Professional Documents
Culture Documents
Dinler Tarihi Ansiklopedisi 1 Gelisim Yaynlar
Dinler Tarihi Ansiklopedisi 1 Gelisim Yaynlar
iDi
ANSİKLOPEDİSİ
İslamiyet, hıristiyanlık, musevilik ve ilkel dinler
yayımlayan
G ELİSİM BA SIM vP YAYIM AS
genel yönetmen:
ERCAN A RIKLI
yayın yönetmeni:
Hİ LMİ YAVUZ
sorumlu yönetmen:
T EOMAN T UNÇOOGAN
yayın kurulu:
Ooç. Dr.HÜSEY İN A TA Y , İ SMET ZEKİ EY ÜBOGLU,
TANİU G ÖKÇÖL, OSMAN KESKİ OGLU,
Ooç.Dr.MET İN SÖZEN, Doç. Dr. BAHRİ Y E Ü ÇOK
çevırı:
ZEYNEP A KBAY, YASA R ANDAY, İ PEK ERKELLER,
SEMA GÜZELSEN, PINA R KÜR
sayfa düzeni:
SERVER GÜZEY
düzelt i :
MUSTAFA BURÇAK, OSMAN ÖZTÜRK
sekreterler:
GÜLER ÇUBUKÇU, EVA SEY RANOGLU
haskı ve cilt:
Kll\ı\L MATBAASI
dizgi:
İSAK MATBAASI
©:
GELİ$İM BASIM ve YAY IM AS
$afak Sokak No. 2, Nisantaşı/ İstanbul
Tel: 48 02 10- 48 88 24
sunus •
Din nedir?
Cağlar boyunca düşünürler, «din» olgusu üzerinde durmuşlar, bu olguyu de
ğişik perspektiflerden (din sosyolojisi; din felsefesi; din psikolojisi; din fenomeno
lojisi) temellendirmeye çalışmışlardır. Geniş anlamda, insanla insan üstü güç (ki
bu gücün mutlaka «tanrı» olması gerekmez) arasındaki ilişkilerin duygular, inanç sis
temleri ve ibadetler biçiminde sistemleştiği bu karmaşık olgunun kökeninde insa
nın doğa karşısındaki korkusu yatmaktadır. Alman dinbilimcisi Rudolf Otto'nun de
diği gibi, insan ürker ve güvenir. insan üstü güç, bir yanıyla insanı ürkütür, bir ya
nıyla da onu hayran bırakır. Otto'nun deyişiyle bu güç hem myste:ium tremendum
( insanı heybetle titreten sır ), hem de mysterium fascinans'dır ( insanı hayran bı
rakan sır ). Hartmann da bu tanıma katılır: «Din, insanın, kendisini heyecan ve
hayranlığa sürükleyen metafizik güçler taşımasıdır.»
Din olgusunu tarihsel gelişimi içinde değil,özü açısından inceleyen din fenome
nolojisi, dinlerin her birine özgü tanrı kavramını araştırmayı konu alır. Fenomenolo
jik görüşün vardığı sonuç dinsel duygunun belirtilerinin farklı dinlerde birbirine ben
zediği varsayımından çıkarak dinlerin kökeninin bir olduğunu göstermektir. Dinsel
bir tasavvurun en ilkel topluluklardan başlayarak en yüksek dinlere kadar hangi bi
çimlerde yaşamaya devam ettiğini ortaya koyar. Bu yuzden fenomenoloji felsefesi
açısından dinde temel ilke, insan benliğinin bütün faaliyetleriyle ve tüm olarak tan
rı ile ilişki kurmasıdır.
Din psikolojisinin konusunu ise, bireyin dinsel iç deneyi meydana getirir; dinin
başlangıç ve gelişimini bireysel perspektiften açıklamaya çalışır. Din psikolojisi
açısından yapılan bir din tanımı da bu durumu ortaya. koyar: «din, yetersizliğini ve
güçsüzlüğünü duyan ruhların en yüksek bir güçle ilişki kurmalarıdır.» (Auguste Sa
batier).
Din sosyolojisi ise dinin aile, millet v.b. gibi toplumsal kurumlara karşı aldığı
tavrı, din olgusuyla bağlantılı olarak ortaya çıkan sosyolojik olayları, çeşitli dinsel
kurumların toplumla olan ilişkilerini araştırır. Başka bir deyişle din psikolojisi dinin
sübjektif alanını, din sosyolojisi ise dinin objektif alanını belirler. Durkheim'in şu
tanımlaması, din sosyolojisi açısından din olgusunun temellendirilmesine iyi bir ör
nek sayılsa gerektir: «bir din kutsal varlıkla ilgili ibadet ve itikatlardan meydana ge
len toplu bir sistemdir. Bu sisteme bağlanan bireyler. bir birlik, cemaat yada üm
met meydana getirirler.»
Diiı felsefesi ise, dinin mahiyeti üzerinde durur. Mutlak varlık kavramını ve in
sanın bu varlıkla olan ilişkilerinin gerçekliğini araştırdığı kadar, dinin ahlôkla olan
ilişkileriı!i de kapsar. «Din, insanın . bütün görevlerinde ilôhi emrin bilinmesi ve ta
nımlanmasıdır» diyen Kant, dini ahlôk açısından sistemleştirme amacını güder.
2
DİNLERİN
TEMELİ
ilkel içgüdüler
Dinler nasıl ortaya çıktı? Bazı
görüşlere göre bu sorunun cevabı
doğru olarak verilebilirse dinlerin
geleceği daha iyi tahmin edilebilir.
Bu nedenle tutaı:lı bir açıklama ge
reklidir. Uzak geçmişi, arkeologla
rın ve tarih öncesini inceleyen ta�
rihçilerin araştırmalarından orta
ya çıkarabiliriz. Bir başka kaynak
da, taş devrinde yada daha öncesin·
de kalmış yada ortadan kalkmış ya
şayış ve düşünüş biçimlerinin bu
gün «ilkel ırk» diye nitelendirdiği
miz topluluklarda, yaşamaya de
vam eden çarpık kalıntılarıdır.
Dinsel inanç ve eylemlerin il
gilendikleri sorunların bu eylemler
sonucunda ortaya çıkmadığı arna
bu sorunların, dinin temeli olduğu
bir gerçektir. Dinle ilgili olarak bir
biriyle bağlantılı olan temel sorun
lar şunlardır:
I. Ben, yada Ego
II. Ben yada Ego'nu n çevresi;
öteki ubenn leri de kapsayan dünya.
III. Kendi kendine var olan,
çeşitli biçimlerde düşünülen, ama
düşüncenin objesi olmadan önce de
hissedilip korkulan nesne.
iV. Değişik biçimlerde düşünü
len değerli nesneler.
Bunların dördü de, kendi baş
larına birer sorundur, ama dini,
yanlış algılamaların sebep olduğu
bir yanılsama (illusion) sonucun
da ortaya çıkmış sayarak reddet
mek, onu tümüyle yanlış anlamak
demektir. Bu dört sorundan bir ya
da daha fazlasının (ama hiç bir za
man dördünün birden değil) bir ya
nılsama olduğunu tanıtlamak için,
din adına değişik çabalar göste
rilmiştir. Sözgelimi Hindular ben'·
in, dünyanın ve insan değerlerinin
gerçekliği olmadığını, tek varola
nın iyilik ve kötülüğün ötesinde
olan Brahma olduğunu öne sür· Hint mitoslarına göre Buddha, saçlarının suyunu sıkarak dünyayı su
müşlerdir. Bu dört maddenin içer ların basmasına sebep olmuştu. Bu olayı gösteren XIX. yüzyıla ait bir
diği sorular bilinen sorulardır ; heykel (bu heykel.· Bangkok Devlet Müzesi'ndedir J.
3
Paclıakamac'ın Güneş Mabedi'nde bu (Guatemala' da, bir Tanrı heykeli) ; bu heykel, kolomb-öncesi Ameri
lunan tahta bir tanrı heykelciği (bugün kan dinlerinde insan biçimciliğinin ( tanrıyı insan biçiminde tasarla
Lima'da M. Balla koleksiyonundadır). manın) var olduğunu gösterir .
insanlar, sürekli olarak bu sorulara içinde bile inançlarımızın ilkel ata yarı-insan cinslerinin bir çeşit ilkel
cevap verebilecek geçerli bir inanca larımızın doğal içgüdülerine bağla korku duyuları vardır. Hayvanlar.
sahip olmaya çalışmışlardır : «Ben nabileceğini belirtirler. doğal olarak, kendi cinslerinden bi
neyim?"; «Bilincinde olduğum bu rinin ölümü karşısında çok belirgin
«ben" (kendim) nedir?ı>J «Çev bir tedirginlik duyarlar. Gene de
remdeki dünya nedir?» ; «Bu dün
yanın anlamı nedir ? » ; «Neye ya
en eski hayvanlar ölülerini törenle gömme
iddiasında değillerdir. Ölüleri göm
rar?n; r<Benim dünya ile ilişkim ne
dir?"; rrÖlüm ne demektir? » ; rrBe
ilkel dinler me geleneğine ilk kez İsa'dan yüz
bin yıl önce yaşamış olan Neandert
nim ve benim gibi ölümlülerin de Konumuza, aşağı düzeydeki hal adamlarda rastlanır.
netimi dışında olan şeyin niteliği kültürler arasında bulunabilen en İlkel kültürlerin yukarda belir
nedir?»; <rÇevremde gördüğüm bü eski dinsel yaşamı inceleyerek baş tilen dört kategoriye ne ölçüde uy
tün değişim ve çöküşlere rağmen layacağız. Bu nedenle, yüce keha duklarını , arkeoloji ve insan bilimi
süre giden Değişmez Biqey yada netlerin, dinsel tapınmaların, gi nin ortaya çıkarabildiği bilgileri bir
Biri yok mudur?n; rrSoydaşlarım zemci görüşlerin, kaba, hatta hiç araya getirdiğimizde görebiliriz.
dan bazı olağanüstü yetenekli kişi bir çekiciliği bulunmayan bu temel I. ııBenıı yada ıcEgo». Burada
lerde bu Derin Gerçeğin simgeleri lerden çıktığını görmek bizleri hay önemli olan nokta rrBen» in bileşimi
ni ve gölgelerini sezmiyor muyum? » ; rete düşürmemelidir. Önemli olan, nin ve rüya, ölüm ve hayaletlerle
<<Onlarda v e benim kendi derinlikle bir şeyin çıkış noktasının ne oldu olan ilişkisinin anlaşılmasıdır. Bu-
rimde İnsanüstü bir Buyruğun be ğu değil, ilerde neye dönüştüğü ve 5ün, çoğu batılılar kendilerini «be
lirtilerini bulmuyor muyum? » ; «Ken sonuçta ne olduğudur. den» ve rrruhn olarak incelerler.
dimi çevremdeki çeşitli nesnelere İnsanla maymun arasında bir Ama, daha önceki ırklar, çok deği
değerler biçerken görüyorum. Niçin yerde olduklarını varsaydığımız ya şik bir ayırım yapmışlar, giderek,
herhangi bir şeyin değeri olsun? » ; rı - insanların ( ııan tropoidıı 1 erin) ruhların birden fazla olduğuna
«Bu değerler neden?n; «Bunlar ne dinsel töreleri hakkında kesin bir inanmışlardır. Iroquois kızılderili
demektir?"; re Yükselen bir değerler bilgiye sahip değiliz. Gene de şem lerinin beden - dışı unsurları be
ölçüsü var mıdır?n panzelerin soydaşları arasından lirtmek için altı ayrı kelimesi var
Gerçekçi bir kişi bu soruların grup dışı bırakıldıklarında, yada dı. İngiliz Kolombiyası'ndaki Haida
hiç birine şimdiye kadar doyurucu onlardan ayrıldıklarında çok mut kızılderilileri ise zihin, hayalet ve
bir cevap verilmediğini söyleme eği suz olduklarını; vahşi Chillingham beden-dışı ruh arasında ayırım ya
limindedir. Din konusunda gerçek sığırlarının, sürünün kurallarını bo parlar, bunların da beden-dışı ruh
çi bir tavır alanlar, genellikle, bu zanları garip bir biçimde cezalan için iki ayrı kelimesi vardır. Çin,
gibi büyük sorunların halen çözüm dırdıklarını biliyoruz. Bunlar, gü Yeni Gine ve Endonezya'da da bir
lenmemiş olduğunu açıklayarak nah işlemenin ve cezalandırılmanın insanın iki ruhu olduğu inancı çok
çağdaş sefalet ve kararsızlığımız ilkel biçimlerini andırırlar. Birçok yaygındır. Bazı melanezyalılar bir
4
lar ise beş ruh unsuru bulunduğu
na inanırlardı. Romalılar da bu an
lamda bir çokluk düşüncesine sa
hiptiler. Aziz Paulus beden, ruh ve
can'dan söz eder. Öte yandan, bir
den çok ruh inancının da, ruhsuz
·insanlar inancı ile dengelendiği gö
rülüyor. İnsanların hepsi bedenden
ayrılabilir bir ruha sahip değildir
ler. Bu düşünüş, ölümsüzlüğün bir
çok durumda (sözgelimi, Mısır ve
Çin'de) niçin aristokratik bir ayrı
calık sayıldığını açıklar. Yalnız bü
yük önderlerin ve savaşçıların öte
ki dünyada da yaşamaya devam
eden ruhları vardır. Bu, belki de
daha sonraları, tanrıbilimcilerin,
« şartlı ölümsüzlük>> olarak adlan
ihrdıkları durumun ilk biçimidir.
Sürekli ruha inanma, özellikle·
rüya fenomeninden çıkarılmıştır.
Buna neden de, rüyada ruhun, bir
süre için bedenden ayrılarak dolaş
tığı inancıdır. (Güney Amerika'da
ki Lengua Yerlilerinde olduğu gi
bi) . Bu süreklilik kavramının, me
zara ölünün kullanması için giye
cek ve eşya koyan ilkel adamın bi
lincinde de yer etmiş olması gerekir.
Bugün de üzerinde araştırma
lar yapılan fiziksel olguların çok
eski zamanlardan beri bilindiği ke
sindir ve ölülerin gömülmesi haya
letlere inanılmasına yol açmış ola
bilir.
il. cc Öteki Ben»leri Kapsayan
Dünya. Bu insanlarla insan dışı
varlıklar arasındaki fark, yalnız
Hıristiyanlarda değil özellikle Akde
niz insanları arasında herhangi.
başka bir yerden daha belirgindir.
Belirli bir tip ilkü kafa için, kendini
bal yapan karıncadan, bir timsah
tan yada bir tırtıldan türemiş ola
rak düşünmek tutarsızlık değildir.
Bu nedenle eski çağlarda insanlarla
insan-dışı olanlar arasında bir iliş
kinin varlığı olağan kabul edilir.
Bir Papua (Yeni Gine) kabilesinin
üyeleri arasında bir sorguçlu güver
cin, bir siyah papağan, hatta bir Çiçek Tanrısı Xochipilli'yi gösteren volkanik taştan yapılma bir
iguana da yer alırdı. Afrika halk hi heykel (bu hP-ykel, bugün Meksika Devlet Müzesi'ndedir J. Heykelin
kayelerinden, insanlarla hayvanla gerdanlığı jaga r tırnaklarından yapılmıştır. Bedeni, çiçekler ve gü-
rın aynı aileye mensup kabul edil neş ışınlarını gösteren sembollerle süslüdür.
dikleri anlaşılır. Batı Avrupa'daki
evcil hayvanlar da böyle kabul eçii İbrani kökenli olmadığı görülür. İn İlk insan kendisiyle hayvanlar,
lir. Hollanda'da bir çiftçinin ölü cil ise bu konuda tarafsızdır. Aziz kuşlar ve sürüngenler, arasında
mü onun arılarına ve sığırlarına Francesco'nun hayvanlar ve kuşlar çok az bir ayırım yapardı. Bu, yal
haber verilir. Bu çeşit bir davranış la olan dostluğunun, Dionysius nız totemizmi değil ccruh göçün inan
insanları alçaltmak değil, tam ter benzeri yazıtlar yoluyla Hıristiyan cını da açıklar. ccRuh göçü» düşün
sine hayvanları, İbranilerin kutsal kilisesine giren doğu gizemciliğinin cesi elbette İbrani teolojisine aykı
kitaplarındakinden daha yükseğe bir sonucu olduğuna kuşku yoktur. rıdır. Hindistan'da bu öğretinin, ar
çıkartmaktır. İbranilerce yaradılışın Burada, Avrupa geleneklerinden yan kökenli olmadığı öne sürülmüş,
efendisi İnsan'dır ve İnsan, kendi çok Hindistan'da görülen bir tavır buna gerekçe olarak da ilk vedalar
dışındaki bütün organik yaşama sözkonusudur. Gandhi, öküzleri ko da ccruh göçün nden söz edilmeyişi
hükmetmekle görevlidir. Bu açıdan rumayı insan ile yarı-insan arasın gösterilmiştir. Druidizm'de (Kelt
alınırsa Aziz Francesko'nun cckuş da bir birlik sağladığı için savun dini) de bulunduğu söylenirse de
lar; kız�ardeşlerimiz)) deyiminin, muştur. bunun, Yakındoğu'dan Akderüz
5
aracılığı ile Batıya geçmiş, yada
Akdeniz topraklarına beyazların
yerleşmesinden önceki ilk kültür
den arta kalmış olması mümkün
dür.
Yarı-insanları bir yana bırakıp
insana baktığımızda «Kutsal» kav
ramın ilk biçimlerinde ruhlara olan
saygının büyük önem taşıdığı görü
lür. Bazı Polinezya <Güney Pasifik
adaları) kabilelerinde, ataları sim
geleyen bazı nesnelerin saklandığı
özel evler vardır. Bu evlerin, ata
lara ait tabletlerin saklandığı Çin
evlerinden önemli bir farkı yoktur.
Kesin olarak bilinemeyen, atalara
yönelik bu tapınmanın ne ölçüde
olduğudur. Bu ölmüş bir insana
gösterilen saygıdan ötede bir şey
midir? Yoksa her insanda bulundu
ğuna inanılan yüce güce karşı du
yulan bir hayranlığın ifadesi midir?
İkincisi daha güçlü bir ihtimal ola
rak görünüyor; çünkü utheriolatryıı
olarak adlandırılan hayvan saygı
sı, hayvanın kendisi için değil on
da belirlenen korkunç yada güçlü
Kutsal olan içindir.
Kabile üyeliğine giriş ( İnisias
yon) , yüzeyde dinsel bir olgu ol
maktan çok sosyal bir olgu olarak
gorunur; ilkgençlikten kabilenin
olgun üyeliğine geçiş ile ilgilidir.
Olgun üyeliğe geçiş bir törenle kut
lanır. Bu tören hem · bu gl'!r;şe veri
Çin'de T'ang dönemine ait seramik bir boğa. Çin dinlerinde boğa, len önemi belirtir, hem de kişiyi
tanrılara kurban edilen ha:uvanlardandır (üstte). güçlendiİ'ir. Dinin sosyal yönü, baş
Tanrı Siva'nın bindiği öküz Vandi'yi gösteren bir heykel (Vll. yüzyıl) ka bir deyişle, topluluğun kutsal
(altta ) . sayılması konusunda pek çok şey
söylenmiştir. Kabilenin bütününün
ilk tanrı olduğunu kabul edenler,
« İnisiasyon nu da dinsel bir eylem
olarak görürler. Bu, büyümekte olan
kız ve erkek çocukların, kutsal bir
liğin bir parçası olduklarının bilin
cine varmaları demektir. Gerçekte
ise dinin , bir değil birkaç kökü var
d ır. İlerde de göreceğimiz gibi, in
sanlığın ilkel çağlarındakiler ıçm
kutsal Nesne ne kabilenin kişileşti
rilmesidir, ne de böyle bir kişileş
tirmeden doğmuştur. Bu nedenle
İnisiasyon Kutsal ile Aşkın (tran -
sandaıı ) ve olgun bir ilişki kurmayı
yada Kutsal topluluk'a erişmeyi
de kapsar. Böyle bir Aşkın varlık,
totem olan bir üstün - hayvan, bü
yük bir doğa nesnesi, bir gök cis
minin kişileştirilmesi, yada kutsan
mış bir ata da olabilir. Bütün İni
siasyoıiların ortak özelliği, insanın
gerçek kendisi olmadığı duygusu
dur. Amaç ne olursa olsun bütünüy
le etkin olabilmek için insanın ye
niden doğması gerekir. İnisiasyon '
da bazen, kız yada erkek çocuğa
yeni bir ad verilir ve artık eski adıy
la çağrılmaz.
6
.tı..ı. n.enuı Kenoıne var oıan.
Temel sorun buradadır. En eski «Oıı
kavramının vahşilerde a) canlılık
(animatizm) mı, yoksa b) tektan
rıcılık mı olduğu üzerinde tartışma
lar hala süregelmektedir, ama ne
olursa olsun «011, daha sonraları
bir'den fazlayı 'kapsar olmuştur. Ev
rimciler (Evolüsyoni!oı�) ufak nok
talarda ayrılmalarına rağmen, ge
nel olarak ana çizgide birleşirler.
Evrimcilere göre insan, düşüncenin
ilkel aşamasında kişisel bir tanrı
tasarlayabilme yeteneğinden yok
sundur. Bu. canlılık dönemidir. Bu
dönemde her çeşit olguda meteorlar
da, kayalarda, ağaçlarda, çağlayan
larda, şimşekte, hayvanlarda, kan
da, ay ve güneş tutulmalarında,
yaşlı adamlarda, kadınlarda, cinsel
hayatın belirli durumlarında, sa
rada, ve birçok şeyde, değişken öl
çüde eşit olmayan bir güçte kendini
gösteren, belirsiz korku verici, güç-
1 ü ve sırrına erişilmeyecek bir kuv
vet'e inanış vardır. Bu, yavaş, irili
ufaklı kaprisli ve kurnaz n... hlara
inanmaya ve bir çeşit pluralist ki
şiciliğe (personnalizm) dönüşen
ilkel bir Panteist tekçilik'tir. (Mo
nizm). Buradan çoktanrıcılığa ge
çilir. Çoktanrıcılık ise, ya panteist
ya teist yada deist bir sistemli dü
şünceye yol açar. Evrimcilerin kar
şısında ise Karşı-Evrimciler (Anti
Evofüsyonist) yer alır. Bunlara gö
re insanlar, en ilkel devrede bile
bir tek iyi tanrı düşüncesine sahip
tiler. Karşı-Evrimciler canlılık, poly
daemonizm , ve çoktanrıcılık bu ilk
ve özgün inancın çöküşü sonucun
da ortaya çıkmıştır. Bu saf inancı Orleans Tarih Müzesi'nde bulunan bronzdan bir geyik heykeli. Es
yeniden kurma görevi de Hıristi ki kelt dinlerinde geyiğiTlı•ı özellikle bolluk ve bereket düşüncesiyle
yan ve Yahudilerindir. Karşı-Evrim ilgili olarak, büyük önemi vardır.
ci tezin savunulması büsbütün im
kansız da değildir; çünkü ilkellerin devreleri ruhsal olduğu kadar, biyo dif. Bu, M.Ö. 15 000 yılında yaşamış
ve özellikle Pigmelerin arasında ba lojik olarak da atladıkları ve bir olan Aurignacian'larda, -daha son
sit ve kaba bir biçimde de olsa, tek çok Hıristiyanınkinden daha deği ra da hemen hemen aynı biçimde
tanrıcılığın bulunduğuna ilişkin ka şik olmayan bir ilkel tektanrıcılığa Girit ve Malta'nın neolitik ve tunç
nıtlar vardır. Polydaemonist vahşi ulaşabildikleridir. Ama bu çeşit bir devirlerinde yaşayan Akdeniz insan
ler arasında görülen ccUlu Tanrıııya tektanrıcılık büyük İbrani peygam ları arasında görülür. Güney Ame�
inanışın da bu tür bir tektanrıcılı berleri, bazı Hıristiyanlar, Zerdüşt rika'da Avrupalılarla ilişki kurup
ğın kalıntısı olduğu açıktır. Ama ve Hz. Muhammed kadar dinamik polydaemonizm'e kadar, ccBüyük
bu cıUlu Tanrın çoklukla geri plan birşey ortaya çıkaramamıştır. Tan- Anan tipindeki tek bir tanrıya tap
dadır : ona tapılmaz (erkek yada rıyı yalnızca bir soyutlama olarak ınış olan bazı Kızılderililer de var
kadın olabilir) . değil, aynı zamanda Tanrı ile in dır.
sanlar arasında ilişkileri sağlaya ccKendi kendine var olan» ne
bilmek girişiminde olan biri diye şekil alırsa alsın uSen» (Thoti) ın
«büyük ana» kabul etmek, tektanrıcılığın dayan
dığı noktadır. Bunların eksik oldu
ile bir ilişki meydana getirir.
Bu cıSen» , belirsiz bir güç evre
ve kurban ğu yerde ccUlu Tanrınya ister Avus
turalya'da ister Hinduizm'de olsun
nin tümü, büyük bir ata yada güneş
sisteminden bir yıldızın yada eşsiz
Sorun hala ortadadır. Belki hiç kimse tapmaz. Profesör Elliot bir ulu tanrının canlandırılması ola
canlıcılığın genel ilkelliği, sonunda Smith'in öne sürdüğü inanca göre, bilir. Bu davranış en eski çağlarda
bağnaz kişilerin bile hoşlanacakla en eski kişisel tanrı kavramına var bile «Kurban11 diye adlandırılan
rı biçimde ortaya konacaktır. Bu ma atılımı, uBüyük Anan (Magna şeyde ve yapılması yada yapılma
nun böyle olabileceğinin nedeni de 1V1ater) ile olmuştur. ccBüyük Anaıi, ması gereken şeylerin bulunduğu
şurada burada, insanların bazı ara doğurgan analığın kişileştirilmesi'- inancında ortaya çıkmaktadır.
7
«Kurban» düşüncesi, dinlerin tapınma biçimlerine yansır. Nuh, Tu
fan'dan sonra, sağ kaldığı için Tanrı'ya şükredişini bir koyun kurban
ederek belirtmişti ( Raffaelo'nun bir tablosu) .
yetle anlaşmak için elçiler gönderir rı'nın ahlak buyruklarına, bu buy de değildir. İnsan düşüncesinin
ler. Platon'un Euthyphro adlı diya rukları acılı bir ölüm yada çileli bir mantık-öncesi devresi olarak adlan
logu da buna benzer. Burada Sok hayatı kapsasalar bile, bütün ben dırılan döneminde sebep-sonuç iliş
rates, cıKurban etmenin amacı ne liğiyle adaması ile olur. Bu Tanrı' kileri kolayca ortaya konamaz;
dir? Gerçekten bir etkisi var mıdır? nın öfkesi, alıngan bir anında ta çünkü, bizlerin çoktan çözümledi
Pazarlık edilmesi gereken ve değerli pınaklarının üzerinde yıldırımlar ğimiz olgulardan ortaya çıkarılan
bir kurbanın yerine ucuz bir kurban yağdıran Zeus'un kaprisli kızgınlığı sonuçlar bir mantık eksikliğini gös
verilse de farketmeyecek olan tanrı yada günah işleyeni günah sırasın termez. Sözgelimi Mikado'nun elbi
lar ne çeşit tanrılardır?n gibi so da ortadan kaldıran Yehova'nın in selerinin «tabun sayılması Mikado'
rular sorar. İbrani peygamberleri tikamı gibi değildir. Bu, bütün suç nun kutsal bir soydan geldiğine
de bu çeşit kurban vermeye karşı larına rağmen, günah işleyeni se inanılmasındandı. Böylecı� cıTabu))
çıkmaktan çekinmezler. (Micah 6 ven, günahı nedeniyle ondan ayrıl larda, dinle bağımlı bir ahlak kav
ve P sal m 50 yeterli örnekleridir) . mış olanları yeniden kazanmak için ramının kökenlerini görmekteyiz.
Milletlerin tanrıları "eidola», sem durmadan çalışan ııO» nun kutsal (Ill) Değerler : insan soyu
bol veya yansımadan başka bir şey öfkesidir. nun değer verdiği ilk nesne yiyecek
değildirler ; gökleri kuran O'dur; ve (il) cıYapılması gereken yada tir. Yiyeceğin sağlanması görevi, bü
o fedakarlıktan çok ahlaklı bir ki yapılmaması gereken» fikri, çoğun tünüyle avcının, toplayıcının yada
şiliğe önem verir. Gene de geniş in lukla tabu olarak nitelendirilmiş çiftçinin elinde değildir. Bunların
san topluluklarının Bilinmeyen'e tir. Tabu, «belirli biçimde işaretlen arkasında denetleyemedikleri bir
karşı davranışlarını değiştirmek miş)) ve böylece «yasaklanmışn an Güç vardır ki, ihtiyaçlarını sağla
çok güçtür. İnsanlar güvendikleri lamına gelen. Polinezya dilinden bir mak istediklerinde o Güç'e başvur
tarafta yanılmayı; iyiliğinden kuş kelimedir. Y!lsaklanmış şeyler, ba maları yada onun sözünü dinleme
kulandıkları, çaıbuk kıza,bilen bir zen bize garip gözükebilir. Bir cese leri gerekmektedir. Böylelikle, bu
ruhun kızgınlığının yatıştırıldığın din, sözgelimi vebaya tutulmuş bir Güç ile insanlar arasındaki ilişkinin
dan emin olmayı herşeyden yeğ tu insanın cesedinin cctabu>J sayılması kurulması amacına yönelmiş dinsel
tarlar. Profesör Leuba'nın temelde akla yakındır, ama yeni doğmuş törenler ortaya çıkar. Güney Hin
Tanrı'ya, ondan yararlanmak için bir çocuğun dokunduğu bir parça distan'daki Toda'larla Orta Afri
yaklaşıldığı düşüncesi bir bakıma toprağın neden cıtabuıı sayıldığı o ka'daki Bunyoro'lar için en önemli
doğrudur. Gene de tapılan tanrının kadar açık değildir. ccTabuııların değerli maıdde süttür ; rahip :yada
niteliklerinin yüceltilmesi ile birlik her zaman mantık dışı olmadıkla rahip-kralların görevi, süt stokları
te süregelen kurban kavramındaki rını ve mutlak bir doğru yanlış öl nı korumak ve sütün ekşimesini
gelişmeleri hiçe saymak da doğru çüsüne olan sağduyulu inanışın to önlemek için dinsel törenler düzen
olamaz. Psalm 40, Hıristiyan-Yahu humlarını taşıdıklarını söyleyebili lemektir. Bu bir çeşit büyü gibi
di düşünc·esindeki Allah'a sadece riz. Tabu düşüncesinin ilk belirtile gözükmekteyse de, büyü kelimesi
tek bir biçimde tapınılaıbileceğini rindeki gariplikler ve daha sonra nin değişik anlamlarda kullanıldığı
belirtir. Bu da insanın kendini Tan- ki gelişmiş tabu inancı küçültücü nı da unutmamak gerekir. Büyü,
9
Doria (Cenova) sarayında bulunan ve Zeus'u devleri altederken gösteren fresk.
Zeus'un bu zaferi kendisine göklerde mutlak bir egemenlik sağlamış, bu arada
kardeşleri Poseidon ve Hades, sırasıyla denizde ve ölüler dünyasında hüküm
sürmüşlerdir.
ya anlamsız dinsel törenler, yada yağmur mevsimi için yiyeceği bozul sı ıçın zıplamak, verimliliği arttır
kişinin özel isteklerini yerine getir madan saklama yöntemlerinin öğ mak için yumurta yuvarlamak vb.
mesi için Tanrıyı zorladığı dinsel renilmesidir. Bir başka buluş ise to gibi . Eski Mısır'da yılın beşte biri
tören demektir. Lord Raglan, büyü humların, kök lerin ve bitkilerin ni, iş yapılması yasaklanmış olan
nün dinsel gücünü yitirmiş bir ila saklanabileceği, böylelikle yiyece kutsal günler kaplıyordu ; Roma
hiyat olduğunu söylerken haklıdır. ğin niceliğini arttırabileceğidir. Bu Cumhuriyetinde yılın üçte biriccdi
İnsan, savaşta kazanılan üh, ana nu, hayvanların kesim yada, ula es nefastin idi. Böylece bu ve başka
babaya karşı görevler vb. gibi, bir şun için yetiştirilip evcilleştirilme yollardan yetişkin nüfusun çalışma
takım değerlerin olup olmadığını si izlemiştir. Bu da büyük bir nü gücünden tasarruf sağlanmış olu
ancak bedensel ihtiyaçlarını doyur fus artışına, akınlara, göçlere ve yordu. Hayvanlar öldürmek için
duktan sonra düşünmeye başlamış kolonileşmeye yol açmıştır. İlk çağ yetiştirilmiyor, seferler kötü hava
tır. Başka bir deyişle alçaktan yük lardaki zamanlarda yalnızca avcı larda erteleniyor; buzun çözülmesi
seğe yani antropo�antrik -(insanı lar ve bal!kçılar, başka bir deyişle yada yağmurun kuruması için bek
merkez olarak alan) dinden, teo karnını doyurmak için yaşayan ya leniliyordu. Bu süre içinde de ate
santrik (tanrıyı merkez olarak da toplayıcı olan insanlar vardı. Da şin kenarında dansediliyor, gele
alan ) dine geçişin ıincak insanlı ha sonraları nehir kenarlarında, neksel halk hikayeleri anlatılıyor,
ğın altın çağı diye adlandırdığımız vadilerde, göl kıyılarında ve delta dinsel törenler, geçit resimleri vb.
dönemde gerçekleştiğini unutma larda kurulmuş köylerde yaşayan düzenleniyordu. Daha sonra evlen
mak gerekir. çiftçiler, dolayısıyle ilkel anlamda me, doğum ve büyüme ile ilgili tö
ticaret ilişkileri ortaya çıktı. Yiye renler, cenaze törenleri (özellikle
cek, yakacak, giyecek satın alabil yas tutma) ve ölü insanın ruhunu
«tabu» inancının dikleri, ihtiyaçlarını günü gününe
karşılamaktan kurtuldukları için,
yatıştırmaya yönelmiş törenler ya
pılmaya başlandı. Bütün bu geliş
kökenleri boş zamanları olmaya başladı. Bazı
günlerin çalışmak için uğursuz ya
melerde eski din kurumlarının nasıl
ortaya çıktıklarını görmek kolay
İnsan topluluklarının örgütlen da «Tabu» olduğu inancı (ki bunun dır.
mesinde ortaya çıkan bazı büyük la özellikle ay'a karşı olan korkula Kutsal günlerin (zamanın kut
değişmeler de göz önünde bulundu rını kurumlaştırmışlardı) yada ay sallaştırılması) yanısıra, kutsal
rulmalıdır. Bu değişmelerden ikisi, nı şeylerin bütün bir yıl boyunca yerlerin (mekanının kutsallaştırıl
maden k.ömürü ile petrolden yarar sürekli olarak yapılmayacağı görü ması) de doğduğunu görmekteyiz.
lanma, yakın çağlarda, ötekilerse şü kutsal tatil günlerinin ortaya Bu kutsallık hayaletlerin ve görün
uzun aralarla çok daha önce mey çıkmasına yol açtı. Kutsal günler meyenlerin dünyasına kadar uza
dana gelmiştir. İlk değişimlerden duygusal eylemler yada sevimli bü nır ve Valhalla, Elysian tarlaları,
biri, bir dahaki yıl yada kış yada yülerle belirlendi; mısırın büyüme- She'ol ve Budizm'in saf Suhhavati
10
toprağı gibi yerler, ruhların ülkele
ri · olurlar. Böyle kutsal ütopya· ya
da düş ülkeleri, · insan düşüncesinin
ilk dönemlerinde . ortaya ·çıkmıştır ;
bunlara en eski Mısır kitaplarında
ve Solomon adası halkı arasında
· rastlariır.
Komünyon şölenleri (kutsal
olaylar) tanrıyı yeme düşiincesi ile
başlar. Bir Yukarı Amazon kabilesi
olan Triano'lar reislerinin etlerini
sembolik olarak yiyip, kanını içer
ler; ölü kabile reisinin· bedenini
yakıp küllerini manyok o.tu kök
lerinden yaptıkları yerli bir al
kolle karıştırarak törenle yutarlar.
Kutsal Varlığın, yiyeceğin içinde
bulunması, sözgelimi Noel yemekle
rinden ötede bir şeydir. Hıristiyart
lıktaki Euchariste'nin · ( e.k mek · ve
şarap yenilmesi) · ne denli alçakgö
nüllü temellere dayandığını ve ko
münyon şölenlerinin tarımla uğra
şan insanlar arasında yaygın oldu
ğunu söylemek onu küçümseme�
anlamına gelmemelidir. Mısır ek·
meğinin kırılıp yenildiği Peru'daki Tiberino, romalılar için Tiber nehrinin Tanrısı'ydı. Bu heykel Tiberi
ağustos. şenliklerini anlatan bir ciz
no'yu bir elinde kürek, öteki elinde de cornucopia (bolluk borazanı)
ile göstermektedir. Tiberino'nun önünde, Romus Romutus, ve Kurt
vit şunları yazmıştır: ((Dört koy�n görülüyor ( Louvre Müzesi).
ikram edilmişti . . . Rahip; büyük al
tın tabaklarda taşıdığı sancu'nun çak ve en yüksek devrelerini belir
(mısır ekmeği} üzerine koyunların lerler ( ((en yüksek, » burada ((en
kanını serpti . . . sonra btiyük rahip son» anlamında değil, ((en fazla ge
herkesin işitebileceği bir sesle: Bu lişmiş» anlamındadır) . Kadın şekil
sancu'yu nasıl yiy�ceğinize dikkat leri çok eski, hatta Orinasiyen dev
edin, çünkü onu günahla ve iki ar ri kadar. eskidir. Tasvirler, genellik
zu ve kalple yiyenler, babamız Gü
neş tarafından görülüp ağır cezala . le tarımın başlamas� ile birlikte or-
taya çıkar. Bunun ·nedeni, çiçek ve
ra çarptırılırlar. Bunun yanısıra'. tek ağaçların ruhunu simgeleyen bir
bir kalple ona katılanlara Güneş ve put olan Kem-bebeğindeki başlangı
Gökgürültüsü iyilik gösterirler ve cı görerek anlaşılabilir. Her. halde,
onlar için istedi.kleri herşeyi, ço eski tarihlerdeki putlar geniş ölçü
cukları, mutlu yılları ve b9lluğu de antropomorfik (insan biçimci)
sağlarlar, dedi. Sonra herkes ayağa değillerdi. Brassempouyve Willem
kalktı ; Sancu'yu yemeden önce tö dorf Venüsleri, birer tanrıçadan
renle and içildi; hiç bir zaman tan çok, büyü için . kullanılan insan mo
rıları Ynca'ya ihanette bulunmaya delleri olabilirler. 1 943 yılında A.L.
caklarına söz verdiler. Gü'neş rahi Armstrong, Suffolk'da Grimes Gra
bi üç parmağı ile ne alabilirse eline ves'in maden bölgelerinde tarih ön
aldı- ve ağzına götürdü ; sonra yeri cesi devirlere ait bu kadın şekille
ne oturdu. Bundan sonra sıra ile, rinden daha başkalarını buldu.
bütün kabileler, çocuklara varınca imaj , bir yeraltı galerisinin girişin
ya kadar yerlerinden kalkıp törene deki bir kaidenin üzerindeydi. Ya
katıldılar. Hi; bir parçanın yere nında ise birçok eşya, bir bardak
düşmemesi için büyük dikkat gös ve bir ateşin kalıntıları vard ı ; ne
teriyorlardı; çünkü bir parçayı yere olitik çağın ilk dönemlerine ait ol
düşürmek büyük _günah sayılıyor duğu sanılan bu tasvirlerin, yeraltı
du n Litvanya, Atina ve Orta Asya' tanrıçasından, çok •sayıda çakmak
da da buna benzer olaylara rastla taşı elde etme konusunda yardım
nır. istemek için yapıldığı düşünülebi
lir. En çok görülen ilk tasvirler hiç
kutsal bir özel biçimi olmayan (insan ana
tomisini simgelediği · sürece) _irili
Tanrı Mars'ı gösteren bir heykel (Roma,
işaretler ufaklı taş yada odun parçalarıydı.
Hindistan'da bir tasvir, ancak,
Capitalini Müzeleri),
Burada imajların (kutsal iş·a «canlandırıldıktanıı başka bir de taşır; ·ancak o zaman İlahi Kuvvet'
retler) gelişmesine de yer vermek yişle bir Brahma rahibi tarafından in putu kendisiyle birleşir ve onu
gerekir. İmajsız kültler dinin en al- kutsandıktan sonra, dinsel bir değer etkili bir· işaret duruınuna getirir.
11
iSLAMLIGIN
TARİHİ
allah'ın
habercisi
İncil ile hemen hemen aynı
uzunlukta olan Kur'an, milyonlarca
insanın hayatlarına biçim vermiş
olan İslamlığın doğmasına yol açan
en önemli ve büyük dinsel kitaplar
dan biridir. İslamlık modern dün
yanın biçimlenmesine yardımcı ol
muş bir dindir. Hıristiyanların ve
Yahudilerin kitapları değişik tarih
lerde değişik kişiler tarafından ya
zılmış dinsel hikayeleri, yasaları,
şiirleri, atasözlerini, kehanetleri n
duaları kapsar. Oysa Kur'an'daki
her kelime dünyaya tek bir kişinin
ağzından, Peygamber Hz. Muham
med'in ağzından aktarılmıştır (7.
yüzyılın başında ve 22 yıldan uzun
bir sürede) . Kur'an'daki bazı su
reler kıyamet gününü anlatan, tek
tanrıya tapmayı zorunlu kılan kısa,
ateşli birer uyarıdır. Bazıları, İn
cil'de geçen peygamberleri ve onla
rın hayatlarından alınacak dersleri
tartışır. Geri_ kalanlar ise aile, mal,
mülk, ve hak ile ilgili kurallar orta
ya koyar. Bütün sureler, Kur'an'ı
dinleyen ilk kişileri (bunlar yürek
lilikleri ile olduğu kadar söz usta
lıkları ile de övünen Arap kabilele
rinin insanları idiler) , Kur'an'ın
bir insana ait olmayıp Allah'ın ken
di sözleri olduğuna inandıran bü
yüleyici bir arapça ile anlatılmıştır.
Kur'an Müslümanlığın kalbidir ve
kelime anlamı «Allaha teslim ol
makıı tır.
İslamlık Arabistan'ın sıcak ve
ıssız bölgelerinde dinsel bir hareket
olarak ortaya çıktı, Ortadoğu yolu
ile hemen yayıldı. Kendilerini Müs-
1 üman yada «mü'minıı olarak ad
landıran birçok değişik insanı, ge
niş bir tektanrıcı devlet içinde bir
leştirdi. Hz. Peygamber'in ölümü
nün üzerinden on yıl geçmeden, İslamlık öncesi Güney Arabistan sanatından örnek . Anıt'ta, kureyşliler
fetihler ve müslümanlığa dönme ve develerle yaptıkları bir kervan yolculuğu
ler sonucunda İslamlık, yüzyılın en görülmektedir.
12
guçıu ıKi uygarlığının, Bizans'ın ve besk adı verildi. İslam sanatçıları örij.lmüş çadırlarda yaşayan, hur
İran'ın temellerini sarstı. Yüzyıldan halıcılık, çömlekçilik, kitapçılık, ma ve süt ile beslenen, göçebe be
kısa sürede, Roma İmparatorluğu!. hattatlık , tahta ve fildişi oymacılı. devi'lerdi. Öteki kabilelerle arala
nun en parlak döneminde sahip ol ğı gibi ikinci derece sanatlarda, rında kan davaları vardı; geçimle
duğundan daha geniş alanlara ege gerçekten eşsiz ve kusursuz yapıtlar rini zaman zaman, yaptıkları bas
men olarak Asya, Afrika ve Avru ortaya koymuşlardır. kınlarla sağlıyorlardı.
pa'da yayıldı. Amaç, sonunda Arap Bu büyük kültürün ve siyasal Bedeviler, İslamlıktan önce iç
ça'yı 90 milyon insanın ortak dili gücün ortaya çıkmasına yol açan lerinde olağanüstü güçlere sahip
yapmak, dünyada yaşayan her ye İslam dininin temeli, dünyanın en ruhların yaşadıklarına inandıkları
di kişiden birine belirli bir yaşa- - beklenmeyecek yerlerinden birinde, taşlara, ağaç ve odun parçalarına
ma biçimi kabul ettirmek ve Batı' Afrika ile Asya arasında, bir buçuk taparlardı. Onların gözünde insanın
da güçlü bir etki yaratmaktı. İs milyon kilometrekareyi aşan bir en üstün erdemi sadakat, cömertlik
lamlık altı yüzyıld�n uzun süre alanda yer alan sıcak ve kavurucu ve yüreklilikle belirlenen mertlik
-İslamlığı kabul etmiş olanların at topraklar üzerinde atıldı. Yedinci idi. Herşeyin üstünde sadakat, çöl
ve deve üzerinde Arabistan'ın dışı yüzyılda, bu topraklarda yaşayan deki çetin yaşama savaşını yürüte
na yayılmalarından, yani İslamlığın ların çoğu, keçi yada deve kılından bilmek , için gerekliydi. Hiç kimse
gelişme döneminden, Moğol göçe
belerinin 1258 yılında haşkent Bağ
dat'ı yağma etmelerine kadar
dünyanın en uyarıcı dini, en büyük
siyasal gücü ve en canlı kültürü ol
du. Bu kı.lltür tarihte ilk kez is
panyollar, siyah afrikalılar, iranlı
lar türkler mısırlılar ve hintliler
gibi değişik ırklardan olan ve bir
birine uzak yerlerde yaşayan insan
lar arasında, ortak bir bağ kurdu.
İslamlık bu birleştirici rolüyle, Ba
tı uygarlığının gelişiminde önem ta
şıyan birçok buluşu aktarmaya
yardımcı oldu Müslümanla.r Se
merkant yakınlarındaki bir savaş
sırasında yakaladıkları çinli savaş
çılardan kağıt yapma sanatını öğ
rendiler ve sonunda bu yöntemi Av
rupa'ya aktardılar. Arap rakamları
Hindistan'dan Batı dünyasına geç
ti ve orada matematik simgeleri ha
line geldi. İslamlığın bir başka
önemli katkısı daha vardır. Yüz
yıllar boyu batılılarca unutulmuş
olan klasik yunan yapıtlarının ço
ğu (hem bilimsel, hem felsefi) İs
lam topraklarında · yapılan çeviri
ler ile de yeniden Batı'ya dönebil
miştir.
Hz. Muhamıned'in dinine ina
nanların kendilerine özgü değerli
bir kültürleri vardı. İslamlığın en
önemli özelliği, yayıldığı çeşitli kül
türlerin öğelerini alarak birleştir
mek ve daha sonra bu bileşim üze
rinde genişlemekti. Sözgelimi tıpta,
müslümanlar yunan tıp kuramını
kendi klinik deneyleri ve uygulama
lı gözlemleri sonucunda genişlet
mişlerdi. Kimya, fizik ve matema
tikte de önemli katkılarda bulunul
muş ; cebir, geometri ve özellikle tri
gonometri büyük ölçüde geliştiril
mişti.
·
13
ir., kabilesinin . savaşçılarını yürek
lenQ.irebilirdi.
Altıncı Yüzyılın ortasında Ku
zey_ Arabistan'da . 'üç · büyük ka.Saba
vardı. Üçü de ·Batı'da Kızıldeniz ,
Doğu'da Büyük Sahra ile sınırlı
olan ,dagl� Hicaz bölgesindeydi.
H_icaz'ın orta kesiminde üçyüz otuz
kilometre kare alana yayılmış çift
lik ve küçük köylerden oluşan, ve
rimli Yatrip vahası yer alıyordu.
400 kilometre kadar güneyde, dağ
lar üstünde, zengin arap ailelerinin
yaz mevsimini · geçirdikleri Taif bu
lunuyordu. Taif'in hemen kuzeyba
tısında ise, Mekke kasabası kurul
muştu. Mekke, Kızıldeniz'den 800
krİı. kadar içerdeydi; bitki · yetişme
yen çıplak dağia:rla çevrili; dar, de
rin ve kayalık bir çöküntüde bulu
nuyordu.
Bu üç kasabadan en zengini ve
en büyüğü, Mekke'ydi. Mekke, ka
zançlı kervan ticareti yollarının
kavşak · noktasındaydı. Yemen ve
Hadramut'clan Kuzey'e Suriye pa
zarlarına, Kızıldeniz'den de çölü
aşarak Doğu'da İran'a giden ve ba
harat, parfüm, değerli madenler,
fildişi ve ipek taşıyan büyük deve
kervanları bu kasabadan geçerler
di. �ervanlardan . elde · edilen ka
zancın yanısıra, hacılardan da bü
yük - kazanç sağlanıyordu; çünkü
Mekke Arabistan'in en büyük put
larının toplandığı bir yerdi. Kasa
banın ortasında, Kabe adıyla bili
nen, küp biçiminde kutsal bir yapı
vardı. Kabe'deki dinsel nesnelffi
arasında, bir köşede, duvara gö
mülmüş olan Hacer-fil-Esved (Si
yah Taş) denilen kutsal bir göktaşı
bulunuyordu. Mekke'lilerin en yüce
tanrıları, evreni yaratan Allah idi.
Allah, gücünü kutsal yerde heykel
leri bulunan 300 tanrı ile paylaşı
yordu. Mekke'ye gelen gezgin ta
cirler ve tanrılara tapınmak için
gelen hacılar, şehirde yapılan bü
yük şenliklere katılır, arkalarında
Suudi Arabistan çölünden bir görünüm. İsldmlık bu bölgede ortaya büyük bir zenginlik bırakırlardı.
çıkmıştır. Bu ticaret ve din merkezinin
ileri gelenl�ri, Kureyş adlı güçlü
kabilesiiıin desteği olmadan yaşaya düren bir gençten övgüyle sözedilir. kabiledendiler. Kureyş kabilesi, bü
mazdı ve kabile ancak bir bütün Yüreklilik, kadınları korumayı ve yük bir askeri ve mali güce sahip
olarak har�ket edebilirdi. ıcKlanıı akınlara katılmayı gerektirirdi. At ti ve şehrin en etkili ailelerinin tem
ruhunun özü, sadakat'ti. Kişiden binmede ve okçulukta becerikli silcilerinden kurulu bir meclis yar
kabilesinin ha,�larını koruması için olan kişiye Ödül verilirdi. dımıyla, Mekke'yi ilkel bir ((cumhu
gc �- termesi beklenen yürekliliğin Arap kabilelerinde hayranlık riyetıı biçiminde yönetiyordu.
en son kertesi, ölümdü. Bir kuyu duyulan güzel söz söyleme sanatı Hz. Muhammed, 571 yılında bu
;:'..ln aıtin'dan daha değerli olduğu (belagat) , en iyi biçimde, şiirde di canlı şehirde dünyaya geldi. Mu
bu kurak çöllerde, kabile insanları, le geliyordu. Şiir, böyle sık sık yer hammed adı Arapça'da Hpek çok
herşeyderı ':)!lce, sı.ı ve otlaklarla il değiştiren ; bu nedenle de yanların övülen» anlamına gelir. Hz. Mu
giliydiler. Cömertlik, · çölde konuk da çok az şey taşıyabilen insanlara hammed, doğumundan kısa süre
severlik kavramı ile belirlenirdL en uygun sözlü sanat biçimiydi. önce ölen ve Abdullah adında bir
Ünlü bir arap halk hikayesinde, Arapların en kusursuz sanat yarat tacir olan babasını hiç bir zaman
yoldan · geçen yabancıları doyur ması olan şiirin, günlük hayatla tanımadı. Abdullah zengin bir in
mak için babasının üç devesini öl- rında çok önemli rolü vardı : bir şa- sah değildi ,ama güçlü Kureyş ka-
14
Hz. Muhammed'in doğuşu. XVI. yüzyıla ait bu minyatür Topkapı Müzesi'ndedir.
bilesindendi. Mekke aristokrasisi Hz. Muhammed'in, hiç bir malı Filistin ile Arabistan'ın güneyin
nin geleneklerLle uyarak çocuğun mülkü olmayan bir delikanlı olarak den, Kızıldeniz'in karşı kıyısındaki
dul ann�si onu çöle, bedevi bir süt yaşamak için çalışması gerekliydi. Habeşistan'dan sızmıştı. Bazı Arap
anneye gönderdi. Çünkü çölün ha Çeşitli işlere girip çıktı. Koyun ço- lar, hıristiyan olmuşlar, birçok va
vası Mekke'nin boğucu havasından . hanlığı etti. Mekke'de mal alıp sat haya da Arap Yahudileri yerleşmiş
daha taze ve sağlıklı idi. Bir şehir tı. Sonra Hatice adında zengin bir ti. Habeş hıristiyanlardan bir top
çocuğunun bu iklimde hayata daha dulun yanında vekil olarak çalış luluk da Mekke'de yaşıyordu . Ayrı
güçlü başlayacağına inanılırdı. maya başladı. Hatice'nin adına, ca Arabistan'da o sırada «hanefin
Çölde geçen iki üç yıldan sonra kervanlardan biriyle Kuzey'e Su adı verilen, Arap çoktanrıcılığın
yetim çocuk Mekke'ye getirildi. Al riye'ye gitti. Suriye o zamanlar güç dan hoşnut olmayıp herkesten uzak
tı yaşındayken annesi ölünce bü lü hıristiyan B izans İmparatorlu yaşayan ve bir tek tanrıya inanan
yükbabasının koruyuculuğuna ve ğuna aitti. kişiler vardı.
rildi : aına yaşlı büyükbaba da kısa O sıralarda Arabistan'a dıştan Hz. Muhammed, bu kaynaklar
süre sonra öldü. Çocuğu amcası güçlü . dinsel etkiler gelmekteydi. ve Suriye'ye yaptığı yolculuklar yo
Ebu Talip evlat edinerek büyüttü. Bu etkiler yarımadaya Suriye ve luyla hiç kuşkusuz, Hz. İsa ile öte-
15
Düşünmeyi seven mizacı, kibar
lığı ve kusursuzluğuyla isim yapan
Hz. Muhammed'e Mekke'de büyük
saygı gösteriliyordu. Ona «güveni
linı anlamına gelen El-Emin laka
bını takmışlardı. Ilımlı yaradılışına
karşılık, etkileyici bir kişiliğe sa
hipti. Geniş omuzları, iri el ve ayak
ları, koyu renkli kalın kaşlarının
üzerinde geniş alnı ve derin, iri si
yah gözleriyle, yakışıklı, çarpıcı bir
görünüşü vardı. Kendisiyle konu
şulduğunda yalnız başını değil, bü
tün bedenini konuşana çevirirdi.
Kızdığı zaman kaşlarının arasında
bir damar kabarırdı.
Hatice, Hz. Muhammed'in kişi
liğinden hem de işlerini yönetişin
den etkilenmişti. Hz. Muhammed
25 yaşında iken, kendisine evlenme
teklif eden Hatice'nin tekİifini kabul
etti (595) ve eşinin ömrünün geri
kalan 25 yılında ona . bağlı kaldı. 3
erkek, 4 kız çocukları oldu, ama er
kekler çocukken öldüler. Kızlarının
hepsi yaşadı, içlerinden yalnız biri
si, Fatma, ona daha sonra İslam ta
rihinde rol oynayacak torunlar ver
di.
Evliliği Hz. Muhammed'i para
kaygısından kurtardı ve kendisine
zaman ayırabilmesini sağladı. Sık,
sık şehrin karışıklığından kaçıp dü
şünmek için Hira dağındaki mağa
raya çekilirdi. Bazen yalnız, bazen
ailesiyle gittiği bu mağarada, son
radan «güneşin doğuşu gibiıı diye
tanımlayacağı bazı manevi kavra
yışlar edindi.
Hz. Muhammed 40 yaşında iken
( 6 1 0 yılında) başından, sakinliği
ni bozan ve onu milyonlarca insa:
nın hayatlarını . değiştirecek bir yo
la iten bir olay geçti. Bu olayın çe
şitli anlatımları vardır. Yazık ki,
Hz. Muhammed'in hayatından orta
ya çıkarılan söylentilere dayanan
bu hikayelerin tümü birçok soruyu
cevapsız bırakır. Hz. Muhammed'in
ölümünden sonraki yüzyılda yaşa
yan ve onun ilk biyografisini yazan
İbn İshak'ın anlatımı en değerli
olanıdır.
İbn İshak'a göre, olayın geçti
ği gün Hz. Muhammed ailesi ile Hi
ra dağına gitmişti. Mağarada uyur
Topkapı Sarayı'nda bulunan bu mınyatürde, Hz. Muhammed, doğu
ken düşünde bir melek gördü. İbn
mundan sonra. dedesi Abd- ül Muttalib'e gösteriliyor (islam sanatının İshak, Hz. Muhammed'in olayı şöy
öngördüğü gibi, Peygamber ve annesinin uüzleri örtülüdür J . le anlattığını söyler: «Ü zerinde ya
zılar bulunan işlemeli bir örtü ile
ki peygamberlerle ve hem yahudiler ça gururlarından özellikle üzüntü bana geldi ve «oku» dedi. Ben de
hem de hıristiyanlar tarafından ta duyuyordu. Bunlar , para ve madde «Neyi okuyacağım?» dedim. Örtü
pılan tek Tanrı ile ilgili birçok hi nin her şey olduğuna inanıyorlardı. ile beni öylesine sıkıştırdı ki, bir an
kayeler - duymuştu ; giderek kendi Eski bir çöl sistemi, zenginlerin var öleceğimi sandım. Sonra bıraktı ve
halkı arasında birleştirici bir inan lıklarını kabilenin daha yoksul ki «Oku ! Yaratan Allah'ın adına oku.
cın eksikliğini hissediyordu. Yok şileriyle bölüşmelerini öngörüyor Pıhtılaşan kanları olan insanları
sulluğu ve yetimliği tatmış bir kişi du. Ama zenginler artık bu sisteme yaratan Allah'ın adına oku ! Senin
olarak, zengin ve güçlülerin küstah- saygı göstermiyorlardı. Allah'ın en yararlı olandır. O, in-
16
sanlara bilmediklerini yazarak öğ
retmiştir».
Hz. Muhammed, uykusundan
manevi bir karışıklık içinde uyan
dı. Önce şeytana kapıldığından
korktu. Öylesine allak bullak ol
muştu ki, dağa tırmanıp kendini
öldürmeye kalktı. Ama, söylentiye
göre, cennetten bir ses duydu. Ba
şını kaldırdığı sırada ufukta ccEy
Muhammed ! Sen Allahın temsilci
sisin, ben de Cebrail» diyen, ccata bi
ner gibi bacakları açılmış, insan bi
çimliı> bir şey gördü. Hemen Hati
ce'ye gidip olanları anlattı. Hatice
de akrabası olan bir hanif'e ( 1 ) Ve
raka bin Nevfel'e gitti. Veraka, hi
kayeyi duyar duymaz hiç duraksa
madan yorumunu açıkladı : Hz.
Muhammed'e, Musa'ya gelen aynı
vahiy gelmiştir ve halkının pey
gamberi olacaktır.
Bununla birlikte. Hz. Muham
med peygamberliği hemen benimse
mez ; uzun süre, Allah'tan başka hiç
bir bildiri gelmediği için korku ve
kuşku içinde acı çeker. Daha sonra
ikinci vahiy gelir ve işe başlamasını,
ortaya çıkıp insanları uuyandırma
sını» buyurur.
H:..; . Muhammed açık olarak
dinsel öğüt vermeye 6 1 3 yılında
Mekke'de başladı. Allahın tanrılar
dan bir tanesi olmadığını, evrenin
tek ve sonsuz hükümdarı olduğu
nu, insanların var oldukları için
O'na şükran duymalannı ve yal
nız O'na tapmaları gerektiğini
öğretti. Bütün mü'minlerin Allah
önünde eşit olduklarını, zenginlerin
varlıklarını yoksullarla bölüşmeleri
gerektiğini öğütledi. Aynı zamanda
insanın kaderinin Allah'ı.n elinde
Hz. Muhammed'in babası Abdullah, oğlunun doğuT!1.u üzerine dua
olduğu, herkes için bir yargılanma ederlcerı .
günü olacağı uyarısını yaptı.
Böylece, Hz. Muhammed haya karısı Hatice, ondan sonra da Hz. yan bu inanışı, kendi ayrıcalıklı ya
ta yeni değerler getiriyordu. Çok Muhammed'in genç yeğeni Ali, azat şayışları için tehlike olarak görüyor
tanrıcılığa göre ölüm, varoluşun so ettiği kölesi Zeyd ve zengin bir adam lardı. Aynı zamanda, Hz. Muham
nu idi. Hz. Muhammed'e göreyse, olan Ebubekir oldular. Ebubekir ve med'in mü'minlerinin sayısını artır
herkes öbür dünyada, dünya üze
· Ali, İslamlığın gelişmesinde önemli masından ve sonunda dinsel gücü
rinde yaptığı işlerden sorumlu tu rol oynayacaklardır. Hz. Muham nü geniş bir siyasal güce çevirip
tulacaktı. Bu düşünce, başarı öl med'e ilk inananlardan çoğu yoksul, şehre egemen olmasından korkmak
çüsünün zenginlik olduğuna ina zulüm gören insanlardı. Hz. Muham taydılar. Hz. Muhammed'in putpe
nanlar için şaşırtıcı idi. Allah'ı ve med'in bu dünya ile ve öteki dünya restlerin tanrılarına hücum ettiğini
onun elçisi olarak Hz. Muhammed'i ile ilgili umut dolu sözlerini seve görüyorlardı. Bu da kazançlı bir ti
kabul edenler için bu dünyada ada seve benimsediler. Ne var ki, Kureyş caretin ortadan kalkması demekti.
let, öteki dünyada parlak bir hayat ; ileri gelenleri, onu peygamber tanı Kureyşliler Hz. Muhammed ile alay
kabul etmeyenler içinse cehennem mamakla kalmayıp, şiddetle karşı ediyorlar, ona yalancı ve «ozanıı di
ve korkunç eziyetler olacaktı. koydular. insanlar için mevkiden yorlar ve vahiylerinin kendi hayal
Hz. Peygambere ilk inananlar çok dine inanmayı değer ölçüsü sa- dünyasının ürünleri olduğunu öne
(1) Hz. Muhammed'den önce Hi birçok yerlerinde geçer. Bakara süresi zira İbrahim puta tapıcılardan değildi»
c a z bölgesinde tektanrıcılığa inananlara nin 1 36. ayetinde «Yahudiler bizden olu denir. Ayrıca Al -i İmran süresi � in 66.
verilen ad. Hanif'ler, İbrahim peygam nuz k i doğru yola erişesiniz dediler. On ve 95. ayetinde ; Nisa süresinin 1 2 3 . , E n'
berin dininden olduklarını ileri sürü lara de ki biz bu dinlerinizin h içbirin am süresinin 79 . , 161. 162; Nah! süre
yorlar, o dini diriltecek bir peygamber den olmayız ; belki hanif olarak ve Hak sinin 120. ve 23. Rüm süresinin 30., 43.
bekliyorlardı. «Hanif» kelimesi Kur'anın ka mey! ederek İbrahim mezhebindeniz ; ayetlerinde h a n i f ' l ikten sözed ilir.
17
!arın topraklarında kalmasına izin
yerdi.
Bu arada Hz. Muhammed ve
mü'minleri Mekke'de daha da kor..:
kunç saldırııarla karşılaşıyorlardı.
O sırada önce Hz. Hatice ( 6 1 9 ) , on
dan hemen sonra da Hz. Peygam
beri yetiştiren amcası Ebu Talip
öldü. Artık Hz. Muhammed'in şe
hirdeki durumu hiç güvenli değildi ;
bu yüzden şehirden göçetme kara-
·
rı aldı.
Önce Taif şehrine gitti, ama
oradaki insanlar onunla alay edip
aşağılayınca Mekke'ye geri dönmek
zorunda kaldı. O sırada, Mekke'ye
Yatrib'den gelen ve Hz. Muham
med'in vaaz verişini duyup etkile
nen bir hacılar topluluğu, onu ken
di şehirlerine davet ettiler. Yatrib,
orada yaşayan iki Arap kabilesi
arasındaki düşmanlık nedeniyle
bölünmüştü ve barış getirecek bir
hakeme gerek vardı. Hz. Muham
med daveti kabul etti ve Yatrib'e
önce mü'minlerini gönderdi ; birkaç
hafta sonra da Mekke'den kaçarak
onların yanına gitti. uHicretı> olarak
adlandırıl an bu göç, 16 temmuz
622'de oldu ve daha sonra bu tarih,
İslam devletinin başlangıç tarihi
olarak kabul edildi. Hz. Muhammed
Yatrib'de kendi ve müminleri çev
resinde daha geniş bir Müslüman
lığa inananlar topluluğu kurmağa
başladı.
Düşman kabilelerden Araplar,
giderek Allah'ın, Peygamberi olan
Hz. Muhammed aracılığıyla vahyet
tiği buyruklarına boyun eğmeye
başladılar. Kan bağlarının yerine
imanın geçmesi, eski kabileler ara
sındaki rekabete son vererek siya
sal bir birliğe yol açtı. Yeni İslam
topluluğunun kalbi olan Yatrib,
Medinet-ül Nebi (Peygamberin
şehri) yada yalnızca Medine (şehir)
olarak tanınmağa başladı.
Bundan sonra Hz. Muhammed'
in rolü geniş ölçüde değişti. Mek
ke'de iken, eski ibrani peygamber
leri gibi yalnızca küçük bir toplulu
ğun dinsel önderi idi. Ama Medine'
ye yerleştikten sonra giderek ar
Muhammed ile Hatice'nin yüzleri örtülü olarak evlenmeleri; Hz. Muhammed, önce
Hatice'nin yanında çalışmış, daha sonra da onunla evlenmiştir.
tan manevi ve siyasal yetkisiyle ye
ni ve daha güçlü bir rol oynamağa
sürüyorlardı. Hatta bazı müslü baskı yaptılar. Mekke'lilerin hücum başladı. Yeni rolüne uygun olarak,
manları dövüp, taşa tutmaktaydı larına cevap vermeleri için Müslü aldığı vahiylerin niteliği de değiş
lar. manların önderleri çağırıldı. İslam ti. Vahiyleri sırf dinsel olmaktan
Bir süre sonra bu hareketler lığın hıristiyanlığı küçük görmedi çıkıp, yasaları ve toplumsal kural
öylesine şiddetlendi ki Hz. Muham ğinin bir kanıtlaması olarak Kur' ları da kapsamaya başladılar.
med mü'minlerinden bir kısmına an'dan Meryem ile ilgili bir bölüm Hz. Muhammed'in Medine'deki
hıristiyan Habeşistan'a kaçmaları okudular. Kur'an, İsa'nın Allah'ın ilk sorunlarından biri, orada yaşa
nı öğütledi. 80 mü'min gidip Habe oğlu olmadığını, yalnızca bir Pey yan yahudilerdi. En zengin tarım
şistan'a sığındı. Kureyş temsilcileri gamber olduğunu belirtmesine kar alanları, yahudi klanlarının dene
de peşlerinden gittiler ve Habeş şılık, hem İsa'yı hem de annesi timi altındaydı ve yahudiler vaha
kralı Necaşi'ye dinine iftira ettikle Meryem'i yüceltmişti. Necaşi bu gö ya egemen olan bir iki Arap kabi
rini söyleyerek onları kovması için rüşü zararsız bularak Müslüman- lesi ile resmi anlaşmalar yapmışlar-
18
dı. Batılı yazarlar Hz. Muhammed'
in Medine'deki yerini sağlamlaştı
rarak yahudilerin de kendisini pey
gamber olarak tanımalarını istedi
ğini ileri sürerler. Hz. Muhammed,
yahudilerin desteklerini kazanmak
isterken, onların bazı dinsel uygu
lamalarını da benimsedi. Bunların
arasında Kefaret Günü'nde oruç
tutmak ve Kudüs'e dönerek dua et
mek vardı. Yahudilerden birkaçı
Müslüman oldu, ama çoğunluk, İs
lamlığın gelişmesini kendi siyasal
ve iktisadi çıkarları için bir tehli
ke olarak görüyordu. Hz. Muham
med'i peygamber olarak kabul et
medikleri gibi, sözlerini de şiddetle
eleştiriyorlar, vahiylerinin kendi ki
taplarındakiler ile çeliştiğini, bu
yüzden de yanlış olduklarını ileri
sürüyorlardı. Hz. Muhammed, ya
hudilerin kendi kitaplarında yazı
lanları bozduklarını ve yalnızca
Kur'an'ın Allah'ın doğru sözleri ol
duğunu söyleyerek cevap verdi ve
yahudilerin desteğini kazanamaya
cağını anlayınca, başlangıçta yal
nızca araplardan meydana gelen
bir İslam topluluğu yaratmaya yö
neldi.
Zaman geçtikçe, Hz. Peygam
ber İslamlığa özgü dinsel gelenekler
getirmeye başladı. Mü'minler, hıris
tiyanlar ve yahudiler tarafından
dinsel çağrı olarak kullanılan tah
ta çanlar yada koç boynuzu yerine,
müslüman.lığı ilk kabul edenlerden
Bilal-i Habeşi'nin okuduğu ezanla
ibadete çağrılıyorlardı. İslamlığın
ilk müezzini Bilal'di ve ilk ezanı
623'te okumuştu. Kefaret Günü'nde
tutulan orucun yerini İslamlığın
ay takviminde dokuzuncu ay olan
Ramazan'da bir ay süreyle tutulan
oruç aldı. Kudüs'e dönerek dua et
mek yerine de Allah'ın kutsal yeri
olarak Mekke'deki Kabe'ye yönele
rek secde etmeye başladılar. Kabe'
nin duvarlarından birine yerleşti
rilmiş olan Kutsal göktaşı Hacer-ül
Esved'in öpülmesine izin verildi.
Bu dönem, aynı zamanda, Mek
ke'deki İslamlık düşmanlarına kar
şı yeni bir hareketin başlangıcıdır.
Hıristiyan keşişlerinin Hz. Muhammed'i saygıyla karşılayıp ağırlama
Medine topraklarından geçen Mek
larını gösteren bir XV I. yüzyıl minyatürü.
ke kervanlarına yapılan akınlarda,
mü'minlere Hz. Muhammed önder almak istemekteydiler. Hz. Muham yolunu değiştirerek Mekke'd�n yar
lik ediyordu. Bazı bilginler bu akın med'de onların bu isteklerini ker dım istemek için haberciler & önder
ların başlıca nedeninin iktisadi ol vanlara saldırarak yatıştırıyordu. di. Kervan kaçtı, ama müs, üman
duğunu, Medine'ye göçenlerin çe Bu akınlardan biti, Müslüman lar Medine'nin güney batısı!l;da, bir
şitli ihtiyaçlarının karşılanmasına larla Mekke'liler arasında ilk ciddi kervan konakyeri olan Bedir'de
yard1mcı olmak amacı taşıdığını silahlı çarpışmaya yol açtı. Müslü takviye kuvvetleri ile karşılaştılar
ileri sürerler. Ama bazıları da de manların Medine'ye göçlerinden iki (624 ) .
ğişik bir açıklama yaparlar. Onlara yıl sonra, Hz. Muhammed bol yüklü Hz. Muhammed'in 300 adamı
göre Hz. Muhammed'in mü'minleri bir mekke kervanının Medine yakı vardı : bu o zamana kadar kurduğu
Mekke'de ailelerine eziyet edildiği· nından geçeceğini öğrendi. Saldırı en kalabalık orduydu ; ama Mekke
ni, mallarına zorla el konulduğunu için planlar yaptı. Ama kervancılar
r
liler 1 000 kişiye yakındılar. Ne var
öğrenmişlerdi ve Mekke liler'den ör tasarıyı haber aldılar ve kervanbaşı ki, Müslümanlar geriye ctö emez-
19
S i y e r ' i Nebi'den bir minyatür: Hz. Muhammed kırk arkadaşırıa Ebubekir'i ken
disine vekil ( h a l ife ) tayin e ttiğini bildiriyor.
20
lerdi. Mekkeliler için de bu, Hz.
Muhammed ve mü'minlerinin Mek
ke'yi ve ticaret yollarını rahat bı
rakmaları için fırsattı. Hz. Muham
med mü'minlerini yakındaki bir
barınaktan yönetiyor, iki taraf sa
vaş ederken zamanının büyük bir
kısmını dua ile geçiriyordu. Sonun
da, tarihe <1Bedir gaz�esi» adıyla
geçen bu çarpışmada Hz. Muham
med'in küçük topluluğu böylesine
güçlü bir direnme beklemeyen ki
birli Kureyşlileri yenilgiye uğrattı.
Bu hayret verici galibiyetin
geniş etkileri oldu. Her yerde Arap
lar buna bir mucize ve Hz. Muham
med'in varlığına Allah'm bir lütfu
gözüyle bakıyorlar, böylece Hz. Mu
hammed'in Allah'ın elçisi olduğu
savını doğruluyorlardı. Ayrıca müs-
1 üman savaşçılar akınlarda elde
edilen ganimeti paylaşıyorlardı ve
Allah'ın yeryüzünde olduğu kadar
cennette de ödüller verebileceği ha
beri yayılıyordu. Çevredeki kabile
ler artık İslamlığa katılmaya ve
onun sancağı altında savaşmaya
başlamışlardı. Galip gelirlerse ga
nimetten yararlanacaklar, şehit dü
şerlerse de mutlaka cennete gide
cekler ve :-ıeygamberin vaadine göre
orada yeryüzünde bilinen en büyük
haz ve nimetlere erişeceklerdi.
Kureyşliler, Bedir'deki yenilgi
lerini hazmedemiyorlardı. Bir yıl
sonra 3000 kişilik bir Mekke ordu
su Müslümanlara Medine'de sal
dırdı ve onları küçük bir yenilgiye
uğrattı. Tarihe <1Uhud Gazvesi»
(625 ) adıyla geçen çarpışmada Hz.
Muhammed de yaralanmıştı. İki yıl
sonra, 627 yılında Hz. Muhammed'i
kesinlikle ortadan kaldırmak iste
yen Mekkeliler, Medine üzerine tam
donatılmış olarak hücum ettiler.
Orduları, Müslümanları ezmek için
müttefiklerinden topladıkları 10 000
yaya ile 600 süvariden oluşuyordu.
Hz. Muhammf.d tahkimat işlerinde
usta olan bir iranlı mü'minin öğüt
lerine uyarak, çöl savaşlarındaki
yeni bir taktikle şehrin dışına bir
hendek yaptırdı. Süvarilerini işe ya Topkapı Müzesi'ndeki bu minyatürde ( Vlll. yüzyıl) Azrail, Hz. Mu
ramaz kılan bu yenilik, saldırgan hammed 'den, çok sevdiği karısı Hatice'yi götürmek için izin istiyor.
ları şaşırtarak saldırılarını durdur
mala.rına yol a"tı. Taktiklerini de Erkeklerin -600 kişi kadar- bo yumulmayacağını anlatmış oluyor
ğiştiren Mekkeliler, Medine'nin dı yunlarını vurdurdu, kadın ve ço du. Arap mü'minlerine ise, onları
şına ordugah kurdular ve vahanın cukları tutsak aldı ve mü'minleri uzun süre düşmanlıklara iterek za
içindeki bir yahudi klanı ile Müs nin onların toprakları üzerine yer yıflatan ve bölen kabile bağlılıkları
lümanları geriden vurmaları için leşmelerine izin verdi. Medine'lileri nın sonunun geldiğini gösteriyordu.
görüşmeler yaptılar. Ne var ki, bu en çok hayrete düşüren şey, Pey Tek tanınacak bağlılık İslamlığa
görüşmeler sonuç vermedi, havalar gamberin Bedevi kanunlarınca olan bağlılıktı.
soğudu ; maneviyatları kırılan ve kutsal sayılan ve uzun zamandır Gene 627 yılında, Hz. Muham
erzakları azalan Mekkeliler, 40 gün devam etmekte olan Yahudi-Arap med 1400 mü'min ile Mekke'ye
sonra evlerine döndüler. dostluğunu hiçe saymasıydı. Bu ha hacca gitmek üzere yola çıktı. Bu
Yahudilerin Mekkelilerle yap reketi ile Hz. Muhammed, Yahudi gücü haber alan Mekkeliler, onla
tıkları görüşmeyi haber alan Hz. lere ve İslamlığın gelecekteki düş rı durdurmak için 200 süvari gön
Muhammed, onlara sert davrandı. manlarına, hiç bir muhalefete göz derdiler. Çarpışma tehlikesi ortaya
21
Hz. Muhammed'in ölümü. Peygamberin Hz. Peygamber, Medine Camii 'nde son
yanında kızı Fatma vardır ( Türk ve İs vaazını verirken ( Türk ve İslam Eserle
lam Eserleri Müzesi) . ri Müzesi) .
çıktı, ama taraflar on yıllık bir ba sa bir direnmeden sonra düştü. Hz. li kalmış bir Arap ulusculuğunun
rış anlaşması yapmaya karar verdi Muhammed ccGerçek ortaya çıktı; bireşimini (sentez) yaptı. Halk da,
(Hudcybiye barışı , 627 ) . Müslü yalan kalktrn diyerek Kabe'ye girdi. bu bireşimde, birleşmek, çarpış
manlar ertesi yıl Mekke'ye I:Iacca Kutsal yeri dolduran putları orta mak ve kazanmak için bir neden
gitmek kararıyla Medine'ye geri dan kaldırmakla işe başladı ( daha buldu. Ama Hz. Muhammed'in ken
döndüler. İki taraf da durumu kur sonra müslümanlardan başkasının disinde hiç bir değişiklik olmadı.
tarmıştı, ama Hz. Muhammed Ku şehre girmesini yasaklayan bir ku Ömrü boyunca, güçlü yeni bir dev
reyşlilerle anlaşmaya girebildiği ral kondu ) . Medine, İslamlığın siya l etin mutlak hükümdarı olduktan
için, gücünün onlarınkine eşit ol sal merkezi, putlardan arındırılan sonra· bile, sade zevklerini değiştir
duğunu J;östererek bir galibiyet ka Kabe de ruhani merkezi oldu. medi. Hatta bir söylentiye göre es
zanmış oluyordu. Aynı zamanda, Hz. Peygamber ılımlı bir fatih kiyen giyeceklerini bile kendisi ona
eski bir putperestlik geleneği olan ti. Çok geçmeden O'na en şiddetle rırdı. Bir önder olarak birçok sos
Hac için yola çıkmakla, Araplara karşı çıkan Mekkeli önderler bile yal bozukluğu ortadan kaldırmak
İslamlığın Arap özelliği taşıyan bir Müslümanlığı benimsediler. İslam la, halkına taze bir insanlık kavra
din olduğunu gösteriyordu. orduları artık Arabistan'ın daha mı verdi. Sözgelimi, Arabistan'da
Ertesi yıl, Hz. Muhammed 200 uzak bölgelerine uzanmaktaydılar. yaygın olan köleliğin koşulları de
müslümanı önceden söz verilmiş Yarımadanın birkaçı dışında hemen ğişti; kölelik kaldırılmadı, ama, kö
Hac için Kabe'ye götürd ü. Ama bütün kabileleri, ya maddi kazanç lelere insanca davranılması buyu
müslümanlarla Mekkeliler arasında ümidiyle yada yeni heyecana kapı ruldu. Köleler evlenemeyecek, ama
daha sonra çıkan çarpışmalar, ba larak İslamlığa katıldılar. Hıristi özgürlüklerini parayla satın alabi
rış anlaşmasını sona erdirdi. 630 yan ve yahudilerin kendi inançları leceklerdi. Aynı zamanda, bir köle
yılında Hz. Muhammed, sorunu nı devam ettirmelerine, ama vergi yi azat etmek övülecek bir davranış
çözmek için 1 0000 kişilik bir kuv ödemelerine -bu vergi İslamlığın olarak kabul ediliyordu. Hz. Mu
vetle Mekke üzerine yürüdü. Mek- sürekli olarak gelişen gücüne do hammed kumarı, tefeciliği, şarap
. ke, Hz. Muhammed'e karşı yapılan laylı biçimde katkıda buJ.unuyor içmeyi Allah'ın buyruğuna aykırı
savaşlarda ilerigelen kişilerini kay du- izin verildi . davranışlar olarak yasaklamıştı.
bettiği, bu nedenle de büyük aile� 22 yıllık peygamberliği süresin Hz. Muhammed mü'minlerinde
!erin şehirdeki egemenlik çekişme ce Hz. Muhammed, tek Allah'lı hı yeni bir ülkü caniaridırmıştır. Bu,
lerinden zayıflamış olduğu için , kı- ristiyan ve yahudi inançları ile giz- dindar hayranları tarafından çok
22
Hz. Muhammed 'i ölüm döşeğinde gösteren bir minyatür
2)
Biri Hz. Peygamber'in en yakın ar
kadaşı ve danışmanı olan Hz. Ebu
bekir� in kızı Hz. Ayşe idi. Evlendik
lerinde Hz. Ayşe hen üz bebekleri
ile oynuyordu ve 10 yaşından kü
çüktü. Hz. Muhammed'in hanımları
evinin avlusunun çevresinde ayrı
ayrı odalarda otururlardı ve Hz.
Muhammed sıra ile onlarla kalırdı.
Kur'an'da, kocalara karılarını ceza
landırmak hakkı verilmişti ; ama
Hz. Muhammed şefkatli bir koca
idi. Bir kez Hz. Muhammed Hz. Ay
şe'yi bir seferde yanına aldı. Hz.
Ayşe kaybettiği kolyesini aramak
için geride kaldı ve daha sonra Me
dine'ye yakışıklı devecisiyle geldi.
Hz. Muhammed'in bazı mü'minler;.
onu sadakatsizlikle suçladılarsa da
Hz. Peygamber'e genç karısını suç
suz çıkaran bir vahiy geldi. Kur'an
bundan böyle bir kadını zina ile
suçlayabilmek için dört tanığın bu
lunmasını ve iddia kanıtlanamazsa
iftiracıy� ceza olarak 80 kamçı vu
rulmasını buyuruyordu.
İslamlığın yeni döneminin
onuncu yılında, Hz. Muhammed 63
yaşında iken hastalandı. Şiddetli
başağrılarının yanısıra ansızın ate
şi yükseldi ve Ayşe'ye öl timden söz
etti. Ama Ayşe, birçok müslüman
gibi Hz. Peygamber'in ölümsüz ol
duğunu düşünerek bu sözleri fazla
umursamadı. Acı giderek şiddetlen
di ve Hz. Muhammed öteki hanım·
!arından izin alarak Ayşe'nin otur·
duğu yere taşındı. Cami'ye gidecek
gücü bularak orada bir kez dalıa
mü'minlerine kendisine bağlı olan
ların, onunla cennete gideceklerini,
inançsız olanların ise cezalandırı
lacaklarını anlattı. Arkadaşı Hz.
Ebubekir, sesinin tonundan onun
ölmek üzere olduğunu anlamıştı.
Hz. Peygamber Hz. Ayşe'nin
evine döndü. «Hayır, cennette yüce
arkadaşı seçtim» diyerek Ayşe'nin
kolları arasında · öldü (8 haziran
« 1 2 Rebiulevveln 632) . .
Hz. Muhammed'in ölüm haberi
Medine'de yayıldığında, mü'minleri
Hz. Muhammed'in ölümü. Peygamber 632'de karısı Ayşe'nin Medine'
panik içinde kaldılar. Hz. Ebubekir
deki evinde ölmüştür. (XVI. yüzyıla ait bu minyatür Topkapı
bu karışıklıkta soğukkanlılığını ko
Sarayı'ndadır. )
rudu . Hz. Muhammed'in acıdan
işlenmiştir. Hz. Peygamberin bütün ği ve sadık mizacı bir frenleyici rolü kendilerinden geçmiş mü'minlerine,
erdemlere, -özellikle araplar için oynamıştır. C<HZ. Muhammed'e ibadet edenler,
en üstün olanlarına- sahip oldu Hz. Muhammed 20 yıldan uzun bilin ki, Hz. Muhammed ölmüştür.
ğu düşünülürdü. Bir erkekte ikti süre kendisinden yaşlı bir kadına Ama Allaha ibadet edenler, bilin ki
dar hayli saygı gördüğü için bazı sadık kalmıştı. Hz. Hatice'nin ölü Allah yaşıyor ve ölmez» diye bağır
araplar Hz. Muhammed'i son dere münden sonra dokuz kadınla evlen dı. Kur'an'dan ancak bütün anlamı
ce iktidarlı bir erkek olarak can di. Hz. Muhammed'in evliliklerin ortaya o zaman çıkan bir ayet (Al-i
landırmışlardır. Ama bu abartma den çoğu özellikle siyasal ve insan İmran 144 ) okudu : «Muhammed
lara karşılık, Hz. Muhammed'in en cıl nedenlere dayanıyordu. Karıla ancak ve ancak bir peygamberdir.
çok hoşlandığı üç şeyden birinin rından bazıları İslamlık yolunda Ondan önce nice peygamberler ge
kadın olduğu söylentisi doğrudur çarpışırken öldürülen yüzbaşıları lip geçmiştir. Şimdi ölür yada öldü
(öteki ikisi güzel koku ve dua idi ) : nın dul hanımları, ötekileri ise rülürse ökçelerinizin üstünde geri
ne var ki, bütün zevklerinde, iyili- önemli arap önderlerinin kızlarıydı. sin geriye mi döneceksiniz?»
24
tı. O'nun Peygamber olarak yeri bir sinin Halifesiıı denirdi.
fetihler devri başkası tarafından doldurularnaz Hz. Ebubekir, halifeliğinin ba
şında birçok arap �ca.bilesinin İslam
dı elbet; ama İslam cemaatini yö
Hz. Peygamber'in 632 yılında netecek bir önder de gerekliydi. devletinden ayrılmaları sonucunda
ölümünden sonra, İslamlık küçük Başlangıçta sorun, arap kabilelerin ortaya çıkan bir bunranla karşılaş
bir dinsel topluluktan, güçlü bir si jeki yeni başkan seçiminde kullanı tı. Arap kabileleri Hz. Muhammed '
yasal imparatorluğa dönüştüğü bir lan yöntem izlenerek çözümlendi. in kişiliğine bağlanmışlar ve vergi
değişim ve fetih devrine girdi. Ama İslamlığı en eski benimseyen mü' lerini bağlılık nedeniyle ödemişler
bu yeni devlet, eşsiz bir hızla ge minlerden bir grup, yönetici olarak di. Hz. Peygamber'in ölümünden
nişlemesine karşılık, içteki ayrılık en yetenekli buldukları kişiyi se sonra birçok kabile, bağlılık neden
lar ve şiddet hareketleri ile sarsılı çiyorlardı. lerini ortadan kalkmış saydılar.
yordu. Böylelikle Hz. Muhammed'in Çöldeki konak yerlerine Müslüman
Buna karşılık devre süresince yetkileri, en çok saygı duyulan, vergi toplayıcılar gelince, vetgileri
·--yedinci yüzyılın ilk yarısından onun, en yakın arkadaşları ve evli ni ödemeyi reddettiler. Direnişleri
sekizinci yüzyılın ortasına kadar lik yoluyla akrabaları olan dört ki öylesine yaygın ve önemliydi ki,
İslamlık ardarda gelen ((Halifeler» şiye geçti. İslamlığı Medine'den yö bazı müslüman önderler bu ayak
yada Hz. Muhammed'in cıhalefleriı> neten bu dört kişi, daha sonraları l anmaların silah gücüyle bile bas
tarafından yönetildi. En kanlı sa cıdoğru yol gösterilmiş» h alife ler
'
tırılabileceğinden kuşku duyuyor
vaşların bazıları halifelik için olu olarak anıldılar ; çünkü Hz. Pey lardı. Ama . Ebubekir, görünüşün
yordu. İlk dört halife'den üçü öl gamber'i tanımışlar, kendilerine deki yumuşaklığa karşılık, ayaklan
dürülmüştü ve imparatorluk, ayak O'nu örnek almışlardı. Hz. Muham macılarla uzlaşarak Allah Kelamıy
lanmalar, iç savaşlar ile harap ol med gibi, kabile şeyhlerinin yöntem la tersleşmeye yanaşmadı ve çölde
maktaydı. Birbiri ardına iki hane lerine uyarak, İslamlığın geleceği yaşayanları dine döndürmek için
dan yönetimi ele geçirdi : Emeviler için en önemli kararları, en güve hemen asker gönderdi. İrtidad
ve Abbasiler. İslamlığın başkenti nilir arkadaşlarının öğütlerine da edenlerin (müslümanlıktan "-dö
önce Medine'den Şam'a, sonra da yanarak verirlerdi. Halk ile yakın nenlerin) ayaklanmaları iki yıl için
Şam'dan Bağdat'a taşındı ve dev ilişkileri vardı. Halkın ibadetini yö de bastırıldı.
letin özelliği değişti. İkinci hanedan netirlerdi ve halk üstünde siyasal, İslam savaşçıları bir yandan is
olan Abbasi hanedanı zamanında askeri ve ruhanı yetki kurmuslardı. yanları bastırırken, öte yandan da
İslamlık en parlak dönemini yaşa İlk halife Hz. Ebubekir idi. Ebu yabancı ülkelere ilk fetih hareketle
dı. Kısa süre içinde, yeryüzündeki bekir, Hz. Muhammed'in en iyi ar rine başladılar. Hz. Peygamber, ölü
en büyük güç haline geldi ve baş kadaşlarından biriydi ve Hz. Pey münden kısa süre önce Allah Kela
kenti dünyanın başlıca şehri oldu. gamber'in öldüğü sırada en sevdiği mını Kuzey'dekilere ulaştırmak is
İslamlığın karşılaştığı ilk güç karısı olan Hz. Ayşe'nin de babası temiş, böyle bir sefer için hazırlık
lükler, Hz. Peygamber'in ölümün idi. 60 yaşlarında, hafifçe kambur, lara başlamıştı. Hz. Ebubekir, Hz.
den hemen sonra ortaya çıktı. Hz. sade giyimli, sakalı kırmızıya boya Muhammed'in bu dileğine bağlı ka
Muhammed, kendisinden sonra ba lı, dış görünüşü bakımından etki· larak Halid bin Velid komutasın
\
şa geçecek birisini atamamakla ya siz bir insan olduğu halde, nazikli- da bir orduyu Bizans ve İran üze
da onun seçilmesi için bir kural ği, akıllılığı, alçak gönüllülüğü ve rine gönderdi. Müslüman birlikleri
koymamakla, istemeden birçok so dindarlığı nedeniyle büyük saygı yanlarında Kur'an'ı ve kılıçlarını
run un ortaya çıkmasına yol açmış- görürdü. Kendisine aA llahın Elçi- taşıyarak bu büyük devletlerden
Hz. Muhammed'in ölümünden sonra Hz. Ebubekir'in �pallfe> oluşu. Hz. Ebube
kir'in yerine geçen Hz. Ö mer'den başlayarak, «halife> Zer «Emir-ül Mü'minin>
ünvanını almışlardır.
26
birçok yer fethettiler.
İslamlığın genişlemesi yolun
da ilk kıvılcımı, din ortaya atmış
tı; ama bu alevi körüklemeye . öteki
güçler de yardım ettiler. Bunlardan
en önemlisi, hemen bütün olanak
lardan yoksun olan kurak Arabis-·
tan'ın yoksulluğu idi. Yarımadada
hiçbir zaman nüfusa yetecek kad_ar
besin · yetiştirilemiyordu. Sürekli
kıtlık daha önceki Arap kuşakları
nı Ruzey'e, verimli bir yay halinde
uzanan bölgelere göç etmeye zorla
mıştı. Bu verimli bölgeler Filistin'·
den Basra Körfezine kadar Suriye'·
nin kuzeyi ile Dicle ve Fırat vadile
rini içine alan · alandı.
Bu bölgede birçok küçük arap
krallıkları vardı. Bunlar uzun süre,
düşman Bizanslılar ile İslam devle
tı arasında «tampon devletlern rolü
oynamışlardı. . Her iki devlet de, bu
sınır araplarını kendileri adına pa
ralı asker olarak savaşmaları için
yetiştirmiş ve onlara yardım etmiş
lerdi. Ama birbirleriyle yaptıkları
savaşların sonucunda hazineleri tü
kenince, yardımı kesmiş, bu savaş
lar için ··�mlardan vergi almaya baş
lamışlardı. İslamlık, Arabistan'da
içine · kapandığı kozasından çıktığı
zaman. durumlarından hoşnut ol
mayan bu sınır arapları, Müslü
manları kurtarıcı olarak kabul et
tiler. Birçoğu eski efendilerine kar
şı savaşmak için Müslümanlarla
birleşti.
İslam devletine yardımcı olan
başka önemli öğe de İstanbul'da
Herakleios'un yönettiği Bizans İm
paratorluğu ile Bağdat'ta kral
1790 tarihinde yapılmış olan bu tııristiyan minyatürü, islıimlık uğru
Yezdgerd'in yönettiği İran impara
na açılan «cih ad-ı mukaddes» leri Hz. Muhammed'in 631 yılında put
torluğu arasındaki düşmanlık idi.
perestler için söylediği bir söze bağlamaktadır.
İkiyüz yıldan uzun süredir, Bizans'
taki hıristiyanlarla İran'daki zer ferberliğine girmiş kişilerdi. En ün öteki komutanlar, Arabistan'daki
düştler güç rekabeti içindeydiler. lülerinden Halid Bin Velid, öncele dağınık kabileleri tarihteki büyük
VI. yüzyılın ilk yarısında, bu sür ri Hz. Muhammed'e karşı Mekkeli savaş güç ıerinden biri haline ge
tüşme büyük bir savaşa dönüştü. lerle, Müslüman olduktan sonra ise tirdiler. Asker olarak bireysel komu
İranlılar Ortadoğu'yu istila ettiler, Hz. Peygamber'irı yanında savaş tanlardı. Stratejilerinde Roma gibi
Kudüs'ü ve Mısır'ı aldılar. Bizans mıştı. İyi kılıçları ile ünlü Filistin' toprağa bağlı güçler yerine, Viking
lılar da daha sonra karşı saldırıya de bir Bizans hudut kasabası oları ler gibi gemicilikle uğraşanların sa
geçip bu bölgeleri geri aldılar . . iki Mu'te'ye"başarısız bir baskın yapan vaş yöntemlerini kullanmaya yönel
rakip de birbirinden öylesine çeki 3000 kişilik müslüman gücü ara mişlerdi. Çölü deniz gibi- . kullanı
niyordu ki, daha büyük tehlike olan sında bulunmuştu. Bizanslılarla yorlar, çok iyi tanıyor. hızla aşabi
İslö,mlığa }{arşı her iki tarafın da Müslümanlar arasındaki ilk çatış liyor, düşmanlarının karşıların a
gözleri kapalıydı. At üstünde karşı ma olan bu küçük çarpışmada, İs hiç beklenmedi.kleri anaa çıkıyorlar
karşıya, mızrak mızrağa gelmiş iki lam komutanı öldürülmüştü. Halid dı. Bir Müslüman komutan, bir sa
feodal şövalye gibi, sürekli olarak başa geçti ve yenik savaşçılar yal vaşta vurulup ölürken kendinden
birbirlerinden daha iyisini ele ge nız onun becerikliliği sayesinde dü sonraki komutanlar için arap savaş
çirme hırsındaydılar ve onları at zenli biçimde geri çekilebildiler. formülünü şöyle tanımlamıştı :
tan düşürecek süvarinin farkında Hz. Muhammed bu akındaki yü «Düşmanla çölde savaş ! Orada za�
değildiler. rekliliği ve önderliğinden ötürü, fere ulaşırsın. Yenilsen bile arkan
İslamlığın başarısına katkıda Halid'e «Allah'ın Kılıcın , adını ver da bildiğin, tanıdığın çöl olacaktır.
bulunan bir ek öğe daha vardı: çok di. Düşman seni oraya kadar izleyemez
sayıda büyük Müslüman komuta Halid bin Velid, daha sonra ve sen de oradan tekrar saldırmak
nın ortaya çıkması. Bunlar, gani Ebubekir'in başlıca komutanların için geri dönebilirsin . »
met almak için yaptıkları akınlar dan biri oldu ve İslamlığın ilk fe Gerçekten , Müslümanların sa
dan vazgeçip, sürekli bir fetih se- tihlerinde büyük rol oynadı. O ve vaştaki en büyük güçleri bu hız ve
27
şullar, daha sonraki müslüman fe .
tihleri için değişmez bir örnek ol
du :
ccMerhametli, şefkatli Allah
adına, Halid Bin Velid Şam halkı
na şunları vaadeder.
Onlara hayatfarının , malları
nın ve kiliselerinin güvenlik altın
da olacağına söz veriı·. Şehir surla-.
rı yıkılmayacak, hiçbir Müslüman
onların evlerinden birine yerleştiril
meyecektir. Biz onlara Allah' ın söz
leşmesini, ve O'nun peygamberinin,
halifelerinin, mü'minlerinin koru
yuculuğunu · getiriyoruz. Vergilerini
ödedikleri sürece iyilikten başka
şeyle karşılaşınayacaklardır.11
Herakleios ancak o tarihte müs
lüman tehlikesini ciddiye almaya
başladı . Dünyanın en eski şehri ol�
duğuna inanılan kilit noktası Şam'
ın elden çıkmasına tepki gösterme
mesi olanaksızdı. Şehri geri alıp,
3.rapları yeniden çöle sürmek ama
cıyle 50 000 kişilik bir ordu topla
maya başladı. Bu büyük ordu olu·
şurken Araplar Şam'ı boşaltarak
Yermuk ırmağı boylarına çekildiler,
Halid , orada kutsal çölü arkasına
alarak ordugah kurdu ve yaklaşan
savaşı beklemeye başladı.
İki ordu 636 yılının sıcak bir
yaz gününde karşılaştı. Güneydo
ğu'dan esen sert bir rüzgar savaş
alanını toza boğuyor, Kuzey'den
yaklaşan bizanslıları köre çeviri
yordu. Bizanslılar üstün askeri eği
timlerine, kalın zırhlarına ve pa�
pazlarının dualarına karşılık, müsc
lümanların saldırılarına karşı ko
yamadılar. Bizans komutanı Theo
doros öldürüldü, ordusu kılıçtan ge
çirildi . Bu şaşırtıcı yenilgiden kısa
süre sonra, iki müstahkem kasaba
-Kaisareia ve Kudüs- dışında ,
Suriye ve Filistin'in tümü müslü�
Halid Bin Velid ve müslüman savaşçılar, Suriye'nin fe thinden sonra manların eline geçti .
Kcibe'yi ziyaret ederek Allah 'a şükrediyorlar ( XVII!. yüzyıla a i t bu Medine'de Ebubekir bu zaferi
minyatür Topkapı Sarayz'ndadır J . göremeden, iki yıl önce ölm ü�tü
( 6 34 ) . Ama ölmeden önce kendin�
şaşırtmaya dayanan saldırma yete İran'a ; Batı'da Mısır ve Kuzey Af den sonra Hz. Ömer'in halife ola
nekleri idi . Geçmişteki Bedevi sa rika'ya. Halid bin Velid, iranlılarla cağını söylemişti . Hz. Ömer saçsız.
vaşları, çok kanlı savaşlar olma savaşırken Ebubekir'in apansız bir dev yapılı bir insandı ve hem Hz .
makla birlikte arap süvarilerine atı buyruğuyla ·suriye'deki süvarilerin Peygamber'in hem de Hz . Ebube
ve de·reyi yeryüzündeki herhangi yardımına gönderildi. Susuz 3000 kir'in en değerli danışmanı idi.
bir ulusun süvarilerinden çok daha kilometrelik bir yolu yaya olarak aş Ebubekir'in dileğine uyarak halife
beceriklilikle kullanmasını öğret tı. Efsaneye göre, yanına suya doy seçildi. Önce kendisine uAllahın el
mişti. :Süvariler, düşmana mızrak muş bir deve sürüsü almış, yolcu cisinin , halifenin hal efi " dedirtti,
larla saldırır, geri döner, piyadelerin lugun molalarında bu hayvanları öl daha sonra E mir ü l Mü 'minin (mu
-
attığı okların yağmuru altında ye dürerek, midelerindeki suyu atları minlerin komutanı) unvanını Kul
niden saldırır , düşman . safları bozu na içirmiştir. Halid, Ecnadin'de (ya landı (bu unvan daha sonraki ha
luncay;:ı. kadar saldırılarını tekrar da Ecnadeyn) , Müslümanların Su lifeler tarafından da kullanıldı) .
larlardi. riye ordusu ile birleşip Herakleios' 10 yıl başta kalan Hz. Ömer, en
İsl�mlığın gayretli süvari leri, un ordusunu yendi ve Şam'a doğru büyük halifelerden biri savılır . . Ki
fetih s�ferlerini aynı anda üç temel ilerledi. Şam altı aylık bir kuşatma siliğinde enerji ile 8.tçakg-önüllü
yönde geliştirdiler : Kuzey 'de Su dan sonra 625 yılında teslim oldu. lük .vüreklilik ile İslaın kurallarına
riye ve r Filistin'e; Doğu' da Irak üze Halid'in şehre girmeden önce sadakat birleşmişti. Ahlak konu
rinden Orta Asya'n ın kapısı olan teslim olanlara tanıdığı insaflı ko- larında öylesine sertti ki, söylenti-
28
Bed ir savaşından bir salıne ( Tü rk minyatürü )
29
J{udüs, hicretin 1 6. yılında (M.S. 637) halife Hz. Ömer tarafından fethedildi. Hz.
Ömer, Kudüs'ü ele geçirdikten sonra, kudüslüleri:n can ve mallarına dokunulma
yacağını bildirmiş, Hz. Süleyman'ın 4'Yahova Tapınağı) nı (üstte) ziyaret etmiş
ve Kur'an'ın Hz. Davud ve Hz. Süleyman'dan sliz eden bir stlresint burada oku-
mU$tur.
ye göre, ahlaka aykırı bir harekette egemenliği altında olan Mısır, Müs" ele geçirilen bölgeler arasında ay
bulunduğu için öz oğlunu kamçı lümanlara ·karşı - saldırı üssü gibi rım yapmışlardı. Kendiliklerinden
lattırmıştı. İslamlığın en büyük fe kullanılabilecek bir yer olduğundan boyuri eğen . bölgelerde halkın top
tihleri Hz. Ömer'in önderliğinde ya tehlikeliydi. Ayrıca NÜ · vadisinde, raklarına dokunulmamış, vergi öde
pılmıştır. Müslümarilara gerekli geniş buğday melerine karşılık korunmala:ı;ı sağ
Halid'in . bizanslıları yenmesin depoları vardı. lanmıştı. Silah gücüyle ele geçiri
den sohta Kudüs, · surlarının geri İki yıl sonra, bugünkü Kahire len bölgelerde ise; müslümanlara
sinde 637'ye kadar direndi. O tarih yakınındaki Babil şehri yedi aylık karşı koyanların toprak . . ve . . malları
te şehrin patriği Sofronius müslü bir kuşatmadan sonra teslim oldu. savaş ganimeti sayılmıştı. Kur'an'
manlarıl). halifesi gelirse, «Kutsal Bir yıl içinde, başkent İskerideriye da ganimetin beşte birinin devletin
Şehriıı teslim etmeyi kabul etti. Bu ile Mısır'ın geri kalan kısmı da malı olacağı, geri kalanin İslam sa
nun üzerine Hz. Ömer her zamanki Müslüman askerlerinin eline geçti. vaşçıları arasında bölüşüleceği be
yamalı harmanisiyle Medine'den Mısır'ın fethedildiği sırada başka lirtilmişti. Böyle olduğu hald 3, Müs-
kervan yoluyla Kuzey'e doğru yola İslam birlikleri de İran'ın iç kısmı 1 ümanlar, ele geçirilen bölge halkı
çıktı. na doğru ilerliyorlardı. 644'te Sa nın toprağını koruyup ordu için yi
Halid'in Şam halkına gösterdi sani imparatorluğunun büyük kıs yecek sağlamasını ve seferlerin kar
ği hoşgörü ve saygıyı , Hz. Ömer de mı, hazineleriyle İslamlığa katıl şılanması için vergi ödemesini da
Kudüs'ün hıristiyan ve yahudi hal mıştı. Artık İslamlık Akdeniz'den ha kazançlı bulmuşlardı.
kına gösterdi. Şehirdeyken hıristi hemen hemen Hindistan'a kadar Müslümanların ele geçirdiği
yanlarca İsa'nın mezarının orada uzanan bir alana egemendi. bölgelerde yaşayanlar Müslüman
olduğuna inanılan Kutsal Türbe Bu geniş topraklar Ömer'in olmaya zorlanmazlardı ; ama Müs
kilisesini ziyaret etti. Orada olduğu koyduğu yasalarla yönetiliyordu. lüman olmayanların kilise ve sina
sırada öğle namazı vakti geldi. Hz. Hz. Ömer'in yönetim siyaseti gogların dışında herhangi bir dinsel
Ömer ibadetini hıristiyanların kut çoğunlukla Kur'an'ın öğretileri üze eylemde bulunmaları yasaklanmış
sal yerinde yapmayı kabul etmedi. rine kurulmuş, imparatorluğa ka tı. Aynı zamanda çan çalmak ya
Eğer orada ibadet ederse, mü'minle tılan alanların sistemlerine de uyar da yeni tapınaklar yapmak da ya
rin kiliseyi cami yapmak isteyecek lanmıştı. Sözgelimi, vergiler konu saktı. Ama bu insanların durumu
lerinden korktu. Bu yüzden kilise sunda Kur'an müslümanlara görev gene de, İslam hükümetinin yöne
den çıkarak namazını çıplak top lerini açıkça bildiriyordu. <eHak di timinde eski hükümdarların zama
rakta kıldı. nine inanmayanlarla haraçlarını nından daha iyiydi.
Filis.tin ve Suriye'yi ele geçiren ödeyene kadar savaşın.» Bunun so İslamlığı sonradan kabul eden
İslam orduları yeni fetihlere koşa nucu olarak. müslüman olmayanlar lerin arap Müslümanlarla aynı hak
bilirlerdi. 639'da Amr İbnül As, Mı vergi ödemeye zorunlu kılınmışlar lardan yararlanmaları gerekiyordu,
sır'ı fethetmeye başlayarak daha dı. ama bu kurala her zaman uyulma
sonraki Kuzey Afrika fetihlerinin JVIüslümanlar, kendiliklerinden dı. İslam dinine yeni girenler önce
yolunu açtı. O tarihte Bizans'ıri boyun eğen bölgelerle, silah gücüyle arap kabileleri tarafından kabul
30
edilmeliydiler. Bunlara mevali (kö
leler) deniliyordu. Ve Arap yöneti
ci sınıfından ayrılıyorlardı. Baş
langıçta mevaliler önemsizdiler,
ama sayıları çoğaldıkça ciddi para
sorunları ortaya çıkardılar: daha
az olan müslüman vergisini öde
dikleri için, devleti ayakta tutacak
paranın azalmasına yol açtılar.
644 yılında halifelik ansızın el
değiştirdiğinde, İslamlık, impara
torluğu ayakta tutmak ve yönet
mek sorunlarıyla karşı karşıyaydı.
Hz. Ömer sabah namazını kıldırır
ken, zerdüşt dininden bir köle olan
Ebu Lülüe Feyruz tarafından bi
çaklandı (644 ) . Kendini vuran ada
mın Müslüman değil de hıristiyaıi.
olduğundan duyduğu mutluluğu
söyleyecek kadar yaşayabildi.
Hz. Ömer'in ölürken atadığı bir
seçim kurulu , halifeliğe, gençliğinde
zarif giyimiyle tanınmış, titiz bir
soylu , dindar ve hoşgörülü bir yaşlı
olan Hz. Osman'ı seçti. Hz. Os
man, Mekke'nin soylu ve zengin Be
ni Ümeyye (Emeviler) ailesinden
isla.mlığın ilk yıllarında Müslüman
olan tek kişiydi. Ailesinin büyük
kısmı Hz. Peygambere eziyet eden
lerdendi ve İslamlığı yayıldıktan
sonra benimsemişlerdi. Şimdi Os
man aracılığıyla, bir zamanlar şid
detle karşı çıktıkları bu davayı elle
rine geçirmek istiyorlardı. Osman'ı
halifeliği süresince etkileyerek, bu
amaçlarında büyük ölçüde başarıya
ulaştılar.
Hz. Osman 12 Yıl süreyle halife
lik yaptı. En büyük başarısı, gide
rek genişleyen _İslam topraklarının
her yerinde, Kur'an'ın anlam d-2 ·
· ğişmelerine meydan vermeyecek
belli bir kurala göre okunmasını
sağlamak oldu. Halifeliği başlangıç
ta sakin geçti, ama daha sonra,
kontrol edemediği çeşitli güçler bu
sakinliği bozdular. Bu güçler ara
sında Arapların merkezi yönetime
karşı direnmeleri sayılabilir. Os
man'ın gözden düşmesinin ilk ne
deni, yönetimde akraba ve arkadaş Müslümanları İ kinci halife Hz. Ö mer'e bağlılık yemini ederken
larına yer ver.mesiydi. Mısır'daki qösteren XVIII. yüzyıl minyatürii,,
işinin ehli .bir valinin yerine, bir
bolgeyi iyi yönetmekten çok, daha da öfkeye kapılarak halifenin evini da olan Hz. Ali idi. Hz. Ali, Hz. Pey
fazla vergi toplamayı amaç alan kuşattılar. Bir kısmı kapıdaki nö gamberi yetiştiren ve amcası olan
yeğenini atayınca, hoşnutsuzluk or betçileri atlatarak arka kapıdan Ebu 'I'alib'in oğlu ve Hz. Muham
taya çıktı. Sonunda, Mısır'daki or içeri girdi. Girdiklerinde Hz. Osman med'in kızı Fat ı ma 'nın kocasıydı ;
dudan ayrılan 500 kişilik bir arap Kur'an okuyordu. Ve katiller kanını Hasan ve Hüseyin adlarında iki oğ
topluluğu, yeni valinin atanmasını Kur'an'ın üzerine akıttılar. İlk kez lu vardı. Hz. Muhammed'in • vahiy
protesto etmek ve şikayetlerini be bir halife kendi müslüman vatan lerini ilk kabul edenler arasında idi.
lirtmek için Medine'ye gitti. Osman daşları tarafından öldürülüyordu. Elinin açıklığı, güzel konuşması,
onların şikayetlerini göz önünde Bu olay, İslamlığı bolüp iç savaşa . herşeyin .üstünde de savaşlardaki
bulunduracağ ına söz verdi, ama ve daha çok kan dökülmesine yol kahramanlığı nedeniyle hayranlık
ailesi onu fikrini değiştirmeye ve açtı. · kazanmıştı. Halife olduğu sırada (24
isyancılarla Cami'de cuma vaazın Yaşlıların Osman'ın yerine seç haziran 656) şişman, saçı dökiilmüş,
da konuşmaya ikna etti. tikleri yeni halife, Müslümanların beyaz sakallı bir yaşlı olduğu ' halde,
İsyancılar bu ihanet karşısın- en çok sayg:ı duyduğu kişiler arasın- mü'minler üzerinde nüfuzu büyük-
31
adı verilir. Çarpışma Hz. Ali'nin za
feri ile sonuçlandı (4 aralık 656) .
Rakiplerinden biri savaşta yarala
nıp öldü, öteki de bir süre sonra
Bedevi akıncıları tarafından öldü
rüldü. Hz. Ayşe ise tekrar şehre dö
nüp, ömrünün geri kalan kısmını
inzivada geçirdi.
Hz. Ali, Medine'ye dönmeyip ye
ni karargahını Kılfe'de kurmaya
karar verdi. Kılfe, geniş imparator
lukta başkent Medine'den daha
merkezi yerdeydi. Hz. Ali, Kılfe'
de düşmanları ile uzlaşmayı dene
di, ama kısa zaman sonra Suriye'de
atlatılması daha güç bir buhran or
taya çıktı. Hz. Ali, halife olduğu
sırada, Hz. Osman'ın akrabaların
dan bazılarının yönetimdeki yerle
rini değiştirdiği için düşmanlar ka
zanmıştı. Bunlardan biri, Mekke'
nin nüfuzlu ailesi Beni Ümeyye
(Emeviler) ailesinden olan Muavi
ye bin Ebu Sufyan idi. Muaviye,
Ali'yi Osman'ın öldürülmesinde suç
ortaklığı yapmakla suçladı ve ka
tilleri ortaya çıkarmasını istedi. Bu
istek toplumda büyük destek kazan
dı. Arapların cıkısasa kısas» kuralı
na göre, Muaviye ya öldürülen ak
rabasının öcünü alacak, yada onu
runu kaybedecekti.
Hz. Ali katilleri ya ortaya çıka
ramadı yada çıkarmak istemedi.
Hiçbir şey yapmadan kararsızlık
içinde çırpınıyordu. Muaviye onun
bu kararsızlığından yararlanıp, Hz.
Ali'nin suçluları koruduğunu ileri
sürdü. Halkı halifeye karşı kışkırt
mak için, Osman'ın öldürülürken
giydiği kanlı giyeceği, Şam'daki ca
mide ortaya çıkardı. Becerikli bir
İslamlıkta hat (yazı-resim) sanatı, özellikle dinsel süsleme alanında
siyaset adamı, yetenekli bir yöneti
önemli bir yer tutar. Bu yazı - resimlerden. tipik bir örnek, Hz. Ali'nin
ci olan Muaviye, yalnız Suriye hal
adıyla ıyapılmış cami figürleridir.
kının ve iyi yetiştirilmiş ordusunun
tü. Birçok Müslüman, onun dör Ali'yi Osman'ın katillerini yargıla değil, aynı zamanda Ali'nin yerle
düncü değil de ilk halife olması g e madığı için suçlayarak ayaklanan rinden uzaklaştırdığı birçok insa
rektiğine inanıyordu. Bununla bir bir topluluğu çevresine topladı. Des nın da desteğini kazanmıştı. Bun
likte Hz. Ali, halifeliğinin başlan tek arayan isyancılar Irak'ta Basra ların arasında Mısır valiliğinden
gıcından itibaren. şiddetli bir diren körfezinin kuzeyi nd e yer alan Bas alınmış olan zeki Amr İbnül As da
meyle karşılaştı. Birçok düşmanın ra'ya giderek garnizonu ele geçirdi vardı.
arasında, sahabeden (Hz. Muham ler ve Hz. Ali'ye sadık olan valiyi Sonunda Hz. Ali ordularıyla
med'e Mekke'de inananlarla onu görevinden aldılar. Muaviye'nin üstüne yürümek zo
Medine'y� davet edenlere toplumca Bu ayaklanmayı bastıracak runda kaldı. İki ordu 657 yılının
verilen ad ) Talha ve Zubeyr ile Hz. ordusu olmayan Hz. Ali, Medine'de temmuz ayında, yukarı Fırat vadi
Muhammed'in hanımı Ayşe bulunu kendisine bağlı birkaç kişiyi topla sindeki eski Roma kasabası Siffin'
yordu. Bazı tarihçiler Hz. Ayşe'nin yıp Basra'nın 320 km. kuzeybatı · de karşılaştılar. . Zorlu bir çarpışma
Hz. Ali'ye olan düşmanlığının, yıl sındaki Küfe'ye gitti. Küfe ile' Bas dan sonra Hz. Ali Muaviye'yi geri
lar önceki çölde kolyesini arama ve ra birbirine rakipti ve Hz. Ali KCı. çekilmeye zorladığı sırada Amr'ın
Medine'ye yanında genç devecisiyle fe'nin desteğini kazanmayı ve ora aklına parlak bir fikir geldi. Mua-
Hz. Peygamberden sonra gelme ola da süvariler yetiştirip ayaklanmala . viye'nin birlikleri, Kur'an'ın ha
yına dayandığını ileri sürerler. Hz. rı bastırmak için yola koyulmayı kemliğine başvurduklarını belirt
Ali , Hz. Ayşe'nin sadakatsizliğinden tasarlıyordu. mek için mızrakıarının ucuna Kur'
kuşkulananlar arasındaydı ve Hz. İki müs l üman ordusu Basra'da an sayfalarını taktılar; bir yandan
Ayşe onu hiç bağışlamamıştı. karşılaştı. Hz. Ayşe, taraftarlarını da Kur'an'dan bir bölümü yüksek
Hz. Ali'ye düşmanlığının nede yüreklendirmek için bir deveye bi sesle okuyorlardı : «Karar yalmz Al
ni her ne olursa olsun, Hz. Ayşe, nerek savaş alanına girdiği için bu lah'a aittir.» Hazreti Ali hileyi an
Talha ve Zubeyr ile birleşti. Hz. çarpışmaya tarihte «Cemel Vakas111 ladı, ama ordusunun büyük kısmı
32
Allah'ın kutsal sözlerıni taşıyan
düşmana karşı savaşmayı reddetti.
Savaş sona erdi ve Ali'nin isteğinin
tersine anlaşmazlık hakem kararı
na bırakıldı. . Hakem heyeti görüş
meleri 6 ay sürdü.
Ali daha başlangıçta hileye
kurban gitmişti. Hakem kararını
kabul etmekle kendi halifeliğiyle
Muaviye'nin valiliğinin aynı düzey
de olduğunu ve ikisinin arasında
anlaşmazlık olduğunu kabul etmiş
oluyordu. Ali'nin, danışmanları ta
rafından seçilen hakemi ile Muavi
ye'nin hakemi birbirine eşit kişiler
değildi. Ali'nin . hakemi Ebu Musa
el Eşari, Muaviye'ninki ise çok kur
naz bir insan olan Amr İbnül As
idi.
Hakemler 658 şubatında Ez
ruh'ta toplandılar. Amr'ın bir hile
siyle Ebu Musa Ali'yi azletti, çün
kü Amr'ın da Muaviye'yi azledece
ğine ve yeni bir · halife seçileceğine
inanmıştı. Amr sonradan bu kararı
paylaştığını, ama yeni halife'nin
Muaviye olması gerektiğini söyledi.
Bu olay taraflardan biri lehine ke
sin bir sor.uç yaratmadı, ama Ali'
nin durumunu sarstı.
Hz. Ali, bu kararı reddetti.
Ama, isyanlar ve anlaşmazlıklar
sonucu kendi safları parçalandığı
lçin Muaviye ile yeni bir savaş ya
pamazdı. Bir çok Müslüman da, ka
rarı insanlara bıraktığı için Ali'nin
Allah'ın dileğini çiğnediğine inanı
yordu. Onun tarafını bırakarak öte
ki ayrılanlarla birleşip İslam tari
hinde Hariciler adı verilen bir top-
1 uluk kurdular ve Medain şehrini
yağmalayarak tahrip ettiler.
İslamlık tarihinde sonradan
karışıklık çıkaracak olan Hariciler,
öylesine büyük bir tehlike oldular
ki, Ali bir süre sonra onlarla da
· savaşmak zorunda kaldı. İki taraf
658 yılının temmuz ayında, Irak'ta
Dicle ırmağının hemen doğusunda
ki Nehruvan'da çarpıştı. Ali savaşı
kazandı ama yönetimine karşı çı
kanlar ve İslamlığı bölen ayrılıklar
nedeniyle çok zayıf düşmüştü. Mu
aviye'ye dahs. fazla meydan okuya
Hz. Ayşe'nin Ali'ye karşı mücadelesini gösteren bir XVIII. yüzyıt mine
yatürü. Hz. Peygamberin dul eşi Hz. Ayşe, üçüncü halife Osman'ın
madı. Muaviye Suriye'yi İslam top
öldürülmesinde " 1(z,Ali'yi sorumlu tuttuğu için . Irak'ta, dördüncü ha-
rakları içinde bağımsız · bir devlet life Ali'ye karşı bir ayaklanma düzenlemişti.
olarak yönetti. Hz. Ali'nin toprak
larına.' Suriyeli süvarileriyle akınlar Hasan'a biat ettiler. Zayıf ve siya den önce oğlu Yezid'i önce SUriye'de
yaparak, hatta Mısır'ı denetimi al sal hırsı olmayan bir insan olan Ha sonra öteki eyaletlerde halife ilan
tına alarak Hz. Ali'nin yetkisini san, birkaç ay sonra Muaviye'den etti. Muaviye'nin 661 yılında halife
sarstı. aldığı para karşılığında halifelik id oluşundan, 750 yılında Şam'da
Hz. Ali, Haricileri yenişinden 2. diasından vazgeçti. Muaviye en so Emevi soyunun sona erdirilmesine
yıl sonra , dua etmek için KUfe'de nunda halife oldu (66 1 ) . kadar, 14 Emevi, halifellği oğulla
bir camiye girerken, Haricilerden Artık İslamlığın başlıca şehri rına yada ailenin başka bir üyesi
Abdurrahman bin Mulcem tarafın 1 Şam'dı. Muaviye müslümanlığın ne devrederek hüktim sürdüler.
dan hançerlenerek şehit edildi ( 24 yeni başkentini bildiği, yönettiği, Bu on dört Emevi Halifesini sı
ocak 661 ) . Hz. Ali'nin korkuya ka siyasal ve askeri gücünün kaynağı rasiy la ve halife oluş tarihleriyle
pılan mü'minleri, en büyük oğlu oları topraklarda kurdu ve ölümün- sayalım : Muaviye bin Ebu Süfyan
33
Muaviye ve Peygamberin arkadaşlarını gösteren bir XIV. yüzyıl minyatürü. Ebu
Sufyan'ın oğlu olan Muaviye, önceleri babası ile birlikte ticaretle uğraşmış, son
ra Hz. Peygamberin yanında çaiıştnıştı. Muaviye, daha sonra da Suriye valisi
olmuş ve Kudüs'te halifeliğini ilan etmiştir.
( temmuz 66 1 ) ; Yezid bin Muaviye kezileştirmek için çalıştılar. Muavi lü duvarlar arasında ruh ve beden
(nisan 680) ; Muaviye (il) bin Ye ye'nin yönetimi inandırmaya daya hazlarına dalmış olarak yaşıyorlar
zid (kasım 683) ; Mervan bin el Ha nıyordu. Bununla birlikte daha son dı. İslamlık öncesi devirlerden be
kem (haziran 684) ; Abdülmelik bin ra gelen Emevi Halifeleri, impara ri ortadan kalkmış olan eski arap
Mervan (nisan 685 ) ; Velid bin Ab torluğun denetimindeki Suriye or şiiriyle ve arap soylarıyla övünü
dülmelik (ekim 705) ; Süleyman dusuna güvenerek daha otokratik yorlardı.
bin Abdülmelik (şubat 7 15 ) ; Ömer oldular. Emeviler aynı zamanda yete
bin Abdülaziz bin Mervan ( ekim Emeviler zamanında, arap etki nekli askeri önderlerdi ve onların
7 1 7 ) ; Yezid {il) bin Abdülmelik sinde özel bir İslam kültürü biçim zamanında, -VIII. yüzyılın ilk ya
(şubat 720) ; Hişam bin Abdülmelik lenmeye başladı. Fethedilen yerler rısında- İslamlığın ikinci büyük
(ocak 724) ; Velid ( i l ) bin Yezid de kayıt tutmak için kullanılan yu fetihler dalgası başladı. Müslüman
(il) (şubat 743 ) ; Yezid (111) bin nanca ve acemcenin yerini arapça orduları Orta Asya'da, Hindistan'da
Velid bin Abdülmelik (nisan 744) ; aldı ve arapça yönetimin resmi dili İndüs vadisine kadar, Batı'da Ku
İbrahim bin Velid bin Abdülmelik oldu. Hükümdarlarının resimleri ile zey Afrika ve İspanya üzerinden
( ekim 744 ) ; Mervan (il) bin Mu- · süslü bizans ve iran paralarının Atlas Okyanusu'na kadar ilerledi
hammed bin Mervan ( aralık 744) . yerini, Kur'an'dan alınan yazılarla ler. Emevilerin yüreklilikleri bir İs
Emeviler kendilerinden önceki süslü altın dinarlar ve gümüş dir lam komutanın sözlerinden anlaşı
Halifelerin uyguladıkları sistemler hemler aldı . Atlı posta arabaları labilir. Tarik bin Ziyad, 7 1 1 yılında
den kesin sapmalar yaptılar. Yalnız için yollar ve konak yerleri ile ge süvarilerini Cebelitarık'a çıkardığı
hanedanın veraset kurallarını değil, niş bir haberleşme sistemi kuruldu. zaman bütün gemilerin yakılmasını
aynı zamanda müsl üman devletinin Halkın çalışacağı, uzun süredir unu buyurdu ve askerlerine <1Deniz ar
yönetimini de değiştirdiler. Muavi tulmuş su kanallarının bakımını kanızda, düşman da önünüzde. Al
ye dinsel bir önder olmaktan çok da kapsayan, pek çok tasarının uy lah adına yüreklilik ve kararlılığı
bir kral gibi yaşıyordu. Çevresini bir gulanmasına girişildi. Çok ince ya nızdan başka kurtuluş yolunuz yok,,
şeyh gibi, kendisiyle korkusuzca ko pılı camiler yapıldı : örneğin , Şam' diye bağırdı.
nuşabilen danışmanlarla çevirdi ve daki göz kamaştırıcı Ümeyye Camii. V III. yüzyıl içinde hemen bütün
erişilinebilir, açık bir lider olarak Emeviler özel hayatlarında im İber yarımadası müslümanlarm
kaldı. Hz. Ömer'in ölümünün ardın paratorluğun ürünlerinden yarar eline geçti. Doğu'da Suriye'nin fet
dan gelen iç ayaklanmalar sırasın lanıyorlardı. Şehir hayatının dertle hinden beri kesintilerle sürüp gi
da sarsılan devlet yönetim sistemi rinden kaçmak için, büyük paralar den bizanslılarla düşmanlık daha
ni, yeniden d üzenledi. Muaviye ve harcayarak yaptırdıkları çöl saray da şiddetlenmişti. İslam orduları
ondan sonra gelenler, halifenin yet larında oturuyor, kuş, hayvan ve yaptı.klan bir seferde İstanbul'a ka
kisini daha güçlenclirmek ve mer- danseden kızların resimleriyle süs- dar ilerleyip Bizans başkentinin çok
34
yakınıncıa önemli bir yer ele geçir
diler ve geri çekilmek zorunda ka
lıncaya kadar altı yıl ellerinde tut
tular.
Ama iç zayıflamalar ve anlaş
mazlıklar, sonunda Emevileri çö
küntüye götürdü. Yönettikleri top
raklardaki iktisadi ve toplumsal
eşitsizlikler direnmelere yol açtı.
Ve Müslümanlar bir kez daha an
laşmazlıklar sonucunda bölündüler ;
hoşnut olmayan toplulukların en
büyüğü, İslamlığı sonradan kabul
etmiş olan mevalilerdi. Araplar on
ları aşağı gördükleri için eşit dav
ranmıyor, sözgelimi, arap olmayan
bir müslüman ile evlenmeyi toplum
sal bir leke sayıyorlardı. İslamlığı
sonradan benimseyenlerin çoğu, İs
lam ordularında savaşır, ama genel:.
likle süvari değil piyade olarak kul
lanılırlar ve daha az para alırlardı.
M üslüman olmayanların daha fazla
vergi ödemeleri gerektiği için, son
radan Müslüman olmak hoş karşı
lanmıyordu. Mevalilere katılan
araplarsa , askeri aristokrasiden ol
madıkları için askerlere verilen ma
aşları alamayan ve toprak vergisi
ödemeye zorunlu kılınan araplardı.
Bu eşitsizliğin bir gün bir pat
lamaya yol açacağını anlayan Eme
viler, peşpeşe yeni tedbirler almaya
çalıştılar. Bu konuda en büyük aşa
mayı, Emevi hükümdarlarının en
ünlüsü olan Ömer bin Abdülaziz bin
Mervan yaptı. Halifeliği sırasında
( 7 1 7 - 720) seferlere çıkmaya son
verip kendini vergi reformlarına
adadı. En önemli başarılarından bi
ri, Müslüman olanların tümünü, din
vergileri dışındaki bütün vergiler
den bağışık tutan eski yasayı ye
niden koymasıdır.
Ne var ki, bu hareket ne kadar
iyi niyetli olursa olsun, İslam ik
tisadı üzerinde kötü etki yaptı. Ye
ni siyaset, Mısır'ı büyük ölçüde et
kiledi. Orada görevli bir memur,
uİsliimlığı kabul edenler, vergiler
den elde edilen geliri öylesine azalt
tı ki 20 000 dinar borç almak zorun Ortaçağda Arap - Hıristiyan mücadelesini konu alan bir XIV. yüzyıl
da kaldım» diyerek Ömer'den bu minyatürü ( Biblioteca Marciana, Venedik)
yasayı kaldırmasını istedi. Ömer ka
rarından dönmedi ; ama reformları ni halife yapmak istediler. Hüseyin gün ellerind e tuttuktan sonra öldü
çok pahalıya maloluyordu. Ondan ailesiyle ve taraftarlarından oluşan rerek, kafıasını Şam'da bulunan Ye
sonraki halifeler de, devleti yıpra küçük bir toplulukla Medine'den zid'e gönderdiler. Hz. Peygamber'in
tan iktisadi soruna bir çözüm yolu babasının eski baş�enti olan Küfe' torununun öldürülm esi İslam dün
bulamadılar. ye doğru yola çıktı. Orada yeni ha yasında büyük bir sarsıntı. yarattı
Yöneticilerden hoşnut olmayan life olarak karşılanacağını umuyor ve Erneviler 'in düşmanlarını artır-,
pek çok kişi, Emevilere karşı olan du. Ama yolda, Kerbela denilen yer dı. Hüseyin' in öldürüld üğü gün,
topluluklara katıldılar. Bu topluluk de, Muaviye'nin oğlu yeni halife Ye bugün hala İslam dünyasın ın bazı
lar arasında başlıcaları , Emevilerin zid'in süvarileri tarafından durdu yerlerinde yas günüdür.
halifeliği gerçek varislerinden yani ruldu ve geri dönmesi söylendi. Hü H.zc. Muhammed'in çok önceleri
Hz. Ali ve çocuklarından gaspettik seyin'in taraftarları onu bu buyru son verdiği kabile savaşları yeniden
lerine inan.an Hariciler ve Şiilerdi. ğa karşı durmağa zorladılar. Bunun başladı. Bedevi kabileleri özgürlük
Muaviye 680'de ölünce, Şiiler üzerine çıkan çarpışmada Yezid'in anlayışlarını kaybetmemişlerdi ve
Hz. Ali'nin küçük oğlu Hüseyin'i ye- birlikleri Hüseyin'i yakaladılar, 1 0 her çeşit merkezi otoriteye karşıy-
35
halife olmadıklarını, dünya zevkle
rine düşkün, ahlaka aykırı bir ha
yat yaşadıklarını yaydılar. Kendi
lerinin, İslamlığı yeniden, ccdoğru
yol gösterilmişıı halifelerin yolun
dan giden gerçek bir teokrasi hali
ne getireceklerine söz verdiler.
747 haziranında Abbasiler, son
radan simgeleri olacak siyah bay
raklarını . açtılar. İran'daki Emevi
valisini devirerek iktidarı ele ge
çirdiler. İranlı komutan Ebu Müs
lim'in yönetiminde batıya doğru
ilerlediler ve karşılarına çıkan Eme
vi ordularını yendiler. Emevilerin
henüz Suriye'de egemen oldukları
sırada, Ebül Abbas 749'da halife
ilan edildi. Ertesi yıl Abbas'ın bir
Ükleriyle Emevi halifesi Mervan
II'nin birlikleri Irak'ta, Dicle'nin
bir kolu olan Büyük Zab kıyısında
karşılaştılar. Mervan II'nin ordusu
bozguna uğradı, halife Mısır'a kaç
tı ama orada yakalanıp öldürüldü.
Ve başı yeni Halife Ebül Abbas'a
armağan olarak gönderildi. Böyle
ce Emevi hanedanı sona ermiş,
merkezi Küfe şehri olan Abbasi ha
lifeliği kurulmuştu (750 ) .
Ebül Abbas'ın halifeliğini ilan
ettiği 749 yılından Moğol H üküm -
darı Hülagü'nün Bağdat'a girdiği
1258 yılına kadar 35 Abbasi hali
fesi tahta çıktı. Bu otuz b.eş halife
yi sırasıyla ve halife oluş tarihleriy
le sayalım :
Ebiil Abbas (750) ; Mansur
(754) ; Mehdi (775) ; Harunürreşid
(786) ; Emin (809 ) ; Memun ( 8 1 3 ) ;
Mutasım (833) ; Vasık (842 ) ; Mü
tevekkil (847 ) ; Muntasır (861 ) ;
Müstain (862 ) ; Mutez (866 ) ; Muh
tedi (869) ; Müstain (892 ) ; Mukte
fi (902) ; Muktedir (908 ) ; Kahir
(932) ; Radi (934) ; Muttaki (940) ;
Mustakfi (944 ) ; Muti (946 ) ; Tai
( 974) ; Kadir (99 1 ) ; Kaim ( 1 03 1 ) ;
Muktedi ( 1 07 5 ) ; Mustazhir ( 1094 ) ;
Mustarşid ( 1 1 1 8 ) ; Reşid ( 1 1 35) ;
'Muktefi il ( 1 136) ; Müstencid
Arap - Hıristiyan mücadeleleri ortaçağ hıristiyan sanatını da derinden ( 1 160) ; Mustadi ( 1 170) ; Nasır
etkilemiştir. Özellikle İspanya'nın VIII. yüzyılda müslümanlar tara
( 1 1 80) ; Zahir ( 1 225 ) ; Mustansır
. tından fethi konusu ortaçağ hıristiyan minyatürcülf!rinin sık sık iş
ledikleri konulardan biridir ( Biblioteca Marciana, Venedik) . ( 1 226 ) ; Mustasım ( 1258 ) .
İslamlığın yeni yöneticileri ve
. dılar. Küçük topluluklar halinde torunu olan Ebül Abbas idi, hare taraftarları, Emevilerden geri ka
kendi aralarında savaşmaya son ketin merkeziyse İran'daydı. İran lanları sistemli biçimde ortadan kal
vererek iki büyük hizip halinde ör lılar Emevilerden hoşnut değildiler; dırmaya başladılar. Abdullah adın
' gütlendiler. Hemen her zaman bir onları aşağı gören kibirli arap fa da iranlı bir general, Emevi ailesin
biriyle savaş halinde olan bu hizip tihlerinden daha üstün bir kültü den geri kalan 80 kişiyi bir şölene
ler, İslam siyasetinde önemli rol rün varisleri olduklarına inanıyor davet etti. Ziyafetin en coşkun
oynadılar ve destekleri zaman za lardı. Abbasiler bu gizli kalmış hoş anında tümünü öldürttü ve ölüle
man halife seçimini bile etkiledi. nutsuzlukları ortaya çıkararak, yal rin üstlerini örttürerek yardımcı
Emeviler bu güçlüklerle uğra nız İranlıların değil, Emevilerden larıyla şölene devam etti. Emeviler
şırken, sonunda onların saltanatına çeşitli şikayetleri olan müslüman den yalnız biri «Kureyş şahini)) de
son verecek olan yeni bir devrimci arapların da desteğini kazandılar. nilen Abdurrahman kurtulabildi ve
topluluk ortaya çıktı : Abbasi toplu Emevi hanedanını baltalamak için İspanya'ya kaçarak, 200 yıl yaşayan
luğu . Abbasilerin önderi Hz. Mu· yoğun bir propaganda kampanya Kurtuba Emirliği'ni kurdu ( 15 ma
hammed'in amcalarından birinin sına giriştiler. Emevilerin gerçek yıs 756) .
36
Abbasiler öc alma · işini ölmüş
Emevi halifelerinin . mezarlarını aç
tırıp cesetlerini çıkartmaya kadar
vardırdılar. Yalnız tek dindar Eme
vi halifesi saydıkları Ömer bin Ab
dülaziz bin Mervan'ın mezarına do
kunmadılar.
Abbasiler, istikrarlı bir devlet
kurmak amacıyla, kendilerinden
farklı düşünen bütU.n toplulukları
-iktidar mücadelesinde onlara
yardım etmiş olanları bile- orta
dan kaldırmağa uğraştılar. Çok geç
meden, Şiiler aldatıldıklarını anla
dılar. Abbasiler onlara yalnız da
valarında yardımcı olmamakla kal
mayıp eziyet bile ettiler. Yeni dev
let adamları, huzursuzlukları için
de, kendilerine iktidarı ele geçfr
mekte yardımcı olanları da idam
ettiler. Abbasi ordusunu Emevilere
karşı yöneten Ebu Müslim, halife
ile bir görüşmedeyken paramparça
edildi ve kafası sarayın dışında bek
leyen taraftarlarına atıldı. Ziyafet
sırasında 80 Emeviyi kılıçtan geçir
ten komutan da, daha sonra halife
olmak çabasında bulunmak hatası
na düşti'ı ve hemen cezaevine atıl
dı. 7 yıl sonra çıkarılarak, büyük bir
törenle, özellikle onun için yapılmış
bir eve götürüldü. Ama bu ev tuz
dan yapılmıştı. Tuz yavaş yavaş eri
di ve sonunda üzerine yıkılarak me
zarı oldu.
Abbasi hanedanı 500 yıl sürdü.
786-809 yıllarında Harunnürreşit'in
halifeliği sırasında en parlak döne
mine ulaştı. Harunürreşit, yeni baş
kent Bağdat'taki sarayından, dün
yanın en güçlü kültürünü yönetti
ve bu süre içinde İslamlık, «Altın
Çağı» nı yaşadı.
Hariri'nin Makamat'ından alınan bu minyatür «Hacılar Kervan�-ı.
adını taşıyor. XIII. yüzyıla ait bu minyatür, İsldm sanatında Bağdad
1
altın çag Okulu'nun gerçekçi geleneğini ortaya koymaktadır.
Abbasi yönetiminin ilk devre Yeni halifenin ilk yılı ayaklanma kadar Irak'ta birçok gezile�e çıktı
lerini belirleyen şiddet hareketlerin larla doluydu. Bu ayaklanmalar, ğı söylenir. Sonunda İran'in eski
den, IX. yüzyıl başında bolluk için Mansur'a halifelikte rakip olanlarla, başkenti Ktesiphon'un üçyiız km.
de yaşayan, kültür düzeyi çok yük Ali'nin varislerinden birini halife kadar kuzeybatısında eski ibir köy
sek bir İslam uygarlığı doğdu. Ama olarak görmeyi uman ve hayal kı olan Bağdat'ı seçti.
bu dönem, gece gökyüzünde · hızla
i
rıklığına uğrayan Şiiler yönetiyor Başından itibaren Bağ�at'ın en
kayan bir gfü:taşına benziyordu. lardı. Ama Mansur düşmanlarını doğru seçim olduğu görül � ü. Bağ
Canlılığıyla kendi kendini yiyip tü yok etmek için atalarının yolunu dat, Dicle'nin batı kıyısınd� , verim
ketti. X. yüzyılın ortasında, güç- izledi ve bir müddet sonra ayaklan li bir ovanın ortasında, Dide ile Fı
1 ü Abbasi halifeleri, ipleri kendi maları bastırarak gücünü arttırdı� rat'ı birleştiren kanalın yanında
Türk askerlerinin elinde olan birer Aynı zamanda yeni bir başkent kurulmuştu. İki ırmak bu fı.oktada
kukla gibiydiler. için yer arıyordu. Abbas'ın Haşimi birbirlerine aralarında 3(j)O km.
Abbasiler yönetimlerinin başın ye'deki başkentinin iki sakıncası uzaklık kalıncaya kadar yak.ıaşıyor
da, başkentlerini Şam'dan Doğu'ya vardı : stratejik olarak yeri iyi de lardı. Şehrin yeri, ticarete ; çok el�
KUfe yakınındaki Haşimiye'ye ğildi ; uzun süre ayaklanmaların verişliydi. Hem denizden, l}em ka
(Irak) taşıdılar ve İslamiyet'e son merkezi olan Kufe'ye çok yakındı. radan, Uzakdoğu'dan Akdep iz'e ve
radan gelecek Doğu etkilerinin ha Mansur'u yeni bir başkent kurma Avrupa'ya gelen büyük ticaret yol
zırlayıcısı oldular. Ebül Abbas, 754' ya iten başka bir neden daha var larının kavşak noktalarını 1 kontrol
te, dört yıl halifelik yaptıktan sonra dı. Başkentin, Abbasi gücünün gör ediyordu. Bağdat, Mansur !tarafın
çiçek hastalığından ölünce, yerine kemli bir simgesi olmasını istiyordu. dan başkent seçilmeden öı\lce bile,
kardeşi Ebu Cafer - til Mansur geçti. Halifenin, elverişli bir yer bulana tüccarların buluştuğu, aylık pana-
37
Bir müslüman «emir» i gösteren gravur. Bu unvanı, halifeler, «Emir -
yırların kurulduğu bir yerdi. Çevre iere yer veren ilk halifedir) . Yeni
sinde iki ırmak olması ve sulama kenti kurmak için imparatorlukta
kanallarının ortadan geçmesi nede ki her şehirden en usta sanatçıların
niyle toprak zengindi . Ayrıca, düş gönderilmeleri buyuruldu. İslamlı
manlar yalnız gemi yada köprülerle ğın her köşesinden, Suriye, Mısır,
yanaşabilecekleri için başkent ola Mezopotamya ve İran'dan yüzbin
rak kolayca savunulabilirdi. işçi toplandı ve bu olağanüstü şeh
Dicle ve Fırat arasında yükse ri kurmak için yıllarca çalışıldı.
len bu <<adan , Mansur'a göre, «dün Bağdat'a <<çember sehirn adı
yanın pazar yeri » olacaktı. Man verilmiştir. Günün İran şehirlerin
sur, ıcbenden önce gelenlerin bura den esinlenerek yapılan Bağdat şeh
yı farketmemesini sağlayan ve bu ri, üç km. çapında bir çember biçi
yeri bana saklayan Allah'a çok şü minde güneşte kurutulmuş tuğla
kür. Allah adına burayı kuracağım lardan kuruldu. Ortak merkezleri
ve yaşayabildiğim kadar burada olan çember qiçiminde içiçe üç sur
oturacağım. Benden sonra gelenler dan oluşuyordu. En dıştaki sur da
ele burada kalacaklardır. Bu şehir derin bir hendekle çevrilmişti. Bu
dünyadaki en bayındır şehir olacak üç surdan en büyüğü ortadaki idi.
tm> dedi. Mansur'un seçimi etkile Gözetleme kuleleri ile pekiştirilmiş
yen bir başka neden de. tarımsal, ti. Öteki surlardaki gibi, karşılıklı
ticari ve askeri üstünlüklerinin ya noktalarda askerler tarafından ko
nısıra, şehirde sivrisinek bulunma runulan dört büyük kapısı vardı.
ması ve gecelerin serin olmasıydı. Çember şehir, imparatorluğun
Mansur yeni başkente Medinet yönetim merkezi olarak tasarlan
ül Selam (Sakinlikler Şehri) adını mıştı. Bağdat halkı surların dışında
verdiyse de halk, Bağdat demeye oturuyordu. Dış sur ile orta sur ara
devam etti. Yeni binaların temelle sındaki boşluk , savunma amacıyla
Halife Abdül Malik'in 695 - 697 arasında ri 762 yılının ağustos ayında atıldı. b ırakılmıştı. Orta sur ile iç sur ara
bastırdı(iı sikkeler. Bu sikkelerin üze Bu tarih müneccimlerinin yapıma sında ise saray halkının ve askeri
rinde lsllim dinini yücelten yazılar bu- başlamak için uygun buldukları ta memurların evleri yer alıyordu. En
lunmaktadır. rihti (Mansur sarayda müneccim- iç surun arkasındaysa halifenin
38
Tunus'taki Büyük Cami'nin genel görünümü. Bu cami M.S. Vll. yüzyılda inşa
edilmiş, 836 ve 875-902 yılları arasında büyük ölçüde onarım görmüştür. İslam
mimarisinin en eski örneklerinden biri olan bu camiir,ı sütunlarından çoğu,
İslamlık-öncesi yapılardarı alınarak kullanılmıştır.
ailesiyle, ordu komutanı ve polis yer alan her sokakta, altlarında luklardaki tekelini kaybetti. Bir za
amiri gibi en yüksek memurlar ya dükkanlar bulunan kemerler sıra manlar kendilerine ayrıcalık tanı"
�ıyorlardı. Çember şehrin en önemli lanmış, böylece dört ana çarşı orta nan arap süvarilerinin yerlerini
yerinde halifenin sarayı yer alıyor ya çıkmıştı. Şehrin kenar semtleri iranlı askerle.r aldılar. Artık me
du. Bu saray mermerden ve eski surlar çevresinde kısa sürede geniş murlar ve yöneticiler imparatorlu
Pers başkenti Ktesiphon'dan geti lediler ve Dicle'nin doğu kıyısına ğu meydana getiren çeşitli uluslar
rildiği söylenen taşlardan yapılmış yayıldılar. X. yüzyılda, başkentin dan seçiliyordu. Kişiler toplumdaki
tı. Yanında bir cami vardı. Mansur nüfusu aşağı yukarı 1 ,5 milyona yerlerini geçmişte olduğu gibi do
bir halifenin imparatorluğun mer yaklaşmıştı ve pazar yerleri kenar ğuştan değil, kendi yetenekleriyle,
kezinde yaşaması gerektiğini 0 söy semtlere taşınmıştı. Bu hareket, halifenin gözüne girmekle sağlıyor
leyerek bu noktayı seçmişti. merkezdeki şehre girenlerin sayı lardı. Yeni memurların çoğu, kendi
Sarayın iki çarpıcı özelliği sını azalttı ve memurların girip çı gelenek ve düşünce biçimlerini ge
vard ı : altın kapı ile halifenin kabul kanları daha rahat kontrol edebil tirmiş iranlılardı. İranlıların ve öte
salonunu örten kırk metre yüksek melerini sağladı. ki arap olmayan Müslümanların et
liğindeki yeşil kubbe. Kubbenin te Bağdat birçok yönüyle İslam kileri , İslamlığa Abbasi ailesinin
pesinde, bir nöbetçi gibi şehre tepe imparator1 uğundaki değişiklikleri içindeki evlilikler yoluyla da girdi.
den bakan, eli mızraklı bir süvari yansıtmaktaydı. Şehrin planında Ailenin temelde arap olmasına kar
heykeli vardı. Daha sonra ortaya görülen İran etkileri İslamiyetin şılık, hanedanın 37 halifesinden pek
çıkan bir efsaneye göre, bu heykel özelliğini yeniden çizmeye yardım azının anneleri araptı.
i<endi ekseninde dönerek impara cı oldu . Yavaş yavaş İran'ın parlak Bunun sonucunda, imparator
torluğu tehdit eden tehlikelerin kültürü Irak'a girdi ve müslüman luğun yönetiminde önemli değişik
yönünü işaret ederdi. ların hayatının her vönünü etkile likler oldu. Abbasilerin devleti ele
Çember şehir, içinden geçen, meye başladı. geçirmelerinden önce, daha Emevi
birbirine dikey olan ve kapıların İmparatorluk, araplar tarafın halifeleri zamanında otokratik bir
içinden geçerek bunları birbirine dan getirilen dini ve dili korudu, yönetime yönelinmişti. Bu eğilim
bağlayan iki anayol ile dörde bölün ama öteki yönlerden araplar artık giderek çoğaldı ve sonunda Abbasi
müştü. Bu büyük caddeler şehrin üstünlüklerini kaybetmişlerdi. Ab halifeleri İran kralları gibi mutlak
merkezinden rahatça yönetilmesini basi yönetiminde devlet ilk olarak hükümdarlar halini aldılar: Yüzyıl
sağlarlardı ; ayrıca şehrin kuruluş uluslar arası bir özellik kazandı. Fe lar boyunca İran kralları hem hü
yıllarında ticaret için de yararlıydı tih savaşlarının sona ermesiyle, kümdar hem de yarı kutsal varlık
lar. En iç surla orta sur arasında Arap aristokrasisi yüksek memur- lar olarak hüküm sürmüşlerdi.
39
Mutlak güçlerini ıyıce belirtmek ri'nin varisleri değil, yeni rollerinde Halid'in oğlu Yahya babasından
için kendilerini gözkamaştırıcı tö Allah'ın vekili idiler ve kendil erine sonra vezir olmak üzere yetiştiril
renlerle çevreler, esrarlı bir hava ccAllah'ın yeryüzündeki gölgesi>1 di di.
yaratmak için krallığın önemli ki yorlardı. İslamlığın dinsel örgütünü Bermekilerin Abbasilerin entri
şilerini halktan gizlerlerdi. devlet denetimine alma. çabası için kalarına yakından karıştıklarını,
Abbasi hcılifeleri de bu örneği de, halifeler, ileri gelen din adamla hatta varislerin a�;anmasını yönet
benimsediler. Bağdat'ın ortasında, rı çevrelerinde tutuyor ve onları et tiklerini Yahya'yla ilgili bir hikaye
saraylarının duvarları arkasına çe kilemeğe çabalıyorlardı. Daha son ortaya koyar. Mansur 775'te Hac'
kilip parlak bir hayat yaşadılar. raları bir Arap tarihçisi şöyle yaza dan dönerken ölünce, yerine _ önce
Mansur, ailesine ve saraydakilere caktır : ccBu hanedan, din ile krallı oğlu, sonra da torunu Hadi geçti.
pahalı ipek elbiseler giymeden, gü ğı birbirine karıştıran bir siyaset Hadi'nin babası halifeyken, Hadi
zel kokular sürmeden halka görün güdüyordu� En ıyı ve en dindar ölünce yerine küçük kardeşi Harun'
memelerini bvyurdu. Halifenin huzu adamlar onlara din nedeniyle bo un (HaPUnürreşid) geçmesini bu
runa birkaç kişi dışında kimse çıka yun eğiyorlardı; geri kalanlar ise yurmuştu. Ama Hadi, halifeliği kar
mazdı; bu birkaç kişi de huzura çı korku nedeniyle>1. deşi Harun yerine oğluna bırakmak
kabilmek için sayısız nöbetçi ve ma Halifeler giderek devlet yöne istediğinden, Harun'dan varislikten
beyincinin yanından geçmek zorun timinden daha da uzaklaştıkça, ye vazgeçmesini istedi ama Harun
daydı. Halifenin şatafatlı bir perde ni bir güçlü kişi , vezir ortaya çıktı. özel hocası ve danışmanı olan Yah
ile kapalı tahtına erişince, secdeye Vezir, yönetilen ile yöneten arasın ya'nın ·etkisiyle bu isteği ka.bul et
varıp yeri öpmeleri gerekti. Bu ge da aracıydı. Halifenin temel vekili medi.
lenek Arabistan'ın ilkel demokrasi ve imparatorluğu yürütmekle gö Yahya genç efendisine ava git
sine çok yabancıydı. revli tek elçisi idi. Öylesine güçlü mesini, elden geldiğince uzun süre
Halifenin mutlak gücünü daha bir yetkisi vardı ki halifeden sonra şehirden uzak kalmasını öğütledi.
parlak ve dehşetle hatırlatan şey gelen ikinci adamdı. Vezirin rolü Hikayeye göre, Yahya yıldız falın
celladın kullanması için tahtın önü nün iıe olduğu, ilk beş Abbasi hali dan Hadi'nin doğum gününde öle
ne serilmiş olan deriden yapılmış fesinin ·yanında danışman olarak ceğini öğrenmişti. Hadi Yahya'nın
halıydı. Cellat, yalınkılıç halifenin görev alan Bermekiler ailesi tara yaptığını öğrenince tutuklanmasını
arkasında durur, hükümdarı kızdı fından saptandı. ve öldürülmesini buyurdu. Ama
racak herhangi bir talihsizin boy Ebül Abbas, Doğu İran'lı budd Yahya'nın öldürüleceği akşam hali
nunu vurmak için beklerdi. p.acı bir rahibin oğlu olan l!alid fe de hastalanıp öldü. 23 yaşındaki
Abbasiler halk üzerindeki dene Bin Bermek'i imparatorluğun mali Harun, halife oldu; Yahya'yı kur
timlerini pekiştirmek için hüküm ye vekili yaparak B ermekileri üne tardı, vezir yaptı. Yahya'ya, ccBa
dar ile din arasındaki bağ üzerinde kavuşturdu. Halid, halifeye öylesi bam, senin falın ve öğütlerin beni
çok duruyorlardı. Bu düşüncede ne yakınlaştı ki, kızma Abbas'ın bu yere getirdi. Şimdi sana bütün
iranlılarıiı bir sözünden ccdin ve hü· karısı baktı. Abbas'tan sonra başa gücümle bütün yetkileri veriyo
kümet ikiz kardeştir» diyen sözden geçen Mansur devrinde, Halid daha rum» dedi. Yahya, iki oğlu Fasıl ve
esinmişlerdi. · 'Halifeler yönetimleri da yükseldi. İran'da çeşitli bölge Cafer'in yardımlarıyla devletin bü
nin kutsal yönünün simgesi olarak lerin yöneticiliğine getirildi. Bu dö tün denetimini ele geçirdi.
önemli dinsel günlerde Hz. Pey nemde Halid, Mansur'a karşı bir Bermekiler gerçekten kusur
gamberin giydiği harmanilerden gi ayaklanmayı ezerek ve daha qirçok suz yöneticilerdi ; ama yönetimleri
yerlerdi. Artık Allah'ın Peygambe- hizmetlerde bulunarak göze girdi. acıklı biçimde sona erdi. Yahya 1 7
40
Camilerdeki süslemeler İslam sanatında önemli yer tutar. Resimde ince bir
·zevkle süslenmiş bir mihrav görülmektedir.
yıı Harun'a vezirlik yaptı. Yahya' ki oğlu Fadıl'ı da tutuklattı. Her İthal edilen bu l üks eşya halk
nın oğulları Harun'un oğullarının ikisi de cezaevinde öldüler. Berme tarafından tutulunca, yerli işçiler
özel hocalarıydılar ve özellikle Ca kilerin geniş servetlerine el kondu, benzerlerini yapmaya başladılar.
fer, Harun'un en sevdiği arkadaşı ailenin öteki üyeleri de ortadan kal Pazar büyüdükçe yapımlar arttı ;
oldu. Harun, Cafer'e olan sevgisini dırıldı ve güçleri son buldu. ticaret gelişti. Mansur'un Bağdat
göstermek için onun en sevdiği kız Halifelik çevresinde dönen en için söylediği «dünyanın pazar yeri
kardeşiyle evlenmesine izin verdi. trikaların ve şiddet hareketlerinin olacak» sözleri böylece doğrulanmış
Bunun yalnızca ismen bir evlilik ol yanısıra, Abbasiler İslamlığa Altın oldu .
masını, asla gerçek bir karı-kocalı Çağı'nı yaşatan bir refah sağladılar. Orta Asya'dan Kuzey Afrika'ya
ğa dönüşmemesini tasarlamıştı. Fetihler devri sona ermisti ; impara Akdeniz limanlarına ve İspanya'ya
Ama, efsaneye göre halifenin kız torluk hem kendi içinde, hem de giden büyük kervanların yolları
kardeşinin Cafer'den bir oğlu oldu komşularıyla barışı sağlamıştı. Aynı Bağdat'tan geçiyordu. İmparatorlu
ve bunu ağabeyinden saklamayı ba zamanda İslamlığın elde ettiği top ğun gemileri Uzak Doğu toprakları
şaramadı. Halife bu nedenle yada rakların geniş olanaklarına sahipti. (yani Hindistan, Çin, Seylan) ile
Bermekiler'in giderek gelişen güçle Bunlardan yararlanıldığını, Bağ Basra körfezi ve Kızıldeniz limanla
rinden korkması nedeniyle, 803 yı dat'ın gösterişliliği ve imparatorlu rı arasında ticaret malları taşıyor
lında haremağalarından birini Ca ğun gelişen öteki şehirleri ortaya lardı. Bağdat iskelelerine yanaşan
fer'in boynunu vurmağa yolladı. koyuyordu. İranlılar İslam dünya gemiler, dünyanın dört bir yanın
Cafer'in başı getirildiğinde ha sına tavla ve satrancı öğrettiler. dan mal getiriyorlardı : Çin'den,
lifenin ağladığı ve sanki ona hak Uzak Doğu'dan kağıt ve porselen ipek, mürekkep, tavus kuşu, porse
sızlık yapan canlı bir insanla konu getirdiler. Aşçıları yeni doğu yemek len, baharat ; Hindistan'dan yakut,
şuyormuş gibi cıCafer, seni ben ar leri yapıp sofraları masalar üzerin gümüş, sandal ağacı, hindistan ce
kadaşım yapmadım mı? . . . Benim de kurdular -yere bağdaş kurup vizi, abanoz ve boyalar ; Mısır'dan
talihim dönünce seninkinin de dön yemek yemeye alışmış araplar için tahıl ve keten ; Suriye'den cam ve
mesi gerektiğinde olacaklara karşı bu bir yenilikti- Bağdat terzileri meyva; İran'dan ipek ve öteki ku
kayıtsız kalan nankör, hissiz, çıl geleneksel arap entarilerinin yerine maşlar; Arabistan'dan pc.ı.rfüm;
gın . . . Cafer benim utancım ! Bana pantolonlar diktiler. Ayrıca İran' Basra körfezinden inci ; Afrika'dan
ve kendine getirdiğin bu üzüntü ne dan birçok yeni ev eşyası (minder, köle ve altın ; Bizans'tan ; ilaç, köle
dir ! ıı dediği söylenir. yastık gibi ev eşyası, fırın, tava gibi ve biblo ; İspanya'dan deri; Rusya
Sevgili arkadaşının ölümüyle mutfak eşyası) ve' değerli kumaşlar ve İskandinavya'dan kürk, kehri
yetinmeyen Harun , Yahya'yı ve öte- öğrenildi . bar, fildişi ve kılıç.
41
nanca konuşan komşuları Bizanslı
_lar değil Müslümanlar olmasıdır.
Ortodoksluklarıyla kıvanç duyan
Bizans hükümdarları pagan bir
bilgiyi hoş görmüyorlardı. Onların
değer verdikleri şey sorular sormak
değil , kesinlikti. İslamlıkta düşün
ce aydınlığının gelişmesinde Suriye
li hıristiyanlar ve yahudiler önemli
rol oynadılar ; yunan elyazmalarını
önce suriye diline sonra da arapça
ya çevirdiler... Çok kısa bir süre son
ra ise, çeviriler yunancadan doğ
rudan doğruya ara_;.-->Çaya yapılmaya
başlandı.
Bununla birlikte , IX. yüzyıl
müslümanları yunanlıların buluş
larını öğrenmek için büyük bir is
tek duymalarına karşılık, önlerinde
iki kısıtlayıcı etken vardı. Bunların
birincisi, kullanabilecekleri el yaz
malarının son yunan okullarında
saklanan yazmalar olmasıydı. Bu
yüzden Homeros ve Sophokles İs
lamlığa giremezdi, çünkü helen
cıkulundakilar dram ve şiirle ilgi
lenmemişlerdi. İkinci etken ise müs
l ümanların özellikle uygulamalı ko
nularla ilgilenmeleri, daha çok yu
nan fizikçilerine, astronomlarına,
matematikçilerine ve coğrafyacıla
rına eğilmeleriydi. Ne var ki, yunan
felsefesinin uygulamalı bir değeri
olmasa da yunan bilimiyle yakından
ilgiliydi. Bu nedenle öteki çalışma
ların yanısıra felsefe de arapçaya
çev·rilmişti.
Samarra'daki Büyük Camiin helezoni minaresi. A bbasiler tarafından Olaylara yunanlıların bakış açı
IX. yüzyılda kurulmuş olan Samarra kentindeki bu cami, çok deği sından bakmaya başlarıak, İslam
şik bir mimari yapıya sahiptir. düşüncesini kaçınılmaz olarak etki
ledi. Artık İslam bilginleri yalnızca
Uluslararası mübadele ve bun di sistemleri vardı. İmparatorluğun Kur'an'daki vahiy ve hadislere da
lardan elde edilen kazançlar, ban bir bölgesinde imzalanan bir çek, yanan İslam dinbiliminin sistemleş
kacılığın ortaya çıkmasına yol açtı. uzak bir şehirde bozdurulabiliyordu . tirilmesiyle ve düzene sokulmasıyla
İslamiyette bankacılık , Batının Dünyanın her yerinden gelen ilgilenmiyorlardı. Yunanlıların in
ancak üç yüz yıl sonra erişebileceği malların alışverişinin yanısıra, İs sanın akıl yürütebilme yeteneğine
bir düzeydeydi. Bankalar İslam İm lamlık yeni fikirler alışverişinde de dayanan kurgucu felsefeleriyle de
paratorluğu'ndaki büyük ölçüde başarilıydı. IX. yüzyılda Bağdat'a tanışmışlardı. Hatta bir İslam din
gelişmiş para sisteminin doğal so devrin en başarılı şairleri, hukuk bilimcisi, bilginin ilk koşulunun
nucudur. Kullanılan iki çeşit para çuları, filozofları, fen adanılan ve kuşku olduğunu söyleyecek kadar
vardı. Doğuda kullanılan İranlıların sanatçıları geliyordu. Onları çeken ileri gitmişti. Birçok inançlı İslam
gümüş dirhemleri ve Batı'da kulla yalnızca «Binbir Gece l\fasallaruı aydını, yunan akılcılığına ve man
nılan Bizanslıların altın dinarları. nda hala yansıyan yemekli, içkili, tık yöntemlerine, İslam doktrinini
Bu madensel paraların değerleri ya müzikli ve şiirli gı;celer ve ünlü ba.ş açıklamak ve müslüman olmayan
pıldıkları madenin fiyatına göre de kentin maddi zenginliği değildi. lara karşı inançlarını savunmak
ğişiyordu. Bu da, her pazaryerinde Herşeyden önce yeni uyanan kafa için gerekli bir araç gözüyle bakı
alış-verişi kolaylaştırmak amacıyla lardan ve tartışmaların J;ıeyecanırt yorlardı.
para değiştiren kişiler bulunması dan zevk alıyorlardı. Gösterdikleri Yunan düşüncesine gösterilen
nı zorunlu kılıyordu. Sonunda bu fikir canlılığının temelinde, Müslü ilgi nedeniyle, aynı zamanda da
para değiştiren kişiler İslamlığın manlara imparatorluk içinde yaşa iran ve hint düşüncelerinin etki
bankacıları oldular. yan çeşitli insanlardan, özellikle de siyle, bilim, edebiyat, felsefe ve din
Daha sonraları, Batı'da kulla eski yunanlılardan kalan zengin bilim alanlarında verimli bir hare
nılan bazı bankacılık kavramları ve kültür mirası vardı. Gerçekten, im ket başladı. Buna benzer fikir akım
deyimleri onların geliştirdikleri ma paratorluğun bilginleri a;asında ları Abbasi'lerden 20 yıl kadar ön
li sistemden doğdu. Sözgelimi çek Yunan felsefe ve bilimi yeniden do ce; Mu' tezile adlı yürekli bir din
kelimesinin kökeni, arapçadaki Sakk ğuyor gibiydi. bilim okulunun kurulmasına yol aç
kelimesidir. Kollara ayrılan merkez İşin tuhafı, Yunan düşüncesi mıştı . Mu! tezilecilerin görüş açıları
bankalarının düzenli bir çek ve kre- ni yeniden canlandıranların Yu- nı Kindi adlı bir filozof şöyle orta-
42
Bağdat'ta Timurlenk kapısı.
ya koymuştu : «Nereden gelirse gel Memun açıkca Mu' tezilecilerin ya rıldı, ama Yunan felsefesinin man
sin gerçeği görmekten ve özümle nında olduğunu belirtti ve gelenek tık yöntemlerine de karşı çıkmadı.
mekten utanç duymamalıyız; hatta lere bağlı dinbilimcilere de kabul et Bu yöntemleri gelenekçiliği (Ha
bu gerçek bizden önceki kuşaklar tirrpeye çalıştı. Hatta. Kur•an'm ebe disçilik) güçlendirmek için kullan
dan ve yabancı halklardan gelse bi di olduğu inancına bağlı olan)arı dı. Ortaçağda batıda Aquino ·ıı Tom
le 1> Mu tezileciler kendi dogmalarını
. öğrenmek için araştırma yaptı. Mü maso'nun yaptığı gibi, Esari de va
savunurlarken eski yunanın tartış tezileciliğin resmi doktrin olduğu hiylerin akıldan üstün olduğunu
ma yöntemlerinden yararlandılar. 20 yıl boyunca, farklı görüşte olan öne sürdü, ama imanın yapısını in
Eskiden sırf ihanç nedeniyle kabul ların işlerine son verildi ve bazıla celemek için mantıktan yararlandı.
edilmiş kavramları mantık ve aklın rı ezildi. Filozoflar ve dinbilimciler soyut
süzgecinden geçirmeye başladılar. Sonı ında Mu 'tezilecilerin görüş sorunlar üzerinde tartışırlarken
Mu� tezilecilerin akıl yürütmele leri reddedildi. Bunun iki temel ne halk arasında süfilik (bilgicilik)
ri onları bazen şaşırtıcı sonuçlara deni vardı : halk onların hoşgörülü adı verilen mistik bir hareket baş
götürüyor; ardından da halk ara olmamalarına ve görüşlerini İslam ladı. Bu hareketin kökeni, İslam
sında açı tartışmalara yol açıyordu. lara zorla kabul ettirmek istemeleri lığın çıkışından itibaren Kur'an'da
Hadis'i inancın temeli olarak kabul ne şiddetle karşı koydu. Hatta Mu� ki bazı mistik öğelerden etkilenen
eden bilginleri, yani gelenekçileri tezilecilerin insan aklını, Allah Ke Müslümanlardır. Hz. Muhammed'in
dehşete düşürmekteydiler. Anlaş lamı'ndan daha fazla yüceltmeleri ölümünden sonraki ikinci yüzyılda,
mazlığın en yoğun olduğu nokta ne karşı ayaklandı. Halkın direnişi bazı inançlı Müslümanlar, hıristi
Kur'an' ın yapısının ne olduğu idi : öylesine şiddetlendi ki 849'da hali yan çilekeşlerden esinlenerek kur
acaba Allah Kelılmı da müslüman fe Mütevekkil resmi din siyasetini tuluşu sade ve yoksul bir ömür sür
ların inandıklarınca Allah gibi ebe değiştirerek gelenekçilere yer ver mede aradılar. Bunlara süfi denme
di miydi, yoksa varolmadıkları za mek zorunda kaidı. Böylece devlet sinin nedeni, arapçada süf denilen
man da var mıydı? Mu ' tezileciler İslam dininin denetimini haılkın kalın, boyanmamış yün giyecekler
Kur' an'ın ebedi olmadığını söyleyip elinden almayı başaramamıştı. giymeleriydi.
bunu yunan mantığıyla açıklayınca Mu'tezileciler artık İslamlıkta IX. yüzyılda Süfilik bir çok di
Müslümanların inancını sarstılar. öncü bir rol oynamasalar bile, İs nine bağlı Müslümanı cezbetti ve
Bu geleneksel kavramın l\ur' an'ın lam düşüncesine Yunan akılcılığını kesin bir biçim almaya h.aşladı.
temel ilkesiyle, «yalnız Allah'ın ebe aşılayarak kalıcı bir katkıda bu Gerçekte, Süfilik akılcılara, din ile
di olduğu,, ilkesiyle çeliştiğini ileri
.
lunmuş oldular. Bu birleşimin baş ri gelenlerinin dest eklediği ' baskı
sürdüler. lıca kişisi, ünlü dinbilimci Esari'dir. hükümetine ve İslam dini ti;irenle
. l)�vıet 22 yd sür�yle hu akılcı Esari, düşünceleri· geliştikçe Mu' te rinin manevi hayattan çok qünya
yolu destekledi. · 837 yılında halife zilecilerin vardıkları sonuçtan ay- daki zenginliğe ve lükse düşkün ki-
43
kalanıp tutuklandı. Sonra serbest
bırakıldı, ama dinbilimciler tarafın
dan tekrar suçlanıp ölüm cezasına
çarpıldı. 64 yaşındaki bu mistik , öl
dürülmeden önce kamçılama, sa
katlama ve çarmıha gı:::rme gibi kor
kunç işkenceler gördü. Sonunda
boynu vuruldu ve ölüsü yakıldı.
Ölüme gülerek ve Allah'ı yücelte
rek gittiği söylenir.
Hallac'ın başına gelenler Sufi
liğin yayılmasını önlemediyse de
sufilik, XII. yüzyıla kadar katı
M üslümanlar için tehlike olmadı.
XII. yüzyılda İslamlığın en büyük
dinbilimcisi İmam - ı Gazali çeşitli
düşünce ve sistemleri, kurtuluş yol
larını inceledikten sonra, kendini
Allah'a en çok yaklaştıran düşün
cenin Sufi lik olduğuna inandı. Ga
zali müslümanlığın ilk dogmaların
dan ayrılmadı, ama mistikliği Müs
lümanlık içinde saygı duyulan bir
öğe haline getirdi.
Dinsel ve felsefi karışıklıklar
sürüp giderken, İslamlık siyasal
parçalanmaya yol açacak iç huzur
suzluklarla karşı karşıyaydı . Abbasi
yönetiminin hemen hemen ilk za
manlarından beri, imparatorluk ye
rel hanedanlıklara bölünmüştü. 756
yılında Abdurrahman İspanya'da
bir Emevi emirliği kurmuş, ondan
XII. yüzyıl Abbasi sanatının ilginç örneklerinden biri: bu avize, Ka· hemen sonra da Fas'ta İdrisiler
bil'de, .Hetimandel Prensliği koleksiyonundadır. ( 788) Tunus'ta ise Aglebiler (800)
şiler tarafından makine gıbi yapıl Rabia «Allah aşkı beni öylesine dol yönetimi ellerine geçirmişlerdi. 820
masına bir tepkiydi. Akılcılıkta ve durdu ki kalbimde başka bir şeye yılında İran'da Horasan valisi Ta
hir, Abbasilerden ayrıldığını açıkla
dinsel törenlerde tam bir doyuru karşı nefret yada aşk duymaya yer
culuk bulamayan Sufiler, manevi, kalmadm derdi. Dünyadan eletek dı · ve Tahiriler halifeye ismen bağlı
çekerek gerçek bir çilekeş hayatı ya kalmakla birlikte Horasan'ın gerçek
iç dünyaya eğilmeye, bu yoldan Al
şadı. Dualarında ccAllahım, sana yöneticileri oldular. Bir sonraki yüz
lah'ın birliğine kavuşup, Allah'la
yılda da aynı biçimde bütün İran
doğrudan doğruya duygusal bağ cehennem korkusu ile iman ediyor
yerel yöneticilerin eline geçti.
kurmaya yöneldiler. Allah'ı, yarat sam beni cehennemde yak. Cennete
İmparatorluğun parçalara bö
tıklarını seven ve onların her za gitme umudu ile iman ediyorsam
l ünmesi karşısında Abbasi halifele-
man yanında olmalarını isteyen bir beni cennete sokma; ama sana ken
yaratıcı olarak düşünüyor. Kur'an din için iman ediyorsam ebedi gü
dan sureler -özellikle Allah'ın in zelliğini benden esirgeme» diyordu.
sana boynundaki damardan daha Rabia gibi bir çok büyük mis
yakın olduğunu söyleyen sureyi tik, sufiler tarafından ermiş kişi
okuyorlardı. ler olarak saygı görüyorlardı. Sufi
Sufiliğe bağlı olanlar arasında lerin ermişlere bu coşkun bağlılıkla
ermiş ve ozanlardan şarlatanlara rı ve yasalara pek fazla uymama
kadar, çok çeşitli insan vardı. Bazı eğilimleri, din ileri gelenlerini kuş
Sufiler Ortaçağ keşişleri gibi köy kulandırmaktaydı. IX. yüzyılın
den köye dolaşıyor, verilen sadaka ünlü mistiği Hallac-ı Mansur
lar ile yaşıyor ve coşkun söylevle kararsız ve müphem konuşmaların
riyle dinleyenleri ateşlendiriyorlar da Allah'ı bazen ölümlülerden ayı
dı. Bazılarıysa kendilerine sıkı bir rıyor, bazen de -bir dinsiz gibi
disiplin altına sokuyor, günlerini çok yakınlaştırıyordu. Bağdat'daki
onların Allah'la birliğe götürecek vaazı, halk arasında ahlak ve siya
derin düşüncelerle ve öteki manevi set alanlarında reformlar yapmak
sorunlarla ilgilenerek geçiriyorlar isteğine yol açtı. Bunun üzerine
dı. Tümünün ortak noktası Allah dinbilimciler Hallac'ın öldürülmesi
aşkı idi. Çocukluğunda ailesinden ni istediler. H�le onun ccHak Benim»
çalınıp köle olarak satılan Rabia ad (En el Hak) diyerek Allah'la kendi
rı bir kadın Sufi, lekesiz saflığı, Al ni eşit sayması karşısında büsbü· XIII. yüzyıldan kalma bir İran vazosu.
lah sevgisiyle kendinden geçişi ne tün çileden çıktılar. Hallac şehir Bu vazonun üzerinde Hz. Muhammed' -
deniyle kölelikten azat edilmişti. den kaçtı, ama bir kaç yıl sonra ya- in eşlerinin tasvirleri yer almaktadır.
44
ri başlaCf1gıçta, öncelikle İran askeri
gücünün yönetimini ellerinde tuta
rak yetkilerini korumayı başardı
lar. Ama yavaş yavaş, yetkileri baş
kentte bile azalmaya yüz tuttu. Ab
basi halifeliğinin gücü, Harunürre
şid'in oğlu Mutasım zamanında
( 833-842) kaybolmağa başladı. Mu
tasım hassa askerlerinin arasına
Orta Asya'dan gelen Türk köleleri
almış, onları muhafız birliklerinin
başı yapmıştı. Bunun nedeni, baş
langıçta Abbasi iktidarına yardım
eden, ama siyasal rekabetin etkisin
de kalmağa başlayan iran askerle
rinin herhangi ıbir ihanetine engel
olmaktı. Mutasım'ın bu davranışı,
yerel çoğunluk ile Türkler arasında
sürtüşmelere yolaçtı. 836'da Halife,
başkenti Dicle'nin 60 mil yukarısına
taşıdı ve Samarra adlı yeni bir şe
hir kurdu. Samarra 7 halifenin bir
birini izlediği yarım yüzyıl boyunca
imparatorluğun merkezi oldu.
Dicle'nin doğu kıyısında kuru
lan şehir, sarayları ve parkları ile
ünlüydü. Irmağın batı kıyısında
Mutasım, başkente gemilerden ya
pılmış bir köprü ile bağlı bir eğlen
ce yeri yaptırdı. Burada Basra'dan
getirilen hurma ağaçları ile impara
torluğun uzak yerlerinden getirilen
çeşitli iklimlerin bitkileriyle dolu
güzel bir bahçe düzenlendi. Samar İ slam ülkelerinde bilimsel gelişmenin ilginç örneklerinden bazıları:
ra'nın Cuma Camii o zamana kadar bu araçlar XIII. yüzyılda astronomiyle ilgilenildiğini kanıtlar.
yapılan en büyük cami idi ve gör·
Mutasım·ın ogullarından Müte umutsuz çabayla da, parçalanan
kemliliğiyle ünlüydü. Mermerle dö·
vekkil ( 847-86 1 ) tahtta Türk muha devletleri üstünde eski güçlerini
şenmişti ; duvarları mineli çinilerle
fızlar tarafından geçirildikten son kuramadılar. Batı !ran'ı ele geçiren
kaplıydı ve kubbesi heybetli mermer
ra, onların elinde bir kukla haline Büveyhoğullarından Ahmet bin
sütunlar üstüne oturtulmuştu. Sar
geldi ve sonunda, halifeliği ele geçir BU.ye, 945'te Bağdat'a girdi ve Bü
mal minaresi elliyedi metre yük
mek isteyen oğlu Müstansır tara veyhoğulları 1 055'e kadar Halifeleri
sekliğindeydi ve çok uzaklardan gö
fından muhafızların kışkırtmasıyla velayet altında tutarak o tarihte
rülebiliyordu.
öldürtüldü ( 86 1 ) . Oğlu da tahtta velayeti Bağdat'a giren selçuklula
Abbasi halifelerinin türklere
ancak 6 ay kalabildi. Bundan son rın önderi Tuğrul Bey'e devrettiler.
güveni, Samarra'da büsbütün arttı.
ra da Türk Emirül - ümeraları Selçuk! ularla İslamlık, birlik ve fe
( Türk muhafız birliklerinin komu tihler ile belirlenen yeni bir döneme
tanları) bütün devlet işlerini ele al giriyordu.
mağa başlayıp halifeye yalnızca Selçuklu Türkleri 1 055 yılında
kuru bir unvan bıraktılar. Bağ·dat'ı fethettiklerinde, dağılmak
Siyasal hiç bir güçleri olmayan, ta olan Abbasi imparatorluğ·unu kı
ama din alanında sözlerini hala ge sa süre için yeniden toparlayıp can
çiren bu halifelerin devrinde impa landırdılar; ama imparatorluğun
ratorluğun çeşitli bölgeleri merkez arap sülalesi tarafından yönetilme
yönetimden ayrılmaya devam etti. sine de son · verdiler. Gerçi Abbasi
868'de Mısır yöneticiliğine atanan halifesi hala tahttaydı ama, yöne
Türk İbn Tulun, Tulunoğulları time pek karışamıyordu. Halife ta
hanedanını kurdu. 9 yıl sonra Ah rafından Doğu ve Batı Sultanı ola
met bin Tulun, Suriye'yi ve Filis rak tanınan Selçuklu komutanı, ik
tin'i işgal etti. Bu olay, birçok arap tidarı asıl elinde tutan kişiydi. O
kabilesini Mezopotamya'da ve Suri tarihten sonra bir yandan Türk im
ye'nin bazı kısımlarında toprak ele paratorluğu genişlerken, bir yan
geçirmeye yöneltti. Bu bölgelerde dan da halifenin geleneksel gucu
kısa ömürlü pek çok Bedevi hane- azaldı. XII . yüzyılda Asya'dan ge
danı kuruldu. ..
.. len yeni bir Türk dalgası ( Moğol
892 yılında Halife Muktefi İs lar) halifenin rolünü bütünüyle or
Ü zeri islemeli bu makas Iran zanaatı - lam dünyasında yeniden güç kazan tadan kaldırdı. 1 2 1 5 'te Orta Asya'
>ıın varaıgı aşamayı gôste ren tipik bir ma çabasıyla başkenti yeniden Bağ daki moğol topraklarından kalkan
örnektir. dat'a taşıdı. Ama Abbasiler bu son Cengiz Han, İslam topraklarına dal-
45
Sina dağı, Mekke, İskenderiye ve Mısır'daki Babil sultanının sarayını gösteren
1 486 yılına ait bir harita
46
dı. 1 221 'de İran'a ulaştı. Altı yıl
sonra Cengiz Han'ın ölümü Moğol
akınlarına son vermedi, torunu Hü
lagu Han buyruğunda ilerleyen mo
ğol orduları önlerine çıkan her şeyi
silip süpürdüler. 1 258'de Bağdat'ı
kuşattılar ve hemen hiç bir diren
meyle karşılaşmadan ele geçirdiler.
Halife'nin sarayı ateşe verildi ve
halife, ailesinin birçok üyesiyle bir
likte öldürüldü (canını kurtarıp ka
çabilen pek az kişi Mısır'a sığındı
ve ilerde bunlardan biri , bir başka
Türk sülalesi olan ve 250 yıl kadar
iktidarı ellerinde tutan Memlukla
rın kuklası bir halife olarak tahtta
çıktı) . Bağdat'ın moğollarca yakılıp
yıkılması, İslam ve dünya tarihinde
önemli bir . dönemin sona ermesine
yol açtı. Artık dünyanın en güçlü
devletini ve en karmaşık kültürünü,
arapça konuşan, Peygamber aile
sinden geldiğini iddia eden bir hali
fe, Allah armağanı sayılan bir yet
kiyle yönetmeyecekti. Moğollardan
sonra, İslam devletleri yeni biçimler
alacak, yeni imparatorluklar kura
caklardı : İslamiyetin hedefleri de
ğişmişti. Bağdat'ın düşmesi İslam'
ın devlet olarak zayıflığını ortaya
koyınuştu ; ama İslamlık yalnızca
birtakım siyasal kural ve adetler
den oluşan bir devletten fazla bir
şeydi.
İslam, aynı zamanda da bir top-
1 umdu. Bir toplum olarak güçlü ve
zayıf yanları vardı. Zayıf yanıyla
putperest istilacıların karşısında
yenilmiş, güçlü yanıyla ise, onların
çok kısa zamanda müslümanlığı be Hariri'nin Makamat'ından alınan bu minyatür Memlük resminde Sel
nimsemelerini sağlamıştı. Aynı güç çuklu ikonografisinin ne ölçüde önemli bir yer tuttuğunu ortaya ko
ler ve zayıflıklar, İslamlığın gele yuyor ( Ulusal Kitaplık, Viyana) .
cekteki gelişmesinin alacağı yon u
saptayacaktı. İslamlığın en daya d a yazılmış olduğuna gönülden ina diklerine, Müslüman olmayanların
nıklı gücü her zaman için din ol nıyorlardı. Bu inanca bir de Kur' düşüncelerinin hiç biF önem taşı
muştu. Çeşitli nedenlerden ötürü, an'ın ebedi ve yaratılmamış olduğu madığına inandıkları için, müslü
bu din çok çeşitli kişiler için çekiciy doktrini eklenmişti. Bu iki inanç manların içine bir kendi kendine
di . İkazları ve öbür dünya konusun bir araya gelince temelde bir tutu yeterli ve kendi kendinden hoşn1J.t
daki vaadleri müminleri fedakarca culuk yaratıyorlardı. IX. yüzyılda olma duygusu yerleştirdiler. İslam
eylemlere sürükleyebiliyor, öte yan bu tavır iyice ön plana çıkmış; ak ıl dünyasını müstebit hükümdarların
dan ırk ve sınıf ayrımı tanımayan cı Yunan felsefesinden esinlenen yönettiği zamanlar bile, onlara
kardeşlik anlayışı Allah önünde mu' tezilere tutucu Ulema takımı karşı çıkabilecek tek güç olan ule
Sultan ile köleyi eşit kılan bir in karşı çıkmıştı. Sonraki yüzyıllarda ma sınıfı, durumu düzeltmek için
sancıl dayanışma yaratıyordu. Al- koyu sofular, güç ve nüfuzlarını çaba göstereceğine halkı iyi ve kö
lah ile kul arasında kurduğu kişisel her türlü yenilik ve denemenin kar tü hükümdarları aynı tevekkülle
bağın ( çc..şitli Sufi akımlarında ay şısına çıkmakta kullandılar. karşılamağa zorladı, çünkü onlarca
rıntılı olarak_ işlenmiştir) mümin Bu koyu sofu Ulema takımı İs en önemli olan, İslam toplumunun·
lerin içinde uyandırdığı büyük zevk, lam eğitim sisteminin yöneticileri istikrarının bozulmamasıydı.
toplumsal bir güç olarak herhangi olarak (ilkokul seviyesindeki kü İslamlığın bir zamanlar en be
bir yasalar sisteminden çok daha çük çocukların oturdukları yerde lirgin özelliği olan serüvenci ruh,
etkiliydi. Bu güçlü dini inanç sa bir ileri bir geri sallanarak Kur'an bu tutuclJ. sınıfın önderliği altında
yesinde, halifeliğin gerçek anlamı ezberledikleri küttab'lardan tutun silinip yok oldu , yerine kendinden
nı kaybetmesinden sonra bile, İs da K:ahire'deki El Ezher gibi çok aşırı hoşnut bir güven duygusu y�r
lamlık her geçen yüzyılda biraz da büyük medreselere kadar bütün eği leşti. Kökeni ne olursa olsun, ister
ha gelişip genişlemeğe devam etti. tim kurumlarının başındaki kişiler İslamın içinqen, ister dışından gel
Ama İslamlığın gücü bir yan olarak) kuşaklar boyu Müslüman sin, her türlü değişikliğe, yeniliğe
dan da zayıflığıydı. Müslümanlar ların kafasını denetim altında tut inatla karşı çıkıldı. Bu sistem an
son ve değişmez gerçeğin Kur'an'- tular. Bilinmeğe de.ğer herşeyi bil- cak dinsel tutuculuk İslam dünya-
47
tan ve padişah olarak yönetmeyt
başladı ; onun oğulları ve torunları
da aynı geleneği sürdürdüler. Os
manlı imparatorluğu 1922 yılında
ortadan kalktığında, başında bulu
nacı padişah da Osman Bey'in süla
lesindendi, (36. padişah Vahidettin)
Ama Osmanlı imparatorluğu,
kuruluşundan kısa süre sonra ta
mamen yıkılma tehlikesi atlatmış
tır. 1 379 yılında Orta Asya'dan ge
l en yeni bir Moğol dalgası, Ortado
ğu'ya kadar uzandı. Moğolların ba
şında Aksak Timur (yada Timur
leng) vardı. Dillere destan Semer
kant şehrinde büyük Asya İmpara
torluğu'nu yönetirdi. Cengiz Han
sülalesinden olduğunu iddia eden
Timur, gerek fetihlerinin çokluğu
ve genişliği bakımından, gerek kı
yıcılık bakımından Cengiz Han'ı
çok gerilerde bıraktı. Yaptığı çeşit
li akınlarla iki kez Rusya'ya girdi,
bir seferinde Moskova'yı bir yıl iş
gal altında tuttu. Hindistan'da bir
süre kaldı, Ganj ırmağının doğu
suna kadar ilerledi, yarımadanın
büyük bir kısmını harabeye çevirdi.
( Atası Cengiz gibi Timur da kitle
katliamından hoşlanır, kurbanları
nın kafalarını üst üste yığdırarak
yüksek piramitler yaptırırdı ; Delhi
şehrinin hemen dışında kurdurdu
ğu bu piramitlerden birinde tam
80 000 kafatası olduğu söylenir) .
Kuzey ve Doğu'dan sonra Batı'ya
yönelen Timur, 1 393 yılında bir za
manların göz kamaştırıcı şehri Bağ
dat'ı, 1 400'de Şam'ı aldı. Bir yıl
sonra, Anadolu'daki Osmanlı top
raklarına girdi.
O tarihe kadar Osmanlılar İs
tanbul dışında hemen bütün Bizans
,
imparatorluğunu ele geçirmişler,
orduları Adriya denizi kıyılarına ve
Macaristan sınırlarına ulaşmıştı.
Askeri başarılarını büyük ölçüde
yeni kurulmuş olan Yeniçeri örgü
tüne borçluydular. Balkanlarda ya
şayan hıristiyan çocuklarının kü
çük yaşta toplanıp müslüman ola
rak yetiştirilmesinden oluşan Ye
niçerilere yalnızca askerlik öğretil
miyor, seçkin ve üstün bir topluluk
Timur dönemi minyatürlerinden güzel bir örnek. oldukları düşüncesi de aşılanıyor
du. ( Yüzyıl sonra, çok güçlü ve yi
sını çok zayıflattığı, her İslam dev torluğu'nun sınırlarına dayanmış ğit bir ordu olarak Avrupa'yı kasıp
leti ((gavurıı lar tarafından yenilme larsa da, aralarında en başarılı kavuracaklard ı ) . Ama Timur'un
tehlikesiyle karşılaştığı çağlarda olanlar sonradan Osmanlılar adını ordularına karşı güçsüz kaldılar.
sarsılmağa başladı. Bu sistemin et alan topluluktur. Türkler İmpara 1 402'de Osmanlı ordusu yenildi,
kileri ve yıkılışı ve en açık biçimde, torluğa adını verecek olan Osman Sultan Yıldırım Bayezid, Timur'a
son büyük İslam devletinin, Osman Bey'in önderliğinde ilerleyerek Bi tutsak düştü. O tarihten sonra, ye
lı İmparatorluğunun yükseliş ve zans'ın sınırlarını gittikçe geriletti-. di ay boyunca (Yıldırım Bayezid
yıkılış sürecinde izlenebilir. Moğol ler. 1 326 yılında Osman Bey öldü ölünceye kadar) Osmanlı Sultanı
istilasının peşinden, Anadolu'daki ğünde, Batı Anadolu kıyılarına da Timur'un iki atı arasına asılmış de
İslam bölgeleri çeşitli Türk boyları yanmışlardı. Osman Bey'in ölümün .nir bir kafes içinde Moğol hüküm
tarafından fethedildi. Bunların ço den sonra imparatorluğun başına dannın her gittiği yere peşinden
ğu, zaman zaman Bizans İmpara- geçen oğlu Orhan Bey, ülkesini su!- taşındı.
48
Timur'un günlerinin de sayılı
olması Osmanlı İmparatorluğu açı
sından çok iyi oldu. 1405 yılında
ölen Timur'un mirasçıları çok geniş
topraklarına sahip olabilmek için
aralarında savaşa dursunlar, bu
toprakların çoğu eski sahiplerince
geri alındı. Anadolu'da Osmanlılar
topraklarını geri aldılar ve kendi
aralarında bir süre çatıştıktan son
ra Sultan 1. Mehmed'in yönetimi
altında toplandılar. Sultan 1. Meh
med, bütün erkek kardeşlerini öldü
rerek egemenliğini kayıtsız şartsız
ilan etti. Kardeşlerin öldürülmesine
dayanan bu kanlı adet XVI. yüzyı
lın sonuna kadar bütün padişahlar
ca uygulandı.
29 Mayıs 1 453'te Osmanlılar
İstanbul'u fethettiler. Osmanlı pa
dişahları artık Balkanların büyük
bir kısmıyla Anadolu'yu içine alan
bir imparatorluğun başındaydılar.
Ama Güney'de ve Doğu'da iki güç
lü İslam Devleti daha vardı : İran'
da Safeviler ; Mısır'da Memluklar.
1 5 1 2'de Osmanlı tahtına yeni çık
mış olan Yavuz Sultan Selim, her
ikisine de son vermeğe and içti.
1 5 14'te Çaldıran zaferi nden sonra,
'
re'deki sarayına şölene çağırarak lunan padişah Mahmud II, Selim İngiliz donanması Mehmed . Ali Pa
hepsini öld.ürttü. Bundan sonra, III'ün yeğeniydi ve onun düşünce şa'nın askeri gücünü dağıtınca,
Mısır'ı bağımsız ve güçlü bir ülke lerini paylaşıyordu. Mısır valisinin Mehmed Ali Paşa Ortadoğu'nun et
haline getirmek amacıyla bir dizi aşırı ihtiraslarını onaylamıyordu kili güçlerinden biri olmak niteliği
reform hareketine girişti. Teknik elbet, ama . kullandığı taktiklere de ni kayıbederek Mısır'a çekildi. Toru
okul ve üniversiteler açarak, Avru hayran kalmıyor değildi. Mehmed nu İsmail, 1869'da Süveyş , Kanalı'
pa'dan öğretmenler getirtti. Mısır Ali Paşa'nın bazı yöntemlerini uy nın açılmasıyla Mısır'ın stratejik
lıların Avrupa'da okumalarını sağ gulamaktan başka, bunlara benzer önemını yeniden kazanacağını
ladı. Müslüman dünyasının ilk birtakım yöntemleri de kendisi ge umarken, başına büyük dertler açıl
matbaasını Mısır'da kurarak bura liştirdi. dı. Kanalı emperyalist niyetlerinin
da ders kitaplarının çevirilerini, bir Yeniçeri örgütünü ortadan kal gerçekleşmesi açısından ço):t önemli
gazete ve fermanlarını bastırmağa dırdı, yeni bir ordu kurmak için bulan İngiltere, önce ( 1 875'te) en
koyuldu. Mısır'da tarımı da mo Batı'dan öğretmenler ve teknik büyük hisseyi satın aldı, satıra 1882'
·dernleştirerek ülkenin ilk geniş çap araç ve gereç getirtti : subaylarına de Mısır'ı istila etti. En sonunda,
lı sulama sistemini kurdu. Pek ba batılı bir eğitim sağlamak için yeni Birinci Dünya Savaşı patl!l-k verince
şarılı olmamakla birlikte Mısır'da okullar açtırdı. Ordusuna borazan de Mısır'ı İngiliz manda'sı haline
sanayi kurmağa bile çabaladı. cı ve trompetçi yetiştirmek için sa getirdi.
Çabalarının en büyük bÔlürriü raya bir müzik okulu bile kurdurdu. · Aynı biçimde, Osmanlı padişa
nü Mısır ordu ve donanmasını dü Rus Çarı Büyük Petro gibi -iki hı da ordusunu hevesle yeniden ör
zeltmeğe yöneltti : çünkü toprakla hükümdarı karşılaştıranlar olmuş gütlemiş olmakla birlikte, hızla da
rını da genişletmek istiyordu. Su tur- Mahmut II de,kişilerin dış gö ğılmakta olan imparatorluğu bira
dan ve Nühye'yi Mısır topraklarına rünüşünü çağdaşlaştırmakla tutum raya toparlayamadı. Toprakları ya
ekledi, sonra padişahın isteğiyle or ve davranışlarını da değiştirebile vaş yavaş elden gidip ya Yunanis
dularını Akdeniz'in öteki kıyısına, ceğini sanıy:ordu. Kavuğu dokunul tan ve Bulgaristan gibi bağımsız
Yunanistan ve Girit'te Osmanlılara maz, nerdeyse kutsal sayan birçok devletler, yada fransız ve ingiliz
başkaldıranlarla savaşmaya yolladı. müslümanın şiddetle karşı çıkma mandaları haline geldikçe, batılı
Bu hizmetine karşılık Girit kendi ;ına ( «kavuklu bir başın iki kez eğil silah ve giyimin yeterli olmadığı
sine verildi, Suriye de vaadedildi ; nesi, kavuksuz başın yetmiş kez anlaşıldı. Batı'nın · bir bakıma çok
ama bu vaad yerine getirilmedi. Ka eğilmesine bedeldir» diye bir halk çekici, bir bakıma da çok itici bü
rarlılığını bozmayan Mehmed Ali sözü vardı) karşılık, gerek bu gele yük gücünü karşılayabilmek için
Paşa bu kez ordusuyla Suriye'ye neksel başlığı gerekse kaftanı ya İslam dün yasının köklü ve derin
saldırdı. Mehmed Ali Paşa'nın İs sakladı; askerlerin ceket ve çizme, bir ruhsal yenilenmeğe ihtiyacı var
tanbul'a saldırıp sarayı ele geçire sivillerin redingot ve fes giymelerini dı. XIX. yüzyılın son yıllarında,
rek kendisini Yeni İslam Devleti' emretti. Mısır'da bu yenilenmeyi gerçekleş
nin hükümdarı ilan etmeğe kalk Ne var ki, müslüman hüküm tirmek için büyük çaba gösteren
masını, ingilizlerin karışacakları darlar batı adetlerini ne kadar iyi -biri ötekinin müridi........,. iki kişi
tehditi önleyebildi. ve etkili biçimde uygulasalar da, vardı. Bunlardan birincisi, 1839 yı
O sırada Osmanlı tahtında bu- yeterince hızlı davranamıyorlard1 lında İran'da doğduğu sanılan, ama
51
l 526 yılında yer alan Mohaç Meydan savaşını gösteren bir minyatür. (Bu min
yatürün aslı Top kapı Sarayı'ndadır) .
hem afgan hem de peygamber süla demlerini yeniden bulmaktı. Ona nın en etkili düşünürlerinden biri
lesinden olduğunu iddia eden Ce göre, İslamlık dinsel bir inanç oldu olacaktı. Afgani gibi o da Batı'da
maleddin el-Afgani idi. Doğduğu ğu kadar bir uygarlıktı ve müslü çok gezmişti, ama Afgani'nin ter
ülke hangisi olursa olsun, Afgani manların kendi iç çatışmalarını bir sine, Batı'nın iyi yanlarını -gerek
ömrün ün büyük bir kısmını ülke ül yana bırakıp yabancılara karşı bir maddi, gerek manevi- benimseme
ke gezerek geçirmiş ti. Bir süre İs leşmeleri gerektiğini savunuyordu. yanlısıydı. Batı'nın her türlü hare
t�nbul'd a, sonra Kahire'd e, daha Ezher medresesindeki köşesinde ol kete açık hoşgörüşü ile İslamın ko
sonralatr Hindistan, Londra ve Pa sun, Kahire'de sık sık gittiği kah yu tutuculuğu arasındaki karşıtlı
ris'te yaşadı. Ömrünü n son yılların vehanede olsun, Afgani'nin çevre ğın üstünde durmakta gecikmedi.
da, yeniden İstanbul 'a döndü ama, sinde bir sürü hayran müridi vardı. Hatta, çağının İslam dünyasını öy
açık seçik ingiliz aleyhtarı konuş Bunlardan biri, sonradan Afgani' ·. esine sert eleştiriyordu ki, batılıla
malarından korkan padişah ın göz nin düşüncelerine daha derin bir rın çoğu Allah'a inanmadığını sa
hapsi altında hemen hemen bir tut anlam kazandırdı. . Nil Deltasında . nıyordu : herhangi bir müslümanın
sak duru:muna düştü. Afgani'ye gö yaşayan yoksul bir fellah ailesinln bazı hıristiyan tutum ve davranış
re İslam'a gerekli olan A vrupa'yı oğlu olan Muhammed Abduh adlı larını kendininkilerden üstün göre
taklit etmek değil, kendi güç ve er- bu öğrenci, çağdaş İslam dünyası- bilmesini anlayamıyorlardı.
52
Osmanlı tarihinin ünlü deniz savaşlarından birini, Preveze savaşını gösteren bir
tablo. (Bu tablonun aslı İstanbul Deniz Müzesi'ndedtr. )
Oysa Abduh dinsiz değildi. Ter yıl İslam hayatının her bakımdan Osmanlı İmparatorluğunun Bi
sine, Islam dininin, doğru anlaşılıp değişmesine yol açmak, müridleri rinci Dünya Savaşı'nda ortadan
yorumlanırsa, kişisel dindarlıkla ne kalmıştı. kalkmasından sonra Anadolu'da
toplum yararına eylemleri birleşti Bu müridlerden biri olan Ka Mustafa Kemal Atatürk, İslam'dan
rip bağdaştırabilecek yeni bir ha sım Amin, kadınların özgürleştiril apayrı, çağdaş bir Türk ulusu ya
yat görüşü doğurabileceğine inanı mesi gereğini savundu. 1 899'da ya ratmağa çalıştı. Bu amaçla, geienek
yordu. Peygamber'in erdemli kişi yınladığı bir kitapta bu konuyu ele sel Müslüman giysilerini kaldırdı .
ler kadar erdemli bir topluma da aldı, İslam'ın çöküşünü kadınların Arap alfabesini yasakladı, şeriat hu
ihtiyaç olduğunu söylediğine işa baskı altına alınmasına bağladı. kukunun yerine batı hukukunu be
ret ederek, müslüman toplumunun Sağlam bir toplumun temelinin aile nimsedi, halifelik ·•e padişahlık gibi
niteliklerinin bütün gerçek mümin olduğunu yazarak, kadınların sustu geleneksel kurumları yıktı, resmi
leri ilgilendirmesi gerektiğini savu rulmasının, güçsüzleştirilmesinin tatil gününü cumadan pazara çe
nuyordu. Ne var ki, Abduh'a göre, aile hayatını yozlaştırdığını ileri virdi. Yeni kurulan Türkiye, bir Ba
bir toplum ancak yasaları oranında sürdü. Kasım Amin, harem ve peçe tı ülkesi olma yoluna girdi.
başarılı olabilirdi, yasalar ise toplu nin İslam ruhuna aykırı ol- Buna karşılık başka ülkelerde
mun özel koşullarına, değerler; ne duğunu iddia ederek, lslamın bir bazı İslam önderleri, kendi geçmiş
göre gelişmeliydi. Eski, geçmiş top - vakitler kadınların toplum içinde lerini bütünüyle inkar etmeksizin
lumların yasalarına dönmek, bir çe önemli roller oynamalarına izin ver batılı düşünce sistemlerini benim
şit iç çürümeye yol açard ı ; <<Ulusla diğini, şeriata göre kadınların mülk semeyi başardılar, hatta geçmişi
rın koşulları nasıl değişirse, yasa sahibi olma, bu mülkü denetim al ·yeni bir kültür birliği anlayışının
lar da ona göre değişir» diye yaz tında tutma hakkına -bu gibi şey yerleşmesinin temel öğesi olarak
mış, müslümanların kendi kendile ler Avrupa'lıların aklından bile geç kullandılar. İslamlık yalnızca Batı
rini tanıma için çaba göstermeleri mezken- sahip olduklarını söyle dünyasının dini olarak Hıristiyanlık
ni istemişti. di. kad dayanıklı çıkmakla kalmadı,
Abduh amaçlarına ulaşabilmek Abduh ve Amin gibi düşünür en az Batı kadar yeni düşüncelere
için iki temel reform istemiş, bun lerin İslamın aldığı biçimle ilk za açık olduğunu ortaya koydu. Bir
lar için çok çaba harcamıştır : hala manlardaki ve yeniden alabileceği zamanlar çok iyi gelişmiş, ama son
Ortaçağ bilgilerinin öğretilegeldiği biçim arasındaki farkları gözler raları ihmal edilmiş olan eğitim,
müslüman okul ve üniversit::!leri önüne sermeleri, XX. yüzyıl İslam bilim ve felsefe gibi alanlarda yeni
nin çağdaşlaştırılması; bir zaman dünyasını sarsan manevi bunalım den ürünler verilmeğe başlandı.
l ar çok kesin ve canlı bir dil olup da önemli rol oynadı. Bazı düşünür Eğitim görmüş müslümanların ye;r;ı.i
sonraları aşırı süslü bir hale gelip ler eski «Birleşik İslam Dünyası» bir düşünce birliği kurarak, bir za
yozlaşmu� olan Arapça'nın arılaştı kavramının bir yana bırakılarak, manlar Peygamberin önemle öğüt
rılması. Bu reformlar Abduh'un öm yeni, laik devletler kurulmasından lediği ve alçak gönüllülükle uygula
rü süresince tam olarak gerçekleş yana olurken, bazıları bu bunalımın dığı dindarlık, kardeşlik ve adalet�
tirilemedi. Mısır Müftülüğüne ( ül yepyeni bir manevi gücün doğması- ilişkin görüşlerini çağdaş dünya an
kenin en yüksek hukuki amirliği) "na ve bu gücün yalnızca yeni bir İs layışı içinde yeniden dile getirebile
kadar yükselmesine karşın, Mısır lamlık yaratmakla kalmayıp , ya cekleri bile düşünülebilir. Böylece
hükümdarının işbirliğini hiç bir za bancı düşünce ve eylem biçimlerini Müslüman dünyasının sözcüleri ola
man sağlayamadı. Reformlarını de kapsayacak kadar dayanıklı ola rak, İslamlığın yeni bir altın çağ
gerçekleştirmek, zamanla XX. yüz- bileceğine inandılar. yaşamasını sağlayabilirler.
53
İURAN VE •
İURAN
vahiy nedir ?
Kur'an'ı Kerim, müslümanların
kutsal kitabı olup Hz. Muhammed'e
gelen vahiyleri kapsar. İsla.m dini
ne göre, Kur'an'ın hedefi: İlahi vah
yin sesiyle insanları Ulu Tantı'ya
yöneltmek, onları mutluluk dolE
):ıir hayata ulaştırmak, gönüllerde
gerçek duygusunu, hak sevgisini
uyandırmak, böylece hayatın ma
nasını anlatıp huzura kavuştur
maktır. O, alemlerin, bütün varlık
ların yaratıcısı ve yetiştiricisi, ter
biye edip besleyicisi olan Tanrı'ya
hamdetmekle başlar, Nas (insanlar)
kelimesiyle biter ki, bu büyük bir
anlam taşır. İnsan Tanrı'sını tanır,
O 'na hamd ve şükür ederse mutlu
olur. Şair bunu şöyle anlatır : ((Kur'
an Besmele'nin (Be) si ile başlar,
Nas kelimesinin (s) harfiyle sona
erer; bu : sana, din yolunda Kur'an
yeter, demektir.» Kur'an , Hz. Mu
hammed'e vahiy suretiyle indiril
miş, Allah, tebliğini, melek ( = Ceb
rail) vasıtasiyle Peygamber'e gön
derip ona ilham etmiştir.
Vahiy, Kamus'ta açıklandığı üze
re : işaret etmek, remiz yollu sürat
le işaret etmektir ki, bu sözle, sesle,
yazıyla, hatta bazı organların hare
ketleriyle yapılır . Vahiy, mektup ya
da kitap biçiminde e<gönderilmişn
olabilir. Elçi göndermek, gizlice söz
söylemek, bir adama söz ulaştırmak,
il ham anlamında da kullanılır (Mü
tercim Asım ) . Ragıp İsfehani <le
Müfredat'ında şöyle der : ((Vahyin
aslı, süratle işarettir; remz ve söz
yoluyla yapılır. Bazan yalnız sesle,
bazan aza ile işaret yapmakla, :yaz
malda da olur.»
Vahiy kelimesi, Kur'an'da söz
söylemeden işaret etmek (Meryem,
ayet 1 3 ) hayvanlara doğal gırize
'
duygus� vermek (Nahil suresi, ayet
68 ) , insanın kalbine koymak, gön
lüne doğmak ( Kasas, ayet : 7) anla
mına kullanılmıştır� Hazreti Mu
sa'nın anası na, oğlunu Nil'e bırak
Kur'an-ı Kerim'in Miraç'la ilgili bölümünden bir sayfa. masını ilham etmek bu anlamda-
54
Hz. Muhammed'i, Hira dağında ilk vahiyi okurken gosteren bir minyatür.
55
ettiği bilinmiyor, buna tehannüs
denir. Bazıları, Hz. İbrahim'in dini
üzere ibadet ederdi, derler. İlk va
hiy işte burada başlamıştır. Melek
ona görünerek : 110ku ! ıı demiştir.
cc Ben okumak bilmem ıı deyince, bu
emri tekrarlamış ve : «Yaradanın
olan Tanrı'nın adıyla oku ! O, insanı
yapışkandan yarattı. Oku ! Kalem
le öğreten, Kerim Rabbi'nin adıyla
oku ! O insana bilmediklerini öğ
retti» anlamındaki ayetleri bildir
miştir. Peygaıp.ber bu olayı şöyle
anlatmıştır : 11Melek gitti, Ben uy
kudan uyanır gibiydim. Sanki kal
bime bir kitap yazılmıştı. Mağara
dan çıkıp dağın ortasına geldiğim
zaman , gökten �öyle bir ses geldi :
(Ya Muhammed ! Sen Tanrı elçisi
sin, Ben Cebrail'im. ) Meleği gök
yüzünde gördüm.»
Eve gelince bu hali eşi Hatice'ye
anlatmış, Hatice akrabası olan Va
raka'ya koşmuştu. Varaka Tevrat
ve İncil' i bilen bir adamdı. Olanları
ona anlattı; O da : ccKuddus, Kud
dus, demişti, hayatımı elinde tu
tan Tanrı'ya yemin olsun ki, eğer
bu dedikleri öylece ise, O'na, Mu
sa'ya gelen büyük melek gelmiş ; O,
bu ümmetin Peygamber'i olacak .»
(Buhari ve diğer Hadis kitapları bu
nu daha geniş anlatırlar. ) Hz. Mu
hammed Hatice'ye içini açarak :
ıcKendimden korktumıı demişti.
Hatice : cıÖyle deme, Tanrı seni hiç
bir vakit utandırmaz; yalnız bırak
maz. Çünkü Sen akrabana bakarsın,
işini görmekten aciz olanlara yar
dım edersin, yoksullara verirsin, on-
· lara kaz:ındırırsın, konuğu ağırlar
sın, hak yolunda çıkan engelleri
aşmaları için halka yardım eder
sinıı cevabını vermişti.
Annie Besant adlı İngiliz kadını,
Peygamber'in hayatının bu devre
I� , ..
sini şöyle anlatıyor : cıHz. Muham
med böyle herkese yararlı olmak,
Cebrail tarafından Hz. Muhammea·e, Kur'an'ı başlatan ilk surenin yardım yapmak gibi iyi ve temiz
okunuşunu tasvir eden hir minuatür. bir hayat yaşarken iç aleminde bir
fırtına kopuyor, içinde mücadeleler
dır. Süre 6, ayet 1 1 2'de , şeytanla rın ayet 52) , «Ne yücedir O Tanrı ki, geçiriyor ki, bu hali ancak Tanrısal
birbirine yaptıkları gizli işaret ve bütün alemlere bir uyarıcı olsun vahye eren Tanrı kulları bilir. Ru
vesvese hakkında da vahiy kelime diye kulu Muhammed'e Furkan'ı huna bütün anlamlar yüklendiği
si geçer. Edebiyatta ilham, esin an indirdi.» (Fqrkan süresi, ayet : 17) . zaman sahraya çıkıp tenhalıklarda
lamına gelir. Şura süresinin 5 1 . «Bu kitabın indirilmesi Aziz ve Ha dolaşırdı. Aylarca bu hal devam et
ayetinde vahyin bazı şekilleri bildi kim olan Allah'tandır.ıı (Zümer : ti. .Sahra'nın ortasında bir mağa
rilmiştir . Keh if süresinin 1 1 0 . ayeti 1 ) . Bu ve benzeri ayetler, Kur'an'ın raya çekilir, orada yalnız, sessizlik
şöyledir : «De ki, Ben de sizin gibi Allah kelamı olarak indirildiğini içinde Tanrı'ya niyaz ederdi. Gön
bir insanım, ancak bana vahiy olu göstermektedir. lünde Peygamberlik nuru parlamak
nur ki, Tanrı' nız bir tek tanrıdır . n üzereydi. Nihayet kendisine : cıOku ! ıı
1<Biz böylece sana emrimizden bir
ruh vahyettik. Halbuki önce kita ilk vahiy emrini veren sesi duydu. Parlak bir
gecede gökten inip onu kaplayan bu
bın da , imanın da ne olduğunu bil İlk -Vahiy, Mekke yakınında Hıra vahiy nurunun içinde, kendini ; kav
miyord un. Biz bunu kullarımızdan dağındaki mağaracta başlamıştır. mini ; hakka devam etmeye çağıran
dilediğimize doğru yola götürmek Hz. Muhammed burada inzivaya meleği gördü . Melek ona, Tanrı'nın
için bir ışık kıldık. Şüphesiz Sen çekilir ve bir ay kadar kaldığı olur vahyettiıklerini insanlara öğretme
doğru yola götürmektesin. » (Şura, du. Burada hangi din üzere ibadet sini bildirdi.»
56
Vahyin ilk anları böyle başlamış
tır. İbnü'l-Kayyim Cevziye: Vahyin
doğru çıkan rüya, Meleğin gelip gö
rünmesi, insan suretine girmesi,
Meleğin seslenmesi yada arada Me
lek bulunmaksızın Tanrı kelamını
duyması gibi hallerini anlatır (Za
dü'l-Mead, c .ı.s. 24, 25, 1 924 tab'ı) .
Kur'an 23 yılda ayet ayet, kısım
kısım inmiştir. Ramazan ayında,
Kadir gecesi inmeye başlamıştır, 1 7
ramazanda diyenler d e vardır. İlk
inen ayetler, Alak suresinin başın
daki 5 ayettir. Son inen ise, bazıla
rına göre Maide süresinin 3. ayeti,
bazılarına göre Bakara'nın 28 1 . aye
tidir. Beyne Deffeteyi'l-Mushaf yani
Mushaf'ın iki kapağı arasında bu
lunanlar Kur'an'dır, Allah kelamı
dır. Besmele Hz. Süleyman'ın Bel
kıs'a yolladığı mektubun başında
bulunmaktadır, böylece Kur'an'da
geçer, ayrıca sürelerin başına yazı
lır. Kur'an hazan sorulara cevap
verir, hazan bir olayı anlatmak için
ayet gelir, bazan hüküm getirir, çe
şitli konuları aydınlatır.
mekkl ve
medem sôreler
Hicret'ten önce inen ayetlere,
Mekke'de indikleri için Mekki de
nir, Hicret'ten sonra inenler de Me
dine'de inmiş anlamına Medeni adı
nı alır. Mekke'deki müddet 12 yıl,
5 ay, 13 gündür, Medine'deki ise 9
yıl, 9 ay,, 9 gündür. 7 1 sure Mekki'
dir, 19 sure Medeni'dir, kalan 24
sürede hem Medeni, hem Mekki
ayetler vardır, karışıktır. Mekki su
reler daha çoktur, Kur'an'ın otuzda
on dokuzunu, Medeniler ise otuzda
on birini tutar. 1 9 Medeni sure şun
lardır: Bakara, Al-i İmran, Nisa,
Maide, Enfal, Tevbe, Nur, Ahzab,
Kıtal, Fetih, Hucurat, Mücadele,
Haşir, Mümtehıne, Cum'a, Münafi
Hz. Muhammed'i !Miraç gecesi» meleklerle birlikte gösteren bir
kun, Talak, Tahrim ve Nasr. Diğer minyatür
sureler Mekkidir.
sızlık yüzünden uğradıkları fela üzerine (evlenme, boşanma) 70,
muameley le ilgili 70, cezayla ilgili hitap edili r : «Kur'an'ı okurıken ace
30, yargı üzerine 13, nizamla ilgili vahiy katipleri le etmek için dilini hareket ettirme,
1 0 , savaş usulü üzerine 22, mali hü Kur'an indikçe, Peygamber, inen onu toplamak, Vf' okumak bize ait
kümlerle ilgili 10 ayet bulunduğu ayetleri vahiy katiplerine yazdırır tir. ıı ( ayet : 1 6 , 1 7 ) . Kur'an'ı Kerim'
nu söyler. Kur'an, temel prensip dı. İbn Asakir· bunlardan 23 tane in başlıc:ı adları şunlardır : Kitah :
leri koymuş, ana hük ümleri bildir sinin adını verir. Bazıları 42'ye çı Tanrı kitabı anlamına Kur'an'da
miştir. Ayrıntılara girmez, masla karır. Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, çok geçer. Furkan : Hak ile batılı
hata uygun olanı almayı ictihada Zeyd bin Sabit, Zübeyr bin Avvam, ayırt edici anlamındadır. Zikir: An
bırak ır. Satış hakkında 4 esas hü Amr bin As, Abdullah bin Erkam, mak, hatırlamak demektir ki, Tan
küm koymuş, ayrıntıları fıkıh hü Said bin Kays, Mugire bin Şu'be, rı'yı anmaktır. Hüda : Doğru yol kı
kümlerine bırakmıştır. Mecelle'de Abdullah bin Revaha, Halid bin Ve lavuzu demektir. K ur'an fikirleri
alım satım bölümünde 303 madde lid, Huzeyfe bin Yeman, İbn Mes' aydınlatır. Hak i m : Hikmet dolu de
vardır. Ceza hükümleri 5' tir. Tazir ud, Übey bin Ka'b bunlardandır. mektir. Beyan, Hcl[1ğ, Mcv'iza, Şifa,
cezaları yöneticiye aittir. Sarhoş Kur'an sayfal::..r üzerine yazılırdı. Rahmet, Rfıh, Hak, Büşra, gibi ke
luk cezası belirtilmemiştir. Hz. Ebu- Ancak buradaki sayfa deyimi, yazı limeler de Kur'an'ın adlarından sa
. bekir halife iken 40 değnek cezası yazmaya elverişli yassı, düz şey an yılır. Mevzfıatü'l-Uh1nı 55 isim
vardı. Hz. Osman zamanında İslam lamınadır. Yassı taşlar, kürek ke kaydeder.
ülkesi genişledi, servet artınca içki miği, hurma dalı, deri, bez, kağıt, Hadiste . Kur'an'ın l7 'harf üzerine
de çoğal dı. Bu hususu Ashab, ara tuğla gibi üzerine yazı yazılabilecek indiği bildirilmiştir. Bilginler bura
·
larında görüştüler. Hz. Ali «Sarhoş şeyler üzerine yazılmıştı. daki harf deyimini lehçe anlamına
hezeyan yapar, -i fti ra eder. Öyleyse Kur'an : topiamak, okumak, kö almışlar, tanınmış Arap lehçeleri
ona iftira cezasını tatbik edelimıı künden gelir. İ nşad etmek, ezberden ile yorumlamışlardır. Başta Kureyş
dedi ve böyl.:ce 80 değnek cezası okumak anlamına da kullanılır. Kı lehçesi olmak üzere ünlü kabile leh
kabul ol undu. yame süresinde Peygamber'e şöyle çeleri üzere indiği kabul edilir. Ko-
58
laylık göstermek için yedi lehçe ıle
f)kunmasına izin verilmiştir.
Bazı surelerin başlarındaki harf
lere « Fevatih-Mukattaat-ı süver ıı
diye isim verilir. Bunlar 2 9 surede
geçer, Bakara ve Al-i İmran, Mede
ni, kalan 27'si Mekkidir. Tekrarla
nan harfler 14'tür, Arap alfabesinin
yarısı demektir. Bazan 1, bazan 2-5
harf birarada bulunur. Bazıları da
tekrarlanır. Bunlar Elr, Elm, Tsm,
Hm gibi gruplara ayrılır. Bunları
yorumlama konusunda çeşitli gö
rüşler vardır : Kur'an bu harflerö.en
meydana gelmiştir, siz de bunları
bildiğiniz halde onun gibisini ya
pamıyorsunuz veya bu harfler vah
yin inişinin sesidir, diyenler vardır.
Kur'an'ı dinlemek için dikkati çek
mek amacıyla bu harfler başa kon
muş olabilir. Bunların kısaltılmış
kelimeler olduğu da söylenir.
mushafın
düzeni
Kur'an'ı Kerim'in 1 1 4 suresi sı
Elyazması başka bir Kur'an'ı Kerim (üstte ) . Bir Kur'an rahlesi rayla yazılmış halde bulunmakta
(altta) d ır. Dünyanın her yerinde bu dü
zen aynıdır. Surelerde ayetlerin dü
zeni de öyledir. Ayetler Peygam
ber'in hayatında sıraya konulmuş
tur. o, vahiy katiplerine hangi aye
ti nereye yazacaklarını emrederdi.
Sureler sonradan bu sıraya konmuş
sa da bazılarınca bu tevkifidir, ya
ni vahye dayanır, bazılarınca icti
hada dayanır. Sureler uzunluk kısa
lık gözönüne alınarak sıralanmış
tır. Kısa olan Fatiha başa konmuş
tur. Bu bir sözbaşı gibidir. Fatiha,
kitabı açan, başlangıç anlamınadır.
iniş sırasına göre düzen : Ayet
ve süreler konularına göre düzen
lenmiştir. İniş sırasına göre düzen
ancak tarih bakımından önem ta
şır. Asıl önemli olan konudur. Han
gi ayetin nerede ve ne zaman indi
ği bellidir. Buna uEsbab-ı nüzıll :
İniş nedenlerin denir. Hz. Ali, Übey,
İbn Mes'ud, İ_bn Abbas gibi zat
ların kendilerine göre düzenleri
vardı. Burada 1 numaralı tabloda
surelerin mushaftaki düzeni gös
terilmiştir. 2 numaralı tabloda ise
nüzılle (iniş) göre kronolojik sıra
gösterilmiştir.
Alman müsteşriklerinden Th.
Nöldeke, Geschichte des Qorans ad
lı eserinde (ilk basımı 1862) iniş sı
rasına göre bir düzen yapmış, bu
nu V. Hicri yüzyılın bilginlerinden
Ömer B. Abdülkafi'nin Tarihu'l
Kur'an adlı kitabından almıştır, bu
da İbn Abbas'ın düzenine dayanır.
3 numaralı tabloda surelerin İs
lam'ın kuruluşu çağındaki önemli
devirlere göre bölüm bölüm bir dü
bu ümmete yardım ebı dedi. Osman, lehçesi kabul ediliyordu. Hz. Osman z;.::n ini görüyoruz:
Hafsa'daki nüshayı aldırdı. Zeyd böyle emir vermişti : cıUktühôhu hi' Ayetlerin sonuna durak denir.
bin Sabit, Abdullah bin Zübeyr, Sa lisan'i Kureyş.» Böylece yedi nüsha Ayet : alamet, nişan, belge, ibret
id bin As, Abdurrahman bin Haris' yazdılar. Burıları önemli İslam mer alınacak şey, mucize demektir.
in bulunduğu bir heyet kurdu. He kezlerine gönderdiler. Mekke, Şam, Ayetlerin son h arfine Fasıla harfi
yette bulunan Said söylüyor, Zeyd Basra, Kufe, Bahreyn, Uman'a gön denir. Bu harfler belli olup çok de
yazıyordu. Bazı kelimelerin imla derilen nüs!""ı alar müslümanlarca fa N , M gibi tannan, ahenkli ses
sında anlaşmazlık çıkınca, Kureyş rnemnunlukla kabul edildi ve bun- veren harflerdir. En uzun süre Ba-
60
kara olup 286 ayettir. En kısa sure
de Kevser'dir, 3 ayettir. Surelerin
başına klişe içinde sure adı, ayet
sayısı, Mekke veya Medine'de indiği
yazılır.
sôrelerin taksimi
Taberi'nin Teısiri'nde kaydettiği
hadise göre sureler şu şekilde tak�
sim edilir :
TIVAL: en uzun yedi suredir : Ba
kara, Al-i İmran, Nisa, Maide, En'
am, A'raf, Yunus.
MİÜN : yüzlük sürelerdir : Tevbe,
Nahl, Hud, Yusüf, Kehif, İsra, En
biya, Taha, Mü'minün, Şuara, Saf
tat.
MESANi: yüzden az olanlardır:
Ha-mim'ler, Elif-lam-mim'ler, Ta
sin'ler gibi süreler bunlardandır.
MUFASSAL : Kur'an' ın son cüz
lerini teşkil eden sürelerdir. Bunlar
da TıvaI, Evsat, Kısar yani uzun,
orta, kısa süreler olmak üzere üçe
bölünür.
Okuma farkları da gözönünde tu
tularak Kur'an'ın kelimeleri ve
harfleri de sayılmıştır. Medinelilere
göre 77 934, mekkelilere göre 77 437
kelime vardır. En çok kullanılan
harfler : N: 52 000, Elif : 48 000, L :
33 000, M : 26 000, V : 25 000 dir.
Harflerin toplamı 326 048'dir.
Sure itibariyle Kur'an'ın ortası
Mücadele süresidir. Ayet itibariyle
Şuara süresindeki Ye'fikfin kelime
sidir. Kelime bakımından da Hac
suresindeki Azabü'I-Harik'tir.
kur'aD'ID
noktalama ve
harekelenmesi
Yazı, Arabistan'a Hz. Muham
med'den az önce girdi. 28 harfli
olan Arap Alfabesi ilk zamanlarda
çok basitti. 28 harf için 15 işaret
kullanılırdı. Harflerin çoğu birbiri
min aynıydı : B.T.S., hatta N. aynı
biçimde olup nokta ve işaretle son
radan ayrıldı. C.H.HI ; D.Z., R.Z.,
S.Ş., A, G.F.K. için de aynı şey söy
lenebilir. Bu basit alfabe ile okumak
çok güç olduğundan okumayı ko
laylaştırmak için önce nokta şek
linde harekeler kondu. Elde bu çe
şit mushaflar mevcuttur. Sonra bir
birine benzeyen harfleri ayırt et
mek için harflere nokta kondu ve
hareketler de bugüp.kü biçimini · al
dı. Bu konuda Ebu'l-Esvedü'd-İ>üeli
· (H. 69, M. 688) Nasr bin Amir, Yah
ya bin Yamer çalıştılar, Bugünkü
şekli ise Halil bin Ahmed verdi. Nok
talar çeşitli safhalar geçirdi. Bazan
noktalar sol aşağıdan sağ yukarıya
giden meyilli çizgiler şek:linde ko-
62
İsldm ortaçağından kalma değerli bir Kur'an-ı Kerim mahfazası. Mahfazanın
üzerinde Kur'an-ı Kerim'den ccennet, kılıçların gölgesindedir> mealindeki d.yet-i
Kerime işlenmiştir. Bundan, mahfazanın özellikle savaş sırasında müslüman as-
kerler tarafından kullanıldığı anlaşılmaktadır.
63
tü'l-Ahlaf adlı eserinde bu meseleyi
inceleyerek bu nüshanın Mushaf-ı
Osman olmadığı sonucuna var
maktadır. Bu nüsha Melik Zahir
Baybars'ın Moğol Han'ına yolladığı
nüshadır. Timur devrinde Semer
kant'ta Hoca Ahrar Ubeydull fth
Hazret merkadına konulmuştur. Hz.
Osman mushafı orijinal olması ba
kımından değerli olduğu için bir
çok yerlerde bu nüshanın bulundu
ğu iddia edilir. Hatta bazıları elle
rindeki eski nüshaya kan damlata
rak bunun, Osman'ın şehit edilirken
okuduğu nüsha olduğunu ileri sür
müs.lerdir.
basılmıs
mushaflar
Türkiye'de matbaa kurulduğu za
man Mushaf basımına izin verilme
di. Sonraları izinsiz olarak 1871 'de
İstanbul 'da basıldı. İlk olarnk dev
let eliyle Cevdet Paşa'nın gayreti
sayesinde 1 872'te Marif Nezareti ta
rafından basılmıştır. Mısır'da 1 864'
te Bulak matbaasında, Hindistan'da
1 850'de Leknav'da, daha önce mus
haf baskıları yapılmıştı. .A vrupa'da
Mushaf ilk olarak Venedik'te basıl
mışsa da Papa'nın emriyle toplatıl
mıştır. 1 694'te Hamburg'ta yapılan
baskı eldeki en eski baskıdır. 1768'de
Leipzig'de, 1881 'de Frankfurt'ta,
1 833'te Londra'da, 1787'de Peters
burg'da basıldı. 1801 'de Kazan'da
yapılan baskı çok tekrarlandı. Bu
gün en nefis baskı İstanbul'da ya
pılmaktadır. 1 951 'de körler için ka
bartma harflerle basılıp Afrika'da
bol miktarda dağıtıldı.
Müfessirler Kur'an' ın anlamını
açıklar, hafızlar en tatlı sesle okur
Bir Kur'an sayfası ( Berlin Devlet Kütüphanesi) ken hattatlar da bütün ustalıkları
nı dökerek en güzel şekilde yazmış
nulmuştur. Noktaların çift olanları an Tarihi, S. �45/253) . İstanbul'da
lar, tezhip ustaları sanat kabiliyet
baza n dik ve bazan yatık olarak Türk İslam Eserleri Müzesi'nde es
lerini göstererek onu gözalıcı bir
üstüste konur. Üç noktalar düz bir ki mushaflardan bazı nüshalar bu
tarzda süslemişler, en mükemmel
çizgi halinde sıralanır. K harfinin lunmaktadır. (457 na.da Hz. Os
cilt kapakları yapmışlardır. Selçuk
nokta ları bazan üste, bazan da alta man'ın, 557'de Hz. Ali'nin imzaları
lu Sultanı Melikşah'ın katibi Ya
kon '. ı r . bulunan nüshalar gibi) Kahire Kü
kut Müsta'sımi ( 6 1 8 / 1 2 2 1 ) , Kara
tüphanesi'nde, Şia'nın bilim mer
Hisari, Hafız Osman hat-tı Mushaf
kezi olan Necef'te Hz. Ali'nin oldu
kur'an'ın ğu söylenen mushaflar vardır.
lar çok meşhurdur.
Hz. Osman'ın Mushafı : Eski mus
teksir edilen haflar arasında Osman'ın nüshası
kıraat
tarihi değer taşır. O en muteber
nüshaları nüshaydı ve bu nüshaya İmam de
(kur'an'ın
Hz. Osman zamanında teksir edi nilirdi. Hz. Osman onu okurken şe
len nüshalar İslam merkezlerine
gönderilmiştir. Bunlardan biri Me
hit edildiğinden ayrıca önem ka
zandı. Bu nüsha hakkında çeşitli
okunuşu)
dine 'de bırakılmıştı. Hz. Osman bilgiler verilir. Ömer Rıza (Doğrul) , Kur'an güzel ve hoş bir sesle
kendisi için de bir nüsha almıştı. Kur'an Nedir? eserinde bu nüsha okunmalıdır ; buna Tertil denir.
Buna, esas anlamında imam denildi. nın Taşkent'te bulunduğu yazıyor Kur'anın okunuşunu belirleyen ve
Bu mushaflar çeşitli tarihlerde el sa da doğru değildir. Kazan'lı bil kurallarını koyan yedi kişi vardır :
değiştirdi, bir kısmı bugüne kadat gin Şihabüddin Mercani ( 1 8 1 5 - Bunların okuyuşlarına yedi kıra-at
geldi (Bak. Osman Keskioğlu, Kur'- 1 889) Vefeyatü'l-Eslaf ve Tehıyya- denir. Yedi kıraat sahipleri şun-
64
lardır: Mekke'de İbn Kesir, Mcdi
ne'de Nafi', Şamda İbn Amir Bas
,
günaha sokar. Uyanık gönüllü bi
ri ona sorar:
kur'an'ın
ra'da Ebu Amr, Kufe'de Kisai ve
Asım. Bunlar Hicri il. yüzyılda ya
- Burada vazifeli misin, kaç pa
ra alırsın?
yorumu
şamışlardır. Bugün genellikle Asım O da: Tefsir: Açıklamak, kapalı bir şe
rivayeti, ve Hafs kıraatı yaygındır. - Bir kuruş almam, Allah rızası yi açmak, yorumlamak demektir.
Afrika'da ise Nafi' Kıraatı ile oku için okurum, deyince: Kur'an'ın anlamını açıklayan bilim
nur. Kur'an-ı, dinleyenlerin gönlü - Allah rızası için okuma, sus, dalına Tefsir denir. Ayetlerin Hz.
nü etkileyecek biçimde okumalıdır. der. Peygamber ve ashabı tarafından
Sa'di, Gülistan'da şunu anlatır : Bu üslı1b üzre olsa hatm-i kur'an yapılan açıklamaları, nakil suretiy
M escit'te uygunsuz bir adam yük Safasın gaib eyler ehl-i iman. & le, rivayet yoluyla olmuşsa buna
sek sesle Kur'an okur, dinleyenleri (Gülistan tercümesi) Rivayet tefsiri denir. Akıl ve muha-
Kurcin-ı Kerim okuyan bir müslüman. Kur'an, ilk kez 1141 yılında
elyazması olarak Latinceye çevrilmiş: batı dillerinde de ilk kez 1530
yılında Venedik'te basılmıştır.
keme, rey yoluyla dilin gereklerin luğunu sağlar. Önce rivayet, sonra tikleri tefsire karıştı. Bunlar hükme
den yararlanarak yapılan tefsire de dirayet tefsiri doğdu. Rivayet tef ait olmadıklarından almakta bir sa
Dirayet tefsiri denir. Bunların her sirinin en derlitoplu eseri İbn Ce kınca görmediler. İnsan, acayip şey
ikisi de kendi ölçüleri içinde mak rir Taberi'nin tefsiridir. Dirayet tef lere meraklıdır. örneğin Ashab-ı
buldür. Bir de Tevil vardır; anla siri ile Fahreddin Razi'nin tefsiri Kehfin köpeğinin rengi, adı, Nuh' -
şılması güç olan bir şeyden murad dir. un gemisinin büyüklüğü, ta):ıtala
edileni bulup açıklamaktır ki, bir Ashab arasından İbn Abbas tef rının çeşidi, depremin nedenleri,
çeşit tefsir demektir. Kelimeleri, siri tanınmıştır. Tabiinden de Mü Musa'nın öldürüldüğü Mısıf'lı gen
sözleri a çıklamaya tefsir, anlam ve cahid ve Katade başta gelir. cin adı ve yaşı, Hz. Yusuf'un gördü
cümlelerin kapalı yerlerini açıkla ğü yıldızların hangileri olduğu, bu
maya tevil denilerek ayrım yapan
lar da vardır. israiliyat gibi esasla ilgili olmayan ayrıntılı
bilgilerin çoğu Tevrat'ta vardı, bun
Kur'an'ın kapalı yerl erini ilk
açıklayan .Hz. Peygamber'dir. Onun
nasıl karıstı •
lar tefsire bu yoldan girdi.» Kur'an
ise bu gibi şeylerih ibret alınacak
için Hadisler, Kur'an'ın beyanı sa Kur'an 'da Tevrat ve İncil'deki noktalarını bildirmiş, ayrıntılara
yılır. Ashab, anlayamadıkları yeri bazı konulara işaret edilirdi. B unla yer vermemiştir. Kur'an, A<;iem ile
O'na sorarlardı. O da açıklama ya rı etraflı kavramak için Tevrat'ı,İn Havva'dan bahsederken onların ya
pardı . Ashab bu konuda duydukla cil'i bilmek gerekiyor, onları ise Ya sak meyveden yediklerini ve cen
rını birbirlerine naklettiler, böyle hudi bilginleri biliyordu. Ayeti açık netten çıkarıldıklarını anlatır. Cen
ce sözlü tefsir meydana geldi ; işte larken onların anlattıklarından ya netin nerede olduğundan, yasak
bu rivayet tefsiridir. Ayetlerin iniş rarlanma yoluna gidildi. Böylece İs ağacın cinsinden, şeytanın nasıl
nedenleri, • kelimelerin sözlük ve te railiyat denilen asılsız şeyler tefsi cennete girip onları kandırdığından
rim anlamlarını belirtmek gibi ko re karışmış oldu. İbn Haldun şöy söz açmaz. Tevrat ise bunların ay
nular rivayet yoluyla açıklanır. İbn le diyor : ((Araplar, dünyanın yara rıntılarına dalar : Cennetin Aden -
Haldun'un dediğ·i gibi , bilimler iki dılışı , yaradılışın nasıl başladığı Ürdün'ün doğusunda olduğu, ağa
türlüdür. Biri tabii bilimler olup üzerine bazı şeyleri öğrenmek iste cın hayat ağacı olduğu, Havva'yı
akılla bulunur. İnsan fikir sahibi diler. Bunları daha önce Tevrat'ı yılanın kandırdığı, bu yüzden ayak
olduğundan doğruyu yanlıştan ayı okuyan yahudilere sordular. Müslü ları kopup yerde sürünmeye mah
rır. İkincisi nakli bilimlerdir. Bun man olan yahudi bilginlerinden kum edildiği, Havva'ya da gebelik ,
lar akıl ile bul unmaz. Akıl ancak Ka'bul-Ahbar, Vahb bin Münebbih, sancısı, aybaşı ağrısı verildiği söy
meselelerin terrıd kurallara uygun- Abdullah bin Sellam'ın rivayet et- lenir. Bazı tefsirlere de hatmi ve ta-
66
Cebrail'i cennette Adem ve Havva ile aösteren bir minyatür (XV/11. yüzyıl; bu
Minyatürün aslı, Top kapı Sarayındadır) .
67
Adem 'le Havva'yı gösteren XIII. yüzyıl moğol minyatürü (solda) . Hz. İbrahim'in,
oğlu İ smail'i kurban ederken, gökten kurbanlık koyun'un indirilmesini gösteren
bir minyatür (sağda) .
savvu f sözleri karışmıştır. Bunlar di Yazır ( Hak dini - Kur'an Dili ) , rilmiştir denebilir. Avrupa'da en
da da çok garip şeyler vardır. Tabii Ömer Nasuhi Bilmen (Kur'an'ın eski çeviri Latince olup 1 1 47'de ya
bilimleri Kur'ana uygulamak ça Türkçe Meali ) . Bu son üçü Türkçe pılmıştır. Fransızcaya 1647'de, İngi
basıyla da tefsirler yazılmıştır. Bun dir. (Müfessirler ve Tefsirler ıçın lizceye 1 649' da çevrÜdi. Hintli Ha
laı ın içinde eskilerden Fahreddin bak : Osman Keskioğlu, Kur'an Ta midullah (Her Dilde Kur'an ) adlı
Razi 'nin, yenilerden de Mısır, lı Tan rihi S. 208/21 7 ) . eserinde Kur'an'ın 67 dile çevirisin
tavi Cevheri'nin tefsirleri gösterile den örnekler verir. Yazar bunlara
bilir. İ bn Nedim fihristinde, Me v
züatül-Ulüm'de Kur'an bilimleriyle kur'an yeni eklemler yaparak sonraları
l OO'den .fazla dile çeviri tespit et
ilgi li bi rçok eser zikredilmiştir. Bu
rada başlangıçtan bugüne kadar
cevirileri
•
miştir. İngilizce 5 1 , Almanca 47,
Latince 36, Fransızca 3 1 , İtalyanca
geçen müfessirlerin ünlülerinin adı Kur'an, insanlar anlasın diye in 15, Rusça 1 1 çeviri vardır.
nı verel im : dirilmiştir. Başka dile çevrilmesini 1 924'te Türkiye Büyük Millet
İbn Abbas, Mücahid, İbn Cerir yasaklayan bir h üküm yoktur. Hat Meclisi, Kur'an'ın çevrilip tefsir
Taberi, Ebu Cafer Nahhas, Ebu Be ta bilginler İbrahim suresinin 4. edilmesine resmen karar verdi. Çe
kir Cessas, Ebu-lLeys Semerkandi, ayetine dayanarak, her peygamber viri işini Mehmed Akif, tefsir yaz
Carul lah Zemahşeri, Ebu Hafs kendi milletine açıklasın diye kav mayı da Elmalılı M. Hamdi Yazır
Ömer Nesefi, Fahreddin Razi , Mu minin diliyle gönderilmesine uygun üzerine aldı. Tefsir tamamlanarak
hammed Kurtubi, Kadı Beyzavi, olarak başka milletlere çeviri yo- Diyanet İşleri Başkanlığı'nca basıl
Abdullah Nesefi, Ali Hazin, Ebu 1 uyla anlatılmasını ileri sürmüşler dı. 1 935/1936 yıllarında Mısır'da
Hayyan, İbn Arapşah, Hüseyin Va dir. Eskidenberi Kur'an çevrilegel Kur'an çevirisi tartışmaları yapıl
iz Kaşifi (İsmail Ferruh tarafından miştir. Türkçe, Farsça kelime keli dı. Ezher Şeyhi Muhammed Musta
Mevakib adıyla çevrildi ) , Baba Ni me yapılmış çeviriler kütüphaneleri fa Meragi, Ferid Vecdi çeviriye ta
metullah Nahcivani, Ebussuud Meh mizde çoktur. Türkçe çeviriler Ana raftar çıktılar. Sonunda Mısır Par
med, İsmail Hakkı Bursalı, Muham dolu'da Beylikler zamanında başla lamentosu da çeviriye karar verdi.
med Sevkani, Şehabüddin Allısi, mış, sonra çoğalmıştır. İlgililer 100 Dil bir milletin en değerli varlı
S!ddık Hasan Han, Muhammed Ab kadar Türkçe çeviri tespit etmiş ğıdır. Millet duygularını onunla an
duh, Tantavi Cevheri, Mehmed tir. latır. Türk milleti din duygularını
Vehbi ( Hulasatül-Beyan ) , M. Ham- Bugün Kur'an bütün dillere çev- tatmin için kutsal kitabını anlamak
68
XVI. yy'dan kalma elyazması Kur'an'ı Kerim.
ihtiyacını duymuştur ; bu, onun en virileri için bk : M. Cunbur, Diyanet madığını ayırmak güçtür. Kur'an
tabii hakkıdır. Onun için eskiden İş. Başkanlığı Dergisi, 1 961 ; Osman şiirden da:ha yüksek bir şeydir. Kur'
beri Kur'an, Türkçeye çevrilegel Keskioğlu, Kur'an Tarihi, S. 269 an ne tarihtir, ne biyografidir. Ne
miştir. XI, XII. yüzyıllarda kelime 276 ) . de İsa'nın dağda söylediği vaızlar
kelime yapılmış çeviriler başlamış, gibi bir şiir demetidir. Hatta Kur'
daha sonra geniş açıklamalı tefsir
ler doğmuştur. Cevahirul - Esdaf
kur'an ve an, ne Veda'nın öğretileri gibi bir
metafizik, yahut mantık kitabı, ne
bunlardandır. Antep• li Mehmed
Efendi'nin Tibyan tefsiri, İsmail
batılılar de Platon'un herkese anlattığı öğüt
leri gibidir. O bir peygamberin se
Eskiden kilise, siyaset bir yana,
Ferruh'un Hüseyin Vaiz'den çeviri edebiyat bile islam düşmanlığı ya sidir. Öy_le bir ses ki, onu bütün
yoluyla yazdığı Mevakip adlı eseri pardı. Ro land destanı ( 1 067 ) , is dünya dinleyebilir.»
ünlüdür. lamı küçültücüdür. Bilimsel çalış Kur'an'ı İngilizceye çeviren Rod
Cumhuriyet devrinde çeviri işi malar sayesinde batı, İslam ve wil diyor ki : uKur'an'ı okudukça,
hızlandı. Bunları kaydedelim : Hü Kur'an'ı anlamaya başladı. Alman onun bizi etkisi altına aldığını, şa
seyin Kazım : Nurul-Beyan, Cemil filozoflarından Johan Jacob Reisig şırttığını, nihayet bize üstünlüğü
Said: Kur'an-ı Kerim Tercümesi, diyor ki : ccBiraz Arapça öğrenen nü kabul ettirdiğini ve bizi önün
bir heyet tarafından : Tercüme-i Şe bazı kimseler, Kur'an'la istihzaya de eğilmeye mecbur ettiğini görü
rife, İzmir'li İsmail Hakkı : Maani-i başlar. Fakat bunlar Kur'an'ın et rüz. Kur'an temas ettiği konular ve
Kur'an, Süleyman Tevfik: Türkçe kili, düzgün ve insanları elektrikle· güttüğü amaçlar itibariyle. üslubu
Mushaf-ı Şerif, Ömer Rıza Doğrul : yen sesini duysalar, Peygamber'in temiz, yüksek ve öğüt vericidir. Be
Tanrı Buyruğu, H . Basri Çantay : ashabına Kur'an öğretirken kullan lagat bakımından en yüce doruk
Kur'an-ı Hakim ve Meal-i Kerim, i. dığı şaşırtıcı dili işitseler, Allah'ın tadır.»
Baltacıoğlu : Kur'an, Abdülbaki Göl huzurunda secdeye kapanırlar. Ve 1 926 yılında Fransa Eğitim ve
pınarlı: Kur'an-ı Kerim ve Meali, hepsi : Yaresulullah, bizi elimizden Dışişleri Bakanlıkları'nın izniyle
Osman Nebioğlu : Türkçe Kur'an, tut ve bizi senin ümmetine dahil basılan Fransızca Kur'an çevirisin
Sadi Irmak : Kutsal Kur'an Türkçe olmak şerefinden mahrum etme, de şöyle denilmiştir :
Meali, Besim Atalay : Kur'an, Kur' derlerdi.» cc Kur'an'ın üslubuna gelince o,
an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı - Di Dr. Johnson der ki : «Kur'an şiir şüphesiz yüce ve ulu yaradanın üs
yanet İşleri Başkanlığı (Kur'an çe- midir? Değildir. Onun şiir olup ol- lubudur. Kendisinden böyle bir üs-
69
El yazması bir XV. yüzyıl ıran Kur'an·ı.
lüp akıp çıkabilecek varlık, ancak zım hıristiyanların, hıristiyanlığı zeltip onu olgunlaştırır. Müslüman
varlığın sırrına vakıf bulunan Yüce tabiat kanunlarıyla uyuşturmak lığa barbar bir din diyenler bilinç
Tanrı'dır. Gerçek şudur ki, O'ncl an için ha rcadıkları çabaya karşı, Kur' ten yoksun insanlardır. Çünkü,
şüphe eden yazarlar bile, O'nun be an ve onun öğretileri ile tabiat ka Kur 'an'm açık ayetlerine karşı göz
yanlarının kudretine boyun eğmiş nunları arasında tam bir ahenk ve lerini yumuyorlar ve onun yüzyıl
lerdir. Yeryüzüne yayılmış müslü uyuşma görülmektedir.n lar boyunca rezaleti nasıl silip sü
manlar üzerinde O'nun nüfuzu o de Sediyo, Muhtasar Arap Tarihi'nde pürdüğünü araştırmıyorlar. ıı
rece . kuvvetlidir ki, misyonerler diyor ki : Prens Bismarck da Kur'an'la il
şimdiye kadar bir müslüinanın O'nu c<Kur'an hürmete değer bir kitap gili olarak şunları söylemiştir :
beğenmiyerek d i ninden döndüğünü tır. Kur'an insanlara Tanrı hakları <ıBen bütün göksel kitapları ince
ispatlayan bir olay gösteremezl er. n nı tanıtmış, yaratıkların yaratan ledim. Tahrif edilmeleri yüzünden
Fransız filozofu Alexi Luvazun dan ne bekleyeceklerini, onunla iliş insanlığın mutluluğu için aradığım
diyor .ki : cıİnsanl ığın hidayete er kileri en açık şekilde öğretmiştir. . gerçek hikmeti ve isabeti bulama-
mesi için Muhammed 'e vahyoluna n Ahlak ve felsefe temellerini içine al dım. Bu kanunlar değil bir toplum,
Kur'an, hikmetle dolu parlak bir mıştır. Fazilet ve kötülük, hayır ve bir ev halkının mutluluğunu bile
eserdir. Muhamme d'in gerçek pey şer, eşyanın gerçek niteliği, her ko temin edecek mahiyetten uzaktır.
gamb�r olduğunda şüphe yoktur. o nu Kur'an'qa anlatılmıştır. Adalet, c<Ancak Muhammediler'in Kur'
öyle yüksek bir Tanrı elçisidir ki, eşitlik kuralları, başkalarının iyili an'ı bu hükümden müstesnadır.
Tanrı'nın iradesine uyarak müslü ğine çalışmayı, fazilet sahibi olma Bütün kitaplardan üstündür. Ben
manlık gibi dünya çapında bir din yı öğreten esaslar Kur'an'da vardır. Kur'an'ı inceledim. Her kelimesinde
kurmuş ve bunu yayarken Tanrı' Kur'an insanı tutumlu ve dengeli büyük hikmetler gördüm. Bunun gi
nm inayetine nail olmuştur . ıı olmaya çağırır. Sapıklıktan, her bi insanlığın mutluluğuna hizmet
u Yeni buluşlar veya yeni bilim'e türlü aşı rılıktan korur. Ahlaksızlı edecek bir eser yoktur. ıı
rin yardımıyl a çözülen ve çözümlen ğın karanlık batağından ç * arır, gü (Daha geniş biigi için bk : ö Rıza Doğ
mesine çalışılan meseleler arasında, zel ahlakın , şirin, aydın tepelerine rul, Kur'an nedir? Osman Keskioğlu :
islamla çatışan bir şey yoktur. Bi- yükseltir, insanın kusurlarım cl ü- Kur'an Tarihi,. II. kitap, S : 345 /352 ) .
70
1
İSLAM'DA
MEZHEPLERİN.
DOGUŞU
'
1
doğal çevre,
sosyal çevre
Mezhep kelimesi Arapça gitmek
anlamındaki cc Zehabn kökünden
gelmektedir. Mezhep ; mastar ola
rak gitmek, zaman zarfı olarak git
me zamanı ve yer zarfı olarak da
gidilen yer anlamlarına gelir. Bu
anlamlar, özellikle maddi nesnele
ri ifadeye yönelmiş, daha sonraları
bu maddi anlamlardan, soyut an
lamlara geçilmiştir. Bunun için gi
dilen yer yerine, gidilen görüş veya
gidilen yol kullanılmıştır. Mezhep
kelimesi, gidilen görüş anlamına
alındığı zaman, orijinal ve şahsi gö
rüşe sahip olan ve bunu serbest ve
bağımsız şekilde ortaya koyabilen
kimsenin gittiği, inandığı görüşü
ifade eder. Eğer ıc gidilen yol)) anla
mına kullanılırsa, bundan , başkası
nın açtığı yolu izlemek, takip etmek
anlaşılır ve bu durumda taklit sure
tiyle başkasının görüşüne ıcmezhebi
neıı , yoluna uyma demek olur. Kuş
kusuz biz, bağımsız görüş ortaya at
ma anlamındaki · mezheplerin doğu
şunu inceleyeceğiz.
Mezheplerin doğması, insanla
rın karakterlerinin gereğidir. Mez
hep, ayrı bir görüş bildirir. İnsan
ların karakterleri, ayrı ve çok deği
şik olduğu için çeşitli ve birbirin
den ayrı görüşlerinin bulunması ge
rekmektedir. Varlıkların cansızla
rından başlayıp canlıların en üst ta
bakasını meydana getiren insanlara
kadar her varlığı zaman ve mekan
dan soyutlamak mümkün değildir.
Varlıklar bu iki faktörün etkisinde
değişiklik gösterirler. Ahmed l!:min
(Fecrul-İslam, 44) insanı etkileyen
unsurları doğal çevre ile sosyal
çevre olarak ikiye ayırır. Oysa bu
iki çevreye de zaman ve mekan un
surları girer. Mekan, doğal çevreyi,
zaman sözü , sosyaldan daha geniş
anlam taşıdığı için doğal çevrenin
dıŞında olan her faktörü içine alır.
İslam Dini de insanoğlunu, me Hz. Ali'yi çift uçlu kılıcı «Zülfikar» ile gösteren bir resim (Kum)
kan ve zaman faktörleri içinde dü- Büyük Cami) .
71
mışlardı. Durumu Hz. Peygamber'e
anlattıklarında O, her iki görüş sa
hibine de bir şey söylememişti ( İm
ta el-Esma Makrızı, 1/242 vd. ) . Bu,
Hz. Peygamber zamanında da kendi
sözünün değişik şekilde yorumlan
masının ve bunun sakıncalı olma
dığının en güzel örneklerinden bi
ridir. Yukarda belirttiğimiz gibi bu
yorumlarda kötü niyet ve amaçtan
sapma da yoktur.
ilk anlaşmazlıklar
Hz. Peygamber'in ölümünden
şonra müslümanların anlaşmazlığa
düştükleri en önemli mesele, yerine
kimin geçeceği ve kimin müslüman
l arın başkanı olacağı meselesiydi.
Bunda Ensar ile Muhacirler anla
şamamış, ancak Muhacirlerin fikri
üstün gelmiş ve Hz. Ebubekir mü�
lümanların başkanı seçilmiştir.
Burada bir seçim mücadelesi veril
miş, ancak iyi niyet ve samimiyet
hakim olduğu için kolayca sonuca
varılmış, ayrışma ve gruplaşma ol
mamıştı. Ama iyi niyet ve samimi
yet unsuru taraflarda kayboldukça,
hilafet konusu, tarih �yunca uzun
tartışmalara, kavgalara ve hatta
savaşlara yol açmıştır. İlk üç ha
lifenin başa geçişinden memnun
olmayan kimseler var idiyse de .bun
lar hem çok azınlıktaydılar, hem de
kamuoyunun benimsediği kimseye
karşı da büyük bir dava ile ortaya
çı1k abilecek bir dayanakları yoktu.
Hz. Ali halife olduğunda ise İs
lam dünyası, karmakarışıktı; bir
önceki halife şehit edilmiş durum
Hz. Muhammed'in Hz. Ali'yi «Halife» si ilan edişini gösteren bir min
daydı. Halifeyi şehit edenler, Cemel
yatür. Hz. Ali ve onun soyundan 7elenlerin H?. Muhammed'in gerçek
savaşına yol açıyorlar ve böylece
halifeleri olduğuna inananlara, daha sonr.ı «Şia» adı verilecektir.
.müslümanlar arasındaki anlaşmaz
şünerek, birtakım ilkeler ve temel ana ilkeleri ve onların ruhu yönün lık ilk defa bir savaşa dönüşüyor
hükümler koymuştur. Bunların de olan farklı anlayış ve görüşler du. Cemel savaşında (656 M.) taraf
içinde son derece kesin ve açık hü dinin kabul ettiği görüşler çerçeve olanların başkanlarının savaşa is
kümler olduğu gibi, üzerinde deği sine girerler. tekli olmadığı, bu savaşın aşağı ta
şik fikirler ileri sürmeye uygun Bu konuda bir örnek verelim : bakanın ateşlediği bir savaş olduğu
olanlar da vardır. Ancak, dinin, de Hendek savaşında Hz. Peygamber görülmekteyse de, bunu izleyen Sıf
ğişik fikir ve yorumlara imkan ta müslümanlara ihanette bulunup fin savaşında (657 M . ) her iki taraf
nıması, amacına ters düşmemek anlaşmayı bozan Yahudi Kurayza kasıtlı olarak birbirine yürümüş ve
şartına bağlıdır. Buna rağmen, in oğulları ile savaşmak üzere yola çık savaşmıştır. Ancak Hz. Peygamber'
sanlar, bazı hükümleri kendilerine tığında ikindi namazının Kurayza in ölümünden sonra fikirlerin, müs
göre değişik biçimde anlamaya; oğullarında kılınacağını söylemişti. l ümanları savaşa sürükleyecek de
açık ilkeleri, sözleri yorumlamaya Müslümanların bir kısmı, Hz. Pey recede parçalanmış olmasındaki
koyulmuşlardır. Burada değişik an gamber'in bu buyruğu acele etmek esas, haklı ile haksızı a.yırdedecek
layış ve uygulamalara rağmen iyi ve çabuk olmak amacıyla verdiğini, Hz. Peygamber gibi bir otoritenin
niyet ve samimiyetin oynadığı bir bunun için namazı vaktinde kılma bulunmamasıdır. Artık, Kur'an ve
leştirici rbl çok büyüktür. İslamda nın gerektiğini ileri sürerek namaz bir de Hz. Peyga.mber'in sözleri her
farklı yorumlar Hz. Peygamber'in larını Kurayza oğullarına gitmeden şeye hüküm verecekti. Ne var ki,
İslam Dirı.i'ni ilk tebliğ ettiği Mekke yolda kılmışlar, diğer bazı müslü bunlar da .insanların anlayışlarına
devrinin sonuna kadar geçen süre manlar da Hz. Peygamber'in her bağlıydı ve meseleleri, herkes ken
içinde, tesbit olunmuş amaç yönün dediği din ve şeriattır, o nasıl de dine göre yorumla.maya. koyuluyor
de değişil;{ fikirler ve uygulamalar mişse öyle yaparız, diyerek ikindi du. İslam'ın ilkelerine olan samimi
olarak ortaya çıkmaktadır. Burada namazını a��şam olduktan sonra yet, yerini başka etkilere bırakma.ya.
şu kuralı ı koymak gerekir. İslam'ın vardıkları Kurayza oğullarında kıl- başla.maktaydı.
72
müslümanların üç
düşman gruba
ayrılışı
Sıffin savaşında müslümanlarm
iki siyasi gruba ayrılışları , bütün
ç ıplaklığıyla ve birbirini yok etme
-ve yönetim altına alma amacıyla.
tarih sahnesine çıkmış oluyordu.
Daha önceki fikir ayrılıkları kişisel
kalıyor ve herkes birbirine saygı
duyuyordu. Hz. Osman'ın halifeli
ğinin sonlarına doğru ayrılık ve düş
manlık tohumları yayılıyordu, ama
ortada belli bir grup ve baş yoktu.
Bu sırada Şam valisi olan Mua
viye bir vali gibi değil de, bağımsız
bir kral gibi hareket edip kendini
halka sevdirmeye ve özel talimli
asker yetiştirmeye önem vermeye
başlamıştı. Böylece kendine göre
idari bir ayrılışa hazırlanıyordu.
Bu da gösteriyor ki, Muaviye'nin
geleceğe ait planları vardı. Ama bu
ayrılık kısmen Hz. Ali'ye biat etme
mekle ortaya çıktıysa da, Sıffin• de
tamamen hukuk bakımından var
lığını meydana koyacaktı.
İkinci ayrılış, Hz. Ali'nin askeri
nin bir kısmının kendisine isyan et
mesiyle başlamıştır. Ali'ye isyan
edenler Havaric olup doğrudan Ali
ile savaşa başlamışlar ve bir başkan
altında gruplaşmışlardı. Böylece
daha önce tohumları atılmış olan
ayrılıklar, bir yıl gibi kısa bir za
manda (656-657 ) müslümanların
üç düşman gruba ayrılmasına yol
açmıştı. Bu üç gruba fikir ve hare
ket bakımından katılmayan birta lsl a mlıkta ilk temel ayrılığı yaratanlardan biri olan Muaviye'nin
kım müslümanlar da, şüphesiz var XIV. yy'dan kalma bir minyatürü.
.
·,Y'
dı. Ama bunlar bir başa sahip de
ğ"illerdi ve bir grup teşkil etmemi§ hangi bir ayrılık yoktu. Ayrılık ha- - kasdediyoruz. Abdurrahman Bedevi
lerdi. Genellikle ancak büyük kitle life olma kavgasındaydı. Eğer Ali, gibi zamanımızın Arap yazarları da
den ayrılanlar bir grup teşkil edi Muaviye'yi yenilgiye uğratıp orta ıcmezhep» kelimesini bu anlamda
yor ve yeni bir kimlikle ortaya çı dan kaldırsaydı, ortada bir ayrılık kullanıyorlar. Oysa eskiden Arap
kıyordu. kalmayacaktı. Nitekim, Ali ölünce ça'da mezhep kelimesi, fıkhi • yani
Muaviye bütün yönetime el kovacak İslam Hukuku alanındaki ayri il
ru olmadığını anlatır. Fıkhi mez mıştır ki, herkes kendine yöneltilen Ama insanların aralarınd�ki ilişki·
heplerde böyle olduğu gibi bunun basit bir itirazı kaldıramamış ve he ler (muamelat) konusunda Kur'an
itikadi fırkalarda da böyle olması men tekfir yoluna gitmiştir. Bu ve Sünnet'te ancak temel ilke ve te
'
gerekmektedir. Fırkalarla ilgili ola tekfiri bir kural olarak almak yeri mel hükümler bulunmakt�dır. Bun:
rak .yazılan bütün kitapların başın ne. esas ve temel ilke ve hükümlerin !arda yenileşen ve değişen' topluma
da. Hz. Peygamber'den yahudilerin meydana getirdiği sistemin bütünü göre hüküm çıkarmak için, içtihad
7 1, hıristiyanların 72 ve müslüman ne bakarak mezhepleri sınıflamak kapısı açık tutulmuştur. Müctehid
ların 73 fırkaya ayrılacaklarını an daha doğrudur. Mesela Eşari mez lerin Kur'an ve Sünnet ar).layışları
latan bir hadis rivayet edilir. Bu hebi ile Maturidi mezhebi arasında na göre tesbit edebildikleri . temel il
hadis çeşitli yönleri ile incelenmiş her ne kadar farklı görüşler varsa keler ve hükümleri ölçü alarak fe
·ve tenkit edilmiştir. Ama bazı fırka da, bunları ayrı bir mezhep saymak ri hükümler veya başka. ilkeler orta
kitapları, İslam'daki fırka sayılarını doğru değildir. Bu kadar az farklı ya koymuşlardır. BaşlangıÇta bu işi
mutlaka yetmiş üçe çıkarmak için görüşler, Eşarilerin kendi araların yapanlar arasında; az farkla diye
bir çaba göstermekte ve bunun için da da vardır. ceğ"iz, bazı anlaşmazlığa yol açan
basit tarıkları mezhep veya fırka ola ilkeler ortaya çıkmışsa da, sonrala
rak ileri sürmektedirler. Ne var ki
bazı bilginler, buradaki 73 sayısının
mezhepleri n rı bu ilkeler, mezhepler arasındaki
alış - verişlerle birbirini etk;ilemiş ve
sınırlandırıcı olmayıp çokluk
dirmek için olduğunu söylemişlerdir
bil çıkış nedenleri aynı ilkelerin her mezhep tarafın
dan benimsendiği görülmüştür. İl
( Zahid Kevseri, ccTebşirn · kitabının Mezheplerin çıkış nedenlerini kelerde birleşmenin her şeyde bir
önsözü, 4 ) ; (Abdurrahman Bedevi, şöylece sıralamak mümkündür : leşmeyi gerektirmediği, aynı ilıkele
Me01hibul-İslamiyyin, 33-34 ) . · 1 - İç (Dahili) nedenler, re dayanarak başka yorumlara ve
Mezheplerle ilgili eserlerde bir gö�ı 2 - Dış (Harici ) nedenler. hükümlere varıldığı da bir gerçek
rüşün ccmezhepıı veya « fırkan sa 1 - İç (Dahili ) nedenlerden, İs tir. Fıkhi mezheplerin birbirinden
yılabilmesi için şartların ne olması lami bir amaç taşıyan mezhepleri temel ilkeleri ve felsefeleri ile ayrı
gerektiğine temas edilmemiştir. An doğuran nedenleri kastediyoruz. lan mezhepler olmadıkları söylene
cak cctemel hüküm ve ilkelerde ayrı Bunlar, a ) Sosyal, b ) Siy.asal, c ) Me bilir. Tarih boyunca ancak kişisel
lırlarsa ve bu ilkeleri .. birbirine irca tafiziksel, d) Yabancı kültür, e) Dil' çıkar ve mezhep t!aassubu sonunda
etmek mümkün değilsen diye ge dir. mezhepler arasındaki mesafeler bü
nel bir söz kullanılmıştır (Ali Ha a) Sosyal nedenlerden çıkanlar, yütülmüş ve birleştirilemez hale
fif a.g.e. 1 0 ) . Ama mezheplerin ayrı birbiriyle ve kendileri ile Tanrılar, getirilmiştir. Mezhepler birleşseler
birer mezhep olduğunu anlayabil arasındaki ilişkilerini düzenleyen ve aynı ilke ve temel hükümlere
memiz için ccfırkaıı yazarlarının söz ilke ve hükümlerden ortaya çıkan dayansalar bile , gene kişisel görüş
lerinden şöyle bir kuralı çıkarmak görüş ayrılıkları sonunda doğ·an lerin, anlayışların ve fikirlerin or
mümkündür: Birbirini tekfir eden mezheplerdir ki, bunlara Fıkhi mez taya çıkmasına engel olmaya imkan
ıckafirıı sayan mezhepler . ayrı mez hepler denir. İnsanların Tanrıları yoktur.
heplerdir (İsferaini, Tebşir, 15) ; ile olan ilişkileri ibadetlerde görü Fııkhi mezheplerin doğuşu da, sa
birbirini tekfir etmeyenler ayrı bi lür; ibadetler, bütün çeşit ve dere nıldığı gibi, birinin çıkıp ccBen şu
rer mezhep sayılmazlar (a.g.e. 1 6 ) . celeri ile insanlarla Tanrıları ara mezhebi kuruyorum» demesi ile ol
Çünkü temel ilke ve hükümler bir sında doğrudan doğruya olan ilişki mamış, doğal bir gelişmeyi' izleyerek
birine temelden zıt olursa ve bun lerdir. İbadetlerin temel hüküm ve kendiliğinden ortaya çıkm:ı.ştır. Me
ları birbirine irca etmek de müm ilkeleri, hazan ayrıntılara kadar sela İmamı Azam Ebu Hanife, ·<Ben
kün değilse, tekfir etme · kolaylaşır. inen hükümleri Kur'an ve Sünnet' Hanefi mezhebini kuruyoı:umıı , de
Bu da temelde bazı ayrılıkların var te açıklanmış bulunduğu için bun memiştir. O, bir bilim adamı olarak
olduğunu gösterir. Ne var ki. bu tek larda içtihadi ve fikir öne sürmeyi öğrenci yetiştirmiş ve bir fikir ada
fir müessesesi öyle kötü çalıştırıl- gerektiren pek az yer kalmıştır. mı olduğu için dersi sırasında çıkar-
75
sının nedeni olmuşsa da, toplumun
siyasal ve idari istikrarsızlığı bunu
gününün konusu haline getirmiştir.
Bu da toplumdaki haksızlılklara bir
sorumlu bulmaktır. 69 Hicri yılın
da Emevi Halifesi Abd-ül Melik,Ya
kın akrabaları olan Amr bin Said'i
sarayına çağırıp başını vurdurmuş
ve bir tasa Amr'ın başını koyup bir
tasa da altın doldurduktan sonra
sarayın burcundan Amr'ın taraftar
larına « İşte bu Allahın yazdığı ka- .
derdir» . diye başı ve sonra ccBu da
halifenin ihsanıdır» diye altınları
fırlatmıştır (el-İmame ves-Siyaset,
ibn :Kutaybe 2/22) . İşte samimi
müslümanlar, bu gibi olayların Al
lah'ın takdiri ile ilgisi olmadığını
ortaya atınca . Kaderiye mezhebi
doğmuştur. Kader ile sorumluluk
birbirinin lazımı ve melzumu (bir
birlerine gerekli) durumundadır.
Kader meselesinin başlangıç nokta
sını teşkil eden iki mezhep vardır.
Şunlar Cebriye ve Kaderiye'dir ki,
bu ikincisinin kader görüşü Mu'tezi
le'de devam etmiştir. Bundan ötürü
Mu'tezile'ye Kaderiye de denir. Şu
nu unutmamak gereıkir ki, Kader
meselesi, diğer mezheplerin de uğ
raştığı ve ele aldığı bir konudur, an
cak onların doğuş nedeni değildir.
Nitekim. Kaderiye mezhebinin doğu
Şiilerin Kum'daki ( İran) Fatima Camiinden bir görünüş şunun nedeni kader meselesi olduğu
halde, aynı görüşü benimseyen Mu'
dığı ilkeleri ve hükümleri, hüküm da, meydana getirdiği olayların et tezile'nin doğuşuna, büyük günah
çıkarma yollarını ve şeklini öğren kisiyle başka mezheplerin doğması işleyenin yerini ve mertebesini tayin
cilerine öğretmiştir. Kendinden son na veya su yüzüne çıkmasına da etmek neden olmuştur.
ra gelen öğrencileri de aynı yolu dolaymyla sebep olmuştur. d) · Yabancı kültür meselesi de
izlemişler • ve böylece mezhep, tari c) Metafiziksel nedf>n, alın yazı önemli bir neden olarak görülmek
hi gelişim içinde doğmuştur. imamı sı (kader) meselesiyle ilgilidir. Bu, tedir. İslam dini Arabistan'da doğ
Azam'dan ö.nce ve sonra, hatta ken görünüşte iman ilkelerini ilgilendi muş, onun kültürüyle ortaya çık
di çağdaşı olarak yetişmiş olan müc ren ba,sit bir mesele olarak görün mışsa da , bu kültürü kendisine ha
tehidler vardı. Onların öğretilerini mesine rağmen bazı mezheplerin kim kıldığı gibi birçok yönlerini de
ve Öğretim biçimlerini devam etti doğmasına yol açmıştır. İslam'dan değiştirmişti. Aslında o. devir Arap
recek öğrencileri olmadığı veya pek önce, İslam'ın doğuşu sırasında, ları, büyük bir medeniyetin getirdi
az olup yayılamadıkları için görüş İslam'dan sonra, bugün bile bu me:.. ği kültürden yoksundular. Onun
ıeri kitap sayfaları· arasında kalmış, sele konusunda açık bir fikre kavu için inancın dışında İslamiyet'e kar
bir okul meydana getirememişlerdir. şulmuş değildir. İslam'da kader me şı ortaya koyacak bir ideolojileri
b) Siy�al nedenlerin doğurdulfu selesi, putperestler tarafından Kur' yoktu. İslamiyet onlara bir kültür
. mezheplete gelince, siya.&al'olay ola-·· an'ın ve Allah'ın indirdiği vahye . getirmiştir. Ama İran, Suriye, Mı
rak mezheplerin doğmasına yol karşı bir delil olaraik kullanılmış sır gibi farklı kültür ve medeniyete
açan hilafet meselesidir. İslam' da, ve Kur'an onlara.· her defasında ge sahip ülkeler fethedilip halkları
siyasal meseleden sadece hila rektiği şekilde cevap vermiştir (Ni müslüman olunca , elbette İslami
feti anlatjıak gerekir. Bu, bugünkü sa Suresi 78, Tevbe . 5 1 , İmran 1 54; yetı de bu kültür perspektifinden
deyimi ile · rejim ve yönetim tarzı En'am 148-1 50 ) . Ancak kaderin ne kabul edeceklerdi. Bu yeni milletle
dır. BütQn siyasal olaylar bunda olduğunu Kur'an açıklamamıştır. rin kültürleri, İslamiyet'in ilkeleri
düğümlenmiştir. Haricilik ve Şiilik, Diğer taraftan bazı hadislerde bu ve temel hükümleri üzerinde geniş
hilafet ko�ıusu gibL siyasal bir mese-' nunla ilgili sorulara verilen cevaplar etkiler yaptı, yeni anlayışlar getir
ledeki teıiı.el ayrılıklardan doğmuş� da tam açıklık ifade etmemektedl.r. di. Değişik kültürlerin değişik dü
lardır. Buj mezheplerin çıkış noktası, Hadislerde rivayet edildiğine göre; şünce sistemleri ve farklı anlayışla
yönetim iarzı ve rejim meselesi ise sahabe Hz. Peygamber'e kader hak rın ortaya çıkmasına neden olması
de sonraqan başka etkenler ve baş kında soru sormuş, ama, bu, onları nı-,. yeni yeni mezheplerin doğuşu
ka ilkelerin katılmasıyla başlıbaşı bir problem olarak uğraştırmamış nu veya en azından doğmakta olan
na birer Jrıezhep olmuşlardır. Hila
· tır. mezheplerin gelişmelerini etkilediği
fet mesel�si sadece bu iki fırkanın Kader meselesi metafiziksel bir inkar edilemez.
haricilik 've şiUik doğuşunun ana mesele olduğu için ortaya atilan. e) Dil : Arapçanın kendine has
nedeni olmakla kalmamış, toplum- çeşitli fikirler mezheplerin doğma- bazı özellikleri, insanların anlayışla-
76
rında rol oynamıştır. Bunlardan bir
kaçı şunlardır: 1 - Kelimelerin or
tak anlamlı olmaları ; 2 - Kelime
nin gerçek ve mecaz anlamlarından
hangisinin kastedildiği üzerinde
anlaşmazlık ; 3 - Sözün bir yerde
kısa ve başka bir yerde uzun ve
kapsamlı olması ; 4 --'--- Kelimelerin
anlamlarının genel veya özel -olu
şu ; 5 - Özellikle hadislerdeki nak
lin sağlam veya zayıf. oluşu ; 6 -
Benzer (müteşabih) sözler olmala
rı. Bunlar görünüşte bir mezhebin
ilık doğuşunda etkin bir neden ola
bilir. Mezheplerin gelişmesinde bun
ların büyük rolü plduğu açıktır.
2 -- Dış (Harici) nedenler : Bun
lardan kastımız . yabancı etkiler al
tında İslamiyet'e zıt bir amaç güden
mezhepleri doğuran nedenlerdir. Bu
gibi mezhepler her ne kadar İslam
toplumlarında doğmuş ve İslam dini
metinlerini, yani Kur'an ve hadisi
kullanmışsalar da, amaçları İslami
yet'i yolundan saptırmaktır. Ülkele
ri fethedilmiş milletlerin bir kısmı
müslümanlığı kabul etmiş, ama bir
kısmı da etmemiştir. Bir kısım daha
vardır ki onlar görünürde müslü
man olmuşlar, ama gerçekte kendi
dinlerinde kalmışlardır. işte bu
grup insanlar , İslamiyet'ten öç
Hz. Alt'ntn mezarının 11efi kesinlikle oııınmeme/ctecıir. Bu yüzden
alma peşine düşmüşler, eski din
btrçok yerde Hz. Ali'tı.in türbesiyle karşılaşılır. ResJmde All'ntn Al
leri ve kültürleri yönünde İslami
ganistan'daki türbesi Mezar-ı Şerif görülüyor.
yet'i yorumlamaya kalkışmışlardır.
Böylece İslamiyet'e taban tabana Ehl-i Sünnet denir. Ehl-i Sünnet ehl-i sünnet ve cemaat (keµdilerine
zıt mezhepler doğmuştur. Bu mez Hz. Muhammed'in izinden yürüme, bu adı verirler) görüşünderı üç ayrı
heplerin adı sonraları Batiniye ola Hadis ve Kur'an dışında kaynak ta mezhep daha doğmuştur. ' Kurucu
rak ortaya çıkmıştır. İslam mezhep nımamadır. Bu mezhepten, sonrala larının adlarıyla anilan bu : mezhep
lerinden hiç biri bu mezheplerle rı birçok mezhep doğmuştur. İkinci ler, Selefiye, Matüridiye ve Eş'ariye
bağdaşamaz. İslam'ı yıkmayı hedef büyük mezhep, halife seçiminde adını alır. Bu mezheplere bağlanan
edinen mezheplerin hepsi bu ad al Ali'yi tutanların kurduğu mezhep ların dayandıkları iki kaynak var-
tında zikredilmektedir. Batıniye adı dir. Arap dilinde birini tutmaya, bi dır : Hadis ve Kur'an. Anc�k, bu iki
her ne kadar onuncu yüzyıldan- rinin izinde yürümeye şia dendiği kaynağı belli bir açıdan, İslam dini
sonra kullanılmaya başlanmışsa da, için halife seçiminde Ali'yi tutan, kurallarına bağlı kalarak yorumla
daha önce İslamiyet'i yıkmak ama sonra onun izinden yürüyenlere şii, yanlar, ayrı ayrı görüşler ortaya
cıyla kurulmuş başka birtakım yürüme olayına da şia denmiştir. attılar. Amel (davranış) , itikad ve
mezheplere ve bunları içine alan Şia'nın da kendi doğrultusunda bir kelam adını alan bu görüşler, Ebu
gizli teşkilat anlamında fırkalara da çok kolları vardır. Hanife, Matüridi ve Eş'ari adlı is
bu ad verilmiştir. Çünkü İslam ül İslam dininde sünnet denen, pey lam bilginlerinin ortaya attığı
kelerinde İsl8ırniyet'i yıkmak üzere gamber yolunda gitme iki türlü yo düşünceler ve yorumlardı�. Bu ba
açıkça ortaya çıkmaya im.kan ol rumlanır. Birine akıl yolu, ikincisi kımdan bütün ehl-i sünnet mez
mayacağı için, yıkıcı fikirleri ya ne iman ve itikad yolu denir. Bun hepleri amel' de Ebu Hanife'ye, iti
yanlar hep gizli kalmaya mecbur lara ayrıca istidlal (akla dayanma) kad 'da Matüridi'ye , kelaıri'da ise
olmuşlardır. Bundan önce İslami ve nefis mücadelesi (iman ve itika Eşari'ye bağlanırlar.
yet'i yıkmayı amaç edinen ve İsla- da bağlanma) adları da verilir. Bi Selefiye mezhebinden olanlar, Hz.
. �
miyet'e taban tabana· zıt ilke ve hü- rinci yolu tutanlar da kendi arala Muhammed'in sağlığında yanında
kümler koyan mezheplerin bir adı rında ikiye ayrılır. Şeriat kural bulunan, konuşmalarını , dinleyen
da gulat (azgınlar) dı. larına bağlanan, onların dışında ge Sahabe denen kimselerle, . peygam
nel geçerliği olan bir kural tanıma beri tanımayıp (toplantılarına katı
ilk mezhepler yanlara mütekellimin ; şeriattan ay
rılan, düşünce ve akıl ilkelerine �a
lamayıp) yalnız sahabenin sözlerini,
söylediklerini dinleyen, peygambe
İslam dininde mezheplerin ge yanarak davranışa geçenlere ise rin ancak tanıdıklarını tanıyan
nellikle iki ana kaynağı vardır. Biri, meşşaiyôri denir. İkinci yol olan tabiin denen kişilerin yolundan gi
Hz. Muhammed�in yolundan gitme, nefis mücadelesini· benimseyenler deder. Bu yolu tutanlar ;şeriattan
onun söylediklerine, Hadis denen de, gene kendi aralarında sufiyun. ve ayrılmaz, :Kur'an'dan başka kaynak
bildirilerine , Kur'an hükümlerine işrakıyôn olmak üzere ikiye ayrılır. tanımazlar. İslam hukukçularının
dayanma. Bu yolu benimseyenlere Mütekellim, bir başka deyimle Kur'an'a dayanarak çıkardıkları
77
içtihada dayanan
ehl-i sünnet
mezh�pleri
Yukarıda adı geçen ilk üç mez
hebin belli ölçülere göre kaynağı
durumunda olan, daha çok fıkıh
konusundaki görüş ve yorum ayrı
lığından doğan dört mezhep vardır.
Kurucularının adlarıyla anılan bu
mezhepler Hanefi, Şafii, Maliki ve
Hanbeli adlarını taşır. Bu dört mez
hep, İslam dininde Kur'an ve Hadis
bilgilerini yorumlama, açıklama, on
lardan toplumun düzeniyle ilgili ku
rallar çıkarma amacından doğmuş
tur. İnanç konusunda birleşen,
Kur'an ve hadislerden ayrılmayan
bu mezhepler arasında ibadetle il
gili işlemlerde, mirasta, hukuk so
runlarında birtakım küçük görüş
ayrılıkları vardır.
Kur'an ve hadislere dayanan, bü
tün yönetim ve hukuk kurallarını
onlardan çıkaran, imana akıldan
önce yer veren hanefi mezhebi VIII.
yüzyıl ortalarında İmam Ebu Hani
fe (öl. 767) tarafından kurulmuş
tur ve bir fıkıh çığırı niteliğinde
dir. İslam dininin toplum düzenini,
hukuk kurumlarını, miras, nikah,
boşanma, ibadet ilkelerini gene
Kur'an ve hadislere dayanarak açık
lar. Birtakım konularda, çozumü
için Kur'an ve hadislerde açık hü
kümler bulunmadığı zaman, içti
had denen özel yoruma önem verir.
Cezayir'deki Eski Cami. İ sld m sanatı, müslümanların ulaştığı hemen Kur'an hadislerine dayanan, ima
her yerde birçok parlak örnek vermiştir. nı temel ilke olarak benimseyen Şa
fii mezhebi İmam Şafii Mehmed bin
Fıkıh denen kurallara, yargılara kelamcılığını yapan bu mezheptir ; İdris ( öl . 820) tarafından kurul
bağlanır, Ona göre davranırlar. Bu Kur'an ve hadislere dayanan, bu muştur. Şafii mezhebiyle Hanefi
tutumlarından dolayı bunlara ken mezhebe göre her şeyin, bütün in mezhebi arasında yalnız ibadet ku
dilerinden (( öncekilerin izinden yü san davranışlarının, iyinin, kötü rumlarında yorum ayrılığı görülür.
rüyenıı anlamında selefiye denmiş nün yaratıcısı Allah'tır. Allah ira Bu iki mezhep temelde birleşirler.
tir. Selefiye yolunun yedi temel ku desi dışında insanın yapabileceği Şafii mezhebi sünnetin kesin ve
ralı vardır. Tasdik, imsak, kef, mari bir iş, bir eylem yoktur. İman, gö açık olduğu yerde kıyas denen yola
fet gösterme, sükut, takdis, itiraf-ı nülle onaylama'dır ( tasdik ) . İnsan başvurmayı gereksiz bulur. Bu mez
acz. Bu yedi kural, iman ve itikada ancak gönülle iman eder, düşün hebin de özü fıkıhtır.
dayanan , onlara göre davranılması ceyle uygular ; Kur'an bütün inanç Fıkıh ve ibadet ilkelerine daya
gereken yedi ilkedir. ve davranışların kaynağıdır. Hadis nan Maliki mezhebi . VIII. yüzyıl or
Matüridiye, İmam Matüridi'nin ler, Kur' an'da geçen birçok ayetin, talarında imam Malik (öl. 790) ta
(öl. 944 ) yoludur. Bu görüşü benim Allah buyruğunun açıklanışı, yo rafından kurulmuştur. Kur'an ve
seyenler, amel'de Ebu Hanife'ye , iti rumlanışıdır. hadis ilkelerine bağlanır. Gerekli
kadda Matüridi'ye bağlanır, fıkıh' İslam dininin belli bir açıya konularda rey denen özel düşünce
ta Ebu Hanife'ye uyarlar. Bu mez göre yorumlanmasın dan doğan bu ye de yer verir. Ancak, bütün konu
hep de inanç ve davranış bakımın üç mezhebin temel ilkesi, iman'dır. larda, sorunların çözümünde Kur'
dan Selefiye'ye benzer; ikisi arasın Akıl, imana bağlı kaldığı, imanın an ve hadis hükümlerini, onlarla
da dünya gÔrüşü, din anlayışı, inanç ışığı altında yürüdüğü sürece doğru ilgili delilleri genel ölçü olarak alır.
niteliği bakımından ayrılık yoktur. yoldadır. İmandan ayrı bir aklın Maliki mezhebine göre de İslam'da
Hanefi mezhebine kelam anlayışını doğru davranması söz konusu değil temel olan, imandır. İman, inanmak,
getiren bu mezheptir. dir. İman bir aydınlık kaynağıdır, inandığını yapmak, tanrının buy
Eş'ariye mezhebi, kurucusu akıl onun buyruğu altında gerçek ruklarını, Kur'an ve hadislerle bil
Hasan 4,li bin Eş'ari'nin (Öl. 926 ) lere ulaşabilir ; onları belli ölçüler dirilen hükümlerini bir bütünlük
düşüncelerini, din görüşlerini be içinde, Allah'ın izni oranında kavra içinde yerine getirmektir. İnanç ile
nimseyenlerin yoludur. Sünniliğin yabilir. eylem (iman ile amel) arasında bir
78
uyum, bir bağlantı bulunmalıdır.
Eyleme uymayan iman, boşlukta
kalmış demektir.
İçtihada dayanan dördüncü ehl:i
sünnet mezhebi, Hanbeli mezhebi
dir. IX. yüzyıl başlarında Ahmed
bin Hanbel (öl . 855 ) tarafından
kurulmuştur. Kur'an ve hadis ilke
lerine dayanır. Görevde, ibadette
hadis'e büyük önem verir. İman,
eyleme (amel'e) uygulanmalı, daha
doğrusu her müslüman, Kur'an ve
hadislerle bildirilen, açıklanan
imanın gereklerini olduğu gibi ye
rine getirmelidir. İnsan bütün dav
ranışlarını imana göre düzenlemeli,
iman tek ölçü, tek yol gösterici ola
rak alınmalıdır. İmanın gerekli kıl
dığı, dinin yapılmasını buyurduğu
bir görevi yapmamak, insanın din
den çıkması, küfre sapması anlamı
na gelmez. İnsan ( mümin ) ancak
inkar ile dinden çıkar, kafir olur.
Kader konusunda tartışma gerek
sizdir. Gerçek bir müslümana dü
şen görev, kadere olduğu gibi, dü
şünmeden inanmaktır. Hanbeli mez
hebi de öteki üç mezhep gibi fıkıh
ilkelerine dayanır ; bütün işlemleri,
kaynağı Kur'an ve hadisler olan İs
I8m hukukuna (fıkıh'a) göre dü
zenleme gereğini savunur.
Daha çok ibadet ve eylemler
konusunda görüş ayrılığına düşen
bu dört mezhebin, temelde birbirin
den ayrı yanı yoktur. Dördü de ima
nın akıldan üstünlüğü konusunda
birleşir. İslam için, temel olan iman
dır; akıl, imanın yardımcısı duru
mundadır. İman ise Kur'an ve ha
dislerle, peygamberin davranışları,
tutumları ile aydınlığa çıkmış, an
lamı, sınırları belirlenmiştir. İma
nın bunlar dışında bir kaynağı, bir
ilkesi yoktur. Amel ile iman (eylem
ile inanç) bir bütündür, birbirinden
ayrılamaz. İmana uymayan, onun
sınırlarını aşan, anlamını değiştiren
bir eylemin İslam diniyle ilgisi yok
tur. İslam imanla başlar,- amelle (ey
lemle) gerçekleşir. Bütün ibadet ve
hukuk kurumlarının, toplum kuru
luşlarının iman ilkelerine uyması,
onlarla sınırlanması gerekir.
Ehl-i sünnet inançlarından do
ğan bu mezheplerin birleştiği ikinci
bir konu da Allah'ın özü, nitelikle
ri ile ilgilidir. Bu mezheblere göre
tanrının birçok nitelikleri vardır.
Bu nitelikler, Allah'ın özü ile bağ
iantılıdır (zat-ı ile kaim'dir) . Allah
niteliklerinden ayrı olarak düşünü
lemez. Allah, özü ile nitelikleri (zat
ile sıfat) ile ayrılmaz bir bütündür.
Allah akılla kavranamaz. O'nun özü
(zat'ı) , insan aklının sınırlarını,
kavrayış gücünü aşar. İnsan aklı
Allah özü ile, Allah nitelikleriyle il- Cihangir'in Lahor'daki ( Pakistan) türbesi.
79
İ s/ahan, İran'ın ve Müslüman dünyasının bilim merkezlerinden biridir. Resimde
İ sfahan'ın ünlü medresesi görülüyor.
gili birtakım yorumlamalar, sınırlı <<halik-i mutlak» tır. Insanların dü da namaz kılınabilir, imamın suçu
açıklamalar yapabilir. Allah'a inan şünebilecekleri her şeyin, düşün cemaatı ilgilendirmez, cemaat on
mak (iman etmek) gereği vardır. menin bile yaratıcısı, gerçek ccfail»i dan dolayı suçlu sayılmaz. Bu dört
İslam dinini benimseyen, ona gö O'dur. sünni mezhep içinde yalnız Hanbeli
nülden bağlanan bir kimsenin (mü Kur'an ve hadislerle bildirilen mezhebi, kabir ziyaretini yasaklar.
minin) yapacağı, yalnız inanmak bütün ibadet türlerinin bir_ bütün Öteki üç mezhep için kabir ziyareti
tır. lük içinde yapılması, buyrukların bir saygı, bir rahmet dileme aracı
Allah sonsuzdur, sınırsızdır, her yerinı; getirilmesi, hükümlere uyul dır. Hanefi mezhebi bütün islam
türlü düşünme gücünün, kavrayış ması İslam dininin ve imanın değiş ülkelerinde-; Şafii mezhebi Mısır,
yeteneğinin üstündedir. Bütün ev mez kurallarındandır. Doğu Anadolu, Hindistan, Kafkas
reni yoktan var etmiş, yaratmıştır. Sahabe (peygamber in sağlığında ya bölgelerinde ; Malikilik Mısır,
Evrert sonludur. Nasıl yoktan var onunla dostluk kuranlar) , adaletli, Sudan, Tunus gibi Afrika ülkelerin
edilmiş, yaratılmışsa günün birinde özü sözü doğru, suçsuz kimsele:-G.ir. de yayılmış ; Hanbelilik hiçbir yer
gene yokolacaktır. İnsanlar dünya Halifelik ancak ümmetin (toplu de etkili olmamıştır. Bunun tek ·
da yaptıklarının karşılıklarını ah mun) onayı, seçimi ile olabilir. Ha nedeni . aşırı ölçüde tutucu, bütün
rette , görecek, hesap vereceklerdir. lifelik konusunda uygulanan yön yeniliklere karşı çıkıcı, kabir ziya
Kıyaıpet denen yeniden dirilme, he _ retlerini yasaklayıcı oluşudur.
tem, ISlam inançlarına, adalet an
sap verme günü vardır, gerçektir. layışına uygundur. Sıra ile halifelik İslam inançlarına göre, Kur'an ve
Cenn�t, cehennem .· birer gerçektir. makamına çıkan bu dört görevli, hadis hükümlerine, onlarla bildiri
Ölürriden sonra dirilme, Allah'ın sahabenin en yetkili, en ulu olan lenlere, Allah'ın birliğine, Hz. Mu
yargılaması Kur'an ve hadislerle larıdır. Dinle, içtihadla ilgili bir ko hammed'in peygamberliğine (daha
bildirildiği biçimde olacaktır. Hiç nuda en güvenilir delil, en geçerli doğrusu son peygamber oluşuna) ,
kimse Allah'ın adaletinden kurtula belge, sahabe ile tabiin (peygambe dört kitaba (Tevrat, İncil, Zebur,
maz. Bütün işlemler,- eylemler ri görmeyip onun arkadaşlarını . e:ö Kur'an ) inanan, o kitapların gön
(ameller, fiiller) Allah iradesine, renler) tarafından söylenen sözler, derildiği peygamberleri hak sayan
Allah'ın iznine bağlıdır. Allah bir tanıklıklardır. Her imamın arkasın- herkes, müslümandır. Ancak, ilk üç
on
kitab (Tevrat, Zebur, İncil) sonra
dan değiştirilmiş, tanrı sözlerine
yanlış anlamlar verilmiştir.
İslam dininde görülen ve «mez
hepıı adı altında· toplanan bütün
inanç akımları . işledikleri konular
bakımından genellikle üçe ayrılır.
Siyasi mezhepler, dini mezhepler,
belli bir düşünceyi, felsefe görüşü
nü savunan mezhepler. .İlk iki türe
giren bütün mezheplerin kaynağı,
temel dayanağı Kur'an ve hadisler
dir. Üçüncü türe gireri mezheple
rin kaynağı ise bilim ve felsefedir.
Bunlar. dışardan, Yunan, Anadolu
ve Roma uygarlık ürünlerinden,
felsefe akımlarından etkilenerek ge
lişen mezheplerdir.
İslam diniyle ilgili sorunlar, son
raları kaynağı adı geçen uygarlık
lar olan düşünce ürünleriyle yorum
lanmaya, açıklanmaya, bağdaştırıl
maya çalışılmıştır. Bu tutum, ehl-i
sünnet ve ehl-i sünnete karşı olan
bütün mezheplerin düşünürlerini,
aydınlarını, yazarlarını etkilemiş
tir.
ehl-i sünnet
inançları dışında
kalan mezhepler
İslam dininde temel ilke olarak
ehl-i sünnet inançlarını benimseyen
mezheplerin dışında ehl-i sünnete
karşı olan, İslam dinine başka bir
yorum getiren mezhepler de vardır.
Bunlar da kendi aralarında birçok
kollara ayrılır. Başlıcaları şunlar Samarra'dakt (Irak) şii camiinin avlusu.
dır : Mutezile, Şia, Mürcie, Hava
ric, Mücessime, Müşebbihe, Vehha davranışlarında elinde olmadan bu yatıyye, Müzdariyye, Cebaiyye, Mu
biye, Cebriye, Hululiye, Neccariye, kadere uyma gereğinde kalır, onun ammeriyye, Haitiyye, Kabiyye, Be
Noktaviye, İbaziye, Naciye, Batıni sınırları dışına çıkamaz. Akıl yolunu şeriyye, Semaniyye, Cahiziyye, Hişa
ye. Batıniyenin kolları ve yeni bir tutan, akla büyük ölçüde önem ve miyye, Bahşimiyye, Amruyye, Had
din niteliği kazanan, islamdan iyi ren Mutezile . ise, bu inancı benim biyye, Caferiyye, Eşvariyye, Salihiy
ce ayrılan görüşleri içeren öteki mez semez. Kader varsa, insanın yapa ye, Iskafiyye.
hepler (Babiye, Bahaiye, Kadıyani cağı bütün işler önceden beıirlen Şİ İ MEZHEBİ, Halife seçiminde
ye, Dürziye, Yezidiye, Nusayriye. ) mişse insan Allah karşısında sorum Ali'yi tutan, Hz. Muhammed'den
M U ' I'EZİLE MEZHEBİ. Vasıl bin lu değildir. Kıyamet günü hesap sonra onun imam ( halife) olması
Ata (öl . 748 ) tarafından kurulan vermesi, suçlandırılması, ceza gör gerektiğini ileri süren mezheptir.
bu mezhebe göre,Allahın özü (zat'ı) mesi gerekmez. Başlangıçta imamlık konusunu be
ile nitelikleri (sıfatları) birbirinden Mutezile kendi açısından baktı nimseyen, bu yüzden ehl-i .sünnet
ayrıdır. Zat (öz) ile sıfat (nitelik) ğında insanı bir akıl varlığı, irade denen görüşten ayrılanların toplan
ayrı ayrı varlıklardır. Allah'ta bile si olan, kendi kendine davranma dığı Şii mezhebi, sonraları siyasi bir
birbiriyle bağdaşamazlar. Oysa ehl-i özgürliığü bulunan bir canlı olarak nitelik kazanmış, özellikle iran'da
sünnet inançlarına göre, zat ile sı görür. Bu yüzden eylemlerinden, yayılmıştır. Şii mezhebi ibadet, gö
fat birbirinin tıpkısıdır (aynı) . Her yaptıklarından sorumlu tutar. İs rüş, din anlayışı bakımından apay
ikisi de Allah'da birliğe varmıştır. lam mezhepleri içinde akla, irade rı bir yol tutar. On iki imam (isna
Mutezile ile ehl-i sünnet mezheple özgürlüğüne en geniş yeri veren Mu� aşeriyye) ilkesine bağlı olduğu için
ri arasında görülen en önemli ayrı tezile'dir. Mıltezile'nin de, İslam di buna imamiyye de denir. Şii inanç
hk, burada başlar. Bu iki mezhep ninde fırka denen, kolları vardır. larına göre imamlık seçimle değil
arasındaki ikinci büyük ayrılık da Bunlar kurucularının adlarıyla anı babadan oğula, soydan soya geçer.
kader (alınyazısı) konusundadır. lan, öz; anlayış ve görüş bakımın Peygamber'den sonra ilk imam, Ali'
Ehl-i sünnet kader'e inanır. İnsanın dan Mutezile'nin bütün inanç ve dir. Ali'nin ölümüyle imamlık oğul
Allah tarafından belirlenen bir ka ilkelerini benimseyen mezheplerdir : ları Hasan, Hüseyin ile onların ço
deri vardır, bütün eylemlerinde, Vasılıyye, Nizamiyye, Heziiiyye, Hi- cuklarına geçmiştir. Bu on iki imam
81
ura ile şunlardır: Ali (Murtaza, İbn
Ebu Talib) , Hasan (ibn Ali) , Hü
seyn (ibn Ali ) , Ali Zeynelabidin,
Muhammed Bakır, Cafer-i Sadık,
Musa Kizım, Ali Rıza, M11hammed
. Taki, Ali Naki, Hasan Askeri, Meh
di. Bütün imamlar masumdur (suç
suz) . Son imam (onikinci imam)
Mehdi, ölmemiştir: Günün birinde
Allah'ın izni ile saklandığı yerden
çıkacak, dünyaya düzen verecek,
müminleri kurtaracaktır. İmam
davranışlarından, eylemlerinden
yalnız Allah'a karşı sorumludur. Bu
sorumluluk bir suç niteliği taşımaz.
Çünkü imam Allah yolunda' giden,
tanrısal güçlerle donatılmış bir kim
se olduğundan suçluluğu, yanılma
sı (hata etmesi) söz konusu değil
dir.
Şia kelimesi taraftar ,,. anlamında
tarihte ilk defa Muaviye'nin taraf
tarları için kullanılmıştır (Ali Sa
mi Neşşar, aynı eser 2/23 vd. ) Bu
isim, Ali'nin· taraftarları için, an
cak Ali'nin yerine Hasan geçtikten
1. sonra kullanılmaya başlanmıştır.
Hz. Muhammed, karısı Hatice ve Hz. Ali ile birlikte namaz kılıyor
Bu da görüşümüzü desteklemekte
/ı
·
84
Safevi mimarisinin en büyük yapıtlarından Şah Camii'nin kubbesi.
kendilerinden olmayan müslüman lar vardır. Öteki mezheplerde gö esinlendiği anlaşılıyor. Birçokları
larla savaşı gerekli gördükleri gibi rüldüğü gibi Hariciler'de· de birta bu mezhebi İslam bile saymaz. Mür
hasımlarının çocuklarının öldürül kım kollar vardır. Bunlar temel ko cie'.yi eski çok tanrıcı dinlerin deği
mesini ve karılarını helal saymışlar nularda · birleşir, yalnız ayrıntılı şik biçimde bir kalıntısı sayanlar
dı. Haricilerden, hakemi ilk kabul açıklamalarda, yorumlarda başka da vardır. .
edenlerden (Muhakkime) Ezrek'in başka görüşleri savunurlar. Havaric Mürcie mezhebine göre J iman ile
oğlu Nafi'ye uyanlar Ezarika fırka mezhebinin en çok bilinen, tutunan ameller birbirinden ayrıdır[ Bir mü
sını, Amr oğlu Necde'ye uyanlar Ne dokuz kolu vardır : Muhme, Bike min büyük günah işlerse :imandan
cedat fırkasını, Efsar oğlu Ziyad'a siyye, Esferiyye, Acarede, İbaziyye, çıkmaz. Bu inanca göre Ehl-i ' Sün
uyanlar Sufriye fırkasını, İbad oğ Ezrakıyye, Necdatiyye, Sufriyye ve net'in önceleri bu mezhepte olduğu
lu Abdullah'a uyanlar da İbadiye Ebadiyye. anlaşılıyor. Mürcie, geri bırakmak
fırkasını meydana getirmişlerdir. MÜRCİE MEZHEBİ, VII. yüzyıl anlamında olan ı<irca)) kökünden
Bunlardan başka ölen reisin yerine da da, özellikle Tebük savaşında Hz. gelen bir kelime olduğundan, bu
geçen kimsenin a.d ına göre fırkanın Muhammed'den ayrılanların bağlı mezhebin doğuşunun nedeni, her
isimleri değişmiş ve böylece isimler olduğu mezheptir. Bunlar önce pey hangi bir kişiden çok, bit fikirdir.
çoğalmışsa da , bu saydıklarımız Ha gambere karşı çıkmış, yada ondan Hariciler ve Mutezile amellerin
ricilerin bu adlarla devam etmiş ayrılmış, sonra imana gelip bağış imandan cüz olduğunu kabul etmiş
önemli fırkalarıdır. Hariciler gibi de lanmalarını istemiş olduklarından, tir. Haricilere göre büyük günah
rin kültürden yoksun kimselerin imanı geri bırakan, inancından dö işleyen kafir olur. Mu'tezile'ye göre
kurdukları mezheplerde görülen nen (rücu eden) anlamında mürcie de imandan .çıkar ama henüz küfre
önemli bir nokta şudur : Bunların diye anılırlar M'ürcie mezhebine gö girmez. Eğer tövbe , ederse tekrar
bilgileri, ilkel bilgi olduğu için tu re bir insanın dine bağlanması, iman mümin olur, etmezse kafir oluşu
tarlı değildir. Fikirlerini ve sözleri etmesi bilmeye, ö,ğrenmeye dayanır. gerçekleşir ve ebediyen cehennem
ni ilkeler halinde bir araya getirip Buna marifet derler. İbadet, pek de kalır. İşte Mürcie'ye göre, büyük
ayrı bir mezhep sistemi kurmamış önemli değildir. İmanını dille açık günah işleyen imandan da çıkmaz,
lardır. lamak (ikrar ) , Allah'ı, peygamberi tövbe etmeden ölse bile kafir de ol
Birtakım sünniler, haricileri din sevmek, onlara saygı göstermek, maz. Onun durumu Allah'a kalmış
den sapmış, İslam dininden ayrıl ibadet etmek, Allah'tan korkmak tır, ister bağışlar, isterse işlediği
mış kimseler sayarsa da , bu doğru iman sayılmaz. Bunların dinle ,,İs günah kadar cezasını çektirir. Ebu
değildir. Hariciler de ccehl-i kıble)> lamla, imanla bir ilgisi yoktur. Hanife'nin bu mezhepte olması red
denen, namaz kılan, oruç tutan, Küfr, Allah'ı bilmemektir. İslam di dedilmiş ise de. aslında anlattığımız
Allahın birliğine, Hz. Muhammed' ninin genellikle küfr saydığı eylem ana fikri bu olduğuna göre yalnız
in peygamberliğine inanan kimse ler, tutumlar gerçekte küfür değil Ebu Hanife'nin değil, bütün Ehl-i
lerdir. Ayrılık yalnız, yukarda da dir. En büyük küfür, bilgisizliktir. Sünnet'in mezhebi olduğu ' inkar e
belirtildiği gibi, halife seçiminde, dilemez.
imamlık konusunda görülür. Tunus, Mürcie mezhebinin eski Yunan dü; Mürcie mezhebi sonrada!n birçok
Cezayir, Trablusga:rıb, Zengibar ve şüncesinin · etkisi altında kaldığı, kollara ayrıldı. Genel ilkelerde bir
Iraık'ta bu mezhebe bağlı topluluk- özellikle Yenieflatuncu felsefeden lik olmasına karşılık , kollar arasın-
85
terirler. Gerek Mücessime, gerek
Müşebbihe Allah'ın insan biçimin
de, cismi, gövdesi olduğu konusunda
birleşirler.
VEHHABİLİK. Vehhabiye de denen
bu kol hem bir mezhep, hem bir
tarikat niteliği taşır. Vehhabilik,
Kur'an ayetlerini mecazi anlamlan
na göre değil de zahiri anlamlarına
göre yorumlayan zahiriye mezhe
binden doğmuştur. Zahiriye mezhe
bi Davud bin Ali (öl. 833) tarafın
dan kurulmuş, kısa bir süre içinde
gelişmiş, ehl-i sünnete karşı birçok
mezhebin doğmasına yol açmıştır.
Bir süre battığı sanılan Zahiriye
mezhebi, 1 1 . yüzyılın ortalarında
İspanya müslümanları arasında ye
niden ortaya çıkmış, XVIII. yüzyıl
sonlarında Arabistan'da doğup geli
şen Vehhabilik'le çağımıza kadar
sürmüştür. Vehhabilik İslim dinin
de 1<şeriatıı adı verilen kurallann ço
ğuna karşıdır. Kabir -ziyareti, cami
lere minare yapma, birinin aracılığı
ile tanrıya yakarma, ermişlere inan
ma, onlarclan yardım dileme, biri
sinden öğrenilen bir duayı okuma,
türbeleri ziyaret etme gibi birçok
eylemler yasaktır. Vehhabiler pey
gamberin mezarını bile ziyaret et
meyi uygun bulmazlar. Vehhabiler
inançları yüzünden birçok olaylar
çıkarmış, minareleri yıkmaya kalk
mış, birtakım türbeleri ortadan kal
dıtmış, Mekke'yi, Medine'yi ele ge
çirmiş, Ke:rıbela'ya saldınnış (1802) ,
Taif'i alıp halkını kılıçtan geçirmiş,
bir aralık Hüseyn'in türbesini yık
ınışlarclır. Vehhabilik en çok Suudi
Arabistan'da tutunmuştur. Din ni
teliği taşımasına karşılık Vehhabi
ye inançları daha çok siyasi bir an
lam taşır. Nitekim Osmanlı devle
tinin sınırları içinde birçok ayak
lanmaların körükleyicileri Vehha,bi
ler olmuştur.
CEBRİYE MEZHEBİ. İrade-1 kül
Uhud savapnı konu alan Arap- min11at0rü.
liye inancını (Allah iradesinin bü
da köklü goruş ayrılıkları görülür. rin yorumundan varılıyor. Müces tün insan eylemlerinin kaynağı ol
Mürcie'nin önemli beş kolu vardır: sime'ye göre -Kur'an'da mecazi an duğu inancı) benimseyenlerin bağ
Subanniye, Abdiyye, Sumniyye, lam yoktur; bütün kavramların an lı oldukları mezheptir. Bu mezhebe
Gassaniyye, Yunusiyye. Bu kollar lamı açıktır. göre, kader vardır. İnsan özgür ira
arasında görülen görüş ayrılığı,
• MÜŞEBBİHE MEZHEBİ, Allah'ın de taşıyıcısı değildir ; iyilik de, kö
mezhebi ,benimseyenlerin ayrı ayrı insan biçiminde olduğunu, insana tülük de Allah'ın yarattığı birer
bölgelerde , ayrı ir.ançların benim benzediğini savunur. Bu mezhebe davranıştır. İnsanın bütün yapıp
sendiği o;rtamlarda yetişmelerinden inananlar, insanın Allah suretinde ettikleri kaderde vardır. İnsan ona
dolayıdır; Bundan da mürcie inanç yaratıldığım, bu yüzden Allah ile uymak zorundadır, irade bakımın
larının, çoğunlukla, eski mahalli insan arasında biçim bakımından dan özgür, bağımsız değildir.
dinlerin ikarışıp kaynaşması sonu benzerlik bulunduğunu, Allah'ın da Cebriye mezhebinin kurucusu Ca'd
*.
cu..ortay çıktığı anlaşıl}yor. bir insan gibi konuşup davrandığı bin Dirhem adında aslen arap ol
MUCESSIME MEZHEBi. Allah'ın nı, düşünüp taşındığını ileri sürer mayan biridir. Şam'da mezhebini
bir cismii bulunduğuna inananlarm ler. Allah, insanı, Adem'i kendi su ilan etmiştir. Ca'd . bin Dirhem' in
bağlı oldµkları mezhepdir. Bu mez ret'i üzre yarattığına göre onun da arap olmadıği ve onun, bu cebir fik
hebe göre Allah maddi bir varlıktır' · Adem gibi eli kolu, gözü, yüzü, ağ rini Ebban bin Seman diye anılan
zı, burnu vardır. Müşebbihe inanç birinden, onun da yahudi olan Ta
! •
'! i A
İSLAM ', DA
. . ·
MEZHEPLER. · . . · ·
tE TARİKATLAR
ı
ilk
halifeler
İslam dininde tarikat kavramı
mezheplerden sonra doğdu. İslam
lığın doğuş yıllarında, özellikle Hz.
Muhammed'in yaşadığı çağda din
konuları geniş ölçüde tartışılmadığı
için, ayrı ayrı dünya görüşlerini içe
ren tarikat yada mezhep, bir kurum
olarak yoktu. Ama, daha Hz. Mu
hammed yaşarken, birtakım ayetle
rin açıklanması kendisinden istenir,
O da bu konuda Kur'an'ı açıklayıcı
nitelikte karşılıklar verir, anlaşılma
sı güç, karışık yerleri açıklar, yo
rumlar, çözüme bağlardı. İslam di
ninde sonradan tarikatların, mez
heplerin doğmasına yol açacak ilk
görüş ayrılıkları, peygamberin ölü-'
münden çok kısa bir süre sonra, ilk
halife seçiminde ortaya çıktı.
Hz. Muhammed'in son yıllarında,
özellikle' ccVeda Haccı» denen hac
sırasında, amca oğlu ve damadı
olan Ali'yi kendisine halife, kendi
sinden sonraki .imam olarak seçtiği
ni bildiren bir konuşmasının olduğu
söylenir. Bu konuşmada, cıgörüyor
sunuz ben Ali'yi yerime halife seç
tim» biçiminde yorumlanan cümle
ler vardır. Kısa bir süre sonra pey
gamber ölünce (632) , Ali'yi tutanlar
bu konuşmaya dayanarak onun ha
life (imam ) olması gerektiğini ileri
sürdüler. Halifenin seçimi konusun
da hemen bir görüş ayrılığı ortaya
çıktı : kimi Ebubekir'i, kimi Ali'yi
tuttu. Sonunda Ebubekir ilk halife
olarak peygamberin yerine imamlık
makamına geçti. İşte bu olaydan
sonra Ali'yi tutanlarla Ebubekir'i
tutanlar arasındaki anlaşmazlık ge
nişledi. Ömer ve Osman'ın halifelik
l erinde de sürüp gitti. İslam tari
hinde birçok üzücü olaylara, adam
öldürmelere, çatışmalara yolaçtı.
Halife seçimi, Ali'nin bütün se
çimlerde yenik düşmesi, arkadan
Huii/e secilen Ebubekir'e bağlılıklarını bildiren bir müslüman. Kerbela olayı, Ali'nin iki oğlu Ha-
92
san ile Hüseyin'in şehit edilmesi so·
nucunda iş müslüman . toplumu
nun ikiye ayrılmasına kadar vardı.
İşte, İslam tarihinde, siyasi m�z
heplerin, tarikatların doğması bu
olaylara bağlanır. Ancalç mezhepler
le tarikatların kuruluşunu, başlan
gıç yılını gösteren kesin , açık biJ
tarih yoktur. Bütün araştırmacılar,
genellikle ilk halife seçiminde do
ğan anlaşmazlığı, İslam dininde
mezheplerin, daha sonra da tarikat
ların, doğuş nedeni olarak alırlar.
tarikatlar
İslam dininde bütün mezhepler
Kur'an ve hadislerin değişik açı
lardan yapılan . yorumları sonucu
ortaya ç ıktı. Tarikatlar ise tasav
vuf kuruluşunun ayrı ayrı görüş
lerle açıklanışından doğdu. Mezhep
lerin kaynağı, genellikle Kur'an ve
hadisler, tarikatların kaynağı ise,
tasavvu f'tur. Mezhepler, şeriat ku
rallarına, tarikatlar ise marifet an
layışlarına dayanır. Mezhepde te·
mel olan fıkıh ve ibadet, tarikatlar
da ise zikir ve irfan'dır. Mezheple
tarikat arasında görülen ayrılık,
yalnız inançlara dayanmaz. Bu ay
rılığın en önemli nedeni, kaynaklar
dır. İslam dinine dıştan, eski din
lerden biçim değiştirerek giren
inançlar zamanla erimiş, İslam di
nine karışmış, yeni bir nitelik kaza
narak mezhepleri doğurmuştur. Du
rum, tarikatlarda böyle değildir ;
dıştan gelen inançlar tarikatların
içinde erimemiş, tarikatların islam
dinine karşıt bir doğrultuda geliş
mesine, şeriat kurallarından ayrıl
masına yol açmıştır. Tarikatları
besleyen kaynaklar, onların biçim
lerini, niteliklerini değiştirdiği gibi
özlerini de değiştirmiştir. Bu köklü
değişme, şeriat kurallarına, İslam
dihi ilkelerine en çok bağlı kalan
sunni tarikatlarda bile açıkça gö Hz. M ıı h a m m ed 'i n haya t ı n ı k o n u a l a n Siye r - ı N e b i 'd e 11 b i r m i rı ya t ii r
rülür. Onlar da bu köklü etkiden, ( 1 5 9.J i . Yüzü kapalı olan H z . Mıı h a m m ed . a r d ı rı d a k i lersc E b u bt'kir l't'
bu özl ü değişmeden kurtulamamıs A l i 'd i r .
tır.
İslam dininde görülen tarikatlar� Ali'nin yolunda yürüdükleri goru içindedir. Mezhepte belli bir şeriat
genellikle ikiye ayrılır. Biri Sünn� şünü savunur. Gene bu iki tür ta kuralına göre eylem (amel ) , ibadet,
tarikatlar, öteki Alevi tarikatlar rikatın doğuşunda imamlık (hali ceza, sorumluluk ilkeleri vardır. Ta
(üçüncü bir tarikat grubu sayılan felik) olayının etkisi vardır. rikatta ise temel olan, en kıs* yol
Şii tarikatlar, Alevi tarikatlarla eş dan Allah'a ulaşma, ona kavı.,ışma
doğrultudadır ) . Birinciler ehl-i sün
net inançlarına, Kur'an ve hadis tarikatların dır. Tarikatta Allah ile insan ara·
sında birlik, yakınlık sağlama ! ama
lerle bildirilen genel ilkelere, belli
ölçüler içinde şeriat kurallarına ;
örellikleri cı güdülür, mezheplerde ise jAllar
ile insan atasında görev bağlantısı
ikinciler ise doğrudan doğruya tı;ı. Tarikat bir inanç düzenidir, an vardır, insan, 'Allah'a karşı ta;şıdığı
savvuf inançlarına, eski felsefe cak bu düzenin mezhepte olduğu gi görevler yüzünden sorumludur.
akımlarının ürünleriyle beslenen dü bi, daha önceden din kitaplarınca Mezhepte önemli olan inanç) tari:
şüncelere dayanır. İki tür tarikatın belirlenen, kesin geçerliği olan, şe katta ise aşk'tır. · Her tarikatta, ta�
doğuşu da VII. yüzyıl ortalarına riat kurallarına dayanan ilkeleri, rikatın kurucusu; ilk yöneticisi sa
raslar. Sünni tarikatlar l;iz. Muham yasaları yoktur. Tarikatın bütün yılan bir pir vardır. Pir'den sonra,
med'in izinden, Alevi tarikatlar ise kural ve ilkeleri kendi inanç düzeni onun yerine geçme yetenek ve yet-
93
kisini taşıyan, halifeler, halifelerin
görevlendirdiği şeyhler, şeyhlere
bağlanan müridler gelir. Bütün ta
rikatlarda bu şaşmaz bir düzen, de
ğişmez bir sıradır; aşama, mürid
den pir'e doğru yükselir. Gene her
tarikatta astane denen bir pir ma
kamı, pir'in yattığı tekke yada han
k ah adı verilen büyük tekkeler, ma
kam bakımından onlardan .sonra
gelen dergablar, konup göçenlerin
yatıp kalkması, konaklaması için
kurulmuş zaviyeler vardır. Her ta
rikatın kendine özgü bir giyim ku
şam biçimi, tacı, kemeri, başlığı, hır
kası, asası bulunur. Tariıkatların
kendi görüş ve düşüncelerine göre
zikirleri, törenleri olur. Tekke ve
dergahlarda türbedardan kahveciye
kadar belli görevliler bulunur. Bü.,.
tün bunlar belli bir düzen ve aşa
maya göre sıralandığından her ta
rikat kendi içinde özel bir kuruluş
tur.
tarikatların
doğuşu
İslam dininde, yada islam ülkele.
rinde görülen bütün tarikatların
vır. yüzyılda doğmaya başladığı,
vur. yüzyıl sonlarında biçimlendiği,
düşünce ola:rak gelişme gösterdiği,
'
ancak IX-. ve X. yüzyıllarda da bir
kuruluş niteliği kazandığı biliniyor.
Bütün tarikatların birer kurucusu,
onun izinden giderek tarikatı sür
düren aracıları vardır. Tarikatlar
çoğunlukla, kurucularının adlarıyla
anılırlar. İslam ülkelerinde ilk tari
katlar İran ve Suriye, Irak bölgele
rinde kuruldu. Bunların kimi sün
ni, kimi alevi tarikatlardı. Tarikat
ların doğuşunda başka nedenler de
vardır : İslam dini içindeki görüş ay�
rılıkları ; şeriat kurallarının katılığı,
zamanın durumuna göre değişmez
liğJ ; çağın ortaya çıkardığı yeni ye
ni ihtiyaçlara, durumlara uyamayı
şı; dinle insan davranışları arasın
da görülen çatışmalar ; görüş ayrı
lıkları. Dinle çatışma niteliği taşı
yan bu durumların ortaya çıkışında
çevrelerin, halkların gelenekleri, gö
renekleri, eski inançları da etkilidir.
Şeriat kuralları ile bağdaşamayan
eski inançlar, alışkanlıklar, tarikat
görüşleri içinde yeni bir biçim ka
zanarak sürüp gider. Bu etkiler yü
zünden, tarikatlar ortaya çıktıkla
rı yerin, kurucularının yetiştiği top
lumun geleneklerine göre ayrı ayrı
nitelikler taşırlar.
Tarikatların doğuşunda başka bir
neden de, meslek kuruluşlarıdır.
İsliim inancına göre göğün 7 katını gösteren bir mınyatür. XI. yüzyıldan sonra islam ülkele
Her kata Hz. Peygamberı si mgeleyen bir a l e v yerle ş t i r i l rılş tir. rinde babadan oğula, dededen toru-
94
na geÇen, meslekten olmayanıara
kapalı kalan birtakım iş kuruluşları
doğdu. Bunlar kendi içlerinde pir,
şeyh, halife, çırak, usta, yamak gibi
belli bir aşamaya bağlıydı. İş kolu
nun kurucusu en büyük yetkili., en
saygı değer kişi sayılır, upirıı olarak
nitelenirdi. Kurucu hangi inanca
bağlıysa çevresinde töplananlar o
nun izinden yürürdü. Anadolu'da
ortaya çıkan Ahilik (Fütüvvet) ku
ruluşları bu nitelikteydi. Bunların
doğuşuna, iş bölümü, meslek kuru-
1 uşu yol açmıştır.
İslam ülkelerinde kurulan bütün
tarikatlar genellikle üç nitelik al
tında toplanır. Bu nitelikler onların
tutum ve davranışlarından, zikr dü
zeninden, anlayışından ileri gelir.
Tutumlar, davranışlar tarikatların
hem amaçlarını, hem de amaçlarını
gerçekleştirme yollarını gösterir.
Buna yol denir. (Zaten tarikat ke
limesi de, arapça «yolıı anlamına ge
len «tariykıı den türemiştir ). Yollar
üç türlüdür. A) tarik-i ahyar ( İyi
ler, hayırlar yolu ) , B ) tarik-i ebrar
(riyazet, kendini Allah'a verme
yolu) , C) tarik i şettar (aşk ve coş
-
ri, toplantıları, zikir ve devran'ları sünni tarikatlarda, özellikle Nak�i düzenlenir. Bu törenler, tarikat aile
vardır. Törenler ya birinin tarikata bendilerde, çoğunlukla Kur'an oku sinden kimselerle ilgili durunÜarda
girişi, ya kutsal bir gün, yada baş nur, kasideler (tanrıyı öven şiir yapılır. Sünni tarikatlarda ran}azan,
ka bir amaçla (birini anmak, anısı ler) , ilahiler söylenir, tanrının adla kurban bayramları ve hac neclleniy
na saygı göstermek gibi) yapılır. rı topluca tesbih edilir (söylenir, le de törenler düzenlenir. Birtakım
Her tarikatın töreni ayrıdır. Tören okunur) , şerbet dağıtılır, helva kav tarikatlarda bu törenler biret gös
ler tarikatların inançlarına, gelenek rulur. Törenlerde mevlid okuyan ta teri niteliğindedir. Özellikle 1 Rifai
ve göreneklerine göre düzenlenir. rikatlar da vardır. Halvetiler arada (yada rufai) tarikatında dü'benle-
Törenlerin kimi çalgılı, oyunlu bir mevlid okur, sonra zikre dalar, nen törenler ürkütücüdür. Rifailer
(mevlevi sema'ında olduğu gibi) , zi dönerler, ilahiler, kasideler okurlar; gövdelerinin değişik yerlerin � . söz
kirli, kimi yalnız dualı, devran'lı Tarikatlarda törenleri belli görevli gelişi karınlarına , göğüslerin� , ka
(halvetilerde olduğu gibi) olur. Çal ler, ya şeyh, ya onun yerine geçme burgalarına, yanaklarına şiş) kılıç
gılı, müziıkli törenler daha çok şii yetkisi olan biri, yada bu işle görev batırırlar, keskin kılıcın ağzı i,lstün
ve alevi tarikatlarda vardır. Sünni li olan kimse yönetir. de yürürler, ateşte kızdırılmiş de
tarikatların çoğunda (mevlevi'lik Tarikatlarda yılın belli günlerin miri yalarlar (gül yalama) cam,
'
ı
dışında, çünki\ onun biri alevi, biri de, cuma akşamları, yada uygun gö kılıç, şiş yutarlar. Bir söylentiye gö
sünni, iki kolu vardır) çalgı, müzik rülen, gereken akşamlar törenler re yılan, akrep gibi zehirli hayvan
yok, yalnız devran denen belli bir düzenlenir. Mevlevilerde, bektaşiler ları yiyen rufailer de varmış. ! Bun
zikir düzeni vardır. Tarikata girme, de, öteki alevi tarikatlarda yılın bel lar günümüzün anlayışı ile b ağda
tarikat düzeni içinde aşamaların li günlerinde, şiilerde daha çok mu şacak nitelikte olmadığı için ibanıl
yükselmesi, bir makamdan daha harrem ayında (Kerbela olayı ile Ş
ması oldukça güç olaylardır. ii ta
yüksek bir makama geçme, törenler ilgili törenler bektaşilerde de var rikatlarında da buna benzer töirenler
le yapılır. Tarikatta şeyh olma, tek dır) düzenlenir. Koyu sünni tari yapılır. Özellikle muharrem ayının
kenin, dergahın yönetimini ele al katların çoğunda cuma akşamları onuncu günü, Kerbela olayırh, hü
ma, başa geçme belli günlerde ve törenler yapılır, zikre dalınır. Zi seyn'in'• öldürüldüğü günü , dnmak
belli düzende törenlerle olur. Bütün kirler çoğunlukla gece yarılarına, için gürültülü törenler dil.zen·
l
97
sünni ·tarikatlar
Ehl-i sünnet inançlarını bir bütün
olarak benimseyen, Kur'an ve ha
dislere, -görünüşte de olsa- bağlı
kalan, peygamberin izinden yürü
düğünü, davranışlarını tutumlarını
örnek aldığını söyleyen bütün tari
katlar, sünni tarikatlardır. Bunlar,
İslam dininin Kur'an'la, hadisle bil
dirilen bütün kurallarına bağlı ol
duklarını ileri sürerler. Sünni tari
katların da, öteki tarikatların da sa
yıları kesinlikle bilinmiyor. Ancak,
yazılı belgelere göre küçük büyük,
bütün tarikatlar 400'ün üzerinde
dir. Sünni tarikatların en büyük ve
yaygın olanları Yesevilik1 Mevlevilik
(mevleviliğin bir kolu alevidir ) ,
lıayramilik, Melamilik (bir bölümü
alevidir) , Nakşibendilik, Halvetilik,
Şazeliye, Sühreverdilik, Kübrevilik,
Dusukıyye, Celvetilik ve Sadiye'dir.
Bunların ayrı ayrı kolları, kolların
da kendi aralarında kolları vardır.
Ama temel görüş bakımından ana
tarikatla kolları arasında önemli bir
ayrılık yoktur.
Yesevilik. Türkistanlı bir Türk
olan Hoca Ahmed Yesevi'nin (öl.
1 166) kurduğu yesevilik kısa süre
içinde (bu tarikata bağlanan Türk
lerin gittiıkleri) Anadolu, Rumeli,
İran, Suriye bölgelerinde yayılmış,
tutunmuştur. Yesevi tarikatı isla
mın genel kurallarına, şeriat ilkele
rine uygundur. Sünni mezhebinin
bütün kurumları bu tarikatta var
dır. Yalnız aşırı ölçüde ibadet, dün
yadan el etek çekerek kendini nama
za, oruca, tanrı adlarını anmaya
( tesbih'e) verme gereği vardır. Bu
tarikat on kurala dayanır; kesinlik
le şeyhe bağlanma, tarikatın bütün
ilkelerini benimseme ve uygulama,
şeyhin sözlerini yerine getirme, şey
hin buyruğuna girince güleryüz
Mevlana Celaled d in -i Rumi. XVI yu;;:yılda yap ı t mış oır minyatür gösterme, sözünde· doğru olma ve
şeyhin. güvenini kazanma, sözünde
lenir. Bu .törenlerde şiiler özel araç nin buıundugu yere sıra ile girme durma, dünya malına önem verme
larla döğünürler, üstleri başları kan düzeni vardır ; ama bu da bir tö yip, gerektiğinde tümünü şeyhe ve
içinde . kalanlar, kendinden geçen ren niteliğinde değildir. Bu yüzden rebilme, başını verip sırrını verme
ler, bayılanl ar, hatta ölenler olur. aşırı şeriatçı şeyhülislamlar bu tö me, tanrıya kavuşmak için şeyhin
Tarikatlarda görülen bu törenlerin renleri, zikirleri, devranları, sema' izinden yürüme. Yesevi tarikatına
tsıa.m ,diniyle yakından, uzaktan en ları kesinlikle yasaklamışlar, bunla giren bir kimsenin (müridin ) ken
küçük ilgisi yoktur. Koyu sünni ta rı düzenleyenlerin öldürülmesini dini seveni sevmesi, sevmeyeni sev
rikatlarca düzenlenen zikirli tören dince uygun görmüşlerdir. Şeyhülis memesi gerekir (dosta dost, düş
lerin, sema'ların, devr!nların, kasi lam Ebussuud Efendi'nin (öl. 1 5 7 3 ) mana düşman) . Bu tarikatta el
' Yunus Emre'nin şiirlerini okuyarak açıklığı (sehavet) , tanrıyı bilme
de ve ilahi okumaların bile İslam
diniyle ilgisi yoktur. İslam dininde zikre dalanların öldürülmesi gerek (marifet-i Hak) , doğruluk (sıdk) ,
namazlar dışında toplu din töreni tiğini bildiren fetvası bunun en açık tanrı yolunda kendinden geçme
bulunmaz. Daha doğrusu İslam di örneğidir. Bektaşilerin, mevlevilerin, · (müstağrak ) , rızkla yetinme (tevek
ninde ,tören yoktur. Yalnız bayram bütün şii ve alevi tarikatların dü kül-i rızk) , içe kapanıp derin dü
larda i(kurban ve ramazan bayram zenledikleri törenler, zikirler, özel şünceye dalma (tefekkür) gibi ge
larında) büyüklerin elini öpme ama likle çalgılı törenler, İslam dinince rekli kurallar, ve tövbekar , bil
cı ile belli bir sıraya girme, eli öpü kesinlikle yasaklanmıştır. Şeriat, ginler ( alimler ) , zahidler, sabirler
lecek, : bayramı kutlanacak kimse- namaz dışında. toplu . ibadet. tanımaz. (katlananlar ) , salir!er, raziler, şa-
98
kirdl er, nıuhibler, arifler adlarıyla
anıları sekiz makam vardır. Yesevi
likte halvet (bir kenara çekilip iba
dete, düşünceye dalma) gereklidir.
Halvet, insanın şeytanla ilgili du
rumlarından sıyrılıp tanrıya yönel
mesidir. Yesevilikte zikr kuralı var
dır ve buna zikr- i erre denir. Zikir
yüksek sesle (cehri) yapılır. Zikr'de
çoğunluk hay, hu, allah gibi SÖzler
söylenir, coşulur.
Mevlevilik, Xllt. yüzyıl ortaların
da Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin
özel toplantılarında dostları ile yap
tığı zikirlerin, törenlerin onun ölü-
münden sonra oğlu Sultan Veled
tarafından belli kurallara bağlan
ması sonucu doğan bir tarikattır.
Bu tarikat Konya'da doğdu ; XVI.
ve XVII. yüzyıldan sonra Osmanlı
devletinin birçok bölgesine yayıldı.
Yalnız Karadeniz yörelerinde tutu
namadı. Mevlevilik biri sünni, biri
alevi olmak üzere iki kola ayrılmış
tır. Zikre, sen:ıa denen dönüşlü oyu
na (raks) dayanır. Çalg1 bütün tö
renlerinde vardır. Tanrı ile insan
arasındaki öz birliğine, yakınlığa
inanır. Tasavvuf görüşlerinin en çok Mevlevi oüyü klerinden bazıları n ı n nıezanarı . He.11 oulu - i sta n b u l !
benimsenip tutunduğu tarikat, mev
leviliktir. Bütün zikrler, törenler, ıı, sözlü, i la h i l i törenlere sema de kiden kaçınır, zahidliği benimser,
çalgılı ve seslidir. Mevlevi anlayışı nir. Sema çalgı eşliğinde yapılan törenlerde On iki İmamın başı olari
na göre, güzellik, Allah'ın görünü özel bir dönme törenidir. Mevlevi Ali'nin adını a n maz .
şüdür. İnsan komışan, yer kapla likte. ayrı.ca resim, edebiyat, hat, BA YRAMİLİK, Ankara' da Hacı
yan, düşünen, eyleme geçen bir Al musiki gibi sanatların yeri vardır. Bayram-ı Vel i ( öl . 1 530) tar a fı n d an
lah durumundadır. Bunlar ölümsüz Alevi kolundan olan mevlevilerde, k urulmuş bir tarikattır. Cezbe, mu
dür, gövdeden ayrılınca geldikleri içki yasağı yoktur. Mevlevi tarika habbet, sırr-ı ilahi gibi üç t em e l il·
kaynağa, tanrısal evrene dönerler. tının ş u kurallar üzerine kurulduğu kesi vardır. Cezbe, kendini derin bir
Mevleviliğe girmenin ayrı ayrı tö ileri sürülür. Bu kurallar şu n l ard ır : coşkunluğa kaptırmak, gönlünde
renleri vardır. Tarikata girmek için Kendini insanlığa adamak ( bütün Allah'ı görmek, tanrı dışında bütün
bir yetkiliden el almak (onun yar:. insan soyuna hizmet etmek) , baş varlık türlerini unutmaktır. İkinci
dımına sığınmak ) , aracı bulmak kalarına örnek olacak ölçüde güzel aşama muhabbet denen sevgi ve
gerekir. İkrar verip (amacını, mev huylu, iyi davranışlı olmak, gönlünü bağl ı l ıktır. Bu sevgi ( mu habbet )
leviliği benimsediğini ) tekkeye gi temiz tutmak, dini n . :i nan çlarına insana ve Allah'a d u yu l u r . İnsan
rişten s onra 1 0 0 1 günlük çile (dün bağ lı ka l_mak mesnevi okuyup ta A l l a h ' ı n yarattığı, özüne özü nd en
yadan el etek çekip kendini tanrıya sav-v ufu benimsemek, Mevlana Ce kattığı bir varl ık olduğu i çi n saygı
verme) başlar. D ergah ı n şeyhine ge laleddin-i Rumi'yi pir tanımak, Mev ve sevgi değer. Sevgin i n ( m u h abbe·
nellikle çelebi denir. Mevlana so lana' n ı n izind�n yürümek, Allah ve tin ) amacı ve k aynağı A l l a h ' tır. in
yundan gelen çelebiler Konya'daki Muhammed' ten sonra Mevlana'ya san gerç eğe, A l l a h ' a y a l n i z muhab·
Mevlana dergahının post nişin ' idi r inanmak, _bilgili olmak, sabırlı ve bet i l e v arır. Sırr-ı İ l a h i , ü ç ü n c ü ve
ler. Bütün tarikatlarda olduğu gibi alçak gönüllü olmak, kendini temiz en y üksek aşa m ad ı r . C ezbe ve mu ..
mevlevil1kte de şeyh, halife, tari tutmak. İnanç bakımından, mevle habbet yolunda ilerleyen bir k imse
katçı dede, aşçı dede, türbedar gibi vilikte vahdet-i v ücu d görüşü ge olgunlaşa olgunlaşa tanrısal sıtra
belli aşamaları gösteren görev basa çerlidir. Allah, evren, insan birdir. ulaşır. Bayramiliğin belli aşamaları
makları, görevliler bulunur. Tekke İnsanı Allah'a ulaş tıran yol, aşk vardır. Tarikata giren bir dervişin
ler, dergahlar belli bir düzene göre yol u ' d u r. Allah bütün gerçeklerin, bunlardan geçmesi, bu s ınav ları
yönetilir. Mevlevilikte 1 00 1 günlük nurların kaynağıdır. İnsan aşk ile vermesi gerekir. Bunlar dört basa
çileye ·çeki.len bir dervişin göreceği Allah'a varır, onuq özünde birliğe maktır. Birinci basamağa şefaat-i
onsekiz hizmet vardır. Bunlar mev ulaşır. Mevleviliğin biri Şems, biri nebi denir. Ta,rikata girmek isteyen
leviliğin genel görevleridir. Her mev Sultan Veled kolu olmak üzere iki halvete (hücreye) alınır, bütiin ge
levi bu görev aşamasından geçer. kolu olduğunu söyleyenler vardır. ce orada kalır, bin salavat okur, bin
Bunlar ayakçı, süpürgeci, çırağcı, Bunlardan Şems kolu Ali'ye, Ehl-i lailahe illallah çeker, iki rekat ha
kandilci, meydancı, somatcı, tah• Beyt'e bağlıdır. Sikkelerini başlarını cet namazı kılar. İkinci aşamaya
misci, yatakcı, pazarcı, bulaşıkcı� iyice örtecek biçimde giyer, bıyıkla hacet-i didar denir. Can, hücrede
dolapçı, ayrızcı, şerbetçi, cameşuy rını kesmez, içkiyi sever, sakallarını bütün gece bin kulhuvallahu, bin
( ç amaşı r yıkayıcı) , dışarı meydancı kısa keser, bütün törenlerde On iki· lailahe illallah okur _gene namaz kı·
sı, iç kandilci, lokmacı, paşmakcı İmam'a saygı gösterisinde bulunur lar. Üçüncü ve dördüncü aşama· ha�
gi bi adl arla anılır. Mevlevilikte saz� lar. Sultan Veled kolu, sünni'dir, iç- cet-i ref'ul-hlcab adını alir'. ötıcekh
99
!erde olduğu gibi belli ayetler oku miye-i Kassariyye, Melamiye-i Bay
nur, namaz kılınır. :aayramilikte de ramiye, Melamiye-i Nuriyye. Kassa
zikr kuralı vardır. Zikr bir halka riyye kolu Sıddıkeye, Bayramiye ko
olunarak topluca yapılır, namaz kı lu Bayramilik'e, Nuriyye kolu Nak
lınır. Zikr yapılırken gözler yumu şibendilik'e bağlanır. Melamiliğin
lur, baş sağa sola sallanır lailahe Idrisiyye ve Hamzaviye adlı iki ko'"
illallah sesleriyle coşkunluk içinde lu daha vardır. Melamiliğin bütün
tören başlar. Zikrin, zikr ile düzen kollarında üç ana ilke benimsenir.
lenen bütün törenlerin amacı, Al Buna tevhid denir. Tevhid, tanrının
lah'a en kısa yol olan cezbe ve aşk birliği anlamına gelir ve melamile..,
ile ulaşmak, dünyanın geçici varlık re göte bunun anlamı üçtür. La ma•
larından sıyrılmak, birlik içinde ol budu illallah (Allah'tan başka tapı..
maktır. Bayrarriiler Kur'an oıcur, lacak kimse yo�tut) , la mevcudu il
sünnete uyarlar. Bu tarikatta da lallah (Allah'tan başka varlık yok
başka tarikatlarda, sözgelişi ha.lve tur) , la maksudu illallah (Allah'tan
tilikte olduğu gibi içe kapanma, başka aıpaç edinilecek bir varlık
yalnız Allah'ı düşünme, dünyadan yoktur) . -Meia.miliğin Türkiye'de ku
el çekme inancı vardır� Ancak insa rulan tfolümü, Bayramiye tarikatın
nın kendi geçimini sağlaması, bir -iş dan doğduğu için o tarikatın düze
tutması da gereklidir. J3u yüzden nini benimsemiştir. Melamilikte Ali
bütün bayramilerin belli bir işi, ge ve Enli Beyt sevgisi geçerlidir. Mela
çimlerini sağlayacak görevleri vardı. milerin kendilerine göre özel tören
Hacı Bayram-ı Veli, tarikatını kur leri, zikirleri vardır,
duğu zaman işi olmayan, geçimini NAKŞBENDİLİK yada NAKŞİ
sağlayamayan kimseleri almamıştı. BENDİLİK, Hoca Mehmed Bahaed
Bayramilikte yoksullara, düşkünlere din Nakşbend (öl. 1 389) tarafından
yardım gereği vardır. kurulmuştur. Yeseviliğin etkisi al
MELA MİLİK. Bu tarikatın kim tında gelişen bir tarikattır. Şeriat
tarafından ve hangi tarihte kurul kurallarına, sünni inançlarına sıkı
duğu kesinlikle bilinmiyor. Ancak, sıkıya bağlıdır. Şerfatın bütün il
umelamet» sözüne XI. yüzyıldan kelerini uyguladığı gibi onlara ben
sonraki kaynaklarda rastlandığına zer birtakım düşünceleri de ortaya.
Şam'daki Dervişler Camli'nin minaresi
(üst te) . Yoksullara su dağıtan bir. der
göre, ondan önce belli bir tutumu koyar. Nakşibendilerin zikrine ha
viş (XVII. 7/Y ) ( a l t t a ). benimseyen, belli bir görüşe bağla tem-i hacegan pirlerine de hace
nan kimselere davranışlarından do (hoca) denir. Abdestlik denen gün
layı bu adın verildiği anlaşılıyor. lük, biniş denen tören cübbeleri var
Melamilik görünüşe aldırmayan, dır. Hanefi mezhebine bağlı olan
süsten, gösterişten, aşırı ölçüde dün nakşiler namaz ve oruca büyük
ya nimetlerine bağlılıktan uzak ka önem verir, her zaman Kur'an okur
lan, yalnız Allah'ı, onun nitelikleri lar. Nakşibendiliğin özü alçak gö
ni düşünen kimselerin yoludur. BÜ nüllü olma, dinine, mezhebine bağlı
tarikata göre Allah'a ulaşmanın tek kalma, her zaman önüne bakma, Al
yolu insanin bütün gönlüyle O'na lah'ın adlarını dilinden düşürmeme,
bağlanması, O'ndan başka hiç bir eli açık olma, kimsenin ayıbını gör
şey düşünmemesi, gönlünü O'nun memedir. Hatem-i hacegan denen
la doldurmasıdır. Bu tarikata giren özel zikr töreni, haftada iki kez, cu
lerin amaci, melamet denen en yüce ma ve pazartesi akşamları yatsı na
makama ulaşmak, Allah'a varmak mazından sonra düzenlenir. Bu tö
tır. Bir makam olan melamet, yüce rende toplantıya katılanlar bir hal
lik bakımından Allah'a en yakın ka biçiminde dizilerek şunları okur
aşamadır. Bu makama ulaşmak için lar : yüz istiğfar, yedi fatiha, yüz rn
alçakgöiıüllü, tokgözlü, pırıl pırıl lavat-ı şerife, yetmişdokuz elem neş
olmak, kimse için kötülük düşünme- rah suresi, binbir ihlas suresi, yedi
1 mek gerekir. Melamet iç arılığı, ruh
temizliğiyle olur. Melami tarikatına
fatiha (tekrar) , yüz salavat-ı şeri
fe (tekrar ) . Bunlar gizli yapılır. Zi
bağlananlar şeriata, şeriat kuralla- kirler gizlidir ve zikr-i hafi (gizli
rına inanır. Onlara gôre şeriat genel zikir) diye bilinir. Zikr , bağırarak
bir yasadır, kaynağı Allah buyruğu, yapılmaz.
Kur'an'dır. Bu bakımdan şeriat bil Nakşibendiliğe göre insan görü
mek, tarikat ise bildiklerini uygula nüşte halk ile, gerçekte (içten) Hak
maktır. Hakikat ve marifet ise ey (Allah) ile olmalıfür. Zikrin, ibade
lemle - (amel ile) varılan birer aşa tin anlamı insanın içinin arınması,
madır. Allah buyruğunun yerine getirilme
Melamilik, dört halifeden Ebube sidir. Zikr. · ibadette derinleşmeyi,
kir'e bağlanır, daha doğrusu mela coşkunluğu sağlar. İbadet, tanrısal
miler bu inancı benimserler. Mela bir görev, bir kuraldır ; zikr ise onuri
milik bağımsız, tek bir tarikat de tadıdır. Zikr, öz bakımından, ibadet
ğildir. üç büyük kolu vardır: Mela- ten ayrı, ona karşıt değildir. Nakşi-
bendiler insanın zikr ile cezbe de
nen sınırsız bir coşkunluğa kapıldı
ğına, Allah'ı özünde, gönlünde duy
duğuna inanırlar. Onlara göre in
san ibadette, zikrde ne kadar coşar,
ne kadar kendinden geçerse tanrı
ya o ölçüde yakın olur. Nakşibendi
liğin ondört kadar kolu vardır. Yal
nız adları ayrı olan bu kollar kuru
luş, tarikat anlayışı, din ve iman
görüşü bakımından nakşibendiliğin
aynıdır. Bütün törenleri, zikirleri,
giyimleri, davranışları birdir. Kuru
cularının adlari ile ' anılan bu kol
lar şunlardır : Tayfuriye, Ahrariye,
Dehleviye, Mazhariye, Nuriye, Mela
miye, Camiye, Naciye, Müceddidi
ye, Halidiye, Reşidiye, Kasaniye,
Muradiye. Bütün bu kollarda zikr
ler, özel törenler Allah'ı anma, onu
düşünme, günün birinde Allah'a ka
vuşacağına inanma, bu dünyada ko
nuk olduğunu unutmama, her so
luk alıp verişte Allah adını söyleme
v.b. gibi onbir kurala göre düzenle
nir.
HALVETİ LİK Şeyh Ömer Hal Btr şeyh. iki çaloıcı ve bir gezgin derviş
türlü davranıştan kaçınılır; dış mürziye (yükselmenin başka bir ba leme) adı altında toplanan bu ku
dünya ile bütün ilişkiler kesilir, yal samağı) , Nefs-i kamile ( en yüksek rallara mertebe denir. İlk üç riya
nız Allah düşünülür, namaz kılınır, aşama ) . Sünni tarikatlar içinde en zetten sonra çavuşluk mertebesi ge
dua, Kur'an okunur. Buna halvet çok kolu olan, bütün kolları arasın- lir. Beşinci mertebe nekahet adını
yada kırk gün sürdüğü için erbain da birlik bulunan tarikat, halveti alır . Bunlar müridin derviş olabil
çıkarmak (kırkı doldurmak) de liktir. Halvetiliğin başlıca kolları mesi için aşması gereken basamak
nir. Halvetiler toplu olarak tanrının şunlardır : Sünbüliye, Cemaliye, Şa lardır. Beşinci m ertelıe'de (aşama)
adlarını anarak zikr ederler. Zikir baniye, Ahmediye, Sinaniye, Mür de beş zikir vardır. Ya Hak, Ya
daşiye, Bahşiye, Şemsiye, Asaliye, Hannan, Ya Halim, Ya Hay 1 Ya Ha
leri seslidir. Namaz kılma, oruç tut
ma, kurban kesme gibi ibadetle, şe Sezaiye, Salibiye, Uşakiye, Ramaza fız. Rifailikte halvet dener; bir kıyı
riatla ilgili bütün görevler yerine niye, Cerrahiye, Buhuriye, Mısıriye, ya çekilme, herkesten uzak kalma
getirilir. Durumu uygun olan hacca Nasuhiye, Karabaşiye, Hanefiye, vardır. Bu halvet iki türlüdür. B i
gider. Törenler özel tekkelerde yapı Bekriye,, Çerkeşiye, Semaniye, Ez rine
V"\
halvet, ikincisine
'
halvet-i mah-
lır. Tekkenin başında şeyh bulunur. heriye, Cahdiye, Derderiye, Kema remiye ( gizli halvet) denir. Halvet
Şeyhin aşama bakımından kendin liye, Muslihiye, Ticaniye, Saviye, her yıl muharrem ayının yedi gü
den sopr� gelen halifeleri vardır. Cihang.iriye, Suvasiye, Haliliye, Sa nünde yapılır. Rifailikte b u rhan adı
Halvetlilikte i badetin, zikrin, törenin lahiye, Hayatiye, Bahşiye, Gülşeni altında yapılan birtakım işlemler
amacı Allah'ın adlarını anmak, bü ye, Raufiye, Zühreviye, İbrahimiye, vardır : özellikle, yüze, karnına şiş
tün zaman boyunca (uykuda bile, Hafiye, Demirtaşiye, Feyziye . sokmak, ateşe girmek, cam çiğne
soluk alıp verirken ) Allah adını dil RİFAİLİK yada RUFAiLİK, Sey mek, keskin kılıç üstünde yürümek.
den düşürmemektir. yid Ahmed Rifai (öl. 1 1 82) tarafın RifaÜer bunun insan sağlığını de
Halvetiler yedi gizli sırrın bulun dan kuruldu. Riyazet ve zikr kura nemek, ri fai olmak için sağlıklı ol
duğuna, bunların ancak insanın lına dayanan, insan nefsinin bütün manın ger e ğin i göstermek anlamı
içine (nefsine) doğabileceğine, kim kötülüklerden, eğriliklerden arınma na g e l d i ği ne inanırlar, Rifai zikri
seye söylenmemesi gereğine büyük sı için içe kapanışı, sürekli olarak toplu olarak ve yüksek sesle yapılır.
önem verirler. Her tanrısal sır in Allah adlarını anmayı gerekli gö Zikre girenler bir halka ol ur, Allah
sanın içinP. doğar. Bu yüzden insa ren bir tarikattır. Namaz, oruç, hac, adlarını anarak, coşmaya, dönmeye
nın içini her zaman temiz tutması, zekat gibi İslam dininin ana kural başlarlar. Bütün zikir törenleri şey
kötülük düşünmemesi, Allah'ın ad larını, şeriat ilkelerini olduğu gibi hin y öne timi altında yapılır. öteki
larını dilinden �üşürmemesi gerekir. benimser. Zikri, şeriatın uygun gör tarikatlarda olduğu gibi rifailikte
Ayrı ayrı aşamaları gösteren ve düğü ibadetleri bütünlemek, ibade de şeyhe kesinlikle itaat gereği var
nefs adıyla anılan bu yedi sır şun te coşkun! uk vermek için gerekli dır. Toplu olarak ve yüksek sesle
lardır: Nefs-i emmare (karanlıklar sayar. Rifailerin amacı nefs terbi yapılan zikirli törenlere devran de
la örtülü makam ) , Nefs-i Levame yesi dedikleri kötülüklerden, dünya nir. Rifai devranı daha çok gecele
(gerçek örtüsü ile insanın örtülü nın geçici varlıklarına karşı duyu- ri yatsı n am az ından sonra başlar,
1 01
(zikirler, anmalar) denen zikirler
den başka bir de evrad (dile dola
malar, sık sık söylemeler) vardır.
Bunu dervişler kendi başlarına ya
par. Ayet ve hadislerden derlenmiş
parçalar okunur. Bunun için özel
tören düzenlenmez. Her derviş böy
le bir parçayı diline dolar, kendi
başına okur. Ancak kutsal günlerdi!
bu evrad toplu olarak okunabilir.
Kutsal günlerde ister tek başına, is
ter toplu olsun evrad. okuma gereği
vardır. Evrad okunurken peygam
bere dua edilir, buna tesliye de
nir. Kadiri tarikatına giren bir kim
seye, belli aşamalardan, eğitimler
den sonra törenle, hırka ve tac giy
dirilir. Bunun iki aşaması vardır.
Birincisi hırka-i tarikat, ikincisi hır
ka-i teberrük. Her ikisi de belli bi
rer tören niteliğindedir. Derviş bu
aşamalardan geçtikten sonra ica
zet-i hilafet denen yetkiyi kazanır.
İcazet-i hilafet, tarikata giren bir
kimseye yetki vermedir. Bunu alma
yan bir derviş tarikat düzeni için
de gerekli aşamaya yükselemez. Ka
diri devranında (zikr törenlerinde)
okunan, salat ve selam senin üzeri
ne olsun anlamına gelen esselatu
vesselamu aleyke sözleriyle başla
yan ve ya resulullah, ya habibullah,
ya halilullah, ya nebiyullah,. ya Sa
fiyullah, ya hayri halakullah, ya
nuri arşullah, ya emin vahyullah
sözleriyle biten duadır. Kadiriliğin
kolları şunlardır : Ekberiye, Esediye,
Eşrefiye, Yafeiye, İseviye, Mukadde
siye, Semadiye, Garibiye, Halisiye,
Hilaliye, Rumiye. Bütün kollar
inanç, görüş bakımından birleşir ve
kurucusunun adı ile anılır.
BEDEVİLİK , Şeyh Ahmed Bedevi
(öl. 1276) tarafından kurulan · bu
tarikat da ibadet ve zikir kuralına
d ayanır. Zikirleri toplu olarak ve
yüksek sesle yapılır. Dervişler zikr
ederken bir araya toplanır, top gi
bi olur. Buna bedevi topu denir.
Dinsel tartışmaya girişmiş Bunun amacı bütün gönüllerin bir
şeyh ler ( 1489'da yap ılmış m inya t ü r - Kah ire Devlet Kü tüpha nesi) leşmesi, tanrı yolunda bir olması
dır. Zikirler genellikle namazlar
saatlerce surer. Rifailiğin onbeş ka kötülüklerden uzak tutmax, özü sö· dan sonra yapılır. İslam dininin
dar kolu vardır : Kiyaliye, Ahiye, Ha zü doğru bir niteliğe ulaştırmak, koyduğu bütün ibadet türleri be
ririye , Nuriye, Sayyadiye, İmariye, dünyanın geçici nimetlerinden yüz devilerce geçerlidir. Hepsi yerine
Katnaniye, Fenariye, Fazıliyc, Bur çevirerek Allah'a yönelmektir. Bun getirilir. Bedeviler zikr ve devran
haniye, Cünreliye, D iriniye, Ataiye, ların gerçekleşmesi için insanın içi sırasında Allah adlarını okur, pey
Sebsebiye, Cemaliyc. Bütün bu kol nin arınması gerekir. iç arınması gamberi anarlar. Her zaman, Kur'an
lar kurucularının adlarını aimıştır. belli işlemlerle olabilir . Bunların okuma, içini temiz tutma, başkala
Hepsinde zikr, riyazet, halvet ve başında da zikr ve ibadet gelir. Zikr rı için iyi düşünme , iyilik etme ge
devran vardır. ler namazların dışında, yüksek ses reği vardır. Bedeviliğin kolları şun
KADİRİLİ K, Şeyh Abdulkadir le (cehri ) yapılır. Kadirilikte zik lardır : Elvaniye, Bemesiye, Abdul
Geylani (öl. 1 1 6 7 ) tarafından ku rullah (tannyı anma) denen zikr, lahiye, Halebiye, Sutuhiye, Şinavi
rulmuştur. Toplu zikre, Ç algılı, söz hafi (gizli ) , cehri (sesli ) , kalbi (iç ye. Öteki .tarikat kollarında olduğu
lü devrana dayanan, sünni mezhe ten) , Iisani (dille söyleyerek) ol gibi, bunlarda da kol, kurucusunun
binin bütün inanç ve kurallarını mak üzere dört türlüdür. Bütün zi adını alır. Kollarla ana tarikat ara
benimseyen bir tarikattır. Kadirili kirlerde Allah adı anılır. Zikirler ge sında herhangi bir görüş ayrılığı,
ğin amacı insanı eğitmek, bütün nellikle çalgılı ve sözlüdür. Ezkar düşünce değişikliği yoktur.
1 02
ŞAZELİYE, Şeyh Ebul Hasan Ali
yül Şazeli (öl. 1 258) tarafından ku
rulmuştur. İbadet ve zikr kuralına
dayanır. Cuma ve perşembe günle
ri zikr ve devran edilir. Zikirleri
cehri (sesli) dir. Gerek zikirde, ge
rekse Allah'ın. P'eygamber'in ·adını
anma, derin bir coşkunluğa kapıl
ma, kendinden geçme geleneği var
dır. Şazelilere göre insan ne kadın
coşar, kendinden geçerse gerçeğe o
oranda yaklaşır. Zikr insanın ma
nevi bakımdan olgunlaşmasını, yük
selmesini, içinin arınmasını sağlar.
Şazeli dervişleri, sessiz, alçak gönül
lü, biraz içe kapanık olmayı gerek
li sayarlar. Zikr ve devran toplu ola
rak tekkelerde yapılır. Bütün zikr ,
devran ve törenleri şeyh yönetir.
Tarikatta müridden şeyhe doğru ba
samak basamak yükselme geleneği
vardır. Dünyanın geçici, insanı al
datıcı görünüşlerine kapılmak doğ
ru değildir. Herkesin geçimini, al
nının teri, elinin emeğiyle sağlama
sı gerekir. Bu yüzden Şazeli tarika
tına girenlerin birer işi, birer göre
vi vardır. Bu tarikatta başkalarının
sırtından geçinme yoktur. Anadolu
da da tutunan Şazeli tarikatının
müridleri arasında Osmanlı padişa
hı İkinci Abdulhamid de vardı ve XIX. yüzyıl Ü rdün sanatından «Kutsal A.llah> yazısını taşıyan sera
marangozdu. Şazeli tarikatının da mik (üstte) . El Gazali Nişabur'da Sultanı selamlıyor (El Nakaşe'nin
kolları vardır. Kurucularının adla minyatürü, 1 789 ) (altta).
rını alan bu kollar şunlardır : M e
alevi tarikatlar
Halife Ali'yi tutan, Hz. Muham
med'in ölümünden sonra yapılan
halife seçiminde Ali'nin hakkının
yendiğini, imamlığın peygamberden
sonra ona geçmesi gerektiğini ileri
sürenlerin bağlandıkları tarikatla
ra, alevi tarikatlar denir. Bunlar,
Şam'daki Sinan Paşa Camii ilginç mimarisiyle dikkati çeker. Ali'nin yolunda giden, Ali'ye bağla
nan tarikatlardır. Alevilik genellik
maktır. Şeyh Necmeddin Kübra zel hayatı düşünmekten başka mut le üçe ayrılır. Bektaşiler, Kızılbaş
dünyanın geçici olduğunu, ilgilen luluk olamaz. Dusukıye tarikatının lar, Şiiler. Bunlardan bektaşilerle
meye değmez olduğunu göstermek Aşuriye, Süyutuye, Şernubiye, Tazi kızılbaşlar Türk tarikatlarıdır. Şiiler
için yüzüne örtü çeker, müridleri ye gibi kolları vardır. Tarikatla kol ise İran alevileridir. Şiilikten tari
ne görünmezdi. Tarikatın temel il ları arasında ilgiye değer bir görüş katların dışında birtakım mezhep
kesi tanrıyı anmak, içe kapanmak ayrılığı, bir yenilik yoktur . l er de doğmuştur (Bk. MEZHEP
.
tır. CELVETİ LİK Şeyh Aziz Mahmud LER ) .
DUSUKIYE Şeyh Burhaneddin Du Hüdai (öl. 1630) tarafından kuru BEKTAŞİLİK, Hacı Bektaş-ı Ve
suki (öl . 1294) tarafından kurulan lan bu tarikata göre insan yerin li (öl. 1337) tarafından gene bu ad
ve daha çok Mısır.'da yayılan bu ta den yurdundan uzaklaşmış, gerçek la anılan yerde, Hacıbektaş'ta ku
rikatın amacı, insanın mutlu olma yurdu olan Allah ülkesinden ayrı rulan bir Türk tarikatıdır. Tasavvuf
sı, Allah yoluna girebilmesi, gerçeğe düşmüştür. Yurdundan ayrı düşme ilkelerine, insanla Allah arasındaki
ulaşması için elden geldiği kadar anlamına gelen celvet sözünün ta öz birliğine dayanan, dört ilke inan
azla yetinmektir. Ehl-i sünnet inanç rikata ad olması bu yüzdendir. İn cını benimseyen bir tarikattır.
larını, şeriat kurallarını bir bütün sanın gerçek yurdu olan tanrısal ev İmamlık konusunda On iki İmama,
içinde benimseyen bu tarikatta na rene dönmesi, geldiği kaynağa var ilk halife seçiminde Ali'ye bağlanan
maz, oruç, hac, zekat, kurban gibi ması için, içine kapanması, Allah dı bektaşi tarikatının kuruluşunda şa
İslam diniyle ilgili bütün gerekçeler şında bir şey düşünmemesi, gününü manlıktan gelen dört kapı inancının
yerine getirilir (insanın durumunun Allah'ın adlarını anmakla, O'nu dü temel olduğu söylenir. Şamanlıkla
elverdiği ölçüde) . Dünya varlıkla şünmekle geçirmesi gerekir. Celve bektaşilik arasında içten bir bağ
rından, geçici heveslerden, eğlence tllikte tanrının yedi adını (esma-i .lantının bulunduğu görüşüne daya
lerden uzak kalmak, gününü Al lah ' seb'a) anma gereği vardır. Tarikata nan bu düşüncenin doğruluğu ke
ın adlarını anmak (tesbih etmek ) , girerken bu adlar söylenir. Şeyh sinlikle benimsenemez. Çünkü dört
ibabetle geçirmek gereklidir. İnsan Mahmud Hudai bu yedi ada beş harf ilke inancı yalnız şaman dininde
için Allah'ı anmaktan, ahretteki gü- anlamında huruf-i esma denen beş değil, onun doğuşundan çok önce
1 04
M.Ö. V. yüzyılda Anadolu'da, daha canların bunu benimsemesi gerekir. postu, Meydancı (Sarı İsmail sul
önce Süı:ner ve Akadlarda va!"dı. Tarikata girecek cana (talibe) bek tan) postu, Türbedar (Kara Donlu
Bektaşilikte temel ilke sayılan bu taşi baba bu üçüzlü inancı gösteren Can Baba Sultan) postu, Kilerci
dört kapı şunlardır: Şeriat kapısı, üç boğumlu özel değnekle dokuna (Hacım Sultan) postu, Kahveci
Tarikat kapısı, Hakikat kapısı, Ma� rak, (Şeyh Şazeli) postu, Kurbancı (İb
rifet kapısı. Bu kapıların sıra ile Eline, Beline, Diline. rahim Peygamber) postu, Ayakçı
dört adı vardır. Bel oğlu (şeriat ka Gelme, gelme, dönme, dönme, (Abdal Musa) postu, Mihmandar
pısı ) , Yol oğlu (tarikat kapısı) , İl Gelenin malı, dönenin canı. (Hızır) postu. Bütün bu postlar
oğlu (hakikat kapısı) , Atam gök der. Sonra talibin sol kulağına bektaşilikte kutsaldır. Bektaşilikte
anam yer (marifet kapısı) , Bu dört imam Cafer'in mezhebine göre ge ayrıca oniki hizmet vardır. Bunlar
kapının ayrı ayrı anlamları vardır. rekli sözleri söyler (telkinde bulu tarikçi, berber, zakir, sofracı, ibrik
Şeriat hukuku, bektaşiliğe girip nur) . Bektaşiler, Caferi mezhebin dar, saki, gözcü, çırağcı, kapıcı (bev
mürşid'e (yol gösteren yetkiliye) den (On iki Imamdan Caferi Sadık' vab) , meydan hizmetçisi v.b. deği
bağlanmayı, onun göstereceği yol ın yolunda gidenler) oldukları için şik adlarla anılır. Bektaşilikte bütün
da yürümeyi belirtir. Hakikat kapı bütün törenlerde ona göre davra törenler, şölenler tekkelerde, • şeyh
sı, evren sırlarının öğrenildiği, in nırlar. Bektaşilerin sazlı sözlü, içki lerin yönetimi altında düzenlenir.
sanla evren arasındaki bağlantının li, oyunlu bir törenleri vardır. Buna KIZILBAŞLIK. Anadolu Alevile
aydınlığa çıktığı yerdir. Tasavvufun Ayini cem denir. Bu törende, başka rine verilen ad. Kızılbaşlık alevili
aşk ülkesine bu kapıdan girilir. Bu törenlerde gülbank denen yüksek ğin bir kolu olmaktan öteye geçe
rada can'lar birbiriyle kaynaşır. Bu sesle dualar okunur. Bektaşilerde mez. Bunu ayrı bir tarikat saymak
kapıdan giren bir kimse iloğlu olur, On iki imamı gösteren oniki sayısı bile doğru değildir. Kızılbaşlığın ne
Allah'ın evreni ışıklandıran yüzünü kutsaldır. Ayrıca oniki makamı bil zaman, kimler tarafından kuruldu
görür. Marifet kapısı, bilginin yolu diren oniki post vardır. Bunlar da ğu, bu adı neden aldığı kesinlikle
dur. Bu yolda, can, gerekli bilgileri sıra ile şunlardır. Baba Horasan bilinmiyor. Bu konuda birbiriı;ı.i tut�
edinir, bilmenin sırrına erer, aşama postu (Hacı Bektaşi Velinin maka mayan söylentiler vardır. Kimi kı
sı yücelir. Bu kapıda insan bilgisiz mıdır ) . Aşç . ( Seyyid Ali Sultan) zılbaşlığı Hz. Muhammed'in Uhud
likten kurtulur, gerçeği değerlendi postu, Ekmekçi (Balum Sultan) savaşında yaralanıp başından kan
recek gerekli bilgileri edinir. Mari postu, Nakıb (Kaygusuz Sultan) aktığını gören Ali'nin ondan sonra
fet kapısının Ayn-el yakin, ilm-el postu, Atacı (Kanber Ali Sultan) bütün savaşlara kırmızı bir başlık
yakin, hakk-el yakin, diye anılan
üç ayrı aşaması vardır. Bu aşama
lar, görme, bilme, gerçeğe (Allah'a)
ulaşma anlamına gelir. Önce görme
(evreni bir bütünlük içinde gözle
tanıma) , sonra gördüklerini bilme
ve kavrama, anlama, üçüncü aşa
mada ise ulaşma Allah'a varma ger
çekleşir. Bektaşilik dörtlü bir inanç
düzeni üzerine kurulu olduğu için
bütün aşamalar dörtlüdür. Bu dört
kapı ile ilgili dört de inanç vardır.
Bunlara ibadet, niyaz, adak ve vus
lat denir. İbadet Allah'a tapma, bir
liğine, yüceliğine inanmadır. İkinci
si niyazdır. Bu yalvarmadır. Bekta
şiler namaz kılmaz, tanrıya dille,
gönülle yalvarır. Bütün bektaşiler
Ali'ye, pirlere niyazda bulunurlar.
Adak ise bağışlamadır. Dergaha kur
ban sunmak, koyun ve para bağış
lamaktır. Son inanç (durak) vus
lattır. Bu kavuşma anlamına gelir.
Bektaşilikte güzellik Allah'ın görü
nüşüdür. İnsanın amacı, bu güzel
liğin kaynağına ulaşma, Allah ile
birlik içinde bulunmadır. Birtakım
bektaşiler Allah'ın insanda dile gel
diğine, görünüş alanına çıktığına
inanırlar. Bektaşiliğe ikrar ayini de
nen özel bir törenle girilir. Tören
düzenlenirken lCırk budak şamdan
da kırk mum yakılır, tarikata gire
cek can, pir'e düşüncesini, dileğini
anlattıktan (ikrar verdikten) sonra
özel yerde (meydan'da) gerekli tö
ren düzenlenir. Bektaşilikte ayrıca
Allah - Muhammed - Ali üçlüsünü
gösteren bir inanç vardır. Bütün Isfahan rrıedresesinin dışından bir görünüş.
1 05
Kızılbaşlık inançlarının üç ana
kuralı vardır. Bunlat Adwna mu
habbet, Nura muhabbet ve Deme
muhabbettir. Adama muhabbet
göstermenin nedeni, insanların ilk
adam olan Adem'den türemesi, ona
benzemesidir. Nura muhabbetin ne
deni, bütün evreni kaplayan nurun
insan gönlünde de bulunuşudur.
Hayatın özü, kaynağı bir nur olan,
nur saçan güneştir. Hz. Muhammed
evrende insan biçimine girmiş bir
nurdur. Deme muhabbet ise, bir
ahlak görünüşüdür. Dem denen şa
rap insan kanı reng\ndedir, daha
doğrusu temiz insanların kanıdır.
Kan da insan gönlünde bulunur.
Bundan dolayı saygı ve sevgiyi ge
rektirir. Kızılbaşlıkta da oniki hiz
met kuralı vardır. Bu hizmetler bek
taşiliktekinin benzeridir.
Anadolu kızılbaşlığını sürdüren
topluluklardan biri de Tahtacılar'
dır. Kızılbaşların kendi inançlarını
yansıtan birçok masallar, efsanele
ri vardır. Bunlar arasında en ünlüsü
değişik biçimlerde yorumlanan Sa
rı Kız efsanesidir.
ŞİILER. Şiilik başlı başına bir mez
·
dan ileri geri konuşmamak, bağlılık denir, bunlardan sonra kalfa ve çı nim görebileceği birer okul niteli-
(vefa) göstermek gibi durumlardır. rak gelir. Bu aşama sırası kesin ve ğindeydi. ö teki tarikatlarda olduğu
Ahiler esnaf ve sanatçı kimseler ol geneldir. Birinden ötekine yüksel gibi sunusi tarikatında özel tören
dukları için her peygamberi bir sa menin belli bir süresi, belli bir tö ler, devranlar, zikirler yoktur. Tek
natın piri olarak tanırlar. Onlara reni vardır. Ahiliğin kurallarından, a �aç birleşme ve yardımlaşmadır.
göre Adem çiftçi, Şid hallac, İdris törenlerinden söz eden kitaplara Islam dünyasında kurulmuş ta..
terzi, Nuh marangoz, Hud tüccar, fütüvvetname denir. Kimlerin ahi rikatların sayısı, yerleri, kurucuları
Salih deveci, İbrahim sütçü, İsma olabileceği, kimlerin şed bağlayabi kesinlikle bilinmiyor. Ancak yirmi
il avcı, İshak çoban, Yusuf saatçı, leceği' bu· kitaplarda yazılıdır. kadar büyük tarikat ve onlardan tü
,
Musa çoban, Zülküf ekmekçi, Lut SUNUSİYE, Şeyh Mehmed Sunu remiş dörtyüz kadar kolun olduğu
tarihçi (yazıcı) , Üzeyir bağcı, İ lyas si (öl. 1 858) tarafından Kuzey Afri biliniyor. Bu tarikatlar arası'nda (eş
çulhacı, Davut zırhçı, Lokman he ka'da kurulan bir tarikattır. İnsan inançtan doğanlar da bile) , birlik,
kim, Yunus balıkçı, İsa gezgin, lar arasında birleşmeyi, birbirini yakınlaşma amacı , düşüncesi yok
Muhammed tacir'dir. Ahilikte altı sevmeyi, kardeşliği, bağlılığı, yar- tur. Tarikatların çoğu İranlılar ve
ilke daha vardır. Bunlar alnı açık dımlaşmayı konu edinen, halka yay. Araplar tarafından kurulmuştur.
yüzü ak olmak, bütün insanları sev maya çalışan bir kuruluştur. Sunü Türklerin kurduğu tarikatlar pek
mek, herkese yardımcı olmak, elini siye daha çok siyasi amaçlar taşıyan azdır. Bektaşilik, Ahilik, Yesevilik
harama uzatmamak, namuslu ve te XIX. yüzyılda Afrika'da parçalan vb. birkaç tarikat. Ancak Araplar,
miz olmak, sır saklamak (dilini tut maya yüz tutan İslam uluslarını bir Acemler tarafından kurulan bu tari
mak) anlamına gelen alen, kalb, leştirme, hıristiyan güçler karşısın katların çoğu, Anadoluda yayılmış,
kapı, el, bel, dil sözleriyle anlatılır, da birbirine yardımcı kılma ereğini tutunmuş, oradan Batı'ya, Trakya'
ilk üçüne açık, son üçüne kapalı de- güden bir kuruluş niteliğindedir. ya, Balkanlar'a kadar gitmiştir.
1 09
.ı
1 1 \
. !l ' . .
.
' YALA CI
P�GAMBERLER
1
monoteizme geçış
Dinler tarihi araştırılırken, her
gerçek peygamberin yaşadığı dö
nemde, onu taklit eden birkaç çı
karcı ve şöhret düşkünü insanın da
peygamberlik iddiasında bulundu
ğunu görmek zor değildir. Bu ne
denle hemen her dönemde eyleme
geçen yalancı peygamberler hak
kında göksel kitaplarda kimi ayet
ler yer almıştır. Örneğin, Kur'an VI,
93 : ıcAllah'a iftira eden veya kendi
sine birşey vahyedilmediği halde,
bana vahyolundu, Allah'�n indirdiği
gibi ben de indireceğim diyenden
daha zalim kim olabilir?» İncil,
Matta, VII, 1 5-20 : «Yalancı pey
gamberlerden sakının; onlar size
koyun kılığında gelirler. Fakat iç
yüzden kapıcı kurtlardır; onları
meyvelerinden tanıyacaksınız, in
sanlar dikenlerden üzüm yahut de
·v e dikeninden incir toplarlar mı?
Her iyi ağaç iyi meyve verir; ancak
çürük ağaç kötü meyve verir; iyi
ağaç kötü meyve vermez; çürük
ağaç da iyi meyve vermez; iyi mey
ve vermeyen her ağaç kesilir ve ate
şe atılır; öyleyse onları meyvelerin
den tanıyacaksınız.»
Monoteist yüksek bir dinin iyice
yerleşmemiş olduğu bir bölgede fa
aliyette bulunan böyle yalancı pey
gamberler, bilgisiz halk kütleleri
arasında bir zaman için kendileri
ne yandaş bulmakta ve zararlı ça
balarını sürdürmekte güçlük çek
memişlerse de ya inevcut monoteist
dinin yandaşlarının gecikmeyen
tepkileri yada devlet otoritesinin
işe karışması üzerine, kısa zamanda,
kendileriyle birlikte yaymaya ça
lıştı\darı sahte din de yok olmuştur.
Monoteist bir yüksek dinin hen üz
yerleşmekte olduğu bir bölgede
böyle yalancı p�ygamberlerin mey
dana çıkmaları ise, bu yeni din için
büyük bir tehlike oluşturmaktan
geri kalmamış, yeni din bir yandan
bütün bir bölgeyi, güçlükler içinde
Hz Muhammed ile tek tanrıla bir çobanın rastlaşmasını ·gösteren kazanmak, bir yandan da bu yalan
cı ve köksüz rakipleriyle uğraşmak
ı
XVIII. yüzyıldan kalma Türk minyatürü.
1 10
zorunda kalmıştır. layafüliriz : arapların yüzyıllar boyu Varaka bin Nevfel, Ubeydullah bin
Biz burada tarih boyunca, he sürüp giden bedevilik hayatları sı CahŞ, Osman bin Huveyrls, Zeyd
men her yerde raslanan bu yalancı rasında putları · birbirine karışmış, bin Amr bin Nevfel, Ümeyye bin
peygamberlerden birkaçını, İslami bu da sonunda tek tanrı inancına Ehi Salt, Halit bin Sinan, ' El-' Aşa
yet'i yok olma tehlikesiyle karşı kar doğru yönelmeyi sağlamıştır. Ya bin Kays gibi kişilerin etkili sözleri
şıya bırakan dördünü ele almakla rımadanın çeşitli bölgelerine Musa ve telkinleri de arapların • putlara
yetineceğiz. Bunlar Yemen'de Es ve İsa dinlerinden başka, dualist olan bağlarının gevşemesine ve tek
ved ül-Ansi, Yemame'de Müseylime, Mecusilik ve bir de yıldızları kutsal tanrılı bir dini telkin edec'ek pey
geniş Temim kabilesinde Secah ş.dlı tanıyan Sabiilik gibi dinler girmiş gamberin kolayca kabul edilmesine
bir kadın ve Esed'li Tuleyha'dır. ti. Bu dinlerin etkileriyle puta tapı ortamı hazırlamıştı. İşte bu yüz
Ötedenberi peygamber oldukları cılık artık zayıflamıştı. O sırada tek dendir ki, Esed, Gatafiln, Temim ve
nı savunanlardan hangilerinin ger tanrılı bir dini, özellikle Hz. İbra Hanife kabileleri arasında peygam
çek, hangilerinin yalancı olduğunu him'in dinini arayan ve kendileri berlik iddiasıyla ortaya atılan kimi
saptayacak bir kıstastan da yoksun ne Hanif adı verilen, Kus bin Saide, kişiler, yaymağa çalıştıkları fikirle-
olduğumuzu açıklamak zorundayız.
Bu konuda şimdiye kadar birçok fi
kirler ileriye sürülmüştür ; ancak
kesin bir kıstas elde etmek olanağı
bulunamamıştır. Eğer gene de bir
kıstas saptamak istersek, o zaman
ancak sübjektif olarak kendisinin
peygamber olduğuna ve Tanrı'dan
vahiyler aldığına bütün varlığı ile
inanan ve bu vahiylerle vaazda bu
lunduğu kütlelerin ahlaki, sosyal,
hukuki durumlarını yükseltmeğe
çalışarak bunda başarılı olan, bütün
kalbi ile inandığı bu dava uğrunda
hayatını bile fedadan çekinmeyen,
kendisi öldükten sonra bile eseri
yaşayan, fikirleri büyük kütleleri
egemenliği altına alan ve eserleri
nin izleri hiçbir suretle silinip kal
dırılması mümkün olmayan kimse
ler gerçek peygamberdir diyebiliriz.
Gerçekten de Hz. Muhammed Tan
rı Elçiliğine seçildikten sonra Tan
rı'nın emirlerini kütleler arasında
yaymak hususunda hiçbir korku
duymamış, üstelik kendisine puta
tapanlarca uygulanmak istenen her
türlü kötü işlemlere dayanmak ve
karşı koymak yolunda gereken in
sanüstü gücü kolayca gösterebilmiş,
davası uğrunda hayatını her za
man tehlikelere atmaktan çekinme
miştir. Musa dininin ve Roma devle
tinin egemen bulunduğu Filistin'e
gönderilmiş bulunan Hz. İsa da bu
her iki güce karşı dinini yaymak
mücadelesinde türlü işkencelere
katlanmış, fakat kurmuş olduğu
din yaşamıştır .
Şimdi, İslamiyet'in yayılma ve
yerleşmesi sırasında peygamberlik
iddiasıyla ortaya çıkmış bulunan
kişilerin, peygamberliklerinin ger
çek yada yalancı olduğunu göster
mek için yukarda kısaca açıklamış
bulunduğumuz iki kıstası ve özel
likle ikincisini kullanacağız ve biri
kadın üçü erkek olan dört kabile
şefinin Hz. Muhammed' i nasıl tak
lit etmek istediklerini özetleyece
ğiz.
Yalancı peygamberlerin tarih
sahnesine çıkmalarının çeşitli ne Kıibe 'de dua ederken Ebu Cehil'in Peygambere taşla saldırışını gös
denleri vardır. Bunları şöylece sıra- teren XVI. yy. Türk minyatürü.
111
-·
ridde nedir ?
Yalancı peygamberlerin ortaya
çıkmalarının bir nederı.i de Ridde' -
dir. İslam tarihinin ilk döneminde
pek önemli bir yer kapsayan Ridde,
İslam'dan dönmek, İslam dinini
reddetmek anlamına gelmektedir.
Arap yarımadasının çeşitli bölgele
rine yayılmış olan İslam dini, Hz.
Muhammed'in hastalanması ve ölü
mü üzerine, gene bu bölgelerde ya
şayan arapların çoğunca reddedil
miş, İslamiyet'in getirdiği mali yü
kümlülüklerden kurtulmak isteyen
de eski putlara · dönme eğilimi art
mış, kimi kabileler Hz. Muhammed'
in bildirdiği tek ve herşeye kadir
ol.an yüce Tanrıya tapmayı bırak
mamakla birlikte, İslam dininin ge
rektirdiği zekattan affedilmek iste
mişlerdi. Önce Hz. Peygamber'in
hastalığı haberi kimi kabile şefle
rinin siyasal amaçlarını açığa vur
malarına fırsat vermiş, kendi top
raklarını Medine hükumetinin nü
fuzundan sıyırarak, zekat ve başka
adlarla toplanan vergileri yanların
da alakoymuşlardı. Bu haber Medi
ne'deki İslam hükumetince isyan
sayıldı. İsyan edenlerden birkaçı
inceden inceye düşünerek planla
dıkları işleri uygulamaya koyuldu
lar. Başarı sağlamanın tek çaresi
dinsel inançlara başvurmakla ve Hz.
Muhammed gibi hareket etmekle
mümkün olabilirdi.
Üçüncü bir neden de kabile asa
biyeti ve kabile rekabetidir. Arap�
larda vır. yüzyılın ilk yarısında bu
asabiyet ve rekabet kimi kez dinsel
inançlardan da üstün bir yer tut
maktaydı. Nitekim yalancı peygam
ber Müseylime'nin esir düşen as
kerlerinden birisi , sorgusu sırasın
da Halid Bin Velid'e şöyle cevap ve
riyord u : «Biz diyorduk, bi:lde bir
peygamber, sizde de bir peygamber
olsun.» Yani araplar Kureyş'ten
olan peygambere uyruk olmaktan
sa, kendi kabileleri arasından çı
kıp resullük iddia eden birinin gös
tereceği yolda yürümeyi daha uy
gun buluyorlardı. Esved, Tuleyha,
Secah, Müseylime gibi yalancı pey
gamberlerin, çok sayıda ve oldukça
nüfuzlu insanlar tarafından tanın
mış olmalarının nedenleri arasında
kabile asabiyetine ve bağımsızlığı
na duyulan bağlılık da yer almak
tadır.
Hz. Muhammed bir ceylanın ağlamasını dinliyor ( XVı il. yy Türk Tanrı Elçisi'nin hastalanması ha
minyatürü J . beri birtakım kabile · şeflerinin si-
1 12
yasal amaçlarını açığa vurmalarına
fırsat verdi. B unlar topraklarını
Medine hükumetinin nüfuzundan
sıyırarak Zekat ve başka adlarla
toplanan vergileri kendi kişisel çı
karlarına yada gene kabilelerinin
korunmasını sağlamaya sarfetmek
için göndermediler. Bu hareket Me
dine hükumetince isyan sayıldı. Ki
misi isyan etmeden önce, başaı:ılı
olmak için Hz. Muhammed gibi gö
rünmenin en iyi çare olacağını dü
şündüler. Böylece dinden dönen ka
bilelerin kimisinin başında peygam
berlik iddiasında bulunan birtakım
asi şefler görüyoruz ki, bunlar İs
lam tarihinin ilk devirlerinde or
taya çıkan ve kimisi sonradan iyi
bir müslüman olarak tanınan ya
lancı peygamberlerdir. Bunların
hepsi de kahindiler. Kahinlik ise
araplar arasında önemli bir yer tut
maktaydı.
esved ül-ansi
Peygamber çağında ve onu izle
yen yıllarda ortaya çıkan dört ya
lancı peygamberin ilk ortadan kal
dırılanı Esved ül-Ansi olmuştur.
Adından da anlaşılacağı üzere
Yemen bölgesinde oturan Ans kabi
lesine mensuptu ( Bk. Belazuri, Fu
tuh ül-Buldan, türkç. Tere . , ı,s, ı 70
ve öt. ) . Asıl adı Abhala bin Kaab
bin Avf olan Esved'e Zu'l-Hımar
( Hı ile) yada Zu'l-Hımar (ha ile)
da denmektedir. Birincisi peçeli,
ikincisi eşekli demek olan bu iki la
kabın her ikisi de doğru olabilir.
Çünkü Esved'in bazı marifetler ya
pan bir eşeği vardı. Öte yandan Es
ved 'in her zaman bir peçe ile örtülü
olarak gezmesinden dolayı Zu'l-Hı
mar (Peçeli) lakabını taşımış olma
sı da muhtemeldir. Samilerde ka
hinlerin, peygamberlerin çok kez Hz. Muhammed çok büyük bir yılanı gösterdiği mucizeyle yola get i
bir peçe taşımaları eski bir gelenek riyor (XVIII yy, Türk minyatürü).
..
ulusal ayaklanma
İşte böylece ulusal bir ayaklanma
nın başına geçmiş bulunan Esved
yeni bir din kurmaktan çok, yeni
ülkeler elde etmeğe önem vermiş,
peygamberlik iddialarını ise sadece
bu emelini gerçekleştirmek için bir
araç olarak kullanmıştı.
İbn Abbas'a göre, Esved ül-Ansi'ye
kendi ülkesinde ilk karşı koyanlar
Amir bin Şehr ül-Hemedani ile Fi
ruz ve Dazaveyh olmuşlardır. Nec
ran'daki müslümanlardan olan Ben
ül-Haris'ler bile dinden dönerek Es
Ö leceğini anlayan Hz. Muhammed çevresindekilerden bilmeden yap ved'i Necran'a davet etmişlerdi. Ze
mıs olabileceai kusurlar için af diliyor ( XVI 11 yy. Türk minyatürü ) . bidlerden, Mezhic'lerden, Üded'ler
den birçoğu ona uymuşlardı. Ziyad
ran şehri halkı da Esved'e kolayl!l� menliği altına almaya girişmi�ti. ül-Kindi ile zekat meselesi yüzün
lar gösterdi. Yemen'de o sırada E h Yukarda da söylendiği gibi Mezhic den meydana gelen anlaşmazlık ne
na'lar egemendi. Habeş boyunduru kabilesi onun gösterdiği acayip ma deniyle Kinde halkı da dinden dö
ğundan kurtulmak için iranlılan haretlere hayran kalmış peygam nüp Esved'den yana olmuşlardı
yardıma çağırmış olan yemenli ler berliğini kabul etmişti. NecranlıLw ( İbn Haldun, İber, I, Tekmile, S.
bu sefer de yıllarca süren İran br. da ona bazı vaatlerde bulunmuşlar 65) . Böylece güçlenen Esved Nec
yunduruğu altında yaşamaya mec dı. O sırada Necran valisi, Hz. Mu ran'a doğru ilerledi ve ayaklanma
bur kalmışlardı. İşte bu iranlılarla hammed'in oraya atamış olduğu nın onuncu gününde Necran' ı ele
Yemen'deki arapların karışmasın Amr bin Hazın, hemdanlarınki Amir geçirdi. Birkaç gün sonra müslü
dan meydana gelen yeni nesle Eh . bin Şehr, San'a valisi ise Şehr bin man kuvvetleri, onun Şaub bölge
na adı verilmişti. Bazan 'dı. Muaz bin Cebel ise Hz. Mu sinde olduğu haberini aldılar. Bu
hammed tarafından Yemen'e gön nun üzerine Hz. Peygamber'in Ye
derilen vali ve n, emurların vergileri men'de bulunan önemli adamları ya
peygamberin hakkı ile toplayıp toplamadıklarını
kontrol etmek ve İslam dininin ay
kaçtılar, yada saklandılar. Kısa bir
süre sonra Esved, Hadramut
hastalığı rıntıları hakkında bilgileri halka bölgesi sınırından Taif iline ve Bah
öğretmek amacıyla oraya yollan mış reyn'den Aden'e kadar olan bütün
Peygamber'in hastalığı haberi bulunuyordu. Hz. Peygamber, Cerir toprakları eline geçirdi. Daha sonra
Esved'e ulaşır ulaşmaz, o kendisı bin Abdullah'ı Esved'e yolladı; ama Aser, Şerce, Galafika, Aden ve El
nin d e bir peygamber olduğunu id Esved İslamiyet'i kabul etmedi (Be cend i de hükmü altına aldı. İşte
'
dia ve her tarafta i lan etmekle kai lazuri, Futuh, Türk. çev . , İ.S. 1 7 1 ) . tam bu sıralarda Hz. Muhammed'in
mayıp bütün Yemen'i kendi ege- Esved 'in İslamiyet'i kabul etmediği- mektubu buradaki memurlara ulaş-
1 14
tı. Mektupta Hz. Peygamber dinin
korunmasını, dinden dönenlerle sa
vaşılmasını, hile ile de olsa Esved'
in ortadan kaldırılmasını emredi
yordu. (Taberi, arap., ili, S. 2 1 5 ) .
Esved yakın adamlarından olan
Kays, Firuz, Dazaveyh, Cüşeyş'den
şüphe etmeğe başladı. Şüphe edilen
ler de bunu hissettiklerinden daha
erken harekete geçmek · zorunda
kaldılar ve Esved'in yenilgiye uğ
ratıp öldürdüğü San'a valisinin ka
rısını yani Esved'in kendisiyle ev
lenmek zorunda bıraktığı Azad'ın
yardımını sağlamaya çalıştılar.
Bunda güçlük çekmediler. Ama Ye
men'deki iranlı, arap karışımı ku
şaktan gelme Firuz birgün sarayda
Azad ile konuşurken Esved içeri
girdi ve Firuz.' u öldürmek istedi.
Azad onun çok yakın akrabası ol
duğunu söyleyerek canını kurtardı.
Ancak bu raslantıdan sonra Esved'
in kuşkuları arttı. Gerçekten de Es
ved 'in yakınları karısı Azad'ın yar
dımıyla sarayın bir duvarını gün
düzden delip perde ile örttüler. Ya
tak odasına giden yolu öğrendiler.
Gece olunca Firuz, Esved'in odasına
girip iyice sarhoş ve uykuda olma
sından faydalanarak onu öldürdü.
Sabah olurken kale duvarına çıkan
bir müslüman ccTanrı uludur, Tanrı
uludur, bir Tanrı'dan başka Tanrı
yoktur, Muhammed'in tanrı elçisi
olduğuna tanıklık ederim, Esved
Tanrı'nın düşmanıdarn diye ezan
okudu. Kalenin etrafına toplanan
halk bu cüretli müslümanın ne bi
çimde bir ceza göreceğini merakla
beklerken kalenin üstünden Esved' -
in kesik başı onlara doğru fırı'atıl
dı.
Esved'in bu gerçek karşısında Hz. Muhammed Medine'de dünyanın dört bucağından gelenleri kabul
korkuya kapılan yandaşları San'a'yı ediyor ( XV lI l yy. Türk minyatürü ) .
terketmeğe koyuldular. Kaçarlar
ken de karşı yandan olanların ço Medine hükümetinden bir başkan söylemişse de, bunlar daha çok ken
cuklarıni rehine olarak birlikte gö atanıncaya kadar Peygamber'in di kişisel gücünü tanıtmak amacıy
türdüler. Btr süre San'a ile Necran yakın arkadaşı Mu'az bin Cebel'i la söylenmiş sözler olup, tanrısal bir
şehirleri arasında dolaştıktan son başkan olarak tanıdılar. takım emirlere benzemekten uzak
ra, karşılıklı olarak rehineler geri Ana kaynakların verdiği bilgilerle tır. Bununla birlikte Esved'in mu
verildi. açıklamaya çalıştığımız Esved'in sevi, hıristiyan ve islam monoteiz
Esved'in katlinden beş gün son hayatı, biri dinsel, biri siyasal iki minin tanınmış ve yerleşmiş bulun
ra Hz. Peygamber'in hayata veda yönlüdür. Geçici bir süre için de ol duğu Yemen'de bir putun adına de
ettiği, kaynaklarca açıklanmıştır. sa gösterdiği ipnotizmacılık mari ğil, görünmeyen yüksek bir tanrının
Hz. Muhammed peygamberce bir fetiyle çevresindeki pek çok kişiyi adına ortaya çıktığını iddia ettiği
sezişle onun öldürüldüğünü haber kendi peygamberliğine inandırmış bir gerçektir.
vermiştir (İbn Sa'd, Kitab ül-Taba olmasına karşın, onun bu yönü, çok Esved gerçek kişiliği ile yalnızca
kat il-Kebir, V.S. 389 ) . hareketli geçmiş bulunan siyasal seziş gücü çokça olan, kurnaz, ce
hayatına oranla pek sönük kalmış sur ve iktidar tutkusuyla dolu, be
tır. Esved yeni bir din kuramamış, cerikli bir siyaset adamıydı. Esved
her ne kadar yakın yandaşlarından Yemen'deki kimi kabileler arasında
yeni bir din mi ? bir kısmını kendi peygamberliğine
inandırmayı başarmışsa da, yeni ve
doğan Ridde'den yararlanabilmiş
ve gizliden gizliye hazırlanmaya
Yemen, Esved gibi bir müstebid kutsal bir kitap da bırakamamıştır. başlamıştı. Esasen Yemen din bakı
den kurtulduktan sonra müslüman O, her ne kadar Rahman'ın adına mından olduğu gibi, orada oturan
memurlar eski yerlerine, eski gö konuşmakta olduğunu ve bir melek lar bakımından da karışık bir böl
revlerine dönmeye başladılar ve aracılığıyla vahiy aldığını sık sık geydi. Bu durum da Esved'in çabuk
1 15
sarhoş olmaya başlamıştır. Daha
önce belirtildiği üzere bu durum
onun hayatına malolmuştur.
Yukardan beri açıklananlar da
gösteriyor ki, Esved bir ulusal ayak
lanmanın önderliğini üzerine almış
tır. Eğer o, gerçek bir peygamber
olarak tanınsaydı, ölümünden son
ra dinsel yapıtının sürüp gitmesi,
hiç olmazsa bunun kalıntılarının
'
daha sonraki devirlerde yaşayan
ravilere bir nebze olsun malzeme
teşkil etmesi gerekirdi.
Esved'in ölümü ile, peygamberliği
de derhal unutulmuş, fakat önder
liğini üzerine almış olduğu ulusal
hareket, Arap Kays ile sürüp git
miştir.
tuleyha bin
huveylid
Yalancı peygamberlerden ikincisi
Tuleyha'dır. Şahsiyet bakımından
öteki yalancı peygamberler kadar
güçlü olmamakla birlikte, bir aralık
Medine'yi tehdit edecek kadar ce
saret göstermiş, daha sonra da Ha
lid bin Velid'in ordularını ciddi lıi
çimde uğraştırdığından tarihte ol
dukça önemli bir yer kazanmıştır
Asıl adı <<Talha11 olan Tuleyha
Necid 'de oturan Esed kabilesinin
ileri gelenlerindendi. Müslümanlar
ona kızdıkları için «Tuleyha11 yani
uTalhacık11 adını verdiler.
İbn ül-Esir'e göre onun soyu şöy
ledir : Tuleyha bin Huveylid bin
Nevfel bin Nadle bin ül-Eşetr bin
Hecvan bin Fak'as . . . Tuleyha'nın
hayatını tarihçe bilinen en eski
günlerinden alarak incelersek, onu,
Hicret'in beşinci yılında putperest
kureyşlilerle birlikte Medine'yi ku
şatmış bir düşman, dokuzuncu yı
!�nda, kabilesinden bir heyetle bir
likte Medine'ye gelip İslamiyet'i ka
Medine'ye varan Hz. Muhammed öleceğini açıklıyor f XVIII. yy.
bul etmiş bir mümin, Hicret'in
Türk minyatürü ) .
onuncu yılında mürtetlerin başına
başarı elde etmesine yardım etmiş bağlamıştı. Bir yandan da gün geç geçmiş, peygamberlik iddiasında bir
tir. Yani Esved'in birçok yandaş tikçe eski dinlerini bırakıp İslami komutan, Buzaha savaşından bir
bulmasının nedeni, halkın ona sırf yet'i kabul ederek, Medine hüküme süre sonra ise Kadisiye ve Nihavend
dinsel bir inançla bağlı olmasından tine bağlanan halkı, öteden beri ti savaşlarında islam ordusunun zafer
ileri gelmiyordu. Yemen'de uzun caretlerine vergi almak yoluyla en planlarını hazırlayan değerli bir
yıllardan beri egemen bir zümre ha gel teşkil eden Kureyş'in egemen müslüman askeri olarak görmek
linde yaşayan iranlıların çocukları, liğine uyruk kılmamak ve yemen mümkündür. Tuleyha'nın macera
Ebnalar, artık Yemen araplarının lileri din bakımından da kendisine lı hayatının tarihi de bize gösteri
tahammül edemedikleri ve ülkele bağlamak için peygamberlik iddia. yor ki, o bütün iddialarına rağmen
rinden uzaklaştırmak istedikleri bir sında bulunmuştur. Esved savaşçı gerçek bir peygamber değildi, sade
sınıf haline gelmişti. İşte Esved, Eb bir peygamber sıfatıyla ortaya atıl ce bir kahindi. Bir iki kehanet sözü
na'nın Yemen'deki nüfuzunu tüm mış ve kısa zamanda büyük top ile Hz. Peygamber'in ölüm haberi,
den kırmış, onlara egemen olmuş ve rakları eline geçirmiş, ancak bun bunun sonucu olan Ridde, kimi ka
ebnaların yönetimlerini de kendile dan ötürü o kadar çok gurura ka bile ileri gelenlerinin çıkarcı hare
rinden olan Dazaveyh ve Firüz'a pılmıştır ki, arkadaşlarını küçümse ketleri, onun çevresine adam topla
vermek suretiyle onları kendine meğe, halka zulmetmeğe ve çokça masına fırsat vermişti.
116
gatafan seferi
Tuleyha'nın adı tarihte ilk önce
Gatafan seferinde islamlar tarafın
dan .yenilgiye uğratılmış bir Esedi
olarak geçer. Bundan bir yıl sonra,
Hendek savaşı sırasında, Esed ka
bilesinin başında Tuleyha bin Hu
veylid'i, Ebu Süfyan ve fez�reliler
in başbuğu Uyeyne ile birlikte ye
niden islamlara karşı geçmiş görü
yoruz (İbn Sa'd, Kitab ül-Tabakat
II, 1 , S. 5 1 . ) . Bundan dört yıl sonra,
yani Hicret'in dokuzuncu yılında,
içinde Tuleyha'nın da bulunduğu
Esed kabilesinden bir heyet, Pey
gamber'i ziyaret edip ona : «Ey Tan
rı'nın Elçisi ! Biz sana, Tanrı'nın bir
liğine ve senin Tanrı elçisi olduğu
na tanıklık etmek üzere geldik. Bu
iş için sen bize haber yollamadın,
biz arkada. kalan kabilelerimizi bu
rada temsil ediyoruz (İbn ül-Esir
Üsd ül-Gabe, III, s. 65; Zehebi, Tec
rid, 1 . 299) ,, dedi. İbn ül-Esir'in Va
kidi'den aldığı bu rivayet Tuleyha'
nın dokuzuncu yılda kabilesi ile bir
·
likte İslamiyet'i kabul ettiğini apa
çık anlattığı halde, en küçük ayrın
tıyı bile didik didik eden Caetani bu
önemli noktayı atlayıvermiştir. Ona
göre Tuleyha ve yandaşları hiçbir
vakit müslüman olmamışlardı ki
İslamiyet'in mürtetleri sayılsınlar.
Hz. Muhammed veda haccından
döndükten sonra, onun hastalandı
ğı haberi hızla yayılınca, bundan
yararlanan Tuleyha kahinliğinin de
yardımıyla peygamber olduğunu id
diaya koyuldu. Musevilerden bir
çokları ona yardım ettiler. Tuleyha,
Sem i ra denilen yere gidip ordugah Kureyşli ve Medinelilerin A b d - ü t Mulla lib'e is.11a n cdı.�ıerı.
kurdu. Halkın aşağı tabakası ona
uydu. Az zamanda, Tuleyha'nın !erini ve tedbir almalarını emret hammcd ölmüştür. Tu lc�·ha ise sağ-
mişti . Bu emir üzeri ne valiler cidd i d ır ve kavmi ona u �· m u ş t u rn dedi .
yandaşları çoğaldı. Tuleyha, yeğe
ni Habbal 'ı · bir anlaşmaya varmak tedbirler aldılar ve Tuleyha'yı kor Bu durum kar�ısında esedler a ra
üzere Hz. Muhammed'e gönderdi. kuttular. Müslümanlar Varidat de sındaki bütün müsl üman memur l a r
Habbal, Tuleyha'nın peygamberli nilen yerde, dinden dönenler de Sc kaçıp Medine'ye, H z . E b u be k i r ' i n
ğinden, ona «Zu'l-Nun» adında bir riı i ra ' da toplandılar. Sava� sırasın yanına geldiler ve olanları o n a a n
meleğin vahiy getirdiğinden söz et da Tuleyha'ya vurulan kılıç darbesi lattılar .
ti. Peygamber ona <<Bir de melek onu yaralamadı. Bu olay Tuleyha' On gün sonra Medine hükümeti
mi buldu?» deyince, Habbal iftihar nın halk arasındaki itibarını arttır ne karşı ayaklanmı� olan k a b i l el e
la uBen Huveylid'in oğluyum» diye dı. «Ona kılıç işlemedi» sözü gittik rin delegeleri Medine'ye gelip m üs
cevap verdi. Hz. �eygamber o za çe yayıldı. Tam bu sıralarda Hz. Iüman kalacaklarını ama zekal v er
man ona «Allah seni kahretsin ve Peygamber'in ölüm haberi geldi. Bu mekten affedilmelerini teklif ettiler.
şehadet rütbesinden mahru m k ı l sefer de halk Tuleyha'nın yanında Bu teklif pek -çok sanabi tara fın d a n
smıı dedi. toplanmaya başladı. Komşu kabile . hatta Hz. Ömer tarafından da ölurn
şeflerinden kimisi, yardımcı kuv lu kaqılandı. Ama Ebubekir bu
vetlerinin başında, onun savunması uğurda gerekirse çarpı�acağını, « Bi r
na katıldılar. Bunlardan gatafan devenin yuların ı h i l e eksik verse
«ona kılıç işlemedi» ların başkanı Uyeyne bin Hısn :
«Ben Cahiliye çağında Esedler'le
ler, onlarla savaşaca ğ" ı n ı» kesin bir
dille açıkladı.
Habbal memleketine döndükten aramızda varolan anlaşmayı yeni Sonuç alamadan geri dönen dele
sonra Hz. Muhammed derhal Dırar · leyeceğim. Yemin ederim ki, müt geler, · müslümanlarm sayıca az ol
bin ül-Ezver'i esedlerin ülkesinde tefikimiz olan iki kabilenin peygam duğunu öne sürerek, savaşmayı sa
ki valilerine göndere.rek, dinden dö berine uymayı Kureyşli peygambe lık verdiler. Gerçekten de o sırada,
nen herkese karşı harekete geçme- re uymaya yeğ tutarım. Hem Mu- müslümanlar ın ordusu Usame ko-
117
lü olduğumu bildiririm» diye cevap
verdi. Bunun üzerine Halid hücuma
geçti. - Tuleyha'ya yardıma gelmiş
olan Fezare kabilesi başkanı Uyey�
ne güç durumda kaldıkça Tuleyha'
nın çadırına koşuyor ccAman, Ceb
rail sana haber getirdi mi?n diye
soruyordu. Tuleyha vahiy bekler
durumda harmani.sine sarılmış. bek,.
lerken, Uyeyne üçüncü kez onun
yanına varıp Zu'l-Nfı.n yada Cebrail
diye adlandırdıkları meleğin bir
haber getirip g etirmediğini sordu.
Tuleyha C<Melek geldi ve senin de
onunki gibi bir d eğirmen taşın var,
senin de unutamayacağın sözlerin
var, diye söyledi» dedi. Uyeyne o
zaman Tuleyha'nın peygamberliğin
den şüphelendi ve «Cebrail seni, en
muhtaç olduğun bir zamanda bl.rak
tm diye karşılık verdi. O zaman Tu
leyha ·C<şerefiniz için dövüştünüz,
yoksa ortada din falan yok» diye
bağırdı ( İbn ül-Esir, Üsd ül-Gabe,
III, s. 65; Mucem ül-Buldan, II, s.
1 6 0- 1 ; Zehebi, Tecrid, S. 299) .
'
Halid'in kuvvetlerinin üstünlüğü
nü gören Fezareli Uyeyne, Tuleyha'
Habeşistanlı bir vali olan Abrahah 570'de kdbeyi yıkmak istedi ama yı yarı yolda bırakarak 700 atlısı
başaramadı. ile birlikte çekilip gitti. Esad ve Ga
tafan'lılar ise ccBize ne emrediyor
mutasında Suriye'ye gitmişti. Kırk lid bin Velid'i de bir mektup ile Tu sun?» diye sorduklarında ccElinden
gün sonra dönecekti . Medine'nin leyha üzerine yolladı. Mektubun özü gelen benim gibi yapsın» diyerek
çevresindeki Sakifler'in dışında he dinden dönmüş olanları İslam'a ça atına atladı, eşi Nevvar ile birlikte
men bütün kabileler de dinden dön ğırmaktı. Halid, Zu'l-Kassa'dan or Şam'a doğru kaçmaya koyuldu ve
müşlerdi. Dinden dönenler ve Me dusunun başında hareket etti. Tu Kelb kabilesine sıgındı.
dine'ye karşı ayaklananlar kureyş leyha ile yandaşı, Gatafan kabile Tuleyha, Hz. Ömer zamanında
lilerle Ensar arasındaki tarihsel an sinin başkanı Uyeyne bin Hısn, Bu umre yapmak için Mekke'ye geldi
laşmazlığı unutturup bunların bir zaha suyu başında bekliyorlardı. ğinde- Ömer ona C<Kahinliğinden ne
leşmelerine vesile olacaklarını ha Müslümanların eline düşen bir kaldı?» diye sorunca C<Onlar bir çift
tırlarına hiç getirmemişlerdi. Esedli askerden Tuleyha'nın neler ciğerden çıkan bir iki nefesten baş
düşündüğü sorulduğunda, o Tuley ka bir şey değildi» diye cevap ver
ha'ya şöyle bir ayet indiğini h�ber miş ve Müslüman olmuştur (Bela
verdi : C<Güvercin ve her zaman zuri, arap., s. 1 0 1 ) . İslam orduları
«güvercin ve oruçlu oruçlu olan kuş adına and içerim nın iranlılarla yaptığı Kadisiye, Ce
l{uş· adına » ki, Tanrı, devletinizin Şam ve lrak'a
kadar uzanmasını sağlamıştır» (Ta
lfüa gibi savaşlara katılmış ve Niha
vend savaşının kesin zaferlerini sağ
beri, tür. çev., III, S. 103) . Kabilele la.yan planları hazırlamıştır.
Ebubekir bir süre için elçiler yol ri böylesine ümit ve vaatlerle ken
layıp, elçiler kabul ederek ayakla disine bağlayan Tuleyha, Buzaha
nanları oyaladı. Amacı Usame ko suyu yöresine sığınan Gamr halkına
mutasındaki müslüman ordusu dö
nünceye kadar düşman kuvvetleri
C<Sizlerin bir taş d eğirmen yapma
nız bana emredildi: Tanrı onunla
tuleyhwnın
ni oyalamaktı. Tuleyha'nın yöresin
deki kabilelerde artık pek az müs-
istediği kimseleri vuracak ve yu doktrini ·
kardan aşağıya yuvarlanacak olan
lüman kalmıştı . Kelb ve Kuza'a'lar kimseler, onun üzerine fırlayacak Tuleyha'nın doktrini hakkında
dinden dönmüşlerdi ; Tayy, Esed lardır,» diyordu. Halid geldiği za elimizde pek az bilgi var. O, bir pey
ve Gatafan kabileleri Tuleyha'nın man Tuleyha deriden bir çadırda as gamberden çok, bir kahin gibi orta
yanında yer almışlardı. Tuleyha habı ile oturmaktaydı. Halid : <<Söy ya çıkmakta ve her kahin gibi kısa
yandaşlarını ikiye böldu; yeğeni leyin Tuleyha çıkıp bana ·gelsin» ve secili konuşmaktadır. Tuleyha'
Habbal'i de bunlara komutan ata dedi. Tuleyha'nın adamları: C<O Tu da hiç bir dinsel sistem görülme
yarak . Zu'l-Kassa denilen yere yol ·
leyha değil, Talha'dır» dediler. Tu meiktedir; ancak her çağda görülen
ladı. Ebubekir, adını bu yerden leyha çadırdan çıktı, Halid, onu ön parapsişik kuvvetlere sahip insan
afan savaşı başarı ile sonuçlandır ce Allah'ın birliğine ve Hz Muham lardan biridir. Bir gün C<Birkaç fer
dı ve . Suriye'den dönen kuvvetleri med'in onun resulü olduğuna inan sah öteye giderseniz su bulursunuz»
on bir birliğe bölerek, Arap yarıma- mağa çağırdı. Tuleyha da ona C<8en demesi ve gerçekten de o c_ivarda bir
_
dasının çeşitli yerlerindeki ayak bir Tanrı'dan başka Tanrı bulunma suyun bulu:pması gibi olaylar, çev
lanmaları bastırmayı planladı. Ha- dığını, kendimin de Tanrı'nın resu- resindeki insanları, onun peygam-
1 18
ber olduğu inancına yöneltmiştır.
Tuleyha'nın ibadet hakkındaki
sözleri şöyledir: «Allah'ı ayakta zik
rediniz, yüzünüzü topraklara sür
menizle ve secde ederken aldığınız
biçimle Allahın ne ilgisi vat?» (Be'"
lazuri, Futuh ül-Buldan, Mısır 1932,
S. 106; Yakut, Mucem ül-Buldan, II,
S. 1 61 ) . Belki biraz da sağladığı bu
·kolaylıktan ötürü adam toplamıştı .
Onun ziyanı mubah kıldığını söyle
yenler, muhakkak ki, tarafsız kala
mayan müslümanlardır.
Görülüyor ki, Tuleyha gerçek bir
peygamber değildir, eğer gerçek bir
peygamber olsaydı her şeyden ön
ce İslamiyeti yeniden kabullenmez
ve İslamiyet uğrunda hayatını teh
likelere atmazdı.
secah
İslam tarihinde görülen ilk ya
lancı peygamberlerden uçuncusu
olan Secah, ne Esved gibi önemli
toprakları ele geçirmeyi başarmiş
bir komutan, ne de ilerde görece
ğimiz Museylime gibi Kureyş ege· G agalarında taşıdıkları büyük taşlarla Abrahah ordusuna saldıran
menliğini tanımamak davası uğrun kuş sürüsü.
da hayatını fedaya razı olmuş bir
idealisttir. Fakat gene de tarihe derecede cesaret sahibi olduğu da kendi şeflerince yönetilen kabilele
malolmuş ilgi çeken bir kişidir; çün anlatılmaktadır. rin başında Mezopotamya'dan hare
kü Secah, Arabistan gibi bir bölge Secah da diğer yalancı peygam ketle Arabistan'a girmiş ve .Ebube
de, egemenlik yolunda ortaya atıl berler gibi, peygamberlik iddiaları kir'e karşı savaşmak için hazırlığa
mış bir kadındır ve onun hayatı Ye na başlamadan önce bir kahindi. başlamıştı. Önce Yerbu'ların baş
mame'nin başkanı yalancı Müsey Mes'udi ( Muruç üz-Zeheb, IV, S. kanı Malik bin Nuveyre, sonra da
lime'nin hayatı ile pek sııkı bir şekil 1 99 ) onun Satıh, İbn Selma, El-Me' Malikler'den Vaki, Secah'ın öneri
de ilgilidir. mun ül-Harisi ve Amr gibi bir ka lerini kabul ederek, onunla birlikte
Aslı Mezopotamya'lı olan Secah'ın hin olduğunu kabul ediyor. İslam'a bağlı kalan Ribab kabilesi
soyu kısaca : Secah bin-t-ül-Haris Beni Temim gibi çok geniş bir üzerine yürüdüler. Ama Vaki ve
bin Süveyd bin Ukfan biçiminde kabileye mensup bulunan Secah'ın başkaları savaşta yenildiler ve tu
gösterilir. Secah sadece peygamber son derece güzel ve secili sözler söy tuklandılar. Secah düşmanları ile
lik iddiasında bulunmakla kalma lemesi ve kahine olması, kabilesi yaptığı barış sonunda, adamlarını
mış, mensup olduğu büyük kabile içinde ona en üstün durumu sağ güçlükle kurtardı. Ama Nebac de
nin önemli erkeklerini, davasına lamaya yardım etmişti. Hz. Mu nilen yerde Beni Amr'lar ile de
inandırarak, önce Ribab'lar ve Me hammed'in ölüm haberi büyük Te savaştı; burada da değerli adam
dine üzerine sefer açmak istemiş, mim kabilesi içinde de bazı reka ları esir dü?tü. Onları kurtar
Ribab'lar onu yenilgiye uğratınca, betlerin ve Ridde'nin doğmasına se mak ıçın de birçok toprakları
Yemame üzerine yürümüştür. Ara bep olunca, Secah bundan yarar bırakmak zorunda kaldı. Secah
bistan gibi bir bölgede bir kadının lanmak amacıyla Hz. Muhammed'i müslümanların cephesinde başarı
bu derece kuvvet ve nüfuz elde et taklit ederek kendi peygamberliğini sağlayamayınca, o zamanlar Arap
mesi, giderek peygamber olduğunu iddiaya başladı. Çok eski çağlardan yarı:r.rıadasının tahıl ambarı duru
iddia ederek birtakım insanları, iç beri Temim kabilesi birçok kollara munda olan Yemame'ye yürümeyi,
tenlikli bir inançla olmasa bile ar ayrılmış bir halde Yemane ile Fırat böylece oradan elde etmesi muhte
kasından sürüklemesi şaşkınlıkla Dicle arasındaki meralara yayılmış mel gelirlerle askerlerini ve yandaş
karşılanacak bir olay gibi görün tı. Bu kabilenin bazı kolları hıristi kabile mensupl,arını memnun edip
mekteyse de, tarih bize bunun da yanlığı kabul etmiş olduğu halde, peygamberlik görüntüsü altında li
ha önceki dönemlerde mevcut ör büyük bir bölümü putperest kalma derliğini sürdürmeyi düşündü.
neklerini vermektedir. Kuzey Ara yı yeğ görmüşlerdi.
bistan'da Zebibi'lerin ve Şemsi'lerin Annesi yanından Taglib kabile •• •
bi, Tedmür'de'ki Arap melikesi Ze- sında bulunmuş, :N"emir kabilesinin yuruyuş
11obiya ( = Zeyneb) da konumuz için en önde gelenlerinden ve hıristiyan
güzel bir örnek teşkil etmektedir. olan Huzeyl'i kendine inandırma Secili konuşan Secah bu amaçla;
Hatta bu sonuncusunun Roma İm yı başarmıştı .. (İbn Haldun, İber, <<Haydi Yemame üzerine yürüyelim,
paratoru Auirilianus ile savaşacak Tekmile, II, S. 72) . Secah her biri güvercinler gibi oraya k oşalım, ora-
1 19
bir dedikodu yazarı giıbi davranmış,
ciddiyetle bağdaşmayacak biçimde
s öylentiyi anonim bırakmıştır. Ri
vayet Agani'de, Kita;b ül-Maarif'de,
Gurer ül-Hasais'de ve Ebu'l Fida'da
tekrarlanmıştır ama bunun doğru.
olamayacağı inancındayız.
Secah'ın bµyük ümitlerle atıldığı
bu maceranın daha ilk denemeler
de umulan sonuçları vermediği gö
rülünce, yandaşları birer birer ken
disini yüzüstü bıraktılar.
Muaviye, Irak halkı kendisine bi
at ettikten sonra, birçok aileleri ol
duğu gibi Secah ve adamlarını da
bulundukları yerlerden başka yöne,
Kufe'ye nakletmiştir. İşte bu sırada
Secah'ın müslümanlığı kabul ettiği
ni, hem de iyi bir müslüman oldu
ğunu bütün · tarihler oy birliği ile
yazmaktadır. Ancak bazı kaynaklar
onun Kllfe'de değil Basra'da müs
lüman olup gene orada müslüman
c
olarak öldüğünü açıklar. XI. yılın
ortalarında meydana çıktığı kesin
olarak belli olmakla birlikte ölüm
tarUıi belli değildir. Ancak Hicri 4 1 '
den önce ölmemiş olduğu anlaşıl
maktadır.
Secah'ın kendisine uymuş olan
lara oruç, namaz, zekat veya sada
kayı emretmiş olduğu, ancak domuz
eti yemeği de mubah kıldığı iddia
olunmaktadır. Onun hıristiyanlığı
pek iyi bildiği ve büyük çoğunluğu
Hz. Muhammed'e ihanet ettikleri için Mekke'den kovulan Yahudiler. müslümanlıktan dönmüş olan te
mimlere dayandığı gözönünde tu
da Müseylime bin Sumame'yi bula cah aman verdi : Müseylime onun tulursa, peygamberlik iddialarını
lım, eğer o peygamber ise, işaretleri yanına geldi ve ccYeryüzünün yarı bu iki dinden aldığı esinlerle bes
vardır, yalancı ise kavmine pişman sı bize aittir; adalet ile iş görselerdi, lenmiş olduğu tahmin edilebilir.
lık vardır. Bu kesin bir savaş ola kalan yarısı Kureyş'in olacaktı ; Onun vahiy adı altında bahsedilen
caktır» diyerek ordusunu kırk bin Tanrı, Kureyş'in reddettiği bu yarı sözleri yandaşlarını savaşa katılma
kişilik bir güce sahip olan Beni Ha yı sana bağışladm dedi. Müseylime ya yöneltmek ve çıkarlar elde et
nife'lerin üzerine yöneltti. Bu sa kendisine inmiş ayet olduğunu bil mek için verilmiş k omutanca emir
vaşa katılanlar arasında pek önemli dirdiği secili bir konuşma yaptı, bu lerden ibarettir. Secah da, Esved
kişiler vardı. Bu sıralarda kendisi nunla Temimler'e dostluk öneriyor ve Tuleyha gibi gerçek bir peygam
nin bir peygamber olduğunu savu ve Yemame'nin bir yıllık ürününün ber değildi. Hz. Muhammed'in ölü
nan Hanifeliler'in başkanı Müseyli yarısını Secah'a vertceğini bildiri münden sonra Temim kabileleri
me ansızın çıkagelen bu düşman yordu. Secah ise gelecek yılın ürün arasında çıkan karışıklıklardan
karşısında şaşırıp. kaldı. Çünkü He lerinin yarısını da almak için dire faydalanmak istemişti. Şairdi, ka
cer'i ellerine geçirmelerinden kork tince, Müseylime buna da razı oldu hindi, hükmetme niteliklerine sa
tuğu Şurahbil bin Hasene ile Su ve bu koşullarla bir anlaŞma yaptı. hipti, haristi. O, kuvvetli bir rüzgar
mame bin Usad adlı müslüman ko Secah kendi adamlarından oraya gibi kuzey-doğudan Arap yarıma
mutanlar pek uzakta değillerdi. Bu Huzeyl, Ukka ve Ziyad'ı vekil bıra dasının Hicaz bölgesine doğru es
yüzden Secah ile dostluk kurmak karak Mezopotamya'ya döndü. O ça miş, fakat Ribab ve Amr'ların sert
yolunu seçti (Kitab ül-Agani, VIII, ğın şairlerinden biri bu nedenle : direnmesine çarparak, gücünü yi
S. 165) ve Secah'a şöyle bir haber <eBizim peygamberimiz kadın olup tirmiş, Yemame, Hacer ve Hadikat
yolladı: ccUlu Tanrı sana ve bana biz onun etrafında tavaf ediyoruz, ül-:-Rahman surlarına ulaştığı za
vahiy yolladı, biz birleşelim ve Tan başka kimselerin peygamberleri �se, man dinsel ve siyasal kuvvet ve ki
rı'nm bize gönderdiğini inceleye erkektir» diye mısralar diziyordu. şiliğini büsbütün yitirmişti.
lim; hakkı bilen ötekine uyruk ol Secah'ın Yemame'de Müs.eylime Secah da, Tuleyha gibi sonradan
sun. Böylece toplanıp benim ve se ile nikahlandığı ve bu evlenmenin müslüman olmuştur. İslam dininin
nin kavminle Araplar'ı yönetimimi ancak üç gün sürdüğü yolunda bir ve halifelerinin · geniş hoş görüsü
ze alırız�>. Birçok kaynaklar Müsey söylenti ·vardır ki, bu Taberi gibi Secah'ın da hayatım korumuştur.
lime'nin' adam göndererek Secah' ciddi · bir tarihçi tarafından çok Böylece din uğrunda ölenierle ilgi
tan aman dilediğini, aman verdiği müstehcen sahnelerine kadar anla li olarak halk arasında akıl almaz
takdirde: yanına geleceğini bildirdi Ülır ama her söylentinin kökenine bazı inançların doğması önlenmiş
ğini yazt:naktadır. Gerçekten de Se- titizlikle giden Taberi bu konuda tir.
1 20
müseylime
Bir gün Hz. Muhammed minbere
çıkarak, halka şöyle hitap etmişti :
ccEy nas ! Ben kadir gecesi bir rüya
görmüş ve sonra onu unutmuştum.
Rüyamda kollarımda iki altın bile
zik gördüm, bu ikisinden nefret et
tim; onlara üfürdüm, onlar da uçup
kayboldular. Ben, bu iki bileziği Ye
inen'de ve Yemame'de çıkan bu iki
yalancı ile yorumladım» (İbn Hi
şam, IV, S. 246) . İşte Hz. Muham
med'in rüyasını yorumlarken bah
settiği Yemame'de çıkan yalancı,
oraya hükmeden ve peygamberlik
iddiasında bulunan Müseylime'dir.
Büyük Bekir bin Vail kabilesinin
bir kolu olan hanifeliler toprakları
nın verimliliği bakımından Arap
yarımadasının diğer bölgeleri için,
özellikle tahıla muhtaç bulunan hi
cazlılar için en önemli kabileydi.
Hicret'in VI. ve VII. yıllarında Ha
nife kabilesinin başkanının, İbn
Sa'd, İbn Hişam ve Taberi'nin bize
bildirdiklerinden, Hevze bin Ali ol
duğu anlaşılmaıktadır.
Hevze bin Ali İran yoluyla gelen
hıristiyanlığı kabul etmiş görünü
yorsa da Hanife kabilesinin bu yol
da onu ne dereceye kadar izlemiş
olduğu pek açık değildir. Öteki Arap
kabileleri gibi, İslamiyet çıkıncaya
kadar putperest olarak yaşayan bu
kabilenin pek az bir kısmının Hevze
ile birlikte h:ıristiyanlığı kabul et
miş olması muhtemelse de Hicret'in
yedinci yılından sonra Hz. Mu
hammed'in hanifelileri İslamiyet'e
daveti üzerine, yüksek tabakadan
birçokları gibi, aşağı sınıf halktan
da birçoklarının müslüman olduğu
nu en eski ve yansız kaynaklardan
anlamaktayız. Kısmen putperest,
kısmen hıristiyan olan Beni Hanife,
Hz. Muhı;ımmed'e boyun eğmişti.
Ancak İslamiyet'i kabul etmeyen
bir kısım halk sonradan peygam
berliğini iddia eden Müseylime'nin
çevresinde toplanmaktan da geri
kalmadı.
Yemame hakimi olup 8. yılda öl İbn Kuteybe'ye göre (Kitab ül Hz. Muhammed'den sonra kendisi
müş olan Hevze'nin yerine nasıl Ma'rif, S. 206-7) Müseylime'nin ba ne geçmesini istemek üzere düzen
olup da Müseylime'nin geçtiğini bası Beni Hanife'den Habib, dedesi lemiş ve şöyle demişti : <CEğer Mu
kaynaklardan öğrenmek olanaksız Lecceym, künyesi Ebu Sumame' hammed kendinden sonra beni ha
dır. Ancak Müseylime'nin kişiliği dir. lef olarak atarsa kendisine uyruk
araştırıldığı zaman, onun birçok me Buhari, Vakıdi ve İbn Abbas, Mü olurum.n. Hz. Muhammed ise o za
ziyetlerle birlikte, kabilesinin en seylime'nin Hz. Muhammed'i bir he man elinde bulunan hurma dalını
ileri gelen bir kişisi olduğu görülür, yetle birlikte ziyaret etmiş olduğu göstererek şöyle cev�p vermişti :
böylece de onun Hevze'nin yerini nu öne sürmektedirler. Müseylime <cElimde bulunan şu dal parçasını
almakta güçlük çekmediği kolayca bu ziyareti, Arap yarımadasının istesen, onu bile sana vermem. Sen
tahmin edilebilir. merkezileşmekte olan yönetiminin de Allah'ın hakkındaki hüküm ve
1 21
miktar kuvvetle Yemame'ye yolladı
ise de bunun da etkisi olmadı. Ar
kasından Şurahbil bin Hasene'yi
gönderdi. Fakat bunların her ikisi
de Yemameliler'ce öldürüldü. Bu
nun üzerine Halid bin Velid bir İs
lam ordusunun başında Yemfı.me'
ye gönderildi. ıtz. Ebubekir, Yema
me'de Akraba denilen yerde oluşan
savaşa pek önem vermişti ; çünkü
bu, belki de Arap yarımadasının
uzun yıllar tanığı olmadığı çapta
büyük ve önemli bir savaştı. Müs
lümanlar bu savaşta yenilseydiler,
İslamiyet için pek büyük bir tehli
ke doğacak, belki de Arap yarıma
dasının bir köşesine sıkışıp kala
caktı. Halid'in savaş tekniği saye
sinde Akraba savaşını veren Mü
seylirne'nin adamları, Hadikat ül
Rahman denilen bahçeye çekilmek
zorunda kaldılar. Ancak Müslüman
lar oraya da girmeyi başardı ve Mü
seylime Vahşi adında bir zenci köle
tarafından öldürülünceye kadar her
iki taraftan binlerce insan bu bah
çede hayata gözlerini kapadı. Böy
lece İslamlıık için bir ölüm kalım
savaşı demek olan Akraba savaşı
XII. Hicri yılda Müslümanlarca ka
zanılmış oldu.
kur'an dilini
taklid
Hevze bin Ali'den sonra siyası.:ıl
i.ktidarı eline geçirmiş olan Müsey
ıimet ül-Kezzılib elde ettiği siyasal
nüfuz ve kudreti Hz. Muhammed'i
örnek tutarak dinsel bir otoriteyle
de güçlendirmeye yeltenmiş ve �yet
adı altında birtakım secili sözleri
yan yana dizmeğe başlamıştı. Bun
Bir savaş sırasında Hz. Muhammed'e vahiy geliyor
ların kendisine vahyedilen Kur'an
miluzunu tecavüz edenıezsin, eğer m gerçekleştirmek hususundaki olduğunu da ilan etmişti. Birtakım
sen bana ve hakka karşı koyarsan cesaretini büsbütün ar.ttırmıştı. Ki dinsel kural ve düsturlar koyup
Allah seni muhakkak helak eder; mi kabile şefleri, askeri güçlerine Kur'an dilini taklid eden Müsey
ve ben muhakkak sanırım ki, sen ve ittifaklara güvenerek, kimisi de lime, Müslüman namaz sistemine
onda .gördüğüm eşkale göre bana kAhinlik güçlerini p·eygamberUk id benzer bir ibadet sistemi kurmuş,
göstr1;ilen kişbıimı (Buhari, Tecrid�t d1thtrına araç lUUtra.k ve kabile asa giderek Kabe gibi bir de harem (ya
Sarin, X, S. 4 1 0 da İbn Abbas bu son biyetine dayanarak dinden döndü sak bölge) ihdas etmişti (Taberi
c ümlenin anlamuıı tl:jU Hureyre' ler. Topladıkları vergileri yeniden a.g.e. türk. çev., III, S. 177 ) . Buna
den sorar ve ondan bununla Pey halka dağıtarak çevrelerine kolay karşı koyanları da sorumlu tutmuş
gamber'in yukarıya aldığımız rüya ca adam toplamayı başardılar. İşte tu. Halbuki ravilere göre Yemame
sını ima etmek istediği cevabını bu sırada Hanifeliler de kırk bin ki haremi, Hicaz'ın harem'ine benze
alır) . şilik bir ordu ile Yemame'de Müsey yememiştir. Harem içinde kalan ba
Kısa boylu, çok sarı benizli, basık lime'nin çevresinde toplandılar. Hz. zı obalar bolluk yılları-'1da Yema
ve kalkık burunlu olan Müseyliıme' Ebubekir, Habib bin Abdullah el me'nin meyvelerini yağma edip ha
nin sihirbazlık ile meşgul bulundu Ensari'yi Beni Hanife'deki irtidada rem'i depo haline getirmişler, . ko
ğu, yumurtayı şişeye sokan ilk. engel olmak için Yemame'ye elçi ğuşturulduklarını anlayınca da ka
adam olduğu iddia edilmektedir. olarak yolladı. Bu kişi Beni Hanife çıp harem'e sığınmışlardı. Bu du
Hz. Muhammed'in XI. Hicret yı ilerigelenlerini:n önlerinde Kur'an'ı rum sürüp gidince halk; Müseyli
lının Rebiülevvel ayında hayata ve okudu ve ateşli hitaplarda bulundu. me'den buna. engel olmasını isteme
da etmesi ve bu arada Arap yarıma Ancak Müseylime onu öldürttü.. ğe mecbur kalmıştı. Müseylime bu
dasında çıkan ayaklanma ve irti Bundan sonra Ebubekir, Sumame' nun için gökten gelecek emri bek·
dad olayları Müseylime'nin n avı:ı.sı- ye yardımcı olsun diye İkrime'yi bir leyeceğim diyerek, onlara güya vah·
1 22
Adem ile Havva Cennet'te ( XVIII. yüzyıl minyatürü) . Cennetten kovulduktan
sonra Adem Havva'yı Arabistan'daki Arafat vadisinde bulmuştur.
yolan bazı sözler söylemişti. tir. O, sizin hardal tanesi kadar da yiyenl!'!r şerefine and içerek temin
Müseylime Secah ile karşılaştığı olsa işlerinizi ve gönlü.nüzden ge ederim ki, siz hayvan besleyerek
zaman, ona şöyle demiş ti : u . . . salih çeni bilir; insanların çoğu bu yüz çadırda yaşayanlardan daha mezi
insanlar gecelerini uyumadan, iba den ziyana uğrar ve lanete katlanır yetlisiniz. Binalarda yaşayanlar da
detle geçirirler, gündüzleri de gök lar>> (Taberi, a.g.e., tür. çev. III, S. size üstün gelmediler. Ektiğiniz yer
teki-bulutların ve yağmurların kuv 143 ) . leri koruyunuz ; yoksul olanları yur
vetli tanrısı için oruç tutarlar». Ge- Kendisine Rahman adını vermiş dunuza kondunınuz, azgınları yur
ne onun Beni Hanife için söylediği olan Müseylime'nin cinsel bakım dunuzdan uzaklaştırınıt.» Örnekle
şu sözler dinsel ilkeleri hakkında bi dan çekimser olmayı teşvik ettiği rini verdiğimiz Müseylime'nin söz
ze bilgi vermeğe yardım etmekte ni de yandaşlarına verdiği bazı de ayetleri, onun iktidar mücadele
dir : «Ben yüzlerinin güzelliğini, ten emirlerden anlamaktayız. Müseyli sinde rakibi bulunan Sumame bin
ve vücutlarının saflaştığını ve eli� me çiftçilikle uğraşan kavmine, Usal'in arkadaşı Usal ili-Hanefi ta
rinin tertemiz olduğunu .gördüğüm onun anlayacağı kavramlarla hitap rafından anlatılmıştır. Buraya ka
de onlara şu emri verdim: Siz ka etmiştir: ıcRenkleri kara olduğu dar yazdıklarımızdan anlaşılacağı
dınlara yaklaşmayacak ve şarap iç halde sütleri beyaz olan koyunlar üzere Müseylime riyazet sahibi, oru
meyeceksiniz; siz hayırlı ve salih bir üzerine and içerim ki, . . . » veya «To ca değer veren, şarap içmeyi engel
topluhıksunuz, bir gün oruçlu, bir hum ekerek ekin yetiştirenler, ekin leyen kurallar koymuş bir fosandı.
gün zahmetli ve yorucu işlerle meş leri biçenler, buğdayları savuranlar, Gene onun tek ve görünmeyen bil
gul olacaksınız. Tanrı'yı her eksik sonra· öğütenler, onlardan ekmek tanrı adına konuştuğunu, cennet,
ten tenzih ederim ki, o, dirilme za yapanlar, bu ekmekleri uftik ufak sevap, tekrar diriltne, hardal tane
manı geldiğinde, acayip bir biçimde doğrayarak et suyunda ıslatanlar si ve hayat gibi dinsel anlamda yük
diriltir. Sizi göğün katına yüksel- ve bunun üzerine tereyağı dökerek seltilmiş deyimler kullandığını da
1 23
Ö mer Camii'nin (Kudüs) dış gorünüşü .
goruyoruz. Üsal'in Seyid bin Ömer mız sözlerinden riyazet sahibi oldu men hemen aynını, belki biraz da
yoluyla bize ulaşan bu rivayetleri ğu açık olarak anlaşılmaktadır. Yemame'nin yabancı bulunmadığı
nin tam tersine, İbn İshak ( İbn Hi Müseylime'nin birkaç müezzin kul hıristiyanlıktan aldığı esinle zen
şam, IV., S. 222) ., Müseylime'nin landığı görülmektedir. Er-Reccal'in ginleştirerek, kendi kurmak istedi
içki ve zinayı helal kılmış olduğunu, de bunlardan birisi olup Müseyli ği dinin içine almıştır. Günde - üç
namazı ·kaldırdığını ve Beni Hani me'nin peygamberliğine tanıklık et kez namaz kılmak, oruç tutmak,
fe'nin bu yolda ona uymuş bulundu tiğini kaynaklarda görmekteyiz. şarap içmemek gibi kurallar bunu
ğunu söylemektedirler. Ancak İbn Ayrıca Abdullah bin Nevvaha ve göstermektedir. Ayrıca müezzinler
fshak'ın bu rivayeti, elimizde bulu Hüceyr bin Umeyr de onun müez aracılığıyla namaza davet usulü de
nan başka kaynakların verdikleri zinlerindendirler. herhalde islamiyetten örnek alına
oldukça · geniş bilgilerle büyük bir rak kabul edilmiş bir sistemdir.
çelişki teşkil ettiğinden hemen hiç Müseylime, kabilesi olan Beni
bir değer taşımamaktadır. İbn Hu
beyş'in Zühri'den naklettiği, · Bela
kureyş tehdidi Hanife'nin bağımsızlığını Kureyş
tehdidinden uzak bulundurmak ve
zuri, Taperi ve İbn Haldun'un da Oryantalistler özellikle Wellhau kendi kişisel nüfuz ve iktidarını
teyid ettikleri bir husus var ki, o da sen, Müseylime'nin Hz. Muham sürdürebilmek ıçm hanifelilerin
Müseylime'nin müezzinler kullan med'i örnek tutmadığını ileriye sür kabile asabiyetinden ve kendi ka
mış olm�sıdır. Müseylime müezzin mektedir. Wellhausen'e göre Mü hinlik kudretinden yararlanarak
leri aracılığıyla yandaşlarını na,pla seylime, Secah ve diğer peygamber Hz. Muhammed'i taklit etmiştir.
za çağırpığına göre, namazı kal lik iddia edenlerin tarih sahnesine Gerçi savaşarak ölmüştür, ancak
dırmış olamaz. Şu halde zina ve çıkmalarındaki neden, Mekke ve çarmıha gerilmiş olan Hz. İsa'nın
şarabı mubah kılmış olması da ola Medine'de İslamiyet'i meydana ge dini gibi, kurmuş olduğu din yaşa
naksız görünmektedir. Esasen onun tiren nedenle aynıdır. Oysa, MÜsey mamıştır, tersine silinip gitmiştir.
vahiy adı altında yukarıya aldığı- lime İslam dinindek.i ilkelerin he- Hz. Muhamıned'in ölümünden
1 24
sonra Muhacirün ile Ensar arasın
da çıkması beklenen, mücadele, Rid
de hareketi ve bu harekete yer yer
önderlik: etmiş olan yalancı peygam
berlerin faaliyetleriyle önlenmiştir.
Medine çevresinde kendilerini nasıl
bir tehlikenin beklediğini duyan ve
gören bu i'ki grup, islamiyeti ve ken
di çıkarlarını korumak için Halife
Ebubekir'in çevresinde toplanmak
ve birleşmek zorunluluğunu duy
muşlardır. Gene yalancı peygamber
lerin önayak oldukları Ridde hare
keti Arapları, ya o zamana kadar
bağlı bulundukları kabileleriyle bir
likte hareket etmeğe, yada islami
yette sebat edip bizzat kendi kabi
lelerine karşı hareket etmeğe yö
neltmiştir. Böylece islamiyet ve
Ridde yollarından birini seçmek
durumunda kalanlar, kabileleriyle
kendi aralarındak i bağları kopar
mışlardır. Birinci yoldan gidenler
çok kez, kendi kabilelerine, giderek
yakm akrabalarına karşı hareket
etmekten çekinmemişlerdi. Böylece
örneğin bir Yerbu'lu müslüman ,
Halid'in emri altında, kendi kabile
si ile savaşmış ve bir Esed'li de Be
ni Esed'in yenilgisini mısralarla
söylemiş ve kutsamıştır. Bir yandan
kabile bağları gevşerken, bir yandan
da Kur'ah'ın telkin ettiği Allah kor
kusu, zafer kazanmaya başlamıştır.
Bir müslüman yeğen ile m'iir tet
amcasının boğuşması sırasında,
amcanın C<Beni öldürmek mi isti
yorsun? Ben senin amcanım.» sö
züne, yeğen «Evet sen benim am
camsın ama, Allah da efendimdir,»
karşılığını vermiştir.
Böylece Muhacir:Un ile Ensar ara
sında muhakkak gibi görünen çatış
mayı önleyen Ridde ve yalancı pey
gamberler, Arap kabilelerinin içle
rindeki kabile ve aile bağlarının çö
zülmesine ve bunun yerini bir dere
ceye kadar Müslüman Araplık his
sinin almasına sebep olmuşlardır.
Böylece İslamiyet'in ilk çağında
ortaya çıkan ilk dört yalancı pey
gamberi gözden geçirmiş bulunuyo
r�z (Fazla bilgi için bk. Bahriye
Üçok, İslam'dan dönenler ve Yalan
cı peygamberler, Ankara, 1967) . Melek Cebrail, Medine Camiinde Peygambere ilha.m verirken ( X-JIHI.
yüzyıl minyatürü).
BUGUNKU
İSLAM DÜNYASI
son çağlarda dini
akımlar
Fas'tan Endonezya'ya, Sibirya'
dan Afrika'nın güneyine kadar üç
kıta üzerine yayılmış olan İslami
yet., Tanrısal dinlerin sonuncusu
dur. Bu din, tarihte benzeri görül
medik bir sür'atle yayılmıştır. Bu
gün Asya ve Afrika'nın birçok yer
lerinde müslümanlar yaşamaktadır.
Diğer yerlerde de müslümanlar var
dır. İslamiyet'in yükselme ve ilerle
me devrinden sonra duraklama,
hatta gerileme çağı başlamıştır.
Avrupa rönesanstan sonra ilerleme
yoluna girdi, müslümanlarsa gafle
te daldı. Ancak XIX. yüzyılda müs
lümanlarda bir uyanma başladı.
XX. yüzyılda bu hareket canlandı.
Uzunca bir durgunluk devresin
den sonra islam aleminde bir kımıl
dama başladı. İslamiyeti saran hu
rafeleri, dine karışan bidatları te
mizlemek için işe başlayan Muham
med bin Abdülvehhab ( 1703-179 1 ) ,
durgun göle, ilk taş atan adama ben
zer. Vehhabilik bidat aleyhtarlığı
ile, tekkeleri, türbeleri yakmakla işe
girişti, sonra devlet haline geldi.
Afrika'da Ahmedi Muhammed Muh
ter ( 1737-1815) Ticanilik tarikatını
kurarak zenciler arasında yaydı.
Gene Afrika'da Muhammed bin Ali
Senusi ( 1791-1859 ) zaviyelere da
yanan Senusilik cereyanını başlat
tı, bu da ilerde devlet halini aldı.
Hint'te Seyid Ahmed Han ( 1 847-
1898) hint müslümanları arasında
müspet ilmi yaymak için çalıştı.
Gulam Ahmed ( 1835-1908) orada
Kadiyaniliği çıkardı. İran'da Babi
lik ve Bahailik doğdu. Suda:n'da
Muhammed bin Abdullah ( ? - 1 885)
mehdi olarak ortaya çıktı, halkı ba
şına topladı. Hindistan'da ve Afri
ika'da tarikatlar çok yaygındır, şeyh
lerin nüfuzu büyüktür. Bazı sapık
cereyanlar müslümanları parçala
mıştır. Haç mevsiminde milyonlarca müslüman Hz. Muhammect'in mezarını
XVIII. ve XIX. yüzyıllarda islam ziyaret icin binbir güçlüğe katlanarak Kabe'ye koşar.
1 27
669 yılında yapılan El Aksa Camii (Kudüs) d ünyanın en eski camilerinden biridir.
dünyasının manzarası hiç te iç açı Reşid Riza ( 1 865-1933) onun izin Dikkati çeken bir husus bu devirde.
cı değildir. Siyasal esaret, ekono den yürüdüler. Mehmed Akif, Ab müslümanların ıslahı çarelerini
mik çöküntü, her alanda gerilik duh, Ferid Vecdi, Abdülaziz Çaviş'in araştıran konulara el atanlar, daha
yanısıra din de hurafelere bürün birçok eserlerini türkçeye çevirerek ziyade sarıklı olmayanlardır. Sarık
müş bir halde ! Yeni Aıem-i İslam fikirleri aydınlattı. lılardan Ahmed Hamdi Akseki' nin
yazarı, bu hali şöyle anlatıyor : «Di Türkiye'de Manastırlı İsmail Hak arapçadan tercüme ettiği Mezahi
nin özü sönmüş, ruh ve gayesi unu kı ( 1 846-1912) , İsmail Hakkı İzmir bin Telfiki ve İslam'ın bir Noktaya
tulmuş, ibadetler heyecansız şekle li ( 1 869-1944) , Mahmud Esad ( 1 857- Cem'i aıdlı kitabını burada kaydet
bürünmüş, cahiller, yoksul derviş 1917 ) , Seyid Bey (-1924) , Şeyhülis meliyiz. Bunda müslümanların ge
ler; bir lokma, bir hırka kanaatına lam Musa Kazım ( 1 858-1919) , Ha ri kalış sebeblerini araştırıyor, tak
saplanmış, miskinler her yerde do lim Sabit, islami alanda bir yenilik lidin aleyhinde bulunuyor, ictihat
lu. Boyunlarında muskalar, ellerin getirmeye çalıştılar. Türkçülük kapısının açık olduğunu söylüyor,
de tesbihler, dudaklarında efsunlar, Esaslarını kuran Ziya Gökalp müslümanları uyanışa çağırıyor.
büyü, tılsım yapan bir hurafe dün ( 1 876-1924) , İslam'ı çağımızın an Kur'an'ın aklı yükselttiği, taklidi
yası. . . » (Ali Riza Seyfi tercümesi, layışına göre işledi, içtimai usUI-i zemmettiği, mezhep kavgaları yü
S. 28-29) . Afgani, Abduh, Tunuslu fıkhı yazdı, <<Türk milletindenim, zünden müslümanların geri kaldı
Hayreddin Paşa, Manastır, İzmirli, islam ümmetindenim, garp mede ğı, körü körüne taklit kapısı kapa
Seyid Bey ve diğer bazı simalar niyetindenim» formülünü ortaya nıp doğru görüş kapısı açılmadıkça
müslümanları bu durumdan kurtar attı. Tunuslu Hayreddin Paşa, Ak hiçbir ıslah (reform) olamayacağı
mak için çalıştılar. Bugünkü duru vamül-Mesalik adlı kitabında Av açıkça anlatılıyor. Büyü, muskacı
mu onlara borçluyuz. rupa medeniyetini almanın lüzu lık gibi şeylerden sözedilirken «okur
İslam ülkelerinde sömürgecilere munu anlattı. Rusya türklerinden san sevinirsin, tecrübe edersen üzü
karşı ilık bayrak açan Cemaleddin Gaspralı İsmail ve Musa Carullah, lürsün» diyor. Zamanın müctehid
Afgani (1839-1897) oldu. O, bir is aynı doğrultuda çalıştılar. Balkan siz kalamayacağını söylüyor.
lahatçı, bir uyandırıcıdır. İki ama harbinin açtığı yaralardan kalbi İslama karışan hurafel eri temiz
cı vardı : Müslümanları uyandır sızlayan hamiyetli gençler, milletin leyip dinin eski saf ve sade ruhu
mak, sömürge esaretinden kurtar derdine deva aramaya başlaıdılar. nu canlandırrnağa çalışan bu kişi
mak. Ohun talebesi Muhammed Ab Mehmed Şemseddin (Günaltay) ler, müslümanların geri kalmasın
duh ( 1849- 1905 ) , islam fikriyaıtını Hurafattan Hakikata, Zulmetten dan dert ya.narak onları uyandırma
işledi, batıya karşı İslam'ı müdafaa Nura gibi eserleriyle müslümanları ya gayret ettiler. Çünkü müslüman
etti. Mısırlı M. Ferid Vecdi, Abdü içinde bulundukları acıklı durum ların geri kalma nedenlerini dine
laziz Çaviş ("1876-1929) , EJ-Ezher dan kurtarmak için çareler aradı bağlamak haksızlık olur. Barthold
Şeyhi Muhammed Mustafa El- Me lar. Haşim Nahid, Türkiye İçin Ne ve diğer bazı müsteşrikler geri kal
ragı ( 1 881-1945) , hilafete gerek ol cat ve İtila Yolları adlı eserinde ay mayı dine yüklemezler, başka se
madığını söyleyen Ali Abdurrazik, nı konuları işledi. Celal Nuri'nin de beblerle izah ederler. İslam dini in
camiden önce okul lazım deyen M. islami konularda eserleri vardır. kılap yapmış hamleci bir dindir.
1 28
İ slam ordusunun Mekke'de kazandığı zafer Medine'deki bu kutsal tapınakta
Hz. Muhammed'e bildirilmişti.
Hayata dinamizm getirir. Gerilikten ve hürriyet hareketine başladılar. Mısır ve Irak istiklal beyannamele
kurtulup ilk uyanan Türkler olmuş Bugün 37'yi aşan bağımsız islam rinde Türk doktrininin tesiri olmuş
tur. Muhammed İkbal şöyle diyor : devleti, Türkiye'yi örnek tutarlar. tur» (Prof. 'l'. Tunaya, İslamcılık
ııGerçekten Türkiye, gafletten silki İktisadi bakımdan islam aleminin Cereyanları, S. 278 ) . Gazi Mustafa
nip uyanan, donmuş fiıkirlerden önemli bir yeri vardır. Dünyanın Kemal'in önderliğini yaptığı milli
kendini kurtaran tek islam milleti l /6'sında müslümanlar yaşar. Ham mücadele, kurtuluş savaşı zaferini
dir>> (İslam'da Dini Tefekkürün petrolün % 66'sı, tabii kauçuğun, duyunca, islam alemi bayram yap
Yeniden Teşkili, S. 1 86 ) . % 70'i keten ve teneke ihtiyacının tı.
Meşrutiyet'ten sonra dini mese yarısından çoğu, kalayın % 52'si, Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın
leler geniş bir açıdan ele alınqı. hurmanın % 93 ü, pamuk, yün gi adı dillerde destan oldu. Nil şairi
Cumhuriyet devrinde yeni ufuklar bi dokuma malzemesinin çoğu islam Ahmed Şevki bunu bir şiirinde şöy
açıldı. Dersam Kamil Miras (-1957) , ülkelerinde çıkar. le dile getirir : cıAllahu ekber, bu za
Diyanet İşleri Başkanı Ahmed Ham Çağlar arasında daima bir benze ferde hayranlık uyandıran nice şey
di Akseki'nin Yeni Hutbelerim ki yiş sezilir. XIII. ve XIV. yüzyıllar, ler var.
tabına yazdığı tanıtma yazısında hıristiyanlık alemi için bir uyanış ((Ey Türk kahramanı, s�n arap
şöyle diyor : ııŞunu da şükranla yad devri olduğu gibi, İslam'ın XIV. yüz kahramanı Halid'i yeniden canlan
ederiz ki, bize bu serbest mesai kud yılı da müslümanlar için bir uya dırdın.ıı
retini bahşeden lıiç şüphesiz Cum nış devridir. Siyasal alanda islam ııEy Gazi, sana selamlar, zafer
huriyet rejimidir, halk idaresidir. ülkeleri bağımsızlığa kavuşmuşlar, mucizesinden dolayı tebrikler , ki
Şu 1 5 senelik milli hayatımızda her birçok yeni islam devleti kuru,lmuş bunlar yüzyıllar boyunca duracak
şuurlu ve insaflı insanın görebile tur. Bundan böyle sosyal ve ekono sen, bir ordunun döküntüsünden,
ceği kadar geniş ve yüksek teraJkki mik alanlarda gelişmeler olacaktır. bir memleket enkazından, bir mil
hamleleri ve ilerleme hareketleri Türkiye inkılapları, birçok yerlerde letin kalıntısından şaşılacak şeyler
nasıl cumhuriyet'in birer eser-i kud izlerini gösterecektir. İkbal bu ko meydana getirdin.»
reti ise, bu da o cümleden biri ve nuda şöyle diyor: cıİslam'ın uyanışı Bugün 37 bağımsız islam devle
onun bir tuhfe-i inayetidir. Bu ve gerçek birşeyse -ki ben buna ina ti vardır. Bunların sayısı gündengü
sile ile Cumhuriyet'imizin beka ve nıyorum - türklerin yaptıklarını, ne artmaktadır. Birleşmiş Milletler
İtilasını Cenab-ı Haktan dilerken günün birinde bizim de yapmamız Teşkilatı'nın bu hususta yardımı
onun büyük Atasını derin saygıla behemehal gereklidir>> (Adı geçen vardır. Ç oğunluk oldukları halde
rımla selamlarım» (S. 556 ) . eser, S. 176) . Gerçekten bu böyle başka devlete bağlı olanlar 20 ka
Yeni Türkiye her bakımdan islam oldu. Diğer islam ülkeleri Atatürk' dardır. 50'den aşikın devlette azınlık
ülkelerine örnek olmuştur. Afgani' ün açtığı çığırdan yürüyerek ba halinde yaşayan müslümanlar var
nin açtığı uyanış hamlesini Türkiye ğımsızlıklarına kavuştular. ııTürki dır
gerçekleştirmiştir. Sömürge idare ye Cumhuriyeti . . . milli kurtuluş (Bak : Bağımsız İslam devletleri,
sindeki müslümanlar, Türkiye'den hareketlerine geçen islam dünyası I ve II no.'lu cetvel, başka devlete
kudret ve örnek alarak bağımsızlık milletlerine örnek olmuştur. Tunus, bağlı . olanlar III no.'lu cetvel ) .
1 29
İ slamlığın bugünkü yayılma alanını yaklaşık olarak gösteren harita.
amerikwda Kolombiya'da
Meksika'da
1 .000
1 .000
Türkler
Araplar
110
1 00
milyon
»
müslümanlar Guyana'da
Trinidad'ta
100.000
53 .000
İranlı
Pakistanlı, Hintli
30
150
ı>
miler yapılmakta ve islam merkez manları işçi olarak götürdüler, bun Malikiler 110 ))
lei'i ikurulmaktadır. Birleşik Ameri lar orada yerleşip kaldılar. 1889'da Hanbeliler 20 ))
ka'da, New York, Kaliforniya, Det Adelaide'de' cami inşası için bir yer Şia (zeydiye,
l'Oit, 'İ'olido, Chicago, Plıiladelphia, alıp ilk camii yapmaya başladılar. caferi, ismaili) 45 ))
Washington, San Francisco; Michi Batı Avustralya'da Perth'de, Sid Diğer mezhepler
gan gibi şehirlerde İslam merkezle ney'de, Pakistanlı, Endonezyalı, (harici, dürzi, 5 ))
şöyle der: «Şarka büyük bir ülke Fiji adasında 40.000 Amerika ve
nin müm�ssili olarak geldi. Şimdi Yeni Gine'de 500.000 Avusturalya 2 ))
1 32
İSLAM
ÜLKELERİNDE !,
SANAT
1
erken dönem
islam sanatı
İslamlığın doğuşu tarihin en
büyük olaylarından biridir. Hiç bir
din bu kadar kısa süre içinde dün
yanın dört bucağına yayılıp, geniş
lememiştir. Peygamberin ölümün
den sonra, yüz yıl gibi çok kısa bir
süre içinde, İslamlık İran, Suriye,
Kudüs, Mezopotamya, Mısır, Kuzey
Afrika ve İspanya'ya yayılmış, es
ki Roma denizi bir müslümaiı gölü
olmuştur. Bu topraklarda kurulan
İslam İmparatorluğunun sınırları,
bir uçta Batı Çin'de Kaşgar'a, diğ·er
uçta Fransa'da Poitiers'ye dayanı
yordu.
Böyle geniş bir imparatorlu
ğun sınırları içinde çeşitli kavim
ler, çeşitli uluslar yaşıyordu. Bunlar
ayrı gelenek ve törelere sahiptiler.
İşte bütün bu ayrımlara rağmen
ortak bir İslam sanatı doğdu.
İsla.m sanatı, İslam dininin ya
rattığı bir sanattır. İslam sanatı ve
kültürü doğrudan doğruya İslam
dinin-a bağlahır, ve oluşumu VII.
yy.'a raslar. İslam kültürü, insan
lık tarihinin en son VE en genç kül
türüdür.
Kültürler, genellikle,, bir veya
birkaç kültür çevresine girerler. Bir
kültür ne kadar geç meydana gelir
se, devralacağı miras da o Radar ge
niş tir. Bütün kültürler bu şekilde
gelişir ve birbirine bağlanır. Daha
genç olanlarda, az Çok, eski kültür
lerin kalıntılarına raslanır. Uy
garlığın çıkışından bu yana aynı
yol devam edegelmiştir.
İslamlıktan önceki kültürler M.
ö. 4000 yılına kadar uzanır. Sü
mer, Asur, Babil, Hitit, Girit, Mi�
ken, Yunan, Roma, Doğu Röma
Bizans kültürleri, Akdeniz bölgesi
nin Batı kültürünü gösterir. Doğu'
da ise, İran kültürü, Uzakdoğu'da
Çin ve Hint kültürleri vardı.
İslam sanatının meydana gel- Delhi'deki (Hindistan) ünlü Kutub .Minar Camii'nin minaresi.
1 33
ta üzerinde durmak gerekir : dev
raldığı mirasın niteliği nedir ve
ikinci ve daha önemli olarak da yüz
elli yıl içinde heyi kurabilmiş ve
·
zenginligi karşısında, diğer . büyük rihinde yapılan cami, Suriye yapı halife İbni Zübeyr'in otufduğu
camiler gölgede kalmıştır. larının şekline uygundu. Fakat yer Mekke'ye Suriyelilerin hacca gitme
Daha önce de konusunu ettiği darlığından ötürü sürekli olarak ler in e engel olmak amacıyla Ku
miz KudüS'teki Mescid-i Aksa ya genişletilmiş ve 990 yılındaki son düs'te bulunan !rntsal taşın , üıeri
pılırken, Jüstinyen devrinden kalma genişletmede planındaki simetri. ne Kubbet-üs Sahra adlı sekiz kö
bir kilis·anin bazı kısımlarından ya bozulmuştur. Yapı, iç görünüş ola seli ve . içinde iKinci bir sekizg·en o
rarlanılmıştır. İlk yapı, Abdülmelik rak değişik etkiler bırakmaktadır. lan ve üstü kubbeyle örtülü binayı
1 35
Emeviler her ne kadar kentler
de yerleşmeğe, kent yaşamına alış
mağa başlamışlarsa da, eski çöl öz
lemlerini yitirmediklerinden, ayrı- ·
ca ata binmeyi, avlanmayı sevdikle
rinden, saraylarını çölde önemli yol
kavşaklarında, savunmayı gerekti
ren yerlerde kurdular. Bütün bun
ların dışında, dayandıkları aşiret
lerle ilişkilerinin kesilmemesini a
maçladıklarından, çöl sarayları on
lar için hem bir dinlenme, avlan
ma yeri,' hem de devletin birliği için
bağlantıyı sağlayan toplantı yeri ol-
du. Genellikle saraylar iki tipi ör
nek alarak gelişti. Birincisi, Roma
kastellerini örnek alan, kare veya
kareye yakın dış çevresinde kulele
ri bulunan, içinde avlunun çevre
sinde «beyitıı denen belirli bölümle
ri olan tiptir. Bunların çoğunun iç
lerinde bir mescit yer alır. İkinci
tip ise, hamamlı saray tipidir. Bun
larda, taht salonları ve hamam bö
lümleri yer ahr. İçleri çoğu zaman,
zengin mozaikler, alçı süslemeler,
duvar resimleriyle göz alıcı bir şe
kilde bezenmiştir. Saraylarda ba
zan kabartma veya heykellere de
raslanır. Bu , Emevilerde resim ya
sağının pek sıkı uygulanmadığını
göstermektedir.
Günümüze kadar gelen kastel
ve hamamlı tipten bitçok saray
içinde en ilgi çekicisi, Kudüs'ün
doğusundaki Meşatta adlı çöl sara
yıdır. Cephesi tamamen, ince ve kıv
rak bir şekilde işlenmiŞ taş kabart
malarla kaplıdır. Bu taş kabartma
lar Abdülhamit tarafından İmpa
rator Wilhelm'e armağan edildi
ğinden, yerlerinden sökülüp Berlin
müzesine taşınmıştır. Meşatta sa
rayı, tamamlanmamış bir saraydır.
Bu sarayın, İkinci Velit zamanında
yapımına başlandığı, onun öldürül
Hz. Muhammed'in türbesini konu alan bir minyatür. Bu konu Jsltim mesiyle yarım kaldığı anlaşılmak
minyatürcülerinin sık işledikleri konuların başında yer alır. tadır.
İslam sanatının başlangıcında,
yaptırdı (69 1 ) . Burası ilk bakışta Kabe, düz taştan, küp biçiminde, Emevilerde, artık yavaş yavaş bir
diğer yapılardan kesinlikle ayrılı sade ve dekorsuz bir yapıdır. Mima cami mimarisinin doğduğu ve yer
ycırdu. ı 027'deki onarım sırasında ri bir özelliği olmamakla beraber, leşmeğe başladığı görülür. Bunun
yapının içi mozaiklerle bezenmiş, bütün camilerin yönünü belirten yanında sivil mimari olarak saray
691 yılından çok az mozaik kalmış kıble burası olduğundan, kutsal bir ların, gerek planları, gerekse süsle
tır. En önemli onarımı Kanuni Sul yer . ve önemli bir merkezdir. meleriyle geç antikite ve Sasani et
tan Süleyman zamanında geçirmiş, Eme ıiler devrinden kalma bu kilerini taşımakla beraber, kendine
dış yüzleri mozaik yerine klasik Os dinsel yapılar, daima kullanıldıkla özgü bir gelişme biçimine yöneldi
manlı . çinileriyle kaplanmıştır. Bu rı ve onarıldıkları için günümüze ği açıkça sezilmektedir. Bazan geç
şekliyle diğer yapılar dışında düşü kadar sağlam bir şekilde gelmişler antikiteden gelen özellikler Sasani
nülmesi gereken Kubbet-üs Sahra, dir. Oysa bazıları, sahralar, çöller özellikleriyle bir arada kullanılmış,
geç antikite ve Sasani sanatı özel ortasında kuruldukları için, görev bazan da yeni bir üsluplaşmağa
liklerinin bir arada kullanıldığı mo lerini yitirince bakımsız kalmış, ya doğru gidilmiştir. Ama daha çok
zaikleri, dışını süsleyen Osmanlı insanların yada zamanın ağır fakat geç antikite ağır basmaktadır.
çinileri ve sekizgen planıyla değişik etkili yıkımına dayanamamışlardır. Halifelik 750 yılında Emeviler
bir yapıdır. Buna benzer diğer bir Arkeologların son elli yıl içindeki den Abbasilere geçince, merkez
yapı da Mescid-el Haram, başka bir çabalarıyle bugün bunların çoğu Şam'dan Bağdat'a taşındı ve böyle
d·eyişle Kabe'dir. Mekke'de bulunan gün ışığına çıkarılmaktadır. c·e Sasani sanatıyle sıkı· bir yakın-
1 36
!ık başlamıştır. İran kültürünün
güçlü etkisi altında İranlılaşma
tehlikesiyle karşılaşan Abbasi hali
feleri, Türkleri yardıma çağırmış
lar, ama bu kez siyaset, kültür ve
sanat bakımından tam bir Türk e
gemenliği kurulmuştur.
Abbasilerle İslam sanatına Türk
etkileri girmeğe başlamış ve giderek
artmıştır. Müslümanlığı kabul eden
Türkler, Asya'da kurdukları devlet
lerle batıya doğru akmışlar, bu ge
lişleriyle mimarlık, resim, süsleme
ve el sanatlarında gelişimi saglaya
cak yeni olanaklar yaratmışlardır.
Harun Reşit zamanının 1 0 0 1
gece masallarına konu olan Bağ
dad'ından bugün birşey kalmamış
tır. Halife Mansur, 762-766 yılları
arasında Dicle kenarındaki ilk baş
kenti Bağdad'ı şehircilik bakımın
dan bir yenilik olarak daire şeklin
de kurdurmuştur. Dairenin ortasın
da cami ve saray bulunuyordu. Fa
kat bütün bunların dışında Abba
siler devrindeki en önemli olay,
Bağdad'ın kuzeyinde Dicle kenarın
daki Samarra'dır. 838-883 yılları
arasmda elli yıl kadar başkentlik
yapan Samarra, 33 kilometre uzun
luğunda, dünyanın en büyük kent
lerinden biriydi. Nüfusu kısa süre
içinde bir milyona ulaşmıştı. Bura
da, 191 1 - 1 9 1 3 arasında Almanlar,
1 936'da Irak hükümeti tarafından
yaptırılan kazılar sonunda, Abba
si sanatına ait değerli eserler, ca
miler, saraylar, evler meydana Çı
karılmıştır.
Bu devrin en büyük eseri, Ha
life Mütevekkil'in 848-852 arasında
yaptırdığı 240Xl56 metre boyutla
rındaki , en büyük dini anıtlarından
biri olan, içinde 150 000 kişinin ra
hatlıkla namaz kılabileceği Müte
vekkiliye veya ikinci adıyla Büyük
Cami'dir. Bugün bu camiden sade
ce çevresini s).ran duvarlar ve Mal
viye denen miJ'laresi kalmıştır. Bu
minare Babil'in basamaklı ziggu
ratlarını anımsatmakta, spiral mi
nareye dışardan rampalarla at üs
tünd.e çıkılabilmektedir. Aynı halife
.tarafından bir benzeri de da.ıha ku
zeyde 8 6 1 -862 tarihinde yaptırılan
Ebu Dülef Camli'dir. Onun da mi
naresi Mütevekkiliye Camii'ndeki
gibidir. Üçüncü örnek Mısır'dadır.
Abbasiler devrinde Mısır'da ilk Türk
devletini kuran Tolunoğlu Ahmet'
in eski Kahire'de 877-879 arasında
yaptırdığı Tolunoğlu Camii Samar
ra geleneğinde bir yapıdır.
Dünyanın en büyük kentlerin
den Samarra1daki dinsel yapıların
yanı sıra saraylar da, gerek kapla
dıkları alanlar, gerekse içindeki
s üslemeler bakınundan Sasani sa- İsfahan'daki (lran) Mescidi Şah'ın minaresi.
1 37
taşır. Hz, Muhammed ve diğer ha'."
lifeler kendilerine türbe yaptırma
mışlardır. . İslam kaynakları, . halife
Mutasım, Mutez ve Mülhtedi'nin
bu türpede yattıklarını yazar. Bu-_
nun içinde de üç mezar vardır. Mu
tasım 862'de öldüğüne göre, söz ko
nusu türbenin bu senelerde yapıl
dığı sanılır.
Bağdad ve Samarra'nın dışın
da, Abbasiler zamanında İran'da da
büyük camiler kuruldu. Ama bun
lar dayanıksız malzemeden yapıldı
ğı için yıkılıp gittiler. VIII.yy.'ın
son yarısından kalma Damgan Ca
mii, İran'daki en eski örnektir. Si
lindirik minaresi Selçuklu devrin
den kalmadır. İsfahan'ın doğusun
da, X.yy.'dan kalma Nayin Camii,
alçıdan yapılmış süslü mihrabıyla
önemli bir yapıdır.
Abbasi yapılarında genellikle
tuğla kullanılırdı. Bu, taşın çok az
bulunduğu bir yöre oluşundan ileri
gelmektedir. tslA.m sanatının kişili
ği Abbasilerle ortaya çıkmış, bu ge
lişmede Sasani ve Türk sanatının
güçlü etkileri olmuştur. Süsleme
sanatında beliren yenilikler, mima
riye bağlı yada bağımsız olarak bü
yük bir canlılık göstermiştir. Bu
nun en güzel örneğine alçı ve ke
ramik işlerinde rastları�. Bunlar
üzerindeki konular ve bazı motif
ler İran ve Doğu kaynaklıdır.
Abbasi sanatı, Tolunoğlu Ah
met'le Mısır'a atlamıştır. Mısır'da
ki iki Türk sülalesi Tolunlulardan
ve Akşitlerden sonra, Fatimiler,
Berbari oldukları için Kuzey Afri
ka özelliklerini, Şii'liği kabul ettik
lerinden dolayı da İran etkilerini
getirdiler. Mısır'da Kahire kentini
kurarak başkent yaptılar. Kahire'
deki Fatımi camileri, kısmen Tolu
Elhamra sarayından (Gırnata, İspanya)
noğlu camii'ne, kısmen de Seydi
bir köşe.
Ukba Camii'ne benzer. İlk Fatimi
raylarını gölgede bırakacak nitelik� bahçesi ortasında bir de havuzu var eseri olan Ezher Camii, 970-972 a
tedir. öte yandan, Kerbela yakının dı. rasında tamamlandı. Bir süre med
da, IX. yüzyılda yapılan Uheydir Samarra'da, büyük boyutlu bir- rese olarak kullanılan bu yapı, şim
Sarayı <f" önemlidir. Bu . saray, plan çok saraya daha rastlanır. Bunlar di Kahire Üniversitesi'dir. Genel
olarak Emevilerin Meşatta sarayı da · ·genellikle duvarlar süslemelerle görünüşüyle kaleye benzeyen ve
na benze'r. Ortada giriş kısmı, son bezenmiş ve çeşitli üsluplar kµUa 990-1003 arasında yapılan Dikim
ra tören avlusu ve daha sonra ka nılm�ştJl'. Sarayltl.l'dan evlere kadar Camii, Tolunoğlu Camii'nin küçük
bul saloı)ıarı yer alır. giren bu üs�J.J.l?, öz.ı;ıllikle 'I'ürltler ta bir trakrarıdır. Üçüncü ve en önem
Hali{e Mütevekkil'in 854'de rafından doğudan buraya getir�ı li yapı, 1 1 25'de tamamlanan Ak
yaptırdığl Balkuvata Sarayı, Dicle miştlr. Duvar resimlerinde görülen mer Camii'dir. Bunun cephesi, Ka
nehrine teraslar halinde iner. 1250 tipler de., Türk tiple;ricijr. hire'de devir açan zengin işlemeli
metre mıunluğundaki bu sarayın, Samarra, ayrıca, keramikleriy bir dekorla bezenmiştir. Cephesin
asıl sara� kısmı 460X575 boyutla Ie ün salmıştır. Cam üzerine yapı de birbirinden kesinlikle ayrılan
rındaydı.: Bu boyutlara varan saray lan ve çok pırıltılı bir görünüm ve geometrik düzen, Türk özellikleri
lar yanuiıda Emevi sarayları çok ren tekniğe perdah tekniği adı ve nin girdiğini gösterir.
küçük kil.lır. Kazılarla ancak bir rilir. Bu teknik ilk defa Samarra' Endülüs denilen İspanya, Eme
kısmı çı�arılabilen Balkuvara Sa da kullanılmış ve keramik sanatın viler devrinde, Kuzey Afrika'nın
rayı, halifenin oğlu Mutez'in sün da önemli bir adım atılmıştır. kültür ve sanat önderliğini yapıyor
net düğÜnü için yapılmıştı. Tören İslam sanatında ilk türbe de du. Bilimde ve her alanda parlak
s-alonları) büyük avluları bulunan yine Samarra'<;la yapılmıştır. Bu bir devir yaşayan, yeni kentler, sa
bu sarayın Dicle'ye doğru uzanan . türbe, Kubbet-ül Süleybiye adını raylar kuran Emavi İspanya'sı, Av-
1 38
rupalılara da uzun yıllar kaynak
görevini yapmıştır.
· XI.yy.'da ise, Murabıtlar ile bu
önderlik Fas'a geçmiştir. XII.yy.'m
ortasında, Berberi soyundan gelen
Muvahhitler ile yeni bir üslup doğ
muş, XIV.yy.'da Gırnata'da gelişi
mini tamamlayarak Elhamra Sa
rayı ' nın yaratıJ.masına yol açmış
tır. Fas bu geleneklere günümüze
dek bağlı kalmıştır. Cezayir, Barba
ros sayesinde XVI.yy.'dan sonra
·
Türk sanatı �vresine girmiş, Tu-'
nus da aynı yoltl izlemiştir.
Cami alanında Kayrevan'daki
Seydi Ukba ve Kurtuba güçlü etki
ler yapmış, onların planları büyük
değişiklikler yapılmadan sürekli
kullanılmıştır. Saraylardan en eski
örnek, Gırnata'da XIV.yy.'dan kal
ma Elhamra Sarayı' dır. Bu yapı,
�aht salonları, kabul salonu ve ha
remiyle, gezenleri değişik bir at
mosfer içinde büyülemektedir. Ha
rem kısmının ortasındaki avluda
arslan heykelleri ve fıskiyeli bir �a
vuz bulunmaktadır. Ayrıca, çeşitli
ağaçlarla bezenmiş havuzlu bahçe
leri, görünümü bir kat daha zen
ginleştirmektedir.
Zamanla yapılan çeşitli eklerle
gelişen sarayın planında, Abbasi
saraylarının kesin ve belirli şeması
görüımez : Abbasi sanatiyle Avrupa
İspanya'sındaki Emevi sanatı ara
sında bazı ayrılıkların bulunması
doğaldır.·
Çeşitli bölgelerde gelişmesine,
bölge ve iklim açısından büyük ay
rımlarla karşılaşılmasına rağmen,
İslam sanatında - özellikle erken
döneı:ninde - gene de birçok alan
da. buyük bağlantılar kurma. olana
ğı vardır. Geniş anlamda böyle bir
birliğin doğması nedenini, İslam
düşüncesinin b\itün etkilere açık
olmasında, bunları kendi özüne gö
re işleyip biçimleyebilmesinde ara
IIJ.ak gerekir. Bu . büyi.ik gelişmede
kuşkusuz birçok etmen rol oyna
ıtııştır. İlk bakışta bazı eski kültür
lerdc:,ı esinlenmeler görüiebilir. A
ma İslim eserled gene de özellikle
rini . 1\1.er devirde vurgutaya"btınıiş-
· ·
lerdir.·
1 39
Moğol imparatoru Humayun'un türbesi (Yeni Delhi, Hindistan).
tı. Türkler İslam sanatının altında Türkler müslümanlığı kabul
türkistan ve ezilip kalmamış, ona daha önce ya ettikten sonra, daha önceki dinsel
eski Türk sanat uslubu ve gelenek taplığı bulunan, İslam üniversitesi nareler, gezginler üzerinde her de
lerini Afganistan ve çevresinde yer diyebileceğimiz medreseler kurul virde güçlü etkiler bırakmıştır.
leştirmekte büyük rol oynadı. Bu du. Bilim ve kültür alanında sivril Gazne'deki diğer kalıntılar, k azı
rada beliren yeni görüşler, İran'a miş �ICiŞiler �liralarda toplandı. lar ilerledikçe gün ışığına çıkacak,
ve Hindistan'a, yine Türkler yoluy Başkenti süsleyen göz alıcı bi Türk tarih ve sanatının önemli bir
la yayıldı. nalardan geriye kalan sadece iki kısmı da böylece aydınlanmış ola
Bu önemli devreden elimizde minaredir. Mesut III ve Behram caktır.
çok az eser kalmıştır: çünkü büyük Şah'a ait bu minareler, süsleme sa Gazne dışında, yine kazılarla
istilalar, yağma ve yakıp-yıkmalar natı yönünden İslam mimarısının bütün ayrıntılarına kadar öğrene
eserlerin çoğunu ortadan · kaldır yarattığı en ünlü örnekler arasın bildiğimiz Leşker-i Hazar Sarayı ise,
mıştır. da yer alır. Bunlar, XII.yy.'ın ilk minar·asi ve duvar resimleriyle
Bugün elimizde o günlerden, yarısından kal�adır. Uzun yıllar bu önemli bir buluntudur.
Gazne kentinde iki minare ile Ka minareler zafer kuleleri olarak ta Sultan Mahmut ve Sultan Me
bil Müzesi'�de bulunan kabartma nınmış, ikincisi yine yanlış olarak sut'a ait olan bu saray, XI.yy.'ın
lar ve keramik parçaları kalmıştır. Sultan Mahmut'a mal edilmişti ; başlarında, dikdörtgen şeklinde, te
Bir de bunlara ekleyebileceğimiz, ama son yıllarda üzerlerindeki ya melleri tuğladan, gövdesi kerpiçten
Agra Kalesi'nde saklanan Gazneli zıtların doğru bir şekilde okuruna yapılmıştır. Sarayın içinde, mera
Mahmut tür�sinln ağaç k apısıdır. sından sonra durum aydınlanmış sim ve kabul salonları, bürolar, o
Ama son yıllarda Gazne kentinde tır. turma odaları yer almaktadır. Ba
İtalyanların, Leşker-i Bazar denen 40 - 45 metre yüksekliğinde o zı yönlerden Abbasi saraylarını ha
yerde Fransız arkeologların yaptığı lan bu minarelerin üstleri yıkıldı tırlatan Leşker-i Bazar, «dört ey
kazılarla, her yönden aydınlatıcı ğından, ancak yirmi metreye ka vanlı plan tipiıı diye adlandırılan
ipuçları elde .edilmiştir. dar olan alt kısımları ayakta kal yeni bir denemeyle de, mimariy·a
Tariıhsel kaynaklardan edindi mıştır. bambaşka olanaklar tanıyor. Her
ğimiz bilgiye göre, Gazneli Mahmut Sultanların adlarını ve ünvan halde bu plan tipi Gazne'de ev,
zamanında başkent Gazne'de çok larını veren yazıtlarla, çok zengin medrese ve diğer yapılarda da
önemli binalar yapıldı, zengin' k\- tuğla süslerle bezenmiş olan bu mi- kullanılmıştı. Ama ilk tipik örne-
141
Samanı mimarisinin güzel örneklerinden lsmail lbn Hamad türbesi (Buhara,
Özbekistan) .
ğini bU: sarayda görüyoruz. Türk muş olan rsınııerin her tarafı ö torluğtı oltntıştut. Anacıoıu Selçuk
lerin g�lişme ve yayılma yollarını zenle işlenmiştir. Arada ulun boş- luları ise, bu impa*Q,t()rluğun bir
izlemek! istiyorsak, bu tip mima 1 ukları olan İslam sanatında, bu re koludur. 1055'de Ba.ğda.t alınmış ve
rinin kullanıldığı yerlere tıe.kma simlar, Uygur Türklerinin resimle Tuğrul Bey kendini sultan ilan et
mız gerekir. Çünkü Türkler, çe riyle Selçuklu Türklerinin resim miştir. İlk dört sultanın devrinde,
şitli alanlarda, iklim koşullarının sanatı arasında köprü görevi yap sanat çalışmaları büyük hız kazan
elverdigi oranda, mimaril·arinde maktadır. :Sütün bunların dışında, mış ve kendina özgü, kökl il bir sa
dört eyvanlı denen tipi severek kul buradaki tuğla süslemeler, değişik nat doğmuştu. Batıya doğru ilerle
lanmışlar ve ·geliştirmişlerdir. Da biçimler altında Selçuklularda ya 'yen Selçuklular, İran'da Şiiliğe kar
ha sonra Büyük Selçuklular, Ana şayıp gelişmiştir. şı sünniliği savunmuşlar, öğretim
dolu �lçukluları, Suriye Atabekle Gazneliler devletinin yanısıra, sistemlerini sünniliğe göre kurmuş
ri ve Türk Memh'.lklarında bu ti Batı Türkistan'da önemli diğer bir lardı. Bir yandan da Doğu Roma
·pin g�lişmesini izl-ayeceğiz. İşte Türk Devleti de Karahanlılar'dır. imparatorluğu sınırlarını zorlayıp,
LeşkerJi Bazar'ın önemi bu yüzden 840-1212 yılları arasında egemen onunla hesaplaşmağa gitmişlerdi.
artma�tadır. Gazne kazılarında ve olan bu ilk müslüman Türk devleti, Selçuklular yeni oluşumlara
diğer l yörelerde yapılacak araştır �zkent'teki türbeleriyle yepyeni bir yönelirlerken Gaznelilerin Leşker-i
malarda, bundan eski, bu türden bir üslup meydana getirmişti.. Kara Bazar sarayında ortaya çıkan cıdört
plana göre inşa edilmiş bir yapı çı hanlı mimarisi, antik süslemeden eyvanlı planıı şemasını mimarile
kıncaya kadar Leşker-1 Bazar kilit farklı yepyeni bir mimari dekorla rinde uyguladılar. Bu uygulayış
yapılal'dan biri olarak kalacaktır. karşımıza çıkmaktadır. Cepheler çok yönlü oldu. Dört eyvanlı plan
Ancak, Leşker-i Bazar'ın önemi yal de, çiçekli ve örgülü kufi ve nesih ilk kez medreselerinde ve Ribat
-nız mimarisinden değil, merasinı yazı dekoru geometrik bir düzen denilen kervansaraylarda ortaya
salonunun alt kısımlarını süsleyen içinde yer alır. Ortaya çıkan bu . üs- çıktı. Daha sonra, aynı plan tipi
duvar . . resimlerinden ve üstlerinde 1 up, en belirgin olarak 1012 tarihli camilerde de kullanıldı (İran'daki
ki tuğla süslerden de gelmektedir. Nasır bin Ali, 1 152 tarihli Celalet önemli camilerin büyük bir çoğun
Altmış kadar olması gereken bu tin Hüseyin ve kime. .ait olduğu bel luğu bu tipe bağlı kalınarak ya
duvar :resimlerinden ancak kırkdör li olmayan 1 186 tarihli türbelerle pıldı) .
dünün kalıntılarına rastlanmakta kendini gösterir. Bu dekorlu türbe Ünlü 8elçuklu veziri Nizamül
dır. Tabii boydaki vücutları karşı tipi, yine Türkler tarafından ara nıülk , Selçuklu suıtanlarındah Alp
dan, �yakları yandan gösteren bu lıksız geliştirilecektir. arslan ve Melikşah'ın emriyle, şii
resimlerin Gazneli Mahmut'un su Doğu İslam dünyasında en liğe karşı sünniliği geliştirmek ve
bay v� askerlerini tasvir ettiği anla uzun süreli ve büyük imparator kuvvetlendirmek amaciyle medrese
şılmaktadır. Baş kısımları bozul- luklardan biri ise, Selçuklu İmpara- ler yaptırdı. Bu medreseler günü-
1 42
muzun üniversitelerini karşılamak
tadır. Öğrenci odalarını ve dersa
neleri içine alan medreseler, büyük
bir avluya açılmaktadır. Çoğu za-·
man avluda bir havuz veya · şadır
van bulunur.
Nizamülmülk'ün kurduğu en
büyük devlet medreseleri, Tus, Ni
şapur ve Bağdad'dadır. Medreseler,
daha sonra hızla her yöne yayılmış
tır. Bağdad'da XI.yy.'ın ikinci yarı
sında yapılan Nizamiye Medrese
si'nden geriye bugün birşey kalma
mıştır. Öte yandan tran'da yapılan
medreseler, tarihi kaynakların
uzunboylu sözünü ettikleri bu ö
nemli kültür yapıları, Moğol saldı
rısıyla yıkılmış, yokolmuşlardır.
Bazı bölümleriyle günümüze kadar
gelebilen ender medre�lerden biri,
Hargird'deki medresedir. 1 938'de
yapılan kazılarda bu · medresenin
bir eyvanı oldukça sağlam olarak
ortaya çıkarıldı; kare avlunun di
ğer yanlarındaki eyvanlarınsa izle
ri bulundu. 1 087 tarihindG.�apılan
Hargird Medresesi'nden güzel bir
kufi yazıt, sınırlı da olsa, zengin
süslemesi hakkında bir fikir ver
mektedir.
İran'da, :Sağdad'da ve Selçuk
luların egemen olduğu topraklarda
bitdenbire ortaya çıkan bu medre
seler; büyük bir kültür olayıdır.
Çünkü hızla gelişen ve yayılan ye
ni düşünceler ve akımlar, sanatın
da belirli bir düzey·e ulaşmasında
büyük rol oynamıştır.
Medreselerde denenen plan ti
pi kervansaraylarda da kullanılmış,
sonra dini Yapılar olan camilere
atlamıştır. Bütün bunların süslen
mesi ve bezenmesi, sana.tın her yö
ne açıldığını gösterir. Selçukluların
kültür ve sanat yönünden gelişme
sinde iktisadi durumun da büyük
payı vardır. Kısa süre içinde, her
yanı cami, medrese ve kervansa
raylarla donatıp, bunları süsleme
lerle bezemek, ekonomik alandaki
zenginliği gösteren somut kanıtlar
dır. İran'da ilk kez dört eyvanlı şe Yakudiye mectresesıntn (Erzurum) cephesi.
ma 1 1 35 yılında İsfahan'ın doğu
sunda Zev-vare Camii'nde denen miye açılan kubbeye sonradan dört radan Doğu'ya ve Batı'ya yayılmış
miştir. Di_kdörtgen avlunun her eyvan eklener·ek burada da Zevvare tır. Medreseler ve dört eyvanlı ca
kenarının ortasına bir eyvan v·e kıb planı tekrarlanıyor. Bunlardan baş milerden başka, Türkl�r'in İran'a
le yönündeki eyvanın onune bir ka, Ardistama'daki Mescid-i Cuma getirdikleri diğer mimari tipler a
kubbe ekienmesiyle biçimlenen ( 1 1 60) ve diğer bazı yapılar, ayni rasında· mezar anıtları da y·C)r alır.
Zevvare Camii, bu tip uygulanışın gelişmeyi devam ettirirler. Bütün Bunların en eski örnekleri, İran'da
ilk örneğidir. Gerçi İsfahan'da Mes bu yapılar her devirde yeni ekler ve daima silindirik gövdeli, konik ça
cid-i Cuma'da mihrap önü kubbesi süsl.:!rle zenginleşmiş ve büyümüş, tılı, Azerbaycan ve Batı İrarl.'da ise
Zevvare'den çok önce yapılmışsa ama bir bakıma da ana özellikleri çok köşelidir. Çoğunluğunda altta
da, tümünün biçimlenmesi Zevva ni az da olsa yitirmişlerdir. mumyalık denen, ölünün · gömüldü
re'den sonradır. İsfahan Mescid-i İlk denemeleri Uygurlar'da, ğü bir kısım bulunur. Bunun üs
Cuma'sında ilk olarak Melikşah za Hoço'da görülen tür})() mimarısı, tünde, merdivenlerden çıkılan ya
manında mihrap önünde bir kubbe Batı Türkistan'da Karahanlılar, lancı sandukaların bl.1.lundµğu, ö
yapılıyor ( 1 080) . Dokuz kemerle ca- İrım'da Selçuklularla gelişerek bu- :ııellikle kücük bir mihrapçıkla süs-
1 43
keramik ve minyatür sanatları da
Selçuklular zamanında canlanmış
veya aına formlarını almıştır. Bir
yanda mimariye bağlı veya bağım
sız taş, alçı, ağaç işçiliği örnekleri
gelişirken , öte yanda çini ve kera
mik, minyatür, yani kitap resmi sa
natının yerinde sayması olanaksız
dı. Bunların yanı sıra, gerek yapı
larda yer yer kullanılan, gerekse re
simlenen kitapların içlerindeki ya
zılar, canlılık ve gelişme gösteriyor,
zaman zaman formları bakımından
resim sanatıyla yarışıyordu. Bu sa
nat kollarının son ve büyük geliş
meleri, Anadolu Selçuklularında ve
Osmanlılarda ortaya çıkacaktır.
Yapılan son araştırmalar, halı
sanatının Batı Türkistan'da Türk
ler tarafından meydana getirildiği
ni ortaya çıkarmıştır. İlk devirler
de halılar, hayvan postlarını hatır
latmaktaydı. S onradan bunlar ge
liştirilip XI.yy.'dan başlayarak Sel
çuklu Türkleriyle Batı Asya'ya,
İran'a doğru yayılmıştır. Ama Bü
yük Selçuklu halı örnekleri günü
müze kadar gelemediğinden, Büyük
Selçuklu halı sanatıyla ilgili bilgile
ri Anadolu Selçukluları yoluyla öğ
Ahmed Şah Baba türbesi (Kandahar, AJganistan) .
reniyoruz. Şu gerçek apaçık ortada
lü üst kısım yer alır. Kısaca üzerinde durarak geçti dır: halı, Türklerin bir buluşudur
İran'daki en önemli kümbetler ğimiz bu yapılar dışında, Selçuklu ve onlarla gelişmiş, dünyanın dört
den biri kuzeydeki Radkan, diğeri lar ülkesinin dört bir yanında bir bir yöresine yayılmıştır .
Horasan'daki Kişmar kentinde bu çok önemli eser meydana getiril Halı sanatına paralel olarak
lunmaktadır. Bu kümbetler, dış gö miştir. Bu eserlerin ölçüleri ve süs gelişen diğer bir sanat kolu da, min
rünüşleriyle, süslü ve gösterişli bir lemeleri, o çağda buraları dolaşan yatürdür. İslam minyatür sanatı
çadırı anımsatırlar. Türkler küm gezginler üzerinde kuvvetli etkiler nın şekil alnıasında ve çeşitli üs-
betlerin yanısıra türbelere de ye yapmıştır. Çünkü, bu eserlerde sa 1 upların gelişmesind-e, VIII.yy.'da
ni bir biçim verdiler. İç içe iki kub dece anıtsal bir mimariyle yetinil Doğu Türkistan'da Mani dinini ka
be kullanarak dış kubbeyi mümkün miyor, yapıların gerekli yerleri çi bul eden Uygur Türklerinin büyük
olduğu kadar yükseltme oları.ağını niler, alçı ve ağaç işleriyle bir kat rolü vardır. Uygur Türklerinin bir
sağladılar. Bunun en güzel örneği, daha zenginleştiriliyordu. Bu yüz kısmı, daha Abbaşiler zamanında
Merv'deki Sultan Sencer Türbesi' - den, . kültürel ve mimari gelişimin Bağdad ve Samarra'da çalışmışlar
dir. Ayrıca silindir biçimli minare yanısıra el sanatlarında da hızlı bir dı. Ama o devir minyatürlerinden
ler de İslam sanatında Türkler a atılım görülüyordu. Rengarenk çi hiç bir örnek günümüze kadar ge
racılığıyla yaygınlaşıyor ve Ana niler, alçı süsler, ince ve karmaşık lemediğinden, ancak kaynakların
dolu'da kuvvetle yaşayarak günü ağaç işleri, ağır ve anıtsal mimari verdiği bilgilerle yetiniyoruz. Gene
müze kadar uzanıyor. yi hafifletiyordu. Ayrıca, yapılarda de kesin bir gerçek var ortacta : Uy
Büyük Selçukluların dinsel ve süslemenin kullanılacağı yerler be gur Türklerinin kitap ve minyatür
sivil mimaride ortaya koydukları lirli kurallara bağlanıyor, hiçbir za sanatındaki ustalıkları. Anayurtla
eserler, daha sonraki yeni Türk dev man taşkınlığa yer verilmiyordu. rında yaptıkları duvar resimleri de
letlerinde yaşayıp gidecektir. Sel Bu gelenek Anadolu Selçukluların bunun en . sağlam kanıtlarıdır. Sel
çukluların gücü, aldıkları mirası da da devam etmiş, daha da yakın çuklu sultanı Tuğrul Bey Bağdad'ı
yeni bir anlayışla işlemelerinden ve laşarak göze ağırlık verecek her çe aldıktan sonra burada ilk minyatür
ona çeşitli olanaklar tanımaların şit fazlalıktan sakınılmıştır. ccTaç. okulunun kurulmasını desteklemiş,
dan ileri geliyor : dört eyvanlı plan kapm dediğimiz anıtsal giriş kapı böylece minyatür sanatı hızlı bir
biçimini, medrese, keı vansaray ve ları ve giriş cephelerindeki süsler gelişme göstermiştir. Bu gelişmede
camide denemiş ve geliştirmişler ve üzerindeki taş işçiliği gerçekten Sultan ve Beylere katiplik yapan
dir. ince bir zevkin örnekleridir. Bütün Uygur Türklerinin büyük payı var
Türbe ve kümbetlerde de du motifler uzun boylu düşünülerek dır. Önce Yunanca yazmalar Arap
rum aynıdır. Bugün Anadolu'da bi bir araya getirildiğinden, genel çaya çevrilirken bunların konuyu
le kentlerin görünümlerine çok şey kompozisyonlarda aksamalar olma açıklayan resimleri de kopya , edil
katan kümbet ve türbeler, Büyük mıştır. İşte Ortaçağ'ın ünlü Türk miştir. Zamanla resim sanatı gelişe
Selçuklular zamanında oluşmuş, kentleri böyle bezenmiş ve şehirci rek, kendine özgü biçimler almış
ölümün ağırlığından çok yaşamağa lik anlayışı da buna paralel olarak tır. Bunlardaki tiplerin, Türk tiple
bağlı yapılar olarak karşımıza çık biçimlenmiştir. rini açık olarak göst·ermesi , dikkat
mıştır. Bütün bunların . dışında, halı, çekicidir.
144
Selçuklular sülalesinin devamı
olan Suriye ve Irak'taki Atabegler
devrinde de, gerek mimaride gerek
se diğer sanat kollarında aynı geliş
me .kesintisiz sürdü. Cami, medre
se ve öteki mimari türlerdeki ya
pılarda, Atabegler de eski plan şe
malarına bağlı kaldılar. Minyatür
sanatı Atabegler devrinde daha da
gelişti. Bu minyatürlü yazmaların
birinde görülen bir resim gayet ilgi
çekicidir. Musul Atabegi Bedrettin
Lulu bin Abdurrahman, oturmuş
halde elinde oku ve yayı ile cephe
den portresini yaptırmıştır. Böyle
ileri bir gerçekçiliğ·� varan resim
sanatı, Atabeglerin sanatç!ları sü
rekli korumalarıyla gelişti. Moğol
saldırısıyla kentlerin yakılıp yıkıl
dığını, kitaplıkların yağmalandığı
nı düşünürsek, elde kalan bu min
yatürlü yazmaların önemi bir kat
daha artmaktadır .
Atabegler devrinden sonra
Türk sanatının gelişme çizgisini iz
leyec·�k olursak, bir yönde Anadolu
Selçuklularını , diğer yönde Mısır'da
Türk Memluklarını buluruz.
Memluklar mimaride, daha ön
ce Eyyübilerin. Suriye'den getirdik
leri dört eyvanlı medrese örneğine,
Batı Türkistan'daki yüksek kubbe
li türbeyi eklediler. Genellikle dört
eyvanlı yapı tipi, hem medrese, hem
de camide kullanılmış, zaman za
man bunların önüne yüksek kubbe
li bir türbe de eklenmiştir. Bunuh
en güzel örneklerinden biri, Sultan
Hasan medresesidir. Bu devir ya
pıları, anıtsal taçkapıları, renkli
taşlarla bezeli duvar ve avluları ile
ortaya çıkarlar. Ayrıca, Kahire dı
şındaki Memluk türbeleri, Semer
kant ve Buhara'daki türbelere ben
zer ve genel görünüşh�riyle değişik
bir etki bırakır.
vetl<! kendini göstermektedir. Günümüze dek kalan ilk Ana kapılarında ve yer yer iç süslerinde
Aslında Selçuklular yerleşmiş dolu camilerinde, birkaç plan şekli bitkisel ve geometrik motifler dik
bir kültürle gelmemiş olsalardı, yüz denenmiştir. Danişmentlilerden kal kati çekmekte, plastik bir görünü
yıllardır her türlü sanatın beşiği ol ma Sivas ve Kayseri Ulu Camileri, me bürünmektedir. Bir an öteki
muş, dünyanın en zengin kültürle çeşitli onarımlar geçirmiş, yalın ya Selçuklu yapılarının kapı süslerini
rinin bir araya geldiği ve yaşadığı pılardır. Saltuklu Beyi Mehmet Kı çiüşünürsek, arada benzerlikler bul
Anadolu'da yerli sanatın etkisinde zılarslan'ın Erzurum'da yaptırdığı mak mümkündür, ama bunun ya
kalmamalar.ı imkansızdı. Bu yargı, Ulu Cami, mihrap önündeki kubbe nında yepyeni ve değişik ögelerin
sanat alış-verişlerinin zararlı oldu si ve yine orta mekanlardaki - zen eklendiği de görülür. Camiin batı
ğunu göstermez. Tersine, etkilere gin tonoz örtüleriyle ilgi çekici bir kapısında görülen çift başlı kıırtal
açık, ama ona biçim ve öz verebi yapıdır. Selçuklu Sultanı Alaettin Keyku
len sanatların değerini ortaya ko Bu devrin en zengin yapılardan bat'ın, doğan kuşu ise Mengüçoğlu
yar. Ve etkileri kendi içinde eritip biri, kuşkusuz, Mengüçlüler devrin Ahmet Şah'ın armasıdır.
ona yeniden biçim veren Selçuklu de yapılan Ulu Cami ve Şifahane' Bu yapı grubu, her ne kadar
sanatı da bu yolu izlediği için, en dir ( 1288) . Mengüç oğullarından genel gelişmenin dışına çıkıyorsa
soylu sanatlar arasında yer rı. l ır. A!hmet Şa:h tarafından yaptırılan bile, yine de uzun yıllar, yenilik
Türkler Anadolu'ya gelişlerinin camiin büyük kapılarındaki süsler lerle dolu bir eser olarak yaşaya
ilk yıllarında çeşitl i bölgelerde yarı ve içindeki örtü şekilleri, yapıya caktır.
bağımsız beylikl·ar kurdular. Bunla değişik bir atmosfer verir. Bu cami, Artuklular ülkesine yaklaşınca,
ra Selçuklu öncesi beylikleri adı ve yepyeni motifleriy-le, Selçuklu sa yerleşmiş bir Ulu cami tipiyle kar
rilir. Selçuklu öncesi beyliklerinin natı içinde her zaman sorun olmuş şılaşıyoruz. Diyarbakır Ulu Camii
en önemlileri Sivas, Kayseri ve Ma tur. Camiye bitişik olarak Mengüç bunun en güzel örneğidir. Anado
latya'da Danişmentliler, Diyarba oğullarından Behram Şah'm kızı ve· lu'nun en eski camii olan bu yapı
kır, Mardin ve Hasankeyf'de Artuk. Ahmet Şah'ın z·�vcesi Turhan Sul nın ilk şekilleri Melikşah devrine
lular, Erzurum'da Saltuklular, Er tan tarafıridan yaptırılan hasta kadar iner ( 1 091-1092) . Plan şek
zincan, : K·amah, Şebinkarahisar' da ne de , taçkapısı ve iç süslemesi açı li, Şam Ümeyye camiinin planını
ve Divtik'te Mengüçlülerdir. sından yeniliklerle doludur. Camiin temel almıştır. Avlusunun bir tara-
146
Sinop Ulu Camii.
fmda antik bir tiyatro sahnesinden ler : birincisi taştan ve tuğladan de yatmaktadır. Sandu�alarının
yararlanılmış, öteki tarafıysa buna duvarlar üzerine ayak veya sütun üstleri mavi zemin üzerine beyaz
benzetilerek Artukoğullarından El lara dayanan normal camiler, ikin kabartma yazıtlarla süslüdür. Ala
aldı zamanında yapılmıştır. Güney ci grup ise ağaç direkler üzerine o eddin camiinin diğer ilgi çekici bir
Doğu Anadolu'da uzun yıllar hii turan, zengin dekorlu ahşap cami- ·
yam da, avlu cephesidir. Üzerinde
küm süren Artukoğullarının bırak ler. ki bir yazıttan anlaşıldığına göre,
tıkları birçok eserin yanısıra XIII. Selçuklulardan günümüze ka avlu cephesinin yapımını Şam'dan
yy. başından kalma, Mardin'in il dar gelen, tarihi belli en eski yapı gelen bir usta yönetmiştir.
çesi Kizıltepe'de yapılan Ulu cami lardan biri, Alaeddin Camii'dir. Bu cami dışındaki çeşitli Ana
gerçek bir sanat ürünüdür. Kurak, Konya'da kendi adıyla anılan bir dolu camilerinde yeni denemelere
düz bir arazinin ortasında, uzak tepe ü�erindedir. Yapımına 1 155 yı gidilmiştir. Konya'da İplikçi, Sahip
lardan yarı y1kılmış kubbesi ile be lında Rükneddin Mesut zamanında Ata; Niğde'de Alaeddin, Kayseri'de
liren yapı, yaklaştıkça ortaya çıkan başlanmış, 1220'de Alaeddin Ke.Y Küllük ve Huand ve Hacı Kılıç,
gösterişli cephesiyle etkisini bir kat kubat zamanında tamamlanmış 've Amasya'da Burmalı Minare ve Gök
daha kuvvetlendirir. Taçkapısı, onun adını almıştır. İçi sütunlar Medrese camilerinde ve birçok kü
mihrabı ve kesme taştan ağır başlı dan bir ormanı andıran cami, bir çük mescitde ilgi çekici zenginlik
mimarisiyle, önemli yapılardan bi çok devir geçirdi. Selçuklu çinili ler ve denemeler görülür. Bu cami
ridir. mihraplarının en güzellerinden bi lerin bazıları zengin taş işçilikleri,
Bunlar dışında; Artukoğulla ri olan mihrabı, içine 1889'da otur bazılarıysa baştanbaşa çinili mih
rından kalma Harput, Mardin, Sil tulan mermer, zevksiz bir ikinci rapları ve mimari olgunluklarıyla
van Ulu camileri, plan ve süsleme mihrap yüzünden güzelliğini yitir dikkati çekerler.
leriyle erken devir canıi mimarisin di. Ahlat'lı bir ustanın yaptığı, 1 1 55 Daha önc·a sozunu ettiğimiz
de birer aşamadır. Bu yapılar, mi tarihli abanoz ağacından eşsiz min ikinci ,grup yapılara, yani ahşap
marinin gelişmesinde belirli yeni ber ise, bugün de bütün güzelliğiy camilere gelince, bu camilerde ge
likler getirmişlerdir. le camide durmaktadır. nellikle ağaç direkler, mi:t:ırap du
Selçuklular devrinden kalan Birçok Selçuklu sultanı, Ala varına paralel yada dikine yerleş
camiler ise, iki ana yoldan gelişti- eddin camii avlusundaki bir türbe- tirilmiş, yine ahşap sütun başlıkla-
1 47
rı üzerine ağaç hatıllar atılıp üzer
ler! örtülmüştür. Ahşap sütun baş
lıkları ve dekorlanmış hatıllar de
ğişik bir görünüm yaratır. Ayrıca
çoğundaki ahşap, süslü minberler,
pencere kapakları ve çinili mihrap
lar, bu görünümü tamamlayan öğe
lerdir. Bu tip bir mimari Anadolu
için karakteristiktir ve Beylikler
devrinde de sevilerek kullanılmış
tır. Bazılarının ortalarında bulu
nan açık alanlar, eski avlu fikrinin
iklim koşullarıyla küç:ülmüş bir de
vamıdır. Dış görünüşleriyle içerde
ki zenginlikler konusunda fikir ver
meyen bu camilerin başlıca örnek
leri şunlardır : Konya Sahip Ata Ca
mii, Afyon Ulu Camii, Sivrihisar
Ulu Camii, Ankara Aslanhane ve
Ahi Evran Camileri, Beyşehir Eş
ref oğlu Camii, Ayaş Ulu Camii, Niğ
de Sungur Bey Camii, Kastamonu
Daday yoiunda Kasaba Köyünde
Mahmut Bey Camii, Karaman İlis
ra köyündeki Ulu Cami. Bunların
bazıları Selçuklu, bazıları da Bey
likler devrinin eserleridir ve herbi
ri, en ufak parçalarına kadar özen
le korunması ve onarılması gere
ken birer canlı müzedir. Ayrıca
bunlar, taş işçiliğine geniş yer ve-.
ren bir bezeme zevkinin var oldu
1 ğu yıllarda ortaya koydukları de
Gö� Medrese'nin (Sivas) cephesi ı ustıe) . Gök Medrese'nin (Sivas) ğişik biçim denemeleri yön ünden
mescidi (altta) . de ilgiyi üzerlerine çekmektedirler.
Ayrıntılarına girmeden kısaca
üzerinde durduğumuz camiler, me
kan sanatının gelişmesinden çok,
ince bir zevkin bezediği yapılardır.
Bazılarında , Herdeki gelişmeye yol
açacak yenilikleri görmek müm
künse de, bu ancak Beylikler dev
rinden başlayarak Osmanlılarda do
ruk noktasına çıkacaktır. Ama
Selçuklu camileri, insanın gözlerini
kamaştıracak çini mihrapları, bir
birinden güzel ·ahşap minberleri,
süslü cepheleri ve kapıları, burmalı
veya çinili minareleriyle göz doldu
rurlar.
Bir toplumun kültür düzeyini
gösteren öğelerin başında okullar
ve üniversiteler gelir. Selçuklular
devrinde de hemen her ilde bir ya
da birden fazla medresenin bulunu
şu, Ortaçağ'da Anadolu kentlerin
de, kültürel alanda ulaşılan yüksek
düzeyi göstermeğe yeter. Büyük
Selçuklular devrinde ortaya atılan
ve geliştirilen medrese mimarısı,
gerçek gelişmesini Anadolu'da bul
muş ve yaygınlaşmıştır. Bunların
bazılarında dinle ilgili bilgiler, ba
zılarında da deneysel bilimler oku
tulmaktayqı. Özellikle tıp biliminin
okutulduğu ve uygulandığı medre
seler ve hastaneler Selçuklularda
yaygındı. Bütün bunların yanında
148
bazıları da gözlemevi (rasathane)
olarak kullanılıyordu.
İçinde odaları açık ve kapalı
dershaneleri bulunan medrese�er,
açık ve kapalı olarak Anadolu'da'
iki yönde ilerledi. Kapalı medrese
ler, orta avlunun kubbe ile örtül
mesinden meydana gelmiştir. Bu
tip bir medrese mimarisi, Büyük
'
Selçuklular devrinde görülmeyen
bir özelliktir. Suriye'de Atabegler
zamanında ilk defa kapalı bir med
rese görülüyor. Bunu Anadölu'nun
iklim koşullarına bağlamak iste
yenler varsa da, aynı yerde hem ka
palı hem de açık medreselerin ya
pılışı bu düşünceye güç kazandır
mıyor. Kapalı medreseler Anadolu'
da, sürekli uygulanan bir plan de
nemesidir. Fakat çoğu zaman ey
vanlı plan şemasına gene de bağlı
kalınmıştır. Avlulu; dört yada iki
eyvanlı medreseler, Gazneliler ve
Büyük Selçuklularla gelen, kökleri
eskiye dayanan bir yapı tipidir.
Kültür yaşamını bütün canlı
lığıyla sürdüren medreseler, aynı
zamanda mimariierinin dengeli olu
şu ve zevkle yapılmış süsleriyle de
göz doldururlar.
Sivas Gök Medrese, İnce Mina
reli Medrese ve Erzurum Hatuniye
medresesinde görüleceği gibi, giriş
kapısının iki yanına zarif iki mina
re yerleştirilmiş medresel·er d e var
dır. Çoğu kez sırlı tuğladan yapılan
bu minarelerin pırıltılı bir görü
nümleri vardır. Tek veya çift katlı
olan medreselerin birçokları çini
lerle ve kabartmalarla bez·�nmiş,
mermer yada kesırie taşlarla süslü
kapıları da Türk taş işçiliğinin en
zarif örnekleriyle bezenmiştir. Za
ten Medrese ve kervansarayların
utaçkapı» d·�nen anıtsal ana giriş
kapıları, her devirde ve çağda hay
ranlık yaratmıştır.
Günümüze kadar gelen en ün
lü Selçuklu medreseleri, Kayseri,
Sivas, Tokat, Amasya, Erzurum, Divriği Şifahanesinin cephesi.
Niğ(\e, Konya gibi ünlü Selçuklu
kentlerinde toplanmaktadır. rak kullanılan Karatay, taş müze kubbesiyle dengeli bir mimari kar
Açık eyvanlı medreselerin en si olarak · kullanılan ince Minareli şısında bulunduğumuzu gösterir.
ünlü,leri, Konya'da Sırçalı, Sivas'ta ve aslında gözlemevi olarak yapıldı Ne yazık ki, medreseye adını veren
Şifahiye, Gök Medrese, Buruciye, ğı sanılan Kırşehir'de Caca Bey ve zarif, ince minaresi, 1 901 'de yıldı
Çifte Minareli, Kayseri'de Huand, Afyon'un Çay ilçesinde Çay medre rım çarpmasiyle birinci şerefesine
Çifte Hatuniye, Sahibiye, ve Sira seleridir. Bunların dışında, yurdun kadar yıkılmıştır. Çay · İlçesindeki
cettin, Tokat'ta Gök, Erzurum'da çeşitli yerlerine dağılmış daha bir Çay m�dresesi, zengin çiniler�e süs
Hatuniye medreseleridir. sürü kapalı m edresel er vardır. En lü kubbesi, mihrabı son onarımlar
İkinci grup kapalı medresele çok tanınan, Konya'daki Karatay sırasında iyice bozulmasına rağ
rin � eskileri, Danişmentlilerden medresesinin mozaik çini tekniğiyh� men, gene de eski güzelliğinden çok
Yağıbasan tarafından yaptırılan, yapılmış kubbeleri, lacivert �emin şey kaybetmemiştir.
Niksar ve Tokat'taki Yağıbasan üzerine firuze yıldız şekilleriyle gök · Konya'da İne·� Minareli, Sivas'
medreseleridir. Bugün ikisi de yıkıl kubbeyi andırır. Ayrıca duvarları ta Gök Medrese ve yine Kohya'da
mak üzer·�dir ve bakımsızdır. da çinilerle bezelidir. Sahip Ata cami ve külliyesini ya
Selçuklular devrinden kalan İnce Minareli Medrese ise, cep pan, yaşadığı devrin ünlü mimarı
kapalı medreselerin en önemlileri, hesinin olgun güzelliğinin yanısıra, Kellik bin Abdullah, karşımıza ger
Konya'da bugün çini müzesi ola- içte sırlı tuğlalarla yapılmış sade çek bir sanatçı kişiliğiyle çıkıyor.
1 49
Çifte Minareli Medrese'nin ( Erzurum ) avlusu.
Ne var ki, diğer birçok ünlü yapının lığın simgesidirler. Selçuklular, Kümbetler bakımından en zen
mimarlarını ve süsleyicilerini bile kümbetlerin anıtıaştırdığı ölümü gin yerler, Van Gölü kıyısında Ah
miyoruz. ağırlık ve sıkıntıdan kurtarmışlar lat ve Orta Anadolu'da Kayseri'dir.
'
Selçuklu dinsel mimarisinde dır. Çoğu kez kent yaşamına karı Van Gölü kıyısındaki Ahlat'ta bu-
cami ve eğitim kurumu görevi ya şan bu yapıları, kimse ölülerin gö lunan bir sürü kümbet, birbirinden
pan medreseler yanında, türbelerin müldüğü yer olarak düşünemez. güzel form ve süslemeleriyle unu
de önemli bir yeri vardır. Bunların Anadolu'nun her yerine serpilmiş tul�az ,1apılardır. Zamana dayana
dört duvar üzerine kubbe ile örtülü olan yüzlerce kümbetin öncüleri, rak gelmiş olan bu yapıların sayı
olanlarına türbe, silindirik veya İran'da, Azerbaycan'da ve daha ları, bugün yavaş yavaş azalmakta
çokg·an gövde üzerine koni yada pi başka çevrelerde Büyük Selçuklu dır.
ramit . biçimli çatı ile örtülü olan lar zamanında yapılmıştı. Anadolu Kayseri'deki kümbatıer kentin
larına da kümbet adı verilir. Küm� kümbatlerinde ise, ölçü ve oranlar ıçıne ve dışına serpiştirilmiştir.
. betıerde, genellikle, içerde gizli bir daha bir oturdu ve yerleşti. Bunlardan en çok tanınanı Döner
kubbe vardır. Kırşehir'de Melik Gazi Kümbe Kümbet'tir. Kabartma arması, kuş,
Anadolu'nun her kentinde bir ti çadır karakterini açıkça gösteren pars figürleri ve yelpaze biçiminde
kaç örneğini gördüğümüz bu küçük, yapılardan biridir. Bund�n başka, ki · hurma yapraklarıyla bu kümbe
zarif mezar-anıtlar, o kentin görü Erzurum'da Emir Saltuk Kümbeti tin zengin bir bezemesi vardır. Niğ
nümü.nü güzelleştirir. Ölümün ağır XII.yy.'dan kalmlş en eski Anadolu de'de yine böyle kabartmalarla be
lığından uzak, sanki yaşama bağlı- kümbeUarindendir. zeli bir başka kümbet daha var-
1 50
dır : Hüdavent Hatun kümbeti. Hi,i
davent Hatun'da, çifte kartal, in
san başlı kuş, diğer hayvan figür
leriyle bitki motifleri, zengin taş
işçiliğiyle bezeli dış yüzlerine ser
piştirilmiştir. Birbirinden güz·el A
nadolu kümbetlerinin değişik özel
likleri saymakla bitmez. Aynı ge
lenek bir süre Beylikler Devrinde
devam edecek ve Osmanlılardaysa
yerini türbelere bırakacaktır.
Selçukluların yarattığı bu za
rif kümbetlerin yanı sıra, işi anıt
sal bir mimariye götüren Kervan
saraylar ve hanlar, Selçukluların
tükenmeyen yaratma güçlerinin bir
kanıtıdır. Artık kervansaray ve
hanlarda mekan sanatının vardı
ğı aşamaları ,görebiliriz. Daha önce
camiler konusuna değinirken, din
sel mimaride gerçek mekan sanatı
nın Osmanlılarda ortaya çıkacağı
m söylemiştik. Selçuklular bunu si
vil yapılarında, yani kervansaray
larında denemişlerdir. Selçuklu sul
tanları ve vezirleri, Anadolu'nun
güvenliğinin sağlandığı XIII.yy. bo
yunca, ünlü k-�rvanların gelip geç
tiği ticaret ve kervan yollarında
mekan ve mimari sanatının birer
anıtı olan yapılarını diktirmeğe
başladılar. Bunların en büyük ve
zengin dekorluları _olan Sultan . Han
larda, önde kare veya dikdörtgen
bir avlu, avlunun iki tarafında sıra
lanan odalar, avlunun ortasında bi
rer köşk mescit, arkasında uzunla
masına dikdörtgen bir hol görülür.
Bazan etrafları kulelerle çevrilidir.
Bütün süsleme, avlu ve kapalı me
kan girişleriyle, köşk mescit denen
avlunun ortasındaki yapıda kullanı
lır. Bunun dışında yapı, gücünü
mekan anlayışından alır. Ortaçağ
da ve daha sonra buralara konup
göçen v·�ya görmeye gelen Batı'lı
gezginler, ister istemez bu yapıları
Avrupa'nın gotik katedralleriyle Pertev Paşa Camii ( İzmit ) .
karşılaştırmışlardır. Kervansaray
larda süsleme ölçülüdlir ve gerek !erine saray v e köşkler yaptırmış rinde, Perge yakınında, Aspendos
tiği yerde kullanılmıştır. Anıtsal iç lardır. Bunların hiçbiri bugüne sağ Tiyatrosunun bazı mekanları sara
ve dış taçkapıları, süzülen ve an lam olarak gelmemiştir. Eldeki tek ya çevrilmiş ve çinileri� bezenmiş
laşan bir zevkin simgesidir. Bunlar kalıntı, Konya'da, Alaec;idin Tepesi tir. Bu çinilerdeki süsler, Kubat
içinde, Aksaray - Konya yolunda eteğindeki Kılıçarslan II'nin yaptır Abad çinileriyle yakın benzerlikler
mermer taçkapılı Sultan Han, Kay dığı köşkün yıkıntısıdır. Oysa çe gösterir. Bunun dışında, Erzincan'
s·eri -: Sivas yolunda içi bir katedra şitli kaynaklar, Alaeddin Keykubat' da da bir sarayll'). olduğunu biliyo
li andıran Sultan Han, Aksaray - ın kışlık merkezi olan Alanya'da bir ruz. Kayseri'de Keykubadiye denen·
Kayseri yolunda Ağzıkara Han ve sarayı bulunduğunu söylemektedir. yerde yapılan kazılarda da saray
daha birçokları, en güzel han örnek Gene, Beyşehir Gölü'nün batı kıyı kalıntıları ve çiniler ortaya çıka
leridir. Bu hanlarda din ayrımı gö sında, Hoyran köyü yakınında Ala rıldı. KayS"�ri yakınındaki Erkilet;' -
zetilmeksizin herkes parasız konuk eddin Keykubat'ın Kubat Abad sa te Hızır İlyas Köşkü ve gene Kay
edilirdi. Kayseri - Sivas yolundaki rayında yapılan kesintili kazılarda, seri Argıncık köyü kenarındaki
Sultan Han'la, Karatay hanın birer biri büyük biri küçük olmak üze Haydar Bey köşkü de bu arada sa
de hamamı vardır. r� iki saray keşfedilmiştir. Bu sa yılabilir. Bu sarayhrda bulunan çi
Sözü edilebilecek diğer bir ya rayların odalarında, Üzerlerinde bir nilerde-dinsel yapılardaki çinilerin
pı grupu da, saraylardır. Beylikler birinden hareketli ve canlı hayvan tersine - canlı ve neşeli bir hayat
ve Selçuklular devrinde Beyler ve ve insan figürleri bulunan çiniler görüşüne · rastlanır. 1961 ve 1962
Sultanlar, Anadolu'nun çesitli yer- bulunmuşt:ır. Gene Selçuklular dev- yıllarında Diyarbakır İçkalesind·�
1 51
şitli üsluplara bölündü. Yeni · kuru
lan bu beylikler, yapılarını kendi
kendilerine ve ellerinde bulunan
araçlar ve olanaklarla yapmak zo
runda kaldılar. Giderek, hetbirin
de ayrı bir üslup gelişti. önc·eleri
Selçuklu mimarisiyle, Beylikler dev
ri mimarisini birbirinden kesinlik
le ayırmak mümkün değildi. Sel
çuklu devri üslubunun çözülüşüy
le Beylikler devri üslubunun kuru
luşu, XIII.yy 'ın ikinci yarısında
birbiri içine girmiş gibiydi. Ancak,
XIV.yy başlarında Beyliklerin ken
dilerine özgü üsluplarını kazanma
ya başladıklarını görmekteyiz. En
güzel örneklerini XVI.yy.'da veren,
klasik Osmanlı mimarisinin oluşu
munda büyük payı olan Beylikler
devri sanatı, Selçukluların yapı ve
süsleme sanatına birtakım yenilik
ler getirmiştir.
Yeniliklerin başında, mekan
anlayışının gelişmesi, yapıların açık
ve kapalı kısımlarının dengelenme
si, iç ve dış görünüşün birbiriyle
ilişkisinin artması, avlunun revaklı
olarak cami gövdesine katılması,
son cemaat yerinin cami mimari
sinde belirmesi, anıtsal kapıların
yalınlaşması, mermer kaplamaların
kullanılması gibi özellikler gelir.
Selçuklu sanatı gücünü daha
ç,ok mimari ve süslemede göster
miştir. Anıtsal giriş kapıları, zen
gin çini kaplamalar, yapıların zen
ginliğini arttıran başlıca öğelerdir.
Gerçi her alanda büyük bir atılım
olmuştur, ama mimarinin aradığı
gerçek mekan anlayışına, ancak
büyük boyutlu kervansaraylarda
ulaşılmıştır. Bugün· bile gelip ge
çen yolcuları, g�zginleri etkileyen
bu anıtlar, Ortaçağ'ın en başarılı
Gök Medrese Camii (Amasya ) . dengeli yapı örnekleridir. Kervan
saraylar bir kenara bırakılırsa, Sel
ya.pılan kazılarda, XIII.yy.'ın başı çukluların, diğer yapı türlerinde
na ait bir Artuklu sarayı bulunmuş anadolu mekan anlayışı bakımından aynı
tur.
Burada, armalı çinilerin yanı beylikleri devri düzeye ulaştıkları söylenemez. Din
sel mimarinin en önemli yapı gru
.
sıra, zengin bir cam mozaik tekni
ğiyle yapılmış havuzlu ve dört ey sanatı bu olan camilerde de birçok yenilik
ortaya konmuştur. Ancak, müslü
vanlı planlı mekanlar. görülmekte manlığın aradığı herkesin bir birlik
dir. XIIl.yy.'ın sonunda Anadolu' altında toplanması • düşüncesine
Bütün bu mimari yapılardan daki Selçuklu Devleti kuvvetten dü uygun tam bir denemeyle karşılaş
Selçuklu sanatının çinileri, halıları şüp yıkılınca, Anadolu'nun Tiirk mıyoruz. Bu arayış ve deneme, bir
ve figürlü plastikleriyle el sanatla bölgelerinde eski kaynakların Ta noktada, Beylikler devrinde orta
rında da çok yüksek bir düzeye vaif-i Müliik adını verdikleri küçük ya çıkacaktır.
ulaştığı kanıtlanır. Selçuklular çi Türk beylikleri kuruld,u. Sayıları Bununla Selçuklu sanatına göl
nilerin en güzellerini yaparak din yirmiyi aşan bu irili ufaklı beylik ge düşürülmüş olunmuyor. Selçuk
sel ve sivil yapıları süslemişlerdir. ler, XIII.yy.'ın sonunda, Dülkadir lu sanatı, Anadolu'ya gerçek Türk
Kuvvetli bir dekoratif güce sahip ve Ramazan oğulları beyliklerinin damgasını vuran, şekil almasında,
Selçuk halıları, dünyada halı sana ortadan kalktığı XVI.yy .'ın başına oluşumunda en büyük görevi yapan
tının başlangıcı olmuştur. Çiniler kadar, yer yer yaşamağa devam et bir sanattır. Çinide, taşta; halıd!l,
de ve taş kabartmalarda kuvvetli tiler. kilimde bugün bile ince bir süsle
bir çizgi kompozisyonu örneği olan Siyasal bütünlüğünü yitiren me zevkini bütün açıklığıyla göre
armaları; Haçlılar yoluyla Avrupa' Anadolu Selçuklu devletinin mima biliyoruz. Beylikler devrinde ise, de
ya gitmiş ve yayılmıştır. risi XIV. ve XV.yy. başlarında, çe- vamlı bir yalınlaşmağa, mekan an-
1 52
lliruz Bey Camii (Milas) .
layışını geliştirmeğe gidilmesinde, Genellıkle Selçuklu yapıları 1300-1403 yılları arasında Bir
ekonomik etkenlerin de büyük pa-·· gruplar halinde, kentler arasında gi, Selçuk, Tire, İzmir ve çevresinde
yı olmuştur. Küçük beylikler, ken dolaşan mimar ve ustalar tarafın yaşayan Beylik, Aydınoğulları'dır.
di dar olanakları içinde mümkün dan yapılmıştır. Buna karşılık, Bey Osmanlı hükümdarı İkinci Murat
olduğu kadar yalın, fakat gücün:i likler devrinde mimar ve ustalar, dönemine kadar ayakta kalan bu
başka bir yolda arayan yapılar or küçük beyliklerin birine yerleşe Beyliğin ortaya koyduğu yapıtların
taya koydular. Bu, Beylikleri yeni rek çalışmağa başladılar. Bunda, bazıları, gerçekten \lgiyle üzerinde
bir mekan anlayışına götürdü. Ay ister istemee; -zevk ve düşünce fark durulacak nitelik�dir.
rıca, bu devir yapılarının, bütünüy- lılıklarının yanısıra, bölge ve ik Bunların en önemlilerinden bi
. le süslemeden yoksun ·bulunmadık lim ayrılıklarının da mimar ve us ri, Birgi Ulu Camii'dir. :K.ar�ye ya
larını belirtelim. Üstelik bazıları, talar üzerinde etkisi olmuştur. Bey kın bir plan üzerine, I':l l2 tarihin
süsleme yönünden oldukça göz alı likler arasında çekişmeler eksik ol de, Aydınöğ"lu Mehmet Bey tarafın
_ cıdır. Ama Selçuklu yapılarının tü- mamış, birbirlerini egemenlikleri dan yaptırılmıştır. Bu cami, çinili
münü düşünürsek, oran olarak altına almak için yapılan mücade mihrabı, ilginç minber ve pencere
B-eylikler devri yapıları bu yönden le sürüp gitmiş v.e bu nedenle sı kapaklarının yanısıra, kırmızı V€
parmakla sayılacak kadar azdır. nırlar sürekli değişmiştir. lacivert renkte sırlı tu�ladan mina-
1 53
resiyle, bakışları ilk anda üzerine
Çekmektedir.
Selçuk'ta Aydınoğlu Mehmet
Beyin oğlu İsa Bey'irı 1 375 yılın
da yaptırdığı İsa Bey Camii de,
Aydınoğullarından kalan ikinci
önemli yapı örneğidir. Burada göz
kamaştırıcı süslerin zenginliği,
renkliliği yerine, mimari· etkilerinin
büyüklüğü dikkati çeker. İsa Bey
Camii, aynı zamanda, Diyarbakır
Ulu Camiinden sonra, Anadolu'da
eski revaklı avlusu olan önemli ca
milerden biridir. Mermer bloklarla
kaplı ana cepheyi gösteren batı du
varı, iki kat halinde pencere sırala
rıyla dışa açılır ve ortasında çatıya
kadar uzanan büyük ana kapı yer
alır. Pencereleri çevreleyen süsler
ile renkli taşlar, ana kapıyla · birlik
te tekdüze görünümünü değiştire
rek, cepheye canlı bir görünüş ge
tirir. Yapıdaki bazı deği�ik dene
meleri, mimarının Şam'lı oluşuna
yormak gerekir. Bu yapı , ,kapalı ve
açık alanların dengeleştirilmesi,
ana giriş kapısının yalınlığa giden
bir anlayışla canlandırılması, avlu
nun üç yönden revakla kuşatılma�ı,
iki yanına tek şerefeli birer. mina
renin yerleştirilmesiyle, Beylikler
devrinde ileri bir adım ve Osmanlı
mimarisinin gelişmesinde önemli
bir kaynaktır. Ne yazık ki, bu yapı
bugün öteki antik kalıntıların ete
ğinde yıkılmağa bırakılmış durum
dadır.
Bu önemli basamak yapıları dı
şında, Birgi, Selçuk, Tire ve İzmir' -
de birçok Aydınoğlu yapısı, bu kent
leri süslemektedir. Özellikle Tire'ye
gerçek görünümünü sağlayan, tuğ
ladan canlı motiflerle bezenmiş mi
narelerin ve camilerin çoğu, Aydın
oğulları devrinden kalmadır. Bunla
rın planlarında bih�. değişen dünya
görüşü, yenileşme isteği belirgin
biçimde ortaya çıkmaktadır.
1 292 - 1461 yılları arasında
Kastamonu, Sinop, Safranbolu yö
resine eg-�men olan güçlü bir beylik
vardı : Candaroğulları. Bu Beyliğin
Sinop kenti İsfendiyaroğullarına v �
Kastamonu kenti d e 1 392'de Os
manoğullarına geçmiştir. Daha
sonra Fa"tih Sultan Mehmet tara
fından · Sinop Beyliğine ve Candar
oğullarına son verilmiştir. Bugün
bu çevrede Candaroğullarıı�dan ka
lan birçok yapı, kent ve kasabala
rımızı süslemektedir. Bunlardan en
ünlüsü, Anadolu'daki ahşap cami
lerin içinde en zengin süslerle be
zeli olanlarından biri, Kastamonu · -
ya 1 7 kilometre uzaklıkta, Daday
yolu üzerindeki Kasaba Köyü ca
miidir. Candaroğullarından Mah
mut Bey tarafından 1 366'da yaptı-
1 54
Burucuye Medresesi (Sivas) .
rılmıştır. Dişardan çok yalın gö lıazı değişmeleiiyle, Beylikler deıvri nülmüştür . Öğrenim yapılabilecek
rünmesine karşılık, içerisi gözleri nin yapmak istediği yenileşme eği odaları yoktur. Savunmayı kolay
kamaştıran bir renk ve süsleme liminin somut örnekleridir. Şunu laştırmak için dışarıya kapalıdır.
zenginliğine sahiptir. . Yapı, renkli da belirtmek gerekir ki, bu değiş Beylikler devrinde Anadolu'daki si
kalem işleri, ahşap sütunları, baş meler kesinlikle ortaya çıkmamak- yasal durumu düşünürsek, böyle
lıklarıyla ilgi çekici ve değişik bir tadır. bir yapının varlığını anlamak da
görünüm alır. Bunun dışında, Kas Kayseri gibi Selçuklu sana ha kolay olur. Bugün avlunun or
tamonU'da İbni Necar, İsfendiyar tının ağır bastığı bir yerde, kuvvet tasında yer · alan türbe , dekorları ve
Bey, İbrahim Bey, İsmail Bey, Saf li atılımların orfava çıkması zordur. mimari ölçüleriyle gerçek bir · sanat
ranbolu'da Gazi Süleyman Paşa Ca Bunun yanısıra, Maraş, Gaziantep, yapıtı özelliğini taşımaktadır.
mileriyle bu çevredeki birçok med Antakya ve Elbistan gibi kasaba ve Köşk Medresesi'nin dışında, E
rese, saray ve diğer yapılar, Can kentlerdeki medrese, imar·et ve tek retnaoğullarından kalma yap�lar
daroğullarından kalmadır. Bunla kel�r, Suriye'de gelişen Türk sana arasında, Sivas'ta Güdük Minare
rın bazılarında görülen ahşap kapı tıyla Anadolu'da gelişen Selçuklu adıyla tanınan Eretnaöğlu Hasan
lar ve pencere kapakları, tahta oy sanatının ortaklaşa özelliklerini ta Beyin türbesi, değişik biçimleri ve
macılık. sanatının en ince · örnekle şıyan yapılarc:br. Bunlarda güney ölçüleriyle ilgi çekici bir yapıdfr.
ri arasında yer alır. doğu bölgesinin değişik taş işçiliği Sivas'ta uzaktan hemen beliren bu
Maraş ve Gaziantep çevresin ve süsleme zevki açıkça görülür. türbenin üst kısmı zamanla ! yıkıl
de egemen olan ve zaman zaman Kayseri, Tokat, Sivas, Zile ve mış olmasına rağme·n, kalan :kısım
sınırlarını çok genişleten, Oğuzla yi;iresinde 1 335-1381 yılları arasında lar gene c!.e, açık olarak gerç�k de
rın Bozok kolundan gelen Dülkadir ·agemen · olan Eretnaoğullarına ait ğerini ortaya koymaktadır. Bu iki
Ti,irkmenlerinin l339'da kurduğu en göze çarpıcı yapı ise, yakın dö yapı bile, kısa süre egemen olan E
Dülkadiroğulları beyliği , Anadolu' neme kadar medrese olarak tanınan retnaoğullarının bıraktıkları , yapıt
da . kurulan en önelllli beyliklerin Kayseri'deki Köşk Medrese'sidir. lar hakkında fikir verecek ni�elikte
başınd a gelir. Bu beyliğiri çeşitli Yapılan yeni incelemeler, Kayseri' dir. Gerçi bu kısa devrede !büyük
y·arlere . dağılan önemli yapıtları a nin biraz dışın.da bulunan hu . yapı yenilikler ortaya koymak güçtür.
rasında, özellikle Kayseri'cte' Hatu . nıii · medreseden çok bir ribat ola- Ama örnek olarak verdiğimiz her
niye Medresesi Selçuklu medresele� . bil�c;eği düşüncesine güç kazandır iki yapı da, bugüJlkÜ görünüşleriyle
rinin bir devamı oh:nakla beraber, nıı§�w.. J{el'ldil'le. özgü bir plan� olan ilgi çekici yapıtlar olarak karşımıza
cephesine ' deng·�li blç1roae· yerleşti
.
�� Yl:l,pı. rn:e�re�en çok, b!r savun çıkmaktadır.
rilmiş sütunlu çeşmesi .ve pla:n.daki . ..
fu� ve Joturulacf.lk . yer · · oıarak · düşü� Anadolu 'da, özellikl·e B�yşehir
1 55
nun yanısıra gözlemevi olarak kul
lanılan Vacidiye medresesi, birinci
sine oranla Selçuklu geleneğine çok
daha fazla bağlıdır. Bu yapıt, Ana
dolu'da sayılı olarak yer alan kapa
lı medreselerin, Beylikler devrinde
ki yeni bir tekrarıdır. Oysa Yakup
Çelebi imareti, plan olarak Erken
Osmanlı devrinin ccZaviyeli cami
ler,, tipine girer; giriş kısmı az rast
lanır bir karakter taşır. Bu da, Ger
miyanoğullarının Osmanlılarla olan
sıkı ilintilerinin bir sonucudur.
İkinci beylik ise, Hamitoğulla
rıdır. Bu beylik, 1 300- 1426 yılları
arasında Eğridir, İsparta, Antalya
yöresine egemen olmuş, 1426'da Os
manlı buyruğuna girmiştir. Bu bey
likten bize kalan yapılar içinde iki
medres·� önemlidir. Birineisi, Dün
dar beyin Eğridir'de, surların biti
şiğinde yaptırdığı, ikinci katının
zamanla bozulması yüzünden yan
lış bir görüşle yıkılarak tek katlı
gibi oharılan ünlü Taş Medrese'
dir . Bu yapı da birçok sorunu bera
berinde getirmektedir: kapısı ve
üzerindeki yazıt, S·� lçuklu deyrini
göstermektedir, oysa içerdeki yazıt
Dündar beye aittir. Bu anıtsal Sel
çuklu kapısının, Eğridir'in çok ya
kınındaki Selçuklu kervansarayın
dan alınarak buraya getirilmiş ol
ması mümkündür. Bu tip kullanım,
Beylikler devrinde sık sık karşımı
za çıkar. İkinci medrese, Antalya'
nın Korkuteli ilçesinin biraz dışın
da, 1 3 1 8 tarihli Emir Sinanettin
Medresesi'dir. Bu da, iki katlı ve il
Karabey Medresesi'nin (Konya) taşkapısı. ginç bir medresedir. Dündar Bey
medresesi kadar süslü taş işçiliği
ve çevresinde karşımıza çıkan bir eski geleneğe bağlı kalındığı goru ne sahip değilse de, kuvvetli mi
beylik de, Eşrefoğulları Beyliğidir . . lür. Aynı durumu bitişiğindeki tür mari özellikler taşır.
Beyşehir'de bugün e n ünlü anıt ola- benin çinili kubbesinde de görmek Karamanoğulları Beyliğine
rak yükselen 1 298 tarihli Eşrefoğlu mümkündür ; plan olarak da, Sel geçmeden önce, kısaca öteki bey
Camii ve türbesi, başlı başına ince-, çuklu ahşap camH�ri geleneğine likler üzerinde duralım. Aydın, Sul
leme k.onusu olacak bir yapıttır. bağlıdır. Beylikler devrinin bu · ö tanhisar, Milas yöresinde, 1300-
Cami, Eşrefoğlu Süleyman Şah ta nemli yapısı , özenle saklanacak, ko 1 425 yılları arasında egemen olan
rafından yaptırılmıştır. Tamamen runacak niteliktedir. Bu yapıtın ve Yıldırım Beyazıt zamanında yı
çinilerle süslü kapısı, sokağın duru dışında Beyşehir ve çevresinde da kılan Menteşeoğulları .. beyliği, zen
muna uyularak ana eksen üzerinde ha birçok Eşrefoğlu dt.:vri yapıtıyla gin görünüm sağlamak amacı ile
değildir. İçerde çok süslü altı sıra karşılaşmak mümkündür. mimariye mermeri sokmuş, bu ge
ahşap sütun yer alır. Mihrabın Gene bu çevrede kurulan iki lenek devamlı olarak kullanılmıştır.
önemini belirtmek için önüne yük başka beylik üzerinde de kısaca du Bunların yapıtlarında mimari özel
sek bir kubbe y·crleştirilmiştir. Baş ralım. Bunlardan birincisi, Kütah liklerin yanı sıra, mermerin �engin
tanbaşa çinilerle süslü mihrabın ya ya, Ladik, Manisa ve Balıkesir yö görünümü de yapılara çok şey kat
nında, ağaç oymacılığının şaheser resinde 1300-1428 yılları arasında mıştır. Söke ilçesine bağlı Balat kö
lerinden olan minberi, bir arada egemen olan Gerrrıiyanoğulları Bey yünde, İlyas Beyin 1404'de yaptır
Türk süsleme sanatının en güzel liğidir. İkinci Murat devrine kadar dığı cami, tamamen mermerden ve
örneklerini vermektedir. Gerçekt-en devam edebilen bu beyliğin en gü çok zengin süslemeleriyle tipik bir
bu yanı, Selçuklu geleneği içinde zel yapıtları, Kütahya'da Yakup örnektir. Gerçekten, bu tip bir gö
olmakla beraber, Anadolu'da yapıl Çelebi İmareti, Kurşunlu, Pekmez rünüş büyük bir yeniliktir. Bu ca
mış en : zengin dekorlu yapıların ba Pazarı, Çatalçeşme ·ve İshak Fakih mi ünlü Mfü�tos kenti kalıntıları
şında gelir. Çini, ahşap ve kalem Camileriyle, ünlü Vacidiye Medre bittşiğinde, tek şerefeli minaresiyle
işinin pöyh�sine bir arada görüldü sesidir. 141 1 tarihli Yakup Çelebi eski çağların büyük yapılarıyla boy
ğü, dehgeli bir şekilde kullanıldığı İmareti, bir duvarına yerleştirilen ölçüşmektedir. Menteşeoğullarının
yapı bµ lmak oldukça güçtür. Süs ve duvarı boydanboya kaplayan taş Milas ve Peçin'de daha birçok ya
lemelerin ayrıntılarına inildiğinde, vakfiyesiyle ilginç bir yapıdır. Bu- pıları vardır.
1 56
Mardin'deki medresenin kuşbakışı görünüşü.
Foça, Saruhan, Gördes ve Demirci ki birçok yapı tipinin şekillenmesin leridir. Artık çini, taş, alçı ve ağaç
yöresine egemen oıan Saruhanlılar de etkili olduğu anlaşılmaktadır. işlerinde bir anlamda çözülme, ye
dan ise, Manisa'da Ulucami, medre (Diyarbakır, Mardin, Ahlat ve bu ni bir üsluba yönelme açıkça orta
se, imaret, Demirci'de Yakup Bin bölgedeki öteki yapılar bunu gös dadır. Büyük bir alana yayılan Ka
Devlet Han medresesi; Gördes'te termektedir.) ramanlı yapılarında bunları izl-a
Pekçe Bey Camii, elde kalan başlıca Bugün beylikler devri yapılap mek mümkündür.
yapıtlardır. Özellikle Manisa Ulu sayılsa, büyük l;>ir kısmının Kara Süslemeden çok Beylikler dev
Camii, revaklı avlusu, merkezi pla manlılar devrinden kaldığı görülür. ri mimarisi üzerinde durduk. Ayni
nıyla Osmanlı büyük camilerinin Bunlar, planları, süslemeleri getir tip gelişme öteki sanat kollarında
öncüsü ve basamak yapısıdır. dikleri birçok yenilikle yeni bir dev da ortaya çıkmıştır. Bu dönem el
Adana, Tarsus yöresinde uzun rin hazırlanmasında başlıca rolü sanatlarına ait çeşitli örnekler, mü
yıllar egemen olan Ramazanogulla oynayan yapılardır. Karamanoğlu zelarimizi süslemektedir. Mimaride
rından Halil Bey, Piri Mehmet beyliğinin ortaya koY,duğu sanat, ortaya çıkan mekan anlayışı, Os
Bey ve İbrahim Bey, Adana ve Tar geleceği haz11layıcı niteliktedir. manlılarda hızla gelişerek doruk
sus'ta birçok yapıt ortaya koymuş Osmanlı sanatının kökenleri araştı noktasına ulaşacaktı� ; ama Beylik
lardır. Bunların en ünlüsü, Adana rılırsa, diğer beylikler yanında özel ler Devri sanatının buna katkısı in
Ulu C amiidir. Bu yapı, süslü mi likle Karamanoğullarının S·alçuklu kar edilemez. Ayrıca, büyük küçük
naresi, zengin taş işçiliği içindeki larla Osmanlılar arasında köprü hemen her beylikte meydana ge
çinilerle göz doldurmaktadır. Gü görevini üzerine aldığı görülür. Mi len atılımlar, sanatın sınırlarının
ney Anadolu'nun özelliği olan renk mar Numan Bin Höca Ahmet'in zorlanmasına, yeni · düşüncelerin
li taş işçiliğini , Ramazanoğulları yaptığı Karaman'daki Hatuniye gün ışığına çıkmasına neden olmuş
yapılarında görmek mümkündür. Medresesi, gene Karaman'da · İkin tur.
Bütün bu beyliklerin dışında ci İbrahim Beyin kapalı medresesi, Osmanlı sanatı işte böyle de
Doğu Anadolu'da kurulan Akko ve çevresindeki yapılar, Niğde'd·a ğişik düşünceleri yansıtan zengin
yunlu ve Karakoyunlu devletleri Ak Medrese, Konya'da Hasbey Da veriler ortamında biçim almış, oluş
nin sanatı, ancak yeni incelemeler- rülhuffazı, Karamanlıların meyda- muştur.
1 57
osmanlı
imparatorlugu
devri sanatı
Türkler Anadolu'ya gelirken,
İran'da geliştirdikleri sanatlarını
birlikte getirmişler, yeni yurtları
nın iklim koşulları v·� ofanakları
içinde eski değerleri gözden geçire
rek ona biçim vermişlerdir. Bu , Do·
ğu Roma, başka bir deyişle Bizans
sanatıyla boy ölçüşmedir. Böyle bir
ortam içinde Selçuklular, kendi de
ğerlerini, özümleme yeteneklerini
açıklıkla yansıtan yapıtlarını kısa
bir süre sonra Anadolu'nun hemen
her iline dikmeğe başladılar. Yerli
ustalardan ve araçlardan yararlan
makta hiçbir zaman sakınca gör
mediler. Bütün bl1nların yanında,
kendi içlerine kapanıp kuruluğa ve
tekdüzeliğe de düşmediler. Anado
lu'da gelişmiş eski kültür ve sanat
ların ortaya koydukları verilere ba
k<i.rak onları yeniden yorumladılar,
açık bir deyişle çağının Anadolu sa
natını yarattılar.
Selçuklu yapıtlarının bize il
ginç gelmesi ve beğenimizi kazan
ması, bu topraklara uygun gerçek
Bursa Hüdavendigar Camii (üstte) ve aynı camiin üst katı (altta) . bir sanatı oluşturmuş olmalarından
ileri gelmektedir. Beylikler devrin
de de çlevamlı kendini yenileme sü
rüp gitmiş, yeni olanaklar kendili
ğinden ortaya çıkmıştır. İşte bu
beyliklerden biri olan Osmanoğul
ları kısa bir süre içinde sivrilmiş,
öteki beylikleri egemenliği altına
alaı:ak Bizans İmparatorluğuyla
karşı karşıya gelmiştir. Daha son
ra İstanbul alınmış, Bizans İmpa
ratorluğunun varlığı tarihe karış
mıştır. Bu devreden sonra sanat
alanında şöyle bir durumla karşıla
şıyoruz: siyasal alanda olduğu gi
bi, sanatta da Bizans'la gerçek bir
hesaplaşma . . . Bu çaba hiç bir za
man eksilmemiş, aynı hızla sürmüş
tür. Bütün dünyanın üzerinde bir
leştiği gibi, Osmanlılar gerçek me
kan sanatinın yaratıcısı olmuşlar
dır. Üstelik bu büyük gelişim yal
nız mimaride kalmamış, yazı, min
yatür, halı, çini ve keramik gibi el
sanatlarında da kendini göstermiş
tir.
Araştırıcılar, Osmanlı Sanatını
incelerken, devamlı olarak Bizans
sanatıyla ilintisini göz önünde tu
tarlar. Oysa Osmanlı Sanatı, Ana
dohı;ya öz damgasını vuran Selçuk-
iu sanatının ve daha sonraki Bey
likler devri sanatının yolunu · izle
miş, ve onu son noktasına ulaştır
mıştır. İstanbul alınıp, Ayasofya
1 58
ve benzer önemli mimari yapıtlar
karşılarına çıkınca, onlarda dene
nen ve varılan noktaları gözden ge
çirmek, gerekirse kullanmak, do
ğaldı ; ama bu, Osmanlılar için a
maç değil, araç olmuştur. İstanbul'a
varıncaya dek geliştirdikleri sanat
larına, İstanbul'un alınmasıyla, A
yasofya'yı da aşmak diye bir sorun
eklendi. İşte yabancı araştırıcıların
yanıldıkları nokta, ana çizgileriyle
belirgin gelişmeyi bir yana bırakıp,
Osmanlı sanatıyle ilgili her şeyi is
tanbul'dan başlatma kaygısıdır. Bu,
onları ister istemez yanlış bir yola
çekmiştir.
Bu yargımızla, sanatı etkiler
den uzak tutmak gibi bir kanıya
bel bağladığımız sanılmasın. Üste
lik, değil etkilere kapalı, sonuna ka
dar açık, onu gereği gibi kullanan
sanatın gelişip tıkanmayacağına
inanıyoruz. Gerçek oluşum çabasın
da olan bütün sanatlar, az çok bu
yolu izlemişlerdir. örneğin, büyük
usta Mimar Sinan'ı gerçek bir sa
natçı ve yaratıcı olarak ileri süre
biliyorsak, bunun nedenini, Sinan'
ın dev amlı etkilere açık, d·eğişme
ve kendini yenileme ç�bası içinde
kalabilmesinde aramalıdır .
Osmanlıların ilk önemli sanat
merkezlerinden İznik , onların sanat
ve mimarilerinin beşiğidir. 'Bugün
iznik'e gidenler, Osmanlıların ilk
yapıtlarını görebilirler. Tarihin bu
eski kenti, çepeçevre surları, ayak
taki anıtlarıyla gerçelt bir müze
dir.
Kentin şekil almaşında Osman
lıların büyük katkısı vardır. Bura
da tarihi bilinen en eski yapıt olan
Hacı Özbek Camii tek kubbeli ba
sit bir yapıdır. Bundan 'bir · yıl son
ra yapıldığı sanılan Orhan Bey
Camii, son yıllardaki kazılarla or Sami Paşa Camii ( Ü sküdar, İ stanbul) .
taya çıkarılmıştır. Surların dışında
tarlalardaki kalıntısından, çinili ve İznik'teki Yeşil Cami'dir. 1 378 ta başlamıştır. İznik, tümüyle özenle
mermer döşeli bir yapı olduğu anla rihli yapı , ' adını firuze renkli çini saklanacak, korunacak bir kenttir.
şılmaktadır. Orhan Bey Camii, er kaplamalarla süslü minaresinden Şunu da hemen belirtmek gerekir
ken Osmanlı devrinin en belirgin
· almak tadır. Bu minare, Osmanlıla ki, Osmanlı sanatının ünlü çinileri
plan tipi olan zaviyeli - tabbaneli rın en eski çinili "eserlerinden biri· nin İznik atelyelerinde yapılmış ol
cami şemasına uygundur. Daha dir. Yapı, içten ye dıştan mermerle ması, kente başka yönden de önem
sonra bu plan şekli, Bursa ve Edirne kaplı olduğu için, çinili minaresiyle kazandırmaktadır.
yoluyla İstanbul'a aktarılacak ve birlikte çok parlak bir görünümü İznik'ten sonra, b-eyliğin yayı
XVI.yy.'a kadar yaşayacaktır. vardır. Bu önemli yapıyı Çandarlı lan ve gelişen ikinci, büyük başkenti
Ayni tipte gerçek sanat değeri Hayrettin Paşa, Mimar Hacı Musa' ve sanat merkezi .Bursa'dır. Yeşil
taşıyan bir başka yapıt da Nilüfer ya yaptırmıştır. Bunların dışında likler arasında yükselen kubbeler,
Hatun İnıaretidir. Birinci Murat'ın daha Iznik'te küçüklü büyüklü bir� minareler , belirgin şekilde eski bir
anası Nilüfer Hatun adına 1388 yı çok yapı vardır ve bu yapılar erken Osmanlı kentiyle karşılaştığımızı
lında yaptırılmıştır. Bugün müze Osmanlı mimarisinin somut belge ortaya koyar. Gerçi daha başka il
olarak kullanılan imaret, cephesin leri olarak karşımıza çıkarlar. ve ilçelerde ortaya çıkan yapıtlarda
deki tuğla süslemeler ve mimari ol İznik'in önemi, erken Osmanlı da, ayrıntılarına inilince önemli
gunluğuyla erken devir Osmanlı sanatının değişik işlevli yapılarını yanlar belirmektedir. Am&. Bursa
mimarisinin en önemli yapıların bir araya getirmesinden ileri gel yapıtları, her yönden Erken Devrin
dan biridir. meRtedir. Ayrıca, eski bir kentin özelliğini belirtecek nitelikte olduk
Osmanlıların anıtsal mimariye üzerine oturmasına rağmen, şehir larından, · özellikle bunlar üzerinde
geÇişini gösteren en somut belge, cilik sorunları da burada belirmeğe duracağız. Günümüzün mimarisi
1 59
l!:dirne'deki 11. Bayazıt Camii.
bile, Bursa'nın yüzyıllardır sürı:: n pıdır. On yüzdeki iki katlı son ce çuklu ve Osmanlı devrinden kalma
eski tarihsel dokusunu yeterince maat yeri, yapıya Venedik sarayla en büyük ve en gösterişli örnek ola
bozamamıştır. İstanbul'da en yük rıqı andıran debdebeli, iç açıcı bir rak görülebilir. Camiin duvarları
sek gelişimine ulaşan büyük mima görünüm vermektedir. Bursa'nın da, alt kısımlarında çinilerle kaplı
ri üslubunun temelleri, işte böyle bir başka ilginç yapısı, Yıldırım Ba. dır. Çinilerin yanı sıra, ortadaki şa
bir kentte atılmıştır. yazıt Camii, tamamen taştan, ya dırvan, tatlı şırıltılarıyla i nsana
İlk bakışta yirmi kubbesiyle lınlıkta güzellik arayan bir düşün dinginlik verir. Yapının üst katı sa
dikkati üzerine çeken Yıldırım Be cenin ürünüdür. Yüksek ayaklar ray ve değişik görevler . i çin düşü
yazıt'ın Ulu Camii, içindeki büyük üzerine oturan kemerleriyle başka nüldüğünden, burada kullanılan çi
şadırvanı, ceviz ağacından yapılmış hiç bir yerde görülmeyen, kendine nih�r. ötekileri gölgede bırakmakta
büyük zengin işlemeli minberi, ha özgü son cemaat yeri ,insan üzerin dır. Bu caminin bazı böl timlerinde
reketli ve gösterişli iç görünümüy de güçlü bir etki bırakmaktadır. görülen yarım kalmış süslerden, bi
le Osmanlı mimari sanatının yaptı Erken Osmanlı camileri arasmda, tirilmediği anlaşılmaktadır.
ğı atılımın açık bir örneğidir . · Fatih'in babası Sultan İkinci
en anıtsal son cemaat yeri olarak
İznik'te gördüğümüz zaviyeli burası gösterilebilir. Ama Bursa'nın Murat'ın yaptırdığı Muradiye Ca
tabhaneli adı verilen şemaya göre en zengin yapısı, Fatih'in dedesi mii, taş ve tuğla sıralarından deği
ilginç yapı örnekleri olan Hüdaven Çelebi Mehmet'in yaptırdığı Yeşil şik olarak örülmüş duvarları ve son
digar, Yıldırım, Yeşil ve Muradiye Cami'dir. Mimarı, ünlü Hacı İvaz cemaat yeriyle, Bursa'nın en güzel
Camileri, bu gelişmenin dört basa Paşa'dır. Eşsiz mimarisine rağmen yapılarından biridir. Ölçülü, den
mağıdır. Çekirge'deki Hüdavendi bu camiin gerçek ünü, çini kapla geli kullanılan çini süsleri de ayrı
gar camii, cami ile medreseyi birleş malarından ileri gelmektedir. On ca söz konusu edilebilir. Muradiye
tiren iki katlı, çok göst,� rişli bir ya- metre boyundaki çini mihrap, Sel- C amii avlusundaki türbeler ile Ye-
1 60
İ stanbul Süleymaniye Camii.
şll Türbe de, İstanbul'un alınması da bir başka etken de, büyük ve mıştır. Zaman bakımından bundan
na kadar hüküm süren padişahla geniş bir alana yayılan Edirne,nin sonra gelen Üç Şerefeli Cami, gerek
rın mezarlarını kapsar. Bazılarının ekonomik yönden yoksullaşmasıdır. yapısı, gerekse planı yönünden, Os
gösterişten uzak, yalın görünümle Bu yüzden, kentin nüfusu zamanla manlı mimarisinin gelişimi içinde
rine karşılık , bir kısmı zengin çini azalmış ve birçok semt ve mahal- . bir sıçrama ve atlama devrine rast
ler ve kalem işleriyle süslenmiştir. le yok olup gitmiştir. Bunlar dışın lamasına rağmen beklenmedik bir
Bütün bunların dışında Bursa, sa da, yangın ve savaşların yaptığı yı sanat olayıdır. Ancak yüz yıl sonra
·
yısız yapılarıyla ünlü bir Osmanlı kımlar ayrı bir konudur. Eğer bu Mimar Sinan bu planı geUştirerek
kenti olarak ortaya çıkmaktadır. gün Sarayiçi'ndeki köşklerden bir son noktasına ulaştırabilmiştir. Pla
istanbul'un anıtsal camilerinin şey bulamıyorsak, bunu savaş yılla nın özü , ortada altı ayağa oturan
yapılması yolunda, Osmanlıların rının bir sonucu olarak görmemiz bir büyük kubbeye, yanlarda da iki
son hazırlık yeri, bu kentin alınma gerekir. Son yıllarda kentin görü küçük kubbeye dayanmaktadır.
sından önce başkent olan Edirne' nümü biraz değişmeğe başlamışsa Dört minareli ilk Osmanlı yapısı
dir. Edirne, öteki Osmanlı başkent da Edirne, anıtlar yönünden her olarak da bu cami, İstanbul'Un bü
leri gibi, kısa süre içinde cami, med geçen yıl biraz daha yoksullaşmak yük camilerine örnek olmuş, mina.:
re�e. türbe ve saraylarla, gerçek bir tadır. relerin ikisinin üç şerefeli oluşu ne
Türk kenti görünümün\). kazanmış Tarihin büyük yıkımına daya deniyle <1Üç Şerefeli Cami» adını al
tır. N·e yazık ki, sınır kentimiz ol nan yapılardan biri, dokuz kubbe mıştır. Her üç şerefesine de ayrı
ması yüzünden uzun yıllar ' bakı� li bir yapı olan Eski Cami' dir. Sü yollardan çıkılmaktadır. Cami, Sul
sız bırakılmış, birbirinden önemli ' leyman Çelebi tarafından 1402'de tan İkinci Murat tarafından 1438-
sayısız yapıt yıkılıp gitmekten ken başlatılmış ve 1 414'de Çelebi Sultan 1447 yılları arasında yaptırılmıştır
dini kurtaramamıştır. Bunun dışın- Mehmet tarafından tamamlattırıl-' Ama ne yazık ki, böyle kilit bir ya-
161
nusunda yeterince bilgi verecek ö
zelliktedir. Bunların dışında mima
ri değer ve zenginlikleriyle dikkati
çeken yapılar da vardır. Ne var ki,
Sarayiçi'ndeki köşklerden hiçbiri
bütünüyle günümüze kadar ayak
ta kalmamıştır. Bütün yıkıma rağ
men, çinili küçük camileri, köprü
leri, zengin örtü şekilli hamamları,
bedesten ve çarşıları, bugün bile
eski parlak günlerinin izlerini sak
lamaktadır.
istanbul'da
dinsel mimari
•
ve sınan
Eşsiz sanat kenti İstanbul'un
1453'tc alınmasından sonra, XV.yy.
içinde, Mahmut Paşa, Murat Paşa,
Davut Paşa gibi camilerde de za
viyeli yapı tipine bağlı kalınmıştır.
Bunların yanı sıra, önce Anadolu'
da sonra da Edirne'de başlamış
olan mekan gelişimi sorununun çö
zülmesi yolundaki çabalar, burada
artık oluşmuş, biçimlenmiştit;,. 1 462-
1470 yılları arasında Fatih Sultan
Mehmet'in Mimar Sinanettin Yu
suf'a yaptırttığı ilk Fatih Camii bir
büyük kubbe, kıble yönüne ekl-<men
bir yarım kubbe, yanlarda üçer kub-
beyle bu yolda atılan çok güçlü bir
adım olmuştur. Bu yapı 1765 depre
minde çöktüğünden, Sultan Üçün
cü Mustafa, 1767-1771 yıllarında
bugünkü yeni Fatih Camii'ni yap
tırmıştır.
İlk Fatih Camiinden sonra ge
lişmenin ikinci basamağı, Mimar
Yakup Şah tarafından tamamlanan
Beyazıt C am ii' dir . Burada yalnız
kıble yönüne bir yarım kubbe ek
İzzettin Keykavus'un türbesi (Sivas). lenmesiyle kalınmamış, kuzeye de
kubbe eklenerek gelişme, ana şek
pının mimarının adı bilinmemek luna gidilmiştir. lini almıştır. Ayrıca mimari organ
tedir. Edirne'nin ve Türk mimarısı ların ve elemanların birbirleriyle
öteki yapılar arasında, 21 met nin en anıtsal yapısı, Mimar Sinan' ilintisine, oranına dikkat edilerek,
re çapındaki kubbesiyle Tunca ır ın ustalık döneminin yapıtı olan birçok önemli güçlük yenilmiş, Mi
mağı kenarında yükselen . Beyazıt Selimiye üzerinde daha sonra dura mar Sinan"a gerekli hazırlık yapıl
Camii başta gelir. Sultan İkinci Be cağımızdan, Edirne'nin önemli bir mıştır. Bu yönden Beyazıt C amii,
yazıt'ın mimar Hayrettin'e yaptır başka yapısından söz edelim. Bu ya Osmanlıların büyük camilerinin il
dığı cami ve külliyesi, imaret, has pı, Sultan İkinci Murat'ın, Bursa' ki ve ön örneğidir. Artık buı;adan,
tane, tımarhane, medrese, hamanı, dan önce Edirne'de yaptırmış oldu bütün bir devri kaplayan Mimar
mutfak ve ambarlarıyla müslüman ğu Muradiye Camii'dir . Bu camiin Sinan mimarisine geçme hazırlığı
dünyasının en büyük . dinsel yar mihrabı, Bursa Yeşil Cami mihra tamamlanmıştır.
dım kurumlarından biridir. Müzlk bından sonra Osmanlıların en gös Şimdiye kadar saydığımız ya
L� akıl hastalarının sağlığa kavuş terişli ve en büyük mihrabıdır. Du pıları kapsayan dönem, Osmanlıla
turulduğu tımarhane ve ek yapıla varları süsleyen altıgen çini levha rın Beylikler devri üslubu; Mimar
riyle külliye, büyük bir düzen için ların ıhiç birinin deseni ikinci kez Sinan'la başlayıp, aşağı yukarı ölü
de yayılmaktadır. Bu çok önemli t·2krarlanmamıştır. Bu, Osmanlıla müne kadar süren büyük dönem
külliye Tunca ırmağının taşmasıy rın motif ve renk zenginliği konu de klasik Osmanlı üslubu diye ad
la sular altında kaldığından, son sunda iyi bir ölçüdür. Ayrıca, son landırılmıştır. Aşırı ulusçu kaygı
yıllarda yapılan setlerle kurtarıl yıllarda ortaya çıkarılan kalem iş lardan arınmış olarak diyebiliriz ki,
mış, gerekli yerlerin onarılması yo- leri, Erken Devir süslemeciliği ko- dünyada yetişmiş büyük ustalar
1 62
Mimar Sinan'ın ünlü eseri İ stanbul Süleymaniye Camii'nden
ilginç bir görünüş.
1 63
içinde Sinan, her zaman kendi ka
lıplarını devamlı kırabilmesini bil
miş, sayılı kişilerden biridir. Çağı
nı ve devrini bu ölçüde egemenliği
altına alabilen çok az insan vardır.
Dünya mimarisinde çığır açan sa
natçılar gibi, bütün bir devri kap
layan, etkileyen Sinan, 1489 yılın
ra Kayseri'ye yakın Ağırnas köyün
de doğmuş ve 1 588'de yüz yaşında
ölmüştür. Osmanlı İmparatorluğu
nun başkentinde ve öteki kentlerde,
yardımcıları aracılığıyle .meydana
getirdiği yapıtların sayısı 300'ü
geçmektedir. İmparatorluğun en
uzak köşelerine kadar her yerde,
onun cami tipleri ve mimarlık üs
lubu yerleşmiş, kişiliğinin etkileri
sonraki kuşaklar üzerinde de kendi
ni göstermiştir. Sinan'la anıtsal ya
pı örnekleri Suriye, Mısır, Tunus,
C ezayir'e kadar gitmiş, İstanbul'da
ortaya çıkan şehircilik anlayışı, gi
df=!rek. uzak çevrelerde de yerleşmiş,
çoğunun bugün bile bir Türk kenti
özelliğini taşımasına ön ayak ol
muştur.
Sinan'ın sanat yaşamının geli
şim basamakları, kısaca üç büyük
yapıyle belirlenebilir. Bunlardan çı
raklık devri yapıtı olan Şehzade
Camii'nde Sinan'ın ' bambaşka bir ·
incelikle süslediği görülüı . Bu, bir paşa, Mihrimah Sultan, İbrahim rattığı yeniliklerin toplu bir sonu
kente nasıl . biçim verilebileceğini, Paşa, Zal Mahmut Paşa , Ahmet cu olmuştur. Edirne kenti görünü
gözü yorucu bir sürü ögelerden na Paşa, Sinan P;ı.şa camileri dışında müne bir simge niteliğini katan bu
sıl arıtabileceğini göstermesi bakı irili, ufaklı bir sürü cami, medre ölmez yapı, sekiz ayağa oturan
mından önemlidir. Her geçen gün se ve başka yapıtlarla İstanbul'un 3 1 ,50 metre çapındaki çok _büyük
bozu lan, bir )Jeton yığını halini a bütün semtlerinde iz bırakmış, kubbesi, gövdesinin etrafını çevi
lan İstanbul'un görünümünü dü bunların her birinde kendine göre ren ince end!lmlı minareleriyle
şünürsek, Koca Sinan'ın bütün bir yeni d-enemelere girişmiştir. Azap uzaklardan kendini belli etmekte
ülkeyi biçimlendirmesinin dışında, kapı'da yaptığı Sokullu Camii'nde dir. Selimiye, Sinan • ve mimarinin
İstanbul'u da İstanbul · yaptığı yad-
·
ise Sinan, Edirne Selimiye camiini ulaştığı son noktadır. Çağının Av
sınmaz bir gerçektir: küçük ölçüde tekrarlamıştır. Si rupa'sında sadece Michelangelo bu
Mimar Sinan, çağımızın yeni nan, anıtsal ölçülerdeki yapılarını noktalara erişebilmiş, ama kısa sü
yeni üzerine eğildiği şehirciUk so küçük ölçülere indirdiği zaman bi ren ömrü nedeniyle yapıtlarını Si
runlarını daha XVI.yy.'da görmüş, le, ona sonsuz incelik katmasını her nan'ın boyutlarına varan bir coş
ülkesi,ni ve kentlerini, özellikle E zaman bilmiştir. kuyla ortaya koyamamıştır.
dime ve İstanbul'u ona göre biçim Sinan se.k sen yaşındayken, E Sinan'ı salt cami yapılarıyla
lendirmiştir. Tek başına bu bile bir dirne'de Selimiye Camii'ni yapma değerlendirmememi� gerekir. Si
insanı yaşatmağa yeter. S üleyına ğa başlamış, bu yapının eşsiz me nan, kişiliğini yansıtan türbeleri,
niye'nin yanı sıra yaptığı Rüstem- kanı Sinan'ın o zamana kadar ya- zarif köprüleri , hanları, hamamları,
1 65
Mevla na ve Sultan Seli m Camii (Konya ) .
saraylarıyla mimarının her değişik mar Sedefkar Mehmet Ağa'nın bu nönü'ndeki Yeni Cami'dir. Mimar
işlevli yapısına ka,tkıda bulunmuş yapısı, plan şemasıı:p Mimar Sinan' Sinan'ın öğrencilerinden Davut A
tur . İşlevselliğe yönelen her nokta ın Şehzade C amii örneğinden almış, ğa tarafından 1597'de · yapımına
da denge ve oran arayan, kendisini onu geliştirerek tekrar denemiştir. başlanılmış, a ma ancak 1 663 'de Mi-:
devamlı yenilemesini, kalıbını kır i 609- 1 6 1 7 yılları arasında yapılan mar Mustafa Ağa tarafından ta
masını bilen koca Sinan, Süleyma Su ltan Ahmet Camii, İstanbul'un mamlanabilmiştir. Eskiden çevre
niye Külliyesi içindeki türbesinde en güzel yapılarının başında yer sindeki yapılarla dengeli bir birlik
yatmaktadır. alır. Birbirinden ilginç altı minare meydana getiren cami, etrafından
si, çevre yapılarıyla anıtsal bir dış yol geçirildikten sonra ortada kal
mimarisinde
•
Bu hafif ve hareketli dış görünü
şün yanı sıra, içerde mavi rengin
ve dikey çizgilerinin dengesinin bo
zulduğu, dikey çizgilerin ağır bas
sınan sonrası ağır bastığı kalem işleri . ve Osman
lı çini sanatının son ve parlak dev
tığı görülür: Bunda, değişen dünya
görüşünün yanı sıra; uzayıp giden
Bu bitmez tükenmez yaratıcı, rinin örneklerini taşıyan zengin çi bir yapım süresinin büyük rolü ol
kendinden sonra geleceklere klasik nileriyle bambaşka bir iç görünüşe muştur. Cami, içerden zengin şekil
mimarinin sınırları için yapacak sahiptir. Yapı, dört bir yandan al de kalem işi ve çinilerle bezenmiş,
ve yaratacak çok az şey bırakmış, dığı bol ışıkla, bit camiden çok, sa Sultan Ahmet Camii'nin bol ışığın
bir bakıma denenecek bütün yolla rayı andırmaktadır. Bir an için Sü dan burada kaçınılmış ve ışık ye
rı tüketmiştir. Kendinden sonra ge leymaniye'nin dinsel duyguları ge niden belirli ölçülere iı:ıdirilmiştir.
lenler, onun ancak erken devir ya çerli kılan dengeli ışığını düşünür Bu yüzden, bu yapı Sultan Ahmet
pılarını ele alarak yeni katkılarda. sek, burası her haliyle daha önceki Camii'nin yanında loş ve biraz ka
bulunmağa· çalışmışlardır. anlayışa yabancı kalmaktadır. ranlık kalır.
Bunun en açık-seçik örnegı, Aynı plan tipinin uygulandığı Sultan Ahmet Camii'nden 1 50
Sult�m Ahmet ·camii'dir. Ünlü mi- bir başka ünlü İstanbul yapısı, Erni- yıl sonra yapılan Yeni Fatih Camii
1 66
Ayasofya 'nın karşısında yer alan ve altı minaresi ve mavi çinileriyle ün alan
Sultan Ahmet Camii.
de, Sultan Ahmet ve Yeni Cami gi sonlarından başlayarak Sinan'ın çeşmeleri ile Azapkapı'da, 1732 ta
bi , Mimar Sinan'ın Şehzade Camii' üslubuna karşı uyanan tepki, Sul rihli Bereketzade Çeşmesi, süsle
nin planına ba�lı kalmış bir yapı tan Üçüncü Ahmet zamanında yeni melerinin zenginliğiyle Sultan Ah
dır. Klasik Osmanlı üslubundan bir üslubun doğmasına yol açtı. met çeşmesiyle boy ölçüşür. Bütün
sonra gelişen Türk Barok saRatının Buna Lale Devri üslubu diyoruz. bu çeşmeler, vazolar ve kaselerden
İstanbul'daki bu son örneği, plan Bu dönemin getirdiği yenilikler, ö çıkan çiçekler, meyveler, Tuba
olarak, klasik devre bağlanmasına , .zellikle bezemede yoğunlaşmakta, ağaçlarıyla, suyun hayat verici gü
rağmen, süslemelerdeki değişik gö hızlı bir değişimin başladığı görül cünü canlandırırlar. Üzerlerindeki
rünüşler, Osmanlı sanatına girmeğe mektedir. yazıtlar da suyu ve hayatı yücelte
J::ıaşlayan Batı etkilerini açıkça bel Sultan Üçüncü Ahmet büyük rek yaptıranı övmektedir.
li etmektedir. bir çiçek meraklısı idi. Onun en
Bu buyük camilerden başka,
öteki yapıların çoğunda Mimar Si
çok sevdiği çiçek olan lale , deviin
simgesi 'haline gelmiş, devrin üslu batı etkisindeki
nan'ın etkisi ağır basmaktadır. O
nun ulaştığı mekan anlayışına ço
bu da aynı adı almıştır. Özellikle ·
bu dönemde yapılan çeşme ve se sanat
ğu kez bağlı kalınmakta, ama beze biller, devrin en belirgin özellikleri Daha sonra Avrupa Barok sa
mede devrin özelliğine uygun motif ni taşırlar. Kentin alanlarının or natının taşkın şekillerinin kullanıl
ler yerleştirildiği görülmektedir. tasında küçük bir köşk halinde.yük mas�. çoğu kez Batı'lı görünüşler
XVI.yy.1da Mimar Sinan'ın selen dört cepheli çeşmeler bol sa den biraz farklı bir üslubun doğma
meydana getirdiği yüksek klasik yıda yapılmıştır. Bunların en göste sına .. yol açmıştır. Örneğin, Klasik
üslup, onun yetiştirdiği öğrenciler rişli olanı, İstanbul'daki 1728 tarih devrin ağırbaşlı şekilleri, sevimli ve
le XVIl.yy.'ın sonuna kadar etkisi li Sultan Ahmet ç eşmesi 'dir. Bütün ince lale demetleri, yerlerini Barok'
ni sürdürmüştür . .1663 yılında ta cepheler altın yaldızlı kalem işleri, un ağır yaprak süslerine bırakmak
mamlanan Yeni Cami, Sinan üslu kabartma ve çinilerle bezenmiştir. zorunda kalmıştır. Son devrin ca
buyla yetişen kuşakların son büyük Gene Üçüncü Ahmet tarafından mileri, sarayları, çeşmeleri, sayısız
es·eri olarak görülebilir . XVII.yy. yaptırılan Üsküdar ve Tophane mezar taşları hep bu üslubun ken-
1 67
Bursa Muradiye Camii.
dine özgü özelliklerini yansıtır. Yalısı yeni bir zevkin ve üslubun cı ve Bebek camilerini, Tarlabaşın
Batı Avrupa etkisi altında 1 703- ilk habercileri olmuştur. da Kamer Hatun Camii'ni, Eyüp'te
1730 yıllarında gelişen Lale Devri' - Nuruosmaniye ve Laleli camile Beşinci Mehmet tür'b esini, Lale
nden sonra, 1 730-1808 arasında Ba ri, Barok üslubun en büyük yapıt li apartmanları ile Ankara'da Gazi
rok ve Rokoko,. daha sonra 1808- larıdır. Tophane'de Nusretiy-z Ca Eğitim Enstitüsünü, Vakıf Apart
1874 arasında Ampir ve en son ola mii ise, Barok'tan Ampir üsluba ge manlarını; Paris'te okuyan Mimar.
rak da 1877-1930 arasında Neokla çişi gösteren tipik bir örnektir. Sul Vedad ise, İstanbul Sirkeci'deki Bü
sik (başka bir deyişle, Birinci Ulu tan II. Mahmut zamanında geliş yük Postahaneyi, şimdi yıkılmış
sal Mimari ) üslubun etken old u ğu miş olan Ampir üslubun denendiği olan Karaköy'deki Eski Denizbank
görülür. yapılar, II. Mahmut türbesi ve se binasını, Haydarpaşa'da Küçük İs
Ne var ki, Osmanlı Barok ve biliyle Topkapı Sarayı'nın bazı da� kele binasını, Ankara'da Eski Bü
Rokoko üslubu, Batı Avrupa'dan ireleridir. yük Millet Meclisi binasını yapmış
farklı özellikler ortaya koymuştur. Barok, Rokoko ve Ampir üslup lardır. Bunlar genel çizgileriyl-e,
Osmanlı sanatının bu devri, yete ları veya birinin daha ağır bastığı özenle yapılmış, dengeli yapılardır.
rince inceleme konusu olmamıştır; yapı örnekleri içinde Ortaköy Ca Fakat şunu unutmamak gerekir ki,
yakından incelenirse, Batı'dan ol mii, Dolmabahçe ve Çırağan Sarayı her devir ve üslup; çağında ge�erli
dukça değişik görünüşler saptana da sayılabilir. XIX. yüzyılda her dir� o devrin düşüncesini, toplum
bilir. Bu da bizi, Türk Barok ve Ro . - türlü üslubun birbiri içine girdiği yapısını ve sanat anlayışını yansı
koko sanatı diye bir anlayışa götü bu devirden sonra Türk mimarları, tır. Değtşen dünya görüşü ve t�k
recektir. Osmanlı sanatında Barok yeniden bir çıkış yapmak zorunlu nik olanakları içinde es:ıti biJ: çağı
ve Rokoko, değişik anlaşılmış ve luğunu duymuşlar ; böyiece Biiinci yenid_en canlandırmak tartışma
uygulanmıştır. Topkapı Sarayı'nda Ulusal Mimari akımı (neoklasik) götürür bir yoldur. Bu bakımdan
ki Üçüncü A'hmet'in 1705 tarihli doğmuştur. Almanya'da bir süre Neoklasik akım kısa sürmüş, ama
dairesiyl·e, aynı devirde yaşayan 5ğrenim yapan o zamanın tanınmış 1 940-1950 yılları a,rasında yeni bir
Köprülü Amcazade Hüseyin Paşa' - mimarı Kemalettin, büyük b�r yapı yaklaşı�la tekrarlanmaya çalışıl
nın Anadoluhisarı'ndaki Meşruta olan Dördüncü Vakıf Hanı; Bostan- mıştır.
1 68
ı 1!
I' ! .
"
İS LAM
FELSEFESİ
felsefenin
doguşu
İslam felsefesi Kur'an'la, Hadis
!erle bildirilen tanrısal görüşlere,
duyu verilerinden çok akıl kuralla
rına, deneyden çok mantık ilke
lerine dayanan, kendi bütünlüğü
içinde ırnvramlarla örülü bir dü
şünce akımıdır. Ereği, içinde ya
şanan evren değil, yalnız düşün
cede varolan, duyularla değil dü
şünce yetenekleriyle kavranan, öz
lenen gerçek-ötesi varlık evrenidir.
Bu özellikleri bakımından dışa de
ğil içe dönük, yorumcu bir felsefe
dir.
İslam Felsefesinin Doğuşu : Adını
İslam dininden, konularını dinin sı
nırları içindeki sorunlardan alan
İslam felsefesi, genel çizgileriyle, İs
lam dininin doğuşundan (İ.S.VII.
yy. ortaları) sonra gelişmeye baş
ladı. Kur'an surelerinin bütünlüğe
ulaşıp bir .«kitapıı niteliğinde top
lanması, « hadisıı denen, gerçekte
Kur'an'ın bazı yerlerinin daha ko
lay anlaşılması için birer yorum
olan peygamber sözlerinin derlen
mesi, kesinleşmesi sonucunda, bu
yeni dinin yayıldığı çevrelerde, kay
nağını onda bulan yeni bir düşün
ce akımı filizlenmeye başladı. Bu
yeni düşüncenin ortaya çıktığı ül
kede, daha önceki çağlardan kalma
inançlar, onlarla ilgili görüşler, ey
lemler oldukça yaygındı. Bu düşün
celerin iki ayrı doğrultuda gelişti
ği görülür : 1
·
A. - Arabistan yarımadasında
insanların toplu düzen içinde ya
şamaya alıştıkları çağlardan beri
süregelen inanç varlıklarının, :za
manla yeni yeni biçimler kazana
rak çağın düşünce yapısına uyması.
Bu eski inanç yığınlarının iki ayrı
kaynağı vardır. Biri Arabistan in
sanlarının yaşamaları ile ilgilidir, Hz. Muhammed, bir esir kılığına bürünerek müslümanlıK aıevfıine
öteki bu bölgeye eski çağlarda kom gözlemlerde bulunan şe11tanın sö11lediklerini reddediyor ( XVII!.yy.
şu ülkelerden gelen insan topluluk- minyatürü ) .
1 69
şüncelerini yaymaya başlamış, din
le felsefeyi bir düşünce akımı için
de kaynaştırma yoluna gitmişlerdir ..
Bu akımın öncüler.i Yunan - Y�hu
di düşüncesini yoğurarak yeni bir
ürün çıkarma denemelerine giriş
miş, kimi bütün kimliği , kişUiği ile
bilinen, kimi bilinmeyen kimseler
dir. Bu düşünürler )'.ahudi - Hıris
tiyan dinlerinin etkilerini Batı'dan
Doğu'ya doğru yayılan felsefe akı
mının verileriyle uzlaştırmaya, on
lardan yeni bir yorum türetmeye
çalışan kişilerdi . Eski Anadolu - Yu
nan felsefesinin ürünlerine daya
nan bu düşünürler, sözün gerçek
anlamıyla, bilge sayılmaz. Bunlar
eski felsefe görüşleriyle . Hıristiyan -
Yahudi i nançlarını, belli oranda da
felsefeyi, dinin buyruğu altına sok
maya, ona bir din niteliği kazan
dırmaya uğraşan insanlardı. Bu ay
dınlar, bilmeden, İslam dinine de,
onun ilkelerine dayalı bir felsefenin
doğmasına da yardımcı olmuşlar
dır .
İslam dini, bir yandan Eski
çağ'dan kalagelen inançlara, bir
yandan da Anadolu - Yunan dü
şünce ürünlerine dayalı bir görüş
ortamında yavaş yavaş biçimlen
meye, Hazreti Muhammed'in yaşa
dığı çevrede içten içe ilk besinleri
ni bulmaya başladı. İslam dini, bu
durumda, bir yandan geleneklerle
sürüp gelen inançların, bir yan
dan da daha önce doğmuş iki bü
yük dinin (Yahudi ve Hıristiyan din
leri ) ürünleriyle kaynaşan bir etki
nin yoğurulduğu alandır . Daha doğ
rusu , bu iki kaynaklı düşünce
ürünlerinin birleşime ulaştığı bir
bütündür. Ancak bu bütünün ken
dinde de birtakım yenilikler, eski
dinlere göre çağın toplum yapısına,
düşünme örgüsüne uygun özellikler
vardır.
M.S.VII.yy. ortalarında son bi
Kıı re.v s'Ii M u t t alib ile genç yeğeni Aba-ü/ M u t talib Mekke 'ye gid i çimini kazanan, kendi ilkeleri için
yorlar f Topkapı Sarayı ) . de kesin bütünlüğe ulaşan İslam
dini, bir yanı ile içinde yaşanan ev
!arının getirdikleriyle, düşünce ri , Arabistan 'da doğup gelişen bü .. rene, bir yanı ile de yalnız düşün
ürünleriyle bağlantılıdır. Bunlar tün inanç varlıklarını, belli ölçü cede varolan, gelecekteki gerçek -
çoktanrıcı dinlerin, putatapıcılığın ler içinde, etkilemiş, damgasını vur ötesi yaşayış için «yaratılmış» bir
sürüp giden kal ıntılarıdır. Arap ya muştur. İslam düşüncesi, bir bütün ortam niteliği taşıyan öte�evrene
rımadasının insanları, bu inanç kar olarak , bunlardan ayrı, bunlar üze yöneliktir. Yapısında görülen . bu
maşıkl ığı içinde yoğrulan yeni bir rinde · derinden derine durulmaksı ((ikilik " , gelişmesini sağlayan bu
görüş l\lr tamına gi rmiştir. Ancak, zın açıklanamaz. «iki katlılık» onun özünden doğan
bu eski inanç varlıkları büsbütün B - İslam düşüncesinin ge bütün düşünce akımlarında da ken
ortadan kalkmıyor, yalnız · kabuğu rek doğuş yıllarında, gerekse on dini gösterir.M.S.VII.yy. boyunca ta
nu, boyasını değiştirerek yeni dan önce Arabistan'da yayıldığı bi şıdığı bu özellik, bir bütün olarak
inançlar içinde saklı kalıyordu. Bu linen doğacı Anadolu - Yunan fel kendini sürdürür, niteliğini korur.
dıştan gelen düşüncelerin kaynak sefesinin etkisiyle gelişen, bir yan . İslam dini Kur'an ile Hadis gi
ları genel likle İran, Mısır, · Hindis dan eski dinlere, bir yandan felse bi iki temel «Kitab » ın düzenlenişin
tan, Mezopotamya, Anadolu gibi fe ürünlerine bağlanan kavramcı den sonra hızla gelişen çeviri çalış
Arabistan 'ın yakın komşuları olan varlık anlayışı. Bu anlayışın öncü malarıyla, komşu ülkelerden gelen
bölgelerdeki insanların d�şünce ü leri, Arabistan yarımadasında, İs aydınların, okumuşların, bilginle
rünleridir. Bu komşu Ulke ürünle- lam dininden birkaç yy. önce dü- rin, gezg-inlerin, din görevlilerinin
1 70
etkisiyle yeni bir durumla karşı kar
şıya geldi : düşünceye düşünceyle
karşılık verme gereği. Bu gereklilik,
başlangıçta başka düşünce ürünle
riyle beslenen İslam dinini yeni bir
atılıma itti. Bu atılım da, İslam di
ni dışında kalan düşünce akımları
nı ogrenme, onların sorunlarına
kendi varlık anlayışı içinde, karşılık
bulma, çözümleme çabasıdır. İslam
dini .dışında . kalan düşünce akımla
rının ortaya koyduğu sorunlar için
de, biri eski, biri yeni olmak üze
re iki ayrı nitelik taşıyan, iki ay
rı yolda çözüm bekleyen özellik
te olanları vardı. Bunların kimi
Anadolu - Yunan felsefesinin yo
rmrii arindan; kimi de eski dinlerin.
yeniden ele alınışından doğuyordu.
Tanrı, ruh, evren, öte-dünya, ölüm,
ölümsüzlük, yaratılış, yokoluş vb.
sorunlar , bütün dinlerde vıırdı. İs
lam dininin karşısına bir bütünlük
içinde çıkan . bu inançla ilgili ko
nular, daha önceki dinlerin verdiği
karşılıkları, çözüm biçimlerini de
birlikte getirdi. İslam dini bunlara
kendi açısından birer karşılık bul
muştu. Ancak bu karşılıklar, yeni
yeni görüşlerin ortaya atılması, ye
ni inanç kaynaşmalarının fışkırma
sı neden iyle tartışmayı, üzerinde
derinlemesine durmayı gerektiri
yordu.
yorumcu goruş
• •
mezhepler
İşte İslam felsefesi VII. yy.'dan
sonra, özellikle VIII., IX. yy.'larda
bu üçüzlü anlayış, varlık görüşü or·
tanımda ürünlerini vermeye başla
dı. Bu ilk ürünlerin belli bir konu
da uzlaştığı, kesin bir felsefe düze
ni gereğince ortaya konduğu da dü
şünülemez. Bu dönemde, İSlam fel
sefesi, kimliğini, kişiliğini ortaya ko
yan kesin kavramları bulamamıştır.
Kullanılan kavramların çoğu, arap
dilinde karşılığı olmadığı için, arap
çalaştırılmış felsefe deyimleridir.
Bu deyimler de, ya ibrani dilinden,
ya yunancadan, yada çevirinin ya
pıldığı ikinci dildendir. Yunanca
«bilgiseven» anlamına gelen ccphi
losophia» sözünden türetilen <<fel
sefe» (çoğulu felasife) , yasa, kural,
anlamına gelen ımomos» tan türe
tilen ıcnamus» ( çoğulu nevamis) ,
sophos 'dan (bilge ) türetilen sıôfi,
cısofi» v.b. kavramlar, İslam felse
fesinin başlangıç döneminde, arap
ça ile yoğurularak. aktarılan dü
şünce varlrklarıdır. Bunların yanın
da ibrani, hind, fars dillerinden ge
çenlerin sayısı da epey kabarıktır.
Bu . kavramlar, tsıam felsefesinin
esinlendiği kaynakları gösteren bi
rer tanık durumundadır. İslam gö
rüşü bu kavramları, kendi anlayışı
na göre, yeni bir yorumdan geçire
rek ccbaşkalaştırdı» . İşte İslam fel
sefesinin tek özelliği de, bu ccba.şka·
!aştırma» işleminde sağladığı ba
şarıdır. Bu. başarı, İl;lam ülkelerin
ı•ransız aoğubilimcisi Silvester'in 1 790 yılında yaptığı, Hz. Mutıam
de «mezhebn adı verilen (yalnız
med 'i Zemzem kuyusu başında oösteren gravür.
felsefe alanında) düşünce akımla
�slam düşüncesinde «Mantık>> de Uzlaştırıcı açıklamalara yöne rını doğurmuştur.
nen düşünme bilgisini doğurdu. İs len düşünce kesimi, daha çok de Beıli 1 bir görüşü savunan, gelişti
lam felsefesinin gelişmesinde, ya ney alanında gelişme sağladı. . Ana ren, yayan kimselerden oluşan top
yılmasında en önemli işi gören dolu'nun doğacı bilgelerinin yazıla luluğun genel düşüncesi, arapçada
mantık olmuştur. Mantık akıl yü rı ortaya çıkıp açıklanmaya başla ugidilen yol» anlamında umezheb>:
rütmeye dayanan, kendi alanına yınca, kısa bir süre içinde, İslam ül kavramıyla dile getirilir. ccMezhebi:
giren bütün sorunları, doğru dü kelerinde benimsendi. Yaratılış, sözünün kökü, ccgitmek» karşılığ:
şünme kurallarına göre açıklayan, oluş, yokoluş, bilgi, ruh v.b. en so cızehebe» dir. İslam dininin doğu
Aristoteles mantığı denen «Genel yut kavramları bile doğa varlıkla şundan sonraki dönemlerde Kur'an
mantık ıı tır rıyla açıklama eğilimi hızlandı. Bu ile Hadisler'e dayanan değişik yo
Aristoteles mantığı, o çağda bi yüzden de Thales, Herakleitos, De rumları benimseyenlerin oluştur
lindiği oranda, Kilise Babaları, ye mekritos, Epikuros gibi bilgelerin duğu toplulukları ccmezheb» ola
nieflatuncu düşünürler aracılığı ile düşüncelerine yeni yorumlar bul rak adlandırma, bir gelenek niteli
yapılan çeviriler, açıklamalar sonu ma yoluna gidildi. Bunun da kay ği kazandı. Yalnız din konularını
cu İslam felsefesine girdi, felsefe nağı Kilise Babaları oldu. Böylece, ele alanlardan kurulu topluluklara
I'!in · önemli bir dalı oldu. Ancak, o · daha ba.şlangıçta İslam felsefesi bi değil, dinle ilgisi olmayan düşün
da yenieflatuncu niteliği ile benim ri maddeci (dehri ) , biri Eflatun - ce çığırlarına da ccmezheb» denir
sendi. Doğa olaylarının açıklanışın Aristoteles'ci (meşşai) olmak üze oldu.
da, yorumlanışında değil de, kayna re iki doğrultuda yürümeye başla İslam felsefesinin oluşumu sı
ğını Kur'an'da, Hadisl er'de bulan dı. rasında biri akla, biri imamı bağ
soyut akıl yürütmeler alanında kal Bu iki felsefe akımının karşısı lı iki yol tutuldu. Akla daya11arak
dı. na, kaynağını gene yenieflatuncu din, felsefe sorunlarını çözümleme-
1 74
ye kalkan ilk İslam düşünürü Vasıl
bin Ata'dır (699-748 ) . Onun izin
den gidenlerin, görüşlerini geliştir
meye, yaymaya çalışanların oluş
turdukları topluluğa, daha kendi
çağında, C<Mu 'tezile>J denmiştir. Bu
söz, arapçada «ayrılmak, başka bir
yol tutmakıı anlamında C<i'tizal» kö
künden gelir. Din konusunda, özel
likle Kur'an'ın yorumlanışında ho
cası Hasan Basri ile tartışan, onun
görüşlerine kar,şı çıkan Vasi! bin
Ata için hocası «Vasi! bizden ayrıl
dı (i'tizal etti) ;.;.deyince onun gö
rüşünü benimseyenlere «ayrılmışıı
karşılığı C<mu'tezil, ınu ' tezile» dendi.
Bu söz İslam düşünce dünyasında
ilk akılcı çığrın adı olarak kaldı.
mu"tezile
Mu'tezile inancına göre «kaderıı
yoktur, insan kendi eylemlerinden,
kendi atılımlarından sorumludur.
Bütün eylemler birer insan yarat
masıdır, Tanrı'nın bu konuda bir
etkisi yoktur. İnsan kendi kendini
yönetir, yönetici güç iman değil
akıldır. Sorunlar imanla değil akıl
la çözümlenir, düzenlenir. Tanrı'nın
özü (zat'ı) ile nitelikleri (sıfatlar'ı)
birbirinden ayrıdır. Düşünen insan
bir uakıl varlıkıı ıdır. Daha önce
den belirtilen işlemleri yapmak,
gösterilen yolda gitmek anlamına
gelen «kaderıı (yaz·g ı) sözünün an
lamı yoktur. Kader varsa, insan
Tanrı'nın gösterdiği yolda kendi
((cüz'i irade» sini kullanmadan gi
derse, davranışlarında kendi aklını
kılavuz, ölçü edinmezse, onun için
sorumluluk da düşünülemez. So
rum! ul uk ancak, kişinin kendi is
Hz.. Mulıa'mmed'tn Mekke'den Medine'ye kaçışını gösteren XVIIl.yy.
temine göre davranması sonucu or
lııristiyan gravürü.
taya çıkar. İnsanın kendi dışında,
kendi aklı, kendi istemi üstünde nitelikleri (sıfatlar'ı) birdir, kay yy. ) . İslam düşüncesinde, İlk çağın
egemen bir güç yoktur. «Cennet» , naşmıştır. Akıl onları yalnız düşü a,tomcu bilginlerinden Demokritos'
«Cehennemıı de yoktur. İnsan yalnız nür, imanın aydınlığında tasarla un görüşlerine dayanarak, akılcı bir
Tanrı'nın buyruklarını yerine geti yabilir. Yazgı (kader) �·ardır, buna yol tutan Ebu'l Huzeyl'in ele aldığı
rir, kendi aklını, istemini kullanma karşılık insan gene bütün eylemle ana - konu Tanrı'dır. Ancak, doğal
dan eyleme geçerse, kendi elinde rinden, davranışlarından, gerçek neaenle (tabii sebe,!J ) Tanrı varlığı
olmayan, daha önceden belirlenen leştirilmemiş düşüncelerinden bile arasında bir bağlantının bulundu
bu eylemlerden dolayı onun için sorumludur. İnsan eylemlerinin ya ğunu ileri sürer. Atoml::.rı Tanrı'nın
suç, ceza ve ödül (mücazat v_e müka ratıcısı değil, kend!sine verilenle · varlığını saptamak için birer kanıt
fat) düşünülemez, düşünülse bile rin, buyrulanların uygulayıcısıdır. olarak kullanır. Daha çok atomcu,
bu Tanrı'nın tüzesi (adl'i) ile bağ Mu?tezile inancı, Ehl-i sünnet'ir. akılcı felsefeye dayanan Ebu'l - Hu
daşmaz. İnsan için tek yol, akıl bu tutumuna, bu görüşüne karşı zeyl'e göre atomlar da yaratılmış
yoludur. çıktığından, olayları, sorunları akıl tır, onlar da sonludur. Boşluk oldu
Bu düşünceler, tek çıkar yolun cı bir açıdan gördüğünden dolayı ğuna göre, bütün atomların kendi
uiman» olduğunu savunan, insanı bir felsefe akımı niteliği kazandı. boyutlarına göre birer yer kapla
bir bütünlük içinde kendi kişiliğin Ona göre iman, insanı geliştirmez, maları gerekir, uzam (mekan) sı
den soyup Tanrı istemine bağlayan sorunları çözümleyemez. imanla nırlı olduğuna, sınırlı olan da sonlu
ccehl-i sünnet» anlayışına karşıdır. bilgi edinilmez. Bilgi, akla, akıl öl olduğuna göre onlar da sonludur,
uEhl-i sünnetıı için insan bir cdman çülerine dayanan öğrenmeyle, ça sonlu olanda ne varsa ölümlüdür.
varlıkıı ıdır, akıl imandan sonra ge lışmayla, olayları, çevreyi incele Atomlar ölümlü olduğuna göre,
lir, onun buyruğu, onun yönetimi meyle kazanılır. ölümlü olan bütün varlıklar yara
altındadır. Tanrı'nın özü (zat'ı) ile Ebiİ'l - Huzeyl El - Allat (IX tılmıştır, belli bir süre içinde gene
1 75
Ebu'l - Huzeyl'in öğrencisi olan İb
rahim Nazzam, onun açtığı yolda
yürüdü, felsefe ile dini akılcı bir
anlayışla uzlaştırmaya çalıştı. Fel
sefesinin Tanrı kavramı çevresinde
'yoğunlaştığı, Mu'tezile yôntemi\lli i
Tanrı'nın Birligi, yüceliği konusun
da uyguladığı görülür.
Tanrı yaratıcı, önsüz - sonsuz
bir varlıktır. Bi:r'dir, yaratılışın
kaynağıdır. Bütün yaratmalar tan
rısal bilgeliğe (ilahi hikmete) göre
belli bir düzen içinde olur. Tanrı
sal bütün eylemler, işlemler man
tık kurallarına göre açıklanabile
cek niteliktedir. Tanrı'nın . bütün
yaratmaları doğa yasalarına, evre
ni kuran varlık ilkelerine uygun
dur. Tanrı'nın öz -özgürlüğü (zati
hürriyeti) kendi varlığı ile zorunlu
dur. Özgürlük, Tanrı varlığında bir
zorunluluktur. Tanrı'dan başka ilk
(kadim) bir varlık yoktur.
Evren, özlerden (atomlardan)
kurulu bir bütündür. Atomları da
Tanrı yaratmıştır. Ancak yaratılma
olayı sürekli değil, bir kezliktir. Ev
ren bütünü Tanrı istemiyle birden
yaratılmıştır. Bizim gördüğümüz
olaylar, zamanla gizlilikten açığa,
görünüş alanına çıkmaktadır. Yok
sa her yeni olay yeni bir yaratma
değildir. Evren bütününde yer alan
varlıklarda «kamim> (gizli) ile uba
riz» ( açık) yöntemi, genel_ geçerlik
taşır. Bütün varlık türleri, onlarla
ilgili olaylar, oluşlar evrende gizli
dir ( kamin'dir) , zamanla bunlar
görünüş alanına çıkar (b�riz olur) .
Olaylar belli bir diziye göre gizli
den açığa çıkmakta, akıp gitil).ek
tedir. Tanrı'nın yaratması bağımsız
Araldi'nin 1 790'da yaptığı, Hz. Muhammed't at üsttlnde gösteren gravür. bir eylemdir. Evren düzeni Tanri'
nın özgür istemi, bağımsız dileği ile
yokluğa dönerler. !eşmesinden, birbirine katılmasın (bir anda) yaratılmıştır. Atom ya
Evren, atomlardan kurulu bir dan oluşur. Çünkü atom yalnız ratılmıştır, yok da edilebilir.
bütündür. Atomlar sonlu, sınırlı, madde değil, ilineksel ( arazi ) , ey İbrahim Naz zam'ın düşünceleri
ölümlü olduğundan, onlardan olu lemsel (fiili) olarak da vardır. Bu kimi yerde Mu' tezile görüşlerine
şan evren de sonludur, sınırlıdır, nedenle, her fiziksel nokta, sürenin karşıdır. Ancak, bu karşı oluş, onun
dolayısiyle yaratılmıştır. Evreni her an kısa kesimi bir atomdur. Bu Mu�tezile akımı dışında ele alınma
kuran atomlar düşüncede de, ger atomlar ne süreklidir, ne de birbiri sını, dogmatik bir kelılmcı sayılma
çekte de bölünemezler. Bir atomun ne sıkı sıkıya· bitişiktir, belli aralık sını gerektirmez. Onun, özellikle
bölünürlüğü düşünülürse, töz (cev ları vardır. Bu aralıklar, bizim za metafizik alanında, evreni açıkla
her) niteliği ortadan kalkar. man dediğimiz şeyin boşluklarıdır. ması ilkçağ bilgesi Anaksagor�s'ın
Zaman, gerçek bir varlık de Bu tür zaman da yaratılmıştır. evren anlayışına çok yakındır. İb
ğil, ruhsal bir kavramdır. İnsan Uzam (mekan) atomlara bağlı rahim Nazzam'ın ccatom» u bir töz
bilincinde öncelik - sonralık tasarı dır, onlarla sınırlıdır. Uzamda da (cevher) olarak benimsemesi, ev
mı vardır. Düşüncede yaşayan so boşluklar vardır. Atomların devin renin yapısını atomlardan kurması,
yut zaman kavramının kaynağı bu mesi, yer değiştirmesi bu boşluklar görüşlerini akıl kurallarına daya
dur. yüzündendir. narak açıklamaya kalkması, ken
Ebu'l - Huzeyl, zaman konu Tanrı, zamanın, uzanım üstün dinden öncekiler gibi, Mu'.tezile
sunda bu düşünceleri öne sürer dedir, onlarla sınırlı değildir. Yara inançlarına sıkı sıkıya bağlı oldu
ken, zamanı ikiye ayırmaktan da tıcıdır, ölümsüzdür, önsüz - sonsuz ğunu açıkca gösteriyor.
kendini alamıyor. Soyut zamanın dur (ezeli - ebedi) . Kimi araştırıcılara göre, İslam
yalnız düşüncede bulunduğunu söy Bilgi : çevremizi, doğa varlık ülkelerinde 'hızla yayılmaya başla
lerken bir de ccatomla ilgili zaman» larını duyularla gelen izlenimler, yan Yunan felsefesine karşı doğan
dan söz ediyor. Bu zaman türü, te veriler aracılığı ile kavrarız. çığırlar arasında sayılan Mu'tezile
kil tözlerin (ferdi cevherlerin) bir- İbrahim Nazzam (öl. 835) . akımını akla dayalı bir din felsefe-
1 76
si olarak anlayanlar içinde edebi
yatçılar, tarihçiler, ozanlar da var
dır. Ancak felsefe akımına katkıları
olmamıştır. Eski Anadolu - Yunan
bilgeleri gibi düşüncelerini şiir di
liyle anlatan bu arap ozanları için
de en ünlülerinden biri, Cahiz'dir
(öl.889 ) . Başlangıçta din konuları
nı ele alan, Kur'an'ın yorumundan
işe b�layan bu çığır, sonra geliş
miş, akHcı felsefenin (İslam felse
fesesinin ) oluşmasını sağlamıştır.
Mu'tezile anlayışı bir yandan din,
bir yandan da felsefe alanına giren
sorunlar üzerinde dururken, on
dan türeyen bir çok düşünce dalı
ı'ıın, küçuk çığırların döğmasına da
yardımcı oltnuştur. Bu küçük çı
ğırlar içinde, akıl ilkelerine daya
nan birer «tarikatı> niteliğinde
akımlar da vardır. Ancak, bunlar
arasında öz bakımından ilgiye de
ğer bir ayrılık yoktur.
Doğa felsefesi. İ.Ö. VII - V.yy.
lar arasında Anadolu'da doğup Yu
nanistan'da gelişen doğacı görüşün
etkisi altındaki akım, İslam dininin
doğuşundan sonra IX. - X.yy.larda
yeni bir yorumla: ortaya çıktı. Mu�
tezile akımının, Hind düşüncesinin
etkilerini taşıyan doğa felsefesinin,
İslam ülkelerinde Tabiiyyun (doğa
cılar ) , thvan'us - Safa ( Safa Kar
deşleri - Ansiklopediciler) , Dehriy
yun (maddeciler) , Batıniler (Ezo
terikler) adları altında dört büyük
kola ayrıldığı görülür.
Doğa felsefesinin konusu, adın
dan anl�ıldığı gibi, doğadır, doğa
varlıklarıdır, insandır.
Doğacılar (Tabiyyun) : Dene
ye, tümevarım, tümdengelim yönte
mine dayanan doğacılara göre, in
san bir doğa varlığıdır. Bütün bil
gilerimizin kaynağı doğadır. Bilg'i
doğayı algılamakla kazanılır. İn
sanda akıl denen yönetici, incele
yici, araştırıcı bir yetenek vardır.
Duyularla edinilen bilgiler, akılla Hit. Muhammed'in büyük kızı Zeynep, deve sırtında Mekke'den Medi
belli bir düzene konur, sınıflanır. ·
ne'ye kaçıyor ( XVII /. yüzyıl m i nya t ü rü ) .
İnsan varlığı iki özden kuruludur.
Bunlardan biri gövde (beden ) , öte Kitabu'l - Mansur, El - Havi gibi ya kelerine, mantık kurallarına, deney
ki ruh'tur. Ruh ile Tanrı, doğaüstü pıtları olan Razi'ye göre, bilginin verilerine dayanan Razi, İslam di
birer varlıktır, özleri pek bilinemez. kaynağı duyulardır, algıdır. Ger ninin ana görüşleriyle İran - Hind -
İslam felsefesinde Anadolu - çek olan madde evrenidir; ruh ile Anadolu felsefesini uzlaştırmaya
Yunan doğacı görüşünün izlerini Tanrı, evrenin . dışında, yalnız dü çalıştı; deney bilimleriyle felsefe
sürdüren bu çığırın kurucusu, Ebu şüncede yaşayan · birer varlıktır. arasında gerekli bir bağlantının
Bekr Zekeriya Razi'dir (865 - 925 ) . Varlık kavramı altında toplanan bulunduğunu, felsefenin belli bir
Razi, felsefeye deney verilerinden Bütün'de beş sonsuz, sınırsız ilke yerde deney bilimlerine dayanması
girer. Bir hekim olması, hastalık vardır : gereğini savundu. Razi'ye göre ev
lar, ilaçlar üzerinde çalışması, sim 1 - Tanrı; renin varlığı bu ana ilkenin varlı
ya gibi o çağda geçerli olan bilim 2 - Boşluk (kesin mekan, ğını gerekli kılar. Algılar maddeye
lerle uğraşması, doğacı bir tutumu mutlak mekan) ; (heyiıla) dayanır; daha doğrusu,
benimsemesine yol açmıştır. Bu bi 3 - Madde (karanlık) ; kişinin · algıları maddenin varlığını
limlerin dışında matematik, astro 4 - Ruh (ışık, aydınlık) ; gösterir. Mekan değişik durumla
nomi, biyoloji, mantık alanlarında 5 - Süre (kesin zaman, mut rın birleşmesinden oluşur, zaman
da, çağına göre, önemli çalışmala lak zaman) . ise değişik oluşların değişik biçim
rı, yazıları vardır. Taksimül' - İlel, Bütün düşüncelerinde akıl il- lerde algılanması sonucu ortaya çı-
1 77
Hz. Muhammed . Mekke 'li dinsizlerin akı Hz. Muhammed Bedir savaşından önce
nını Uhud yerine Medine'de karşılamak müslümanlara güç ve güven vermesi için
için miislümanları kandırmaya çalışıyor. Tanrı'.ya dua ediyor.
kar. Razi, burada, zaman gibi so bilimsel bir nitelik kazandırmıştıc
yut bir varlığın oluşunu insandaki razi'DİD Etkisinin sürekliliği biraz da bu
algı yeteneğinin bir ürünü olarak yüzdendir.
görüyor, algıların dışında, kendili
ğinden bağımsız bir zamanın var
görüşleri İhvanu's - Safa ( Safa kardeş
leri ) . X.yy'.da Basra'da ortaya çı
lığına pek inanmıyor. Razi'nin görüşü, düşünceleri kan bu felsefe çığırının üzerinde
Evrenin oluşunu sağlayan bu derinliğine incelenince, varlık kav durduğu tek konu insan'dır, insa
beş ilke önsüzdür (kadimdir) . An ramı altında toplanan nesnelerin nın kötülüklerden arınması, iyiye,
cak, evrenin bir yaratıcısı vardır. ikiye ayrıldığı anlaşılır. İlkeler ön doğruya, güzele yönelmesidir. İn
Oluş, belli bir anlamda bir yaratıl süzdür ( kadim'dir ) , yaratılış belli san bir «ahlak varh k rn dır. Bu yüz
'
madır, ilk yaratılan, oluşun özünü bir anlamda bir ccbirleştirmeıı ( ter den ahlak ilkelerine göre eğitilme
kuran varlık, yalın bir unur»dur, ki b ) dir
. Bu düşüncelerin özünde si, yetiştirilmesi, öğretim görmesi
ne fslcr (canlılık gücünü veren var Anaksagoras'ın, Empedokles'in, bi gerekir. Eski Hind, İran inançları
lıklar ) , yalın birer ruhsal tözden raz da Mani inançlarının etkisi nın, yenieflatuncu felsefe akımı
oluşur. Nefsler, biri insansı ( b e ş e açıkça görülüyor. Razi, bütün din nın derin etkisi altında kalan, bü
ri ) , biri hayvansı ( hayvan i ) olmak lerin birleşmesini, insanların belli tün düşüncelerini insanın iyiliği
üzere ikiye ayrılır ; insansı olan bir inanç doğrultusunda kaynaş konusunda yoğunlaştıran bu ç ığır,
nefs daha yücedir. Cisim denen masını ister. Peygamberlik denen en yaygın etkisini 946 1 055 yılları
-
ilk birleşik, yalın varlık ile nur za kurum gereksizdir, insanın aklı, is arasında göstermiştir.
mandaştır, bir" süre içinde yaratıl temi onu doğru yola götürmeye, iyi İhvanu's - Safa çığırına göre,
mıştır. Sıcaklık, soğukluk, yaşlık, kılmaya yeter. Ancak, bu aklı ye insanın yetişmesi, arınması için
kuruluk gibi dört nitelik (tabiat) rinde kullanmayı bilme gereği var dör·t aşamalı bir eğitim - öğretim
bu cismin: gölgesinde yaratılmıştır. dır. Razi'nin düşünceleri, ondan dtızeninden geçmesi gerekir.
Gök ile yeryüzü bu dört özden ( ni sonra gelen İslam bilginlerini uzun A ) 12 - 30 yaş arasındaki
telikten ) yaratıldığı için özdeştir. süre etkilemiş, birçok yeni çığırın gençlerin katıldığı ilk öğretim - eği
Bu özdeşlik yüzünden, yeryüzü ci doğmasını sağlamıştır. Fizik ala tim basamağında, öğretmenin
simleri göklerin etkisi altındadır. nında, . özelli.kle ışık kırılmaları, (mürşid) sözlerini, öğütlerini din
Adı geçen bu ilkeler önsüz - sonsuz boşlukta çekim gücünü saptama lemek, onun gösterdiği yolda gide
dur; onlardan önce bir zaman kav konusundaki çalışmaları, deneye rek arınmaık, başka etkilerden uzak
ramı da yoktu. büyük önem vermesi, felsefesine kalmayı başarmak, insanın bir ah-
1 78
lak varlığı olduğuna inanmak; iyi
bir ahlak anlayışın ın gerekimlerini
yerine getirmek, bütün kötülükler
den, gereksiz direnişlerden kaçın
mayı öğrenmek, öz eğitimine (nefs
terbiyesine) alışmak.
B) 30 - 40 yaşları arasında bu
lunanların katıldığı toplantılar. Bu
toplantılarda temel ilke bilgi edin
mek, bilgisizlikten kurtulup iç ay
dınlığa kavuşmaktır. Bunu başar
mak için de dünya ile, dünya var
lıkları ile ilgili felsefe bilgilerinin
edinilmesi, öğrenilmesi gerekir. Bu
bilgi, insanın iç evrenini arıtan, ay
dınlatan, insanı olgunluğa (ke
mal'e) ulaştıran bilgidir.
C) 40 - 50 yaşlarında kimsele
rin katıldığı toplantılar. Bu toplan
tılarda tanrısal evrenle, tanrı ile
ilgili bilgiler öğrenilir. İnsan kendi
varlık sını:darını, madde evrenini
aşan bilgileri, gizemleri (esrarı)
edinir. Bunu yapabilmek için de in
sanın kendi içini bilmesi, bütün
geçici, görünüşe bağlı oluşlardan
sıyrılması gerekir. Bu tür bilgi bir
((içe bakışıı bilgisidir.
Ç) 50 yaşından yukarı olan
ların katılabildikleri toplantılar. Bu
toplantılara katılanlar Tanrı'ya en
yakın olan melekler (mukarribin )
arasında sayılır. İç arınması, ruh
olgunluğu , görüş derinliği, seziş
gücü son aşamaya ulaşmış insan,
((kemalıı aydınlığına varmış, pırıl
pırıl olmuş demektir: Böyle kimse
ler, içinde yaşadığımız evrenin de,
şeriat kurallarının da üstüne çık
mış, bütün «bağlayıcııı koşullardan
sıyrılmış, arınmış, «bağımsızıı ol
muşlardır, onlar için belli yasa,
belli kural, engelleyici nesne düşü
nülemez.
ihvanu's - safa
İhvanu's - Safa'nın düşüncele
Ebu Sufyan'ın karısı Hind ve öteki dinsiz Mekke'li kadınlar. Uhud
rini 1<Resail» adı altında toplanan
savaşında şehit düşen Hz. Muhammed'in amcası Hamza'nın ciğerin i
51 küçük kitaptan öğrenebiliyoruz.
yemeğe hazırlanıyorlar.
Bu kitaplarda insandan Tanrı'ya
doğru basamak basamak yükselen niteliğindedir : 9- Madenler, bitkiler, hay
«oluşıı lar üzerinde durulur, insan 1- Tanrı birliği (vahdet-i ila vanlar (ce madat, .nebatat, hayva
ruhunun kaynağı, Tanrı'ya dönü hi) ; nat. Bunlar sufli alem i kuran ilke
şü, evrenin oluşu, ruhun arınması 2- El Akl (faal akıl ) ; lerden oluşur) .
ele alınır. El - Avfi, Zeyd bin Rifaa, 3- Nefs (münfail akıl, beş Oluş'un aşamaları : Oluş bir
Muhammed bin Ahmed El - Nehra duyunun etkisi altında insanın ya fışkırmadır (sudur) . Ancak, en yü
öuri, Ebu'l Hasan, Ali bin Harun, El şamasını sağlayan, dirilik'i oluştu ceden en aşağı (sufli) olana doğru
Zencani, El Mukaddesi gibi X., XI. ran akıl ) ; dur. Varlık düzeninde her kat ken
yy.larda yaşayan bilginlerden bize 4- İlk madde (heyôla-yi dinden önce gelenden oluşur (do
kalan bu «Resailıı de işlenen konu ula) ; ğar) . Yaratılı� olayı Tanrı'dan ilk
lar, genellikle evrenin Tanrı'dan çı 5- Tabiat (Evren, Adem, fail çıkışla (sudü r'la) başlayıp en alt
kışını (sudur) içerir. Bu evrenin, tabiat ) ; katta bütünlüğe ulaşmıştır ( ta
insanın «oluşıı sorunudur. «Oluşıı 6- Cisimler ( ecsam, ikinci mamlanmıştır) .
bir çıkış, bir fışkırmadır (sudur� . madde, yada ikinci heyUla) ; Bütün kötülüklerin, eksiklikle
Bu çıkış en yüce olandan, en aşa 7 Felekler (Alem-i Eflak ) ; rin kaynağı son varlık, katı olan
'
-
ğıda olana doğru sürekli bir «inişıı 8- İlkeler (Anasır) ; aşağı evrendir (sufJf alem) . İnsan,
1 79
sal isteme aykırıdır.
Gövde (beden ) , evreni kuran
özlerle eş yapıdadır. Evrenle gövde
nin madde yapısı birdir. Bundan
dolayı, evrende görülen kötülükler,
eksiklikler ruhla değil gövdeyle
bağlantılıdır. °Gövde aşağı (sufli) ,
ruh ise yüce (tilvi) bir özdür.'
Bilgi, duyu verileriyle oluşur,
onun kaynağı duyulardır, algıdır.
İnsanda arınmış güç niteliğinde
(bilkuvve) · bir bilgi, bir bilgi edin
me yeteneği vardır. Bunun _gerçek
leştirilmesi (kuvveden fiile geçme)
öğrenimle, bir yol gösterici yardımı
ile olabilir. Nefs (insanın kavrayıcı
özü) , duyularla kendinden aşağı
(süfli) varlıkları algılar; yüce var
lıkları ( ulvi olanları) ise derin dü
şünmekle, kanıtlama ile (burhan)
kavrar. Bilginin iki kaynağı vardır :
duyular, algı (idrak) ile derin dü
şünme, kanıtlama (burhan ) . Derin
düşünmeye dalma, insanın kendi
iç evrenine yönelmesiyle, arınma
sıyla olur. insan böyle bir durumda
duyu verilerinin, gövdeye bağlı
olanakların sınırlarını aşar, gerçe
ğe yükselir. Bundan dolayı, bilgi
insanın yücelmesi yolunda bir öğ
renim niteliği taşır, bu da akılla,
aklı gereğince kullanmakla, ona
uymakla olur.
Yöntem, İhvanu's - Sata'nm
birleştirici, kaynaşık bir yöntemi
vardır. Bu da ahlak, metafizik, ma
tematik, mantık gibi bilimlerin bir
leştirilmesi, kaynaştırılmasıyle, bel
li bir düzeyde elele vermesiyle sağ
lanır. İhvanu's - Safa, ahlakta Sok
rates'ci, matematikte Pythagoras'
cı, metafizik alanda Yenieflatuncu
(dolayısiyle Eflatun'cu) , mantıkta
Aristoteles'ci bir görüşü benimse
mekle olabilir. Bu birleş tici ( eklek
tik) görüşün sağladığı bütünlük,
insanın gerçeğe ulaşması yolunda
Dört halifeyi konu alan XVI.yy. minyururü ( Türk- İ slam sanatı mü gereklidir de. İnsanın felsefe konu
zesi, İ stanbu l ) . larında ilerlemesi; gelişmesi mate
matik bilgileri edinmesine bağlıdır.
b u evrenin akışına uyduğu, onun Gövde dağılır, kendini kuran doğal Varlık türlerinin açıklanışı, duyu
genel yasalarına bağlandığı süre özlere bölünür, çözülür, ruh ayrı lur evrenin oluşumu, sayıların taşı
ce, onun gibi olur, kötülüklerden lır gider. Ruh için ölüm düşünüle dığı bir takım özelliklere, oluşturu
sıyrılamaz, arınamaz. mez. insan ruhunun (ferdi ruhun) , cu güçlere bağlıdır. Matematik, dü
Ruh, Tanrı'nın engin, sınırsız kaynağı olan Tanrı'ya dönüşü cckü şünme gücünü, kavrama yeteneği
varlığından fışkırmıştır. Bütün ev çük diriliş», bütün evreni kuşatan ni duyulur evrenden duyu - üstü
reni kuşatır , engindir, sonsuzdur, «evrensel ruhun» Yüce Tanrı'ya dö evrene (makuller'e) yükseltir. Bu
sınırsızdır, bir «evren ruhun dur. nüşü ise ccbüyük diriliş» demektir. konuda matematikle mantık eş
Tek tek kişilerin ruhları (ervah-ı Din, insanın eğitimi, olgunlaş doğrultudadır, birbirini gerektirir.
ferdiye) , bu engin, evreni kuşatan tırılması, arınması içindir. Bu ne Özellikle, matematiğe dayanmayan
ruhtan bir parçadır (cüz) . Ruhla denle bütün dinlerin belli yerde bir mantığın başarılı olma olanağı
gövdenin (beden'in ) yapısı bir de birleşmeleri, tek ereğe yönelmeleri da yoktur. Mantığın üç ana kuralı
ğildir, özleri başka başkadır. Gövde gerekir. Pinin insan ruhunu kötü vardır : Had, tahlil, burhan. Had,
dağıldıktan sonra ruh da geldiği lüklerden, eğriliklerden, eksiklik türlerin ozunu, yapısını ; burhan
kaynağa, Tanrı'ya döner. lerden kurtaran bir eğitim düzeni cinslerin özünü, kaynağını (asl ) ;
Ölüm, tek tek ruhların (ferdi olması gerekir. Dinlerin ayrı ayrı tahlil (çözümleme) tikel varlıkları
ruhların) gövdeden ayrılışıdır. Bun görüşler ileri sürerek birbirine kar bilmeyi sağlar. Bilime başlama an
dan dolayı ölüm bir çözülmedir. sı çıkışı, birbirini yasaklayıcı tanrı- cak bununla olur.
1 80
Bilimler, bilginin özünde bili
nenin biçimi, dışta bulunan bir
varlık'ın da dah.ı. açık bir oranda
kavranış türüdür. Bilim, bilgin ki
şinin özünde, bilinen belli bir dü
zen, biçim içindedir. Dışta bulunan
varlık, bilme yoluyla bilgin'in özün
de açik seçik bir biçim kazanır. Bi
lim bu açıklık; seçiklik içinde varlı
ğın insana verilişidir . .
Sanat, sanatçının özünde olu;
şanın maddeye dönüşerek biçimle
nişi sanattır. Sanatçının kendi iç
evreninde düşündüğü varlığa mad·
de ortamında biçim vermesi sana
tın özüdür.
Bilimleri görevlerine göre sıra
layan İhvanu's - Safa, başta mate
matiğe, sonda ahlak'a yer verir.
Böylece matematik - mantık, sayı
ların uyumu, düzeni, evrenin kav
ranmasını sağlar. Doğa bilimleri
denen fizik, astronomi, doğayı, do
ğa varlıklarını (maddeden insana
doğru çıkan bir yükselişle) öğren
meye yarar. Zihin bilimleri adı ve
rilen bölümde yer alanlar daha çok
öz (nefs) olaylarını konu edinir
(psikoloji) ; fizik evrenle metafizik
evren arasında aracı bir durumda
dır. Din konularını içeren, tevhid
ile kelam'dır. En sonra, bütün bi
limlerin ereği niteliğinde olan ah
lak gelir. Ahlakın konusu ruhun
arınması, insanın, bir bütün olarak,
olgunlaşmasıdır. Bütün bu işlem
ler akla dayalıdır.
Maddeciler (Dehriyyun) . Son
raki dönemlerde ccmaddiyyumı Kur'an yazılarını Kabe'nın planını ve Mekke'deki önemli yapıtları
adıyla da anılan bu çığır, lslam di gösteren çini ( Topkapı Sarayı ) .
.
ninin getirdiği bütün düşüncelere,
görüşlere karşı olduğu gibi, yeryü bir kuruntudur. insanda tek yönetici güç akıl
zünde yaygın öteki dinlerle de bağ C) Varlık kavramı altınaa dır, aklın dışında genel geçerliği
daşmaz. Dehriyyun sözü, Arapça'da toplanan ne varsa maddedir (mad olan bir ölçü, bir ölçek yoktur. Ak
((zaman» anlamına gelen ccdehnı di'dir) . lın ölçülerine uymayan, aklın genel
sözünden türemiştir. Arapça'ya ç ) Evrenin dışında, ondan kuralları ile bağdaşmayan bir nes
farsça cczurvaniyen sözünün deği bağımsız olarak, istemi (iradesi) nenin gerçekliği, genel geçerliği dü
şerek geçmesinden oluşmuştur. Es olan bir Tanrı da yoktur. Tanrı ile şünülemez. Dehriyyun çığırının ku
ki iran'da, özellikle Sasaniler çağın evren bir Bütün'dür. Tanrı'ya yük rucusu Ravendi'dir (öl. 910) . Onun
da yazıldığı söylenen ccŞkand Gu letilen ((yaratma» olayı da bir sanı la eş düşünce doğrultusunda olan,
manigvizarn adlı «risale>>de geçen dır, gerçek değildir. inançlarını yaymaya çalışan, bu çı
bütün düşünceler ccdehriyyumıda D) Dinlerin ileri sürdüğü an ğırın gelişmesini sağlayan iki bilge
da vardır. Bunu gözönünde bulun lamda bir cennet, bir cehennem ol daha vardır : Beşşar bin Burd (öl.
duranlar bu maddeci çığırın İran madığı gibi, diriliş (kıyamet olayı) 873 ) , Salih bin Abdulkuddus (öl .
inançlarından beslendiğini ileri ele yoktur. IX. yy. sonlarına doğru) .
sürdüler. Maddeciler yalnız madde E) Alın yazısı, yargı, Tanrı
ye, zamana inanırlar, onların dışın ya dönüş, birer kuruntudur.
da bağımsız bir varlık, etkili bir
güç tanımazlar. Onların genel gö
F) Madde evreninde kaynağı
nı maddede bulmayan bir oluş, bir
atomcu felsefe
rüşleri şöyledir : olay düşünülemez. Ravendi, Ebu'I Huseyn bin
A) Yaratılış olayı yoktur, bü Bilgi, duyularla sağlanır bir al Yahya : Kimi kaynaklarda İbn Ra
tün yaratıcı güç, doğurucu erk za gıdır. Bundan dolayı, onun kayna vendi diye anılan bu bilge, İslam
mandır, maddedir. Zaman da mad ğı doğadır, maddedir. Genel kav ülkelerinde, atomcu, maddeci felse
de ile bağlantılıdır. ramlar, tümeller, kaynağı madde fe görüşlerini belli bir düzene ka
B ) Maddenin dışında bağım olan duyu verilerine dayanılarak vuşturmakla, akıl ilkelerini genel
sız bir varlık olarak «ruh» yoktur. yapılan ((soyutlamalar»dır. İnsan geçerlik taşıyan tek ölçü olarak be
((Ruh» u kendi başına bağımsız, ön da, soyutlamaları da içine alan bü nimsemekle ün salmıştır. İlkçağ
süz - sonsuz (ezeli - ebedi) · sanmak tün bilgiler algı ile oluşur. Anadolu - Yunan bilgelerinin (do-
181
Ktibe'nin <Altın Kapısı» na doicunmaya çalışan hacılar. Bir inanca göre Allah
önce Ktibe'nin bulun duğu yeri, Mekke'yi ve Mekke'yi çevreleyen kutsal alanı,
daha sonra ise dünyayı yaratmıştır.
ğacı, atomcu bilgelerinin) yazıları ceden bilme, akıllı işi olmayan yada takım sayılara, sayıların yorumuna
m, düşüncelerini iyi bildiği, görüş insanları kandırmak için ortaya a dayanır. Evrenin oluşu, insan, akıl,
· lerini onlara dayandırdığı, eski tılmış şeylerdir. ruh, tanrı, mekan, boşluk, imam
İran i n ançlar ından yararlandığı Akıl, insanda zamanla oluşan lık, bilgi gibi konular üzerinde du7
yazılarının incelenmesinden anla doğal bir yetenektir. Bütün gerçek rur, bunların açıklanışında Sabii,
şılıyor. lerin, doğruluğun tek ölçüsü akıl Mecusi, Pythagoras, Orpheus, Efla
Bilgi duyularla edinilen bir ve dır. Peygamberlerin işleri akla uy tun gibi bilgelerin, inanç düzenle
ridir, algıdır. Duyularla edinilme madığından, onunJa bağdaşmadı rinin, dinlerin yöntemi kullanılır.
yen bir bilgi, başka kaynaklardan ğından yalandır, gözbağcılıktır, bü Yer yer Mezdeki, Mani inançlarına,
gel en geçerli bir izlenim yoktur. Bil yücü! üktür, sapkınlıktır. Buddhacılığa kayılır. Batıniler ay
gının tek ölçüsü akıldır. Akılla Ruh, dinlerin, dinci bilgelerin rıca Mu'tezile, Kuşkuculuk akımla
'
bağdaşmayan, aklın genel ilkeleri ileri sürdükleri nitelikte bir ruh rının " kimi düşüncelerini benimser
ne aykırı düşen bir düşünce, bir yoktur. Bizim ruh adını verdiğimiz, görünürler.
görüş gerçeklikten yoksundur, bir gövdenin doğal yaşama gücünden Sabiiliğin Tanrı, Akıl, Nefs, Me
yanılmadır. başıka bir iıesne değildir. kan, Boşluk (Hala) gibi beş ana il
İnsan, bir doğa varlığıdır, ya Ölüm, gövdeyi kuran özlerin kesini örnek alan Batıniler o kav
ratılmamıştır, onun Bütün'ünde çözülmesi, dağılmasıdır. Evrende, ramların yerine Sabık (Kalem) , Ced
doğa-üstü bir varlık bulunamaz. Bi ayrı bir varlık olarak, ölümsüzlük (ilk madde, heyUla) , Feth (kesin
zim doğa-üstü sandığımız varlıklar yoktur. Ölümsüz olan, ancak evre boşluk, mutlak hala) , Tali (Levh) ,
da, gerçekte, duyu verilerinden o nin bütünüdür. Hayal (kesin süre, mutlak zaman)
luşur. Evrende evreni aşan bir güç Yaratılış olayı insan düşünce gibi beş kavramı koyarlar. Batıp.i
yoktur. Evrenle insan yapı bakımın sinin ürünüdür. Yoktan var etme, lerin işledikleri konular genellikle
dan ö zdeştir . Bütün tanrılar, tek var olanı yoketme gerçek değildir. felsefenin, daha doğrusu doğacı, de
tanrıcı dinler, doğa - üstü sayılan Ravendi'nin bütün bu düşün neyci felsefenin konularıdır. Ancak
güçler, birer insan yaratmasıdır. celerini uEl-Tac» ile ccEl-Zümürrüd» kimi yerde yorumlar, sorunlara ba
Tanrı, gerçek bir varlık de adlı yapıtlarında buluruz. İlginç dü kış biçimi, onları çözümleme yönte
ğildir, insan düşüncesinin zamanla şünceleri, yiğitçe atılımları yüzün mi değişir.
soyutlaşmış bir fi:rünüdür. Evrende den çağında karşıt görüşleri savu Evren, önsüzdür (kadim'dir) .
tanrısal bir varlık, bir etki yoktur. nanların saldırılarına uğrayan, din Evrenin bütününün kuşattığı öte
Bütün peygamberler de birer in sizlikle suçlanan Ravendi kendin ki evrenler dokuz aşamalı olup Sa
sandır. Onlarda insan-üstü varlık den sonra gelen bilgelerin ilgisini bık'tan başlar, basamak basamak
düşünceleri, akılla bağdaşmadığı i çekmiş, birçok bilgeyi etkilemiştir. aşağı doğru iner. Onuncu aşamada
çin uydurmadır, yanılmadır. Tan Batınil�r. Sabiiliğin etkisinde akıl vardır. Akıl sürekli olarak de
rı yasası, cennet, · cehennem, yar gelişen, İbrani kabbalizminden ya ğişen evrenin (değişimler dünyası
gı günü, mucize, fal, geleceği ön- rarlanan Batınilik'in görüşleri bir- nın) nedenidir. Evren kendiliğinden
1 82
vardı, yaratılmamıştır, bir yaratıcı
si yoktur. Bundan dolayı yok olma
yacaktır. B.u evrenin dışında öte -
evren yoktur. Ne varsa bu, deney
le, duyularla kavranan evren bütü·
nündedir. Yargı günü, yeniden di
rilme (kıyaniet) birer uydurmadır.
Cennet bu evrendeki yaşamanın gö
nül uyarınca tadını çıkarmaktır;
cehennem, üzüntü, sıkıntı, acı için
de yaşamaktır. Dinlerin bildirdiği
anlamda ne cennet vardır, ne de
cehennem.
Ruh, iki türlüdür. Biri iyi ruh
lar, öteki kötü ruhlar. Kötü ruh
lar gövdeden gövdeye (cesed'ten
cesed'e) geçerek değişik biçimlere
girer, dünyada acı çekerler, iyi ruh
lar ise, gövdeden (madde'den ) ay
rılır, baştanbaşa «nurıı olan tanrı
sal bir evrende (göklerde) mutlu
luğa ulaş!rlar. Ancak, bu tanrısal
evren, içinde yaşadığımız evrenler
bütünün dışında değildir.
Ölüm, ruhun gövdeden ayrıl
masıdır. Gövde çözülür, kendini ku
ran doğal özlere ayrılır, ruh, göv
dede bulunduğu sürece yaptıkların
dan, işlemlerinden dolayı gerekli
karşılığı (yaptığının karşılığını)
bulmak için iyi ise «nuru evrenin·
de mutluluğa, kötü ise başka bir
gövdede acılara gömülür.
Varlık, bir bütündür, onu oluş
turan Sabık, Tfili, Ced, Feth, Hayfil
beş tözdür (cevher) . Sabık ilk var
lık, en önce kendi özü gereği varo
landır. Varlığının kendinden baş
ka bir nedeni yoktur, yalnız kendi
kendinin nedenidir. Yaratıcı bir
güç, bir ömür. Daha doğrusu «tü
mel akılıı (akl-ı küll) niteliğindedir.
Ondan sonra ikinci basamakta olan
güç, tümel öz (nefs-i küll ) karşılı
ğı Tali gelir. Üçüncü basamakta
bulunan Ced, maddenin (heyüla)
bütün biçimlenmelerine (suretle
re) girme, bürünme yeteneğid�_rı.
Dördüncü aşamada bulunan Feth
yaratılış olayının aracısı, uzlaştırı
cısı durumundadır. Ancak, bu ya
ratılış olayı yoktan var olma değil,
«biçimlenme» anlamına gelir. Ya
ratma, yoktan var etme yoktur. Bu
Feth belli bir anlamda, cıoluş» ola
yının içinde gerçekleştiği «boşluk'»'
tur. Beşinci töz (cevher) Hayal de
nen kesin süredir (mutlak zaman ) .
Tanrı, özü gereği yaratıcı güçtür,
evren bütününün dışında, evren�
egemen, bütün olup bitenleri yöne
ten bir varlık değildir. Çünkü
cc oluşıı sürekli bir varolmadır, özü
nün gerekimlerince sürer gider.
Bundan dolayı « oluş » , özü bakımın
dan bir zorunluluk (zaruret) taşır.
Tanrı, tektanrıcı dinlerin bil Kötü lüklerden korunmak için yazılmış X. yy.'dan kalma bir Iran 1
dirdiği gibi bütün olgunlukları içe- muskası ( Ulusal Kütüphane, Viyana ) .
1 83
Hz. Muhammed'in göğe yükselerek Tanrı ile görüşmesini (Miraç) konu alan
XVl.yy. İran minyatürü. Hz. Muhammed , insan başlı efsanevi atına ( Burak)
binmiş, çevresinde i s e Melekler görülmektedir.
ren niteliklerle donatılmış, yoktan ye) , Geri dönüş (el Ric'a) . bir yandan da kendini tasavvufta
varedici, yargılayıcı bir güç değil İsmet: İmamlar bütün suçlar sürdürmeye başlamıştır.
dir . Özü gereği, evrende ııyaratıcı dan, eksikliklerden arınmış oldukla Din Kitab'larının, özellikle Kur'
güçn olduğu bellidir. rı için onlara suç yüklenemez ; pey an'm biri dış (zahir ) , biri i� (batın)
İmam. Batıni düşüncesinin yo gamberler gibidirler. İnsanın arın olmak üzere iki anlamı vardır.
ğunlaştığı tek konu uimam)) soru-· ması, özünü aydınlatması, yanılma Önemli olan iç anlamdır. Dış an
nudur. İmam geçmiş, şimdi, gele dan, sapıtmadan kurtulması ima lam tefsir (açıklama) ile, iç an
cek gibi üç boyutlu bir zaman için ma uymasındadır. Mehdilik: Kur lam te'vil (yorum) ile kavranır. Te'
dedi r; bütün olup bitenleri bilir; tuluşa ulaştırıcı, kurtuluşa ulaşmış vil, üçe ayrılır. Birincisi bilgi yo
bilgisinin sonu, bilme yeteneğinin kimseye ııMehdi>J denir. İnsanları luyla kavranamayan konulara, ikin
sınırı, İslam dininin kurallarına, şe kurtaracak olan, kötülüklerden, ek cisi tapınmalara ( ibadetlere) , üçün
riat ilkelerine uyma, bağlanma ge sikliklerden, yanılmalardan koruya cüsü ise şeriatın yasakladığı işlere
reği yoktur. Kendi aklına, yetenek cak olan bir cıMehdiıı gelecektir. dayanır.
lerine dayanarak yargı verecek, Onun bilgisi sonsuz, yeteneği sınır Başlangıçta bir düşünce akımı
buyruklar koyacak niteliği, gücü sızdır. olarak ortaya çıkan Batınilik, da
vardır. İmam, bütün insana özgü Dini benimser görünmek: İn ha sonra siyasal bir nitelik kazan
suçlardan, eksikliklerden sıyrılmış sanın göründüğü gibi olmaması, dı, XI.yy.'da Hasan Sabbah'ın kur
(masu m ) , yüce bir varlıktır. Kur' birtakım gizlilikler içinde saklanma duğu bir örgütle çevreye korku sal
an'ın görünüş ( zahir) anlamını içe sı anlamına gelir. Batıniler bunu maya başladı. İslam tarihinde
(batına) çevirecek bir güçtedir. İslam dininin genel yasalarına, ku ((Haşhaşiler>J diye bilinen bu örgüt,
Gerçeklik (hakikat) akılla değil, rallarına karşı çıkmak için yapar zamanla saldırılar, adam öldürme
imamın . öğütleriyle , açıklamalarıy lar. İslam dinine bağlı gibi görü ler, kıyımlar düzenledi. Sonunda,
la kavranır. İmama bağlanan, söz nerek gerçek düşüncelerini yay İlhanlıların İran, Anadolu, Suriye,
lerini, öğütlerini dinleyenlerin Kur' mak, geliştirmek temel ilkeleridir. Irak ülkelerini ele geçirmeleri üze
an yargılarına, Hadis buyruklarına Geri dönüş: Bütün imamlar, Meh rine bütün Haşhaşiler kılıçtan ge
uymaları gerekmez. İmam zamanın di'den sonra geri dönecekler, dün çirildi.
ışı ğı (nur'u) , evrenin kavrayış gücü� yaya gelecekler, insanlar böylece Batıniliğin kurucularından ·sa
dür. İmam (imamlar) boyuna gi kurtulup mutluluğa ulaşacaklardır. yılan Ebu'l Hattab Muhammed bin
der gelir (ölür dirilir. Ancak, bu Batınilik sayılara, harflere ö Ahi Zeyneb (IX.yy . ) , Ali'nin tanrı
ölüm, sözün dış anlamında değil nem veren, onlarla birtakım sorun sal nitelikler taşıdığını, Tanrı'nın
dir) . ları çözümlemeye çalışan bir inanç Ali'nin kişiliğinde ((görünüş)) alanı
Mutluluk, ·d in buyruklarını, şe düzenine inanır. Kabalizmin etkisi na çıktığını ileri sürerek, imamla
riat kurallarını uygulamakta değil altında kalan bu görüş, 22 harf ile (bir bakıma insanla) Tanrı arasın
insanın bütün varlığı ile imama 10 sayısına dayanarak varlık türle da bir özdeşlik bulunduğu görüşü
bağlanmasında, uymasındadır. rini, evreni açıklamaya çalışır. Bu nü savundu.
Ahlak, dört aşamalıdır: İsmet inanç sonradan tasavvufa, özellik Ebu Şakir Meymun ( IX.yy.)
(el İsme) , Mehdilik (el Mehdiye) , le sayılara, harflere inanan Huru Batıni düşüncesine bir düzen, bir
Dini benimser görünmek (el Takıy- filik ' e geçmiştir. Böylece, Batınilik çığır · niteliği kazandıran düşünür-
1 84
Hacılar Arafat'ta. Arafat tepesi. Adem ile Havva'nın yıllqrca, ayrı kaldıktan son
ra yeniden buluştukları. İ01'ahim Peygamber'in de Cebrail ile konuştu(ju yerdir.
lerin başında gelir. «Mizan» adlı ranması. özü bilmesi gerekir. Ger İslam ülkesinde doğacı felsefe ,
yapıtında İslam dininin « ibadet» le çek olan, içinde yaşadığımız ev akımlarının yanısıra, kaynağını ge
ilgili bütün buyruklarının gereksiz rendir, onun da özünü, genel düze ne yunan düşüncesinin bir dalı
olduğu görüşünü savunur. Ona gö nini kuran matematik ilkeleridir. olan akılcı akımda bulan bir çığır
re, Tanrı'nın sevgilileri için, özel Batınilik, içerdiği değişik kay gelişmeye başladı. Bu çığır için ana
likle imamlar için, İslam dininin naklı düşünceler yüzünden, islam - ilke akıldı. Bütün sorunların çö
koyduğu bütün kurallar gereksiz ülkelerinde, oldukça geniş bir ala zümü, konuların düzenlenmesi, o
dir. İnsan, aklı ile kendini yöne na yayıldı. Özellikle tasavvuf ala layların açıklanışı akıl kurallarına
tir, iyiyi, doğruyu bulur, gerçeğe nında birçok akımın doğmasını göre oluyor, akıl insan yetenekleri
varır. En şaşmaz kılavuz, en ge sağladı. İslam dininin genel kural nin tek kılavuzu olarak benimseni
çerli ölçü akıldır. Bütün insanlar larına karşı çıkışı, inanç konusun yordu.
özdeştir. Doğa düzeninde yasak, da çok geniş düşünce özgürlüğü ta
«haram)) yoktur. Evlenmede sınır nıyışı, lslam dininden önce doğan
olmaz, kızkardeşlerle evlenme uha
ram» değildir. Şeriat bilgisiz, dü
dinlerin, felsefe akımlarının veri
lerinden alabildiğine yararlanışı,
dogacı felsefe
zensiz, karanlıklar içinde kalmış kolaylıkla yayılmasına, tutunması Doğacı felsefe inancı, İslam di
toplumlar için birer aldatmaca, na yaradı. Özellikle Şiilik'in geliş ninin ana-ilkelerine aykırı sayılmış,
kandırmacadır. İnsan yaşar, sonra mesinde büyük yardımcı oldu. Tan bu nedenle, İslam inançlarına göre
ruh (nefs) gövdeden ayrılır, «nurıı rı ile insanın özdeş olduğu görü öğretim-eğitim yapan kurumlara
denen evrenin özüne döner, ölüm şünü savunması, varlık türlerinin pek sokulmamıştı. Buna karşılık,
süzlüğe kavuşur. oluşunu, açıklanışını harflere, sa meşşai akımı, İslam dininin ilkele
Ebu Şakir Meymun'un görüş yılara bağlama eğilimi göstermesi riyle belli bir oranda bağdaştırıldı
lerini oğlu Abdullah ile torunu Ah yüzünden, Haydarilik, Noktavilik, ğından, daha çok ilgi görüp, daha
med daha da geliştirip, yaymış Kalenderilik, Bektaşilik gibi tari kolay yayılma, gelişme olanağı bul
lardır. katların doğmasına yolaçarak, za du. Meşşai akımı yalnız akılcı tu
Tirmizi, Ebu Abdullah bin Ali manla felsefe akımı olmaktan çıkıp tumu benimsemekle kalmadı, bir
(821 - 892 ) , İslam dünyasında Ha bir tasavvuf çığırı niteliği kazandı. yandan da Plotinos'un geliştirdiği
kim Tirmizi diye anılır. Önce ta Meşşai akımı, (gi zemcilik) İs yenieflatuncu felsefe anlayışından
savvufla sonra Batıni görüşleriyle lam dünyasında Sokrates - Eflatun yararlandı. Bu okul da, öteki İslam
ilgilendi. Düşüncelerini batıni - Aristoteles üçlüsünün geliştirdiği düşünce akımları gibi, yalnız Ana
inançları konusunda yoğunlaştırdı. düşünce çığırına bağlıdır, ama da dolu - Yunan düşünce ürünlerinden
Tasavvufla batıniliği uzlaştırma yo ha çok Aristoteles'in izinden yü beslenmekle kalmamış, eski İran,
lunu tuttu. Ona göre din akılla rür. Bu nedenle, bu akıma ııisıam Hind, Mısır, Mezopotamya uygar
bağdaştığı ölçüde geçerlidir. Aklın Aristoteles'ciliği» denir. Meşşai sö lıklarının yaratmalarından, görüş
ilkelerine uymayan bir düşüncenin zü, arapça uyürümek, dolaşmak» lerinden de yararlanmıştır. Özellik
gerçeklikle ilgisi yoktur. Anlam gö anlamına gelen ıımeşiy» sözünden le matematik, tıp, astronomi, sim
rünüşte değil, içte, özdedir. Bun türemiştir, yunanca <<peripatos» sö ya alanlarında Mezopotamya dü
dan dolayı insanın öze göre dav- zün ün çevirisidir. şünce ürünlerinin etkisi, Mısır'da
1 85
dolayı, onun niceliği, niteliği, rnad-.
::lesi, biçimi, göreliliği yoktur.
Ruh, vardır, kesindir, gerçek
tir. Ruh'da (el-nefs) güç (kuvve)
olarak akıl vardır, bu akıl kendili
ğinden eyleme (fiil'e) geçerek ey
lemci akla (el-aklü'l faal) dönüşür.
Ruh ile akıl arasında, kazanılmış
akıl (el-aklu'l-mukteseb) bulunur.
İşte akılla kavranabilir nitelikte
olanlar (el-makulat) buradadır.
Ruh. Tanrı'dan fışkırmıştır, kendi
başına bağımsız bir tözdür (cevher ) .
Gövdeye devinme (hareket) gucu
veren, canlılık kazandıran ruhtur.
Ölüm, ruhun gövdeden ayrılışı,
kaynağına dönüşüdür. Gövde çö
zülür, kendini oluşturan özlere ay
rılır, dağılır gider.
Evren (alem) yaratılmıştır, so
nu vardır, gök varlıklarının devin
meleri günün birinde duracaktır.
Bütün görüşlerini akla dayan
Kclbe ve çevresinin kuşbakışı görünüşü. K abe. I UX 1 2 m. boyutlarınaa dıran, sorunlara akıl açısından ba
ve 1 5 . m. yüksekliğinde bir yapıdır. kan El-Kindi'nin düşüncelerini bir
araya toplayan ana-yapıtı Kitabu'I
gelişen bilim anlayışının katkısı En kesin bilgi, akıl yoluyla akıl yü Akl ve'I Makul (Aklın ve Akla Uy
açıkça görülür. Bu akımın doğup rütme ile (el istidlal ) , bir de kanıt gun Gelenin Kitabı) adını taşır.
gelişmesinde, Anadolu - Yunan fel lama (el burhan) ile edinilen sü Burada da bilimleri Doğa Bilimle
sefesinden dolaylı olarak daha ön zülmüş, arınmış bilgidir. Kanıtla ri, Doğaüstü Bilimler diye ikiye ayı
ceden yararlanan, İslam ülkelerin manın ereği, maddenin ana biçim rır. El-Kindi, düşünce bakımından
de akılcı anlayışının yerleşmesini lerini, maddeye biçim (form) ka Eflatun - Aristoteles - Plotinos üç
sağlayan Mutezile görüşünün de et zandıran oluşturucu özleri kavra lüsü arasında gider gelir. Kimi za
kisi büyüktür. Meşşai düşüncesi, bir mak, bilmektir. Bundan dolayı onun man birine, kimi zaman ötekine
bakıma, Mu'tezile akımına karşı bir özbilgisinden, varlığın özüne (za,t 'a) yaklaşır. Bundan dolayı, düşünce
tepki niteliğindedir. bağlı bilgiden yola çıkması gere lerinde birtakım çelişmelere düştü-
El-Kindi, Ebu Yusuf bin İshak ğü olur.
·
kir.
(801 - 873 ) , İslam dünyasında meş Özü anlamak, kavramak iste El-Kindi'nin çağdaşı olup Arap
şai düşüncesinin kurucusu sayılır, yen felsefe bilgisinin ilk basamağı bilgeleriyle sık sık tartışmalara gi
Bağdat'ta yetişmiş, Anadolu - Yu da akıl yürütmedir (e,I• -istidlal) . rişen, akılcı düşüncenin İslam ülke
nan bilgelerinin, İran, Hind aydın Akıl yürütme yolu da iyi bilinen lerinde yayılmasına çevirileriyle bü
larının kendi çağında bilinen yazı� özelliklerden kalkarak az bilinenle yük bir katkıda bulunan hıristiyan
zılarını okumuş, düşüncelerini öğ re, ilinek'ten öze (el-araz'dan el - düşünürü Yahya bin Adi'de bu tür
renmiştir. Yunanca, farsça bilmesi, zat'a) gitmedir. Bundan da, El-Kin görüşleri savunur; ancak, daha çok
bu kaynaklardan doğrudan doğruya di'ye göre kesin bilgiye ulaşmanın hıristiyan inançlarını içeren konu
yararlanmasını sağlamıştır. El-Kin biri kanıtlama, öteki akılyürütme lar üzerinde durur. Daha önce
di, felsefe alanına Eflatun ile Aris olmak üzere iki ana-ilkesi bulundu Süryani diline çevrilen yunanca ya
toteles'in görüşlerini uzlaştırma ça ğu, sonucuna varılır. Düşünen in pıtları arapçaya aktarıp Aristote
lışmalarıyla girdi. Bunda, Plotinos' san, akılyürütme yoluyla yalından les'ci, yenieflatuncu görüşlerin ta
un geliştirdiği yenieflatuncu akımın (basit) bileşiğe (mürekkeb'e) ve en nınmasını sağlamıştır.
etkisi açıktır. Pythagoras matema yetkin olana (mükemmel'e) varır.
tiğinin genel ilkelerine dayanarak Bu konuda Eukleides'in matema
akılcı bir felsefe anlayışını benim
sedi. Felsefesinin özü, Tanrı kavra
tikte uyguladığı genel kurallara da
yanan El-Kindi, konuların, sorunla
büyük bir filozof:
mı çevresinde yoğunlaşır. Ona gö
re, felsefenin konusu Tanrı'nın
rın işlene işlene gelişmesi sonucu
aklın, bilgi yeteneğinin de gelişe
farabi
özü (zat'ı) olmalıdır. El-Kindi, fel ceğine inanır. Bilginin gerçekliği, Farabi, Ebu Nasr Muhammed
sefesini akla dayandırırken, çıkış konusuna olan uygunluğuna, özdeş bin Turhan bin Uzluk (870-950 ) :
ilkesi olarak kanıtlamayı (el bur liğine bağlıdır. Bundan dolayı bilgi Yazılarını arapça yazan Türk so
hap!) alır. Bütün sorunları onunla bir özdeşliktir (ayniye) . yundan gelme bir bilge olan Fara
çözmeye çalışır . . Tanrı, y:üce bir varlıktır, akıl bi, akılcı düşüncenin İslam ülkele
Bilgi, bilenle bilinen arasında yoluyla onun nitelikleri, özü biline rinde yayılmasına önayak olanlar
ki uygunluktur. Bu uygunluk ne mez. Ancak bilinemeyen bu yüce dandır.
denli kesin, açık olursa bilgi o o nitelikler akıldışı (lit-akli) değil, Farabi'nin felsefesi mantık ku
randa gerçek olur. Duyular bize akıl erdirilmez (gayr-i akli) bir rallarına dayanır. İslam dini ile fel
birtakım bilgiler sağlar, ancak bun özellik taşır. Tanrı nitelikleri yalnız sefeyi uzlaştırmaya çalışan düşün
ların akıl ölçülerine vurulması, ak olumsuz olarak tasarlanabilir. Tan celerinin kaynağı Aristoteles'in
lın süzgecinden geçmesi gerekir. rı, kesin (mutlak) Bir'dir. Bundan mantığı ile metafiziğidir. İslam dü-
1 86
şüncesine kavramcılık'ı (conceptua
lisme'i) getiren odur. Ona göre, din
le felsefe, belli bir anlamda, birbi
rini gerektirir, bir bütün.l ük içinde
bulunur; ayrılık yalnız, kavramla
rın değişik türden yorumlanışında
dır. Farabi, kendinden önce gelen,
Anadolunun doğacı bilgelerinin gö
rüşlerini sürdüren İslam düşünürle
rinin yolundan gitmedi, zih1nci bir
felsefeye yöneldi. Bu tür felsefenin
tek dayanağı Aristoteles mantığı
dır. Bu nedenle, Farabi, Aristoteles
mantığının verilerine dayanarak İs
lam felsefesinin ilk kurucusu sayı
lır. Deneye, deneye dayanan duyu
verilerine pek önem vermez.
Farabi bütün düşünce düzenin
de varlığın ilk nedeni saydığf ilk
nedeni (illet-i ula yı) arar, ona göre
'
dan doğruya bilgi edinme yoludur, burhan) yoluyla varılır. Kanıtlama (heyı1la) tektir, değişik biçimlere
nazarla edinilen bilgi dolaylı (bil yalnız gerçeğe ulaştırmakla kalmaz, girme yeteneği vardır. İnsan bilgi
vasıta) bilgidir. Açık seçik bilgiyi gerçeğin özünü de gösterir. Gerçek, sinde yer eden bütün varlıklarla su
sağlayan sezgidir (hads ) . Sezgi iki ancak akıl ölçülerine, mantık ku retleri, öteki akılların aracılığı He
tüilüdür, biri duyularla akla daya rallarına uyandır. Bunun dışında bu etken akıldan ( faal akıl ) oluş
nır, ikincisi nazara. İlki ile dış ev bir gerçeklik ( hakikat) yoktur. Ka muştur. Evrenin ozunu toprak,
reni algılarız, ikincisi varlıkların il nıtlamanın yollarından biri olan ateş, yel, su gibi dört ilke kurar,
kelerini, oluş özlerini kavramayı Akılyürütmenin (el istidlal) , zorun bu dört ilke de bu ilk maddeden
sağlar. lu · (zaruri) , olabilir (mümkün) , iki doğmuştur. Varlık türlerinin anası
1 87
gili iki türlü bilgi vardır. Bu bilgi
onu yaratmaya iter. Kendi kendini
zorunlu olarak bilmesi başka bir
aklı, zorunsuz olarak bilmesi ilk gök
katının ( feleku'l-evvel) maddesini,
gene kendi ((özünü» (zat'ını) bilme
si bu ilk gök'ün biçimini, nefsini
(ruhunu ) yaratmayı sağlar. Bu, ya
'
ratılan ikinci akıl da, ondan sonra
ki üçüncü gök'ü yaratır. Bu yara
tış eylemi, gök katları bitinceye de
ğin sürer. Akıllarla göklerin ortak
laşa eylemi sonucu «Varlık-Yokluk
Evreni» (Alem-i Kevn-u Fesad) olu
şur. Tıthrıdan ilk yaratık olarak fış
kıran (sudur eden) tümel akıldır.
Tanrı'dan başlayan bu sürekli bir
birini yaratış (akıllar alanında) in
sanda son bulur. Böylece akıllar on
tane olur.
Aklın, ayrıca, dört aşaması
vardır.
A) Güç niteliğinde akıl (bil
.kuvve akl ) : bu, yetenek olarak var
olan akıldır. Burada ccsuret11 daha
ccmadde>ı den ayrılmamıştır (görü
nüşle özü biçimlendiren varlık iç
içedir. )
B) Eylem içinde akıl (bilfiil
akl ) : burada, ccsfıretnle «madden ay
rıldığından yetenek oluşmuştur.
C) Kazanılmış akıl (müstefad
akl ) : bu akıl, yalnız kavranılır
olanları ( makuller'i ) anlayacak ni
teliğe gelen akıldır.
Ç) Etkin akıl ( fa'al akl) : in
Hırkayi Şerif'in içinde saklandığı sü slü bir sandık ( Topkapı Sarayı ) . sanla Tanrı arasında bir köprü ni
teliği taşıyan bu akıl, yüce varlık
olan bu dört ilkenin birbiriyle kay ile ruhun özüne, yapısına gelince, la aşağı varlıkları kavrayabilecek
naşma, birleşme, ayrışma, çözülme ortaya kesin bir ayrılık çıkar. Ar bir güçtedir (bu akla «ruhu'l
yeteneği vardır. Dört kurucu ilke tık akıl bir yetenek olarak ruhun Kudsn da denir) . Bütün varlıkların
de bulunan nitelikler, evrenin, bü özünde saklıdır. Çocuk ruhunda ilk nedeni olan ilk varlık Tanrı'dır;
tün varlık türlerinin yapısında da akıl, yetenek (isti'dat) , eyleme geç Tanrı, arınmış iyilik, arınmış akıl
bulunur. Evrenin oluşunu sağlayan, memiş güç ( bÜ kuvve imkan) ola dır.
bu dört ilkenin birleşmesidir. rak bulunur. Deney alanına (tecrü Algı, iki yolla olur. Biri beş du
Farabi, evren anlayışında İs be alemi) geçince varlıkların su yu ( zahiri melekeler) ile, öteki beş
lam dininin ileri sürdüğü görüşlP- ret'lerini (görünüş örneklerini) al duyuyu aşan yeteneklerle (hatmi
re pek bağlanmaz, daha çok yeni gılayıp gerçek akıl niteliğini kaza melekeler) . Bu duyu-üstü yetenek
eflatunculukla kaynaşan Aristote nır. Farabi'nin, bu düşünceleriyle, lere insanda düşünme gücü (müfek
les'ci görüşün izinden yürür. aklın zamanla, deneylerle olgunlaş kire) , hayvanda kuruntu (vehm)
Akıl, Farabi'nin düşünce ör maya elverişli bir güç olduğunu, denir. Bu iki yetiyle gelen veriler
güsünde, akılla ruh sıksık özdeş an özünde böyle bir yeteneği sakladı (muta) , beyni etkileyerek çalışma
lamda söylenir. Bu iki öz kimi yer ğını söylediği besbelli. Ancak, aklın ya iter. Duyuların ötesinde bulunan
de birbirinin bütünleyicisi olarak gelişmesi, olgunlaşması, istenen bi bir cctahayyül melekesi» vardır. Bü
geçer. Gövdeye yetkinlik, olg9nluk çimi kazanması insanın elinde de tün bu yetiler (melekeler) ruhun
veren ruhun gelişimini akıl sağlar. ğildir. Aklın oluşması şöyledir : Va kavrayış güçleridir. Aşağıdan yu
Ruhun, eylemde bulunma ( fiil) ile cibu'l-Vücud (kendiliğinden gerek karı doğru basamak basamak yük
anlayıp algılama (idrak) gibi gö li varlık) olan birinci varlıktan ön selirler. Yetiler (melekeler) düze
revleri vardır. Eylemre ilgili görev ce ccakl-ı evvelıı denen ilk akıl do ninde en altta olana ecel Kuvven, en
ler, bitkisel, hayvansı , insansı ol ğar (sudur eder) . Bu ilk akıl ya üstte bulunana da ecel Müfekkere»
mak üzere üç türlüdür. Beslenme, ratılmış olduğu için, özünde çokluk denir. Edinilen veriler burada dü
gelişme, soyun sürdürülmesi bitki (kesret) vardır. Bu niteliği kendi zenlenir, iyi ile kötü gibi bir yar
sel ruhun, iyiyi seçip kötüden ka kendine var oluşundan değil, ya g�ya varılıp her veri gerekli yeri
çınma, hayvansi ruhun, iyiyi, gü ratıldığından dolayıdır. İlk akıl, ne konunca, işe istem (irade) karı
zeli, yararlı olanı bulmak için ak özü yönünden, kendini ccmümküm> şır. İstemin işe girişmesi sonucu bi
lın ışığı altında yürüme de insansı olarak, Tanrı'yı da cczarurin olarak limle sanat oluşur.
ruhun işidir. Görevlerini ortaklaşa bilir. Bu bilme yüzünden, akılda bi Metafizik, Tanrı'yı konu edinir.
sürdüren. birbirini bütünleyen akıl ri kendi özüyle, öteki Tanrı ile il-. Bütün varlıklar Tanrı'dan gelir,
1 88
varlık düzeninde en yüksek aşama
da bulunan Tanrı'dır. Tanrı yalnız
kendi özü ile vardır; var olmak
onun kendi özü gereğidir. Tanrı
Tek'tir, Olgun'dur, Yetkin'dir, ken
dinden başka bir varlığ� gerektir
mez. Onun özü için madde, sôret,
illet gereği yoktur. Farabi'nin Tan
rı anlayışı İslam dünyasına özgü bir
nitelik taşımaz. Eflatun - Aristote
les - Plotinos üçlüsünün, özellikle
Eflatun'un geliştirdiği ı<idealarn öğ
retisinin bütün izleri onda görülür.
Varlık kavramı altında topla·
nan bütünün, altı oluş ilkesi var·
dır. Bunlara "mebde» denir. İllet-i
ula ( tanrısal oluş ilkesi ) ; Tali il
letler (gök kürelerinin özü oluştu
ran akılları ) ; Faal akli (yaratıcı
akıl, eyleme geçen akıl ) , Nefs (var
lık türünün özü) ; Sôret (varlık tü
rünün görünüş örneği) ; Mücerred
madde ( varlık türünün özü biçim
lendiren oluş yeteneği) . Bu ilkelerin
birincisi kesin birliği (mutlak vah
det) gösterir, ötekiler çoklukla (kes
ret) ilgilidir. Tanrı'nın bir'liğini ka
nıtlamanın üç yolu vardır: Akıl, il·
ham (esin) , istiğrak (derin coşkun
luk ) . Vahdet (birlik) ile hakikatın
(gerçeklik'in) kanıtlanması, ancak
esin ( ilham) ile olur.
Bu konuda, Farabi'nin Aristo
teles'ten ayrıldığı görülür. Aristo
teles, Tanrı'nın, evrenin merkezinde
olduğY., bütün varlık türlerini engin İsfahan'daki Mavi Cami Medresesi ve uir molla . İslam felsefesinin
bir Bütünlük içinde, görmeksizin, olu.şum merkezi medreselerdir.
İyi (hayr) ile yönettiği görüşünü
savunur. Evren yaratılmamıştır, sonucu yapacağı çalışmalara bağlı zari ilimler, mantık, metafizik, ta
kendi özünde vardır. Tanrı güçlü, dır. biat, Ameli ilimler ise ahlak, si
iyi bir yöneticidir. Oysa Farabi baş Ruh, maddeden sonra yaratıl yaset, matematik ve müziktir.
ka türlü düşünür. Ona göre, Tanrı mıştır, gbvdeden ayrıldıktan sonra Farabi, toplumun kuruluşu, yö
evrenin yaratıcısıdır, evrenin genel (ölümden sonra) da kendini sürdü netim düzeni, biçimi üzerinde de
yasalarını, kurallarını (külliler'i) rür. Ancak ruh, ölümden sonra ba durmuş, gerek toplum düzeninde,
t>ilir, ancak görmez. Burada Fara ğımsız bir töz (ferdi cevher) olarak gerekse yönetim işinde bilgiye, bil
oi, Kur'an'ın özü ile de anlaşmaz kalmaz. Uzarnsız (mekansız) bir or geliğe, özellikle erdem kurallarına
lığa d üşer. Kur'an'a göre Tanrı en tamda, bütün ruhlar birleşir, bü uygun davranmaya önem vermiştir.
büyüğünden en küçüğüne değin ev tünlüğe ulaşır. Bir düşünce ürünü Felsefe konularını daha çok Fusu
rende olup biteni, bütün ayrıntıla gibi insanlık evreninin bütünlüğü su'l-Hikem (Bilgeliklerin Özleri) El
rıyla, bilir, görür, duyar; her yer içinde kendini sürdüren ruh, etkin Maaniu'l-Akl (Aklın anlamlı) adlı
de «hazır ve nazır» dır. Farabi bu bir varlık olmaktan uzaklaşır, yal yapıtlarında ele almıştır.
görüşü benimsemez. nız düşüncede kalır. Madde ölüm
Ahlak, temel kuralı bilgiye da süzdür, önsüzdür (ezelidir) ; bu ne
yanan · bir varlıktır. Akıl « iyin ile
ıckötil»yü · ayıran bir ölçü niteliğin
den yüzünden, ruhla eş varlık düze
yinde bulunamaz.
öteki filozoflar
dedir. İnsan için en yüce erdem Farabi'ye göre, peygamberlik Ebu Süleyman Sicistani : X.yy.'
bilgidir ; bilgiye dayanan akıl, ah de Tanrı vergisi değil, sonradan ka d a yaşayan Sicistani, daha çok
lak kurallarını düzenleyecek yete zanılmış üstün bir yetenektir. İn mantık üzerinde durmuş, İslam dü
nektedir. İnsanda, aklı yönünden, san aklının sürekli gelişme, olgun şüncesinin ana-konularına mantık
bir istem Ö2igürlüğü (irade hürriye laşma sonucu kutsal bir aşamaya açısından bakmıştır. Ona göre, fel
ti) vardır. Bu özgürlük, aklın tan· varması, ona peygamberlik niteliği sefe ile dinin özü birdir, konuları
rısal niteliğinden dolayıdır. Akıl, in ni kazandırır. Peygamberlik bir ba birdir. Ayrılık yalnız görünüşte, yo
sanı Tanrı ile birleştiren bir güç ol şarı olmaktan öteye geçemez. Fara rumlarıh değişik oluşundadır. Ger
duğu için, ondan doğan özgürlük bi'nin bu düşünceleri, islam dini çekte felsefenin sağladığı akla da
gereklidir, «belitlenmişn tir. Mutlu ne açıkça aykırıdır, şeriat kuralla yanan bilgi, insan özünün temeli,
luk, cıiyin ye ula�makla gerçekleşir, rıyla bağdaşmaz. ereğidir. Dinin geliştirdiği inanç
bu «iyi>ıye ulaşma da, insan ru Bilimler, iki bölüme ayrılır : na d üzeni de, o bilgiye ulaştıran yol
hunun en yüce varlığa yönelmesi zari ilimler,ameli (pratik) ilimler. Na- niteliğindedir. Akılla ccvahy11 ara-
ı 69
jen daha kesin, daha geçerlidir. Du
yularda açıklık seçi.klik yoktur, akıl
da ise kesin ölçüleri, kuralları gere
ğince şaşmazlık, genel. geçerlik, ke
sinlik vardır.
Metafizik, Tanrı, nefs, peygam
berlik adları altında toplanan üç
anakonuyu içerir.
A) Tanrı, bir nurdur. Bu nite
liği yüzünden , anlaşılması bir yan
dan çok güç, bir yandan da çok ko
laydır. Tanrı, insan aklınm kavra
yış gücünü, yetenek sınırlarını aşar.
Bundan dolayı anlaşılması güçleşir.
Tanrının özü, varlığı bilimle sapta
namaz. Tanrı Tek'tir, önsüz - son
suzdur (ezeli - ebedi) , eşi, benzeri
yoktur. Tanrının bir gövdesi- (cis
mi) de yoktur. Cisim çokluktur, bir
leşimdir (kesret, terkib) , Tanrı ise
Bir'dir. Bütün nesnelerin (eşya'nın)
yaratıcısıdır. Yaratış, Tanrı'nın öz
gür istemiyle olmuştur. baş_ka bir
etkinin sözü edilemez. Yaratış bel
li bir düzene, sıraya göredir, altı
aşamalıdır, Tanrıdan insana doğru
XV/l .yy. Türk cami deseni ( Correr Müzesi Vened i k J . Camiler özellikle dur (yukardan aşağı) .
IX.yy'dan başlayarak zengin kütüphanelerle donatılmz.5tır. 1- Tanrı. Varlık, Tanrı'da öz
le bağlantılıdır (zati'dir ) , nesneler
sında, öz bakımından, bir çelişme ye anlayanlar da, Farabi'ye bağla de (eşya' da) ilintilidir (arazi) . Bu
yoktur. Ancak akıl vahy'ın .derinli yanlar da vardır. nedenle Tanrı Bütün'dür, Olgun'
ğine inemez, ancak varlığını kav- Ahlak, toplumsal bir varlık dur (Tam, Kamil) , nesneler ise ek
rar. olan insanın yaşadığı gerçek dün siktir.
Gene bu çağda yaşamış olan yada oluşan bir davranışlar düzeni 2
- İlk akıl. Tanrıdan doğru
Ebu Hayyan Tevhidi ye göre de, ku
' dir. Bundan dolayı, ahlak, insanın dan doğruya çıkan ilk akıl, yada
ramcı felsefe, konuların, sorunların toplum içindeki yaşayışına bağlıdır, etkin akıl (faal akıl ) . İlk akıl,
açıklanışında, varlığın bilinmesinde temeli toplumdur. Ahlakın genel ko taşıdığı tanrısal nitelik yüzünden
yeterli değildir, ameli (pratik) fel .nuları olan bilgelik (hikmet) , yi sonsuzdur (baki, ebedi) , değişmez.
sefe de gereklidir. İnsan bilgisinde ğitlik (şecaat) , erdem ( fazilet) , Tanrıya oranla eksik, kendinden
daha çok akla dayanma gereği var doğruluk (adalet) ancak toplum sonra gelen varlıklara göre de yet
dır. İnsan ruhu ölümle gövdeden içinde, toplum varlığı olarak yaşa kindir.
ayrılır ; ama ölümsüzdür, kendi ev yan bir insan için geçerlidir. Top 3- Nefs, ilk akıl dolayısiyle
reninde yaşamını sürdürür. Din lumdan sıyrılmış (mücerred) bir Tanrı'dan doğan (oluşan ) ikinci
le felsefe arasında ayrılık değil bağ kimse için bunlar söz konusu değil varlıktır. Akla oranla varlığı eksik
lantı �ardır. Felsefenin ereği, in dir. Ahlakın tek ereği mutluluktur tir; . bundan dolayı başka bir gücün
sanı birliğe (vahdete) , bütünlüğe (saadet) . Bu, üstün mutluluktur; etkisiyle devinmesi gerekir.
götürmek, kuşkudan kurtarmak ol zamanla, mekanla bağlantılı değil 4
- Felek (Gök ) . Nefs dolayı
malıdır, Bu nedenle, din felsefeyi, dir. Üstün mutluluk, zaman-üstü siyle varlık kazanan üçüncü nesne
felsefe de dini gerektirir. Ebu Hay geçerliği olan olgunluk (kemal) an dir. O da nefse oranla eksiktir, de
yan'ın düşüncelerinde felsefe, din, lamındadır. Bu nedenle, kesin iyi vinmesi başka bir varlığın etkisiy
tasavvuf gibi değişik görüşleri sa lik (mutlak hayr) demektir. Mut ledir. Devinimi bir dönme (devr)
vunan çığırların birbirine yaklaştı luluk iki türlüdür ; biri gövde (be biçimindedir.
ğı, kimi yerlerde de birleştiği görü den) ile, öteki akıl ile ilgilidir. Ön 5
- Doğal cisimler evreni. Bu
lür. Aristotelesci olduğu , Farabi'nin ce gövde ile ilgili mutluluğa ula da varlığını felek (gök) ile yıldız
izinden yürüdüğü anlaşılır. şılır, · sonra aşama aşama yüksel larına borçludur. Bu evren zaman
İbn Miskeveyh (941? 1030 ) .
- mekle akla dayanan mutluluğa va içindedir, sürekli olarak değişir, ka
Meşşai akımının gelişmesinde önem rılır. Bu üstün mutluluğa (akla da lıcı (baki ) değildir.
li katkıları olan İbn Miskeveyh, yanan mutluluğa ) varmanın yolu, 6 - İnsan bir küçük evrendir
felsefeye ahlak konularıyla girer. gövdeye bağlı duyu sevinçlerinden (alem-i suğra}mikrokosmos) ; bü
Ayrıca tarih, edebiyat alanlarında ( hazlardan ) , geçici isteklerden, tut yük evrenfrı (alem-i kübra; makro
da çalışması yüzünçien, düşüncele kulardan sıyrılmak, akla, felsefeye kosmos) bir özetidir (zübde-i alem) .
ri değişik biçimlerde görülür. Kimi bağlı gerçek bilgileri kazanmaktır. İnsanların en yücesi bütün bilgile
konularda İhvanu's-Saffı. görüşünü Ancak, bu da yetmez. İnsanın sağ ri bilen bilgedir. Bütün varlıklar
benimser, ahlak sorunlarını Aristo lıklı, güçlü, ölçülü, eylemlerinde tu (mevcudat) varoluşlarını Tanrı'ya
teles anlayışına göre açıklar. Bu tarlı olması gerekir. borçludur; evren bütününde belli
tutumu yüzünden, onu islam fel Bilgi, iki kaynaktan gelir: akıl bir düzenin olması bundan dolayı
sefesinin meşşai - doğacı çığırlarını ve duyu. Ne var ki, aklın sağladı dır.
bağdaştırmaya .çalışan bir fıilge di- ğı bilgi, duyularla kazanılan bilgi- B ) Nefs, yalın (basit) bir töz-
1 90
Dünyanın en unlü medreselerinden Karatay Medresesi ( K onya ) , süslemeleri ba
kımından (resimde medresenin kapısı görülüyor) Anadolu Selçuklu sanatının en
güzel örneklerinden biridir.
düı; . (cevher) ; cısını, yada ilinek deş düşünce ortamında olduğu gö Bu da bir yetkinliktir. Ancak, bu
(ar az) değildir. Canlıdır, diridir, ka rüşünü savunmaz. Ona · göre, dinle ra.da ahlak yetkinliği söz konusu·
Iıddır ( bflki) . Basitleri doğrudan felsefenin konuları, yöntemleri, dur. Yetkinlik ise, varlıkları özleri
doğruya kavrar, bileşikleri (mürek erekleri ayrıdır. Felsefe akla dayan ne bağlı tanımlarıyla bilmektir, ili
kebleri) de duyular yoluyla algılar. dığı için, imana, buyruklara bağla nekleri (arazları) , küllileri (tümel
Nefs, duyular evrenini algılayacaQ'ı nan dinle ilgişi yoktur. Felsefe ba leri) bilmek, kavramak değild1r. Ge
sırada kendi özünden dışa çıkar. ğımsızdır, düşünce özgürlüğünden rek bilimde, gerek felsefede böyle
�zde var olan kavrananları (makul görüş ayrılıklarından doğar. Felse bir yetkinliğe ulaşan insan yücel
ler'i) anla maya başladığında da fede tartışma, değişik konular üze miş, eksikliklerden arınmış, evren
duyular evreninden (mahsus alem' rinde durma, kuşku vardır ; dinde bütünü karşısında bir uküçük ev
den ) , duyulardan ayrılır, kendi özü yoktur. Ayrıca, felsefe, akla dayan ren» ( alenı-i suğra� tnikrokosmos)
ne döner. Özü gereği devinen (za dığı için bir düşünce ürünüdür, ak olmuş demektir. Böyle bir kimse,
ti hareket) nefs, biri akla, biri he lın gelişmesine, bilgi yeteneğinin ol artık, Tanrı'nın halifesi niteliğini
yı1laya (maddeye) yönelik iki tür gunlaşmasına bağlıdır. Din ise, in kazanmıştır. Bilgin'dir, yanılmalar
lü eylem içindedir. Akla yönelince sanın çocukluğundan başlayan bir dan, sapmalardan arınmıştır. İnsa
onunla aydınlanır, ondan yararla inanç düzenidir. nı bilgelik yoluna koyan, ona bilge
nır, heyı1laya yönelince onu aydın Bilgelik, bir erdemdir, ancak liğin özelliklerini, niteliklerini, ba
latır, ona yarar sağlar. Nefsin hay akıllı nefsin Ôlçüsü, ayırdedici güç şarılarını sağlayan yalnız eylemci
vansı , akla dayalı, yırtıcı olmak le donanmış erdemidir. Varlık kav düşüncedir. Bu düşünce doğru yolu
üzere üç ayrı nitelikte gücü vardır. ramı altında toplanan bütün nes bulur, yanılmadan korur. İnsan ya
Bunlar birleşebilir. Öte dünyada nelerin bu varoluşları nedeniyle bi şayışının ereği olan felsefe sürekli
yeniden dirilme yoktur ; dağılan linmelerini sağlayan bilgeliktir. Bir bir gelişme, olgunlaşma alanıdır.
gövde yeniden derlenip eski biçimi konunun akıl ilkelerine dayanıp da Ancak bunu sağlamak için de bil
ni alarak yargılanmaz. Ama nef yanmadığını, tanrısal işlerle insan gi ile eylemi birleşti.rmek gerekli
sin kendine özgü bir evreni vardır, işlerinin sınırlarını bilmeyi sağla dir. Felsefe yalnız düşünmek, yığın
o evrende mutluluğa erer. yan bilgeliktir. yığın bilgi toplamak değildir, bir
C ) Peygamberlik, sonradan ka- Felsefe, ameli (pratik, uygula düzene, bir görüşe vararak insanın
. zanılmış bir 'yüce yetenektir. Bu da yücelmesini, tanrısal varlığa yük
malı) , nazari (teorik, kuramsal) ol
özde olgunlaşma, gelişme, erdemli mak uzere iki bölüme ayrılır. :Wa selmesini sağlamaktır.
yaşamakla olur. İnsan basamak ba zari bölümde, bilim gücü, bilim ye Yunan felsefesine, ·özellikle
samak yükselir, yetkinliğe erer, ak teneği insanın yetkinliğini (mü A ristoteles'e bağlı k� lan İbri Miske
la yönelir, böylece gerçekleri kav kemmelliği) yaratır. İnsan bu du veyh, eski Hind, İran düşünce ürün
rar. İnsan nefsinin belli bir olgun rumda gerçekler karşısında kuşku lerinden de yararlanmış olan tasav
luk aşamasında akılla kaynaşması ya kapılmaz, yanılmalara sapmaz. vuf ahlakına karşı çıkar.
(ittisal) olayına ccvahy» denir. Bilim aşamalarında tanrısal bilime Eğitim, insanın yetişmesinde,
Din, İbn Miskeveyh öteki meş değin yükselir. Ameli bölümde ge olgunlaşmasında önemli katkıları
şai bilgeleri gibi dinle felsefenin öz- çerli olan, insanın eylem gücüdür. olan bir düzendir. İnsanda eğitil-
191
la kazanılan deney verileri, doğayı,
çevremizi, deney evrenini tanıma
mızı sağlayan bilginin «ham mad
deleriıı dir. Bu, deneyle edinilen ilk
veriler, sonradan, aklın, anlayış gü
cünün (zihnin) genel kurallarına
göre işlenir, biçimlendirilir, belli bir
düzene konur. Bu deney verilerinin,
aklın kuralları dışında, kesinliği,
genel geçerliliği yoktur. Bilgide
:>nemli, geçerli olan ak�ın ilkeleri�
dir. Atomcu akımın anladığı anlam
da bir boşluk yoktur. Mekan ise,
bir cismin kapladığı yerin iç yüzü
dür. Varlık kavramı altında topla
nan her cismin değişmeyen, sınır
larını, niteliklerini boyuna koruyan
belli bir yeri (mahal) vardır. Devin
me, mekanda, bir cismin eyleme
geçişidir (kuvveden fiile çıkma' dır ) .
İbn Sina'da bilginin iki kayna
ğı olduğu (belli bir anlamda) an
laşılıyor. Bu anlayış, kaynağını
İlkçağ'da bulan ideacı felsefe gö
rüşünün değişik açıdan bir yorumu
olmaktan öteye geçemez.
Dünyanın en eski ve en ouyük İslam ü niversitesi Fl - Ezher'd ir. Re Mantık, düşünmenin genel ku
simde El - Ezher c a m i i n d e n a m a z kılanlar görülüyor. rallarını bul ur, bunlar arasında ge
rekli birliği, bağlantıyı sağlar, doğ
mesi, daha doğrusu, eğitimle geliş
tirilmesi gerekeN üç yetenek vardır. ibn sina'nın ru düşünmenin yollarını, ilkelerini
araştırır, insanı yanlıştan koruma
Alışkanlık, öykünme, uyanma (iti
yad, taklid, intibah ) . Alışkanlık, iyi felsefesi nın olanaklarını ortaya çıkarır.
Ana konusu düşünmeyi sağlamak,
eğitimle, bilime dayanan bir yöne İslam felsefesinin içerdiği bü doğru yolu göstermektir. Bu kural
timle denetim altına alınıp gelişti tün konular üzerinde duran, ayrı lar genel geçerlik taşıyan, değiş
rilirse, erdemlerin kazanılması, in ca çağının bilimleriyle geniş ölçü meyen, kesin varlıklardır. Mantık
sanın yücelmesi sağlanır. Öykünme, de ilgilenen İbn Sina, felsefeyi, Na bu genel kuralları ortaya çıkar
akıl ilkelerine, bilgi verilerine daya zari hikmet (teorik felsefe) , Ame mak, açıklamak için önce kavram
nılarak yapılırsa, başkalarının ba li hikmet (pratik felsefe) olmak ü ları ( tasavvurat'ı) , onaylamaları
şarılarından, buluşlarından, yarat zere iki ana bölüme ayırır. Din ko (tasdikat'ı) inceler, kavramlar ara
malarından yararlanma olanağı do nularını felsefe alanı içinde ele a sında gerekli bağlantıyı kurar. Kav
ğar, insanın yapıcı, yaratıcı gücü lır. Metafizik, doğa felsefesi, ma ramları, açık belirleme (el-mantık
artar, yeteneği gelişir. Uyanma, in tematikle bağlantılı felsefe nazari bid-delale) , kapalı belirleme (el -
sanın ruh bakımından aydın, açık hikmet alanına, Siyaset (Medeni mefhum bid-delale) diye iki bölü
seçik olması, belli görüşlere çakılıp hikmet) , İktisat (Hikmetü'l-menzi me ayırır. Sonra bütün kavramlar
kalmaması yoludur. İbn Miskeveyh' liye) , Ahlaki hikmet (hikmetü'I-hul arasında kesin bir bağlantı kurma
in felsefe konusundaki görüşlerinin kıye) ise ameli hikmet alanına gi- nın yollarını arar. Bu alanda Aris.
toplandığı önemli yapıtı Tehzibu'l -
rer. toteles'in izinden giderek kavram
Ahlak'tır (Ahlakın Süslemesi ) . Bilgi, sezgi ile kazanılır. ana ları belli niteliklerine, niceliklerine
İbn Sina ( 980 - 1 037 ) . İslam kaynağı budur. Sezgi bilgiyi oluş göre on kesime (kategoriye ; maku
Aristoteles'cilerinin en güçlü, en ve turan verileri sağlar. Bu veriler, lat) ayırır. Bunlardan ilki töz (cev
rimli bilgelerinden biri olan İbn başka bir işlem olan sonuçlamaya her) ötekiler ise ilinek (araz) adını
Sina, Buhara'da doğdu, önce sarf, (el-istintac) vurulur; böylece kesin, alır.
nahiv, sonra hendese (geometri) , genel geçerlik taşıyan bir nitelik Mantığın en önemli bölümü ta:
astronomi, tıp, daha sonra felsefe kazanır. Bilginin kesinliği, gerçek nım'ı (tarif) içerir. Tanımın iki ana
konuları üzerinde çalıştı. Felsefeye liği aklın genel kurallarına olan uy ilkesi, cins ile fark'tır. Kesin, geçer
bilim yoluyla giren İbn Sina, de gunluğuna bağlıdır. Aklın kuralları li, eksiksiz tanım, cins ile fark ara
neyle aklı, daha doğrusu deneycilik bilginin biçimlenmesinde genel ge sında kurulan bağlantıya dayanır.
le akılcılığı uzlaştırma, bağdaştır, çerlik taşıyan birer ölçüdür. Bu ku Tanım, biri gerçek (hakiki) , biri
ma eğilimindedir. Ancak onda de rallar doğuştandır, sonradan kaza sözlü (lafzi) olmak üzere ikiye ay
ney kavramı ne kendinden önce nılmış değildir. rılır. Mantıkta önemli bir yeri olan
gelen maddeci, doğacı bilgelerdeki İbn Sina, bilgi konusunda daha tümeller (külliler) bütün varlık tür
gibi kesin, genel geçerliği olan bir çok :eflatuncu , özellikle yenieflatun lerinin oluşundan önce Tanrı dü
nitelik anlamına gelir, ne de deney cu görüşü benimser, ancak duyu şüncesinde vardır. Birer tanrısal
bilimlerinin kaynağı karşılığı kulla lardan da büsbütün yüzçevirmez. kavram olan tümeller, bütün tek
nılır. İbn Sina, deneyi duyu verile ..
Bilginin ortaya çıkışında, oluşma tek türlerin oluş nedenleridir.
rinin, algıların sağladığı izlenimler sında deneyin -belli bir oranda Bunlar, varlık türlerine biçim ka
alanı o.la.rak anlar. etkisine inanır. Ona göre, duyular- zandıran, genel örneklerdir.
1 92
Akıl konusunda, İslam felsefe
si ortamında, İbn Sina ayrı bir gö
rüş Ü savunduğundan Aristoteles çı
ğırını izleyenlerden ayrılır. Ona gö
re <cakılıı beş türlüdür: heyıllani,
bilmeleke, bilfiil, mustefad, kudsi.
Heyiilani akıl, bütün insanlar
-
da vardır; bilmeyi, anlamayı, kav
ramayı sağlayan bir yetenektir.
Bilmeleke akıl, yalnız açık seçik ola
nı bilebilir. Bu , olabilenle (müm
kün'le) bağlantılıdır. Bilfiil akıl,
ikinci aşamada bulunan akıldan
daha üstündür, kavrayacağı var
lıklar yalnız «makuller» , kazanılmış
verilerdir. Mustefad akıl, ancak
kendisine verilen «makullerin su
retıeriıı ni kavrayabilir. Burası aklın
olgunluk (kemal) aşamasıdır. Ak
lın kavrayabileceği konular bu aşa
mada kendi özünde de vardır.
Kudsi akıl (yüce akıl, kutsal akıl ) ;
aklın en yüksek aşamasıdır. Var
lıkların özünü, kaynağını, onları
oluşturan gücü başka bit aracıya,
ayrı bir varlığa gereksinme duyma
dan bir bütünlük içinde kavrar.
Her insanda böyle bir aklın bulun
madığını söyleyen İbn Sina, ,bura
da, tasavvufa yönelir; artık felse
fe söz konusu değildir. İnsan, ay
rıntıları duyularla algılar, tümelle
ri (külliler'i) akılla kavrar. Tümel
leri kavrayan yetkin akıl, nesneleri
anlama yeteneği olan, etkin akla
olanak sağlar. insan aklının algıla
dığı ayrıntılar (cüz'ler ) , nedenleri
( illetleri) yüzündendir, varlıkları
do!ayısiyle değil. Akıl, bu «makul
lerıı i kazanabilmek için önce duyu
verilerinden yararlanır, sonra duyu
verilerini aklın genel kurallarına
göre işlemden geçirip, yargılar ver
me .konusunda onları aşar. u Makul'
ler» tümellerdir. İbn Sina, bu konu Ibn Sina'nın « Tıp Kanunu� adlı kitabından bir minyatür ( Bologna
da da Eflatun ile Aristoteles ara O niversite Kütüphanesi) .
sındadır, yer yer ikisini uzlaştır
maya çalıştığı görülür. şur (sudlır eder) . Çokluk ( kesret) nesneyi devindirmekle kalmaz, ona
Akıl, algı alanında da etkindir. bu sürekli «sudur» sonucu ortaya biçim (form) , «nefsıı kaz�ndırır.
Nitekim iki türlü algıdan biri <<ak çıkmıştır. Bir olan Tanrı'dan ak İçinde yaşadığımız doğada sayısız
l in, öteki cchassindir (duyusal) . Nefs lın, ondan da sıra ile öteki var «güçler» vardır ; bunlar doğa güç
ile ilgili durumların algılanması lıkların oluşması, Bir'den Çokluk' leri (tabiat kuvvetleri) , göklerin
duyularla olur (hassi'dir) . un doğ�udur. Tanrı, ilk akıl (akl-ı özleri (feleklerin nefisleri) , nefsin
Sudur görüşü: İbn Sina, evre evvel) , etkin akıl {faaf akıl) dizisin güçleridir.
nin oluşunu -bir bakıma metafi de gelişen «oluş» , varlık türlerinin Doğa güçleri duyularımızla al
ziğini- bu görüşe bağlar ; uoluş» doğuşu ile sona erer. Etkin akıl, gıladığımız olayları doğuran etken
sorununu, «sudur» dediği Tanrı' bütün varlık türlerini kuşatan · ev lerdir. Buna karşılık göklerin nefs
dan fışkırma ile açıklar. Ona göre renin ( alem'in) özüdür ( nefs) . Ev leri, ruhsal nitelikte güçlerdir. Nefs
Tanrı uTek» tir, yüce cıBir»dir, ken ren umümkünıı dür-� bundan dolayı güçleri (kuvayi nefsiye) insan, hay
diliğinden vardır. Varlığı yalnız Tanrı'yı gerektirir. Başka bir varlı van, bitki gibi varlıkların özleridir.
kendini gerektirir. Var olmak, Tan ğın etkisiyle var nıan evren, son İbn Sina «nefsn kavramını ço}{ de
rı için özünden (zat'ından ) gelen suz değildir. ğişik anlamlarda kullanır. Onun di
bir gerekimdir (vacibu'l-vucud) . Devinme (hareket) , nesnenin linde, «nefsıı sözünün akıl, göç, öz,
Bir olan Tanrı'dan, önce gene Bir (cismin) özünde saklı güçten doğar. yetenek gibi anlamları vardır.
olan ıcakl'eıı fışkırmıştır (sudur et Her nesnenin özünde, devindirici Metafizik: İbn Sina metafiziği,
miş) . Bu akıldan ikinci bir akıl bir güç vardır. Nesne kendi kendi bir birleşim, değişik anlayı�ların
r.ısudlır» etmiştir. Bu dizi üzerinde nin ccfail'i» değildir, kendince devi- yoğruluşu sonucu oluşan, bir bütün
gök (felek ) , cınefsn birbirinden olu- . nemez. Nesnenin özünde saklı güç, dür. Bu bütünün oluşmasında Ef-
1 93
evren karşısında yaratıcı (halik ) ,
var edici (muhdi) , ortaya koyucu
(muhdis) gibi yüce nitelikleri var
dır. Evrenin de Tanrı niteliklerine
göre nitelikleri vardır : yaratılmış
(mahluk) , var edilmiş (muhde) , or
taya konmuş (muhdes) . Tanrı ilk
nedendir ( illet-i ula) , zorunlu, ge
rekli varlıktır. Evrenin yaratılma
sı, Tanrı'nın daha önceden varolu
şunu gerektirir. Tanrının yüce var
lığı da, özü gereği yaratmayı gerek
li kılar. Tanrı önceldir (kadim'dir ) .
Evren bütününde yeralan gök
katları (felekler) , tanrısal evrenin
varlıklarıdır, bunların özleri melek
lerdir. Karmaşık, bulanık, açık-seçik
olmayan tözler (cevherler) ise için
de yaşadığımız madde dünyasının
yapısındadır ; cctanrısalıı birer r1itı;
likleri yoktur. Bu yaratma olayı :ia
bir fışkırma (sudur) sonucudur.
Bütün varlık türlerinin sonsuz, sı
rursız, değişmez özü Tanrı'dır. Tan
rı için en yüce erdem iyidir (hayır) .
Yaratılış dizisinde, Tanrı'dan ilk çı
kan (sudur eden ) akıldır. Tanrı,
yüce akıl, genel geçerlik taşıyan il
keleri, tümelleri ( külliler'i ) bilir,
ayrıntılara inrhez. Ayrıntıları bilen,
kavrayan ancak gök katlarının (fe
İ bn Sina'nın kitabınaan bir minyatür: bir arap ş ö len i ve çaloıcılar lekler 'in ) özleridir.
r Milano. A mbrn .�in.na Kiitürıh.anesi ) . B) Ahiret (maad ) , ruhların
geldikleri ilk kaynağa dönüşü ola
latun'dan İslam kelamcılarına de maz. Metafizik, Varlık'ı konu edin
yıdır . Bu dönüş ölüm, gelinen ye
ğin gelen akılcı çığırların etkileri diğinden dolayı ayrı bir bilim dalı
re, çıkılan kaynağa varma da ahi
vardır. Metafiziğin ana konusu Tan dır, gereklidir. İnsan düşüncesinin
ret demektir. Ruh «maneviıı bir
rı'dır. O'nun varlığından doğan ilk tek kaynağı bu Varlık'tır. Kavran
töz olduğundan yok olmaz, ölüm
varlıklardır. Kesin varlık (vücud- u ması derin düşünmeye (teemmül'e)
süzdür. Gövdeden ayrılınca kayna
mutlak) olan Tanrı, bütün oluşla bağlıdır.
ğına dönüp varlığını sürdürür. Ruh ,
rın, yaratışların, varlık kavramı al İbn Sina'nın bu Varlık sö insan varlığının, gövdenin olgunluk
tında toplanan bütünün kaynağı zünden anladığı, tanrısal özdür. Bu ( kemal) aşamasıdır ; insana bütün
dır. İlk varlık (Tanrı ) evreni kuşa nedenle, düşünmenin de, eylemin erdemleri, değerleri kazandıran
tan «Bütünıı lüğü yüzünden bütün de kaynağı durumundadır. Varlık' ruhtur. Ruh, özellikleri, nitelikleri,
nesnelerde, olaylarda, eylemlerde ın hangi türü olursa olsun, Tanrı' özü bakımından maddeye benze
((görünüş » alanına çıkar. Varlık bir ya olan yakınlığı yüzünden, özü mez. Gövde, ruhun bir aracı du
ccoluşıı tur, bu da Tanrı'dan başlar, bakımından sonsuzdur. İslam fel rumundadır. Gövdeye egemen olan
basamak basamak evrene, varlık sefesinde geniş bir yer tutan bu dü ruh'tur. Ruh gövdeye (beden'e)
türlerinin bulunduğu ıcbütünıı e, şünce, bu bütün varlık türlerinin girmeden önce eylemci akılda (faal
iner. Var olan (vücud) iki türlüdür. Tanrı'dan geldiği görüşü yeni de" akıl'da) vardı. Ruh, sonradan geldi
ı- Mümkün varlık : olayla ğildir ; yenieflatuncu anlayışın İs ği gövdeden ayrılınca, eylemci akıl
rın, eylemlerin ortaya çiktığı, yok lam dini açısından yapılan bir yo la yeniden birleşir. Düşünen ruh
olduğu evren. Bu varlık ortamında rumudur. ( nefs-i natıka) eylemci aklın için
görülen ne varsa belli bir süre için Evren : dine felsefe alanında dedir. Evrenin bütün biçimlendiri
de başlar, biter. yer veren İbn Sina, İslam felsefe ci özleri böyledir. Gövdenin ölümü,
2 - Mümkün - Zorunlu var sinin içerdiği birçok konuya gene dağılışı, çözülüşü ruhu etkileyemez.
lık: Tümellerin, yasaların bulundu din açısından bakar. Bu nedenle, C) Peygamberlik. İnsanları ya
ğu evren. Burada genel geçerlik ta evreni de içine alan dine dayalı dü ratan Tanrı , onlara, özgür istem
şıyan varlıklar bulunur. Bunlar şünce düzeninde dört ana konunun (hür irade) vererek iyi ile kötüyü
kendiliğfoden var olabilen , ancak, bulunduğunu ileri sürer. seçme yeteneğini bağışladı. Özgür
bir dış nedeni gerektiren varlıklar A) Yaratılış, işlem bir tanrı yardımıdır (inayet) .
dır. GE!nellikle akıllar, gök katları B ) Ahiret, İnsanın elinden çıkan bütün bağım
( felekler) bu türdendir. Bu varlık C ) Peygamberlik, sız eylemler bu tanrısal yardım ile
lar Tanrı'dan belli bir diziye göre ç) Tanrı bilgisi. varlık ortamına çıkarak gerçeklik
çıkmışlardır. Kendi özleriyle vardır, A) Evren (alem) , yaratılmış kazanır. Bu özgür istem, tanrısal
ancak varlıklarının �ı ilk neden» i tır ( f!lahluk'tur) , tek yaratıcısı var yardım, bütün insanlarda vardır.
kendileri değildir. Bunlar için «doğ dır, o da Tanrı'dır. Bu nedenle Tan Peygamberler de bu bakımdan bi
makn , ccölmekn sözleri geçerli ol- rı, yaratıcıdır (halik) . Tanrı'nın rer insandır. Ancak onlarda insan-
1 94
larm en yüceleri olan bilginlere,
bilgelere özgü bir seziş gucu var·
dır. Bu üstün seziş gücü, bu kav
rayış yeteneği, peygamberlerin « et
kin akılıı (faal akıl) ile buluşmaları
nı, gerçekleri kavramalarını sağ
lar. Bu üstün güç, bu üstün kav
rayış, seziş· yeteneği cwahy,. adını
alır. Kimi insanlarda görülen bu
seziş gücü, onların peygamberlik
yeteneğiyle donatıldığını gösterir.
Melekler birer üstün kavrayış gü
cü, coşkun birer anlayış gücü (kuv
ve-i kudsiye) niteliğindedir. Tanrı
sal gerçekleri bilen melekler, pey
gamberlere ccvahy» denen bildirile
ri ulaştırırlar. Peygamberlikte açık
seçik bilme, kavrayış gücünün üs
tünlüğü, doğruya egemen olma, bi
rer tanrısal yetenektir. Veliler de,
peygamberler de, gerektiğinde, yal
nız gövdeye egemen olup, başkala
rını bile etkileri altına alabilirler
(ruhlara, tanrısal varlıklara ege
men olamazlar) . Bu güç kimi insan
larda da görül Ur.
Ç) Tanrı bilgisi, sınırsızdır,
sonsuzdur. Tanrı kendi özünü bilir,
bu bilme bir gerekliliktir. Tanrının
kendi özünü (zat'ınl) bilmesi var
olmayı, yaratmayı gerelUi kılar.
Onun için yaratma olayı Tan:ı'nın
kendi özünü bilme gereğinden doğ
muştur. Kendi özünü bilen Tanrı
bütün öteki varlıkları da (özleri
de) bilir.
İbn Sina, burada, İslam dininin
ana kitabı olan Kur'an'a dayan
makta, Tanrı'nın bilme gücünü
onun gösterdiği yolda giderek açık
lamaktadır. Kur'an'a göre yaratma
'
olayı Tanrı'nın kendi özünü bilme
sinden, kendi özüne karşı duyduğu
sevgiden dolayıdır. Ancak Kur'an'
m bu görüşü ile Plotinos'un geliş
tirdiği yenieflatunculuğun Tanrı
anlayışı arasında köklü bir bağlan
tı vardır. Yenieflatunculuk da ya
ratma olayını · bir bilme, öze kar
şı sevgi duyma ile başlatır. Mehdi'nin (Muhammed Abdullah ) türbesi. Isldm inancına göre
Mehdi. Kıyamet Günü'nde adaleti saölayacaktır.
((güç» oluşu yüzündendir. Bu ilk olan, başka bir devinmedir. Bütün bağımsız, kendi kendine olan bir
madde, özünde ccvarlıkııı saklayan devinmeler oluş sırası içinde birbi ccfail-i muhtar» (C)zgür eylemci) an
bir salt olanaktır (malız imkan ) . rinin nedenidir (illet idir )
' .
lamına gelmez. Bu güç için ancak
özünde, yaratıcı, ortaya çıkarıcı, Zaman, kendi başına, bağım gerekli (fail-i mucib) denebilir.
<coluşıı u sağlayıcı güçler, yetenekler, sız bir varlık değildir, eylemle (ha Çünkü o, eylemde bulunması gere
eyleme geçecek durumda ( cckuvve» reketle ) bağlantılıdır. Zamanın ne reken bir güçtür, özünde bu ccge
olarak) bulunur. Bu ilk özden, ya deni eylemdir. Eylem dışında bir za rekim» vardır. Onun sınırları dışına
ratılmamış olan ilk maddeden, çı man olmadığı gibi tasarlanması da taşamaz. Bundan dolayı ey1em bir
kan her töz (cevher) de, önsüzdür n'lantık kurallarına aykırıdır, oluş gerekimdir. Varlık, vardır ; var ol
(ezeli) ; ayrıca sonsuzdur (ebedi) ilkeleriyle bağdaşmaz. Zaman kav mak özde bulunan bir ıcgerekim))
yok olmaz. Varoluş, geçmişten , ge ramı, insanın anlama eylemi, ölç dir. Bu nedenle varolmama olayı
leceğe, kaynaktan ileriye doğru sü me deneyleri içinde oluşur. Anlayış düşünülemez. Varlık, somut olarak
rüp giden, kopmayan, kesintisiz, gücü, zamanı eylemden sıyırarak vardır. Çoğunluklu biçimde ( form
sonsuz bir ((akış» tır. Bu sonsuz (soyutlayarak) ona bağımsız bir içinde) yoğunlaşan bir ubirlik» du
akış içinde , özünde ((varolma gü varlıkmış gibi bakma olanağı sağ rumundadır. Varlık'ın cinsleri tür
cü» taşıyan bütün nesneler, cısaklı lar. Oysa bu yalnızca bir düşünme lerden (nevilerden ) , türler ise tek
güçten eyleme» (kuvveden fiile) ge işlemidir, bununla, gerçek bir varlık tek varlıklardan ( fertlerden ) oluş
çer, gerçekleşir, görünüş alanına, ortaya konamaz. Zamanın sınırla muş bir ((bütünıı dür. Varlık, Tan
algı ortamına çıkar. Bundan dolayı rını belirleyen de içinde oluştuğu rı'nın .«zorunluu oluşundandır.
ccoluşıı , bir saklı güçten eyleme ge� eylemdir. uVarlık)) , uvar olmaıı Tanrı'nın ((zo
çiş (kuvveden fiile dönüş) demek Uzam (mekan) da, oluşan mad runlu)) luğundan doğar, ondan da
tir. ((Oluşıı yoktan varolma değildir. deye bağlıdır, onunla vardır. Bu ni cinsler, türler, tek tek olanlar or
Çünkü yaratılmamış (ezeli) olan teliği yüzünden, belli bir anlam taya çıkar.
bir varlık'ın özünde olabilmek'le ol da, o da eyleme bağlıdır. Eylemin Tanrı, özü gereği zorunlu ola
mak (mümkün ile vakı) kavramla oluşması, görünüş alanında insana rak vardır, var olmak onun özün
rının anlamları birdir, özdeştir; ay verilmesi onunla birlikte uzam kav de (zat ı nda ) , karşıtı bulunmayan
'
rı ayrı birer varlıkmış gibi düşü ramanın da doğmasını sağlamıştır. bir ((gerekim)) dir. Tanrıya, fizik ala
nülemezler. Bütün oluşlar, ortaya Düşünme gücü sonradan bunu so nın yasalarını, genel geçerlik taşı
çıkışlar süreklidir, sınırsızdır. Bir yutlamıştır. yan kurallarını, fizik alanın özün.Ü
devinmenin ( hareketin ) nedeni, on Devinme (hareket) , olayını kavramakla varılır. İlk kımı ldatıcı
dan bir önce gelen, kendi türünden sağlayan bir ilk kımıldatıcı güç, (muharrik-i evvel) olan Tann. yal-
1 99
nefsıı bağımsız bir özdür, bir töz
dür (cevher) , gövdenin bir ilineği
(araz'ı) durumunda değildir.
İbn Rüşd'ün bilgi anlayışında
Aristoteles'ten çok Empedokles'in
etkin olduğu görülür. Empedokles'e
göre insan, bir ccküçük evren»dir,
evreni kuran toprak, yel, su, ateş
gibi ilkeler insan varlığında da var
dır. Bundan dolayı insanla evren
(alem) yapı bakımından özdeştir.
Bu değişik ilkelerin birleşmesini
sevgi, ayrılmasını tiksinme (nef
ret) sağlar. İnsanın evreni, evren
deki varlık türlerini bilmesi onlar
la özdeş olması yüzündendir. Çün
kü ccnefsıı , ister kendi dışında, is
ter içinde olsun, «kendinden» olan
her şeyi bilir. Nefsler bütün insan
larda ccözdeşıı niteliktedir. İnsanla
rın bilme, kavrama atılımı da bu
nedenledir.
Toplum, tek tek insanlardan
kurulu bir ccbütün» dür. Bütün in
sanların bir toplum içinde birleşik,
anlaşmış, dayanışmalı yaşama ge
reği vardır. İnsan tek başına evren
de yaşayamaz, onun bir toplum
varlığı olduğu bu yalnız yaşaya
Isldm dinı ölülere büyük önem verir ve mezarlıkları kutsal yer mayışından bellidir. Toplumu ku
olarak kabul eder. ran belli olanaklar vardır. Bunla
rın en önemlileri yardımlaşma, da
nız fizik ortamında bulunabi lir. Arı etmediği) bundan bellidir. Tanrı yanışma, karşılıklı anlaşma, iş bö-
cak, İbn Rüşd'ün anladığı, ,, fizik» tek tek olanları değil cckülliler»i bi 1 ümü, birlikte iş görme eğilimi vb. '
duyularla algılanan, doğal varlık lir. dir. Toplum bir akıl varlığıdır. Var
türlerinin bulunduğu «bütünıı dür. Bütün kötülükler, insanların lığını sürdürmesini sağlayan şey,
Tanrı, evreni (kainatı) yöneten tanrısal yasalarla bağdaşmayan, akıl ilkelerine uygun olarak kuru
engin, sınırsız bir güçler birikimi onlara aykırı gelen eylemleri, dav luşudur. İnsan, öteki düşünürlerin
dir, arınmış bir istemdir. Önü sonu, ranışları yüzündendir. Tanrı bil sandıkları gibi (İbn Tufeyl, Gazali,
sınırı, bitimi yoktur. Bütün yö_ne gisi sürekli bir eylem içinde o!du İbn Bacce ) tek başına, toplumdan
tici, düzenleyici, sıralayıcı güç, ğundan, belli etkilerden doğmaz; ayrı, kendi içine kapalı olarak ya
onun engin isteminden doğar. O ancak, gök katlarının kendi yörün� şayamayacağı gibi, ccimam» da
bir «akl-ı kül» (tüm us) bütünü geleri üzerindeki dönüşleri Tanrı toplumu oluşturmak, varlık alanı
dür, başka bir deyişle, bütün evre istemine dayanır. na çıkarmak için yeterli değildir.
ni kuşatan cctümel ustun> (külli Bilgi, temel kaynağını akılda İbn Rüşd'e göre, toplumun yöneti
akl ) . Ancak, içinde bulunduğumuz bulur, onu sağlayan akıldır. Bilgi mi bilgelerin, yetkin, yetişkin kim
evrene doğrudan doğruya karış nin kesinliği, genel geçerliği akıl selerin elinde olmalıdır. Yönetim
maz, evrenle bağlaşımlı değildir ilkelerine bağlıdır. Bilme eylemini bir yetenek, bir bilgi işidir. İbn
(alemle Allah ittisal içinde değildir) . yaratan insanın özündeki ccnefs» tir ; Rüşd burada Eflatun'un «Devlet»
Tanrı ilk akla (akl-ı evvel'e) , o da 'bu nefs bir töz (cevher) olup göv� adlı yapıtında düşündüğü devlet
varlıklara (eşya'ya!) oluş gücü ka deye bağlı değildir. Aklın bulundu anlayışına uygun bir görüş ileri sü
zandırır. İlk akl yıldızlarda saklı . ğu yer bu nefs'tir. Nefs ile akıl rer.
güçlerin, gök katlarında ( felekler bağlaşımlı, kaynaşık bir nitelikte Yönetim ( Siyaset) , toplumu
de) diriliğin oluştuğu ortamdır. dir. Nefsin kendine verilenle ken yönetme bilgisidir, bu nedenle bi
Gök katlarının her biri, kendine dinde olanı bilmesi niteliği, akılla lim yapan, bilge olan kişilerin işi
özgü bir daire içinde bulunur, orda olan bağlaşımı yüzündendir. Bil dir. Yönetimin başlıca görevi hal
döner. Gene her dairenin, aklı, bel menin üç ayrı ilkesi vardır. kı okutmak, bilgi bakımından ay
li bir sınırı, yörüngesi vardır. Bu A) Her varlık'ın bilinmesi, dınlatmak, yetiştirmek, eğitmektir.
gök varlıklarının özünde bulunan kendi özünü kuran, kendlai oluştu Bu da felsefe ile gerçekleşebilir.
akıllar, ((yukardan aşağı)) doğru sı ran ilkelerle gerçekleşir. Geleceğin yöneticileri, bilgeleri ola·
ralanır, birbirine bağlı bir varlık B ) Her varlık, yalnız, kendi cak olan gençlere akıl ölçülerine,
dizisini oluşturur. Bu düzen de tan benzeşiğiyle, kuruluş, yapı bakımın mantık kurallarına göre bütün bil
rısal özden gelir. Gök katlarının dan özde.ş olduğu varlıkça bilinir. giler verilmeli, şiir okutulmalı, gü
devinimleri birbirini Jzler. Tanrı Bilme biraz da özdeş olmaya bağlı zel konuşma, ölçülü tartışma kural
özünden yalnız cdyi)) (hayr) do dır. ları öğretilmelidir. Toplumu oluş
ğar. Onun cckötülük» le (şer) bir C ) Nefsin her nesneyi bilmesi, turan insanlar arasında, gövde ya
bağlantısı yoktur. Evrende olup bi özünde, bütün varlık özelliklerini pısı dışında bir kadın-erkek ayrılı
ten işlere karışmadığı (müdahale taşımasından dolayıdır. «Bilen ğı yoktur. Toplum düzeninde er-
200
keklere tanınan bütün yönetim · yet
kileri, özellikle sanat, kültür, eği
tim, öğretim alanında bulunan dü
şünce ürünleri kadınlara da tanın
malıdır. Çok özel durumlar, görev
ler dışında kadın-erkek ayrımı doğ
ru, akla uygun bir d,avranış değil
dir. Akıl, nefs bütün insanlarda bir
dir, özdeştir. Kadınlar güzel sa
natların birçok dalında erkeklerden
daha yetenekli, daha başarılıdır.
Hukuk alanında kadınlarla er
keklerin eşit olması insan varlığı
nın özü gereğidir, doğayaı akla uy
gundur.
Akıl, insana doğruyu, gerçeği
tanıtan tek yoldur. Aklın dışında
insan için bir ölçü yoktur. İnsan
yalnız akılla Tanrı'ya ulaşır. Bü
tün insanların akılları tek kay
naklı olduğundan dolayı özdeştir,
eşittir. Ancak akıllar biri gök kat
larının, öteki insanların olmak üze
re ikiye ayrılır. Gök katlarının
akılları <Cfeleki akıllar»dır. En yük
sek aşamada ilk akl (akl-ı evvel)
bulunur. Bu Tanrıya yakın olan,
Tanrının evreni yönetmesinde aracı
durumda bulunan akıldır. Tanrı bu
ilk akılla birleşme (ittisal) içinde Selçuklu döneminin güzel örneklerinden biri olan Erzurum camii
dir. İlk akıldan yıldızları yöneten ( XIl.yy. ).
akıllar fışkırmıştır. Akılların birbi
rinden fışkırması (sudıir'u) belli bir re felsefenin de varlığı (onu konu yok olur.
sıraya göredir. Sonraki öncekinden edindiğinden) gereklidir. Akıl , nefs İbn Rüşd, felsefeye karşı çıkan,
doğar. Her gökkatı (felek) , onu yö bütün insanlarda birdir, nefsler aklı imanın buyruğu altına koyan
neten akıldan fışkırır. Bu yüzden arasında bir değişiklik, bir ayrılık Gazali'yi kesin bir dille eleştirmiş,
gökkatıarı da dokuz tanedir, akıl bulunmaz. Kazanılan akıl (m üste imana karşı aklı, dine karşı felse
ları da. Gökkatlarının c<nefs» leri, fad, mukteseb) insanı esinlenme feyi savunmuştur. Bu nedenle fel
onları yöneten akıldan doğar. Böy (ilham) ile anlamaya yöneltir, onun sefe tarihinde onun düşünceleri ke
lece ilk akılla birlikte on akıl olur. gizli yanlarını kavramaya doğru lamcılara karşı bir tepki olarak
Ancak akıl bağımsız bir töz değildir. iter. Bunun sonucu, insanda bilgi nitelenir. Gazali'nin Tehafutu'l Fe
ilk maddeye (heyıila'ya) bağlı su� edinme yüzünden içten bir yüksel lasife (Feylesofların Yıkılışı) adlı
retten yoksun bir yeti, özün ( zat' me, yücelme bulur, yaşamın, evre eleştirici, yerici yazısına Teh afutu• l
ın) bir niteliği durumundadır. Bir nin özünü kavramaya başlar. Ba Tehafut (Yıkılışın Yıkılışı ) adlı
güç, bir eylemdir akıl. Buna kar samak basamak yükselen, derinle yapıtıyla karşılık verdi. İbn Rüşd'
şılık nefs'in etkileme, etkilenme şen bu başarı insanı Tanrı'ya ulaş ün düşüncelerini içeren, Aristote
yeteneği vardır. Dış etkileri olan tırır, onunla birleşir. Bu aşama nef les'in yazılarını yorumlayan Külli
nefs, onlara akla uygun biçimler sin olgunluk (kemal) aşamasidır, yat adlı kitabından başka Maba
(suretler) verir, düzenler. Nefsin ölümsüz olma buradadır. dü't-Tabia (Metafizik) ve mantıkla
biri akla uygun biçimlendirme (ma Ölüm, bir çözülmedir, gövde ilgili, kısa adı ile Menahicu'l-Edil
kul suret) , biri de akla uygun bi ile ruhun ayrılışıdır. İnsan kendini le (Kanıtların Yolları) gibi önemli
çimlendirmeyi alma, gibi iki göre bildikçe, bilgi alanında derinleşerek yapıtları vardır.
vi vardır. Nefs bu "makul sô retlen>i çevresini, evreni, özde saklı olanı
yaparken etkin (fail ) , alırken edil kavradıkça ölümlü olandan sıyrılıp
gin (münfail) durumdadır. Nefsin
eyleme geçişi, çalışması birleşmeyi
ölümsüz olana doğru yükselir. Bu,
insanın bilgi yoluyla kendini aşma
kelamcılar
(ittisal'i ) , iki aklın kaynaşması ise sıdır. Kelam akımı, yenieflatuncu
bilgiyi sağlar. İslam düşüncesinde Öl ümden sonra dirilme, eski felsefe görüşünün, doğacı . düşünc·e
sonradan kazanılan akıl (müstefad, duruma gelme yoktur (kıyamet yok" akımlarının, maddeciliğin Islam ül
yada mukteseb akıl) denen de bu tur) , bu boş bir kuruntudur. İyilik, kelerinde yayılmaya başlaması so
dur. Edilgin akıl (münfail akıl) boş kötülük yalnız bu yaşadığımız ev n ucunda, İslam dinini savunma ere
bir levhadır, eyleme geçen aklın rendedir. Ölümle birlikte gövdeyle ğiyle doğdu. İslam dininin de bir
(faal aklın) etkileriyle çalışabilecek ilgili ne varsa yok olur gider, yal felsefe denebilecek nitelikte görüş
niteliktedir. nız bütün insanlarda özdeş olan, leri, sorunlara karşılık bulacak dü
Bütün insanlığı kapsayan ortak olan etkin akıl (faal akıl ). şünceleri, ilkeleri olduğu savı ile
ölümsüz (ebedi) bir akıl vardır, kalır, o ölümsüzdür. Buna karşılık ortaya çıktı. Bundan dolayı, ke
bundan dolayı insanlık da ölüm tek tek insanlarda bulunan edilgin lam akımı İslam dininin savunma
süzdür. Akıl <cmutlak» olduğuna gö- akıl (münfail akıl ) da ölür gider, sıdır. «Kelamn sözü, yunanca (tlo-
201
göre, kelamın tek kaynağı Kur'an'
dır, onun gösterdiği yolda gitme,
ona uygun düşen konular üzerin
de düşünme gereği vardır. Kimi
kelamcılar ise, felsefenin sınırları
içine giren bütün sorunlara çözüm
getirmenin gereği üzerinde dura
rak, ona bir felsefe düzeni ver
meğe çalıştılar. Bu nedenle, ke
'
ıamcılar ikiye ayrıldı. Bir Qölümü
iman, akıl yolunu, öteki bölümü
aşk ile sezgi yolunu tuttular. İman
ile akıl yolunu tutanlar ,,uJuhi
yet», aşk ile sezgi yoluna girenler
�'tasavvuf» anlayışını benimsediler.
Kelam konusu üzerinde, bu ayrı
görüş yüzünden, üç türlü sorun or
taya çıktı.
A) Tanrının özü ve nitelikleri
(zat ;ile :sıfat) ;
B ) İslam dininin getirdiği ge
nel inançların geçerliğini, kesinli
ğini sağlamaya yarayan bütün dü
şünce ürünleri ;
C ) Varlık kavramı altında top
lanan bütün nesneler ( mevcudat) .
Resimin İslamlıkta yasak olması, süsleme ve mimarinin gelişmesine Kelam anlayışının bir bilgi da
yol açmıştır (Resimde, Buhara'da Samanoğullarından kalma bir türb e ) . lı olarak gelişmesi, yayılması ge
nellikle üç kesime ayrılır. Önce, İs
gosıı , «nomos» sözlerinin karşılığı an'ın sonradan yaratılmış (mahliık) lam inançlarını, Kur'anla, Hadis'
olarak anlaşılır. Aklın karşısına olduğu düşüncesine inanır. lerle bildirilen bütün din ilkelerini
imanı, felsefenin karşısına dini, de İmana dayanan, onun bilmede savunmayı, batıl inançlara karşı
neyin karşısına derin düşünmeyi tek geçerli ölçü olduğunu savunan çıkmayı erek edinen tcehl-i sünnebt
(teemmül'ü) , araştırma - inceleme anlayışa göre, insan aklı zaman - kolu. Bu kolun kurucusu, düşünce
karşısına içe-kapanışı (inziva, tak mekan ile sınırlıdır; onları aşan lerini ((Fıkh-ı Ekber>> (Büyük Tüze)
va) koyan kelam görüşü, işe Tanrı olayları, varlıkları bilemez. Bu ne adlı yapıtında ortaya koyan Ebu
varlığından, evrenin yaratılışından, denle, akıl Tanrı'yı, yaratanla ya Hanife'dir. Mu'tezile akımının ilk
ruhun ölümsüzlüğünden, oluş-yok ratılan (h al ik ile mahluk) arasın aydınları olan Vasıl bin Ata, Ebu'l
oluş (kevn-ü fesat) tan başlar. Bü daki içten bağlantıyı kavrayamaz, Huzeyl, İbrahim Nazzam başlangıç
tün felsefe çığırlarına karşı çıkan onda yalnız inanmakla yetinme ge ta akılcı bir görüşle kelam çığırının
kelam, bir yandan da, Aristoteles reği vardır. Aklın bilme yeteneği, ilk savunucuları oldular. Ancak,
mantığına dayanır. zaman - uzam sınırları içinde olup bunların akıl ilkelerine, mantığa
İslam dini çevresinde yoğunla bitenlerin bile bir bölümüdür. daha çok eğilim göstermeleri, ima
şan, İslam dininin temel ilkelerini Ruh, Tanrı, ölümden sonra diril na akıldan çok üstün bir yer veren
konu edinen bütün dinci çığırla me gibi aklın sınırlarını aşanlar, kelamcılarca kınanmalarına yolaç
rın kendilerine göre ayrı bir kelam akılla bilinemez ; Tanrı, aşkın (mu tı. Bu dönemin aşağı yukarı X.yy.'a
anlayışı vardır. Her tslam mezhebi teal ) bir varlıktır, onu yalnız dü değin sürdüğü görülür. İkinci dö
ayrı bir kelam düşüncesini savu şünebiliriz, oütüniyle varlığını ak nemde gene Ehl-i Sünnet geleneği
nur. Düşünmede yalnız akla daya la dayanıp kavrayamayız. Bu ko ne bağlı aydınlardan Abdullah bin
nan Mu tezile çığırının bile, belli bir nuda, aklın düşünme yeteneği var Sad-al-Kul lab (öl. 859? ) ın Mu'tezi
kelam görüşü vardır. Ancak, ke dır, kendini aşanı kavrama gücü le, Cehmiye inançlarına karşı çı
l.iı..m kavramı daha çok Kur'an yar yoktur. Kelamın benimsediği bu kışı ile başlayıp Ebu'l-Hasan Eş'ari,
gılarına, buyruklarına, Hadis'lere görüş, varlık kavramı altında top Ebu Bekr Baıkıllani ( öl . 1 0 1 3 ) , Ebu
dayalı mezheblerin geliştirdiği bir lanan bütün nesnelerin akılla bili Mansur Matüridi (öl. 94'7 ) , Cüvey
düşünce ürünüdür. Kelam görüşü, nebileceği düşünc�sini savunan ni (öl. 1085) ile sürer. Gerektikçe
başlangıçta, akıl ilkelerine dayanı akılcı, deneyci felsefeye bir karşı çı mantıktan. felsefeden yararlanan
yor, sorunlara aklın kurallarına gö kıştır. bu İslam düşünürleri kelamda
re bir çözüm getirmeye çalışıyordu. Kur'an ayetlerine, yargılarına ((Tevhid» diye nitelenen Tanrı'nın
Bir süre sonra, imanı akıldan üs dayanan kelam anlayışı, ccoluşn u birliği inancını konu edindiler.
tün tutma, aklın a�ak imanın ışı Tanrıya bağlar. Tanrı özü Czat' ı ) Bunların felsefeden yararlanmala
ğı altında iş görebileceği yoluna için ön-son kavramı geçerli değil rına karşılık felsefeye karşı çıktık
koyuldu. Kelam akımı VH.yy. son dir. Ön-son ancak zamanla, mekan ları, kelam anlayışının kaynağı sa
ralarına doğru ortaya çıktı, zaman la sınırlandırılmış varlıklar . içindir. yılan Mu•tezile ile çatıştıkları, ki
la gelişti, yayıldı. Tanrı bir kesin varlık (mutlak vö minin önce Mu' tezile akımını be
Ana ko'nusu Kur'an olan ke cud) olarak vardır. Geçmiş-şimdi nimsemişken, sonradan ondan ay
lam genellikle ikiye ayrılır. Biri gelecek gibi zaman boyutlarının, rıldıkları görülür. Üçüncü dönem
Kur'an' ın önsüz (ezeli-kadim) oldu burda-orda gibi uzun sınırlamaları Gazzali ile başlayıp Fahrüddin Ra
ğu görüşünü savunur, öteki Kur'- nın üstündedir. Kimi kelamcılaı::a zi, Seyfeddin Amidi, Beyzavi gibi
202
Bir İran minyatürü. Minyatürün ortasındaki figür Gazzali'dir (Bağdat
Kütüphanesi ) .
İbn Haldun, C<ta·;mı diye ad bilim olmak üzere, bütün toplum çerlik taşıyan kuralları, yasaıarı
landırdığı bu üç aşamayı beş bö- kurumlarının sağladığı «bütün» olan bir yaratma, araştırma, ince
1 ümde inceler, daha doğrusu beş dür. Uygarlık da, öteki kurumlar leme alanıdır. Konusu, kaynağı ge
tutuma (tavr.' a) ayırır. A ) Başarı gibi kaynağını doğada bulur. Uy ne doğadır. Ancak, görevleri, nite
tutumu (zafer tavr'ı) . Bu tutum garlık ürünlerinin oluşmasında en likleri bakımından bilimler C<akliıı ,
(tavr) toplumsal dayanışmadan (el etken ilke, gözlem ile deneydir. Uy «nakliıı diye ikiye ayrılır.
asabiyet) doğar. Başarının kaynağı garlık alanında ileri duruma gel Akla dayanan (akli) bilimler,
bu dayanışmadır. B) Baskı yöneti miş bir toplumda, bütün kurumlar, tabiiyat (insan, hayvan, bitkiler) ,
mi (istibdat tavr'ı) , toplumun, dev bilimsel gelişmeler eş düzeydedir. mantık, ilahiyat, tealim (aritmetik,
letin tek elden yönetilmesi kuralı Devlet gelişirse bütün kurumlar da geometri, müzik, hey'et) olmak
na dayanır. Toplumda birliği sağ gelişir, gerilerse bütün kurumlarda üzere dört ana bölüme ayrılır.
lamak için gereklidir, C ) Barış, da bunun etkisi görülür. Uygarlık Anlatıma dayanan ( nakli) bi
mutluluk tutumu (ferağ tavr'ı) , bir düzeyinde, bir kurumda ilerleme, limler de, tefsir, kıraat (Kur'an'ın
devletin mutluluk, barış içinde ya ötekilerde gerileme olmaz. Bilim belli kurallara göre okunması) ,
şama dönemidir, bütün bilimsel lerin gelişmesi, üretici, yapıcı kuru hadis, fıkıh, usul-i fıkıh, kelam, ta
oluşmaların, güzel sanatlar.ın bi luşla.rın gelişmesine bağlıdır. Bun savvuf, lisaniyat (sözlük, nahiv,
çimlendiği süredir. Devlet kurumla dan dolayı üretim kuruluşları ge beyan, edeb) , rüya yorumu adı al
rı ile siyasal güç arasında bir uyum, lişmenin birer ölçeği niteliğindedir. tında dokuz bölümden oluşur.
bir yakınlık bulunur. Ç) Çöküş tu Bütün uygarlık ürünleri, insan ak Hukuk, kaynağını güçte bulan
tumu (müsalemet tavr'ı) , yönetici lının birer yaratmasıdır. Aklın dı bir kurumdur. Toplum içinde sü
kurumlarda, toplumun çekirdeğini şında başka bir ölçü yoktur. Uy rekli anlaşmazlıklar, çekişmeler,
oluşturan ailede, öteki toplum ku garlık düzeyinde bütün yaratma toplumlar arası çatışmalar vardır.
rumlarında (bilim, sanat gibi ) çö lar, düşünce kurumları birer top Bunların sonucu «hakıı kavramı
küntüye yönelmenin başladığı dö lum ürünüdür. Bunların içinde en doğar. Ancak bu kavram «güçlü» ye
nemdir. Bu dönemde adı geçen bü soyut nitelik taşıyan din de öyle göredir. İlkel toplumlarda «hak»
tün kurumlarda başıboşluk, sığlık, dir. güçlünündür, bu doğal bir kuraldır.
düzensizlik, verimsizlik başlar, Din : Bir inançlar örgüsü olan Bunun zamanla gelişmesi, toplum
ayaklanmalar, çatışmalar, anlaş din, İbn Haldun'un düşünce düze da cıhaklı» ile «haksız» ı ayıran bir
mazlıklar alır yürür. D) Aşırı tüke ninde, ayrı bir yer tutmaz. Onun düzenin, bir genel yasanın doğuşu
tim tutumu (israf tavr'ı) , gelir-gi deneye, gözleme önem vermesi, bü nu sağlar. Bu nedenle «hukuk» ku
der dengesizliği, devletin kazanç tün toplum kuruluşlarını akıl ilke rumunun kaynağı da gene doğadır,
sağlayan kuruluşları ele geçirme lerine dayandırması, din karşısın doğada geçen olaylardır. Doğada
yarışı, borçlanmalar, vurgunculuk da sağlam bir tutumu olmadığını «haklı» olan <egüçlü» olandır.
lar, birbirini kayırmalar, C<devlet gösterir. İslam uygarlığı konusun İbn Haldun'un bütün görüşle
malı deniz, yemeyen domuzıı sözü da, çağına göre, biraz olumsuz bir ri, düşünceleri Mukaddeme adlı ya
nün geçerli olduğu dönem. davranışı benimseyen İbn Haldun, pıtında toplanmıştır. Felsefe tari
Bu dönemler içinde, ulusun ba Arapların, yönetici bir uygarlık hinde bütün görüşlerini toplumsal
şarıları, buluşları, yaratmaları ba aşamasında olmadıklarını, <<kötü yaşama, gözleme, deneye dayandı
kımından en önde geleni, uygarlık fatihlerıı olduklarını ileri sürer. ran, olaylara o açıdan bakan ilk İs
bakımından da en ileri durumdur. Onun için önemli olan bilimdir. lam düşünürüdür. Uzun süre etki
Uygarlık, bir ulusun yarattığı Bilim, gözleme, deneye, akıl il sini gösteren Mukaddeme, birçok
bütün düşünce ürünlerinin başta kelerine dayanan, kesin, genel ge- araştırmanın kaynağı olmuş, an-
2 10
cak İbn Haldun, İslam dinine geniş
yer vermediğinden, İslam ülkelerin
de dine bağlı öteki bilgeler gibi
önemsenmemişti!. İbn Haldun'un
değeri daha çok Batı'da bilinmiştir.
tasavvuf
felsefesi
Tasavvuf akunı. İslam düşün
cesinin oluşturduğu çığırlardan bi
ri de, kaynağını Yenieflatuncu fel
sefe anlayışında bulan tasavvuf
akımıdır. Tasavvuf evren - Tanrı -
insan (filem - Allah - insan) üçlü
sünün bir bütünlük içinde bulun
duğu görüşünü savunur. Eski çok
tanrıcı dinlerde, ilkel biçimde gö
rülen bu üçüzlü birlik düşüncesi,
sonradan soyut bir nitelik kazana
rak, tektanrıcı dinlere, İslam dini
ne geçmiştir. İslam tasavvufunun
·gelişmesinde üç büyük kaynak var
dır : Eski Hind inançları Yeniefla
tuncu felsefe, Mısır - Mezopotamya
inançları. Hind inançlarına göre,
varlığın, evren bütününün kayna
ğı, bütün Tanrıların üstünde yüce
bir güç olarak egemenliğini sürdü
ren Brahmadır ( ışık ) . Brahma,
oluşun, varlığın özü, kaynağıdır.
Sonsuz mutluluk (ebedi saadet)
Brahma'nın varlığında yok olmakla
sağlanır. Buddha inancına göre de,
insan ruhunun son aşaması nirva Halifeler döneminde yapılan Şam Camii. Halifelerin yetkisi, İ slam
na'nın özünde erimek, ölümsüzlü hukukuyla sınırlandırılmıştı.
ğe ulaşmaktır.
İnsanın ölümsüzlüğü, yüce bölgede doğan, Plotinos'un elinde ça suvf'dan (yün ) , yada ehl-i suf
kaynak.ta (Brahma, nirvana) yok gelişerek-, bir felsefe akımı niteliği fa'dan (salonda, sofada oturan) tü
olmaya, erimeye bağlı kalınca, du kazanan Yenieflatunculuk, bu tek rediğini söyleyenler varsa da, arap
yular evreni, insan için bir geçiş tanrıcı inancın en belirgin yorum dili kurallarına uymaz. Ayrıca,
yeri, bir ydkluk ortamı niteliğinde larını yapmaya koyuldu. İşte İslam mutasavvıf sözünün yalnız Yenief
dir. Bu görüş, İslam tasavvufunda dininin doğuşundan bir süre sonra latuncu felsefeyi benimseyen. İslam
<cfena fillah» (Tanrı yolunda yok hızla gelişen tasavvuf akımının dinini onun anlayış açısından yo
olup ölümsüzlüğe kavuşma) anlayı kaynağı çoktanrıcılıktan tektanrı rumlayan, akla değil, aşk'a, coşkun
şına dönüşmüştür. cılığa geçerken oluşan bu düşünce luğa (vecd) önem verenler için söy
Gerek Hind, gerekse Mısır din ürünleridir. lendiği göz önünde tutulursa, kav
lerinde, evrende egemen olan iki Yenieflatuncu anlayışa göre, ramın kökeni daha kolay açıklanır.
tanrısal güç vardı : İyi ile Kötü. Tanrı, akıl yoluyla bilinemez, yüce Tasavvuf, İslam dininin getir
Eski İran dininde bu ikileme, Ay varlığı, aklın sınırlarını aşar. Tanrı diği Tanrı, evren, insan anlayışına,
dınlık ile Karanlık olarak dile ge ancak derin bir sezgiyle, gönül gü özellikle şeriat kurallarına karşı bir
tirilirdi. Ancak, çoktanrıcı dinler cüyle bilinir. Tanrıyı kavramanın tepkidir. İslam inancına göre ev
de evren bir «bütünıı olarak değil, tek volu sevgi (aşk) ile coşkudur ren, insan yaratılmıştır, yok ola
sayısız varlıkların, tanrısal güçle (vecd) . caktır; insan bir kul'dur, eksiktir,
rin egemen olduğu engin bir alan Bu görüşe dayanan Jslam ta sınırlıdır, onda yalnız ruh kalıcıdır.
olarak düşünülürdü. Yalnız İ. Ö. savvufu, VII . yy sonları ile VIII. Tasavvuf anlayışına göre ise, Tanrı
VI. yy. da Ksenophanes tektanrıcı yy. b_ş.şlarında gelişme, olanağı bul ile birdir, varlık yaratılmış - yara
bir görüş ortaya atmış, evreni yö du. Hasan el-Basri, Ebu İsmail el tan biçiminde değildir. Yaratanla
neten Tanrı'nın «Birıı olduğu, var Mulai, Rebah bin Emreü'l Kaysi, yaratılan birliktedir. Evren Tanrı'
lıklardan kimseye benzemediği, Cabir bin Hayyam, Malik bin Dinar, dan, Tanrı evrenden ayrı değildir.
salt us, salt istem, salt düşünce ni Kuleyd el Seydavi, Mansur bin İnsanda tanrısal özler vardır; insan
teliği taşıdığı görüşünü savunmuş Ammar, Fazı · el Rakasi, islam ta konuşan, dile gelen Tanrı'dır. Yal
tu. Sonraları gelişen, yayılan bu savvufunun öncüleri sayılır. Köke nız Tanrı vardır derken, insan, ev
te'ktanrıcı anlayış, daha önce, Me ni üzerinde değişik görüşler ileri ren de bunun kapsamı içine girer,
zopotamya'da İbranilerce gelişti sürülen tasavvuf sözünün kaynağı, Tanrıdan başka varlık yoktur (la
rilen tektanrıcı görüşle birleşti. İs Yunanca bilgelik anlamına gelen mevcudu illallah) , ancak evrenle
lam dininin doğuşundan önce bu .sophos'dur. Tasavvuf sözünün arap- Tanrı birliği vardır (vahdet-i vü-
21 1
yayılmasını kolaylaştıran ilk dü
şünce ürünleridir. İranlılara karşı
derin bir öfke duyan Halife Man
sur, yaptığı çevirilerle gelen düşün
celerin İslama aykırılığını ileri sü�
rerek, İbn Muık affa'nın önce kolla
rını, sonra bacaklarını kestirdi, da
ha sonra fırına attırarak öldürttü.
VIII. yy. · da başlayan bu kanlı
tepkiler (İran'a karşı ) , isıa.m ül
kelerinde eski İran - Hind inançla
rının yeni bir yorumla yayılmasını
kolaylaştırdı. Nitekim ölümü ölüm
süzlüğe giden bir yol, sevgiyi kötü
lüklerden, eksiklerden, geçici (fani)
varlıklardan arınma sayan İran -
Hind inancı, tasavvufta Tanrı'ya
kavuşma, onun varlığında ölümsüz
lüğe ulaşma, onunla birleşme ilke
leri diye yorumlandı. Böylece, İs
lam dininin getirdiği gövde-ruh, ev
ren-tanrı ayrımını, ikileşmesini iş
leyen düşünce, İnsan - Tanrı - Evren
bütünlüğüne dönüştü, varlıkta «iki
Müslümanların kutsal saydıkları Eyüp Sultan Mezarlığından bir köşe. lik» değil «birlik» bulunduğu gö
rüşünü savundu, geliştirdi. IX. yy.'a
cud ) . Evren, Tanrı'nın görünür ol yada İran aydınlarınca geliştirilen böyle bir anlayışla girildi.
masıdır (tecelli) . İnsan, Tanrı'dan bir görüş olarak yayıldı. Görünüşte Tasavvufun en verimli çağı
gelmiş gene ona dönecek, onun İslam dinine dayanan ayrı bir yo .IX. yy.'dır . Bu dönemde, Tanrı ile
özünde (zatmda) ölümsüzlüğe ula rum niteliği taşıyan tasavvufta, bi insanın birliğini, arada bir ayrılığın
şacaktır. Ölüm sonsuz yaşa?'la ge raz derinlere inince, eski İran inanç olmadığını, insanın görünüşlere
çiştir, yokolmaık değil. insanın larının biçim değiştirip İslam dü aldanarak Tanrı ile evreni, insani
Tanrı'ya tapması kendine tapma şüncesine karşı bir tepki olarak ge ayrı sandığını ileri süren mutasav
sıdır. Tek tapılacak varlık Tanrı' liştiği görüliir. vıflar arasında Ahmed Belhi (öl.
dır (la mabudu illallah ) ; ancak in Yenieflatuncu düşünce ürün 854) , Zunm1n-i Mısri (öl. 859 ) , Ba
san da bunun kapsamı içindedir, lerinden fışkıran, sonra Yahudi - yezid-i Bistami (öl. 874 ) , Cüneyd-i
bu nedenle insan da «mabud» dur. Arap düşünürlerinin elinde biçim Bağdadi (öl. 9 1 0 ) , Hallac-ı Mansur
Yaratılış olayı, Tanrı'nın ken lenen tasavvuf, İran'ın Arap ege (öl. 922) gibiler, «tevhidıı görüşü
di özüne (zat'ına) karşı duyduğu menliği altına girişi sonucu daha nü geniş ölçüde yorumlayarak Tan
sevginin (aşk 'ın) görünüş alanına geniş bir yayılma alanı bulunca, rı'dan başka bir varlığın buluna
çıkışıdır (tezahür) . Evren kendi yeni yeni inanç varlıkları ile karşı mayacağını, bu nedenle, insanın
kendine varolan (vacib) değildir, laştı. Çok eski bir uygarlığın ka Tanrı olduğunu ileri sürdüler. Ba
ancak Tanrı'nın varlığı yüzünden l ıntısı olan bu inançlar, İran insa yezid-i Bistami, Cüneyd-i Bağdadi,
vardır (mümkün ) . Bu varoluş da nının bilinçaltına değin girmiş, bü «Tanrı cübbemin altındadır», ccTan
bir cıgörünüş» tür. Bu ccgörünüş» tün İran aydınlarının düşüncelerini rı benim içimdedir» dediler. Zun
Tanrı özünden çıkan «kfm» (ol) biçimlendiren bir yapı kazanmıştır. riun-i Mısri «benden başka Tanrı
buyruğu ile gerçekleşti. Öyleyse özellikle mezheblerin doğuşu, İran' yokturıı , Mansur, «Ene'l Hak» (Al
varoluşun başlangıcı, nedeni söz ın Ali'yi, onun soyundan gelen On lah benim) diyerek düşüncelerini
dür (kelılm) . Söz de Tanrının özün iki İmam'ı tutuşu, Arap inançları açıkça dile getirdiler. Bu yüzden
dedir. Önsüz-sonsuz ( ezeli-ebedi) nın İran insanının yaşama anlayı
kimi canından olan bu düşünürle
sözleri bu süreıkli oluşun (an-ı da şına uymayışı, katı oluşu, tasavvu rin anlayışına göre, insan konuşan
im'in) içindedir. Ondan dolayı da fa siyasal bir yön verdi. Kur'an'la Tanrı'dır.
süreksizdir. Görünüş evreninde gelen kurallara, belli bir ölçüye gö·
bulunan bütün varlıklar Tanrı'nın re akla, imana, kesin yasalara (şe
özünde vardı, Tanrının sınırsız bil
gisi bunları kuşatmıştır. Varlıkların
riat'a) dayanan İslam dini, arap
lardan çok daha eski bir uygarlığın
vahdet-i vücud
özü olan bu bilgilere «ayan-ı sabite» taşıyıcısı olan İranlıların yaratılı Tasavvufta İnsan ile Tanrı bağ
Tanrı bilgisinde var olan, değişme şına, yaşama biçimine aykırı düştü. lantısı daha çok ruh (can) konu
yen özler anlamında denir. O zaman, bu katı, değişmez sayılan sunda yoğunlaşır. Ruh insanda
İnsan varlığını oluşturan ruh din ilkelerinin karşısına, kökünü tanrısal bir varlık, tanrısal bir öz
( can) ile gövdedir (beden) . Ruh, eski Hind inançlarında, ccsevgiıı de olarak görülür. Buna karşılık göv
gövdeden ayrılıp kaynağına, Tanrı bulan, evreni bir «görünüş» alanı de ( bed en) tanrısal bir «görünüş»
ya dönünce, gövde dağılır, ölüm olarak yorumlayan İran düşüncesi niteliğinde anlaşılır. Ruhun içerdi
olayı gerçekleşir. Gövde ölümlü, çıktı. Daha IX. yy.'da başlayan bu ği söylenen istem (cüz'i irade) , akıİ
ruh ( can) ölümsüzdür İran etkisi, şiirle kolayca yayılma gibi varlıklar da tanrısal birer öz
Başlangıçta, Yenieflatuncu bir olanağı buldu. İbn Mukaffa'nın diye anlaşılır. Böylece insanın gö
düşünce akımı niteliğine bürünen, (öl. 757) yaptığı çeviriler, Hind, rünen, elle tutulur yanı (gövdesi) ,
tasavvuf, kısa süre içinde İran'da, İran inançlarının İslam ülkelerinde bir Tanrı görünüşü (tezahür) , gö-
212
rünmeyen yanı (manevi varııgı)
ise doğrudan doğruya Tanrının
<<parçasııı anlamında alınır. Cüneyd,
Mansur, Bayezid bu düşünceye
bağlı kalırlar. Böylece tasavvuf, in
san-Tanrı-evren birliğini (tevhid'i)
savunur. Artık insan ·e vrende, ev
ren insanda yoğunlaşmış bir <ranrı
dır. IX. yy.'da oluşan bu düşünce
X. yy. boyunca gelişir. özellikle
görüşlerinin temeli IX. yy.'da atı
lan Hallac-ı Mansur, X. yy. başla
rında çok yaygın bir düşüncenin
tek önderi olarak görülür.
XI. yy.'da tasavvuf İmam Gaz
zali ile yeni bir içerik kazandı. Ye
nieflatuncu felsefe ürünlerini ana
- basamak olan aklı bir yana
iterek onun yerine imanı koyan
Gazzali'ye göre, tasavvuf «in
sanın Tanrı'ya yaklaşmasıııdır
Tanrı bütün evreni kuşatan akıl-üs
tü bir varlıktır, Tek'tir. İnsanın Mevlevilikte sema, dinsel törenin bir parçasıdır. Sema sırasında
Tanrı'ya yaklaşması»dır. Tanrı dervi ş ler kendilerinden geçerek, birbfrlerine htç denmeden dönerler.
bütün evreni kuşatan aıkıl-üstü bir
varlıktır, Tek'tir. İnsanın Tanrı'ya det-i vücud) . sevgiye dayanan bir felsefe akımı
varması içekapanışla, özünün arın Senat, Tanrı insanda dile gelir, niteliği verilmek istendiği görülür.
ması ile olur. Ancak, Gazzali, tasav insan konuşan Tanrıdır» derken, Ancak bu dönemde de akıl değil,
vufu öteki sufiler gibi anlamaz ; ona evrenden Tanrıya doğru yükselme iman ağır basar. İman sevgiyle bir
göre, tasavvuf da imana dayanan, yi savunur. Onun ilk varlık basa leşir, onu güçlendirir. Gerçeğe ulaş
bütün varlığı Tanrı özünde bulan mağı insandır. İnsanda hem ((cüz'i manın yolu, içekapanış ile arınma
bir felsefedir. Bu görüş Yenieflatun iraden (insan iradesi) , hem de ((kül dır. Tek gerçek, evreni kuşatan
cu anlayışın ayrı bir yorumudur : li iraden (Tanrı iradesi ) vardır, ka Tanrı'dır. Tanrı ancak, gönülde bir
İşe ahlaktan başlayan, arınmayı rışıp kaynaşmıştır. Evren, ((külli aydınlık niteliğine bürünen 1<görü
bir yöntem olarak anlayan bir yo irade ile doludur.» nüş » le kavran ı r.
rum. İnsanın Tanrı'ya giden yola Senai'nin yolundan yürüyen Tasavvufa bu açıdan bakanla
girmesi için bütün duyu etkilerin Feridüddin Attar (öl. 1 193) da, rın başlıcaları : İbnu'l Ferid, Baba
den, geçici isteklerden, dünya eği Tanrı - Evren - İnsan birliğini sa Efdal, Muhyiddin-i Arabi, Celaled
limlerinden sıyrılması, içini Tanrı vunur. Ona göre de varlıkta çok din-i Rumi, Sadiz-i Şirazi gibi ay
ışığı ile aydınlatması gerekir. Çün luk (kesret) değil, teklik (vahdet) dınlardır.
kü Tanrı bütün aydınlıkların kay vardır. İnsanda tanrısal özler bu Muhyiddin-i Arabi ( 1 1 62-1240) , .
nağıdır. Bu kaynağa varan yolu lunur. İnsan Tanrı'dır, konuşan, önce felsefe konularını işleyen, ça
yalnız «sevgiıı (muhabbet) , aydın düşünen, eylemde bulunan Tanrı: ğının bütün felsefe akımlarını in
latır. Bu nedenle, tasavvuf ccaşk Bütün tasavvuf akımını benimse celeyen, sonra kendini büsbütün
yolu» dur. yenlerin birleştikleri tek konu, in tasavvufa veren Muhyiddin-i Ara
XI. yy. sonu ile XII. yy. başla sanın taşıdığı tanrısal öz dolayısiy bi'ye göre tek varlık Tanrıdır ( in
rında yaşayan Senai (öl. 1 13 1 ) , ta le ölümsüz oluşudur. Feridüddin san) . Bütün oluşun, evrenin özü,
savvuf akımına yeni bir anlam ka Attar, bu görüşü şiir dokusu için kaynağı odur. Tek olan Tanrı bi
zandırdı. Ona göre Tanrı - İnsan - de işlerken, insanı bir ccseven var linemez, önsüz-sonsuzdur (ezeli-ebe
Evren üçlüsü öz bakımından birdir. lık» olarak niteler. Kendinden önce di) . Varlığı, aklın sınırlarını aşar.
Ayrılık yalııız görünüştedir. İnsan, gelenlerin, özellikle Mansur'un iş Bütün evren düzeni Tanrının bir
özünde, Tanrı'yı yansıtan bir varlık lediği bu İnsan - Tanrı, Seven - yansımasıdır. Bağımsız bir varlık
tır. Duyularla (gözle) içinde yaşa Varlık anlayışı, şeriat ilkeleriyle olmayan evren, Tanrı'nın «görü
dığımız evreni, gönül gözüyle de bağdaşmaz, bundan dolayı tasav nüşıı üdür. «Tanrı Birlikıı inin görü
Tanrı'yı bir bütün olarak görürüz. vuf, İslam dininde şeriatı tutanlar nüş alanına çıkması, evrenin
Tanrı evrendedir. Varlık olan Tek' ca yasaklanmıştır. Gerek Senai, (<oluş» udur. Bizim evren dediğimiz
tir (vahdet-i mevcud) . Varlık Bir gerekse Attar, tasavvufa eski İran varlık bütünü , oluşunu (vaclığını)
lik'i (vahdet-i vücud) anlayışına inançlarını da kattılar. Böylece ye Tanrı'nın Birlik'ine borçludur, on
göre evren, insan, Tanrı'dadır. ni bir yorum ortaya çıktı : Ne in dan dolayı vardır. Bir bütün ola
<<Varlık Tektir» anlayışına göre de sansız Tanrı, ne Tanrısız insan ola rak Tanrı'ya bağlanan evren düze
Tanrı evrendedir; evren Tanrı'dır. bilir. Bu ikisi birbirini gerekli kı ninde, ne zaman vardır, ne değiş
Tanrı evrendir ile Evren Tanrıdır lar. Tanrı - İnsan - Evren üçüzlü me, ne de başkalaşma. O bir ubü
görüşü ilk bakışta eşanlamlı gibi sünün kökeninde, eski çoktanrıcı tünıı dür. Zaman, değişme insanda
gelirse de, öyle değildir. Varlık dinlerin Gök - Yer - Su üçüzlü tan ortaya çıkan bir kuruntudur. İnsan
Tek'tir düşüncesi evrenden Tanrı rılarının izleri vardır. görünen evrenle (duyulur evrenle)
ya, (vahdet-i mevcud) , Tanrı tek XIII. yy. başlarında daha ön görünemeyen evreni (düşünülen
tir diye açıklanan Varlık Birlik'i ce alınan konuların yeniden, ayrı evreni, Tanrısal evreni) hirbirine
ise Tanrıdan evrene yönelir (vah· bir açıdan yorumlandığı tasavvufa, bağlayan bir varlıktır. Oluş bir ard-
213
aşamalarına dayanan bu düzene
göre, kendini Tanrıya veren insan
işe şeriatla başlar, olgunlaştıkça
yükselir, arınır, son basamak olan
hakikat aşamasına çıkar. Bu aşa
mada insanla Tanrı birleşir. Ancak
bu yükseliş de gene evrende, duyu
lur varlık ortamında olur. Bu dört
lü aşamalar düzeni ile dört ilke
(anasır-ı erbaa) denen toprak,
ateş, su, yel arasında bir bağlantı,
gizli bir düğümlenme vardır. O da
dört sayısının kutsallığı ile ilgilidir.
Dörtlü aşama, cansızlar ( ce
madat ) , bitkiler (nebatat) , canlılar
ı hayvanat) .gibi üç doğurucu öz
(mevalid-i selase) ile bağlantı için
dedir. Gerek dört ilke, gerekse üç
öz, insan bütününde, evrende, Tan
rı'da vardır. Kökeni tasavvuf olan
tarikatın kaynağı da budur.
İnsanda tek töz (cevher) ruh'
tur. Ruh gövdede geçici bir süre
için bulunur, gerçek kaynağı olan
Tanrıya kavuşmak ister. Tanrı,
ruhların toplandığı bir ((bütün»
dür. Ruhun Tanrı'ya karşı duydu
ğu özleme, kavuşma isteğine «aşk»
denir. Ancak, ıcaşkıı ın doğması, ge
Hz. Muhammed'in efsanevi yolculuklarından birini aösteren minyatür. lişmesi birtakım koşullara bağlıdır.
Bunların başında ((nefsıı in bütün
arda ortaya çıkıştır (zuhur) . Bütün k i İran, Hind inançlarıdır. İslam geçici eğilimlerden, isteklerden
varlık katları, belli bir düzene göre dininde böyle bir düşünce yoktur. arınması, kalıci olana (baki olana)
Tanrı Birlik'inden görüriüş alanına Bu nedenle aşırı ölçüde şeriata bağ yönelmesi gerekir. Gerçeğin kav
çıkar. Varlıklarda zaman bakımın lı kalan İslam düşünürleri ondan ranması bu «aşkıı ile sağlanan «sez
dan bir öncelik, sonralık yoktur. sözederken «şeyh-i ekfen> (en kafir gin yüzündendir. Sezgi insan gön
Bütün varlık türleri zamandaştır . şeyh) deyimini kullanmışlardır. lünde yansıyan bir «doğuşıı tur. Bu
Değişmeyen, süresiz bir an vardır Muhyiddin-i Arabi'nin en ilginç köklü doğuş, Tanrı ile insanı bir
ki, buna an-ı dfı.inı denir. Oluş bir yapıtları Fususu'i - Hikem (Bilge leştirir. Şeriatın öngördüğü bütün
gizliden ortaya çıkıştır, o da beş liklerin Özleri) ile Futuhatu Mekki tapınma (ibadet) biçimleri özle il
aşamalıdır. Buna da hazeratü'l ye'dir. gili değildir, birer «gösterişıı nite
hams denir. Kesin gizlilik (gaybu'l XIII. yy. ortalarında tasav liğindedir.
mutlak) , ilk belirlenme (taayyunu'l vuf akımı, büsbütün, bir edebiyat - Mevlana üzerinde etkili oldu
evvel) , ikinci belirlenme (taayyu tarikat çığıp niteliği kazandı. Bun ğu söylenen, ona tasavvuf sevgisi
nu's sani) , ruhlar evreni (alemu'l da en büyük etki Mevlana Cela.Ied ni aşılayanlardan biri, Sadreddin-i
ervah) , görünüş (zuhur) . Oluş ( or din-i Rumi' den ( 1 207- 1 273) geldi. Konev.l ' dir (1210-1274) . Konevi'ye
taya çıkış) bu beş aşamaya göre, Bütün düşüncelerini Mesnevi adlı göre tek varlık vardır o da Tanrı'dır.
birinciden beşinciye (yüceden aşa yapıtında şiirle dile getiren M � vla Tanrı Birlik'tir ( vahdet) , görünüş
ğıya) doğru gerçekleşir. nfı., kendinden önce gelen iki Iran alanına çıkışı çokluktur (kesret) .
Muhyiddin-i Arabi'nin görüşü ozanı Senai ile Attar'm izinden yü Ancak çokluk özde değil görünüş
ne göre, «yaratılışn yoktur, yalnız rür. Derin bir coşkunlukla yoğur · tedir. Tanrı varlık ışığıdır (nuru'l
Tanrı'dan fışkırma (sudur) sonu duğu tasavvuf görüşünün doruğun vücud) . Bütün oluşlar, türler ondan
.
cu görünüş alanına çıkma (zuhur) da gene Tanrı vardır. Tanrı bir fışkırır (sudur eder ) . Oluş Tanrı
vardır. . İnsan bunu akılla değil du Varlık Bütünü 'dür. Varlık kavramı dan fışkırmadır. Tanrı akılla, duyu
yuşla, sevgiye dayanan bir kavrayış altında toplanan ne varsa Tanrı' verileriyle anlaşılmaz. Özü, aklın
la anlar. Sevgi, insanla Tanrı'yı bir dadır. Tanrı - İnsan - Evren bir kavrayış gücünü aşar. Tanrı'ya var
leştirir, kaynaştırır. Bütün coşkun ııbütünıı dür. Oluş bir tanrısal yan manın, onu bilmenin tek yolu ((aşkıı
luklar, .s evinçler, sevinmeler, aşırı sımadır, görünüş alanına çıkıştır. tır. Ancak bu bilme de kesin değil
tadalışlar (şehvet) tanrısal birer Bütün varlık türleri Tanrıdan gel dir. Çünkü Tanrı, özü (zat'ı) gere
eylemdir. İnsan sevdiği bir kimsey diği için, ondan ayrıldığı için ona ği vardır. Bu varlık da insanın bü
le birleşirken bile, kendini tanrısal dönmenin onun varlığında bir . ol tün yeteneklerini aşar, sınırsızdır,
bir eylem içinde bulur. İnsan bir manın özİ emi içindedir. İnsan ko insan ise sınırlıdır. Bu nedenle, sı
coşku varlığıdır. Coşku ise Tanrı'ya nuşan Tanrı, Tanrı konuşan insan nırlı olan sınırsız ölanı kendi bü
yöneliştir. dır. tünlüğü içinde bilemez, yalnız dü
Muhyiddin-i Arabi'nin ileri Tasavvufun bir tarikat anla şünür. İşte bu cıdüşünmeııyi sağla
sürdüğü bu oluş, gizlilikten açığa, yışı biçimine dönüşmesi sonucu or yan ccaşkıı tır, Tanrı'ya duyulan eği
karanlıktan aydınlığa (zulmet'ten taya dörtlü bir yükseliş düzeni çık limdir.
n ur'a ) çıkış anlayışının kökeni, es- tı. Şeriat, tarikat, marifet, hakikat Sadreddin-i Konevi'nin bu gö-
214
rüşü, kaynağını Muhyiddin-i Arabi
de bulur, yeni değildir. XIII. yy.
sonlarına doğru, tasavvuf görüşü
birer tarikat anlayışı niteliğine bü
ründüğünden, yapılan bütün çalış
malar eskilerin düşüncelerini yo
rumlamaktan, onların yazılarına
açıklamalar, ekler yazmaktan öte
ye geçemedi. Yalnız Yunus Emre
(öl. 1 320? ) , Yenieflatuncu düşün
ceye dayanan bu anlayışları çok
açık seçik bir türkçe ile dile getire
rek, Anadolu'da tasavvuf görüşü
n ün daha geniş bir alana yayılma
sını sağladı.
XI. yy.'dan sonra tasavvuf ala
nında ortaya çıkan değişik görüş
ler, davranışlar sonucu, cctarikat»
adı verilen kuruluşlar doğdu. Bun
lar bir ıcşeyh>ı in yönetimi altında
bulunan, belli bir görüşü benimse
yen topluluklardır. Düşünce bakı
mından yeniliği olmayan bu kuru
luşların, küçük birer tasavvuf çı
ğırı olduğu açıktır. Ancak, tarikat
ta tek geçerli görüş cışeyh» in dü
şünceleridir. Onun dışında, ondan
ayrı bir yorum getiren ayrı bir ta
rikatın, yada kolun (tarikat kolu
nun) kurucusu sayılır. Hz. M uhammed'in auak izi ( İ stanbul, Top kapı Sarayı ) .
Tarikatların ıcsunni» , uşfüı , ya
da ccalevin gibi kollara ayrılması yü şını, O:ı·pheus adına bağlanan yaşa nülemez. Tanrı özü (zat 'ı) ile var
zünden tasavvuf anlayışında da bir ma tutumunu tasavvufa soktu. Baş lık türleri arasında ayrılık değil,
takım ayrılmalar görüldü. Bunlar ta Tanrı, insan olmak üzere, bütün birlik vardır. İslam dininin, özellik
dan ccsunnin inançlarına bağlı ka canlı, cansız varlık türlerini harf le Kur' an'ın getirdiği ilkeler birer
lanlar, az da olsa, şeriat kurallarını lerle, sayılarla açıklama yolunu tut örnektir, onlara verilen anlamlar
benimser bir tutum takındılar . ..Şe tu. Ona göre varlığın özü, ilkesi yanlış, görünüşe aldanıştan doğan
riatın yasaklarına uydular. Sözge harflerdir, sayılardır. İnsan denen birer yorumdur. Bu evrenin dışında
limi içki, çalgı, raks gibi şeriatla tanrısal varlık (insan-ı kamil) otuz başka oir evren, öldükten sonra di
hağdaşmayan tutumlardan kaçındı iki harften oluşan bir olgunluk ör rilme, yargı günü yoktur. Madde
lar. Tasavvufla İslam dininin genel neğidir. Evren yapısı, sayılara, harf önsüz - sonsuzdur (ezeli - ebedi ) .
kurallarını, şeriat ilkelerini bağdaş lere dayanır, onların belli bir düze Tanrı istemi (Tanrı iradesi) de,
tırmaya çalışan tarikatların başın ne göre birleşmesinden, kaynaşma varlık türlerinin özünde bulunan
da, ccNakşibendi tarikatın gelir. Bu sından oluş ur. Tasavvuf bir harfler, itici bir .güç olmaktan öteye geçe
doğrultuda giden tarikatlar şeria sayılar öğretisidir. Fazlullah bu dü mez. Düşünen varlık yalnız insan
tın bütün ilkelerini yerine getirir. şüncelerini «Cavidanıı adlı yapıtın dır. Bu nedenle onunla Tanrı ara
Bunun dışında, ıcalevi» kavra da, belli bir düzene göre açıklamış sında bir öz birliği vardır. Tanrı bir
mı altında toplanan tarikatlar şe tır. varlığın yapısında, özünde olmaya
riatın bütün ilkelerine karşı çıkar Fazlullah-ı Hurüfi'nin yolun nı ne dileyebilir, ne de olmasını bu
lar. Bektaşilik, Mevlevilik (alevi dan giden Seyyid Nesimi (öl. 1 4 1 3 ? ) yurabilir. Tanrı istemi evreni doldu
kolu ) , Melamilik, Hurufilik bu tür ise, bu düşünceleri daha d a ileri gö ran varlıklarla sınırlandırılmıştır.
dendir. Bunlara göre, Tanrı ile in türerek, insanın bütün varlığı ile Ne varsa insanda vardır.
san birdir, birliktedir. Kur'an'ın, şe canlı bir Tanrı olduğu görüşünü Belli bit anlamda insanı tanrı
riatın getirdiği ilkelerin görünüşte savundu. Tanrı evrendedir, insan laştıran bu görüş, Anadolu'diı, ta
ki anlamına bakılmaz. İnsan'ın dır. İnsan Tanrı'nıh konuşan sözü savvufun insan anlayışını yan'sıtan,
ı<ibadet » i bile, kendi özüne karşı dür. «Kelamullah-ı natıkn (Konu varlık alanında ikiliği, onu-sonu
duyduğu saygıdan dolayıdır. Tanrı şan Tanrıözü) diye adlandırılan in ortadan kaldıran maddeci anlayı
insan özündedir. san, gerçekten Tanrı'dır, evrenle şın başka bir açıdan yorumudur.
özdeştir. Şeyh Bedreddin'in ccVaridatn adlı
'
216
ÖNEMLİ
CAMİLER
• •
umeyye camıı
• •
Emeviler dönemi n de 7 05 -
7 1 5 yılları arasında . Halife· Velid
tarafından yaptırılan ümeyye ca
mi Şam'dadır. Ümeyye camii, Vaf
tizci Yahya'nın adını taşıyan bir
kilisenin temelleri üstüne kuruldu.
Cami dikdörtgen biçimind·cdir.
Caminin önünde üç yanı re
vak' larla ( büyük cami ve medrese
lerin iç . avlularının çevresinde gö
rüien üstü örtülü, önü açık yer)
çevrili bir avlu vardır. Caminin gü
neydoğu köşesindeki minarey� (XI.
yy. ) İsa minaresi, güneybatı köşe
sindekine ( 1488) Kayıtbay minaresi
ve kuzey duvarı ortasındakine (XI.
yy. ) de Arus minaresi adı verilir.
Arus minaresi kübik geçimiyle Do
ğu ve Batı İslam ülkelerinde bir
çok minareye örnek olmuştur.
Caminin içi, taş ve tuğladan
yapılmış iki sütun sırası aracılığıy
la üç sahına ayrılır.
Halife Velid döneminde cami
nin iç du varları ve kubbesi yçı.. l dızlı
zemin üstüne yeşil ve kahverengi
mozayiklerle süslenmişti. Ama bu
mozayiklerin büyük bir bölümü
deprem ve yangınlar nedeniyle
harap olmuş, sağlam kalanlar da
yüzyıllar boyu badanayla örtülmüş
tür. Ama , 1 927 yılında yapılan ça
lışmalarla bu mozayikh�r meydana
çıkarılmıştır.
kayrevan camii
Emevi halifesi Ukbe bin Na
fi'nin yapımını başlattığı (670) Kay
revan camiini_ halif·c Hişam bin Ab
dulmelik tamamlattı ( 7 26 ) .
Ama bu camiden günümüze pek
birşey kalmamıştır. Bugün Kayre
van camii adıyla bilinen cami IX.
yy'da aglebiler döneminde yapılmış
tır .
Cami, çifte revakla sınırlanan Kayrevan camii
21 7
bir avluyla çevrilmiştir. üst üste
yerleştirilmiş kare biçimli üç kule
den oluşan, 35 m yüksekliğindeki
minare kuzeybatı revakının ortasın
da yer alır. Taban kenarı 1 0 m'yi
bulan bu kalın minare, Magrip ve
Endülüs camilerinin minarelerine
örnek olmuştur.
Yedi kapılı olan Kayrevan ca
miinin en ilginç yanı kubbeleridir.
Asıl kubbe yarım küre biçimindedir
ve yirmi dört yivle bölünür.
Cami içindeki süslemeler ku
maş işlemelerine benzeyen kabart
malardır. insan ve hayvan figürle
ri pek azdır. Cami içindeki yazı
lar «köşeli küfi» üslubuyle yazılmış
tır. Tavanlar ve duvarlar hemen he
men bütünüyle penceresiz olduğun
dan caminin namaz kılınan yeri
sadece avludan ışık alabilmektedir.
kurtuba camii
Mütevekkiliye camii Kurtuba caminin�tıemeli Abdurrah
man 1 tarafından atıldı (26 Tem
muz 786) , ama caminin son biçimi
ni alması iki yüzyıl kadar sürdü.
Caminin ilk biçimi, 9 salımlı
(caminin içine açılan kapı ile mih
rap duvarı arasında kalan bölüme
Sahın adı verilir) ve 1 2 kemer yüz
'
lü bir salon ve namaz kılma yerin
den meydana geliyordu . Kurtuba
camiinin en büyük özelliği iki katlı
kemerleridir. Kemerlerin oluştur
duğu ikinci kat, hem ayaklan bir
birine bağlar hem de tavanı tutar.
Alt kat kemerlerinin at nalı biçi
minde olmasına karşılık üst kat ke
merleri yarım daire biçimindedir.
Cami nüfusa yetmemeye baş
layınca, 848'de Abdurrahman il.
mütevekkil iye
• •
camıı
Mütevekkiliye camii, Samarra
(Irak ) kentinde, Abbasi halifesi Kurtuba camii'nin içi
Mütevekkil tarafından yaptırıldı
(848-852 ) . olan bu koni biçimli minarenin ta na girmeyen ilk sultanıdır.
Ulu camii adıyla da bilinen bu banı, her kenarı 33 m uzunluğun Caminin planı basittir: her ke
camiin sadece çevre duvarları ve ? a ve 3 m. yüksekliğinde bir ka narı yaklaşık 92 m'dir ve beş sa
minaresi günümüze dek ayakta redir. Minarenin toplam yüksekli lımlı bir harem bölümü kapsar. Av
kalabilmiştir. Mütevekkiliye camii, ği 53 m'dir ve tepesi yoktur. Mina lusunun üç yanı çifte revakla çev
dünyanın en büyük camidir. Çev reye 2,5 m. genişliğindeki rampa rilidir. Revak ve sahınlardaki ke
resiyle birlikte 38 000 m2 yer kaplar dan çıkılır. merlerin dayandığı ayakların kö
ve namaz kılma yeri 1 50.000 kişiyi şelerinde tuğladan ince bir e:öm
rahatlıkla alır. Harem bölümünde me sütun bulunur; bu sütunların
kıble duvarına dikey olarak uza
nan 25 sahın vardır.
tolunoglu camii süs olmaktan öteye görevleri yok
tu, çünkü ağırlığı bütünüyle ayak
Caminin en ilginç yanlarından Tolunoğlu Camii. 876-879 yıl lar taşır.
biri de Melviye adı verilen burma ları arasında, Kahire'de Ahmed bin Kahire'de taşın çok bol olma
lı minar·c sidir. Melviye, camiin ku Tolun tarafından yaptırıldı. Ahmed sına karşın yapının tümü, tuğla
zey yanında ve 27 m. uzaklıktadır. bin Tolun, Mısır'daki ilk Türk dev- dandır, tuğlalar bir alçı tabakasıy
Babil'deki zigguratlar gibi kat kat 1etinin Bağdat halifeleri buyruğu- la örtülmüştü. Caminin birkaç met-
219
Avlu revaklarla çevrilidir. Mi
nareler Memluklar döneminden
(XIV-XV.yy. ) kalmadır.
Osmanlılar Mısır'ı alınca Ca
müh�zher dinbilim merkezi, hem a
rap dili ve edebiyatı hem de islam
dini öğreten çağın en önemli kuru
mu haline geldi. Müslüman ülke
lerden akın akın gelen öğrencilerle
dolup taşan El-Ezher medresesi is
lam düşüncesi alanında ortaya çı
kan anlaşmazlıklarda hakem rolü
oynadı.
1 936'da gerçekleştirilen bu iç
reformla eski öğretim yöntemleri
bir kenara bırakılarak çağdaş öğre
tim yöntemleri benimsendi. Birçok
orta öğretim okulları El-Ezher'e
bağlandı.
Bugün El-Ezher'deki ogrenim
süresi dört döneme ayrılır : a) birin
ci dönem dört yıllıktır: bu dönemde
fıkıh, tecvit, siyer, coğrafya, tarih,
resim ve matematik öğrenimi yapı
lır; b) orta dereceli dönem beş yıl
lıktır ve fıkıh, hadis, tevhit, tefsin,
sarf ve nahiv belayat, edebiyat ta
rihi, aruz ve kafiye, okuma ve ez
ber, kompozisyon, tartışma, mantık,
tarih, coğrafya, fizik ve kimya oku
tulur ; c) üniversite karşılığı 9lan
yü�sek dönem (dokuz fakültesi var
d ıi ) ; ç) üniversiteyi bitirenlerin de
vam etmeye hak kazandıkları yıllık
lisans kurslarından diploma alanla
rın kabul edildiği dördüncü dönem;
bu dönem 5-7 yıl süren bir doktora
dönemidir.
El-Ezher Üniversitesi'nin ya
bancı ülke müslümanları için özel
bir bölümü vardır.
el akmer camii
Halife El-Amir döneminde ya
Tolunoiilu camii'nin avlusu pıldı ( 1 1 25) .
Fatimilerin önemli camilerin
re ilerisinde yer alan minaresi Sa de eklenmesiyle çeşitli değişiklik den biridir ve taştandır. Kıble du
marra Mütevekkiliye camiinin Mel lere uğrayarak gelişti. Eyyubiler
· varına paralel olarak dizilen üç sa
viye adı verilen minaresine ben- döneminde ihmal edilen camiye, lım vardır. Kuzey eyvanındaki kapı
zer. Mc:mluklar döneminde El Malik-üz camiye girişi sağlar. Orta avlunun
Caminin süslemeleri de Müte Zahir Baybars eklemler yaptı. Da doğu ve batısında da birer eyvan
vekkiliye'ye benzer. Tolunoğlu ca ha sonra depremde yıkılan camiyi bulunur. 1399'da, Memluk Sultanı
minin şişkin karınlı bir vazoyu an Emin Salar yenid·cn yaptırdı. 1 31 0' Seyfeddin Berkuk'un veziri Yulbo
dıran sütun başlıkları bitki figürle da Baybars, 1 340'ta Akboğa, 1 495'te ğa bin Abdillah bin Selimi, camiyi
riyle süslenmiştir. Kayıtbaş, cami çevresine medreseler onarttı v·2 bir minare ekletti.
ve vakıflar yaptırdılar. El-Akmer'in en ilginç yanı cep
Caminin kıble duvarına paralel he süslemeleridir. Sivri kemerli niş
el ezber camii olarak dizilen beş salımı ve bu sa
lımları kıbleye dikey daha geniş bir
ler cepheyi böl tj_mlere ayırır ve bu
nişlerin yukarı kesimleri istiridye
Ebül Hasan Cevher'in 970-972' sahın keser. Sağında ve solunda çif kabuğu biçiminde yivl·crle son bu
de Kahire'de yaptırdığı cami. Cami te sütun dizisi bulunan bu orta sa lur, Cephede görülen bükey Çizgili
nin adının Hz. Muharhmed'in kızı hın hem geniş hem de yüksektir; üçgenler Mısır'da ilk kez bu camide
Fatma'ya verilen Zehra takma a orta sahın iki kubbeyle örtülüdür. kullanılmıştır. Cephenin yukarı ke
dından geldiği sanılır. Kıble duvarı yanındaki sahının iki simleri kufi yazıyla yazılmış uzun
El-Ezher · camii, medreselerin ucunda da iki kubbe bulunur. kitabelerle süslüdür.
220
talayi camii
Fatimi veziri Talayi bin Ruzzi
ki'nin yaptırdığı cami ( 1 160) . Fa
timil�in son mimarlık eseri olan bu
cami 1522 metrekarelik bir alanı
kaplar.
Talayi camımın öbür Fatımi
camilerinde · pek görülmeyen özel
liıkleri vardır : caminin yapıldığı
yer yol düzeyind·2n yüksekte olduğu
için yapının dört yanı taşla örfümüş
ve altına dükkanlar yapılmıştır. Mi
nare, cümle kapısı üz·2rine yapıl
mıştır.
el hakim camii
Fatımiler döneminde Kahire'
de yapılmış cami. Temeli 990'da El
Aziz tarafından attırılan camiyi El
Hakim tamamlattı.
El-Hakimi camiinin Tolunoğlu
camiine benzeyen birçok özelliği
vardır. Kıble duvarına paralel ola
rak sıralanan beş sa.hın, hafifçe taş
kın sivri kemerli sütunların ıçın2
gömüldüğü tuğladan ayakla.r, v.b.
kıbleye paralel beş sahını kesen or
ta sahın, El-Ezher camiindeki özel
liklerin devamıdır. Kıble duvarının
iki ucunda birer kubbe bulunur.
Kıble duvarı VP, çifte sütunların ta
şıdığı üç büyük kemer , mihrap ö
nündeki kubbeyi tutar.
Camiye giriş-çıkış kuzey cephe
sindeki cümle kapısıyla sağlanır.
Kahire'deki Fatimi yapılarıyla taş
tan kuşatma duvarı ilk kez bu ca
mide kullanılmıştır.
Caminin değişik biçimli iki mi
naresi vardır : kuzeydoğu köşesin
deki silindir güneybatı köşesindaki
sekizgen. Bu iki minare daha geç
dönemlerde birer dikdörtgen kaide
içine alınmıştır.
el cüyuşi camii
1 085'te Kahire'de Emir el-Cü
yuş Bedr ·al-Cemali tarafından Ka
hire yakınlarında yaptırıldı.
Yapı, birbirini izleyen üç bölü
me ayrılır :
A) ön bölüm: üzerinde mina
re bulunan bir kapı dehlizidir; deh
lizin sağında minarenin merdiveni,
solunda abdest alma yeri bulunur;
B) Orta bölüm: bir avlu ile
avlunun sağında ve solundaki birer
odadan meydana gelir; odalar, ko
nukların v·a hizmetçilerin yatıp
kalkması için yapılmıştır.
C) Arka bölüm: Namaz kılı- El Hakim camii
221
Divriği Ulu camii
yaptırdığı camiyi haçlılar değişik Kaya'nın üstüne gelen bir kubbe ile rın ve musevilerin kutsal saydıkları
liklere uğrattılar. Salahaddin Ey örtülüdür. Kubbenin kasnağı dört bir yerdir : İbrahim peygamber bu
yubi'nin 1 187'de büyük ölçüde o ayak ve oniki sütuna dayanır. Mes rada kurban kesmiştir ; Süleyman'
narttığı caminin, sağında ve solun cidin dört kapısı vardır; doğuda ın mihrabının, Yakub'un Beytül
da sütunlar vardır. Rabünnebbi Davud (Davud peygam lahm'nin, Yebılsi Aravna'nın har
Mescidi Aksa'nın planı, derinli ber kapısı) ; batıda Babülgarb (Ba manının burada olduğu söylenir.
ğine yönelen üç yolu ile hıristiyan tı kapısı) ; kuzeyde Babülcenne Kubbetüssahra'da cennete giden
bazilikalarının planına benzer. (cennet kapısı) ; güneyde Babülkıb bir yol bulunduğuna, Nuh peygam
le (Kıble kapısı) . Bronzla kaplı bu berin gemisinin Tufan'dan sonra
ahşap kapılar üzerinde kufi yazılar Kutsal Kaya üstüne indiğine, Adem
vardır. Mescidin kuzeybatısında, yaratılmadan önce meleklerin bu
kubbetüssahra Kıbletülenbiya (P·cygamberler kıb
lesi) adı verilen bir mihrap yer a
kayayı ziyaret ettiklerine, kayanın
altında büyük bir mağara bulundu
Bazı kutsal eşyaların saklandı lır. ğuna ve ölü ruhların bu mağarada
ğı bir mescittir. Gerçekte bu yapı Kübbetüssahra birçok . onarım toplandığına inanılır. Ayrıca , Hz.
bir ziyaret yeridir ve planı da bu gö görmüştür. Kubbe 846 ve 10 16'da iki Muhammed'in Mirac'a çıkarken Bu
reve göre düzenlenmiştir. kez çökmüş ve yeniden yapılmıştır. rak'a binmek için bastığı taş (Hz.
Mescit, Sahra (Kutsal Kaya) 1 099'da haçlılar Kübbetüssahra'yı Muhammed'in ayak izi bu taş üze
adı verilen bir kayanın çevresinde ele geçirerek duvarlarına aziz re rinde kalmıştır.) , Hz. Muhammed'
kuruldu. Emevi halif.csi Ebdülme siml·cri astılar, Kutsal Taş'ın üze in ve Ömer'in bayrakları, Hz. İbra
lik bin Mervan tarafından 69 l 'de rine mermerden bir mihrap yaptı him'in kurban ettiği koçun boynu
yaptırıldığı sanılır. lar. Ama, Salahaddin Eyyubi 1 1 37' zu, Hamza'nın kalkanı, İran hü
Kubbetüssahra, gerek düzeni de ülkeyi ele geçirince Hıristiyanlık kümdarı Husrev'in tacı ve çok de
gerekse dekoru bakımından hıristi la ilgili tüm eşyayı ve aziz resimle ğerli bir inci de Kubbetüssahra'da
yan yapı üslubuna bağlıdır. Sekiz rini ortadan kaldırdı. saklanmaktadır. Kubbetüssahra'da
gen bir alana oturan yapı, Kutsal Kübbetüssahra, müslümanla- ki kutsal eşyalar sandıklar içinde
223
saklanır. Bu sandıkların tozları şi
falı sayıldığından yılda bir kez alı
nır ve ziyaretçilere satılır. Emevi
ler döneminde Kubbetüssahra'da
saklanan kutsal eşyaların birçoğu
Abbasiler tarafından Kah2'ye taşın
mıştır.
sultan basan
medresesi ve
mescidi
Mısır'da, Memluklar döneminde
Sultan Hasan tarafından yaptırıl
dı ( 1 356) .
Medresenin avlusu kare biçi
mindedir. Avlunun her kenarının
ortasında birer eyvan görülür. Ey
vanların en büy!'iğü doğudaki mes
cittir.
İki yanında ince başlıklı sütun
lar bulunan mescit mihrabı mermer
dendir. Mescidin duvarları mozayik
le kaplıdır ve ayetlerden olu::: a n bir
frizle çevrilidir. Mihrabın sağındaki
ve solundaki birer kapıyla Sultan
Hasan'ın mezarının bulunduğu kub
beli salona girilir.
,,. Boyutları hemen hemen eşit o
lan öbür eyvanlar birer küçük avlu
ya açılırlar. Öğrencilerin ders gör
meleri için bu eyvanlar hücrelere
bölünmüştür.
mescidi cuma
Mescidi Cuma. 1 072'de İsfahan'
da, Selçuklu Sultanı Melikşah adına
yaptırıldı. Mescidi Cuma , Abbasi
halifesi el Mansur'un 755'te yaptır
dığı çok sütunlu camiin yerinde ku
ruldu. 1 1 2 1 'de Batıniler tarafından
yakılan bu cami sonradan yeniden
yapıldı. Camiye Selçuklular, İlhan
lılar ( 1 3 10) , Muzafferiler, Akko
yunlular ve Safeviler döneminde
çeşitli ekler yapıldı. Ama, 1 12 1 -1 152
yıllarında avluyu kuşatan revakla
rın ortalarına yerleştirilen birer ey
van Mescide Selçuklu eseri görü
nüşünü kazandırmıştır.
Mescidi Cuma'nın iki tuğla
minaresini Akkoyunlu Beyi Uzun
Hasan yaptırmıştır.
kutub minar
Kutub Minar Bir Hindu tapı
nağının parçası olduğu sanılan ve
Mescidi Cuma Delhi'deki Türk Memlukları devle-
224
tinin kurucusu Kutbüddin Aybey'
'in yaptırdığı çeşitli değişikliklerle
oluşturulan bir minaredir. Minare
nin camii hemen hemen tümüyle
yıkılmıştır. Kırmızı kum taşı ve be
yaz mermerden yapılmış bu yivli
minar·znin üst bölümü yıkılmıştır,
ama gene de yüksekliği 74 m'yi bu
lur. Kutub Minar beş katlıdır. Üst
kata 376 basamakla çıkılır; şerefe
leri çok süslüdür.
1 368'de Kutub Minar'a · düşen
bir yıldırım minareyi hemen bütü
nüyle yıkınca Firuz Şah y·2 niden
yaptırdı. Minare, 1782 ve 1 803 d·zp
remlerinden de zarar görmüş, ama
1 829'da onarılmıştır.
bursa
yeşil camii
Yapımına Çelebi Mehmed'in
emriyle mimar Hacı İva;l başladı
( 1 4 1 3 ) ; ama cami ancak Murad il
dönemind·z bitirebildi ( 1 424 ) . Bu
nunla birlikte bazı süslemeleri hala
yarımdır.
·
Sadece ön cephesine bakmak, Bursa Yeşil camii
caminin XV.yy. mimarisinden çok
farklı bir mimari anlayışla yapıldı son cemaat yeri yoktur. Bununla İkinci katta, ortada, padişah
ğını göstermeye yeter. Önce, cep birlikte, son cemaat yerinin kemer mahfili, onun iki yanında saray da
henin ortasında, hatai ve rumi şe lerini taşıyacak konsollar ve üzen ireleri ve alt katta da saray adam
ritlerle çevrelenmiş , mukarnas ve fi giler yapılmıştır; bu durum, son ce ları için yapılmış mahfiller vardır.
liz kıvrımlarıyla zenginleştirilmiş maat yerinin yapımından son anda Cami mihrap duvarına paralel
bir taç kapı vardır. Taç kapının iki vazgeçildiğini gösterir. olarak sıralanan yedi sütun dizisi,
yanında, herbiri dikdörtgen çerçe Ters T planlı caminin içi sekiz yedi sahını birbirinden ayırır.
veler içine alınmış dört pencere yer mekana. ayrılır. Esas mekanın orta Caminin gerçek ünü çinilerin
alır. sında güzel bir şadırvan yer alır. den gelir.
Bugünkü biçimiyle caminin Yapı, kesme taş ve mermerdendir. Cami içindeki bütün duvarlar
225
Eski Malatya camii Diyarbakır Ulu camii
muradiye camii
İkinci Murad camii adı da ve
rilen bu cami 1 424-1426 arasında
Murad II tarafından yaptırıldı.
Caminin planı, sahınlar nede
niyle ters T biçimindedir. Büyük
bir kemer, ortadaki sahınla mihrap
yönündeki mekanı birbirinden ayı
rır. Ana ve yan salımlar kubbeyle
9rtülüdür. Kubbenin iki yanında bi
rer minare vardır. Daha yakın dö
nemde 'yapılmış olan minare ahşap
külahlıdır ve firuze renginde sırlı
çini tuğlalarla örtülüdür.
Cami önündeki büyük cemaat
yerini örten kubbelerin yüksekliği
sahınlarr örten kubbelerle aynıdır.
Bu durum iki mekan arasında bir
kesiklik meydana gelmemesini sağ
lar.
murad camii ve
medresesi
Murad I'in Bursa'da, Çekirge'
de yaptırdığı cami ve medrese
( 13 63 ) . Yapının birinci katı cami,
ikinci katı medresedir.
Yapı, planı bakımından Selçuk
lu medreselerine benzer; aradaki en
önemli fark, Selçuklu medreselerin
deki avluya karşılık orta holün iç Muradiye cam.ii
yanında üç eyvan .bulunmasıdır.
Medresenin üstü onaltıgen kas ki bölüme Sultan Rükneddin Mesud Taç yapının üst kesimi iki renk
nak üzerine oturtulmuş bir �ubbey zamanında başlandı ( 1 1 55) . Yanlar taşla örtülmüş ve gösterişli biçim
le örtülüdür. Koridorun sağında ve daki bölümlerin yarımınaysa Key de süslenmiştir.
solunda altışar hücre vardır. Üst kavus I döneminde başlandı ve Ala Mimber 1 1 55 yılında Ahlat'lı
kat koridorlarındaki caminin , içine eddin Keykubad I döneminde ta Mekki adında bir usta tarafından
bakan pencereleri daha sonra örül mamlandı. Caminin,,,mimaı,:ı Mu yapılmıştır; siyah ağaçtandır ve in
müş ve son cemaat yerinin üstüne hammed bin Havlan-el-Dımışki'dir. ce bir işçilikle süslenmiştir. Bu
ikinci bir revak eklenmiştir. Caminin büyük avlusunu yük mimber Selçuklu sanatının güzel
Yapının ana malzemesi kesme sek duvarlar çevirir. Taç kapı, kub örneklerinden biridir.
taş, tuğla ve taştır. Minare, cami lnli orta bölümün karşısındadır. Caminin çinileri Haraç'lı Ömer
nin kuzeydoğu köşesidir. Yapının sağ ve sol kanatları düz Yusuf'.un eseridir. Caminin avlu
Murad camii ve medresesi, ya çatıyla örtülüdür. Düz çatılı bölüm sunda içl·c rinde Selçuklu Sultanla
pım biçimi, revakları ve ölçülü süs lerin içindeki sütunlar eski yunan, rının sandukaları bulunan iki tür
lemeleri bakımından Osmanlı sana �oma ve hıristiyan yapılarından ge be yer alır.
tının en güzel örneklerinden biridir. tirilmiştir.
Caminin sanat yönünden en
?eğerli bölümleri, kakma çinilerle
kaplı kubbesi, mihrabı, ahşap mim diyarbakır
alaeddin camii beri ve taç kapısıdır.
ulu camii
Mihrabın alt bölümü harap ol
Alfl:eddin Camii, Konya'da Ala duğundan yerine bir başkası yerleş
eddin Keykubat I döneminde Ala tirilmiştir ; ama yeni yerleştirilen Kentin.İslamların eline geçmesinden
eddin tepesinde yapıldı. mermer mihrap camiinin üslubuna sonra, Aziz Thomas kilisesi camiye
Yapı üç bölüme ayrılır: ortada- uygun düşmez. çevrilmiş ve bugünkü Diyarbakır
227
Ü çşerefeli cami
Ulucamii oluşturulmuştur. Selçuk Caminin kuzeydoğu ve güney zelliklerinden biri, ana mekanın
lu Sultanı Melikşah ( 1 091 ) ve Ebu cephelerine özen gösterilmemiştir. büyük kubbesinin altı ayak üzerine
Şuca Muhammed tarafından iki Buna karşılık, mermer levhalarla oturmasıdır. Açılma kuvvetine da
kez onartılan cami, İnaloğulları kaplanmış batı cephesi tüm dikka yanabilmesi için kubbe, sekiz pa
döneminde bazı eklerle değişikliğe ti üzerinde toplar. Batı duvarındaki yanda üstüne oturtulmuştur ; bu
uğradı. Caminin batı yanındaki penc·z relerin çerçeveleri de biçim ve düzen ilk defa bir camide kullanıl
Şafi camii Osmanlılar döneminde boyut yönünden farklıdır. Pencere mıştır. Çapı 24 m'yi bulan orta
yapılmıştır ( 1528 ) . lerin h er biri ayrı a-yrı süslenmiştir. daki büyük kubbenin yanlarla iliş
Caminin min aresinin yapısı yıkıl kisi zayıftır.
mıştır. Yan kubbeler ile orta kubbe a
rasındaki boşluk , süs niteliğindeki
isabey camii İsabey camii klasik
üslubunun öncülerind en biridir.
Osmanlı
küçük bir kubbeyle doldurulmuş
tur.
İsabey Camii, Selçuk'tadır. Ay Üçşerefeli camiin avlu biçimi
dınoğullarından İsa Bey 1 374 yılın de dikkat çekicidir ; revaklı iç avlu
da yaptırmıştır. Mimarı Dımışklı
oğlu Ali'dir.
üç şerefeli cami Osmanlılarda ilk kez bu camide kul
lanılmıştır.
Camini.n revaklarla çevrili av Üçşerefeli Cami Murad II ta İlk dört minareli cami, Üçşe
lusuna biri doğu, öbürü batı yönün rafından Edirne'de, 1428-1447 yılla refeli camidir. Minareler avlunun
deki iki taç kapıdan girilir. Bu ka rı arasında yaptırıldı. Caminin mi dört köşesinde yer alır. Camiye a
pılardan en süslüsü ve güzeli batı marı bilinmemektedir. dını veren üç şerefeli minare, cami
dakid ir. üçşerefeli caminin belirgin Ö- nin güneybatı köşesindedir ve mi-
228
Fatih camii
narelerin en büyüğüdür. Külliye, Osmanlı devletinin Fa 2'si pembe, 2'si esmer granittir. Son
Üçşerefeli cami, Osmanlı mi tih dönemindeki düzenini, ulastığı cemaat yerindeki sütunların bazı
marisinin dönüm noktalarından bi düzeyi açıkça ortaya koyar. Fatih ları mısır granitidir. Başlıkların ve
ridir. camii ise Osmanlı mimarisine ge
· kaidelerin tümü mermerdendir. Ca
tirdiği yeniliklerla ve mimari geliş mi avlusunun üç kapısı vardır.
menin izlediği yolu göstermesiyle Oniki dilimli olan minare, cami
büyük önem taşır. ile uyumlu bir biçimde birleşmi�
fatih camii Fatih camii , deprem nedeniyle tir. Minarelerin taş külahları XIX.
harap olunca 1 766'da Mustafa III yy. sonunda yapılmıştır.
Fatih-Camii, İstanbul'da, Fatih döneminde onarıl dı. Onarımı mi Camide görülen adi pencereler,
Sultan Mehmed tarafından yaptı mar Mehmed Tahir Ağa yaptı alçı pencerelerin harap olmasından
rıldı ( 1467-1470 ) . Caminin mimarı ( l 767-1 77 1 ) . İlk camiden bugüne sonra yerleştirilmiştir.
Sinaüddin Yusuf bin Abdullah'tır. sadece, şadırvan (sekiz köşelidir) , Mimar Tahir Ağa, onarımı sı
Geniş bir külliyenin ortasında şadırvan avlusunun üç duvarı, taç rasında, eski caminin klasik parça
yer alan Fatih caminin planı anıt kapı, minarelerin birinci şerefeye larını kendi çağının barok parçala
sal cami tipindedir. Bir bölümü yı dek olan bölümü, mihrap ve çev rıyla iyi bir biçimde birleştirmeyi
kılmış, bir bölümüyse gunumüze re duvarlarının bir bölümü kalmış başarmıştır. Süsleme olarak bugün
dek gelebilmiş olan Fatih külliyesi, tır. Camideki kemerler genellikle eski camiden sadece mermer oy
Fatih camii, okul, kütüphane, lma k ırmızı taş ve beyaz mermerle iş malar ve iki çini pano kalmıştır.
ret, kervansaray, 16 medrese, tab lenmiştir ; ama mihverdekilerde ye Cami avlusundaki yanl!ın ha
hane, darüşşifa ve hamamdan mey şil taş kullanılmıştır. vuzu Mahmut II döneminde yapıl
dana geliyordu. Revak sütunlarının 8'i yeşil, mıştır ( 1825 ) .
229
Şehzade camii
eyüpsultan
• •
camıı
İstanbul'da, Haliç'te cami 668 -
669 yıllarında İstanbul'u kuşatan
İslam ordusunun savaşçılarından
Eyyub El-Ensari'nin (ölümü 672 )
gömülü olduğu sanılan yerde yaptı
rıldı. Sultan Mehmed II, İstanbul' u
kuşattığı sırada, üzerinde ({Kabr-i
Eba Eyyub» yazılı bir taş bulunun
ca bir cami ile bir türbe yaptırdı.
1458'de yapılan cami yıkılınca, Se
lim III döneminde, Uzun Hüseyin
Efendi camıyı yeniden yaptırdı
( 1 798-1800) . Daha sonraları birçok
kez onarılan caminin iki avlusu
vardır. Dış avluya kuzey ve güney
deki iki kapıyla girilir. Kuzeydeki
kapıdan girilince, bir rampa aracı
lığıyla bir asma kata çıkılır ve bu
radan da padişah mahfiline girilir.
Dış avluda açık türbe ve mezarlara
ve sekiz mermer sütuna dayanan,
alçak saçaklı kubbeyle örtülü bir
şadırvana raslanır.
İç avlunun üç kapısından biri
anıtsal görünümd·cdir. İç avludaki
1 3 kubbe, 12 sütun üzerine oturtul
muştur. Caminin planı dikdörtgen
dir. Ana kubbe kemerler fü;erine,
kemerler de iki filayağı He altı sü
tun üzerine oturtulmuştur. Ana
kubbeyi sekiz yarım kubbe çevreler.
Son cemaat yerinde iki mihrap gö
rülür. Caminin süslemeleri pek ö
nemli değildir; mermer mihrap çi
nisizdir; mermer mimber ve kürsü
yaldızla süslenmiştir.
Caminin iki minaresi vardır. Laleli camii
231
Eyüpsultan camii
fethinden sonra tahta geçen dör Avlunun ortasındaki mermer Cami, kare planlıdır. Kubh�.
düncü padişah olduğunu, bu dört şadırvan, oymaları ve bronz şe dört fil ayağı aracılığıyla iki kalın
minarede yer alan on şerefe ile de bekeleriyle dikkati üzerinde toplar. direk üstüne oturtulmuştur. Kub
onuncu Osmanlı padişahı olduğunu Süleymaniye camii, çevresindeki ya benin doğusunda ve batısında dör
belirtmek istemiştir. Bu minareler pılarla birlikte büyük bir külliye o der kfü;ük kubbe vardır. Padişah
de ilginç bir özellik göze çarpar; luşturur. Süh�ymaniye Külliyesi, İs mahfili mermerdendir ve XVIII.yy. '
minarelerin boyları eşit değildir. tanbul'da Fatih Külliyesinden son da çinilerle süslenmiştir.
Sinan, camiye piramit biçimine ra kurulan ikinci büyük külliyedir. Caminin ön ünde kare biçimli
benzer bir görünüm kazandırmak Külliyedeki başlıca yapılar şunlar bir avlu yer alır. Avlu revaklarla çev
için, kubbe yakınındaki minareleri dır : Darüttip (tıp öğrenimi yapan rilidir ve üç kapıyla dışarı açılır.
uzun, öbürküleri kısa yapmıştır. medrese) , Sıbyan mektebi (ilkokul) , Üstü yirmidört kubhayle örtülü o
Minarelerin gövdesi yivlidir ve yiv Evvel medresesi ve Sani medresesi, lan revakların yirmi sütunu var
lerin arası oymalarla süslenmiştir. Rabi medresesi ve Salis medresesi, dır. Sütunlardan altısı granit, onu
Caminin iç avlusuna, biri ön Mülazımlar medresesi, Darüşşifa, yeşil somaki, dördü neceftir. Avlu
cephede ve ortadg,, ötekiler yan iman�t. Darülhadis, Süleymaniye ortasına bir de şadırvan yapılmış
cephelerde bulunan üç kapıyla gi-. hamamı, Süleymaniye kütüphane tır.
rilir. Ortadaki kapı anıtsal bir taç si, Hesap çeşmesi, Kanuni Sultan Caminin iki minaresinden gü
kapı görünümündedir. Bu kapının Süleyman türbesi, Mimar Sinan neydeki cami ile birlikte, kuzeyde
iki yanında 12 pencere ve birkaç türbesi , Hurrem Sultan türbesi ve ki ise XIX.yy.'da yapılmıştır. Mi
oda vardır. Zemini mermerle kaplı Darülkurra. narelerin ikisi de tek şeref-elidir.
olan iç avluyu 28 kubbeli bir revak Caminin mihrap duvarı önüne
çevirir. Revaktaki kubbeler, mer Sultan Selim I, bir türbe yaptırmış-,
mer ve pembe granitten yapılma 28
sütuna dayanır. Revak kubbelerin
beyazıt camii tır. Sekizgen gövdeli yapının üstü
kubbeyle örtülüdür ve önünde re
deki .k alem işleri daha sonraki dö Sultan Bayezid II'nin emriyle vaklı bir giriş bölümü yer almakta
nemlerde yapılmıştır. Avludaki en 1501-1505 yılları arasında, İstan dır.
önemli süsleme, son cemaat yerin bul'da, Hürriyet Meydanı'nda yapıl Beyazıt camii, Osmanlılarda a
deki 10 pencerenin çini dekorları dı. Mimarı Yakub Şah bin Sultan nıtsal cami tipine geçişi göster·�n
dır. Şah'tır. en iyi örneklerden biridir.
235
selimiye camii
Selim II'nin Edirne'de yaptır
dığı bu caminin mimarı Sinan'dır.
Cami, 43,28 metre yüksekliğinde ve
3 1 ,28 metre çapında büyük bir ana
kubbeyle örtülüdür. 8 ayağa da.ya
nan bu ana kubbe 6 metre genişli
ğindeki kemerlerle birbirine bağla
nır. Ayaklar, köşelerde, k'i_\çük kub
h2lerle devam eder.
Selimiye'nin süslemeleri de ol
dukça zengindir. Mimber mermer
dendir ve ince bir işçilikle yapılmış
tır, Alt kat pencerelerinin kalınlık
ları, mihrap duvarı, mimberin kü
lahı ve arkası çinilerle kaplıdır.
Mihrap duvarındaki panolar, renk
leri ve kompozisyonları bakımından
Osmanlı çini sanatının en önde ge
len örnekleri arasında yer alır.
( Mahfilin bütün duvarları yarıya
kadar çiniyle kaplıdır ) . Padişah
mahfilindeki çiniler de çok güzeldir.
Ama camideki çinilerin bazılarını
Osmanlı-Rus savaşı sırasında ( 1 877-
1878) Rus generali Skohelef söktü
rerek Moskova'ya taşıttı. Bu çini
lerin boş kalan yerleri daha sonra
boya ile örtüldü.
C ümle kapısı, mermerlerle süs
lenmiştir. Avlu kapısı bile inci işçi
liğiyle dikkati çekmektedir.
Caminin dört köşesinde, 70,89
metre yüksekliğinde minareler var
dır. Üçer şerefeli olan minarelerden
cümle kapısının iki yanına rasla
yanların şerefelerine ayrı ayrı mer
divenlerden çıkılır. Öteki minarele�
rin şerefelerinin merdiveni ise or
taktır. Süleymaniye ve Fatih cami
leri gibi Selimiyede bir külliyenin
içinde yer alır.
Taş duvarlarla çevrili geniş av
lusunun içinde darülhadis, darül
haussa, darülsıbyan, ve medrese gi
bi böl timler göze çarpar.
Selimiye camii, yükseklik, bü
yüklük ve ışık oranlarındaki uyu
muyla dünyanın en ünlü mimarlık
eserleri arasında yer alır .
nuruosmanıye
• •
camıı
Yapımına Mahmud 1 dönemin
de başlanan ( 1748 ) ve Osman III
zamanında bitirilen ( 1755) cami,
İstanbul'da, Nuruosmaniye'dedir.
Caminin mimarlığını Mustafa Ağa,
mimar yardımcılığını Simon kalfa
yaptı.
Cami, set üstüne yapılmış ka
Selimiye camii (Edirne) visli . bir avlu ile tek büyük kubbeli
236
Sultanahmet camii
bir sahından oluşur. Temelinde su ğında ve solunda yer alan ikişer şe mer korkul u,klar taş işçiliğinin en
çıktığı için yapının tabanı kemer refeli iki minarenin alt gövdeleri güzel örneğini meydana getirir.
lerle desteklenen bir bodrum üze çubukludur. Minare külahları taş Caminin duvarlarındaki çini
rine oturtulmuştur. Nuruosmaniye, tandır. panolar XVI.yy. sonu ile XVII.yy.
yuvarlak biçimlere önem veren ba Nuruosmaniye camii, medrese, başında yapılmıştır. Çinilerdeki mo
rok üslubunun Türkiye'deki ilk ö imaret, türbe, sebil, çeşme ve kütüp tif çeşidi sayılamayacak kadar çok
nemli örneğidir. Sahının yarım kub haneden ol ':lşan külliyenin bir par tur. Sedef işl·cri , mimar Mehmed
be ile örtülü kıble tarafındaki mih çasıdır. Ağa'nın elinden çıkmıştır. Kalem
rap bölümü, kilise absislerine ben işleri, zamanla bozulmuş olmakla
zeyen biçimde yapıdan dışarıya ta birlikte, gene de güzelliklerini ko
şan büyük ve yuvarlak bir hücre rur.
görünümündedir. Sahında , üst üste
5 sıra halinde dizilmiş 1 74 pencere
sultanahmet camii Sultanahmet camımın öbür
camilerde görülmeyen özelliklerin
vardır; pencerelerin birbirlerine u Mavi cami adıyla da bilinen den biri de altı minare kapsaması
zaklığı çok azdır. Kubbede yer alan Sultanahmet camiini Ahmed I yap dır. Caminin köşelerindeki minare
32 pencerenin 4'ü sağırdır İki sıra
. tırdı: 1 609-1620. Caminin mimarı lerin üçer, ana kapının iki yanında
kalın ve çıkıntılı korniş, sahının iç Sedefkar Mehmed Ağa'dır. ki minarelerin ise ikişer şerefesi
duvarlarını üç bölüme ayırır. Mih Cami. 74 metre çapında, 43 vardır. Sultanahmet camii minare
rabın sağında bir mahfil, solunda metre yüksekliğind·c bir ana kub lerinin ve avlusunun çok önemli iki
is·c bir mahfil ve bir mermer mim beyle örtülüdür . Ana kubbeyi, dört özelliği vardır : 1 ) Av 1 u genişliği ca
ber bulunur. Mihrabın sağından büyük kemer aracılığıyla dört bü mininkinden fazladır; 2) Avlu u
başlayan ve bir friz biçiminde bü yük filayağı taşır. Aşağıdan yuka cundaki iki minare - kaidelerinin
tün sahını dolaşan Fatiha suresi rıya doğru yivli olan bu filayakla bir kenarıyla avlu duvarına birleş
camiye ayrı bir hava verir .
rm het biri 5 metre çapındadır. meleri nedeniyle - arasındaki uzak
Caminin avlusunda mimar Sultanahmet camii, olağanüs lık, cami kütlesine bitişik öbür mi
Mustafa Ağa klasik planın kalıpla tü ışık alan bir camidir: 5 sıra ha nareler arasındakine oranla daha
rından bütünuyle ayrılarak, revak linde istiflenen 260 pencere camiye geniştir. Bu iki özellik sadece Sul:
ları QPiki sütuna dayanan ve on bol ışık sağlamaktadır. tanahmzt camiine özgüdür. Sultan
dört kubbe ile örtülen yarım daire Caminin sol köşesind·cki padi ahmet camiinin iki yanı, önü bu dış
biçiminde bir avlu yapmıştır. Dış şah mahfeli, sedefli kapısı, türku avluyla çevrilir. Dış avlu pencere
avludan sonra, onbir basamaklı bir vaz üzerine . altın yaldızla yazılmış li bir duvarla kuşatılmıştır ve sekiz
merdivenle iç avluya geçilir. Dokuz çinileri, yeşim ve mozayik süsleme kapısı vardır . İç avluya giriş ise sa
kubbeyle örtülü olan iç avlunun üç li mihrap ve mahfelin altındaki ah dece üç kapıyla sağlanır.
kapısı vardır Son cemaat yeri ca
. şap tavan gerçek bir süsleme şahe Sultanahmet camii, Sultanah
miye bitişiktir ve 5 kemer ile 5 kub seridir. öte yandan, mahf-cldeki oy med külliyesinin en önemli ve en
he kapsar. Son cemaat yerinin sa- ma ve kabartma işlemeleri ve mer- büyük yapısıdır. Sultanahmet kül-
237
liyesi, XV1II.yy.'ın en büyük mima
ri girişimidir. Külliyenin temeli 7
kasım 1609'da kazılmaya başlanmış
tır. 9 Haziran 1 6 1 7'de külliye tö
renle halka açılmasına karşın bazı
bölümleri (cami, medrese, darüşşi
fa, türbe, ve imaret) ancak 1620'
de tamamlanabilmiştir.
sokollu külliyesi
• •
ve camıı
Sokollu Mehmet Paşa'nın, ka
rısı Esma Sultan adına İstanbul'da,
Sultanahmet'te yaptırdığı külliye
( 1 57 1 ) . Mimar Sinan'ın yaptığı
külliyenin en önemli bölümü So
kollu camiidir.
Külliyenin yerinde eskiden bir
bizans kilisesi bulunmaktaydı.
Külliyenin iç avlusuna giriş,
merdivenli bir kapıyla sağlanır. Av
lunun ortasında kubbeli, mermer
bir şadırvan görülür. Medrese oda
ları, külliyenin üç cephesi boyunca
sıralanır. Caminin son cemaat yeri
7 kubbeli bir revakla örtülüdür. Re
vak kubbeleri 6 sütuna dayandırıl
mıştır. Camiye, son cemaat yerinin
ortasındaki bir kapıdan girilir. Ca
miyi örten ana kubbenin köşelerin
de yarım kubbeler vardır. Ana kub
be altı sütun üstüne oturtulmuş
tur.
Sokollu camii'nin içi, kubbe e
teklerine dek çinilerle bezenmiştir.
rüstempaşa camii
Kanuni Sultan Süleyman'ın
veziri Rüstem Paşa'nın, İstanbul'
da, Tahtakale'de 156l 'd·z yaptırdığı
cami. Caminin mimarı, ünlü mimar
Sinan'dır.
Cami, eski Halilefendi Mesci·
di'nin yerinde yapılmıştır. Ama bu
mescit çukurda kaldığından, Mimar
Sinan, Rüstempaşa camiinin altına
dükkanlar yaparak camii yükseltti.
Bu nedenle Rüstem Paşa Camiine,
merdivenle çıkılmaktadır.
Dikdörtgen biçimindeki cami
nin orta kubbesi, dört filayağına ve
sütunlara oturtulmuştur. Son cema
at yerini örten beş kubbe, altı sü
tuna dayanır.
Rüstempaşa camiinin süsleme
leri çok güzeldir. Caminin her ya
nı çinilerle kaplıdır. Osmanlı çini
sanatının en güzel örnekleri olan bu
çinil·zr, özellikle, kapsadıkları lale
Sokoııu Mehmet Paşa camıinin içi motifleriyle ilgiyi çekerler .
238
Dolmabahçe camii 1
1
l
bilin iyi durumda olmasına karşılık payanda kemeri kubbenin j Yükünü
laleli camii hamam bütünüyle yıkılmıştır. dış duvarlara aktardığında!f , taşıyı
�
cı duvarlarda birçok pencere açabil
Mustafa III döneminde, 1759- me olanağı doğmuştur; b durum
1 763 yıllarında İstanbul'da, Aksa camiye bol ışık sağlamaktadır .
ray' da yapıldı. Mimarı Mehmed Ta
hir'dir. Ancak cami çeşitli dönem
kılıçalipaşa camii i
yad'
lerde birçok kez onarıldı ; caminin Kaptanıderya Kılıç Ali Paşa'
dış avlusunun cümle kapısı, 1957' nın 1 580'de İstanbul'da, Tophane'
de - yolun genişletilmesi sırasın de yaptırdığı cami. Mimar Sinan'ın yeni cami
da - geriye alındı, ekleme d ükkan yaptığı bu cami, kıyının doldurul
lar yapıldı, bodrum katı kullanılır ması nedeniyle denizden uzaklaş valide camii ı
ı
hale getirildi. mıştır.
!
Cami barok üslubundadır. Ana Sinan I - Beyazıt ve Süleyma Istanbul 'da Eminönü'ndedir.
•
1
kubbe altı yarım kubbeyle çevrili niye camilerinde de olduğu gibi - Murad III'ün eşi ve Mehmed
dir ve kemerler aracılığıyla sekiz Kılıçalipaşa camiinde Ayasofya'nın �
III'ün annesi Safiye ·sulta 'ın iste
sütuna dayanır. etkisinde kalmıştır. ği üzerine, Mimar Sinan'ırh. öğren
Tek şerefeli iki minareden sol
da:ki, caminin yapımından altı yıl
Sinan, Ayasofya'nın plan şema
sını bazı değişikliklerl·c uygulamış
j
cisi Davut Ağa tarafından yapımı
na başlandı ( 15 97 ) . Dağut1 Ağa ö
sonra eklenmiştir. tır : Ayasofya'daki yan salımları a �
lünce, mimar Dalkılıç . (y da Dal
Caminin şadırvanı sekiz sütun yıran duvarlara Kılıçalipaşa cami gıç ) Ahmet Çavus. 1603'e dek cami·
kapsar. Cami · önündeki türbelerde inde raslanmaz; öte yandan, Aya nin yapımını sürdürdü. Arrl.a, Meh
Mustafa III ve Selim III'ün mezar sofya'nın galerileri burada kadınlar met III'ün ölümünden son�a Safiye
larının yanısıra Fatma, Mihrimah mahfiline dönüşmüştür. Bununla Sultan eski saraya gönderiÜnce ca-
Sultanların, Adilşah
mezarları yer alır.
kadının, vb. birlikte, Kılıçalipaşa camii, mekanı
ve Kubbe düzeni bakımından özgün
mi yarım kaldı. J
Yaklaşık yarım yüzyil kadar
Laleli camii, sebil, imaret, tür bir eserdir. sonra Mehmet IV'ün anne�i Hatice
Caminin ortadaki kubbesi dört Turhan Sultan camiyi tahıamlat
rJ
be, hamam, dükkanlar ve handan
oluşan bir külliyenin parçasıdır. Se- filayağa oturtulmuştur. Dört büyük maya karar vererek mirria Musta-
ı 239
Rüstempaşa camii
1 .
mahfillerin altındaysa onüçer sütun
fa Efehdiyi görevlendirdi ve Yeni-
cami k ülliy·csi 1 663'te tamamlandı. vardır. Padişah mahfili dört keme selimiye camii
�
C miniri Mimar Davut Ağa ta re, kemerler de iki sütun üzerine o
rafınd an yapılan plamnda Şehzade, turtulmuştur. İstanbul'un Üsküdar semtinde,
Süleynlıaniye ve Fatih camilerinin Mihrabın soluna raslayan iki Sultan Selim III'ün 1 8 0 1 -1805 tarih
J
etkisi görü.Jür. Mimar Mustafa E pencere arasındaki mozayik tablo, leri arasında yaptırdığı bu cami ba
\
fendi c amiyi Davut Ağa'nın planına 47 değerli ve renkli taşın mermer rok üslubundadır. Geniş bir avlu
göre tamamlamıştır. · yüzeye yerleştirilmesiyle oluşturul içindeki yapı kare planlıdır. Tuğlay
Yd.nitami'nin en büyük özelli muştur. Duvarlar mavi çiniler ve la örülü ve üzeri kurşunla kaplı bir
ği iç v� dış kapılardaki uyumdur. duvar nakışlarıyla süslüdür. Cam.i kubbe, ana mekanı örter. Caminin
a\rn
c inin önündeki iç avluya, içindeki cam bir dolapta, Yenicami' kuzey ve güney cephelerinde mah
f
merdiv nle çıkılan üç kapıyla giri nin fildişinden yapılmış bir maket! filler bulunur. İki katlı padişah da
lir. A v�udaki 24 revak kubbesi 24 vardır. Vaız kürsüsü motiflerle kap ireleri batı cephesindedir. Mermer
sütuna! dayandırılmıştır. Yarım sü lıdır. Mimhcrde karmaşık motifli sütunlara oturtulmuş bu daireler
tunlar�, sütun başlıkları ve oymalı süslemeler göze çarpar. den sağdaki padişahın namaz kıl
tunç p'p.rmaklıklarıyla göz alıcı bir Yenicami'nin içi değerli halılar ması için, soldakiyse dinlenmesi ve
l
yapı p an şadırvan, avlunun orta la kaplıdır. Özellikle, Mekke'den ge ziyaretçilerle görüşmesi için yapıl
sındad , r. tirilerek kıble yönünd·cki sütunun mıştır.
Caıpıiyi ört·cn ana kubbe, 4 ya altına serilen arabesk yazılı motif Mihrap ve dört sütun üzerine
rım k qbbe ve 4 filayağına dayanır. lerh� süslü halı çok güzeldir. oturtulan mimber mermerdendir.
Yarım jkubbelerin altında, daha kü Valide Sultanların dinlenmesi Selimiye cami, süsleme bakımından
çük ik�şer kubbe yer alır. Ana kub için, XVII.yy.'da camiye kemerle zengindir. Oymalı mermerler, kub
benin t4 penceresi vardır. bağlanan bir köşk yapıldı. Caminin bedeki kalem işi süslemeler, kubbe
Caminin üç yanında mahfiller bir parçası olan bu köşk, XVII.yy. göheğine yazılmış ayetler caminin
S
görülü . Altı kalın ve iki ince kır Türk mimarisinin en güzel örnekle başlıca süslemeleridir.
mızı sütuna
1 '
dayanan müezzin mah- ri arasında Y.er alır. Selimiye'nin tek şerefeli iki mi
filini (:)rten altı kubbeyi altı ince Caminin üçer şerefeli iki mina naresi vardır. Minarelerin gövdele
•
�1•
sütun aşır. Sağdaki ve soldaki resi, avlunun doğu yanındadır. ri yivli, külahları boğumludur.
240