Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 12

sedaozsoy@gumushane.edu.

tr

Ütopya Ve Distopya
Ütopyalar, düşünürlerin ideal düzen arayışları ekseninde karşımıza
çıkan önemli felsefi uğraklardır. Ütopya-Yunancada hiçbir yer anla-
mına gelir- eşitlik, adalet ve özgürlük gibi ilkeler temel alınarak tasar-
lanmış, gerçekleşmesi mümkün olmayan, mükemmel bir toplum bi-
çimini ve siyasi yönetim tarzını ifade eder. Bunlar, toplumsal düzenin
yozlaştığı ve bireylerin gereksinimlerinin karşılanmasının mümkün
olmadığı zamanlarda, toplumsal bozuklukları ve haksızlıkları gider-
menin yollarını ve insanlara başka bir dünyanın mümkün olduğunu
göstermek adına kurgulanmışlardır. Bunun nedeni, insanların karmaşa
ya da düzensizlik içinde yaşamalarının imkânsız olduğunun fark
edilmesidir.

Bu bağlamda, Platon’un ünlü eseri Devlet ilk ütopya örneği olarak


kabul edilir. Platon, eserini birbiriyle bağlantılı üç öğe üzerinden kur-
gulamıştır: Baş, göğüs ve karın. Bu bölümlerin her biri, bir erdeme
karşılık gelir: Baş akla, göğüs iradeye, karın da haz ya da arzuya.
Akıl, bilgeliğe ulaşmaya çalışır; irade, cesaret gösterir; arzu da, insa-
nın ölçülü olması için denetlenir. Bu bölümler, uyumlu olarak hareket
ettiklerinde, bütünlüklü bir insan ortaya çıkar. Diyaloglar şeklinde ya-
zılan ve 10 kitaptan oluşan Devlet’te de, baş kısmı, devleti yönetmesi
gereken bilgeler tarafından; göğüs, cesur bekçiler tarafından ve karın
da tüccarlar tarafından oluşturulur. Nasıl bölümlerin uyumuyla bütün-
lüklü, sağlıklı, ılımlı bir insan ortaya çıkıyorsa; herkesin yerini bilme-
si ile de ideal ve adil bir devlet düzeni ortaya çıkar.

İslam coğrafyasında karşımıza çıkan Farabi’nin el-Medinetü’l Fazı-


la adlı eseri ise Platon’un Devlet’ine benzer bir yapıya sahiptir.
Farabi’nin eseri, İslam teolojisiyle uyumlu olarak, tanrının sıfatlarının
açıklanmasıyla başlar, çünkü eser, birincisi ontoloji, ikincisi siyaset
felsefesi olmak üzere iki bölümden oluşmuştur. Birinci bölümde, tanrı
ve insan hakkında fikirler açıklandıktan sonra; ikinci bölümde, ideal
devletin niteliği anlatılmaya başlanır. Farabi’ye göre, erdemli toplu-
mun ya da devletin, sadece bir şekli vardır; bu da ahlaki erdemleri il-
ke edinmiş, işbölümü ve sosyal dayanışmanın en mükemmel düzeyde
gerçekleştiği, hukukun ve sosyal adaletin tam olarak uygulandığı ve
bilgelerin başta olduğu bir yapıdır.

İdeal devlet düzenine ilişkin örnekler ortaya koyma girişimi, bu düşü-


nürlerden sonra, Rönesans döneminde yeniden canlanmıştır. Röne-
sans’ta artık insanlar, sadece öte dünyada mutlu bir yaşantıyı değil, bu
dünyada da mutlu olmayı istemişlerdir. Başlangıçta ütopyalar, “Hıris-
tiyan Rönesans’ının Programı” olarak ilan edilmiştir. Evrendeki her
şeye yönelik yenilikçi bir bakış açısının egemen olduğu dönemde,
ütopya terimi, ilk kez Thomas More tarafından, üzerinde ideal bir
mutluluk yönetiminin bulunduğu, hayali bir adanın adı olarak kulla-
nılmıştır. More’un Utopia’sını (1516) yazmasında, İngiltere’nin top-
lumsal ve ekonomik sorunlarının artması etkili olmuştur.

Bu dönemde İngiltere’de, tarım alanları kapatılmış ve koyunculuğun


geliştirilmesi için otlaklara dönüştürülmüştür. Bunun sonucunda, iş-
sizlik ve hırsızlık artmıştır. Bu olumsuzlukların olmadığı bir yer ola-
rak tasarlanan Utopia, sınıfsız bir toplumu öngörür ve toplumsal dü-
zenin sağlanması için özel mülkiyetin ortadan kaldırılması gerektiğini
savlar. Burada, para yoktur, insanların temel gereksinimleri ücretsiz
karşılanır, herkesin kendini geliştirmek için boş zamanı vardır. Ada-
da, günde 6 saat çalışılır ve geri kalan işleri ellerinde silah varken ya-
kalanmış olan savaş esirleri yaparlar. Sıkı bir eğitimden geçtikten
sonra, herkes yönetici olabilir. Dönemin olumsuz koşullarına karşı bir
alternatif sunan bu eser, hem Platon’un ideal düzen geleneğinin bir
sürdürücüsü olmuş, hem de daha sonraki eserler için bir örnek teşkil
etmiştir.

Bunun ardından yazılan bir diğer ütopya örneği de Tommaso


Campanella’nın kaleme aldığı Güneş Ülkesi’dir (1602). Campanel-
la’nın yaşadığı yıllar, İtalya’nın siyasi birliğini tamamlayamamış ol-
masından dolayı, İspanya’nın burada üstünlük kurmaya başladığı bir
dönemdir. Dini bir eğitimden geçerek Dominiken tarikatına mensup
olan düşünür, daha sonra felsefeye yönelmiş ve bilgisini arttırmak
için İtalya’yı dolaşmaya başlamıştır. Bu sırada, İspanya sömürüsüne
ve İspanyol engizisyonunun baskısına şahit olup İspanyollara karşı bir
ayaklanma girişimine katılmıştır. Bu ayaklanma nedeniyle tutuklanıp
27 yıl hapishanede kalmış ve eserini de burada yazmıştır. Kitapta iş-
lenen, bilim ve felsefenin egemen olduğu ülkenin başında, hem filo-
zof hem de rahip olan bir hükümdar bulunur.

Yönetimde kendisine güvenlik bakanı Pon, din işlerinden sorumlu


bakan Sin ile aşk ve sağlıktan sorumlu bakan Mor yardımcı olurlar.
Kitapta, eğitimin önemine vurgu yapılır. Campanella’ya göre; bütün
kötülüklerin kaynağı aile olduğu için Hint okyanusunda bir ada devle-
ti olan Güneş Ülkesi’nde çocuklar doğar doğmaz ailelerinden alınır ve
devlet tarafından iyi bir yurttaş olmaları için eğitilirler. Ailelerini ta-
nımayan ülke yurttaşları, günde 4 saat çalışır, geri kalan zamanlarında
güzel sanatlarla uğraşır ve ibadet ederler. Burada özel mülkiyet yok-
tur, her şey devletin mülkiyetindedir ve birlikte üretilen her şey, bir-
likte tüketilir.

Francis Bacon’ın Yeni Atlantis’i (1624) ise hem siyasi nitelikte argü-
manlara sahip olmadığından Platon’un Devlet’inden, hem de ekono-
mik uygulamalara yönelik bir içeriği olmadığından More’un
Utopia’sından oldukça farklıdır. Yeni Atlantis, Bacon’ın Novum
Organum(1620) adlı eserinde ortaya koyduğu bilim anlayışının, ideal
bir devlet düzeninin oluşturulmasındaki uygulanışı gibidir. Dönemin
koşulları itibariyle bilimsel etkinliklerin yükselmesi ve “Bilgi, güç-
tür.” söylemi çerçevesinde şekillenen doğaya egemen olma arzusunun
ön plana çıkması bu eserin yazılmasında itici güç olmuştur. Eserdeki
Ben Salem halkının ahlakı ve töreleri üzerine anlatılanlar, daha çok
kişisel bir ideal ve imgelemin ürünüdür.

Colombus ve Gutenberg’in heykellerinin dikildiği Ben Salem, Pasifik


okyanusunda, Peru yakınlarında, gizemli bir bölgedir. Mürettebatı
Avrupalılardan oluşan bir gemi yolunu şaşırıp buraya geldiğinde,
adanın sakinleri onları mutlulukla karşılayıp, bu kafası karışık insan
sürüsüne, bilim dolu bir yaşantının güzelliklerini anlatmaya koyulur-
lar. Adanın bilimle ilgilenen sakinleri, Salomon House (Süleyman’ın
Evi) adlı bilim kurumunda bir araya gelerek doğayı inceler ve bilimin
yönteminin ne olması gerektiğini tartışırlar. Bu eserde de görüldüğü
gibi düşünürler, dönemlerinin sorunlarına karşı birer çözüm niteliğin-
de oluşturdukları ütopyalarında, kendi bakış açılarıyla hayal güçlerini
harmanlayarak düzene karşı bir almaşık sunarlar.

Platon’un Devlet’inden Bacon’ın Yeni Atlantis’ine kadar, toplumsal


koşullardaki değişime koşut olarak oluşturulan ütopyalar, hep olum-
suz gidişata karşı yeni bir yapılanmayı işaret etmişlerdir. Ancak Yeni
Atlantis’in ardından, bu gelenek karamsar nitelikteki eserlerin yazıl-
masıyla dönüşüme uğramıştır. Rönesans, Reform, Bilimsel Devrim ve
Aydınlanma gibi aklın ve bilimin ön plana çıkmasıyla sonuçlanan gi-
rişimler, bazı düşünürlerin zihninde olumsuz çağrışımlar yaratmıştır.

Bilimin ve teknolojinin ilerlemesinin her zaman olumlu sonuçlar do-


ğurmayacağına inanan düşünürler, artık bu etkinliklerin zararları üze-
rinde durmaya başlamış ve eserlerini bu doğrultuda kurgulamışlardır.
Ütopyaların karşısına distopyaları çıkaran yazarlar, aynı zamanda bi-
lim kurgu ve fantastik türlerinde edebi eserlerin oluşmasına da öncü-
lük etmişlerdir. Distopya, ilk kez John Stuart Mill tarafından kullanı-
lan bir terim olarak, kötü, hastalıklı, anormal bir yeri imler. Burada,
ütopik toplumun bir antitezi sunulmaktadır ve bu da totaliter bir dev-
let modeli ile karakterize edilir. Krishan Kumar Modern Zamanlarda
Ütopya ve Karşı Ütopya adlı kitabında, karşı ütopyayı kakotopya ola-
rak Jeremy Bentham’ın icat ettiğini, daha sonra distopya terimi ile
Mill’in sürece dâhil olduğunu söyler.

Bilim ve teknolojinin zararları üzerine kurgulanan distopyalardan ilki


olarak Rus yazar Yevgeni Zamyatin’in Biz (1924) adlı romanı kabul
edilir. Biz’i, Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünya (1932) adlı romanı
izler. Bu türün en çok bilinen örneği, big brother kavramını hayatımı-
za sokan George Orwell’in 1984 (1948) adlı romanıdır. Sonrasında
Ray Bradbury tarafından Fahrenheit 451 (1953) yazılmıştır. Bunlar,
totalitarizmin egemen olduğu bir dünyayı tasvir eder ve çoğu sinema-
ya uyarlanmıştır.

Distopyaların ortak özelliği, toplumları gelecekte bekleyen tehlikeleri


göstermeleridir. Bu tehlikeler, makineleşen bir toplumda insanın duy-
gu, düşünce ve değer sistemlerinin yok olup gitmesi, insan özgürlük-
lerinin ve demokratik hakların kurulacak despotik bir devlet tarafın-
dan yok edilmesidir.

Ütopya ve distopyaların benzerlerine Doğu toplumlarında da rastlamak mümkündür. İbn Tufeyl’in


Hayy Bin Yakzan adlı romanı, insan eli değmemiş doğada, sadece fıtri (doğuştan) aklın yönelişleri
sayesinde bir insanın neyi başarabileceğini anlatan bir kitap olarak, hem bir ütopya örneği hem
de Robinsonad ya da Adasal roman türünün ilk örneklerinden biri şeklinde benimsenmiştir. Sadi
Şirazi’nin Bostan adlı eseri ise, toplumsal düzenin, eskiye dönüşle sağlanacağı konusunu işler. Tanzi-
mat döneminde, Prens Sabahattin’in yazdığı Türkiye Nasıl Kurtarılabilir? adlı kitabı, Avrupa’daki an-
lamıyla olmasa da Osmanlı Devleti’ndeki ilk ütopya örneklerinden biri olarak görülür.

Osmanlı Devleti’ndeki ütopya anlayışı, rüyalara dayanmaktadır ve


gelecek tasavvuru, rüyalar üzerinden şekillenir. Bu dönemdeki yazar-
ların aktardıkları rüyalar, sosyo-politik içeriklidir. Bu da mevcut dü-
zenin baskısından kurtulmak amacıyla daha iyi yerin özlemini ortaya
koyar. Bunların ilk örnekleri: Kılıçzade İ. Hakkı’nın Pek Uyanık Bir
Uyku (1929), Celal Nuri’nin Tarih-i İstikbal (1913), Molla Davutzade
Mustafa Nazım’ın Rüyada Terakki ve Medeniyyet-i İslamiyeyyi Ru’-
yet (1913) adlı eserleridir.

Ütopya örneği olarak kabul edilen diğer eserler: İsmail Gaspıralı’nın


Darürrahat Müslümanları (1889), Tevfik Fikret’in Yeşil Yurt (1899),
Hüseyin Cahit’in Hayat-ı Muhayyel (1898), Ziya Gökalp’in Turan ve
Kızılelma (1914), Halide Edip’in Yeni Turan (1912), Mehmet Murat’-
ın Turfanda mı Yoksa Turfa mı? (1891), Ali Kemal’in Fetret (1913),
Müfide Ferit Tek’in Aydemir (1918), Adalet Ağaoğlu’nun Serbest İn-
sanlar Ülkesi(1930), Yakup Kadri’nin Ankara (1934), Peyami Sa-
fa’nın Yalnızız (1951), Gülten Dayıoğlu’nun Işın Çağı İnsanla-
rı (1984), Ali Nar’ın Uzay Çiftçileri(1988) ve İlhan Mimaroğlu’nun
Yokistan Tasarısı (1997) adlı eserleridir.

Distopya olarak kabul edilen eserler ise: Adam Şenel’in


Teleandregenos Ütopyasında Evlilik Hayatı (1968) ve Ozmos
Kronos (1993), Çetin Altan’ın 2027 Yılının Anıları (1985), Buket
Uzuner’in Balık İzlerinin Sesi(1992), Sabri Gürses’in Boşvermişler
(1996), Zühtü Bayar’ın Sahte Uygarlık (1999), Alev Alatlı’nın
Kâbus (1999) ve Rüya (2001), Müfit Özdeş’in Son Tiryaki (1996),
Tahir Abacı’nın Adı Senfoni Kalsın (2004), Cem Akaş’ın Olgunluk
Çağı Üçlemesi (2001), Burak Özdemir’in Yıl 2202(2002), Ayşe
Sasa’nın Şebek Romanı (2004), Gülayşe Koçak’ın Topaç(2004), Zül-
fü Livaneli’nin Son Ada (2009) ve Oya Baydar’ın Çöplüğün Genera-
li (2009) adlı eserleridir. Yrd. Doç Dr. Seda Özsoy

Distopik Romanlar

Ütopyalar, ideal hedefleri ortaya koyarak ve bir anlamda içinde yaşa-


nılan zamanın ve toplumun ilacı olabilecek tasarılarını sunarken,
distopyalar sunulan bu ilacın yan etkilerini ve tehlikelerini simüle ede-
rek göstermektedirler. Distopyalar özellikle 20. yüzyılın ilk yarısında
ortaya çıkan baskıcı, totaliter iktidar sistemlerine yönelik bir karşı çı-
kışın araçları olmuşlardır.

Distopya terimi ilk defa Oxford İngilizce Sözlüğü’nde belirtildiği gibi,


John Stuart Mill tarafından 1868 yılında yaptığı bir konuşmasında or-
taya atılmıştır. Mill distopya terimini hayal edilebilecek ‘en kötü’ yö-
netimi ya da durumu, kaosu, savaşı ve zorbalığı tanımlamak için kul-
lanmaktadır ve “gerçekleşmesini dilerken çok dikkatli olmak gereken
bir ütopya” olarak niteler.

Darko Suvin distopyayı sosyopolitik kurumlar, normlar ve toplumsal


ilişkilerin, yazarın kurduğu toplumda mükemmele yakın olarak örgüt-
lendiği, genelde gelecekte geçen, topluma egemen olan, insan özgür-
lüğünün temelden reddedildiği, kabusu andıran bunaltıcı ve baskıcı bir
toplumun edebiyat yoluyla kurgulanıp anlatılması dikkatli olmak ge-
reken bir ütopya” olarak niteler.

Nail Bezel’e göre ütopyalar, bir çeşit yeryüzü cenneti önerirken,


distopyalar akıllarında bir yerde gizli olan cenneti inşa etmeye çalışan-
ların yarattığı cehennemi sergiler; ütopyalar mutluluk için uyum gere-
ğini vurgularken, distopyalar uyum düzeni adına yol açılan korkuyu
ve acıyı anlatmaktadır. Distopyalarda bir yandan iktidarların merkezi-
leşmesi ve totaliter toplumsal yapılanmanın kaygısı dile getirilirken,
diğer yandan da teknolojik ilerlemelere paralel olarak “Pandora'nın
Kutusu”nu açan karakterlerin kendilerini birdenbire nasıl yenik duru-
ma düşürülmüş buldukları anlatılır.
20. yüzyıl edebiyatı, genelde ütopik olanı hem imkansız hem de arzu
edilmeyen olarak ele almıştır. Kontrolsüz sanayileşme, dengesiz kapi-
talist yayılım, Nazi Almanya'sı ve Stalin Rusya'sı gibi totaliter rejim-
lerin aşırı uygulamalarıyla II. Dünya Savası ve sonrasında gelen nük-
leer savaş gerilimleri, hızlı teknolojik gelişim ve tek kutuplu dünya
düzeninin neden oldugu korkular edebiyatta distopik gelecek kurgula-
rının, Biz (Yevgeni Zamyatin, 1921), Cesur Yeni Dünya (Aldous
Huxley, 1932) ve 1984 (George Orwell, 1948), Fahrenheit 451 (Ray
Bradburry, 1954) gibi, geleceğe olumsuz bakan çalışmaların, günü-
müzde daha yaygın olmasına yol açmıştır.

Distopik eserlerde ele alınan toplumların özelliklerine bakacak olursak


ilk olarak baskıcı toplumsal kontrol ve ideal toplum yanılsamasının
çeşitli mekanizmalarla gerçekleştirildiğini görürüz, bunlar şu şekilde
özetlenebilir:

• Felsefi - Dini Kontrol: Toplumun diktatörlükler veya teokratik yöne-


tim tarafından dayatılan felsefi ya da din ideolojiyle kontrol edildiği
sistemler.
Yönetim tüm kontrol elinde bulundurur ve bir ideolojinin arkasına sı-
ğınarak vatandaşlarını sisteme ve değerlerine bağlı olmaları için pro-
pagandaya tabi tutar. Bu sistemlerde yurttaşların sembolik bir başkan
ya da kavrama tapınmaları sağlanmaktadır. Egemenlik genellikle gizli
polis ve silahlı birliklerinin desteği vasıtasıyla iktidardaki partinin bü-
rokrasisiyle kurulmaktadır. Ayrıca tek tip vatandaşlık yaklaşımı da bu
sistemin vazgeçilmezlerinden olarak ele alınmakta, görüş ayrılıklarına
izin kesinlikle verilmemektedir. Toplum bireylerden değil, toplumsal
bütünü oluşturan atomlardan oluşur; tabu sayılan bireyselliği ön plana
çıkaran her tür eylem ya da düşünce, merkezi otorite tarafından şiddet-
le cezalandırılmaktadır. Toplum içinde toplumsal statüler için kesin
sınırlar çizilmiştir ve bireylerin konumunda herhangi bir değişikliğin
yapılma şansı yoktur. Özel mülkiyet yasaktır ve her türlü ekonomik
faaliyet devletin elindedir. Teknoloji devletin daha yüksek hedeflere
ulaşması ve toplumsal kontrolün iç ve dış ilişkilerde güvenlik altına
alınması için kullanılmaktadır. Vatandaşların sürekli gözetimi söz ko-
nusudur ve kurallara uymayanların acımasız bir şekilde cezalandırılır-
lar. Totaliter distopyalara genelde karanlık bir ruh hali ve derin siyaset
hakimdir.
• Kolektif Birliğin Kontrolü: Bir veya daha fazla büyük şirketin ürün-
leri, reklamları ve medyayı kullanarak ekonomik ve siyasi güç kazan-
masıyla yönetimde söz sahibi olması ya da yönetimi tamamen ele ge-
çirmesiyle ortaya çıkar. Bu sistemde tek bir liderden çok, rekabet ha-
lindeki şirketlerin ağırlığı geçerlidir; ekonomik faaliyetlerin neredeyse
tamamı özelleştirilmiştir ve sadece is sektörüne hizmet eden bir yöne-
tim sistemi söz konusudur. Bireyler her türlü tüketimi yapmaya teşvik
edilmekte, sosyal gücü ve parasal varlığı olmayan bireyler bu toplum
yapısında bastırılan, kullanılan, sistemin çarklarında harcanılan, sefa-
let içindeki taraflara dönüşmektedir.

• Bürokratik Kontrol: Toplum mantıksız bürokrasi, acımasız düzenle-


meler ve beceriksiz devlet görevlileriyle yönetilmektedir. Genellikle
totaliter distopyalarla alakalı olan bürokratik ya da teknokratik
distopyalar sıkı düzenlemelerle yönetilen hiyerarşik toplumlardır. To-
taliter rejimler toplum üzerinde tam kontrol sağlamaya çalışmaktay-
ken, bürokratik rejimler kanunların uygulanması için zor kullanmak-
tadır. Totaliter rejimler kendi yeni kurallarını yerleştirmek, uygulat-
mak amacındadırlar, fakat bürokratik rejimler mevcut kuralların uygu-
lanması peşindedirler. Kanunların mantık ve insan tabiatıyla çatışması
söz konusudur. Vatandaşlar için günlük yasamda kısır-döngünün kı-
rılması uzun ve zor bir süreç olmaktadır.

• Teknolojik Kontrol: Toplumsal kontrolün bilimsel yöntemler, bilgi-


sayarlar, robotlar gibi teknolojik sistemlerin eline geçmiş olduğu bir
yapı söz konusudur. İnsanların karar mekanizmasından bir şekilde çı-
karılmış olması ve sistemde insanların çoğunlukla köleler ya da hedef
haline getirilmiş olmaları durumu geçerlidir. Bedene ve zihine yapılan
müdahaleler, siberuzay, küresel bilgisayar şebekeleri ve dijital yanıl-
samaların kullanımıyla kontrolün sağlanması için teknolojiyi merkez
alan uygulamalar türün doğasını özetler.

Distopyaların temel özelliklerini tematik olarak ele alacak olursak,


distopik çalışmalarda genellikle yönetim teması altında güçlü bir idari
yapı, sosyal sınıflar, bireyler arasında çarpık ilişkiler ve çarpık bir
kimlik olgusu yer alır. Gözetim ve kontrol teması altında gerçekliğin
kurgulanması, sansür, beyin yıkama faaliyetleri, izleme, psikolojik ve
fiziksel kontrol gibi alt temalar ele alınmaktadır. Bilim ve teknoloji
teması altında ise dijital teknolojiyle bağlantılı üstün gereçler ve sis-
temler; genetik mühendisliğiyle bağlantılı olarak da klonlama ve so-
yun ıslahı alt temaları yer almaktadır.

Tasvir edilen toplumlarda yönetim, vatandaşlarının düşünceleriyle


hareketlerini kontrol ederek hayatları üzerinde egemenlik kurmaktadır
ve kişilerin fikirleri ve ihtiyaçlarını umursamadan kendi hedeflerini ön
plana koymaktadır.

Distopyacı paradigmalar, çağdaş dünyanın başlıca sorunsalı olarak or-


taya çıkan toplumsal eğilim ve tehditlere karsı uyarı amacı taşırken,
insanlığı baskı altına alarak çevreleyen totaliter nitelikteki toplumsal
yapıları tanımlamamıza da yardım ederler. Bu eserlerdeki totaliter ka-
rakteristik ile gözetim pratikleri, Eric Fromm’un 1984’e son söz ola-
rak yazdığı değerlendirmede belirttiği gibi, Zamyatin ve Orwell’de
baskıcı nitelikteki Stalin ve Nazi diktatörlüklerine, Huxley’de de katı
bir uzmanlaşma ve hiyerarşi doğrultusunda hızla sanayileşen Batı’daki
gelişmelerin sonuçlarına işaret eder.

Her geçen gün distopik dünyaya kendimizi daha yakın hissettiğimiz-


den midir bilinmez, distopya edebiyatı, dünya edebiyatı içinde artık
vazgeçilmez bir hale geliyor. Bu, uzak bir zamanda geçen ürkütücü
hikâyeler, kendi okur kitlesini yaratmış ve gün geçtikçe de bu kitle
genişlemiştir.

Yine de her okurun mutlaka okuması gereken distopik eserler vardır.


İşte bunlardan ilk aklıma gelenler:

1 Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, George Orwell 1949


1984 Bütün zamanların en çok okunan distopik romanı olmayı başar-
mış Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, totaliter bir diktatörlükte yaşanmak-
tadır. Büyük Birader, her şeyi bilmektedir, sürekli insanları izler. İn-
sanlar yalnızca parti için çalışırlar ama aynı zamanda durduk yere or-
tadan kaybolurlar. Geçmiş, o günün olaylarına göre, sürekli değiştiri-
lerek yeniden ve yeniden yazılır, ama kimse neler olduğunu sorgula-
maz. Orwell’in II. Dünya Savaşı’ndan sonra yazdığı roman, Komü-
nizm karşıtı öğeler de barındırmaktadır.

2 Cesur Yeni Dünya, Aldous Huxley 1932


Cesur Yeni Dünya Aldous Huxley, sanayileşmenin ilk yıllarında
ABD’ye yaptığı bir ziyaret sonrasında sanayileşmenin, insanlık kav-
ramını değiştirebileceğinden yola çıkarak Cesur Yeni Dünya’yı yazdı.
Uzak bir gelecekte yer alan bu yenidünya, insanların fabrikada üretil-
diği, özelliklerine göre sınıflandırıldığı, annelik ve babalık kavramla-
rının ayıp olduğu ve insanların “soma” adlı haplarla “mutlu” olduğu
bir dünyadır. Huxley, daha sonra Cesur Yeni Dünyaya Yolculuk’u ya-
zarak bu dünyaya ziyaretini de yazdı.

3 Biz, Yevgeni Zamyatin 1921


Biz, distopik romanların ilk örneğidir. Cesur Yeni Dünya’ya ve Bin
Dokuz Yüz Seksen Dört’e ilham kaynağı olan roman, 26. yüzyılda
geçmektedir. İnsanların özgürlüğünün kısıtlandığı, devlet düzeninin
yaşamın her anına yerleştiği ve insanların birey olmaktan uzaklaşarak
her şeyi “biz” kavramı için yapmalarını ele alan Biz, Yevgeni
Zamyatin’in bilinen tek eseridir.

4 Otomatik Portakal, Anthony Burgess 1962


Otomatik portakal Otomatik Portakal’ın filminin mi yoksa kitabının
mı daha ünlü olduğuna karar vermek zor. Kubrick’in ellerinde bir şa-
hesere dönüşen Otomatik Portakal, hem kitap hem de film olarak en
etkileyici distopik eserlerden biridir. Burgess, uyuşturucudan, şiddet-
ten ve çirkin terapi seanslarından harika bir hikâye çıkarmayı başar-
mıştır. Roman, kötülüğün sıradanlığına odaklanır ve sosyal bir varlık
olan insanın daha ilk dakikada karşı çıkması gerekenlere nasıl da ses-
siz kaldığını gözler önüne serer.

5 Fahrenheit 451, Ray Bradbury 1953


FahrenheitBradbury’nin distopik kitabı, kitapların yakılarak ortadan
kaldırıldığı, insanların televizyonlara bağlı kaldığı bir geleceği anlatır.
Bu gelecekte itfaiye, kitap yakmakla görevlidir. Kitap okumak, bulun-
durmak yasaktır. Televizyonun günümüz insanı üzerindeki etkisinden
yola çıkan Bradbury, bir gün insanların okuma tutkusunun sona erece-
ğini, bilgiye ulaşamayacağını varsaymaktadır.
6 Leibowitz İçin Bir İlahi, Walter M. Miller, Jr. 1960 yılında ilk kez
basılıp 1961 yılında Hugo Ödülü'nü kazanmış bir eser.
LeibowitzLeibowitz İçin Bir İlahi de bir başka nükleer savaş sonrasını
ele alan distopik romandır. 26. yüzyılda geçen eserde, bir grup rahip
insanların elinde kalan bilgiyi ve teknolojiyi, kitapları saklayarak ve
kopya ederek korumaya çalışır. Nükleer savaşı izleyen binlerce yıllık
antientelektüel boşluğun ardından yeni bir aydınlanma yaşanır ve yine
bir nükleer facia başlar. Din adamlarının insanoğlunun sahip olduğu
bilgiyi koruma çabası bundan sonra başlar. Devlet ve kilise arasındaki
ayrılığı da ele alan kitap, II. Dünya Savaşı’nın ve Soğuk Savaş döne-
minin uzak gelecekteki varyasyonudur.

7 Sineklerin Tanrısı, William Golding 1954


Sineklerin tanrısı 1954 yılında, II. Dünya Savaşı’ndan sonra yazılan
roman, bir nükleer savaşın ardından uzak bir gelecekte geçer. Bir grup
çocuğun Mercan Adası’na düşmesiyle başlayan roman, insanoğlunun
köklerindeki vahşiliğe geri dönüşünü ele alıyor.
Orijinal adı Lord of the Flies olan kitap, Türkçede İşte Bizim Dünya
adıyla da yayınlandı.

8 Neuromancer, William Gibson 1984


NeuromancerGibson’ın Sprawl Üçlemesinin başlangıç romanı olan
Neuromancer, en ünlü siberpunk kitaplarından biridir. Neuromancer,
Soğuk Savaş’ın gelecekteki versiyonunda geçiyor. Romanda yapay
zekâ, görsel gerçeklik, düzensiz kentleşme, genetik mühendisliği gibi
kavramlara yer verilmiştir.

9 The Handmaid’s Tale, Margaret Atwood (Damızlık Kızın Öyküsü)


1985
Handmaid'sMargaret Atwood’un C. S. Lewis’in tam zıddı düşünce
yapısında olmasını beklesek de, The Handmaid’s Tale, bu beklentimi-
zi boşa çıkarabilir. Roman, hemen hemen bütün kadınların kısır oldu-
ğu distopik bir gelecekte geçiyor. Hastalık ve radyasyonun doğurgan-
lığı azalttığı bu uzak gelecekte, Amerika’da (ya da sadece bir bölü-
münde) askeri teokrasi egemendir. Kitapta kadınlar köle statüsüne dü-
şürülmüş ve doğurgan olan birkaçı yüksek rütbeli askerler için atan-
mıştır.
Bu kitap Türkçe’ye Damızlık Kızın Öyküsü olarak çevrildi. Ama bu
baskıyı bulmak da oldukça güçtür.

10 Korkunç Kale, C. S. Lewis 1946


Korkunç kale C. S. Lewis, her ne kadar Narnia dizisi ile tanınsa da, ilk
iki kitabında öbür gezegenlere ziyareti anlatan bir üçlemeye imza at-
mıştır. Kozmik Üçleme’nin üçüncü kitabı olan Korkunç Kale ise, İn-
giltere’den devir alınılan ilerici düşünce ve sanayileşmenin kötü gücü-
ne engel olmaya çalışmakla ilgilidir. Kitapta ayrıca yoğun bir kadın
düşmanlığı işlenmektedir. Modernitenin getirdiği zorlukları ve bunla-
rın insan dünyasına verdiği zararı ele alan kitap, geçmişe özlem duyan
bir akış sergileyip sıkıcı olsa da okunmaya değer.

11 Demir Ökçe – Jack London 1908


ABD’de oligarşik bir tiranlığın yükselişiyle ilgili olan Demir Ökçe,
London’ın vahşi doğada geçen tipik öykülerinden çok farklı. Distopik
bilim kurgu romanlarının çoğundan farklı olarak, işin teknolojik kıs-
mıyla pek ilgilenmiyor. Zamanının çok ötesinde, nefis bir distopik
roman yine de.
Demir Ökçe aslında yoksul insanların, ezilenlerin dünyasını, giderek
vahşileşen kapitalizmi, yükselen işçi hareketini ve faşizmin yıkıcı et-
kisini anlatıyor. Kısacası GÜNÜMÜZÜ.

12 Ayn Rand, Ego, 1938


13 Suzanne Collins, Açlık Oyunları, 2008
...

You might also like