Download as doc, pdf, or txt
Download as doc, pdf, or txt
You are on page 1of 86

1

2010-2011 YILI KADOŞ KOLEJİ ORTAK


ÇALIŞMASI

AKDENİZ AREOPAJI

BİR KADOŞ ŞÖVALYESİNE


KELAMIN SIRRI NE İFADE EDER ?

RAPORTÖR
Necdet AKMAN
2

BİR KADOŞ ŞÖVALYE’SİNE, “KELAM’IN


SIRRI” NE İFADE EDER?

2010-2011 yılları için Kadoş Koleji Ortak Çalışma konusu;


“Bir Kadoş Şövalye’sine “Kelam’ın Sırrı”Ne ifade Eder?”
başlığını taşımaktadır.
Konu, Aeropaj’ımız üyesi, 8 Bü:.Kadoş Şövalyesi tarafından
incelenmiş ve konferans olarak sunulmuştur. Ayrıca, 2
Bü:.Kadoş Şövalyesi, bu konuda tez vermiştir.
Konferans veren Bü:.Kadoş Şövalyesi Kardeşlerimizin
isimleri konferans sırasına göre şöyledir:
Tuncay FİLİZ, Levent ÖZBAKKALOĞLU, Tamer GEDİZ, Aziz
TAŞKIN, İrfan SÖZEN, Levent ELBEYLİ, Akın KUYUMCU ve
Volkan YANDAŞ

Tez veren Bü:. Kadoş Şövalyesi Kardeşlerimiz:


İbrahim ŞENGÜLER ve Cem GÜNAY

Katkıda bulunan Bü:. Kadoş Şövalyesi Kardeşlerimizin


isimleri:
Tuncay FİLİZ, Levent ÖZBAKKALOĞLU Bü:.Kadoş Şövalyesi
Kardeşlerin konuşmalarına katkıda bulunan Bü:. Kadoş
Şövalyesi Kardeşlerimiz;
Nedim ÇAKIR, Bünyamin HAZAN, Şadan GÖKOVALI, Oğuz
AKYÜZ,
PMn. Ayhan YALAY 33K., PMn. Türkhan SLEM 33K., HBAT
PMn. Önder KAYIN 33K., Baki Çetinyürek

Tamer GEDİZ, Aziz TAŞKIN Bü:. Kadoş Şövalyesi


Kardeşlerin konuşmalarına katkıda bulunan Bü:. Kadoş
Şövalyesi Kardeşlerimiz;
Şadan GÖKOVALI, Renan ATAMAN, PMn. Ayhan YALAY 33
K
3

İrfan SÖZEN ve Levent ELBEYLİ Bü:. Kadoş Şövalyesi


Kardeşlerin konuşmalarına katkıda bulunan Bü: Kadoş
Şövalyesi Kardeşlerimiz;
Bünyamin HAZAN, Sıtkı AYTAÇ, Mn. Mustafa BESİMZADE
33K., PMn. Ayhan YALAY 33K., Baki Çetinyürek

Akın KUYUMCU ve Volkan YANDAŞ Bü:. Kadoş Şövalyesi


Kardeşlerin konuşmalarına katkıda bulunan Bü:. Kadoş
Şövalyesi Kardeşlerimiz;
Ömer AKYÜZ, Oğuz AKYÜZ, İlkay ŞİMŞEK, Osman ÇALLI,
Baki ÇETİNYÜREK, PMn. Hüseyin Dilek AKARLI 33K., Şadan
GÖKOVALI, PMn. Türkhan SLEM 33K., PMn. Ayhan YALAY
33K., PMn. Güngör KAVADARLI 33K., HBAT PMn. Önder KAYIN
33K.
KONFERANS VEREN BÜ:. KADOŞ ŞÖVALYESİ KARDEŞLERİN
KONUŞMALARI:

Bü:. Kadoş Şövalyesi Tuncay FİLİZ Kardeşin,


24.03.2010 Tarihinde yaptığı konuşma

Pek Ali Büyük Üstad,


Zor bir işe soyunan ya da rutine uğurlanan birine “ Allah,
yardımcın olsun!” deriz. Deriz ama, Allah nasıl yardımcı
olacaktır insana. Buna dair pratik nedenleri düşünmeyiz, ya da
düşünmemeyi çoğu kez alışkanlık haline getirmişizdir. Ya
korkularımızdan, ya ön yargılarımızdan, ya da her şeyi Allah’a
havale etme alışkanlıklarımızdan ötürü, söylediğimizin arka
planı üzerinde pek durmak istemeyiz.
Haklı çıkmayı umduğumuz davalarımızda “Allah, bizimle
beraber” diyerek destek ararız. Ancak karşımızdakilerin de
ayni şeyi dileyebileceklerini, Allah’ın onlarla da birlikte
olabileceğini aklımıza getirmek istemeyiz.
Başı dertte olan, “Seni bana Allah gönderdi” der. Allah’ın
görev verdiği bir elçi, bir çeşit Allah’ ın eli olmaktan daha
büyük bir onur elde edemeyeceğimizi rutinde unutur geçeriz.
Bütün ruhlar, Allah’tan çıkmıştır. Hiçbir şey yok
olmayacaktır, bütün ruhlar yine Allah’a döneceklerdir.
4

Karşıtların birliğidir yaşam. Yoksulluk, işkence ve kölelik;


zenginlik, merhamet ve özgürlüğün karşıtlarıdır. Tarihsel
süreçte görece azalsalar da, gerçek anlamda eşitlik
sağlanıncaya kadar hep var olacaklardır. Bu acılar, şövalyenin
mücadele azmi için birer mükâfattırlar.
Her şeyin başında özgürlük gelir. İş, aş, felsefe, bilim, inanç ve
aşkta… Hür müyüz biz? Hürüm deyince hür olabiliyor muyuz?
“Sen Hürsün!” diyen karşısındakine hürriyet bağışlayabiliyor
mu? Peki, nasıl ve ne zaman hür olacağız?
– “Karanlıklar kaybolduğu zaman!” Nasıl kaybolacak
karanlıklar?
–“Işık, hatayı yendiği zaman”…Yani kendimizi tanıdığımız,
yani ruhumuzda doğru olarak bildiğimiz her şeyin hata
olduğunu fark ettiğimiz zaman. Yani bu hatanın ışığı tutsak
aldığını ve kendi kendimizi karanlığa mahkûm ettiğimizi
anladığımız zaman.
İçimize işleyecek olan ebedi ışığın hakikat olduğunu
anladığımız zaman.
Kendi doğru bildiğimiz yasalardan vazgeçerek ruhumuzu,
tüm ihtiraslarımızı yenecek olan sevgi ve ışığın kanununa
teslim ettiğimiz zaman.
İşte o zaman gerçek Allah’ı, ya da Gerçeği görme yolunda
büyük adımlar atılacaktır. EUM’ nın sevgi, bağışlama ve iyilik
olduğu anlaşılacaktır.
Gerçek diye çarpıtılan her şey, çarpıtanların yüzüne
çarpılacaktır.
İnsanlar, masallardan ve mucizelerden yana değil akıl ve
hikmetten yana olacaktır. Yasa evrenseldir. Yasa, canlı ve
cansız her şeyin içindedir. Özgürlük yasaların bilincine
varmaktır. Yasaların bilincine varmak, bilmediklerine tutsak
olmaktan kurtulmaktır.
İnsanın içindeki evrensel yasa, her insanda mevcut olan
ilahi kıvılcım demektir. Tüm insanları kardeş kılan bu ilahi
kıvılcımdır. İlahi kıvılcımı içinde taşıyanlar Allah’ın evlatlarıdır.
Allah’ ın çocukları, Allah’a layık olmak zorundadırlar, bunun
içindir ki nefret değil sevgi, kavga değil barıştan yanadırlar.
Işığın karanlığa karşı bir savaşı vardır ve bu savaşta
bizler kardeşiz ve Allah’ın avadanlıklarıyız. Kimi zaman çekiç,
5

kimi zaman taşçı kalemi, kimi yerde cetvel, kimi yerde şakuliz.
Allah’ın oğlu olduğuna inanan ve o kıvılcımı içinde hisseden
kişi, kendisine güvenen kişidir ve o, şaşmaz bir şekilde adalet
ve özgürlük yolunda dimdik yürüyendir.
İçimizdeki hakikat, hata ve kusurlarımızı yenecektir.
Allah’tan gelen dürüstlük ikiyüzlülüğü, riyakârlığı ve
şerefsizliği, er ya da geç yok edecektir. Şefkat ve merhamet
hoşgörüsüzlüğü alt edecektir.
Adalet ve özgürlük yolunda yürüyen Kadoş Şövalyesi, bu yolda
köprüler inşa ediyor. Pelikan’ ın şefkatinden kartalın azametine
geçiyor. Alfa ile omegayı yan yana getiriyor, birlikte idrak
ediyor. İlksizliğin ve sonsuzluğun bilincine varıyor. Bu bilinçle
“Başlangıç ve Son” olan Allah’ı düşünüyor, hissediyor.
Tanrı; Herob dağında Musa’ya göründüğünde” Ben Ben
olanım, Beni size, Benim gönderdi” dedi.
Aziz Johanna’ ya göründüğünde “Alfa ile omega,
Başlangıç ile Son Ben’im” dedi. Alfa ile omegayı birlikte
okuyup sevgiyi bulduk, öğrenmenin sonsuz olduğunu kavradık.
Sevgi ilgi demektir. İlgi ise bilgidir. İlgisiz ve bilgisiz sevgi
olmaz. Sevgi öğretmek için değil, öğrenmek içindir.
Paylaştıkça çoğalan tek şeydir, sevgi ya da bilgi.
Gökkuşağı yedi renkten oluşan bir yaydır, dairenin bir
parçasıdır. Efsanede Tufan’ ın sona erdiğine dair Allah’ın bir
işareti olarak kabul edilir. Allah, gök kuşağı ile insanları
affettiğini müjdelemiştir. Artık, Allah’ın gazabı değil rahmeti
söz konusudur. Bu nedenle Allah’tan korkarak sığınaklar
aramak beyhudedir. Sığınılacak tek yer Allah’tır, emniyette
hissedilecek tek yer Allah’a olan güvendir. Nuh, sakin
demektir. Ortam sakindir, çünkü Allah öyle istemiştir.
Ve çalışmak, bir ceza bir lanet değildir. Çalışmak olsa
olsa bir ibadettir. Allah çalışandan yanadır, O, rızkını çalışana
verir. Çalışma insanı eğitir ve insanı yüceltir. Areopajın alfası
22, omegası ise 30’dur. Alfadan omegaya geçen, omegadan
alfaya döner. İbadet, kalıplaşmış bir takım söz ve davranışların
tekrarı değildir. İşini yapmak ta, bir ibadettir.
Kadoş Şövalyesi, vahiy yoluyla gelen bütün dinler için
müşterek olması gereken bir temelin arayışı içindedir. Musa,
İsa, Muhammed, Allah’ın kelamı için gönderilmiş Elçilerdir.
6

Bütün insanlar aynı babanın oğullarıdır, yani kardeştirler.


Durum bu ise, kardeş kavgası yok olmalıdır, paylaşmak ise var
olmalıdır.
Vahiy yoluyla bizlere tebliğ edilmiş olan, Gerçek Allah’ı
anlamak için putları yıkmak gerek. Bunun için de batıl
inançlarımızı, ilkel duygularımızı Allah’a kurban etmek gerekir.
Tanrı kıskanç, ikide bir gazaba gelen, sevgili kavmini 40
yıl çöllerde süründüren, verdikleri sözü yerine getirmedikleri
için insanları ve hatta tüm canlıları tufan ile boğan varlık
değildir. Tersine dua edenleri dinleyecek kadar onlara yakındır,
şefkat ve merhamet doludur. İnsan Allah’ la dertleşme ihtiyacı
duyduğu zaman bir mabede gereksinim duymadan tabiatın
kucağına oturup, O’na düşüncesini açtığı anda O’nu yanında
bulur.
Kadoş şövalyesinin Tanrı’ yı bir mabedin dört duvarı
arasına hapseden anlayışlarla, “Senin mabedin, benim
mabedim!” kavgalarıyla işi yoktur. Zaten insan elinden çıkan
mabetler ne kadar ihtişamlı olursa olsunlar tabiatın görkemi
karşısında sadece birer kopya değil midirler?
Allah’ın bu tür mabetlere sokulmak istenmesi adeta
hapsedilmesi, akıl ve zeka sorunudur. Allah dağda, taşta, yedi
kat gökte değildir. O, bir mabedin dört duvarı arasına
hapsedilemez. Allah’ı vicdanımızda arayıp da kendi içimizde
bulursak, ulaştığımız yerin hakikat yani, dairenin tam merkezi
olduğunu anlarız. İşte o zaman “Vahdet-i Vücudu” da anlamış
oluruz.
Nuh Tufanıyla kurban olan insanlar ve insanlık değil,
insanlığı mahvetmeye çalışan batıl inançlar, taassup ve
sefalettir. Allah’ın istediği kurbanlar bunlardır. Batıl inançları
ve kötülükleri kurban edecek olan Tufan’ da budur. Nuh’un
gemisi insanlığı aydınlığa kavuşturacak olan refah sandığıdır.
Clausen K:.’ in dediği gibi: “Biz, kutsallığı kirletmeyen her
inanca saygı gösteririz. Masonluk, hiçbir tarikata, hiçbir dine,
hiçbir fikre ve hiçbir şahsa mahsus değildir. Bütün
inançlardaki gerçeği kucaklar, hepsine hürmet eder .” Ne güzel
söylemiş! Evet bizim gayretlerimiz tek bir zekâ, tek bir yüreğe
sahip olmak içindir.
7

“Zaman içinde kuvvet, zaman üstünde Allah’ın sembolüdür.


Bütün olayların ilk sebebi, şuur içinde mutlak varlığı gösteren
izafi varlıktır.” Yaratılmış şeylerin varlığı yaratıcının
varlığından başka bir şey değildir. Yaratılan, yaratanın
tezahürüdür.
Yaradılış anlık bir olay değildir, süreçtir ya da süreklidir.
Hep de sürecektir. Her şey ama her şey, her an söylenen “ Ol”
un tezahürüdür. Her ne oluyorsa olsun, olan her şey İrade-i
Külliye’nin eseridir. İrade-i Külliye, eserin içinde vardır, eserin
içinde yaşamaktadır.
Biz, İrade-i Külliye’nin bir parçası olan İrade-i Cüzziye’yi,
nefsimizde taşıyoruz. Aslında eser olan biz, bize bahşedilen
İrade-i Cüzziye nedeniyle doğa üzerinde müessir rolü oynuyor
ve bu nedenle Eşref-i Mahlûkat olarak anılıyoruz.
İrade-i Cüzziye, İrade-i Külliyenin bir parçası olduğundan,
yaratan yaratılanda, yani müessir, eserde yaşadığı için insan
yaratandan, yaratan da insandan ayrılamaz. Her insan,
hakikatin bir parçasıdır, her insan “Ben Hakikatim, Ben
Hak’ım” diyebilir. “Enel Hak” sözünü söyleyebilir. Çünkü her
insan Allah’ın bir parçasıdır.
Âdem’den, adam olmaya doğru yol alıyoruz. Adam gibi
adam olarak Yaratılışa yani Ol’ a iştirak etmek istiyoruz.
Hakikat tek değil çifttir. St. Andre Haç’ının iki kolu
gibidir. Siyah-beyaz, çift başlı kartal gibidir. Haç’ ın bir ayağı
ilim diğer ayağı dindir. Yaşam zıtların birliğidir. Siyah-beyaz çift
başlı kartal çifte hakikati zıt olmaktan çıkarıp kanatlarında
taşıyarak tek bir hakikat haline getirmiştir.
Şövalye, bilinemezlerin sembolü olan X’ i kullanarak
insanlar arasında batıl ve taassubun yükselttiği engelleri
yıkarak yol alıyor. Masonik hayatımızda 1 ile 30 derece arası
seyahatlerimiz yataydı. 30’ uncu dereceden itibaren dikey
seyahate geçmiş bulunuyoruz.
Rit’ imizin başından itibaren bize “Ol!” diyerek olmaya
davet ettiği yapı, piramit gibi insan olmaktı. Tabanı kuvvet,
zirvesi akıl ve hikmet, kenarları ise eşkenar üçgenler ile
güzellik olan piramit…
Bu piramidin duvarları yıkılıp ta göğe doğru açıldığında asıl
görev başlamıştır.
8

Ne zaman? Zamanın müdürü biz olduğumuza göre, biz ne


zaman uygun görürsek o zaman.
Nereye? Haç’ın gösterdiği 4 istikamete doğru.
Ne için? Üçüncü Mabedin inşası için. Ancak Kadosh Şövalyesi
bu sefer taş ve çimentoya ihtiyacı olmayan bir mabet inşasının
bilincindedir. Üçüncü mabed ilmin, adaletin ve hürriyetin
mihrabı olacaktır.
Piramidin duvarlarını kaldırmak, bizi hapseden duvarları
yıkmak demektir. Duvarlar yıkılınca tötonik haç ortaya çıkar ve
Allah için yolculuk başlar. Bu çalışma, Allah’ın kelamının
yayıldığı andan itibaren başlamıştır.
Bu dereceye gelene kadar kelamın sırrı vaatlerinde
bulunan ama hiçbirini yerine getirmeyen ritimiz, sütunlar
arasında evreni yaratan yüce kudretin sembolü de bulunan
mabedi bize yıktırdı ve yıkıntıları çiğneyerek yola devam
etmemizi istedi.
Ancak biliyoruz ki yıktığımız şeyler, ne masonluk ne
semboller ne de dindi..
Yıktığımız şeyler:
1. Ömrümüz boyunca çevre etkisiyle içimizde kemikleşen
bütün kanaatlerimizdi.
2. Masonluk tarafından inşa edilmiş bile olsa EUM’ nın bir
mabedin sütunları arasına hapsedilmiş olabileceği
düşüncesiydi.
3. Masonluğun bize en son sözü söyleyebileceği
düşüncesiydi.
4. Sembollerin içinde kendi koyduklarımızın dışında başka
bir değerin olabileceği düşüncesiydi.
Kadoş şövalyesi bunları yıkmadıkça mabede giremez,
üçüncü mabedi inşa edemez.
Bize son sözü hiç kimse söyleyemez, masonluk ta
söyleyemez. Masonluk bize son sözü söylemenin yollarını
hazırlar. Eğer son sözü masonluk söyleseydi, o da bir dogma
yaratmış olurdu. Neticede son sözü yani kelamın sırrını
yalnızca biz söyleyeceğiz. Bunun için de sembollerin içine
ne koyduysak, onu arayıp bulacağız.
Evrende her şeyin temeline töz, cevher ya da enerji
diyoruz. Bu terimler nihayet adına bize büyük kolaylıklar
9

sağlıyorlar. Ancak hepsi izafi kalıyorlar. Bu tür izafiyetten


kurtulamayan, hiçbir bilim ya da görüş Kelamın Son Sözü’ nü
(sır) söyleyemiyor.
Evrenin Son Sözü’ nü, ya da Kelamın Sırrı’nı göreceli olan
bilimler veremiyor. Enerji de öyle! Çünkü enerji de son tahlilde
bir semboldür. Enerji, kendi vicdanımızda bulduğumuz bir
semboldür. E=mc2’ dir.. Peki bu sembolün arkasında kalan gizli
gerçek nedir?
Mutlak olan nedir? Mutlak olan tek şey hareket, değişme
ve gelişmedir. Ama izafi olmayan bir mutlak vardır ve izafi
olmayan mutlak bizlere yol göstermektedir. Bu mutlak hakikat
idrak edilemez, yalnızca hissedilir.
Kadoş Şövalyesine mal olmuş, onlar tarafından gizlenen,
kulaktan kulağa fısıldanan bir sır yoktur, olamaz, zaten
kelamın sırrı böyle düşünülemez. Ancak O sırra ulaşmak için
önümüze bir merdiven konmuştur.
Merdivenin bir tarafında aklın, diğer tarafında ruhun tekamülü
vardır. Yani bir tarafta Allah sevgisi, diğer tarafta insan sevgisi
vardır.
Allah’a yükselmek elbette kolay değildir. Basamakları
çıkmak için seçilmiş ve denenmiş olmak gerekir. Seçilmiş
demek, Kadoş Şövalyesi olmak demektir. Şövalyeliğin çilesi
sadece Allah rızası içindir. Şövalyenin hedefi, merdivenin Allah
sevgisi tarafını tırmanmaktır. Kadoş, Allah katına kadar
yükselip şimdiye kadar yaptıklarının mükâfatını görmeyi
düşler.
Evet, Allah katına çıkabilmek! Kadoş şövalyesi buna
inanır ve bunun mümkün olduğunu bilir. Bütün Kadoş
Şövalyeleri için bu, kendi aralarında paylaştıkları sırdır, ama
Kelamın Sırrı değil!
ELOAH ve KEROBA kendi içimizde birleşen merdiven
basamaklarıdır, eğer başarıp ta birleştirebilirsek idrak
edemeyeceğimiz ancak hissedeceğimiz bir şey olacaktır: Bir
kavuşma, sevgi birleşmesi. İnsan ve Allah sevgisinin
birleşmesi... Çift ayaklı merdiveni tırmanıp zirveye ulaşan
Kadoş, Miraç’a çıkmış demektir. Merdiven, aklın ve ruhun
tekamülünü sağlayan bir miraçtır.
10

İnsan ve Allah merdivenin son basamağında buluşurlar.


Ancak Allahı içinde hisseden kişide, Allah ve insan sevgisi
birleşir, ancak o zaman kutsal ve temiz anlamına gelen Kadoş
Şövalyesi unvanına layık olur. Ancak O’nun varlığını vicdanında
hisseden bir insan bu şerefe nail olur. Miraç’a çıkan şövalye,
artık o şövalye değildir, manevi bir değişime uğramıştır ve
orada Kelamın Sırrı’ nı alır. Bu sır, artık onun sırrıdır. Bu, kaç
bin yılda, kaç kişiye kısmet olur bilemeyiz.
Kadoş şövalyesi merdivenin zirvesine çıkıp orada kalmaz,
zirveye çıktıktan sonra insanlar arasına iner... Oheb Eloah
(Allah Sevgisi) ile tırmanıp kelamın sırrını alan Kadoş
Şövalyesi, (Oheb Kerobo) İnsan Sevgisi ile iner ve VİTRİOL’ e
geçer!
Kadoş Şövalyesi yalnızca bilmek ve olmak için değil, bilip
olduktan sonra da yapmak için vardır. Neyi yapmak? Gereken
her şeyi yapmak! Çünkü Allah Öyle İstiyor! Allah Kaostan
Düzene geçilmesini istiyor!
Erdem nefsimize olan saygıdır. Merhamet, başkalarına olan
sevgimizden
başka bir şey değildir. Kadoş Şövalyesi saygın ve merhamet
sahibi olandır.
Bir insanın isteyebileceği en büyük nimet vicdan hürriyeti
olmalıdır. Ancak Şövalye bunu kendisi için değil tüm insanlar
için ister.
Kadoş Şövalyesi, yüreğinde Allah sevgisiyle yükselen, ne
zalime boyun eğen, ne de zulme sessiz kalan masum yani
günahsız olan kişidir. Allah sevgisinden yoksun kişi, insan
sevgisinden de yoksundur. Kolayca insanlık dışı emellere alet
olur. Kadoş Şövalyesi, kendi içindeki ilahi cevheri keşfedendir.
Şüphesiz, Kadoş Şövalyesinden başka merdivenin zirvesine
çıkanlar da vardır. Ancak onlar, orada kalmayı tercih ederek
kendi çevreleri ile ilişkilerini kesen bir daire çizerler,
kendilerini dairenin ortasına gömerler ve kalan ömürlerini
inzivada geçirirler. Kadoş Şövalyesi gibi, Kelamın Sırrı’nı
alarak insanların arasına karışmazlar.
Kelamın Sırrı’ na ulaşmak çok zordur, ama dilerim
içimizden çoğu Pharash Chol(Her şey anlaşıldı) ve Phaal Chol
(Her şey yapıldı) deme hakkına sahip olur.
11

24.03.2010
TUNCAY FİLİZ-30°

Bü:. Kadoş Şövalyesi Levent ÖZBAKKALOĞLU Kardeşin


24.03.2010 tarihinde yaptığı konuşma

Masonluk, masondan kalıp cevaplara kanmayıp kendi


kendine aramasını ister. Arayan insan aydınlanır ve ışık saçar
ve nihai hedef olan kamil insan olabilmeye doğru yol alır. 30.
dereceye ulaşıncaya kadar EKSR müntesibi mason geçirdiği
yıllar içinde, kademe kademe ilerleyen bir öğreti sistemiyle
doktrinini giderek derinleşen allegoriler, semboller, efsaneler,
tarihi ve dini olaylar, felsefi sistemlerle donatarak veren Skoç
Riti’nde, artık tam anlamıyla yoğrulmuş, felsefi olarak en üst
konuma yaklaşmıştır.
Bu muhteşem sistem içinde, areopaj derecelerinde;
olgunlaşma locaları ve şapitrlerde verilen ahlaki, tarihi, dini
açılımlar, pekiştirilirken diğer taraftan da ahlaklı ve erdemli
olmanın bir şövalye masonun kişiliğinin neden ayrılmaz bir
parçası olduğu vurgulanır. Toleranssızlık, boş inanç ve
bağnazlığın insan özgürlüğünün neden en büyük düşmanı
olduğu, areopaj derecelerinin ritüelleri içinde şövalyeliğin
faziletleri, görevleri ile bağdaştırılarak ve önemle vurgulanarak
açıklanır. Areopaj derecelerinde deizmin doğası ve EUM ile
insan arasındaki bağ ve ilişkilerin anlatılmasıyla mason, o
güne kadar çevre ve toplum baskılarıyla üzerine yapışmış
12

inanç ve dogmalardan kurtulabileceğini idrak eder. 30.


Derecede Kadoş Şövalyesi’nde şövalyelik ruhu, bütün
öğretilmiş inanç, erdem, etik olguların üzerinde tamamen hür
bir vicdan ile iyi insanı daha iyi bir insan yapma çabasının
yaşam boyu süren uğraşının kendi içindeki yeni ve çok yüksek
bir merhalesi olarak kendini ifade eder.
Bilindiği gibi kadoş, ibranicede mümtaz ve mukaddes bir
vasıf ve hüvviyet verilmiş kimse anlamına geldiği gibi, ayrılmış,
uzaklaştırılmış, farklı tutulan anlamını da içinde
kapsamaktadır. Kelimenin bu ikinci anlamı Albert Pike K:. in
açıklamasına göre şöyle yorumlanabilir:
Yahudilerin birinci derecedeki yakınlarının vefatından
sonra günde üç kez 11 ay boyunca okudukları duanın Kaddish
olan adı, Kadoş ile aynı kökten gelmekte olup, yaşayan ve
ölünün ayrılmış olmasını, biribirinden uzaklaşmış olmasını
ifade eder. Kelimenin bu anlamından hareket edildiğinde, kudsi
bir kişilik sahibi olan Kadoş şövalyesi de, bir yerde toplumun
geri kalanından ayrılmıştır. Masonluğun misyonunun kutsal
kişilikler yaratmak olmadığı açıktır. Ancak, toplumun genel
çoğunluğundan ayrılmış, hakikati arama gayreti içinde
şövalyeliğin asil faziletlerini taşıyan ve yaymaya çalışan bir
örnek insan yaratma gayreti, masonluğun gayelerinden biri
olarak görülebilir. İşte Kadoş Şövalyesi böyle bir yapıda ve
gayrette olan bir kişilik sahibidir. Böylesine yüksek faziletlerle
donanmış olan ve kutsal, kendine dönük adeta bir münzevi
kişilik sahibi olan kadoş şövalyesi için, kelamın sırrı acaba ne
ifade eder?
Masonluk, ritüelimizde de belirtildiği gibi, dereceler
içerisinde bizi yükseltirken her defasında yenilediği, ancak
hiçbir zaman yerine getirmediği Kelam’ın sırrını vermek gibi bir
vaade bulundu ve bizleri sembolik olarak bir mabet inşa
etmeye sevk etti. Harici yaşamdaki inançlarımız da,
alışkanlıklarımız dolayısıyla belki istemeden, belki de kolay
geldiği için, kendi zihnimizde inşa ettiğimiz bu mabedin içinde
yer aldı. Böylece gerçekleştirdiğimiz mabet, bir yerde bizim
insani zaaflarımızın da izlerini taşıyan bir eser olarak ortaya
çıktı.
13

Yüksek anlayış düzeylerine erişmek için dahi olsa,


alışılan inançları çok büyük gayret sarf etmeden ve bir üzüntü
duymadan feda etmek pek mümkün değildir. Bu fedakarlık,
ancak belirli bir bilinç düzeyine erişmekle mümkün olabilir.
İşte Kadoş şövalyesi, zekası aklı ve hür vicdanıyla sütunları
devirerek EUM’nın bir mabedin sütunları arasına hapsedilmiş
olabileceği düşüncesini yıkabilen, böylesine bir üstünlük ile
donatılmıştır. Kadoş şövalyesi devirdiği bu sütunlarla, bir
yandan masonluğun da son sözü söyleyemeyeceğini anladığını,
diğer yandan, EKSR’nin sembollerle anlatmak istediklerinin, bu
sembollere konulan değerlerin, verilen anlamların, masonun
kendi yerleştirdiklerinden başka değerler olamayacağını, bu
hareketiyle belirtmiş oluyor.
Devrilen sütunlar, ayrıca yaşam boyunca insanın aslında
hür olduğunu düşünüp de etrafının empoze ettiği, baskıyla
zihinlere yerleştirdiği ve esiri yaptığı inançlardı. Kadoş
zihninde yaşamı boyunca birikmiş baskı ve bariyerlerden
kurtulunca, berrak bir zihinle sorumluluğunu algılayarak,
sütunları yıkarak ulaştığı sağlam zeminde, kendi yeni içsel
mabedini kuracaktır.
Sütunları deviren mason, bu berrak zihniyle başladığı
dikey yolculukta yüce varlığın sevgisini içinde hissederek
merdivenin adalet, ismet, nezaket, iman, çalışma, sabır ve
basiret basamaklarından yukarı doğru çıkarak zirvesinde,
adeta kendi miracına erişecektir. Yükseldiği bu bilinç
seviyesinde yalnız kendisinin bilmesi ve olması yetmeyecektir.
Bildiklerini ve olduğunu, merdivenin diğer basamaklarından
inerek uygulaması, yapması ve insanlığa sevgiyle vermesi
gerekecektir. Bu basamaklar da insanların, medeniyetlerin, ve
toplumların gelişmesine hizmet eden bilim ve fenni hatırlatan;
matematik, astronomi, fizik, mekanik, kimya, fizyoloji, psikoloji
ve sosyolojidir. Kadoşun insanlara sevgisini verebilmesi, yüce
varlıktan aldığı feyz ve ışığı, bu bilimleri kullanarak etrafına
yansıtabilmesiyle mümkün olacaktır. Bu davranışıyla
gerçekleştirdiği dikey seyahatle aradığı hakikate bir nebze
daha yaklaşacak, kamil insan olma yolunun inşasında
ilerleyecektir. Kadoş şövalyesi böylelilikle diğer insanlardan
ayrı ve kutsal bir üstünlük sahibi olacaktır. Bu üstünlüğün önde
14

gelen tezahürü de, tekrisiyle yatay seyahatler ile başlayan


inisiyasyonunu 30. Derecede dikey bir seyahat ile
noktalamasıdır. Bu seyahati tamamlayan mason, ihtiras ve
bağnazlığı yenmiş ve sevgi halkalarıyla çevrili, toleransın
hüküm sürdüğü bir evren yaratacak güce sahip olmuştur.
İnsanoğlunun algılayabildiği her şey, hatta geliştirdiği
bilimler de izafi ve son sözü söylemek mümkün değil. Kadoş
şövalyesi çift taraflı merdivenden çıkıp inerken, mutlak
hakikatin varlığını hissedecek, ama tam olarak
tanımlayamayacak ve belki bu hissini enerji olarak
adlandıracaktır. Kadoş izafi olmayan mutlağın varlığını içinde
hissedebildiği zaman, yüce varlık ve insan sevgisini birleştirip
birbirine kavuşturup kaynaştırarak kelamın da sırrına ermiş
olacak, böylelikle kutsal ve temiz kadoş unvanının gerçekten
sahibi olacaktır.
Hermetik öğretiye göre, zaman, mekan ve değişim
evreninin gerisinde ve altında tözsel (kendi içinde varolan,
kendisiyle varolan) gerçeklik ve temel hakikat mevcuttur. Tüm
dış görünüşlerin ötesinde ve altında mutlaka bir tözsel
gerçeklik olmalıdır. Düşünebilen insan maddede, kuvvette ve
zihinsel hallerde değişimden başka bir şey görmez. Her şeyin
oluş ve değişim olduğunu görür. Hiçbir şeyde sürekli bir nitelik
ve sabitlik yoktur. Değişimden başka her şey geçicidir.
Kadoş, bütün bu değişen şeylerin altta yatan bir kuvvetin,
tözsel, asli bir gerçekliğin yalnızca dışsal görünüşleri ve
tezahürleri olması gerektiğini anlar. İşte bu mutlak kuvvet
adlandırılamaz ve iç doğası bilinemez ancak varlığı
hissedilebilir. Kadoş, zihinsel olarak yaratma yetisine sahiptir.
“Yukarıdaki aşağıda, aşağıdaki yukarıdadır ” prensibini
kavrayarak birçok karanlık paradoksu ve doğanın saklı gizini
çözmenin araçlarını keşfetmiştir. Tekabül prensibi denilen bu
varsayımla, bilinenden bilinmeyene akıl yürütebilmesi mümkün
olur, monatı (bölünmez birlik) araştırarak kelamın sırrını anlar.
Mikrokozmosu inceleyerek makrokozmosa varabilir.
Kadoşun zihninde bir sessizlik hali, dinginlik mevcuttur.
O sesizlikte içinde hiç çatışma olmayan bir enerji hali vardır.
Eylem ve hareket demek olan enerji bir akarsu gibidir. Duygu,
düşünce, tutku, yaşam enerjidir ve bunların hiç biri arasında
15

çatışma ve çelişkiye izin verilmez, enerjinin engellerle


karşılaşmadan akıp gitmesine izin verilirse, o zaman o enerji
sonsuz bir hal alır. Bu dinginlik halindeki Kadoş bilgiler
merdiveninin arkasında saklı olduğunu düşündüğü, nur
odağının mevcudiyetini daha iyi hissedebilmiş olur.
Kadoş her şeyin ikil olduğunun, zıtlarıyla var olduğunun
farkındalığına erişmiştir. Bilir ki, zıtların doğası bir, dereceleri
farklıdır. Tez ve antitez doğa bakımından bir, fakat derece
bakımından farklıdır. Örneğin, siyah ile beyaz birbirinden farklı
değildir. Siyah ışığı büyük ölçüde absorbe ederken, beyaz
yansıtır, ama absorbe ettikleri veya yansıttıkları miktar da
izafidir ve beyazın bitip siyahın başladığı noktayı bulamak
mümkün değildir. Tıpkı mutlak doğu ya da batı olamayacağı
gibi; Çünkü yeterince doğuya gidilirse batıya varmış olunur.
Aşk ve nefret de çoğu zaman uzlaştırılamaz olarak düşünülür,
ancak mutlak aşk ve mutlak nefret diye de bir şey yoktur. Bu
iki şey, aynı şeyin izafi iki kutbundan başka bir şey değildir.
Kadoş farklı şeyleri birbirine döndüremeyeceğini bilir, ancak
nefreti sevgiye, korkaklığı cesarete dönüştürebilecek, bir
zihinsel halden diğerine geçebilecek güce de sahiptir. Bu güce
de, gerçekleştirdiği dikey seyahat ve sonucunda geldiği
farkındalık boyutuyla erişmiştir.
Monad, ya da bölünemez birlik, 17. Yüzyıl Alman
felsefecisi Leibniz’e göre dinamik bir tözdür. Monad kavramı,
önce ruhumuzun derinliklerinde saklı olup sanki uykudadır,
zamanla uyandırılıp yalnız yukarı açığa çıkarılır. Ruhumuzun
derinliklerinde kavramlar ve düşünceler ile birlikte birtakım
ilkeler ve doğrular da saklıdır. Monadlar arası, gerçek bir
nedensellik ilişkisi yoktur. Ama her biri kendi içinde bir
değişme ilkesini barındırır. Yaratılış sırasında Yüce Varlık’ın
kurduğu düzende bütün monadlar birbirleriyle eş zamanlı
olarak ayarlanmıştır. Bu yüzden de her monad öteki
monadlardan etkilenmediği halde, değişen gerçekliğin tümünü
olduğu gibi yansıtır. Böylece farklılıklar dünyasına birlik
egemen olur. Monad, özü bakımından, çokluk içinde birliktir.
"Bir" sayısı Pisagor'un felsefi görüşüne göre de, mutlak ve
kutsaldır ve aynı zamanda çoku da içinde barındırmaktadır.
16

İşte Kadoş, ulaştığı bilinç düzeyinde hür aklı, iradesi ve


vicdanıyla ruhunun derinliklerinde saklı, ilke ve doğruları
açığa çıkarabilme yetisine ulaşmıştır. Tözünde aslında bulunan
bu cevheri uyandırabilmenin sırrına ermek de, ancak geçirdiği
iykaflar sonucu ulaştığı farkındalık seviyesi ile mümkün
olmuştur.
Şeref Hakim Büyük Amir Sahir Erman Üsatadımız 30.
Derece açıklamalarında; “Bütün evrene hakim olan irade ve
ruhtan yayılan enerji, tekrar merkeze döner ve bu sonsuz
hayatı remzeder. Evrendeki hayat, çıkışlar ve inişler,
moleküllerin bir araya gelmesi ve dağılması, doğum ve ölümler,
ruhla maddenin birleşmesi ve ayrılması ile tezahür eder. Tıpkı
devamlı olarak çıkılan ve inilen merdiven gibi” demektedir.
Madde enerjinin bir tezahürüdür. Esas olan, enerji ve
onun evrenler içindeki varlığıdır. Ancak bu enerji ağı, daha
önce de belirttiğim gibi, sürekli değişim ve dönüşüm içindedir.
Her an yeni bir yapıda, yeni bir yoğunlukta titreşir ve dağılır.
Enerji ağını kesin olarak tanımlamak mümkün değildir; Çünkü
tanımlayabilmek için onu kesin sınırlar içine hapsetmek,
sınırlandırmak ve sabitlemek gerekir. Oysa ki, enerji ne
sabitlenebilir, ne sınırlandırılabilir, ne de tanımlanabilir. Her
insan, bir sonlu-birliktelik varlığıdır. Kuantum kuramıyla da
benzerlik taşıyan bu yapı dolayısıyla, insan çevresinden
soyutlanamaz. Gözleyen, gözetlenen ve bunu için gerekli
araçların olduğu bir evrende olasılıklar deryası içinde
yaşarken, çevresi ile sürekli görünmez bir bağ içindedir. Bu
bağ, enerji ağı sayesinde tüm evrenle etkileşir. Her insanın
kendi tözü vardır ve bu töz paylaşılamaz. Bu töz evrensel değil,
bireyseldir. Ancak kişi evrenle sürekli etkileşen bir bireysellik
içindedir. Kadoş şövalyesi, maddi varlığının içindeki tözün
aslında evrensel bir çokluğun parçası olduğunun farkına
varmıştır ve maddi varlığının beraberinde bir ruhsal yapısı
olduğunu da çok iyi bilir, ama madde ve ruhun ötesinde olan ve
tanımlayamadığı yüce varlığı da ancak hissedilebilir.
Bundan 16 yıl önce 4. Derecede yaptığım bir konuşmada,
klasik fizik kurallarının benim yaşamımı idame ettirmek için
yeterli olduğundan, bir cismin hızı, ivmesi, enerji ifadeleri gibi
tüm niceliklerin cismin konumunun zamana göre
17

diferansiyelleri ile ifade edildiğinden söz ederek, bir mühendis


olarak da günlük problemleri çözmek için, pek de virgülden
sonraki ikinci basamaktan ötesinin çok önem taşımadığını, Pi
sayısını 3,14 kabul etmenin sorunlarımı çözdüğünü, Newton
dünyasında yaşamanın yeterliliğini savunmuşum. Geçen yıllar
mı beni değiştirdi, yoksa EKSR’nin o muhteşem doktrini mi
beni basamak basamak aldı bir yerlere taşıdı, ama bugün 16 yıl
önceki gibi düşünmüyorum.
Evet, Newton fiziği günlük yaşamı sürdürebilmek için
hala geçerli ama ruhsal boyutta, bilinç düzeyi boyutunda,
farkındalık boyutunda, olasılıklar boyutunda, metreyle, kg ile
ölçülemeyen bazı şeylerde, karteziyen koordinatların dışındaki
boyutlarda, hiç de geçerli değil. Sistemler, olaylar, ve varlıklar
birbirinden bağımsız değil ve kapalı ideal çevirimler içinde hiç
değiller. Deneyler de olaylar da, gözlemci de, aletler de
değişiklik gösteriyor. Schrödinger kedisi yorumundaki gibi,
zehirli bir yiyecek ile birlikte bir kutuya kapatılan kedi, ölü de
olabilir, yaşıyor da. Her iki olasılık da eşittir. Yani kedi aynı
anda, hem ölüdür, hem de diri ve bu olasılık kutunun kapağını
açıp da içine bakıncaya kadar devam eder. Gözlemcinin
durumu kutunun kapağını açmadan durumu nasıl algıladığı ise,
tamamen onun zihinsel yapısına bağlıdır. Bu durum hiç de
klasik fizikle açıklanamıyor. Galiba Kadoş şövalyesi olarak bu
kadarını dahi idrak edebilmek, benim için kelamın sırrına
erişmeye yaklaşmayı ifade ediyor.
Sonuç olarak:
Kadoş Şövalyesi, işte bu bütün öğrendiği ve özümsediği
faziletleri gerçek yaşama geçirmek, eyleme dönüştürmekle
yükümlüdür. Kadoş, Tanrı ve insan sevgisini birbiriyle
harmanlayacak ve bir münzevinin sadeliğindeki kişiliğiyle,
merdivenin adım adım zorluklar ve engelleri aşarak çıkacağı
Allah Sevgisi yönünden yedi basamaktaki yedi fazileti
kazanarak, zirveye çıkacaktır. Ulaştığı zirvede kalmayarak,
merdivenin insan sevgisi basamaklarından inerek, tekrar
insanların arasına karışacak ve kazandıklarını onlara verecek
ve belki de kelamın sırrına ulaşmış olacaktır. İşte ancak o
zaman, Farash Chol (Herşey anlaşıldı) ve Faal Chol/ (Herşey
yapıldı) denilebilir.
18

Levent Özbakkaloğlu-30°
24/03/2010 Akdeniz
Areopajı

Kaynaklar:
1-30. Derece Ritüeli, 2006.

2-EKSR 30. Derecesi Üzerine Açıklamalar, Sahir Erman.

3-Morals and Dogma, Albert Pike.

4-A Bridge to Light, Rex R. Hutchens.

5- 14, 29 Derece Ritüelleri.

6- EKSR 14, 29 Dereceler Üzerine Açıklamalar, (4, 8.


kitapçıklar), Sahir Erman.

7- Şövalyelik Ruhu Kadoş Şövalyesinde Kendini Nasıl


İfade Eder, Levent Özbakkaloğlu ,30 Nisan 2009, Kozmos
Areopajı 30. Derece konuşma.

8-Kybalion, Üç İnisiye, Hermetik Felsefe.

9-Bilinenden Kurtulmak, J. Krishnamuriti

10-Ezoterizm ve Masonluk, T. Koray, Mimar Sinan, 143


19

Bü:. Kadoş Şövalyesi Tamer GEDİZ Kardeşin


28.04.2010 Tarihinde yaptığı konuşma:

Louis Daniel Armstrong’a bir öğrencisi sorar: Bende sizin


gibi aynı notaları okuyor, aynı enstrümanı çalıyorum, sizin gibi
olamıyorum neden?
Louis Armstrong cevap verir. Sen sesini üflüyorsun, ben ise
ruhumu üflüyorum.
Bende bu konuşmama ruhumu vermek istedim.
Sözle kelam arasında muhakkak bir farklılık var. Sözü
yalnızca söylersiniz, kelam ise bir büyüklük bir asalet bir
yükseklik ifade eder. Kelam, ilmin durakladığı yerdir. Yeni bir
başlangıçtır. Acaba kelamın başladığı yere, yeni bir hayatın,
devirdiğimiz sütunların, başladığımız bir başlangıcın ritüelik bir
başlangıcın öğretisi diyebilir miyiz? Veya iç âlemimizin
merdivenlerinin yeniden çıkışı diyebilir miyiz?
Kelamı bana hatırlatan bir öyküyü size anlatmak
istiyorum;
Padişahlar döneminde bir şeyhülislam vardır. İsmi MİSRİ
Efendi. Şeyhülislam ramazan ayını geçirmek üzere Elmalıya
gitmek ister, haber salar. Tabii büyük bir telaş başlar, halk
hazırlık yapar. Yörenin eşrafına haber salınır. Misri efendi
misafir edilir. Misri efendi sabah namazını kılacaktır. Evin en
genç çocuğu bir ibrik içinde su getirir. Mirsi Efendi abdestini
aldıktan sonra ‘’be oğlum der, bu ibrik kalaysız git kalaylat‘’
ertesi gün tekrar abdest alırken, ibriğin tekrar kalaysız
olduğunu görür. Neden ibriği kalaylatmadın diye sorar. Çocuk
ise efendim götürdüm kalaycı ibriğin sahibi gelsin dedi der.
20

Şeyhülislam büyük bir hırsla ibriği kapar ve kalaycıya gider.


Kalaycı sırtı dönük körükle kalay yapmaktadır. Görmeden Mirsi
Efendi hoş geldin der.‘’Bire kalaycı neden ibriği
kalaylamazsında beni ayağına getirirsin’’ kalaycı ise, arkası
dönük olarak ‘’efendim ibriğin içini mi kalaylayım, dışını mı
kalaylayım bunu sizden öğrenmek istedim‘’ der. Şeyhülislam
ben şeyhimi buldum der. Elmalıya yerleşir ve orada vefat eder.
İşte bu derece, tekrar bizim kendi içimize dönerek
yanlışlarımızı düzeltmemizi, yeni bir şövalyelik öğretisi olan
KADOŞ şövalyelerinin ışığında Nec proditor, nec proditur,
innocens feret yoluna girmemizi öngörür.
Muhakkak olan, ne radikal bir görüş, ne de bir eylem,
öğretinin bir merdiven geleneği ile verilmesidir. Oheb Eloah,
Tsedaka, Schor Laban, Mathok, Emonah, Amal Sagghi, Sabbal,
Gehemal Binah Thebunah, doğuya doğru yürüdüğümüz zaman,
Oheb Kerobo’yu görürüz, insan sevgisi.
İşte, iç dünyasına dalan kardeşimiz, hakikati aramak
yolunda kendisini aşmış, merdivenin basamaklarını kendisine
rehber etmiş, bu yeni öğretide kendi içini öğretiyi harici âleme
taşımak yoluna başlamıştır.
O meşhur pozitivist filozofun sözlerini tekrar hatırlayalım.
Kadosh şövalyesinin yolu, Adalet, İsmet, Nezaket, İman,
Çalışma, Sabır ve Basiret, Öyle bir denizdir ki, üzerinden
geçmek için ne kayığımız vardır, ne de yelkenimiz, fakat
gözünüzün önünde saf ve berrak şekilde görülmesi, bizim için
hem azametli hem ferahlatıcıdır.
Bana göre o saf ve berrak denizi geçebilmek için ne
kayığa, ne yelkenliye gerek yok.
Şayet o denizin bir ucundan bir ucuna yürüyerek
gidebilirsek, işte o zaman bu derecenin gerçeğine ulaşmış
oluruz. Gerçeğe ulaşmak hayal etmekle olur. Eğer hayal etme
gücüne sahip değilseniz, gerçeğin çok uzaklarında kalırsınız.
Aksi takdirde, sulh ve selametle çekilmek insanlık mabedinin
gerçeğidir.
Kelamın sırrını bir gün ustama gittim sordum. Bu sır nedir
dedim. Bana ‘’ara bulacaksın’’ dedi. Bulamadım, tekrar gittim.
Tekrar ‘’sabırla ara bulacaksın’’ dedi. Şu dakikada yine tekrar
arıyorum. Merdiven basamaklarında durarak nefes alarak
21

yürüyorum. Merdivenin en üstünde, Şövalyeleri seyrediyorum.


Şövalye her an elinde kılıcı toplumu düzeltmeyi, topluma
katkıda bulunmayı ve öğretmeyi, öğrenmenin üzerinde tutarak,
ilim ve bilgiyi, güneşin ışığı gibi yaymaktadır.
Artık günümüzde insanlar daha haksızca yaşamakta,
toplum özelliklerini kaybetmekte, güçlü güçsüzü ezmekte,
zengin daha zengin, fakir daha fakir olmakta, güneş eskisi
kadar parlak değil, denizler eskisi gibi mavi değil, Evren
karanlıklar içinde.
Kadoş şövalyesi kardeşim bütün bu karanlık içinde
topluma, harici âleme kendisine öğretilenleri nasıl
aksettirecek, görevini nasıl yapabilecek. Esas olan hiç
umutsuzluğa düşmeden kelamın sırrına erebilmek, onu
aramadan değil, arayarak bulabilmek, sabır etmek ilimin
başlangıcında sona varmadan sabır ve vakurla gayret
gösterebilmektir.
Bu dereceler bizi yavaş yavaş hakikate götürmenin
gayreti içindeler. Saint Andre Şövalyesi, daha ileri bir adım
atmış düşmanlarının hedeflerine mani olmak için, Kadoş
şövalyesi derecesini önümüze koymuştur.
Sırrın içinde taahhüt ve yemini birleştirmiş toplumun
menfaatlerini mensuplarının menfaatlerinin üstünde tutmuştur.
Biz burada bir gerçeği görmeliyiz. Bugün öğrendiklerimiz
bizi yarınlara taşıyacak, gelecek nesillere miras olarak
kalacaktır. Hiç kimse toplumsal gerçeklerin dışında kalamaz.
Bu gerçekleri aşabilmek doğruyu öğrenmek değil, bilmek ve
bunu topluma anlatmak, göstermek sırrın ötesine gidebilmek
Kadoş Şövalyesinin öğrettiği bu dereceyi ortaya koyan
gerçeklerdir.
Biz hiçbir şekilde dini veya Masonluğu veya gerçekleri
devirmiyoruz. Belki de hakikati arayarak, kendi benliğimizi dış
âleme aktararak, üçüncü Süleyman mabedini kurabiliriz.
Biliyor musunuz sevgili Şövalye kardeşlerim insanlık
tarihi ve evrenin ulu mimarı bize bu görevi vermiştir.
Tamer Gediz

Bü:. Kadoş Şövalyesi Aziz TAŞKIN Kardeşin


28.04.2010 Tarihinde yaptığı konuşma
22

Öncelikle “KADOŞ” sözcüğüne ve kavramına, sonra


da değişik düşünce sistemlerinde “KELÂM” kavramından ne
anlaşıldığı konusuna değinmek istiyorum. Çünkü konumuz,
Kelâm’ın sırrının ne olduğundan çok, bir Kadoş Şövalyesi için
Kelâm’ın sırrının ne olduğu.

KADOŞ sözcüğü;
a) Arapça’ da, kutsî, kutsanmış, kutsal anlamındadır.
b) İbranicede, mümtaz ve mukaddes bir vasıf ve hüviyet
verilmiş bir kimse anlamına geldiği gibi; ayrılmış,
uzaklaştırılmış, farklı tutulan anlamına da gelmektedir.
Şövalyelik ruhu taşıyan kişi; istibdada, zulme ve
intikama karşı, sevgi ve hoşgörünün yüceliğine erişmiş kişidir.
Bu vasıfları kazanmış bir Kadoş Şövalyesi, adaletli
davranmak, herkesin fikir ve vicdan hürriyetine saygılı olmak,
kazanımlarını yaşam boyu bir şövalyelik ruhu içinde topluma
aktarmak, örnek insan olmak ve bunların karşısında olanlarla
mücadelesini devamlı tutmak azmi içinde olmalıdır.
30. dereceye yükselmiş Kadoş Şövalyesi bir K:. ise;
diğerlerinden ayrılmış, şövalyelikte imtiyazlı bir seviyeye
ulaşmış, mukaddes bir hüviyet sahibi olmuş, kutsileşmiş, kendi
ihtiras ve zaafını yenmiş olan kardeştir. Bu sebeple Kadoş
Şövalyeliği’nde şövalyelik ruhu; bütün değerleri, meziyetleri ve
vasıflarıyla ortaya çıkmıştır.
Masonluk tedrisatının sonuncu derecesi olan 30.
derecede deniliyor ki, “İyilik yolunda yürürken;
a) Hem ölümden sonra ki endişelerinizden,
b) Hem de bu dünyada ki emel ve menfaatlerinizden
sıyrılacaksınız.”
Şövalyelik ruhunu, en yüksek manasıyla böyle kabul
etmek gerekir.
Bu nedenledir ki, şövalyeliğin gerçek zirvesinde bulunan bir
mason, onu gerçekten hak etmiş bir Kadoş Şövalyesi’dir.

KELÂM:
a) Kelâm, söz, lakırdı, logos anlamındadır.
23

Kelâm-ı Kadim, Kuranı Kerim, Sırrın Kelâmı anlamına


gelir.
Kelamın insanlığın başlangıcı olduğunu varsaymanın
yanlış olmayacağını ifade eden düşünürler vardır. Kelâm, logos
sözcüğü ile anlamdaş olarak da kullanılmaktadır.
Logos’tan ilk söz eden düşünür, Herakleitos’tur.
Kelâm üzerinde ayrıntılı biçimde duracağımızdan, biraz
olsun, logos hakkında konuşmanın da yerinde olacağını
düşünüyorum.
Logosun sözlük anlamına baktığımızda ve kökenini
araştırdığımızda şunu görüyoruz: Logos, Yunanca bir kelime.
Akıl ile anlama, akıl ile kavrama anlamını ifade ediyor. Yine
aynı dildeki pathos kelimesinin karşıtı. Pathos, akılla
kavramanın zıddını, duygu ile kavramayı, anlatır. Logos,
kavrama ve seçme anlamlarına gelen leg kökünden geliyor.
Yukarıda da belirttiğim gibi, logos sözcüğünü ilk
terimleştiren kişi, İlkçağ düşünürü Herakleitos’tur. Felsefe
tarihinin bu çok değerli düşünürü, logos’u doğa yasası
anlamında kullanmıştır. Evrenin belirli kurallara, yasalara,
düzene göre oluşup geliştiğini, değiştiğini anlatmak istemiştir.
Başka bir deyişle, logos’u evrenin değişim yasası olarak kabul
eder. Herakleitos, bu anlayışıyla, evrende değişim ve
oluşumun sürekliliğini dile getiriyor ve dinsel anlayışların
değişmezlik yönündeki tezlerine karşı çıkıyor.
Platon ve Aristoteles’e gelindiğince, logos sözcüğü anlam
değişikliğine uğramaya başlıyor. Bu iki düşünür, logos deyimini
mantıksal temel anlamında kullanıyorlar. Platon’a göre bilginin
temeli logos’tur… Aristoteles sonrası felsefede logos’a,
Stoacılar tarafından dinsel anlam yükleniyor. Stoacılar,
tanrısallığın doğada mündemiç olduğunu, doğanın içinde
bulunduğunu belirtmişler. Bu duruma, koinos logos (evrensel
akıl) demişler.
Burada bir parantez açarak, evrensel akıl (koinos logos)
deyimi ile masonluktaki evrensel zekâ kavramının koşut olup
olmadığı, birbirleriyle örtüşüp örtüşmedikleri hususunu da
dikkatlerinize sunmak isterim.
Yeni Platoncular, koinos logos’u (evrensel aklı) daha da
güçlendirerek onu ‘Tanrısal söz (parole divine) olarak
24

nitelendirmişler, böylece logos ile kelâm arasında bağlantı


kurmuşlardır. Bu bağlantı, İsa’dan önce 25 ile İsa’dan sonra 54
yılları arasında yaşayan, “Yahudi kültürü ile Yunan kültürünü
kaynaştırarak gizemsel (mistik) bir öğreti geliştiren ”,
İskenderiyeli Filon olarak bilinen Yahudi düşünürün katkısıdır.
Bu katkı, daha sonra Hristiyan inancına taşınmış; logos, “insan
kılığına giren İsa’da gerçekleşen Tanrısal söz” anlamını
kazanmıştır. Kanıma göre, logos’un geçirdiği bu değişim
sürecinden İslâmiyetin etkilenmemesi, Kelâm’ın İslâm
terminolojisinde kendine önemli bir yer açmasında bu sürecin
etkisinin bulunmaması düşünülemez.
Sonuçta, genel anlamda kelâm ile logosu
karşılaştırdığımızda, logos’un daha kapsamlı bir anlama sahip
olduğunu söyleyebiliriz.

b) Hermetik Düşünceye Göre Kelâm :


Hermetik külliyatta, Hristiyanlıktan çok Yahudi din
temaları bulunmaktadır.
Lactantius’a göre, Hermes de aynen Hristiyanlar gibi
Tanrı’dan “Baba” diye söz eder.
“Kelâm” Tanrının iradesinden çıkmadır ve Demiurgus’u bu
Kelâmı ile yaratır. Yani, Demiurgus kelâmdır (logos’tur).

c) Gnostik Düşünce ve Yorumda Kelâm :


Gnostiklere göre, bu dünyanın görünüşteki anlamsızlığı
içinde insanın anlam çıkarmaya ihtiyacı vardır.
İncil yazarları ve kilise babaları, kendi gnostik
anlayışlarına uygun düşen kavramları almışlar, onlara yeni bir
içerik kazandırarak kullanmışlardır.
YUHANNA’nın İncili şu cümlelerle başlar: “ Kelâm,
başlangıçta var idi ve Kelâm Allah katında idi ve Kelâm Allah
idi.” (Bab 1 : 1 )
Hermetica’nın Hermes’in inisiyasyonu başlıklı II.
kitabında şu cümleler yer alır: “Tanrı’nın oğludur benim
sakinleştirici Kelâm’ım, mükemmel düzen fikri, her şeyin her
şeyle uyumudur o”.
Hermetizmin Teklik anlayışı, İslam’ın Tevhit anlayışına
çok yakındır. Gnostisizm’e göre, “İnsanın bilinçsiz özbenliği,
25

ruhu, Tanrı ile aynı tözdendir. İnsanın özbenliğinin bilgisine


ulaşmak, Tanrı’yı bilmek, ilk nedeni kavramaktır.”
(Not: * Töz: Kendi kendisinde var olan anlamındaki felsefe
kavramı.
* Demiurgus: Üzerinde yaşamakta olduğumuz fizik
dünyayı kuran, yapan, ortaya çıkartan bir etkinliğin sahibini
anlatmak için kullanılan bir terimdir.)
Gnostisizmde gerçek, sırdır. Simgelerin ve
bilinmezlerin her türlü sorgulanması, en son gerçeği hiçbir
zaman ele vermeyecek, olsa olsa, sırrı başka bir yere
kaydıracaktır.
İnsanlık durumu buysa o zaman bu dünya bile, yanlışlık
sonucunda ortaya çıkmıştır. İşte bu ruhsal durumun etkinsel
dışa vurumu GNOSİS’tir.
Sonuç olarak, GNOSTİSİZM’e göre; insan ruhu tanrı ile
aynı tözdendir; insanın özbenliğinin bilgisine ulaşmak, Tanrıyı
bilmek, ilk varlığı kavramaktır.

d) İslâm’da Kelâm:
Söz manasına gelen Kelâm, İslam’da iki temel anlayışta
tanımlanmaktadır. İlkinde Kelâm, dinin iman esaslarını ve
davranışlarla ilgili temel ilkelerini nass’lardan hareketle
belirleyen, onları nass’ların bütünlüğü çerçevesinde
temellendirip akli yöntemlerle desteklemeye çalışan ve karşı
fikirleri eleştirip cevaplandıran bir ilimdir.
Yine İslam dininde Kelâm, İslam dininin inanç esasları
ile temel
hüküm ve kurallarını belirleyen bir ilim dalıdır.
İslam da Kelamcılar, Allah’ın varlığını delillerle izah
etmeye çalışmakla beraber; delilin, kendisine delil getiren
Zat’ın mahlûku olduğunu kabul eder, akli delillerin sadece
aklın nazarında müşkül hadiseleri çözmede bir alet olduğunu
düşünürler.
Şimdi tanımları irdeleyelim:
İlk tanımı belirleyen sözcük, “nass” sözcüğüdür. Nass’ın
sözlük anlamı, “1. Sarihlik, açıklık, kat’ilik.
2. Mânâsında
sarihlik, kat’ilik bulunan Kuran âyetinin delil olarak gösterileni.
26

3. İnak, dogma. 4. Sâdece bir mânâya gelen kelime.”


şeklindedir. Kısacası, nassa dogma diyebiliriz.
İkinci tanımda da inanç temel alınmaktadır. Böyle
olunca, dogmanın ve inancın temel alındığı yerde bilimden söz
edilemez. Onun içindir ki, islâmdaki kelâm anlayışına ilim
(bilim) demek doğru değildir. Olsa olsa, “ Kuran’da yer alan
iman esasları etrafında cereyan eden fikirlerden oluşan bir
düşünce sistemidir” denilebilir.
İslam da başlangıçta Fıkıh olarak mütalaa edilen Kelâm,
daha sonra İlm-i Tevhid olarak adlandırılmıştır.
Fıkıh, amelî (uygulama, işleme, pratik) sorunları
üzerinde; Kelâm ise; inançla ilgili (itikadî) sorunlar üzerinde
yoğunlaşmıştır.
**
Masonlukta bugüne kadar derece derece oluşturmaya
çalıştığımız eser bir insanlık mâbediydi. Masonluk, dereceleri
arasında, bizi yükseltirken her defasında “Kelâm’ın sırrını
vermek” gibi bir vaatte bulunarak bizleri sembolik bir mâbed
inşa etmeye sevk etti. Evreni yaratan ve koruyan kudretin
sembolüne saygı duyulması gerektiğini öğretti. Yine bu
mâbedin inşası sırasında yaşam boyu öğrendiklerinin,
kendisine empoze edilen fikirlerin, esiri olduğu inançların
baskısı altında bulunan Kadoş Şövalyesi; Masonluğun son sözü
söyleyemeyeceğinin idraki içinde sütunları yıkarak ve onları
ayaklar altına alarak geçmişte esiri olduğu baskılardan
kurtulup hür düşüncesiyle yeniden iç dünyasının mâbedini
kurmaya yöneldi.
Tekâmül yolunda yeniden başlayan ve evreni tanımamıza
yarayan yedi ayrı fazileti simgeleyen yedi basamaklı
merdivenin (Adalet-İsmet-Nezaket-İman-Çalışma-Sabır-Basiret)
dikey yolculuğunda; Allah sevgisini içinde hissederek
bilinçlenen, olgunlaşan, Kadoş Şövalyesi; bu kez aşağı doğru
inen merdivenin yedi basamağını (Matematik-Astronomi-
Kimya-Fizyoloji-Psikoloji-Sosyoloji) katederek insanlığın
mutluluğuna hizmet eden fen ve bilimlerle yoğrulup
kazanımlarını yaşam boyu sevgiyle topluma aktarıyor,
toplumun gelişmesine ve mutlu olmasına çabalıyordu.
27

Yukarı doğru hareket; ruhun (= Allah sevgisinin = Ohep


Eloahın); aşağıya doğru hareket ise, aklın (= insan sevgisinin =
Ohep Kerobonun ) eğitimine yarayan ilkeleri ifade ediyordu.
Ruhun ve aklın eğitimi ve bunun ilkelerini bilmek
yetmiyor, buna ilâveten nefse hürmeti ifade eden “fazilet” ve
insanlara karşı sevgiyi ifade eden “merhamet” sahibi değilsek,
İnsan-ı Kâmil olunamıyordu. İnceleme ve gözlem ile elde edilen
tüm bilgilerle mücehhez olmak, İnsan-ı Kâmil rütbesine
ulaşmış olmak dâhil, var olan MUTLAK GERÇEĞİn idrâk
edilebileceği anlamına gelmiyordu. İnsan bu bağlamda
çâresizliğini ve yetersizliğini kabullenmek durumundaydı.
Başka bir deyişle, bir Masonun her şeyi algılayabilmesi ve son
sözü söyleyebilmesi mümkün değildi.
Onun içindir ki, Mutlak Hakikat, tanımlanamayacak,
belki hissedilebilecekti.
İşte bütün bu özverili çabalara, iyinin çok üstünde
diyebileceğimiz insanlık uğrunda yapılan yüce çırpınışlara
rağmen, çok değerli nitelikleri olan Kadoş Şövalyesi’ne
Kelâm’ın sırrı niye verilmiyor? Üstelik, bu sır sürekli vaatlere
rağmen neden açıklanmıyor? Ya da yüzyıllar boyu verilen
emekler, bu sırra erişmeyi niçin başaramıyor?
Bu başarısızlığın, bir bakıma başarının, bir başka deyişle
kelâmın ‘sırrı’
-bana göre- Kelâm’ın ilk anlamında, logosta yatıyor. O hem
sıradan hem de büyük sır, büyük düşünür Herakleitos’un logos
anlayışının içinde. Anımsayalım, Herakleitos’ta logos, doğa
yasası, evrendeki düzenlilik, değişmedir. Herakleitos, “Her şey
akar, her şey değişir, her şey ateştir ” diyordu. Her şey akınca,
her şey değişince; yasa da, kural da, düzen de bu değişimin
dışında kalamazdı. Onun yasa dediğinde, düzen dediğinde bir
kalıcılık, bir değişmezlik söz konusu değildi. Dolayısıyla onun
için gerçek de kalıcı ve değişmez olamazdı. Tek kalıcı yasa
değişme yasasıydı.
Yine anımsayalım, Yuhanna İncili şöyle diyordu: “Kelâm,
başlangıçta var idi ve Kelâm Allah katında idi ve Kelâm Allah
idi. O, başlangıçta Allah nezdinde idi. Her şey onun ile oldu ve
olmuş olanlardan hiçbir şey onsuz olmadı. Hayat onda idi ve
hayat insanların nûru idi” (Bap 1 : 1-4 ). “Kelâm beden olup
28

inayet ve hakikatle dolu olarak aramızda sâkin oldu; biz de


onun izzetini, Baba’nın biricik Oğlunun izzeti olarak gördük”
(Bap 1: 14).
Bu metinde Kelâm’dan her şey olarak söz edilmesi,
ayrıca Kelâm’ın İsa olarak bedenlendiğinin bildirilmesi,
Kelâm’ın da madde olduğu verisini sunuyor bize. (Şey, Arapça
isim nesne, var olan anlamında.
olup; Çoğulu, eşyâ.
Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat / Ferit Devellioğlu,
İstanbul-2002). Bu veriden yola çıkarak ‘her şey olan’ Kelâm’ı
evren olarak anlamamız da mümkün… Burada Herakleitos ile
Herakleitos’tan 550 yıl sonra yaşamış Yuhanna’nın yolları
kesişiyor. İkisi de evrenden ve evrendeki varlıklardan söz
ediyorlar…
Kelâm’ı evrenle özdeşleştirdiğimizde, onun sırrına
erişebilme olanağımız olur mu sevgili kardeşlerim? Olmaz.
Çünkü sırrı bir değil, bin değil, milyon değil, milyar değil.
Sonsuz sırrı var evrenin… Her an, her yerinde sonsuz sayıda
akış, etkileşim, tepkileşim, iletişim, -kısacası- değişim söz
konusu. Bu tespit şu anlama gelmiyor mu?: İnsan, sabitlemeye
çalıştığı evrensel olguların sırları ardında koşarken evren
insana yepyeni olgular, dolayısıyla onların yepyeni sırlarını
üretiyor…
Evrenin işleyişini belirli genelgeçer yasalar grubuyla, hattâ
bu işleyişi teke indirgenen bir temel yasayla açıklama olanağı
bulunamaz mı?. . Bu soruya yanıt vermenin hiç kolay olmadığı
ortada. Ama, günümüz fizikçilerinin bu yönde çalışmalar
yaptıkları hususunda işaretler var.
Fizikçileri bu konuda umutlandıran, maddenin ilginç bir
biçimde aynı olmasından, yıldızları oluşturan madde ile dünyayı
oluşturan maddenin aynı oluşunun saptanmasından,
canlılardaki atomlarla cansızlardaki atomların aynı türden
bulunduklarının (örneğin kurbağalarla taşların atomlarının
türdeşliğinin) belirlenmesinden kaynaklanmaktadır. Çağdaş
fizikçilerden Einstein Ödülü ve Nobel Fizik Ödülü sahibi
Richard Feynman, “Psikoloji için doğru olan, fizikteki simetri
yasaları için de geçerlidir; çok fazla gülmeyin,” diyor. Ekliyor:
“Hayvanların yaptığı her şeyi atomlar da yapabilir ve biyoloji
dünyasında görülen her şey, hiçbir ‘ekstra etken’ olmaksızın,
29

fiziksel ve kimyasal olayların sonucudur… Bir ahtapotun


dokunaçlarının kıpırtılarına bakıp bunun, atomların bildiğimiz
fizik yasaları uyarınca yaptığı bâzı hareketlerden başka bir şey
olmadığına inanmak çok zordur.”
Fizikçilerin geleceğe yönelik umutlarını bir yana bırakıp
sahip olduğumuz bilimsel ve diğer verileri
değerlendirdiğimizde; bana göre, 30. derecede “Kelâm’ın sırrı”
kavramı ile bize anlatılmak istenilenin, gerek maddesel
evrende, gerekse canlılar dünyasında tek değişmez yasanın
değişim yasası olduğu gerçeğidir. Bunun dışında yasa ya da
sır aramak -en azından şimdilik- boşunadır. Çünkü
sabitlenebilecek ve diğer olgularla bağlantıları kesilerek
soyutlanabilecek olgu olamayacağı gibi, bütün zamanları
kapsayabilecek özellik ve nitelikte olgu hiçbir zaman
bulunamayacağından, bütün zamanları içine alabilecek sır da
söz konusu olamaz. Demek ki, yerel, bölgesel (mevziî),
bireysel, toplumsal olup da dilimlenmeyen zaman içinde
geçerliliğini koruyabilen hiçbir sır yoktur.
Geçen 30. derece toplantımızda, PMn. Ayhan Yalay
Üstâdımızın yaptığı katkı konuşması bu düşünceyle örtüşen bir
konuşmaydı, diye düşünüyorum. Aklımda kaldığı ve not
alabildiğim kadarıyla söylüyorum: Üstâdımız, masonluğun
bütün vaatlerine rağmen kelâm’ın sırrını bizlere açıklamadığını,
bunu âdeta bilerek yaptığını, söylemiş ve nedenini de şöyle
açıklamıştı: Canlı - cansız her şey, birbirleriyle rölatif bir ilişki
içindedir. Gerçek de bu rölatif ilişkinin arkasına gizlenir ve
yakalanmaz. Zâten Kelâm’ın da yakalanmaması gerekir. Kelâm
yakalandığında (gerçek ortaya çıktığında) her şey o anda biter
ve insanlar büyük bir boşluğa düşerler.”
Bu durum karşısında mutlak gerçeği aramaktan vaz mı
geçeceğiz?.. Hayır, tam tersine, hemen bulabilecekmişiz gibi
uğraş vereceğiz. Bu uğraşımızın mutlak gerçeği getirmese bile;
yerel, bölgesel, bireysel, -dar bağlamda olsa da- toplumsal
gerçekleri getirebileceğinin bilincinde olacağız. Çünkü o küçük
gerçekler, çok küçük ve kısa olan insan yaşamına yön veren,
onu anlamlandıran, insanı mutlu ya da mutsuz kılan
gerçeklerdir. Bir mason olarak, hele hele bir Kadoş Şövalyesi
olarak, önce kendimizi ve yakın çevremizi, sonra da bütün
30

insanları mutlu kılacak uğraş içinde bulunmakla görevli ve


yükümlüyüz. Mesleğimizde geçirdiğimiz yıllar içinde
parlattığımız vicdanımızın ışığını dışarıya, başkalarına
yansıtmalıyız. İyi ve olumlu işler yapmanın başkalarına yararı
olduğu kadar, kendi selâmetimizi de sağladığını
unutmamalıyız. KADOŞ ŞÖVALYELERİ,
a) Her insanın doğuştan sahip olduğu hakların inkâr ve
ihlâli halinde, bu hakları kendi hakları gibi korumakla görevli
olduklarını,
b) Hiçbir bahane ile kişisel çıkar, sınıf ve parti çıkarı
uğruna kamunun hak ve özgürlüklerine ihanet etmeyeceklerini;
baskı altında tutulan vicdanlara ve hakları zedelenenlere el
uzatacaklarını,
c) Yaşamları boyunca her türlü sui-istimallerin ve her
türlü istibdadın karşısında olacaklarını, bu konuda ısrarlı bir
mücadeleyi hedef aldıklarını, bu mücadeleyi kaba kuvvetle
değil, kalemle ve sözle icra edeceklerini YEMİNLERİYLE
TAAHHÜT ETMİŞLERDİR.
İşte çağdaş bir insan ve tam Mason olan Kadoş
Şövalyesi, çalışarak, sabır ve cesaret göstererek bu en büyük
görevini yerine getirecektir.
Ohep Eloah’tan (Allah sevgisinden)
Ohep Kerobo’ya (İnsan sevgisine)
Geçişte E:. U:. M:. yardımcımız olsun.
28.04.201
0
AZİZ
TAŞKIN
Akdeniz Areopajı, Kol :
30,

KAYNAKLAR:
1) 29. Derece Çalışma Kılavuzu.
2) 30. Derece Kadoş Şövalyesi Ritüeli.
3) Felsefe Ansiklopedisi (Orhan Hançerlioğlu, İstanbul -1978) .
4) Felsefe Tarihi (Prof. Dr. Ahmet Cevizci, İstanbul -2009).
31

5) Kelâm Araştırmaları Üzerine Düşünceler ( Prof. Dr. Bekir


Topaloğlu, İstanbul-2004).
6) En Güzel Örnek Hz.Peygamber (Dr. Sadık Erarslan-Dr. Ekrem
Keleş, Ankara- 2009).
7) “Bir Kadoş Şövalyesi İçin Kelamın Sırrı Ne İfade Eder?”
(Levent Özbakkaloğlu - 24.03.2010 ).
8) “Bir Kadoş Şovalyesi İçin Kelamın Sırrı Neyi İfade Eder?”
(Tuncay Filiz - 24.03.2009)
9) Ezoterik Sözlük (Helmut Werner, İstanbul - 2005).
10) Fizik Yasaları Üzerine (Richard Feynman, Ankara -2005).
12) Osmanlıca – Türkçe Ansiklopedik Lûgat (Ferit Devellioğl

Bü: Kadoş Şövalyesi İrfan SÖZEN Kardeşin


10.11.2010 tarihinde yaptığı konuşma

Kadoş, ‘kutsal ve temiz’ anlamına gelir. Yalnızca bu


özellik bile Kadoş Şövalyesi olabilmenin zorluğuna tek başına
işaret etmeye yeter. ‘Zorluk’ da ister istemez , nitelikli ve
yetenekli olabilmeyi gerekli kılar. İnsanın bu ünvanı lâyıkıyla
taşıyabilmesi için fikren ve ahlâken donanımlı olması, o
donanımı da bir yaşam tarzı olarak benimsemesi icap eder.
Çünkü Şövalyeliğin -dolayısıyla Kadoş Şövalyeliği’nin de-
olmazsa olmaz nitelikleri, ADALET, İSMET, NEZAKET, İMAN,
ÇALIŞMA ve BASİRET’tir. Adaleti, nezaketi, çalışmayı
yaşamına sokmamış; ismet ve iman sahibi olamamış
kimseler, şövalyelik ünvanına sahip olsalar da, o mertebeye
ulaşamamış kimselerdir. Bütün bu özelliklere sahip olan
Kadoş Şövalyesini seçkin kılan ise, onun fikri olgunluğu, bütün
fikri aşamalardan başarıyla geçip ulaştığı ‘olaylara, insanlara,
evrene içten ve dıştan bakabilme sanatını’ öğrenmiş olmasıdır.
Böyle bir sanata sahip olan insandır ki, bir parçası olduğu
evrene ve topluma gerçek açıklamalar, yorumlar getirebilir;
başkaları için ‘sır’ olanlar onun için bilinen gerçeklikler haline
dönüşür.
32

KELAMın sözlük anlamına baktığımızda; Söz,


lâkırdı, ibâre, fıkra, cümle, cümlecikler, söyleyiş, nutuk, dil,
lehçe.. açıklamalarını görürüz. Bunlardan ayrı olarak, İslâmi
bakımdan, “Allah’ı ve Allah’ın birliğini konu alan bilim”
anlamını da taşır. Bu bilim, ‘İlm-i Kelâm’ olarak da anılır.
Tanrının varlığı, birliği ve zatı ile ilgili konuları akıl ve mantık
yolu ile ispat etmeye çalışır.

Bu bağlamda ansiklopedik bilgi olarak şunları


söyleyebiliriz: İslam dininde kelâmın değişik anlamları vardır.
Kuran'ın bazı surelerinde geçen kelam sözü, tanrı buyruğu,
vahiy, tanrı sözü gibi anlamlarda kullanılır.

Bakara suresi (ayet 75), Tevbe suresi (âyet 6),


Fetih suresi (ayet 15) ve Âraf suresinde (ayet 144) tanrı
buyruğu, ilahi bildiri , tanrı sözü karşılığı olarak geçer. Âli
İmran suresinin 39 - 45; Nisa suresinin 171. ayetlerinde ise
Kelam (aynı kökten gelen ‘kelime’) sözü, kelimullah deyimi
olarak, İSA anlamında söylenir.

İslam düşüncesinde Kelam, başka bir anlamda,


akla dayanan İslam felsefesi olarak da kendini gösterir. Bu
felsefe islam düşüncesiyle birçok konularda bağdaşmayan
Yeni Eflatuncu ve Aristotelesçi felsefe akımlarına karşı
doğmuştur.

İslam dinine göre tanrı akılla kavranamaz. İnsan


için önemli olan SEVGİ ve SAYGIDIR. Allahın ilmi, mutlaktır.
Allah katında ‘önce’ ve ‘sonra’ olmadığı için Allah’ın her olayın
ne şekilde sonuçlanacağını bilmesi de tabiidir.

Tasavvuf yolunu benimseyenlere göre, gerçeğe,


ilahi öze, akıl ilkelerine dayanan düşünce çığırlarıyla değil,
kaynağını aşkta bulan sevgi ve irfan ile ulaşılır. AŞK ve SEVGİ
aklın sınırlarını aşar.
33

İslam düşüncesinde Kelam deyimi LOGOS'un karşılığı


olarak ortaya çıktı. Öyleyse burada ‘Kelam’ın Batı’daki karşılığı
olan ‘Logos’ üzerinde biraz duralım.

Yunanca bir kelime olan Logos, akılla kavrama


anlamındadır. Duyguyla kavrama anlamındaki pathos
kelimesine karşıt anlamda kullanılır. Yunanca ‘kavrama’ ve
‘seçme’ anlamalarını içeren leg kökünden gelir. Kök anlamını
temel aldığımızda, “akıl, akla dayanan söz, yasa, düzen, bilgi,
bilim” anlamlarını da taşır.

Logosu terimleştiren antikçağ düşünürü Herakleitos’tur.


Herakleitos, logosu doğa yasası anlamında kullanır. Logos, bu
değerli düşünüre göre, evrenin dışında bir olgu değil, tam
tersine evrenle birlikte, evrensel oluş ve değişimin içindedir.

Herakleitos sonrası düşünürlerden Eflatun ise, bilginin


temelinin logos olduğunu söylemiştir. Logosu mantıksal temel
olarak anlamlandırmıştır.

Doğatanrıcı antikçağ düşünürleri Stoacılarda logos,


koinos logos (evrensel akıl) biçiminde görülür.

Yeni Platoncular, özellikle Philon, evrensel akıl deyimine


sahip çıkmış, mistik anlam yükleyerek, onu tanrısal söz
biçimine dönüştürmüştür. Büyük ölçüde Yeni Platoncu
görüşlere dayanan ve onları geliştirmeye ve yaymaya çalışan
Hristiyan ve İslâm tanrıbilimcileri de, logosu tanrısal söz
anlamında kullanmışlardır. Hristiyan ve İslâm tanrıbilimcileri,
logosun kökü olan legten türeyen legein kelimesinin söylemek
anlamını taşımasına da bir bakıma yaslanmışlardır.
Bu hususta o kadar ileri gidilmiştir ki, Ortaçağ skolâstiği -
özellikle de Augustinus- logosa tanrısal ışık, bilgi kaynağı
anlamlarını da yüklemiş; sonunda logosu tanrının kendisiyle
özdeşleştirmiştir. Söz buraya gelmişken bâzı Hristiyan
tanrıbilimcilerin logosu İsa ile eşleştirdiklerini, logosun İsa’nın
kendisi olduğunu ifade ettiklerini de söylemek durumundayız.
Aynı anlayış İslâm dini bakımından da geçerlidir. Yukarıda
34

belirttiğimiz üzere, Kuran’ın Âli İmran ve Nisâ surelerinde


kelimullah deyimiyle İsa kastedilmiştir.

Böylece logosun büyük insan Herakleitos’la başlayan


anlamsal evrimi, aktığı doğal kanalından çıkartılarak mistisizm
kanalına aktarılmıştır.
Sözlük anlamının dışına taşırılarak yüklenen bu anlam,
‘akla dayanan söz, yasa, düzen, bilgi, bilim’ kavramlarını
bünyesinde toplayan bu kelimenin anlamsal içeriğiyle de
çelişir durumdadır. Aklı ve bilimi esas alan masonluk mesleği,
logosu tanrısal söz anlamında değil, ‘akıl, yasa, düzen, bilgi,
bilim’ anlamlarında algılar.
Doğu’nun kelâmıyla Batı’nın logosu üzerinde uzun uzadıya
durmamız, konumuzun temelinde bu iki (aslında anlamdaş
olarak tek) kavramın yatmasından kaynaklanmaktadır. Sözü
yeniden Kadoş Şövalyeliğine getirdikten sonra, işlediğimiz bu
üç olguyu; kelâmı, logosu ve 30. derece felsefesini
harmanlayarak konumuza açıklık getirmek durumundayız:
Vaktiyle iyilik ve kötülüğü bilme ağacının yetişmiş
olduğu söylenilen görmüş geçirmiş Doğu aleminde, Tampliye
Şövalyelerinin iki yüzyıl boyunca, zahmetsiz ve boşu boşuna bir
şekilde dolaştıkları elbette zannedilmez. Bunlar geleneksel
Hıristiyanlık bilgisine daha yakın olsun olmasın, eski
kültürlerle iç içe olan okul ve ezoterik kuruluşlarla temasları
sayesinde bazı yeni bilgiler edinmişler ve bunları yeni nesillere
aktarmak için KADOŞ KOLEJİ'ni kurmuşlardır. Bu kolej, eski
sembollere tamamlayıcı ve nihai açıklamalar, yorumlar
getirmiştir.
Yedi basamaklı çift merdiven yalnız yerdekini
göğe doğru yükseltmez, aynı zamanda yerden hareket ederek
tekrar yere döndürmeyi sağlar.
Yukarı doğru çıkan yedi basamak, evreni
tanımamıza yarayan başlıca faziletlerin sıralanışını simgeler.
Aşağıya inen yedi basamak ise, bütün insanların mutluluğuna
hizmet eden bilimlerle fenleri hatırlatır. Birbirini tamamlayan
bu iki serinin birincisi ruhun, diğeri ise aklın eğitimine yarayan
ilkeleri gösterir.
35

Aşağıya doğru inen basamakların ilkinde


matematik yazılıdır.
İkinci basamak astronomiye ayrılmıştır.
Üçüncü basamak fizik ile ilgilidir.
Dördüncü basamak kimya ile ilgilidir.
Beşinci basamakta fizyoloji yazılıdır. Bu da
bitkiler bölümü (botanik), hayvanlar bölümü (zooloji) ve
insanlar bölümü (anatomi) olarak ayrılır.
Altıncı basamakta psikoloji yazılıdır.
Yedinci basamak sosyoloji ile ilgilidir.
Bütün bu sayılan bilgilerin tamamına sahip olsak
bile, eğer bunlara nefsimize hürmetten ibaret olan fazileti ve
başkalarına karşı sevgiden ibaret bulunan merhameti
eklemezsek Kâmil İnsan olamayız.
Merdivenin öbür yüzündeki diğer basamakların her
birinde bulacağımız kelimelere gelince , Bunlar TEMİZ ve
KUTSAL manasına gelen (KADOSH) unvanına layık olabilmek
için bizlerde bulunması gereken vasıflardır: ADALET, İSMET,
NEZAKET, İMAN, ÇALIŞMA, SABIR ve BASİRET.
Ortaya koyduğumuz bütün bu verilere bakarak,
mesleğimizin tabii ve apaçık biçimde bizlere gösterdiği sonuca
varırız: Metafizik ve dini sistemlerin hepsi mutlak gerçeğe
ulaşmak için sarfedilmiş eksik çabalardan ibarettir; hiçbiri
tam ve nihai hakikate sahip olduğunu iddia edemez.
Dolayısıyla, “bilimin ya da aklın durakladığı yerde dinler ya da
sezgi rehberlik eder” türünden söylemler masonlukla
bağdaşmaz. Eğer bu tür söylemler gerçek olsaydı, toplumlar
dinsel düzenlerden laik düzene geçme gereksinimi
duymazlardı. Çünkü laik toplumsal düzene geçiş, toplumsal bir
gereksinim ve evrim sonucu gerçekleşmiştir.

Kelâm ya da logos, insanda yaşamsal önemi haiz


kavramdır. Diğer bütün kavramların anası, tümeli olması
bakımından da insan yaşamında özel bir yeri bulunur. Çünkü
insan en başta kendisini, sonra içinde yaşadığı doğayı ve
toplumu kelâm (söz/logos/kelime) ile adlandırmış,
anlamlandırmıştır. Kelâm, gereksinimden doğan bir insan
icadıdır. Tek olarak ortaya çıkan sözler (kelimeler), zamanla
36

cümleleri oluşturmuş; yani insan adlandırmadan söyleme


geçmiş. İnsan söz aracılığıyla kendisiyle, başka insanlarla,
doğayla iletişim kurabilmiştir. Bir an için sözün insan
yaşamından çıkarıldığını düşünelim; söylemek, düşünmek,
duyumsamak, düzen, yasa, kural diye bir şey kalır mı ortada?
Kısacası, yaşamak diye bir şey kalır mı?..

Düşünmek demek, kelâm demek; kelâm da düşünmek.


Herakleitos, “her şey akar, her şey değişir” diyor. Bunu neye
dayanarak söylüyor?.. İnsanı ve evreni gözlemleyerek söylüyor.
İnsan ve evren sürekli değişim içinde olduğuna göre, evrene,
insana ve toplumlara ait nesnel ve niteliksel olguları ifade
eden sözlerde de değişim kaçınılmazdır. Bu da düşüncelerde
de değişimin kaçınılmaz olduğu anlamına gelir.
Öyleyse söze/kelâma özgürlük tanımak zorunludur.
Özgürlük tanınmasa da o, gecikmeli de olsa, kendi özgürlüğünü
mutlaka sağlar. Söze özgürlüğün tanınması demek, düşünceye
ve vicdana da özgürlük tanımak demektir. İnsanın, insanlığın
doğal gelişimini sağlamak kelâma özgürlük sağlamakla; onu
her türlü -dinsel, düşünsel, inançsal- dogmanın, her türlü
koşullanmanın baskısından kurtarmak zorunludur. Bizler, yıllar
boyunca, aklımızı tutsaklıktan kurtarma çalışmalarında
bulunmadık mı? Aklımızı tutsaklıktan kurtarmak demek,
düşüncemizi, vicdanımızı, sözümüzü tutsaklıktan kurtarma
anlamına gelmiyor mu?
Nâçizâne düşünceme göre, bir Kadoş Şövalyesi için
kelâmda yatan sır, düşünce, düşüncesini söyleyebilme ve
vicdan özgürlüklerine sahip olabilmektir.

Tampliyelerin genel vekili PİERRE DE BUNOMİ’nin


işkence odasından çıkarılırken söylediği şu sözler de
konumuza ışık tutucu niteliktedir: “İnsanın sahip olabileceği en
büyük, en değerli şey, VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜdür. Bu paha
biçilmez nimeti yalnız kendimiz için değil, başkaları için ve
herkes için istiyoruz.”
Arzettim Pek Âli Büyük Üstat.
İRFAN
SÖZEN
37

Bü: Kadoş Şövalyesi Levent ELBEYLİ Kardeşin


10.11.2010 tarihinde yaptığı konuşma

Büyük Patriak,
Bir Kadoş Şövalyesi için Kelamın Sırrı ne ifade eder
sorusuna kendimce bir tanımlama getireceğim ve sonrasında
bunu açıklamaya gayret edeceğim. Bence Kelamın Sırrı
38

hakikatin araştırılması esnasında Hareket Kanunu, Çalışma


Kanunu ve Evrim Kanunu çerçevesinde edindiğimiz tüm bilgi
ve kanaatleri hiçbir önyargıya kapılmaksızın değiştirebilme,
eleştirebilme ve eyleme dökebilme özgürlüğüne sahip olmanın
bir ifadesidir.Bu noktada değerli olan varılan sonuç değil, bu
yönde gösterilen çabanın varlığı ve sürekliliğidir.
Büyük Patriak,
Yeryüzünde yaşayan milyarlarca insan Hintli düşünür
Krishnamurti’nin aşağıda yazılı sözlerindeki gibi yaşamaktadır.
‘Bilmem ırmak kıyısında yürürken ırmağın yanındaki göllenmiş
su birikintisi gözünüze takıldı mı? Herhalde balıkçılar kazmış
olmalı bu çukuru. Ama ırmakla olan bağlantısı kapanmış. Irmak
aynı kararda derinlemesine ve genişlemesine akıyor. Irmağın
kıyısında göllenmiş su birikintisiyle ırmağın yaşamıyla ilintisi
kesilmiş olduğundan üzeri pislikten bir kabukla örtülmüş
olarak öyle durgun ve ölü, duruyor. İçinde balıkta yok. Buna
karşın ırmak yaşam ve canlılık dolu hızla akıp gidiyor.
İnsanlarda tıpkı böyledir. Hızla akan yaşamın yanında
kendilerine küçük bir havuz kazarlar, işte o havuzda kokuşur, o
havuzda ölür giderler. Bizim istediğimiz bazı şeylerin hep aynı
kalması, bazı isteklerimizin hiç değişmemesi, zevkli olan haz
veren şeylerin hep sürüp gitmesi.Küçük bir çukur kazıyoruz
yaşamın selinden kurtulmak için ve çevresine kendimizce
barikatlar yapıyoruz. O çukurun içine kendimizi, ailemizi,
tutkularımızı, ümitlerimizi, korkularımızı, kültür değerlerimizi,
inanç yöntemlerimizi koyup üstünü kapatıyoruz ve o çukurda
ölüp gidiyoruz. Yaşamın selinin yanımızdan tüm güzelliği ile
akıp gitmesine seyirci kalarak umursamazca.
Ama yaşam böyle değil, doğada her şey ölüyor ve tekrar
diriliyor, tıpkı kışın ölüp dökülen ağacın yapraklarının baharda
yeniden canlanması gibi’

Büyük Patriark,
Fikret Çeltikçi Üstadımız insan topluluklarının oldum
olası iki ana karşıt görüş ve anlayış arasında yaşantılarını
sürdürdüklerini söyler. Birinci anlayış bu dünyada her şeyin
önceden hazırlanmış ve planlanmış, sağlam ve değişmez bir
düzen içinde geliştiği ve değiştirilemeyeceği fikri ile ilgilidir.
39

İkinci görüş ve anlayışa göre ise her şey değişmektedir. Her


devirde toplumlar yollarını bu iki karşıt görüşe uydurma
çabasında olmuşlardır ve en iyi ve doğru olanı bu iki yolla
aramışlardır. Yüzyıllar boyunca bu iki temel hayata bakış
arasındaki mücadele çeşitli biçimlerde ve bulunulan çağın
sahip olduğu bilimsel ve toplumsal bilgi birikimleri
çerçevesinde sürmüştür.
Asli günahın hükmü altındaki bir dünya ve hayat görüşü
dünyevi hayatı bir anlamda hor görmektedir. Bu dünyanın çile
çekilecek ve yapılan hatanın giderilmesine yönelik olarak
yaşanılacak bir yer olduğu görüşünde olanlar hep vardır.
Kendilerini Tanrı’nın temsilcileri olarak niteleyenler bilhassa
Ortaçağ’da o dönem dünya’nın toplumsal merkezi olarak
niteleyebileceğimiz kıta Avrupa’sında çok etkili idi. Din
konusunda serbest düşünme hakkını reddeden bu baskı
karşısında yapılan mücadeleler ve Aydınlanma Çağı ile bu
dünyada da mutluluğu arama çabaları ilerleme kaydetmiştir.
Bu dönemde insanın mutluluğu arayıp bulmak için aklını
kullanması, doğayı tanımaya çalışması ve bir yerde onun
yasalarını kendi yaşamına adapte etmeye çalışması hız
kazanmıştır.
Bu çağdan sonra bilimin hızlı ilerlemesi, siyasal ve
toplumsal yapıların din bazlı olmaktan uzaklaşarak laiklik
düşüncesinin toplum hayatına egemen olmasına sebeb
olmuştur. Günümüzde de ilerleyen bilim ve teknoloji sayesinde
dünya her tarafına erişilmesi daha kolay hale gelmiştir. Bu
gelişmeler çerçevesinde ihtiyaçlar değişmiş ve siyasal
sistemlerde bu ihtiyaçları karşılamaya çalışmaktadır. Din ve
toplumsal yaşamın laiklik bağlamında ayrılması ile din ve tanrı
konularındaki görüşler çeşitlilik kazanmıştır.
Örneğin Albert Einstein din konusuna şöyle yaklaşmıştır.
’Benim Din’im o zayıf ve aciz zihinlerimizle algıladığımız cüz’i
irade de kendini gösteren hudutsuz derece de yüksek zeka
karşısında duyduğum büyük bir hayranlıktan ibarettir. Bu
gerçek aynı zamanda Bilim’in de tohumudur.
Bizim nüfuz edemediğimiz şeyin gerçekte mevcut olduğunu
bilmek ve bunun en yüksek bilgelik ve en parlak güzellik
halinde tezahürlerinin donuk melekelerimiz vasıtasıyla ancak
40

en kaba şekillerini kavrayabildiğimizi anlamak ve hissetmek


gerçek Din’liliğin temelidir.
Büyük Patriak,
Bugün dünyamızın geldiği noktada Çeltikçi üstadımızın
söylediği ikinci görüş önemli bir ivme kazansa da birinci
görüşün ortadan kalktığı gibi bir düşünceye girmemek gerekir.
Bu mücadele bence her devirde değişik görünümler altında
sürmüştür ve sürecektir. Evrende ve toplumsal yaşamda
diyalektik bir hareket vardır. Etkileşim vardır. Durağanlık
yoktur. Herşey değişmektedir. Bu değişme iç çelişkilerden
kaynaklanmaktadır. İki dünya görüşünün de zaman içinde
çelişkilere düştüğü durumlar oluşmaktadır.
Bilgisiz ve tutucu bir göz bu çelişkileri bir kaos olarak olumsuz
bulabilir. Oysa ki bu çelişkiler ve karmaşa görünümü daha
yüksek bir olumlanmanın itici gücüdür. Çelişkilerin
çözümlenmesi ile sağlanan ilerlemeye Evrimsel Gelişim
diyoruz. Bu evrimsel akışın içinde insanın ve insanlığın da bir
misyonu olduğuna inana Hürmasonluk amacını da bildiğiniz
gibi şöyle ifade eder.
‘İnsanlığın özgürlük ve ahenk içinde gelişerek ilerlemesi ve
hakikatın araştırılması’
Bizler kendimizin olduğu kadar tüm insanlığın da
mutluluğu bulması gerekliliğine ve ileride bu yönde çabalar
devam ettikçe bunun gerçekleşeceğine dair ümidimizi
sürdürüyoruz. Bu ülküyü gerçekleştirecek insanların özgürlük
içerisinde ve akıl ve hikmetin desteğiyle çalışmaları
gerektiğini söylüyoruz. Özgürlük bir Kadoş Şövalyesi olarak
Kelamın sırrının anlaşılmasında kilit kavramlardan biridir.
Özgürlük bilincine varılmış ve böylelikle egemen olunmuş
zorunluluktur.
Özgürlüğün sınırını tayin eden şey sorumluluk duygusudur.
Özgürlük ve zorunluluk birbirleri ile bağlantılı olarak doğanın
ve toplumun nesnel yasaları arasındaki ilişkiyi kavrar. Bunları
bilip tanıdıkça bilinçlendikçe onlara egemen olur.
Bilirsiniz felsefe için şöyle bir tanım vardır. Felsefe bir
tapınak değil bir şantiyedir. Felsefe sonsuza kadar ancak
doğuş halinde var olacaktır. Ben de Kelamın sırrını bu tanım ile
özdeşleştiriyorum. Bu bir araştırma, irdeleme ve eleştirme
41

sürecini ifade eder. Olmuş-bitmiş ve hazırlanıp bir yerlerde


bulunmayı bekleyen ve bulununca sonuca varılacak bir şey
değildir. Bu derecenin iykaaf töreninde yaşadığımız ve girişte
yıktığımız mabed bu düşünceleri remzetmektedir.
Tabii bu söylenen sözlerin düşünce ve davranışlarımıza
yansıması öyle kolay bir olay değildir. Yıllarca üzerinde
çalışılan, benimsenen, savunulan düşünce ve doğruları
değiştirme veya ortadan kaldırma eylemini kabullenebilmek
zordur. Yaşamı doğru algılayabilmek için çevremize
temennilerimizin aldatıcı gözlüğü ile bakmak alışkanlığını
bırakır ve doğanın davranış biçimini, yasalarını ve özünü
kavradığımız ölçüde Kelamın sırrına vakıf oluyoruz gibi geliyor
bana. Doğadaki değişimlerin ve hareketin mekanizması ve
anlamı üzerinde düşünen Kadoş Şövalyesi öncelikle bilimsel
verilerin ve aklının önderliğinde ama sezgilerine de gerekli
önemi verir.
Hepimiz kısıtlı yaşam süremiz içinde kelamın sırrına
ermeyi ve hakikata ulaşmayı isteriz. Ama gerçek bir Kadoş
Şövalyesi bunun imkansız olduğunu bilir ve kendi döneminde
üzerine düşen görevi yaparak ileriye doğru çalışma gayretini
ve umudu ileterek bayrağı gelecek nesillere verir. Kanaatime
göre bir Kadoş Şövalyesi, Kelamın Sırrının sürekli bir biçimde
düzenden karmaşaya ve sonra tekrar düzene ve sonra tekrar
karmaşaya giden bir döngü olduğununun bilincindedir. An gelip
de yaşamı boyunca edindiği kanaatleri ve değer yargılarını
sorgulamaktan korkmaz ve aykırı gelen her düşünceyi tolerans
ile anlamaya çalışır. Vicdan özgürlüğü ve adalet için mücadele
gücü yüzyıllardan süzülerek gelen insanlığın ortak zekasından
alınır. Kelamın sırrı kapsamında yaratılışın bir sonsuzluk
olduğu ve bu sonsuzluğun bilinçlenerek farkındalığın başladığı
söylenebilir. Bu farkındalık bir sonsuz enerjinin hissedilmesini
sağlar. Bu sonsuz enerji bana göre ışık’tır veya onun bizlerce
hissedilen biçim olan sevgi’dir. 7 basamaklı merdivenin her iki
tarafındaki faziletleri eyleme dökmemize sebeb olan ve bu
merdivenden sürekli olarak inip-çıkma cesaretini bizlere veren
bu enerji biçimi sevgidir.
Arzettim
42

Levent
ELBEYLİ

KAYNAKÇA:
1)4.,29. ve 30.Derece Ritüelleri
2)EKSR 30.derecesi Üzerine Açıklamalar, Sahir Erman
3)EKSR 14,29 Dereceler Üzerine Açıklamalar, Sahir Erman
4)Hür Masonluk Tarihinden Notlar Fikret Çeltikçi
5)İç Özgürlük Krişnamurti
6)Felsefe Ansiklopedisi Orhan Hançerlioğlu
43

Bü:. Kadoş Şövalyesi Akın KUYUMCU Kardeşin


23.03.2010 tarihinde yaptığı konuşma

Pek Ali Bü:. Üs:.,


Pek Ali Bü:. Üs:.ın oturduğu tahtın üstündeki yarısı siyah
yarısı beyaz çift başlı kartalın boynundaki zincirin ucundaki
üçgenin ortasında ‘Adonay’ , (efendimiz) , kenarlarında ise,’
Nec proditor, nec proditur, innocens feret ‘, yazmaktadır.
‘Ne emreden, hakimiyet kurmaya çalışan kişi ne de emir
altında yaşayan hükmedilen kişi mutlu olamaz’. Mutluluk ancak
özgürlükle, hürriyetle elde edilebilir.
Düşünceme göre, masonlukta özgürlük ya da esaret,
sembolik olarak iktidar, din, mevki, para, siyasi güç gibi
kavramların esiri olunup olunmadığını ifade eder.
Kişi bu güçlerden besleniyor ve bunlarla ayakta
durabiliyorsa, bunları kullanarak muktedir olabiliyorsa,
mutluluğu da onların varlığına bağlıdır. Kişinin çizdiği tablonun
temel desenleri bu kavramlar ise, bu kavramlar o kişinin en
büyük amiri haline gelmiştir.
Bu ön şart, değişken olacağı için mutluluğu da kalıcı
değil değişkendir.
Peki insanın ne emreden, ne de emredilen olmaması mümkün
müdür? Hayatta doğaldır ki, emir verilir, emir alınır ancak
buradaki konu iş ve sosyal yaşamdaki emirler değildir.
Konu iktidar, mevki, para, siyasi güç gibi şeylere sahip
olduğu halde bile, kişinin kendini bunlardan sıyırabilmesi ve
sadece kendi kişisel yetkinlikleriyle mutlu olmasını bilmesi ile
ilgilidir.
Yavuz Sultan Selim’in ;
‘Padişah-ı alem olmak bir kuru gavga imiş,
Bir veliye bende olmak cümleden ala imiş ‘ yani
‘Bir dünya padişahı olmak kuru laftan ibaret,
Gerçek sultanlık aslında bir bilgeye talebe olabilmekmiş’
beyitinde olduğu gibi, mutluluğu geçici güç ve
zenginliklerde aramamak gerektiği konusudur belirtilmek
istenen. İşte bunu gerçekleştirebilen kişi kendi hürriyetinin nur
ve ziyasını da bulmuş olur.
44

Kişi ancak bu durumda artık hürdür, özgürdür.


‘Niçin Kadoş Şövalyesi olduğumuz’ sorusuna, ‘Zulüm ve
istibdat ile mücadele etmek için’ cevabı verildiğinde her ne
kadar bu ifade, siyasi rejim çağrışımı yapsa da burada
bahsedilen, kanımca kişinin kendi kendisini esiri haline
getirdiği maddi güç kavramlarıdır. Zulüm ise, bu kavramların
insanlarda yarattığı esintilerden fırtınalara kadar değişen
duygusal rüzgarlardır.
Esaretin rüzgarları can yakıcıdır.
O nedenle karşı koymak için çalışacağımız bu kavramları
iyi tanımamız, ve sonra da etkisinden kurtulmak için mücadele
etmemiz gerekir.
Bunlar bizim uzaklarımızda dışımızda değil tam içimizdedir.
Onun için ‘Kendimizi Bilmemiz’ gerektiği bize söylendiğinden
bu yana geçirdiğimiz onca yılların ardından, bunu tekrar
düşünmemiz bize bir kez daha hatırlatılmaktadır.
Kendi içimizdeki özgür ben’i mahkum eden, ona
zulmeden, onun müstebiti olan zincirler ve kalıplarla mücadele
etmemiz gerekir. Bu kalıplar üzerine inşa edilen bir hayatın,
Hakikate ne kadar yakın olduğu, onu ne kadar yansıttığı
şüphelidir.
Hiç şüphe yok ki bu mücadele silahlı sopalı
mücadeleden çok daha zordur.
‘Aklı eren ve vicdanı kabul eden Kadoş Şövalyesinin
fedakarlıkla’ devirdiği sütunlar işte bu mücadeleyi ifade
etmektedir.
Hemen sonrasında çalışmanın gece yaklaşırken
yapılacağının duyurulması oldukça ilginçtir.
Ma:. un ilk derecelerinde çalışmanın başlaması için, öğle
vakti, yani güneş sembolizmasının ortamı en iyi aydınlattığı
zaman gerektiği halde, eğitimin bu son derecesinde neden
gece karanlığı beklenir?

Yol gösterici aydınlığın bize gösterebilecekleri bu


derecede artık aşılmıştır. Başka bir deyişle ilk bakışta
görünebilecekleri artık görmüş olmamız gerekir, bundan sonra
gecenin karanlığında yani fiziki olarak görme kabiliyetimizin en
45

zayıf olduğu anda bile her şeyi görüyor olmamız gereken bir
dereceye geldiğimiz ifade edilir.
Kadoş Ş:.nin çalışmalarını bitirdiği zaman, basamak
basamak, kendi karanlıklarını sonlandırdığı, fecrini
aydınlatmak üzere olduğu zamandır.
Bu aydınlanma, Kadoş Ş:. in kendi Hakikatinin Nur ve Ziyasıdır.
Sütunları yıktıktan sonra gördüğümüz merdiven, yıllardır
yapmakta olduğumuzu düşündüğümüz tekamül yolculuğunun
yeni baştan başladığını bize gösteren bir semboldür. Yakub’ un
merdiveni olarak , Hakikatın Nuruna bizi ulaştıracak, Nurun
kaynağına götürecek olan bir merdiven.
Gizli merdivenler var alemde
Basamak, basamak,
Gökyüzünün dizginlerine uzanan
Mevlana Celaleddin
Üstelik bu merdivenin basamakları yabancısı olmadığımız
kavram ve bilimlerden oluşuyor. Çarpıcı olan bir yanı, merdiven
basamaklarının temsil ettiği kavramların sıralanışı.
Yaşam pratiğimizin tersine, önce erdemler, sonra
bilimler.
Yakubun hakiki merdiveni, doğrudan göğe yükselir. Bizim
önümüze çıkan merdiven de Yakubun merdiveni olduğuna göre,
başlangıçta eklemleri yoktur, 7+7=14 basamak şeklindedir.
Kamil insan olma yolunda sahip olunması şart olan faziletlerle
kişi donandığında ilk 7 basamağı çıkmıştır.
Daha sonra yolculuk bence yukarıya doğru devam eder ve okul
eğitiminde öğrendiklerimizden çok daha farklı bir şekilde
evreni öğrenip, anlayıp, özümsememiz gerektiği mesajı bize
verilen bilimlere sıra gelir.
İkinci 7 basamakta, kitaplardaki bilgilerin yüzeysel
ifadelerinden başka, var oluşun, hakikatin ezoterik yolla
kavranmaya çalışılması yolculuğu gerçekleştirilir.
Her adımı attığımızda karanlık olan basamaklar, ancak
verdiğimiz emek ve algı kabiliyetimiz kadar aydınlanmıştır.
Basamaklar tamamlandığında ise, artık gece bitmek, dağ
tepeleri aydınlanmak üzeredir.
Yakub’un göğe yükselen merdiveninin ucu mason
mabedinde yerdedir çünkü; aydınlanmasını gerçekleştirmiş,
46

kamil insan olmak noktasına gelmiş bir mason, artık bu


dünyada sıradan kaygı ve telaşların içindeki insanlar için
iyiyi, doğruyu, güzeli aramalarına yardımcı olmak üzere
rehberlik yapacaktır. Böylece Hakikatin Nuruna erişmiş olan
kişi, içi Tanrı sevgisi ve insan sevgisi ile dolu olarak etrafını
aydınlatmaya devam edecektir.
Pek Ali Büyük Üstadın tören sırasında söylediği şu sözler,
Kadoş Şövalyesine Kelamın sırrının ne ifade ettiği konusunda
çok önemli bir ip ucu verdiğini düşünüyorum ;
Şimdi sizi inceleme ve gözlem ile elde edilen bütün bilgi
derecelerinden geçirdik. Namuslu bir insan ve mükemmel bir
mason olabilmek için uygulanması istenen faziletleri öğrettik.
Lakin evrenin son sözünü (kelamın sırrını) henüz elde
edemediniz. Bu sözü izafi ve geçici olmaktan kurtulamamış
olan müsbet ilim söyleyemez. Hatta bu müsbet ilim olayları
enerjiye bağlamış olsa bile bir şey değiştirmiş olmaz, çünkü
bu da kendi vicdanımızın içinde bulduğumuz ve ne olduğunu
bilmediğimiz bir sembolden başka bir şey değildir. O halde bu
sembolün arkasında gizli kalan gerçek nedir? Muhakkak ki
izafi olmayan bir ‘Mutlak’ vardır, lakin onu idrak etmenin
imkansızlığı , varlığı kadar muhakkaktır. Bu bizim için ‘ öyle
bir açık denizdir ki, üzerinden geçmek için ne kayığımız vardır
ne yelkenimiz, fakat gözümüzün önünde saf ve berrak bir
şekilde görülmesi bizim için azametli ve ferahlatıcıdır’.
Bütün bunları düşündüğümde şakul sembolizmasından
yararlanarak bir yerlere varma gayretine yöneldim.
Biz bu akşam önce şakulümüzü düz tutalım, oluşturduğu
düz çizgiyi tartışacağımız herhangi bir kavramın ana ekseni
diyelim. Sonra da diğer elimizle şakülün en altından hafif bir
hareketle kendimize doğru çekelim ve bırakalım. Şakülümüz
sürekli ana eksenden geçerek ileri geri salınımlar yapan bir
sarkaçtır artık.
Sarkaç, bize doğru yaklaştığında onu daha iyi
göreceğimiz şüphesizdir.
Bizden uzaklaşıp ana eksene gelinceye kadar da
muhtemelen iyice görmeye devam ederiz. Sorun, ana eksenden
uzaklaşmaya başladıktan sonradır. Artık görünmesi dikkat ve
47

gayrete bağlıdır. Uzak bölgedeki son noktayı ise tespit


etmemiz herhalde pek de mümkün değildir.
Konuyu biraz daha açma zamanı geldi.
Örnek olarak sarkacımızın ana ekseninin Masonluk
olduğunu düşünelim.
Bize bu muhteşem mesleğe adım attığımız ilk andan
itibaren verilen temel bilgiler, kavramlar ve öğretiler benim
düşünceme göre ana ekseni oluşturur. Bunlar, üzerinde
spekülasyon yapılmayan, herkesin kabul ettiği, mesleğin özünü
oluşturan esas konulardır.
Ana eksenden bize en yakın noktaya kadar olan salınım
alanı mesleğimizin ekzoterik ( görünen-dışsal ) yanını temsil
eder.
Ana eksenden uzak olan, görünmesi zor olan alan ise ezoterik
(görünmeyen-içsel ) yanını temsil eder.
Yeni Ç:. K.. miz, rehber üs:.ın yardımıyla önce mabede
nasıl gireceğini, nasıl davranacağını, kardeş sofrasının adabını
vs. öğrenecek ve buna uygun şekilde davranmaya çalışacaktır.
İşte bunlar, masonluğun ekzoterik yönüdür. Gözle
görünür, elle tutulur, tanımlanabilir yani tarife sığar, yani
masonluğun madde olarak algılanabilir somut boyutudur.
Çırak kardeşimiz bu tarifler üzerine, gözünü kıdemli üstadların
hareket ve davranışlarından ayırmayarak, yanlış yapmamak
amacıyla, şekil olarak uyum göstermek için elinden geleni
yapmaya başlar. Bir süre sonra hareket ve davranışsal uyum
gerçekleştiğinde, dış görünüş olarak yeni çırak kardeş ile
kıdemli bir üstadın hareketleri arasında pek belirgin bir fark
kalmamıştır artık.
Ancak genç çırak kardeşimiz tam anlamıyla mason olmuş
sayılabilir mi bu durumda?
Sadece masonluk kavramının ekzoterik yanını
gerçekleştirmiştir halbuki.
Eksenin öte yanı, ezoterik yanı genç çırak için henüz
karanlıktır.
Kavramların Ezoterik yanının yani ruhunun
açıklanabilmesi ve anlaşılabilmesi için semboller ve
allegorilerden yararlanılır. Böylece soyut kavramların
algılanabilir, şekillenebilir hale gelmesine çalışılır.
48

Amaç algılamaya, kavramaya, daha sonra da


özümsemeye çalışmaktır.
Tarifi zor olan, formüle edilmesi mümkün olmayan, harici
hayatta pek de yaşamımıza girmeyen, sembol ve alegorilerden
yararlanılarak, bunların derinliklerindeki anlamları bulup
çıkarmak, puslu, sisli körfezlerde, alacakaranlıkta tam tarif
edilmemiş, ancak bulunduğunda işte bu olabilir mi acaba
şüphesi üzerine yoğunlaşıldığında, o olduğuna karar
verebileceğimiz bir avı yakalamaya benzetilebilir.
Ava çıktığımız kesindir. Avın ne olduğu tamamen
belirsizdir. Bulunup bulunmayacağına dair hiçbir işaret de
yoktur. Harici hayattaki avcının gözlerinin keskinliği, av
bulmak için çok önemli iken, ezoterik alemde düşünce
yapısının berraklığı, sakinliği, sadeliği kişiyi çözüme
ulaştırmakta yardımcı olacaktır. Harici hayatın yorucu
meşguliyetlerinden kafamızı ayırabildiğimiz her an, düşünce
dünyamızın huzurlu mesaisine başlayabilmesi için bir fırsat
yaratılmış olunur.
Sarkacın bize uzak olan karanlık kısmının aydınlanması
için bu çalışmanın yapılması kesinlikle gereklidir. Karanlığın
ne kadar aydınlandığı da bizim içimizde konuyu ne kadar
algılayıp aydınlandığımıza bağlıdır. Kulaktan dolma bilgi ve
yorumların, içselleştirilmeden kabul edilmiş halleri, karanlık
bölgede mum ışığından öte bir aydınlık sağlamayacaktır.
Bu noktada sarkacın salınımlarındaki senkrondan bahsetmek
istiyorum. Sarkacın aydınlık ve karanlık bölgeleri birbirine
tamamen eşittir, yani en uzak noktaların ana eksene olan
mesafeleri aynıdır.
Pratikte ise maalesef genel olarak kavramların içerikleri
bakımından kişilerdeki içselleştirilmiş hacimleri aynı değildir.
Yani, kavramın görsel, maddi yanı kısa zamanda
gerçekleştirilebildiği halde, ruhu, mana yanı, özü ihmal
edilmekte iken, ruhuna da sahipmiş (özümsenmiş) gibi
davranılabildiği için, gibi görünmek şeklinde sonuçlar ortaya
çıkmaktadır.
Bu yanıltıcı tablo, yaşamımızın her anında, her konuda
örneklenebilecek bir durumdur.
49

Ekzoterik yapı, ezoterik olanı korumak içindir, onu içinde


barındıran kabuk gibidir. Bu kabuğa kesinlikle ihtiyaç vardır,
ancak bu sayede kavram bütünlük kazanır. Ancak ekzoterik
kabuk olduğu halde, zihnimizdeki iç yapısı bu kabuğu
doldurmuyorsa o zaman durum acıklıdır, sarkacın
salınımlarındaki senkron hemen bozulur ve salınımlar kısalır,
yüzeyselleşir.
Kavramın ruhu, yani özü bu kabuğun içinde, yani
başlangıçta bize karanlık gelen bu bölgededir. Bu bölgede saklı
ya da gizlidir demiyorum çünkü saklı ya da gizli değildir. Ancak
görmeye alışkın gözlerin görebileceği şeyler olduğu için,
alışkın olmayan gözler farkına bile varamaz, onlar için bu
sırdır, gizemdir, saklıdır hatta yoktur .
Açık bir deniz olduğu halde, gözümüzün önünde olduğu
halde görülmeyen de işte budur.
Masonlukta, göremediklerini görmeye çalışan,
karanlıklarını aydınlatmaya çalışan bizlere işte bu derecede,
şimdiye kadar eski bakış açınızla gördüklerinizi esas alarak
inşa ettiğiniz mabedinizi yıkın, yenisini yapın dendi.
Yenisi yapılırken de artık güneşin temsil ettiği semboller
de dahil, hiçbir aydınlatıcının rehberliği olmaksızın, yani
karanlığın başladığı zamanlarda çalışmaya başlamamız,
dağların ötesinde aydınlıklar başlarken de çalışmayı
bitirmemiz bize söylendi.
Yaşamımızı oluşturan tüm erdemler ve bilimlerin yani her
şeyin, şimdiye kadar bizim göremediğimiz özünü, ruhunu
yeniden kavramaya çalışmak, Kadoş Şövalyesinin en önemli
görevi.
Eğer bunu başarabilirsek, kelamın, gözümüzün önünde
olduğu halde göremediğimiz sırrına erişmiş oluruz diye
düşünüyorum.
Pek Ali Bü:. Üs:.,
Görünen hiçbir şey ruhu, özü yani ezoterik yapısı olmadan
var olmuş değildir. Bir başka deyişle hiç bir ezoterik bilgi
havadan gelmiş, yani temelsiz değildir.
Görünen her şeyin özü, ruhu vardır ve onu kavramaya
çalışmak gerekir. Görüntüde, ortada olanı görmek herkes için
50

mümkündür. Önemli olan onun arkasındaki görünmeyeni


görebilmektir.
Cevizin meyvesini bilmeyen ve aramayan, onu kabuktan
ibaret zanneder.
Bu nedenle her şeye doğru, objektif ve ruhunu çözmeye
yönelik bir bakış açısıyla yaklaşmak gerekir.
Biz masonların da ‘Hakikati Aramak’ yolculuğumuz da
işte bu, görünenin arkasındakini öğrenmeye, anlamaya yönelik
bir çabanın, kelimelerle ifade edilmesi olsa gerektir.
Kavramları algılama çabamızda, bilimsel bilgiyi edinme
ve öğrenme yöntemlerinden farklı bir şekilde, duyularımız ve
sezgilerimizden de yardım alırız.
Bu sırada kişisel psikolojik süzgecimiz bunları çok
önemli bir yargılama ve yorumlamadan geçirir ve buradan
geçebilenler bize iletilir. İşte bunlar bizim
algılayabildiklerimiz olur.
Kişisel algılama kabiliyetimizi artırmak için, çaba sarf
etmemiz gerekir ki, bu durumda kavramların daha nesnel
olarak bizim tarafımızdan algılanması mümkün olabilsin.
Yaşam, olanca sadeliği ile devam etmekte iken, her
hangi biri için böyle bir konu, böyle bir ihtiyaç ortada yoktur.
Kişi böyle bir eksikliğin farkında değildir.
Ezoterik çalışmalar yapıp, algısını güçlendirebilenlerle
karşılaşıldığında, ‘görünenin arkasındakiler‘ konuşulmaya
başlandığında bu eksiklik söz konusu olmaya başlar.
Kavrama ait bilgiler, gizli saklı değildir. Kavramı
oluşturan ana eksende zaten yer almaktadır. Sır denilen şey de
herhalde budur.
Önemli olan onu görebilecek, algılayabilecek bilinç ve
görüş düzeyine erişmektir.

Akıl yoluyla aktarılabilen ‘Bilimsel Bilgi’ (Akıl Bilgisi) den


farklı olarak, bu bilgiler akıl yoluyla aktarılamaz.
Doğrudan kişisel , içten gayretlerle elde edilir ki işte bu
değerli birikimlere ‘ İrfan’ denir, ‘ Hikmet’ denir.
Buna ulaşmak isteyen kişilere rehberlik edilirken, verilen
ön bilgilerin sınırlı ve kademeli olması gerekir.
51

Aksi takdirde algıdaki sınırlılık nedeniyle, kendisine


özümseyemeyeceği bilgiler verilen kişi için bu bilgiler, sadece
güzel bir yemek tarifine benzer.
Güzel bir şeyleri çağrıştırır ancak karın doyurmaz.
Doyurması için o tarifin her kelimesinin özümsenmesi,
hazmedilmesi gereklidir.
İnsanın ‘ Gönül Gözünün Açıldığı’ kavramı da bu olsa
gerektir.
Müzik dünyasında Johann Sebastian BACH müziğin
matematikçisi, Wolfgang Amadeus MOZART müziğin şairi
olarak tanımlanırken Ludwig Von BEETHOVEN, müziğin
filozofu olarak tanımlanır.
1770 yılında doğan büyük besteci henüz 28 yaşındayken,
işitme yeteneğini tamamen kaybetmiştir.Tam 21 yıl boyunca
insanlarla iletişim kurmayan Beethoven, 1819 yılından
itibaren, yazışarak insanlarla iletişim kurmaya başladı.
Bütün senfonilerini ve önemli eserlerini bu tam sağırlık
döneminde besteleyen besteci, en muhteşem eserlerinden 9.
senfoninin ilk seslendirilişinde orkestrayı da kendisi
yönetmiştir. Konserin sonunda bütün seyircilerin dinmek
bilmeyen alkışlarını, ancak 1. kemanın kendisini kolundan
tutup seyirciye doğru çevirdiği zaman fark etmiştir.
Hıçkırıklara boğularak sahneden ayrılan Beethoven, çok kısa
bir süre sonra da vefat etmiştir.
Bir müzisyen için sağırlık, olabilecek en derin, en koyu
karanlıktır. Beethoven bu en koyu karanlıkta, en ölümsüz
bestelerinin bir tek notasını bile duyamadan, büyük bir boşluk
içinde bestelemiştir. Tam karanlıkta ve sadece ruhundan
yükselen algılarla.
İşte bir Kadoş şövalyesi olarak bizler de yaşamımızı
oluşturan her şeyin özünü, ruhunu böyle en derin karanlıklarda
bile, hiçbir rehbere gerek kalmadan, tamamen kendi
vicdanımıza göre aydınlatabilmeliyiz.
Kanımca kelamın sırrı budur.
Arz ettim Pek Ali Bü:. Üs:.

Akın Kuyumcu
52

Akdeniz Areopajı
23.3.2011

Bü:. Kadoş Şövalyesi Volkan YANDAŞ Kardeşin


23.03.2010 tarihinde yaptığı konuşma

Pek Âli Büyük Üstat


İnsan-ı Kâmil olmak, tanrının katına erişmek ve Allah’ın
kelâmının özüne vakıf olmak mı acaba ?
Kâmil insan iyi ahlâklı, yardımsever, sevgi dolu olmalı.
Egosunda hissedip de ne olduğunu bilmediği şeylerin değişip
yüreğinde ışığın parlamasıyla her şeyi gören göze
dönüşebilmelidir.
Tekris töreniyle inisiye olduğumuzda, masonik ilkeler
doğrultusunda, bizden önce kurulmuş (inşa edilmiş) bir
mabed’te nura kavuştuk. Ezoterizmin öğretileriyle adım adım
çalışarak , öğrenerek, bilgilenerek 29. Dereceye kadar geldik.
Ve 30. Derecede bizden önce inşa edilmiş mabedleri yıkıp
vicdanımızdaki kendi mabedimizi yaptık. Bu mabed nasıl bir
mabet’tir? Acaba Allah’ın kelâmının sırrının inşa ettirdiği bir
mabet midir?
Mavi localarda hakikate nasıl ulaşacağımız üzerinde
yoğunlaşırken; Bilgi mi, içten gelen sevgi mi, akıl mı, ona
zaman zaman meydan okuyan zeka mı, okumak mı, diye insan
zihninin özgürleşmesini sağlayan ezoterik çalışmalar yaptık.
Hakikatin nuruna ulaşmak için semboller ve allegoriler
üzerindeki tülü kaldırarak yetkinleşme yolunda yürüdük.
Tefekkür hücresinde tanrının kelâmına ulaşmanın ilk sırrı
vitriol sembolizmasıyla verilmektedir. İnsanın vicdanında
keşfedeceği, yolunda yürüyeceği şey aydınlanmanın ve bilginin
gücüdür. Bu yolculuk 30. Derecede önümüze çıkan iki yönlü
basamaklı merdivende son yorumunu bulmaktadır.
Masonluk öğretisinde, tevazu sahibi olmak, alçak gönüllü
olmak, ketumiyet, hür düşünce, tanrı inancı, kendini bilmek,
hoşgörü, taasup ve boş inançları yok etmek, zamanı iyi
53

kullanmak gibi erdemleri vicdanımızda değerlendirip


dengelemeye çalıştık.
Sorunları Akıl ve hikmet ışığında çözebilmek için güçlü
olup, güzelliklerle süsleyerek çalışmayı öğrendik.
Sembolik derecelerde, masonun üzerinde düşünerek
kazanabilmesi için verilen erdemler ve değerler EKSR
derecelerinde yenilerinin ilavesi ve daha da detaylanarak
çalışmaların devam etmesi amaçlanır. Her derecede incelenen
erdem ve değerler, masonun ruhunda zenginleşerek, içindeki
aydınlanmanın ışığında Kelâmın yorumuna yoğunlaştırılır.
30. Derecede karşımıza çıkan iki ayaklı çatma merdiven
bize daha önce karşılaştığımız merdivenleri anımsattı [Kalfa
derecesindeki döner merdivenin ilk üç basmağı Akıl hikmet,
kuvvet güzellik, Ümit-İman ve şefkati, idrak-irade ve heyecanı
remzediyordu.
Beş basamak akıl-irade ve hislerle dış dünyayı temas
ettiren beş duyuyu (Tadalma –Koklama-Duyma-Görme ve
Dokunmayı) yani etrafımızdaki olayları algılamamızı sağlıyordu.
Yedi basamak ise, bilgeliğin temelini oluşturan yedi
ilimdi. (Gramer-Belagat-Mantık-Aritmetik-Geometri-Müzik ve
Astronomi)]
Merdivenin basamaklarının dönerli olması,
çalışmalarımızın zorluğunu, karşımıza çıkabilecek güçlüklerin
aşılabilmesi ile hakikate ulaşabilmeye bu zorluklara katlanarak
erişebileceğimizi bize göstermişti. Hakikat, kelâmın sırrını
algılamamız için bir işaret ve yol gösterici miydi acaba?
Gelelim 30.Derece de karşılaştığımız çatma
merdivenin yükselen yedi basamağına. Ne yazıyordu bu birinci
ayağın üzerinde? “OHEB ELOAH – TANRI SEVGİSİ”, Allah
sevgisi yönündeki yedi basamakta ki yedi fazilete sahip
miydik?
Hakkın gözetilip yerine getirilmesi ve eşitlik için ADALET
faziletine,
Allah kurallarına bağlı kalarak, dürüstlük ve temizlik için
İSMET faziletine,
Başkalarına karşı saygılı olup incelikle davranarak
NEZAKET faziletine,
54

Tanrının gönderdiği haber ve hükümleri kalpten


hissetmek, kabul etmek, dil ile söyleyip tatbik için İMAN
faziletine,
Allahın yolunda insanlık için ÇALIŞMA faziletine ,
Dayatma ve zor koşullar altında cesaret ve metaneti
yitirmeme için SABIR faziletine,
Derin bir görüş ve sağgörü için hakikati kalpten hissedip
anlama , yani kalp gözü ile görerek gönül gözünü daima açık
tutabilmek için BASİRET faziletine,
Gönlü “OHEB ELOAH –TANRI SEVGİSİ” ile dolan yedi
fazilete sahip bu derecedeki kadoş şövalyesi, fazilet
basamaklarını birer birer çıkarak Allah katına ulaşır. Tanrı ile
bir olur. Kelâmın sırrını tam tepede ama derinlerde düşünerek
“Hak’tan aldığını, HALKA verme” yolunda, halka hizmet için bu
kez yedi ilim basamağını inmeye başlar. Aynı semazenlerin sol
ellerini yukarı açmaları, sağ ellerini aşağıya yönlendirmeleri
gibi. Yani Hak’dan aldığını halka verebilme için uğraşma,
çabalama. Kelâm biz kadoş şövalyelerine çok zor bir görev mi
yüklüyordu?
İnişteki zor ve çetin basamaklarda “OHEB KEREBO-İNSAN
SEVGİSİ” yazılıdır. İniş basamakları sırasıyla Matematik,
Astronomi, Fizik, Kimya, Fizyoloji, Psikoloji ve Sosyoloji ilmini
remzeder.
Bilimin önemi insanlara, insanlık için güç vermesindendir.
Cahillik, insanların hayat boyu hileye, şer’e ve zulme alet
olmalarıdır. Hür vicdan sahibi olarak, hakikatleri araştırmak,
her türlü kötülüklere, istibdada karşı durabilmek, bilgili olmak
ve bilge vasıflarına erişmiş olmakla mümkün olunacağının
bilincindeyiz.
Merdiven bize başka neyi ifade eder ?
Kadoş şövalyesi olarak yedi fazilet basamağını çıkıp Allah
huzurunda, şimdiye kadar yaptıklarımızın mükafatını
görebilmektir. Allah sevgisi ile dolu olan Kadoş şövalyesi
masonluğun birinci derecesinde yatay olarak başladığı
seyahatlerine 30. derecede ve merdivenin tepe noktasında
dikey bir seyahatle bitirmektedir. Allah sevgisi dolu Kadoş
şövalyesi ilim basamaklarının da hakkını vererek, insan sevgisi
dolu olarak inisiyasyonunu tamamlayacaktır.
55

Kadoş şövalyesi olarak çalışmalarımıza gece yarısı


yaklaşırken başlanması, kazanılan faziletlerle Allah sevgisine
ulaşmak içindir. Ve de kazanılan ilimlerin bilgilerini insanlara
yayabilmek içinse en uygun zaman gün doğumundan sonra
olacağı için 30. Derece çalışmasına gün doğarken son verip
halk arasına karışılmaktadır.
30. Derece iykaaf töreninde; mabede girerken krallığın
temsil edildiği mabedin sütunlarının yıkılıp kral tacının ayaklar
altına alınması, papalığı temsil eden haç’lı bayrağın yere atılıp
üzerinden yürünüp geçilmesi, Derecenin kelimelerindeki
“NEKAM ADONAY” [İntikam yarab] ve “NEKAMAH BEALİM”
[Zalimlerden intikam] sözcükleri ve asılı bayraklardan birinin
üzerindeki “ALLAH BÖYLE İSTİYOR” cümlesi; hepsi birden
Allah’ın maddi intikam peşinde olmamızı mı istediği ifade
edilmektedir.
Aslında, çift başlı kartalın göğsündeki üçgende yazılı olan
cümledeki anlamda, Ayrılmış, kudsileşmiş kadoş şövalyelerinin
sütunlarını yıktığı mabet “DEVLET”, çiğnediği haçlı bayrak da
“DİN” değildir. Çünkü Kadoş şövalyesi her şartta istibdata ve
zulme karşı çıkmalıdır. Allah’ın istediği manevi intikamdır.
Kadoş şövalyesi sahip olduğu vasıflarla Allah sevgisini duyduğu
için, Allah’tan korkacak ve bu sevgi ve korku insanlara zulum
yaptırmayacaktır, yani müstebid olmayacaktır.
Kadoş şövalyesi; “PRODITOR” yani zalim ve müstebid
olmadığı “PRODITUR” yani zalim ve müstebidin yanında yer
almadığı için kutsidir, yücedir. Kutsi ve mukaddes vasıflarını
ispat etmiş Kadoş şövalyesi K:., bir anlamda kelâmı anlamış,
özümsemiş olarak adaletli davranarak, herkesin fikir ve vicdan
hürriyetine saygılı olarak ne şer’in yapıcısı ne de şeriki
olacaktır.
Böylelikle istenilen manevi intikamı alıp, insanların ve
toplumların bilinçlenmesi için mücadele eder. Böylece Kadoş
şövalyesi K.: “PHARASH CHOL” yani “Her şey anlaşıldı”
diyebilir, merdivenin basamaklarını çıkıp indiğinde
kazanımlarıyla “PHAAL CHOL” yani “Her şey yapıldı” gücünü
kutsal şövalye olarak kendinde bulur.
Kelâm nedir, ne söyler ki, sırrının ne ifade ettiğini, hangi
yolu gösterdiğini araştırırız.
56

Kelâm Allah’ın varlığını, birliğini, nitliklerini, akıl ve


mantık yoluyla kanıtlamaya çalışan bir felsefedir. Yani Allah
katına çıkabilme, bütünleşebilmektir.
Boşlukta çürür Kelâm
Topraktan gelmemişse
Toprağa dalmamışsa
Kökünü salmamışsa
der Nazım usta.
Kelâm sevgidir, sonsuzluktur. Yeryüzünde her yönümüzü
çevereyeleyen sonsuzluktur. Zaman sonsuzlukta başlayıp
sonsuzlukta devam eder. Yaşamın sınırları sonsuzlukta, hep
sonsuzluktadır. Yaratılışta ilk sonsuzluk vardı, sonsuzluk
yaratılışdı. Sonsuzluğun bilinçlenmesiyle farkındalık oluştu.
Farkındalık sonsuzluğun, sonsuz enerji üzerine
yoğunlaşılmasını sağladı. Bunu insanoğlu Logos = Kelâm ya da
sevgi diye adlandırdı.
İncil ne diyor:
Başlangıçta sözdü (Kelâmdı)
Ve kelâm Tanrının nezdinde idi
Ve kelâm Tanrı idi
Her şey onunla oldu ve olmuş olanlardan hiçbir şey onsuz
olmadı
Hayat onda idi
Ve hayat insanların nuru idi.

Tevrat da yolu şöyle gösteriyordu:


Başlangıçta ELOH gökleri yarattı
Gökleri ve yeri yarattı
Ve yer ıssız ve boştu ve enginin yüzü üzerinde karanlık
vardı
ELOH’un ruhu suların üzerinde geziyordu
Ve ELOH söyledi. (Kelâm etti)
IŞIK OLSUN.

Kuran’ın insan suresinde (1-3)


“İnsan, adı anılmaya değer bir şey olana kadar üzerinden
uzun bir süre geçmedi mi? Biz, insanı katışık bir nutfeden
yarattık. Onu imtihan edelim diye, onun işitmesini ve görmesini
57

sağladık. Biz, ona yolu gösterdik. İster şükredici olsun, ister


nankör.”
Üç Kitapta da gösterilen yol Tanrı’ya, yaradana
ulaşmanın ışıklarıydı. BU IŞIK kendimizi hep mükemmellik
yolunda yaratmak içindi. Acaba yüce yaradanı tanımak,
anlamak veya ulaşabilmek için Kelâm biz miydik veya Kelâmın
bir paraçası mıydık !..
Pek Ali Bü.: Üs.:
30. dereceli bir Kadoş Şövalyesi olarak aklın, bilimin ve
sevginin ışığında Kelâmın sırrı hakkında süzebildiğim
düşüncelerimi paylaştım ve söyledim.
Dilerim gören göz, kalp gözümüzü daima açık tutsun.

VOLKAN YANDAŞ ( 30°)


Akdeniz Ariopajı
23 Mart 2011

TEZLER

Bü:. Kadoş Şövalyesi İbrahim ŞENGÜLER Kardeşin tezi

*Pek. Ali Büyük Üstat


“KADOŞ ŞÖVALYESİ İÇİN KELAM’IN SIRRI NEYİ İFADE
EDER”
Sözcükler insanoğlu içindir.
İnsanı insan yapan özelliklerdendir.
Sözcükler; ruhumuzun en derinliklerinde, içimizi ısıtır ya
da buzlandırır.
Sözcükler iletişimin temelindedir.
Sözcüklerde; bir enerji gizlidir.
Sözcükler; bizi bir ruh halinden diğer bir ruh haline
geçiriveren özel güçlerdir.
Sözcükler; bilginin yoludur.
Sözcükler; bilgeliğin, adaletin, sevginin, dürüstlüğün ve
bir Kadoş Şövalyesi’nin içindeki duyumsamalarının, Hak
sevgisinin dışa vurumudur.
Düzen ve uyum bir Kadoş Şövalyesi’nin en belirgin
ilkesidir.
58

Adaletli olmak, faziletli olmak, hakikati bulma


çalışmalarında; din ile bilimin sentezini oluşturup kendi içinde
birleştirmek, bir Kadoş Şövalyesi’nin uğraşıdır.
İçsel çalışmalarıyla, düşünsel yetileriyle Hakk’ı içinde
yaşayıp, halka hizmet eden, halka inen Kadoş Şövalyesi her
zaman masum insanların yanında olmuştur.
Yine, insanlığa hizmet eden bilimleri her zaman
desteklemiştir.
“Kelam” kelimesinde, “sözcük” kelimesinden biraz daha
farklı olarak daha yükseklerde bir anlam yüklendiğini
düşünüyorum. Daha ulu, daha manevi ve daha içsel, ruhumuzu
daha derinden etkileyen harfler:
“Kelam”
Ve bir Kadoş Şövalyesi için “Kelamın Sırrı”
Gelişim yolunda durmadan ilerleyen, kendini oluşturan
değerlerini yüceltmek amacını güden Kadoş Şövalyesi,
Masonluğun son sözü söyleyemeyeceğinin bilincinde olarak,
sütunları yıkıp onları ayaklar altına alarak, geçmişte esiri
olduğu baskılardan kurtulup özgür düşüncesiyle yeniden iç
dünyasının mabedini kurmaya yönelmiştir.
Temel prensipleri insanlığa hizmet etmekle özdeşlenen
masonluğun geçmişi, binlerce yılla ölçülmektedir. Akılcılık ve
inanç, insan sevgisi, nesilden nesile aktarım, masonik ilkelerin
başlıcalarıdır.
Masonik çalışmalar; özgür düşünce, aydınlanma, hak
arama, bilinç düzeylerinin yükselmesi gibi, bilgi çağı öncü
prensiplerine yoldaşlık eder, destekler. Genel kültür
hizmetimizde kardeşlik zinciri yöntemi esas alınmıştır.
İsa’dan Önce 972 yılında Hz. Süleyman kral olmuştur ve
Mabed’i yaptırmıştır.
İsa’dan Sonra 1118 yılında ise Templiye gibi şövalye tarikatları
kurulmuş ve St. Jean Masonluğu ile özdeşleştirilmiştir.
Masonik ilkeler evrenseldir. Zihniyetlerde ortaklık,
toplumsal barış ve yaşam düzeylerinde rahatlık, baskıdan
uzak, çağdaş koşullarda olabilmek esas alınır.
Dönemin ilk resmi masonik mevzuatı 1723 yılında çıkarılan
Mason Yasaları’dır.
59

İnsani duygular, insan sevgisi, eşitlik gibi temel insanlık


kavramları yüzyıllar boyunca, dünyamızda, gelgitlerle
aşındırılmış kişilik hakları çiğnenmiş, halklar mağdur
edilmiştir.
Masonluk felsefesinin temelindeki prensipleri
benimseyenler, bu aşındırılmaya duyarsız kalamazlardı.
Masonluğu şövalyeliğe bağlayan “Şövalye Ramsay” insan
olarak gerçekten ahlak, fazilet açısından şövalyelik timsalidir.
Genel olarak yüksek dereceler ve özel olarak Skoç
Masonluğu’nun tarihi, Şövalye Ramsay’la başlatılır.
Kardeşlik ve Eşitlik ilkeleri esas alınmaktadır.
Temel ilke sayılan teori:
 Masonik insanseverlik; evrensel bir kardeşlik ülküsüdür;
 Masonlar yüce ahlak ilkeleri ve erdemlere sıkıca
bağlıdırlar;
 Masonlar sır saklarlar, sözlerinde dururlar;
 Masonlar bilim ve sanat tutkunudurlar;
şeklinde açıklanır.
“Kadoş Şövalyesi” ünvanı 1743 yılında Lyon Locaları’nda
kullanılmıştır. E.K.S.R.’nin Otuzuncu Derecesi olarak
belirlenmiştir.
Kadoş’un İbrani dilinde “Kutsal” anlamına geldiğini
görüyoruz. Anlamıyla bile, bu derecenin ne kadar özellikli ve
ayrı bir yerde olduğunu anlıyoruz. Felsefi derecelerin
sonuncusudur ve düşünce yolunun en olgun ve güzel
açıklanabilen derecesidir.
“Kadoş” sözcük anlamıyla da; ayrılmış, seçilmiş,
uzaklaştırılmış, kendine özgü kutsal bir özellik ve kişilik
verilmiş anlamına gelmektedir.
Bu tanımlamadan da anlaşılacağı üzere, onların (bu
derecenin) sözleri,konuşmaları ve bilinç düzeyi oldukça özel
ve yüksektir.
Derecenin, merdiven sembolünün bir yanı Allah sevgisi,
ikinci yanı ise insan sevgisi olarak anılır. Bu özellik, gönül
mabedinin yapımıdır.
“Kelam” sözcüğünün anlamı “söz” olmakla beraber “kelam”
bir olgunluk kemal niteliğidir.
60

Merdivenin yukarı çıkan yedi basamağı Allah sevgisi


yönündedir.
Bunlar; Adalet, İsmet, Nezaket, İman, Çalışmak, Sabır ve
Basiret erdemleridir.
Bu erdemleri içinde barındıran, bu duygularla yüreğini
dolduran Kadoşların, olumlu, insancıl davranışlarının
dışavurumu olan sözleri de böylesine yüce duygularla dolu,
empatiyle yaklaşan adaletli sözlerdir. Öylesine ki, kelamın
olgunluğu, kemal derecelerinin yüksekliğini yansıtır.
Bu faziletlere ve Allah sevgisine sahip olan Kadoş, insan
sevgisi gibi yüce duyguyu içinde yaşatarak, kendi kendini
yüceltir, kendini aşar.
Merdivenin diğer yönündeki basamaklar iniş içindir. Bu
inişin özelliği vardır.
Allah sevgisiyle yükselip, ruhunu yücelttikten sonra,
insanların içine tekrar inmek gerekir. Bu kişi insan sevgisiyle
ve insana hizmet, yardım amacıyla dolu olarak insanlara
karışır, onlara maneviyatın zirvesindeki faziletli duyguları ile
birlikte yedi ilmi de götürür.
Bunlar bazı ritüellere göre, Astronomi, Müzik, Geometri,
Aritmetik, Mantık, Belagat ve Gramer’dir. Bazı ritüellere göre
ise; Matematik, Astronomi, Fizik, Kimya, Fizyoloji, Psikoloji ve
Sosyoloji’dir.
İnsan sevgisini ve yedi ilmi temsil eden; aşağıya doğru inen
yedi basamaktır.
Kadoş bu basamakları Allah sevgisiyle çıktıktan sonra,
insanlığa hizmet etmek gibi erdemli bir duyguyla, yedi ilimle,
halka, insanlığa dönüp, yardım, iyilik, hayatı yaşanabilir kılmak
için ilimlerin yararına insanlığa sunacaktır. Skoç
Masonluğu’nun amacı da budur. Gerçeği ve insanlığı sevmek
ve en değerli şeyin vicdan hürriyeti olduğunun bilincine
varmaktır.
Mabed, taşa ve çimentoya, maddeye bağlı değildir. Gönülde,
yürekte, Allah sevgisi ve insan sevgisinde yükselmektedir.
Kadoş, Arapça’da “Kudsi” sözcüğüne eşdeğerdir.
30. Derece Kadoş Şövalyesi’nin en önemli niteliklerinden
olan, zulüm ve istibdada karşı geliş ona, ruhsal olarak bir
61

yükseliş sağlar. İçinde Allah’a duyduğu sevgi tüm sevgilerin


üstündedir.
Mistik merdivenin çıktığı ve indiği her basamağı, onun
faziletini arttırmıştır. Önce, kendi içindeki duygularını, iyiye,
doğruya, güzele, adalete yönlendirebilme yeteneğini ve
üstünlüğünü kazanmıştır.
Kadoş mertebesine erişen kardeşimizin içinde ruhsal bir
değişim oluşmuş, kişiliği olgunlaşmış, faziletli kudsi bir kişi
olmuştur.
Bundan böyle bu özellikleri, iyi nitelikli duyguları ve kaliteli
kişiliğini içine sindirerek sürdürecektir yaşamını.
İnsaniyet, saf ahlak, ketumiyete riayet ve güzel sanatları
sevmek onun ilkelerinin devamıdır.
Söyledikleri; olgun, sıradanlıktan uzak, yol göstericidir.
Masonluğun felsefesinin tamamını öğrenmiştir…
öğretmektedir…
İnisiyasyonu tamamlanmıştır.
O, Mistik Merdiven’den çıkarak ve inerek kendi gönül
mabedini kurmuş ve kendini insanlık onuruna adamıştır.
Onun, sembollere ihtiyacı kalmamıştır.
Kadoş Şövalyesi; Hak yolunda, edindiği erdemlerin
önderliğinde, şerefini sadakat ile koruyarak ilerler. Hakikate
varmak için ölümü bile göze alır.
Onun sözleri, onun vicdanı temizliğini yansıtan, sözün
ötesinde, hakikatin, doğruluğun yansımasıdır.
İçinde oluşan iç barışı, onu kutsiliğe götürmüştür.
Gelinen nokta, Masonluğun en üst mertebesidir. Onun
içindir ki 30. derece kardeşleri, 18. derecedeki Tapınak
Şövalyeliğini aşarak, azizleşmiş artık Kadoş Şövalyeliği’ne
ulaşmıştır. O bütün öğrendiği ve içine sindirdiği erdemleri
gerçek yaşama geçirecektir. Tanrı sevgisi ve insan sevgisini
içinde yücelterek çevresini etkileyecektir. Belki o zaman
kelamın sırrına ulaşacaktır.
Söyledim Pek. Ali Büyük Üstat.
İbrahim Şengüler

Kaynakça
1. 30. Derece Ritüeli, 2006
62

2. EKSR 30. Derece üzerine açıklamalar, PMK. HBA PMN.


(Sahir Erman, 33º)
3. Çift Başlı Kartal, Muh. Tamer Ayan.
4. BÜLTEN (Aralık 2009)
5. EKSR. Türkiye Yüksek Şuarası, Derece Tabloları.

Bü:.Kadoş Şövalyesi Cem GÜNAY Kardeşin tezi

Pek:. Ali:.Bü:.Üs:. ve Bü:. Kadoş:.Şov:. KK:.lerim,


Sözlerime kelam kelimesinin sözlük anlamıyla başlamak
istiyorum. Kelamın sözlük anlamı söz’dür. Bir başka tanıma
göre sözün üst derecesidir. İslami bir ilim olan kelam ise;
kur'an ve hadislere dayanarak allah'ın varlığını, birliğini,
niteliklerini, akıl ve mantık yoluyla kanıtlamaya çalışan
felsefedir. Kelam ilmi (ilm-i kelam diye yazılır) bir tür islam
skolastiğidir. Kelamcılar, islam dinini akıl yoluyla savunan
63

düşünürlerdi, felsefecilerden bu kişileri ayırmak için, bunlara


mütekellim ismi takıldı.
Kadoş kelimesinin etimolojik anlamı ise; Kadoş
İbranicede “Kutsal” anlamına gelir. Bir başka Sami dili olan
Arapça’da ise, aynı anlama gelen “Kutsi” ya da “ Mukaddes”
kelimelerinin karşılığıdır ve her iki dilde de kelimenin kökeni k,
d ve s harflerinden oluşan “kds” sözcüğüdür. Kadoş kelimesi
aynı zamanda “ayrı” ya da “farklı” anlamında da kullanılır.
Ancak kelimenin bu anlamı sadece “farklı” değil de,
“diğerinden farklı” olarak yorumlamak gerekir. Kadoş
kelimesi’nin bu anlamıyla da herkesten farklı olan kutsal bir
varlığı simgelediği söylenebilir.
Derecemiz olan Kadoş Şövalyelerinin neden “kutsal”
şövalyeler olduğunu anlamak için Kadoş Şövalyelerinin
tarihine çok kısaca bir göz atmak gerekecektir. Tarihsel olarak
baktığımızda Kadoş Şövalyelerinin çok eskilere giden bir
tarihçesi olduğunu görmekteyiz. İlk kurulduğu yıllarda anonim
bir hüviyete, adeta Hristiyanlığın Selameti amacını güden bir
derece olarak doğmuş; Templier olarak anılmış. Templier’lerin
resmi adları Kudüs Süleyman Mabedi’nin İsa’nın Fakir
Şövalyeleri’dir (The Poor Knights of Christ of the Temple of
Solomon in Jerusalem).
Birinci Haçlı seferi’nin sonunda Hugh de Payens
komutasında bir grup şövalye Kudüs patriğine müracaat
ederek bölgeye gelen haçlıları korumak üzere askeri anlamda
hizmet vermeye talip olurlar. Patrik’de bu hizmet teklifini
memnuniyetle kabul eder. 1118’de Kral II. Baldwin de Payens
ve şövalyelerine Süleyman mabedinin güneyindeki, Batı
kaynaklarında da “Temple Mount” olarak isimlendirilen ve
birinci ve ikinci Süleyman Tapınaklarının bulunduğu rivayet
edilen alanda kurulu Mescid-i Aksa’yı karargah olarak tahsis
eder. Böylece Templier Şövalyeleri yukarda anlattığım
isimlerini alarak resmiyet kazanmış olurlar.
Birde Templierler’e “fakir şövalye” denmesinin kökeninde,
Payens ve arkadaşlarının bir “keşiş“ in manastırdaki gibi hiçbir
mal ve mülkü olmayan yaşantısı ile şövalyeliği birleştirme fikri
yatmaktadır. Templier Şövalyesi keşişlerin monastik üçlü
yeminleri olan ismet (saflık, bakirlik), fakirlik ve itaat yeminini
64

askeri şövalyelik mesleği ile birleştirmişlerdir. Bu anlamda


“kutsi”, yani Kadoş olarak tanımlanmayı hak ederler.
Templierler, 1127’de Clairvoux’lu Bernard (Bernard of
Clairvoux) tarafından yazılan kendi kurallarına göre aynen
manastır keşişlerinde olduğu gibi hiçbir dünyevi mülk’e sahip
olamazlardı. Bernard’ın Templier’lere yaptığı en büyük hizmet
ki, aynı zamanda onların sonlarını getiren, Payens’e yazdığı
“Yeni Şövalyeliğe Methiye” (In praise of the New Knighthood)
adlı mektuptur. Bu mektup etkileyici üslubu ile Hıristiyan
Avrupa’da çok hızla yayılmış; bir çok asilin bu “Fakir
Şövalyeler” e özenip Templier’lere katılmasına ve yeni
taraftarlar bulmalarına neden olmuştur. Hatta bu şövalyelere
katılamayanlar bile, Templierlere büyük bağışlarda
bulunmuşlardır. Kısa sürede Templier şövalyeleri gelişip,
Vatikan’ın ve Avrupa’daki kralların desteğini kazanmış ve her
türlü vergiden de muaf hale gelmişlerdir.
Templier’ler kişisel olarak mal mülk sahibi olamıyorlardı
ama Templierlik Kurumuna bağış kabul ediyorlardı. Ve yapılan
bu büyük bağışlarla Templier’lik Kurumunun serveti seneler
içinde hızla zenginleşti ve Kralları kıskandıracak seviyelere
ulaştı. Templierler çok büyük maddi varlıkları yönetiyorlardı,
avrupa’da büyük bir güç haline gelmişlerdi.
Zaman içinde Kadoş Şövalyeliği Tekamül Rit’ine dahil edilmiş
ama bu kere “Beyaz ve Siyah Kartal Şövalyesi sıfatını almıştır
ve EKSR ine dahil edilmiştir. 18. Asrın sonlarında Kadoş
Şövalyesi Voltaire ‘in Klise egemenliğine olan karşıtlığı ile
Ruso’nun itidalli Deizminin etkisi ile “Felsefi” sıfatını
kazanmıştır. 19. asrın ilk yarısında burjuvazinin beklentilerine
cevap vermiş, Fransız ihtilalinin dayanaklarından olmuş ama
öylesine kısa bir süre tatbik edilebilmiş ki, ilk Fransız Yüksek
Aeropajı ancak 1830’da oluşturulabilmiştir. Grand Orient’ in
sahneye çıkmasıyla yeni bir Kadoş tipi “Politik Kadoş” ortaya
çıkmıştır. Monarşiye ve Kiliseye olan şiddetli muhalefet
kendini August Coute’ un her türlü “metafizik ve bilimcilik”
görüşlerini reddeden ve hakikate yalnızca Pozitif Bilim ile
varılabileceğini ileri süren felsefesine bağlanmıştır.
Hür Masonluk 19. asrın ikinci yarısında bilinçli olarak
politik kavgalara karışmıştır. “ Büyük Seçilmiş Kadoş
65

Şövalyesi” Kralcı Partilerle, Kilise yanlısı partilere karşı olan


bir savaş derecesi niteliğine bürünmüştür. Hatta girecek olan
adayların yemin metinlerine “Kral Taçları ile Papalık
Başlıklarının” ayak altına alınacağını içeren ifadeler
konmuştur. 20. Asrın ortalarında yaşanmış olan ve önce dünya
savaşına, sonra bir siyasi doktrinin insanları her türlü
özgürlükten mahrum kılan eylemlere yol açan olaylar insanları
ve masonları değişik arayışlara sevk etmiştir. Gelen Barış ile
“Mabet Tarikati” canlandırılmış ve takip edilecek tek yol
olarak “Hristiyanlık karşıtı bir ezoterizm” ön görülmüştü. Bütün
tarihi gerçeklerin aksine bir “Gizli Kolej”, tarikatın bünyesine
tatbik edilmiş ona “KADOŞ” adı verilmiştir.
Templierlere karşı yapılan tüm suçlamaların kaldırılması
hedeflenmiştir. Kilisenin uygulamalarına getirilen eleştiriler,
reform taleplerini doğurmuş, tarikatın varlığını kanıtlamak için
aslında dinsel bir sembol olan “Mistik Merdiven” korunmuş
ancak burada tırmanış “Bilimlerle” iniş ise “Faziletlerle” temsil
edilmiştir. Böylece 30 derece “İnisiyatik” olma niteliğini
yitirmiş ve adeta yobazlaşmıştı. Kadoş Şövalyesi asli görevini
yerine getirmek için arayışını sürdürmek yerine harici alemden
gelen baskı ve yönlendirmelerle hareket eden bir topluluk
olmuştu.
Fernand Kessis Hür Masonluğun Evrensel Lugatı adlı
eserinin 568 ve 569’uncu sayfalarında aynen şöyle
anlatılmaktadır. Gelişen olaylar sonucu, özellikle 1875 yılından
itibaren ritüelleri Kralcılığa ve Katolikliğe karşı düzenlemeler
yapmaya itmiş ve bu da Rosen ve Taxil gibi Masonluk
düşmanlarının eline fırsat vermiştir. Büyük Ritler Koleji’nin
ritüellerinden töreye ve geleneklere aykırı olan bazı hususlar
çıkartılmış, sosyalliğe ve ruha daha uyumlu hale getirilmiştir.
Bu konu şu şekilde ifade edilmiştir: Kadoş derecesi insan
ruhunun evriminin canlı bir imgesidir. Onu yolundan alıkoymak
isteyen bütün yapay, zararlı ve kötü güçlere rağmen o, ışığa
doğru sürekli ve kararlı bir şekilde ilerlemelidir.
Mesleğimiz olan Masonluk, ritüelimizde de belirtildiği gibi
bizi derecelere yükseltirken her defasında yinelediği ancak
hiçbir zaman yerine getirmediği Kelam’ın sırrını vermek gibi bir
vaatde bulundu ve bizleri sembolik olarak bir mabet inşa
66

etmeye sevk etti. Harici yaşamdaki inançlarımız da,


alışkanlıklarımız dolayısıyla belki istemeden, belki de kolay
geldiği için kendi zihnimizde inşa ettiğimiz bu mabedin içinde
yer aldı. Böylece gerçekleştirdiğimiz mabed bir yerde bizim
insani zaaflarımızın da izlerini taşıyan bir eser olarak ortaya
çıktı.
Bir Kadoş şövalyesi , aklı, zekası ve hür vicdanıyla
sütunları devirerek EUM’nın bir mabedin sütunları arasına
hapsedilmiş olabileceği düşüncesini yıkabilen böylesine bir
üstünlük vasfı ile donatılmıştır. Kadoş şövalyesi yıktığı bu
sütunlarla bir yandan masonluğun da son sözü
söyleyemeyeceğini anladığını, diğer yandan, EKSR’nin
sembollerle anlatmak istediklerinin, bu sembollere konulan
değerlerin, verilen anlamların, masonun kendi
yerleştirdiklerinden başka değerler olamayacağını bu
hareketiyle belirtmiş oluyor. Yıkılan sütunlar ayrıca insanın
yaşamı boyunca aslında hür olduğunu düşünüp, etrafının
empoze ettiği, baskıyla zihinlere yerleştirdiği ve esiri yaptığı
inançlardı. Kadoş şövalyasi zihninde yaşamı boyunca birikmiş
baskı ve bariyerlerden kurtulunca, berrak bir zihinle
sorumluluğunu algılayarak, Sütunları yıkarak ulaştığı sağlam
zeminde kendi yeni içsel mabedini mutlaka kuracaktır.
Kadoş şövalyesi çift taraflı merdivenin basamaklarını bir
taraftan çıkıp, diğer taraftan inerken mutlak hakikatin varlığını
hissedecek, ama onu tam olarak tanımlayamayacak, ve belki
de bu hissi bir enerji olarak adlandıracaktır. Aslında çıkılıp
inilen bu basamaklar insanların, medeniyetlerin, ve toplumların
gelişmesine hizmet eden bilim ve fenni hatırlatan; matematik,
astronomi, fizik, mekanik, kimya, fizyoloji, psikoloji ve
sosyolojidir.
Kadoşun insanlara sevgisini verebilmesi, yüce varlıktan aldığı
feyz ve ışığı bu bilimleri kullanarak etrafına yansıtabilmesiyle
mümkün olacaktır. Bu davranışıyla gerçekleştirdiği dikey
seyahatle aradığı hakikate bir nebze daha yaklaşacak, kamil
insan olma yolunun inşasında ilerleyecektir. Kadoş şövalyesi
böylelikle diğer insanlardan ayrı ve kutsal bir üstünlük sahibi
olacaktır.
67

Kadoş izafi olmayan mutlağın varlığını içinde


hissedebildiği zaman, yüce varlık ve insan sevgisini birleştirip
birbirine kavuşturup kaynaştırarak kelamın da sırrına erme
yolunda büyük bir yol kat etmiş olacaktır. Böylece kutsal ve
temiz Kadoş unvanının gerçekten sahibi olacaktır.
Bir Kadoş Şovalyesi olarak, yaşamımızın sonuna kadar
kelam’ın sırrını aramaya devam etmeliyiz, tıpkı dördüncü
dereceye gelen ketum üs:. kardeşe verilen kaybolmuş kelimeyi
arama görevi gibi, bizlerinde temel amacı kelamın sırrını
aramak olmalıdır. Bizler Kadoş Şovalyesi olarak kelam’ın
sırrına eriştiğimizde ancak Kamil insan olduğumuzu
anlayacağız.

Cem GÜNAY
Akdeniz
Aeropajı
KAYNAKLAR
1) 30. Derece Çalışma Kılavuzu.
2) 30. Derece Kadoş Şövalyesi Ritüeli.
3) Felsefe Ansiklopedisi (Orhan Hançerlioğlu, İstanbul -1978) .
4) Felsefe Tarihi (Prof. Dr. Ahmet Cevizci, İstanbul -2009).
5) Kelâm Araştırmaları Üzerine Düşünceler ( Prof. Dr. Bekir
Topaloğlu, İstanbul-2004).
6) “Kadoş Şövalyesi Olarak Mas:. Felsefenin Hangi
Aşamasındayız?”
(Ömer Akyüz - 31.05.2007 ).
7)“Kadoşluğun Anlamı, Kadoş Deyiminin kullanılma Sebebi
Nedir?(15.10.2005 Hayim Kampeas)
8) Ezoterik Sözlük (Helmut Werner, İstanbul - 2005).
9) Fizik Yasaları Üzerine (Richard Feynman, Ankara -2005).
10)Osmanlıca – Türkçe Ansiklopedik Lûgat (Ferit Devellioğlu,
İstanbul – 2002).
68

KATKILAR

Bü:. Kadoş Şövalyesi Tuncay FİLİZ ve Levent ÖZBAKKALOĞLU


Kardeşlerin konuşmalarına katkılar

Bü:. Kadoş Şövalyesi Nedim Çakır Kardeş:


“Ben kelâmın sırrını 30. derecede anlatılan menkıbelerin,
söylenilen sözlerin arkasında yatan gerçeği anlama olarak
kabul ediyorum. Masonluk, bize, 1. dereceden itibaren
görünenin arkasındaki gerçekleri anlamaya çalışmayı telkin
ediyor. Onun içindir ki, ritüellerimizi her okuyuşumuzda
öncekilerden değişik anlamlar yüklüyorum. Bu akşamki
konuşmalardan çıkardığım sonuç şudur: Kelâmın sırrı, 30.
derecenin ne olduğunu anlamaya çalışmaktır, diyebiliriz.”

Bü:. Kadoş Şövalyesi Bünyamın HAZAN Kardeş:


“1985 yılında Zürich Halk Üniversitesi bir kürsüsünü bir
dönem masonluğa ayırdı. Birçok kardeşimiz de orada haricîlere
masonluğu anlattı. Bu kardeşlerden biri de Victor Mark
kardeşti. Konuşmasının bir bölümünde şöyle dedi: ‘Başlangıçta
söz vardı. Ve söz, tanrıyla idi. Ve söz tanrıydı. Her şey onun
tarafından yaratılmıştır ve var olan hiçbir şey onsuz
olmamıştır. Hayat ondaydı. Ve hayat insanların nuruydu’.
Kardeşimizin bu sözleri bu akşamki konumuzla sanırım çok
örtüşüyor. Paylaşmak istedim.”

Bü:. Kadoş Şövalyesi Şadan GÖKOVALI Kardeş:


“Bünyamin kardeşimin alıntıladığı bölüm, apocalypse’in
girişi. Apocalypse, Saint-Jean İncilinin vahiy (esinlemeler)
bölümü. Bu İncil benim dinlemeye alıştığım türkü gibi geliyor
bana. Çünkü Saint-Jean, bu İncili bizim çok yakınımızdaki
Efes’te yazdı. Hristiyanlık doğrudan bir din olarak ortaya
çıkmadı. İlk zamanlarda Yahudiliğin bir tarikatı olarak kendini
gösterdi. O dönemde Saint-Jean, Efes’teki sinagoglarda
öğretisini yaymaya çalışmıştır… Ama alıntılanan söz, esas
69

itibariyle yine bu bölgenin insanı olan Herakleitos’a aittir.


Herakleitos, söyleminde ‘kelâm’ yerine ‘logos’ sözünü
kullanmıştı ve ‘Başlangıçta logos vardı’ demişti. Söylemin
kalan bölümü aynıydı. Logos, kelâmdan daha geniş
kapsamlıydı ve dinsel değil felsefesel bir sözcüktü. Daha çok
anlam derinliğine sahipti.”

Bü:. Kadoş Şövalyesi Oğuz AKYÜZ Kardeş:


“Tuncay Filiz Ş:., sorduğu sorularla biz ŞŞ:.in büyük
sorumluluklar taşıdığımızı anımsattı. Bizim o sorumlulukların
altından kalkabilmemiz, dolayısıyla insanlara yararlı
olabilmemiz için kerâmet sahibi olmamız gerekiyor. Nedir
kerâmet?.. Kerâmet, ilimde, fende, anlatımda, şekilde,
harekette insanlara önderlik ve örneklik yaparak yararlı
olmaktır. Ayrıca, ‘evren’ denilen sonsuz bir ibâdethanenin
içinde olduğumuzun da ayrımına varmaktır. Hakk’ın bizle
başlayıp bizle bittiğinin, onun bizde olduğunun bilincine
ulaşmalıyız. İşte bu düzey, ulaştığımız en yüksek düzeydir.
Ondan sonra da tekrar aşağı inip halkın arasına karışarak
halka hizmet etme çabası içinde olmalıyız. İşte ulaştığımız bu
en yüksek düzey, ‘kâmil insan olma’ düzeyidir. Kâmil insan
olmaya giden yol, insanın ‘kendini bilme’ yasalarını
öğrenebilmesinden geçer. Kâmil insan olma, demirden bir
leblebidir; ona ulaşabilme yollarıysa ateşten bir gömlektir. O
ateşten gömleği giyebilmeniz için, içinizle dışınızı bir etmeniz
gerekir. Demirden leblebiyi sindirebilmeniz için ise, bünyeniz
çok sağlam olmalıdır… Şimdi konuşmacı kardeşlerime
soruyorum: Bizler bu özelliklere sahip miyiz?.. Dileğim odur ki,
kardeşlerim E:. U:. M:.’nın kendilerinde tezahür ettiğinin
(belirdiğinin) bilincine varırlar ve o büyük nûra gark olurlar.”

PMn. Ayhan YALAY 33. Kardeş:


“Masonluk bize, ‘kelâmın sırrını anlatacağım’ diye vaatte
bulunuyor; ama bir türlü söylemiyor. Galiba, kelâmın sırrının ne
olduğunu bize anlatan da masonluğun bu tutumu; anlatacağım
deyip de anlatmaması. Kelâm, yakalanmaması gereken bir
enerji, bir devinim. Zâten yakalansa her şey o an, orada biter.
Yapacak bir şey kalmaz. Mutlağın o ağır, o durağan boşluğuna
70

düşer, nihilizmin içine gireriz. Oysa evrendeki bütün canlı ve


cansızlar, birbirleriyle rölatif bir ilişki ya da alışkanlık
içindedirler. İnsan bunu bir yalancılık, bir aldatıcılık olarak
algılar ve bu durumdan yakınır. Oysa gerçek, o rölativitenin
altında yatar. Ona varabilmemiz için neden-sonuç ilintilerini
dikkate almamız gerekir. Büyük düşünür Herakleitos enerjinin
sürekli aktığından söz eder. Bundan Mutlakın yâni Bir’in hem
Bir olduğu, hem Bir olmadığı anlamını çıkarmalıyız. Evrenin
böylesi işleyişiyle masonluğun kelâmın sırrını açıklamayı
sürekli ötelemesini birbiriyle karşılaştırırsak, iki durumun
birbiriyle örtüştüğünü görürüz. Onun içindir ki masonluk, bu
tutumuyla anlayabilen için- ‘kelâmın sırrı’ kavramıyla
simgelenen gizi açıklamış oluyor.”

PMn. Türkhan SLEM 33 Kardeş:


“Kılıç, geçmişte, şövalyeliğin önemli bir aracı, avadanlığı
idi. O dönemde birçok şey kuvvetle çözümleniyordu. Onun için
o dönem şövalyeleri için gerekliydi. Ama bugünkü
şövalyeliğimizde kılıç, cesaretin simgesidir. Derecemizi
ilgilendiren konularda mason, amacına ulaşmak için; masonik
ilkeler doğrultusunda, akıl ve hikmetini, erdemsel gücünü,
bilimsel bilgi değerini sonuna kadar, usulünce, azimle, iradeyle
hiç yıpranmadan kullanabilen insandır. Saydığımız bütün bu
nitelikler, kılıç simgesinin ifade ettiği anlam içinde yer alırlar.”

HBAT PMn. Önder KAYIN 33 Kardeş:


“Kelâmı basit anlamıyla anladığımız zaman, söz, lâkırtı,
lâfz olarak anlaşılır. Kelâm-ı Kadîm dediğimiz zaman ise
Kur’an-ı Kerim’i anlarız. Bir büyüklüğe, bir sonsuzluğa gidiş
gelir akla… Hepimiz Allah’ın çocuklarıyız. Musa, İsa,
Muhammet de öyle. Peki, onları diğer çocuklardan ayrı kılan
nedir? Bu soruyu sorduğumuzda, onların mevcudiyetlerinin
neyi ifade ettiğini düşünmeliyiz. Düşüncemiz bizi büyük bir
sırrın var olduğu sonucuna götürecektir. İşte biz o sırrı
arıyoruz. Merdivenin basamaklarını çıkmamız, çıkış
tamamlanınca inmemiz, sonra yeniden çıkmamız. Hep bunun
içindir. O inişler çıkışlar bir tek noktada toplanıyor. O da
içimizdeki vicdandır. Her şey ona bağlıdır… Adaletli mi
71

davranıyorsunuz? Hoşgörü içinde misiniz? Dünyaya başka türlü


bakabiliyor musunuz?.. İşte o sizin içinizdeki ışığın ortaya
çıkmasıdır…

Bü:. Kadoş Şövalyesi Baki ÇETİNYÜREK Kardeş:


“Oluş kelâm ile başladığından, kelâm oluştan önce gelir.
Kelâm, tasavvufa giden ile imkân olanın arasında gidip gelen
bir cihazdır. Aslında mânâ ve hayal dediğimiz örtülü
hakikatler, üstlerindeki örtüyü ancak kelâm ile temas
ettiklerinde açarlar. Onları bulundukları yerden alıp imkân
hâline taşıyan kelâmdır. Âdeta bir hakikatin habercisidir.
Mânânın kendisi mânevi bir varlıktır. Dolayısıyla kelâm, mânevi
varlığın aleni varlık hâline getirilmesi cihazı olduğundan, buna
bir bakıma ezoterizm demek yanlış olmaz…]

Bü:. Kadoş Şövalyesi Tamer GEDİZ ve Aziz Yaşar TAŞKIN


Kardeşlerin konuşmalarına katkılar

Bü:. Kadoş Şövalyesi Şadan GÖKOVALI Kardeş:


Akıl cambazlarından Friedrich Nietzsche, “Herakleitos’un
hiçbir sözü yoktur ki, lojiğime almış olmayayım” demiş. Yine
Nietzsche, “Dünya her zaman hakikata muhtaçtır, dolayısıyla
her zaman Herakleitos’a muhtaçtır” diyor. Herakleitos
anlaşılması güç bir düşünürdü. Çağdaşları bu yüzden kendisine
‘karanlık’ adını takmışlardı. Sokrates, Herakleitos’un yapıtını
okuyan Euripides’ şöyle söylemiş: “Anladıklarım çok güzel,
öyle sanıyorum ki anlamadıklarım daha da güzel.”Herakleitos,
zıtlıkların uyumunu görebilmiştir. Zâten o nedenledir ki, yirmi
beş yüzyıl sonra bile kendisi ‘diyalektiğin babası’ olarak kabul
edilmektedir. Herakleitos, “Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz, hep
devinir, hep akar” deyişiyle evren hakkındaki görüşünü dile
getirmiştir. Bu büyük adam, ateşi veriyor Thales’in suyuna.
“Aptal insan logos karşısında şaşkın şaşkın bakışır” dedikten
sonra şu ağır sözü ekliyor: “Haklıdırlar, köpekler
tanımadıklarına havlarlar.”

Bü:. Kadoş Şövalyesi Renan ATAMAN Kardeş:


72

Şadan Gökovalı kardeşimi dinlerken, Sokrates’in


Herakleitos’un kitabı için söylediği “Anladıklarım güzel, öyle
sanıyorum ki anlamadıklarım daha da güzel” sözünü çok ilginç
buldum. Tamer Gediz kardeşim de konuşmasında, ”Bana
bilmediklerim değil, bildiklerim öğretilsin” diye bir söz söyledi.
Bu söz de bana göre ilginçti. Her iki sözü birbiriyle
karşılaştırdığımda, anlamları arasında bir karşıtlık bulunduğu
kanısına vardım. Bu düşüncemi kardeşlerimle paylaşmak
istedim.

PMn. Ayhan YALAY 33 Kardeş:


Masonlukta güzel bir deyim vardır: Ne emreden, ne
emredilen… Bu söz bize her şeyin bir safiyet içerisinde cereyan
etmesi gerektiğini anlatır. Oysa biz başka etkenleri işin içine
karıştırmadan bir şeyi anlayamıyoruz, bir kavramı
çıkaramıyoruz. Çünkü algılarımız sınırlı boyutlarda, bu da –
doğal olarak- tahminlerimizi sınırlı kılıyor. Bir türlü sonsuzun,
evrene ait olanın güçlü ivmesinin esintisini alamıyoruz. Oysa
uzaktan da olsa bunu alabilmeliyiz… Aziz Taşkın kardeşimiz,
konuşmasının bir yerinde “Masonlukta bugüne kadar derece
derece oluşturmaya çalıştığımız eser bir insanlık mâbediydi.
Masonluk, dereceleri arasında, bizi yükseltirken her defasında
“Kelâm’ın sırrını vermek” gibi bir vaatte bulundu” diyor.
Masonluk kelâmın sırrını hiçbir zaman vermez. İşte asıl sır da
buradadır.]

Bü:. Kadoş Şövalyesi İrfan SÖZEN ve Levent ELBEYLİ


Kardeşlerin konuşmalarına katkılar

Bü:. Kadoş Şövalyesi Bünyamın HAZAN Kardeş:


Bizi hedefimize bazen ana yol değil tâli yol götürür. Bu
nedenle İrfan Sözen kardeşimin “Bilimin ya da aklın durakladığı
yerde dinler ya da sezgi rehberlik eder, türünden söylemler
masonlukla bağdaşmaz” biçimindeki yargısına katılamıyorum.
Bilimin cevap veremediği sorulara sezgilerimizle cevap ararız.

Bü:. Kadoş Şövalyesi Sıtkı AYTAÇ Kardeş:


73

Evren oluşmadan önce simetri vardı; madde ile anti


madde vardı. Her şey kaosla başladı. Madde anti maddeyi yok
etti, simetri bozuldu ve evren oluştu. Kaosun nedeni
entropiydi. Entropi yükseldikçe kaos artar. Bunu önleyebilmek
için ne yapmalıdır? İşte masonluğun temeli burada yatıyor.
Entropinin etkisini azaltabilmek için açık sistem gereklidir. O
sisteme dışarıdan madde, malzeme, bilgi ve sevginin
sokulması gerekiyor. Oluşumlar tepkisel özelliklidir. Hiçbir şey
durup dururken oluşmaz. Işık olmasaydı göz, ses olmasaydı
kulak var olmayacaktı. İşte evrende, bu sonsuzluğun içinde bir
bilinç var ki, beyni geliştirmiştir. Buradan hareketle, beyin
bilinci kelâma dönüştürebilmek için var olmuştur, diyebiliriz.
Bilinç kelâma dönüşünce farkındalık ortaya çıkmıştır. Biz
farkındalığımızı ne kadar geliştirirsek kendimizi de o kadar
geliştirebiliriz. Bence kelâmın sırrı buradadır.

Mn. Mustafa BESİMZADE 33 Kardeş:


Öncelikle ikinci konuşmacı kardeşimin konuşmasında
verdiği Einstein’ın sözlerinde bir yanlış algılama hissediyorum.
Bana göre burada “Cüz’î irade”nin değil “küllî irade”nin söz
konusu olması lâzım. Cüz’î irade, insanın kendi zekâsıdır. Oysa
küllî irade, Tanrı’nın o sınırsız, yüksek zekâsıdır. Hayranlık
duyulması gereken de budur. Alıntılanın söze bakıldığında
Einstein’ın kendini beğenmesi gibi bir anlam çıkıyor. Bu yüzden
alıntıda geçen cüz’î irade sözünün küllî irade olması gerekiyor.
Ayrıca kardeşlerime öneride bulunmak istiyorum: Şövalyeliğin
ne olduğunu çok iyi bilmeliyiz. Şövalyeliği öğrenmeden Kadoşa
geçmek, birtakım olguları izah edebilmeyi önler. Biliyorsunuz,
şövalyelik, masonluğa dışarıdan ithal edilmiştir. Kime şövalye
denilmiştir; kimler şövalye yapılmıştır? Bunları öğrenirsek
Kadoş şövalyesini daha kolay sezinleyebilir ve kelâmın sırrıyla
ilgili daha işlevsel ifadelerde bulunabiliriz.

PMn. Ayhan YALAY 33 Kardeş:


Konumuz, bütün olasılıkların olabilirliğinin tartışıldığı
geniş bir konu. Büyük patlama bittikten sonra da her olguda bir
kaos öğesi süregelmiştir. Kaostan sonra düzene, düzenden
sonra yine kaosa geçen bir döngü hep vardır. Ama bu döngü
74

kısır değil, yaratıcı ve yenileyicidir. Hiçbir kaos, ya da düzen


birbiriyle bütünüyle örtüşmez. Kelâmın sırrı kapsamında
yaratılışın bir sonsuzluk olduğunun, bu sonsuzluğun
bilinçlenerek farkındalığı yarattığının farkında olmalıyız.
Sonsuzluğun bilinçlenmesini anlayabilmek hiç kolay değildir.
Tanrı’yla ilgili söylenmiş bir söz vardır: “Sen hep ‘bir’ diyorsun,
ben hep ‘iki’ anlıyorum.” Evrende karşıtlık var gibi görünse de,
sonsuzluk ‘tek’tir. Sonsuzluk, sonsuz enerjidir. Bana göre
sonsuz enerji de ışıktır.

HBAT PMn. Önder KAYIN 33 Kardeş:


Neden Kadoş Şövalyesi’ni ve neden “kelâm’ın sırrı”nı 30.
derecede konuşuyoruz? Bunun üzerinde biraz düşünelim…
Daha 4. dereceden itibaren kardeşlerin şövalyeliğe doğru
yönlendirildiği hep belirtilir. Çeşitli derecelerde şövalyeliğin
nitelikleri ve erdemleri üzerinde duruldu. Ama 30. derecenin
şövalyesinin diğer derece şövalyelerinden çok farklı olduğunu
görüyoruz. Çünkü, Ritimizin felsefi bakımdan en üst derecesi
olan bu derecedeki Kadoş Şövalyesi, önceki derecelerdeki tüm
şövalyelerin bütün özellik ve niteliklerine sahip, bütünlenmiş
bir şövalye olması dolayısıyla büyük önem taşır. İnsan varlığı
bir olgudur. İnsan, gözüyle görür, kulağıyla işitir; koklayarak,
dokunarak ya da tadarak diğer nesneler hakkında kanaat
sahibi olur. Yine de tam değildir, bütünlüğü yoktur. Bütünlük,
diğer varlıkları kelâma dökebildiği anda gerçekleşir. Kelâmın
sırrı ise, bütün insanlık meziyetleri ile donanmış Kadoş
Şövalyesi’nin bunları dışarı çıkarabilmesinden başka bir şey
değildir.

Bü:. Kadoş Şövalyesi Baki ÇETİNYÜREK Kardeş:


22. derecedeki “Âdem Söylencesi”nde Şeytan, kelâmı ile
Âdem’i etkilemiştir. Eğer kelâm olmasaydı ve Âdem, Şeytan’ın
kelâmından etkilenmeseydi yasak meyvayı yemeyecek,
dolayısıyla da yeryüzüne gönderilmeyecekti. Bu örnekten yola
çıkarak sözü, ‘kelâmın değeri’ne getirmek istiyorum. Herkes
konuşur, ama bâzıları bir şey söyler. Konuşulanın bir değeri
varsa, o gerçek kelâmdır, sözdür. Evrenin bir tek “ol” kelâmıyla
yaratılmış olduğu söylemi boşuna değildir. Bir kelimenin bile
75

değerinin büyüklüğü konusunda en çarpıcı örnektir. Bilgin olan


kişinin sözü bol olmaz. Bilgin az söyler, öz söyler. İnsanlığın
gelişmesi kelâm ile olur. Düşüncelerimizi, duygularımızı kelâm
ile ifade ederiz. Birbirimizle iletişimi kelâm ile kurarız. Hem
alırken (öğrenirken), hem verirken (öğretirken) kelâmı
kullanırız. Doğal olarak özgür koşullarda söylenmiş olan kelâm
önemlidir. İçimizden, özümüzden gelerek söylenmiş söz
güzeldir. Yoksa bir zorunlulukla söylenilmiş sözün güzelliği ve
değeri yoktur. İşte bizler de Kadoş şövalyeleri olarak özgür
koşullarda ve öz konuşabilmeyiz. Sözlerimizi çok dikkatli ve
seçerek kullanmalıyız; onlara değer katmak durumundayız.

Bü:. Kadoş Şövalyesi Akın KUYUMCU ve Volkan YANDAŞ


Kardeşlerin konuşmalarına katkılar

Bü:. Kadoş Şövalyesi Ömer AKYÜZ Kardeş:


Kelamın sırrı var mı? Bence kelamın sırrı diye birşey
söylemek, Tanrı’nın sırrına ermek gibi birşey. Tanrının sırrına
hiçbir ölümlünün ermesi, yorumlamakla olmaz.

Bü:. Kadoş Şövalyesi Oğuz AKYÜZ Kardeş:


Kelamın sırrı muhakkak ki var. Yaradılıştan buyana Tanrı
kendisinin bilinmesini istedi. Nurunu yarattı. Işığını, aşkını
yarattı. Resulünü ve ümmetini yarattı. Bu yaratılış, yaradılanın,
yaradana varmasının bir yolculuğu için. Yaradılanın kendisini
bilmesi, kendisini tanıması için...
Bu sırra erişenler, yaradanın yeryüzündeki temsilcileridir.
Biz bunlara insan-ı kamil diyoruz...
Kelam, yaradanın kelamıdır. Yedi basamağın üzerine
vardığımızda, hakikati göreceğiz. Miraca çıkacağız.
Merdivenden indiğimiz de, Haktan aldığımız, halka vereceğiz.

Bü:. Kadoş Şövalyesi İlkay ŞİMŞEK Kardeş:


Kelam Tanrı’dan gelen sözlerdir. Tanrı sözünü anlamak
için, Tanrısal olmak gerekir. Böyle birşey olmak ise, mümkün
değil. Bizim anladığımız, bize verilen duyularla sınırlı. Kelamı
da biz ancak duyularımızla anlayabiliyoruz.
76

Decart “Düşünüyorum, öyleyse varım.” Demiş. Kelamı


anlamak için önce düşünmek gerekir. Düşünmek için de,
elimizde birçok veri var. Metodolojik olanı bilimdir. Bilimle
batıniliği anlamak mümkün. Kelamı ise anlamak mümkün değil.
Anlayanlar sadece Tanrının elçileridir. Bizler sadece gerçeğe
doğru haykırırız. Kelama ulaşmak için gösterilen çaba, kelama
ulaşmaktan önemli.

Bü:. Kadoş Şövalyesi Osman ÇALLI Kardeş:


Ucu açık bir konu. Konu çok geniş. Konuyu, felsefi,
bilimsel veya bir dinin bakış açısı ile ortaya koyabiliriz. Bir
dinin bakış açısından konuya bakarsanız. Başka bir dinin bakış
açısı gündeme gelebilir. Juhanna incilinin girişinde kelamdan
bahsedilir iken, son kısımda “kelam şey idi.” Cümlesi geçer.
Şey, madde demektir. Boyutları olan, varlık. Böyle algılar isek,
önce madde vardı. Yorumu çıkar. Tanrı maddedir, denebilir.
Başka bir dinin bakış açısından böyle görünebilir.
Masonik açıdan Tanrı’yı çeşitli şekilde
isimlendirebiliyoruz. Örneğin enerji diyebiliyoruz. Eğer Tanrı’ya
enerji der isek; Juhanna’nın yorumu bize yakın gelebilir. Ancak
bu yorumda geçerlidir. Demek istemiyorum. Başta söylediğim
gibi, bu konuda yapılan tüm konuşmalar, görüşler. Sadece bir
görüşten öteye bir değer taşımaz. Çünkü konunun ucu, her
yöne açıktır.

Bü:. Kadoş Şövalyesi Baki ÇETİNYÜREK Kardeş:


Başlangıçta hiçbir şey yoktu. Evrenin Ulu Mimarı vardı.
Ve O birşey olsun istedi. Ol dedi. Bu söz ile birlikte, maddi,
bütün nebatad, hayvanlar, evren ortaya çıktı. Ondan sonra,
Evrenin Ulu Mimarı kendişini temsil eden bir mahlukat istedi.
Ve O oldu. İnsan oldu. İnsan kelimeyi kullandı. İnsanlar, kelam
ile iletişim kurdular. Bu kelam, iletişim ile eşyanın özellikleri
keşfedilmeye çalışıldı. Ve ilim meydana geldi. İlim dünyasında
birçok keşiflerin yapılması, bu iletişim, bu yazılar, bu kültür ile
olmaktadır. Kelime olmasa idi. Ne iletişim olabilirdi, ne de
buluşlar, ilim olabilirdi. Kelamın sırrı, insanoğlunun zekası, aklı
olan tek yaradılış insanoğlunun, kendi aralarında iletişimi, ilim
ve buluşları ile dünyamızı bir yerden bir yere getirdi. Bu, hep
77

kelime sayesinde oldu. Kelam masonlara ne ifade eder? Biz


hertürlü ifadeyi sembolizma ile yapıyoruz. Sembolizma ile eski
kültürleri, süzülmüş ve insanlık için bir şey ifade eden
geçmişimizi araştırıyoruz. Bize yararlı olan unsurları buluyoruz.
Ve bunları sembolizma ile birbirimize aktarıyoruz. Ve bu
şekilde tekamül edeceğimizi umuyoruz. Yaşam bir Mason için
ölümsüzlük demektir. Bir Mason kendini geliştirmek, tekamül
ederek, hakikate ulaşmaya çalışırsa, bir seviyeye gelir ise, o
artık ölmez. Bir Masonun daima ölümsüzlüğe ulaşmak için
çabalaması gerekir. Avamla bir Masonu ayıran en önemli unsur
budur.

PMn. Hüseyin Dilek AKARLI 33 Kardeş:


Konuya çeşitli pencerelerden bakıldı. Konuyu ille de
Masonluğa bağlayacağız diye uğraşmamak gerekir. Kemale
ermek istiyor isek, birçok yol var. Önemli olan bunu istemek.
Konuyu 3 dinin yaradılışı anlatımı açısından, Tasavvuf
açısından inceleyerek, kendi iç dünyamızı zenginleştirmek
mümkün. Değişik pencerelerden bakıldığında, işi daha
zenginleştirmek, tekamül yolunda kendinize bir yol seçmek.
Sizin elinizde.

Bü:. Kadoş Şövalyesi Şadan GÖKOVALI Kardeş:


Başlangıçta kelam vardı. Kelam Tanrı ile beraberdi. Tanrı
Kelamdı. Sözünü ilk söyleyen Hereklitos’tur. M.Ö.540-480
arasında. O Logos demişti.

PMn. Türkhan SLEM 33 Kardeş:


Bugün 3 büyük din de Evrenin yaradılışını Tanrının Kelamı
üzerine bağlamıştır. Hiristiyanlıkta ve Musevilikte Kelam,
Tanrı’nın yaratma gücüdür. İslimda kelam, Tanrı’nın sözüdür.
Masonluk hakikati arar. Ama hakikati tanımlamaz. Ona giden
yolda direktifler verir. Bunun için tekamül etmemizi,
gelişmemizi Kamil insan olmamızı ister. Kamil insan, Tanrı
bilincine en fazla yaklaşan insandır. Hiçbir insan Tanrı’yı aklı
ile anlayamaz. Hisleri ile tanımlayamaz. Ancak O’nu hayranlık
şevki ile sezinleyebilir.
78

PMn. Ayhan YALAY 33 Kardeş:


Bu işin çözümünde, Merdiven sembolizması galiba
anahtar. Sevdiğim bir söz “Nec Proditor, Nec Proditur”.
Bunların açılımını biraz değişik düşünüyorum. Ne emreden, ne
emredilen, sadece sürekli saflık. Böyle bir duruma dünyayı-
Evreni getirmek, Kadoş Şövalyesinin görevi. Bu görevi
merdivene dayanıp aşağıya indiğinde hemen yerine
getiremiyor. Önce bir arayışa giriyor. Sonra faydalı olmak
istiyor. Bunu yapmak için, madde engelini aşması gerekiyor.
Maddeyi çözmek için, onun kendi işlerliğini anlamamız lazım.
Sadece bakmak değil, görmek gerekir.

PMn. Güngör KAVADARLI 33 Kardeş:


Başlangıçta bir bilinç vardı. O bilinç bir şekilde kendini
gösterecekti. Bunu göstermek için enerji olarak tezahür etti.
Nitekim, bu enerjiyi İncil’de, Tevrat’ta görüyoruz. Madde
sonradan oluşmuyor. Madde, enerjinin farklı titreşimlerinden
oluşuyor. Bu açıdan biz yaradılışı, varlığı anlamaya çalışır iken,
sadece semavi dinler açısından değil de, hem felsefe ve diğer
dinler çerçevesinden incelersek, etraflıca araştırmış oluruz.
Biz ne kadar gayret etsek, bizim anlamamız mümkün değil.
Boyutlar, algılamamız bizi sınırlıyor. Yeter ki anlamamız murad
edilmemiş ise.

HBAT PMn. Önder KAYIN 33 Kardeş:


Burada derin mana ifade eden şeyler var. Mesela bir
merdiven. Merdiveni aynı zamanda köprü olarak düşünmemiz
mümkün. İnsanda bir köprü varmıdır? Baş ve gövdenin birbirine
bağlayan beyin bir köprüdür. Gabara köprüsünün düşünce
hürriyetine geçişi anlatması büyük bir mana ifade eder.
Kutsilik, yani kutsallaşmış sözünü Volkan Kardeşim ifade
etmiş, İykaaflarımızda su, toprak, hava, sevgi ve bilgi ile vaftiz
oluruz. Bunların toplamından meydana gelen 30. Derecede bir
kutsi düşünce ortaya çıkar... Semazenlerin sol ellerini havaya
kaldırmalarını, sağ ellerini aşağıya indirmelerini, haktan
aldıklarını, haklı olana vermek olarak düşünebiliriz. O semazen
de köprü vazifesi görür. Bunlar hepsi birer düşünce. Bu
79

çalışmalarımız kamil insan olma, kelamın sırrı ile de, sona


doğru gitmiş oluyoruz.

RAPORTÖR’ÜN GÖRÜŞÜ:

Tüm çalışmalar; Kadoş, Kelam (Logos), Sır kavramları


üzerinde yapılan değerlendirmeler yanında, Mabet, 29. Derece
ile son bulan “yatay” çalışma, Kadoş Şövalyesi olarak “dikey”
bir çalışmaya geçmemiz, 7 basamaklı merdiven, “Tanrı
Sevgisi”, “İnsan Sevgisi”, “Tevhit”, Sevginin Birliği, ”irade-i
kül’liye”, ”İrade-i cüz’iye”, “Vaat edilen sır”, “Yıkılan sütunlar”,
”Çiğnenen bayrak”, ”her şey anlaşıldı, her şey yapıldı”, “Nec
proditor, Nec proditur”, “mutlak hakikat”, “Evrensel akıl”,
80

“Değişim”, “Vaat edilen sır nedir?” konuları üzerinde


yoğunlaşmıştır.
“Tanımlanmış bir sırrın olmadığı, bu sırrın ancak nurlarını
görebilen insanın kemale erdiği ve “Kelam’ın sırrını” kendi
içinde bulduğu yolunda görüşler de dile getirilmiştir.
Her ne kadar, tüm konferans veren ve katkıda bulunan
Bü:. Kadoş Şövalyelerinin konuşmaları ve katkıları öz olarak bu
raporda verilecek ve konuşmaların tam metinleri sunulacak ise
de, raportör olarak tüm bu konuşmalardan yararlanarak
yapacağım değerlendirmeyi paylaşmak istiyorum.
“Konu başlığı itibarı ile ele alındığında beklenti, ortada
tanımlanabilen bir kelamın varlığı, bu kelamın taşıdığı sır ve bu
sırrın bizlere verileceğidir. Bu sırrın bize verileceği vaat edilmiş
ve var olan kelamın taşıdığı bu sırra erişmek için de, Kadoş
Şövalyesi olmanın gerektiği izlenimi verilmektedir.
Tekris olduğumuz andan itibaren, bir mabet inşa etme
sembolizması içerisinde, aklın özgürlüğü önemli idi. Aklımızı
özgür kılmanın yolu, tekâmül etmek, sembollerin içerisine
bizden önce yüklenen anlamları çözmek, kısaca sembollerle
düşünüp, sembollerin içerisinde yatanı bulmak, tüm
çalışmalarımızın özünü oluşturdu.
Her yaptığımız çalışma, hakikati arama yolunda, yatay ve
derinlemesine idi.
Rama Krişna’nın dediği gibi;
“Bir adam vardı. Suyu arıyordu.
Toprağı üç kulaç, beş kulaç kazdı. Suyu bulamadı.
On kulaç, onbeş kulaç kazdı. Gene suyu bulamadı.
Sonra, yerin derinliklerinde simsiyah kaya tabakalarına
rastladı. Ümitsizliğe düştü, takati kalmadı,
ve suyu bulmaktan ümidini kesti.
Fakat bir ses ona:
“Daha derinlere in, daha derinlere!” dedi.
Daha derinlere indi ve suyu buldu.”

Hakikatin daha derinlerde, tekâmülün daha derinlerde


olduğu bilinci içerisinde çalışmalarını sürdüren masonlar,
masonik seyahatlerinde hakikati bulmak, kendilerine
81

verileceği vaat edilen sırra kavuşmak için, yoğun bir çaba


gösterdiler.
29. Derece bitip, Kadoş şövalyesi olarak, kutsal bir
kimliğe bürünen ve diğerlerinden ayrılabilecek özelliklere
kavuşacak olan aday, İykaaf töreninde mabede girer iken,
sütunları, bayrağı yıkması/ezmesi, çıraklıktan başlayarak inşa
etmeye çalıştığı mabedin sütunlarını yıkarak, o güne kadar
kutsal saydığı değerleri ezip geçmesini, Tuncay Filiz Şövalye
Kardeş tarafından bakın nasıl değerlendirilmiş;
“Kadoş şövalyesinin Tanrı’ yı bir mabedin dört duvarı
arasına hapseden anlayışlarla, “Senin mabedin, benim
mabedim!” kavgalarıyla işi yoktur. Zaten insan elinden çıkan
mabetler ne kadar ihtişamlı olursa olsunlar tabiatın görkemi
karşısında sadece birer kopya değil midirler?
Allah’ın bu tür mabetlere sokulmak istenmesi adeta
hapsedilmesi, akıl ve zekâ sorunudur. Allah dağda, taşta, yedi
kat gökte değildir. O, bir mabedin dört duvarı arasına
hapsedilemez. Allah’ı vicdanımızda arayıp da kendi içimizde
bulursak, ulaştığımız yerin hakikat, yani dairenin tam merkezi
olduğunu anlarız. İşte o zaman “Vahdet-i Vücudu” da anlamış
oluruz.”
Tanımlanmış ve vaat edilen bir sırrı arayan, Kadoş
şövalyesi olabilmek için geldiği 30.derecenin kapısında duran
şövalye, o ana kadar, tekâmül etmek, mabet inşa etmek için,
farkında olmadan yarattığı tüm sınırları, kısıtlamaları yıkmak,
ezip geçmek bu değişimi/dönüşümü yaşamakla artık, diğer
şövalyelerden ayrılarak Kadoş şövalyesi olmuştur. Artık bu ana
kadar yatay olan seyahatinin sona erdiği, farklı bir boyutta
seyahat edebilecek birikimlere, tekâmüle ermiş Kadoş
şövalyesinin, bundan sonraki yolculuğu, 7 basamaklı
merdivenden çıkarak, 7 fazileti (Adalet, İsmet, Nezaket, İman,
Çalışma, Sabır ve Basiret) içselleştirerek miraç yolcuğu
yapması, Allah sevgisinin(Oheb Eloah) tüm saflığı ile
benliğinde doğması için çalışmalarını sürdürmesi ve bu saflığa,
saf sevgiye sahip olduktan sonra yedi basamaktan yedi
ilmi(Matematik, Astronomi, Fizik, Kimya, Fizyoloji, Psikoloji ve
Sosyoloji) içselleştirerek ve insan sevgisi(Oheb Keroba) ile
inerek insanların hizmetine koşması, şeklinde olacaktır.
82

Bir Kadoş şövalyesi için kelamın sırrı, Rama Krişna’nın


şiirindeki “Daha derinlere in, daha derinlere!” sesi ile
bağlantılı mı?
Kadoş Şövalyesi, O sesi duyabilecek kadar kendini
geliştiren, bu sesin anlamını bilebilecek ve eyleme
geçebilecek, bugüne kadar inşa etmeye çalıştığı mabedin
sütunlarını yıkabilecek kadar yetilere sahip olan kişi midir?
Kelamın sırrı, çıktığı 7 basamak ile miraç yolculuğu
yapan Kadoş Şövalyesinin Allah sevgisini tüm saflığı ile
hissetmesi midir?
Allah sevgisini tüm benliği ile kavradığı halde, ilmin 7
basamağını inerek, insan sevgisi ile insanlara karşı görevini
yerine getirmek için yolculuğuna devam etmek midir?
Kelamın sırrı, Allah sevgisi ve insan sevgisinin iç içe
geçmesi midir?
Yoksa sır denen, yolculuğun kendisi mi?
Değişmez, evrensel yasaları ararken bilenen, idrak edilen
evrende her şeyin sürekli değişimi midir sır?
Yoksa vaat edilmesine rağmen ortada verilebilecek bir
sır yok mudur?
Sırrın var olup-olmaması değil. Önemli olan, böyle bir
sırrın bulunması insanlık için, bir son değil midir?
Sır, bizim bulmak için çabaladığımız, hiçbir zaman
bulamayacağımızı ve bulmamamız gerektiğini bildiğimiz bir şey
midir?
Sır, sembollerin içinde, içine kendi koyduğumuz
değerlerden başka bir değerin bulunmadığının farkındalığı
mıdır?
Veya biz aslında kelamı ve sırrını biliyoruz. Ancak bunu
ifade edemiyoruz. İfade etmekten yoksunuz. Çabamız, tekâmül
gayretimiz, derinlemesine çalışmalarımız, bildiğimiz sırrı ifade
edebilmek gayretinden başka bir şey değil.
Bir Kadoş şövalyesi, diğerlerinden ayrılarak, kutsi kimliği
ile Allah sevgisinin farkındalığı ve hazzı içerisinde, Adem’in
cennetten kovulmasının aksine, kendi istemi ile 7 ilmin bilinci
içerisinde İnsan sevgisini içinde taşıyarak, Allah
katından(cennetten) ayrılarak, insanlar arasına karışan kişi
olarak yorumlayabilmek de mümkün.
83

Belki de sır denen şey, Allah katına varmış bir şövalyenin,


insana karşı görevlerini yerine getirebilmek için, kendi istemi
ile Allah katından ayrılması, dopdolu olduğu Allah Sevgisi ile
İnsan sevgisini, Allah ile İnsanı bir edebilmesidir.
Yatay seyahatlerimizde, sembolleri kullanarak, eski
kültürlerin bizden önceki, süzgeçten geçmiş düşüncelerini
öğrenmeye çalıştık. Felsefe yaparak, her şeyi, her olayı farklı
bir açıdan incelemenin mümkün olduğunu gördük. Her dinin
görüşü ile Tanrı elçilerinin ve yorumcularının bakış açısını
yakalamaya çalıştık. İlmin her dalından yararlanarak, evrenin
nasıllarını bulmaya çalıştık. Nedenleri arar iken, aklımızın
özgür olmasının, olmazsa olmazlarını gördük. Sezgilerimizin
önemi üzerinde durduk. Mabetler inşa ettik. Tanrı bilinci
üzerinde tartıştık.
Derinlemesine yaptığımız çalışmalar ile kâmil insan
olmaya, olgunlaşmaya, tekâmül etmeye çalıştık. Nefse
hürmetten ibaret olan fazileti ve başkasına merhametten
ibaret bulunan sevgiyi bilmeden, tüm bu saydığımız bilgilerin
kâmil insan olmak için yeterli olmadığını gördük.
Yatay yolculuğumuzun bittiği noktanın değişim noktası
olduğunu ve yatay yolculuğun tüm kısıtlamaları, sınırlamaları
kaldıramadığı bilinci ile yolculuğun boyut değiştirmesinin
zamanının geldiğini fark ederek, düşey yolculuğa geçmemiz
gerektiğinin farkına vardık.
Yukarı doğru merdivenin basamaklarını çıkar iken, 7
erdemin süzülmüş değerlerini içimize sindirerek, Tanrı sevgisi
ile dolduk. Miraca çıktık. Ve aynı merdivenden inerken 7 ilmin
ışığını yanımıza aldık. İnsan sevgisinin doruğunda, Allah
Sevgisi ile İnsan Sevgisini bir ettik.
Bir Kadoş şövalyesi için Kelamın sırrı var mıdır, yok
mudur? Ne ifade eder? Böyle bir sırrı tanımlamak mümkün mü?
Bilemiyorum. Ancak, vaat edilen, var olduğu belirtilen sırrı
araştırmanın, Kadoş şövalyesinin görevi olduğunu ve bu yolda
çalışmalarının, evrendeki değişimi de an be an yakalamanın
Kadoş Şövalyesi için anlamlı ve önemli olduğunu
düşünüyorum.
Her şeye rağmen Kelamın sırrının, evrenin sürekli
değişim temposunu anlamaya ve uyum sağlamaya çalışmak,
84

değişimin tek gerçek olduğunu bilebilmek olduğunu


söyleyebiliriz.
Raportör
Necdet AKMAN

İÇİNDEKİLER
85

Sayfa

1-Konu-Başlık 1
2-Konferans ve Tez veren-Katkıda bulunan KK:. İsimleri
2
3- Tuncay Filiz Şövalye K:.in konuşması.
3-8
4-Levent Özbakkaloğlu Şövalye K:.in konuşması.
9-14
5-Tamer Gediz Şövalye K:.in konuşması.
15-16
6-Aziz Taşkın Şövalye K:.in konuşması.
17-23
7-İrfan Sözen Şövalye K:.in konuşması.
24-28
8-Levent Elbeyli Şövalye K:.in konuşması.
29-32
9-Akın Kuyumcu Şövalye K:.in konuşması.
33-39
10-Volkan Yandaş Şövalye K:.in konuşması.
40-43
11-İbrahim Şengüler Şövalye K:.in tezi.
44-47
12-Cem Günay Şövalye K:.in tezi.
48-51
13-Tuncay Filiz ve Levent Özbakkaloğlu Şövalye
K:.lerin konuşmalarına katkılar.
52-54
14-Tamer Gediz ve Aziz Taşkın Şövalye
K:.lerin konuşmalarına katkılar.
54-55
15-İrfan Sözen ve Levent Elbeyli Şövalye
K:.lerin konuşmalarına katkılar.
55-57
16-Akın Kuyumcu ve Volkan Yandaş Şövalye
K:.lerin konuşmalarına katkılar.
57-60
86

17-Raportörün görüşü 61-64

You might also like