Professional Documents
Culture Documents
Ahmet Semih Mümtaz - Eski İstanbul Konakları
Ahmet Semih Mümtaz - Eski İstanbul Konakları
İsmail Dervişoğlu
Bulgurlu, 2009
Eski Evlere Dair
Haremde ve selamlıkta; evvel zamanın evlerinin birçoğunda; her türlü
monotonluk, yani yeknesaklık katiyen yoktu. Bir gün öteki güne
benzemezdi. Hadem ü haşem,[5] sayılmış günlere ayrılarak
vazifelendirilmişlerdi. Hanımlarla beylerin, beyefendilerin, paşaların, hatta
sultanlarla şehzadelerin kendilerini mukayyet kılan meşgaleleri vardı.
Hademenin de mutlaka gününde yapacağı iş vardı. Denilebilir ki taksim-i
âmâl[6] mükemmeldi.
Benim tanıdığım, gidip geldiğim konaklarda çocukluğumdan beri hep
şöyle şeyler görürdüm: Hanımefendi, Tanrı’nın sabahı kalkar; erkeğini
selamlığa çıkardıktan sonra dosdoğru en alt kata iner; kileri, yemek odasını,
kahve ocağını, kızların yatak odasını dolaşır; o gün neyin günü ise o işlere
bakanları kontrol eder; lazım gelen emirleri verir; misafir yatak odalarına,
salonlara girer çıkar; günlük odasına çekilir; ne yapacaksa yapardı. Yani oya
mı işleyecek; gergefle mi meşgul olacak; yoksa okuyacak mı, yazacak mı,
odasında yapardı. Veyahut gece misafirleri varsa onlarla, onlara ikram ü
izazla[7] meşgul olurdu. Ev hanımlığının şartı buydu. Evlerinde meşgul ve
tertipli olmayan hanımların ise su-i şöhretleri[8] vardı. Bu gibileri kimse
sevmezdi ve çekiştirirlerdi.
Harem Meşgalesi
Evvela mükemmel bir kilere sahip olmakla başlardı. Bundan evvel de
iyi bir kilerciye sahip olmak icap ederdi. Yemek, içmek işinin temiz ve
emniyetli ellere verilmesindeki faydaya itimat vardı. Bundan sonra diğer ev
işlerine ehemmiyet verilirdi. Çamaşırla ütünün; okutulacak küçük kızların;
bir saz öğrenecek hanımın veya halayığın ve mesela isterse eğer, harem
ağasının; konakta büyük temizliğin, yani sabunlarla sofaların,
merdivenlerin, taşlıkların fırçalanmasının, silinmesinin; davetli ve leylî
veya neharî[9] misafirler için hazırlıkların şaşırmayan günleri vardı.
Bunlarla beraber bazı ev meşgaleleri daha vardı. Evdeki veyahut
mahallelerdeki hamamlara gidip yıkanmak ve bu güzel işi mutlaka en aşağı
on günde bir yapabilmek. “Nezafet[10] imandandır” derlerdi. Nazif ve
nezafetli olmayanlardan pek hoşlanmazlardı.
Çalışmaların birisi de haremde turşular, reçellerle şuruplar kaynatmak,
kavurmaları büyük kavanozlara yerleştirmek gibi faaliyetlere inhisar ederdi.
(Az kalsın tekel ederdi diyecektim!).
Kış gecelerinde güğümler içinde, suda kestane ve mısır buğdayı
pişirmek bile bu teşrifatın bir parçasıydı. Bu işi eski kalfaların, bazılarının
odalarında yaparlar; tabak tabak efendilerine ve misafirlerinde dağıtırlardı.
Şöyle bir sual varit olabilir: Yalnız kapalı ev hayatı ve muttarit bir
minval üzere imrar-ı hayat[19] monoton değil miydi? İtimat buyurunuz,
hayır değildi. Zira günler münkasımdı[20] ve biri diğerine benzemezdi.
Büyüğünde, küçüğünde; demek istiyorum ki saraylarda, konaklarda; tenha
ve asude evlerde, yalnız yalnızlık yoktu. Arz ettiğim gibi gelen giden vardı.
Hatta gece misafirleri vardı. Gece misafirleri mutat idi; muntazır idi.[21] Bu
da monotoniyi dâfi[22] bir işti ve tabiatıyla dedikodu avunmaları da epeyi
vakit geçirirdi. Zaten insan melek-rû[23] olsa bile melek-siret[24] olmadığı
için herhangi halde olursa olsun yekdiğerine karşı haset veya biraz ehveni
olan gıpta ile müterafık[25] bir zaafa müpteladır. Kıskançlık, çekememezlik,
kendini beğenmeklik, her mânâda tefevvuk[26] iddiası; hele saraylarda
gözdeliği gözlemek hırsı ve heyecanı, ev aşkının gerçi ezalı ve belki ifrata
düşülürse cezalı edasıydı. Fakat mademki bu beşerî bir iptilâdır... Böyle
diyebiliriz... Bir nevi distraksiyon, binaenaleyh monoton değil idi.
Aşk Kuvveti
Ev aşkı eski zamanlarda o kadar kuvvetli idi ki, saraylarda senelerce
oturmuş, büyütülmüş, terfih edilmiş[27] ve ev bark sahibi edilmiş bir evin
evladı gibi hüsnü muamele görmüşler bile efendi hanelerine misafireten
gelip birkaç gece kaldıktan sonra mutlaka kendi evlerine, yuvalarına
dönmeyi şiddetle arzu ederler, âdeta evciklerinin hasretini çekerlerdi.
Yukarıda da arz ettim ya, sokak eski adamların nazarında bir nevi sürtüklük
güzergâhı idi. İnsan bugünkü düşüncenin sirayetiyle, “Hey gidi eski ve eski
kafalar hey...” diyeceği geliyor.
Selamlıkta Dahi
Bazı saraylar, konaklar ve haneler mektebe benzerdi. Birçoğunda
mükemmel kütüphaneler vardı. Adliye Nâzırı İsmetpaşazade Rıza,
Sadrazam Ahmed Vefik, Sadrazam Edhem Paşaların emsalinin ve Hazine-i
Hassa-i Şahane[35] müsteşarı Halis Efendi’nin, Meclis-i Maarif Reisi sudûr-ı
i’zamdan[36] Haydar Molla’nın ve Vükela-yı Saltanat-ı Seniye’den[37]
Hasan Fehmi Paşa’nın ve Çavdarlı Esad Molla Beyefendi’nin kütüphaneleri
gibi. Birtakım da devrin tabir-i mahsusuyla[38] “ayaklı kütüphaneler” vardı.
Bunlar her şeyi okuyan ve anlayan ve anlatan münevverlerdi. Her yerde
hüsnü kabul ve hürmet görürlerdi. Affedersiniz unuttum amcam Ali Rıza
Mümtaz Paşa’nın da birçok kitabı ve hüsn-i beyanı[39] vardı. Reşid Akif
Paşa konağı da bir âlemdi. Âlimlerle dolardı. Saatlerce hem hararetlice
mübahaseler[40] olurdu. Hele Babanzâde Mustafa Zihni Paşa’nın bulunduğu
meclisler, fevkalade alakayı cazipti. Bu meclislerde bazı kere de bir eser
okunurdu. Bu eser üzerinde müzakereler, mübahaseler yapılırdı. Benim
gördüklerimde riyaset[41] mevkiini daima yukarıda ismi geçen Molla Esad
Bey işgal ederdi. Çocukluk, gençlik bu ya, biz de onlardan bunları gördükçe
okumak merakına düşer ve aklımızca aramızda konuşur; mübahaseler
yapardık. Bu merakımızı bilenler bize “çömez” derlerdi. Çömez yukarı,
çömez aşağı koşar dururduk! Hey gidi günler hey!