Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 256

Dilem'e...

Doğduğum günü onu ilk gördüğüm gün olara k yazın, öyle


geçsin kayıtlara...
Zira ondan önceki yaşam ım bir pul dahi etm ez...
Öldüğüm günü boş bırakın, onu ben değil bendeki bilir...
Zira Rabbim in bir vaadi var... "Aşıklar Ölmez"

Tayfun Şahin

1971 yılında Tekirdağ'da doğdu. Lise yıllarında amatör


olarak yazmaya başladığı şiirler çok sayıda yerel ve ulusal alan­
da ödüller aldı. 2000 yılında geldiği İstanbul'da medya sek­
törüne adım attı. "Bir Umut" ve "Kambuçkalar" belgesellerinin
yapımcılığını üstlendi. 2006 yılında Cinemascope Dergisi ve
Dizifilm Dergisi'ni hayata geçirdi. Halen www.fisirfisir.net ve
www.sinemaloji.com sitelerinin genel yayın yönetmenliğini yap­
maktadır. Üçlemenin ilki olan 'Hazelm sinema çalışmalarının
yanı sıra yeni romanı "Esma Teyze'nin yazımım sürdürmektedir.
BAŞLARKEN

Bir aşk yaşandı...


Yaşandıkça notlar alındı...
Notlar büyüdü, kitap oldu...
Adı 'Hazel' kondu...

Hazel'i kitap haline getirip getirmeme arasında cebelleşirken,


Cihangir'de bir masada oturmuş, iki yanağım iki avucumun
arasında ilk cümlenin ne olacağını düşünüyordum. Mekânın en
büyük masasım tek başıma parsellediğim için bir süre sonra
kendi sektörümden olan ve boş masa bulamayanlar yanımda yer
almaya başladılar. İçlerinden birisi kitap yazacağımı öğrenmiş.
Ufaktan açıverdi konuyu. Söz dönüp dolaşmaya bile varmadan
kitabın konusuna geldi. 'Aşk' dedim. Haliyle aşk konulan sık­
tığından dolayı kimse ilgilenmedi. Oyuncu arkadaşım Taylan
'Her taraf aşk filmi, aşk romanı doldu değişik bir şeyler yazsay­
dın.' dediğinde 'Zaten değişik bir aşk' dedim ve devam ettim...
"Kız adama sordu,
— Beni ne kadar seviyorsun Aşiroğlu? Ama bak öyle şu
kadar, tuz kadar gibi klasik cümleler kurma... Yutmam!
Adam duraksadı. Biliyordu ki ne dese az olacaktı. Derin bir
nefes aldı, titremeye başlayan sesiyle cevap verdi.
— Benim seni ne kadar sevdiğimi anlatmama imkân yok
Hazel. Ama elimde olsa... Keşke elimde olsa seni ne kadar
sevmek isterdim bilmek ister misin? Ezanla namaz arası kadar...
Doğduğumda kulağıma okunan ezan, öldüğümde kılman
cenaze namazıma kadar, her saniye seni sevmek isterdim..."

Herkes sustu... Ben kalktım, evimin yolunu tuttum. Gece


sosyal ^paylaşım sitelerinde onlarca kişinin profilinde bu cümle
yazıyordu. İşte o zaman bu kitap çıkmalı dedim.
Hazel, yaşadığım gerçek bir hikâyeydi. Kitap haline getir­
meye karar verdiğimde tek bir düşüncem vardı. Bir tane satsın,
ama O alsm... Peki, aldı mı? İnanın bilmiyorum, ama yüz bin­
lerce okura ulaştığını ve çok beğenildiğini görmek harika bir
duyguydu. Beni çok mutlu ettiniz. Hepinize teşekkür ederim.
Hazel yaşadığımdı... Mehdi yaşamak istediklerim...
Hayallerim... Herkesin bir hayali / hayalleri vardır... İşte be­
nimkinin adı... "MEHDİ"

Ve... Unutmayın ki, bu hikâye H azel ile başladı... Yine Hazel


ile bitecek...
Üçlemenin fin a li olan 'Başkan'da son kez görüşm ek
dileğiyle...

81
HAZEL İ OKUYANLARDAN YORUMLAR...
(okurlarımıza saygıdan dolayı yazdıklarını olduğu gibi
yayınlanmış, hiçbir düzenleme yapılmamıştır)

Hazel'e bir arkadaşımın önerisi ile başlamıştım. 28 yaşın­


dayım, hayatımda ilk defa bir kitabı 1 günde okuyup bitirdim.
Sabah 9 da başladım, gece 12 de bitmişti... Odamdan mutfağa
küllük almaya bile gidemedim inanın, pet şişeyi küllük yap­
mıştım kendime :)
Beni çok ağlattığınızı da atlamamam gerekir... Mehdi'yi de en
kısa zamanda bekliyorum...
Merve Baydar

uzun zamandır okuduğum en etkileyici en sağlam kitaptı


"Hazel"... Böylesine bir sevgi böylesine bir ihanet tanımlamak
çok zor hissedilenlen... üçlemenin devamı için sabırsızlanıyo­
rum...
iyiki yazdmız iyiki bizimle paylaştınız...
Esma Meriç

harika bir kitap bir solukda okudum herkese tavsiye ederim


Seviley Türkmenoğlu

Hazel romanı bana bir arkadaşım tavsiye etmişti kesinlikle


okumalısın hayatımda okuduğum en iyi kitaplardan biri
demişti.Arkadaşımın zevkine güvendiğim için kitabı okumaya
başladım.Hani bazı kitaplar vardır sürükleyici olmadığı için sırf
bitirmek için okursun tabi zoru zoruna.Ama Hazel kesinlikle
sürükleyici bir kitap, okurken heyecan, üzüntü, sevinç hepsini
gerçek anlamıyla hissettim.Hatta o kadar sürükleyiciydi ki
gecenin 3 ünde bile meraktan kitabı bırakamamıştım.Sımf arka­
daşlarımın hepsine kesinlikle okumalısın diye vermiştim hatta
son okuyan arkadaşım o kitabı sana asla vermem diye tuttur-
"Uyan" dedi bir ses... Gözlerini açtığında çektiği sıkıntılar
bitm işti. Kumaşları s a f ipekten bir y atakta buldu kendisini...
Üzerinde ilk defa gördüğü bir çeşit elbise vardı. Gözlerinin
yetişebildiği yerlere kadar odayı gözlem ledi. Saray gibiydi.
Camdan dışarıya baktığında dibi görülecek kad ar berrak bir
nehir ve etrafında insanlar gördü. Sağ tarafına doğru adım
attığında gördüğü manzara değişti. Burası C. F. P/nin toplantı
odasıydı...

O dada Göker, Semiray, Başer, Süreyya Gazel ve Şahin vardı.


Yaşadığının ne olduğunu anlayabilm ek için elini uzattı. Cam
ileriye gitm esine izin vermedi. Yıllarca oturduğu koltu kta
varisini görmekten mutlu olmuştu. Sonra seslerini duydu."

— Evet, dayımın vasiyetini açıklamak için çağırdım sizleri,


dedi Şahin.
— Ne vasiyeti bu Şahin? Kimdeydi bu vasiyet? diye sordu
sinirli bir ses tonu ile Süreyya.
— Muharrem Bey, dayımın sağlığında konuşup anlaştığı bir
avukat... Birazdan kendileri yammızda vasiyeti açmak için bulu­
nacak.
Bu cevap Süreyya'yı daha hırslandırdı. Elindeki kalemin
ucunu masaya vurdu. n
— Ne demek bu? Bu şirketin bir avukatı var, o da benim! Ve
Ali benim kocam!
— Olabilir... Benim de dayım. Ama gördüğün gibi bana bile
güvenmemiş... Semiray Abla, Muharrem Bey'i içeri alabilir
miyiz?

Süreyya'nın yüzü düşmüş, Şahin'i boğacak gibi bakıyordu.


Öfkesi, nefes alıp verdiğinde açılıp kapanan burun deliklerinden
anlaşılıyordu. İçeriye yetmişli yaşlarda, oldukça şık giyimli,
elinde iki çanta ile bir adam girdi. Çantanın birisini masanın
üstüne bırakırken herkesi kibar bir şekilde selâmladı. Diğer çan­
tayı yere, ayaklarının dibine bıraktı.

— Hoş geldiniz Muharrem Bey, vasiyete geçmeden önce bu


vasiyetin nasıl hazırlandığı konusunda bilgi verir misiniz?
— Ali Bey benimle dört yıl önce iletişime geçti. Birçok fikir
alışverişinde bulunduk. Bunları anlatmamı ister misiniz?
— Hayır, lütfen sadece vasiyet ile ilgili olanları...
— Vasiyet 1 yıl önce yedi noter huzurunda ve devlete ait bir
fakültenin sağlık kontrollerinden raporlar almarak hazırlandı.
Bu şu demek oluyor, vasiyetnameye akli denge konusunda itiraz
hakkı olsa da çabalar boşa olacaktır.
— Peki. Bu kadar yeterli... Lütfen vasiyetnameyi açalım.

Avukat çantayı hafifçe kaldırdı. Dikey hale getirdikten sonra


avuçlarım çantanın üzerine koydu.
— Şahin Bey şifreler özel şekilde hazırlanmıştır. Birkaç
sorum olacak. Ali Bey sizi ilk kaç yaşmda aracın direksiyonuna
geçirdi hatırlıyor musunuz?

Odada bulunanların bakışları değişmişti. Kimse böyle bir


soru beklemiyordu. Şahin'in gözleri doldu. Bir an suskunluk
yaşadı. Gözlerinden o tarihe gittiği anlaşılıyordu.
— Dokuz...
Avukat çantada bulunan rakamların birisini çevirdi. Çan­
tadan gelen ses doğru cevabm onayıydı.
— Peki, bir gün hamburger yemeye gittiğinizde eksik
paranız ne kadardı?
— Bu ne? Oyun mu oynuyoruz burada? diye atıldı
Süreyya...
— Yenge sabredemeyeceksen dışarıda bekleyebilirsin.
— Burada bir eş olarak en yetkili benim olduğumu haürlat-

161
mama gerek var mı?
— Şu an burada en yetkili olan o çantadan çıkacak olandır. O
yüzden müsaade et işimizi yapalım yenge... 12 liraydı Muhar­
rem Bey.
Avukat rakamları bir daha çevirdi. Çantadan bir onay sesi
daha geldi.
— Son olarak efendim, sünnetinizde Ali Bey'in size hediyesi
neydi?
Şahin bir kez daha geçmişe yolculuk yaptı. Titreyen bir ses
tonu ile cevap verdi.
— Yavru bir kurt köpeği... Jerry Lee.
Avukat sekiz rakam daha çevirdi. Onaylar tamamdı.
— Teşekkür ederim efendim. Başer Bey bir sorum da size ola­
cak. Ali Bey ile ilk yemek yediğiniz tarihi hatırlıyor musunuz?
Sadece gün ve ay olarak lütfen.
İhtiyar hiç düşünmeden cevap verdi. "12 Aralık saat 14"
Avukat şaşkınlığım belli etmemeye çalışıyordu. Altı rakam
daha çevirdiğinde çantanın kilitleri açılmıştı. Şirkete gelirken bu
sorulardan birinin cevabı olmazsa çanta açılmayacaktı. Çantayı
açarak içinden bir zarf çıkardı. Zarfm üzerinde garip bir mühür
vardı. Yavaşça zarfı yırtarak vasiyeti çıkarıp okumaya başladı.
— Şirketin %35 hissesini kızım Hazel'in on sekiz yaşım
doldurduktan sonra kullanması şartı ile Şahin Kurtulmuş'a
bırakıyorum. Yine %35 hissesi Şahin Kurtulmuş'undur. Ayrıca
ölümümden sonra şirketin tek imzalı başkanı olacaktır. Kalan %
30 hisse Başer, Semiray ve Göker arasında eşit olarak bölüşüle-
cektir. Avukat sözlerine devam edecekti ki Süreyya Gazel'in sesi
ile sustu.
— Bu ne ya! Bu ne rezillik! Bu bir komplo! Ben bunu kabul
etmiyorum! Beni başka şeyler yapmaya zorlamayın!
— Ne gibi şeyler yenge?
Şahin'in bu manalı sorusu üzerine sesinin seviyesini azalttı.
— Ben gerekirse mahkeme ile hakkımı ararım. Bunun duyul­
masını istemezsiniz herhalde.
— Bizim için sorun yok. İstediğini yapabilirsin. Hatta
Muharrem Bey7i avukat olarak tutabilirsin.
O sırada Şahin'in telefonu çaldı. Yüzünden beklediği bir tele­
fon olduğu anlaşılıyordu.
— Ne zaman? Kesin mi? Tamam yola çıkıyorum hemen...
Dışarı çıkmak için kalktığında gözlerini Süreyya’ya çevirerek
sözünü tamamladı.
— Evet, ne diyordum? Elbette hakkım arayabilirsin. Bizi
düşünme sen. Asıl duyulup Ali Aşiroğlu eşine neden miras
bırakmamış diye sorulacak soruları düşün. Tabi böyle bir şey
yaptığında bu şirket ile alakan kalmayacağmı da aklına getir­
mişindir umarım.
Herkesin şaşkın bakışları arasında dışarı çıktı. Çok zaman
geçmeden yeniden içeri girdi.
— Muharrem Bey.
— Buyurun?
— Diğer çantada ne vardı? Açılacak mıydı?
— O da Ali Bey'in bıraktığı bir çantadır. Sorularda bir sorun
çıksaydı o açılacaktı. Şu durumda imha edilmesi gerekiyor.
— Hayır! Onunda açılmasını istiyorum ben, diye yine sesini
duyurdu Süreyya. Avukat Şahin'e baktı. Şahin tereddüt etmeden
yapılması gerekeni söyledi.
— Ali Aşiroğlu ne söylediyse onu yapın!

"Ali olanları izliyordu. Şahin'in ani kalkışından tedirgin


olmuştu. İleriye adım atıp takip etm ek istedi, yapam adı. Şahin'i
görebilm ek için başını sağa yatırdığında bir sonraki cam da
m anzara değişmişti. Şahin şirketin giriş kapısında cam ların
arkasından R ıza ile Mirza'yı izliyordu. O an küçük deftere
yazdıkları aklın a geldi.
" Sana ik i dost bırakıyorum . Bir tek sana b iat edecekler.
Uğrunda canlarını vermek için bile zerre tereddüt etm eyecekler.
Bu can lan fe d a edeceğin zam anı iyi seç. Unutma... Üçüncü vere­
ceğin can kendi canın olacaktır."
A n lam ıştı... Şahin vereceği canın seçim in i yapıyordu.
Bağırm ak istedi, sesini bir tek kendisi duyabildi.
"H ayır Şahin! Sakın!"

Şahin kararını vermişti.


— Rıza gidiyoruz... Mirza sen avukata eşlik et. Süreyya'nın
ne yapacağı belli olmaz.

Ali'nin yana doğru attığı her adım da gelen cam başka biri
sahneyi gösteriyordu. Gördüğü yer annesinin ve kendisinin def­
nedildiği m ezarlıktı. Kendi mezarının başında bir adam duru­
yordu. Ege A ltay... Şahin buraya geliyordu. Her şeyi bir film
izler gibi görebiliyordu. G özleri dehşetle açıldı.
"Ege... D ostum ... Çık oradan. H adi çık. Lütfen çık."

Ege, Ali'nin mezarı başmda ağlıyordu.


— Biliyorum, mezarıma dahi gelmeyeceksin demiştin, ama
daha fazla tutamadım kendimi. Hem anlaşmamızda böyle
ansızın çekip gitmek de yoktu. Seni şu dünya gözü ile son bir
kez olsun göremedim ya... İçim çok acıyor be dostum. Huzurla
yat. Her şey yolunda ve istediğin gibi gidiyor. Bugün Next/in
bütün hisseleri Şahin'e devrediliyor. İlk başlarda hain olarak
tanınmak çok zoruma gidiyordu. Hedeflerimizin gerçekleşmeye
başladığım görünce alıştım. Yerleştiğim ülke ne çok seviyormuş
ülkesine ihanet eden hainleri. Üstelik bir o kadar büyüttüler
beni. Haklıydın, düşmanı yok etmenin en iyi yolu içine yer­
leşmekmiş. Kavuşmamıza çok az kaldı üstat. Kanserim. Altı aya
ya çıkarsm ya çıkmazsın dedi doktorlar. Geldiğimde uzun uzun
konuşuruz.
Eğildi, mezarın üstünden bir avuç toprak alıp cebinden
çıkardığı cam bir şişeye koydu. Birkaç adım atmıştı ki geriye
döndü.
— Bir sözünü hiç unutmadım. "Dünya paranın gücüyle
yönetilir, aşkın değil. " Ben o günden sonra hiç âşık olmadım.
Ama senin aşkına hep gıpta ettim. Bile bile, böylesine, Azrail'i
kucaklanasın a, hesapsızca, korkusuzca... Umarım sancağımızı
devrettiğin varis bizim hikâyemizi tamamlar dostum. Şimdilik
Hoşça kal...

Ege mezarlık kapısından çıkmış geldiği helikoptere doğru


yürürken, karşısmda Şahin'i gördü.
— Şahin?
— Hayırdır Ege Altay? Sağlığında Ali Aşiroğlu'nun yüzüne
çıkmaya cesaret bulamadın da, günahını burada mı çıkarmaya
geldin?
— Ben... dedi Ali'nin mezarına bakarak.
— Sen Ege Altay! Sen, ekmeğini yediğin adama ihanet ede­
cek kadar aşağılık bir adamsın.
Kolundaki saatine baktı.
— Şu an avukatlarım sahibi olduğun Next Şirketi'nin
hisselerini üzerime geçirmiş bulunmakta. Şu saatten itibaren
sana ait olan tek mal üzerindeki elbise. Sen bu sahneye yabancı
sayılmazsın. Yıllar önce aynısını Ali Aşiroğlu'na yapmıştın.
Hatırladın mı? Buraya geldiğin helikopter bile artık benim. Ama
Ali Aşiroğlu bana bir şeyi iyi öğretti. Eski günler için vefayı... O
yüzden geldiğin ülkeye dönmen için helikoptere binmene izin
vereceğim. Bir daha sakın bu ülkeye gelme!
Ege gülümsedi, helikopterin yanma geldi. Arkasına dönüp
baktığında Şahin hala onu izliyordu. Pilotu ile göz göze geldi.
Arkasını döndüğünde başını çevirdiği yer Ali'nin mezar taşı gibi
dursa da Ali'nin gözlerinin içine bakıyordu. Yıllar sonra eskiden
olduğu gibi karşılıklı konuşuyor gibiydiler.
— Ona kızma üstat, bak alü ay beklememe de gerek kal­
madı.

Şahin, helikopterin havalanmasını seyretmeye başladı.


Helikopter gözden kaybolmaya başlamıştı ki korkunç bir patla­
mayla havada parçalara bölündü. Geriye kalan sadece büyük bir
alev topuydu.
"Ali yıkılmıştı. İk i avucu cama yapışm ış gözyaşları içinde
çaresizce bakıyordu.
— Ege... Ege dostum... Özür dilerim. Çok özür dilerim. İnan
bunu düşünemedim. Ah kardeşim ... Ben ne yaptım sana
böyle..."

Şahin, Ali'nin mezarına doğru yürümeye başladı. Fakat


herkesin bildiği mezarın başında durmayıp birkaç metre ileride
taşı dahi olmayan bir mezarm başında durdu.
— Selam dayı. Samrım o mezarın başında dua etseler buraya
kadar ulaşır. Hem duaların nerede yapıldığı değil, nereden
yapıldığı önemli derdin. Alacaklarının arasmda dünyada kalan
son bakiyeyi de az önce hesabma yatırdım. İstediğin olacak,
kendi eceliyle ölene kadar Süreyya Gazel'e dokunmayacağım.
Bugün doğum günün... Sana bir hediye getirdim. Umarım
beğenirsin. Görüşürüz.

Mezarlıktan çıktı. Rıza aracın kapısmı açtı. Şahin gözlerini


yeniden Ali'nin mezarma çevirdi.
— Rıza, Hazel'in mezarından çıkardıklarını, Ali
Aşiroğlu'nun mezarını açarak yanma bırakıyorsun. Tarif ettiğim
gibi...
Sonra cebinden küçük Hazel'in bir fotoğrafım çıkardı.
— Bunu da ortalarına koy. Dikkatli ol. Eğer çevreden gören
olursa DNA testi için falan dersin. Çok merak ederse onu da
göm. Bu sır sadece sen de kalsm.
— Emredersiniz efendim!
— Buraya gelmişken köy evine uğrayacağım. Sen beni bek­
leme. İşin bitince gidersin. Yalnız kalmak istiyorum.
Birkaç adım attıktan sonra yeniden Rıza’ya döndü.
— Rıza hakkım varsa helaldir, sen de hakkını helal eder
misin?
~ Benim bir hakkım varsa eğer helal olsun efendim.

Köy evinin bahçesine girdiğinde çocukluğunu hatırladı. Bir


zamanlar, insanlarla dolup taşan evin bahçesi otlarla kaplan­
mıştı. Ev izbe gibi duruyordu. Çimenlere uzandı, gözlerini
gökyüzüne dikti. Bir müddet sonra kapattı. Birkaç saat sonra
telefonu çaldı. Arayan Başer'di.
— Şahin neredesin evlat, iyi misin?
— İyiyim Başer Amca. Hayırdır, bir şey mi oldu?
— Rıza kaza yapmış, Malkara yokuşunda aracm frenleri pat­
lamış, bir kamyonun altına girmiş. Rıza ölmüş. Senin de aracm
içinde olduğunu düşündük.
— Ben köy evine gelmiştim. Hemen geliyorum amca.
Telefonu kapattı. Ali'nin yaptığı gibi işaret ve orta parmağım
şah damarına yapıştırdı:
— Allah'ım, umarım beni affedersin...
Şirkete geldiğinde herkes hüzün ve sevinci bir arada yaşıyor­
du. Şahin detay bile sormadan kısa ve net konuştu.
— Başer Amca, Rıza'mn ailesine yüklü miktarda para verin.
Ömür boyu, 7 kuşağını hiçbir şeye muhtaç etmeyin.
Başer'in akima yüzlerce soru düştü. Fakat soramadı. Şahin,
Ali gibi değildi. Herkese karşı her zaman araya bir mesafe koy­
muştu. Odasına girdiğinde küçük Hazel, Şahin'in koltuğunda
oturuyordu.
— Şahin Dayı seni bekleye bekleye sıkıldım ama ben.
Hazel'i kucağına aldı. Koklayıp öptü.
— Güzel gözlüm beni neden beklemiş bakalım?
— Çünkü beni mantı yemeye, dondurma yemeye götüre­
ceksin. Parasmı da sen ödeyeceksin. Sonra da babama gitmek
istiyorum.
Koltuğuna oturup Hazel'i dizine oturttu.
— Mantı yemeye, dondurma yemeye tamam. Parasım da
öderim. Ama babana daha sonra gideriz. Babanın biraz işleri

22|
var. Yalnız kalması lazım...
— Çok sürer mi ki babamın işleri?
— Bilmiyorum tatlım... Dünya işleri. Ne zaman biteceği hiç
belli olmuyor. Hatta bazen bitmiyor bile...
İçeri Semiray girdi.
— Güzel gözlüm hadi sen git, toplantı odasmda oyna biraz.
Bizim Semiray Teyzen ile bir iş konuşmamız lazım.
Akıllı kızdı Hazel. Hiç itiraz etmeden çıktı. Semiray hiç
konuşmuyor sadece Şahin'e bakıyordu. Şahin cebinden küçük
bir defter çıkardı.
— Buradaki hesapların hepsi tamam abla...
— Ya Rıza? O hesaba dâhil değildi.
— Bazen hesaplar tutmayabiliyor.
— Nasıl bir hesap bu Şahin? İki çocuk babasız, bir kadın
kocasız kaldı. Hem bu kadar ölüm şart mıydı? Bir aşk uğruna,
Hem de karşılığı olmayan bir aşk.
Şahin'in bakışlarına öfke düştü.
— Ne aşkı abla? Sen dayımın bütün bu olup bitenleri gerçek­
ten Hazel için mi yaptığım düşünüyorsun?
Semiray'm yüzünde şaşkınlık ifadesi belirmişti. Şahin bir an
sustu. Ama Semiray cümlenin devamını almadan gitmeyecekti.
Şahin kısa bir sessizlikten sonra anlatmaya başladı.
— Hazel öldüğünde hamileydi. Ali Aşiroğlu'nun bebeğini
taşıyordu. Hazel'i öldürenler Ali'nin bebeğini öldürdüler. Şimdi
müsaade edersen yalnız kalmak istiyorum.
Çok sormak istediği soru vardı Semiray'm, ama sustu sadece.
Şahin'in uzattığı defteri aldı.
— Bu kadar ölüm, bu kadar acı... Neyse... Kapandı sonunda
bu defter.
Şahin odadan çıkan Semiray'm arkasından bakarak mırıl­
dandı.
— Ah abla! Kapanan defter, Ali'nin sana verdiği defterdi. Bir
de bana verdiği defter var.

123
Koltuğundan kalktı. Duvarda bulunan kasayı açtı. Kalın,
koyu renkli bir defteri eline aldı. Tekrar masasına oturdu. Bir
süre deftere baktı.
— Bu defter hiç kapanacak gibi durmuyor...

“Ali, attığı adım lar ile odanın köşesine kadar gelm işti.
Gördüklerine, duyduklarına inanamıyordu. Yaşadıklarının ne
olduğunu düşünmeyi bile unutmuştu. G elecekteki her şeyini
em anet ettiği Şahin daha bir günde iki cana kıymıştı. Ve aldığı
canlar alabileceği en yakın canlardı. Cama baktığında Şahin'in
gözleri ile gözleri buluştu. Şahin onu görmüyordu. Şahin'in göz­
lerinin içine bakarak mırıldandı.
“Kimsin sen?"

Odanın kapısı açıldı. İri cüssesine rağmen gülümseyen bir


adam içeri girdi. Tekrar cam a baktığında her şey kaybolmuştu.
İçeri giren kendisini takip etmesini söyledi.

Uzun bir koridorda yürüdüler. Etrafta tarifi im kânsız güzel­


likte bir koku vardı. İki kanatlı dev bir kapının önüne g eldik­
lerinde dev kapıların sağ kanadı açıldı ve ismi zikredildi.
— Ali Aşiroğlu!
Girdiği yer uçsuz bucaksız bir salon olm asına rağmen en
u zaktaki bir kişiye bile baktığında yüzünü seçebiliyordu. Bir ses
daha duyuldu.
— Fatih Sultan Mehmet Han!
Sonra bir ses d aha...
— M ustafa Kem al Atatürk!
Ve diğer sesler takip etti.
— Kanuni Sultan Süleyman, Emir Sultan H azretleri,
Sıddıkiyet makamının sahibi Hazreti Ebubekir (R. A. ), adalet
tim sali Hazreti Ömer (R. A .), İlmin kapısı Hazreti Ali (R. A .)...
İçeri girenlerin isimlerini duydukça şaşkınlığı artıyordu.

24 I
Her zaman güvendiği zekâsı çaresiz kalm ıştı. Ses kesildi, dev
kapılar kapandı. Bir süre sonra haşm etli kapıların iki kanadı
birden açıldı. Gözleri kör edecek kadar kuvvetli bir ışık içeri
sızdı. İçeri gireni göremiyordu fa k a t tarihe isimlerini altın
harfler ile yazdırmış kişilerin saygı ile eğildiğini gördü. Aynı ses
o ismi zikretti...
— Âlemlerin Sultanı, Hazreti Muhammed (S. A. V)
Aklını oynatacağını hissetti. Sultan'ın sureti belirdiğinde
aralarında sadece bir karış m esafe kalm ıştı. Sesi titriyordu...
— Ama siz...
Kolunu tutan bir el, sözünü tam am lam asını engelledi. Elin
sahibine baktığında İbrahim Efendi'yi gördü. Gözleri doldu.
Artık biliyordu, bu ne bir Şeytan aldatm ası ne de bir rüya değil­
di. Eğildi, Sultan'ın elini öptü. Sultan m akam ına oturduğunda
herkes etrafında toplanm aya başladı. İbrahim Efendi'ye baktı.
— Neredeyiz efendim?
— Burası yerle g ök arasında, insan gözünün görmediği
Berzah Âlemi...
Sultan'ın karşısın da bulundular. Sultan ayağa kalktı.
Konuşmaya başladı.
— Sizler Allah tarafından yeryüzüne birer görev için gönde­
rildiniz. Allah sizden razıdır, ben de sizden razıyım. Şimdi size
yeni yüzyılın kutbunu tanıtacağım.
Sağ elini açık bir şekilde havaya kaldırdı. Yere indirdiğinde
iki âlem arasındaki bütün perdeler kalktı. 10 Yaşlarında bir
çocuk elinde p lastik bir kılıç ile ucu bucağı görünmeyen bir mey­
danda masm avi gözlerini ufuklara dikmiş bakıyordu. Sultan'ın
sesi yine duyuldu...

— A llah O'na, Fatih'in kudretini, Ömer'in adaletini,


Hamza'nın cesaretini, Ebubekir'in sadakatini, Ali'nin ilmini,
Mustafa'nın zekâsını, Süleyman'ın ihtişamım , benim de şefkati­
mi verdi. ,ö , A li oğlu Mehdi'dir! A llah Mehdi'den razıdır. Ben
Mehdi'den razıyım. Sizler de razı olun.

125
Ali gözlerinde yaşlar, dünya gözü ile göremediği oğluna
bakıyordu. İbrahim EfendVye baktı, y an ağlam aklı bir ses ile
m ınldandı.
— O... O benim oğlum...
Sultan'ın mübarek sesi bir daha duyuldu...
— K işi sevdiği ile beraberdir...

26|
2 Yıl sonra...

İstanbul'un göbeğinde iki dev bina, bütün kudretiyle yük­


seliyordu. Şahin, Ege'den aldığında 65 ülkeye yayılmış şirketi iki
yıl içinde bütün dünyaya taşımıştı. Aşiroğlu ikizlerinin zirve­
lerinde bulunan 'A' ve 'H' harfleri, Aşiroğlu Holding'in gücün­
den daha fazlasını, insan hayatında yaşanabilecek en büyük
aşkın kahramanlarını simgeliyordu. C. F. P/nin eski binası
olduğu gibi bırakılmış, neredeyse bir müze halinde bir tek
Şahin'i ağırlıyordu. Her şey Ali'nin bıraktığı gibiydi... İkiz
binalarda her şey yeniydi. Değişmeyen tek şey Pazartesi günkü
sabah toplantılarıydı.
— Günaydın, diyerek girdi içeriye... Kurmayları gün
geçtikçe artıyordu. Yerine oturduğunda gözleri ile sayıları
neredeyse 70'i aşan üst düzey yöneticileri süzdü. Duvarda asılı
duran Ali'nin fotoğrafma gözü takıldı, telaşlandı.
— Bugün ayın kaçı?
Cevabı verilmesini beklemedi. Ayağa kalktı.
— Hay Allah nasıl unuttum ben bunu, diyerek hızla çıktı.
Şahin'in bu ani çıkışma kimse anlam verememişti. Oysaki
bugün toplantıya diğer ülkelerdeki yöneticiler de katılmıştı.
Semiray arkasından çıktı.
— Şahin? Toplantı?
— Başer Amca yönetsin. Birçok konuya vakıf... Olmayanlara
zaten sen vakıfsın.
— Bu imalı konuşmalan ne zaman bırakacaksın?
Cevabı sadece kısa bir bakış oldu. Semiray'm şaşkın bakışları
arasında çıkıp gitti.

Geldiği yer C. F. P/nin binasıydı. Bina son altı aydır sadece


sayılı kişileri içine alıyordu. Mirza'nm seçip koyduğu üç koru­
ma ve Şahin... Ali'nin odasına girdiğinde duvardaki saate baktı.
Kasayı açtı. Siyah büyük defteri çıkarıp masanın üstüne koydu.
Koltuğuna oturdu. Heyecan ve tedirginlik aynı anda yansıdı
yüzüne.
— Zamanın geldi. Diyerek ellerini göğüs hizasına kaldırdı,
avuçlarını aşağı bakacak şekilde açıp bir şeyler mırıldandı.
Avuçlarım üç kez açıp kapattı. Defteri açtı. Defter Ali'nin el
yazısı ile yazılmıştı.

"Selam dostum. Bu defteri açtıysan ben artık hayatta değilim


demektir. Bu defterde yarım kalan hedeflerimi kaleme aldım.
Bunları ömrün yettiğince tamamlamanı ama her olasılığa karşı
kötü bir gelişmeyi göz önünde bulundurarak kendine bir vekil
seçmeni tavsiye ederim. Bu defteri okurken başka hiçbir sayfayı
açma. Okuduğun bölümlerin sonunda bir sonraki bölümü hangi
tarihte ve hangi saatte okuyacağın yazacak. Bunlarm dışma
sakın ama sakın çıkma. Bazı olumsuzluklar olabilir, sabırlı ol.
Asla bir anlık algı ve öfke ile hareket etme. Takıldığın ya da
cevapsız kaldığın yerde bekle. Çok sıkışırsan güveneceğin ve
danışacağın kişiler İbrahim Efendi ve Mirza olsun. Göreceğin,
duyacağın ve yaşayacağın her şeyi yedi kere farklı anlamlarda
yorumla. Acele kararlar verme, acele etme... Zira acele işe Şey­
tan karışır.

Benim hayatımı değiştiren her şey askerlik dönemimde baş­


ladı.

Sancaktepe Kışlası — Hadımköy, İstanbul - Eylül 1991

Öğle yemeği saati bitmişti, askerler içtima için kargaşa ha­


lindeydiler. Askerliği boyunca neredeyse hiç kimse ile sa-
mimiyetlik kurmamıştı. Askerliğinin ikinci ayında geçtiği istih­
barat kısım amirliğinde bir binbaşı ve bir asteğmen ile vatana
hizmet ediyordu. Görevi gereği yemeğini her zaman geç yemek
zorundaydı. Yemekhaneye girdi. Tabaklarmı dolduruyordu ki
çavuşun sesi duyuldu.
— Ali, bölük komutam seni çağırıyor!
Bütün iştahı kaçmıştı. İçinden küfür edesi geldi. İçinde bırak­
tı...
— Şu an gelemem. Binbaşı acil bir iş verdi, bitirmem gerek.
— Oğlum saçmalama, bölük komutanı diyorum.
— Duydum Sadi, duydum. Bulamadım de.
— Sen benim askerliğimi mi yaktıracaksın Ali?
Elindekileri masaya bıraktı. Sadi’ye yaklaştı.
— Çavuş! İşim var diyorum, bunu anlaması çok mu zor?
Binbaşı diyorum, iş diyorum, acil diyorum. Git bulamadım de,
ya da askerliğinin yanmasından korkuyorsan gelmiyormuş de.
Söylene söylene çıktı Çavuş. Masaya oturmuştu ki, tertiple­
rinden Gökmen geldi yanma.
— Afiyet olsun tertip.
— Sağ ol Gökmen. Geç kalmışsın.
— Gece ani müdahale mangasmdaydım. Birkaç lokma atış­
tırıp yine göreve gideceğim. Şu halimize bak ya!
— Ne varmış halimizde?
— Daha ne olsun, hayatımızın baharında Allah'ın terk ettiği
dağlarda sürünüyoruz.
Elinde tuttuğu kaşığı masaya bıraktı. Gözlerini Gökmen'e
dikti.
— Allah'ın adım anarken sonrasında gelecek kelimelere dik­
kat et Gökmen! Ayrıca sürünmek dediğin şey kutsal bir görev!
— Nesi kutsal tertip ya, sigara izmariti toplamanın, yatak
düzeltmenin, soğan doğramanın nesi kutsal söyler misin bana?
— Saydığın her şey hayatımızda karşılaşacağımız olaylar.
Askerlik bu vatana bekçilik etmenin yanında hayata bizi hazır­
layan bir okuldur.
— Ya bırak edebiyatı tertip. Valla terörist olup dağa çıksay-
dım daha mutlu olurdum.
Masa üstünde duran tabağı Gökmen'in suratına patlattı.
Öfkesini yenemedi, yumruklar tekmeler geldi arkasından.
Yemekhane görevlileri tutamıyordu. Yemekhane sorumlusunun
sesi duyuldu.
— Dikkat komutan!
Gökmen'i bırakıp ayağa kalktığında bölük komutanı ve Sadi
Çavuş kapıda duruyordu. Yüzbaşı yerde kanlar içinde yatan
Gökmen'i süzdü.
— Bak Sadi, dediğin kadar da zor değilmiş Ali'yi bulmak.
Neler oldu burada sorumlu?
— Efendim anlamadım. Birden Ali, Gökmen'e vurmaya
başladı.
— Ali odama gel hemen!
Gökmen'e öfkeyle baktı, işaret parmağını yüzüne yaklaştırdı.
— Verilmiş sadakan varmış. Ama bu burada bitmedi.
Odaya girdiğinde bölüm komutanından başka, ikisi teğmen
biri albay olmak üzere üç subay daha vardı. Selam verdi, içeri
girdi. O an akima gelen tek şey annesi oldu. Eğer ceza alırsa ve
bunu öğrenirse çok üzülürdü. Yüzbaşının sesi ile kendine geldi.
— Komutanım istediğiniz asker, Ali Aşiroğlu. 1971 Tekirdağ
doğumlu. Birliğimize Ankara Etimesgut’tan katılmış.
Albay ve teğmenler tepeden tırnağa Ali'yi süzdüler. Ali'nin
gözü genç teğmenlerden birisine takıldı. Göz göze geldiler. Sert
bakışma rağmen teğmende ilgisini çeken bir şeyler olduğunu
hissetti. Sonra yüzünü yüzbaşıya çevirdi. Sessizliği albay bozdu.
— Yüzbaşım biz fazlasıyla geciktik. Hemen yola çıksak iyi
olur. Özel eşyan var mı alacağın? diye sordu Ali'ye
— Nereye gidiyoruz efendim? Ben gelemem, binbaşımın
verdiği işleri bitirmem gerek.
— Binbaşının haberi var Ali.
— Ama efendim...
— Ali! Asker dediğin emirleri uygulamakla görevlidir. Şimdi
komutanlarınla gidiyorsun! Hemen özel eşyalarmı hazırla!
— Bana istediğiniz cezayı verebilirsiniz komutanım. Ama
binbaşımı görmeden hiçbir yere gitmem.
Bakışlarındaki kararlığı gören yüzbaşı telsiz aracılığıyla bin­
başı ile iletişim kurdu.
— Komutanım askerinize laf anlatamıyoruz. Lütfen siz de
konuşur musunuz?
Telsizin sesini açtı. Ses odaya yayıldı.
— Ali, yüzbaşın ne söylüyorsa derhal uygula. Bilgim dâhi-
lindedir her şey.
Sadece sustu... Koğuşuna giderek eşyalarını hazırladı.
Yattığı ranzaya bakarak mırıldandı.
— Sanırım seni son görüşüm bu...
Koğuşun kapısında Gökmen ile karşılaştı. Burnuna pan­
suman yaptırmıştı. Korkan gözlerle Ali'ye baktı. Ali burnunu
sıktı. Gökmen acı ile kıvranıyordu.
— Umarım bir gün o dağda seninle karşılaşırız Gökmen!

Yola çıktıklarında araçta kimse konuşmuyordu. Aracın


camından çevreyi gözlemlemeye başladı. Aldığı eğitim harita
okuma üzerine olduğu için gördüğü yerleri tahmin edebiliyor­
du. Bu alanlar 1. Ordu'ya ait silah depolarının bulunduğu yer­
lerdi. Geldikleri yer Terkos Gölü kıyılarında kurulmuş bir
karargâhtı. Binalar eski olmasına rağmen askeri araçlar çok
yeniydi. Binadan içeri girerken duvara kazınarak yazılmış
küçük bir yazı dikkatini çekti.
'insanı sadece en yakınındaki yok eder. — 1966lı şafak T
Girdikleri odada birkaç subay ve 2 sivil bulunuyordu. Sivil­
lerden birisi 45 yaşlarında oldukça güler yüzlüydü. Ayağa kalk­
tı Ali'ye yaklaştı.
— Hoş geldin evlat. Benim adım İbrahim, şu arka odaya geç
üstündekileri çıkar orada sana kıyafet verecekler. Giyin ve bize
katıl.
Geri geldiğinde İbrahim elinde tuttuğu bir evrakı uzattı.
— Bu senin askerlik ile bir ilişiğin kalmadığına dair belgedir.
Şimdi masaya otur ve bizimle fikirlerin ne olursa olsun çekin­
meden paylaş.
Evrakı göz gezdirdikten sonra masada kendisi için ayrılan
koltuğa oturdu. Masadakileri tek tek incelmeye başladı. Bir
subay ile göz göze geldiğinde neredeyse küçük dilini yutacaktı.
Bu subay bağlı bulunduğu ordunun komutanıydı. Akima bin­
lerce soru düştü ama kafasmı karıştırmak istemedi. Söze ordu
komutam başladı.
— Arkadaşlar burada önemli kararlar için toplandık. Ben
sözü şimdi öncelikle İbrahim Efendi'ye bırakıyorum. Sorusu ve
fikri olanlar daha sonra iletebilirler.
'Efendi' eki Ali'nin dikkatini çekti. Bu adam kim olabilirdi ki,
bir ordunun komutanı efendi diye hitap ediyordu. O an aklına
Fatih Sultan Mehmet ile Akşemseddin geldi. Bir bağ kuramadan
Halil dayısının anlattığı bir hikâye geldi akima.

"Mustafa Kemal Atatürk hayatı boyunca ilim öğrendi. Silah


arkadaşı Fevzi Çakmak ile birlikte sık sık manevi hocaları olan Arabacı
İsmail Efendi'nin sohbetlerine katılıyorlardı. Fakat Cumhurbaşkanı
olduğunda yanlış anlaşılmaktan korkarak ziyaretleri kestiler. Bir gezi
esnasında Arabac: Tsmail Efendi ile karşılaştılar. Mustafa Kemal durdu
ve bir topuk selamı verdi. Tabi herkes şaşırdı. Bu adam kim olabilirdi
ki, Atatürk gibi bir dahi selam veriyordu. Kurmaylarından birisi
dayanamayıp sordu.
— Paşam kimdi selam verdiğiniz?
— Ben sizin neyinizim?
~ Yol göstericimiz, kumandanımızsınız.
~ İşte o kişi de benim yol göstericimdir."

İbrahim Efendi'nin sesi ile kendine geldi.


— Evet, Ali, seni tanıyalım önce.
— ?

— Haklısın... Ne anlatacaksın ki? Ben sorayım sen cevapla o


zaman.
Başmı sallayarak onayladı.
— Neden binbaşına bu kadar bağlısın. Oysa sana emir veren­
ler rütbe ve yetki olarak daha üst insanlar.
Ali vereceği cevabı biliyordu. Ama yine de tedirgindi. Önce
generale gözü takıldı. Sonra diğerlerine.
— Rahat ol evladım. Şu an burada herkesin fikri eşit.
— Eğer sözlerini dinlediğimiz kişiler her zaman en üstler
olsaydı ne Çanakkale, ne Kurtuluş Savaşları kazanılır, ne de bu
Cumhuriyet kurulurdu.
— Mesela?
— Atatürk, Sultan Vahdettin gibi... Günümüzden de örnek
verebilirim isterseniz.
— Yok, anladım evladım ben seni... Peki, gelecekle ilgili
planların neler?
— Ben okumadım... O yüzden istediğim şey asla gerçekleşe­
cek bir şey değil. Ama eğer bir oğlum olursa onun bu ülkeye bir
başbakan olmasını çok isterdim.
— İnsanlar hayatları boyunca binlerce hayal kurar ve hiç biri
gerçek olmayabilir. Fakat bir gün öyle bir gerçek yaşarsın ki, o
da hiçbir hayale sığmaz Ali, umarım her şey istediğin gibi olur.
Kapı açıldı. İçeriye giren binbaşıydı. Ani bir hareketle ayağa
fırladı saygı duruşuna geçti. Odadakiler bu saygıya imrenerek
baktı. Binbaşı öncelikle İbrahim Efendi'yi, sonra ordu komu­
tanını ve diğerlerini selamladı. Ali'ye yaklaşarak yanağım bir
evlat gibi okşadı.
— Rahat ol Ali, artık sivilsin, askerim değilsin.
— Komutanım, ben size 15 aylık asker olmak için gelmedim
bu göreve. Ben, siz de izin verirseniz bir ömür askeriniz kalmak
isterim.
— Bak Ali, bu gördüğün teğmen de benim askerimdir.
Paylaşacağınız çok şey olacaktır.
İşaret ettiği teğmen yüzbaşının odasmda dikkatini çeken
kişiydi. Bir daha göz göze geldiler. Selam vererek elini uzattı.
— Ali Aşiroğlu
— EgeAltay...
"İşte asıl hikâyem böyle başladı. O gün oturduğum o masa­
da zamanla neler öğrenmedim ki. Bu devletin nasıl soyul­
duğunu, onlarca düşmanla tek beden olup savaşan bu ulusu bir
iç savaşa sürüklenmesi için kurulan tuzakları, bazı cemaatlerin
Allah adı altında keselerini nasıl doldurduklarını, tek gire­
medikleri kurum olan Türk Ordusunu yıpratma çalışmalarını,
dış ülkelerin başta terör örgütleri olmak üzere Türkiye'de birçok
oyunlar kurup bunlara verdikleri destekleri... Saymakla bitmez.
Yine o masada çok önemli insanlar tanıdım fakat iki insan vardı
ki hayatımı tamamen değiştirdi.
İbrahim Efendi ve Ege Al tay...
İbrahim Efendi manevi olarak her zaman yammda olurken
Ege gerçek bir dost olarak her zaman beni korudu kolladı. Çok
zaman dertlerimi dinledi. Sıkıntılarıma ortak oldu."

Okumayı kesti. Düşünmeye başladı. Ege bu kadar yakınken


nasıl olur da birden değişmiş olabilirdi. Çalan telefonla dü­
şüncelerden çıktı. Arayan güvenlikti.
— Efendim Mirza Bey geldi, yukarı çıkmak istiyor.
— Hemen gönder. Bir daha Mirza geldiğinde onay almanıza
gerek yok.
Mirza bir şeyler biliyor olabilirdi. Ali Mirza'yı yanına
verdiyse çok güvendiği birisiydi.
— Otur Mirza, ne yaptın?
— Efendim, Ertaç sadece gazete ile ilgilenmiyor. Birçok şirket
için daha teklif verdiğini öğrendim. Hemen hemen her sektör­
den şirket satın alıyor. Medya ve silah ağırlıkta...
— Medyadan neler var?
— Devletin Avrasya Gurubu'ndan el koyduğu şirketlerin
hepsine teklif vermiş. Ve bunlar çok büyük rakamlar. Zaten bi­
nleri ihaleye girecekleri de engellemeye çalışıyor.
— Kimler var giren ihaleye?
— Saygulu gurubu, Harzem gurubu ve Vesta diye bir şirket.
Bu şirket hakkında henüz bir şey öğrenemedim. Haddime

341
düşmez efendim ama neden girmedik bu ihaleye. Şu an bize en
yakın güç olarak bu medya grubu var. Ertaç size ait olması
gereken birçok şirketi almış durumda. Neden bu kadar ses­
sizsiniz?
— Benim olan benimdir Mirza. Eğer başkasında gördüysen
vazgeçmişimdir. Hem bazen rekabet iyidir. Sen boş bırakma,
Ertaç kimlerle konuşuyor, para akışı nasıl sağlanıyor kontrol et.
Mirza sen Ali'yi nasıl tanıdın? Ne vesile oldu tanışmanıza?
— Ben askerdim. Ege Altay benim bölük komutan vekilim ve
takım komutammdı. Beni yetiştirdi de aynı zamanda. Teskeremi
alacağım gün beni çağırdı yanma. O da bölük komutanı olmuş­
tu. Sivil hayatta neler yapacağımı sordu. Yapacak bir işim yoktu.
Ceza evinden çıktığım gün askere alınmıştım. Ben de olduğu
gibi anlattım. Bana Ali Bey'in yanma gitmemi söyledi. Zaten
karargâhtan çıkar çıkmaz da gittim.
— Ege askerken dayımın yanma nasıl katıldı?
— Aylar sonra askerlikten istifa ederek Ali Bey'in yanma gel­
di.
— Ben seni neden görmedim hiç o zamanlar?
— Ali Bey ile çok sık görüşmelerimiz olmadı fakat siz beni
gördünüz efendim. Çok karşılaştık sizinle. Siz okuyordunuz.
Ben okuduğunuz okulda hademe oldum. Bazen gittiğiniz ülke­
lerde sizi götüren otobüsün şoförü.
— Anlamadım?
— Ali Bey beni sizi korumakla görevlendirdi. Avusturya'da,
Bosna'da, Almanya'da, Amerika'da, okulda hep sizinleydim ben.
Bir gün hatırlar mısınız bilmiyorum beş altı alman önünüzü
kesmişti. Konuyu hatırlamıyorum ama ormanlık bir yerde
buluşmak için sözleşmiştiniz ama onlar gelmemişti.
Şahin şaşkınlık içinde gerilere götürdü düşüncelerini. Olayı
hatırlamıştı.
— Evet, hatırladım...
— O kişiler sizi öldürmek üzere görevlendirilmişti. Ali Bey'in
düşmanlan biliyordu ki Ali Bey tahtı size bırakacaktı. Ve siz
onun için annesinden sonra gelen en değerli kişiydiniz. Size
zarar vermek isteyen sadece o kişiler olmadı. Birçok kişi çıktı
ama biz hepsini gerektiği şekilde ağırladık efendim.
Şahin gözünü kırpmadan dinliyor, şaşkınlığı her cümlede
artıyordu. Her zaman çevresinde olup bitene çok dikkat eden bir
çocuktu. Bu kadar olay olmuştu ve hiç birisi dikkatini dahi çek­
memişti.
— Kaç kez kurtardm beni Mirza?
— 17.
— Saydın mı tek tek?
— Her adımınızı, her olayı Ali Bey'e bildirmekle görevliy­
dim.
— Senden başka kimler vardı? Rıza seninle miydi?
— Hayır. Ben hep tektim. Rıza'yı burada tamdım.
— Beni öldürtmek isteyenler kimdi?
— Kişi değil efendim... Bazı devletler diyelim.
— Tamam, çıkabilirsin...
Şaşkınlığını üzerinden atamıyordu. Pencerenin önüne geçip
dışarıya baktı. Pencereden Aşiroğlu Holding'in ikiz binaları
görünüyordu. Çok genç bir yaşta koskoca bir imparatorluğa
hükmediyordu. Bu kadar kısa zamanda gelişen olaylara kendisi
bile inanamıyordu. Eskilere, çocukluğuna gitti.

"Ali ile sahil kenarında oturmuşlardı.


— Beğendin mi arabayı dostum ?
— Süper olmuş dayı valla. Rengi de güzel.
— İnsan istedikten ve inandıktan sonra her şeyi yapması
mümkün... Hazreti Osman der ki; "Allah gerçekleştirmeyeceği hayali
kurdurtmaz. " Sen mesela ne yapmak isterdin?
— Valla ben hiç okumak istemiyorum. İş hayatına atılmak istiyo­
rum ama annemler okul okul diye tutturdular. Ben istiyorum ki kosko­
ca bir şirketim olsun, bir sürü insan çalışsın yanımda, onlara maaş
vereyim onlar evlerine ekmek götürsün. Ama bunun için sanırım kırk
yaşında olmam gerekiyor.
— Neden kırk?
— Baksana dayı, bir kere askerliğini yapmadığın sürece adam ye­
rine koymuyorlar seni, e şimdi iş adamlarına bakıyorum hiç genç yok.
Bu iş adamlarının çocukları sadece gezip eğlenme derdindeler. Yani
anladığım kadarıyla babaları kazanıyor bunlar yiyor. Burada da ar­
kadaşlarım var, zengin aile çocukları. Soruyorum neden çalışmıyor­
sunuz diye, yaşımız başımız kaç diyorlar.
— Hiç dikkat ettin mi, Fatih Sultan Mehmet, Mustafa Kemal
Atatürk, Mimar Sinan gibi değerli adamları, ressamlar hep orta yaşlı
hallerini çizip başarılarını anlatmışlar. Buna sebep ne biliyor musun?
Çünkü hala bazı zihniyetler bu dahi adamların genç yaşta başarılı
olmalarını kabul edemiyorlar. Mantıkları kabul etse de akıl bakımından
düşününce 'bu yaşta bu başarı' sorgusu onları olumsuz etkiliyor

Çalan telefonla kendine geldi.


— Efendim yeğeniniz Hazel geldi.
— Kim getirmiş buraya?
— Süreyya Harum'm şoförü.
— Hazel'i sen çıkar. Şoför gitsin.
Hazel’i karşılamak için kapıya yöneldi. Hazel Şahin'i görür
görmez çığlık atarak sarıldı.
— Çok özledim ben seni dayıcığım. Bekledim gelmedin. Ben
geldim.
— Ah benim güzel gözlüm, iyi etmişsin. Bak benim eşek
kafama, nasıl da ihmal ettim seni.
— O zaman cezalısmnrvnnn...
— Tamam, ver cezamı bakalım.
Hazel'in gözü masada duran siyah deftere takıldı. Hemen
yanma gitti.
— Bu ne dayı? Çok kocaman bir deftermiş.
— Benim defterim tatlım. Bazen notlar alıyorum işlerimle
ilgili.
— Hım, bu kadar iş arasında o zaman beni unutman normal,
dedi gülerek.
— E hadi ama cezamı bekliyorum.
— Hımmmm, dondurma ısmarlarsan ödeşiriz.
— Atla kucağıma hemen gidiyoruz.
— Odadan çıkarken Hazel, Şahinin omzundan taşan gözleri
ile deftere bakıyordu.

"Ali yeni dünyasına alışm aya çalışıyordu. Çoğu zaman o-


dastndan çıkmıyor, pencereden etrafı gözlem liyordu. Odaya
İbrahim Efendi girdi.
— H ayırdır Ali, yaşlanacaksın bu od ad a.
— Sahi, ben şim di kaç yaşındayım efendim?
— H ala genç gösteriyorsun, dedi gülümseyerek
— Bunu sizden duymak güzel, am a m erak ediyorum hani
insanlar öldüğünde hep 33 yaşında dirileceklerm iş y a ... Doğru
mu, onu m erak ettim.
— Doğrudur Ali. Ruh hep aynı yaştadır, dünya hayatında
yaşlanan ya da eskiyen bedendir. N asıl bir arabayı kullanırsın
ya da bir eşyayı zam anla eskir, beden de onun gibidir. Beden
ruhun kullandığı eşyadır. Ama bu eşya A llah tarafından verilen
çok güzel ve çok kutsal bir eşyadır. Kullanırken d ik kat etm ek
gerekir.
— Organlarımız için de sorguya çekileceğim izi duymuştum
sohbetlerinizde.
— İnsan aldığı her nefes için sorguya çekilecektir. Vücut
emanettir. N asıl ki sana ait olm ayan aracı çarpm am ak, kırm a­
m ak için d ikkat ediyorsan, ya da zarar verdiğinde hesabını
ödüyorsan vücut da öyledir.
— Bir kaskosu y ok desenize. ..
— Hayır, kaskosu da var. İbadet... H atta şunu söyleyebili­
rim, öyle bir zam an gelecek ki tabipler sağlıklı ve mutlu bir

38|
yaşam için reçetelerine sadece üç şey yazacaklar. Namaz, oruç,
sa d a k a ..."

Şahin defterde neler yazdığı konusunda çok heyecanlıydı.


Hazel'i bırakır bırakmaz yeniden döndü. Kaldığı yerden devam
etmeye başladı.

"Yıllar sonra İstanbul'a yapacağım yolculuğun zamanı


gelmişti. O güne kadar çıkmadığım küçük şehirden ayrılmam
kolay olmadı. En büyük destekçim annemin benimle gelmesi
bana yetiyordu. İstanbul'a geldikten birkaç yıl sonra Ege katıldı
bana. Sonra Başer Ağabey'i tamdım. Başer Ağabey aslmda o
zamanlar sevmediğim bir adamdı. İsmet Kartal'ın medya şirket­
lerinin başında olup, bir sürü yalan haberi onaylayan zirvedeki
adamdı. İbrahim Efendi'nin bana öğrettiği tek şey öfkeme hâkim
olmamdı. Her şey her zaman güzellikle başlamıyor. Mesela
Hazreti Ömer, Peygamber Efendimizi öldürmek için geldiğinde
ona biat etmişti. Hem de ne biat! Benim de sevmediğim bu adam
bir gün gelip aç kalmaya razı olup benimle çalışmak istediğini
söyledi. Sonra Sinem girdi hayatıma. Sektörde oldukça konuşu­
lan, başarılı bir kadındı. Çok medya şirketi peşinde olduğu
halde çalışmak için beni seçmesi ilk başlarda İsmet Kartal'ın bir
tuzağı gibi geldi. Her ne kadar aramızdaki özel ilişkimizde bana
ihanetleri olsa da iş anlamında bana hiç ihanet etmediği gibi,
beni başarıya da ulaştırdı. Şirketin büyümesinde payı çoktur.
Şirketten ayrıldıktan birkaç ay sonra karşılaştığımızda sor­
duğum soruya verdiği cevap içimde hep bir acı olarak kaldı.
— Bana neden ihanet ettin? *
— Keşke bu soruyu girdiğim ihaleleri aldığım zaman sorsay-
dm...
Haklıydı... Ve ben bu cevap karşısında sadece susabildim.
Semiray... İşe girdiği günlerde temizlik görevlisi olarak alın­
mıştı. Sonra sekreterimiz ve güvendiğim insanlardan biri oldu.
Ona her zaman güven ve sakın kalbini kırma. Bana ait çok sırrı
bilenlerdendir.
Benim hayatımda çok şeyler oldu. Bazıları hala bende sırdır.
Fakat bir gün birisi girdi ki hayatıma benim her şeyimi değiştir­
di. Hazel...
İbrahim Efendi'den manevi aşkı öğrenmiştim. Hazel'den in­
san hayatında olabilecek en güzel aşkı... Öyle güzel bakıyordu
ki, her bakışında sadece beni gördüğünü sanıyordum. Rabbim
sanki onu yaratırken benim de fikrimi almış gibiydi. Hazel
benim yaşayamadığım çocukluğum gibiydi. Sahtekârlıkların ve
maskelerin hayatımda en çok olduğu zamanda çıktı karşıma.
İlişkimize şahit olanlar hep yadırgadı ama bilmiyorlardı ki, ben
sadece onunla mutluydum. Biz onunla peygamberdeveleri
gibiydik. Erkeğin bir anlık mutluluk için ölümü göze alabilmesi
gibi... Hazel hainlik yapmış gibi görünebilir fakat hiçbir şey
göründüğü gibi değildi. Ne ben anlatabildim ne onlar anlayabil­
di. Hazel söylemediği hiçbir şeyi yapmadı. Yapacağı her şeyi
söyledi bana. Hatta bize... Ama bizim gözümüz kördü anla­
madık ya da işimize gelmedi. Hazel oynadığı oyundan ne kadar
alacağını bile söyledi. Zaten ben onun bu huyunu sevdim. Ben
onu nefsimle sevdim. Oynadığı oyundan kazanacağımn daha
fazlasını ben verebilirdim bunu o da biliyordu, ama verdiği söz­
den caymadı sonuna kadar gitti. Bu da benim için ayrı bir sevgi
bahanesiydi. Benim acınacak hale düşmemde, şirketin bat­
masında Hazel'in hiçbir suçu yoktu. Ben ne ettiysem kendim
ettim. Hazel her seferinde hayatımdan bir gün gideceğini bağıra
bağıra söylüyordu ama duymuyordum... Görmüyordum.
Görmek istemiyordum. Şirketimin İsmet Kartal'ın eline geçmesi
Hazel'in planladığı bir şey değildi. Bana 'Git, Ege'ye vekâlet ver
demedi. Eğer kötü niyetli olsaydı ve o yetkiyi kendisi isteseydi
bunu bir an bile düşünmeden yapacağımı da biliyordu. Hazel
aslında oyunu bana değil, İsmet Kartal'a oynadı. Ama ikisi de
bunu bilemediler. Şirket ve Ege olayını ilerleyen yazılarımda
okuyacaksın. Benim Hazel ile son bir randevum kaldı, tarihini
her ne kadar bilmesem de mekân belli... "Sırat"
Dayanamadım, Hazel'in ölümünden iki yıl sonra ailesine git­
tim. Amacım sadece onlara beni bir kez sevdiğini söylediğini
duyabilmekti. Annesi bana daha fazlasını verdi. Ölümünden
birkaç gün önce yazdığı bir m ek tu p ...

"Canım annem,
Sen mektubumu aldığında ben çok uzaklarda olacağım, belki
hayatta bile olmayacağım. Üzülme ne olur. Yıllarca bize baka­
bilmek için çok acılar çektin, seninle birlikte benim de içim çok
acıdı. Artık rahat edeceksiniz. Ben artık o eski küçük ve masum
kızın değilim. Değiştim... Değiştirdiler.
Üniversiteye başladığım yıl burs almak için başvurduğum
birkaç yer vardı. Birileri bana yardım etmek için hep karşılık
bekledi. Kimisi sevgilim ol dedi, kimisi bir gece için ömrümce
göremeyeceğim para teklif etti. İstanbul bizim köy gibi değil
anne. Acımasız insan dolu... Direndim, ama fakirlik ve yokluk
direncimi kırdı. Bir gün başvuru yaptığım bir ajans aradı, beni
İsmet Kartal diye biri ile tanıştırdı. Evet, şu zengin İsmet Kartal.
Başta onun da benimle birlikte olmak isteyeceğini düşündüm.
Gerçi artık direncim kırılmıştı. İsteseydi onu da yapacaktım.
Artık güçlü olmak, sıkıntı çekmemek istiyordum. İlk buluş­
mamızda sadece yemek yedik. Bir hafta sonra ofisine davet etti.
O gün gördüm paranın nasıl bir güç olduğunu.
Bir adamdan bahsetti. Ali Aşiroğlu. O güne kadar birkaç defa
adım duymuştum. Benden sadece adamı kendime âşık etmemi
istedi. Hani seninle izlediğimiz filmlerdeki gibi. Bunun
karşılığında hayalimde bile göremeyeceğim kadar para teklif
etti. Kabul ettiğimi söylediğimde bana söylediği söz hala kulak-
larımdadır.
"Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır derler...
Yanlış. Her başarısız erkeğin önünde bir kadın vardır aslında.
Ve Ali, senin önünde duracağın erkek."
Yıllarca hem varlık içinde yaşadım, hem de Ali konusunda
eğittiler beni. Neler yapar, nelerden hoşlanır, zayıf noktaları
neler. Bir gün baktım ki, önünde durmamı istedikleri adam
aslında çok mert, dürüst ve iyi birisi. Ama geri dönüşüm yoktu.
Ya o, ya ben... Bildiğim tek gerçek vardı, ben artık hiç kimse için
kendimi feda etmeyecektim.
Ali'yi ilk gördüğümde bana olan bakışlarını fark ettim. İlk
defa bana birisi sadece cinsimden dolayı hayvan gibi arzularca-
sına bakmıyordu. Geri dönmeyi çok istedim anne. Yapama­
dım...
Bir gün anladım ki, onun kadar beni kimse sevemezdi. Sen
bile... Kırılma sakın, ama öyle... Gitmeye karar verdim hayatın­
dan, ama korktum. En zayıf noktası geldi aklıma. 'İhanet'...
İhanetlere asla tahammül edesi yoktu. İhaneti ben yapacaktım
ama bana yapabileceklerinden korktum. Onun yapmasını sağla­
mak en doğrusu olacaktı. Bunun için en yakın arkadaşım
Derya'yı kurban seçtim. Yıllardır benim dostluğuma güvenerek
anlattığı o hayalindeki beyaz atlı prensi sanki Ali'ymiş gibi
anlattım. Kızı bir uçuruma sürükledim. İstediğim olmuştu ama
ben yine gidemedim. Anladım ki benden istedikleri sadece o
adamm bana âşık edilmesi değildi. Benden istedikleri o adamın
yok edilmesiydi.
Artık ne çalacak kapım vardı ne gidecek, sığınacak birileri.
Eski Hazel yoktu. Ben hedefime ulaştığımda geriye emekleri hiç
edilmiş, en yakm dostlarının bile ihanetine uğramış ama en
kötüsü, sevdiği kadın tarafından kalbi kırılmış bir adam
kalmıştı. Benim günahım ödenmez anne. Ben hesabımı mahşere
bıraktım. Ben Ali'ye o kadar kötülük yaptım ki, sırf binlerce yıl
cehennemde bu sebepten yanabilirim. Herkes hayaller göre­
bilirken ben önümdeki gerçekleri bile göremedim...
Gidiyorum anne... Bundan sonra görüşmemizin imkânı
olmayacak. Mektubu aldığında sakın peşime düşme. Ve hemen
bu mektubu yak. Ben seni bir defa arayıp bıraktığım parayı nasıl
alacağını söyleyeceğim. Tam 25 milyon dolar. Hepiniz artık
rahat edeceksiniz. Biliyorum, haram para yer, birilerinin kalbini
kırarsan hakkım helal değil derdin hep... İstemeye yüzüm de
yok zaten. Pişmamm anne, çok pişmamm hem de... Keşke çıka­
cak bir yolum olsaydı ama yok. Allah'tan beni affetmesini isteye­
cek yüzüm bile yok. Ben, Hazel... Karıncayı bile incitmeye
korkan kızın bu duruma nasıl geldi, bazen düşünüyorum. Bir
tek sebep geliyor karşıma, aç gözlülük. Ben sizlere bile ihanet
ettim. Yıllarca boğazımızdan haram lokma geçmemesi için gece
gündüz çalışan sana, benim kardeşim okuyacak adil birisi ola­
cak diyen ablama, kardeşlerime... Hatta Okan'a bile... En çok da
Ali'ye... Beni bu dünyada en çok seven adama. Ali'yi tamrım,
bir gün bunları neden yaptığımı sorgulayacak, peşime düşecek.
Bu mektuptan sakın bahsetme. Ben ona beni tanımasını iste­
diğim şekilde bir mektup bıraktım. Bırak hep öyle bilsin. Ben
biliyorum ki o bana hiç kızmaz. Sen annemken kızarsın ama Ali
hiç kızmaz. Şu an çok büyük sıkıntılar içinde. Onun için elimden
gelen tek şey, falcılara kadar düştüğünde her zaman fal bak­
tırdığı Göker isimli kişi ile ortak hareket etmem oldu. Göker,
falda çıkıyormuş gibi söylediği şeyleri ben gerçekleştirdim.
Keşke daha fazlası gelebilseydi elimden. Sana geldiğinde sana
bırakacağım paranın yansım ona ver olur mu? Kalan yarısı size
yeter. Ali benim çocukluğum gibi... Dürüst, adil, insan incit­
meyen... Benden uzaklaşması için yaptığım o kadar kötülüğe
rağmen beni hiç kırmadı, incitmedi. Bense onu yıktım, parça­
ladım, yok ettim... Umarım kendisini toparlar. Her zaman
söylediği bir söz vardı ki, beni en iyi anlatan sözdü... "İnsanı
sadece en yakmındaki yok eder." Ve ben bütün yakınlarımı yok
ettim... En yakınımı, kendimi bile...
Hoşça kal anne...
Hazel..."

İşte dostum, Hazel ile ilgili aldığım en son haber buydu.


Biliyordum, Hazel kötü birisi değildi. Bunu o gözlerine her
bakışımda anlıyordum. Beni Hazel'e bağlayan sadece içimdeki
sevgi değildi. Ya da ben öyle sanıyordum... Yıllar önce aldığım
bir müjde beni ona yakınlaştıran en büyük bağdı.

"Yıl 1995, Çerkezköy...

Ali ile Ege otururken İbrahim Efendi geldi.


— Selamın Aleyküm.
— Aleyküm Selam efendim, hoş geldiniz.

143
— Oturun çocuklar kalkmayın. Nasılsınız bakalım?
— İyiyiz efendim, galeriyi düzene sokmaya çalışıyoruz.
— Ali otomobilcilik asıl işin olmayacak biliyorsun değil mi?
— Biliyorum efendim...
— Ben müsaade istesem efendim, diye ayaklandı Ege.
— Ege otur biraz korkma Allah sohbeti edip sıkmayacağız
seni, dedi gülümseyerek İbrahim Efendi.
— Yok, öyle demek istemedim zaten işlerim vardı, diyerek
çıktı.
Ali Ege'nin arkasından bakarken içinde her zaman olan
soruyu sordu;
— Efendim, Ege ne namaz kılar, ne oruç tutar, ne sohbet­
lerinize katılır. Peki, neden seçildi bu göreve?
— Kıskandın mı yoksa?
— Asla efendim, aksine onun gibi bir adam ile birlikte olmak­
tan hep mutlu oldum.
— Manevi duygular Allah ile kul arasındadır Ali. Kimseyle
dini ve inancına göre iş yapamazsın ve yargılayamazsın.
Zorlayarak yapılan ibadetlerden sadece münafıklık çıkar. Doğru
olan zamanlar ve kendi isteği ile yapmasıdır. Hem kim bilir bir
gün bakarsın senden daha iyi bir talebe olur bana... Hesap günü
Allah insanın kim olarak doğduğuna değil, kim olarak
öldüğüne bakar.
— İnşallah efendim, bunu canı gönülden isterim.
— Biliyorum Ali. Ben sana bir soru sorayım o zaman. Sen
neler istiyorsun bakalım hayattan?
— Valla benim istediğim ne para ne pul efendim. Tek iste­
diğim temiz bir kadın ve ondan doğacak bir çocuk. Bunu her
zaman dile getiriyorum.
İbrahim Efendi gülümsedi. Birkaç saniye gözlerini kapattı.
— Eskiden çay içirirdin Ali, artık misafirperverlik kalmamış
sende.
— Ah, çok özür dilerim efendim, hemen koyuyorum.

44 1
— Şu çay işini iyi beceriyorsun.
— Baba mesleği sayılır.
— Dileğin bir gün mutlaka olacak Ali. Beklediğin kadın sana
gelecek.
— İyi de, ben onun o kadın olduğunu nasıl anlayacağım?
— Kokusundan Ali, kokusundan...

O gün duyduğum koku kelimesi içime işlemişti sanki. Artık


bırak hayatıma giren kadınları, yoldan geçenlerin kokusunu
dahi duymak istiyordum. Ta ki Hazel hayatıma girene kadar.
Onu bir gün şarkı söylerken görüp yakınlaştığımda duyduğum
koku sanki yıllar önce bana müjdelenen kokuydu. Ve ben müj­
denin gerçekleştiğini sandım... Ama yanılmışım. Bu yanılgı
içinde gidip geldiğim dönemde Derya çıktı karşıma. O da
Hazel'in bir oyunuydu, ama Hazel aslında bilmeden bana bir
iyilik yapmış oldu. Bir gece Derya'dan Hazel hakkında bilgiler
almak için buluştuğumuzda eve gittik. Baştan karaktersiz olarak
gördüğüm kız bana yaklaştığında o an duyduğum kokudan
beklediğim kadını bulduğumu anladım. Fakat bir engel vardı ki,
ben bu kadını sevmiyordum. İbrahim Efendinin bir müjdesi
daha vardı bana. Bir sohbet esnasında yakışıklı bir adam gelip
İbrahim Efendi'ye bir şeyler söyleyip gitmişti. Kim olduğunu
sordum.
"Gelen Cibril'di Ali. Bir müjde getirdi. Ali Aşiroğlu doğru
kadını bulacak ve bu kadından doğan erkek çocuğu hem yeni
yüzyılın mürşidi, hem de ülkeye başarılı bir başkan olacak
müjdesini verdi."
Bu sebeple Derya bana yaklaştığmda bu çocuğun zinadan
doğmaması için gözlerimi kapattım, efendimden yardım iste­
dim. Efendim karşıma geldiğinde bana beklediğim haberi verdi.
"Biz seni bu kadına, bu kadım da sana nikâhladık Ali."

O gece birlikte olduğum kadın bir yıl sonra yüzyılın en kut­


sal çocuğunu dünyaya getirdi. Fakat birlikte olmamıza o kadar
çok engel vardı ki, aşamadım... Belki de aşmak istemedim.
Geçen zaman beni Hazel'e daha çok bağlamıştı. İşte aslında en
büyük günahı o zaman işledim. Derya'yı aldatmış oldum. Bir
taraftan İsmet Kartal boş durmuyor, sürekli bana yakın olanlara
zarar vermek için uğraşıyordu. Anladım ki Derya'nm da canını
yakacaktı. Bu yüzden Derya'yı kendimden hep uzak tuttum.
İstedim ki o zarar görmesin ve çocuğumuz doğsun. Benden öte
manevi koruyucuları vardı. Bir daha Derya'yı hiç aramadım.
Oğlumun doğumunu, attığı ilk adımı hiç görmedim. Adım ben
istedim, İbrahim Efendi koydu. Bunun nasıl bir acı olduğunu
tahmin bile edemezsin. Ben işlediğim günahların bedelini böyle
ödedim.

İşte ilk görevin... Oğlumu ve Derya'yı bul Şahin. Eğer ölü­


münden sonra bir aksilik olmadıysa Şanlıurfa'da olacaklar.
Urfa'ya gittiğinde ilk önce İbrahim Efendi'yi bul, O yapman
gerekenleri söyleyecektir. Derya'ya sonuna kadar güven.
Yeryüzünde tanıyıp tanıyacağın en temiz kadındır. Oğluma çok
iyi bak, gerekirse sana bırakılan mirası bu uğurda çekinmeden
harca. Onları İstanbul'a getir. Derya'ya şirketten hisse ver ve
yönetim kuruluna girmesini sağla. Bu Süreyya Gazel'i çıldırta­
cak ve onlara düşman edecektir. Öldürmeye kadar götürebilir
hırsım. Burada yineliyorum, kızım annesiz büyümesin, sana
güveniyorum..."

Telefonunu çıkarıp Mirza'yı aradı.


— Mirza hemen hazırlıklarını yap yola çıkıyoruz. Yolumuz
Urfa...
Birkaç saat sonra Mirza hazır olduğunu bildirdi. Şahin
aşağıya indiğinde şimdiye kadar görmediği, zırhlı bir araç
gördü. Aracın arka koltuğuna bindi.
— Hayırdır Mirza? Gideceğimiz yer pek tekin değil samrım.
— Biz tedbirimizi alalım efendim.
— Bu araç kimin?
— Ali Aşiroğlu yaptırmıştı fakat hiç kullanmadı.
— Dayım da her şeyi hazır bırakmış bize. Bu kadar ileriyi

461
gören birisi bir Hazel'e nasıl aldandı hala kafam almıyor.
Urfa'ya vardıklarında akşam ezanı okunuyordu. İbrahim
Efendi'nin kapışım çaldı. Kapı açılmadı. Biraz ileride bulunan
bir çay bahçesine oturdu. Yabancı olduğundan herkesin dikkati­
ni çekmişti. Garson yaklaştı.
— Hoş geldiniz. Ne ikram edelim size?
— Ben bir çay alayım. Şekerli olsun. Bu arada İbrahim Bey
isimli bir zatı arıyorum.
— İbrahim Amca camidedir.
Garson çayı getirmek için dönmüştü ki, İbrahim Efendi'yi
gördü
— İbrahim Amca geliyor, dedi parmağını işaret ederek.
İbrahim Efendi 60 - 65 yaşlarında, saçı ve bıyığı beyazlamış
kısa boylu biriydi. Fakir bir görüntüsü vardı. Yolda gördüğü bir
köpeğe cebinden çıkardığı birkaç ekmek parçasını verdi, sevdi.
Şahin uzaktan izlediği adam hakkında şüphelere düştü. Ali'nin
defterine yazdığı cümleyi hatırladı. "Eğer ölümümden sonra bir
aksilik olmadıysa..." Hem İbrahim Efendi'yi izliyor, hem
kafasında hesaplar yapıyordu. Kendi kendine mırıldandı.
— Bunda bir tuhaflık var...
— Selamın Aleyküm, dedi İbrahim Efendi etrafa bakarak.
Garson çayı masaya bıraktı.
— İbrahim Efendi'yi beklemiyor muydunuz?
Şahin cebinden çayın parasını çıkarıp koydu, içmeden aracı­
na doğru yürümeye başladı. Garson arkasından yetişti.
— Beyefendi! Biz satmadığımız malın parasım almayız.
Ayrıca çayımızı içmiş olsaydınız bile, o çay misafirsiniz diye
bizim ikramımızdı, diyerek parayı Şahin'in eline tutuşturdu.
Şahin hala İbrahim Efendi'ye bakıyordu.
— Gidelim Mirza!
— Efendim, bir sorun mu var?
— Var'Mirza var, ama nerede bilmiyorum. Bu kadar yolu
sanırım boş yere geldik...
Saatlerdir yoldaydılar, yorgunluktan gözleri kapanıyordu.
Daha fazla açık tutamadı. Rüyasında Ali ile birlikteydiler. Bir
tepenin üzerinde sohbet ediyorlardı.

— Mevlana ne güzel söylemiş 'Ben ne insanlar gördüm üzerinde


elbise yok, ne elbiseler gördüm içinde insan yok.'
— Neden böyle söylemiş?
— Neden böyle söylemiş biz bilemeyiz. Ama ben sana bir hikâye
anlatayım. Daha Fatih Sultan Mehmet doğmamış. Fatih'in hocası,
İstanbul'un manevi fatihi olan Akşemseddin Hazretleri Allah aşkı ile
öyle yanar olmuş ki, ilim almak için İstanbul'un yolunu tutmuş.
İstanbul'a vardığında yanına gittiği hocası bundaki cevheri bir görüşte
anlamış. 'Hey talebe, bizim ilmimiz sana yetmez, senin kaynağın
Ankara'da Hacı Bayram Veli isimli zattadır.' demiş. Bunu duyan
Akşemseddin hemen yola koyulmuş. Ankara'ya vardığında Hacı
Bayram Veli'yi dilenci gibi sokaklarda gezerken bulmuş. 'Bana bu kişi
mi ilim verecek!' diyerek geriye dönmüş. Tabi yolculuk onu yorgun
düşürmüş, Bolu Dağı'nda mola vermiş. Yorgunluktan uyuyakalmış.
Rüyasında Hacı Bayram Veli'yi görmüş. Elindeki zinciri
Akşemseddin'e attığında zincir Akşemseddin Hazretleri'nin boynuna
dolanmış. Hacı Bayram Veli seslenmiş. 'Nereye gidersin? Senin yaşa­
man da, ölmen de, gitmen de kalman da, bizim elimizdedir.' Başlamış
zinciri çekmeye. Akşemseddin kan ter içinde uyanmış. Yaptığı hatanın
farkına varmış. Geriye dönmüş. Hacı Bayram Veli, talebeleri ile yemek
yiyormuş. Tabi utancından yanlarına yaklaşamamış. Hacı Bayram Veli
elindeki but kemiğini Akşemseddin'e atmış. Akşemseddin o kadar acık­
mış ki kemiği yerden alacakken Hacı Bayram Veli elini tutmuş. 'Şimdi
artık bizdensin evlat.' demiş. Aslında o kemiği alması nefsini yenme­
sidir. Şahin, sen sen ol, kimsenin şekline şemailine bakarak aldanma...

Ter içinde uyandı. Nefes alamadığmı hissetti. Kısık bir sesle


sordu.
— Neredeyiz Mirza?
— Bolu Dağı'ndayız efendim.
— Hemen geri dön Mirza. Urfa'ya! Hemen. En hızlı şekilde...
Tekrar Urfa'ya vardıklarında sabah ezanı okunuyordu.
Caminin bahçesine gitti. İbrahim Efendi yanında 3 - 4 kişi ile
sohbet ediyordu. Yanına yaklaştı.
— Efendim...
İbrahim Efendi, Şahin'i tepeden tırnağa süzdü. Yanındakilere
gitmelerini işaret etti.
—* Hoş geldin Şahin.
Daha kendi adım söylemeden İbrahim Efendi'nin hitabı
aslında bulunduğu sıfatın göstergesiydi... Geldikleri zırhlı araca
baktı.
— Kimileri zincirle gelir, kimileri bunlarla. Sonuçta her ikisi
de demirdir. Hadi al bakalım abdestini.
Namazdan sonra eve geçtiler. Şahin hala utangaç bir halde
konuşamıyordu. Aklına gelmezdi; koskoca bir imparatorluğun
başında, binlerce kişiyi yöneten kendisi, ilk defa gördüğü bu
adamın karşısında bir zavallı gibiydi.
— Rahat ol evladım. Allah rahmet eylesin, Ali çok anlatırdı
seni bana. Sevindim seni gördüğüme.
— Sağ olun efendim. Ben çok mahcubum.
— Mahcup olacak bir durum yok. Önemli olan hata yapmak
değil, hatanın farkına varıp dönebilmektir. Gelelim senin mese­
lene. Nedir benden istediğin?
— Birçok şeyi benden daha iyi biliyorsunuz. Dayım bir defter
bıraktı. Defterde bir çocuktan bahsediyor. Onu ve annesini bul­
mamı, İstanbul'a götürmemi istiyor. Bu konuda sizden yardım
alabileceğimi belirtmiş.
— Evet, Mehdi... Ali'nin oğlu. Buraya yakındır yaşadıkları
ev. Lâkin yaşadığı yer biraz tehlikelidir. Dikkatli ol.
Şahin'in eline adres yazan bir kâğıt verdi. Şahin heyecandan
duramıyordu.
— Efendim, ben hemen çıksam olur mu?

Gülümsedi İbrahim Efendi, başını sallayarak onay verdi.


Geldikleri yer bir gece kondu mahallesiydi. Zırhlı lüks araç
herkesin dikkatini çekmişti.
— Adres burası efendim, dedi Mirza.
Şahin eve baktı. Neredeyse yıkılacak gibi duruyordu. O sıra­
da bir taş aracm ön camında patladı. Şahin başmı çevirdiğinde
14 yaşlarında bir çocuk gördü. Mahalleli toplanmaya başlamıştı.
Mirza tedirgin oldu.
— Efendim, isterseniz dönelim birkaç adamla gelelim.
— Hayır Mirza! Bu sadece ikimizin bilmesi gereken bir
husus... Ben iniyorum. Bana doğru kalkan el, kol... Ne olursa
olsun hiç düşünmeden indir aşağıya.
— Ya çocuksa?
— Bugün devletin bireyine taş atan çocuk, yarın
büyüdüğünde bu devletin başkanma mermi sıkar.
Araçtan indi. Eve yaklaştı. Mirza her an tetikteydi. Kapıyı
çalmak istediğinde kapı açıldı. Eli ile aralayarak seslendi.
— Kimse yok mu?
Bir süre sonra kapı ardına kadar açıldı. 10 yaşlarında bir
erkek çocuğu, elinde plastik bir kılıç ile masmavi gözlerini
Şahin'e dikmiş bakıyordu...
— Hoş geldiniz amca.
— Hoş bulduk delikanlı. Senin adm ne?
— Mehdi...
— Mehdi, annen evde mi?
— Hayır, annem çalışıyor, akşam evde olur. Ne için sordunuz
annemi? İş için mi çağıracaksınız?
— Ne iş yapıyor annen?
— Evlere temizliğe gidiyor.
— Ne zaman gelir eve?
— Saat altıda geliyor ama bazen işi uzuyor, geç gelebiliyor.
—* Tamam, ben o zaman gelirim.
İçi burkulmuştu. Ali'nin oğlu onunda yeğeni sayılırdı.
Baraka denilecek bir evde yaşıyordu. Tekrar İbrahim Efendi'ye
gelerek olanları anlattı.
— İçim çok acıdı onu öyle gördüğümde. Dayım şimdiye
kadar onun bu halde yaşamasına nasıl müsaade etti. Bıraktığı
defterde birkaç sebep yazmış ama bunların bahane olmaması
gerek. Bir de bir kadından, Mehdi'nin annesinden bahsediyor.
Ona büyük bir miras bırakmamı ve şirkette yönetime almamı
istiyor. Bu akşam kadmla konuşacağım. Mehdi'yi alır, bakarız.
Kadına da birkaç kuruş veririz. Bir çocuk peydahlamış diye şir­
ketin yönetimine sokmayı doğru bulmuyorum.
İbrahim Efendi bardağındaki son çayı yudumladı. Kalktı
çayım yeniledi. Yerine oturdu. Bir yudum aldı. Anlatmaya
başladı.
— Çok uzun zaman önce Ankara'da Hacı Bayram Veli adın­
da bir zat yaşarmış. Bu zatın birçok talebesi olmasma rağmen iki
talebesini çok severmiş. Osman Efendi ve Akşemseddin
Hazretleri... Hacı Bayram Veli vefat ettiğinde tahtını Akşem­
seddin Hazretlerine, eski bir hırkasını da Osman Efendiye
bırakmış. Bir zaman sonra Akşemseddin'in talebelerinden aç
gözlü olanlar 'Hocam taht sizde, hırka niye onda' diye söylen­
meye başlamışlar. Akşemseddin bir gün talebelerini de alarak
dışarı çıkmış. Cami girişinde Osman Efendi ile karşılaştıkların­
da Osman Efendi'yi selamlayarak 'Osman Efendi, bizim çocuk­
lar hırkanın bana ait olduğunu söylüyor, siz ne dersiniz?' diye
sormuş. Osman Efendi gülümseyerek. 'Ne demek efendim. Seve
seve veririm. Lâkin son bir üzerimdeyken şu Cuma Namazı'm
eda edeyim, çıkışta vereyim' demiş. Namaz bitiminde herkes
dışarı çıktıklarında büyük bir ateşi korlaşmış halde görmüş.
Kimse ne olduğuna anlam verememiş. Osman Efendi 'Hırkayı
benden kim alacak?' diye sorduğunda aç gözlü talebeler birbir­
leri ile yarışırcasına atılmışlar. Osman Efendi ateşe doğru
yürümüş ve ateşin içine girmiş. Ateşin ortasma geldiğinde tale­
belere dönerek hırkasını çıkarıp işaret parmağına asmış ve
ileriye doğru uzatarak seslenmiş... 'Buyurun hırka sizindir.'
Ateşin içine girmeyi bırak yanma yaklaşmak imkânsız. Osman
Efendi yine tekrarlamış. 'Hırka sizindir, alın hadi/ Yine kimse

151
yerinden kıpırdamamış. Sonra konuşmasına devam etmiş. 'Ne
oldu? Yanmaktan mı korkuyorsunuz? İşte, ben bu hırkayı hak
etmek için böyle yandım... Ama siz bunu nereden bileceksiniz
ki..."
İbrahim Efendi susmuştu. Şahin buz kesmiş halde kıpır­
damadan duruyordu. Söylediklerinden o kadar pişman olmuştu
ki... Yerin dibine girdiğini hissetti. Ayağa kalktı. Çıkmak için
kapıyı aralamıştı ki geri döndü. İbrahim Efendi hala sabit bir
yere bakıyordu. Cevabından korkarcasma sordu...
— Bir hırka için bu kadar yanmak gerekiyorsa, tahtın sahibi
ne kadar yanacak?
İbrahim Efendi yine sessiz kalmıştı... Şahin çıkar çıkmaz
Mirza ile Mehdi'nin evinin önüne gitti. Mehdi arkadaşları ile top
oynuyordu. Bir an yere düştü. Bunu gören Mirza kaldırmak için
araçtan inmek istedi. Şahin engel oldu.
— Hayır Mirza! Bırak kendisi kalksın. Biz şimdi onu tutar
kaldırırsak, her düştüğünde kaldırmamız için bizi bekleyecek.
Bırak yanmaya şimdiden başlasın ki, büyüdüğünde yaraları
geçmiş olsun...
O sırada aracın yanma bir adam geldi. Tepeden tırnağa
silahlıydı.
— Fadıl Ağa sizi görmek istiyor.
— Görmek istiyorsa buraya gelsin ağan, diye hiddetle atıldı
Şahin.
— Buraya misafir sayarak ricaya geldik. Zorla da götürmesi­
ni biliriz.
Şahin hızla araçtan indi. Çevresine baktığında bir sürü silahlı
adam gördü. Mirza atıldı.
— Ağayı görmekten onur duyarız. Siz önden devam edin biz
sizi takip edelim, diyerek araca binmesini işaret etti Şahin'e.
— Kim bunlar Mirza?
— Bu bölgenin en güçlüsü, Zinciri Aşireti'nin lideri efendim.
— Mirza alay mı ediyorsun? Biz dünyaya hükmediyoruz, bir
dağ liderinin ayağına mı gidiyoruz?
— Efendim biraz sabırlı olsanız...
— Peki Mirza, ama bu iş hiç hoşuma gitmedi haberin olsun!
Büyük bir konağa geldiler, içeri girdiklerinde beklenenin
aksine oldukça şık giyimli bir adam karşıladı.
— Hoş geldiniz. Ben Fadıl...
— Pek hoş gelmedik, zorla getirildik diyebiliriz ağa.
— Şahin Bey böyle düşünme lütfen. Dışarıda konuşmamız
doğru olmazdı. Buyur otur.
Getirilen ayranları içerken Şahin"in öfkesi hala gözlerinden
okunuyordu.
— Bizi neden davet ettiniz. Konuşmak istediğiniz konu ne­
dir?
— Buraya gelme amacınızı öğrenmek istedim.
— Bunun cevabını neden merak ettiniz? Burası benim
ülkeme ait bir şehir. Size mi hesap vereceğim?
Ağa gözü ile odanın boşaltılmasını istedi. Mirza bekliyordu.
Şahin çıkmasını işaret etti.
— Bak arkadaş, burası benim şehrim! Ve o geldiğiniz evde
yaşayan kadm neyin olur bilemem ama bir daha seni o çevrede
görmek istemiyorum.
— Misafirperverlik bitti sanırım ağa!
— Sen misafir olarak hareket etmiyorsun. Sana bir soru
soruyorum, sen külhanbeylilik taslıyorsun.
— Ali Aşiroğlu'nu tanır miydin?
— Evet, takdir ettiğim biriydi aynı zamanda. Tanışmak fırsatı
olmadı Allah rahmet eylesin.
— İşte o kadın, Ali'nin oğlunun annesi. Bana ölümünden
sonra vasiyet etti.
— Sağlığında sahip çıkmadığı kadma ölümünden sonra mı
sahip çıkmak aklına gelmiş?
“ Bu seni ilgilendirmez.
— Çocuğu alabilirsin, kadm burada kalacak.
— Bu kadın seni neden bu kadar ilgilendiriyor?
— Çocuğu al ve git. Yoksa bu durum hiç iyi sonuçlar ver­
meyecek. Ali akıllı adamdı. Batıdan buralara hiç gelmedi.
— Dayım batıyı fethetti, doğuyu bana bıraktı, dedi ayağa
kalkarak. Kapıdan çıkarken tekrar döndü. Gözlerinden, içindeki
öfke anlaşılıyordu.
— Haftaya, tam bugün, bu saat... Ben, Derya ve Mehdi'yi
almaya geleceğim ağa. Sende gücün yetiyorsa verme!
Öfkeyle dışan çıktı.
— Mirza gidiyoruz!
Yola çıktıklarında hala burnundan soluyordu.
— Şuna bak Allahın dağ eşkıyası beni tehdit ediyor. Mirza
haftaya bugün geliyoruz. Ona göre hazırlığım yap. Gerekirse bir
ordu kur!

"A li nehrin ktytstnda oturmuş düşünceler h alin d ey d i.


İbrahim Efendi geldi,
— H ayırdır A li Karadeniz'de gemilerin m i battı?
Gülümsedi, başını sağa ve sola çevirip gözlerinin erebildiği
yere kadar gözlem ledi.
— Bazen hala kendim i dünyada hissediyorum efendim.
— Burası da bir dünya A li. Beğenmedin mi?
— Bilm em ... Sevdiklerim yanım da yok, sanırım o yüzden
canım sıkkın.
— E ben gideyim o zam an, sana kendim izi sevdirem edik
demek.
— Efendim, özür dilerim ben öyle dem ek istemedim.
— Ali, sakin ol. Şaka yaptım çok alıngan oldun sen de.
— H ala yaşadıklarım a alışam adım efendim. Sultanımız kişi
ile beraberdir diyor. Ben sizin haricinizde hiçbir sevdiği­
mi görem edim henüz.
— Kim var k i görm ek istediğin? B akalım , belki buradadır.
— H azel... diyemedi. Yine sustu. Bir süre nehrin akışım izledi.
— Efendim, Berzah ne demek?
— Berzah geçiş dem ek Ali. Bedenin ruh haline geçişidir.
— Cennet ve Cehennem nerede?
— Şurası, diyerek işaret etti İbrahim Efendi.
— Ama orası kurak bir top rak...
— Evet, henüz kurulmadı, insanlar dünyada nasıl köy, k a sa ­
ba, siteler kuruyorsa Cennet ve Cehennemi de kendileri kuracak.
— Ne zaman?
— Dünyada kıyam et koptuğu zaman?
— K ıyam et ne zam an kop acak efendim bir bilginiz var mı?
— Hangi kıyam eti soruyorsun? Küçük, büyük?
— Kıyam eti bir sanıyordum. Her ikisini de öğrenmek isterim?
— Sevdiğin biri öldüğünde küçük kıyam et, sen öldüğünde bü­
yük kıyam et kopm uş demektir.
B aşını toprağa eğdi. H aklıy d ı İbrahim Efendi, annesi
öldüğünde içindeki acıyı hissetti. Sonra Hazel'in öldüğü an
geldi aklına. Cehennem daha dünyada kurulmuştu bedenine.
Kendisi öldüğünde en büyük acıyı tatm ıştı. Geride sevdikleri
kalm ıştı. Kızı Hazel, oğlu Mehdi, yeğeni, ablası, E lifi, b a b a sı...
— İyi ki sizi tanım ışım efendim ...
— Beni tanım ayı sen istedin Ali.
— Nasıl, anlam adım ?
— Çocukluğunda hep aklından geçmez miydi; ilim nedir, ner-
den öğrenirim, diye?
— Çok geçerdi efendim ...
— İşte ilmin kapısı sana açıldı.
— Efendim?

— A klım a gelm işken sorayım , benim oğlum, yani M ehdi... O


MehdVtni?
— Hangi Mehdi?
— Hani şu dünyaya inmesi beklenen, insanları kurtaracak
olan .
— Şu dünyaya o kadar çok Mehdi geldi ki, bazen adı Fatih
oldu, bazen M ustafa, bazen Süleyman. İnsanların kaçı bunun
farkın a vardı bilinmez. Eğer sorduğun, İsa ile birlikte geleceğine
inanılan M ehdi ise öyle birisi yok.
— N asıl yani? Efendim M esih yeryüzüne inecek Mehdi ile
bu luşacak...
— Hayır A li... O bazı kötü am açlı kurulan tarikatların üret­
tiği efsane. Ne İsa yeryüzüne inecek ne M ehdi denilen varlık
meydana gelecek. Bunlar tamamen firavun ruhlu insanların
ürettiği şeyler. A m açlan bir efsane yaratıp insanları peşlerinden
sürüklem ek... Dünyada şu an h ala böyle insanlar var. Şimdi bi­
n leri kalkıp M ehdi uydurmadır dese bir sürü şeyh diye geçinen
insan tarikatların ı üzerilerine salacaktır, h atta dinsizlikle
suçlayacaktır. M ehdilik kutsal bir şey olarak göründüğünden
M ehdi efsanesi işlerine geliyor. Yoksa kendileri de biliyor böyle
bir olayın gerçekleşmeyeceğini. H azreti İsa ölmüştür, her pey­
gam ber gibi ve denir ki H azreti Muhammed son peygamberdir.
Şimdi Hazreti İsa yeniden doğsa bu kural bozulm az mı? Hem
böyle bir şey olsa, bir peygam ber yeniden doğsa bu emin ol ki
bizim sultanımızdan başkası olm azdı. Sana bir sağlam örnek
daha; M ehdi efsanesi gerçek olsa Kuran bunu m utlaka yazardı.
Kuran'da asla Mehdi ile ilgili tek bir ayet yer almaz.
— Ama peygam ber efendimiz de bahsediyor.
— Ne diyor?
— Mehdi'den bahsediyor. Babasının adı Abdullah olacak
diyor?
— Kimin babasının adı Abdullah?
— Efendimizin... dedi, gerisi gelm edi cümlenin... Sonra elini
başına vurdu.
— Tabi ya, ah sa la k kafam ... Sultanımız kendini anlatıyor.
— Sadece kendini değil Ali, efendimizin sırrı hala v ekil­
lerinde. İşte vekillerin taşıdığı o sır ve ilim insanın kur­
tarıcısıdır. Mehdi sultanımızın Nur'udur. İlm idir... Bulan ve

56 I
inanan kendini kurtarır, inanmayan cezasını çek er Ama bak
burada d ikkat edilecek bir husus vardır. Bu s im taşıyan vekil
her yüzyılda gelir ve tektir.
*— Peki, bu tarikat liderleri vefat edince yerlerine geçenler
nasıl belirleniyor?
— Tarikatların çoğu m enfaat üzerine kurulmuştur. Gerçek
varis kulun kul eli ile vermesi ile değil h ak elinden verilen yetki
ile seçilir. İnsanın M ehdisi de Deccali de kendi içindedir. Mehdi
iman etmiş bir kalp, Deccal terbiye edilm em iş nefsin ta kendi­
sidir. .. K alk seni bir yere götüreceğim ...
G eldikleri yer büyük bir salondu. Dünya hayatın daki meclis
gibi dizilm iş bir düzen vardı. Birileri içeri giriyor yerlerine otu­
ruyordu. B aşkan lık koltuğuna oturacak kişi de geldiğinde Ali
dayanam adı.
— Burası neresi efendim?
— Erenler meclisi.
— Nasıl? Meclis burada da mı oluyor?
— Neden şaşırdın Ali? A llah dünyayı kendi sıfatı ile yönetir.
B ak hatırla M iraç sohbetini... Sultanımız yedinci kata gel­
diğinde ne diyordu Cebrail?
— Ya Muhammed, benden buraya kadar; daha ileri gidersem
yanarım.
— Evet... Yedinci kata geldiğinde m elekler karşılıyor sultanı
ve diyorlar ki 'Dur ya Muhammed, Rabbin namazda?' Allah
öyle adaletlidir ki, kendisinin yapm adığı hiçbir şeyi kulundan
istemez. Biz böyle bir Rabbin kulu, böyle bir sultanın ümmeti­
yiz.
— Başkanlığı yapan kim dir efendim? dedi bakarak toplan­
tının yapılacağı yere...
— Hızır A. S.
— İlk defa görüyorum...
— Yok, aslında çok gördün am a buradaki gerçek suretidir.
— Ne zaman gördüm?
— Annenin vefatında seni götüren Hızır'dı.
»• •*
— Am a o lim it Ağ... H ızır A. S. Ümit'in suretinde mi geldi?
— Ne olarak gelecekti? O akşam o kadar çaresizdin ki ricamı
kırm adı benim...
— B aşka ne zam an gördüm?
— Hepsini saym aya k a lk a rsa k ...
— Neden başkanlığı H ızır Efendi yapıyor?
— A slın da başkan lığ ı y a p a ca k olan Sultanim izdir. O
olm adığında zam anın kutbu kim se o yapar. O da yoksa Hızır
v ekillik eder.
— Zamanın kutbu nerede peki?
— O da sevdiğinin yanındadır...
A li p o t kırdığını anlam ıştı. Elbette kutup İbrahim Efendi'nin
kendisiydi. Am a sevdiğinin yanında olduğunu söylem esi mutlu
etmişti. B elki de duymaya ihtiyacı olduğundan bu Allah'ın bir
lütfuydu.
Toplantı başlam adan çıktılar. G eldikleri yer ilahilerin
çalın dığı bir salondu. A li gördü klerin e inanam ıyordu.
Sonsuzluk âlem ini hiç böyle hayal etmemişti. Bir köşeye otur­
dular. Getirilen şerbeti içtiler. İbrahim Efendi cebinden akçeler
çıkarıp uzattı. Ali'nin şaşkınlığı daha arttı.
— Onlar neydi?
— Şerbetlerin ücretleri.
— Para burada da mı geçiyor?
— A li... Sen sonsuzluk âlem ini yanında üç beş huri, önünde
meyve bahçelerinden ibaret bir yer mi sanıyordun?
— Yani öyle diyebilirim ...
— Biz boşuna anlatm ışız sana o kadar sohbeti o zaman.
Utandı. Başını öne eğdi. İbrahim Efendi gülümsedi.
— K aldır başını sen espri anlayışını kaybetm işsin. H azel
olsa bu esprileri o yapsa böyle davranm azdın değil mi?
İrkildi. Hazel'in adım duym ak bile ona heyecan vermişti.
K albi daha başka atıyordu sanki. Efendisinin gözlerine b a k ı­
yordu. Sohbetin, H azel ile devam etmesini istiyordu. İbrahim
Efendi gözleri ile ilah i söyleyenlere bakıyordu.
— Hiç sorm adım sana, dünyada hangi tür müzikleri dinli­
yordun?
HazeVin devam ı gelmemesine üzülmüştü. Derin bir iç çekti,
m ırıldandı...
— Benim için o dünya, bu dünya fa r k etmez efendim. Yetmiş
bin dünya görsem duyup duyabileceğim en güzel ritim başım ı
göğsüne koyduğumda benim için atan o kalbin sesiydi.
• __ *
İbrahim Efendi Ali'yi süzdü, için deki aşkı ve ondan daha
büyük olan çaresizliği hissetti.
— Ali, A llah C. C. buyurur ki, neyi benden daha çok sever­
seniz ben onu elinizden alırım ..."

Şahin geçen bir hafta içinde heyecanına ve öfkesine hâkim


olamıyordu. Şirketin yönetiminden elini çekmiş, kendisini tama­
men Mehdi'nin getirilmesine kaptırmıştı. Büyük güne bir gün
vardı. Başer odasma girdi.
— Şahin bu bilişim şirketi ihalesi için hazırlıklar tamamlan­
mış. Göker sana ulaşamamış sandığımızdan daha büyük bir
ödenek gerekirse nakit sıkıntısı doğabilir.
— Şu an ön görülen bedel ne kadar?
— 138 milyar dolar.
— Ne kadar artabilir?
— 150 olabilir diyor uzmanlarımız. Karşı taraf da çok büyük.
— Bu şirket bize ne kadar gerekli?
— Bir ölçü yok evlat. Sadece şunu söyleyebilirim ki, gerekli...
— Tamam amca, ne kadar zaman var?
— 28 gün var ihaleye.
— Halledeceğim ben.
Mirza'yı aradı, yanma çağırdı.
— Son durumumuz nedir?
— Ben hazırım efendim.
— Tamam Mirza sana güveniyorum. Biz geceden yola
çıkalım.
Urfa'ya vardıklarında ilk gittiği yer yine İbrahim Efendi oldu.
Durumu anlattı.
— Fadıl Ağa güçlüdür Şahin. Derya'ya âşık bir adam, hem de
kör kütük âşık. Ne yapacağı belli olmaz.
— Peki, bu kadar âşıksa neden şimdiye kadar evlenmedi?
— Derya bir tek adamı sevdi, Ali... Hem Derya kabul bile
etseydi ağa onu eş olarak alamazdı. Aşiret kanunları çocuklu bir
kadım eş kılmayı yasaklar.
— Uzaktan uzağa aşk desenize... Bir tavsiyeniz var mı?
— Kan dökülmesin. Eğer burada bir kan dökülürse bu
ülkenin her yanma yayılır. Başbakan ile aran iyi senin, konuşsay-
dm, belki arayı bulurdu.
— Efendim, Ali bu durumun gizli kalmasını istedi. Bir şek­
ilde hallederiz umarım.
Dışarı çıktı, camiye girip namaz kıldı. Mirza kapıda bekliyor­
du. İki parmağını şah damarına götürüp bir şeyler mırıldandı.
— Gidelim Mirza, görünen o ki sadece üçümüzüz.
— Üçümüz?
Yüzünü gökyüzüne kaldırdı. Mirza anlamıştı. Evin önüne
geldiklerinde etrafta kimseler yoktu. Kapıyı çaldı. Kapıyı açan
Derya oldu.
— Ali'nin vasiyeti üzerine geldim. Şimdi anlatması çok zor.
Sizi İstanbul'a götüreceğim. Hiçbir şey almayın yanınıza,
Mehdi'yi alın, gidelim hemen.
Derya kısa bir şaşkınlığın ardından kekeleyerek içeriyi işaret
etti.
— Annem, annem burada...
— O şimdilik kalsın. Söz veriyorum en kısa zamanda onu da
alacağız.

601
— O tek başına yapamaz.
— Lütfen, zaman daralıyor, inanın hiçbir şey olmayacak.
Derya içeriye girdi. Şahin başını çevirdiğinde bir toz bulutu
gördü. Bir sürü araç ve at üzerinde silahlı adamlar evin etrafına
toplanıyordu. Sakinliğini bozmadı. Derya ile Mehdi dışarı çık­
tıklarında Derya korkudan titriyordu.
— Oğluma zarar verecekler, gidin lütfen buradan.
— Korkmayın, kimse ona zarar vermeyecek. Diyerek
Mehdi'yi kucağına alıp araca doğru yürümeye başladı. Yolu
ortalamıştı ki birkaç silah havada patladı. Fadıl Ağa önüne geçti.
— Seni uyardım değil mi? Teklifim hala geçerli, çocuğu al ve
git buradan. Kimsenin burnu bile kanamasm.
Şahin Derya'ya baktı. Ağlıyordu. Hangi anne evladmdan
ayrılık kabul etmiş k i... Mehdi'yi yavaşça yere indirdi. Derya'ya
Mehdi'nin yanında olmasını işaret etti.
— Ağa, ben bu insanları almakla mükellef kılındım. Buradan
ya üçümüz gideceğiz ya da şu an burada bulunan hiç kimse
buradan sağ çıkamayacak.
— Ben buradan sağ çıkarım, kendi adma konuş.
Şahin Mirza'ya çevirdi bakışlarını. Mirza dimdik, kendinden
oldukça emin hafifçe başını eğdi. Bunun anlamı açıktı.
— Peki ağa sen bilirsin... Mirza!
Mirza elindeki telsizi ağzına götürüp bir şeyler mırıldandı.
Biraz ötede bulunan alçak bir dağın arkasından tepeden tırnağa
silah yüklü ona yakın helikopterler belirdi. Ağa şaşkındı. Bütün
silahlı adamlar paniğe kapılmıştı.
— Seni ve aşiretini buraya gömerim ağa! İnan bana zerre
kadar tereddüt etmem. Eğer şüphen varsa hadi tek bir hareket
yap, ben de gömeyim seni.
Mehdi'yi kucağına aldı. Derya'yı elinden tutup araca bindir­
di. Helikopterler havada manevra yapıyordu. Mirza direksiyon
başına geçti.
— Çıkar bizi buradan Mirza... Hemen! Yolumuz İstanbul.
Birkaç şehri geçene kadar kimse konuşmadı. Sessizliği Şahin
bozdu.
— Ben bile bu kadarını beklemiyordum Mirza. Ordu sana
nasıl bu kadar helikopteri verdi?
— Ordu bana helikopter vermedi efendim. Ordunun haberi
bile yok ama artık olmuştur.
— Nasıl yani, bu kadar helikopteri nereden buldun?
— Bizim film şirketinin çektiği bir savaş filmi vardı. Sete ait
helikopterler.
— Ne? Bunlar film için mi?
— Evet efendim?
— Üzerindeki silahlar?
— Hepsi boştu efendim.
— Peki ya ağa adamlarına saldırı emri verseydi?
Direksiyon başında hafifçe eğilerek gökyüzüne bakarak
mırıldandı.
— Şimdi başka bir yolda olurduk efendim...
Şahin sustu. Bir müddet hiç konuşmadı. Yüzünde ölümün
eşiğinden dönmüş bir ifade vardı. Sonra gülmeye başladı...
Başım sağa sola hareket ettiriyor ve mırıldanıyordu.
— Mirza... Mirza... Mirza...

İstanbul'a döndüklerinde Şahin şirkete geçti. Yaklaşık 3 saat


sonra Mirza geldi.
— Ne yaptın Mirza?
— Tamam efendim, Derya Hanım ve Mehdi'yi istediğiniz eve
yerleştirdim. Evi koruma altına aldırdım.
— En büyük tehlike burada.
_ ?

— Süreyya Gazel... Dayım bu kadının yaşamasını neden


istiyor anlamış değilim. Gözün üzerinde olsun.

621
O sırada Semiray içeri girdi.
— Şahin, Fadıl Bey adında birisi geldi. Görüşmek istiyor.
Şahin ile Mirza bakıştılar.
— Ne çabuk? Kendisi mi gelmiş abla?
— Evet.
— Tamam gelsin, eşlik eder misin sen de abla? Mirza i.en çı­
kabilirsin, dikkatli ol.
Fadıl içeri girdiğinde, Şahin kapıda karşılayıp elini aktı.
— Hoş geldin ağa. Bu kadar çabuk iade-i ziyaret beklemiyor­
dum doğrusu.
— Hoş bulduk, dedi gülümseyerek.
— Ne ikram edelim?
— İstanbul medeni şehir derlerdi bu kadar ummuyordum.
Acı bir kahvenizi alabilirim, eğer yapan iyiyse.
— Abla, Remzi Efendi bize birer kahve yapsın.
Fadıl ofisin içini gözleri ile dolaştı. Gözü Ali'nin fotoğrafma
takıldı.
— Bu sadece bizim oralara has bir şey samrdım.
— Bizim de kurucumuz Ali'dir.
— Allah rahmet eylesin.
— Eeee ağa, gelelim saadete, bu kadar çabuk beni özleyip
gelmedin sanırım. Eğer konu yine Derya ise kahveleri bekle­
memize gerek yok.
— Hayır, o konuyu ben kapattım. Zekân için seni tebrik et­
meye geldim.
— Zekâ?
— Şu helikopter olayı, oldukça zeki bir yaratıcılıktı. Ancak
helikopterlerden birisi arızalanıp zoraki iniş yapınca anladık
durumu. İlk uçakla da buraya geldim.
— Benim fikrim değildi.
— Bak şimdi, bu beni daha çok cezp etti. Zeki adamlarla
çalışıyorsun. Buraya gelmemin sebebi uzun süredir batıya açılıp
sanayileşmek istiyorduk. Seninle ortak iş yapmak istiyorum.
— Buna sebep ne oldu?
— Cesaretin ve zeki insanlarla çalışır olman.
— Ani bir karar değil mi?
— Beklemeyi hiç sevmemi
Aslında ortak işe girmek gibi amacı yoktu. Akima Amerikan
bilgisayar şirketi geldi. Başer'in konuşmalarını hatırladı.
— Ne kadar paran var?
— Ne kadar istiyorsun?
— 100 milyar dolar?
— 1 hafta içinde hazır bil.
— Ne için istediğimi sormayacak mısın?
— Şahin çocuk değiliz. Medyayı takip eden birisiyim. Bu
kadar kısa zaman içinde böylesine büyük bir şirketi yönetiyor­
sun. Her zaman da başarılı oldun. Ben sana 1 hafta içerisinde 100
değil, 150 milyar getireceğim. Sen kazandıklarımızı bana
bildirirsin.
— Ya kaybedersek?
Gözlerini Ali'nin fotoğrafına çevirdi.
— Seni seçtiyse kaybetmeyeceğini çok iyi bildiği içindir.
Kahve için teşekkür ederim. Bana müsaade. Ha, bu arada Derya
Hanım'm annesini getirdik.
— Teşekkür ederim. Ben Mirza'ya aldırayım aşağıya gön­
derip.
— Eyvallah ortak, dedi elini uzatarak...
Fadıl çıktığında telefonu kaldırdı.
— Abla, Başer Amca Göker'i alıp odama gelsin.
Kahvesini yudumlarken hala verdiği kararı sorguluyordu
kafasında. Başer ve Göker içeri girdi.
— Amca oturun. Bir hafta içinde 150 milyar nakit para eli­
mizde olacak. İhaleyi sakın kaçırmayın. Göker yeni bir şirket
kuruyorsun yüzde elli - yüzde elli, diğer ortağı söyleyeceğim.

64 |
Bizim kendi sermayemize dokunmuyorsun. Bu gelecek parayı
bu şirketin sermayesi yapıyorsun. Sen çıkabilirsin. Başer Amca
sen kallütfen.
— Hayırdır Şahin nereden bu para, diye sordu Göker çıkınca.
— Fadıl Zinciri... Duydun mu?
— Doğuda Zinciri Aşiretinin lideridir.
— Fadıl ile ortak oldum. Bildiğin bir şeyler var mı bu aşiret
hakkında?
— Yani, doğuda en güçlü aşirettir. Terör örgütlerinin
çekindiği bir aşirettir. Kötü işlere bulaştığım hiç duymadım.
— Peki, kazana nereden? Ben 100 istedim o 150 verdi. Az
para değil bu.
— Irak, Suriye ve doğudaki topraklarda petrol yataklarının
çoğu bu aşiretindir.
— O zaman az istemişim. Arttıralım...
— Emin misin bu ortaklığa?
— Neden?
— Terör örgütleri bu aşireti sevmez. Bize de bulaşabilirler.
— Amca sen yapma, bizim amaamız zaten bu devleti tehdit
eden ne varsa bitirmek. Bir avuç çapulcudan mı korkacağız?
Şimdi daha da sevdim bu ağayı ben. Biz de düşünelim doğuya
ne gibi yatırımlar yapabiliriz. Artık koskoca ağa ortağım var.

"Berzah Âlemi'nde bir güneş daha doğuyordu. Ali dışarıya


çıktı. Bir süre yürümüştü ki, dünyada olduğu gibi restoran tarzı
bir yer gördü. Kahvaltı için girdi, boş bir m asaya oturdu.
— Ne verelim size, diye sordu genç bir çocuk.
— Neler var?
— K ahvaltılık isterseniz zeytin, peynir, bal gibi ürünlerimiz
var.
— Ben kahvaltılık bir tab ak alsam?
— E lbette...
Her şey dünyada olduğu gibiydi. Oysa böyle düşünmemişti
ikinci h ay atı. İnsanlar dünyada olduğu gibi geziyor, yiyor, h at­
ta çalışıyorlardı. Bunları düşünürken bir ses ile kendine geldi.
— Oturabilir miyim?
— Elbette, buyurun.
— M erhaba, adım İbrahim.
— A li...
— Yeni misin Ali?
— Ortama yeni am a işleyişine pek yeni sayılm az, dedi gü­
lümseyerek. ..
— Sen de benim gibi fa rk lı bir âlem bekliyordun sanırım.
— Alışman zor oldu mu?
— H ala alışam adım ki, daha doğrusu buraya alıştım am a
hala bir tek sevdiğim i ya da tanıdığımı göremedim.
— Ne kadardır buradasın?
— Buradaki tarihe henüz alışam adım . Bazen dün gelmiş gibi
hissediyorum, bazen burada doğmuşum gibi.
— Dünya hayatında yaşadığın yılı hatırlıyor musun?
~~ Kanuni Sultan Süleyman zam anında yaşadım .
— Sultanı görme imkânın oldu mu?
— Oldu epeyce...
Tam çayını ağzına götürmüştü ki, birden m asaya geri koydu.
G özleri büyüdü.
— Bir d a k ik a ! İbrahim? Sultan Süleyman? İbrahim Paşa?
Pargalı İbrahim ...
— Ta kendisi, dedi gülüm seyerek...
— Özür dilerim paşam , aklım a gelmedi.
— Özürlük bir durum yok Ali, dünya hayatı gelip geçiciydi,
geldik geçtik.
— Çok şaşkınım. Hep hayal ederdim sizi am a hiçbir h ay a­
lime girmediğinizi şim di daha iyi anladım. Gerçi çizilen hiçbir
resim de bu halinizi yansıtm ıyordu. Hep aklım da kalan bir soru
vardı?
— Nedir?
— Sizi kimin öldürdüğünü hep m erak ettim .
— Neler yazıldı hakkım da, diyerek gülümsedi...
— Kim isi Türklüğe hakaret ettiğinizden dolayı Süleyman
Han öldürdü diye okuduk, kim i zam an Hürrem Sultan katletti
diye.
— Sen sadece şunu bil, bana ölmem o şekilde emredildi, o
şekilde yazıldı...
— H aklısınız. Sizi tanıdığım a çok sevindim.
— Ee A li ne zam an yaşadı neler yaptı?
— Ali 1971 - 2017 yıllarında yaşadı, medya sektöründeydi.
Şimdide bu rada...
— Var mı OsmanlI'ya dayanan soyun?
— Soyum var mı bilem em paşam am a huyumun olduğu
kesin ... B altacı M ehmet P aşa atam çıksa şaşırmam.
— Burayı anlam adım Ali.
— Ah, doğru sizden sonra yaşanan bir durumdu. Osmanlı
Paşasının birisi feth e çıkıyor ve bir kadına âşık olup ülkeyi
alm aktan vazgeçiyordu. B altacı alacağı ülkeden vazgeçm işti,
ben olsaydım olduğum ülkeyi de verirdim.
— A şk... Şimdi anladım . Zordur vesselam kula duyulan aşk.
E sonuç ne oldu?
— K oca bir hüsran. K oca bir yıkım . Herkes Hürrem'ini bu­
lamıyor.
— M erak etme, Süleyman'ın da çok mutlu günler geçirdiği
söylenem ez. Benim şim di gitm em g erekiy or am a m ü sait
olduğunda dinlem ek isterim bu aşkı...
P aşa kalkm ıştı ki, içine düşen sıkıntı önce yüzüne, sonra
diline geldi, mırıldandı.
— Aht paşam , yüz yıllardır burada olduğun halde H atice
Sultan'ı görem ediysen benim Hazel'i görmem im kânsız."
Aradan 1 ay geçti. Bilişim ve yazılım şirketinin ihalesini Fadıl
ile Şahin'in ortaklığında olan Doğu Şirketi aldı. Şimdi neredeyse
dünya bilgisayar teknolojisinin tamamı bu şirketin kontrolü
altında olacaktı. Şahin odasmdayken telefonu çaldı. Arayan
Fadıl'dı.
— Ortak sayende medyaya çıkar oldum. Havam oldu burada.
— Ağam senin havan zaten varmış, biz sana hava yapmışız
bilmeden.
— Unuttuk o günleri. Çok sevindim ihale olayına. Müsaitsen
yarın geliyorum.
— Her zaman ağam... Saygıyla...
Sonra Mirza'yı aradı.
— Mirza, Derya ve Mehdi'yi şirkete getir. Yarm Fadıl gele­
cekmiş, onu karşılamak için de hazırlık yap. Üç gün içinde
toplantımız olacak şekilde dünya genelinde tüm yöneticilerimizi
topla.

Derya ile Mehdi geldiğinde Şahin odasındaydı. Şahin


Mehdi'yi elinden tutarak Hazel'in yanma götürdü. Hazel her
zaman akıllı ve mantıklı bir kız olmuştu. Yine de akimda korku­
lar yok değildi. İçeri girdiklerinde Hazel bilgisayar başındaydı.
— Nasılsın güzel gözlüm?
— Dayı! Hoş geldin. Bak yeni film yapıyorum kendime.
Cümlesini tamamlamıştı ki gözü Mehdi'ye takıldı. İki renkli
göz birbirine bakıyordu. Yeryüzünde yeşil ile mavinin birleştiği
en güzel resim buydu. Şahin sessiz kaldı. İlk tepkileri onlardan
bekliyordu. İlk ses Hazel'den geldi.
— Adm ne senin?
— Mehdi. Ya senin?
— Hazel. Şahin dayımı nereden tanıyorsun?
— Ben tanımıyorum. Annemin arkadaşı Şahin Ağabey.
— Annen Şahin Dayı'mın sevgilisi mi yoksa?
— Hazel! Nasıl bir cümle o bakayım. Ne kadar ayıp, Diye lafa
girdi Şahin. Bir süre sonra Şahin dışarı çıktı. Odada sadece Hazel
ve Mehdi kalmıştı.
— Özür dilerim, deui Hazel utanarak.
— Önemli değil.
— Nerden geldiniz buraya Mehdi?
— Urfa'dan
— Uzak mı?
— Tam bilmiyorum ama çok uzak. Saatlerce arabada geldik.
Şahin Ağabey ve Mirza Ağabey aldı bizi. Annemle geldik. Senin
annen var mı?
— Var. Odasında çalışıyor. Benim annem avukat. Aynca şir­
ketin sahiplerinden. Bu binalar hep bizim.
— Babanın mı?
Sustu Hazel... Bakışlarım yere indirdi. Mehdi yanlış bir cüm­
le kurduğunu düşündü.
— Seni üzdüm mü?
— Babam yok. Öldü benim babam. Ben onu çok özlüyorum,
biliyor musun?
— Benim de babam yok. Ama ben hiç görmedim. Yüzünü
bile bilmiyorum. Anneme ne zaman sorsam gelecek bir gün
diyor. Başlarda inamyordum ama artık inanmıyorum. Fakat
annem üzülmesin diye inanırmış gibi yapıyorum.
— Annen ne iş yapıyor senin?
— Evlere temizliğe gidiyor.
— Anladım. Dayım demek ki annene iş verecek. Odaları te­
mizletecek.
— Bilmem... Belki de. Ama annem bu kadar büyük odaları
tek başma temizleyemez ki.
— Biz yardım ederiz olur mu?
— Olur. Sen okula gidiyor musun?
— Gidiyorum. Dördüncü sınıfa geçtim. Sen gidiyor musun?

169
— Ben de dördüncü sınıfa geçtim ama okulum orada kaldı.
Burada gidecek miyim bilmiyorum.
— Bizim okula gelirsin.
— Sizin okul pahalıdır ki. Annem o kadar para bulamaz.
— Ben harçlığımdan yardım ederim. Şahin dayıma söylerim.
O da yardım eder. Benim her istediğimi yapar Şahin Dayım.
Mehdi utanmış yüzünü yere eğmişti. Hazel sevmişti
Mehdi'yi. Konuşmasına devam etti.
— Biz şimdi aynı yaşta mıyız?
— Ben 10 yaşındayım.
— Ben de 10 yaşındayım. Hangi ayda doğdun sen?
— Ağustos ayı. Sen?
— Ben Ekim ayında doğmuşum.
— O zaman ben senden büyüğüm* Ağabeyin olayım mı
senin?
— Olur. Ama beni hep koruyacak mısm? Ağabeyler kardeş­
lerini hep korur.
— Tabi korurum. Sana kim kötülük yapmak isterse ben seni
korurum.
Derya ile Şahin girdi odaya. Her ikisini de mutlu görünce
sevindiler. Hazel koşarak Şahin'in yanına geldi.
Dayı, Mehdi benim ağabeyim oldu. Beni hep koruyacak,
değil mi Mehdi?
Onaylarcasma başmı salladı. HazeTin gözü Derya'ya takıldı.
Güzel kadındı Derya. Hazel temizlikçi sandığı için daha pasaklı
ve bakımsız bir kadın bekliyordu. Tepeden tırnağa süzdü.
Yaklaşarak elini uzattı,
— Ben Hazel.
Derya yemyeşil gözlere baktığında içlerinde çok eskilere dal­
dı...

70|
"Yr12005. Sultanahmet Ktz Öğrenci Yurdu...
Derya okuldan yurda gelmişti. Odaya girmeden kendine bir kahve
aldı kantinden. Bugün yurtta kalabalık çoktu. Yeni gelenler vardı.
Odaya çıktığında iki öğrenci onların odasına verilmişti. Yatağının
yanına gitti. Bardağını sehpaya koymuştu ki bir ses duydu.
— Merhaba.
Sesin geldiği yöne baktığında bir çift renkli göz ona bakıyordu. Se­
sin sahibi elini uzattı.
— Ben Hazel.

Hazerin sesi ile kendisine geldi.


— Siz adınızı söylemeyecek misiniz?
— Özür dilerim tatlım. Bir an dalmışım. Ben de Derya,
Mehdi'nin annesiyim. Senin gibi güzel bir kızın da seve seve
annesi olurum.
— Mehdi ne demek? Neden böyle bir isim koydunuz. Ben ilk
defa duydum böyle isim.
— Mehdi kurtarıcı demek tatlım... Babası istedi adının bu
olmasını.
— Ama Mehdi babam yok dedi.
— Var, olmaz mı? Her çocuğun babası ve annesi vardır.
Görev için uzaklarda. Gelecek.
— Benim de babam var. Ali... Ama o artık gelemeyecek Der­
ya Anne. Çünkü öldü.
Derya'nın içine bir ateş düştü, içi kavruluyordu adeta. Çok
sevmişti Ali'yi. O kadar çok sevmişti ki, Mehdi'ye hamile
olmasaydı ondan ayrıldığında ölmeyi bile göze almıştı. Sonra
Mehdi doğmuştu. Ve içinde Ali için büyütüp beslediği bütün
sevgiyi Mehdi'ye vermişti. Konuyu dağıtmak istedi.
— E siz anlaştınız mı bakalım?
— E ağabey kardeş olduk diyorum ya Derya Anne. Anlaşana
sen de.
— Özür dilerim Hazel düşünemedim. Ben buna çok sevin­
dim işte. Akşama hep birlikte dondurma yemeye gidelim mi?
— Hımmm ben bayılırım... dedi Hazel.
Şahin söze girdi.
— O zaman dondurmaları akşam ben ısmarlıyorum. Odaya
Süreyya girdi. Henüz Mehdi ve Derya’nm kim olduğunu bilmi­
yordu. Yine de suratından düşen bin parçaydı. Bütün öfkesini
oracıkta kusabilirdi. Mehdi'ye kin dolu bakış savurdu. Hazel
yamna geldi.
— Anne biz akşam Derya Anne, Mehdi ve dayım dondurma
yemeye gideceğiz. Sen de gelir misin?
— Derya Anne ne demek Hazel? Ne demek? Senin bir annen
var o da benim!
Sesinin şiddetinden hem Hazel hem Mehdi korkmuştu.
Hazel titrek sesle cevap vermeye çalıştı.
— Mehdi benim ağabeyim oldu. Beni koruyacak.
Lafım tamamlayamadı.
— Kimse senin ağabeyin ve annen olamaz Hazel! Akşam da
doğru eve gidiyoruz. Hiçbir yere gitmek yok.
— Bana ne, bana ne, ben gideceğim işte!
Süreyya öfkesine daha fazla hâkim olamadı. Hazel'in saçın­
dan tutup çekti.
— Bana bak beni çileden çıkarma Hazel. Gitmeyeceksin
dedim o kadar!
Kapıyı vurup çıktı. Cam yanan Hazel ağlamaya başlamıştı.
Mehdi yanına gelip elini tuttu. Şahin hışımla dışarıya çıktı.
Süreyya'nın odasma girdi. Sekreteri yanındaydı.
— Sen çık dışarı!
— Sen kim oluyorsun da benim sekreterimi benim yanımdan
kovuyorsun!
— Kulaklarım aç beni iyi dinle kadın! Şimdiye kadar sana
neden tahammül ettiğimi düşündün mü hiç? Seni sevdiğimden
mi? Senden zerre kadar hoşlanmıyorum. Ali'yi nasıl öldür­

72 S
düğünü bilmiyor muyum? Ya da çevirdiğin dolapları!
Süreyya buz kesilmişti. Az önceki kendinden emin olan yüz
gitmiş, yerine korku salmış bir yüz gelmişti.
— Ali'nin hesabım çoktan sorardım ben sana ama dua et ki
Ali Aşiroğlu kızının annesiz büyümesini istemedi. Ta ki ne
zamana kadar biliyor musun? HazeTin canını yakana kadar. Sen
bugün HazeTin canını yaktın. Ali'nin canının canını yaktın
kadm! Bu sana ilk ve son uyarımdır. Bir daha HazeTin bir
saçının telinin senin yüzünden koptuğunu görürsem, HazeTin
bir damla gözyaşmın senin yüzünden aktığmı görürsem, tered­
düt etmeden alırım o sefil canım! Bana dikkat et Süreyya, beni
ciddiye al! Ben Ali değilim!
Şahin dışarı çıktığında Süreyya donuk ve korku dolu
bakışlarla kalmıştı. Şahin Ali'nin olaymı nasıl öğrenmiş olabilir­
di ki? İçini endişe kapladı. Ama en azından bir kurtuluş umudu
vardı. Hazel ile iyi geçinmesi onun yaşam garantisiydi. Artık
oynadığı oyunlara kendi öz kızını da katacaktı.

Toplantıya Aşiroğlu grubunun üst düzey yöneticileri ve Fadıl


katılıyordu. İhalenin sonucundan herkes mutluydu. Toplantıyı
Şahin açtı.
— Öncelikle ihaledeki başarınızdan dolayı bütün, ekibimi
tebrik etmek istiyorum. Kapatabileceğimiz en ucuz miktara ka­
pattık. Fakat mesele almakta değil, bu şirketi nasıl yönete-
ceğimizdedir. Merkezin Amerika'da kalmasını talep ediyorum.
Zira bu ülkeye taşımamız hem ek masraf hem müşteri kaybına
sebep olacaktır. Şirkete kendi ülkemizde yetişen yeni nesil genç
kadrolar kuralım. Bu demek değildir ki, bizden olmayana hak­
sızlık edelim. Çalışanlar ülkesine bakılmadan her biri aym
seviyede tutulacaktır.
— Efendim, Almanya yeni aldığımız şirketten yazılım almayı
kesti.
— Üstlerine gitmek anlamsız olacaktır. Onun yerine üret­
tiğimiz yazılımla kullanılmaya uyumlu olan yan ürünlerin üreti­
cileri ile irtibata geçin, gerekirse ortaklık yapın ya da yapabiliy-
orsanız direk satın alın.
— Bu kolay olmayabilir, nakit sıkıntımız olabilir, dedi Göker.
— Koskoca ağa ortağımız var Göker, o gereken nakdi çöze­
cektir. Değil mi ağa?
— Ne kadar lazımsa bana 1 hafta önceden bildirmeniz yeter-
lidir.
— Önemli bir konuyu daha unutmadan paylaşalım. Eğitim...
Bu alana daha çok yatınm yapmalıyız. Bir cemiyet vardı okulları
ve eğitim kurumlan olan. Onlar hem eğitim bakımından iyi hem
de eğitmenleri bakımından... Onlarla iletişim kurun.
Alabiliyorsak alalım, alamıyorsak ortak olalım. Girebileceğimiz
her sektöre girelim. Ülkede doğuda ağamız bize toprak alanı
sağlarsa oraya kendi uçaklarımızı yapabilecek tesisler kuralım.
Bunun için en kısa zamanda bütçeler istiyorum.
O sırada kapı açıldı, içeri Mehdi ve Hazel girdi.
— Şahin dayı, Mehdi merak ediyormuş toplantı nasıl yapılı­
yor diye içeri girebilir mi?
Şahin Mehdi'nin gözlerine baktığında çok farklı duygulara
gitti. Cam gibi yanan gözlerde başka şeyler vardı. Böyle bir
toplantı esnasmda birçok yönetici giremediği halde Şahin'den
beklenmedik bir karar çıktı.
— Başer Amca Mehdi yanma oturabilir mi? Hazel tatlım sen
dışarıda bekle olur mu?
— Tamam dayıcığım teşekkür ederim beni kırmadığın için.
— Evet, ne diyorduk, girebileceğimiz her sektöre gireceğiz.
Yatırımlarımız Doğu Şirketi üzerine yapılacak. Bir müddet sonra
onu da holdingleşmeye sokarız.
Gözü Mehdi'ye takıldı. Mehdi gözünü kırpmadan bakıyor­
du. Mehdi'nin gözlerine ne zaman baksa farklı duygulara gidi­
yordu. İçindeki bütün kibir ve hırs gidiyor yerine bambaşka bir
duygu hâkim oluyordu.
— Mehdi sen bize bir şeyler söylemek ister misin?
—- Ben köydeyken annem beni Kuran kursuna gönderdi.
Oradaki öğretmenler çok şey öğretti ama İbrahim Amca daha
güzel şeyler öğretti bana. Okuduğum okulda gelen çocuk sayısı
çok azdı. Çünkü babaları onları okula bile göndermiyor
çalıştırıyordu. Kuran'da güzel şeyler var ben yine İbrahim
Amcadan öğrenmek istiyorum. Oradaki çocukları da çağıralım.
Herkes şok olmuştu. Fadıl Mehdi'yi hayranlıkla izliyordu.
— Fadıl Ağa nasıl ağalıktır bu? Çocukları mı çalıştırıyorsunuz?
— inan ortak şok oldum bu delikanlının söylediklerine. He­
men ilgileneceğim. Hatta bizzat meslek okulları gibi Kuran
okulları kurulmasını sağlayacağım. Ben bir şey öğrenmek isti­
yorum. Mehdi, İbrahim Amcandan öğrendiğin en güzel şey
neydi?
— Namazdı. Annem bana hep derdi ki, Allah her yerdedir.
İbrahim Amca bana bunun böyle olmadığım anlattı. Allah her
yerdedir ama yine de Allah'a ulaşmak insanm elindedir. Bu yüz­
den Allah'ı aramak gerekiyor. Bunun için de Miracı yaşamak
gerek dedi. Ben sordum Miraç nedir diye, Allah'a ulaşmak dedi.
Sonra namaza başlattı beni.
— Peki, bulabildin mi Allah'ı diye sordu Fadıl.
— Siz Şahin Dayı'mı görmeye geldiğinizde hemen odasına
girebildiniz mi? Yoksa önce Semiray Abla'ya danışıp Şahin
Dayı'mdan izin geldiğinde mi gittiniz yanma.
— Vay, iyi cevaptı... Sustum...
Herkes pür dikkat 10 yaşındaki çocuğu dinliyordu. Şahin
yutkundu. Mehdi konuşmasına devam etti.
— Allah'ı bulmak için çalışmak lazım. Mesela nasıl sımf
geçmek için çalışıyorsak, sınavlar oluyorsak onun gibi. Ben bir
gün mutlaka bulacağım, bulana kadar da vazgeçmeyeceğim.
— İbrahim Amcan sana hangi kitapları okutuyor?
— Bana bir kitap okutuyor o da Kuran. Zaten o yetiyor. Adı
gibi... 'Kuran' O kitap ta beni kuruyor Şahin Dayı. Zaten
İbrahim Amca'da hep söylüyor. Kuran, dünyayı, hayatı, insan­
ları, düzeni kurar... Ona uyan doğru yolu bulmuş olur.
Sonra koltuğundan kalktı. Kapıya doğru yöneldi. Çıkmadan
Şahin'e baktı.
— Şahin Dayı beni İbrahim Amcama götürür müsün? Ben o
olmadan Allah'ı bulamam ki.
Şahin sadece başını sallayabildi. Mehdi çıktığında odadaki
sessizlik hükmünü hala sürdürüyordu. Şahin mırıldanır şekilde,
— Kuran... İnşam, hayatı, düzeni kuran... Toplantı bitmiştir.
Sesi tam anlaşılmadığından kimse yerinden kalkmadı. Sesini
biraz daha yükseltti.
— Toplantı bitmiştir. Çıkabilirsiniz. Fadıl Ağa sen kal lüt­
fen. ..
Başer bu sahneyi yıllar önce Ali ile Ege'de görmüştü. İki yüze
bakarak gülümsedi. Odada sadece Şahin ve Fadıl kaldı. Şahin
masaya bakarak konuşmaya başladı.
— Ben çocukluğumda hiç bir namazımı kaçırmazdım.
Annem öğretmişti. Ne zaman namazımı kaçırsam ölürüm diye
korkardım. Sonra büyümeye başladım önce beş vakti terk ettim.
Sonra Cuma namazlarım... Ağam biz ne yapıyoruz? Nasıl bir
dünya sevdasıdır bizdeki? Nasıl bir aç gözlülüktür? Senden
ricam hemen şu Kuran okulları işini hızlandıralım olur mu?
— Hemen şimdi başlıyorum diyerek telefonunu çıkardı ve
gerekli talimatları verdi.
— Şahin ben müsaade istiyorum gelmişken birkaç işim daha
var onları halledeyim.
— Ağam artık buraya yerleşmeyi düşün.
— Yok ortak, buralara sen göz kulak ol, doğuda benim
bulunmam en iyisi.
— Haklısın, akşam işin bittiğinde yemek yiyelim.
Fadıl gittiğinde Şahin odasına girecekken Hazel ile Mehdi'
nin konuşmalarım duydu.
— Sen de bizim okula gelsene diyorum işte Mehdi.
— Ama bizim o kadar paramız yok ki.
— Ben veririm harçlıklarımdan sana, hem annemden de iste­
rim.
— Olmaz, ben kendim çalışmak kazanmak isterim ya da

761
annemin vermesi lazım. Annem bana kimseden hakkın olmadan
para alma diyor.
— Ama sen benim ağabeyim değil misin?
— Olsun annem yakında iş bulur. Ben de sizin okula gelirim
hem seni korurum. Sen neden bu kadar kısa etek giydin?
— Bilmem, annem alıyor ben de giyiyorum. Neden sordun
ki? Bu bizim okul eteğimiz.
— Çok kısa.
— Ama ben daha küçüğüm ki. Büyüdüğümde uzun giyerim.
Hem okulda herkes böyle giyiniyor.
— Şimdi kapatılmayan büyüdüğünde nasıl kapatılacak. Eğer
aynı okula gideceksek ben böyle giyinmeni istemem.
— E ne yapayım kendimi mi kapatayım, başörtüsü mü
takayım?
— Hayır, onu demek istemedim. Bak mesela annem başör­
tüsü takmıyor ama çok da açık giyinmiyor.
— Offf sıkıldım ben, böyle ağabey istemiyorum, diyerek ay­
rıldı yanından.
Şahin hemen telefonunu kaldırdı.
— Fadıl Ağa dönmeni rica etsem şirkete?
— Ne demek hemen geliyorum.
— Semiray Aşiroğlu Holding'in yönetim kurulunu topla
hemen. Derya Hanım da odada olsun.

Odada herkes ani toplantıyı merak ediyordu. Şahin konuş­


maya başladı.
— Sizleri acilen topladım. Bu kararı kendimde alabilirdim
ama istedim ki herkesin gönül rızası ile olsun. Bugün toplan­
tımızda bir çocuk vardı. Mehdi...
Sonra sustu. Gözleri ile içeridekileri süzdü. Gözü Süreyya'ya
takıldı. Süreyya gözünü kırpmadan Şahin'den çıkacak sözleri
bekliyordu.
— Mehdi kurucumuz Ali'nin oğludur.
Odada buz gibi bir hava esti. Başer'inden Semiray'ma herkes
şok olmuştu. En çok da Süreyya Gazel... Gözler Derya ile
Süreyya’nın arasında gidip geliyordu. En çok şaşıranlar Başer ve
Semiray olmuştu. Derya utanandan başmı kaldıramıyordu.
— Bu konu çok uzun bir konu ayrıca bilinmesi gerekmeyen
kimseyi de ilgilendirmeyen bir konu. Derya Hanım Mehdi'nin
annesidir. Ali Aşiroğlu ölmeden önce bıraktığı bir defterde bana
yapmam gerekenleri söyledi. Şimdi, ben sizinde onayınızla
Derya Hanım'ı yönetim kurulu başkan yardımcılığına getirmek
istiyorum. Kimse sanmasın ki, bu bir vefa borcudur. Derya
Hanım avukattır. Ve bu mertebeye layık olacaktır diye düşünü­
yorum. Kaldı ki bu benden çok Ali Aşiroğlu'nun isteğidir. İtirazı
olacak olan sanmıyorum ama yine de oylama yapmak istedim.
Kabul edenler?
Şahin'i herkes tanıyordu. "İtirazı olacak olan sanmıyorum'
demesi bile aslında bir çeşit tehditti. Yetkili bütün eller birlik
yapmış gibi aynı anda kalktı. Süreyya buna sıcak bakmasa da o
an orada sadece şirketin avukatı olarak bulunduğundan elinden
hiçbir şey gelmiyordu.
— Göker hisse devirleri için hazırlık yapılsın, Fadıl Ağa eğer
uygun görürse Doğu şirketinde de başkanlık görevini Derya'ya
vermek istiyorum. Hem Derya yıllarca doğuda yaşadı. Oraların
nelere ihtiyacı olduğunu en iyi o bilir.
— Ortağım ne derse odur dedi Fadıl Ağa.
— Semiray Mehdi'nin kaydını en kısa sürede Hazel'in
okuduğu okula yaptırın, geri kaldığı dersleri özel öğretmen
eşliğinde telafi edin.
Toplantı bitiminde herkes Derya'yı tebrik ediyordu. Şahin
odasına giderken Derya'ya yaklaştı.
— Derya Hanım müsait olduğunuzda odamda bekliyorum.
— Mirza gel, özel ekip kurmanı istiyorum Mehdi ve Hazel'e
eşlik edecek. Aracı hazırla İbrahim Efendiyi almaya gidiyoruz.
— İbrahim Efendi burada efendim.
— Nasıl burada?

781
— Mehdi'yi görmeye gelmiş.
Derya içeri girdiğinde Mirza çıktı.
— Otur lütfen.
— Bunun için teşekkür ederim Şahin. Ama inan gerek yoktu.
Ben böyle bir şey istemiyorum. Hak etmediğim bir durum bu.
— Hayır, hak ettiğin hatta geç kalmış hakkmdır bu. Hem
desteğine de ihtiyacım var, inan çok yoruldum. Ve güveneceğim
kimse yok...
O sırada Derya'nın gözü Ali'nin fotoğrafına takılmıştı.
Şahin'i duymuyordu bile. Gözleri dolmuş fakat ağlamamak için
çabalıyordu.
— Çok mu sevmiştin dayımı?
— Çook dedi ağlamaklı bir sesle.
— Çok zamansız ayrıldı aramızdan.
— Ben 10 yıldır hiç görmedim. Yani sadece bazen televizyona
çıktığında görüyordum. Nasıldı son zamanları?
— Valla hiç ölecek gibi durmuyordu, ama öleceğini de bili­
yor gibiydi. Her şeyi o kadar planlı bırakmıştı ki...
— Ben dışarı çıkayım, Mehdi yaramazlık yapmasın.
Mehdi yaramazlık yapmazdı, bunu her ikisi de biliyordu. Bir
süre sonra İbrahim Efendi içeri girdi.
— Hoş geldiniz, kusura bakmayın ben gelecektim ama Derya
ile konuşuyorduk.
— Önemli değil Şahin.
— Sizinle bir konu konuşmak istiyorum zamanınız varsa.
— Elbette.
— Biz yurt genelinde Kuran okulları açmak istiyoruz. Bu
konuda fikirlerinizi almak isterim.
— Kuran okulları nedir Şahin?
— Yani, nasıl desem...
— Şahin... Kuran okulu diye bir okul olmaz. Bu, insanları
yanlış yola sevk eder. Okul kuracaksan bildiğimiz her alanda
eğitim amaçlı bir okul kur. Şimdi yönetiminde olan okul gibi...
Fizik, kimya olduğu gibi din dersleri zaten vardır. Bir tek din
derslerinde özellikle Kuran': doğru yorumlayacak seçkin isimler
bulursun. Yapılan en büyük hata, kimya, tarih gibi derslerde
kalın kaim kitaplar öğrencilere okutulurken Kuran hiç okutul­
muyor. Diğer bir yanlış, günümüzde herkes Kuran'ı yorumlar
oldu ve bu halkı yanlış bilgilendiriyor.
— Nasıl yanlış yorumluyor anlamadım efendim. O kadar
hoca yanlış mı biliyor?
— Mesela Oku! Bu ayeti biliyor musun?
— Evet efendim ilk ayettir.
*— Peki, neyi oku diyor Cebrail orada?
— Kuran'ı oku diyor.
— Kuran nerede Şahin? Kuran yıllar sonra tamamlanıyor? İlk
ayet diyorsun.
— Haklısınız aslında...
— Peki namaz müminin miracıdır hadisini duydun mu?
— Evet,
— Nerde bu miraç? Namazın neresinde söyler misin?
— ...........?

— Allah 'Beni zikredeni ben de zikrederim' diyor. Biz Allah'ı


Allah, Allah diye zikredeceğiz, peki Allah bizi nasıl zikredecek?

— İşte anlatmak istediğim buydu. Birileri KuranTn Türkçe


mealini yapıyor, bunun adına yorum diyor. Kuran mealden
ibaret değil ki...
— Haklısınız... Peki, bu eğitimcileri nasıl bulabiliriz?
— Onu bana bırak, sen okullarım kur beni haberdar et yeter-
lidir.

Derya kendisine tahsis edilen odaya yerleşme hazırlıklarım


sürdürüyordu. İçeriye Süreyya girdi.
— Kolay gelsin.
— Teşekkür ederim, buyurun oturun.
— Size karşı bir kinim yok Derya Hanım, yanlış düşünmenizi
istemem.
— Hayır, böyle düşünmedim elbette. Sizi anlıyorum, ben de
aynı tepkiyi verirdim.
— Çok şaşırdım, kocamın başka bir oğlu olacağı aklıma hiç
gelmemişti. Bu kadar zaman saklı kalması da beni ayrı şaşırttı.
— Ben, nasıl ortaya çıktığım inanın anlayamadım. Kapım
çalındı ve bugün buraya geldim. Bu hayata alışmam çok zor ola­
cak.
— Meslektaş sayılırız. Buna çok sevindim. Görüşürüz yine.
Süreyya kapıdan çıkacaktı ki, Derya seslendi.
— Süreyya Hanım, benim ne mirasta, ne de sizin yerinizde
gözüm yok. Emin olun ki planladığım bir şey değildi bunlar.
Annesiniz, anlarsınız diye söylüyorum, tek derdim oğlum...
Başım salladı onaylarcasma ve sonra çıktı odadan Süreyya.
Yeniden geri döndü,
— Çok sevmiş miydin? diye sordu. Derya'mn bakışları iste­
diği cevabı almaya fazlasıyla yetmişti. Sorduğu soruya verdiği
cevap kırgınlık yaratmıştı. Mırıldandı.
~ Anladım...

Süreyya çıktıktan sonra çantasını açıp bir defter çıkardı.


Yapraklarına Ali'nin gazetelerde çıkan fotoğraflarım yapıştır­
mış, altlarına tarihlerini yazmıştı. Bir müddet sayfalan gezdi. Bir
sayfada Ali'nin annesi için yaptırdığı okulun haberi vardı.
Defteri çantasına koydu. Şahin'in odasma gitti.
— Müsait misin?
— Elbette...
— Ben, senin de iznin olursa Emine Hamm'm kabrini ziyaret
etmek istiyorum. Hem Mehdi'yi babaannesine götürmek...
— Bu çok güzel bir fikir. İstediğin zaman. Çok sevindim bu
düşüncene. Ne zaman?
— Mümkünse hemen.
— Tamam hemen Mirza'y1 arıyorum. O sizi götürür. Mehdi
nerelerde?
*— Hazel ile evdeler. Geçerken alırım.
— Hazel de gelse bir mahsuru olur mu?
— Benim için olmaz ama Süreyya Hanım?
— Sen geçerken ikisini de al, ben hallederim.
— Tamam. Teşekkür ederim.
Şahin biliyordu ki, amacı Ali'nin mezarını görmekti.
Telefonunu çıkardı,
— Mirza Derya Hanım'lar Ali'nin mezarına gidecekler.
Bizzat kendin eşlik etmeni istiyorum.

"Ali nehir kıyısına ilerlerken bir elinde maymun olan bir


çocuk gördü. Gözleri ile maymun ve çocuğu geziyor, gezdikçe
şaşkınlığı artıyordu.
— Yok canım, diye mırıldandı. Yeniden çocuk ve maymuna
baktı. Kafasından binlerce sorgu geçiyor, geçtikçe mırıldanıyor­
du. Dünya hayatını hatırladı.

A li odasında otururken Semiray girdi.


— Efendim Nihal diye bir bayan geldi, Fuat Bey göndermiş.
— Hemen al içeriye.
İçeri 17 yaşlarında lise kıyafetleri ile bir kız girdi.
— Gel bakalım Nihal, hoş geldin.
— Hoş bulduk. Dayım gelmemi söylemişti.
— Haberim var, ne ikram edelim san a?
— Ben sadece su alayım ...
— Semiray Remzi Efendi su getirsin... Eee, an lat bakalım
nasıl yardımcı olalım sana?
— Ben yazılar yazıyorum, bunları bir dergide yayınlam ak
istiyorum.

821
— Bizim dergilerimiz sinema ve medya üzerine.
— Biliyorum, peki gazete olur mu?
— Bunu Başer Ağabey ile konuşuruz. Var mı hazırda yazın?
— Var... Darwin teorisi üzerine bir araştırmam var.
— Ne düşünüyorsun bu teori konusunda?
— Bence insanlar maymundan gelmiştir. Evrim teorisine
inanıyorum.
— İyice araştırdın mı bu konuyu? dedi gülümseyerek.
— Evet, iki yıldır araştırıyorum.
— Bence biraz daha araştır. Sana şu kadarını söyleyeyim.
Allah canlıları insanlar, hayvanlar, bitkiler ve cinler olarak
yarattı. İnsanın maymundan gelmesi imkânsızdır.
— Darwin neden bu iddiada bulunuyor peki? Adam koskoca
bir bilim adamı.
— Danvin'in kendisi maymundan gelmiş olabilir, dedi gü­
lümseyerek. Aslında bu konuda çok sertti. F akat kızın hem
küçük olm ası hem de çok sevdiği dostunun yeğeni olm ası öfke­
sine engel oluyordu.
— Şimdi sen biraz daha araştır yazını şu kartvizitte yazan
e-posta adresime gönder olur mu?
— Bu biraz baştan savm ak gibi oldu am a ben yine de gön­
dereceğim, siz de okuyunca haklı olduğumu göreceksiniz.
Kız çıkm ak için ayağa kalkm ıştı ki A li durdurdu.
Odasındaki soğutucuyu açtı, bir tane muz çıkarıp kıza uzattı.
— Al bakalım seversin, dedi gülümseyerek. Kız espriyi an­
lamış gülümsemişti. Kapıdan çıkm ak için açtığında geri döndü.
Cebinden bir fıstık çıkarıp Ali'ye attı. K arşılıklı gülüştüler.
Ali daldığı geçmişten İbrahim EfendVnin sesi ile çıktı.
— Ali? Sana diyorum Ali?
— Efendim...
— Ne oldu Ali? Bu surat ne?
— Bu nedir efendim, diye sordu maymunu göstererek.
— Maymun, dünyada hiç görmedin mi?
— B i... Biliyorum da, burada ne işi var?
— Ali, burada sadece maymun yok, bak etrafına bir sürü
hayvan göreceksin,
Gerçektende gözlerini gezdirdiğinde birkaç hayvan daha
çarptı gözüne.
— Bir an sandım ki..,
— Ne sandın anlamadım?
— Yok... Yok bir şey efendim ...
İbrahim Efendi anlamıştı... Gülümsedi.
— A li... İnsanlar Allah'ın yarattığı en kutsal varlıktır.
Peygamberlerini bile o kad ar üstün donanıma sahip cinler ve
m elekler dururken insanlardan seçmiştir. Hiçbir tarihte yoktur
ki, insanoğlu maymundan ya da başka bir hayvandan gelsin. Bu
bilim adam ı diye geçinen am a aslında Şeytan'ın askerliğinden
başka hiçbir m eslek yapm ayan birinin uydurmasıdır. Yani bu
Şeytan'ın dileğidir.

Derya mezarlığa girdiğinde sanki bir gelin olarak görücüye


çıkmış gibi heyecanlıydı. Ali'nin mezarım gördüğünde kendi
kalbinin sesini duymaya başladı. Biraz ileride Emine'nin mezarı
başına geldi. Hazel'in başına bir eşarp taktı.
— Bunu neden takıyoruz Derya Anne?
— Mezarlık kutsal bir yerdir. Saygıdan dolayı.
— Neden önce babama uğramadık peki?
— Önce büyükler ziyaret edilir.
— Huıı, doğru. Bayramlarda hep öyle yapıyoruz zaten.
— Siz şimdi Mehdi ile burada dua okuyun. Ben babana dua
okuyayım olur mu?
— Olur, benim annem hiç okumuyor dua. Zaten bir kere
geldi. Hep dayım getiriyor beni babama.
Derya Ali'nin mezarına geldi. Mermer taşın üzerine oturdu.
Gözleri dolmuştu.
— Ali... Seni burada ziyaret etmek varmış. Bak oğlunu getir­
dim sana. Kocaman oldu. Tıpkı sana benziyor, zekâsı, mertliği,
vefası. Hep bekledim seni. Bir gün geleceksin diye umut ettim.
Kapı ne zaman çalsa sen diye açtım. Biliyorum sen oğlunu bırak­
mazdın görmeden. Elbet bildiğin bir şey vardı. Oğlumuza çok
güzel bir gelecek bırakmışsın. Sana teşekkür etmeye geldim.
Senin için hep dua ettim. Başarılarım okudukça seninle gurur
duydum. Merak ettin mi hiç bilmiyorum ama hayatımda başka
hiç kimse olmadı. Seni sevmekten bir gün bile vazgeçmedim.
Sana olan sevgimden dolayı, senin Hazel'e olan sevgini anladım.
Mehdi hep seni soruyor. Ben de hep yalan söylüyorum gelecek
diye. Umutla bekliyor geleceğin günü.

Derya'mn yanma Hazel geldi.


— Derya Anne, Derya Anne gel çabuk. Mehdi babaannemin
mezarı ile konuşuyor.
Derya hızla yanma gitti. Yaklaştığında konuşmasını dinle­
meye başladı.
— Ben seni neden göremiyorum, sadece sesini duyuyorum -
Madem babaannemdin neden beni hiç görmeye gelmedin? -
Babamda hiç gelmiyor beni görmeye, siz beni sevmediniz mi? —
Hı hı, annem bana çok iyi bakıyor. - Şahin Dayım getirdi -
Tamam söylerim ben. - Tamam, yine gelirim ben babaanne, hem
de hep gelirim. Ama ben seni de görmek istiyorum.
Derya'mn gözleri açılmıştı.
— Mehdi! Kiminle konuşuyorsun sen?
— Babaannemle, beni ilk defa görmüş. Çok yakışıklısın dedi.
Sonra Şahin dayına söyle Ali huzurlu değilmiş de, dedi. Beni
yine çağırdı.
— Hadi toparlanın dönüyoruz.
— Ama ben babama dua okumadım diye atıldı Hazel.
— Tatlım baban çok yorgunmuş ama yine geliriz.
— Mezarda da çalışıyor mu ki babam?
— Evet tatlım hadi çıkalım buradan.
— Anne benim babaannemle konuştuğuma inanmıyorsun
ama Hazel'e baban çalışıyormuş diyorsun. Sen nereden biliyor­
sun?
Derya soru karşısından ne diyeceğini bilemedi. İkisinin
ellerini tutarak hızla araca doğru yürüdü. Binerken başım tekrar
Emine'nin mezarına çevirdi.
Şirkete geldiklerine telaşla Şahin'in odasma girdi.
— Konuşmamız lazım.
— Elbette ne bu telaş?
— Mehdi... Ali'nin mezanna gittiğimizde Emine Anne'nin
mezarında kendi kendine konuşmaya başladı. Güya onunla
konuşuyormuş.
Şahin bir kez daha şaşırmıştı.
— Ne konuşmuş ki?
— Ne bileyim bir sürü şey saçmaladı. Yok çok yakışıklısın
demiş, yok Şahin Dayma söyle Ali hiç huzurlu değil demiş. Bu
çocuğu bir psikologa mı götürsek?
— Tamam, sen sakin ol, Mehdi'nin yanına git, ben ayarlaya­
cağım bizim hastanelerden iyi bir psikolog.
Derya çıktıktan sonra Şahin kendi kendine mırıldandı.
— Al başına belayı, çocuk bu kadar stresten kafayı sıyırdı.
Umarım çabuk atlatır.

Mehdi Hazel'in gittiği okula yazılmış derslerine devam edi­


yordu. Teneffüs arasında bahçede Hazel ile oturuyordu.
Yanlarına Ertaç'm oğlu geldi.
— Hazel kilodun görünüyorrr, kilodun görünüyorrrr.
— Terbiyesizsin sen! Utanmıyor musun? Ben bir kızım.
— Sen de çıplak gezme kızım, sen açarsan herkes bakar ki.

861
Mehdi ayağa kalktı.
— O benim kardeşim. Özür diler misin?
— Hadi oradan sümsük, sen kardeşine söyle açmasın orasını
burasım.
— Mehdi Ağabey dövsene şunu...
— Ha ha, bu sümsük mü dövecek beni, diyerek Mehdi'yi
ittirdi. Mehdi yere düştü. Kalkarak Hazel'i elinden tuttu.
— Gidelim buradan.
— Ne o korktun mu sümsük? Gelsene hadi.
Hazel hızlıca elini çekti.
— Ben senin gibi korkak bir ağabey istemiyorum! diyerek
yanından uzaklaştı.
Çocuklarda gitmişti. Mehdi üzgündü. Bir ağaç altma oturdu.
Yüzünü dizlerinin üstüne kapattı. Saçlannda bir el hissetti.
İbrahim Efendi gelmişti.
— İbrahim Amca!
— Nasılsın Mehdi?
— Benim için mi geldin?
— Evet, bakayım benim talebem ne yapıyor merak ettim.
— İyiyiyim... diyebildi kısık bir sesle.
“ Pek öyle değilsin, ne oldu anlat bakalım?
— Hazel hep kısa giyiniyor, çocuklarda terbiyesizlik yaptı
ona, korumak istedim ama beni ittirdiler.
— Sen neden karşılık vermedin?
— Ben kavga etmek, kimseyi incitmek istemiyorum ki.
— Aferin, sana yakışanda budur.
— Ama Hazel beni korkak biliyor.
— Üzülme, bir gün korkak olmadığını anlayacaktır. Hadi sen
dersine gir, okul çıkışında seninle birer dondurma yeriz.
— Arr\a şoför alacaktı bizi?
— Ayarlarım ben.
— Tamam.,. İyi ki geldin İbrahim Amca, ben bir annemin
yanmda mutluyum, bir seninleyken. Ha, bir de babaanneme git­
miştik orada mutlu oldum.
Mehdi gittiğinde İbrahim Efendi'nin yanmda bir adam belir­
di.
— Efendim...
— Gel Cibril gel. Bizim çocuğu üzmüşler. Onun elinden Celal
sıfatım göstermek olmaz. Sen anladın ne demek istediğimi.
— Anladım efendim.

Okula girdi, müdür odasına yöneldi. Kapıyı vurup içeri


girdi. Müdür İbrahim Efendiyi gördüğünde şaşırmış fakat bir o
kadar saygılı halde ayağa kalkıp selam verdi.
— İbrahim Efendi, hoş geldiniz bu ne güzel bir sürpriz.
— Nasılsın Mahmut?
— Teşekkürler, iyiyiz şükür. Siz nasılsınız? Çok şaşırdım.
— Ben de iyiyim, hep aklımdaydı gelmek, bugüne kısmet
oldu. Torunum buraya yazıldı. Adı Mehdi.
— Öyle mi? Çok sevindim. Gereken ilgiyi hemen gösteririz.
— Mahmut, biz de kayırım yoktur biliyorsun, demek iste­
diğim şudur. Mehdi bizdendir, Mehdi bendendir.
— Anladım efendim, çok iyi anladım, çok da mutlu oldum.
— Senden bir ricam daha olacak. Din derslerine senin gir­
meni istiyorum.
— Bunu ben de çok isterim, ama biliyorsunuz ki bizim
cemiyetimizin sohbetlerine bu halk henüz alışık değil.
— Sen de onlarm anlayacağı dilden yorumla.
— Anladım.
— Bana müsaade Mahmut.
— Efendim otursaydmız sohbetinizi özledim.
— Mehdi ile güzel sohbetleriniz olacaktır. Mehdi, Ebubekir
ilminden olacaktır.
Okul çıkışında Mehdi ile İbrahim Efendi dondurma yiyor­
lardı. Yanlarında ki masada oturan bir grup gencin neşeli sesleri
geliyordu. İçlerinden birisinin sesi daha gür çıktı.
— Haydi, şimdi hep birlikte üç defaî
Mehdi üç sayısına takıldı.
— İbrahim Amca neden biz her zaman üç sayısını kullanı­
yoruz?
— Ne gibi Mehdi?
— Mesela namazda eğilirken üç defa "Sübhâne rabbiyel
azîm" diyoruz. Neden iki değil? Mezarlığa gittiğimizde 3 ihlâs
okuduk, bazen televizyonlarda rastlıyorum 3 kere sağ ol diyor­
lar.
— Üç sayısının dinimizde önemi çoktur Mehdi. Bak mesela,
Allah canlıları üç çeşit yarattı. İnsan, bitki, hayvan... Dünya üç
madde üzerine kuruldu. Kara, hava, su. Bunun sebebi ise şudur;
İnsanı kurtaracak tek şey "La ilahe İllallah"tır. Yani "Allah'tan
başka ilah yoktur." Anladın mı?
— Anladım, dedi başını sallayarak. Sonra sağ elini göğüs
hizasına kaldırdı. Başparmağından başlayarak açmaya başladı.
— La! Sonra işaret parmağı açıldı.
— İlahe! Ve orta parmağı...
— İllallah...
— İşte bu Mehdi... Bütün âlem bunun üzerine kuruludur.
Hadi bakalım dondurmalarımız bitti. Kimse merak etmeden
kalkalım.

Mehdi şirkete geldiğinde Hazel ile aralarındaki soğukluk


Şahin'in dikkatini çekti.
— Mehdi biraz gelir misin?
— Efendim Şahin Dayı?
— Ne oldu? Hazel ile bir şey mi geçti aranızda?
— Hazel kısa etek giydiği için çocuğun biri laf attı. Ben de
yaptığının yanlış olduğunu söyledim, çocuk beni ittirdi,
düştüm. Hazel şimdi beni korkak birisi sanıyor ve ona karış­
mamı istemiyor.
— Tamam, aldırma sen kadın milleti küçükten büyüğe hep
böyledir. Anlatamazsın... Hadi sen git anneni gör özlemiştir seni.
— Şemiray bana Hazel'i getirir misin?
— Dayıcığım beni görmek istemişsin, özledin mi?
— Evet güzel gözlüm çok özledim hem de.
O sırada gözü eteğe takılmıştı. Aslında her zaman giydiği bir
etekti fakat ilk defa dikkatini çekmişti. Neredeyse kısacıktı.
— Mehdi ile küs müsünüz tatlım?
— Hımmm, değiliz ama ona kızdım ben.
— Neden?
— Giydiklerime karışıyor ve o korkağın teki. Bugün çocuklar
bana sataştı ama o hiçbir şey yapmadı.
— Kavga etmemek korkaklık değildir tatlım. Aksine en
büyük cesaret ve centilmenliktir. Hem o senin ağabeyin değil
mi? Bak seni korumak istemiş. Bana soracak olursan ben de bu
eteğini kısa buldum.
— Peki dayıcığım sen kısa diyorsan ben bir daha giymem.
Ama bu okul kıyafetim benim biliyorsun değil mi?
— Biliyorum... Sen çok akıllı bir kızsın ve bu daym seni çok
seviyor.
— Sen de çok yakışıklı bir dayısın, bu kızda dayısını koca­
manım seviyor.

Hazel çıkınca okuldan sorumlu müdürü arayıp odasına


gelmesini istedi.
— Bu kılık kıyafet işleri kime ait Sadullah Bey
— Her okulun kendi kuralı efendim.
— Neden bu etekler bu kadar kısa?
— Şahin Bey, kurulduğumuzdan beri bu böyle... Bizim

90|
öğrencilerimiz elit kesimden.
— Elit kesim ne? Ya da kesimler kısalığına göre mi tayin
ediliyor. Etekler dize kadar inecek.
— Efendim bu bize öğrenci kaybına mal olur.
— Neden? Okula eğitim için mi geliyorlar, giyim özgürlüğü
için mi? Sen ne diyorsam onu yap. Çıkmak isteyeninde parasmı
hemen iade et. Laf bile harcama sakın.
Müdür çıktıktan 45 dakika kadar sonra Süreyya içeri girdi.
— Sen ne yapmaya çalışıyorsun Şahin?
— Sana da selam.
— Şahin, kılık kıyafetleri nasıl değiştirirsin, bir sürü kay­
bımız olacak. Hangi devirde yaşıyoruz. Derya'yı aldığın köy
değil burası?
— Konuyu neden Derya'ya getirdin? Hala hırsına hâkim
olamıyorsun değil mi? Ben seni çok iyi tanırım Süreyya...
Bekliyorum bakalım zehrini ne zaman kusacaksın.
— Şahin bak... Kılık kıyafet değişecek, öğrencilerin aileleri
bu masrafa karşı gelecekler.
— O masraf dediğin o ailelerin bir gecelik harcadığı eğlence
parası bile değil. Ama haklısın bu konuda. Düşünemedim,
hemen düzeltiyorum bu yanlışı. Diyerek telefonu kaldırdı.
— Hah şöyle, doğrusuda bu.
— Sadullah Bey, velilere bildirin yeni kılık kıyafetleri biz
karşılayacağız.
Süreyya çok öfkelendi. Bir şey demeden odayı terk etti.
Aradan bir hafta geçti. Gerçekten Sadullah ve Süreyya'nın
dediği olmuş, okullarda neredeyse %40 oranında öğrenci
eksilmesi olmuştu. Fadıl ve Şahin odada otururken Sadullah
içeri girdi.
— Şahin Bey konuşabilir miyiz?
— Gel, Fadıl Bey ortaklarımızdan.
— Efendim okullarda korkunç açık söz konusu. Sınıfların
yarısı boş.
— Başka konu var mı?
— Hayır efendim.
— Tamam çıkabilirsin.
— Sorun ne? Diye sordu Fadıl. Durumu kısaca anlattı.
— Ortak valla bu konuda iyi etmişsin
— Ağam ortalık sapık dolu, artık çocuklara dadanıyorlar ve
bizimkilerde neredeyse don kadar etek giydiriyorlar. Bu mede­
niliği aşmış, teşhire girmeye başlamış.
— Benim bir fikrim var ortak. Madem sınıflar boşalmış. Biz
Anadolu'ya okulları kurana kadar boş olanları ben muhtacı olan
ailelerin çocukları ile doldurayım, parasını da ben ödeyeyim.
— Ağam o nasıl söz. Paramn sözü bile olmaz. Ben eğitim
kuramlarını çıkar ya da kazanç için kurmadım. Elbette, seve
seve.
— Yok ben ödeyeceğim ama...
— O zaman yarı yarıya yapalım. Ortak değil miyiz?
— Sen ortaklarm en kralısın Şahin kardeş.
— Sen de öylesin ağam.
— On güne kalmaz talebeler hazırdır.

"Ali nehir ktytstnda yürürken gözüne bir elm a ağacı çarptı.


Ağaca yaklaşıp elm a koparm ak için uzanmıştı ki birden elini
çekti. Yüzüne korku ve endişe düşmüştü. B irkaç adım geri
atarak çevresine göz gezdirdi. Ağaç neredeyse elm adan görün­
meyecek haldeydi.
— Az kalsın tam Âdemoğlu oluyorduk.
— Hayırdır Ali? insana ve Allah'a olan aşkın tamam oldu
da, şim di elm aya olan aşkın mı başlıyor. O nasıl içten bakış
öyle?
— Efendim... Hoş geldiniz. Sormayın az kalsın elm ayı yi­
yordum.
— Ye Ali, Allah onu da yenilmesi için yarattı.

921
— Yok efendim, ben yeryüzünde bir H avva tam dım yetti
ban a... Burada bir kere daha olm az.
— Burada ki H avva benim sanırım...
— Yok... Yanlış anladınız.
— A# ne yapsam seni güldüremiyorum ben, espriydi rahat
ol. Elmadan yiyebilirsin.
— Kovulm ayayım ?
— Anladım şimdi, dedi gülümseyerek. Sonra daldan bir elma
kopartıp ısırdı.
— Lezzetliym iş m übarek... Ali, Âdem'in yediği elm a bu elm a
değil. Adem'in yediği elm a değil...
— Awiö öyle yazıyor?
— Hfl/a /nfap ehli yapam adık seni, hala kitap ehli olarak
bakıyorsun. İnsanın ölümünden sonra geriye kalan nedir? Ruh­
tur. Yani beden çürür. Ama ruh sonsuzdur. İnsanın en büyük
hatası ruhuna iyi gelecek gıdaları unutup bedenini besleyecek
gıdalara önem vermesi oldu. Ruhun gıdası ibadettir. Namazdır,
oruçtur, duadır, zikirdir. Âdem ruhuna y asak olan gıdadan yedi.
Nefsinden yedi. Yasak olan bir günahı işledi.
— Ama neden elm a olarak geçiyor.
— Kuran'da elm a diye bir şey geçmez. Yasak ağaç ya da
y asak meyve diye geçer. Şimdi düşün, yeryüzünde bir sürü
meyve var hepsini yiyebiliyor musun?
— H ayır efendim?
— Neden?
— B azı meyveler zehirli olabiliyor?
— İşte o y asak kılınan meyvede ruhu zehirleyen bir meyvey­
di. Ve her şeyden önce ne diyor Allah? Ey Âdem sen ve eşin
Cennette kalın. Orada istediğiniz meyvelerden bol bol yiyin,
yalnız şu ağaca yaklaşm ayın y oksa birbirinize zulmedenlerden
olursunuz.
— B akara Suresi...
— Evet... Yani Âdem Allah'ın emrini dinlem iyor ve Şeytan'a
inanıyordu. İşte bu yüzden Cennetten kovuldu. Şimdi Şeytan
insanlara sadece meyve mi yediriyor? Hayır. Bir sürü günahlar
işletiyor. Peki, Şeytan'a uyan Cennete girebiliyor mu? Hayır...
Hadi sana son bir örnek daha vereyim, erkekler artık kadınların
edep yerlerine bile meyve isimleri takar oldu... Sen buna göre
yorumunu yap artık.
— Anladım efendim... Şimdi anladım ... Özür dilerim efen­
dim am a çok canım çekmişti.
Ağacın yanına giderek bir elma kopardı. Geriye döndüğünde
İbrahim Efendi gitmişti."

Ağanın doğudaki öğrenci adayları için verdiği on gün dol­


madan daha Sadullah Şahin ile acil görüşme talep etti.
— Şahin Bey, ayrılan ailelerden çoğu çocuklarmı yeniden
bizim okulumuza göndermek istiyor.
— Sebep?
— Sanırım yeni gittikleri okullarda eğitim yetersiz gelmiş.
— İyi işte, giydiklerine göre eğitim alıyorlar. Hiç birisini geri
alma. Kontenjanımız doldu.
— Nasıl doldu, sınıflar hala boş sayılır.
— Üç gün içinde yeni öğrenciler geliyor.
— Ama efendim bu insanlar ülkenin sayılı kişilerinden.
— Bana ne Sadullah! Benim kararımı saymayanı ben hiç say­
mam. Konu kapanmıştır. Çıkabilirsin!

Hafta sonu bazı yöneticiler ve aile eşrafı yat gezisine çıktılar.


Şahin, Hazel ve Mehdi'nin anlaşmasından çok mutluydu. Fakat
Süreyya'nın Derya'yı normal karşılamasına hala şaşkındı.
Boğazın ortalarına geldiklerinde başka bir yat kendilerine doğru
yaklaşıyordu.
— Bu yat neden üstümüze geliyor Mirza?
— Fadıl Ağa'nın yatı efendim. Yaklaştıklarında Fadıl seslendi.

941
— Ortak! Sen davet etmedin ben de yat aldım. Kötü ortak
insanı yat sahibi yaparmış ama ufak almışım.
— Zenginlik böyle bir şey ağam. Gel bizim yata.
— Nasılsın bakalım ortak. İhale falan yok mu?
— Bir dur ağam ya, işten uzak kafamızı dinleyelim dedik,
daha adım attın iş. Hepimizin sahip olacağı bir avuç toprak so­
nunda.
O sırada bir telaşlanma oldu yatta. Derya korkul gözlerle
sağa sola koşturuyordu.
— Mehdi Yok! Oğlum yok! diye haykırıyordu Derya. Şahin’in
sesi de yükseldi.
— Mirza! Mirza! Mirzaaaaaaaa! Mehdi nerede?
— Şahin Bey en son Hazel ile oynuyordu.
— Hazel Mehdi nerede?
— Dayı ben tuvalete kadar gittim, geldim yoktu.
— Mirza suya hemen!
Tereddütsüz atladı suya. Dalıp çıkıyor fakat hiçbir şey
bulamıyordu. Derya ağlamaktan nefesi kısılacak haldeydi ve
Şahin teselli edecek hiçbir söz bulamıyordu. Yanlarına bir balıkçı
kayığı yaklaştı.
— Yattakiler bu çocuk sizi arıyor.
Mehdi sırsıklam halde kayığm içindeydi. Yata çıktığında
korkmuş bir halde titriyordu. Derya sımsıkı sarıldı yavrusuna.
— Mavi gözlüm çok merak ettim seni, ne oldu sana böyle?
— Ben denize düştüm anne. Çok korktum.
— Mehdi... diye seslendi Şahin.
— Şahin Dayı,
— Ne oldu sana nasıl düştün denize?
— Ayağım kaydı.
— Neden seslenmedin?
— Çok bağırdım ama sonra su yutmaya başladım.
— Gel bakayım sen aşağı üstünü değiştirelim. Derya sen
burada kal.

i 95
Aşağıya sadece Şahin ve Mehdi indi. Şahin Mehdi'nin üstünü
değiştirip kuruluyordu ki kürek kemiğinin üzerinde bir leke
gördü. Parmağı ile silmek istedi ama bedene yapışan bir lekey­
di.
— Mehdi, bana doğruyu söyle birisi mi itti?
— Hayır dayı, ayağım kaydı.
— Bak yalan kötü şeydir biliyorsun değil mi?
— H ıhı...
— Peki denizden seni kim kurtardı?
— Bilmiyorum ki, ben çok su yutunca gözlerimi kapattım ve
dua ettim, Gözümün önüne İbrahim Amca geldi. Açtım, bir ka­
yıktaydım.
— Sen bu kuru eşyaları giyin ben anneni gönderiyorum.
Hışımla yukarı çıktı.
— Derya sen Mehdi'nin yanma in lütfen. Mirzai Mehdi'yi
getiren kayık nerede?
— Az önce buradaydı ama gitmişler efendim.
— Nasıl gitmişler? Diyerek görebildiği kadar çevresine baktı.
Etrafta çok kayık vardı.
— Mirza bota atla hemen çevredeki kayıklara bak o balıkçıyı
istiyorum.
O sırada gözü uzaktan olayları izleyen Süreyya'ya takıldı.
Yanma gitti. Fısıldamasına,
— Eğer bu işte senin bir parmağm olduğunu öğrenirsem...
— Şahin! Ne saçmalıyorsun sen? Bir çocuğu öldüreceğimi
nasıl düşünürsün? Ben de bir anneyim bunu unutma,
Yanlarında bile değildim. Hazel'i tuvalete indiren bendim.
Sorabilirsin! Şahin duraksadı...
— Özür dilerim. Çok stresteyim, çok korktum çocuğa bir şey
oldu diye.
— Korkularının öfkesini benden çıkarma o zaman! Bence
Mirza'yı gözaltına al, o esnada bir tek o yoktu meydanda, di­
yerek uzaklaştı.

961
Bu söz içine oturdu. Süreyya doğru söylüyordu. O esnada
Mirza yoktu. Mirza botla geri dönmüştü.
— Balıkçıyı bulamadım efendim, Kimsede görmemiş yata
yaklaştığı anda.
— Mirza! Sen Mehdi denize düştüğü sırada neredeydin?
— Yanmazdaydım efendim, Fadıl Ağa'nm yatım ben söyle­
miştim hatırlasanıza.
— Sonrasında?
— Hatırlayamadım efendim. Neden sordunuz?
Bir müddet sustu. Mirza'mn hiçbir yanlışını görmemişti.
Aksine her zaman en dost Mirza olmuştu. Yine de içini bir şeyler
kemirmeye başlamıştı.
— Efendim?
— Bir daha Mehdi'nin yanından çok uzaklaşma Mirza.
— Emredersiniz efendim.

"Ali günlerdir dünya ile kuramadtğt irtibattan stktlmtş


dışarı çıkm ıştı. Gözleri hala Hazel'i arıyordu. Bir ses adını zik­
retti.
— Ali!
— Paşam ...
— Bırak paşayı, paşalık dünya bayatındaydı. Yaşadık bitti.
Neler yapıyorsun?
— Dünyada bir söz vardı, boş gezenin boş kalfası. Onun gibi.
Sen nasılsın?
— Valla epeyce yorgun, dün gece sabaha kadar çalıştık.
— Çalıştın mı?
— Ha doğru ya, sen henüz iş bulmadın.
— İşçi Bulma Kurumu var deme sakın bana.
—- Yok, zamanla içindeki yeteneğe göre iş seni buluyor zaten.
Hadi gel bakalım şu aşkı anlat bana.
Nehir kıyısında bir yere oturdular. Ali bir ara başını
gökyüzünü kaldırdı.
— Aynı gökyüzümü bu?
— Aynı derken?
— Yani dünyada iken gördüğümüz mü?
— Bu kad ar zam andır buradayım hiç bu soruyu sormadım
kendime doğrusu. Ama dünya hayatında hep m erak ederdim
başka gezegende h ay at var mı diye?
— Aman paşam , biz dünyadaki hayatı yaşam ayı çok becere­
bildik san ki bir de başka dünyada hayatlar arad ık.
— Eee hadi am a.
— H azel... diyerek başladı ve saatlerce an lattı...
— Vay be, biz de Leyla ile Mecnun'u aşktan sayardık. Ama
her güzel günlerin sonu acısıyla çıkıyor.
— Evet, âşık olunca ağzından bal akanın bir de iğnesi ol­
duğunu unutuyoruz. Benim halim Mecnun'dan beter oldu p a ­
şam. B elki burada görürüm umudu ile her gün bekliyorum am a
nafile.
— Öldü mü?
— Ölüm şu an bizim kiyse evet.
— Ben de yıllardır Hatice Sultan'ı bekledim durdum am a
göremedim.
— Deme paşa, zaten içimde sıkıntı bin beter. Bir de sen içime
umutsuzluk düşürme.
— B elki senin durumun farklıd ır Ali. Burası garip bir dünya,
bir bakıyorsun a t ile gelenler oluyor, bir bakıyorsun uçan
araçlar görüyorsun.
— Burasının büyüklüğü ne kadar?
— Hiç ölçmedim, hiç de m erak etmedim. H atta bu alandan
uzaklaşm adım diyebilirim.
— O zaman senin H atice Sultan'ı aram a çaban olm am ış hiç.
— Bu ağır oldu... Haklısın, hiç bu açıdan düşünmedim. Sen
arayacak mısın?

981
— Evet, biraz zaman geçsin burada bulmazsam gidebildiğim
yere kad ar gideceğim* Benim de hicretim H azel o lacak herhalde.
— Ya cehennemdeyse?
— Onun oraya layık olduğunu sanmıyorum. Evet, bana
kötülük yaptı am a benim ona hakkım helaldir. Ha, tut ki cehen­
nemde buldum... dedi ve sustu. Gözleri uzaklara daldı. Sonra
paşanın gözlerine baktı.
— Bir an bile tereddüt etmem girerim."

Aşiroğlu ikizlerinde bir sabah daha başlıyordu. Şahin


binadan girmişti ki yaşlı bir kadının güvenlik ile konuşmasını
duydu.
— Şahin Bey'i görmem lazım evladım neden anlamıyorsun?
— Ya teyze git diyorum, Şahin Bey'i görmek bu kadar kolay
mı?
— Bakın beni tanıyacaktır, siz bir söyleyiverin.
— Ya teyze bak patronlar geliyor işimden edeceksin beni, git
hadi, diyerek kolundan tutarak neredeyse sürüklüyordu ki Şa­
hin ile karşılaştılar.
— Şahin Bey...
— Bırak kadınm kolunu! Buyurun teyzeciğim ben Şahin.
— Evladım, benim adım Müesser, sizinle konuşmam lazım.
Önemli bir konu...
Kadınm konuşurken takındığı edep Şahin'in anneannesin­
den sonra uzun yıllardan sonra gördüğü ilk sahneydi.
— Ben, özür dilerim teyze. Çalışanlarım size kaba davrandı.
Buyurun ofisimde misafir edeyim sizi, diyerek odaya çıktılar.
— Buyurun teyzeciğim.
— Ben yıllar önce Ali evladımla tanıştım. Bunu söylemek
doğru bir şey değil ama anlamanız açısından söylemek zorun­
dayım. Kırklareli'nde oturuyorum ben. Ali evladım bir gün bir
mezarı ziyarete gelmişti. O kadar ağladı ki, su vermek için git­
tim yanma. Sonra benden o mezara her Cuma Kuran okumamı
rica etti. Allah razı olsun parasını da verdi. Bir gün sıkışırsam
seni bulmamı söyledi.
— Paraya mı ihtiyacınız var teyze? Hemen hallederiz.
— Hayır, benim beyim bir tarikata mensuptu. Kızımla ben
pek sıcak bakmıyorduk ama sonra biz de girdik. Başında bulu­
nan şeyh her şeyimizi aldı. Beyim borçlar altında kaldı. Geçen
yıl vefat etti. Bu da yetmiyormuş gibi şeyh kızıma tecavüz et­
meye kalktı. Şimdi sürekli bizi tehdit ediyor. Konu komşumuza
bizi hep kötü anlatıyor. Kimseye bakacak yüzümüz yok. Kızım
tarikata ait bir şirkette çalışıyordu, işinden çıkardılar. Yakamızı
bırakmıyor.
— Siz bana tarikatın adım ve bu adamm ismini verin gerisini
bana bırakın. Şimdi nerede oturuyorsunuz?
— Köydeki baba evine geçtik. Ama bizim oralar bu tarikata
bağlıdır. Orada da fazla kalamayız.
— Kızınız ne iş yapıyor?
— Üniversitede ekonomi okudu.
— Tamam, siz şimdi evinize dönün. Eşyalarınızı toplayın ben
sizi aldıracağım. Kızınıza burada iş hazır.
— Ah evladım, Allah senden razı olsun. Ben bir daha Ali
evladımı göremedim. O nasıl iyi mi?
— Ali benim dayım teyze. Ne yazık 2 yıl önce kaybettik.
— Allah rahmet eylesin. Ben şuracıkta görsem tanımam
gayrı. Bir defa gördüm. Ben senin zamanım almayayım evladım.
Çok sağol, Allah seni her zaman başarıya ulaştırsın.
Kadın çıkıyordu ki Şahin içindeki soruyu sormadan edeme­
di.
— Teyze? Mezarında Kuran okuduğunuz kimdi?
— Hazel isimli gencecik bir kızdı. Genç yaşta ölmüş. Sizin
akrabanız herhalde. Ya da bilemiyorum Ali evladımın kızıydı
sanırım. O kadar çok ağladı ki, ancak bir anne ya da baba ağlar
bir kaybın arkasından o kadar.
Kadın çıkınca telefonunu aldı.

1001
— Mirza hemen yanıma gel.
— Buyurun efendim.
— Bu serhadiye isimli tarikatı biliyor musun?
— Evet, oldukça güçlü bir tarikattır.
— Ne biliyorsun haklarında.
— Başında Ayhan Oktay diye birisi var. Kendimi Mehdi ilan
ediyor, epeyce yaşlıdır ama sapıklıklarından hiç vazgeçmedi.
Müritleri hep genç kızlar ve yakışıklı erkeklerdir. Para ve medya
gücü yüksektir.
— Hatırladım, şu kendi televizyon kanallarındaki program­
larda kadınlara sulanan rezil.
— Evet efendim...
— İyi. Ona ulaş ve tarikatlarma girmek istediğimi söyle. Ben
diğer binaya gidiyorum.

Şahin C.RP/nin binasma gelmiş Ali'nin defterini okuyordu.


"İsmet Kartal, tarih boyunca bu ülkeye gelmiş en tehlikeli
insandır. Hani insanların beklediği bir Deccal varsa benim
bulunduğum devrin Deccal'i İsmet Kartal'dı. Yıllarca başında
bulunduğu medyayı bu ülke aleyhinde kullanarak bir sürü
gerçeği saklamış ve halka yalanlarla lanse etmiştir. Benim
zamanımdaki iktidara kadar da birçok parti lideri bu adama
boyun bükmek zorunda kaldı. Bir tek son iktidar Kartal'a karşı
çıktı. İsmet Kartal'ı bu kadar güçlendiren İsrail ve İngiltere oldu.
Ortadoğu'da yaptıkları katliamları da ört bas etmiş oldular.
Fakat son hükümet İsmet Kartal'a boyun eğmeyince Kartal
güçsüz kaldı. Bu yüzden zayıflayan Kartal'ın yerine yeni birisi­
ni yetiştirdiler. Belki de tarihlerinde ilk defa dişi bir şeytan yarat­
tılar. Bu şeytan Süreyya Gazel'dir. Gerçek adı Parla'dır. Yıllar
önce Mossad tarafından yetiştirilmek için ailesinden alınarak
dünyamn birçok ülkesinde eğitimlere tabi tutulmuştur. Çok
sinsi ve çök zekidir. Süreyya ile gözümün önünde olması için
evlenmiştim. Lâkin hesaplayamadığım bir durum oldu ve Hazel
doğdu. Süreyya bir şekilde güçlenecektir. Bunu büyük ihtimal
ile Ertaç aracılığı ile yapacaktır. Bu sebeple ikisine dikkat et."
Telefonu çaldı, arayan Mirza'ydı.
— Efendim şeyh bizi bekliyor.
— Şeyh deme şu rezile Mirza! Geçerken al beni C. F. P/den.
Tarikat liderinin evi neredeyse saray gibiydi. Ali gözleri ile
binayı ve kurulduğu uçsuz bucaksız araziyi gezdi.
— Mirza, biz de mi tarikat kursak?
— ?

— Şaka Mirza Şaka... Şu yüzünü bir kez gülerken göremeye­


ceğim ya ona yamyorum. Hadi gidip biat edelimde kendimizi
kurtaralım. Gerçi ne sende tip var ne bende. Kabul görülmeye­
biliriz.
İçeri girdiklerinde birçok genç ve güzel kızlarla yakışıklı
erkekler çarptı gözlerine. Herkes dünyanın sayılı zenginleri
arasmda olan Şahin'i gözlüyordu. Kızlar kendi aralarmda fısıl­
dayıp gülüşüyordu. Şahin mırıldandı.
— Bu adam cennetini şimdiden kurmuş Mirza.
— Hoş geldiniz Şahin Bey, sizi burada görmek ne güzel, ne
hoş, diyerek elini uzattı Ayhan.
— Teşekkür ederim.
— Kullarım, bakın Bu Şahin... Aşiroğlu grubunun başındaki
beyin. Dünyanın en zengin ve en zeki adamı. Ona iyi bakın,
yakında daha çok göreceksiniz. Bu yüce insanda bizi seçti. Ne
mutlu ona, ne mutlu bizlere... Girdikleri odanın her tarafı
neredeyse altın kaplamaydı. Genç kızlardan bir grup sürekli
hizmet ediyordu.
— Hocam, şanınızı duyduk ve sizinle tanışmaya geldik.
— Ne güzel, ne güzel... Burası Allah'ın evidir. Burası resulün
evidir. Burası Cehennemden kurtuluştur.
— Bu gayet net belli oluyor... Biz de kurtuluşa ermek isteriz.
Ne yapmamız gerekiyor?
— Kurtuluşa ermek iyi bir mürşide tabi olmakla başlar. İyi

1021
bir mürşit Allah'ı seven ve Allah'ın sevdiğidir. Ve Allah sevdiği
kulun duasını geri çevirmez. İnşallah sizin içinde ben Allah'a
dualar edeceğim.
— Sağ olun... Allah'ın sevdiği biri ile böyle karşı karşıya
olmak ne güzel. Ne yapmamız gerekiyor şimdi?
“ Şahin kardeşim, dünya malı insana huzur vermez.
Külfettir. Ama ne yazık ki dünyada geçerli olanda yine kendi
malıdır. Burada gördüğün gibi birçok talebe yetişiyor ve bunun
gibi birçok kurumumuz var. Sizden Öncelikli ricam maddi
desteklerde bulunmanız. Bu kardeşlerimizi daha güzel şartlarda
yaşatıp eğitimlerini vermek gerekir. Vereceğiniz her kuruş size
sonsuz âlemde karşılık olarak dönecektir.
— Bazı kitaplarda okumuştum, Allah gösterişi sevmez diye
hocam. Ama bakıyorum ki burada gösteriş ilk sırada...
— Sen her okuduğuna inanma Şahin. Allah gösterişi sevmese
neden cenneti, hurileri, sarayları vaat etsin değil mi?
— Bir konu daha danışayım size, dinde örtünmek farzdır
diye biliyorum ama kızlarımızın dekolteleri ve mini etekleri
oldukça fazla...
— Allah çıplaklığı yasaklamış olsaydı neden mahşer günü
bizi üstümüzde hiçbir şey olmadan toplasm? Biz boş konuş­
mayız, her konuştuğumuz Allah'tandır. Allah beni sever ben
Allah'ı. Dualarımı geri çevirmeyecek, sizleri affedecek ve cen­
netine kabul edecektir.
— Mirza silahını çıkar ve bu adamı vur.
Mirza tereddüt bile etmeden çıkarıp silahı Ayhan'a doğrult­
tu. Kısa süren şaşkınlığın yerini korku aldı.
— Ne? Ne... Ne yapıyorsunuz siz? Çıldırdınız mı?
— Seni öldürmeye karar verdim.
— Yapmayın, ne isterseniz veririm ben. Lütfen yapmayın.
— Neden korktun ki? Sen Allah'ı, O'da seni sevmiyor mu?
İnsan sevdiğine kavuşmak istemez mi?
— Be be ben, beni ö... öldürmeyin. Yalvannm.
— Sana iki gün müsaade şarlatan herif! Bu ülkeyi terk ettin,
ettin. Bir daha seni burada gelir görürsem cesedini bile bula­
mazlar. Milleti kandırmak, insanlara tecavüz etmek neymiş gös­
teririm sana! Ha tabi başka seçeneklerinde var. İstersen onları da
deneyebilirsin... Ama umarım bir işe yararlar, eğer yarama­
zlarsa gerisini sen düşün! Şerefsiz!
Çıktıklarında Şahin'in öfkesi hala dinmemişti.
— Efendim siz gideceğini umuyor musunuz?
— Hayır Mirza, aksine gitmemesi için dua ediyorum.
Gitmesin ki şu öfkemi kusayım ona. Cenneti görmüş nasılsa, ben
de Cehennem nedir onu göstereyim!

Aradan geçen üç gün içinde Şahin Müesser ve kızını İstan­


bul'a getirtmiş verdiği sözleri tutmuştu. Odasında otururken
Mehdi içeri girdi.
— Şahin Dayı girebilir miyim?
— Gel Mehdi. Elbette girebilirsin.
— Belki işin vardır diye sormak istedim.
Mehdi'nin yaşından oldukça büyük davranışları çoğu zaman
kafasını karıştırıyordu. Akima mezarlığa gittikleri gün Derya'
mn anlattıkları geldi.
— Mehdi, mezarlığa gittiğinizde annen mezarlıkta kendi
kendine konuştuğunu söyledi.
— Evet, ama kendi kendime konuşmadım. Deli miyim ben
dayı? Mezardan gelen bir ses benim babaannem olduğunu
söyledi. Kafam karıştı. Orada yatan Hazel'in babaannesi ama
bana da senin babaannenim dedi. Hazel ile konuşmadı.
— Sesini duydun mu?
— Evet, duydum diyorum ya.
— Tekrar duysan tanır mısın?
— Hı hı... Tanırım.
Şahin masa üstünde duran diz üstü bilgisayarmı açtı. Birkaç
kadm sesi dinletti. Mehdi hiçbir sese onay vermedi. Sonra
çocukluğunda anneannesi ile çektikleri videolardan oluştur­

1041
duğu bir videoyu açtı. Bir sürü ses vardı ama bir ses duyul­
duğunda Mehdi çığlık attı.
— İşte bu sesti! Bu ses bana babaannem olduğunu söyledi.
Ses gerçekten Emine'ye aitti. Şahin adeta şoktaydı. Tedirgin
halde sordu.
— Neler konuştunuz?
— Beni çok sevdiğini söyledi. Büyüyünce çok büyük adam
olacağımı söyledi. Ha bir de sana iletmemi istediği bir şey vardı.
Ali çok rahatsızmış Şahin'e söyle dedi. Ali Hazel'in babası mı
dayı?
— Evet canım... Neden rahatsız olduğunu söyledi mi?
— Söyleyecekti belki ama ben konuştum diye annem hemen
beni mezarın başından aldı. Benim babam kim Şahin Dayı?
Neden gelmiyor? Annem babamın adım bana hiç söylemedi. Bir
fotoğrafını dahi görmedim.
Gözleri dolmuştu Mehdi'nin... Yine de ağlamamak için ken­
disini zorluyordu. Şahin'in içi parçalandı. Şahin ayağa kalkarak
yanma geldi. Yanaklarını avuçlarının içine aldı.
— Sen şimdi annenin yanma git, ben sana zamam geldiğinde
her şeyi anlatacağım olur mu? Sen çok olgun ve akıllı bir çocuk­
sun, biraz daha sabret.
— Tamam dayı.

Mehdi çıkınca ayağa kalktı, pencereden C. E P/nin binasına


bıraktı bakışlarını. Kapı çaldı.
— Gel!
— Efendim müsait miydiniz?
— Gel Mirza, diyerek gözlerini yine binaya çevirdi. Mirza
pencerenin önüne yaklaştı.
— Tarikat Şeyhi diğer gazeteler ve televizyonlar ile görüşme
sağlama çabasındaymış.
— Akıllanmamış yani... Elimizdeki dosyaları adli makam­
lara götür atsınlar içeriye.
— Sanırım... Hâkimiyet ile konuşmuş.
— Nereden anladın?
— Manşetlerine sizi taşımışlar.
— Ne yazmışlar?
— Aşiroğlu'nun veliahtı taşkınlıkta smır tanımıyor.
Gülümsedi. Ceplerinde olan ellerini çıkarıp arkaya bağladı.
Derin bir nefes aldı. Yüzündeki gülümseme ciddiyet halini aldı
ve mırıldandı.
— Ben taşarsam onlar boğulur... Haberleri yok...

Hafta sonu uyandığmda bahçeye çıktı. Mirza'yı gördü.


— Mirza sen uyumaz mısm hiç? Özel hayatın yok mu?
— Uyudum efendim. Benim için yeterliydi.
— Var mı haber o sahtekâr adamdan?
— Var efendim, içeride... Tutuklu yargılanacak.
— Güzel... Güzel... Hadi o zaman ben hazırlanayım Mehdi
ye gidelim.
Eve geldiklerinde Mehdi bahçede tahtadan bir atın üstüne
binmiş elinde plastik kılıcı sağa sola sallayıp duruyordu.
— Kahraman ne yapıyorsun bakalım?
— Şahin Dayı! Dur bekle şu düşmanlan öldürüp geliyorum.
Derya ile kahve içerlerken Mehdi ter içinde geldi.
— Hoş geldin.
— Hoş bulduk. Kaç düşman öldürdün? Hem insan öldürmek
günahtır.
— Saymadım ama çoktular.
— Neden öldürdün onları?
— Hazreti Hüseyin'i şehit ettiler. Şeytan'ın askerleriydi onlar
dayı.
— Hazreti Hüseyin?

1061
— Kerbela... Duymadın mı hiç?
— Yani duymuştum.
— Şimdi bak dayı, Hazreti Haşan ve Hazreti Hüseyin iki
kardeş. Hazreti Haşan efendimizi karısı zehirleyerek öldürüyor.
Yıllar sonrada Hazreti Hüseyin'i halkı yardıma çağırıyor ve
Kerbela denilen yerde şehit ediyorlar. Halkı hiç yardım etmiyor.
En yakınındakileri ihanet ediyor.
— Sen nereden biliyorsun bunları?
— İbrahim Amca anlatmıştı. Günümüzde yine Kerbela olay­
ları yaşanıyormuş.
O an içtiği kahveyi masaya koydu. Aklına Ali geldi. Süreyya
Gazel'de Ali'yi zehirlemişti. Doğan Dayısı ile kardeştiler.
Masadan kalktı, biraz uzaklaşıp annesini aradı.

— Anne nasılsın?
— Gel gör çok merak ediyorsan. Nerdesin sen?
— Anne dur hemen başlama. Doğan Dayım nasıl?
— Ha bir dayın daha olduğu akima geldi demek. İyi nasıl
olsun. İşinde gücünde.
— Neden şirkete gelmiyor hiç?
— Ne bileyim ben, kendisine sorsana. Ali Dayın sağken de
gitmiyordu. Onun işi ayrı sizinkiler ayrı. Sen karıştırma ortalığı
bırak böylesi iyi. Ara sırada annen olduğunu hatırla.
Telefonunu kapattı. Düşünmeye başladı. Kerbela kafasını
kurcalamıştı. Kendisinin erkek kardeşi yoktu. Mehdi'nin tek
kardeşi Hazel'di ve o da erkek değildi. Aklına Ali ile bir konuş­
ması geldi.
"Bazen ailelerden daha dost insanlar çıkar karşma. Mesela
benim Ege çıkmıştı. Doğan Daymla kan bağı olan bir kardeştik
hesapta ama Ege daha kardeşti bana."
Cevabı bulmuşçasına mırıldandı...

— Ege... Defter...
Meraklı bakışların arasında hızla aracına binerek CFP binası­
na geldi. Ali özellikle tembih ettiği halde birçok sayfayı atla­
yarak çevirmeye başladı. İstediği sayfayı bulmuştu. Ali Ege'yi
anlatıyordu.

"Ege... Bana en dost olandı. Kardeşti, candı. Sırf seni koru­


mak için Mirza'yı yoktan var eden adamdı. O gün askerlik döne­
minde başlayan dostluk hep sürdü. İstanbul'da yolumuz bir­
leştiğinde kendimi onunla koca bir dünyaya meydan okuyacak
kadar güçlü hissediyordum. Ege bulunmaz bir dosttu. Bir
dönem anladık ki, her hareketimiz takip ediliyor, her konuş­
mamız dinleniyordu. Bütün planları unuttuk. Bir tiyatro gibi
hayatımızı doğaçlamaya çevirdik. Bazen düşman bile olduk. Ege
bir dönem İsmet Kartal'ın yanma gitmesi tamamen bizim
oyunumuzdu. İçeriden neler planladıklarım öğrendik. Bütün
hedeflerimiz gerçekleşiyordu. Sonra Hazel girdi hayatıma. Ben
bildiğim yolların hepsinden şaştım. Ege beni hep uyarmak iste­
di. Sadece Ege değildi uyaran, Başer Ağabey, Semiray, Naşide...
Ama bendeki nasıl bir aşksa gerçekten körkütüktü. Bir gün
anladım ki ben daha fazla bana verilen görevi yerine getire­
meyecektim. Zaten olası bir ölümüm durumunda görevi Ege
alacaktı. Kendi aramızda bir plan kurduk. Aslında planda sayıl­
mazdı. Ege zeki adamdı. Anladı. Şirket ya yok olup gidecekti, ya
da Ege hainliği kabul ederek yolumuza devam edecektik. Kolay
değildir hain damgası yemek. Hele ki en can dostuna ihanet
ettiğinin bilinmesi. Ege benim isteğim doğrultusunda şirketi
İsmet Kartal'a sattı. Oradan aldığı para ile Ingiltere'de şimdi
başında durduğun o büyük imparatorluğu kurdu. Savcılıkta
karşılaştığımız o günden sonra onu sadece medyada gördüm.
Her başarısının ardından ben mutlu oluyor, onurlanıyordum.
Planımıza göre zamanı gelince bütün yönetimi de sana bıraka­
caktı."

Şok içindeydi. Zar zor çıkan bir ses tonu ile mırıldandı.
— Ben ne yaptım... Allah’ım... Ben nasıl böyle bir hata yap­
tım.

1081
H ışım hızı ile çıktı. Yolu İbrahim Efendi idi.

— Hayırdır Şahin? Dakikalardır bir şey söylemeden oturu­


yorsun.
— Ben...
— Sen?
— Ben korkunç bir hata yaptım.
— Hatalar insanlar içindir.
— Bu öyle değil efendim. Bu çok büyük...
— Mesela?
— Ege'yi öldürdüm. Ben onu hain biliyordum. Bir gün
Ali'nin mezarına geldi ama ben onu dinlemeden öldürdüm.
Öyle öldürdüm ki, şu an kalkıp özür dilemek için gitmeye bir
mezar bile bırakmayacak kadar.
— Hazreti Hüseyin son nefesine kadar Kerbela'da savaşırken
Yezit diyor ki; "Hey Hüseyin bana biat et, sana su vereyim."
Hazreti Hüseyin gülümsüyor, sağ ayağını yere vuruyor. Yedi
yerden su fışkırıyor. "Ey Yezit, ben Rabbimden su istesem bana
deryaları verir. Rabbim benim burada, bu şekilde ölmemi isti­
yor." Yani Hazreti Hüseyin'e burada bahşedilen şehitlik mer­
tebesidir. Elbette cana kıymak doğru değil, ama Ege buraya
geldiyse demek ki ölümü göze almış demektir. Ben Ege'nin
Mahşer günü sana hakkını helal edeceğini düşünüyorum.
— Benim yapabileceğim bir şey var mı efendim?
— Elbette, bu gibi durumların namazı vardır. Onu kıl, tövbe
et ve Ege için Kuran oku, hayırlar yap. Zira şu an başında bulun­
duğun şirket Ali'nin değil Ege'nin şirketidir.
— Az önce Mahşer dediniz... Hep duyuyoruz Mahşer'i ama
hiç hakkmda bir şey bilmiyorum. Anlatma imkânınız var mıdır?
İbrahim Efendi boş bardakları alarak doldurup geri geldi.
(Dursun Ali ErzincanlIdan aşina olduğumuz 'Mahşer'i)
Anlatmaya başladı.
— Gün öyle bir gün ki, baba evladından kaçar, evlat annesin­
den. Ne mal fayda verir insana, ne çoluk çocuk. İnsan amelleri
ile baş başadır. Gün öyle bir gün ki, mahşer gibi değil...
Mahşerin ta kendisi! Her insanın mutlaka göreceği ve yaşaya­
cağı bir gün. O günle aramızda sadece ölüm var. Anlatan
Hazreti Peygamber;
"Allah mahşer günü öncekileri ve sonrakileri tek bir düzlük­
te toplar. Bakan onlara bakar, çağıran onları işitir. Güneş onlara
yaklaşır. Gam ve sıkıntı insanların tahammül edemeyeceği dere­
ceye ulaşır. Öyle ki insanlar; "İçinde bulunduğumuz şu hali gör­
müyor musunuz? Bizlere şefaat edecek birini bilmiyor
musunuz?" demeye başlarlar. Birbirlerine "Babamız Adem var"
derler ve ona gelirler. "Ey Adem, sen insanların babasısm, Allah
seni kendi ile yarattı, kendi ruhundan sana üfledi. Bütün isimleri
sana öğretti. Meleklerine senin önünde secde ettirdi. Rabbin
nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın?" derler. Adem A.
S. ; "Bugün Rabbim öyle bir gazaba gelmiş ki, bundan önce ne
böyle bir gazaba gelmişliği var, ne de bundan sonra gelecek.
Aslında şefaate benim yüzüm yok. Çünkü Cennetteyken Allah
beni o ağaca yaklaşmaktan men etmişti. Ben bu yasağa asi
oldum... Nefsim... Nefsim... Nefsim... Benden başkasına gidin.
Nuh A. S/a gidin." diyecek. İnsanlar Nuh A. S/a gelecekler. "Ey
Nuh, sen yeryüzü ahalisine gönderilen resullerin ilkisin. Allah
seni çok şükreden bir kul, abden şekura diye isimlendirdi. İçinde
bulunduğumuz şu hali görmüyor musun? Rabbin nezdinde
bizim için şefaatte bulunmaz mısın?" diyecekler. Nuh A. S.
cevap verecek; "Bugün Rabbim öyle bir gazaba gelmiş ki, bun­
dan önce ne böyle bir gazaba gelmişliği var, ne de bundan sonra
gelecek. Benim bir dua hakkım vardı. Ben onu kavmimin aley­
hine beddua olarak yaptım. Nefsim... Nefsim... Nefsim...
Benden başkasına gidin. İbrahim A. S/a gidin." insanlar İbrahim
A. S/a gelecekler. "Ey İbrahim, sen Allah'ın peygamberi ve arz
ahalisi içinde yegâne halilisin. İçinde bulunduğumuz şu hali
görmüyor musun? Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulun­
maz mısın?" diyecekler. İbrahim A. S. onlara "Bugün Rabbim
öyle bir gazaba gelmiş ki, bundan önce ne böyle bir gazaba
gelmişliği var, ne de bundan sonra gelecek. Şefaat etmeye
kendimde yüzde bulamıyorum. Nefsim... Nefsim... Nefsim...

1101
Benden başkasına gidin. Musa A. S/a gidin. İnsanlar Musa A.
S/a gelecekler. "Ey Musa sen Allah'ın peygamberisin. Allah seni
risaletiyle ve hususi kelamıyla insanlardan üstün kıldı. Bize
Allah nezdinde şefaatte bulun." Musa A. S/da Bugün Rabbim
öyle bir gazaba gelmiş ki, bundan önce ne böyle bir gazaba
gelmişliği var, ne de bundan sonra gelecek. Esasen Rabbim
nezdinde şefaate yüzümde yok. Çünkü ben öldürülmesi ile
emrolunmadığım bir cana kıydım. Bugün ben marifete mahzar
olursam bu bana yeter. Nefsim... Nefsim... Nefsim... Benden
başkasına gidin. İsa A. S/a gidin. İnsanlar İsa A. S/a gelecekler.
"Ey İsa, sen Allah'ın peygamberisin. Meryem'e attığı bir
kelamısın. Kendinden bir ruhsun. Üstelik sen beşikteyken insan­
larla konuşmuştun. Rabbin nezdinde bize şefaat et." İsa A. S/da
diğer peygamber kardeşleri gibi Bugün Rabbim öyle bir gazaba
gelmiş ki, bundan önce ne böyle bir gazaba gelmişliği var, ne de
bundan sonra gelecek. Nefsim... Nefsim... Nefsim... Benden
başkasına gidin... Muhammed A. S/a gidin diyecek.
Ve insanlar bana gelecek.. /'
"Ey Muhammed sen Allah'ın peygamberisin. Bütün
peygamberlerin sonuncususun. Allah senin geçmiş ve gelecek,
bütün günahlarını mağfiret buyurdu. Bize Rabbin nezdinde
şefaatte bulun. Şu içinde bulunduğumuz hali görmüyor
musun?" diyecekler. Bunun üzerine ben arşın altma gideceğim.
Rabbim için secdeye kapanacağım. Derken Allah benden önce
hiç kimseye açmadığı meth-ü senaları benim için açacak. Ben
onlarla Rabbime meth-ü senalarda bulunacağım. Sonra; "Ey
Muhammed! Başım kaldır ve iste! İstediğin sana verilecek!
Şefaat talep et, şefaatin yerine getirilecek!" denilecek. Ben de
başımı kaldıracağım; "Ey Rabbim ümmetim! Ey Rabbim ümme­
tim! Ey Rabbim ümmetim!" "Ey Muhammed ümmetinden
üzerinde hesap olmayanları ve kalplerinde hardal tanesi kadar
iman bulunanları cennet kapılarından içeri al" denilecek.
Gün öyle bir gün ki, baba evladmdan kaçar, evlat annesin­
den. Ne mpl fayda verir insana, ne çoluk çocuk, insan amelleri
ile baş başadır. Gün öyle bir gün ki, mahşer gibi değil...
Mahşerin ta kendisi! Her insamn mutlaka göreceği ve yaşaya-
cağı bir gün. O günle aramızda sadece ölüm var."

İbrahim Efendi sustuğunda Şahin gözünden akan yaşlarla


olduğu yere adeta mıhlanıp kalmıştı. Elinde tuttuğu bardak bile
zerre kıpırdamıyordu. Yaşlar yanaklarından süzülmeye
başlamıştı. Ayağa kalktı, elinde bardağın olduğundan habersiz
halde çıkıp gitti...

Okul bahçesinde Mehdi bir ağacın altına oturmuş bir şeyler


mırıldanıyordu. Hazel yanma geldi.
— Neden bizim yanımıza gelmiyorsun?
— Bilmem.
— Herkes senin için yabani birisi diyor ama.
— İnsanların arkasından konuşmak çok mu iyi?
— Offf sen bilirsin, ben gidiyorum.
Mahmut pencereden Mehdi'yi izliyordu. Mehdi'nin yalnız
olduğu halde sağ tarafına dönerek biri ile konuştuğunu görünce
gülümsedi. Yanma geldi.
— Merhaba Mehdi, ben bu okulun müdürüyüm.
— Merhaba öğretmenim.
— Alışabildin mi okula? Seni hep yalnız görüyorum.
— Yok, arkadaşlarım var.
— Ben neden göremiyorum bu arkadaşlarım?
Mehdi sağ tarafına doğru baktı. Sağ işaret parmağı kalk­
mışken indirdi. Sustu. Mahmut ilim almış birisiydi. Anlamıştı.
— Biz de seninle dost olabilir miyiz?
— Diğer öğrenciler yanlış anlamaz mı?
*—Neden anlasınlar?
— Müdürle arkadaş diye müdür ona kolaylık yapıyor derler
diye düşündüm.
— Aslında haklısın. Biz de ara sıra görüşürüz, ben seninle

1121
sohbet etmek isterim.
— Olur.
Mahmut okul binasına yürürken Mehdi yine başım sağ tara­
fına çevirdi.
— Senin adm ne? Müdür ve Hazel seni neden göremedi?
— Benim adım Yusuf. Beni ancak senin istediğin insanlar
görebilir. Ben İbrahim Efendi'nin dostuyum aynı zamanda.
— İbrahim Amca'nın dostuysan sen iyi birisin o zaman.
Seninle konuşmak istediğim zaman seni nasıl bulacağım?
— Yusuf, Yusuf, Yusuf diyerek üç kere çağır ben gelirim.
— Her zaman mı?
— Evet, her zaman. Bana ne zaman ihtiyaç duyarsan çağır
gelirim.
— Tamam, benim şimdi derse girmem gerekiyor.
Yeni bir teneffüs zamanı Mehdi yine tek başınaydı. Yanma
ErtaçTn oğlu geldi.
— Yabani Mehdi!
— Ben yabani değilim.
— Yabanisin işte. Hem daha kardeşini bile koruyamıyorsun
korkak.
Çaresiz başmı eğdi. Uzaklaşmak istedi. Bir ses duydu.
— Mehdi nasılsın dostum? Gelen Yusuf'tu.
— iyiyim Yusuf, dedi utanarak. ErtaçTn oğlu lafa girdi.
— Bu kim Mehdi, başka bir yabani mi? Seni müdüre şikayet
edeceğim. Dışarıdan başkasının girmesi yasak...
— Benim adım Yusuf. Seninle biraz ileride konuşalım mı?
— Ne konuşacaksın benimle?
— Korktun mu yoksa?
— Ben hiçbir şeyden korkmam. Babamın bir sürü koruması
var, diyerek Yusuf'u takip etti. Birazdan döndüğünde gözleri fal
taşı gibi açılmış korkudan titriyordu.
— Mehdi lütfen Yusuf'a söyle beni affetsin. Ben senden özür
diliyorum. Bir daha sana asla yabani demeyeceğim. Hazel'e
sataşmayacağım.
Mehdi hiçbir şey anlamamış boş gözlerle bakıyordu. Çocuk
uzaklaşmıştı ki, Yusuf geldi.
— Yusuf o çocuk neden çok korkmuştu?
— Bilmem, ben sadece konuştum.
— Ama çok korkmuştu. Gözleri kocamandı.
— Bana inanmıyor musun?
— Biz dostuz, inanıyorum sana.
— Benim gitmem gerek Mehdi, ne zaman ihtiyacın olursa
seslenmen yeterli.

Aradan geçen bir yıl süresinde Yusuf ile Mehdi'nin dostluk­


ları daha da ilerledi. Aşiroğlu Holding, yeni başkan yardımcısı
Derya ile büyümesini arttırdı. Doğu şirketi çok büyük ihaleler
aldı. Fadıl ile Şahin arasında sıkı bir dostluk oldu. Derya fırsat
buldukça Mehdi ile birlikte Ali'nin mezarma gidiyordu. Mehdi
birkaç defa psikologa gittikten sonra mezarlıkta olan konuş­
malarım bıraktı. Ali için bir zaman kavramı zaten yoktu.
Vaktinin çoğunu Hazel'i aramakla ya da İbrahim Efendi ve
İbrahim Paşa ile sohbet ederek geçiriyordu. İbrahim Efendi
Mehdi ile sık sık sohbetler ediyor, onu tahtına hazırlıyordu.
Şahin ve Fadıl'ın kurduğu okullar ülkede ilgi görmeye
başlamıştı. İbrahim Efendi'nin bulduğu öğretmenler sayesinde
İslâm dini daha anlaşılır bir hal almaya başladı. Şahin ile Fadıl
odada konuşuyordu.
— Ağa bu terör örgütüne neden dur diyemiyoruz?
— Yalla ortak ben de anlamadım gitti, sanki birileri bunları
öyle bir koruyor ki...
— Orası kesin, ama kim koruyor onu bilmiyoruz.
— Geçen gün olan çatışmalarda ölen teröristin kimliğini
araştırdım, kesinlikle bu ülkenin ferdi değil. Ne nereli olduğu
belli, ne nereden geldiği... Birileri bunları yetiştirip ülkeyi bölm­
eye gönderiyor.

1141
— Ağa, bunlara destek verenleri bir öğrenirsem pahalı ödete­
ceğim.
— Yine iki askercik şehit olmuş. Vatan Sağ olsun demekten
başka bir şey gelmiyor elimizden ortak.
— Bu kadar eve kor düşerken hiç vatan sağ olsun demek
gelmiyor içimden. Evlatlar sağ olsun...
— Ortak hadi seni bu hafta sonu bizim oralara davet edeyim,
şöyle bir sıra gecesi düzenleriz.
— Aslında fena olmaz, sizin oraları hep merak etmişimdir.
— Ama bak helikopterlerle gelmek yok, gülüştüler. Mirza
içeri girdi.
— Hayırdır Mirza?
— Bu sahte şeyh serbest kalmış, yine müritler toplamış ken­
disine. Bir şey yapmamı ister misiniz?
— Hayır Mirza bırak... Allah'ın peygamberine, kitabına
inanmayıp bir dolandırıcının peşinde geziyorlarsa yapacak bir
şey yok. Kimisini sen aptal yerine koyarsın, kimisi de geçer ken­
disi oturur.
Mirza saygıyla selamlayıp dışarı çıkıyordu ki telefonu çaldı.
Sadece dinledi. Yeniden Şahin'e döndü.
— Efendim Derya Hanım'm koruması aradı.
— Eeee?
— Derya Hanım mezarlıktaymış, onu haber verdi.
Hışımla ayağa kalktı. Ses tonu değişmişti.
— O adam kim Mirza? Kim ki korumakla yükümlü olduğu
kadını sana ispiyonluyor? Kadın nereye gitmiş? Eşinin yanına.
Bana söylemediğine göre demek ki ya utandı ya özel bir durum
var. O adamın hemen işine son ver Mirza, ben hayatına son ver­
meden! Bugün Derya'yı sana satan yann seni bana satar!
Mirza çıktığında Şahin neredeyse burnundan soluyordu.
— Ortak, şu an seninle ortak olduğum için bir kez daha
mutlu oldum. Gerçekten çok adil ve adam gibi adamsın...
Şahin davete Mirza, Süreyya Gazel, Derya, Mehdi ve
Mirza'nın birkaç adamı ile gitti. Ağa neredeyse bütün aşireti
seferber etmişti. Ağa ile Şahin yan yana oturmuş oynayanları
izliyordu. Şahin'in dikkatini oynayan kızlardan birisi çekti. Bu
ağanın gözünden kaçmadı.
— Verelim ortak istersen?
— Efendim?
— Anlamamış gibi yapma, Diîem'e çarpılmış gibi bakıyor­
sun. Güzel olduğu kadar soylu bir aileden gelen kültürlü bir
kızdır.
— Yok, diye devam edecekti ki ağa sözünü kesti.
— Bak ortak, madem ortağız artık bana net ol. Ben bakıştan
anlarım. Her zaman şüpheli ve şiddet bakan bu gözler ilk defa
böyle bakıyor. Ben vereceğim kızı yahu!
— Sizin buralarda meşhurdur, beşik kertmesi vardır kızın,
dedi gülümseyerek.
— Buralar hakkında sadece dizilerden izledikleriniz kalıyor
aklınızda. Benim aşiretimde böyle bir şey yok, olamazda. Bak
benim de kızım ve oğlum var, ne zorla veririm, ne zorla alırım.
Şahiriin gözü hala Dilem'deydi. Ağa boşuna konuştuğunu
anladı. Adamlardan birisini çağırıp kulağına bir şeyler söyledi.
Birkaç saniye sonra Dilem ve Fadıl'ın kızı masaya geldi.
— Babacığım bizi çağırmışsınız.
— Fadıl amca nasılsınız? dedi Dilem.
— Oturun bakalım kızlar. Sizi ortağımla tanıştırayım.
Şahin... Aşiroğlu Holding'in başkamdir.
— Dilem.
— Berivan
— Dilem sen ne okuyordun? Medya ile ilgili bir şeydi
sanırım.
— Evet Fadıl Amca, ben gazetecilik okuyorum. Son senem 2
ay sonra mezun oluyorum.
— Tamam, işte bak Manşet Gazetesi'nin sahibi burada. İşin
hazır bil.

1161
— Ciddi misiniz? Manşet Gazetesi... Hayalim benim o Fadıl
Amca.
— Artık hayal değil. Yakala Şahin'i bırakma.
— 2 ay sonra yanınızdayım Şahin Bey...
Kız o gözlerle öyle güzel bakıyordu ki, o an iki ay asır gibi
geldi. Sadece bakıyordu. Kızın sesi ile kendine geldi.
—■Sanırım Şahin Bey sizinle aynı fikirde değil Fadıl Amca.
— Efendim?
— Ohooo... Ortak sen burada bile değilmişsin. Dilem diyor
ki iki ay sonra Manşet Gazetesine geliyorum. Şahin Bey kapısmı
açar mı?
Bilmiyorlardı ki, Şahin açabileceği en zor kapıyı, gönül
kapısmı açmıştı. Gözlerinin içi gülüyordu. Ses tonu bile mutlu­
luğunun sesi gibiydi.
— Ne demek, her zaman kapılarım sana açıktır Dilem.
— Ay, ben çok sevindim. Çok teşekkür ederim. Pazartesi
okulda herkese söyleyeceğim bunu.
— Enişte beye de söyle, dedi Fadıl laf aramak için.
— Fadıl Amca enişte diye bir şey yok. Yani vardı ama kapat­
tım o dosyayı. Zaten karşmızda Manşet Gazetesinin bir perso­
neli duruyor. Kolay değil öyle bu kıza ulaşmak artık değil mi?
— Hadi bakalım, hatta sen iki ay bekleme ben giderken seni
de alayım sen önce bir gör.
O an, Fadıl Ağa çıkarıp katrilyonlar verse bu kadar sevine-
mezdi Şahin. Sarılmamak için zor tuttu kendisini.
— Elbette beklerim ağam. Diyebildi sadece. Dünyayı sarsan
adam çocuk gibi olmuştu. Her ne kadar farklı amaçlarla da olsa
iki yürek çok mutluydu.
— O zaman bunu kutlayalım bakalım, yarın güzel bir sofra
hazırla ortağımla bizi ağırlayacaksın.
— Ne demek, ben çok mutlu olurum. Söz her şeyi kendi
ellerimle yapacağım.
Kızlar kalktığında Şahin hala kendine gelememişti. Fadıl onu
ilk defa bu kadar farklı görüyordu.
— Eee ortak sana sormadan plan yaptım ama mahsuru yok­
tur herhalde.
— Yok... Yok ağam yok...
Yanlarına Derya geldi.
— Şahin bir şey soracağım, mahsuru yoksa senin de iznin
olursa buraya gelmişken birkaç dostumuz vardı onları ziyarete
gidebilir miyim?
— Elbette, Mirza size eşlik edecek birisini versin yanınıza.
Derya, benden izin almana gerek yok. Yapma böyle lütfen...
Sadece Mirza'ya söyle yeterlidir.
Derya gittikten sonra her zaman akimda kalan soruyu sordu
Fadıl'a.
— Ağa Derya'yı neden göndermek istemedin İstanbul'a
— Sen Dilem'in İstanbul'a geleceğini duyduğunda neden
sevindiysen ondan...
— Nasıl yani âşık mısın?
— Ortak ne çabuk âşık oldun? Şaka bir yana, ben Derya'ya
gerçekten âşıktım. Ama o hiçbir zaman farkıma varmadı.
— Neden evlenmedin? Sonuçta evli bir kadm değildi.
— Bazı şeyleri aşamadık Şahin. Ne kadar modernleşmeye
çalışsam da aşiretin bazı kuralları aşamıyorum. Çocuklu bir
hanımı alamazdım.
— E kızm var, oğlun var, evli değil misin?
— Benim hanım 5 yıl önce kanserden öldü ortak. Bir daha da
hiç evlenmedim. Ben hanımla öyle aşiret usulü falan değil,
gerçekten severek ve sevilerek evlendim.
— Ali ile kaderiniz aynı olmuş desenize. O da evlendi ama
yuvasının mutluluğunu pek süremedi. Sahi hiç tanıştın mı
dayımla?
— Yok, hayır. Ne o bu taraflara geldi, ne ben oralara yolum
düştüğünde yolumuz karşılaştı. Ama çok takdir ettiğim bir iş
adamıydı. Gerçekten... Öldüğünü duyduğumda çok üzüldüm.

118 |
Fakat Ege'yi tanırdım. Bazen bir araya gelirdik.
Buz gibi bir hava esti. Ege'yi duyunca yaptığı geldi akima
Şahin'in. Yutkunmaya çalıştı, yapamadı. Ege'nin öldüğü gün
geldi gözlerinin önüne... Evet, bir gerçek vardı ki, duasını oku­
mak için bir mezar bile bırakmamıştı arkasında. İçi acıdı.
— Ağam... Bir şey söyleyeyim mi sana? Ege'yi ben
öldürdüm.
— Ne? Neden böyle bir şey yaptın ki?
Şahin başından sona gelişmeleri anlattı.
— O kadar pişmanım ki ağa, içim acıyor. Keşke elimden bir
şey gelse... Oysaki ben, karıncayı bile incitmeyen bir çocuktum.
Ne oldu bana, nasıl bu kadar değişebildim, ben bile anlayamı­
yorum.
— Olan olmuş ortak, keşke olmasaymış. Bari onun için hayır­
lı işler yap, adına okullar falan.
— Yaptırıyorum ağa, ama içimdeki acıyı dindirmeye yetmi­
yor. Ben nerdeyse onunla büyüdüm. Dayım kadar yakındı bana.
Ben bir öfke ile bu hatayı nasıl yapabildim anlamış değilim.
Neyse, ben biraz dolaşayım, yalnız kalsam iyi olacak.
Havlunun dışma çıkmıştı ki arkasından sesler duydu. Gelen
Mehdi'ydi.
— Şahin Dayı...
— Mehdi, gel bakayım. Senin ne işin var burada?
— Hiç, seni gördüm, canın sıkılmış gibiydi. Belki konuşmaya
bir arkadaş ararsın diye geldim.
— Doğru düşünmüşsün Mehdi, çok iyi yapmışsm.
— Nedir seni böyle üzgün kılan?
— Ben birisinin canını yaktım Mehdi. Hem de çok yaktım.
— Öldü mü?
Gözlerine baktı. Ne cevap vereceğini bilemedi. Sesi titredi.
— Sanırım evet...
— İbrahim Amca insan öldürenlerin kılması gereken bir
namaz var diye anlatmıştı. Kılarsan faydası olacaktır. Hem
üzülme, Allah küsleri barıştırmak için çok çabalarmış. Hem ben
de Allah'a dua ederim sen kimi öldürdüysen barıştırır sizi.
Dizlerini kırarak boyunu Mehdi ile eşitledi. Omuzlarından
tuttu.
— Mehdi, sen gerçek bir dostsun. Hem akıllısın, hem başka
bir insansın. Yaşm gibi değilsin. Ara sıra böyle sohbetler edelim
olur mu?
— İstediğin zaman Şahin Dayı... Ben de seni çok seviyorum.
Beni hiç bırakma olur mu? Ben senin yanmdayken kendimi hem
mutlu, hem de güvende hissediyorum. Seni Yusuf'a bile anlat­
tım.
— Yusuf kim?
— Benim okuldan bir arkadaşım. O da çok iyi bir dost. Ne
zaman başım sıkışsa Yusuf diyorum üç kere hemen geliyor.
— Nasıl? Yamnda yokken üç kere çağırdığında Yusuf mu
geliyor?
— Evet...
— Şimdi çağırsan gelir mi peki?
— Yok, sen varsın diye gelmez dayı. Ben gideyim annem beni
merak eder.
Çocuğun arkasından baktı. Aklına ilk gelen çocuğun şizofren
olabileceği oldu. Kendi kendine mırıldandı. "Bu çocuk neler
yaşadı ki böyle... Ah dayı ne olurdu sahip çıksaydm şu
çocuğa..."

Bir gün sonra Dilem'lere gitmek için hazırlık başlamıştı.


— Ağa hayırdır araçlar falan, ne kadar uzak gideceğimiz yer?
— Dilem'ler Malatyalıdır. 3 saatlik bir yol kat edeceğiz. Hoş
50 saat gidecek olsak ta vazgeçecek gibi durmuyorsun, dedi
gülümseyerek.
— Diline düştük ya tamam artık. İyi ki gazeten yok oraya da
yazardın.

1201
— Yok mu? Ortak olduğumuzu sanıyordum, vay arkadaş.
— Tamam ağa tamam gazetede senin, her şey senin.
— Bana sadece Dilem yeter diyorsun.
Gülümsedi Şahin. Mırıldandı kendince.
— Ali AşiroğkTnun arkasından atıp tutmak kolaymış.
Yaşamak gerekiyormuş.

Ev normal daire şeklindeydi. İçeri girdiklerinde Şahin'in göz­


leri Dilem'i görmek istercesine gezdi fakat göremedi.
— Hoş geldiniz, ben Meral. Bu oğlum Mehmet ve gelinim
Göknur... Dilem'de birazdan gelir.
— Baba yok mu? diye sordu Şahin, koltuğa oturduklarında
fısıldarcasma.
— Unuttum ortak söylemeyi, baba birkaç yıl önce vefat etti.
Meral'de bizim hastanelerin birisinde hemşiredir. Çok severim
ben bu aileleri. Babaları dostumdu Allah rahmet eylesin.
— Ben konak falan bekliyordum, zahmet verdik insanlara
ağa.
— Bu insanların gönülleri büyüktür ortak, merak etme ağır­
lanacağımız yer oldukça geniştir.
Vay, güzel sözdü...
— Ağaysak odun değiliz.
Dilem kapıdan girdi. Üzerinde yöresel çok şık bir kıyafet
vardı. Gözlerinin içi gülüyordu adeta.
— Hoşgeldinizzzz... Kusura bakmayın karşılayamadım sizi.
— Önemli değil Dilem kapıda kalmadık sonuçta.
Dilem tek tek ellerini sıkıyordu gelenlerin. Şahin'e elini uzat­
tığında gözleri cam gibi parlıyordu.
— Patronum hoş geldiniz.
— Hayırdır ortak sözleşmeyi bensiz mi yaptınız?
— Ağanın üstüne söz söylemek olur mu, söylediğin
sözleşmedir benim için.
— Eyvallah.
— Tam laf sokacak zaman buldun sen de ağa, kıza hoş bul­
dum bile diyemedim.
— Ortak dua etmen lazım. Zaten gözlerine öyle girmiştin ki,
bir söz söylemek gibi durumun yoktu. Dua et seni kurtardım.
Ehhh.
Ehhhya...
Sohbet çok renkli ve zevkli geçiyordu. Uzun zamandır
sadece işlerle ilgilenen Şahin ortamı çok sevmişti. Dilem sık sık
ağa ve Şahin'in yanlarına geliyor, bazen hizmet edip ikramlarda
bulunuyor, bazen sorular soruyordu. Şahin su içmek için mut­
fağa gittiğinde Dilem'de mutfaktaydı.
— Ben... Su alacaktım, dedi heyecanla.
— Neden istemediniz ben getirirdim.
Şahin'in gözü mutfak mobilyalarının rengine takıldı. Siyah
beyazdı.
— Çok harika...
— Efendim?
— Renkler. En sevdiğim renklerdir. Çocukluğumda Beşiktaş
takımmı tutuyordum. Odam, yatağım her yer siyah beyazdı.
— E artık tutmuyor musunuz?
— Yani bir takım yok, işlerden pek spora zaman ayıramı­
yoruz.
— Valla patronum, ben fenerliyim. Ayıracaksınız, birlikte
maçlar izleyeceğiz, iddialara gireceğiz. Çay ister misiniz
tazeleyeyim mi?
— Evet, güzel olur.
Dilem içeri servis için gittiğinde mutfak balkonuna çıktı.
Malatya'nın yarısını görebiliyordu. Dilem'in sesi ile irkildi.
— Beğendiniz mi?
— Buradan güzel görünüyor ama dolaşmak lazım elbet.
— Aaaa tabi ya, hadi ben sizi gezdireyim Malatya'da.

1221
— Şimdi mi?
— Evet, hatta hemen, diyerek elinden tutarak çekti, içeriye
seslendi.
— Anne ben patronuma Malatya'yı gezdirmeye götürüyo­
rum, mutfak sana emanet.
Salonun kapısından geçerken Fadıl ile göz göze geldiğinde
Fadıl göz kırpıp gülümsedi. Yaklaşık iki saat gezdiler.
Yolculuklarını sürekli dolmuşla yapıyorlardı. En son geldikleri
yeşillik bir tepeydi.
— İşte burası da benim en sevdiğim yer, diyerek bir iç çekti
Dilem. Gözlerini kapattı derin bir nefes aldı. Çimenlerin üstüne
oturdu. Avucun içi ile toprağa vurdu.
— Gelin patronum İstanbul'da zordur böyle yerler bulmak.
— Senin gibisini de bulmak zor İstanbul'da - demek istedi...
diyemedi. Oturdu usulca. Bir müddet konuşmadı ikisi de...
Şahin gözlerini yana kaydırarak Dilem'in ne yaptığını görmek
istiyor fakat utancından uzun süre bakamıyordu. Telefonu çaldı,
arayan Fadıl'dı.
— Ortak bizim kız kaçırdı mı seni? Gelmeyecekseniz biz
gidelim. *
— Yok, yok... Geliyoruz...
Telefonu kapattı.
— Bizi merak etmişler.
— Aman boş verin patronum. Biz onları merak ediyor
muyuz? Merak neymiş? Bana mı güvenmiyorlar size mi?
Madem güvenmiyorlardı niye durun demediler.
— Haklısın, dedi gülümseyerek.
— Hadi buradan aşağı yürüyerek inelim. Diyerek elinden
tutup kaldırdı Şahin'i. Orman yolunda yürürken koluna girdi.
Bir sürü şey anlatıyordu. Şahin sadece dinliyordu. Önlerine
esmer 30 yaşlarmda bir adam geçti.
— Dilem? Kim bu?
— Sana ne Murat.
— Ercan tanıyor mu?
— Murat gider misin yoluna?
— Arkadaşım kimsin sen?
— Şahin...
— Puha! Kuş ismi gibi...
— Gibi değil kuş ismi zaten. Yırtıcı bir kuş... Dilem'i duydun.
Yoluna git istersen.
— Gitmezsem ne olur?
O sırada sadık dostu Mirza yetişti. Mirza'nm en sevdiği özel­
liği nereye giderse gitsin Şahin'i hiç yalnız bırakmamasıydı. Ali
öyle bir dost bırakmıştı ki, ölümde bile arkasından gelecekti.

— Efendim, ben arkadaşla konuşurum siz lütfen rahatsız


olmayın.
— Bu kim koruma mı? Dilem işleri büyütmüşsün kız.
— Mirza, arkadaşa bizim kültürümüzü öğret, öyle öğret ki
bir daha bir bayanı, hele ki yanında bir erkek olan bayanı rahat­
sız etmemeyi öğrensin.
— Emredersiniz efendim...
Yürümeye devam ettiklerinde Dilem bir ara arkasma bak­
tığında ne Mirza'yı ne de Murat'ı göremedi. Eve vardıklarmda
herkes gitmek için ayaklanmıştı. Şahin’in telefonu çaldı.
— Efendim Derya.
— Şahin bizim görüşmelerimiz bitti ne yapalım?
— Ah. Ben sizi unuttum. Malatya'ya geldik biz. Üç saat
içinde orda oluruz. Siz Fadıl Ağalara gidin geliyoruz. Ağam biz
Derya ile Mehdi'yi unuttuk, onlar eski dostları ziyaret edecekler­
di.
— Ben unutmadım ortak merak etme. Diyerek telefonunu
çıkardı.
— Bilal, Derya Hanım görünüründe mi? Güzel, hemen alı­
yorsun konağa götürüyorsun.

1241
— Teşekkür ederim ağam.
— Ne demek ortak.

Günler sonra Dilem arkadaşları ile bir kafede toplanmıştı.


Gruba son katılan Ercan'dı.
— Murat'ın yarandan geliyorum, hala durumu feci.
— Ne olmuş ki Murat'a? Diye sordu heyecanla Dilem.
— Haberin yok mu? Bacakları, kolları kınk içinde...
— İyide neden?
— Kimse bilmiyor, kendiside bir şey anlatmıyor.
Aklına o gün ve Mirza geldi. Hemen masadan kalktı.
Telefonuna sarıldı.
— Fadıl Amca rahatsız ettim ama konuşabilir miyiz? Diyerek
kısaca olup biteni anlattı.
— Dilem, canım kızım... Biliyorum sen yufka yüreklisin.
Ama anlattığına göre o adam bana aynısını yapsa ben onu Urfa
Meydaru'na asardım. Şahin'se eğer yaptıran, az bile yapmış.
Senin bir bayan olarak bunu anlaman zor ama yine de
anlatayım. Bir erkek bir bayanın yanında, hele ki bu farklı
duygular beslediği bir bayanın yanında hakarete uğrarsa ya da
yanında ki bayana dil uzatan olursa... İnan bana bu erkek 5
yaşında bebek olsa aslan kesilir ve pençelerini çıkanr. O edepsiz
yaşadığına şükretsin bence... Haberim olmamış dua etsin
bakalım misafire böyle mi davranılıyor.
Murat'a üzülsün mü, bu kabalığa kızsın mı, yoksa Şahin
tarafından beğenilmesine sevinsin mi? Bilemedi... Karmakarışık
duygularla "Anladım" diyebildi sadece...

"Berzah'ta hayat kendi kurallarına göre devam ediyordu. Ali


ne kadar zaman geçtiğini bilmese de uzun zamandır ne dünya ile
iletişim kurabiliyor ne de İbrahim Efendi geliyordu. Tek dostu
İbrahim Paşa olmuştu.
— Eee Ali bulamadın mı daha Hazel'i
— Siz H atice Sultan'ı buldunuz da, benim halim i mi düşünür
oldunuz paşam ? dedi gülümseyerek.
— B iliyor musun Ali, şa k a bir yana umudumu kestim
sanırım . B elki de bizim bir arada olm am ız sadece bir âlem için­
di.
— Olayı yine kadere getirmeyin paşam , ben yeteri kadar
kader dedim geçtim . Ben HazeVi bir tek dünya için sevecek
olsaydım , ne ölmesine izin verirdim, ne peşinden ben gelirdim.
Ben bulacağım !
O kadar kesin ve içten konuşmuştu ki, paşa kendisinden
utandı. Yerlere göklere sığdıramadığı aşktan vazgeçerken Ali
hala aşkının peşindeydi. Hiçbir şey söylemeden k a lk tı. Ali
sadece arkasından baktı. Mırıldandı.
— Eh Ali, şurada bir tek dost edindin, onu da dilini tuta­
madın kırıp kaçırdın. Otur şimdi burada kös kös.

— Selamın aleyküm.
— Aleyküm selam efendim. Nerelerdeydiniz? Kayboldunuz
gittiniz.
— Bizim tek işim iz bu dünya değil Ali.
— Hayır, size ulaşacağım bir iletişim de yok. Dünyada en
azından bir cep telefonu denilen alet vardı. O da olm adı fa ce-
book diye bir site vardı, kim nerede ne yapıyor her şeyini pay­
laşıyordu.
— Bizde de var iletişim Ali, dem ek ki çağırm ak iste­
memişsin.
— Nedir efendim, bilelim de bir daha hemen kullanırız. O
kadar uzun zaman geçti ki. Dünyadan haber alamıyorum, siz­
den haber yok. Gün geçmiyor.
— Senin canın sıkılm ış oturm aktan...
— Aynen efendim, inanın bunaldım.
— Sana bir iş bakalım ne dersin? Şu çay bahçesini görüyor
musun? Orada garsona ihtiyaç vardı. Ne dersin?

1261
— Siz uygun gördükten sonra...
— Hadi k alk bakalım sahibi tanıdıktır, bir konuşalım

Şahin odasında otururken Mirza içeri girdi,


— Efendim, şu mafya lideri Süleyman Akça bizim araç bayi­
lerinden bir kaçım haraca bağlamış.
— Haraç ne Mirza?
— Yani göz korkutup para almak...
— Onu biliyorum Mirza! Ne demek yani! Millet çalışacak bu
Süleyman Efendi yattığı yerden iki adam gönderip emeklerini
mi alacak? Bana neden söylüyorsun, git kopar kafasını itin!
— Ortak sesin ta dışarıdan gürlüyor. Diyerek içeri girdi Fadıl.
Yanında Dilem vardı. Kızla göz göze gelince ses tonundan
utandı.
— Mirza'cığım, sen o işi hallediver lütfen. Sonra bana gelip
gelişmeleri anlatırsın olur mu? Teşekkür ederim bilgin için.
Ağam hoş geldiniz. Dilem nasılsın?
— Teşekkür ederim sevgili patronum. Okul bitti, artık
ilişkimizi resmiyete dökmeye geldim. Buyurun bu CV.
Gülümsedi Şahin... Bir taraftan okuyordu.
— Kim yazdı buradakileri?
— Ben tabi ki...
— Nereden bileyim doğru olduğunu yazılanların? Kimse
ayranım ekşi demez.
— O yoğurdum olacaktı patron, Valla denersiniz yapa­
mazsam kapı orada çıkar giderim, dedi suratını asarak.
— Ya dur hemen asma suratını. Sana da espri yapmaya
gelmiyor. Başer Amca yanıma gelir misiniz? dedi telefonu
açarak.
— Biz ne ikram edelim ağam size?
— Rentzi Efendi'nin kahvesini beğendim. Ben acı bir kahve
içebilirim.
— Bennnn, hımmmm, tamam benimkide kahve olsun.
— Ne bu? Bir kahve için mi bu kadar düşündün?
— E patronum fena mı? Düşünün bir kahve için bu kadar
düşünüyorsam bir haber için neler yapmam...
— Laflar da hazır...
— Şahin hayırdır?
— Gel Başer Amca. Bu Dilem, Fadıl Ağa'nın çok sevdiği bir
ailenin kızı. Gazetecilik bitirdi. Bizim gazetede bir yer verelim
bu acar kıza.
— Torpil olacak mı?
— Aslaaa! Diyerek atıldı Fadıl... Eti sizin kemiği benim...
— Bir dayımız bile kalmadı arkamızda desenize. Diye
hayıflandı Dilem.
— Dayılık buraya kadardı kızım. Bundan sonrası sana ait.
— Gel bakalım Dilem, kendini anlat bana neler yapabiliriz
konuşalım.
Başer ve Dilem çıkarken Fadıl Şahin'e bakıyordu.
— Hayırdır ağa?
— Seni mutlu görmek güzel ortak...
— Hadi gel seni Naşide'nin oraya götüreyim de müzik duy­
sun kulağın.

Derya odasında şirket raporlarım inceliyordu. Mehdi içeri


girdi.
— Anne.
— Efendim tatlım.
— Hazel bana sürekli yabani diyor, sence de öyle miyim?
— Hazel senin kardeşin. Neden öyle diyor?
— Ben onun arkadaşları ile konuşmuyorum diye.
— Bak tatlım, insanlann araşma gir ve kaynaş. Hem Hazel'in
nasıl insanlarla arkadaşlık ettiğini öğrenmiş olur onu daha iyi
korursun.

1281
— Bak bu süper bir fikir. Sen bitanesin. Boşuna avukat
olmamışsın anne. Bir gün babam gelecek ya o zaman sadece si­
zinle olurum.
Mehdi'nin cümlesi içine bıçak gibi girmişti. Mehdi'nin
öpücüğüne karşılık bile veremedi. Mehdi çıktığında o hala diz­
leri bükülmüş halde duruyordu. Bir çift ayak gördü. Başını
kaldırdığında kapıda Semiray'ı gördü.
— Derya Hanım iyi misiniz?
— E... Evet iyiyim Semiray bir şey mi söyleyecektin?
— Mehdi'nin sınıf öğretmeni geldi. Sizinle konuşmak istiyor.
Geri gönderebilirim isterseniz.
—- Hayır, sakın Semiray... Buraya kadar zahmet etmiş olur
mu hiç öyle şey. Hemen içeri alır mısın? İkramımızı da eksik
etmeyelim lütfen.
Semiray çıktığında kendine çeki düzen verdi. Gözlerini sildi.
İçeri öğretmeni girdi.
— Derya!
— Kübra?
— İnanmıyorum... Mehdi'nin annesi sen misin? Soyadın
değişmiş.
— Dur dur... Gel sana bir sarılayım önce... Çok şaşırdım, yıl­
lar sonra böyle karşılaşmak...
— Kızım bir kayboldun gittin, bir daha ulaşamadık sana.
İki eski yurt arkadaşı yıllar sonra karşılaşmanın hem sevinci­
ni hem şaşkınlığını yaşıyordu. Görüşmedikleri zamanlarda
neler yaptıklarını konuştular. Yıllar geçmişti. Kübra'da evlen­
mişti. Okuduğu bölüm ile ilgili iş bulamamış özel okullarda
öğretmenlik yapmaya başlamıştı.
— Hala şaşkınım Derya...
— Ben de çok şaşkınım. Hem hayırdır bakalım oğlumu bana
şikayete mi gelmiştin?
— Aslında şikâyet demeyelim. Çok zeki, yaşından oldukça
akıllı ve çok ahlaklı birisi. Seni tebrik ederim. Yalnız çok içine
kapanık, kimseyle arkadaşlık kurmuyor. Teneffüslerde kendi
kendine konuştuğunu söyledi bazı öğrenciler. Ben de konuşmak
istedim bu konuyu. Bu arada eşin kim? Yani Mehdi'nin babası?
Yutkundu. Ne cevap vereceğini bilemedi. Aslında vereceği
cevap belliydi, bilemediği Kübra'nm ne tepki vereceğiydi.
Şimdiye kadar gerçeklerden hiç kaçmamıştı. Yine öyle yaptı.
— Ali...
— Ali? Hangi Ali kızım, bir dünya Ali var.
— Ali Aşiroğlu.
— Hadi canımmmm... Tabi ya, eşinin holdingindesin. Bir
dakika? İyide Ali başka birisi ile evliydi. Medyadan takip ettiğim
kadarıyla.
— Biz hiç evlenmedik Kübra. O kadar karışık ve uzun bir
konu ki, yıllar sonra bunu konuşup canımızı sıkmasak?
— Haklısın arkadaşım ama bir gün kahve içerken anlatacak­
sın. Ben artık kalkayım.
— Tamam canım, ben ilgileneceğim Mehdi ile.
— Ha bu arada, sakın yanlış anlama buraya gelirken kim
olduğunu bilmiyordum. Beni biliyorsun yurt yıllarında birçok
yardım demeklerinde görev alıyordum. Şimdi bir demeğin baş­
kanlığım yapıyorum. Desteğin olur mu?
— Ne demek canım benim hatta beni de üye yap, ben de
yardımlarda bulunurum.
— Koskoca şirkettesin kızım, zaman bulamazsın sen paradan
haber ver o yeter, dedi gülerek.
— Vay, para olsun Derya olmasa da olur demek.
— Öyle değil beeee...
— Hazel gibi konuştun sen de beeee uzatarak.
İkisi de sustu. İlk ses Kübra'dan geldi.
— Çok üzüldüm öldüğünü duyduğumda, birisi vahşice
katletti kızcağızı.
— Ben uzaktaydım, kendi derdime düşmüştüm, Mehdi
kamımda... Çok zaman sonra öğrendim. Çok ağladım.

1301
— Sonra onu öldürende ölü bulundu, tanıyan herkes Ali
Hazelrin intikamını aldı dediler ama gerçek hiç ortaya çıkmadı.
Birkaç yıl sonrada Ali'nin ölümünü yazdı gazeteler. O zaman bu
kadar büyük değildi şirket. Sonra başma geçen birkaç yıl içinde
dünyaya açtı şirketi. Kim bilir belki de baştan büyüktü, Ali belli
etmedi.
— Bilerek mi yapıyorsun Kübra?
— Neyi?
- A l i ... Ali... Ali...
— Özür dilerim... Çok özür dilerim camm. Tamam, gittim
ben hadi.
Derya vakit kaybetmeden Şahin'in odasına gitti. Şahin ile
Fadıl çıkmak üzereydi.
— Gel Derya, çıkıyorduk tam...
— Sonrada konuşabiliriz.
— Yok, o kadar acele değil. Fadıl Ağa'yı bir dostumuzun ba­
rına götürüp kulağının pasmı sildireceğim. Dayımın her zaman
gittiği bir yerdi.
— Bir arkadaşım geldi az önce, Mehdi'nin öğretmenidir aynı
zamanda. Bir vakıf kurmuş, yardım demeği demek daha doğru.
Benim de maddi ve manevi destekte bulunmamı rica etti.
Yıllardır tanırım, aynı yurtta oda arkadaşımdı. Ben yardım
etmek isterim kendisine.
— Benden istediğin ne peki?
Gözlerini yere çevirdi. Yan gözle Fadıl'ı görmeye çalıştı.
Yüzü kızarmıştı.
— Derya yanlış bir şey mi söyledim?
— Hayır, hayır, seninle ilgili değil... Nasıl desem, benim
param yok.
— Derya? Nasıl paran yok? Sen bana Ali'nin emanetinden
ziyade bu şirketin ortağısın. Dur, sen git odana ben geleceğim.
Derya çıkar çıkmaz Göker'i arayıp odasına çağırdı.
— Derya para konusunu nasıl hallediyor Göker?
— Yani, yöneticilik maaşı var o hesabına yatıyor.
— Nasıl yani? Kredi kartı, çek defteri falan çıkarmadınız mı?
— Bana öyle bir konu söyleyen olmadı ki hiç.
— Göker! Söylemek mi lazım? O senin patronun, aynı
zamanda dostum dediğin Ali'nin çocuğunun annesi.
— Özür dilerim, inanın aklıma hiç gelmedi. Kendiside bir şey
söylemedi.
— Hemen bankamızdan limitsiz bir kart çıkartıyorsun ve bir
çek defteri... Şimdi yanma git sanırım bir derneğe yardım
yapacakmış ne kadar istiyorsa sen beş katını ver. Bak tekrar
ediyorum o ne kadar derse sen ona söylemeden söyleyeceği yere
beş katını vereceksin. Anlaşıldı mı?
— Evet Şahin Bey, gayet net anladım.
— Ortak, ben de yardımda bulunmak istiyorum bu demeğe
madem Derya Hanım var işin içinde.
— Ağam, bu yardımı Derya var diye mi yapacaksın?
— Bak ortak... Ben o sayfayı kapattım. Fakat bunu ikide bir
açacaksan ben bir daha bu şirkete gelmem.
— Özür dilerim... Göker, Fadıl Ağa çekini versin onu da
götür.

İstanbul'da ve Aşiroğlu kulelerinde bir sabah daha başlıyor­


du. Şahin asansörlere yürürken Dilem'de asansör bekliyordu.
— Günaydın sevgili patronum...
— Sen gazetede değil misin? Yoksa beni mi haber yapmaya
geldin?
— Hah! Aslında süper fikir, şunu çözümledim herkes gence­
cik bir adamın çok kısa bir zamanda bu kadar nasıl büyüdüğünü
merak ediyor. Bana röportaj verir misiniz? Ne olur lütfen patron,
valla tiraj rekorları kıracağından emin olun. E ben de isim yap­
mış olacağım. Zaten hayır bile deseniz ne yapacağım ne ede­
ceğim sizi bir gün haber yapacağım hem de böyle manşetten ola­
cak.
— Selam ver borçlu çık bu olsa gerek... Tamam, tamam...
Uygun bir gün yaparız. Sen soruma cevap vermedin?
— Ah, evet, ben bu binada duracakmışım, Başer Bey'in ya­
nında.
O an yanında olsa sarılıp öperdi Başer'i. Planlasa bu kadar
olamazdı. Çok mutlu olduğu kesindi, fakat bilmediği ya da
düşünemediği bir şey vardı. Bu film yıllar önce yine bu mekân­
larda, yine kendi kanını taşıyan bir adamın başrolü ile
oynamıştı. Ve sonu acılarla bitmişti...

Mehdi okul çıkışında evlerinin bahçesinde otururken masa­


da duran bir gazete manşeti gözüne çarpü.
’Azrail 12 can aldı...'
Eve girerek telefon ile İbrahim Efendi’yi cep telefonundan
aradı.
— İbrahim Amca nerdesin?
— Evdeyim Mehdi hayırdır?
— Benim kafam bir şeye takıldı o yüzden aradım.
— Çözelim meşgulünü Mehdi. Dur ben dondurma alıp
geleyim olur mu?
— Anneme telefon edeyim o şoförünü göndersin ya da beni
getirsinler sana olmaz mı?
— Kimseyi rahatsız etmeye gerek yok gelirim ben kendi
aracımızla.
İbrahim Efendi dondurma kutuları ile geldiğinde Mehdi hala
manşete takılmış bakıyordu.
— Nasılsın Mehdi?
— İbrahim Amca! Hoş geldin, diyerek sarıldı.
— Çözebildin mi aklmdakini?
— Henüz değil seni bekledim.
— O zaman çözelim bakalım.
— Bugün gazetede şunu okudum, dedi gazeteyi uzatarak.
— Hımm bakalım ne diyor 'Azrail 12 can aldı* Nedir bakalım
kafana takılan?
— Neden canı alan Azrail, insanlar ondan nefret etmiyor mu?
— Güzel soru, gel bakalım şimdi birer dondurma yiyelim
ben de anlatayım. Adem yaratılırken ilk ruhu yaratılır. Sonra
buna bir beden lazım olur. Allah yeryüzünden çamur getirilme­
si için Cebrail'i görevlendirir ve Cebrail yeryüzüne iner. Tam
çamur alacak ki toprak dile gelir. Ey Cebrail benden bir parça
alma diyerek yalvaramaya başlar. Tabi toprağın dile gelmesi
Allah'ın bir sınavıdır. Cebrail toprağın yalvarmasına üzülür
almadan geri döner. Arkasından İsrafil ve Mikail gönderilir.
Onlarda üzülür ve almadan geri döner. Azrail gittiğinde toprak
dile gelir yine yalvarır ama Azrail 'Bu bana Rabbimin emridir'
der ve söker alır parçayı. Allah o zaman buyurur 'Madem
insanoğlunun ruhuna beden almak sana nasip oldu o bedenden
ruhu çıkarma görevi de şenindir. Aslında Allah'ın düşüncesi
şudur, insanoğlu can verirken elbet kimse ölmek istemez ve
herkes o an yalvarabileceği kadar yalvarır ölmesin diye. İşte o
esnada Cebrail ya da diğer melekler görevli olsaydı, toprakta
olduğu gibi üzülüp geri geleceklerdi. Neyse... Devam edeyim,
Azrail bunu duyunca üzülür. 'Yarabbi, sakın itaatsizlik düşün­
meyin ama insanlar beni hep kötü bilecekler' der. Allah yine
buyurur.' Ey Azrail sen üzülme, ben onlara ölüm esnasında öyle
nedenler vesile edeceğim ki sen akıllarına bile gelmeyeceksin. '
Şimdi günümüzde ne diyoruz? Kanserden öldü, araba çarptı
gibi...
— Ama gazete Azrail yazmış.
— O Şeytan ruhlu insanların işi. Devamını okuyalım
bakalım. "İzmir — Ankara yolunda meydana gelen kazada 12
kişi hayatını kaybetti." Bak gördün mü? Şimdi bunu okuduktan
sonra sorsalar ne derdin?
— Kazada ölmüşler.
— Demek ki Allah doğruyu bilendir.
— Kesinlikle... Ben Allah’ı ne zaman göreceğim?

1341
— Zamanı geldiğinde göreceksin Mehdi... Zamanı gel­
diğinde göreceksin... Var mı başka meşgulün?
— Yani şimdi Azrail kim olursa olsun, yalvarsa, yapma dese
yine görevini yapıyor mu?
— Evet Mehdi, çünkü o emir ona en büyük makamdan geli­
yor. Mesela sizin şirketlerde çalışan Semiray anneni mi dinler,
Şahin’i mi?
— Şahin'i
— Neden?
— Çünkü şirketin patronu o.
— İşte her şeyin patronu da Allah'tır.
— Biliyor musun İbrahim Amca Allah çok iyi bir patron.
— Nereden anladın bunu?
— Baksana insanlar ne kadar kötülük yapıyor, Allah'ın
verdiği namaz, oruç gibi görevleri yerine getirmiyor ama O yine
de kızmıyor.
— Haklısın Mehdi, Allah sabırlıdır. Ama bu demek değildir
yapılanlar cezasız kalacak. Allah yapılan her kötülüğünde
hesabını soracak, yapılan her iyiliğinde karşılığını verecek.
İnsanlar bayatlan boyunca bir sürü sınava tabi tutulacak ama
sadece birisinde kitaba bakmak serbest olacak. 'Kuraria... Buna
rağmen bile kaybedenler kazananlardan çok olacaktır...

Zaman geçiyor, Dilem ile Şahin daha fazla zaman geçirmeye


başlıyordu. Şahin eski sert ve acımasız tavırlarından kurtulmuş
daha ılımlı, daha başka birisi olmuştu. Bir gece Dilem ile yemeğe
çıktılar. İlk kez yalnız kalmak istedi.
— Mirza bir sefer olsun beni dinle ve benden uzak kal. Yahu
evlensem gece gelip ortamıza yatacaksın. Hadi izinlisin bu gece.
— Ama efendim...
— Mirza! Bu bir emirdir!
— Peki efendim...
Yemek sonrası yürüyorlardı. Dilem koluna girmek iste­
diğinde Şahin elini tuttu.
— Biz neyiz Dilem?
— Neyiz?
— Yani seninle mutluyum, seninle güzel vakit geçiriyorum.
Ama daha neyiz bilmiyorum.
— Ne olmamızı isterdin?
— Sen?
Dilem cevap vermek üzereydi ki yanlarına iki adam yaklaştı.
— Ooo kumrulara bak, yavrum değişiklik ister misin?
— Siz ne diyorsunuz be?
— Bir dakika Dilem, siz utanmıyor musunuz? Derken
adamların yanma başkaları da yaklaştı. Birkaçı Şahin'i etkisiz
hale getirirken liderleri olduğu anlaşılan adam Dilem'i tuttu.
— Merak etme güzelim aslında seninle işimiz yoktu. Sen
düşeş çıktın. Bu yanmdaki zibidi haddini bilmeyerek burnunu
başka işlere soktu.
— Kızı bırakın! Çek o ellerini onun üstünden, kırarım tek tek
parmaklarım!
— Duydun mu bak? Erkeğin hala durumunun farkında değil
erkeklik taslıyor.
— Sakin ol, sen buraların kralı kim galiba bilmiyorsun, dedi
Şahin'i tutanlardan birisi.
Şahin'in gözleri Dilem'deydi. Bir çift hoyrat elkızm
bedeninde geziyor, Dilem'in korkudan sesi bile çıkmıyordu.
Şahin için çaresizlikten ölmek istediği bir andı. İlk defa Mirza'yı
yanından uzaklaştırmıştı ve şu an en çok ona ihtiyacı vardı.
Şahin hem debeleniyor hem yalvaran ses tonu ile konuşuyordu.
— Yapmayın, bırakın kızı. Size çok para veririm. Hayatınızda
görmediğiniz kadar. Bırakın o gitsin.
— Bak, erkeğin senin bedelini pahalı tutuyor güzelim,
Derken elleri ile kızın göğüslerini okşamaya başladı. Bir ses
ortalıkta yankılandı.

1361
— Ellerini o kızın üstünden çek, Şahin Bey'i de bırakın!
Ses Mirza'nmdı. Bu sadık dost yine Hızır gibi yetişmişti.
Şahin annesini gören bir çocuk gibi sevindi. Mırıldandı...
— Mirza... Dostum...
— Sen de kimsin! Erkeklik yapacak başka yere g... Sözünü
tamamlayamadan bir silah patladı, Şahin'i tutanlardan birisinin
kafasının yarısı yerinden kopmuş halde yere yığıldı. Dilem
korkudan bayılmıştı. İkinci bir silah sesi ile bir kişi daha cansız
yere düşmüştü. Şoku atlatan yaklaşık 20 kişilik çete silahlarım
çekerek Mirza'ya yöneldiklerinde sokaklardan çıkan adamların
silahlarmı kendilerine doğrultmasıyla duraksadılar. Mirza'nm
silahı bir kez daha ölüm kustu. Bir kişi daha göğsü paramparça
halde yere yıkıldı. Mirza seslendi.
— Nefes bile almayın!
Ali Dilem'in yanma koştu. Baygın bedenini kucağına alarak
Mirza'nm aracma yöneldi.
— Mirza, teşekkür ederim dostum... Çok teşekkür ederim.
— Ali Aşiroğlu, 5. kural efendim; Ne olursa olsun Şahin'i
gözlerinin menzilinden ayırmayacaksın.
— İnan bu kadar ihtiyacım olduğu bir an bir daha olur mu
bilmiyorum. Sonra gözleri ile lideri işaret etti.
— Onu canlı istiyorum. Hepsini depoya götür. Ben Dilem'le
ilgilenip geleceğim.

Dilem gözlerini açtığında Şahin'in evinde yataktaydı. Şahin


yatağm başında ona bakıyordu.
— Neredeyim ben?
— Benim evimde. Bayıldın.
— Yaşıyorum yani?
— Meleğe benzer halim mi var? dedi gülümseyerek.
— Ç ok korktum Patron... Ölüyoruz sandım. Kimdi onlar
senden ne istiyordu?
— Birkaç çapulcu boş ve şimdi onları, bak güvendesin. Sana
söz veriyorum ki ben yanındayken sana hiçbir şey olmayacak.
— Ya, ya, Mirza olmasaydı ölmüştük...
Utandı... Başını öne eğdi.
— Melahat abla benim yardımcımdır. Sen uyu bir şey olursa
yanındaki düğmeye bas hemen gelecektir. Benim halletmem
gereken birkaç iş var geleceğim.
— Sahi o adam öldü mü?
— Hangi adam?
— Ne bileyim silah sesi duydum ya...
— Ha, yok... Havaya ateş etti Mirza, korkutmak için.
— Aman iyi, ben ölü görürsem çok korkarım. Hem insanlar
ölmesin olur mu?
— Olur. Sen nasıl istersen...
— Çok gecikme lütfen, dedi elini tutarak Şahin'in.

Depoya geldiğinde Mirza adamları sıraya dizmişti. Depoda


bulunan eski bir masaya oturdu. Yanında getirdiği bir sütlü
tatlıyı yedi. Herkes meraklı ve korkulu gözlerle onu izliyordu.
Tatlıyı bitirdikten sonra ayağa kalktı.
— Normalde tatlı yediğimde sinirim gider, sakinleşirim.
Ama bu çakal sürüsü beni nasıl sinirlendirdiyse olmuyor, sakin­
leşemiyorum.
Liderin karşısına geçti. 1 - 2 saat önce aslan kesilen şimdi iki
korkak gözle yere bakıyordu.
— Kaldır bakalım gözlerini kral. Ben sana ne dedim? Bırak
kızı, sana para veririm demedim mi? Ama senin kısmetinde bu
dünyadan gitmek varmış...
— Efe... Efen... Efendim, affedin lütfen.
— Kes ağlamayı, sen şansını oracıkta bıraktın.
Sonra gözlerini kapattı. Mirza ilk defa Şahin'i bu kadar garip

1381
görüyordu. Kapalı gözlerle olayın olduğu ana gitti. Gözünde
canlandırıyordu. Sağ eli Dilem'in boğazında olduğunu hatırladı.
— Mirza şunu masanın yanma getir, diyerek kaim bir sopa
aldı. Adam hem yalvarıyor hem ağlıyordu.
— Kimin adamısın sen? Benimle seni karşılaştıran ne oldu?
— Sül... Süleyman'ın efendim. Artık sizin adammız olurum.
Ol deseniz ölürüm.
— İyi öl diyorum zaten şimdi. Bu Süleyman şu haraç
toplayan mafya babası mı Mirza?
— Evet efendim.
— Çevir şunun telefonunu ve megafonu aç.
— Ne oldu patronun mu kayıp Mirza kardeş? Diyerek açtı
Süleyman.
— Süleyman Efendi ben Şahin. Çetenden bir kaçı elimde şu
an. Gelip almazsan öldüreceğim diyeceğim ama eminim gelip
alacak cesaretin yoktur.
— Ben de o cesaret var Şahin, lâkin ava gidip avlananla işim
olmaz. Zevk ala ala gebert.
— Hesapladım, 1 saat içinde hepsi ölmüş olur.
— İyi, bana ne?
— Sana ne durumu şu... Burada işim bittikten sonra sana
geliyorum haber vermek istedim. Kapat telefonu Mirza. Ya bak
kral, sahibin bile sana sahip çıkmadı görüyorsun. Mirza! Koy
şunun elini masa üstüne.
Adamın yalvarışlarına aldırış etmeden elindeki sopayı ele
indirdi. Kınlan parmakların sesi yanında adamın kulaklarını
yırtan çığlığı depoyu sardı.
— Krallara ağlamak yakışır mı? Hiç yakıştıramadım. Yine
gözlerini kapatarak olay anma gitti. Sol eli Dilem'in göğüs-
lerindeydi. Eline orada duran satırı aldı. Adam korkudan sesi
kısılmış durumda hala yalvarmaya çalışıyordu.
— Sen... Benim sevdiğim kadına el uzattın... Sen benim
sevdiğime dil uzattın... Sen... Sen! Mirza koy şunun sol elini.
İnen bir satır... Ve kopan bir el... Adamın durumu diğer­
lerinin de gözünü korkutmuştu. Şahin onlara çevirdi bakışlarım.
— Korkmayın sizin bir yerinizi kesmeyeceğim. Şanslısınız
yine ki, sevdiğime dokunmadınız. Mirza bunlarm hepsinin
kafasma birer kurşun sık, sonrada göm gitsin. Bu kralı öldürme­
den göm ki bir daha kimsenin kadınına dokunmasın.
Ve adamlarm yalvaran sesleri arasında çıkarak eve geldi.
Dilem uyumamıştı.
— Ben geldim... Gecikmedim değil mi?
— Nereye gittin ki?
— Ya bizim Mirza ters ve acımasız bir adamdır. Şimdi bu
adamları eline geçirdi ya, hiç çekinmeden öldürürdü. Ben de
yasal yollardan adalete teslim etmesini söyledim. Zaten şu an
etmiştir.
— Bir tanesin patronnnn. Gel öpeyim seni. Evet, ben de her
zaman hukuktan yanayım. Ben de şahit olarak gelirim.
— Ha yok, savcı beni çağırdı ben gerekeni söyledim,
yüzleştik falan...
— Ceza alırlar mı?
— Evet, büyük ceza verdi savcı, artık çıkamazlar girdikleri
yerden...
— Gel, yanıma yat...
Beklemediği bir teklifti. Üstünü bile çıkarmadı. Kızın yamna
uzandı. Dilem başım göğsüne koydu...

Dilem uyandığmda Şahin'i yanında bulamadı. Evi dolaş­


maya başladı. Şahin bahçede Mirza ile konuşuyordu.
— Hey! iki adam bir genç kızı yalnız bırakmış ne yapıyor­
sunuz bakalım orada?
— Gel gel, Mirza günlük işlerin raporunu veriyordu. Ya da
dur gelme hadi giyin seni güzel bir kahvaltıya götüreyim.
— Tüh! Ben de sabah yanımda göremeyince kahvaltı hazır­
lıyorsun sandım.

1401
— Çok fazla dizi izliyorsun galiba. Hazırlan hadi bakalım.
Geldikleri yerdeki açık büfe seçenekleri Dilem'i kararsız kıl­
mıştı.
— Uf yaaa, ne olurdu bildiğimiz peynir zeytin koysalardı.
Şunlara bak ne kadar güzel görünüyorlar. Kıyamıyorum ki hiç
birisine... Arkada oluşan kuyruk homurdanmaya başladı.
— Dilem onlarca insan seni bekliyor...
— Tamam ya ama ne yapayım?
— Gel oturalım o zaman masadan sipariş verelim. Göz gör­
mezse gönülde istemez.
— Harika bir fikir bu!
Masaya oturduklarında yanlatma Süleyman yaklaştı.
— Şahin Bey, sizi bekledik akşam ama gelmediniz.
Korktunuz mu? insan sözünde durur geliyorum derse gelir.
Bizde racon böyledir.
Şahin Dilem'e baktı. Kızın yanında içindeki şiddeti çıkarma­
mak için zorlanıyordu. Kendisine merakla bakan bir çift gözü
görünce siniri ayyuka çıkmadan yatıştı.
— Kusura bakmayın Süleyman Bey, işlerim uzadı. Ama en
kısa zamanda geleceğim.
— Kesinlikle bekliyorum, korkaklık yapma! Bu kadın milleti
erkek adamı bozar. Diyerek gitti.
— Kim bu adam patron?
— Hım... Bu adam kim? Nasıl anlatayım, şöyle diyeyim
bizim otomobil bayilerinin hesaplarına bakıyor. Ama sanırım
hesaplarda haksızlık yapıyor.
— E nasıl seninle böyle konuşabiliyor ki? Korkmak, boz­
mak...
— Benim hatam. Söz vermiştim gidemedim. Eğer gitseydim
şu an zaten konuşmuyor olurdu.
— E neden gitmedin?
Kızın gözlerine baktı. Bir süre sadece izledi.
— Dün gece görmem gereken daha başka bir güzellik vardı.
Ve ben o güzelliği kimseye değişemezdim.
Utandı... Başını önüne eğdi. Şahin garsonlardan birisine işa­
ret etti. Garson yaklaştı.
— Buyurun efendim.
— Sipariş verecektik.
— Self servis efendim. Kendiniz alıyorsunuz.
— Biz sipariş verelim.
— Üzgünüm ama kuralımız böyle.
Bütün sabır tellerinin gerildiğini hissetti. O an, kimseye
aldırış etmeden kalkıp garsonu tereddüt bile etmeden öldüre­
bilirdi. Eğer Dilem olmasaydı...
— Peki, kusura bakmaym yorduk buraya kadar. Patronunuz
kimdir? Biz bir kutlama gecesi yapacağız gelmişken onu
konuşalım. Bir de senin adın neydi?
— Adım Emre, patronumuz Süleyman Bey'dir. Az önce ma­
sanızda konuştuğunuz.
— Öyle mi? Bak buna çok sevindim. Neyse, hadi Dilem
kalkalım başka bir yer bakalım.
— İyi günler efendim, yine bekleriz.
— Geleceğim elbette... Mutlaka geleceğim... En kısa zaman­
da...
Şahin iki simit aldı, bir deniz kenarına oturdular.
— Koskoca holdingin sahibi beni bir simide muhtaç etti...
Vay be!
— Aslmda iyi oldu, çoktandır ben de yemiyordum.
— Ya tabi tabi... dedi gülümseyerek.
— Kalk be kalk! Gel.
— Ya dur şaka yaptım. Benimle senin yanmda olduğum her
yer, her şey güzeldir patron.
Ne diyeceğini bilemedi. Ama bu cümleden mutlu olmuştu.
Telefonu çaldı, arayan Mirza'ydı.
— Tamam Mirza geçeceğim birazdan. Hadi bakalım acar
gazeteci mesai başlamış biz unuttuk Başer Amca valla seni de

1421
beni de kovar.
Dilem ile ayrıldıktan sonra Mirza'yı yanma çağırdı.
— Her şey hazır mı?
— Evet efendim.
— Akşam önce sabah kahvaltı için gittiğimiz yere uğraya­
cağız. Süleyman orada kahvaltı yaptığına göre gece kesinlikle
orada kumar çeviriyorlar.

Mekâna girdiklerinde her şey sakin ve normal görünüyordu.


Bir masaya oturdular. Garsonun birisi yanlarına geldi.
— Buyurun efendim.
— Bir arkadaş vardı Emre, bakabilir mi?
— Buyurun beni istemişsiniz.
— Beni hatırladın mı?
— Evet efendim, hatırladım.
— Patronun burada mı? Şu bahsettiğim gece için konuşmaya
geldim.
— Şu an yok, zaten birazdan kapatıyoruz.
— Ben de hep yanlış zamanlarda geliyorum samrım.
— Bir kahve içmek için zamanınız var.
Şahin bakışları ile etrafı gözlemledi. Son müşteri grubu hesa­
bı Ödüyordu.
— Yok, ben şimdi kahve içersem seninle kırk yıl hatırımız
olur, o zaman sana bir şey yapamam.
— Anlamadım?
Hesabı ödeyenler çıktığında Şahin ayağa kalkarak garsonun
suratına okkalı bir yumruk yapıştırdı. Olayı gören garsonlar ve
korumalar Şahin'e doğru koşmaya başladı. Mirza'nm sesi du­
yuldu.
— Bir adım daha atam ölmüşlerine kavuştururum.
— Kalk ayağa ulan saygısız! dedi garsonu boğazından
tutarak.
— Ulan it! Hadi beni geçtim, utanmıyor musun bir bayanın
yanında terbiyesizlik yapmaya?
— E.. Efen.. Efendim... Kurallarımız böyleydi.
— Başlatma ulan kurallarından. Sana bir bayana nasıl
davranılır öğretmediler mi? Senin annen, kız kardeşin yok mu?
Birkaç yumruk ve tekme daha geldi arkasından. Siniri ayyu­
ka çıkmıştı. Acımasızca vuruyordu. Bir sürü göz dehşet içinde
izliyordu. Bir ara durdu. Diğerlerine baktı.
— Bu adama iyi bakın. Bir daha buraya gelirsem, yanımda
bir bayan varsa ya köle gibi olacaksınız. Ya da bunun gibi...
Şimdi gidiyorum, arkamızdan bir iş çevirmeye kalkarsanız geri
döner kaldığım yerden devam ederim.
Çıktıklarında yeni hedefi Süleyman'ın eviydi.
— Süleyman Bey dün gece bizi çok beklemiş. Üzülmüş
Mirza... Bir gidelim şuna.
— Efendim, sadece ikimiz mi?
— Evet Mirza, olamaz mı? Neydi şu çocukluğumdaki kahra­
manların adı... Hah, Polat Alemdar ve Memati gibi. Ben Polat
olayım sen Memati...
Sonra sustu, düşündü.
— Yok, ben Memati olayım.
Villaya geldiklerinde dışarıda bir sürü silahlı adam vardı.
Kalabalığı görünce Mirza'ya bakıp mırıldandı.
— Bir an düşündüm de Mirza, kahramanlık için erken.
Buradan bakılınca pek uzun süreli bir kahramanlıkta yapama­
yacağız gibi duruyor. Çağır kimi çağıracaksan.
— O zaman burada bir savaş çıkar, İstanbul'da ne kadar polis
varsa toplanır efendim.
— Bu kadar silahlı adam alenen durduğu halde polis gelip ne
işiniz var diye sormuyorsa, emin ol silah sesi kesilene kadar
gelmeyecektir. Kaldı ki ben polis müdürü olsam aynısını
yapardım.
Yaklaşık 30 dakika içinde ağır silahlarla donatılmış 50 kişilik

1441
bir ekip yanlarına geldi. Mirza'mn işareti ile bir roket kulakları
sağır edercesine yerinden çıktı. Villanın kapısını havaya uçurdu.
Havada mermiler uçuşmaya başladı. Şahin arkadan dolaşarak
boşalan mevzilerin birisinden içeri girdi. İçerdeki ne kadar
silahlı adam varsa kapıya koşmuştu. Bir koruma Süleyman'ı
koruyordu. Mirza'mn silahı önüne çıkan her engeli aşıyordu.
Odaya girdiğinde Süleyman yanında bir kadın ile gözleri kapı­
da korkudan titriyordu. Şahin kadına işaret ederek kapıyı gös­
terdi.
— Mirza bayana eşlik et, sağ salim çıkmasını sağla. Eee
Süleyman Efendi, o kadar içten çağırdın ki geldim bak. Bizde
kadınların yanında iş konuşulmaz. Bunu sen de öğren.
— Şahin, özür dilerim, Benim hayatımı bağışla bir daha
İstanbul'da durmam.
— Can bağışlamak Allah'a mahsus. Ben yolunu açarım, O alır
ya da almaz. Ben seni şu an bağışlasam sen yarın karşıma çıkar
yine ahkâm kesersin.
— Bayanı sağ salim gönderdim efendim. Çatışma bitmiş.
— Mirza birileri sürekli havaya ateş açsın.
Odanın dolaplarım karıştırmaya başladı. Bir çekmecede et
ezici buldu. Eline aldı. Süleyman'ın karşısına geçti. Gözlerini
kapattı. Dilem ile otururken Süleyman'ın hareketlerini can­
landırıyordu.
— Sen nasıl benim sevdiğim kadının yanında dil uzatırsın? O
çenene nasıl sahip çıkamazsın it? Bizim kültürümüzde kadının
yanında efendi olmak vardır. Sen hangi kültürü taşıyorsun da
bir de bu ülkede yaşıyorsun?
— Özür dil...
Daha sözünü tamamlamamıştı ki, demirden alet ağzında pat­
ladı. Dişleri kırılmış yüzü kan içinde kalmış halde yere yıkıldı.
— Ben seni efendi gibi uyarmadım mı? Haramdan elini çek
demedim mi? Hani nerde güvendiğin orduların? Hani
adamların? Mirza bunu bu binanın altına diri diri göm. Dışarıda
seni bekliyorum.
1 saat sonra Mirza dışarı çıktı. Şahin elini kaldırıp silahların
susmasını işaret etti. Aracına bindi. Mirza bindiğinde dikiz
aynasından Şahin'e baktığında göz göze geldiler. Mirza'mn göz­
lerinde endişe vardı.

— Hayırdır Mirza? Seni gören benden korktuğunu düşü­


necek. Oysa sen benim gibi on adamı dize getirirsin.
— Yok efendim...
— Korkma Mirza, bana her zaman içinden geçen neyse açık­
ça dile getirebilirsin.
— Ben şaşırdım sadece. Sizi küçük yaşlardan tanırım. Keza
Ali Bey hep anlattı.
— O Şahin'den hiç eser göremedin yani? Bizim soyumuz
böyle, huyumuz kurusun Mirza. Biz annemize olan sevgimiz­
den olsa gerek, kadınlarımıza el, dil uzatılınca değişiyoruz. Ne
yaptı gömülürken Süleyman Efendi?
— Çok ağladı efendim.
— Bir gün sen ölümle karşı karşıya kalsan ne yaparsın Mirza?
— Bilmiyorum efendim, bunun cevabmı bende hep merak
ediyorum.
— Ben de merak ediyorum. Bekleyip göreceğiz bakalım...
Telefonu çaldı.
— Ses çıkarma Mirza dedem arıyor, kesin annemde yanın­
dadır. Efendim dede...
— Dayından yıllarca çektik, yüzünü göremedik. Seninle de
aynı kaderi yaşamamız mı lazım? Bak yaşlıyım, hastayım be
oğlum. Gel de yüzünü göreyim.
— Tamam dedeciğim hemen şimdi geliyorum. Mirza yolu­
muz Tekirdağ.

Tekirdağ'a vardıklarında kapıyı dedesi açtı. Oysa geleceği


belliydi, mutlaka annesi açardı. Görünen o ki anne kırgındı.
Dedesinin elini öptü. Salonda annesini göremedi Küçük odaya

1461
girdiğinde annesi koltukta oturuyordu. Yan gözle Şahin'e baktı
ama hemen çekti. Annesinin yanma oturdu bir süre sessiz dur­
dular. Sonra başmı annesinin dizine koydu.
— Mami, biliyorum kırgınsın, biliyorum hatalıyım... Bunu
anlatması çok zor. İnan durum sadece çok zengin olmak değil,
şirket sahibi olmak değil. Bir devlet var sahip çıkmak istediğim.
Sayemizde evlerine ekmek götüren binlerce insan var.
Berrin saçmı okşamaya başladı. Nede olsa anne yüreğiydi.
— Ben sana işini bırak demiyorum ki oğlum, ama beni de
unutma. Ben seni çok özlüyorum. Çok mu zor annene zaman
ayırman? Her gün fotoğrafına bakıp konuşmaktan deli demeye
başlayacaklar. Bazen tişörtlerini kokluyorum ama senin gibi
kokmuyorlar.
Şahin'den ses gelmiyordu. Berrin baktığında uyumuştu.
Anne kucağında huzurla... Gözlerini açtığında annesi onu izli­
yordu. Hala elleri sağlarındaydı.
— Anne...
— Buradayım oğlum.
— Uyudum mu ben?
— Evet...
— Ne kadardır uyuyorum?
— Yaklaşık 10 saat kadar, dedi gözü ile saate bakarak.
— Hay Allah, dizlerin ağrımıştır. Neden kaldırmadın beni?
— Uzun zamandan sonra seni bulmuşum neden kaldırayım..
Başım kaldırdı. Elini annesine dolayarak başını annesinin
koynuna soktu. Bir müddet öyle kaldılar.
— Özür dilerim annem, seni üzdüğüm için, kendimi özlet­
tiğim için, kendime seni özlettiğim için özür dilerim.
— Hadi bak ben yaşlanıyorum artık bakamam sana, evlen
artık.
— Ne o? Aramıza başka kadm mı sokuyorsun Berrin Sultan?
— Bizim aramıza kimse giremez.
— Yalla elkızı bu, bir gün çıkar der, ya annen ya ben...
— Eeee sen ne diyeceksin o zaman?
— E bilemiyorum o an ki ruh halimi.
— Başlarım ben senin ruh haline. Eşeğe bak. !
O sırada akima Mirza geldi.

— Hay Allah! Mirza'yı unuttum ben!


— Dur, dur... Merak etme ben çağırttım Elif'e gece ama
gelmedi. Sabah kahvaltı gönderttim Elif'ten. Kaç yaşında Mirza?
Çok efendi, çok saygılı.
— 45 falan, evet öyledir ve gerçekten dosttur.
— Evli de değil galiba?
— Anne, konuyu nereye getireceksen getir. Ya da ben getire­
yim. Evde kalmış kızm için düşünüyorsan olmaz. Mirza'nın
başını yakamam ben bununla.
— Öyle deme ablan o senin.
— Ya tamam ablam, ben ablamı da çok seviyorum. Ama o
çene ile onu kimse almaz. Almadı da zaten. Ben öyle bir kadını
iki günde boşarım.
— Ne varmış benim kızımda?
O sırada Elif'in sesi duyuldu. Salonda yine sesi yükseliyordu.
— Şahinnnnnnn! Bak ya yine ayakkabılarla yukarı kadar çık­
mış... Bu ceketin işi ne buradaaaaa? Deddeeeee şu çiçekleri
sularken dikkat et... Baba ya sigaranı neden iyi söndürmedin.
Anne oğul bakışıp gülüştüler.
— Valla sen bunu evlendirme beni katil edersin anne.
— Nedenmiş o?
— E bu çeneye elin adamı dayanamaz kalkar bu kızın kalbi­
ni kırar, sonrada ben onun kafasım kırarım.
— Yapmaz benim oğlum. Benim oğlum karıncayı bile incit­
mez.
Donakalmıştı. Gözleri bom boş yere bakarken mırıldandı.
Gece yaşadıkları geldi akima.

1481
— Yapmam değil mi anne?
— Yapmazsın tabi...
— Yapmam... Yapmam... Değil mi anne?
Ayağa kalktı pencereye doğru yürüdü, tülü araladı. Mirza
aracın içindeydi. Daha 24 saat geçmemişti ki bir sürü insan
öldürmüşlerdi. Annesinin lafı içine oturmuştu. Yine mırıldandı.
— Yapmam... Yapmam ben...

İbrahim Efendi'nin kapısı çaldı. Gelen Derya ile Mehdi'ydi.


— İbrahim Bey, çok özür dilerim ama Mehdi illa sizi görmek
istedi. Engel olamadım.
— Olma zaten, dedi gülümseyerek... İçeri buyur etti. Çay
ikram etti.
— Ben sizinle uzun zamandır konuşmak istiyordum.
— Buyur kızım, dinliyorum.
Derya'nm gözü Mehdi'ye takıldı. İbrahim Efendi anlamıştı.
— Mehdi, küçük odaya geç bakalım dersine çalış birazdan
sınav var.
— Hemen gidiyorum.
— Ne sınavıdır bu? diye sordu Derya telaşla.
— Din dersleri anlatıyorum Mehdi'ye.
— Size olan ilgisini ve sevgisini anlıyorum. Çok saygılı bir
çocuk, çok akıllı. Yaşıtlarından daha olgun, fakat son günlerde
kendi kendine konuşuyor. Bir arkadaşından bahsediyor. Yusuf...
Ama bu arkadaşım ne gören var ne duyan. Doktora götürdük
tayda etmedi.
— Derya kızım, Mehdi'nin durumu gayet iyi. Lütfen bana
güven ve doktora falan götürme, Onun doktorluk bir durumu
yok. Şirindi bunu anlatması zor, ama zamanı gelince anlayacak­
sın. Lütfen biraz zaman tanı. Hem ben Yusuf’u tanıyorum,
gördüm. Ondan Mehdi'ye zarar gelmez rahat ol sen.
— İbrahim Bey Mehdi sizinle çok mutlu. Siz de gerçekten
onu seviyorsunuz bunu da biliyorum ve görüyorum.
Korkuyorum...
— Korkma kızım... Sadece zaman...
— Peki, ben kalkayım, şirketin aracı ile geldim fazla meşgul
etmeyeyim. Bu kartta telefonum var, arayın gelip alırım.

Derya gittiğinde kapıyı kapatmıştı ki zil çaldı. Gelen Hazreti


Cebrail'di. Selam vererek içeri girdi.
— Efendim... Rabbimin selammı getirdim. Gün bugündür.
İbrahim Efendi duvardaki takvime baktı, Cuma'yı gösteri­
yordu. Cuma salası okunmaya başladı. İbrahim Efendi sağ elini
avuç içi yukan bakacak şekilde uzattı Hazreti Cebrail'de elini
uzatarak avuç içini birleştirdi.
— Yüce Allah veliahdınızın yolunu açık etsin efendim...
— Amin...
Mehdi'nin yanma gitti. Mehdi İbrahim Amca'nm kendi
yazdığı yazılan okuyordu.
— Bütün dersimi bitirdim İbrahim Amca.
— Sen çok akıllı ve çalışkan bir öğrencisin Mehdi. Şimdi sana
Allah yoluna giden ilk yolu göstereceğim. Önce güzelce bir
abdest al ve yanıma gel.
— Benim abdestim var İbrahim Amca...
— O zaman tazele olur mu?
— Geldim ben...
— Dizlerinin üstüne otur...
— Ne yapacağız şimdi?
— Okula başlayacaksın.
— Ne okulu? Benim okulum var ya.
— Bu ilim okulu. Peygamberlerin gittiği okul. Allah'ın
kapısına çıkan bir okuldur.
— Kaça kadar sınıf var?

1501
— Yedi.
— Tamam azmış, ben hepsini okurum. Hem Allah'ı görmek
çok istiyorum.
— Yedinci smıfı gören bir tek Hazreti Peygamberdir. Umarım
sana da nasip olur Mehdi. Hazır mısın?
— Evet, dedi başını sallayarak. Mehdi'nin avuç içlerini kendi
dizlerinin üstüne koydu, bileklerinden tuttu.
— Şimdi, başını hafifçe kaldır ve sadece gözlerime bak. Ne
diyorsam sadece yap, sorgulama, soru sorma.
Bileklerini tutan elleri biraz daha kenetlendi. İbrahim Efendi
gözlerini kapatarak bir şeyler mırıldandı. Sonra gözlerini açarak
Mehdi'ninkilerle buluşturdu.
— Dilini üst damağına sıkıca yapıştır. Sımsıkı olsun ve sakın
ayırma... Şimdi bekle... Bekle,.. Bekle... Şimdi gözlerini
kapat... Gücün yettiğince Allah de!
Mehdi Allah demek istediğinde sadece kısa bir boğuk ses
çıktı.
— Bir daha, dilini damağına yapıştır ve Allah de!
Ses yine boğuk fakat bir öncekinden daha net ve daha güzel
ritimde çıktı.
— Bir daha, dilini damağına yapıştır ve Allah de!
Ciğerlerini dolduran oksijen bütün vücudunu yaktı. İçinde
bulundukları bina tozlar içinde kayboldu. Binlerce Melek
yeryüzüne indi, Mehdi için secde ettiler. Mehdi'nin gözleri
kapalı olduğundan olup biteni görmüyordu. Hazreti Cebrail
bembeyaz kıyafetler içinde yaklaştı.
— Rabbim Mehdi'nin ilmini ve sadakatini kabul etmiştir...
İbrahim Efendi bir süre gözlerini açtırmadan Mehdi'ye
nazarlar etti.
— Açabilirsin gözlerini Mehdi.
Yine binanın içinde ve sadece ikisiydiler.
— Hadi şimdi birlikte yapalım, her nefeste 3 defa. Dilini
(kırnağına yapıştır ve Allah de... Allah, Allah, Allah... Bir daha!
Allah, Allah, Allah! Bir daha! Allah, Allah, Allah!
Bu yüce ismi duyan bütün kâinat sessizdi. Hazreti Mikail
rüzgârları bile susturmuştu. Binlerce melek gözleri yeryüzünde
bu iki sevgiliye aşkla bakıyordu.
Zikir bittiğinde Mehdi daha bir canlı olmuştu.
— İbrahim Amca neden Allah derken dilimi damağıma
yapıştırdım?
— Şimdi şöyle düşün, yemek yerken güzel bir şey yediğin
zaman dilini damağına dayayıp tadım almak istediğin oluyor
mu?
— Evet, sevdiğim bir yemek ya da tatlı yediğim zaman çok
oluyor.
— Sonra "Tadı damağımda kaldı." diyor musun?
— Ben de diyorum annemde söylüyor.
— İşte biz Allah'ı anarken tadı damağımızda kalsın diye öyle
yapıyoruz. Dil ve damak... Biz de Allah'ı öyle bir anmalıyız ki,
tadı damağımızda kalmalı.
Kapı çaldı. Gelen Yusuf'tu.
— Bak Mehdi Yusuf geldi.
— Aaaa, Yusuf sen İbrahim Amca'yı tanıyor muydun?
— Evet, benim de öğretmenimdir.
— Sen kaçıncı sınıftasın?
— Altı...
— Senin bir sınıf kalmış o zaman.
— Hayır Mehdi, ben sadece altıya kadar gidebildim. Bana
ondan sonrası yok.
— Ben yediye gideceğim seni geçeceğim.
— inşallah Mehdi, ben de sana altmcı sınıfa kadar hep yol
göstereceğim...

"Miraç Gecesi Hazreti Muhammed'e gösterdiği gibi..."

"A/ı işine başlam ış çalışıyordu. M asalara çay servisi y a­


parken İbrahim Efendi'yi bir m asada otururken gördü, hemen
yanına gitti.
— Hoş geldiniz efendim,, ne zaman geldiniz? Hiç görmedim.
— Demek ki o kadar içten çalışıyorsun A li.
— Evet, dedi gülüm seyerek. A slında sevinci efendisini
görmesiydi. Hemen çayını getirip yanına oturdu. İbrahim Efendi
fnin yüzünde sıkıntılar vardı.
— Kötü bir durum mu var efendim? Mehdi'ye bir şey mi oldu?
— Mehdi çok iyi, dün Hazreti Ebubekir'in ilmini aldı.
— Çok sevindim, şükürler olsun. Sizin neyiniz var?
— Şahin... G idişatı hiç iyi değil Ali. B am başka birisi oldu
çıktı. Her gün binlerini ya dövüyor ya öldürüyor. Çok acımasız.
— Bu çocuk böyle değildi. Siz de biliyorsunuz. Ne oldu buna
böyle?
— Zamansız gelen iktidar gücü... Kontrolsüz güç... Nefsi onu
fena halde ele geçirmiş durumda.
— Efendim... Biliyorsunuz ki ben o gücü ona bu kadar erken
vermeyecektim. Ama nerden bilebilirdim Egefnin amansız bir
hastalığa yakalan ıp m irası ona bu kadar erken bırakacağını.
İbrahim Efendi masanın üstüne bir daire çizdi. Ortasına
avucunu koyup kaldırdı. Dünyaya bir pencere açıldı. Şahin ve
Dilem yemek yiyorlardı.
— Yanındaki kim?
— Dilem. Fadıl Ağa'nın...
— Demek bu kadar büyümüş. Çok da güzelleşmiş. Gözleri...
llazel gibi. - diye mırıldandı ve dalıp gitti o günlere. Yemek
yedikleri günleri canlandırdı gözünde. Birden kendine geldi.
— Efendim! Peygamberimiz hep diyor ya, kişi sevdiği ile
beraberdir diye...
— Evet Ali, beraberiz işte. İkide birde neden bunu söyleyip
duruyorsun? Varsa bilmediğim birisi bilelim.
— Yok... — diyebildi utanarak.
Derya odasında otururken Mehdi geldi. Her zamanki halin­
den daha olgun, daha canlı duruyordu. Gözleri alev alev yanı­
yordu.
— Mehdi?
— Efendim anne?
— Nerden geliyorsun sen?
— İbrahim Amca ile ders çalıştık ya, beni buraya bıraktı son­
rada gitti.
— E oğlum neden zahmet verdin adamcağıza, telefon etsey-
diniz ya ben gönderir birisini aldırırdım seni.
— Senin araban trafiğe takılıyor anne. İbrahim Amca'mn
arabası hiç takılmıyor. Bütün arabaların üstünden geçip gidi­
yoruz istediğimiz yere.
Derya'nın yüzü değişti. Gözlerini kıstı.
— Nasıl bir arabaymış bu?
— Üstü açık, eski ama çok güzel.
O sırada Şahin ile Dilem şirkete gelmişlerdi. Derya açık kapı­
dan Şahin'i gördü.

— Şahin!

— Biraz konuşabilir miyiz?


— Önemli mi?
— Evet, hem de çok. Mehdi hadi oğlum sen git toplantı
odasına oyna orada.
— Ben çocuk muyum anne? Oyna diyorsun bana.
— Özür dilerim oğlum, çalış diyecektim.
— Tamam o zaman, diyerek çıktı.
— İbrahim Bey'i ne kadardır tanıyorsun Şahin?
— Sizi almaya geldiğimde tanıdım.
— Yani birkaç yıl?
— Evet, ne oldu ki?

1541
Derya olanları anlattı. Anlatırken duyduğu endişe her halin­
den belli oluyordu.
— Derya, İbrahim Bey'e güvenmemi dayım istedi. Üstelik
anladığıma göre sizi yıllarca o korumuş orada. Anlattıkların
garip evet ama çok da büyütülecek bir durum değil. Çocuk bu
bazı şeyleri abartabilir. Baksana, Mehdi ne kadar olgun ve zeki
bir çocuk. Yaşıtlarından farklı olması sana garip gelmesin. Hem
şunu bil ki İbrahim Efendi gerçekten farklı birisi... Ben zarar
geleceğini sanmıyorum. Fadıl Ağa gelmiş ben kalkıyorum.
Takılma lütfen olur mu? Doktorada götürdük, bir şey çıkmadı
işte.
— Tamam. - diyebildi Derya sadece ama içindeki sorular
cevabım bulmamıştı.

— Ağam hoş geldin? Hangi rüzgâr attı bakalım?


— Hoş bulduk, hatta hoştan da iyi bulduk - dedi DilenTi kast
ederek.
— Lafı da hemen koy sakın geç kalma. - dedi gülümseyerek.
— Ortak yarın Ramazan başlıyor, o yüzden geldim. Yardım
durumlarını halledelim.
— Onlar hazır zaten ağa, görevliler halletmiştir. Dur Göker
daha iyi bilir. - Göker gelir misin?
— Buyurun Şahin Bey?
— Göker, bu ramazan yardımları, iftar çadırları ne durumda?
— Hepsi hazır Şahin Bey.
— Nerelerde kuruldu merkezlerimiz?
— İstanbul, İzmir, Ankara, Adana, Trabzon... dedi, devamı
gelmedi.
— Bu kadar mı? Neden hep büyük şehirlerde?
— Bizim şirketlerimizin en faal olduğu yerler buraları.
— Kim hazırladı bu listeyi?
— Aşiroğlu Vakıf Başkanı.
— Başkana tazminatını ödeyin ve başkanlığına son verin.
— Anlamadım?
— Anladığını ikimiz de biliyoruz. Çıkabilirsin... Doğudaki
insanlar boşuna bölücü örgüte katılmıyor. Ne yapılırsa belirlen­
miş bazı şehirler her şey orda. Sanki Türkiye 10 şehirden ibaret.
Şeytan diyor git başkanı bul, ağzım burnunu kır!
— Sakin ol ortak, benim aklıma geldiği için ben hazırlığımı
yapmıştım.
— E buraya neden geldin o zaman?
— Diyorum ki, şu Mersin'deki oyuncak fabrikasından çocuk­
lara oyuncaklar dağıtsak. Ramazanın bedeli sadece neden hep
yemek içmek oluyor?
— Süpersin ağam. Dur elini öpeceğim.
— Yahu dur ortak... İstediklerim bitmedi daha, birazdan
kovabilirsinde. Bir de diyorum burs verilen öğrencilerimiz var
elbet ama şu Sakarya'daki eğitim araç gereçleri fabrikasından
öğrencileri beslesek. Onların da gıdası eksik araç gereçleri diye
düşünüyorum.
— Bu sefer iki elini öpeceğim ağa.
— Dur daha bitmedi ortak.
— Bir dakika ağa. Bu böyle olmayacak. Semiray Aba gelir
misin lütfen yanıma?
— Efendim?
— Abla ağamızın istekleri var şirketlerimizden. Ramazan için
fitre, zekat, vefa borcu artık adı her neyse... Lütfen bütün fab­
rikalara bildirin. Fadıl Ağa ne isterse hemen yapılsın. Hiç gecik­
tirilmeden hem de!
— Tamam Şahin, güzel fikirmiş.
— Her zaman diyorum ağanın eli tutulmaz.
— Ortak, sana yük olmak istemem çok, ben de bunların
yarısını karşılarım.
— Benim senin yok ağa, ben şimdi gelsem desem ki şu arazi­
lerden bana bir çiftlik ver emekli olacağım, para mı alacaksın?

156|
— Yeter ki sen gel ortak konağı veririm sana ben.
— Biliyorum dostum. Biliyorum... Bana ait ne varsa bil ki
şenindir.
Ali'nin ölümünden yıllar sonra tarih tekerrür ediyor, bir Ege
- Ali dostluğu daha bütün kötülüklere meydan okurcasına
büyüyordu.

Ramazanın ilk günü adeta bereketi ile gelmişti. Aşiroğlu şir­


ketlerinden beşi yurt dışında çok büyük ihaleler almıştı.
Ramazanın ilk günü iftarı Aşiroğlu ailesi ile Fadıl Ağa'nm ailesi
birlikte yapıyordu.
— Ağam valla yemekler çok güzeldi. Batı ile doğunun enfes
karışımı.
— En çok neyi sevdin?
— Şu nedir adını bilmiyorum ama harikaydı.
— Dilem'in yaptığı bir çeşit yemek, kendi imalatıdır
söyleyeyim.
Gözlerini Dilem'e çevirdi. Annesi ile bir şeyler konuşuyordu.
Şahin'in baktığını hissetmiş gibi baktığında göz göze geldiler.
Gülümsedi. Şahin dalıp gitmişken Mehdi'nin sesi ile kendine
geldi.
— Şahin Dayı! Teravih namazı için hangi camiye gideceğiz.
Sorunun karşısında Şahin şaşırmıştı. Hiç düşünmemişti.
Namaza gitmek gibi niyeti yoktu.
— Senin yaşın daha küçük değil mi Mehdi? Büyüyünce
gidersin.
— Şahin Dayı size bir hikâye anlatayım mı?
— Dinleriz Mehdi.
— Hazreti Ömer halife olduğunda oğlu yanma gelmiş. "Baba
benim yeni ayakkabı almam lazım, para verir misin?" demiş.
Hazreti Ömer "Oğlum benim şu an param yok. Maaşımı alma­
ma birkaç gün kaldı, sabret" demiş. Oğlu beklemeyip ısrar
edince Hazret! Ömer, "Tamam o zaman hazine bakanına git
selamımı söyle borç versin, babam maaşından ödeyecekmiş der­
sin." Demiş. Çocuk bakana olan biteni anlatmış, bakan sessizce
dinledikten sonra cevap vermiş. "Sen babana selam söyle,
maaşmı alana kadar ölmeyeceğine garanti verirse hemen iste­
diğin parayı vereceğim." Çocuk şaşkınlıkla gidip Hazreti
Örneğe olanları anlatmış. Bakanın verdiği cevap Hazreti
Ömer'in hoşuna gitmiş. "Bakan doğru söylemiş, bu garantiyi
ben veremem bekleyeceksin evlat." demiş.
— Bize bunu neden anlattın Mehdi, diye atılır Fadıl.
— İşte siz de bana büyüyene kadar ölmeyeceğimin garantisi­
ni verirseniz ben teravihe gitmem. Veriyor musunuz? Biriniz
dayımsınız biriniz koskoca ağasımz.
Uzun ve kalabalık masada çatal kaşık sesleri ile insan sesleri
sustu... Bir sessizlik çöktü adeta bu soru karşısında.
— E, hadi Şahin dayı seni bekliyorum garanti edebiliyor
musun? Şimdi ben kılmadığım namazları da bu sayede ödemiş
olacağım ama ya ölürsem?
— Nasıl ödeyeceksin kılmadığın namazları? diye sordu Fadıl
Ağa.
— Şimdi Fadıl Amca, teravih namazı kaç rekât?
— 20
— Biz namazları kaçırdığımızda sadece kazalarım kılıyoruz
değil mi? Hesapla bak. Sabah namazı 2, öğlen namazı 4, ikindi
4, akşam namazı 3, yatsı namazı 4vevitr 3... Kaç etti?
— 20, diyebildi Şahin...
— İbrahim Amca'mn bana öğrettiği derslerde Allah diyor ki;
"Ramazan ayında yaptığınız ibadetleri amel defterlerinize yet­
miş bin olarak yazacağım." Bunu bana annem bile yapmaz.
Bütün masa pür dikkat Mehdi'yi dinliyordu. Şahin ayağa
kalktı.
— Ağa hazırlan bakalım abdest alalım camiye gidelim.
Haydi, kadınlar, erkekler, hepiniz hazırlanın.
— Haklısın ortak. Mehdi hadi sen de al abdestini seni de biz

1581
götürelim.
— Benim abdestım her zaman var Fadıl Amca, Müslüman
insan abdestsiz gezer mi?
Şahin Derya'ya baktığında yüzündeki endişeyi gördü. Sonra
Mehdi'ye baktı. İçinden düşünüyordu. Bu yaşta bir çocuk ve
söylediği her şey çok mantıklıydı. Masadan uzaklaştığında
mırıldandı.
— Biz kendi durumumuz için endişe duyacağımıza, bize
doğru yolu gösteren çocuğa hayret ediyoruz...

"Berzah'ta Ali çay bahçesinde İbrahim P aşa ile sohbet edi­


yordu.
— HazeVden haber var mı Ali?
— Henüz y ok paşam , siz yüzyıllardır alam adınız benden
birkaç yılda mı bekliyorsunuz? - dedi gülümseyerek.
— Ben senin aşkını dinleyince, H atice Sultan'ı neredeyse hiç
sevmediğimi hissettim . Bizim aşkım ızda o ya da ben hata yap­
saydık bunun ikinci bir telafisi olmazdı. Şendeki nasıl bir
a şk sa ...
— Kimileri gururunun yettiği yere kadar seviyor, kim ileri
ömrünün yettiği kadar paşam . Ben dünya hayatında şunu
gördüm, insanlar aşkı hep ik i zıt kutup halinde yaşıyor. Ya
Allah'a Şartsız Koşarcasına, Ya da Allah'a Şirk K oşarcasına...
Ve ben İkincisini yaptım.
— Neden öyle düşünüyorsun ki?
— Nerede görülmüş bir kulu Hak'tan daha çok sevm ek paşa?
Yaratanından daha çok yaratılan mı sevilirm iş...
Cevap vermedi paşa. İbrahim Efendi içeri girip selam verdi.
Ali hemen ayağa kalkıp saygısını gösterdi. P aşa sordu;
— Hep görüyorum bu zat kim?
— O da benim Sultanım p aşa... H adi bana m üsaade...
Hemen efendinin yanına gitti. P aşa şaşkın bakışlarla ikisini
süzüyordu.
— Hoş geldiniz efendim . İsterseniz dışarıda oturalım bugün
burası çok k a la b a lık .
— Olur, hatta hadi nehir kıyısına gidelim .
Nehir kıyısına geldiklerinde önce efendi oturdu. A li geriye
dönerek iki çay alıp geldi.
— Ben oruçluyum Ali?
— Oruç?
— Evet ramazanın ikinci günü bugün.
— Ama burada kim se oruçlu değil.
— Oruç dünyaya a it bir görevdi. Boş ver şim di nasıl gidiyor
işler.
— Özür dilerim efendim . Özür dilerim . Bir şey soracağım .
S îz Cennet henüz kurulmadı dem iştiniz.
— Evet... Henüz kurulmadı.
— Cennet kurulm adıysa H azreti Âdem hangi Cennetten
kovuldu?
— O cenneti A llah Âdem için özel olarak yapm ıştı.
— Özei olarak cennet mi yapılıyor?
— Yapılamaz mı? Şimdi az önce yanında ki paşadan örnek
verelim. Ne yaptı Süleyman, kız kardeşini İbrahim 'e verdiğinde
bir de onlara saray vermedi mi?
— Evet... Verdi.
— Fakir birisi için saray nedir?
— Cennettir.
— E bir padişahın kardeşi için yaptığını A llah peygam beri
için neden yapmasın?
— Peki, R abbim iz neden cenneti kurmuyor?
— Daha v akit var, şimdi kurulursa eskir.
— Cennet mi eskir?
— Köyde dedelerimizin yaptığı binalarla babalarım ızın
yaptığı binalar arasında daha modernlik, yenilik, görsellik
olmuyor mu?

1601
— Oluyor efendim.
— İnsanlar dünyayı nasıl eskitebiliyorsa cennet de şim di
kurulmuş olursa eskir. Hem insan nasıl evini kendi zevkine göre
yapabiliyorsa cennetini de insan kendisi h azırlay acak... Tabi
cehennemini de...
— H aklısınız efendim, çok haklısın ız. Bu arada padişah
dedik aklım a bir soru daha takıld ı. Cennette yine bunların
padişahlıktan devam edecek mi? Ya da Cumhurbaşkanlannın
şanı falan .
— Cumhurbaşkanı em ekli olduğunda devam ediyor mu? Ya
da başka birisi tahta geçtiğinde?
— Hayır, etm iyor...
— O zaman?
— Yani herkes eşit mi?
— Şöyle anlatayım , herkes eşit denmez tam olarak am a
orada üstünlük dünyada verdiğin sınava göre olacak. M esela
bizim zam anım ızın en zengini kimdi, Sakıp Sabancı. Nerede
oturuyordu? K öşklerde... Neden? Çünkü parası çoktu, zengindi.
İşte ibadet ve takv a bakım ından zengin olan lar cennette daha
iyi yerlerde oturacak.
İbrahim Efendi elini suya soktu . Su dalgalandı ve duruldu.
Yeryüzüne pencere açıldı. M ehdi bahçede oturmuş uzaklara
bakıyordu. A li M ehdi'yi görünce gözleri doldu. Sesi titremeye
başladı.
— Mehdi, oğlum... Ne yapıyor efendim orada?
— İftar saatin i ve beni bekliyor. H adi bakalım bekletm eye­
lim, iftar sözüm var ona.
Ali sudan gözünü ayırmamtştı. M ehdi birden ayağa k a lk a ­
rak sevinçle koşm aya başladı. İbrahim EfendVye sarıldı. Ali
yanına baktığında İbrahim Efendi'yi göremedi. Mırıldandı.
— Ah efendim, sizi bana gösteren rüyaya, sizi bana getiren
o güne elim de olsa neler vermezdim. Bana Rabbim in verdiği en
güzel dpstsunuz."
Şahin sabah geldiğinde aralık olan kapıdan Dilem'in sesini
duydu. Dilem'in dudaklarından çıkan belki onlarca kelime
vardı, fakat onun duyduğu sadece birisi oldu... "Canım." O an
ağzından giren dikenli bir tel sanki midesine kadar indi.
Duraksadı, dinlemeye başladı.
— Haftaya geliyorum Malatya'ya. Bol bol görüşürüz. Elbette
ben de özledim tatlım. Olur, onu da yaparız. Tamam, bana o da
uyar. Cammmmm. Ay kıyamam ben sana.
Dayanamadı. İçeri girdi, Dilem'in elinden telefonu alıp kendi
kulağma götürdü. Konuşan bir erkekti. Telefonda hala Dilem
olduğunu sanarak sevgi sözcükleri mırıldanıyordu. Bütün öfke­
si kabardı.
— Kimsin sen? Diye sordu Şahin
— Sen de kimsin?
— Sana soruyorum! Kimsin sen?
Dilem ilk şoku attı. Şahin'i tamyordu, yapabileceklerini biliy­
ordu. Telefondaki ses tanımıyor ve hala Şahin'e ukalalıklar
taslıyordu. Dilem yalvarırcasına konuştu.
— Ercan... Ercan o. Lütfen telefonu bana ver. Ben her şeyi
anlatırım. Söz veriyorum, her şeyi anlatacağım.
Bu öfke iki gözle dinecek gibi değildi. Telefonu uzattı. Dilem
telefonu kapattı. Şahin'e korkulu gözlerle bakıyordu.
— Seni dinliyorum!
— Ercan... Benim erkek arkadaşım. Yani şu an değil. 8 yıldır
birlikteydik ama ayrıldık. O yine barışmak istiyor. Ben bitsin
istiyorum fakat bazı sebeplerden dolayı bitmiyor.
— Nasıl bitmesini istemek bu? Camm, tatlım sözleri geçen
ilişki bitmesini istediğin ilişki mi? Benimle oyun oynama!
Öfkesi dinecek gibi değildi.
— İnan sandığın gibi değil. Lütfen sakinleş.
Eli ile susmasını işaret eti. Alnını avucunun içine aldı.
Gözlerini kapattı. Az önceki konuşmaları hafızasında yeninde
canlanıyordu. Gözlerini açmadan öfkeli ama sakin bir ses tonu
ile konuştu.

1621
— 15 dakikan var. 15 dakika sonra geldiğimde seni buralar­
da görürsem önce seni gebertirim, sonra o Ercan kimse onu.
— Ama...
— Sadece 15 dakika... Hiç çekinmem yaparım.
Odasma geçti. İçindeki öfke mi, kıskançlık mı kestirmeye
çalışıyordu. Tek avucu ile yüzünü kapattı. İçeri Süreyya girdi.
— Şahin konuşabilir miyiz?
— Şimdi değil, dedi parmaklan arasından çıkardığı tek gözü
ile bakarak.
— Ama önemli.
— Şimdi değil dedim.
-Ş a h .
— Çık dışarıya kadmî Sen laftan anlamıyor musun? Bir
kerede bir şeyi bir kere denildiğinde yap!
Başı ağrıyordu, gözleri ağrıyordu, en kötü olan derinlik­
lerinde bir yer acıyordu. Kapısı yeniden açıldı. Elini yüzünden
çekti, öfkesini kusacaktı ki gelenin Mirza olduğunu gördü.
Mirza onu tek anlayandı. Yüzünü görünce hemen kapıyı kap­
atıp çıkmak istedi.
— Mirza! Gel...
— Efendim sonrada gelebilirim. Ben sizi merak etmiştim.
— Yok Mirza gel, zaten bu dünyada beni anlayan tek kişisin.
— Teşekkür ederim efendim, bunu sizden duymak çok
mutlu etti beni.
— Otur, dedi ve her şeyi anlattı.
— Efendim, isterseniz ben kimse o adam bulup durumu
halledebilirim.
— Hayır Mirza... Kimse o, hata onun değil. Hata kimsenin
değil, hata benim. Ali ile bana ana ve Allah aşkından başka aşk
haram... Hoş, daha bunların bile hakkım veremezken başka aşk
neyimeyse... Uçağı hazırla yurt dışındaki şirketleri dolaşalım
birkaç gün, uzak kalmak istiyorum buralardan...
Mirza çıktığında Ali'nin fotoğrafına gözü takıldı...
— Seninle benim, bu dünyada ki en büyük sınavımız
sevdiğimiz kadınlan paylaşmak oldu dostum. Sırf bu acımızdan
dolayı Cehennem bile bizi yakmaya utanacaktır.
Ayağa kalktı, duvarda bulunan haritaya yaklaştı. İşaret par­
mağım Malatya şehrinin üzerine koyarak yüzünü okşar gibi
hareket ettirdi. Titreyen bir ses ile mırıldandı.
— Hoşçakal Gönül Masalım...

Şahin yurt dışma çıktığında şirketin yönetim yetkisi Derya'ya


geçmişti. Süreyya yanma geldi.
— Meslektaşım nasılsın?
— Süreyya Hanım hoş geldiniz buyurun.
— Önce anlaşalım, hanım falan yok. Sadece Süreyya.
Anlaştıysak kahveni içebilirim.
— Peki, dedi gülümseyerek. Sonra telefonda kahvelerini
söyledi.
— Derya, Şahin yok, uzun bir süre gelmeyecekmiş. Şimdiye
kadar bekledim kendisi ile görüşmek için ama zamanımda
kalmadı. Kimsesiz çocuklar için kurduğumuz bir vakıf var. Her
yıl birkaç arkadaş babasız ve annesiz kalan çocukları tespit
ederek yardımcı oluyoruz.
— Bu çok güzel bir şey.
— Evet, gerçekten çok güzel. Hele ikimiz de çocuklarım
babasız büyüttüğümüzü düşünürsek... Bu sene yardım ede­
ceğimiz çocuklar belli oldu. Para yardımı yapmamız gerekiyor
fakat Şahin ortalıkta yok. Ne zaman geleceği de belli değil.
— Benim yapabileceğim bir şey var mı?
— Aslmda var, sende imza yetkisi var. Onay verirsen par­
alarını yatırmış oluruz.
— Ne kadar bir para bu?
— 20 milyon TL.
— Çokmuş...

1641
— Bize göre çok değil Derya. Her yıl bunun 50 katını bağış
yapıyoruz biz.
— Yine de Şahin'e danışmamız gerekir diye düşünüyorum.
— Tamam, ulaşmaya çalışalım o zaman.
O sırada Süreyya'nın telefonu çaldı.
— Efendim canım, teşekkür ederim sen nasılsın? Şimdi o
konuyu konuşuyordum. Bizim başkan yurt dışında. Öyle mi?
Hadi ya. Tamam o zaman benim evimi bir emlakçı istiyordu
hemen nakite çevirirse oradan hallederim canım. Evet, çünkü
hatalı benim. Yok yok, bakarım yeni bir tane. Dur arayacağım
ben seni.
Telefonu kapattığında odadan çıkmak için kalktı. Derya
koltuğundan kalkarak yanma geldi.

— Dur Süreyya ne yapıyorsun? Ne evi satması? Bu kadar acil


mi?
— Evet acil, bunu anlatması çok zor camm. Ben çıkıyorum.
— Dur, dur, tamam ben hallederim. Özür dilerim, ben buna
sebep olmak istemezdim. Telefonu kaldırdı Göker'i yanma
çağırdı.
Göker, bir çek yaprağı getir bana, imzalayacağım. Süreyya
Hanım'a teslim edersin.
— Hemen efendim. Meblağ ne kadar olacak?
— 20 milyon
— Anlamadım?
— Nesini anlamadın Göker? Diye sordu Süreyya.
— Şahin Bey'in haberi var mı?
— Göker sen denileni yap! diye çıkıştı Süreyya.
— Tamam Göker, sen yaz getir sorumluluk bana ait.
— Peki efendim.
— Çok teşekkür ederim Derya. İnan çok mutlu ettin beni.
Arkadaşlarımızda mutlu olacaktır.
— Bir gün demeğinizi ziyaret etmek isterim.
— Çok mutlu oluruz, ben kalkayım muhasebeden alırım.
Tekrar teşekkür ederim tatlım.

Fadıl, Şahin'in yurtdışı dönüşünde Urfa'da bir sıra gecesi


düzenlemişti. Birçok yöneticinin ve iş ortaklarının katıldığı ge­
ceye Dilem'de geldi.
— Ortak beğendin mi gecemizi?
— Ağalık böyle bir şey...
— Artık evlen de böyle bir düğün yapalım, dedi Dilem'e
bakarak.
— Kısmetimizde varsa olur ağa.
— Kısmet burada Şahin. Aranızda ne geçti ne o anlatıyor ne
sen. Ama ben o kıza kefilim. Bir anlasam olanı...
— Boş ver ağa bitti gitti...
Ağa kötü bir şeylerin olduğunu sezinledi. Artık olaya gir­
meye karar verdi. Seslendi.
— Dilem! Gel kızım buraya.
— Ağa yapma, dedi Şahin. Kalkmak için hareketlendi ağa
engel oldu.
— Hayır ortak. Bu olaya ben vesile oldum ve ne olduğunu
öğrenmeden bırakmayacağım.
— Efendim Fadıl Amca.
— Otur kızım, neden gelmiyorsun sen yanıma bakayım?
— Kalabalıktı başm.
— Nasıl gidiyor bakalım, patronunda burada selam sabah
yok, neden?
— Patronum bizim selamımızı almaz oldu.
— Verdin mi ki?
— Merhaba Şahin Bey nasılsınız?
Şahin duymazlıktan geldi.
— Bak amca, demiştim. Ben kalkayım kızlar bekliyor.

1661
— Otur oturduğun yerine. Bu mevzu aydınlanacak. Hem de
hemen! Şimdi!
— Aydınlanacak bir durum yok Fadıl Amca. Bir telefon
konuşmam duyuldu, anlamadan dinlenilmeden işime son veril­
di.
— Ne konuşmasıydı bu?
— Hani benim bir arkadaşım vardı. Ercan... Biliyorsun bir
dönem duygusal bir şeylerde paylaştık.
— Ercan ölmedi mi?
— Sayılı günleri kaldı amca... dedi hüzünlü bir ses tonu ile.
— Sayılı?
— Ya amca, biliyorsun o kanser, her gün ölüme bir adım yak­
laşıyor. Bir gün beni aradı, tekrar barışmak istediğini söyledi.
Ben baştan kabul etmedim. Sonra annesi geldi durumu anlattı.
Ben de son günlerini mutsuz geçirmesin diye ona karşılık veri­
yorum o da bundan mutlu oluyor. Anlayacağın oyun oynuyo­
rum.
Şahin duyduklarından şok olmuştu. Dilem haklıydı. Kızı
dinlemek bile istememişti. İçine bir acı düştü. Daha önce öfke­
den bakmadığı gözlere şimdi utancından bakamıyordu.
— Kızım bu oyun sayılmaz. Sen doğru olanı yapıyorsun.
Bunun ikinizle alakası ne?
— İşte telefon konuşmam yanlış anlaşıldı ve işime son veril­
di. Bir açıklama yapmama bile müsaade edilmedi.
Fadıl Şahin'e baktı, Şahin gözlerini yerdeki bir noktaya dik­
miş hareketsiz duruyordu.
— Tamam kızım sen git hadi kızların yanına.
Dilem kalktığında Şahin mırıldandı.
— Allah benim belamı versin. Ben nasıl bir insanım ki sadece
kendi doğrularımı görebiliyorum. Bir şey söyleme ağa, bu utanç
bana fazlasıyla yetti. Diyerek kalktı.
Gecede ortada oynayan insanların yana geldi. El işareti ile
çalanları susturdu.
— Ustam, Mardin'li Güzel Yârim diye bir şarkı duymuştum
dayım Ali Aşiroğlu'ndan. Sonra onun asimin Urfa'lı Güzel
Yârim olduğunu öğrenmiştim.
— Doğrudur Şahin Bey, aslı öyledir.
— O zaman çalar mısın onu?
Şarkı başladığında Şahin Dilem'in yanma gitti. Ceketinin
düğmesini ekledi. Kızın gözlerine baktı. Sağ elini avucu açık
şekilde uzattı.
— Bizim oralarda erkekler kızları dansa kaldırır. Burada
hava başka, ortam başka... Benimle oynar mısın?
— Onur duyarım patronum...
Ortada oynayan iki bedeni herkes hayranlıkla izlerken iki
kişi vardı ki, bütün gözlerden daha farklı izliyordu. Biri Fadıl,
diğeri Süreyya Gazel'di. Oyun bitip masaya geldiğinde Hazel
geldi yanma.
— Dayının! Sen beni unuttun ama... Başka kızlar beni sana
unutturdu.
— Benim güzel gözlüm... Sana bir sır vereyim mi ben?
— Hı hı...
— Seni bana değil başka kızlar, bu dünyada hiçbir şey unut­
turamaz. Sen benim biriciğimsin, tekimsin, sevgilimsin, camın­
sın, bitanemsin... Gördüğüm en güzel kızsın. Sana ben kurban
olurum.
Bu sözler Hazel'in o kadar hoşuna gitmişti ki, eğer mutlu­
luğun bir resmi olmuş olsaydı, şu an Hazel'in yüzündeki ifade
buna en güzel ve en doğru örnek olurdu. Sıkıca sarıldı Şahin'e.
Sımsıkı...
— Ben de seni çok ama çok seviyorum dayıcığım.
— Bu güzel hanım benimle dans eder mi?
— Ama dans müziği çalabilir mi ki bu amcalar?
— Senin gibi güzeli yanımda gördüklerinde çalacaklardır.
— Hihihihihi
— Ustam, ben bu güzel hanımla dans etmek istiyorum. Bu

1681
hanım kadar güzel şarkınız var mı?
— Küçük hanım kadar güzel şarkıyı henüz besteleyen
olmadı. Ama elimizden geleni yaparız.
Küçük Hazel mest olmuştu. Küçücük kalbi hızla atıyordu.
Boyu yetişmediğinden Şahin7in beline sarıldı, başmı kamına
bastırdı. Şahin saçlarını okşuyordu. Derya ve Mehdi bu manzara
karşısmda gülümsüyordu. Şahin bir el hissetti, döndüğünde
Mehdi duruyordu.
— Bu güzel hanımla ben de dans etmek istiyorum.
— Ohooo, hemen rakiplerim çıkmaya başladı.
— Sen benim gönlümdeki tek erkeksin dayı. Sen etme
demezsen ben kimseyle etmem.
— Yok, yok. Bu yakışıklı oğlanı geri çevirmek olmaz şimdi.
Hadi siz edin bakalım.
Mehdi ve Hazel... Kader bu iki hayat için o kadar çok şey
yazmıştı ki... Belki de yaşayacakları hayat boyunca en mutlu
anları sadece bu dans olarak kalacaktı.

Sabah konakta kahvaltı için bir koşuşturmaca vardı. Şahin


yüzünü yıkamak için çıktığında Dilem'i gördü. Ne olursa olsun
bu kızı gördüğünde kalbi bir başka atıyordu. Başmı çevirdi
bahçede bir masaya oturdu. Fadıl yanma geldi.
— Ortak, hala gönül karşı tarafa akıyor da set kurmaya çalışır
gibisin.
— Akmamalı ağa, akmamak. Bir kere aktı attan düşmüşe
döndük...
— Aşk böyledir. At ne kelime, uçurumdan düşmüş gibi olur­
sun. İşte bu yüzden sevgiliye yar denir...
— Ağa bazen sen de şair kesiliyorsun... Ama bu lafım
beğendim. Çok doğru. Yar...
— Ben yine söylüyorum barışın. Hem kızın günahım haksız
yere almışsın.
— Boş ver ağa. Bitti gitti.
— Peki, bu arada yolculuk ne zaman? Kalın biraz daha.
— Bugün, Mirza kadınları ve çocukları havaalanına bıraka­
cak, biz onunla kara yolu ile gideceğiz. Uğrayacağımız iller ve
şirketler var.
— Adamlardan bir kaçını vereyim Mirza'nın yanma.
— Aslında iyi olur... Eyvallah ağa...
— Hadi bakalım ortak birer kahve içelim.
Yolculuk hazırlıkları sürerken Süreyya yanlarına geldi.
— Şahin ben kendimi iyi hissetmiyorum hastaneye gide­
ceğim.
— Çok mu kötüsün? İstanbul'da giderdin.
— Bu halimle hiç uçağa binecek havamda değilim. Yetişirsem
yine giderim yetişemezsem sizinle gelirim.
— Peki...
— Hazel burada kalsın ben hastaneye gidip gelene kadar.
— Hazel gitsin diğerleri ile...
*— Yok, yanımda olması daha iyi. Şimdi aklım bir de onda
kalmasın.
— Tamam Mirza'ya söyle birisini göndersin seninle.

1 saat sonra yolcuların içinde oldukları 7 araçlık konvoy kon­


aktan hareket etti. Fadıl misafirini daha iyi ağırlamak için bir saz
ekibi getirtti. Sazlar çalarken iki dost sohbet ediyordu. Şahin
masadaki bardağa uzanacaktı ki sağ elinin üstüne bir su damlası
düştü. Gözlerini havaya kaldırdı. Hava hiç olmayacağı kadar
güneşli ve açıktı. Nereden geldiğini kestirmeye çalıştı. Dilinin
ucunu damlaya getirip değdirdi. Okulda okurken gördüğü
kimya dersinde ki bilgilerini hatırlayıp mırıldandı...
— Bu... Bu gözyaşı...
Tedirgin olmuştu. Sağma soluna baktı. Herkes başka bir
havadaydı. Fadıl'a baktı. Yeniden gözlerini semaya kaldırdı.
Hava gri renkli bulutlarla kapanmaya başlamıştı.

1701
Konvoy Urfa topraklannda ilerlerken çok yukarılardan, arşın
üzerinde onları izleyenler vardı.
Cebrail üzerinde kefeni andıran beyaz bir elbise, endişeli ve
nemli gözlerle kartalı andıran bakışlarını yeryüzüne indirmiş
neredeyse nefes dahi almıyordu. Bir ara başmı sağ tarafa çevir­
di. Tepeden tırnağa siyahlar giyinmiş olan Azrail ile göz göze
geldi. Azrail hüzünlü yüzünü yere indirdi.

Konvoy havaalanı yolu üzerindeki bir mahalleye giriş


yaparken keskin bir ses kulakları deldi. Bir roket konvoyun en
öndeki aracına isabet etti. Araç roketin şiddeti ile havaya kalkıp
takla atarak yere düştü. Ortalık bir anda savaş alanına döndü.
İkinci roket bir evde patladı. Her yerden onlarca mermi yağ­
maya başladı. Mirza araçtan çıkarak Mehdi'nin bulunduğu
araca doğru ilerlemeye başladı. Elinde iki silah, hareket eden her
şeye ateş ediyordu. Mehdi'nin bulunduğu zırhlı aracın sürücüsü
Derya'ya bir kumanda uzattı.
— Ben indikten sonra lütfen kırmızı düğmeye basın. Araç ki­
litlenecektir. Camlar kurşun geçirmezdir. Sizi koruyacaktır. Biz
sizi gelip alacağız. Mehdi korkusundan annesine sarıldı.
— Anne ölecek miyiz?
— Hayır oğlum, Mirza bizi kurtaracaktır.
— Keşke Şahin Dayım olsaydı o zaman bize kimse kötülük
yapamazdı.
Derya hemen telefonuna sarıldı. Şahin'i aradı.
— Derya bir sorun mu var?
— Saldırıya uğradık Şahin! Herkes ölüyor burada. Bir sürü
mermi üstümüze yağıyor. Sana yalvarıyorum Mehdi'yi kurtar!
Burası cehennem gibi, ne olur Mehdi'mi kurtar...
— Neredesiniz?
— Bilmiyorum bir köy gibi yerin girişindeyiz.
O sırada bir el bombası aracın altında patladı. Araç yanmaya
başlamıştı. Sıcaklık ve duman aracın içine işlemeye başladı.
Derya telefonu atarak düğmeye bastı. Mehdi'yi kucaklayarak
dışarı çıktı. Birkaç adım atmıştı ki bir kurşun sırtma isabet etti.
Mehdi ile birlikte yere yıkıldı. Mehdi düştüğü yerden emekle­
yerek annesinin yanına geldi.

— Mehdi kaç oğlum, kaç!


— Hayır anne seni bırakmam. Kalk! Nolur kalk geliyorlar.
— Mehdi git. Yalvarırım git.
— Gitmem, seni almadan gitmem anne.
Bir beden belirdi yanlarından. Ölüm kusmaya hazır bir
namlu Mehdi'ye doğrultuldu. Derya son gücü ile adamın ayak­
larına sarılınca namlu Derya'yı hedef aldı. Adam ikinci mermiyi
Mehdi'ye sıkacaktı ki Mirza'nın kurşunu ile yere yıkıldı. Mirza
Mehdi'yi kucaklamak istedi. Mehdi annesinin bedenine ellerini
geçirmiş bırakmıyordu.
— Mehdi bırak, ben gelip alacağım anneni.
— Hayır anne kalk! Annemi bırakmam!
— Mehdi ben alacağım lütfen bırak!
Mirza zorlayarak kucağına aldı. Birkaç adım atmıştı ki omzu­
na bir kurşun isabet etti. Geriye dönüp ateş etmek istedi bir
kurşun da göğsüne isabet etti. Dizlerinin üstüne çöktü. Yavaşça
Mehdi'yi yere bıraktı.
— Kaç Mehdi, dedi ve yüzükoyun yere düştü. Mehdi yine
annesinin yanma koştu. Minicik avuçlarım annesinin bedenine
bastırdı. Son bir umut ile haykırdı;
"Yusuf! Annemi öldürüyorlar, Yusuf yetiş! Yusuf!"
Ve Cebrail belirdi semalarda, iki dev kanadı açık...
Elinde Hazreti Ali'nin Zülfikar’ı...
Hemen arkasında Mikail, yerle gök arasında bir yerde.
Dönmeye başladı kendi ekseninde... O döndükçe rüzgârlar top­
landı etrafma...
Mikail'in dudakları ile Sur arasında artık sadece milimler
mesafe...
Ve Azrail...

1721
Yaratıldığı günden beri hiç olmadığı kadar acımasız... Daha
Zülfikar inmeden söküp alıyor ruhları...
Bir ses yankılandı kâinatta, "Arş üzerindeki hâkimiyetime
yemin ederim ki, benim sevdiğime dil dahi uzatana ben harp
ilan ederim!"
Ve Cebrail'in şefkat dolu sesi...
"Yetiştim dostum, sen iste ben hepsini helak edeyim, sen iste
bu dünyayı tersine çevireyim... Sen iste dostum, senin için arşı
gökleri indireyim..."
Bir cümle çıktı dudaklarmm arasından... Tek bir cümle, tek
bir istek...
"Ben, annemi istiyorum."
Cebrail başını Derya'ya çevirdi. Azrail hemen başucunda
görev için bekliyordu. Kısık sesi ile yalvaran gözlerle seslendi
dostuna...
"Yapma..."
Azrail hüzün dolu bakışlarım Derya'ya çevirdi. Sağ avucunu
açarak eğildi. Avucu ile Derya'nın bedeni arasında az bir mesafe
kalmıştı ki durdu. Gözlerini Mehdi'ye çevirdi. Masmavi gözler
gözyaşları içinde kaybolmuştu. Ayağa kalktı ve uzaklaştı.

Şahin konakta bulduğu ilk araca atlamış son sürat çatışmanın


olduğu yere doğru ilerliyordu. Arkasından Fadıl Ağa ve
adamları geliyordu. Çatışma alanının olduğu yerde hortum
denilecek şekilde bir toz bulutu yükseliyordu. Uzaktan dahi
duyulan silah sesleri bir savaşı andırıyordu. Şahin tereddüt bile
etmeden toz bulutunun içine girdi. Araçta ki iki otomatik silahı
almış kontrolsüzce her yere ateş ediyor ve bağırıyordu.
— Mehdi! Derya! Mirza! Mehdi
— Buradayım Şahin Dayı.
Sesin geldiği yere doğru gitti. Mehdi bir sokağa girmiş
gözyaşları içindeydi. Şahin'i görünce sarıldı.
—, Annemi öldürdüler Şahin Dayı. Mirza Amca'yı da
öldürdüler.
Şahin elleri ile Mehdi'nin bedenini okşuyor yara olup
olmadığım kontrol ediyordu.
— Dur sakin ol Mehdi. Gel ben seni buradan uzaklaştırayım.
Kucağma aldığı Mehdi'yi araca götürürken uzaktan yerde
yatan Mirza'yı gördü. İçi parçalandı. Durmadı, araca atladığı
gibi Mehdi'yi sahip olduğu otellerden birisine getirdi.
— Bu çocuk ne pahasına olursa olsun korunacak. Ben hemen
geliyorum. Adamların sayısını arttırın.
Hızla saldırının olduğu yere geri döndü. Silah sesleri dur­
muştu. Toz bulutu kalkmaya başladığında yerde yatan onlarca
cansız ceset vardı.
— Aman Allah'ım! Diyebildi fısıldamasına. İlk Mirza'yı
gördü. Kucakladığı gibi bir araca koydu.
— Hemen hastaneye yetiştirin! Hemen... Sonra Derya'yı
gördü. Yanına geldiğinde öldüğünü sandı. Siren sesleri geliyor­
du. Ambulansların yanında güvenlik güçleri de olay yerine
gelmişti. Polis amiri bağırıyor sağa sola emirler yağdırıyordu.
Şahin hışımla kalkarak amirin suratına bir yumruk patlattı.
— Dalga mı geçiyorsun ulan sen! Bu kadar insan öldükten
sonra mı geliyorsun?
Diğer polisler Şahin'e hamle ettiler. Fadıl7m sesi duyuldu.
— Bırakın onu!
— Ağa ben görevi başmda bir memurum ve bu adam bana
saldırdı.
— Ölmediğine dua et amir! Hadi görevini yap ya da ben
müdürünü arayıp konuşayım.
Bir sedye Derya'yı taşıyordu. Şahin perişan gözlerle sedyenin
gidişini izledi. Sonra vurulduğu yere geldi. Kanı hala sıcaktı,
işaret parmağını bastırdı.
— Özür dilerim, çok özür dilerim. Yetişemedim... Keşke ben
ölseydim... Elimden bir şey gelmiyor. Bunu yapanlara bu
dünyaya cehennem edeceğim.
Biraz ileride yaralı halde yatan bir saldırganın sesini duydu.
Sürekli aynı şeyleri tekrarlıyordu.

1741
— O çocuk şeytan, o çocuk büyücü. O şeytan.
Yaralının yanma gittiğinde adam son nefesini verdi. Gözleri
kocamandı ve kapanmıyordu. Hastaneye geldiğinde ortalık can
pazarı gibiydi. Başhekimin odasma çıktı.
— Mirza'nm durumu nasıl?
— Elimizden geleni yaptık. Hayati tehlikesi devam ediyor.
Allah'tan ümit kesilmez. Derya Hanım’ı yoğun bakıma aldık acil
kan lazım.
— Ne? Derya yaşıyor mu?
— Evet ama durumu çok ağır... Allah... diyecekti ki Şahin sesi
ile sustu.
— Bırak bana klasik laflar etmeyi doktor! Onlardan birisi
ölürse eğer, aynı gün gazetelerde senin de ölüm haberin çıkar
bilesin!
Mirza'nm yattığı odanın önüne geldi. Camdan baktığında
solunum cihazlarına bağlı yatarken gördü. Yüzü ekşidi. İçi acıdı.
Onun için Mirza güçtü, güvendi. Onun için Mirza ölümsüzlük­
tü. Şimdi karşısında hareketsiz yatıyordu. Gözyaşlarına hâkim
olamadı. Yalvarırcasına mırıldandı...
— Kalk dostum, sana ihtiyacım var. Eğer sen gidersen ben hiç
olurum. Sen gidersen ben kaybederim. Ben kaybedersem bu
ülke kaybeder.
Derya'nm yattığı odamn önüne geldiğinde omzunda bir el
hissetti. Gelen Fadıl'dı.
— Şahin... Çok üzgünüm. Ne desem boş... İçim en az senin
kadar acıyor. Bütün adamlarımı seferber ettim. Bunu yapanlar
cezasız kalmayacak.
Fadıl'ın omzundaki elini silkinerek attı. Yüzündeki acı gitmiş
yerini öfke almıştı.
— Biz sana emanettik ağa! Ailem sana emanetti. Kanımız,
canımız sana emanetti. Ölen kadını benden korumaya gücün
vardı da, burada korumaya mı yetmedi? Yoksa sen de mi bu işin
içindesin?
— Ne diyorsun Şahin?
— Şunu diyorum ağa! Bu topraklar ailemden dökülen kanın
bedelini çok ağır Ödeyecek!
Yürümeye başladı. Fadıl umutsuzca seslendi.
— Ortak...
Adımlarını durdurdu. Yere düşen bakışlarını kaldırıp ileriye
baktı.
— Ortaklık... Bitmiştir ağa!
Otele geldiğinde yaşadıklarına hala inanmıyordu.
Televizyonu açtı. Olay kanallara "Terör örgütü sivillere saldırdı"
diye düşmüş fakat çok küçük haber olarak yer almışü. Lobiye
indiğinde Mirza'nm sağ kolu olan Sait yanma geldi.
— Şahin Bey?
— Sen kimdin?
— Sait... Mirza'nm yardımcısı.
— Kusura bakma Sait... Ne kadar adam varsa hastaneye
gönder kan lazım acilen.
— Gönderdim efendim, Fadıl Ağa'nın adamları oteli ablu­
kaya aldı. Ne yapmamızı emredersiniz?
— Yeteri kadar insan öldü. Onlardan yanlış hareket
gelmediği sürece hiçbir şey yapmayın.
— Peki efendim.
— Saldırganlardan haber var mı?
— Henüz yok ama araştırıyoruz. Kullanılan silahların hepsi
terör örgütüne ait. Kişilerin kimlikleri tespit edilmeye çalışılıyor.
Lâkin ilginç bir konu var efendim.
— Nedir?
— Örgüt elemanlarının çoğu kesiklerle ölmüş. Yani bir kılıç
ya da büyük bir bıçakla...
— Mirza olabilir Sait. Kendine gelsin sorarız olan biteni. Sen
hastaneye iyi adamlardan yerleştir.
Adamlardan birisi Mehdi'yi getirdi.
— Şahin Dayı...

1761
— Mehdi, oğlum ben seni unuttum kusura bakma.
— Annem...
Mehdiyi dizine oturttu. Ne diyeceğini bilemiyordu. Mehdi
kendi cevabını verdi.
— Öldü değil mi? Yusuf da kurtaramadı annemi. Oysa
yardım edecekti bana.
— Yusuf?
— Hani anlatıyordum ya okulda arkadaşım diye.
— O burada mıydı?
— Evet, annem vurulunca ben bağınp çağırdım. O da geldi.
Elinde kocaman bir kılıç vardı. Ama annemi kurtaramadı.
— Özür dilerim Mehdi, ben anneni koruyamadım. Ama
annen yaşıyor, Dua etmekten başka şu an elimizden hiç bir şey
gelmiyor.
— Üzülme dayı, İbrahim Amca duaların içten gelerek
yapıldığında geri çevrilmeyeceğini söylüyor. Ben çok dua ettim.
— Evet oğlum... İnşallah bizimkileri de kabul eder.
— Mirza Amca öldü mü?
-- O yaşıyor ama çok hasta Mehdi.
— O beni kurtarmak için geldi. Onu da vurdular. Ben onun
için de dua edeceğim.
Mehdi'nin ağlamaması dikkatini çekmişti. Sonra Yusuf geldi
akima. Ve Sait'in söylediği kılıçla öldürülmüş insanlar...
— Mehdi sen odana git ve ben gelmeden hiç odandan çıkma.
— Tamam...
Araca atladığı gibi çatışmanın olduğu yere geldi. Hala ölüler
toplanıyor güvenlik güçleri deliller arıyordu.
— Durun olay yerine giremezsiniz.
— Ben o olay mahallinden çıktım zaten! Hani sen yokken!
— Durumu zorlaştırmayın.
Vali seslendi.
— Şahin Bey'i bırakın.,.
— Teşekkür ederim.
— Çok üzüldüm Şahin Bey, böyle bir vahşeti kim yapar
anlamış değiliz.
— Elbet çıkacak ortaya...
— Bakın, bu güvenlik güçlerinin işi artık. Lütfen kendi
başmıza hareket etmeyin.
— Yok, sadece benim için değerli olan bir şey düşmüş ona
bakabilir miyim?
— Tabii...
Alanı gezmeye başladı. Sedyede taşman bir ölünün yanma
geldi. Üzerindeki örtüyü açtı. Adamın yüzünün yarısı neredeyse
yoktu. Sanki dev bir bıçak ortadan ikiye ayırmıştı. Yerde
yüzlerce mermi kovanı vardı. Gözlerini kapattı.
— Allah'ım... Bunları yapanların cezasını vermeden benim
canımı alma. Sana yemin ediyorum ki cezalarını verdikten sonra
istediğin gibi bir kul olacağım.

Hastaneye geldiğinde ortalık can pazarı gibiydi. Başhekim


yanma geldi.
— Şahin Bey sizi arıyordum, Mirza Bey elini hareket ettirm­
eye başladı. Bu büyük bir gelişme efendim.
— Bu... Bu çok güzel bir haber... Ya Derya?
— Henüz kendine gelemedi. Ama tedavilerimize karşılık
veriyor.
— Sağ ol... Çok sağ ol doktor...
Mirza'nm yattığı odaya girdi. Yatağın yanma dizlerinin
üstüne çöktü. Bir eli ile Mirza'nm elini tuttu.
— Dostum, koruyucum... Hadi dayan. Sen iki mermi ile
yıkılacak adam değilsin. Biz seninle dünyaya kafa tutmuş
adamlarız. Böyle pes etmek yakışmaz sana. Bunu yapanları
bulacağız ve hesabımızı soracağız. Mirza... Kardeşim...
Ağabeyim... Sakın ölme...
Mirza'nm tuttuğu eli hareket etti. Şahin'in elini sıkmak istedi

178 I
ama gücü yetmedi. Bu, Şahin için çok büyük bir mutluluktu.
— Biliyorum dostum, beni yalmz bırakmayacaksın biliyo­
rum.

"Ali ile İbrahim Efendi Berzah'ta bir ağacın altında oturu­


yorlardıt. Uzaktan İbrahim P aşa göründü.
— Paşa burada ne arıyor ki, diyerek kalkm ak istedi A li.
İbrahim Efendi kolunu tutarak engel oldu. Kendisi kalkarak
paşanın yanına g itti. P aşa bir şeyler konuşarak elinde de bir
kâğıdı İbrahim Efendi'ye verdi. İbrahim Efendi p aşa gidince
Ali'nin yanına geldi. Gözlerinde hüzün vardı. Ali ayağa kalktı,
telaşlı ve tedirgindi.
— Kötü bir şey mi oldu efendim? P aşa neden gelmiş?
— Gelen p aşa değildi Ali, Cebrail'di. Dünya hayatından
haber getirdi.
— Mehdi? Mehdi'ye bir şey mi oldu?

— Efendim lütfen söyleyin. Hazel'e mi bir şey olmuş?


— Mehdi'nin bulunduğu araç konvoyu saldırıya uğramış.
Ç ok ölü varm ış. M ehdi iyiym iş. M irza ve Derya ağır
yaralıym ış.
— Derya... O ölürse oğlum annesiz kalır. Bu acıya dayana­
maz. Aman Allah'ım. O daha küçücük çocuk, dayanam az bu
acıya. Perişan olur.
Başını kaldırdığında İbrahim Efendi yoktu. Ruh gibi yürü­
meye başladı. Ara sıra listeye yeniden bakıyor Derya'ntn adını
gördükçe kahroluyordu. B irkaç adım attı dizlerinin üstüne
çöktü. Yaşlı gözlerini gördüğü gökyüzüne kaldırdı.
— Hani burası Berzah'tı? Hani burada artık acı yoktu? Bana
bu kadar acı neden?"

Şahin otelden dışarı neredeyse çıkmıyordu. Mirza iyileşme


göstermeye başlamıştı. Saldırının üstünden üç gün geçtiği halde
yerli ve yabancı basın saldırı hakkında beklediği yazıları yaz­
mamıştı. Sait yanına geldi.
— Süreyya Hanım ile kızı geldiler.
— Ay Allah! Ben onları unuttum iyice. Hızla lobiye indi.
■— Şahin... Çok üzüldüm, çok...
— Yenge kusura bakma inan kafam allak bullak kimse aklı­
ma gelmedi.
— Önemli değil. Bir gelişme var mı?
— Şahin Dayını.
— Hazel'im, güzel gözlüm gel bakayım çok özledim ben
seni.
Hazel'i dizine oturttu. O sırada akima saldırının olduğu gün
geldi.
—- Yenge iyi ki siz o konvoyda değildiniz.
— Sorma, o kadar şükrettim ki buna.
— Siz neredeydiniz? Kaç gündür?
— Fadıl Ağa bizi aldırdı. Senin kötü bir dönem geçirdiğini
söyledi. Yani bir anlamda bizi de buraya bırakmadı. Telefonun
kapalı sana ulaşamadım.
— Herkes arıyor bir şeyler soruyor sıkıldım kapattım.
Yenge... Fadıl bu saldırının arkasında sanırım.
— Nasıl anlamadım?
— Olayları birleştirdim kaç gündür. Buraya bizi o çağırdı. O
gün adamlarım yanımıza verdi. En önemlisi hatırlıyor musun?
Hani denize açıldığımız gün teknesi ile o geldi Mehdi boğulma
tehlikesi atlattı.
— Valla doğru... Şimdi birleştirince... İyide neden böyle bir
şey yapsın?
— İlk aklıma gelen Doğu şirketi oluyor. Benim hala bir
mirasçım yok. Bana bir şey olsa her şey ya Derya'ya kalacak, ya
Mehdi"ye... Saldırıda ikisine yapıldı.
— Ne yapmayı düşünüyorsun?

1801
— Şu an için bir şey düşünmüyorum ama bu kanların hesabı
Fadıl'ın yanma kalmayacak.
— Mehdi nasıl?
— Ona da şaşkınım zaten, hiç ağlamadı.
— O hala şokta Şahin, içine atıyor. Acısı mutlaka çıkacak.
— Haklısın, şuradan bir kurtulalım bir çözüm bulacağım.
— Neden buradayız hala?
— Belki bir ipucu bulurum diye bekliyorum. Hem Mirza ve
Derya hala hastanede.
— Biz dönelim mi İstanbul'a
— İyi olur yenge, ama ne olur dikkatli olun.
— Mehdi'yi alalım mı giderken?
— Yok, Derya kendine gelirse Mehdi onun için moral olacak­
tır. Sait!
— Buyurun Şahin Bey.
— Helikopteri hazırlayın, Derya Hanım ve Hazel İstanbul'a
gidecek. Dikkatli olun, ailemden bir kişi daha kaybetmek
istemiyorum.
— Tamam efendim.
Derya ile Hazel'i taşıyan helikopter havalanmıştı ki havada
bir helikopter daha belirdi. Şahin telaşlandı.
— Bu ne Sait?
— Sakin olun efendim... Başbakanın helikopteri...
— Yeni mi akima gelmiş? Ben içerideyim.
— Görüşecek misiniz?
— Elbette Sait, sonuçta bu ülkenin başbakanı...
Başbakan Şahin'in yanında geldiğinde tek başınaydı.
— Hoş geldiniz...
— Başımz sağ olsun...
— Amin... Amin...
— Bir gelişme var mı?
— Hayır! Aksine birileri bunu ört bas etmek için elinden
gelen her şeyi yapıyor.
— Emniyet terör örgütünün işi diyor.
— Taşeron onlar ama perdenin arkasında başka birisi var.
— Kim mesela?
— Fadıl Zinciri...
— Emin misiniz? Ben buna mahal vermiyorum.
Şahin olanlan anlattı. Başbakan can kulağı ile dinliyordu.
— Valla şaşırdım, evet anlattıklarınıza bakıldığında öyle
görünüyor ama ben Zinciri'nin böyle alçakça bir şey yapacağına
inanmıyorum. Zira bu bölgede devletimizi en çok destekleyen
kişidir.
— Biz bu ülkeye çok şey kattık, gerek maddi gerek manevi...
Sizden tek ricam bu kahpe saldırının sorumlularını bulmanız.
— Merak etmeyin, suçlular mutlaka bulunacak ve yargı
önünde cezalarım görecektir.
— Hayır... Onların cezalarım bizzat ben vereceğim...
— Sakm... Bu ülke hukuk devletidir. Böyle bir şey konuş­
mamış olalım. Her gelişmeden sizi haberdar edeceğim. Şimdilik
hoşça kaim.
Helikopter havalandığında Şahin tıpkı yıllar önce Ege'yi
taşıyan helikopteri izleyen bakışlar ile bakıyordu. Kalbindeki
öfke gözlerine hükmediyordu. Mırıldandı.
— Sen öyle san başbakan. Haberin yok ki, bu saldırırım
arkasında kim olursa olsun ona Cehennem'i yaşatacağım. Bu
sen bile olsan!
— Şahin Bey!
— Hayırdır Sait?
— İbrahim Bey diye biri gelmiş sizi görmek istiyormuş.
Şahin ana kapıya yöneldi. Başbakanı bile karşılamazken
İbrahim adım duyduğunda koşarcasına gitmesi Sait'i şaşırt­
mıştı.
— Hoş geldiniz...

1821
— Şahin*.. Çok üzüldüm ama hemen gelemedim.
— Ne demek, şu an bile gelmiş olmanız bana inanılmaz bir
huzur verdi.
— İbrahim Amcaaaaa...
— Mehdi?
Mehdi koşarak gelip İbrahim Efendi'ye sarıldı. Günlerdir
normal davranan çocuk başını koyduğu bedende hıçkırıklar
içinde ağlamaya başladı.
— Annemi vurdular... Yusuf ve Mirza Amca kurtarmaya
çalıştı ama yine de vurdular. Anneme götür beni İbrahim Amca.
— Mehdi, gel hadi içeride oturup konuşalım biraz.
Mehdi ve İbrahim Efendi içeri girdiklerinde Şahin şaşkın
gözlerle onlan izliyordu. Sait'in sesi ile kendine geldi.
— Efendim... Fadıl Ağa gelmek istiyormuş.
— Benim öyle bir tanıdığım yok Sait. Ben içerideyim.
— Anladım efendim... Bu arada Süreyya Hanım'lar sağ
salim varmışlar...
— Teşekkürler Sait. Bu arada hani gerekirse ne kadar adam
bulabilirsin?
— Siz isteyin ben ordu kurarım.
— Güzel... Güzel... Ordunu kur, benden haber bekle.
İçeri girdiğinde İbrahim Efendi ile Mehdi sohbet ediyordu.
Mehdi'nin ağlaması kesilmişti. Yanlarına gelip oturdu.
— Yani Yusuf da annesiz mi büyüdü?
— Birçok insan annesiz büyür Mehdi. Allah sevdiği anneleri
burada kötülük görmesinler diye yanma alır. Ölmek yok olmak
değildir. Bak mesela nasıl bir kiraz çekirdeğini toprağa gömersin
sonra fidan çıkar ağaç olur meyve verir... insanoğlu da öyledir.
Ölüm yok olmak değil yeniden, sonsuz olarak doğmaktır.
Annen ölmüş bile olsa seni her zaman görecektir.
— Doğrumu bu?
— Benim hiç yalan söylediğimi gördün mü?
— Hayır...
— insanlar öldüklerinde gittikleri yerde sevdiklerini görür,
haberdar olurlar. Hadi sen şimdi odana çık biz Şahin Dayınla
konuşalım biraz.
— Tamam... Ama beni almadan gitme.
— Tamam... Tamam...
Mehdi yanlarından ayrılınca bir müddet sessiz kaldılar.
Sessizliği İbrahim Efendi bozdu.

— Derya nasıl, kendine gelebildi mi?


— Henüz değil.
— Mehdi için Derya yaşayacaktır.
— Mehdi kim?
_?
— Daha çocuk yaşta ama konuşmaları kültürlü ve olgun
birisi gibi. îslami konularda anlattığı hikâyeler müthiş ötesi... En
önemlisi saldırının olduğu gün neredeyse orada bulunan herkes
ölmüşken burnu bile kanamadan kurtulması. Ve Yusuf. Ve
kılıçla doğranmış adamlar. Biraz daha geriye gidersek annean­
nemle mezarmda konuşması. Hangisini sayayım.
— Çay var mı?
— Efendim?
— Çay... O kadar yol geldik bir çay bile ikram etmedin
Şahin.
— Haklısınız... Buraya çay getirin.
İbrahim Efendi konuşmadan birkaç yudum aldı çayından.
Cebinden bir yüzük çıkardı sehpaya koydu.
— Kutup diye bir şey duydun mu?
— Kuzey ve Güney değil samrım...
Gülümsedi İbrahim Efendi.
— Annenin sohbetlerini unutmuşsun Şahin.
— Ahhh, evet... Kutup, zamanın kutupları.
— Kutuplan değil Şahin. Kutup her zaman birdir. Mehdi
yeni yüzyılın kutbudur. Peygamberin vekilidir ve O'nun ilmini,
O'nun nurunu taşır.
— Ömer ve Ali gibi mi?
— Evet...
— Kutupların peygamber soyundan geldiklerini duymuş­
tum.
— Doğrudur.
— Dayım peygamber soyundan mı?
— Hayır, Derya...
— Bu kadar işaret boşa değilmiş...
— Omzunda mühür taşır.
— Evet. Onu görmüştüm ve doğum lekesi sanmıştım. Bu
yüzden mi öldürmek istediler?
— Bu kimin öldürmek istediğine bağlı. Kimler var işin içinde
öğrenebildin mi?
— Terör örgütü taşeron ama işin başında Fadıl var.
İbrahim Efendi'nim yüzü değişti. Çayından bir yudum aldı
arkasma yaslandı.
— Fadıl böyle bir alçaklığı yapacak adam değildir. Ama kim
yaptıysa hedefine ulaşmış. Görünen o. Fadıl ile aramzm bozul­
ması hem ikinize hem bu devlete zarar verir. Bence hemen karar
verme, iyice düşün.
— Kesin delillerim var.
— Delil birilerinin bıraktığı işaretlerdir. Belki de öyle göre­
ceğin şekilde bıraktılar.
— Sizin aklınıza gelen birisi var mı?
Son yudumunu alp ayağa kalktı.
— Bu konuda bir bilgim yok ama sana yol gösterecek bir
ipucu vereyim Ali'nin sözünü hatırla. "İnsanı sadece en yakının­
daki yok eder..."
İbrahim Efendi dışarı çıktığında yanına Cebrail (as) yak­
laşarak selam verdi. Birlikte yürümeye başladılar.
— Anlat bakalım ey Cebrail, bu 7. kattan kaçıncı hızlı inişin­
di?
— Dördüncü efendim.
— Öncekiler nelerdi?
— İbrahim Peygamber ateşe atılırken Allah (c c) bana dedi ki
'Sor bakalım İbrahim’in bizden bir dileği var mıdır?' O sırada
İbrahim ateşe atılmış şekilde havada ilerliyordu. Hemen süratle
indim yeryüzüne ve İbrahim e sordum, 'Var mıdır Rabbinden
istediğin bir şey? İbrahim Peygamber cevapladı, 'Çekil çekil
Rabbimden geldiyse Başım üstüne.' Bunun üzerine Yaradan
emretti 'Ateşe serin ol yere yumuşak ol' dedi.
— Ya İkincisi?
— İbrahim Peygamber oğlu İsmail’i kurban edeceğinde
bıçağın keskin yerini değil sırt tarafım İsmail'in boğazına sürtü­
yordu kesmek için Tam farkına vardı ve bıçağı ters çevirip
İsmail'in boğazına değdireceği sıra Rabbim emretti 'Yetiş Ceb­
rail, al şu iki koçu İbrahim bunları kurban etsin' dedi. İşte o sıra­
da çok korktum yetişemeyeceğim diye ama şükürler olsun yetiş­
tim.'
— Devam et...
— Rabbime en yakın olduğum yerdeydim Kendi mekanım­
da ve 7 kat semanın en tepesi denilebilir. Hazreti Peygamber
Uhud Savaşmdaydı. Savaş sırasında darbe aldı. Darbe alınca
miğferinin demiri yanağına battı. Ashap geldi yanma ve Sultana
olan terbiyesindendir ki o demiri eliyle değil ağzıyla yanağından
hafifçe çekti çıkardı. İşte tam o sırada yanağından süzülen bir
damla kan yere düştü düşecek... Alemlerin Rabbi şöyle buyur­
du. 'Yetiş Ey Cebrail! Eğer Resulümün kanı yere düşerse and
olsun ki yerde ve gökte bir tek canlı bırakmam.' İşte o anda tüm
gücümle yeryüzüne Uhud’a yöneldim O kadar hızla indim ki,
Azrail (as) bir an görevini bırakıp bana baktı. Yanağından
süzülen kan tam yere damlamak üzereyken yetiştim ve
kanadımın üzerine düşürdüm. Hamd olsun Rabbime.

1861
— Kıyamet ne zaman kopacak biliyor musun Ey Cibril?
Yeryüzünde ne zaman Peygamberin nuru ve Allah'ın vekili
kalmazsa... İşte o gün kıyamet günüdür.

Yeryüzünden hem mekân hem de zaman olarak çok farklı bir


yerde, Arş'm kapısmda bekleyen ateşten yaratılmış bir varlık
vardı. Şeytan... Kapıyı açan melekler şaşkınlıkla sordu.
— Burada ne işin var senin hangi yüzle geliyorsun?
— Ben Rabbim ile görüşmek istiyorum.
— Emrine itaat etmediğin halde nasıl Rabbim diyebiliyor-
sun?
— Bilmedikleriniz hakkında yorum yapmayın. Unutmayın ki
bir zamanlar liderinizdim.
O sırada içeriden bir ses duyuldu. Bu Hazreti Muhammed'in
şefkatli sesiydi.
— Bırakın girsin.
— Selamın Aleyküm ey Resul.
— Ve Aleyküm Selam iblis.
— Ben Rabbim ile konuşmaya geldim.
— Beni vekil kıldı. Benimle konuşabilirsin.
— Ben ne için kovuldum hatırlıyor musunuz?
— İtaatsizlikten...
— O zaman o neden hala kovulmadı, dedi Azrail'i işaret
ederek...
— Sebep?
— Ona Mehdi'nin annesinin canmı alması emredildi. Ama o
itaat etmedi.
— Sen itaat etmediğinde ilk verilen karar neydi?
— Yok olmamdı.
— Sonra ne oldu?
— Ben Rabbime bana yaşamam için süre vermesini niyaz
ettim. O'da verdi.
— Sana bir şey soracağım iblis. Şu an Allah buyursa ki, seni
affettim, bütün kötü huylarından vazgeçer misin?
— Ben itaat etmediğim o gün için çoktan pişman oldum Ey
Muhammed, ama gel gör ki geri dönemedim.
— Neden geri dönemedin?

— Ben söyleyeyim, kibrinden. Allah kendisine açılan hangi


eli, hangi yüzü geri çevirmiş. Sana ve sana uyan insanlara
şaşırıyorum, onlarca resul ve kitap gönderildiği halde hala sana
nasıl uyuyorlar şaşırıyorum ve üzülüyorum. Bilmiyorlar ki,
senin kendine bile faydan olmadığım... Ne acı...
— Beni en çok zorlayan bir tek senin ümmetin oldu Ey
Muhammed. Ama şu geldiğimiz zamanda onlar bile artık bana
kolayca uyuyor. Yeryüzü Allah'ın dinini kullanan dolandırıcı
insanlarla doldu. Ben soruma hala cevap alamadım, dedi yine
gözlerini Azrail'e çevirerek.
— Allah sen dâhil olmak üzere binlerce hata yapanları
affediyor, Azrail bir dostunun ricasını kırmamış çok mu?
İblis gittiğinde Azrail utanan gözlerle sultana bakıyordu.
Sultan şefkat dolu sesi ile konuştu.
— Üzülme, keşke herkes senin gibi olsa... Herkes, keşke bilse
o korku dolu namının arkasında şefkat dolu bir yüreğin
olduğunu... Bir gün bilecekler senin aslında onların hayatlarma
son vermeyip aksine onların sonsuz bir hayata geçişlerinde ki
tek köprü olduğunu...

Aradan geçen 30 gün içinde medya yaşanan saldırıyı unut­


muştu. Artık tek bir haber bile yayınlanmıyordu. Bir sürü
insanın öldüğü olay neredeyse kapanıyordu. Yaşanan tek güzel
olay Mirza'nın ve Derya'run ayağa kalkmasıydı.
— Mirza...
— Efendim, nasılsınız?
— Ben iyiyim Mirza, sayende çok iyiyim. Teşekkür ederim

1881
Mehdi'yi kurtardığın için.
— Ben Derya Hanım'ı koruyamadım. Çok üzgünüm.
— Hayır, sen hayatım ortaya koydun. Biraz daha iyileş her
şeyin hesabını soracağız. Hem Derya'da iyi sayılır.
— Bunun için yaşıyorum.
— Hadi bakalım taburcu oluyorsun bugün evimize gidi­
yoruz.
Otele geldiklerinde Fadıl Ağa kapıdaydı.
— Şahin biraz konuşalım.
Şahin cevap bile vermedi. Bindikleri helikopter hava­
landığında Şahin'in gözleri hala Fadıl'daydı. Mirza bu bakışı
fark etti.
— Fadıl Ağa ile bir sorun mu oldu?
— Saldırının içinde o da var diye düşünüyorum.
— Bu imkânsız efendim. Fadıl Ağa'nın adamları en az bizim
kadar çarpıştı.
— Ne yapacaklardı? Her şey oyun işte anlaşana Mirza. Yat ile
gezerken o geldi Mehdi suya düştü. Bizi buralara davet etti bun­
lar oldu.
— Özür dilerim ama ben ihtimal dahi vermiyorum.
— Sen iyileşmene bak Mirza.

Bir Pazartesi toplantısı bittiğinde Başer'i ve bazı kanal yöneti­


cilerini salonda bıraktı.
— Urfa'da ki saldırıdan haberiniz var. Kaldı ki başkan
yardımcımız bu saldırıda hayatını kaybedebilirdi. Neden
medyamızda bunun haberi çok sıradan bir saldırı gibi yer
buldu?
— Ajanslardan gelen haberler öyleydi, dedi Başer.
— Ne yani, bizim sınırlarımız binlerinden ne gelirse diye mi
sınırlı?
— Buradan kendi muhabirlerimizden bölgeye gidenler oldu
fakat onlarda çok derine inemediler.
— Beyler! O saldırının ortasmdaydım. Yüzlerce insan öldü.
Bunların arasında terör mensupları olduğu gibi bir sürü sivil
vardı.
— Ne?
— Ne duyduysanız o! Saldırı direk bizim ailemize yapıldı. Bu
muhabirler kimlerden almış bilgileri?
— Emniyet güçlerinden...
— Tabi ya, başka kimden olacak ki? İstihbarat Teşkilatı?
— Onlarla da görüşüldü ama ek bir şey çıkmadı.
— Tamam çıkabilirsiniz. Biriniz Mirza'yı göndersin bana.
Başer Ağabey sen de kal lütfen.
— Buyurun efendim.
— Mirza, hemen bir ekip kuruyorsun en son teknoloji ile
donatılmış. Hatta silahlar ile. Çok gizli bir ekip olacak. Gerekirse
İstihbarat TeşkilatTndan emekliler olsun. Emekli asker, polis ne
varsa. Bu ekip önce bu olay hakkında en derin araştırmasını
yapacak ve sonra bu ülkede olan ne kadar faili meçhul olaylar
varsa üstüne gidecek. Çıkardıkları sonuçla medyalarımızda san­
sürsüz yayınlanacak. Sen de bu saldırı için bu ekip ile Urfa'ya
gidiyorsun. Bir şey bulmadan gelmeyin!

Günler sonra kendisini toparlayıp mezarlığa gitti. Mezarlığa


geldiğinde içeri giremedi. Demir parmaklıkların arasından bir
müddet izledi. İki sevdiği can son uykusunda burada yatıyordu.
Utangaç, mahcup ve üzgün adımlarla girdi. Önce
Anneannesinin mezarı başına geldi, çöktü.
— Anneanne, dayım bana kızgm mı? O bana kızmaz ama
kırgındır belki. Ben şimdi onun yanma gideceğim, konuşur
musun affetsin beni. Ben bunu yapanları bulacağım ve onun
yanma göndereceğim...
Bir müddet bekledi. Göz ucu ile Ali'nin mezarını süzüyordu
ara sıra. Sonra kalktı Ali'nin mezarı başına geçti. Başım hafifçe

1901
eğip selam verdi ve öyle kaldı... Derin bir nefes aldı başını
kaldırdı.
— Yaptığımın telafisi yok... Bana bir emanet verdin, koruya-
madım. En sevdiklerimin, en yakmımdakilerin oyununa geldim.
Seni dinlemedim. Kimseye güvenme dedin, ben dinlemedim.
Ne desem boş olacak. Eşin de, oğlun da ölümle burun buruna
geldi. Özür dilerim dostum. Çok özür dilerim. O kadar çaresiz­
im ki, o kadar zavallıyım ki şu an. Sana yemin ediyorum ki
yapanları yanma yollayacağım.
Ali'nin mezarı başmda gözyaşları içindeydi. Telefonu çaldı,
arayan Mirza'ydı.
— Bana iyi haberler ver Mirza! Bana iyi haber ver!
— Efendim, saldırıya karışan beş kişiyi ele geçirdik ne
yapalım?
— Neredesiniz?
— İran.
— Hemen hiç kimseye yakalanmadan İstanbul'a getir onları.
Kimseye Mirza, kimseye yakalanma.
Telefonu kapattı. Yüzündeki ifade değişmişti. Az önceki duy­
gu yüklü ifade gitmiş yerini acımasız bir ifade almıştı. Ali'nin
mezarına gözlerini çevirdi. Sanki gözlerine bakıyordu.
— Sana yemin ederim ki, bu saldırıya karışan kim olursa
olsun, ne olursa olsun, Cehennem'i bu dünyada yaşatacağım.

Mirza iki gün sonra beş adamla birlikte depoya geldi. Burası
Aşiroğlu grubuna bağlı eski bir cam fabrikasıydı. Mirza içeri
girdiğinde Şahin eski bir demir masada oturmuş önünde bir
dilim beyaz peynir ve birkaç dilim ekmek gözleri boş bir şekilde
yiyordu. Gözlerinden uykusuz olduğu anlaşılıyordu. Göz ucu
ile adamları süzdü. Yeniden lokmalarım yutmaya başladı. Bu
gibi durumlarda onu her zaman öfkeli gören Mirza tedirgin
olmuştu. Bir sürü korku ve endişe dolu göz Şahin'e bakıyordu.
Son lokmasını yudumladıktan sonra işaret parmağını diline
götürüp gazete kâğıdındaki kırıntılara bastırıp onları da ağzına
götürdü. Suyunu içti. Mirza'ya baktı. Ayağa kalktı. Bölüğünü
denetleyen bir komutan gibi sıra halindeki adamların önünde
iki tur atıp en baştaki adamın önünde durdu
— Kimdir bu Mirza?
— İranlı eski bir asker efendim. Özel bir timden.
— Bir çocuk için bu kadar eğitimli adamlar mı gelmiş?
Korkulu gözlerle bakan adam İran dilinde bir şeyler söyle­
meye başladı.
— Ne diyor bu Mirza?
— Saldırı gününü anlatıyor. Bir adamın geldiğini ve elindeki
kılıç ile önüne gelen herkesi doğradığını anlatıyor. Cehennem'
den bahsediyor. Zebaniler görmüş. Her yer Cehennem gibiymiş.
— Cehennem'i kim görmüşte geri gelmiş? Onlara Cehen-
nem'i ben göstereceğim. Bugün, şimdi, burada! Yak fırını Mirza!
— Anlamadım efendim?
— Fırını yak! dedi gözlerini eski fabrikada kullanılan büyük
fırını göstererek.
Mirza şok olmuştu. Şahin'in bazı zamanlar acımasız
olduğunu görmüştü fakat bu kadarını tahmin etmemişti.
Korkuyla firma bakıyordu.
— Mirza!
— Emre... Emredersiniz efendim.
Yanan fırının korkunç görüntüsü saldırganları iyice korkut­
muştu. Korku dolu gözler fırın, Mirza ve Şahin arasında gezi­
yordu.
— Şimdi, dışarı açılan o kapıyı aç.
— Peki efendim.
Fırın ve kapının olduğu kısım ile adamların bulunduğu
kısım arasında yere uzun bir çizgi çizdi. Tekrar adamların yanı­
na geldi. En baştaki adamm karşısına geçti.
— Cenneti de, Cehennemi de insan kendi kazanır. İşte Sırat,
işte Cennet, işte Cehennem. Seçim sizin. Bir defa soracağım.

1921
Saldırı emrini kimden aldınız?
Adam yine telaşla bir şeyler anlatmaya başladı.
— Ne diyor Mirza?
— Bilmiyorum diyor, yemin ediyor efendim.
Adamı yakasından tuttuğu gibi firma kadar sürükledi ve
ateşin içine attı. Adam alevlerin içinden can havli ile dışarı çık­
maya çalıştı. Şahin bir tekme ile yeniden fırının içine attı.
Ortalığı adamın korkunç çığlıkları ve pis bir koku sardı. Mirza,
saldırganlar ve Mirza'mn birkaç adamı dehşet içindeydiler.
Şahin gözünü bile kırpmadan yanan adamı izliyordu. Yeniden
ikinci adamın karşısına geçti.
— Bu kim Mirza?
— Polis amiri efendim.
— Ulan şerefsizi Bu devlet sana insanları koruman için maaş
verirken sen ufacık bebekleri, kadınları mı öldürmeye başladm.
— Ef... Efen...
— Kes ulan sesini! Sana Cehennem bile ödül! Diyerek adamı
sürüklemeye başladı. Adam direniyor yalvarıyor, çocuk gibi
ağlıyordu. Adamı fırının içine attı. Tekrar üçüncü adamın yanı­
na geldi. Mirza dehşet içinde olanları izliyordu. Çocukluğunda
karıncayı incitmeyen çocuk insanları diri diri yakıyordu.
— Bu kim Mirza?
Mirza daha cevap vermeden adam korku içinde konuşmaya
başladı. Yanındaki adamı işaret ediyordu.
— Bu! Bu! Bizim liderimiz buydu! Biz emri bundan aldık!
Adamı yakasmdan tutarak sürüklemeye başladı. Kapının
önüne götürdü.
— İşte Cennet'in. Bak gördün mü? Cennet'i kazanmak çok
zor değilmiş. Dürüst olmak yeterliymiş. Hadi git.
Adam korku ile bakıyordu. Hala serbest kalacağına
inanamıyordu.
— Fikrimi değiştirmeden git. Hadi!
Koşarak çıktı. Şahin lider denilen adamın karşısına geçti.
— E v e t?
— Ertaç... Ertaç'tan. Ben parayı Ertaç'tan aldım. Bir de kadın
vardı ama kadım tanımıyorum. Bana bir ekip kurmamı istedi.
İnanın bize çocuk ve kadın olduğu söylenmedi. Önemli bir
komutan olacağı söylendi.
— Bana doğruyu söyle!
— Yemin ederim Ertaç... Vallahi Billahi.
— Fadıl Ağa bu işin neresinde?
— Ben Fadıl Ağa kimdir bilmem.
— Eğer yalan söylüyorsan seni yakmaktan beter ederim! Ben
birazdan geleceğim, gelene kadar bu saldırıda ekibinde kimler
varsa isimlerini ve adreslerini yazacaksın. Gidiyoruz Mirza!
— Efendim serbest bıraktığınız adamı durduralım mı? Gidip
anlatabilir olanları.
— Anlatsın diye bıraktım zaten Mirza! Ne güzel işte,
Cehennem'i görüp anlatacak biri var en azından. Anlatsın ki,
insanlar işledikleri günahların hesabını daha iyi yapsın. Anlatsın
ki, insanlar benim canımdan birinin kanını dökenlerin sonunu
bilsinler.
Ertaç'm şirketine geldiklerinde kapıda duran birçok adam
vardı. Aşikar olmasa da silahlıydılar.
— Daha fazla adam çağıralım mı efendim?
— Mirza bana yapma bunu. Eminim ki şu an orada duran
adamların yarısı senin adamındır. Bana oyun oynama. Diyerek
araçtan indi. Girişe geldiğinde haklı çıkarcasma adamlar kapı­
dan girmesine itiraz etmediler. Danışmada duran bayana sordu.
— Ertaç kaçmcı katta?
— 13 efendim. Geldiğinizi haber vereyim. Fîey nereye gidi­
yorsunuz? Güvenlik! Güvenlik!
— Mirza sustur şu kadını ben susturmadan! Adamm bulun­
duğu kat bile uğursuzmuş. Diye mırıldanarak asansöre bindi.
Kapıya geldiğinde iki silahlı adam gördü yavaşladı.
— Şahin Bey tatsızlık çıksın istemiyoruz. Lütfen gidin.

1941
— O silahı doğrulttuğun yere dikkat et. Sahibinizle konuş­
maya geldim.
— Şahin Bey lütfen...
Mirza geldi diğer asansörle. Adamlar Mirza'yı görünce
silahlarım indirdiler. Şahin içeri girdi. Arkasından Mirza...
— Şahin Bey hoş geldiniz. Söyleseydiniz karşılardım.
— Bırak palavrayı Ertaç! Sana tek bir soru soracağım,
saldırırım arkasındaki baş kim?
— Anlamadım, ne saldırısı?
Şahin hızla Mirza'nın belindeki silahı aldı. Tereddüt etmeden
Ertaç'm sağ diz kapağma ateş etti. Ertaç acı ile yere çöktü.
— Şahin Bey lütfen! Ateş etmeyin bilmiyorum...
ikinci mermi diğer dizini parçaladı.
— Süreyya, Süreyya Gazel... Bütün saldırıyı o planladı.
Yemin ederim o planladı. O finanse etti. Ben sadece örgüt arasın­
da aracı oldum.
Şahin şok olmuştu. Yan tarafmda duran koltuğa oturdu.
— Yalan söylüyorsan eğer...
— Yemin ederim doğru söylüyorum. 20 milyon dolar para
verdi.
Şahin bir an geçmişe gitti. O gün Süreyya ve Hazel de aynı
konvoyda olacaktı fakat gitmemişlerdi. Sonra Derya geldi aklı­
na. Yurt dışından geldiğinde Süreyya'nın yardım amaçlı 20
milyon istediğini söylemişti. Öfkeli ve üzgün bir ses tonu ile
mırıldandı.
— Yılan içimizdeymiş... Süreyya Gazel, sana bunu öyle
pahalı ödeteceğim ki. Ertaç! Süreyya'nın başında kim var?
— Bilmiyorum ama tahminimce ondan ötesi bir devlettir.
Lütfen yardım edin, çok kan kaybediyorum.
— Seni bulunduğun yere kim getirdi Ertaç?
— Ali... Ali Aşiroğlu?
— Sen ne yaptm? Onun oğlunu öldürmeye kalktın.
— İnanın ben çocuk olduğunu bilmiyordum. Bir çocuk
olduğunu bilsem o kadar adam zaten göndermezdik. Bir komu­
tan dedi Süreyya bize.
— Gidiyoruz Mirza.
— Efendim ya Ertaç?
Kapıdan çıkacakken geri döndü. Elindeki silahı son kez
ateşledi. Bu Ertaç'm son nefesiydi.
— Efendim Ertaç'ın öldürülmesi iyi olmadı. Birçok kişi bu
işin peşine düşecektir.
— Mirza! Saldırıya uğrayan bizim şirketimizin başkan
yardımcısıydı. Bir sürü masum insanın ölümünü görmezlikten
gelip, şu hainin ölmesini görecek her gözü oyarım ben! Buraya
kimseyi sokmayın. Adamlara talimat ver. Ben depoya gidiyo­
rum sen Süreyya'yı bana getir. Dikkat et kimse anlamasın, özel­
likle Hazel sakın ama sakın anlamasın!
— Emredersiniz efendim.

Sıkıntı, stres, endişe, korku, heyecan... Bir sürü karışık


duygular içinde geçen üç saat...
Mirza kapıdan girdiğinde Süreyya Gazel'in gözleri bağlı ve
ağzı bantlıydı. Şahin sessiz olmasını işaret etti. Başına adamlar­
dan çıkan bir kar maskesi taktı. Gözlerini açmasını işaret etti.
Kendiside ellerini arkaya atarak bağlı görüntüsü verdi. Bir tek
tim liderinin başında maske yoktu. Süreyya Gazel'in bağlarını
açmasını ve saklanmasını işaret etti. Süreyya lideri karşısında
gördüğünde sağına soluna endişe ile baktı.
— Kim getirdi sizi buraya? Nasıl yakalanırsınız. Bir şey
kaçırdınız mı ağzınızdan?
Şahin başındaki maskeyi çıkardı. Bu onun için yeterliydi.
— Ah yenge! Uyanık geçinen salak yengem benim! Bu kadar
kolay tufaya düşeceğini sanmıyordum. Ama korku böyle olsa
gerek...
Süreyya şoka girmişti. Ağzmı açacak oldu ama Şahin'in
işareti ile Mirza tekrar bantladı.

1961
Süreyya ecel terleri döküyordu.
— Süreyya Gazel, dayımı zehirledin ağzımızı açmadık.
Hazel'i tokatladın, ağzımızı açmadık. Seni hep uyardım. Demek
bu uyarılarım para etme di. Bu kadar cüretkâr olabildin. Ta ki
Ali'nin oğlunu öldürecek kadar... Sen kimsin be kadm? Bu
kadar hırs neden? Neyin eksikti? Sana yetmeyen ne oldu?
Dünyaya hükmeden şirketin organlarından biriydin. Günahsız
bir sürü insan öldü. Masum bir çocuk senin yüzünden yetim kal­
abilirdi. Bu nasıl bir şeytanlık? Şimdi sana tek bir soru sora­
cağım. Eğer cevaptan tatmin olmazsam yerin o ateşlerdir. Hiç
acımam. Aksine çok büyük zevk alacağımı bilesin. Bu saldırıda
sana destek verenler kimdi? Aç ağzım Mirza.
— Şahin ne olur yapma, yalvarırım bağışla beni. Ne istersen
anlatırım yeter ki canımı bağışla.
— Soruma cevap ver!
— HKC diye bir birim var.
— Nedir bu HKC Mirza?
— Efendim, çok eski yıllarda Tapınak Şövalyeleri diye de bili­
nen bir örgütün kolu.
— Güçleri nedir?
— Tüm dünyada oldukça güçlüdürler.
— Hani dünyayı biz yönetiyorduk Mirza? Hemen gerekli bil­
gileri topla bu kol ile ilgili. Türkiye'de kimler bu kolun içinde
isimlerini tek tek istiyorum.

Yine Süreyya'ya döndü. Süreyya her zaman ki, despotluğu­


nun aksine korkudan titriyordu.
— Hiç utanmıyor musun? Havasmı soluduğun, üzerinde
yaşadığın, ekmeğini yediğin bu vatana ihanet etmeye. Ve bana!
Bana! Bana! Mirza hepsini at bunların firma. En son şu dişi şey­
tanı bırak ki cehennem neymiş görsün.

Süreyya'nın yalvarışlarına aldırış etmeden çıktı. Aracına


biniyordu ki eski binanın ana kapısının üzerinde tabelaya
yazılmış Ali'nin sözü gözüne çarptı.
"İnsanı sadece en yakınındaki yok eder... Ali Aşiroğlu
1971 - 2017"

Aynı anda bu sahnelere şah it olan A li olduğu yere mthlantp


kalm tştt. G özleri Mirza'ntn adam ları alevlerin içine atışım
izliyordu. Çığlıklar ku laklarım çınlatıyordu. Süreyya Gazel
ağlam aktan, yalvarm aktan bayılacak h ale gelm işti. Son bir
gayretle M irza'ya sesini duyurmak isted i. Bunu defalarca
yaşam ış birisi olarak duymayacağını bildiği halde umutsuzca
seslendi.
"Mirza yapm a... HazeVimi annesiz bırakm a..."

Şahin şirkete girdiğinde ipuçları bulabilmek ümidiyle


Süreyya'nın odasma girdi. Hazel annesinin koltuğunda oturu­
yordu. Şahin'i gördüğünde ok gibi yerinden fırlayıp boynuna
atıldı.
— Dayıcııımmmm. Hoş geldin.
— Güzel gözlüm sen ne yapıyorsun burada? Okulda olman
gerekmiyor mu?
— İzin aldım bugün. Hani çok sevdiğim şapka vardı ya onu
almaya gideceğiz annemle. Ama hala gelmedi.
Şahin'in beyninde şimşekler çaktı. O an yaptığı hatayı anladı.
Şimdi annesinin yokluğunu Hazel'e nasıl anlatacaktı. En kötüsü
de bir gün Hazel annesinin katili olduğunu öğrenirse kendisin­
den nefret edecekti. Hazel'i kucağmdan indirdi. Robot gibiydi.
Odasma doğru yürüdü. Koltuğuna oturduğunda bu geriye
dönüşü olmayan hatasının Hazel'de bırakacağı izleri düşünüy­
ordu. Hazel kapıda belirdi.
— Dayıcığım Semiray Teyzeme annemi arattırdım ama tele­
fonu kapalı. Sen gördün mü?
Gözlerine baktığında Hazel'in sıkıntısını gördü. Daha bir
saat annesini göremeyen yavru bu kadar acı duyuyorsa bir ömür
nasıl yaşayacaktı.

1981
— BL. Bilmiyorum tatlım... Görmedim... Diyebildi sesi
titreyerek... Üstelik ilk defa Hazel'e yalan söylemişti. Ve her
zaman söyleyecekti. Bir acı içini kemirmeye başladı. Zamanı geri
almak istiyordu. Ali'nin sözleri aklına geldi.
"Hazel'im sana emanet. Ona gözün gibi bak. Süreyya Gazel ne
yaparsa yapsın sakın zarar verme. Annesizliği ancak yaşayan bilir.
Kızım annesiz büyümesin."
Acısı gittikçe artıyordu. Hazel dizine oturup başım göğsüne
koyduğunda kızın kokusunu duydu. Sonra sesini... "Ben anne­
mi özledim Şahin Dayı. Gidelim mi yanma?"
Hazel başını Şahin'in göğsünden kaldırmadan hareketler
ederek koltuğu beşik gibi sallıyor, sürekli oflayıp pufluyordu.
Şahin derin nefes almaya çalışıyor fakat aldığı nefes ciğerleri­
ni tıka basa doldursa bile bedenini rahatlatmaya yetmiyordu.
Mirza kapıda göründü, içerideki manzarayı gördüğünde duru­
mu anlamıştı. Hazel Mirza'yı gördüğünde çevik bir hareketle
Şahin'in kucağmdan indi.
— Mirza Amca, annemi bulamıyorum. Ve ben onu çok özle­
dim, sen gördün mü?
Şahin ile Mirza'nın bakışları bir birine kenetlenmişti. Mirza
bakışlarını Hazel'e çevirdiğinde Şahin'in bakışları hala Mirza'
daydı.
— Hazel Hamm, anneniz sizi bekliyor odasında... Sanırım
alış veriş yapacakmışsınız... O da sizi arıyordu. Bana söyledi,
benim güzel kızımı getirin bana dedi.
— Yihhhuuuuuu, teşekkür ederim Mirza Amca. Gel
öpeceğim ben seniiiiii.
Hazel ışık hızı ile kayboldu odadan. Şahin o an anladı ki ne
olursa olsun, kim olursa olsun anne bir başkaydı. Ve yeri asla
dolmayacak bir varlıktı. Kendisine geldiğinde Mirza'ya baktı.
— Seni benim emrimi uygulamaktan alı koyan nedir Mirza?
— Ali Aşiroğlu'nun değişmeyecek dördüncü kuralı efendim,
Süreyya Hanım ne yaparsa yapsın yaşaması için elimden geleni
yapmaktır.
— Bir gün beni öldürmeye kalksa bile mi?
Mirza cevap vermedi. Ama bu sessiz cevap görünen o ki
"Evet" demekti. İlk defa Mirza'ya hak verdi. Utanmasa boynuna
sarılabilirdi.
—- Süreyya ile durum nedir?
— Merak etmeyin efendim. Gereken dersi aldı. Bundan böyle
bizden habersiz asla gizli bir iş çeviremez. Aksine bize yardımcı
olacak.
Mirza çıkmca telefonu kaldırdı...
— Süreyya Hanım çıkmasın beklesin beni.
Süreyya'nın odasına girdi. Hazel'in heyecanını görünce
Süreyya'nın yaşadığına bir defa daha sevindi.
— Tatlım sen Semiray'm yanma gider misin? Ben annenle
hemen kısa görüşüp sana göndereceğim.
— Annemi oyalama dayını. Bak o şapkayı satarlarsa ceza
veririm sana.
Eğilip Hazel'i öptü...
— O şapka satılırsa ben gider o şapkayı üreten fabrikayı sana
alırım güzel gözlüm. Adını da Hazel şapkaları koyarım.
— Hi hi hi, işte dayıların en kralııııııııı.

Hazel çıktığında Süreyya ile baş başa kalmışlardı. Süreyya


hala içinden atamadığı korku ile titriyordu. Şahin masanın yanı­
na kadar geldi.
— Sen anlaşılan beni epey hafife almışsın Süreyya! Bu sana
verdiğim son şans. Yemin ederim ki bir daha hata yaparsan seni
elimden kimse alamaz. Gözüm üstünde! Otur burada kızını
büyüt kadm!
Süreyya anlamıştı ki Şahin gerçekten ona en son şansı ver­
mişti... Süreyya'nın yanından çıktıktan sonra Mirza'yı aradı.
— Fadıl Ağa ne durumda.
— İstanbul'da efendim...

2001
Bir müddet pencereden İstanbul'u izledi. Kapısının açıldığım
duydu. Başını dahi çevirmeden konuştu.
— Her kimsen çık dışarı!
Telefonunu eline aldı. Birkaç defa tuşlara bastı, iptal etti.
Gözlerini yine dışarıya çevirdi. Telefonun tuşlarına bir daha
bastığmda son numarayı tuşlayıp kulağına götürdü.
— Ağam nasılsın bakalım özledin mi ortağını?
— Özlemez miyim? Hadi atla gel, Orhan'ın oradayım balık­
ları süper.
Şahin Fadıl'ın yanına gittiğinde Fadıl yamnda Doğu Şir­
ketinden yöneticiler ile yemek yiyordu. Şahin'i gördüğünde
kalkıp sarıldı.
— Seni çok özlemişim ortak.
— Sağ olasm ağa... Özlemek karşılıklı bilesin.
— Tanıştırayım, beyler bu büyük patronunuz Şahin Bey.
Bunlar Doğu grubunun yöneticileri. Tanışma fırsatınız olmadı.
Bu arada seni yeğenimle tanıştırayım ortak. Sezgin... Derya
Hanım iyileşene kadar yeni başkammız.
— Hayırlı olsun Sezgin.
— Teşekkürler Şahin Kardeş.
Adamın tavırları Şahin'in hiç hoşuna gitmemişti.
Medeniyetten öte bir mafya lideri gibi davranıyordu. Şirket
yöneticileri ile koyu bir sohbete daldılar. Şahin uzak kaldığı
süreçteki gelişmelerin raporlarını alıyordu. Bir ara gözü
Mirza'ya takıldı. Elinde telefon hararetle birileri ile konuşuyor­
du. Konuşması bittiğinde Şahin ile göz göze geldiler. Şahin
gelmesini işaret etti. Yanma geldiğinde fısıldadı.
— Hayırdır Mirza?
— Efendim biraz özel bir konu.
— Kulağıma söyle sen.
— Fadıl Ağa'nın yeğeni holdingden işçi mesaileri diye çe­
kilen paraların hiçbir kuruşunu çalışanlara ödememiş.
— Tamam... Bana bırak sen.
— Hayırdır ortak? diye sordu Fadıl...
— Fadıl Ağa size bir hikâye anlatayım mı?
— Dinleriz zevkle... Ama Mehdi'nin kiler gibi güzel olsun.
— Daha İslamiyet'in inmediği tarihler... Hazreti Ömer ve
Muaviye iş ortağıymış o zamanlar. İkisi mallarını satmak için
Basra'ya giderler. Akşam olur fakat bir tek mal satamazlar.
Yanlarına bir adam gelir, Basra Valisi'nin yeğeni olduğunu
söyler. Mallarına talip olur ve paralarını yarın sabah gelip saray­
dan almalarını söyler. Sabah paralarını almaya gittiklerinde
yeğenin adamlarının engelleri ile karşılaşırlar. Bir yerde oturup
kara kara düşünürlerken yanlarında ki masada oturan bir
adamın yabancı oldukları için dikkatini çekerler. Adam neden
burada olduklarını sorduklarında olanları anlatırlar. Adam
birkaç saat sonra saraya yeniden gitmelerini ve valiyi görmek
istediklerini söylemelerini ister. Tekrar saraya gittiklerinde
gerçekten vali karşılarına çıkar. Vali masadaki adamın kendi­
sidir. Paralarım öder ve derki; "İkinizden ricam şehrimi terk
ederken biriniz doğu çıkışından biriniz batı çıkışından çıkın ve
gördüklerinizi bir birbirinize anlatın." Bir araya geldiklerinde ilk
söz Ömer'den çıkar. "Ben bizi dolandıran yeğenin başım bir
kazığa geçirilmiş olarak gördüm." "Ben de gövdesini gördüm."
der Muaviye...

Aradan yıllar geçer. Hazreti Ömer halife Muaviye ise


Basra'ya vali olur. Bir kadın Hazreti Ömer'in kapısını çalar.
"Ey Ömer sen nasıl bir halifesin ki senin tayin ettiğin vali
benim arazime zorla bina yapıyor." Ömer şaşırır. "Arazinin
parası size ödenmedi mi?" "Ödendi ama benim rızam ile değil.
Ben para falan istemiyorum." diye cevaplar. Ömer bir deri
parçasına birkaç not yazar ve kadından bunu Muaviye'ye ver­
mesini söyler. Muaviye notu okuduğunda yüzü korku ile dolar
ve hemen araziye yapılan binanın yıkılmasını emreder. Ve Şahin
susar... Fadıl merakla sorar.
— Ne yazıyormuş kâğıtta?
— Ömer'in adaleti Basra Valisi'nden daha üstündür...
— Vay be... Yani kafam gövdenden ayırırım demiş.
Şahin gözlerini Sezgin'e çevirdi.
— Bana bak Sezgin Efendi! Sana üç gün müsaade. Eğer o işçi­
lerin haklarını kendilerine iade etmezsen seni yedi parçaya
böler, bu şehrin yedi tepesine ibret olsun diye asarım! Şimdi bu
masadan kalk ve ne zaman layık olursan o zaman otur!
Masadakiler şok olmuştu. Aslında bu hikâye bütün yönetici-
lereydi aynı zamanda... Fadıl Ağa diğer yöneticilere kalk­
malarını işaret etti. Masada sadece ikisi kalmıştı.
— Ortak özür dilerim.
— Ne için ağa?
— Yeğenim...
— Senin suçun yok, kimse kimseden sorumlu değil. Lâkin
dediğimi yapmazsa dediğimi yaparım.
— Neden diye sorarsam namerdim!
— Boş ver şimdi onu ağam, anlat bakalım seni suçladığım
halde neden hiç yüz çevirmedin.
— Ha ha ha... Ortak sen bu ağayı küçümsüyorsun. Eğer sen
beni suçlu olarak görseydin ben şimdi yaşamıyor olurdum.
Buradan anladım durumu o sebeple sesimi çıkarmadım. İşte ara
sıra gelerek oyununa figüran oldum.
— Kusura bakma ağa, bu saldırı beni alt üst etti. Sen hariç
herkesten şüphelendim. Bu yüzden şüphelendiğim herkese
senin parmağın olduğunu söyledim. Başbakandan bile şüphe­
lendim. Ali'nin sözü vardı, düşmanının duymasını istediğin şeyi
dostuna söyle...
— Senden sonra bana geldi. İçerlemiş çok, bana da koruma
talep etti.
— Sizi kim koruyor diye sorsaydm ağa, dedi gülerek.
— Ortaaak, ayıp. Sonuçta o bu ülkenin başbakanı.
— Haklısın ağa, bir ziyaret düşünüyorum yakın zamanda.
— Bu arada kimdi?
Süreyya diyemedi. Yutkundu...
— Ertaç'mış...
— Vay adi... Ali sayesinde adam oldu.
— Şimdi onun yanında zaten.
— Nasıl? Öldürdün mü?
— Hapis yatacağını mı sanıyordun?
— Bu duyulursa ses getirir.
— Ağam yüzlerce insanın öldüğü saldırıda ses çıkarmayıp,
bir hainin ölmesine ses çıkaranın ben sesini keserim...
— Eeee ortak gelelim diğer konumuza. Şimdi sen beni
suçladın ve bana borçlandın...
— Yani...
— Bana bir özür borcun var.
— Haklısın ortak... Ne yapabilirim bunun için.
— Şahin, Dilem'i seviyor musun?
— Evet ağa... Evet de, konu neden Dilem'e geldi.
— O kız benim için çok değerli. İnan kendi kızım kadar
değerli. Birileri çıkıp onu incitecek. O da seni seviyor bunu göre­
biliyorum. Senden ricam eğer gerçekten seviyorsan evlen onun­
la.
Şahin'in itiraz edeceğini düşünüyordu fakat Şahin'in cevabı
hem çabuk, hem kesin oldu.
— Tamam ağa, bir de kaympeder ol bana. Haftaya annemi
babamı alıp geliyoruz.
— Çok sevindim ortak... Ama hani bir protokol olur değil mi?
— Ne gibi?
— Yahu kıza bir evlenme teklifi et...
— Doğru ya, o da var değil mi? Neyse Mirza'dan bir şeyler
öğreneyim.
— Bu senin adam başka bir dünya ortak. Hiç konuşmuyor.
Bizimkilere bir bak onlarda hiç susmuyor, dedi korumalarma
bakarak.
Şahin bakışlarını Mirzaya çevirdi. Diğer kalabalık koru­

2041
malardan uzak dimdik ayakta duruyordu. Mırıldandı.
— Mirza iki dudak arası için değil, iki cihan arası için yetişti­
rildi...

"Ali gözlerini açtığında içinde korkunç bir sıkıntı vardı. Ne


olduğunu anlam aya çalışıyordu. Dışarı çıkıp bir süre dolaştı
fa k a t bu içindeki sıkıntıyı dindirmedi. Yeniden odaya döndü.
Pencerenin önüne geldiğinde perdeler yine kalkm ıştı. Gördüğü
yer bir giyim m ağazasıydı. Ne olduğunu anlam aya çalışıyordu
ki HazeVi gördü.
— Ben geldim , annemde geliyor hemen şapkam ı istiyorum.
Kızını gördüğünde bile sıkıntısı bitmemişti. Bu durum onu
telaşa sürükledi. Bir süre sonra Süreyya'yı gördü. Süreyya
kabinlerin yanına geldiğinde yanına bir adam yaklaştı. Yüzünü
seçemiyordu fa k a t sesleri duyabiliyordu.
— Süreyya nende telefonlarım ıza çıkmıyorsun?
— Şahin her şeyi öğrendi. Ertaç'ı öldürmüş. Beni de açık dille
tehdit etti. O A li gibi değil... Çok acım asız. SırfH azel için bana
dokunmadı. Eğer HazeVin Ali'nin kızı değil de Ertaç'ın oldu­
ğunu öğrenirse HazeVi de öldürür beni de. Bir süre uzak kalın!
Ali şok olmuştu. Yıllardır kızı bildiği öz kızı değildi. Ö fkeyle
cam a bir yumruk attı. Görüntü kaybolmuştu."

Şahin aynı gün Tekirdağ'a gitti. Evlenme kararma ailenin


nasıl bakacağı konusunda tereddütleri vardı. Akşam yemeğine
kadar konuyu açmadı. Yemek sonrası çay annesinin en sevdiği
zamandı.
— Çayı özlemişim valla...
— Ha anneyi özlemedin yani?
— Ya anne, ben seni hep özlüyorum. Benim işim İstanbul'da
siz neden gelmiyorsunuz? Hem bak Avusturya'da şirketler açı­
yoruz. Ablam onların başında durur.
— Valla ucuza çalışmam Şahin.
— Ablam benim sen maaşım yaz yeter.
— Lazım değil. Kardeşimi, oğlumu İstanbul yeteri kadar aldı
benden. Bir de kızımı salamam oralara.
— Ben evlenmeye karar verdim.
Derin bir sessizlik oldu. Berrin'in çay bardağı ağzına yakın
bir yerde kala kaldı. Yavaşça masaya koydu.
— Nereden çıktı bu?
— E annem hep istiyordu ben de annemi dinlemeye karar
verdim.
— Bu pek anne dinleyişine benzemiyor, bana öyle geliyor ki
kendini dinlediğin bir durum.
— Ne fark eder anne? Sonuçta evleneceğim. Daha sevinçli bir
tablo bekliyordum.
— Kim bu kız?
— Dilem... MalatyalI.
— Benim neden hiç haberim olmadı?
— E oldu işte...
— Şahin lafı çevirme. Eğer evlenmek istiyorsan bilmediğin
insanlarla işin ne? Burada bir sürü bildiğimiz insanlar kızlarım
vermek için can atıyor. Hem de tanıdıklar.
— Anne? Sen bana gelin mi arıyorsun yoksa kendine yoldaş
mı?
— Her ikisini de...
— O zaman sen neden bildiklerine gitmedin de, ta Avus­
turya'da babamı buldun?
— İşine geldiği gibi konuşma.
— Hayır anne, sen işine geldiği gibi konuşuyorsun. Farkmda
mısın? Kendi yapmadıklarım bizden yapmamı bekliyorsun.
Buraya sevincimi paylaşmaya geldim. Ama korkarım ki
yanılmışım.
Sofradan kalktı. Dışarı çıkarak aracına yürüdü.

2061
— Sen kal Mirza...
Dayısı ile çıktıkları tepeye çıktı. Koltuğu arkaya doğru yatırıp
aracın tavan camını açtı. Gökyüzünü izlemeye başladı. Aşağıdan
bir aracın farları göründü. Baştan aldırış etmedi. Araç önünde
durdu birileri indi. Işıklardan kim olduğunu çözemiyordu. Elini
silahına atıyordu ki gelenin annesi olduğunu fark etti. Mirza
annesini getirmişti. Yan kapıyı açarak yanma oturdu. Bir süre
konuşmadılar.
— Özür dilerim oğlum. Haklısın, hayat senin hayatın...
— Özürlükbir durum yok anne. Ben seni çok seviyorum ama
inan o kadar işlerle uğraşıyorum ki uyumaya dahi zamanım
kalmıyor.
— Bırak oğlum senden para pul bekleyen yok. Biz bu hayat­
tan mutluyuz.
— İşte olay bu anne. Ben para için yapmıyorum ki...
Bırakamam... İnan bırakamam.
— O zaman anlat bileyim ben de...
— Hangi birisini anlatayım ki anne?
— Senin için en önemli olanından başla...
Yüzünü bir daha gökyüzüne kaldırdı. Sanki Ali'yi görmek
istiyordu... Annesinin omzuna başını koydu...
— Sözümü hiç kesme ve ne olur hiçbir şey sorma... Dayımın
bir oğlu varmış. Adı Mehdi... diyerek başladı ve her şeyi anlat­
tı. Son cümlesini tamamladığında güneş doğmak üzereydi.
Berrin çok şaşkındı yine de bir şey sormadı.
— Eeee ne zaman gidiyoruz gelinimi almaya?
— Bu hafta anne hazırlanın bugün İstanbul'a geçelim. Daha
bir kere bile evime gelmedin.
— Tamam, hadi o zaman gidip hazırlanalım...

İstanbul'a geldiklerinde Berrin'in içinde Mehdi'nin heyecam


vardı. Eve girdiğinde gözleri ilk önce Mehdi'yi aradı fakat evde
sadece yardımcı kadın vardı.
— Kimse yok mu?
— Gelecekler anne...
Araç sesi duyuldu, Berrin'i iyice heyecan sarmıştı. Belli etme­
meye çalışıyordu. Gelenler Süreyya ile Hazerdi.
— Berrin Halaaaaa, baaak kim geldi...
— Oy Oy Oy güzeller güzeli prensesimiz gelmiş.
— Hihihih benim değil mi o?
— Senden güzeli var mı ki?
— Yok değil mi hala? Elif Teyzeme benziyorum ben de onun
gibi çok güzelim.
— Hoş geldiniz Berrin Hanım, dedi Süreyya isteksiz bir şe­
kilde. Berrin sadece başını salladı. Ali ile evlendiğinden beri hiç
kanları ısmmamıştı. Berrin sadece Hazel için katlanıyordu.
Hazei onlara Ali'den kalan tek varlıktı. Hazel ile Elif mutfağa git­
tiklerinde Süreyya ayağa kalktı.
— Benim işlerim var daha fazla kalmak isterdim.
— Sen işlerinden kalma Süreyya...
Süreyya çıkmak için kapıyı açmışü ki Mirza Derya ve Mehdi
ile kapıda belirdi. Mirza geri dönüyordu ki Elif'in sesi duyuldu.
— Mirza Bey siz de gelin kek yapıyoruz.
— Elif Han...
— Gel Mirza gel, en çok sen çalışıyorsun burada, dedi Berrin.
Mirza Şahin'e baktı. Berrin lafa girdi.
— Şahin'e bakma. Ben anneyim onun sözü geçmez burada...
Şahin gülümseyerek başı ile onay verdi.
Mehdi kapıda duruyordu. Berrin'in gözleri Mehdi'ye takıldı.
Masmavi gözleri adeta parlıyordu. Berrin'in heyecandan kalbi
duracak gibiydi.
— Mehdi... diyebildi heyecanlı bir ses ile... Gözleri dolmuş­
tu.
— Efendim teyze...
— Gel bakayım buraya. Adını duydum ama bu kadar

20 81
yakışıklı olduğunu bilmiyordum...
Mehdi yaklaştığında Berrin sımsıkı sarıldı. Başını göğsüne
bastırıp derin nefesler alıp kokluyordu. Derya7nm da gözleri
dolmuştu. Hazel'in sesi duyuldu.
— Aaaa, hala Mehdi'yi tanıyor muydun? Benim ağabeyim
oldu artık.
— Ne güzel Hazel, çok yakışıklı ağabeyin varmış tatlım.
— Ama benim gibi güzel bir kıza da böyle ağabey yakışır
değil mi hala?
— Evet tatlım... Evet...
— Mehdi gel seninle bahçeye çıkalım.
— Olur teyze...
— Bana teyze deme, sen de Hazel gibi hala de... Madem
ağabeyi oldun onun...
Bahçeye çıktıklarında Mehdi karşı sedire oturacaktı ki Berrin
avucunun içi ile yanını vurarak işaret etti.
— Sen gel yanıma Mehdi. Anlat bakalım okul nasıl gidiyor?
— Derslerim iyi hala. İbrahim Amca'da bana dersler veriyor.
Berrin İbrahim Efendi'yi biliyordu. Şimdi içi daha huzurlu
olmuştu. Gözlerini Mehdi'den ayırmak istemiyordu. Saatlerce
konuştu. Mehdi'nin akıllı cevapları şaşırtmaktan öte onu mutlu
ediyordu. Hazel geldi yanlarına, Berrin7in dizine oturdu.
— Kıskandım ama ben...
— Hazel... Sen de bizim kızımızsm... Kıskanmak yok. Mehdi
gel sen de bakayım diğer dizime.
Mehdi başta tereddüt etse de oturdu. Berrin iki çocuğunda
başlarmı göğsüne koydu. Şu an dünyanın en mutlu insanıydı.
Ali geldi akima... Gözleri doldu. Elif'in sesi ile kendine geldi.
— Hadi bakalım sofra hazır...

Malatya'ya gitme zamanı gelmişti. Bir sürü hazırlık yapılmış


olmasına rağmen Berrin sürekli eksik bir şeylerin kalmasından
endişe duyuyordu.
— Şahin ben Mirza'nın kullandığı araca bineceğim, sen şimdi
deli gibi gidersin.
— Olur anne...
— Kara yolu ile mi gideceğiz efendim?
— Berrin Sultan hava trafiğinden korkuyor Mirza. Bu yüzden
yıllardır bu kadar ibadete göre hala Miraca yükselemedi.
— Şahin Dayı sen Miracı göğe yükselmek mi biliyorsun?
Diye atıldı Mehdi. Berrin'in dikkatini çekti. Sohbetin devamım
merak etti.
— Peki nasıl oluyor Miraç?
— Miraç ilim olarak yükselmektir Hala... Nasıl ilköğretim,
lise okunur ama daha yüksek mertebelere ermek için üniversite
okunuyorsa Miraç onu gibidir. Mesela annem avukatlık
yaparken savcı olmak istediği için üniversitenin de üstünde
okumak istedi.
Mehdfnin sohbeti Berririi mest etmişti. Sarılıp yanakların­
dan öptü. Şahin soru dolu gözlerle bakıyordu. Dayanamadı;
— Anne ben hiçbir şey anlamadım.
— Yani lisans, yüksek lisans, profesör gibi...
— Şimdi anladım...
— 12 yaşında bir çocuğun anladığını sen şimdi anlayabiliyor­
san...
— Hemen sok lafı sen.
— Hadi hadi... Gelinim beni bekler. Bak senin de bu iki
dünya güzeli gibi çocukların olur inşallah...
— Anne bari o işe karışma...
— Karışırım... Anneyim ben. Düş bakayım önüme. Mehdi,
Derya siz bu arabaya gelin, yanıma...
— Dedemi de alsaydık keşke.
— Yol uzun oğlum, dayanamaz o. Hem sıkılırda zaten.
İlk duraklan Urfa oldu. Fadıl her zamankinden daha farklı
karşılamıştı misafirlerini. Sanki düğün şimdiden başlamış ve
gecelerce sürecek gibiydi. Berrin Mehdi'nin burada doğup

2101
büyüdüğünü bildiği için etrafa bakmak istedi fakat ağanın ko­
nağı neredeyse şehir dışında olduğu için gözlerinin gördüğü
sadece geniş araziler oldu. Daha henüz oturmamışlardı ki Berrin
dayanamadı.
— Ben Urfa'yı gezmek istiyorum. Derya bana gezdirir değil
mi?
— Tabi abla, diyebildi şaşkınlıkla. Ev sahipleri şaşırmıştı.
Fadıl Şahin'e baktı. Şahin durumu anladığından Mirza'ya baktı.
— Mirza annemlerle git. Mehdi'yi de alm belki arkadaşlarını
görmek ister.
— Ortak bir kusurumuz mu oldu? Diye sordu DeryaTar çı­
kınca Fadıl.
— Yok ağam yok, gel sen bana acı bir kahve yaptır ben de
sana olanları anlatayım.
DeryaTar eski mahallesine gelmişti. Görenlerin çoğu
Derya'ya sarılıp ağlıyordu. Son durakları yaşadıkları ev olmuş­
tu. Neredeyse yıkılacak gibi duruyordu. Derya evi görünce
duraksadı, utandı. Berrin yan bakışları ile Derya'ya baktı.
Utandığını anlamıştı. Eve girdi. Evde uyumakta olan serseri
takımı vardı. Bir telaş oldu. Berrin'in sesine Mirza koştu.
İçerideki serserileri dışarı attı. Bir göz oda olmasına rağmen
Berrin dakikalarca her noktayı izledi. Mehdi'nin yattığı eski bir
beşik vardı.
— Mirza bu beşiği al kardeşim, temizleyin İstanbul'a gidecek.
— Emredersiniz efendim.
— Mirza! Ben komutan değilim. Bu da emir değil. Ablayım
ben. Abla!
— Tamam... Abla...
— Biz bir yerlerden kahve bulabilir misin Derya ile içelim.
Kahveler geldiğinde dışarıda ki eski bir sedirin üstünde otur­
dular Derya hiç konuşmuyordu. Mehdi eski arkadaşlarım gör­
müş top oynamaya başlamıştı. Berrin'in gözleri sürekli
Mehdi'deydi. Dudak hareketlerinden dua okuduğu anlaşılıyor­
du.
— Nasıl geçiniyordun burada?
— Temizliğe gidiyordum abla. Burada zengin aileler çoktu
şükür.
— Her ev ağanın konağı gibimi burada?
— Yok, hayır abla daha küçüklerde var. Konakların temiz­
likçileri zaten kendi bünyelerinde çalışıyor.
— Geçinebiliyor muydun?
— Şükürler olsun kimseye muhtaç olmadık.
— Mehdi'ye kim bakıyordu?
— Annem... Annem yammdaydı.
— Ben de sorguya nereden başladım... Anlat kızım sen bana,
kimdin neciydin Ali ile nasıl tanıştın?
— Biz Karadenizliyiz. Babam balıkçı. Zaten bu sebeple adımı
Derya koymuş. Çocukluğumda çok mutlu bir aileydik ben tek
çocuktum. Sonra babamın işleri bozuldu. Alkole başladı ve bam­
başka birisi oldu çıktı. Neredeyse her gün annemi dövmeye
başladı. Ben hukuk kazandığımda İstanbul'a geldim. Hafta son­
ları da çalışıyor kazandığımı babama gönderiyordum para için
annemi dövmesin diye... Niyetim okulumu bitirip işimi kurup
anemide yanıma almaktı.
-A li?
Sustu Derya... Ne diyeceğini bilemiyordu. Kahvesini hızlı
hızlı yudumlamaya başladı. Berrin fincanı tutan elini tuttu.
— Yavaş kızım... Yavaş iç. Tamam anlatma, hazır olduğunda
anlatırsın.
— Hazel benim arkadaşımdı abla...
— Şu meşhur Hazel. Üstüne sakın alınma ama konu Hazel'e
geldi ya kapatalım gitsin ne dersin?
— Tamam... diyebildi kısık bir sesle. Mehdi geldi yanlarına
ter içinde kalmıştı. Berrin telaşla hemen ayağa kalkıp sarıldı.
— Mehdi çok terlemişsin üşüteceksin oğlum.
Aklına Şahin'in çocukluğu geldi. Mehdi gibi top oynamayı
çok severdi.
— Mirza kuru bir şeyler getir, bak bakalım arabada
Mehdi'nin valizi olacak oradan giyecek bir şeyler çıkar.
Derya uzaktan onları izliyordu. Gözleri dolmuştu. Süreyya
da bir anneydi fakat yıllarıdır Hazel'e karşı ilgili görmemişti.
Araca binerek konağa gittiler. Kapıdan girerken Berrin geride
kalıp Mirza'nın yanına geldi.
— O beşiği unutmayın.
— Aklımda abla, temizleniyor.
— Heh... Aferin.
Konaktaki kadmlar kapıda karşıladılar Berrin ile Derya'yı.
Fadıl yanlarına geldi.
— Hoş geldiniz. Daha ağırlayamadan gittiniz hemen.
— Sizinle ilgili bir durum değil kusura bakmayın olur mu?
— Yok yok... Lütfen rahat edin. Biz Şahin'le çıkacağız.
— Hay Allah'ım bu çocuğu burada da göremeyeceğim ben.
— Geliriz merak etmeyin salmayacağım onu buradan iste­
diğiniz kadar görürsünüz.
— Ben zaten o kepçe kulaklarından bağlayacağım onu.
— Anne ya, ortağıma beni rezil ediyorsun. Valla kötü bir
çocukluk geçirdim sanacaklar.
— Ortaksa sanmaz.
— Sanmam elbette... Baksana seni büyütmüş yetiştirmiş.
— Tamam tamam, şimdi konu sünnetime kadar gelmeden
çıkalım hadi.
Yolları Malatya'ydı. Mirza gelmek istedi fakat Şahin engel
oldu.
— Mirza, sen Mehdi'nin yarımdan ayrılma. Annem ne derse
nereye gitmek isterse götür ama bana mutlaka haber ver. Evet
ağa bas bakalım gaza götür beni yarimin yanma...
Fadıl kahkahayı patlattı.
— Ya sen nasıl bir adamsın. Kızı istemeye geliyorsun, daha
evlenme teklif bile etmemişsin.
— Sorma ağa nasıl edeceğimi de bilmiyorum,
— Sen karşısına geç her şey otomatiğe bağlayacaktır.
— Valla bilmiyorum ağam, bu kalbe kan pompalamaktan
başka görev verince saçmalıyor.
— Bırak saçmalasın. Şirket mi yönetiyorsun birader?
— Şirketi hiç olmazsa yönetebiliyorsun...
Malatya'ya girdiklerinde Şahin iyice heyecanlanmıştı.
Telefonunu çıkarıp Dilem'i aradı.
— Selam acar gazeteci.
— Ya ya, işi olmayan gazeteci. Kendimi haber yapacağım en
sonunda.
— Malatya'dayım. Kahve ısmarlamak istersin diye düşün­
düm.
— Hiçbir yere kıpırdama geliyorum, dedi telefonu kapattı.
Şahin şaşırmıştı ki telefonu yine çaldı. Arayan Dilem'di.
— Ya patron geliyorum dedim ama baktım da Malatya
epeyce büyükmüş. Nerdesin diye sorsam?
Şahin kahkaha atmamak için zor tutmuştu kendini. En azın­
dan anlamıştı ki, her şey yolunda gidiyordu... İlk geldiklerinde
ki çıktıkları tepeye çıktılar. Ağa'yı çarşıda bırakmışlardı. Şahin
ile Dilem aracın içinde manzarayı izliyor konuşmuyorlardı.
Sessizliği bozan Dilem oldu.
— Malatya'da yatırım mı yapacaksmız?
— Öyle sayılabilir.
— Ne üzerine?
— Boş ver işi şimdi ben bir şey soracağım ama nasıl sora­
cağımı bilmiyorum.
— Kızdığın zaman gayet net olabiliyorsun.
— Hemen ver taşı, aman gecikme...
— Tamam tamam tamam beeeee... Bekliyorum sor.
— Hayatında birisi var mı?
— Var tabi, annem, kardeşlerim... Sonraaa

^*1 A t
— Dur dur dur... Ya o anlamda değil. Yani nasıl desem...
Dilem anlamış ama oyun oynuyordu. Yan gözlerle Şahin'in
tavırlarım gözlemliyordu.
— Hani nasıl denir. Kalbinde birisi var mı?
— E var işte arın...
— Yine başlama. Ay Allah'ım... Sevgilin var mı? Oh be...
— Hımmm, ilgilenen birisi var yani teklifte etti.
Düşünüyorum aslında. İyi bir çocuk.
Şahin'in içine ateş düşmüştü. Derin bir nefes almak istedi
yapamadı. Dışarı attı kendisini. Dilem hareketlerini gördükçe
gülümsüyordu. O da çıktı dışarı.
— Ya bak, nasıl anlatsam... Şimdi sen bu çocukla tanışacak­
sın, onu tanımaya çalışacaksın, kendini anlatacaksın, inandıra­
cak inanacaksın... Alışacak alıştıracaksın... Sevmeye çalışacak­
sın.
Sonra sustu, cümlenin sonunu nasıl getireceğini bilemedi.
Konuşmanın kesilmesine Dilem’de bozulmuştu. Oyunu
sürdürdüğüne pişman olmuştu. Şahin kızın yanaklarım
avuçlarına aldı. Sesi ilk defa böylesine sakin ve olabildiğince ses­
sizdi...
— Gel hiç uğraşma bak burada hazır sevmişi var...
Dilem cümle karşısında çok etkilenmişti. Hele ki 'hazır
sevmişi var' cümlesi mest etmişti. Şahin'i seviyordu. Alaya
Dilem gitmiş yerine sesi titreyen heyecanlı bir kız gelmişti.
— Se... Sen... Beni seviyor musun?
Şahin cam gibi parlayan gözlere bakıyordu.
— Benimle evlenir misin? Eşim olur musun?
Dilem'in sesi soluğu kesilmişti. Sadece bakıyor dilinden tek
kelime çıkmıyordu. Dudaklarım araladı. Nefesi adamın yüzünü
yakıyordu.
— fev... Evet...
— O zaman hazırlarım yarm akşam istemeye geliyoruz.
Ailem Urfa'da.
— Ya ama! Bu şimdi mi söyleniyor! Of ya bir günde ne yapa­
biliriz ki? Yaptığına bak.
— Ya tamam, sonuçta alacağım seni, dedi gülümseyerek.
— Yarm akşam olmasın sonraki akşam olsa?
— Tamam sen nasıl istersen.
— Ama seni mutsuz etmedim değil mi?
— Dilem... Gönül Masalım, hayatımdaki tek kadınsın sen
benim... Beni mutlu etmek için çalışma. Benimle mutlu ol, o
bana yeter...

Konakta kalabalık bir masada akşam yemeği yeniyordu.


Fadıl Ağa misafirlerini rahat ettirmek için elinden gelenin
ötesinde bir çaba sarf ediyordu. Masada en mutlu olan şüphesiz
Mehdi'yi tanıyan Berrin'di. Gözleri sürekli Mehdi'nin üzerinde
ve gülümsüyordu. Konağın kapısından Sezgin girdi. Masaya
yaklaştığmda Şahin'in görünce duraksadı. Şahin Mirza'ya bak­
tığında Mirza paraların ödendiğini onaylarcasına başını eğdi.
Gitmek için geriye dönen Sezgin'e seslendi.
— Sezgin!
— Ef.. Efendim.
— Duyduğuma göre çalışanlara yüksek primler ödemişsin.
Sevmişler seni. Her zaman böyle ol. Gel otur masaya bu masada
senin de bir yerin var değil mi ağa?
— Sen öyle diyorsan öyledir ortak. Gel Sezgin gel...
Sezgin mesajı almış oturmuştu. Fadıl gülümsüyordu.
— Ortak şu ihaleye girmekte kararlı mısın?
— Henüz kararım yok aslında ağam neden sordun?
— Bilmem, atalarımız ayağını yorganına göre uzat derler.
Hazır mıyız buna?
— Başkanımız ve yardımcımız burada ağa onlarda fikir
söylesin, dedi Derya ile Sezgin'e bakarak. Fakat cevap
Mehdi'den geldi.
— Çok kötü şirket yöneticisisin dayı.

2161
Masada bütün gözler Mehdi'ye çevrildi. Şahin tedirgin bir
ses tonu ile sordu.
— Neden böyle düşündün Mehdi?
— Mehdi çok ayıp! Diye lafa girdi Derya.
— Hayır, bırak Derya cevaplasın.
— Ya kaçıncı yüzyıldayız hala atasözleri ile hareket ediyor­
sunuz. Şimdi Fatih Sultan Han İstanbul'u fethetmeden önce ata­
lara bakıp hareket etseydi İstanbul'u alabilir miydi? Hayır.
Çünkü atalarından İstanbul'u alan olmamıştı. Mustafa Kemal
geçmişe dönüp atasözleri ile hareket etseydi hala padişahlıkla
yönetilirdik. Benim düşüncem bu. Hem söz bana saçma geldi.
Atalarımız gece uyamp ayağına ve yorgana mı bakıyorlarmış.
Fadıl kahkahayı koparmıştı. Duruyor ama bir süre sonra yine
gülmeye başlıyordu. Fadıl kadar sesli olmasa da Berrin
herkesten çok mutluydu. Şahin gözlerini Mehdi'den ayırmadan
konuştu.
— Derya o ihaleyi alın... Neye mal olursa olsun alm.
“ Yaktın oğlum annenin başım, dedi Fadıl hala gülerek.
Sonra ekledi.
— Sen başbakan olacak adamsın Mehdi.
— Fadıl Amca, ben zaten başbakan olacağim. Babam uzak­
lara göreve giderken öyle istemiş, değil mi anne?
— E... Evet... Evet, oğlum öyle istedi...

"Berzah'ta A li odasında düşünceler içindeyken İbrahim E-


fen d i içeri girdi. A li ayağa k a lk tı. İbrahim Efendi direk
pencerenin önüne geçti. Ali yanına yaklaştığında Ali Urfa'da ki
bu muhteşem resmi görünce çok mutlu olmuştu. İlk defa gözleri
Hazel'i aram ıyordu

Malatya halkı her ne kadar bilmese de ülkenin en önemli


insanlarım ağırlıyordu... 10 araçlık konvoy caddede yol alırken
halkmda dikkatini çekiyordu. Araçlarm içindeki insanların her
birisinde değişik duygular hâkimdi. Kimisi heyecanlı kimisi
mutlu... Kapıyı çaldıklarında açan evin gelini Göknur oldu.
— Hoş geldiniz.
İçeri giren ilk Mehdi oldu.
— Yengemi göreceğim ben, yengemi göreceğim.
— Mehdi! Gel bakayım yanıma! diye seslendi Derya ama
Mehdi umursamadı.
— Bırak Derya, çocuk haklı madem istemeye geldik görecek
tabi. Zaten kimse görmedi henüz, dedi Berrin. İçeride bir sessiz­
lik çöktü. Şahin yaklaştı annesinin yanma...
— Anne lütfen... Lütfen... Yapma bunu... Hemen girdin
kaynana moduna.
— Ben kötü anlamda söylemedim ki oğlum. Mehdi'nin heye­
canını gördüm.
Dilem'in annesi geldi yanlarına... Tekrar kapı çaldı, gelen alt
komşu Gülsüm'dü. Dilem elinde büyümüştü. Bu heyecanı
onunla yaşarcasına heyecanlıydı.
— Hoş geldiniz kusura bakmayın çıkamadım hemen.
— Ben de geldim. Hoş geldiniz hepiniz, diye çığlık attı Di­
lem.
— Aaaa ama yengem dayımın oynadığı kızmış. Dayıı çok
güzelmiş yengem...
— Mehdiiiiii!
— Bu yakışıklı kim böyle? diye sordu Dilem.
— Ben Mehdi, Şahin benim dayım olur. Sen de yengem ola­
caksın. Yenge valla çok güzel kızmışsın. Bu dayım işini biliyor.
— Bence de Mehdi, değil mi ama?
— Hı hı ve çok şanslı.
Dilem Mehdi'nin iki yanağmı öptü. Yemekten sonra çaylar
içiliyordu. Şahin sürekli annesi ile babasına bakıyor arada
Fadıl'a da göz atıyordu. Salih çayından birkaç yudum aldıktan
sonra sehpaya koydu.
— Öncelikle kapınızı açtığınız için teşekkür ederim... Hem
kendi adıma hem ailem adına. Oğlum kızınızdan bahsetti. Yuva

2181
kurmak istediğini söyledi. Eğer sizin içinde müsaitse Allah'ın
emri, peygamberin kavli ile kızınızı gelinimiz olarak görmek
isteriz.
— Oğlunuz ne iş yapıyor? diye sordu gülümseyerek Fadıl.
— Geliri iyi şükür, kızımızı kimseye muhtaç etmez, dedi
Berrin esprili bir dille.
— Dilem Yenge sen de takı istemeyi unutma sakın, diye söze
girdi Mehdi. Derya yine utanmıştı. Mehdi susmamış devam
ediyordu.
— Hesabını iyi yap ki ileride kimseye muhtaç olmayasın.
Takının amacı budur.
— Neymiş takının amacı Mehdi? Diye sordu Berrin.
— Takı hayat sigortası gibidir hala. Kadının eşi ile yolunu
ayırdığında kötü yola düşmesini önlemek ya da çocukları varsa
kimseye muhtaç olmasm diye verilen güvencedir. Bu takı sadece
kadınındır. Başkası tarafından alınamaz, harcanamaz. Yani
halacığım bizim Urfa'da anneme oturmaya gelenler anlatıyordu.
İşte takılarımı eşim aldı borçlarımızı ödedik gibi... Bu yanlış bir
şey. İbrahim Amca bunu anlatmıştı bir derste bana.
— İbrahim Efendi'den biz de birkaç ders atsak iyi olacak, diye
mırıldandı Şahin. Fadıl başmı sallayarak onayladı...
— Haklısın ortak... O zaman sen ver bakalım şimdi gönlün­
den kopanı kızımıza...
Şahin'in akima Derya geldi. Ali hiçbir destek sağlamamıştı.
Kadın yıllarca oğlunu yokluk içinde büyütmüştü. Dilem'i o
durumda görmek istemezdi.
— Ben eşim olursa, kendi banka hesabına hiçbir mazaret adı
altında geri almayacağımı taahhüt ederek 50 milyon TL yatıra­
cağım. Aynca kendi adına bir ev ve şirkette hisse vereceğim.
— Ben... Ben kusura bakmayın ama burada lafa gireceğim
bir kız annesi olarak. Biz bunu kabul edemeyiz. Bunlar bizim
için'büyük paralar. Kızımız sizi sevmiş gönül vermiş... Siz de
kızımızı muhtaç etmezsiniz diye düşünüyoruz.
Mehdi yine söze girmişti. Sanki çocuk değil herkesten daha
olgun, hatta en yaşlıları gibiydi.
— Öyle değil k i... Tamam, dayım muhtaç etmez ama ya dayı­
ma bir şey olursa... Mesela sizin eşiniz sizi muhtaç etti mi?
— Ha... Hayır...
— Peki şimdi nerede eşiniz?
— Öldü Mehdi'ciğim.
— O zaman?
— Bu çocuğun ben alnından öpeceğim, diyerek kalktı Fadıl
ve öptü.
— O zaman bu konu kapandı. Evet Fadıl Bey kızı istemiştik
en son. Takı işini oğlum halletti. Daha doğrusu Mehdi halletti...
— Yahu verdim gitti. Böyle damat nerede bulacağız. Ve böyle
bir yeğen. Damat hayırsız çıksa arkamız yine sağlam, dedi
Mehdi'ye bakarak...

Dilem yine İstanbul'a gelerek hayalinde ki gazetede çalış­


maya başladı. Şahin Dilem ile daha çok zaman geçirmeye
başlamış eski sinirli ve acımasız tavırlarından vazgeçmişti. Şahin
odasında otururken Mirza geldi.
— Efendim müsait misiniz?
— Gel Mirza gel, bu aralar iş güç yok zaten.
— Efendim bir sorun var.
— İyi ne güzel işte, bize de iş çıkar,
— Dilem Hanım Ertaç olayını araştırıyor.
— Nasıl araştırıyor? Nereden biliyor ki? Ya da ne sebep oldu
buna?
— Henüz öğrenemedim ama aklıma bir olanak geliyor.
Süreyya Hanım yine bir şeyler yapmış olabilir mi?
— Evet olabilir. Bu kadın hiç durmuyor. Konuş onunla rahat
otursun bu ona son uyarım.
— Peki efendim.
Mirza çıktığında Şahin Başer'in odasına girdi.
— Başer Amca müsait misin?
— Gel evlat gel... Kızım oradan iki kahve kap gel sonrada sen
çık bir yerlerde oyalan.
— Başer Amca Dilem Ertaç olaymı araştırıyormuş bilgin var
mı?
— Evet var Şahin, ben verdim o görevi.
— Neden ki?
— Bunu bize sen söyledin Şahin. Bizzat faili meçhul hiçbir
şey kalmayacak dedin. Başladık... Ses getirecek bir haber.
Türkiye'nin sayılı adamlarından birisi ortadan kayboldu ve
kendi gazetesi dâhil kimse bunu haber yapmadı.
— Başer Amca Ertaç’ı ben yok ettim.
— Ne? Şahin çıldırdın mı sen? Neden?
— Şu Urfa'da düzenlenen saldırıyı o organize etmişti.
Öğrendiğimde öfkeme hâkim olamadım.
— Çok şaşırdım, evet yaptığı kötü ama sen de yanlış yap­
mışsın be evlat. Bu ortaya çıkarsa büyük sıkmtı yaşarız. Şimdi
Dilem'i nasıl bu işten vazgeçirelim işte onu bilmiyorum.
Şahin koltuğa oturdu. Başını avuçlarının içine aldı.
— Ah Başer Amca, o kadar kötü hatalar yaptım ki keşke im­
kânım olsa geriye getirsem zamanı.
— Başka olaylarda mı var?
Şahin olanları kısaca anlattığında Başer neredeyse küçük dili­
ni yutacak gibiydi. Gözünü kırpmadan, nefes dahi almadan
Şahin'i dinliyordu.
— Valla Şahin sen derin devleti geçmişsin. Son zamanlarda
ne kadar faili durum varsa şendeymiş ucu. Çok şaşırdım.
— Şaşırdığın ne amca? Olaylar mı yoksa bu olayları benim
yapmış olmam mı?
— Doğrusunu söylemek gerekirse senin çocukluğunu bili­
rim. Bir gün o çocuktan böyle bir adam çıkacak deseler inan­
mazdım. Hoş hala inanamıyorum. Bunları boş verelim şimdi,

I 001
asıl bunlar ortaya çıkarsa ne olacak onu düşünelim. Ama bugün
ama bir kaç yıl sonra mutlaka ortaya çıkacaktır. Hiç bir şey gizli
kalmaz.
— Bir tavsiyen var mı amca?
— Şu an aklıma hiç bir şey gelmiyor. Ama ilk önce Dilem'i
durdurmak gerekiyor. Çok hırslı ve vazgeçmeyecek gibi duru­
yor.
— Şimdi ben konuşursam huylanacak daha çok araştıracak­
tır.
— Tamam ben ona başka bir görev vereyim belki o şekilde
cayar. Bu arada biz diğer durumlar için bir şeyler düşünelim.
O sırada Dilem içeri girdi. Heyecanlı ve tedirgin bir hali
vardı. Şahin bile gözüne çarpmamıştı.
— Başer Ağabey bugün önemli bir ipucu buldum. Daha
doğrusu o beni buldu. Birisi ulaştı bana daha önce şirkette
çalışmış ve anlatacakları olduğunu söyledi.
— Dilem?
— A, Şahin ben seni fark etmedim bile.
— Belli belli. Ne ipucuymuş bu?
— Sorma patron valla süper bir haber peşindeyim eğer çöz-
ersem yıllarca dünya bizi konuşacak.
— Ne haberi bu?
— Dur hemen döneceğim sana. Ne diyordum ağabey, bugün
tesadüf bir telefon aldım. Ertaç'm yamnda yıllarca çalışmış.
Ertaç'm kaybolduğu günde binadaymış.
— Arayan bayan mıydı? diye sordu Başer.
— Evet bayandı...
— Adı?
— Henüz bir şey söylemedi. Yarın buluşma yerini söyleye­
cek. Çok heyecanlıyım Başer Amca... Evet, şimdi müstakbel
eşime döneyim. Nasılsın canım?
— Ertaç'm haberi ile neden uğraşıyorsun?
— Mesleğimde süper bir kariyer yapacağım canım benim...
— Sen gel bakayım odama geçelim.
Dilem'in heyecanı geçmiş, gözleri Başer'den açıklama bekle­
mek istercesine Şahin’i takip etti. Odaya girdiklerinde Şahin lafa
nasıl başlayacağım bilmiyordu.
— Ertaç bu ülkenin en tehlikeli adamıdır. Sana mı kaldı
haberi?
— Ama hayatım benim için, bizim için çok önemli bir haber
bu.
— Tamam, biliyorum bitanem ama sana göre tehlikeli bir iş.
Başer Amcayı görevlendirelim o başka birilerini görevlendirsin.
— Bana inanmıyorsun değil mi? Başarısız olup gazeteyi
küçük düşüreceğimden korkuyorsun.
— Hayır... Asla... Gel buraya, yaklaş...
Kıza sarılıp göğsüne bastırdı. Saçlarım okşuyordu.
— Aksine, ben senin girdiğin her işi başaracağına inanıyo­
rum. Ama bu iş çok tehlikeli...
— Lütfen, ben çok istiyorum bunu. Ne olur bir şans versen
bana.
— Tamam o zaman şöyle yapalım. Yarın eğer ki bu tanık
vazgeçer aramazsa seni üstüne gitmeyeceksin vazgeçeceksin.
— Tamam söz veriyorum! Ama arayacak.
— Nereden anladın bunu?
— Ses tonundan... Hem korkuyor hem de sanki vicdan azabı
çekiyordu. Ben şimdi çıkıyorum sorularımı hazırlıyorum.
Öptüm.

Şahin üzüntü içinde çıkışını izledi. Hemen Mirza'yı arayıp


yanına çağırdı.
— Mirza Başer Ağabey Ertaç ile ilgili araştırma için Dilem’i
görevlendirmiş. Vazgeçiremedim Dilem'i. Bir bayan aramış ve
yarın buluşursak her şeyi anlatırım demiş. Bu kadın kimse
Dilem'e ulaşmadan bul onu. Dilem’in hemen telefon kayıtlarına
bak. Ne gerekiyorsa yap. Birisini Dilem'in peşinden gönder ama
dikkat et sakın anlamasın.
— Tamam efendim.
— Beni sık sık haberdar et.
Mirza çıktığında Şahin’i tarifsiz bir acı ve telaş sarmıştı.
Yaptıklarından dolayı pişmanlığı bir kere daha artmıştı.

Berrin artık Tekirdağ'a gitmiyor İstanbul'da zamanının


çoğunu Mehdi ve Hazel ile geçiriyordu... Mehdi Berrin ile yap­
tığı sohbetlerde her geçen gün biraz daha şaşırtıyordu.
— Mehdi...
— Efendim hala?
— Herkes Yusuf isimli arkadaşından bahsediyor ama kimse
görmemiş.
— İbrahim Amca gördü hala. Bir de Ertaç’m oğlu gördü.
— Peki, ben görebilir miyim?
— Çağırayım hala gelir.
— Hadi çağır bakalım. Al telefonumu...
— Yok hala öyle çağırmıyorum ki ben onu. Bak şimdi.
Yusuf... Yusuf... Yusuf...
Berrin o kadar sohbet ve bazı mucizelerine tanık olsa da
şaşkın gözlerle Mehdi’yi izliyordu. Kapı çaldı.
— Yusuf geldi, diyerek fırladı Şahin. Gelen İbrahim Efendi'
ydi.
— Nasılsın Mehdi?
— A İbrahim Amca biz Yusuf'u çağırdık sen geldin.
Yusuf'un işi varmış ben geldim olur mu?
— Olur tabi ama halam şimdi bana inanmayacak.
— Kimler var evde?
— Sadece halam
— Hoş geldiniz, dedi Berrin kapının önüne gelerek.
— Kusura bakmayın habersiz geldim.
— Önemli değil İbrahim Efendi buyurun, iyi oldu gelmeniz.
Berrin çay ve ikramda bulundu. Mehdi bahçeye çıktığında
içindeki soruyu sordu.
— Kim bu Yusuf İbrahim Efendi?
— Hazreti Cebrail...
— Mehdi Hazreti Cebrail ile arkadaşlık mı ediyor?
— Haberin yok elbet, Mehdi yeni zamanın kutbudur.
— Çok şaşırdım. Ali'nin haberi var mıydı?
— Eğer dedikleri gibi ölenler bizi görebiliyorsa olmuştur.
Gülümsedi Berrin. Çaymdan bir yudum aldı.
— Siz böyle söylediyseniz Ali kesin görmüştür. Ben gerçek­
ten çok sevindim. Ali'den böyle bir çocuk çıksın...
— Neden böyle düşündün?
— Ne bileyim, tamam namaz kılardı ibadetlerini eksik
etmezdi ama veli olacak kadar da değildi.
— Ali iyi adamdı, kaldı ki iyi olmasa da babanm doğacak
çocukla ne ilgisi var? Hazreti İbrahim'in babası puta tapıyordu.
İbrahim'i ateşe atacak kadar kötü birisiydi.
— Haklısınız, saçmaladım sanırım...
— Fakat Şahin...
— Ne olmuş Şahin'e?
— Şahin'in gidişatı hiç iyi değil.
— Ne yapıyor ki?
— Allah yolundan çok uzakta hatta Şeytan'ın yoluna girdiği­
ni söyleyebilirim.
Berrin bardağı masaya bırakarak hışımla ayağa kalktı.
Gözleri neredeyse öfke kusuyordu.
— Ne diyorsun sen efendi? Benim oğlumu benden başka
kimse iyi tanıyamaz. O karıncayı bile incitmez.
— Ben kalkayım. Sadece bunları konuşmak için gelmiştim.
— Evet kalk! İçime ateş düşür sonra kalkıyorum de kalk!
— Berrin kızım, ben içine ateş düşürmeye değil, senin
evladını ateşten kurtarmaya geldim. Annesin anlayabiliyorum...
Emine Hatun'da sizler çocukken bir sürü hatanızı görmezden
gelirdi. Anne yüreğidir. Ama hesap günü ne anne fayda eder
insana, ne baba, ne kardeş. Sen yine inanmak istemiyorsan inan­
ma. Ama gerçekleri gördüğünde çok geç kalabilirsin.
Mehdi içeri girdiğinde İbrahim Efendi'yi ayakta gördüğünde
üzüldü.
— İbrahim Amca nereye?
— Ben gidiyorum Mehdi. Yine gelirim.
Mehdi'nin gözü sehpada İbrahim Efendi'nin bardağına
takıldı. Biliyordu ki İbrahim Efendi çayı çok sever ve asla bar­
dağını bitirmeden kalkmazdı.
— Çayı mı beğenmedin? Ben kendim yaparım sana.
İbrahim Efendi bardağa baktı. Geri dönerek kalan çayını içti.
Dizlerini kırarak Mehdi'nin omuzlarından tuttu.
— Hayır Mehdi, halan çok güzel çay yapmış ben unutmu­
şum. Bir gün halam al bana gelin.
— Yarm olur mu?
— Onu halan karar versin. Hem okulunu ihmal etmek yok.
diyerek Mehdi'yi yanaklarından öptü.
İbrahim Efendi çıktığında Berrin hala düşünceler içindeydi.
Koşarcasma dışarı çıktı. İbrahim Efendi'ye seslendi.
— İbrahim Efendi! İçeri girip el yapımı bir örtü aldı. Yeniden
İbrahim Efendi'nin yanına gitti.
— Kusura bakmayın. Bunu kabul edin lütfen. Ben yıllarca
birçok iyi tarafınızı gördüğüm halde bir an öfkeme yenik
düştüm sanırım.
— Önemli değil kızım, bu yüzden annesin işte... Teşekkür
ederim.
Berrin İbrahim Efendi çıktıktan sonra hemen Şahin'i aradı.
Telaş ve korkusu yüzüne yansımıştı. Telefon çaldıkça o mırıl­
danıyordu.
— Ne olur oğlum kötü şeyler yapmış olma, ne olur kötü
çocuk olma...
— Efendim anne?
— Şahin her neredeysen ve ne yapıyorsan bırak eve gel.
— Anne ne oldu?
— Soru sorma, eğer analık hakkım varsa gel, diyerek telefonu
kapattı.
Şahin şaşırmıştı. Telefon kulağında hala kafasında çeşitli
yorumlar yapıyor bir sonuca yaramıyordu. Mırıldandı.
— Bir güne ne kadar telaş ve endişe sığdı. Sonu hiç hayır ola­
cak gibi durmuyor...
Eve geldiğinde içeri girip girmemekte tereddüt etti. Kötü bir
haber almaktan korkuyordu. Arabamn sesini duyan Berrin çok­
tan dışarı çıkmıştı.
— İçeri gel...
— Anne ne oldu? Aklımı başımdan aldın.
— Bana hiç yalan söyledin mi?
— Ne?
— Şahin lafı geveleme!
— Söylemedim...
— Çocukken yalan söylediğinde gözlerini kısardın. Hala
aynısını yapıyorsun.
— Tamam anne, sana yalanlar söyledim. Ne soracaksan sor
doğruyu söyleyeceğim.
— Ben hiç bir şey sormayacağım, diyerek ayağa kalktı, diğer
odaya geçti. Döndüğünde elinde bir Kuran vardı. Masaya
koydu.
— Şimdi bana yemin edeceksin.
— Ne için?
— Sen elini kitabm üstüne koy ben ne söyleyeceğini söyleye­
ceğim.
Tereddütsüz koydu. Bu artık her şeyden yorulduğunu ve ola­
cak her şeye de razı olduğunun resmiydi.
— Bundan sonra kimsenin canmı yakmayacağıma,

I
— Bundan sonra kimsenin canım yakmayacağıma,
— Bundan sonra kimseyi üzmeyeceğime,
— Bundan sonra kimseyi üzmeyeceğime,
— Yalan söylemeyeceğime,
— Yalan söylemeyeceğime,
— Allah'ın ve Kuran'ın şahitliğinde yemin ederim.
— Allah'ın ve Kuran'ın şahitliğinde yemin ederim.
— Tamam teşekkür ederim oğlum. Gidebilirsin.
Çok şey yarım kaldı akimda. Ne? Neden? Niçin? Ne biliyor­
sun? Ne duydun? Ne oldu?... Hiç birisini soramadı.
Pişmanlıklamun arasmda çıkıp gitti.

Ali Hazel ile yaşadığı hayal kırıklığını hala üstünden atam ı­


yordu. Yıllarca kızı diye sarıldığı beden sadece oyunlara alet
edilen bir varlıktı. Nereye gittiğini bilmeden yürüyor, sonra
yeniden başladığı yere geri dönüyordu. Sonra aklına Mehdi
geliyor gülümsüyordu. İbrahim P aşa yanına geldi.
— Bir süredir seni izliyorum Ali, hani bu âlemde var mı
bilmiyorum am a gören kesin deli derdi.
— Burada meczup deniyor paşaf dedi gülümseyerek.
— Hayırdır?
— Hiç dünyada ki yalanlan düşünüyor üzülüyorum, sonra
doğrulan görüyor seviniyorum.
— H azel çok mu yalan söylemişti?
— HazeVin söylediği yalanlan ben biliyordum paşam , ben
onun olduğu her m asalı seviyordum.
— Ne diyeyim bilemedim, sen nasıl sevdiysen hiç bir duruma
toz dahi kondurmuyorsun?
— Bir d akika paşa? Sen Osmanlı zam anında yaşadın
Türkçeyi nerden biliyorsun?
— Türkçe ne? Ben Osmanlı dili ile konuşuyorum...
— Nasıl yani? E ben Türkçe konuşuyorum...

2281
— Ya Ali konuyu nereden nereye getirdin. Buna mı taktın?
Sonuçta anlaşıyoruz ya o önem li.
— Sahi Sultan Süleyman nerede onu hep görm ek istem işim ­
dir.
— Bilmem bu âlem de hiç karşılaşm adık.
— Doğru ya, onlar m evki ilim sahibi... Elbette m ekânları
başka olacaktır. Garip ama... Hiç tanıdık rastlam adım .
— B ak senin efendi geliyor A li...
Ayağa fırlad ı, tek kelim e etmeden İbrahim Efendi'nin yanına
gitti. P aşa şaşkın gözlerle izliyordu.
— Hoş geldiniz efendim.
— Nasılsın Ali? Bugün iş y ok mu?
— İzin aldım ... İş dediniz de bir sorum olacaktı?
— Sor cevaplayalım .
— Öldükten sonra ki hayatta insanlar çalışacak mı? Şimdi
burada olduğu gibi?
— Osman Efendi em ekli olduktan sonra ne yaptı?
— Yani bir süre çalıştı can sıkıntısından am a sonra bıraktı?
— Çalışm ası için zorlayan oldu mu?
— H ayır efendim.
— P eki em ekli nasıl oldu?
— Çalıştı yıllarca...
— Hah, işte insanlar da çalışm ayacak. Onların da em ekli
olacağı dönem dünya hayatıdır. Hem Allah'ın vaadi var hiç
Allah sözünden döner mi? Ama insanlar kendileri bir uğraş yap­
m ak isterse elbet yapabilir. Yani sonsuz hayatta biz artık em ek­
liyiz A li...

Meçhul kız ile Dilem'in buluşacağı gün gelmişti. Şahin


ofisinde heyecandan neredeyse yerinde duramıyordu. Sık sık
Mirza'yı arayıp bilgi alıyordu. En sonunda beklediği telefon
gelmişti.
— Efendim kız aradı, 2 saat sonra Beşiktaş iskelesinde
buluşacaklar.
— Tamam Mirza takipçisi ol ama kendini gösterme başkasını
görevlendir. Dilem seni görürse çok ayıp olur.

Dayanamadı kendiside çıkarak iskelenin yolunu tuttu.


İskeleye geldiğinde Dilem’in görme endişesini de yaşıyordu.
Kıyıda duran bir motora bindi.
—- Kaptan 1 saatliğine kiralıyorum. Sadece burada dur yeter­
li, bir şey sorma.
Yaklaşık 20 dakika sonra Dilem gelmişti. Her halinden heye­
canlı olduğu belli oluyordu. Telefonunu çıkardı.
— Mirza! Aklımıza gelmedi. Bu tuzak olabilir. Dilem'i
koruyun.
— Tamam efendim.
Dilem sürekli saatine bakıyor sonrada gözleri ile etrafı
kolaçan ediyordu. Verilen saat geçtiği halde gelen olmamıştı.
Şahin’in telefonu çaldı.
— Efendim kız elimizde.
— Tamam depoya götürün geliyorum.
Depoya gittiğinde Mirza kızın gözlerini kapatmıştı. Bu, giriş
kapısında duran sekreterdi.
— Canına mı susadın sen?
— Bırakın... Bırakın beni. Lütfen bırakm, aptallık ettim ben.
— Yahu bir sen mi akıllı çıktın unutulmuş gitmiş dosyayı
açmaya?
— Ben... Ben Ertaç Bey'i çok seviyordum. Çok üzülmüştüm
öldüğüne.
— Ölecek kadar seviyorsun demek ki?
■— Hayır sandığınız gibi değil... Ben kendisini farklı seviyor­
dum.
Şahin sustu... Deponun önüne çıktı. Arkasından Mirza geldi.

2301
— Efendim ne yapmamızı emredersiniz?
Çoktan öldürmüştü aslında... Ama annesine ettiği yemin içini
kemiriyordu.
— Bırak gitsin Mirza.
— Ama...
— Mirza ne diyorsam yap. Artık kimseyi öldürmek yok.
— Efendim ya konuşursa?
— Onu o zaman düşünürüz. Ben eve geçiyorum düğün yak-
laşıyor.
Bir kaç adım atmıştı ki geriye döndü.
— Mirza bırak, sakın başka bir şey yapma... Ciddiyim!
— Peki efendim...

Dilem kız gelmeyince verdiği sözü tuttu ve Ertaç haberini


yapmaktan vazgeçti. Geçen zaman süresinde düğün hazırlıkları
tamamlanmıştı. Urfa'da yapılan kına gecesinden sonra
İstanbul'da düğün gecesi yapılıyordu. Nikâh kıyılıyordu ki
Mirza telaşla Şahin'in yanına geldi.
— Efendim konuşmamız gerek
— Pes Mirza! Şimdi mi buldun?
— Efendim çok önemli.
— Tamam Mirza bekle imza atayım...
— Atmadan konuşmamız daha uygun. Konu Dilem Hanım.
Şok olmuştu. Gözleri ile salonda bulunan herkesi gezdi.
Ayağa kalktı Mirza ile dışarı yürüdü. Herkes Şahin'i izliyordu.
Dışarı çıktıklarında Mirza tedirgindi. Ve ilk defa Mirza'yı böyle
görüyordu.
— Ertaç'm haberi ile mi ilgili?
— Efendim, ben nasıl anlatacağım bilmiyorum.
' — Bırak kadınlar gibi konuşmayı da anlat!
— Dilem Hanım ile evlenemezsiniz.
— Dilem Hanım Ali Bey'in kızıymış.
Dünya dönmeyi durdurmuştu sanki. Gözleri karardı. Şaşkın­
lığı bütün bedenine vurmuştu. Titreyen ses ile konuşmaya
çalıştı.
— Ne diyorsun sen Mirza?

— Emin misin Mirza? Nereden öğrendin, şimdiye kadar


neden ortaya çıkmadı bu?
— Sait öğrenmiş efendim. Bizim birçok istihbaratımızı o
yapıyordu biliyorsunuz.
— Mirza, öldür beni... Bu leke ancak böyle temizlenir.
— Efendim toparlanın bir çözüm bulamamız lazım.
Hışımla içeriye girdi. Nikâh masasında şahit diye oturan
FadıTm karşısma dikildi.
— Bana hiç yalan söyledin mi?
— Ne?
— Bana... Hiç... Yalan... Söyledin mi?
— Hayır ortak... Ne oldu anlamadım.
— Sana tek bir şey soracağım, Dilem'in babası gerçekten
kanserden ölen kişimiydi?
Fadıl şaşırmıştı. Başım öne eğdi. Şahin iyice bitmiş haldeydi.
— Fadıl Ağa! Bir soru sordum!
— Değildi... Değildi ortak...
— Bana nasıl yalan söylersin, bu yalarım nelere mal olacağını
düşünemedin mi? Bunu nasıl yaparsın ağa!
— Şahin sakinleş konuşalım!
—■Ah ağa... Ah ağa... En yakınımdm ve beni yok ettin...
Dışarı çıkmak için yürümeye başladığında Fadıl arkasından
yetişti.
— Ne oldu Şahin? Seni bu hale sokan sadece Dilem için
söylediğim yalan mı?
— Sen ne biçim insansın be! Rezilliğine beni de bulaştırdın.

2321
— Şahin...
— Ağa git başımdan. Tereddüt etmeden öldürürüm seni.
Mirza aracı hazırla.
Aracına bindiğinde Mirza'yı almamıştı. Gittiği ilk yer C. F.
P/nin binası oldu. Defteri çıkardı masaya koydu. Yaşadıklarına
hala inanmıyordu. Bir süre defterine baktı. Sonra mırıldandı.
— Daha ne okuyacağım ki, her şey bitmiştir. Ah dayı, bu
muydu senin adaletin, inandığın doğrular.
Defteri çöpe atarak yaktı. Aracma bindi ve hızla mezarlığa
doğru yol almaya başladı.

Ali Berzah'ta dolaşırken İbrahim Paşa'yı gördü... Paşa dü­


şünceliydi.
— Hayırdır Paşa?
— Gel dostum gel... Öylesine dalmışım eskilere.
— Neler düşündün?
— Bu sefer Hürrem Sultan geldi aklım a. M ezardakilerin piş­
man oldukları şeyler için biz Hürrem'le bir birimizi yiyorduk.
Bakalım M ahşer günü nasıl bakacağız bir birimizin yüzüne.
— Onu gördün mü hiç burada?
— Hayır...
— Ne garip, kimse tanıdığını görmemiş burada. Hani HazeVi
geçtim İsm et Kartal'a bile razıyım.
— HazeVi unutmaya başladım deme sakın?
— Unutmak mı? P aşa sen beni hala tanımamışsın...
— Tanıdığım için şaşırdım zaten... Özlüyor musun çok?
— Sorma paşa, ona özlem ek nasıl bir borçsa özle özle bitm i­
yor...
— B ak senin efendi yine geliyor...
— Ne güzel bir İbrahim'den diğer İbrahim'e
Ali İbrahim Efendi'yi görünce karşılam ak için yanına gitti.
İbrahim Efendi'nin yüzü üzgündü.

ı?
— A li odaya çıkalım .
O daya geldiklerinde İbrahim Efendi h ala sessizdi. Ali me­
rakla bakıyordu. İbrahim Efendi ayağa kalkıp pencerenin önüne
geçti. Ali'de yanına geldi. Şahin Ali'nin mezarını tekmeliyordu.
— Şahin... Neden mezarımı tekmeliyor? Sonra Sesini duy­
m aya başladı.
— Bw mu senin adaletin A li Aşiroğlu! Her yerde piçlerini
bırakm ak mı? H ayatım da annemden başka bir kadın sevdim,
sadece bir kadın... Ve senin yüzünden domuza döndüm. A/Za/ı
kahretsin. Bn kadar pisliğe beni neden bulaştırdın? Lanet olsun
sana!
Şahin o kad ar öfkeliydi k i tekm eleri ile mezarı kazıyordu
neredeyse. M irza yetişti, durdurmak istedi. Şahin'in öfkesi
dinecek gibi değildi. Mirza'ya bir yumruk atarak aracına bindi.
Arkasından M irza düştü peşine.
— Neler oldu efendim? dedi ürkek bir halde Ali.
— Dilem ile evleneceklerdi bu gece...
— Eeee
— Dilem'in senin kızın olduğunu öğrendi.
— Ne? A m a... Dilem benim kızım değil ki.
— Ama o öyle biliyor şu an...
— Süreyya G azel... Bu Süreyya'nın oyunu... Ta en baştan bu
kadına dur demeliydim. Şahin bu öfkeyle her şeyi yapabilir.
İbrahim Efendi bir defter çıkardı. Ali'nin önüne koydu.
— Artık zam anı gelm iştir A li... Bu öfke ile Mehdi, H azel...
Herkese zarar verebilir. Şu an Şeytan en iyi d ost olarak
görünecektir ona.
— İyi de efendim, nasıl olacak bu... Buna da inanm ayacak.
— İnanacağı bir şey yap o zam an...
Ali bir süre deftere bir şeyler yazdı ve İbrahim Efendi'ye
uzattı.
— Efendim... Ben artık dünya hayatından iyi ya da kötü,
hiçbir şekilde haber alm ak istemiyorum...
Şahin korkunç bir hızla aracını sürüyordu. Bu gidiş Mirza'yı
tedirgin etmişti. Telefonu çıkarıp az sayıda tuşa bastı.
— Mirza?
— Kadir, şu an bir aracımız ile başkanımız 1. derece tehlikeli
bir hızda seyrediyor. Aracın kod numarası 2367540EFG4545.
Uydudan aracı kontrollü bir şekilde durdur.
— Hemen hallediyorum...
Kısa bir süre sonra araç yavaşlamaya başlamıştı. Birkaç metre
daha gittikten sonra durdu. Mirza arkasına yanaşarak araçtan
indi. Şahin hırsla aracı çalışması için zorluyordu.
— Efendim benim aracıma geçelim.
— Defol başımdan Mirza!
— Efendim lütfen gelin... Sizi almadan gitmeyeceğimi bili­
yorsunuz.
— Mirza, defol gebertirim seni!
— Araç çalışmayacak boşuna uğraşmayın.
— Sen nereden biliyorsun? Tabi ya senin bilmediğin hiçbir
şey yok, ama nedense en önemli konuyu en sonra bileceğin
tuttu.
Aşağıya indi. Geçen araçlara el işareti yapıyor fakat hiç biri
durmuyordu. Mirza arkasından yaklaşarak bir ilaç koklattı.
Baygm halde olan Şahin'i araca bindirerek evine bıraktı. Sabah
uyandığında nerede olduğunu en önemlisi neler olduğunu
anımsamaya çalışıyordu. Bahçeye çıktı. İbrahim Efendi ile Mirza
bir masada oturuyordu. Mirza ayağa kalktı. Şahin masaya yak­
laştı.
— Bir daha beni kaçırılan kadınlar gibi bayıltırsan seni
öldürürüm Mirza!
Gözü İbrahim Efendi'ye takıldı. Çok şık bir takım elbise vardı
üzerinde. Alaycı gülümsedi.
— Hayırdır Şahin?
— Kıyafetiniz ilgimi çekti İbrahim Bey.
— Ne varmış kıyafetimde?

I
— Bilmem, sana sormalı efendi. Peygamberler sakal cüppe
giyerken, nasılda uyduruyorsunuz her ortama kendinizi.
— Hazreti peygamber zamanında takım elbise olsa mutlaka
giyerdi Şahin... Buna emin ol.
— Yani sen de peygamberliğini ilan ediyorsun efendi.
— Bak sana ne anlatacağım. Bir gün Peygamber Efendimiz
yolda yürürken Ebu Cehil önüne geçer. Seslenerek ahaliyi de
yanma toplar. Yerden avucuna taşlar alır ve peygamberimize
seslenir. 'Ey Muhammed madem peygambersin söyle bakalım
avucumda kaç taş var' Peygamber efendimiz tebessüm buyurur
ve cevap verir. 'Ey Cehil, ey cahil... Ben avucunda ki taşları
söylesem bile sen yine inanmayacaksın beni sahtekâr ilan ede­
ceksin. Sen avucunu kulağına götür taşlar sana benim kim
olduğumu söyler' der. Ebu Cehil tedirgin halde avucunu kulağı­
na yanaştırır. Taşlar dile gelir. ' Allah birdir, Muhammed onun
resulü ve elçisidir/ Ebu Cehil korkuyla taşları elinden fırlatır ve
çığlık atar, 'Vallahi sen büyücüsün'
İbrahim Efendi ayağa kalkar elindeki çantayı masaya bırakır.
— Çanta senin için... Arzu edersen bakarsın...
Şahin pişman olmuştur. Oysaki İbrahim Efendi gerek kendisi
gerek Mehdi ile defalarca kerametlerini göstermişti. Çantayı
açtığında pişmanlığı acıya dönüştü. Bu Ali'nin bıraktığı ve ken­
disinin de kül olana kadar yanmasını izlediği defterdi. İlk say­
fasını açü... Yine Ali'nin el yazısıdır fakat ilk hali gibi başlamı­
yordun

"Bu yazılarımı okuyorsan her şey ters gidiyor demektir. Ve ben


bulunduğum yerde kırgın, üzgün, hayal kırıkları içindeyim. Sana bir
defter bıraktım ve uyardım, okumadan hiçbir karar verme dedim. Çok
kararsız kalırsan danışacağın isimleri söyle-dim. Sen daha ilk gün iki
cana birden kıydın. Benim bir tek oğlum var o da Mehdi. Ne Hazel ne
Dilem benim kızım değildir. Sen Süreyya'nın oyununa geldin, bana
hayal kırıklığı yaşattın. Elbette şirketin başında kalabilir ve zenginliğin
tadını çıkarabilirsin ama benim hakkım bu şekilde sana helal değildir.
Şirketi emin ellere teslim etmeni ve bir daha karışmamanı istiyorum.

orm ı
Uygulayıp uygulamamak sana kalmış. Bir şans daha hakkın yok. Artık
senin için hiçbir şey yapmıyor olmamam, senin için yapabileceğim her
şeyi yapmış olmamdır.

İçi acıyordu... Defterin diğer sayfalarını karıştırdı ama hepsi


boştu. Gözlerinden yaşlar yanaklarına uzanmıştı.
— Mirza bana beş noter, bir de devlete ait sağlık kuruluşun­
dan ayrı dallarda beş doktor bul şirkete getir.
— Bir kaç adım atmıştı ki geriye döndü.
— Hayır, buraya eve getir. Sabah saat 8'de hazır olsunlar.
Kimse bilmesin.
— Peki efendim...
Gece sabaha kadar hiç uyumadan bilgisayarından bir sürü
yazılar yazdı çıktılarını aldı. Güzel bir şekilde dosyaladı. Sabah
tam 8 de istediği kişiler evin bahçesinde bir masada toplan­
mışlardı.
— Sizleri buraya kadar yorduğum için özür dilerim. Önemli
kararlar almam gerekti. Bildiğiniz ya da duyduğunuz üzere dev
bir imparatorluğun başmda olan birisiyim. Vasiyetimi yazdım
ve sizin huzurunuzda imzalamak istedim. İtiraz ve gitme
hakkınız var ama kalırsanız bu ülkeye ve yüz binlerce çalışana
büyük bir iyilik yapmış olacaksınız.
Kimse kalkmadı. Herkes onayladığım belli etmişti. Bir sürü
kâğıtlar imzalandı onaylandı. Mirza elinde bir gazete ile geldi.
Yüzü şimdiye kadar hiç olmadığı kadar mutsuz ve çaresizdi.
— Hepinize teşekkür ederim.
Misafirlerini uğurladıktan sonra Mirza'nın yanma geldi.
Mirza elindeki gazeteyi uzattı. Gazete kendi sahibi olduğu
Manşet gazetesiydi. İlk sayfasına baktığında neredeyse sayfanın
tamamını kaplayan Ertaç'm ve kendisinin fotoğrafım gördü.
Manşetin başlığım kontrolsüzce okudu.
"Ne yazık katil içimizden biri..."
Ve hemen altında bir dip not vardı...
Dilem Büke’nin özel haberi...
Gülümsedi.
— Bu kıza helal olsun... Vazgeçmedi. Ne inatçıymış.
Telefonunu çıkardı DilenTi aradı ama telefon açılmadı. Mesaj
yazdı...
"Haberini okudum ve seninle gurur duydum. Hep böyle ol,
bildiğin doğrudan asla şaşma... Ben çok hatalar yaptım ve bu
hatalar hep sabrı unutup acele ettiğimden oldu. Ben acele ettikçe
her işime Şeytan karıştı. Ve her şeye acele ederken sana hep geç
kaldım../'
Mesajı gönderdikten sonra mırıldandı...
— 'Hoşça kal...' Binlerce acı bir tek kelimeye böylesine nasıl
sığar...
Telefonu kolunun gücü yetebildiği kadar uzağa fırlattı...
Elindeki dosyaları Mirza’ya uzattı.
— Mirza bunları Muharrem Bey'e teslim ediyorsun. Hiç
kimse açılana kadar bilmeyecek görmeyecek.
— Anlaşıldı efendim.
Aracına biniyordu ki Mirza'mn peşinden geldiğini gördü.
— Hayır Mirza... Bu sefer değil. Benim maceram buraya ka­
dar. Beceremedim...
— Efendim yapmayın...
— Konu kapanmıştır Mirza... Sen emanetlere iyi bak... di­
yerek aracma bindi. Camım yarıya indirdi.
— Mirza... Bir kişi daha ölmesi gerekirse bu en sevdiğim
olsun...
— Emredersiniz efendim... Onur duyacağımı bilin.

Şahin’in attığı telefonun ışığı yandı. Arayan Dilem’di. Bir süre


sonra sustu. Işık tekrar yandığında Dilem’den bir mesaj geldi.
"Yetişemedim telefonuna, konuşmak isterdim. Emin ol ki,
sen değil babam çıksaydı yine yolumdan vazgeçmeyecektim. Ve
bil ki, kim olursan ol, ne olursan ol ve nerede olursan ol ben seni
hep seveceğim..."

2381
Şahin kendi dediği gibi yine acele etmişti...

Şahin'in aracı günler sonra bir uçurumun kenarında terk


edilmiş halde bulundu. O günden sonra kimse Şahin'i görmedi.
Aynı gün Süreyya Gazel'de kayboldu. Bir daha ondanda haber
almamadı. Bazı karşıt medyalar çirkin manşetler atıp Şahin ve
Süreyya'nın birlikte aşk yaşadıklarmı ve ortaya çıktığı içinde
kaçtıklarını yazdı. Şahin şirketlerin tüm yönetimini Derya'ya
bıraktı.

"Ali, Şahin'e yazdığı yazıdan sonra dünya ile bir daha


iletişim kurmadı. Bilmediği zam anlar içinde bilmediği mekân­
larda HazeVi aradı durdu. Gezdiği yerlerin hesabım bilmedi.
Yine de HazeVi bulam adı. Uzun süren bir yolculuktan sonra yine
ilk geldiği yere döndü.
— Ali hoş geldin.
— Sağ o l paşam ...
— Neredeydin? Seni çok m erak ettim.
— HazeVi aradım am a nafile... İz bile bulamadım.
— Üzülme, elbet bulursun...
— Deyim yerindeyse bütün dünyayı gezdim paşa am a y ok...
Yok... Yok...
— Hadi üzülme dostum o simsiyah gözlerine hiç yakışm ıyor
hüzün.
— Benim gözlerim yeşildir atm a paşa, dedi gülümseyerek.
— Yapma A li... Yani bunam adık daha. Kömür gibi gözlere
yeşil diyorsan bence sen harbiden yaşlanm ışsın ama aşktan
değil.
Beyninde şim şekler çaktı... Parm aklarını saçlarına götürdü.
Çekerek görmeye çalıştı, yapam adı. Alacağı cevaptan korkarak
sordu,
— Saçım... Saçım ne renk?
— Korkm a, korkm a beyazlam am ış... H ala sim siyah...
Annesinin çocukluğunda söylediği bir söz kulaklarında çın­
ladı;
"İnsan öldükten sonra ruh halindedir ve o gün her insan g ö­
bek adı ile çağırılacaktır..."
Paşa Ali'deki şaşkınlığı anlamamış soru dolu gözlerle izli­
yordu. Ali arkasını dönmüş bilinçsiz halde yürürken seslendi.
— Ali?
Ali arkasına bakm adan titreyen bir ses tonu ile sadece ken­
disinin duyabileceği şekilde mırıldandı...
— Ali değil p a ş a ... M ehmed...
Yürürken etrafına boş gözlerle bakıyordu. Bir sürü insan
vardı. Hem yürüyor hem mırıldanıyordu.
— Bunlardan birisi H azel... Bunlardan birisi H azel...
Bunlardan birisi H azel... H azel... Hazel'im...
Odasına girdiğinde hala şoktaydı. Etrafına baktı hiç ayna
yoktu. Şu ana kadar da hiç aklına gelmemişti. Dünya hayatın­
da da aynaya bakm ayı sevmezdi. Kapı açıldı odaya İbrahim
Efendi girdi. Ali'nin elini tutarak pencerenin önüne getirdi. 40
yaşlarında bir adam Ali'nin mezarı başında bir şeyler konuşu­
yordu.

— Selam baba... Nasılsın? Dünya gözüyle hiç görüşemedik


ama beni gördüğünü biliyorum. Oğlun bugün başbakan oldu.
Annem başbakan olm am ı en çok senin istediğini söylerdi.
Çocukluğum hep seni beklem ekle geçti. Seni özlem ekle... H ala
evlenmedim, bir gün ölürsem oğlum beni beklem ek ve özlem ek
zorunda kalm asın diye. Annemle buluştunuz mu bilmiyorum
ama birlikteyseniz ellerinizden öpüyorum. B il ki, istediğin gibi
bir başbakan olacağım. Bunun için inandığım tek Allah ve senin
huzurunda yemin ederim.
Kurmaylarına döndü, işaret etti. Korumalardan birisi çocuk­
luğundaki elinden düşürmediği plastik kılıcını getirdi. Kılıcı
babasının mezarının yanına koydu.
— Bu kılıç ve sen, benim aldığım güçtünüz. İbrahim Efendi
sayesinde m anevi gücümü kazandım . Onu bazen çok özlüyo­
rum. Umarım İbrahim Efendimle görüşüyor sunuz dur.
Ali şaşkın dı.
— Siz de mi öldünüz?
— Sen önüne b a k .
Mehdi konuşm asını tam am lam ıştı. Korum aları ve kurmay­
ları ile yürürken m ezarlık dışında duvarda oturmuş yaşlı bir
adam gördü. Adamın gözleri o kadar tan ıdık gelm işti ki...
Birkaç defa bakm aktan kendini alıkoy am ad ı. Geriye döndü.
— Selam amca?
— Aleyküm Selam evlat.
— Ne bekliyorsun burada?
— Yeni evime hazırlanıyorum, dedi m ezarlığa bakarak.
— A llah geçinden versin am ca. Beni tanıyor musun?
— B aşbakanım ızı kim tanım az ki?
— Var mı benden istediğin bir şey?
— Sen her şeyin doğrusunu bilen bir başbakansın, bundan e-
minim.
— Teşekkür ederim.
— Ama sana bir tavsiyede bulanabilirim ... A sla am a asla
acele etme, göreceğin ve duyacağın her şeyi iyice anlam adan,
dinlemeden karar verm e...
— Sağol amca, bunu aklım da tutacağım. Selam etle kal.
B aşbakan uzaklaştığında yaşlı adam m ezarlığa girdi. Bir
süre gözleri ile m ezarları gezdi. Sonra Ali'nin gerçek mezarı
başında geldi.
— Selam dayı... Ancak çıkabildim karşına. Utancımdan...
B ak oğlun başbakan oldu. İstediğin oldu. Biliyorum ki artık
beni görebiliyorsun. Bana güvendin am a ben sana kocam an bir
hayal kırklığı yaşattım . Özür dilerim. Geldiğimde beni affetm iş
olursun umarım.
— Bu Şahin mi?
— Evet Ali...
— Ne kadar yaşlanm ış... Ve ben onu ne kadar özlemişim,
dedi avucunu cama sürerek... Gözlerinden yaşlar yanağına
süzülmeye başlamıştı.
— Bana iyi bir talebe oldu.
— Talebe mi?

Her seferinde sağa doğru adım attığı pencerenin önünde


İbrahim Efendi'nin kolundan çekmesi ile sol tarafına bir adım
attı. Gelen sahne ilk defa geçmiştendi...

Aracına biniyordu ki Mirza'nın peşinden geldiğini gördü.


— Hayır Mirza... Bu sefer değil. Benim maceram buraya
kadar. Beceremedim...
— Efendim yapmayın...
— Konu kapanmıştır Mirza... Sen emanetlere iyi bak... di­
yerek aracına bindi. Camını yarıya indirdi.
— Bana hiç söylemek ya da sormak istediğin bir şey olup
sorumadığın oldu mu?
Mirza ne diyeceğini bilemedi. Gözlerini yere çevirecekti ki,
— M irza...
— Efendim hep bir tek şeyi merak ettim. Neden o gün Rıza'yı
seçtiniz?
—* Oraya gelmeden önce dosyalarınızı incelemiştim. Onun
çocukları vardı... Yani zaafı. Senin hiçbir şeyi kaybetme korkun
yoktu. Benim gibi... Bak... Ali'nin bir kızı annesiz kalmasın
diye başımıza neler geldi.
— Anlamadım efendim?
— Boş ver Mirza zamanı geldiğinde anlarsın. Unutmadan...
Bir kişi daha ölmesi gerekirse bu en sevdiğim olsun...
— Emredersiniz efendim... Onur duyacağımı bilin.
Yolda giderken bir sürü ekip arabası evine doğru ilerliyordu.

2421
Haber duyulmuş Türkiye neredeyse bu haberle çalkalanıyordu.
Torpido gözünden bir cep telefonu çıkardı. Tuşlara bastı.
— Süreyya beni iyi dinle? Bir kom plo düzenlediler. Dilem ile
Fadıl şirketi ele geçirm ek için uğraşıyor. Başer Amca'da işin
içinde. Ben noterden her şeyi senin adına yaptım. Bir yerde
buluşalım al bunları. Eğer yakalanırsam bir tek güvenebile­
ceğim sen varsın. Dayımın hacize giden bir evi vardı ben onu
geri almıştım, orada buluşalım.

Eve geldiğinde içeri girmedi. Yeniden Süreyya'yı aradı.


— Neredesin?
— Girişte bekliyorum.
— Dışarı çık burası da deşifre olmuş. Beyaz bir araçlayım , 20
saniye sonra seni alacağım acele et.

Süreyya araca bindiğinde yola çıktılar. Süreyya çok mutluy­


du. İstediğine ulaşmanın verdiği huzur yüzüne yansısa da belli
etmemeye çalışıyordu.
— Çok üzüldüm Şahin am a inan bana en iyi avukatları bula­
cağım. Gerçek elbet ortaya çıkacak.
— H ala düştüğüm tuzağa inanamıyorum yenge, ben bu
oyuna nasıl düştüm.
— Dayında aynılarını yaşam ıştı, am a sabırlı ol seni kur­
taracağım. K âğıtlar nerede?
— Sağlam olsun diye noter dışında doktorların yanında
im zaladım .
— Güzel... İyi akıl etmişsin.
Geldikleri yer eski cam fabrikasıydı. Süreyya sohbet etm ek­
ten nereye gittiklerine hiç bakm am ıştı. Fabrikayı gördüğünde
gözleri dehşet ile açıldı.
— Neden buraya geldik?
Şahin cevap vermeden belinden silahını çıkardı.
— İn aşağı!

1243
— Şahin lütfen...
Bacağına bir el ateş etti. Süreyya acı içinde kıvranıyor ve
yalvarıyordu. Şahin kapısını açtı, saçından tutarak sürükle-
meye başlad ı. Süreyya'nın yalvarm alarına aldırış etmeden
fırını y aktı. Süreyya'nın yanına geldi.
— Ben sem* uyarmadım mı? Lanet kadın! Seni uyarmadım
mı? Yaptığının ortaya çıkm ayacağını mı sandın?
— Şahin yalvarırım, sana yalvarıyorum . Ben /*er şet/i itira/
ederim gerekirse Ertaç olayım üstlenirim.
Dafca /az/a konuşm adı. Korkunç çığlıklar arasında
Süreyya'yı ateşin içine attı, Gözlerine düşen alevlerin içinde
yanmasını izledi. Çıkarken mırıldandı...
— Özür dilerim anne, küçük oğlun yine sözünü tutmadı.

Fabrikadan çıktı. Gece olana kadar bahçede oturdu. H ava


karardığında İbrahim Efendi'nin kapısını çaldı. Bitkin ve pe­
rişan bir haldeydi. İbrahim Efendi hiç soru sormadı, kapıyı açtı
sağ eli ile girmesini işaret etti.

Ali gözünü dahi kırpmadan izliyordu.


— Mehdi ile nasıl karşılaşm adılar?
— A li... Sana ne göstermem lazım?
— Özür dilerim efendim, hala alışam adım ...
— Ben çıkıyorum Ali, bundan böyle burada beni son
görüşündür. Benim görevim tamamlanmıştır.
— Nasıl? Sizi artık görem eyecek miyim?
— Burada değil. Elbet yine görüşeceğiz.
— Efendim... Hep soracağım am a utanıyorum. H azel nerede?
— Her şey bitti şimdi Hazel mi oldu derdin Ali?
— İnsan sevdiğinle birlikte diyor ya Sultanımız.
— İyi ya, demek ki o da sevdiğiyle birlikte.
Ali beyninden vurulmuşa döndü. İbrahim Efendi kapıdan
çıkıyordu ki yeniden Ali'ye çevirdi yüzünü.

2441
— Bu arada, hani dünya hayatında bir kadın vardı çok
sevdiğin, hani sevm ekle yetinmeyip sevgisi ile övündüğün, hani
yerine hiçbir kadın koyam am dediğin... Hani anne diye hitap
ettiğim .. Günlerdir seni bekliyor büyük salon da... Ama sen
sevgiliden bahsederken hiç onu sormadın.

İbrahim Efendinin lafı içine öylesine oturmuştu ki, nefes a la ­


m adığını hissetti. H ızla dışarı çıktı. T arif edilen odanın
kapısının önüne geldiğinde bütün ar ve heyecanlı duygulan bir­
birine kanşm ıştu Usulca kapıyı araladı. B irkaç oturan daha
vardı. Baktı, annesini göremedi. Ruh hali ile olabileceği aklın a
geldi. Umutsuzca seslendi.
"Emine Aşiroğlu var mı aran ızda?" Cevap gelmedi. K ızlık
soyadı ile olabileceğini düşündü.
"Emine Şahin?" Cevapsız kalan her soru içine acı olarak
düşüyordu. Bir kadın ilişti gözüne. Ses tonu adeta yalvarıyor-
du...

"Ben... Annemi anyordum . Yeşil gözlü, sizin yaşlan n ızda...


M avi bir eşarbı vardır başında."
"Az önce ağ layarak çıkan bir kadın vardı" dedi arkasından
başka bir kapıyı işaret ederek.

K apıdan çıktığında upuzun bir koridorda giden bir kadın


gördü. Yürüyüşünden tanıdı, annesiydi. Sesinin çıktığınca
bağırm aya başladı.
"Anne! Anne dur lütfen! Anne gitme!"
Peşinden koştu kça annesi daha da uzaklaşıyordu. Ne kadar
koştuğunu hatırlam ıyordu. Önce dizlerinin üstüne düştü, sonra
sağ omzunun üstüne... Anne kam ın daki cenin gibi kıvrıldı.
Elinden gelen sadece ağlam aktı. Gözleri kap alı sürekli tekrar­
lıyordu. "Anne! Anne lütfen. Anne lütfen!"
Sesine bir erkek sesi karıştı.
'Ali! Ali oğlum! Ali!'

I OAK
Gözlerini açtığında kendisini annesinin öldüğü yatakta
buldu. Babası başında terden ıslanmış saçlannı okşuyordu.
Elinde tuttuğu telefonun ışığı dahi sönmemişti. Gözlerini ka­
patıp yeniden açtı, ama değişen bir şey olmadı. Telefonuna bak­
tığında Hazel ile olan fotoğrafı gördü. Babası şaşkın gözlerle
bakıyordu.
— Baba? Sen de mi öldün?
— Kimse ölmedi oğlum. Sanırım rüya görüyordun.
— Nerdeyim ben?
— Evdesin oğlum. Gece gelmişsin. Ben de duymadım hiç.
Abdest alacağım. Sen iyisin değil mi?
— İyiyim... İyiyim. İyi...
Her şey yıllar önce öldüğü o gece gibiydi. Akima geldi, saate
baktı. 20 saniye olmuştu geçeli sadece. Birlikte namaz kıldılar.
Babasma sarıldı. 46 yaşmda ilk defa babasma sarılarak uyuyor­
du. Uyandığında pencereden baktı. Olanları kestiremiyordu...
O kadar şey rüya olamazdı. Dışarı çıktı. Aracına binerek
annesinin mezarına gitti. Mezarlığa girdiğinde annesinin mezarı
başında İbrahim Efendi'yi dua ederken gördü. Yanlarına gitmek
için adım atmıştı ki, İbrahim Efendi gelmemesi için işaret etti.
Uzaktan izledi. İbrahim Efendi duasını bitirince yarana geldi.

— Efendim...
Sessiz olmasmı işaret etti İbrahim Efendi. Kabristanın dışına
çıkıp ağaçlarm altına oturdular.
— Geç kaldın Ali
Gülümsedi.
— Uykuyu biraz fazla kaçırmışım efendim.
— Neler gördün rüyanda?
Kontrolsüzce gülmeye başladı. Ağlamakla gülmek arasmda
gidip geliyordu. Sonra sessizleşti.
— Neydi bunlar efendim?
— Tayyi Mekân, Tayyi Zaman. Duymuş muydun?

E
— Evet, sohbetlerinizde duymuşluğum çoktu. Yaşamak da
nasip oldu.
Bir süre ikisi de konuşmadı. Ali yeni doğmuş bir bebek gibi
dünyaya alışmaya çalışıyordu. Omzunun üzerinde başını
çevirip annesinin mezarına baktı.
— Çok mu kırgın bana?"
— Anne evladına ne zaman kırılmış ki?
— Gelme diye işaret ettiniz ama...?
— Belki özel bir şey konuşuyorduk." diyerek gülümsedi.
— Ne yapmam gerekiyor şimdi?
— Ali... Yıllardır Süreyya Gazel'in seni zehirlemesine göz
göre göre izin veriyorsun. Hazel'e kavuşmak için günahtan
korkmasan intihar bile ederdin. Ama şunu bil ki ölüme göz
yummakta intihar etmek kadar aym eşdeğerde bir günahtır.
Gördüklerin hepsi gerçekti. Eğer ölürsen yaşanacak olanlardı.
Sana zaman içinde zaman halk edildi, gelecek gösterildi. Sana
bir görev verildi ve sen görevinden bir aşk uğruna saptın.
Servinle birlikte inandıklarında saptı. Eğer gerçekten ölürsen bil
ki gideceğin yer Cennet olmayacaktır! Eğer ölürsen bil ki Hazel
ile kavuşamayacaksın. Eğer ölürsen Ali... Hiçbir zaman sevdik­
lerinle olamayacaksm. Hazel senin elmandı...
Donup kalmıştı. Biraz ileride duran gölede kilitlenmiş göz­
lerinden yaşlar akıyordu.
— Ne yapmam gerek bilmiyorum, diye mırıldandı.
— Yapacakların belli. Hala yaşıyorsun ve bu sana verilen son
şans. O da ne benim hatırıma, ne senin yaptığın iyilikler için...
Mehdi için verildi bu şans sana.
— Peki, şimdi ben Hazel'in kendi kızım olmadığım bile bile,
eskisi gibi ona nasıl sevgi besleyeceğim?
— Beni seviyor musun?
— Bu nasıl soru efendim, cammdan çok.
— Ben de seni seviyorum. Peki, Ege'yi seviyor musun?
— E... Evet de neden bu sorular?"

I 0 / 1 '7
“ Demek ki, birilerini sevmek için illa baba kız, baba oğul
olmak gerekmiyor. İnsanları karakterine göre sevmezsin. Ya da
birini sevmek için kan bağın olman gerekmez, insanı yaratandan
ötürü seveceksin. Hazel senin sevginle düzelecektir ben inanı­
yorum.
—■Ama efendim, diyorsunuz ki gelecek gösterildi, ben bu
geleceği değiştiremem ki...
— İnsanın değiştiremeyeceği iki şey vardır. Doğum ve
ölüm... Bu iki zaman arasında insan isterse her şeyi değiştirir.
Acıyan gözlerini kapattı. Açtığında yanmda İbrahim Efendi
yoktu. Uzakta duran kırmızı araca baktı. Telefonunu çıkardı.
Semiray'm sesini sanki yüzyıllardır duymamış gibiydi.
— Semiray...
— Buyurun Ali Bey.
— Nasılsın? Sesini duymak istedim.
— İyiyim Ali Bey... Kötü bir şey mi oldu?
— Neden? Dostumun sesini duymak için kötü bir şeyler mi
olması gerekiyor?
— Hayır efendim. Şaşırdım sadece.
— Senden bir ricam olacak, ama lütfen ikimiz bilelim.
— Elbette, buyurun.
— Londra'ya bir uçak kirala yarın için.
— Peki efendim olmuş bilin.

Artık ne yapacağını biliyordu. Yeniden telefonuna gitti eli.


— Rıza annemin yanındayım gelip beni alırsın...
Bir daha çevirdi numaraları...
— Mirza orada görevin bitmiştir. Beni Londra'da bekle.
Biraz yürüdü, bir benzinlikten şişe içine benzin aldı. Geriye
döndü aracın üstüne döküp aracı tutuşturdu. Annesinin mezarı
başına geldi. Kendiside ölmüş olsaydı gömüleceği yere baktı.
Hala boş bir alandı.

248 1
— Bana kırgınsın biliyorum. Ne desem boş olacak. Ama bil ki
anne oğlun bambaşka birisi olacak. Sana yakında torununu ve
gelinini getireceğim.
Mezardan çıkarken ufuklara Ege'nin helikopterinin patladığı
yöne doğru daldı gözleri. Mırıldandı.
— Dostum... Geliyorum... Bizi artık hiçbir güç ayıramaya-
cak.

Başım indirdiğinde Rıza'yı gördü. Uzaktan genç adamı izle­


di. Yanma gitti.
— Rıza sen gerçek bir dostsun. Teşekkür ederim.
Rıza anlam veremedi ama saygı ile başım eğdi.
— Nereye gidiyoruz efendim?
— İstanbul'u yeniden fethetmeye...
— Peki efendim.

Londra’da, şehri baştan sonra görebilecek kadar yükseklikte­


ki bir binanın en üst katında dünyaya adım yazdırmış bir Türk
birazdan gireceği toplantıya hazırlanıyordu. Sekreteri girdi içe­
riye.
— Ege Bey toplantı için herkes hazır.
Ege C. F. P.'de olan alışkanlığı buraya taşımıştı. Her pazartesi
sabah toplantılarını kesintisiz yapıyordu. Devasa masalı toplan­
tı odasına girdiğinde 120 kişilik kurmay ordusu eğitimli birer
asker gibi ayağa kalktı. Oturmalarım işaret etti.
— Birazdan beş büyük devletin başbakanları aramızda ola­
cak.
Henüz sözünü tamamlamadan asistam içeri girdi.
— Efendim çok özür dilerim, ama mecbur kaldım. Dışarıda
bir bey geldi. Arkadaşmız olduğunu söylüyor... Özellikle ısrar
etti. Önemli olduğunu belirtti. Türkiye'den geliyormuş.
Ege toplantı bölündüğü için öfkesini dile getirmeye hazır­
lanıyordu ki duyduğu isim ile şok oldu.
— Adı Ali Aşiroğlu...
Şaşırmış şok olmuştu. Gözleri dolmuş, taşmamaları için ken­
dini zorluyordu. Hızla dışarı çıktı. Kurmayları dünyaya kök
söktüren bu adamın tepkisini şaşkınlıkla izliyordu. Odadan çık­
tığında derin bir nefes aldı. Heyecanı öyle büyüktü ki kendi kalp
atışlarını duyuyordu. Kapıya yöneldi. Ali arkası dönük duvar­
daki tablolara bakıyordu. Sesi titredi.
"Üstat..." diyebildi.
— Dostum...
Ege ağlıyor, Ali ağlıyordu. Sanki iki büyük adam değil, yıllar
sonra bir birbirlerini bulan iki küçük kardeş gibiydiler.
— Gel üstat, gel odama geçelim. Ben çok şaşırdım.
Odaya girdiklerinde kendi koltuğunu işaret etti Ali'ye.
— Yok Ege buranın patronu sensin. Sen otur yerine.
— İkimizde burarım patronu kim olduğu biliyoruz üstat.
Lütfen.
— Beni çok onurlandırdın Ege. Başarılarım hep takip ettim.
Seni TV'Ierde gördükçe mutlu oldum.
— Ah üstat, seni o kadar özledim ki, kaç kez uçağımı Türkiye
semalarından geri döndürdüm.
Gülümsedi Ali. Sonra aklına gördükleri geldi. Gözlerini
Ege'nin göğsüne doğru kaydırdı. Gerçekten kanser miydi?
— Eee Ege sağlığın nasıl? İşler iyi ondan sürekli haber aldık.
— Gayet iyi üstat, seni gördüm ya artık Ölsem de gam
yemem. O kadar çok korktum ki seni dünya gözüyle göremeye­
ceğim diye.
— Eyvah yaaaa... diye mırıldandı Ali.
— Mirza, aşağıda unuttum ben çocuğu.
— Bizim Mirza mı?
— Pek bizim sayılmaz, senin Mirza diyelim.
Gülüştüler. Ege sekreterini aradı. Mirza odaya girdiğinde
asker selamı verdi. Ege'nin elini öpmek istedi. Ege müsaade
etmedi. Hasretle sarıldılar. Asistanı odaya girdi.
— Ege Bey başkanlar geldi.
— Ne başkanı Ege?
— Dünyayı yönetmeyecek miydik üstat? İlk beşinden
başladık.
Bu söz Ali'nin o kadar hoşuna gitmişti ki, hayran gözlerle
baktı Ege'ye.
— Sen işlerine bak dostum. Biz bekleriz.
— Gülcan başkanlara acil işim çıktığmı, bir sonraki toplantı
için kendilerine gün verileceğini belirtin.
— Ege ne yapıyorsun? diye tedirgin halde sordu Ali.
— Hak ettiklerini yapıyorum dostum. Hadi kamım çok aç,
güzel bir kahvaltı yapalım.
Yemek neredeyse gün boyu sürdü. Birbirlerini görmediği
sürelerin nasıl geçtiğini anlattılar.
— Seni almaya geldim Ege. Vatanımıza dönüyoruz.
— Geldiğim valiz hazır üstat. Hemen gidebiliriz.
Mirza'ya baktı. Tereddütsüz itaat... Bir kez daha Ege'nin
mükemmel bir askerden ziyade kendinden bir karakter
yetiştirdiğini anladı.
— Buradaki yönetimi kime bırakabilirsin geçici bir süre?
— Var bizimde bir Başer'imiz. Sahi o nasıl?
— Kurt gibi. Seni ilk gördüğü yerde boğacağından emin ola­
bilirsin.
Suratı asıldı.
— Hala hain gözüyle bakılıyorum desene.
— Hadi asma suratını çocuk gibi, herkes her şeyi öğrenecek
dostum.
Ege telefon ederek helikopterin hazırlanmasını istedi. Ali
helikoptere binerken patladığı an geldi akima...
Ege yıllardır görmediği binaya girdiğinde heyecanı yüzüne
vuruyordu. Londra'da bu binanın neredeyse 20 katı büyük­
lüğünde olan kendi ofisi bile onu bu kadar heyecanlandır-
mamıştı. Kapıdan girdiklerinde Semiray gördüğü manzara
karşısında şaşkınlığını gizleyememişti. CFP'de herkes işini
bırakmış gördükleri manzara karşısında donup kalmışlardı.
Ali'nin sesi herkesi kendine getirdi.
"Herkes toplantı odasına. Hemen!"

Ali ile Ege en son odaya girdiler. Başer'in koltuğu boştu.


— Semiray Başer Ağabey nerede?
Semiray'm sessizliği aslında bir cevaptı. Başer'in odasma
girdi.
— Neden gelmedin ağabey?
Başer başını dahi kaldırmadı. Ege'ye olan öfkesi 8 yıldır hiç
dinmemişti.
— Ağabey benim hatırım için 10 dakika dur sadece ve anlat­
acaklarımı dinle. Lütfen.
Başer isteksizce kalktı. Odaya girdiklerinde Ege ayağa kalkıp
Başer'in elini öpmek istedi fakat Başer buna izin vermedi. Ali
ayakta herkesi süzdükten sonra konuşmaya başladı.

— Benim Ege ile tanışmam 1991 yıllarına dayanır. O zaman­


lar ben bir onbaşı Ege ise teğmendi. Çok uzatıp başmızı ağrıt­
mak istemiyorum. O yıllarda bizlere bir görev verildi.
Kendimizi sadece bu göreve adadık. Ne o evlenebildi, ne de ben.
Yıllarca hayatlarımızdan vazgeçtik. Kendi hayatlarımız hiçbir
zaman olmadı. Silah savaşlarının bittiği dönemlerde en büyük
silah medya olmuştu. Biz de medya sektörüne girdik.
Sonra sustu... Bir an düşündü...
“ Bunları anlatması çok zor, ben kısaca anlatayım. 8 yıl önce
yaşanan her şey Ege ile bizim planımızdı. Ben bana verilen göre­
vi yerine getiremedim. Âşık oldum ve yolumdan saptım. O
zaman anladım ki yıllarca vereceğimiz emekler boşa gidecekti.

252 \
Ege'den rica ettim. Görevi o aldı. Görevi Türkiye'de yerine
getirmesi çok zordu. Hepiniz biliyorsunuz ki İsmet Kartal gibi
büyük bir tehlike vardı. Diğer dış odaklı güçleri saymıyorum
bile... En yakınımdaki insanlar bile hain çıkıyordu. Kimseye
güvencim kalmamıştı. O sebeple bu planı gerçekleştirme kararı
aldım. Ege hain olma durumunu göze aldı. Ve sağ olsun 8 yıl hiç
ağzını açmadı. Bizim Ege ile dostluğumuz ne bu dünyada ne
sonsuz hayatta asla bitmez. Sizlerle de öyle. Şimdi Ege sayesinde
dünyaya hükmeden bir güç olduk. Hazırlanın, dünyaya yeni bir
hayat sunacağız...

Herkes şaşkınlığını üstünden atmaya çalışıyordu. Şaşkın­


lığını atan Ege'ye teşekkür amaçlı yaklaşıp elini sıkıyordu. Bir
kişi ise olanları uzaktan izliyordu. Süreyya Gazel...

Toplantı bittiğinde Ege, Başer ve Ali odada eskiden olduğu


gibi bir araya gelmiş sohbet ediyorlardı.
— Yahu çocuklar, valla helal olsun. Benim gibi yaşlı kurdu
buna inandırdınız ya. Sizden korkulur.
— Ağabey çok zaman sana söylemek istedim ama biliyorsun
ki her tarafımıza kadar dinleniyorduk.
— İyi etmişsin evlat. Ben bu Ege'yi çok seviyorum biliyorsun.
Dayanamaz kalkar giderdim görmeye İngiltere'ye.
— Aman Başer Ağabey nasıl sevgiyse elini bile vermedin."
dedi gülümseyerek Ege...
— Nerden bileyim yahu i Bu arada bu kadar dinlenirken,
üstünüzde bu kadar gözler varken siz bu planları nasıl çevirdi­
niz?
Ali ile Ege birbirine bakarak gülümsediler.
— Valla ağabey İstanbul'da görev için bir araya geldiğimizde
Ege ile bir anlaşma yaptık. Ne olursa olsun her şeyi doğaçlama
oynayacaktık. En ufak bir açık dahi vermeyecektik. Eğer çok
önömli bir konu olursa bunu da film izleyerek anlayacak ya da
anlatacaktık.
— Film mi? O ne yahu. Bak Ali alay ediyorsan basarım tokadı
ha!
— Yok ağabey ciddi diyorum. Önemli bir gelişme olduğunda
o olay ile ilgili bir film izliyorduk.
— Final için hangi filmi izlediniz çok merak ettim şimdi.
— Borsa: Paranın Yükselişi... O dönem biliyorsun Hazel
vardı. Gerçekten duygularımı da, gözlerimi de kör etmişti.
Hiçbir şeyi mantıklı düşünemez olmuştum. İsmet Kartal vura­
bileceği en zayıf noktamdan beni yakalamıştı. Ege'yi bir akşam
bana çağırdım. Bu filmi izlettim. Filmd.: kızmı kullanarak
parasını çalan bir adam var. Ama sonra o parayı katlayıp geri
veriyordu. Ege hemen anladı durumu zaten. Sonra olaylar
gelişti.
— Helal olsun valla! Oscar'lık adamlarsınız. Ben de bazen
diyorum yahu bu Ali Ege'nin peşini çok kolay bıraktı. Ama
sonra yine kendim cevaplıyordum. Gerçek dostluk bu olsa gerek
diye...
O sırada Küçük Hazel içeri girerek Ali'nin kollarına atıldı.
— Babaaaaa, nerdesin sen telefonlarımı da açmadın. Ceza
verdim sana.
Her zaman içine sokarcasma Hazel'e sarılan Ali çok tepkisiz­
di. Bu Başer ve Ege'nin de dikkatini çekti.
— Hazel bak biz şimdi konuşuyoruz burada. Sen şimdi çık
sonra konuşuruz.
— Sen beni özlemedin mi baba?
Sustu Ali... Sonra telefonla Semiray'ı arayarak Hazel'i
almasını istedi. Hazel isteksizce Semiray'm kucağmda giderken
ağlamaklı gözlerle babasına bakıyordu. Başer ve Ege'nin gözleri
Ali'yi izliyordu.
— Şimdi geçmişi boş verelim. Daha önemli işlerimiz var
ağabey. Benim çıkmam lazım siz artık kaldığımız yerden devam
edersiniz.
Kapıdan çıktığında arkasından Ege geldi.
— Nereye üstat?

2541
— Tamamlamam gereken işler var Ege...
— Ben de geleyim mi?
— Hayır Ege, Başer Ağabey ile oturup şirketleri birleştirme
konularını halledin. Merkezi buraya taşıyalım.
— Peki üstat. Hisselerin devrini senin adına mı yapayım?
Ali duygulu gözlerle baktı...
— Dostum şunu anla... Senin benim yok... Sen yok ben yok.
Biz varız...
Gülümsedi Ege... Süreyya Gazel'in odasının önünden
geçerken Hazel'i gördü. Ağlıyordu. Babasına bakıyor, içinden
koşarak atılmak geliyordu ama yapamıyordu. Ali birkaç adım
attı. Geri döndü. Kapıda tek dizinin üstüne çöktü, kollarım açtı.
Bunu beklermişçesine atıldı Hazel. Sımsıkı sarılıyordu.
— Özür dilerim tatlım. Çok özür dilerim. Biraz canım
sıkkındı seninle ilgilenemedim. Babayı affet olur mu?
— Tamam, dondurma yersek olur...
Ali avuçlarının arasına aldı yüzünü. Dikkat etti ki, HazeTin
gözleri mutlu olduğunda daha güzel oluyordu.
— Sen çok güzel bir kızsm tatlım.
— Sen de çok yakışıklısın babacığım. Bir gün evlenirsem
benim kocamda böyle senin gibi olsun. Hem çok iyi bir babasın.
— Haydi, atla kucağıma sana kocamannnnn bir dondurma
ısmarlayayım. Kaşık da kullanmayalım. Bööööyle kafamızı
daldırıp yiyelim. Var mısın?
— Uhuuuuu. İşte babacıkların en kralım...

Şirkete döndüğünde toplantı odasına girdi. Yaşadıklarım


düşünmeye başladı, akimda kalanları tek yek not alıyordu. İlk
akima gelen Şahin oldu. Ablasmı aradı.
— Abla nasılsınız? Herkes iyi mi? Ben bir konu konuşacağım
ama yanlış anlama olur mu? Hani demiştim ya Türkiye'ye
dönüş yapın. Şahin benim yanımda işe.başlasın diye... Onu
erteleyelim mi? Şu durumda orada kalmanız doğru seçenek.
Şahin içinde bu kadar yük almak ağır olacak.
— Oh be kardeşim ben de seni kırmadan nasıl söyleyeceğim
diye düşünüyordum. İyi düşünmüşsün bırak okulunu okusun.
— Tamam ablam, detaylı konuşuruz sonra...
Sonra Süreyya'yı çağırdı yanına. Bir süre konuşmadan
Süreyya'nın yapabileceklerini düşündü.
— Lafı uzatmayacağım ve bir kez konuşacağım. Ertaç'la olan
her planından haberim var. Hazel'in benim kızım olmadığını da
biliyorum.
Süreyya ağzmı açacak oldu ki el işareti ile susturdu.
— Beni zehirlediğini, terör örgütleri ile iş birliği yaptığını...
Parasal konuda zorluk yaşamayacaksın. Hazel gerçeği bilmeye­
cek. Lâkin bu oyunlarına bir son vermezsen Süreyya seni yok
ederim. Gizli olarak boşanacağız bunu da kimse bilmeyecek.
Gözüm her zaman üzerinde olacak. En ufak bir hatan olursa
inan bana ikinci bir şansı vermem. Şimdi çık ve iyice düşün. Ya
hayatın, ya hayatın!
Süreyya şaşkınlık içinde çıktı. Ali çoktandır yapmadığmı
yaptı ve binamn terasına çıktı. Gözü Aşiroğlu ikizlerini gördüğü
yere takıldı. Birkaç eski bina ve boş bir araziden ibaretti. Kartal
Plaza'ya bakışlarını çevirdiğinde aklına Ertaç geldi. Mirza'yı
çağırdı yanına.
— Mirza, Ertaç tehlikeli olmaya başladı. Onu bir şekilde sus­
tur. Atacağı her adımdan haberim olsun.
Mirza arkasını dönmüş gidiyordu ki akima öldürülenler
geldi.
— Mirza, bu arada... Bir daha kimseyi bana sormadan
öldürme... ismet Kartal kadar kötü birisi bile olsa.
Mirza şaşırmıştı. Kekeledi.
— Emr... Emredersiniz efendim.
Gitmek için hareketlenmişti ki Ali yine seslendi.
— Mirza, sen gerçekten mükemmel bir askersin.
— Teşekkür ederim efendim.
— İşin bittiğinde zırhlı aracı hazırla*
— Nereye efendim?
— Urfa'ya
— Çok sevindim...
Mirza gittiğinde gözleri batan güneşi izliyordu. Arkasında
bir ses duydu. Gelen Ege'ydi.
— Üstat...
— Gel dostum gel...
— Müsait değilsen sonra konuşuruz.
— Bu kadar yıl senden ayrı geçti, bundan sonra tek saniye
geçmesin dostum.
Ege de yanma yaklaştı. Bir süre güneşin batışını izlediler.
Sessizliği Ali bozdu.
— Ne garip değil mi? Şu milyarlarca yıldızın altında yine
milyarlarca hayat var. Ve sadece biri senin. Onu bile istediğin
gibi yaşayamıyorsun sonrada benim hayatım diyorsun...
— Kader üstat. Kader...
— Evet Ege, kader... Benim kaderimde sevdiğim kadının
ihaneti ile sevemediğim kadmın sadakati arasmda çizilmiş...
— Hala unutmadın mı Hazel'i?
— Bilmiyorum ki Ege... Ne kadar unuttum desem, içimdeki
derinliklerde hep sızlayan bir yer oluyor... Keşke çocukken
esnediğimizde içimize şeytan girer diye ağzımızı kapatmak ye­
rine, sevdiğimizde içine bir vefasız girer diye kalbimizi kapat­
mayı öğretselerdi.
— Türkiye'den gittiğim gün bende de olmuştu. Doğduğum
ülkeyi bırakıp gitmek, seni bırakıp gitmek hiç kolay olmadı.
— Boş ver geçmişi şimdi bak yine birlikteyiz. Yine aklına
Berzah Âlemi'nde gördüğü geldi. Ege'nin göğüs kısmına baktı.
— Sen iyisin değil mi dostum? Rahatsızlığın falan var mı?
Hadi seninle yarın şu senin hastanelerden birine gidip baştan
sona kontrolden geçelim.
— Olur üstat... Gideriz. Ama yann olmasın, sen şu işlerini
tamamla gideriz.
İçine yine kuşku düştü Ali'nin. Bir süre yine konuşmadılar.
Bu kez Ege bozdu sessizliği.
— Hazel'in hain olduğunu ne zaman anladın?
— İsmet Kartal ihaleyi kazandığında...
— Nasıl anladm ki?
— Bana gönderdiğin çalışma vardı, Tekirdağ'da iken ona
bakıyordum. Hazel yanıma gelmişti. Sonra ki gün İstanbul'a
döndüğümüzde bana gönderdiğin çalışmadan bir kareyi biz
çıkarmıştık. İsmet Kartal'm sunumunda o karede vardı. Sanırım
Tekirdağ'da Hazel kopyaladı.
— Peki, neden Filiz'i suçladın? Daha doğrusu kurban ettin.
— Hazel'i ele verseydim İsmet Kartal hiç düşünmez
öldürürdü onu. Ama Filiz'e dokunmazdı. Hatta istediği olmuş
olurdu. Hazel'i kaybetseydim benden de iflah olmazdı.
Yaşarken ne hallere düştüm Ege, bir de öldüğünü düşünsene...
Hep bekledim, bir gün çıkacak karşıma -başkarum pişmanım,
ben yaptım ama pişmanım— demesini bekledim.
Ege hızla başını çevirdi. Ama söylemek istediğini yine içinde
bıraktı. Ali onun dostuydu ve biliyordu ki Hazel hala içinde bir
yerlerdeydi...
— Hiç bana kızdığın oldu mu üstat? Ama gerçekten
kızdığın?
— Oldu, dedi gülümseyerek
— Ne zaman?
— Şu insanları Mirza'ya öldürttüğünü duyduğumda...
— Ne?
— Hadi Ege...
— Tamam, tamam... Ne yapayım üstat... Seni üzdüklerine o
kadar sinir olmuştum ki, elimde olsa kendim öldürürdüm.
— Olsun, yine de öldürtmeseydin...
Ali'nin tedirginliği Ege'nin bu sebeple büyük günaha girme­
siydi.
— Ege sen çok çalıştın hadi seni emekli edelim, İbrahim
Efendi'ye talebe verelim.
— Valla emekliliği düşünmüyorum değil. İbrahim Efendi de
iyi fikir. Bu hayattan alacağımı aldım sanırım...
Ali anlamıştı. Ege gerçekten kanserdi ve onunla geçireceği
zaman çok azdı... Elini omzuna attı kendine doğru çekti.
— Bu dünya geçici Ege, ama bil ki ölüm sonrası olan hayat
çok muhteşem, çok güzel ve hiç bitmiyor...
— Tabi ya, gitmiş gibi konuşuyorsun, dedi gülümseyerek.

Mirza ile Urfa'ya vardıklarında ilk uğrağı İbrahim Efendi'nin


evi oldu.
— Hoş geldin Ali.
“ Hoş bulduk efendim. Nasılsınız?
Seni böyle gülümserken görmek güzel. İyiyim ben de.

Çaylarım içerlerken Ali gelişmeleri anlattı.


— Çok sevindim Ali. Doğruyu bulabildiğine gerçekten çok
sevindim.
— Valla efendim, artık gece en ufak bir rüya görsem sabah
kalktığımda iki saat hesabım yapıyorum.
— O kadar da değil, dedi gülümseyerek İbrahim Efendi...
— Lâkin efendim bir sorum olacak, Süreyya GazeTi biliyor­
sunuz. Tehlikeli bir isim. Bana bir konuşmamızda insan ne olur­
sa olsun öldürülmeyi hak etmez demiştiniz. Bu kadm yaşarsa
Mehdi'yi yaşatmayacak.
İbrahim Efendi kalkarak çayları tazeledi. Ali arkasından bak­
tığında bu zatın talebesi olmaktan bir kere daha onur duydu.
Günümüzde nice tarikat şeyhi ya da Allah'ın temsilcisi
olduğunu söyleyen insanlar kibirden ve gururdan yanlarına
yaklaştırmadıkları gibi kendi hizmetleri içinde onlarca inşam
kullanıyorlardı. İbrahim Efendi başka biriydi. Geri geldiğinde
Ali'nin bakışını fark etti.
— Hayırdır Ali?
— Efendim size o kadar minnettarım k i... Sizin gibi bir dosta
sahip olduğum için, sizinle beni tanıştırdığı için Rabbime ne
kadar şükretsem azdır.
Gülümsedi İbrahim Efendi... "Kişi sevdiğiyle beraberdir Ali.
Ve bu kişilerin ruhları daha bedene girmeden tanışır. Ne diyor­
duk en son?"
—■Süreyya Gazel... Çok tehlikeli şu an. Ege olayım da öğren­
di. Mehdi'yi de öğrenecek. Ben uyardım ama ona uyarırım para
etmeyeceğini biliyorum.
— Musa Aleyhisselâm bir gün Hızır Aleyhisselâm’a, ken­
disinden bilgi ötesini - ilm-i ledûn - tahsil etmek istediğini
söyler. Hızır Aleyhisselâm Musa Aleyhisselâm'a, bilgi ötesine
katlanmanın güçlüklerinden söz eder: Sen»beni ve benimle bir-
likte yaşayacağın şeyleri kaldıramazsın! içyüzünü bilmediğin
bir şeye nasıl tahammül edebilirsin? der.
Musa Aleyhisselâm ısrar eder, katlanabileceğim söyler.
Bunun üzerine Hızır Aleyhisselâm: Peki, der, ama bir şartla,
soru sormak yok! İtiraz da istemem!
Tamam, der Musa Aleyhisselâm, tamam! Soru da yok, itiraz
da yok!
Ve böylece, bilgiyle bilgi ötesi boyutlarına ışık tutan esraren­
giz yolculuğun ikinci bölümü başlar.
Önlerinde bir deniz vardır, denizin ötesine geçmeleri gerekir,
bir gemiye binerler. Limandan ayrılıp da açık denize açılınca
Hızır Aleyhisselâm gemide hafif bir yara açar ve gemi su almaya
başlar: Ne yapıyorsun sen, gemiyi batırmak mı istiyorsun? der
Musa Aleyhisselâm.
Hızır Aleyhisselâm: Kavlimiz neydi, unuttun mu? diye
uyarır. Verdiği sözü hatırlar ve özür diler Musa Aleyhisselâm.
Geminin yanaştığı ilk limandan çıkıp da kente girdikleri za­
man, önlerine çıkan bir çocuğun canını alır Hızır Aleyhisselâm.
Masum bir sabidir Hızır Aleyhisselâm’m öldürdüğü çocuk.

2601
Dehşete düşer ve verdiği sözü bir kez daha ihlâl eder Musa
Aleyhisselâm: Ne yapıyorsun sen Ustad? Masum bir cana kıy­
dın! Günahı ne bu sabîcağazm?
Hızır Aleyhisselâm: Ya Musa, der, bak bu iki oldu, ikide bir
işime karışıp duruyorsun! Bu son olsun, yoksa -bilgi ötesine
uzanan- yolculuğumuz sona erer.
Musa Aleyhisselâm bunu da içine sindiremez ama yine özür
diler ve yolculuklarına yine devam ederler.
Derken, yorgun argm bir köye girerler. Karınlarını doyur­
maya ve dinlenmeye ihtiyaçları vardır fakat köylüler, ne bir
ikramda bulunurlar, ne de dinlenebilecekleri bir yer gösterirler.
Kovarlar üstelik onları.
Aç susuz yorgun argm ve kalpleri kırılmış olarak köyden
dışarı çıkarken, yıkılmaya yüz tutmuş eski bir yapıyı düzel-
tiverir Hızır Aleyhisselâm.
Bunun üzerine, Musa Aleyhisselâm, üçüncü ve son itiraz
hakkını da kullanarak şunları söyler Hızır Aleyhisselâm’a:
Ustad, der, senin işlerine gerçekten de akıl sır ermiyor! O gemi­
ciler çok iyi insanlardı, üstelik bizden para da almadıkları halde,
tuttun onların gemilerini yaraladm! Sonra tuttun bir masumun
canına kıydın! Şimdi de kalktın, bu misafir sevmez, iyilikbilmez
hayırsız cimri köylülere bedava bina tamir ediverdin! Nedir
bunların bilgi ötesi boyutları (batını, ğayb sırları) söyler misin?
Bak, der, ya Musa, Hızır Aleyhisselâm: Doğru söylüyorsun,
bizi gemilerine ücretsiz alan o gemiciler gerçekten de çok iyi
insanlardı. Ancak bir korsan taifesi vardı peşlerinde sağlam
gemilere el koyan. Onları o korsanların tasallutundan korumak
için, gemilerine o korsanların el koymasını önlemek için yara­
ladık o gemiyi biz, Hakkın muradıyla. Nitekim daha sonra açık
denizde o korsanlar geldiler ve baktılar ki gemi yaralı, hafif hafif
su alıyor; bu bizim işimize yaramaz dediler ve çektiler gittiler.
Korsanlar uzaklaşınca, gemi sahipleri bizim açtığımız o yarayı
kapayarak yollarına devam ettiler. Gemiyi yaralamamızın sebe­
bi buydu.
Peki, o canına kıydığın masum çocuk? Onun günahı neydi
diyorsun değil mi?
Evet!
Her ölenin, öldürülenin illâ da bir günahı mı olması gerekir
ya Musa? Azrail'in aldığı her can günahkâr mı?
Değil!
Evet, o çocuk masumdu, sabî idi henüz fakat zamirinde
şekâvet vardı. Üstelik anası ve babası da çok salih insanlardı o
çocuğun. Eğer o çocuk yaşasaydı, hem kendisine, hem de çevre­
sine çook zararı dokunacak ve o salih insanları çok üzecekti.
Hak teâlâ onun canını — o, zamirindeki şekâvet yaşma ulaş­
madan— bizim elimizle aldırdı ki, hem kendisi, hem çevresi,
hem de o salih ana baba zarar görüp üzülmesinler diye.
O cimriler köyünde yıkılmaktan kurtardığımız o eski yapıya
gelince... Yaşları çok küçük iki yetime aitti o eski yapı. Onlar da
salih insanların çocuklarıydı. Babaları o yapının bir yerine bir
hazine gizledi çocukları için. O yapı şimdi yıkılsaydı, o hazine
bu hayırsız cimri köylülerin eline geçecek ve çarçur edilecekti.
Hak teâlâ o çocukları bizim elimizle korudu. Bunlar hep Hakk’ın
muradıydı, kendiliğimizden yaptığımız bir şey yok. İşte akıl
erdiremediğin olayların sebepleri bunlar. Ben hiç birisini de
kendiliğimden yapmadım bunları. Artık seninle ayrılma
zamanımız geldi, sen yoluna, ben yoluma!

Ali istediği cevabı son şıkta almıştı.


— Efendim şimdi müsaade buyurursanız oğlumu görmek
istiyorum.
Kapıyı açıp çıkıyordu ki yeniden efendisine döndü...
— Biz insanoğlu sevinsek ağlıyoruz, üzülsek ağlıyoruz...
Gözyaşlarımız akarken bu ikisi arasındaki farkı anlayabiliyor
mu?
— Bilmem Ali, bir gün tatlarına bakarak dene bakalım, dedi
gülümseyerek.
Derya ve Mehdinin kaldığı eve geldiğinde evin izbeliğini
gördüğünde içi acıdı. Kapıya yaklaştığında heyecandan kalbi
duracaktı. Arkasında bir ses duydu...
— Hoş geldiniz...
Ses Fadıl Ağa'ya aitti. Zihni yaşadıklarına gitti. Fadıl Ağa
Şahin’e yaptığı gibi Derya için tehdide geldiğini düşündü. Arada
az bir mesafe kalacak kadar Fadıl'a yaklaştı. Konuşmaya hazır­
lanıyordu ki Fadıl konuşmasına devam etti.
— Sizi burada görmek ne güzel Ali Bey... Tesadüf geçerken,
gördüm selam vermek istedim.
— Öyle mi? Çok mutlu oldum. Beni tanıyor musunuz?
— Gıyaben evet. Yıllar önce aşiretimiz hakkında yayılan bir
dedikodu sizin gazetenizde çıkan haber sayesinde doğruyu
buldu. Sizi ziyaret edecektim fakat yanlış anlaşılmasın diye hep
engel oldum kendime. Bu arada, evdekiler akrabanız mı?
Eve baktığında ne diyeceğini bilemedi. Berzah geldi akima,
kibirini yendi.
— Evet, eşim ve oğlum... Geç ulaştım ama sonunda ulaştım...
— Yapabileceğim bir şey var mı?
— Yok... Yok... Çok teşekkür ederim.
Bir kaç adım atmıştı ki Şahin ile ağarım ortaklığı akima geldi.
Geriye dönüp seslendi.
— Ağa! Batıya açılmayı düşünür müsün? Seninle ortak bir
şirket kuralım... Ne dersin?
Fadıl kısa süreli yaşadığı şaşkınlığım atarak tebessüm etti.
— Valla süper bir fikir... En kısa zaman da İstanbul'dayım
Aşiroğlu.
— Ama çok para gerekir Ağa.
— Önemi değil, bir hafta öncesinden miktarı söylemen yeter-
lidir.
Ali eve doğru yürürken Fadıl seslendi.
— Ortak! Şirketimizin adı Doğu olsun mu? Doğu A. Ş.
Gülümsedi... Güzel şeylerin tecelli etmesinden mutlu olmuş­
tu. Başını birkaç defa aşağı yukarı oynattı.
— Olsun ağam... Olsun...
Ali uzaklaştığında Fadıl adamına döndü.

— Batıl inançlarım olsaydı bu adam için kesin kâhin


derdim... Neredeyse yıllardır içimde kalanları okudu... Burada
oldukları sürede gözün üzerlerinde olsun. Buradan İstanbul'a
kadar aşiretimize mensup herkesle irtibata geçin ve sağ salim
İstanbul'a varmalarım sağlayın. Eğer başlarına bir şey gelirse
gözüme görünme!
— Emredersiniz ağam!

Ali kapıya yaklaştı. Elini kapıyı vurmak için kaldırdı, yapa­


madı. İbrahim Efendi'ye baktı, gitmişti... Kapıyı vurdu. Kapıyı
Mehdi açtı. Kalbi durdu duracak gibiydi. Ağlamamak için ken­
dini zorluyordu. Mehdi'nin sesi ile kendine geldi.
— Hoş geldiniz amca, bize mi geldiniz? Kimsiniz?
Ali gözbebeklerini dolduran yaşlarının arkasından oğluna
bakıyordu. Konuşmaya çalıştı, sesi çıkmadı, içeriden Derya'nm
sesi duyuldu.
— Mehdi gelen kim oğlum?
— Tanımıyorum anne, bir amca ama konuşmuyor.
Derya kapıya geldiğinde Ali ile göz göze geldi. Sadece
dudakları aralandı, ses gelmedi. Konuşan sadece gözlerdi.
— Sen tanıyor musun anne?
Derya gözlerini hiç çekmedi Ali'den. Avucunu Mehdi’nin
başına koydu. Beklediği gün gelmiş gibi ses tonu güven doluy­
du.
— Hani hep soruyordun ya, ne zaman gelecek diye... Baban
geldi Mehdi...

264 I
>> i v î s * il A!»

"Doğduğum günü onu ilk gördüğüm gün olarak yazın,


öyle geçsin kayıtlara...
Zira ondan önce ki yaşamım bir pul dahi etmez...
Öldüğüm günü boş bırakın, onu ben değil bende ki bilir...
Zira Rabbimin bir vaadi var... "Aşıklar Ölmez"

i' I:
'■‘W
O, tertemiz bir k a d ı n d a n dü n y ay a g e le c e k ,
O, b i r u l u s u n k a d e r i n i ç i z e c e k . t«..
O, t a r i h e k u r t a r ı c ı d i y e g e ç e c e k . . .

Yıl: 2020 - Ş a n lı U rfa ’ ;


Yeryüzü mahşer gibiydi. Mirza'nın elinde iki silah, hareket eden het; >
şeye ateş ediyordu. Mehdi kan dolu avuçlarını semaya ı kaldırdı.-
Gözbebekleri yaşların içinde kaybolmuştu... Son gücü ile seslendi...
"Y u su f! Y u s u f yetiş! Y u su f!"
Cebrail (as) belirdi semalarda, iki dev kanadı açık... :
Elinde Hazreti Ali’nin Zülfıkar'ı... . v
Hemen arkasında Mikail (as), yerle gök arasında bir yerde. Dönmeye
başladı kendi ekseninde... O döndükçe rüzgarlar toplandı etrafına.. M
İsrafil (as)'in dudakları ile Sur arasında artık sadece milimler mesafe... .;
Ve Azrail (as), Yaratıldığı günden beri hiç olmadığı kadar acımasız... >
Daha Zülfıkar inmeden söküp alıyor ruhları... # i.
Bir ses yankılanıyor kainatta, ’ ’ *
‘’A rş ü z e rin d e k i h a k im iy etim e y em in e d e rim ki, b en im sev d iğ im e
d il d a h i u z a ta n a b en h a rp ila n e d e rim !" ^ J
Ve Cebrail (as)'in şefkat dolu sesi...
‘’Yetiştim dostum, sen iste hepsini helak edeyim, sen iste b i-düiıy
tersine çevireyim... Sen iste dostum, senin için gökleri yere indireyim.^
Mehdi sağ elini kaldırdı, işaret parmağını uzattı. ■ ,■ ■
‘’B en , annem i istiyorum .’
Cebrail (as) başını çevirdi. Azrail (aş) görev için bekliyordu. Nemi.,
gözlerle seslendi dostuna.
_ r if * ">
'.. Mt 't'
• ııS ıiıH S O T T . fc "J " fc" ■*

"Yapm a...” ......

www.clnemascope.com.tr

You might also like