Professional Documents
Culture Documents
Bir Toplum Ve Ülke Için Fitnenin Tahribatı, Haricî
Bir Toplum Ve Ülke Için Fitnenin Tahribatı, Haricî
3
YENi ÜMiT
Prof. Dr. Suat YILDIRIM *
Nisan / Mayıs / Haziran - 2006 / 72
MAĞRİB’DEN
MAŞRİK’A
7
YENi ÜMiT
Yard. Doç. Dr. Mehmet ŞANVER*
Nisan / Mayıs / Haziran - 2006 / 72
“ÖNCELİKLER” FAKTÖRÜ
VE BU NOKTADAN
KUR’ÂN’A
BAKIŞ
8
İnsanların tutumları üç unsuru içermektedir. Bunlar:
a- Zihnî unsur, yani tutuma konu olan obje hakkındaki
inanç ve bilgiler.
b- Hissî unsur, yani objeyle ilgili heyecanlar.
c- Hareket temayülleri unsuru, yani tutumla ilişkili olan
her türlü davranışa hazır olma temayülüdür (Geniş bilgi için
bkz. Krech-Crutchfield-Ballachey, 1983, I, 232-233).
Kişinin herhangi bir konudaki zihnî muhtevaları, yani
bilgi, inanç ve kanaatleri, o konuya karşı olan his ve ha-
reket temayüllerini etkilemektedir. Dolayısıyla onun zihnî
muhtevalarında bir değişme olduğu takdirde bu değişme, Buna göre, her muhatap için ele alınacak öncelik farklı ola-
kişiyi, o konuyla ilgili duygu ve davranış temayüllerinde de bilir. Tebliğci, öncelik tespiti yaparken kendi özelliklerini
bir değişiklik yapmağa sevkeder (Krech-Crutchfield-Ballachey, değil, muhataplarının özelliklerini esas almalıdır (Çakan,
1992, 69-71). Muhatap, aklî olarak henüz birtakım hakikat-
1983, I, 231).
lere inanmıyorsa veya sahih olmayan bazı inançlara sahipse,
Kur’ân periyodunda da inanç faktörüne öncelik vermiş, o zaman ilk esas olan Allah’ın varlığı ve birliği konusundan
bununla işe başlamıştır. Yani insanların tutum, davranış ve başlanmalıdır.
sosyal ilişkilerindeki değişim ve inşa hareketine inanç nok-
tasından ve zihnî muhtevadan, yeni bir şuur oluşturmak- Bu noktada şunu hemen belirtmeliyiz ki, Kur’ân, in-
tan, zihinleri uyandırmaktan başlamış ve buna büyük bir sanlara Allah’ın varlığını bildirmek için inmemiştir. Çün-
önem vermiştir. Bu önemi, Mekke dönemi ayetlerinin ge- kü Allah’ın varlığı, Kur’ân gelmeden önce de biliniyordu.
nellikle inanç ve ahlak konuları üzerinde durması ve Kur’ân Kur’ân ayetleri de bunu teyid etmektedir. Konuyla ilgili şu
metninin takriben 2/3’ünün Mekke’de nazil olmasından ayetler bu hususa işaret etmektedir: “(Ey Muhammed!) de
(Bkz. Yıldırım, 1987, 382) anlamak mümkündür. Meselâ ilk
ki: ‘Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım), bu dünya ve onda
olarak nazil olduğu herkesçe kabul edilen ayetler (Alak, 96/1- bulunanlar kimindir?’ ‘Allah’ındır’ diyecekler. ‘O halde hiç
5. Bkz. İbn Sa’d, I, 196), Allah’tan ve Allah-insan ilişkisinden
düşünüp ibret almaz mısınız!’ de. ‘Yedi kat göklerin Rab-
bi ve o büyük arşın sahibi kimdir?’ de. ‘(Yine) Allah’tır’
bahsetmektedir.
diyecekler. ‘Şu halde siz Allah’tan
Kur’ân’ın inanç konusuna bu kadar önem vermesinin korkmaz mısınız!’ de. ‘Eğer
sebebi, inancın, insanın yaşayışını ve davranışlarını yön- biliyorsanız (söyleyin), her
lendiren temel faktör olduğu, insanın hayat tarzının bütü- şeyin mülk ve tasarrufu
nüyle inandığı değerlere bağlı bulunduğu ve onun gereğine kendisinin elinde olan,
uygun şekilde seyrettiği gerçeğidir (Bkz. Kutub, 1990, 85). her şeyi koruyup kol-
İnanç, insanın hayatiyetine devamlılık ve aktivite ka- layan, fakat kendisi
tan bir faktördür. İnançlar olmadan bir insanın psikolojik
varlığını düşünmek mümkün değildir. Aksi halde bu, de-
vamlılığı olmayan bir varlık demek olur. İnançların insan
kişiliğinde oynadığı önemli rollerden birisi, insanın psiko-
lojik dünyasında devamlılık sağlaması ve yapılanmaya im-
kan vermesidir (Krech-Crutchfield, 1967, 177). İnanç konula-
rına öncelik verilmesi, ahlâkî ve sosyal bozuklukların tamir
ve ıslahı için gerekli ortamın hazırlanmasında en önemli
faktördür. Çünkü insanın bireysel ve toplumsal hayatında
görülen bozulma ve sapmalar, fikrî planda ve inanç nokta-
sındaki değişme ve bozulmalarla başlar.
Tebliğde öncelik, muhatabın durumu dikkate alınarak,
yani hangi noktada olduğu tespit edilerek belirlenecektir.
9
korunmaya muhtaç olmayan kimdir?’ de. ‘Allah’tır’ di-
yecekler. ‘Öyle ise nasıl olup da büyüleniyorsunuz?’ de.”
(Mü’minûn, 23/84-89) “Andolsun ki onlara: ‘Gökleri ve yeri
yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir?’ diye
sorsan, mutlaka, ‘Allah’ derler. O halde nasıl çevrilip dön-
dürülüyorlar?” “Andolsun ki onlara: ‘Gökten su indirip,
onunla ölümünün ardından yeryüzünü canlandıran kim-
dir?’ diye sorsan, mutlaka, ‘Allah’ derler. De ki: ‘Hamd
Allah’a mahsustur’. Fakat onların çoğu akıllarını kullan-
mazlar.” (Ankebût, 29/61, 63).
Ayetlerden de anlaşılacağı üzere Kur’ân’ın geldiği
toplumda Allah inancı ve düşüncesi mevcut idi. Ancak ve duygularını rencide etmemiş, onu mümkün olduğun-
bu, müphem ve şirke bulaşmış bir yapı arzediyordu. Yani ca kendisine yakın tutma yolunu seçmiştir.
yalnız O’na ibadet edileceğini ve O’ndan başkasına tapıla-
Kur’ân, nazil olan ilk ayet ve surelerde, Allah’ı tanıtır
mayacağını bilmiyorlar, bu sonuca varamıyorlardı. Çünkü
ve O’nu tavsif ederken, hitap ettiği toplumun inançların-
onların çoğu akıllarını kullanmıyorlardı (Ankebût, 29/63).
da önemli bir yer tutan putlardan hiç bahsetmemiş, onla-
Bu yüzden “onlar, kendilerine itibar ve kuvvet (vesilesi)
rın inançlarına temas etmeden, doğrudan doğruya kendi
olsun diye Allah’tan başka tanrılar edindiler.” Başka bir
fikrini ve davasını ortaya koymuştur (Atay, 1961, 45). Yani
ifadeyle, “belki kendilerine yardım edilir diye Allah’tan
Kur’ân, önce bir alternatif ortaya koyarak işe başlamıştır.
başka tanrılar edindiler.” (Yâsîn, 36/74).
Bu, muhatabın duygu ve inançlarını tahrik ve rencide etme-
Ya da bu konuda bir istikrara sahip değillerdi. “(De- mek, onu inada sevk etmemek, aynı zamanda farklı inanç
nizde) Dağlar gibi dalgalar onları kuşattığı zaman, dini mensupları arasında ani bir çatışmaya fırsat vermemek açı-
tamamen Allah’a has kılarak O’na yalvarırlar. Allah, onları sından dikkate değer ve barışçıl bir tutumdur. Kur’ân’ın
karaya çıkararak kurtardığı vakit, içlerinden bir kısmı orta Allah’ı tanıtmasında selbî yönden çok, ispat yönü hakim-
yolu tutar. Zaten bizim ayetlerimizi, ancak nankör hainler dir. Yani Allah’ın ve ulûhiyetin ne olmadığından çok, ne
bilerek inkar eder.” (Lokman, 31/32). Aynı şekilde, “gemiye olduğu tanıtılmaktadır (Atay, 1961, 45; Yıldırım, 1987, 383;
bindikleri zaman, dini yalnız Allah’a has kılarak (ihlâsla) Ulutürk, 1988, 314). “Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, in-
O’na yalvarırlar. Fakat onları salimen karaya çıkarınca he- sanı ‘alâktan yarattı. Oku, insana bilmediklerini belleten,
men (Allah’a) ortak koşarlar.” (Ankebût, 29/65). kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem sahi-
Dolayısıyla Kur’ân, ilk ayetlerinde (Alak, 96/1-5) oku- bidir.” (Âlâk, 96/1-5) “Ey insan! Seni yaratıp, seni düzgün
maya, yazmaya, öğrenmeye ve öğretmeye yer vererek ve dengeli kılan, seni istediği şekilde birleştiren, ihsanı bol
(Ayasbeyoğlu, 1991, 101) zihniyet değişiminin yollarını gös- Rabbine karşı seni aldatan nedir? Hayır! Bütün bunlara
termenin yanında, Allah inancı, O’nun birliği ve sıfatları rağmen, siz yine de dini yalanlıyorsunuz. Oysa üzerinizde
konusuna öncelik ve önem vermiştir. bekçiler, değerli yazıcılar vardır. Onlar, yapmakta oldukla-
rınızı bilirler.” (İnfitâr, 82/6-12).
Buna göre Kur’ân, tevhid anlayışını getirmiş, bunu
yaparken de birtakım tanrılara ve putlara hücum etmek “Sen (önce) en yakın hısımlarını uyar” (Şuarâ, 26/214)
yerine, müşriklerin de bildiği ve kabul ettiği Allah’ı tanıt- ayetinin nazil olması üzerine tebliğ ve uyarma faaliyetine
mayı tercih etmiştir. İlâhî tebliğ ve terbiye, insanların ce- başlayan Hz. Peygamber de, buna uygun olarak, yakın-
halet ve taassup içerisinde köklü bir şekilde bağlandıkları larına önce, Allah’tan başka ilah olmadığını ifade ederek
putlara hücum etmeyi, onları bilgilendirme ve aydınlat- sözlerine başlamıştır (İbnu’l-Esîr, 1965, II, 60-61). Yine Hz
ma bakımından doğru bulmamıştır. Aksini yapmak, onla- Peygamber, Muaz’ı Yemen’e gönderirken, oradaki halka
rı daha şiddetle ve inatla putlara sarılmaya götürebilirdi. önce Allah’ın bir ve tek olduğunu, yani bir inanç esasını
Onların ilahlarının durumunu ayrıntılı olarak tartışmak tebliğ etmesini istemiştir (Buharî, 1992, Tevhid 1; Zekât 1;
yerine, Allah’a niçin ve nasıl inanılacağı konusunu ortaya Müslim, İman 29). Diğer bütün peygamberler de, aynı yolu
koymuş, öte yandan temel ahlâkî ve toplumsal esaslar üze- izlemiş ve öncelikle Allah’ın birliği, O’ndan başka ilah
rinde durmuştur (Yıldırım, 1987, 301). Kur’ân, muhatabın olmadığı ve sadece O’na kulluk edilmesi, putlara tap-
inançlarına doğrudan hücum etmemekle, onun onurunu maktan sakınılması konuları üzerinde durmuşlardır (Bkz.
10
Hz. Peygamber, bazı yakınlarının İslâm’ı kabul etmemeleri
üzerine, bu türden red cevaplarıyla karşılaşmıştır (İbn Sa’d,
age, I, 216). Öncelikle kolay, yakın ve uğraştırmayan hedef-
lerin kazanılması, daha uzak, zor ve uğraştıracak hedeflere
insanı hazırlar. Çerçeve ve alan genişledikçe, tebliğ ve da-
vet süreci yeni bir ivme ve canlılık kazanır (Hatipoğlu, 1991,
114). Dolayısıyla bu mahiyetteki bir öncelik metodu, aynı
zamanda stratejik bir özelliğe de sahiptir.
Yakın akrabalar, dış çevreyle irtibatı kolaylaştıran bir
halka olduğu gibi, aynı zamanda, tebliğ ve iletişim çalış-
malarında büyük bir destek olma gücüne de sahiptir. En
Nahl, 16/36; Ankebût, 29/16-17; Hûd, 11/26).
Esasen Mekkî yakın akrabaların uyarılmasını isteyen ayetle, “Emrolun-
sure ve ayetlerin hemen hemen tamamı, inanç ve ahlâk duğun şeyi apaçık bildir” (Hicr, 15/94) ayeti, başlangıçtan
konularını içermektedir. Bu, insanların önce zihniyet de- itibaren üç yıl süren ve gizli olarak yürütülen tebliğ ve
ğişimine tâbî tutulmalarını, düşünce, inanç ve irade yö- davetin (Önkal, 1981, 77-81, 84; el-Cevziyye, 1973, I, 20) açığa
nünden eğitilmelerini amaçlamaktadır. vurulmasının da sebebidir. Söz konusu ayeti, Allâme El-
Görülüyor ki, Kur’ân, geldiği topluma ilk önce “Allah’- malılı Hamdi Yazır: Çatlatırcasına veya baş ağrıtırcasına,
tan başka ilah yoktur” prensibini bildirmek ve sadece O’na ısrarla ve hiçbir şeyden çekinmeyerek, emrolunduğunu
kulluk edileceği inancını yerleştirmekle işe başlamıştır. Ted- açıkça beyan et ve yerine getir (Yazır, age, V, 3079), şeklinde
rîci olarak yasaklanan içkiyi kesin olarak haram kılan ayet izah etmektedir. Söz konusu ayetlerin nazil olması üzeri-
nazil olduğunda (Mâide, 5/90-91) Müslümanların, evlerinde ne, Hz. Peygamber de, Safâ Tepesi’ne çıkarak akrabala-
bulunan bütün içkileri sokaklara dökmelerinin (Mikdat, rına seslenmiş ve onları uyarmaya başlamıştır (Geniş bilgi
1987, 44) ve ayete teslim olmalarının sırrı, bu yöntemle sağ- için bkz. İbn Sa’d, age, I, 200; Taberî, age, c. XIX, s. 118-121; İbn
lanan, insanların zihinlerine hakim olma başarısıdır. Kesîr, 1992 , III, 38).
2. Bilginin Ulaştırılacağı Muhatabın Seçiminde Öncelik Kendi nefsinden ve yakın akrabalarından başlayarak,
çevreye ve geniş kitlelere açılma, aynı zamanda tebliğde
Bilgilendirmede önceliği olan muhatap, Kuran’da;
tedriciliğin bir başka boyutudur. Yani bu, muhatap sırala-
“Sen (önce) en yakın akrabalarını uyar” (Şuarâ, 26/214) aye-
masında bireyden topluma doğru bir tedricin, genişleme-
tiyle belirlenmiştir. Böylece tebliğ ve uyarma faaliyetine en
nin ve açılımın ifadesidir.
yakın akrabalardan başlanması gereği vurgulanmıştır. Buna
göre tebliğci, öncelikle, aralarında yaşadığı kendi hısım ve Tebliğe önce yakınlarından başlamanın, diğer peygam-
akrabalarının en yakınlarından tebliğ ve uyarma görevine berler için de söz konusu olduğu anlaşılmaktadır. Meselâ
başlayacaktır. Çünkü bir kimse, kendisini yakınları ve ta- Hz. İbrahim, tebliğ ve davete ilk önce babasından başla-
nıdıkları arasında hissî bakımdan daha emniyetli görür ve mış, sonra çevresindeki diğer insanlara yönelmiştir (İbn
grup kararından veya görüşünden uzaklaştığında daha az Kesîr, age, I, 141; ‘Adevî, 1935, 49-51). Çünkü bir peygambe-
tehlikede hisseder. Ayrıca bir insanın güvenebileceği, ge- rin başarıya ulaşabilmesi için, önce kendi yakınlarının ve
rektiğinde sığınabileceği, onu sahiplenecek ve tehlikelere kavminin desteğini kazanması kaçınılmazdır. Aksi halde
karşı koruyacak, onu en yakından tanıyan; aynı zamanda tebliğin diğer insanlara ulaşması ve kabul görmesi ihtimali
sözünü dinletebileceği, mesajını ulaştırabileceği ve böylece azalır. Hatta onlara ulaşsa bile, tebliğin içerdiği mesajlar
en kolay kazanılabilecek ilk çevre öncelikle hısım ve akra- büyük ölçüde tahrif edilebilir. Onun için peygamberler,
balarıdır. mesajlarını öncelikle yakınlarına tebliğ etmekle sorumlu
Tebliğ ve davetin önce yakın akrabadan başlaması, on- tutulmuşlar ve bu konuda ellerinden gelen gayreti sarf et-
lara karşı olan vefa borcunun bir gereği olduğu kadar, aynı meleri istenmiştir (Önkal, age, 84).
zamanda öncelikle onların kazanılmasını da hedeflemekte- Yukarıda zikredilen ve önce en yakın akrabaların uyarıl-
dir. Akrabaların kazanılamaması, tebliğe muhatap olanla- masını emreden ayetle birlikte, “Ailene namazı emret; ken-
rın: “Ailen, akraba ve yakın çevren sana itaat etmediğine din de ona sabırla devam et.” (Tâhâ, 20/132) “Ey insanlar!
göre, onlar seni daha iyi bilir” şeklinde bir argümanı aleyh- Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten
te kullanmalarına ve itirazlarına sebep olabilir. Nitekim koruyun” (Tahrîm, 66/6) ayetleri de dikkate alındığında, teb-
11
liğ ve terbiyede aileye ve yakın akrabaya verilmesi gereken bir boyutu vardır. O faaliyete, öncelik taşıyan noktadan
önceliğe ve bunun önemine ayrı bir atıf söz konusu olduğu başlanmalıdır. Yapılacak her çalışma için söz konusu olan
anlaşılmaktadır. Çünkü aile, toplumun temelini teşkil eder “öncelikler”, sağlam ve istikrarlı yapılaşmanın ve sağlıklı
ve ailede sadece aile büyüklerinin dini prensiplerle eğitilme- oluşumun kaçınılmaz gerekleridir. Çünkü öncelikler, bir
si yeterli değildir. Başta anne olmak üzere, aile bireylerinin yönüyle çalışmanın altyapısını oluşturan, diğer yönüyle de
bilgilenmesi ve eğitiminden öncelikle ebeveyn sorumludur. sonuca daha kolay ulaşmayı sağlayan ve öncelikle gözetil-
Dolayısıyla tebliğci/eğitimci, mesajlarını ilk önce ailesine mesi gereken unsurlardır.
ve aile bireylerine ulaştırmalı ve onların eğitimiyle meşgul
Tebliğ çalışmaları, terbiye sürecinin ilk aşamasıdır. Ge-
olmalıdır (Fâiz, 1978, I, 182-183).
rek dinin tebliğ edilmesinde, gerekse din eğitimi ve genel
Yukarıda zikredilen ayette belirtilen akrabalık faktörü- eğitimde “öncelikler”, bir bina inşa ederken öncelikle yapıl-
nün dışında, tebliğde dikkate alınabilecek veya öncelik açı- ması gereken temel gibidir. Binanın sağlam ve sarsıntılara
sından değerlendirilebilecek başka bir nokta ise, insanların karşı dayanıklı olabilmesi için, öncelikle sağlam bir temel
bulundukları ortam veya toplumdaki konumları ve sahip üzerine inşa edilmelidir. Bireysel ve toplumsal hayatta de-
oldukları kültür seviyeleridir. Tebliğde, toplumun ileri ge- ğişimi ve yeniden yapılanmayı öngören eğitim faaliyeti,
lenlerine ve entellektüel kesimine öncelik verilmelidir. Çün- ancak önceliklerin doğru tespit edilmesi ve ele alınmasıyla
kü toplumda kabul gören bilgili ve kültürlü insanlar, fikir- sağlıklı bir toplum ve istikrarlı bireyler yetiştirebilir.
leri tartışma ve doğruları ortaya koymada daha yetenekli
*Uludağ Üniv. İlahiyat Fak. Öğr. Üyesi
ve bu fikirlerin toplumca benimsenmesi konusunda daha
etkindirler. msanver@yeniumit.com.tr
KAYNAKLAR:
Çocuklara ve gençlere de bu konuda bir öncelik tanın- - Ahmed Fâiz, Tarîku’d-Da’ve fî Zılâli’l-Kur’ân, Beyrut 1978.
malıdır. Çünkü çocukların ve gençlerin fikir ve kanaatleri - Ahmed Muhammed İbn Hanbel, Müsned-ü Ahmed b. Hanbel, (I-VI), İstanbul 1992.
henüz oluşum aşamasındadır ve etkiye açıktır. Kişilikleri, - Ahmet Önkal, Rasûlullah’ın İslâm’a Davet Metodu, Konya 1981.
fikir ve düşünceleri henüz oturmamış, esnekliğini, deği- - Abdullah Özbek, “İslâm Eğitiminin Özelliklerine Genel Bir Bakış”, Selçuk Ü. İlâhiyat Fa-
şebilirlik özelliğini korumaktadır. Onlar, henüz toplumda kültesi Dergisi, Konya 1990, sayı. 3.
yerleşik bir sosyal statüye sahip olmadıklarından, değişme - David Krech - Richard S. Crutchfield, Sosyal Psikoloji (Çev. Erol Güngör), Ankara 1967.
veya kaybetme konusunda endişe taşımazlar. Hatta tebliğ- - David Krech - Richard S. Crutchfield - Egerton L. Ballachey, Cemiyet İçinde Fert (Çev.
Mümtaz Turhan), (I-II), İstanbul 1983.
cinin kendileriyle kurduğu diyalogu, kendilerine değer ve-
- Ebû Muhammed Abdullah Abdurrahmân ed-Dârimî, Sünenü’d-Dârimî, (I-II), İstanbul
rildiği ve bir birey olarak muhatap alındıkları şeklinde de- 1992.
ğerlendirerek, sunulan mesajı ve bilgiyi doğrudan anlamaya - Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail el-Buharî, Sahîhu’l-Buhârî, (I-VIII), İstanbul 1992
çalışma, benimseme ve kabullenme aşamasına girerler. Ge- - Ebû Abdurrahmân Ahmed b. Şu‘ayb en-Nesâî, Sünen-ü Nesâî, İstanbul 1992.
nellikle bu dönem insanını, yerleşmiş olan yanlış anlayış ve - Ebû Abdillah Muhammed b. Yezîd İbn Mâce, Sünen-ü İbn-i Mâce, (I-II), İstanbul 1992.
inançlardan koparmaya çalışmak yönünde büyük bir ça- - Ebû Abdullah İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü’l-Meâd fî Hedy-i Hayri’l-‘Ibâd, yrs., 1973.
baya gerek kalmayabilir. Henüz çocuk yaşta Hz. Peygam- - Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân an Te’vîli’l-Kur’ân, (I-XXX),
ber’in tebliğ ve davetine muhatap olan Hz. Ali’nin, bunu Mısır 1968.
- Ebu’l-Fidâ İsmâîl b. Ömer İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, (I-XIV), Kahire 1992.
herhangi bir direnç göstermeden, kolayca kabul etmesi ve
- Gustave Le Bon, Kitleler Psikolojisi (Çev. Selahattin Demirkan), İstanbul 1974.
ona tâbî olması, bunun bir göstergesidir. Nitekim Hz. Mu- - H. Fikret Kanad, Ailede Çocuk Terbiyesi, İstanbul 1976.
sâ’nın tebliğini de, kavmin içerisinden ilk önce sadece genç- - Hüseyin Atay, Kur’ân’a Göre İman Esasları, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Yayın-
ler kabul ve tasdik etmişlerdir (Yunus, 10/83). Bu, gençliğin ları, Ankara 1961.
yeniliğe ve değişime daha açık olmasının da bir sonucudur. - İbnu’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Tarih, Beyrut 1965
Oysa yetişkinler, genellikle, bulundukları toplumda yerleşik - İbn Sa’d, Tabakâtü’l-Kübrâ, Beyrut, ts., c. I.
bir sosyal statüye sahip olmakta ve kaybetmekten endişe ve - İsmail L. Çakan, Hakkı Tavsiye Metod ve Vasıtaları, İstanbul 1992
korku duydukları bazı makam ve mevkilerde bulunmakta- - Muhammed Kutub, Kur’ân’ı Nasıl Okuyalım? (Çev. Bekir Karlığa), İstanbul 1990.
dırlar. Bu yüzden yetişkinler, etkiye, değişmeye ve yeni bir - Mustafa Müslim, Kur’ân Çalışmalarında Yöntem (Çev. Salih Özer), Ankara 1993
- Nevzat Ayasbeyoğlu, İslâmiyetin Eğitimimize Getirdiği Değerler ve Kur’ân-ı Kerim’in Eği-
düşünceyi kabul etmeye karşı daha dirençli, değişime karşı
tim ile İlgili Ayetlerinin Tahlili, İstanbul 1991.
endişelidirler (bkz. Yunus, 10/83). Bir başka deyişle yetişkin- - Nihat Hatipoğlu, Davetin İlkeleri, Ankara 1991.
ler, daha çok statüko eğilimi taşırlar. - Suat Yıldırım, Kur’ân’da Ulûhiyet, İstanbul 1987.
Sonuç - Süleyman Ateş, “Kur’ân’da İnsan Hakları”, I. Kur’ân Sempozyumu, Ankara 1994.
- Şevki Saka, Kur’ân-ı Kerim’in Davet Metodu, İstanbul 1991
Her sistemli ve metodik çalışmanın öncelik verilmesi - Veli Ulutürk, Kur’ân-ı Kerim Allah’ı Nasıl Tanıtıyor?, İzmir 1988.
gereken ve o çalışmaya altyapı teşkil edecek bir yönü ve - Mikdat Yalçın, et-Terbiyetü’l-İslâmiyye ve Devruhâ fî Mükâfahati’l-Cerîme, Riyad 1987.
12
A L T I N N E F E S L E R
13
YENi ÜMiT
Yusuf GÜNEŞ *
Nisan / Mayıs / Haziran - 2006 / 72
HADİSLERDE
“RAHMET”
Rahmet, Rahmân, Rahîm ve Rahim kavramları
KAVRAMI
Rahmet:
14
Müfessirler, ‘acımak’ ve ‘esirgemek’ gibi zaaf ifade
eden bu kelimeleri Allah hakkında kullanmayı uygun gör-
mediklerinden demişlerdir ki: “Nefsin meylinin lâzımı,
nimet vermenin sebebi hayır murad etmektir. Öyleyse er-
Rahmân, er-Rahîm, insanlar hakkında hayır murad eden
Allah demektir.” Fakat bu takdirde Allah’ın diğer sıfatları
hakkında da bu şekilde düşünmek gerekir. Meselâ Allah’ın
Basar ve Sem’ sıfatları vardır. Allah Basîr ve Semi’dir. Yani
Allah görür ve duyar. Bir kısım vasıtalarla meydana gelen
görme ve duyma Allah’a isnad edilemez. Bizdeki görme,
güneş şuaları yardımıyla ve bir mesafeye bağlı olarak mey-
dana gelir. Ve bizim gördüğümüz şeyler olduğu gibi, gör-
mediğimiz şeyler de vardır. Duymamız da yine bir kısım Rahmet kelimesinin anlam çerçevesi çok geniştir.
sebeplere bağlı olarak meydana gelir. Onun için bu sebep- Geçtiği yere göre manalarından biri öne çıkabilir. Me-
lerle meydana gelen görme ve duyma Allah’a isnad edile- sela, ayet-i kerîmede Hz. Muhammed (s.a.s.) hakkında
mez. İşte nasıl ki, bu şekildeki görme ve duyma Cenâb-ı “İman edenleriniz için bir rahmettir O!” (Tevbe, 9/61)
Hakk’a isnad edilmez; öyle de, bizde nefsin meyli veya denilmektedir ki, O’na rahmet denilmesi mü’minlerin
kalb inceliği olarak tezahür eden Rahmaniyet ve Rahimi- imanlarına bir vesile, bir sebep olduğu içindir. “Eğer in-
yet de bu mânâda Allah’a isnad edilemez. Bizdeki nefis sana tarafımızdan bir rahmet tattırır, sonra o nimeti geri
meyline ve rikkat-i kalbe mukabil, O’nda mukaddes olarak alırsak o, son derece ümitsiz, son derece nankör olur.”
bu mânâlar vardır. O’nun görme ve işitmesi de tamamen (Hûd, 11/9) ayetinde rahmet, rızık manasına gelmektedir.
bizimkinden farklıdır. Binaenaleyh, bu sıfatları mecaza ve- “İnsanlara uğradıkları bir dertten sonra bir rahmet (ni-
rip, te’vil yapma, biraz tekellüflü olur ki, sonra Allah’ın met ve âfiyet) tattıracak olursak, bir de bakarsın ki âyet-
binbir ismini te’vil etme lüzumunu lerimiz hakkında yine birtakım kötü düşüncelere sap-
duyarız. Onun içindir ki, biz “Rah- mışlar!” (Yûnus, 10/21) ayetinde rahmet, kıtlıktan sonra
mân, Rahîm, Mü’min, Müheymin, bir bolluk ve bir canlılığın meydana gelmesini ifade et-
Rezzak vs.” derken bunları Allah mektedir. “Fakat Allah rahmetini, dilediğine seçip ihsan
indindeki mânâlarıyla mütalâa edi- eder.” (Bakara, 2/105) ayetinde rahmetle nübüvvetin ifade
yoruz (Gülen, s. 153-154). edildiğini görüyoruz. (İbn Manzûr, XII, 231, 230.) Resûlul-
İnsanların birbirlerine olan rah- lah’a (s.a.s.) hitaben söylenen “Seni, başka değil alemlere
meti, kalbin rikkati ve şefkat etmek rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ, 21/107) ayet-i kerîmesi
şeklinde izah edilebilir. Allah’ın de bu manayı destekler mahiyettedir.
rahmeti ise Allah’ın kullarına Rahmân ve Rahîm:
acıması, şefkat etmesi, onlara
nimetler vererek ihsanda
bulunması, bol bol rı-
zıklar gönderme-
R ahmân ve Rahîm, rahmet kökünden gelen iki
isimdir. Âlimlerin çoğunluğu, Rahmân ismi, rah-
met kökünden geldiği; misli, benzeri olmayan rahmet
si demektir. sahibini ifade ettiği konusunda hemfikirdirler (İbn Hacer,
XIII, 371).
20
YENi ÜMiT
Selçuk CAMCI *
Nisan / Mayıs / Haziran - 2006 / 72
BÜYÜK
GÜNAHLAR
HÂRİCÎLER
30
29. Mesûdî, Mürûcu’z-Zeheb ve Meâdinu’l-Cevher, Mısır 1384/1964, III, 145. rıca bkz. el-Bağdâdî, Mezhepler Arasındaki Faklar (el-Fark Beyne’l-Fırak), trc. Ethem
30. Eşarî, Makâlât, I, 168, 170; Bağdâdî, el-Fark, s. 60. Ruhi Fığlalı, Ankara, T.D.V. Yay., 1991, s. 54-55; Malatî, et-Tenbih, s. 49.
31. Eşarî, Makâlât, I, 170. 64. Muhammed Âbid el-Câbirî, Arap-İslâm Aklının Oluşumu, İstanbul 2000, s. 95.
32. İbn Hazm , el-Fasl fi’l-Milel ve’l-Ehvâi ve’n-Nihal, I-V, Beyrut 1395/1975, IV, 190. 65. Muhammed Ebû Zehra, Ebû Hanife, çev. Osman Keskioğlu, Ankara 1962, s. 127;
33. Havaricin bu ve benzeri görüşleri için bkz. İbn Hazm, El-Fasl, IV, 177-192; Bağdâdî,
Harun Yıldız, Din Siyaset ve İdeoloji, Haricilik Düşüncesinin Doğuşu, Sidre Yayınları,
el-Fark, 1991, s. 64. Büyük günah işleyenlerin tekfiri ile alakalı Havaric’in görüş-
İstanbul 1999, s. 33, 89.
lerinin tenkidi için bkz. el-Mâturidî, Kitâbu’t-Tevhid, nşr. Fethullah Huleyf, İstanbul
1979, s. 323 vd.. 66. Yıldız, Din Siyaset ve İdeoloji, s. 100.
34. Müberred Ebu’l-Abbas Muhammed b. Yezid el-Müberred, el-Kâmil fi’l-Lugati ve’l- 67. C. Brockelmann, İslâm Milletleri ve Devletleri Tarihi, çev. Neşet Çağatay, Ankara
Edeb ve’n-Nahvi ve’t-Tasrîf, tah. Muhammed Ahmed ed-Dâlî, Beyrut 1406/1986, III, 1964, s. 4. Ayrıca bkz. A. S. Tritton, İslâm Kelamı, çev. Mehmet Dağ, Ankara 1983, s.
1031 vd.. 42 vd.
35. Fazlur Rahman, İslâm, İstanbul 1993, s. 236. 68. Ebû Zehra, Târîhu’l-Mezâhibi’l-İslâmiyye, I, 68 vd..
36. Bu nedenlerle ilgili bkz. Ethem Ruhi Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, Doktora 69. Bağdâdî, el-Fark, s. 64.
Tezi, Ankara 1983, s. 58. 70. Bkz. Müberred, el-Kâmil, III, 1322-1323.
37. İbn Haldun, Tarihu İbn Haldun, Beyrut 1391/1971, II, 176.
71. Ebû Zehra, Târîhu’l-Mezâhibi’l-İslâmiyye, I, 70; Ahmet Vehbi Ecer, Tarihte Vehhabi
38. Müberred, el-Kâmil, III, 1079 vd.; Ebû Abdillah Muhammed İbn Sa’d, et-Tabakâtu’l-
Hareketi ve Etkileri, Ankara 2000, s. 11.
Kübrâ, Beyrut ts., III, 32.
39. İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, Beyrut 1385/1965, III, 327 vd.. 72. Ebû Zehra, Târîhu’l-Mezâhibi’l-İslâmiyye, I, 69-70.
40. Ebû Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Tarihu’l-Ümem ve’l-Mülûk, tah. Muhammed 73. Julius Wellhausen, Arap Devleti ve Sukûtu, çev. Fikret Işıltan, Ankara 1963, s. 150, n. 2.
Ebu’l-Fadl İbrahim, Beyrut ts., V, 74-75; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 328. 74. İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 336.
41. ed-Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıval, nşr. Abdulmunim, Kahire 1960, s. 202-203. 75. Hâricîler gerçek imanın kendileri ile parladığını ifade ederler. Bkz. Taberi, Tarihu’l-
42. İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 334; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Mektebetü’l-Meârif, Beyrut Ümem, V, 82-83.
1966, V, 279. 76. Dineveri, Ahbar, s. 203; Fığlalı, İbadiye’nin Doğuşu, s. 119.
43. Mâide, 5/44. 77. Haricî fırkaların genel görüşü bu olmakla birlikte, bu hususta kolların arasında görüş
44. İbn Kesîr, el-Bidâye, V, 286.
ayrılıkları da bulunmaktadır. Bkz. Şehristânî, el-Milel, I, 115-116; Bağdadi, el-Fark,
45. İbn Haldun, Tarihu İbn Haldun, II, 178.
s. 54 vd..
46. İbn Kesîr, el-Bidâye, V, 285-286.
47. Ebû Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Tarihu’l-Ümem ve’l-Mülûk, tah. Muhammed 78. Taberi, Tarihu’l-Ümem, V, 84.
Ebu’l-Fadl İbrahim, Beyrut ts., V, 72-73; ed-Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıval, nşr. Abdul- 79. Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, III, 133 vd.; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 207-211.
munim, Kahire 1960, s. 204. 80. İbn Kesîr, el-Bidâye, V, 285; Müberred, el-Kâmil, III, 1100; Bağdâdî, el-Fark, s. 55-
48. Abdullah b. Habbab b. el-Erett, Hz. Peygamber’i görmüş ve ondan babası yoluyla ri- 59.
vayette bulunmuştur. Bkz. İbnü’l-Esîr, Usdu’l-Gâbe fî-Ma’rifeti’s-Sahâbe, Mısır 1280, 81. Ebû Zehra, Târîhu’l-Mezâhibi’l-İslâmiyye, I, 73. Kılıçların sorgusuz sualsiz insanların
III, 150. başlarına vurulduğu ile ilgili ayrıca bkz. Taberi, Tarihu’l-Ümem, V, 85; Bağdâdî, el-
49. Bu konuda yapılan rivayetlerde küçük bir kısım farklılıklar bulunmaktadır. Bkz. İbn Fark, 1991, s. 59.
Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Mektebetü’l-Meârif, Beyrut 1966, V, 288; Ebû Ömer
82. İbn Kesîr, el-Bidâye, V, 286.
Ahmed b. Muhammed el-Endülüsî İbn Abd Rabbihi (328/939), el-Ikdu’l-Ferîd, Kahi-
83. Müberred, el-Kâmil, III, 1098.
re 1948, II, 390-391.
50. Taberi, Tarihu’l-Ümem, V, 82-83. 84. Hâricîler, kendi inanç ve prensiplerini yerleştirebilmek için, Hz. Ali, Muâviye ve Amr b. As'ın
51. Farklı rivayet şekilleri için bkz. Taberi, Tarihu’l-Ümem, V, 81-82; Ebu’l-Hüseyn Muhammed katlinin gerekli olduğuna karar verirler. Muâviye ve Amr b. As suikasttan kurtulurken, Hz.
b. Ahmed b. Abdirrahman el-Malatî eş-Şâfiî , et-Tenbih ve’r-Red alâ Ehli’l-Ehvâ ve’l-Bid’a, Ali kurtulamaz. Bkz. Taberi, Tarihu’l-Ümem, V, 143 vd.; el-Ya’kûbî, Târîhu’l-Ya’kûbî, Beyrut
nşr. Muhammed Zahid b. El-Hasan el-Kevserî, Beyrut 1388/1968, s. 47-48. 1960, II, 214; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, Beyrut 1385/1965, III, 387.
52. Tevbe (9), 6. 85. İbn Kesîr, el-Bidâye, V, 287.
53. Ebu’l-Abbas Muhammed b. Yezid el-Müberred, el-Kâmil fi’l-Lugati ve’l-Edeb ve’n- 86. Taberi, Tarihu’l-Ümem, V, 146.
Nahvi ve’t-Tasrîf, tah. Muhammed Ahmed ed-Dâlî, Beyrut 1406/1986, III, 1078- 87. Fığlalı, İbadiye’nin Doğuşu, s. 119.
1079.
88. Ebû Zehra, Târîhu’l-Mezâhibi’l-İslâmiyye, I, 69.
54. İbn Kuteybe, Uyûnu’l-Ahbâr, Kahire 1963, I, 196. Krş.: İbn Hazm , el-Fasl fi’l-Milel
89. Câhız, Hilafet Ordusunun Menkıbeleri ve Türklerin Faziletleri, çev. Ramazan Şeşen, Ankara
ve’l-Ehvâi ve’n-Nihal, I-V, Beyrut 1395/1975, IV, 189.
55. Ethem Ruhi Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, Doktora Tezi, Ankara 1983, s. 1988, s. 69.
120. 90. Koçyiğit, Hadisçilerle Kelamcılar Arasındaki Münakaşalar, s. 37-38.
56. Farklı rivayet şekilleri için bkz. Taberi, Tarihu’l-Ümem, V, 82; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t- 91. Ebû Zehra, Târîhu’l-Mezâhibi’l-İslâmiyye, I, 69.
Târih, Beyrut 1385/1965, III, 342; Müberred, el-Kâmil, III, 1135; Ahmed b. Yahya b. 92. İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, Beyrut 1966, VII, 107. Ayrıca bkz. Ebû Zehra, İbn
Cabir el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, Beyrut 1417/1996, III, 141. Hanbel Hayatuhû ve Asruhû –Arâuhû ve Fıkhuhû, Mısır 1947, s. 397.
57. Taberi, Tarihu’l-Ümem, V, 82. 93. Kutlu, “İslâm Düşüncesinde Tarihsel Din Söylemleri Olgusu”, s. 21. Vahhabilikle ilgili ayrıca
58. Taberi, Tarihu’l-Ümem, V, 81-82. bkz. Ahmet Vehbi Ecer, Tarihte Vehhabi Hareketi ve Etkileri, Ankara 2000 ; Sayın Dalkıran,
59. Mehmet Said Hatipoğlu, “Hilafetin Kureyşiliği”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
“Tarih-i Cevdet’te İslâm Mezhepleri I”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü
Dergisi, cilt XXIII, Ankara 1978, s. 163.
Dergisi, yıl 9, sayı 20, Erzurum 2002, s. 219-252.
60. İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Mektebetü’l-Meârif, Beyrut 1966, V, 281.
61. Muhammed Ebû Zehra, Târîhu’l-Mezâhibi’l-İslâmiyye, Dâru’l-Fikri’l-Arabî, Kahire ts., 94. Ahmed Emin, Duha’l-İslâm, Beyrut ts., Dâru’l-Kitâb el-Arabî, s. 263.
I, 78. 95. İbn Kesîr, el-Bidâye, V, 290.
62. Ebû Zehra, Târîhu’l-Mezâhibi’l-İslâmiyye, I, 68. 96. el-Mâturidî, Kitâbu’t-Tevhid, nşr. Fethullah Huleyf, İstanbul 1979, s. 328.
63. İzmirli İsmâil Hakkı, Yeni İlm-i Kelâm, İstanbul 1341, II, 74. Tekfir görüşleri için ay- 97. Fazlur Rahman, İslâm, İstanbul 1993, s. 236.
31
YENi ÜMiT
Yard. Doç. Dr. Mesut ERDAL*
Nisan / Mayıs / Haziran - 2006 / 72
KUR’ÂN PENCERESİNDEN
AİLEDE ERKEĞİN KONUMU
32
ederler." Şimdi bu esas da biri Allah tarafından verilen, diğeri “Asrın Getirdiği Tereddütler -3” isimli eserde şu izahlara
çalışmakla kazanılan iki sebebe bağlanarak buyuruluyor ki: yer verilmektedir: “Erkek kavvâmdır. Âyette bu hükmün illeti
“Çünkü erkekler ve kadınların bir kısmını diğerine yaratılış de belirtilir: “Bimâ faddalallahu ba'dahüm âlâ ba'dın”. Allah
açısından üstün kılmıştır.” “Hüm” zamirinin delalet ettiği bazınızı bazınıza, bazı noktalarda üstün kılmıştır. Erkeklerin
mânâ ile bundan erkeklerin kadınlara üstünlüğü ve tercihleri birçok noktalarda kadına karşı üstünlüğü vardır. Fakat bu üs-
anlaşılmakla beraber âyetin öyle güzel bir açıklaması vardır tünlüğü, aynı organizmaya bağlı uzuvlar arasındaki üstünlük
ki, bu üstünlük ve değeri, "Allah o erkekleri kadınlara üs- gibi değerlendirmek gerekir. Meselâ, erkek bu organizmada
tün kılmıştır." diye mutlak surette erkeklere tahsis etmemiş, şayet, göz gibiyse, kadın da kulak gibidir veya erkek beyinse
üstü kapalı olarak bazısının diğer bazısına üstünlüğünü ifade kadın kalptir. İkisi arasında işte böyle ciddi bir irtibat vardır.
etmiştir. Bu ise, erkeğin kadında bulunmayan, yaratılıştan Biri kan pompalarsa diğeri yaşar, onda bir kanama olursa di-
var olan birtakım üstünlüklere sahip olduğu gibi, aynı za- ğeri de durur. Hayatları iç içe girmiş bir vücûdun ayrı yanla-
manda kadının da erkekte bulunmayan yaratılıştan var olan rı gibidir. Böyle bir husûsiyeti kabûl etmekle beraber, genel
bazı üstün vasıflara sahip olduğunu ve bundan dolayı her manâda erkeğin kadına olan fonksiyonel üstünlüğü de inkar
ikisinin birbirine değişik yönlerden muhtaç olduklarını ve bu edilemez. Erkek bütün bir senesini faaliyet içinde geçirebilir.
şekilde erkekle kadının yaratılıştan farklı ve karşılıklı olarak Bazen en ağır işlerde çalışır. Fizikî ve psikolojik yönden dâi-
birbirlerinden üstünlükleri olduğu gibi, her erkeğin ve aynı ma daha kuvvetlidir. Batı dünyası dahi en ağır işlerde erkeği
şekilde her kadının da seviyelerinin bir olmadığını ve bundan kullanır. Maden işçileri hep erkeklerden seçilmektedir. Kadın
dolayı her erkeğin, her kadın ile tek olarak mukayese edile- ise, ayın bazı günlerinde devre dışı kalmak zorundadır. Lo-
meyeceğini ve bununla birlikte bütün bunlar toptan karşılaş- husalık halinde bazan iki aya yakın aktif olamaz. İrâde ve
tırılınca kadınların erkeklere ihtiyacının, erkeklerin kadınlara fizikî yönden zayıftır. Her zaman cemiyetin her kesiminin
ihtiyacından daha fazla olduğunu ifade eder. Ve açıklandığı içinde bulunamaz. Bazı durumlarda en mukaddes emâneti-
üzere esas üstünlük ölçüsü olan kazanma ve mal edinme açı- ni kaybedip cemiyet içinde kimsenin yüzüne bakamaz hale
sından erkek, faaliyet gösterme yeteneğine sahip; kadın ise gelebilir, onun için çok dikkatli olmak mecbûriyetindedir.
itaat duygusu ve kabiliyet yönünden ince ruhlu ve çekici bir Mahremi olmadan uzak yerlere yolculuk yapamaz.
yaratılışa sahip olup bunun için erkeklerin kuvveti ile korun-
Bütün bunlar nazara alınacak olursa, erkeğin kadına karşı
maya ve muhafaza edilmeye daha fazla muhtaçtır. Ve bundan
üstünlüğü, inkâr kabûl etmez bir gerçek olarak ortaya çıkar.
dolayı sonuç olarak genel bir şekilde üstünlük ve faziletin er-
Bununla beraber cemiyetin, her iki cinse de ihtiyacı, her türlü
kek tarafında bulunduğunu, amirlik ve idarecilik yetkisinin,
îzâhtan vârestedir. Kadın ön sezisiyle ve içinde taşıdığı şefkat
hakkıyla erkek olan erkeklere verilmesi ve kadınların onlara
duygusuyla erkekten çok üstündür. Onun içindir ki, çocuğun
itaat etmesi, hem bir hak ve hem de kadınların menfaatleri-
bakımını anne üstlenir. Çünkü bu iş babanın altından kalka-
nin gereği olduğunu pek beliğ özlü bir ifade ile anlatır. Ve
bileceği bir iş değildir. Fakat o da dış hâdiselerin tazyikine
işte erkeklerin peygamberlik, imamet devlet başkanlığı, vali-
karşı mukâvemetlidir. Evet o, en ağır işlerin altından dahi
lik, şeair-i İslâmı, yani İslâm'ın sembollerini gerçekleştirmek,
kalkabilecek güçtedir.
kısas cezalarında şahitlik etmek, cihadın kendilerine vacib
olması, cumanın vacib olması, ezan, hutbe, itikaf vb. bir ta- Anneye gelince, gece yarısı çocuk ağlamaya başlayınca,
kım özellikler, haklar ve vazifeler ile üstün olmaları da bu bazen baba oda değiştirir. Anne ise yattığı odadan çocuğun
örneklerden bazılarıdır. "Kadınlar üzerine hakimdirler." feh- odasına koşar. Belki sabaha kadar onun başında durur. O ço-
vasınca ailede riyaset hakkına sahip olmalarının bir sebebi, cuğuna karşı çılgınca bir şefkat taşır. İşte, bu duyguyla kadın
yaratılıştan olan üstünlük; biri de erkeklerin mallarından bir erkekten üstündür. Bu üstünlük yerinde kullanıldığı zaman
kısmını mehir ve nafakaya harcamaları meselesidir.” (Elma- da büyük hayırlara vesîle olur. Kadın nesil yetiştirir. İyi bir
lılı, II/1348-1349) Verdiğimiz bu tefsirler neticesinde akla şu eğitim ve öğretimle onları insanlığın zirvesine çıkarabilir.
soru geliyor: “Çağımızda farklı bir konsept söz konusudur. Erkek ise hayatının büyük bir bölümünü ev dışında geçirir.
Pek çok Müslüman kadın değişik iş kollarında çalışmakta ve Halbuki kadın sabahtan akşama kadar bir tül gibi evlâdının
ev ekonomisine katkıda bulunmaktadır. Böyle evli bir kadın başında titrer ve ona insanlığa giden yolları gösterir.Büyük
ekonomik bağımsızlığını eline aldığı ya da bir kısım kesbî insanları anneler yetiştirir. Fâtihleri, insanlığın iftihar tablola-
(çalışarak elde edilen) meziyetler/makamlar elde ettiği tak- rını hep anneler şekillendirir. Kadın kendine âit bu meziyet-
dirde de erkeğin kadın üzerindeki yöneticiliği/koruyuculuğu lerle, erkek de yine kendine ait kabiliyetlerle örfâneye iştirak
devam eder mi?” Bunu izaha geçmeden önce kadın ve erkeği ederse bu bütünleşmeden cennet ikliminin yaşandığı bir âile
fiziki açıdan tahlil eden bazı dikkat çekici ve kıymetli açıkla- ve fazilet topluluğu cemiyet meydana gelir. Erkek kadınsız,
maları aktaralım: kadın da erkeksiz eksiktir. Onun içindir ki, her şeyin mü-
33
kemmel olduğu Cennette Hz. Âdem'den hemen sonra, Hz. Elmalılı Tefsiri, Nisa, 34. ayetinin tefsiri) Buna göre ekonomik yön-
Havvâ vâlidemiz yaratılmıştır. Eğer ilk yaratılan Havvâ ol- den olan üstünlük azalsa da bu durum erkeğin ev reisliğine
saydı, şüphesiz, hemen ardından da Âdem yaratılacaktı. Zira zarar vermez. Diğer bir ifadeyle, erkeğin hanımı üzerindeki
her ikisi de bir birisiz olamazdı.. Kadın evin dâhilî işlerini koruyucu ve yönetici özelliği eşlerin ekonomik açıdan eşit
erkek de hâricî işlerini deruhte etmekle mükelleftir. Erkeğin durumda veya kadının daha zengin olmasıyla da kaybolmaz.
işlerinin kendine göre zor taraf1arı olurken, kadın içinde Çünkü erkeğin eşi üzerinde yönetici ve koruyucu olmasının
aynı şeyleri söylemek zorundayız. Fakat, "mağrem/zorluk" tek ve biricik ölçüsü ekonomik değil, bunun dışında biyolo-
itibariyle "mağnem/mükafat" kaidesince erkeğin evde "kav- jik ve psikolojik kıstaslar da söz konusudur.
vâm" kılınması onun mesuliyetini daha da ağırlaştırmaktadır. Kanaatimizce, bu hususu net biçimde ortaya koymak
Onun içindir ki kadının ve çocukların nafakası, bütün hayat için Kur’ân’ın aile içinde kadından ve erkekten fıtrî olarak
şartlarının temîni erkeğe âit vazifeler arasında sayılmıştır. beklediği vazifeleri hatırlamak yeterlidir. Aile içerisinde ka-
Bugün feministlerin teklif ettikleri kadın hakları, esasen dın, neslin devamını sağlayan varlıktır. Kur’ân onu bu yö-
kadını muallâ mevkiinden alıp ayaklar altında hor ve hakir nüyle tarlaya benzetmiştir (Bakara, 2/223). Yine onlar çocuk-
hale getirmek, demektir. Kışın üryan, yazın ise palto ve yün- larının doğumlarından itibaren onların bakım ve terbiyesiyle
lülere sarılıp sarmalanıp gezmek ne ise, kadını erkekleştirme insiyâkî ve fıtrî olarak mükelleftirler. Bu durum anne olan
gayreti de aynı hamakat örneğidir. Kadın yerinde kaldığı tüm canlılarda fıtrî ve kevnî bir kanundur. Çocuklarını tam
müddetçe sultandır, büyüktür ve Kadın Efendidir. Erkek de olarak iki yıl emzirme işini de anneler yaparlar (Bakara, 2/233).
sınırını aşmadığı sürece, hürmete lâyık bir azîzdir. Bu şekil- Buna mukabil evde eşleri üzerinde yönetici olmakla görev-
deki yerlerini değiştirmek isteyenleri Allah Rasûlü onları lâ- lendirilen erkekler de, evin ve ev halkının güvenliğini, sağlıklı
netler, çünkü fıtratla çatışmaya girmişlerdir. İnsanı meydana bir yaşam içinde bulunmasını, geçimini yani ekonomik ih-
getiren uzuvlara yer değiştirterek, kulağı diz kapağına, burnu tiyaçlarını temin ederler. Erkeğin mallarından harcamalarını
karnın ortasına veya gözleri ayakların altına yerleştirmek in- sadece mehir için düşünmemek gerekir. Zira mehir kadına
sanı ne hale getirirse kadın ve erkeğe böyle yer değiştirme bir defada verildiği halde, ev geçimi (nafaka) sürekli ve ömür
gayreti de erkek ve kadını o hale getirecektir. Kadın, kadın boyu olan bir hadisedir.
olduğu, erkek de kendi yerini koruduğu müddetçe güzeldir Diğer bir husus ise şudur: Ayette belirtilen “erkeklerin
ve fıtrîdir. Aksine gayretler ise, fıtrat ve tabiata karşı harp kadınlar üzerinde yönetici olması” hadisesi hem fıtrî, hem de
ilân etmek gibidir.” (Abdulfettah Şahin, Asrın Getirdiği Tereddütler- kesbîdir. Ayette geçen “bazısını bazısına üstün kılması sebe-
3, 123-126)
biyle” ifadesi iki cinsin birbirlerine karşı olan fıtri üstünlük-
Ayrıca kadınların özel günlerinde erkeğe düşen görev, ha- lerine işarette bulunmaktadır. İkinci kısım olan “mallarından
nımını, beden/ruh sağlığı açısından kollamak, gözetmek ve infak etmeleri ve harcamaları sebebiyle” cümlesi de, kesbi
desteklemektir. Yukarıdaki ayette erkeğe hanımını gözetme üstünlüğü açıkça ifade etmektedir. Dolayısıyla kadınlara yö-
ve koruma görevi verilmiştir. Aslında erkeğin sorumlulukları netici tayin edilen kocalar, zaten fıtrî ve kesbî üstünlüğe sahip
yaratılışındaki güçlü özelliği ile tam bir uyum içindedir. Ka- olan kimseler olmalıdırlar. Aksi halde aile kurumunu başarı
dın ise böyle bir özelliğe sahip değildir. Erkek, hamile kalma- ile yönetmeleri çok zordur. Sözgelimi bir erkek güçlü ve kuv-
yıp emzirmediğine göre, karısı ile olan müşterek hayatında, vetli ama buna rağmen keyfi olarak çalışmıyor ve hanımının
bir yandan geçimi sağlama noktasında çaba harcarken, bazı getirdiği ekmekle geçiniyorsa, bu ailenin sağlıklı yürümesi
zorluklara göğüs gererken karısından daha güçlü olmaktadır imkansızdır. Normal şartlarda fıtrî bakımdan selim bir akıl
(el-Behiy, s. 274). Netice itibariyle ailede bir denge sağlanmış ve bedene sahip bir evli erkeğin, boş durması ve ailesinin
bulunmaktadır. geçimi için gayret sarf etmemesi düşünülemez. Aslında ayet
Bazılarına göre, şayet bir kadın maddi yönden meselâ mi- (Kur’ân’ın indiği asırdaki toplumların tarihi durumlarını tes-
ras yolu ile veya çalışıp kazanmakla bağımsızlaşırsa ve evinin pit etmenin yanı sıra) bize, mutlu bir aile yuvasında rollerin
geçimine katkıda bulunursa erkeğin bu yönden olan üstün- nasıl paylaşılması gerektiğini beyan etmektedir.
lüğü o ölçüde azalır. Çünkü “insan” olarak bir erkek karısın- Diğer yandan, bugün çağdaş hayatın dayatmaları, femi-
dan üstün değildir. Erkeğin kadına olan üstünlüğü insanlık nist hareketlerin tesirinde kalarak, günümüzde çalışan kadın
yönüyle değil, fonksiyonu ve hayattaki rolü bakımındandır ve erkeğin sosyal statü yani kesbi açıdan eşitlendiklerinden
(Fazlurrahman, 1987). Ancak ayette zikredilen üstünlük sebebi hareketle erkekle birlikte kadının da evin reisi olması ge-
sadece ekonomik açıdan değil; ayette “Allah bazısını bazısı- rektiğini ileri sürmek, hem erkeğin tabiatıyla, hem de genel
na, bazı noktalarda üstün kılmıştır.” anlamı da vardır. (Bkz. yaratılış kanunlarıyla ters düşmek anlamına gelir. “Çünkü
34
yeryüzünde mutlak eşitlikten bahsetmek mümkün değildir. çocuklarla ilgilenme noktasında eşine destek olmalıdır. Aksi
Yöneten-yönetilen, zengin-fakir, âmir-memur, bilgili-câhil halde evin reisi akşam gelir gelmez televizyonun karşısı-
kategorileri hep olagelmiştir. Eşitlik düşüncesiyle herkesin na ayaklarını uzatarak geçer ve evde çocuklarla ilgilenmez,
yönetici, zengin, komutan ve patron olmasını sağlamak işin bütün işleri içişleri bakanı(!) da denilen hanımına bırakırsa
tabiatına terstir. Sonra, şayet tarih boyunca erkek değil de bu bir zulüm olur. Kısaca ev reisi, hanımı ister çalışsın ister
aile reisi kadın olsaydı, bu kez de erkeğin kadınla eşit olması çalışmasın ailesine ekonomik desteğin dışında fiziksel olarak
gerektiği iddia edilecekti. Ailede erkeğin veya kadının reis ol- da yardımcı olmalı ki evler mutluluk soluklanan birer cennet
masından başka üçüncü bir seçenek olmadığına göre erkeğin köşesine benzesin.
aile reisi olmasında yadırganacak bir durum olmamalıdır.” Aslında fazla söze ne hacet, Efendimizin (s.a.s.) şu hadi-
(Kırbaşoğlu, s. 273). sini prensip kabul edebilse, günümüz Müslümanı ve insanla-
Buraya kadar, evli bir erkeğin ‘kavvâm’ özelliği ve kav- rı pek çok sorunu aşabilecektir:
vâm olmasının sebeplerinden hareketle evin reisi olduğu “İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: “Hz. Peygamber (s.a.s.) şöy-
değişik açılardan izah edilmeye çalıştık. Buna meselenin kav- le buyurmuştur: "Haberiniz olsun ki hepiniz çobansınız ve
ramsal açıdan irdelenmesi de diyebiliriz. Bir de pratik hayata her biriniz idaresi altındakilerden sorumludur: Devlet baş-
bakmakta yarar vardır. Müslüman kadınlar ve anneler bugün kanı olan kimse çobandır ve eli altındakilerden sorumludur.
toplumun değişim kesimlerine kamu hizmeti sunmakta, kimi Erkek, ev halkının çobanıdır ve eli altındakilerden sorumlu-
sanayi, kimi eğitim ve kimi de sağlık alanlarında çalışmakta- dur. Kadın, evi ve çocuklarının çobanıdır ve ailesinden so-
dırlar. Bu durumda, “Eşi de kendisi gibi çalışan, sabah evden rumludur. Hizmetçi, efendisinin malının çobanıdır ve ondan
çıkıp akşam eve dönen Müslüman aile reisinin tutumunda sorumludur. Haberiniz olsun, her biriniz birer çobansınız
bir değişikliği de beraberinde getirmeli midir?” sorusu akla ve elinizin altındakilerden sorumlusunuz." (Buhari, Ahkâm 1;
gelmektedir. Müslim, İmâret 20) Yani modern çağın insanı ve hususen Müs-
Bu soruyu cevaplamaya Peygamberimiz (s.a.s.)’in ha- lümanı sorumluluk duygusunu geliştirmeye ve pratiğe dök-
yatına bakarak başlamak yerinde olacaktır. Bilindiği üzere meye muhtaç. Velhasıl âdil bir görev dağılımının yapıldığı
Peygamber Efendimiz, eşleri günümüzde olduğu gibi kamu ve fertlerin görevlerine bağlı olduğu ve tarafların sorumlu-
hizmetinde çalışmadıkları halde, ev işlerinde onlara mümkün luklarını müdrik olduğu bir aile, aradığımız ve özlediğimiz
mertebe ve elinden geldiğince onlara yardımcı olmuştur. Al- Müslüman aile tipidir.
lah Resulü’nün, hanımları kamu hizmetinde çalışmadıkları *Dicle Üniv. İlahiyat Fak. Öğrt. Üyesi
halde kendilerine yardım etmesi, günümüzde eşi çalışan ev merdal@yeniumit.com.tr
reislerinin, eşlerine ev işlerinde destek olmaları gerektiğine
KAYNAKLAR
dair önemli bir irşaddır. Burada Efendimizin üsve-i hesene
- Davudoğlu Ahmet, Kur’ân-ı Kerim ve İzahlı Meali, Erhan yay., İst., 1982.
(güzel bir model) oluşu bir kere daha tezahür etmektedir.
- Atay Hüseyin - Kutluay Yaşar, Kur’ânı Kerim ve Türkçe Meali, Ajans Türk Mat., Ankara,
Bu nedenle Müslüman ev reisleri de Efendimiz’den örnek
1973.
almayı asla ihmal etmemelidirler.
- Çantay, Hasan Basri, Kur’ân-ı Hakîm ve Meali Kerim, Ahmet Said Mat., İst.,1972.
Sanayileşmeyle birlikte şehirleşmenin ve dolayısıyla çe- - Doğrul Ömer Rıza, Tanrı Buyruğu, Ahmet Halid Kitabevi, İstanbul, 1947.
kirdek tipi ailenin yaygınlaştığını göz önüne alırsak, çalışan - Özek, Ali ve diğerleri, Kur’ân-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, TDV Yay., Ankara, 1993.
Müslüman eşlerin birbirlerine karşı daha ziyade yardımcı ve - Yıldırım, Suat, Kur’ân-ı Hakîm ve Açıklamalı Meali, İzmir, 2001.
destek olmaları gerektiği her türlü izahtan vârestedir. Bir ai- - Râğıb, el-İsfahânî, Hüseyn ibn Muhammed, el-Müfredât fî Ğarîbi’l-Kur’ân, Kahraman
lede eşlerle birlikte toplam üç, dört veya en fazla beş kişi bir yay., İstanbul, 1986.
apartman dairesinde yaşamaktadır. Evde ne büyükanne ne - Muhammed el-Behiy, İnanç ve Amelde Kur’âni Kavramlar, çev: Ali Turgut, 2. basım, İst.
de büyükbaba olmadığı gibi, -bugünkü bazı zengin aileler Trs.)
istisna edilirse- hizmetçi de bulunmamaktadır. Dolayısıyla - Kırbaşoğlu, Hayri, “Kadın Konusunda Kuran’a Yöneltilen Eleştiriler”, İslami Araştırmalar,
günümüzde evin hanımı, işinden yorgun argın gelir gelmez Cilt: 5, Sayı: 4, ss. 271-283.
evde akşam yemeği yapmaya koyulacaktır. Diğer yandan - Şahin, Abdulfettah, Asrın Getirdiği Tereddütler-3, TÖV Yayınları, İzmir, Tarihsiz, s.123-
okula giden çocuk varsa onlar da ebeveynin ilgi ve alakasını 126
bekleyecektir. Küçük bebek varsa o da ciddi bir meşguliyettir - Buhâri, Ebu Abdullah Muhammed ibn İsmail (H.256), Sahîh, el-Mektebetü’l-İslâmiyye,
anne için. İşte bu gibi durumlarda Müslüman aile reisinin İstanbul, 1979.
sorumluluğu eskiye nazaran birkaç kat daha artmıştır. Evde - Müslim, İbnü’l-Haccâc el-Kuşeyrî (H.261), Sahîh, Tah: Muhammed Fuad Abdulbâki, I-V,
yerine göre hem yemek hazırlanmasına yardımcı, hem de Dâru İhyâi’t- Türâsi’l-Arabî, Beyrut, Trs.
35
YENi ÜMiT
Prof. Dr. Abdülhakim YÜCE *
Nisan / Mayıs / Haziran - 2006 / 72
PEYGAMBER
EFENDİMİZ’İN
BİR GÜNÜ
Arabistan’ın çeşitli bölgelerinde yaşayan kabileler, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) çok mü-
Müslüman olmak veya Müslüman olduklarını bildirmek tevazı bir hayat yaşıyordu. Evde pek hizmetçi bulundu-
ve kabul ettikleri İslâm Dini'nin esaslarını öğrenmek rulmadığından, ev halkından biri olarak, yapılacak işlerin
üzere, Peygamber Efendimiz’e heyetler gönderiyorlardı. hemen tamamına iştirak ediyor ve hanımlarına yardımcı
Bunların sayısı 70'i aşmaktadır. İlk heyet, Hevâzin Kabi- oluyordu. Mesela: Herkes bir iş görürken, O da iştirak
lesi'nden Hicretin 8'inci yılında gelmişti. Son heyet ise, ederek, onlarla beraber olmaya çalışır; ayakkabılarını ta-
Yemen'deki Neha’ Kabilesi'nden, Hicretin 10’nuncu yılı mir eder, elbisesini yamar, koyun sağar, hayvanlara yem
Şevval ayında gelen heyettir. Söz konusu heyetlerin çoğu, verir, ortalığı süpürür, vs.14
hicretin 9'uncu yılında geldiğinden bu yıla "senetü'l-vü- Efendimiz’in pek terk etmediği bir âdeti vardı: Her
fûd" (elçiler yılı) denilmiştir. ikindi namazından sonra hanımlarını dolaşır, onların hal
Peygamber Efendimiz, kendisine gelen bu heyetler- ve hatırlarını sorar, ihtiyaçlarını tespit ederdi. Akşam da
le bizzat ilgilenir, onlara ikramda bulunur, her kabilenin sıra hangi hanımında ise, o hanımının odasında diğer
hâline ve âdetlerine göre onlarla konuşurdu. Ayrılırken bütün hanımları da toplanır, sohbet ederlerdi. Sonra da
de uygun hediyeler verir, Müslümanlığı öğretmek üzere herkes kendi hücresine çekilirdi. Bu mutad ziyaretlerin-
onlara öğretmenler, mürşitler gönderirdi. O mürşitlere: de Evzâc-ı Tâhiratın her biri yanlarında bulunanlardan
“Kolaylaştırın, güçleştirmeyin, müjdeleyin, korkutup Efendimiz’e ikram ederlerdi.15
nefret ettirmeyin”12 diye tenbihte bulunurdu. Necran Akşam
Hıristiyanları da gelen heyetlerden biriydi. Hz. Peygam- Akşam vakti, güz mevsiminin sonunda pek çok can-
ber (sallallahu aleyhi ve sellem) onlara mescidinde ibadet lının ölmesine benzer şekilde, hem insanın bir gün vefat
etme imkânı vermiş ve İslam’ı kabul etmeyen bu heyetle edeceğini, hem de kıyametin başlangıcında dünyanın ha-
bir antlaşma yaparak geri göndermiştir. rap olacağını ihtar eder. Böyle bir anda insan ruhu, şu
İkindi önemli işleri yapan Zat’ın dergâhına durmayı, "Allahü
İkindi vakti, yıl içinde güz mevsimine, insan ömründe Ekber" diyerek fani olan her şeyden el çekip O’na hamd
ihtiyarlık vaktine, peygamberlik silsilesinde son Peygam- etmeyi, O’nu tesbih etmeyi, büyüklüğünü bir daha hay-
ber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in saadet asrına benzer. kırmayı şiddetle arzu eder. Hz. Peygamber (sallallahu
Günlük işlerin sona ermeye başladığı, gün içinde mazhar aleyhi ve sellem) de bu arzu ile çoğu zaman güneşin bat-
olduğumuz sağlık, selâmet ve hayırlı hizmet gibi İlahî ni- masından önce akşam namazını beklemeye başlar, ezan
metlerin meyvesinin alındığı zamandır. Güneşin batmaya okunur okunmaz hemen Yüce Divan’a dururdu. Farz na-
yüz tutması ile de insan, dünyada bir misafir olduğunu, mazdan sonra “Evvâbin” adıyla bilinen 2–6 rekât namaz
her şeyin geçici olduğunu anlar. İşte bu zaman diliminde, kılar ve bunu tavsiye ederdi.16
ebediyet isteyen, ebed için yaratılan ve ayrılıktan acı du- Yukarıda işaret ettiğimiz gibi Efendimiz (sallallahu
yan insan ruhu, ikindi namazını kılarak Allah’a münacât aleyhi ve sellem) akşam namazından sonra o gün hangi
eder, zevalsiz ve nihayetsiz rahmetine iltica eder, hesapsız hanımının yanında kalacaksa diğer ev halkı oraya toplanır
nimetlerine karşı şükür ve hamd eder. ve aile sohbeti başlardı. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi
39
ve sellem)’in aile yuvası, hem sağlığında hem de ahirete di.”18 Elbette bu konuda başka tavsiye ve uygulamaları da
intikal ettikten sonra ilmî faaliyetlerin hiç duraksamadan bulunmaktadır. Mesela Hz. Ali (ra) şunu rivayet etmekte-
devam ettiği bir ortam olmuştur. Zira Efendimiz’in vefa- dir: “Allah Resulü bana ve Fatıma’ya şu tavsiyede bulun-
tından sonra hanımları bu ilim faaliyetini daha geniş bir du: Yatağınıza girdiğinizde 33 defa ‘Allahu Ekber’, 33 defa
halkaya açarak devam ettirmişledir. İslam dininin genel ‘sübhanellah’, 33 defa (bir rivayette 34) ‘elhamdulillah’
olarak pek çok hükmünün yanında, özellikle kadınlarla deyin.” Hz. Ali o günden sonra bunu hiç terk etmediğini
ilgili bazı özel hükümlerin öğrenilip aktarılmasında ve söyleyince, bir zat “Sıffin günü de mi?“ dedi, o “evet o gün
öğretilmesinde Efendimiz’in aile hayatının büyük fonk- bile…” cevabını verdi.”19
siyonu olmuştur. Özellikle bu ‘akşam sohbetleri’nin rolü Yine önemli bir iş olmazsa gece pek dışarı çıkmazdı.
küçümsenemez. Adeta bir mektep gibi işleyen akşam Ancak bazı gecelerde dışarı çıktığına dair rivayetler de bu-
sohbetleri, Hz. Aişe validemiz başta olmak üzere, bir- lunmaktadır. Bir misal vermekle yetiniyoruz:
çok eşsiz âlimin yetişmesine beşiklik etmiştir. Tabii sa- Bir gece Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'e uğrayan Hz.
dece ilmî bahisler konuşulmuyordu; farklı çevre, kültür Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), Hz. Ebû Bekir'in
ve karaktere sahip ev halkı arasında ciddi bir muhabbet çok sessiz, Hz. Ömer'in ise sesli Kur'an okuduklarını gör-
oluşuyor, birbirlerini daha iyi tanıyor, risâlet görevinin müştü. Sabah onlarla karşılaştığında durumu aktararak
tatlı ağırlığını Efendimiz’le beraber azaltmaya gayret edi- Hz. Ebû Bekir’e sesini biraz yükseltmesini, Hz. Ömer’e de
yor, zaman zaman şakalaşıyor.. kısacası mutlu bir ailede biraz alçaltmasını söylemişti.
olması gereken ortamı sağlıyorlardı.
Ebû Davud'un meşhur şerhlerinden olan Bezlu'l-Mec-
Yatsı hud'da konu, tasavvufî bir edayla şöyle izah edilmektedir:
Hz. Ebû Bekir'e şühûd ve cemal hali galip olduğundan
Yatsı vaktinde karanlık her tarafı kaplar, gündüz görü-
"duyurmak istediğim (Allah) duyuyor"; Hz. Ömer'e celâl
nen şeyler adeta yokluğa gömülür, sanki vefat etmiş insanın
ve heybet hali galip olduğundan, "uykusu derinleşmemiş
geriye kalan eşyası da arkasından vefat edip unutulur. İmti- olanları uyandırıyor ve gaflet getiren vesvesesiyle birlikte
han için verilen dünya hayatının bütünüyle sona erdiğinin Şeytanı kovuyorum," cevabını verdiler.
bir göstergesi gibidir. Adeta mutlak tasarruf sahibi olan
Allah’ın yüceliği, ülfet perdesine sık sık gömülen insanoğ- Hz. Ebû Bekir'in hali cem', Hz. Ömer'in hali ise fark
luna bir daha gösterilmektedir. Çünkü Allah (c.c.) gece ile idi. Ama en mükemmel hal, Hz. Peygamber'in hali olan
gündüzü, kış ve yazı, dünya ve âhireti bir kitabın sayfaları cem'u'l-cem'dir. Hazık bir ruh ve kalp doktoru, yüce merte-
belere ulaştırıcı şefkat ve merhamet timsali olan Efendimiz,
gibi kolaylıkla çevirir, yazar, bozar, değiştirir. İşte aciz, zaif,
Hz. Ebû Bekir'e biraz sesini yükseltmesini emretti. Böylece,
muhtaç ve geleceği karanlık gören insan bu vakitte yatsı
hem etrafta duyanlar yararlanmış olur, hem de ona galip
namazını kılarak, her şeye gücü yeten ve gerçek bir dost olan ve masivayi yakıp yok eden tevhid halinden cem' ve
olan Allah’a yönelir, dayanır ve sığınır. Onu unutan ve ka- şuhûd haline geçmiş olur, böylece vahdet eşyanın kesretini
ranlığa gömülen dünyayı, o da unutup, dertlerini dergâh-ı örtmemiş, yaratıklar da yaratana perde olmamış olur. Bu
rahmete döker. Ayrıca ne olur ne olmaz, ölüme benzeyen Efendimiz’in, ulaştırmakla görevli olduğu evliya-yı izamın
uykuya dalmadan önce son ibadetini yapıp, günlük hesap mertebesidir. Hz. Ömer'e de biraz sesini azaltmasını emret-
defterini güzelliklerle kapatmak ister. ti. Böylece namaz kılıp Kur'an okuyan diğer kimselerin dik-
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) de ashabı- kati dağılmamış olacağı gibi, özürlerinden ötürü uyuyanlar
na yatsı namazını kıldırır ve önemli bir durum olmazsa,17 da rahatsız edilmemiş olur. Ayrıca Hz. Peygamber bu ifa-
kimseyle konuşmadan dinlenmeye çekilirdi. Uyumaya geç- desiyle Hz. Ömer'e, biraz sessiz okuyarak, erbabı nazarında
meden önce dua ederdi. Bilindiği gibi O’nun hayatında dua ibadetin tadı, itaatin özü olan münacattan mahrum kalma-
masını da emretmiş ve mizacını ta'dil etmiş oluyordu.20
pek büyük bir yere sahipti. Günün her saatine dağılan du-
aları hakkında özel kitaplar yazılmıştır. Zira dua Kur’ân’ın Gece
ifadesiyle insanlığın değer ölçüsüdür. Hz. Aişe validemiz, Gece vakti ise, hem kışı, hem kabri, hem âlem-i ber-
O’nun yatmadan önce yaptığı dua ve uygulamayı şu şekil- zahı hatırlatarak insan ruhunun Allah’ın rahmetine ne ka-
de anlatmaktadır: “Allah Resulü her gece yatağına girdi- dar muhtaç olduğunu hatırlatır. Dolayısıyla gece kılınacak
ğinde iki elini birleştirir, onlara üfler, İhlâs, Felak ve Nas teheccüd namazı, kabir gecesinde ve berzah karanlığında
sûrelerini okur, sonra da başından başlayarak, vücudunda önümüzü ve evimizi aydınlatacak vazgeçilmez ışık kayna-
ulaşabildiği he yere elini sürer ve bunu üç defa tekrar eder- ğımız olacaktır.
40
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) günün son di- Netice
limi olan gecelerini de engin bir ibadetle geçirmekteydi. Kâinatın Efendisinin günlük hayatı çok değişik yön-
Tafsilatını ilgili eserlere havale ederek Hz. Aişe validemi- leriyle ele alınabilir. Ancak ne şekilde ele alınırsa alınsın,
zin bir birini tamamlayan şu müşahedelerini nakletmek her yönüyle bütün insanlığa ışık olacak uygulama, tanzim
istiyoruz: "Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve ve sözlerle karşılaşılacaktır. Günlük hayatın adeta kâbusa
sellem), gece ayakları şişene kadar namaz kılardı. Ken- dönüştüğü bir dönemde, Efendimiz’in günlük hayatını
disine, "Ey Allah’ın Resulü! Allah, senin geçmiş ve gele- tetkik eden ve kendisine dersler çıkaranlara ne mutlu.
cek günahlarını bağışlamıştır (Fetih, 48/2). Buna rağmen * Y. Y. Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.
ibadet konusunda niye kendini bu kadar zorluyorsun?" ayuce@yeniumit.com.tr
denilince, "Ben Allah'ın bu mağfiretine karşı şükreden bir
DİPNOTLAR
kul olmayayım mı?" cevabını verirdi."21 1. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) kerpiçten yapılmış, üzeri hurma dallarıyla örtülmüş ba-
Tabiinin büyüklerinden Atâ b. Rebah bir gün Hz. Ai- sit, sade bir evde oturuyordu. Tabiînin büyüklerinden Hasan Basrî (110/728) demiştir
ki; “Resûlullah’ın evi Emevî hükümdarlarından Abdülmelik’in oğlu Velid zamanında
şe'ye, "Allah Resulü’nün sizi hayrette bırakan bir halini onun emriyle yıkılarak mescide ilhak edildi. Bu durumu gören insanlar ağlamaya
bize anlatır mısınız?" diye istekte bulununca, Hz. Aişe, başladılar.” O gün yine tabiînin büyük âlimlerinden Saîd b. Müseyyeb (94/713) şöyle
“O'nun hangi hali hayrette bırakmıyordu ki?” dedi ve dedi: “Vallahi arzu ederdim ki Resûlullah’ın evini olduğu hal üzere bıraksalar da
ekledi: "Bir gece odama geldi. Benimle yatağıma girdi. Medine ahalisi neşveyâb olsalar ve Medine dışında olanlar da gelip Resûlullah’ın
hayatında ne ile iktifa buyurduğunu görseler de zühd dersi alsalardı.” Bak. Elmalılı,
Sonra "Müsade edersen Rabb’ime kulluk edeyim..." dedi. VI, 4453.
Kalktı, abdestini yeniledi ve namaza durdu. Kıyamda öyle 2. Buhârî, Ezân, 11, 13, Şehâdât, 11, Savm, 17; Müslim, Sıyâm, 36–39; Nesâî, Ezan,
ağladı ki, gözyaşları göğsüne damlıyordu. Rükû’a varınca 9, 10.
orada da uzun uzun ağladı. Secdede bu hal devam etti. 3. Müslim, Mesacid, 286; Ebu Davud, Salât, 301.
4. Tirmizi, Vitr, 15.
Ağlaması, sabah namazı için haber vermeye gelen Hz.
5. Buharî, Teheccüd, 2, Fedailu's- Sahabe, 19; İbn Mace, Rü'ya, 10.
Bilal’in seslenmesine kadar sürdü. 6. Müslim, Sıyam, 169.
7. Konuyla ilgili şöyle bir olay anlatılır: “Medine'de ağzı bozuk, şuna buna çatarak ağır
"Ya Resûlallah!" dedim, "Allah senin geçmiş ve gelecek
ve kaba lâflar söyleyen bir kadın vardı. Bu kadın bir gün Peygamber Efendimiz’in ya-
bütün günahlarını affettiği halde niçin bu kadar ağlıyor- nından geçerken Allah Resulü (s.a.s.) bir seki üzerinde oturmuş haşlanmış et yiyordu.
sun?" Şöyle dedi: "Şükr eden bir kul olmayayım mı? Hem Kadın: "Şu adama bakın. Bir köle gibi yere oturmuş ve kölelerin yemek yiyişi gibi
nasıl ağlamayayım ki, bu gece Allah bana şu ayetleri in- yemek yiyor" dedi. Peygamber Efendimiz: "Benden daha iyi bir köle var mı?" dedi.
Kadın: "Kendisi yiyor da bana vermiyor" dedi. Peygamber Efendimiz: "Gel, sen de ye"
zal buyurdu: ‘Göklerin ve yerin yaratılışında, gecenin ve
buyurdu. Kadın: "Kendi elinle bana vermezsen yemem" dedi. Bunun üzerine Pey-
gündüzün gidip gelişinde elbette akl-i selim sahipleri için gamber Efendimiz kendi eliyle kadına verdiyse de kadın bu sefer: "Ağzındaki lokmayı
ibret verici deliller vardır. Onlar ayakta, oturarak ve yanları çıkarıp bana vermezsen yemem" diyerek diretti. Peygamber Efendimiz de ağzındaki
üzerine yatarken Allah'ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı lokmayı çıkarıp kadına uzattı. Kadın da hemen alıp ağzına attı. Kadın o günden sonra
çok hayâlı oldu, hiç kimseye kötü söz söylemedi, Medine'nin en iffetli ve hayâlı kadın-
üzerinde düşünürler: "Rabbimiz (derler), bunu boş yere
larından birisi oldu.” Taberani, Mu’cemu’l-Kebir, 8 / 200, 231.
yaratmadın, Sen yücesin, bizi ateş azabından koru! Rab- 8. İbn Mace, Sıyam, 22.
bimiz, Sen birini ateşe attın mı, onu perişan etmişsindir. 9. Buharî, İsti'zan, 41.
Zalimlerin yardımcısı yoktur. Rabbimiz, biz "Rabbinize 10. Buharî, İsti'zan, 16; Müslim, Cuma, 30.
11. Maverdî, Edebu'd- Dünya Ve'd- Din, 343.
iman edin!" diye imana çağıran bir davetçi işittik, hemen
12. Buharî, İlim, 12.
inandık. Rabbimiz, bizim günahlarımızı bağışla, kötülük- 13. Buhari, Mevakitü’s-Salât, 555.
lerimizi ört, iyilerle beraber canımızı al! Rabbimiz bize, el- 14. Buharî, İsitzan, 15; Müslim, Selam, 15; Müsned, VI, 256; Kadı İyaz, Şifa, I, 131.
çilerine vaat ettiğini ver, kıyamet günü bizi yüzüstü bırakıp 15. Müslim, Rada, 46; Aynî, Umdetü'l-Kâri, 20/244. Bu ikramlardan birinin meşhur ila
hadisesine sebep olduğu da bilinmektedir.
rezil etme. Zira Sen verdiğin sözden caymazsın.’ (Al-i İmran,
16. İbn Kesîr, Tefsîr; V, 64, 65; eş-Şürünbülâlî, Merâkıl-Felâh, s. 74.
3/190–194) Sonra, ‘Bu ayetleri okuyup da uzun uzun tefek- 17. O, önemli olaylardan biri şu şekilde aktarılmaktadır: Evs b. Huzeyfe'nin bildirdiğine
kür etmeyenin vay haline,’ dedi.”22 göre, Hz. Peygamber, Medine'ye gelen bir heyete her gece yatsıdan sonra sohbet
ederdi. Fakat bir gece gecikti. Nedeni sorulunca, "Bugün Kur'ân'dan okuma itiyadında
Allah Resulü, Teheccüd namazından sonra bir süre olduğum hizbimi okumamıştım. Onu bitirmeden gelmek istemedim" buyurmuştu. Ebû
dinlenir ve müezzinin nidasıyla sabah namazına kalkardı. Davut, Ramazan, 9; İbn Mace, İkame, 178; İbn Kesir, el-Bidaye, V, 32.
Hz. Bilal imsakten önce ezan okur ve halkı hem sahur 18. Buharî, Fedailu’l-Kur’ân, 14, Tirmizî, Dua, 21.
19. Müslim, Zikir, 80.
hem de teheccüde kaldırırdı. Hz. Abdullah b. Ümmi
20. Seharenfurî, Bezlu'l-Mechûd, VII, 89.
Mektum ise imsak vaktinin başlamasıyla ezan okur ve sa- 21. Buharî, Teheccüd, 6; Müslim, Münafikîn, 78–79; Tirmizî, Salât, 187.
bah namazının girdiğini bildirirdi. 22. İbn Hibban'ın Sahih'inden naklen, Leknevî, İkametu'l- Hücce, 112.
41
YENi ÜMiT
Süleyman SARGIN *
Nisan / Mayıs / Haziran - 2006 / 72
EFENDİLER EFENDİSİ’NE
BİR DEMET SALAVÂT:
DELÂİLÜ’L-HAYRÂT
48
A L T I N N E F E S L E R
49
YENi ÜMiT
Doç. Dr. İsmail KÖKSAL *
Nisan / Mayıs / Haziran - 2006 / 72
Giyim-Kuşam Üzerine
amaçlarını şer’î açıdan değerlendirmekte ve varsa fayda- - ATASEVEN, Asaf, Tıbbi Açıdan Örtünme, İslâm’da Kılık-Kıyafet ve Örtünme, İSAV
Yay., İstanbul-1987.
sını teyit etmekte, şayet yoksa bunu bildirmekte, yerine
- EBU DAVUD, es-Sünen, Çağrı Yay., İstanbul
göre zararına da işaret etmekte zorunluluk vardır. Bu
- MERİÇ, Ümit, Sosyolojik Olarak Kılık-Kıyafet ve İslâm’da Örtünme, İslâm’da Kılık-
çerçevede şunlar söylenebilir: Kıyafet ve Örtünme, İSAV Yay., İstanbul-1987.
A. Üretimi Arttırmak: DİPNOTLAR
1. Ebu Davud, Libas 4; İbn Hanbel, 2/50.
Modanın temel amaçlarından birisi üretimi artır- 2. Ebu Davud, Libas 5.
maktır. Çünkü moda, mevcut elbiselerin kullanılmasını 3. Bkz.: Meriç, Ümit, Sosyolojik Olarak Kılık-Kıyafet ve İslâm’da Örtünme, İslâm’da
bir noktada nihayete erdirmekte ve yeni elbise alma ih- Kılık-Kıyafet ve Örtünme, İSAV Yay., İstanbul-1987, s. 33.
tiyacı doğurmaktadır. Şayet moda değişimi olmasa, pek 4. Ataseven, Asaf, Tıbbi Açıdan Örtünme, İslâm’da Kılık-Kıyafet ve Örtünme, İSAV Y.,
çok kişi henüz yırtılıp parçalanmayan eski elbiselerini İst.-1987, s. 89.
53
YENi ÜMiT
Dr. M. Selim ARIK *
Nisan / Mayıs / Haziran - 2006 / 72
MÜ’MİNİN NİYETİ
AMELİNDEN
HAYIRLIDIR
55
Sâbit, Uhud günü iman edip, silahını kuşanarak savaş teşvik için de amel açıktan işlenmelidir. Yapılan niyet,
meydanına gitmiş ve orda şehit olmuştu. Bu defa da Hz. amelin sonuna kadar devam etmelidir. İbadet yapmaya
Peygamber onun hakkında “Az amel işledi, fakat çok arzulu olmasına rağmen, çeşitli sebeblerden yerine geti-
kazandı.”10 buyurarak, samimi bir iman ve niyet karşı- rememe, ibadet kasdı olmaksızın veya riya olarak yapılan
lığının Allah katındaki değerini haber vermiştir. Malını amelden daha iyidir. Bu açıdan amelsiz niyet (yapmak
Allah yolunda infak ediyor gibi görünmesine rağmen isteyip de yapamama), samimiyetsiz amelden (gösteriş
gösteriş için sarfedenler kıyamet günü sevaplarını al- için yapılandan) daha hayırlıdır. Dolayısıyla dünyevi ve
mazken,11 iyi niyet ve samimi olarak “benim de malım uhrevi amellerimizin, fiillerimizin ve düşüncelerimizin
olsaydı falan kişi gibi hayırda harcardım!” diyen kişilerin karşılığını sevap ve mükâfat olarak bulmak istiyorsak,
bu niyetiyle infak yapmış gibi sevaba nail olacağını Hz. yaptığımız tüm işlerde mutlaka samimi, ihlaslı ve iyi ni-
Peygamber haber vermektedir.12 yetli olmalıyız. Çünkü Cenab-ı Hakk engin rahmetiyle
Niyetle insanın âdet ve alışkanlıkları birer ibadet yapılan amelden ziyade, içteki niyete göre muamele et-
hükmüne geçer. Meselâ akşam yatarken gece ibadetine mektedir. Böylece mü’minin niyeti ile kazandığı sevap,
kalkma niyeti olan bir insanın uykudaki solukları dahi elbette yaptığı işten daha fazladır. Zira mü’min, niye-
zikir yerine geçer. Zaten böyle olmasaydı bu kadar az tindeki, düşüncesindeki güzel amelleri hiçbir zaman ya-
zamanda bu kadar az amelle cennet nasıl kazanılırdı? kalayamaz. İşte bu yönüyle mü’minin niyeti amelinden
Bu belki mü’mine daimi kulluk niyetine bahşedilmiş daha hayırlıdır. Burada şu noktanın da gözden uzak tu-
bir lütuf ve Allah’ın rahmetiyle sonsuz cenneti kazanma tulmaması gerekir:
vesilesidir. İbadetlerdeki halisiyet ise cennet arzusu veya "Niyet doğru işlerin mânevî bir buudu olarak şâyân-ı tak-
cehennem korkusu değil, Allah’ın rızasını talep ölçüsün- dir bir iş sayılsa da, yanlış işlerin vasfı olduğunda kat’i-
dedir. Çünkü hadiste belirtildiği gibi cennet amellerle yen aynı mânâyı ifade etmez."
değil, Allah’ın rızası ve rahmetiyle kazanılır.13 İyi niyetin
*Araştırmacı Yazar
kazandırdığı çok şey vardır. Meselâ bir insan bir iyili-
sarik@yeniumit.com.tr
ğe, hayra niyet etse de onu yapamasa yine bir sevap alır.
Eğer onu yaparsa durumuna göre bazan on, bazan yüz, DİPNOTLAR
1. Beyhakî, Şuabü’l-İman, Beyrut, 1990. V, 343.
bazan da yedi yüz sevap kazanır. Halbuki kötülükler ni-
2. Fethullah Gülen, Sonsuz Nur, 1/291
yette kalsa günah yazılmaz.14 Nitekim insan niyetsiz bin 3. Taberanî, Mu’cemu’l-Kebîr, 6/185; Heysemi, Mecmaüz-Zevaid, 1/61. Suyûtî,
rekat namaz kılsa senelerce aç kalsa malının hepsini sarf Fethu’l-Kebîr, III, 265. (Taberânî’den)
etse, hacca ait rükünlerini eksiksiz yerine getirirse niyet 4. Nevevî, Kırk Hadis, 1
olmadığı müddetçe bu insan ne namaz kılmış, ne oruç 5. Buhârî, Bedü’l-vahyi, 1.
tutmuş, ne zekat vermiş ne de hacca gitmiş olur. Demek 6. Buhârî, İman, 39.
7. Bkz. Mecmuatün min’et-Tefâsir, (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl), Beyrut, trs. V, 59.
ki bütün bu hareket ve davranışları ibadet haline getiren
8. İmam Gazzali, İhyau ulûmi’d-din, Beyrut trs. IV, 371.
insanın niyetidir. Netice itibariyle niyetsiz cihâd bağilik, 9. Müslim, İman, 179.
haddi aşma, isyan ve zâlimlik, niyetsiz hac turistik bir 10. Buhârî, Cihad, 13; Ebû Dâvûd, Cihad, 39.
gezi, niyetsiz namaz kültür fizik ve niyetsiz oruç ta sade- 11. “Kıyamet günü Allah’ın huzuruna ilk çağrılacaklardan biri şehidlerdir. Allah Teala
ce perhizdir. Böylece niyet hasenatı seyyiata, seyyiatı da bunlardan bazılarına niçin canlarını feda ettiklerini sorar. Onlar da Allah yolun-
hasenata çeviren bir düğme ve anahtardır. Baştaki hadis- da savaştıklarını ve öldürüldüklerini söylerler. Allah ise riyakar olanlara “yalan
söylüyorsunuz! Bilakis falanca ne kadar cesur, diye savaştınız ve dünyada öyle
te “mü’minin niyeti...” buyurularak, “insanların niyeti..”
anıldınız. Artık bugün karşılığı yoktur.” buyurur. Ondan sonra ilim öğrenen ve öğ-
denilmemesi, belki Allah’ın mü’minlere mahsus bir lüt- retenler (Kur’ân okuyanlar) çağrılır. Onlardan da bazılarına ne yaptıkları sorulun-
funa işaret olabilir. Çünkü iman, Allah’a bağlılık ve tes- ca onlarda ilmi ile amel edip Kur’ân öğrettiklerini söylerler. Allah Teala bunlardan
limiyettir. Bu teslimiyet ve mensubiyet ilim ve marifeti, riyakar olanlara “yalan söylüyorsunuz! size ne kadar alim (güzel Kur’ân okuyor)
ilim de imanı, iman da samimi niyeti gerektirir. desinler diye bunu yaptınız ve anıldınız. Bugün ise karşılığı yoktur” buyurur. Son
olarak mallarını Allah yolunda infak eden zengin kişiler getirilir. Onlara da aynı
Sonuç olarak her işte bir niyet ve amel vardır. Amelin soru sorulunca, “Allah yolında tasadduk ettik” demelerine karşılık, Cenab-ı Hak
değer kazanması niyete bağlıdır. Ameller sanki matema- onlardan riyakar olanlara “yalan söylüyorsunuz! Sizlere insanlar ne kadar cömert
tikteki sıfıra, niyetler de rakamlara benzer. Rakam ol- desinler diye bunu yaptınız ve cömert de dediler. Bugün ise karşılık yoktur” denilir
ve hepsi ateşe doğru sürüklenirler.” Bkz. Müslim, İmaret, 152; Tirmizî, Zühd, 48.
madığı müddetçe sıfırların hiçbir değeri yoktur. Amelin 12. Tirmizî, Zühd, 17.
açık, niyetin kalbte yapılması esasdır. Çünkü niyet kalbin 13. Bkz. Buhârî, Merdâ, 19.
amelidir. Ayrıca riyadan korunmak için niyet gizlenmeli, 14. Bkz. Müslim, İman, 202.
56
YENi ÜMiT
Safvet SENÎH
Nisan / Mayıs / Haziran - 2006 / 72
KEVSER-İ
KUR’ÂNÎ
Buyuruyor Hak Taâlâ Çıkar karşımıza
Kelâmı Kur’ân’da İşte bunlardan biri:
Hem de sûrelerden en kısa Kevser nehri,
Bir sûrede: Verilecek olan Efendimize
“Muhakkak ki Hem mahşerde hem cennette...
Ey Muhammed Biz sana İkincisi:
Verdik Kevseri” Peygamberlik şerefi..
Yani Yâ Muhammed etme keder Zirâ nübüvvet hakikati;
Sana deseler de ebter; Hem dünya hem ukba
Zira ki, İki cihan hayırlarını muhtevî..
Biz, Hak Rabbin Yani o iyilik ve güzellikleri
Yüce şânımızla İçine almakta..
Özel lütuf ve ihsan olarak sana Üçüncüsü:
Kevser verdik, Kevser!” Ümmetin âlimleri
Kevser ise Dördüncüsü:
Çok, pek çok olan Ümmetin kesreti
Gayet çok mânâsına Evlatların çokluğu da beşincisi..
Bir kelime..
Bu Kevseri bir de Buyurmuştur Hz. Peygamber
Veren Rabbûl âlemin ise “Bir nehirdir Kevser
Elbette Rabbimin cennette
Pek çok hayır olacağında Bana verdiği..
Edilmez hiç şüphe.. Ümmetim mahşer gününde
Bu cihetten nazar edildiğinde İçecekler varıp ondan..
Pek çok mânâ cevherleri Taslar yıldızlar sayısınca
57 57
Ama Bakmaktadır bu gerçeğe
Ümmetimden öyle kullar vardır Gönül hazlarını duyar insan
Titreme ile Hikmette inince derinliğe..
Oradan çekilir atılır Bir noktadan
Derim Yine dahildir, risâlet şerefine
‘Ey Rabbim! Makam-ı Mahmud sofrası
Ümmetimdendir, o benim!’ Ebedî saadet ziyâfetiyle
Buyurulur ‘Bilmezsin
Neler yaptı o!. İşte bütün bunlar için de
Ardından senin!..’ Edâ etmek üzere
Bu kevser ihsanının şükrünü
Şöyle tarif eder Buyuruluyor Îlahî ifadeyle:
Hem de bir hadîsi “Haydi Rabbin için sen de
Kevser nehrini: Namaz kıl ve kurban kesiver”
“Kenarları boş inci kubbeleri Şükrü edâ edilen nimeti de
İçinden çıkar, Ezfer miski Cenab-ı Hak
Sütten daha beyaz rengi Artırır muhakkak..
Tadı baldan daha lezzetli...
Uzunluk ve genişliği, Bu hususta namaz da
Doğu batı mesafesi.. Kalben ve lisanen hatta
Hele derinliği, Beden bütün uzuvlarıyla
Yetmişbin yıllıktır Yapılan şükrün her çeşidini
Ki keser nefesi İçine alan, gözün nuru
Ondan içen Tazimin en yükseği
Susamaz bir daha.. İbadetin başı ve temeli
Abdestini ondan alan Dinin direği
Perişan olmaz asla.. Gönüllerin bir çeşit konuşması
Benim ahdimi bozan, Cenab-ı Hakla..
Ve öldüren, benim ehl-i beytimi Onun için bilhassa
İçemez ondan.” İşaret ediliyor böylece;
“Müşrik ve mürâîlerin tersine
Nübüvvet şerefine gelince Namaz ve kurbanını sadece
Rahmâni bir lûtuftur Tahsis et Rabbine.”
Başlangıç itibariyle..
Ve Rahîmî bir lûtuftur Evet Efendimiz de
Netice itibâriyle.. Bu mâna ve gerçeğe
Bu da, Büyük hayırdır işte! En uygun şekilde,
Zira Bunları getirmiştir yerine..
“Kime hikmet verilmişse
Verilmiştir ona Surenin son özetinde
Büyük bir hayır Verilmiştir bir hüküm ki,
( Hayırda şâhika)” (4/80) Asırlarca nâfizâne
Hikmete gelince Vurmuştur darbesini
Önce marifetullah Her zaman ve devirde
Ondan doğan muhabbetullah Kendisini hissettire hissettire:
Onun da verdiği lezzet-i ruhâniye “Muhakkak ki
58
Ebterin tâ kendisi Gitmişlerdir kötü isimlerle..
Sana buğzeden, Hz. Muhammed-i Müctebâ’ya
Kin tutan hınç besleyen Kız evlatlar gibi oğullar da
Kişi..” Verilmiştir aslında
Ama
Evet, “Ey Muhammed Nübüvvet mühürlendiğinden onunla
Onlar deseler de Peygamberlik erip sona
Sana ‘ebter’ Erkek evlatları çocuk yaşında
Asıl güdük, ardı arkası kesik Alınmıştır İlâhî huzura..
Hakir, zelîl ve rezil Böyle bir sır ve hikmet hatırına
Nesli-nesebi, adı ve sanı Nesl-i pâki çoğalmıştır
Kalmayacak olan onlar Hep kızdan torunlarla..
Sen değil... Hz. Fâtımat’üz-Zehra evlatlarıyla
Ey Muhammed-i Muhtar O nurdan,altın halkayla..
Senin ardınca
Çoğalacak çoğaldıkça Bir kere, önce, şu kısa sûre
Gelecek hayırlı nesillerin Cezbediyor kulakları şiir güzelliğiyle
Seyyidlerin, şeriflerin “Kevser”, “venhar” ve “ebter”
Şerefli hânedânın Kelimeleri teker teker
Muhâcirin- Ensârın Dikkatleri hep kendilerine çeker
Evladın gibi tâbilerin Ama o inci gibi sıralı harfler
Ve sevgili ümmetin.. Hârika seçiliş ve dizilişleriyle
Hem bâki kalacak Mucizeler sergiler
Dinin, Kitabın
Adın, sanın Bak bir kere
Feyiz ve lûtfun Bu sûrede
Âhirette de kesin Aynı cinsten yazılışta kardeşler
Beyana sığmaz Hiç bulunmuyor beraber!..
Kesilmez tükenmez İstersen dikkat et:
Ecre, sevaba ereceksin “Ayın” var “ğayın” yok, “tı” var “zı” yok
“sad” var “dat” yok, “fe” var “kaf ” yok
Evet o çağda “Hı” yok “ha” var, “sin” yok “şın” var
Hz. Muhammed Mustafa’ya “Ze” yok “ra” var..
Ka’b bin Eşref, As bin Vâil Farklı olan sadece noktalar..
Hem Ebu Cehil Bir de bu sûre mimsiz sûre
Ve benzeri kara ağızlılar Çünkü “nûn” var, kardeşi “mim” yok.
Buğzedip ebter diyen küffâr, Harflerin tekrarında tevafuklar pek çok...
Maruz kalmışlardır teker teker
“Hüvel-ebter” darbesine Ama ben sana henüz bahsetmedim ki,
Böylece Rakam be rakam ortaya koyan İstanbul Fethini..
Ya maddi yönden Hem de ihânet şebekesini,
Nesil ve nesebi Kevseri ve ebteri
Veya manevî cihetten İki muhteşem tefsiri..
Hayır ve zikri kesilip de Ama unutma e mi,
Nihayet düşük ve zelil Rumuzât-ı Semâniyeyi
Bir halde Çok iyi mütâlaa eylemeyi...
59
YENi ÜMiT
Yard.Doç. Dr. Musa BİLGİZ *
Nisan / Mayıs / Haziran - 2006 / 72
KUR’ÂN’DA ZİKİR
KAVRAMININ ANLAM ALANI
60
Bu çalışmanın amacı, Kur’ân’da zikir kavramının bi olmamız gerekmektedir. Kur’ân’da, “zikre sahip olan-
anlam alanını, genel hatlarıyla kavramsal çerçevede ele lar”, “zikirle hemhal olanlar” anlamında “ehlü’z-zikr”
almaktır. O yüzden zikrin faziletleri, insan dışındaki var- yani “zikir ehli” ifadesi geçmektedir. Bu ifadenin kendi
lıkların zikirleri ile Kur’ân ve hadislerde yer alan önemli bağlamından koparılarak belirli bir alana yani sadece dil
zikir ifadelerinin neler oldukları konusuna pek değinil- ile zikredenlere hasredilmesi, kelimenin anlam çerçevesini
meyecektir. daraltmak olur. Oysa konuyla ilgili ayet şudur: "Ey Mu-
hammed! Senden önce de kendilerine vahyettiğimiz pey-
Sözlük anlamı itibariyle; bir şeyi telaffuz etme, isteni-
gamberler gönderdik. Bilmiyorsanız ‘zikir ehli’nden so-
len şeyin zihne döndürülmesi, hatırlama, anma, hatırlat-
run” (Nahl, 16/43). Bu ayetteki "zikir ehli" ifadesi, Allah'ı
ma, bildiğimiz şeyleri akılda sürekli tutmaya zikir denir.
ananlar, hatırlayanlar manasına geldiği gibi, ayetin kendi
Bir başka ifadeyle, unutulmuş bir şeyin yeniden hatırlan-
bütünlüğü içerisinde yani bağlamında, önceden gönde-
ması ya da hâfızadakinin unutulmamak üzere sürekli can- rilmiş ilahî kitaplar, kitap gönderilen toplumlar, geçmiş
lı tutulmasına zikir denilir1. toplumların durumlarını bilen âlimler, Ehl-i Kitap, Ehli
Kavram olarak ‘zikir’; Allah’ı anmak üzere söylenmesi Kur'ân, Ehli Tevrat, ilim ve tahkik ehli âlimler manaları-
ve yapılması tavsiye edilen, sözlü ve ameli eylemleri kap- na gelmektedir5. Fakat bu kavramı, genel manasında de-
sayan davranışların tümüdür2. ğerlendirdiğimizde, ilim, irfan, yeterli seviyede Kur'an ve
ilahi vahiy kültürüne sahip insaflı ve vicdanlı insanların
Kur’ân’da zikir kavramının anlamlarına baktığımız
tümünün söz konusu edilmesi mümkündür6. Daha genel
zaman, şu ifadeler karşımıza çıkmaktadır: söylemek, bah-
bir ifadeyle “zikir ehli”, gönderilen ilahi mesajları bilen
setmek, konuşmak, hatırlamak, hatırlatmak, anmak, ge-
ve bunların ahkâmını hakkı ile eda eden kimseler, bilgi
reğini yapmakla birlikte hatıra getirmek, kadrini bilmek,
sahibi olanlar7 yani âlimler için kullanılmıştır8.
tefekkürle birlikte hatıra getirmek, mükâfatlandırmak,
övmek, şükrünü edâ etmek, tekbir getirmek, telbiye, Zikir kavramından türeyen kelimelerden birisi de
duâ ve yakarış, söz, kıssa, haber, Kitab, Kitab indirme, tezekkürdür. Bu kelime, tıpkı zikir kavramında olduğu
Kur’ân, Kur’ân dışındaki ilâhî kitaplar, Peygamber, şân, gibi iki eylemi ifade etmektedir. Bunlardan birincisi, kal-
şeref, şeref verici husus, nasihat ve düşünceye sevk eden bimizin, bildiğimiz şeylerden kaybettiklerini, unuttukla-
husus, ikaz, delil, hatırlamaya (ibrete) sevkeden vaaz ve rını tekrar geri döndürmeye, hatırlamaya yönelik çabası9,
öğüt, anlamak, anlatmak, besmele, bilmek, dâvet etmek, diğeri de unutulmamış olanların, öğrenilenlerin, bilinen-
delil, görmek, ibâdet etmek, ibret almak, iman etmek, lerin, duyulanların ve görülenlerin de iyice zihne yerleş-
itaat etmek, kulluk yapmak, Levh-i Mahfûz, namaz kıl- tirilmesidir. Yani geçmiş, şimdiki zaman ve istikbale yö-
mak, okumak, öğüt almak, söylemek, uyarı, vahiy ve yol nelik varlık ve olgulardan, gerçeklerden hareketle sağlam
göstermek...3 Bu anlamların tümünü ihtiva eden zikir bir düşünce, inanç ve bilgi atmosferi oluşturabilmektir.
kavramının, hiç de azınsanmayacak oranda geniş bir ala- Daha genel bir ifadeyle tezekkür, evrende bulunan tüm
na sahip olduğunu görmekteyiz. varlıklardaki sonsuz rahmet eserlerini ve sanat delillerini
düşünerek kendi noksanını görmek ve Yüce Yaratıcı’nın
Çok geniş bir anlam alanına sahip olan zikir kavra- kuvvet ve kudretini anlama yolunda çaba göstermektir10.
mının manası, günümüzde daraltılmış ve sadece Allah'ın Bir başka ifadeyle tezekkür, üzerinde düşünülen varlık-
adını dil ile anmakla sınırlandırılmıştır. Oysa ‘zikir’, insa- ların türlerini, özelliklerini hatırlayarak, dikkate alarak
na sevap kazandıran her türlü amelin genel adıdır4. Çün- “hakikati” anlama gayretidir11. Kur’ân’da tezekkür ifade-
kü ‘Zikir’, Allah’a itaattir. Bütün ibâdetlerin özü ve aslı, si, tefekkür kavramında olduğu gibi, varlığın hem maddi
Allah Teâlâ’yı hatırlamak ve O’na itaat etmektir. Allah’a ve hem de manevi boyutları hakkında kullanılmaktadır12.
itaat ise, Kur’ân veya hadislerde yer alan bir takım güzel "Biz sana feyizli ve bereketli bir kitap indirdik ki insan-
sözleri sadece söylemek veya tekrarlamak değil; bilakis lar onun âyetlerini tezekkür etsinler13 (iyice düşünsünler)
her halükârda Allah’a kulluk şuuru içerisinde bulunmak ve aklı yerinde olanlar ders ve ibret alsınlar." (Sad, 38/29).
ve tam bir teslimiyet göstermek, her hal ve şartta O’nun Ayetteki tezekkür ifadesi, öğüt almak,14 ibret almak15ola-
sürekli bizi gözetlediğini zihnimize yerleştirmektir. rak değerlendirilmiştir.
Kur’ân-ı Kerim’de, zikir kavramından türeyen birta- Kur'ân'da tezkire kavramı da yer almaktadır. Tezkire;
kım kavram ve ifadeler yer almaktadır. Zikir kavramını hatırlatma, öğüt, hatırlatan şey demektir. Tezkire, kendisi
daha iyi anlayabilmek için, bunlar hakkında da bilgi sahi- sebebiyle bir şeyin hatırlanmasıdır16. "Biz Kur'ân'ı, ancak
61
Allah'tan korkanlara bir tezkire olsun diye indirdik" (Taha,
20/3)17 ayetinde uyarı18 ve öğüt19 anlamlarında kullanılmış-
tır. Bu kelime, Kur'ân20 anlamına da gelmektedir21. Çünkü
Allah’ın en büyük uyarı ve öğütleri Kur’ân’da mevcuttur.
Kur’ân, baştan başa hak ile batılın, doğru ile yanlışın, iyi
ile kötünün ikaz, öğüt ve bilgi kaynağıdır.
Kur’ân’da zikir kökünden türeyen kelimelerden birisi
de ‘zikrâ’dır. Zikra, zikir kavramından daha geniş bir ma-
nayı kapsamakta ve çok zikir, yoğun zikir, derinliğine zi-
kir demektir22. Zikir kavramında olduğu gibi öğüt, ikaz
ve evrensel rahmet anlamındadır23. “Korkup sakınanlar
üzerinde onların (âyetlerle alay edenlerin ) hesabından 3- Bedeni zikir: Vücudumuzdaki bütün organların,
herhangi bir şey (sorumluluk) yoktur. Ancak (bu) bir sorumlu oldukları vazife ile meşgul ve yasaklandıkları
yoğun hatırlatmadır (zikrâ’dır). Umulur ki korkup sa- şeylerden de kaçınmalarıdır26. Bu noktada hem Allah ile
kınırlar” (En’âm, 6/69). “Ve gündüzün başında ve sonun- ve hem de insanlarla olan muamelemizin dürüst ve sami-
da, bir de gecenin erken saatlerinde salâtta devamlı ol; mi olması gerekir. Dolayısıyla yaptığımız her işi, ibadet
çünkü muhakkak ki iyi eylemler kötü eylemleri giderir; şuuru içerisinde yapmalı ve aksi durumda hesaba çekile-
[Allah'ı] hatırında tutanlar için bir öğüt, bir hatırlatma- ceğimiz endişesini taşımalıyız.
dır bu” (Hûd, 11/114)24.
Zikir, bütün kısımlarıyla birlikte kalple, ruhla doğ-
Zikir, şükür kavramında olduğu gibi hem dil, hem rudan ya da dolaylı olarak ilgilidir. Zira yapılan ameller,
kalb ve hem de bedenen yani amellerle olmalıdır. kalbi, ruhu müsbet ya da menfî bir şekilde etkileyecektir.
1- Dil ile zikir: Allah'ı isimleriyle anmak, hamd etmek, Çünkü insanın maddî ve mânevî yönü arasında bir iliş-
tesbih etmek, Kur'an okumak, Kur’ân’ı dinlemek ve dua ki vardır. Bu ilişki sebebiyledir ki ruhta meydana gelen
etmektir. Dil ile yapılan zikir, kalbi zikre yol açmalıdır. bir eserin, eylemin bedene birtakım etkileri olur. Aynı
2- Kalb ile zikir: Kalbi zikir, bedenin zikrine yani şekilde bedende birtakım fiil ve davranışın tekrarından
ameli zikre zemin hazırlamalıdır. Ameli zikirden kastı- da nefiste kuvvetli bir meleke meydana gelir ki bu da
mız, Allah’ın yapmamızı istediği kulluk vazifeleri, bir bedenden ruha çıkan eserler, etkilerdir... Bu yüzden in-
başka ifadeyle ibadetlerdir. Kalb ile zikir, Allah'ı gönül- sanda hüsn-i tefekküre engel olmayacak şekilde ve ken-
den anmaktır. Bu da üç çeşittir: a)-Allah'ın varlığına de- disine işittirecek kadar dil ile zikir yapıldığı zaman, bu
lalet eden delilleri düşünmek, O'nun isim ve sıfatlarını dil ile yapılan zikirden dolayı hayalde bir etki oluşur. Ve
tefekkür etmektir. Allah'ın varlığına delalet eden deliller, bundan ruha bir nûr yükselir. Sonra bu nurlar, ruhtan
başta Kur’ân ayetleri ve kâinattır. Kur’ân’da ve kâinat- dile, lisandan hayâle, hayalden akla yansır. Karşılıklı ay-
ta yer alan ayetlerin tümünde, Yüce Yaratıcıya götüren, nalar gibi birbirini takviye ve biri diğerini geliştirerek ke-
O’nun varlık ve birliğini haykıran, kuvvet ve kudretini mal noktasına eriştirir. Bunun mertebelerine son yoktur.
gözler önüne seren sayısız alamet ve deliller mevcuttur. Ma’rifet yolculuğu, işte bu nihayetsiz deryada Hakk’ın
b)-İlahi hükümleri yani Allah'ın emir ve yasaklarını ve isteğine doğru yürümektir...27
kulluk görevlerimizi ve bunlarla ilgili delilleri düşünmek. Zikir, dil ve beden ile yapılan kalbî bir uyanıklık için-
Yani bir gönül ve vicdan muhasebesi yapmak gerekir. Ne de gerçekleştirilmelidir. Zira zikir, gaflet ve nisyanın yani
ile mükellefim, neyi ne kadar yapmam gerekir? İlahi tek- unutmanın gafletin zıddı demektir. Bu anlamda zikir,
lifler benim için ne ifade ediyor? Sorularının cevaplarına Allah’ı unutmamak yani hiçbir hâl ve şartta O’ndan gafil
kafa yormak… c)-Benliğimizdeki ve evrendeki varlıkları olmamaktır. Dolayısıyla gafleti gidermeyen zikir, haki-
ve bunların sırlarını tefekkür ederek, her zerrenin, "yü- katte zikir değildir. Nitekim Allah'ı zikir için farz kılınan
celikler âlemi”ne ve Allah'ı gereği gibi bilmeye götüren namazı gafletle edâ edenler kınanırken (Mâûn, 107/ 4-5),
birer ayna olduğunu görmek, idrak etmektir. Böyle bir onu huşû içinde yerine getirenler övülmüştür (Mü'minûn,
zikirden alınacak zevkin bir göz açıp kapamak kadar olan 23/1-2). Yine aynı şekilde "Gerçek müminler ancak o kim-
zamanı bile cihanlar değer. İşte bu noktada insan kendin- selerdir ki yanlarında Allah zikredilince kalpleri ürperir,
den ve âlemden geçer25. kendilerine O’nun âyetleri okununca bu, onların imanla-
62
retmektedir. Çünkü Allah'ı anmak demek, ona kalpten
bağlanmak, sürekli olarak onun gözetimi ve denetimi al-
tında yaşadığımızın farkında ve şuurunda olmaktır.
Ayetlere baktığımız zaman, en büyük zikir olarak Kur’ân’ın
gösterildiğini görmekteyiz. "İşte bu (Kur'ân), bizim indirdi-
ğimiz bir zikirdir. Şimdi onu inkâr mı ediyorsunuz?" (Enbiya,
21/50). “Hiç şüphesiz Zikr’i (Kur’ân’ı) biz indirdik biz; onun
koruyucuları da gerçekten biziz” (Hicr, 15/9). Kur’ân, kendi-
sine ‘zikir’ demektedir ki, O, baştanbaşa bir öğüt, hatırlatma,
insanlarla ilgili her önemli şeyi açıklayan bir ilâhî bildiridir28.
O, aynı zamanda sürekli Allah’ı hatırlatan ayetlerden meydana
gelmektedir. Bu manada kalpler, Kur’ân ile huzur ve sükûn
rını artırır ve yalnız Rab’lerine güvenip dayanırlar.." (En- bulur. İnsanlar, onun ayetlerini tefekkür ve tedebbür29 etsin-
fâl, 8/2) âyeti, zikrin gönlü titretecek derecede bir şuur ve ler ve dosdoğru yolda hidayet üzere yaşasınlar diye Kur’ân
uyanıklık içinde yapılması gerektiğine dikkat çeker. gönderilmiştir.
Mü’minler, inandıkları, her an tesbih ettikleri ve Çağdaş müelliflerden Muhammed el-Behiy, zikir
önünde kulluk yaptıkları Rablerini hiç bir zaman unut- kavramının, yüce kitabımızda öncelikli ve ağırlıklı ola-
maz ve O’ndan gafil olarak hareket etmezler. Yüce Al- rak Kur'an anlamında kullanıldığını belirtir30. Allah'ı zik-
lah’a karşı duydukları sevgi ve takva duygusu, sürekli retmek; O’nun yüceliği ve azameti karşısında mü'mini
onların içindedir. Onlar devamlı bir şekilde Allah’ı zikre- şuurlandıran bilinçli bir eylemdir. Bu davranışın insan
derler. Bu zikir (anma), sadece unutulan şeyin tekrar akla hayatındaki eseri; doğruluk, Allah yoluna uyma, kendi-
getirilmesi değil, bilakis; sürekli kalpte ve benlikte olan sine ve başkasına kötülük veren şeyden kaçınma, hayatı-
Allah’ın varlığını tekrar hatırlamak, O’nun nimet verici nın her anında Allah’la olma şeklinde belirir. Mü'min, bir
olduğunu itiraf etmek, O’nun büyüklüğünü ve yüceliğini insan olarak yanılabilir, hata edebilir ve unutabilir. Bu
dile getirmek ve ibadeti yalnızca O’na yaptığını amelle- durumda o kişi, Allah yoluna uymasına engel olan hatalı
riyle göstermektir. durumları görebilecek bir kabiliyete de sahip olmalıdır.
Mü’min, Kur’ân’daki ayetleri okudukça, evrenin her Yanılır, unutur veya hata ederse; tekrar Allah'ın istediği
köşesine yerleşmiş olan sayısız ayetleri gördükçe, onlar- kul olma yolunda bir çaba içine girmelidir. Çünkü Allah'ı
dan haberdar oldukça, Rabbini tekrar hatırlar. Onun zikir, olumlu davranışa iten aklî ve ruhî bir faaliyettir31.
kalbi ve organları Allah’ı anmaktan hiçbir zaman uzak Kur'an, bu konuda mü'minlere şöyle sesleniyor: "O tak-
kalmaz. Kur’ân’daki ve evrendeki ayetleri, Allah’a götü- vâ sahipleri, bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine
recek bir sebep ve vasıta olarak görür ve bundan dolayı zulmettiklerinde Allah'ı zikrederler. O'nu hatırlayıp gü-
da imanı artar (Enfal, 8/2). Allah’ın ve O’nun yüceliğini nahlarından dolayı hemen tevbe istiğfâr ederler..." (Âl-i
tekrar aklına getirir. Fakat onun bu hatırlayışı, yalnızca İmrân, 3/135).
zihninde bir beliriş veya dilinde bir söz halinde kalmaz. Allah'ın “zikir” olarak nitelediği kitabını dünya haya-
Bu hatırlamanın ötesine geçer, dili ve kalbiyle yaptığı zi- tında rehber edinmeyenler, onun uygulanmasını istediği
kir, bedenini kaplar, organlarda amel yani ibadet olarak gerçekleri hayata taşımayan yani kitabından uzaklaşmış
ortaya çıkar. Sosyal hayatındaki tüm davranışlarını da bu olanlar, Kıyâmet günü feryad edecek ve yaptıklarının
bilinç içerisinde yürütür. pişmanlığını hem sözlü olarak ve hem de beden diliyle
Kur’ân, zikrin her durumda yapılabileceğini belirt- göstereceklerdir. Kur’ân bu sahneyi şu ifadelerle tasvir
mektedir: “Onlar ki ayakta dururken, otururken ve uyu- etmektedir: “O gün zalim, parmaklarını ısırır "Eyvah!
mak için uzandıklarında Allah'ı zikrederler [ve] göklerin der, keşke o Peygamberle birlikte bir yol tutaydım. Ey-
ve yerin yaratılışı üzerinde tefekkür ederler: “Ey Rabbi- vah! Keşke falancayı dost edinmeyeydim! Vallahi bana
miz! Sen bunları[n hiç birini] anlamsız ve amaçsız yarat- gelen Zikirden beni o uzaklaştırdı. Zaten Şeytan, insanı
madın. Sen yücelikte sınırsızsın! Bizi ateşin azabından işte böyle uçuruma sürükleyip sonra da yüzüstü, yalnız
koru!” (Âl-i İmrân, 3/191). Ayette görüldüğü gibi zikir, be- bırakır. O gün Peygamber: "Ya Rabbi, halkım bu Kur'a-
lirli bir zaman, mekân veya ibadete özgü değildir. Yüce nı terkedip ondan uzaklaştılar!” der” (Furkan, 25/27-30).
Yaratıcı, her halimizde O’nunla birlikte olmamızı em- Ayete dikkatlice bakarsak Peygamberimiz, kendisine Al-
63
lah tarafından indirilmiş olan vahyi, kitabı zikir olarak kü gönüller, baştan başa “zikrullah” olan Kur’ân ile huzu-
nitelendirmekte ve ümmetinin o zikri mehcur ettiklerini ra erer, içsel acılar, sancılar şifa bulur, sükuna kavuşur ve
yani onu terkedip uzak durduklarını, onunla amel etme- yatışır…41 Gönüller O'nun dışında hangi dünya nimetine
diklerini Rabb’ine şikayet etmektedir. meylederse etsin, onların hepsinin daha iyisi ve daha üs-
Kitabın, “Zikr”in terk edilmesi iki anlama gelmekte- tünü bulunduğundan, hiçbirinde karar kılamaz. O yöne-
dir: Bunlardan birisi, onunla amel etmemek; diğeri de lişlerden hiçbiri, o kişinin ruhunun özlemini gideremez,
onun hakkında saçma sapan konuştular, evvelkilerin uy- heyecanını doyum noktasına ulaştıramaz. Doyuma ulaş-
durma masallarıdır dediler32. İnkarcılar, Allah’ın “Zikr” mak ve lezzet almak için daha yükseğine ulaşmak ister…
olarak isimlendirdiği yüce kitabını dikkate değer gör- Bundan dolayıdır ki, Allah'ı zikretmeyen kâfir ve gafil
mediler. Kabul etmedikleri gibi, ardından da gitmediler. kalpler, hiçbir zaman ıstıraptan kurtulamaz, kalb huzuru
Onu anlamsız ve deli saçması bir şey yerine koydular. veya gönül huzuru denilen mutluluğu tadamaz. Huzur
Onu eğlenme ve alay konusu haline getirdiler33. Ona ilgi- bulamaz, bu kararsızlık ve doyumsuzluk içinde çırpınır
siz kaldılar34. Bunun nedeni, dünyevî istek ve tutkularına da çırpınır. Geçici sebeplerin, boş emellerin sarsılıp yı-
aykırı buldukları için ya da zamanın değişen şartları kar- kılışından kaynaklanan bir hicran acısına düşer… “Zik-
şısında “geçerliğini yitirmiş” bir öğreti olarak gördükleri rullah” olarak nitelenen Kur’ân’a yapışmadıkça, sürekli
içindir. Halbuki Kur’ân mesajını benimseyen toplumların olarak bu pişmanlık devam eder gider42.
çoğu, onu ilahî bir mesaj (vahiy) olarak görmekte ve ke- Allah'ı zikretmek, Allah’ın hatırlatmasıyla, bildirme-
limenin en geniş anlamıyla, her bakımdan “tutarlı ve her siyle olur ki, iki mertebe üzere tecelli eder: Birincisi, Al-
çağda geçerli” olduğuna inanmaktadırlar35. lah’ın zikir işini, doğrudan doğruya kalplerde yaratması-
"O âlemler için bir zikirdir" (Sâd, 38/87) ayetinde yer dır ki, bu fiilî bir hidayettir. İkincisi de Allah'ı hatırlatacak
alan “O” zamiri, Kur'ân36 veya Hz. Peygamber manasına âyetlerle delilleri yaratması veya göndermesidir. Bu âyet
da gelmektedir. Ayetteki zikir kavramını, Hz. Peygamber ve deliller de iki kısımdır: Birincisi peygamberlere verdi-
olarak anlayanlara göre, onun şahsiyeti baştanbaşa zikir, ği kevnî mucizelerdir. Asayı ejderha yapmak, ateşte yak-
nasihattir37. Zikir kavramının, "ilmi akılda tutmak" anla- tırmamak, dağları yerinden oynatmak, ölüyü diriltmek,
mını ele aldığımızda ayetin manası şu şekilde de düşünü- gökten sofra indirmek, ayı ikiye bölmek gibi duyularla
lebilir: "O (Kur'ân), âlemler için (akılda tutulması, hatır- idrak olunabilecek âyetlerdir. Bunların etkisi, olayın mey-
lanması gereken) bir “ilim”dir ancak" 38. Kur'ân, kalblerde dana geldiği zamana ve orada bulunanların gözlemleri-
olan küfür, şirk, nifak, fısk, isyan, inkar, şüphe ve her türlü ne bağlı kalacağından, geçici ve sınırlıdır. Bunlar bütün
yanlış inanç, hakikati kabul etmeme ve bilmeme (cehalet) insanların kalplerinin yatışmasına sebep bakımından de-
anlamındaki manevi hastalıklar için şifadır. Onda hikmet, ğil, akılların Allah'ı zikretmeye sebep olması yönünden
korkutma, teşvik ve kalbin iyi olmasını sağlayacak ve ib- faydalı olabilirler. Diğer kısmı da her zaman ve herkes
ret almayı gerektirecek güzel öğütler vardır. için düşündürücü olan aklî âyetler ve itikadî delillerdir.
“Onlar ki, inanmışlar ve “zikrullah” ile kalpleri huzur İşte Kur'ân böyle bir Allah zikridir. Kur'ân'ın düşünceye
ve doyum bulmuştur; Dikkat edin, kalpler gerçekten de yaptığı telkinlerle Allah'ı zikretmeyen ve bununla tatmin
ancak “zikrullah” ile huzura erişir” (Ra’d, 13/28). Ayette olmayan kalplerin, hiçbir âyet ve delille tatmin bulmasına
yer alan "zikrullah" teriminden anlaşılması gereken hu- imkan yoktur. Bunlar ebediyete kadar doyum ve tatmin-
sus, Kur'ân-ı Kerim'dir39. “Âyetin siyak-sabakına (bağ- den yoksun kalacak ve acı içinde çırpınıp duracaklardır…
lam) dikkat edildiğinde, Allah'ı zikretmekten maksadın Artık bunların kalbi, selim bir kalb olmaktan çıkmıştır.
Kur'an olduğu düşünülebilir. Zira bir önceki âyette in- Vicdan da vicdan olma özelliğini yitirmiş, çürümüş ve
karcıların kabul etmedikleri şey Kur'ân'dı; buna karşılık bozulmuştur. Onun için Kur'ân'ın düşündürücü âyetle-
müminlerin gönüllerini huzura kavuşturan zikir de yine rinden istifade edemezler. Allah zikri ile tatmin olmayan
Kur'ân'dır. Bununla birlikte ayette konu edilen “zikrul- bu kâfirler, "Yürekleri bomboş"(İbrahim, 14/43) âyeti ge-
lah” teriminden, dil veya kalp ile Allah'ın anılmasının kas- reğince gönülleri boş heva ve heveslere kapılmış kalmış,
tedilmiş olması da kuvvetle muhtemeldir”40. kalpsiz ve vicdansızdırlar43.
Kalbleri Kur’ân ile doyuma ulaşmış olanlar, iman et- Allah’a gereği gibi kul olma inancıyla hareket eden
mek için Allah'ın bir hatırlatması, özel bir bildirisi, en kişinin, yaptığı her meşru iş ve söylediği her güzel söz
açık seçik tebliği olan Kur'ân'dan daha büyük, daha fay- nerede ve ne zaman olursa olsun zikirdir, ibadet niteli-
dalı bir âyet veya bir mucize olamayacağını bilirler. Çün- ğindedir. Bize Allah’ı hatırlatan, O’na davet eden her şa-
64
hıs, ders, faaliyet, gayret, konuşma ve çalışma da zikirdir. 6. er-Razî, XX, 37
Caddede yürürken, ahlâki kurallara riayet eden, ticaretin- 7. Hayrettin Karaman ve arkadaşları, Kur’ân Yolu, III, 356.
8. Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’ân Tefsiri, VII, 3317; Yusuf Kerimoğlu, Keli-
de dürüst davranan, insani ilişkilerinde kul hakkına riayet
meler Kavramlar, s. 345
edenler zikir halindedir ve onlar zikir ehlidirler… Çünkü 9. Ebu’l-Beka, s. 67
onlar, “zikr”i benimsemiş ve ona uygun olarak hareket 10. Elmalılı, V, 3611
etmişlerdir. 11. Kur’ân Yolu, III/342-343
12. Bkz., Zariyat, 51/49; Vakıa, 56/62; Ra'd, 13/19.
İnsan her durumda Allah’ı zikretmekle mükelleftir.
13. Tezekkür ifadesinin geçtiği bazı ayetler için bkz. Taha, 20/44; Fatır, 35/37; Zümer,
Bir kulu, Allah’ı zikirden alıkoyacak hiçbir sebep olma- 39/9; Ğafir, 40/13; Naziat, 79/35; Fecr, 89/23; ...
malıdır. Mü’min, rahatlık ve afiyette Allah’ı zikrettiği ve 14. en-Nesefî, IV, 40; es-Sabunî, Safvet, III, 58.
şükrettiği gibi; musibet, afet ve felâketler zamanında da 15. Elmalılı, VI, 4094
Allah'a sığınmak, O’nun yardımını istemek mecburiye- 16. İsfehani, s. 329
tindedir. Mü’minin bu sığınışı ve yapmakla Allah'ın rıza- 17. Tezkire ifadesinin geçtiği ayetler için bkz.,Vakıa, 56/73; Hakka, 69/12, 48; Müz-
sını kazanacağı her ameli, bir zikirdir.44 zemmil, 73/19; Müddessir, 74/49, 54.
18. el-Maverdî, III, 393
Sonuç olarak, Kur’ân ayetlerine baktığımızda zikir 19. Vehbi Efendi, Hülasatu’l-Beyan,VII, 3267
kavramının oldukça geniş bir anlam sahası mevcuttur45. 20. İlgili ayetler için bkz. Müddesir, 74/54; İnsan, 76/29; Abese, 80/11.
Bu çalışmada gördüğümüz gibi “zikir” kavramı ile “zik- 21. el-İsfehanî, s. 329.
22. el-İsfehanî, s. 329.
rullah” terimi, sadece dil veya kalple Allah’ı hatırlamak
23. Elmalılı, III, 1974
veya bazı zikir ifadelerini belirli sayılarda söylemek değil-
24. Ayrıca bkz. En’âm, 6/90; A’râf, 7/2; Enbiyâ, 21/84; Ankebût, 29/51 vd…
dir. Zikretme ibadetini bu şekilde anlamak, Kur’ân’ın “zi- 25. Elmalılı, I, 540-543
kir” ve “zikrullah” terimlerinin anlamını oldukça daralt- 26. Elmalılı, I, 540-543
mak olur. Biz bu çalışmamızla bu tür zikrin olmadığını 27. Elmalılı, IV, 2362-2363
veya olmaması gerektiğini savunuyor değiliz. Gayemiz, 28. Kur’ân’ın zikir olduğunu ifade eden ayetlere ilişkin olarak bkz. Al-i İmran, 3/58;
ilmi ve dini bir hakikatin ortaya çıkmasıdır. Dil ve kalp Maide, 5/91; A’raf, 7/63; Yusuf, 12/104; Hicr, 15/ 6, 9; Nahl, 16/43,44;Enbiya,
21/2,24,36,50; Tâhâ, 20/ 99;Furkan, 25/18,29; Şuara, 26/5; Yâsin, 36/11;
ile yapılan zikir de zikirdir ama bu, Kur’ân’ın zikir olarak
Sad, 38/1,8,87;Fussilet, 41/41 Necm, 53/ 29; Zuhruf, 43/5,36,44; Kamer,
nitelendirdiği eylemlerin bir kısmıdır, hepsi değildir.
54/25; Kalem, 68/51,52; Mü'minûn: 74/71;Tekvir, 81/27; Talâk: 100/10
Hakikate ulaşmak, cüz’î veya kısmî bakış açısıyla de- 29. Tefekkür, tedebbür ve diğer ilim ifade eden Kur’ânî kavramlar için bkz. Musa Bilgiz,
ğil, ancak bütüncül olarak bakmakla mümkündür. Binae- Kur’ân’da Bilgi Kavramsal Çerçeve ve Bilgi Türleri, İnsan Yay. İst. 2003.
30. Muhammed el-Behiy, İnanç ve Amelde Kur’ânî Kavramlar, Yöneliş Yayınları, İstan-
naleyh, namaz kılmak, namazda ve namaz dışında Kur’ân
bul, 2003, s. 30, 189
okumak, Kur’ân’da ve evrende mevcut olan ayetleri te- 31. Muhammed el-Behiy, İnanç ve Amelde Kur’ânî Kavramlar, s. 30, 189
fekkür ve tedebbür etmek, Allah’a itaat etmek; Kur’ân’ın 32. Elmalılı, V, 3582-3583
hükümlerini öğrenmek, öğretmek, yaşamak, yaşanması- 33. Mevdudi , Tefhim, III, 585
na yardımcı olmak gibi dil, kalp ve bedenle yaptığımız 34. Hayrettin Karaman ve Arkadaşları, Kuran Yolu, IV/138.
ibadetlerin tümü zikirdir. Kısaca her halimizde Allah’ı 35. Muhammed Esed, Kur’ân Mesajı, II, 732, dipnot: 24
hatırlama ve hatırlatmaya yönelik olarak gerçekleştirdi- 36. el-İsfehanî, s. 328
37. Mevdudî, Tefhim,VI, 384
ğimiz bütün davranışlar, zikir kavramının anlam alanı
38. Kasım Turhan, "Kur'ân'da Felsefî Antropoloji", Bu Meydan Dergisi, Sayı: 1, İst.,
içerisindedirler. 1989, s. 89.
* Atatürk Üniv. İlahiyat Fak. Öğrt. Üyesi 39. Beydavî, Envaru’t-Tenzil, Dersaadet Yay. İst. tsz. I, 507; Ebussuud, İrşadu Akli’s-
mbilgiz@yeniumit.com.tr Selim, Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut, 1990, V, 20; Elmalılı, IV, 2983.
40. Hayrettin Karaman ve Arkadaşları, Kuran Yolu, III, 262-263.
DİPNOTLAR 41. Elmalılı, IV, 2983
1. Ebu’l-Beka, Külliyat, s. 67, el-İsfehanî, Müfredat, s. 328; Ali Ünal, Kur’ân’da Te- 42. Elmalılı, IV, 2983-2984’den kısmen özetlenerek iktibas edilmiştir.
mel Kavramlar, Nil Yay. İzmir, 1999, s. 21 43. Elmalılı, IV, 2984-2985’den kısmen özetlenerek iktibas edilmiştir.
2. Bkz. Elmalılı, I, 540-543. 44. Ali Ünal, Kur’ân’da Temel Kavramlar, s. 21; Resul Bozyel, “Zikir Üzerine”, Haksöz
3. Ramazan Yılmaz, Kur'ânî Kavramlar, Mahmut Çanga, Kur’ân-ı Kerim Lügatı, www. Sayı: 8 (Kasım 91), s. 7
ikraislam.com, ansiklopediler, kavramlar ansiklopedisi, zikir kavramı, 19.01.20- 45. Zikr kavramıyla ilgili bazı ayetler için bkz. (Bakara, 2/114,152, 231, 239; Âl-i
06 İmrân, 3/41, 135, 190-191; Nisâ, 4/103; A'râf, 7/200-201, 205; Enfâl, 8/2,
4. Bkz. Elmalılı, I, 540-543. 45; Ra’d, 13/28; İsrâ, 17/44; Kehf, 18/24, 28; Tâhâ, 20/41-43, 124; Hacc,
5. el-İsfehanî., s. 328, el-Maverdî, III, 189; er- Razî, XX, 37. 22/34-35)
65
A L T I N N E F E S L E R
66
YENİ ÜMİT
Nisan - Mayıs - Haziran -2006 / 72 iÇiNDEKiLER
IŞIK EĞT. TİC. LTD. ŞTİ. ADINA SAHİBİ
Fehmi ÇALIŞKAN Fitneye Yenik Yıllar
GENEL KOORDİNATÖR Başyazı 2
Dr. Ergün ÇAPAN
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Mağrib’den Maşrik’a
Zühdü MERCAN Prof. Dr. Suat YILDIRIM 4
SORUMLU SEKRETER
Recep ÇAKIR Dini Tebliğ ve Eğitim Sürecinde “Öncelikler”
İDARİ MERKEZ Faktörü ve Bu Noktadan Kur’ân’a Bakış 8
İstanbul
Yard. Doç. Dr. Mehmet ŞANVER
YAYIN TÜRÜ
Yaygın Süreli
Şiir - Sen’den Dönmezem
GÖRSEL YÖNETMEN
Engin ÇİFTÇİ Nesîmî 13
GRAFİK-TASARIM
Hadislerde “Rahmet” Kavramı
Sinan ÖZDEMİR
YAYIN VE İLETİŞİM ADRESİ Yusuf GÜNEŞ 14
Emniyet Mh. Huzur Sk. No : 5 Üsküdar / İSTANBUL
Tel : 0 ( 216 ) 318 1000 - Faks : 0 ( 216 ) 422 4140 Büyük Günahlar
ABONE VE DAĞITIM MÜDÜRLÜĞÜ Selçuk CAMCI 21
Bulgurlu Mh. Libadiye Cd. Haminne Çeşmesi sk. No : 20 P.K.72
Üsküdar / İSTANBUL Barışçı Dinin Radikal Grubu: Hâricîler
Tel : 0 ( 216 ) 522 09 99 - Faks : 0 ( 216 ) 443 98 34
Porf. Dr. Sayın DALKIRAN 24
BASILDIĞI YER
Çağlayan A.Ş. Gaziemir/İZMİR
Tel: 0 232 252 20 97 Faks: 0 232 252 21 00
Kur’ân Penceresinden Ailede Erkeğin Konumu
BAYİ DAĞITIM Yard. Doç. Dr. Mesut ERDAL 32
DPP A.Ş.
BASIM TARİHİ
Peygamber Efendimiz’in Bir Günü
Mayıs 2006 Prof. Dr. Abdülhakim YÜCE 36
E-MAIL - WEB
www.yeniumit.com.tr • info@yeniumit.com.tr Efendiler Efendisi’ne Bir Demet Salavât
Fiyatı: KDV Dahil 4 Y TL / 4.000.000 TL Delâilü’l Hayrât 42
Süleyman SARGIN
TEMSİLCİLİKLER
Adana : 363 0134
Adıyaman : 213 4959
Elazığ : 236 9563
Erzincan : 214 8630
Konya : 353 3963
Kütahya : 224 7422
Gazel
Afyon : 213 8883 Erzurum : 234 3914 Malatya : 321 8080 Seyyid NİZAMOĞLU 49
Ağrı : 215 2328 Eskişehir : 221 4651 Manisa : 231 8939
Aksaray :212 3977 Gaziantep : 215 1024 Mardin : 213 1091 Giyim - Kuşam Üzerine İslami Bir Bakış Açısı
Amasya : 218 7090
Ankara : 232 4274
Giresun : 216 5516
Gümüşhane: 213 5026
Muğla : 214 0580
Muş : 212 3198 Doç. Dr. İsmail KÖKSAL 50
Antalya : 244 9060 Hakkari : 211 4640 Nevşehir : 212 0361
Ardahan : 211 3890 İskenderun : 613 5957 Niğde : 232 2085 Mü’minin Niyeti Amelinden Hayırlıdır
Artvin : 212 7224
Aydın : 213 1151
İçel : 237 1350
Iğdır : 227 8141
Ordu : 225 2703
Osmaniye : 812 3797 Dr. M. Selim ARIK 54
Balıkesir : 244 6494 Isparta : 218 9102 Rize : 213 1250
Bartın : 227 0170 İst.Anadolu: 492 8541 Sakarya : 278 4770 Kevser-i Kur’ânî
Batman : 212 1625
Bayburt : 211 4905
İst.Avrupa : 639 9221
İst.Boğaziçi : 272 0111
Samsun : 432 7178
Siirt : 223 4163 Savfet SENİH
57
Bilecik : 212 1275 İst.Suriçi : 528 6597 Sinop : 261 6435
Bingöl : 213 7868 İzmir : 483 9038 Sivas : 224 5882 Kur’ân’da Zikir Kavramı
Bitlis : 226 9927 K. Maraş : 225 2756 Şanlıurfa : 313 8150
Yard.Doç. Dr. Musa BİLGİZ
60
Bolu : 212 2343 Karabük : 412 5657 Şırnak : 216 3068
Burdur : 212 3066 Karaman : 214 2065 Tekirdağ : 261 7951
Bursa : 223 0031 Kars : 212 4068 Tokat : 212 1502 Gazel
Çanakkale : 217 9484 Kastamonu : 212 1361 Trabzon : 326 3822
Tâlib-i Bursevî
66
Çankırı : 213 3223 Kayseri : 222 2031 Uşak : 224 3546
Çorum : 212 4273 Kilis : 813 6353 Van : 210 0978
Denizli : 241 5156 Kırıkkale : 225 6606 Yalova : 813 0675
Diyarbakır : 228 8009 Kırklareli : 214 4025 Yozgat : 212 4672
Düzce : 523 6694 Kırşehir : 212 7446 Zonguldak : 253 1553
Edirne : 212 5165 Kocaeli : 322 0553 Kdz.Ereğli : 316 7422
YAYIN İLKELERİ
•Gönderilen yazıların yayınlanmasına Yayın Kurulu karar verir.
•Yayınlanan yazıların her türlü sorumluluğu yazarlarına aittir.
•Yazılar 3000 kelimeyi geçmemelidir.
•Türkçeyi kullanmada itina gösterilmelidir.
•Faydalanılan kaynaklar, metin içerisinde.. meselâ, (Yazır 1983, 2: 560) gibi,
yazarın soy ismi, kitabın yayın tarihi, varsa cilt ve sayfa numarası ile kısaca
verilmeli, daha sonra, yazının sonunda liste hâlinde açık olarak belirtilmelidir.
Kitap isimleri italik yazılmalıdır.
Dini İlimler ve Kültür Dergisi
•Yazılar yayınlansın veya yayınlanmasın iade edilmez.
•Dergimizdeki yazılar, başka yerlerde kaynak gösterilerek yayınlanabilir.
67 •Yayınlanan yazılar için te’lif ücreti ödenir. 67
İnsan, bedenî ve cismanî arzularıyla imtihan olduğu gibi,
bazen dünyanın cazibedâr güzellikleriyle, maddî imkan
ve servetle, iktidar ve kuvvetle, bazen bela ve musibetlerle,
değişik ihtilaf ve iftiraklarla, bazen de içtimaî düzenin
bozulması, toplumun anarşi ve kargaşaya girmesi.. gibi
hususlarla da imtihan olur..
68