusu sayılır. Ancak bu kuşku, ke­ giyi sağ'layan algı (idrak) duyulara
sin bilgiye, gerçeğe varmak için bağlı bir psikoloji, fizyoloji olayı ol­
İbn Heysem (965 - 1051 ) ge­ başvurulması gereken bir yöntem maktan öteye geçemez.
rek Bağdat'ta, gerekse Kahire'de niteliğindedir. Mantık, aklın genel kurallarına
bulunduğu sürece felsefenin akla, Bilgi : B ütün bilgilerimizin kay­ dayanma, onlara uyma gereğinde­
akıl ilkelerine önem vermesi gere­ nağı maddedir, onlara dayanan du­ dir. En güvenilir yol, deney verileri­
ğini savundu. Felsefeye deney bi­ yulardır. Duyuların dışında bir bil­ ne dayandığı sürece tümevarımdır.
limlerinden giren İbn Heysem, ma­ gi yolu, maddenin dışında bir bilgi Mantığın yalnız kavramlara daya­
tematik, tıp, astronomi ( hey'et) kaynağı yoktur. Kesin bilgiye va­ nan, deney verilerini göz önünde
konularında, çağına göre önemli ça­ rabilmek için kuşku (şüphe) bir bulundurmayan öteki bölümleri, tü­
lışmalar, incelemeler, araştırmalar ilke olarak gereklidir. Duyu verile­ mevarım oranında geçerli, gerçeğe
yaptı. Özellikle Eukleides geometri­ rinin aklın kurallarına göre düzen­ ulaştırıcı bir nitelik taşımaz . Aris­
si üzerinde durdu. Birtakım yeni lenmesi, belli bir sıraya konması toteles'in metafizikle mantık ara­
buluşlar ortaya attı. gereği vardır. Aklın genel kural­ sında deney verilerine dayanmadan
İbn Heysem İslam düşüncesin- larına uymayan, deneyden gelme- kurmaya çalıştığı bağlantı. bilim-
1 95
dır. Duyu algıları bize bilginin ilk
maddesini sağlar. Evreni, çevremi­
zi, doğal varlıkları duyularla algıla­
rız. Duyu verileri aklın süzgecin­
den geçerek, akıl ölçülerine vurula­
rak kesinlik kazanır. Bir de, du­
yu verilerinden soyutlama yoluyla,
aklın ışığından geçirilerek bilgi edi­
nilir. Bütün kavramların kaynağı
akıldır. Aklın kendi ortamında tü­
rettiği bütün bilgi türlerinin kay­
nağı gene duyu verileridir. Bilgi
alanında tek ölçü akıldır. İçinde
bulunduğumuz evreni ancak aklın
kurallarına dayanan duyu verile­
riyle kavrayabiliriz.
Akıl, insanı öteki doğa varlık­
larından ( canlıl.ardan) ayıran en
önemli ilkedir. Varlık kavramı al­
tında toplanan ne varsa, yalnız
akılla kavranır. Bundan dolayı, in­
san aklı bir kavrayış gücüdür. Akıl­
la imanın eş ortamda bulunması
olanağı yoktur. İman akılla özdeş
de değildir. Aklın ölçülerine uyma­
yan, denk gelmeyen bir inanç varlı­
ğı gerçek değildir. İnsana başarı
gücü kazandıran, bilme olayını ger­
çekleştiren, sağlayan etkin akıldır
( faal. akıl ) . Etkin akıl, belli bir
aşamada, insanı Tanrı'ya vardırır,
Tanrı'nın kavranmasına, anlaşılma­
sına yardımcı olur. Aklın özü, bi­
zim akıl-üstü dediğimiz tanrıyı, tan­
rısal varlıkları kavrayıcı nitelikte­
dir. Mantık kuralları, mantık bili­
Hz. Muhammed ve Huriler (Paris, Ulusal Kütüphane) . minde önemli bir yeri olan akılyü­
rütme, aklın başlıca başarısıdır.
sel nitelikte olmadığı gibi felsefe Bundan dolayı, bilginin kesinliği,
bilgisi bakımından da tutarlı de­
ğildir. Tümevarımın geçerliliği' de­
ibn bacce genel geçerliği akla dayanan akıl­
yürütmeye bağlıdır. Akla uygun ol­
ney kurallarına, deney verilerine İbn .Bacce, Ebubekr .Muhammed mayan bir «akıl varlık'ı» yoktur.
bağlıdır; bunların dışında onların bin Yahya bin Saig (öl. 1 138) . Meş­ İnsanı bütün eksikliklerden, ol­
da gerçekle ilgisi yoktur. Mantık, şai felsefesinin Endülüs'te yayıcısı, gun olması gereken insana yakış­
kavramlar arasında sürüp giden bir bir bakıma kurucusudur. Farabi, mayan yanılmalardan, davranışlar­
düşünme alanı olduğu sürece, in­ İbn Sina gibi Doğu-İslam bilgeleri­ dan, kötülüklerden kurtaran, iyiye
sana kesin bilgi veremez, insanı ger­ nin düşünce çizgisi üzerinde yürü­ ulaştıran akıldır. İnsan, etkin akıl
çeğe ulaştıramaz. yen '>İbn Bacce de , Aristoteles'in gö­ dolayısiyle, belli bir aşamada Tanrı
Din, Aklın kurallarına, deneyle rüşlerinden yola çıkar. Eski Anado­ ile birleşir (ittisal) .
sağlanan gerçeklere uymayan, ak­ lu-Yunan bilgelerini, Yunan mate­ Mutluluk, akıl ilkelerine göre
lın ilkeleriyle açıklanamayan bir matikçilerinin yazılarını inceleyen, yaşamakla sağlanır. Erdemli olmak
konunun doğruluğu, kesinliği üze­ çağının bütün deney bilimleri konu­ akla uymaktır. Ancak, insana ayrı­
rinde durulamaz. Her düşünce ürü­ sunda araştırmalar, incelemeler calık, üstünlük kazandıran, insanı
nünün kaynağını deneyde, ölçüsü­ yapan İbn Bacce, felsefeyi akıl ku­ bir «erdem varlık'ı» yapan bu etkin
nü akıl kurallarında bulması, on­ rallarına dayalı bir çığır olarak gö­ akıl bilgileri arttırmakla, eksiklik­
lara uygun düşmesi gerekir. rür. İslam dininin içerdiği bütün lerden arınmakla, düşünme orta­
Akıl, insana doğru yolu göste­ konulara akılcı bir açıdan bakar. mında sürekli ilerlemeyle kazanılır.
ren, gerçeğin kavranmasını sağla­ Ona göre düşünmede, yorumda, Erdeme götüren akıl, bilgi verileriy­
yan en güvenilir yoldur. Bütün dü­ dinde, inançta tek şaşmaz ölçü, tek le gelişebilecek bir niteliktedir. İn­
şünme olaylarının aklın ilkelerine kılavuz akıldır. Aklın ölçüleri dı­ san ancak bu akıl evrenine ulaş­
uyması, onlarla açıklanması gere­ şında güvenilir bir kaynak, aklın makla mutlu olabilir.
ği vardır. İnsan için tek ölçü akıl­ ışığından öte aydınlatıcı bir ışıl­ İnsan, bir akıl varlığı olduğun­
dır. dak yoktur. İbn Bacce, Aristote­ dan bütün olayları, oluşmaları yal­
Deney bilimlerine, özellikle fi­ les mantığını yeniden yorumlaya­ nız akılla bilebilir. İnsanla .öteki
zik sorunlarına geniş ölç.tide ilgi rak, çağının dine dayalı felsefe so­ varlık türleri arasında kuru!.uşu,
duyan. İbn Heysem'in en önemli ya­ runlarına yönelmiştir. yapıyı sağlayan özler bakımından
pıtı Kitabu'l-Menazır'dır. Avrupa Bilgi, iki kaynaktan oluşur. bir bağlantı vardır. İnsan varlığın­
dillerine çevrilmiştir. Bunlardan biri akıl, öteki duyular- da hayvan-bitki-maden gibi öteki
1 96
doğa varlıklarına bütünlük kazan­
dıran öz bulunur. Bu öz bağlılığı da
belli ıbir düzene, belli bir aşamalar
dizisine göredir. O da İnsan-hay­
van, hayvan-bitki, bitki-maden üç­
lüsünün sağladığı düzen doğrultu­
sundadır. insanı kuran doğal özler­
le, evrendeki öteki- varlıkları oluştu­
ran özler özdeştfr, yalnız akıl bu öz­
deşliğin üstündedir. İnsanda ortaya
çıkan eylemlerin, atılımların kayna­
ğı ise düşünme yeteneğidir, istemdir
(irade) . İnsan varlığının ereği, bilgi
edinmenin amacı Tanrı'ya yaklaş­
maktır. İnsanda birtakım tanrısal
özler vardır. Bundan dolayı insan
kendini Tanrının yardımı (inayet)
ile, bir bütün olarak, anlayabilir.
Tanrı, kendi özü gereği vardır,
önsüz-sonsuz bir varlıktır, öz akıl­
dır, öz istemdir.
Toplum, insanların oluşturduğu
bir «Bütün» dür. Toplumun mutlu­
luğu akıl kurallarına, erdeme göre
yönetilmesidir. İnsan için, gerçek
mutluluk, içinde · yaşadığı evrende
olduğundan, toplumun bu konuda
büyük önemi, etkisi vardır. İnsanı
mutluluğa, iyi yaşamaya, kötülük­
ten uzak tutmaya yarayan bir top­
lum, bir devlet, ancak bilgelerin,
�tdemli kimselerin yönettikleri top­
lumdur. Bu yönetimin de akıl il­
kelerine göre düzenlenmesi gerekir.
İnsanın mutlu olabilmesi için top-
1 umdan uzaklaşması , kendi içine Nuh'un gemisini Kabe çevresinde dolaşırken gösteren minyatür ( İs ­
kapanması (halvet, inziva) gereği tanbul, Türk- İ slam sanatları müzesi ) .
yoktur.
İbn Bacce'nin görüşlerinde, nur, bütünlük, kesinlik kazanır. Za­ Akıl, insanın güvenebileceği en
imanı akıldan üstün tutan, insan man yalnız akılla kavranır, duyu sağlam ilkedir. insan bir akıl var­
varlığının tek ilkesi olarak anlayan verileriyle ilgisi yoktur. lığı olduğundan bütün davranışla­
Gazali'ye karşı bir tepkinin bulun­ Zihin bilimleri nitelikleri yö­ rında, düşüncelerinde ona uyma
duğu çok belirgindir. özellikle Ri­ nünden arınmış olan (saf) ile arın­ gereğindedir. Bütün ahlak kuralla­
saletu'l-Veda (Veda Risalesi ) adlı mış olmayan (saf olmayan) diye rı, eğitim-öğretim düzenleri, kayna­
yapıtı bu konuyu içerir. Kişiliğini ikiye ayrılır. Mantık, matematik ğını, ölçeğini akılda bulmalıdır.
ortaya koyan görüşlerini Et-Tedbi­ birinci bölüme, astronomi ikinci bö- Tusi'nin felsefe alanında yeni
ru'l-Mütevahhid (Birlik'e İnananın 1 üme girer. Doğa bilimleri duyu, bir görüşü yoktur. Bütün önemi
Tedbiri) adını verdiği yapıtında bu­ metafizikle teoloji ise akıl bilimle­ ccAhlak-ı Nasirin adlı yapıtında işle­
luruz. Deney bilimlerine, matema­ ridir. Varlık ya ruh, yada ccayn» diği eğitim - öğretim konusundan
tiğe büyük önem vermesi, felsefe­ olarak vardır. cıAyn» olarak var olan gelir. İslam düşünce dünyasında
ye böyle akılcı bir açıdan bakma­ nesneldir, karışıktır, ruh olarak var eğitime, öğretime bir sorun niteliği
sını sağlamıştır. olan ise arınmıştır. Algı varlığı ge­ kazandıran, insanın bilgi alanında
Görüşlerinin meşşai anlayışı ile rektirir, ancak varlık algıyı gerek­ yetişmesini, olgunlaşmasını eğiti­
bir bütünlük içinde bağdaşamama­ tirmez. Ölümden sonra dirilme yok­ me dayandıran bu görüşün de kay­
sına karşılık, eş konular üzerinde tur. nağı Aristoteles'in ahlak anlayışı­
duran, akıl ilkelerine, mantık ku­ dır. Tusi bu konuda yalnız Şii
rallarına dayanan Ebu'l-Berekat-ı inançlarını değil, Gazzali'nin geliş�
Bağdadi (öl. 1 166) , felsefeye bilim
açısından bakar. Bilimleri zihin bi­
nasuriddin tfisi tirdiği imana dayanan Kelam an­
layışını da akıl i}keleriyle, Aristote­
limleri, duyu bilimleri, akıl bilimle­ İran'lı bir Şii olan Nasuriddin Tusi, les mantığı, ahlakı ile uzlaştırma­
ri diye üçe ayırır. Akla dayanan bil­ felsefeye deney, gözlem bilimleri yo­ ya çalışır.
giler birleşik, bütün, duyulara da­ luyla girer. Astronom olması, Aris­ Ahlak, temelinde «iyin ( hayır)
yanan bilgiler eksik, bulanıktır. toteles'in görüşlerini benimsemesi, olan bir bilgi dalıdır. Ereği, çocu­
Böylece, bilginin iki ayrı kaynağı matematikle ilgilenmesi, böyle bir ğu akıl kurallarına göre yetiştirip
vardır. Bilim, bu kaynaklardan sağ­ yol tutmasını sağlamıştır. Ona gö­ ((iyin ye yöneltmektir. İnsanda «iyiıı
lanan bilgilere dayanır. Duyularla re düşünmenin tek ilkesi akıldır, ile «kötfüı nün gelişmesini eğitim
kavranan bulanık, eksik bilgiler akıl şaşmaz, değişmez bir kurallar sağlar. Eğitim hangi doğrultuda gi­
akıl ölçülerine vurulur, düzene ko- kaynağıdır. derse çocuk da oraya yönelir. Bun-
1 97
İbn Rüşd (1 126 - 1198) Meşşai
akımının Endülüs İslam ülkesinde­
ki öncüsü olan İbn Rüşd, çağının
geleneğine uyarak kelam, tıp, fı­
kıh, edebiyat okudu ; kendinden ön­
ce gelen bütün İslam bilgelerinin
yazılarını inceleyip görüşlerini öğ­
rendi; yunan felsefesi, özellikle Ef­
latun ile Aristoteles'in o çağda bi­
linen yazıları ve yenieflatuncu akı­
mın düşünce ürünleri üzerinde ça­
lıştı. Sonra kençlini felsefeye verdi.
İbn Rüşd, felsefeye İskenderi­
yeli Plotinos'un geliştirdiği yenief­
latuncu görüşle girip sonraları
Aristoteles'in düşüncelerini benim­
sedi, onun yazılarını yorumladı,
özellikle mantığı üzerinde durdu.
Mantık, doğru düşünme kural­
larını, yanlıştan kurtulma yollarını,
gerçek bilgiye ulaşma ilkelerini
gösteren, daha çok kavramlar ara­
sında bağlantı kuran bir bilimdir.
Mantığın genel kuralları, genel ge­
çerlik taşıyan yasaları, aklın de­
ğişmez, şaşmaz ilkeleridir. Bu ne­
denle, mantık deney verilerine de­
ğil akıl ilkelerine, akıl ilkeletine
XVII.yy. 'aan kalma cin figürlü sırlı toprak kap. Cinler, halk inan­ göre düzenlenen bağlantılara da­
cına göre, doğaüstü yaratıklardı. yanır. Mantığın temeli, akılyürüt­
me ile kanıtlamadır (istidlal ve bur­
dan dolayı, çocukta tohum niteli­ masıdır, bir çözülmedir. Ölümden han ) . İnsanın kesin bilgi elde et­
ğinde bulunan bütün yetenekleri, sonra dirilme vardır, ruh ölümsüz­ mesi, çelişkilerden, yanlışlardan
Hiyiıı kavramına göre geliştirme ge­ dür. Bir «Ahlak varlıkn ı olan insa­ kurtulması, akılyürütmenin yeterli
reği vardır. Eğitim alanında doğa­ nın bütün bu konuları ahlak ölçü­ oluşuna bağlıdır.
ya, doğa olaylarına uyma yararlı lerine (akıl ilkelerine dayanan) gö­ İbn Rüşd'ün mantığa verdiği
olur. Eğitilmek istenen çocuğun re kavrayıp uygulaması gerekir. önem, İslam düşüncesinin, deney­
doğadan, çevreden koparılması Ölüm çocuk için bir korku kaynağı den çok kavramlara yüklenmesi,
doğru değildir. Doğadan koparılmış olmamalıdır. bütün bilgi verilerini kavramlar or­
bir çocuğa yalnız soyutlanmış kav­ Tanrı, Bir'dir, ölümsüzdür, tamında ele alması yüzündendir.
ramlarla geliştirilen bilgiler verile­ önü-sonu yoktur (ezeli-ebedi) . Ya­ Aristoteles mantığına öteki İslam
bilir, bu da çıkar yol değildir. Eği­ ratıcıdır. Özgür bir istemi (hür ira ­ bilgelerinden daha çok bağlı ka­
timde çocuğu Hiyinye yöneltmek, de) vardır. Tusi, Tanrı konusunda, lan, onu insan düşüncesinin en
ondaki «kötün ye eğilimli alışkan­ islam düşüncesinde pek yaygın olan kesin kaynağı sayan İbn Rüşd'tür.
l ıkların yerleşmesini durdurmak, « Tevhidn görüşünü benimsediği Felsefe, genel bütünlüğü içinde
önlemek için, doğadan «güzeln ör­ için, varlık evreninde en yüce do­ varlık'ı, insana «verilenn i konu edi­
nekler seçmelidir. Doğaya uygun bir ruğa Tanrı'yı koyar. Ancak Tanrı'­ nir. Onun oluş nedenlerini, türleri­
eğitim çocuğun, daha başlangıçta, nın da bir «akıl Varlıkn ı olduğunu ni, sınırlarını, genel geçerliğini,
yeteneklerinin ortaya çıkmasını, görüşünü savunur. kaynağını araştırır, yorumlar. Var­
hangi konulara daha çok eğilim Bilgi, akla dayanır, ancak du­ lık dizisinin doruğuhda Tanrı bu­
duyduğunun anlaşılmasını, gelecek­ yu verilerinin de bu konuda etkili lunur. Duyularla alınan varlık tür­
te seçebileceği görevin, uğraşın en olduğu gerçektir. Evreni, doğa var­ lerinin akıl ilkelerine göre açıklanı­
uygun çağda (yaşta) bilinmesini lıklarını, duyularla, gözlemle, de­ şı, varlık'a akılcı bir açıdan bakı­
sağlar. Çocukta tohum niteliğinde neyle bilir, öğreniriz. Bilgi ile ya­ larak oluş nedenlerinin araştırılışı,
bulunan eğilimlerin anlaşılmasında şam arasında bir bağlantı olmalı­ insanı Tanrı'ya götürür. B ütün
HUtanman duygusunun etkisi bü­ dır ; bilgi yalnız anlayış gücünde, varlık türlerini konu edinen felse­
yüktür. Çocuğun en uygun yaşta bellekte kalan, yaşayışla bağlantı­ fe genel bir bilimdir, bu nedenle
anlaşılması eğitimin yönünü, ereği­ �.ını koparmış bir varlık değildir. temelinde tümeller (külliler) bu­
ni saptamada, belirlemede önemli­ Ozellikle eğitim-öğretim, bilgiye, lunur. Felsefe deneye değil düşün­
dir. akla uygun bilgiye göre yapılmalı­ me kurallarına dayanmalıdır. Var­
Eğitim deneye, çevrenin, doğa­ dır. lık türlerini kuşatan evreni bu
nın tanınmasına, algıya, izlenimle­ Tusi'nin en önemli buluşları yolla kavrar.
re dayandırılıp c<somutn bir nitelik­ astronomi alanındadır . ccZic-i İlha­ Evren, maddeden (heyô.la'dan)
te olma gereğindedir. Doğada ya­ ni» adlı, gök varlıklarının yörün­ oluşmuştur. Madde yaratılmamıştır,
şayan bir insana verilecek eğitim geleri üzerinde deviniml erini ör­ önsüzdür (ezeli'dir ) . Ancak bu ilk
bilgisi gene doğal olmalı, doğada nekleyen yapıtı, Doğu - Batı ülke­ maddedir, genel geçerliği olan, ya­
bulunmalıdır. lerinde yakın çağlara değin kaynak ratılmayan ilk madde. O bir ugüçn
.Ölüm, ruhun gövdeden ·ayrıl- yapıtlardan sayılmıştır. niteliğindedir, genel geçerliği de bu
1 98
İslamlıkta, namazını camide kılmanın daha sevap olduguna inanılır. Bayram
ve cuma namazı gibi bazı namazlarıysa. camide kılmak zorunludur.

((güç» oluşu yüzündendir. Bu ilk olan, başka bir devinmedir. Bütün bağımsız, kendi kendine olan bir
madde, özünde ccvarlıkııı saklayan devinmeler oluş sırası içinde birbi­ ccfail-i muhtar» (C)zgür eylemci) an­
bir salt olanaktır (malız imkan ) . rinin nedenidir (illet idir )
' .
lamına gelmez. Bu güç için ancak
özünde, yaratıcı, ortaya çıkarıcı, Zaman, kendi başına, bağım­ gerekli (fail-i mucib) denebilir.
<coluşıı u sağlayıcı güçler, yetenekler, sız bir varlık değildir, eylemle (ha­ Çünkü o, eylemde bulunması gere­
eyleme geçecek durumda ( cckuvve» reketle ) bağlantılıdır. Zamanın ne­ reken bir güçtür, özünde bu ccge­
olarak) bulunur. Bu ilk özden, ya­ deni eylemdir. Eylem dışında bir za­ rekim» vardır. Onun sınırları dışına
ratılmamış olan ilk maddeden, çı­ man olmadığı gibi tasarlanması da taşamaz. Bundan dolayı ey1em bir
kan her töz (cevher) de, önsüzdür n'lantık kurallarına aykırıdır, oluş gerekimdir. Varlık, vardır ; var ol­
(ezeli) ; ayrıca sonsuzdur (ebedi) ilkeleriyle bağdaşmaz. Zaman kav­ mak özde bulunan bir ıcgerekim))
yok olmaz. Varoluş, geçmişten , ge­ ramı, insanın anlama eylemi, ölç­ dir. Bu nedenle varolmama olayı
leceğe, kaynaktan ileriye doğru sü­ me deneyleri içinde oluşur. Anlayış düşünülemez. Varlık, somut olarak
rüp giden, kopmayan, kesintisiz, gücü, zamanı eylemden sıyırarak vardır. Çoğunluklu biçimde ( form
sonsuz bir ((akış» tır. Bu sonsuz (soyutlayarak) ona bağımsız bir içinde) yoğunlaşan bir ubirlik» du­
akış içinde , özünde ((varolma gü­ varlıkmış gibi bakma olanağı sağ­ rumundadır. Varlık'ın cinsleri tür­
cü» taşıyan bütün nesneler, cısaklı lar. Oysa bu yalnızca bir düşünme lerden (nevilerden ) , türler ise tek
güçten eyleme» (kuvveden fiile) ge­ işlemidir, bununla, gerçek bir varlık tek varlıklardan ( fertlerden ) oluş­
çer, gerçekleşir, görünüş alanına, ortaya konamaz. Zamanın sınırla­ muş bir ((bütünıı dür. Varlık, Tan­
algı ortamına çıkar. Bundan dolayı rını belirleyen de içinde oluştuğu rı'nın .«zorunluu oluşundandır.
ccoluşıı , bir saklı güçten eyleme ge� eylemdir. uVarlık)) , uvar olmaıı Tanrı'nın ((zo­
çiş (kuvveden fiile dönüş) demek­ Uzam (mekan) da, oluşan mad­ runlu)) luğundan doğar, ondan da
tir. ((Oluşıı yoktan varolma değildir. deye bağlıdır, onunla vardır. Bu ni­ cinsler, türler, tek tek olanlar or­
Çünkü yaratılmamış (ezeli) olan teliği yüzünden, belli bir anlam­ taya çıkar.
bir varlık'ın özünde olabilmek'le ol­ da, o da eyleme bağlıdır. Eylemin Tanrı, özü gereği zorunlu ola­
mak (mümkün ile vakı) kavramla­ oluşması, görünüş alanında insana rak vardır, var olmak onun özün­
rının anlamları birdir, özdeştir; ay­ verilmesi onunla birlikte uzam kav­ de (zat ı nda ) , karşıtı bulunmayan
'

rı ayrı birer varlıkmış gibi düşü­ ramanın da doğmasını sağlamıştır. bir ((gerekim)) dir. Tanrıya, fizik ala­
nülemezler. Bütün oluşlar, ortaya Düşünme gücü sonradan bunu so­ nın yasalarını, genel geçerlik taşı­
çıkışlar süreklidir, sınırsızdır. Bir yutlamıştır. yan kurallarını, fizik alanın özün.Ü
devinmenin ( hareketin ) nedeni, on­ Devinme (hareket) , olayını kavramakla varılır. İlk kımı ldatıcı
dan bir önce gelen, kendi türünden sağlayan bir ilk kımıldatıcı güç, (muharrik-i evvel) olan Tann. yal-
1 99
nefsıı bağımsız bir özdür, bir töz­
dür (cevher) , gövdenin bir ilineği
(araz'ı) durumunda değildir.
İbn Rüşd'ün bilgi anlayışında
Aristoteles'ten çok Empedokles'in
etkin olduğu görülür. Empedokles'e
göre insan, bir ccküçük evren»dir,
evreni kuran toprak, yel, su, ateş
gibi ilkeler insan varlığında da var­
dır. Bundan dolayı insanla evren
(alem) yapı bakımından özdeştir.
Bu değişik ilkelerin birleşmesini
sevgi, ayrılmasını tiksinme (nef­
ret) sağlar. İnsanın evreni, evren­
deki varlık türlerini bilmesi onlar­
la özdeş olması yüzündendir. Çün­
kü ccnefsıı , ister kendi dışında, is­
ter içinde olsun, «kendinden» olan
her şeyi bilir. Nefsler bütün insan­
larda ccözdeşıı niteliktedir. İnsanla­
rın bilme, kavrama atılımı da bu
nedenledir.
Toplum, tek tek insanlardan
kurulu bir ccbütün» dür. Bütün in­
sanların bir toplum içinde birleşik,
anlaşmış, dayanışmalı yaşama ge­
reği vardır. İnsan tek başına evren­
de yaşayamaz, onun bir toplum
varlığı olduğu bu yalnız yaşaya­
Isldm dinı ölülere büyük önem verir ve mezarlıkları kutsal yer mayışından bellidir. Toplumu ku­
olarak kabul eder. ran belli olanaklar vardır. Bunla­
rın en önemlileri yardımlaşma, da­
nız fizik ortamında bulunabi lir. Arı­ etmediği) bundan bellidir. Tanrı yanışma, karşılıklı anlaşma, iş bö-
cak, İbn Rüşd'ün anladığı, ,, fizik» tek tek olanları değil cckülliler»i bi­ 1 ümü, birlikte iş görme eğilimi vb. '­
duyularla algılanan, doğal varlık lir. dir. Toplum bir akıl varlığıdır. Var­
türlerinin bulunduğu «bütünıı dür. Bütün kötülükler, insanların lığını sürdürmesini sağlayan şey,
Tanrı, evreni (kainatı) yöneten tanrısal yasalarla bağdaşmayan, akıl ilkelerine uygun olarak kuru­
engin, sınırsız bir güçler birikimi­ onlara aykırı gelen eylemleri, dav­ luşudur. İnsan, öteki düşünürlerin
dir, arınmış bir istemdir. Önü sonu, ranışları yüzündendir. Tanrı bil­ sandıkları gibi (İbn Tufeyl, Gazali,
sınırı, bitimi yoktur. Bütün yö_ne­ gisi sürekli bir eylem içinde o!du­ İbn Bacce ) tek başına, toplumdan
tici, düzenleyici, sıralayıcı güç, ğundan, belli etkilerden doğmaz; ayrı, kendi içine kapalı olarak ya­
onun engin isteminden doğar. O ancak, gök katlarının kendi yörün� şayamayacağı gibi, ccimam» da
bir «akl-ı kül» (tüm us) bütünü­ geleri üzerindeki dönüşleri Tanrı toplumu oluşturmak, varlık alanı­
dür, başka bir deyişle, bütün evre­ istemine dayanır. na çıkarmak için yeterli değildir.
ni kuşatan cctümel ustun> (külli Bilgi, temel kaynağını akılda İbn Rüşd'e göre, toplumun yöneti­
akl ) . Ancak, içinde bulunduğumuz bulur, onu sağlayan akıldır. Bilgi­ mi bilgelerin, yetkin, yetişkin kim­
evrene doğrudan doğruya karış­ nin kesinliği, genel geçerliği akıl selerin elinde olmalıdır. Yönetim
maz, evrenle bağlaşımlı değildir ilkelerine bağlıdır. Bilme eylemini bir yetenek, bir bilgi işidir. İbn
(alemle Allah ittisal içinde değildir) . yaratan insanın özündeki ccnefs» tir ; Rüşd burada Eflatun'un «Devlet»
Tanrı ilk akla (akl-ı evvel'e) , o da 'bu nefs bir töz (cevher) olup göv� adlı yapıtında düşündüğü devlet
varlıklara (eşya'ya!) oluş gücü ka­ deye bağlı değildir. Aklın bulundu­ anlayışına uygun bir görüş ileri sü­
zandırır. İlk akl yıldızlarda saklı . ğu yer bu nefs'tir. Nefs ile akıl rer.
güçlerin, gök katlarında ( felekler­ bağlaşımlı, kaynaşık bir nitelikte­ Yönetim ( Siyaset) , toplumu
de) diriliğin oluştuğu ortamdır. dir. Nefsin kendine verilenle ken­ yönetme bilgisidir, bu nedenle bi­
Gök katlarının her biri, kendine dinde olanı bilmesi niteliği, akılla lim yapan, bilge olan kişilerin işi­
özgü bir daire içinde bulunur, orda olan bağlaşımı yüzündendir. Bil­ dir. Yönetimin başlıca görevi hal­
döner. Gene her dairenin, aklı, bel­ menin üç ayrı ilkesi vardır. kı okutmak, bilgi bakımından ay­
li bir sınırı, yörüngesi vardır. Bu A) Her varlık'ın bilinmesi, dınlatmak, yetiştirmek, eğitmektir.
gök varlıklarının özünde bulunan kendi özünü kuran, kendlai oluştu­ Bu da felsefe ile gerçekleşebilir.
akıllar, ((yukardan aşağı)) doğru sı­ ran ilkelerle gerçekleşir. Geleceğin yöneticileri, bilgeleri ola·
ralanır, birbirine bağlı bir varlık B ) Her varlık, yalnız, kendi cak olan gençlere akıl ölçülerine,
dizisini oluşturur. Bu düzen de tan­ benzeşiğiyle, kuruluş, yapı bakımın­ mantık kurallarına göre bütün bil­
rısal özden gelir. Gök katlarının dan özde.ş olduğu varlıkça bilinir. giler verilmeli, şiir okutulmalı, gü­
devinimleri birbirini Jzler. Tanrı Bilme biraz da özdeş olmaya bağlı­ zel konuşma, ölçülü tartışma kural­
özünden yalnız cdyi)) (hayr) do­ dır. ları öğretilmelidir. Toplumu oluş­
ğar. Onun cckötülük» le (şer) bir C ) Nefsin her nesneyi bilmesi, turan insanlar arasında, gövde ya­
bağlantısı yoktur. Evrende olup bi­ özünde, bütün varlık özelliklerini pısı dışında bir kadın-erkek ayrılı­
ten işlere karışmadığı (müdahale taşımasından dolayıdır. «Bilen ğı yoktur. Toplum düzeninde er-
200
keklere tanınan bütün yönetim · yet­
kileri, özellikle sanat, kültür, eği­
tim, öğretim alanında bulunan dü­
şünce ürünleri kadınlara da tanın­
malıdır. Çok özel durumlar, görev­
ler dışında kadın-erkek ayrımı doğ­
ru, akla uygun bir d,avranış değil­
dir. Akıl, nefs bütün insanlarda bir­
dir, özdeştir. Kadınlar güzel sa­
natların birçok dalında erkeklerden
daha yetenekli, daha başarılıdır.
Hukuk alanında kadınlarla er­
keklerin eşit olması insan varlığı­
nın özü gereğidir, doğayaı akla uy­
gundur.
Akıl, insana doğruyu, gerçeği
tanıtan tek yoldur. Aklın dışında
insan için bir ölçü yoktur. İnsan
yalnız akılla Tanrı'ya ulaşır. Bü­
tün insanların akılları tek kay­
naklı olduğundan dolayı özdeştir,
eşittir. Ancak akıllar biri gök kat­
larının, öteki insanların olmak üze­
re ikiye ayrılır. Gök katlarının
akılları <Cfeleki akıllar»dır. En yük­
sek aşamada ilk akl (akl-ı evvel)
bulunur. Bu Tanrıya yakın olan,
Tanrının evreni yönetmesinde aracı
durumda bulunan akıldır. Tanrı bu
ilk akılla birleşme (ittisal) içinde­ Selçuklu döneminin güzel örneklerinden biri olan Erzurum camii
dir. İlk akıldan yıldızları yöneten ( XIl.yy. ).
akıllar fışkırmıştır. Akılların birbi­
rinden fışkırması (sudıir'u) belli bir re felsefenin de varlığı (onu konu yok olur.
sıraya göredir. Sonraki öncekinden edindiğinden) gereklidir. Akıl , nefs İbn Rüşd, felsefeye karşı çıkan,
doğar. Her gökkatı (felek) , onu yö­ bütün insanlarda birdir, nefsler aklı imanın buyruğu altına koyan
neten akıldan fışkırır. Bu yüzden arasında bir değişiklik, bir ayrılık Gazali'yi kesin bir dille eleştirmiş,
gökkatıarı da dokuz tanedir, akıl­ bulunmaz. Kazanılan akıl (m üste­ imana karşı aklı, dine karşı felse­
ları da. Gökkatlarının c<nefs» leri, fad, mukteseb) insanı esinlenme feyi savunmuştur. Bu nedenle fel­
onları yöneten akıldan doğar. Böy­ (ilham) ile anlamaya yöneltir, onun sefe tarihinde onun düşünceleri ke­
lece ilk akılla birlikte on akıl olur. gizli yanlarını kavramaya doğru lamcılara karşı bir tepki olarak
Ancak akıl bağımsız bir töz değildir. iter. Bunun sonucu, insanda bilgi nitelenir. Gazali'nin Tehafutu'l Fe­
ilk maddeye (heyıila'ya) bağlı su� edinme yüzünden içten bir yüksel­ lasife (Feylesofların Yıkılışı) adlı
retten yoksun bir yeti, özün ( zat'­ me, yücelme bulur, yaşamın, evre­ eleştirici, yerici yazısına Teh afutu• l
ın) bir niteliği durumundadır. Bir nin özünü kavramaya başlar. Ba­ Tehafut (Yıkılışın Yıkılışı ) adlı
güç, bir eylemdir akıl. Buna kar­ samak basamak yükselen, derinle­ yapıtıyla karşılık verdi. İbn Rüşd'­
şılık nefs'in etkileme, etkilenme şen bu başarı insanı Tanrı'ya ulaş­ ün düşüncelerini içeren, Aristote­
yeteneği vardır. Dış etkileri olan tırır, onunla birleşir. Bu aşama nef­ les'in yazılarını yorumlayan Külli­
nefs, onlara akla uygun biçimler sin olgunluk (kemal) aşamasidır, yat adlı kitabından başka Maba­
(suretler) verir, düzenler. Nefsin ölümsüz olma buradadır. dü't-Tabia (Metafizik) ve mantıkla
biri akla uygun biçimlendirme (ma­ Ölüm, bir çözülmedir, gövde ilgili, kısa adı ile Menahicu'l-Edil­
kul suret) , biri de akla uygun bi­ ile ruhun ayrılışıdır. İnsan kendini le (Kanıtların Yolları) gibi önemli
çimlendirmeyi alma, gibi iki göre­ bildikçe, bilgi alanında derinleşerek yapıtları vardır.
vi vardır. Nefs bu "makul sô retlen>i çevresini, evreni, özde saklı olanı
yaparken etkin (fail ) , alırken edil­ kavradıkça ölümlü olandan sıyrılıp
gin (münfail) durumdadır. Nefsin
eyleme geçişi, çalışması birleşmeyi
ölümsüz olana doğru yükselir. Bu,
insanın bilgi yoluyla kendini aşma­
kelamcılar
(ittisal'i ) , iki aklın kaynaşması ise sıdır. Kelam akımı, yenieflatuncu
bilgiyi sağlar. İslam düşüncesinde Öl ümden sonra dirilme, eski felsefe görüşünün, doğacı . düşünc·e
sonradan kazanılan akıl (müstefad, duruma gelme yoktur (kıyamet yok" akımlarının, maddeciliğin Islam ül­
yada mukteseb akıl) denen de bu­ tur) , bu boş bir kuruntudur. İyilik, kelerinde yayılmaya başlaması so­
dur. Edilgin akıl (münfail akıl) boş kötülük yalnız bu yaşadığımız ev­ n ucunda, İslam dinini savunma ere­
bir levhadır, eyleme geçen aklın rendedir. Ölümle birlikte gövdeyle ğiyle doğdu. İslam dininin de bir
(faal aklın) etkileriyle çalışabilecek ilgili ne varsa yok olur gider, yal­ felsefe denebilecek nitelikte görüş­
niteliktedir. nız bütün insanlarda özdeş olan, leri, sorunlara karşılık bulacak dü­
Bütün insanlığı kapsayan ortak olan etkin akıl (faal akıl ). şünceleri, ilkeleri olduğu savı ile
ölümsüz (ebedi) bir akıl vardır, kalır, o ölümsüzdür. Buna karşılık ortaya çıktı. Bundan dolayı, ke­
bundan dolayı insanlık da ölüm­ tek tek insanlarda bulunan edilgin lam akımı İslam dininin savunma­
süzdür. Akıl <cmutlak» olduğuna gö- akıl (münfail akıl ) da ölür gider, sıdır. «Kelamn sözü, yunanca (tlo-
201
göre, kelamın tek kaynağı Kur'an'­
dır, onun gösterdiği yolda gitme,
ona uygun düşen konular üzerin­
de düşünme gereği vardır. Kimi
kelamcılar ise, felsefenin sınırları
içine giren bütün sorunlara çözüm
getirmenin gereği üzerinde dura­
rak, ona bir felsefe düzeni ver­
meğe çalıştılar. Bu nedenle, ke­
'
ıamcılar ikiye ayrıldı. Bir Qölümü
iman, akıl yolunu, öteki bölümü
aşk ile sezgi yolunu tuttular. İman
ile akıl yolunu tutanlar ,,uJuhi­
yet», aşk ile sezgi yoluna girenler
�'tasavvuf» anlayışını benimsediler.
Kelam konusu üzerinde, bu ayrı
görüş yüzünden, üç türlü sorun or­
taya çıktı.
A) Tanrının özü ve nitelikleri
(zat ;ile :sıfat) ;
B ) İslam dininin getirdiği ge­
nel inançların geçerliğini, kesinli­
ğini sağlamaya yarayan bütün dü­
şünce ürünleri ;
C ) Varlık kavramı altında top­
lanan bütün nesneler ( mevcudat) .
Resimin İslamlıkta yasak olması, süsleme ve mimarinin gelişmesine Kelam anlayışının bir bilgi da­
yol açmıştır (Resimde, Buhara'da Samanoğullarından kalma bir türb e ) . lı olarak gelişmesi, yayılması ge­
nellikle üç kesime ayrılır. Önce, İs­
gosıı , «nomos» sözlerinin karşılığı an'ın sonradan yaratılmış (mahliık) lam inançlarını, Kur'anla, Hadis'­
olarak anlaşılır. Aklın karşısına olduğu düşüncesine inanır. lerle bildirilen bütün din ilkelerini
imanı, felsefenin karşısına dini, de­ İmana dayanan, onun bilmede savunmayı, batıl inançlara karşı
neyin karşısına derin düşünmeyi tek geçerli ölçü olduğunu savunan çıkmayı erek edinen tcehl-i sünnebt
(teemmül'ü) , araştırma - inceleme anlayışa göre, insan aklı zaman - kolu. Bu kolun kurucusu, düşünce­
karşısına içe-kapanışı (inziva, tak­ mekan ile sınırlıdır; onları aşan lerini ((Fıkh-ı Ekber>> (Büyük Tüze)
va) koyan kelam görüşü, işe Tanrı olayları, varlıkları bilemez. Bu ne­ adlı yapıtında ortaya koyan Ebu
varlığından, evrenin yaratılışından, denle, akıl Tanrı'yı, yaratanla ya­ Hanife'dir. Mu'tezile akımının ilk
ruhun ölümsüzlüğünden, oluş-yok­ ratılan (h al ik ile mahluk) arasın­ aydınları olan Vasıl bin Ata, Ebu'l
oluş (kevn-ü fesat) tan başlar. Bü­ daki içten bağlantıyı kavrayamaz, Huzeyl, İbrahim Nazzam başlangıç­
tün felsefe çığırlarına karşı çıkan onda yalnız inanmakla yetinme ge­ ta akılcı bir görüşle kelam çığırının
kelam, bir yandan da, Aristoteles reği vardır. Aklın bilme yeteneği, ilk savunucuları oldular. Ancak,
mantığına dayanır. zaman - uzam sınırları içinde olup bunların akıl ilkelerine, mantığa
İslam dini çevresinde yoğunla­ bitenlerin bile bir bölümüdür. daha çok eğilim göstermeleri, ima­
şan, İslam dininin temel ilkelerini Ruh, Tanrı, ölümden sonra diril­ na akıldan çok üstün bir yer veren
konu edinen bütün dinci çığırla­ me gibi aklın sınırlarını aşanlar, kelamcılarca kınanmalarına yolaç­
rın kendilerine göre ayrı bir kelam akılla bilinemez ; Tanrı, aşkın (mu ­ tı. Bu dönemin aşağı yukarı X.yy.'a
anlayışı vardır. Her tslam mezhebi teal ) bir varlıktır, onu yalnız dü­ değin sürdüğü görülür. İkinci dö­
ayrı bir kelam düşüncesini savu­ şünebiliriz, oütüniyle varlığını ak­ nemde gene Ehl-i Sünnet geleneği­
nur. Düşünmede yalnız akla daya­ la dayanıp kavrayamayız. Bu ko­ ne bağlı aydınlardan Abdullah bin
nan Mu tezile çığırının bile, belli bir nuda, aklın düşünme yeteneği var­ Sad-al-Kul lab (öl. 859? ) ın Mu'tezi­
kelam görüşü vardır. Ancak, ke­ dır, kendini aşanı kavrama gücü le, Cehmiye inançlarına karşı çı­
l.iı..m kavramı daha çok Kur'an yar­ yoktur. Kelamın benimsediği bu kışı ile başlayıp Ebu'l-Hasan Eş'ari,
gılarına, buyruklarına, Hadis'lere görüş, varlık kavramı altında top­ Ebu Bekr Baıkıllani ( öl . 1 0 1 3 ) , Ebu
dayalı mezheblerin geliştirdiği bir lanan bütün nesnelerin akılla bili­ Mansur Matüridi (öl. 94'7 ) , Cüvey­
düşünce ürünüdür. Kelam görüşü, nebileceği düşünc�sini savunan ni (öl. 1085) ile sürer. Gerektikçe
başlangıçta, akıl ilkelerine dayanı­ akılcı, deneyci felsefeye bir karşı çı­ mantıktan. felsefeden yararlanan
yor, sorunlara aklın kurallarına gö­ kıştır. bu İslam düşünürleri kelamda
re bir çözüm getirmeye çalışıyordu. Kur'an ayetlerine, yargılarına ((Tevhid» diye nitelenen Tanrı'nın
Bir süre sonra, imanı akıldan üs­ dayanan kelam anlayışı, ccoluşn u birliği inancını konu edindiler.
tün tutma, aklın a�ak imanın ışı­ Tanrıya bağlar. Tanrı özü Czat' ı ) Bunların felsefeden yararlanmala­
ğı altında iş görebileceği yoluna için ön-son kavramı geçerli değil­ rına karşılık felsefeye karşı çıktık­
koyuldu. Kelam akımı VH.yy. son­ dir. Ön-son ancak zamanla, mekan­ ları, kelam anlayışının kaynağı sa­
ralarına doğru ortaya çıktı, zaman­ la sınırlandırılmış varlıklar . içindir. yılan Mu•tezile ile çatıştıkları, ki­
la gelişti, yayıldı. Tanrı bir kesin varlık (mutlak vö­ minin önce Mu' tezile akımını be­
Ana ko'nusu Kur'an olan ke­ cud) olarak vardır. Geçmiş-şimdi­ nimsemişken, sonradan ondan ay­
lam genellikle ikiye ayrılır. Biri gelecek gibi zaman boyutlarının, rıldıkları görülür. Üçüncü dönem
Kur'an' ın önsüz (ezeli-kadim) oldu­ burda-orda gibi uzun sınırlamaları­ Gazzali ile başlayıp Fahrüddin Ra­
ğu görüşünü savunur, öteki Kur'- nın üstündedir. Kimi kelamcılaı::a zi, Seyfeddin Amidi, Beyzavi gibi
202
Bir İran minyatürü. Minyatürün ortasındaki figür Gazzali'dir (Bağdat
Kütüphanesi ) .

bilginlerce sürdürüldü. Bu sonun­ varabilmesi için akıldan da, onun nır.


cular, genellikle kelam ile felsefeyi işlediği duyu verilerinden de kuş­ İçe kapanan insan her türlü
birleştirme yolunu tutup Gazzali'­ kulanması (şüphe etmesi) gerekir. kuşkudan uzak, genel geçerliği, ke­
den ayrı bir görüşü benimsediler. Bu tür bir kuşku insanı yanılma­ sinliği olan «yakimıa varır. «Yakinıı
lardan kurtarır. Kesin düşünceye gerçeği kavrama, anlama gücüdür.
varabilmek için, önce bütün konu­ Felsefenin görevi bütün konul arda
gazzali lar, sorunlar üzerinde kuşku ile
durmak, sonra yavaş yavaş derinli­
dinin gösterdiği yolda gitmek, ona
yardımcı olmaktır . Kendi başına,
ve felsefesi ğine inip gerçeği araştırmak gere­
kir. Kuşku, gerçeğe giden yoldur.
bağımsız bir bilgi alanı değildir.
«Yakinıı , bir çeşit gönül arınmışlı­
Gazzali, Ebu Muhammed bin Gazzali bu konuda Yahya el-Nahvi' ğı, iç aydınlığı olduğundan, i nsan­
Muhammed ( 1 058-1 1 1 1 ) , felsefeye nin etkisi altındadır. Onun Efla­ daki «sezgi)) gücünü çoğaltı r. Bu
yunan bilgelerinin, o çağda bilinen tun ile Aristoteles'i yorumlayan ya­ sezgi de aklın sınırları üstündedir.
yazılarını incelemekle, yenieflatun­ zılarını okuyunca bu görüşe var­ Gazzali 'ye göre felsefe üçe ay­
cu felsefe çığırına bağlı düşünürle­ mıştır. rılır. Dehriyun, Tahiiyun, İ l a h iyun.
rin yorumlarını, açıklamalarını oku­ İnsan her şeyden kuşkulanabi­ Dehriyun, Tanrıyı tanımadığı, ru­
makla başladı. Sonra akla dayanan lir. Bütün kuşkuların ötesinde, in­ hun varlığına inanmadığı için sap­
düşünceye karşı çıkarak, görüşleri­ sanı yanılmadan kurtaran, kendi­ kındır, onun gerçek l e , d i nl e bağlan­
ni ıdmanl) üzerinde yoğunlaştırdı, sinden kuşkulanılmayan tek varlık tısı yoktur. Tabiiyun ise, Tanrı'nın
cıkelamn görüşünü benimsedi. An­ cıimanıı dır. Felsefenin ele aldığı ilk varlığına inanır, ancak ruhun ölüm­
cak onun anladığı kelam, Mu'tezile neden (illet-i uta) aklın sınırlarını süzlüğüne, öte d ü nyaya (ahrete ) ,
akımının geliştirdiği nitelikte bir aştığından akılla kavranamaz, onu ölüp-d irilmeye, yargı gününe. dinin
kelam değildir. anlamada iman gereklidir. Bilgele­ ana konularına inanmaz. B undan
Felsefe , akla dayandığı sürece rin ileri sürdükleri akıl ilkeleri, akıl dolayı o da doğru yolda değildir.
gerçeğe ulaşamaz, insanı yanılma­ kuralları, mantık yöntemi de ye­ İlahiyun, dine bağlı görünürse de
lardan kurtaramaz. İnsanda bütün terli değildir. Derin düşünme (te­ imana uymaz, akla dayanır. B u ne­
yanılmaların kaynağı akıldır. Bu fekkür) ile varlıkları inceleme (na­ denle o da gerçek yolunda değildir.
nedenle, akıl kesin bir ölçü olamaz. zar) insanı kesin bilgiye ulaştır­ İşte bu nedenle, akla dayanan bü­
Aklın ele aldığı konular, özellikle maz. İnsanın cıhakikatıı ı bilmesi, tün düşünce akımları, felsefe gerek­
din alanında, onun gücünü, sınır­ onu kendi bütünlüğü içinde kavra­ sizdir. Bütün konuları akıl ilkele­
larını aşar. Akıl kendini aşan bir so­ ması için «vahy» ile «istiğrak» ge­ rine, mantık kurallarına dayan a ­
runu ne açıklayabilir, ne de kavra­ reklidir. «Vahyn insanın içine do­ rak açıklamaya kalkan kelamcılar
yabilir. öte yandan aklın işlediği ğan, Tanrı yardımı (inayet) ile in­ da yanılgı içindedir.
duyu verileri de bulanıktır, kesin, sanı aydınlatan bir ışıktır, tanrısal Matematik, mantık gibi yalnız
açık-seçik değildir, onlara da güve­ bildiridir. uİstiğrab ise insanın akla dayanan bilimler de felsefe­
nilemez. Duyular da, insanın duru­ kendi içine kapanması, bütün du­ den ayrı bir nitelik taşımaz, onlar
muna göre, sürekli bir yanılma için­ yulur evrenden sıyrılıp, bir gönül da gerçeğe varamazlar. Bu bilimler­
dedir, boyuna değişir. taşkınlığı içinde, Tanrı'ya yönelme­ le uğraşan kimseler, akıldan kuşku­
İnsanın gerçeğe (hakikata) sidir. İşte gerçek olan böyle kavra- lanmadıkları için, aklın yetersizli-
203
rının karşılığını göreceklerdir.
Gönül gözü, insanda gerçekleri
kavramak için yeterli olan bir töz­
dür tmanevi cevher) . Gönül (kalb)
insan ruhunun en üstün «duyuşıı
aşamasıdır. Sezgi, cckeşf>ı gibi insan
aklının . sınırlarını aşan bütün olay­
ların gerçekleşme yeri orasıdır.
«Kalbıı bilginin de ortaya çıktığı bir
yerdir. ccLevh-i mahfuz,, da (saklı
levha) bulunan ne varsa, gönülde
«gorunuş alanııı na çıkar, yansır.
Evrenin özünü akılla değil bu «gö­
nül gözü11 ile bilebiliriz. Gazzali bu
ugönül gözü11 sözünü bir anlayış ye�
teneği karşılığı olarak kullanıyor.
Nefs, kendi kendini sürdüren
ruhi bir tözdür. Yok olmaz, ölmez.
İslam dininin ccmahşer,, dediği olay,
kimilerinin sandığı gibi ccmaddiı>
değil <<ruhani» dir.
İnsanla ilgili bilimleri kazan­
manın biri tanrısal, biri insansı ol­
mak üzere iki ayrı yolu vardır. Bun­
lar birer öğrenme yoludur. İnsan­
sı öğrenme yolu eğitim, düşünme
gibi iki türlüdür. Düşünme insanın
kendini bir konuya vermesi, derin
düşünceye (teemmül'e) dalmasıdır.
Bu yol, ayrım, insanın kendi içine
kapanış yoludur. Burada cccüz'i
nefsn olan insanın, ıı külli nefs» olan
-

tanrısal varlıktan yararlanması bi­


çimindedir. Tanrısal öğrenme de
İ slam dininde kurban kesmenin onemli bir yeri vardır. yalnız « vahy11 ile, «ilham11 ile olabi­
lir. <1Vahy11 peygamberlerin, uilham11
ğini, sınırlılığını kavrayamazlar. şen bir eylemdir, bir «kuvveden fi­ ise çok üstün yetenekli insanların
Gazzall'nin ileri sürdüğü kuşku ile çıkış11 tır. Bir nesnenin özünde, öğrenme olanağıdır.
(şüphe) , ne İlkçağ bilgelerinin onu gerektiren nitelik ne ise (ateş­ İnsanda tümelleri (külliler) al­
((kuşku için kuşkuıı denen kuşkucu­ te yakma, suda akma, ışıkta aydın­ gılama, kavrama yeteneği vardır.
luğuna, ne de Rönesans dönemin­ latma) Tanrı özünde yaratma da Bu yetenek insanların tikelleri
de bir akıl yöntemi olan bilimsel odur. Yaratma cczat-ı ilahide bir za­ (cüz'iler) kavramasını sağlar. Bu
kuşkuya benzer. İmana dayalı ol­ ruret11 tir. Ancak bu da Tanrının güce çoğunlukla «akıl gücü11 denir
mayan bütün yöntemlerin geçer­ varlığı, özü gereğidir, onun varlığı ki, insanın kendi benliğini anlama
sizliğini söyleyen bir kuşkudur. dışında etkin bir güç değildir. Ev­ bilinci anlamına gelir.
Bilgi, kaynağını insan «gön­ renin oluş nedeni de budur. Gazzali'de akılla iman arasına
lündeıı bulur. Gönlün arınması, Evreni bir «Bütünıı olarak ya­ giren uçurumu kapama eğilimi
((yakinıı ile aydınlanması, bilgiye ratan Tanrı tümelleri (külliler'i) , açıkça görülür. Bunu da, tasavvuf
varmayı sağlar. Bu nedenle, bilgi ayrıntıları (teferruat'ı) bütün in­ anlayışı ile başarmaya çalışır. Ona
sezgi ile olur. Gerçek bilgide kuş­ celikleriyle tek tek bilir. Onun bil­ göre tasarruf, akılla kavranamayan
kulardan uzak, açık seçik olma ge­ gisi zamanla, mekanla sınırlı olma­ gerçeklerin (hakikatların) bilinme­
reği vardır. Duyularla sağlanan bil­ dığından bütün boyutların üstün­ sini, kavranmasını sağlar. Çünkü
gi değildir. Sezgi insana Tanrının dedir, onun için «bilinmezıı , «bili­ tasavvufta geçerli olan içe kapanış,
bağışladığı bir ışıktır (nur) , aklın nemez11 kavramları geçerli değildir. derin düşünmeye dalma, insanı tan­
sınırlarını, yeteneğini, kavrayış gü­ Zaman, evrenle birlikte yaratıl­ rısal evrenle karşı karşıya getirir.
cünü aşar. Bilme, Tanrı yardımı ile mıştır, bundan dolayı <emahluk,,tur. Derin düşünmeye dalan insan, bu­
insanın gönlüne inen bir «nunı dur, Evren, onun içinde yer alan bütün lunduğu madde evrenini basamak
duyulur evrenle, akılla en küçük varlık türleri <ekadim,, değil ccmah­ basamak aşar, gerçek varlıkla yüz­
bir bağlantısı yoktur. Bundan dola­ luk,, tur. yüze gelir, onun «görünüşlerıı ini ta­
yı bilmeyi sagıayan «nur11 , bir <eiçe Ölüm, ruhun gövdeden ayrıl­ nıma olgunluğuna varır. Buna insa­
doğuş11 tur. masıyla başlar. Gövde dağılır, bo­ nın olgunluk aşaması (kemal dere­
Evren, yoktan yaratılmıştır ; zulur buna karşılık kaynağına dö­ cesi) denir. Bu aşamada insan Tan­
tek, yüce bir yaratıcısı vardır, o da ner. Ruh ölümsüzdür. Tanrının bil­ rı'nin yardımı ile (inayet'le) geniş
Tanrı'dır. Bu yaratılma, Tanrı'nın dirdiği kalkım günü (kıyamet) , ye­ bir kavrayış yeteneği kazanır.
özgür istemi ile olmuştur: Bu istem niden dirilip yargılanma (haşr-ü­ Bilimler: Akıldan önce imana,
dışında yaratılış için bir gereksin­ neşr) , cezalandırma, (mücazat) , deneyden önce inanca, felsefeye
me yoktur. Yaratılış olayı, Tanrı­ ödüllendirme (mükafat) · vardır. karşı dine önem veren Gazzali'ye
nın özü (zat'ı) gereği oluşa dönü- Bütün insanlar yaşarken yaptıkla� göre bilimler de konularına, yön-
204
temlerine göre ikiye ayrılır. A) Şer'i
bilimler. Bunlar Tevhid ile Ameli
bilimlerdir. Ameli bilimler de kendi
aralarında üçe ayrılır. Allah hakkı,
Kul hakkı, Nefs hakkı. Allah hakkı
ile Kul hakkı'nı konu edinen bi­
limler Fıkıh, Nefs hakkı'nı konu
edinen bilimler· Ahlak adını alır. Bu
bölüme giren bilimler, Kur'an ile
Hadis'e dayanır. Onların kuralları­
na, görüşlerine uyma gereği vardır.
B) Akli bilimler: Matematik -
Mantık, Doğa (tabiat) bilimleri,
Metafizik. Bu bilimlerin · de gene İs­
lam dini kurallarına, genel görüş­
lerine uygun gelmesi gerekir.
İslam ülkelerinde Gazzali'nin
etkisi hızla gelişti, geniş bir alana
yayıldı. Özellikle Endülüs meşşai
bilgeleri ona karşı çıkarak ««reddi·
ye,, ler yazdılar. Felsefeye inanma­
yan, onu gereksiz, geçersiz sayan
Gazzali, ccEl-Munkızu min ed-Da­
l81$>(Sapkınlıktan Kurtaran) adlı
yapıtında, İslam dininin genel gö­
rüşlerine, imana dayanarak felse­
fenin sapkın olduğunu, insanı doğ­
ruya, gerçeğe ulaştıramayacağını
ileri sürdü. En büyük yapıtı sayı­
lan ((İhya-yi Ulumu'd Din,, (Din Bi­
limlerinin Diriltilmesi) adlı yapı­
tında ise, gene Kur'an'a, Hadisler'e
dayanarak, onlardan örnekler geti­
rerek, dinin içerdiği değişik konula­ İ slam felsefesinin odak. noktaları medreselerdir. Bu nedenle, İ slam
rı inceledi. ülkeleri sayısız medreseyle donatılmıştır.
İslam düşüncesinin güçlü bir
savunucusu olan Gazzali'nin görüş­ sürmüştü. Buna karşılık Gazzali'nin na doğru belli basamaKlara uygun
leri, yenieflatunculuğa, daha çok geliştirdiği, belli bir yerde gene olarak yürür. Bu belli . aşamalarda
da tasavvufa dayandığı için, Ehl-i akıldan yararlanan, kelam anlayı­ yayılan nurların (ışıkların) tek
Sünnet görüşünü savunan, bir bü­ şı, insanı bir cıiman varlık» ı olarak kaynağı Tanrı'dır. Bu nedenle Tan­
tün olarak Şeriat 'a öncelik tanıyan almıştı. İşrMti · görüşü insanın bir rı nurların nuru'dur (Nuru'l-en­
düşünürlerce pek tutulmaz. Bu ne­ «Sezgi varlıkıı ı olduğu kanısındadır. var) .
denle, İslam müftü_l eri Gazzali'nin Akıl, ancak duyularla verilenleri Bütün dış görünüşlerden, dış
düşüncelerini dine aykırı bulur. Bu ölçmeye, düzenlemeye, belli bir etkilerden sıyrılarak kendi içine
konuda yaygın tartışmalar vardır. «yer»e koymaya yarar. Gerçekleri, kapanan (mükaşefe'ye dalan) in­
İşraki Akımı, kaynağım Aris­ evrenin özünde saklı gizlilikleri ( il­ .san, adım adım, derin derin dü­
toteles ile Yenieflatuncu felsefe an­ keleri) bilemez, kavrayamaz. Akıl şünmeye dalarak bu yüce kaynağa
layışında bulan akılcı, kelamcı dü­ sınırlıdır. sezgi evreninde, akıl-üstü yönelir, onun varlığını kavrar, o­
şünce akımlarına karşı ((sezgi» yi oluşların geçtiği ortamda iş göre­ nunla aydınlanır. Bütün varlık tür­
savunan bir çığırdır. XII. yy.'da or­ mez. leri bu yüce kaynağa yöneliktir,
taya çıkıp kısa bir süre içinde bütün Varlık ortamında geçen bütün ona ulaşmak eğilimindedir.
İslam ülkelerinde hızla yayıldı. İş- olaylar, oluşlar akıl kurallarına, Var oluş, Tanrıdan (nurların
. nurundan) aşağı doğru bir ortaya
raki kavramının gerçek anlamı <<do­ akla dayanan düşünme ilkelerine
ğuş » , «aydınlanmaıı dır. Güneşin uygun değildir. Doğruyu, kuşkudan çıkış (sudur ) niteliğindedir. Tan­
doğuşµyla evrenin aydınlanışı gibi uzaık olanı bilmenin, kavramanın rı kendinden başka bir varlığı ge­
gerçeklerin insan özünde sezgiyle tek yolu vardır, o da ıısezişıı tir. Se­ rekli kılmaz, o, bir nur olarak, yal­
ortaya çıkışı sonucu doğan açıklık, ziş, insanın içine doğan, gerÇekleri, nız kendi özü ile (zat'ı ile ) vardır.
parlaklık, «nurıı anlamında söyle- gizlilikleri kavramasını sağlayan Onun özü, oluşu, kendi bütünlüğü
nir. aydınlatıcı bir ışık kaynağıdır. içinde varolmayı gerekli kılar. Bü­
İşrMd düşüncesinin dayanağı Aydınlık karanlık (nur - zul­
- tün varlık türleri belli bir düzey­
((iman» dır. İnsanın içini aydınla­ met) : Evreni dolduran varlıklar, de (oluş ortamında) Tanrıyı gerek­
tan, gerçeğe ulaşmasını, bilgi edin- · kendi bütünlükleri içinde, ikiye ay­ tirir.
mesini, tanrısal varlıkların ((görü­ rılır. Bu ikilik bir karşıtlık niteli­ Bilgi'ye varmanın üç ayrı yolu
nüşıı ortamındaki yansımalarını ğindedir. Özlerine, yapılarına·, ge­ vardır ; cckeşf>I, ((ilham», ((seziş».
kavrayan bu «imanııdır. 1<İmanıı nel niteliklerine göre belli oluş aşa­ Bunların en üstünü seziştir . . Seziş­
insanın içinde doğan bir ıınur» , bir malarında bulunan varlıklardan le sağlanan kavramlar açıktır, s�­
parlaklıktır. Meşşai felsefesi insanın birbirine 1<aydınlıkıı (nur) saçılır. çiktir, bütün kuşkulardan uzaktır.
.
bir 1<akıl varlıkııı olduğunu ileri Bu olay da en yüceden en aşağı ola- Bütün varlık, bilgi, ahlak so-
2Q5
vardır. Bu durum bütün varlıklar
için böyledir. Tanrı bütün varlık­
ların kaynağıdır.
Bilgi, duyularla, akıl yoluyla
elde edilmez. Gerek duyular, gerek
akıl, insanı durmadan yanıltır. Bu­
nun böyle olduğu akıl yolunu tut­
tuklarını söyleyen bilgelerin bile
bir konu üzerinde anlaşmaya vara­
mayışlarından bellidir. Bilginin
kaynağı duyuş ile seziş'dir. (Keşf
ile hads ) . Bilgi insanın içine bir
«nur» olarak doğar. Bunda tanrı­
sal bir etki vardır. Bu tür bil­
gi, insanın kendi özünü eğitmesi,
arıtması ile gerçekleşir. Bunda da
Tanrı yardımı gereklidir. Özünü
arıtan (nefsini terbiye eden) kişi
doğa, ruh, mana evrenlerini aşarak
nurların nuru (nuru'l-envar) olan
Tanrı'ya varır (ittisal) . Bu bilgi
yolu içe kapanıp derin düşünceye
dalma, duyuş (mükaşefe) yoludur.
İnsan çevresini kuşatan varlıkla­
Hz. Muhammed'in Mısır valisine gönderdiği mektup. Mektubun al­ rın özünü de bu ((nur» ile bilebiliriz.
tında peygamberin mühiirü görülüyor. Bunda da seziş, duyuş gerekir. Akıl,
akılyürütme (istidl8..l ) bu alanda
runıarını ((nurıı kavramı ile açıkla­ geçerli değildirler.
yan işrakiye felsefesinin kurucusu, sühreverdi Bizim «madde» dediğimiz, za­
::;; aha.beddin Sühreverdi'dir. Onun man, uzam ile sınırlı varlık, bir
XII. yy.'da. ortaya attığı bu görüşü, Şahabeddin Sühreverdi ( 1 1 53- karanlıktır (zulmet) . Onun ince­
izinden yürüyenler geliştirdiler, da­ 1 1 91 ) , iran'ın Sühreverd ilinde lenmesi sonucu, belli bir diziye gö­
ha yaygın bir duruma soktular. doğdu, çeşitli İslam illerinde öğre­ re, cisim, gökkatları (felekler) , so­
Bunlar arasında, Sühreverdi'nin nim gördü. Önce fıkıh, tasavvuf, yut varlıklar evreni (mücerredat) ,
öğrencisi Şehrizuri, hocasının gö­ din konuları üzerinde çalıştı, sonra ruhların bulunduğu evren «melekôt
rüşlerini bir bütünlük içinde çevre­ çevresinden el ayak çekip kendi içi­ evrenin en sonra da Tanrı bilinir.
sine yaydı. Bu konuda yazdığı ne kapandı. Bir süre sonrı:ı bütün Maddeden yukarı doğru yükseldik­
uNüzhetu'l-Ervah» (Ruhların Se­ çalışma gücünü felsefe konuları çe karanlıktan aydınlığa (zulmet­
vinci) adlı yapıtında işrakiye dü­ üzerinde yoğunlaştırıp Yenieflatun­ ten nura) varılır. Bilgi edinme de
şüncesine bir düzen niteliği kazan­ cu düşünce çığrının ürünlerini in­ yalnız akıl değil, onun genel kural­
dırdı. İşrakiye felsefesi, Nasirüddin celedi. Bu çığırın etkisi altında (ilk larına dayanan mantık da, geçerli
Tusi, İbn Arabi gibi bütün düşün­ dönemlerinde ) , kısa bir süre içinde değildir. Bu nedenle Aristoteles'e
celerini imana dayandıran bilgeleri geniş bir alana yayılan, işrak (ay­ ' dayanan Meşşai akımının bilgi an­
geniş ölçüde etkiledi. Daha sonraki dınlatma) adı verilen görüşünü or­ layışı yeterli sayılamaz. Gerçek bil­
dönemlerde İbn Kemmune (öl. taya attı. Bu görüşün kaynağı, es­ gi aklın sınırlarını aşar, · duyuların
1284 ) , Kutbuddin Şirazi, (XIII. yy. ) ki İran, Hind inançları ile Yenief­ ötesindedir.
bu görüş doğrultusunda aydınlatıcı latuncu varlık anlayışının bir karı­ Evren, genellikle önsüz - son­
yazılar yazdılar. Cela.lüddin Dev­ şımıdır. Sühreverdi'ye göre, varlıık suz ve yaratılmış (kadim ve hadis)
vani (öl. 150 1 )
, Giyasüddin Man­ basamaklarının doruğunda Tanrı olmak üzere iki türlüdür. Daha
sur Şazi (öl. 1542 ) , Vedud Tebrizi bulunur, yaratılış ondan «sudur» doğrusu evrenler ikiye ayrılır. Bun­
(öl. 1 542) gibi bilgeler, Sühreverdi'­ (fışkırma) yoluyla başlayıp aşağı lar da gene Tanrı'ya bağlanır. Tan­
nin yazılarını oldukça geniş ölçüde doğru bütün varlık aşamalarına de­ rı gibi önsüz-sonsuz olan evrenler,
yorumladılar, onlara yeni yeni ek­ ğin iner. Sühreverdi bu görüşlerini gök katlarının ( feleklerin) akılları,
ler, açıklamalar yaptılar. Bütün en özlü yapıtları olan Pertevname nefsleri (varlık özleri) , soyut tü­
oteki İslam düşünce akımları için­ ( Işık Kitabı) ile Heyakili'n-nur'da mellerdir (mücerred külliler) . Bun­
de en uzun yaşayanı olan işrakiye ( Nur Heykelleri) dile getirir. lar, Tanrı'nın yüce özlerindendir.
görüşü, XVII. yy.'a değin gelişti, Tanrı, bütün geçici nitelikle­ Buna karşılık hayvansı ruh (hay­
İran, Arabistan, Anadolu ülkelerin­ rin üstünde bir «nurıı dur. Onun vani ruh ) , nefs-i natıka (canlılar
de yayıldı. İbn Şerif Herevi (XVII. önü-sonu yoktur. Var olmak Tanrı­ dizisinde insanın yerini belirleyen
yy. başları) , Molla Sadreddin Şira­ dan bir cınur» olarak fışkırmaktır. öz Onsan ruhu ) , öteki varlıklar ( un­
zi ( öl. 1640 ) , İsfahan'lı Mir Damad Tanrıdan başlayan oluş yukardan surlar) sonradandır (hadis) . An­
(öl. 163 1 ) bu görüşü sürdürdüler. aşağı doğrudur. Ancak en aşağı cak onlar da Tanrı'dandır. Tanrı ilk
E.kober Şah çağında, Hindistan'da katta bulunan varlık türlerinde ka­ (kadim) olduğundan dolayı onun
da yayılma olanağı bula� işraki dü­ ranlık ( zulmet) vardır. Bu nedenle yarattığı evren de ilkdir (kadim ) .
şüncesi, zamanla tasavvufla karışıp en alt basamaktan en yüce basa­ Bu da Tanrı'nın (nurların nurunun)
kaynaştı ; Anadolu'da yaşamış· bir­ mak olan Tanrı'ya, karanlıktan ay­ ilk neden (illet) oluşu yüzündendir.
çok tasavvuf düşünürü bunun etki­ dınlığa doğru (zulmetten nur) Varlık türleri : Bütün varlıklar
si al tında kaldı. yükselme, Tanrı özünde << birleşmeıı uolUŞ» larını «nUrıı a borçludur.
206
«Maddeıı kavramı . altında toplanan
bütün varlık türlerinde karanlık
(zulmet) vardır. Ancak bu karanlık
da belli bir aşamada C<nurıı ile ay­
dınlanarak «oluş» ortamına çıkar.
Karanlıktan aydınlığa ( zulmet 'ten
nur'a ) geçiş anlamına gelen bu
«Oluş» , gene «nurıı ile sağlanır. Do­
ğaüstü varlıklar ise yalnız «nur»
dur. Varlı�ların oluşunu sağlayan
bu nur üç türlüdür : A) Nur-i arız;
nefslerin ruhu, B) Nur-i malız, ya­
da nur-i mücerred (salt nur) ; C )
Nunı'l-envar, (nurların nuru) .
Nuru ' l-envar (nurların nuru)
Tanrı ' dır. O bütün niteliklerin,
oluşların üstündedir. Onun öteki
nurlarla ilgisi, onların kaynağı,
oluş nedeni olması yüzündendir.
Nur-i arız, «nefsler » in nurudur,
onlarla bağlantılı, onların oluşunu
sağlayan nurdur. Nur-i malız (salt
nur) ise kendi başına var olan nur­
dur. Akılcı bilgelerin « faal akh> de­
dikleri budur.
Oluş dizisine göre tözler (cev­
Cebrail Hz. Muhammed'e "Allah" adını anmasını söylüyor.
herler) nur-i arızlar, varlıklarını
'
«mücerred nur» a, o da varlığını de bu yüzdendir. Ancak ölümü , et­ bunlarla, bunların olu_şturduğu ge­
nurların nuru olan Tanrı'ya borç­ kisini güçlendirmiş, düşüncelerinin nel düzen içinde vardır. Bütün top­
ludur. Nurların nuru (Nunı'l-En­ daha geniş bir alana, daha hızla lumların özünü biçimlendiren, on­
var) varlığını yalnız kendi ozune yayılmasını sağlamıştır. Görüşlerin­ ları oluşturan, insanların düşünce­
borçludur, yalnız kendi özü gereği de Zerdüşt inançlarının izleri bu­ leri, davranışlarıdır. Toplum, nite­
vardır. Bu nur tektir, çoklukla lunduğu gibi, eski Anadolu inanç­ liğini, içerdiği insanların tutumla­
( kesret'le) ilgisi yoktur. Çokluk larının kalıntıları da vardır. Özel­ rı ile kazanır. Bundan dolayı top­
yalnız nesnelerde (eşyada) vardır. likle ccnunı anlayışı bu niteliktedir. lum, onu kuran insanların genel ni­
Bu da nurların nurunun nesnelerde telikleriyle kimlik, kişilik kazanır.
yansıması (tecelli' si) yüzündendir. İnsan toplumdan, toplum insandan
Varlııklarm (eşyanın ) çokluğu bir
görünüştür (tecelli'dir) . Bu da, ilk
bir sosyolog : ayrı bir varlık olarak düşünülemez.
Toplumun oluşu insanın oluşu,
nura (Tanrı'ya) olan bağlantısın­
dan dolayıdır. Çünkü «tecelli» yal­
ibn haldun insanın oluşu toplumun oluşudur.
Tarih toplumu bütün oluş ko­
nız Nurların nuru için söz konusu İbn Haldun, Muhammed bin şulları içinde, biçimlenişleri açısın­
olabilir. Abdurrahman ( 1 332-1406 ) . Tunus'­ dan inceleme, anlama gereğinde­
Ruh, sonsuzdur (ebedi'dir) , on­ ta Zeytuniye medresesinde fıkıh, dir. Ancak toplumu anlamak insa­
da Yenieflatunculuğun, yada Efla­ kelam, tabiiye, mantık, felsefe öğ­ nı tanımayı gerektirdiğinden, önce
tun'un anladığı anlamda bir onsüz­ renimi gören Ibn Haldun, sonra­ insanın kendi bütünlüğü içinde bi­
lük (ezeli'lik) yoktur. Ruh soyut dan İspanya, Mısır başta olmak linmesi gereği vardır. Çünkü top­
bir nurdur. Tanrının tıpkısı değil­ üzere birçok İslam ülkesini gezdi, lum insandan ayrı, bağımsız bir
dir, bir parçası da olamaz. Ruh, oraların toplum düzenini, insanla­ kuruluş değildir. Bu nedenle toplu­
Tanrı'dan ışık alır. Gövdeden ayrı rın yaşayış biçimlerini, gelenek-gö­ mu anlamak insanı, insanı anla­
bir özdür. Yapı, oluş bakımından reneklerini inceledi. Toplumlar ara­ mak toplumu tanımaktır. Karşılıklı
gövde ile bağlantılı değildir. sındaki ayrılıkları, yaşama yöntem­ olarak birbirini gerektiren «insan -
Ölüm, ruhun gövdeden ayrıl­ lerindeki başkalıkları gördü. Felse­ toplum» bütünü, tarihin konusudur.
ması, gövde ile olan bağlantının çö­ feye böyle gözlemci, deneyci bir Tarih olayların, belli süreler içinde
zülmesidir. Gövde dağılır, doğal öz­ ı:ı.çıdan baktı. Onda felsefe bir tarih ortaya çıkan sınırlı, kesintili oluş­
lere (kendini oluşturan ilk nesne­ sorunu olarak biçimlenir. ların değil, insan varlığını kuşatan
lere) dönüşür. Tarih, insan varlığı ile bağlan­ oluşlar bütününün bilimidir. Açık­
Sühreverdi, felsefesinde, belli tılı kurumların, daha doğrusu in­ çası tarih bir felsefedir.
bir kaynağa değil, kendinden önce sanın yaşadığı, toplum kurumları­ Felsefe, varlık kavramı altında
gelen düşünce akımları içinde deği­ nın oluşturduğu bir cıbütünıı dür. toplanan bütün oluşmaları, neden
şik kaynaklara dayanan, görüşleri­ Toplum kurumlarının kaynağı in­ ( illet) ile oluş (sudur) arasında
ni ayrı ayrı özlerle besleyip gelişti­ san düşüncesinden fışkıran, insan gerçekleşen bütün biçimlenmeleri
ren :cbirleştirici» bir tutum içinde­ yaşamını düzenleyen oluşlardır. konu edinir. Oluş ilkesinden kalka­
dir. Düşünceleri, bir bütün olarak, Bunlar da inançlar, gelenekler, gö­ rak varlık bütününe açılır. Felsefe
İslam dininin ana ilkeleriyle, özel­ renekler, dinler, alışkanlıklar, top­ eskilerin sandıkları gibi yalnız dü­
likle şeriat anlayışı ile bağdaşmaz. lumsal kuruluş biçimleridir. Bütün şünce dünyasında yaşayan varlık­
Nitekim Haleb ' de Selahaddin Ey­ bunların kaynağı insandır. İnsan, ları, olayları konu edinmez. Bir bi­
yubi'nin buyruğu ile öldürülmesi bir varlık bütünü olarak, ancak lim niteliği taşıdığından dolayı ger-
, 207
larla oluşan, insanlardan kurulu or­
tama yönelince, olaylarla, incelen­
mesi · gereken sorunlarla karşılaşır.
Bu sayısız sorunların bulunduğu,
olayların ortaya çıktığı evrende,
insanın yaşamasını sağlayan, in­
sana bir gelişme olanağı veren, onu
ilerleten, birçok kurumların kurul­
masına doğru .iten, gene insanlar­
dan oluşan bir bütün vardır. Bu
bütün ((toplum» dur.
Toplum, üç ana nedenin birleş­
mesi, oluşması sonucu doğan bir
((bütün» dür: A) Dayanışma; B) Or­
tak inançlar, gelenekler, görenek­
ler, işbirliği, C ) Dış etkiler.
Dayanışma, insanların yaşa­
ması, beslenmesi, soyun sürdürül­
mesi gibi köklü oluşl_arın sağlandı­
ğı bir olanaktır. Dayanışmanın kar­
şıtı, çözülmP'diı: Çözülme, bir bü­
tünlük, birlik doğurmaz. Bundan
dolayı, insanların karşılıklı daya­
nışmaları, birleş�eleri gerekir. İn­
san, evrende varlığını, tek başına
sürdürebilecek güçte değildir.
İnançların, geleneklerin, göre­
neklerin ortak oluşu, insanların
daha kola� toplanmasını, birleş­
mesini sağlar. inanç ortaklığı dü­
şünce birliğine, gelenek ortaklığı
da davranış ve eylem birliğine yol
açar. Bu nedenle, insanlar ortak
inançlar çevresinde kolayca topla­
nabilir.
Miraç'ı konu alan bir minyatür ( Londra, British Museu m J . Dış etkilerin başında, korun­
ma güdüsü gelir. Poğa düzeninde,
çeklerle, insanla bağlantılı oluşlar­ doğru düşünmenin yollarını, kural­ insan tek başına kendini koruya­
la ilgilenir. Felsefenin sorunları du­ larını göstermesidir. Deneyle, göz­ maz. Özellikle düşnıandan, yırtıcı
yul ur evrenin dışında, ötesinde de­ lemle kazanılan bilgileri düzene varlıklardan korunma, ortak sa­
ğil, içindedir . ııTanrısal ÖZ» (ilahi koymak, belli bir sıraya göre düzen­ vunmayı, belli bir yerde birleşmeyi
züt) ile ıcyüce us evreni» (ulvi akli lemek, mantığın yararları arasında­ gerekli kılar. Burada, ortak çıkar­
alem) gerçekle bağlantılı değildir, dır. Bu nedenle o felsefenin ayrı bir ların önemli etkisi vardır.
·
onlar yalnız düşüncede vardır. Du­ kolu niteliğindedir. Bu üç ana nedenin biraraya
yulara verilmemiştir. Kaynağı, oluş Felsefe konularının açıklanı­ gelmesiyle kurulan toplum, insan­
nedeni, ilkeleri bilinmeyen bir nes­ şında soyut kavramların, deneye, ların oluşturduğu, küçük bir <1bir­
neyi konu edinerek yalnız düşün� gözleme dayanmayan türetmelerüı likıı tir. Toplumun, zamanla büyü­
me gücüyle türetilen soyut kavram­ yararı yoktur. Bunlar düşünen in­ mesi, gelişmesi, kurwnların çoğal­
larla açıklamaya kalkmak, kav­ sanı daha çok yanılmalara, verim­ ması, dış ilişkilerin daha geniş
ramlarla örülü, duyulur evrende li sonuca götüren yoldan sapmala­ alanlara yayılması sonucu, daha
karşılığı olmayan birtakım ilkelere ra sürükler. Varlık, evren bütünü büyük bir ıcbirlikıı e doğru gittiği
dayanarak çözüm yolları aramak, içinde duyulur nitelikler taşıt', ev­ görülür. Bu büyük, toplumu aşan
tutarlı, olumlu bir davranış değil­ renin dışında, duyulur dünyanın kuruluş da «Devlet» tir. Bir orga­
dir. Varlığı anlamak ancak evren­ ötesinde, soyutlamalar sonucu tü­ nizmayı andıran devletin, doğuş
de var olanı incelemekle, tanımak­ retilen kavramların içerdiği nesne· gençlik, olgunluk, yaşlılık, dağılma
la olur. Duyulur evrende karşılığı ler gerçek değildir. Akıl bir düşün­ dönemleri vardır.
olmayan, insana yaşadığı somut or­ me yeteneğidir, deneyin, gözlemin
tamda verilmeyen bütün kavram­ dışında, insana doğruyu, gerçeği
lar, onlarla kurulu düşünce ür"Q.nle­
ri boşluktadır. Ne insanı, ne de
öğretecek bir ı?;ÜÇ yoktur.
Felsefenin sınırları içinde ka­
ibn haldun'un
toplumu anlamaya yarar. Felsefe­
nin içerdiği S()runlarla ilgili bütün
lan, kalması gereken tarihi yapan
bütün olaylar, bilincin süzgecinden
devlet anlayışı
kavramların kay_nağı deneyler, göz­ geçirilerek düzene konmalı, deney­ Devlet, özünü toplumun oluş­
lemler olma gereğindedir. Yalnız lerle, gözlemlerle kökleri araştırıl­ turduğu, toplumu bütün kurumla­
kavramlara dayıman mantık, in­ malıdır. Bu nedenle, tarihle felsefe n ile kuşatan, bir insan başarısı,
sana yeni bir bilgi kazandırmaz, bir bütünlük içindedir. İkisinin de insan ürünü olan bir <<kuruluş» tur.
onun bir felsefe düzeni olarak tek dayanağı insan bilincidir. İnsan bi­ Onda tanrısal bir özellik, insan dü­
yararı insanı çelişkiden kurtarması, linci kendi içine değil, dışa, insan- şüncesinin ((ötesinde•ı kalan bir ni-
208
telik yoktur. Bundan dolayı devlet
bir «doğa varhğı»dır. Bazı düşünür­
lerin sandıkları gibi devlet insan­
dan önce değil, sonradır. Devletin
özü, en küçük yapıcı, kurucu gücü,
düşünen üyesi insandır. Bu nedenle,
devlete ccbüyuk insam>, insana da
"küçük devlet» denebilir.
İbn Haldun'un bu devlet anla­
yışında, toplumib ilim'in ilk çekir­
deği saiklıdır. Devleti insana, insa­
nı devlete bağlaması, bu iki varlık
�ütünü arasındaki gerekimi göste­
rir. Düşünce tarihinde, devlete in­
san açısından bakan, onu insanın
bir düşünce ürünü diye anlayan ilk
düşünür İbn Haldun'dur. Daha ön­
celeri, devlet tanrısal nitelik taşı­
yan, insanı aşan bir varlık olarak
anlaşılıyordu. İbn Haldun bu görü­
şü sarstı.
Devletsiz bir toplum bilinçlen­
memiş, kendi varlığının özünü, ya­
pısını kavramamış bir «kalabalıkn
demektir. Devleti oluşturan neden­
lerden biri de insanın bir toplum
içinde yaşama eğiliminde olmasıdır.
Toplum içinde yaşayan insanın
sürdürdüğü yaşam toplum yaşa­
mıdır, bunun da türleri vardır.
Toplum Yaşamı; taşıd ığı nite­
likler bakımından biri ccyerleşik»,
öteki ccgöçebe» olmak üzere iki tür­
lüdür. Bu yaşayış türlerinin her
ikisinde de, biri içten, biri dıştan Hz. Muhammed kendine ilk inananlarla sohbet ediyor (G. Silvester'­
gelen iki ayrı baskı, et�i vardır. in gravürü) .
Toplumların biçimlenmesinde bu
iki türlü yaşayışın önemli katkıları kanlıklardır. Bir toplum bütünlü­ bağlantılarla ilgisi yoktur. Toplum­
görülür. Hangi tür toplum olursa ğü içinde yaşayan topluluklar (ka­ sal ilişkilerin gerektirdiği bir ilke­
olsun, iş.bölümü, birtakım uzman­ vimler) da, ccvahşiler, yarı vahşiler, dir; daha açığı, kurucu bir koşul
lık alanlarının doğuşu gibi olayları kabileler» olmak üzere üç türlüdür. olarak toplumun yapısında vardır.
doğurma yeteneğindedir. Bu, toplu­ İnsan toplumunun en gelişmiş, Toplumsal oluşmaların biri de soy­
mun kaçınılmaz bir gerekimidir. en çok biçimlenmiş, düzenlenmiş birliğidir (akrabalık) . O da toplum­
İnsanın yaşadığı toplum için­ olanı kabiledir. Kabile kesin kimli­ sal bir varlıktır ve yakınlık (kara­
de edindiği alışkanlıklar, genel ni­ ğini kazanmış, kuralları, düzenleri, bet) , koruma (vai a ) , kuşak ( h al e f­
teliklerinin kaynağıdır. İnsanın belli yaşama ilkeleri olan bir toplu- nesil) , evlat edinme (dakkale) gibi
özünü biçimlendiren, ona kişilik 1 uktur. dört türlüdür.
kazandıran, bu edinilmiş alışkan­ Toplum biçimleri gibi yaşama Bir toplumun özünü kuran da­
lıklar, benimsediği oluşlardır. İnsa­ tutumları d a ccavcılık, çobanlık, ta­ yanışmayı doğuran etkenleri de,
nın ııyaratılışıı (mizac, karakter ) rım» ol mak üzere üçe ayrılır. Vahşi­ korunma, savunma, ortaklaşa istek
denen kimliğini ortaya koyan özel­ ler avcılıkla, yarı-vahşiler çobanlık­ oluşturur. Toplumun oluşturduğu
lik, toplum etkisiyle ortaya çıkar, la, kabile tarımla geçinirler. Tarım, en büyük, en olgun birlik devlet'­
((kazanılır» . Doğuştan gelen bir ni­ yerleşik 1 düzende yaşamayı gerek­ tir.
telik, özde �aklı bir özellik değildir. tirdiğinden, ancak kabilede ortaya Tutum (tavır) , devleti oluştu­
İçinde yaşanan toplumun yapısı ge­ çıkar, gelişir. Yasalar, toplum için­ ran ilkelerdendir. Devlet bir canlı
reği, kimi alışkanlıklar zamanla de­ de genel geçerlik kazanan kurallar, varlık, bir insan bütünlüğü içinde
ğişir, insanın yeni bir nitelik (tabi­ karşılıklı dayanışma, bağlaşma an­ oluşur. Onun oluşmasını sağlayan
at) edinmesini sağlar. Bu nedenle laşmaları önce, yerleşik düzende dört etken vardır. Bunlar da, tarih,
cchuy» denen nitelik, doğuştan de­ yaşayan kabilede doğar, biçimlen­ coğrafya, iktisat, ruhbilim temelle­
ğil, sonradan kazanılmadır. meye başlar. rine dayanır. Devlet bu dört temele
İnsan tekleri (bireyler) gibi, Toplumu oluşturan çekirdek göre doğuş ile batış arasında sınır­
toplumların da genel nitelikleri, ilke dayanışmadır (el-asabiyet) . lanır. Devletin yapısı, bu etkenler
özellikleri vardır. Bunlar da yaşa­ Göçebelerde, devlette genel geçer­ yüzünden belli bir gerekim ( deter­
yış süresi içinde kazanılır. ·Bizim lik kazanan temel ilke, ana kural , minizm ı altındadır. Bu durum bü­
cchuy>ı, ccmizaç», cctabiat>ı , dediği­ başlangıçta kan bağı biçimindeydi. tün toplumlar için geçerlidir. Dev­
miz nitelikler birer alışkanlıktır. Bu kan bağı, kentlerde toplumsal l et , büyüm e, yayılma, çökme gibi
Gelenekler, görenekler (örfler, adet­ bağlıhk biçimine dönüştü. Dayanış­ üç iç aşamadan geçme gereğinde­
ler) kesinleşen, yoğunlaşan alış- manın soy birliği, yakınlık gibi dir.
209
Hz. Muhammed'i vaaz verirken gösteren bir arap minyatürü ( XIV.yy . J .

İbn Haldun, C<ta·;mı diye ad­ bilim olmak üzere, bütün toplum çerlik taşıyan kuralları, yasaıarı
landırdığı bu üç aşamayı beş bö- kurumlarının sağladığı «bütün» olan bir yaratma, araştırma, ince­
1 ümde inceler, daha doğrusu beş dür. Uygarlık da, öteki kurumlar leme alanıdır. Konusu, kaynağı ge­
tutuma (tavr.' a) ayırır. A ) Başarı gibi kaynağını doğada bulur. Uy­ ne doğadır. Ancak, görevleri, nite­
tutumu (zafer tavr'ı) . Bu tutum garlık ürünlerinin oluşmasında en likleri bakımından bilimler C<akliıı ,
(tavr) toplumsal dayanışmadan (el­ etken ilke, gözlem ile deneydir. Uy­ «nakliıı diye ikiye ayrılır.
asabiyet) doğar. Başarının kaynağı garlık alanında ileri duruma gel­ Akla dayanan (akli) bilimler,
bu dayanışmadır. B) Baskı yöneti­ miş bir toplumda, bütün kurumlar, tabiiyat (insan, hayvan, bitkiler) ,
mi (istibdat tavr'ı) , toplumun, dev­ bilimsel gelişmeler eş düzeydedir. mantık, ilahiyat, tealim (aritmetik,
letin tek elden yönetilmesi kuralı­ Devlet gelişirse bütün kurumlar da geometri, müzik, hey'et) olmak
na dayanır. Toplumda birliği sağ­ gelişir, gerilerse bütün kurumlarda üzere dört ana bölüme ayrılır.
lamak için gereklidir, C ) Barış, da bunun etkisi görülür. Uygarlık Anlatıma dayanan ( nakli) bi­
mutluluk tutumu (ferağ tavr'ı) , bir düzeyinde, bir kurumda ilerleme, limler de, tefsir, kıraat (Kur'an'ın
devletin mutluluk, barış içinde ya­ ötekilerde gerileme olmaz. Bilim­ belli kurallara göre okunması) ,
şama dönemidir, bütün bilimsel lerin gelişmesi, üretici, yapıcı kuru­ hadis, fıkıh, usul-i fıkıh, kelam, ta­
oluşmaların, güzel sanatlar.ın bi­ luşla.rın gelişmesine bağlıdır. Bun­ savvuf, lisaniyat (sözlük, nahiv,
çimlendiği süredir. Devlet kurumla­ dan dolayı üretim kuruluşları ge­ beyan, edeb) , rüya yorumu adı al­
rı ile siyasal güç arasında bir uyum, lişmenin birer ölçeği niteliğindedir. tında dokuz bölümden oluşur.
bir yakınlık bulunur. Ç) Çöküş tu­ Bütün uygarlık ürünleri, insan ak­ Hukuk, kaynağını güçte bulan
tumu (müsalemet tavr'ı) , yönetici lının birer yaratmasıdır. Aklın dı­ bir kurumdur. Toplum içinde sü­
kurumlarda, toplumun çekirdeğini şında başka bir ölçü yoktur. Uy­ rekli anlaşmazlıklar, çekişmeler,
oluşturan ailede, öteki toplum ku­ garlık düzeyinde bütün yaratma­ toplumlar arası çatışmalar vardır.
rumlarında (bilim, sanat gibi ) çö­ lar, düşünce kurumları birer top­ Bunların sonucu «hakıı kavramı
küntüye yönelmenin başladığı dö­ lum ürünüdür. Bunların içinde en doğar. Ancak bu kavram «güçlü» ye
nemdir. Bu dönemde adı geçen bü­ soyut nitelik taşıyan din de öyle­ göredir. İlkel toplumlarda «hak»
tün kurumlarda başıboşluk, sığlık, dir. güçlünündür, bu doğal bir kuraldır.
düzensizlik, verimsizlik başlar, Din : Bir inançlar örgüsü olan Bunun zamanla gelişmesi, toplum­
ayaklanmalar, çatışmalar, anlaş­ din, İbn Haldun'un düşünce düze­ da cıhaklı» ile «haksız» ı ayıran bir
mazlıklar alır yürür. D) Aşırı tüke­ ninde, ayrı bir yer tutmaz. Onun düzenin, bir genel yasanın doğuşu­
tim tutumu (israf tavr'ı) , gelir-gi­ deneye, gözleme önem vermesi, bü­ nu sağlar. Bu nedenle «hukuk» ku­
der dengesizliği, devletin kazanç tün toplum kuruluşlarını akıl ilke­ rumunun kaynağı da gene doğadır,
sağlayan kuruluşları ele geçirme lerine dayandırması, din karşısın­ doğada geçen olaylardır. Doğada
yarışı, borçlanmalar, vurgunculuk­ da sağlam bir tutumu olmadığını «haklı» olan <egüçlü» olandır.
lar, birbirini kayırmalar, C<devlet gösterir. İslam uygarlığı konusun­ İbn Haldun'un bütün görüşle­
malı deniz, yemeyen domuzıı sözü­ da, çağına göre, biraz olumsuz bir ri, düşünceleri Mukaddeme adlı ya­
nün geçerli olduğu dönem. davranışı benimseyen İbn Haldun, pıtında toplanmıştır. Felsefe tari­
Bu dönemler içinde, ulusun ba­ Arapların, yönetici bir uygarlık hinde bütün görüşlerini toplumsal
şarıları, buluşları, yaratmaları ba­ aşamasında olmadıklarını, <<kötü yaşama, gözleme, deneye dayandı­
kımından en önde geleni, uygarlık fatihlerıı olduklarını ileri sürer. ran, olaylara o açıdan bakan ilk İs­
bakımından da en ileri durumdur. Onun için önemli olan bilimdir. lam düşünürüdür. Uzun süre etki­
Uygarlık, bir ulusun yarattığı Bilim, gözleme, deneye, akıl il­ sini gösteren Mukaddeme, birçok
bütün düşünce ürünlerinin başta kelerine dayanan, kesin, genel ge- araştırmanın kaynağı olmuş, an-
2 10
cak İbn Haldun, İslam dinine geniş
yer vermediğinden, İslam ülkelerin­
de dine bağlı öteki bilgeler gibi
önemsenmemişti!. İbn Haldun'un
değeri daha çok Batı'da bilinmiştir.

tasavvuf
felsefesi
Tasavvuf akunı. İslam düşün­
cesinin oluşturduğu çığırlardan bi­
ri de, kaynağını Yenieflatuncu fel­
sefe anlayışında bulan tasavvuf
akımıdır. Tasavvuf evren - Tanrı -
insan (filem - Allah - insan) üçlü­
sünün bir bütünlük içinde bulun­
duğu görüşünü savunur. Eski çok­
tanrıcı dinlerde, ilkel biçimde gö­
rülen bu üçüzlü birlik düşüncesi,
sonradan soyut bir nitelik kazana­
rak, tektanrıcı dinlere, İslam dini­
ne geçmiştir. İslam tasavvufunun
·gelişmesinde üç büyük kaynak var­
dır : Eski Hind inançları Yeniefla­
tuncu felsefe, Mısır - Mezopotamya
inançları. Hind inançlarına göre,
varlığın, evren bütününün kayna­
ğı, bütün Tanrıların üstünde yüce
bir güç olarak egemenliğini sürdü­
ren Brahmadır ( ışık ) . Brahma,
oluşun, varlığın özü, kaynağıdır.
Sonsuz mutluluk (ebedi saadet)
Brahma'nın varlığında yok olmakla
sağlanır. Buddha inancına göre de,
insan ruhunun son aşaması nirva­ Halifeler döneminde yapılan Şam Camii. Halifelerin yetkisi, İ slam
na'nın özünde erimek, ölümsüzlü­ hukukuyla sınırlandırılmıştı.
ğe ulaşmaktır.
İnsanın ölümsüzlüğü, yüce bölgede doğan, Plotinos'un elinde ça suvf'dan (yün ) , yada ehl-i suf­
kaynak.ta (Brahma, nirvana) yok gelişerek-, bir felsefe akımı niteliği fa'dan (salonda, sofada oturan) tü­
olmaya, erimeye bağlı kalınca, du­ kazanan Yenieflatunculuk, bu tek­ rediğini söyleyenler varsa da, arap
yular evreni, insan için bir geçiş tanrıcı inancın en belirgin yorum­ dili kurallarına uymaz. Ayrıca,
yeri, bir ydkluk ortamı niteliğinde­ larını yapmaya koyuldu. İşte İslam mutasavvıf sözünün yalnız Yenief­
dir. Bu görüş, İslam tasavvufunda dininin doğuşundan bir süre sonra latuncu felsefeyi benimseyen. İslam
<cfena fillah» (Tanrı yolunda yok hızla gelişen tasavvuf akımının dinini onun anlayış açısından yo­
olup ölümsüzlüğe kavuşma) anlayı­ kaynağı çoktanrıcılıktan tektanrı­ rumlayan, akla değil, aşk'a, coşkun­
şına dönüşmüştür. cılığa geçerken oluşan bu düşünce luğa (vecd) önem verenler için söy­
Gerek Hind, gerekse Mısır din­ ürünleridir. lendiği göz önünde tutulursa, kav­
lerinde, evrende egemen olan iki Yenieflatuncu anlayışa göre, ramın kökeni daha kolay açıklanır.
tanrısal güç vardı : İyi ile Kötü. Tanrı, akıl yoluyla bilinemez, yüce Tasavvuf, İslam dininin getir­
Eski İran dininde bu ikileme, Ay­ varlığı, aklın sınırlarını aşar. Tanrı diği Tanrı, evren, insan anlayışına,
dınlık ile Karanlık olarak dile ge­ ancak derin bir sezgiyle, gönül gü­ özellikle şeriat kurallarına karşı bir
tirilirdi. Ancak, çoktanrıcı dinler­ cüyle bilinir. Tanrıyı kavramanın tepkidir. İslam inancına göre ev­
de evren bir «bütünıı olarak değil, tek volu sevgi (aşk) ile coşkudur ren, insan yaratılmıştır, yok ola­
sayısız varlıkların, tanrısal güçle­ (vecd) . caktır; insan bir kul'dur, eksiktir,
rin egemen olduğu engin bir alan Bu görüşe dayanan Jslam ta­ sınırlıdır, onda yalnız ruh kalıcıdır.
olarak düşünülürdü. Yalnız İ. Ö. savvufu, VII . yy sonları ile VIII. Tasavvuf anlayışına göre ise, Tanrı
VI. yy. da Ksenophanes tektanrıcı yy. b_ş.şlarında gelişme, olanağı bul­ ile birdir, varlık yaratılmış - yara­
bir görüş ortaya atmış, evreni yö­ du. Hasan el-Basri, Ebu İsmail el tan biçiminde değildir. Yaratanla
neten Tanrı'nın «Birıı olduğu, var­ Mulai, Rebah bin Emreü'l Kaysi, yaratılan birliktedir. Evren Tanrı'­
lıklardan kimseye benzemediği, Cabir bin Hayyam, Malik bin Dinar, dan, Tanrı evrenden ayrı değildir.
salt us, salt istem, salt düşünce ni­ Kuleyd el Seydavi, Mansur bin İnsanda tanrısal özler vardır; insan
teliği taşıdığı görüşünü savunmuş­ Ammar, Fazı · el Rakasi, islam ta­ konuşan, dile gelen Tanrı'dır. Yal­
tu. Sonraları gelişen, yayılan bu savvufunun öncüleri sayılır. Köke­ nız Tanrı vardır derken, insan, ev­
te'ktanrıcı anlayış, daha önce, Me­ ni üzerinde değişik görüşler ileri ren de bunun kapsamı içine girer,
zopotamya'da İbranilerce gelişti­ sürülen tasavvuf sözünün kaynağı, Tanrıdan başka varlık yoktur (la
rilen tektanrıcı görüşle birleşti. İs­ Yunanca bilgelik anlamına gelen mevcudu illallah) , ancak evrenle
lam dininin doğuşundan önce bu .sophos'dur. Tasavvuf sözünün arap- Tanrı birliği vardır (vahdet-i vü-
21 1
yayılmasını kolaylaştıran ilk dü­
şünce ürünleridir. İranlılara karşı
derin bir öfke duyan Halife Man­
sur, yaptığı çevirilerle gelen düşün­
celerin İslama aykırılığını ileri sü�
rerek, İbn Muık affa'nın önce kolla­
rını, sonra bacaklarını kestirdi, da­
ha sonra fırına attırarak öldürttü.
VIII. yy. · da başlayan bu kanlı
tepkiler (İran'a karşı ) , isıa.m ül­
kelerinde eski İran - Hind inançla­
rının yeni bir yorumla yayılmasını
kolaylaştırdı. Nitekim ölümü ölüm­
süzlüğe giden bir yol, sevgiyi kötü­
lüklerden, eksiklerden, geçici (fani)
varlıklardan arınma sayan İran -
Hind inancı, tasavvufta Tanrı'ya
kavuşma, onun varlığında ölümsüz­
lüğe ulaşma, onunla birleşme ilke­
leri diye yorumlandı. Böylece, İs­
lam dininin getirdiği gövde-ruh, ev­
ren-tanrı ayrımını, ikileşmesini iş­
leyen düşünce, İnsan - Tanrı - Evren
bütünlüğüne dönüştü, varlıkta «iki­
Müslümanların kutsal saydıkları Eyüp Sultan Mezarlığından bir köşe. lik» değil «birlik» bulunduğu gö­
rüşünü savundu, geliştirdi. IX. yy.'a
cud ) . Evren, Tanrı'nın görünür ol­ yada İran aydınlarınca geliştirilen böyle bir anlayışla girildi.
masıdır (tecelli) . İnsan, Tanrı'dan bir görüş olarak yayıldı. Görünüşte Tasavvufun en verimli çağı
gelmiş gene ona dönecek, onun İslam dinine dayanan ayrı bir yo­ .IX. yy.'dır . Bu dönemde, Tanrı ile
özünde (zatmda) ölümsüzlüğe ula­ rum niteliği taşıyan tasavvufta, bi­ insanın birliğini, arada bir ayrılığın
şacaktır. Ölüm sonsuz yaşa?'la ge­ raz derinlere inince, eski İran inanç­ olmadığını, insanın görünüşlere
çiştir, yokolmaık değil. insanın larının biçim değiştirip İslam dü­ aldanarak Tanrı ile evreni, insani
Tanrı'ya tapması kendine tapma­ şüncesine karşı bir tepki olarak ge­ ayrı sandığını ileri süren mutasav­
sıdır. Tek tapılacak varlık Tanrı'­ liştiği görüliir. vıflar arasında Ahmed Belhi (öl.
dır (la mabudu illallah ) ; ancak in­ Yenieflatuncu düşünce ürün­ 854) , Zunm1n-i Mısri (öl. 859 ) , Ba­
san da bunun kapsamı içindedir, lerinden fışkıran, sonra Yahudi - yezid-i Bistami (öl. 874 ) , Cüneyd-i
bu nedenle insan da «mabud» dur. Arap düşünürlerinin elinde biçim­ Bağdadi (öl. 9 1 0 ) , Hallac-ı Mansur
Yaratılış olayı, Tanrı'nın ken­ lenen tasavvuf, İran'ın Arap ege­ (öl. 922) gibiler, «tevhidıı görüşü­
di özüne (zat'ına) karşı duyduğu menliği altına girişi sonucu daha nü geniş ölçüde yorumlayarak Tan­
sevginin (aşk 'ın) görünüş alanına geniş bir yayılma alanı bulunca, rı'dan başka bir varlığın buluna­
çıkışıdır (tezahür) . Evren kendi yeni yeni inanç varlıkları ile karşı­ mayacağını, bu nedenle, insanın
kendine varolan (vacib) değildir, laştı. Çok eski bir uygarlığın ka­ Tanrı olduğunu ileri sürdüler. Ba­
ancak Tanrı'nın varlığı yüzünden l ıntısı olan bu inançlar, İran insa­ yezid-i Bistami, Cüneyd-i Bağdadi,
vardır (mümkün ) . Bu varoluş da nının bilinçaltına değin girmiş, bü­ «Tanrı cübbemin altındadır», ccTan­
bir cıgörünüş» tür. Bu ccgörünüş» tün İran aydınlarının düşüncelerini rı benim içimdedir» dediler. Zun­
Tanrı özünden çıkan «kfm» (ol) biçimlendiren bir yapı kazanmıştır. riun-i Mısri «benden başka Tanrı
buyruğu ile gerçekleşti. Öyleyse özellikle mezheblerin doğuşu, İran' yokturıı , Mansur, «Ene'l Hak» (Al­
varoluşun başlangıcı, nedeni söz­ ın Ali'yi, onun soyundan gelen On lah benim) diyerek düşüncelerini
dür (kelılm) . Söz de Tanrının özün­ iki İmam'ı tutuşu, Arap inançları­ açıkça dile getirdiler. Bu yüzden
dedir. Önsüz-sonsuz ( ezeli-ebedi) nın İran insanının yaşama anlayı­
kimi canından olan bu düşünürle­
sözleri bu süreıkli oluşun (an-ı da­ şına uymayışı, katı oluşu, tasavvu­ rin anlayışına göre, insan konuşan
im'in) içindedir. Ondan dolayı da fa siyasal bir yön verdi. Kur'an'la Tanrı'dır.
süreksizdir. Görünüş evreninde gelen kurallara, belli bir ölçüye gö·
bulunan bütün varlıklar Tanrı'nın re akla, imana, kesin yasalara (şe­
özünde vardı, Tanrının sınırsız bil­
gisi bunları kuşatmıştır. Varlıkların
riat'a) dayanan İslam dini, arap­
lardan çok daha eski bir uygarlığın
vahdet-i vücud
özü olan bu bilgilere «ayan-ı sabite» taşıyıcısı olan İranlıların yaratılı­ Tasavvufta İnsan ile Tanrı bağ­
Tanrı bilgisinde var olan, değişme­ şına, yaşama biçimine aykırı düştü. lantısı daha çok ruh (can) konu­
yen özler anlamında denir. O zaman, bu katı, değişmez sayılan sunda yoğunlaşır. Ruh insanda
İnsan varlığını oluşturan ruh din ilkelerinin karşısına, kökünü tanrısal bir varlık, tanrısal bir öz
( can) ile gövdedir (beden) . Ruh, eski Hind inançlarında, ccsevgiıı de olarak görülür. Buna karşılık göv­
gövdeden ayrılıp kaynağına, Tanrı­ bulan, evreni bir «görünüş» alanı de ( bed en) tanrısal bir «görünüş»
ya dönünce, gövde dağılır, ölüm olarak yorumlayan İran düşüncesi niteliğinde anlaşılır. Ruhun içerdi­
olayı gerçekleşir. Gövde ölümlü, çıktı. Daha IX. yy.'da başlayan bu ği söylenen istem (cüz'i irade) , akıİ
ruh ( can) ölümsüzdür İran etkisi, şiirle kolayca yayılma gibi varlıklar da tanrısal birer öz
Başlangıçta, Yenieflatuncu bir olanağı buldu. İbn Mukaffa'nın diye anlaşılır. Böylece insanın gö­
düşünce akımı niteliğine bürünen, (öl. 757) yaptığı çeviriler, Hind, rünen, elle tutulur yanı (gövdesi) ,
tasavvuf, kısa süre içinde İran'da, İran inançlarının İslam ülkelerinde bir Tanrı görünüşü (tezahür) , gö-
212
rünmeyen yanı (manevi varııgı)
ise doğrudan doğruya Tanrının
<<parçasııı anlamında alınır. Cüneyd,
Mansur, Bayezid bu düşünceye
bağlı kalırlar. Böylece tasavvuf, in­
san-Tanrı-evren birliğini (tevhid'i)
savunur. Artık insan ·e vrende, ev­
ren insanda yoğunlaşmış bir <ranrı­
dır. IX. yy.'da oluşan bu düşünce
X. yy. boyunca gelişir. özellikle
görüşlerinin temeli IX. yy.'da atı­
lan Hallac-ı Mansur, X. yy. başla­
rında çok yaygın bir düşüncenin
tek önderi olarak görülür.
XI. yy.'da tasavvuf İmam Gaz­
zali ile yeni bir içerik kazandı. Ye­
nieflatuncu felsefe ürünlerini ana
- basamak olan aklı bir yana
iterek onun yerine imanı koyan
Gazzali'ye göre, tasavvuf «in­
sanın Tanrı'ya yaklaşmasıııdır
Tanrı bütün evreni kuşatan akıl-üs­
tü bir varlıktır, Tek'tir. İnsanın Mevlevilikte sema, dinsel törenin bir parçasıdır. Sema sırasında
Tanrı'ya yaklaşması»dır. Tanrı dervi ş ler kendilerinden geçerek, birbfrlerine htç denmeden dönerler.
bütün evreni kuşatan aıkıl-üstü bir
varlıktır, Tek'tir. İnsanın Tanrı'ya det-i vücud) . sevgiye dayanan bir felsefe akımı
varması içekapanışla, özünün arın­ Senat, Tanrı insanda dile gelir, niteliği verilmek istendiği görülür.
ması ile olur. Ancak, Gazzali, tasav­ insan konuşan Tanrıdır» derken, Ancak bu dönemde de akıl değil,
vufu öteki sufiler gibi anlamaz ; ona evrenden Tanrıya doğru yükselme­ iman ağır basar. İman sevgiyle bir­
göre, tasavvuf da imana dayanan, yi savunur. Onun ilk varlık basa­ leşir, onu güçlendirir. Gerçeğe ulaş­
bütün varlığı Tanrı özünde bulan mağı insandır. İnsanda hem ((cüz'i manın yolu, içekapanış ile arınma­
bir felsefedir. Bu görüş Yenieflatun­ iraden (insan iradesi) , hem de ((kül­ dır. Tek gerçek, evreni kuşatan
cu anlayışın ayrı bir yorumudur : li iraden (Tanrı iradesi ) vardır, ka­ Tanrı'dır. Tanrı ancak, gönülde bir
İşe ahlaktan başlayan, arınmayı rışıp kaynaşmıştır. Evren, ((külli aydınlık niteliğine bürünen 1<görü­
bir yöntem olarak anlayan bir yo­ irade ile doludur.» nüş » le kavran ı r.
rum. İnsanın Tanrı'ya giden yola Senai'nin yolundan yürüyen Tasavvufa bu açıdan bakanla­
girmesi için bütün duyu etkilerin­ Feridüddin Attar (öl. 1 193) da, rın başlıcaları : İbnu'l Ferid, Baba
den, geçici isteklerden, dünya eği­ Tanrı - Evren - İnsan birliğini sa­ Efdal, Muhyiddin-i Arabi, Celaled­
limlerinden sıyrılması, içini Tanrı vunur. Ona göre de varlıkta çok­ din-i Rumi, Sadiz-i Şirazi gibi ay
ışığı ile aydınlatması gerekir. Çün­ luk (kesret) değil, teklik (vahdet) dınlardır.
kü Tanrı bütün aydınlıkların kay­ vardır. İnsanda tanrısal özler bu­ Muhyiddin-i Arabi ( 1 1 62-1240) , .

nağıdır. Bu kaynağa varan yolu lunur. İnsan Tanrı'dır, konuşan, önce felsefe konularını işleyen, ça­
yalnız «sevgiıı (muhabbet) , aydın­ düşünen, eylemde bulunan Tanrı: ğının bütün felsefe akımlarını in­
latır. Bu nedenle, tasavvuf ccaşk Bütün tasavvuf akımını benimse­ celeyen, sonra kendini büsbütün
yolu» dur. yenlerin birleştikleri tek konu, in­ tasavvufa veren Muhyiddin-i Ara­
XI. yy. sonu ile XII. yy. başla­ sanın taşıdığı tanrısal öz dolayısiy­ bi'ye göre tek varlık Tanrıdır ( in­
rında yaşayan Senai (öl. 1 13 1 ) , ta­ le ölümsüz oluşudur. Feridüddin san) . Bütün oluşun, evrenin özü,
savvuf akımına yeni bir anlam ka­ Attar, bu görüşü şiir dokusu için­ kaynağı odur. Tek olan Tanrı bi­
zandırdı. Ona göre Tanrı - İnsan - de işlerken, insanı bir ccseven var­ linemez, önsüz-sonsuzdur (ezeli-ebe­
Evren üçlüsü öz bakımından birdir. lık» olarak niteler. Kendinden önce di) . Varlığı, aklın sınırlarını aşar.
Ayrılık yalııız görünüştedir. İnsan, gelenlerin, özellikle Mansur'un iş­ Bütün evren düzeni Tanrının bir
özünde, Tanrı'yı yansıtan bir varlık­ lediği bu İnsan - Tanrı, Seven - yansımasıdır. Bağımsız bir varlık
tır. Duyularla (gözle) içinde yaşa­ Varlık anlayışı, şeriat ilkeleriyle olmayan evren, Tanrı'nın «görü­
dığımız evreni, gönül gözüyle de bağdaşmaz, bundan dolayı tasav­ nüşıı üdür. «Tanrı Birlikıı inin görü­
Tanrı'yı bir bütün olarak görürüz. vuf, İslam dininde şeriatı tutanlar­ nüş alanına çıkması, evrenin
Tanrı evrendedir. Varlık olan Tek'­ ca yasaklanmıştır. Gerek Senai, (<oluş» udur. Bizim evren dediğimiz
tir (vahdet-i mevcud) . Varlık Bir­ gerekse Attar, tasavvufa eski İran varlık bütünü , oluşunu (vaclığını)
lik'i (vahdet-i vücud) anlayışına inançlarını da kattılar. Böylece ye­ Tanrı'nın Birlik'ine borçludur, on­
göre evren, insan, Tanrı'dadır. ni bir yorum ortaya çıktı : Ne in­ dan dolayı vardır. Bir bütün ola­
<<Varlık Tektir» anlayışına göre de sansız Tanrı, ne Tanrısız insan ola­ rak Tanrı'ya bağlanan evren düze­
Tanrı evrendedir; evren Tanrı'dır. bilir. Bu ikisi birbirini gerekli kı­ ninde, ne zaman vardır, ne değiş­
Tanrı evrendir ile Evren Tanrıdır lar. Tanrı - İnsan - Evren üçüzlü­ me, ne de başkalaşma. O bir ubü­
görüşü ilk bakışta eşanlamlı gibi sünün kökeninde, eski çoktanrıcı tünıı dür. Zaman, değişme insanda
gelirse de, öyle değildir. Varlık dinlerin Gök - Yer - Su üçüzlü tan­ ortaya çıkan bir kuruntudur. İnsan
Tek'tir düşüncesi evrenden Tanrı­ rılarının izleri vardır. görünen evrenle (duyulur evrenle)
ya, (vahdet-i mevcud) , Tanrı tek­ XIII. yy. başlarında daha ön­ görünemeyen evreni (düşünülen
tir diye açıklanan Varlık Birlik'i ce alınan konuların yeniden, ayrı evreni, Tanrısal evreni) hirbirine
ise Tanrıdan evrene yönelir (vah· bir açıdan yorumlandığı tasavvufa, bağlayan bir varlıktır. Oluş bir ard-
213
aşamalarına dayanan bu düzene
göre, kendini Tanrıya veren insan
işe şeriatla başlar, olgunlaştıkça
yükselir, arınır, son basamak olan
hakikat aşamasına çıkar. Bu aşa­
mada insanla Tanrı birleşir. Ancak
bu yükseliş de gene evrende, duyu­
lur varlık ortamında olur. Bu dört­
lü aşamalar düzeni ile dört ilke
(anasır-ı erbaa) denen toprak,
ateş, su, yel arasında bir bağlantı,
gizli bir düğümlenme vardır. O da
dört sayısının kutsallığı ile ilgilidir.
Dörtlü aşama, cansızlar ( ce­
madat ) , bitkiler (nebatat) , canlılar
ı hayvanat) .gibi üç doğurucu öz
(mevalid-i selase) ile bağlantı için­
dedir. Gerek dört ilke, gerekse üç
öz, insan bütününde, evrende, Tan­
rı'da vardır. Kökeni tasavvuf olan
tarikatın kaynağı da budur.
İnsanda tek töz (cevher) ruh'­
tur. Ruh gövdede geçici bir süre
için bulunur, gerçek kaynağı olan
Tanrıya kavuşmak ister. Tanrı,
ruhların toplandığı bir ((bütün»
dür. Ruhun Tanrı'ya karşı duydu­
ğu özleme, kavuşma isteğine «aşk»
denir. Ancak, ıcaşkıı ın doğması, ge­
Hz. Muhammed'in efsanevi yolculuklarından birini aösteren minyatür. lişmesi birtakım koşullara bağlıdır.
Bunların başında ((nefsıı in bütün
arda ortaya çıkıştır (zuhur) . Bütün k i İran, Hind inançlarıdır. İslam geçici eğilimlerden, isteklerden
varlık katları, belli bir düzene göre dininde böyle bir düşünce yoktur. arınması, kalıci olana (baki olana)
Tanrı Birlik'inden görüriüş alanına Bu nedenle aşırı ölçüde şeriata bağ­ yönelmesi gerekir. Gerçeğin kav­
çıkar. Varlıklarda zaman bakımın­ lı kalan İslam düşünürleri ondan ranması bu «aşkıı ile sağlanan «sez­
dan bir öncelik, sonralık yoktur. sözederken «şeyh-i ekfen> (en kafir gin yüzündendir. Sezgi insan gön­
Bütün varlık türleri zamandaştır . şeyh) deyimini kullanmışlardır. lünde yansıyan bir «doğuşıı tur. Bu
Değişmeyen, süresiz bir an vardır Muhyiddin-i Arabi'nin en ilginç köklü doğuş, Tanrı ile insanı bir­
ki, buna an-ı dfı.inı denir. Oluş bir yapıtları Fususu'i - Hikem (Bilge­ leştirir. Şeriatın öngördüğü bütün
gizliden ortaya çıkıştır, o da beş liklerin Özleri) ile Futuhatu Mekki­ tapınma (ibadet) biçimleri özle il­
aşamalıdır. Buna da hazeratü'l­ ye'dir. gili değildir, birer «gösterişıı nite­
hams denir. Kesin gizlilik (gaybu'l XIII. yy. ortalarında tasav­ liğindedir.
mutlak) , ilk belirlenme (taayyunu'l vuf akımı, büsbütün, bir edebiyat - Mevlana üzerinde etkili oldu­
evvel) , ikinci belirlenme (taayyu­ tarikat çığıp niteliği kazandı. Bun­ ğu söylenen, ona tasavvuf sevgisi­
nu's sani) , ruhlar evreni (alemu'l da en büyük etki Mevlana Cela.Ied­ ni aşılayanlardan biri, Sadreddin-i
ervah) , görünüş (zuhur) . Oluş ( or­ din-i Rumi' den ( 1 207- 1 273) geldi. Konev.l ' dir (1210-1274) . Konevi'ye
taya çıkış) bu beş aşamaya göre, Bütün düşüncelerini Mesnevi adlı göre tek varlık vardır o da Tanrı'dır.
birinciden beşinciye (yüceden aşa­ yapıtında şiirle dile getiren M � vla­ Tanrı Birlik'tir ( vahdet) , görünüş
ğıya) doğru gerçekleşir. nfı., kendinden önce gelen iki Iran alanına çıkışı çokluktur (kesret) .
Muhyiddin-i Arabi'nin görüşü­ ozanı Senai ile Attar'm izinden yü­ Ancak çokluk özde değil görünüş­
ne göre, «yaratılışn yoktur, yalnız rür. Derin bir coşkunlukla yoğur · tedir. Tanrı varlık ışığıdır (nuru'l
Tanrı'dan fışkırma (sudur) sonu­ duğu tasavvuf görüşünün doruğun­ vücud) . Bütün oluşlar, türler ondan
.
cu görünüş alanına çıkma (zuhur) da gene Tanrı vardır. Tanrı bir fışkırır (sudur eder ) . Oluş Tanrı­
vardır. . İnsan bunu akılla değil du­ Varlık Bütünü 'dür. Varlık kavramı dan fışkırmadır. Tanrı akılla, duyu
yuşla, sevgiye dayanan bir kavrayış­ altında toplanan ne varsa Tanrı'­ verileriyle anlaşılmaz. Özü, aklın
la anlar. Sevgi, insanla Tanrı'yı bir­ dadır. Tanrı - İnsan - Evren bir kavrayış gücünü aşar. Tanrı'ya var­
leştirir, kaynaştırır. Bütün coşkun­ ııbütünıı dür. Oluş bir tanrısal yan­ manın, onu bilmenin tek yolu ((aşkıı
luklar, .s evinçler, sevinmeler, aşırı sımadır, görünüş alanına çıkıştır. tır. Ancak bu bilme de kesin değil­
tadalışlar (şehvet) tanrısal birer Bütün varlık türleri Tanrıdan gel­ dir. Çünkü Tanrı, özü (zat'ı) gere­
eylemdir. İnsan sevdiği bir kimsey­ diği için, ondan ayrıldığı için ona ği vardır. Bu varlık da insanın bü­
le birleşirken bile, kendini tanrısal dönmenin onun varlığında bir . ol­ tün yeteneklerini aşar, sınırsızdır,
bir eylem içinde bulur. İnsan bir manın özİ emi içindedir. İnsan ko­ insan ise sınırlıdır. Bu nedenle, sı­
coşku varlığıdır. Coşku ise Tanrı'ya nuşan Tanrı, Tanrı konuşan insan­ nırlı olan sınırsız ölanı kendi bü­
yöneliştir. dır. tünlüğü içinde bilemez, yalnız dü­
Muhyiddin-i Arabi'nin ileri Tasavvufun bir tarikat anla­ şünür. İşte bu cıdüşünmeııyi sağla­
sürdüğü bu oluş, gizlilikten açığa, yışı biçimine dönüşmesi sonucu or­ yan ccaşkıı tır, Tanrı'ya duyulan eği­
karanlıktan aydınlığa (zulmet'ten taya dörtlü bir yükseliş düzeni çık­ limdir.
n ur'a ) çıkış anlayışının kökeni, es- tı. Şeriat, tarikat, marifet, hakikat Sadreddin-i Konevi'nin bu gö-
214
rüşü, kaynağını Muhyiddin-i Arabi­
de bulur, yeni değildir. XIII. yy.
sonlarına doğru, tasavvuf görüşü
birer tarikat anlayışı niteliğine bü­
ründüğünden, yapılan bütün çalış­
malar eskilerin düşüncelerini yo­
rumlamaktan, onların yazılarına
açıklamalar, ekler yazmaktan öte­
ye geçemedi. Yalnız Yunus Emre
(öl. 1 320? ) , Yenieflatuncu düşün­
ceye dayanan bu anlayışları çok
açık seçik bir türkçe ile dile getire­
rek, Anadolu'da tasavvuf görüşü­
n ün daha geniş bir alana yayılma­
sını sağladı.
XI. yy.'dan sonra tasavvuf ala­
nında ortaya çıkan değişik görüş­
ler, davranışlar sonucu, cctarikat»
adı verilen kuruluşlar doğdu. Bun­
lar bir ıcşeyh>ı in yönetimi altında
bulunan, belli bir görüşü benimse­
yen topluluklardır. Düşünce bakı­
mından yeniliği olmayan bu kuru­
luşların, küçük birer tasavvuf çı­
ğırı olduğu açıktır. Ancak, tarikat­
ta tek geçerli görüş cışeyh» in dü­
şünceleridir. Onun dışında, ondan
ayrı bir yorum getiren ayrı bir ta­
rikatın, yada kolun (tarikat kolu­
nun) kurucusu sayılır. Hz. M uhammed'in auak izi ( İ stanbul, Top kapı Sarayı ) .
Tarikatların ıcsunni» , uşfüı , ya­
da ccalevin gibi kollara ayrılması yü­ şını, O:ı·pheus adına bağlanan yaşa­ nülemez. Tanrı özü (zat 'ı) ile var­
zünden tasavvuf anlayışında da bir­ ma tutumunu tasavvufa soktu. Baş­ lık türleri arasında ayrılık değil,
takım ayrılmalar görüldü. Bunlar­ ta Tanrı, insan olmak üzere, bütün birlik vardır. İslam dininin, özellik­
dan ccsunnin inançlarına bağlı ka­ canlı, cansız varlık türlerini harf­ le Kur' an'ın getirdiği ilkeler birer
lanlar, az da olsa, şeriat kurallarını lerle, sayılarla açıklama yolunu tut­ örnektir, onlara verilen anlamlar
benimser bir tutum takındılar . ..Şe­ tu. Ona göre varlığın özü, ilkesi yanlış, görünüşe aldanıştan doğan
riatın yasaklarına uydular. Sözge­ harflerdir, sayılardır. İnsan denen birer yorumdur. Bu evrenin dışında
limi içki, çalgı, raks gibi şeriatla tanrısal varlık (insan-ı kamil) otuz başka oir evren, öldükten sonra di­
hağdaşmayan tutumlardan kaçındı­ iki harften oluşan bir olgunluk ör­ rilme, yargı günü yoktur. Madde
lar. Tasavvufla İslam dininin genel neğidir. Evren yapısı, sayılara, harf­ önsüz - sonsuzdur (ezeli - ebedi ) .

kurallarını, şeriat ilkelerini bağdaş­ lere dayanır, onların belli bir düze­ Tanrı istemi (Tanrı iradesi) de,
tırmaya çalışan tarikatların başın­ ne göre birleşmesinden, kaynaşma­ varlık türlerinin özünde bulunan
da, ccNakşibendi tarikatın gelir. Bu sından oluş ur. Tasavvuf bir harfler, itici bir .güç olmaktan öteye geçe­
doğrultuda giden tarikatlar şeria­ sayılar öğretisidir. Fazlullah bu dü­ mez. Düşünen varlık yalnız insan­
tın bütün ilkelerini yerine getirir. şüncelerini «Cavidanıı adlı yapıtın­ dır. Bu nedenle onunla Tanrı ara­
Bunun dışında, ıcalevi» kavra­ da, belli bir düzene göre açıklamış­ sında bir öz birliği vardır. Tanrı bir
mı altında toplanan tarikatlar şe­ tır. varlığın yapısında, özünde olmaya­
riatın bütün ilkelerine karşı çıkar­ Fazlullah-ı Hurüfi'nin yolun­ nı ne dileyebilir, ne de olmasını bu­
lar. Bektaşilik, Mevlevilik (alevi dan giden Seyyid Nesimi (öl. 1 4 1 3 ? ) yurabilir. Tanrı istemi evreni doldu­
kolu ) , Melamilik, Hurufilik bu tür­ ise, bu düşünceleri daha d a ileri gö­ ran varlıklarla sınırlandırılmıştır.
dendir. Bunlara göre, Tanrı ile in­ türerek, insanın bütün varlığı ile Ne varsa insanda vardır.
san birdir, birliktedir. Kur'an'ın, şe­ canlı bir Tanrı olduğu görüşünü Belli bit anlamda insanı tanrı­
riatın getirdiği ilkelerin görünüşte­ savundu. Tanrı evrendedir, insan­ laştıran bu görüş, Anadolu'diı, ta­
ki anlamına bakılmaz. İnsan'ın dır. İnsan Tanrı'nıh konuşan sözü­ savvufun insan anlayışını yan'sıtan,
ı<ibadet » i bile, kendi özüne karşı dür. «Kelamullah-ı natıkn (Konu­ varlık alanında ikiliği, onu-sonu
duyduğu saygıdan dolayıdır. Tanrı şan Tanrıözü) diye adlandırılan in­ ortadan kaldıran maddeci anlayı­
insan özündedir. san, gerçekten Tanrı'dır, evrenle şın başka bir açıdan yorumudur.
özdeştir. Şeyh Bedreddin'in ccVaridatn adlı
'

Bu dönemde, Anadolu'da ya­ küçük yapıtında yoğunlaşan bu dü­


hurüfilik şayan Şeyh Bedreddin Simavi (öl.
1420) maddeci İslam bilgelerini an­
şünceler, daha sonra geniş bir ala­
na yayıldı, özellikle .ccAl-i Allahiıı
XIV. yy.'da Fazlullah-ı Hurufi dıran bir görüşle tasavvuf alanıne. denen, insanı Tanrı . olarak gören,
(ö. 1 394) , tasavvufa eski Anadolu, çıktı. Düşüncelerini Tanrı - İnsan - Allahın halife Ali'nin, kişiliğinde
Trakya inançlarını soktu. Özellikle Evren üçlüsü konusunda yoğunlaş­ biçimlendiğini savunan tas,a vvuf
Pythagoras'ın geliştirdiği sayılara, tıran Bedreddin'e göre evren de anlayışına kaynak oldu.
harflere dayanan düşünceyi, varlık Tanrı gibi cckadim»dir, yaratılma­ Gerek Feyzullah'rn, gerek Ne­
türlerini onlarla açıklama anlayı- mıştır. Onun da yokolacağı düşü- simi'nin, gerekse onlardan çok ön .
215
ce gelen Hallac-ı Mansur'un goruş· Tanrı iyiliğin, güzelliğin, olgunlu­
!erinin birleştiği en önemli nokta, ğun, yetkinliğin tek kaynağıdır.
Anadolu - Yun:;ı.n felsefesinin geliş­ Evren onunla, onun aydınlığı ile
tirdiği ccdört ilke» öğretisidir. İslam doludur. Evren, Tanrı'nın bir göl­
düşüncesinde ccanasır-ı erbaa» diye gesi, gôrünüş alanı değildir. İnsana
bilinen bu dört ilke de, su, yel, ateş, verilen niteliklerin Tanrı'ya da ve­
topraktır. İşte tasavvuf, bu dört il­ rilmesi, ona «bilginıı , «yetkin» de­
keyi insanın, evrenin, Tanrı'nın nilmesi doğru değildir. Tanrı arın­
özü saymıştır, bütün varlık türleri­ mış bilgi olabilir, ona böyle denebi­
ni, çağın durumuna göre, onlarla lir ancak. Tanrı vardır, ondan son­
açıklamıştır. Anadolu'da hızla geli­ ra varlık türlerinin bulunduğu ev­
şen bu insan, Tanrı, evren birliği ren vardır. İmam Rabbani'nin bu
görüşü bir aralık İran'a sıçramış­ görüşü ile İslam dininin varlık an­
tır. XV. yy.'da Molla Cami (öl . layışı arasında bir ayrılık yoktur.
1492) , Mevlana'nın yolundan yürü­ Eski bir elya2ması Mesnevi'n.in cilt
Bu nedenle, biri yaratan öteki ya­
yerek bütün görüşlerini yeniden bi­ kapağı.
ratılmış olan iki ayrı varlık ortaya
çimlendirme, yorumlama yoluna çıkar. Rabbani bu düşünceyi sa­
koyuldu. İnsanı bir ccsevgi varlığı» duğunu açıklamaya koyuldu. Ta­ vunmakla, bir yandan tarikata öte
olarak niteledi. Ona göre tek varlık, savvufun başlangıç döneminde böy­ yandan dine dayalı bir tasavvufa
ccnur» olan Tanrıdır, evren onun lesine açık, kesin görüşler pek or­ bağlı olduğunu gösterir. Bu ise, ki­
ccgörünüşüdür» . Ancak evreni ku­ taya atılmamıştı. İnsanla Tanrı'nın, mi yazarların sandığı gibi, yeni bir
ran, insanı yapan bütün özler Tan­ evrenin bir olduğu, bütün varlık görüş değildir.
rı'da vardır. Evren - Tanrı - insan türlerinin dört ilkeden ( anasır-ı er­ Gene bu dönemde yaşayan
birdir, bütündür (tevhid ) . baa 'dan) kurulduğu söyleniyordu, Sadreddin Şirazi (öl. 1640 ) , tasav­
XVI. yy.'da, özellikle Anadolu'­ ama, gene je öncelik , üstü kapalı vuf görüşlerini bir yandan tarikat
da, tasavvufun insan anlayışı daha bir dille de olsa, Tanrı'ya tanını­ anlayışına, özellikle Muhyiddin-i
belirgin, daha açık bir nitelik kazan­ yordu. Tanrı ile bir olmanın eş or­ Arabi'ye, öte yandan meşşai, işraki
dı. Bunu İran'da, öteki İslam ülke­ tamda bulunduğu anlayışını, kuş­ bilgelerine dayadı. Tanrı'yı önsüz­
lerinde bulamıyoruz. Halife Ali'ye kuya yer vermeyecek bir nitelikte sopsuz bir varlık olarak anlayıp,
duyulan aşırı sevgi yüzünden insa­ gözler ön üne serdi. Tanrı.nın insan evreni yaratılmış, bütünü ile Tan­
nın bütün somutluğu içinde bir olduğunu açıklayan, bu kesin açık rı'ya bağlı saydı. Kendinden önce
Tanrı olduğu görüşü işlendi. Ali'nin görüş yalnız Anadolu'da vardır. gelenlerin düşüncelerini yorumla­
Tanrı olduğu, ondan başka Tanrı'­ XVII. yy. başlarında, Türkis­ makla yetindi. Bununla birlikte,
nın bulunmadığı ileri sürüldü. Ana­ tan'da, Hindistan sınırına yakın bir dinle felsefeyi, felsefe ile tasavvufu
dolu'da yaşayan Vlrani adlı Türk bölgede yaşayan İmam Rabbani (öl. kaynaştırmaya yönelik tutumun­
ozanı «Tanrının özünün ışığı Ali' - 1 624) ile tarikat havasını sürdüren dan dolayı oldukça büyük etkisi ol­
dir, Ali'den . başka Tanrı yoktunı tasavvufun eskiye yöneldiği görü­ du.
anlamına gelen lür. Yeseviye tarikatının (XII. yy. ) Başlangıçta Yenieflatun culu­
La ilah illa Ali'dir nur-i zat-ı etkisi altında kalan, Nakşibendili­ ğun, Anadolu - Yunan felsefesinin,
Zülcelal ğin görüşlerini benimseyen İmam eski Mısır, İran, Hind, Mezopotam­
demekten çekinmedi. Gene bu çağ­ Rabbani, tasavvuf ile şeriatı, belli ya inançların ın karışımı olarak do­
da yaşayan Türk ozanı Arşi de, in­ sınırlar içinde bağdaştırma yoluna ğan islam düşüncesi, zamanla de­
sanın önstiz (kacll i m) olduğu görü­ gider. Tanrı - Evren - İnsan üçlü­ ğişik çığırlara ayrılıp gelişmiş, bu
şünü savunarak, ccben yaratılış buy­ sünün sağladığı «birlikn görüşüne gelişim çizgisi üzerinde salt mad­
ruğu olan ol sözü söylenmeden ön­ karşı çıkarak, Tanrı'nın «tek» oldu­ decilikten salt tinselciliğe (spiritü­
ce vardım, Tanrı'nın konuşan di­ ğunu, evrenin onun bir yaratması alizm) değin zikzaklar çizdikten
liydimıı anlamında sonucu varlık kazandığını ileri sü­ sonra, Anadolu'da, İran'da, tasav­
Kelilm-ı Zat idim kun emri irad ol­ rer. Ona göre, Tanrı önsüz-sonsuz­ vuf - tarikat birleşimi içinde insa­
madan evvel dur, ( ezeli-ebedi) bilinmezdir. Var­ nın Tanrı olduğu görüşüne varmış­
diyerek insanın Tanrı ile özdeş ol- lığı insan aklının sınırlarını aşar. tı.

216
ÖNEMLİ
CAMİLER
• •

umeyye camıı
• •

Emeviler dönemi n de 7 05 -
7 1 5 yılları arasında . Halife· Velid
tarafından yaptırılan ümeyye ca­
mi Şam'dadır. Ümeyye camii, Vaf­
tizci Yahya'nın adını taşıyan bir
kilisenin temelleri üstüne kuruldu.
Cami dikdörtgen biçimind·cdir.
Caminin önünde üç yanı re­
vak' larla ( büyük cami ve medrese­
lerin iç . avlularının çevresinde gö­
rüien üstü örtülü, önü açık yer)
çevrili bir avlu vardır. Caminin gü­
neydoğu köşesindeki minarey� (XI.
yy. ) İsa minaresi, güneybatı köşe­
sindekine ( 1488) Kayıtbay minaresi
ve kuzey duvarı ortasındakine (XI.
yy. ) de Arus minaresi adı verilir.
Arus minaresi kübik geçimiyle Do­
ğu ve Batı İslam ülkelerinde bir­
çok minareye örnek olmuştur.
Caminin içi, taş ve tuğladan
yapılmış iki sütun sırası aracılığıy­
la üç sahına ayrılır.
Halife Velid döneminde cami­
nin iç du varları ve kubbesi yçı.. l dızlı
zemin üstüne yeşil ve kahverengi
mozayiklerle süslenmişti. Ama bu
mozayiklerin büyük bir bölümü
deprem ve yangınlar nedeniyle
harap olmuş, sağlam kalanlar da
yüzyıllar boyu badanayla örtülmüş­
tür. Ama , 1 927 yılında yapılan ça­
lışmalarla bu mozayikh�r meydana
çıkarılmıştır.

kayrevan camii
Emevi halifesi Ukbe bin Na
fi'nin yapımını başlattığı (670) Kay­
revan camiini_ halif·c Hişam bin Ab
dulmelik tamamlattı ( 7 26 ) .
Ama bu camiden günümüze pek
birşey kalmamıştır. Bugün Kayre­
van camii adıyla bilinen cami IX.
yy'da aglebiler döneminde yapılmış­
tır .
Cami, çifte revakla sınırlanan Kayrevan camii

21 7
bir avluyla çevrilmiştir. üst üste
yerleştirilmiş kare biçimli üç kule­
den oluşan, 35 m yüksekliğindeki
minare kuzeybatı revakının ortasın­
da yer alır. Taban kenarı 1 0 m'yi
bulan bu kalın minare, Magrip ve
Endülüs camilerinin minarelerine
örnek olmuştur.
Yedi kapılı olan Kayrevan ca­
miinin en ilginç yanı kubbeleridir.
Asıl kubbe yarım küre biçimindedir
ve yirmi dört yivle bölünür.
Cami içindeki süslemeler ku­
maş işlemelerine benzeyen kabart­
malardır. insan ve hayvan figürle­
ri pek azdır. Cami içindeki yazı­
lar «köşeli küfi» üslubuyle yazılmış­
tır. Tavanlar ve duvarlar hemen he­
men bütünüyle penceresiz olduğun­
dan caminin namaz kılınan yeri
sadece avludan ışık alabilmektedir.

kurtuba camii
Mütevekkiliye camii Kurtuba caminin�tıemeli Abdurrah­
man 1 tarafından atıldı (26 Tem­
muz 786) , ama caminin son biçimi­
ni alması iki yüzyıl kadar sürdü.
Caminin ilk biçimi, 9 salımlı
(caminin içine açılan kapı ile mih­
rap duvarı arasında kalan bölüme
Sahın adı verilir) ve 1 2 kemer yüz­
'
lü bir salon ve namaz kılma yerin­
den meydana geliyordu . Kurtuba
camiinin en büyük özelliği iki katlı
kemerleridir. Kemerlerin oluştur­
duğu ikinci kat, hem ayaklan bir­
birine bağlar hem de tavanı tutar.
Alt kat kemerlerinin at nalı biçi­
minde olmasına karşılık üst kat ke­
merleri yarım daire biçimindedir.
Cami nüfusa yetmemeye baş­
layınca, 848'de Abdurrahman il.

doğuya ve batıya birer sahın ek­


leterek, kıble duvarını 2 1 m. geri­
ye aldırarak. ve kemer gözlerinin
sayısını on ikiden yirmiye çıkarta­
rak camiyi genişletti.
Hakem il, cami duvarını ge­
riye doğru uzatarak yeni bir geniş­
letme daha yaptırdı. Hakem ll'nin
yaptırdığı at nalı biçimindeki mih­
rabın ayaklarında oyularak işlen­
miş mermer panolar vardır .
Mihrap, yukarısında üç dilimli
bir kemer dizisi bulunan bir dik­
dörtgenle çevrilidir. Hakem ll'nin
yaptırdığı mimber (c�.minin için­
de vaaz verilen v·c hutbe okunan
kürsüye mimber denir ) ise Emevi
sanatının en güzel örneklerinden
biridir. Bu mimberin küçük fildişi
panolar ve fildişi kaplamalardan o­
luşan süslemeleri dünyaca ünlüdür.
Hakem il döneminde yapılan ke­
Tolunoğlu camii merler çok dilimlidir ve eski ke-
218
merlerin devam ettirilmesi biçimin­
de yapıldıklarından, yapının bütün­
lüğünü bozmazlar. Kemerlerin üstü,
kabartma motifler ve ince çiçek
oymalarıyla süslüdür.
Cami gene dar gelmeye başla­
yınca, 987'de İbn Ebi Amir tara­
fından yeniden genişletildi : doğu­
ya sekiz yeni salım yapıldı.
Kurtuba camiinin ilk minaresi­
ni Hişam I yaptırmıştı. Bu minare,
20 m. yüksekliğinde sade bir mi­
naı'eydi. Ama bir deprem sonucun­
da bu minare yıkılınca, 951 'de Ab­
durrahman III , 67,5 m. yüksekliğin­
de yeni bir minare yaptırdı. Kare
biçimli ikinci minarenin üstü yazı
ve çizgi süslemel-crle bezendi. 1 543'­
te bu minare de yıkıldı ve yerine
şimdiki katedralin çan kulesi yer­
leştirildi ( 1 593 ) .
Kurtuba cami; 1238'de kilise­
ye çevrildi. 1 523'te yapının orta bö­
lümündeki sütun ve kemerlerin
birçoğu yıktırıldı yada kalın ayak­
lar içine alındı.
l7 13'te, çok parlak renkli fi­
gürlerin ve oymaların yer aldığı
tavanın yerine tonozlar yapıldı. Av·
ludaki revakların bazıları yıktırıldı
bazılarıysa örülerek oda haline ge­
tirildi.
Kurtuba camiinin süslemeleri,
yazılar, bitki resimleri ve geometrik
biçimlerden oluşur. Altın yaldız,
mavi, yeşil, kırmızı, beyaz, siyah ve
sarı kullanılan başlıca renklerdir.
Kurtuba caminin cepheleri, mina­
resi, salımları ve özellikle de ha­
kem II'nın yaptırdığı mihrap, İs­
lam sanatına öncülük yapan nite­
likler taşımaktadır.

mütevekkil iye
• •

camıı
Mütevekkiliye camii, Samarra
(Irak ) kentinde, Abbasi halifesi Kurtuba camii'nin içi
Mütevekkil tarafından yaptırıldı
(848-852 ) . olan bu koni biçimli minarenin ta­ na girmeyen ilk sultanıdır.
Ulu camii adıyla da bilinen bu banı, her kenarı 33 m uzunluğun­ Caminin planı basittir: her ke­
camiin sadece çevre duvarları ve ? a ve 3 m. yüksekliğinde bir ka­ narı yaklaşık 92 m'dir ve beş sa­
minaresi günümüze dek ayakta redir. Minarenin toplam yüksekli­ lımlı bir harem bölümü kapsar. Av­
kalabilmiştir. Mütevekkiliye camii, ği 53 m'dir ve tepesi yoktur. Mina­ lusunun üç yanı çifte revakla çev­
dünyanın en büyük camidir. Çev­ reye 2,5 m. genişliğindeki rampa­ rilidir. Revak ve sahınlardaki ke­
resiyle birlikte 38 000 m2 yer kaplar dan çıkılır. merlerin dayandığı ayakların kö­
ve namaz kılma yeri 1 50.000 kişiyi şelerinde tuğladan ince bir e:öm­
rahatlıkla alır. Harem bölümünde me sütun bulunur; bu sütunların
kıble duvarına dikey olarak uza­
nan 25 sahın vardır.
tolunoglu camii süs olmaktan öteye görevleri yok­
tu, çünkü ağırlığı bütünüyle ayak­
Caminin en ilginç yanlarından Tolunoğlu Camii. 876-879 yıl­ lar taşır.
biri de Melviye adı verilen burma­ ları arasında, Kahire'de Ahmed bin Kahire'de taşın çok bol olma­
lı minar·c sidir. Melviye, camiin ku­ Tolun tarafından yaptırıldı. Ahmed sına karşın yapının tümü, tuğla­
zey yanında ve 27 m. uzaklıktadır. bin Tolun, Mısır'daki ilk Türk dev- dandır, tuğlalar bir alçı tabakasıy­
Babil'deki zigguratlar gibi kat kat 1etinin Bağdat halifeleri buyruğu- la örtülmüştü. Caminin birkaç met-
219
Avlu revaklarla çevrilidir. Mi­
nareler Memluklar döneminden
(XIV-XV.yy. ) kalmadır.
Osmanlılar Mısır'ı alınca Ca­
müh�zher dinbilim merkezi, hem a­
rap dili ve edebiyatı hem de islam
dini öğreten çağın en önemli kuru­
mu haline geldi. Müslüman ülke­
lerden akın akın gelen öğrencilerle
dolup taşan El-Ezher medresesi is­
lam düşüncesi alanında ortaya çı­
kan anlaşmazlıklarda hakem rolü
oynadı.
1 936'da gerçekleştirilen bu iç
reformla eski öğretim yöntemleri
bir kenara bırakılarak çağdaş öğre­
tim yöntemleri benimsendi. Birçok
orta öğretim okulları El-Ezher'e
bağlandı.
Bugün El-Ezher'deki ogrenim
süresi dört döneme ayrılır : a) birin­
ci dönem dört yıllıktır: bu dönemde
fıkıh, tecvit, siyer, coğrafya, tarih,
resim ve matematik öğrenimi yapı­
lır; b) orta dereceli dönem beş yıl­
lıktır ve fıkıh, hadis, tevhit, tefsin,
sarf ve nahiv belayat, edebiyat ta­
rihi, aruz ve kafiye, okuma ve ez­
ber, kompozisyon, tartışma, mantık,
tarih, coğrafya, fizik ve kimya oku­
tulur ; c) üniversite karşılığı 9lan
yü�sek dönem (dokuz fakültesi var­
d ıi ) ; ç) üniversiteyi bitirenlerin de­
vam etmeye hak kazandıkları yıllık
lisans kurslarından diploma alanla­
rın kabul edildiği dördüncü dönem;
bu dönem 5-7 yıl süren bir doktora
dönemidir.
El-Ezher Üniversitesi'nin ya­
bancı ülke müslümanları için özel
bir bölümü vardır.

el akmer camii
Halife El-Amir döneminde ya­
Tolunoiilu camii'nin avlusu pıldı ( 1 1 25) .
Fatimilerin önemli camilerin­
re ilerisinde yer alan minaresi Sa­ de eklenmesiyle çeşitli değişiklik­ den biridir ve taştandır. Kıble du­
marra Mütevekkiliye camiinin Mel­ lere uğrayarak gelişti. Eyyubiler
· varına paralel olarak dizilen üç sa­
viye adı verilen minaresine ben- döneminde ihmal edilen camiye, lım vardır. Kuzey eyvanındaki kapı
zer. Mc:mluklar döneminde El Malik-üz­ camiye girişi sağlar. Orta avlunun
Caminin süslemeleri de Müte­ Zahir Baybars eklemler yaptı. Da­ doğu ve batısında da birer eyvan
vekkiliye'ye benzer. Tolunoğlu ca­ ha sonra depremde yıkılan camiyi bulunur. 1399'da, Memluk Sultanı
minin şişkin karınlı bir vazoyu an­ Emin Salar yenid·cn yaptırdı. 1 31 0' Seyfeddin Berkuk'un veziri Yulbo­
dıran sütun başlıkları bitki figürle­ da Baybars, 1 340'ta Akboğa, 1 495'te ğa bin Abdillah bin Selimi, camiyi
riyle süslenmiştir. Kayıtbaş, cami çevresine medreseler onarttı v·2 bir minare ekletti.
ve vakıflar yaptırdılar. El-Akmer'in en ilginç yanı cep­
Caminin kıble duvarına paralel he süslemeleridir. Sivri kemerli niş­
el ezber camii olarak dizilen beş salımı ve bu sa­
lımları kıbleye dikey daha geniş bir
ler cepheyi böl tj_mlere ayırır ve bu
nişlerin yukarı kesimleri istiridye
Ebül Hasan Cevher'in 970-972' sahın keser. Sağında ve solunda çif­ kabuğu biçiminde yivl·crle son bu­
de Kahire'de yaptırdığı cami. Cami­ te sütun dizisi bulunan bu orta sa­ lur, Cephede görülen bükey Çizgili
nin adının Hz. Muharhmed'in kızı hın hem geniş hem de yüksektir; üçgenler Mısır'da ilk kez bu camide
Fatma'ya verilen Zehra takma a­ orta sahın iki kubbeyle örtülüdür. kullanılmıştır. Cephenin yukarı ke­
dından geldiği sanılır. Kıble duvarı yanındaki sahının iki simleri kufi yazıyla yazılmış uzun
El-Ezher · camii, medreselerin ucunda da iki kubbe bulunur. kitabelerle süslüdür.
220
talayi camii
Fatimi veziri Talayi bin Ruzzi­
ki'nin yaptırdığı cami ( 1 160) . Fa­
timil�in son mimarlık eseri olan bu
cami 1522 metrekarelik bir alanı
kaplar.
Talayi camımın öbür Fatımi
camilerinde · pek görülmeyen özel­
liıkleri vardır : caminin yapıldığı
yer yol düzeyind·2n yüksekte olduğu
için yapının dört yanı taşla örfümüş
ve altına dükkanlar yapılmıştır. Mi­
nare, cümle kapısı üz·2rine yapıl­
mıştır.

el hakim camii
Fatımiler döneminde Kahire'­
de yapılmış cami. Temeli 990'da El­
Aziz tarafından attırılan camiyi El­
Hakim tamamlattı.
El-Hakimi camiinin Tolunoğlu
camiine benzeyen birçok özelliği
vardır. Kıble duvarına paralel ola­
rak sıralanan beş sa.hın, hafifçe taş­
kın sivri kemerli sütunların ıçın2
gömüldüğü tuğladan ayakla.r, v.b.
kıbleye paralel beş sahını kesen or­
ta sahın, El-Ezher camiindeki özel­
liklerin devamıdır. Kıble duvarının
iki ucunda birer kubbe bulunur.
Kıble duvarı VP, çifte sütunların ta­
şıdığı üç büyük kemer , mihrap ö­
nündeki kubbeyi tutar.
Camiye giriş-çıkış kuzey cephe­
sindeki cümle kapısıyla sağlanır.
Kahire'deki Fatimi yapılarıyla taş­
tan kuşatma duvarı ilk kez bu ca­
mide kullanılmıştır.
Caminin değişik biçimli iki mi­
naresi vardır : kuzeydoğu köşesin­
deki silindir güneybatı köşesindaki
sekizgen. Bu iki minare daha geç
dönemlerde birer dikdörtgen kaide
içine alınmıştır.

el cüyuşi camii
1 085'te Kahire'de Emir el-Cü­
yuş Bedr ·al-Cemali tarafından Ka­
hire yakınlarında yaptırıldı.
Yapı, birbirini izleyen üç bölü­
me ayrılır :
A) ön bölüm: üzerinde mina­
re bulunan bir kapı dehlizidir; deh­
lizin sağında minarenin merdiveni,
solunda abdest alma yeri bulunur;
B) Orta bölüm: bir avlu ile
avlunun sağında ve solundaki birer
odadan meydana gelir; odalar, ko­
nukların v·a hizmetçilerin yatıp
kalkması için yapılmıştır.
C) Arka bölüm: Namaz kılı- El Hakim camii
221
Divriği Ulu camii

nan yerdir ; binaya, çifte sütunlar rı Ahlatlı Hurrem ::;; an tır.


' cılık şahes·2ridir.
üzerine dayanan üç kemer aracılı­ Divriği Ulu camiinin başlıca ö­ Caminin en güzel kapısı ku­
ğıyla girilir. zelliği süslemeleridir. Bu süsleme­ zeydeki taç kapıdır. Padişah mah­
Fatımi döneminin en güzel ör­ lere caminin çağdaşı olan öbür ya­ filine girişi sağlayan doğu kapısı
neği olan mihrabın önünde yumurta pıların hiçbirinde raslanmaz. da.ha sonra pencereye dönüştürül­
biçimli bir kubbe vardır. Mihrap ke­ Kesme taştan yapılmış olan ca­ müştür. Ayrıca kuzeybatıda da bir
meri gemi teknesine benzer n kö­ mi, mihrap duvarına dikey biçimde kapı vardır. Güneybatı yönündeki
şeleri ince ince işlenmiş dallarla sıralanan beş sahına ayrılır. Orta­ taç kapı, darüşşifanın kapısıdır.
süslüdür. daki sahın, öbürkülere oranla hem Kuzeydeki taç kapıyı çevreleyen
Arka bölümün yanındaki kub­ daha geniş hem de daha y üksektir. alanda, yuvarlak levhalar, şerit ha­
bel i· oda · Bedr El-C emali'nin türbe­ Salımların üstü yir:mih2ş küçük linde yazılar ve iri yaprak motifleri
sidir. kubbe ve tonoz ile örtülüdür. Cami vardır. Batıdaki kapının sağ ve sol
Bu küçük yapının minaresi çok içindeki onaltı sütun XIII.yy .'da köşelerinde, taş üzerine işlenmiş ka­
ilginçtir ; minare, dörtgen iki kule sekizgen bir kılıfla kalınlaştırılmış­ bartmalar, üsluplaştırılmış kuş ka­
il2 küçük bir kubbeyle örtülmüş se­ tır. Kubbelerin en güzeli mihrap ö­ bartmaları yer alır.
kizgen bir kulenin üst üste oturtul­ nündeki kubbedir.
masından oluşur. Bu tür minareler, Gemi teknesine benzeyen bir
daha sonraları, Kahire camilerinde
sık sık tekrarlanmıştır.
kem2rle son bulan mihrap bir dik­
dörtgen içindedir. Bu dikdörtgen
mescidi aksa
de geniş kenarlı bir çerçeve içinde Emeviler döneminde, halife Ab­
yer alır. Bitki motiflerinden oluşan dülmelik yada Velid tarafından
divrigi ulu camii bir kuşak , mihrabın .yarısından baş­ Harem-i Şerif adı verilen yerde yap­
layarak kemerin uçlarına dek uza- tırıldı. Cami, Bizans İmparatoru
Sivas'ın Divriği ilçesindeki bu nır. İustinianos döneminde yapılan bir
camiyi Mengüçekoğlu Ahmet Şah Tiflisli İbrahim oğlu Ahmed'­ kilisenin yerinde kuruldu; Abbasi
yaptırdı: 1 228- 1229. Caminin mima- in yaptığı ahşap mimber bir oyma- halifesi Mansur'un 757'de yeniden
222
Kubbetüssahra camii

yaptırdığı camiyi haçlılar değişik­ Kaya'nın üstüne gelen bir kubbe ile rın ve musevilerin kutsal saydıkları
liklere uğrattılar. Salahaddin Ey­ örtülüdür. Kubbenin kasnağı dört bir yerdir : İbrahim peygamber bu­
yubi'nin 1 187'de büyük ölçüde o­ ayak ve oniki sütuna dayanır. Mes­ rada kurban kesmiştir ; Süleyman'­
narttığı caminin, sağında ve solun­ cidin dört kapısı vardır; doğuda ın mihrabının, Yakub'un Beytül­
da sütunlar vardır. Rabünnebbi Davud (Davud peygam­ lahm'nin, Yebılsi Aravna'nın har­
Mescidi Aksa'nın planı, derinli­ ber kapısı) ; batıda Babülgarb (Ba­ manının burada olduğu söylenir.
ğine yönelen üç yolu ile hıristiyan tı kapısı) ; kuzeyde Babülcenne Kubbetüssahra'da cennete giden
bazilikalarının planına benzer. (cennet kapısı) ; güneyde Babülkıb­ bir yol bulunduğuna, Nuh peygam­
le (Kıble kapısı) . Bronzla kaplı bu berin gemisinin Tufan'dan sonra
ahşap kapılar üzerinde kufi yazılar Kutsal Kaya üstüne indiğine, Adem
vardır. Mescidin kuzeybatısında, yaratılmadan önce meleklerin bu
kubbetüssahra Kıbletülenbiya (P·cygamberler kıb­
lesi) adı verilen bir mihrap yer a­
kayayı ziyaret ettiklerine, kayanın
altında büyük bir mağara bulundu­
Bazı kutsal eşyaların saklandı­ lır. ğuna ve ölü ruhların bu mağarada
ğı bir mescittir. Gerçekte bu yapı Kübbetüssahra birçok . onarım toplandığına inanılır. Ayrıca , Hz.
bir ziyaret yeridir ve planı da bu gö­ görmüştür. Kubbe 846 ve 10 16'da iki Muhammed'in Mirac'a çıkarken Bu­
reve göre düzenlenmiştir. kez çökmüş ve yeniden yapılmıştır. rak'a binmek için bastığı taş (Hz.
Mescit, Sahra (Kutsal Kaya) 1 099'da haçlılar Kübbetüssahra'yı Muhammed'in ayak izi bu taş üze­
adı verilen bir kayanın çevresinde ele geçirerek duvarlarına aziz re­ rinde kalmıştır.) , Hz. Muhammed'­
kuruldu. Emevi halif.csi Ebdülme­ siml·cri astılar, Kutsal Taş'ın üze­ in ve Ömer'in bayrakları, Hz. İbra­
lik bin Mervan tarafından 69 l 'de rine mermerden bir mihrap yaptı­ him'in kurban ettiği koçun boynu­
yaptırıldığı sanılır. lar. Ama, Salahaddin Eyyubi 1 1 37' zu, Hamza'nın kalkanı, İran hü­
Kubbetüssahra, gerek düzeni de ülkeyi ele geçirince Hıristiyanlık­ kümdarı Husrev'in tacı ve çok de­
gerekse dekoru bakımından hıristi­ la ilgili tüm eşyayı ve aziz resimle­ ğerli bir inci de Kubbetüssahra'da­
yan yapı üslubuna bağlıdır. Sekiz­ rini ortadan kaldırdı. saklanmaktadır. Kubbetüssahra'da­
gen bir alana oturan yapı, Kutsal Kübbetüssahra, müslümanla- ki kutsal eşyalar sandıklar içinde
223
saklanır. Bu sandıkların tozları şi­
falı sayıldığından yılda bir kez alı­
nır ve ziyaretçilere satılır. Emevi­
ler döneminde Kubbetüssahra'da
saklanan kutsal eşyaların birçoğu
Abbasiler tarafından Kah2'ye taşın­
mıştır.

sultan basan
medresesi ve
mescidi
Mısır'da, Memluklar döneminde
Sultan Hasan tarafından yaptırıl­
dı ( 1 356) .
Medresenin avlusu kare biçi­
mindedir. Avlunun her kenarının
ortasında birer eyvan görülür. Ey­
vanların en büy!'iğü doğudaki mes­
cittir.
İki yanında ince başlıklı sütun­
lar bulunan mescit mihrabı mermer­
dendir. Mescidin duvarları mozayik­
le kaplıdır ve ayetlerden olu::: a n bir
frizle çevrilidir. Mihrabın sağındaki
ve solundaki birer kapıyla Sultan
Hasan'ın mezarının bulunduğu kub­
beli salona girilir.
,,. Boyutları hemen hemen eşit o­
lan öbür eyvanlar birer küçük avlu­
ya açılırlar. Öğrencilerin ders gör­
meleri için bu eyvanlar hücrelere
bölünmüştür.

mescidi cuma
Mescidi Cuma. 1 072'de İsfahan'
da, Selçuklu Sultanı Melikşah adına
yaptırıldı. Mescidi Cuma , Abbasi
halifesi el Mansur'un 755'te yaptır­
dığı çok sütunlu camiin yerinde ku­
ruldu. 1 1 2 1 'de Batıniler tarafından
yakılan bu cami sonradan yeniden
yapıldı. Camiye Selçuklular, İlhan­
lılar ( 1 3 10) , Muzafferiler, Akko­
yunlular ve Safeviler döneminde
çeşitli ekler yapıldı. Ama, 1 12 1 -1 152
yıllarında avluyu kuşatan revakla­
rın ortalarına yerleştirilen birer ey­
van Mescide Selçuklu eseri görü­
nüşünü kazandırmıştır.
Mescidi Cuma'nın iki tuğla
minaresini Akkoyunlu Beyi Uzun
Hasan yaptırmıştır.

kutub minar
Kutub Minar Bir Hindu tapı­
nağının parçası olduğu sanılan ve
Mescidi Cuma Delhi'deki Türk Memlukları devle-
224
tinin kurucusu Kutbüddin Aybey'­
'in yaptırdığı çeşitli değişikliklerle
oluşturulan bir minaredir. Minare­
nin camii hemen hemen tümüyle
yıkılmıştır. Kırmızı kum taşı ve be­
yaz mermerden yapılmış bu yivli
minar·znin üst bölümü yıkılmıştır,
ama gene de yüksekliği 74 m'yi bu­
lur. Kutub Minar beş katlıdır. Üst
kata 376 basamakla çıkılır; şerefe­
leri çok süslüdür.
1 368'de Kutub Minar'a · düşen
bir yıldırım minareyi hemen bütü­
nüyle yıkınca Firuz Şah y·2 niden
yaptırdı. Minare, 1782 ve 1 803 d·zp­
remlerinden de zarar görmüş, ama
1 829'da onarılmıştır.

bibi hanım camii


Timurleng'in karısı Bibi Ha­
nım'ın Semerkant'ta yaptırdığı ca­
mi ( 1 399-1404 ) . Cami, Timurleng
dönemi mimarisinin şaheseridir.
Çok büyük bir avlu çevresinde
yer alan caminin, batıda harem
bölümü , kuzey ve güney kenarların­
da birer mescidi, doğu duvarında
bugün sadece biri ayakta olan iki
minareli taç kapısı bulunur. Küçük
kubbeli revaklar bütün bu yapılar!
birbirine bağlar. C aminin duvarları,
firuze sırlı tuğladan geometrik süs­
lerle ve mavi�beyaz sırlı tuğladan
kufi yazılarla süslüdür.
Kesme taş ve çinilerle süslü
taç kapı, 41 metre yüksekliğe ula­
şır ve kubbenin bir bölümünün gö­
rülmesini engeller.

bursa
yeşil camii
Yapımına Çelebi Mehmed'in
emriyle mimar Hacı İva;l başladı
( 1 4 1 3 ) ; ama cami ancak Murad il
dönemind·z bitirebildi ( 1 424 ) . Bu­
nunla birlikte bazı süslemeleri hala
yarımdır.
·
Sadece ön cephesine bakmak, Bursa Yeşil camii
caminin XV.yy. mimarisinden çok
farklı bir mimari anlayışla yapıldı­ son cemaat yeri yoktur. Bununla İkinci katta, ortada, padişah
ğını göstermeye yeter. Önce, cep­ birlikte, son cemaat yerinin kemer­ mahfili, onun iki yanında saray da­
henin ortasında, hatai ve rumi şe­ lerini taşıyacak konsollar ve üzen­ ireleri ve alt katta da saray adam­
ritlerle çevrelenmiş , mukarnas ve fi­ giler yapılmıştır; bu durum, son ce­ ları için yapılmış mahfiller vardır.
liz kıvrımlarıyla zenginleştirilmiş maat yerinin yapımından son anda Cami mihrap duvarına paralel
bir taç kapı vardır. Taç kapının iki vazgeçildiğini gösterir. olarak sıralanan yedi sütun dizisi,
yanında, herbiri dikdörtgen çerçe­ Ters T planlı caminin içi sekiz yedi sahını birbirinden ayırır.
veler içine alınmış dört pencere yer mekana. ayrılır. Esas mekanın orta­ Caminin gerçek ünü çinilerin­
alır. sında güzel bir şadırvan yer alır. den gelir.
Bugünkü biçimiyle caminin Yapı, kesme taş ve mermerdendir. Cami içindeki bütün duvarlar
225
Eski Malatya camii Diyarbakır Ulu camii

koyu yeşil, açık ve koyu mavi çi­


nilerle kaplıdır. 10 metre yüksekli­ malatya ulu camii yıldı�ım beyazıt
ğindeki eski mihrap ( 1 889'da bir de
mermer mihrap yerleştirildi ) , açık Yapım tarihi kesin değildir. camıı
ve koyu mavi, beyaz, siyah ve altın 1 274'teki onarımdan sonra bugün­
n�nkli çinilerle kaplıdır. Eski mih­ kü biçimini aldı. Malatya Ulucami­ Bursa'da, yapımına Yıldırım
rap ve mimber büyük bir sanat şa­ i'nde, Artuklu camilerinin başlıca Bayezid devrinde başlanan ve Çele­
heseridir. Bordürlerin alt yanında­ özelliği olan yatık dikdörtgen ca­ bi Mehmed devrinde tamamlanan
ki çini mozayikler dök üldüğünden, mi tipi bir yana bırakılarak derin­ külliyenin en önemli yapısıdır.
yerlerine kalem işleri yapılmıştır. lemesine bir mekan gerçekleştiril­ Cephedeki beş gözlü revakın
Hünkar mahfili zengin bir bor­ miştir. ortasındaki bir kapıdan önce bir
dürle, kitabelerle ve altıgen yeşil çi­ Caminin ortasında bir avlu, çi­ dehlize, sonra da orta sahına girilir.
nilerle kaplıdır. Mahfilin tavanı zen­ nih:!rle süslenmiş tuğladan yapıl­ Orta sahından kubbe yönüne doğru
gin motiflerle bezenmiştir. mış bir eyvan, mihrabın önünde ilerlenirse büyük bir kemerle ayrı­
Caminin çinilerini Mehmed tuğladan bir kuvve vardır. Tuğla lan ikinci bir sahına geçilir.
Mecnun, nakışlarını İlyas Ali oğlu süslemeler ve kubbe İran'daki bazı Girişteki dehlizin iki yanında,
Ali, tahta işlerini Tebrizli Ahmet XIII.yy. Selçuklu camilerini anım­ hastalara bekleme odası olarak ya­
yapmıştır. satır. pılmış ikişer hücre vardır. Ortada­
Caminin iki minaresi vardır ve Ulucami'nin güneyinde Uluca­ ki eyvanın uzun kenarlarında re­
bunlar camiden yüzyıllarca sonra mi medresesi yer alır. Medresenin vaklar yer alır. Revakların gerisin­
yapılmıştır. Yeşil caminin mermer XIII.yy.'da yapıldığı sanılır. Esas deyse bir hücre dizisi görülür.
levhalarla örtülü dışı - özellikle ön eyvanı v·c kapısının batı yanındaki Külliyenin mermer kapılı tür­
cephesi bakımından - en az içi ka­ bir oda medresenin ayakta kalan besi, sekizgen kasnak üzerine otur­
dar güzeldir. tek bölümüdür. tulan bir kubbeyle örtülüdür. Tür-
226
bedeki 5 sandukadan, pirinç par­
maklıkla çevrili olanı Yıldırım Ba­
yezid'indir.

muradiye camii
İkinci Murad camii adı da ve­
rilen bu cami 1 424-1426 arasında
Murad II tarafından yaptırıldı.
Caminin planı, sahınlar nede­
niyle ters T biçimindedir. Büyük
bir kemer, ortadaki sahınla mihrap
yönündeki mekanı birbirinden ayı­
rır. Ana ve yan salımlar kubbeyle
9rtülüdür. Kubbenin iki yanında bi­
rer minare vardır. Daha yakın dö­
nemde 'yapılmış olan minare ahşap
külahlıdır ve firuze renginde sırlı
çini tuğlalarla örtülüdür.
Cami önündeki büyük cemaat
yerini örten kubbelerin yüksekliği
sahınlarr örten kubbelerle aynıdır.
Bu durum iki mekan arasında bir
kesiklik meydana gelmemesini sağ­
lar.

murad camii ve
medresesi
Murad I'in Bursa'da, Çekirge'­
de yaptırdığı cami ve medrese
( 13 63 ) . Yapının birinci katı cami,
ikinci katı medresedir.
Yapı, planı bakımından Selçuk­
lu medreselerine benzer; aradaki en
önemli fark, Selçuklu medreselerin­
deki avluya karşılık orta holün iç Muradiye cam.ii
yanında üç eyvan .bulunmasıdır.
Medresenin üstü onaltıgen kas­ ki bölüme Sultan Rükneddin Mesud Taç yapının üst kesimi iki renk
nak üzerine oturtulmuş bir �ubbey­ zamanında başlandı ( 1 1 55) . Yanlar­ taşla örtülmüş ve gösterişli biçim­
le örtülüdür. Koridorun sağında ve daki bölümlerin yarımınaysa Key­ de süslenmiştir.
solunda altışar hücre vardır. Üst kavus I döneminde başlandı ve Ala­ Mimber 1 1 55 yılında Ahlat'lı
kat koridorlarındaki caminin , içine eddin Keykubad I döneminde ta­ Mekki adında bir usta tarafından
bakan pencereleri daha sonra örül­ mamlandı. Caminin,,,mimaı,:ı Mu­ yapılmıştır; siyah ağaçtandır ve in­
müş ve son cemaat yerinin üstüne hammed bin Havlan-el-Dımışki'dir. ce bir işçilikle süslenmiştir. Bu
ikinci bir revak eklenmiştir. Caminin büyük avlusunu yük­ mimber Selçuklu sanatının güzel
Yapının ana malzemesi kesme sek duvarlar çevirir. Taç kapı, kub­ örneklerinden biridir.
taş, tuğla ve taştır. Minare, cami­ lnli orta bölümün karşısındadır. Caminin çinileri Haraç'lı Ömer
nin kuzeydoğu köşesidir. Yapının sağ ve sol kanatları düz Yusuf'.un eseridir. Caminin avlu­
Murad camii ve medresesi, ya­ çatıyla örtülüdür. Düz çatılı bölüm­ sunda içl·c rinde Selçuklu Sultanla­
pım biçimi, revakları ve ölçülü süs­ lerin içindeki sütunlar eski yunan, rının sandukaları bulunan iki tür­
lemeleri bakımından Osmanlı sana­ �oma ve hıristiyan yapılarından ge­ be yer alır.
tının en güzel örneklerinden biridir. tirilmiştir.
Caminin sanat yönünden en
?eğerli bölümleri, kakma çinilerle
kaplı kubbesi, mihrabı, ahşap mim­ diyarbakır
alaeddin camii beri ve taç kapısıdır.
ulu camii
Mihrabın alt bölümü harap ol­
Alfl:eddin Camii, Konya'da Ala­ duğundan yerine bir başkası yerleş­
eddin Keykubat I döneminde Ala­ tirilmiştir ; ama yeni yerleştirilen Kentin.İslamların eline geçmesinden
eddin tepesinde yapıldı. mermer mihrap camiinin üslubuna sonra, Aziz Thomas kilisesi camiye
Yapı üç bölüme ayrılır: ortada- uygun düşmez. çevrilmiş ve bugünkü Diyarbakır
227
Ü çşerefeli cami

Ulucamii oluşturulmuştur. Selçuk­ Caminin kuzeydoğu ve güney zelliklerinden biri, ana mekanın
lu Sultanı Melikşah ( 1 091 ) ve Ebu cephelerine özen gösterilmemiştir. büyük kubbesinin altı ayak üzerine
Şuca Muhammed tarafından iki Buna karşılık, mermer levhalarla oturmasıdır. Açılma kuvvetine da­
kez onartılan cami, İnaloğulları kaplanmış batı cephesi tüm dikka­ yanabilmesi için kubbe, sekiz pa­
döneminde bazı eklerle değişikliğe ti üzerinde toplar. Batı duvarındaki yanda üstüne oturtulmuştur ; bu
uğradı. Caminin batı yanındaki penc·z relerin çerçeveleri de biçim ve düzen ilk defa bir camide kullanıl­
Şafi camii Osmanlılar döneminde boyut yönünden farklıdır. Pencere­ mıştır. Çapı 24 m'yi bulan orta­
yapılmıştır ( 1528 ) . lerin h er biri ayrı a-yrı süslenmiştir. daki büyük kubbenin yanlarla iliş­
Caminin min aresinin yapısı yıkıl­ kisi zayıftır.
mıştır. Yan kubbeler ile orta kubbe a­
rasındaki boşluk , süs niteliğindeki
isabey camii İsabey camii klasik
üslubunun öncülerind en biridir.
Osmanlı
küçük bir kubbeyle doldurulmuş­
tur.
İsabey Camii, Selçuk'tadır. Ay­ Üçşerefeli camiin avlu biçimi
dınoğullarından İsa Bey 1 374 yılın­ de dikkat çekicidir ; revaklı iç avlu
da yaptırmıştır. Mimarı Dımışklı­
oğlu Ali'dir.
üç şerefeli cami Osmanlılarda ilk kez bu camide kul­
lanılmıştır.
Camini.n revaklarla çevrili av­ Üçşerefeli Cami Murad II ta­ İlk dört minareli cami, Üçşe­
lusuna biri doğu, öbürü batı yönün­ rafından Edirne'de, 1428-1447 yılla­ refeli camidir. Minareler avlunun
deki iki taç kapıdan girilir. Bu ka­ rı arasında yaptırıldı. Caminin mi­ dört köşesinde yer alır. Camiye a­
pılardan en süslüsü ve güzeli batı­ marı bilinmemektedir. dını veren üç şerefeli minare, cami­
dakid ir. üçşerefeli caminin belirgin Ö- nin güneybatı köşesindedir ve mi-
228
Fatih camii

narelerin en büyüğüdür. Külliye, Osmanlı devletinin Fa­ 2'si pembe, 2'si esmer granittir. Son
Üçşerefeli cami, Osmanlı mi­ tih dönemindeki düzenini, ulastığı cemaat yerindeki sütunların bazı­
marisinin dönüm noktalarından bi­ düzeyi açıkça ortaya koyar. Fatih ları mısır granitidir. Başlıkların ve
ridir. camii ise Osmanlı mimarisine ge­
· kaidelerin tümü mermerdendir. Ca­
tirdiği yeniliklerla ve mimari geliş­ mi avlusunun üç kapısı vardır.
menin izlediği yolu göstermesiyle Oniki dilimli olan minare, cami
büyük önem taşır. ile uyumlu bir biçimde birleşmi�­
fatih camii Fatih camii , deprem nedeniyle tir. Minarelerin taş külahları XIX.
harap olunca 1 766'da Mustafa III yy. sonunda yapılmıştır.
Fatih-Camii, İstanbul'da, Fatih döneminde onarıl dı. Onarımı mi­ Camide görülen adi pencereler,
Sultan Mehmed tarafından yaptı­ mar Mehmed Tahir Ağa yaptı alçı pencerelerin harap olmasından
rıldı ( 1467-1470 ) . Caminin mimarı ( l 767-1 77 1 ) . İlk camiden bugüne sonra yerleştirilmiştir.
Sinaüddin Yusuf bin Abdullah'tır. sadece, şadırvan (sekiz köşelidir) , Mimar Tahir Ağa, onarımı sı­
Geniş bir külliyenin ortasında şadırvan avlusunun üç duvarı, taç rasında, eski caminin klasik parça­
yer alan Fatih caminin planı anıt­ kapı, minarelerin birinci şerefeye larını kendi çağının barok parçala­
sal cami tipindedir. Bir bölümü yı­ dek olan bölümü, mihrap ve çev­ rıyla iyi bir biçimde birleştirmeyi
kılmış, bir bölümüyse gunumüze re duvarlarının bir bölümü kalmış­ başarmıştır. Süsleme olarak bugün
dek gelebilmiş olan Fatih külliyesi, tır. Camideki kemerler genellikle eski camiden sadece mermer oy­
Fatih camii, okul, kütüphane, lma­ k ırmızı taş ve beyaz mermerle iş­ malar ve iki çini pano kalmıştır.
ret, kervansaray, 16 medrese, tab­ lenmiştir ; ama mihverdekilerde ye­ Cami avlusundaki yanl!ın ha­
hane, darüşşifa ve hamamdan mey­ şil taş kullanılmıştır. vuzu Mahmut II döneminde yapıl­
dana geliyordu. Revak sütunlarının 8'i yeşil, mıştır ( 1825 ) .
229
Şehzade camii

Şehzade camiinin çevresinde bir­ X 32,92'yi bulur. 1 5,30 m X 30 m


şehzade camii çok türbe yer alır; Şehzademeh­ boyutlarındaki harem bölümü bir
met türbesi, Rüstempaşa türbesı, kubb<!yle örtülüdür; bu kubbenin
Şehzade Camiini, Kanuni Sultan Şehzademahmut türbesi, Hatkesul­ çapı ise 1 0,30 m'dir. Ortadaki kub­
Süleyman, oğlu Şehzade Mehmed'­ tan türbesi, Fatmasultan türbesi, benin sağında ve solunda, bizans
in ölümü ( 1 543) üstüne, Mimar Si­ İbra:himağa türbesi, Destari Mus­ başlıklı sütunlara dayanan sivri
nan'a yaptırmıştır ( 1543- 1 548) tafapaşa türbesi. kemerleri küçük kubbeler örter.
Şeıhzademehmet türbesi, Rüs­ Minare, caminin batı yönün­
Mimar Sinan'ın ilk önemli e­
tempaşa türbesi ve Şehzademah­ de yer alır. Kısa, kalın gövdeli ve
seri olan bu cami, imaret. tabhane,
mut türbesi Mimar Sinan'ın eseri­ mor, mavi, sarı ve yeşil sırlı tuğla
okul, medrese ve türbeden oluşan
dir. ile süslü minare, camiye bitişik o­
bir külliyenin içinde yer alır.
Kanuni Sultan Süleyman'ın lan mzdresenin kuzeydoğu köşesin­
Cami üç böl timden meydana
oğlu Şehzade Mehm�t için yaptırdı­ de yükselir.
gelir; dış avlu , iç avlu ve asıl cami.
ği türbe, cami ile aynı döneme ras­ XIV. yy. Beylikler dönemi sa­
Dış avlunun 5, iç avlunun ise 3
kapısı vardır. 16 kubbeyle örtülmüş lar. Türbenin planı sekizgendir. natının en iyi örneği olan Manisa
Türbenin içi çeşitli renkte ve desen­ Uluca mii, Osmanlı camllerinin te­
bir revak iç avluyu çepeçevre sa­
rar. İç avlunun ortasında 8 köşeli de çinilerle örtülüdür. mel örneği olan Edirne'deki üçşe­
bir şadırvan bulunur. refeli camiyi hazırlamıştır.
Cami, her k�narı 38 m olan bir
karedir. 1 8,42'm çapındaki merkez
kubbe ve bu kubbenin dört yanın­
daki dört yarım kubbe camiyi ör­
manisa ulu camii bursa ulu camii
ter. Bu yarım kubbeler dört büyük Manisa Ulucamii, Saruhanoğul­ Yıldırım Bayezid'in Bursa'da
kemere, kemerler de sekiz köşeli larından Mı.ı.zafferüddin İshak bin yaptırdığı cami ( 1 395-1399 ) .
dört filayağa dayanır; ayrıca, yarım Fahrüddin fi.Y'as Bey tarafından Bursa'nın en büyük boyutlu mi­
kubb�ler de ikişer yarım kubbeyle yaptırıldı ( 1 376 ) . Caminin, boyut­ marlık eseridir (65 metreX56 met­
genişletilmistir. ları (avlusuyla birlikte) 36 ,55 m. re) . Mimar Rüstem tarafından ya-
230
pıldığı sanılır.
Cami, 1 2 paye aracılığıyla 5 sa­
hına ayrılır. Kapsadığı yirmi kare
mekanın herbiri 1 0,60 metre çapın­
da bir kubbeyle örtülüdür. Salımlar,
yapının dış yüzünde, sivri kemerli
nişlerle ortaya konmuştur. Orta sa­
hının taç kapıdan sonraki ikinci
kubbesi camekanla örtülüdür ve al­
tında onaltı köşeli bir şadırvan var­
dır. Kur'an okumaya ayrılan sofa­
lar şadırvanı çevreler.
Mihrabın her iki yanında birer
küçük sütun görülür. Mimber, sekiz
köşeli küçük çerçevelerden oluşur.
Ceviz ağacından yapılan bu çerçe­
veler kabartma dallarla süslenmiş­
tir.
Cephedeki pencereler sivri ke­
merler içindedir. Kubbe kasnakla­
rına pencereler açılmıştır.
Caminin iki minaresi vardır ve
.bunlar ön cephenin iki köşesinde­
dir.

eyüpsultan
• •

camıı
İstanbul'da, Haliç'te cami 668 -
669 yıllarında İstanbul'u kuşatan
İslam ordusunun savaşçılarından
Eyyub El-Ensari'nin (ölümü 672 )
gömülü olduğu sanılan yerde yaptı­
rıldı. Sultan Mehmed II, İstanbul' u
kuşattığı sırada, üzerinde ({Kabr-i
Eba Eyyub» yazılı bir taş bulunun­
ca bir cami ile bir türbe yaptırdı.
1458'de yapılan cami yıkılınca, Se­
lim III döneminde, Uzun Hüseyin
Efendi camıyı yeniden yaptırdı
( 1 798-1800) . Daha sonraları birçok
kez onarılan caminin iki avlusu
vardır. Dış avluya kuzey ve güney­
deki iki kapıyla girilir. Kuzeydeki
kapıdan girilince, bir rampa aracı­
lığıyla bir asma kata çıkılır ve bu­
radan da padişah mahfiline girilir.
Dış avluda açık türbe ve mezarlara
ve sekiz mermer sütuna dayanan,
alçak saçaklı kubbeyle örtülü bir
şadırvana raslanır.
İç avlunun üç kapısından biri
anıtsal görünümd·cdir. İç avludaki
1 3 kubbe, 12 sütun üzerine oturtul­
muştur. Caminin planı dikdörtgen­
dir. Ana kubbe kemerler fü;erine,
kemerler de iki filayağı He altı sü­
tun üzerine oturtulmuştur. Ana
kubbeyi sekiz yarım kubbe çevreler.
Son cemaat yerinde iki mihrap gö­
rülür. Caminin süslemeleri pek ö­
nemli değildir; mermer mihrap çi­
nisizdir; mermer mimber ve kürsü
yaldızla süslenmiştir.
Caminin iki minaresi vardır. Laleli camii

231
Eyüpsultan camii

Bu koridorlarda medrese odaları şındayken başlamıştır.


eyüpsultan türbesi yer alır.
·
Caminin planı kareye yakındır
İki büyük kubb-e, dış yandan (63mX68m) . Ortadaki ana kubbe­
Eyüpsultan camiinin cevre du­ oniki kenarlı kasnak üzerine otur­ nin yerden yüksekliği 53 m, çapı
varları içinde yer alır. Türbe, 1458' tulmuştur; oysa, öbür kubbelerin 25,5 m'dir. Dört büyük payeye otu­
de, kefeki taşından yapıldı. Sekiz kasnakları . sekizgendir. ran ana kubbenin kasnağında otuz
köşeli ve tek kubbelidir. Türbedeki Cami, çeşitli yangınlarda harap iki pencere vardır. Ana kubbenin
şamdanlar ve gümüş şebeke son dö­ olmuş ve birçok onarım görmüştür. iki yanına birer yarım kubbe yerleıı­
nemi-erden kalmadır. Ama onarımlar sırasında camide tirilmiştir. Dört büyük payeden gü­
Eyüpsuıtan türbesi, yüzyıllar birçok değişiklik de yapılmıştır ; beş neydekiyle kuzeydeki arasına örü­
boyunca, müslümanların akın akın kubbeyle örtülen revak XIX. yy.'da­ len bir duvar yarım kubbeleri ta­
ziyarete geldiği kutsal yerlerden bi­ ki bir onarım sırasında eklenmiştir; şır ; duvarı ise çok büyük dört sü­
ridir ve bu özelliğini bugün de ko­ ahşap hünkar mahfili ve minarn de tuna yaslanır. Bu sütunlardan biri
rumaktadır. sonradan eklenen bölümlerdendir; Topkapı Sarayı yakınından, ikinci­
mimber ve mihrap da XVIII.yy.'dan si Kıztaşı'ndan, üçüncüsü İskende­
kalmadır. Cami içindeki rıakışlar da riye'den ve sonuncusu da Baalbek'­
mahmutpaşa camii yenidir; bu nakışlar eski kalem iş­
leri harap olduğundan 1 93 9'da ya­
ten getirilmiştir. Yan salımlar beş
kubbeyle örtülüdür ve bu kubbele­
Fatih Sultan Mehmed'in Sad­ pılmıştır. rin çapları birbirine eşit değildir.
razamı Mahmud Paşa'nın istan­ Çok kalabalık bir cemaatin
bul'da, Mahmud Paşa'da yaptırdı­ topluca namaz kılmasına olanak
ğı bir külliyenin parçasıdır. Ama,
söz konusu, külliyeden sadece ca­
süleymaniye camii veren camiin içi, ana mekanın bü­
yüklüğü ve kubbenin yüksekliğiyle
mi ile. türbe günümüze dek gelebil­ Kanuni Sultan Süleyman'ın dikkati çeker. Ayrıca· Sinan cami­
miştir. 1 550-1 557 yılları arasında yaptırdı­ nin akustik durumuna büyük önem
Caminin sahını dikdörtgen bi­ ğı cami. İstanbul'da, Süleymaniye'­ vermiştir; büyük kµbbenin bir ya­
çimindedir. Büyük bir kemerle or­ de bulunan caminin mimarı Sinan' - nında çıkan hafif bir ses öteki yan­
tadan ikiye ayrılan sahın, büyük dır. dan rahatlıkla duyulur.
kubbelerle örtülüdür. Sahının yan­ Sinhn ikinci önemli eseri olan Hava değiştirme sistemi bakı­
larındaki kapılar koridorlara açılır. Sül-cymaniye'nin yapımına 60 ya- mından da Süleymaniye'nin önemli
232
Süleymaniye camii
233
Yeni cami

bir yeri vardır ; cümle kapısının iç


kesiminde, içeriye ve dışarıya doğ­
ru açılan dörder menfez bulunur.
Bu menfezlerin tümü aynı anda a­
çılınca, caminin havası hızla temiz­
lenir.
Caminin mimarisinin yanı sı­
ra süslemeleri de çok önemlidir.
Mihraptaki çiniler, motifleri, renk­
leri ve teknikleri açısından XVI .yy.'
ın en güzel çini örnekleridir. Ayrıca ·
mihrap ç�vresi ve duvarlar sur·eler
ve çok renkli süslemelerle bezenmiş­
tir. Mimberin köşelerinde kabartma
süsler yer alır. Padişah mahfilinde­
ki mermer işçiliği v·e , özellikle, mah­
fil çevresindeki kafes biçimli şebe­
ke çok ilgi çekicidir. öte yandan,
cami içindeki yazılar, pencereler­
deki oymalar, sedef ve fildiş' kak­
malar XVI.yy. sanatının ·en güzel
örneklerini gözler önüne serer.
Caminin dört minaresi vardır.
Avlunun dört köşesinde yer alan
minarelerden avlunun ön cephesin­
deki iki minare ikişer şerefeli, öbür
ikisiyse üçer şerefelidir:· Sinan, ca­
miye dört minare, yaparak Kanuni
Nuruosmaniye camii Sultan Süleyman'ın İstanbul'un
234
Beyazıt camii

fethinden sonra tahta geçen dör­ Avlunun ortasındaki mermer Cami, kare planlıdır. Kubh�.
düncü padişah olduğunu, bu dört şadırvan, oymaları ve bronz şe­ dört fil ayağı aracılığıyla iki kalın
minarede yer alan on şerefe ile de bekeleriyle dikkati üzerinde toplar. direk üstüne oturtulmuştur. Kub­
onuncu Osmanlı padişahı olduğunu Süleymaniye camii, çevresindeki ya­ benin doğusunda ve batısında dör­
belirtmek istemiştir. Bu minareler­ pılarla birlikte büyük bir külliye o­ der kfü;ük kubbe vardır. Padişah
de ilginç bir özellik göze çarpar; luşturur. Süh�ymaniye Külliyesi, İs­ mahfili mermerdendir ve XVIII.yy. '
minarelerin boyları eşit değildir. tanbul'da Fatih Külliyesinden son­ da çinilerle süslenmiştir.
Sinan, camiye piramit biçimine ra kurulan ikinci büyük külliyedir. Caminin ön ünde kare biçimli
benzer bir görünüm kazandırmak Külliyedeki başlıca yapılar şunlar­ bir avlu yer alır. Avlu revaklarla çev­
için, kubbe yakınındaki minareleri dır : Darüttip (tıp öğrenimi yapan rilidir ve üç kapıyla dışarı açılır.
uzun, öbürküleri kısa yapmıştır. medrese) , Sıbyan mektebi (ilkokul) , Üstü yirmidört kubhayle örtülü o­
Minarelerin gövdesi yivlidir ve yiv­ Evvel medresesi ve Sani medresesi, lan revakların yirmi sütunu var­
lerin arası oymalarla süslenmiştir. Rabi medresesi ve Salis medresesi, dır. Sütunlardan altısı granit, onu
Caminin iç avlusuna, biri ön Mülazımlar medresesi, Darüşşifa, yeşil somaki, dördü neceftir. Avlu
cephede ve ortadg,, ötekiler yan iman�t. Darülhadis, Süleymaniye ortasına bir de şadırvan yapılmış­
cephelerde bulunan üç kapıyla gi-. hamamı, Süleymaniye kütüphane­ tır.
rilir. Ortadaki kapı anıtsal bir taç si, Hesap çeşmesi, Kanuni Sultan Caminin iki minaresinden gü­
kapı görünümündedir. Bu kapının Süleyman türbesi, Mimar Sinan neydeki cami ile birlikte, kuzeyde­
iki yanında 12 pencere ve birkaç türbesi , Hurrem Sultan türbesi ve ki ise XIX.yy.'da yapılmıştır. Mi­
oda vardır. Zemini mermerle kaplı Darülkurra. narelerin ikisi de tek şeref-elidir.
olan iç avluyu 28 kubbeli bir revak Caminin mihrap duvarı önüne
çevirir. Revaktaki kubbeler, mer­ Sultan Selim I, bir türbe yaptırmış-,
mer ve pembe granitten yapılma 28
sütuna dayanır. Revak kubbelerin­
beyazıt camii tır. Sekizgen gövdeli yapının üstü
kubbeyle örtülüdür ve önünde re­
deki .k alem işleri daha sonraki dö­ Sultan Bayezid II'nin emriyle vaklı bir giriş bölümü yer almakta­
nemlerde yapılmıştır. Avludaki en 1501-1505 yılları arasında, İstan­ dır.
önemli süsleme, son cemaat yerin­ bul'da, Hürriyet Meydanı'nda yapıl­ Beyazıt camii, Osmanlılarda a­
deki 10 pencerenin çini dekorları­ dı. Mimarı Yakub Şah bin Sultan nıtsal cami tipine geçişi göster·�n
dır. Şah'tır. en iyi örneklerden biridir.
235
selimiye camii
Selim II'nin Edirne'de yaptır­
dığı bu caminin mimarı Sinan'dır.
Cami, 43,28 metre yüksekliğinde ve
3 1 ,28 metre çapında büyük bir ana
kubbeyle örtülüdür. 8 ayağa da.ya­
nan bu ana kubbe 6 metre genişli­
ğindeki kemerlerle birbirine bağla­
nır. Ayaklar, köşelerde, k'i_\çük kub­
h2lerle devam eder.
Selimiye'nin süslemeleri de ol­
dukça zengindir. Mimber mermer­
dendir ve ince bir işçilikle yapılmış­
tır, Alt kat pencerelerinin kalınlık­
ları, mihrap duvarı, mimberin kü­
lahı ve arkası çinilerle kaplıdır.
Mihrap duvarındaki panolar, renk­
leri ve kompozisyonları bakımından
Osmanlı çini sanatının en önde ge­
len örnekleri arasında yer alır.
( Mahfilin bütün duvarları yarıya
kadar çiniyle kaplıdır ) . Padişah
mahfilindeki çiniler de çok güzeldir.
Ama camideki çinilerin bazılarını
Osmanlı-Rus savaşı sırasında ( 1 877-
1878) Rus generali Skohelef söktü­
rerek Moskova'ya taşıttı. Bu çini­
lerin boş kalan yerleri daha sonra
boya ile örtüldü.
C ümle kapısı, mermerlerle süs­
lenmiştir. Avlu kapısı bile inci işçi­
liğiyle dikkati çekmektedir.
Caminin dört köşesinde, 70,89
metre yüksekliğinde minareler var­
dır. Üçer şerefeli olan minarelerden
cümle kapısının iki yanına rasla­
yanların şerefelerine ayrı ayrı mer­
divenlerden çıkılır. Öteki minarele�
rin şerefelerinin merdiveni ise or­
taktır. Süleymaniye ve Fatih cami­
leri gibi Selimiyede bir külliyenin
içinde yer alır.
Taş duvarlarla çevrili geniş av­
lusunun içinde darülhadis, darül­
haussa, darülsıbyan, ve medrese gi­
bi böl timler göze çarpar.
Selimiye camii, yükseklik, bü­
yüklük ve ışık oranlarındaki uyu­
muyla dünyanın en ünlü mimarlık
eserleri arasında yer alır .

nuruosmanıye
• •

camıı
Yapımına Mahmud 1 dönemin­
de başlanan ( 1748 ) ve Osman III
zamanında bitirilen ( 1755) cami,
İstanbul'da, Nuruosmaniye'dedir.
Caminin mimarlığını Mustafa Ağa,
mimar yardımcılığını Simon kalfa
yaptı.
Cami, set üstüne yapılmış ka­
Selimiye camii (Edirne) visli . bir avlu ile tek büyük kubbeli
236
Sultanahmet camii

bir sahından oluşur. Temelinde su ğında ve solunda yer alan ikişer şe­ mer korkul u,klar taş işçiliğinin en
çıktığı için yapının tabanı kemer­ refeli iki minarenin alt gövdeleri güzel örneğini meydana getirir.
lerle desteklenen bir bodrum üze­ çubukludur. Minare külahları taş­ Caminin duvarlarındaki çini
rine oturtulmuştur. Nuruosmaniye, tandır. panolar XVI.yy. sonu ile XVII.yy.
yuvarlak biçimlere önem veren ba­ Nuruosmaniye camii, medrese, başında yapılmıştır. Çinilerdeki mo­
rok üslubunun Türkiye'deki ilk ö­ imaret, türbe, sebil, çeşme ve kütüp­ tif çeşidi sayılamayacak kadar çok­
nemli örneğidir. Sahının yarım kub­ haneden ol ':lşan külliyenin bir par­ tur. Sedef işl·cri , mimar Mehmed
be ile örtülü kıble tarafındaki mih­ çasıdır. Ağa'nın elinden çıkmıştır. Kalem
rap bölümü, kilise absislerine ben­ işleri, zamanla bozulmuş olmakla
zeyen biçimde yapıdan dışarıya ta­ birlikte, gene de güzelliklerini ko­
şan büyük ve yuvarlak bir hücre rur.
görünümündedir. Sahında , üst üste
5 sıra halinde dizilmiş 1 74 pencere
sultanahmet camii Sultanahmet camımın öbür
camilerde görülmeyen özelliklerin­
vardır; pencerelerin birbirlerine u­ Mavi cami adıyla da bilinen den biri de altı minare kapsaması­
zaklığı çok azdır. Kubbede yer alan Sultanahmet camiini Ahmed I yap­ dır. Caminin köşelerindeki minare­
32 pencerenin 4'ü sağırdır İki sıra
. tırdı: 1 609-1620. Caminin mimarı lerin üçer, ana kapının iki yanında­
kalın ve çıkıntılı korniş, sahının iç Sedefkar Mehmed Ağa'dır. ki minarelerin ise ikişer şerefesi
duvarlarını üç bölüme ayırır. Mih­ Cami. 74 metre çapında, 43 vardır. Sultanahmet camii minare­
rabın sağında bir mahfil, solunda metre yüksekliğind·c bir ana kub­ lerinin ve avlusunun çok önemli iki
is·c bir mahfil ve bir mermer mim­ beyle örtülüdür . Ana kubbeyi, dört özelliği vardır : 1 ) Av 1 u genişliği ca­
ber bulunur. Mihrabın sağından büyük kemer aracılığıyla dört bü­ mininkinden fazladır; 2) Avlu u­
başlayan ve bir friz biçiminde bü­ yük filayağı taşır. Aşağıdan yuka­ cundaki iki minare - kaidelerinin
tün sahını dolaşan Fatiha suresi rıya doğru yivli olan bu filayakla­ bir kenarıyla avlu duvarına birleş­
camiye ayrı bir hava verir .
rm het biri 5 metre çapındadır. meleri nedeniyle - arasındaki uzak­
Caminin avlusunda mimar Sultanahmet camii, olağanüs­ lık, cami kütlesine bitişik öbür mi­
Mustafa Ağa klasik planın kalıpla­ tü ışık alan bir camidir: 5 sıra ha­ nareler arasındakine oranla daha
rından bütünuyle ayrılarak, revak­ linde istiflenen 260 pencere camiye geniştir. Bu iki özellik sadece Sul:
ları QPiki sütuna dayanan ve on­ bol ışık sağlamaktadır. tanahmzt camiine özgüdür. Sultan­
dört kubbe ile örtülen yarım daire Caminin sol köşesind·cki padi­ ahmet camiinin iki yanı, önü bu dış
biçiminde bir avlu yapmıştır. Dış şah mahfeli, sedefli kapısı, türku­ avluyla çevrilir. Dış avlu pencere­
avludan sonra, onbir basamaklı bir vaz üzerine . altın yaldızla yazılmış li bir duvarla kuşatılmıştır ve sekiz
merdivenle iç avluya geçilir. Dokuz çinileri, yeşim ve mozayik süsleme­ kapısı vardır . İç avluya giriş ise sa­
kubbeyle örtülü olan iç avlunun üç li mihrap ve mahfelin altındaki ah­ dece üç kapıyla sağlanır.
kapısı vardır Son cemaat yeri ca­
. şap tavan gerçek bir süsleme şahe­ Sultanahmet camii, Sultanah­
miye bitişiktir ve 5 kemer ile 5 kub­ seridir. öte yandan, mahf-cldeki oy­ med külliyesinin en önemli ve en
he kapsar. Son cemaat yerinin sa- ma ve kabartma işlemeleri ve mer- büyük yapısıdır. Sultanahmet kül-
237
liyesi, XV1II.yy.'ın en büyük mima­
ri girişimidir. Külliyenin temeli 7
kasım 1609'da kazılmaya başlanmış­
tır. 9 Haziran 1 6 1 7'de külliye tö­
renle halka açılmasına karşın bazı
bölümleri (cami, medrese, darüşşi­
fa, türbe, ve imaret) ancak 1620'
de tamamlanabilmiştir.

sokollu külliyesi
• •

ve camıı
Sokollu Mehmet Paşa'nın, ka­
rısı Esma Sultan adına İstanbul'da,
Sultanahmet'te yaptırdığı külliye
( 1 57 1 ) . Mimar Sinan'ın yaptığı
külliyenin en önemli bölümü So­
kollu camiidir.
Külliyenin yerinde eskiden bir
bizans kilisesi bulunmaktaydı.
Külliyenin iç avlusuna giriş,
merdivenli bir kapıyla sağlanır. Av­
lunun ortasında kubbeli, mermer
bir şadırvan görülür. Medrese oda­
ları, külliyenin üç cephesi boyunca
sıralanır. Caminin son cemaat yeri
7 kubbeli bir revakla örtülüdür. Re­
vak kubbeleri 6 sütuna dayandırıl­
mıştır. Camiye, son cemaat yerinin
ortasındaki bir kapıdan girilir. Ca­
miyi örten ana kubbenin köşelerin­
de yarım kubbeler vardır. Ana kub­
be altı sütun üstüne oturtulmuş­
tur.
Sokollu camii'nin içi, kubbe e­
teklerine dek çinilerle bezenmiştir.

rüstempaşa camii
Kanuni Sultan Süleyman'ın
veziri Rüstem Paşa'nın, İstanbul'­
da, Tahtakale'de 156l 'd·z yaptırdığı
cami. Caminin mimarı, ünlü mimar
Sinan'dır.
Cami, eski Halilefendi Mesci·
di'nin yerinde yapılmıştır. Ama bu
mescit çukurda kaldığından, Mimar
Sinan, Rüstempaşa camiinin altına
dükkanlar yaparak camii yükseltti.
Bu nedenle Rüstem Paşa Camiine,
merdivenle çıkılmaktadır.
Dikdörtgen biçimindeki cami­
nin orta kubbesi, dört filayağına ve
sütunlara oturtulmuştur. Son cema­
at yerini örten beş kubbe, altı sü­
tuna dayanır.
Rüstempaşa camiinin süsleme­
leri çok güzeldir. Caminin her ya­
nı çinilerle kaplıdır. Osmanlı çini
sanatının en güzel örnekleri olan bu
çinil·zr, özellikle, kapsadıkları lale
Sokoııu Mehmet Paşa camıinin içi motifleriyle ilgiyi çekerler .
238
Dolmabahçe camii 1
1

l
bilin iyi durumda olmasına karşılık payanda kemeri kubbenin j Yükünü
laleli camii hamam bütünüyle yıkılmıştır. dış duvarlara aktardığında!f , taşıyı­


cı duvarlarda birçok pencere açabil­
Mustafa III döneminde, 1759- me olanağı doğmuştur; b durum
1 763 yıllarında İstanbul'da, Aksa­ camiye bol ışık sağlamaktadır .
ray' da yapıldı. Mimarı Mehmed Ta­
hir'dir. Ancak cami çeşitli dönem­
kılıçalipaşa camii i

yad'
lerde birçok kez onarıldı ; caminin Kaptanıderya Kılıç Ali Paşa'­
dış avlusunun cümle kapısı, 1957' nın 1 580'de İstanbul'da, Tophane'­
de - yolun genişletilmesi sırasın­ de yaptırdığı cami. Mimar Sinan'ın yeni cami
da - geriye alındı, ekleme d ükkan­ yaptığı bu cami, kıyının doldurul­
lar yapıldı, bodrum katı kullanılır ması nedeniyle denizden uzaklaş­ valide camii ı
ı
hale getirildi. mıştır.
!
Cami barok üslubundadır. Ana Sinan I - Beyazıt ve Süleyma­ Istanbul 'da Eminönü'ndedir.

1
kubbe altı yarım kubbeyle çevrili­ niye camilerinde de olduğu gibi - Murad III'ün eşi ve Mehmed
dir ve kemerler aracılığıyla sekiz Kılıçalipaşa camiinde Ayasofya'nın �
III'ün annesi Safiye ·sulta 'ın iste­
sütuna dayanır. etkisinde kalmıştır. ği üzerine, Mimar Sinan'ırh. öğren­
Tek şerefeli iki minareden sol­
da:ki, caminin yapımından altı yıl
Sinan, Ayasofya'nın plan şema­
sını bazı değişikliklerl·c uygulamış­
j
cisi Davut Ağa tarafından yapımı­
na başlandı ( 15 97 ) . Dağut1 Ağa ö­
sonra eklenmiştir. tır : Ayasofya'daki yan salımları a­ �
lünce, mimar Dalkılıç . (y da Dal
Caminin şadırvanı sekiz sütun yıran duvarlara Kılıçalipaşa cami­ gıç ) Ahmet Çavus. 1603'e dek cami·
kapsar. Cami · önündeki türbelerde inde raslanmaz; öte yandan, Aya­ nin yapımını sürdürdü. Arrl.a, Meh­
Mustafa III ve Selim III'ün mezar­ sofya'nın galerileri burada kadınlar met III'ün ölümünden son�a Safiye
larının yanısıra Fatma, Mihrimah mahfiline dönüşmüştür. Bununla Sultan eski saraya gönderiÜnce ca-
Sultanların, Adilşah
mezarları yer alır.
kadının, vb. birlikte, Kılıçalipaşa camii, mekanı
ve Kubbe düzeni bakımından özgün
mi yarım kaldı. J
Yaklaşık yarım yüzyil kadar
Laleli camii, sebil, imaret, tür­ bir eserdir. sonra Mehmet IV'ün anne�i Hatice
Caminin ortadaki kubbesi dört Turhan Sultan camiyi tahıamlat­
rJ
be, hamam, dükkanlar ve handan
oluşan bir külliyenin parçasıdır. Se- filayağa oturtulmuştur. Dört büyük maya karar vererek mirria Musta-
ı 239
Rüstempaşa camii
1 .
mahfillerin altındaysa onüçer sütun
fa Efehdiyi görevlendirdi ve Yeni-
cami k ülliy·csi 1 663'te tamamlandı. vardır. Padişah mahfili dört keme­ selimiye camii

C miniri Mimar Davut Ağa ta­ re, kemerler de iki sütun üzerine o­
rafınd an yapılan plamnda Şehzade, turtulmuştur. İstanbul'un Üsküdar semtinde,
Süleynlıaniye ve Fatih camilerinin Mihrabın soluna raslayan iki Sultan Selim III'ün 1 8 0 1 -1805 tarih­
J
etkisi görü.Jür. Mimar Mustafa E­ pencere arasındaki mozayik tablo, leri arasında yaptırdığı bu cami ba­
\
fendi c amiyi Davut Ağa'nın planına 47 değerli ve renkli taşın mermer rok üslubundadır. Geniş bir avlu
göre tamamlamıştır. · yüzeye yerleştirilmesiyle oluşturul­ içindeki yapı kare planlıdır. Tuğlay­
Yd.nitami'nin en büyük özelli­ muştur. Duvarlar mavi çiniler ve la örülü ve üzeri kurşunla kaplı bir
ği iç v� dış kapılardaki uyumdur. duvar nakışlarıyla süslüdür. Cam.i kubbe, ana mekanı örter. Caminin
a\rn
c inin önündeki iç avluya, içindeki cam bir dolapta, Yenicami'­ kuzey ve güney cephelerinde mah­
f
merdiv nle çıkılan üç kapıyla giri­ nin fildişinden yapılmış bir maket! filler bulunur. İki katlı padişah da­
lir. A v�udaki 24 revak kubbesi 24 vardır. Vaız kürsüsü motiflerle kap­ ireleri batı cephesindedir. Mermer
sütuna! dayandırılmıştır. Yarım sü­ lıdır. Mimhcrde karmaşık motifli sütunlara oturtulmuş bu daireler­
tunlar�, sütun başlıkları ve oymalı süslemeler göze çarpar. den sağdaki padişahın namaz kıl­
tunç p'p.rmaklıklarıyla göz alıcı bir Yenicami'nin içi değerli halılar­ ması için, soldakiyse dinlenmesi ve
l
yapı p an şadırvan, avlunun orta­ la kaplıdır. Özellikle, Mekke'den ge­ ziyaretçilerle görüşmesi için yapıl­
sındad , r. tirilerek kıble yönünd·cki sütunun mıştır.
Caıpıiyi ört·cn ana kubbe, 4 ya­ altına serilen arabesk yazılı motif­ Mihrap ve dört sütun üzerine
rım k qbbe ve 4 filayağına dayanır. lerh� süslü halı çok güzeldir. oturtulan mimber mermerdendir.
Yarım jkubbelerin altında, daha kü­ Valide Sultanların dinlenmesi Selimiye cami, süsleme bakımından
çük ik�şer kubbe yer alır. Ana kub­ için, XVII.yy.'da camiye kemerle zengindir. Oymalı mermerler, kub­
benin t4 penceresi vardır. bağlanan bir köşk yapıldı. Caminin bedeki kalem işi süslemeler, kubbe
Caminin üç yanında mahfiller bir parçası olan bu köşk, XVII.yy. göheğine yazılmış ayetler caminin
S
görülü . Altı kalın ve iki ince kır­ Türk mimarisinin en güzel örnekle­ başlıca süslemeleridir.
mızı sütuna
1 '
dayanan müezzin mah- ri arasında Y.er alır. Selimiye'nin tek şerefeli iki mi­
filini (:)rten altı kubbeyi altı ince Caminin üçer şerefeli iki mina­ naresi vardır. Minarelerin gövdele­

�1•
sütun aşır. Sağdaki ve soldaki resi, avlunun doğu yanındadır. ri yivli, külahları boğumludur.
240

You might also like