Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 4

Kötülük Problemi ve Varlığın Birliği

ozanisleten76@gmail.com

Kötülük ve kötülüğün kaynağı problemi tüm inançların ve dinlerin cevap aradığı bir olgudur.
Hayatın akışı içerisinde meydana gelen musibetler sonucunda, masumların zarar görmesi ile
merhametli ve kudret sahibi bir Tanrı arasında kurulan ilişki sorgulanmaktadır. Bu mesele
birçok kişiyi tanrıtanımazlığa itmektedir. Bilimsel araştırmalar ve inancımız çerçevesinde bu
konuyu irdelemeye çalışacağız.

Küçük Einstein’ın öğretmeni sınıfta Tanrı’nın yokluğunu ispat etmeye çalışmaktadır.

- Profesör : Eğer Tanrı varsa kötüdür. Tanrı yaratılmış her şeyi yaratan mıdır? Eğer
Tanrı her şeyi yaratmışsa kötülüğü de o yaratmıştır. Bu da demek oluyor ki Tanrı
kötüdür.
- Küçük Einstein : Pardon Profesör ! Soğuk gerçekten var mıdır?
- Profesör : Sen hiç soğukta bulunmadın mı? Tabii ki vardır. Ne tür bir soru bu!
- Küçük Einstein: Hayır efendim aslında soğukluk diye bir şey yoktur. Fizik kanunlarına
göre gerçekte bize soğuğu düşündüren şey ısının yokluğudur. Profesör, gerçekte
karanlık var mıdır?
- Profesör : Tabii ki vardır.
- Küçük Einstein : Yanılıyorsunuz efendim. Karanlık da gerçekte var olmayan bir
kavramdır. Karanlık aslında ışığın yokluğudur. Işık üzerinde çalışabileceğimiz bir konu
ama karanlık değil. Kötülük yoktur tıpkı soğuk ve karanlık gibi. Tanrı kötülüğü
yaratmadı. Kötülük sadece bir insanın kalbinde Tanrı sevgisi olmadan gerçekleştirdiği
şeylerden ibarettir.

Einstein, George Sylvester Viereck‘e 1930 yılında verdiği röportajda Tanrı inancını şu şekilde
özetlemiştir: “Ben ateist değilim. Kendime bir panteist de diyebileceğimi de düşünmüyorum.
İlgili soru bizim kısıtlı akıllarımız için çok geniş. Biz pek çok değişik dilde kitapla doldurulmuş
bir kütüphaneye girmiş küçük bir çocuğun durumundayız. Çocuk kütüphanedeki kitapları
birisinin yazmış olması gerektiğini bilir, nasıl yazıldıklarını bilmez. Yazıldıkları dilleri anlamaz.
Çocuk kitapların sıralamasında esrarengiz bir düzen olduğundan şüphe eder ama ne
olduğunu bilmez. Bu durum bana göre en zeki insanın bile Tanrı’ya göstereceği yaklaşımdır.
Biz evrenin muhteşem bir şekilde düzenlendiğini ve belirli kanunlara uyduğunu görmekteyiz
ancak bu kanunları çok bulanık bir şekilde anlayabilmekteyiz.” 1 demektedir.
Bir yaratıcı var mı, varsa neden kötülük var sorusu eski bir sorudur. 160 IQ seviyesi ile
Einstein’ın beyin sınırlarını zorladığı bu hususta bizim de inancımız çerçevesinde bir şeyler
söylememiz gerekmektedir.

İslam’ın Türk yorumuna göre Tanrı sonsuz boyuttaki sonsuzluktur ve varlığı yoktan değil
kendisinden yaratmıştır. Bu İslam öncesi Türk inancında da böyle idi. Zaten kadim inancımız o
kadar güçlüdür ki, tüm dinler içeresinde yaşayabilir.

1
G. S. Viereck, Glimpses of the Great (Macauley, New York, 1930) p. 372-373.
Türkler ’in başlangıçtaki Müslümanlığı Mansuri Müslümanlıktır. Türkler Araplar ile yıllarca
savaşmış, ancak bu savaşlar neticesinde kılıç zoru ile Müslüman olmamış boyun eğmemiştir.

Onlar, katı müteşerri bir İslam’dan ziyade Tanrı sevgisine dayalı, esnek ve Vahdeti Vücut
çizgisindeki bir Müslümanlığı kabul ederek Horasan Erenleri vasıtası ile kitleler halinde İslam’ı
kabul etmişlerdir.

Vahdeti Vücut inancına göre Tanrı, varlığı kendinden yaratmıştır. Yarattıklarında açığa çıkmış,
onların içinde de kendisini gizlemiştir. Görünen bütün nesneler Tanrı’nın görüntüsüdür.
Bütün nesnelerde Tanrı’nın sonsuz tini vardır.

Öyle ise varlık bir bütünlük arz etmektedir.

İnsan beyni evrendeki en karmaşık sistemdir. Beynimizde, içinde bulunduğumuz samanyolu


galaksisindeki yıldız sayısı kadar nöron vardır ve bunlar bir ağ gibi birbirine bağlanmış
vaziyettedir.

İtalya’dan astrofizikçi ve beyin bilimci iki bilim insanı “The Quantitative Comparison Between
the Neuronal Network and the Cosmic Web - Nöronal Ağ ve Kozmik Ağ Arasındaki Sayısal
Karşılaştırma” konulu araştırmalarında kozmik ağ ve nöronal ağ arasında sayısal bir
karşılaştırma yaparak, nöronların sinatrik bağlantıları ile galaksi kümeleri ve aralarındaki
madde ve karanlık madde flamentlerinin arasında müthiş bir benzerlik keşfettiler. 2

Yeni bir şeyler öğrendikçe hatta bu yazıyı okurken beynimizdeki nöronlar arasında akson ve
dendritler aracılığı ile yeni yeni bağlar oluşturuluyoruz ve yaşamımız boyunca
oluşturduğumuz trilyonlarca bağlantı ile bir dünya görüşü oluşturuyor çevremizi hatta evreni
algılıyoruz.

Ulaştığımız gözlemleme teknolojisi ile gözlemlenebilir evren içinde trilyonlarca galaksi ve her
galakside milyarlarca yıldız olduğunu biliyoruz. Birbirine yakın galaksiler, örneğin bizim
galaksimiz olan Samanyolu bize en yakın olan galaksi Andromeda, kendilerine yakın diğer
galaksiler ile bir grup oluşturuyor ve bunlar da diğer lokal gruplar ile bir küme oluşturuyorlar.
Biz Virgo kümesinin bir parçasıyız. Bizim dahil olduğumuz küme küçük sayılabilecek bir küme,
tespit edilebilen en büyük küme ise Messier87. Uydular,gezegenler, yıldızlar, güneş
sistemleri, galaksiler, galaksi grupları ve kümeler… Bu grupların ve kümelerin arası boş değil
aynı beyin korteksi yapısında nasıl akson ve dentritler aracılığı ile trilyonlarca bağlantı varsa
evrende de bu grup ve kümeler de madde ve karanlık madde flamentlerı ile yani manyetik
bağlar ile birbirine bağlıdır.

Beyin ve evren farklı süreçlerden geçerek, biri biyolojik diğeri kütle çekimi ile, ama her ikisi
de benzer tarzda şekilleniyor.
İtalyan bilim insanları yaptıkları bu araştırmada, nöronal ve kozmik ağların boyutları arasında
devasa farklar olsa da dokuları arasında hem görsel hem de sayısal açıdan ciddi bir oransal
benzerlik buluyorlar.

2
Detaylar için bknz https://www.frontiersin.org/articles/10.3389/fphy.2020.525731/full
Araştırmadan çıkan birkaç ilginç sonuç daha var. Simüle edilmiş kozmik ağı haritalamak için
gereken bilgisayar verisi miktarı yaklaşık olarak insan beyninin bellek depolama sınırı kadar.

Gene beynimizin %77 ‘si su iken evren’in %77’si karanlık enerji ve karanlık madde olarak
tespit ediliyor.

Buradan nasıl bir sonuç çıkarabiliriz

Evren dediğimiz şey, düşünen bağlantı kuran yüksek bir bilinçtir ve tüm yaratılmışlarla insan
bu büyük bilincin bir alt kümesi ve elemanıdır.

Peki o halde her şeyi yaratan Tanrı kötülüğü de mi yaratmıştır?

İslam ‘ın Türk yorumu olarak kabul edebileceğimiz Bektaşiliğin amentüsünde "Hayrihi ve
şerrihi" yoktur "hayrihi ve adaletihi min Allahu Teâla"vardır. Şer Allah'tan gelmez ancak
beşerî zaaflardan ortaya çıkar. Bektaşi şerrin Allah'tan geldiğini ileri sürmeyi büyük hata
kabul eder. Bektaşi burada “Sana gelen iyilik Allah’tandır. Başına gelen kötülük ise insan
nefsindendir”3 ayetini esas alır.

Peki o halde Tanrı sonsuz ise Einstein’ın yazının başında bahsettiği Tanrı sevgisinin olmadığı
alan neresidir?
İyi, kötü gibi kavramlar bizim dünyamız için geçerlidir. Tanrı boyutunda bu kavramların bir
karşılığı yoktur. Bizim için aşağı ve yukarı diye bir gerçeklik varken uzayda böyle bir
gerçeklikten bahsedemeyiz. Demek ki boyut değiştiğinde gerçeklikler de değişebilmektedir.

Profesör ve Einstein’ın diyaloğunu hatırlarsak karanlık yoktur ışığın eksikliği vardır, soğukluk
yoktur, ısının eksikliği vardır. Kötülük de Tanrı sevgisinin eksikliğidir esasen yoktur. Hem
vardır hem yoktur. Schrödinger'in kedisinin olasılık boyutunda hem sağ hem ölü ancak
3
Nisa Suresi 79. Ayet
kutunun açıldığı boyutta ya sağ ya ölü olması gerçekliği gibi. Aristo mantığından Kuantum
mantığına geçtiğimizde çelişkiler ortadan kalkmaktadır.

Sıfır yokluğu ifade etmektedir ama sıfır bir rakamın sonuna eklendiğinde onluk sayı
sisteminde sayının değerini on kat arttırır. Sıfır aslında yoktur ama vardır. Hem vardır hem
yoktur.

İşte Türk’ün İslam yorumu olan Bektaşilikteki kötülüğün nefisten gelmesini buna
benzetebiliriz. Tanrı bizlere özgür irade gibi çok değerli bir hediye bahşetmiş ve bunu
Kuran’da da “Ve Biz, her bir insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık.”4 şeklinde ifade
etmiştir. Yani ortada bir boşluk değil özgür irade mevcuttur ve bunun içinde nefis dediğimiz
alan mevcuttur, nefis sıfırdır. Bu sıfır Tanrı sevgisinin olduğu yere eklendiğinde kötülükler
olmayacaktır.

Bu öyle bir meseledir ki, belki de anladım diyen anlamamış, tam anlamadım diyen anlamıştır.
Bu konunun berraklaşması için kişinin gerçek manada marifet ve hakikat kapılarından
geçmesi gerekir, işte bu kapılardan geçerek sırra erenlere ermiş deriz.

Bu sorunun tam anlamıyla cevabı anlatılarak değil ancak ve ancak yaşanarak verilebilir. Bu
neden ile yüz yıllardır sorulan bu soruya kısıtlı ilmimiz ile verilen cevaba kimimizin zihni “ama
öyle”, “ama böyle” diye birçok itiraz üretecektir. Ancak gerçeklik yoluna bir adım daha yakın
olanlarımızın zihinlerinin de “evet yahu bunlar çok da boş sözler değil, berrak değilse de bir
gerçeklik var ona ulaşmak için yürümeye değer” demesini umuyoruz.

Bizim yapmaya çalıştığımızsa o gerçeği arama güdüsünü canlandırmak üzere bulanık da olsa
zihinlerde bir resim oluşturmak, şimşek değilse de bir kıvılcım çakmasını sağlamaktır.
Doğrusunu Allah bilir.

Başarabilirsek ne mutlu bize.

4
İsra Suresi 13. Ayet

You might also like