Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 309

TC

ĐSTANBUL ÜNĐVERSĐTESĐ
SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ
SANAT TARĐHĐ ANABĐLĐM DALI

Doktora Tezi

YAZILI VE GÖRSEL BELGELER IŞIĞINDA


OSMANLI DEVLETĐ’NDE ELÇĐ KABULLERĐ

Đbrahim YILDIRIM
2502000064

Danışman:
Prof. Dr. Zühre ĐNDĐRKAŞ

Đstanbul 2011
ÖZ

Güçlü ve köklü devletçilik yapısıyla Osmanlı Devleti’nin yönetim merkezi


olan sarayda oldukça sıkı kurallara bağlı olan bir devlet bürokrasisinin varlığı
bilinmektedir. Devletin güçlü olduğu dönemlerdeki devletin bu muazzam gücünün
yansıması olarak, devletlerarası siyasal ilişkilerde yabancı ülkelerin temsilcileri olan
elçilerin kabulüne oldukça önem verilirdi. Osmanlı sarayında en gösterişli törenler bu
amaçla yapılırdı.

Belli günlerde ve oldukça sıkı protokol kuralları çerçevesinde yapılan bu elçi


kabullerinde gelen elçi ve maiyeti, gerek saraydaki karşılanış şekilleri ve gerekse
uğurlanana kadar geçen sürede görmüş oldukları hiyerarşik düzen ve güç karşısında
psikolojik olarak etkilenmiş olarak ülkelerine dönerlerdi.

Bu tezde, Osmanlı Devleti’ndeki elçi kabulleriyle ilgili bu teşrifat düzeninin


nasıl olduğu, özellikle çeşitli görsel belgelerin (minyatür, gravür ve resim) yazılı
belgelerle de desteklenerek kapsamlı bir bütün halinde ele alınarak incelenmesi
amaçlanmıştır.

Bunu yaparken, devletin güçlü olduğu dönemlerdeki elçi kabul sahnelerinin


yer aldığı çeşitli minyatür betimlemelerindeki kompozisyon, kurguları, kullanılan
renkler ile tahtın ve saltanatın mutlak gücü olan padişahın sahnede baskın olarak yer
alması görsel açıdan irdelenmiştir. Yine Osmanlı Devleti’nin zayıfladığı
dönemlerdeki zihinsel değişimin doğal sonuçlarının elçi kabul törenlerine nasıl
yansıdığı üzerinde de durulmuştur.

iii
ABSTRACT

The presence of an official bureaucracy which is considerably dependent on


very strict rules is known in the palace – the headquarters of the Ottoman Empire
with its strong and rooted statist structure. As a reflection of the mighty power of the
state, the reception of ambassadors was given a particular importance in the
international relations within the period in which the state was powerful. The most
luxurious ceremonies were conducted for this purpose.

The ambassador and its attendants who were coming to these receptions,
which were conducted within the scope of considerably strict rules on particular
days, were going back to their countries psychologically impressed by the hierarchal
order and power they saw during both the reception and the farewell ceremony.

The purpose of this thesis is to comprehensively analyse in a body how the


ceremonial order was, especially with the visual documents (miniature, gravure and
painting) supported by the written documents.

The composition, the stage designs, the colours and the emperor’s – the
absolute power of the throne and the sultanate - presence as a dominant power in the
various miniature depictions, which includes receptions scenes, of the period in
which the state was powerful is visually analysed. Moreover, the reflection of natural
consequences of the mental changes of the time when the Ottoman Empire lost
power on the reception ceremonies is emphasized.

iv
ÖNSÖZ

Bu tez, oldukça sıkıntılı bir dönemden sonra yazılabildi. Sanat Tarihi


Bölümü’nün mütevazı hocası Prof. Dr. Hüsamettin AKSU’nun ani bir rahatsızlık
sonucunda rahmetli olmasıyla, bana şefkatli elini uzatan ve cömert gönlünü açan
değerli hocam Prof. Dr. Zühre ĐNDĐRKAŞ’ın sabırlı ve sevgi dolu yüreği olmasaydı,
bu tez yazılamayacaktı. Bundan dolayı hocama ne kadar teşekkür etsem azdır.

Tez izleme jürisinde bulunan, birbirinden kıymetli hocalarım Prof. Dr.


Banu MAHĐR ile Doç. Dr. Zeynep ERTUĞ’un, danışman hocam Prof. Dr. Zühre
ĐNDĐRKAŞ’la oluşturdukları pozitif ve oldukça verimli çalışma ortamında, danışman
hocamın “çalışılması oldukça yararlı olur” dediği “Yazılı ve Görsel Belgeler
Işığı’nda Osmanlı Devleti’nde Elçi Kabulleri” başlıklı bu tez ortaya çıktı. Elçi
kabulleri konusu, köklü devlet geleneğine sahip Osmanlı Devleti’nin devletlerarası
diplomatik ilişkilerinde oldukça ilginç bir yer tutmaktadır.

Tez izleme sürecinde bana kapısını her zaman açma nezaketini gösteren ve
minyatürler konusundaki derin bilgisiyle beni yönlendiren değerli hocam Prof. Dr.
Banu MAHĐR’e, Osmanlı minyatürü ve Osmanlı’da teşrifat üzerindeki engin bilgisi,
bitmeyen enerjisi ve her zamanki mütebessim yüzüyle en sıkıntılı zamanlarımda
tezimle ilgili çalışmalarımda bana ışık olan kıymetli hocam Doç. Dr. Zeynep
ERTUĞ’a şükranlarımı sunuyorum.

Tezin yazımı öncesinde, özellikle kaynak toplama dönemlerinde değerli


düşüncelerini benimle paylaşan ve beni bilimsel anlamda yönlendiren Prof. Dr.
Oktay ASLANAPA’ya, Prof. Dr. Ara ALTUN’a, Prof. Dr. M. Baha TANMAN’a,
Yrd. Doç. Dr. A. Fulya ERUZ’a, Yrd. Doç. Dr. Ahmet Vefa ÇOBANOĞLU’na, Yrd.
Doç. Dr. Emine DÖNMEZ‘e ve Yrd. Doç. Dr. Simge Özer PINARBAŞI’na,
ilgilerinden dolayı teşekkür ediyorum.

v
Her başarılı çalışmanın arkasında yer alan gerçek güçten bahsetmeyi en
sona sakladım. Kuvvetli görsel hafızası, teknolojiyi inanılmaz derecede kullanabilme
becerisi, bilimsel kaynaklara ulaşma isteği, yatkınlığı ve başarısıyla, kendi bilimsel
çalışmalarını bir kenara koyarak, bu tezin bitirilebilmesinde çok emeği bulunan, eşim
Nihan’a özel teşekkür ediyorum.

Đbrahim YILDIRIM
Đstanbul 2011

vi
ĐÇĐNDEKĐLER

ÖZ ............................................................................................................................... iii

ABSTRACT ................................................................................................................ iv

ÖNSÖZ ........................................................................................................................ v

ĐÇĐNDEKĐLER .......................................................................................................... vii

GÖRSEL MALZEME LĐSTESĐ ................................................................................. xi

KISALTMALAR ...................................................................................................... xiv

GĐRĐŞ ........................................................................................................................... 1

BĐRĐNCĐ BÖLÜM

DĐPLOMASĐ AÇISINDAN ELÇĐLER, OSMANLI DEVLETĐ’NDE ELÇĐLĐK


KURUMU, OSMANLI DEVLETĐ’NDE ELÇĐ KABULLERĐYLE ĐLGĐLĐ
GENEL UYGULAMALAR

1.1. DĐPLOMASĐ AÇISINDAN ELÇĐLER .............................................................. 23

1.1.1. Elçi............................................................................................................... 23

1.1.2. Elçilerde Aranan Şartlar .............................................................................. 24

1.1.3. Elçi Kabulü ve Elçilere Davranış Şekli ....................................................... 25

1.1.4. Elçilere Tanınan Hak ve Ayrıcalıklar .......................................................... 30

1.2. OSMANLI DEVLETĐ’NDE ELÇĐLĐK KURUMU ............................................ 33

1.2.1. Fatih’in Kanunnamesi’nde Teşrifata Dair Bazı Düzenlemeler ................... 33

1.2.2. Teşrifat Kurumunun Oluşumu..................................................................... 34

1.2.3. Reîsü’l Küttâblık Makamı ........................................................................... 35

1.2.4. Elçilerin Gönderilme Nedenleri ................................................................. 37

1.2.5. Elçilerin Görevleri ....................................................................................... 38

1.2.6. Elçilerin Seçimi ve Maiyetleri ..................................................................... 39

vii
1.2.7. Sürekli Diplomasiye Geçiş, Yolluk ve Harçlıklar ....................................... 40

1.3. OSMANLI DEVLETĐ’NDE ELÇĐ KABULLERĐYLE ĐLGĐLĐ GENEL


UYGULAMALAR .................................................................................................... 41

1.3.1. Sınır Noktasında Yapılan Törenler.............................................................. 41

1.3.2. Elçilerin Gelişlerini Devlete Bildirmeleri ................................................... 43

1.3.3. Elçi Kabul Töreni Öncesinde Yapılan Hazırlıklar ...................................... 45

1.3.3.1. Ulûfe Divanları .................................................................................. 46

1.3.4. Elçi Kabul Törenlerinde Hazır Bulunan Devlet Görevlileri ....................... 47

1.3.5. Elçi Kabul Törenlerinde Kullanılan Mekânlar ............................................ 49

1.3.6. Elçilerin Bâb-ı Âli’ye Gelişleri ve Dîvân’a Geçişleri ................................. 51

1.3.7. Hil’at Giydirme ve Huzura Kabul ............................................................... 54

1.3.8. Nameler ve Armağanlar .............................................................................. 56

ĐKĐNCĐ BÖLÜM

OSMANLI DEVLETĐ’NDE ELÇĐ KABUL TÖRENLERĐ:

GÖRSEL VE YAZILI KAYNAKLARA GÖRE ÇÖZÜMLEMELER

2.1. OSMANLI DEVLETĐ’NDE ELÇĐ KABUL TÖRENLERĐ ............................... 59

2.1.1. Kanuni Sultan Süleyman Dönemi (1520-1566) .......................................... 64

2.1.1.1. Batıdan Gelen Elçilerin Kabulü ....................................................... 64

2.1.1.1.1. Avusturya Elçisi’nin Kabulü ................................................ 64

2.1.1.1.2. Fransız Elçisi’nin Kabulü ..................................................... 68

2.1.1.2. Doğudan Gelen Elçilerin Kabulü ..................................................... 71

2.1.1.2.1. Safevi Devleti Elçisi’nin Kabulü .......................................... 71

2.1.1.2.2. Elkas Mirza’nın Kabulü ........................................................ 74

2.1.1.2.3. Safevi Devleti Elçisi’nin Kabulü ......................................... 78

2.1.1.2.4. Safevi Devleti Elçisi’nin Kabulü .......................................... 80

viii
2.1.1.3. Kırım’dan Gelen Elçilerin Kabulü .................................................... 83

2.1.1.3.1. Devlet Giray Han’ın Kabulü ................................................. 83

2.1.1.4. Hicaz’dan Gelen Elçilerin Kabulü ................................................... 85

2.1.1.4.1. Hicaz Elçisi’nin Kabulü ........................................................ 85

2.1.1.5. Normal Kabuller ................................................................................ 87

2.1.1.5.1. Barbaros Hayreddin Paşa’nın Kabulü................................... 87

2.1.1.5.2. Macar Kralı Bebek Yanoş Đle Kraliçe Đsabella’nın Kabulü .. 90

2.1.1.6. Gayrı Resmi Kabuller........................................................................ 93

2.1.1.6.1. Đbrahim Paşa’nın Kabulü ...................................................... 93

2.1.1.6.2. Komutanların Kabulü ........................................................... 95

2.1.2. II. Selim Dönemi (1566-1574) .................................................................... 97

2.1.2.1. Safevi Devleti Elçisi’nin Kabulü....................................................... 97

2.1.3. III. Murad Dönemi (1574-1595) ............................................................... 101

2.1.3.1. Safevi Devleti Elçisi’nin Kabulü..................................................... 101

2.1.4. III. Ahmed Dönemi (1703-1730) .............................................................. 107

2.1.4.1. Hollanda Devleti Elçisi’nin Kabulü ................................................ 107

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

SEYYAHLARIN GÖZÜNDEN OSMANLI DEVLETĐ’NDE ELÇĐ KABUL


TÖRENLERĐ

3.1. SEYAHATNAMELERDE ELÇĐ KABULLERĐ (16. YÜZYIL) ..................... 125

3.1.1. Ogler Ghiselin de Busbecq’in Türk Mektupları Đsimli Eserine Göre Elçi
Kabulleri .............................................................................................................. 125

3.1.1.1. Đstanbul’a Gidilirken Đzlenen Yol Güzergâhı .................................. 126

3.1.1.2. Elçi ve Maiyetini Karşılayan Osmanlı Đmparatorluğu Görevlileri .. 126

3.1.1.3. Yeniçerilerle Đlk Karşılaşma, Şaşkınlık ve Hayranlık ..................... 127

ix
3.1.1.4. Đstanbul’a Varış ............................................................................... 128

3.1.1.5. Busbecq’in Amasya’ya Gidiş Güzergâhı ........................................ 129

3.1.1.6. Amasya’da Elçilik Heyetini Karşılama ve Đlk Temaslar ................. 129

3.1.1.7. Busbecq Padişahın Huzurunda ........................................................ 129

3.1.1.8. Busbecq’in Gözünden O Güne Dair Bazı Gözlemler ..................... 130

3.1.1.9. Busbecq’in Đran Elçisi Onuruna Verilen Ziyafetle Đlgili Gözlemleri131

3.1.1.10. Busbecq’in Huzura Đkinci Defa Kabulü ve Dönüşü ...................... 132

3.1.1.11. Busbecq’in Đstanbul’a Đkinci Defa Gelişi ...................................... 133

3.1.1.12. Padişaha Getirilen Hediyeler ......................................................... 135

3.1.2. Philippe du Fresne-Canaye’nin Fresne-Canaye Seyahatnamesi Đsimli


Eserine Göre Elçi Kabulleri ................................................................................ 136

3.1.2.1. Đstanbul’a Gidilirken Đzlenen Yol Güzergâhı .................................. 136

3.1.2.2. Elçi ve Maiyetini Karşılayan Osmanlı Đmparatorluğu Görevlileri .. 137

3.1.2.3. Diplomatik Đlk Temaslar ve Sadrazamla Görüşme ........................ 137

3.1.2.4. François de Noailles’in Huzura Kabulü Öncesinde Yaşananlar ..... 138

3.1.2.5. Avludaki Yeniçeriler, Şaşkınlık ve Hayranlık ................................ 140

3.1.2.6. Yemek Sonrasında Arz Odası’na Doğru Gidiş .............................. 141

3.1.2.7. Huzura Kabul .................................................................................. 142

3.1.2.8. Arz Odası ve Padişah Hakkında Bazı Betimlemeler ....................... 143

3.1.2.9. Arz Odası’nın Dışında Yaşananlar ve Dönüş ................................. 143

3.1.2.10. Padişah Đle Kral’ın Mektupları Hakkında Bazı Gözlemler .......... 145

3.1.2.11. Đstanbul’da Son Günler ve Venedik’e Dönüş ................................ 146

3.1.3. Stephan Gerlach’ın Türkiye Günlüğü 1573-1576 Đsimli Eserine Göre Elçi
Kabulleri .............................................................................................................. 147

3.1.3.1. Đstanbul’a Gidilirken Đzlenen Yol Güzergâhı .................................. 149

3.1.3.2. Güzergâh Boyunca Elçilik Heyetinin Diplomatik Temasları ......... 149

3.1.3.3. Gerlach’ın Elçi Hanı Đle Đlgili Gözlemleri....................................... 151

x
3.1.3.4. Elçilik Heyetinin Paşalarla Görüşmesi ............................................ 151

3.1.3.5. Huzura Kabul .................................................................................. 151

3.1.3.6. Đstanbul’a Getirilen Hediyeler ve Đfade Ettikleri Diplomatik Anlam152

3.1.3.7. Elçilik Heyetine Verilen Resmi Ödenek ......................................... 154

3.1.3.8. II. Selim’in Ölümü, III. Murad’ın Tahta Çıkışı .............................. 154

3.1.3.9. Sokullu Mehmed Paşa Đle Görüşme, Paşalara Armağan Sunumu .. 155

3.1.3.10. Avusturya Elçisinin Harcamaları .................................................. 158

3.1.3.11. Gerlach’ın Saraya ve Elçi Kabul Törenine Dair Gözlemleri ....... 158

3.1.3.12. Huzura Kabul ................................................................................ 160

3.1.3.13. Đmparator II. Maximilian’ın Ölümü .............................................. 162

3.1.3.14. Paşalara ve Padişaha Sunulan Armağanlar ve Huzura Kabul ....... 162

3.1.4. Stephan Gerlach’ın Türkiye Günlüğü 1577-1578 Đsimli Eserine Göre Elçi
Kabulleri .............................................................................................................. 164

3.1.4.1. Lehistan Elçisi’nin Đstanbul’a Gelişi ............................................... 164

3.1.4.2. Padişaha Sunmak Üzere Getirilen Hediyeler .................................. 165

3.1.4.3. Đstanbul’a gelen Çeşitli Elçilerin Padişaha Sunduğu Armağanlar... 165

3.1.4.4. Elçi Joachim von Sintzendorff zu Feueregg’in Đstanbul’a Gelişi.... 166

3.1.4.5. Sadrazam Đle Büyük Vezirleri Ziyaret ve Getirilen Armağanlar .... 166

3.1.4.6. Padişahın Huzuruna Kabul ve Getirilen Armağanların Sunumu .... 167

3.1.4.7. Sokullu’nun Avusturya Đmparatoru’na Yolladığı Armağan ............ 168

3.1.4.8. Elçinin Veda Ziyareti ve Đstanbul’dan Ayrılışı ............................... 169

3.1.5. Salomon Schweigger’in Sultanlar Kentine Yolculuk 1578-1581 Đsimli


Eserine Göre Elçi Kabulleri ................................................................................ 171

3.1.5.1. Đstanbul’a Gidilirken Đzlenen Yol Güzergâhı .................................. 172

3.1.5.2. Gran’a Varış ve Gran Beyi Đle Görüşme ......................................... 173

3.1.5.3. Budin’e Varış ve Budin Beylerbeyi Đle Görüşme ........................... 174

3.1.5.4. Belgrad, Filibe, Edirne ve Đstanbul .................................................. 176

xi
3.1.5.5. Đstanbul’daki Elçilerin Gereksinimlerinin Karşılanması ................. 177

3.1.5.6. Armağanların Padişaha Sunumu, Arz Odası Đle Đlgili Gözlemler ... 178

3.1.5.7. Padişah’a Getirilen Armağanlar .................................................181

3.1.5.8. Schweigger’in Topkapı Sarayı’na Dair Gözlemleri ..................182

3.1.5.9. Avusturya Elçilerinin Harcırahları, Ülkeleri Đle Đletişimleri .......... 184

3.1.6. Osmanlı’da Bir Köle, Bretten’li Michael Heberer’in Anıları 1585-1588


Đsimli Eserine Göre Elçi Kabulleri ...................................................................... 185

3.1.7. Friedrich Seidel’in Sultan’ın Zindanında, Osmanlı Đmparatorluğu’na


Gönderilen Bir Elçilik Heyetinin Đbret Verici Öyküsü 1591-1596 Đsimli
Eserine Göre Elçi Kabulleri ......................................................................... 187

3.1.7.1. Đstanbul’a Gidilirken Đzlenen Yol Güzergâhı .................................. 187

3.1.7.2. Đstanbul’a Varış ve Karşılama Töreni ............................................. 188

3.1.7.3. Padişahın Huzuruna Çıkış ve Getirilen Armağanların Sunumu...... 188

3.1.7.4. Dönemin Siyasal Olaylarına Kısa Bir Bakış ................................... 188

3.1.7.5. Elçi Đle Sinan Paşa Arasındaki Sürtüşme ........................................ 189

3.1.7.6. Elçi Kreckwitz ve Maiyetinin Tutuklanmaları ................................ 190

3.1.7.7. Yeni Padişah ve Yeni Dönem ......................................................... 191

3.1.7.8. Tutsak Olan Elçilik Mensuplarının Serbest Bırakılmaları Süreci .. 192

3.2. SEYAHATNAMELERDE ELÇĐ KABULLERĐ (17. YÜZYIL) ..................... 193

3.2.1. Robert Withers’ın Büyük Efendi’nin Sarayı Đsimli Eserine Göre Elçi
Kabulleri .............................................................................................................. 193

3.2.1.1. Divanda Ağırlanma ve Arza Kabul ...........................................193

3.2.1.2. Hil’at Giydirme ..................................................................... 194

3.2.1.3. Elçilerin Harcamaları .................................................................194

3.2.2. Jean-Baptiste Tavernier’in 17. Yüzyılda Topkapı Sarayı Đsimli


Eserine Göre Elçi Kabulleri .......................................................................... 195

3.2.2.1. Arz Odası ve Padişahın Tahtına Dair Betimlemeler .......................... 196

xii
3.2.2.2. Elçilerin Arza Kabul Ediliş Biçimi ................................................. 197

3.2.2.3. Kırım Hanı’nın Biatı .............................................................. 198

3.2.3. Albertus Bobovius ya da Santuri Ali Ufki Bey’in Anıları, Topkapı


Sarayı’nda Yaşam Đsimli Eserine Göre Elçi Kabulleri ................................. 199

3.2.3.1. Padişah’ın Kırım Hanı’nı Kabulü ......................................... 200

3.2.4. Claes Ralamb’ın Đstanbul’a Bir Yolculuk 1657-1658 Đsimli Eserine Göre
Elçi Kabulleri ...................................................................................................... 200

3.2.4.1. Đstanbul’a Gidilirken Đzlenen Yol Güzergâhı .................................. 202

3.2.4.2. Elçi ve Maiyetini Karşılayan Osmanlı Đmparatorluğu Görevlileri .. 203

3.2.4.3. Diplomatik Đlk Temaslar ve Sadrazam Tarafından Kabul............... 203

3.2.4.4. Padişahın Huzuruna Kabul .............................................................. 205

3.2.4.5. Padişah Tarafından Kabul Sonrası Đstanbul Günleri ....................... 208

3.3. SEYAHATNAMELERDE ELÇĐ KABULLERĐ (18. YÜZYIL) ..................... 209

3.3.1. Aubry de La Motraye’nin La Motraye Seyahatnamesi Đsimli Eserine Göre


Elçi Kabulleri ...................................................................................................... 209

3.3.1.1. Đstanbul’a Gidilirken Đzlenen Yol Güzergâhı .................................. 210

3.3.1.2. Đstanbul’da Đlk Görüşmeler ve Saraya Dair Đlk Đzlenimler ............. 210

3.3.1.3. Fransız Elçisi Ferriol’ün Đstanbul’a Gelişi ...................................... 212

3.3.1.4. Sadrazamın Elçileri Kabulü ............................................................ 212

3.3.1.5. Padişahın Huzuruna Kabul Öncesinde Yaşananlar ......................... 213

3.3.2. Guillaume Martin’in Đstanbul’a Seyahat Đsimli Eserine Göre Elçi


Kabulleri .................................................................................................. 213

3.3.2.1. Đstanbul’a Gidilirken Đzlenen Yol Güzergâhı .................................. 214

3.3.2.2. Elçinin Sadrazam Tarafından Kabulü ............................................. 214

3.3.2.3. Elçinin Huzura Kabulü .................................................................... 214

xiii
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

OSMANLI DEVLETĐ’NDEKĐ ZĐHĐNSEL DEĞĐŞĐM VE BU DEĞĐŞĐMĐN


ELÇĐ KABUL TÖRENLERĐNE YANSIMASI, DEĞERLENDĐRME

4.1. OSMANLI DEVLETĐ’NĐN GÜÇLÜ OLDUĞU DÖNEMLERDEKĐ ZĐHĐNSEL


YAPI VE BU YAPININ ELÇĐ KABUL TÖRENLERĐNE YANSIMASI ......... 216

4.2. OSMANLI DEVLETĐ’NĐN GÜÇSÜZ OLDUĞU DÖNEMLERDEKĐ


ZĐHĐNSEL YAPI VE BU YAPININ ELÇĐ KABUL TÖRENLERĐNE
YANSIMASI ....................................................................................................... 219

SONUÇ .................................................................................................................... 231

KAYNAKÇA .......................................................................................................... 235

BELGELER ............................................................................................................. 260

ÖZGEÇMĐŞ ............................................................................................................. 291

xiv
GÖRSEL MALZEME LĐSTESĐ

Resim 1-2: Safevi Devleti Elçisi’nin Kabulü, Süleymanname, TSMK, H. 1517, y.


332a, “es-Sultan Zıllullah”, (sol resim) ve y.603a, “es-Sultan el-Adil”,
(sağ resim) ayrıntı. .............................................................................. 62
Resim 3: Avusturya Elçisi’nin kabulü, Süleymanname, TSMK, H. 1517, y.
337a. ................................................................................................... 64
Resim 4: Fransız Elçisi’nin kabulü, Süleymanname, TSMK, H. 1517, y. 346a.68
Resim 5: Safevi Devleti Elçisi’nin kabulü, Süleymanname, TSMK, H. 1517, y.
332a. ................................................................................................... 71
Resim 6: Elkas Mirza’nın kabulü, Süleymanname, TSMK, H. 1517, y. 471b. . 74
Resim 7: Safevi Devleti Elçisi’nin kabulü, Süleymanname, TSMK, H. 1517,
y.600a. ................................................................................................ 78
Resim 8: Safevi Devleti Elçisi’nin kabulü, Süleymanname, TSMK, H. 1517,
y.603a. ................................................................................................ 80
Resim 9: Devlet Giray Han’ın kabulü, Süleymanname, TSMK, H. 1517,
y.519a. ................................................................................................ 83
Resim 10: Hicaz Elçisi’nin kabulü, Süleymanname, TSMK, H. 1517, y.503a. . 85
Resim 11: Barbaros Hayreddin Paşa’nın kabulü, Süleymanname, TSMK, H.
1517, y.360a. ...................................................................................... 87
Resim12: Macar Kralı bebek Stephen ile Kraliçe Đsabella’nın kabulü,
Süleymanname, TSMK, H. 1517, y.441a. .......................................... 90
Resim 13: Đbrahim Paşa’nın kabulü, Süleymanname, TSMK, H. 1517, y.260a. 93
Resim 14: Komutanların kabulü, Süleymanname, TSMK, H. 1517, y.189b. ..... 95
Resim 15-16: II. Selim'in Safevi Elçisi Şah Kulu Han'ı Kabulü, Nakkaş Osman,
Şehname-i Selim Han, (1581), TSMK, A. 3595, y. 54a (sağ üstteki
minyatür), y. 53b (sol üstteki minyatür). ............................................ 97
Resim 17-18: Dergâh-ı Muallâya Diyar-ı Acem'den Elçilikle Gelen Maksud
Mukabelesinde Alay-ı Hümayundur, Şehinşahname-i Murad, TSMK,
B. 200, y. 24b (sağ üst minyatür), y. 25a (sol üst minyatür). ........... 101

xv
Resim 19-20: Pâye-i Serîr-i A'lâya Acem Elçisi Maksud Rûyi Mal Olup, Name
Sunduğıdır, Şehinşahname-i Murad, TSMK, B. 200, 28b (sol üst
minyatür), 29a (sağ üst minyatür) .................................................... 102
Resim 21: Safevi Devleti Elçisi Maksud. (Schweigger, s. 85) .......................... 103
Resim 22: Büyükelçi Cornelis Calkoen. (Eveline Sint Nicolaas vd., Kat. No.
1’den ayrıntı, a.g.e., s. 9.) .............................................................. 107
Resim 23: Sultan III. Ahmed’in Cornelis Calkoen’u kabulü için büyükelçi ve
beraberindekiler yeniçerilerin “çanak yağması” sırasında Topkapı
Sarayı Đkinci Avlusu’nda. Jean-Baptiste Vanmour. (Eveline Sint
Nicolaas vd., Kat. No. 24’ten ayrıntı, a.g.e., s. 13.) ......................... 110
Resim 24: Sultan III. Ahmed’in Cornelis Calkoen’u kabulü için büyükelçi ve
beraberindekiler yeniçerilerin “çanak yağması” sırasında Topkapı
Sarayı Đkinci Avlusu’nda. Jean-Baptiste Vanmour. (Eveline Sint
Nicolaas vd., Kat. No. 24’ten ayrıntı, a.g.e., s. 13.) ......................... 112
Resim 25: Çanak Yağması, Surname-i Vehbi, TSMK, A. 3593, y. 23a ........... 113
Resim 26: Çanak Yağması. Jean-Baptiste Vanmour. . (Eveline Sint Nicolaas vd.,
Kat. No. 24’ten ayrıntı, a.g.e., s. 13.) ............................................... 114
Resim 27: Sultan III. Ahmed’in Cornelis Calkoen’u kabulü öncesinde
Sadrazamın Büyükelçi ve beraberindekilere Kubbealtı’nda verdiği
yemek. Jean-Baptiste Vanmour. (Eveline Sint Nicolaas vd., Kat. No.
25’ten ayrıntı, a.g.e., s. 14.) .............................................................. 115
Resim 28: Sultan III. Ahmed’in Cornelis Calkoen’u kabulü öncesinde
Sadrazamın Büyükelçi ve beraberindekilere Kubbealtı’nda verdiği
yemek. Jean-Baptiste Vanmour. (Eveline Sint Nicolaas vd., Kat. No.
25’ten ayrıntı, a.g.e., s. 14.) .............................................................. 117
Resim 29: Sultan III. Ahmed ve iki has odalı. Jean-Baptiste Vanmour. (Eveline
Sint Nicolaas vd., Kat. No. 6’dan ayrıntı, a.g.e., s. 49.) ................... 118
Resim 30-31: Đki Has Odalı. Levni ve Vanmour’un fırçalarından.......................... 118
Resim 32: Yabancı Elçiler, Surname-i Vehbi, TSMK, A 3593, y. 140a ........... 119
Resim 33: Sultan III. Ahmed’in Cornelis Calkoen’u kabulü. Jean-Baptiste
Vanmour. (Eveline Sint Nicolaas vd., Kat. No. 26’dan ayrıntı, a.g.e.,
s. 17.) ................................................................................................ 120
xvi
Resim 34: Sultan III. Ahmed’in Cornelis Calkoen’u kabulü. Jean-Baptiste
Vanmour. (Eveline Sint Nicolaas vd., Kat. No. 26’dan ayrıntı, a.g.e.,
s. 17.) ................................................................................................ 122
Resim 35: Sultan III. Ahmed’in Cornelis Calkoen’u kabulü. Jean-Baptiste
Vanmour. (Eveline Sint Nicolaas vd., Kat. No. 26’dan ayrıntı, a.g.e.,
s. 17.) ................................................................................................ 123
Resim 36: Salomon Schweigger. (Schweigger, s. 10) ....................................... 171
Resim 37: Elçi Joachim von Sintzendorff. (Schweigger, s. 21) ........................ 171
Resim 38: Elçilik Gemileri. (Schweigger, s. 23) ............................................... 172
Resim 39: Budin Paşası huzurunda elçi kabulü. (Schweigger, s. 35)................ 175
Resim 40: Elçi ve maiyetindekilerin Đstanbul’a girişi. (Schweigger, s. 54-55) . 176
Resim 41: Elçi Hanı. (Schweigger, s. 58) .......................................................... 177
Resim 42: Elçiler padişahın huzurunda. (Schweigger, s. 63) ............................ 179
Resim 43: Topkapı Sarayı. (Schweigger, s. 72) ................................................ 183
Resim 44: Ralamb’ın Yol Güzergâhı. (Adahl, s. 13)......................................... 202
Resim 45: Sadrazamın Ralamb için verdiği Osmanlı topraklarından geçiş izni.
(Baamhielm, s. 286) ......................................................................... 204
Resim 46: L ‘Espinasse, III. Selim’in Bir Elçiyi Kabulü, (D’Ohsson, 1820) ... 221
Resim 47: H. G. Schlesinger, Sultan II. Mahmud, 1839, Versailles Şatosu...... 226
Resim 48: David Wilkie, Portre, Sultan Abdülmecid, TSM Koleksiyonu, Env.
No. 17/120 ........................................................................................ 227
Resim 49: Padişah Abdülmecid Tarafından Prens Napoleon’a Verilen esepsiyon
(1 Mayıs 1854). Dulong, L’llustration: Journal Universel, Paris, 1854,
C. XXIII, s. 324, Milli Kütüphane Türk Ocağı Koleksiyonu. .......... 228

xvii
KISALTMALAR

Anabilim Dalı ABD


Adı geçen eser a.g.e.
Adı geçen makale a.g.m.
Adı geçen tez a.g.t.
Ankara Üniversitesi AÜ
Bakınız Bkz.
Basım tarihi yok t.y.
Bilim Dalı BD
Cilt C
Çeviren Çev.
Diyanet Đslam Ansiklopedisi DĐA
Editör Ed.
Hacettepe Üniversitesi HÜ
Hayat Tarih Mecmuası HTM
Đslam Ansiklopedisi ĐA
Đstanbul Teknik Üniversitesi ĐTÜ
Đstanbul Üniversitesi ĐÜ
Đstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ĐÜEF
Milli Eğitim Bakanlığı MEB
Sadeleştiren Sad.
Sosyal Bilimler Enstitüsü SBE
Sayfa s.
Sayı S
Siyasal Bilgiler Fakültesi SBF
Tarih Dergisi TD
Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası TOEM
Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi TSMK
Türk Tarih Kurumu TTK
Türkiye Diyanet Vakfı TDV
Ve diğerleri v.d.
Yapı Kredi Yayınları YKY
Yaprak y.
Yayın Yay.
Yayına hazırlayan Haz.

xviii
GĐRĐŞ

1. Çalışmanın Kapsamı, Amacı ve Yöntemi

Bu tezde gerek yazılı belgeler ışığında ve gerekse ilgili dönemlere ait çeşitli
görsel malzemelerden (minyatür, gravür ve resim) hareketle Osmanlı Devleti’ndeki
elçi kabul törenlerinin nasıl olduğu ortaya konulmuştur. Bu tezde elçi kabulleri ile
ilgili bir katalog çalışması yapılmamıştır. Osmanlı Devleti’nin güçlü ve güçsüz
olduğu dönemlere ait önemli bulunan çeşitli örnekler seçilmiştir. Bu örneklerle konu
yani elçi kabulleri, görsel objelerle ve tarihsel arka plan gelişmeleriyle
aydınlatılmaya çalışılmıştır.

Çalışma yapılırken, ilk olarak literatür taraması yapılmıştır. Konunun


belirlenmesi aşamasında yapılan başlangıç literatür taramasında, böyle bir çalışmanın
yapılabilirliği ve özgün olacağı ortaya çıkmıştır. Konunun daha ayrıntılı incelenmesi
ve çalışmamızın şekillenmesi aşamasında güncel, ulusal ve uluslararası yayınlar
incelenip taranarak, tezin alt yapısı tamamlanmıştır.

Görsel malzeme konusunda çeşitli kaynaklardan (Topkapı Sarayı Müzesi


Kütüphanesi gibi) elde edilen minyatürler ile, konuyla ilgili gravür ve resimlerin
toplanmasına çalışılırken, elçi kabul sahnelerinin yer aldığı minyatürler, gravürler ve
resimlerdeki sahnelerin tarihsel gerçekçiliğini ortaya koymak için, yerli ve yabancı
yazarların yazdığı tarih kaynaklarına ve ayrıca elçilerle gelen seyyahların yazdıkları
seyahatnamelere başvurulmuştur. Başbakanlık Osmanlı Arşivi tarafından yayınlanan
Mühimme Defterleri’nden konumuzu ilgilendiren bazı örnekler metin içlerinde
vurguları yapılarak kullanılmış, tezin arka kısmında ise, okunuşları ve orijinal
metinleri ayrıca ek olarak verilmiştir. Böylelikle minyatürlerde görsel olarak ele
alınan elçi kabulleriyle ilgili devletin yazışmalarından örneklemeler de sunularak,
minyatürlerin tarihsel birer belge olma özelliklerine vurgu yapılmıştır.

1
Bu plana göre, konular tezde dört ana bölüm başlığı altında ele alınmıştır.
Birinci Bölüm’de, diplomatik açıdan elçi kavramı ve bu kavramın tarihsel süreci alt
başlıklar halinde incelenmiştir.

Đkinci Bölüm’de Osmanlı Devleti’ndeki elçi kabulleriyle ilgili olarak, yazılı


metinler ve görsel (minyatürler ve resimler) kaynaklara göre çözümlemeler yapılması
amaçlanmıştır. Saltanatı ifade eden padişah ve taht ile devletlerarası ikili diplomatik
ilişkiler çerçevesinde arza kabul edilen elçilerin yer aldığı görsel objeler (minyatür,
resim) bir sahne tasarımı olarak ele alınıp, kompozisyon özellikleri açısından
yorumlanmaya çalışılmıştır.

Seyahatnamelerde elçi kabullerinden oldukça çok bahsedilmiştir. Üçüncü


Bölüm’de Osmanlı topraklarında seyahat eden veya elçilerle birlikte Đstanbul’a gelen
seyyahların gözlemlerinden hareketle, gelmiş oldukları dönemlerde elçilerle Osmanlı
devlet bürokrasisinin neler yaşadıkları, elçilerin saraya, sarayda uygulanan teşrifata
ve Arz Odası’nda padişah tarafından kabul edilmelerine dair o dönemde yaşananlar
onların gözünden ortaya konulmaya çalışılmıştır.

Dördüncü Bölüm’de, Osmanlı Devleti’nin güçlü ve zayıf olduğu


dönemlerdeki zihinsel yapısının elçi kabul törenlerine nasıl yansıdığı, bazı gravür ve
resim örneklendirmeleriyle beraber ele alınarak irdelenmiş ve genel bir
değerlendirme yapılmıştır. Bu zihinsel yapının, Osmanlı Devleti’nin yükseliş dönemi
olan klasik dönemdeki elçi kabul sahnelerindeki gösterişli betimlemelerle, devletin
artık çökmeye başladığı dönemlerdeki elçi kabullerindeki değişmeye başlayan
protokol düzenine olan etkileri, değişen zihinsel yapı temelinde ve elimizdeki tarihsel
verilere dayanılarak ele alınmış ve değerlendirme yapılmıştır.

Sonuçta ise, Osmanlı Devleti’ndeki elçi kabulleriyle ilgili olarak görsel ve


yazılı kaynaklardan hareketle, tezden çıkan genel durum hakkında son sözler
söylenmiştir.

2
2. Osmanlı Devleti’nin XVI. ve XVIII. Yüzyılları Arasındaki Dış
Politikasına Genel Bakış

Belirli bir kronolojik düzene sahip olmakla birlikte, Osmanlı Devleti’nin


XVI. ve XVIII. yüzyılları arasındaki politikaları hakkında genel bir fikir vermesi
düşünülerek yazılmış bu metinde, ilgili dönemlerdeki padişahların tamamı metin
içine alınmamıştır. Metinde en başından en sonuna kadar düzenli bir uyum
gözetilmiş, metin içinde bahsi geçen olayların olduğu dönem padişahının adı üst
başlık halinde verilmiştir.

2.1. II. Bayezid Dönemi (1481-1512)’nin Öne Çıkan Olayları

Fatih’in vefat etmesiyle beraber, korkunç bir yeniçeri isyanı, oğulları Cem ve
Bayezid arasında taht için tehlikeli bir iç harp, devlet idaresinde ve sosyal-ekonomik
işlerde Fatih’in siyasetine karşı kapsamlı bir tehlike dönemi başlar1. Fatih Sultan
Mehmed’in (1451-1481) 3 Mayıs 1481’de vefatından sonra, Bayezid’in Osmanlı
tahtına sahip olabilmesi karşısındaki en büyük engel kardeşi Cem Sultan’dı. Fatih’in
uyguladığı sert reform politikalarının devlet ricali ve halk arasında meydana getirdiği
hoşnutsuzlukların Beyazid’in tahta çıkma ihtimalini arttırdığı su götürmez bir
gerçektir. Babasının politikalarını devam ettirme eğilimi gösteren Cem’e nazaran
Bayezid, sakinliği ve yumuşak duruşu ile saltanatın en güçlü adayı haline gelmişti2.

Fatih’in vezîriâzamı Karamanî Mehmed Paşa ve ileri gelen vezirler


Amasya’da bulunan Bayezid’e derhal haber göndererek Đstanbul’a çağırdılar. Bu
arada Paşa’nın gizli bir taraftarı olduğu Cem’e de haber yolladığına dair bilgiler
bulunmaktır. Bu arada Fatih’in ölüm haberi Đstanbul’da asayişin bozulmasına neden
olmuştu. Bayezid ve Cem mücadelesinin aynı zamanda devlet ricalinin iktidar
mücadelesi olduğu unutulmamalıdır. Mehmed Paşa’nın uyguladığı politikalardan
memnun olmayan Đshak ve Gedik Ahmed Paşalar kardeşlerin saltanat mücadelesini
1
Halil Đnalcık, “Osmanlı Tarihinde Dönemler Devlet-Toplum-Ekonomi”, Osmanlı Uygarlığı I,
Yayına Hazırlayanlar: Halil Đnalcık, Günsel Renda, Kültür Bakanlığı Yay., Đstanbul 2003, s. 95.
2
Feridun Emecen, Đmparatorluk Çağının Osmanlı Sultanları, Đstanbul 2011, s. 22.

3
Karamanî Mehmed Paşa’yı bertaraf etmek için fırsat olarak kullanmışlardır. Đshak
Paşa ve yandaşları yeniçerileri kışkırtarak Bayezid lehine nümayiş yaptırmışlardır.
Yeniçeriler Mehmed Paşa’nın evini basarak onu katletmişler, bununla da kalmayarak
pek çok yeri yağmalamışlardı. Bu sırada Đstanbul’da bulunan Bayezid’in oğlu
Korkut, babasına vekâlet etmek üzere bir tahta oturtulmuştur. 21 Mayıs 1481’de
Đstanbul’a ulaşan Bayezid kendisini karşılayan vezirlerin refakatinde saraya girdi.
Bayezid’in ilk işi ertesi gün uzun süredir sarayda bekletilen babasının cenazesini
törenle defnettirmek oldu.

Tahta cülûsundan sonra II. Bayezid’in karşı karşıya kaldığı en önemli sorun,
Cem Sultan’ın saltanatı ele geçirme teşebbüsüdür. Cem Sultan’ın Đstanbul’daki en
büyük destekçisi olan Karamanî Mehmed Paşa’nın öldürülmesi Cem için oldukça
kötü bir durumdu. 8 Mayısta Bursa’ya hareket eden Cem, Đstanbul’a kardeşinden
daha yakın olmasına rağmen büyük ihtimalle Đshak Paşa’nın etkili siyaseti sonucunda
hızlı hareket edemedi. Bursa’da para basıp sultanlığını ilan eden Cem’e karşı
gönderilen ordu mağlubiyete uğradı. Bu sırada Avlonya’da bulunan ve askerlerin çok
sevdiği Gedik Ahmet Paşa da Bayezid tarafına katıldı. Yenişehir ovasında yapılan
savaşta Cem Sultan mağlup oldu ve Memlük sultanlığına sığındı. Cem’in ülkeden
kaçması bir süreliğine de olsa II. Bayezid’in rahatlamasına vesile oldu3.

Đstanbul’a dönmüş olan II. Bayezid, Cem Sultan’ın bazı taraftarları ve bir
kısım Osmanlı ümerasının tahrikiyle tekrar Anadolu’ya geçmesi üzerine, yeniden
Anadolu’ya geçti. Konya ve Ankara’da Cem’i kovalayan Bayezid’in önünde Cem
Sultan’ın bu baskılar karşısında Rodos şövalyelerine sığınması sonucu yeni bir
hareketlilik sahnesi açıldı. Artık Avrupa ve Osmanlı ilişkileri Cem’in sürekli kontrol
altında tutulacağı bir ilişki ağına dönüşecekti. II. Bayezid kardeşini siyasi emelleri
için kullanmak isteyen başta Papalık olmak üzere Macar ve Fransız faaliyetlerini
sürekli olarak izlettirme ve istihbarat alma politikasını uygulayacaktı4.

3
Đsmail Hikmet Ertaylan, Sultan Cem, ĐÜEF Yay., Đstanbul 1951, s. 85-110.
4
Şerafettin Turan, “Bayezid II”, DĐA, C. V, Đstanbul 1992, s. 235.

4
Cem Sultan olayı dolayısıyla merkezdeki iktidarı tehdit eden bazı devlet
adamları ve yeniçeriler üzerine gidemeyen II. Bayezid bu sorunu halletmesi akabinde
hemen harekete geçmiş ve içeride huzuru sağlayacak ve iktidarını kuvvetlendirecek
faaliyetlere başlamıştır. Bu faaliyetler içerisinde Cem taraftarı olduğunu düşündüğü
Gedik Ahmet Paşa’nın katledilmesi, isyana meyilli bazı yeniçeri ileri gelenlerinin
tımar vasıtasıyla merkezden uzaklaştırılması ve babası döneminde el konulan bazı
mülklerin eski sahiplerine verilerek halkın hoşnutluğunun kazanılması gösterilebilir.

II. Bayezid saltanatını kuvvetlendirmek, merkezdeki çalkantıları yatıştırmak


ve ayrıca yeniçerileri meşgul etmek için Boğdan üzerine harekete geçti. Kili ve
Akkirman kalelerini ele geçiren Bayezid, Edirne’ye muzaffer bir komutan olarak geri
döndü5.

II. Bayezid Boğdan seferindeyken Memlükler ile Anadolu’da bir çarpışma


yaşanmıştı. Şehzade Ahmed’den gelen bir haber Dulkadir topraklarına saldıran bir
Memlük birliğinin Osmanlı yardımcı kuvvetleriyle geri püskürtüldüğünü haber
veriyordu. Sıcak bir savaşın kaçınılmaz olduğu görünmekteydi. 1485’te patlak veren
savaş Osmanlılar için başarılı olamadı. Altı büyük seferden sonra yorgun düşen her
iki taraf eski var olan durumun devamı üzerine 1491’de barış imzaladılar.

II. Bayezid Batıya sığınmış olan ve Osmanlıya karşı bir iktidar piyonu gibi
kullanılan Cem Sultan’ın 1495’te ölümüne kadar sürekli olarak dış baskı hissetmişti.
Kardeşini gözetim altında tutabilmek için etkili bir siyaset izleyen II. Bayezid, bu
doğrultuda papa ile gizlice anlaşmış casuslar vasıtasıyla Batı ahvali hakkında önemli
bilgiler elde etmişti. Bu hadise II. Bayezid’in barışçı kimliğinin bir yansıması gibi de
algılanmıştı.

Cem tehlikesi kalktıktan sonra Avrupa’ya karşı daha mütecaviz davranmaya


başlayan Bayezid, büyük bir donanma hazırlamaya girişti. Bu sırada meydana gelen
olaylar Osmanlı-Venedik geriliminin başlamasına neden oldu. Karadağ üzerindeki

5
Nicolae Jorga, Osmanlı Đmparatorluğu Tarihi, Çev. Nilüfer Epçeli, Đstanbul 2005, s. 242-243.

5
nüfuz mücadelesi ve bir Venedik gemisinin Osmanlı saldırısına uğraması gerilimi
tırmandırmıştı. Ayrıca Papalık, Napoli ve Milano dukalarının teşvik ve desteği
Osmanlıları savaşa meylettiriyordu. Cem’in naaşının getirildiği yıl olan 1499’da
savaş başladı. 1500’de Osmanlı kuvvetleri Modon, Navarin ve Koron’u aldılar.
Venedik’in yanında savaşa giren Macarlar Sırbistan’a saldırdı. Denizdeki
çarpışmalar Adriyatik sahillerinde devam ediyordu. Midilli’yi kuşatan Venedik-
Fransız donanması geri püskürtüldü. Savaşta ağır darbe alan ve önemli kolonilerini
kaybeden Venedik mücadeleyi daha fazla sürdüremedi, 14 Aralık 1502’de yapılan
ateşkes ile savaşa son verilmiş oldu, bir yıl sonra 20 Mayıs 1503’te de antlaşma
yapıldı6.

II. Bayezid Avrupa ile meşgulken, Anadolu dini-sosyal vasıflı yeni bir
hareketlenme ile kaynamaya başlıyordu. Đran Şahı Şah Đsmail Anadolu’daki merkezi
yönetimden rahatsız olan Türkmen aşiretlerini kendi dini görüşü altında toplayarak,
Anadolu’yu nüfuz alanı olarak kullanmaya çalışıyordu. Şah Đsmail’in Anadolu’daki
propagandası her ne kadar önlenmeye çalışıldıysa da, gereken önemin verilmemesi
devleti tehdit etmekteydi. Bu sırada yaşlı ve hasta olan II. Bayezid, Şah Đsmail ile
anlaşmaya yoluna gitmiş ve onun faaliyetlerine karşı etkili bir siyaset gütmemiştir.
Ancak Trabzon’da bulunan ve Đsmail’e karşı bizzat harekete geçen Şehzade Selim,
babasının bu pasif politikası karşısında harekete geçmiş ve isyan ederek saltanatı ele
geçirmiştir. Osmanlı tarihinde tarih konulu minyatürlü yazmaların en erken
örneklerinden olan Şükrî-i Bitlisî’nin Selimnamesi’nde, Sultan Bayezid-Şehzade
Selim karşılaşması ve I. Selim’in doğu seferleri hakkında oldukça doğru bilgiler
veren minyatürler bulunmaktadır7.

6
Necdet Sakaoğlu, Bu Mülkün Sultanları 36 Osmanlı Padişahı, Oğlak Yay., Đstanbul 2008, s. 109.
7
Zeynep Tarım Ertuğ, “Minyatürlü Yazmaların Tarihi Kaynak Olma Nitelikleri ve Nüzhetü’l-Esrar,”
Tarih Boyunca Türk Tarihinin Kaynakları Semineri, 6-7 Haziran 1996, Bildiriler, Đstanbul, 1997,
s. 31.

6
2.2. Yavuz Sultan Selim Dönemi (1512-1520)’nin Öne Çıkan
Olayları

Şehzade Selim daha Trabzon’dayken, babasının hükümdar olarak giderek


iktidar gücünü kaybettiğini, özellikle Amasya valisi olan kardeşi Ahmet’in tahtın en
güçlü adayı olarak öne çıktığını fark etmişti. Şehzade Selim bir taraftan kardeşleri,
diğer taraftan babasıyla taht için zorlu bir mücadeleyi göze alarak harekete geçti.
Selim payitahta daha yakın olmak istiyordu. Bu sayede hem merkezi ele geçirmesi
gerektiğinde hızlı hareket edebilecek, hem de yeniçeriler üzerinde daha önceden tesis
ettiği nüfuzu kuvvetlendirebilecekti. Selim babasından başka bir sancak talep etti;
fakat babasının özellikle Şehzade Ahmet’in baskıları sonucu bu talebini reddetmesi
neticesinde, Selim artık taht için düşünülmediğini daha iyi anlamış oldu.

Selim ve Ahmet arasındaki anlaşmazlıkların had safhaya ulaştığı sırada II.


Bayezid, torunu Süleyman’a babasının da isteği doğrultusunda Kefe sancağının
verilmesini kabul etti. Bu olayın öncesinde ise, Süleyman için istenen Şebinkarahisar
ve sonrasında Bolu Şehzade Ahmet tarafından engellenmişti8.

Şehzade Selim bu sırada II. Bayezid’in hastalığının arttığı söylentisi üzerine,


izin almadan Kefe’ye oğlunun yanına gitti. Selim’in Kefe’ye geçmesi Đstanbul’da
derin yankı uyandırdı. Babası tarafından gönderilen nasihatçıyı dinlemeyen Selim,
Đstanbul’a gelerek bizzat babasını görmek için talepte bulundu. Bu isteği kabul
görmeyen Selim, 3000 adamıyla birlikte Edirne’ye geldi. Görüşme isteğini yeniledi
ancak babası kabul etmedi9. Bu gergin ortamda taraflar anlaşma yolunu seçerek
gerginliğin azalması yönünde hareket ettiler. Selim’in Rumeli’nden sancak talebi
kabul gördü ve babası hayattayken tahtı kimseye bırakmayacağına dair kendisine söz
verdi. Ancak Selim kendisine verilen Semendire sancağına doğru yola çıktığı sırada
Ahmet’in Đstanbul’a çağırıldığını haber alarak geri döndü. Çorlu’da babasını

8
Bkz., Zeynep Tarım Ertuğ, XVI. Yüzyıl Osmanlı Devleti’nde Cülûs ve Cenaze Törenleri, Kültür
Bakanlığı Yay., TTK Basımevi, Ankara 1999, s. 6.
9
Bkz., Zeynep Tarım Ertuğ, a.g.e., s. 8-9; Colin Đmber, Osmanlı Đmparatorluğu 1300-1650, Đstanbul
Bilgi Üniversitesi Yay., Çev. Şiar Yalçın, Đstanbul 2006, s. 132-133.

7
yakalayan Selim tekrar görüşme talebinde bulundu ancak isteği kabul görmedi ve
üzerine asker gönderildi. Kolay bir şekilde dağılan ordusuyla birlikte geri çekilen
Selim Kefe’ye döndü. Bu sırada Đstanbul’da hava Selim lehine değişmekteydi.
Şehzade Ahmet’in Anadolu’daki Şahkulu ile yaptığı mücadelede başarısız olması ve
devlet ricalinin önde gelenlerinin Selim’e meyletmeleri Selim’in elini kuvvetlendirdi.
Yeniçerilerin de Ahmet’e karşı Selim’den yana tavır almalarıyla birlikte artık Selim
tahtın en güçlü adayı haline geliyordu10. II. Bayezid baskılara dayanamayarak
Selim’i Asâkir-i Mansûre Serdarlığı için Đstanbul’a çağırdı. Selim hızlı bir şekilde
Đstanbul’a geldi. II. Bayezid Selim’in gelişiyle oğlu lehine tahttan feragat etti. Bir
bakıma tahtan indirildi. Böylece I. Selim dokuzuncu Osmanlı padişahı olarak tahta
oturdu11.

Selimşah yahut yaygın adıyla Yavuz Selim’in kişiliğinde Yıldırım Bayezid ve


Fatih Sultan Mehmed’in enerjik cihangirliği canlanıyordu12. I. Selim’in ilk icraatı
taht mücadelesine girebilecek kardeşlerini ve çocuklarını ortadan kaldırmak oldu. Bu
sırada Dimetoka’ya giden II. Bayezid’in yolda vefat etmesi I. Selim’in elini
kuvvetlendirdi. Anadolu’da ise Şehzade Ahmet Konya’da hükümdar gibi hareket
ederek, etrafa emirler gönderiyor ve asker toplamaya çalışıyordu. I. Selim
Anadolu’ya geçerek Bursa’ya geldi. Kardeşi Korkut’u Manisa’da idam ettirdi.
I.Selim, Ahmet’le Yenişehir ovasında yaptığı savaşı kazandı ve Ahmet’i yakalatarak
idam ettirdi13.

Saltanat kavgalarının önüne geçildikten sonra Yavuz Sultan Selim, Edirne’ye


gelmiş, komşu hükümdarlardan gelen elçileri müthiş bir heybet ve ihtişamla kabul,
durumun gereğine göre kimini taltif, kimini tehdit etmiştir14. I.Selim’in artık ilk
hedefi Anadolu’yu kaynatan Safeviler’di. Sefer kararı alan I. Selim Safeviler’e karşı

10
Bkz., Zeynep Tarım Ertuğ, a.g.e., s. 13.
11
Çağatay Uluçay, Yavuz Sultan Selim Nasıl Padişah Oldu, TD, S. 9, s. 74.
12
Halil Đnalcık, a.g.m., s. 101.
13
Feridun Emecen, Zamanın Đskenderi, Şarkın Fatihi: Yavuz Sultan Selim, Đstanbul 2011; Colin
Đmber, Osmanlı Đmparatorluğu 1300-1650, Đstanbul Bilgi Üniversitesi Yay., Çev. Şiar Yalçın,
Đstanbul 2006, s. 133-134.
14
Mustafa Nuri Paşa, Netayic ül-Vukuat, C. I-II, Sad. Prof. Dr. Neşet Çağatay, TTK Yay., Ankara
1992, s. 80.

8
ticari ambargo başlattı ve Đran ipeğinin batıya girişini yasaklattı. Sınırlar tamamen
kapatıldı ve tüccar geliş gidişi tamamen engellendi. Đzmit’ten Şah Đsmail’e yazdığı
mektupta ona savaş ilan açtığını ilan etti. Bunun üzerine Şah Đsmail, Yavuz Sultan
Selim’e mektup ve elçiler gönderdi. Yavuz Sultan Selim, Şah Đsmail’in samimi
olmayan bu hamlesine, elçilerine hakaret ederek ve askeri kuvvetlerini doğu sınırı
olan Sivas’ta toplayarak cevap verdi15. Konya, Sivas, Erzincan yolunu takip ederek
Safevi topraklarına girildi. Safevi topraklarında oldukça zor şartlar altında ilerleyen
orduda zaman zaman başkaldırmalar görüldü. Ancak bu şikâyetler geçiştirildi ve
gelen haberler üzerine ordu Çaldıran tepelerine doğru hareket etti. Ordunun karargâhı
Çaldıran ovasına kuruldu. Đki ordu sayı bakımından birbirlerine yakındılar. Osmanlı
ordusu iyi silahlanmış ve kuvvetli toplar bulundurmasına karşın, Safevi ordusu atlı
birliklerden müteşekkildi. Savaş ateşli silahların etkin kullanımı sonucunda Osmanlı
lehine son buldu ve Şah savaş meydanından kaçtı. Savaş sonrasında Safevi
başkentine giren Yavuz burada dokuz gün kaldıktan sonra Amasya’ ya döndü16.

Yavuz Selim daha sonra Anadolu’da Safeviler’le olan mücadeleye devam


etti. Dulkadiroğulları’nın başına Şehsuvaroğlu Ali Bey’i geçirdi. Diyarbakır kalesini
aldı. Đstanbul ve Edirne’de kaldıktan sonra ikinci doğu seferine çıktı. Yavuz’un ikinci
doğu seferi aslında Safeviler’i hedef almıştı. Ancak Memlûkler’in sınırdan geçmek
isteyen Osmanlı birliklerine izin vermemeleri ve Osmanlı’ya karşı düşmanca tavır
içinde girmeleri seferinin yönünü değiştirdi. Halep’e yönelen Osmanlı ordusu
Mercidabık’ta Memlûk ordusu ile karşı karşıya geldi. Asker farkının az olduğu iki
ordu arasındaki en belirgin fark, Osmanlı ordusunun ateşli silahlarla teçhiz edilmiş
olmasıydı. Savaş Osmanlı ordusunun ateşli silahları etkili bir şekilde kullanması
sonucu kısa sürede Osmanlılar lehine son buldu. Memlûk Hanı Kansu Gavri savaş
meydanında hayatını kaybetti. Zafer sonrası Halep’e çekilen Yavuz, Memlûk
kuvvetlerinin yeniden toparlandığını haber alınca Mısır’a doğru harekete geçti17.
Ordu ve devlet ricalinin muhalefetine rağmen Yavuz güneye inmeye devam etti ve
çölü geçti. Memlûklerin başına geçen Tomanbay’ın Kahire surları önünde hendek

15
Mustafa Nuri Paşa, a.g.e., s. 81.
16
Feridun Emecen, age., s. 63-72.
17
Feridun Emecen, “Mercidabık Muharebesi”, DĐA, C. XXIX, Đstanbul 2003, s. 174-1766.

9
kazarak buraya siperlendiğini ve toplarını yerleştirdiğini öğrenince şaşırtma
manevrası yaptı ve bu savunmayı dağıttı. Kahire içerisinde çok çetin mücadelelerden
sonra şehri ele geçirdi ve Tomanbay’ı yakalattırarak idam ettirdi18. Daha sonra
Đstanbul’a dönen Yavuz, Rodos üzerine sefer yapmak istemiş ancak niyetini
gerçekleştiremeden vefat etmiştir19.

2.3. Kanuni Sultan Süleyman Dönemi (1520-1566)’nin Öne


Çıkan Olayları

Yavuz Selim’in vefatı üzerine Manisa’da bulunan Süleyman, hızlı bir şekilde
hareket ederek Đstanbul’a geldi ve problemsiz olarak tahta oturdu. Başka erkek
kardeşi olmadığı için tahta çıkışında herhangi bir sorun yaşanmadı20. Sultan
Süleyman tahta çıktığında Avrupa siyasi olarak iki kutba ayrılmıştı. V. Karl ile I.
François arasındaki bu iki kutuplu Avrupa en çok Osmanlı’nın işine yaracaktı21.
Kanuni Sultan Süleyman, saltanatının daha ikinci ayını tamamlamadan babasının
Şam Beylerbeyliğine getirdiği Canberdi Gazali isyanı ile uğraşmak zorunda kaldı. Bu
durum bir endişe oluşturduysa da isyan kısa sürede bastırıldı22.

Kanuni’nin ilk hedefi Batı’ydı. Bunun için Fatih döneminde kuşatılan ama
elde edilemeyen iki yer öne çıkıyordu. Rodos ve Belgrad. Rodos Akdeniz’in,
Belgrad Orta-Avrupa’nın kapısı olarak görülüyordu. Kanuni 1521’de Belgrad’ı,
1522’de Rodos’u fethetmeyi başardı. Bu sırada Batı Avrupa’da Fransa ve Habsburg
hanedanları karşı karşıya gelmişler ve kıyasıya bir mücadele içine girmişlerdi23.
1525’te Fransa kralı I. François V. Karl’a yenilmiş ve esir düşmüştü. François’in
annesinin Kanuni’den yardım talep etmesi yeni bir Avrupa seferi için kaçırılmaz bir

18
Feridun Emecen, “Ridaniye Savaşı”, DĐA, C. XXXV, Đstanbul 2008, s. 87-88; Bkz. Halil Đnalcık,
a.g.m., s. 104-106.
19
Ahmet Uğur, Yavuz Sultan Selim, Kayseri 1992, s. 97-120; Colin Đmber, a.g.e., s. 134.
20
Zeynep Tarım Ertuğ, a.g.e., s. 14; Mustafa Nuri Paşa, a.g.e., s. 92-93..
21
Bkz. Halil Đnalcık, a.g.m., s. 108-109.
22
Feridun Emecen, “Canbirdi Gazali”, DĐA, C. VII, Đstanbul 1993, s. 141-143.
23
Fransız sarayı o zaman Osmanlı sultanını, “dünyadaki en büyük hükümdar” olarak görmektedir.
Kral François, Venedik elçisine, Avrupa devletlerinin bağımsızlığını güvence altına alan tek gücün
Osmanlı padişahı olduğunu itiraf etmiştir. (Bkz. Halil Đnalcık, Devlet-i Aliye: Osmanlı
Đmparatorluğu Üzerine Araştırmalar-I, Türkiye Đş Bankası Yay., Đstanbul 2009, s. 163.)

10
fırsat olarak Osmanlı’nın önünde belirmişti. Kanuni 1526’da Mohaç ovasında kısa
süren bir savaştan sonra Macar ordusunu dağıtmış ve Budin’e girmiştir. Burada bir
süre kalan Kanuni daha sonra şehri boşaltarak geri çekilerek Đstanbul’a döndü24.

Kanuni Avrupa’dayken Anadolu’da büyük çaplı isyan hareketleri görülmeye


başlamıştı. Bu isyan hareketleri çok büyümeden bastırılabilmiş ancak Safevi yanlısı
Kalender Şah’ın isyanı büyük güçlüklerle durdurulabilmişti. Bu durum karşısında
Doğu’ya yönelmeyi düşünen Kanunî Avrupa’daki yeni gelişmeler üzerine tekrar
gözünü Avrupa’ya çevirmiştir.

Macar Kralı II. Lajos’un varis bırakmadan ölmesi üzerine, bu bölgede hak
iddia eden Avusturya ve Bohemya Arşidük’ü Ferdinand, Budin’e girerek Macar
krallığını ilan etmişti. Bu durum karşısında harekete geçen Osmanlılar 1529’da
Dördüncü Avrupa seferine çıkmış oldular. Bu seferin amacı Budin’in kurtarılması ve
Zapolya’nın desteklenmesiydi. Kuşatma altına alınan Budin teslim oldu. Havanın
elverişsiz şartlarına rağmen Viyana kuşatıldı. Ancak bu kuşatma daha sonra
kaldırılarak Budin’e dönüldü. Bu arada Viyana alınsa bile Budin örneğinde olduğu
gibi elde tutulamayacağı ve boşaltılacağı belliydi.

Budin üzerindeki Avusturya baskısının devam etmesi üzerine 1532’de yola


çıkan ordu, Avusturya içlerine kadar girmesine rağmen, herhangi bir ordu ile
karşılaşamadan geri döndü. Alman seferi denen bu büyük sefer Habsburg
Hanedanlığına gözdağı vermek ve Macaristan hâkimiyetinin pekişmesi için
yapılmıştı25.

Habsburglar’a gözdağı verilmesinin ardından Kanuni yüzünü Doğu’ya, Đran’a


çevirdi. Babası döneminde ağır bir darbe indirilen Safeviler’in ortadan kaldırılması
sefer amacı olarak görülmektedir. Önden Sadrazamı ve en yakın arkadaşı olan
24
Feridun Emecen, Đmparatorluk Çağının Osmanlı Sultanları, Đstanbul 2011, s.109.
25
Bkz., M. Tayyip Gökbilgin, “Kanuni Sultan Süleyman’ın Macaristan Siyaseti”, Kanuni Armağanı,
TTK Yay., Ankara 1970, s. 5-39; Jean-Paul Roux, Türklerin Tarihi Pasifik’ten Akdeniz’e 2000 Yıl,
Çev. Aykut Kazancıgil, Lale Arslan-Özcan, Kabalcı Yay., Đstanbul 2007, s. 361; Đdris Bostan,
“Kanuni ve Akdeniz Siyaseti 1530-1550”, Muhteşem Süleyman, Ed. Özlem Kumrular, Kitap
Yayınevi, Đstanbul 2007, s. 27.

11
Đbrahim Paşa’yı gönderen Kanuni, daha sonra O’na katılmıştır. Safevi kuvvetleri bu
sefer sırasında Kanuni’nin karşısına çıkmaya cesaret edememişlerdir. Sefer
sonucunda Bağdat ele geçirilmiş ancak Safeviler’e karşı bir üstünlük sağlanamadan
geri dönülmüştür26.

Denizlerde ise Barbaros Hayreddin Paşa’nın Osmanlı saflarına katılması,


devlet için büyük deniz başarıları kazanılmasında önemli merhaleleri beraberinde
getirmiştir. Hayreddin Paşa denizde önemli başarılar kazanıyordu. Bu başarıların en
büyüğü Preveze galibiyetiydi. Bu zafer sonrasında Orta ve Doğu Akdeniz’in
hâkiminin Osmanlılar olduğu açık bir şekilde ortaya çıkmış oluyordu27.

Macar Kralı Zapolya’nın ölümü gözlerin yeniden Macaristan’a dönmesine


neden oldu. Artık Macar sorununun kökünden hallini düşünen Kanuni Budin’e
hareket etti. Budin’i kuşatan Avusturya Arşidük’ü Ferdinand geri püskürtüldü ve
Budin’in artık bir Osmanlı toprağı olduğu resmen ilan edildi. Ertesi sene tekrarlanan
Budin harekâtıyla Macaristan hâkimiyeti pekiştirildi. 1547’te imzalanan mütareke ile
Batı sınırını güvence altına alınmış oldu28.

Kanuni, Safeviler üzerine bir sefer daha yapmayı gerekli görerek tekrar Đran’a
yöneldi. Ancak diğer seferler gibi bu seferde de elle tutulur bir başarı
gösterilemeyince, strateji değişikliğine gidilerek 1548’de Hakkâri’yi de içine alan
Van beylerbeyliği oluşturuldu. Artık Safeviler’e karşı uygulanacak politika onları
sınır boylarında kuvvetli askeri tedbirlerle durdurmak olacaktı. Ancak 1553’te
Safeviler üzerine tekrar sefere çıkılmak zorunda kalındı. Bu sefer esnasında halk ve
askerler arasında tahta en çok yakıştırılan oğlu Şehzade Mustafa’yı ortadan kaldırdı.
Bu sefer sonucunda da elle tutulur bir başarı elde edilemeden geri dönüldü29.

26
Feridun, Emecen, “Irakeyn Seferi”, DĐA, C. XIX, Đstanbul 1999, s. 116-117; Mustafa Nuri Paşa,
a.g.e., s. 97-98..
27
Đdris Bostan, “Preveze Deniz Muharebesi”, DĐA, C. XXXIV, Đstanbul 2007, s. 343-345.
28
Bkz., Ivan Stchoukine, La Peinture Turque, Librairie Orientaliste Paul Geuthner, Paris 1966, s.
23.
29
Halil Đnalcık, Devlet-i Aliyye: Osmanlı Đmparatorluğu Üzerine Araştırmalar, Đstanbul 2009, s.
152-157.

12
Đran seferinden sonra Kanuni, oğulları Şehzade Selim ve Bayezid arasındaki
mücadeleyi takip etmeye başladı. Đki oğluna karşı tarafsız gibi görünmeye
çalışmasına rağmen Selim’e temayülü açıkça kendini belli ediyordu. 1559’da Konya
ovasında yapılan savaşı Şehzade Selim kazandı ve Bayezid kaçtığı Đran’dan teslim
alınarak idam edildi30.

Kanuni, oğulları arasındaki bu savaştan sonra biraz rahatlamayı ve


dinlenmeyi umuyordu ancak Batı sınırındaki Avusturya ile olan çarpışmalar bu
duruma el vermedi. Avusturya üzerine yeniden bir sefer tertip ettirdi ve kendisi de
ordunun başında olduğu halde harekete geçti. Ancak yaşı oldukça ilerlemiş olan
Kanuni Zigetvar’daki ordugâhında hayatını kaybetti31.

2.4. II. Selim Dönemi (1566-1574)’nin Öne Çıkan Olayları

Kanuni’nin vefatından sonra onun yerine tahta geçen II. Selim ve onu takip
eden diğer padişahlar döneminde Doğu ve Batı’ya karşı yapılan sürekli seferler
giderek ağırlığını kaybetti. Veziriazam Sokullu Mehmed Paşa’nın parlak kanal
projeleri hayata geçme imkânı bulamadı. Bu projelerin başarısızlıkla
sonuçlanmasında Osmanlılar’ın Kıbrıs’a yoğunlaşmış olmalarının payı büyüktü.
Nitekim Kıbrıs 1571’de fethedildi. Ancak Kıbrıs’a yardım için gelen haçlı
donanmaları Đnebahtı’da Osmanlı donanmasına ağır kayıplar verdirmişti32. Buna
rağmen ertesi yıl yeniden güçlü bir donanma hazırlanarak denize indirilmesi ile bu
yenilginin izleri silinmiştir. Öte yandan Kuzey Afrika’daki nüfuz mücadelelerinde

30
Ayrıntılı bilgi için bkz. Şerafettin Turan, Kanuni’nin Oğlu Şehzade Bayezid Vak’ası, AÜ Dil ve
Tarih-Coğrafya Fak. Yay., Ankara 1961, s. 105-157.
31
Tayyib Gökbilgin, “Süleyman I”, ĐA, C. IX, Đstanbul 1964, s. 99-155; Bkz., Zeynep Tarım Ertuğ,
a.g.e., s. 100-106; Zeynep Tarım Ertuğ, “The Depiction Of Ceremonies In Ottoman Miniatures:
Historical Record Or A Matter Of Protocol?”, Muqarnas, An Annual on the Visual Cultures of the
Islamic World, Volume 27 (2010), Leiden Boston, 2010, s. 261; Mustafa Nuri Paşa, a.g.e., s. 106.
32
Đnebahtı’da Osmanlıların daima korktukları şey gerçekleşmiş, Avrupa’nın denizdeki ittifakları
başarılı olmuş ve Osmanlı donanması yok edilmiştir. Bu kötü durumdan sonra Osmanlı Devleti dış
politikasında daha temkinli davranmaya başlamıştır. (Bkz. Halil Đnalcık, a.g.m., s. 117-119.); Ayrıca
bkz. Mustafa Nuri Paşa, a.g.e., s. 111.

13
Tunus’un ele geçirilmesi Đspanyolların bu bölgedeki etkinliklerine ağır bir darbe
indirdi33. Bu zafer, Đnebahtı bozgununun meydana getirdiği kötü havayı dağıttı34.
Osmanlılar bu sırada bütün güçleriyle Doğu’da Safeviler ile
çarpışmaktaydılar. 1555’ten beri devam eden barış bozulmuş ve Doğu’ya yeni bir
sefer açılarak Hazar kıyılarına kadar olan bölge ele geçirilmişti. Sınırlarda savaş
devam ederken içeride de huzursuzluklar ve isyanların başlaması devleti oldukça zor
duruma düşürdü. Đçeriden gerçekleştirilen bir dizi kanlı harekâtla Đmparatorluk geçici
olarak tekrar huzura kavuştu.

2.5. III. Murad Dönemi (1574-1595)’nin Öne Çıkan Olayları

Osmanlıların Habsburglar ve Safeviler’le yaptıkları uzun savaşlar temel


kurumlarda, sosyal hatta idari ve mali olumsuz tesirlere yol açtı. Aslında bozulma
belirtileri Kanuni zamanında başlamış ama bu belirtiler III. Murad (1574-1595)
döneminde ortaya çıkmıştı. Osmanlılar Batı’daki yeni gelişmelere ayak uydurmaktan
çok uzak kalmışlardı. Ayrıca klasik imparatorluk yapısı da bu gelişmelerin devlete
tatbikini imkânsız hale getiriyordu35.

Đçeride bu gelişmeler olurken Avrupa’daki savaşsız döneme rağmen


Osmanlılar Avrupa üzerindeki siyasi ağırlıklarını kullanmaya devam ettiler. Lehistan
krallık seçimlerinde bu siyasi ağırlık kullanılarak Lehistan tahtına Osmanlıların
desteklediği adayın oturulması sağlandı. Bu sırada Habsburglar’la olan sınır
çekişmeleri savaşa yol açacak gelişmelere gebeydi. 1568’den bu yana devam eden
barış 1593’te başlayan savaşla son buldu.

Savaşın ilk safhalarında durumun kötüye gitmesi üzerine bizzat III.


Mehmed’in (1595-1603) başında bulunduğu bir ordu peşi sıra galibiyetler elde

33
Fernand Braudel, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası, Çev. M. Ali Kılıçbay, Đstanbul 1990, C. II, s. 35-
48.
34
Halil Đnalcık, a.g.m., s. 120.
35
Bekir Kütükoğlu, Osmanlı-Đran Siyasi Münasebetleri, Đstanbul 1993, s. 201-279.

14
ederek Habsburglar’ı geri püskürttü. Diğer yandan da Đran ile savaşlar devam
etmekteydi36. Ancak bu savaşlar sonunda Osmanlılar hiçbir sonuç elde edemediler.

2.6. I. Ahmed Dönemi (1603-1617)’nin Öne Çıkan Olayları

1606’da imzalanan Zitvatoruk Antlaşması ile Osmanlılar’ın Avrupa ile ilgi


görüş ve hareketlerinde önemli değişiklikler yaşandı. Artık Fatih’den beri takip
edilen Cihan Hâkimiyeti düşüncesi bırakılıyordu37.

XVI. Yüzyıl başlarındaki hızlı nüfus artışı işsiz gençlerin oluşmasına neden
olmuş bu işsiz gençler büyük eşkıyalara ve devletin politikalarından memnun
olmayan sabık devlet görevlilerine katılarak eşkıyalığa başlamışlardı. Bu eşkıyaların
faaliyetleri adeta Anadolu’yu yangın yerine çevirmişti. Bu eşkıyalar üzerine sık sık
ordu sevk edilmek zorunda kalınmış ve nihayet Kuyucu Murad Paşa’nın uyguladığı
sert ve kanlı tedbirlerle bir nebze de olsa devlet rahat bir nefes almıştı. Bu sırada Đran
ile ilişkiler tekrar bozulmuş ve Đran’a yeni seferler açılmıştır. Birbiri ardı yapılan üç
sefer sonucunda Azerbaycan bölgesi elden çıkmış ancak Bağdat, Van ve Kars
üzerindeki Osmanlı hâkimiyeti Safeviler’e kabul ettirilmiştir38.

2.7. IV. Mehmed Dönemi (1648-1687)’nin Öne Çıkan Olayları

XVII. yüzyılın ilk yarısı kapanmadan önce doğu meselesine getirilen belirli
bir çözümle Osmanlılar gözlerini yeniden Avrupa’ya çevirdiler. Avrupa’da vuku
bulan Otuz yıl savaşları süresince batı cephesinde herhangi bir savaşa girilmemişti.
Akdeniz’de ise Rodos ve Kıbrıs’ın fethi ile ticaret güvenliği sağlanmasına rağmen,
Girit hala önemli bir sorun olarak kendini göstermekteydi. Girit üzerine yapılan sefer
oldukça kötü sonuçlar doğurdu. Adanın stratejik noktalarının ele geçirilememesi,
ayrıca Venedik’in Ege ve Boğazlar’daki sert baskısı nedeniyle bir sonuca

36
Bkz. Mustafa Nuri Paşa, a.g.e., s. 116-118.
37
Feridun Emecen, “Osmanlı Siyasi Tarihi Kuruluştan Küçük Kaynarca’ya”, Osmanlı Devleti ve
Medeniyeti Tarihi, Ed. Ekmeleddin Đhsanoğlu, Đstanbul 1999, C. I, s. 45.
38
Bekir Kütükoğlu, Osmanlı-Đran Siyasi Münasebetleri, Đstanbul 1993, s. 201-279.

15
ulaşılamadı. Bu kötü durumdan devleti kurtarabilecek bir kurtarıcı olarak Köprülü
Mehmed Paşa veziriazamlığa getirildi. Büyük yetkilerle göreve getirilen Mehmed
Paşa önce Venedik ablukasını kırdı. Ancak Erdel’de başlayan bağımsızlık hareketleri
üzerine Avrupa’ya yönelen Mehmed Paşa burada kontrolu eline alsa da, bu kalıcı bir
çözüme ulaşamadı. Devlet Erdel ile ilgilenirken, Anadolu’da Abaza Hasan Paşa
ayaklanması baş göstermişti. Mehmed Paşa kanlı bir şekilde de olsa bu isyanı
bastırabildi. Mehmed Paşa 1661’de öldüğünde geride oldukça güçlü bir devlet
bırakmıştı39.

Köprülü Mehmed Paşa’nın ölümden sonra veziriazamlığa oğlu Ahmed Paşa


getirildi. Ahmed Paşa ilk iş olarak babasının tam olarak halledemediği Erdel
meselesine eğildi. 1662’de Osmanlı ordusunun Erdel’e girmesi uzun bir aradan sonra
Osmanlı ve Habsburg’luların tekrar savaşmasına neden oldu. 1664’te imzalanan
Vasvar Antlaşması ile Osmanlılar istediklerini elde ettiler ve Erdel üzerindeki
haklarını kabul ettirdiler. Daha sonra yoğunluğu Girit’e veren Ahmed Paşa, 1666’da
Girit’i tamamıyla bir Osmanlı toprağı haline getirdi. Girit’in fethedilmesi üzerine
Karadeniz’in kuzeyine Lehistan üzerine harekete geçilerek, Podolya ve Kamaniçe
Osmanlı topraklarına katıldı40.

Osmanlıların Avrupa’daki bu faaliyetleri Avrupa’da yeni bir Türk korkusu


yarattı. Köprülü Mehmed Paşa ile başlayan dönemle birlikte, Osmanlı fetih gücü
tekrar harekete geçmiş, O’nun ve haleflerinin dönemlerinde Osmanlılar kuzeyde en
geniş sınırlarına ulaşmıştı. Bu politikaların devamı olarak Avrupa’nın içlerine yeni
seferler yapılması kaçınılmaz olarak görülüyordu. Bunun için fırsat oluşturulmada
geç kalınmadı. Bu defa hedef Viyana’ydı ve bahane de Orta Macaristan meselesiydi.

Burası yeni bir krallık olup, halkı Protestan’dı. Koyu Katolik Habsburg’ların
baskısı Protestan Macarların direnişi ile karşılaştı. Habsburglar’dan kaçan direnişin
öncüsü Tököli Đmre Osmanlı himayesine sığındı ve Osmanlı desteğiyle bir krallık
kurmak istediğini bildirdi. Bunun üzerine 1682’de sefer hazırlıklarına başlandı. Bir

39
Tayyip Gökbilgin, “Köprülüler”, ĐA, C. VI, Đstanbul t.y., s. 892-897.
40
Feridun Emecen, a.g.m., s. 54.

16
Osmanlı kuvveti Orta Macaristan’a gönderilerek, Tökeli kral tahtına oturtuldu. Bu
arada Fransa ile savaş içerisinde bulunan imparator Leopold Osmanlılar ile Vasvar
Antlaşmasını yenilemek istediyse de bu gerçekleşmedi. Osmanlı Devleti ile tek
başına mücadele edemeyeceğini çok iyi bilen Leopold, Batı’dan ittifak arayışlarına
başlayarak bu savaşı Hıristiyan âlemine karşı bir savaş olarak göstermeye çalıştı. Bu
çabalarında başarılı da oldu.

1683 Temmuzunda Viyana’yı kuşatma altına alan Osmanlılar bu kuşatmadan


bir sonuç elde edemediler. Kuşatma sırasında ordunun arkasından saldıran Leh-
Alman kuvvetleri Osmanlı ordusunu dağıttı ve Osmanlı ordusu Belgrad’a çekildi. Bu
savaş Avrupa’da büyük bir heyecan yarattı. Avusturya, Lehistan, Venedik ve Rusya
birleşerek Kutsal Đttifak’ı oluşturdular ve dört bir koldan Osmanlılara saldırdılar. Bu
dört cephede yapılan savaşlar sonucu Uyvar, Budin, Mora, Belgrad kaybedildi.

2.8. II. Mustafa Dönemi (1695-1703)’nin Öne Çıkan Olayları

Bu savaşlar devam ederken, Avusturya’nın Fransa ile tekrar bir savaşa


girmesi sonucu nefes alma imkânı bulan Osmanlılar, 1697 Zenta bozgunu ile barıştan
başka çare kalmadığını anlamış oldular. Karlofça’da 1699’da imzalanan Antlaşma ile
Macaristan üzerindeki haklardan Avusturya lehine vazgeçilmiş oldu41.

Mora ve Dalmaçya kıyıları Venediklilere, Kamaniçe Podolya Lehistan’a


bırakıldı. Bu savaşla birlikte 1526’dan beri yürütülen Avrupa politikası terk edilmek
zorunda kalınıyordu. Karlofça Antlaşması, Osmanlı tarihinde bir dönüm noktasıdır.

41
Karlofça Antlaşması’nda elçilerle ilgili şu madde ilgi çekici görülmüştür. 17. maddede şunlar karara
bağlanmıştır: “Elçiler gelip gittiklerinde ve bir yere geldiklerinde eskiden beri yapılagelen merasim iki
tarafın da denetimi altında olacak, Roma Đmparatoru tarafından gelen elçi, kapu kethüdası ve bunların
dışındaki adamları istedikleri esvâbı giyebilecek; Roma Đmparatoru elçileri ve kapu kethüdaları ve
maslahagüzarları vs. Osmanlı Devleti dostları âsûde-hâl olacakları tacir, evladları ve gayri adamları
Beç’ten Âsıtâne-i Saâdet’e ve Âsıtâne-i Saâdet’ten Beç canibine varub emin ve salim varıp gelmeleri
ve ihtiyaçlarının temini hususunda yardım edilecektir”.

17
Bu antlaşmayla Osmanlı’nın Avrupa’daki sınırının kapandığı ve imparatorluğun
saldırgan devlet durumundan savunmacı devlet durumuna geçtiği kabul edilir42.

Bu arada Rusya Azak’ı almış ve Karadeniz sahillerine inmişti. Bu büyük


savaş Balkanlardaki dengeleri de sarsmış ve Sırp, Arnavut ve Yunanlılar isyan
etmeye başlamışlardı. Đçeride ise Celali isyanları yeniden görülmeye başlıyordu. Bu
savaş Osmanlı mali kaynaklarının tükenmesine yol açmış ve insan gücü bakımından
büyük kayıplara neden olmuştu. Bu dönemden sonra Avusturya gerçek anlamda
güçlenerek nüfuz ve tesirini iktisadi çıkarları dolayısıyla giderek Balkanlar’a
kaydıracaktı. Bu savaş sonrası Osmanlılar Avrupa karşısındaki zaaflarını anlamışlar,
Batı’nın üstünlüğünü kabul etmek zorunda kalmışlardı.

Karlofça ile sonuçlanan on altı yıllık bu büyük savaş ve hezimet dönemi,


Osmanlı malî, idarî ve sosyal bünyesinde yeni sarsıntılara neden oldu. Bu barış
dönemine girildikten dört yıl sonra patlak veren II. Mustafa’nın tahttan indirilmesi ve
Amcazade Hüseyin Paşa, Râmi Mehmed Paşa ve Şeyhülislam Feyzullah Efendi’nin
öldürülmesi ile sonuçlanan Edirne Vak’ası imparatorlukta büyük sarsıntılara neden
oldu. Kapıkulu tarafından çıkarılan isyanda hiç şüphesiz 1683’ten itibaren meydana
gelen sarsıntıların büyük tesiri olmuştur. Sosyal ve iktisadi sebeplere dayalı bu
derinlere kök salmış sebepler esas zemini oluşturuyordu.

2.9. III. Ahmed Dönemi (1703-1730)’nin Öne Çıkan Olayları

I. Edirne Vakası ile Osmanlı tahtına III. Ahmet geçirildi (1703-1730). Rusya
bu dönemde hem Doğu Avrupa hem de Karadeniz istikametinde topraklarını
genişletme gayesini gütmekteydi. Poltova yenilgisinden sonra Osmanlılara sığınan
Đsveç Kralı XII. Şarl, iki ülke arasında yeniden bir savaşın başlaması için bir vesile
oldu. Bu savaş ile Osmanlılar, Karlofça'da kaybettikleri toprakları tekrar kazanma
fırsatını bulacaktı. Nitekim Prut'ta sıkıştırılan Ruslar (1711) anlaşma yaparak, Azak'ı

42
Philip Mansel, Konstantiniyye, Dünyanın Arzuladığı Şehir 1453-1924, Çev. Şerif Erol, Everest
Yay., Đstanbul 2008, s. 193.

18
terk etmek zorunda kaldılar. Karadağ'da isyan çıkartan Venedik'e karşı açılan
savaşlarda işgal altındaki Mora kurtarıldı (1715). Bu başarılar üzerine, sıranın
kendisine geldiğini düşünerek harekete geçen Avusturya, Venedik ile ittifak ederek
Petervaradin’de Osmanlıları büyük bir yenilgiye uğrattı.

Temeşvar ve Belgrat düştü. Osmanlılar Pasarofça Antlaşması’nı43


imzalayarak (1718), Temeşvar ve Belgrad ile birlikte Küçük Eflâk ve Kuzey
Sırbistan'ı Avusturya'ya bıraktı. Dalmaçya kıyılarındaki bazı kalelerin Venedik'e
terki mukabilinde Mora muhafaza edildi. Osmanlıların Balkanlar ve Orta Avrupa
seferleri için staratejik bir mevkide olan Belgrat'ın düşmesi, ağır sonuçlar
doğurmuştur. Avusturya, Belgrat'tan Balkanların içlerine sarkmakta daha başarılı
olacaktır44.

Pasarofça Antlaşması neticesinde ortaya çıkan barışı iyi kullanmak isteyen


Osmanlılar, artık Avrupa karşısında aldıkları mağlubiyetler ve gerilemeler nedeniyle,
Balkanlardaki sınır kalelerini tahkim etme, bölge halkını yanında tutmak için
vergileri azaltma gibi siyasetler takip etmeye başlayacaklardı. Damat Đbrahim Paşa,
Osmanlılara üstünlük kurmuş olan Avrupa'yı her yönüyle tanımak için Avrupa
başkentlerine elçiler göndertti. 1718-1730 yılları arasındaki bu dönem, sanatta lâle
motifinin işlenmesi sebebiyle "Lâle Devri" adıyla anılmaktadır. Bu dönemde matbaa
açılması, çini ve kumaş fabrikası kurulması gibi birtakım olumlu yenilikler
yapılmıştı. Ancak bu gelişmelerden hoşnut olmayan savaş yanlısı kesimlerle savaş
karşıtı kesimler arasında hizipleşmeler görülmeye başladı. III. Ahmet ve saray
çevresinin şaşaalı eğlenceleri ve harcamaları huzursuzluğu artırmaktaydı. Damat
Đbrahim Paşa'nın, Đran'a karşı başlatılan savaşta (1722) kesin netice alamaması ve

43
Pasarofça Antlaşması’nda elçilerle ilgili olan 17. ve 18. maddelerde şöyle denilmektedir: “Đki tarafta
da dostluğun tam olarak kurulması ve kuvvetlenmesi için büyükelçilikler kurulacaktır. Elçiler gelip
gidip meks eylediklerinde eskiden olduğu üzre merasim rütbelerine göre gözetilecek, Roma
Đmparatoru tarafından gelen elçi ve kapu kethüdası ve diğer adamları istedikleri libası giydiklerinde
kendilerine karışılmayacaktır. Osmanlı Devleti’nin dostları, kralların elçileri ve maslahatgüzarları,
tercümanlar istihdam edilecek. Ulakları ve bunun dışındaki adamları Viyana’dan Đstanbul’a,
Đstanbul’dan Viyana’ya gidip geldiklerinde eski kanun üzere yol emirleri verilerek güvenilir bir
şekilde gidip gelmeleri temin edilecektir”.
44
Kemal Beydilli, “Osmanlı Siyasi Tarihi Küçük Kaynarca’dan Yıkılışa”, Osmanlı Devleti ve
Medeniyeti Tarihi, Ed. Ekmeleddin Đhsanoğlu, Đstanbul 1999, C. I, s. 67.

19
uzayan savaş esnasında Tebriz'in sadrazamın gizli emriyle Đran'a terk edildiği haberi,
muhalefetin harekete geçmesi için neden yaratmış oldu. Patrona Halil
Ayaklanması'nın patlak vermesiyle bu dönem sona eriyordu. Damat Đbrahim Paşa ve
yakınları asiler tarafından katledildiler (1730).

2.10. I. Mahmud Dönemi (1730-1754)’nin Öne Çıkan Olayları

Bu olayın ardından III. Ahmet tahttan feragat ederken, yerine I. Mahmud


hükümdarlık tahtına oturdu. (1730-1754). I. Mahmud’un ilk işi isyanın elebaşlarını
temizlemek oldu. Bu arada Đran harplerinin ikinci safhası başlamış oldu. Osmanlılar
Tebriz’e girmiş olmalarına rağmen, buranın elde tutulmasının güçlüğünü kavrayarak
geri çekildiler ve Tebriz, Kirmanşah ve Luristan’ı Đran’a bıraktılar. Ancak daha sonra
Đran’ın Doğu Anadolu’yu tehdit eder hale gelmesi nedeniyle tekrar savaş patlak verdi
1746’da imzalanan Antlaşma ile her iki tarafta Kasr-ı Şirin Antlaşması’ndaki
sınırlarına çekildi45. Zaten Osmanlı Devleti ile Safevi Devleti arasında 1502 yılından
1722 yılına kadar süregelen ilişkilerde her iki taraf açısından da tam bir üstünlük
oluşmuyordu. Bu yıllar hanedanlarca izlenen politikaların kesişmesiyle karşılıklı
tanınma ve uzlaşma ile geçmiştir46. Kasr-ı Şirin Antlaşması, işte bu sorunları hemen
hemen nihai bir anlaşma zeminine taşıyordu.

Đran savaşının ikinci safhasında Batı’daki yeni gelişmeler, özellikle Karadeniz


ve kuzeyini doğrudan ilgilendiren olaylar yaşanmaktaydı. Kırım Tatarlarına karşı
büyük bir saldırı başlatan Rusya, Azak ve Bahçesaray’ı işgal etti (1739). Fransa'nın
da teşvikiyle Osmanlılar, Rusya'ya karşı savaş ilân etti. Rusya'nın yanında savaşa
katılan Avusturya da, Eflâk ve Boğdan'a girmişti. Osmanlılar iki cephede de büyük
başarılar kazandılar. Prusya, Fransa ve Đsveç'in Osmanlılara yakınlaşması,
Osmanlılar karşısında ummadıkları bir yenilgi tadan Rusya ve Avusturya'yı barış
yapmaya zorladı. Bu savaş sırasında tekrar Osmanlıların eline geçen Belgrat'ta bir
anlaşma imzalandı (18 Eylül 1739). Belgrat Anlaşmasıyla, Avusturya, Pasarofça
45
Münir Aktepe, 1720-1724 Osmanlı Đran Münasebetleri ve Silahşor Kemanî Mustafa Ağa’nın
Revan Fetihnamesi, Đstanbul 1970, s. 1-34; Ayrıca bkz. Mustafa Nuri Paşa, Netayic ül-Vukuat, C.
III-IV, Sad. Prof. Dr. Neşet Çağatay, TTK Yay., Ankara 1992, s. 41-42.
46
Rhoads Murphey, Ottoman Warfare 1500-1700, UK, UCL Press, 1999, s. 5.

20
barışıyla elde ettikleri tüm topraklardan geri çekildiler. Ruslar da Azak'ı terk ederek
bölgedeki kıyı ve deniz ticaretinin Osmanlı gemileriyle yapılmasını kabul etti. Bu
anlaşma geçici de olsa Osmanlıların toparlanmasını sağlamıştır. Bu mücadeleleri
uzun bir barış ve rehavet dönemi takip edecekti.

2.11. III. Mustafa Dönemi (1757-1774)’nin Öne Çıkan Olayları

1763 yılında Lehistan kralının ölmesi sonrasında, Lehistan’da yapılan kral


seçimlerinde Rusya’nın desteklediği adayın kral olması, bu durumdan memnun
olmayan Lehistan aydınlarının Osmanlılara sığınmasıyla sonuçlandı. 1764 yılında
Rusya, Osmanlıların toprak bütünlüğünü garanti ettiği Lehistan'ı işgal etmiş ve kaçan
mültecileri takip ederek Osmanlı sınırını geçip Balta kasabasını yaktılar. Bu olay
üzerine Osmanlı Devleti Rusya'ya savaş ilân etti (1768)47. Savaş’a hazırlıksız
yakalanan Osmanlılar Rusya karşısında başarısız oldu. Baserabya ve Kırım'ı işgal
ettikleri gibi, Đngilizlerin de yardımıyla Baltık filosunu Akdeniz'e göndererek, Mora
Rumlarını isyana teşvik etmişler ve Çeşme'de demirli Osmanlı donanmasını gafil
avlayarak, gemileri yakmışlardır48. 1772’de yapılan mütarekenin ardından Kırım
konusunda anlaşılamaması üzerine tekrar savaş patlak verdi.

2.12. I. Abdülhamid Dönemi (1774-1789)’nin Öne Çıkan


Olayları

I. Abdülhamid' in (1774-1789) başa geçmesinden sonra imzalanan Küçük


Kaynarca Antlaşması49 ile (21 Temmuz 1774) Kırım Hanlığı Osmanlıdan
kopartılarak sözde bağımsız bir devlet olmuş, Baserabya, Eflâk, Boğdan
Osmanlılarda kalmış, ancak Azak ve Kabartay bölgesi Rus hâkimiyetine geçmiştir.
Ruslar bu anlaşmayla Đngiltere ve Fransa'ya tanınan kapitülâsyonları da kazanmış ve
her yerde konsolosluk açma hakkını elde ederek, Osmanlının iç işlerine

47
Bkz. Mustafa Nuri Paşa, a.g.e., s. 56-61.
48
Bkz. Mustafa Nuri Paşa, a.g.e., s. 62-63.
49
Antlaşmanın maddeleri için bkz. Mustafa Nuri Paşa, a.g.e., s. 73-89.

21
karışabileceği bir ortamı kendine hazırlamıştır. Nitekim 1783'te Kırım'ı işgal ve ilhak
eden Rusya, Karadeniz'e hâkim olarak, sıcak denizlere inme politikasını
gerçekleştirme yönünde büyük bir adım atmış, Ortodoksları himaye bahanesiyle de
Balkanlardaki nüfuzunu kuvvetlendirmiştir. Osmanlı Devleti’nin Küçük Kaynarca
Antlaşması’nı imzalamasıyla artık çöküşe doğru giden yol hızlanmaya başlamıştır.

Rusya'nın asıl amacı, Đstanbul'u ele geçirerek Bizans'ı yeniden diriltmek idi.
Đşte bu maksatla, Osmanlı Devleti'ni taksim etmek üzere Avusturya ile gizli bir
anlaşma yapıldı. Bu anlaşmayı haber alan Osmanlı Devleti, Prusya ve Đngiltere'nin de
tahrikiyle Rusya'ya karşı savaş açtı. Halkın infialine neden olan Kırım'ı geri almak
Osmanlının en büyük arzusuydu. Ancak bu savaşa Rusya'nın müttefiki olan
Avusturya'nın da katılmasıyla, Osmanlılar iki cephede birden mücadele etmek
zorunda kaldılar (1788). Rusya'ya karşı doğu cephesinde başarı sağlanamadı.

2.13. III. Selim Dönemi (1789-1807)’nin Öne Çıkan Olayları

Bu tarihlerde Osmanlı tahtına III. Selim çıkmıştı (1789-1807). III. Selim


Đsveç ile bir anlaşma yaparak Rusya'ya karşı bir müttefik kazanmıştı. Ancak Rusya
Bükreş ile Küçük Eflâk'ı almış, ardından da Belgrat ve Bender düşmüştü. 1790' da
Avusturya Đmparatoru II. Joseph ölünce iç ayaklanmalar baş göstermiş ve Fransız
ihtilalinin etkileri bu ülkede de hissedilmeye başlanmıştı. Bunun üzerine yeni
Đmparator II. Leopold, Ziştovi anlaşmasını imzalayarak Osmanlılarla olan savaşı
sona erdirdi (1791). Bu anlaşma mevcut durumu muhafaza eden maddelerden
ibaretti. Rusya ile de, Đspanya'nın aracılığıyla Yaş Barış Antlaşması imzalandı
(1792). Rusya'nın savaş sırasında işgal ettiği yerlerden sadece Özi, anlaşmayla
verilmiş oluyordu. Hem Avusturya hem de Rusya bu anlaşmalarla, Fransa ve
Lehistan'daki gelişmelere dikkatlerini verirken, Osmanlı Devleti de bir dizi büyük ve
önemli ıslahat yaparak tekrar güçlenmenin yollarını arayacaktı50.

50
Kemal, Beydilli, a.g.m., s. 65-72.

22
BĐRĐNCĐ BÖLÜM

1.1. DĐPLOMASĐ AÇISINDAN ELÇĐLER

1.1.1. Elçi

Elçi, bir devleti başka bir devlet nezdinde diplomatik teamüller ve belirli
kurallar çerçevesinde, devamlı veya geçici olarak temsil etmesi için, bu işle özel
olarak görevlendirilmiş devlet görevlilerine (diplomatlara) verilen bir addır51.

Devletlerarası diplomatik ilişkilerde çok önemli bir konumu olan ve


milletlerarası ayrıcalıkları ve dokunulmazlığı bulunan elçi (ilçi) kelimesinin
kökeninin “halk, ülke, devlet” anlamına gelen Türkçe “el (il)” isim kökünden
türetildiğini söyleyen Mehmet Đpşirli’nin verdiği bilgilere göre; bu kelimeye, bu
şekliyle ve özel isim olarak ilk defa Uygur metinlerinde rastlanmıştır. Bu kelime,
“haberci, peygamber” manasına da gelmektedir52. Osmanlı Devleti’nde son
dönemlerde, kullanılan “sefir” kelimesi ise, özellikle “sefaretname, sefarethane,
sefîr-i kebîr” gibi tabirler için kullanılmıştır. Tarihi ilkçağlara kadar giden elçilik
kurumu, zamanla sağlam bir gelenek haline gelmiş ve devletlerarası diplomaside
hukukî bir statü kazanmıştır. Bizde bu statü, “elçiye zeval olmaz” Türk atasözüyle
kalıcı bir biçimde dilimize yerleşmiştir53.

51
Mecdud Mansuroğlu, Đslam Ansiklopedisi, C. IV, MEB Yay., Đstanbul Milli Eğitim Basımevi,
1964, s. 231; Türk Ansiklopedisi, C. XV, F. 113, Ankara 1967, s. 3; Onur Kınlı’nın “Osmanlı’da
Modernleşme ve Diplomasi” adlı çalışmasında “elçi” kelimesinin kökeni hakkında oldukça ayrıntılı
bilgi vardır. (Bkz. Onur Kınlı, Osmanlı’da Modernleşme ve Diplomasi, Đmge Kitabevi, Ankara
2006, s. 99-103); Ayrıca bkz. Nigâr Ayyıldız, II. Abdülhamid Dönemi Saray Merasimleri, Doğu
Kütüphanesi Yayınları, Đstanbul 2008, s. 187.
52
Isparta ilinin Yalvaç adlı bir ilçesi vardır ve bu anlamdadır.
53
Mehmet Đpşirli, “Elçi”, Diyanet Đslam Ansiklopedisi (DĐA), C. XI, TDV Yayını, Đstanbul 1995, s.
3.

23
1.1.2. Elçilerde Aranan Şartlar

Bulunduğu coğrafya itibariyle irili ufaklı birçok devletle yoğun bir şekilde
siyasal, ekonomik ve sosyal ilişkileri bulunan Osmanlı Devleti’nde elçiler yabancı
ülkelere XVIII. yüzyılın sonlarına kadar daima lüzum görüldükçe gönderilmiş54 ve
gönderilen sefir55 veya sefaret heyetlerinin geçici olarak bu işle görevlendirildikleri
görülmektedir56.

Gönderilecek ülkenin siyasal ağırlığına ve ilgili dönemdeki Osmanlı


Devleti’yle olan ilişkilerine dikkat edilerek, Osmanlı elçilerinin seçiminde çok büyük
bir özen gösterilirdi. Bundan dolayı, elçinin iki ülke arasında barışı sağlayacak ve
sürdürecek nitelikte bir kişi olması gerekirdi. Elçide aranan en önemli özelliklerden
birisi de, elçilerin ün ve orun sahibi olup, yabancı dil bilmesiydi. Elçilerin yabancı dil
bilme zorunluluğu, özellikle Osmanlı Đmparatorluğu’nun ad hoc57 elçilik döneminde,
öncelikli olarak aranmaktaydı58.

54
Osmanlı Devleti merkeziyetçi dışpolitika ve diplomasi anlayışı çerçevesinde, yabancı ülkelere elçi
gönderdiklerinde, elçilerinin tutum ve davranışları da bu çerçevede olmuş, karşı ülkeyi eşit haklarda
görmeme şeklindeki bu tavır, yabancı devlet hükümdarları nezdinde yapılan resmikabul
merasimlerinde de kendini göstermiştir. (Bkz. Ali Đbrahim Savaş, “Osmanlı Elçilerinin Resm-i Kabul
Protokolleri”, Tarih Đncelemeleri Dergisi XI, Đzmir, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını,
1996, s. 111-124.
55
Osmanlı Devleti’nde genelde elçi kelimesi kullanılmış olmakla beraber, elçilik yerine sefaret
kelimesinin kullanılması uygun görülmüştür.
56
Faik Reşit Unat, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri, (Tamamlayıp yayımlayan: Prof. Dr. Bekir
Sıtkı Baykal), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2008, s. 14.
57
Tarihte uygulanan ilk diplomasi yöntemi ad hoc bir nitelik taşımaktaydı. Ad hoc diplomasi, tek
yanlı ve geçici bir diplomasi yöntemidir. Başka bir deyimle, diplomasi temsilcileri, belirli bir amacı ya
da görevi gerçekleştirmek amacıyla, geçici bir süreyle yurtdışına gönderilirler ve bu görevi yerine
getirdikten sonra ülkelerine geri dönerler. Ad hoc ya da başka bir deyişle geçici diplomasi yöntemini
en geç terk eden devletlerden biri Osmanlı Devleti olmuştur. 15. ve 16. yüzyıllarda Avrupa
devletlerinin büyük bir çoğunluğu “sürekli diplomasi” uygulamasına geçerken, Osmanlı Devleti’nin
18. yüzyıl sonlarına değin ad hoc diplomasi yöntemini uygulamada direttiği görülmüştür. (Bkz.
Hadiye Tuncer, Hüner Tuncer, Osmanlı Diplomasisi ve Sefaretnameler, Ümit Yayıncılık, Ankara
1997, s. 11.)
58
Hadiye Tuncer, Hüner Tuncer, a.g.e., s. 13.

24
1.1.3. Elçi Kabulü ve Elçilere Davranış Şekli

Đslam öncesi Türk devletlerinde siyasi temasları yürüten dış işleri dairesi
önemli bir birimdi. Burada çoğunluğu tercüman olmak üzere çeşitli seviyelerde
görevliler çalışır, bunlar çift yönlü diplomasiyi idare ederlerdi.

Türkler müslüman olmalarından sonraki dönemlerde kurdukları devlet


yapılanmalarında, Đslam öncesi Türk devlet geleneğinde uygulamaya koydukları
birçok kurumsal yapıyı kullanmaya devam etmişlerdir. Yabancı ülkelerle yapılan
diplomatik bağlantılarda da bunu görmekle beraber, Đslam dünyasında özellikle Asr-ı
Saadet’te başlayıp, Emevi ve Abbasi dönemlerinde çok zenginleşen diplomasi
modeli Türkler tarafından da kullanılmıştır59.

Osmanlı Devleti yapısal ve kurumsal özellikleri itibariyle oldukça sıkı


kurallarla yönetilen bir ülke olmasına rağmen, adaleti elinden bırakmayan tavrıyla,
yabancı devletlerden gelen elçilere oldukça medeni davranılmış, onların elçi
olduklarını göz önünde tutarak, “elçiye zeval olmaz” sözünden hareketle, onlara kaşı
dinin ve örfün gerektirdiği şekilde hassas muamele gösterilmiştir60.

Başbakanlık Osmanlı Arşivleri 3 Numaralı Mühimme Defteri’nde yer alan


bir belgede “Fransa elçisinin avdetine müsaade edildiğine dair Fransa kralına nâme-i
hümâyûn” yer almaktadır61. Yine aynı defterde “Erdel vilâyetine kadar yol üzerinde
olan beylere ve kadılara: Erdel Kralı Đstefan'ın avdet eden elçisine müdahale
ettirilmemesi hakkında” bir ferman-ı hümayuna ait belge vardır62.

Hiçbir devletin yapmadığı bir uygulamayı Osmanlı Devleti yapmıştır.


Yabancı devletlerin elçileri Türk hudutlarına girdiklerinden itibaren, onlara misafir
olarak bakılmış ve dönüşlerine kadar elçilerin her türlü masrafı devlet tarafından
karşılanmıştır. Bu uygulama III. Selim dönemine kadar hiçbir aksamaya
59
Mehmet Đpşirli, a.g.m., s. 6.
60
Nigâr Ayyıldız, a.g.e., s. 187.
61
BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri , BOA Yay., Ankara 1993, s. 135-136.
62
BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri , BOA Yay., Ankara 1993, s. 302.

25
uğratılmadan devam ettirilmiş ve böylelikle Türk misafirperverliği burada da
sergilenmiştir63.

Buna dair Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’ndeki Mühimme Defterleri’nde


yer alan bazı arşiv belgelerinde içerik olarak şunları görmekteyiz64: Doğudan gelen

63
Faik Reşit Unat, a.g.e., s. 14-16. Elçilerin mağdur olmaması için yol güzergâhlarındaki ahaliden de
yardım istenirdi. (Bkz. Mübahat Kütükoğlu, “XVIII. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nde Fevkalade
Elçilerin Ağırlanması,” Türk Kültürü Araştırmaları, Prof. Dr. Đsmail Ercüment Kuran’a Armağan,
Yıl: XXVII/1-2, Ankara 1989, s. 200-202.)
64
Defterlerle ilgili ayrıntılar ve burada metin içinde kullanmadığımız diğer örnekler, tezimizin
sonundaki “Belgeler” bölümünde görülebilir. Bu arşiv defterlerindeki kayıtlarda elçilerle ilgili olarak,
şu kısa başıklar altında çeşitli resmi yazışmalar vardır: “Mısır'da, Hind elçisine her gün, belirtilen
cinslerden uygun görülecek miktarlarda et ve erzak verilmesi”, BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri
II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 97; “Boğdan Voyvodasının, Lehliler tarafından ve Akkirman sancağı
beyi tarafından Boğdan topraklarına tecavüz ve müdahale edildiğine dair gönderdiği mektubun
alındığı ve bu hususta hem Südde-i Saâdet'teki Leh elçisinin uyarıldığı, hem de Akkirman Beyi
Hasan'a hüküm gönderildiği”, BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s.
247-248; “Leh elçisi ile birlikte Lehistan'a gönderilen Hasan Çavuş'un yanına Boğdan'da, Türkçe ve
Lehçe bilen yeteri miktarda adam verilmesi”, BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay.,
Ankara 1999, s. 299; “Lehistan'a tâbi Ruslardan Osmanlı ülkesinde esir olarak bulunanların,
müslüman olanlarının serbest bırakılması müslüman olmayanların ise ahidnâme gereğince Leh
elçisine teslim edilmesi”, BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 300;
“Tatar tâifesinin ve diğer kişilerin ellerinden emir gereğince alınarak alıkonulduğu bildirilen Leh
esirlerden müslüman olanlarının serbest bırakılıp diğerlerinin Leh elçisine teslim edilmesi”, BOA, 7
Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 301; “Leh Kralı Sigizmunduz'un
gönderdiği Elçi Petros Sivarovski ile Sultan Süleyman Hân zamanında imzalanan ahidnâme
yenilendiğinden, Lehistan tüccarına ahidnâmeye aykırı müdahale edilmemesi”, BOA, 7 Numaralı
Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 302; “Erzurum Beylerbeyiliği'nde, Đran elçisi için
muhtelif cinslerden ne kadar zahire salınıp toplandığının ve ne kadarının elçiye sarfedilip ne kadarının
yolsuzlukla bazı kişiler tarafından yendiğinin ve bu kişilerin kimler olduğunun tesbit edilip
bildirilmesi”, BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 305; “Şarka
giden elçi için ahaliden alınan zahire miktarı ile ne kadarının elçiye verilip ne kadarının başkaları
tarafından yenildiğinin ve zahire satın alınan kişilere paralarının verilip verilmediğinin bildirilmesi”,
BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 306; “Südde-i Saâdet'te
bulunan Leh elçisinin kardeşinin adamlarının Dinyester nehrinden gemilerle getirdikleri keresteyi
baclarını verdikten sonra satıp geri dönmelerine mâni olunmaması”, BOA, 7 Numaralı Mühimme
Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 306-307; “Leh kralı ile olan ahidnâme yenilenerek elçisi ile
gönderildiğinden Boğdan'a Lehistan tarafından bir tecavüz olmadıkça Boğdan voyvodası tarafından
da ahidnâmeye aykırı iş yapılmaması”, BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara
1999, s. 307; “Đran'dan elçi ile birlikte gelen Şahverdi'nin Merzifon'da mallarını gasbedip dokuz gün
hapseden ve kendisini başka bir vilâyete satmak isteyen Erzurum kullarından Pîrî ve Hızır’ın şayet
Amasya'ya gelirlerse takip edilerek yakalanıp hapsedilmeleri”, BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri
II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 312; “Đran elçisi ile gelirken topallayan atını değiştirmek için
Merzifon pazarına uğradığında Fethullah adlı dellal tarafından evlerine getirilen Şahverdi’yi evlerinde
hapsedip, mallarına elkoyan ve kendisini başka vilâyete satmak isteyen Erzurum kullarından Pîrî ve
Hızır'ın yakalanıp hapsedilmeleri ve Ali Kethüda ile Erzurum'a gönderilen Şahverdi gelince
davalarının görülüp mallarının geri iade edilmesi; neticenin arzedilip gelecek emre göre hareket
edilmesi”, BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 313; “Đran'dan
gelen elçi Amasya ve Çerkeş'ten geçtiği sırada kendisine yakınlık göstererek nüzur ve sadakât
toplayıp verdikleri duyulan şahısların isimlerinin yazılı olduğu defterin gönderildiği; bu şahısların
gizlice takip edilip yakalanarak hırsız ve harâmi oldukları gerekçesiyle haklarından gelinmesi”, BOA,

26
elçilerle ilgili olarak ayrıntılı bir şekilde neler yapılması gerektiğine dair fermanlar
Erzurum beylerbeyine gönderilmiştir: “Erzurum beylerbeyine: Gelen elçinin
maiyyetinden bir kısmının orada alıkonulması ve mümkün olmadığı takdirde
hepsinin gelmesi hakkında65”, “Erzurum beylerbeyine: Gelen elçiyi teenni ile,
Ardahan Beyi Sinan Bey'i ise acele olarak göndermesi hakkında66”, “Erzurum'a
kadar olan sancak beylerine: Şarktan Đstanbul'a gelip avdet eden elçiye her türlü
kolaylığın gösterilmesi ve saire hakkında67”, “Erzurum beylerbeyine: Avdet eden
elçinin selâmetle öte canibe ulaştırılması hakkında68”, “Memleketine dönen Đran
elçisinin Đstanbul’a ulaştığında bir gün kalıp ertesi gün gemilerle karşıya
geçirilmesi69”, “Đstanbul'dan Erzurum'a kadar yol üstündeki kaza kadılarının
memleketine dönen Đran elçisi ve maiyyeti için idareleri altındaki bölgelerden zahire
tedarik etmeleri70” buyurulmaktadır.

Osmanlı topraklarında bulunan elçilerin devletçe takibinin yapılıp, gereken


kolaylıkların gösterilmelerinin buyurulduğu bu belgeler bize elçilere nasıl önem
verildiğine dair ipuçları vermektedir. Osmanlı Devleti’nin, devlet geleneğinin

7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 328; “Aho Kalesi ve civarındaki
köyler Đran ile yapılan sulhten önce fethedildiğinden adı geçen kaleye tecavüz etmemeleri yolunda
Âsitane-i Saâdet'e gelen Đran Elçisi Şahkulu'ya Erzurum beylerbeyi tarafından mektup gönderilerek
tenbihte bulunulması”, BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 342-
343; “Đran Elçisi Şahkulu'nun, daha önce yapılan anlaşma gereğince tayin olunan Osmanlı-Đran
sınırında karşılıklı olarak bazı kalelerin yıkılmasıyla boş kalan Kars ovasında yolcuların ve tüccarların
hırsız ve harâmiler tarafından rahatsız edilmemeleri için Kızılgedik civarında sınırın her iki tarafında
karşılıklı köyler kurulmasına dair Erzurum beylerbeyine yaptığı teklifin uygun görüldüğü; ancak tayin
olunan sınıra tecavüz olunmaması hususunda gerekli dikkatin gösterilmesi”, BOA, 7 Numaralı
Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 376; “Pişkeş olarak Südde-i Saâdet'e gönderdiği
paranın elçisi tarafından getirilip Hazine-i Âmire'ye teslim olunduğuna ve Beç tarafından ahidnâmeye
uyulduğu sürece Osmanlı Devleti tarafından ahidnâmeye aykırı bir iş zuhur etmeyeceğine dair Beç
kralına yazılan nâme-i hümâyun”, BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri III , BOA Yay., Ankara
1999, s. 387; “Elçi göndererek müceddeden ahidnâme isteyen Leh kralına; Kırım ve Osmanlı
ülkesine yapılan saldırıları durdurup suçluları cezalandırması, Tatar hanının elçisi ile diğer esirleri
serbest bıraktırması, daha önceki ahidnâme şartlarına uyması ve Cankirman Kalesi'ni muhasara edip
varoşunu yakanların ve çeşitli yerlerde halkı esir edip hayvanlarını sürüp götürenlerin kimler
olduğunu ve bu işlere rızası olup olmadığını ayrıntılı olarak bildirmesi hususlarında yazılan nâme-i
hümâyun”, BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri III , BOA Yay., Ankara 1999, s. 398-399; “Açe
padişahının Đstanbul'a gelen elçilerinin, geri dönüşlerinde gemi veya başka bir vasıtayla gidecekleri
yere ulaştırılmaları”, BOA, 12 Numaralı Mühimme Defteri I , BOA Yay., Ankara 1996, s. 395.
65
BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri , BOA Yay., Ankara 1993, s. 321.
66
BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri , BOA Yay., Ankara 1993, s. 337.
67
BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri , BOA Yay., Ankara 1993, s. 437.
68
BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri , BOA Yay., Ankara 1993, s. 438.
69
BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 28.
70
BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 29.

27
gerektirdiği her türlü hassasiyeti diplomatlara gösterdiğini bu yazışmalarda
görmekteyiz. Ancak mesela Đran’dan gelen ve kendisine gereken ilgi gösterildiği
halde, kendi devleti lehine çeşitli hilelere başvuran elçiler de olmuştur.
Şehinşehname-i Murad Han’da bahsi geçen Đran elçisi Tokmak Han’ın hileleri gibi71.

Bir diğer örnek belgede ise, Đran elçisinin köyleri basan ve eşkiyalık yapan
bir sipahi ile ilgili olarak yaptığı şikâyetin hemen dikkate alınıp gerekenin yapıldığını
görmekteyiz: “Ardahan sancağında timar tasarruf eden ve bir kaç yandaşıyla birlikte
Đran'a tâbi Varaza ülkesinde köyler basarak hayvan gasbedip yüz kadar esir
getirdiğine dair Đran elçisi tarafından hakkında şikâyette bulunulan Süvar adlı
sipahinin ve yandaşlarının teftiş olunarak üzerlerine sâbit olan hakların hak
sahiplerine alıverilmesi; suçlular sipahi iseler hapsedilip durumun arzedilmesi; değil
iseler şer‘an gerektiği şekilde hareket olunması72” buyurulmuştur.

Tüm bunlar yapılırken, Osmanlı Devleti’nin onuruyla oynamak isteyen ve


Kanuni Sultan Süleyman’ın ruhu için Osmanlı Devleti’ndeki fakirlere para
yardımında bulunmak isteyen Đran elçisine de gereken sert cevap verilmiştir. Piyale
Paşa’ya gönderilen hükümde şu başlık ele alınmış ve gerekenin yapılması
istenmiştir: “Şah adına Kanunî Sultan Süleyman Han'ın ruhu için Osmanlı fukarasına
sadaka dağıtmak isteyen Đran elçisinin adamına, böyle bir teşebbüste bulunmamaları,
şayet paraları varsa bunu kendi ülkelerinin fukarasına dağıtmaları hususunda tenbihte
bulunulması73”.

Bu örneklerde de görüldüğü gibi, elçi ve maiyetleri hakkında her türlü


ayrıntıya özen gösterilmiştir. Aynı şekilde “Đstanbul'dan Budun'a varıncaya kadar yol
üzerindeki kadıların ülkesine dönen Nemçe elçisinin ihtiyaçlarını gidermeleri74”,
“Beç kralının elçisinin ahidnâme ile dönmekte olduğuna dair haberin Budun
beylerbeyi tarafından Beç kralına bildirilmesi ve elçi geldiği zaman bekletilmeden
71
Nurhan Atasoy, “III. Murad Şehinşehnamesi, Sünnet Düğünü Bölümü ve Philadelphia Free
Library’deki Đki Minyatürlü Sayfa”, Sanat Tarihi Yıllığı V, ĐÜEF Sanat Tarihi Enstitüsü, 1972-1973,
s. 361.
72
BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 33.
73
BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 59.
74
BOA, 6 Numaralı Mühimme Defteri I, BOA Yay., Ankara 1995, s. 419-420.

28
krala gönderilmesi75” gibi çeşitli başlıklar altında, elçilere her türlü kolaylığın
gösterilmesiyle ilgili padişah buyrukları sıklıkla karşımıza çıkmaktadır.

Elçiler, bağlı oldukları devletlerin diğer devletlerle olan ilişkilerinde bir


çeşit aracıdırlar. Devletlerarası hukukta geçerli olan uygulama, devletlerin
birbirleriyle ilgili çeşitli istek ve ricalarının, ayrıca varsa şikâyetlerinin
dokunulmazlıkları olan elçiler aracılığıyla yapılmasıdır76.

Osmanlı padişahları içinde ilk defa batılı bir elçiyi kabul eden II. Murad,
son defa elçi kabul eden de son Osmanlı padişahı VI. Mehmed Vahdeddin’dir.
Milano elçisi Benedicto ile beraber II. Murad’ın huzuruna çıkan “Le Voyage
d’Outremer” adlı seyahatname sahibi Bertrandon de la Brouqire, o günün hikâyesini
anlatırken, Edirne’deki sarayın önüne geldiklerinde sarayın önünde birçok kimseyi
ve beraberlerindeki çok sayıda atları gördüğünü söyler. Ana giriş kapısının (cümle
kapısı) açık olduğunu ama ellerinde asa bulunan kalabalık (20-30 civarında)
sayılabilecek bir görevli grubu tarafından oldukça sıkı korunduğunu, içeriye izinsiz
asla girilemediğini anlatırken, bu görevlilerin başında bir kapıcıbaşı olduğunu da
sözlerine ekler. Bertrandon de la Brouqire, Edirne Sarayı’ndaki bu elçi kabul
sahnesinin ayrıntılarını şu şekilde aktarmaktadır:

“Milano elçisi Benedikto içeriye girince kapının yanına oturttular. Herkes


divanın toplanması için sultanın dairesinden çıkmasını beklemekteydi. Üç vezir ile
Rumeli beylerbeyisi ve öbür beyler geldikten sonra padişah göründü. Maiyetindeki
saray hizmetlileri divanın toplandığı yere bakan dairenin kapısına kadar gittiler.
Padişah büyük divanhanenin köşesindeki tahta doğru yürüdü ve oraya oturdu.
Paşalar ilerleyip biraz ötesinde durdular. Divana katılması gerekenler de geldiler ve
uzaktaki duvarın dibine oturdular. Yirmi Ulah asilzadesi yüzleri padişaha dönük bir
halde divanhanenin önünde yer aldılar. Bunlar rehinelerdi. Dairenin ortasında

75
BOA, 6 Numaralı Mühimme Defteri II, BOA Yay., Ankara 1995, s. 16.
76
Necati Gültepe, Mührün Gücü, Đlk Türk-Đslam Devletlerinde ve Osmanlılarda Bürokrasi,
Ötüken Yayınları, Đstanbul 2009, s. 39.

29
içlerinde etli pilav bulunan yüz kadar kap vardı. Milano elçisinin kabulü töreninden
sonra yemek yendi”77.

Osmanlı Deveti’nin idari olarak çözülmeye başladığı dönemlerde devletin


işleyişinde gördüğü birtakım aksaklıkları kaleme alan ve bunu dönemin iki
padişahına sunan Koçi Bey, Sultan Đbrahim’e sunduğu risalede elçi kabulleriyle ilgili
olarak şunları yazmıştır: “Benim devletli hünkârım, elçi gelip, rikâb-ı hümayuna yüz
sürünce vezir-i azam kulunuz mektubunu alıp, mübarek taht üzerine koyar. (O vakit)
vezir-i azam kulunuza buyurun ki, “elçiye sual eyle, niçin gelmiştir?”. Vezir-i Azam
kulunuz, elçiye sual eylediğinde, elçi (şöyle) dese gerektir: “Evvelden beri aramızda
olan dostluğu sağlamlaştırıp, barışa saygı gçstermek için geldim” der. Benim
devletli hünkârım, o vakit vezir-i azam kulunuza buyurun ki: Yüce atalarım
zamanından beri olan dostluğa ve barışa saygı gösterip, Âsitane-i Saadeti’ime kadim
adet üzre elçileri gelsin. Evvelki gibi dostluk, barış ve düzen kararlaştırıldığı
gibidir” diye tembih-i şerif buyurursunuz, bu kadar yetişir. Onlara memleket işleri
sorulmaz78”.

1.1.4. Elçilere Tanınan Hak ve Ayrıcalıklar

Bir yabancı elçi ve maiyetindekilerin ülkeyi ziyaret etmeleri, padişahın


iradesiyle gerçekleşirdi. Elçinin gelişi için ilgili hükümdara padişah tarafından
ferman şeklinde gönderilen belgede elçinin maiyetinde bulunanların tam sayısı, Türk
topraklarına ayak bastıkları andan itibaren ve Đstanbul’daki ikametleri müddetinde
faydalanabilecekleri haklar birer birer belirtilirdi. Buradaki görevleri devam ettiği
müddet içinde yapılacak olan bütün masraflar Osmanlı Devleti tarafından
karşılanırdı. Andreas Wolf, Avusturya elçisi ve maiyetindekilerinin seyahatlerini
anlatırken şöyle demektedir:

77
Midhat Sertoğlu, Osmanlı Padişahlarının Elçi Kabul Töreni, Hayat Tarih Mecmuası, 1 Temmuz
1974, S. 7, C. II, s. 13.; Đsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye
Teşkilatı, TTK Basımevi, Ankara 1988, s. 291-292.
78
Koçi Bey, Koçi Bey Risaleleri, Yayıma Hazırlayan: Seda Çakmakçıoğlu, Kabalcı Yayınevi,
Đstanbul 2007, s. 153.

30
“Hizmetçi ve hediyelerin nakli için kiralanmış dörder atlı dokuz araba
vardı ve her hizmetçiye ücret olarak günde ikişer talir -120 akçe bir altın hesabıyla
bir talir 80 akçe- ödenirdi. Altı aylık masraflar Sultan tarafından karşılandı. Bu
müddet dışında yaptığımız harcamalar bize aitti. Đstanbul’da bulunduğumuz altı
haftalık masraflarımız da Sultan tarafından, bu müddet sonrası ise Đmparator
tarafından karşılanmıştır. Remzber Quitzon ve Schlawada’nın masrafları ise
kendilerine aittir”79.

Görev için gelen ve devamlı kalan elçi ve maiyetinin ihtiyaçları karşılanırdı.


Bu uygulama 1538 yılında Floransa elçisinin Đstanbul’da daha uzun kalmasının
padişahça istenmesiyle başlamıştı. Nitekim 1587 ve 1588 yıllarında Đstanbul'da
bulunan Prusya'lı Reinhold Lubenau kitabında, elçiye yiyecek, içecek ve
hayvanlarının ihtiyaçları için hükümetin verdiklerini kuruşlandırarak bir listesini
sunmaktadır. Bunun içinde şarap, ekmek, koyun eti, tavuk, baharat, şeker, bal, yağ,
pirinç, salatalık ve maydanoz, sığır eti ve balık, on at için ot ve arpa bulunmaktadır.
Bu uygulama, daha sonraki yüzyıllarda da devam etmiştir80.

Doğu ve Batıdan gelen elçilere sağlanan yiyecek-içecek maddelerinde bazı


farklılıklar olurdu. Her iki yönden gelen elçilere sade yağ verildiği halde, doğudan
gelenlere susam veya pamuk yağı, batıdan gelenlere ise zeytinyağı verilirdi. Et olarak
koyun ortak olmakla beraber, doğudan gelenlere ek olarak kuzu eti, batıdan gelenlere
ise, sığır ve buzağı da verilirdi. Kümes hayvanı olarak tavuk, piliç ve kaz doğudan
gelenlere verilirken, batıdan gelenlere Mısır tavuğu, ördek, palaz, güvercin verilirdi.
Batıdan gelenlere içecek olarak şarap da verilirdi81.

Başbakanlık Osmanlı Arşivleri 6 numaralı Mühimme Defteri’ndeki bir


belgede, “Südde-i Saâdet'ten Mustafa Çavuş ile birlikte ülkesine dönmekte olan Leh
elçisinin Boğdan’dan Leh sınırına ulaştırılması ve yiyecek ihtiyaçlarının yol
79
Olga Zirogeviç, “Yabancı Elçilerin Osmanlı Memleketlerinde Seyahatleri ve Huzura Kabulleri”,
Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, 4 Ocak 1968, s. 45.
80
Metin And, XVI. Yüzyılda Elçilikler ve Elçiler, Hayat Tarih Mecmuası, S. 3, Nisan 1970, s. 22.
81
Mübahat Kütükoğlu, “XVIII. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nde Fevkalade Elçilerin Ağırlanması,”
Türk Kültürü Araştırmaları, Prof. Dr. Đsmail Ercüment Kuran’a Armağan, Yıl: XXVII/1-2, Ankara
1989, s. 202.

31
güzergâhında bulunan kadılar tarafından bedeli mukabilinde temin edilmesi”
buyrulmuştur82. Yine aynı defterdeki bir başka belgede ise, “Südde-i Saâdet'ten
ülkesine dönmekte olan Leh kralının elçisine ve adamlarına Edirne'ye varıncaya
kadar kimsenin müdâhale etmemesi ve bedeli mukabilinde ihtiyaçlarının temin
edilmesi” istenmektedir83.

XVI. yüzyıl başlarından XVII. yüzyıl ortalarına kadar Çemberlitaş’taki Elçi


Hanı Orta Avrupa’dan gelen elçilerin konaklaması için ayrılmıştı. Đngiltere, Fransa
ve Venedik elçilerinin ikametgâhları ise Galata’da idi. Ayrıca günün şartlarına göre
elçiler için çeşitli semtlerde konaklar da kiralanmıştır. Her türlü masraf ise, Hazine-i
Hümayun’dan karşılanırdı. Doğudan gelen elçiler ise, Kartal ve Bostancıbaşı
köprüsünde karşılanır ve Đstanbul’da çok daha uygun şartlarda kendilerine tahsis
edilen konaklarda misafir edilirlerdi84.

Elçi Hanı hiç şüphesiz ki, elçilerin ikametgâhı olması açısından önemlidir.
Semavi Eyice’nin bununla ilgili uzun bir makalesi vardır85. Eyice, hanın yerini ve
önemini şöyle anlatır: “Çemberlitaş’ın tam karşısında medresenin sırasında yer alan,
tarihi yerli ve yabancı birçok kaynakta “Elçi Hanı” olarak bahsedilen bu büyük
kervansaray, Atik Ali Paşa manzumesini tamamlayan mimari bir unsurdur86”. 1766
zelzelesinde zarar gören ve posta tatarlarına tahsis edilen ve 1864 yılındaki Hoca
Paşa yangınında yanan elçi hanının yerine 1883 yılında “Matbaa-i Osmaniye” binası
yapılmış, sonra da bu bina Darüşşafaka Cemiyeti’ne verilmiştir. 1965 yılında bina
temellerine kadar yıktırılıp işhanı yapılmıştır ve günümüzde işhanı olarak
kullanılmaktadır87.

82
BOA, 6 Numaralı Mühimme Defteri I, BOA Yay., Ankara 1995, s. 126-127; BOA, 6 Numaralı
Mühimme Defteri I, BOA Yay., Ankara 1995, s. 212-213.
83
BOA, 6 Numaralı Mühimme Defteri I, BOA Yay., Ankara 1995, s. 128.
84
Mübahat Kütükoğlu, a.g.m., s. 203-205.
85
Semavi Eyice, “Elçi Hanı”, ĐÜEF Tarih Dergisi, S. 24, Mart 1970, s. 93-130.
86
Semavi Eyice, a.g.m., s. 96.
87
Semavi Eyice, a.g.m., s. 112-115.

32
1.2. OSMANLI DEVLETĐ’NDE ELÇĐLĐK KURUMU

1.2.1. Fatih’in Kanunnamesi’nde Teşrifata Dair Bazı


Düzenlemeler

Bâb-ı Evvel’de Fatih Sultan Mehmed, Saraydaki bürokratik hiyerarşinin nasıl


olacağını kanun halinde sıralamıştır. Vezir-i A’zam protokolde birinci sıradadır.
Şeyhülislam, ulemanın reisi olarak ikinci sıradadır. Arkasından diğer üst düzey
devlet görevlileri sıralanır: Vezirler, kadıaskerler, defterdarlar, yeniçeri ağası, diğer
özengi ağaları, mîr-i alem88ve kapucubaşı ve mîrahur89.

Kanunnamedeki sıralamaya göre, Divan-ı Humâyun’da oturma şekli ve izni


olanlar şöyledir: vezirler, kadıaskerler, defterdarlar, nişancılar. Önce vezirler oturur,
sol yana kadıaskerler, onların altına defterdarlar oturur. Sağ yanda diğer vezirler ve
onların altında ise nişancı oturur90.

Padişaha arzda bulunma izni verilenler şu şekilde sıralanmıştır: “Ve bizzat


rikâb-ı hümâyunuma sâhib-i arz olanlar vüzerâm ve kâdıaskerlerim ve defterdârlarım
ve yeniçeri ağası ve iç halkından (saray mensubu) kapu ağası ve odabaşı ve
hazinedarbaşı ve kilercibaşı ve Saray-ı Âmire’min ağası sahib-i arzdır. Amma
kapuağası olan ihtiyar başdır. Ekseriya odabaşı ve kapuağası arz etmek gerekdir. Ve
nâme ile arz etmek cümle beylerbeğilerin ve ümeranın ve kuzâtın yoludur. Bizzat arz
etmek merbesi âlidir”91.

Divan’daki yemek yeme protokolü de belirlenmiştir. Buna göre, Vezir-i


A’zam ile başdefterdar yer, diğer vezirler ile diğer defterdarlar ve nişancı yer.
Kadıaskerler ayrı yer. Vezir-i A’zam’ın önünden kalkan yemek çavuşbaşına

88
Yeniçeri ağasından sonra gelen devlet görevlisidir.
89
Ahmed Akgündüz, Kanunnâme-i Âli Osman, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri, 1.
Kitap Osmanlı Hukukuna Giriş ve Fatih Devri Kanunnameleri, Fey Vakfı, Đstanbul 1990, C. I, s. 318.
90
Ahmet Akgündüz, a.g.e., s. 319.
91
Ahmet Akgündüz, a.g.e., s. 320; Ayrıca bkz. Osman Kaşıkçı, “Hukuk Sistemi ve Fatih
Kanunnameleri”, Fatih ve Dönemi, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı Yayını, Đstanbul 2004, s. 234.

33
yoldaşlarıyla verilir. Vezirlerin önlerinden kalkan yemek Reîsülküttaba maiyetiyle
beraber verilir. Kadıaskerlerin önünden kalkan yemek kapıcılar kethüdasına verilir.
Padişahın tek başına yemek yemesi Fatih iledir. Vezirlerle yemek yeme âdetini
kaldırmıştır. Çavuşbaşı ve Reisülküttab ve Kapıcılar Kethüdası hizmetkârlardır.
Divan’da oturmazlar. Ağalardan mîr-i alem ve kapıcıbaşı gelse bile oturmazlar92.

“Evvela bir Arz Odası yapılsun. Cenâb-ı şerîfim pes perdede oturub,
haftada dört gün vüzeram ve kadıaskerlerim ve defterdarlarım rikâb-ı hümâyunuma
arza girsünler. Dîvan’a her gün vüzeram ve kadıaskerlerim ve defterdarlarım
geldikde, çavuşbaşı ve kapucılar kethüdası önlerine düşüb istikbal etsünler”93.

1.2.2. Teşrifat Kurumunun Oluşumu

Teşrifat-ı Kadime, devlet protokolünün Osmanlı belgelerinde kullanılan


adıdır. Teşrifat, resmi terminolojide “törenlerde devlet erkân ve ricali arasında
makam ve rütbelere göre öne geçmek ve arkada kalmak düzeninin kurallarını
koymak ve uygulamak” anlamına gelir94. Şereflendirmek, şeref vermek anlamındaki
Arapça “şeref” kökünden türetilmiş olan ve devletle ilgili resmi toplantı ve törenlerin
şekilleriyle ilgili olan bu kurumun varlığı eskiden beri bilinirdi. Osmanlı
Devleti’ndeki kurumsal ilk temeli Fatih Sultan Mehmed zamanında atılmış ve
Fatih’in kanunnamelerinde yerini almış olan bu kurumun elçilerle ilgili görevleri de
belliydi. Elçilerin nasıl karşılanacağı, elçilere yapılacak masraflar, Arz’a nasıl ve ne
şekilde girileceği ve benzeri birçok husus kanuna bağlanmıştı95.

Oldukça güçlü ve geleneksel bir bürokratik yapılanması olan Osmanlı


Devleti’deki teşrifatçılık uygulaması Đsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın Hammer’den

92
Ahmet Akgündüz, a.g.e., s. 321.
93
Ahmet Akgündüz, a.g.e., s. 326.
94
Erol Özbilgen, a.g.e., s. 50.
95
Bkz. Đlknur Yıldız Örenç, “Hariciye Teşrifatçılığı Defteri (1846-1880)”, ĐÜ SBE Yakınçağ Tarihi
BD, YL Tezi, Đstanbul 1998, s. 1-16.

34
aktardığına göre, Kanuni Sultan Süleyman döneminde ortaya çıkarılmıştır96. Arşiv
belgelerinde ilk defa 1535-1536 tarihinde rastlanan bu müessese, daha sonra
Babıâli’ye nakledilmiştir97. Teşrifatçı ya da diğer bir deyişle Teşrifati Efendi,
elindeki deftere göre hareket eden ve gerek Saraya ait ve gerekse Divan-ı
Hümayun’daki tüm protokol kurallarını bilen, bunları titizlikle işleten bir yapıya
sahipti. Divan’da maaşların verilmesi, ziyafetler, elçilerin kabulleri, Osmanlı için çok
önemli olan Mısır hazinesinin gelmesi, cülus ve cenaze törenleri, Sarayda yapılan
bayramlaşma ve tebrikler, donanmanın sefere çıkması, hil’at giyme törenleri gibi
birçok törenin uygulama şekilleri ve düzeni Teşrifati Efendi’nin gözetimindeki
kurumsal yapı (Teşrifat Kalemi) tarafından organize edilirdi. Yapılan masraflar
“Teşrifat Yevmiye Defterleri”’ne işlenirdi.

Zeynep Tarım Ertuğ, Mukarnas’daki makalesinde, XVI. yüzyıl


minyatürlerindeki teşrifatla ilgili görsel betimlemelerden bahsederken, bunların
resmi devlet törenlerinde tahta çıkma, bayram şenlikleri, haftada dört kere yapılan
divan toplantıları esnasındaki ritüeller, devlet ricalinin ve gelen elçilerin kabulü,
padişahın haftada bir kere cuma günleri sarayından camiye gidişini gösteren cuma
selamlıkları, padişahın ya da askeri kuvvetlerden herhangi bir komutanın sefere
çıkışını gösteren minyatür sahneleri olduğunu ifade eder98.

1.2.3. Reîsü’l Küttâblık Makamı

Osmanlı idari yapısında divan kâtiplerinden sorumlu olan kişi olan Reîsü’l-
Küttâb99’ın emrinde çalışan ve adına tezkereci denilen görevli, gelen evrak ve
dilekçeleri (vâride) özetler ve Divan’a sunulmak üzere Reîsü’l-Küttâb’a verirdi100.

96
Đsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilatı, TTK Basımevi,
Ankara 1988, s. 58.
97
Ali Akyıldız, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilatında Reform (1836-1856), Eren Yay.,
Đstanbul 1993, s. 36-37.
98
Zeynep Tarım Ertuğ, “The Depiction Of Ceremonies In Ottoman Miniatures: Historical Record Or
A Matter Of Protocol?”, Muqarnas, An Annual on the Visual Cultures of the Islamic World, Volume
27 (2010), Leiden Boston, 2010, s. 255.
99
Reîsü’l-Küttâb terfi edince nişancı olurdu.
100
Colin Đmber, Osmanlı Đmparatorluğu 1300-1650, Đstanbul Bilgi Üniversitesi Yay., Çev. Şiar
Yalçın, Đstanbul 2006, s. 222.

35
Reîsü’l-Küttâblar, Divan-ı Hümayun toplantılarına Divan-ı Hümayun kâtiplerinin ve
o kalemin amiri sıfatıyla katılırlardı.

XVII. yüzyıl ortalarında Paşakapısı adıyla anılan Babıâli’nin devlet


işlerinde Divan-ı Hümayun gibi resmi bir kurum olarak yer alması üzerine, o zamana
kadar sadrazam konaklarında da görev yapmakta olan Divan-ı Hümayun kâtipleri,
Reîsü’l-Küttâblar ve diğer ilgili bürokratlar, Babıâli’de hizmet vermeye
101
başlamışlardır .

XVI. yüzyılda olduğu gibi XVII. yüzyılda da Osmanlı Devleti’nin sürekli


diplomasi temeline dayanan sistemli diplomasi faaliyeti bulunmadığından, Reîsü’l-
Küttâblığın devletin dış ilişkilerindeki görevleri sınırlıydı. Genel uygulamalarda
dışarıya gönderilecek namelerin hazırlanması ile gelen namelerin çevirilmesi işleri
rutin işlerdendi. Ancak XVII. yüzyılın sonlarından itibaren bu makam Babıâli ile
elçilikler arasındaki görüşmelerde aktif rol almaya başladı. Mesela 1672-1673 yılları
arasında Fransa ile kapitülasyonların yenilenmesi için yapılan görüşmelerde Reîsü’l-
Küttâb ön planda yer almıştır102.

Reîsü’l-Küttâblık makamı, özellikle XVIII. yüzyılın sonuna gelindiğinde,


Osmanlı Devleti’nin diğer Avrupa devletlerinin çok önceleri başlatmış olduğu
“sürekli diplomasi” uygulamasına geçmesiyle birlikte, çok daha fazla önem kazandı.
Özellikle bu yüzyılda diplomasi kurumu çok önem kazanmıştı, dolayısıyla böyle bir
kurumun ön plana çıkıp, dış ilişkilerde aktif olması gerekiyordu. O tarihe kadar, dış
işler ve siyasal ilişkilerden doğrudan doğruya sorumlu olan sadrazam, artık bu
alanlardaki sorumluluğunu Reîsü’l-Küttâba bırakmıştı. Dışişlerinin yürütülmesi
sorumluluğu doğrudan Reîsü’l-Küttâba verilmesine rağmen, kendisine hiçbir zaman

101
Recep Ahıskalı, Osmanlı Devlet Teşkilatında Reisülküttâblık (XVIII. Yüzyıl), Tarih ve Tabiat
Vakfı Yay., Đstanbul 2001, s. 70.
102
Recep Ahıskalı, a.g.e., , s. 201; Fransız büyükelçisi Nointel 16.5.1672 tarihinde Reîsü’l-Küttâb ile
gizli bir görüşme yapmış, 26.5.1672 tarihinde de esas görüşme gerçekleşmiştir. (Bkz. Antoine
Galland, Đstanbul’a Ait Günlük Hatıralar, 1672-1673, C. I, Yay. Charles Schefer, Çev. Nahid Sırrı
Örik, TTK Yay., Ankara 1998, s. 133-135.) Yine bir yıl sonra 22.5.1673 tarihinde de ilave maddeler
görüşülmüş ve karara bağlanmıştır. (Bkz. Antoine Galland, Đstanbul’a Ait Günlük Hatıralar, 1672-
1673, C. II, Yay. Charles Schefer, Çev. Nahid Sırrı Örik, TTK Yay., Ankara 1998, s. 50-52.)

36
bir hariciye nazırının sahip olabileceği yetki tanınmamıştır. Reîsü’l-Küttâb’lık
makamı Padişah II. Mahmud döneminde, “Hariciye Nezareti”ne dönüştürüldü103.

1.2.4. Elçilerin Gönderilme Nedenleri

Büyükelçiler kendi ülkeleri yararına olmak üzere, görev için geldikleri


ve/veya kaldıkları Đstanbul’da, Osmanlı Devleti yönetiminden çeşitli imtiyazlar elde
etmeye çalışırlardı. Mesela, 1604 yılında Fransa’nın Đstanbul’daki sefiri François
Savary de Breves tarafından I. Ahmed döneminde yapılan, daha doğrusu yenilenen
ve Fransızlara ticari imtiyazlar tanıyıp, Fransız konsoloslarının ve tüccarlarının
durumunu düzenleyen antlaşmalarda olduğu gibi, bunun ekonomik yönleri de
vardı104. Bu ahidname ile Fransız elçileri diğer devletlerin elçilerinden üstün duruma
geçiyordu105.

Nahit Sırrı, Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası’ndaki “Đstanbul’da


Sicilyeteyn Elçileri” başlıklı makalesinde, Đstanbul’daki Sicilyeteyn Krallığı
elçilerinin ülkeleri adına ekonomik imtiyazlar sağlamak için neler yaptıklarını ve
nasıl mücadele verdiklerini anlatmaktadır106. Osmanlı Devleti’ndeki sefaretini 1740
yılında açan ve 1860 tarihine kadar devam ettiren Sicilyeteyn Krallığı’nın bu
mücadelesinde, Fransa ve Avusturya’nın müdahalelerinin elçiler temelinde, aslında
yaşananların devletlerarası bir çıkar savaşı olduğunu bize göstermektedir.

Doğal olarak Osmanlı Devleti’nde yabancı ülkelere gönderilecek elçiler,


gönderildiği ülkelerle Osmanlı Devleti arasında meydana gelen çeşitli konuları
görüşmek için giderlerdi. Elçilerin gönderilme nedenlerini şu genel başlıklar altında
toplayabiliriz:

103
Hadiye Tuncer, Hüner Tuncer, a.g.e., s. 30; Ali Akyıldız, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez
Teşkilatında Reform (1836-1856), Eren Yay., Đstanbul 1993, s. 70-80.
104
Jean Thevenot, Thevenot Seyahatnamesi, Ed. Stefanos Yerasimos, Çev. Ali Berktay, Kitap
Yayınevi, Đstanbul 2009, s. 242.
105
Bkz. Halil Đnalcık, a.g.m., s. 121.
106
Nahit Sırrı, “Đstanbul’da Sicilyeteyn Elçileri”, TOEM, S. 1-101, Enderun Kitabevi, Đstanbul 1988,
s. 67-72.

37
Barış antlaşmaları ya da ticari sözleşmeler imzalamak. Barış önerisinde
bulunmak107. Barış görüşmeleri ya da arabuluculuk yapmak. Herhangi bir
antlaşmanın maddelerini görüşmeye gitmek. Đyi dostluk ilişkileri kurmak ya da var
olan dostluk ilişkilerini sağlamlaştırmak, Osmanlı Devleti’nin alacaklarını toplamak.
Gönderildiği ülkelerin Osmanlılar hakkındaki görüş ve politikalarını öğrenmek.
Osmanlı padişahının cülusunu (tahta çıkma) bildirmek. Armağanlar götürmek.
Padişahın bir mektubunu gideceği ülkeye ulaştırmak için gitmek. Tahta yeni geçen
Avrupa monarkının cülusunu tebrik etmek. Avrupa krallarının taç giyme törenlerinde
hazır bulunmak. Avrupa krallarını şehzadelerin sünnet düğünlerine katılmaları için
çağırmak. Osmanlı Devleti’ne vergi veren ülkelerden vergilerini istemek”108. Tüm bu
ve benzeri çeşitli konular elçiler kanalıyla çözülüyordu.

1.2.5. Elçilerin Görevleri

Elçilerin en önemli görevi, gittiği ülke hakkında kendi ülkesi adına bilgiler
toplamak ve bu bilgileri bir rapor halinde ülkesine bildirmektir109. Osmanlı elçileri
de, Osmanlı Devleti’ne gelen elçiler de bunu yapardı. Osmanlı elçileri gittikleri

107
Osmanlı Đran savaşlarını durdurmak için Guli Han, Osmanlı padişahı Mahmud’a elçiler gönderip,
Đranlı esirlerin geri verilmesini rica etti. Padişah elçileri büyük bir iltifatla kabul ederek, Đranlı esirlerin
toplanıp kendi memleketlerine gönderilmelerine dair bütün vilayetlere emir gönderdi. Böylelikle Đran
ile barış anlaşmasına giden yol açıldı (1736). (Bkz. Petros di Sarkis Gilantz’in Kronolojisi, Nadir Şah
Devrine Ait Bir Anonim Kronoloji, Osmanlı-Đran-Rus Đlişkilerine Ait Đki Kaynak, Çev. ve Yay.
Hrand D. Andreasyan, Edebiyat Fakültesi Matbaası, Đstanbul 1974, s. 106.)
108
Hadiye Tuncer, Hüner Tuncer, a.g.e., s. 12.; Faik Reşit Unat, a.g.e., s. 17-23.
109
Elçilerin ülkeleri lehine yaptıkları bu tarz çalışmalara ilginç bir örnek olması açısından aşağıdaki
örneği gösterebiliriz. Osmanlı Devleti’nin denizcilik alanındaki gelişmesine paralel olarak,
Akdeniz’de bu alandaki en önemli güçlerden biri olan Venedik Cumhuriyeti ile sürtüşmeler de
başlamıştı. Ege adaları ve Doğu Akdeniz limanları 16. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti tarafından
Venedikliler’den alınmış durumdaydı. 1645 yılında deniz ticaretinin kilit noktası olan Girit ve adadaki
Kandiye Kalesi 25 yıl sürecek olan Osmanlı kuşatmasına sahne oldu. Venedikliler için şaşırtıcı
olmayan bu kuşatmanın ön bilgileri bir yıl öncesinden Venedik Büyükelçiliği tarafından Venedik’e
gönderilmişti bile. Balyoz Giovanni Soranzo ve Giovanni Battista Ballarino Osmanlı Devleti
tarafından tutuklanarak, Edirne’ye sürgüne gönderildiler. Bir süre esir tutulan bu iki kişi, daha sonra
serbest bırakıldılar ve ülkelerine geri döndüler. (Bkz. Gülgün Yılmaz, “Venedik’ten Edirne’ye Sürülen
Đtalyan Elçiler ve Bir Minyatür Albümünde Edirne”, I. Edirne Kültür Araştırmaları Sempozyumu,
Trakya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Bildiriler, 23-25 Ekim
2003, s. 235.); III. Mustafa zamanında meydana gelen bir olay da ilgi çekicidir. III. Mustafa çok
zaman tebdili kıyafetle Ayasofya Camii’ne giderek sabah namazını orada kılardı. Bir gün yine tebdili
kıyafetle gittiği Ayasofya Camii’nde sefaret tercümanlarından birinin bazı devlet ricalinin evlerinde
giderek, devlete ait sırları öğrendiğini ve bun bilgileri de sefarethanelere aktardığını öğrenir. Bu olay
üzerine tercümanın boynu vurulur. (Bkz. Đsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin Saray
Teşkilatı, TTK Yay., Ankara 1988, s. 61.)

38
ülkede öncelikle gözlem yaparlardı ve bunları raporlar halinde Đstanbul’a
gönderirlerdi. Bu raporlarda, kişisel görüşlerini de yazarlardı. Bir diğer görevleri ise,
gidecekleri ülkenin kurumsal ve sosyal yapısı, bilimsel ve teknik düzeyleri hakkında
önceden bir kanıya sahip olmalarıydı. Doğal olarak, o ülkenin dilini öğrenmiş
olmaları da gerekiyordu110.

Devletlerarası çeşitli konuları kendi devletleri adına en iyi bir şekilde


çözebilmek için diplomatik yolla uğraş veren elçilerin, Osmanlı Đmparatorluğu’nun
dönemsel farklılarına göre, görevleri de değişkenlik göstermiştir. Temel anlamda
ülkeleri adına barışı sağlamak ve bu konuda antlaşmalar yapmak için çalışan yabancı
devletlerin elçileri, Osmanlı’nın ilk defa 1535 yılında Fransa’ya sağladığı ekonomik
ayrıcalıklar anlamına gelen “kapitülasyon”dan kendi ülkeleri adına da yarar
sağlamaya çabalamışlardır.

1580 yılına kadar kapitülasyonlardan yararlanan tek ülke olan Fransa’nın


bu ayrıcalığını diğer Avrupa ülkeleri de kademeli bir şekilde elde ettiler. Elçilerinin
bu yöndeki başarıları ile 1592 tarihinde Đngiltere elçisi William Harborne ülkesine
bunu sağladı. Yine 1612 tarihinde ise, Hollanda bu ekonomik ayrıcalığı elde etti. Đşte
tüm bunları alt alta sıraladığımızda, bu ülkelere ait elçilerin özellikle bu ayrıcalıkla
ilgili ülkelerinin çıkarlarını gözetmekle görevli oldukları anlaşılmaktadır.

1.2.6. Elçilerin Seçimi ve Maiyetleri

Kendilerine elçilik görevi verilenlere dönüşlerinde geri alınmak üzere,


yurtdışına çıkmalarından önce “Defterdarlık”111, “Nişancılık”112, “Beylerbeyliği”113,

110
Hadiye Tuncer, Hüner Tuncer, a.g.e., s. 26-28.
111
Osmanlı Devleti’nde mali işlerin en büyük amirine verilen unvandı.
112
Nişancı’ya tevkiî, tuğraî ve muvakkî de denirdi. Nişancıların görevi, devlet yasalarını iyi bilmek,
yeni ve eski yasalarla dini kuralları bağdaştırmak, Divan’da gerektiğinde bu konularda düşüncelerini
açıklamak, yabancı hükümdarlara yazılacak namelerle vezirlere verilecek beratların rütbe, nişan ve
imtiyaz verildiğini bildiren ferman taslaklarını hazırlamak, ahitname, beratname ve fermanların baş
tarafına Padişah’ın imzası demek olan tuğrayı çekmekti. Genellikle Reisü’l-Küttablar yükselerek
nişancı olurlardı.

39
ya da “Kadıaskerlik”114 gibi büyük aşamalar ve yetkiler verilirdi. “Orta Elçi” olarak
gönderilenlere Defterdarlık, Nişancılık veya Mekke payesi (rütbesi); “Büyük Elçi”
olarak gönderilenlere Rumeli veya Anadolu Beylerbeyliği; Đran’a gönderilen
elçilerden ulema (bilginler) sınıfından olanlara ise, Anadolu Kadıaskerliği rütbeleri
verilmekteydi.

Elçi olarak seçilenlerin çoğunluğu, savaş sırasında tutsak olarak ya da çok


küçük yaşlarda Đstanbul’a getirilip, Enderun okullarında okutularak, Müslüman
olmuş bilgili kişilerdi. Bunlar ülkeye çok küçük yaşlarda geldikleri için, kendilerini
tamamen Türk sayarlardı. Kökeni Türk olan Osmanlı elçileri ise, en iyi aileler
arasından seçilirdi. Ayrıca istihbaratın önemli oluşu, elçi seçiminde yabancı dil bilme
zorunluluğunu ve kalabalık bir çevirmen grubunun her zaman el atında
bulundurulmasını gerekli hale getiriyordu115.

Osmanlı elçileri genellikle çok kalabalık bir maiyetle (elçinin emri altında
bulunan görevli kişiler) görev yerlerine giderlerdi. Elçilerin yanlarında bazen bin
kişilik bir maiyet bile götürdükleri olurdu. Elçi ve yanındakilerin yabancı ülkelere
girişleri o ülke halkına unutulmaz bir gün yaşatırdı116.

1.2.7. Sürekli Diplomasiye Geçiş, Yolluk ve Harçlıklar

Osmanlı Devleti güçlü bir devlet olduğu ve toprak bütünlüğü ile egemenliği
Avrupa tarafından tehdit edilmediği sürece, tek yanlı diplomasi bu devletin gücünün
ve üstünlüğünün bir göstergesi olmuştur. Ancak bu durum, devletin gerileme
dönemlerinde Osmanlıların zararına olmaya başlamış ve Đmparatorluğun gerilemesini
çabuklaştıran etkenlerden biri olmuştur.

113
Osmanlılarda ilk zamanlarda tek bir beylerbeyi bulunur ve o da tüm ordu işlerinden sorumlu
olurdu. Yıldırım Bayezid zamanında Anadolu ve Rumeli Beylerbeylikleri oluşturuldu.
Beylerbeylerinin zamanla sayıları artmakla beraber, yetki ve etkinlikleri de o oranda azalmıştır.
114
Kazasker olarak da kullanılır. Kazaskerlik Fatih döneminde tek bir makam olup, şer’i hükümleri
veren en büyük makamdı. 1481 tarihinden itibaren Rumeli ve Anadolu Kazaskerliği diye ikiye
ayrılmıştı. Rumeli Kazaskerleri yükseldiklerinde Şeyhülislam olurlardı.
115
Onur Kınlı, Osmanlı’da Modernleşme ve Diplomasi, Đmge Kitabevi, Ankara 2006, s. 76.
116
Hadiye Tuncer, Hüner Tuncer, a.g.e., s. 13-14.; Faik Reşit Unat, a.g.e., s. 23-28.

40
Osmanlı Devleti’nde sürekli diplomasi yönteminin gereksinmesini duyan
ilk padişah Sultan III. Selim’dir (1789-1807). III. Selim, yabancı devletler hakkında
ve bu devletlerde yer alan olaylar ve gelişmelere ilişkin daha doğrudan ve güvenilir
bilgi sahibi olmak ve aynı zamanda Osmanlı Đmparatorluğu’nu batılı devletler
topluluğunun dışında bırakmamak gerekçeleriyle, Avrupa başkentlerinde sürekli
elçilikler kurma kararı almıştı.

Đlk sürekli Osmanlı elçiliği 1793 yılında Đngiltere Devleti nezdinde


kurulmuştu. Londra’ya atanan ilk sürekli Osmanlı elçisi Yusuf Agâh Efendi’ydi ve
yol harçlığı 15.000 kuruş, aylık maaşı ise 50.000 kuruş olarak saptanmıştı. 1802-
1806 yılları arasında Paris’te elçilik yapan Mehmet Sait Halet Efendi’ye ise ilk
elçilik maaşı olarak 25.000 kuruş bağlanmıştı117.

Osmanlı Devleti’nde dışişleri Veziriazam tarafından bizzat yürütülüyordu.


Elçilerle olan görüşmeleri, Dîvân-ı Hümayûn Kalemi’nin başkâtibi Reisülküttâb
sağlardı. Bu görev yani dışişleriyle ilgili tüm çalışmalar, zaman içinde tamamen
Reisülküttâb tarafından yürütülür hale geldi. 1835 tarihiyle beraber bu unvan Umûr-ı
Hariciye Nezâreti’ne çevrildi ve bu göreve ilk defa Akif Paşa atandı. Dış ilişkiler,
elçilerle olan görüşmeler, elçi ve maslahatgüzar tayinleri Hariciye Nezareti kararıyla
yapılmaya başlandı”118.

1.3. OSMANLI DEVLETĐ’NDE ELÇĐ KABULLERĐYLE


ĐLGĐLĐ GENEL UYGULAMALAR

1.3.1. Sınır Noktasında Yapılan Törenler

Çeşitli nedenlere bağlı olarak, Osmanlı Devleti elçileriyle ilgili yabancı


ülkenin elçileri, iki devleti ilgilendiren konuları müzakere etmek için, sınır
bölgesinde oluşturulan “tampon bölge” diyebileceğimiz ortak bir noktada bir araya
gelirlerdi. Sınır mili dediğimiz bu noktada buluşan elçiler, barışın sağlanması için
diplomatik görüşmeler yapardı. Sınır milinin saptanması ise, şu şekilde olurdu:
117
Hadiye Tuncer, Hüner Tuncer, a.g.e., s. 18-21.
118
Necati Gültepe, a.g.e., s. 347.

41
Osmanlı Devleti ile görüşme yapılan ilgili devletin devlet sınırlarına topraktan büyük
yapay birer tepe oluşturulurdu. Her iki taraftaki bu tepecikler arasındaki mesafenin
tam orta noktasına beş adam boyu yüksekliğinde bir direk dikilirdi. Đşte tam bu
nokta, elçilerin görüşme yaptıkları yer olurdu119.

Gelen yabancı devlet elçilerinden önceden haberi olan Osmanlı Devleti


bürokrasisi bunun için hazırlık yapardı. Batıdan gelen elçiler sınırda Budin
Beylerbeyi veya kaymakamı tarafından karşılanırdı. Bu karşılamaya Đstanbul’dan
gönderilen bu işle ilgili özel bir kaymakam da katılırdı. Bundan sonrasında ise,
elçilerin yol güzergâhında bulunan sancak beyleri ve kadılar da, Padişahın bir nevi
vekili sıfatıyla gelen elçilerle ve maiyetindekilerle ilgilenirlerdi120.

Faik Reşit Unat’ın, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri adlı kitabında


verdiği bilgilere göre, elçilerin karşılıklı olarak geliş gidişleriyle ilgili bir takım
kurallar vardı ve bunlar ülke hudutlarında karşılıklı olarak uygulanırdı. Elçiler sınıra
varmalarından sonra, komşu devlete düzenlenen bir törenle ve mazbata ile teslim
edilmektedir. Eğer elçiler karşılıklı olarak gidip gelme yapmışlarsa, bu durum aynı
zamanda bir elçi değişimi (mübadelesi) şeklini de almaktadır121. Bu değişimler
sırasında çok sıkı protokol kurallarının uygulanmasına rağmen, bu uygulamalarda
yer yer anlaşmazlıkların da meydana geldiği bilinmektedir.

Elçilerin bu değişimlerini idare etme işiyle ilgilenen yüksek dereceli devlet


memurlarının geneli, huduta yakın bölgelerin beylerbeylerinden biri veya tecrübeli
bir vezir olurdu. Ayrıca yabancı elçinin maiyetindeki kapıcıbaşılardan biri ile beraber
bir de beylerbeyi gönderildiği olmuştur. Beylerbeyinin gönderilmediği zamanlarda
diplomatik açıdan yer yer sıkıntı da oluşmuştur.

Bütün bunların yanı sıra, elçilerin sınırdan içeri girmeleriyle birlikte artık
misafir olarak görülmeleri anlayışının bir sonucu olarak, elçinin ve maiyetindekilerin

119
Hadiye Tuncer, Hüner Tuncer, a.g.e., s. 12.
120
Olga Zirogeviç, a.g.m., s. 45.
121
Faik Reşit Unat, a.g.e., s. 32-33; Đlber Ortaylı, Osmanlı’da Milletler ve Diplomasi, Türkiye Đş
Bankası Yay., Đstanbul 2008, s. 238.

42
Osmanlı topraklarında kaldıkları süre boyunca tüm masrafları devlet tarafından
karşılanmaktadır122. Görevleri biten elçilere ise ayrıca, memuriyet derecelerine
uygun olmak üzere çeşitli hediyeler verilmektedir123.

Osmanlı Devleti’nde yapılan her törenin önceden belirlenmiş tören kuralları


vardı ve bu kurallara uymak zorunluydu. Teşrifatçı adı verilen tören işlerinden
sorumlu memurun kayıt altına aldığı defterlerde bunlar yazılıydı. Törenlere katılacak
devlet erkânının ve diğer kişi ya da kişilerin, törende hangi sırayla ve nasıl yer
alacağı belliydi ve bunun dışına asla çıkılamazdı. Teşrifata dair herhangi bir hata
kabul edilmez ve affedilmezdi. Bu uygulamalar herkes için geçerliydi ve kayıt altına
alınmıştı.

Osmanlı Devleti’nde teşrifat kuralları, cülus, ramazan, bayram tebrikleri


gibi, düzenlenen ziyafetlerde de geçerliydi. Divan toplantılarından sonra yenilen
yemeklerde veya çeşitli nedenlerle verilen ziyafetlerde, sadaret görevi verilen şahsın
taşradan Đstanbul’a girişi öncesinde veya elçilerin kara yoluyla gelişlerinde şehre
girmeden mola yerinde verilen yemeklerde de, hep teşrifat kurallarına göre hareket
edilirdi124.

1.3.2. Elçilerin Gelişlerini Devlete Bildirmeleri

Batıdan Đstanbul’a bir elçi geleceği zaman, bu durum elçiliğin sır kâtibi
tarafından Bâb-ı Âlî’ye haber verilirdi. Buradaki uygulama ise şöyleydi: Sır kâtibi
önce Dîvân-ı Hümâyûn tercümanı odasına, sonra da Reîsü’l-Küttâb odasına
götürülür, Reîsü’l-Küttâb, sır kâtibini ayakta karşılardı. Sonrasında mindere

122
Đzzet Sak, 1736-1741 yılları arasında Đstanbul’a gelen Đran elçilerinin bazı masrafları üzerine
yapmış olduğu araştırmada, elçilere yapılan masrafların hem devlet bütçesinden ve hem de yol
güzergâhında bulunan yerleşim yerlerindeki ahali tarafından vergilerine karşılık olarak karşılandığını
söylemektedir. (Bkz. Đzzet Sak, “1736-1741 Yılları Arasında Đstanbul’a Gelen Đran Elçilerinin Bazı
Masrafları”, Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Edebiyat Dergisi, Yıl: 2006, S. 16, s. 117-
161.)
123
Faik Reşit Unat, a.g.e., s. 35.
124
Mübahat S. Kütükoğlu, Son Devir Osmanlı Resmi Ziyafetleri, Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız
Armağanı, Marmara Üniversitesi Yayınları No: 558, Fen-Edebiyat Fakültesi Yayınları No: 33, TTK
Basımevi, Ankara 1995, s. 369.

43
otururlardı. Burada kendisine peşkir, tatlı, kahve, çubuk ve şerbet ikram edilirdi.
Sadrazamın izniyle birlikte huzuruna götürülür, burada sır kâtibinin kendi tercümanı
aracılığıyla görüşüldükten sonra, ayakta kahve verilirdi. Buradan kethüdanın odasına
alınırdı. Reîsü’l-Küttâb odasındaki tören burada da aynen uygulanır ve sonrasında
geri dönerlerdi125.

Bir elçi Osmanlı sınırlarından içeri girince, kendisine Đstanbul’dan bir


mihmandar gönderilirdi. Bu görevli, gelen elçi ve maiyetine Đstanbul’a kadar eşlik
ederdi. Mihmandar yalnız elçinin sınırdan Đstanbul’a gelişine kadar değil, Đstanbul’da
kaldığı sürece bu görevine devam ederdi126.

Doğudan ve özellikle de Đran’dan gelen elçilere batıdan gelen elçilerden çok


daha farklı bir karşılama merasimi uygulanırdı. Buradaki temel çıkış noktası batıdan
gelen elçilere de gösterilen “güç” ve “ihtişam”dı ama farkı daha fazla göz boyamaya
dayalı bir tören uygulaması olmasıydı127. 1555 senesinde Kanuni Sultan Süleyman’ın
Đran seferi hazırlıkları sırasında kışlamak için bulunduğu Amasya’ya gelen Đran
elçisine padişahın emriyle çok iyi davranılmış, kendisine ve beraberindekilere
mükellef sofralar kurulmuş, hil’atler giydirilmiş, birbirinden kıymetli armağanlar
verilmiştir. Đran şahının gönderdiği nameye cevap olarak bir name hazırlanmış ve
elçiye padişahın has ahırından altın gemli çok değerli bir at da hediye edilerek, elçi
ülkesine gönderilmiştir128. Aynı şekilde Sultan III. Murad’ın cülûsunu kutlamak için,
Şah Tahmasb’ın göndermiş olduğu elçi Tokmak Muhammedî Sultan’ın Đstanbul’a
gelişiyle ilgili hazırlıklar Erzurum Beylerbeyi’ne gönderilen talimatlarla başlamış ve
bu karşılama törenlerine Đstanbul’da da en güzel bir şekilde devam edilmiştir129.

125
Recep Ahıskalı, Osmanlı Devlet Teşkilatı’nda Reisülküttâblık (XVIII. Yüzyıl), Tarih ve Tabiat
Vakfı Yayınları, Đstanbul 2001, s. 247.; H. Hümeyra Şahin, “Bâbıâlî’de Uygulanan Teşrifat (1703-
1839)”, MÜ Sosyal Bilimler Ens. Türk Tarihi ABD Yeniçağ Tarihi BD Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, Đstanbul 2001, s. 20-21.
126
Metin And, XVI. Yüzyılda Elçilikler ve Elçiler, HTM, S. 3, Nisan 1970, s. 22; Ayrıca bkz. Dündar
Alikılıç, “XVII. Yüzyıl Saray Teşrifatı ve Törenleri”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Tarih ABD Doktora Tezi, Erzurum, 2002, s. 63.
127
Bkz. Dündar Alikılıç, “Osmanlı Saray Törenlerinin Üsküdar’a Yansıması”, Üsküdar Sempozyumu
I, 23-25 Mayıs 2003, Bildiri Kitabı, C.I, s. 93.
128
Bkz. Đbrahim Peçevi, Peçevi Tarihi, C. I, Neşriyat Yurdu, Đstanbul 1968, s. 175-181.
129
Bkz. Bekir Kütükoğlu, “Şah Tahmasb’ın III. Murad’a Cülus Tebriki”, ĐÜEF Tarih Dergisi, C. XI,
S. 15, Eylül 1960, s. 1-24.

44
1.3.3. Elçi Kabul Töreni Öncesinde Yapılan Hazırlıklar

Elçinin itimadmesini Paşakapısına sunması için de ayrı bir tören yapılırdı.


Elçi, kendisi ve maiyeti için görevlendirilmiş mihmandar aracılığıyla, elçilikten
alınır, Sirkeci'deki Kireççibaşı iskelesine getirilerek ağırlanırdı. Daha sonra
Paşakapısına gidilirdi. Buraya gelen Sadrazam itimadnameyi alır, sonra elçiye samur
kürk, yanındakilere de başka kürklerden hil’atler giydirirlerdi. Elçiliğe gidişte dört
takım mehter müziği çalınırdı. Elçiye ayrıca yemiş ve çiçek gönderilirdi.

XVIII. yüzyıl diplomasisinde elçilerle ilgili şu uygulama vardı. Her yeni


elçi, geldiğini elçilik başkâtibi kanalıyla hükümet merkezi olan Bab-ı Ali’ye
bildirirdi. Haberin verilmesinden sonra ise, Sadrazam tarafından gelen elçiye “hoş
geldin” manasına gelen, meyve ve şükufe gönderilirdi. Bu görev Divan-ı Hümayun
tercümanı tarafından yerine getirilirdi. Bunun yanı sıra, elçinin özel güvenliğini
sağlamak ve ayrıca gelen elçinin casusluk ve entrika türünden çalışmalarının da
denetlenmesi amacıyla, bir miktar yeniçeri elçi konağında görevlendirilirdi. Gelen
elçi belirlenen uygun bir günde Bab-ı Ali’de kabul edilirdi. Bazen de tüm bunlara
gerek kalmadan, gayri resmi olarak elçi bizzat gelir, daha sonra başkâtibi aracılığı ile
de, resm-i kabul günü ayarlanırdı130.

Elçiler Padişahın huzuruna kabul edilirken, kendileri için hazırlanmış olan


protokol kurallarına sıkı sıkıya uymak zorundaydılar. “Mesela, elçiler kılıçla
padişahın huzuruna giremezlerdi. Elçileri hapsetmek, dövdürmek, tercümanlarını
öldürmek ve sınır dışı etmekle kendilerini salahiyetli gören sadrazamların tebliğ ve
telkin eyledikleri maddeler dışında padişaha söz söyleyemezlerdi. Buna uymayanlar
hakaret görür131 ve kılıçları zorla bellerinden çıkarılırdı”132.

130
H. Hümeyra Şahin, a.g.t., s. 20.
131
1667 yılında Đstanbul’a gelen bir Avusturya elçisi, padişahın huzurunda yeteri derecede eğilmediği
için, arkasında bulunan padişahın yakınlarından biri elçiyi ensesinden hızlıca itmiş, sefir yere düşerek
alnı zedelenmiştir. Elçinin yanında bulunan tercümanın korkudan dili tutulmuş, konuşamayınca
sadaret kaymakamı elçi ile tercümanı tokatlayarak dışarı çıkarmıştır. (Ali Seydi Bey, Teşrifat ve
Teşkilatımız, (Baskıya Hazırlayan: Niyazi Ahmet Banoğlu), Tercüman 1001 Temel Eser, Đstanbul
t.y., s. 140.)
132
Ali Seydi Bey, a.g.e., s. 140.

45
1.3.3.1. Ulûfe Divanları

Ulûfe, Osmanlı Devleti’nde maaşa verilen addır. Devlet görevlileri ulûfeli ve


ulûfesiz diye ikiye ayrılır. Ulûfesizlerin tımar, zeamet veya has tarzında tahsilâtları
vardır. Bunlar gelirlerini devlete ait arazilerin gelirlerinden alırlar. Ulûfenin miktarı
yevmi (günlük) olarak belirlenir. Bu bazen şehri (aylık) bazen de üç ayda bir yani
yılda dört taksit olarak verilirdi.

Divan Meydanı’nda yapılan merasimlerin en meşhuru ulûfe dağıtımıdır. Bu


esnada çekilen gülbank özellikle elçilerin dikkatini çekerdi. Yeniçerilere çorba ikram
edilir, çorba içilmezse yani kazan kaldırılırsa, bu isyan alametidir. Çorbayla beraber
pilav ve zerde de ikram edilen yemeklerdir. Dış hazineden merasimle getirilen ulûfe
keseleri, bir Osmanlı geleneği olarak önce fakirlere verilecek kısmı ayrılır ve sonra
dağıtım yapılırdı133.

Osmanlı Đmparatorluğu’na çeşitli görevlerle gelen elçilerin Padişah


tarafından huzura kabul törenleri, galebe divanı da denilen ulûfe divanına denk
getirilirdi134. O gün kapıkulu ocaklarına maaş verilen Salı günü olurdu. Divanda
yapılan ve törensel amaçlar da taşıyan toplantı, bir nevi görsel sahne olarak gelen
elçiyi ve maiyetini etkileme üzerine kurulurdu. Daha sonraki dönemlerde, gelen
elçileri karşılamayla ilgili protokole dair bu işler, Paşa Kapısı denilen Sadrazamın
bunduğu mekânda yapılır. Divan-ı Hümayun’daki bu toplantı kaldırılır
kaldırılmasına ama elçilerin geldiği günlerde, eskiden olduğu gibi yine, kapıkulu
ocaklarına maaşlarını vermek için ulûfe divanı düzenlenir ve bu sırada da gelen elçi
kabul olunurdu135. Ulûfe divanından başka bir güne rastlayan elçi kabullerine ise
“resm-i âdî” denirdi136.

133
Đlber Ortaylı, Osmanlı Sarayı’nda Hayat, Yitik Hazine Yay., Đzmir 2008, s. 43.
134
Zarif Orgun, “Osmanlı Đmparatorluğu’nda Name ve Hediye Getiren Elçilere Yapılan Merasim”,
Tarih Vesikaları Dergisi, C. I, S. 1, Haziran 1941, s. 407.
135
Đsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilatı, TTK Yay., Ankara
1988, s. 289.
136
Yusuf Halaçoğlu, XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilatı ve Sosyal Hayat, TTK
Yay., Ankara 2003, s. 41.

46
Normal Divan-ı Hümayun toplantılarından farklı olan bu toplantılara “ulûfe
divanı”, “büyük divan” ya da “elçi divanı” isimleri de verilmiştir. O gün, ulûfe için
toplanmış olanların137 ve ayrıca elçilik heyetlerinin de kalabalık olmasından dolayı
“galebe divanı” denilmiştir.

“Ve galebe dîvânı oldur kim, üçer ay başında cemî’i kula mevâcib çıka
yahud bir Kraldan elçü gele, ol gün rûz-ı mahşerden nişan verür bir Dîvân-ı Azîm
olur kim, iki yüz cevâhire müstağrak küheylan atlar ve cemî’-i erbâb-ı dîvân zer
ender zerre müstağrak ve cemî’-i âlât ve âvânîn-i ta’âm mücevher kâseler ve zer-dûz
haliçe ve mehçeler ile Pâdişâh-ı cem-cenabın Âsitânesin eyle tezyîn ederler kim,
elçiler gördükde elembeste ve hayrân olurlar”138.

Son dönem Osmanlı padişahlarından en önemlisi olan III. Selim’e


09.02.1803 tarihinde Đstanbul’a gelen Rus elçisinin mektup takdimi için “Galebe
Divanı” düzenlenmiştir. III. Selim elçiyi Arz Odası’nda kabul ettikten sonra
Topkapı’ya inmiştir139.

1.3.4. Elçi Kabul Törenlerinde Hazır Bulunan Devlet


Görevlileri

Kapıcılar Kethüdası ve Çavuşbaşı Ağa, Dîvân-ı Hümayun toplantılarında


ve sarayda hazır bulunurlar ve tören aşamalarını yönlendirirler ve asalarıyla işaret
ederek, törendeki yapılması gereken uygulamaları belirli bir sıra içinde düzene
sokarlardı. Ayrıca Dîvâna gelenleri karşılar, gidenleri de yol göstermek suretiyle
uğurlarlardı140.

137
Đçoğlanlarına da genellikle üç ayda bir mütevazı da olsa ulûfe dağıtılırdı. (Bkz. Godfrey Goodwin,
Yeniçeriler, Çev. Derin Türkömer, Doğan Kitap, Đstanbul 2008, s. 50.)
138
Ahmed Akgündüz, Kanunnâme-i Âli Osman, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri, 4.
Kitap Kanuni Devri Kanunnameleri 1. Kısım Merkezi ve Umumi Kanunnameler, Fey Vakfı, Đstanbul
1992, C. IV, s. 553.
139
Mehmet Ali Beyhan, Saray Günlüğü (1802-1809), Doğu Kütüphanesi Yay., Đstanbul 2007, s. 60.
140
Đlknur Yıldız Örenç, “Hariciye Teşrifatçılığı Defteri (1846-1880)”, ĐÜ SBE, Yakınçağ Tarihi BD,
Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Đstanbul 1998, s. 4.

47
Kapıcıların bu tarz törenlerdeki görevleri oldukça önemlidir. Törenlerde
düzenin sağlanması görevini de kapıcılar üstlenirler. Elçilerin kollarına girilerek
Arz’a götürülmeleri, Arz sırasında yanlarında bulunmaları, elçilerin Arza girmeden
önce, Divan’da bulundukları sırada Sadrazam adına hal hatır sormaları da görevleri
arasındaydı.

“Elçilerin hediyelerini sunulmak üzere taşınıp hazırlanması ve Hazine’ye


teslimi de kapıcıların görevleri arasındaydı. Teşrifatçının merasimlerle ilgili
kanunlarda yetkili hale gelişinden sonra da, Kapıcılar Kethüdası’nın bu görevi
devam ettirdiği görülmektedir. Nitekim II. Mahmud saltanatına kadar elçilerin
Padişahla görüşmeleri arz esnasında gerçekleşir ve teşrifatçı bu kabullerde yer
almazdı”141.

Yabancı dil bilgisine sahip olmak mutlaka gerekiyordu. Osmanlı Devleti’ne


elçi olarak veya başka amaçlarla misafir olarak gelenlerin hizmetlerinin
görülebilmesi amacıyla, dil bilen üçüncü şahıslara da tercüman olarak görevler
verilebilmekteydi. “Diğer taraftan Çavuşbaşı ile teşrifatçı arasındaki görev
dağılımında, Çavuşbaşı’nın doğu, teşrifatçının ise batı dilleri hususunda bilgi sahibi
olması gerekmekteydi”142.

Đkili ilişkilerdeki yabancı dil sorunuyla ilgili olarak, tercümanlık bir meslek
olarak ilk kez, Osmanlılarda diplomatik ilişkilere giren ilk ülke olan Fransızlar
tarafından benimsendi. 18. yüzyılın sonlarında Đstanbul’daki en önemli yabancı
elçiliğe sahip olan ülke de Fransa’ydı. Đstanbul’daki öteki yabancı delegasyonları
örnek alan Đspanyol Büyükelçisi Juan de Bouligny 10 Temmuz 1783 tarihinde Kral
III. Carlos’a gönderdiği mektupta, elçilik için tercümanların gerekliliğinden söz
ediyordu143.

141
Đlknur Yıldız Örenç, a.g.t., s. 4.
142
Đlknur Yıldız Örenç, a.g.t., s. 9.
143
Antonio Jurado Aceituno, “Bir Filolog Olarak Dragoman”, Đspanya-Türkiye, 16. Yüzyıldan 21.
Yüzyıla Rekabet ve Dostluk, Ed. Pablo Martin Asuero, Çev. Peral Bayaz Çarum, Kitap Yayınevi,
Đstanbul 2006, s. 218-219.

48
Elçilik tercümanları, elçilik ve konsoloslukların “iş bitirici” unsurlarıydı.
Meydana gelen önemli olaylarda, gerek ilgili makamların ve gerekse Müslüman ve
Hıristiyan kamuoyunun nabzını tutmaları, ülkenin hukukunu, teamüllerini ve dillerini
bilmeleri bakımından önemli kaynaklara (bilgi/istihbarat) sahiptiler144.

1.3.5. Elçi Kabul Törenlerinde Kullanılan Mekânlar

Elçi kabul törenlerinde kullanılan en önemli mekân hiç şüphesiz saray ve


saraydaki “Arz Odası” idi. Ama padişahın sefer ve benzeri nedenlerle bulunduğu
farklı yerlerde de elçi kabulleri yapıldığı bilinmektedir. Fatih Sultan Mehmed,
devletin yapılandırılması için bir takım kanunnameler çıkarırken, saraydaki mekân
düzenlemelerini de buna uygun yaptırıyordu. Babüssaade’nin iç kapısının karşısına
düşen Arz Odası, Divanhane ile birlikte en üst resmi mekân olma özelliğini
kazanmıştı. Böylelikle ilk defa Topkapı Sarayı ile birlikte resmi bir kabul odası
ortaya çıkmıştır145. Gülru Necipoğlu, bugünkü Arz Odası’nın özgün olup olmaması
ile ilgili şunları söyler: “Elimizdeki erken tasvirler, bugün Sultan Süleyman
döneminde aldığı biçimini halen koruyan Arz Odası’nın Fatih Sultan Mehmed’in
özgün planının ne kadarını yansıttığını belirlememize yetecek kadar ayrıntılı
değildir”146. 1584-85 civarında yapılmış Hünernâme minyatürlerinden birinde, bir
güç göstergesi olması için, tahtın üstüne iki leopar postu serilmiştir. Arz Odası
Kanuni Sultan Süleyman döneminde 1526 ile 1528 tarihleri arasında mimar
Alaaddin’e inşa ettirilmiştir. Geniş saçaklı revakları ve kurşun kaplı kırma çatısıyla
tipik bir Osmanlı köşküdür147.

Zeynep Tarım Ertuğ, bir makalesinde elçi kabul törenlerinde kullanılan asıl
mekân olan sarayla ve uygulanan protokolle ilgili olarak şunları söylemektedir:

144
Sezai Balcı, “Osmanlı Devleti’nde Tercümanlık ve Bab-ı Ali Tercüme Odası”, AÜ SBE Tarih
(Yakınçağ Tarihi) ABD Doktora Tezi, Ankara, 2006, s. 31.
145
Zeynep Tarım Ertuğ, “Saray Teşkilatı ve Teşrifatı”, Fatih ve Dönemi, Türk Kültürüne Hizmet
Vakfı Yayını, Đstanbul 2004, s. 215.
146
Gülru Necipoğlu, 15. ve 16. yüzyılda Topkapı Sarayı Mimari, Tören ve Đktidar, Çev. Ruşen
Sezer, Đstanbul, YKY Yay., 2007, s. 135.
147
Gülru Necipoğlu, a.g.e., s. 136.

49
“Saray sadece padişahın evi olmayıp, aynı zamanda devletin idari
merkezidir. Burada gündelik resmi işler yanında özel hayat da belli bir teşrifat
çerçevesinde devam ederdi. Saraya herhangi bir iş için veya arza çıkmak için gelen
birisi bu teşrifata uygun biçimde hareket ederdi. Bundan başka padişaha, hareme,
diğer saray halkına mutfaktan yemek giderken, saraya gelen ziyaretçiler kabul
edilirken, saray halkının birbirlerini ziyaretleri vesaire gibi neredeyse bütün ilişkiler
için aynı hususa dikkat edilirdi. Protokolün, Osmanlı Devleti içinde bu kadar
oturmuş, bütün inceliklerine kadar düşünülüp uygulanmış olması, eski bir devlet ve
şehir geleneğine işaret ettiği gibi, imparatorluk özelliğinin de en önemli
göstergelerinden biridir”148.

Đsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Osmanlı Devleti’nin Saray Teşkilatı” adlı


eserinde “Arz Odası” hakkında metni kaleme aldığı dönemin Türkçesi ile şunları
yazmaktadır: “Babüssaade’nin iç kapısından girilince, Enderunlularca Üçüncü Yer
denilen kısım başlar. Đbtida kapının karşısına Arzodası denilen tarihi meşhur oda
tesadüf eder. Burası padişahın arz günlerinde, elçi kabulünde ve sadaret
tebeddülünde vezir, şeyhülislam, kazaskerler, defterdarlarla bir vazifeye tayin edilen
devlet ricalini, beylerbeği ve ocakağaları vesaire gibi zatları kabul ettiği salondur.
Bu arzodasının ondokuzuncu asır başlarında üç kapısı, iki penceresi ve bir de
kapıdan girildiği zaman solda bir ocağı vardı. Binanın sol tarafına doğru olan büyük
kapıdan girilince tam karşıda pencere ile odanın sol duvarı arasında padişahın tahtı
bulunuyordu. Arzodasının büyük kapısının sırasındaki diğer kapıya Pişkeş Kapısı
denilirdi. Padişaha takdim edilen hediyeler büyük kapıdan girip buradan dışarı
çıkarılırdı149”.

Thevenot, Topkapı Sarayı’nın oldukça hoş bir konumda ve durumda


olduğunu söylerken, Fransa’daki saraylardaki ihtişamın burada mütevazılığa

148
Zeynep Tarım Ertuğ, “Osmanlı Devleti’nde Resmi Törenler ve Birkaç Örnek”, Yeni Türkiye
(Osmanlı Özel Sayısı), Yıl: 6, S. 34, Temmuz-Ağustos 2000, s. 27.
149
Đsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin Saray Teşkilatı, TTK Yay., Ankara 1988, s. 31.

50
dönüştüğünü belirtir. Hükümdar çok güçlüdür ama sarayı tam tersine sadedir. Bu
durum kendisini şaşırtmıştır150.

Osmanlı Sarayı’nın sadelik içindeki görkemi, devletin kurumsal yapısının


çok düzenli ve güçlü olmasından kaynaklanmaktaydı. Yabancı elçiler bunu fark
etmişler ve raporlarında bu duruma yer vermişlerdir. 1700 yılında Đstanbul’da
bulunan Joseph de Tournefort, gezdiği sarayla ilgili olarak, birinci ve ikinci avluda
gördüğü sessizliği ve disiplinli bir hiyerarşinin varlığını büyük bir hayranlıkla
anlatmaktadır151.

Elçi kabul törenlerinde hükümdarın tahta oturması her dönemde


görülmektedir. Otağın bu amaçla kullanılması ise, göçebe geleneğine dayanıyor olsa
bile, otağın gökkubbenin simgesi olarak düşünüldüğü de göz ardı edilmemelidir.
Selçuklu döneminde de elçi kabullerinin yapıldığı yerlerden birisi otağdır. Osmanlı
döneminde ise, saraylarda kabul için ayrı bir mekân ayrıldığı görülür. “Arz Odası”
olarak adlandırılan bu mekânda baldakenli tahtın kullanımının sürmesi, göksel
inançlarla ilişkinin bu yolla sürdürülmesine ilişkin bir kanıt olarak kabul edilebilir152.
XVII. yüzyılda elçilerin Edirne Sarayı’nda Otağ-ı Hümayun’da veya Arz Odası
mefruşatıyla döşenmiş bir kasrda da kabul edildiği bilinmektedir153.

1.3.6. Elçilerin Bâb-ı Âlî’ye Gelişleri ve Dîvân’a Geçişleri

Elçinin Divân-ı Hümayun’a davet edilişi için geldiğinde, Paşa Kapısı’nın


karşısındaki Alay Köşkü altında, Sadrazamın Paşa Kapısı’ndan alayla çıkması için
bir müddet beklettirilmesi de yapılan uygulamalardandı154. Bu bekleme sırasında

150
Jean Thevenot, Thevenot Seyahatnamesi, Ed. Stefanos Yerasimos, Çev. Ali Berktay, Kitap
Yayınevi, Đstanbul 2009, s. 52.
151
Joseph de Tournefort, Tournefort Seyahatnamesi, C. II, Ed. Stefanos Yerasimos, Çev. Teoman
Tunçdoğan, Kitap Yayınevi, Đstanbul 2008, s. 30-33.
152
Simge Özer Pınarbaşı, Çağlar Boyu Tahtın Simgesel Anlamları Işığı’nda Türk Tahtları, TC
Kültür ve Turizm Bakanlığı yay., Ankara 2004, s. 128.
153
Haydar Sanal, “Türk Elçilik Törenleri”, HTM, S. 12, Đstanbul 1966, s. 26.
154
Bu bekleme süresi genelde bir saat ile bir çeyrek saat arasında değişirdi.

51
Sadrazam Paşa Kapısı’ndan çıkar, elçinin yanındaki çavuşbaşı ağaya selam verir ve
elçiyi de görerek ileri geçer ve sonra elçi alayı hareket ederdi155.

“Osmanlı Đmparatorluğu’nda teşrifat kuralları belirlenmiş olduğundan


herkes yerini, sırasını bilir, nasıl davranacağı konusunda tereddüde düşmezdi.
Törenlerde hazır bulunan Teşrifatî Efendi ise, törenin usullere uygun biçimde
yapılması için her şeyi kontrol ederdi”156.

Elçiler, Dîvân-ı Hümayun’a davet edildikleri arz günlerinde ülkelerine ait


nameleri sunarlardı. Gelen elçinin Müslüman olması halinde, divanhane kapısından
içeri girdiğinde vezir, nişancı, kazasker ve defterdarlar ayağa kalkarlardı. Elçi içeri
girdiğinde, vezir-i azamın eteğini öper ve nişancının oturduğu sedirin divanhane
kapısı tarafına otururdu. Eğer gelen elçi Hıristiyan devletlerinden birinin elçisi ise,
burada daha değişik bir protokol kuralı uygulanırdı.

Hıristiyan elçi Dîvânhane’ye yaklaşınca, Vezîr-i Azam divit odasından


çıkarak, Dîvândaki makamına gelirken, ona saygıdan dolayı, vezir ve divandaki diğer
erkânın ayağa kalktıkları sırada, elçi de divanhaneden içeri girer ve Sadrazamın
eteğini öptükten sonra, divan kapısı duvarı tarafından vezirlerin karşısındaki
sandalyeye otururdu. Bu arada Sadrazam, divan tercümanını yanına davet ederek,
ona sefirin hatırını sormasını söyler. O da gidip bunu elçiye söyler ve elçiden aldığı
cevabı Sadrazama arz ederdi. Elçi, divandaki görüşmeleri ve yeniçerilere verilen para
dağıtımını da seyrederdi157.

Đtalyan seyyah Pietro Della Valle, Venedik Bailo’sunun maiyetinde, 1615


yılında Đstanbul’a geldiğinde, Saraydaki Divan toplantısı ve elçi kabulünde hazır
bulunmuştur. Divan üyeleriyle ilgili olarak, o günkü gözlemlerini anlatırken şunları
söyler: “Elçiler huzura alınmadan evvel, bütün divandakiler bu “saadet” kapısından

155
Đsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilatı, TTK Yay., Ankara
1988, s. 299.
156
Zeynep Tarım Ertuğ, “Edirne’de Yapılan Son Cülus Töreni”, Edirne: Serhattaki Payitaht, Haz.
Emin Nedret Đşli-M. Sabri Koz, YKY, Đstanbul 1998, s. 164.
157
Đsmail Hakkı Uzunçarşılı, a.g.e., s. 296-297.

52
efendilerine saygılarını sunmak için geçtiler. Bağlılık ve korku yüzlerinden
okunuyordu”158.

Ulufe dağıtımından sonra yemek yenirken, gerek Müslüman ve gerek


Hıristiyan elçiler iskemlede oturup, Vezir-i Azamın sofrasında yemek yerlerdi.
Elçiye Vezir-i Azam’ın sofrasında yer verilerek onurlandırılırdı159. Elçi kabulü günü
Nişancı ile Defterdar’a da ayrı ayrı sofralar kurulur ve elçinin maiyetinde bulunan
itibarlı adamlarına eski divanhanede ve gerisine de Kızlar Kapısı tarafında mermer
direkler arasında yemek verilirdi.

XVI. yüzyılın ilk yarısında gelen Fransız gezginleri içinde en bilgili


olanlarından birisi olan Guillaume Postel160’den Metin And’ın aktardığı bilgilere
göre, elçiler işlerini genelde Divan’da hallederler, ayrılmadan önce de Padişahın elini
(eteğini) öperlerdi. And’ın aktardığına göre, Divan’daki yemek yeme esnasında Ayas
Paşa, Kasım Paşa, Barbaros Hayreddin Paşa ve elçinin çevirmeni varmış. O günü
betimlerken nasıl ve hangi düzen içinde yemek yenildiğine de değinir. Herkes değerli
bir halının üstüne daire biçiminde oturur. Dizlerin üstüne uzun, keten bir havlu
(peşkir) konulur ve su getirilir. Bununla eller yıkanır. Yemekte etli pilav, horoz,
yağmur kuşu ve çeşit çeşit hayvan etlerle dolu altı porselen tabak gümüş bir sini
içinde getirilir. Bunların yanında içecek olarak da gül şerbeti sunulur. Elçinin maiyeti
de bahçedeki kemerlerin altında ağırlanır. Yere herkesin oturabileceği bir şekilde halı
serilir. Bunun üzerine bir dolu porselen tabak içinde etli ve tavuklu pilav konulur. Bu
yemek sahnesinin geçtiği yerde ise, büyük bir sessizlik ve vakur içinde, üç dört saat
boyunca ayakta durarak, konukların yemek yiyişlerini hiç kıpırdamadan seyreden
yeniçeriler vardır161.

158
Gülgün Üçel-Aybet, “Osmanlı Devletçiliği ve Divan’ın Çalışması (1570-1699)”, Yeni Türkiye
(Osmanlı Özel Sayısı), Yıl: 6, S. 34, Temmuz-Ağustos 2000, s. 37.
159
Metin And, 16. Yüzyılda Đstanbul Kent-Saray-Günlük Yaşam, YKY Yayınları, Đstanbul 2011, s.
98.
160
1535 yılında Đstanbul’a gelen Fransız elçisinin heyeti içindeydi.
161
Metin And, a.g.e., s. 125.

53
1.3.7. Hil’at Giydirme ve Huzura Kabul

Osmanlı Devleti’nde yabancı elçiler ve takdir gören devlet görevlileri hil’at


denilen süslü kaftanlarla ve bir merasim eşliğinde onurlandırılırdı162. Banu Mahir,
saray teşrifatında önemli bir yeri olan hil’at giydirme törenlerinin betimlendiği
minyatürlerin daha çok gazavatnâme ve surnâme türü eserlerde olduğunu
söylemektedir:

“Bu minyatürler hil’at merasiminin, serdarlar sefere çıkarken, zaferlerin


ardından, bir serdar diğerine ordu teslim ederken, yabancı yöneticiler itaat edip tâbi
olurken, şehzadeler için düzenlenen sünnet şenlikleri sırasında devlet erkânının
kutlanmasının yanı sıra, yeni Müslüman olan acemi oğlanların ve fakirlerin
sünnetlerinden sonra yeniçeri ağasının huzurunda yapıldığını gösterir163”.

Hil’at, Osmanlı padişahları tarafından devlet erkânına ve şereflendirilmek


istenen herkese giydirilebileceği gibi, bazen de sadrazamlar, defterdarlar ve diğer
devlet erkânının huzurunda da, ilgili kişilere hil’at giydirildiği belgelerden
anlaşılmaktadır164. Hil’at, Osmanlı padişahları tarafından saray’da, sadrazamlar
tarafından ise, Bab-ı Ali’de giydirilirdi. Teşrifatta hil’at verilmesi teşrifatçının
görevleri arasındaydı165. Yabancı elçilerin ağırlanmalarında, elçinin Đstanbul’da
karşılanışı sırasında sadrazamın huzurunda hil’at giydirilir. Elçiyi getiren görevlilere
ve hizmeti geçenlere de hil’atler verilirdi166. Hil’atlar bohça içinde getirilir ve ayrıca
hil’at giyen kişiye kılıç, donanımlı bir at, bazen sorguç ve sarık da hediye
edilmektedir167.

162
Banu Mahir, Osmanlı Minyatür Sanatı, Kabalcı Yay., Đstanbul 2005, s. 120.
163
Banu Mahir, a.g.e., s. 122.
164
Banu Mahir, “Türk Minyatürlerinde Hil’at Merasimleri”, Belleten, C. LXIII, S. 238, Aralık 1999,
s. 745.
165
Banu Mahir, a.g.m., s. 746.
166
Mübahat Kütükoğlu, “XVIII. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nde Fevkalade Elçilerin Ağırlanması,”
Türk Kültürü Araştırmaları, Prof. Dr. Đsmail Ercüment Kuran’a Armağan, Yıl: XXVII/1-2, Ankara
1989, s. 212, dipnot 66 ve s. 213, dipnot 75.
167
Banu Mahir, a.g.m., s. 754.

54
Elçi, yemeği müteakip ellerini yıkadıktan sonra, kendisine hassa vekilharcı
ve çadır mehterleri kethüdası tarafından gül suyu ve buhur verilir. Sonra Çavuşbaşı
vasıtasıyla (daha sonraları Teşrifatçı vasıtasıyla olurdu) Dîvân-ı Hümayundan
alınarak hazine önüne veya eski divanhaneye götürülüp, kendisine hil’atler
giydirilir168 ve bir müddet istirahat ettirilir. Bu arada elçi, Yeniçeri Ağasıyla,
Kazaskerlerin ve Vezir-i Azam ile vezirlerin huzura girişleri merasimini seyrederdi.

Sadr-ı Azam ile vezirlerin kıdem sırasına göre Arz Odası’na girmelerinden
sonra, kapıcıbaşılardan ikisi elçiyi kollarından tutarak Arz Odası’na, padişahın
huzuruna götürüp yer öptürürler ve getirdiği hediyeleri kapıcılar Arz Odası’nın
penceresinin önünden geçirip, iç hazine adamlarına teslim ederlerdi169.

Arz Odası’ndaki protokol düzeninde, Padişaha en yakın duran devlet


görevlisi Sadr-ı Azamdı. Diğer vezirler kıdem sırasına göre sıralanırlardı. Huzura
kabul edilen elçi, görevine dair kısa bir açıklamada bulunur ve bu açıklamanın
çevirisi çevirmen tarafından yapılır. Padişahın verdiği cevabı Sadr-ı Azam çevirmene
aktarır, çevirmen de elçiye bildirir. Elçinin getirdiği name, en alt kademedeki
vezirden, kıdem sırasına göre en üstteki vezire kadar elden ele geçirilerek,
Sadrazama ulaştırılır. Sadrazam, gelen nameyi Padişahın oturduğu tahtın sol
yanındaki yastığın üstüne koyar. Padişahın kısa birkaç sorusu ve cevabından sonra,
padişahın izin vermesinden sonra elçiye yer öptürülür ve elçi maiyetiyle birlikte geri
geri dışarı çıkartılır. Elçi, dışarıda Has Fırın önünde Sadrazamın dönüş alayını görüp
selamlar, sonrasında ise kaldığı elçiliğe doğru götürülür. Vezir-i Azam, elçinin

168
Bayramlarda Arz Odası’na bayram tebriği için gelen üst kademedki devlet görevlilerine de hil’at
giydirilirdi. (Bkz. Zeynep Tarım Ertuğ, “18. Yüzyıl Osmanlı Sarayı’nda Bayram Törenleri”, Prof. Dr.
Mübahat S. Kütükoğlu’na Armağan, Ed. Zeynep Tarım Ertuğ, ĐÜEF Tarih Bölümü, Osmanlı
Müesseseleri ve Medeniyeti Tarihi Anabilim Dalı Yay., Đstanbul 2006, s. 593; 1758 tarihinde
yayınlanan bir hatt-ı hümayunla hil’at giyecek elçilere bundan sonra kürk yerine kaftan giydirilmesi
kararı verilmiştir.
169
Bkz. Tanındı, Zeren: “Osmanlı Sarayı’nda Safevi Şehzadeler ve Elçiler,” Uluslararası Sanatta
Etkileşim Sempozyumu, HÜ Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü, 25-27 Kasım 1998, Bildiriler,
Ankara 2000, s. 236.

55
getirdiği nameyi tercüme ettirir ve namenin içeriğini bir telhis ile padişaha arz
eder170.

Yukarıdaki anlatımlarda da görüldüğü gibi, Osmanlı Devleti’nde devletçi


gelenekten gelen otoriter yapıdan dolayı, teşrifat kuralları oldukça sıkı kurallara
bağlıydı. Elçi kabullerinde de oldukça sıkı bir seremoni uygulanıyordu. Özellikle
devletin güçlü olduğu dönemlerde bu durum, gelen elçiler için oldukça zor durumlar
oluşturuyordu. Genel uygulama, devletin gücünü kendi devletinin temsilcisi olan elçi
üzerinde ezici bir şekilde göstermekti.

Bu durum, elçinin temsil ettiği devletle Osmanlı Devleti arasındaki siyasal


ilişkilerin iyi olup olmamasıyla doğru orantılıydı. O günkü devletlerarası politika
neyi gerektiriyorsa, gelen elçiye de o şekilde davranılıyordu. Batıdan gelen (Gayri
Müslim) bir elçiyle, doğudan gelen (Müslüman) elçilerin kabulleri arasında
uygulamada bazı farklılıklar da vardı. Bu farklılıklar genelde, olağanüstü bir durum
yoksa doğudan gelen elçilerin lehineydi.

1.3.8. Nameler ve Armağanlar

Çeşitli devlet hükümdarlarından mektup getiren elçiler Arz’a girmeden


önce sadrazam ve vezirler Arz’a alınırlardı. Sonra Rik’ab-ı Hümâyûn Ağaları elçiyi
Arz Odası’na getirir, elçiye yer öptürürlerdi. Elçinin konuşması bittiğinde ise, Mîr-i
Alem Ağa, elçinin elindeki mektubu alır ve ayakta durmakta olan en yakınındaki
Kubbe vezirine verir. Elden ele ulaştırılan mektup Sadrazama kadar gider. Sadrazam
kendisine kademeli bir şekilde ulaştırılan nameyi taht-ı Hümâyûn’un kenarına
bırakırdı. Elçi Padişahın sorularını cevapladıktan ve Padişahın arzusu Divan
tercümanı tarafından elçiye anlatıldıktan sonra, elçi yine geldiği gibi, gerisin geriye
Rik’ab-ı Hümâyûn Ağaları tarafından koluna girilmek suretiyle dışarı çıkarılırdı. Arz

170
Đsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilatı, TTK Yay., Ankara
1988, s. 297-298.

56
Odası’ndan önce Kubbe vezirleri ve sonra da Sadrazam dışarı çıkardı. Getirilen name
tercüme ettirilerek Padişaha arz ve takdim edilirdi171.

Padişahın bir namesi teslim edileceği zaman, ilgili devletin elçisi Arz
Odası’na Padişahın huzuruna alınır, burada Padişahın yaptığı konuşmadan sonra,
Sadrazam padişahın sağ tarafındaki yastık üzerine konulmuş olan mektubu alır, öpüp
başına koyar ve yanındaki vezire verir. Kıdem sırasına göre protokolde yerini almış
olan vezirlerin elinden geçen mektup, en sonda duran Mîr-i Alem Ağa’ya ulaştırılır.
O da mektubu öpüp başına koyduktan sonra elçiye verirdi. Elçi de aynı şekilde
mektubu öper ve elinde tutarak Babüssaade’den çıkar, ancak Ortakapı’ya geldiğinde
yanındaki sefaret başkâtibine teslim edebilirdi172.

Motraye, elçilerin armağan getirmeleri ile ilgili olarak şu yorumu yapar:


“Frenk zevkini yansıtan tüm eşyalar, padişahla görüşmeye gelen elçilerin
armağanlarıydı. Görüşme öncesi böyle bir hediye vermek, bazılarını satın almak
anlamında değerlendirilir, ancak burada, Frenklere uygulanan bazı kurallardan
bağışık tutulmak ya da onlara tanınan bazı imtiyazlardan yararlanmayı talep etmek
için Babıâli’ye ödenen meşru bir haraç, bir tür vergi gibi değerlendirilmelidir”173. III.
Mehmed zamanında Dallam’ın seyahati esnasında Đstanbul’daki Đngiltere elçisi
Henry Lello idi. Henry Lello, Sultan’ın huzuruna kabul edilmemişti, çünkü Elizabeth
tarafından Sultana hediye gönderilmemişti174.

171
Erol Özbilgen, Bütün Yönleriyle Osmanlı Âdâb-ı Osmaniye, Đz Yayıncılık, Đstanbul 2011, s. 51-
52.
172
Erol Özbilgen, a.g.e., s. 52.
173
Aubry de La Motraye, La Motraye Seyahatnamesi, Türkçesi Nedim Demirtaş, Đstiklal Kitabevi,
Đstanbul 2007, s. 113; Devletin güçlü olduğu dönemlerdeki bu uygulamanın tam tersini son dönem
devlet uygulamarında görememekteyiz. Devlet zayıflamıştır ve artık hediye alınmasından ziyade,
diplomatik bir takım yararlar sağlamak amacıyla diplomatlara birtakım armağanların verildiği
bilinmektedir. Đlber Ortaylı’nın dediği gibi, “Kırım Savaşı sırasında Avusturya Đmparatoru’nun
tarafsız kalmasında etkili olan büyükelçi Baron Prokesch von Osten’e 50 küsur sikke hediye
edilmiştir”, Bkz. Đlber Ortaylı, Tarihimiz ve Biz, Timaş Yay., Đstanbul 2008, s. 216.
174
Gerald M. Maclean, The Rise Of Oriental Travel English Visitors to the Otoman Empire-
1580-1720, Palgrave Macmillan, New York 2004, s. 33.

57
Osmanlı elçileri yanlarında gönderildikleri ülke hükümdarına sunulmak
amacıyla, “hümayunname” ya da “name-i hümayun” denilen padişahın mektubunu
ve aynı ülke başbakanına sunulmak amacıyla da sadrazamın mektubunu götürürlerdi.

Elçilerin ayrıca nezdine gönderildikleri ülke hükümdarına ve o ülkenin ileri


gelenlerine verilmek üzere, değerli armağanlar götürmeleri yerleşmiş bir Osmanlı
töresiydi. Elçilerin kendilerine de gönderildikleri ülkelerde Osmanlı
Đmparatorluğu’nu gerektiğince temsil edebilmeleri ve o ülke halkı üzerinde
unutulmaz bir izlenim yaratabilmeleri gerekçesiyle, özel olarak kullanılmak ve yurda
dönüşlerinde geri alınmak üzere, Hazine’den çok değerli eşyalar ve giysiler verilirdi.
Örneğin, 1774 yılında Rusya’ya geçici elçi olarak gönderilen Abdülkerim Efendi,
Hazine’nin en değerli eşyalarından biri sayılan Sultan II. Bayezıd’ın murassa (çok
değerli taşlarla bezenmiş) hançerini beline takarak bu ülkeye gitmişti175.

Topkapı Sarayı Hazine dairesinden bir kısmına Elçi Hazinesi176 adının


verilmiş bulunması ve bazı kayıtlarda da bu isme rastlanması, o zaman Devlet
hazinesi demek olan Hükümdar hazinesinde bu maksatla özel bir teşkilat ve servisin
mevcut bulunduğunu göstermektedir177.

Osmanlı Devleti en kötü dönemlerinde bile, yabancı devletlere göndereceği


elçilerine ve maiyetlerine bir güç ve gösteriş simgesi olarak yanlarında taşımak üzere
çok değerli birtakım eşyalar vermiş ve ayrıca gidecekleri ülkenin önem durumuna
göre, o ülkenin hükümdarına ve ileri gelenlerine verilmek üzere bir takım kıymetli
hediyeler göndermekten çekinmemiştir.

175
Hadiye Tuncer, Hüner Tuncer, a.g.e., s. 15-16. ; Faik Reşit Unat, a.g.e., s. 25-26.
176
Elçi Hazinesi adıyla anılan yerin saray binaları arasında çok eski olmadığı, I. Mahmud zamanında
yapılmış bulunduğu zannedilmektedir. Hazine Defterleri üzerindeki birtakım kayıtlar da buralardaki
bazı kıymetli eşyanın elçilere ve hatta maiyetlerine, memuriyete giderlerken geçici olarak verildiğini
ve dönüşlerinde geri alındığını ispat etmektedir. (Bkz. Faik Reşit Unat, a.g.e., s. 25.
177
Faik Reşit Unat, a.g.e., s. 24-25.

58
ĐKĐNCĐ BÖLÜM
OSMANLI DEVLETĐ’NDE ELÇĐ KABUL TÖRENLERĐ:
GÖRSEL VE YAZILI KAYNAKLARA GÖRE ÇÖZÜMLEMELER

2.1. OSMANLI DEVLETĐ’NDE ELÇĐ KABUL TÖRENLERĐ

Hiç şüphe yok ki, Osmanlı Devleti Kanuni Sultan Süleyman döneminde
(1520-1566) birçok alanda gelişme göstermiştir178. Osmanlı Sarayı’nda XV.
yüzyıldan itibaren Firdevsî’nin Şehnâmesi’ne duyulan ilgi, XVI. yüzyılda Osmanlı
padişahlarının tarihlerini Firdevsî Şehnâmesi vezniyle ve Fars dilini bilen bir şaire
yazdırmalarıyla sonuçlanmıştır. Bunun doğal bir sonucu olarak da, Kanuni
döneminde resmi bir karakter kazanan şehnamecilik görevinin oluşmasına sebep
olmuş ve bu şehnameler, dönemin yetenekli nakkaşları tarafından
resimlendirilmiştir179. Kanuni Sultan Süleyman, Osmanlı hanedanlık tarihini yazması
için ilk defa bir şehnameci atar. Yarı resmi tarihçilik olarak da sayılan
“şehnâmenüvîstlik”, meşhur Đran şairi Firdevsî’nin Şehnâmesi’nden ilhamla
Osmanlı’ya geçmiştir180. Fethullah Arif Çelebi (Arifi)’nin 1558’de tamamladığı
Şehnâme-i Âli Osman adlı bu eserin beşinci cildi Süleymanname’dir181.

Bu minyatürlü yazma eserde, Kanuni Sultan Süleyman döneminin 1520 ile


1558 yılları arasında geçen olayları belirli bir düzen içerisinde anlatılmıştır. Altmış
dokuz adet minyatür bulunan bu eserde taht ve saltanata dair birçok sembol
bulunmaktadır. Ali Emir Bey Şirvani’nin nesta’lik hatla yazdığı eser 917 varaktan

178
Bkz. Christine Woodhead, “Perspectives on Süleyman”, Süleyman the Magnificent and His Age,
The Ottoman Empire in the Early Modern World, Edited by Metin Kunt-Christine Woodhead,
Longman, New York, 1995, s. 164-190.
179
Banu Mahir, “Osmanlı Minyatürlerinde Savaş, Kuşatma ve Çıkarma”, Prof. Dr. Oktay Aslanapa
Özel Sayısı, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Đstanbul, S. 183, Aralık 2009, s. 3-4.
180
Abdülkadir Özcan, “Kanuni Sultan Süleyman Devri Tarih Yazıcılığı ve Literatürü”, Prof. Dr.
Mübahat Kütükoğlu’na Armağan, Ed. Zeynep Tarım Ertuğ, Đstanbul 2006, s. 148.
181
Esin Atıl, Süleymanname, The Illustrated History of Süleyman the Magnificent, National Gallery
of Art, Washington, Harry N. Abrams, Inc., Publisher, New York, 1986, s. 239; Oktay Aslanapa,
Türk Sanatı, Remzi Kitapevi, Đstanbul 2003, s. 374; Filiz Çağman, “Minyatür”, Osmanlı Uygarlığı
II, Yayına Hazırlayanlar: Halil Đnalcık, Günsel Renda, Kültür Bakanlığı Yay., Đstanbul 2003, s. 899;
Ayrıca bkz. Serpil Bağcı, Filiz Çağman, Günsel Renda, Zeren Tanındı, Osmanlı Resim Sanatı,
Đstanbul, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., 2006, s. 100-115.

59
oluşmaktadır. Her bir varakta 4 sütun ve 15 satır vardır. Topkapı Sarayı Hazine
1517’de kayıtlı olan eser, 37x25.4 cm. boyutlarındadır182. Süleymanname, saray
nakkaşhanesinin seçkin sanatkârlarının işbirliğini gösteren ve son derece büyük bir
özenle yapılmış minyatürleri ve tezhipleriyle, imparatorluğun gücüne yakışır önemde
bir eserdir183. Süleymanname, çağdaşı Đslam ülkelerinde yaygın olduğu gibi,
geçmişteki bir sultanın yüceltilmiş, masalımsı kahramanlıklarını değil, yaşayan
sultanın yaşadıklarının imgeye dönüştürülmüş örneklerini içermektedir184.

Süleymanname, Kanuni Sultan Süleyman dönemini anlatırken, peysaj ve


figürlerde hala Đran ekolü etkileri olsa da185, Osmanlıya has olan olayların geçtiği
yerlerin gerçekçi bir şekilde gösterilmesi ve ayrıntıların açık olması hemen göze
çarpar186. Kabul ve eğlence sahnelerinde saraydaki ayrıntılarda eski Türk geometrik
süslemelerine bütün zenginliği ile ve özenle yer verilmiştir187.

Süleymanname minyatürlerindeki iki farklı üsluba değinen Zeren Akalay,


bunlardan bir grup sanatçının (A Üslûbu) yaptığı minyatürleri (Örnek, Resim 6:
Elkas Mirza’nın kabulü) daha zayıf, çizgilerini daha bozuk ve ölçüsüz bulur. Figürler
ince, uzun ve cılız yapılıdır. Serpuşların kalın tepeliği vardır. Figürlerdeki yüz
ifadeleri karikatürize edilmiştir. Zemindeki otların cansızlığı, çiçeksiz ince dallı
ağaçlar sahne düzenini rahatsız etmektedir188. B Üslûbu olarak adlandırılan
minyatürlerde ise, her motifte belli bir düzen ve ahenk vardır. Figürlerin mekânda
kullanılmaları, yüz ifadeleri, ışık, gölge ve mimari unsurlar çok daha başarılı

182
Esin Atıl, a.g.e., s. 55-56.
183
Filiz Çağman, a.g.m., s. 899-900.
184
Serpil Bağcı, Filiz Çağman, Günsel Renda, Zeren Tanındı, a.g.e., s. 106.
185
16. yüzyılın ikinci yarısından sonr Saray Nakkaşhanesi’nin çalışmaları gerek üslup ve gerekse
konu bakımından Đran ekolünden tamamen ayrılmıştır. (Bkz. Zeren Tanındı, “Osmanlı Döneminde
Türk Minyatürü”, Osmanlı, C. XI, Yeni Türkiye Yay., Ankara 1999, s. 163.)
186
Esin Atıl, “Minyatürlerle Osmanlı Tarihi”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, S. 30, Mart 1970, s.
67.
187
Bkz. Oktay Aslanapa, “Osmanlı Minyatür Sanatı”, Osmanlı, C. XI, Yeni Türkiye Yay., Ankara
1999, s. 153-154.
188
Zeren Akalay, “Tarihi Konuda Đlk Osmanlı Minyatürleri”, Sanat Tarihi Yıllığı III, ĐÜEF Sanat
Tarihi Enstitüsü, 1969-1970, s. 160-161.

60
uygulanmıştır. Ayrıca minyatürlerde yer yer derinlik ve perspektif kazanan sahneler
vardır189.

Batılıların “Muhteşem Süleyman” adını taktıkları dönem padişahının


huzuruna kabul ettiği elçilerle ilgili Süleymanname’de çizilen minyatür sahnelerinde
bunun görsel ipuçlarını rahatlıkla görmekteyiz. Süleyman’ın fiziksel varlığı minyatür
sahnelerinde oldukça iyi bir şekilde ortaya konmuştur. Zira o fiziksel varlığın temsil
ettiği devletin gücü, gelen elçilere özellikle vurgulanmak isteniyordu.
Minyatürlerdeki sahnelerde her şey padişahın etrafında şekillenmektedir. Padişahın
betimlendiği çizimlerde padişahın bakışları genelde sahne dışına taşınmakta,
yüzündeki ifadesizlik belirgin bir şekilde ortaya konulmakta ve bu “duruş” güçlü bir
otoriteyi sembolize etmektedir190.

Süleymanname minyatürlerindeki saray, taht191 ve otağ192 üçlemesinde


saltanat simgeleri merkeziyetçi bir yönetim anlayışını anlatır. Minyatür sahnelerinde,
doğudan gelen Safevi Devleti elçilerine “Sultanın Allah’ın yeryüzündeki gölgesi”193
düşüncesi vurgulandığı gibi, batıdan gelen gayri Müslim elçilere de, “Adil Sultan”194
düşüncesi anlatılmıştır. Osmanlı Devleti’nin bir dünya devleti olduğu, güç ve otorite

189
Zeren Akalay, a.g.m., s. 161.
190
Arifi’nin Süleymannamesi ile ilgili olarak Filiz Adıgüzel Toprak’ın yapmış olduğu akademik
çalışmaya, saltanat ve gücü temsil eden padişahın bu gücünün sahne tasarımlarında nasıl yer aldığına
dair ayrıntılı olarak bakılabilir. (Bkz. Filiz Adıgüzel Toprak, “Ârifî’nin Süleymannâmesi’ndeki
Minyatürlerinde Saltanata Đlişkin Simgeler”, DEÜ, GSE, Sanatta Yeterlilik Tezi, Đzmir, 2007.)
191
Simge Özer Pınarbaşı, tahtın sultana özgü bir nesne olarak egemenlik simgesi olduğunu ve ayrıca
tahta oturan kişilerle bağlantılı olarak dinsel kozmolojik simgesel anlamlar içerdiğini söyler. Bkz.
Simge Özer Pınarbaşı, Çağlar Boyu Tahtın Simgesel Anlamları Işığı’nda Türk Tahtları, TC
Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara 2004, s. 155.
192
Nurhan Atasoy, Otağ-ı Hümayunların Osmanlı saraylarının birer küçük kopyası olduğunu
vurgularken, Osmanlı sultanlarının otağlarını sarayda olduğu gibi, hem mesken ve hem de idari ve
askeri bir çalışma mekânı olarak kullandıklarını söyler. Bkz. Nurhan Atasoy, Otağ-ı Hümayun,
Osmanlı Çadırları, Aygaz Yay., Đstanbul 2000, s. 55-58.
193
Bkz.: Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Doğu-Batı Yay., Đstanbul 1978, s. 23-27; Colin
Imber, Ottoman Empire, 1300-1650, The Structure of Power, Palgrave Mcmillan, New York 2002,
s. 148-153; Hüseyin Yılmaz, “The Sultan and the Sultanete: Envisioning Rulership in the Age of
Süleyman The Lawgiver (1520-1566)”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Harvard Üniversitesi, Tarih ve
Ortadoğu Çalışmaları Enstitüsü, 2005, s. 168.
194
Bkz. Hüseyin Yılmaz, a.g.t., s. 137; Bernard Lewis, The Political Language of Đslam, The
University of Chicago Pres, Chicago 1988, s. 51; Leslie P. Peirce, Harem-i Hümayun, Osmanlı
Đmparatorluğu’nda Hükümranlık ve Kadınlar, Çev. Ayşe Berktay, Tarih Vakfı Yurt Yay., Đstanbul
1998, s. 21-22.

61
merkezinin “Saray”195 olduğu ve Osmanlı Padişahı’nın bu otoritenin her iki dünya
felsefesi anlamında sahibi olduğu “Batı”ya ve “Doğu”ya verilen mesajlarda vurgusu
özellikle yapılan çok önemli felsefi bir duruştur, aynı zamanda.

Resim 1-2: Safevi Devleti Elçisi’nin Kabulü, Süleymanname, TSMK, H. 1517, y.


332a, “es-Sultan Zıllullah”, (sol resim) ve y. 603a, “es-Sultan el-Adil”, (sağ resim)
ayrıntı.

Zeren Akalay’a göre, Süleymanname’de Padişahın Saray’daki elçi


kabullerindeki genel şema şudur: “Revaklı bir avlunun gerisindeki iç mekânda
Padişah ortada tahtta oturur. Tahtın bir yanında iki genç figür, diğer yanında vezirler
yer alır. Vezirlerin gerisinde elleri asalı kapıağaları ve hediye taşıyan yeniçeriler
görülür. Tahtın önünde ise, elçi etek öpmeye hazırlanır. Avluda kapıağaları ve
elçinin maiyeti yer alır. Bazen avluda kavisler çizerek ilerleyen saray mensupları
elçinin getirdiği hediyeleri taşırlar196”.

“Düzeltme”

195
Bkz. Mehmet Şeker, Gelibolulu Mustafa Âlî ve Mevâidü’n Nefâis fi Kavâidü’l Mecâlis, TTK
yay., Ankara 1997, s. 134; Gülru Necipoğlu, Architecture, Ceremonial and Power -The Topkapı
Palace in the Fifteenth and Sixteenth Centuries, Architecturel History Foundation and the
Massachusetts Institute of Technology, USA 1991, s. XI; Hakan T. Karateke, Padişahım Çok Yaşa!
Osmanlı Devleti’nin Son Yüzyılında Merasimler, Kitap Yayınevi, Đstanbul 2004, s. 209-211.
196
Zeren Akalay, “Osmanlı Tarihi Đle Đlgili Minyatürlü Yazmalar (Şehnameler ve Gazanameler)”,
ĐÜEF Türk ve Đslam Sanatı Kürsüsü Doktora Tezi, Đstanbul 1972, s. 331.

62
Zeren Akalay’a göre, Süleymanname’de Padişahın Otağ-ı Humayun’daki elçi
kabullerindeki genel şema şudur: “Padişah sahnenin ortasında veya kenarında
kurulan çadırın önünde oturur. Huzura gelen elçi ile ilgilenir. Padişahın gerisinde iki
genç figür, elçinin gerisinde maiyeti, çadırın iki yanında ve sahnenin alt kısmında
zırhlı askerler, yeniçeriler yer alır. Arkaplanı dolduran tepe gerisinde simetrik bir
şekilde sıralanan askerler görülür. Bazen tepe gerisinde, civarında konaklanan kale
görülür197”.

197
Zeren Akalay, a.g.t., s. 335.

63
2.1.1. Kanuni Sultan Süleyman Dönemi (1520-1566)
2.1.1.1. Batıdan Gelen Elçilerin Kabulü
2.1.1.1.1. Avusturya Elçisinin Kabulü

Resim 3: Avusturya Elçisi’nin kabulü, Süleymanname, TSMK, H. 1517, y. 337a.

64
Kanuni Sultan Süleyman, 12 Haziran 1532 tarihinde Niş’de durduğunda, bir
Avusturya heyeti O’nun kampına barış antlaşmasını görüşmek için gelir. Heyette iki
yıl önce Đstanbul’a gönderilmiş olan Lamberg Kontu da bulunmaktadır. Heyetin geliş
sebebi şudur: Macaristan tacını Zapolya’nın elinden almak isteyen Ferdinand, Erdel
Beyi Zapolya’yı 1527’de yener. Zapolya Lehistan’a sığınır. Zapolya Osmanlı
Devleti’nden yardım ister ve 1528 yılındaki anlaşmayla Osmanlı padişahı Zapolya’yı
Avusturya’ya karşı koruyacağını ilan eder. Ferdinand ise, karşı bir hamle ile Osmanlı
Devleti ile anlaşmak ister. 1530 ve 1532 yıllarındaki görüşmelerden bir sonuç
alınamaz. Bu arada Ferdinand Budin’i işgal eder. Ayrıca Zapolya Almanlar ve
Đspanyollar tarafından da henüz tanınmamıştır. Kanuni bunun üzerine 1532 yılında
sefere çıkar. Ordu Niş yakınlarındayken, Ferdinand’ın ve Almanların elçileri
görüşmeye gelirler. Kont Lamberg ve Kont Nogarola vergi vermeleri karşılığında
padişahtan Ferdinand’ın krallığını tanımasını isterler.

Kanuni Sultan Süleyman heyeti kabul eder, tekliflerini dinler. Ama bu


teklifler az ya da çok önceki tekliflere benzediği için şartlarını kabul etmez. 1530-
1531 kışındaki Budapeşte kuşatması sırasında Avusturyalıların Osmanlı aleyhine
savaşa meyilli olmaları dolayısıyla barış tekliflerinin kabulü oldukça zordu. Osmanlı
askeri kuvvetleri, şehir kuşatmasında çok başarılı olan Semendere Sancak Beyi
Mehmed Bey’in komutası altında ikiye bölünür. Padişah, Avusturya heyetini kovar
ve Belgrad’a hareket eder. Osmanlı ordusu 25 Haziran ile 8 Temmuz arasında
yaklaşık olarak iki hafta mola verir198.

Sahne gelişigüzel bir şekilde sıralanmış mimari ve peyzaj parçalarıyla


kurgulanmıştır. Kompoziyon yatay iki bölüm halinde tasarlanmıştır. Sahne mekân
olarak kırda geçiyor olmasına rağmen, tahtına oturmuş olan padişahın üstü sivri
kemerli olarak tasarlanmıştır. Arka planda üst sol köşedeki Padişah, sivri bir kemerin
altında altıgen bir tahta oturmuş, elinde şapkasını kavrayarak yere çökmüş olan
Avusturya elçisini kabul etmektedir. Padişahın gözleri sahnenin dışına bakmaktadır.

198
Esin Atıl, Süleymanname, The Illustrated History of Süleyman the Magnificent, National Gallery
of Art, Washington, Harry N. Abrams, Inc., Publisher, New York, 1986, s. 163; Tayyip Gökbilgin,
“Süleyman I”, Türkler, C. IX, Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002, s. 531.

65
Padişahın yakınında bir çift Has Oda Ağası ve biraz ilerisinde dört vezir törende
hazır bulunmaktadır. Vezirler yuvarlak kemerli bir kapı önünde sıralanmışlardır.
Çimen püskülleriyle kaplanmış olan kabul alanı geometrik dekorlu yatay çizgiyle
bölünmüştür. Benzeri çimen perçemleri öndeki bahçede de görülmektedir. Bu
kompozisyonda mekânın ikiye ayrılarak kullanılması yani iç ve dış alanlar, iki
anlamlılığı oluşturmaktadır. Üst sahnedeki kompozisyonda protokolün tamamlandığı
hareketsiz figürlerden anlaşıldığı gibi, alttaki sahnede de tam tersine, elçiliğin diğer
görevlilerinin tedirgin bekleyişlerini tüm gerçekçiliği ile görebilmekteyiz.

Bu minyatür sahnesinde Sultan Süleyman’ın üzerindeki üç simge dikkat


çekmektedir: Sorguç199, elma ve mendil. Sorguçun hükümdarlık alameti olmasından
ve ayrıca savaşı da sembolize etmesinden dolayı, bu sahnedeki varlığı ile dönemin
siyasal durumunu bize oldukça iyi anlatmaktadır. Padişahın sağ elindeki elmanın ise,
mitolojik bir anlamı vardır. Eskiden beri kızıl elma, dünya hâkimiyetini
simgelemektedir200 ve bu sembolle Habsburg hanedanlığının elçilerine verilen
mesajın içeriği oldukça açıktır aslında. Kanuni Sultan Süleyman’ın elindeki simgesel
diğer obje ise, sol elinde tuttuğu mendildir. Sol elde tutulan ve sol elin olduğu dizin
üstüne konduğu bu sembolik hareketin anlamı da yine hâkimiyeti ve gücü

199
Sorguç, kavuk veya başlıkların ön taraflarına takılan, beyaz veya siyah tüyden, balıkçıl tüyünden
ve mücevherden oluşan bir süs eşyasıdır. Bkz. Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve
Terimleri Sözlüğü III, MEB Yay., Đstanbul 1993, s. 255-256; Nazan Tapan, “Sorguçlar”, Kültür
Bakanlığı Sanat Dergisi, Yıl: 3, S. 6, Haziran 1977, s. 99-102; Sorguçla ilgili en yeni yazı TDV Đslam
Ansiklopedisi’ndeki Zeynep Tarım Ertuğ’un yazmış olduğu “Sorguç” maddesidir. Ertuğ bu
makalesinde Safevi, Bâbürlü, Timurlu ve Osmanlı gibi pek çok Türk ve Müslüman topluluklarında
hükümdarın ve şehzadelerin başlık üzerine sorguç taktıklarını söyler. (Bkz. Zeynep Tarım Ertuğ,
“Sorguç”, TDV Đslam Ansiklopedisi, C. XXXVII, s. 378-380); Orta Asya’da hükümdarların başına tac
takma geleneğinden, Đslam sonrasında kılıç kuşanma geleneğine geçen Osmanlılarda padişahların
başına bu sorguç gibi egemenlik alameti sayılan çeşitli objeler takılırdı. (Bkz. Zühre Đndirkaş,
Türklerde Hükümdar Tacı Geleneği, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 2002, s. 19-48); Đsmail Hakkı
Uzunçarşılı, “Osmanlı Devleti’nin Saray Teşkilatı” adlı kıymeti eserinde Osmanlı padişahlarının
merasim ve kabul günlerinde, tahta çıktıkları vakit, zaman zaman başlarına Horasanî, Mücevveze,
Selimî ve Yusufî denilen serpuşlardan birini giydiklerini ve bu merasim serpuşlarının üzerine bazen
bir ve bazen iki ve hatta üç sorguç taktıklarını söyler. Bkz. Đsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı
Devleti’nin Saray Teşkilatı, TTK Yay., Ankara 1988, s. 220.
200
Banu Mahir, “Elinde Altın Küre (Kızıl Elma) Tutan Osmanlı Padişahı Portreleri”, 4. Uluslararası
Türk Kültür Kongresi Bildirileri, C. II, AKM Yay., 4-7 Kasım 1997, Ankara, s. 14; Bkz: Orhan
Şaik Gökyay, “Kızıl Elma Üzerine”, Tarih ve Toplum, Đletişim Yay., Ocak 1986, s. 426.

66
çağrıştırmaktadır. Sultan Süleyman, onuruna, inancına (kanununa) bağlı bir
hükümdardır ve kendisini Roma’nın varisi kabul etmektedir201.

Minyatür sahnesinin ön planında, bahçenin önündeki kurşunlu kubbenin girişi


önünde kapıcılar, teşrifatçılar ve diğer görevliler bulunurken, diğer tarafta Avusturya
elçileri kendi aralarında sohbet ediyorlar. Avusturyalılar alçak siperli şapkalar,
kemerli kısa tunikler ve tozluklar giymişlerdir. Sahnede görülen Avusturyalı üç genç
delege belirgin bir şekilde endişeliyken, onların liderleri olan ve tecrübeli olan kişi
evindeymiş gibi görünüyor, neşeyle konuşmaya katılıyor. Sultan Süleyman
başkentten ayrılmış ve olay Niş çevresinde geçiyor olmasına rağmen, 1532 tarihli
Avusturyalı elçilerin bu kabul töreninin geçtiği minyatür sahnesinde, Topkapı
Sarayı’nın Arz Odası’nı andırır bir dekorda yapıldığı gösterilmek istenmiştir.

201
Alain Servantie, “16. Yüzyılda Osmanlı’nın Siyasi Đmajı: Diego Hurtado’dan Venedik Senatosu’na
Aristo Dersi”, Muhteşem Süleyman, Ed. Özlem Kumrular, Kitap Yayınevi, Đstanbul 2007, s. 209.

67
2.1.1.1.2. Fransız Elçisi’nin Kabulü

Resim 4: Fransız Elçisi’nin kabulü, Süleymanname, TSMK, H. 1517, y. 346a.

Osmanlı ordusu Belgrad’da konakladığında Kanuni Sultan Süleyman, artık


Paris’te kendisi sayesinde özgür olan I. Francis tarafından gönderilen Fransız
delegelerini otağında kabul eder. Dost devlete uygulanan özel teşrifat kurallarının
burada uygulandığını görürüz. Fransız elçisine Ferdinand ve Şarlken’in elçileri
68
önünde ayrıcalıklı bir kabul töreni yapılır. Fransızlar törenin havasına uygun bir
şekilde selam verirler ve ardından şereflerine ordu güçleri bir geçit töreni düzenler.
Antonio Ricon başkanlığındaki delegeler, Anadolu ve Rumeli alaylarını ziyaret edip,
kumandanlarla ve vezirlerle karşılaşırken, akıncı ve yeniçeri kıtası tur atmaktadır.
Fransız delegeler, Sultan tarafından kabul edildikten ve elini öptükten sonra, Franko-
Osmanlı birliğini teyit eden Francis’in mektubunu sunarlar. Fransız heyetiyle olan
görüşmeler dostane bir şekilde cereyan eder202. Diğer taraftan Ferdinand’ın elçileri
Kanuni Sultan Süleyman’a birçok hediyeler getirmişlerdir ama padişah onları iyi
karşılamamıştır203.

Burada Fransız ve Avusturya elçilerinin kabulleri arasında kasıtlı olan bir


zıtlık bulunmaktadır: Sultan Süleyman aslında her ikisine birden, I. Francis’e ve
Ferdinand’a mesaj vermektedir: Müttefiklerimiz daima onurlu ve itibarlıdır,
düşmanlarımız ise alçak ve aşağıda görülerek ve küçümsenerek, onlara silik bir
şekilde davranılır.

Bu minyatür sahnesinde oldukça çok figürü bir arada görmekteyiz. Sahne bir
hayli kalabalıktır. Kompozisyonda gücün ve hâkimiyetin merkezi yine bizzat Sultan
Süleyman’dır. Sahnedeki tüm yoğunluğa karşın, minyatürde Padişahın yerleştirildiği
Otağ-ı Hümayun ve taht, merkezi konumdadır. I. Francis’in –Sultan Süleyman’ın
müttefiki- elçilerinin görkemli bu kabulü, Osmanlı ordusunun Güns güzergâhında
konakladığında Belgrad’da dış mekânda geçiyor.

Padişah bir direkli otağa kurulmuş mücevherli, altın kaplamalı, altıgen ve


yarım şemse formlu arkalığı olan bir tahtta oturmaktadır. Hemen yakınındaki
sayebanın altında vezirleri ve iç oğlanları da hazır bulunmaktadır. Padişahın tahtının
önünde altınla işlenmiş bulut motifli bordo renkli bir yaygı serilidir. Padişahın vücut
yönü elçiye doğru olmakla birlikte, bakışları sahne dışına doğru bakmaktadır ve bu
bakışlarda ifadesizlik hâkimdir. Delegelerin şefleri Padişahın önünde diz çökerken,

202
Tahsin Fındık, “Osmanlı Belgelerinin Tanıklığı Đle XVI. Yüzyılda Osmanlı-Fransız Đlişkileri”,
Türkler, C. IX, Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002, s. 569; Atıl, a.g.e., s. 165.
203
M. Tayyip Gökbilgin, “Kanuni Sultan Süleyman’ın Macaristan Siyaseti”, Kanuni Armağanı,
TTK Yay., Ankara 1970, s. 31.

69
diğer beş Fransız görevli onların biraz gerisinde beklemektedir. Bu beş görevliden ilk
ikisi şapkalarını çıkarmışlardır. Diğer üçü ise, başlarında şapkaları olduğu halde, geri
planda kabul törenini izlemektedir. Fransız delegeleri küçük siyah şapkalar ve
Padişah tarafından armağan edilmiş hil’atları giymişlerdir. Kabul alanı kapıcılar,
solaklar ve yeniçeriler gibi çeşitli görevlilerle çevrelenmiştir.

Gökyüzü altınla boyanmıştır204. Kayalıklarla canlandırılan yüksek tepenin


arkasında ordu kuvvetlerinin sıraya girmiş çeşitli alayları vardır. Bunlar akıncılar,
sancaktarlar, zırhlı süvariler ve yeniçeri görevlileri olup, hepsi tören kıyafetleri
giymişlerdir. Bu kompozisyonda oldukça düzenli ve disiplinli bir yerleşme söz
konusudur. Đlk sıradaki yeniçeriler tüylü başlıkları ve gösterişli savaş kıyafetleriyle
göz kamaştırmaktadır. Üst sağ köşede yer alan dört atlıdan soldaki ilk ikisi
kıyafetlerinden dolayı serdengeçti olabilir. Onların yanındaki kırmızı büyük şapkalı
figür ise, töreni izleyen Ferdinand’ın elçilik heyetinden bir görevli olsa gerek. Diğer
kırmızı başlıklı figür atlı bir saray görevlisidir. Kompozisyonun üst tarafında tam
ortadaki anıtsal ağaç motifi Đslam öncesi ve sonrası Türk devletlerinde hükümranlık,
devlet, güç ve ebediyet simgesi anlamındadır. Buradaki sahnede yerini bu anlamda
almış ve Osmanlı Devleti’nin gücüne ve sonsuzluğuna vurgu yapılmıştır. Ağaç kültü
ve özellikle de “Hayat Ağacı” kavramına eski Türklerde yüklenen mitolojik anlamlar
Đslamiyet sonrasında da devam etmiş ve bu felsefe Türk sanatına da yansımıştır.
Emel Esin, “Orta Asya’dan Osmanlı’ya Türk Sanatı’nda Đkonografik Motifler” adlı
kitabında, XVI.-XX. yüzyıllarda eski geleneğe uygun olarak, ağacın hükümdar
simgesi olduğunu söyler205. Bununla ilgili olarak ayrıca, Yaşar Çoruhlu’nun “Türk
Mitolojisinin Anahatları” isimli kitabına bakılabilir206.

204
Çeşitli ülkelerin mitolojilerinde sarı renk ya da altın sarısı genel anlamda güneşe ait bir simgedir.
Ayrıntılı bilgi için bkz. Yaşar Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınevi, Đstanbul
2006, s. 198-199.
205
Emel Esin, Orta Asya’dan Osmanlıya Türk Sanatında Đkonografik Motifler, Đstanbul, Kabalcı
Yayınevi, 2004, s. 53.
206
Yaşar Çoruhlu, a.g.e., s. 115-124.

70
2.1.1.2. Doğudan Gelen Elçilerin Kabulü
2.1.1.2.1. Safevi Devleti Elçisi’nin Kabulü

Resim 5: Safevi Devleti Elçisi’nin kabulü, Süleymanname, TSMK, H. 1517, y. 332a.

71
Bu sahnede Safevi hükümdarı Şah Tahmasp’ın elçisinin Topkapı Sarayı Arz
Odası’ndaki kabulü yer almaktadır. 1526 yılındaki Mohaç Meydan Savaşı’ndan
sonra Macaristan’ın hâkimiyetini eline geçiren Osmanlı Devleti’ne karşı,
Macaristan’a tayin ettiği Erdel Beyi Zapolya’nın karşısında kendini kral olarak
görmek isteyen Ferdinand, Osmanlı’ya karşı olan bu mücadelesinde Safevi
hükümdarı Şah Tahmasp’a güvenerek bir birlik oluşturmayı düşünür. Böylelikle
Osmanlılara çift taraflı bir baskı yapmaya kalkışır. Şah’a yazdığı yazısında Kanuni
Sultan Süleyman’a karşı oluşturduğu kendi güçlerine savaşmak amacıyla katılıp
katılmayacağını sorar. Tahmasp, Ferdinand’a olumlu bir cevap gönderirken, bu
cevapla Ferdinand’a olan güvenini de göstermiş oluyordu. Fakat bir yandan da Şah,
Ferdinand’a doğrudan doğruya verdiği desteğin, güvenliklerine zarar
verebileceğinden korkmaktadır. Bu endişelerle Kanuni Sultan Süleyman’dan özür
dilemek için Đstanbul’a bir elçi gönderir. Padişah, Şah’ı resmen kınar207, fakat Şah’ın
pişmanlığını da iki ateş arasında kalmama düşüncesiyle kabul eder.

Kanuni Sultan Süleyman, devlet erkânı ve diğer saray görevlilerinin de hazır


bulunduğu bir ortamda, Şah Tahmasp’ın elçisini sarayın üçüncü avlusunda
Babüssaade’nin kurşunla kaplı kapısının hemen arkasındaki Arz Odası’nda kabul
eder. Padişah, ortaya yakın yerdeki tahtında oturmaktadır. Arz Odası’na kabul edilen
yaşlı Safevi elçisi eğilmiş bir halde tazimde bulunmaktadır. Padişah, bir çift iç oğlan
ve üç vezirle sahnenin nisbeten ortasında ve hâkim bir unsur olarak yer almıştır.

Altınlı bir tahtta ve tüm ihtişamıyla bağdaş kurarak oturan padişahın yönü
elçiye doğru olmakla beraber, bakışları sahnenin dışına doğru ifadesiz bir şekilde
bakmaktadır. Bu hareketsiz duruşuyla tahtın gücünü ortaya koymaktadır. Bu arada
elçinin arkasındaki çeşitli görevliler Şah’ın adına Padişah’a hediye edilmek üzere, içi
bir takım hediyelerle dolu iki mücevher kutusu taşımaktadır. Aşağıda ayakta duran
figürler Padişah’ın has oda ağalarıdır. Ön planda bir kapıcı üçüncü avlunun kubbeli
girişini (Babüssaade) koruyorken, iki hizmetçi bahçede yürümektedir. Bir görevli
aşağı sağ taraftaki kapı aralığından dışarıya bakıyor, onun bu dik bakışları doğrudan

207
Tayyip Gökbilgin, “Süleyman I”, Türkler, C. IX, Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002, s. 529; Esin
Atıl, a.g.e., s. 161.

72
resmin çerçevesinin ötesine doğru yönelmiştir. Figürlerdeki hareketsizlik ve
mimiksizlik, padişahın ağırbaşlı ve vakur tavrıyla ilgili olduğu gibi, konunun
hassasiyetinden de ileri gelmektedir. Kapı nişinin içinde duran ve Atıl’ın “kapıcı”
olarak tanımladığı ama bizce kapıcılar kethüdası olan kişi, tam merkezde yer
almıştır. Bu figürün yüzünün diğer figürlerin aksine izleyiciye dönük olması dikkat
çekicidir. Bu kompozisyon, padişahın özel alanının korunmasına ve dolayısıyla
saltanatın gücüne yapılan güçlü bir vurgu olarak düşünülebilir. Minyatürde dikkat
çeken kafesli pencereler, elçilik heyeti Babüssaade’de beklerken, padişahın elçilik
heyetini izlemesi içindir.

Kanuni Sultan Süleyman, büyüklüğünün göstergesi olarak ve devlet erkânının


da tavsiyesiyle ve ayrıca iki ateş arasında kalmama düşüncesinden dolayı Şah’ın
özrünü kabul ediyor. Tahmasp’ın bu pişmanlığı biraz isteksizce de olsa kabul
edilmiştir. Tahtın üstündeki kitabede: Es-Sultan Zillullah: “Sultan, (yeryüzünde)
Allah’ın Gölgesi”, yazısı özellikle dikkat çekmektedir. Burada Osmanlı Devleti’nin
yani padişahın gücüne dikkat çekilmek istenmiştir. Tahtın, saltanatın ve padişahın
evrensel gücünün önemi vurgulanarak ön plana çıkartılmıştır.

73
2.1.1.2.2. Elkas Mirza’nın Kabulü

Resim 6: Elkas Mirza’nın kabulü, Süleymanname, TSMK, H. 1517, y. 471b.

74
Safevi Devleti Şahı Tahmasp’ın kardeşi Elkas Mirza ve heyetinin 1547
yılında huzura kabul edildiği bu sahne Topkapı Sarayı Arz Odası’nda geçmektedir.
Elkas Mirza’nın Đstanbul’a gelişine sebep olan siyasi gelişmeleri şu şekilde
özetleyebiliriz: Osmanlılarla Habsburglar arasında 1547’de imzalanan antlaşmayla
iki devlet arasındaki düşmanlık beş yıl için durdurulmuş oldu. Süleyman, iki on yıl
boyunca Habsburglara karşı büyük bir sefere girişmedi. Franko-Osmanlı birliği I.
Francis’in ölümünden sonra tahta geçen II. Henry tarafından da yenilenince, batıdaki
sınır güvenliğini sağlayan Süleyman, şimdi bütün dikkatini önündeki doğu Safevi
sorununun ayrıntılarını çözmek için kullanabilirdi. Safeviler bölgenin
güneydoğusunda ve Gürcistan taraflarında oldukça yıkıcı ve zararlı çalışmalarda
bulunuyorlardı.

Kanuni Sultan Süleyman, aynı yıl Đran Şahı Tahmasp’ın 27 yaşını geçmiş
kardeşi Elkas Mirza tarafından ziyaret edildi. Elkas, Şirvan valisiydi, Şah’a karşı
başkaldırmıştı208 ve yenildikten sonra Caucasus ve Crimea yoluyla Đstanbul’a
kaçmıştı. Yanında hükümet görevlilerini de getirmişti ve onları Padişaha
“hizmetkârlarınız” diye takdim etmişti. Beraberindeki şairler Arifi ve Eflatun’du ve
her ikisi de saraydan gelmişlerdi ve sultanların biyografi yazarlarıydı. Elkas
Đstanbul’a vardığında, Kanuni Sultan Süleyman Edirne’deydi. Kanuni Sultan
Süleyman, Đstanbul’a zenginliğini ve imparatorluğunun gücünü sergileyen oldukça
gösterişli bir törenle girdi209. Elkas, Kanuni Sultan Süleyman tarafından birkaç gün

208
Bkz. Lale Uluç, “The Otoman Contribution To Sixteenth Century Shirazi Manuscript Production”,
10th International Congress of Turkish Art, Geneva 1999, s. 683.
209
Ali Seydi Bey, bunu şöyle anlatmaktadır: “Şah Tahmasp’ın kardeşi Elkas Mirza, Đran’dan kaçarak
Đstanbul’a gelmişti. O sırada Kanuni Sultan Süleyman Edirne’de bulunuyordu. Daha sonra Đstanbul’a
döndü ve payitahta emsali görülmemiş bir debdebe ile girdi. Maksat Đran şehzadesine bir gösteri
yapmaktı. Giriş alayı şöyle tertiplenmişti: Alayın önünde sakalar, sonra hazine ve ağırlıklar yüklü
katırlar, atlar ve develer, daha sonra bin nefer lağımcı, topçu, biraz geride dört bin sipahi geliyordu.
Bunları Divan-ı Hümayun erkânı, nişancılar, defterdarlar, kadıasker, dört tuğlu bayrakları ile kubbe
vezirleri, veziri azam ve maiyeti takip ediyordu. Elkas Mirza, her kafileyi gördükçe padişah geliyor
sanarak ayağa kalkıp kafile başını selamlamış, en sonunda padişahı görünce şaşırıp kalmış. Osmanlı
ihtişamına hayran olmuştur. Birkaç gün sonra özel merasimle huzura kabul edilen şehzadeye ve
yanındakilere gerek padişah ve gerek valide sultan birkaç yüz bin altın değerinde hediyeler
vermiştir”. Ali Seydi Bey, Teşrifat ve Teşkilatımız, Tercüman 1001 Temel Eser, Kervan Kitapçılık
AŞ, Haz. Niyazi Ahmed Banoğlu, t.y., s. 143; Ayrıca Bkz. Leslie P. Peirce, a.g.e., s. 293; Bkz. Zeren
Tanındı, “Osmanlı Sarayı’nda Safevi Şehzadeler ve Elçiler,” Uluslararası Sanatta Etkileşim
Sempozyumu, HÜ Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü, 25-27 Kasım 1998, Bildiriler, Ankara
2000, s. 236-237.

75
sonra huzura kabul edildi210. Elkas Mirza, Osmanlı’ya sığındığında At Meydanı’nda
Padişahın kendisine hazırlattığı konakta oturmuştu. Đstanbul’da Elkas’ı ağırlamak
için birçok gösteri, kılıç oyunları vb eğlenceler düzenlendi211.

Elkas Mirza’nın kabulü Arz Odası’nda geçmektedir. Süleyman, altıgen ve


altın kaplamalı tahtında bağdaş kurarak oturmaktadır. Bedeninin ve bakışlarının yönü
bir iskemleye oturtulan212 Elkas Mirza’ya doğrudur. Sorguçlu bir başlık giyen
Süleyman’ın sağ elinde bir de mendil vardır. Has Oda Ağaları, vezirler beklemekte
ve kendisine izin verilmiş Safevi şehzadesi huzurda tahta benzer alçak bir koltukta
oturmaktadır. Bu ise, Safevilerle çok ciddi sorunlar yaşayan Osmanlı Devleti’nin
Safevi şehzadesini diplomatik olarak yanlarına çekmek amacıyla yapılan çok özel bir
hamledir. Yine bu çok özel sahnede sahne dışına bakan ve elçilere kayıtsız kalan bir
Padişah imgesi yerine, şehzadeyi kendisine yakın oturtan ve O’nu önemseyen bir
Padişah imgesi gelmiştir. Minyatürdeki yoğun geometrik kompozisyonlar da bunu
destekler mahiyettedir. Tahtın üstündeki mimari eleman olan kemer, şehzadeyi de
içine almaktadır.

Padişah ve misafiri törene uygun dış kaftan ve kolları bitişik iç kaftan


giymişlerdir. Padişahın sağında has oda ağaları ayakta dizilmişlerdir. Yine
şehzadenin hemen arkasında da elçilik heyeti görülmektedir. Ön plandaki ikinci
avlunun kemer altı ve kubbeli Babüssaade üçüncü avluya açılıyor. Çeşitli görevliler;
bir kapıcı, dört içoğlan ve üç zülüflü baltacı konik şeklindeki başlıkları ve zülüflü
saçlarıyla kapının dışında beklemektedirler.

Mimari çok incedir ve birbirine geçmiş parçalar, çeşitli geometrik ve çiçekli


motiflerle bezelidir. Kapı aralığından taht odasının girişine kadar mantıksal bir
ilerleme bilerek oluşturulmamış, açık ve kapalı mekânlar arasında, öne ve arkaya

210
Đbrahim Peçevi, Peçevi Tarihi, C. I., Sadeleştiren: Murat Uraz, Neşriyat Yurdu, Đstanbul 1968, s.
144-146.
211
Metin And, 16. Yüzyılda Đstanbul Kent-Saray-Günlük Yaşam, YKY Yay., Đstanbul 2011, s. 57.
212
Serpil Bağcı, Filiz Çağman, Günsel Renda, Zeren Tanındı, Osmanlı Resim Sanatı, Đstanbul,
Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., 2006, s. 100. Bize göre, Safevi şehzadesi tahta benzer alçak bir
koltukta oturmaktadır.

76
doğru yüzeylerde zengin ve çeşitli dekoratif birimlerle özel bir hava
213
oluşturulmuştur . Bu grup resimlerde doğada, mimari cephelerde yoğun bir
süslemenin hâkim olduğu, resim alanının süsleme ögeleriyle sıkıca doldurulduğu
görülür214. Bu minyatür sahnesindeki figürler, Süleymanname’deki diğer elçi kabul
sahnelerindeki figürlere göre daha ince ve uzun çizilmiştir. Sultanın yüzü gaga burun
ve hafif gri sakallı haliyle betimlenmiştir. Kanuni Sultan Süleyman, ilerlemiş yaşını
gösteren, orta yaşlı bir hükümdar olarak tasvir edilmiştir.

213
Atıl, a.g.e., s. 194.
214
Serpil Bağcı, Filiz Çağman, Günsel Renda, Zeren Tanındı, a.g.e., s. 101.

77
2.1.1.2.3. Safevi Devleti Elçisi’nin Kabulü

“Düzeltme”

Resim 7: Safevi Devleti Elçisi’nin kabulü, Süleymanname, TSMK, H. 1517, y. 600a.

Kanuni Sultan Süleyman 1554-1555 kışını Amasya’da geçirir. Siyasi ve idari


devlet konularına odaklanır ve rahatlamak için de yer yer avlanarak zaman geçirir.
Osmanlı Devleti’nin batıda ve doğuda iki cephede süregelen savaşların yıpratıcı

78
sıkıntısını gidermek için yıllar içinde ilgili devletlerle diplomatik uzlaşmaya gider.
Ama Kanuni Sultan Süleyman için öncelikli konu, Safevilerle olan uzun ve
sonuçlanamayan savaşların sona ermesiydi. Bu savaşlar sırasında Kanuni Sultan
Süleyman ve Tahmasp, birkaç elçiyi değiş tokuş ettiler, iki taraf için de kabul
edilebilir bir çözüm bulmaya çalıştılar. Safevi elçileri Şahın bir dizi önerisini
getirdiler ve Sultanın karşı önerileriyle geri döndüler.

Şah Tahmasp’ın yaşlı elçisinin kabulü, Amasya dışında bir dere kenarına
kurulan Otağ-ı Hümayun’da gerçekleşir. Ön planda dere kenarında duran iki çift
kapıcı vardır. Kanuni Sultan Süleyman çadırın içindeki tahtta bağdaş kurmuş bir
vaziyette oturmaktadır. Bu figür yine resmin merkezine yerleştirilmiştir. Yan
tarafında içoğlanları, Has Oda Ağaları ve vezirler vardır. Tahmasp’ın ateşkes isteği
için yer değiştiren elçi, metinde Sinan gibi tanıtılmıştır, Sultanın önünde diz
çökmektedir215. Çadırın arkasında bir tepe yükselmektedir ve zirvesinde bir ağaçla,
her bir yanda bayrak taşıyan sıralı halde zırh giymiş ve tüylü miğferleriyle
yeniçeriler diğer devlet görevlileriyle bir aradadır. Aşağıdaki kıvrımlı derenin
kenarında ellerinde asalarıyla kapıcılar beklemektedir. Topkapı Sarayı Arz
Odası’ndaki teşrifat yapılanması burada da, açık arazide olunmasına rağmen titiz bir
şekilde uygulanmıştır.

Dikey simetrik kompozisyon bir üçgen biçim içermekte olan bu minyatür


sahnesinde, merkezde Padişah altınlı ve arkalıklı bir tahtta oturmaktadır. Padişahın
kompozisyonda betimlenmiş olduğu gibi, Safevilerin itaati nedeniyle onlara üstünlük
sağlamış olmasını figürün çiziminde açıkça görmekteyiz. Gökyüzü yine altın sarısı
renge boyanmıştır.

215
Atıl, a.g.e., s. 229.

79
2.1.1.2.4. Safevi Devleti Elçisi’nin Kabulü

Resim 8: Safevi Devleti Elçisi’nin kabulü, Süleymanname, TSMK, H. 1517, y. 603a.

80
Safevi Şahı Tahmasp, Osmanlı’nın batı ile olan savaşlarından istifade ederek,
1550 ile 1554 yılları arasında Osmanlı’nın doğu ve güneydoğu sınırlarında oldukça
ciddi tahribatlarda bulundu ve bazı bölgeleri işgal etti. Bunun üzerine Sultan
Süleyman, 1554 yılında doğu seferine çıkmak zorunda kaldı. Revan ve Nahçıvan’a
ulaşan Osmanlı ordusu buralarda ciddi bir baskı kurar ve bu baskı sonucunda Şah
Tahmasp barış istemek zorunda kalır. Kanuni Sultan Süleyman ve Tahmasp,
ateşkesin şartlarında anlaşırlar.

Şah, Ferruhzade Kemaleddin Bey’i elçi olarak gönderir. Elçi 10 Mayıs 1555
tarihinde Tahmasp’ın dostluk teklifini sunmak üzere Amasya’ya ulaşır. Arifi’ye göre,
Şah, içinde çadır için bir gül bahçesini andıran altın işlemeli bir sayeban, altın
sikkelerle dolu mücevher kutuları, ipeklerle sarılmış mücevherat, yaylar ve oldukça
çok, alışılmamış ve nadir eşyalar bulunan kıymetli hediyeler göndermiştir216.
Divanda vezirlerle görüştükten sonra Safevi elçisi, Kanuni Sultan Süleyman
tarafından kabul edilir. Osmanlı ve Safevi tarafları arasında barış antlaşması 29
Mayıs 1555 tarihinde imzalanır.

Bu arada II. Henry’yi temsilen bir Fransız heyeti, Ferdinand tarafından


gönderilen bir grupla beraber Amasya’ya ulaşır. Avusturyalıların başında ünlü devlet
adamı Baron Ogier de Busbecq217 vardır. Busbecq Viyana’ya dönmeden önce sadece
6 aylık bir ateşkes elde edebilmiştir.

Kanuni Sultan Süleyman, diplomatik temasları sona erdikten sonra


Amasya’dan ayrılır ve 31 Temmuzda Đstanbul’a varır ve bundan sonraki 11 yıl
boyunca askeri bir sefere çıkmaz. O’nun 13. ve son Seferi Hümayunu 1566’da
olanıdır ve zaten bu sefer sırasında vefat eder.

216
Atıl, a.g.e., s. 231.
217
Semavi Eyice, 1967 yılında Kanuni Armağanı için yazmış olduğu makalesinde, Busbecq’in bir
portresinde yer alan Avrupalı ressamdan bahseder. Adı Melchior Lorichs olan bu batılı ressam, dönem
padişahı Süleyman’ın ve o dönemde elçi olarak Osmanlı’ya gelen Safevi elçisinin portrelerini
yapmıştır. Bkz., Semavi Eyice, “Bir Ressamın Gözü Đle Kanuni Sultan Süleyman”, Kanuni
Armağanı, TTK Yay., Ankara 1970, s. 129-170.

81
Bu minyatürde kompozisyon dikey olarak ikiye bölünmüştür. Bu şekilde
oluşturulan yatay ve dikey çizgilerden farklı alanlar oluşturulmuştur. Padişah,
Amasya Sarayı’ndaki kabul odasında altınlı ve altıgen bir tahtta oturmaktadır. Bu
sahne, minyatürün sol üst köşesinde betimlenmiştir. Padişah, Şahın şartlarını ileri
süren Safevi elçisiyle konuşmaktadır. Dekor, bir kemerin arkasında yükselen süslü
bir köşk ile Arz Odasını andırıyor ve giriş tarafına yerleştirilmiş. Burada bir mermer
avluyla köşkün önünde bir fıskiye bulunuyor. Bu ise bize Has Oda’nın
düzenlemesini çağrıştırıyor. Törene dört vezir bir çift içoğlanı katılıyor. Kemerin
önünde çeşitli görevliler yürüyor ve kapıcılar görevlileri durduruyor. Dört görevli
karmaşık yapıya girmiş, ellerinde Tahmasp tarafından gönderilen mücevherli altın
kutular ve sandıkları taşımaktalar.

Burada Safevi elçisinin ayakta durup, padişah ile konuşmasına izin


verilmiştir. Bu sahnedeki en belirgin saltanat imgelerinden birisi kullanılmıştır. Barış
antlaşmasıyla ilgili olarak yapılan bu kabul töreninde Osmanlı padişahının ne kadar
adaletli olduğunu özellikle belirtmek için, “es-Sultan el-Adil” cümlesi
kompozisyondaki en baş yerde yerini almıştır.

Köşk, çeşitli incelikli dekor üniteleriyle kompoze edilmiş. Ünitelerin bazıları


arka planda bahçeye açılıyor. Köşkün canlı görüntüsünde –bir sininin üstünde bir
büyük kapalı tas ve iki küçük porselen fincan- görünen o ki, müzakereler sona ermiş
ve kutlamalar başlamak üzeredir218.

218
Atıl, a.g.e., s. 231.

82
2.1.1.3. Kırım’dan Gelen Elçilerin Kabulü
2.1.1.3.1. Devlet Giray Han’ın Kabulü

Resim 9: Devlet Giray Han’ın kabulü, Süleymanname, TSMK, H. 1517, y. 519a.

83
Topkapı Sarayı’nda gerçekleşen bu kabulün yeri hakkında iki görüş vardır:
Atıl’a göre, yer Arz Odası’dır219. Ancak Reha Günay bu konuda farklı
düşünmektedir. O’na göre bu mekân Topkapı Sarayı içindeki köşklerden birisidir220.
1477 yılından itibaren Osmanlı egemenliği altında olan Kırım Hanlığı, 1538
yılındaki dönemin hanı Sahip Giray Han zamanında bu çizgisinden sapma belirtileri
gösterir. 1551 yılında Sahip Giray Han tahttan indirilir, yerine Đstanbul’da yetişen
Devlet Giray Han getirilir. Kaybolmaya başlayan otorite yeniden Osmanlı lehine
kurulmuştur. Devlet Giray Han aynı yıl teşekkür ziyareti için Đstanbul’a gelir.
Kendisi zaten Sultan Süleyman ile anne (Hafsa valide sultan) tarafından akrabadır221.

Babüssaade’nin ötesinde Arz Odası’nda bu kabul için kurulmuş olan altı


köşeli altınla kaplı tahtta oturan ve sol elinde beyaz bir mendil tutan Sultan
Süleyman, Kırım Tatarları’nın hükümdarı ve anne tarafından kuzeni olan Devlet
Giray Han’a elini uzatmış öptürüyor. Devlet Giray Han, Kırımlıların geleneksel süslü
başlığı olan, siperi kürklü, uzun bir şapka ve bir dizi çift dalgalı çizgiler ve üçlü
toplardan oluşmuş, çintemani desenli bir kaftan giymiştir. Bu özel dostun kabulüne
dört vezir ve bir çift iç oğlan iştirak etmiştir. Arz Odası’nın girişi ve bitişik odalar
kapıcılar ve hizmetkârlar tarafından korunmaktadır. Bu kabul sahnesi resmi olmaktan
ziyade, daha özel ve aile içi bir ziyaret havasını da taşımaktadır. Sahnedeki figürlerin
yansımalarında bunu çok iyi görebilmekteyiz.

Ön planda ikinci avlunun duvarları Babüssaade ve Babüssaade’nin


korumalarıyla birlikte resmedilmiştir. Aşağıda sol alt köşede çatal siperli şapkalarıyla
beş Kırımlı aralarında sohbet ederlerken görülüyor. Girişe doğru el kol hareketleri
yapmaktalar ve belli ki sultanın sarayının ihtişamı ve törensel teşrifattaki görkem ve
içinde barındırdığı doğal disiplin, onlarda korku ve hayranlık uyandırmış. Bu
minyatür kompozisyonunda sahnedeki roller hiyerarşik olarak çok iyi
yerleştirilmiştir.

219
Atıl, a.g.e., s. 207.
220
Reha Günay, “Süleymanname Minyatürlerinde Mekân ve Anlatım Teknikleri”, TSM Yıllığı V,
Đstanbul 1992, s. 137.
221
Hafsa valide sultan, Devlet Giray’ın büyükbabası Mengli Giray’ın kızıdır.

84
2.1.1.4. Hicaz’dan Gelen Elçilerin Kabulü
2.1.1.4.1. Hicaz Elçisi’nin Kabulü

Resim 10: Hicaz Elçisi’nin kabulü, Süleymanname, TSMK, H. 1517, y. 503a.

85
Elkas Mirza’yı orduyla beraber Đran’a gönderen Kanuni Sultan Süleyman,
kendisi de 1548’de Tebriz’e hareket eder. Kışı geçirmek için Halep’te konaklar. Bu
minyatür sahnesinde Kanuni Sultan Süleyman’ın Halep’deyken, Hicaz’da görevli
Mekke-i Şerif emirinin elçisi tarafından ziyaret edilmesi resmedilmiştir. Bu kabul,
Halep Sarayı’nda gerçekleşmiştir. Mısır’ın 1517’de Yavuz Sultan Selim tarafından
fethinden sonra Hicaz ile kutsal şehirler Mekke ve Medine Osmanlı’nın egemenliğini
gönüllü olarak kabul etmişlerdir. Elçi, emirinin Osmanlı Sultanı’na bağlılığını tekrar
teyit etmek için gelmiştir. Hicaz elçisinden hemen sonra da Özbek emirinin elçileri
kabul edilir. Bu kabuller, şii olan Safevilerle mücadele içinde olan sünni Osmanlı
için oldukça özel sembolik bir değer taşıyordu.

Padişah, bir kubbeli bölmenin içinde altınlı ve altıgen bir tahtta oturuyor ve
yanında içoğlanları, vezirleri ile huzura kabul ettiği Hicaz Elçisi bulunuyor.
Padişahın kabul ettiği hediyeler, saray görevlileri tarafından taşınıyor. Padişah
sahnede üstte ve asıl ana karakter olarak yerini almıştır. Elçi, Araplar tarafından
giyilen karakteristik kıyafetler olan bol bir elbise ve bir örtüyle sarılmış uzun bir
başlık giyiyor. Elçi, başını hafifçe yana eğmiş, ellerini elbisesinin içine saklamış,
alçakgönüllü bir itaatle Süleyman’ın huzurunda ayakta durmaktadır. Aşağıda, bir
bitişik yapıda görevli kapıcılar kabul odasının girişini koruyorlar ve bir çift saray
görevlisi kemerlerin aşağısında dairesel havuzun yanında konuşuyorlar. Kabulün
Topkapı Sarayı Arz Odası’nda geçiyor izlenimi veren semboller, minyatür
sahnesinde gereken yerlere kalıp olarak yerleştirilmiştir.

Bu minyatür sahnesinde, Padişahın tahtında oturma şekli diğer oturuş


şekillerinden farklı görülmektedir. Padişah burada, Türk-Đran geleneğinden gelen
bağdaş kurarak oturmak yerine, batılı bir kral gibi sandalyede oturarak elçiyi kabul
etmiştir. Burada da verilmek istenen sembolik anlam, Padişahın hem batının ve hem
de doğunun padişahı olduğu düşüncesidir. Yani evrenselliktir.

86
2.1.1.5. Normal Kabuller
2.1.1.5.1. Barbaros Hayreddin Paşa’nın Kabulü

Resim 11: Barbaros Hayreddin Paşa’nın kabulü, Süleymanname, TSMK, H. 1517, y.


360a.

87
Barbaros Hayrettin Paşa’nın Andrea Doria komutasındaki düşman müttefik
donanmasını Preveze’de yenmesinin ardından, Kanuni Sultan Süleyman tarafından
onurlandırılmak üzere 1533 yılında Đstanbul’a davet edilir. Hayrettin Paşa,
beraberinde birçok hediye ile gelir. Bunların arasında altından ve gümüşten sayısız
mücevherat, birbirinden güzel ipeksi kumaşlar, elbiseler, ilginç Afrika kökenli
hayvanlar dikkat çekenleridir. Huzura kabul edilmeden önce kendisine hil’at
giydirilen Paşa’ya, görüşme sonunda “Kaptan-ı Derya” rütbesi verilir.

Aralık ayında Has Oda’nın önündeki Mermer Sofa’da gerçekleşen bu


kabulde222, temayülün dışına çıkılarak, Kanuni Sultan Süleyman başarılarından ve
devlete olan bağlılığından dolayı önemsediği ve saygı duyduğu Barbaros Hayrettin
Paşa’yı hemen yanıbaşında alçak bir oturağa oturtarak kabul etmiştir. Padişahın
oturduğu taht da zaten daha mütevazı bir tahttır223. Süleymanname’deki kabul
sahnelerinin en büyük özelliklerinden biri olan dikey ve yatay çizgilerin kullanılarak
ayrı alanlar, bölümler açılmasını burada da görmekteyiz. Dikey dikdörtgen bir
kompozisyonla ele alınmış olan bu sahne, yine yatay bölmelerle aynı mekâna bağlı
ayrı alanlar haline getirilmiştir.

Barbaros Hayrettin Paşa’nın kabul edildiği bu sahne, Barbaros ve amirallerinin


Divan-ı Hümayun üyeleri tarafından selamlanmasından sonra, Divanhane’de
gerçekleştiğini224 söylediği bu kabul töreni, bizce de Has Oda’nın önündeki Mermer
Sofa’da gerçekleşmiştir. Mekânda doğaya ait çeşitli unsurların (ağaçlar, çiçekler)
betimlendiğini görmekteyiz. Bu sahnede Padişah kendine yakın bir devlet adamını
kabul etmektedir. Bu samimiyeti etrafta protokole ait çok fazla bir yapılanmanın
olmamasından da açıkça görebiliyoruz. Has Odalı Ağalar, Silahdar ve Çuhadar onları
saygıyla izlemektedirler225. Bu tarz bir kabulü, Sultanla özel görüşme olarak da
algılayabiliriz. Ama minyatürün kompozisyonunda yine de belirli kurallar
ötelenmemiştir. Figürlerin statik oluşları mimarideki durgunlukla uyum sağlamıştır.
222
Serpil Bağcı, Filiz Çağman, Günsel Renda, Zeren Tanındı, a.g.e., s. 103.
223
Simge Özer Pınarbaşı, Osmanlılar tarafından kullanılmış sedir tipinde taşınabilir tahtlar olup,
bunların sultanlar tarafından saray içinde istenilen yere taşındığını söyler. Bkz. Simge Özer Pınarbaşı,
a.g.e., 89.
224
Atıl, a.g.e., s. 169.
225
Serpil Bağcı, Filiz Çağman, Günsel Renda, Zeren Tanındı, a.g.e., s. 103.

88
Benzeri bir başka sahneyi, Sadrazam Đbrahim Paşa’nın huzura kabulünde de
görmekteyiz. Burada da sahnelerin yerleştirilmeleri, kompozisyon ve figürlerin
mimariyle uygunluğu gibi konularda benzeri uygulama yapılmıştır.

89
2.1.1.5.2. Macar Kralı Bebek Stephen Đle Kraliçe Đsabella’nın Kabulü

Resim 12: Macar Kralı bebek Stephen ile Kraliçe Đsabella’nın kabulü,
Süleymanname, TSMK, H. 1517, y. 441a.

90
29 Ağustos 1541’de Kanuni Sultan Süleyman, Budapeşte yakınlarındadır.
Otağ-ı Hümayun Budapeşte’nin dışında kurulur. Burada Macar Kralı bebek
Stephen’i kabul eder. Bebeğe yüksek mevkili kimseler ve kral naibi olarak
görevlendirilmiş Varadin başpiskoposu Martinuzzi eşlik etmektedir.

Kanuni Sultan Süleyman, on üç aylık olan ve daha sonraları Szigmund Janos


olarak adlandırılan Stephen’in başını sıvazlar. Şehzade Selim ve Bayezid da çocuğu
tutar ve onunla oynarlar. Kanuni Sultan Süleyman’ın Macaristan’ın bir Osmanlı
vilayeti olduğunu ilanından sonra, bu durum halka bildirilir. Kral payesinin
Stephen’da kalmasına izin verilir ve Ramazanoğlu Uzun Süleyman Paşa
Budapeşte’ye beylerbeyi olarak atanır.

Sultan 2 Eylülde şehre giriş yapar ve yakın zamanda camiye çevrilmiş olan
yerde Ebussuud Efendi tarafından kıldırılan Cuma namazına katılır. Birkaç gün sonra
Kraliçe Isabella ve oğlu, Martinuzzi ve Macar hükümet yetkilileriyle birlikte
Transilvanya’daki Lipva’ya doğru hareket ederler. Sultan Süleyman, Macaristan’ı en
iyi bir şekilde güvence altına aldığını hissediyordur. Budapeşte’den ayrılır ve
Đstanbul’a 27 Kasım 1541’de ulaşır226.

Simetrisi olmayan bir kompozisyona sahip bu minyatür sahnesinde Padişah,


Budapeşte’nin dışında kurulmuş olan imparatorluk çadırındaki altınlı, altıgen ve
yarım şemse formlu bir arkalığı olan tahtında oturmaktadır. Kucağında Macar
tahtının varisi olan bebek Stephen’i taşıyan Kraliçe Isabella ile konuşmaktadır. Bu
sahnede Padişahın iki Đç Oğlan’ı hazır bulunuyor, iki şehzade ise, sayebanın altında
Kraliçenin yakınında duruyorlar. Bunlardan sakallı olanı Bayezid, bıyıklı olanı ise
Selim’dir. Onların hemen arkalarında iki kapıcı vardır. Alt sahnede ise, vezirler,
yüksek kademeli Macar diplomatlar ve diğer görevliler bu kabul töreninde hazır
bulunmaktadırlar.

226
Atıl, a.g.e., s.187.

91
Otağ-ı Hümayun’un oldukça süslemeli bitikisel bir formda olması ve ayrıca
Padişahın giysilerinde de bitkisel ağırlıklı süslemelerin kullanılması dikkat
çekmektedir. Ön plandaki sahnede bir görevli siperli şapkaları olan, kısa tunikler ve
uzun elbiseler giyen Macar bürokratlarına bilgi veriyor. En öndeki gür sakallı figür
büyük ihtimalle Martinuzzi’dir227.

Gökyüzünün altın sarısı renkle boyandığı bu minyatür sahnesinde arka planda


bir tepede bir ağaç ve flamalarıyla dört atlı görülmektedir. Ağacın sağ tarafında üst
köşede yine iki görevlinin başları görülmektedir. Kucaktaki küçük çocuk figürü
ikonografik olarak Hıristiyan resmindeki Hazreti Meryem ve çocuk temasını
çağrıştırmaktadır. Isabella uzun dökümlü bir elbise ile kapüşonlu bir pelerin
giymekte ve oğlunu, kolunda taşımaktadır.

Bu sahne, bir kadın hükümdarın Osmanlı Padişahı ile konuşmasını temsil


ediyor olması ile benzersizdir. Kraliçe’ye bu onurun verilmesinin nedeni, Kraliçe’nin
Polonyalı bir prenses oluşu ve kısmen de olsa Süleyman’ın karısının şerefinin
düşünülmesiydi, çünkü Hürrem’in kökeni de Polonyalıydı. Şunu da not edelim ki,
Arifi’nin metninde kraliçe oğlunu Padişaha getiriyor, oysa aynı dönemin diğer
tarihçileri çocuğu imparatorluk çadırına bir hemşirenin taşıdığını ifade
etmektedirler228.

227
Atıl, a.g.e., s.187.
228
Atıl, aynı yer.

92
2.1.1.6. Gayrı Resmi Kabuller
2.1.1.6.1. Đbrahim Paşa’nın Kabulü

Resim 13: Đbrahim Paşa’nın kabulü, Süleymanname, TSMK, H. 1517, y. 260a.

93
Manisa’daki şehzadeliğinden beri yanında olan Đbrahim Paşa’yı Sultan
Süleyman, tahta çıktığında beraberinde getirir ve 1523’de sadrazam yapar. Birkaç dil
bilen, keman çalan, yetenekleriyle ve ayrıca padişaha olan bağlılığıyla “Makbul”
olan Đbrahim Paşa, “Maktul” olana kadar Kanuni Sultan Süleyman’ın sağ koludur.

Đbrahim Paşa’nın huzura kabul edildiği yer üçüncü avludur. Kabul, bu


avludaki köşklerden birinde geçmektedir. Bu minyatür sahnesinde sahne
kompozisyonu dikey olarak ele alınmış ve her iki yandakiler birbirine eşit olarak, üç
parçalı bir yapı ortaya çıkmıştır. Dikey ve yatay çizgilerin birbirlerini keserek bir
alan oluşturmalarına dayalı kompozisyon bu sahnede de uygulanmıştır. Sağ alt
köşedeki kemerli sütunlar, üçüncü avludaki sütunları temsil etmektedir. Köşkün bir
kubbesi ve bahçeye açılan bir kapısı vardır. Bahçede kare biçiminde fıskiyeli bir
havuz görülmektedir. Sol attaki kapıcıların durduğu yer ise, üçüncü avluya giriş
yeridir.

Padişah sadrazam Đbrahim Paşa’yı kapalı bir mekânda kabul ediyor. Has oda
ağalarının durduğu kapı ve buradaki pencere hem mekâna girişi ve hem de mekânın
dış cephesini göstermektedir. Minyatürdeki kompozisyonun üst sol köşesinde yer
alan ağaçlarla iç ve dış mekân bağlantısı kurulmuştur. Kabulde, padişah arkalıklı bir
tahtta oturmakta, sağ elinde beyaz bir mendil tutarken, diğer elini dizine dayamıştır.
Đbrahim Paşa padişahın kaftanının eteğini öpmektedir.

94
2.1.1.6.2. Komutanların Kabulü

Resim 14: Komutanların kabulü, Süleymanname, TSMK, H. 1517, y. 189b.

95
Kanuni Sultan Süleyman, Macaristan seferi sırasında (23 Nisan 1526)
bölgedeki alay komutanlarının sadakat ve bağlılıklarını yerinde görmek için, onları
Otağ’ında kabul etmiştir. Otağ-ı Hümayun Sofya yakınlarında bir yerde kurulmuştur.
Otağın kurulduğu arazi üçgenimsi bir yüksekliğe sahiptir. Minyatürde gökyüzü altın
sarısı renge boyanmıştır. Yine üstte tam ortada bir ağaç motifi göze çarpmaktadır.
Bunun sağında ve solunda atlarının üstünde ellerinde bayraklarıyla ve oldukça
nizami bir şekilde sıralanmış savaşçı yeniçeriler görülmektedir.

Minyatüre hâkim olan zemin rengi mavidir. Figürlerin dizilişlerinde simetrik


bir yapı vardır. Otağ-ı Hümayun merkeze yerleştirilmiştir ve sayebanı vardır.
Padişahın oturduğu taht diğer sahnelerde olduğu gibi, altınlı, altıgen formlu ve
arkalıklıdır. Tahtın altına bitkisel motifli bir halı serilmiştir. Padişahın solunda has
oda ağaları, iç oğlanları ve sağında vezirleri yatay bir simetri oluşturuyor.

Sahnenin alt tarafında yatay bir düzlemde ve düzgün bir simetri içinde sırasını
bekleyen ordu komutanları görülmektedir. Komutanlar bellerinde kılıçları ve
sırtlarında içleri ok dolu sadaklarıyla huzura kabul sıralarını beklemektedirler.
Aralarında ayaküstü de olsa o günün gelişmeleriyle ilgili sohbet havası
görülmektedir. Sol alt köşede ise, ellerinde asalarıyla iki kapıcı durmaktadır.

96
2.1.2. II. Selim Dönemi (1566-1574)
2.1.2.1. Safevi Devleti Elçisi’nin Kabulü

Resim 15-16: II. Selim'in Safevi Elçisi Şah Kulu Han'ı Kabulü, Nakkaş Osman,
Şehname-i Selim Han, (1581), TSMK, A. 3595, y. 54a (sağ üstteki minyatür), y. 53b
(sol üstteki minyatür).

II. Selim 23 Haziran 1567’de Edirne’ye gider. Kaptan-ı Derya Piyale Paşa,
Đstanbul muhafızlığı görevine getirilir. Bu sıralarada Đran Şahı Tahmasb’ın elçisi Şah
Kulu Han, Đstanbul’a gelir. Elçi, Üsküdar’dan Đstanbul’u seyrederken ne diyeceğini
şaşırır. Gökyüzünün altında dünya üzerinde bu şehirden daha güzel bir şehir
bulunmadığını, Đstanbul’un bütün ülkelerin “şahnişin”i sayılması gerektiğini
söylemekten kendini alamaz. Bu arada Cebecibaşı, cebeci bölüğünü Cebehane-i
Âmire’deki giysi ve silahlarla donattıktan sonra, Tersane kadırgalarıyla Üsküdar’a
gider. Cebeciler ve levendler elçiye çeşitli hünerler gösterirler. Hatta bazı gösteriler
sırasında Şah Kulu’nun maiyetindeki kızılbaşlar korkuya kapılıp, “Ya Ali Meded!”
derler. Đstanbul’a geçerken de hepsini deniz tutar. Đstanbul iskelesinde hazır bekleyen
yeniçeri alayı elçiyi Hançerli Sultan Sarayı’na götürür. Đstanbul muhafızı Piyale
97
Paşa, elçiye mevsim çiçeklerinden ve meyvelerinden hediyeler gönderir. Ayrıca
elçinin yanına yasakçılar katılıp, Đstanbul camileri gezdirilir. Daha sonra ziyafet
verilip, hil’at giydirilen Şah Kulu, Şubat 1568’de padişahın katına çıkmak üzere
Edirne’ye hareket eder229.

Ustaclu Türkmenleri’nden olan Şah Kulu Han’ın, maiyetinde 720 kişi ve 1700
yük hayvanı bulunuyordu. Padişaha sunulacak hediyeleri 44 deve taşıyordu. Elçinin
oldukça görkemli bir şekilde şehre girişini diğer yabancı devletlerin bir kısım elçileri
de izler. Hediyeler arasında bir Kur’an-ı Kerim ve Şehname-i Firdevsi de vardır230.

Padişaha arzolunduğunda, genel teşrifat kuralları çerçevesinde padişahın


eteğini öper ve namesini sunar. Bu namede barışın kuvvetlendirilmesi ve her iki
devlet arasında sınır belirlenmesi teklifi vardır. Padişah bunu uygun bulur,
sonrasında Padişahın cevap namesiyle elçiye kendi ülkesine dönmesi için izin
veririlir231.

Nakkaş Osman, elçi kabul sahnelerini daha sonraki tarihlerde resimlediği


eserlerde çift sayfaya yayılan kompozisyonlara dönüştürmüştür. Şah Kulu Han’ı
Edirne Sarayı’nda kabul edişini gösteren minyatür bunların ilk örneklerindendir.
Sahnenin sağ üst köşesine kurulmuş olan tahtında oturan padişah, etek öpen elçi,
tahtın sağında ayakta duran sadrazam ve diğer vezirler, önde bekleyen elçilik heyeti,
hediyeleri taşıyan görevliler ve kapının önünde huzura girmek için bekleyen elçilik
heyetinin geri kalanı gibi ayrıntılar, tasvirin belgeleyici karakterini vurgular232.

229
Necdet Sakaoğlu, Bu Mülkün Sultanları, Oğlak Yay. Đstanbul, 2008, s. 153-154. Ayrıca Bkz.
Selânikî Mustafa Efendi, Tarih-i Selânikî I, Haz. Prof. Dr. Mehmet Đpşirli, TTK Yay., Ankara 1999,
s. 67-70.
230
Bkz. Tanındı, Zeren: “Osmanlı Sarayı’nda Safevi Şehzadeler ve Elçiler,” Uluslararası Sanatta
Etkileşim Sempozyumu, HÜ Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü, 25-27 Kasım 1998, Bildiriler,
Ankara 2000, s. 237-238.
231
Đbrahim Peçevi, Peçevi Tarihi, Bugünkü Đfadeye Çev. Murat Uraz, C. I, Đstanbul, Neşriyat Yurdu,
1968, s. 174.
232
Banu Mahir, Osmanlı Minyatür Sanatı, Kabalcı Yay., Đstanbul 2005, s. 120-121.

98
Oldukça renkli ve hareketli bu iki minyatür sahnesinin birinde (y. 54a) Đran
elçisi, her iki koluna girilip, başı Padişahın huzurunda eğdirilirken betimlenmiştir233.
Padişah ve tahtı oldukça görkemli bir şekilde ve baş köşede resimlenmiştir. Diğer
figürlere göre çok daha baskındır. Devlet ricalinin (beş vezir ile uzun boyu, beyaz
rengin hâkim olduğu tören kıyafetiyle234 Sadrazam Sokollu Mehmed Paşa) hazır
bulunduğu bu kabul töreninde, sahnenin alt tarafında tek sıra halinde (diyagonal
doğrultuda235) dizilen yeniçerilerin Đran elçisinin getirdiği hediyeleri Padişaha
sunmak (pişkeş kapısından geçirmek) üzere ellerinde taşıdıkları görülmektedir.

Diğer minyatürdeki (y. 53b) sahnede elçinin maiyetindeki kişilerin


kapıağalarıyla birlikte hediye yığınlarının yanında topluca yer aldıklarını
görmekteyiz. Getirilen hediyelerde çok değerli ciltli kitaplar, balıkçıl tüyleri, çok
kıymetli kaplar ve halılar görülmektedir. Ayrıca y. 53b’deki minyatürde üstü kapalı
sandıklar içindeki hediyeler Padişaha sunulmak için yerde durmaktadır. Yeniçeriler
ellerindeki hediyeleri Padişaha sunmak üzere iki sıra halinde beklemektedirler. Y.
54a’daki minyatür sahnesinin sol ortasında görülen mimari cephe, iç mekânı dış
âlemden ayırt eder236.

Filiz Çağman, “Şahname-i Selim Han ve Minyatürleri” başlıklı makalesinde,


toplam sayısı 46 olan ve belgelerden Osman ve Ali isimli nakkaşların elinden
çıktığını öğrendiğimiz Selimname minyatürlerinin ortak üslup birliğinden
bahsederken şunları söyler: “Minyatürlerin kompozisyon, renk ve çizgi özellikleri
arasındaki üslup birliği nakkaş Osman ile Ali’nin şahsi üsluplarını ayırmamızı

233
Bkz. Zeynep Tarım Ertuğ, “Minyatürler ve Tarihi Belge Özellikleri”, Osmanlı, C. XI, Yeni
Türkiye Yay., Ankara 1999, s. 182.
234
Mübahat Kütükoğlu’na göre, Divan-ı Hümayun toplantılarıyla Arz Odası’nı tasvir eden
minyatürlerin bir kısmında sadrazamın üzerinde renkli ve desenli, muhtemelen serâser üst varsa da,
çoğunda beyaz üst giydiği görülmektedir. (Bkz. Mübahat Kütükoğlu, “Minyatürlerde Divan-ı
Hümayun ve Arz Odası”, Tarih Enstitüsü Dergisi, S. 16, Đstanbul 1998, s. 57.)
235
Zeren Akalay, “Osmanlı Tarihi Đle Đlgili Minyatürlü Yazmalar (Şehnameler ve Gazanameler)”,
ĐÜEF Türk ve Đslam Sanatı Kürsüsü Doktora Tezi, Đstanbul 1972, s. 333.
236
Zeren Akalay, a.g.t., s. 332.

99
güçleştirir. Sözkonusu olan sanatkârların üsluplarını ancak figürlere hâkim olan
çizgiler, vücut orantıları ve yüz işlenişleriyle ayırmak mümkün olmaktadır237”.

Çağman, yine de Selimname minyatürlerinin çoğunun Nakkaş Osman


tarafından yapıldığını söyler. Bunu da figürlerin işlenişi ve kompozisyon
özelliklerine dayandırır. Osman’ın figürleri statik olmasına rağmen oldukça canlıdır.
Yüz işlenişi Nakkaş Osman’ın en belirgin ayırt edici özelliğidir: “Yüzler yuvarlaktır,
göz bebekleri hafifçe bir tarafa doğru kayar. Yakın plandan yapılmış sahnelerde
büyük ölçüdeki figürlerin yüzlerinde de açık renkleri tercih ettiği görülür. O ancak
portre karakteri vermek istediği Sultan ve vezir tasvirlerine büyük bir itina göstermiş
ve bu şahısların bütün fizyonomik özelliklerini vermek istemiştir238”.

Nakkaş Osman’ın buradaki her iki minyatür kompozisyonundaki renkler,


O’nun çokça kullandığı renklerdir: Zemin rengi mavi, koyu pembe, yeşilin tonları ve
açık eflatundur. Figürlerin giysilerindeki renkler canlıdır: Kırmızı, turuncu gibi. Ufuk
hattına çok az yer verilerek, asıl sahnedeki figürlerin rahat yerleştirilmesi
düşünülmüştür239.

Bekir Kütükoğlu, “Şehnameci Lokman” başlıklı yazısında, Osmanlı


minyatürlerinin Đran minyatürleri gibi hayalci olmadığını, gerçekçi ve vesika değeri
olduğunu söyledikten sonra, Seyyid Lokman’la ve eserleriyle ilgili bilgiler verir240.

237
Filiz Çağman, “Şahname-i Selim Han ve Minyatürleri”, Sanat Tarihi Yıllığı V, ĐÜEF Sanat Tarihi
Enstitüsü, 1972-1973, s. 418.
238
Filiz Çağman, a.g.m., s. 418.
239
Bkz. Filiz Çağman, a.g.m., s. 418-419.
240
Kütükoğlu, Bekir: “Şehnameci Lokman”, Prof. Dr. Bekir Kütükoğlu’na Armağan, Đstanbul,
1991, s. 39-48; Ayrıca bkz. Serpil Bağcı, Filiz Çağman, Günsel Renda, Zeren Tanındı, Osmanlı
Resim Sanatı, Đstanbul, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., 2006, s. 121-124.

100
2.1.3. III. Murad Dönemi (1574-1595)
2.1.3.1. Safevi Devleti Elçisi’nin Kabulü

Resim 17-18: ‘Dergâh-ı Muallâya Diyar-ı Acem'den Elçilikle Gelen Maksud


Mukabelesinde Alay-ı Hümayundur’, Şehinşahname-i Murad, TSMK, B. 200, y. 24b
(sağ üst minyatür), y. 25a (sol üst minyatür).

Elçinin Đstanbul’a gelişinin dördüncü gününde Sultan Murad, konuklarının


gözünü korkutmak ve bazı gösterilerle gücünün büyüklüğünü göstermek için
kalabalık bir maiyetle şehre gelir.

101
Resim 19-20: Pâye-i Serîr-i A'lâya Acem Elçisi Maksud Rûyi Mal Olup, Name
Sunduğıdır, Şehinşahname-i Murad, TSMK, B. 200, y. 28b (sol üst minyatür), y. 29a
(sağ üst minyatür).

5 Nisan 1578'de Sultan Murad Đran'a karşı bir sefer düzenledi. Ordusunun
başkumandanlığına da 80 yaşını geçmiş olan ve 1571 yılında Kıbrıs adasını
Venedikliler’den alan Mustafa Paşa'yı atadı. Mustafa Paşa bir sürü iyi donatılmış
kadırga ve ağır toplarla Boğaz'ı aşıp Anadolu yakasında bulunan Üsküdar'a geçti ve
burada karargâh kurup, günlerce etraftaki yörelerden askerlerin toplanmasını, atların
taze, yeşil arpa ile beslenmesini bekledi. Mustafa Paşa bir süre Đran sınırında hiçbir
girişimde bulunmadan vakit geçirip, birkaç kez de Đranlıların sataşmalarına maruz
kaldığı halde karşı saldırıya geçmeyince, görevden alınır ve yerine Sinan Paşa
getirilir. Bu gelişmeler üzerine Đran’dan 20 kişilik bir elçilik heyeti Đstanbul’a gelir.
Gelen elçi Maksud’dur. Đstanbul’a 4 Ağustos 1580 tarihinde gelen Đran Elçisi
Maksut, tilki gibi kurnaz ve yaşlı ama diri bir diplomattır. Daha önce de iki kez elçi
olarak Osmanlı sarayına gelmiştir.

102
Schweigger’in aktardığına göre, Mustafa Paşa, ordu kumandanı olduğu
sıralarda Đran'dan gönderilen iki elçiyi engellemiş ve geri yollamış. Zira savaştan
kendisine çıkar sağladığı için, barış anlaşması yapılmasını istemiyormuş. Bir başka
söylentiye göre de, Đran'dan gönderilen elçileri casusluk ve ihanetle suçlayıp
uluslararası yasalara ve hukuka aykırı olarak öldürtmüş. Bu yüzden Đran heyeti
Üsküdar'dan görkemli kadırgalarla Đstanbul’a geçerken, Mustafa Paşa'nın ölümcül bir
hastalığa tutulduğu haberi yayılır. Ama bu haber kuşkuyla karşılanmıştır, çünkü Đran
heyeti saraya vardığında, çevirdiği dolapların ortaya çıkacağı ve güç bela kurtulduğu
kirişin bu sefer gerçekten boynuna geçirileceği korkusuyla kendi kendini zehirlediği
rivayeti ağızdan ağıza dolaşır. Nitekim birkaç gün içinde itibarlı konumuna bir halel
gelmeden ölür.

Resim 21: Safevi Devleti Elçisi Maksut. (Schweigger, s. 85)

Schweigger, şahit olduğu o günün olaylarını anlatılarında oldukça iyi


betimlemiştir. Anılarını anlattığı kitabındaki o bölümden o günün hikâyesini kendi
yorumlarımızla birlikte aktarmaya devam ediyoruz241.

Đran Elçisi Üsküdar'dan Đstanbul’a geçerken, kendisine deniz kuvvetlerinin


baş kaptanı olan (Kaptan-ı Derya) Uluç Ali Paşa ve diğer itibarlı kişiler eşlik ederler.
Sahilde Yeniçeri Ağası güzel, iyi tımar edilmiş, krallara layık bir atın üstünde
konuğu karşılamıştır. Yüzlerce yeniçeri yol boyunca yan yana iki sıra halinde
dizilmişler, aynı şekilde çavuşlar da güzel atların üstünde kumandanlarının emirlerini
beklemektedirler.
241
Salomon Schweigger, a.g.e., s. 80-91.

103
Elçinin konaklayacağı yere gitmesi için, ona özenle hazırlanmış bir at
getirmişlerdir, fakat elçi bunu kabul etmez ve kadırganın içinden kendisine bir katır
getirmelerini söyler. Katırın üstündeki semer örtüsü baştanbaşa incilerle ve değerli
mücevherlerle, kumaşın dokusunu tümüyle kaplayacak sıklıkta işlenmiştir. Örtü
tahminen 12.000 duka değerindedir.

Elçi, savaşçı bir delikanlı çevikliğiyle, kimseden yardım beklemeden katırın


üstüne atlar. Yeniçeri Ağası atıyla onun yanında yer almak isterse de, tecrübeli elçi
onu fark etmemiş gibi davranarak önünden geçer. Yeniçeri ağasını kendisiyle aynı
hizada yürümeye layık görmüyormuş izlenimini veren gururlu bir tavır içindedir.
Birkaç adım ilerledikten sonra, kalabalığın içinden bir görevlinin ikazı üzerine durur
ve ağanın yaklaşmasını bekler.

Elçinin maiyetindekiler eşeklere binerek peşinden giderler. Padişaha


sunulacak olan armağanlar ve halılar da eşeklere yüklenmiştir. Böylece görkemli bir
kafile halinde Elçi Hanı yakınındaki konuta gelirler. Elçinin maiyetindekilerin hiçbir
şeyi umursamaz bir tavırla sokaklara dağılmaları, rahat tavırları, kimselere soru
sormamaları, hiçbir şeye aldırmamaları, insanlarla ve yaptıkları işlerle
ilgilenmemeleri Schweigger tarafından şaşkınlıkla karşılanmıştır.

Đran elçisi padişahın huzuruna davet edildiği zaman, onu kabul odasına
götürecek olan görevliler, belindeki kılıcı dışarıda bırakmasını, padişahın karşısına
silahlı olarak çıkmanın uygunsuz olacağını söylerler. Elçi’nin asi ve kendini
beğenmiş tavırları burada da görülür. Elçi biraz direndikten sonra kılıcını çıkarıp
teslim etmeye razı olur. Bunun üzerine ellerinden tutularak padişahın yanına
götürülür.

Schweigger, almış olduğu istihbari bilgilerden hareketle, Đran elçisinin barış


anlaşması yapmak bahanesiyle geldiğini, ama asıl niyetinin padişahın düşüncelerini
keşfederek, ileride yapılacak olan savaşta Türklerin karşısına daha tedbirli ve güçlü
çıkabilmeyi sağlamak olduğunu ileri sürüyor.

104
Padişahın huzuruna kesinlikle armağansız çıkılamayacağını bilen Đran elçisi,
beraberinde birkaç külçe firuze taşı getirmişti. Bunlar tıpkı topraktan çıkarıldıkları
gibi, temizlenmemiş ve işlenmemiş durumdaydılar. Elçi bundan başka padişaha çok
değerli hattı olan iki de Kur’an-ı Kerim armağan eder.

Schweigger, gelen elçilik heyetindeki Đranlıların giysilerini de


betimlemektedir. Türklerden farklı bulduğu bu elbiseler ve özellikle tepesinden çıkan
yarım arşın boyundaki kırmızı, sarı, yeşil vb renklerde olan sivri uçlu sarıklar
dikkatini çekmiştir. Paralı olanların buralara boydan boya kıymetli taşlar
yerleştirdiğini söyler. Giydikleri elbiselerin kumaşlarının dokularına çeşitli süvari,
silahşor, aslan, ayı gibi çeşitli resimler işlediklerinden bahseder. Onların farklı olan
yönlerini şöyle anlatır:

“Bu tarzda dokunmuş kumaşlardan yapılma elbiseleri çoğunlukla zengin ve


itibarlı kişiler giyerler. Elçi at üstünde saraya gelirken, üzerinde bükümlü ipekten
dokunmuş beyaz bir giysi vardı. Đranlıların çoğu, içi astarlanıp arası pamukla
beslendikten sonra üstünden sıra sıra dikişlerle sağlamlaştırılmış çoraplar
giymektedirler. Sanırım bundan amaçlanan, bacaklarına vurulan bir darbeyi
hafifletmektir. Gövdelerini ise yuvarlak kalkanlarla korurlar. Yolda yürürken,
yeniçeriler gibi, ellerinde ya bir değnek ya da bir Mısır kamışı tutarlar ve buna
dayanırlar. Savaşırken tıpkı Araplar gibi kılıç, kalkan ve mızrak kullanırlar242”.

Minyatürlerini kullandığımız Sultan Murad Şehinşahnamesi’nin 1. cildinde


XVI. asır Osmanlı minyatür sanatının en güzel örneklerini görürüz. Seyyid Lokman
b. Hüseyin el-Aşûrî el-Urmevî (vefatı 1601) tarafından Sultan III. Murad döneminin
1574-1581 yılları arasındaki olayları Farsça manzum olarak kaleme alınmıştır. 1581
yılında III. Murad’a sunulan Şehinşahname’nin 2. cildi ise, 1592 yılında
tamamlanarak III. Mehmed (1595-1603)’e sunulmuştur243.

242
Salomon Schweigger, a.g.e., s. 90-91.
243
Bkz. Aksu, Hüsamettin: “Sultan III. Murad Şehinşahnamesi”, Sanat Tarihi Yıllığı IX-X, ĐÜEF
Sanat Tarihi Enstitüsü, 1979-1980, s. 1-22; Ayrıca bkz. Serpil Bağcı, Filiz Çağman, Günsel Renda,
Zeren Tanındı, Osmanlı Resim Sanatı, Đstanbul, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., 2006, s. 124-131;

105
Minyatürlerdeki elçi kabulünün geçtiği mekânlar çok daha gerçekçi olarak
resmedilmiştir244. Đki sayfa halinde düzenlenen sahnelerin birinde (y. 28b) Kubbealtı
ve avlu, diğerinde (y. 29a) revaklı avlu, gerisinde Arz Odası resmedilmiştir. Padişah
Arz Odası’nda tahtında oturmaktadır. Tahtın gerisinde silahdar ve ibrikdar ağalar yer
almaktadır. Elçi tahtın önündedir. Geri planda elçinin maiyeti görülmektedir ve
kalabalıktır. Đran elçisi tarafından getirilen hediyeler sunulurken, elçi de padişaha
tazimde bulunmak için arzdadır245. Elçi kabulünü gösteren bu sahnede, elçiyi koluna
girerek huzura getiren kapıcılar yoktur. Avluda hediyeleri taşıyan yeniçeriler
diyagonal sıralama yerine S şeklinde bir sıraya girmişlerdir. Hediyeleri taşıyan
yeniçerilerin sırası Kubbealtı önünden Arz Odası’nın kapısına kadar uzanmaktadır.
Hediye taşıyan yeniçerilerin gerisinde elçinin maiyetinden bir grup, kapıağalarıyla
birlikte hediye yığınlarının başında durmaktadır. Đran elçisi Maksud’un kabulü
esnasında, üç defterdar Kubbealtı’nda oturmaktadır. Nişancı ise bu sırada tuğra
çekmektedir.

Bkz. Filiz Çağman, Zeren TANINDI, Topkapı Sarayı Müzesi Đslam Minyatürleri, Tercüman Sanat
ve Kültür Yayınları I, Đstanbul 1979, s. 62.
244
Zeren Akalay, a.g.t., s. 333.
245
Fetvacı, Emine: “The Production Of The Şehname-i Selim Han”, Muqarnas, An Annual on the
Visual Cultures of the Islamic World, Volume 26, 2009, Leiden Boston, s. 276, 278-280.

106
2.1.4. III. Ahmed Dönemi (1703-1730)
2.1.4.1. Hollanda Devleti Elçisinin Kabulü

Resim 22: Büyükelçi Cornelis Calkoen.


(Eveline Sint Nicolaas vd., Kat. No. 1’den ayrıntı.)

Jean-Baptiste Van Mour 9 Ocak 1671’de Fransız Flandr’ındaki


Valenciennes’de doğmuştur. Bu kent pek çok ünlü sanatçıya sahip olmakla övünür.
Ayrıca sultana gönderilen ilk elçiler, Shepperler, Rym’lar, Busbecq’ler Flandr asıllı
idiler. Bu elçiler Türkiye’ye giderken beraberlerinde ressam da götürmüşlerdi. Bu bir
gelenek oluşturdu ve genç yaştaki Van Mour’da onların izinden giderek kralın elçisi
M. De Ferriol ile Đstanbul’a gelmiştir. Van Mour ilk başarılarını elçi Ferriol’e
borçludur.246

246
Auguste Boppe, 18.Yüzyıl Boğaziçi Ressamları, Çev. Nevin Yücel Celbiş, Pera Turizm ve Ticaret
A.Ş., Đstanbul 1998 , s. 4-5.

107
Đstanbul’dan ülkelerine dönerken bir anı götürmek isteyen gezginler Osmanlı
kostümlerini konu alan resimleri satın alıyorlardı ve bu nedenle bu resimleri yapan
ressamlar Đstanbul’da bulunuyordu. Van Mour da Osmanlı Đmparatorluğu’nun en
gösterişli ve şık giysilerini içeren saray mensupları içinde önemli ve önemsiz kişiler,
Macar, Tatar, Yunalı gibi yabacıları ve doğunun çeşitli kadınlarını resmetmiştir ve
Đstanbul’da kariyerinin başlangıcında yüzün üzerinde küçük boyutlu tablo yapmıştır.
Elçi, Fransa’ya dönünce bu albümü bastırmıştı. Albüm çok ses getirdi ve kısa sürede
üç baskı yaptı.247

Ünlenen Van Mour’un atölyesi elçilerin, saray erkânının, yabancı heyetlerin


ve gezginlerin uğrak mekânı olmuştu. Van Mour’u çalışırken izlemek için gelen bu
kişiler o dönem moda olan şekilde Osmanlı kıyafetleri içinde resimlerini
yaptırıyorlar ve ülkelerine döndüklerinde büyük sükse yapıyorlardı248.

Van Mour tablolarında Đstanbul limanına girişin görüntüsünü, Boğaz’daki


yerleşim yerlerini betimlemiştir. Kimi kez Üsküdar’ da bir Türk cenaze törenini, kimi
kez Taksim tepelerinde mezar başında ağlayan Rum kadınları resmediyordu. Bazı
tuvallerinde de Ermenilerin, Rumların düğün törenleri görülüyordu249.

Van Mour uzun süre Doğu’da yaşadığından başka yabancıların giremediği


yerlere girebilmiştir. Böylelikle küçük oda içi görüntüleri resmetmiştir. Bunlar Türk
kadınlarını banyoda ya da süslenirken gösteren resimlerdir. Ayrıca Van Mour Pera
Tepeleri’nde yaşayan Mevlevileri de resmetmiştir250.

Van Mour’un en önemi eserleri arasında Osmanlı’daki ihtişamlı törenleri


yansıttığı tabloları bulunmaktadır. Bu tablolarda elçilerin sadrazam ve Sultan’ı
ziyaretleri esnasındaki alay ve teşrifatı çizmiştir. Bu resimleri Osmanlı’ya gelen
elçiler, heyet başkanları ve elçilerin yanındaki görevliler alıyorlardı. Ülkelerine
döndüklerinde yaşadıkları ihtişamlı töreni göstermek istiyorlardı.

247
Aguste Boppe,a.g.e., s. 5-7.
248
Aguste Boppe, a.g.e., s. 13.
249
Aguste Boppe, a.g.e., s.14.
250
Aguste Boppe, a.g.e., s. 14-15.

108
Van Mour, siparişlere zor yetişiyordu ancak Osmanlı Devleti’nin resmi
törenlerinin değişmezliği işini kolaylaştırıyordu. Öyle ki, XV. yüzyılda sultanın bir
Fransız elçisini kabulünden Sultan Mahmud’un reformlarına kadar bir değişiklik
olmamıştır. “Üç yüzyıla yakın bir süre, aynı sarayın aynı salonunda, vezirler ve
görevliler, geleneğin kuralları gereği, hiç değişmeyen kostümler, tavırlar, jestler ve
sözcüklerle, yabancı elçileri kabul etmişlerdir. Bu hiçbir şeyin kıpırdamadığı dekor
içinde sadece sultan değişiyordu”251.

Van Mour, otuz yıl kadar hüküm süren III. Ahmed döneminde yaşamıştı.
Böylelikle, sanatçı tuvalinin fonuna Türk figürlerini yerleştirdikten sonra, resimlerini
yapacağı elçilik mensuplarını ve onlara eşlik eden kapıcıları gruplaştırıyordu.
Bunların duruşları da daha önceden belirlendiği için değişmezdi zaten. Bu nedenle
ilk bakışta birbirine çok benzeyen bu tablolar ancak dikkatle incelendiğinde
aralarındaki küçük farklılıklar seçilebilir. Van Mour, bu kabul törenlerini eksiksiz
resmetmiştir hatta denilebilir ki, ne bir rapor ne bir seyahatname huzura kabul
törenlerini bu kadar iyi yansıtamaz252. Van Mour, 25 Kasım 1725 tarihinde “Kral’ın
Doğu’daki ressamı unvanını almış, 22 Ocak 1737’de Đstanbul’da vefat etmiş ve
Galata’da gömülmüştür.

Van Mour’un çağdaşı Levnî’nin (öl. 1732) bazı minyatür çalışmalarını bu


kısımda küçük de olsa bir karşılaştırma olsun diye kullanacağız. “Çanak yağması”
sahnesindeki (resim 25, 26) iki sanatçının benzer çizimleri, yine “iki has odalı”
(resim 30, 31) figürlerindeki aynı benzer çizimleri yan yana getirerek, dönemi
resimleyen iki farklı sanatçıyı göstermek istedik. Yine aynı düşünceyle, Levnî’nin
yabancı elçileri betimlediği bir sahne (resim 32) de arada kullanılmıştır.

251
Aguste Boppe, a.g.e., s.18.
252
Aguste Boppe, a.g.e., s.18-21; Bugün büyük çoğunluğu Amsterdam Rijksmuseum’da bulunan bu
tablolar, hem Hollanda’da (2003 yılı temmuz ayında) ve hem de Đstanbul’da (2003 yılı Aralık ayında)
sergilendi.

109
Resim 23: Sultan III. Ahmed’in Cornelis Calkoen’u kabulü için büyükelçi ve
beraberindekiler yeniçerilerin “çanak yağması” sırasında Topkapı Sarayı Đkinci
Avlusu’nda. Jean-Baptiste Vanmour. (Eveline Sint Nicolaas vd., Kat. No. 24’ten
ayrıntı.)

110
Elçilik heyetinin avluya girmesiyle beraber avluda bir hengâme kopar.
Elçinin ve maiyetinin gözleri önünde, Divan tarafından mutfaklara doğru koşan
binlerce yeniçerinin meydana getirdiği ilginç bir sahnedir bu253. Gürültülü ve oldukça
hareketli bu durum, gelen elçilik heyetini heyecanlandırır ve hatta korkutur. Bu
aslında psikolojik olarak elçilik heyetine verilen bir mesajdır. Bu gürültüyü yapan
yeniçerilerin yine aynı avluda saatlerce ayakta bir heykel gibi hareketsiz durmaları
ise tezat bir durum gibi görünse de, saray teşrifatının ve uygulamalarının ciddiyeti
hakkında bizlere bilgi vermektedir. Đlgili resimlerde (resim 23, 24), elçi ve maiyeti
gümüş kaplı tören asalarıyla yere vurarak önlerinde yürüyen teşrifatçılarla beraber
bir yandan yürüyorlar, diğer yandan da avludaki bu hengâmeyi şaşkın gözlerle
izliyorlar254.

253
Zarif Orgun, a.g.m., s. 407.
254
Eveline Sint Nicolaas vd., Jean-Baptiste Vanmour: Lale Devri’nin Bir Görgü Tanığı, Eveline
Sint Nicolaas vd., Haz. Melis H. Seyhun, Arzu Karamani Pekin, Çev. Reyhan Alp, Sevin Okyay,
Linda Stark, Koçbank, 2003, s. 15.

111
Resim 24: Sultan III. Ahmed’in Cornelis Calkoen’u kabulü için büyükelçi ve
beraberindekiler yeniçerilerin “çanak yağması” sırasında Topkapı Sarayı Đkinci
Avlusu’nda. Jean-Baptiste Vanmour. (Eveline Sint Nicolaas vd., Kat. No. 24’ten
ayrıntı.)

Avluda o gün için toplanmış ve ulûfelerini alan yeniçerilere çorba, etli pilav
ve zerdeden oluşan yemek verilirdi. Ulûfelerini almış yeniçerilerin “çanak yağması”
sahnesi bu kompozisyonda yer almaktadır.

112
Resim 25: Çanak Yağması, Surname-i Vehbi, TSMK, A. 3593, y. 23a.

Levni’nin bu minyatürüne yansıyan halini gördüğümüz “çanak yağması”


sahnesinde yaşananlar da aynıdır. Figürlerdeki hareketlilik ve yaşanan heyecan
kompozisyonda olduğu gibi yalın haliyle görülmektedir. Levni ve Vanmour, iki ayrı
sanatçının aynı sahneyi fırçalarında buluşturmaları bu olsa gerek.

113
Resim 26: Çanak Yağması. Jean-Baptiste Vanmour.
(Eveline Sint Nicolaas vd., Kat. No. 24’ten ayrıntı.)

Van Mour’un “çanak yağması” sahnesinde yeniçerilerin tüm heyecanı,


canlılığı ve elçilere ürperti veren coşkusu bu kompozisyonda başarılı bir şekilde
uygulanmıştır. Figürlerdeki hareketlilik tüm gerçekçiliği ile tuvale yansımıştır.
Vanmour’un en önemli özelliği de buydu zaten.

114
Resim 27: Sultan III. Ahmed’in Cornelis Calkoen’u kabulü öncesinde Sadrazamın
Büyükelçi ve beraberindekilere Kubbealtı’nda verdiği yemek. Jean-Baptiste
Vanmour. (Eveline Sint Nicolaas vd., Kat. No. 25’ten ayrıntı.)

115
Dîvân toplantısından sonra elçilere yemek verilmesi uygulanagelen bir adetti.
Yukarıdaki sahnede büyükelçi ve beraberindekilere Kubbealtı’nda verilen yemek
görülmektedir. Büyükelçi sadrazamın sofrasına oturmuştur. Alçak bir tabure üstünde
oturan elçinin sağında ve solunda tercümanlar durmaktadır. Büyükelçinin solunda
kâtip Rigo ve adli sorumlu Rombouts vezirlerin masasında yemek yemektedirler.
Diğer elçilik maiyeti ise, hazineden sorumlu vezirin masasında oturmaktadırlar.
Gümüş tepsiler içinde sunulan yemeği gelen konuklar ekmek ve fildişi kaşıklarla
yediler255. Duvarda kemerin arasında “sultanın gözü” diye de adlandırılan kafesli bir
pencere bulunmaktadırr. Padişahın ne zaman gelip Dîvân toplantısını dinlediği asla
bilinmezdi. Bu, Fatih Sultan Mehmed’in koyduğu bir kanundu.

255
Eveline Sint Nicolaas vd., a.g.e., s. 15.

116
Resim 28: Sultan III. Ahmed’in Cornelis Calkoen’u kabulü öncesinde Sadrazamın
Büyükelçi ve beraberindekilere Kubbealtı’nda verdiği yemek. Jean-Baptiste
Vanmour. (Eveline Sint Nicolaas vd., Kat. No. 25’ten ayrıntı.)

117
Resim 29: Sultan III. Ahmed ve iki has odalı. Jean-Baptiste Vanmour. (Eveline Sint
Nicolaas vd., Kat. No. 6’dan ayrıntı.)

Resim 30-31: Đki Has Odalı, Levni ve Vanmour’un fırçalarından.

118
Vanmour’la aynı çağı paylaşmış olan Levnî’nin yabancı elçilerle ilgili
aşağıdaki muhteşem minyatürünü de buraya almayı uygun bulduk. XVIII. yüzyılın
başında görünen ve Esin Atıl’ın tabiriyle minyatür sanatının ikinci klasik dönemi
sayılabilecek bu dönemin en ünlü sanatçısı Levnî karşımıza çıkar. Lale Devri olarak
da bilinen bu dönemi en güzel yansıtan eser hiç şüphesiz ki, Seyyid Vehbî’nin
yazdığı Surname-i Vehbî’dir. Bu eserle birlikte Osmanlı minyatür sanatı hem zirveyi
yakalamış ve hem de sonrasında bitime doğru yol almaya başlamıştır256.

Resim 32: Yabancı Elçiler, Surname-i Vehbi, TSMK, A 3593, y. 140a

Surnamede bizi ilgilendiren elçilerle ilgili bir sahnedeki görüntü oldukça


ilginçtir. Bu sahnenin en ilginç noktası o gün düğüne davet edilen Fransız ve Rus
elçilerinin tasvirleridir. Bunlar sahnenin solunda, kendi milli kıyafetleri ile ve
Avrupa tarzı koltuklara oturmaktadırlar. Hemen arkalarında ellerinde asalarıyla iki
görevli yeniçeri ayakta durmaktadır. Avrupalıların bu oturuş şekli, minder ve halılar

256
Esin Atıl, “Minyatürlerle Osmanlı Tarihi”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, S. 32, Mayıs 1970,
s.71.

119
üzerinde bağdaş kurarak oturmakta olan Osmanlı padişahı ve diğer devlet erkânına
tam bir tezat teşkil eder. Sahne ve kompozisyon oldukça gerçekçidir257.

Resim 33: Sultan III. Ahmed’in Cornelis Calkoen’u Kabulü. Jean-Baptiste Vanmour.
(Eveline Sint Nicolaas vd., Kat. No. 26’dan ayrıntı.)
257
Bkz. Esin Atıl, a.g.m., s. 72; Bkz. Hafız Mehmed Efendi: Şehzadelerin Sünnet Düğünü, Sûr-ı
Hümâyûn, 1720, Yayına Hazırlayan: Seyit Ali Kahraman, Đstanbul, Kitap Yayınevi, 2008, s. 131;
Ayrıca Bkz. Vehbî: Sûrnâme Sultan Ahmet’in Düğün Kitabı, Haz. Prof. Dr. Mertol Tulum,
Đstanbul, Kabalcı Yayınevi, 2008; Bkz. Filiz Çağman, “Minyatür”, Osmanlı Uygarlığı II, Yayına
Hazırlayanlar: Halil Đnalcık, Günsel Renda, Kültür Bakanlığı Yay., Đstanbul 2003, s. 926-931; Serpil
Bağcı, Filiz Çağman, Günsel Renda, Zeren Tanındı, a.g.e., s. 267.

120
Yakın plandan da görüldüğü gibi, resimdeki (Resim 33) elçinin, maiyetinin
ve tercümanların üzerlerinde oldukça parlak desenli hil’atler vardır. Sahnenin
arkaplanında görülen küçük şehzadelerin gelen elçiye ve maiyetine meraklı ve
dikkatli bakışları kompozisyonu tamamlamaktadır. Elçinin hemen yanındaki figürün
(elçilik kâtibi Rigo) elinde tuttuğu, Padişaha sunulmak üzere elçinin beraberinde
getirdiği namesi olsa gerek. Büyükelçi Flamanca yaptığı konuşmasında iki devletin
arasındaki iyi ve dostane ilişkilerin bunanda sonra da devam etmesi gerektiğine dair
umudunu ifade etti. Konuşmasından sonra yeniden yerlere kadar eğilip selam
verdikten sonra, itimatnameyi kâtibi Rigo’dan alır ve Bab-ı Âlî dragomanına sunar.
Mektup, padişahın sol tarafında bulunan ağzı açık küçük yazı kutusuna konulana
kadar temayüllere uygun olarak elden ele geçirilir. Büyükelçinin konuşması
Türkçe’ye çevrildikten sonra, sadrazam cevap verir. O da dostane ilişkilerin devam
edeceğini söyler. Tören bu şekilde sona erer258.

Padişaha getirilen armağanların bir kısmı Hollanda’dan, bir kısmı Paris’ten ve


Đstanbul’dan alınan ve Padişaha sunulan armağanlardır. Bunların arasında hiç
şüphesiz en değerlisi, en yüksek kalitede Flemenk ipliğinden dokunmuş olan saten ve
kadife yeleklerdi. Geniş ve oldukça zarif kristal bir dolap, içinde kumaştan yapma
çiçekler bulunan iki gümüş filigre vazo, pahalı kokulu yağlar içeren küçük bir dolap,
on ayak uzunluğunda bir teleskop, içinde dört adet gözlüğün bulunduğu çok güzel
işlenmiş bir kutu, içlerindeki çeşir çeşit şekerlemelerle dolu on iki porselen kap
dikkat çeken hediyelerdendi. Đlginç bir hediye daha vardır ki, aslında bu bir nevi
saray tarafından sipariş üzerine getirilmiştir: Yangın söndürme cihazları259.
Yangınların çokça görüldüğü Đstanbul’da böyle bir ihtiyacın giderilmesi
düşünülmüştür.

258
Eveline Sint Nicolaas vd., a.g.e., s. 16.
259
Eveline Sint Nicolaas vd., a.g.e., s. 18.

121
Resim 34: Sultan III. Ahmed’in Cornelis Calkoen’u Kabulü. Jean-Baptiste Vanmour.
(Eveline Sint Nicolaas vd., Kat. No. 26’dan ayrıntı.)

Yakın plan bir başka ayrıntıda padişahı görmekteyiz (Resim 34). Yüzü
vezirine dönüktür. Tercüman eğilerek tazimde bulunurken, vezirin yönü de padişaha
doğrudur. Sadrazam bu sahnede görülmemektedir, solda padişahın hemen sağında
durmaktadır. Baldaken tarzı ve oldukça değerli taşlarla süslü tahtında padişah, selimi
tarzdaki ve sorguçlu sarığı ile ellerini dizlerine koymuş, yakalarında ve omuz
kenarlarında siyah renkli kürkleri olan altın sarısı bir kaftan giymiştir. Tahtın
üzerinde dayalı vaziyette murassa bir kılıç, ağzı açık küçük bir yazı kutusu, elçinin
getirdiği namenin üstüne konulacağı yine altın sarısı renginde bir minder ve arkada
iki adet sarık görülmektedir.

122
Resim 35: Sultan III. Ahmed’in Cornelis Calkoen’u Kabulü. Jean-Baptiste Vanmour.
(Eveline Sint Nicolaas vd., Kat. No. 26’dan ayrıntı.)

Arz Odası’ndaki 14 Eylül 1727 tarihli260 bu kabul sahnesinde (Resim 35),


üzerlerine hil’atler giydirilmiş elçilik heyetine mensup kişiler, padişaha arz edilmek
için sıralarının gelmesini beklemektedirler. Padişahın oturduğu taht, değerli taşlarla
süslenmiştir. Yerdeki halının aralarına inciler dizilmiş ve altın tellerle dokunmuştur.
Her bir elçilik mensubunun iki tarafında onları kollarından tutan kapıcılar
durmaktadır. Sahnenin önündeki tercüman eğilerek Padişaha tazimini sunuyor.
Samur kürk astarlı beyaz saten bir tören kıyafeti giymiş olan sadrazam, Padişahın

260
Auguste Boppe, a.g.e., s. 30.

123
hemen sağında ve diğer iki vezirden ayrı tek başına ayakta durmaktadır. Başında üç
tuğlu paşaları diğerlerinden ayıran üçgen sarıklardan biri (kallavi) vardır. Sadrazamın
yakınındaki yeşil kaftanlı ve kallavi başlık giymiş olan kişilerden birisi Kaptanpaşa,
diğeri ise, padişahın damadı Ahmed Paşa’dır261. Padişahın vakur duruşu ve tahtın
hemen yanıbaşındaki şehzadelerin meraklı bakışları kompozisyona yansımıştır.
Resim oldukça canlıdır ve belgeseldir.

261
Eveline Sint Nicolaas, “Eski Arşivler, Yeni Görüşler”, Jean-Baptiste Vanmour: Lale Devri’nin
Bir Görgü Tanığı, Eveline Sint Nicolaas vd., Haz. Melis H. Seyhun, Arzu Karamani Pekin, Çev.
Reyhan Alp, Sevin Okyay, Linda Stark, Koçbank, 2003, s. 109-110.

124
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
SEYYAHLARIN GÖZÜNDEN OSMANLI DEVLETĐ’NDE ELÇĐ KABUL
TÖRENLERĐ

Seyahatnameler elçi kabullerinin çokça geçtiği ve o güne dair yaşanmışlıklara


yer verilen eserler olduğundan, seyahatnamelere ayrı bir bölüm açılma ihtiyacı
duyuldu. Açılan bu kısımda tezin başlangıcında ele alınan 16. ve 18. yüzyıllar
arasındaki döneme ait bir kısım seyahatnamelerdeki elçi kabulleriyle ilgili konular
ele alınmıştır. Padişahla görüşmeye gelen daha doğrusu “Arz’a kabul edilmeyi”
bekleyen ve “Arz Odası’nda262” padişah tarafından kabul edilen elçilerin bu kabule
dair izlenimlerini görme açısından seyahatnameler önemli birer belgedir. Ele
aldığımız seyahatnamelerdeki elçi kabulü ile ilgili bölümleri alıntı yaparken, ilgili
eserin künyesi dipnotta açıkça belirtilmiştir. Yer yer özetlemeler yapılmış, aralarda
uygun görülen yerlerde kendi yorumlarımız da eklenmiştir. Bazen de ilgili metin
olduğu gibi alınmış ve bu kısımlar italik harflerle dipnotlu olarak belirgin bir hale
getirilmiştir.

3.1. Seyahatnamelerde Elçi Kabulleri (16. Yüzyıl)

3.1.1. Ogler Ghiselin de Busbecq’in “Türk Mektupları”263”


Đsimli Eserine Göre Elçi Kabulleri

O. Ghiselin de Busbecq, diplomat, seyyah, dilbilimci ve eski eser meraklısı


olarak 16. yüzyılda Đstanbul’a gelen en önemli kişilerden birisidir. Kanuni Sultan
Süleyman’ın tahtta olduğu döneme denk gelen ve Ferdinand’ın 1551 yılında
antlaşmalara aykırı olarak ani Transylvenia baskını sonrasında, Osmanlı
Đmparatorluğu ile Avusturya arasındaki bozulan diplomatik ilişkileri düzeltmek için
1554 yılında Đstanbul’a gönderildi. Daha önceden gönderilmiş olan Avusturya’nın en
önemli diplomatlarından birisi olan John Maria Malvezzi’nin Kanuni tarafından bu
262
Kimi elçi kabulleri Arz Odası’nda olduğu gibi, kimileri de Padişahın otağında yani “Otağ-ı
Hümayun”’da gerçekleşmiştir.
263
O. Ghiselin Busbecq, Türk Mektupları, Türkçesi Hatice Özkan, Ark Yayınları, Đstanbul 2002.

125
baskın sonrasında tutuklanmasının ardından Đstanbul’a gönderilen Busbecq’in en
önemli görevi, Türklerin Macaristan akınlarını diplomasi yoluyla durdurmak ve
ülkesine zaman kazandırmaktı.

Busbecq, iki defa geldiği Đstanbul’da 1562 yılına kadar kaldı ve ülkesi
Avusturya’nın çıkarlarını başarılı bir şekilde korumuş bir diplomat olarak
Türkiye’den ayrıldı.

3.1.1.1. Đstanbul’a Gidilirken Đzlenen Yol Güzergâhı

Ferdinand’dan aldığı emirle hızla Viyana’ya ulaşan Busbecq, Đstanbul’a


giderken şu güzergâhı izlemiştir: Fischament, Komorn, Vega Nehri üzerinden Gran,
Buda, Tuna Nehri yoluyla Belgrad, Jagodina, Niş, Sofya, Filibe, Edirne, Çorlu,
Silivri, Đstanbul.

3.1.1.2. Elçi ve Maiyetini Karşılayan Osmanlı Đmparatorluğu Görevlileri

Busbecq, Viyana’da Ferdinand’ın özel danışmanlarından John Van der


aracılığıyla Ferdinand’ın huzuruna çıkar. Komorn valisi John Pax’ın 16 kişilik
koruma tahsis etmesiyle Gran’a kadar yoluna devam eder. Gran yolunda geniş bir
ovada giderlerken kendilerini karşılamaya Türk süvarileri gelir. Bu arada 16 kişilik
Macar süvari bölüğü Türk süvarilerinin gelmeleri üzerine geri dönerler. Türk
süvarileri arabasının yanına gelip, Busbecq’e selam verirler ve tercümanları aracılığı
ile resmi konuşmalar yapılarak yola devam edilir.

Bir süre sonra, rengârenk giyim kuşamlarıyla oldukça göz kamaştıran 150
kişilik bir süvari birliği daha Busbecq ve maiyetine eşlik etmeye başlar. Süvari
birliğinin başındaki zabit gayet nazik bir edayla Busbecq’e selam verir, hal hatır
sorar ve yolcuklarının nasıl gittiğine dair bilgiler alır. Gran’a kadar bu birlik
güvenliği sağlamak amacıyla Busbecq ve maiyetine eşlik eder. Burada da görüldüğü
gibi, elçilik ve elçilik maiyeti sınırlardan itibaren özel görevli birliklerin denetiminde

126
ve eşliğinde Türk toprakları içinde ilerlemekte ve Đstanbul’a doğru güvenli bir
şekilde yol almaktadır.

Elçilik heyeti Gran’a vardığında kendilerine ayarlanan yerlerde dinlenirler.


Heyetin ertesi gün Gran’daki ilk diplomatik teması Sancak Beyi ile olur. Buradaki
Sancak Beyi Busbecq’e hoş geldin der, geliş amacının ne olduğunu sorar, barışı
sağlamak konusunda tavsiyelerde bulunur ve iyi yolculuklar temennisinde
bulunur264.

Sonrasında Sancak Beyi, Busbecq ve maiyetini etkilemek için emrindeki


askerlere bir takım savaş oyunları ve spor amaçlı gösteriler yaptırır. Bu uygulamada
görüldüğü gibi, elçilik heyetlerine en alt kademeli devlet görevlilerinden başlayarak
bilinçli bir etkileme çalışması yapılmaktadır. Sancak Beyi, uygun bir yere kadar
kendisine bağlı süvari alayı ile birlikte heyete eşlik eder, hayırlı yolcuklar diler ve
geri dönerken de, Busbecq’e yol için kılavuzlar bırakır.

Elçilik ve maiyeti Buda’ya yaklaşılınca heyeti karşılamaya çavuşlar gelir ve


heyetin ihtiyaçlarıyla ilgilenirler. Hasta olan Paşa Busbecq’i ziyaret etmesi ve
selamlaması için bir adamını gönderir. Burada bir süre hasta Paşa’nın iyileşmesi
beklenir.

3.1.1.3. Yeniçerilerle Đlk Karşılaşma, Şaşkınlık ve Hayranlık

Busbecq, batılıların korkulu rüyası olan yeniçeri askerlerini ilk defa burada
görür. Yeniçeriler kendisini ikişerli gruplar halinde ziyaret ederler. Yemek salonunda
yapılan bu kabul töreninde, yeniçeriler hafif koşar adımlarla gelip, el etek öper gibi
bir selamlamayla Busbecq’e hoş geldin derler ve ellerinde bir demet sümbül yahut
nergis takdim ederek, yine aynı hürmetle geri geri çıkarak kapıya doğru çekilirler.
Kapının önüne geldiklerinde ise, ellerini göğüslerinde birleştirerek ve gözlerini yere

264
Ayrıca Bkz. Karl Teply, Dersaadet’te Avusturya Sefirleri, Çev. Prof. Dr. Selçuk Ünlü, Ankara,
Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., 1988, s. 62-63.

127
dikerek, sessiz ve hürmetkâr bir edayla sabit dururlar. Busbecq’in kendilerine takdim
ettiği birkaç kuruş hediyeyi aldıklarında da yine aynı saygı içinde teşekkür ederek,
iyi dilek ve dualarla oradan ayrılırlar.

Bu alışılagelmemiş durum Busbecq’i çok etkiler. Bu duruma hayranlık duyar


ve hatta “bunlar her gittikleri yere dehşet salan ünlü yeniçeriler olduğu halde, bana
yeniçeri oldukları söylenmemiş olsa, onları bir tür Türk keşişi veya tarikat üyesi
zannederdim”265 der.

Busbecq, 7 Aralık’ta Paşa’nın huzuruna kabul edilir. Burada elçi kabulü


çerçevesinde bir görüşme olur. Busbecq Paşa’ya çeşitli hediyeler takdim eder, savaşa
neden olan Türk askerlerinin kötü davranışlarından şikâyetçi olur, ateşkesin ihlaliyle
kendilerinden alınan yerlerin iadesini ister. Kanuni Sultan Süleyman’ın hükümdarına
yazdığı ve Đstanbul’a bir elçi gönderildiği takdirde, alınan bu yerlerin iadesinin
yapılacağını bildiren mektuptan söz eder. Bu görüşmeden memnuniyetsiz olarak
ayrılan Busbecq, yoluna Tuna üzerinden devam eder. Kendisine ve maiyetindekilere
24 kürekçili bir tekneyle çekilen bir tekne tahsis edilir. Yol güzergâhı boyunca
Busbecq ve ekibi, kara yolcukları sırasında kervansaraylarda, hanlarda ve bazen de
barakalarda kalırlar.

3.1.1.4. Đstanbul’a Varış

Busbecq ve heyeti 20 Ocak’ta Đstanbul’a vardığında, Padişah Saray’da


değildi. Şehirde vali Hadım Đbrahim Paşa ve o dönem itibariyle artık itibarı kalmamış
olan Rüstem Paşa vardı. Busbecq, burada diplomatik bir zekâyla ilerisini düşünerek,
Rüstem Paşa’ya bir ziyaret gerçekleştirir ve O’na birtakım hediyeler takdim eder. Bu
arada gelişini bildirmek için, Padişaha bir ulak gönderir. Cevabı beklerken de şehri
gezme fırsatını bulur.

265
O. Ghiselin Busbecq, a.g.e., s. 19.

128
3.1.1.5. Busbecq’in Amasya’ya Gidiş Güzergâhı

Busbecq’in gelişini haber alan Kanuni Sultan Süleyman, elçinin Amasya’ya


getirilmesi için emir verir. Busbecq ve ekibi 9 Mart’ta Üsküdar’a geçer. Sonrasında
konaklaya konaklaya şu yollardan geçerek yollarına devam ederler: Kartal, Gebze,
Đzmit, Đznik, Yenişehir, Akbıyık, Pazarcık, Bozöyük, Ankara. Ankara, elçilik
heyetinin 19. durağıdır. Ankara’da bir süre konaklarlar, zira aynı zaman biriminde
Amasya’ya varması planlanan Đran Elçisi’nin beklenmesi gerekmektedir. Kızılırmak
kıyılarına ulaşılıp Amasya’ya varıldığında, tarihler 7 Nisan’ı göstermektedir.

3.1.1.6. Amasya’da Elçilik Heyetini Karşılama ve Đlk Temaslar

Şehre varmadan önce elçilik heyetini bir kısım Türk karşılar ve heyete eşlik
ederler. Elçilik heyetinin şehirde ilk olarak saygılarını sunmak üzere, ziyaret ettiği
kişi Veziriazam Ahmet Paşa’dır. Diğer paşalar da sırasıyla ziyaret edilir ve ilk
müzakereler yapılır. Ama bu diplomatik görüşmelerde paşalar kendi görüşlerini
söylemekten ziyade, gelen elçi heyetini dinlemeyi ve Padişah’ın vereceği kararı
beklemeyi tercih ediyorlardı.

3.1.1.7. Busbecq Padişahın Huzurunda

Busbecq, Padişahın karargâhında gördüğü ve oldukça kalabalık olan yüksek


rütbeli subayların bulundukları mevkilerini hak ederek aldıklarını söyler ve bundan
kıskançlık dolu bir hayranlıkla bahseder. Kanuni Sultan Süleyman’la ilk
karşılaşmasını, daha doğru bir ifadeyle huzura ilk kabulünü şöyle anlatır:

“Sultanın dönüşünde huzura çıkarıldık, fakat Sultan ne tutumuyla ne de


davranışlarıyla tarafımıza, daha doğrusu ikna tarzımıza ve ilettiğimiz isteklere karşı
iyi niyet besliyormuş gibi görünmedi”266.

266
O. Ghiselin Busbecq, a.g.e., s. 60.

129
Padişahın yerden hafif bir yükseklikte oturmuş olduğu sedirin üzerinin,
oldukça kıymetli örtülerle kaplı olduğunu ve ayrıca zarif işlenmiş nakışlı yastıkların
sedirin üstüne yayılmış halde bulunduğunu söyleyen Busbecq, Padişahın yüzünün
ilginç bir sertlik ve asalet ifadesi taşıdığını da aktarır:

“Sultan’ın bulunduğu yere vardığımızda, mabeyincileri silahlarımızı alıp,


bizi öyle huzura çıkardılar. Sultanın elini öpermiş gibi yaptıktan sonra, O’na
arkamızı dönmememiz için geri geri duvara doğru götürüldük. Sultan mesajımı
dinledi, fakat söylediğim sözler beklentiyle uyuşmadığından, küçümsüyormuş gibi bir
ifade takınıp, sadece şu cevabı verdi: “ Güzel, güzel”. Sonra da kaldığımız yere
gitmek üzere izin verildi”267.

3.1.1.8. Busbecq’in Gözünden O Güne Dair Bazı Gözlemler

Busbecq, kendini renklerin dünyasında bulmuştur orada. Özellikle


kıdemlerine göre sıralanmış en küçük rütbelisinden, en üst rütbelisine kadar askeri ve
sivil bürokratların rengârenk ve heybetli kıyafetleri Busbecq’i çok etkilemiştir. Gerek
huzura girişte ve gerekse huzurdan çıkışta görmüş olduğu bembeyaz ipekten sarıklı
insanların, altın, gümüş, erguvan, ipek ve saten ışıltısındaki parlak elbiseleri
Busbecq’te değişik bir dünyanın içinde olduğu düşüncesini oluşturmuştu.

“Hayatımda bundan daha güzel bir manzara görmedim”268 der. Öte yandan
Busbecq, bütün bu ihtişamın içinde var olan ilginç sadeliği ve tasarrufu da fark
etmişti. Giyilen kıyafetlerin farklı görünüyor olmalarına karşın, aslında dikkat
edildiğinde hepsinde yerli yerindelik ve birbirine benzer uyumlu bir düzenin
olduğunu da görmüştür.

Kendi kıyafetlerindeki siyah rengin ağırlığı, vücutlarına yapışan ve kısa olan


biçimsizlikle de dalga geçer, Busbecq. Oysa Türklerin ayak bileklerine kadar inen
kıyafetleri ve onları boylu poslu gösteren kaftanları vardır. Bu ise Türkleri iyice

267
O. Ghiselin Busbecq, a.g.e., s. 60.
268
O. Ghiselin Busbecq, a.g.e., s. 62.

130
heybetli göstermektedir. Busbecq, renklerin Türklerdeki önemini de burada
görmüştür: Siyah renk matem elbisesidir, mor mükemmeliyet verir ama aynı renk
savaşlarda ölümün habercisidir. Beyaz, sarı, mavi, menekşe ve kurşuni renkler ise,
daha çok tercih edilirler ve bir nevi uğur sayılırlar.

Busbecq’in dikkatini çeken önemli bir konu da, bu büyük kalabalığın


sessizliği ve disiplinli halidir. Busbecq‘in karşısında öyle bir tablo vardır ki, bu
tabloda her şey; renkler, kıyafetler ve kompozisyondaki hiyerarşik çeşitlilik, bir
minyatür sahnesindeki gibidir: Padişah merkezdir, merkezdedir, ana unsurdur ve
baskın karakterdir. Asker ve sivil yüksek dereceli bürokratlar ise, hiyerarşik
yapılanmaya göre yerlerini almışlardır. Üst düzey komuta ve idareci bürokratın
oturduğunu söyleyen Busbecq, Yeniçerilerle ilk karşılaşmasındaki şaşkınlığı ve
hayranlığı, belki de bu sefer içinde oluşan heyecanla karışık korkuyu Amasya’daki
huzura kabul öncesinde ve sonrasında da yaşar. Yeniçerilerin uzun bir sıra halinde ve
hiç kıpırdamadan ayakta bekleşmeleri ilginç bir sahnedir. Bu sahne karşısında
Busbecq çok şaşırır:

“O kadar hareketsizdiler ki, çok uzaklarında olmadığım halde, tavsiye


edildiği gibi geleneğe uygun biçimde onları selamladığım zaman, başlarını
salladıklarını görene kadar, “Acaba onlar canlı mı, yoksa heykel mi?” diye
düşündüm”269.

Padişahın korumalarından bahsederken de, hem çok güzel, hem uzun, hem de
mükemmel tımarlanmış atların sırtında eve döndüklerini söyler.

3.1.1.9. Busbecq’in Đran Elçisi Onuruna Verilen Ziyafetle Đlgili


Gözlemleri

Osmanlı Avusturya ilişkilerinin bozuk olduğu bir dönemde elçi olarak gelen
Busbecq, ülkesi adına sadece altı aylık bir ateşkes anlaşması kazanımı

269
O. Ghiselin Busbecq, a.g.e., s. 62-63.

131
sağlayabilmiştir. Aynı tarihlerde (10 Mayıs’ta) Amasya’da bulunan Đran elçisi ise,
Osmanlı-Đran ilişkilerinin düzelmesine katkıda bulunmuştu. Şimdi, bu elçi onuruna
bir ziyafet veriliyordu.

Đran elçisi, Padişah’a arz etmek üzere beraberinde çeşitli hediyeler getirmişti.
Bunların içinde en iyisinden kaliteli dokuma halılar, içi rengarenk çeşitli süslerle
müzeyyen çadırlar, güzel hatlı ve süslemeli Kur’an-ı Kerim, işçiliği mükemmel
koşum takımları, nişanlar, üzerinde kıymetli taşlar bulunan Şam palaları, kalkanlar..

Busbecq, tüm bu olanları seyrederken, bir yandan da Türklerin iki ayrı ülkeye
dost ve düşman algılaması anlamında nasıl davrandıklarını da yakinen görmüş
oluyordu. Bu durum, doğal olarak elçi kabullerine de olumlu ya da olumsuz olarak
yansıyordu.

Đkinci Vezir Ali Paşa’nın ev sahipliği yaptığı bu protokol yemeğini uzaktan


da olsa görüp anlatırken Busbecq, sofra düzeninden, hizmetkârların saygı dolu
selamlama biçimlerine ve yemeklerin sofraya gelişine kadar yaşanan bu canlı
sahneyi bir yandan seyreder, diğer yandan da iç geçirir.

Paşa ve sefir masalarını gölgeleyen bir tentenin altına oturmuşlardır. Aynı


giyinişli genç hizmetkârlar büyük bir düzen içinde ve sıralı olarak masaya yanaşırlar,
bir elleri kalçalarında, başlarını hafifçe eğerek diğer elleriyle misafirleri selamlarlar
ve hepsi bunu yaptıktan sonra da, yine aynı düzen içinde servis yapmak için mutfağa
doğru dizilirler. Đran elçisinin beraberindeki heyet de diğer masalardaki Türklerle
beraber otururlar.

3.1.1.10. Busbecq’in Huzura Đkinci Defa Kabulü ve Dönüşü

Busbecq, Kanuni Sultan Süleyman’ın konuyla ilgili cevabını içeren namesini


almak üzere yeniden huzura çıkar. Kendisine üzerinde iki büyük nakışı olan ve
ayaklarına kadar uzanan bir hil’at giydirilir. Hizmetkârlarına da değişik renklerde

132
ipek kaftanlar giydirilir. Busbecq, altın sırmalı mühürlenmiş nameyi alıp, Padişah’a
veda eder. Dost ülke elçisi olmadığından kendisine divanda kahvaltı sunulmaz.

Busbecq, Padişahla iki defa karşılaşmasından hareketle, O’nunla ilgili görsel


gözlemlerde ve betimlemelerde de bulunur. Fiziksel görünümü ile ilgili yaptığı
gözlemlerde Padişahı asil ve oturaklı bulur. Bir portre inceleyen sanatkâr dikkatiyle
Padişahın benzinin oldukça soluk olduğunu gözlemler. Padişahın bu durumunu
örtmek için özellikle yabancı elçilerin kabulünde kırmızı pudra kullanıldığını ifade
eder. Kendisinin de ikinci kabul esnasında bunu açıkça gördüğünü belirtir.

Busbecq, Đran elçisiyle aynı gün Amasya’dan ayrılır ve geldiği yol üzerinden
Đstanbul’a döner. Oradan da ülkesine dönmek için aynı güzergâhı kullanarak yola
çıkar. Buda’da Buda Paşası ile görüşür ve mevcut sorunlarla ilgili tartışma yaşarlar.
Gran’a geldiğinde yanında yine Türk süvari muhafızları vardır. Viyana’ya ulaştıktan
sonra ayrıntılı raporunu sunar.

3.1.1.11. Busbecq’in Đstanbul’a Đkinci Defa Gelişi

Osmanlı-Avusturya ilişkilerindeki bozukluğun devam etmesinden dolayı,


Busbecq Ferdinand’ın emriyle yeniden Đstanbul’a elçi olarak gitmesi için
görevlendirilir. 1555 yılının yağmurlu ve rüzgârlı bir kasım ayında Đstanbul’a gitmek
üzere Viyana’dan maiyetiyle birlikte hareket eder. Đlk seferindeki güzergâhları takip
ederek Ocak ayında Đstanbul’a varır.

Busbecq, bu gelişinde ummadığı bir muameleyle karşılaşır. Ülkesinin


düşmanca tavırlarının sürmesinin kötü yansımalarını Đstanbul’da görür. Busbecq’e
Huzura kabul edilmeden önce görüştüğü yüksek düzeydeki bürokratlar bunun
işaretini vermişlerdir. Huzura kabul edilmeden önceki bu görüşmelerde Avusturya
elçisi olan Busbecq’in, “Đmparator’un kendi haklarına son vermeyeceğini, baskı
olmaksızın Transylvania Voyvodosu John’un karısı ve oğlu ile yapılan anlaşmaların

133
gözlenebilmesi gerektiğini270” vurgulaması üzerine, Paşalar buna çok sinirlenirler ve
Busbecq’e bu teklifle Padişahın huzuruna çıkmaması gerektiğini tehdit dolu sözlerle
anlatırlar.

Bu arada Kanuni Sultan Süleyman Đran üzerine yapılan seferden galibiyetle


dönmüş ve gücüne güç katmıştı. Busbecq, böylesine bir siyasi atmosferde uzun bir
süre göz hapsinde tutulur. Busbecq, bu olayları anlattığı 2. mektubunu yazdığında 6
aydır göz hapsinde tutulmaktaydı ve tarihler 14 Temmuz 1556’yı gösteriyordu.

Đlerleyen zamanda Busbeq, Rüstem Paşa’nın da olumlu telkinleriyle,


Đstanbul’u tamamen terk etmekten vazgeçer. Đstanbul’da kalarak barış görüşmelerine
katkı sağlayacağını düşünüyordu.

Busbecq’in, Đstanbul’dan 3. mektubu 1 Haziran 1560 tarihlidir. Beraberindeki


heyeti Viyana’ya dönmüştür ve Đstanbul’da yalnızdır. Busbecq, barış görüşmelerini
sürdürebilmek amacıyla ilginç bir politika güder ve Đstanbul’da kalmaya devam eder.
Kanuni Sultan Süleyman Macaristan’a sefer planları yapmaktadır ama bunu
istemeyenler de vardır.

Busbecq bir süre sonra Divan’a davet edilir. Buradaki diplomatik


görüşmelerden bir sonuç alınamaz ama Busbecq, Rüstem Paşa’nın da dolaylı
yardımıyla Paşalardan Đstanbul’da Đmparatorunun isteği dışında kaldığına dair yazılı
bir belge alır. Bu belgeyle birlikte artık Busbecq’in diplomatik açıdan eli
güçlenmiştir.

Kanuni, her kış mevsiminde yaptığı gibi, bu kış da Sarayını Edirne’ye taşımış
ve av eğlenceleri düzenlemişti. Ama asıl amacı Macaristan’a gözdağı vermekti.
Rüstem Paşa bir süre sonra Busbeq’i acil olarak Edirne’ye çağırır.

270
O. Ghiselin Busbecq, a.g.e., s. 76-77.

134
Edirne Sarayı’na giderken Avusturya Elçisi Busbecq’e birkaç süvari ile on
altı yeniçeri eşlik ediyordu. Rüstem Paşa ile yapılan görüşmelerde taraflar karşılıklı
olarak birbirlerini suçlarlar. Edirne’de 3 ay kalan Busbecq, 7 aylık bir barış
antlaşması yaptıktan sonra Mart ayında Đstanbul’a gönderilir.

3.1.1.12. Padişaha Getirilen Hediyeler

Busbecq, Đstanbul’daki günlerini kendisine tahsis edilen bir kavas ve görevli


yeniçerilerin gözetiminde devam ettirirken, şehirde çeşitli geziler de yapar. Đşte
bunlardan birinde Busbecq karargâhtayken, Đmparatorunun temsilcisi Albert de Wyss
Kanuni Sultan Süleyman’a sunulmak üzere çeşitli hediyeler getirmiştir.

Bu hediyeler, bir dizi yaldızlı fincan ile mükemmel bir işçiliği olan, filin
üzerine oturtulmuş kule şeklinde bir saatti. Ayrıca Paşalara para dağıtılmıştı. Padişah,
kendisine getirilen hediyeleri kendisine karargâhta, ordunun önünde sunulmasını
istedi. Bu, Đmparatorla arasındaki dostluğa tebaasının da inanması içindi.

Busbecq’in Đstanbul’daki yaşantısı Rüstem Paşa’nın vefatına yakın biraz daha


rahatlamıştı. 2. Vezir Ali Paşa, Rüstem Paşa’nın varisçisi olunca Busbecq çok
sevinir. Zira Ali Paşa oldukça nazik bir insandır. Leh asıllı Đbrahim, bu dönemde
Padişahın baş tercümanıdır.

Busbecq, ülkesi ile Osmanlı Đmparatorluğu arasında barış antlaşmasını


yaptıktan sonra Đstanbul’dan ayrılır. Yanında Padişahın baş tercümanı Đbrahim de
vardır. Viyana’ya vardıklarında, Đmparator Ferdinand tahtının varisçisi olarak oğlu
Maximilian’ı göstermek için tören hazırlıklarıyla meşguldü. Đbrahim ve maiyeti özel
izinle, törenin yapılacağı Frankfurt’a gittiler ve töreni izlediler.

Birkaç gün sonra da Đmparator tarafından kabul edildi, ziyaretin sebepleri


anlatıldı, getirilen hediyeler takdim edildi. Barış mütarekesi onaylandıktan sonra,
Đbrahim ve beraberindeki heyet, Đmparator tarafından verilen hediyelerle Đstanbul’a
geri döndü.
135
3.1.2. Philippe du Fresne-Canaye’nin “Fresne-Canaye
Seyahatnamesi271” Đsimli Eserine Göre Elçi Kabulleri

Tüccarlar ve hukukçular yetiştirmiş Parisli iyi bir aileden gelen Philippe du


Fresne, eğitimi için gittiği Venedik’te Fransa’nın Đstanbul büyükelçisi François de
Noailles’le tanışır ve O’nun maiyetine girer. 1571 yılında M. De Grandchamp’ın
yerine Đstanbul büyükelçiliğine atanan Noailles, 16. yüzyılın en önemli
diplomatlarından birisidir. Ülkesi adına her yıl Osmanlı Donanması’na ait 200
kadırganın Kralına hizmet edeceğine dair ünlü kapitülasyonu elde etmeyi başarmıştı.

Đnebahtı bozgunundan sonraya denk gelen bir dönemdeki bu seyahat sırasında


Osmanlı Devleti’nde genel durum şuydu: Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa ülkeyi
yeniden yapılanma sürecine sokmuştur. Tersane büyütülmüş, yeni gemiler yapılmış
ve Piyale Paşa’nın komutasında Osmanlı Donanması yola çıkmıştır.

Noailles 14 Ocak 1573 yılında Ragusa’dan yola çıkar. 28 Şubatta Pera


bağlarına ulaşırlar. 9 Hazirana kadar Đstanbul’da kalan Philippe du Fresne, bu
tarihten sonra büyükelçinin maiyetinden ayrılarak Ege adaları, Mora kıyısı ve Đon
adaları yoluyla Venedik’e gider. Bir yılı aşkın bir zamandan sonra da 20 Ekimde
gemiyle Fransa’ya döner.

3.1.2.1. Đstanbul’a Gidilirken Đzlenen Yol Güzergâhı

Ragusa (Dubrovnik), Bileçe, Ternoviçe, Çerniçe, Guasc, Ternovalucca, Foça,


Conaz, Çayniçe, Tassaliger (Taşlıca), Prepoli, Milocevatz, Novibazar, Bagno-buono,
Mitroviçe, Dobrova, Hypla, Kalkanik, Üsküp, Dobriça, Seritza, Bagno (Köstendil),
Dupnica, Samakov, Bagno (Köstenec), Berven (Kız Derbendi Köyü), Meriç Irmağı,
Tatarpazarcık, Filibe, Filevo, Virovo, Meriç üzerindeki Mustafa Paşa Köprüsü,
Edirne, Hafsa, Babaeski, Lüleburgaz, Çorlu, Silivri, Büyükçekmece, Küçükçekmece,

271
Philippe Du Fresne-Canaye, Fresne-Canaye Seyahatnamesi 1573, Çev. Teoman Tunçdoğan,
Kitap Yayınevi, Đstanbul 2009.

136
Eyüp, Pera Bağları. Kırk altı gün süren bu yolculuk esnasında, büyükelçi ve maiyeti
sıklıkla konaklamıştır.

3.1.2.2. Elçi ve Maiyetini Karşılayan Osmanlı Đmparatorluğu Görevlileri

Padişahın baş tercümanı Ermeni kökenli Eram Bey, gelen heyeti ilk defa
Küçükçekmece’deki bir kervansarayda kabul eder. Büyükelçiyi ve maiyetini
karşılamak için Saray’dan gönderilen çavuşlar çok gösterişli ve kalabalık bir heyetle
burada beklemişlerdir. Ama büyükelçinin deniz yoluyla geleceği haberi üzerine geri
dönmüşlerdir.

Büyükelçi ve maiyeti Đstanbul surlarına doğru ilerlerken, yolun yarısında


Đstanbul’daki Fransız Büyükelçiliği’nin yönetim işlerini yürüten de Presault ve
beraberindekiler tarafından karşılanırlar. Topluluk akşamın ilerleyen saatlerinde
Eyüp’e varırlar, oradan da Pera bağlarındaki elçilik konutuna ulaşırlar.

3.1.2.3. Diplomatik Đlk Temaslar ve Sadrazamla Görüşme

Büyükelçi François de Noailles, Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa’nın daveti


üzerine 2 Mart 1573 tarihinde Đstanbul’daki ilk diplomatik görüşmesini yapar. Adet
olduğu üzre gelen elçiler ilk görüşmelerini Sadrazamla yaparlardı. Böylelikle
konuşulması gereken devletlerarası görüşmeler ilk kez burada ele alınırdı.

Bir nevi ilk kabul olan bu görüşmeyi Philippe du Fresne, oldukça sade olarak
niteler ve protokol uygulanmadan yapıldığını anlatır:

“Sayın Büyükelçinin özel aracılığı sayesinde, hiçbir resmiyete gerek


kalmaksızın paşanın elini öptük. Yalnızca Kralın (Padişahın) drogmanının
(tercümanı) çağrısıyla, paşanın büyükelçiyle birlikte biraz yüksek, arkalıksız bir
sofada oturdukları odaya girdik. Oda dardı, halı ya da başka bir gösterişli eşya
bulunmuyordu. Paşa’nın dizi üstünde tuttuğu sağ elini öptük. O gün güvercinboynu

137
renginde bir kaftan giymişti. Sonra hep birlikte odadan çıktık, halk divanına çıktığı
büyük bir odaya geçerek oturduk272”.

Philippe du Fresne, tüm bunları anlatırken, aynı zamanda elçi kabulleriyle


ilgili olarak uygulanan bir takım kuralların ne olduğunu da bize aktarmış oluyor.
Paşayla görüşmesi biten büyükelçi atına biner ve saraydan çıkarken kapıcılara bahşiş
de verir. Büyükelçiye bu esnada eşlik eden kişi ise, Padişahın baş mütercimidir. Baş
mütercimin eşliği elçinin kayığa binmesine kadar devam eder.

Divan’da görevli olan Türklerin ayaklarına giydikleri çizmeler Philippe du


Fresne’nin dikkatini çekmiştir. Topukta sabitleştirilmiş mahmuzları bulunan çizmeler
giyilirken, demirli ayakkabılarıyla gürültü çıkarılmaması için, saygı gereği olarak
parmakların ucunda yürümektedirler.

3.1.2.4. François de Noailles’in Huzura Kabulü Öncesinde Yaşananlar

Yapılan barış görüşmeleri sonucunda, savaş esnasında ev hapsinde tutulan


Venedik Balyosu Barbao serbest bırakılır. Tarihler 8 Mart 1573’ü gösterdiğinde,
Padişahın Đstanbul’dan ayrılan elçilik görevlilerine verdiği armağanlar, Fransa’nın
Đstanbul Büyükelçiliği’nde François de Noailles’in yokluğunda yerine vekâlet eden
Presault için de gelir. Bunlar: 12 Türk tarzı giysiye yetecek miktarda brokar, altın ve
gümüş işlemeli kumaşlar, 30. 000 akçe, 2 gümüş ibrik, 2 az değerli ve çok hafif
tabaktan oluşmaktadır. Ayrıca görevde kaldığı sürece, her gün 4 ekü, yakacak ve 30
at için yem ve arpa verilmişti.

9 Mart 1573 tarihinde huzura kabul gerçekleşir ve padişahın eli öpülür.


Oldukça şatafatlı ve görkemli bir tören yapılır. Bu, Osmanlı Đmparatorluğu’na gelen
her devlet elçisine uygulanmayan bir törendir.

272
Philippe Du Fresne-Canaye, a.g.e., s. 50.

138
Fransız büyükelçisi, çok değerli altın sırmalı bir elbise giymiştir. Ellerinde,
boynunda ve başlığında oldukça kıymetli ve güzel yüzükler, kolyeler, mücevherler
vardır. Büyükelçinin maiyetindeki herkes kadife kaplı başlıklarıyla Türk tarzında
güzel bir şekilde giyinmişlerdir.

Elçilik heyeti, Pera’dan Galata köprüsü vasıtasıyla oldukça görkemli bir


merasimle, Saraya doğru ağır ağır yol almaktadır. Heyetin köprüden geçişi sırasında,
limanda demirlemiş olan Fransız gemilerinden selamlama için top atışı yapılır,
gemilerin artenelerine273 ve direklerine zambak asılır. Elçilik heyetinin geçtiği
yollarda oldukça kalabalık, meraklı bir halk topluluğu birikmiştir. Tören elbiselerini
giymiş olarak Saraydan gelmiş çavuşlar da muhteşem görüntüleriyle, değerli taşlar
ve sırma örtülerle donatılmış çok güzel atların üstündeydiler.

Çavuşlar, yanlarında sarayın diğer görevlileri, büyük bir disiplin ve düzen


içinde büyükelçiyi ve maiyetindekileri ikişerli sıraya girmiş oldukları halde, Saraya
götürüyorlardı. Fransa Kralı’nın elçisi Germigny ile 3 Fransız mütercim de
büyükelçiye eşlik edenler arasındaydı.

Philippe du Fresne’nin verdiği bilgilere göre, heyet bu düzen içinde Topkapı


Sarayı’nın birinci avlusuna varır. Kapıcıların koruduğu, duvara asılmış kılıçların,
hançerlerin bulunduğu kapıya (Bâbü’s-Selam) gelince, atlarından inerler ve buradan
Sarayın ikinci avlusuna geçerler. Kapının çok yakınında Yeniçeri Ağası ve yanındaki
ileri gelen Saray görevlileri oturmaktadırlar. Büyükelçi başıyla selam verir, onlar da
bu selamı ayağa kalkarak ve saygıyla eğilerek karşılarlar.

273
Yelkenli gemilerde, direğin ortasına yakın bir yere eğik konumda bağlanan seren.

139
3.1.2.5. Avludaki Yeniçeriler, Şaşkınlık ve Hayranlık

Avlunun duvarları boyunca dümdüz ve silahsız olarak sıralanmış yeniçeriler,


solaklar274 ve diğer askerler de aynı şekilde selama karşılık verirler. Bu sahneyi
Fresne şu betimlemeyle anlatır:

“Bunca sarığın hep birlikte eğildiğini görünce, hafif bir meltem esintisiyle
eğilen olgunlaşmış başakların bulunduğu geniş bir tarlayı görüyormuşum izlenimi
uyandı bende275”.

Padişahın baş tercümanı, büyükelçiyi paşaların bulunduğu Divan Odası’na


götürür. Burada Büyükelçi Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa, Rumeli Beylerbeyi ve
diğer Paşalar tarafından saygıyla karşılanır. Büyükelçinin maiyeti ise, bir kapıcıbaşı
eşliğinde avludaki kemerli bölümde kendileri için hazırlanan yer sofrasında yerlerini
alırlar.

Sofra oldukça büyüktür. Menü, pilav, darı, birçok çeşit sebze, hamur işleri,
tabak içinde dört ya da beş tavuk ve bembeyaz ekmekten oluşmaktadır. Konuklara
şarap yerine porselen kaplar içinde çok tatlı ve güzel kokulu şerbet sunulmuştur.
Fakat ne var ki, heyetin aklında yapacakları görüşmeler olduğu için, yemekler avluda
büyük bir sessizlik ve disiplin içinde bekleşmekte olan yeniçerilere gönderilir. Sofra
örtüleri kaldırılır ama örtülerin altına serilmiş olan halılar kaldırılmaz.

Fresne ve beraberindekiler bu arada, büyük bir hayranlıkla, şaşırarak ve biraz


da ürpererek birer heykel gibi kıpırdamadan ayakta durmakta olan yeniçerileri
seyretmektedirler. Tek bir kelime bile konuşmadan, ağızlarından tek bir fısıltı dahi
çıkmadan, yedi saat boyunca ayakta bekleyen değişik kıyafetli yeniçerilerin bu halini
anlamakta zorluk çekerler ve onların ellerini göbekleri üstüne elpençe tutarak
bekleme hallerini Fresne, Observance276 rahiplerine benzetir.

274
Padişah her dışarı çıktığında etrafında yürüyen korumalarına verilen isimdir.
275
Philippe Du Fresne-Canaye, a.g.e., s. 52-53.
276
Dinsel bir tören yapılıyormuşçasına, itaatkâr duruş sergilediklerini beyan etmek için kullanılmıştır.

140
Divan Odası’nda bıraktığımız büyükelçinin olduğu sahneye döndüğümüzde,
büyükelçi ve yanında yine kendisi gibi iki elçilik görevlisi olan Presault ve
Germigny, gümüş bir sofrada Sokullu Mehmed Paşa ve Piyale Paşa ile yemek
yemektedirler. Fresne’nin anlatımından anlaşıldığına göre, daha sonra da Ahmet
Paşa, Zal Mahmud Paşa, Mustafa Paşa ve Rumeli Beylerbeyi ile ayrı bir masada
yemek yerler. Sofraya her defasında büyük bir porselen tabak getirilir ve o bitince
diğeri getirilir.

3.1.2.6. Yemek Sonrasında Arz Odası’na Doğru Gidiş

Yemek ikramından sonra, Padişahın baş tercümanı büyükelçilik heyetini


Padişahın elini öpme sırasına göre adlarıyla çağırır ve onları Bâbü’s-Saâde önüne
yakın bir yerde toplar. Bu arada herkes Divanhane’den Paşaların çıkmalarını
beklemektedir.

Önlerinde Padişahın iki çavuşu olduğu halde, Paşalar yavaş yavaş gelmeye
başlarlar. Ellerindeki gümüş asalarla oldukça vakur adımlarla yürüyen çavuşlar,
arkalarında büyük bir ciddiyet içerisinde Paşalar ve onların her geçtiği yerde
saygıdan dolayı hafifçe eğilen başlar. Đşte bu sahneyi Fresne kendisine özgü
betimlemesiyle şöyle ifade eder:

“Çavuşlar ellerindeki gümüş sopalarla (asalarla) paşaların önünde


yürüyorlardı. Bize yaklaştıkça sessizlik daha da arttı ve –fırtına nedeniyle kabarmış
dalgaların sönmesi gibi- bütün sarıklar saygıyla eğildi. Paşalar rütbe sırasına göre
geçiyorlar ve Padişahı selamlıyorlardı, Padişah da selamlarına karşılık
veriyordu277”.

Büyükelçi ve maiyetinin durduğu yerde Padişahın her gün dilediği kişilere


verdiği kaftanlar ve kırmızı kumaşlarla dolu sandıklar bulunuyordu.

277
Philippe Du Fresne-Canaye, a.g.e., s. 54.

141
Bir süre sonra baş tercümanın çağırdığı büyükelçi yerinden doğrulur ve hepsi
aynı şeyi yaparlar. Arz Odasına doğru yürümeye başlayan elçilik heyeti,
karşılaştıkları sancakbeylerine, zaimlere ve birçok beylere selam verirler. Rengârenk
ve oldukça görkemli kıyafetler giyinmiş bu insanlar da selama eğilerek karşılık
verirler.

Elçilik heyeti, Arz Odası’na varmak için Bâbü’s-Saâde’den içeri girerler.


Burada sol tarafta, Fresne’nin dediğine göre sayıları kırk civarında olan ve üstlerinde
parlak ve göz kamaştırıcı kıyafetler bulunan hadımağalarla karşılaşırlar. Güvenlik
açısından bu kapıdan sonra açık ve gizli bekçilerin varlığı çok daha fazla göze
batmaktadır. Arz Odası ve civarındaki alan heyetin gözünü kamaştırmıştır: Çok
değerli ve rengârenk mermerler, çok güzel sütunlar ve oldukça hoş bir çeşme vardır.

Arz Odası’nın önünde huzura kabul için sırasını bekleyen Fresne’nin


dikkatini çeken şey ise, görevli bir çavuşun, Fransa Kralı’nın Padişaha gönderdiği
hediyeleri, Arz Odası’nın küçük bir penceresi önünden, Padişahın görebileceği
şekilde iki kere taşıyarak geçirmesiydi. Çavuş, bundan sonra ilgili hediyeleri
getirmişti. Bunu bu şekilde yapmasındaki amacın, Hıristiyanların en büyük Kralının
Padişaha bu armağanları gönderdiğini herkesin görmesi ve dolayısıyla Padişahın
gücünü ve eşsiz büyüklüğünü kavramasıydı.

3.1.2.7. Huzura Kabul

Büyükelçi Arz Odası kapısına ulaştığında, görkemli giysileri ve heybetli


duruşlarıyla iki ağa elçiyi kollarından tutarlar, o haldeyken padişahın eteğini öper ve
sonra odanın bir köşesine götürülür. Büyükelçinin maiyetinde bulunan herkes aynı
şeyi yapana kadar orada bekler.

Fresne, kendisine sıra geldiğinde, başlığı elindeyken Padişahın karşısında üç


defa Fransız usulü reverans yapar ve sonrasında dizüstü çöktürüldüğünde Padişahın
eteğinin kenarını öper. Aynı anda yanındaki ağalar Fresne’yi yerden kaldırırlar,
Fresne’nin ilginç ve bir o kadar da mizahi anlatımıyla “ treviso ıstakozları gibi geri
142
geri yürüyerek278” yerine döner. Bu seremoni sırasında Arz Odası’nda yüksek
dereceli devlet ricali de hazır bulunmaktadır.

3.1.2.8. Arz Odası ve Padişah Hakkında Bazı Betimlemeler

Oda küçük ve basıktır. Ama içerisi oldukça güzel altın yaldızlı işlemeler,
mermerler ve çinilerle bezelidir. Ocak gümüş yaldızlıdır ve hemen yanında billur bir
çeşme vardır. Fresne, burada konunun uzmanı bir kişi gibi bazı ayrıntılar da verir.
Padişahın Bursa işi işlemelerle bezenmiş, çok gösterişli bir halıyla kaplı bir sedirde
(tahtta) oturduğunu söyler. Elbisesi (kaftanı) altın sırmalıdır, ayakları yine aynı
kumaştan yapılmış bir yastığın üzerindedir. Ayakları kullanılan kumaşın aynı renkte
oluşundan dolayı göze batmamaktadır, elleri de görünmüyordur. Padişah, gelenlerin
yüzlerine bakmamıştır. Sadece yan gözle bir bakış fırlatmıştır ve bu bakışlarında ise,
sertlik, ürkütücülük ve küçümseme vardır.

3.1.2.9. Arz Odası’nın Dışında Yaşananlar ve Dönüş

Büyükelçi dışındaki bütün maiyet Arz Odası’ndan çıkınca karşılarına gelen


hadımağaları, sancakbeyleri ve diğer yüksek rütbeli devlet ricalini selamlarlar,
selamlarına karşılık da alırlar ve büyükelçinin içeriden çıkmasını avluda sık yapraklı
bir defne ağacının altında beklerler.

Elçi kabul günlerine özellikle denk getirilen, ama bunu genelde gelen
diplomatik heyetlerin bilmedikleri için, kendileri üstüne psikolojik anlamda olumsuz
etkiler bırakan, bazı ince diplomatik oyunlarla da karşılaşırlar. Farkına varmadıkları
bu olumsuzluklardan biriyle karşılaşmışlardır Fransız elçilik heyeti. Avluda defne
ağacının altında yanlarındaki tercümanlarına çeşitli sorular sorarak ve bir yandan da
Büyükelçilerinin Arz Odası’ndan çıkmalarını beklerlerken, aniden bir asker
çıkagelir. Çılgına dönmüş bir haldedir. Sağ elinde kınından sıyrılmış bir kılıç, sol
elinde bir ölü insan kafası, tepeden tırnağa silahlı bir askerdir bu. Bu olağanüstü

278
Philippe Du Fresne-Canaye, a.g.e., s. 55.

143
durum karşısında şaşıran ve biraz da korkan heyet ne olup bittiğini etrafındakilere
sorarlar. Asker, Macaristan sınırından gelmektedir, Bir Macar Hıristiyanı
kahramanca öldürmüştür ve ödülü olan kelle başına verilen iki sultaniyi almak için
gelmiştir. Bu sahne, elçilik heyetine oldukça vahşi gelmiştir ve Türklerin ne kadar
barbar olduğunu düşünmeye başlamışlardır.

Yine elçilik heyetlerinin kabul günlerine denk getirilen bir başka uygulama da
o gün Fransız elçilik heyetinin görüp yaşadığı esirlerin geçişidir. Büyükelçinin
konuşmasında önce Arz Odası’ndan çıkan Rumeli Beylerbeyi bekledikleri avluda at
sırtındadır ve oldukça kalabalık bir esir öbeği vardır. Yaşanılan bu sahneler özellikle
o güne mahsus tasarlanmış diplomatik oyunlardır. Gelen elçilerin ve maiyetlerinin
gözlerini korkutmak ve burada gördüklerini ülkelerine döndüklerinde anlatmalarıdır
amaç. Hikâyenin en başından beri, elçi kabullerinde bu görkem, bu şaşkınlık, bu
hayran bırakma, bu ürperti ve bu korku dolu sahneler tasarlanmış ve uygulanmıştır.
Bu arada büyükelçi içeride, elçilik görevinin ne olduğunu kısaca açıkladıktan sonra
kısa ve özlü diplomatik bir konuşma yapmıştır. Padişah kısa bir cevap verir
sonrasında Sokullu Mehmed Paşa devreye girer ve büyükelçi dışarı çıkar.

Büyükelçi ve maiyeti, atlarını bıraktıkları yere (Bâbü’s-Selam) gelirler,


atlarına binerler. Birinci avluya doğru hareket etmeye henüz başlamışlardır ki, bu
esnada kendilerine bir nevi diplomatik dille “güle güle” dermişçesine, son bir mesaj
daha verilir: Đkinci Avludaki yeniçeriler, solaklar ve diğer askerler büyük bir hışımla
ve büyük bir şiddetle kapıdan dışarıya doğru fırlarlar. Tören bitmiştir ve askerler
gitmektedir. Elçilik heyeti, biraz korku, biraz heyecan ve hızlı bir telaşla yolun
kenarına çekilip, dışarı doğru kalabalıklar halinde koşturan askerlerin önünden
çekilirler. Bu son sahne, elçilik heyetini oldukça şaşırtmış ve ürkütmüştür. Saatler
öncesinde iç avludaki gördükleri ve birer heykel gibi kıpırdamadan saatlerce ayakta
bekleyen yeniçeriler bunlar mıydı?

144
3.1.2.10. Padişah Đle Kral’ın Mektupları Hakkında Bazı Gözlemler

Fransız elçilik heyeti aslında diğer batlı devletlerin elçilerine göre oldukça iyi
karşılanmıştır. Başından beri kendilerine gösterilen törensel ihtimam elçilik heyetinin
mutlu olması için yeterliydi. Osmanlı Đmparatorluğu’nda devletin gücünü göstermek
için diplomatik manevra sayılabilecek birtakım (göz korkutucu) uygulamalar
yapılırdı. Yukarıda örneklerini verdiğimiz bu tarz uygulamaları saymazsak, elçilik
heyetinin neden mutlu olduğunu çok daha iyi anlayabiliriz.

Büyükelçi, elçilik konutunda maiyetindekilere Padişah’ın Kral’a yazdığı bazı


mektupları gösterir. Bu mektuplarda kullanılan diplomatik dili görmek açısından, bu
konuyu da yazmakta fayda görüyoruz.

Fransa Kralı şöyle yazıyordu:


“Pek yüce ve eşsiz, pek güçlü, pek yüce gönüllü ve yenilmez Prens, her türlü
onuru ve erdemi bol bol bünyesinde toplamış, aziz ve erdemli dostumuz,
Müslümanların büyük Đmparatoru Sultan Selim Han, Tanrı yüceliğinizi ve
büyüklüğünüzü mutlu sona erdirsin279”.

Padişahın mektuplarında ise şunlar yazılıydı:


“Bütün büyük Hıristiyan Kralların en değerlisi, Mesih Đsa’ya inanan ırkın en
büyük ve en güçlüleri arasından seçilmişi, bütün Nasıralıların tek buyurucusu,
tufanın dalgaları kadar kalabalık orduların komutanı, yüceliğe ve şana giden
yolların sahibi, Fransa’nın büyük ülkelerinin Đmparatoru Charles: Sonun hayırlı
olsun”.

Bazen de mektuplara şöyle başlanırdı:


“Büyükelçiniz bütün büyük kralların yuvası olan bizim yüce, eşsiz kapımıza
geldi. Bütün dünyayı kuşatan kavrayış yeteneğimize başvurdu..280”.

279
Philippe Du Fresne-Canaye, a.g.e., s. 57.
280
Philippe Du Fresne-Canaye, a.g.e., s. 57.

145
Padişah, bir armağan aldığında gelenek doğrultusunda asla “çok teşekkür
ederim” demez, “hoşuma gitti” der, ayrıca “rica ederim” de demez, “şöyle
yaparsanız iyi olur” derdi. Bu ifadeler çok daha üst perdeden de söylenebilirdi.

Padişahın mektuplarının yazıldığı kâğıt ipektendi, bembeyazdı, çok pürüzsüz


ve kaygandı. Mührü altın yaldızla, geri kalan kısım ise, mavi ya da Padişaha ait özel
bir mürekkeple yazılırdı. Mektup rulo haline getirilir ve altın sırmalı bir keseye
konurdu. Fresne, Fransa Kralı’nı Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa’ya mektup
yazdığında O’na, “çok görkemli ve ünlü senyör Mehmed, birinci Paşa..” şeklinde
hitap ederdi. Padişaha bir armağan gönderildiğinde, Sadrazama da gönderilirdi.

3.1.2.11. Đstanbul’da Son Günler ve Venedik’e Dönüş

Bu arada de Presault’un görevi bitmiştir. Şimdiye kadar aldığı olağan


ücretlerini de alamıyordur. Venedik’e dönmek zamanı gelmiştir. Ama bunun için
biraz zamana ihtiyaç vardır.

13 Mart’ta Venedik Balyosu’nun oğlu yapılan barışın haberini götürmek için


ulak olarak Venedik’e doğru yola çıkar. Büyükelçi aynı amaçla 17 Martta M. De
Marillac’ı Viyana yoluyla Fransa’ya yollar.

Đstanbul’da kaldığı süre içinde çeşitli yerleri gezme imkânı da bulan Fresne,
Çemberlitaş’taki “Elçi Hanı” ile “Rumeli Hisarı”’nda zaman zaman esir tutulan
elçilerden de bahseder.

Venedik Balyosu’nun oğlu Francesco, Nisan ayı sonlarında barışın onayını ve


barış antlaşmasının kesin onayını sağlamak için, Senato’nun Đstanbul’a gönderdiği
yeni büyükelçiler olan, Andrea Badoaro ve Antonio Tiepolo’yu Đstanbul’a getirir.
Elçilerin Đstanbul’a varmaları 28 Ağustos’u bulur, antlaşma da ancak 18 Şubat
1574’te imzalanır281.

281
Philippe Du Fresne-Canaye, a.g.e., s. 151.

146
8 Haziran 1573 tarihinde Fresne ve beraberindekiler, Büyükelçiyle
vedalaşarak, Sainte-Marie-Sainte-Elme adlı gemiyle Đstanbul’dan ayrılırlar. 20
Ekim’de Venedik’e varırlar.

3.1.3. Stephan Gerlach’ın “Türkiye Günlüğü 1573-1576282”


Đsimli Eserine Göre Elçi Kabulleri

Stephan Gerlach, 1546-1612 yılları arasında yaşadı. Đstanbul’a elçi olarak


gönderilen Sonnegk ve Preyburg Kontu David Ungnad ile beraber elçilik heyetinin
Protestan vaizi olarak geldi ve burada beş seneden fazla kaldı. Dönem itibariyle
Avrupa’daki mezhep çatışmalarını yakından takip eden Osmanlı Đmparatorluğu, tüm
bu gelişmelerde Protestanları destekler gözüküyordu. Bunu bilen kimi yabancı
devletler de, Đstanbul’a gönderecekleri elçilik heyetlerine, diplomatik görüşmelerde
yumuşatıcı bir yararı olur düşüncesiyle bu mezhep mensuplarından kişileri de
koyarlardı.

Tübingen Üniversitesi’nden Đlahiyat doktoru ünvanı bulunan Gerlach, birkaç


dil bilen ve entelektüel yönü kuvvetli bir kişiydi. Đşte bu özelliklerinden dolayı
Gerlach’ın gözlemleri, Đstanbul’da Ortodokslarla olan iletişimleri ve en önemlisi de
Osmanlı Đmparatorluğu’nun o dönemine ilişkin yazdıkları her zaman dikkat
çekmiştir.

Dönemin siyasal olaylarına baktığımızda şunları görürüz. Lehistan’daki kral


seçimleri, Osmanlı-Đran ilişkilerindeki bozukluk, Osmanlı-Avusturya arasındaki uzun
süren savaşlar. “Avusturya, resmi adı “Kutsal Roma Alman Đmparatorluğu” olan
büyük siyasi yapının imparatorluk hanedanı olan Habsburgların mevrus
283
topraklarından olup, “arşidüklük/erzherzogtum” mertebesinde idi ”. Macaristan’ın
29 Ağustos 1526 tarihinde Osmanlı topraklarına katılmasıyla, Türk sınırıyla
doğrudan komşu olan Avusturya bundan rahatsızlık duyuyordu.

282
Stephan Gerlach, Türkiye Günlüğü 1573-1576, 1. Cilt, Ed. Kemal Beydilli, Çev. Türkis Noyan,
Kitap Yayınevi, Đstanbul 2. Basım 2010.
283
Stephan Gerlach, a.g.e., s. 23.

147
Kanuni Sultan Süleyman döneminde karşısındaki en önemli güç olarak duran
Alman Đmparatoru V. Karl’ın, tahttan feragat edip, Đspanya’daki topraklarını oğlu II.
Felipe’ye, Almanya’daki topraklarını ise kardeşi Arşidük Ferdinand’a (Kayser
Ferdinand) bırakması (1556), imparatorluğu zayıflatmıştı. Bu zayıflama, Habsburg
Hanedanı Avusturyası’na siyasal açıdan ağır bir yük getirmişti. Türk hücumlarıyla
doğrudan doğruya başa çıkması gerekiyordu.

Arşidük Ferdinand’ın kızkardeşi Habsburglu Maria, Mohaç Savaşı’nda ölen


Macar Kralı II. Layoş’un eşidir. Osmanlı orduları Macaristan’ı fethettikten sonra
(1541), ülkenin çok küçük bir bölümünü (batı ve kuzey Macaristan istikametinde
Platten Gölü batısında ve kuzey-batı Hırvatistan yönünde 100-200 km. arasında
genişliği olan bir toprak parçasını) yüksek bir vergi ödemek şartıyla Ferdinand’ın kız
kardeşine miras hakkı olarak bıraktılar. Đşte sorun olan bu bölgeydi. Burada sınırla
ilgili anlaşmazlıklar vardı ve bu durum çatışmalara sebep oluyordu.

Bu toprak parçasına ait vergiyi (haraç), Avusturyalılar onurlarına


yediremediklerinden dolayı, buna “onur hediyeleri/munus honorarium” veya
“hediye/pension” demeyi uygun bulmuşlardı. Bununla beraber bu vergiye ek olarak
her yıl, Padişah ve Saray erkânına (devlet ricaline) verilmek üzere hediyeler ve
paralar da ödüyorlardı.

David Ungnad başkanlığındaki elçilik heyeti beraberlerinde bu yıllık vergiyi


getirmekteydi. 1564 yılında I. Ferdinand ölüp yerine II. Maximilian geçince, o yılki
vergi ve hediyeler yeni kralın adına gönderilmişti.

148
3.1.3.1. Đstanbul’a Gidilirken Đzlenen Yol Güzergâhı

1573 yılının Nisan ayında elçilik heyeti Đmparator II. Maximilian tarafından
kabul edildikten sonra, 10 Haziran’da yola çıkar. 60 kişiden oluşan elçilik heyeti ayın
16’sında Macaristan’a varır, 18’inde Budin’e, oradan nehir yoluyla 30 Haziran’da
Belgrad’a, buradan kara yoluyla 28 Temmuz’da Edirne’ye ve nihayet 6 Ağustos’ta
Đstanbul’a ulaşırlar.

“Bahçeler Şehri” olarak Gerlach’ın ilk izlenimlerinde yer edinmiş olan


Đstanbul’a varmaları 58 gün sürmüştür. Đstanbul’da Çemberlitaş’taki Elçi Hanı’na
yerleşen heyet, 16 Ağustos 1573’te hediyelerini takdim etmek üzere Saraya alınır ve
Huzura çıkartılır.

3.1.3.2. Güzergâh Boyunca Elçilik Heyetinin Diplomatik Temasları

Elçilik heyeti 17 Haziran sabahı Gran kalesi kumandanı olan beyle


görüşürler. Büyükelçi Ungnad kale beyine imparatorunun mektubunu sunar ve
hediyeler verir. Bunlar, 300 taler, güzel bir saat ve üç adet altın kaplama çanaktan
oluşmaktadır. Yapılan görüşmelerde Ungnad, barış anlaşmasına sadık kalınması,
sınır bölgelerindeki çeşitli olumsuzlukların giderilmesini talep eder. Alınan cevapta
ise, bazı köylerin Türk hâkimiyetini kabul ettiği ve ayrıca Avusturyalıların sınırdaki
karakollarda huzursuzluk çıkardıkları söylenir. Görüşmelerden sonra elçilik heyetine
mükellef bir sofra kurulur.

Elçilik heyeti 18 Haziran’da Budin’e varır. Kendilerini 17 gemilik bir filoyla


karşılamaya gelen Türkler, tüm topları ateşleyerek heyeti selamlarlar. Gemiler
kırmızı, yeşil ve sarı renkli bayraklarla donatılmıştır. Bir gün sonra Paşa’nın
huzuruna çıkarlar. Paşa’nın konutuna dair gözlemlerinde Gerlach şu betimlemeleri
yapar: Paşa’nın konutu çok gösterişli değildir ama çok sayıda hizmetkârı vardır.
Elçilik heyeti geldiğinde Paşa’nın yaşlı ve itibarlı danışmanları da kabul salonunun
iki yanında hazır bulunmuşlardır.

149
Büyükelçi için yaldızlı bir koltuk getirilir. Büyükelçi tercümanı aracılığı ile
Paşa’ya sınırda vuku bulan soygun ve adam kaçırma gibi tatsız olaylardan bahseder
ve bunların olmaması için tedbir alınmasını ister. Paşa ise, bunların kendi bilgisi
dışında gelişen olaylar olduğunu söyler. Karşılıklı konuşmaların sonunda Büyükelçi
Paşa’ya getirmiş olduğu armağanları sunar. Bunlar; iki güzel saat, gümüş ilaç
kutuları ve 3000 reichsthaler tutarında paradır. Türkler tarafından esir edilen bir
kısım insanların serbest bırakılması talep edilir ama bundan bir sonuç alınamaz.
Görüşmelerden sonra elçilik heyeti onuruna yemek verilir. Elçilik heyeti buradan
ayrılırken, Paşa elçilik heyetine eşlik etmesi için 30 kişilik bir kafileyi görevlendirir.

30 Haziran günü Belgrad’a varılır. Belgrad’daki Beyin huzuruna çıktıklarında


gördükleri manzara hemen hemen yine aynıdır: Dışarıdan sade ve oldukça mütevazı
bir konak ama içerisi oldukça değerli eşyalarla donatılmıştır. Đçeride yaşlı ve itibarlı
danışmanlar protokoldeki yerlerini almıştır. Bey, kırmızı ve yeşil yaprak desenleriyle
süslü sırma ipliklerle çok güzel dokunmuş bir kıyafet giymiştir, içeride oturmaktadır.
Kapıda ise 200 civarında görevli dizili halde beklemektedir. Kapıdaki görevlilerin
aralarından geçen heyet içeriye girer. Kendileri için hazırlanmış olan ve oldukça
zengin çeşitli yemeğe buyur ederler.

Belgrad’dan ayrılırken elçilik heyetine refakat etmeleri için Bey tarafından


kendi hizmetkârlarından birkaç kişi verilir. Yolun ilerleyen güzergâhlarında heyeti
50-60 kişilik bir başka Türk askeri heyeti karşılar ve eşlik etmeye başlarlar.

28 Temmuz’da Edirne’ye vardıklarında, burada Gerlach gibi yolda hastalanan


birkaç kişinin tedavisi yapılır. 31 Temmuz’da Silivri’ye, 6 Ağustos’ta da Đstanbul’a
varılır. Kendilerini Đstanbul’un dışında görevli çavuşlar karşılar. Karşılamaya
gelenler arasında eski büyükelçi Carl von Rym ile Venedik elçiliğinden çeşitli
görevliler de vardır. Çavuşlar, elçilik heyetini kalacakları yer olan, Çemberlitaş’taki
Elçi Han’a götürürler.

150
3.1.3.3. Gerlach’ın Elçi Hanı Đle Đlgili Gözlemleri

Dönemin elçilik heyetlerinin devletçe ikamet ettirildiği bir yer olan Elçi Hanı,
elçilik heyetine oldukça kötü görünmüştür: Taş duvarlar, keşiş hücrelerine benzeyen
çıplak odalar, etrafta dolaşan çeşitli türde haşerat.. Ama yapının oldukça büyük oluşu
da gözden kaçmamıştır. Gerlach’ın betimlemesine göre han, dışı büyük kesme
taşlardan, içi ise tuğladan yapılmış, fakat üzerleri sıvanmamış, duvarlar çini ile
kaplanmamış, herhangi bir süsle süslenmemiştir. Đki katlı hanın alt katı hayvanlara
ayrılmıştır. Üst kattaki odalar ise oldukça sade döşenmiştir. Đki penceresi olan ve
bunlardan biri dışarıya, diğeri avluya bakan odalarda sadece ocak yeri, tahtadan
derme çatma bir yatak, yatakta at kılı ve kıtık ile doldurulmuş bir şilte
bulunmaktadır. Hanın kapısında dört çavuş, beş yeniçeri güvenliği sağlamakta ve
bunlar ayrıca heyetin şehirdeki gezilerine koruma amaçlı eşlik etmektedirler.

3.1.3.4. Elçilik Heyetinin Paşalarla Görüşmesi

Elçilik heyeti Padişah’ın huzuruna kabul edilmeden önce, diplomatik olarak


geliş amaçları doğrultusunda önce paşalarla görüşürler. Đmparatorlarının iyi niyet
mektubunu sunarlar ve her elçilik heyetinin alışılagelmiş olarak yaptığı gibi,
Avusturyalı elçiler de yanlarında getirmiş oldukları hediyeleri paşalara konum ve
önem sırasına göre sunarlar.

3.1.3.5. Huzura Kabul

16 Ağustos’ta elçiler armağanları Padişaha sunmaya giderler. Huzura kabul


edilenler sadece elçiler ve elçilik heyetinde bulunan genç asilzadelerdi. Huzura kabul
öncesinde vezirlerle yenilen ve diplomatik bir temayül haline gelen yemekten sonra
huzura kabul edilirler.

Gerlach, o günün hikâyesini şu satırlarla anlatır: “Paşalar konumlarının


gerektirdiği düzene uygun olarak birbirleri ardı sıra içeri girdiler. Onları Rumeli
Beylerbeyi izledi. Hepsi padişahın önünde kıdem sırasına göre dizildiler.
151
Hükümdarın en yakınında Büyük Vezir (Vezir-i Azam Sokullu) Mehmed Paşa yer
aldı. Bunun üzerine elçilerin her biri ellerinde gümüş ve altın kaplama değnekler
tutan iki kapıcıbaşı tarafından kollarından tutularak içeri alındılar (bunun amacı,
padişaha karşı kötü bir harekette bulunulmasını önlemekti) ve padişahın eteğini
öpmeleri için önünde yere diz çökmeye zorlandılar. Bu selamlaşmadan sonra elçiler,
paşaların yanına götürüldüler, karşılarında da tercüman yer aldı. Arkasından genç
asilzadeler de önem sıralarına göre aynı biçimde kollanndan tutularak padişahın
önüne etek öptürmeye getirilip tekrar geri geri dışan çıkartıldılar.

Bu tören bittikten sonra elçiler, imparatorun kendilerine teslim etmiş olduğu


mektubu öpüp kapıcıbaşılardan birine uzattılar, o da beylerbeyine verdi, ondan
sonra mektup en alt konumdaki vezirden başlayarak, elden ele büyük vezire ulaştı ve
o da mektubu padişahın yanına bıraktı. Elçiler, kendilerine konuşma imkânı
sağlanınca, imparatorun verdiği talimatı sözle de aktardılar. Türk hükümdarı Selim,
cevap olarak sadece iki kez "güzel, güzel!" dedi284”.

Huzura kabul töreni bittikten sonra, elçilik heyetine sarayda bir ziyafet verilir.
Yemekten sonra elçilik heyeti onuruna, sarayın en dış kısmında bulunan geniş bir
meydanda binlerce kişinin katıldığı bir geçit töreni düzenlenir. Elçilik heyeti,
önlerinden geçenlerin üzerlerindeki simli ve birbirinden renkli görkemli kıyafetler
karşısında adeta büyülenirler.

3.1.3.6. Đstanbul’a Getirilen Hediyeler ve Đfade Ettikleri Diplomatik


Anlam

Yeni Kayser için daha önce üç elçiyle 60 bin taler285 haraç ve 20 bin taler
tutarında dağıtılmak üzere nakit ve çeşitli hediyeler gönderilmişti. Baron David
Ungnad ise, çok daha yüklü bir hediye ile geliyordu: 80 bin taler Padişaha, 18 bin
Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa’ya, 11.500 bin diğer üç kubbe vezirine ve diğer

284
Stephan Gerlach, a.g.e., s. 80-81.
285
Dönemin Almanya ve Avusturya’sında kullanılmış eski bir gümüş para.

152
önde gelen devlet ricaline, ayrıca Padişahın şahsına 5 bin, vezirlere 8 bin talerlik
hediye. 1574 yılındaki barışın sekiz yıl uzatılması böylece gerçekleşmiş olur.

II. Selim bir süre sonra vefat eder (15 Aralık 1574). Osmanlı’da süregelen
diplomatik uygulamaya göre, bütün antlaşmaların yenilenmesi gerekmektedir. Đşte
bunun üzerine, 1575 yılında Đstanbul’a Preiner Baronu başkanlığında yeni bir elçilik
heyeti gönderilir. Tabii ki bu elçilik heyeti, yanlarında verilecek yeni hediyeleri
getirmektedir.

Elçilik heyetinin yol güzergâhına göre hediye dağıtımı şu şekilde olmuştur:


Budin Beylerbeyi Mustafa Paşa’ya (Sokullu’nun amcazadesi) 3 bin taler nakit,
kıymetli bir gümüş kupa, bir saat; saray hizmetlilerine toplam 600 taler nakit
verilmiştir. Estergon Sancakbeyi’ne 300 taler ve iki gümüş tas, Đstanbul’da
Sadrazama 9 bin taler ve barışın uzamasından dolayı ayrıca 12 bin duka altın, som
gümüşten ve altın kaplamalı beş büyük kupa, bir sürahi, iki meyve tabağı, çok güzel
bir saat hediye edilmiştir.

Diğer vezirlerin her birine 2 bin-3 bin taler nakit ve mevkilerine uygun olarak
gümüş takımlardan, saatlerden oluşan hediyeler, Yeniçeri Ağası’na hediye dışında
300 taler, Rumeli Beylerbeyine 300 taler, dönemin nüfuzlu şahsiyeti Salomon
Aşkenazi’ye 300 taler, Sadrazam Kethüdası’na 100 taler dağıtılmıştır.

Diplomatik görüşmelerde yararı görülmesi muhtemel devlet ricali de göz ardı


edilmemiştir. Elçi Hanı önünde elçileri korumakla görevli yeniçerilere dahi hediyeler
verilmiştir. Bu hediyelerden Divan tercümanı da haklarına düşeni 1800 taler olarak
almış, Divan-ı Hümayun’daki diğer görevlilere de 1500 taler ödenmiştir.

Hazine-i Hümayun için haraç olarak 45 bin taler, Padişaha altın ve gümüş
sofra takımları, saatler, üzerinde o dönemdeki devletin haritasının oldukça sanatsal
bir şekilde hakkedildiği büyük bir pusula da gelen hediyeler arasındaydı.

153
Tüm bunlar, devletin o dönemdeki gücüyle doğrudan ilgiliydi ve iyi bir barış
antlaşması yapabilmek için yabancı devletlerin elçilerinin atmış oldukları
alışılagelmiş diplomatik adımlardı. Elçiler ayrıca gönderildikleri devletlerin siyasal
gücüne göre önemli hale geldikleri gibi, aynı zamanda kişisel anlamda aileden gelen
soyluluklarını da ikili diplomatik ilişkilerde bir güç göstergesi ve üstünlük özelliği
olarak da kullanıyorlardı.

Fransa’nın o dönemdeki Đstanbul büyükelçisi Acqs Piskoposu François


Noailles’in Sokullu’yla yaptığı cüretkâr konuşmalarında ya da bir başka Fransız
elçisi François Feriol’un (1700) abartılı şımarıkça tavırlarında soyluluklarından gelen
bu kibrin önemli bir payı olsa gerek.

Gerlach da bu çerçevede hem elçi David Ungnad’ın ve ayrıca kendisinin nasıl


soylu kişiler olduklarını, çok dil bilip entelektüel bir düzeyleri olduğunu gelmiş
oldukları Đstanbul’da Saray’daki devlet ricaliyle olan ikili görüşmelerinde açıkça
hissettirmişlerdir.

3.1.3.7. Elçilik Heyetine Verilen Resmi Ödenek

Elçilik heyetine her gün harcamaları için 12 reichsthaler ödenek verilmektedir.


Bunun yedi talerden biraz fazlası ve otuz akçe kadarı nakit para olarak ödeniyordur.
Geri kalanı ise, et, baharat ve yakacak odun olarak karşılanmaktadır. Ayrıca elçilik
heyetinin kendi masrafları, serbest bırakılmaları için ödenen tutsak bedelleri, cenaze
paraları gibi masrafları yılda on iki bin taleri bulmaktadır.

3.1.3.8. II. Selim’in Ölümü, III. Murad’ın Tahta Çıkışı

Gerlach, dönemin vezirlerini şöyle sıralar: Baş Vezir (Vezir-i Azam) Sokullu
Mehmed Paşa, Piyale Paşa, Mahmud Paşa (bu üç vezir de Padişahın damatlarıdır),
Ahmed Paşa (Padişahın kız kardeşiyle evlidir), Lala Mustafa Paşa (Kıbrıs fatihi),
Sinan Paşa.

154
O dönemde yani 4 Aralık 1574 tarihinde baş tercüman Mahmut Bey, Sokullu
tarafından Kutsal Roma-Cermen imparatoruna barış antlaşmasını sunmak üzere
Viyana’ya doğru yola çıkar. Yanında imparatora sunulmak üzere Sokullu tarafından
gönderilen iki değerli halı da vardır.

22 Aralık 1574 tarihinde bütün meydanlarda Sultan Selim’in öldüğü ve yerine


oğlu Murad’ın geçtiği halka ilan edilir. Yeni Padişahın özellikle dindarlığının, adil
oluşunun, sağduyusunun ve iyi kalpliliğinin övüldüğünü söyler. Yeni Padişah 31
Aralık’ta Ayasofya’da Cuma selamlığına çıkar. 5 Ocak’ta Eyüp Sultan’da kılıç
kuşanır ve iki bin kişiyi bulan gösterişli refakatçileriyle Đstanbul sokaklarından
geçerek sarayına döner. Elçilik heyeti de padişah geçerken en güzel elbiselerini
giyerek kapının önünde Padişaha saygılarını sunmuşlardır.

Gerlach, yeni padişahı şöyle betimler: “Murad, orta boylu, vücutça pek iri
olmayan bir kişi. Kahverengi sakalı ve şahin gagasına benzer bir burnu var.
Üzerinde tamamen sırma iplikle dokunmuş bir elbise giymişti286”.

Elçilik heyeti Đstanbul’da bulundukları süre zarfında özellikle Sokullu


Mehmed Paşa ile irtibatlarını sürdürmüşlerdir. Bunlardan birinde takvimlerin 9
Haziranı gösterdiği gün, Avusturya elçisi Paşaya ziyarette bulunur. Orada Fransız
elçi ve maiyetiyle karşılaşırlar. Fransız elçi uzun bir zamandır kapıda beklemektedir
ama bir türlü paşanın huzuruna kabul edilmemektedir. Oysa Paşa, yeni heyeti hemen
kabul eder. Bu duruma çok fazla bozulan Fransız elçisi oldukça gösterişli ve
kalabalık maiyetini de alarak oradan uzaklaşır.

3.1.3.9. Sokullu Mehmed Paşa Đle Görüşme, Paşalara Armağan Sunumu

Sokullu Mehmed Paşa’nın Kadırga semtindeki konağındaki görüşmede (21


Ağustos 1575) Avusturya elçisi imparatorunun barışla ilgili mektubunu Sadrazama
sunar. Sınır sorunları görüşülür. Bu tarz görüşmelerde bir de adet haline gelen bir
uygulama göze çarpmaktadır. Elçilik heyetinin hizmetinde bulunan Türk görevlileri
286
Stephan Gerlach, a.g.e., s. 165.

155
(tercümanlar vd) elçiden kendilerinin hizmetinden memnun olduklarını sadrazama
anlatmaları ve böylelikle mesleklerinde terfi etmeleri konusunda elçinin kendilerine
yardımcı olmalarını talep ederler. Bu tarz ricalar da genelde geri çevrilmez. Bir başka
uygulama ise, her yıl armağanların sunulması esnasında Paşa’nın kendisinden rica
edilen bazı esirleri serbest bırakmasıdır. Diplomatik nezaket çerçevesinde buna
uyulduğu gibi, uyulmadığı zamanlar da olmuştur.

Diplomatik görüşmelerden sonra armağanlar içeriye getirilir. Beş büyük


gümüş kupa, bir sürahi, iki meyve çanağı, altın kaplamalı değerli bir saat, 9000 taler
nakit para ile barışın uzatılması için 12000 duka ödenir.

Piyale Paşa’ya armağan olarak, gümüş eşya olarak üç büyük kupa, bir saat ve
bir pusula, para olarak da her zamanki gibi 2000 taler armağan edilir. Daha sonra
Ahmet Paşa'ya gidilir ve gümüş eşya olarak 12 adet tamamen altın kaplama yuvarlak
tabak, bir saat, bir pusula ve para olarak da her zamanki gibi 1000 taler sunulur.
Mahmut Paşa’ya gümüş eşya olarak iki büyük kupa ve bir saat, para olarak da 1000
taler verilir. Mustafa Paşa'ya iki kupa, bir saat, bir pusula ve para olarak her zamanki
gibi 1000 taler armağan edilir. Sinan Paşa'ya gümüş eşya olarak iki büyük kupa ya da
kadeh, para olarak da her zamanki gibi 1000 taler armağan edilir.

Sadrazam başta olmak üzere, devletin önemli kademelerindeki vezirlere ve


paşalara elçilerin çeşitli armağanlar getirmeleri diplomatik bir adetti.

Elçilik heyeti Đstanbul’a gelirken, yolda Budinli Mustafa Paşa'ya uğramış ve


O’na gümüş eşya olarak dört büyük kupa ve bir saat, para olarak da her zamanki gibi
3000 taler verilmişti. Yeniçeri ağasına iki kupa ve bir saat, para olarak 300 taler,
Rumeli beylerbeyine gümüş eşya olarak dört büyük kupa, bir saat ve para, yolun
üstündeki Estergon beyine iki ibrik ve yüksek boylu, yuvarlak camlı bir saat, para
olarak her zamanki gibi 300 taler verilmiştir. Mehmed Paşa'nın kapıcılarına ve diğer
görevlilerine 100 taler, Budin paşasının konağındaki hizmetkârlara 600 taler ödendi.
Buradaki diğer paşaların hizmetkârlarına 50 taler verildi.

156
Gerlach, ziyaret sırasındaki gözlemlerini şu cümlelerle betimler: “Sayın elçinin
refakatindeki genç asilzadeler de ziyaret sırasında içeri alınırlar ve paşaların
ellerini öperler. Paşaların konuklarını kabul ettikleri odaların duvarları ve yerleri
tümüyle güzel halılarla kaplıdır. Salonların önünde, girişin her iki yanında
hizmetkârlar oranın âdetine uygun olarak tıpkı genç kızlar gibi ellerini kavuşturmuş,
uzun giysileri içinde, silahsız bekliyorlardı. Hepsi çok sessizdi ve tek kelime bile
konuşulmuyordu287"

Ödemelere devam edilmektedir. Đmparatorluğun yüksek dereceli resmi


görevlilerine diplomatik temayüllere uygun alışılagelmiş armağanlar veriliyordu. Bu,
iki devlet arasındaki ilişkilere ve özellikle de barışı sağlamak noktasında yarar
sağlamaktaydı. Dr. Salomon'a ve adı gizli tutulan başka bir kişiye 300 taler, Adam
Neuser'e de 100 taler ödendikten sonra asıl armağan verilecek en yüksek makama
sıra gelmişti. Padişaha sunulacak armağanlar da bizzat elçi tarafından huzura kabulde
verilecektir.

23 Ağustos'ta elçi, padişaha armağanları sunmaya gider. Armağan listesinde


şunlar görülmektedir: Gümüş eşya olarak altın kaplı gümüş bir yazı takımı,
olağanüstü güzellikte yüksek, geniş ve boyu rahatlıkla üç karış gelen 1500 taler
değerinde billur bir saat. Altın kaplama, üzeri çok güzel balık, yengeç ve yaprak
motifleriyle süslü büyük bir leğen ve ibrik takımı, ayrıca dört ve yüksek boylu altın
kaplama kadeh. Bunun dışında köşelerinde camilerdeki gibi dört minaresi olan bir
çalar saat ve üzerinde o dönemdeki Türk topraklarının resmi sanatkârane biçimde
işlenmiş olan bir pusula. Bunların hepsi altınla kaplanmış, kimi oyma kimi ise
dökme tekniği ile yapılmıştır. Para olarak da 45000 taler ödeme yapılmıştır.
Kapı’daki önde gelen hizmetkârlara 1500 taler, tercümanlara ise 1800 taler
ödenmiştir.

Armağanların verilmemesi ya da gecikmesi diplomatik açıdan olumsuz olarak


algılanır ve duruma göre savaş sebebi olarak da sayılırdı.

287
Stephan Gerlach, a.g.e., s. 218.

157
3.1.3.10. Avusturya Elçisinin Harcamaları

Elçi David Ungnad'a 1575 yılında geçim harcamaları olarak 7100 taler, bunun
dışında yapmış olduğu olağan dışı harcamalar için geçmiş 1573 yılı 2 Aralık
gününden 1575 yılının 10 Ocak günü sonuna kadar iki ayrı seferde gönderilmek
suretiyle toplam 2988 taler, 43 krenzer, 2 fennik ödenmiştir.

Ayrıca Roma imparatoru her yıl kurye ve atlı posta için yüzlerce taler
harcamaktadır. Her birine mutad olarak 100 duka verilmektedir. Her yıl armağanları
Đstanbul’a getirene gidiş için 2000 taler ödenir. Ayrıca dönüşünde de yüksek meblağ
ödeme yapılır.

Osmanlı Đmparatorluğu’nun Budin Paşası da armağanları getirenlere kendi


bölgesinden itibaren buraya kadar padişahın hesabına bedava yiyecek ve içecek ver
zorundadır. Nitekim bir yıl önce Brüksel'den gelen armağanları getirenlere refakatçi
olarak tayin ettiği baştercüman Mehmed Şahali'ye yolcular için harcanmak üzere
6000 taler yolluk teslim etmiştir. Dolayısıyla elçilerle ilgili yapılan harcamalar o
dönemdeki karşılıklı diplomatik temayüllere göredir.

3.1.3.11. Gerlach’ın Saraya ve Elçi Kabul Törenine Dair Gözlemleri

Gerlach, sarayın girişindeki iki ön avlunun kapılarının yüksek olduğunu ve


hafif kırmızı damarlı beyaz mermerden yapılmış olduğunu söyler. Birinci avlunun
sol tarafındaki Aya Đrini kilisesini gören Gerlach, bu avluda etrafta bulunan ve denize
kadar uzanan bakımlı, Ak Ağalar (Mağribiler) tarafından korunan, olağanüstü
güzellikteki bahçelerden bahseder ve bunların yüksek duvarlarla çevrilmiş olduğunu
ifade eder.

Đkinci avludan söz ederken, kapısının iç tarafındaki altın süslemeli ahşap


tavanlı giriş sahanlığı dikatini çekmiştir. Bu ön avlu, hepsinden geniştir, üstü
tamamen kapalıdır ve sütunlu koridorlarla çevirlidir. Burada binlerce asker büyük bir
sessizlik içinde beklemektedir.
158
Gerlach beraberindekilerle, ikinci avluda yerlere serilmiş halıların üzerine
kurulmuş olan yer sofrasında yemek yerler. Yemekteki menüde altışar altışar
dizilmiş çanaklar içinde pirinç yemeği, kızarmış tavuk, koyun eti ve bıldırcın eti,
fırında pişmiş elma, kabak ve başka yiyeceklerin yanı sıra, çok güzel beyaz ekmek
ve Gerlach’ın alışık olmadığı ve Türklerde adet olduğunu özellikle belirttiği kaşıklar
vardır.

Aynı zamanda sarayın üst düzey görevlilerine de yemek verilmekteydi ve bu


yüzden durmadan bir sürü yemek kabı büyük bir düzen içinde oradan oraya
taşınmakta, bir hizmetkârdan ötekine iletilmekteydi. Yeniçeriler yemek kaplarını
mutfaktan alıp yarı yola kadar getiriyor, başka hizmetkârlar, kapları onların elinden
alıp götürüyor, bunlardan da gene başkaları devralıyordu.

Yemek esnasında, etraflarında sürekli olarak bir ya da iki kişi kalaylanmış


madeni bir ibrikten şerbet dağıtmaktadır. Yemeğin bitiminde, görevliler çok hızlı bir
şekilde sofrayı kaldırırlar. Bu hız ve düzgün işleyen organizasyon sofrada bulunan
yabancıları şaşırtmıştır. Elçi ise, yemekte Paşalar ve Rumeli Beylerbeyi ile
birliktedir.

Yemekten sonra, Padişaha armağan edilmek üzere getirilen gümüş takımlar,


solakların ve yeniçerilerin durmakta oldukları Padişahın dairesine giden yolun girişi
yakınlarına taşınır ve burada bir süre muhafaza edilir. Gerlach, o günü anlatırken,
doğu yönüne doğru, kapının üst ve alt tarafında süslü kıyafetler giymiş çeşnigirler,
yani padişahın sofrasından ve yemeklerinden sorumlu olan görevlilerin oturmakta
olduğunu da söyler ve saygıdeğer efendim diye hitap ettiği elçinin ve beraberlerinde
yemeğe davet edilmiş olan genç soyluların da oraya dizildiğini anlatır. Tüm
bunlardan sonra paşalar padişahın huzuruna alınırlar.

159
3.1.3.12. Huzura Kabul

Mehmed Paşa huzura ilk giren kişiydi. Diğer paşalar da kıdem sırasına göre
içeriye girerler. Elçi ise bunlardan sonra huzura girer. Arz Odası’nın önünde çok
sayıda hadım edilmiş görevli durmaktadır. Paşaların ve elçinin padişahın eteğini
öpmesinden sonra armağanlar içeri getirilir. Paşalar bir yanda, elçi de öbür yanda
durmaktadır. Arkalarından da genç soyluları içeri alırlar ve onlara da padişahın
eteğini öptürürler. Uygulama şu şekilde olur: Đki Türk görevlisi, padişahın yanına
götürülenleri kollarından yakalar ve ellerini bile oynatmayacak kadar sıkı
kavrarlardı. Padişahın önüne gelince, adamı yere çekerler ve böylece dizlerinin
üzerine çökmüş durumda eteğini öptürürler, sonra da tekrar geri götürürler.

Padişah biraz yüksekçe bir yerde (taht) oturmaktadır. Zaten oda, ön tarafı
alçak, gerideki bölümü yüksek olarak yapılmış olup, zeminine halılar serilmiştir.
Bütün oda sırma ipliklerle dokunmuş halılarla kaplıdır. Đçeri girenler bu halıların
üstünde yürüyorlardı. Pencerelerine yer yer değerli taşlar yerleştirmişlerdi. Adeta bir
sahne (podium) gibi yüksekçe olan bölümün duvarları altın varakla kaplanmıştı.

Bu seremoni olurken, askerler düzenli bir sıra halinde durmaktadırlar. Beyler,


Padişahın yanına girmeden önce yeniçeri ağasının maiyetindeki yüksek subaylardan
beş yaşlı adam, dış kapıdan girerek öbür kapıya kadar ilerleyip, efendilerinin biraz
uzağında, Gerlach’ın ilginç betimlemesiyle, genç kızlar gibi ellerini önlerinde
kavuşturarak dizildiler. Yeniçeri ağası yerinden doğrulunca, onun önünden
ilerlediler. Ağa tek başına arkalarından yürüyerek beş altı adımda bir, solaklara ve
yeniçerilere doğru başını eğerek selam verir, onlar da aynı şekilde yere kadar
eğilerek selamını alırlar. Bunu en aşağıdaki kapıya gelene kadar birkaç kez tekrarlar.
Oraya varınca o beş kişi gene önünde eğilirler, sonra bırakıp uzaklaşırlar ve gene
yerlerine döndüler. O da yerine oturur. Elçi, genç soylularla birlikte padişahın
huzurundan çıkınca, O’na yeniçeri ağasını işaret ederler ve her ikisi de birbirlerini
eğilmek suretiyle selamlarlar.

160
Diğer avlunun önünden aşağı doğru yürürken bir süre beklenir. Burada tüm
saray erkânının önlerinden geçmesini seyrederler. Gerlach bu durumu zorunluluk
gibi aktarır. Burada daha önce sarayda olduklarını görmedikleri birkaç bin yeniçeri
sarayın içinden çıkar. Buna çok şaşırmışlardır. Çünkü heyetten hiç kimse o daracık
mekâna bu kadar çok insanın sığacağına ihtimal vermemiştir. Amirleri de
peşlerinden gelmiştir ama paşalar içeride kalmıştır.

Đlk avluda görmüş olduğu güzel bahçeleri burada da gören Gerlach,


hayranlığını gizleyemez. Đç kısımdaki ön avlunun iki yanında ve doğu yönünde çok
güzel bahçeler vardır ama bunlar yüksek duvarlarla çevrilidir. Zaten bütün arazi,
adeta selviler, çınarlar, dut ağaçları ve başka ağaçlardan oluşan küçük bir orman ya
da koruluk gibidir. Đçinde alageyikler, keçiler dolaşmaktadır.

Armağanların teslim edilmesinden sonra, adet olduğu üzere elçilik heyetini


bundan sonra koruyacak ve kapılarının önünde bekleyecek başka yeniçeriler
gönderilir. Bu yeniçeriler terfi ettirilerek kendilerine sipahi rütbesi verilir. Elçi, her
birine yıl boyunca ayda bir duka, en iyi kumaştan bir giysi, her hafta bir koyun ve
daha birçok şeyler vermeyi kabul etmiştir.

Elçiler sayesinde çavuşlar, yeniçeriler, hatta Budin beyleri bile terfi


ettiriliyor ve daha yüksek konumlara getiriliyorlar: Yeniçeriler sipahi oluyor,
Budin'de çavuş olanlar, "Kapı" çavuşluğuna getiriliyorlar. Elçi, armağanların
getirilmesi sırasında kafileyi gözeten yüksek rütbeli subaya birkaç bin akçe
değerinde para da bağışlamıştır.

Roma imparatoru, Đstanbul’daki elçiliklerin bütün masraflarını karşılıyor,


elçileri kendi paralarını harcamak zorunda bırakmıyor. Bu arada Divan
Tercümanı Mahmud Bey’e de hizmetleri için 8000 gulden para harcanmıştır288.

Gerlach ve elçilik heyetinin kaldığı Elçi Hanı’nın önünden sıklıkla esirler


geçirilirdi. Savaşın olduğu cephelerde kafaları kesilmiş önemli kişilerin kelleleri

288
Stephan Gerlach, a.g.e., s. 220-222.

161
askerlerin hanın önünden geçişleri sırasında görülmekteydi. Burada elçilik
heyetinin gözünü korkutmak düşüncesiyle psikolojik bir baskı uygulanmış
olduğu söylenebilir. Elçilik heyeti de Đstanbul’da boş durmamış, çeşitli yollarla
işlerine yarayacak bilgi, belge toplamaya çalışmıştır. 22 Kasım 1575 tarihinde
barış antlaşmasının onaylanmasının ardından, Đstanbul’da bulunan elçilik
heyetinden Bartolomeus ve Stephan ilgili belgeyi Đmparatorlarına götürmek
üzere 30 Kasımda yola çıkar.

3.1.3.13. Đmparator II. Maximilian’ın Ölümü

3 Kasım 1576’da posta arabasıyla Đstanbul’a gelen N. Kober, Đmparator II.


Maximilian’ın 12 Ekim’de Regensburg’da imparatorluk meclisi toplantısında
kalp krizi geçirerek öldüğünü haber verir. Bu haber Sokullu Mehmed Paşa’ya
ulaştırılır ve yeni imparatorun II. Maximilian’ın oğlu Rudolph’un olacağı
bildirilir.

3.1.3.14. Paşalara ve Padişaha Sunulan Armağanlar ve Huzura Kabul

Elçilik heyeti 27 Aralık 1576 tarihinde Sadrazam ve diğer büyük paşalara


armağanlarını sunmaya giderler. Bu seferki armağanlar arasında iki ilginç saat,
güzel çanaklar, altın kaplama kupalar vardı. Her armağan sunuşta elçilik
heyetinin doğrudan ya da dolaylı hizmetinde bulunan Türk görevlilerin terfileri
de bu vesileyle yapılıyordu. Yabancı devletlerin elçileri, maiyetleri ile buraya
gelişleri sırasında konuk muamelesi görüyorlar ve bütün masrafları devlet
tarafından karşılanıyordu. Burada olduğu gibi batıdan gelen elçilere Budin
Paşası’nın görevlendirdiği yüksek rütbeli bir görevli Đstanbul’a kadar refakat
ediyordu. Yapılan harcamalar Devletin kasasından çıkıyordu. Elçilerin dönüş
yolculuklarında ise, yol masraflarını kendileri karşılıyorlardı. Kuryeler de
yaptıkları işten hem kendileri ve hem de kendilerine refakat eden çavuşlar para
kazanıyorlardı.

162
31 Aralık 1576 tarihinde bu defa da Padişaha getirilen armağanların
sunumu için Saraya gidilir. Getirilen armağanlar arasında güzel saatler, bir leğen
ve ibrik, garip şekilli güzel su muslukları ve 1.000 reichsthaler vardı. Getirilen
hediyeler Padişahın görebileceği şekilde Arz Odası’nın yakınına konur.

Alışılagelmiş adetler gereğince, huzura kabul öncesi programı öncesinde


devletin ileri gelen üst düzey paşalarıyla yemek yenir. Menüde birkaç çeşit pirinç
yemeği, et, kızarmış tavuk, pirinç tatlıları, beyaz ekmek ve içecek olarak da
şerbet vardır.

Yemekten sonra elçi ve maiyetindekiler Arz Odası’nda huzura kabul


edilirler. Her zamanki gibi elçiler görevliler tarafından iki yanlarından kollarına
girilerek padişahın önüne getirilir, omuzlarından bastırılarak diz çöktürülür ve
padişahın eteği öptürülür ve aynı şekilde gerisin geriye duracakları yere
götürülürler. Gerlach’ın gözlemlerine göre, Oda’nın içi (yerler ve duvarlar) sırma
ipliklerle dokunmuş kıymetli halılarla kaplıdır.

Elçi içeride yaptığı konuşmada, eski imparatorları II. Maximilian’ın


Padişaha sunmak üzere çeşitli armağanları Viyana’dan elçi Simmich’le
gönderirken öldüğü, yerine geçen yeni imparator Rudolph’un aynı armağanları
aynı elçiyle Đstanbul’a gönderdiğini belirtmiştir. Konuşmasında iki ülke
sınırlarında meydana gelen çeşitli sınır ihlallerinden ve yapılan haksızlıklardan
bahisle, bunların düzeltilmemesi durumunda gönderilecek armağanların
gecikeceği ve belki de gönderilemeyeceğini diplomatik bir dille vurgulamış ve
Padişahın adaletine olan güvenlerinin tam olduğunu da sözlerine eklemiştir.

Elçinin bu konuşmasından ve yazılı metni arz ettikten sonra, elçilik


maiyetinden bazı kişiler de içeriye girip, padişahın eteğini öpüp yeniden dışarı
çıkarlar. Bunlar, Von Herbersdorff ve Andresa Zolner adlı iki asilzade,
armağanları getiren elçi Simmich’in kâhyası Abt, Michael adlı bir Macar,
Schorndofflu Yeremias Fischer, Volkhardt ve Wolhzogen adlı elçilik
görevlileridir.
163
Sonrasında içeriden iki elçi de çıkıp, dışarıda beklerler. Daha sonra
içeriden rütbesi en küçük olandan başlamak üzere Paşalar da çıkar. Kapıdan her
çıkan dışarıda bekleyenlerin önlerinde üç defa eğilirler ve sonrasında hep birlikte
çıkış kapısına doğru yönelirler. Babüsselam’a geldiklerinde sarayda görevli olan
binlerce yeniçeri, diğer hizmetliler ve görevli erkân, elçilik heyetinin önünden
atlı ve yaya olarak resmi bir geçit yaparlar.

Yapılan uygulamalarda hep gördüğümüz gibi, elçilerin psikolojik olarak


etki altına alınabilmesi için, Sarayda protokole dair her şey, belirli bir plan ve
disiplin çerçevesinde hazırlanmıştır.

3.1.4. Stephan Gerlach’ın, “Türkiye Günlüğü 1577-1578289”


Đsimli Eserine Göre Elçi Kabulleri

3.1.4.1. Lehistan Elçisi’nin Đstanbul’a Gelişi

23 Haziran 1577 tarihinde Lehistan elçisi Johannes von Siennow


Đstanbul’a gelir290. Elçilik heyeti 30 kişi kadar olup, heyeti 86 civarında atlı
izliyordu. Gerlach’ın betimlemesine göre, gelen heyet Macar tarzı şapkaları ve
bazılarında da Leh usulü kürkle astarlı başlıkları, kırmızı rengin hâkim olduğu
elbiseleri ve süslü atlarıyla göz kamaştırıyordu. Elçilik heyetine eşlik eden
atlıların çoğu genç denecek yaşta olup, üzerlerinde okları ve yayları vardı.

Gelen elçilere uygulanan diplomatik karşılama töreni Leh elçisine ve


maiyetine uygulanmadı. Đstanbul’daki diğer ülkelerin elçiliklerinden de
karşılamaya giden olmamıştı. Gelen elçinin amacı, ülkesiyle Osmanlı
Đmparatorluğu arasındaki iyi ilişkilerin devamını sağlamak ve sorun yaşadıkları
Tatarlar’a karşı padişahtan destek almaktı.

289
Stephan Gerlach, Türkiye Günlüğü 1577-1578, 2. Cilt, Ed. Kemal Beydilli, Çev. Türkis Noyan,
Kitap Yayınevi, Đstanbul 1. Basım 2007.
290
Stephan Gerlach, a.g.e., s. 601.

164
Padişah gelen Leh elçilik heyetine, günlük 30 meter291 şarap, 2 öküz, 10
koyun, 10 tavuk ve 20 kaz olmak üzere çeşitli yiyecek ve içecek maddeleri
gönderilmesini buyurur. Gelen Leh elçisi 27 Haziran’da Sadrazamı ziyaret eder
ve Paşaya 4 tulum samur kürk armağan eder.

Lehistan elçisi 1 Temmuz 1577 tarihinde Padişaha Kralı tarafından


gönderilen hediyeleri sunmak için Saraya gider. Elçiye gösterilen diplomatik
itibar yine aşağı düzeydedir. Çavuşbaşı yerine, bir sipahi kumandanı refakatçilik
yapmaktadır elçiye. Lehistan elçisi buna rağmen, Padişaha sunmak için getirmiş
olduğu hediyeleri şehrin sokaklarından herkesin göreceği şekilde geçirterek
Saraya getirir.

3.1.4.2. Padişaha Sunmak Üzere Getirilen Hediyeler

Elçilik heyetinin başında süslü atlara binmiş, boyunlarında kolyeler olan Leh
asilzadeleri gitmektedir. Đkili gruplar halinde 15 büyük altın kaplama kupalar
taşınıyordu. Bir başak ikili grupta da, her birinde 40-50 civarında samur kürkün
olduğu 10 kürk tulumu taşınıyordu. Arkada sırma elbiseler içindeki gençlerden
oluşan grup vardı. Gençlerin arkasından da elçi geliyordu. Bu görsel kompozisyon
oldukça ilginç gelebilecek bir sahneyle tamamlanıyordu; elçinin arkasında Đngiliz
köpeklerinden biraz daha büyük 10 köpek yürüyordu.

Lehistan elçisi 23 Temmuz’da Padişaha veda ziyaretinde bulunur. Đstanbul’a


gelirken amaçladığı diplomatik sonuçları alamadan, 27 Temmuz 1577 tarihinde
Đstanbul’dan ayrılır.

3.1.4.3. Đstanbul’a gelen Çeşitli Elçilerin Padişaha Sunduğu Armağanlar

19 Kasım 1577 tarihinde yeni Venedik elçisi Padişahın huzuruna kabul edilir.
Yeni elçi armağan olarak, çok kaliteli kadife ve sırmalı dokumalar ile Venedik işi

291
Meter, 1-2 litre arası sıvı ölçüsü.

165
güzel kumaşlar getirir. Elçinin yanında bir de kuyumcu ustası vardır. 22 Aralık 1577
tarihinde Fransa elçisi Gilles de Noailles, Padişahın eteğini öper ve veda eder.
Diplomatik bir adet olarak da elçi onuruna Sarayda bir ziyafet verilir. 22 Aralık 1577
tarihinde Eflak elçisi gelir. Getirdiği armağanlar şunlardır: ipekli, sırmalı ve kadife
kumaştan dikilmiş 144 adet elbise, 12 tane de Erdel işi altın kaplama büyük kupa.

3.1.4.4. Elçi Joachim von Sintzendorff zu Feueregg’in Đstanbul’a Gelişi

23 Aralık’ta Đran Şahı Şah Đsmail’in ölüm haberinin gelmesinden yaklaşık bir
hafta sonra, 29 Aralık 1577 tarihinde, Đstanbul’a gelmek üzere şehre iyice yaklaşmış
olan yeni elçilik heyetini karşılamak üzere, Gerlach’ın da içinde bulunduğu bir
karşılama heyeti yola çıkmıştır bile. 1 Ocak 1578 tarihinde, Roma Đmparatoru’nun
Osmanlı Devleti nezdindeki yeni elçisi Joachim von Sintzendorff zu Feueregg
kendisini karşılayan elçilik mensupları da yanında olduğu halde Đstanbul’a gelir. Bu
heyette saray vaizi olan Salomon Schweigger de vardır292.

3.1.4.5. Sadrazam Đle Büyük Vezirleri Ziyaret ve Getirilen Armağanlar

15 Ocak 1578 tarihinde her iki elçi de vezir paşalara armağanlarını sunarlar.
Gerek Sadrazam ve gerekse diğer vezirler elçilik heyetini güzel karşılarlar. Ayağa
kalkarlar, hafifçe eğilerek selam verirler. Đki elçiyle beraber gelen genç asilzadeler
de ayrı ayrı yapılan bütün bu ziyaretlerde içeriye alınırlar ve vezirlerin ellerini
öperler, tazimlerini sunarlar.

Sadrazama getirilen hediyeler şunlardır: 9.000 taler, çok süslü ve işlenmiş


kupalar, leğenler, ibrikler ve saatler. Ahmet Paşa’ya, 1.000 taler, kupalar ve saatler
hediye edilir. Đkinci vezir Piyale Paşa’ya 2.000 taler verilecektir ama hasta
olduğundan, bu ziyaret gerçekleşmez. Sinan Paşa ve Dördüncü vezir Mustafa Paşa
da heyeti olumlu karşılar, şerbetler ikram edilir.

292
Stephan Gerlach, a.g.e., s. 707-708.

166
3.1.4.6. Padişahın Huzuruna Kabul ve Getirilen Armağanların Sunumu

Padişaha getirilen armağanların sunumu 19 Ocak 1578 tarihinde gerçekleşir.


O günün hikâyesini bunu yaşayan Gerlach’ın gözünden aktarıyoruz.

Sabahleyin çavuşbaşı, bir sipahi ağası ve çok sayıda çavuş ile birlikte elçilik
konutunun kapısına gelir. Elçileri selamlayarak onlara saraya kadar refakat etmekle
görevlendirildiğini söyler. Saraya girer girmez, halıların üzerinde yemek sofralarının
kurulmuş olduğunu görürler. Elçiler paşalarla birlikte Divanın özel bir bölümünde
ve maiyeti de ayrı bir yerde hemen yemeğe otururlar.

Sofrada çeşitli pirinç yemekleri vardır. Beyaz ve sarı renkte, kuru, yumuşak
ve sulu olarak pişirilmiş pirinç ve yanında kızarmış tavuk, haşlanmış et ve başka
yemekler güzel, beyaz uzunca kaplar içinde sunulur. Ayrıca esmer ekmek ve gül
suyu ile şekerden yapılma tatlı bir içecek de vardır.

Yemekler yendikten sonra, Padişaha sunulacak armağanlar avlunun hemen


hemen orta yerine kadar getirildi. Armağanları taşıyanlar orada durdular. Çünkü
Divanın bulunduğu mekânın üstünde çatısı kurşunla kaplanmış bir kule var (Adalet
Kulesi) ve Gerlach’ın öğrendiğine göre, o kuleden padişahın eşi yeni gelen konukları
ve armağanları görmek için beklermiş. Bu arada avluda sağ tarafta caminin yanında
yüzlerce ve belki de bin kadar yeniçeri, solak ve yaya sıralanmış büyük bir disiplin
içinde ayakta durmaktadırlar.

Beyler yemek yedikten sonra, elçiler paşalardan ayrıldılar ve padişahın daire


kapısının (Arz Odası) yakınında bir yere oturdular. Padişahın eteğini öpmek için
gelmiş olan genç asilzadeler de elçilik maiyetinin yanından alınarak onların yanına
götürülürler. Arz Odası’nın her iki yanında sırmalı elbiseler giymiş çeşnigirler
oturuyorlar, onların yanında da altı kapıcıbaşı duruyordu. Kapıcıbaşılardan her biri
elinde altın bir değnek tutmaktadır.

167
Önce yeniçeri ağası padişahın dairesine girer, o çıktıktan sonra iki kazasker
huzura kabul edilir, geri döndüklerinde üçüncü kapının önüne otururlar. Bu sefer
huzura çıkma sırası vezir paşalara gelmiştir. Onları içeri götürecek olan ve elinde
gümüş bir asa tutan çavuşbaşı, vezirlerin önünde eğilir, bütün saray erkânı da
vezirlerin önünde eğilirler.

Paşalardan hemen sonra her iki elçi ve genç asilzadeler daha önce de
anlatıldığı biçimde padişahın huzuruna çıkarılırlar293. Genç asilzadeler de sırayla
padişahın eteğini öptükten sonra, elçiler her zamanki gibi söyleyeceklerini padişaha
aktarırlar. Bunun üzerine armağanlar üçüncü kapının (Bâbu’s-Saâde) önüne,
padişahın görebileceği bir yere kadar getirilir. Para bir terazide tartılır ve biner taler
olarak bölünüp keselere yerleştirilir. Diğer armağanlar, büyük güzel altın kaplama
kupalar, leğenler, abanoz yazı takımları, en başta güzel bir saat olmak üzere çeşit
çeşit değişik saatlerden oluşmaktaydı294.

Đstanbul’a gelen elçilerin gelirken yanlarında gerek paşalara ve gerekse


Padişaha kıymetli armağanlar getirmesi dönemin şartları çerçevesinde bir
gereklilikti. Aksi halde muhatap alınmaz, Padişahın huzuruna çıkartılmazdı. III.
Murad’ın tahta çıkmasını (cülus) kutlamak için Đstanbul’a gelen bir Fransız elçisi,
Padişaha armağan getirmediği için huzura alınmamıştı. Elçinin iki devletin aynı
seviyede ve kardeş gibi olduklarını söylemesi ve ısrarından sonra huzura kabul
edilmiş ama onuruna yemek verilmemişti. Aynı dönemde Avusturya (Roma),
Venedik, Lehistan elçileri armağanlar getirdikleri için kendilerine diplomatik
teamüllere uygun ziyafet çekilmişti.

3.1.4.7. Sokullu’nun Avusturya Đmparatoru’na Yolladığı Armağan

6 Şubat 1578 tarihinde Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa, Avusturya


Đmparatoruna gönderilmek üzere, elçilerin kaldığı konuta iki adet büyük Đran halısı
293
Padişahın huzuruna kabul edilen elçiler, Padişahın huzurunda oldukları sürece şapkalarını
çıkartıyorlar. Ama Sadrazam veya diğer vezirlerle olan görüşmelerinde, şapkalarını çıkartıp selam
veriyorlar ve tekrar şapkalarını giyip, kendilerine getirilen iskemlelere oturuyorlar.
294
Stephan Gerlach, a.g.e., s. 721-722.

168
gönderir. Böylesine bir hediye ilk defa verilmektedir. Gerlach’ın ifadesiyle halıların
her bir değeri 600 duka etmektedir. Bunlardan başka iki küçük halı daha
gönderilmiştir. Bu küçük halıların yanında ayrıca bir demet balıkçıl kuşu tüyü de
vardır295.

Đstanbul’a gelen ve görevleri bitene kadar burada kalan elçilere verilen


ödenekler, ödeme yapılacak ve/veya armağan verilecek kişinin ölmesi durumunda
kendilerinde kalır ve onlar da bunu ihtiyaç olan başka kalemlerde kullanırlardı.

Padişah elçilik heyetine giymeleri için çeşitli giysiler göndermiştir. Bunlar


sırma ipliklerle dokunmuş kestane rengi kadife elbiseler, kırmızı ipekten elbiseler,
dal ve yaprak desenli sarı renkli, kestane renkli ve içleri sırma ve mavi renkli
ipliklerle dokunmuş birbirinden güzel kaftanlardır. Elçi ve maiyeti bunları büyük bir
onurla giyerler.

3.1.4.8. Elçinin Veda Ziyareti ve Đstanbul’dan Ayrılışı

Tarihler 18 Mayıs 1578’i gösterdiğinde elçi Padişaha veda ziyareti yapar.


Elçiye ve maiyetine mükellef bir ziyafet çekilir. Elçilik heyeti, bu yemek sırasında
önemli bir Đranlı sancakbeyinin Osmanlı tarafına geçiş törenini izler. Gerlach, geniş
gözlem gücünü de kullanarak, veda ziyareti için Padişahın huzuruna kabul
edilişlerini, gördüklerini ve yaşadıklarını ayrıntılı olarak anlatmaktadır.

Padişahın huzuruna önce yeniçeri ağası çıkar. Bütün saray hizmetlileri onun
önünde eğilirler ve o da onlara doğru eğilerek selam verir. O dışarı çıkınca, din
adamları gibi, başlarına büyük geniş kavuklar geçirmiş olan iki kazasker içeri gireri,
onlar çıktıktan sonra da önlerinde gümüş asalarıyla çavuşbaşı ve vekilharç olduğu
halde vezir paşalar huzura çıkarlar. Onların hemen arkasından sözü edilen Đranlıyı
padişahın eteğini öpmeye götürürler. Ondan sonra sıra elçiye gelir. Kendisi
tercümanı ile birlikte vezir paşaların yanında yer alır. Elçiden sonra ise, maiyeti
teker teker huzura çıkarılır.

295
Stephan Gerlach, a.g.e., s. 727-728.

169
Üçüncü kapının dışında çeşnigirler ve müteferrikalar oturmaktadır. Bu
görevlere paşaların oğullarını getirirler. Kapının iç tarafında, solda çok sayıda yaşlı
ve genç hadımağası duruyordur. Kapıdan büyük bir salona giriliyor. Zemini tıpkı
camiler gibi çok güzel mermerle döşelidir. Kapının üzeri altın varakla kaplı dal ve
yaprak motifleriyle sanatkârane bir biçimde süslenmiştir. Bunu daha önce başka
hiçbir yerde görmeyen Gerlach, hayranlığını belli eder.

Bu odanın dışında, ellerinde gümüş asalarıyla iki genç kapıcıbaşı


durmaktadır296. Huzura çıkacak kişileri bu görevliler sıraya koyuyorlardır. Kapının
iç tarafında da gene daha yaşlı gümüş asalı iki kapıcıbaşı durmaktadır. Bunlar her bir
kişiyi sırayla herhangi bir harekette bulunamayacağı bir biçimde kollarından tutup
padişahın önüne getirirler, padişaha yarım adımlık bir mesafede yere diz çöktürürler
ve oraya getirdikleri kişiyi de yere doğru çekerek ona öpmesi için padişahın yenini
uzatırlar.

Padişah, altın varak ve değerli taşlarla çok güzel süslemeli bir şöminenin
yakınlarında biraz yüksekçe bir yerde oturmaktadır. Altında sırma ipliklerle,
incilerle işlenmiş, çok değerli olan görkemli bir halı yayılıdır. Üzerinde durdukları
zemin de ipek ve altın tellerle dokunmuş halılarla kaplıdır. Pencerelerde de değerli
taşlar vardır. Padişahın üzerinde simli dokumadan yapılmış bir giysi vardır. Salonun
sağ tarafında vezirler, elçi ve tercümanı yer alırlar. Elçi veda konuşmasını yaptıktan
sonra, genelde adet olan bir dilekte bulunur ve bazı tutsakların serbest bırakılmasını
rica eder. Azat edileceklerin üçü Macardı. Bunlardan Thomas adlı biri (bir Hırvat)
yolları çok iyi bilen bir kılavuz olup, Raab önünde yenilgiye uğrayan Carle von
Zeltingen ile birlikte esir alınmıştır. Dördüncü tutsak Kanije’li bir berberdir.
Beşincisi tutsak Augsburglu Leonhard Widner idi. Padişah, bunların beşini de297,
aralarında önemli bir kişi bulunmamak koşuluyla elçiye armağan olarak azat eder298.
Elçi ve maiyeti 4 Haziran 1578 tarihinde Đstanbul’dan ayrılır. 5 Ağustos 1578
tarihinde Viyana’ya ulaşırlar.

296
Bunlar padişahın arzusuna göre dört veya altı kişi olabilirler ve bu çok onurlu bir görev
sayılmaktadır.
297
Bu tutsaklardan berber Mihail ve Widner çeşitli nedenlerle Đstanbul’da kalırlar.
298
Stephan Gerlach, a.g.e., s. 796-797.

170
3.1.5. Salomon Schweigger’in, “Sultanlar Kentine Yolculuk
1578-1581299” Đsimli Eserine Göre Elçi Kabulleri

Salomon Schweigger (1551-1622), 1577-1581 yıllarında Kutsal Roma


Germen Đmparatorluğu’nun başında bulunan Habsburglu II. Rudolf (1576-1612)
tarafından Osmanlı Devleti’nin başkentine daimi temsilci olarak gönderilen Joachim
Freiherr von Sintzendorff’un (1534-1594) maiyetindeki Protestan vaizdir300.

Resim 36: Salomon Schweigger Resim 37: Elçi Joachim von Sintzendorff
(Schweigger, s. 10) (Schweigger, s. 21)

Đmparator tarafından Đstanbul’a yeni bir elçi gönderilecektir. Bunun için bilge
ve dindar kişiliğiyle tanınan, imparatorluk saray danışmanı Joachim Freiherr von
Sintzendorff seçilir. Elçilik heyetinin oluşturulmasında çeşitli yetenekleri olan
kişilere öncelik veriliyordu. Elçilik heyetinin vaizi olarak da, tavsiyeler üzerine
Salomon Schweigger, bu işe uygun bir din adamı olarak bu göreve atanır.

299
Salomon Schweigger, Sultanlar Kentine Yolculuk 1578-1581, Yayına Hazırlayan ve Notlayan:
Heidi Stein, Çev. S. Türkis Noyan, Kitap Yayınevi, Đstanbul 1. Basım 2004.
300
Salomon Schweigger, a.g.e., s. 14.

171
3.1.5.1. Đstanbul’a Gidilirken Đzlenen Yol Güzergâhı

Gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra, elçilik heyeti başlarında Joachim


Freiherr von Sintzendorff olduğu halde, Viyana’dan Đstanbul’a doğru yola çıkarlar.
Yol güzergâhı Budapeşte, Belgrad, Sofya, Filibe, Edirne ve Đstanbul’dur.

Küçük gemilerle yapılan yolculuğun bu ilk aşamalarında 13 Kasım 1578


tarihinde Commorra301 kalesine ulaşırlar. 15 Kasımda elçilik heyetine refakat edecek
Türk birliği Commorra dolaylarına gelir. Elçilik heyetine vardıkları yere kadar
silahlı korumalar eşlik etmektedir. Türklerin gelmesiyle, karşılıklı silah atışlarıyla
selamlaşma yapılır ki, bu bir nevi “hoş geldiniz” anlamına gelmektedir: Kaleden,
gemilerden ve karşıdaki Türklerden ateşlenen silahların sesleri gökyüzünü gürültüye
boğmuştur.

Resim 38: Elçilik Gemileri. (Schweigger, s. 23)

Bu ilk karşılaşmada kısa süreli diplomatik bir kriz yaşanırsa da, sağduyulu
yaklaşımlarla bu durum yerini anlaşma zeminine bırakır. Türk heyeti, elçinin
yanındaki kalabalık silahlı gruptan dolayı bir süre için elçiye yaklaşmadılar. Elçinin
bir adamını göndermesiyle aradaki güvensizlik ortamı giderilir ve Türkler, elçilik
heyetini koruyan diğer ekibin gitmesiyle, elçiye ve maiyetine yolculuklarında eşlik

301
Komarno, Slovakya.

172
etmek üzere göreve başlarlar. Tabii ki ilk karşılaşmada olduğu gibi, diğer ekip
giderken de karşılıklı olarak tüfek atışıyla, her iki taraf da birbirlerine bir nevi “güle
güle” der.

3.1.5.2. Gran’a Varış ve Gran Beyi Đle Görüşme

Elçilik heyeti Đstanbul’a doğru yola devam ederken, Gran veya Strigonium
(Esztergom, Macaristan) kentine vardıklarında elçilik heyetini ve Türk
refakatçilerini taşıyan 10 nasada gemisi toplarını ateşler. Şehir halkı seyir için
toplanır. Şehrin Beyi elçiye ve maiyetindekilere birçok armağan yollar: 5 canlı
koyun, 1 tane kesilmiş öküz, birçok ekmek, 12 piliç ve bir sürü mum. Şehrin Beyi
elçilik heyetini iyi karşılamıştır.

16 Kasımda Gran Beyi’nin dört çavuşla beraber gönderdiği ve oldukça


görkemli bir şekilde süslenmiş bir atla, elçi Beyle görüşmeye gider. Beyin konağına
geldiğinde, iki sıra halinde dizilmiş konaktaki görevlilerin arasından konağa çıkan
elçiyi, konak içindeki bir salonda Bey ve maiyeti karşılar. Đki sıra halinde sıralanmış
Beyin adamları elçiye tazimlerini sunarlar. Bey alçak bir sandalyede oturmaktadır.
Elçi içeriye girince ayağa kalkar ve elçiyi selamlar, elçi de karşılık verir ve kendisi
için hazırlanmış alçak bir sandalyeye oturur.

Elçi, Gran Beyi’ne Đmparator II. Maximilian zamanında III. Murad ile
yapılan barış anlaşmasını şimdiki imparatorları II. Rudolf’un da devam ettirmek
istediğini ve bunun için de kendisini görevlendirdiğini söyledi ve ilgili mektubu
verdi. Bey, bunun için elinden gelen çabayı göstereceğini ifade eder. Elçi, yapılan bu
konuşmalardan sonra, Beye sunulmak üzere getirilen armağanları sunar: Altın
kaplama bir servis tabağı, 500 taler, 2 altın kaplama kâse.

173
3.1.5.3. Budin’e Varış ve Budin Beylerbeyi Đle Görüşme

Heyet Budin’e vardığında tarihler 17 Kasımı göstermektedir. Budin’de


Beylerbeyi olan Mustafa Paşa, elçilik heyetini karşılamak üzere gönderdiği iki
nasada gemisi görevli, heyeti kentin yarım mil yukarısında silah atışlarıyla karşılar.
Elçinin refakatindeki gemilerden de karşılık verilir.

Budin Beylerbeyi Mustafa Paşa, elçiye ve maiyetine adamları vasıtasıyla


çeşitli armağanlar göndermiştir. Elçilik heyetini taşıyan nasada gemileri Paşa’nın
konağının olduğu sahile yanaşıp, karaya ayak bastıklarında bu hediyeler görevli
çavuşlar tarafından elçiye sunulur: Württemberg tipi testi dolusu şarap302, ekmek, bir
koyun, balık, bir sürü tavuk, salata, pirinç ve şeker.

Elçi, ertesi gün sabah saatlerinde kendisine gelen dört çavuşun refakatinde,
Paşa ile görüşmeye gider. Bir çiftlik evine benzeyen Paşa’nın konutunda Gran’da
olduğu gibi benzeri bir karşılama düzeni vardır. Avluda Gran’da olduğu gibi, yine
aynı düzende yani ikili olarak sıraya dizilmiş Paşa’nın adamları elçiye eğilerek “hoş
geldiniz” selamı veriyorlardı. Đçerideki bir salonda ise, Paşa alçak bir iskemleye, sağ
ve sol tarafındaki yüksek düzeyli danışmanlar ve subaylar ise sedirlerde
oturuyorlardı. Elçi tercüman aracılığı ile Gran’dakine benzer konularda Paşa ile
görüşür ve benzeri cevapları alır. Daha sonra getirilen hediyeler Paşa’ya sunulur:
Para, servis tabağı ve saat.

Schweigger’in avludaki Paşa’nın hizmetlilerinden söz ederken dikkatini


hizmetlilerin giyimleri dikkatini çekmiştir. Şöyle der, Schweigger: “Bunların hepsi
omuzlarına vaşak, leopar ve başka yırtıcı hayvanların kürklerini atmışlardı. Amaç,
hem refah içinde olduklarını göstermek, hem de gerekirse bir darbeye karşı
korunmak, ayrıca düşmanları ve onların atlarını bu tersine çevrilmiş kürklerle
ürkütmektir. Macar yamaklar da bu çeşit giysilerle dolaşmaktadırlar, sadece

302
Almanya’nın güneybatı bölümünde yer alan ve şarap üretimi için kaliteli üzüm bağlarına sahip
olan bir yerleşim yeri.

174
başlıkları farklıdır303”. Bizce de bu şekilde bir yaklaşım olsa gerektir.

Resim 39: Budin Paşası huzurunda elçi kabulü. A harfiyle işaretlenen kişi
elçidir ve alçak bir tabure üstünde oturmaktadır. B harfiyle işaretlenen ise, Budin
Paşası’dır. O da bir tabure üstüne oturmuştur. Sağda ve solda oturmakta olanlar ise,
ileri gelen yüksek rütbeli subaylardır. C harfli tercümandır. D ise, elçinin maiyetidir.
(Schweigger, s. 35)

Görüşme bitiminde Paşa’nın birçok hizmetkârı elçinin etrafını sarıp,


kendilerinin terfi etmeleri için Paşa’dan ricada bulunmasını isterler ki, elçi
kabullerinde bu durum sıklıkla yaşanmaktadır. Hizmetliler genelde elçilerin ricaları
üzerine terfi ettirilirler.

Elçi ve yanındakiler, diplomatik görüşmelerin bitmesinden ve hediyelerin


sunulmasında sonra, Paşa’dan aldıkları izinle, Gran’da olduğu gibi burada da eski
kaleyi ve civarını gezerler. 19 Kasımda Budin’den ayrılan heyete, Paşa’nın
görevlendirdiği bir bey, iki çavuş ve adamları da refakat etmeye başlarlar.

303
Salomon Schweigger, a.g.e., s. 35.

175
3.1.5.4. Belgrad, Filibe, Edirne ve Đstanbul

28 Kasım’da Belgrad’a ulaşılır. Şehre yaklaşmakta oldukları sırada iki


nasada gemisinden selamlama amaçlı top atışı yapılır. Elçilik heyetini taşıyan
nasadalardan da atış yapılır. 29 Kasım’da gemilerle yapılan yolculuk sona erer.
Bütün eşyalar arabalara yüklenir ve bir gün sonra yola karadan devam edilir.

22 Aralık’ta Edirne’ye varılır. Edirne’de elçilik heyetini Kadı karşılar ve


heyeti konukevine yerleştirir. Heyetin bundan sonraki yol güzergâhları Havsa,
Lüleburgaz, Silivri ve Büyükçekmece üzerinden Đstanbul olmuştur. Aralığın son
günü elçi ve maiyetindekiler Küçükçekmece’de Đstanbul’da bulunan elçi David
Ungnad ve birçok görevli tarafından karşılanır. 1578 yılı Ocak ayının ilk günü
elçilik heyeti Đstanbul’dadır artık. Çemberlitaş’taki “Elçi Hanı”’na yerleşirler.

Resim 40: Elçi ve maiyetindekilerin Đstanbul’a girişi. (Schweigger, s. 54-55)

176
Resim 41: Elçi Hanı. A harfi ile işaretli yerde elçi kalmaktadır. (Schweigger, s. 58)

3.1.5.5. Đstanbul’daki Elçilerin Gereksinimlerinin Karşılanması

Padişah tarafından gelen elçiye her ay 10.000 asper304 ödenir. Elçi, bu


parayla et, balık, şarap gibi çeşitli gereksinimlerini karşılar. Masrafların çoğu şarap
içimine gitmektedir. Her ay 90 külah şeker ve 3 okka mum, dört okka yağ ve 1
metze pirinç harcanıyordu. Bu malzemeler günlük sarfiyat üzerinden hesaplanarak
on beş günde bir sağlanır. Ayrıca her gün dört koyun kesilir. Saray mutfağından
yemek de gönderilir. Günde dört beygir yükü odun, atların beslenmesi için de arpa
ve saman getirtilir. Elçiye istediği kadar at besleme hakkı tanınmaktaysa da, genelde
o yedi atla yetinir.

304
Beyaz renkte olan gümüş para birimi, akçe.

177
3.1.5.6. Armağanların Padişaha Sunumu, Arz Odası Đle Đlgili Gözlemler

Her iki elçi, David Ungnad ve Joachim von Sintzendorff 17 Ocak 1578 tarihinde
Padişah III. Murad tarafından huzura davet edilirler. Arabalara yerleştirilmiş olan para ve
armağanlar elçilerin önünde götürülüyordur. Padişahın görevlendirdiği hizmetkârlar onları
kapıda karşılayarak getirilen armağanları teslim alırlar ve padişahın dairesine (Arz
Odası) götürürler.

Sarayın iç avlusuna ulaşılan ikinci kapıdan (Babus-Selam) giren iki elçi ve


maiyetlerindeki asilzadeler orada atlarından inerler. Elçiler taş döşeli geniş avluyu
yürüyerek geçip padişahın dairesine girerken, asilzadeler ve hizmetkârlar iç avluda
ayakta beklerler. Elçilerin önünden sarayda itibarlı bir konumu olan Kapıcıbaşı
yürüyordur ve elinde Kızıl Deniz'de yetişen cinsten bir Mısır kamışı tutmaktadır.
Kapıcıbaşı, elçilere padişahın dairesine kadar eşlik eder.

Padişah dairesinin (Arz Odası) önünde nöbetçi olarak dört çavuş duruyordur.
Đkişer çavuş, elçileri koltuk altlarından tutup içeriye götürdüler ve padişahın önüne
gelince oldukça sert ve haşin bir tarzda yere bırakıp dizlerinin üzerine çökmeye
zorladılar. Kapıağası, tam karşılarına denk gelen bir yerde oturmakta olan Padişahın
üzerindeki giysinin yenini tutup tek tek elçilere uzatır ve öptürür. Bu durum elçinin
heyetinde bulunan Schweigger’in hiç de hoşuna gitmemiştir. Aşağılandıklarını
düşünüyordur.

Elçiler padişahın giysisinin yenini öptükten sonra, kendilerine ayağa


kalkmaları ve birkaç adım geriye çekilmeleri işaret edilir. Burada durarak, üstlenmiş
oldukları görevi yerine getirmek üzere söz alırlar. Önce imparatorlarının selamlarını
iletir, sonra da onaylanmış anlaşma yazısını sunarlar.

Yazının metni yaklaşık olarak şu sözleri içeriyordu: “Đmparatorun, yüksek


asilzade sınıfından seçtiği bu elçileri Macaristan ile Osmanlı devleti arasında
kurulan barışın devamını sağlamak için bütün şartların eksiksiz yerine getirilmesini
güvenceye almak üzere gönderdiğini, kendi payına düşen şartları yerine getirdiğini
178
ve Sultanın da buna riayet edeceğini umduğunu, bugüne dek her şeyin oldukça
yolunda gittiğini, birkaç yıl öncesinden beri Türklerin emrinde çalıştırılan
Hıristiyanların sayısının 9.000’'i aşmamasıyla iyi niyetin yeterince belirtilmiş
olduğunu, bu suretle de Đmparator Hazretlerinin ileriye yönelik nasıl bir tutum
takınacaklarını kolayca anlayabileceğini bildirmekteydi305”.

Elçilerin en kıdemlisi olan David Ungnad, asıl adı Melchior von Dierberg
olan, Müslüman olduktan sonra Ali adını alan Alman kökenli Türk çevirmene
Almanca anlatır. Tercüman da bu konuşmayı Türkçe olarak Padişah’a arz eder. Bu
esnada elçiler, şapkaları ellerinde olduğu halde, ayakta durmaktadırlar.

Resim 42: Elçiler padişahın huzurunda. (Schweigger, s. 63)

Padişahın odası (Arz Odası) yaklaşık olarak 12 adım genişliğinde ve oldukça


loştur. Yükseklere yerleştirilmiş olan az sayıda pencereden içeriye zayıf bir aydınlık
giriyordur. Yerler çok değerli Đran halılarıyla kaplıdır. Padişah, zeminden bir ayak

305
Salomon Schweigger, a.g.e., s. 63-64.

179
kadar yüksekte ve iki ayak boyunda, sahneye benzer, üzeri değerli taşlarla işlenmiş,
yerdekilerden daha kıymetli ipek halılarla örtülü bir sedirde oturuyordur. Bütün
duvarlar boyunca, halıların üstüne sırmalı ipliklerle dokunmuş, değerli taşlarla
işlenmiş kumaşlardan yapılma güzel yastıklar ve minderler dizilmiştir. Padişah
Türklerde adet olduğu üzere sedirde bağdaş kurmamış, tıpkı bir iskemlede
otururmuş gibi ayaklarını yere sarkıtmıştır. Üzerinde çok güzel sırmalı kumaştan bir
giysi (kaftan) vardır ve parmaklarında o güne kadar görülmeyen irilikte yakutlarla,
elmaslarla bezenmiş yüzükler takmıştır.

Schweigger, kendi ülkesindeki krallarla Padişahı karşılaştırır ve der ki: “Altın


zincirler, kral tacı, kraliyet asası ve küresi, özel kraliyet giysisi bu ülkede bilinmiyor
ve geleneklerine uymuyor306”.

Padişahın karşısında, üç vezir gözleri yere bakıyor olduğu halde, elpençe


ayakta durmakta ve kimsenin yüzüne bakmamaktadırlar. Padişah dahi aynı biçimde,
alçak bir sahneye benzeyen sedirde (taht) uyurmuş gibi oturuyor, konuşmadan,
etrafına bakınmadan, canlı olduğunu belli eden bir harekette bulunmadan
duruyordur. Schweigger’in ilginç betimlemesiyle Padişah; “tıpkı ağaçtan yontulmuş
bir heykele benziyordur307”. Odada, yukarıdaki kişilerden başka kimse
bulunmuyordur.

Elçinin sözlerine karşılık tek bir sözle bile cevap verilmez. Padişah ve
içerideki devlet erkânı yerlerinden bile kıpırdamazlar. Görüşme, elçinin elindeki
resmi yazıların alınmasıyla, aynı sessizlik içinde sona erer. Sonrasında elçilere adet
olduğu üzre, Divan’da yemek verilir. Sofrada beş kap pirinç yemeği, ayrıca koyun
eti, kızarmış tavuk ve güvercin, içecek olarak da şerbet vardır. Yemekler bağdaş
kurularak yerde yenmektedir. Yemek esnasında hizmetkârlardan biri, elinde deri bir
tulum ve gümüş kupalarla sofranın çevresinde dolaşıp, içmek isteyenlere şerbet
dağıtmaktadır. Bütün bunlar, sabahın saat dokuzundan öğleye kadar sürer. Elçiler

306
Salomon Schweigger, a.g.e., s. 64.
307
Salomon Schweigger, a.g.e., s. 64.

180
sofradan kalkınca, etrafta duran çavuşlar ve diğer görevlilerin yemeklere
saldırmaları (Çanak Yağması) heyettekileri şaşırtır. Elçilik heyeti işlerini bitirdikten
sonra konakladıkları hana döner. Burada da ayrıca güzel bir şölen sofrası
hazırlanmıştır.

3.1.5.7. Padişah’a Getirilen Armağanlar

Dönemin en güçlü devleti Osmanlı Đmparatorluğu’na gönderilen armağanlar


ne anlama geliyordu? Gönderen ülkeler kendilerini psikolojik olarak rahatlatmak
amacıyla buna “armağan” ya da “honorario” (şerefiye) diyorlardı ama Osmanlı’nın
buna o dönemdeki bakışı, bunun bir “haraç” olarak alındığı kabulüne dayanıyordu.
Hatta Schweigger, armağan anlamına gelen Đtalyanca bir sözcük olan "praesent"i
kullanır. Ama adı ne olursa olsun, getirmek zorunda oldukları bu armağanlar
oldukça canlarını sıkmaktadır.

Elçi Joachim von Sintzendorff’un Đstanbul’a Getirmiş Olduğu Armağanlar:


Padişah’a 40.000 ta1er, Vezir-i Azam'a, 18.000 taler, Piyale Paşa'ya 2000 taler,
Ahmed Paşa'ya 1000 taler, Mustafa Paşa'ya 1000 taler, Yeniçeri Ağası’na 300 taler,
Kapıcıbaşlarına 1500 taler, Çevirmenlere 1000 taler, Gran Beyi’ne 300 taler, Oven
(Budin) Paşası’na 3000 taler, Hizmetkârlarına 600 taler, Gümüş Takımlar ve Saatler.

Öncelikle padişaha takriben 1500 taler değerinde iki saat, iki altın kaplama
gümüş çanak, iki su ibriği, iki büyük mineli çifte tabak, iki kakmalı tabak, mineli
tezyinatı olan iki büyük sürahi, bir altın kaplama çanak ve ibrik, toplam 5000 taler
değerinde. Vezir-i-Azam’a, iki saat, iki çifte servis tabağı, iki sürahi, iki su testisi ve
bir çanakla bir ibrik. Bunların tümü altın kaplama, mineli ve kakmalı olup, 1500 taler
değerindedir.

Rumeli Beylerbeyi’ne, dört şekerleme kâsesi, iki ibrik, iki çifte servis tabağı,
toplam 400 taler değerinde. Yeniçeri Ağası’na, iki çifte servis tabağı ve bir saat,
toplam 300 taler değerinde. Mustafa Paşa'ya iki kayık biçiminde çanak, iki çifte
servis tabağı, bir saat, iki su testisi, toplam 440 taler değerinde. Sinan Paşa'ya, iki
181
ibrik, iki sürahi, bir saat, iki çifte servis tabağı verildi. Ayrıca Gran ve Oven (Budin)
yöneticilerine de birkaç servis tabağı ve saat armağan edildi. Bunların da toplam
değeri 5000 taler kadardır.

Schweigger, nükteli bir cümleyle bu konuda son olarak şu sitemli sözü söyler:
“Verilen bu armağanlar göz önünde tutulursa, padişahın şölen sofrasında yiyip
içtiklerimizin karşılığında hayli yüksek bir bedel ödendiğini söyleyebilirim! Bütün
ömrüm boyunca bu kadar pahalıya mal olan bir ziyafette bulunmuş değilim308”.

3.1.5.8. Schweigger’in Topkapı Sarayı’na Dair Gözlemleri

Schweigger, Topkapı Sarayı’nı binaların yüksek olmaması, gösterişten uzak


olması, dağınık ve karışık gibi durmasından dolayı, “sanki bir çuvaldan silkelenmiş
gibi rastgele oraya buraya serpiştirilmişlerdir309” der. Adalet Kulesi’nin yüksek
oluşu dikkatini çeker.

“Saraya girmeden önce iki uzun avludan geçilir. Sadece birinci avlunun
ortasından geçen dar bir yol taşlarla döşenmiştir, gerisi topraktır. Bu yoldan araba
veya atlarla saraya gidip gelinir ve saraydaki toplantılara katılanların seyisleri
efendilerinin atları başında burada beklerler. Saraya giden bütün görevliler bu
avluda atlarından inmek zorundadırlar. Padişahtan başka hiç kimse iç avluya at
üstünde giremez. Bazen padişah, önemli paşalardan birine bu avluya atla girme
iznini verebilir310”.

Schweigger’in Sarayın bu bölümüyle ilgili gözlemleri şu şekilde devam


etmektedir:

“Đç avlunun her iki yanında üstü kurşun kaplı çatıyla örtülü, önü açık birer
koridor bulunur. Bizim sarayı ziyaretimiz sırasında elçilerin hizmetlileri bu

308
Salomon Schweigger, a.g.e., s. 70.
309
Salomon Schweigger, a.g.e., s. 71.
310
Salomon Schweigger, a.g.e., s. 71-72.

182
koridorların birinde yemeklerini yediler. Aynı yerde bir sürü çavuş ve saraya
mensup adam da durmaktaydı. Öbür koridorda ise savaşçı yeniçeriler ve bölükbaşı
adı verilen komutanları duruyordu. Bunlar duruma göre on, yüz veya bin kişilik
birliklere komuta ederler. Bu birliklere "Kapı311" da diyorlar.

Silahsız olup, yanlarında sadece hançerleri bulunan yeniçerilerin elleri


önlerinde kenetlenmiş bir şekilde ve birer heykel gibi cansız duruşları ve avluda o
kadar çok insan olmasına rağmen, mutlak bir sessizliğin hâkim olması heyet için
oldukça şaşırtıcı bulunmuştur: “3000 kişinin toplanmış olduğu bu alanda egemen
olan sessizlik, bu insanların ne kadar itaatkâr olduğunu gösteriyor312”.

Yeniçerilerden bir grup tarafından nöbet tutulan iç kapıdaki duvar boyunca


kılıçlar kalkanlar asılı durmaktadır. Birinci kapıda oldukça kalabalık maiyetiyle bir-
likte bir Kapıcıbaşı nöbet tutmakla görevlendirilmiştir. Bu kişi kapı nöbetçilerinin en
üst amiri durumundadır ve elinde bir asa tutmaktadır ve ziyaret boyunca hiç hareket
etmeden yerinde durmaktadır313”.

Resim 43: Topkapı Sarayı. (Schweigger, s. 72)

311
Bazen Yeniçeri birlikleri için kullanılan ad. (Bkz. Salomon Schweigger, a.g.e., s. 71-72.)
312
Salomon Schweigger, a.g.e., s. 71-72.
313
Salomon Schweigger, a.g.e., s. 71-72.

183
Schweigger, tüm bu gözlemleriyle, daha önceki yabancı elçilerin ve
maiyetlerinin uğradığı şaşkınlığı, hayranlığı, biraz korku ve belki de biraz kıskançlığı
burada yaşamaktadır:

“Kısacası, her tarafta padişaha veya amirlere karşı duyulan korku ve itaat
kendini belli ediyordu. Keşke bizim saraylarımızda görevli olan genç asilzadeler ve
hizmetkârlar da bu tutumdan örnek alsalar. Oysa bizimkiler hizmet görürken
birbirleriyle dalaşırlar, şakalaşırlar, itiş kakış, gülüşmeler ve maskaralıklarla
vakitlerini eğlenceli geçirmeye çalışırlar. Buna da "bir hükümdara veya efendiye
hizmet etmek" adını verirler. Hele gece yatmadan önce içtikleri içkilerin etkisiyle
yaptıkları hepsinden daha da kötü314”.

3.1.5.9. Avusturya Elçilerinin Harcırahları, Ülkeleri Đle Đletişimleri

Roma Đmparatorluğu tarafından elçiye her yıl 8.500 taler ödenir. Ayrıca
gereksinimleri için 6.000 taler ve bazı ek masraflar için de 1.300 taler harcanır. Her
yıl Đstanbul’a, Đmparatorunun armağanlarını götüren bir elçi gönderiliyorsa da, bu
elçi orada altı haftadan daha uzun bir süre kalmaz, maiyeti ve hizmetkârlarıyla
birlikte yine geri döner. Bir de sürekli olarak görevlendirilmiş olan elçiler vardır.
Belirli bir süre görev yaparlar. Đstanbul’da Avusturya elçisi David Ungnad beş yıl,
Joachim von Sintzendorff dört buçuk yıl, Carl Rim on yıl kalmıştır.

Yıl içinde Đstanbul’daki elçi tarafından Đmparator Sarayına (Viyana’ya)


Padişahın ve Sadrazam’ın izniyle kuryeler gönderilir. Bunlar imparatora elçinin
dışında devlet işleriyle ilgili haberleri iletirler. Elçi, kendi maiyetindeki
hizmetlilerden birine resmi yazıları emanet eder, yanına yol boyunca kendisine
refakat edecek ve atları arabaları sağlayacak bir çavuş verilir. Kurye, imparatorun
sarayından 100 duka’dan ibaret olan ücretini teslim alır. Çavuş, kuryeye en yakın
sınır karakoluna kadar eşlik eder. Orada imparatorluğun görevlileri kuryeyi
karşılayıp yola devam etmesini sağlarlar. Hava şartlarına göre 10 veya 11 gün içinde
kurye Viyana'ya varır. Zaman zaman kuryeler öküz ve manda arabalarından da

314
Salomon Schweigger, a.g.e., s. 73.

184
yararlanırlar. Elçiler, bu kuryelerin dışında, gizli haberleşmelerden, casuslardan da
yararlanarak imparatorlarına bazı gizli ve şifreli yazılmış mektuplar da
göndermişlerdir. Ayrıca gelen her elçi ve maiyeti, yol güzergâhı boyunca, Đstanbul’a
varıncaya kadar ve Đstanbul’da da her kanalı kullanarak bilgi, belge toplamışlar ve
bunları gerek giderken yanlarında götürmüşler ve gerekse de başka yollarla ülke
dışına çıkarmışlardır.

Tutsaklar konusu da elçi gelişlerinde önemli bir konu olarak gündeme


gelmiştir. Çoğunluğunu Đtalyan ve Đspanyolların oluşturduğu ve pek az da
Almanların olduğu tutsaklar içinde Fransızlara hiç rastlanmaz. Bu da Osmanlı
Đmparatorluğu ile Fransa Devleti arasındaki ilişkilerle doğru orantılı bir durumdur.
Her elçinin genelde dört tutsağa “şefaat etme” ayrıcalığı olmuştur. Bunun dışında
da, gizli saklı olarak bazı tutsakların elçilik aracılığı ile çeşitli yöntemler kullanılarak
kaçırıldıkları olmuştur.

3.1.6. “Osmanlı’da Bir Köle, Bretten’li Michael Heberer’in


Anıları 1585-1588315” Đsimli Eserine Göre Elçi Kabulleri

Elçilerin en önemli işlerinden birisi de, tutsak Hıristiyanları çeşitli yollarla


kurtarmaktı. Gelecek olan satırlarda, Osmanlıya esir düşmüş bir Alman’ın kurtuluş
çabalarını ve bunun için Đstanbul’daki çeşitli elçilerle yaptığı görüşmeler sonucunda
kurtulmasının kısa hikâyesini anlatacağız.

1585 yılında Akdeniz’de Osmanlılara esir düşen Almanya’nın Bretten


şehrinden Michael Heberer esaret yıllarında Đstanbul’a da gelir. Burada esaretten
kurtulmak için, Đstanbul’a gelen elçilerin tutsaklar üzerindeki “Şefaat Hakkı”ndan
istifade edebilmek için uğraşır. Bunun için uğraştığı günlerde, elçilerin kaldığı
Çemberlitaş’taki “Elçi Hanı”na da gider. Kendisini Alman elçiliğine geldim diye
düşünüyordu ama orası Elçi Hanı’ydı: “Büyük giriş kapısının önünde, bir çavuşla

315
Osmanlı’da Bir Köle, Brettenli Michael Heberer’in Anıları 1585-1588, Eski Almanca’dan Çev.
Türkis Noyan, Kitap Yayınevi, 2. Baskı, Đstanbul 2010.

185
birlikte birkaç yeniçeri askeri nöbet tutuyordu. Onların haberi ve izni olmadan
kimse binaya girip çıkamıyordu316”.

O günlerde Đstanbul’a Avusturya-Macaristan Đmparatorluğu’nun yeni elçisi


Dr. Betz gelmiştir. Heberer, Elçi Hanı’nda kalan dostu Wexius’a bir mektup yazar
ve kendisi için elçiyle konuşmasını söyler. Heberer, Dr. Betz’in konuya sürekli
olumsuz yaklaşmasının ardından diğer elçilerle görüşmeler yapar. Beklediği yardımı
Fransa Elçiliği’nden alır. Dönemin Fransız Elçisi Jaques Savary’dir. Monsieur de
Cambout’un destekleriyle, elçilikten Monsieur de Planche adındaki bir kişi,
Heberer’in özgürlüğü için gereken parayı Maltalı Marko’nun erkek kardeşi Ali
Reis’in ödeyeceğini söyler. Heberer’in özgürlüğü için gereken 100 dukalık ödeme
Ali Reis tarafından yapılır. Galata Kadısı’nın onayıyla ve şahitlerin huzurunda eline
özgürlük belgesi verilir. Artık özgürdür.

Türkçe düzenlenmiş azatlık belgesindeki metin şu şekildedir:


“Her şeye kadir Yüce Tanrı bütün eylemlerimizde yardımcımız olsun. Bu belgeyi
okuyanlara şunu bildiririz ki, onu biz yazdık ve okuduk. Bu belgede yazılı olanlar bizim
arzumuz değil Efendimizin emridir. Şu biline ki, Michael Franck, üç yıl süreyle bizim
tutuklumuz olarak hizmet etmiştir. Denizde gerçekleşen bir çatışma sırasında, bize karşı
düşmanımızın saflarında savaşırken esir alınmıştır. Belirli bir süre sonunda amirimizle
yaptığı anlaşma ile azat edilmeyi hak ettiğine karar verilmiştir. Belgenin altını imzalamış
olan kişiler buna tanıklık etmektedirler.
Bu belgeyi onaylayanlar: Ali Çavuş Đbrahim Bassa
Arnavut Yeniçeri.
Mehmet Bey
Allah hepimizin yardımcısı olsun317”.

316
Osmanlı’da Bir Köle, a.g.e., s. 228.
317
Osmanlı’da Bir Köle, a.g.e., s. 273.

186
3.1.7. Friedrich Seidel’in, “Sultan’ın Zindanında, Osmanlı
Đmparatorluğu’na Gönderilen Bir Elçilik Heyetinin Đbret Verici
Öyküsü (1591-1596)318” Đsimli Eserine Göre Elçi Kabulleri

Friedrich Seidel, Kutsal Roma-Germen Đmparatoru II. Rudolf’un 1591


yılında Osmanlı Đmparatorluğu’na gönderdiği elçisi Friedrich von Kreckwitz’in
maiyetinde eczacı olarak görev almıştır. III. Murad’ın 1593 yılında Avusturya’ya
savaş açmasıyla, elçilik heyetinin tamamı zindana atılır. Zindan, Kasımpaşa
tersanelerinin olduğu yerdir ve tutsaklar burada kaldıkları sürece gündüzleri
çalışırlar, geceleri de hücrelerine geri dönerler.

Seidel, anılarında daha çok Đstanbul’da başlarına gelenleri yazmıştır ve


yazılanlar da elçi ve maiyetindekilerin zindan hayatlarına ve sonrasında özgürlüğe
kavuşmalarına dair yaşadıklarıdır. Elçilerin başlarına bu tarz şeylerin de
gelebileceğine bir örnek olması açısından, şimdi Seidel’in anılarına bir göz atıyoruz.

3.1.7.1. Đstanbul’a Gidilirken Đzlenen Yol Güzergâhı

Elçilik heyeti 29 Eylül 1591 tarihinde Viyana’dan gemilerle yola çıkar.


Viyana’dan tantanalı bir tören yerine, sessiz bir şekilde ayrılırlar. Yolculuğun en
başında elçinin böbrek taşı sorunu ortaya çıkar, Seidel elçiyle yakından ilgilenir.

Heyetin Gran’a (Estergon) varışında Türk heyeti tarafından törenle


karşılanırlar. Gemilerinde Türklerin de katılımıyla güzel bir yemek yenir. Heyetin
Budin’de (Ofen) olduğu sıralarda, Komorno’da yaşamakta olan bir Đtalyan’ın Türk
(Müslüman) olma törenini izlerler. Niş’e vardıklarında, heyetten iki kişi atlarıyla
suya girerler ama su derindir ve boğulurlar.

318
Friedrich Seidel, Sultan’ın Zindanında, Osmanlı Đmparatorluğu’na Gönderilen Bir Elçilik
Heyetinin Đbret Verici Öyküsü (1591-1596), Çev. Türkis Noyan, Kitap Yayınevi, Đstanbul 2010.

187
3.1.7.2. Đstanbul’a Varış ve Karşılama Töreni

Đstanbul’daki Đmparatorluk elçisi Petz bütün maiyetiyle ve gösterişli atlara


binmiş 300 kadar Türk’ün refakatinde yeni gelen elçiyi karşılar. Müzik ve borazan
sesleri eşliğinde, elçiyi konaklayacakları kervansaraya (Elçi Hanı) getirirler. Burada
yeni elçiye ve maiyetindekilere büyük bir şölen düzenlenir.

3.1.7.3. Padişahın Huzuruna Çıkış ve Getirilen Armağanların Sunumu

Elçi Đstanbul’a gelişinden birkaç gün sonra, beraberinde getirdiği


armağanları teslim etmek üzere, Padişah III. Murad’ın huzuruna davet edilir.
Alışılagelmiş saray protokolüne uygun bir şekilde, elçiye ve maiyetine yemek
verilir. Elçi Petz ile birlikte yeni elçi Kreckwitz vezirlerle beraber yemek yerken,
heyete ait diğer elçilik görevlilerine avluda yerde yemek servisi açılır. Halılar
üzerinde sunulan, elçilik mensuplarının yadırgadıkları ve oturmakta zorlandıkları
yemeğin menüsünde, sahanların içinde maydanoz ve limonla pişirilmiş, kızartılmış
ya da fırınlanmış koyun, kuzu ve tavuk eti, pirinç yemeği, kabak tatlısı ve şurup
içinde yüzen hamur parçalarından oluşan bir tatlı vardır. Đçecek olarak da konuklara
şerbet ikram edilmiştir. Yemekten sonra saray bandosu eşliğinde kaldıkları yere geri
dönerler. Eski elçi Petz’in hazırladığı bir şölen de kaldıkları yerde yapılır. Buradaki
etkinliğe diğer elçiliklerin mensupları (Fransa, Đngiltere, Venedik), Galatalı tüccarlar
ve birçok Türk de katılır.

Bu arada, yolculuk hazırlıklarına başlayan eski elçi Petz’in eşyalarının bir


kısmı Venedik’e gönderilir. Kendisi birkaç hafta daha Đstanbul’da yeni elçiyle
birlikte kaldıktan sonra Đstanbul’dan gider. Seidel, zindana atılmadan önceki
yaşadıklarını böyle anlatır. Artık kendileri için kötü günler başlamak üzeredir.

3.1.7.4. Dönemin Siyasal Olaylarına Kısa Bir Bakış

Dönemin Đstanbul’unda devletlerarası siyasal ilişkilerde inişler çıkışlar


yaşanmaktadır. Bu durumdan en çok etkilenen kesimlerden birisi de elçilerdir.
188
Padişah III. Murad, 1588 yılında Sinan Paşa’yı görevden alır (azl), mallarına el
konur ve hapsedilir. Macaristan ve Đran seferlerindeki başarısızlıkları buna neden
olmuştur. Seidel’in ifadesine göre, görevden alınmasından dolayı Sinan Paşa’ya
verilmesi gereken 6.000 taler verilmemiştir ve Sinan Paşa buna da ayrıca
öfkelenmiştir. Dönemin vezirleri arasında şahinler grubundan olan Sinan Paşa,
kendisi gibi benzeri özellikleri olan Bosna Beylerbeyi Telli Hasan Paşa ile sürekli
haberleşir.

1592 yılında gelmesi gereken elçi gecikmiştir. Elçinin gecikmesi,


armağanların gelmemesi, Osmanlı idarecileri açısından kafalarda bir soru
oluşturmaya yetiyordu. Aynı tarihlerde Osmanlılar Wihitsch (Bihac)’ı ele geçirirler.
Đmparatorluğun Đstanbul’daki temsilcisi elçi, Siyavuş Paşa ile bu konuyu görüşmeye
gider. Paşa bu görüşmede oldukça diplomatik bir dille, armağanların zamanında
gelmemesinin barışı bozma amacı taşıdığını, dolayısıyla böyle bir sonuca hazır
olunmasını ifade eder.

Siyavuş Paşa’nın Divan toplantısında olduğu bir gün, Sinan Paşa’nın


kışkırttığı yeniçeriler ayaklanırlar. Ayaklanma sonunda Siyavuş Paşa Padişah
tarafından azledilir, yerine Malkara’daki çiftliğinde kalmakta olan Sinan Paşa
getirilir. Sinan Paşa’nın göreve gelmesiyle, artık savaş davulları çalmaya
başlamıştır.

3.1.7.5. Elçi Đle Sinan Paşa Arasındaki Sürtüşme

Sinan Paşa’nın göreve yeniden gelmesini tebrik ziyaretleri çerçevesinde elçi


ve maiyeti de Paşa’nın konağına giderler. Đngiltere ve Fransa elçileri de oradadırlar.
Avusturya elçisi ile Sinan Paşa arasında hiç de hoş olmayan bir görüşme gerçekleşir.
Paşa’nın kendisine ödenmesini istediği 6.000 talerin neden hala ödenmediğini
sorması üzerine, elçi, bunu Đmparatoruna arz edeceğini söyler. Ama Paşa kızmıştır
bir kere. Paranın gelmemesi halinde elçinin zindana atılacağını söyler. Elçi bunun

189
üzerine tercümana “söyle O’na, ne yapması gerekiyorsa yapsın319” der ve kapıya
doğru yönelir. Kapıdaki hizmetlilerine, Paşa’ya getirdikleri hediyeleri vermelerini
söyler ve kapıdan çıkar. Paşa’ya getirilen armağanlar şunlardır: Büyük bir çalar saat,
bir içecek takımı, gümüş üzerine altın kaplama bir leğen ve ibrik.

Bu sahnede yaşananlardan hareketle, artık iplerin iyice gerildiğini


anlayabiliyoruz. Diplomatik açıdan yapılabilecek bir şey kalmamış gibi
görünmektedir. Seidel’in verdiği bilgilere göre, Padişah ve birçok Paşa’nın savaşa
yanaşmamasına rağmen, Sinan Paşa savaş yanlısıdır.

Elçilik heyetinin kaldığı konut, bu görüşmeden sonra artık sıkı denetim


altındadır. Girişler kapatılır, nöbetçiler artırılır. Sonrasında elçinin yazışmalarına el
konulur. Elçinin girişimleriyle Paşa’ya ödenmesi gereken para ödenir ve sonrasında
da kaldıkları konutun kapıları açılır. Giriş ve çıkışlar eski haline dönmüştür,
serbesttir artık. Bu rahatlama geçici olmuştur aslında. Beklenen armağanlar
Đstanbul’a bir türlü gelmiyordur. Kısa bir zaman sonra sınırdan kötü haberler de
gelmeye başlamıştır. Bosnalı Hasan Paşa, Hırvatistan’da Sisseg’de (Sisak) yenilgiye
uğramıştır. Barış yanlısı Padişah artık Sinan Paşa’nın savaş yanlısı arzularına izin
vermek durumunda kalmıştır. Savaş rüzgârları bir kez daha esmeye başlamıştır.

3.1.7.6. Elçi Kreckwitz ve Maiyetinin Tutuklanmaları

Elçi Kreckwitz yeniden konutuna hapsedilir. Tüm kapılar kilitlenir. Elçilik


heyetine yapılan ödeme kesilir. Đngiltere elçisi ve Venedik balyosunun savaşı
önleme çabaları da boşa çıkmıştır. Đpler artık tamamen Sinan Paşa’nın elindedir ve
sefer hazırlıkları çoktan başlamıştır bile.

Sinan Paşa’nın başında olduğu ordunun arasında Padişahı temsilen Ferhad


Paşa’da bulunmaktadır. Ordu donanımlarıyla beraber Đstanbul’dan hareket eder.
Sinan Paşa, sonrasında Elçi Kreckwitz’i yanındaki özel hizmetçileriyle beraber

319
Friedrich Seidel, a.g.e., s. 30.

190
aldırtır ve Belgrad’a beraberinde götürerek orada bir kulede hapseder. Seidel’in
verdiği bilgiye göre, elçi yaklaşık 6 ay sonra burada ölür. Elçiliğin geri kalanları da
zincirlenerek, Önce sahile, oradan da Galata’ya, tersaneye götürülürler. Orada hapis
hayatı başlamıştır artık. Bir zaman sonra ise, kadırga forsalığına başlarlar. Hayat
iyice zorlaşmıştır.

Seidel, ilerleyen zaman içinde Đngiliz elçisiyle bağlantı kurar ve elçinin


girişimleriyle özgürlüklerine kavuşurlar. Ama bu durum çok kısa sürer ve yeniden
tutuklanırlar, Rumelihisarı’ndaki “Kara Kule”ye hapsedilirler.

3.1.7.7. Yeni Padişah ve Yeni Dönem

Sinan Paşa’nın Yanık Kalesi’ni ele geçirdiği haberi Đstanbul’a gelince


kutlamalar yapılır. 1595 yılının başında Sultan III. Murad vefat eder. Yerine büyük
oğlu Mehmed geçer. Yeni padişahla beraber tutsakların hayatı daha da
kolaylaşmıştır. Kara Kule’nin yöneticisi değişir. Yeni gelen yaşlı ve merhametli
birisidir. Kendi ülkelerinden ve Seideli’in deyimiyle dindaşlarından bile artık yardım
gelmezken, bazı Türkler kendilerine yardım eli uzatmışlardır. Hatta Sultan III.
Murad’ın damadı Đbrahim Paşa’nın kayıkla oradan geçtiği bir gün, kendisinden
yardım isterler. O da Sinan Paşa’nın tutsakları olmalarından çekindiğini ama yine
durumlarını Padişaha arz edeceğini söyler ve 22 kişiden oluşan tutsaklara hepsine
toplam 11 duka para yardımında bulunur320. Bu durum, tutsakları çok sevindirmiştir.

Yeni Padişahın yönetime gelmesinin ilk zamanları Sinan ve Ferhad Paşalar


arasındaki sorunlar ile Erdel yenilgileri ön plandadır. Sinan Paşa’nı manevraları
sonucunda Ferhad Paşa başarısızlıklara neden olan kişi olarak boğdurulur ve cesedi
denize atılır. Yerine Sinan Paşa yeniden göreve getirilir ama kendisi de bir süre
sonra ölür. Sinan Paşa’dan boşalan göreve Đbrahim Paşa gelmiştir. Tutsak olan
elçilik mensubu kişilere gün doğmuştur artık.

320
Friedrich Seidel, a.g.e., s. 62.

191
3.1.7.8. Tutsak Olan Elçilik Mensuplarının Serbest Bırakılmaları Süreci

1596 yılında tutsaklar başlarında Kara Kule’nin Ağası olduğu halde Saraya
giderler ve Divan toplantısının bitmesini beklerler. Toplantı bittikten sonra,
Padişahın huzuruna çıkacakları bildirilir. Divan toplantısın yapıldığı mekâna
alınırlar ve burada yapılan çeşitli görüşmeler sonucunda serbest bırakılmalarına
karar verilir. Đbrahim Paşa, Padişahın Macaristan’a çıkacağı sefere kadar onların
Kara Kule’de kalmalarına ve sefer sırasında kendileriyle gelip, sınırda tutsakların
Đmparatorlarına ve ailelerine teslim edileceği garantisini verir.

1596 yılının Haziran başlarında tutsaklar yeniden Divan’a götürülürler ve


orada Hadim Paşa tarafından azad edildiklerine dair belgeleri verilir. Tutsaklar
Paşa’nı ayaklarını öperler ve sonrasında Galata’ya götürülürler, Đngiliz elçiliğine
teslim edilirler. Padişah’ın sefer zamanı gelinde de adet olduğu gibi Đstanbul’daki
tüm elçiler gibi Đngiliz elçisi de Padişah’ın arkasından sefere iştirak eder. Masraflar
zaten Padişah tarafından karşılanmaktadır. Tutsaklar da elçinin denetimi altında bu
sefere katılırlar. Yolculukları oldukça güzel ve eğlenceli geçer. Türk ordusu
konaklaya konaklaya Edirne, Sofya ve Niş üzerinden Belgrad’a varır.

Đbrahim Paşa, tutsakları teslim ettiği Đngiliz elçisini çadırına çağırtır ve


tutsaklarla yakında ilgilenir. Türk ordusu Eğri yakınlarındaki Solnok üzerine yürür.
Đbrahim Paşa, tutsakları çağırtır, onlara iltifat eder, para verir ve yanlarına bir
yeniçeri ve Đngiltere elçisinin tercümanını da vererek, onları savaş alanı dışına
çıkartır. Tutsaklar önce kalede sıkı korunan bir yere göndertilir. Orada bir süre
kalındıktan sonra, sırasıyla Budin’e, orada Budin Paşası’nın sağladığı bir gemiyle,
Estergon yakınlarındaki Baç’a varırlar. Korumalık yapan yeniçeri burada refakat
ettiği gruptan ayrılır. Elçilik mensupları Baç’tan sonra Estergon’a gitmek üzere
başka bir gemiyle hareket ederler. Estergon’a vardıklarında, Đmparatorluk ordusunun
orada olduğunu görürler. Buradaki üç günlük dinlenmeden sonra, Pressburg
üzerinden Viyana’ya varırlar.

192
3.2. Seyahatnamelerde Elçi Kabulleri (17. Yüzyıl)

3.2.1. Robert Withers’ın, “Büyük Efendi’nin Sarayı321” Đsimli


Eserine Göre Elçi Kabulleri

Oxford Üniversitesi matematik ve astronomi profesörü John Greaves, 1638


tarihinde Đstanbul’daki Đngiltere Büyükelçiliği kütüphanesinde bulduğu Robert
Withers’in özgün adı “The Grand Signour’s Seraglio” (Büyük Efendi’nin Sarayı)
olan çeviriyi düzenleyerek, 1650 yılında Londra’da yayınlamıştır.

Oysa 1610 ile 1620 tarihleri arasında, Đngiliz Büyükelçisi Pindar’ın yanında
bulunan bir devlet görevlisi olan Robert Withers, kendisinden önceki yakın bir
zamanda (1601-1607 yılları arasında Venedik Cumhuriyeti’nin Đstanbul’daki balyozu
olan Ottoviano Bon’un raporlarından büyük oranda yararlanmıştı. Ottoviano Bon,
kişisel ilişkilerini kullanarak dönemin bostancıbaşısı ile kurmuş olduğu yakın ilişki
sonucunda, Saraya dair öğrendiği bilgileri bir rapor haline getirmiş ve bu rapor daha
sonra 1865 tarihinde Venedik’te basılmıştı.

Withers’ın kitabındaki saraya ve işleyişine dair çeşitli başlıklar altında yer


alan bölümlerden bizi ilgilendiren elçilerin kabulleri ve ağırlanmaları322 konusuna
göz gezdiriyoruz.

3.2.1.1. Divanda Ağırlanma ve Arza Kabul

Padişahın elçi kabul günleri Pazar veya Salı günleridir. Elçinin geleceği gün
divan toplanır, devlet ricalinin önde gelenleri, ayrıca çavuşlar, müteferrikalar, bir
kısım sipahi ve yeniçeri de bu seremonide yerini alır. Silahlı olarak ikinci avludaki
yerlerini alırlar ve orada oldukça düzgün biçimde sıraya girerler. Gerçekten çok
güzel bir görüntü verirler, çünkü hepsi iyi giyimlidir ve çoğu yakışıklı insanlardır.

321
Robert Withers, Büyük Efendi’nin Sarayı, Çev. Cahit Kayra, Yeditepe Yayınevi, Đstanbul 2010.
322
Robert Withers, a.g.e., s. 41-44.

193
O gün çavuşbaşı kendisi at üstünde olduğu halde, yanında görevli çavuşlarla
birlikte elçiye eşlik etmek için görevlendirilmiştir. Elçi divana geldiğinde sadrazamın
yanındaki diğer vezir ve paşalarla birlikte yemek yer. Bundan sonra elçi, tören
amiri323 tarafından çağrılır ve onun tarafından, Kapıağasının hadımlardan oluşan bir
takımla birlikte bulunduğu kapıya götürülür. Peşinden Kapıağası elçiyi Kapıcıbaşının
bulunduğu Arz Odası’nın kapısına getirir, onlar da biri bir koluna, ötekisi öteki
koluna girerek Padişah’ın elini (eteğinin ucunu) öpmeye götürürler. Orada iki
Kapıcıbaşı elçinin Padişahın elini (eteğinin ucunu) öpmek durumunda olan
adamlarını getirip götürene kadar bekler. Bu da bittikten sonra tercüman elçinin
görevini açıklar, Padişah buna cevap vermez. Ama Vezirin konuşmasına izin vermek
için bir iki sözcük söyler. Ve elçi şapkasını ya da başlığını çıkarmadan başını eğerek
saygısını gösterir ve geri geri çıkartılarak Huzur’dan ayrılır.

3.2.1.2. Hil’at Giydirme

Elçi ve maiyetine Padişah tarafından verilen bir hilat (kürk, kaftan) giydirilir.
Bunun için elçi, Padişahın huzuruna çıkmadan Veziriazam kendisine ve adamlarına
yasanın belirlediği birçok hilat gönderir. Bu hil’atlar çok çeşitlidir; elçi için bir iki
tane sırmalı Bursa kumaşından hilat verilir; diğerlerine verilenler ise daha az değerli
hatta değersizdirler. Elçiler de padişaha armağan sunmak zorundadırlar.

3.2.1.3. Elçilerin Harcamaları

Küçük devletlerden gelen elçilere de Padişah tarafından verilen


hil’atlar giydirilir; fakat Divana böylesine görkemli törenlerle gelmezler ve
kendilerine diğerleri gibi bir ziyafet de verilmez. Özel olarak gelirler,
armağanlarını beraberlerinde getirirler.

323
Tören Amiri-Teşrifatçı: Kanuni Sultan Süleyman tarafından kurumsallaştırılmıştır. "Teşrifati
Efendi" veya "Teşrifatçı Efendi" de denilirdi. Saraya ve devlete ait bütün seremoniyi bilir, merasim
esnasında, elindeki deftere göre protokolü yönetir ve uygulardı. Daha sonraları Sadaret Kethüdalığı'na
bağlanmıştır.

194
Şunu da belirtmek gerekir ki özgür (müstakil) hükümdarlardan gelen
sıradan ya da olağanüstü bütün elçilerin masrafları Padişah tarafından yapılır.
Kendi kilerinden onlara buğday, arpa, baklagiller, odun, kömür, saman ve
alışık oldukları şarap ve evlerin yönetimi için gerekli olan diğer birçok şeyler
verilir. Defterdar tarafından da Vezirin uygun gördüğü kadarıyla günlük belli
miktarda Asper ödenir.

3.2.2. Jean-Baptiste Tavernier’in, “17. Yüzyılda Topkapı


Sarayı324” Đsimli Eserine Göre Elçi Kabulleri

17. yüzyılın ünlü gezginlerinden Jean-Baptiste Tavernier, anılarını


kaleme aldığı kitabını oluştururken, Osmanlı Sarayı’nda elli yıldan fazla iç
oğlanlığı yapıp, hazinedarbaşılığa kadar yükselen ve sonrasında gözden
düşerek önce Bursa’ya, oradan da Hindistan’a kaçan Sicilyalı bir
devşirmeden ve yine Saray’da on beş yıl iç oğlanı olan bir Parisli’den
dinlediklerinin yanı sıra, 1631 yılında Đstanbul’a gelen Fransız elçisi
Marchecille’in Huzura kabulü sırasında maiyeti içinde bizzat bulunarak
kendi gözlemleriyle de yazmıştır. Dönemin Osmanlı padişahı IV. Murad’dır.
Tavernier o dönemin birçok olayının da bizzat görgü tanığı olmuştur325

Tavernier’in yukarıda açıklamış olduğumuz gözlemlerinden hareketle,


Saray’daki elçi kabulleri ve törensel durumla ilgili bölümü326 Tavernier’in
bakış açısıyla ve ayrıca kendi yorumlarımızla aktarıyoruz.

324
Jean-Baptiste Tavernier, 17. Yüzyılda Topkapı Sarayı, Ed. Necdet Sakaoğlu, Çev. Teoman
Tunçdoğan, Kitap Yayınevi, Đstanbul 2007.
325
Konuyla ilgili ayrıntılı bilgilenmek için ayrıca bakınız: Jean-Baptiste Tavernier, Tavernier
Seyahatnamesi, Ed. Stefanos Yerasimos, Çev. Teoman Tunçdoğan, Kitap Yayınevi, Đstanbul 2010.
326
Jean-Baptiste Tavernier, 17. Yüzyılda Topkapı Sarayı, Ed. Necdet Sakaoğlu, Çev. Teoman
Tunçdoğan, Kitap Yayınevi, Đstanbul 2007, s. 75-78.

195
3.2.2.1. Arz Odası ve Padişahın Tahtına Dair Betimlemeler

Tavernier, sarayın üçüncü avlusunu bir önceki kadar düzgün bulmadığını


söyler; “içindeki yapılar büyük bir düzen kaygısıyla yapılmadığı izlenimini veriyor.
Bu avlunun kapısına geldiğinizde, tam karşınızda, diğerlerinden ayrı, küçük bir daire
var; söz konusu dairenin girişinde, her iki yanda, duvarda iki çeşme görülüyor ve
çeşmelerden akan sular iki havuzda toplanıyor. Arz Odası da işte bu daire de
bulunuyor. Burası, mermer sütunlar üstüne oturtu1muş, oldukça güzel kubbeli bir
yapı. Tam ortasında, bir havuza dökülen küçük bir fıskiye görülüyor. Odanın her
tarafı açık ve dipte, kapının tam karşısına, padişahın tahtı yerleştirilmiş327”.

Tavernier, padişahın tahtını oldukça gösterişli bulur ve bir tür sunağa


benzetir. Tahtın sadece elçi kabul günlerinde buraya getirildiğini söyler. Tahtla ilgili
betimlemeleri şöyledir:

“Tahtın arkası, tahttan yarım ayak daha yüksek bir duvara yaslanıyor ve
padişahın arkasına konan minderleri bu duvar tutuyor. Hazinede bu tahta yayılmak
amacıyla yapılmış, çok gösterişli ve zengin sekiz örtü var; bunlar üç yandan, yani ön,
sağ ve soldan yere kadar sarkıyor, çünkü dördüncü yan duvara yaslanıyor.
Örtülerden en gösterişli olanı, siyah atlastan yapılmış ve üzeri iri incilerle işlenmiş;
incilerin kimi uzun, kimi düğme biçiminde. Yakut ve zümrüt işlemeli, beyaz atlastan
başka bir örtü daha var; yakut ve zümrütler, daha iyi tespit edilmeleri için yuvalara
yerleştirilmiş. Firuze ve inci işlemeli, mor atlastan üçüncü bir örtü daha bulunuyor.
Diğer üç taht örtüsü de çeşitli renklerde atlastan yapılmış ve gösterişli altın sırmalı.
Son ikisiyse, kendilerine has bir güzelliği olan serâser328. Padişahın büyükelçisini
kabul edeceği krala verdiği öneme bağlı olarak, taht bu örtülerden biriyle bezeniyor
ve bu örtü, onurlandırmak istediği kralın saygınlığına göre seçiliyor329”.

327
Jean-Baptiste Tavernier, a.g.e., s. 75.
328
Seraser: Altın ipliklerle işlenmiş halis ipekten, Sultanlara özgü kumaş.
329
Jean-Baptiste Tavernier, a.g.e., s. 75-76.

196
3.2.2.2. Elçilerin Arza Kabul Ediliş Biçimi

Tavernier, elçi kabulleriyle ilgili gözlemlerini sadece Saray’daki törensel


yapıyı anlatarak ortaya koyar. Aslında Tavernier’in aktardığı törensel yapı aynıdır.
Saray’daki standart uygulamalar, buradaki anlatımlarda da görülmektedir. Gelen
büyükelçi, kendisini Divanhane'de bekleyen sadrazamla öğle yemeği yer. Maiyeti
ise, revaklı avluda yere serilen kilimler üzerinde ve daha az sayıdaki yemek çeşidini
yerler. Padişahın elçiye ve yanındakilere gönderdiği kaftanlar elbiselerinin üstüne
giyilir. Kaftanını giymiş büyükelçi Arz Odası'na götürür. Arz Odası'nın kapısına
vardıklarında, iki vezir büyükelçiyi almaya gelir ve onu koltuklayıp padişahın eteğini
öpeceği yere gelinceye kadar yürütürler. Hadımağaların koruduğu avlu kapısından
(Babüssaade) Arz Odası kapısına kadar, ipek halılar üstünde yürünür ve Arz
Odası'nın mermer döşeli zemini altın sırmalı başka bir halıyla kaplıdır.

Padişah büyük bir ciddiyetle tahtında oturmaktadır. Yaslandığı küçük duvarın


arkasında, sırayla dizilmiş halde, harem dairesinin kethüdası olan siyah hadımağa,
yani kızlarağası, padişahın kılıcını taşıyan silahdarağa, padişahın elbisesini taşıyan
çuhadarağa, padişah ata bindiğinde üzengiyi tutan rikabdarağa ve hasodabaşı görülür.
Bütün bu kişiler elpençe divan durmuş bir halde büyük bir saygıyla beklerler.

Büyükelçiyi ve maiyetini huzura alan kapıağası, odanın ortasında ve aynı


tevekkül içinde ayakta bekler. Tavernier, Arz Odası’nda padişahın eteğini öpen
büyükelçilerin tahtın solundaki, sırma saçaklı bir kırmızı kadifeyle kaplı bir çeşit
sandalyeye oturduklarını ifade etse de, bu mümkün değildir. Divan’daki teşrifatla
karıştırmış olsa gerektir. Büyükelçilerin kaftan giydirilmiş sınırlı sayıdaki maiyetleri
de aynı davranışları sergilerler. Bütün bunlar olurken, padişahın karşısında bütün
paşalar ayakta durur. Saygılarını sunmaya gelen Küçük Tataristan (Kırım) Hanı da
bu kuralın dışında tutulmaz. Bütün bu eylemler büyük bir sessizlik içinde olup biter
ve o ana kadar ağzını açmayan padişah, büyükelçiyi başından savmak için birkaç söz
etme görevini sadrazama bırakır. Büyükelçi yere eğilip selam verdikten sonra başı
öne eğik olarak ve odadan çıkıncaya kadar sırtını padişaha dönmeden çekilir.

197
Ülkelerin elçileri ile ilgili olarak diplomatik protokolde çeşitli ayrımlar da söz
konusudur. Hıristiyan kralların ve devletlerin Osmanlı sarayı nezdinde görevli ve
hepsi Pera'da ikamet eden elçileri, Fransa büyükelçisi, Đngiltere büyükelçisi, Venedik
balyosu ve Felemenk maslahatgüzarıdır. Lehistan ya da Moskova çarının büyükelçisi
ya da maslahatgüzarı geldiğinde, kendileri hakkında yeterli itimat sağlanıncaya kadar
Đstanbul'da ikamet ettirilirler.

Padişah, kralları ve devletleri birbirinden ayırır ve onlara verdiği değeri,


huzura kabul öncesinde gönderdiği kaftan sayısıyla belli eder. Fransa büyükelçisi
yirmi dört, Đngiltere büyükelçisi on altı, Venedik balyosu ve Felemenk büyükelçisi
on iki kaftan alır. Monsieur de Marcheville Đstanbul’da büyükelçiyken, saraya kabulü
sırasında maiyeti içinde yer alan Tavernier, bizzat yaşadığı gözlemleri aktarmaya
devam eder:

“Büyükelçi, onurlandırmak ve kendisiyle birlikte huzura götürmek istediği


kişilere kaftanları dağıtmaya başlayınca yalnızca on altı kaftan bulunduğunu görerek
şaşırdı. Hemen sekiz kaftanın eksik olduğunu, Fransa büyükelçilerine verilmesi
gelenek haline gelmiş sayıda verilmezse huzura gitmeyeceğini sadrazama iletti. Hu-
zura kabulü yaklaşık bir saat geciktiren tartışmalar oldu ama Monsieur de
Marcheville kararlı tavrını sürdürünce, sadrazam sekiz kaftan daha gönderdi330”.

3.2.2.3. Kırım Hanı’nın Biatı

Osmanlı Devleti’ne siyasal anlamda bağlı olarak hüküm sürmek zorunda olan
Kırım Hanı, Arz Odası'nda padişahın huzuruna çıkar, eteğini öptükten sonra birkaç
adım geri çekilerek ayakta bekler. Bu esnada, dört köşesinden dört altın ve ipek
püskül sarkan, hiç işlemesiz büyük bir yeşil kadife yastık üzerinde Kur'an getirilerek
padişahın sağına bırakılır. Biat edecek han, daha önce de söylediğim gibi, ayaktadır;
elleri omuzlarına çapraz gelecek biçimde kavuşturulmuş halde, kapıağasının yastık
üzerindeki Kur'an'ı almasını, öpüp başına koymasını ve kendisine vermesini bekler.

330
Jean-Baptiste Tavernier, a.g.e., s. 77.

198
Han şu sözlerle biat eder: "Bu kitap hakkı içün, saadetlü padişahım tarafından her ne
emir ve ferman bana gelirse itaat edeyim."

Osmanlı Devleti’nin Eflak ve Boğdan voyvodaları gibi kendi tahtına bağlı


Hıristiyan krallara zorunlu kıldığı biat biçimi de şöyledir: "Hazreti Đsa hakkı içün,
saadetlü padişahım tarafından her ne emir ve ferman bana gelirse itaat edeyim."
Padişah, imparatorluğun sınır eyaletlerine gönderdiği, (Kahire, Bağdat ve Budin
paşaları gibi) bütün paşalara bağlılık andı içirir. Sınırda bulunmayan diğer valilere bu
uygulama yapılmaz.

3.2.3. Albertus Bobovius ya da Santuri Ali Ufki Bey’in Anıları,


“Topkapı Sarayı’nda Yaşam331” Đsimli Eserine Göre Elçi Kabulleri

Polonya asıllı Albert Bobovski, 1628 tarihinde Kırım Tatarları


tarafından tutsak edilip Đstanbul’a getirildiğinde 18 yaşındadır. Saraya alınıp
iç oğlanı olan bu kişi, zaman içinde özelikle müzik konusundaki yeteneği
sayesinde, sarayın baş müzisyeni olur. Adı artık Santuri Ali Bey’dir.

1665 yıllarında anılarını kaleme aldığı kitabı, 1685 tarihinde


(ölümünden on yıl sonra) Fransa’nın Đstanbul elçisi olan Pierre de Girardin
tarafından ele geçirilir. Pierre de Girardin, Fransızca’ya çevirdiği bu kitabı,
sanki kendi yazmış gibi bazı eklemelerle sahiplenir ve Fransa’ya yollar.
Dolayısıyla kitap iki karakterli bir hal almıştır. Đşte bu kitapta Padişahın
Kırım Hanı’nı Arz Odası’nda nasıl kabul ettiğine dair şu bilgi verilmektedir.
Bu ziyaret bir bayram gününe denk gelmiştir:

331
Albertus Bobovius (Ali Ufki Bey), Topkapı Sarayı’nda Yaşam, Sunan ve Notlayanlar: Stephanos
Yerasimos ve Annie Berthier, Çev. Ali Berktay, Kitap Yayınevi, 1. Basım, Đstanbul 2002.

199
3.2.3.1. Padişah’ın Kırım Hanı’nı Kabulü

“Sol yanında, ayakta duran kapıağası önce Tatar Hanı’nın Topkapı


Sarayı'nda rehin tutulan oğullarını tahta yaklaştırır. Babalarının eylemlerinden
sorumlu tutulmak üzere rehin olarak alıkonmalarının nedeni, Tatar hanını her zaman
padişahın tarafında kalmaya ve onun çıkarlarını kollamaya zorlamaktır. Padişah bu
yolla Tataristan tacını, hanedandan biri olması koşuluyla, canının istediğine
verebilir veya yerine başka birini geçirmek istediği zaman, hanı tahtından
indirebilir. Bu Tatar hanları ailesi Osmanlı hanedanının veliahtıdır ve eğer
Osmanlılar tükenirse Türklerin imparatorluğuna onlar getirilecektir. Padişahı
yerlere kadar eğilerek ve ona “eyyam-ı şerif (kutlu günler) size mutluluk getirsin”,
diyerek ilk selamlayanlar bu rehinelerdir.

Bana nakledildiğine göre, Padişah ayağa kalkar332 ve onları karşılamak


üzere üç adım atar; daha sonra padişahın elini öperler, padişah da parmaklarının
ucuyla ellerine dokunur. Tatarlar çekilince, Padişah yerine oturur ve kapıağası bu
sefer vezir-i azam'a işaret eder. Vezir-i azam aralarında paşalar, beylerbeyiler,
vezirler ve en sonda da yerıiçeriağası olan en seçkin askeri erkânla birlikte
padişahın sağında ayakta beklemektedir333”.

3.2.4. Claes Ralamb’ın, “Đstanbul’a Bir Yolculuk 1657-


1658334” Đsimli Eserine Göre Elçi Kabulleri

Đsveç Kralı X. Karl Gustav’ın elçisi sıfatıyla Osmanlı Sultanı IV. Mehmet’in
yanına gönderilen Ralamb’ın günlüğü, dönemin Osmanlısını anlatan en ilginç
belgelerdendir. Claes Ralamb (1622-1698) kral tarafından Đstanbul’a
görevlendirildiğinde otuz beş yaşlarındaydı, iyi eğitimli, soylu ve kralın güvendiği
biriydi. Birçok dile vakıf olan, zeki ve keskin bir gözlemci olan Ralamb elçilik için

332
Kırım Hanzadelerinden önce Hünkâr Hocası Padişahın yanına gelir. Padişah da Kırım
Hanzadelerine değil, hocasına hürmeten ayağa kalkar.
333
Albertus Bobovius (Ali Ufki Bey), a.g.e., s. 64.
334
Claes Ralamb, Đstanbul’a Bir Yolculuk 1657-1658, Çev. Ayda Arel, Kitap Yayınevi, Đstanbul
2008.

200
gerekli donanıma sahipti. Ralamb, Đsveç’ten Osmanlı Sarayı’na gönderilen ilk resmi
temsilciydi. Görevi, Sultan ile Köprülü Mehmet Paşa’ ya Đsveç Kralı’nın doğu
Avrupa siyasetinde yer alan Lehistan, Erdel ve Rusya’ya ilişkin niyet ve
stratejilerinin neler olduğunu anlatmaktı. Ayrıca Đsveç Kralı’nın dostluk duygularını
bildirmek ve Osmanlı ile Đsveçlilerin ortak düşmanı olan Rusya karşısındaki ortak
çıkarlara dikkat çekecekti. Babıâli’nin tamamıyla anlayamadığı bu niyetler kuşkuya
sebep olduysa da, Ralamb hem Osmanlı Sultanı hem de sadrazamı tarafından
olağanüstü nezaket ve teşrifatla karşılanmış ve gösterişi törenler yapılmıştı.

Bir zaman sonra Đsveç Kralı Osmanlı Đmparatorluğu’na ikinci bir elçi olarak
Gotthard Welling’i gönderdi. Bu durum sarayın kuşku ve güvensizliğini arttırmıştı.
Bu iki elçinin görevlerindeki belirsizlik sarayla ilişkilerinin daha ileriye
götürülmesine engel olmuştu.

Ayrıca Ralamb’ın ikametinin ilk evresinde bir değişiklik olmuş, Osmanlı ile
Đsveç arasında Rusya’ya karşı bir ittifak oluşturulması söz konusu olmaktan çıkmıştı.
Ralamb görevinde başarıya ulaşamamıştı. Ralmb, Erdel murahhas heyetinden Jacob
Nagy de Harsany ile ve Ali Ufki Bey olarak tanınan Wojciech Bobowski ile
tanışmış, Osmanlıda resmi ziyarette bulunacağı kişiler hakkında ve Osmanlı toplumu
hakkında yararlı tavsiyeler almıştı.

Ralamb ve diğer elçi Welling, Ocak 1658 tarihinde Đstanbul’dan ayrıldı.


Giderken bir ay kadar Edirne’de oyalandıktan sonra soğuk bir Avrupa kışında
seyahat ederek mayıs ayında Gotheburg’ da Đsveç Kralıyla buluşabildi. Đsveç
Kralı’nın 1660 senesinde ölümü ile birlikte Ralamb’ın elçiliği unutulmuştu. Đsveç ile
ilişkiler elli yıl kadar sonra Poltawa yenilgisinin ardında Đsveç Kralı XII. Karl’ın
Osmanlı Đmparatorluğu’na sığınması ve III. Ahmet’in himayesine girmesiyle
canlanmıştı335.

335
Claes Ralamb, a.g.e., s. 7-8.

201
3.2.4.1. Đstanbul’a Gidilirken Đzlenen Yol Güzergâhı

Stetin, Berlin, Wittenberg, Leipzig, Serkowitz, Prag, Igelaw, Viyana,


Presburg, Roune, Lausenberg, Leutsch, Cibin, Zaros Parak, Tokay, Edel-
Clausenburg, Weissenburg, Saksonya şehir ve köyleri, Eflak- Targoviş, Silistre,
Şumnu, Bulgaristan, Küçükçekmece, Đstanbul. Đstanbul’a varışında Ralamb’a önce
Balat’ta bir ev tutulmuş ama Ralamb kısa bir süre sonra Fener’de başka bir eve
geçmiştir336.

Resim 44: Ralamb’ın Yol Güzergâhı. (Adahl, s. 13)

336
Karin Adahl, “Claes Brorson Ralamb’ın Babıalideki Elçiliği (1657-1658)”, Ed. Karin Adahl, Alay-
ı Hümayun Đsveç Elçisi Ralamb’ın Đstanbul Ziyareti ve Resimleri 1657-1658, Çev. Ali Özdamar,
Kitap Yayınevi, Đstanbul 2006, s. 14.

202
3.2.4.2. Elçi ve Maiyetini Karşılayan Osmanlı Đmparatorluğu Görevlileri

Şehirden hayli uzakta alışılagelmiş olduğu üzere, padişah adına 24 atlı


çavuşla Ali Ağa adında bir yeniçeri ağası tarafından karşılanmış, alayla sadrazam
tarafından hazırlatılan kalacakları yere götürülmüşlerdir. Alayda en önde çavuşlar,
arkalarında Ali Ağa ve O’nun arkasında maiyetleri ile birlikte Erdel elçileri, onların
arkasında altı atın çektiği arabada Ralamb ve alayın sonunda ise Ralamb’ın
eşyalarının yüklü olduğu araba bulunmaktadır.

3.2.4.3. Diplomatik Đlk Temaslar ve Sadrazam Tarafından Kabul

Đkâmetgâha ulaşıldıktan sonra Ralamb’ı ziyarete Fransız elçisi ve daha sonra


Đngiliz elçisi ziyarete gelmişlerdir. Uzunca yapılan bu görüşmelerden rahatsız olan
çavuş sadrazam tarafından kabul edilmeden önce yabancı elçilerle görüşmenin
usullere aykırı olduğu konusunda Ralamb’ı uyarmıştır. Çavuş ile birlikte yenilen
yemekten sonra selam için gönderilen Avusturya-Macaristan Đmparatoru’nun
yolladığı kimseler ve Hollanda’nın temsilcileri kapıcı olarak gönderilen sipahi
tarafından geri çevrilmişlerdir.

Ralamb, ertesi gün adı geçen elçilerin selamlarına karşılık vermiş ve kabul
edemeyişinden ötürü özür dilemiştir. Ralamb, “Đstanbul’da ikamet eden temsilcilerin
yeni gelenlere hemen selamlarını göndermeleri, Hıristiyan ülkelerinde olanın
tersine, buranın bir âdetidir. Burada sürekli ikamet eden elçilere bile “şanlı” diye
hitap ederler ve birbirlerine tatlı ve şarap ikramında bulunurlar”337 demektedir.

Ralamb, 17 Mayıs günü sadrazamın huzuruna çıkmıştır. Ayağındaki


rahatsızlık ve kutsal bir gün olan Pendokost nedeniyle ziyareti ertelemeyi istemesine
rağmen mazereti kabul edilmemiş ve ayrıca hemen bir ilk adım atmasını isteyen
Erdel temsilcisi tarafından da görüşme için teşvik edilmiştir. Ralamb’ın anlatımıyla
kabul günü şunlar yaşanmıştır; elçi sabah saat yedi buçukta at sırtında kıyıya inmiş

337
Claes Ralamb, a.g.e., s. 39.

203
oradan Başkapı Đskelesi’ne kadar kayıkla gitmiştir. Oraya varınca Erdel
temsilcisinden ödünç aldığı atla sadrazamın denizden hayli uzak evine doğru yola
çıkmıştır. En önde tek başına at sırtında giden çavuş, onun arkasında heyettekiler,
onların arkasında özel kıyafetleri içinde yani geyik derisinden, kenarları el
genişliğinde sırma işlemeli ve önünde gümüş bir arma bulunan yüksek başlıkları ve
fildişi topuzlu değnekleriyle yeniçeriler vardır. Yeniçerilerden sonra tercüman,
tercümanın ardında Ralamb ve nihayetinde Ralamb’ın maiyetinin geri kalanı
bulunuyordu. Konağın merdivenine yanaşıldığında Ralamb attan inmiş ve neredeyse
kucakta taşınarak çıkma köşk şeklinde bir odaya alınmıştır. Orada biraz
bekletildikten sonra sadrazamın odasına çağrılmıştır. Ralamb, kimsenin doğrudan
doğruya sadrazamın huzuruna çıkışına izin verilmediğini ve bir süre bekletildiğini ve
hatta çoğu insan sofada bekletildiği için ayrı bir odaya alınmanın bile büyük bir onur
olduğunu belirtmektedir.

Aşağıda Sadrazam tarafından Ralamb’a Osmanlı topraklarından geçiş iznini


veren mektup görülmektedir. Orjinali Stockholm Ulusal Kütüphanesi’nde Ralamb
195. no. II de kayıtlıdır338.

Resim 45: Sadrazamın Ralamb için verdiği Osmanlı topraklarından geçiş izni.
(Baamhielm, s. 286)

338
Göran Baarnhielm, “Ulusal Kütüphane ve Ulusal Arşivdeki Ralamb Koleksiyonları”, Ed. Karin
Adahl, Alay-ı Hümayun Đsveç Elçisi Ralamb’ın Đstanbul Ziyareti ve Resimleri 1657- 1658, Çev. Ali
Özdamar, Kitap Yayınevi, Đstanbul 2006, s. 286.

204
Ralamb kabul anını ise şu şekilde anlatmaktadır: Kabul odasında iki koltuk
bulunmaktaydı, dört köşe olan sadrazam için, kırmızı kadife olan ise konuk içindir.
Ralamb’ı içeriye çavuşbaşı almıştır, daha sonra sadrazam gelmiştir. Sadrazam ilk
olarak tercümanı ile konuşmuş ayağı ile ilgili kazayı sormuş, daha sonra
hükümdarının selamını iletmiş ve büyük bir saygıyla hükümdarın mektubunu Reis
Efendi denilen kâtibe teslim etmiştir. Daha sonra genel olarak görevlendirilişi ile
ilgili konuşulmuş ve yanında bulundurduğu ekinde Türkçe mülahazaların da
bulunduğu muhtırayı hükümdarının gönderdiği mektubun çevirisi ile birlikte
sadrazama sunmuştur. Bunun ardından sadrazam bir takım sorular sormuş ve Ralamb
gerekli cevapları vermiştir. Bunun dışında sert ve ters olarak tanınan sadrazam
Ralamb’ın deyişiyle kendisini nezaket ile karşılamış ve uğurlamıştır. Görüşme
bitince sadrazam bir kaftan giydirmiş, yanındakilere de kaftan dağıtılmıştır ve yine
Ralamb’ın deyimiyle sırtlarında bu kaftanlarla ayin yapan papaz kılığında dışarı
çıkmışlardır339.

3.2.4.4. Padişahın Huzuruna Kabul

Ralamb 19 Mayıs’da Padişah Sultan Mehmet’in huzuruna çıkmıştır. Bu


kabulle ilgili yaşananları ise Ralamb güncesine şöyle aktarmıştır: Sabah saat üçte
Başkapı Đskelesi’ne kadar gitmiş orada hazır bekleyen alay ile birlikte saraya doğru
yola çıkmıştır. Alayda en önde çavuşlar, Erdel temsilcisi ve Erdelli kâtiplerinden
olan Jacobus Hanzani, tek başına Erdel temsilcisi Tordai Ferens, Ralamb, Ralamb’ı
yürüyerek izleyen kırk kişilik maiyeti ve Fransız elçisinin adamları ile Fransız
tacirler bulunmaktadır. Bu sıra ile sarayın birinci avlusunu geçerek ikinci kapıya
gelmişlerdir. Burada kimsenin at sırtında iç avluya girmesine izin verilmediği için
binek taşına basarak attan inmiştir.

Defne, servi ve daha başka türden ağaçların bulunduğu parkı andıran avlunun
dörtkenarında revaklar vardır. Sağ revakta, başlıklarında yüksek tüy demetleri ve
rengârenk sırmalı serasker kıyafetleri olan adamları ile yeniçeri ağası bulunmaktadır.

339
Claes Ralamb, a.g.e., s. 39-40.

205
Onların arkasında avlunun dörtkenarı boyunca dört sıra halinde yeniçeriler
bulunmaktadır. Ralamb’ın göz kararı tahminine göre bunlar 1000-1200 kişiydi;
giyimleri düzgün ve başlarında kürkler taşıyorlardı. Solda başlarında yüksek beyaz
sarıklar olan çavuşlar uzun bir sıra oluşturuyordu. Son sıranın orta yerinde ve toplantı
odası olan Divan denilen geniş odanın önünde samur astarlı beyaz atlas giysisi içinde
önünden geçerken selam verdiği sadrazam oturmaktadır. Avluya bakan cephenin sağ
yanında hepsi simli serasker giymiş, başlarında yüksek beyaz sarıklarıyla paşalar 60-
70 kişilik bir sıra oluşturmaktadır. Ralamb ve Erdel elçisi sol tarafa götürülmüş ve
orada oturtulmuş daha sonra önlerine para dolu keselerden büyük bir yığın
bırakılmıştır340. Ralamb, “Genellikle yabancı elçilerin kabul törenlerini, servetlerini
sergileyebilmek amacıyla birliklere ulufe dağıtıldığı güne rastlatmaya özen
gösterirler”341 demektedir.

Defterdar gelerek Ralamb’a adını sormuştur. Bunun nedeni ulûfenin hangi


kişinin arz gününde dağıtıldığını kaydetmektir. Sadrazam tarafından padişaha
Ralamb’ın orada hazır bulunduğunu bildiren bir pusula sunulmuştur. Bu pusula
çavuşbaşı eliyle padişaha götürülmüştür. Padişah, sadrazamı yine çavuşbaşının
başının üstünde taşıdığı bir pusula ile cevaplamıştır. Çavuşbaşının geçtiği
yerlerdekiler kalkıp selam vermişlerdir. Daha sonra sadrazamın bulunduğu odaya
yemeğe davet edilmiştir ve sadrazam oruçlu olduğu için yemekte hazır bulunmayan
sadrazamın yerine yedi vezirden biri olan Yusuf Paşa oturmuştur. Ralamb kırmızı
kadife kaplı bir koltuğa yerleşmiş, sol tarafına ise Erdel temsilcisi oturmuştur.
Küçük, alçak bir oturağın üzerine gümüş yemek tepsisi yerleştirilmiştir. Ralamb
bundan sonrasının Silistre Paşasıyla olduğunu belirtmektedir, yani yemekler
yenilmiş, yemek sonrası temizlik eller yıkanmış, gülsuyu ikram edilmiş ve buhurlar
koklatılmıştır. Ralamb, kendisinin ve vezirinkinin dışında dört sofra daha kurulmuş
olduğunu, bunlardan sağ tarafındakinde Ahmed Paşa’nın tek başına, soldaki sofrada
ise kazasker denilen Avrupa ve Asya kadılarının oturduğunu ve bunlardan birinin
her zaman müftü olduğunu belirtmektedir. Ralamb odanın sol tarafında Nişancı
Mustafa Paşa’nın Erdel temsicisi ve maiyetinden iki kişiyle oturduğunu, odanın sağ

340
Claes Ralamb, a.g.e., s. 41- 42.
341
Claes Ralamb, a.g.e., s. 42.

206
tarafındaki sofrada ise bir paşa, defterdar, kâtip Klingen ve maiyetinden bir kişinin
oturduğunun ve öteki adamlarının başka bir odaya alındığını söyleyerek anlatımını
sürdürmektedir. Yemek esnasında sofradaki kişilerin önüne bakarak oturduklarını
çünkü padişahın tepede bulunan bir pencereden orayı gözlediğini, kimsenin yukarıya
bakmadığını söylemektedir342.

Yemek sonrasında sadrazam yanına gelip oturmuştur ve daha sonra sohbet


etmişler ve sadrazam kendisinden yerine dönüp arz töreni için hazırlanmasını
istemiştir. Bunun üzerine Ralamb yerine dönmüş ve maiyetindekilerle birlikte uzun
serasker kaftanlar giymişlerdir. Sadrazam ve üç vezirin önden padişahın yanına
çıkışından sonra Ralamb da huzura götürülmüştür. Arzhane (Arz Odası) adı verilen
odanın küçük ve karanlık olduğunu, oraya giderken iki basamak inildiğini, yerden
biraz yüksekçe altın varakla kaplı dört sütunlu, çepeçevre perdeleri olan, topuzları
elmas kakmalı bir tahtta on sekiz yaşındaki padişah oturmaktadır. Padişahın başında
iki kara tüyün olduğu beyaz bir sarık, sırtında ise çok renkli bir seraser kaftan
bulunmaktadır. Padişahın bir yanında sadrazam diğer yanında ise öteki üç paşa
duvara mıhlanmış gibi hareketsiz durmaktadırlar. Hadım kapı ağası ile zenci
hadımağası ve zenci kızlarağası da arz odasının sofasında beklemektedir. Bunların
yanında bazı ak ve kara hadımağaları ile dilsizler durmaktadır. Ralamb padişahın
dilsizleri en önemli buyruklarını işaret diliyle anlatmak için kullandığını, bunun
nedeninin ise buyruklarının gizli kalması ve isteklerini fark ettirmeden duyurabilmek
olduğunu belirtmektedir. Ralamb, Arz Odası’nın kapısında sırmalı serasker
kıyafetleri içinde iki kapıcıbaşı bulunmakta olduğunu bunların kendisini koltuk
altından tutarak önünde eğilmesi için sultanın önüne kadar götürdüklerini ve
bıraktıktan sonra bir iki adım çekildiklerini, daha sonra Erdel Elçisini alarak odanın
ortasına götürdüklerini ve yere çömelttikten sonra da gerisin geriye kapının yanına
çektiklerini anlatmaktadır. Ralamb’ın maiyetindekilerde teker teker aynı şekilde
getirilmişlerdir. Ralamb’dan sonra altı kişi huzura çıkmış ve hil’at giydirilme
onuruna erişmişlerdir343.

342
Claes Ralamb, a.g.e., s.43.
343
Claes Ralamb, a.g.e., s. 44-45.

207
Ralamb bu teşrifattan sonra ortalık sakinleşince hükümdarının adına Latince
bir sunuş yapmış ve dostluklarının teminatını en kısa şekilde anlatmışlardır. Sonra
sırmalı mavi bir serasker beze sarılı olan hükümdarının mektubunu kapıcıbaşına
vermiş, o da sadrazama iletmiş ve sadrazam da padişahın aynına mektubu koymuş ve
böylelikle Ralamb mektubu padişaha sunmuştur. Bundan sonra kapıcıbaşı Ralamb’a
yine koltuklarının altından tutarak baş eğdirmiş ve dışarı çıkarmışlardır. Ralamb
sonrasında atına binmiş ve yine alay oluşturularak iskeleye kadar gitmiş, oradan bir
kayığa binerek ikametgâhına dönmüştür344.

3.2.4.5. Padişah Tarafından Kabul Sonrası Đstanbul Günleri

Ralamb ertesi gün kendisine sadrazamın selamının geldiğini kendisine


safadolmasını ve padişahın hükümdarın isteklerini olumlu karşıladığının söylendiğini
nakletmektedir. Ralamb’ın Đstanbul’dan dönüşü hükümdarının Eflak’ ta Silistere’ den
gönderdikleri resmi bir elçilik heyetinin yolda oluşu dolayısıyla gidişinin onlar
gelinceye kadar ertelenmesi nedeniyle kararlaştırılan 27 Mayıs yerine başka bir
tarihe ertelenmiştir345.

Oturup gelecek heyeti beklemekten başka işi olmayan Ralamb, vaktini öteki
yabancı devletlerin temsilcileriyle görüşerek geçirmiştir. Đlk olarak Đngiliz elçisi Lord
Thomas Bentysse’yi ziyaret etmiş, sonra seksen yaşlarındaki Fransız elçisi Bay De la
Haye’yi ziyaret etmiştir. Hatta ilk olarak Đngiliz elçisini ziyaret eden Ralmb, Fransız
elçisi tarafından mesafeli karşılanmıştır. Ralamb Hollanda elçisi Bay Varner’den de
bahsetmektedir.346 Seyahatnamesinde dönemin Osmanlı toplumunun yapısından ve
imparatorlukta cereyan eden siyasi bir takım olaylardan da bahseden Ralamb,
sultanın bir takım şüpheleri nedeniyle Đstanbul’da beklediğinden biraz daha fazla
kaldıktan sonra, Ocak sonunda ülkesine dönmek için yola çıkmıştır. Dönüş yolunda
Edirne’de kaldıkları sürede sonuncu kez sadrazamın huzuruna diğer elçi Welling ile
birlikte kabul edilmişlerdir ancak bizzat padişahla vedalaşmalarına izin

344
Claes Ralamb, a.g.e., s. 45.
345
Claes Ralamb, a.g.e.,, s. 46-48.
346
Claes Ralamb, a.g.e., s. 48-52.

208
verilmemiştir. Ralamb ülkesine döndükten sonra seyahatnamesini hükümdarına
sunmuştur347.

Ralamb’ın tuttuğu günce, bir Đstanbul motifi içeren yirmi önemli resim ve
küçük bir kıyafet albümü yalnızca Đsveç bağlamında değil, uluslararası bağlamda da
on yedinci yüzyıl Osmanlı Đmparatorluğu ile ilgili en değerli yazılı ve görsel
belgelerdendir. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, resimler gerek konu ve gerekse
boyut ve malzeme yönünden kıyas kabul etmez. Çünkü o dönemden kalma benzer
resimler mevcut değildir348.

3.3. Seyahatnamelerde Elçi Kabulleri (18. Yüzyıl)

3.3.1. Aubry de La Motraye’nin, “La Motraye


Seyahatnamesi349” Đsimli Eserine Göre Elçi Kabulleri

1674 doğumlu Fransız bir gezgin olan Aubry de La Motraye, ömrünün büyük
bir bölümünü gezilerde geçirmiş ve gezileriyle ilgili anılarını 1696 yılından itibaren
yazmaya başlamıştır. Đlk kitabını 1723 yılında Đngiltere’de yayınlamıştır.

Daha önceki seyahatlerinde Đtalya ve Kuzey Afrika üzerinden Trablusşam’a


ve oradan da tekrar Cebelitarık üzerinden Portekiz’e ve Fransa’ya dönmüştür. Ama
bu seferki yolculuğu Đstanbul’adır. 1698 yılı kasım ayının sonlarına doğru, Londra
yakınlarındaki küçük bir limandan hareket eden bir gemiyle Đstanbul’a doğru yola
çıkan Motraye’nin, Osmanlı topraklarındaki bu yolculuğu 14 yıl devam eder. Prut
savaşının (1711) ardından Đsveç Kralı XII. Karl ile birlikte Đsveç’e gider. Kralın
sırdaşı olarak bu ülkede bir süre kalır ve Kral’ın ölümünden sonra uzun yıllar
kalacağı Đngiltere’ye döner. 1743 yılında Paris’te ölür.

347
Ed. Karin Adahl, Alay-ı Hümayun Đsveç Elçisi Ralamb’ın Đstanbul Ziyareti ve Resimleri 1657-
1658, Çev. Ali Özdamar, Kitap Yayınevi, Đstanbul 2006, s. 17.
348
Karin Adahl, a.g.e., s. 11.
349
Aubry de La Motraye, La Motraye Seyahatnamesi, Türkçesi: Nedim Demirtaş, Đstiklal Kitabevi,
Đstanbul 2007.

209
17. yüzyılın sonu ile 18. yüzyılın başlarında Osmanlı topraklarında kalan ve
yaşananlara şahit olan Motraye’nin seyahat anıları, Osmanlı’nın siyasal anlamda
karışıklıklar yaşadığı bir döneme denk gelmiştir: Celali ayaklanmaları, yeniçeri
isyanları, saraydaki çeşitli entrikalar, 2. Viyana bozgunu sonrasındaki gelişmeler,
toprak kayıpları.. Motraye tüm bu kargaşa içinde olayları gözlemlemeye, yorumlar
yapmaya ve gördüklerini aktarmaya çalışmıştır. Biz tüm bunların içinden, o
dönemdeki elçilerle ilgili gözlemlerin yer aldığı bölümleri çalışmamıza aktarmaya ve
yorumlamaya çalışacağız.

3.3.1.1. Đstanbul’a Gidilirken Đzlenen Yol Güzergâhı

Kasım ayının sonları (1698), Londra’nın 30 km. aşağısında bulunan


Gravesend Limanı’ndan bir Đngiliz gemisiyle Đstanbul’a doğru hareket edilir. 24
Kasımda fırtına sebebiyle Wight Adası’nda Sainte Helen Limanı’nda beklenir. 27
Kasımda Falmouth Limanı’na demir atılır. 3 Aralıkta Portekiz Saint Vincent
Burnu’na varılır. Fırtına sebebiyle bir süre burada kalındıktan sonra, 15-16 Aralık
gecesi Cebelitarık boğazı geçilir. 29 Aralıkta Ege adalarına varılır. 16 Ocakta Đzmir
körfezinin girişini koruyan kalenin önünden beş adet selamlama amaçlı top ateşiyle
geçilir ve 17 Ocak 1699 tarihinde Đzmir’de karaya çıkılır. Đzmir’de kalınan 5 ay
boyunca başta Efes olmak üzere, civar yerlere geziler düzenlenir. Mayıs sonlarında
Avusturya konsolosunun eşi Madam de Hochepied’in Đstanbul’daki elçi kardeşi Mr.
Collier’i ziyaret amacıyla düzenlediği gezi için, Đzmir Limanı’ndan bir Fransız
gemisiyle hareket edilir. 4 Haziran 1699 tarihinde Gelibolu ve Lâpseki arasından
geçilir, 5 Haziran günü Galata açıklarına demir atılır.

3.3.1.2. Đstanbul’da Đlk Görüşmeler ve Saraya Dair Đlk Đzlenimler

Motraye, Đstanbul’a ilk girdiği andan itibaren çok etkilenir. Şehrin güzelliği
gözlerini kamaştırır. Đstanbul’da önce Madam de Hochepied’in referansıyla Hollanda

210
elçisi ile tanışır ve yine o kanalla Kont Tököli350 ile bağlantı kurar. Motraye,
Türklerin çok cömert olduklarını söyler ve gelen elçilere ülke topraklarına
girmelerinden çıkmalarına kadar her türlü hizmeti ücretsiz olarak sunduklarından
bahseder.

Motraye, saat tamircisi bir Fransız arkadaşının daveti ile onunla birlikte
saraya tamirci kılığı ile giriş yapar. Sarayın kapısını sürekli bekleyen görevlilerin
sayısını 50 kişi olarak veren Motraye, bu sayının sarayın diğer kapılarını da hesap
ederek, toplamda 300 olduğunu söyler. Sarayın birinci ve ikinci avlusunu anlatırken,
ikinci avluda at üstünde kimsenin olmaması ve etrafta kalabalık insanlar olmasına
rağmen, ortamda bir manstır havası gibi sessizliğin hâkim olduğunu özellikle
vurgular. Bu durum kendisinde hayranlıkla karışık bir şaşkınlık oluşturur.

Motraye, Divan’da gördüğü hünkâr tahtının kare biçiminde bir tür sedir
olduğunu söyler. Üzerinde altın işlemeli kadifeden tek bir yastık vardır. Tahtı
oluşturan birbirine uyumlu parçalar sedef, inci, altın, gümüş ve değerli taşlarla
bezelidir. Hünkâr, divanı yönetmek için bu tahta oturduğunda, yanına ancak silahsız
olarak yaklaşılabilir. Bunun da oldukça sıkı kuralları vardır. Bir elçi geldiğinde, iki
görevli elçinin iki koluna iki yandan girerler. Adamın kolundan çekip, sırtından
iterek eğilip kalkmasını sağlarlar. Böylece haşmetlinin önüne kadar adamı adeta
sürüklerler. Bu üç derin reveransın yapılma yerleri de bellidir. Đlki taht salonunun
kapısında, ikincisi kapıyla taht arasındaki yolun tam ortasında, üçüncüsü de
padişahın ayakları dibinde yapılmalıdır. Aynı hareketleri hünkârın huzurundan
ayrılırken de sırtlarını dönmeden yaparlar351.

350
Tököli Đmre (1657-1705), Habsburg yönetiminde yaşayan Protestan Macarların lideri. Katolik
yönetimin baskıları nedeniyle Osmanlı yönetimine yakınlaşmış, Osmanlı Devleti’nden aldığı destekle
Avusturya’ya karşı ayaklanmış, Orta Macaristan Kralı ilan edilmiş, Viyana bozgunu sonrasında
krallığını kaybetmiştir.
351
Aubry de La Motraye, a.g.e., s. 107-108.

211
3.3.1.3. Fransız Elçisi Ferriol’ün Đstanbul’a Gelişi

Aralık ayının ilk günü iki Fransız gemisi Đstanbul limanına girmiştir.
Gemilerle gelen Macaristan’da Prens Tököli saflarında çarpışmış Fransız birlikleri
komutanı Mon. De Ferriol’ü getirmekteydi ve kendisi Babıâli nezdinde elçi sıfatıyla
Chateauneuf’ün yerine atanmıştır. Fransız gemileri birkaç top atışıyla sarayı
selamlarlar ama saraydan kendilerine herhangi bir karşılık verilmez352. Ferriol,
Pera’da bir eve yerleşir. Gelişini sadrazama bildirir.

3.3.1.4. Sadrazamın Elçileri Kabulü

Ferriol ve Chateauneuf maiyetlerindeki kalabalık erkânla sadrazam tarafından


kabul edilmeleri için yola koyulurlar. Karşı kıyıya geçtiklerinde heyeti kalabalık bir
maiyetle Çavuşbaşı ve Selam ağası karşılarlar. Elçilik alayı şu şekilde oluşmuştur:
Başlarında tören başlıklarıyla yaya ilerleyen bir yeniçeri bölüğü, atları üstünde kırk
çavuş ve başlarında Çavuşbaşı, elçileri korumakla görevli altışar yeniçeri, her bir elçi
için yirmidörtten kırksekiz uşak, iki gemi komutanı ve on iki Fransız, çevirmenler,
eğitimli altı Fransız genci, elçilerin sağında ve solunda çok sayıda Türk giysili uşak,
elçilik mabeyincileri, sekreterler, deniz subayları ve diğer Fransızlar, tüccarlar alayı
oluşturmaktaydı353. Kabulün yapılacağı salonun önündeki avluda iki sıra halinde
dizilmiş yeniçeri ve çavuşların arasından geçen elçiler, salondaki kırmızı kadifeyle
kaplı iki tabureye oturtuldular. Sadrazam başka bir kapıdan içeri girince elçiler ayağa
kalkıp onu selamladılar. Sadrazamın başköşeye oturmasından sonra eski elçi yeni
elçiyi sadrazama takdim etti. Karşılıklı iyi dileklerde bulunuldu. Elçilere kahve, tatlı,
şerbet ve koku ikram edildi. Elçilerin getirdikleri hediyeler takdim edildi. Sadrazam
da elçilere ve maiyetindekilere kaftan giydirdi. Bunun ardından elçiler huzurdan
ayrıldılar354.

352
“Babıâlide Sarayı selamlayarak geçen Hıristiyanların selamlarına karşılık vermek gibi bir
uygulama yoktu. Đngilizlerin bu nedenle Sarayın önünden geçmeyip, selam vermelerini
gerektirmeyecek bir uzaklıkta demirledikleri söylenir”(Aubry de La Motraye, a.g.e., s. 200-201).
353
Aubry de La Motraye, a.g.e., s. 201-202.
354
Aubry de La Motraye, a.g.e., s. 202-203.

212
3.3.1.5. Padişahın Huzuruna Kabul Öncesinde Yaşananlar

Elçi ve oldukça kalabalık maiyeti sadrazamın kabulüne benzer bir alayla yola
çıkar. Sarayın ikinci avlusunda ellerinde gümüş asalarıyla iki Divan çavuşu Divan’a
kadar eşlik ederler. Avluda daha önceki kabul törenlerinden görmeye alışık
olduğumuz aynı görüntüler vardır. Heykel gibi sessiz ve hareketsiz binlerce
yeniçerinin aralaraından yürünür. Divan’a varıldığında Sadrazam başka bir kapıdan
elçi ile aynı anda içeri girer ve karşılıklı selamlaşılır. Divan üyeleri hazırdır. Elçi
kırmızı kadifeden bir tabureye oturtulur. Yemekler yenir. Yemekten kalkmadan
önce, Fransa Sarayı’nın gönderdiği armağanlar Divan’a getirilir. Bunların arasında
büyük bir ayna, çok güzel bir saat, ay hareketlerini ve mevsim değişikliklerini de
gösteren bir başka saat, değerli kumaşlar bulunmaktadır355.

Yemekten sonra elçiye altın simli, çiçek desenli bir kaftan (hil’at) giydirilir.
Maiyetindekilere ise daha az değerli olanlarından giydirilir. Her şey usüle uygun
devam ederken, beklenmedik bir gelişme olur. Ferriol, genel teşrifat kurallarına
uymayan bir davranışta bulunur ve padişahın huzuruna kılıcıyla girmek ister. Bu ise
temayüllere uymayan bir durumdur. Kendisi ikna edilmeye çalışılsa bile, ikna olmaz
ve huzura girmeden gerisin geriye döner, gider.

3.3.2. Guillaume Martin’in “Đstanbul’a Seyahat356” Đsimli


Eserine Göre Elçi Kabulleri

1784 yılında Fransa’nın Đstanbul büyük elçiliğine atanan Choiseul-


Gouffier’nin diğer elçilerden farkı kendisinin akademik kişiliğinde ortaya
çıkmaktadır. Klasik Yunan ve Roma uygarlıkları uzmanı olan Choiseul-Gouffier, bu
göreve gelirken yanında oldukça ilginç kişilerden oluşan bir heyet getirmiştir.
Bunların arasında bu seyahatnamenin yazarı olan rahip Guillaume Martin’in yanı
sıra, içlerinde ressam, mühendis, gökbilimci, kara subayları, tercüman, doktor gibi

355
Aubry de La Motraye, a.g.e., s. 204-206.
356
Guillaume Martin, Đstanbul’a Seyahat, Türkçesi: Đsmail Yerguz, Đstiklal Kitabevi, Đstanbul 2007.

213
seçkin kişiler vardı. Büyükelçi, Beyoğlu’nda bir matbaa ve Tarabya’da bir rasathane
kurar. Bu ilginç kişi, Fransız Devrimi ile gelen yeni yönetim tarafından görevinden
alınıncaya kadar (1792) elçilik göreviyle beraber akademik çalışmalarına devam
eder.

3.3.2.1. Đstanbul’a Gidilirken Đzlenen Yol Güzergâhı

Toulon, Malta, Đon Denizi Adaları, Takımadalar, Eğriboz, Atina, Đzmir


Körfezi, Sakız Adası, Çeşme, Midilli, Limni, Bozcaada, Çanakkale, Marmara Denizi,
Đstanbul.

3.3.2.2. Elçinin Veziriazam Tarafından Kabulü

Elçilik heyeti veziriazam tarafından kabul edilir. Bir salona alınan elçi,
burada maiyetiyle birlikte on beş dakika kadar veziriazamın gelmesini bekler.
Şatır357ları ve alay çavuşlarıyla birlikte gelen veziriazama kralın mektubu okunur.
Veziriazam adet olduğu üzre, büyükelçiye kürk giydirir ve maiyetine de kaftanlar
dağıtılır. Guillaume Martin Babıâliyi oldukça gösterişsiz bulur: “Geniş salonlar
bulunuyor burada ama hepsi sade bunların358”.

3.3.2.3. Elçinin Huzura Kabulü

Padişah büyük elçiyi Salı günü kabul eder. Salı günü sabah beş civarında
kayıklarla saray yakınlarında karaya çıkarlar. Kendilerini karşılayan görevlilerin
getirdiği atlara binerler. Saraya varırlar ve dış kapıda bir saat kadar sadrazamın
gelmesini beklerler. Sadrazamın gelip önlerinden geçmesinden sonra sıraya girip,
içeri girerler ama bir karışıklık sonucunda atlarından inerler ve ikinci kapıya kadar
yürürler. Đkinci avlunun karanlık dehlizinde onbeş dakika kadar beklerler.

357
Koruma görevlisi.
358
Guillaume Martin, a.g.e., s. 70.

214
Guillaume Martin, avludaki gözlemlerinde yeniçerilerin heykel gibi
durmalarını, pilava koşuşturmalarını biraz da alaycı bir ifadeyle aktarır. Genel
gözlemlerinde Osmanlı Devleti’ndeki sadelik içindeki muhteşem gücü tam
kavrayamamış gibi bir izlenim bırakmaktadır. Daha sonraki yorumlarında ise,
Osmanlıların kendileri dışındaki hiçbir güce önem vermediklerini ve buna engel
olmadıkları için Avrupalı devletleri anlamakta zorlandığını söyler:

“Đstanbul’da en güçlü ulusların elçileri bile pek fazla önemsenmiyor. Sultanı


sadece bir kez yani güven mektuplarını takdim etmek üzere huzura çıktıkları gün
görebiliyorlar. Bu kabul çok da küçültücü ve aşağılayıcı ve Avrupa’nın büyük
güçlerinin böylesine kibirli ve küçümseyici bir tavra karşı ses çıkarmamaları da çok
şaşırtıcı359”.

Büyükelçiye Divan’da verilen yemek ve giydirilen hil’atten sonra, padişahın


huzuruna çıkılır. Fransa’nın güven mektubunun arz edilmesinden sonra, elçilik heyeti
geri döner.

359
Guillaume Martin, a.g.e., s. 73.

215
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
OSMANLI DEVLETĐ’NDEKĐ ZĐHĐNSEL DEĞĐŞĐM VE BU DEĞĐŞĐMĐN
ELÇĐ KABUL TÖRENLERĐNE YANSIMASI, DEĞERLENDĐRME

4.1. Osmanlı Devleti’nin Güçlü Olduğu Dönemlerdeki Zihinsel


Yapı ve Bu Yapının Elçi Kabul Törenlerine Yansıması

Osmanlı Devleti’nin güçlenmesiyle eş zamanlı olarak, devletin yönetim merkezi


olan Saray’da kitapların resimlenmesi çalışmalarına da önem verilmiştir. Padişahlarn
bizzat ilgilendiği ve değer verdiği sanatçıların eserlerinde mutlak gücün temsilcisi
olan padişahın bu kudretinin yer alması önemliydi360. Fatih Sultan Mehmed’in
(1451-1481) kültür, sanat ve bilime olan pozitif yaklaşımı, batı ile sanat ve kültür
anlamında ilk ilişkilerin kurulmasına imkân sağlamıştır. Venedik Dükası’nın
himayesindeki Đtalyan ressam Gentile Bellini ile başlayan bu süreç, sonraki
dönemlerde de devam etmiştir361. Fatih’in resim sanatındaki asıl ilgisi, dönemin ünlü
hükümdarları gibi portre ve madalyalarını yaptırarak, kendisini kalıcı kılmak
isteğinden doğmaktaydı362. Osmanlı dönemi Đstanbul’u fetihten hemen sonra
resimlenmeye başlanmış ve bu dönemde plan-resim denilen bir tür ortaya çıkmıştır
(panorama). Askeri ve siyasi açıdan en güçlü olunan XVI. yüzyılda, Avrupa
Osmanlı’nın kültür ve sanatından oldukça etkilenmiş ve yine bu dönemde Avrupa
krallıklarının diplomatik temsilcilikleri Đstanbul’da açılmaya başlamıştır. Özellikle
elçiler, diplomatlar, tüccarlar ve seyyahlar sayesinde Osmanlı dünyası batıda çok
daha fazla tanınmaya başlanmıştır. Sanatçılar da bu dönemde diplomatlarla, elçilerle
ve tüccarlarla Đstanbul’a gelmişler ve resimleme çalışmalarına başlamışlardır363.

360
Gül Đrepoğlu, “Osmanlı Minyatür Sanatı’nda Klasik Dönem”, Türk Kültüründe Sanat ve
Mimari, Klasik Dönem Sanatı ve Mimarlığı Üzerine Denemeler, 21. Yüzyıl Eğitim ve Kültür
Vakfı, Đstanbul 1993, s. 73.
361
Konuyla ilgili ayrıntılı bilgiler için bkz. Serpil Bağcı, Filiz Çağman, Günsel Renda, Zeren Tanındı,
Osmanlı Resim Sanatı, Đstanbul, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., 2006, s. 32-39.
362
Filiz Çağman, “Minyatür”, Osmanlı Uygarlığı II, Yayına Hazırlayanlar: Halil Đnalcık, Günsel
Renda, Kültür Bakanlığı Yay., Đstanbul 2003, s. 893; Bkz. Banu Mahir, “Anadolu’da Türk
Minyatürünün Đlk Örnekleri”, Osmanlı, C. XI, Yeni Türkiye Yay., Ankara 1999, s. 168-169.
363
Necla Arslan Sevin, Gravürlerde Yaşayan Osmanlı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara
2006, s. 29.

216
XVI. yüzyılda yapılan resimler bir önceki yüzyıla göre çok daha fazla
gerçekçidir. XVII. yüzyıl batıda doğu ilgisinin yeni bir boyut kazandığı dönemdir.
Yüzyılın başında ilk Osmanlı elçilik heyetinin Fransa’ya gitmesi, Avrupa’da
Türklere olan ilgiyi arttırmıştır. Yine aynı yüzyılda seyyahlar da bu ilginin artmasına
yayınladıkları kitaplarıyla katkıda bulunmuşlardır364.

Devletin mutlak güce ve iktidara sahip olduğu dönemlerde saygının ve vakurlu


bir havanın kendini bütün gücüyle sessizlikte hissettirirdiği Osmanlı Sarayı’nda,
ikinci ve üçüncü avlulardaki sessizlik öylesine yoğundur ki, insana fırtına öncesi
sessizlik gibi gelirdi. Kanuni Sultan Süleyman döneminden sonra, bizzat padişah bile
sefirleri sessizlik içinde kabul eder ve nadiren “peki” dışında bir şey söylemek için
ağzını açmaya tenezzül ederdi. Đçoğlanları padişahın huzurunda mutlak sessizliği hal
ve tavırlarıyla sağlarlar ve konuşulması gerekince, kendilerince özel bir işaret diliyle
anlaşırlardı. Elçilerin kabul gününün ulufe gününe denk getirilmesi ile avludaki her
biri anıtsal bir heykel gibi duran ve sayıları iki ila altı bin arasında değişen
yeniçerilerin saatler boyunca o şekilde durmaları, Osmanlı Devleti’nin güçlü olduğu
dönemlerdeki zihinsel yapısı hakkında bizlere ipucu vermektedir.

Güç ve iktidar bir takım sembollerle de güçlendiriliyordu. Giyim kuşamda bu


çok belirgindi. Gelen elçilere, temsil ettiği devletle olan ilişkilerin seyrine göre,
değişen kalitelerde hil’at giydirilmesi ve kürk gibi değerli giysilerin sembolik değeri
hep ön plandaydı aslında. Kürk, Osmanlı Sarayı’nda ihtişamın çok önemli bir
göstergesiydi. Kuzey rüzgârları şehrin çok soğuk olmasına neden olabiliyordu.
Đhtişamın yanı sıra bu anlamda da yararlı olan kürklerin Osmanlı hazinesi kanalıyla
Rusya’dan satın alınması, devlet işlerinden biriydi. Sadece padişah siyah tilki kürkü
kullanırdı. Diğer kürkler padişah ve emrindekiler tarafından özel bir zamanlamayla
giyilirdi: Sonbaharda kakım, sonra bir süre için sincap ve kışın samur. Padişah
kürkünü değiştirdiği gün, protokole uygun olarak Vezir-i Azam ve paşalar da
kendisini izlerdi365.

364
Necla Arslan Sevin, a.g.e., s. 30.
365
Philip Mansel, Konstantiniyye, Dünyanın Arzuladığı Şehir 1453-1924, Çev. Şerif Erol, Everest
Yay., Đstanbul 2008, s. 88.

217
1657 yılında Vezir-i Azam, Đsveç elçisi onuruna Divan’da bir ziyafet vermişti:
“Yemek sırasında öyle bir sessizlik vardı ki, ne tek kelime konuşuldu, ne de en küçük
bir ses duyuldu”366. Padişahın kafesli pencere ardından kendilerini izlediği düşüncesi
de bunda etkili olmuştur mutlaka.

Osmanlı Sarayı renk, saygı, sessizlik ve görkemin bir bileşimiydi. Gelen elçiler
ve maiyetindekiler, Padişahı ve devlet ricalini gördükleri zaman şaşırırlar ve
kendilerinden geçerlerdi. Foransalı âlim Domenico Setsini, her biri tören kıyafetleri
içinde ve yanlarında hizmetkârlarıyla yürüyen devlet ricalini gördüğünde şaşkınlıkla
karışık beğenisini “sadece buna bakarak bile Osmanlı’nın bütün ihtişam, görkem ve
kibrini görebilir insan” sözleriyle vurgulamıştır. Philip Mansel’in konuya sanat ve
sanatçı açısından yaklaşan anlatımıyla, “Konstantiniyye” minyatürcülerini diğer
Müslüman nakkaşlardan ayıran hususlar gerçekçilik, ayrıntı zenginliği ve tarihsel
olaylar ile insanlara duyulan ilgidir. Hanedanın başarıları üzerinde tutkulu bir
yoğunlaşma vardır. Resimlerde Sultan camiye giderken, sefirleri kabul ederken, zafer
kazanırken görülür. Altın, gümüş, kızıl, leylak ve sarıya çalan özel bir yeşilin bol bol
kullanılması Đznik çinilerinden bile daha büyük bir renk cüretkârlığı yaratır367. Tüm
bunlar ise, güçle bağlantılı sanatın dışa vurumlarıdır.

Osmanlı minyatür sanatında 1537 yılından itibaren Nasuh ile başlayan ve bütün
XVI. yüzyıl boyunca ve XVII. yüzyılın yarısına kadar devam eden tarihi konulu
minyatürlerde tüm bu sahneler tüm gerçekçiliği ile kompozisyonlara yansımıştır368.

Avrupa’da XVI. yüzyıldan XIX. yüzyıla kadar Osmanlı Padişahına gücün ve


otoritenin bir yansıması olarak “Grand Signor” (Büyük Efendi) denmiştir369. Osmanlı
sultanı, temsil ettiği devletin uluslararası platformdaki itibarı ile orantılı olarak, zor
veya kolay ulaşılan kişiydi370 ve bu da, devletin gücünü gösteriyordu zaten.

366
Philip Mansel, a.g.e., s. 86.
367
Philip Mansel, a.g.e., ,s. 92-93.
368
Zeren Akalay, “Tarihi Konuda Đlk Osmanlı Minyatürleri”, Sanat Tarihi Yıllığı II, ĐÜEF Sanat
Tarihi Enstitüsü, 1966-1968, s. 115.
369
Philip Mansel, a.g.e., s. 88.
370
Hakan Karateke, Padişahım Çok Yaşa! Osmanlı Devletinin Son Yüzyılında Merasimler,
Đstanbul, Kitap Yayınevi, 2004, s. 123.

218
Oral Sander, Osmanlı Devleti’nin çok güçlü olduğu dönemlerin kaçınılmaz bir
sonucu olarak bunun diplomasiye de tek taraflı (ad hoc) olarak yansıdığını söyler:
“XVIII. yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı imparatorluğu’nun öteki devletlerle
ilişkilerini "diplomasi" ya da "dış politika" kavramları ile açıklamaya çalışmak
yanıltıcı olur. Osmanlılar, XVIII. yüzyıla kadar öteki devletleri kendilerine eşit
değerlendirmedikleri için, Avrupa'da oluşan uluslararası hukuk kurallarına
kendilerini bağlı saymamışlardır. Güçlü oldukları dönemlerde sürekli büyükelçi
göndermedikleri gibi, bir iki istisna dışında, başka devletlerin sürekli büyükelçilerini
de kabul etmemişlerdir. Dolayısıyla, kuramdan da olsa "eşitlik" kavramının
ilişkilerin temeli olduğu uluslararası sistemde teknik anlamda "diplomasi"
yapmamışlardır371”.

4.2. Osmanlı Devleti’nin Güçsüz Olduğu Dönemlerdeki


Zihinsel Yapı ve Bu Yapının Elçi Kabul Törenlerine
Yansıması

XVIII. yüzyılın ilk yarısı, Osmanlı Devleti’nde Avrupa ile kurulan yeni
siyasi ve kültürel ilişkilerin yeniden belirlendiği ilk modernleşme evresi sayılır. 1683
yılındaki Viyana bozgunu bir dönüm noktası olmuş, XVIII. yüzyıl Avrupası’nda
bunu izleyen güçler dengesi, Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki çıkar dengelerini
değiştirmiştir. Böylelikle uluslararası ilişkilere çok daha fazla bağımlı kalan Osmanlı
Devleti diplomasisinde Avrupalı tarzda yeni bir şekillenmeye gidilmiştir372.

26 Ocak 1699 tarihinde imzalanan Karlofça barış antlaşması bir devrin


kapandığını ve bir diğerinin başladığını haber vermektedir. Osmanlı Devleti açıkça
girişilmiş olan bir savaşta yenik olarak ilk defa barış anlaşması imzaladı373. XVIII.
yüzyıla giden yolun başlangıcıydı bu aslında. 1718’deki Pasarofça antlaşması ise, bu
371
Oral Sander, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü Osmanlı Diplomasi Tarihi Üzerine Bir Deneme,
AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1987, s. 8.
372
Günsel Renda, “Vanmour ve Đstanbul’da Yaşam”, Jean-Baptiste Vanmour: Lale Devri’nin Bir
Görgü Tanığı, Haz. Melis H. Seyhun, Arzu Karamani Pekin, Çev. Reyhan Alp, Sevin Okyay, Linda
Stark, Koçbank, 2003, s. 41.
373
Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev. Boğaç Babür Turna, Arkadaş Yay., Ankara
2008, s. 53.

219
yolu iyice açtı. Devlet artık eski gücünde değildi. 1774 yılındaki Küçük Kaynarca
anlaşması ile bu artık iyice belliydi. Halil Đnalcık’ın da belirttiği gibi, bu
antlaşmalarla birlikte özellikle Osmanlı idareci sınıfında (devlet ricalinde),
Avrupa’nın maddi medeniyet alanında üstün olduğunu kesinlikle kabullenmelerine
yol açan zihinsel bir dönüşüm de başlamıştır374.

Bu yeni dönemin elçi kabul töreni bağlamındaki açılımında ise, XVIII.


yüzyıl itibariyle elçilerin getirdikleri mektupları bizzat kendileri takdim etmeye
başladıklarını görmekteyiz375. Yine bu dönemde Osmanlı’ya bakış da değişmeye
başlamıştır. Avrupalı sanatçıların ve yapıtlarının Osmanlı ile ilgisi ise hiç
bitmemiştir376.

Sadrazamın başkanlığında yapılan Divan toplantıları, özellikle XVII. yüzyıl


ressamlarının vazgeçemediği konulardan birisi olmuştur. Batılılar için, elçilerin
veziri azam ve padişah tarafından kabulleri, imparatorluktaki tüm olaylar içinde belki
de en ilgincidir. Sarayla iyi ilişkiler içinde olan kimi elçiler, bu törenlere ressamlarını
da götürüyorlar ya da kendi anlatımlarıyla bu önemli olayı belgeliyorlardı.

Elçi kabul törenleri konusunda en tanınmış sanatçı Van Mour’du. Bu


törenin resimlenmesi, XV. yüzyılda “Büyük Efendi”’nin bir Fransız elçisine tanıdığı
ilk huzura kabulden, II. Mahmud’un reformlarına kadar hiç değişmemiş olması
nedeniyle bir hayli kolaydı. Üç yüz yıla yakın bir süre, aynı sarayın aynı salonunda,
vezirler ve görevliler, geleneğin kuralları gereği, hiç değişmeyen kostümler, tavırlar,
jestler ve sözcüklerle yabancı elçileri kabul ettiler. Hiçbir şeyin kıpırdamadığı bu
dekor içinde sadece padişah değişiyordu. Van Mour, kabul sahnelerinde ustalaşmış
ve O’nun klasikleşen kompozisyonu, kendinden sonra aynı konuyu işleyen sanatçılar

374
Halil Đnalcık, “Avrupa Devletler Sistemi, Fransa ve Osmanlı”, Doğu-Batı, S. 14, Şubat-Mart-Nisan
2001, s. 138.
375
Ali Đbrahim Savaş, “Âsitâne-i Saadete Gelen Yabancı Elçilerin Resmi Kabul Protokolleri”, Askeri
Tarih Bülteni, Yıl: 21, Şubat 1996, S. 40, s. 16.
376
Günsel Renda’nın “Sanatta Etkileşim” başlıklı uzun makalesinde Osmanlı ve Avrupa arasındaki
sanatsal etkileşim yüzyıllara göre ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. (Bkz. Günsel Renda, “Sanatta
Etkileşim”, Osmanlı Uygarlığı II, Yayına Hazırlayanlar: Halil Đnalcık, Günsel Renda, Kültür
Bakanlığı Yay., Đstanbul 2003, s. 1091-1121.

220
için bir şema haline gelmiştir. III. Selim’in bir elçiyi kabulünü gösteren bir gravürde
padişah köşeye yerleştirilmiş tahtında oturmaktadır (Resim 46). Gravürde sultanın
biraz önünde solda ayakta durmakta olan sadrazam ve birer adım gerideki iki vezir
görülmektedir. Büyük bir saygıyla eğilerek arkasındaki elçinin sözlerini Türkçe’ye
çeviren dragomanın yanısıra, gerideki grupta, padişahın ve elçinin maiyeti
bulunmaktadır. Kabule katılanların tamamı tören giysileri içindedir377.

Resim 46: L ‘Espinasse, III. Selim’in Bir Elçiyi Kabulü. (D’Ohsson, 1820)

Saraydaki zihniyet değişiminin, dönem sanatçılarına ve eserlerine yansıması,


yapılan gravürlerde de görülmektedir. Gravüre olan ilgi XVIII. yüzyılın ikinci
yarısında, özellikle III. Mustafa (1757-1774) ve özellikle de I. Abdülhamid (1774-
1789) döneminde artmıştır. Avrupalı sanatçıların sarayın bu ilgisine paralel olarak,
sarayla olan ilişkileri bu dönemde çok daha fazla sıkılaşmıştır.

377
Necla Arslan Sevin, Gravürlerde Yaşayan Osmanlı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları,
Ankara 2006, s. 324.

221
XVIII. ve XIX. Yüzyıllar Osmanlının bir dünya devleti olarak eski önemini
yitirdiği Batının siyaset, askeri ve teknik alandaki üstünlüğünü kabul ettiği bir dönem
olmuştur378. Bu kabulle beraber, batıya çok daha açılma ihtiyacı hissedilmiştir. III.
Selim (1789-1897) döneminin oldukça modern bir padişahı olarak, gravürlü kitaplara
ilgi göstermiş ve sanatçıları desteklemiştir. Đsveç elçiliğinde baş tercüman olarak
görev yapan Mouradgea D’Ohsson, 1793 yılında III. Selim’e basımına 1787 yılında
Paris’te başlanmış olan Tableau Genera de L’Empire Othoman adlı kitabın ilk cildini
layiha taslağıyla birlikte teslim etmiştir. Padişah III. Selim D’Ohsson’a “iki bin
rub’iye atiye verilmesini” emretmiştir. Yine II. Mahmud (1808-1839) döneminde bu
ilgi devam etmiştir. Bu dönemde Đstanbul’a gelen Preaulx, Allom, Bartlett, Schranz
ve birçok sanatçının gravürleri Đstanbul’da karşılık bulmuştur. Padişah Abdülmecid
(1839-1861) döneminde ise, Avrupa’dan en ünlü gravürcüleri özellikle litografları
veya çalışmaları daha sonra gravür olarak çoğaltan sanatçılar Đstanbul’u ve sarayı
mesken tutmuşlardır. Fossati, Schranz ve Preziosi bunlardandır. Abdülaziz (1861-
1876) döneminde Osmanlı Sarayı’nda yağlı boya tablolar devri başlamıştır. Ancak
yine de Preziosi ve Giovanni Brindesi gibi, eserleri litografi albümü halinde basan
sanatçıların sarayla olan bağları devam etmiştir. II. Abdülhamid (1876-1909)
döneminde Đstanbul’da resmi ve özel matbaaların ve gravür atölyelerinin
yaygınlaştığı bir dönemdir379.

XVII. yüzyılda Osmanlı Devleti birçok alanda XVI. yüzyıla kıyasla


Avrupa’nın daha ayrılmaz bir parçasıydı380. Avrupa normlarına doğru bu yönelişin
arkaplanında savaşlarda alınan yenilgiler vardı. XVIII. yüzyıl Osmanlı dünyası artık
geçen asırlardaki ıslahat layihaları geleneğinden daha farklı bir ıslahat, fikir ve
hareketi ihtiyacı içindedir381. XVIII. yüzyılda Osmanlı’nın eski gücünün olmadığı ve
savaşlarda yenilgilerin olduğu bir dönemdir. Dolayısıyla bu durum Osmanlı’da bir
zihniyet değişimi oluşturmuş ve Avrupa’ya eski bakış açısını değiştirmeye
başlamıştır. Padişah III. Ahmed (1703-1730), 1720-1721 tarihinde Fransa’ya
378
Banu Mahir, Osmanlı Minyatür Sanatı, Kabalcı Yay., Đstanbul 2005, s. 76.
379
Necla Arslan Sevin, a.g.e., s. 25.
380
Daniel Goffman, Osmanlı Dünyası ve Avrupa 1300-1700, Çev. Ülkün Tansel, Kitap Yayınevi,
Đstanbul 2008, s. 264.
381
Đlber Ortaylı, “Osmanlı’da 18. Yüzyıl Düşünce Dünyasına Dair Notlar”, Osmanlı Düşünce
Dünyası ve Tarih Yazımı, Türkiye Đş Bankası Yay., Đstanbul 2010, s. 96.

222
diplomatik görevle Yirmisekiz Mehmed Çelebi Mehmed Efendi başkanlığında bir
elçilik heyeti göndermiştir. Bu durum, Osmanlının Avrupa ile olan ilişkilerinde yeni
bir dönemin başladığının ilk işareti olmuştur382. Bu elçinin Đstanbul’a döndüğünde
beraberinde getirdiği resimler, kitaplar ve en önemlisi de orada gördüklerini
aktarmasıyla zihinsel etkilenmeler de başlamıştır.

XVIII. yüzyılda Fransız ve Osmanlı saray çevreleri arasındaki diplomatik


yakınlaşma ve bunun her iki devletin de sanat yaşamındaki önemli sonuçları, iki ülke
arasında kültürel açıdan bir paralellik kurulmasına imkân tanımıştır. Bunun
sonuçlarından birisi ve belki de en önemlisi, Osmanlı sanatında ilk kez dünyevi
zevklerin ön plana çıkmaya başlamasıdır. Yine bu dönemde Doğu kelimesi doğrudan
doğruya Osmanlı Devleti’ni ve Türkler’i ifade etmektedir. Bunda diplomatik
ilişkilerin, dolayısıyla Osmanlı elçilerinin payı büyüktür383.

XVIII. yüzyıl resim sanatında yaygınlık kazanmış olan “elçilerin


karşılanma ve kabul törenleri” ile kente giriş sahnelerinin betimlenmesi yalnızca
doğululara özgü değildir. Bu tarz resimlerin en belirgin özelliği ise, bunların (Avrupa
ya da Đstanbul’daki sarayda geçsin) batılı sanatçılar tarafından yapılmış
olmalarıdır384.

Osmanlı’nın Avrupa’ya olan psikolojik üstünlüğünün savaşlardaki


yenilgilerle kaybolmaya başlaması sanatçıları da etkilemiştir. Artık saray ve
çevresinde batılı sanatçılar boy göstermektedir. Osmanlı klasik düzeninden çıkıp
batılılaşma sürecindedir. Jean-Baptiste Hilair, Antoine-Ignace Melling ve Louis-
François Cassas ile yine bu dönemde Đsveç Krallığı’nın Đstanbul’daki elçiliğinde
tercüman olarak görev yapan Đstanbullu Ermeni Mouradcan Tosunyan, bilinen adıyla
Mouradgea d’Ohhsson385 bu dönemin ünlü sanatçılarındandır. Yine XVIII. yüzyılda

382
Necla Arslan Sevin, a.g.e., s. 34.
383
Semra Germaner, “18. Yüzyıl Resminde Elçilerle Đlgili Törenler”, 18. Yüzyılda Osmanlı Kültür
Ortamı Sempozyum Bildirileri, 20-21 Mart 1997, Sanat Tarihi Derneği Yayınları, Đstanbul 1998, s.
131.
384
Semra Germaner, a.g.m., s. 132-133.
385
D’Ohsson bu başarısı sebebiyle yıllar sonra 1795-1799 tarihleri arasında Đsveç elçisi olarak görev
yapmıştır.

223
Đstanbul’daki önemli elçiliklerin Osmanlıyı ülkelerinde tanıtmak amacıyla özel
olarak tuttukları sanatçıları vardı386. Đstanbul’daki Fransız elçisi Choiseul Gouffier’in
bu konudaki çabaları ise, çok daha ileri seviyedeydi.

Değişen zihniyet yapısıyla ilgili şu örneği de verebiliriz: Tören


zamanlarında kullanılan kaftanların, Osmanlı onursal sisteminde, şövalyeliğin
Đngilizler için olduğu kadar önemi vardır. Sefirler Konstantiniyye’deki ağırlıklarını,
saraydan hediye edilen kafanların sayı ve niteliğine göre değerlendirirlerdi. XVII.
yüzyılda Fransız sefirinin genellikle 24, Đngiliz’in 16, Venedikli ve Flemenkli’nin 12
kaftanı olurdu. Öte yandan 1775 yılına gelindiğinde Osmanlı Đmparatorluğu öylesine
zayıflamıştı ki, Rus sefiri yüz adet kaftan almıştı. Sefirler uşaklarını göndererek yan
odada makul sayıda kaftanın kendilerini beklediğini öğrenmeden Vezir-i Azam’ın
divanından taht odasına geçmezdi. Daha sonra Sultana bir saygı işareti olarak kendi
batılı giysilerinin üzerine kaftanı giyerlerdi387.

Osmanlı Devleti’nin son dönemlerindeki zihinsel yapının ne olduğuna en


iyi örneklerden biri de III. Selim’dir. 1789’da tahta çıkan III. Selim, padişah olmadan
önce, batıyı yakın takibe almış, gelişmelerden ve neler olup bittiğinden haberdar
olmak için Fransa Kralı XVI. Louis ile mektuplaşmıştır. Đstanbul’daki Fransa elçisi
Choiseul-Gouffier ile de haberleşmiştir. Elçi, Selim’i geleceğin yeni Büyük Petro’su
olarak görmekteydi388. XVIII. yüzyılın ikinci yarısında ve XIX. yüzyılda padişah
portrelerinin yaygınlaşması ve bunların çeşitli devlet erkânına ve yabancı temsilcilere
sunulmasının ardında yatan sebeplerden en önemlisi, bunun diplomatik amaçla ve
propaganda düşüncesiyle yapılmış olmasıdır ki, portesini ilk yaptıran ve dağıttıran
padişah, III. Selim’dir389.

Osmanlı minyatürlerinde Fatih’le başlayan ve sonralarında devam eden


padişahların geleneksel duruşları şu şekildeydi: Padişahlar profilden gösterilir,
386
Semra Germaner, Zeynep Đnankur, Oryantalizm ve Türkiye, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı Yay.,
Đstanbul 1989, s. 67-68.
387
Philip Mansel, Konstantiniyye, Dünyanın Arzuladığı Şehir 1453-1924, Çev. Şerif Erol, Everest
Yay., Đstanbul 2008, ,s. 87-88.
388
Necdet Sakaoğlu, Bu Mülkün Sultanları, Oğlak Yay., Đstanbul 2008, s. 386.
389
Serpil Bağcı, Filiz Çağman, Günsel Renda, Zeren Tanındı, a.g.e., s. 284.

224
bağdaş kurarak veya diz çökerek ve bir yastığa dayanarak otururlar. Ellerinde
tuttukları çiçek, kitap veya kılıç gibi nesneler padişahın gücünün ve hünerlerinin
simgesidir. Portre albümleri ve Silsilename denen minyatürlü şecere kitapları
padişahlar tarafından hanedan imgesini özellikle öteki Đslam çevrelerinde
yaygınlaştırmak için propaganda aracı olarak kullanılmıştır390.

XVIII. yüzyılla beraber XX. yüzyıla kadar sürecek batılılaşma döneminde


padişah portreciliği de yeni bir biçim almıştır. Geleneksel portre ikonografisi ve
üslubuna batılı unsurlar girmiştir. Portreler artık daha büyüktür ve gerçekçidir.
Duvarlar devreye girmiştir ve yağlı boya olarak tuval üzerine yapılan portreler
soyağaçlarıyla da desteklenir. Geleneksel oturma düzeni gitmiş, yerine ayakta duran
yeni portre anlayışı gelmiştir. Yine bu dönemde yabancı elçilere ve üst düzey
bürokratlara dağıtılmak üzere Tasvir-i Hümayun denilen fildişi üzerine çizilmiş
portreli nişanlar yapılmıştır. Tüm bu dönüşüm içinde en önemlisi hiç şüphesiz ki,
1829’daki kıyafet düzenlemesidir. Minyatürlerde gördüğümüz o kaftanlar gitmiş,
yerine Avrupai tarzda ceket, pantolon gelmiştir. Başlarda sarık yerine artık fes
vardır391. Osmanlı’daki çöküşle başlayan zihinsel dönüşüm burada da kendini
göstermeye başlamıştır.

390
Günsel Renda, “Osmanlı Sarayı ve Padişah Portreciliği”, Osmanlı Sarayı’nda Oryantalistler,
Ed. Ömer Taşdelen, Đlona Baytar, TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı Yay., t.y., s. 34.
391
Günsel Renda, a.g.e., s. 37.

225
Resim 47: H. G. Schlesinger, Sultan II. Mahmud, 1839, Versailles Şatosu.

Sultan II. Mahmud’un bu resmindeki genel kompoziyondan da görülebileceği


gibi, karşımızda artık geleneksel bir padişah durmamaktadır. Duruşuyla, giyim
şekliyle ve Avrupai tarzdaki sahne tasarımıyla, yönünü Avrupa’ya dönmüş, diğer bir
ifadeyle, gücün ve otoritenin temsilcisi olarak minayürlerdeki başkarakter olan,
“Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” sıfatını taşıyan padişah yoktur artık.

226
Resim 48: David Wilkie, Portre, Sultan Abdülmecid,
TSM Koleksiyonu, Env. No. 17/120

1840 yılında Đstanbul’a gelen Đngiliz ressam Sir David Wilke (1785-1841),
Sultan Abdülmecid’i padişah odasında, üniforması ve beyaz eldivenleriyle, serbest
bir biçimde Avrupa tarzı bir kanepede oturmuş, kılıcını tutarken resimlemiştir
(Resim 48). Kaynaklara göre, padişah bu şekildeki pozu kendisi istemiştir392.

Đstanbul, gerek Batı ile olan diplomatik ve kültürel ilişkilerin güçlenmesi,


gerekse coğrafi konumu dolayısıyla, Avrupalı sanatçıların en çok resimledikleri
Doğu kenti olmuştur. Bu dönemde çoğunluğu Đstanbul’daki yabancı elçiliklere bağlı

392
Serpil Bağcı, Filiz Çağman, Günsel Renda, Zeren Tanındı, a.g.e., s. 293.

227
olarak çalışan ve “Boğaziçi Ressamları” olarak anılan sanatçılar öne çıkmaktadır.
XVIII. yüzyılın egzotizmi XIX. yüzyılda yerini Oryantalizm’e bırakmıştır393.

Resim 49: Padişah Abdülmecid Tarafından Prens Napoleon’a Verilen Resepsiyon


(1 Mayıs 1854). Dulong. L’llustration: Journal Universel, Paris, 1854, C. XXIII,
s. 324, Milli Kütüphane Türk Ocağı Koleksiyonu.

Abdülmecid zamanında Batı başkentlerindeki elçiliklerimize ve Avrupa


hükümdarlarına Osmanlı sultanının resmi yollanmaya başlanmıştır394. Elçi
kabullerindeki merkezde duran ve kendisine gelinen klasik padişah portresinin
yerini, Avrupa başkentlerine resimleri yollanan padişah figürü almıştır. Padişah

393
S. Germaner, Z. Đnankur, “19. yüzyılda Oryantalizm ve Türkiye”, Osmanlı Sarayı’nda
Oryantalistler, Ed. Ömer Taşdelen, Đlona Baytar, TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı Yay., t.y.,
s. 11.
394
S. Germaner, Z. Đnankur, a.g.e., s. 21.

228
Abdülmecid tarafından Prens Napoleon’a verilen resepsiyon (1 Mayıs 1854), adı
üzerinde klasik bir elçi kabulünden ziyade, “resepsiyon”dur, artık (Resim 49).

Padişaha gelen ve huzura kabul edilen elçilerin kompozisyonlarını


gördüğümüz minyatürlerden, padişahın bizzat gittiği ülkeler, şehirler ve katıldığı
davetlerin olduğu yeni bir anlayış vardır artık. Abdülaziz’in (1860-1876) 1863’te
Kahire’ye, 1867’de Paris, Londra ve Viyana’ya yaptığı ziyaretlerde Osmanlı
Devleti’ndeki değişen bir zihniyetin belirgin izlerini de görmekteyiz. Minyatürlerde
görmeye alışkın olduğumuz ve sahnenin hep ana karakteri olagelmiş bulunan sessiz,
vakur, mesafeli ve ulaşılmaz görünümlü padişah yoktur artık. Halkın içinde görünen,
konuşan, dolaşan bir padişah vardır. Bu, Osmanlı’daki zihinsel değişime en çarpıcı
örneklerden birisidir.

Dönemin padişah ve devlet ricalinin dış ülkelerle ilgili bilgileri XVI. ve XVII.
yüzyıllara göre çok daha fazla önemsediğini görmekteyiz. Bunu sağlamak için de,
Pera’daki yerleşik yabancı sefaret personeline veya Osmanlı tebası olup da gayri
Müslim olan çevirmenlere bel bağlamak artık uygun değildi. Bunun yerine XIX.
yüzyılda tecüme odasında eğitilmiş seçkin Müslüman devlet görevlileri kullanılmaya
başlandı395. Tüm bunlar bir zihniyet değişiminin göstergeleriydi.

XIX. yüzyılda diplomatik faaliyetlerin çok fazla olması ve elçi kabulünün


yoğunluğuna rağmen, eski bir usûl olan elçilerin ulûfe divanında kabul töreni yer yer
devam etmiştir. Tabii ki bu yüzyıldaki bu uygulamanın temel amacı, devletin
zayıflamasından dolayı, büyük devletlere karşı uygulanan dostane ilişkiler
diplomasisi çerçevesinde, Osmanlı Devleti’ne dışarıdan gelebilecek tehlikeleri
önlemek ve bu konuda dış destek bulmak politikası olmuştur.

II. Mahmud’un yaptığı kıyafet devrimi öncesine kadar Đstanbul’a gelen elçilere
hil’at giydirme geleneği devam etmiştir. II. Mahmud’la beraber gelen elçilere verilen
ve bir nevi onları onure eden bu gelenek, yerini başka hediyelere bırakmıştır. Saat,

395
Suraiya Faroqhi, Osmanlı Đmparatorluğu ve Etrafındaki Dünya, Çev. Ayşe Berktay, Kitap
Yayınevi, Đstanbul 2010, s. 304.

229
altın tabaka, enfiye kutusu, kılıç, köstek ve nişan gibi hediyeler günün modasına
uygun olarak verilmeye başlanmıştır396.

Osmanlı Devleti’nin ilk sultanlarının gelen elçileri onurlandırmak için ayağa


kalkmaları daha sonraları, devletin gücünün zirveye ulaştığı bir zamanda Kanuni
Sultan Süleyman ne kendisi ayağa kalkıyor, ne hareket ediyor ve ne de elçilerin
huzurunda oturmasına izin veriyordu. Son yüzyılın Osmanlı Padişahları tıpkı ilk
dönemdekiler gibi, yine elçileri onurlandırmak için ayağa kalkar olmuşlardır. Mesela
oldukça otoriter bir padişah olan II. Mahmud, Đngiltere elçisini ayakta
karşılamıştır397.

II. Mahmud’un elçiler haricinde huzuruna kabul ettiği resmi sıfatı olmayan çok
az kişi olmasına rağmen, Sultan Abdülmecid’le beraber elçiler haricinde önemli
görülen yabancıların da huzura kabul edilmeleri kolaylaştı398. Osmanlı Devleti’nin
zihinsel değişimine en güzel örnek, Sultan Abdülmecid’dir. O’nun duygularını
saklamadan olduğu gibi görünmesi, Avrupa’daki meşruti monarşiler hakkında
bilgiler edinme çabaları, yeni bir anlayış arayışlarının en önemli göstergesi olması
bakımından önemlidir399.

396
Banu Mahir, “Türk Minyatürlerinde Hil’at Merasimleri,” Belleten, C. LXIII, S. 238, Aralık 1999,
s. 749.
397
Hakan Karateke, Padişahım Çok Yaşa! Osmanlı Devletinin Son Yüzyılında Merasimler,
Đstanbul, Kitap Yayınevi, 2004, s. 185.
398
Hakan Tuğrul Karateke, Teşrifat-ı Cedide: Son Yüzyılında Osmanlı Merasimleri, Tectum
Verlag, Marburg 1998, s. 193-194.
399
Bkz. Hakan Tuğrul Karateke, a.g.e., s. 193-196.

230
SONUÇ

Osmanlı Devleti’nin yapısal özelliği olan devletin kurallarına bağlılık ve


bunların uygulanmasına aşırı derecede önem verilmesi, Osmanlı devlet
bürokrasisinin klasik dönemdeki merkezi olan Topkapı Sarayı’nda öteden beri
yapılagelen elçi kabul törenleri bu çerçevede dikkatle uygulanmıştır. Yabancı
devletlerin elçileri Osmanlı Devleti’nin o ülkeyle olan siyasal ilişkilerine göre
şekillenen diplomasiye uygun bir halde gelip giderlerdi.

Bkz. Resim 3: Avusturya Elçisi’nin kabulü, Bkz. Resim 6: Elkas Mirza’nın kabulü,
Süleymanname, TSMK, H. 1517, y. 337a. Süleymanname, TSMK, H. 1517, y. 471b.

Mesela, dönemin Avusturyası ile olan ilişkilerdeki gerginlik, doğal olarak


diplomasiye de yansımıştı. Avusturya elçisinin Kanuni Sultan Süleyman tarafından
kabulünü gösteren bu minyatürdeki (Bkz. Resim 3) kompozisyonda bunu açıkça
görmekteyiz. Elkas Mirza’nın kabul sahnesinde ise, diplomatik temayüllerin dışına
(bilerek) bir çıkış vardır. Osmanlı Devleti’nin müstakbel Safevi Şahı’nı kabul ediş
tarzı budur. Devlet adına diplomatik bir yarar sağlama prensibi sözkonusudur ve

231
saltanatın değişmez merkezi yine Osmanlı Tahtı’dır, Osmanlı Sarayı’dır (Bkz. Resim
6). Bu ise, minyatür sahnesinde yine özellikle vurgulanmıştır.

Bu tür örneklerde de görüldüğü gibi, doğal olarak güç ve hâkimiyetin


diplomasiye yansımaları olmuştur. Osmanlı Devleti özellikle ordusunu güçlü tuttuğu
ve düşmanlarını savaş meydanlarında yendiği oranda, diplomasisini de egemen unsur
temeline oturtabilmiştir. Gerek Süleymanname minyatürlerinde, gerekse diğer
minyatürlerde incelemeye çalıştığımız elçi kabul sahnelerindeki genel
kompozisyonlarda bunu rahatlıkla görmekteyiz. Padişahın mutlak egemenliğin
değişmez unsuru olarak sahnenin ortasında figür olarak yer alması, Osmanlı
Devleti’nin aslında bir güç göstergesiydi. Tezde incelediğimiz bir başka minyatür
örneğinde de görüldüğü gibi, Osmanlı padişahına gelen elçiler, padişahın bu gücünü
tasdikleme anlamında paha biçilmez armağanlar getirirlerdi (Bkz. Resim 15-16).

Bkz. Resim 15-16: II. Selim'in Safevi Elçisi Şah Kulu Han'ı Kabulü,
Nakkaş Osman, Şehname-i Selim Han, (1581), TSMK, A. 3595, y. 54a
(sağ üstteki minyatür), y. 53b (sol üstteki minyatür).

Bu tez çalışmasında ele aldığımız minyatür sahnelerindeki kompozisyonları


incelediğimizde şunu görüyoruz ki, devletin kurumsal yapısı güçlü olan dönemlerde,
Osmanlı Devleti tek taraflı diplomasi (ad hoc) yürütmüş, yabancı ülkelerdeki
gelişmeleri yerinden takip etmek için buna gerek duymamıştır. Devletin siyasal,

232
ekonomik ve kurumsal gücü zaten dönemin özelliği olan savaş meydanlarında
Osmanlı Devleti lehine idi. Sarayın kadrolu minyatür sanatçıları tüm bunları
sahnelerin kompozisyonlarını tasarlarken göz önüne almışlardır. Merkezi otorite her
zaman Osmanlı padişahının olduğu yer olmuştur. Bu, çoğunlukla devletin yönetim
merkezi olan Topkapı Sarayı ve Arz Odası olduğu gibi, çıkılan seferlerde Otağ-ı
Hümayun’un kurulduğu yer, doğal olarak otoritenin de merkezi olmuştur. Gelen
elçiler bunu bilerek ve bu psikolojiyle gelir ve giderlerdi.

Elçi kabullerinde içeride sadece sadrazam ve vezirler kaldıktan sonra elçinin


arza girmesine izin verilirdi. Đkişer kapıcıbaşı, elçi ve maiyetindekileri kollarından
tutarak, Arz Odası’na sokarlar ve yer öptürürlerdi. Divan tercümanı da hazır
bulunurdu. Kapıcılar elçinin getirmiş olduğu hediyeleri (pişkeş), padişahın göreceği
şekilde Arz Odası’nın pişkeş penceresi önünden geçirerek, hazine hademelerine
teslim ederlerdi. Elçinin getirdiği mektup ise, en alt vezirden itibaren, en son
sadrazama kadar ulaştırılır ve o da tahtın yanına bırakırdı. Elçi kabulünü gösteren
sahnelerde getirilen hediyelerin ikinci avludan Babüssaade’ye doğru getirildiğini
görmekteyiz. Bu bazen tek sıra halinde olduğu gibi, bazen de S şeklindedir.

Osmanlı Devleti’nin Karlofça ve Pasarofça Antlaşmaları’ndan sonraki


dönemlerinde, savaşlarda alınan yenilgilere de bağlı olarak, Batı karşısındaki o eski
egemen duruşu yavaş yavaş kaybolmuştur. Osmanlı idareci sınıfında (devlet ricali),
Avrupa’nın maddi medeniyet alanında üstün olduğunu kesinlikle kabullenmelerine
yol açan zihinsel bir dönüşüm de başlamıştır. Klasik dönem elçi kabul törenlerinden
vazgeçilmesinde ve eşitler arası diplomatik ilişkilere girilmesinde bunu açıkça
görüyoruz.

Osmanlı Devleti’nin son dönemlerindeki zihinsel yapının ne olduğuna en iyi


örneklerden biri de III. Selim’dir. 1789’da tahta çıkan III. Selim, padişah olmadan
önce, batıyı yakın takibe almış, gelişmelerden ve neler olup bittiğinden haberdar
olmak için Fransa Kralı XVI. Louis ile mektuplaşmıştır. Oysa devletin güçlü olduğu
dönemdeki bir Kanuni Sultan Süleyman portresi çok daha farklı bir çizgi taşıyordu.

233
Bkz. Resim 35: Sultan III. Ahmed’in Bkz. Resim 49: Padişah Abdülmecid
Tarafından Cornelis Calkoen’u Kabulü. Prens Napoleon’a Verilen Resepsiyon
Jean-Baptiste Vanmour. (1 Mayıs 1854). Dulong.

III. Ahmed’in Cornelis Calkoen’i kabul sahnesini resimleyen ve klasik dönem


elçi kabul sahnesini betimleyen Jean-Baptiste Vanmour’un bu resminden (Bkz.
Resim 35), Padişah Abdülmecid’in Prens Napoleon’a verdiği resepsiyona (Bkz.
Resim 49), değişen dünya dengeleri içinde, Osmanlı Devleti de artık çağdaşı olan
diğer devletler gibi, diplomaside de gereken yenilikçi hamleleri yapmaya başlamıştır.

234
KAYNAKÇA

ARŞĐV KAYNAKLARI

Arifi: Süleymanname, TSMK, H. 1517, y. 337a, y.


346a, y. 332a, y. 471b, y. 600a, y. 603a, y.
519a, y. 503a, y. 360a, y. 441a, y. 260a, y.
189b.
Nakkaş Osman: Şehname-i Selim Han, TSMK, A. 3595, y.
54a, y. 53b.
Seyyid Lokman: Şehinşahname-i Murad, TSMK, B. 200, y.
24b, y. 25a, y. 28b, y. 29a.
Vehbî: Surname-i Vehbi, TSMK, A. 3593, y. 23a, y.
140a.
BOA: 3 Numaralı Mühimme Defteri , Ankara,
BOA Yay., 1993, s. 135-136, 302, 321, 337,
437, 438.
BOA: 6 Numaralı Mühimme Defteri I, Ankara,
BOA Yay., 1995, s. 126-127-128, 212-213,
419-420.
BOA: 6 Numaralı Mühimme Defteri II, Ankara,
BOA Yay., 1995, s. 16.
BOA: 7 Numaralı Mühimme Defteri II, Ankara,
BOA Yay., 1999, s. 28-29, 33, 59, 97, 247-
248, 299, 300, 301, 302, 305, 306, 306-307,
307, 312, 313, 328, 342-343, 376.
BOA: 7 Numaralı Mühimme Defteri III, Ankara,
BOA Yay., 1999, s. 387, 398-399.
BOA: 12 Numaralı Mühimme Defteri I, Ankara,
BOA Yay., 1996, s. 395.

235
ARAŞTIRMA ve ĐNCELEMELER

Aceituno, Antonio Jurado: “Bir Filolog Olarak Dragoman”, Đspanya-


Türkiye, 16. Yüzyıldan 21. Yüzyıla Rekabet
ve Dostluk, Ed. Pablo Martin Asuero, Çev.
Peral Bayaz Çarum, Đstanbul, Kitap Yayınevi,
2006, s. 218-219.

Adahl, Karin: “Claes Brorson Ralamb’ın Babıalideki Elçiliği


(1657-1658)”, Alay-ı Hümayun Đsveç Elçisi
Ralamb’ın Đstanbul Ziyareti ve Resimleri
1657- 1658, Ed., Karin Adahl, Çev. Ali
Özdamar, Đstanbul, Kitap Yayınevi, 2006, s.
13.

Adıgüzel Toprak, Filiz: “Ârifî’nin Süleymannâmesi’ndeki


Minyatürlerinde Saltanata Đlişkin Simgeler”,
DEÜ, GSE, Sanatta Yeterlilik Tezi, Đzmir,
2007.

Ahıskalı, Recep: Osmanlı Devlet Teşkilatında


Reîsülküttâblık (XVIII. Yüzyıl), Đstanbul,
Tarih ve Tabiat Vakfı Yay., 2001.

Alikılıç, Dündar: “XVII. Yüzyıl Saray Teşrifatı ve Törenleri”,


Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Tarih ABD Doktora Tezi, Erzurum, 2002.

Alikılıç, Dündar: “Osmanlı Saray Törenlerinin Üsküdar’a


Yansıması”, Üsküdar Sempozyumu I, 23-25
Mayıs 2003, Bildiri Kitabı, C. I, s. 93.

236
Ali Seydi Bey: Teşrifat ve Teşkilatımız, Haz. Niyazi Ahmet
BANOĞLU, Đstanbul, Tercüman 1001 Temel
Eser, (t.y.).

Akalay, Zeren: “Tarihi Konuda Đlk Osmanlı Minyatürleri”,


Sanat Tarihi Yıllığı II, ĐÜEF Sanat Tarihi
Enstitüsü, 1966-1968, s. 115.

Akalay, Zeren: “Tarihi Konuda Đlk Osmanlı Minyatürleri”,


Sanat Tarihi Yıllığı III, ĐÜEF Sanat Tarihi
Enstitüsü, 1969-1970, s. 158-161.

Akalay, Zeren: “Osmanlı Tarihi Đle Đlgili Minyatürlü


Yazmalar (Şehnameler ve Gazanameler)”,
ĐÜEF Türk ve Đslam Sanatı Kürsüsü Doktora
Tezi, Đstanbul, 1972.

Akgündüz, Ahmed: Kanunnâme-i Âli Osman, Osmanlı


Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri, 1. Kitap
Osmanlı Hukukuna Giriş ve Fatih Devri
Kanunnameleri, C. I, Đstanbul, Fey Vakfı,
1990.

Akgündüz, Ahmed: Kanunnâme-i Âli Osman, Osmanlı


Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri, 4. Kitap
Kanuni Devri Kanunnameleri 1. Kısım
Merkezi ve Umumi Kanunnameler, C. IV,
Đstanbul, Fey Vakfı, 1992.

Aksu, Hüsamettin: “Sultan III. Murad Şehinşahnamesi”, Sanat


Tarihi Yıllığı IX-X, ĐÜEF Sanat Tarihi
Enstitüsü, 1979-1980, s. 1-22.
237
Aktepe, Münir: 1720-1724 Osmanlı Đran Münasebetleri ve
Silahşor Kemanî Mustafa Ağa’nın Revan
Fetihnamesi, Đstanbul, 1970.

Akyıldız, Ali: Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez


Teşkilatında Reform (1836-1856), Đstanbul,
Eren Yay., 1993.

And, Metin: “XVI. Yüzyılda Elçilikler ve Elçiler”, Hayat


Tarih Mecmuası, S. 3, Nisan 1970, s. 22.

And, Metin: 16. Yüzyılda Đstanbul Kent-Saray-Günlük


Yaşam, Đstanbul, YKY Yay., 2011.

Aslanapa, Oktay: “Osmanlı Minyatür Sanatı”, Osmanlı, C. XI,


Ankara, Yeni Türkiye Yay., 1999, s. 153-154.

Aslanapa, Oktay: Türk Sanatı, Đstanbul, Remzi Kitapevi, 2003.

Atasoy, Nurhan: “III. Murad Şehinşehnamesi, Sünnet Düğünü


Bölümü ve Philadelphia Free Library’deki Đki
Minyatürlü Sayfa”, Sanat Tarihi Yıllığı V,
ĐÜEF Sanat Tarihi Enstitüsü, 1972-1973, s.
361.

Atasoy, Nurhan: Otağ-ı Hümayun, Osmanlı Çadırları,


Đstanbul, Aygaz Yay., 2000.

Atıl, Esin: “Minyatürlerle Osmanlı Tarihi”, Belgelerle


Türk Tarihi Dergisi, S. 30, Mart 1970, s. 67.

238
Atıl, Esin: “Minyatürlerle Osmanlı Tarihi”, Belgelerle
Türk Tarihi Dergisi, S. 32, Mayıs 1970, s.
69-73.

Atıl, Esin: Süleymanname, The Illustrated History of


Süleyman the Magnificent, Washington,
National Gallery of Art, New York, Harry N.
Abrams, Inc., Publisher, 1986.

Aybet, Gülgün Üçel: “Osmanlı Devletçiliği ve Divan’ın Çalışması


(1570-1699)”, Yeni Türkiye (Osmanlı Özel
Sayısı), Yıl: 6, S. 34, Temmuz-Ağustos 2000,
s. 37.

Ayyıldız, Nigâr: II. Abdülhamid Dönemi Saray Merasimleri,


Đstanbul, Doğu Kütüphanesi Yay., 2008.

Baarnhielm, Göran: “Ulusal Kütüphane ve Ulusal Arşivdeki


Ralamb Koleksiyonları”, Alay-ı Hümayun
Đsveç Elçisi Ralamb’ın Đstanbul Ziyareti ve
Resimleri 1657- 1658, Ed. Karin Adahl, Çev.
Ali Özdamar, Đstanbul, Kitap Yayınevi, 2006,
s. 286.

Bağcı, Serpil, Ç., Filiz, R., Günsel, T., Zeren: Osmanlı Resim Sanatı, Đstanbul, Kültür
ve Turizm Bakanlığı Yay., 2006.

Balcı, Sezai: “Osmanlı Devleti’nde Tercümanlık ve Bab-ı


Ali Tercüme Odası”, AÜ SBE Tarih
(Yakınçağ Tarihi) ABD Doktora Tezi, Ankara,
2006.

239
Berkes, Niyazi: Türkiye’de Çağdaşlaşma, Đstanbul, Doğu-
Batı Yay., 1978.

Beydilli, Kemal: “Osmanlı Siyasi Tarihi Küçük Kaynarcadan


Yıkılışa”, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti
Tarihi, C. I, Ed. Ekmeleddin Đhsanoğlu,
Đstanbul, 1999, s. 67.

Beyhan, Mehmet Ali: Saray Günlüğü (25 Aralık 1802-24 Ocak


1809), Doğu Kütüphanesi Yay., 2007.

Bobovius, Albertus (Ali Ufki Bey): Topkapı Sarayı’nda Yaşam, Sunan ve


Notlayanlar: Stephanos Yerasimos ve Annie
Berthier, Çev. Ali Berktay, Đstanbul, Kitap
Yayınevi, 2002.

Boppe, Auguste: 18.Yüzyıl Boğaziçi Ressamları, Çev. Nevin


Yücel Celbiş, Đstanbul, Pera Turizm ve Ticaret
A.Ş., 1998.

Bostan, Đdris: “Kanuni ve Akdeniz Siyaseti 1530-1550”,


Muhteşem Süleyman, Ed. Özlem Kumrular,
Đstanbul, Kitap Yayınevi, 2007, s. 27.

Bostan, Đdris: “Preveze Deniz Muharebesi”, DĐA, C.


XXXIV, Đstanbul, TDV Yay., 2007, s. 343-
345.

Braudel, Fernand: Akdeniz ve Akdeniz Dünyası, C. II, Çev.


M.Ali Kılıçbay, Đstanbul, 1990, s. 35-48.

240
Busbecq, Ogler Ghislain: Türk Mektupları, Çev. Hatice Özkan,
Đstanbul, Ark Yayınları, 2002.

Canaye, Philippe du Fresne: Fresne-Canaye Seyahatnamesi 1573, Çev.


Teoman Tunçdoğan, Đstanbul, Kitap Yayınevi,
2009.

Çağman, Filiz: “Şahname-i Selim Han ve Minyatürleri”,


Sanat Tarihi Yıllığı V, ĐÜEF Sanat Tarihi
Enstitüsü, 1972-1973, s. 418-419.

Çağman, Filiz-TANINDI, Zeren: Topkapı Sarayı Müzesi Đslam Minyatürleri,


Đstanbul, Tercüman Sanat ve Kültür Yayınları
I, 1979.

Çağman, Filiz: “Minyatür”, Osmanlı Uygarlığı 2, Yayına


Hazırlayanlar: Halil Đnalcık-Günsel Renda,
Đstanbul, Kültür Bakanlığı Yay., 2003, s. 893-
931.

Çoruhlu, Yaşar: Türk Mitolojisinin Anahatları, Đstanbul,


Kabalcı Yayınevi, 2006.

Emecen, Feridun: Đmparatorluk Çağının Osmanlı Sultanları,


Đstanbul, 2011.

Emecen, Feridun: Zamanın Đskenderi, Şarkın Fatihi: Yavuz


Sultan Selim, Đstanbul, 2011.

Emecen, Feridun: “Mercidabık Muharebesi”, DĐA, C. XXIX,


Đstanbul, TDV Yay., 2003, s. 174-176.

241
Emecen, Feridun: “Ridaniye Savaşı”, DĐA, C. XXXV, Đstanbul,
TDV Yay., 2008, s. 87-88.

Emecen, Feridun: “Canbirdi Gazali”, DĐA, C. VII, Đstanbul,


TDV Yay., 1993, s. 141-143.

Emecen, Feridun: “Irakeyn Seferi”, DĐA, C. XIX, Đstanbul, TDV


Yay., 1999, s. 116-117.

Emecen, Feridun: “Osmanlı Siyasi Tarihi Kuruluştan Küçük


Kaynarca’ya”, Osmanlı Devleti ve
Medeniyeti Tarihi, C. I, Ed. Ekmeleddin
Đhsanoğlu, Đstanbul, 1999, s. 45.

Ertaylan, Đsmail Hikmet, Sultan Cem, Đstanbul, ĐÜEF Yay., 1951.

Ertuğ, Zeynep Tarım: “Minyatürlü Yazmaların Tarihi Kaynak Olma


Nitelikleri ve Nüzhetü’l-Esrar,” Tarih
Boyunca Türk Tarihinin Kaynakları
Semineri, 6-7 Haziran 1996, Bildiriler,
Đstanbul, 1997, s. 31.

Ertuğ, Zeynep Tarım: Edirne’de Yapılan Son Cülus Töreni,


Edirne: Serhattaki Payıtaht, Haz. Emin
Nedret Đşli-M. Sabri Koz, Đstanbul, Yapı Kredi
Yayınları, 1998.

Ertuğ, Zeynep Tarım: XVI. Yüzyıl Osmanlı Devleti’nde Cülûs ve


Cenaze Törenleri, Ankara, Kültür Bakanlığı
Yay., 1999.

242
Ertuğ, Zeynep Tarım: Minyatürler ve Tarihi Belge Özellikleri”,
Osmanlı, C. XI, Ankara, Yeni Türkiye Yay.,
1999, s. 180-185.

Ertuğ, Zeynep Tarım: “Osmanlı Devleti’nde Resmi Törenler ve


Birkaç Örnek”, Yeni Türkiye (Osmanlı Özel
Sayısı), Yıl: 6, S. 34, Temmuz-Ağustos 2000,
s. 27.
Ertuğ, Zeynep Tarım: “Saray Teşkilatı ve Teşrifatı”, Fatih ve
Dönemi, Đstanbul, Türk Kültürüne Hizmet
Vakfı Yayını, 2004, s. 215.

Ertuğ, Zeynep Tarım: “18. Yüzyıl Osmanlı Sarayı’nda Bayram


Törenleri”, Prof. Dr. Mübahat S.
Kütükoğlu’na Armağan, Ed. Zeynep Tarım
Ertuğ, Đstanbul, ĐÜEF Tarih Bölümü, Osmanlı
Müesseseleri ve Medeniyeti Tarihi Anabilim
Dalı Yay., 2006, s. 593.

Ertuğ, Zeynep Tarım: “Sorguç”, DĐA, C. XXXVII, Đstanbul, TDV


Yay., 2009, s. 378-380.

Ertuğ, Zeynep Tarım: “The Depiction Of Ceremonies In Otoman


Miniatures: Historical Record Or A Matter Of
Protocol?”, Muqarnas, An Annual on the
Visual Cultures of the Islamic World, Volume
27, 2010, Leiden Boston. s. 251-275.

Esin, Emel: Orta Asya’dan Osmanlıya Türk Sanatında


Đkonografik Motifler, Đstanbul, Kabalcı
Yayınevi, 2004.

243
Eyice, Semavi: “Elçi Hanı”, ĐÜEF Tarih Dergisi, S. 24, Mart
1970, s. 93-130.

Eyice, Semavi: “Bir Ressamın Gözü Đle Kanuni Sultan


Süleyman”, Kanuni Armağanı, Ankara, TTK
Yay., 1970, s. 129-170.

Faroqhi, Suraiya: Osmanlı Đmparatorluğu ve Etrafındaki


Dünya, Çev. Ayşe Berktay, Đstanbul, Kitap
Yayınevi, 2010.

Fetvacı, Emine: “The Production Of The Şehname-i Selim


Han”, Muqarnas, An Annual on the Visual
Cultures of the Islamic World, Volume 26,
2009, Leiden Boston, s. 263-315.

Fındık, Tahsin: “Osmanlı Belgelerinin Tanıklığı Đle XVI.


Yüzyılda Osmanlı-Fransız Đlişkileri”, Türkler,
C. IX, Ankara, Yeni Türkiye Yay., 2002, s.
569.

Fresne-Canaye, Philippe Du: Fresne-Canaye Seyahatnamesi 1573, Çev.


Teoman Tunçdoğan, Đstanbul, Kitap Yayınevi,
2009.

Galland, Antoine: Đstanbul’a Ait Günlük Hatıralar, 1672-1673,


C. I-II, Yay. Charles Schefer, Çev. Nahid Sırrı
Örik, Ankara, TTK Yay., 1998.

Gerlach, Stephan: Türkiye Günlüğü 1573-1576, 1. Cilt, Ed.


Kemal Beydilli, Çev. Türkis Noyan, Đstanbul,
Kitap Yayınevi, 2010.
244
Gerlach, Stephan: Türkiye Günlüğü 1577-1578, 2. Cilt, Ed.
Kemal Beydilli, Çev. Türkis Noyan, Đstanbul,
Kitap Yayınevi, 2007.

Germaner, Semra: “18. Yüzyıl Resminde Elçilerle Đlgili


Törenler”, 18. Yüzyıl Osmanlı Kültür
Ortamı, Sempozyum Bildirileri, 20-21 Mart
1997, Đstanbul, Sanat Tarihi Derneği
Yayınları: 3, 1998, s. 131-144.

Germaner, S., Đnankur, Z.: Oryantalizm ve Türkiye, Đstanbul, Türk


Kültürüne Hizmet Vakfı Yay., 1989.

Germaner, S., Đnankur, Z.: “19. yüzyılda Oryantalizm ve Türkiye”,


Osmanlı Sarayı’nda Oryantalistler, Ed.
Ömer Taşdelen, Đlona Baytar, TBMM Milli
Saraylar Daire Başkanlığı Yay., t.y., s. 11.

Goffman, Daniel: Osmanlı Dünyası ve Avrupa 1300-1700,


Çev. Ülkün Tansel, Đstanbul, Kitap Yayınevi,
2008.

Goodwin, Godfrey: Yeniçeriler, Çev. Derin Türkömer, Đstanbul,


Doğan Kitap, 2008.

Gökbilgin, M. Tayyip: “Kanuni Sultan Süleyman’ın Macaristan


Siyaseti”, Kanuni Armağanı, Ankara, TTK
Yay., 1970, s. 5-39.

Gökbilgin, Tayyib: “Süleyman I”, ĐA, C. IX, Đstanbul, MEB Yay.,


1964, s. 99-155.

245
Gökbilgin, Tayyip: “Köprülüler”, ĐA, C. VI, Đstanbul, MEB Yay.,
t.y., s. 892-897.

Gökbilgin, Tayyip: “Süleyman I”, Türkler, C. IX, Ankara, Yeni


Türkiye Yay., 2002, s. 531.

Gökyay, Orhan Şaik: “Kızıl Elma Üzerine”, Tarih ve Toplum,


Đletişim Yay., Ocak 1986, s. 426.

Gültepe, Necati: Mührün Gücü, Đlk Türk-Đslam


Devletlerinde ve Osmanlılarda Bürokrasi,
Đstanbul, Ötüken Yayınları, 2009.

Günay, Reha: “Süleymanname Minyatürlerinde Mekân ve


Anlatım Teknikleri”, TSM Yıllığı V, Đstanbul,
1992, s. 137.

Hafız Mehmed Efendi: Şehzadelerin Sünnet Düğünü Sûr-ı


Hümâyûn 1720, Haz. Seyit Ali Kahraman,
Đstanbul, Kitap Yayınevi, 2008.

Halaçoğlu, Yusuf: XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda


Devlet Teşkilatı ve Sosyal Hayat, 5. baskı,
Ankara, TTK, 2003.

Heberer, Michael: Osmanlı’da Bir Köle, Brettenli Michael


Heberer’in Anıları 1585-1588, Eski
Almanca’dan Çev. Türkis Noyan, Đstanbul,
Kitap Yayınevi, 2010.

246
Đmber, Colin: Osmanlı Đmparatorluğu 1300-1650, Çev.
Şiar Yalçın, Đstanbul, Đstanbul Bilgi
Üniversitesi Yay., 2006.

Đnalcık, Halil: “Avrupa Devletler Sistemi, Fransa ve


Osmanlı”, Doğu-Batı, S. 14, Şubat-Mart-
Nisan 2001, s. 138.

Đnalcık, Halil: “Osmanlı Tarihinde Dönemler Devlet-


Toplum-Ekonomi”, Osmanlı Uygarlığı I,
Yayına Hazırlayanlar: Halil Đnalcık, Günsel
Renda, Đstanbul, Kültür Bakanlığı Yay., 2003,
s. 95.

Đnalcık, Halil: Devlet-i Aliye: Osmanlı Đmparatorluğu


Üzerine Araştırmalar-I, Đstanbul, Türkiye Đş
Bankası Yay., 2009.

Đndirkaş, Zühre: Türkler’de Hükümdar Tacı Geleneği,


Ankara, Kültür Bakanlığı Yay., 2002.

Đpşirli, Mehmet: “Elçi”, DĐA, C. XI, Đstanbul, TDV Yayını,


2006, s. 3.

Đrepoğlu, Gül: “Osmanlı Minyatür Sanatı’nda Klasik


Dönem”, Türk Kültüründe Sanat ve
Mimari, Klasik Dönem Sanatı ve Mimarlığı
Üzerine Denemeler, Đstanbul, 21. Yüzyıl
Eğitim ve Kültür Vakfı, 1993, s. 73-87.

Jorga, Nicolae: Osmanlı Đmparatorluğu Tarihi, Çev. Nilüfer


Epçelli, Đstanbul, 2005.

247
Karateke, Hakan Tuğrul: Teşrifat-ı Cedide: Son Yüzyılında Osmanlı
Merasimleri, Tectum Verlag, Marburg 1998.

Karateke, Hakan: Padişahım Çok Yaşa! Osmanlı Devletinin


Son Yüzyılında Merasimler, Đstanbul, Kitap
Yayınevi, 2004.

Kaşıkçı, Osman: “Hukuk Sistemi ve Fatih Kanunnameleri”,


Fatih ve Dönemi, Đstanbul, Türk Kültürüne
Hizmet Vakfı Yayını, 2004, s. 234.

Kınlı, Onur: Osmanlı’da Modernleşme ve Diplomasi,


Ankara, Đmge Kitabevi, 2006.

Koçi Bey: Koçi Bey Risaleleri, Haz. Seda


Çakmakçıoğlu, Đstanbul, Kabalcı Yayınevi,
2007.

Kütükoğlu, Bekir: “Şah Tahmasb’ın III. Murad’a Cülus Tebriki”,


ĐÜEF Tarih Dergisi, C. XI, S. 15, Eylül 1960,
s. 1-24.

Kütükoğlu, Bekir: “Şehnameci Lokman”, Prof. Dr. Bekir


Kütükoğlu’na Armağan, Đstanbul, 1991, s.
39-48.

Kütükoğlu, Bekir: Osmanlı-Đran Siyasi Münasebetleri,


Đstanbul, 1993.

248
Kütükoğlu, Mübahat: “XVIII. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nde
Fevkalade Elçilerin Ağırlanması,” Türk
Kültürü Araştırmaları, Prof. Dr. Đsmail
Ercüment Kuran’a Armağan, Yıl: XXVII/1-
2, Ankara, 1989, s. 212, dipnot 66 ve s. 213,
dipnot 75.

Kütükoğlu, Mübahat: Son Devir Osmanlı Resmi Ziyafetleri, Prof.


Dr. Hakkı Dursun Yıldız Armağanı,
Marmara Üniversitesi Yayınları No: 558, Fen-
Edebiyat Fakültesi Yayınları No: 33, Ankara,
TTK Basımevi, 1995, s. 369.

Kütükoğlu, Mübahat: “Minyatürlerde Divan-ı Hümayun ve Arz


Odası”, Tarih Enstitüsü Dergisi, S. 16,
Đstanbul, 1998, s. 53-57.

La Motraye, Aubry de: La Motraye Seyahatnamesi, Türkçesi Nedim


Demirtaş, Đstanbul, Đstiklal Kitabevi, 2007.

Lewis, Bernard: Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev. Boğaç


Babür Turna, Ankara, Arkadaş Yayınevi,
2008.

Maclean, Gerald M.: The Rise Of Oriental Travel English


Visitors to the Otoman Empire-1580-1720,
New York, Palgrave Macmillan, 2004.

Mahir, Banu: “Elinde Altın Küre (Kızıl Elma) Tutan


Osmanlı Padişahı Portreleri”, 4. Uluslararası
Türk Kültür Kongresi Bildirileri, C. II,
Ankara, AKM Yay., 4-7 Kasım 1997, s. 14.
249
Mahir, Banu: “Türk Minyatürlerinde Hil’at Merasimleri,”
Belleten, C. LXIII, S. 238, Aralık 1999, s.
745.

Mahir, Banu: “Anadolu’da Türk Minyatürünün Đlk


Örnekleri”, Osmanlı, C. XI, Ankara, Yeni
Türkiye Yay., 1999, s. 168-169.

Mahir, Banu: Osmanlı Minyatür Sanatı, Đstanbul, Kabalcı


Yayınevi, 2005.

Mahir, Banu: “Osmanlı Minyatürlerinde Savaş, Kuşatma ve


Çıkarma”, Prof. Dr. Oktay Aslanapa Özel
Sayısı, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi,
Đstanbul, S. 183, Aralık 2009, s. 3-4.

Mansel, Philip: Konstantiniyye, Dünyanın Arzuladığı Şehir


1453-1924, Çev. Şerif Erol, Đstanbul, Everest
Yay., 2008.

Mansuroğlu, Mecdud: Đslam Ansiklopedisi, C. IV, MEB Yay.,


Đstanbul Milli Eğitim Basımevi, 1964, s. 231.

Murphey, Rhoads: Ottoman Warfare 1500-1700, UK, UCL


Press, 1999.

Martin, Guillaume: Đstanbul’a Seyahat, Türkçesi: Đsmail Yerguz,


Đstanbul, Đstiklal Kitabevi, 2007.

Mustafa Nuri Paşa: Netayic ül-Vukuat, C. I-II, C. III-IV, Sad.


Prof. Dr. Neşet Çağatay, Ankara, TTK Yay.,
1992.
250
Necipoğlu, Gülru: Architecture, Ceremonial and Power -The
Topkapı Palace in the Fifteenth and
Sixteenth Centuries, USA, Architecturel
History Foundation and the Massachusetts
Institute of Technology, 1991.

Necipoğlu, Gülru: 15. ve 16. yüzyılda Topkapı Sarayı Mimari,


Tören ve Đktidar, Çev. Ruşen Sezer, Đstanbul,
YKY Yayınları, 2007.

Nicolaas, Eveline Sint, vd.: Jean-Baptiste Vanmour: Lale Devri’nin Bir


Görgü Tanığı, Eveline Sint Nicolaas vd., Haz.
Melis H. Seyhun, Arzu Karamani Pekin, Çev.
Reyhan Alp, Sevin Okyay, Linda Stark,
Koçbank, 2003, s. 11-15.

Nicolaas, Eveline Sint, vd.: “Eski Arşivler, Yeni Görüşler”, Jean-Baptiste


Vanmour: Lale Devri’nin Bir Görgü Tanığı,
Eveline Sint Nicolaas vd., Haz. Melis H.
Seyhun, Arzu Karamani Pekin, Çev. Reyhan
Alp, Sevin Okyay, Linda Stark, Koçbank,
2003, s. 109-110.

Orgun, Zarif: “Osmanlı Đmparatorluğu’nda Name ve Hediye


Getiren Elçilere Yapılan Merasim,” Türk
Tarih Vesikaları Dergisi, C. I, S. 1, Haziran,
1941, s. 407-413.

Ortaylı, Đlber: Osmanlı’da Milletler ve Diplomasi, Đstanbul,


Türkiye Đş Bankası Yayınları, 2008.

251
Ortaylı, Đlber: Osmanlı Sarayı’nda Hayat, Đstanbul, Yitik
Hazine Yayınları, 2008.

Ortaylı, Đlber: Tarihimiz ve Biz, Đstanbul, Timaş Yay., 2008.

Ortaylı, Đlber: “Osmanlı’da 18. Yüzyıl Düşünce Dünyasına


Dair Notlar”, Osmanlı Düşünce Dünyası ve
Tarih Yazımı, Đstanbul, Türkiye Đş Bankası
Yay., 2010, s. 96.

Örenç, Đlknur Yıldız: “Hariciye Teşrifatçılığı Defteri (1846-1880)”,


ĐÜ SBE Yakınçağ Tarihi BD Yüksek Lisans
Tezi, Đstanbul, 1998.

Özbilgen, Erol: Bütün Yönleriyle Osmanlı Âdâb-ı


Osmaniye, Đstanbul, Đz Yayıncılık, 2011.

Özcan, Abdülkadir: “Kanuni Sultan Süleyman Devri Tarih


Yazıcılığı ve Literatürü”, Prof. Dr. Mübahat
Kütükoğlu’na Armağan, Ed. Zeynep Tarım
Ertuğ, Đstanbul, 2006, s. 148.

Pakalın, Mehmet Zeki: Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri


Sözlüğü III, Đstanbul, MEB Yay., 1993.

Peçevi, Đbrahim: Peçevi Tarihi, C. I, Đstanbul, Neşriyat Yurdu,


1968.

Petros di Sarkis Gilantz’in Kronolojisi, Osmanlı-Đran-Rus Đlişkilerine Ait Đki


Nadir Şah Devrine Ait Bir Kaynak, Çev. ve Yay. Hrand D. Andreasyan,
Anonim Kronoloji: Đstanbul, Edebiyat Fakültesi Matbaası, 1974.

252
Pınarbaşı, Simge Özer: Çağlar Boyu Tahtın Simgesel Anlamları
Işığında Türk Tahtları, Ankara, Kültür
Bakanlığı Yayını, 2004.

Pierce, Leslie P.: Harem-i Hümayun, Osmanlı


Đmparatorluğu’nda Hükümranlık ve
Kadınlar, Çev. Ayşe Berktay, Đstanbul, Tarih
Vakfı Yurt Yay., 1998.

Ralamb, Claes: Đstanbul’a Bir Yolculuk 1657-1658, Çev.


Ayda Arel, Đstanbul, Kitap Yayınevi, 2008.

Renda, Günsel: “Vanmour ve Đstanbul’da Yaşam”, Jean-


Baptiste Vanmour: Lale Devri’nin Bir
Görgü Tanığı, Haz. Melis H. Seyhun, Arzu
Karamani Pekin, Çev. Reyhan Alp, Sevin
Okyay, Linda Stark, Koçbank, 2003, s. 41.

Renda, Günsel: “Sanatta Etkileşim”, Osmanlı Uygarlığı II,


Yayına Hazırlayanlar: Halil Đnalcık, Günsel
Renda, Đstanbul, Kültür Bakanlığı Yay., 2003,
s. 1091-1121.

Renda, Günsel: “Osmanlı Sarayı ve Padişah Portreciliği”,


Osmanlı Sarayı’nda Oryantalistler, Ed.
Ömer Taşdelen, Đlona Baytar, TBMM Milli
Saraylar Daire Başkanlığı Yay., t.y., s. 34.

Roux, Jean Paul: Türklerin Tarihi Pasifik’ten Akdeniz’e 2000


Yıl, Çev. Prof. Dr. Aykut Kazancıgil-Lale
Arslan Özcan, Đstanbul, Kabalcı Yayınevi,
2007.
253
Sak, Đzzet: “1736-1741 Yılları Arasında Đstanbul’a Gelen
Đran Elçilerinin Bazı Masrafları”, Selçuk
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Edebiyat Dergisi, Yıl: 2006, S. 16, s. 117-
161.

Sakaoğlu, Necdet: Bu Mülkün Sultanları 36 Osmanlı Padişahı,


Đstanbul, Oğlak Yayınları, 2008.

Sanal, Haydar: “Türk Elçilik Törenleri”, HTM, S. 12, Đstanbul


1966, s. 26.

Sander, Oral: Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü Osmanlı


Diplomasi Tarihi Üzerine Bir Deneme, AÜ
Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara,
1987.

Savaş, Ali Đbrahim: “Osmanlı Elçilerinin Resm-i Kabul


Protokolleri”, Tarih Đncelemeleri Dergisi XI,
Đzmir, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Yayını, 1996, s. 111-124.

Savaş, Ali Đbrahim: “Asitane-i Saadete Gelen Yabancı Elçilerin


Resm-i Kabul Protokolleri”, Askeri Tarih
Bülteni, S. 40, Şubat 1996, s. 16.

Schweigger, Salomon: Sultanlar Kentine Yolculuk 1578-1581, Haz.


Heidi Stein, Çev. S. Türkis Noyan, Đstanbul,
Kitap Yayınevi, 2004.

254
Seidel, Friedrich: Sultan’ın Zindanında, Osmanlı
Đmparatorluğu’na Gönderilen Bir Elçilik
Heyetinin Đbret Verici Öyküsü (1591-1596),
Çev. Türkis Noyan, Đstanbul, Kitap Yayınevi,
2010.

Selânikî Mustafa Efendi: Tarih-i Selânikî, C. I, C. II, Haz. Prof. Dr.


Mehmet Đpşirli, Ankara, TTK, 1999.

Sertoğlu, Midhat: “Osmanlı Padişahlarının Elçi Kabul Töreni”,


Hayat Tarih Mecmuası, 1 Temmuz 1974, S.
7, C. II, s. 13.

Servantie, Alain: “16. Yüzyılda Osmanlı’nın Siyasi Đmajı: Diego


Hurtado’dan Venedik Senatosu’na Aristo
Dersi”, Muhteşem Süleyman, Ed. Özlem
Kumrular, Đstanbul, Kitap Yayınevi, 2007, s.
209.

Sevin, Necla Arslan: Gravürlerde Yaşayan Osmanlı, Ankara,


Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2006.

Sırrı, Nahit: “Đstanbul’da Sicilyeteyn Elçileri”, Tarih-i


Osmanî Encümeni Mecmuası, S. 1-101,
Đstanbul, Enderun Kitabevi, 1988, s. 67-72.

Stchoukine, Ivan: La Peinture Turque, Paris, Librairie


Orientaliste Paul Geuthner, 1966.

255
Şahin, H. Hümeyra: “Bâbıâlî’de Uygulanan Teşrifat (1703-1839)”,
MÜ SBE Türk Tarihi ABD Yeniçağ Tarihi BD
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Đstanbul,
2001.

Şeker, Mehmet: Gelibolulu Mustafa Âlî ve Mevâidü’n Nefâis


fi Kavâidü’l Mecâlis, Ankara, TTK Yay.,
1997.

Tanındı, Zeren: “Osmanlı Döneminde Türk Minyatürü”,


Osmanlı, C. XI, 1999, Yeni Türkiye Yay.,
Ankara, s. 163.

Tanındı, Zeren: “Osmanlı Sarayı’nda Safevi Şehzadeler ve


Elçiler,” Uluslararası Sanatta Etkileşim
Sempozyumu, HÜ Edebiyat Fakültesi Sanat
Tarihi Bölümü, 25-27 Kasım 1998, Bildiriler,
Ankara 2000, s. 236-241.

Tapan, Nazan: “Sorguçlar”, Kültür Bakanlığı Sanat Dergisi,


Yıl: 3, S. 6, Haziran 1977, s. 99-102.

Tavernier, Jean-Baptiste: 17. Yüzyılda Topkapı Sarayı, Ed. Necdet


Sakaoğlu, Çev. Teoman Tunçdoğan, Đstanbul,
Kitap Yayınevi, 2007.

Tavernier, Jean-Baptiste: Tavernier Seyahatnamesi, Ed. Stefanos


Yerasimos, Çev. Teoman Tunçdoğan, Đstanbul,
Kitap Yayınevi, 2010.

256
Teply, Karl, Dersaadet’te Avusturya Sefirleri, Çev. Prof.
Dr. Selçuk Ünlü, Ankara, Kültür ve Turizm
Bakanlığı Yay., 1988.

Thevenot, Jean: Thevenot Seyahatnamesi, Ed. Stefanos


Yerasimos, Çev. Ali Berktay, Đstanbul, Kitap
Yayınevi, 2009.

Tournefort, Joseph de: Tournefort Seyahatnamesi, C. II, Ed.


Stefanos Yerasimos, Çev. Teoman Tunçdoğan,
Đstanbul, Kitap Yayınevi, 2008.

Tuncer, Hadiye-Tuncer: Hüner, Osmanlı Diplomasisi ve


Sefaretnameler, Ankara, Ümit Yayıncılık,
1997.

Turan, Şerafettin: “Bayezid II”, DĐA, C. V, Đstanbul, TDV Yay.,


1992, s. 235.

Turan, Şerafettin: Kanuni’nin Oğlu Şehzade Bayezid Vak’ası,


Ankara, AÜ Dil ve Tarih-Coğrafya Fak. Yay.,
Ankara 1961.

Türk Ansiklopedisi: “Elçi”, Türk Ansiklopedisi, C. XV, F. 113,


Ankara, 1967, s. 3.

Uğur, Ahmet: Yavuz Sultan Selim, Kayseri, 1992.

Uluç Lale: “The Otoman Contribution To Sixteenth


Century Shirazi Manuscript Production”, 10th
International Congress of Turkish Art,
Geneva 1999, s. 683.
257
Uluçay, Çağatay: Yavuz Sultan Selim Nasıl Padişah Oldu, TD,
S. 9, s.74.

Unat, Faik Reşit: Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri,


(Tamamlayıp Yayımlayan: Prof. Dr. Bekir
Sıtkı Baykal), Ankara, TTK Yay., 2008.

Uzunçarşılı, Đsmail Hakkı: Osmanlı Devleti’nin Saray Teşkilatı,


Ankara, TTK Basımevi, 1988.

Uzunçarşılı, Đsmail Hakkı: Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye


Teşkilatı, Ankara, TTK Basımevi, 1988.

Vehbî: Sûrnâme Sultan Ahmet’in Düğün Kitabı,


Haz. Prof. Dr. Mertol Tulum, Đstanbul, Kabalcı
Yayınevi, 2008.

Withers, Robert: Büyük Efendi’nin Sarayı, Çev. Cahit Kayra,


Đstanbul, Yeditepe Yayınevi, 2010.

Woodhead, Christine: “Perspectives on Süleyman”, Süleyman the


Magnificent and His Age, The Ottoman
Empire in the Early Modern World, Edited by
Metin Kunt-Christine Woodhead, New York,
Longman, 1995, s. 164-190.

Yılmaz, Gülgün: “Venedik’ten Edirne’ye Sürülen Đtalyan Elçiler


ve Bir Minyatür Albümünde Edirne”, I.
Edirne Kültür Araştırmaları Sempozyumu,
Trakya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Bildiriler, 23-
25 Ekim 2003, s. 235.

258
Yılmaz, Hüseyin: “The Sultan and the Sultanete: Envisioning
Rulership in the Age of Süleyman The
Lawgiver (1520-1566)”, Yayınlanmamış
Doktora Tezi, Harvard Üniversitesi, Tarih ve
Ortadoğu Çalışmaları Enstitüsü, 2005.

Zirogeviç, Olga: “Yabancı Elçilerin Osmanlı Memleketlerinde


Seyahatleri ve Huzura Kabulleri”, Belgelerle
Türk Tarihi Dergisi, S. 4, Ocak 1968, s. 45.

259
BELGELER

260
261
262
263
264
265
266
267
268
269
270
271
272
Đlgili Mühimme Defterlerinin Transkripsiyonları

294
Fransa elçisinin avdetine müsaade edildiğine dair Fransa kralına nâme-i hümâyûn.

Yazıldı.
Ser-â-ser kîse ve altun kozalak ile mühürlenüp Paşa hazretlerine gönderildi.
Fî 5 Zi'l-hicce sene 966
Françe Pâdişâhı'na hüküm ki: Bundan akdem Françe Pâdi[şâ]hı olup mürd olan
babanuz Henri'nün Âstâne-i devlet âşiyân'ımuzda olan kıdvet-i ümerâ’i'l-milleti'l-
Mesîhıyye ilçisi Dadunya, ol cânibe gitmek bâbında icâzet taleb itmeğin ruhsat-ı
hümâyûnum virilüp inâyet olınup ol cânibe irsâl olındı. Gerekdür ki varup yirine
mülâki ola.
(BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri , BOA Yay., Ankara 1993, s. 135-136.)

273
677
Erdel vilâyetine kadar yol üzerinde olan beylere ve kadılara: Erdel Kralı Đstefan'ın
avdet eden elçisine müdahale ettirilmemesi hakkında.

Yazıldı.
Bu dahı.
Vilâyet-i Erdel'e varınca yol üzerinde vâkı‘ olan beglere ve kādîlara hüküm ki:
Hâliyâ Erdel Kralı stefan Kral'un Âstâne-i sa‘âdet'ümde olan ilçisi dârende-i hükm-i
şerîf Mihal, girü müşârün-ileyh tarafına irsâl olınmağın buyurdum ki: On beş nefer
âdemleriyle her kangınuzun taht-ı hükûmetine dâhil olurlarise yolda ve izde, menâzil
ü merâhilde kendüye ve âdemlerine ve bârgîrlerine hilâf-ı Şer‘-i Şerîf kimesneyi dahl
ü ta‘arruz itdürmeyüp rencîde itdürmeyesin. Ammâ bindükleri at olmayup bârgîr ola,
at alup gitmelerine emrüm yokdur. Fermân-ı hümâyûnuma mugayir iş olmakdan
ziyâde hazer idesin.
(BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri , BOA Yay., Ankara 1993, s. 302.)

729
Erzurum beylerbeyisine: Gelen elçinin maiyyetinden bir kısmının orada alıkonulması
ve mümkün olmadığı takdirde hepsinin gelmesi hakkında.

Yazıldı.
Rıdvân Çavu'a virildi.
Fî 24 Rebî‘u'l-âhir sene 967

Erzurum beglerbegisine hüküm ki: Hâliyâ öte cânibden gelen ilçi üç ve dört yüz
âdem ile gelür diyü istimâ‘ olındı. Đmdi, eyyâm-i şitâ olup ve yollara dahı bir-iki
def‘a asker uğrayup zâd ü zevâde kıllet üzre olduğından gayrı ol mikdâr âdem
menâzil ü merâhilde bir-iki karyeye sığmayup re‘âyâya müzâyaka lâzım gelmeğin
buyurdum ki: Vusûl buldukda, göresin; istimâ‘ olınduğı üzre ziyâde âdem ile
gelürlerse bu mâ‘nâları sen kendü cânibünden gelen kimesneye iş‘âr idüp kati lâzım
olmayan eger âdemleridür ve eger ahmâl [ü] eskallerinden bir mikdârın anda
alıkoyup hıffet üzre göndermen bâbında sa‘y idesin. Ammâ bu husûsda Südde-i
sa‘âdet'ümden emr vârid olduın anlara ve gayrıya ifşâ itmeyüp sen kendü
cânibinden ilka idesin ve geldükde emr-i sâbık üzre Sinân dâme izzuhû'yı mukaddem
irsâl idesin. Şöyle ki, âdem ayırmağa cevâz göstermezse mukayyed olmayasın. Ne
mikdâr âdem ile gelürse gelsün ve öteden ne mikdâr âdem ve davar ile gelüp ve bu
cânibe ne zamânda teveccüh idüp ve ne mikdâr âdem ile geleceğin mufassal yazup
mezbûr ile bildüresin.
(BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri , BOA Yay., Ankara 1993, s. 321.)

274
[Yev]mü'l-Cum‘a fî 13 Cemâziye'l-evvel sene 967 [10.02.1560]

763
Erzurum beylerbeyine: Gelen elçiyi teenni ile; Ardahan Beyi Sinan Bey'i ise acele
olarak göndermesi hakkında.

Yazıldı.
Gelen âdemi Mahmûd'a virildi.
Fî 13 Cemâziye'l-evvel sene 967
Erzurum beglerbegisine hüküm ki: Bundan akdem sana bir-iki def‘a ahkâm-ı şerîfe
gönderilüp anun gibi yukaru cânibden ilçi gelürse mukaddemâ Ardahan Begi Sinân
dâme izzuhû'ya gönderüp ba‘dehû yarar âdemler koşup ilçiyi dahı âheste âheste
gönderesin diyü emrüm olmış idi. Ol emr-i şerîfüm kemâ-kân mukarrer olmağın
buyurdum ki: Vusûl buldukda, emrüm üzre geldüklerinde müşârün-ileyh Sinân'ı
mu‘accelen mukaddem gönderüp anda gelen ilçiyi dahı emrüm üzre âdem koup
irsâl idesin ve gönderdüğün kimesnelere tenbîh ü te’kîd idesin ki eyyâm-ı şitâdur,
acele ile yürimeyüp menâzîl ü merâhilde te’ennî üzre geleler ve ne mikdâr âdemi var
ise isimleri ve resimleri ile defter idüp bildüresin.
(BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri , BOA Yay., Ankara 1993, s. 337.)

980
Erzurum'a kadar olan sancak beylerine: Şarktan Đstanbul'a gelip avdet eden elçiye
her türlü kolaylığın gösterilmesi ve saire hakkında

Yazıldı.
Husrev Beg'e virildi.
Fî 22 Receb sene 967

Erzurum'a varınca yol üzre vâkı‘ olan sancak-beglerine hüküm ki: Hâliyâ şark
cânibinden Südde-i sa‘âdet'üme vârid olan ilçiye icâzet virilüp Bitlis kulları agası
olan kıdvetü'l-emâcid Ahmed dâme mecduhû'ya koılup girü ol cânibe irsâl
olınmıdur. Buyurdum ki: Her kangınızun taht-ı livâsına dâhil olursa müşârün-ileyh
Ahmed dâme mecduhû ma‘rifeti ile lâzım olan eger me’kûlât ü melbûsâtları ve sâ’ir
havâyicleridür, akça ile alıvirüp emîn ü sâlim îsâl idesin. lçi bahânesiyle re‘âyâdan
ve gayrıdan müft [ü] meccânen kimesneden yem [ve] yemek ve sâ’ir nesne
alınmakdan ziyâde hazer idesin. Her ne alınursa akçaları ile aldurasın. Şöyle ki,
birinüzün taht-ı livâsında bu bahâne ile kimesneden müft yem ve yemek ve sâ’ir
nesne alınup te‘addî olınduı istimâ‘ olına, özrinüz makbûl olmaz; netîcesi size â’id
olur. Ana göre mukayyed olasın.

-980/a-
Yazıldı.
Bu dahı.
Bir sûreti Erzurum'a varınca yol üzerinde olan kadîlara.
-980/b-

275
Yazıldı.
Bu dahı.
Bir sûreti Rûm beglerbegisine.
(BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri , BOA Yay., Ankara 1993, s. 437.)

981
Erzurum beylerbeyine: Avdet eden elçinin selâmetle öte canibe ulaştırılması
hakkında.

Yazıldı.
Bu dahı.

Erzurum beglerbegisine hüküm ki: Hâliyâ diyâr-ı şark'dan atebe-i ulyâya vârid olan
ilçiye icâzet-i hümâyûnum mukârin olup girü ol cânibe irsâl olındı. Buyurdum ki:
Varup vusûl buldukda, emîn ü sâlim öte cânibe irsâl ü îsâl eyleyesin.
(BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri , BOA Yay., Ankara 1993, s. 438.)

191
Südde-i Saâdet'ten Mustafa Çavuş ile birlikte ülkesine dönmekte olan Leh kralının
elçisinin Boğdan'dan Leh sınırına ulaştırılması.

Yazıldı.
Mezbûr çavuşa virildi. Fî 25 Saferi'l-muzaffer, sene: 972
Boğdan voyvodasına hüküm ki: Hâliyâ Leyh kralınun Südde-i Sa‘âdetüm'e gelen
ilçisi şerâyit-ı risâleti edâ idüp dahı icâzet-i hümâyûnumla girü kral-ı müşârun-ileyh
tarafına teveccüh itmeğin Dergâh-ı Mu‘allâm çavuşlarından Mustafâ zîde kadruhû ile
irsâl olunup buyurdum ki: Đlçi-i müşârun-ileyh mezkûr çavuşumla Boğdan sınurına
dâhıl oldukda emîn ü sâlim Leyh sınurına ulaşdurup yolda ve izde ve menâzil ü
merâhılde zâd ü zevâdeleri tedârükinde ve sâyir husûsında ta‘b ü zahmet virüp
üşendürmeyesin.
(BOA, 6 Numaralı Mühimme Defteri I , BOA Yay., Ankara 1995, s. 126.)

192
Südde-i Saâdet'ten Mustafa Çavuş ile birlikte ülkesine dönmekte olan Leh elçisinin
yiyecek ihtiyaçlarının yol güzergâhında bulunan kadılar tarafından bedeli
mukabilinde temin edilmesi.

Yazıldı.
Kezâlik.
Südde-i Sa‘âdetüm'den Kütâhiyye'ye ve Gelibolı'ya ve andan Boğdan'a varınca yol
üzerinde vâkı‘ olan kâdîlara hüküm ki: Hâliyâ Leyh cânibinden Südde-i Sa‘âdetüm'e

276
gelen ilçi ferzend-i erc-mend oğlum Selîm tâle bakâhü cânibine gidüp andan Gelibolı
Boğazı'ndan geçüp Leyh vilâyetine gitmek murâd idinmeğin icâzet-i hümâyûnum
virilüp Dergâh-ı Mu‘allâm çavuşlarından Mustafâ zîde kadruhû bile koşılup
gönderildi. Buyurdum ki: Mezkûr ilçi her kankınuzun taht-ı kazâsına dâhıl olursa
yolda ve izde ve menâzil ü merâhılde kimesnenün tavarına ve esbâbına ve kul ve
câriyesine dahl ü ta‘arruz itdürmeyüp akça ile zâd ü zevâdelerin tedârük idivirüp
kendüye ve âdemlerine ve esbâblarına dahı Memâlik-i Mahrûsem halkından hılâf-ı
şer‘-i şerîf kimesneyi dahlitdürmeyüp ve ta‘b ü zahmet virüp üşendürmeyesiz.
(BOA, 6 Numaralı Mühimme Defteri I , BOA Yay., Ankara 1995, s. 126-127.)

196
Südde-i Saâdet'ten ülkesine dönmekte olan Leh kralının elçisine ve adamlarına
Edirne'ye varıncaya kadar kimsenin müdâhale etmemesi ve bedeli mukabilinde
ihtiyaçlarının temin edilmesi.

Yazıldı.
Mezbûr çavuşa virildi. Fî 18 Recebi'l-mürecceb, sene: 972
Edirne kâdîsına ve Edirne'ye varınca yol üzerinde olan kâdîlara hüküm ki: Hâliyâ
Südde-i Sa‘âdetüm'e gelen Leyh ilçisi ferzend-i erc-mend oğlum Selîm tâle bakâhü
cânibine teveccüh idüp ba‘zı âdemlerin ve esbâbların arabalarla mukaddem ol cânibe
göndermeğin Dergâh-ı Mu‘allâm çavuşlarından Mustafâ zîde kadruhûya koşılup irsâl
olundı. Buyurdum ki: Siz ki yol üzerinde vâkı‘ olan kâdîlarsız, müşârun-ileyh ilçinün
âdemleri ve esbâbları mezkûr çavuşumla her kankınuzun taht-ı kazâsına dâhıl olursa
akçalarıyla zâd ü zevâdelerin tedârük idivirüp ve kendülere ve esbâblarına hılâf-ı
şer‘-ı şerîf kimesneyi dahl ü ta‘arruz itdürmeyesiz ve sen ki, Edirne kâdîsısın;
zikrolunan âdemler çavuş-ı mezbûr ile mahmiyye-i mezbûreye vardukda, eger
Edirne'de ve eger sâyir zâd ü zevâdesi müstevfî yirde bi'l-cümle ilçi varınca her ne
mahalde tevakkuf itmek murâd idinürler ise mahfûz u mazbût münâsib yir tedârük
idivirüp kezâlik akça ile zâd ü zevâdelerin alıvirmek bâbında ve hılâf-ı şer‘-ı kavîm
kimesneye dahl ü ta‘arruz itdürmemek husûsında envâ‘-ı ikdâm ü ihtimâmun zuhûra
getüresin.
(BOA, 6 Numaralı Mühimme Defteri I , BOA Yay., Ankara 1995, s. 128.)

357
Südde-i Saâdet'ten ülkesine dönmekte olan Leh elçisinin, Boğdan'dan Leh sınırına
sâlimen geçirilmesi.

Yazıldı.
Boğdan voyvodasına hüküm ki: Leyh kralı tarafından Südde-i Sa‘âdetüm'e gelen ilçi
hâlen icâzet-i hümâyûnumla girü kral-ı müşârun-ileyh cânibine irsâl olunmağın
buyurdum ki: Đlçi-i mezbûr Boğdan vilâyetine vardukda, âdemlerine ve tavar u
esbâblarına kimesneyi dahl ü ta‘arruz itdürmeyüp emîn ü sâlim Leyh sınurına
geçüresin; şöyle bilesin.
(BOA, 6 Numaralı Mühimme Defteri I , BOA Yay., Ankara 1995, s. 212-213.)

277
358
Südde-i Saâdet'ten ülkesine dönmekte olan Leh elçisinin, Tuna Đskelesi'nden
yanlarında bulunan eşyalarına müdâhale olunmadan geçirilmesi.

Yazıldı.
Tuna Đskelesi'ne varınca yol üzerinde olan kâdîlarına ve Tuna Đskelesi emînine
hüküm ki: Leyh kralı tarafından Südde-i Sa‘âdetüm'e gelen ilçi icâzet-i
hümâyûnumla girü kral-ı müşârun-ileyh tarafına teveccüh itmeğin buyurdum ki: Her
kankınuzun taht-ı kazâsına dâhıl olursa ilçi-i mezbûrun âdemlerine ve esbâb ü
tavarlarına ve icâzet-i şerîfemle kral içün aldukları bir kaç re’s atlarına yolda ve izde
ve menâzil ü merâhılde hılâf-ı şer‘ ve mugâyir-i emr kimesneyi dahl ü ta‘arruz
itdürmeyüp ta‘b ü zahmet idüp üşendürmeyesiz ve sen ki iskele emînisin, mezkûr ilçi
tavar u esbâb ve âdemleri ve atları ile iskeleden geçdüklerinde mâni‘ olmayup dahl ü
ta‘arruz itdürmeyesin.
(BOA, 6 Numaralı Mühimme Defteri I , BOA Yay., Ankara 1995, s. 213.)

744
Đstanbul'dan Budun'a varıncaya kadar yol üzerindeki kadıların ülkesine dönen Nemçe
elçisinin ihtiyaçlarını gidermeleri.
Yazıldı.
Za‘îm Hidâyet'e virildi. Fî 18 Receb, sene: 972
Đstanbul'dan Budun'a varınca yol üzerinde olan beğlere ve kâdîlara hüküm ki: Hâliyâ
Beç kralı tarafından harâc ile gelen ilçisi Mikel'e hüsn-i icâzet-i hümâyûnum olup
Rûmili'nde ze‘âmet tasarruf iden Hidâyet'e koşılup ol cânibe irsâl olunmışdur.
Buyurdum ki: Müşârun-ileyhünilçisi ile her kangınuzun taht-ı hükûmetine dâhıl
olursa menâzilde akçalarıyla yimlerin ve yimeklerin tedârük idüp ve bârgîrleri
kaldukda bahâsıyla bârgîr alıvirüp bi'l-cümle menâzil ü merâhılde mezkûrlara
kimesneye ta‘b ü zahmet virdürmeyüp sahîh u sâlim birbirinüze ulaşdurasız.
(BOA, 6 Numaralı Mühimme Defteri I , BOA Yay., Ankara 1995, s. 419-420.)

828
Beç kralının elçisinin ahidnâme ile dönmekte olduğuna dair haberin Budun
beylerbeyi tarafından Beç kralına bildirilmesi ve elçi geldiği zaman bekletilmeden
krala gönderilmesi.

Yazıldı.
Mezbûr Hidâyet'e virildi.
Budun beğlerbeğisine hüküm ki: Hâliyâ Beç kralı tarafından gelen ilçisi Mikel;
"Serhadlerde olanlarun adem-i tedârüklerinden ve bu câniblerde eğlenmekle; "Ahd-i
şerîf mukarrer olmadı." diyü kıyâs olunup ve hem Erdel cânibinden Kral-oğlı hılâf-ı
ahd itdüği evzâ‘a binâ’en bir mikdâr ol cânibden hareket eylemişdür. Yohsa kral her
vechile ahd ü emânda sâbit olmağa tâlib ü râğıblardur." diyü ol cânibden arz-ı
ubûdiyyet idüp itmînân-ı kalb virmek içün ahid-nâme-i hümâyûnumla varmak

278
bâbında ınâyet recâ itdüği ecilden, Rûmili'nde ze‘âmet tasarruf iden Hidâyet zîde
kadruhû koşılup ol cânibe irsâl olundı. Buyurdum ki: Varıcak göresin; eger kral
yirinde olup ol cânibe hareket itmediyse te’hîr itmeyüp krala mektûb gönderüp ilçisi
ahid-nâme-i şerîfümle varduğını bildürüp ve kulum Hidâyet içün vire mektûbın alup
dahı bir ân ve bir sâ‘at te’hîr itmeyüp ilçisini mezbûr kulum ile kral cânibine irsâl
idesin. Bir bahâne ile mezkûrları ol cânibe vardukdan sonra eğlendürmeyesin; şöyle
bilesin.
(BOA, 6 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1995, s. 16.)

1231
Memleketine dönen Đran elçisinin Đstanbul’a ulaştığında bir gün kalıp ertesi gün
gemilerle karşıya geçirilmesi.

Yazıldı.
Yeniçeri ağasına yazıldı.
Süleymân Çavuş'a virild[i].
Vezîr Piyâle Paşa'ya hüküm ki: Yukaru Cânib'den gelen ilçiye icâzet-i hümâyûnum
ile ol cânibe müteveccih olmışdur. Buyurdum ki: Va[r]up mahrûse-i Đstanbul'a vâsıl
oldukda, bir gün oturak olup irtesi gemiler ile öte yakaya geçüresin.
Yazıldı.
Bir sûreti, yeniçeri ağasına.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 28.)

1233
Đstanbul'dan Erzurum'a kadar yol üstündeki kaza kadılarının memleketine dönen Đran
elçisi ve maiyyeti için idareleri altındaki bölgelerden zahire tedarik etmeleri.

Yazıldı.
Süleymân Çavuş'a virildi.
Mahrûse-i Đstanbul'dan Erzurum'a varınca yolun üzerinde ve sağ u solında vâkı‘ olan
kâdîlara hüküm ki: Hâliyâ şâh tarafından Südde-i Sa‘âdetüm'e gelen ilçi hüsn-i
icâzet-i hümâyûnum ile girü ol cânibe irsâl olunmışdur. Buyurdum ki: Varıcak, her
kankınuzun taht-ı kazâsına ve kurbine dâhıl olursa birbirinüze mu‘âvenet idüp
kendülere ve tavarlarına vâfir ü müstevfî zahîre tedârük ü ihzâr eyleyüp muzâyaka
çekdürmeyesiz. Husûs-ı mezbûr mühimmât-ı umûrdandur; ihmâl ü müsâheleden
hazer idesiz.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 29.)

279
1242
Ardahan sancağında timar tasarruf eden ve bir kaç yandaşıyla birlikte Đran'a tâbi
Varaza ülkesinde köyler basarak hayvan gasbedip yüz kadar esir getirdiğine dair Đran
elçisi tarafından hakkında şikâyette bulunulan Süvar adlı sipahinin ve yandaşlarının
teftiş olunarak üzerlerine sâbit olan hakların hak sahiplerine alıverilmesi; suçlular
sipahi iseler hapsedilip durumun arzedilmesi; değil iseler şer‘an gerektiği şekilde
hareket olunması.

Süleymân Çavuş'a virildi.


Erzurum beğlerbeğisine hüküm ki: Hâliyâ cenâb-ı emâret-me’âb Şâhkulı Sultân
dâme ulüvvühû tarafından Südde-i Sa‘âdetüm'e şöyle arzolundı ki: "Ardahan
sancağında tîmâra mutasarrıf olan Süvâr nâm sipâhî ile birkaç nefer sipâhî Yukaru
Cânib'e tâbi‘ Varaza ülkesinde iki-üç pâre karye urup yüz mikdârı esîr getürüp
birkaçın girü virüp sâyirin virmeyüp te‘addî iderler imiş." Buyurdum ki: Göresin;
kazıyye arzolunduğı gibi ise –[ki], sâbit ü zâhir ola– müteveccih olan eger esîr ve
eger tavardur; bî-kusûr ashâbına hükmidüp alıviresin ve anun gibi fesâd idüp sipâhî
tâyifesinden ise habsidüp arzeyleyesin; değil ise şer‘-ı kavîmle âmil olup sulh u
salâha mugâyir ve şer‘-ı kavîme muhâlif kimesneye iş itdürmeyesin. Tekrâr şikâyet
olunmalu olmayup bu bâbda gereği gibi mukayyed olasın.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 33.)

1292
Şah adına Kanunî Sultan Süleyman Han'ın ruhu için Osmanlı fukarasına sadaka
dağıtmak isteyen Đran elçisinin adamına, böyle bir teşebbüste bulunmamaları, şayet
paraları varsa bunu kendi ülkelerinin fukarasına dağıtmaları hususunda tenbihte
bulunulması.

Yazıldı.
Alî Çavuş'a virildi. Fî 17 Şevvâl, sene: 975
Piyâle Paşa hazretlerine hüküm ki: "Şark cânibinden gelen ilçi merhûm ve mağfûrun-
leh babam hudâvendigâr tâbe serâhü rûhıyçün Memâlik-i Mahrûse'de olan fukarâya
şâh tarafından akça üleşdürmek bâbında izn-i şerîfüm taleb eyledüğin" bildürüp lâkin
ehl-i sünnet [ve] cemâ‘atün ol makûle tasadduka meyleylemedükleri mukarrer
olmağın buyurdum ki: Vardukda, bu husûsa mübâşeret idüp âdemisin [bu]lıvirüp
getürdüp te’kîd ü tenbîh eyleyesin ki, bu bâbda mukayyed olmayup anun gibi
fukarâya tasadduk idecek akçaları varsa memleketleri fukarâsına tevzî‘ u tasadduk
eyleyeler; emr-i şerîfe muhâlif iş itdürmeyüp bu husûsa mübâşeret eylemeyeler.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 59.)

280
1363
Mısır'da, Hind elçisine her gün, belirtilen cinslerden uygun görülecek miktarlarda et
ve erzak verilmesi.

Erdoğdı Kethudâ'ya virildi.


Mısır beğlerbeğisine ve defterdârına hüküm ki: Bundan akdem Hind ilçisi Südde-i
Sa‘âdetüm'de olduğı zamânda her gün yetmiş aded etmek ve üç vukıyye şeker ve üç
dâne şem‘-ı asel ve bir buçuk kile pirinç ve dört vukıyye yağ ve dört vukıyye bal ve
üç cenâh tavuk ve üç re’s* koyun virilügelüp anda dahı münâsib görildüği üzre birer
mikdâr virilmesin emridüp buyurdum ki: Varıcak, emrüm mûcebince ilçi-i mezbûra
vech ü münâsib gördüğün üzre zikrolunan ihrâcâtdan her gün birer mikdâr nesne
ta‘yîn idüp viresin.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 97.)

1668
Boğdan Voyvodasının, Lehliler tarafından ve Akkirman sancağı beyi tarafından
Boğdan topraklarına tecavüz ve müdahale edildiğine dair gönderdiği mektubun
alındığı ve bu hususta hem Südde-i Saâdet'teki Leh elçisinin uyarıldığı, hem de
Akkirman Beyi Hasan'a hüküm gönderildiği.

Yazıldı.
Bu dahı.
Boğdan voyvodasına hüküm ki: Hâliyâ Yüce Dergâhum'a mektûb gönderüp; "Leyh
cânibinden iki yüz nefer mikdârı âdem gelüp vilâyet-i Boğdan'un iki pâre karyesin
gâret idüp cebren iki bin mikdârı tavar sürüp ziyâde zarar u hayf itmişlerdür." diyü
bildürmişsin. Đmdi; Leyh ilçisi ile bu husûs söyleşilüp mezkûr ilçi her vechile
boynına almışdur. Buyurdum ki: Bu bâbda sen dahı ana göre mukayyed olup ahid-
nâme-i hümâyûnuma mugâyir kimesneye iş itdürmeyesin ve "Boğdan toprağında
olan ba‘zı kışlaklara Akkirman Sancağı Beği Hasan dâme ızzühû [dahl] ü ta‘arruz
eyledüği" husûsın bildürmişsin. Bu bâbda; "Ta‘yîn olunan sınurdan içerü
dahleylemeye." diyü müşârun-ileyh Akkirman beğine emr-i şerîfüm gönderilmişdür.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 247-248.)

1775
Leh elçisi ile birlikte Lehistan'a gönderilen Hasan Çavuş'un yanına Boğdan'da,
Türkçe ve Lehçe bilen yeteri miktarda adam verilmesi.

Yazıldı.
Hasan Çavuş'a virildi. Fî 24 Muharrem, sene: 976
Boğdan voyvodasına hüküm ki: Hâliyâ Dergâh-ı Mu‘allâm çavuşlarından kıdvetü'l-
emâsil Hasan Çavuş Dergâh-ı Mu‘allâm'a gelen Leyh ilçisine koşılup ol cânibe irsâl
olunmışdur. Buyurdum ki: Vusûl buldukda, mûmâ-ileyhe Türkî ve Leyh dillerin

281
bilür kifâyet mikdârı âdemlerinüzle bile koşup gönderesiz ki, varup emrüm üzre edâ-
i hıdmet idüp girü mûmâ-ileyh ile bile gelüp gide.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 299.)

1778
Lehistan'a tâbi Ruslardan Osmanlı ülkesinde esir olarak bulunanların, müslüman
olanlarının serbest bırakılması müslüman olmayanların ise ahidnâme gereğince Leh
elçisine teslim edilmesi.

Yazıldı.
Mahrûse-i Đstanbul'dan vilâyet-i Boğdan'a varınca yol üzerinde vâkı‘ olan kâdîlara
hüküm ki: Hâliyâ Leyh kralınun Südde-i Sa‘âdetüm'de olan ilçisi Dergâh-ı
Mu‘allâm'a arz-ı hâl idüp; "kendüye icâzet-i hümâyûnum virilüp Leyh'e tâbi‘ olan
Rus esîrlerin bulduklarında ahid-nâme-i hümâyûnum mûcebince kendülere teslîm
olunmak" bâbında hükm-i şerîfüm taleb itmeğin buyurdum ki: Varıcak, anun gibi
taht-ı kazânuzda bulunup taleb eyledükleri esîrleri onat vechile teftîş ü tefahhus
eyleyüp göresiz: Şöyle ki; Leyh ve Leyh'e tâbi‘ olan Rus tâyifesinden oldukları zâhir
ola, ol makûle esîrlerün müslimân olanları ıtlâk olup henüz küfri üzre olanları ahid-
nâme mûcebince mezkûr ilçiye teslîm olunup ol bâbda kimesneye bî-vech te‘allül ü
nizâ‘ itdürmeyesiz.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 300.)

1781
Tatar tâifesinin ve diğer kişilerin ellerinden emir gereğince alınarak alıkonulduğu
bildirilen Leh esirlerden müslüman olanlarının serbest bırakılıp diğerlerinin Leh
elçisine teslim edilmesi.

Yazıldı.
Mezbûr Hasan Çavuş'a virildi. Fî 24 M., sene: 976
Akkirman beğine hüküm ki: "Bundan akdem mektûb gönderüp; "Tatar tâyifesinden
ve gayriden ba‘zı kimesneler Leyh vilâyetinden ba‘zı yirleri gâret ü hasâret idüp
Leyh re‘âyâsın [esîr] eyledüklerin" i‘lâm eyledüğün ecilden; "Anun gibi Leyh vilâyet
kâfirlerinden Tatar ve gayri kimesneler esîr alup Urağzı'ndan ve gayri geçidlerden
alup alıkoyup dahı arzeyleyesin." diyü gönderilen hükm-i şerîfüm mûcebince ba‘zı
Leyh esîrlerin Tatar ve gayri kimesneler ellerinden alup alıkoduğun" i‘lâm
eylemişsin. Đmdi; Leyh cânibinden Südde-i Sa‘âdetüm'e gelen ilçileri hüsn-i
icâzetüme mukârin olup Dergâh-ı Mu‘allâm çavuşlarından Hasan Çavuş zîde
kadruhû bile koşılup ol cânibe varmak üzredür. Buyurdum ki: Vusûl buldukda, anun
gibi Leyh vilâyetinden alınup dahı Tatar ve gayri elinden alıko[nı]lan esîrlerden şol
esîrler ki, sahîh Leyh ve Leyh'e tâbi‘ olan [Rus] esîri olduğı sâbit olup mezkûr
çavuşuma Đslâm’a gelmeyenleri teslîm eyleyesin ki, müşârun-ileyh ilçi ile
vilâyetlerine varup gideler. Ammâ; eger Đslâm'a gelmiş var ise anun gibileri dahı
ahid-nâme mûcebince dahı ıtlâk eyleyesin.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 301.)

282
1783
Leh Kralı Sigizmunduz'un gönderdiği Elçi Petros Sivarovski ile Sultan Süleyman
Hân zamanında imzalanan ahidnâme yenilendiğinden, Lehistan tüccarına
ahidnâmeye aykırı müdahale edilmemesi.

Yazıldı.
Tercemân Mahmûd Beğ'e virildi. Fî 26 Muharrem, sene: 976
Memâlik-i Mahrûse'de vâkı‘ olan kâdîlara hüküm ki: Hâliyâ vilâyet-i Leyh Kralı
olan iftihâru'l-ümerâ’i'l-ızâm Sigizmunduz Kral Atebe-i Âlem-penâhum'a
mu‘temedün-aleyh Petros Sivarovskı nâm yarar ilçisin irsâl idüp merhûm ve
mağfûrun-leh babam Sultân Süleymân Hân aleyhi’r-rahmetü ve'l-gufrân ile olan ahdi
tecdîd itmek murâd idinmeğin tokuz yüz yetmiş altı Muharremi'nün yiğirmi altıncı
güninden tecdîd olunup ve mezbûr ilçiye ahid-nâme-i hümâyûnumun nişân-ı
hümâyûnumla bir sûreti virilüp buyurdum ki: Vusûl buldukda, ahid-nâme-i
hümâyûnumda mukayyed olan husûslardan eger tüccâr ahvâlidür; mer‘î tutup ana
mugâyir kimesneye iş itdürmeyesiz ve gelüp giden bâzergânların ahde mugâyir
rencîde itdürmeyüp itmek isteyenleri sekidüp ınâd eyleyenleri Atebe-i Ulyâm'a
yazup bildüresiz. Şöyle ki; ahde mugâyir iş ola, sizden bilinür; ana göre basîret üzre
olasız.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 302.)

1788
Erzurum Beylerbeyiliği'nde, Đran elçisi için muhtelif cinslerden ne kadar zahire
salınıp toplandığının ve ne kadarının elçiye sarfedilip ne kadarının yolsuzlukla bazı
kişiler tarafından yendiğinin ve bu kişilerin kimler olduğunun tesbit edilip
bildirilmesi.

Yazıldı.
Erzurum beğlerbeğisine hüküm ki: Yukaru Cânib'den gelen ilçi mühimmi içün
re‘âyâya arpa vü buğday ve bal u yağ ve sâyir zehâyir salınup sâhıblerine akçası
virildüğinden mâ‘adâ cümlesi ilçiye sarfolunmayup ba‘zı kimesneler bel‘ u ekl
itdükleri i‘lâm olunmağın buyurdum ki: Vardukda, bu husûsı onat vechile tetebbu‘ u
tecessüs idüp göresin; ilçi mühimmi içün re‘âyâdan arpa vü buğdaydan ve bal u
yağdan ve sâyir me’kûlâtdan ne mikdâr nesne cem‘ olunup ve ilçiye ne mikdârı
sarfolunup ve ne mikdârın ekl ü bel‘ itmişlerdür ve kimler eklitmişdür; tamâm
ma‘lûm idinüp dahı cümlesin tafsîl üzre yazup Südde-i Sa‘âdetüm'e arzidesin.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 305.)

1789
Şarka giden elçi için ahaliden alınan zahire miktarı ile ne kadarının elçiye verilip ne
kadarının başkaları tarafından yenildiğinin ve zahire satın alınan kişilere paralarının
verilip verilmediğinin bildirilmesi.

283
Yazıldı.
Karahısâr-ı Şarkî kâdîsına hüküm ki: Şark cânibine giden ilçi içün kazâ-i mezbûrdan
ne mikdâr zahîre ihrâc olunup ilçi-i mezbûra ne mikdârı teslîm olunup re‘âyâ
tâyifesine akçası virilmiş midür ve ihrâc olunan zahîreden bâkî kalan zahîre yine
sâhıblerine mi virilmişdür, yohsa mübâşirînden Kâdı-oğulları zimmetlerinde mi
kalmışdur, nicedür; teftîş olunup vukû‘ı üzre arzolunmasın emridüp buyurdum ki:
Vardukda, husûs-ı mezbûra bi'z-zât mukayyed olup mezkûr ilçi içün kazâ-i
mezbûrdan ne mikdâr zahîre ihrâc olunup ne mikdârı ilçiye sarfolunmışdur ve re‘âyâ
tâyifesine akçası virilmiş midür ve bâkî ne mikdâr zahîre kalmışdur ve kimler bel‘ u
ketm itmişdür, Kâdî-oğulları kimlerdür ve ne mikdârdur; mufassal ü meşrûh yazup
bildüresin.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 306.)

1791
Südde-i Saâdet'te bulunan Leh elçisinin kardeşinin adamlarının Dinyester nehrinden
gemilerle getirdikleri keresteyi baclarını verdikten sonra satıp geri dönmelerine mâni
olunmaması.

Yazıldı.
Đlçi âdemisine virildi. Fî 27 M., sene: 976
Sonra geçmişdür.
Akkirman beğine ve livâ-i mezbûrede vâkı‘ olan kâdîlara ve ümenâya hüküm ki:
Hâliyâ Leyh kralınun Südde-i Sa‘âdetüm'de olan ilçisinün karındaşı olup Cisbilis (?)
nâm hısârun Beği olan kıdvetü ümerâ’i'l-milleti'l-Mesîhıyye Kriştofer de Asurun (?);
"zikrolunan hısârdan gemilerine tahta vü (———) ve sâyir kereste tahmîl idüp
Nester suyından âdemleriyle taht-ı hükûmetinüze gönderüp âdet ü kânûn üzre
bâcların virdüklerinden sonra kimesne mâni‘ olmayup gemileri ile âdemleri emîn ü
sâlim girü avdet itdürilmesi" bâbında emr-i hümâyûnum taleb itmeğin buyurdum ki:
Mezkûrun anun gibi kereste ile gemileri taht-ı hükûmetinüze geldükde âdet ü kânûn
üzre bâcların virüp bey‘ itdüklerinden sonra gemileri ile âdemlerin girü emîn ü sâlim
gönderesiz; kimesne mâni‘ u dâfi‘ olmaya; şöyle bilesiz.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 306-307.)

1792
Leh kralı ile olan ahidnâme yenilenerek elçisi ile gönderildiğinden Boğdan'a
Lehistan tarafından bir tecavüz olmadıkça Boğdan voyvodası tarafından da
ahidnâmeye aykırı iş yapılmaması.

Yazıldı.
Hı.
Boğdan voyvodasına hüküm ki: Hâliyâ Leyh kralınun Südde-i Sa‘âdetimüz'e kemâ-
kân itâ‘at ü inkıyâdı olup; "ahde muhâlif bir cânibden memleket ü re‘âyâsına dahl ü
tecâvüz olunmamak" bâbında ınâyet recâ eyleyüp ahid-nâme-i hümâyûnumuz taleb

284
itmeğin müceddeden ahid-nâme-i hümâyûnumuz ınâyet olunup Dergâh-ı Felek-
bârgâhımuz'da olan ilçisiyle irsâl olunmışdur. Buyurdum ki: Vusûl buldukda, mâdâm
ki, ol cânibden ahd ü emâna ve sulh u salâha mugâyir iş olmaya, sen dahı ahid-nâme-
i hümâyûnumuza muhâlif ol cânibe dahl ü tecâvüz eylemeyüp ahd ü emânı
hıfzeyleyesin.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 307.)

1805
Đran'dan elçi ile birlikte gelen Şahverdi'nin Merzifon'da mallarını gasbedip dokuz gün
hapseden ve kendisini başka bir vilâyete satmak isteyen Erzurum kullarından Pîrî ve
Hızır’ın şayet Amasya'ya gelirlerse takip edilerek yakalanıp hapsedilmeleri.

Yazıldı.
Hı.
Amâsiyye beğine hüküm ki: Bundan akdem Yukaru Cânib'den ilçi ile gelen Şâhvirdi
nâm kimesneyi Merzifon'da sâkin olup Erzurum kullarından Pîrî ve Hızır nâm
kimesneler evine iletüp muhkem kayd ü bend idüp tokuz gün habseyleyüp yanında
bulunan esbâbını alup kendüyi âhar vilâyete bey‘* itmek sadedinde iken bir tarîkla
halâs olup Südde-i Sa‘âdetüm'e gelüp arz-ı hâl itmeğin Erzurum beğlerbeğisine;
"Elegetürüp arzidesin." diyü hükm-i şerîfüm gönderilmişdür. Buyurdum ki: Vusûl
buldukda, mezkûrlar husûs-ı mezbûrdan habîr olup ol cânibden gaybet idüp evlerine
gelürse hufyeten tetebbu‘ idüp hüsn-i tedârükle elegetürüp habsidüp vukû‘ı üzre
ahvâllerin yazup bildüresin; sonra emrüm ne vechile olursa mûcebi ile amel oluna.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 312.)

1806
Đran elçisi ile gelirken topallayan atını değiştirmek için Merzifon pazarına
uğradığında Fethullah adlı dellal tarafından evlerine getirilen Şahverdi’yi evlerinde
hapsedip, mallarına elkoyan ve kendisini başka vilâyete satmak isteyen Erzurum
kullarından Pîrî ve Hızır'ın yakalanıp hapsedilmeleri ve Ali Kethüda ile Erzurum'a
gönderilen Şahverdi gelince davalarının görülüp mallarının geri iade edilmesi;
neticenin arzedilip gelecek emre göre hareket edilmesi.

Yazıldı.
Hı.
Erzurum beğlerbeğisine hüküm ki: Bundan akdem Yukaru Cânib'den ilçi [ile]
gelenlerden Şâhvirdi nâm kimesnenün Merzifon'da atı aksayup bâzâra varup tebdîlini
murâd idindükde Fethullâh nâm dellâl atın tebdîl itdürmeğiçün Erzurum kullarından
nefs-i Merzifon'da sâkin olan Pîrî ve Hızır nâm kimesnelerün evlerine iletüp
mezbûrlar dahı mezkûr Şâhvirdi'yi muhkem kayd ü bend idüp tokuz gün
habseyleyüp yanında bulunan esbâbını alup kendüyi* âhar vilâyete satmak üzre iken
bir tarîkla halâs olup hâliyâ Südde-i Sa‘âdetüm'e gelüp ol bâbda hükm-i şerîfüm taleb
itmeğin Dergâh-ı Mu‘allâm'da kapukethudâlığun hıdmetinde olan Alî Kethudâ'ya

285
koşılup gönderilmek üzredür. Buyurdum ki: Vusûl buldukda, bu bâbda tamâm
mukayyed olup mezbûrları hüsn-i tedârükle elegetürüp mezbûr varınca habseyleyüp
vardukda şer‘-ı şerîfe berâber idüp göresin; fi'l-vâkı‘ kazıyye arzolunduğı üzre sâbit
ü zâhir olursa alınan esbâbın mezkûra hükmidüp bî-kusûr alıvirdükden sonra
mezbûrları habsden ıtlâk eyle[me]yüp vukû‘ı üzre ahvâllerin yazup bildüresin; sonra
emrüm ne vechile olursa mûcebi ile amel oluna.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 313.)

1835
Đran'dan gelen elçi Amasya ve Çerkeş'ten geçtiği sırada kendisine yakınlık göstererek
nüzur ve sadakât toplayıp verdikleri duyulan şahısların isimlerinin yazılı olduğu
defterin gönderildiği; bu şahısların gizlice takip edilip yakalanarak hırsız ve harâmi
oldukları gerekçesiyle haklarından gelinmesi.

Yazıldı.
Mustafâ Çavuş'a virildi. Fî gurre-i Rebî‘u'l-evvel, sene: 976
Amâsiyye Beği Đlyâs Beğ'e hüküm ki: Bundan akdem Yukaru Cânib'den Âsitâne-i
Sa‘âdetüm'e gelen ilçiye icâzet-i hümâyûnum virilüp ol câniblere teveccüh eyleyüp
varduklarında ba‘zı melâhıde nüzûr ü sadakât cem‘ idüp varup müşârun-ileyhe teslîm
eyledükleri mukaddemâ istimâ‘ olunmağın bu makûle ehl-i fesâd ism ü resmleriyle
yazı[l]up defter olunup Dergâh-ı Mu‘allâm'a arzolunmak emrolmağın defter olunup
defter Südde-i Sa‘âdetüm'e gelmeğin mezkûrlarun haklarından gelinmek içün
defterün bir sûreti ihrâc olunup aynı ile sana gönderildi. Buyurdum ki: Varup vusûl
buldukda, bu husûsı kimesneye ifşâ eylemeyüp gönderilen defterde mastûr olan
kimesneleri hufyeten tetebbu‘ eyleyüp dahı hüsn-i tedârükle elegetürüp kuttâ‘-ı tarîk
ve hırsuz nâmına gereği gibi haklarından gelüp cezâların viresin.
Yazıldı.
Hı.
Bir sûreti, Çerkeş beğine.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 328.)

1866
Aho Kalesi ve civarındaki köyler Đran ile yapılan sulhten önce fethedildiğinden adı
geçen kaleye tecavüz etmemeleri yolunda Âsitane-i Saâdet'e gelen Đran Elçisi
Şahkulu'ya Erzurum beylerbeyi tarafından mektup gönderilerek tenbihte
bulunulması.

Yazıldı.
Kethudâsı Kurd'a virildi. Fî 15 Safer, sene: 976
Erzurum beğlerbeğisine hüküm ki: Acara Beği Mehmed dâme ızzühû Südde-i
Sa‘âdetüm'e âdem gönderüp; "Gürci beğlerinden [Va]raza beği ile vâkı‘ olan Aho
nâm kal‘a ve köyler nizâ‘ı bundan evvel görildükde köprüden aşağa mezbûr kal‘a ve
etrâfında olan karyeler Yukaru Cânib ile olan sulhdan mukaddem kuvvet-i kâhire ile

286
fetholunan yirlerden olduğı zâhir olmağın ber-karâr-ı sâbık bu tarafdan tasarruf
olunmağa hükmolunup çatmadan binâ itdükleri kal‘adan âdemleri çıkarılup kal‘a
hedmolunmak hükmolunup huccet virilmiş iken girü memnû‘ olmayup dahl ü
tecâvüzden hâlî değillerdür." diyü bildürdi. Buyurdum ki: Vardukda, göresin;
kazıyye arzolunduğı gibi ise bundan akdem Âsitâne-i Devlet-âşiyânum'a risâlet
tarîkı[y]la gelen Şâhkulı'ya kendü tarafundan mektûb gönderüp; "kal‘a-i mezbûre
sulhdan mukaddem alınmış iken ahde mugâyir vech-i meşrûh üzre dahl ü tecâvüz
olunduğın" i‘lâm idüp; "Sulh u salâha mugâyir iş idenleri gereği gibi men‘ u def‘
eyleyesin." diyü tenbîh ü i‘lâm eyleyesin.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 342-343.)

1933
Đran Elçisi Şahkulu'nun, daha önce yapılan anlaşma gereğince tayin olunan Osmanlı-
Đran sınırında karşılıklı olarak bazı kalelerin yıkılmasıyla boş kalan Kars ovasında
yolcuların ve tüccarların hırsız ve harâmiler tarafından rahatsız edilmemeleri için
Kızılgedik civarında sınırın her iki tarafında karşılıklı köyler kurulmasına dair
Erzurum beylerbeyine yaptığı teklifin uygun görüldüğü; ancak tayin olunan sınıra
tecavüz olunmaması hususunda gerekli dikkatin gösterilmesi.

Yazıldı.
Sinân Kethudâ'ya virildi. Fî 22 Safer, sene: 976
Erzurum beğlerbeğisine hüküm ki: Südde-i Sa‘âdetüm'e mektûb gönderüp; "Yukaru
Cânib'den risâlet tarîkı ile gelen Şâhkulı Kars ovasına vardukda mektûb gönderüp;
"Mukaddemâ anda sınur ta‘yîn olundukda cânibe[y]nden birkaç ma‘mûr kal‘alar ref‘
olunmış idi. Ammâ; ol mevâzı‘ hâlî kalmağla ol yirde hırsuz u harâmî çoğalup
öteden berü ve berüden öte cânibe geçen tüccâr tâyifesi ve âyende vü revendeyi dahı
hırsuz rencîde eylememek içün bu cânibe tâbi‘ Kızılgedük öninde sekiz aded karye
ve ana göre anlara tâbi‘ ol mahalde birkaç karye tarafeynden ma‘mûr olmak lâzim
olduğın" bildürdüğin" bildürmişsin. Đmdi; tarafeynden sınurdan tecâvüz olunmak
rızâ-yı şerîfüm yokdur. Buyurdum ki: Vusûl buldukda, bu cânibe müte‘allik olan
mahallerde vech ü münâsib görildüği üzre tüccâr ve sâyir âyende vü revendenün emn
[ü] emânı içün birkaç pâre karye ta‘yîn eyleyüp sınurdan berü bir münâsib yirde
temekkün ü ikâmet itdüresin ve öte cânibe dahı tenbîh eyleyesin ki, anlar dahı ta‘yîn
olunan sınurdan anaru anlara tâbi‘ yirlerde birkaç pâre karye ta‘yîn eyleyüp
tarafeynden ma‘mûr olmak üzre ikâmet itdüreler Ammâ; bu bâbda gereği gibi
mukayyed olasın ki, tarafeynden ta‘yîn olunan sınura dahl ü tecâvüz olunmaya.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 376.)

287
2725
Pişkeş olarak Südde-i Saâdet'e gönderdiği paranın elçisi tarafından getirilip Hazine-i
Âmire'ye teslim olunduğuna ve Beç tarafından ahidnâmeye uyulduğu sürece Osmanlı
Devleti tarafından
ahidnâmeye aykırı bir iş zuhur etmeyeceğine dair Beç kralına yazılan nâme-i
hümâyun.

Yazıldı.
Altun kozalak ve ser-â-ser kîse ile Tercemân Matya'ya virildi.
Beç kralına nâme-i hümâyûn ki: Atebe-i Aliyye-i Âlem-penâh ve Südde-i Seniyye-i
Sa‘âdet-destgâhımuz'a pîş-keş tarîkıyla irsâl eyledüğünüz kırk dört bin tokuz yüz
otuz iki aded guruş işbu sene: tokuz yüz yetmiş beş Rebî‘u'l-evveli'nün on tokuzıncı
güninde –ki Septoris ayınun yiğirmi üçinde vâkı‘ olmışdur– mefâhıru'l-a‘yâni'l-
milleti'l-Mesîhıyye ilçinüz yedinden bî-kusûr Hızâne-i Âmiremüz'e gelüp teslîm
olunmağın nâme-i hümâyûnumuz gönderildi. Gerekdür ki: Inâyet olunan ahid-nâme-i
hümâyûnumuz muktezâsınca şol* ki, müşeyyid-i kavâ‘ıd-i dostî vü mahabbetîdür;
mâdâm ki, ol cânibden ri‘âyet oluna, berü cânibden dahı hılâf-ı va‘d ü peymân bir
vaz‘ zuhûra gelmedüğine iştibâh olunmaya.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri III , BOA Yay., Ankara 1999, s. 387.)

2742
Elçi göndererek müceddeden ahidnâme isteyen Leh kralına; Kırım ve Osmanlı
ülkesine yapılan saldırıları durdurup suçluları cezalandırması, Tatar hanının elçisi ile
diğer esirleri serbest bıraktırması, daha önceki ahidnâme şartlarına uyması ve
Cankirman Kalesi'ni muhasara edip varoşunu yakanların ve çeşitli yerlerde halkı esir
edip hayvanlarını sürüp götürenlerin kimler olduğunu ve bu işlere rızası olup
olmadığını ayrıntılı olarak bildirmesi hususlarında yazılan nâme-i hümâyun.

Yazıldı.
Ser-â-ser kîse ile altun kozalak virilüp mezbûr ile irsâl olundı. Fî 18 Zi'l-ka‘de, sene:
975
Leyh kralına nâme-i hümâyûn ki: Dergâh-ı Sa‘âdet-medâr ve Bârgâh-ı Celiyyü'l-
iktidârımuz –ki, melce-i mülûk-i zamân ve mültecâ-i ekâsire-i asr u evândur–
nâmenüzle ( ) nâm ilçinüz gönderilüp; "vüfûr-ı ihlâs u ihtisâsla müceddeden ahid-
nâme-i hümâyûnumuz taleb olunduğı" i‘lâm olunup dahı her ne dinilmiş ise Pâye-i
Serîr-i Âlem-masîrimüz'e arzolunup ılm-i şerîf-i âlem-şümûl-i husrevânemüz muhît
u şâmil olmışdur. Đmdi; Südde-i Seniyye-i Semâ-sîmâmuz'a ilticâ iden selâtîn-ı
sadâkat-intimâ hakkında ebvâb-ı musâfâtımuz meftûh olmak kâ‘ıde-i müstemirre-i
pâdişâhânemüz olduğı azherdür. Fe-emmâ; Akkirman* sancağı beği Südde-i
Sa‘âdetimüz'e mektûb gönderüp; "mâh-ı Zi'l-ka‘de'nün sekizinci güni Leyh
beğlerinden Ostor Beği Pan ve gayri beğler on bin asker ile Cankirman Kal‘ası'na
gelüp taşrada olan hargele vü sığır u koyunların sürüp gâret idüp kal‘ayı muhâsara
eyleyüp dizdârı tutılan dillerden birin ulağla gönderüp sü’âl olundukda; "gâret ü
hasâret kasdına geldüklerine" mu‘terif olup" ve Tatar hânı –ki, eben an-ceddin
Dergâh-ı Inâyet-bârgâhımuz'da kemâl-i sadâkat ü ihlâs üzre sâbit-kademdür–

288
[cânibinden] bu bâbda mektûb-ı sadâkat-mashûb gelüp; "Kadîmden ol cânibe
virilügelen ne ise bir nice yıl irsâl olunmayup ve üç yıldur ki, ilçisi alıkonılmış; ale'l-
husûs ınâyet olunan ahid-nâme-i hümâyûnumuzda; "Mâdâm ki, ol cânibe virilügelen
virgüleri virile, hân cânibinden dahı ahde muhâlif vaz‘ sudûr itmeye." diyü
mukayyed iken ahid-nâme-i hümâyûn muktezâsınca amel olunmayup muttasıl etrâf u
cevânibi gâret ü hasâret itmekden hâlî değillerdür." diyü bildürüp bundan mâ‘adâ
ba‘zı mâl-ı mîrî mühimmi içün havâle [ta‘yîn] olunup Cankirman'a varan Mahmûd
nâm kimesne Dîvân-ı Adâlet-unvânımuz'a gelüp; "Çerkeskirman ve tâbi‘ Braslav
Hısârı'ndan Hayman (?) Kelis (?) Doman (?) ve Çerkeskirman'dan Kurmadurgı (?)
Baror (?), Lucka (?) Hısârı'ndan Seler (?) nâm-ı dîger Catozdime (?) Hısârı'ndan
Turuçka (?) ve Leyh Hısârı'ndan Valka, yine Cankirman'dan Kamsıçka (?) ve Kalpak
(?) ve Yani Dülger ve Mika (?) ve Kornak (?) muttasıl Cankirman ve Bender
semtlerinde harâmîlık tarîkıyla fesâd eylemekden hâlî olmayup bu def‘a haylî âdemle
Cankirman Kal‘ası'n ihâta idüp varoşın ihrâk eyleyüp kendü ile oğlın esîr eyleyüp ve
yanında mâl-ı mîrîden ve gayriden bulunan akçasın alup kendünün halâsı içün ziyâde
bahâ taleb olunmağla kâdir olmaduğı ecilden burnı ve kulağı kesilüp bi'l-fi‘l oğlı
mahbûs olduğın" bildürüp tezallüm eyledi. Đmdi; eyyâm-ı adâlet-encâm-ı
pâdişâhânemüzde bir ferde zulm ü te‘addî olduğına aslâ rızâ-yı şerîfüm olmayup
mâbeynimüzde bu mertebe dostluk mukarrer iken Memâlik-i Mahrûsemüz'de olan
kal‘anun varoşı ihrâk ve re‘âyâsı esîr ve emvâl ü esbâbı nehb ü gâret olmak dostluk
alâyimi olmayup da‘vâ-yı mahabbet ü musâfâta mülâyim olmaduğı rûşendür. Bu
husûsun hakîkati zamîr-i münîr-i azamet-tenvîr-i husrevânemüze sıhhati ile ma‘lûm
olmak lâzim olmağın Dergâh-ı Felek-bârgâhımuz çavuşlarından kıdvetü'l-emâsil
ve'l-akrân ( ) zîde kadruhû ulağıla irsâl olunmışdur. Gerekdür ki: Nâme-i hümâyûn-
ı meserret-makrûnumuz ile vusûl buldukda, kadîmü'l-eyyâmdan Yüce Dergâhımuz'a
olan vüfûr-ı sadâkat ü ihlâs ve fart-ı muhâlesat u ihtisâsınuz muktezâsınca bu husûsı
gereği gibi tetebbu‘ u te’emmül eyleyüp dahı ahid-nâme-i musâdekat-nümâmuza
muhâlif bu makûle evzâ‘a ikdâm iden kimlerdür ve sebeb ne olmışdur ve mezbûr
kimesnenün burnın ve kulağın kesüp dahı oğlın esîr iden ne asıl âdeminüzdür; bilüp
elegetürüp ahid-nâme-i ınâyet-nümûnumuz muktezâsınca cezâsı virilüp ve oğlı ıtlâk
olunup ve ahde muhâlif kal‘a-i mezbûrenün varoşın ihrâk eyleyen kimlerdür,
nicedür; eger; "Tatar askeri memleketimüze tecâvüz eyleyüp ardınca asker
gönderdük." diyü cevâb virilürse çendân cevâb-ı bâ*-savâb olmayup eger anlar
cânibinden ahde muhâlif vaz‘ olursa Südde-i Sa‘âdetimüz'e arzolunsa men‘ olunup
te’kîd olunurdı. Kal‘a'nun üzerine asker gelüp varoşın ihrâk eylemek münâsib
değildür. Bu ahvâl ha[k]îkati ile ma‘lûmunuz olup dahı mâbeynimüzde min-ba‘d
dostluk kâ‘ıdesi mahfûz olup binâ-yı ahd ü emân muhkem ü müstahkem olmak
murâdınuz ise ahde ve emâna mugâyir vaz‘ idenlerün haklarından gelinmek bâbında
sa‘yolunup anun gibi Tatar tâyifesinden ve sâyir levendlerden ahde muhâlif vaz‘
idenler arzoluna ki, ahid-nâme mûcebince bu bâbda vüfûr-ı sadâkat ü ihlâsınuz
muktezâsınca vech ü münâsib görildüği üzre [cezâ-yı] sezâları virile ve hânun ilçisi
dahı ıtlâk olunup dostluk umûrında râ‘î olmağa sâ‘î olunup ahid-nâme-i sadâ-kat-
nümâya muhâlif evzâ‘a bâdî olanlar kimlerdür ve bu husûsa rızânuz var mıdur,
nicedür; mufassalen nâme-i muhâlesat-erkâmınuz ile i‘lâm eyleyesiz.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri III , BOA Yay., Ankara 1999, s. 398-399.)

289
596
Açe padişahının Đstanbul'a gelen elçilerinin, geri dönüşlerinde gemi veya başka bir
vasıtayla gidecekleri yere ulaştırılmaları.

Açe pâdişâhına hıdmet iden Mustafâ Çavuş'a virildi.


Rodos beğine hüküm ki: Hâlen Açe pâdişâhı edâma'llâhü te‘âlâ me‘âliyehû
tarafından Âsitâne-i Sa‘âdet-âşiyânum'a gelen ilçileri hüsn-i icâzetümle girü ol
cânibe gemi ile irsâl olunmağın buyurdum ki: Mezkûrlar anun gibi Rodos'a varup
vâsıl olduklarında*, gemi ile mi olur, kadırga ve kalite ve firkate ile mi olur; her ne
tarîk ile mümkin ise emîn ü sâlim Đskenderiyye['ye] ulaşdurup te’hîr itdürmeyesin ve
ne gün gönderilüp ne vechile tedârük eyledüğün yazup bildüresin.
Bu dahı.
Bir sûreti, Đskenderiyye beğine; "... Mısır'a ile mi olur, her ne tarîk ile olursa vakti ile
..."
Bu dahı.
Bir sûreti, Mısır beğlerbeğisine; "... çekdürür gemi ile mi olur, her ne tarîk ile olursa
vakti ile Süveyş'e ve Cidde'ye ulaşdura ..."
Bu dahı.
Bir sûreti, Cidde beğine; "... Vakti ile Yemen'e ulaşdura ..."
*
(BOA, 12 Numaralı Mühimme Defteri I , BOA Yay., Ankara 1996, s. 395.)

290
ÖZGEÇMĐŞ

Oltu’da doğdu, Üsküdar’da büyüdü. Marmara Üniversitesi Đlahiyat Fakültesi


mezunudur. Hattat Hasan Çelebi’den rik’a ve nesih dersleri aldı. Mustafa
Düzgünman’dan ebru sanatı ile ilgili bilgi ve görgü sahibi oldu. Bir süre gazetecilik
yaptı. Birçok gazete ve dergide kültür-sanatla ilgili konularda çeşitli yazıları ve
röportajları yayınlandı. Muhabirliğin yanı sıra, kültür sanat yönetmenliği, genel
yayın yönetmenliği ve yazı işleri müdürlüğü görevlerinde bulundu. Bir reklam
ajansında reklam yazarı ve görsel sanat yönetmeni olarak çalıştı. Askerliğini Đzmir’de
kısa dönem (sekiz ay) olarak yaptı. Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde ilkokul,
ortaokul ve lise öğretmenliklerinde bulundu. Akademisyenliğe SDÜ Đlahiyat
Fakültesi Türk Đslam Sanatları Tarihi ABD’nda başladı. Yüksek Lisansını Marmara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Đslam Tarihi ve Sanatları Bölümü’nde
bitirdi. SDÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Geleneksel Türk El Sanatları Bölümü’nde
görev yaptı. Halen Đstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü’nde
akademik çalışmalarına devam etmektedir. Alanıyla ilgili çeşitli makale ve
sempozyum bildirileri vardır.

291

You might also like