Professional Documents
Culture Documents
Tez 3
Tez 3
ĐSTANBUL ÜNĐVERSĐTESĐ
SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ
SANAT TARĐHĐ ANABĐLĐM DALI
Doktora Tezi
Đbrahim YILDIRIM
2502000064
Danışman:
Prof. Dr. Zühre ĐNDĐRKAŞ
Đstanbul 2011
ÖZ
iii
ABSTRACT
The ambassador and its attendants who were coming to these receptions,
which were conducted within the scope of considerably strict rules on particular
days, were going back to their countries psychologically impressed by the hierarchal
order and power they saw during both the reception and the farewell ceremony.
The composition, the stage designs, the colours and the emperor’s – the
absolute power of the throne and the sultanate - presence as a dominant power in the
various miniature depictions, which includes receptions scenes, of the period in
which the state was powerful is visually analysed. Moreover, the reflection of natural
consequences of the mental changes of the time when the Ottoman Empire lost
power on the reception ceremonies is emphasized.
iv
ÖNSÖZ
Tez izleme sürecinde bana kapısını her zaman açma nezaketini gösteren ve
minyatürler konusundaki derin bilgisiyle beni yönlendiren değerli hocam Prof. Dr.
Banu MAHĐR’e, Osmanlı minyatürü ve Osmanlı’da teşrifat üzerindeki engin bilgisi,
bitmeyen enerjisi ve her zamanki mütebessim yüzüyle en sıkıntılı zamanlarımda
tezimle ilgili çalışmalarımda bana ışık olan kıymetli hocam Doç. Dr. Zeynep
ERTUĞ’a şükranlarımı sunuyorum.
v
Her başarılı çalışmanın arkasında yer alan gerçek güçten bahsetmeyi en
sona sakladım. Kuvvetli görsel hafızası, teknolojiyi inanılmaz derecede kullanabilme
becerisi, bilimsel kaynaklara ulaşma isteği, yatkınlığı ve başarısıyla, kendi bilimsel
çalışmalarını bir kenara koyarak, bu tezin bitirilebilmesinde çok emeği bulunan, eşim
Nihan’a özel teşekkür ediyorum.
Đbrahim YILDIRIM
Đstanbul 2011
vi
ĐÇĐNDEKĐLER
ÖZ ............................................................................................................................... iii
ABSTRACT ................................................................................................................ iv
ÖNSÖZ ........................................................................................................................ v
GĐRĐŞ ........................................................................................................................... 1
BĐRĐNCĐ BÖLÜM
1.1.1. Elçi............................................................................................................... 23
vii
1.2.7. Sürekli Diplomasiye Geçiş, Yolluk ve Harçlıklar ....................................... 40
ĐKĐNCĐ BÖLÜM
viii
2.1.1.3. Kırım’dan Gelen Elçilerin Kabulü .................................................... 83
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
3.1.1. Ogler Ghiselin de Busbecq’in Türk Mektupları Đsimli Eserine Göre Elçi
Kabulleri .............................................................................................................. 125
ix
3.1.1.4. Đstanbul’a Varış ............................................................................... 128
3.1.2.10. Padişah Đle Kral’ın Mektupları Hakkında Bazı Gözlemler .......... 145
3.1.3. Stephan Gerlach’ın Türkiye Günlüğü 1573-1576 Đsimli Eserine Göre Elçi
Kabulleri .............................................................................................................. 147
x
3.1.3.4. Elçilik Heyetinin Paşalarla Görüşmesi ............................................ 151
3.1.3.8. II. Selim’in Ölümü, III. Murad’ın Tahta Çıkışı .............................. 154
3.1.3.9. Sokullu Mehmed Paşa Đle Görüşme, Paşalara Armağan Sunumu .. 155
3.1.3.11. Gerlach’ın Saraya ve Elçi Kabul Törenine Dair Gözlemleri ....... 158
3.1.4. Stephan Gerlach’ın Türkiye Günlüğü 1577-1578 Đsimli Eserine Göre Elçi
Kabulleri .............................................................................................................. 164
3.1.4.5. Sadrazam Đle Büyük Vezirleri Ziyaret ve Getirilen Armağanlar .... 166
xi
3.1.5.5. Đstanbul’daki Elçilerin Gereksinimlerinin Karşılanması ................. 177
3.1.5.6. Armağanların Padişaha Sunumu, Arz Odası Đle Đlgili Gözlemler ... 178
3.2.1. Robert Withers’ın Büyük Efendi’nin Sarayı Đsimli Eserine Göre Elçi
Kabulleri .............................................................................................................. 193
xii
3.2.2.2. Elçilerin Arza Kabul Ediliş Biçimi ................................................. 197
3.2.4. Claes Ralamb’ın Đstanbul’a Bir Yolculuk 1657-1658 Đsimli Eserine Göre
Elçi Kabulleri ...................................................................................................... 200
3.3.1.2. Đstanbul’da Đlk Görüşmeler ve Saraya Dair Đlk Đzlenimler ............. 210
xiii
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
xiv
GÖRSEL MALZEME LĐSTESĐ
xv
Resim 19-20: Pâye-i Serîr-i A'lâya Acem Elçisi Maksud Rûyi Mal Olup, Name
Sunduğıdır, Şehinşahname-i Murad, TSMK, B. 200, 28b (sol üst
minyatür), 29a (sağ üst minyatür) .................................................... 102
Resim 21: Safevi Devleti Elçisi Maksud. (Schweigger, s. 85) .......................... 103
Resim 22: Büyükelçi Cornelis Calkoen. (Eveline Sint Nicolaas vd., Kat. No.
1’den ayrıntı, a.g.e., s. 9.) .............................................................. 107
Resim 23: Sultan III. Ahmed’in Cornelis Calkoen’u kabulü için büyükelçi ve
beraberindekiler yeniçerilerin “çanak yağması” sırasında Topkapı
Sarayı Đkinci Avlusu’nda. Jean-Baptiste Vanmour. (Eveline Sint
Nicolaas vd., Kat. No. 24’ten ayrıntı, a.g.e., s. 13.) ......................... 110
Resim 24: Sultan III. Ahmed’in Cornelis Calkoen’u kabulü için büyükelçi ve
beraberindekiler yeniçerilerin “çanak yağması” sırasında Topkapı
Sarayı Đkinci Avlusu’nda. Jean-Baptiste Vanmour. (Eveline Sint
Nicolaas vd., Kat. No. 24’ten ayrıntı, a.g.e., s. 13.) ......................... 112
Resim 25: Çanak Yağması, Surname-i Vehbi, TSMK, A. 3593, y. 23a ........... 113
Resim 26: Çanak Yağması. Jean-Baptiste Vanmour. . (Eveline Sint Nicolaas vd.,
Kat. No. 24’ten ayrıntı, a.g.e., s. 13.) ............................................... 114
Resim 27: Sultan III. Ahmed’in Cornelis Calkoen’u kabulü öncesinde
Sadrazamın Büyükelçi ve beraberindekilere Kubbealtı’nda verdiği
yemek. Jean-Baptiste Vanmour. (Eveline Sint Nicolaas vd., Kat. No.
25’ten ayrıntı, a.g.e., s. 14.) .............................................................. 115
Resim 28: Sultan III. Ahmed’in Cornelis Calkoen’u kabulü öncesinde
Sadrazamın Büyükelçi ve beraberindekilere Kubbealtı’nda verdiği
yemek. Jean-Baptiste Vanmour. (Eveline Sint Nicolaas vd., Kat. No.
25’ten ayrıntı, a.g.e., s. 14.) .............................................................. 117
Resim 29: Sultan III. Ahmed ve iki has odalı. Jean-Baptiste Vanmour. (Eveline
Sint Nicolaas vd., Kat. No. 6’dan ayrıntı, a.g.e., s. 49.) ................... 118
Resim 30-31: Đki Has Odalı. Levni ve Vanmour’un fırçalarından.......................... 118
Resim 32: Yabancı Elçiler, Surname-i Vehbi, TSMK, A 3593, y. 140a ........... 119
Resim 33: Sultan III. Ahmed’in Cornelis Calkoen’u kabulü. Jean-Baptiste
Vanmour. (Eveline Sint Nicolaas vd., Kat. No. 26’dan ayrıntı, a.g.e.,
s. 17.) ................................................................................................ 120
xvi
Resim 34: Sultan III. Ahmed’in Cornelis Calkoen’u kabulü. Jean-Baptiste
Vanmour. (Eveline Sint Nicolaas vd., Kat. No. 26’dan ayrıntı, a.g.e.,
s. 17.) ................................................................................................ 122
Resim 35: Sultan III. Ahmed’in Cornelis Calkoen’u kabulü. Jean-Baptiste
Vanmour. (Eveline Sint Nicolaas vd., Kat. No. 26’dan ayrıntı, a.g.e.,
s. 17.) ................................................................................................ 123
Resim 36: Salomon Schweigger. (Schweigger, s. 10) ....................................... 171
Resim 37: Elçi Joachim von Sintzendorff. (Schweigger, s. 21) ........................ 171
Resim 38: Elçilik Gemileri. (Schweigger, s. 23) ............................................... 172
Resim 39: Budin Paşası huzurunda elçi kabulü. (Schweigger, s. 35)................ 175
Resim 40: Elçi ve maiyetindekilerin Đstanbul’a girişi. (Schweigger, s. 54-55) . 176
Resim 41: Elçi Hanı. (Schweigger, s. 58) .......................................................... 177
Resim 42: Elçiler padişahın huzurunda. (Schweigger, s. 63) ............................ 179
Resim 43: Topkapı Sarayı. (Schweigger, s. 72) ................................................ 183
Resim 44: Ralamb’ın Yol Güzergâhı. (Adahl, s. 13)......................................... 202
Resim 45: Sadrazamın Ralamb için verdiği Osmanlı topraklarından geçiş izni.
(Baamhielm, s. 286) ......................................................................... 204
Resim 46: L ‘Espinasse, III. Selim’in Bir Elçiyi Kabulü, (D’Ohsson, 1820) ... 221
Resim 47: H. G. Schlesinger, Sultan II. Mahmud, 1839, Versailles Şatosu...... 226
Resim 48: David Wilkie, Portre, Sultan Abdülmecid, TSM Koleksiyonu, Env.
No. 17/120 ........................................................................................ 227
Resim 49: Padişah Abdülmecid Tarafından Prens Napoleon’a Verilen esepsiyon
(1 Mayıs 1854). Dulong, L’llustration: Journal Universel, Paris, 1854,
C. XXIII, s. 324, Milli Kütüphane Türk Ocağı Koleksiyonu. .......... 228
xvii
KISALTMALAR
xviii
GĐRĐŞ
Bu tezde gerek yazılı belgeler ışığında ve gerekse ilgili dönemlere ait çeşitli
görsel malzemelerden (minyatür, gravür ve resim) hareketle Osmanlı Devleti’ndeki
elçi kabul törenlerinin nasıl olduğu ortaya konulmuştur. Bu tezde elçi kabulleri ile
ilgili bir katalog çalışması yapılmamıştır. Osmanlı Devleti’nin güçlü ve güçsüz
olduğu dönemlere ait önemli bulunan çeşitli örnekler seçilmiştir. Bu örneklerle konu
yani elçi kabulleri, görsel objelerle ve tarihsel arka plan gelişmeleriyle
aydınlatılmaya çalışılmıştır.
1
Bu plana göre, konular tezde dört ana bölüm başlığı altında ele alınmıştır.
Birinci Bölüm’de, diplomatik açıdan elçi kavramı ve bu kavramın tarihsel süreci alt
başlıklar halinde incelenmiştir.
2
2. Osmanlı Devleti’nin XVI. ve XVIII. Yüzyılları Arasındaki Dış
Politikasına Genel Bakış
Fatih’in vefat etmesiyle beraber, korkunç bir yeniçeri isyanı, oğulları Cem ve
Bayezid arasında taht için tehlikeli bir iç harp, devlet idaresinde ve sosyal-ekonomik
işlerde Fatih’in siyasetine karşı kapsamlı bir tehlike dönemi başlar1. Fatih Sultan
Mehmed’in (1451-1481) 3 Mayıs 1481’de vefatından sonra, Bayezid’in Osmanlı
tahtına sahip olabilmesi karşısındaki en büyük engel kardeşi Cem Sultan’dı. Fatih’in
uyguladığı sert reform politikalarının devlet ricali ve halk arasında meydana getirdiği
hoşnutsuzlukların Beyazid’in tahta çıkma ihtimalini arttırdığı su götürmez bir
gerçektir. Babasının politikalarını devam ettirme eğilimi gösteren Cem’e nazaran
Bayezid, sakinliği ve yumuşak duruşu ile saltanatın en güçlü adayı haline gelmişti2.
3
Karamanî Mehmed Paşa’yı bertaraf etmek için fırsat olarak kullanmışlardır. Đshak
Paşa ve yandaşları yeniçerileri kışkırtarak Bayezid lehine nümayiş yaptırmışlardır.
Yeniçeriler Mehmed Paşa’nın evini basarak onu katletmişler, bununla da kalmayarak
pek çok yeri yağmalamışlardı. Bu sırada Đstanbul’da bulunan Bayezid’in oğlu
Korkut, babasına vekâlet etmek üzere bir tahta oturtulmuştur. 21 Mayıs 1481’de
Đstanbul’a ulaşan Bayezid kendisini karşılayan vezirlerin refakatinde saraya girdi.
Bayezid’in ilk işi ertesi gün uzun süredir sarayda bekletilen babasının cenazesini
törenle defnettirmek oldu.
Tahta cülûsundan sonra II. Bayezid’in karşı karşıya kaldığı en önemli sorun,
Cem Sultan’ın saltanatı ele geçirme teşebbüsüdür. Cem Sultan’ın Đstanbul’daki en
büyük destekçisi olan Karamanî Mehmed Paşa’nın öldürülmesi Cem için oldukça
kötü bir durumdu. 8 Mayısta Bursa’ya hareket eden Cem, Đstanbul’a kardeşinden
daha yakın olmasına rağmen büyük ihtimalle Đshak Paşa’nın etkili siyaseti sonucunda
hızlı hareket edemedi. Bursa’da para basıp sultanlığını ilan eden Cem’e karşı
gönderilen ordu mağlubiyete uğradı. Bu sırada Avlonya’da bulunan ve askerlerin çok
sevdiği Gedik Ahmet Paşa da Bayezid tarafına katıldı. Yenişehir ovasında yapılan
savaşta Cem Sultan mağlup oldu ve Memlük sultanlığına sığındı. Cem’in ülkeden
kaçması bir süreliğine de olsa II. Bayezid’in rahatlamasına vesile oldu3.
Đstanbul’a dönmüş olan II. Bayezid, Cem Sultan’ın bazı taraftarları ve bir
kısım Osmanlı ümerasının tahrikiyle tekrar Anadolu’ya geçmesi üzerine, yeniden
Anadolu’ya geçti. Konya ve Ankara’da Cem’i kovalayan Bayezid’in önünde Cem
Sultan’ın bu baskılar karşısında Rodos şövalyelerine sığınması sonucu yeni bir
hareketlilik sahnesi açıldı. Artık Avrupa ve Osmanlı ilişkileri Cem’in sürekli kontrol
altında tutulacağı bir ilişki ağına dönüşecekti. II. Bayezid kardeşini siyasi emelleri
için kullanmak isteyen başta Papalık olmak üzere Macar ve Fransız faaliyetlerini
sürekli olarak izlettirme ve istihbarat alma politikasını uygulayacaktı4.
3
Đsmail Hikmet Ertaylan, Sultan Cem, ĐÜEF Yay., Đstanbul 1951, s. 85-110.
4
Şerafettin Turan, “Bayezid II”, DĐA, C. V, Đstanbul 1992, s. 235.
4
Cem Sultan olayı dolayısıyla merkezdeki iktidarı tehdit eden bazı devlet
adamları ve yeniçeriler üzerine gidemeyen II. Bayezid bu sorunu halletmesi akabinde
hemen harekete geçmiş ve içeride huzuru sağlayacak ve iktidarını kuvvetlendirecek
faaliyetlere başlamıştır. Bu faaliyetler içerisinde Cem taraftarı olduğunu düşündüğü
Gedik Ahmet Paşa’nın katledilmesi, isyana meyilli bazı yeniçeri ileri gelenlerinin
tımar vasıtasıyla merkezden uzaklaştırılması ve babası döneminde el konulan bazı
mülklerin eski sahiplerine verilerek halkın hoşnutluğunun kazanılması gösterilebilir.
II. Bayezid Batıya sığınmış olan ve Osmanlıya karşı bir iktidar piyonu gibi
kullanılan Cem Sultan’ın 1495’te ölümüne kadar sürekli olarak dış baskı hissetmişti.
Kardeşini gözetim altında tutabilmek için etkili bir siyaset izleyen II. Bayezid, bu
doğrultuda papa ile gizlice anlaşmış casuslar vasıtasıyla Batı ahvali hakkında önemli
bilgiler elde etmişti. Bu hadise II. Bayezid’in barışçı kimliğinin bir yansıması gibi de
algılanmıştı.
5
Nicolae Jorga, Osmanlı Đmparatorluğu Tarihi, Çev. Nilüfer Epçeli, Đstanbul 2005, s. 242-243.
5
nüfuz mücadelesi ve bir Venedik gemisinin Osmanlı saldırısına uğraması gerilimi
tırmandırmıştı. Ayrıca Papalık, Napoli ve Milano dukalarının teşvik ve desteği
Osmanlıları savaşa meylettiriyordu. Cem’in naaşının getirildiği yıl olan 1499’da
savaş başladı. 1500’de Osmanlı kuvvetleri Modon, Navarin ve Koron’u aldılar.
Venedik’in yanında savaşa giren Macarlar Sırbistan’a saldırdı. Denizdeki
çarpışmalar Adriyatik sahillerinde devam ediyordu. Midilli’yi kuşatan Venedik-
Fransız donanması geri püskürtüldü. Savaşta ağır darbe alan ve önemli kolonilerini
kaybeden Venedik mücadeleyi daha fazla sürdüremedi, 14 Aralık 1502’de yapılan
ateşkes ile savaşa son verilmiş oldu, bir yıl sonra 20 Mayıs 1503’te de antlaşma
yapıldı6.
II. Bayezid Avrupa ile meşgulken, Anadolu dini-sosyal vasıflı yeni bir
hareketlenme ile kaynamaya başlıyordu. Đran Şahı Şah Đsmail Anadolu’daki merkezi
yönetimden rahatsız olan Türkmen aşiretlerini kendi dini görüşü altında toplayarak,
Anadolu’yu nüfuz alanı olarak kullanmaya çalışıyordu. Şah Đsmail’in Anadolu’daki
propagandası her ne kadar önlenmeye çalışıldıysa da, gereken önemin verilmemesi
devleti tehdit etmekteydi. Bu sırada yaşlı ve hasta olan II. Bayezid, Şah Đsmail ile
anlaşmaya yoluna gitmiş ve onun faaliyetlerine karşı etkili bir siyaset gütmemiştir.
Ancak Trabzon’da bulunan ve Đsmail’e karşı bizzat harekete geçen Şehzade Selim,
babasının bu pasif politikası karşısında harekete geçmiş ve isyan ederek saltanatı ele
geçirmiştir. Osmanlı tarihinde tarih konulu minyatürlü yazmaların en erken
örneklerinden olan Şükrî-i Bitlisî’nin Selimnamesi’nde, Sultan Bayezid-Şehzade
Selim karşılaşması ve I. Selim’in doğu seferleri hakkında oldukça doğru bilgiler
veren minyatürler bulunmaktadır7.
6
Necdet Sakaoğlu, Bu Mülkün Sultanları 36 Osmanlı Padişahı, Oğlak Yay., Đstanbul 2008, s. 109.
7
Zeynep Tarım Ertuğ, “Minyatürlü Yazmaların Tarihi Kaynak Olma Nitelikleri ve Nüzhetü’l-Esrar,”
Tarih Boyunca Türk Tarihinin Kaynakları Semineri, 6-7 Haziran 1996, Bildiriler, Đstanbul, 1997,
s. 31.
6
2.2. Yavuz Sultan Selim Dönemi (1512-1520)’nin Öne Çıkan
Olayları
8
Bkz., Zeynep Tarım Ertuğ, XVI. Yüzyıl Osmanlı Devleti’nde Cülûs ve Cenaze Törenleri, Kültür
Bakanlığı Yay., TTK Basımevi, Ankara 1999, s. 6.
9
Bkz., Zeynep Tarım Ertuğ, a.g.e., s. 8-9; Colin Đmber, Osmanlı Đmparatorluğu 1300-1650, Đstanbul
Bilgi Üniversitesi Yay., Çev. Şiar Yalçın, Đstanbul 2006, s. 132-133.
7
yakalayan Selim tekrar görüşme talebinde bulundu ancak isteği kabul görmedi ve
üzerine asker gönderildi. Kolay bir şekilde dağılan ordusuyla birlikte geri çekilen
Selim Kefe’ye döndü. Bu sırada Đstanbul’da hava Selim lehine değişmekteydi.
Şehzade Ahmet’in Anadolu’daki Şahkulu ile yaptığı mücadelede başarısız olması ve
devlet ricalinin önde gelenlerinin Selim’e meyletmeleri Selim’in elini kuvvetlendirdi.
Yeniçerilerin de Ahmet’e karşı Selim’den yana tavır almalarıyla birlikte artık Selim
tahtın en güçlü adayı haline geliyordu10. II. Bayezid baskılara dayanamayarak
Selim’i Asâkir-i Mansûre Serdarlığı için Đstanbul’a çağırdı. Selim hızlı bir şekilde
Đstanbul’a geldi. II. Bayezid Selim’in gelişiyle oğlu lehine tahttan feragat etti. Bir
bakıma tahtan indirildi. Böylece I. Selim dokuzuncu Osmanlı padişahı olarak tahta
oturdu11.
10
Bkz., Zeynep Tarım Ertuğ, a.g.e., s. 13.
11
Çağatay Uluçay, Yavuz Sultan Selim Nasıl Padişah Oldu, TD, S. 9, s. 74.
12
Halil Đnalcık, a.g.m., s. 101.
13
Feridun Emecen, Zamanın Đskenderi, Şarkın Fatihi: Yavuz Sultan Selim, Đstanbul 2011; Colin
Đmber, Osmanlı Đmparatorluğu 1300-1650, Đstanbul Bilgi Üniversitesi Yay., Çev. Şiar Yalçın,
Đstanbul 2006, s. 133-134.
14
Mustafa Nuri Paşa, Netayic ül-Vukuat, C. I-II, Sad. Prof. Dr. Neşet Çağatay, TTK Yay., Ankara
1992, s. 80.
8
ticari ambargo başlattı ve Đran ipeğinin batıya girişini yasaklattı. Sınırlar tamamen
kapatıldı ve tüccar geliş gidişi tamamen engellendi. Đzmit’ten Şah Đsmail’e yazdığı
mektupta ona savaş ilan açtığını ilan etti. Bunun üzerine Şah Đsmail, Yavuz Sultan
Selim’e mektup ve elçiler gönderdi. Yavuz Sultan Selim, Şah Đsmail’in samimi
olmayan bu hamlesine, elçilerine hakaret ederek ve askeri kuvvetlerini doğu sınırı
olan Sivas’ta toplayarak cevap verdi15. Konya, Sivas, Erzincan yolunu takip ederek
Safevi topraklarına girildi. Safevi topraklarında oldukça zor şartlar altında ilerleyen
orduda zaman zaman başkaldırmalar görüldü. Ancak bu şikâyetler geçiştirildi ve
gelen haberler üzerine ordu Çaldıran tepelerine doğru hareket etti. Ordunun karargâhı
Çaldıran ovasına kuruldu. Đki ordu sayı bakımından birbirlerine yakındılar. Osmanlı
ordusu iyi silahlanmış ve kuvvetli toplar bulundurmasına karşın, Safevi ordusu atlı
birliklerden müteşekkildi. Savaş ateşli silahların etkin kullanımı sonucunda Osmanlı
lehine son buldu ve Şah savaş meydanından kaçtı. Savaş sonrasında Safevi
başkentine giren Yavuz burada dokuz gün kaldıktan sonra Amasya’ ya döndü16.
15
Mustafa Nuri Paşa, a.g.e., s. 81.
16
Feridun Emecen, age., s. 63-72.
17
Feridun Emecen, “Mercidabık Muharebesi”, DĐA, C. XXIX, Đstanbul 2003, s. 174-1766.
9
kazarak buraya siperlendiğini ve toplarını yerleştirdiğini öğrenince şaşırtma
manevrası yaptı ve bu savunmayı dağıttı. Kahire içerisinde çok çetin mücadelelerden
sonra şehri ele geçirdi ve Tomanbay’ı yakalattırarak idam ettirdi18. Daha sonra
Đstanbul’a dönen Yavuz, Rodos üzerine sefer yapmak istemiş ancak niyetini
gerçekleştiremeden vefat etmiştir19.
Yavuz Selim’in vefatı üzerine Manisa’da bulunan Süleyman, hızlı bir şekilde
hareket ederek Đstanbul’a geldi ve problemsiz olarak tahta oturdu. Başka erkek
kardeşi olmadığı için tahta çıkışında herhangi bir sorun yaşanmadı20. Sultan
Süleyman tahta çıktığında Avrupa siyasi olarak iki kutba ayrılmıştı. V. Karl ile I.
François arasındaki bu iki kutuplu Avrupa en çok Osmanlı’nın işine yaracaktı21.
Kanuni Sultan Süleyman, saltanatının daha ikinci ayını tamamlamadan babasının
Şam Beylerbeyliğine getirdiği Canberdi Gazali isyanı ile uğraşmak zorunda kaldı. Bu
durum bir endişe oluşturduysa da isyan kısa sürede bastırıldı22.
Kanuni’nin ilk hedefi Batı’ydı. Bunun için Fatih döneminde kuşatılan ama
elde edilemeyen iki yer öne çıkıyordu. Rodos ve Belgrad. Rodos Akdeniz’in,
Belgrad Orta-Avrupa’nın kapısı olarak görülüyordu. Kanuni 1521’de Belgrad’ı,
1522’de Rodos’u fethetmeyi başardı. Bu sırada Batı Avrupa’da Fransa ve Habsburg
hanedanları karşı karşıya gelmişler ve kıyasıya bir mücadele içine girmişlerdi23.
1525’te Fransa kralı I. François V. Karl’a yenilmiş ve esir düşmüştü. François’in
annesinin Kanuni’den yardım talep etmesi yeni bir Avrupa seferi için kaçırılmaz bir
18
Feridun Emecen, “Ridaniye Savaşı”, DĐA, C. XXXV, Đstanbul 2008, s. 87-88; Bkz. Halil Đnalcık,
a.g.m., s. 104-106.
19
Ahmet Uğur, Yavuz Sultan Selim, Kayseri 1992, s. 97-120; Colin Đmber, a.g.e., s. 134.
20
Zeynep Tarım Ertuğ, a.g.e., s. 14; Mustafa Nuri Paşa, a.g.e., s. 92-93..
21
Bkz. Halil Đnalcık, a.g.m., s. 108-109.
22
Feridun Emecen, “Canbirdi Gazali”, DĐA, C. VII, Đstanbul 1993, s. 141-143.
23
Fransız sarayı o zaman Osmanlı sultanını, “dünyadaki en büyük hükümdar” olarak görmektedir.
Kral François, Venedik elçisine, Avrupa devletlerinin bağımsızlığını güvence altına alan tek gücün
Osmanlı padişahı olduğunu itiraf etmiştir. (Bkz. Halil Đnalcık, Devlet-i Aliye: Osmanlı
Đmparatorluğu Üzerine Araştırmalar-I, Türkiye Đş Bankası Yay., Đstanbul 2009, s. 163.)
10
fırsat olarak Osmanlı’nın önünde belirmişti. Kanuni 1526’da Mohaç ovasında kısa
süren bir savaştan sonra Macar ordusunu dağıtmış ve Budin’e girmiştir. Burada bir
süre kalan Kanuni daha sonra şehri boşaltarak geri çekilerek Đstanbul’a döndü24.
Macar Kralı II. Lajos’un varis bırakmadan ölmesi üzerine, bu bölgede hak
iddia eden Avusturya ve Bohemya Arşidük’ü Ferdinand, Budin’e girerek Macar
krallığını ilan etmişti. Bu durum karşısında harekete geçen Osmanlılar 1529’da
Dördüncü Avrupa seferine çıkmış oldular. Bu seferin amacı Budin’in kurtarılması ve
Zapolya’nın desteklenmesiydi. Kuşatma altına alınan Budin teslim oldu. Havanın
elverişsiz şartlarına rağmen Viyana kuşatıldı. Ancak bu kuşatma daha sonra
kaldırılarak Budin’e dönüldü. Bu arada Viyana alınsa bile Budin örneğinde olduğu
gibi elde tutulamayacağı ve boşaltılacağı belliydi.
11
Đbrahim Paşa’yı gönderen Kanuni, daha sonra O’na katılmıştır. Safevi kuvvetleri bu
sefer sırasında Kanuni’nin karşısına çıkmaya cesaret edememişlerdir. Sefer
sonucunda Bağdat ele geçirilmiş ancak Safeviler’e karşı bir üstünlük sağlanamadan
geri dönülmüştür26.
Kanuni, Safeviler üzerine bir sefer daha yapmayı gerekli görerek tekrar Đran’a
yöneldi. Ancak diğer seferler gibi bu seferde de elle tutulur bir başarı
gösterilemeyince, strateji değişikliğine gidilerek 1548’de Hakkâri’yi de içine alan
Van beylerbeyliği oluşturuldu. Artık Safeviler’e karşı uygulanacak politika onları
sınır boylarında kuvvetli askeri tedbirlerle durdurmak olacaktı. Ancak 1553’te
Safeviler üzerine tekrar sefere çıkılmak zorunda kalındı. Bu sefer esnasında halk ve
askerler arasında tahta en çok yakıştırılan oğlu Şehzade Mustafa’yı ortadan kaldırdı.
Bu sefer sonucunda da elle tutulur bir başarı elde edilemeden geri dönüldü29.
26
Feridun, Emecen, “Irakeyn Seferi”, DĐA, C. XIX, Đstanbul 1999, s. 116-117; Mustafa Nuri Paşa,
a.g.e., s. 97-98..
27
Đdris Bostan, “Preveze Deniz Muharebesi”, DĐA, C. XXXIV, Đstanbul 2007, s. 343-345.
28
Bkz., Ivan Stchoukine, La Peinture Turque, Librairie Orientaliste Paul Geuthner, Paris 1966, s.
23.
29
Halil Đnalcık, Devlet-i Aliyye: Osmanlı Đmparatorluğu Üzerine Araştırmalar, Đstanbul 2009, s.
152-157.
12
Đran seferinden sonra Kanuni, oğulları Şehzade Selim ve Bayezid arasındaki
mücadeleyi takip etmeye başladı. Đki oğluna karşı tarafsız gibi görünmeye
çalışmasına rağmen Selim’e temayülü açıkça kendini belli ediyordu. 1559’da Konya
ovasında yapılan savaşı Şehzade Selim kazandı ve Bayezid kaçtığı Đran’dan teslim
alınarak idam edildi30.
Kanuni’nin vefatından sonra onun yerine tahta geçen II. Selim ve onu takip
eden diğer padişahlar döneminde Doğu ve Batı’ya karşı yapılan sürekli seferler
giderek ağırlığını kaybetti. Veziriazam Sokullu Mehmed Paşa’nın parlak kanal
projeleri hayata geçme imkânı bulamadı. Bu projelerin başarısızlıkla
sonuçlanmasında Osmanlılar’ın Kıbrıs’a yoğunlaşmış olmalarının payı büyüktü.
Nitekim Kıbrıs 1571’de fethedildi. Ancak Kıbrıs’a yardım için gelen haçlı
donanmaları Đnebahtı’da Osmanlı donanmasına ağır kayıplar verdirmişti32. Buna
rağmen ertesi yıl yeniden güçlü bir donanma hazırlanarak denize indirilmesi ile bu
yenilginin izleri silinmiştir. Öte yandan Kuzey Afrika’daki nüfuz mücadelelerinde
30
Ayrıntılı bilgi için bkz. Şerafettin Turan, Kanuni’nin Oğlu Şehzade Bayezid Vak’ası, AÜ Dil ve
Tarih-Coğrafya Fak. Yay., Ankara 1961, s. 105-157.
31
Tayyib Gökbilgin, “Süleyman I”, ĐA, C. IX, Đstanbul 1964, s. 99-155; Bkz., Zeynep Tarım Ertuğ,
a.g.e., s. 100-106; Zeynep Tarım Ertuğ, “The Depiction Of Ceremonies In Ottoman Miniatures:
Historical Record Or A Matter Of Protocol?”, Muqarnas, An Annual on the Visual Cultures of the
Islamic World, Volume 27 (2010), Leiden Boston, 2010, s. 261; Mustafa Nuri Paşa, a.g.e., s. 106.
32
Đnebahtı’da Osmanlıların daima korktukları şey gerçekleşmiş, Avrupa’nın denizdeki ittifakları
başarılı olmuş ve Osmanlı donanması yok edilmiştir. Bu kötü durumdan sonra Osmanlı Devleti dış
politikasında daha temkinli davranmaya başlamıştır. (Bkz. Halil Đnalcık, a.g.m., s. 117-119.); Ayrıca
bkz. Mustafa Nuri Paşa, a.g.e., s. 111.
13
Tunus’un ele geçirilmesi Đspanyolların bu bölgedeki etkinliklerine ağır bir darbe
indirdi33. Bu zafer, Đnebahtı bozgununun meydana getirdiği kötü havayı dağıttı34.
Osmanlılar bu sırada bütün güçleriyle Doğu’da Safeviler ile
çarpışmaktaydılar. 1555’ten beri devam eden barış bozulmuş ve Doğu’ya yeni bir
sefer açılarak Hazar kıyılarına kadar olan bölge ele geçirilmişti. Sınırlarda savaş
devam ederken içeride de huzursuzluklar ve isyanların başlaması devleti oldukça zor
duruma düşürdü. Đçeriden gerçekleştirilen bir dizi kanlı harekâtla Đmparatorluk geçici
olarak tekrar huzura kavuştu.
33
Fernand Braudel, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası, Çev. M. Ali Kılıçbay, Đstanbul 1990, C. II, s. 35-
48.
34
Halil Đnalcık, a.g.m., s. 120.
35
Bekir Kütükoğlu, Osmanlı-Đran Siyasi Münasebetleri, Đstanbul 1993, s. 201-279.
14
ederek Habsburglar’ı geri püskürttü. Diğer yandan da Đran ile savaşlar devam
etmekteydi36. Ancak bu savaşlar sonunda Osmanlılar hiçbir sonuç elde edemediler.
XVI. Yüzyıl başlarındaki hızlı nüfus artışı işsiz gençlerin oluşmasına neden
olmuş bu işsiz gençler büyük eşkıyalara ve devletin politikalarından memnun
olmayan sabık devlet görevlilerine katılarak eşkıyalığa başlamışlardı. Bu eşkıyaların
faaliyetleri adeta Anadolu’yu yangın yerine çevirmişti. Bu eşkıyalar üzerine sık sık
ordu sevk edilmek zorunda kalınmış ve nihayet Kuyucu Murad Paşa’nın uyguladığı
sert ve kanlı tedbirlerle bir nebze de olsa devlet rahat bir nefes almıştı. Bu sırada Đran
ile ilişkiler tekrar bozulmuş ve Đran’a yeni seferler açılmıştır. Birbiri ardı yapılan üç
sefer sonucunda Azerbaycan bölgesi elden çıkmış ancak Bağdat, Van ve Kars
üzerindeki Osmanlı hâkimiyeti Safeviler’e kabul ettirilmiştir38.
XVII. yüzyılın ilk yarısı kapanmadan önce doğu meselesine getirilen belirli
bir çözümle Osmanlılar gözlerini yeniden Avrupa’ya çevirdiler. Avrupa’da vuku
bulan Otuz yıl savaşları süresince batı cephesinde herhangi bir savaşa girilmemişti.
Akdeniz’de ise Rodos ve Kıbrıs’ın fethi ile ticaret güvenliği sağlanmasına rağmen,
Girit hala önemli bir sorun olarak kendini göstermekteydi. Girit üzerine yapılan sefer
oldukça kötü sonuçlar doğurdu. Adanın stratejik noktalarının ele geçirilememesi,
ayrıca Venedik’in Ege ve Boğazlar’daki sert baskısı nedeniyle bir sonuca
36
Bkz. Mustafa Nuri Paşa, a.g.e., s. 116-118.
37
Feridun Emecen, “Osmanlı Siyasi Tarihi Kuruluştan Küçük Kaynarca’ya”, Osmanlı Devleti ve
Medeniyeti Tarihi, Ed. Ekmeleddin Đhsanoğlu, Đstanbul 1999, C. I, s. 45.
38
Bekir Kütükoğlu, Osmanlı-Đran Siyasi Münasebetleri, Đstanbul 1993, s. 201-279.
15
ulaşılamadı. Bu kötü durumdan devleti kurtarabilecek bir kurtarıcı olarak Köprülü
Mehmed Paşa veziriazamlığa getirildi. Büyük yetkilerle göreve getirilen Mehmed
Paşa önce Venedik ablukasını kırdı. Ancak Erdel’de başlayan bağımsızlık hareketleri
üzerine Avrupa’ya yönelen Mehmed Paşa burada kontrolu eline alsa da, bu kalıcı bir
çözüme ulaşamadı. Devlet Erdel ile ilgilenirken, Anadolu’da Abaza Hasan Paşa
ayaklanması baş göstermişti. Mehmed Paşa kanlı bir şekilde de olsa bu isyanı
bastırabildi. Mehmed Paşa 1661’de öldüğünde geride oldukça güçlü bir devlet
bırakmıştı39.
Burası yeni bir krallık olup, halkı Protestan’dı. Koyu Katolik Habsburg’ların
baskısı Protestan Macarların direnişi ile karşılaştı. Habsburglar’dan kaçan direnişin
öncüsü Tököli Đmre Osmanlı himayesine sığındı ve Osmanlı desteğiyle bir krallık
kurmak istediğini bildirdi. Bunun üzerine 1682’de sefer hazırlıklarına başlandı. Bir
39
Tayyip Gökbilgin, “Köprülüler”, ĐA, C. VI, Đstanbul t.y., s. 892-897.
40
Feridun Emecen, a.g.m., s. 54.
16
Osmanlı kuvveti Orta Macaristan’a gönderilerek, Tökeli kral tahtına oturtuldu. Bu
arada Fransa ile savaş içerisinde bulunan imparator Leopold Osmanlılar ile Vasvar
Antlaşmasını yenilemek istediyse de bu gerçekleşmedi. Osmanlı Devleti ile tek
başına mücadele edemeyeceğini çok iyi bilen Leopold, Batı’dan ittifak arayışlarına
başlayarak bu savaşı Hıristiyan âlemine karşı bir savaş olarak göstermeye çalıştı. Bu
çabalarında başarılı da oldu.
41
Karlofça Antlaşması’nda elçilerle ilgili şu madde ilgi çekici görülmüştür. 17. maddede şunlar karara
bağlanmıştır: “Elçiler gelip gittiklerinde ve bir yere geldiklerinde eskiden beri yapılagelen merasim iki
tarafın da denetimi altında olacak, Roma Đmparatoru tarafından gelen elçi, kapu kethüdası ve bunların
dışındaki adamları istedikleri esvâbı giyebilecek; Roma Đmparatoru elçileri ve kapu kethüdaları ve
maslahagüzarları vs. Osmanlı Devleti dostları âsûde-hâl olacakları tacir, evladları ve gayri adamları
Beç’ten Âsıtâne-i Saâdet’e ve Âsıtâne-i Saâdet’ten Beç canibine varub emin ve salim varıp gelmeleri
ve ihtiyaçlarının temini hususunda yardım edilecektir”.
17
Bu antlaşmayla Osmanlı’nın Avrupa’daki sınırının kapandığı ve imparatorluğun
saldırgan devlet durumundan savunmacı devlet durumuna geçtiği kabul edilir42.
I. Edirne Vakası ile Osmanlı tahtına III. Ahmet geçirildi (1703-1730). Rusya
bu dönemde hem Doğu Avrupa hem de Karadeniz istikametinde topraklarını
genişletme gayesini gütmekteydi. Poltova yenilgisinden sonra Osmanlılara sığınan
Đsveç Kralı XII. Şarl, iki ülke arasında yeniden bir savaşın başlaması için bir vesile
oldu. Bu savaş ile Osmanlılar, Karlofça'da kaybettikleri toprakları tekrar kazanma
fırsatını bulacaktı. Nitekim Prut'ta sıkıştırılan Ruslar (1711) anlaşma yaparak, Azak'ı
42
Philip Mansel, Konstantiniyye, Dünyanın Arzuladığı Şehir 1453-1924, Çev. Şerif Erol, Everest
Yay., Đstanbul 2008, s. 193.
18
terk etmek zorunda kaldılar. Karadağ'da isyan çıkartan Venedik'e karşı açılan
savaşlarda işgal altındaki Mora kurtarıldı (1715). Bu başarılar üzerine, sıranın
kendisine geldiğini düşünerek harekete geçen Avusturya, Venedik ile ittifak ederek
Petervaradin’de Osmanlıları büyük bir yenilgiye uğrattı.
43
Pasarofça Antlaşması’nda elçilerle ilgili olan 17. ve 18. maddelerde şöyle denilmektedir: “Đki tarafta
da dostluğun tam olarak kurulması ve kuvvetlenmesi için büyükelçilikler kurulacaktır. Elçiler gelip
gidip meks eylediklerinde eskiden olduğu üzre merasim rütbelerine göre gözetilecek, Roma
Đmparatoru tarafından gelen elçi ve kapu kethüdası ve diğer adamları istedikleri libası giydiklerinde
kendilerine karışılmayacaktır. Osmanlı Devleti’nin dostları, kralların elçileri ve maslahatgüzarları,
tercümanlar istihdam edilecek. Ulakları ve bunun dışındaki adamları Viyana’dan Đstanbul’a,
Đstanbul’dan Viyana’ya gidip geldiklerinde eski kanun üzere yol emirleri verilerek güvenilir bir
şekilde gidip gelmeleri temin edilecektir”.
44
Kemal Beydilli, “Osmanlı Siyasi Tarihi Küçük Kaynarca’dan Yıkılışa”, Osmanlı Devleti ve
Medeniyeti Tarihi, Ed. Ekmeleddin Đhsanoğlu, Đstanbul 1999, C. I, s. 67.
19
uzayan savaş esnasında Tebriz'in sadrazamın gizli emriyle Đran'a terk edildiği haberi,
muhalefetin harekete geçmesi için neden yaratmış oldu. Patrona Halil
Ayaklanması'nın patlak vermesiyle bu dönem sona eriyordu. Damat Đbrahim Paşa ve
yakınları asiler tarafından katledildiler (1730).
20
barışıyla elde ettikleri tüm topraklardan geri çekildiler. Ruslar da Azak'ı terk ederek
bölgedeki kıyı ve deniz ticaretinin Osmanlı gemileriyle yapılmasını kabul etti. Bu
anlaşma geçici de olsa Osmanlıların toparlanmasını sağlamıştır. Bu mücadeleleri
uzun bir barış ve rehavet dönemi takip edecekti.
47
Bkz. Mustafa Nuri Paşa, a.g.e., s. 56-61.
48
Bkz. Mustafa Nuri Paşa, a.g.e., s. 62-63.
49
Antlaşmanın maddeleri için bkz. Mustafa Nuri Paşa, a.g.e., s. 73-89.
21
karışabileceği bir ortamı kendine hazırlamıştır. Nitekim 1783'te Kırım'ı işgal ve ilhak
eden Rusya, Karadeniz'e hâkim olarak, sıcak denizlere inme politikasını
gerçekleştirme yönünde büyük bir adım atmış, Ortodoksları himaye bahanesiyle de
Balkanlardaki nüfuzunu kuvvetlendirmiştir. Osmanlı Devleti’nin Küçük Kaynarca
Antlaşması’nı imzalamasıyla artık çöküşe doğru giden yol hızlanmaya başlamıştır.
Rusya'nın asıl amacı, Đstanbul'u ele geçirerek Bizans'ı yeniden diriltmek idi.
Đşte bu maksatla, Osmanlı Devleti'ni taksim etmek üzere Avusturya ile gizli bir
anlaşma yapıldı. Bu anlaşmayı haber alan Osmanlı Devleti, Prusya ve Đngiltere'nin de
tahrikiyle Rusya'ya karşı savaş açtı. Halkın infialine neden olan Kırım'ı geri almak
Osmanlının en büyük arzusuydu. Ancak bu savaşa Rusya'nın müttefiki olan
Avusturya'nın da katılmasıyla, Osmanlılar iki cephede birden mücadele etmek
zorunda kaldılar (1788). Rusya'ya karşı doğu cephesinde başarı sağlanamadı.
50
Kemal, Beydilli, a.g.m., s. 65-72.
22
BĐRĐNCĐ BÖLÜM
1.1.1. Elçi
Elçi, bir devleti başka bir devlet nezdinde diplomatik teamüller ve belirli
kurallar çerçevesinde, devamlı veya geçici olarak temsil etmesi için, bu işle özel
olarak görevlendirilmiş devlet görevlilerine (diplomatlara) verilen bir addır51.
51
Mecdud Mansuroğlu, Đslam Ansiklopedisi, C. IV, MEB Yay., Đstanbul Milli Eğitim Basımevi,
1964, s. 231; Türk Ansiklopedisi, C. XV, F. 113, Ankara 1967, s. 3; Onur Kınlı’nın “Osmanlı’da
Modernleşme ve Diplomasi” adlı çalışmasında “elçi” kelimesinin kökeni hakkında oldukça ayrıntılı
bilgi vardır. (Bkz. Onur Kınlı, Osmanlı’da Modernleşme ve Diplomasi, Đmge Kitabevi, Ankara
2006, s. 99-103); Ayrıca bkz. Nigâr Ayyıldız, II. Abdülhamid Dönemi Saray Merasimleri, Doğu
Kütüphanesi Yayınları, Đstanbul 2008, s. 187.
52
Isparta ilinin Yalvaç adlı bir ilçesi vardır ve bu anlamdadır.
53
Mehmet Đpşirli, “Elçi”, Diyanet Đslam Ansiklopedisi (DĐA), C. XI, TDV Yayını, Đstanbul 1995, s.
3.
23
1.1.2. Elçilerde Aranan Şartlar
Bulunduğu coğrafya itibariyle irili ufaklı birçok devletle yoğun bir şekilde
siyasal, ekonomik ve sosyal ilişkileri bulunan Osmanlı Devleti’nde elçiler yabancı
ülkelere XVIII. yüzyılın sonlarına kadar daima lüzum görüldükçe gönderilmiş54 ve
gönderilen sefir55 veya sefaret heyetlerinin geçici olarak bu işle görevlendirildikleri
görülmektedir56.
54
Osmanlı Devleti merkeziyetçi dışpolitika ve diplomasi anlayışı çerçevesinde, yabancı ülkelere elçi
gönderdiklerinde, elçilerinin tutum ve davranışları da bu çerçevede olmuş, karşı ülkeyi eşit haklarda
görmeme şeklindeki bu tavır, yabancı devlet hükümdarları nezdinde yapılan resmikabul
merasimlerinde de kendini göstermiştir. (Bkz. Ali Đbrahim Savaş, “Osmanlı Elçilerinin Resm-i Kabul
Protokolleri”, Tarih Đncelemeleri Dergisi XI, Đzmir, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını,
1996, s. 111-124.
55
Osmanlı Devleti’nde genelde elçi kelimesi kullanılmış olmakla beraber, elçilik yerine sefaret
kelimesinin kullanılması uygun görülmüştür.
56
Faik Reşit Unat, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri, (Tamamlayıp yayımlayan: Prof. Dr. Bekir
Sıtkı Baykal), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2008, s. 14.
57
Tarihte uygulanan ilk diplomasi yöntemi ad hoc bir nitelik taşımaktaydı. Ad hoc diplomasi, tek
yanlı ve geçici bir diplomasi yöntemidir. Başka bir deyimle, diplomasi temsilcileri, belirli bir amacı ya
da görevi gerçekleştirmek amacıyla, geçici bir süreyle yurtdışına gönderilirler ve bu görevi yerine
getirdikten sonra ülkelerine geri dönerler. Ad hoc ya da başka bir deyişle geçici diplomasi yöntemini
en geç terk eden devletlerden biri Osmanlı Devleti olmuştur. 15. ve 16. yüzyıllarda Avrupa
devletlerinin büyük bir çoğunluğu “sürekli diplomasi” uygulamasına geçerken, Osmanlı Devleti’nin
18. yüzyıl sonlarına değin ad hoc diplomasi yöntemini uygulamada direttiği görülmüştür. (Bkz.
Hadiye Tuncer, Hüner Tuncer, Osmanlı Diplomasisi ve Sefaretnameler, Ümit Yayıncılık, Ankara
1997, s. 11.)
58
Hadiye Tuncer, Hüner Tuncer, a.g.e., s. 13.
24
1.1.3. Elçi Kabulü ve Elçilere Davranış Şekli
Đslam öncesi Türk devletlerinde siyasi temasları yürüten dış işleri dairesi
önemli bir birimdi. Burada çoğunluğu tercüman olmak üzere çeşitli seviyelerde
görevliler çalışır, bunlar çift yönlü diplomasiyi idare ederlerdi.
25
uğratılmadan devam ettirilmiş ve böylelikle Türk misafirperverliği burada da
sergilenmiştir63.
63
Faik Reşit Unat, a.g.e., s. 14-16. Elçilerin mağdur olmaması için yol güzergâhlarındaki ahaliden de
yardım istenirdi. (Bkz. Mübahat Kütükoğlu, “XVIII. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nde Fevkalade
Elçilerin Ağırlanması,” Türk Kültürü Araştırmaları, Prof. Dr. Đsmail Ercüment Kuran’a Armağan,
Yıl: XXVII/1-2, Ankara 1989, s. 200-202.)
64
Defterlerle ilgili ayrıntılar ve burada metin içinde kullanmadığımız diğer örnekler, tezimizin
sonundaki “Belgeler” bölümünde görülebilir. Bu arşiv defterlerindeki kayıtlarda elçilerle ilgili olarak,
şu kısa başıklar altında çeşitli resmi yazışmalar vardır: “Mısır'da, Hind elçisine her gün, belirtilen
cinslerden uygun görülecek miktarlarda et ve erzak verilmesi”, BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri
II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 97; “Boğdan Voyvodasının, Lehliler tarafından ve Akkirman sancağı
beyi tarafından Boğdan topraklarına tecavüz ve müdahale edildiğine dair gönderdiği mektubun
alındığı ve bu hususta hem Südde-i Saâdet'teki Leh elçisinin uyarıldığı, hem de Akkirman Beyi
Hasan'a hüküm gönderildiği”, BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s.
247-248; “Leh elçisi ile birlikte Lehistan'a gönderilen Hasan Çavuş'un yanına Boğdan'da, Türkçe ve
Lehçe bilen yeteri miktarda adam verilmesi”, BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay.,
Ankara 1999, s. 299; “Lehistan'a tâbi Ruslardan Osmanlı ülkesinde esir olarak bulunanların,
müslüman olanlarının serbest bırakılması müslüman olmayanların ise ahidnâme gereğince Leh
elçisine teslim edilmesi”, BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 300;
“Tatar tâifesinin ve diğer kişilerin ellerinden emir gereğince alınarak alıkonulduğu bildirilen Leh
esirlerden müslüman olanlarının serbest bırakılıp diğerlerinin Leh elçisine teslim edilmesi”, BOA, 7
Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 301; “Leh Kralı Sigizmunduz'un
gönderdiği Elçi Petros Sivarovski ile Sultan Süleyman Hân zamanında imzalanan ahidnâme
yenilendiğinden, Lehistan tüccarına ahidnâmeye aykırı müdahale edilmemesi”, BOA, 7 Numaralı
Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 302; “Erzurum Beylerbeyiliği'nde, Đran elçisi için
muhtelif cinslerden ne kadar zahire salınıp toplandığının ve ne kadarının elçiye sarfedilip ne kadarının
yolsuzlukla bazı kişiler tarafından yendiğinin ve bu kişilerin kimler olduğunun tesbit edilip
bildirilmesi”, BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 305; “Şarka
giden elçi için ahaliden alınan zahire miktarı ile ne kadarının elçiye verilip ne kadarının başkaları
tarafından yenildiğinin ve zahire satın alınan kişilere paralarının verilip verilmediğinin bildirilmesi”,
BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 306; “Südde-i Saâdet'te
bulunan Leh elçisinin kardeşinin adamlarının Dinyester nehrinden gemilerle getirdikleri keresteyi
baclarını verdikten sonra satıp geri dönmelerine mâni olunmaması”, BOA, 7 Numaralı Mühimme
Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 306-307; “Leh kralı ile olan ahidnâme yenilenerek elçisi ile
gönderildiğinden Boğdan'a Lehistan tarafından bir tecavüz olmadıkça Boğdan voyvodası tarafından
da ahidnâmeye aykırı iş yapılmaması”, BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara
1999, s. 307; “Đran'dan elçi ile birlikte gelen Şahverdi'nin Merzifon'da mallarını gasbedip dokuz gün
hapseden ve kendisini başka bir vilâyete satmak isteyen Erzurum kullarından Pîrî ve Hızır’ın şayet
Amasya'ya gelirlerse takip edilerek yakalanıp hapsedilmeleri”, BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri
II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 312; “Đran elçisi ile gelirken topallayan atını değiştirmek için
Merzifon pazarına uğradığında Fethullah adlı dellal tarafından evlerine getirilen Şahverdi’yi evlerinde
hapsedip, mallarına elkoyan ve kendisini başka vilâyete satmak isteyen Erzurum kullarından Pîrî ve
Hızır'ın yakalanıp hapsedilmeleri ve Ali Kethüda ile Erzurum'a gönderilen Şahverdi gelince
davalarının görülüp mallarının geri iade edilmesi; neticenin arzedilip gelecek emre göre hareket
edilmesi”, BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 313; “Đran'dan
gelen elçi Amasya ve Çerkeş'ten geçtiği sırada kendisine yakınlık göstererek nüzur ve sadakât
toplayıp verdikleri duyulan şahısların isimlerinin yazılı olduğu defterin gönderildiği; bu şahısların
gizlice takip edilip yakalanarak hırsız ve harâmi oldukları gerekçesiyle haklarından gelinmesi”, BOA,
26
elçilerle ilgili olarak ayrıntılı bir şekilde neler yapılması gerektiğine dair fermanlar
Erzurum beylerbeyine gönderilmiştir: “Erzurum beylerbeyine: Gelen elçinin
maiyyetinden bir kısmının orada alıkonulması ve mümkün olmadığı takdirde
hepsinin gelmesi hakkında65”, “Erzurum beylerbeyine: Gelen elçiyi teenni ile,
Ardahan Beyi Sinan Bey'i ise acele olarak göndermesi hakkında66”, “Erzurum'a
kadar olan sancak beylerine: Şarktan Đstanbul'a gelip avdet eden elçiye her türlü
kolaylığın gösterilmesi ve saire hakkında67”, “Erzurum beylerbeyine: Avdet eden
elçinin selâmetle öte canibe ulaştırılması hakkında68”, “Memleketine dönen Đran
elçisinin Đstanbul’a ulaştığında bir gün kalıp ertesi gün gemilerle karşıya
geçirilmesi69”, “Đstanbul'dan Erzurum'a kadar yol üstündeki kaza kadılarının
memleketine dönen Đran elçisi ve maiyyeti için idareleri altındaki bölgelerden zahire
tedarik etmeleri70” buyurulmaktadır.
7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 328; “Aho Kalesi ve civarındaki
köyler Đran ile yapılan sulhten önce fethedildiğinden adı geçen kaleye tecavüz etmemeleri yolunda
Âsitane-i Saâdet'e gelen Đran Elçisi Şahkulu'ya Erzurum beylerbeyi tarafından mektup gönderilerek
tenbihte bulunulması”, BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 342-
343; “Đran Elçisi Şahkulu'nun, daha önce yapılan anlaşma gereğince tayin olunan Osmanlı-Đran
sınırında karşılıklı olarak bazı kalelerin yıkılmasıyla boş kalan Kars ovasında yolcuların ve tüccarların
hırsız ve harâmiler tarafından rahatsız edilmemeleri için Kızılgedik civarında sınırın her iki tarafında
karşılıklı köyler kurulmasına dair Erzurum beylerbeyine yaptığı teklifin uygun görüldüğü; ancak tayin
olunan sınıra tecavüz olunmaması hususunda gerekli dikkatin gösterilmesi”, BOA, 7 Numaralı
Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 376; “Pişkeş olarak Südde-i Saâdet'e gönderdiği
paranın elçisi tarafından getirilip Hazine-i Âmire'ye teslim olunduğuna ve Beç tarafından ahidnâmeye
uyulduğu sürece Osmanlı Devleti tarafından ahidnâmeye aykırı bir iş zuhur etmeyeceğine dair Beç
kralına yazılan nâme-i hümâyun”, BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri III , BOA Yay., Ankara
1999, s. 387; “Elçi göndererek müceddeden ahidnâme isteyen Leh kralına; Kırım ve Osmanlı
ülkesine yapılan saldırıları durdurup suçluları cezalandırması, Tatar hanının elçisi ile diğer esirleri
serbest bıraktırması, daha önceki ahidnâme şartlarına uyması ve Cankirman Kalesi'ni muhasara edip
varoşunu yakanların ve çeşitli yerlerde halkı esir edip hayvanlarını sürüp götürenlerin kimler
olduğunu ve bu işlere rızası olup olmadığını ayrıntılı olarak bildirmesi hususlarında yazılan nâme-i
hümâyun”, BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri III , BOA Yay., Ankara 1999, s. 398-399; “Açe
padişahının Đstanbul'a gelen elçilerinin, geri dönüşlerinde gemi veya başka bir vasıtayla gidecekleri
yere ulaştırılmaları”, BOA, 12 Numaralı Mühimme Defteri I , BOA Yay., Ankara 1996, s. 395.
65
BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri , BOA Yay., Ankara 1993, s. 321.
66
BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri , BOA Yay., Ankara 1993, s. 337.
67
BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri , BOA Yay., Ankara 1993, s. 437.
68
BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri , BOA Yay., Ankara 1993, s. 438.
69
BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 28.
70
BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 29.
27
gerektirdiği her türlü hassasiyeti diplomatlara gösterdiğini bu yazışmalarda
görmekteyiz. Ancak mesela Đran’dan gelen ve kendisine gereken ilgi gösterildiği
halde, kendi devleti lehine çeşitli hilelere başvuran elçiler de olmuştur.
Şehinşehname-i Murad Han’da bahsi geçen Đran elçisi Tokmak Han’ın hileleri gibi71.
Bir diğer örnek belgede ise, Đran elçisinin köyleri basan ve eşkiyalık yapan
bir sipahi ile ilgili olarak yaptığı şikâyetin hemen dikkate alınıp gerekenin yapıldığını
görmekteyiz: “Ardahan sancağında timar tasarruf eden ve bir kaç yandaşıyla birlikte
Đran'a tâbi Varaza ülkesinde köyler basarak hayvan gasbedip yüz kadar esir
getirdiğine dair Đran elçisi tarafından hakkında şikâyette bulunulan Süvar adlı
sipahinin ve yandaşlarının teftiş olunarak üzerlerine sâbit olan hakların hak
sahiplerine alıverilmesi; suçlular sipahi iseler hapsedilip durumun arzedilmesi; değil
iseler şer‘an gerektiği şekilde hareket olunması72” buyurulmuştur.
28
krala gönderilmesi75” gibi çeşitli başlıklar altında, elçilere her türlü kolaylığın
gösterilmesiyle ilgili padişah buyrukları sıklıkla karşımıza çıkmaktadır.
Osmanlı padişahları içinde ilk defa batılı bir elçiyi kabul eden II. Murad,
son defa elçi kabul eden de son Osmanlı padişahı VI. Mehmed Vahdeddin’dir.
Milano elçisi Benedicto ile beraber II. Murad’ın huzuruna çıkan “Le Voyage
d’Outremer” adlı seyahatname sahibi Bertrandon de la Brouqire, o günün hikâyesini
anlatırken, Edirne’deki sarayın önüne geldiklerinde sarayın önünde birçok kimseyi
ve beraberlerindeki çok sayıda atları gördüğünü söyler. Ana giriş kapısının (cümle
kapısı) açık olduğunu ama ellerinde asa bulunan kalabalık (20-30 civarında)
sayılabilecek bir görevli grubu tarafından oldukça sıkı korunduğunu, içeriye izinsiz
asla girilemediğini anlatırken, bu görevlilerin başında bir kapıcıbaşı olduğunu da
sözlerine ekler. Bertrandon de la Brouqire, Edirne Sarayı’ndaki bu elçi kabul
sahnesinin ayrıntılarını şu şekilde aktarmaktadır:
75
BOA, 6 Numaralı Mühimme Defteri II, BOA Yay., Ankara 1995, s. 16.
76
Necati Gültepe, Mührün Gücü, Đlk Türk-Đslam Devletlerinde ve Osmanlılarda Bürokrasi,
Ötüken Yayınları, Đstanbul 2009, s. 39.
29
içlerinde etli pilav bulunan yüz kadar kap vardı. Milano elçisinin kabulü töreninden
sonra yemek yendi”77.
77
Midhat Sertoğlu, Osmanlı Padişahlarının Elçi Kabul Töreni, Hayat Tarih Mecmuası, 1 Temmuz
1974, S. 7, C. II, s. 13.; Đsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye
Teşkilatı, TTK Basımevi, Ankara 1988, s. 291-292.
78
Koçi Bey, Koçi Bey Risaleleri, Yayıma Hazırlayan: Seda Çakmakçıoğlu, Kabalcı Yayınevi,
Đstanbul 2007, s. 153.
30
“Hizmetçi ve hediyelerin nakli için kiralanmış dörder atlı dokuz araba
vardı ve her hizmetçiye ücret olarak günde ikişer talir -120 akçe bir altın hesabıyla
bir talir 80 akçe- ödenirdi. Altı aylık masraflar Sultan tarafından karşılandı. Bu
müddet dışında yaptığımız harcamalar bize aitti. Đstanbul’da bulunduğumuz altı
haftalık masraflarımız da Sultan tarafından, bu müddet sonrası ise Đmparator
tarafından karşılanmıştır. Remzber Quitzon ve Schlawada’nın masrafları ise
kendilerine aittir”79.
31
güzergâhında bulunan kadılar tarafından bedeli mukabilinde temin edilmesi”
buyrulmuştur82. Yine aynı defterdeki bir başka belgede ise, “Südde-i Saâdet'ten
ülkesine dönmekte olan Leh kralının elçisine ve adamlarına Edirne'ye varıncaya
kadar kimsenin müdâhale etmemesi ve bedeli mukabilinde ihtiyaçlarının temin
edilmesi” istenmektedir83.
Elçi Hanı hiç şüphesiz ki, elçilerin ikametgâhı olması açısından önemlidir.
Semavi Eyice’nin bununla ilgili uzun bir makalesi vardır85. Eyice, hanın yerini ve
önemini şöyle anlatır: “Çemberlitaş’ın tam karşısında medresenin sırasında yer alan,
tarihi yerli ve yabancı birçok kaynakta “Elçi Hanı” olarak bahsedilen bu büyük
kervansaray, Atik Ali Paşa manzumesini tamamlayan mimari bir unsurdur86”. 1766
zelzelesinde zarar gören ve posta tatarlarına tahsis edilen ve 1864 yılındaki Hoca
Paşa yangınında yanan elçi hanının yerine 1883 yılında “Matbaa-i Osmaniye” binası
yapılmış, sonra da bu bina Darüşşafaka Cemiyeti’ne verilmiştir. 1965 yılında bina
temellerine kadar yıktırılıp işhanı yapılmıştır ve günümüzde işhanı olarak
kullanılmaktadır87.
82
BOA, 6 Numaralı Mühimme Defteri I, BOA Yay., Ankara 1995, s. 126-127; BOA, 6 Numaralı
Mühimme Defteri I, BOA Yay., Ankara 1995, s. 212-213.
83
BOA, 6 Numaralı Mühimme Defteri I, BOA Yay., Ankara 1995, s. 128.
84
Mübahat Kütükoğlu, a.g.m., s. 203-205.
85
Semavi Eyice, “Elçi Hanı”, ĐÜEF Tarih Dergisi, S. 24, Mart 1970, s. 93-130.
86
Semavi Eyice, a.g.m., s. 96.
87
Semavi Eyice, a.g.m., s. 112-115.
32
1.2. OSMANLI DEVLETĐ’NDE ELÇĐLĐK KURUMU
88
Yeniçeri ağasından sonra gelen devlet görevlisidir.
89
Ahmed Akgündüz, Kanunnâme-i Âli Osman, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri, 1.
Kitap Osmanlı Hukukuna Giriş ve Fatih Devri Kanunnameleri, Fey Vakfı, Đstanbul 1990, C. I, s. 318.
90
Ahmet Akgündüz, a.g.e., s. 319.
91
Ahmet Akgündüz, a.g.e., s. 320; Ayrıca bkz. Osman Kaşıkçı, “Hukuk Sistemi ve Fatih
Kanunnameleri”, Fatih ve Dönemi, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı Yayını, Đstanbul 2004, s. 234.
33
yoldaşlarıyla verilir. Vezirlerin önlerinden kalkan yemek Reîsülküttaba maiyetiyle
beraber verilir. Kadıaskerlerin önünden kalkan yemek kapıcılar kethüdasına verilir.
Padişahın tek başına yemek yemesi Fatih iledir. Vezirlerle yemek yeme âdetini
kaldırmıştır. Çavuşbaşı ve Reisülküttab ve Kapıcılar Kethüdası hizmetkârlardır.
Divan’da oturmazlar. Ağalardan mîr-i alem ve kapıcıbaşı gelse bile oturmazlar92.
“Evvela bir Arz Odası yapılsun. Cenâb-ı şerîfim pes perdede oturub,
haftada dört gün vüzeram ve kadıaskerlerim ve defterdarlarım rikâb-ı hümâyunuma
arza girsünler. Dîvan’a her gün vüzeram ve kadıaskerlerim ve defterdarlarım
geldikde, çavuşbaşı ve kapucılar kethüdası önlerine düşüb istikbal etsünler”93.
92
Ahmet Akgündüz, a.g.e., s. 321.
93
Ahmet Akgündüz, a.g.e., s. 326.
94
Erol Özbilgen, a.g.e., s. 50.
95
Bkz. Đlknur Yıldız Örenç, “Hariciye Teşrifatçılığı Defteri (1846-1880)”, ĐÜ SBE Yakınçağ Tarihi
BD, YL Tezi, Đstanbul 1998, s. 1-16.
34
aktardığına göre, Kanuni Sultan Süleyman döneminde ortaya çıkarılmıştır96. Arşiv
belgelerinde ilk defa 1535-1536 tarihinde rastlanan bu müessese, daha sonra
Babıâli’ye nakledilmiştir97. Teşrifatçı ya da diğer bir deyişle Teşrifati Efendi,
elindeki deftere göre hareket eden ve gerek Saraya ait ve gerekse Divan-ı
Hümayun’daki tüm protokol kurallarını bilen, bunları titizlikle işleten bir yapıya
sahipti. Divan’da maaşların verilmesi, ziyafetler, elçilerin kabulleri, Osmanlı için çok
önemli olan Mısır hazinesinin gelmesi, cülus ve cenaze törenleri, Sarayda yapılan
bayramlaşma ve tebrikler, donanmanın sefere çıkması, hil’at giyme törenleri gibi
birçok törenin uygulama şekilleri ve düzeni Teşrifati Efendi’nin gözetimindeki
kurumsal yapı (Teşrifat Kalemi) tarafından organize edilirdi. Yapılan masraflar
“Teşrifat Yevmiye Defterleri”’ne işlenirdi.
Osmanlı idari yapısında divan kâtiplerinden sorumlu olan kişi olan Reîsü’l-
Küttâb99’ın emrinde çalışan ve adına tezkereci denilen görevli, gelen evrak ve
dilekçeleri (vâride) özetler ve Divan’a sunulmak üzere Reîsü’l-Küttâb’a verirdi100.
96
Đsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilatı, TTK Basımevi,
Ankara 1988, s. 58.
97
Ali Akyıldız, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilatında Reform (1836-1856), Eren Yay.,
Đstanbul 1993, s. 36-37.
98
Zeynep Tarım Ertuğ, “The Depiction Of Ceremonies In Ottoman Miniatures: Historical Record Or
A Matter Of Protocol?”, Muqarnas, An Annual on the Visual Cultures of the Islamic World, Volume
27 (2010), Leiden Boston, 2010, s. 255.
99
Reîsü’l-Küttâb terfi edince nişancı olurdu.
100
Colin Đmber, Osmanlı Đmparatorluğu 1300-1650, Đstanbul Bilgi Üniversitesi Yay., Çev. Şiar
Yalçın, Đstanbul 2006, s. 222.
35
Reîsü’l-Küttâblar, Divan-ı Hümayun toplantılarına Divan-ı Hümayun kâtiplerinin ve
o kalemin amiri sıfatıyla katılırlardı.
101
Recep Ahıskalı, Osmanlı Devlet Teşkilatında Reisülküttâblık (XVIII. Yüzyıl), Tarih ve Tabiat
Vakfı Yay., Đstanbul 2001, s. 70.
102
Recep Ahıskalı, a.g.e., , s. 201; Fransız büyükelçisi Nointel 16.5.1672 tarihinde Reîsü’l-Küttâb ile
gizli bir görüşme yapmış, 26.5.1672 tarihinde de esas görüşme gerçekleşmiştir. (Bkz. Antoine
Galland, Đstanbul’a Ait Günlük Hatıralar, 1672-1673, C. I, Yay. Charles Schefer, Çev. Nahid Sırrı
Örik, TTK Yay., Ankara 1998, s. 133-135.) Yine bir yıl sonra 22.5.1673 tarihinde de ilave maddeler
görüşülmüş ve karara bağlanmıştır. (Bkz. Antoine Galland, Đstanbul’a Ait Günlük Hatıralar, 1672-
1673, C. II, Yay. Charles Schefer, Çev. Nahid Sırrı Örik, TTK Yay., Ankara 1998, s. 50-52.)
36
bir hariciye nazırının sahip olabileceği yetki tanınmamıştır. Reîsü’l-Küttâb’lık
makamı Padişah II. Mahmud döneminde, “Hariciye Nezareti”ne dönüştürüldü103.
103
Hadiye Tuncer, Hüner Tuncer, a.g.e., s. 30; Ali Akyıldız, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez
Teşkilatında Reform (1836-1856), Eren Yay., Đstanbul 1993, s. 70-80.
104
Jean Thevenot, Thevenot Seyahatnamesi, Ed. Stefanos Yerasimos, Çev. Ali Berktay, Kitap
Yayınevi, Đstanbul 2009, s. 242.
105
Bkz. Halil Đnalcık, a.g.m., s. 121.
106
Nahit Sırrı, “Đstanbul’da Sicilyeteyn Elçileri”, TOEM, S. 1-101, Enderun Kitabevi, Đstanbul 1988,
s. 67-72.
37
Barış antlaşmaları ya da ticari sözleşmeler imzalamak. Barış önerisinde
bulunmak107. Barış görüşmeleri ya da arabuluculuk yapmak. Herhangi bir
antlaşmanın maddelerini görüşmeye gitmek. Đyi dostluk ilişkileri kurmak ya da var
olan dostluk ilişkilerini sağlamlaştırmak, Osmanlı Devleti’nin alacaklarını toplamak.
Gönderildiği ülkelerin Osmanlılar hakkındaki görüş ve politikalarını öğrenmek.
Osmanlı padişahının cülusunu (tahta çıkma) bildirmek. Armağanlar götürmek.
Padişahın bir mektubunu gideceği ülkeye ulaştırmak için gitmek. Tahta yeni geçen
Avrupa monarkının cülusunu tebrik etmek. Avrupa krallarının taç giyme törenlerinde
hazır bulunmak. Avrupa krallarını şehzadelerin sünnet düğünlerine katılmaları için
çağırmak. Osmanlı Devleti’ne vergi veren ülkelerden vergilerini istemek”108. Tüm bu
ve benzeri çeşitli konular elçiler kanalıyla çözülüyordu.
Elçilerin en önemli görevi, gittiği ülke hakkında kendi ülkesi adına bilgiler
toplamak ve bu bilgileri bir rapor halinde ülkesine bildirmektir109. Osmanlı elçileri
de, Osmanlı Devleti’ne gelen elçiler de bunu yapardı. Osmanlı elçileri gittikleri
107
Osmanlı Đran savaşlarını durdurmak için Guli Han, Osmanlı padişahı Mahmud’a elçiler gönderip,
Đranlı esirlerin geri verilmesini rica etti. Padişah elçileri büyük bir iltifatla kabul ederek, Đranlı esirlerin
toplanıp kendi memleketlerine gönderilmelerine dair bütün vilayetlere emir gönderdi. Böylelikle Đran
ile barış anlaşmasına giden yol açıldı (1736). (Bkz. Petros di Sarkis Gilantz’in Kronolojisi, Nadir Şah
Devrine Ait Bir Anonim Kronoloji, Osmanlı-Đran-Rus Đlişkilerine Ait Đki Kaynak, Çev. ve Yay.
Hrand D. Andreasyan, Edebiyat Fakültesi Matbaası, Đstanbul 1974, s. 106.)
108
Hadiye Tuncer, Hüner Tuncer, a.g.e., s. 12.; Faik Reşit Unat, a.g.e., s. 17-23.
109
Elçilerin ülkeleri lehine yaptıkları bu tarz çalışmalara ilginç bir örnek olması açısından aşağıdaki
örneği gösterebiliriz. Osmanlı Devleti’nin denizcilik alanındaki gelişmesine paralel olarak,
Akdeniz’de bu alandaki en önemli güçlerden biri olan Venedik Cumhuriyeti ile sürtüşmeler de
başlamıştı. Ege adaları ve Doğu Akdeniz limanları 16. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti tarafından
Venedikliler’den alınmış durumdaydı. 1645 yılında deniz ticaretinin kilit noktası olan Girit ve adadaki
Kandiye Kalesi 25 yıl sürecek olan Osmanlı kuşatmasına sahne oldu. Venedikliler için şaşırtıcı
olmayan bu kuşatmanın ön bilgileri bir yıl öncesinden Venedik Büyükelçiliği tarafından Venedik’e
gönderilmişti bile. Balyoz Giovanni Soranzo ve Giovanni Battista Ballarino Osmanlı Devleti
tarafından tutuklanarak, Edirne’ye sürgüne gönderildiler. Bir süre esir tutulan bu iki kişi, daha sonra
serbest bırakıldılar ve ülkelerine geri döndüler. (Bkz. Gülgün Yılmaz, “Venedik’ten Edirne’ye Sürülen
Đtalyan Elçiler ve Bir Minyatür Albümünde Edirne”, I. Edirne Kültür Araştırmaları Sempozyumu,
Trakya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Bildiriler, 23-25 Ekim
2003, s. 235.); III. Mustafa zamanında meydana gelen bir olay da ilgi çekicidir. III. Mustafa çok
zaman tebdili kıyafetle Ayasofya Camii’ne giderek sabah namazını orada kılardı. Bir gün yine tebdili
kıyafetle gittiği Ayasofya Camii’nde sefaret tercümanlarından birinin bazı devlet ricalinin evlerinde
giderek, devlete ait sırları öğrendiğini ve bun bilgileri de sefarethanelere aktardığını öğrenir. Bu olay
üzerine tercümanın boynu vurulur. (Bkz. Đsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin Saray
Teşkilatı, TTK Yay., Ankara 1988, s. 61.)
38
ülkede öncelikle gözlem yaparlardı ve bunları raporlar halinde Đstanbul’a
gönderirlerdi. Bu raporlarda, kişisel görüşlerini de yazarlardı. Bir diğer görevleri ise,
gidecekleri ülkenin kurumsal ve sosyal yapısı, bilimsel ve teknik düzeyleri hakkında
önceden bir kanıya sahip olmalarıydı. Doğal olarak, o ülkenin dilini öğrenmiş
olmaları da gerekiyordu110.
110
Hadiye Tuncer, Hüner Tuncer, a.g.e., s. 26-28.
111
Osmanlı Devleti’nde mali işlerin en büyük amirine verilen unvandı.
112
Nişancı’ya tevkiî, tuğraî ve muvakkî de denirdi. Nişancıların görevi, devlet yasalarını iyi bilmek,
yeni ve eski yasalarla dini kuralları bağdaştırmak, Divan’da gerektiğinde bu konularda düşüncelerini
açıklamak, yabancı hükümdarlara yazılacak namelerle vezirlere verilecek beratların rütbe, nişan ve
imtiyaz verildiğini bildiren ferman taslaklarını hazırlamak, ahitname, beratname ve fermanların baş
tarafına Padişah’ın imzası demek olan tuğrayı çekmekti. Genellikle Reisü’l-Küttablar yükselerek
nişancı olurlardı.
39
ya da “Kadıaskerlik”114 gibi büyük aşamalar ve yetkiler verilirdi. “Orta Elçi” olarak
gönderilenlere Defterdarlık, Nişancılık veya Mekke payesi (rütbesi); “Büyük Elçi”
olarak gönderilenlere Rumeli veya Anadolu Beylerbeyliği; Đran’a gönderilen
elçilerden ulema (bilginler) sınıfından olanlara ise, Anadolu Kadıaskerliği rütbeleri
verilmekteydi.
Osmanlı elçileri genellikle çok kalabalık bir maiyetle (elçinin emri altında
bulunan görevli kişiler) görev yerlerine giderlerdi. Elçilerin yanlarında bazen bin
kişilik bir maiyet bile götürdükleri olurdu. Elçi ve yanındakilerin yabancı ülkelere
girişleri o ülke halkına unutulmaz bir gün yaşatırdı116.
Osmanlı Devleti güçlü bir devlet olduğu ve toprak bütünlüğü ile egemenliği
Avrupa tarafından tehdit edilmediği sürece, tek yanlı diplomasi bu devletin gücünün
ve üstünlüğünün bir göstergesi olmuştur. Ancak bu durum, devletin gerileme
dönemlerinde Osmanlıların zararına olmaya başlamış ve Đmparatorluğun gerilemesini
çabuklaştıran etkenlerden biri olmuştur.
113
Osmanlılarda ilk zamanlarda tek bir beylerbeyi bulunur ve o da tüm ordu işlerinden sorumlu
olurdu. Yıldırım Bayezid zamanında Anadolu ve Rumeli Beylerbeylikleri oluşturuldu.
Beylerbeylerinin zamanla sayıları artmakla beraber, yetki ve etkinlikleri de o oranda azalmıştır.
114
Kazasker olarak da kullanılır. Kazaskerlik Fatih döneminde tek bir makam olup, şer’i hükümleri
veren en büyük makamdı. 1481 tarihinden itibaren Rumeli ve Anadolu Kazaskerliği diye ikiye
ayrılmıştı. Rumeli Kazaskerleri yükseldiklerinde Şeyhülislam olurlardı.
115
Onur Kınlı, Osmanlı’da Modernleşme ve Diplomasi, Đmge Kitabevi, Ankara 2006, s. 76.
116
Hadiye Tuncer, Hüner Tuncer, a.g.e., s. 13-14.; Faik Reşit Unat, a.g.e., s. 23-28.
40
Osmanlı Devleti’nde sürekli diplomasi yönteminin gereksinmesini duyan
ilk padişah Sultan III. Selim’dir (1789-1807). III. Selim, yabancı devletler hakkında
ve bu devletlerde yer alan olaylar ve gelişmelere ilişkin daha doğrudan ve güvenilir
bilgi sahibi olmak ve aynı zamanda Osmanlı Đmparatorluğu’nu batılı devletler
topluluğunun dışında bırakmamak gerekçeleriyle, Avrupa başkentlerinde sürekli
elçilikler kurma kararı almıştı.
41
Osmanlı Devleti ile görüşme yapılan ilgili devletin devlet sınırlarına topraktan büyük
yapay birer tepe oluşturulurdu. Her iki taraftaki bu tepecikler arasındaki mesafenin
tam orta noktasına beş adam boyu yüksekliğinde bir direk dikilirdi. Đşte tam bu
nokta, elçilerin görüşme yaptıkları yer olurdu119.
Bütün bunların yanı sıra, elçilerin sınırdan içeri girmeleriyle birlikte artık
misafir olarak görülmeleri anlayışının bir sonucu olarak, elçinin ve maiyetindekilerin
119
Hadiye Tuncer, Hüner Tuncer, a.g.e., s. 12.
120
Olga Zirogeviç, a.g.m., s. 45.
121
Faik Reşit Unat, a.g.e., s. 32-33; Đlber Ortaylı, Osmanlı’da Milletler ve Diplomasi, Türkiye Đş
Bankası Yay., Đstanbul 2008, s. 238.
42
Osmanlı topraklarında kaldıkları süre boyunca tüm masrafları devlet tarafından
karşılanmaktadır122. Görevleri biten elçilere ise ayrıca, memuriyet derecelerine
uygun olmak üzere çeşitli hediyeler verilmektedir123.
Batıdan Đstanbul’a bir elçi geleceği zaman, bu durum elçiliğin sır kâtibi
tarafından Bâb-ı Âlî’ye haber verilirdi. Buradaki uygulama ise şöyleydi: Sır kâtibi
önce Dîvân-ı Hümâyûn tercümanı odasına, sonra da Reîsü’l-Küttâb odasına
götürülür, Reîsü’l-Küttâb, sır kâtibini ayakta karşılardı. Sonrasında mindere
122
Đzzet Sak, 1736-1741 yılları arasında Đstanbul’a gelen Đran elçilerinin bazı masrafları üzerine
yapmış olduğu araştırmada, elçilere yapılan masrafların hem devlet bütçesinden ve hem de yol
güzergâhında bulunan yerleşim yerlerindeki ahali tarafından vergilerine karşılık olarak karşılandığını
söylemektedir. (Bkz. Đzzet Sak, “1736-1741 Yılları Arasında Đstanbul’a Gelen Đran Elçilerinin Bazı
Masrafları”, Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Edebiyat Dergisi, Yıl: 2006, S. 16, s. 117-
161.)
123
Faik Reşit Unat, a.g.e., s. 35.
124
Mübahat S. Kütükoğlu, Son Devir Osmanlı Resmi Ziyafetleri, Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız
Armağanı, Marmara Üniversitesi Yayınları No: 558, Fen-Edebiyat Fakültesi Yayınları No: 33, TTK
Basımevi, Ankara 1995, s. 369.
43
otururlardı. Burada kendisine peşkir, tatlı, kahve, çubuk ve şerbet ikram edilirdi.
Sadrazamın izniyle birlikte huzuruna götürülür, burada sır kâtibinin kendi tercümanı
aracılığıyla görüşüldükten sonra, ayakta kahve verilirdi. Buradan kethüdanın odasına
alınırdı. Reîsü’l-Küttâb odasındaki tören burada da aynen uygulanır ve sonrasında
geri dönerlerdi125.
125
Recep Ahıskalı, Osmanlı Devlet Teşkilatı’nda Reisülküttâblık (XVIII. Yüzyıl), Tarih ve Tabiat
Vakfı Yayınları, Đstanbul 2001, s. 247.; H. Hümeyra Şahin, “Bâbıâlî’de Uygulanan Teşrifat (1703-
1839)”, MÜ Sosyal Bilimler Ens. Türk Tarihi ABD Yeniçağ Tarihi BD Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, Đstanbul 2001, s. 20-21.
126
Metin And, XVI. Yüzyılda Elçilikler ve Elçiler, HTM, S. 3, Nisan 1970, s. 22; Ayrıca bkz. Dündar
Alikılıç, “XVII. Yüzyıl Saray Teşrifatı ve Törenleri”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Tarih ABD Doktora Tezi, Erzurum, 2002, s. 63.
127
Bkz. Dündar Alikılıç, “Osmanlı Saray Törenlerinin Üsküdar’a Yansıması”, Üsküdar Sempozyumu
I, 23-25 Mayıs 2003, Bildiri Kitabı, C.I, s. 93.
128
Bkz. Đbrahim Peçevi, Peçevi Tarihi, C. I, Neşriyat Yurdu, Đstanbul 1968, s. 175-181.
129
Bkz. Bekir Kütükoğlu, “Şah Tahmasb’ın III. Murad’a Cülus Tebriki”, ĐÜEF Tarih Dergisi, C. XI,
S. 15, Eylül 1960, s. 1-24.
44
1.3.3. Elçi Kabul Töreni Öncesinde Yapılan Hazırlıklar
130
H. Hümeyra Şahin, a.g.t., s. 20.
131
1667 yılında Đstanbul’a gelen bir Avusturya elçisi, padişahın huzurunda yeteri derecede eğilmediği
için, arkasında bulunan padişahın yakınlarından biri elçiyi ensesinden hızlıca itmiş, sefir yere düşerek
alnı zedelenmiştir. Elçinin yanında bulunan tercümanın korkudan dili tutulmuş, konuşamayınca
sadaret kaymakamı elçi ile tercümanı tokatlayarak dışarı çıkarmıştır. (Ali Seydi Bey, Teşrifat ve
Teşkilatımız, (Baskıya Hazırlayan: Niyazi Ahmet Banoğlu), Tercüman 1001 Temel Eser, Đstanbul
t.y., s. 140.)
132
Ali Seydi Bey, a.g.e., s. 140.
45
1.3.3.1. Ulûfe Divanları
133
Đlber Ortaylı, Osmanlı Sarayı’nda Hayat, Yitik Hazine Yay., Đzmir 2008, s. 43.
134
Zarif Orgun, “Osmanlı Đmparatorluğu’nda Name ve Hediye Getiren Elçilere Yapılan Merasim”,
Tarih Vesikaları Dergisi, C. I, S. 1, Haziran 1941, s. 407.
135
Đsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilatı, TTK Yay., Ankara
1988, s. 289.
136
Yusuf Halaçoğlu, XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilatı ve Sosyal Hayat, TTK
Yay., Ankara 2003, s. 41.
46
Normal Divan-ı Hümayun toplantılarından farklı olan bu toplantılara “ulûfe
divanı”, “büyük divan” ya da “elçi divanı” isimleri de verilmiştir. O gün, ulûfe için
toplanmış olanların137 ve ayrıca elçilik heyetlerinin de kalabalık olmasından dolayı
“galebe divanı” denilmiştir.
“Ve galebe dîvânı oldur kim, üçer ay başında cemî’i kula mevâcib çıka
yahud bir Kraldan elçü gele, ol gün rûz-ı mahşerden nişan verür bir Dîvân-ı Azîm
olur kim, iki yüz cevâhire müstağrak küheylan atlar ve cemî’-i erbâb-ı dîvân zer
ender zerre müstağrak ve cemî’-i âlât ve âvânîn-i ta’âm mücevher kâseler ve zer-dûz
haliçe ve mehçeler ile Pâdişâh-ı cem-cenabın Âsitânesin eyle tezyîn ederler kim,
elçiler gördükde elembeste ve hayrân olurlar”138.
137
Đçoğlanlarına da genellikle üç ayda bir mütevazı da olsa ulûfe dağıtılırdı. (Bkz. Godfrey Goodwin,
Yeniçeriler, Çev. Derin Türkömer, Doğan Kitap, Đstanbul 2008, s. 50.)
138
Ahmed Akgündüz, Kanunnâme-i Âli Osman, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri, 4.
Kitap Kanuni Devri Kanunnameleri 1. Kısım Merkezi ve Umumi Kanunnameler, Fey Vakfı, Đstanbul
1992, C. IV, s. 553.
139
Mehmet Ali Beyhan, Saray Günlüğü (1802-1809), Doğu Kütüphanesi Yay., Đstanbul 2007, s. 60.
140
Đlknur Yıldız Örenç, “Hariciye Teşrifatçılığı Defteri (1846-1880)”, ĐÜ SBE, Yakınçağ Tarihi BD,
Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Đstanbul 1998, s. 4.
47
Kapıcıların bu tarz törenlerdeki görevleri oldukça önemlidir. Törenlerde
düzenin sağlanması görevini de kapıcılar üstlenirler. Elçilerin kollarına girilerek
Arz’a götürülmeleri, Arz sırasında yanlarında bulunmaları, elçilerin Arza girmeden
önce, Divan’da bulundukları sırada Sadrazam adına hal hatır sormaları da görevleri
arasındaydı.
Đkili ilişkilerdeki yabancı dil sorunuyla ilgili olarak, tercümanlık bir meslek
olarak ilk kez, Osmanlılarda diplomatik ilişkilere giren ilk ülke olan Fransızlar
tarafından benimsendi. 18. yüzyılın sonlarında Đstanbul’daki en önemli yabancı
elçiliğe sahip olan ülke de Fransa’ydı. Đstanbul’daki öteki yabancı delegasyonları
örnek alan Đspanyol Büyükelçisi Juan de Bouligny 10 Temmuz 1783 tarihinde Kral
III. Carlos’a gönderdiği mektupta, elçilik için tercümanların gerekliliğinden söz
ediyordu143.
141
Đlknur Yıldız Örenç, a.g.t., s. 4.
142
Đlknur Yıldız Örenç, a.g.t., s. 9.
143
Antonio Jurado Aceituno, “Bir Filolog Olarak Dragoman”, Đspanya-Türkiye, 16. Yüzyıldan 21.
Yüzyıla Rekabet ve Dostluk, Ed. Pablo Martin Asuero, Çev. Peral Bayaz Çarum, Kitap Yayınevi,
Đstanbul 2006, s. 218-219.
48
Elçilik tercümanları, elçilik ve konsoloslukların “iş bitirici” unsurlarıydı.
Meydana gelen önemli olaylarda, gerek ilgili makamların ve gerekse Müslüman ve
Hıristiyan kamuoyunun nabzını tutmaları, ülkenin hukukunu, teamüllerini ve dillerini
bilmeleri bakımından önemli kaynaklara (bilgi/istihbarat) sahiptiler144.
Zeynep Tarım Ertuğ, bir makalesinde elçi kabul törenlerinde kullanılan asıl
mekân olan sarayla ve uygulanan protokolle ilgili olarak şunları söylemektedir:
144
Sezai Balcı, “Osmanlı Devleti’nde Tercümanlık ve Bab-ı Ali Tercüme Odası”, AÜ SBE Tarih
(Yakınçağ Tarihi) ABD Doktora Tezi, Ankara, 2006, s. 31.
145
Zeynep Tarım Ertuğ, “Saray Teşkilatı ve Teşrifatı”, Fatih ve Dönemi, Türk Kültürüne Hizmet
Vakfı Yayını, Đstanbul 2004, s. 215.
146
Gülru Necipoğlu, 15. ve 16. yüzyılda Topkapı Sarayı Mimari, Tören ve Đktidar, Çev. Ruşen
Sezer, Đstanbul, YKY Yay., 2007, s. 135.
147
Gülru Necipoğlu, a.g.e., s. 136.
49
“Saray sadece padişahın evi olmayıp, aynı zamanda devletin idari
merkezidir. Burada gündelik resmi işler yanında özel hayat da belli bir teşrifat
çerçevesinde devam ederdi. Saraya herhangi bir iş için veya arza çıkmak için gelen
birisi bu teşrifata uygun biçimde hareket ederdi. Bundan başka padişaha, hareme,
diğer saray halkına mutfaktan yemek giderken, saraya gelen ziyaretçiler kabul
edilirken, saray halkının birbirlerini ziyaretleri vesaire gibi neredeyse bütün ilişkiler
için aynı hususa dikkat edilirdi. Protokolün, Osmanlı Devleti içinde bu kadar
oturmuş, bütün inceliklerine kadar düşünülüp uygulanmış olması, eski bir devlet ve
şehir geleneğine işaret ettiği gibi, imparatorluk özelliğinin de en önemli
göstergelerinden biridir”148.
148
Zeynep Tarım Ertuğ, “Osmanlı Devleti’nde Resmi Törenler ve Birkaç Örnek”, Yeni Türkiye
(Osmanlı Özel Sayısı), Yıl: 6, S. 34, Temmuz-Ağustos 2000, s. 27.
149
Đsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin Saray Teşkilatı, TTK Yay., Ankara 1988, s. 31.
50
dönüştüğünü belirtir. Hükümdar çok güçlüdür ama sarayı tam tersine sadedir. Bu
durum kendisini şaşırtmıştır150.
150
Jean Thevenot, Thevenot Seyahatnamesi, Ed. Stefanos Yerasimos, Çev. Ali Berktay, Kitap
Yayınevi, Đstanbul 2009, s. 52.
151
Joseph de Tournefort, Tournefort Seyahatnamesi, C. II, Ed. Stefanos Yerasimos, Çev. Teoman
Tunçdoğan, Kitap Yayınevi, Đstanbul 2008, s. 30-33.
152
Simge Özer Pınarbaşı, Çağlar Boyu Tahtın Simgesel Anlamları Işığı’nda Türk Tahtları, TC
Kültür ve Turizm Bakanlığı yay., Ankara 2004, s. 128.
153
Haydar Sanal, “Türk Elçilik Törenleri”, HTM, S. 12, Đstanbul 1966, s. 26.
154
Bu bekleme süresi genelde bir saat ile bir çeyrek saat arasında değişirdi.
51
Sadrazam Paşa Kapısı’ndan çıkar, elçinin yanındaki çavuşbaşı ağaya selam verir ve
elçiyi de görerek ileri geçer ve sonra elçi alayı hareket ederdi155.
155
Đsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilatı, TTK Yay., Ankara
1988, s. 299.
156
Zeynep Tarım Ertuğ, “Edirne’de Yapılan Son Cülus Töreni”, Edirne: Serhattaki Payitaht, Haz.
Emin Nedret Đşli-M. Sabri Koz, YKY, Đstanbul 1998, s. 164.
157
Đsmail Hakkı Uzunçarşılı, a.g.e., s. 296-297.
52
efendilerine saygılarını sunmak için geçtiler. Bağlılık ve korku yüzlerinden
okunuyordu”158.
158
Gülgün Üçel-Aybet, “Osmanlı Devletçiliği ve Divan’ın Çalışması (1570-1699)”, Yeni Türkiye
(Osmanlı Özel Sayısı), Yıl: 6, S. 34, Temmuz-Ağustos 2000, s. 37.
159
Metin And, 16. Yüzyılda Đstanbul Kent-Saray-Günlük Yaşam, YKY Yayınları, Đstanbul 2011, s.
98.
160
1535 yılında Đstanbul’a gelen Fransız elçisinin heyeti içindeydi.
161
Metin And, a.g.e., s. 125.
53
1.3.7. Hil’at Giydirme ve Huzura Kabul
162
Banu Mahir, Osmanlı Minyatür Sanatı, Kabalcı Yay., Đstanbul 2005, s. 120.
163
Banu Mahir, a.g.e., s. 122.
164
Banu Mahir, “Türk Minyatürlerinde Hil’at Merasimleri”, Belleten, C. LXIII, S. 238, Aralık 1999,
s. 745.
165
Banu Mahir, a.g.m., s. 746.
166
Mübahat Kütükoğlu, “XVIII. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nde Fevkalade Elçilerin Ağırlanması,”
Türk Kültürü Araştırmaları, Prof. Dr. Đsmail Ercüment Kuran’a Armağan, Yıl: XXVII/1-2, Ankara
1989, s. 212, dipnot 66 ve s. 213, dipnot 75.
167
Banu Mahir, a.g.m., s. 754.
54
Elçi, yemeği müteakip ellerini yıkadıktan sonra, kendisine hassa vekilharcı
ve çadır mehterleri kethüdası tarafından gül suyu ve buhur verilir. Sonra Çavuşbaşı
vasıtasıyla (daha sonraları Teşrifatçı vasıtasıyla olurdu) Dîvân-ı Hümayundan
alınarak hazine önüne veya eski divanhaneye götürülüp, kendisine hil’atler
giydirilir168 ve bir müddet istirahat ettirilir. Bu arada elçi, Yeniçeri Ağasıyla,
Kazaskerlerin ve Vezir-i Azam ile vezirlerin huzura girişleri merasimini seyrederdi.
Sadr-ı Azam ile vezirlerin kıdem sırasına göre Arz Odası’na girmelerinden
sonra, kapıcıbaşılardan ikisi elçiyi kollarından tutarak Arz Odası’na, padişahın
huzuruna götürüp yer öptürürler ve getirdiği hediyeleri kapıcılar Arz Odası’nın
penceresinin önünden geçirip, iç hazine adamlarına teslim ederlerdi169.
168
Bayramlarda Arz Odası’na bayram tebriği için gelen üst kademedki devlet görevlilerine de hil’at
giydirilirdi. (Bkz. Zeynep Tarım Ertuğ, “18. Yüzyıl Osmanlı Sarayı’nda Bayram Törenleri”, Prof. Dr.
Mübahat S. Kütükoğlu’na Armağan, Ed. Zeynep Tarım Ertuğ, ĐÜEF Tarih Bölümü, Osmanlı
Müesseseleri ve Medeniyeti Tarihi Anabilim Dalı Yay., Đstanbul 2006, s. 593; 1758 tarihinde
yayınlanan bir hatt-ı hümayunla hil’at giyecek elçilere bundan sonra kürk yerine kaftan giydirilmesi
kararı verilmiştir.
169
Bkz. Tanındı, Zeren: “Osmanlı Sarayı’nda Safevi Şehzadeler ve Elçiler,” Uluslararası Sanatta
Etkileşim Sempozyumu, HÜ Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü, 25-27 Kasım 1998, Bildiriler,
Ankara 2000, s. 236.
55
getirdiği nameyi tercüme ettirir ve namenin içeriğini bir telhis ile padişaha arz
eder170.
170
Đsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilatı, TTK Yay., Ankara
1988, s. 297-298.
56
Odası’ndan önce Kubbe vezirleri ve sonra da Sadrazam dışarı çıkardı. Getirilen name
tercüme ettirilerek Padişaha arz ve takdim edilirdi171.
Padişahın bir namesi teslim edileceği zaman, ilgili devletin elçisi Arz
Odası’na Padişahın huzuruna alınır, burada Padişahın yaptığı konuşmadan sonra,
Sadrazam padişahın sağ tarafındaki yastık üzerine konulmuş olan mektubu alır, öpüp
başına koyar ve yanındaki vezire verir. Kıdem sırasına göre protokolde yerini almış
olan vezirlerin elinden geçen mektup, en sonda duran Mîr-i Alem Ağa’ya ulaştırılır.
O da mektubu öpüp başına koyduktan sonra elçiye verirdi. Elçi de aynı şekilde
mektubu öper ve elinde tutarak Babüssaade’den çıkar, ancak Ortakapı’ya geldiğinde
yanındaki sefaret başkâtibine teslim edebilirdi172.
171
Erol Özbilgen, Bütün Yönleriyle Osmanlı Âdâb-ı Osmaniye, Đz Yayıncılık, Đstanbul 2011, s. 51-
52.
172
Erol Özbilgen, a.g.e., s. 52.
173
Aubry de La Motraye, La Motraye Seyahatnamesi, Türkçesi Nedim Demirtaş, Đstiklal Kitabevi,
Đstanbul 2007, s. 113; Devletin güçlü olduğu dönemlerdeki bu uygulamanın tam tersini son dönem
devlet uygulamarında görememekteyiz. Devlet zayıflamıştır ve artık hediye alınmasından ziyade,
diplomatik bir takım yararlar sağlamak amacıyla diplomatlara birtakım armağanların verildiği
bilinmektedir. Đlber Ortaylı’nın dediği gibi, “Kırım Savaşı sırasında Avusturya Đmparatoru’nun
tarafsız kalmasında etkili olan büyükelçi Baron Prokesch von Osten’e 50 küsur sikke hediye
edilmiştir”, Bkz. Đlber Ortaylı, Tarihimiz ve Biz, Timaş Yay., Đstanbul 2008, s. 216.
174
Gerald M. Maclean, The Rise Of Oriental Travel English Visitors to the Otoman Empire-
1580-1720, Palgrave Macmillan, New York 2004, s. 33.
57
Osmanlı elçileri yanlarında gönderildikleri ülke hükümdarına sunulmak
amacıyla, “hümayunname” ya da “name-i hümayun” denilen padişahın mektubunu
ve aynı ülke başbakanına sunulmak amacıyla da sadrazamın mektubunu götürürlerdi.
175
Hadiye Tuncer, Hüner Tuncer, a.g.e., s. 15-16. ; Faik Reşit Unat, a.g.e., s. 25-26.
176
Elçi Hazinesi adıyla anılan yerin saray binaları arasında çok eski olmadığı, I. Mahmud zamanında
yapılmış bulunduğu zannedilmektedir. Hazine Defterleri üzerindeki birtakım kayıtlar da buralardaki
bazı kıymetli eşyanın elçilere ve hatta maiyetlerine, memuriyete giderlerken geçici olarak verildiğini
ve dönüşlerinde geri alındığını ispat etmektedir. (Bkz. Faik Reşit Unat, a.g.e., s. 25.
177
Faik Reşit Unat, a.g.e., s. 24-25.
58
ĐKĐNCĐ BÖLÜM
OSMANLI DEVLETĐ’NDE ELÇĐ KABUL TÖRENLERĐ:
GÖRSEL VE YAZILI KAYNAKLARA GÖRE ÇÖZÜMLEMELER
Hiç şüphe yok ki, Osmanlı Devleti Kanuni Sultan Süleyman döneminde
(1520-1566) birçok alanda gelişme göstermiştir178. Osmanlı Sarayı’nda XV.
yüzyıldan itibaren Firdevsî’nin Şehnâmesi’ne duyulan ilgi, XVI. yüzyılda Osmanlı
padişahlarının tarihlerini Firdevsî Şehnâmesi vezniyle ve Fars dilini bilen bir şaire
yazdırmalarıyla sonuçlanmıştır. Bunun doğal bir sonucu olarak da, Kanuni
döneminde resmi bir karakter kazanan şehnamecilik görevinin oluşmasına sebep
olmuş ve bu şehnameler, dönemin yetenekli nakkaşları tarafından
resimlendirilmiştir179. Kanuni Sultan Süleyman, Osmanlı hanedanlık tarihini yazması
için ilk defa bir şehnameci atar. Yarı resmi tarihçilik olarak da sayılan
“şehnâmenüvîstlik”, meşhur Đran şairi Firdevsî’nin Şehnâmesi’nden ilhamla
Osmanlı’ya geçmiştir180. Fethullah Arif Çelebi (Arifi)’nin 1558’de tamamladığı
Şehnâme-i Âli Osman adlı bu eserin beşinci cildi Süleymanname’dir181.
178
Bkz. Christine Woodhead, “Perspectives on Süleyman”, Süleyman the Magnificent and His Age,
The Ottoman Empire in the Early Modern World, Edited by Metin Kunt-Christine Woodhead,
Longman, New York, 1995, s. 164-190.
179
Banu Mahir, “Osmanlı Minyatürlerinde Savaş, Kuşatma ve Çıkarma”, Prof. Dr. Oktay Aslanapa
Özel Sayısı, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Đstanbul, S. 183, Aralık 2009, s. 3-4.
180
Abdülkadir Özcan, “Kanuni Sultan Süleyman Devri Tarih Yazıcılığı ve Literatürü”, Prof. Dr.
Mübahat Kütükoğlu’na Armağan, Ed. Zeynep Tarım Ertuğ, Đstanbul 2006, s. 148.
181
Esin Atıl, Süleymanname, The Illustrated History of Süleyman the Magnificent, National Gallery
of Art, Washington, Harry N. Abrams, Inc., Publisher, New York, 1986, s. 239; Oktay Aslanapa,
Türk Sanatı, Remzi Kitapevi, Đstanbul 2003, s. 374; Filiz Çağman, “Minyatür”, Osmanlı Uygarlığı
II, Yayına Hazırlayanlar: Halil Đnalcık, Günsel Renda, Kültür Bakanlığı Yay., Đstanbul 2003, s. 899;
Ayrıca bkz. Serpil Bağcı, Filiz Çağman, Günsel Renda, Zeren Tanındı, Osmanlı Resim Sanatı,
Đstanbul, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., 2006, s. 100-115.
59
oluşmaktadır. Her bir varakta 4 sütun ve 15 satır vardır. Topkapı Sarayı Hazine
1517’de kayıtlı olan eser, 37x25.4 cm. boyutlarındadır182. Süleymanname, saray
nakkaşhanesinin seçkin sanatkârlarının işbirliğini gösteren ve son derece büyük bir
özenle yapılmış minyatürleri ve tezhipleriyle, imparatorluğun gücüne yakışır önemde
bir eserdir183. Süleymanname, çağdaşı Đslam ülkelerinde yaygın olduğu gibi,
geçmişteki bir sultanın yüceltilmiş, masalımsı kahramanlıklarını değil, yaşayan
sultanın yaşadıklarının imgeye dönüştürülmüş örneklerini içermektedir184.
182
Esin Atıl, a.g.e., s. 55-56.
183
Filiz Çağman, a.g.m., s. 899-900.
184
Serpil Bağcı, Filiz Çağman, Günsel Renda, Zeren Tanındı, a.g.e., s. 106.
185
16. yüzyılın ikinci yarısından sonr Saray Nakkaşhanesi’nin çalışmaları gerek üslup ve gerekse
konu bakımından Đran ekolünden tamamen ayrılmıştır. (Bkz. Zeren Tanındı, “Osmanlı Döneminde
Türk Minyatürü”, Osmanlı, C. XI, Yeni Türkiye Yay., Ankara 1999, s. 163.)
186
Esin Atıl, “Minyatürlerle Osmanlı Tarihi”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, S. 30, Mart 1970, s.
67.
187
Bkz. Oktay Aslanapa, “Osmanlı Minyatür Sanatı”, Osmanlı, C. XI, Yeni Türkiye Yay., Ankara
1999, s. 153-154.
188
Zeren Akalay, “Tarihi Konuda Đlk Osmanlı Minyatürleri”, Sanat Tarihi Yıllığı III, ĐÜEF Sanat
Tarihi Enstitüsü, 1969-1970, s. 160-161.
60
uygulanmıştır. Ayrıca minyatürlerde yer yer derinlik ve perspektif kazanan sahneler
vardır189.
189
Zeren Akalay, a.g.m., s. 161.
190
Arifi’nin Süleymannamesi ile ilgili olarak Filiz Adıgüzel Toprak’ın yapmış olduğu akademik
çalışmaya, saltanat ve gücü temsil eden padişahın bu gücünün sahne tasarımlarında nasıl yer aldığına
dair ayrıntılı olarak bakılabilir. (Bkz. Filiz Adıgüzel Toprak, “Ârifî’nin Süleymannâmesi’ndeki
Minyatürlerinde Saltanata Đlişkin Simgeler”, DEÜ, GSE, Sanatta Yeterlilik Tezi, Đzmir, 2007.)
191
Simge Özer Pınarbaşı, tahtın sultana özgü bir nesne olarak egemenlik simgesi olduğunu ve ayrıca
tahta oturan kişilerle bağlantılı olarak dinsel kozmolojik simgesel anlamlar içerdiğini söyler. Bkz.
Simge Özer Pınarbaşı, Çağlar Boyu Tahtın Simgesel Anlamları Işığı’nda Türk Tahtları, TC
Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara 2004, s. 155.
192
Nurhan Atasoy, Otağ-ı Hümayunların Osmanlı saraylarının birer küçük kopyası olduğunu
vurgularken, Osmanlı sultanlarının otağlarını sarayda olduğu gibi, hem mesken ve hem de idari ve
askeri bir çalışma mekânı olarak kullandıklarını söyler. Bkz. Nurhan Atasoy, Otağ-ı Hümayun,
Osmanlı Çadırları, Aygaz Yay., Đstanbul 2000, s. 55-58.
193
Bkz.: Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Doğu-Batı Yay., Đstanbul 1978, s. 23-27; Colin
Imber, Ottoman Empire, 1300-1650, The Structure of Power, Palgrave Mcmillan, New York 2002,
s. 148-153; Hüseyin Yılmaz, “The Sultan and the Sultanete: Envisioning Rulership in the Age of
Süleyman The Lawgiver (1520-1566)”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Harvard Üniversitesi, Tarih ve
Ortadoğu Çalışmaları Enstitüsü, 2005, s. 168.
194
Bkz. Hüseyin Yılmaz, a.g.t., s. 137; Bernard Lewis, The Political Language of Đslam, The
University of Chicago Pres, Chicago 1988, s. 51; Leslie P. Peirce, Harem-i Hümayun, Osmanlı
Đmparatorluğu’nda Hükümranlık ve Kadınlar, Çev. Ayşe Berktay, Tarih Vakfı Yurt Yay., Đstanbul
1998, s. 21-22.
61
merkezinin “Saray”195 olduğu ve Osmanlı Padişahı’nın bu otoritenin her iki dünya
felsefesi anlamında sahibi olduğu “Batı”ya ve “Doğu”ya verilen mesajlarda vurgusu
özellikle yapılan çok önemli felsefi bir duruştur, aynı zamanda.
“Düzeltme”
195
Bkz. Mehmet Şeker, Gelibolulu Mustafa Âlî ve Mevâidü’n Nefâis fi Kavâidü’l Mecâlis, TTK
yay., Ankara 1997, s. 134; Gülru Necipoğlu, Architecture, Ceremonial and Power -The Topkapı
Palace in the Fifteenth and Sixteenth Centuries, Architecturel History Foundation and the
Massachusetts Institute of Technology, USA 1991, s. XI; Hakan T. Karateke, Padişahım Çok Yaşa!
Osmanlı Devleti’nin Son Yüzyılında Merasimler, Kitap Yayınevi, Đstanbul 2004, s. 209-211.
196
Zeren Akalay, “Osmanlı Tarihi Đle Đlgili Minyatürlü Yazmalar (Şehnameler ve Gazanameler)”,
ĐÜEF Türk ve Đslam Sanatı Kürsüsü Doktora Tezi, Đstanbul 1972, s. 331.
62
Zeren Akalay’a göre, Süleymanname’de Padişahın Otağ-ı Humayun’daki elçi
kabullerindeki genel şema şudur: “Padişah sahnenin ortasında veya kenarında
kurulan çadırın önünde oturur. Huzura gelen elçi ile ilgilenir. Padişahın gerisinde iki
genç figür, elçinin gerisinde maiyeti, çadırın iki yanında ve sahnenin alt kısmında
zırhlı askerler, yeniçeriler yer alır. Arkaplanı dolduran tepe gerisinde simetrik bir
şekilde sıralanan askerler görülür. Bazen tepe gerisinde, civarında konaklanan kale
görülür197”.
197
Zeren Akalay, a.g.t., s. 335.
63
2.1.1. Kanuni Sultan Süleyman Dönemi (1520-1566)
2.1.1.1. Batıdan Gelen Elçilerin Kabulü
2.1.1.1.1. Avusturya Elçisinin Kabulü
64
Kanuni Sultan Süleyman, 12 Haziran 1532 tarihinde Niş’de durduğunda, bir
Avusturya heyeti O’nun kampına barış antlaşmasını görüşmek için gelir. Heyette iki
yıl önce Đstanbul’a gönderilmiş olan Lamberg Kontu da bulunmaktadır. Heyetin geliş
sebebi şudur: Macaristan tacını Zapolya’nın elinden almak isteyen Ferdinand, Erdel
Beyi Zapolya’yı 1527’de yener. Zapolya Lehistan’a sığınır. Zapolya Osmanlı
Devleti’nden yardım ister ve 1528 yılındaki anlaşmayla Osmanlı padişahı Zapolya’yı
Avusturya’ya karşı koruyacağını ilan eder. Ferdinand ise, karşı bir hamle ile Osmanlı
Devleti ile anlaşmak ister. 1530 ve 1532 yıllarındaki görüşmelerden bir sonuç
alınamaz. Bu arada Ferdinand Budin’i işgal eder. Ayrıca Zapolya Almanlar ve
Đspanyollar tarafından da henüz tanınmamıştır. Kanuni bunun üzerine 1532 yılında
sefere çıkar. Ordu Niş yakınlarındayken, Ferdinand’ın ve Almanların elçileri
görüşmeye gelirler. Kont Lamberg ve Kont Nogarola vergi vermeleri karşılığında
padişahtan Ferdinand’ın krallığını tanımasını isterler.
198
Esin Atıl, Süleymanname, The Illustrated History of Süleyman the Magnificent, National Gallery
of Art, Washington, Harry N. Abrams, Inc., Publisher, New York, 1986, s. 163; Tayyip Gökbilgin,
“Süleyman I”, Türkler, C. IX, Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002, s. 531.
65
Padişahın yakınında bir çift Has Oda Ağası ve biraz ilerisinde dört vezir törende
hazır bulunmaktadır. Vezirler yuvarlak kemerli bir kapı önünde sıralanmışlardır.
Çimen püskülleriyle kaplanmış olan kabul alanı geometrik dekorlu yatay çizgiyle
bölünmüştür. Benzeri çimen perçemleri öndeki bahçede de görülmektedir. Bu
kompozisyonda mekânın ikiye ayrılarak kullanılması yani iç ve dış alanlar, iki
anlamlılığı oluşturmaktadır. Üst sahnedeki kompozisyonda protokolün tamamlandığı
hareketsiz figürlerden anlaşıldığı gibi, alttaki sahnede de tam tersine, elçiliğin diğer
görevlilerinin tedirgin bekleyişlerini tüm gerçekçiliği ile görebilmekteyiz.
199
Sorguç, kavuk veya başlıkların ön taraflarına takılan, beyaz veya siyah tüyden, balıkçıl tüyünden
ve mücevherden oluşan bir süs eşyasıdır. Bkz. Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve
Terimleri Sözlüğü III, MEB Yay., Đstanbul 1993, s. 255-256; Nazan Tapan, “Sorguçlar”, Kültür
Bakanlığı Sanat Dergisi, Yıl: 3, S. 6, Haziran 1977, s. 99-102; Sorguçla ilgili en yeni yazı TDV Đslam
Ansiklopedisi’ndeki Zeynep Tarım Ertuğ’un yazmış olduğu “Sorguç” maddesidir. Ertuğ bu
makalesinde Safevi, Bâbürlü, Timurlu ve Osmanlı gibi pek çok Türk ve Müslüman topluluklarında
hükümdarın ve şehzadelerin başlık üzerine sorguç taktıklarını söyler. (Bkz. Zeynep Tarım Ertuğ,
“Sorguç”, TDV Đslam Ansiklopedisi, C. XXXVII, s. 378-380); Orta Asya’da hükümdarların başına tac
takma geleneğinden, Đslam sonrasında kılıç kuşanma geleneğine geçen Osmanlılarda padişahların
başına bu sorguç gibi egemenlik alameti sayılan çeşitli objeler takılırdı. (Bkz. Zühre Đndirkaş,
Türklerde Hükümdar Tacı Geleneği, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 2002, s. 19-48); Đsmail Hakkı
Uzunçarşılı, “Osmanlı Devleti’nin Saray Teşkilatı” adlı kıymeti eserinde Osmanlı padişahlarının
merasim ve kabul günlerinde, tahta çıktıkları vakit, zaman zaman başlarına Horasanî, Mücevveze,
Selimî ve Yusufî denilen serpuşlardan birini giydiklerini ve bu merasim serpuşlarının üzerine bazen
bir ve bazen iki ve hatta üç sorguç taktıklarını söyler. Bkz. Đsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı
Devleti’nin Saray Teşkilatı, TTK Yay., Ankara 1988, s. 220.
200
Banu Mahir, “Elinde Altın Küre (Kızıl Elma) Tutan Osmanlı Padişahı Portreleri”, 4. Uluslararası
Türk Kültür Kongresi Bildirileri, C. II, AKM Yay., 4-7 Kasım 1997, Ankara, s. 14; Bkz: Orhan
Şaik Gökyay, “Kızıl Elma Üzerine”, Tarih ve Toplum, Đletişim Yay., Ocak 1986, s. 426.
66
çağrıştırmaktadır. Sultan Süleyman, onuruna, inancına (kanununa) bağlı bir
hükümdardır ve kendisini Roma’nın varisi kabul etmektedir201.
201
Alain Servantie, “16. Yüzyılda Osmanlı’nın Siyasi Đmajı: Diego Hurtado’dan Venedik Senatosu’na
Aristo Dersi”, Muhteşem Süleyman, Ed. Özlem Kumrular, Kitap Yayınevi, Đstanbul 2007, s. 209.
67
2.1.1.1.2. Fransız Elçisi’nin Kabulü
Bu minyatür sahnesinde oldukça çok figürü bir arada görmekteyiz. Sahne bir
hayli kalabalıktır. Kompozisyonda gücün ve hâkimiyetin merkezi yine bizzat Sultan
Süleyman’dır. Sahnedeki tüm yoğunluğa karşın, minyatürde Padişahın yerleştirildiği
Otağ-ı Hümayun ve taht, merkezi konumdadır. I. Francis’in –Sultan Süleyman’ın
müttefiki- elçilerinin görkemli bu kabulü, Osmanlı ordusunun Güns güzergâhında
konakladığında Belgrad’da dış mekânda geçiyor.
202
Tahsin Fındık, “Osmanlı Belgelerinin Tanıklığı Đle XVI. Yüzyılda Osmanlı-Fransız Đlişkileri”,
Türkler, C. IX, Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002, s. 569; Atıl, a.g.e., s. 165.
203
M. Tayyip Gökbilgin, “Kanuni Sultan Süleyman’ın Macaristan Siyaseti”, Kanuni Armağanı,
TTK Yay., Ankara 1970, s. 31.
69
diğer beş Fransız görevli onların biraz gerisinde beklemektedir. Bu beş görevliden ilk
ikisi şapkalarını çıkarmışlardır. Diğer üçü ise, başlarında şapkaları olduğu halde, geri
planda kabul törenini izlemektedir. Fransız delegeleri küçük siyah şapkalar ve
Padişah tarafından armağan edilmiş hil’atları giymişlerdir. Kabul alanı kapıcılar,
solaklar ve yeniçeriler gibi çeşitli görevlilerle çevrelenmiştir.
204
Çeşitli ülkelerin mitolojilerinde sarı renk ya da altın sarısı genel anlamda güneşe ait bir simgedir.
Ayrıntılı bilgi için bkz. Yaşar Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınevi, Đstanbul
2006, s. 198-199.
205
Emel Esin, Orta Asya’dan Osmanlıya Türk Sanatında Đkonografik Motifler, Đstanbul, Kabalcı
Yayınevi, 2004, s. 53.
206
Yaşar Çoruhlu, a.g.e., s. 115-124.
70
2.1.1.2. Doğudan Gelen Elçilerin Kabulü
2.1.1.2.1. Safevi Devleti Elçisi’nin Kabulü
71
Bu sahnede Safevi hükümdarı Şah Tahmasp’ın elçisinin Topkapı Sarayı Arz
Odası’ndaki kabulü yer almaktadır. 1526 yılındaki Mohaç Meydan Savaşı’ndan
sonra Macaristan’ın hâkimiyetini eline geçiren Osmanlı Devleti’ne karşı,
Macaristan’a tayin ettiği Erdel Beyi Zapolya’nın karşısında kendini kral olarak
görmek isteyen Ferdinand, Osmanlı’ya karşı olan bu mücadelesinde Safevi
hükümdarı Şah Tahmasp’a güvenerek bir birlik oluşturmayı düşünür. Böylelikle
Osmanlılara çift taraflı bir baskı yapmaya kalkışır. Şah’a yazdığı yazısında Kanuni
Sultan Süleyman’a karşı oluşturduğu kendi güçlerine savaşmak amacıyla katılıp
katılmayacağını sorar. Tahmasp, Ferdinand’a olumlu bir cevap gönderirken, bu
cevapla Ferdinand’a olan güvenini de göstermiş oluyordu. Fakat bir yandan da Şah,
Ferdinand’a doğrudan doğruya verdiği desteğin, güvenliklerine zarar
verebileceğinden korkmaktadır. Bu endişelerle Kanuni Sultan Süleyman’dan özür
dilemek için Đstanbul’a bir elçi gönderir. Padişah, Şah’ı resmen kınar207, fakat Şah’ın
pişmanlığını da iki ateş arasında kalmama düşüncesiyle kabul eder.
Altınlı bir tahtta ve tüm ihtişamıyla bağdaş kurarak oturan padişahın yönü
elçiye doğru olmakla beraber, bakışları sahnenin dışına doğru ifadesiz bir şekilde
bakmaktadır. Bu hareketsiz duruşuyla tahtın gücünü ortaya koymaktadır. Bu arada
elçinin arkasındaki çeşitli görevliler Şah’ın adına Padişah’a hediye edilmek üzere, içi
bir takım hediyelerle dolu iki mücevher kutusu taşımaktadır. Aşağıda ayakta duran
figürler Padişah’ın has oda ağalarıdır. Ön planda bir kapıcı üçüncü avlunun kubbeli
girişini (Babüssaade) koruyorken, iki hizmetçi bahçede yürümektedir. Bir görevli
aşağı sağ taraftaki kapı aralığından dışarıya bakıyor, onun bu dik bakışları doğrudan
207
Tayyip Gökbilgin, “Süleyman I”, Türkler, C. IX, Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002, s. 529; Esin
Atıl, a.g.e., s. 161.
72
resmin çerçevesinin ötesine doğru yönelmiştir. Figürlerdeki hareketsizlik ve
mimiksizlik, padişahın ağırbaşlı ve vakur tavrıyla ilgili olduğu gibi, konunun
hassasiyetinden de ileri gelmektedir. Kapı nişinin içinde duran ve Atıl’ın “kapıcı”
olarak tanımladığı ama bizce kapıcılar kethüdası olan kişi, tam merkezde yer
almıştır. Bu figürün yüzünün diğer figürlerin aksine izleyiciye dönük olması dikkat
çekicidir. Bu kompozisyon, padişahın özel alanının korunmasına ve dolayısıyla
saltanatın gücüne yapılan güçlü bir vurgu olarak düşünülebilir. Minyatürde dikkat
çeken kafesli pencereler, elçilik heyeti Babüssaade’de beklerken, padişahın elçilik
heyetini izlemesi içindir.
73
2.1.1.2.2. Elkas Mirza’nın Kabulü
74
Safevi Devleti Şahı Tahmasp’ın kardeşi Elkas Mirza ve heyetinin 1547
yılında huzura kabul edildiği bu sahne Topkapı Sarayı Arz Odası’nda geçmektedir.
Elkas Mirza’nın Đstanbul’a gelişine sebep olan siyasi gelişmeleri şu şekilde
özetleyebiliriz: Osmanlılarla Habsburglar arasında 1547’de imzalanan antlaşmayla
iki devlet arasındaki düşmanlık beş yıl için durdurulmuş oldu. Süleyman, iki on yıl
boyunca Habsburglara karşı büyük bir sefere girişmedi. Franko-Osmanlı birliği I.
Francis’in ölümünden sonra tahta geçen II. Henry tarafından da yenilenince, batıdaki
sınır güvenliğini sağlayan Süleyman, şimdi bütün dikkatini önündeki doğu Safevi
sorununun ayrıntılarını çözmek için kullanabilirdi. Safeviler bölgenin
güneydoğusunda ve Gürcistan taraflarında oldukça yıkıcı ve zararlı çalışmalarda
bulunuyorlardı.
Kanuni Sultan Süleyman, aynı yıl Đran Şahı Tahmasp’ın 27 yaşını geçmiş
kardeşi Elkas Mirza tarafından ziyaret edildi. Elkas, Şirvan valisiydi, Şah’a karşı
başkaldırmıştı208 ve yenildikten sonra Caucasus ve Crimea yoluyla Đstanbul’a
kaçmıştı. Yanında hükümet görevlilerini de getirmişti ve onları Padişaha
“hizmetkârlarınız” diye takdim etmişti. Beraberindeki şairler Arifi ve Eflatun’du ve
her ikisi de saraydan gelmişlerdi ve sultanların biyografi yazarlarıydı. Elkas
Đstanbul’a vardığında, Kanuni Sultan Süleyman Edirne’deydi. Kanuni Sultan
Süleyman, Đstanbul’a zenginliğini ve imparatorluğunun gücünü sergileyen oldukça
gösterişli bir törenle girdi209. Elkas, Kanuni Sultan Süleyman tarafından birkaç gün
208
Bkz. Lale Uluç, “The Otoman Contribution To Sixteenth Century Shirazi Manuscript Production”,
10th International Congress of Turkish Art, Geneva 1999, s. 683.
209
Ali Seydi Bey, bunu şöyle anlatmaktadır: “Şah Tahmasp’ın kardeşi Elkas Mirza, Đran’dan kaçarak
Đstanbul’a gelmişti. O sırada Kanuni Sultan Süleyman Edirne’de bulunuyordu. Daha sonra Đstanbul’a
döndü ve payitahta emsali görülmemiş bir debdebe ile girdi. Maksat Đran şehzadesine bir gösteri
yapmaktı. Giriş alayı şöyle tertiplenmişti: Alayın önünde sakalar, sonra hazine ve ağırlıklar yüklü
katırlar, atlar ve develer, daha sonra bin nefer lağımcı, topçu, biraz geride dört bin sipahi geliyordu.
Bunları Divan-ı Hümayun erkânı, nişancılar, defterdarlar, kadıasker, dört tuğlu bayrakları ile kubbe
vezirleri, veziri azam ve maiyeti takip ediyordu. Elkas Mirza, her kafileyi gördükçe padişah geliyor
sanarak ayağa kalkıp kafile başını selamlamış, en sonunda padişahı görünce şaşırıp kalmış. Osmanlı
ihtişamına hayran olmuştur. Birkaç gün sonra özel merasimle huzura kabul edilen şehzadeye ve
yanındakilere gerek padişah ve gerek valide sultan birkaç yüz bin altın değerinde hediyeler
vermiştir”. Ali Seydi Bey, Teşrifat ve Teşkilatımız, Tercüman 1001 Temel Eser, Kervan Kitapçılık
AŞ, Haz. Niyazi Ahmed Banoğlu, t.y., s. 143; Ayrıca Bkz. Leslie P. Peirce, a.g.e., s. 293; Bkz. Zeren
Tanındı, “Osmanlı Sarayı’nda Safevi Şehzadeler ve Elçiler,” Uluslararası Sanatta Etkileşim
Sempozyumu, HÜ Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü, 25-27 Kasım 1998, Bildiriler, Ankara
2000, s. 236-237.
75
sonra huzura kabul edildi210. Elkas Mirza, Osmanlı’ya sığındığında At Meydanı’nda
Padişahın kendisine hazırlattığı konakta oturmuştu. Đstanbul’da Elkas’ı ağırlamak
için birçok gösteri, kılıç oyunları vb eğlenceler düzenlendi211.
210
Đbrahim Peçevi, Peçevi Tarihi, C. I., Sadeleştiren: Murat Uraz, Neşriyat Yurdu, Đstanbul 1968, s.
144-146.
211
Metin And, 16. Yüzyılda Đstanbul Kent-Saray-Günlük Yaşam, YKY Yay., Đstanbul 2011, s. 57.
212
Serpil Bağcı, Filiz Çağman, Günsel Renda, Zeren Tanındı, Osmanlı Resim Sanatı, Đstanbul,
Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., 2006, s. 100. Bize göre, Safevi şehzadesi tahta benzer alçak bir
koltukta oturmaktadır.
76
doğru yüzeylerde zengin ve çeşitli dekoratif birimlerle özel bir hava
213
oluşturulmuştur . Bu grup resimlerde doğada, mimari cephelerde yoğun bir
süslemenin hâkim olduğu, resim alanının süsleme ögeleriyle sıkıca doldurulduğu
görülür214. Bu minyatür sahnesindeki figürler, Süleymanname’deki diğer elçi kabul
sahnelerindeki figürlere göre daha ince ve uzun çizilmiştir. Sultanın yüzü gaga burun
ve hafif gri sakallı haliyle betimlenmiştir. Kanuni Sultan Süleyman, ilerlemiş yaşını
gösteren, orta yaşlı bir hükümdar olarak tasvir edilmiştir.
213
Atıl, a.g.e., s. 194.
214
Serpil Bağcı, Filiz Çağman, Günsel Renda, Zeren Tanındı, a.g.e., s. 101.
77
2.1.1.2.3. Safevi Devleti Elçisi’nin Kabulü
“Düzeltme”
78
sıkıntısını gidermek için yıllar içinde ilgili devletlerle diplomatik uzlaşmaya gider.
Ama Kanuni Sultan Süleyman için öncelikli konu, Safevilerle olan uzun ve
sonuçlanamayan savaşların sona ermesiydi. Bu savaşlar sırasında Kanuni Sultan
Süleyman ve Tahmasp, birkaç elçiyi değiş tokuş ettiler, iki taraf için de kabul
edilebilir bir çözüm bulmaya çalıştılar. Safevi elçileri Şahın bir dizi önerisini
getirdiler ve Sultanın karşı önerileriyle geri döndüler.
Şah Tahmasp’ın yaşlı elçisinin kabulü, Amasya dışında bir dere kenarına
kurulan Otağ-ı Hümayun’da gerçekleşir. Ön planda dere kenarında duran iki çift
kapıcı vardır. Kanuni Sultan Süleyman çadırın içindeki tahtta bağdaş kurmuş bir
vaziyette oturmaktadır. Bu figür yine resmin merkezine yerleştirilmiştir. Yan
tarafında içoğlanları, Has Oda Ağaları ve vezirler vardır. Tahmasp’ın ateşkes isteği
için yer değiştiren elçi, metinde Sinan gibi tanıtılmıştır, Sultanın önünde diz
çökmektedir215. Çadırın arkasında bir tepe yükselmektedir ve zirvesinde bir ağaçla,
her bir yanda bayrak taşıyan sıralı halde zırh giymiş ve tüylü miğferleriyle
yeniçeriler diğer devlet görevlileriyle bir aradadır. Aşağıdaki kıvrımlı derenin
kenarında ellerinde asalarıyla kapıcılar beklemektedir. Topkapı Sarayı Arz
Odası’ndaki teşrifat yapılanması burada da, açık arazide olunmasına rağmen titiz bir
şekilde uygulanmıştır.
215
Atıl, a.g.e., s. 229.
79
2.1.1.2.4. Safevi Devleti Elçisi’nin Kabulü
80
Safevi Şahı Tahmasp, Osmanlı’nın batı ile olan savaşlarından istifade ederek,
1550 ile 1554 yılları arasında Osmanlı’nın doğu ve güneydoğu sınırlarında oldukça
ciddi tahribatlarda bulundu ve bazı bölgeleri işgal etti. Bunun üzerine Sultan
Süleyman, 1554 yılında doğu seferine çıkmak zorunda kaldı. Revan ve Nahçıvan’a
ulaşan Osmanlı ordusu buralarda ciddi bir baskı kurar ve bu baskı sonucunda Şah
Tahmasp barış istemek zorunda kalır. Kanuni Sultan Süleyman ve Tahmasp,
ateşkesin şartlarında anlaşırlar.
Şah, Ferruhzade Kemaleddin Bey’i elçi olarak gönderir. Elçi 10 Mayıs 1555
tarihinde Tahmasp’ın dostluk teklifini sunmak üzere Amasya’ya ulaşır. Arifi’ye göre,
Şah, içinde çadır için bir gül bahçesini andıran altın işlemeli bir sayeban, altın
sikkelerle dolu mücevher kutuları, ipeklerle sarılmış mücevherat, yaylar ve oldukça
çok, alışılmamış ve nadir eşyalar bulunan kıymetli hediyeler göndermiştir216.
Divanda vezirlerle görüştükten sonra Safevi elçisi, Kanuni Sultan Süleyman
tarafından kabul edilir. Osmanlı ve Safevi tarafları arasında barış antlaşması 29
Mayıs 1555 tarihinde imzalanır.
216
Atıl, a.g.e., s. 231.
217
Semavi Eyice, 1967 yılında Kanuni Armağanı için yazmış olduğu makalesinde, Busbecq’in bir
portresinde yer alan Avrupalı ressamdan bahseder. Adı Melchior Lorichs olan bu batılı ressam, dönem
padişahı Süleyman’ın ve o dönemde elçi olarak Osmanlı’ya gelen Safevi elçisinin portrelerini
yapmıştır. Bkz., Semavi Eyice, “Bir Ressamın Gözü Đle Kanuni Sultan Süleyman”, Kanuni
Armağanı, TTK Yay., Ankara 1970, s. 129-170.
81
Bu minyatürde kompozisyon dikey olarak ikiye bölünmüştür. Bu şekilde
oluşturulan yatay ve dikey çizgilerden farklı alanlar oluşturulmuştur. Padişah,
Amasya Sarayı’ndaki kabul odasında altınlı ve altıgen bir tahtta oturmaktadır. Bu
sahne, minyatürün sol üst köşesinde betimlenmiştir. Padişah, Şahın şartlarını ileri
süren Safevi elçisiyle konuşmaktadır. Dekor, bir kemerin arkasında yükselen süslü
bir köşk ile Arz Odasını andırıyor ve giriş tarafına yerleştirilmiş. Burada bir mermer
avluyla köşkün önünde bir fıskiye bulunuyor. Bu ise bize Has Oda’nın
düzenlemesini çağrıştırıyor. Törene dört vezir bir çift içoğlanı katılıyor. Kemerin
önünde çeşitli görevliler yürüyor ve kapıcılar görevlileri durduruyor. Dört görevli
karmaşık yapıya girmiş, ellerinde Tahmasp tarafından gönderilen mücevherli altın
kutular ve sandıkları taşımaktalar.
218
Atıl, a.g.e., s. 231.
82
2.1.1.3. Kırım’dan Gelen Elçilerin Kabulü
2.1.1.3.1. Devlet Giray Han’ın Kabulü
83
Topkapı Sarayı’nda gerçekleşen bu kabulün yeri hakkında iki görüş vardır:
Atıl’a göre, yer Arz Odası’dır219. Ancak Reha Günay bu konuda farklı
düşünmektedir. O’na göre bu mekân Topkapı Sarayı içindeki köşklerden birisidir220.
1477 yılından itibaren Osmanlı egemenliği altında olan Kırım Hanlığı, 1538
yılındaki dönemin hanı Sahip Giray Han zamanında bu çizgisinden sapma belirtileri
gösterir. 1551 yılında Sahip Giray Han tahttan indirilir, yerine Đstanbul’da yetişen
Devlet Giray Han getirilir. Kaybolmaya başlayan otorite yeniden Osmanlı lehine
kurulmuştur. Devlet Giray Han aynı yıl teşekkür ziyareti için Đstanbul’a gelir.
Kendisi zaten Sultan Süleyman ile anne (Hafsa valide sultan) tarafından akrabadır221.
219
Atıl, a.g.e., s. 207.
220
Reha Günay, “Süleymanname Minyatürlerinde Mekân ve Anlatım Teknikleri”, TSM Yıllığı V,
Đstanbul 1992, s. 137.
221
Hafsa valide sultan, Devlet Giray’ın büyükbabası Mengli Giray’ın kızıdır.
84
2.1.1.4. Hicaz’dan Gelen Elçilerin Kabulü
2.1.1.4.1. Hicaz Elçisi’nin Kabulü
85
Elkas Mirza’yı orduyla beraber Đran’a gönderen Kanuni Sultan Süleyman,
kendisi de 1548’de Tebriz’e hareket eder. Kışı geçirmek için Halep’te konaklar. Bu
minyatür sahnesinde Kanuni Sultan Süleyman’ın Halep’deyken, Hicaz’da görevli
Mekke-i Şerif emirinin elçisi tarafından ziyaret edilmesi resmedilmiştir. Bu kabul,
Halep Sarayı’nda gerçekleşmiştir. Mısır’ın 1517’de Yavuz Sultan Selim tarafından
fethinden sonra Hicaz ile kutsal şehirler Mekke ve Medine Osmanlı’nın egemenliğini
gönüllü olarak kabul etmişlerdir. Elçi, emirinin Osmanlı Sultanı’na bağlılığını tekrar
teyit etmek için gelmiştir. Hicaz elçisinden hemen sonra da Özbek emirinin elçileri
kabul edilir. Bu kabuller, şii olan Safevilerle mücadele içinde olan sünni Osmanlı
için oldukça özel sembolik bir değer taşıyordu.
Padişah, bir kubbeli bölmenin içinde altınlı ve altıgen bir tahtta oturuyor ve
yanında içoğlanları, vezirleri ile huzura kabul ettiği Hicaz Elçisi bulunuyor.
Padişahın kabul ettiği hediyeler, saray görevlileri tarafından taşınıyor. Padişah
sahnede üstte ve asıl ana karakter olarak yerini almıştır. Elçi, Araplar tarafından
giyilen karakteristik kıyafetler olan bol bir elbise ve bir örtüyle sarılmış uzun bir
başlık giyiyor. Elçi, başını hafifçe yana eğmiş, ellerini elbisesinin içine saklamış,
alçakgönüllü bir itaatle Süleyman’ın huzurunda ayakta durmaktadır. Aşağıda, bir
bitişik yapıda görevli kapıcılar kabul odasının girişini koruyorlar ve bir çift saray
görevlisi kemerlerin aşağısında dairesel havuzun yanında konuşuyorlar. Kabulün
Topkapı Sarayı Arz Odası’nda geçiyor izlenimi veren semboller, minyatür
sahnesinde gereken yerlere kalıp olarak yerleştirilmiştir.
86
2.1.1.5. Normal Kabuller
2.1.1.5.1. Barbaros Hayreddin Paşa’nın Kabulü
87
Barbaros Hayrettin Paşa’nın Andrea Doria komutasındaki düşman müttefik
donanmasını Preveze’de yenmesinin ardından, Kanuni Sultan Süleyman tarafından
onurlandırılmak üzere 1533 yılında Đstanbul’a davet edilir. Hayrettin Paşa,
beraberinde birçok hediye ile gelir. Bunların arasında altından ve gümüşten sayısız
mücevherat, birbirinden güzel ipeksi kumaşlar, elbiseler, ilginç Afrika kökenli
hayvanlar dikkat çekenleridir. Huzura kabul edilmeden önce kendisine hil’at
giydirilen Paşa’ya, görüşme sonunda “Kaptan-ı Derya” rütbesi verilir.
88
Benzeri bir başka sahneyi, Sadrazam Đbrahim Paşa’nın huzura kabulünde de
görmekteyiz. Burada da sahnelerin yerleştirilmeleri, kompozisyon ve figürlerin
mimariyle uygunluğu gibi konularda benzeri uygulama yapılmıştır.
89
2.1.1.5.2. Macar Kralı Bebek Stephen Đle Kraliçe Đsabella’nın Kabulü
Resim 12: Macar Kralı bebek Stephen ile Kraliçe Đsabella’nın kabulü,
Süleymanname, TSMK, H. 1517, y. 441a.
90
29 Ağustos 1541’de Kanuni Sultan Süleyman, Budapeşte yakınlarındadır.
Otağ-ı Hümayun Budapeşte’nin dışında kurulur. Burada Macar Kralı bebek
Stephen’i kabul eder. Bebeğe yüksek mevkili kimseler ve kral naibi olarak
görevlendirilmiş Varadin başpiskoposu Martinuzzi eşlik etmektedir.
Sultan 2 Eylülde şehre giriş yapar ve yakın zamanda camiye çevrilmiş olan
yerde Ebussuud Efendi tarafından kıldırılan Cuma namazına katılır. Birkaç gün sonra
Kraliçe Isabella ve oğlu, Martinuzzi ve Macar hükümet yetkilileriyle birlikte
Transilvanya’daki Lipva’ya doğru hareket ederler. Sultan Süleyman, Macaristan’ı en
iyi bir şekilde güvence altına aldığını hissediyordur. Budapeşte’den ayrılır ve
Đstanbul’a 27 Kasım 1541’de ulaşır226.
226
Atıl, a.g.e., s.187.
91
Otağ-ı Hümayun’un oldukça süslemeli bitikisel bir formda olması ve ayrıca
Padişahın giysilerinde de bitkisel ağırlıklı süslemelerin kullanılması dikkat
çekmektedir. Ön plandaki sahnede bir görevli siperli şapkaları olan, kısa tunikler ve
uzun elbiseler giyen Macar bürokratlarına bilgi veriyor. En öndeki gür sakallı figür
büyük ihtimalle Martinuzzi’dir227.
227
Atıl, a.g.e., s.187.
228
Atıl, aynı yer.
92
2.1.1.6. Gayrı Resmi Kabuller
2.1.1.6.1. Đbrahim Paşa’nın Kabulü
93
Manisa’daki şehzadeliğinden beri yanında olan Đbrahim Paşa’yı Sultan
Süleyman, tahta çıktığında beraberinde getirir ve 1523’de sadrazam yapar. Birkaç dil
bilen, keman çalan, yetenekleriyle ve ayrıca padişaha olan bağlılığıyla “Makbul”
olan Đbrahim Paşa, “Maktul” olana kadar Kanuni Sultan Süleyman’ın sağ koludur.
Padişah sadrazam Đbrahim Paşa’yı kapalı bir mekânda kabul ediyor. Has oda
ağalarının durduğu kapı ve buradaki pencere hem mekâna girişi ve hem de mekânın
dış cephesini göstermektedir. Minyatürdeki kompozisyonun üst sol köşesinde yer
alan ağaçlarla iç ve dış mekân bağlantısı kurulmuştur. Kabulde, padişah arkalıklı bir
tahtta oturmakta, sağ elinde beyaz bir mendil tutarken, diğer elini dizine dayamıştır.
Đbrahim Paşa padişahın kaftanının eteğini öpmektedir.
94
2.1.1.6.2. Komutanların Kabulü
95
Kanuni Sultan Süleyman, Macaristan seferi sırasında (23 Nisan 1526)
bölgedeki alay komutanlarının sadakat ve bağlılıklarını yerinde görmek için, onları
Otağ’ında kabul etmiştir. Otağ-ı Hümayun Sofya yakınlarında bir yerde kurulmuştur.
Otağın kurulduğu arazi üçgenimsi bir yüksekliğe sahiptir. Minyatürde gökyüzü altın
sarısı renge boyanmıştır. Yine üstte tam ortada bir ağaç motifi göze çarpmaktadır.
Bunun sağında ve solunda atlarının üstünde ellerinde bayraklarıyla ve oldukça
nizami bir şekilde sıralanmış savaşçı yeniçeriler görülmektedir.
Sahnenin alt tarafında yatay bir düzlemde ve düzgün bir simetri içinde sırasını
bekleyen ordu komutanları görülmektedir. Komutanlar bellerinde kılıçları ve
sırtlarında içleri ok dolu sadaklarıyla huzura kabul sıralarını beklemektedirler.
Aralarında ayaküstü de olsa o günün gelişmeleriyle ilgili sohbet havası
görülmektedir. Sol alt köşede ise, ellerinde asalarıyla iki kapıcı durmaktadır.
96
2.1.2. II. Selim Dönemi (1566-1574)
2.1.2.1. Safevi Devleti Elçisi’nin Kabulü
Resim 15-16: II. Selim'in Safevi Elçisi Şah Kulu Han'ı Kabulü, Nakkaş Osman,
Şehname-i Selim Han, (1581), TSMK, A. 3595, y. 54a (sağ üstteki minyatür), y. 53b
(sol üstteki minyatür).
II. Selim 23 Haziran 1567’de Edirne’ye gider. Kaptan-ı Derya Piyale Paşa,
Đstanbul muhafızlığı görevine getirilir. Bu sıralarada Đran Şahı Tahmasb’ın elçisi Şah
Kulu Han, Đstanbul’a gelir. Elçi, Üsküdar’dan Đstanbul’u seyrederken ne diyeceğini
şaşırır. Gökyüzünün altında dünya üzerinde bu şehirden daha güzel bir şehir
bulunmadığını, Đstanbul’un bütün ülkelerin “şahnişin”i sayılması gerektiğini
söylemekten kendini alamaz. Bu arada Cebecibaşı, cebeci bölüğünü Cebehane-i
Âmire’deki giysi ve silahlarla donattıktan sonra, Tersane kadırgalarıyla Üsküdar’a
gider. Cebeciler ve levendler elçiye çeşitli hünerler gösterirler. Hatta bazı gösteriler
sırasında Şah Kulu’nun maiyetindeki kızılbaşlar korkuya kapılıp, “Ya Ali Meded!”
derler. Đstanbul’a geçerken de hepsini deniz tutar. Đstanbul iskelesinde hazır bekleyen
yeniçeri alayı elçiyi Hançerli Sultan Sarayı’na götürür. Đstanbul muhafızı Piyale
97
Paşa, elçiye mevsim çiçeklerinden ve meyvelerinden hediyeler gönderir. Ayrıca
elçinin yanına yasakçılar katılıp, Đstanbul camileri gezdirilir. Daha sonra ziyafet
verilip, hil’at giydirilen Şah Kulu, Şubat 1568’de padişahın katına çıkmak üzere
Edirne’ye hareket eder229.
Ustaclu Türkmenleri’nden olan Şah Kulu Han’ın, maiyetinde 720 kişi ve 1700
yük hayvanı bulunuyordu. Padişaha sunulacak hediyeleri 44 deve taşıyordu. Elçinin
oldukça görkemli bir şekilde şehre girişini diğer yabancı devletlerin bir kısım elçileri
de izler. Hediyeler arasında bir Kur’an-ı Kerim ve Şehname-i Firdevsi de vardır230.
229
Necdet Sakaoğlu, Bu Mülkün Sultanları, Oğlak Yay. Đstanbul, 2008, s. 153-154. Ayrıca Bkz.
Selânikî Mustafa Efendi, Tarih-i Selânikî I, Haz. Prof. Dr. Mehmet Đpşirli, TTK Yay., Ankara 1999,
s. 67-70.
230
Bkz. Tanındı, Zeren: “Osmanlı Sarayı’nda Safevi Şehzadeler ve Elçiler,” Uluslararası Sanatta
Etkileşim Sempozyumu, HÜ Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü, 25-27 Kasım 1998, Bildiriler,
Ankara 2000, s. 237-238.
231
Đbrahim Peçevi, Peçevi Tarihi, Bugünkü Đfadeye Çev. Murat Uraz, C. I, Đstanbul, Neşriyat Yurdu,
1968, s. 174.
232
Banu Mahir, Osmanlı Minyatür Sanatı, Kabalcı Yay., Đstanbul 2005, s. 120-121.
98
Oldukça renkli ve hareketli bu iki minyatür sahnesinin birinde (y. 54a) Đran
elçisi, her iki koluna girilip, başı Padişahın huzurunda eğdirilirken betimlenmiştir233.
Padişah ve tahtı oldukça görkemli bir şekilde ve baş köşede resimlenmiştir. Diğer
figürlere göre çok daha baskındır. Devlet ricalinin (beş vezir ile uzun boyu, beyaz
rengin hâkim olduğu tören kıyafetiyle234 Sadrazam Sokollu Mehmed Paşa) hazır
bulunduğu bu kabul töreninde, sahnenin alt tarafında tek sıra halinde (diyagonal
doğrultuda235) dizilen yeniçerilerin Đran elçisinin getirdiği hediyeleri Padişaha
sunmak (pişkeş kapısından geçirmek) üzere ellerinde taşıdıkları görülmektedir.
233
Bkz. Zeynep Tarım Ertuğ, “Minyatürler ve Tarihi Belge Özellikleri”, Osmanlı, C. XI, Yeni
Türkiye Yay., Ankara 1999, s. 182.
234
Mübahat Kütükoğlu’na göre, Divan-ı Hümayun toplantılarıyla Arz Odası’nı tasvir eden
minyatürlerin bir kısmında sadrazamın üzerinde renkli ve desenli, muhtemelen serâser üst varsa da,
çoğunda beyaz üst giydiği görülmektedir. (Bkz. Mübahat Kütükoğlu, “Minyatürlerde Divan-ı
Hümayun ve Arz Odası”, Tarih Enstitüsü Dergisi, S. 16, Đstanbul 1998, s. 57.)
235
Zeren Akalay, “Osmanlı Tarihi Đle Đlgili Minyatürlü Yazmalar (Şehnameler ve Gazanameler)”,
ĐÜEF Türk ve Đslam Sanatı Kürsüsü Doktora Tezi, Đstanbul 1972, s. 333.
236
Zeren Akalay, a.g.t., s. 332.
99
güçleştirir. Sözkonusu olan sanatkârların üsluplarını ancak figürlere hâkim olan
çizgiler, vücut orantıları ve yüz işlenişleriyle ayırmak mümkün olmaktadır237”.
237
Filiz Çağman, “Şahname-i Selim Han ve Minyatürleri”, Sanat Tarihi Yıllığı V, ĐÜEF Sanat Tarihi
Enstitüsü, 1972-1973, s. 418.
238
Filiz Çağman, a.g.m., s. 418.
239
Bkz. Filiz Çağman, a.g.m., s. 418-419.
240
Kütükoğlu, Bekir: “Şehnameci Lokman”, Prof. Dr. Bekir Kütükoğlu’na Armağan, Đstanbul,
1991, s. 39-48; Ayrıca bkz. Serpil Bağcı, Filiz Çağman, Günsel Renda, Zeren Tanındı, Osmanlı
Resim Sanatı, Đstanbul, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., 2006, s. 121-124.
100
2.1.3. III. Murad Dönemi (1574-1595)
2.1.3.1. Safevi Devleti Elçisi’nin Kabulü
101
Resim 19-20: Pâye-i Serîr-i A'lâya Acem Elçisi Maksud Rûyi Mal Olup, Name
Sunduğıdır, Şehinşahname-i Murad, TSMK, B. 200, y. 28b (sol üst minyatür), y. 29a
(sağ üst minyatür).
5 Nisan 1578'de Sultan Murad Đran'a karşı bir sefer düzenledi. Ordusunun
başkumandanlığına da 80 yaşını geçmiş olan ve 1571 yılında Kıbrıs adasını
Venedikliler’den alan Mustafa Paşa'yı atadı. Mustafa Paşa bir sürü iyi donatılmış
kadırga ve ağır toplarla Boğaz'ı aşıp Anadolu yakasında bulunan Üsküdar'a geçti ve
burada karargâh kurup, günlerce etraftaki yörelerden askerlerin toplanmasını, atların
taze, yeşil arpa ile beslenmesini bekledi. Mustafa Paşa bir süre Đran sınırında hiçbir
girişimde bulunmadan vakit geçirip, birkaç kez de Đranlıların sataşmalarına maruz
kaldığı halde karşı saldırıya geçmeyince, görevden alınır ve yerine Sinan Paşa
getirilir. Bu gelişmeler üzerine Đran’dan 20 kişilik bir elçilik heyeti Đstanbul’a gelir.
Gelen elçi Maksud’dur. Đstanbul’a 4 Ağustos 1580 tarihinde gelen Đran Elçisi
Maksut, tilki gibi kurnaz ve yaşlı ama diri bir diplomattır. Daha önce de iki kez elçi
olarak Osmanlı sarayına gelmiştir.
102
Schweigger’in aktardığına göre, Mustafa Paşa, ordu kumandanı olduğu
sıralarda Đran'dan gönderilen iki elçiyi engellemiş ve geri yollamış. Zira savaştan
kendisine çıkar sağladığı için, barış anlaşması yapılmasını istemiyormuş. Bir başka
söylentiye göre de, Đran'dan gönderilen elçileri casusluk ve ihanetle suçlayıp
uluslararası yasalara ve hukuka aykırı olarak öldürtmüş. Bu yüzden Đran heyeti
Üsküdar'dan görkemli kadırgalarla Đstanbul’a geçerken, Mustafa Paşa'nın ölümcül bir
hastalığa tutulduğu haberi yayılır. Ama bu haber kuşkuyla karşılanmıştır, çünkü Đran
heyeti saraya vardığında, çevirdiği dolapların ortaya çıkacağı ve güç bela kurtulduğu
kirişin bu sefer gerçekten boynuna geçirileceği korkusuyla kendi kendini zehirlediği
rivayeti ağızdan ağıza dolaşır. Nitekim birkaç gün içinde itibarlı konumuna bir halel
gelmeden ölür.
103
Elçinin konaklayacağı yere gitmesi için, ona özenle hazırlanmış bir at
getirmişlerdir, fakat elçi bunu kabul etmez ve kadırganın içinden kendisine bir katır
getirmelerini söyler. Katırın üstündeki semer örtüsü baştanbaşa incilerle ve değerli
mücevherlerle, kumaşın dokusunu tümüyle kaplayacak sıklıkta işlenmiştir. Örtü
tahminen 12.000 duka değerindedir.
Đran elçisi padişahın huzuruna davet edildiği zaman, onu kabul odasına
götürecek olan görevliler, belindeki kılıcı dışarıda bırakmasını, padişahın karşısına
silahlı olarak çıkmanın uygunsuz olacağını söylerler. Elçi’nin asi ve kendini
beğenmiş tavırları burada da görülür. Elçi biraz direndikten sonra kılıcını çıkarıp
teslim etmeye razı olur. Bunun üzerine ellerinden tutularak padişahın yanına
götürülür.
104
Padişahın huzuruna kesinlikle armağansız çıkılamayacağını bilen Đran elçisi,
beraberinde birkaç külçe firuze taşı getirmişti. Bunlar tıpkı topraktan çıkarıldıkları
gibi, temizlenmemiş ve işlenmemiş durumdaydılar. Elçi bundan başka padişaha çok
değerli hattı olan iki de Kur’an-ı Kerim armağan eder.
242
Salomon Schweigger, a.g.e., s. 90-91.
243
Bkz. Aksu, Hüsamettin: “Sultan III. Murad Şehinşahnamesi”, Sanat Tarihi Yıllığı IX-X, ĐÜEF
Sanat Tarihi Enstitüsü, 1979-1980, s. 1-22; Ayrıca bkz. Serpil Bağcı, Filiz Çağman, Günsel Renda,
Zeren Tanındı, Osmanlı Resim Sanatı, Đstanbul, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., 2006, s. 124-131;
105
Minyatürlerdeki elçi kabulünün geçtiği mekânlar çok daha gerçekçi olarak
resmedilmiştir244. Đki sayfa halinde düzenlenen sahnelerin birinde (y. 28b) Kubbealtı
ve avlu, diğerinde (y. 29a) revaklı avlu, gerisinde Arz Odası resmedilmiştir. Padişah
Arz Odası’nda tahtında oturmaktadır. Tahtın gerisinde silahdar ve ibrikdar ağalar yer
almaktadır. Elçi tahtın önündedir. Geri planda elçinin maiyeti görülmektedir ve
kalabalıktır. Đran elçisi tarafından getirilen hediyeler sunulurken, elçi de padişaha
tazimde bulunmak için arzdadır245. Elçi kabulünü gösteren bu sahnede, elçiyi koluna
girerek huzura getiren kapıcılar yoktur. Avluda hediyeleri taşıyan yeniçeriler
diyagonal sıralama yerine S şeklinde bir sıraya girmişlerdir. Hediyeleri taşıyan
yeniçerilerin sırası Kubbealtı önünden Arz Odası’nın kapısına kadar uzanmaktadır.
Hediye taşıyan yeniçerilerin gerisinde elçinin maiyetinden bir grup, kapıağalarıyla
birlikte hediye yığınlarının başında durmaktadır. Đran elçisi Maksud’un kabulü
esnasında, üç defterdar Kubbealtı’nda oturmaktadır. Nişancı ise bu sırada tuğra
çekmektedir.
Bkz. Filiz Çağman, Zeren TANINDI, Topkapı Sarayı Müzesi Đslam Minyatürleri, Tercüman Sanat
ve Kültür Yayınları I, Đstanbul 1979, s. 62.
244
Zeren Akalay, a.g.t., s. 333.
245
Fetvacı, Emine: “The Production Of The Şehname-i Selim Han”, Muqarnas, An Annual on the
Visual Cultures of the Islamic World, Volume 26, 2009, Leiden Boston, s. 276, 278-280.
106
2.1.4. III. Ahmed Dönemi (1703-1730)
2.1.4.1. Hollanda Devleti Elçisinin Kabulü
246
Auguste Boppe, 18.Yüzyıl Boğaziçi Ressamları, Çev. Nevin Yücel Celbiş, Pera Turizm ve Ticaret
A.Ş., Đstanbul 1998 , s. 4-5.
107
Đstanbul’dan ülkelerine dönerken bir anı götürmek isteyen gezginler Osmanlı
kostümlerini konu alan resimleri satın alıyorlardı ve bu nedenle bu resimleri yapan
ressamlar Đstanbul’da bulunuyordu. Van Mour da Osmanlı Đmparatorluğu’nun en
gösterişli ve şık giysilerini içeren saray mensupları içinde önemli ve önemsiz kişiler,
Macar, Tatar, Yunalı gibi yabacıları ve doğunun çeşitli kadınlarını resmetmiştir ve
Đstanbul’da kariyerinin başlangıcında yüzün üzerinde küçük boyutlu tablo yapmıştır.
Elçi, Fransa’ya dönünce bu albümü bastırmıştı. Albüm çok ses getirdi ve kısa sürede
üç baskı yaptı.247
247
Aguste Boppe,a.g.e., s. 5-7.
248
Aguste Boppe, a.g.e., s. 13.
249
Aguste Boppe, a.g.e., s.14.
250
Aguste Boppe, a.g.e., s. 14-15.
108
Van Mour, siparişlere zor yetişiyordu ancak Osmanlı Devleti’nin resmi
törenlerinin değişmezliği işini kolaylaştırıyordu. Öyle ki, XV. yüzyılda sultanın bir
Fransız elçisini kabulünden Sultan Mahmud’un reformlarına kadar bir değişiklik
olmamıştır. “Üç yüzyıla yakın bir süre, aynı sarayın aynı salonunda, vezirler ve
görevliler, geleneğin kuralları gereği, hiç değişmeyen kostümler, tavırlar, jestler ve
sözcüklerle, yabancı elçileri kabul etmişlerdir. Bu hiçbir şeyin kıpırdamadığı dekor
içinde sadece sultan değişiyordu”251.
Van Mour, otuz yıl kadar hüküm süren III. Ahmed döneminde yaşamıştı.
Böylelikle, sanatçı tuvalinin fonuna Türk figürlerini yerleştirdikten sonra, resimlerini
yapacağı elçilik mensuplarını ve onlara eşlik eden kapıcıları gruplaştırıyordu.
Bunların duruşları da daha önceden belirlendiği için değişmezdi zaten. Bu nedenle
ilk bakışta birbirine çok benzeyen bu tablolar ancak dikkatle incelendiğinde
aralarındaki küçük farklılıklar seçilebilir. Van Mour, bu kabul törenlerini eksiksiz
resmetmiştir hatta denilebilir ki, ne bir rapor ne bir seyahatname huzura kabul
törenlerini bu kadar iyi yansıtamaz252. Van Mour, 25 Kasım 1725 tarihinde “Kral’ın
Doğu’daki ressamı unvanını almış, 22 Ocak 1737’de Đstanbul’da vefat etmiş ve
Galata’da gömülmüştür.
251
Aguste Boppe, a.g.e., s.18.
252
Aguste Boppe, a.g.e., s.18-21; Bugün büyük çoğunluğu Amsterdam Rijksmuseum’da bulunan bu
tablolar, hem Hollanda’da (2003 yılı temmuz ayında) ve hem de Đstanbul’da (2003 yılı Aralık ayında)
sergilendi.
109
Resim 23: Sultan III. Ahmed’in Cornelis Calkoen’u kabulü için büyükelçi ve
beraberindekiler yeniçerilerin “çanak yağması” sırasında Topkapı Sarayı Đkinci
Avlusu’nda. Jean-Baptiste Vanmour. (Eveline Sint Nicolaas vd., Kat. No. 24’ten
ayrıntı.)
110
Elçilik heyetinin avluya girmesiyle beraber avluda bir hengâme kopar.
Elçinin ve maiyetinin gözleri önünde, Divan tarafından mutfaklara doğru koşan
binlerce yeniçerinin meydana getirdiği ilginç bir sahnedir bu253. Gürültülü ve oldukça
hareketli bu durum, gelen elçilik heyetini heyecanlandırır ve hatta korkutur. Bu
aslında psikolojik olarak elçilik heyetine verilen bir mesajdır. Bu gürültüyü yapan
yeniçerilerin yine aynı avluda saatlerce ayakta bir heykel gibi hareketsiz durmaları
ise tezat bir durum gibi görünse de, saray teşrifatının ve uygulamalarının ciddiyeti
hakkında bizlere bilgi vermektedir. Đlgili resimlerde (resim 23, 24), elçi ve maiyeti
gümüş kaplı tören asalarıyla yere vurarak önlerinde yürüyen teşrifatçılarla beraber
bir yandan yürüyorlar, diğer yandan da avludaki bu hengâmeyi şaşkın gözlerle
izliyorlar254.
253
Zarif Orgun, a.g.m., s. 407.
254
Eveline Sint Nicolaas vd., Jean-Baptiste Vanmour: Lale Devri’nin Bir Görgü Tanığı, Eveline
Sint Nicolaas vd., Haz. Melis H. Seyhun, Arzu Karamani Pekin, Çev. Reyhan Alp, Sevin Okyay,
Linda Stark, Koçbank, 2003, s. 15.
111
Resim 24: Sultan III. Ahmed’in Cornelis Calkoen’u kabulü için büyükelçi ve
beraberindekiler yeniçerilerin “çanak yağması” sırasında Topkapı Sarayı Đkinci
Avlusu’nda. Jean-Baptiste Vanmour. (Eveline Sint Nicolaas vd., Kat. No. 24’ten
ayrıntı.)
Avluda o gün için toplanmış ve ulûfelerini alan yeniçerilere çorba, etli pilav
ve zerdeden oluşan yemek verilirdi. Ulûfelerini almış yeniçerilerin “çanak yağması”
sahnesi bu kompozisyonda yer almaktadır.
112
Resim 25: Çanak Yağması, Surname-i Vehbi, TSMK, A. 3593, y. 23a.
113
Resim 26: Çanak Yağması. Jean-Baptiste Vanmour.
(Eveline Sint Nicolaas vd., Kat. No. 24’ten ayrıntı.)
114
Resim 27: Sultan III. Ahmed’in Cornelis Calkoen’u kabulü öncesinde Sadrazamın
Büyükelçi ve beraberindekilere Kubbealtı’nda verdiği yemek. Jean-Baptiste
Vanmour. (Eveline Sint Nicolaas vd., Kat. No. 25’ten ayrıntı.)
115
Dîvân toplantısından sonra elçilere yemek verilmesi uygulanagelen bir adetti.
Yukarıdaki sahnede büyükelçi ve beraberindekilere Kubbealtı’nda verilen yemek
görülmektedir. Büyükelçi sadrazamın sofrasına oturmuştur. Alçak bir tabure üstünde
oturan elçinin sağında ve solunda tercümanlar durmaktadır. Büyükelçinin solunda
kâtip Rigo ve adli sorumlu Rombouts vezirlerin masasında yemek yemektedirler.
Diğer elçilik maiyeti ise, hazineden sorumlu vezirin masasında oturmaktadırlar.
Gümüş tepsiler içinde sunulan yemeği gelen konuklar ekmek ve fildişi kaşıklarla
yediler255. Duvarda kemerin arasında “sultanın gözü” diye de adlandırılan kafesli bir
pencere bulunmaktadırr. Padişahın ne zaman gelip Dîvân toplantısını dinlediği asla
bilinmezdi. Bu, Fatih Sultan Mehmed’in koyduğu bir kanundu.
255
Eveline Sint Nicolaas vd., a.g.e., s. 15.
116
Resim 28: Sultan III. Ahmed’in Cornelis Calkoen’u kabulü öncesinde Sadrazamın
Büyükelçi ve beraberindekilere Kubbealtı’nda verdiği yemek. Jean-Baptiste
Vanmour. (Eveline Sint Nicolaas vd., Kat. No. 25’ten ayrıntı.)
117
Resim 29: Sultan III. Ahmed ve iki has odalı. Jean-Baptiste Vanmour. (Eveline Sint
Nicolaas vd., Kat. No. 6’dan ayrıntı.)
118
Vanmour’la aynı çağı paylaşmış olan Levnî’nin yabancı elçilerle ilgili
aşağıdaki muhteşem minyatürünü de buraya almayı uygun bulduk. XVIII. yüzyılın
başında görünen ve Esin Atıl’ın tabiriyle minyatür sanatının ikinci klasik dönemi
sayılabilecek bu dönemin en ünlü sanatçısı Levnî karşımıza çıkar. Lale Devri olarak
da bilinen bu dönemi en güzel yansıtan eser hiç şüphesiz ki, Seyyid Vehbî’nin
yazdığı Surname-i Vehbî’dir. Bu eserle birlikte Osmanlı minyatür sanatı hem zirveyi
yakalamış ve hem de sonrasında bitime doğru yol almaya başlamıştır256.
256
Esin Atıl, “Minyatürlerle Osmanlı Tarihi”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, S. 32, Mayıs 1970,
s.71.
119
üzerinde bağdaş kurarak oturmakta olan Osmanlı padişahı ve diğer devlet erkânına
tam bir tezat teşkil eder. Sahne ve kompozisyon oldukça gerçekçidir257.
Resim 33: Sultan III. Ahmed’in Cornelis Calkoen’u Kabulü. Jean-Baptiste Vanmour.
(Eveline Sint Nicolaas vd., Kat. No. 26’dan ayrıntı.)
257
Bkz. Esin Atıl, a.g.m., s. 72; Bkz. Hafız Mehmed Efendi: Şehzadelerin Sünnet Düğünü, Sûr-ı
Hümâyûn, 1720, Yayına Hazırlayan: Seyit Ali Kahraman, Đstanbul, Kitap Yayınevi, 2008, s. 131;
Ayrıca Bkz. Vehbî: Sûrnâme Sultan Ahmet’in Düğün Kitabı, Haz. Prof. Dr. Mertol Tulum,
Đstanbul, Kabalcı Yayınevi, 2008; Bkz. Filiz Çağman, “Minyatür”, Osmanlı Uygarlığı II, Yayına
Hazırlayanlar: Halil Đnalcık, Günsel Renda, Kültür Bakanlığı Yay., Đstanbul 2003, s. 926-931; Serpil
Bağcı, Filiz Çağman, Günsel Renda, Zeren Tanındı, a.g.e., s. 267.
120
Yakın plandan da görüldüğü gibi, resimdeki (Resim 33) elçinin, maiyetinin
ve tercümanların üzerlerinde oldukça parlak desenli hil’atler vardır. Sahnenin
arkaplanında görülen küçük şehzadelerin gelen elçiye ve maiyetine meraklı ve
dikkatli bakışları kompozisyonu tamamlamaktadır. Elçinin hemen yanındaki figürün
(elçilik kâtibi Rigo) elinde tuttuğu, Padişaha sunulmak üzere elçinin beraberinde
getirdiği namesi olsa gerek. Büyükelçi Flamanca yaptığı konuşmasında iki devletin
arasındaki iyi ve dostane ilişkilerin bunanda sonra da devam etmesi gerektiğine dair
umudunu ifade etti. Konuşmasından sonra yeniden yerlere kadar eğilip selam
verdikten sonra, itimatnameyi kâtibi Rigo’dan alır ve Bab-ı Âlî dragomanına sunar.
Mektup, padişahın sol tarafında bulunan ağzı açık küçük yazı kutusuna konulana
kadar temayüllere uygun olarak elden ele geçirilir. Büyükelçinin konuşması
Türkçe’ye çevrildikten sonra, sadrazam cevap verir. O da dostane ilişkilerin devam
edeceğini söyler. Tören bu şekilde sona erer258.
258
Eveline Sint Nicolaas vd., a.g.e., s. 16.
259
Eveline Sint Nicolaas vd., a.g.e., s. 18.
121
Resim 34: Sultan III. Ahmed’in Cornelis Calkoen’u Kabulü. Jean-Baptiste Vanmour.
(Eveline Sint Nicolaas vd., Kat. No. 26’dan ayrıntı.)
Yakın plan bir başka ayrıntıda padişahı görmekteyiz (Resim 34). Yüzü
vezirine dönüktür. Tercüman eğilerek tazimde bulunurken, vezirin yönü de padişaha
doğrudur. Sadrazam bu sahnede görülmemektedir, solda padişahın hemen sağında
durmaktadır. Baldaken tarzı ve oldukça değerli taşlarla süslü tahtında padişah, selimi
tarzdaki ve sorguçlu sarığı ile ellerini dizlerine koymuş, yakalarında ve omuz
kenarlarında siyah renkli kürkleri olan altın sarısı bir kaftan giymiştir. Tahtın
üzerinde dayalı vaziyette murassa bir kılıç, ağzı açık küçük bir yazı kutusu, elçinin
getirdiği namenin üstüne konulacağı yine altın sarısı renginde bir minder ve arkada
iki adet sarık görülmektedir.
122
Resim 35: Sultan III. Ahmed’in Cornelis Calkoen’u Kabulü. Jean-Baptiste Vanmour.
(Eveline Sint Nicolaas vd., Kat. No. 26’dan ayrıntı.)
260
Auguste Boppe, a.g.e., s. 30.
123
hemen sağında ve diğer iki vezirden ayrı tek başına ayakta durmaktadır. Başında üç
tuğlu paşaları diğerlerinden ayıran üçgen sarıklardan biri (kallavi) vardır. Sadrazamın
yakınındaki yeşil kaftanlı ve kallavi başlık giymiş olan kişilerden birisi Kaptanpaşa,
diğeri ise, padişahın damadı Ahmed Paşa’dır261. Padişahın vakur duruşu ve tahtın
hemen yanıbaşındaki şehzadelerin meraklı bakışları kompozisyona yansımıştır.
Resim oldukça canlıdır ve belgeseldir.
261
Eveline Sint Nicolaas, “Eski Arşivler, Yeni Görüşler”, Jean-Baptiste Vanmour: Lale Devri’nin
Bir Görgü Tanığı, Eveline Sint Nicolaas vd., Haz. Melis H. Seyhun, Arzu Karamani Pekin, Çev.
Reyhan Alp, Sevin Okyay, Linda Stark, Koçbank, 2003, s. 109-110.
124
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
SEYYAHLARIN GÖZÜNDEN OSMANLI DEVLETĐ’NDE ELÇĐ KABUL
TÖRENLERĐ
125
baskın sonrasında tutuklanmasının ardından Đstanbul’a gönderilen Busbecq’in en
önemli görevi, Türklerin Macaristan akınlarını diplomasi yoluyla durdurmak ve
ülkesine zaman kazandırmaktı.
Busbecq, iki defa geldiği Đstanbul’da 1562 yılına kadar kaldı ve ülkesi
Avusturya’nın çıkarlarını başarılı bir şekilde korumuş bir diplomat olarak
Türkiye’den ayrıldı.
Bir süre sonra, rengârenk giyim kuşamlarıyla oldukça göz kamaştıran 150
kişilik bir süvari birliği daha Busbecq ve maiyetine eşlik etmeye başlar. Süvari
birliğinin başındaki zabit gayet nazik bir edayla Busbecq’e selam verir, hal hatır
sorar ve yolcuklarının nasıl gittiğine dair bilgiler alır. Gran’a kadar bu birlik
güvenliği sağlamak amacıyla Busbecq ve maiyetine eşlik eder. Burada da görüldüğü
gibi, elçilik ve elçilik maiyeti sınırlardan itibaren özel görevli birliklerin denetiminde
126
ve eşliğinde Türk toprakları içinde ilerlemekte ve Đstanbul’a doğru güvenli bir
şekilde yol almaktadır.
Busbecq, batılıların korkulu rüyası olan yeniçeri askerlerini ilk defa burada
görür. Yeniçeriler kendisini ikişerli gruplar halinde ziyaret ederler. Yemek salonunda
yapılan bu kabul töreninde, yeniçeriler hafif koşar adımlarla gelip, el etek öper gibi
bir selamlamayla Busbecq’e hoş geldin derler ve ellerinde bir demet sümbül yahut
nergis takdim ederek, yine aynı hürmetle geri geri çıkarak kapıya doğru çekilirler.
Kapının önüne geldiklerinde ise, ellerini göğüslerinde birleştirerek ve gözlerini yere
264
Ayrıca Bkz. Karl Teply, Dersaadet’te Avusturya Sefirleri, Çev. Prof. Dr. Selçuk Ünlü, Ankara,
Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., 1988, s. 62-63.
127
dikerek, sessiz ve hürmetkâr bir edayla sabit dururlar. Busbecq’in kendilerine takdim
ettiği birkaç kuruş hediyeyi aldıklarında da yine aynı saygı içinde teşekkür ederek,
iyi dilek ve dualarla oradan ayrılırlar.
265
O. Ghiselin Busbecq, a.g.e., s. 19.
128
3.1.1.5. Busbecq’in Amasya’ya Gidiş Güzergâhı
Şehre varmadan önce elçilik heyetini bir kısım Türk karşılar ve heyete eşlik
ederler. Elçilik heyetinin şehirde ilk olarak saygılarını sunmak üzere, ziyaret ettiği
kişi Veziriazam Ahmet Paşa’dır. Diğer paşalar da sırasıyla ziyaret edilir ve ilk
müzakereler yapılır. Ama bu diplomatik görüşmelerde paşalar kendi görüşlerini
söylemekten ziyade, gelen elçi heyetini dinlemeyi ve Padişah’ın vereceği kararı
beklemeyi tercih ediyorlardı.
266
O. Ghiselin Busbecq, a.g.e., s. 60.
129
Padişahın yerden hafif bir yükseklikte oturmuş olduğu sedirin üzerinin,
oldukça kıymetli örtülerle kaplı olduğunu ve ayrıca zarif işlenmiş nakışlı yastıkların
sedirin üstüne yayılmış halde bulunduğunu söyleyen Busbecq, Padişahın yüzünün
ilginç bir sertlik ve asalet ifadesi taşıdığını da aktarır:
“Hayatımda bundan daha güzel bir manzara görmedim”268 der. Öte yandan
Busbecq, bütün bu ihtişamın içinde var olan ilginç sadeliği ve tasarrufu da fark
etmişti. Giyilen kıyafetlerin farklı görünüyor olmalarına karşın, aslında dikkat
edildiğinde hepsinde yerli yerindelik ve birbirine benzer uyumlu bir düzenin
olduğunu da görmüştür.
267
O. Ghiselin Busbecq, a.g.e., s. 60.
268
O. Ghiselin Busbecq, a.g.e., s. 62.
130
heybetli göstermektedir. Busbecq, renklerin Türklerdeki önemini de burada
görmüştür: Siyah renk matem elbisesidir, mor mükemmeliyet verir ama aynı renk
savaşlarda ölümün habercisidir. Beyaz, sarı, mavi, menekşe ve kurşuni renkler ise,
daha çok tercih edilirler ve bir nevi uğur sayılırlar.
Padişahın korumalarından bahsederken de, hem çok güzel, hem uzun, hem de
mükemmel tımarlanmış atların sırtında eve döndüklerini söyler.
Osmanlı Avusturya ilişkilerinin bozuk olduğu bir dönemde elçi olarak gelen
Busbecq, ülkesi adına sadece altı aylık bir ateşkes anlaşması kazanımı
269
O. Ghiselin Busbecq, a.g.e., s. 62-63.
131
sağlayabilmiştir. Aynı tarihlerde (10 Mayıs’ta) Amasya’da bulunan Đran elçisi ise,
Osmanlı-Đran ilişkilerinin düzelmesine katkıda bulunmuştu. Şimdi, bu elçi onuruna
bir ziyafet veriliyordu.
Đran elçisi, Padişah’a arz etmek üzere beraberinde çeşitli hediyeler getirmişti.
Bunların içinde en iyisinden kaliteli dokuma halılar, içi rengarenk çeşitli süslerle
müzeyyen çadırlar, güzel hatlı ve süslemeli Kur’an-ı Kerim, işçiliği mükemmel
koşum takımları, nişanlar, üzerinde kıymetli taşlar bulunan Şam palaları, kalkanlar..
Busbecq, tüm bu olanları seyrederken, bir yandan da Türklerin iki ayrı ülkeye
dost ve düşman algılaması anlamında nasıl davrandıklarını da yakinen görmüş
oluyordu. Bu durum, doğal olarak elçi kabullerine de olumlu ya da olumsuz olarak
yansıyordu.
132
ipek kaftanlar giydirilir. Busbecq, altın sırmalı mühürlenmiş nameyi alıp, Padişah’a
veda eder. Dost ülke elçisi olmadığından kendisine divanda kahvaltı sunulmaz.
Busbecq, Đran elçisiyle aynı gün Amasya’dan ayrılır ve geldiği yol üzerinden
Đstanbul’a döner. Oradan da ülkesine dönmek için aynı güzergâhı kullanarak yola
çıkar. Buda’da Buda Paşası ile görüşür ve mevcut sorunlarla ilgili tartışma yaşarlar.
Gran’a geldiğinde yanında yine Türk süvari muhafızları vardır. Viyana’ya ulaştıktan
sonra ayrıntılı raporunu sunar.
133
gözlenebilmesi gerektiğini270” vurgulaması üzerine, Paşalar buna çok sinirlenirler ve
Busbecq’e bu teklifle Padişahın huzuruna çıkmaması gerektiğini tehdit dolu sözlerle
anlatırlar.
Kanuni, her kış mevsiminde yaptığı gibi, bu kış da Sarayını Edirne’ye taşımış
ve av eğlenceleri düzenlemişti. Ama asıl amacı Macaristan’a gözdağı vermekti.
Rüstem Paşa bir süre sonra Busbeq’i acil olarak Edirne’ye çağırır.
270
O. Ghiselin Busbecq, a.g.e., s. 76-77.
134
Edirne Sarayı’na giderken Avusturya Elçisi Busbecq’e birkaç süvari ile on
altı yeniçeri eşlik ediyordu. Rüstem Paşa ile yapılan görüşmelerde taraflar karşılıklı
olarak birbirlerini suçlarlar. Edirne’de 3 ay kalan Busbecq, 7 aylık bir barış
antlaşması yaptıktan sonra Mart ayında Đstanbul’a gönderilir.
Bu hediyeler, bir dizi yaldızlı fincan ile mükemmel bir işçiliği olan, filin
üzerine oturtulmuş kule şeklinde bir saatti. Ayrıca Paşalara para dağıtılmıştı. Padişah,
kendisine getirilen hediyeleri kendisine karargâhta, ordunun önünde sunulmasını
istedi. Bu, Đmparatorla arasındaki dostluğa tebaasının da inanması içindi.
271
Philippe Du Fresne-Canaye, Fresne-Canaye Seyahatnamesi 1573, Çev. Teoman Tunçdoğan,
Kitap Yayınevi, Đstanbul 2009.
136
Eyüp, Pera Bağları. Kırk altı gün süren bu yolculuk esnasında, büyükelçi ve maiyeti
sıklıkla konaklamıştır.
Padişahın baş tercümanı Ermeni kökenli Eram Bey, gelen heyeti ilk defa
Küçükçekmece’deki bir kervansarayda kabul eder. Büyükelçiyi ve maiyetini
karşılamak için Saray’dan gönderilen çavuşlar çok gösterişli ve kalabalık bir heyetle
burada beklemişlerdir. Ama büyükelçinin deniz yoluyla geleceği haberi üzerine geri
dönmüşlerdir.
Bir nevi ilk kabul olan bu görüşmeyi Philippe du Fresne, oldukça sade olarak
niteler ve protokol uygulanmadan yapıldığını anlatır:
137
renginde bir kaftan giymişti. Sonra hep birlikte odadan çıktık, halk divanına çıktığı
büyük bir odaya geçerek oturduk272”.
272
Philippe Du Fresne-Canaye, a.g.e., s. 50.
138
Fransız büyükelçisi, çok değerli altın sırmalı bir elbise giymiştir. Ellerinde,
boynunda ve başlığında oldukça kıymetli ve güzel yüzükler, kolyeler, mücevherler
vardır. Büyükelçinin maiyetindeki herkes kadife kaplı başlıklarıyla Türk tarzında
güzel bir şekilde giyinmişlerdir.
273
Yelkenli gemilerde, direğin ortasına yakın bir yere eğik konumda bağlanan seren.
139
3.1.2.5. Avludaki Yeniçeriler, Şaşkınlık ve Hayranlık
“Bunca sarığın hep birlikte eğildiğini görünce, hafif bir meltem esintisiyle
eğilen olgunlaşmış başakların bulunduğu geniş bir tarlayı görüyormuşum izlenimi
uyandı bende275”.
Sofra oldukça büyüktür. Menü, pilav, darı, birçok çeşit sebze, hamur işleri,
tabak içinde dört ya da beş tavuk ve bembeyaz ekmekten oluşmaktadır. Konuklara
şarap yerine porselen kaplar içinde çok tatlı ve güzel kokulu şerbet sunulmuştur.
Fakat ne var ki, heyetin aklında yapacakları görüşmeler olduğu için, yemekler avluda
büyük bir sessizlik ve disiplin içinde bekleşmekte olan yeniçerilere gönderilir. Sofra
örtüleri kaldırılır ama örtülerin altına serilmiş olan halılar kaldırılmaz.
274
Padişah her dışarı çıktığında etrafında yürüyen korumalarına verilen isimdir.
275
Philippe Du Fresne-Canaye, a.g.e., s. 52-53.
276
Dinsel bir tören yapılıyormuşçasına, itaatkâr duruş sergilediklerini beyan etmek için kullanılmıştır.
140
Divan Odası’nda bıraktığımız büyükelçinin olduğu sahneye döndüğümüzde,
büyükelçi ve yanında yine kendisi gibi iki elçilik görevlisi olan Presault ve
Germigny, gümüş bir sofrada Sokullu Mehmed Paşa ve Piyale Paşa ile yemek
yemektedirler. Fresne’nin anlatımından anlaşıldığına göre, daha sonra da Ahmet
Paşa, Zal Mahmud Paşa, Mustafa Paşa ve Rumeli Beylerbeyi ile ayrı bir masada
yemek yerler. Sofraya her defasında büyük bir porselen tabak getirilir ve o bitince
diğeri getirilir.
Önlerinde Padişahın iki çavuşu olduğu halde, Paşalar yavaş yavaş gelmeye
başlarlar. Ellerindeki gümüş asalarla oldukça vakur adımlarla yürüyen çavuşlar,
arkalarında büyük bir ciddiyet içerisinde Paşalar ve onların her geçtiği yerde
saygıdan dolayı hafifçe eğilen başlar. Đşte bu sahneyi Fresne kendisine özgü
betimlemesiyle şöyle ifade eder:
277
Philippe Du Fresne-Canaye, a.g.e., s. 54.
141
Bir süre sonra baş tercümanın çağırdığı büyükelçi yerinden doğrulur ve hepsi
aynı şeyi yaparlar. Arz Odasına doğru yürümeye başlayan elçilik heyeti,
karşılaştıkları sancakbeylerine, zaimlere ve birçok beylere selam verirler. Rengârenk
ve oldukça görkemli kıyafetler giyinmiş bu insanlar da selama eğilerek karşılık
verirler.
Oda küçük ve basıktır. Ama içerisi oldukça güzel altın yaldızlı işlemeler,
mermerler ve çinilerle bezelidir. Ocak gümüş yaldızlıdır ve hemen yanında billur bir
çeşme vardır. Fresne, burada konunun uzmanı bir kişi gibi bazı ayrıntılar da verir.
Padişahın Bursa işi işlemelerle bezenmiş, çok gösterişli bir halıyla kaplı bir sedirde
(tahtta) oturduğunu söyler. Elbisesi (kaftanı) altın sırmalıdır, ayakları yine aynı
kumaştan yapılmış bir yastığın üzerindedir. Ayakları kullanılan kumaşın aynı renkte
oluşundan dolayı göze batmamaktadır, elleri de görünmüyordur. Padişah, gelenlerin
yüzlerine bakmamıştır. Sadece yan gözle bir bakış fırlatmıştır ve bu bakışlarında ise,
sertlik, ürkütücülük ve küçümseme vardır.
Elçi kabul günlerine özellikle denk getirilen, ama bunu genelde gelen
diplomatik heyetlerin bilmedikleri için, kendileri üstüne psikolojik anlamda olumsuz
etkiler bırakan, bazı ince diplomatik oyunlarla da karşılaşırlar. Farkına varmadıkları
bu olumsuzluklardan biriyle karşılaşmışlardır Fransız elçilik heyeti. Avluda defne
ağacının altında yanlarındaki tercümanlarına çeşitli sorular sorarak ve bir yandan da
Büyükelçilerinin Arz Odası’ndan çıkmalarını beklerlerken, aniden bir asker
çıkagelir. Çılgına dönmüş bir haldedir. Sağ elinde kınından sıyrılmış bir kılıç, sol
elinde bir ölü insan kafası, tepeden tırnağa silahlı bir askerdir bu. Bu olağanüstü
278
Philippe Du Fresne-Canaye, a.g.e., s. 55.
143
durum karşısında şaşıran ve biraz da korkan heyet ne olup bittiğini etrafındakilere
sorarlar. Asker, Macaristan sınırından gelmektedir, Bir Macar Hıristiyanı
kahramanca öldürmüştür ve ödülü olan kelle başına verilen iki sultaniyi almak için
gelmiştir. Bu sahne, elçilik heyetine oldukça vahşi gelmiştir ve Türklerin ne kadar
barbar olduğunu düşünmeye başlamışlardır.
Yine elçilik heyetlerinin kabul günlerine denk getirilen bir başka uygulama da
o gün Fransız elçilik heyetinin görüp yaşadığı esirlerin geçişidir. Büyükelçinin
konuşmasında önce Arz Odası’ndan çıkan Rumeli Beylerbeyi bekledikleri avluda at
sırtındadır ve oldukça kalabalık bir esir öbeği vardır. Yaşanılan bu sahneler özellikle
o güne mahsus tasarlanmış diplomatik oyunlardır. Gelen elçilerin ve maiyetlerinin
gözlerini korkutmak ve burada gördüklerini ülkelerine döndüklerinde anlatmalarıdır
amaç. Hikâyenin en başından beri, elçi kabullerinde bu görkem, bu şaşkınlık, bu
hayran bırakma, bu ürperti ve bu korku dolu sahneler tasarlanmış ve uygulanmıştır.
Bu arada büyükelçi içeride, elçilik görevinin ne olduğunu kısaca açıkladıktan sonra
kısa ve özlü diplomatik bir konuşma yapmıştır. Padişah kısa bir cevap verir
sonrasında Sokullu Mehmed Paşa devreye girer ve büyükelçi dışarı çıkar.
144
3.1.2.10. Padişah Đle Kral’ın Mektupları Hakkında Bazı Gözlemler
Fransız elçilik heyeti aslında diğer batlı devletlerin elçilerine göre oldukça iyi
karşılanmıştır. Başından beri kendilerine gösterilen törensel ihtimam elçilik heyetinin
mutlu olması için yeterliydi. Osmanlı Đmparatorluğu’nda devletin gücünü göstermek
için diplomatik manevra sayılabilecek birtakım (göz korkutucu) uygulamalar
yapılırdı. Yukarıda örneklerini verdiğimiz bu tarz uygulamaları saymazsak, elçilik
heyetinin neden mutlu olduğunu çok daha iyi anlayabiliriz.
279
Philippe Du Fresne-Canaye, a.g.e., s. 57.
280
Philippe Du Fresne-Canaye, a.g.e., s. 57.
145
Padişah, bir armağan aldığında gelenek doğrultusunda asla “çok teşekkür
ederim” demez, “hoşuma gitti” der, ayrıca “rica ederim” de demez, “şöyle
yaparsanız iyi olur” derdi. Bu ifadeler çok daha üst perdeden de söylenebilirdi.
Đstanbul’da kaldığı süre içinde çeşitli yerleri gezme imkânı da bulan Fresne,
Çemberlitaş’taki “Elçi Hanı” ile “Rumeli Hisarı”’nda zaman zaman esir tutulan
elçilerden de bahseder.
281
Philippe Du Fresne-Canaye, a.g.e., s. 151.
146
8 Haziran 1573 tarihinde Fresne ve beraberindekiler, Büyükelçiyle
vedalaşarak, Sainte-Marie-Sainte-Elme adlı gemiyle Đstanbul’dan ayrılırlar. 20
Ekim’de Venedik’e varırlar.
282
Stephan Gerlach, Türkiye Günlüğü 1573-1576, 1. Cilt, Ed. Kemal Beydilli, Çev. Türkis Noyan,
Kitap Yayınevi, Đstanbul 2. Basım 2010.
283
Stephan Gerlach, a.g.e., s. 23.
147
Kanuni Sultan Süleyman döneminde karşısındaki en önemli güç olarak duran
Alman Đmparatoru V. Karl’ın, tahttan feragat edip, Đspanya’daki topraklarını oğlu II.
Felipe’ye, Almanya’daki topraklarını ise kardeşi Arşidük Ferdinand’a (Kayser
Ferdinand) bırakması (1556), imparatorluğu zayıflatmıştı. Bu zayıflama, Habsburg
Hanedanı Avusturyası’na siyasal açıdan ağır bir yük getirmişti. Türk hücumlarıyla
doğrudan doğruya başa çıkması gerekiyordu.
148
3.1.3.1. Đstanbul’a Gidilirken Đzlenen Yol Güzergâhı
1573 yılının Nisan ayında elçilik heyeti Đmparator II. Maximilian tarafından
kabul edildikten sonra, 10 Haziran’da yola çıkar. 60 kişiden oluşan elçilik heyeti ayın
16’sında Macaristan’a varır, 18’inde Budin’e, oradan nehir yoluyla 30 Haziran’da
Belgrad’a, buradan kara yoluyla 28 Temmuz’da Edirne’ye ve nihayet 6 Ağustos’ta
Đstanbul’a ulaşırlar.
149
Büyükelçi için yaldızlı bir koltuk getirilir. Büyükelçi tercümanı aracılığı ile
Paşa’ya sınırda vuku bulan soygun ve adam kaçırma gibi tatsız olaylardan bahseder
ve bunların olmaması için tedbir alınmasını ister. Paşa ise, bunların kendi bilgisi
dışında gelişen olaylar olduğunu söyler. Karşılıklı konuşmaların sonunda Büyükelçi
Paşa’ya getirmiş olduğu armağanları sunar. Bunlar; iki güzel saat, gümüş ilaç
kutuları ve 3000 reichsthaler tutarında paradır. Türkler tarafından esir edilen bir
kısım insanların serbest bırakılması talep edilir ama bundan bir sonuç alınamaz.
Görüşmelerden sonra elçilik heyeti onuruna yemek verilir. Elçilik heyeti buradan
ayrılırken, Paşa elçilik heyetine eşlik etmesi için 30 kişilik bir kafileyi görevlendirir.
150
3.1.3.3. Gerlach’ın Elçi Hanı Đle Đlgili Gözlemleri
Dönemin elçilik heyetlerinin devletçe ikamet ettirildiği bir yer olan Elçi Hanı,
elçilik heyetine oldukça kötü görünmüştür: Taş duvarlar, keşiş hücrelerine benzeyen
çıplak odalar, etrafta dolaşan çeşitli türde haşerat.. Ama yapının oldukça büyük oluşu
da gözden kaçmamıştır. Gerlach’ın betimlemesine göre han, dışı büyük kesme
taşlardan, içi ise tuğladan yapılmış, fakat üzerleri sıvanmamış, duvarlar çini ile
kaplanmamış, herhangi bir süsle süslenmemiştir. Đki katlı hanın alt katı hayvanlara
ayrılmıştır. Üst kattaki odalar ise oldukça sade döşenmiştir. Đki penceresi olan ve
bunlardan biri dışarıya, diğeri avluya bakan odalarda sadece ocak yeri, tahtadan
derme çatma bir yatak, yatakta at kılı ve kıtık ile doldurulmuş bir şilte
bulunmaktadır. Hanın kapısında dört çavuş, beş yeniçeri güvenliği sağlamakta ve
bunlar ayrıca heyetin şehirdeki gezilerine koruma amaçlı eşlik etmektedirler.
Huzura kabul töreni bittikten sonra, elçilik heyetine sarayda bir ziyafet verilir.
Yemekten sonra elçilik heyeti onuruna, sarayın en dış kısmında bulunan geniş bir
meydanda binlerce kişinin katıldığı bir geçit töreni düzenlenir. Elçilik heyeti,
önlerinden geçenlerin üzerlerindeki simli ve birbirinden renkli görkemli kıyafetler
karşısında adeta büyülenirler.
Yeni Kayser için daha önce üç elçiyle 60 bin taler285 haraç ve 20 bin taler
tutarında dağıtılmak üzere nakit ve çeşitli hediyeler gönderilmişti. Baron David
Ungnad ise, çok daha yüklü bir hediye ile geliyordu: 80 bin taler Padişaha, 18 bin
Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa’ya, 11.500 bin diğer üç kubbe vezirine ve diğer
284
Stephan Gerlach, a.g.e., s. 80-81.
285
Dönemin Almanya ve Avusturya’sında kullanılmış eski bir gümüş para.
152
önde gelen devlet ricaline, ayrıca Padişahın şahsına 5 bin, vezirlere 8 bin talerlik
hediye. 1574 yılındaki barışın sekiz yıl uzatılması böylece gerçekleşmiş olur.
II. Selim bir süre sonra vefat eder (15 Aralık 1574). Osmanlı’da süregelen
diplomatik uygulamaya göre, bütün antlaşmaların yenilenmesi gerekmektedir. Đşte
bunun üzerine, 1575 yılında Đstanbul’a Preiner Baronu başkanlığında yeni bir elçilik
heyeti gönderilir. Tabii ki bu elçilik heyeti, yanlarında verilecek yeni hediyeleri
getirmektedir.
Diğer vezirlerin her birine 2 bin-3 bin taler nakit ve mevkilerine uygun olarak
gümüş takımlardan, saatlerden oluşan hediyeler, Yeniçeri Ağası’na hediye dışında
300 taler, Rumeli Beylerbeyine 300 taler, dönemin nüfuzlu şahsiyeti Salomon
Aşkenazi’ye 300 taler, Sadrazam Kethüdası’na 100 taler dağıtılmıştır.
Hazine-i Hümayun için haraç olarak 45 bin taler, Padişaha altın ve gümüş
sofra takımları, saatler, üzerinde o dönemdeki devletin haritasının oldukça sanatsal
bir şekilde hakkedildiği büyük bir pusula da gelen hediyeler arasındaydı.
153
Tüm bunlar, devletin o dönemdeki gücüyle doğrudan ilgiliydi ve iyi bir barış
antlaşması yapabilmek için yabancı devletlerin elçilerinin atmış oldukları
alışılagelmiş diplomatik adımlardı. Elçiler ayrıca gönderildikleri devletlerin siyasal
gücüne göre önemli hale geldikleri gibi, aynı zamanda kişisel anlamda aileden gelen
soyluluklarını da ikili diplomatik ilişkilerde bir güç göstergesi ve üstünlük özelliği
olarak da kullanıyorlardı.
Gerlach, dönemin vezirlerini şöyle sıralar: Baş Vezir (Vezir-i Azam) Sokullu
Mehmed Paşa, Piyale Paşa, Mahmud Paşa (bu üç vezir de Padişahın damatlarıdır),
Ahmed Paşa (Padişahın kız kardeşiyle evlidir), Lala Mustafa Paşa (Kıbrıs fatihi),
Sinan Paşa.
154
O dönemde yani 4 Aralık 1574 tarihinde baş tercüman Mahmut Bey, Sokullu
tarafından Kutsal Roma-Cermen imparatoruna barış antlaşmasını sunmak üzere
Viyana’ya doğru yola çıkar. Yanında imparatora sunulmak üzere Sokullu tarafından
gönderilen iki değerli halı da vardır.
Gerlach, yeni padişahı şöyle betimler: “Murad, orta boylu, vücutça pek iri
olmayan bir kişi. Kahverengi sakalı ve şahin gagasına benzer bir burnu var.
Üzerinde tamamen sırma iplikle dokunmuş bir elbise giymişti286”.
155
(tercümanlar vd) elçiden kendilerinin hizmetinden memnun olduklarını sadrazama
anlatmaları ve böylelikle mesleklerinde terfi etmeleri konusunda elçinin kendilerine
yardımcı olmalarını talep ederler. Bu tarz ricalar da genelde geri çevrilmez. Bir başka
uygulama ise, her yıl armağanların sunulması esnasında Paşa’nın kendisinden rica
edilen bazı esirleri serbest bırakmasıdır. Diplomatik nezaket çerçevesinde buna
uyulduğu gibi, uyulmadığı zamanlar da olmuştur.
Piyale Paşa’ya armağan olarak, gümüş eşya olarak üç büyük kupa, bir saat ve
bir pusula, para olarak da her zamanki gibi 2000 taler armağan edilir. Daha sonra
Ahmet Paşa'ya gidilir ve gümüş eşya olarak 12 adet tamamen altın kaplama yuvarlak
tabak, bir saat, bir pusula ve para olarak da her zamanki gibi 1000 taler sunulur.
Mahmut Paşa’ya gümüş eşya olarak iki büyük kupa ve bir saat, para olarak da 1000
taler verilir. Mustafa Paşa'ya iki kupa, bir saat, bir pusula ve para olarak her zamanki
gibi 1000 taler armağan edilir. Sinan Paşa'ya gümüş eşya olarak iki büyük kupa ya da
kadeh, para olarak da her zamanki gibi 1000 taler armağan edilir.
156
Gerlach, ziyaret sırasındaki gözlemlerini şu cümlelerle betimler: “Sayın elçinin
refakatindeki genç asilzadeler de ziyaret sırasında içeri alınırlar ve paşaların
ellerini öperler. Paşaların konuklarını kabul ettikleri odaların duvarları ve yerleri
tümüyle güzel halılarla kaplıdır. Salonların önünde, girişin her iki yanında
hizmetkârlar oranın âdetine uygun olarak tıpkı genç kızlar gibi ellerini kavuşturmuş,
uzun giysileri içinde, silahsız bekliyorlardı. Hepsi çok sessizdi ve tek kelime bile
konuşulmuyordu287"
287
Stephan Gerlach, a.g.e., s. 218.
157
3.1.3.10. Avusturya Elçisinin Harcamaları
Elçi David Ungnad'a 1575 yılında geçim harcamaları olarak 7100 taler, bunun
dışında yapmış olduğu olağan dışı harcamalar için geçmiş 1573 yılı 2 Aralık
gününden 1575 yılının 10 Ocak günü sonuna kadar iki ayrı seferde gönderilmek
suretiyle toplam 2988 taler, 43 krenzer, 2 fennik ödenmiştir.
Ayrıca Roma imparatoru her yıl kurye ve atlı posta için yüzlerce taler
harcamaktadır. Her birine mutad olarak 100 duka verilmektedir. Her yıl armağanları
Đstanbul’a getirene gidiş için 2000 taler ödenir. Ayrıca dönüşünde de yüksek meblağ
ödeme yapılır.
159
3.1.3.12. Huzura Kabul
Mehmed Paşa huzura ilk giren kişiydi. Diğer paşalar da kıdem sırasına göre
içeriye girerler. Elçi ise bunlardan sonra huzura girer. Arz Odası’nın önünde çok
sayıda hadım edilmiş görevli durmaktadır. Paşaların ve elçinin padişahın eteğini
öpmesinden sonra armağanlar içeri getirilir. Paşalar bir yanda, elçi de öbür yanda
durmaktadır. Arkalarından da genç soyluları içeri alırlar ve onlara da padişahın
eteğini öptürürler. Uygulama şu şekilde olur: Đki Türk görevlisi, padişahın yanına
götürülenleri kollarından yakalar ve ellerini bile oynatmayacak kadar sıkı
kavrarlardı. Padişahın önüne gelince, adamı yere çekerler ve böylece dizlerinin
üzerine çökmüş durumda eteğini öptürürler, sonra da tekrar geri götürürler.
Padişah biraz yüksekçe bir yerde (taht) oturmaktadır. Zaten oda, ön tarafı
alçak, gerideki bölümü yüksek olarak yapılmış olup, zeminine halılar serilmiştir.
Bütün oda sırma ipliklerle dokunmuş halılarla kaplıdır. Đçeri girenler bu halıların
üstünde yürüyorlardı. Pencerelerine yer yer değerli taşlar yerleştirmişlerdi. Adeta bir
sahne (podium) gibi yüksekçe olan bölümün duvarları altın varakla kaplanmıştı.
160
Diğer avlunun önünden aşağı doğru yürürken bir süre beklenir. Burada tüm
saray erkânının önlerinden geçmesini seyrederler. Gerlach bu durumu zorunluluk
gibi aktarır. Burada daha önce sarayda olduklarını görmedikleri birkaç bin yeniçeri
sarayın içinden çıkar. Buna çok şaşırmışlardır. Çünkü heyetten hiç kimse o daracık
mekâna bu kadar çok insanın sığacağına ihtimal vermemiştir. Amirleri de
peşlerinden gelmiştir ama paşalar içeride kalmıştır.
288
Stephan Gerlach, a.g.e., s. 220-222.
161
askerlerin hanın önünden geçişleri sırasında görülmekteydi. Burada elçilik
heyetinin gözünü korkutmak düşüncesiyle psikolojik bir baskı uygulanmış
olduğu söylenebilir. Elçilik heyeti de Đstanbul’da boş durmamış, çeşitli yollarla
işlerine yarayacak bilgi, belge toplamaya çalışmıştır. 22 Kasım 1575 tarihinde
barış antlaşmasının onaylanmasının ardından, Đstanbul’da bulunan elçilik
heyetinden Bartolomeus ve Stephan ilgili belgeyi Đmparatorlarına götürmek
üzere 30 Kasımda yola çıkar.
162
31 Aralık 1576 tarihinde bu defa da Padişaha getirilen armağanların
sunumu için Saraya gidilir. Getirilen armağanlar arasında güzel saatler, bir leğen
ve ibrik, garip şekilli güzel su muslukları ve 1.000 reichsthaler vardı. Getirilen
hediyeler Padişahın görebileceği şekilde Arz Odası’nın yakınına konur.
289
Stephan Gerlach, Türkiye Günlüğü 1577-1578, 2. Cilt, Ed. Kemal Beydilli, Çev. Türkis Noyan,
Kitap Yayınevi, Đstanbul 1. Basım 2007.
290
Stephan Gerlach, a.g.e., s. 601.
164
Padişah gelen Leh elçilik heyetine, günlük 30 meter291 şarap, 2 öküz, 10
koyun, 10 tavuk ve 20 kaz olmak üzere çeşitli yiyecek ve içecek maddeleri
gönderilmesini buyurur. Gelen Leh elçisi 27 Haziran’da Sadrazamı ziyaret eder
ve Paşaya 4 tulum samur kürk armağan eder.
Elçilik heyetinin başında süslü atlara binmiş, boyunlarında kolyeler olan Leh
asilzadeleri gitmektedir. Đkili gruplar halinde 15 büyük altın kaplama kupalar
taşınıyordu. Bir başak ikili grupta da, her birinde 40-50 civarında samur kürkün
olduğu 10 kürk tulumu taşınıyordu. Arkada sırma elbiseler içindeki gençlerden
oluşan grup vardı. Gençlerin arkasından da elçi geliyordu. Bu görsel kompozisyon
oldukça ilginç gelebilecek bir sahneyle tamamlanıyordu; elçinin arkasında Đngiliz
köpeklerinden biraz daha büyük 10 köpek yürüyordu.
19 Kasım 1577 tarihinde yeni Venedik elçisi Padişahın huzuruna kabul edilir.
Yeni elçi armağan olarak, çok kaliteli kadife ve sırmalı dokumalar ile Venedik işi
291
Meter, 1-2 litre arası sıvı ölçüsü.
165
güzel kumaşlar getirir. Elçinin yanında bir de kuyumcu ustası vardır. 22 Aralık 1577
tarihinde Fransa elçisi Gilles de Noailles, Padişahın eteğini öper ve veda eder.
Diplomatik bir adet olarak da elçi onuruna Sarayda bir ziyafet verilir. 22 Aralık 1577
tarihinde Eflak elçisi gelir. Getirdiği armağanlar şunlardır: ipekli, sırmalı ve kadife
kumaştan dikilmiş 144 adet elbise, 12 tane de Erdel işi altın kaplama büyük kupa.
23 Aralık’ta Đran Şahı Şah Đsmail’in ölüm haberinin gelmesinden yaklaşık bir
hafta sonra, 29 Aralık 1577 tarihinde, Đstanbul’a gelmek üzere şehre iyice yaklaşmış
olan yeni elçilik heyetini karşılamak üzere, Gerlach’ın da içinde bulunduğu bir
karşılama heyeti yola çıkmıştır bile. 1 Ocak 1578 tarihinde, Roma Đmparatoru’nun
Osmanlı Devleti nezdindeki yeni elçisi Joachim von Sintzendorff zu Feueregg
kendisini karşılayan elçilik mensupları da yanında olduğu halde Đstanbul’a gelir. Bu
heyette saray vaizi olan Salomon Schweigger de vardır292.
15 Ocak 1578 tarihinde her iki elçi de vezir paşalara armağanlarını sunarlar.
Gerek Sadrazam ve gerekse diğer vezirler elçilik heyetini güzel karşılarlar. Ayağa
kalkarlar, hafifçe eğilerek selam verirler. Đki elçiyle beraber gelen genç asilzadeler
de ayrı ayrı yapılan bütün bu ziyaretlerde içeriye alınırlar ve vezirlerin ellerini
öperler, tazimlerini sunarlar.
292
Stephan Gerlach, a.g.e., s. 707-708.
166
3.1.4.6. Padişahın Huzuruna Kabul ve Getirilen Armağanların Sunumu
Sabahleyin çavuşbaşı, bir sipahi ağası ve çok sayıda çavuş ile birlikte elçilik
konutunun kapısına gelir. Elçileri selamlayarak onlara saraya kadar refakat etmekle
görevlendirildiğini söyler. Saraya girer girmez, halıların üzerinde yemek sofralarının
kurulmuş olduğunu görürler. Elçiler paşalarla birlikte Divanın özel bir bölümünde
ve maiyeti de ayrı bir yerde hemen yemeğe otururlar.
Sofrada çeşitli pirinç yemekleri vardır. Beyaz ve sarı renkte, kuru, yumuşak
ve sulu olarak pişirilmiş pirinç ve yanında kızarmış tavuk, haşlanmış et ve başka
yemekler güzel, beyaz uzunca kaplar içinde sunulur. Ayrıca esmer ekmek ve gül
suyu ile şekerden yapılma tatlı bir içecek de vardır.
167
Önce yeniçeri ağası padişahın dairesine girer, o çıktıktan sonra iki kazasker
huzura kabul edilir, geri döndüklerinde üçüncü kapının önüne otururlar. Bu sefer
huzura çıkma sırası vezir paşalara gelmiştir. Onları içeri götürecek olan ve elinde
gümüş bir asa tutan çavuşbaşı, vezirlerin önünde eğilir, bütün saray erkânı da
vezirlerin önünde eğilirler.
Paşalardan hemen sonra her iki elçi ve genç asilzadeler daha önce de
anlatıldığı biçimde padişahın huzuruna çıkarılırlar293. Genç asilzadeler de sırayla
padişahın eteğini öptükten sonra, elçiler her zamanki gibi söyleyeceklerini padişaha
aktarırlar. Bunun üzerine armağanlar üçüncü kapının (Bâbu’s-Saâde) önüne,
padişahın görebileceği bir yere kadar getirilir. Para bir terazide tartılır ve biner taler
olarak bölünüp keselere yerleştirilir. Diğer armağanlar, büyük güzel altın kaplama
kupalar, leğenler, abanoz yazı takımları, en başta güzel bir saat olmak üzere çeşit
çeşit değişik saatlerden oluşmaktaydı294.
168
gönderir. Böylesine bir hediye ilk defa verilmektedir. Gerlach’ın ifadesiyle halıların
her bir değeri 600 duka etmektedir. Bunlardan başka iki küçük halı daha
gönderilmiştir. Bu küçük halıların yanında ayrıca bir demet balıkçıl kuşu tüyü de
vardır295.
Padişahın huzuruna önce yeniçeri ağası çıkar. Bütün saray hizmetlileri onun
önünde eğilirler ve o da onlara doğru eğilerek selam verir. O dışarı çıkınca, din
adamları gibi, başlarına büyük geniş kavuklar geçirmiş olan iki kazasker içeri gireri,
onlar çıktıktan sonra da önlerinde gümüş asalarıyla çavuşbaşı ve vekilharç olduğu
halde vezir paşalar huzura çıkarlar. Onların hemen arkasından sözü edilen Đranlıyı
padişahın eteğini öpmeye götürürler. Ondan sonra sıra elçiye gelir. Kendisi
tercümanı ile birlikte vezir paşaların yanında yer alır. Elçiden sonra ise, maiyeti
teker teker huzura çıkarılır.
295
Stephan Gerlach, a.g.e., s. 727-728.
169
Üçüncü kapının dışında çeşnigirler ve müteferrikalar oturmaktadır. Bu
görevlere paşaların oğullarını getirirler. Kapının iç tarafında, solda çok sayıda yaşlı
ve genç hadımağası duruyordur. Kapıdan büyük bir salona giriliyor. Zemini tıpkı
camiler gibi çok güzel mermerle döşelidir. Kapının üzeri altın varakla kaplı dal ve
yaprak motifleriyle sanatkârane bir biçimde süslenmiştir. Bunu daha önce başka
hiçbir yerde görmeyen Gerlach, hayranlığını belli eder.
Padişah, altın varak ve değerli taşlarla çok güzel süslemeli bir şöminenin
yakınlarında biraz yüksekçe bir yerde oturmaktadır. Altında sırma ipliklerle,
incilerle işlenmiş, çok değerli olan görkemli bir halı yayılıdır. Üzerinde durdukları
zemin de ipek ve altın tellerle dokunmuş halılarla kaplıdır. Pencerelerde de değerli
taşlar vardır. Padişahın üzerinde simli dokumadan yapılmış bir giysi vardır. Salonun
sağ tarafında vezirler, elçi ve tercümanı yer alırlar. Elçi veda konuşmasını yaptıktan
sonra, genelde adet olan bir dilekte bulunur ve bazı tutsakların serbest bırakılmasını
rica eder. Azat edileceklerin üçü Macardı. Bunlardan Thomas adlı biri (bir Hırvat)
yolları çok iyi bilen bir kılavuz olup, Raab önünde yenilgiye uğrayan Carle von
Zeltingen ile birlikte esir alınmıştır. Dördüncü tutsak Kanije’li bir berberdir.
Beşincisi tutsak Augsburglu Leonhard Widner idi. Padişah, bunların beşini de297,
aralarında önemli bir kişi bulunmamak koşuluyla elçiye armağan olarak azat eder298.
Elçi ve maiyeti 4 Haziran 1578 tarihinde Đstanbul’dan ayrılır. 5 Ağustos 1578
tarihinde Viyana’ya ulaşırlar.
296
Bunlar padişahın arzusuna göre dört veya altı kişi olabilirler ve bu çok onurlu bir görev
sayılmaktadır.
297
Bu tutsaklardan berber Mihail ve Widner çeşitli nedenlerle Đstanbul’da kalırlar.
298
Stephan Gerlach, a.g.e., s. 796-797.
170
3.1.5. Salomon Schweigger’in, “Sultanlar Kentine Yolculuk
1578-1581299” Đsimli Eserine Göre Elçi Kabulleri
Resim 36: Salomon Schweigger Resim 37: Elçi Joachim von Sintzendorff
(Schweigger, s. 10) (Schweigger, s. 21)
Đmparator tarafından Đstanbul’a yeni bir elçi gönderilecektir. Bunun için bilge
ve dindar kişiliğiyle tanınan, imparatorluk saray danışmanı Joachim Freiherr von
Sintzendorff seçilir. Elçilik heyetinin oluşturulmasında çeşitli yetenekleri olan
kişilere öncelik veriliyordu. Elçilik heyetinin vaizi olarak da, tavsiyeler üzerine
Salomon Schweigger, bu işe uygun bir din adamı olarak bu göreve atanır.
299
Salomon Schweigger, Sultanlar Kentine Yolculuk 1578-1581, Yayına Hazırlayan ve Notlayan:
Heidi Stein, Çev. S. Türkis Noyan, Kitap Yayınevi, Đstanbul 1. Basım 2004.
300
Salomon Schweigger, a.g.e., s. 14.
171
3.1.5.1. Đstanbul’a Gidilirken Đzlenen Yol Güzergâhı
Bu ilk karşılaşmada kısa süreli diplomatik bir kriz yaşanırsa da, sağduyulu
yaklaşımlarla bu durum yerini anlaşma zeminine bırakır. Türk heyeti, elçinin
yanındaki kalabalık silahlı gruptan dolayı bir süre için elçiye yaklaşmadılar. Elçinin
bir adamını göndermesiyle aradaki güvensizlik ortamı giderilir ve Türkler, elçilik
heyetini koruyan diğer ekibin gitmesiyle, elçiye ve maiyetine yolculuklarında eşlik
301
Komarno, Slovakya.
172
etmek üzere göreve başlarlar. Tabii ki ilk karşılaşmada olduğu gibi, diğer ekip
giderken de karşılıklı olarak tüfek atışıyla, her iki taraf da birbirlerine bir nevi “güle
güle” der.
Elçilik heyeti Đstanbul’a doğru yola devam ederken, Gran veya Strigonium
(Esztergom, Macaristan) kentine vardıklarında elçilik heyetini ve Türk
refakatçilerini taşıyan 10 nasada gemisi toplarını ateşler. Şehir halkı seyir için
toplanır. Şehrin Beyi elçiye ve maiyetindekilere birçok armağan yollar: 5 canlı
koyun, 1 tane kesilmiş öküz, birçok ekmek, 12 piliç ve bir sürü mum. Şehrin Beyi
elçilik heyetini iyi karşılamıştır.
Elçi, Gran Beyi’ne Đmparator II. Maximilian zamanında III. Murad ile
yapılan barış anlaşmasını şimdiki imparatorları II. Rudolf’un da devam ettirmek
istediğini ve bunun için de kendisini görevlendirdiğini söyledi ve ilgili mektubu
verdi. Bey, bunun için elinden gelen çabayı göstereceğini ifade eder. Elçi, yapılan bu
konuşmalardan sonra, Beye sunulmak üzere getirilen armağanları sunar: Altın
kaplama bir servis tabağı, 500 taler, 2 altın kaplama kâse.
173
3.1.5.3. Budin’e Varış ve Budin Beylerbeyi Đle Görüşme
Elçi, ertesi gün sabah saatlerinde kendisine gelen dört çavuşun refakatinde,
Paşa ile görüşmeye gider. Bir çiftlik evine benzeyen Paşa’nın konutunda Gran’da
olduğu gibi benzeri bir karşılama düzeni vardır. Avluda Gran’da olduğu gibi, yine
aynı düzende yani ikili olarak sıraya dizilmiş Paşa’nın adamları elçiye eğilerek “hoş
geldiniz” selamı veriyorlardı. Đçerideki bir salonda ise, Paşa alçak bir iskemleye, sağ
ve sol tarafındaki yüksek düzeyli danışmanlar ve subaylar ise sedirlerde
oturuyorlardı. Elçi tercüman aracılığı ile Gran’dakine benzer konularda Paşa ile
görüşür ve benzeri cevapları alır. Daha sonra getirilen hediyeler Paşa’ya sunulur:
Para, servis tabağı ve saat.
302
Almanya’nın güneybatı bölümünde yer alan ve şarap üretimi için kaliteli üzüm bağlarına sahip
olan bir yerleşim yeri.
174
başlıkları farklıdır303”. Bizce de bu şekilde bir yaklaşım olsa gerektir.
Resim 39: Budin Paşası huzurunda elçi kabulü. A harfiyle işaretlenen kişi
elçidir ve alçak bir tabure üstünde oturmaktadır. B harfiyle işaretlenen ise, Budin
Paşası’dır. O da bir tabure üstüne oturmuştur. Sağda ve solda oturmakta olanlar ise,
ileri gelen yüksek rütbeli subaylardır. C harfli tercümandır. D ise, elçinin maiyetidir.
(Schweigger, s. 35)
303
Salomon Schweigger, a.g.e., s. 35.
175
3.1.5.4. Belgrad, Filibe, Edirne ve Đstanbul
176
Resim 41: Elçi Hanı. A harfi ile işaretli yerde elçi kalmaktadır. (Schweigger, s. 58)
304
Beyaz renkte olan gümüş para birimi, akçe.
177
3.1.5.6. Armağanların Padişaha Sunumu, Arz Odası Đle Đlgili Gözlemler
Her iki elçi, David Ungnad ve Joachim von Sintzendorff 17 Ocak 1578 tarihinde
Padişah III. Murad tarafından huzura davet edilirler. Arabalara yerleştirilmiş olan para ve
armağanlar elçilerin önünde götürülüyordur. Padişahın görevlendirdiği hizmetkârlar onları
kapıda karşılayarak getirilen armağanları teslim alırlar ve padişahın dairesine (Arz
Odası) götürürler.
Padişah dairesinin (Arz Odası) önünde nöbetçi olarak dört çavuş duruyordur.
Đkişer çavuş, elçileri koltuk altlarından tutup içeriye götürdüler ve padişahın önüne
gelince oldukça sert ve haşin bir tarzda yere bırakıp dizlerinin üzerine çökmeye
zorladılar. Kapıağası, tam karşılarına denk gelen bir yerde oturmakta olan Padişahın
üzerindeki giysinin yenini tutup tek tek elçilere uzatır ve öptürür. Bu durum elçinin
heyetinde bulunan Schweigger’in hiç de hoşuna gitmemiştir. Aşağılandıklarını
düşünüyordur.
Elçilerin en kıdemlisi olan David Ungnad, asıl adı Melchior von Dierberg
olan, Müslüman olduktan sonra Ali adını alan Alman kökenli Türk çevirmene
Almanca anlatır. Tercüman da bu konuşmayı Türkçe olarak Padişah’a arz eder. Bu
esnada elçiler, şapkaları ellerinde olduğu halde, ayakta durmaktadırlar.
305
Salomon Schweigger, a.g.e., s. 63-64.
179
kadar yüksekte ve iki ayak boyunda, sahneye benzer, üzeri değerli taşlarla işlenmiş,
yerdekilerden daha kıymetli ipek halılarla örtülü bir sedirde oturuyordur. Bütün
duvarlar boyunca, halıların üstüne sırmalı ipliklerle dokunmuş, değerli taşlarla
işlenmiş kumaşlardan yapılma güzel yastıklar ve minderler dizilmiştir. Padişah
Türklerde adet olduğu üzere sedirde bağdaş kurmamış, tıpkı bir iskemlede
otururmuş gibi ayaklarını yere sarkıtmıştır. Üzerinde çok güzel sırmalı kumaştan bir
giysi (kaftan) vardır ve parmaklarında o güne kadar görülmeyen irilikte yakutlarla,
elmaslarla bezenmiş yüzükler takmıştır.
Elçinin sözlerine karşılık tek bir sözle bile cevap verilmez. Padişah ve
içerideki devlet erkânı yerlerinden bile kıpırdamazlar. Görüşme, elçinin elindeki
resmi yazıların alınmasıyla, aynı sessizlik içinde sona erer. Sonrasında elçilere adet
olduğu üzre, Divan’da yemek verilir. Sofrada beş kap pirinç yemeği, ayrıca koyun
eti, kızarmış tavuk ve güvercin, içecek olarak da şerbet vardır. Yemekler bağdaş
kurularak yerde yenmektedir. Yemek esnasında hizmetkârlardan biri, elinde deri bir
tulum ve gümüş kupalarla sofranın çevresinde dolaşıp, içmek isteyenlere şerbet
dağıtmaktadır. Bütün bunlar, sabahın saat dokuzundan öğleye kadar sürer. Elçiler
306
Salomon Schweigger, a.g.e., s. 64.
307
Salomon Schweigger, a.g.e., s. 64.
180
sofradan kalkınca, etrafta duran çavuşlar ve diğer görevlilerin yemeklere
saldırmaları (Çanak Yağması) heyettekileri şaşırtır. Elçilik heyeti işlerini bitirdikten
sonra konakladıkları hana döner. Burada da ayrıca güzel bir şölen sofrası
hazırlanmıştır.
Öncelikle padişaha takriben 1500 taler değerinde iki saat, iki altın kaplama
gümüş çanak, iki su ibriği, iki büyük mineli çifte tabak, iki kakmalı tabak, mineli
tezyinatı olan iki büyük sürahi, bir altın kaplama çanak ve ibrik, toplam 5000 taler
değerinde. Vezir-i-Azam’a, iki saat, iki çifte servis tabağı, iki sürahi, iki su testisi ve
bir çanakla bir ibrik. Bunların tümü altın kaplama, mineli ve kakmalı olup, 1500 taler
değerindedir.
Rumeli Beylerbeyi’ne, dört şekerleme kâsesi, iki ibrik, iki çifte servis tabağı,
toplam 400 taler değerinde. Yeniçeri Ağası’na, iki çifte servis tabağı ve bir saat,
toplam 300 taler değerinde. Mustafa Paşa'ya iki kayık biçiminde çanak, iki çifte
servis tabağı, bir saat, iki su testisi, toplam 440 taler değerinde. Sinan Paşa'ya, iki
181
ibrik, iki sürahi, bir saat, iki çifte servis tabağı verildi. Ayrıca Gran ve Oven (Budin)
yöneticilerine de birkaç servis tabağı ve saat armağan edildi. Bunların da toplam
değeri 5000 taler kadardır.
Schweigger, nükteli bir cümleyle bu konuda son olarak şu sitemli sözü söyler:
“Verilen bu armağanlar göz önünde tutulursa, padişahın şölen sofrasında yiyip
içtiklerimizin karşılığında hayli yüksek bir bedel ödendiğini söyleyebilirim! Bütün
ömrüm boyunca bu kadar pahalıya mal olan bir ziyafette bulunmuş değilim308”.
“Saraya girmeden önce iki uzun avludan geçilir. Sadece birinci avlunun
ortasından geçen dar bir yol taşlarla döşenmiştir, gerisi topraktır. Bu yoldan araba
veya atlarla saraya gidip gelinir ve saraydaki toplantılara katılanların seyisleri
efendilerinin atları başında burada beklerler. Saraya giden bütün görevliler bu
avluda atlarından inmek zorundadırlar. Padişahtan başka hiç kimse iç avluya at
üstünde giremez. Bazen padişah, önemli paşalardan birine bu avluya atla girme
iznini verebilir310”.
“Đç avlunun her iki yanında üstü kurşun kaplı çatıyla örtülü, önü açık birer
koridor bulunur. Bizim sarayı ziyaretimiz sırasında elçilerin hizmetlileri bu
308
Salomon Schweigger, a.g.e., s. 70.
309
Salomon Schweigger, a.g.e., s. 71.
310
Salomon Schweigger, a.g.e., s. 71-72.
182
koridorların birinde yemeklerini yediler. Aynı yerde bir sürü çavuş ve saraya
mensup adam da durmaktaydı. Öbür koridorda ise savaşçı yeniçeriler ve bölükbaşı
adı verilen komutanları duruyordu. Bunlar duruma göre on, yüz veya bin kişilik
birliklere komuta ederler. Bu birliklere "Kapı311" da diyorlar.
311
Bazen Yeniçeri birlikleri için kullanılan ad. (Bkz. Salomon Schweigger, a.g.e., s. 71-72.)
312
Salomon Schweigger, a.g.e., s. 71-72.
313
Salomon Schweigger, a.g.e., s. 71-72.
183
Schweigger, tüm bu gözlemleriyle, daha önceki yabancı elçilerin ve
maiyetlerinin uğradığı şaşkınlığı, hayranlığı, biraz korku ve belki de biraz kıskançlığı
burada yaşamaktadır:
“Kısacası, her tarafta padişaha veya amirlere karşı duyulan korku ve itaat
kendini belli ediyordu. Keşke bizim saraylarımızda görevli olan genç asilzadeler ve
hizmetkârlar da bu tutumdan örnek alsalar. Oysa bizimkiler hizmet görürken
birbirleriyle dalaşırlar, şakalaşırlar, itiş kakış, gülüşmeler ve maskaralıklarla
vakitlerini eğlenceli geçirmeye çalışırlar. Buna da "bir hükümdara veya efendiye
hizmet etmek" adını verirler. Hele gece yatmadan önce içtikleri içkilerin etkisiyle
yaptıkları hepsinden daha da kötü314”.
Roma Đmparatorluğu tarafından elçiye her yıl 8.500 taler ödenir. Ayrıca
gereksinimleri için 6.000 taler ve bazı ek masraflar için de 1.300 taler harcanır. Her
yıl Đstanbul’a, Đmparatorunun armağanlarını götüren bir elçi gönderiliyorsa da, bu
elçi orada altı haftadan daha uzun bir süre kalmaz, maiyeti ve hizmetkârlarıyla
birlikte yine geri döner. Bir de sürekli olarak görevlendirilmiş olan elçiler vardır.
Belirli bir süre görev yaparlar. Đstanbul’da Avusturya elçisi David Ungnad beş yıl,
Joachim von Sintzendorff dört buçuk yıl, Carl Rim on yıl kalmıştır.
314
Salomon Schweigger, a.g.e., s. 73.
184
yararlanırlar. Elçiler, bu kuryelerin dışında, gizli haberleşmelerden, casuslardan da
yararlanarak imparatorlarına bazı gizli ve şifreli yazılmış mektuplar da
göndermişlerdir. Ayrıca gelen her elçi ve maiyeti, yol güzergâhı boyunca, Đstanbul’a
varıncaya kadar ve Đstanbul’da da her kanalı kullanarak bilgi, belge toplamışlar ve
bunları gerek giderken yanlarında götürmüşler ve gerekse de başka yollarla ülke
dışına çıkarmışlardır.
315
Osmanlı’da Bir Köle, Brettenli Michael Heberer’in Anıları 1585-1588, Eski Almanca’dan Çev.
Türkis Noyan, Kitap Yayınevi, 2. Baskı, Đstanbul 2010.
185
birlikte birkaç yeniçeri askeri nöbet tutuyordu. Onların haberi ve izni olmadan
kimse binaya girip çıkamıyordu316”.
316
Osmanlı’da Bir Köle, a.g.e., s. 228.
317
Osmanlı’da Bir Köle, a.g.e., s. 273.
186
3.1.7. Friedrich Seidel’in, “Sultan’ın Zindanında, Osmanlı
Đmparatorluğu’na Gönderilen Bir Elçilik Heyetinin Đbret Verici
Öyküsü (1591-1596)318” Đsimli Eserine Göre Elçi Kabulleri
318
Friedrich Seidel, Sultan’ın Zindanında, Osmanlı Đmparatorluğu’na Gönderilen Bir Elçilik
Heyetinin Đbret Verici Öyküsü (1591-1596), Çev. Türkis Noyan, Kitap Yayınevi, Đstanbul 2010.
187
3.1.7.2. Đstanbul’a Varış ve Karşılama Töreni
189
üzerine tercümana “söyle O’na, ne yapması gerekiyorsa yapsın319” der ve kapıya
doğru yönelir. Kapıdaki hizmetlilerine, Paşa’ya getirdikleri hediyeleri vermelerini
söyler ve kapıdan çıkar. Paşa’ya getirilen armağanlar şunlardır: Büyük bir çalar saat,
bir içecek takımı, gümüş üzerine altın kaplama bir leğen ve ibrik.
319
Friedrich Seidel, a.g.e., s. 30.
190
aldırtır ve Belgrad’a beraberinde götürerek orada bir kulede hapseder. Seidel’in
verdiği bilgiye göre, elçi yaklaşık 6 ay sonra burada ölür. Elçiliğin geri kalanları da
zincirlenerek, Önce sahile, oradan da Galata’ya, tersaneye götürülürler. Orada hapis
hayatı başlamıştır artık. Bir zaman sonra ise, kadırga forsalığına başlarlar. Hayat
iyice zorlaşmıştır.
320
Friedrich Seidel, a.g.e., s. 62.
191
3.1.7.8. Tutsak Olan Elçilik Mensuplarının Serbest Bırakılmaları Süreci
1596 yılında tutsaklar başlarında Kara Kule’nin Ağası olduğu halde Saraya
giderler ve Divan toplantısının bitmesini beklerler. Toplantı bittikten sonra,
Padişahın huzuruna çıkacakları bildirilir. Divan toplantısın yapıldığı mekâna
alınırlar ve burada yapılan çeşitli görüşmeler sonucunda serbest bırakılmalarına
karar verilir. Đbrahim Paşa, Padişahın Macaristan’a çıkacağı sefere kadar onların
Kara Kule’de kalmalarına ve sefer sırasında kendileriyle gelip, sınırda tutsakların
Đmparatorlarına ve ailelerine teslim edileceği garantisini verir.
192
3.2. Seyahatnamelerde Elçi Kabulleri (17. Yüzyıl)
Oysa 1610 ile 1620 tarihleri arasında, Đngiliz Büyükelçisi Pindar’ın yanında
bulunan bir devlet görevlisi olan Robert Withers, kendisinden önceki yakın bir
zamanda (1601-1607 yılları arasında Venedik Cumhuriyeti’nin Đstanbul’daki balyozu
olan Ottoviano Bon’un raporlarından büyük oranda yararlanmıştı. Ottoviano Bon,
kişisel ilişkilerini kullanarak dönemin bostancıbaşısı ile kurmuş olduğu yakın ilişki
sonucunda, Saraya dair öğrendiği bilgileri bir rapor haline getirmiş ve bu rapor daha
sonra 1865 tarihinde Venedik’te basılmıştı.
Padişahın elçi kabul günleri Pazar veya Salı günleridir. Elçinin geleceği gün
divan toplanır, devlet ricalinin önde gelenleri, ayrıca çavuşlar, müteferrikalar, bir
kısım sipahi ve yeniçeri de bu seremonide yerini alır. Silahlı olarak ikinci avludaki
yerlerini alırlar ve orada oldukça düzgün biçimde sıraya girerler. Gerçekten çok
güzel bir görüntü verirler, çünkü hepsi iyi giyimlidir ve çoğu yakışıklı insanlardır.
321
Robert Withers, Büyük Efendi’nin Sarayı, Çev. Cahit Kayra, Yeditepe Yayınevi, Đstanbul 2010.
322
Robert Withers, a.g.e., s. 41-44.
193
O gün çavuşbaşı kendisi at üstünde olduğu halde, yanında görevli çavuşlarla
birlikte elçiye eşlik etmek için görevlendirilmiştir. Elçi divana geldiğinde sadrazamın
yanındaki diğer vezir ve paşalarla birlikte yemek yer. Bundan sonra elçi, tören
amiri323 tarafından çağrılır ve onun tarafından, Kapıağasının hadımlardan oluşan bir
takımla birlikte bulunduğu kapıya götürülür. Peşinden Kapıağası elçiyi Kapıcıbaşının
bulunduğu Arz Odası’nın kapısına getirir, onlar da biri bir koluna, ötekisi öteki
koluna girerek Padişah’ın elini (eteğinin ucunu) öpmeye götürürler. Orada iki
Kapıcıbaşı elçinin Padişahın elini (eteğinin ucunu) öpmek durumunda olan
adamlarını getirip götürene kadar bekler. Bu da bittikten sonra tercüman elçinin
görevini açıklar, Padişah buna cevap vermez. Ama Vezirin konuşmasına izin vermek
için bir iki sözcük söyler. Ve elçi şapkasını ya da başlığını çıkarmadan başını eğerek
saygısını gösterir ve geri geri çıkartılarak Huzur’dan ayrılır.
Elçi ve maiyetine Padişah tarafından verilen bir hilat (kürk, kaftan) giydirilir.
Bunun için elçi, Padişahın huzuruna çıkmadan Veziriazam kendisine ve adamlarına
yasanın belirlediği birçok hilat gönderir. Bu hil’atlar çok çeşitlidir; elçi için bir iki
tane sırmalı Bursa kumaşından hilat verilir; diğerlerine verilenler ise daha az değerli
hatta değersizdirler. Elçiler de padişaha armağan sunmak zorundadırlar.
323
Tören Amiri-Teşrifatçı: Kanuni Sultan Süleyman tarafından kurumsallaştırılmıştır. "Teşrifati
Efendi" veya "Teşrifatçı Efendi" de denilirdi. Saraya ve devlete ait bütün seremoniyi bilir, merasim
esnasında, elindeki deftere göre protokolü yönetir ve uygulardı. Daha sonraları Sadaret Kethüdalığı'na
bağlanmıştır.
194
Şunu da belirtmek gerekir ki özgür (müstakil) hükümdarlardan gelen
sıradan ya da olağanüstü bütün elçilerin masrafları Padişah tarafından yapılır.
Kendi kilerinden onlara buğday, arpa, baklagiller, odun, kömür, saman ve
alışık oldukları şarap ve evlerin yönetimi için gerekli olan diğer birçok şeyler
verilir. Defterdar tarafından da Vezirin uygun gördüğü kadarıyla günlük belli
miktarda Asper ödenir.
324
Jean-Baptiste Tavernier, 17. Yüzyılda Topkapı Sarayı, Ed. Necdet Sakaoğlu, Çev. Teoman
Tunçdoğan, Kitap Yayınevi, Đstanbul 2007.
325
Konuyla ilgili ayrıntılı bilgilenmek için ayrıca bakınız: Jean-Baptiste Tavernier, Tavernier
Seyahatnamesi, Ed. Stefanos Yerasimos, Çev. Teoman Tunçdoğan, Kitap Yayınevi, Đstanbul 2010.
326
Jean-Baptiste Tavernier, 17. Yüzyılda Topkapı Sarayı, Ed. Necdet Sakaoğlu, Çev. Teoman
Tunçdoğan, Kitap Yayınevi, Đstanbul 2007, s. 75-78.
195
3.2.2.1. Arz Odası ve Padişahın Tahtına Dair Betimlemeler
“Tahtın arkası, tahttan yarım ayak daha yüksek bir duvara yaslanıyor ve
padişahın arkasına konan minderleri bu duvar tutuyor. Hazinede bu tahta yayılmak
amacıyla yapılmış, çok gösterişli ve zengin sekiz örtü var; bunlar üç yandan, yani ön,
sağ ve soldan yere kadar sarkıyor, çünkü dördüncü yan duvara yaslanıyor.
Örtülerden en gösterişli olanı, siyah atlastan yapılmış ve üzeri iri incilerle işlenmiş;
incilerin kimi uzun, kimi düğme biçiminde. Yakut ve zümrüt işlemeli, beyaz atlastan
başka bir örtü daha var; yakut ve zümrütler, daha iyi tespit edilmeleri için yuvalara
yerleştirilmiş. Firuze ve inci işlemeli, mor atlastan üçüncü bir örtü daha bulunuyor.
Diğer üç taht örtüsü de çeşitli renklerde atlastan yapılmış ve gösterişli altın sırmalı.
Son ikisiyse, kendilerine has bir güzelliği olan serâser328. Padişahın büyükelçisini
kabul edeceği krala verdiği öneme bağlı olarak, taht bu örtülerden biriyle bezeniyor
ve bu örtü, onurlandırmak istediği kralın saygınlığına göre seçiliyor329”.
327
Jean-Baptiste Tavernier, a.g.e., s. 75.
328
Seraser: Altın ipliklerle işlenmiş halis ipekten, Sultanlara özgü kumaş.
329
Jean-Baptiste Tavernier, a.g.e., s. 75-76.
196
3.2.2.2. Elçilerin Arza Kabul Ediliş Biçimi
197
Ülkelerin elçileri ile ilgili olarak diplomatik protokolde çeşitli ayrımlar da söz
konusudur. Hıristiyan kralların ve devletlerin Osmanlı sarayı nezdinde görevli ve
hepsi Pera'da ikamet eden elçileri, Fransa büyükelçisi, Đngiltere büyükelçisi, Venedik
balyosu ve Felemenk maslahatgüzarıdır. Lehistan ya da Moskova çarının büyükelçisi
ya da maslahatgüzarı geldiğinde, kendileri hakkında yeterli itimat sağlanıncaya kadar
Đstanbul'da ikamet ettirilirler.
Osmanlı Devleti’ne siyasal anlamda bağlı olarak hüküm sürmek zorunda olan
Kırım Hanı, Arz Odası'nda padişahın huzuruna çıkar, eteğini öptükten sonra birkaç
adım geri çekilerek ayakta bekler. Bu esnada, dört köşesinden dört altın ve ipek
püskül sarkan, hiç işlemesiz büyük bir yeşil kadife yastık üzerinde Kur'an getirilerek
padişahın sağına bırakılır. Biat edecek han, daha önce de söylediğim gibi, ayaktadır;
elleri omuzlarına çapraz gelecek biçimde kavuşturulmuş halde, kapıağasının yastık
üzerindeki Kur'an'ı almasını, öpüp başına koymasını ve kendisine vermesini bekler.
330
Jean-Baptiste Tavernier, a.g.e., s. 77.
198
Han şu sözlerle biat eder: "Bu kitap hakkı içün, saadetlü padişahım tarafından her ne
emir ve ferman bana gelirse itaat edeyim."
331
Albertus Bobovius (Ali Ufki Bey), Topkapı Sarayı’nda Yaşam, Sunan ve Notlayanlar: Stephanos
Yerasimos ve Annie Berthier, Çev. Ali Berktay, Kitap Yayınevi, 1. Basım, Đstanbul 2002.
199
3.2.3.1. Padişah’ın Kırım Hanı’nı Kabulü
Đsveç Kralı X. Karl Gustav’ın elçisi sıfatıyla Osmanlı Sultanı IV. Mehmet’in
yanına gönderilen Ralamb’ın günlüğü, dönemin Osmanlısını anlatan en ilginç
belgelerdendir. Claes Ralamb (1622-1698) kral tarafından Đstanbul’a
görevlendirildiğinde otuz beş yaşlarındaydı, iyi eğitimli, soylu ve kralın güvendiği
biriydi. Birçok dile vakıf olan, zeki ve keskin bir gözlemci olan Ralamb elçilik için
332
Kırım Hanzadelerinden önce Hünkâr Hocası Padişahın yanına gelir. Padişah da Kırım
Hanzadelerine değil, hocasına hürmeten ayağa kalkar.
333
Albertus Bobovius (Ali Ufki Bey), a.g.e., s. 64.
334
Claes Ralamb, Đstanbul’a Bir Yolculuk 1657-1658, Çev. Ayda Arel, Kitap Yayınevi, Đstanbul
2008.
200
gerekli donanıma sahipti. Ralamb, Đsveç’ten Osmanlı Sarayı’na gönderilen ilk resmi
temsilciydi. Görevi, Sultan ile Köprülü Mehmet Paşa’ ya Đsveç Kralı’nın doğu
Avrupa siyasetinde yer alan Lehistan, Erdel ve Rusya’ya ilişkin niyet ve
stratejilerinin neler olduğunu anlatmaktı. Ayrıca Đsveç Kralı’nın dostluk duygularını
bildirmek ve Osmanlı ile Đsveçlilerin ortak düşmanı olan Rusya karşısındaki ortak
çıkarlara dikkat çekecekti. Babıâli’nin tamamıyla anlayamadığı bu niyetler kuşkuya
sebep olduysa da, Ralamb hem Osmanlı Sultanı hem de sadrazamı tarafından
olağanüstü nezaket ve teşrifatla karşılanmış ve gösterişi törenler yapılmıştı.
Bir zaman sonra Đsveç Kralı Osmanlı Đmparatorluğu’na ikinci bir elçi olarak
Gotthard Welling’i gönderdi. Bu durum sarayın kuşku ve güvensizliğini arttırmıştı.
Bu iki elçinin görevlerindeki belirsizlik sarayla ilişkilerinin daha ileriye
götürülmesine engel olmuştu.
Ayrıca Ralamb’ın ikametinin ilk evresinde bir değişiklik olmuş, Osmanlı ile
Đsveç arasında Rusya’ya karşı bir ittifak oluşturulması söz konusu olmaktan çıkmıştı.
Ralamb görevinde başarıya ulaşamamıştı. Ralmb, Erdel murahhas heyetinden Jacob
Nagy de Harsany ile ve Ali Ufki Bey olarak tanınan Wojciech Bobowski ile
tanışmış, Osmanlıda resmi ziyarette bulunacağı kişiler hakkında ve Osmanlı toplumu
hakkında yararlı tavsiyeler almıştı.
335
Claes Ralamb, a.g.e., s. 7-8.
201
3.2.4.1. Đstanbul’a Gidilirken Đzlenen Yol Güzergâhı
336
Karin Adahl, “Claes Brorson Ralamb’ın Babıalideki Elçiliği (1657-1658)”, Ed. Karin Adahl, Alay-
ı Hümayun Đsveç Elçisi Ralamb’ın Đstanbul Ziyareti ve Resimleri 1657-1658, Çev. Ali Özdamar,
Kitap Yayınevi, Đstanbul 2006, s. 14.
202
3.2.4.2. Elçi ve Maiyetini Karşılayan Osmanlı Đmparatorluğu Görevlileri
Ralamb, ertesi gün adı geçen elçilerin selamlarına karşılık vermiş ve kabul
edemeyişinden ötürü özür dilemiştir. Ralamb, “Đstanbul’da ikamet eden temsilcilerin
yeni gelenlere hemen selamlarını göndermeleri, Hıristiyan ülkelerinde olanın
tersine, buranın bir âdetidir. Burada sürekli ikamet eden elçilere bile “şanlı” diye
hitap ederler ve birbirlerine tatlı ve şarap ikramında bulunurlar”337 demektedir.
337
Claes Ralamb, a.g.e., s. 39.
203
oradan Başkapı Đskelesi’ne kadar kayıkla gitmiştir. Oraya varınca Erdel
temsilcisinden ödünç aldığı atla sadrazamın denizden hayli uzak evine doğru yola
çıkmıştır. En önde tek başına at sırtında giden çavuş, onun arkasında heyettekiler,
onların arkasında özel kıyafetleri içinde yani geyik derisinden, kenarları el
genişliğinde sırma işlemeli ve önünde gümüş bir arma bulunan yüksek başlıkları ve
fildişi topuzlu değnekleriyle yeniçeriler vardır. Yeniçerilerden sonra tercüman,
tercümanın ardında Ralamb ve nihayetinde Ralamb’ın maiyetinin geri kalanı
bulunuyordu. Konağın merdivenine yanaşıldığında Ralamb attan inmiş ve neredeyse
kucakta taşınarak çıkma köşk şeklinde bir odaya alınmıştır. Orada biraz
bekletildikten sonra sadrazamın odasına çağrılmıştır. Ralamb, kimsenin doğrudan
doğruya sadrazamın huzuruna çıkışına izin verilmediğini ve bir süre bekletildiğini ve
hatta çoğu insan sofada bekletildiği için ayrı bir odaya alınmanın bile büyük bir onur
olduğunu belirtmektedir.
Resim 45: Sadrazamın Ralamb için verdiği Osmanlı topraklarından geçiş izni.
(Baamhielm, s. 286)
338
Göran Baarnhielm, “Ulusal Kütüphane ve Ulusal Arşivdeki Ralamb Koleksiyonları”, Ed. Karin
Adahl, Alay-ı Hümayun Đsveç Elçisi Ralamb’ın Đstanbul Ziyareti ve Resimleri 1657- 1658, Çev. Ali
Özdamar, Kitap Yayınevi, Đstanbul 2006, s. 286.
204
Ralamb kabul anını ise şu şekilde anlatmaktadır: Kabul odasında iki koltuk
bulunmaktaydı, dört köşe olan sadrazam için, kırmızı kadife olan ise konuk içindir.
Ralamb’ı içeriye çavuşbaşı almıştır, daha sonra sadrazam gelmiştir. Sadrazam ilk
olarak tercümanı ile konuşmuş ayağı ile ilgili kazayı sormuş, daha sonra
hükümdarının selamını iletmiş ve büyük bir saygıyla hükümdarın mektubunu Reis
Efendi denilen kâtibe teslim etmiştir. Daha sonra genel olarak görevlendirilişi ile
ilgili konuşulmuş ve yanında bulundurduğu ekinde Türkçe mülahazaların da
bulunduğu muhtırayı hükümdarının gönderdiği mektubun çevirisi ile birlikte
sadrazama sunmuştur. Bunun ardından sadrazam bir takım sorular sormuş ve Ralamb
gerekli cevapları vermiştir. Bunun dışında sert ve ters olarak tanınan sadrazam
Ralamb’ın deyişiyle kendisini nezaket ile karşılamış ve uğurlamıştır. Görüşme
bitince sadrazam bir kaftan giydirmiş, yanındakilere de kaftan dağıtılmıştır ve yine
Ralamb’ın deyimiyle sırtlarında bu kaftanlarla ayin yapan papaz kılığında dışarı
çıkmışlardır339.
Defne, servi ve daha başka türden ağaçların bulunduğu parkı andıran avlunun
dörtkenarında revaklar vardır. Sağ revakta, başlıklarında yüksek tüy demetleri ve
rengârenk sırmalı serasker kıyafetleri olan adamları ile yeniçeri ağası bulunmaktadır.
339
Claes Ralamb, a.g.e., s. 39-40.
205
Onların arkasında avlunun dörtkenarı boyunca dört sıra halinde yeniçeriler
bulunmaktadır. Ralamb’ın göz kararı tahminine göre bunlar 1000-1200 kişiydi;
giyimleri düzgün ve başlarında kürkler taşıyorlardı. Solda başlarında yüksek beyaz
sarıklar olan çavuşlar uzun bir sıra oluşturuyordu. Son sıranın orta yerinde ve toplantı
odası olan Divan denilen geniş odanın önünde samur astarlı beyaz atlas giysisi içinde
önünden geçerken selam verdiği sadrazam oturmaktadır. Avluya bakan cephenin sağ
yanında hepsi simli serasker giymiş, başlarında yüksek beyaz sarıklarıyla paşalar 60-
70 kişilik bir sıra oluşturmaktadır. Ralamb ve Erdel elçisi sol tarafa götürülmüş ve
orada oturtulmuş daha sonra önlerine para dolu keselerden büyük bir yığın
bırakılmıştır340. Ralamb, “Genellikle yabancı elçilerin kabul törenlerini, servetlerini
sergileyebilmek amacıyla birliklere ulufe dağıtıldığı güne rastlatmaya özen
gösterirler”341 demektedir.
340
Claes Ralamb, a.g.e., s. 41- 42.
341
Claes Ralamb, a.g.e., s. 42.
206
tarafındaki sofrada ise bir paşa, defterdar, kâtip Klingen ve maiyetinden bir kişinin
oturduğunun ve öteki adamlarının başka bir odaya alındığını söyleyerek anlatımını
sürdürmektedir. Yemek esnasında sofradaki kişilerin önüne bakarak oturduklarını
çünkü padişahın tepede bulunan bir pencereden orayı gözlediğini, kimsenin yukarıya
bakmadığını söylemektedir342.
342
Claes Ralamb, a.g.e., s.43.
343
Claes Ralamb, a.g.e., s. 44-45.
207
Ralamb bu teşrifattan sonra ortalık sakinleşince hükümdarının adına Latince
bir sunuş yapmış ve dostluklarının teminatını en kısa şekilde anlatmışlardır. Sonra
sırmalı mavi bir serasker beze sarılı olan hükümdarının mektubunu kapıcıbaşına
vermiş, o da sadrazama iletmiş ve sadrazam da padişahın aynına mektubu koymuş ve
böylelikle Ralamb mektubu padişaha sunmuştur. Bundan sonra kapıcıbaşı Ralamb’a
yine koltuklarının altından tutarak baş eğdirmiş ve dışarı çıkarmışlardır. Ralamb
sonrasında atına binmiş ve yine alay oluşturularak iskeleye kadar gitmiş, oradan bir
kayığa binerek ikametgâhına dönmüştür344.
Oturup gelecek heyeti beklemekten başka işi olmayan Ralamb, vaktini öteki
yabancı devletlerin temsilcileriyle görüşerek geçirmiştir. Đlk olarak Đngiliz elçisi Lord
Thomas Bentysse’yi ziyaret etmiş, sonra seksen yaşlarındaki Fransız elçisi Bay De la
Haye’yi ziyaret etmiştir. Hatta ilk olarak Đngiliz elçisini ziyaret eden Ralmb, Fransız
elçisi tarafından mesafeli karşılanmıştır. Ralamb Hollanda elçisi Bay Varner’den de
bahsetmektedir.346 Seyahatnamesinde dönemin Osmanlı toplumunun yapısından ve
imparatorlukta cereyan eden siyasi bir takım olaylardan da bahseden Ralamb,
sultanın bir takım şüpheleri nedeniyle Đstanbul’da beklediğinden biraz daha fazla
kaldıktan sonra, Ocak sonunda ülkesine dönmek için yola çıkmıştır. Dönüş yolunda
Edirne’de kaldıkları sürede sonuncu kez sadrazamın huzuruna diğer elçi Welling ile
birlikte kabul edilmişlerdir ancak bizzat padişahla vedalaşmalarına izin
344
Claes Ralamb, a.g.e., s. 45.
345
Claes Ralamb, a.g.e.,, s. 46-48.
346
Claes Ralamb, a.g.e., s. 48-52.
208
verilmemiştir. Ralamb ülkesine döndükten sonra seyahatnamesini hükümdarına
sunmuştur347.
Ralamb’ın tuttuğu günce, bir Đstanbul motifi içeren yirmi önemli resim ve
küçük bir kıyafet albümü yalnızca Đsveç bağlamında değil, uluslararası bağlamda da
on yedinci yüzyıl Osmanlı Đmparatorluğu ile ilgili en değerli yazılı ve görsel
belgelerdendir. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, resimler gerek konu ve gerekse
boyut ve malzeme yönünden kıyas kabul etmez. Çünkü o dönemden kalma benzer
resimler mevcut değildir348.
1674 doğumlu Fransız bir gezgin olan Aubry de La Motraye, ömrünün büyük
bir bölümünü gezilerde geçirmiş ve gezileriyle ilgili anılarını 1696 yılından itibaren
yazmaya başlamıştır. Đlk kitabını 1723 yılında Đngiltere’de yayınlamıştır.
347
Ed. Karin Adahl, Alay-ı Hümayun Đsveç Elçisi Ralamb’ın Đstanbul Ziyareti ve Resimleri 1657-
1658, Çev. Ali Özdamar, Kitap Yayınevi, Đstanbul 2006, s. 17.
348
Karin Adahl, a.g.e., s. 11.
349
Aubry de La Motraye, La Motraye Seyahatnamesi, Türkçesi: Nedim Demirtaş, Đstiklal Kitabevi,
Đstanbul 2007.
209
17. yüzyılın sonu ile 18. yüzyılın başlarında Osmanlı topraklarında kalan ve
yaşananlara şahit olan Motraye’nin seyahat anıları, Osmanlı’nın siyasal anlamda
karışıklıklar yaşadığı bir döneme denk gelmiştir: Celali ayaklanmaları, yeniçeri
isyanları, saraydaki çeşitli entrikalar, 2. Viyana bozgunu sonrasındaki gelişmeler,
toprak kayıpları.. Motraye tüm bu kargaşa içinde olayları gözlemlemeye, yorumlar
yapmaya ve gördüklerini aktarmaya çalışmıştır. Biz tüm bunların içinden, o
dönemdeki elçilerle ilgili gözlemlerin yer aldığı bölümleri çalışmamıza aktarmaya ve
yorumlamaya çalışacağız.
Motraye, Đstanbul’a ilk girdiği andan itibaren çok etkilenir. Şehrin güzelliği
gözlerini kamaştırır. Đstanbul’da önce Madam de Hochepied’in referansıyla Hollanda
210
elçisi ile tanışır ve yine o kanalla Kont Tököli350 ile bağlantı kurar. Motraye,
Türklerin çok cömert olduklarını söyler ve gelen elçilere ülke topraklarına
girmelerinden çıkmalarına kadar her türlü hizmeti ücretsiz olarak sunduklarından
bahseder.
Motraye, saat tamircisi bir Fransız arkadaşının daveti ile onunla birlikte
saraya tamirci kılığı ile giriş yapar. Sarayın kapısını sürekli bekleyen görevlilerin
sayısını 50 kişi olarak veren Motraye, bu sayının sarayın diğer kapılarını da hesap
ederek, toplamda 300 olduğunu söyler. Sarayın birinci ve ikinci avlusunu anlatırken,
ikinci avluda at üstünde kimsenin olmaması ve etrafta kalabalık insanlar olmasına
rağmen, ortamda bir manstır havası gibi sessizliğin hâkim olduğunu özellikle
vurgular. Bu durum kendisinde hayranlıkla karışık bir şaşkınlık oluşturur.
Motraye, Divan’da gördüğü hünkâr tahtının kare biçiminde bir tür sedir
olduğunu söyler. Üzerinde altın işlemeli kadifeden tek bir yastık vardır. Tahtı
oluşturan birbirine uyumlu parçalar sedef, inci, altın, gümüş ve değerli taşlarla
bezelidir. Hünkâr, divanı yönetmek için bu tahta oturduğunda, yanına ancak silahsız
olarak yaklaşılabilir. Bunun da oldukça sıkı kuralları vardır. Bir elçi geldiğinde, iki
görevli elçinin iki koluna iki yandan girerler. Adamın kolundan çekip, sırtından
iterek eğilip kalkmasını sağlarlar. Böylece haşmetlinin önüne kadar adamı adeta
sürüklerler. Bu üç derin reveransın yapılma yerleri de bellidir. Đlki taht salonunun
kapısında, ikincisi kapıyla taht arasındaki yolun tam ortasında, üçüncüsü de
padişahın ayakları dibinde yapılmalıdır. Aynı hareketleri hünkârın huzurundan
ayrılırken de sırtlarını dönmeden yaparlar351.
350
Tököli Đmre (1657-1705), Habsburg yönetiminde yaşayan Protestan Macarların lideri. Katolik
yönetimin baskıları nedeniyle Osmanlı yönetimine yakınlaşmış, Osmanlı Devleti’nden aldığı destekle
Avusturya’ya karşı ayaklanmış, Orta Macaristan Kralı ilan edilmiş, Viyana bozgunu sonrasında
krallığını kaybetmiştir.
351
Aubry de La Motraye, a.g.e., s. 107-108.
211
3.3.1.3. Fransız Elçisi Ferriol’ün Đstanbul’a Gelişi
Aralık ayının ilk günü iki Fransız gemisi Đstanbul limanına girmiştir.
Gemilerle gelen Macaristan’da Prens Tököli saflarında çarpışmış Fransız birlikleri
komutanı Mon. De Ferriol’ü getirmekteydi ve kendisi Babıâli nezdinde elçi sıfatıyla
Chateauneuf’ün yerine atanmıştır. Fransız gemileri birkaç top atışıyla sarayı
selamlarlar ama saraydan kendilerine herhangi bir karşılık verilmez352. Ferriol,
Pera’da bir eve yerleşir. Gelişini sadrazama bildirir.
352
“Babıâlide Sarayı selamlayarak geçen Hıristiyanların selamlarına karşılık vermek gibi bir
uygulama yoktu. Đngilizlerin bu nedenle Sarayın önünden geçmeyip, selam vermelerini
gerektirmeyecek bir uzaklıkta demirledikleri söylenir”(Aubry de La Motraye, a.g.e., s. 200-201).
353
Aubry de La Motraye, a.g.e., s. 201-202.
354
Aubry de La Motraye, a.g.e., s. 202-203.
212
3.3.1.5. Padişahın Huzuruna Kabul Öncesinde Yaşananlar
Elçi ve oldukça kalabalık maiyeti sadrazamın kabulüne benzer bir alayla yola
çıkar. Sarayın ikinci avlusunda ellerinde gümüş asalarıyla iki Divan çavuşu Divan’a
kadar eşlik ederler. Avluda daha önceki kabul törenlerinden görmeye alışık
olduğumuz aynı görüntüler vardır. Heykel gibi sessiz ve hareketsiz binlerce
yeniçerinin aralaraından yürünür. Divan’a varıldığında Sadrazam başka bir kapıdan
elçi ile aynı anda içeri girer ve karşılıklı selamlaşılır. Divan üyeleri hazırdır. Elçi
kırmızı kadifeden bir tabureye oturtulur. Yemekler yenir. Yemekten kalkmadan
önce, Fransa Sarayı’nın gönderdiği armağanlar Divan’a getirilir. Bunların arasında
büyük bir ayna, çok güzel bir saat, ay hareketlerini ve mevsim değişikliklerini de
gösteren bir başka saat, değerli kumaşlar bulunmaktadır355.
Yemekten sonra elçiye altın simli, çiçek desenli bir kaftan (hil’at) giydirilir.
Maiyetindekilere ise daha az değerli olanlarından giydirilir. Her şey usüle uygun
devam ederken, beklenmedik bir gelişme olur. Ferriol, genel teşrifat kurallarına
uymayan bir davranışta bulunur ve padişahın huzuruna kılıcıyla girmek ister. Bu ise
temayüllere uymayan bir durumdur. Kendisi ikna edilmeye çalışılsa bile, ikna olmaz
ve huzura girmeden gerisin geriye döner, gider.
355
Aubry de La Motraye, a.g.e., s. 204-206.
356
Guillaume Martin, Đstanbul’a Seyahat, Türkçesi: Đsmail Yerguz, Đstiklal Kitabevi, Đstanbul 2007.
213
seçkin kişiler vardı. Büyükelçi, Beyoğlu’nda bir matbaa ve Tarabya’da bir rasathane
kurar. Bu ilginç kişi, Fransız Devrimi ile gelen yeni yönetim tarafından görevinden
alınıncaya kadar (1792) elçilik göreviyle beraber akademik çalışmalarına devam
eder.
Elçilik heyeti veziriazam tarafından kabul edilir. Bir salona alınan elçi,
burada maiyetiyle birlikte on beş dakika kadar veziriazamın gelmesini bekler.
Şatır357ları ve alay çavuşlarıyla birlikte gelen veziriazama kralın mektubu okunur.
Veziriazam adet olduğu üzre, büyükelçiye kürk giydirir ve maiyetine de kaftanlar
dağıtılır. Guillaume Martin Babıâliyi oldukça gösterişsiz bulur: “Geniş salonlar
bulunuyor burada ama hepsi sade bunların358”.
Padişah büyük elçiyi Salı günü kabul eder. Salı günü sabah beş civarında
kayıklarla saray yakınlarında karaya çıkarlar. Kendilerini karşılayan görevlilerin
getirdiği atlara binerler. Saraya varırlar ve dış kapıda bir saat kadar sadrazamın
gelmesini beklerler. Sadrazamın gelip önlerinden geçmesinden sonra sıraya girip,
içeri girerler ama bir karışıklık sonucunda atlarından inerler ve ikinci kapıya kadar
yürürler. Đkinci avlunun karanlık dehlizinde onbeş dakika kadar beklerler.
357
Koruma görevlisi.
358
Guillaume Martin, a.g.e., s. 70.
214
Guillaume Martin, avludaki gözlemlerinde yeniçerilerin heykel gibi
durmalarını, pilava koşuşturmalarını biraz da alaycı bir ifadeyle aktarır. Genel
gözlemlerinde Osmanlı Devleti’ndeki sadelik içindeki muhteşem gücü tam
kavrayamamış gibi bir izlenim bırakmaktadır. Daha sonraki yorumlarında ise,
Osmanlıların kendileri dışındaki hiçbir güce önem vermediklerini ve buna engel
olmadıkları için Avrupalı devletleri anlamakta zorlandığını söyler:
359
Guillaume Martin, a.g.e., s. 73.
215
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
OSMANLI DEVLETĐ’NDEKĐ ZĐHĐNSEL DEĞĐŞĐM VE BU DEĞĐŞĐMĐN
ELÇĐ KABUL TÖRENLERĐNE YANSIMASI, DEĞERLENDĐRME
360
Gül Đrepoğlu, “Osmanlı Minyatür Sanatı’nda Klasik Dönem”, Türk Kültüründe Sanat ve
Mimari, Klasik Dönem Sanatı ve Mimarlığı Üzerine Denemeler, 21. Yüzyıl Eğitim ve Kültür
Vakfı, Đstanbul 1993, s. 73.
361
Konuyla ilgili ayrıntılı bilgiler için bkz. Serpil Bağcı, Filiz Çağman, Günsel Renda, Zeren Tanındı,
Osmanlı Resim Sanatı, Đstanbul, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., 2006, s. 32-39.
362
Filiz Çağman, “Minyatür”, Osmanlı Uygarlığı II, Yayına Hazırlayanlar: Halil Đnalcık, Günsel
Renda, Kültür Bakanlığı Yay., Đstanbul 2003, s. 893; Bkz. Banu Mahir, “Anadolu’da Türk
Minyatürünün Đlk Örnekleri”, Osmanlı, C. XI, Yeni Türkiye Yay., Ankara 1999, s. 168-169.
363
Necla Arslan Sevin, Gravürlerde Yaşayan Osmanlı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara
2006, s. 29.
216
XVI. yüzyılda yapılan resimler bir önceki yüzyıla göre çok daha fazla
gerçekçidir. XVII. yüzyıl batıda doğu ilgisinin yeni bir boyut kazandığı dönemdir.
Yüzyılın başında ilk Osmanlı elçilik heyetinin Fransa’ya gitmesi, Avrupa’da
Türklere olan ilgiyi arttırmıştır. Yine aynı yüzyılda seyyahlar da bu ilginin artmasına
yayınladıkları kitaplarıyla katkıda bulunmuşlardır364.
364
Necla Arslan Sevin, a.g.e., s. 30.
365
Philip Mansel, Konstantiniyye, Dünyanın Arzuladığı Şehir 1453-1924, Çev. Şerif Erol, Everest
Yay., Đstanbul 2008, s. 88.
217
1657 yılında Vezir-i Azam, Đsveç elçisi onuruna Divan’da bir ziyafet vermişti:
“Yemek sırasında öyle bir sessizlik vardı ki, ne tek kelime konuşuldu, ne de en küçük
bir ses duyuldu”366. Padişahın kafesli pencere ardından kendilerini izlediği düşüncesi
de bunda etkili olmuştur mutlaka.
Osmanlı Sarayı renk, saygı, sessizlik ve görkemin bir bileşimiydi. Gelen elçiler
ve maiyetindekiler, Padişahı ve devlet ricalini gördükleri zaman şaşırırlar ve
kendilerinden geçerlerdi. Foransalı âlim Domenico Setsini, her biri tören kıyafetleri
içinde ve yanlarında hizmetkârlarıyla yürüyen devlet ricalini gördüğünde şaşkınlıkla
karışık beğenisini “sadece buna bakarak bile Osmanlı’nın bütün ihtişam, görkem ve
kibrini görebilir insan” sözleriyle vurgulamıştır. Philip Mansel’in konuya sanat ve
sanatçı açısından yaklaşan anlatımıyla, “Konstantiniyye” minyatürcülerini diğer
Müslüman nakkaşlardan ayıran hususlar gerçekçilik, ayrıntı zenginliği ve tarihsel
olaylar ile insanlara duyulan ilgidir. Hanedanın başarıları üzerinde tutkulu bir
yoğunlaşma vardır. Resimlerde Sultan camiye giderken, sefirleri kabul ederken, zafer
kazanırken görülür. Altın, gümüş, kızıl, leylak ve sarıya çalan özel bir yeşilin bol bol
kullanılması Đznik çinilerinden bile daha büyük bir renk cüretkârlığı yaratır367. Tüm
bunlar ise, güçle bağlantılı sanatın dışa vurumlarıdır.
Osmanlı minyatür sanatında 1537 yılından itibaren Nasuh ile başlayan ve bütün
XVI. yüzyıl boyunca ve XVII. yüzyılın yarısına kadar devam eden tarihi konulu
minyatürlerde tüm bu sahneler tüm gerçekçiliği ile kompozisyonlara yansımıştır368.
366
Philip Mansel, a.g.e., s. 86.
367
Philip Mansel, a.g.e., ,s. 92-93.
368
Zeren Akalay, “Tarihi Konuda Đlk Osmanlı Minyatürleri”, Sanat Tarihi Yıllığı II, ĐÜEF Sanat
Tarihi Enstitüsü, 1966-1968, s. 115.
369
Philip Mansel, a.g.e., s. 88.
370
Hakan Karateke, Padişahım Çok Yaşa! Osmanlı Devletinin Son Yüzyılında Merasimler,
Đstanbul, Kitap Yayınevi, 2004, s. 123.
218
Oral Sander, Osmanlı Devleti’nin çok güçlü olduğu dönemlerin kaçınılmaz bir
sonucu olarak bunun diplomasiye de tek taraflı (ad hoc) olarak yansıdığını söyler:
“XVIII. yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı imparatorluğu’nun öteki devletlerle
ilişkilerini "diplomasi" ya da "dış politika" kavramları ile açıklamaya çalışmak
yanıltıcı olur. Osmanlılar, XVIII. yüzyıla kadar öteki devletleri kendilerine eşit
değerlendirmedikleri için, Avrupa'da oluşan uluslararası hukuk kurallarına
kendilerini bağlı saymamışlardır. Güçlü oldukları dönemlerde sürekli büyükelçi
göndermedikleri gibi, bir iki istisna dışında, başka devletlerin sürekli büyükelçilerini
de kabul etmemişlerdir. Dolayısıyla, kuramdan da olsa "eşitlik" kavramının
ilişkilerin temeli olduğu uluslararası sistemde teknik anlamda "diplomasi"
yapmamışlardır371”.
XVIII. yüzyılın ilk yarısı, Osmanlı Devleti’nde Avrupa ile kurulan yeni
siyasi ve kültürel ilişkilerin yeniden belirlendiği ilk modernleşme evresi sayılır. 1683
yılındaki Viyana bozgunu bir dönüm noktası olmuş, XVIII. yüzyıl Avrupası’nda
bunu izleyen güçler dengesi, Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki çıkar dengelerini
değiştirmiştir. Böylelikle uluslararası ilişkilere çok daha fazla bağımlı kalan Osmanlı
Devleti diplomasisinde Avrupalı tarzda yeni bir şekillenmeye gidilmiştir372.
219
yolu iyice açtı. Devlet artık eski gücünde değildi. 1774 yılındaki Küçük Kaynarca
anlaşması ile bu artık iyice belliydi. Halil Đnalcık’ın da belirttiği gibi, bu
antlaşmalarla birlikte özellikle Osmanlı idareci sınıfında (devlet ricalinde),
Avrupa’nın maddi medeniyet alanında üstün olduğunu kesinlikle kabullenmelerine
yol açan zihinsel bir dönüşüm de başlamıştır374.
374
Halil Đnalcık, “Avrupa Devletler Sistemi, Fransa ve Osmanlı”, Doğu-Batı, S. 14, Şubat-Mart-Nisan
2001, s. 138.
375
Ali Đbrahim Savaş, “Âsitâne-i Saadete Gelen Yabancı Elçilerin Resmi Kabul Protokolleri”, Askeri
Tarih Bülteni, Yıl: 21, Şubat 1996, S. 40, s. 16.
376
Günsel Renda’nın “Sanatta Etkileşim” başlıklı uzun makalesinde Osmanlı ve Avrupa arasındaki
sanatsal etkileşim yüzyıllara göre ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. (Bkz. Günsel Renda, “Sanatta
Etkileşim”, Osmanlı Uygarlığı II, Yayına Hazırlayanlar: Halil Đnalcık, Günsel Renda, Kültür
Bakanlığı Yay., Đstanbul 2003, s. 1091-1121.
220
için bir şema haline gelmiştir. III. Selim’in bir elçiyi kabulünü gösteren bir gravürde
padişah köşeye yerleştirilmiş tahtında oturmaktadır (Resim 46). Gravürde sultanın
biraz önünde solda ayakta durmakta olan sadrazam ve birer adım gerideki iki vezir
görülmektedir. Büyük bir saygıyla eğilerek arkasındaki elçinin sözlerini Türkçe’ye
çeviren dragomanın yanısıra, gerideki grupta, padişahın ve elçinin maiyeti
bulunmaktadır. Kabule katılanların tamamı tören giysileri içindedir377.
Resim 46: L ‘Espinasse, III. Selim’in Bir Elçiyi Kabulü. (D’Ohsson, 1820)
377
Necla Arslan Sevin, Gravürlerde Yaşayan Osmanlı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları,
Ankara 2006, s. 324.
221
XVIII. ve XIX. Yüzyıllar Osmanlının bir dünya devleti olarak eski önemini
yitirdiği Batının siyaset, askeri ve teknik alandaki üstünlüğünü kabul ettiği bir dönem
olmuştur378. Bu kabulle beraber, batıya çok daha açılma ihtiyacı hissedilmiştir. III.
Selim (1789-1897) döneminin oldukça modern bir padişahı olarak, gravürlü kitaplara
ilgi göstermiş ve sanatçıları desteklemiştir. Đsveç elçiliğinde baş tercüman olarak
görev yapan Mouradgea D’Ohsson, 1793 yılında III. Selim’e basımına 1787 yılında
Paris’te başlanmış olan Tableau Genera de L’Empire Othoman adlı kitabın ilk cildini
layiha taslağıyla birlikte teslim etmiştir. Padişah III. Selim D’Ohsson’a “iki bin
rub’iye atiye verilmesini” emretmiştir. Yine II. Mahmud (1808-1839) döneminde bu
ilgi devam etmiştir. Bu dönemde Đstanbul’a gelen Preaulx, Allom, Bartlett, Schranz
ve birçok sanatçının gravürleri Đstanbul’da karşılık bulmuştur. Padişah Abdülmecid
(1839-1861) döneminde ise, Avrupa’dan en ünlü gravürcüleri özellikle litografları
veya çalışmaları daha sonra gravür olarak çoğaltan sanatçılar Đstanbul’u ve sarayı
mesken tutmuşlardır. Fossati, Schranz ve Preziosi bunlardandır. Abdülaziz (1861-
1876) döneminde Osmanlı Sarayı’nda yağlı boya tablolar devri başlamıştır. Ancak
yine de Preziosi ve Giovanni Brindesi gibi, eserleri litografi albümü halinde basan
sanatçıların sarayla olan bağları devam etmiştir. II. Abdülhamid (1876-1909)
döneminde Đstanbul’da resmi ve özel matbaaların ve gravür atölyelerinin
yaygınlaştığı bir dönemdir379.
222
diplomatik görevle Yirmisekiz Mehmed Çelebi Mehmed Efendi başkanlığında bir
elçilik heyeti göndermiştir. Bu durum, Osmanlının Avrupa ile olan ilişkilerinde yeni
bir dönemin başladığının ilk işareti olmuştur382. Bu elçinin Đstanbul’a döndüğünde
beraberinde getirdiği resimler, kitaplar ve en önemlisi de orada gördüklerini
aktarmasıyla zihinsel etkilenmeler de başlamıştır.
382
Necla Arslan Sevin, a.g.e., s. 34.
383
Semra Germaner, “18. Yüzyıl Resminde Elçilerle Đlgili Törenler”, 18. Yüzyılda Osmanlı Kültür
Ortamı Sempozyum Bildirileri, 20-21 Mart 1997, Sanat Tarihi Derneği Yayınları, Đstanbul 1998, s.
131.
384
Semra Germaner, a.g.m., s. 132-133.
385
D’Ohsson bu başarısı sebebiyle yıllar sonra 1795-1799 tarihleri arasında Đsveç elçisi olarak görev
yapmıştır.
223
Đstanbul’daki önemli elçiliklerin Osmanlıyı ülkelerinde tanıtmak amacıyla özel
olarak tuttukları sanatçıları vardı386. Đstanbul’daki Fransız elçisi Choiseul Gouffier’in
bu konudaki çabaları ise, çok daha ileri seviyedeydi.
224
bağdaş kurarak veya diz çökerek ve bir yastığa dayanarak otururlar. Ellerinde
tuttukları çiçek, kitap veya kılıç gibi nesneler padişahın gücünün ve hünerlerinin
simgesidir. Portre albümleri ve Silsilename denen minyatürlü şecere kitapları
padişahlar tarafından hanedan imgesini özellikle öteki Đslam çevrelerinde
yaygınlaştırmak için propaganda aracı olarak kullanılmıştır390.
390
Günsel Renda, “Osmanlı Sarayı ve Padişah Portreciliği”, Osmanlı Sarayı’nda Oryantalistler,
Ed. Ömer Taşdelen, Đlona Baytar, TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı Yay., t.y., s. 34.
391
Günsel Renda, a.g.e., s. 37.
225
Resim 47: H. G. Schlesinger, Sultan II. Mahmud, 1839, Versailles Şatosu.
226
Resim 48: David Wilkie, Portre, Sultan Abdülmecid,
TSM Koleksiyonu, Env. No. 17/120
1840 yılında Đstanbul’a gelen Đngiliz ressam Sir David Wilke (1785-1841),
Sultan Abdülmecid’i padişah odasında, üniforması ve beyaz eldivenleriyle, serbest
bir biçimde Avrupa tarzı bir kanepede oturmuş, kılıcını tutarken resimlemiştir
(Resim 48). Kaynaklara göre, padişah bu şekildeki pozu kendisi istemiştir392.
392
Serpil Bağcı, Filiz Çağman, Günsel Renda, Zeren Tanındı, a.g.e., s. 293.
227
olarak çalışan ve “Boğaziçi Ressamları” olarak anılan sanatçılar öne çıkmaktadır.
XVIII. yüzyılın egzotizmi XIX. yüzyılda yerini Oryantalizm’e bırakmıştır393.
393
S. Germaner, Z. Đnankur, “19. yüzyılda Oryantalizm ve Türkiye”, Osmanlı Sarayı’nda
Oryantalistler, Ed. Ömer Taşdelen, Đlona Baytar, TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı Yay., t.y.,
s. 11.
394
S. Germaner, Z. Đnankur, a.g.e., s. 21.
228
Abdülmecid tarafından Prens Napoleon’a verilen resepsiyon (1 Mayıs 1854), adı
üzerinde klasik bir elçi kabulünden ziyade, “resepsiyon”dur, artık (Resim 49).
Dönemin padişah ve devlet ricalinin dış ülkelerle ilgili bilgileri XVI. ve XVII.
yüzyıllara göre çok daha fazla önemsediğini görmekteyiz. Bunu sağlamak için de,
Pera’daki yerleşik yabancı sefaret personeline veya Osmanlı tebası olup da gayri
Müslim olan çevirmenlere bel bağlamak artık uygun değildi. Bunun yerine XIX.
yüzyılda tecüme odasında eğitilmiş seçkin Müslüman devlet görevlileri kullanılmaya
başlandı395. Tüm bunlar bir zihniyet değişiminin göstergeleriydi.
II. Mahmud’un yaptığı kıyafet devrimi öncesine kadar Đstanbul’a gelen elçilere
hil’at giydirme geleneği devam etmiştir. II. Mahmud’la beraber gelen elçilere verilen
ve bir nevi onları onure eden bu gelenek, yerini başka hediyelere bırakmıştır. Saat,
395
Suraiya Faroqhi, Osmanlı Đmparatorluğu ve Etrafındaki Dünya, Çev. Ayşe Berktay, Kitap
Yayınevi, Đstanbul 2010, s. 304.
229
altın tabaka, enfiye kutusu, kılıç, köstek ve nişan gibi hediyeler günün modasına
uygun olarak verilmeye başlanmıştır396.
II. Mahmud’un elçiler haricinde huzuruna kabul ettiği resmi sıfatı olmayan çok
az kişi olmasına rağmen, Sultan Abdülmecid’le beraber elçiler haricinde önemli
görülen yabancıların da huzura kabul edilmeleri kolaylaştı398. Osmanlı Devleti’nin
zihinsel değişimine en güzel örnek, Sultan Abdülmecid’dir. O’nun duygularını
saklamadan olduğu gibi görünmesi, Avrupa’daki meşruti monarşiler hakkında
bilgiler edinme çabaları, yeni bir anlayış arayışlarının en önemli göstergesi olması
bakımından önemlidir399.
396
Banu Mahir, “Türk Minyatürlerinde Hil’at Merasimleri,” Belleten, C. LXIII, S. 238, Aralık 1999,
s. 749.
397
Hakan Karateke, Padişahım Çok Yaşa! Osmanlı Devletinin Son Yüzyılında Merasimler,
Đstanbul, Kitap Yayınevi, 2004, s. 185.
398
Hakan Tuğrul Karateke, Teşrifat-ı Cedide: Son Yüzyılında Osmanlı Merasimleri, Tectum
Verlag, Marburg 1998, s. 193-194.
399
Bkz. Hakan Tuğrul Karateke, a.g.e., s. 193-196.
230
SONUÇ
Bkz. Resim 3: Avusturya Elçisi’nin kabulü, Bkz. Resim 6: Elkas Mirza’nın kabulü,
Süleymanname, TSMK, H. 1517, y. 337a. Süleymanname, TSMK, H. 1517, y. 471b.
231
saltanatın değişmez merkezi yine Osmanlı Tahtı’dır, Osmanlı Sarayı’dır (Bkz. Resim
6). Bu ise, minyatür sahnesinde yine özellikle vurgulanmıştır.
Bkz. Resim 15-16: II. Selim'in Safevi Elçisi Şah Kulu Han'ı Kabulü,
Nakkaş Osman, Şehname-i Selim Han, (1581), TSMK, A. 3595, y. 54a
(sağ üstteki minyatür), y. 53b (sol üstteki minyatür).
232
ekonomik ve kurumsal gücü zaten dönemin özelliği olan savaş meydanlarında
Osmanlı Devleti lehine idi. Sarayın kadrolu minyatür sanatçıları tüm bunları
sahnelerin kompozisyonlarını tasarlarken göz önüne almışlardır. Merkezi otorite her
zaman Osmanlı padişahının olduğu yer olmuştur. Bu, çoğunlukla devletin yönetim
merkezi olan Topkapı Sarayı ve Arz Odası olduğu gibi, çıkılan seferlerde Otağ-ı
Hümayun’un kurulduğu yer, doğal olarak otoritenin de merkezi olmuştur. Gelen
elçiler bunu bilerek ve bu psikolojiyle gelir ve giderlerdi.
233
Bkz. Resim 35: Sultan III. Ahmed’in Bkz. Resim 49: Padişah Abdülmecid
Tarafından Cornelis Calkoen’u Kabulü. Prens Napoleon’a Verilen Resepsiyon
Jean-Baptiste Vanmour. (1 Mayıs 1854). Dulong.
234
KAYNAKÇA
ARŞĐV KAYNAKLARI
235
ARAŞTIRMA ve ĐNCELEMELER
236
Ali Seydi Bey: Teşrifat ve Teşkilatımız, Haz. Niyazi Ahmet
BANOĞLU, Đstanbul, Tercüman 1001 Temel
Eser, (t.y.).
238
Atıl, Esin: “Minyatürlerle Osmanlı Tarihi”, Belgelerle
Türk Tarihi Dergisi, S. 32, Mayıs 1970, s.
69-73.
Bağcı, Serpil, Ç., Filiz, R., Günsel, T., Zeren: Osmanlı Resim Sanatı, Đstanbul, Kültür
ve Turizm Bakanlığı Yay., 2006.
239
Berkes, Niyazi: Türkiye’de Çağdaşlaşma, Đstanbul, Doğu-
Batı Yay., 1978.
240
Busbecq, Ogler Ghislain: Türk Mektupları, Çev. Hatice Özkan,
Đstanbul, Ark Yayınları, 2002.
241
Emecen, Feridun: “Ridaniye Savaşı”, DĐA, C. XXXV, Đstanbul,
TDV Yay., 2008, s. 87-88.
242
Ertuğ, Zeynep Tarım: Minyatürler ve Tarihi Belge Özellikleri”,
Osmanlı, C. XI, Ankara, Yeni Türkiye Yay.,
1999, s. 180-185.
243
Eyice, Semavi: “Elçi Hanı”, ĐÜEF Tarih Dergisi, S. 24, Mart
1970, s. 93-130.
245
Gökbilgin, Tayyip: “Köprülüler”, ĐA, C. VI, Đstanbul, MEB Yay.,
t.y., s. 892-897.
246
Đmber, Colin: Osmanlı Đmparatorluğu 1300-1650, Çev.
Şiar Yalçın, Đstanbul, Đstanbul Bilgi
Üniversitesi Yay., 2006.
247
Karateke, Hakan Tuğrul: Teşrifat-ı Cedide: Son Yüzyılında Osmanlı
Merasimleri, Tectum Verlag, Marburg 1998.
248
Kütükoğlu, Mübahat: “XVIII. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nde
Fevkalade Elçilerin Ağırlanması,” Türk
Kültürü Araştırmaları, Prof. Dr. Đsmail
Ercüment Kuran’a Armağan, Yıl: XXVII/1-
2, Ankara, 1989, s. 212, dipnot 66 ve s. 213,
dipnot 75.
251
Ortaylı, Đlber: Osmanlı Sarayı’nda Hayat, Đstanbul, Yitik
Hazine Yayınları, 2008.
252
Pınarbaşı, Simge Özer: Çağlar Boyu Tahtın Simgesel Anlamları
Işığında Türk Tahtları, Ankara, Kültür
Bakanlığı Yayını, 2004.
254
Seidel, Friedrich: Sultan’ın Zindanında, Osmanlı
Đmparatorluğu’na Gönderilen Bir Elçilik
Heyetinin Đbret Verici Öyküsü (1591-1596),
Çev. Türkis Noyan, Đstanbul, Kitap Yayınevi,
2010.
255
Şahin, H. Hümeyra: “Bâbıâlî’de Uygulanan Teşrifat (1703-1839)”,
MÜ SBE Türk Tarihi ABD Yeniçağ Tarihi BD
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Đstanbul,
2001.
256
Teply, Karl, Dersaadet’te Avusturya Sefirleri, Çev. Prof.
Dr. Selçuk Ünlü, Ankara, Kültür ve Turizm
Bakanlığı Yay., 1988.
258
Yılmaz, Hüseyin: “The Sultan and the Sultanete: Envisioning
Rulership in the Age of Süleyman The
Lawgiver (1520-1566)”, Yayınlanmamış
Doktora Tezi, Harvard Üniversitesi, Tarih ve
Ortadoğu Çalışmaları Enstitüsü, 2005.
259
BELGELER
260
261
262
263
264
265
266
267
268
269
270
271
272
Đlgili Mühimme Defterlerinin Transkripsiyonları
294
Fransa elçisinin avdetine müsaade edildiğine dair Fransa kralına nâme-i hümâyûn.
Yazıldı.
Ser-â-ser kîse ve altun kozalak ile mühürlenüp Paşa hazretlerine gönderildi.
Fî 5 Zi'l-hicce sene 966
Françe Pâdişâhı'na hüküm ki: Bundan akdem Françe Pâdi[şâ]hı olup mürd olan
babanuz Henri'nün Âstâne-i devlet âşiyân'ımuzda olan kıdvet-i ümerâ’i'l-milleti'l-
Mesîhıyye ilçisi Dadunya, ol cânibe gitmek bâbında icâzet taleb itmeğin ruhsat-ı
hümâyûnum virilüp inâyet olınup ol cânibe irsâl olındı. Gerekdür ki varup yirine
mülâki ola.
(BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri , BOA Yay., Ankara 1993, s. 135-136.)
273
677
Erdel vilâyetine kadar yol üzerinde olan beylere ve kadılara: Erdel Kralı Đstefan'ın
avdet eden elçisine müdahale ettirilmemesi hakkında.
Yazıldı.
Bu dahı.
Vilâyet-i Erdel'e varınca yol üzerinde vâkı‘ olan beglere ve kādîlara hüküm ki:
Hâliyâ Erdel Kralı stefan Kral'un Âstâne-i sa‘âdet'ümde olan ilçisi dârende-i hükm-i
şerîf Mihal, girü müşârün-ileyh tarafına irsâl olınmağın buyurdum ki: On beş nefer
âdemleriyle her kangınuzun taht-ı hükûmetine dâhil olurlarise yolda ve izde, menâzil
ü merâhilde kendüye ve âdemlerine ve bârgîrlerine hilâf-ı Şer‘-i Şerîf kimesneyi dahl
ü ta‘arruz itdürmeyüp rencîde itdürmeyesin. Ammâ bindükleri at olmayup bârgîr ola,
at alup gitmelerine emrüm yokdur. Fermân-ı hümâyûnuma mugayir iş olmakdan
ziyâde hazer idesin.
(BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri , BOA Yay., Ankara 1993, s. 302.)
729
Erzurum beylerbeyisine: Gelen elçinin maiyyetinden bir kısmının orada alıkonulması
ve mümkün olmadığı takdirde hepsinin gelmesi hakkında.
Yazıldı.
Rıdvân Çavu'a virildi.
Fî 24 Rebî‘u'l-âhir sene 967
Erzurum beglerbegisine hüküm ki: Hâliyâ öte cânibden gelen ilçi üç ve dört yüz
âdem ile gelür diyü istimâ‘ olındı. Đmdi, eyyâm-i şitâ olup ve yollara dahı bir-iki
def‘a asker uğrayup zâd ü zevâde kıllet üzre olduğından gayrı ol mikdâr âdem
menâzil ü merâhilde bir-iki karyeye sığmayup re‘âyâya müzâyaka lâzım gelmeğin
buyurdum ki: Vusûl buldukda, göresin; istimâ‘ olınduğı üzre ziyâde âdem ile
gelürlerse bu mâ‘nâları sen kendü cânibünden gelen kimesneye iş‘âr idüp kati lâzım
olmayan eger âdemleridür ve eger ahmâl [ü] eskallerinden bir mikdârın anda
alıkoyup hıffet üzre göndermen bâbında sa‘y idesin. Ammâ bu husûsda Südde-i
sa‘âdet'ümden emr vârid olduın anlara ve gayrıya ifşâ itmeyüp sen kendü
cânibinden ilka idesin ve geldükde emr-i sâbık üzre Sinân dâme izzuhû'yı mukaddem
irsâl idesin. Şöyle ki, âdem ayırmağa cevâz göstermezse mukayyed olmayasın. Ne
mikdâr âdem ile gelürse gelsün ve öteden ne mikdâr âdem ve davar ile gelüp ve bu
cânibe ne zamânda teveccüh idüp ve ne mikdâr âdem ile geleceğin mufassal yazup
mezbûr ile bildüresin.
(BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri , BOA Yay., Ankara 1993, s. 321.)
274
[Yev]mü'l-Cum‘a fî 13 Cemâziye'l-evvel sene 967 [10.02.1560]
763
Erzurum beylerbeyine: Gelen elçiyi teenni ile; Ardahan Beyi Sinan Bey'i ise acele
olarak göndermesi hakkında.
Yazıldı.
Gelen âdemi Mahmûd'a virildi.
Fî 13 Cemâziye'l-evvel sene 967
Erzurum beglerbegisine hüküm ki: Bundan akdem sana bir-iki def‘a ahkâm-ı şerîfe
gönderilüp anun gibi yukaru cânibden ilçi gelürse mukaddemâ Ardahan Begi Sinân
dâme izzuhû'ya gönderüp ba‘dehû yarar âdemler koşup ilçiyi dahı âheste âheste
gönderesin diyü emrüm olmış idi. Ol emr-i şerîfüm kemâ-kân mukarrer olmağın
buyurdum ki: Vusûl buldukda, emrüm üzre geldüklerinde müşârün-ileyh Sinân'ı
mu‘accelen mukaddem gönderüp anda gelen ilçiyi dahı emrüm üzre âdem koup
irsâl idesin ve gönderdüğün kimesnelere tenbîh ü te’kîd idesin ki eyyâm-ı şitâdur,
acele ile yürimeyüp menâzîl ü merâhilde te’ennî üzre geleler ve ne mikdâr âdemi var
ise isimleri ve resimleri ile defter idüp bildüresin.
(BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri , BOA Yay., Ankara 1993, s. 337.)
980
Erzurum'a kadar olan sancak beylerine: Şarktan Đstanbul'a gelip avdet eden elçiye
her türlü kolaylığın gösterilmesi ve saire hakkında
Yazıldı.
Husrev Beg'e virildi.
Fî 22 Receb sene 967
Erzurum'a varınca yol üzre vâkı‘ olan sancak-beglerine hüküm ki: Hâliyâ şark
cânibinden Südde-i sa‘âdet'üme vârid olan ilçiye icâzet virilüp Bitlis kulları agası
olan kıdvetü'l-emâcid Ahmed dâme mecduhû'ya koılup girü ol cânibe irsâl
olınmıdur. Buyurdum ki: Her kangınızun taht-ı livâsına dâhil olursa müşârün-ileyh
Ahmed dâme mecduhû ma‘rifeti ile lâzım olan eger me’kûlât ü melbûsâtları ve sâ’ir
havâyicleridür, akça ile alıvirüp emîn ü sâlim îsâl idesin. lçi bahânesiyle re‘âyâdan
ve gayrıdan müft [ü] meccânen kimesneden yem [ve] yemek ve sâ’ir nesne
alınmakdan ziyâde hazer idesin. Her ne alınursa akçaları ile aldurasın. Şöyle ki,
birinüzün taht-ı livâsında bu bahâne ile kimesneden müft yem ve yemek ve sâ’ir
nesne alınup te‘addî olınduı istimâ‘ olına, özrinüz makbûl olmaz; netîcesi size â’id
olur. Ana göre mukayyed olasın.
-980/a-
Yazıldı.
Bu dahı.
Bir sûreti Erzurum'a varınca yol üzerinde olan kadîlara.
-980/b-
275
Yazıldı.
Bu dahı.
Bir sûreti Rûm beglerbegisine.
(BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri , BOA Yay., Ankara 1993, s. 437.)
981
Erzurum beylerbeyine: Avdet eden elçinin selâmetle öte canibe ulaştırılması
hakkında.
Yazıldı.
Bu dahı.
Erzurum beglerbegisine hüküm ki: Hâliyâ diyâr-ı şark'dan atebe-i ulyâya vârid olan
ilçiye icâzet-i hümâyûnum mukârin olup girü ol cânibe irsâl olındı. Buyurdum ki:
Varup vusûl buldukda, emîn ü sâlim öte cânibe irsâl ü îsâl eyleyesin.
(BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri , BOA Yay., Ankara 1993, s. 438.)
191
Südde-i Saâdet'ten Mustafa Çavuş ile birlikte ülkesine dönmekte olan Leh kralının
elçisinin Boğdan'dan Leh sınırına ulaştırılması.
Yazıldı.
Mezbûr çavuşa virildi. Fî 25 Saferi'l-muzaffer, sene: 972
Boğdan voyvodasına hüküm ki: Hâliyâ Leyh kralınun Südde-i Sa‘âdetüm'e gelen
ilçisi şerâyit-ı risâleti edâ idüp dahı icâzet-i hümâyûnumla girü kral-ı müşârun-ileyh
tarafına teveccüh itmeğin Dergâh-ı Mu‘allâm çavuşlarından Mustafâ zîde kadruhû ile
irsâl olunup buyurdum ki: Đlçi-i müşârun-ileyh mezkûr çavuşumla Boğdan sınurına
dâhıl oldukda emîn ü sâlim Leyh sınurına ulaşdurup yolda ve izde ve menâzil ü
merâhılde zâd ü zevâdeleri tedârükinde ve sâyir husûsında ta‘b ü zahmet virüp
üşendürmeyesin.
(BOA, 6 Numaralı Mühimme Defteri I , BOA Yay., Ankara 1995, s. 126.)
192
Südde-i Saâdet'ten Mustafa Çavuş ile birlikte ülkesine dönmekte olan Leh elçisinin
yiyecek ihtiyaçlarının yol güzergâhında bulunan kadılar tarafından bedeli
mukabilinde temin edilmesi.
Yazıldı.
Kezâlik.
Südde-i Sa‘âdetüm'den Kütâhiyye'ye ve Gelibolı'ya ve andan Boğdan'a varınca yol
üzerinde vâkı‘ olan kâdîlara hüküm ki: Hâliyâ Leyh cânibinden Südde-i Sa‘âdetüm'e
276
gelen ilçi ferzend-i erc-mend oğlum Selîm tâle bakâhü cânibine gidüp andan Gelibolı
Boğazı'ndan geçüp Leyh vilâyetine gitmek murâd idinmeğin icâzet-i hümâyûnum
virilüp Dergâh-ı Mu‘allâm çavuşlarından Mustafâ zîde kadruhû bile koşılup
gönderildi. Buyurdum ki: Mezkûr ilçi her kankınuzun taht-ı kazâsına dâhıl olursa
yolda ve izde ve menâzil ü merâhılde kimesnenün tavarına ve esbâbına ve kul ve
câriyesine dahl ü ta‘arruz itdürmeyüp akça ile zâd ü zevâdelerin tedârük idivirüp
kendüye ve âdemlerine ve esbâblarına dahı Memâlik-i Mahrûsem halkından hılâf-ı
şer‘-i şerîf kimesneyi dahlitdürmeyüp ve ta‘b ü zahmet virüp üşendürmeyesiz.
(BOA, 6 Numaralı Mühimme Defteri I , BOA Yay., Ankara 1995, s. 126-127.)
196
Südde-i Saâdet'ten ülkesine dönmekte olan Leh kralının elçisine ve adamlarına
Edirne'ye varıncaya kadar kimsenin müdâhale etmemesi ve bedeli mukabilinde
ihtiyaçlarının temin edilmesi.
Yazıldı.
Mezbûr çavuşa virildi. Fî 18 Recebi'l-mürecceb, sene: 972
Edirne kâdîsına ve Edirne'ye varınca yol üzerinde olan kâdîlara hüküm ki: Hâliyâ
Südde-i Sa‘âdetüm'e gelen Leyh ilçisi ferzend-i erc-mend oğlum Selîm tâle bakâhü
cânibine teveccüh idüp ba‘zı âdemlerin ve esbâbların arabalarla mukaddem ol cânibe
göndermeğin Dergâh-ı Mu‘allâm çavuşlarından Mustafâ zîde kadruhûya koşılup irsâl
olundı. Buyurdum ki: Siz ki yol üzerinde vâkı‘ olan kâdîlarsız, müşârun-ileyh ilçinün
âdemleri ve esbâbları mezkûr çavuşumla her kankınuzun taht-ı kazâsına dâhıl olursa
akçalarıyla zâd ü zevâdelerin tedârük idivirüp ve kendülere ve esbâblarına hılâf-ı
şer‘-ı şerîf kimesneyi dahl ü ta‘arruz itdürmeyesiz ve sen ki, Edirne kâdîsısın;
zikrolunan âdemler çavuş-ı mezbûr ile mahmiyye-i mezbûreye vardukda, eger
Edirne'de ve eger sâyir zâd ü zevâdesi müstevfî yirde bi'l-cümle ilçi varınca her ne
mahalde tevakkuf itmek murâd idinürler ise mahfûz u mazbût münâsib yir tedârük
idivirüp kezâlik akça ile zâd ü zevâdelerin alıvirmek bâbında ve hılâf-ı şer‘-ı kavîm
kimesneye dahl ü ta‘arruz itdürmemek husûsında envâ‘-ı ikdâm ü ihtimâmun zuhûra
getüresin.
(BOA, 6 Numaralı Mühimme Defteri I , BOA Yay., Ankara 1995, s. 128.)
357
Südde-i Saâdet'ten ülkesine dönmekte olan Leh elçisinin, Boğdan'dan Leh sınırına
sâlimen geçirilmesi.
Yazıldı.
Boğdan voyvodasına hüküm ki: Leyh kralı tarafından Südde-i Sa‘âdetüm'e gelen ilçi
hâlen icâzet-i hümâyûnumla girü kral-ı müşârun-ileyh cânibine irsâl olunmağın
buyurdum ki: Đlçi-i mezbûr Boğdan vilâyetine vardukda, âdemlerine ve tavar u
esbâblarına kimesneyi dahl ü ta‘arruz itdürmeyüp emîn ü sâlim Leyh sınurına
geçüresin; şöyle bilesin.
(BOA, 6 Numaralı Mühimme Defteri I , BOA Yay., Ankara 1995, s. 212-213.)
277
358
Südde-i Saâdet'ten ülkesine dönmekte olan Leh elçisinin, Tuna Đskelesi'nden
yanlarında bulunan eşyalarına müdâhale olunmadan geçirilmesi.
Yazıldı.
Tuna Đskelesi'ne varınca yol üzerinde olan kâdîlarına ve Tuna Đskelesi emînine
hüküm ki: Leyh kralı tarafından Südde-i Sa‘âdetüm'e gelen ilçi icâzet-i
hümâyûnumla girü kral-ı müşârun-ileyh tarafına teveccüh itmeğin buyurdum ki: Her
kankınuzun taht-ı kazâsına dâhıl olursa ilçi-i mezbûrun âdemlerine ve esbâb ü
tavarlarına ve icâzet-i şerîfemle kral içün aldukları bir kaç re’s atlarına yolda ve izde
ve menâzil ü merâhılde hılâf-ı şer‘ ve mugâyir-i emr kimesneyi dahl ü ta‘arruz
itdürmeyüp ta‘b ü zahmet idüp üşendürmeyesiz ve sen ki iskele emînisin, mezkûr ilçi
tavar u esbâb ve âdemleri ve atları ile iskeleden geçdüklerinde mâni‘ olmayup dahl ü
ta‘arruz itdürmeyesin.
(BOA, 6 Numaralı Mühimme Defteri I , BOA Yay., Ankara 1995, s. 213.)
744
Đstanbul'dan Budun'a varıncaya kadar yol üzerindeki kadıların ülkesine dönen Nemçe
elçisinin ihtiyaçlarını gidermeleri.
Yazıldı.
Za‘îm Hidâyet'e virildi. Fî 18 Receb, sene: 972
Đstanbul'dan Budun'a varınca yol üzerinde olan beğlere ve kâdîlara hüküm ki: Hâliyâ
Beç kralı tarafından harâc ile gelen ilçisi Mikel'e hüsn-i icâzet-i hümâyûnum olup
Rûmili'nde ze‘âmet tasarruf iden Hidâyet'e koşılup ol cânibe irsâl olunmışdur.
Buyurdum ki: Müşârun-ileyhünilçisi ile her kangınuzun taht-ı hükûmetine dâhıl
olursa menâzilde akçalarıyla yimlerin ve yimeklerin tedârük idüp ve bârgîrleri
kaldukda bahâsıyla bârgîr alıvirüp bi'l-cümle menâzil ü merâhılde mezkûrlara
kimesneye ta‘b ü zahmet virdürmeyüp sahîh u sâlim birbirinüze ulaşdurasız.
(BOA, 6 Numaralı Mühimme Defteri I , BOA Yay., Ankara 1995, s. 419-420.)
828
Beç kralının elçisinin ahidnâme ile dönmekte olduğuna dair haberin Budun
beylerbeyi tarafından Beç kralına bildirilmesi ve elçi geldiği zaman bekletilmeden
krala gönderilmesi.
Yazıldı.
Mezbûr Hidâyet'e virildi.
Budun beğlerbeğisine hüküm ki: Hâliyâ Beç kralı tarafından gelen ilçisi Mikel;
"Serhadlerde olanlarun adem-i tedârüklerinden ve bu câniblerde eğlenmekle; "Ahd-i
şerîf mukarrer olmadı." diyü kıyâs olunup ve hem Erdel cânibinden Kral-oğlı hılâf-ı
ahd itdüği evzâ‘a binâ’en bir mikdâr ol cânibden hareket eylemişdür. Yohsa kral her
vechile ahd ü emânda sâbit olmağa tâlib ü râğıblardur." diyü ol cânibden arz-ı
ubûdiyyet idüp itmînân-ı kalb virmek içün ahid-nâme-i hümâyûnumla varmak
278
bâbında ınâyet recâ itdüği ecilden, Rûmili'nde ze‘âmet tasarruf iden Hidâyet zîde
kadruhû koşılup ol cânibe irsâl olundı. Buyurdum ki: Varıcak göresin; eger kral
yirinde olup ol cânibe hareket itmediyse te’hîr itmeyüp krala mektûb gönderüp ilçisi
ahid-nâme-i şerîfümle varduğını bildürüp ve kulum Hidâyet içün vire mektûbın alup
dahı bir ân ve bir sâ‘at te’hîr itmeyüp ilçisini mezbûr kulum ile kral cânibine irsâl
idesin. Bir bahâne ile mezkûrları ol cânibe vardukdan sonra eğlendürmeyesin; şöyle
bilesin.
(BOA, 6 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1995, s. 16.)
1231
Memleketine dönen Đran elçisinin Đstanbul’a ulaştığında bir gün kalıp ertesi gün
gemilerle karşıya geçirilmesi.
Yazıldı.
Yeniçeri ağasına yazıldı.
Süleymân Çavuş'a virild[i].
Vezîr Piyâle Paşa'ya hüküm ki: Yukaru Cânib'den gelen ilçiye icâzet-i hümâyûnum
ile ol cânibe müteveccih olmışdur. Buyurdum ki: Va[r]up mahrûse-i Đstanbul'a vâsıl
oldukda, bir gün oturak olup irtesi gemiler ile öte yakaya geçüresin.
Yazıldı.
Bir sûreti, yeniçeri ağasına.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 28.)
1233
Đstanbul'dan Erzurum'a kadar yol üstündeki kaza kadılarının memleketine dönen Đran
elçisi ve maiyyeti için idareleri altındaki bölgelerden zahire tedarik etmeleri.
Yazıldı.
Süleymân Çavuş'a virildi.
Mahrûse-i Đstanbul'dan Erzurum'a varınca yolun üzerinde ve sağ u solında vâkı‘ olan
kâdîlara hüküm ki: Hâliyâ şâh tarafından Südde-i Sa‘âdetüm'e gelen ilçi hüsn-i
icâzet-i hümâyûnum ile girü ol cânibe irsâl olunmışdur. Buyurdum ki: Varıcak, her
kankınuzun taht-ı kazâsına ve kurbine dâhıl olursa birbirinüze mu‘âvenet idüp
kendülere ve tavarlarına vâfir ü müstevfî zahîre tedârük ü ihzâr eyleyüp muzâyaka
çekdürmeyesiz. Husûs-ı mezbûr mühimmât-ı umûrdandur; ihmâl ü müsâheleden
hazer idesiz.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 29.)
279
1242
Ardahan sancağında timar tasarruf eden ve bir kaç yandaşıyla birlikte Đran'a tâbi
Varaza ülkesinde köyler basarak hayvan gasbedip yüz kadar esir getirdiğine dair Đran
elçisi tarafından hakkında şikâyette bulunulan Süvar adlı sipahinin ve yandaşlarının
teftiş olunarak üzerlerine sâbit olan hakların hak sahiplerine alıverilmesi; suçlular
sipahi iseler hapsedilip durumun arzedilmesi; değil iseler şer‘an gerektiği şekilde
hareket olunması.
1292
Şah adına Kanunî Sultan Süleyman Han'ın ruhu için Osmanlı fukarasına sadaka
dağıtmak isteyen Đran elçisinin adamına, böyle bir teşebbüste bulunmamaları, şayet
paraları varsa bunu kendi ülkelerinin fukarasına dağıtmaları hususunda tenbihte
bulunulması.
Yazıldı.
Alî Çavuş'a virildi. Fî 17 Şevvâl, sene: 975
Piyâle Paşa hazretlerine hüküm ki: "Şark cânibinden gelen ilçi merhûm ve mağfûrun-
leh babam hudâvendigâr tâbe serâhü rûhıyçün Memâlik-i Mahrûse'de olan fukarâya
şâh tarafından akça üleşdürmek bâbında izn-i şerîfüm taleb eyledüğin" bildürüp lâkin
ehl-i sünnet [ve] cemâ‘atün ol makûle tasadduka meyleylemedükleri mukarrer
olmağın buyurdum ki: Vardukda, bu husûsa mübâşeret idüp âdemisin [bu]lıvirüp
getürdüp te’kîd ü tenbîh eyleyesin ki, bu bâbda mukayyed olmayup anun gibi
fukarâya tasadduk idecek akçaları varsa memleketleri fukarâsına tevzî‘ u tasadduk
eyleyeler; emr-i şerîfe muhâlif iş itdürmeyüp bu husûsa mübâşeret eylemeyeler.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 59.)
280
1363
Mısır'da, Hind elçisine her gün, belirtilen cinslerden uygun görülecek miktarlarda et
ve erzak verilmesi.
1668
Boğdan Voyvodasının, Lehliler tarafından ve Akkirman sancağı beyi tarafından
Boğdan topraklarına tecavüz ve müdahale edildiğine dair gönderdiği mektubun
alındığı ve bu hususta hem Südde-i Saâdet'teki Leh elçisinin uyarıldığı, hem de
Akkirman Beyi Hasan'a hüküm gönderildiği.
Yazıldı.
Bu dahı.
Boğdan voyvodasına hüküm ki: Hâliyâ Yüce Dergâhum'a mektûb gönderüp; "Leyh
cânibinden iki yüz nefer mikdârı âdem gelüp vilâyet-i Boğdan'un iki pâre karyesin
gâret idüp cebren iki bin mikdârı tavar sürüp ziyâde zarar u hayf itmişlerdür." diyü
bildürmişsin. Đmdi; Leyh ilçisi ile bu husûs söyleşilüp mezkûr ilçi her vechile
boynına almışdur. Buyurdum ki: Bu bâbda sen dahı ana göre mukayyed olup ahid-
nâme-i hümâyûnuma mugâyir kimesneye iş itdürmeyesin ve "Boğdan toprağında
olan ba‘zı kışlaklara Akkirman Sancağı Beği Hasan dâme ızzühû [dahl] ü ta‘arruz
eyledüği" husûsın bildürmişsin. Bu bâbda; "Ta‘yîn olunan sınurdan içerü
dahleylemeye." diyü müşârun-ileyh Akkirman beğine emr-i şerîfüm gönderilmişdür.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 247-248.)
1775
Leh elçisi ile birlikte Lehistan'a gönderilen Hasan Çavuş'un yanına Boğdan'da,
Türkçe ve Lehçe bilen yeteri miktarda adam verilmesi.
Yazıldı.
Hasan Çavuş'a virildi. Fî 24 Muharrem, sene: 976
Boğdan voyvodasına hüküm ki: Hâliyâ Dergâh-ı Mu‘allâm çavuşlarından kıdvetü'l-
emâsil Hasan Çavuş Dergâh-ı Mu‘allâm'a gelen Leyh ilçisine koşılup ol cânibe irsâl
olunmışdur. Buyurdum ki: Vusûl buldukda, mûmâ-ileyhe Türkî ve Leyh dillerin
281
bilür kifâyet mikdârı âdemlerinüzle bile koşup gönderesiz ki, varup emrüm üzre edâ-
i hıdmet idüp girü mûmâ-ileyh ile bile gelüp gide.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 299.)
1778
Lehistan'a tâbi Ruslardan Osmanlı ülkesinde esir olarak bulunanların, müslüman
olanlarının serbest bırakılması müslüman olmayanların ise ahidnâme gereğince Leh
elçisine teslim edilmesi.
Yazıldı.
Mahrûse-i Đstanbul'dan vilâyet-i Boğdan'a varınca yol üzerinde vâkı‘ olan kâdîlara
hüküm ki: Hâliyâ Leyh kralınun Südde-i Sa‘âdetüm'de olan ilçisi Dergâh-ı
Mu‘allâm'a arz-ı hâl idüp; "kendüye icâzet-i hümâyûnum virilüp Leyh'e tâbi‘ olan
Rus esîrlerin bulduklarında ahid-nâme-i hümâyûnum mûcebince kendülere teslîm
olunmak" bâbında hükm-i şerîfüm taleb itmeğin buyurdum ki: Varıcak, anun gibi
taht-ı kazânuzda bulunup taleb eyledükleri esîrleri onat vechile teftîş ü tefahhus
eyleyüp göresiz: Şöyle ki; Leyh ve Leyh'e tâbi‘ olan Rus tâyifesinden oldukları zâhir
ola, ol makûle esîrlerün müslimân olanları ıtlâk olup henüz küfri üzre olanları ahid-
nâme mûcebince mezkûr ilçiye teslîm olunup ol bâbda kimesneye bî-vech te‘allül ü
nizâ‘ itdürmeyesiz.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 300.)
1781
Tatar tâifesinin ve diğer kişilerin ellerinden emir gereğince alınarak alıkonulduğu
bildirilen Leh esirlerden müslüman olanlarının serbest bırakılıp diğerlerinin Leh
elçisine teslim edilmesi.
Yazıldı.
Mezbûr Hasan Çavuş'a virildi. Fî 24 M., sene: 976
Akkirman beğine hüküm ki: "Bundan akdem mektûb gönderüp; "Tatar tâyifesinden
ve gayriden ba‘zı kimesneler Leyh vilâyetinden ba‘zı yirleri gâret ü hasâret idüp
Leyh re‘âyâsın [esîr] eyledüklerin" i‘lâm eyledüğün ecilden; "Anun gibi Leyh vilâyet
kâfirlerinden Tatar ve gayri kimesneler esîr alup Urağzı'ndan ve gayri geçidlerden
alup alıkoyup dahı arzeyleyesin." diyü gönderilen hükm-i şerîfüm mûcebince ba‘zı
Leyh esîrlerin Tatar ve gayri kimesneler ellerinden alup alıkoduğun" i‘lâm
eylemişsin. Đmdi; Leyh cânibinden Südde-i Sa‘âdetüm'e gelen ilçileri hüsn-i
icâzetüme mukârin olup Dergâh-ı Mu‘allâm çavuşlarından Hasan Çavuş zîde
kadruhû bile koşılup ol cânibe varmak üzredür. Buyurdum ki: Vusûl buldukda, anun
gibi Leyh vilâyetinden alınup dahı Tatar ve gayri elinden alıko[nı]lan esîrlerden şol
esîrler ki, sahîh Leyh ve Leyh'e tâbi‘ olan [Rus] esîri olduğı sâbit olup mezkûr
çavuşuma Đslâm’a gelmeyenleri teslîm eyleyesin ki, müşârun-ileyh ilçi ile
vilâyetlerine varup gideler. Ammâ; eger Đslâm'a gelmiş var ise anun gibileri dahı
ahid-nâme mûcebince dahı ıtlâk eyleyesin.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 301.)
282
1783
Leh Kralı Sigizmunduz'un gönderdiği Elçi Petros Sivarovski ile Sultan Süleyman
Hân zamanında imzalanan ahidnâme yenilendiğinden, Lehistan tüccarına
ahidnâmeye aykırı müdahale edilmemesi.
Yazıldı.
Tercemân Mahmûd Beğ'e virildi. Fî 26 Muharrem, sene: 976
Memâlik-i Mahrûse'de vâkı‘ olan kâdîlara hüküm ki: Hâliyâ vilâyet-i Leyh Kralı
olan iftihâru'l-ümerâ’i'l-ızâm Sigizmunduz Kral Atebe-i Âlem-penâhum'a
mu‘temedün-aleyh Petros Sivarovskı nâm yarar ilçisin irsâl idüp merhûm ve
mağfûrun-leh babam Sultân Süleymân Hân aleyhi’r-rahmetü ve'l-gufrân ile olan ahdi
tecdîd itmek murâd idinmeğin tokuz yüz yetmiş altı Muharremi'nün yiğirmi altıncı
güninden tecdîd olunup ve mezbûr ilçiye ahid-nâme-i hümâyûnumun nişân-ı
hümâyûnumla bir sûreti virilüp buyurdum ki: Vusûl buldukda, ahid-nâme-i
hümâyûnumda mukayyed olan husûslardan eger tüccâr ahvâlidür; mer‘î tutup ana
mugâyir kimesneye iş itdürmeyesiz ve gelüp giden bâzergânların ahde mugâyir
rencîde itdürmeyüp itmek isteyenleri sekidüp ınâd eyleyenleri Atebe-i Ulyâm'a
yazup bildüresiz. Şöyle ki; ahde mugâyir iş ola, sizden bilinür; ana göre basîret üzre
olasız.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 302.)
1788
Erzurum Beylerbeyiliği'nde, Đran elçisi için muhtelif cinslerden ne kadar zahire
salınıp toplandığının ve ne kadarının elçiye sarfedilip ne kadarının yolsuzlukla bazı
kişiler tarafından yendiğinin ve bu kişilerin kimler olduğunun tesbit edilip
bildirilmesi.
Yazıldı.
Erzurum beğlerbeğisine hüküm ki: Yukaru Cânib'den gelen ilçi mühimmi içün
re‘âyâya arpa vü buğday ve bal u yağ ve sâyir zehâyir salınup sâhıblerine akçası
virildüğinden mâ‘adâ cümlesi ilçiye sarfolunmayup ba‘zı kimesneler bel‘ u ekl
itdükleri i‘lâm olunmağın buyurdum ki: Vardukda, bu husûsı onat vechile tetebbu‘ u
tecessüs idüp göresin; ilçi mühimmi içün re‘âyâdan arpa vü buğdaydan ve bal u
yağdan ve sâyir me’kûlâtdan ne mikdâr nesne cem‘ olunup ve ilçiye ne mikdârı
sarfolunup ve ne mikdârın ekl ü bel‘ itmişlerdür ve kimler eklitmişdür; tamâm
ma‘lûm idinüp dahı cümlesin tafsîl üzre yazup Südde-i Sa‘âdetüm'e arzidesin.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 305.)
1789
Şarka giden elçi için ahaliden alınan zahire miktarı ile ne kadarının elçiye verilip ne
kadarının başkaları tarafından yenildiğinin ve zahire satın alınan kişilere paralarının
verilip verilmediğinin bildirilmesi.
283
Yazıldı.
Karahısâr-ı Şarkî kâdîsına hüküm ki: Şark cânibine giden ilçi içün kazâ-i mezbûrdan
ne mikdâr zahîre ihrâc olunup ilçi-i mezbûra ne mikdârı teslîm olunup re‘âyâ
tâyifesine akçası virilmiş midür ve ihrâc olunan zahîreden bâkî kalan zahîre yine
sâhıblerine mi virilmişdür, yohsa mübâşirînden Kâdı-oğulları zimmetlerinde mi
kalmışdur, nicedür; teftîş olunup vukû‘ı üzre arzolunmasın emridüp buyurdum ki:
Vardukda, husûs-ı mezbûra bi'z-zât mukayyed olup mezkûr ilçi içün kazâ-i
mezbûrdan ne mikdâr zahîre ihrâc olunup ne mikdârı ilçiye sarfolunmışdur ve re‘âyâ
tâyifesine akçası virilmiş midür ve bâkî ne mikdâr zahîre kalmışdur ve kimler bel‘ u
ketm itmişdür, Kâdî-oğulları kimlerdür ve ne mikdârdur; mufassal ü meşrûh yazup
bildüresin.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 306.)
1791
Südde-i Saâdet'te bulunan Leh elçisinin kardeşinin adamlarının Dinyester nehrinden
gemilerle getirdikleri keresteyi baclarını verdikten sonra satıp geri dönmelerine mâni
olunmaması.
Yazıldı.
Đlçi âdemisine virildi. Fî 27 M., sene: 976
Sonra geçmişdür.
Akkirman beğine ve livâ-i mezbûrede vâkı‘ olan kâdîlara ve ümenâya hüküm ki:
Hâliyâ Leyh kralınun Südde-i Sa‘âdetüm'de olan ilçisinün karındaşı olup Cisbilis (?)
nâm hısârun Beği olan kıdvetü ümerâ’i'l-milleti'l-Mesîhıyye Kriştofer de Asurun (?);
"zikrolunan hısârdan gemilerine tahta vü (———) ve sâyir kereste tahmîl idüp
Nester suyından âdemleriyle taht-ı hükûmetinüze gönderüp âdet ü kânûn üzre
bâcların virdüklerinden sonra kimesne mâni‘ olmayup gemileri ile âdemleri emîn ü
sâlim girü avdet itdürilmesi" bâbında emr-i hümâyûnum taleb itmeğin buyurdum ki:
Mezkûrun anun gibi kereste ile gemileri taht-ı hükûmetinüze geldükde âdet ü kânûn
üzre bâcların virüp bey‘ itdüklerinden sonra gemileri ile âdemlerin girü emîn ü sâlim
gönderesiz; kimesne mâni‘ u dâfi‘ olmaya; şöyle bilesiz.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 306-307.)
1792
Leh kralı ile olan ahidnâme yenilenerek elçisi ile gönderildiğinden Boğdan'a
Lehistan tarafından bir tecavüz olmadıkça Boğdan voyvodası tarafından da
ahidnâmeye aykırı iş yapılmaması.
Yazıldı.
Hı.
Boğdan voyvodasına hüküm ki: Hâliyâ Leyh kralınun Südde-i Sa‘âdetimüz'e kemâ-
kân itâ‘at ü inkıyâdı olup; "ahde muhâlif bir cânibden memleket ü re‘âyâsına dahl ü
tecâvüz olunmamak" bâbında ınâyet recâ eyleyüp ahid-nâme-i hümâyûnumuz taleb
284
itmeğin müceddeden ahid-nâme-i hümâyûnumuz ınâyet olunup Dergâh-ı Felek-
bârgâhımuz'da olan ilçisiyle irsâl olunmışdur. Buyurdum ki: Vusûl buldukda, mâdâm
ki, ol cânibden ahd ü emâna ve sulh u salâha mugâyir iş olmaya, sen dahı ahid-nâme-
i hümâyûnumuza muhâlif ol cânibe dahl ü tecâvüz eylemeyüp ahd ü emânı
hıfzeyleyesin.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 307.)
1805
Đran'dan elçi ile birlikte gelen Şahverdi'nin Merzifon'da mallarını gasbedip dokuz gün
hapseden ve kendisini başka bir vilâyete satmak isteyen Erzurum kullarından Pîrî ve
Hızır’ın şayet Amasya'ya gelirlerse takip edilerek yakalanıp hapsedilmeleri.
Yazıldı.
Hı.
Amâsiyye beğine hüküm ki: Bundan akdem Yukaru Cânib'den ilçi ile gelen Şâhvirdi
nâm kimesneyi Merzifon'da sâkin olup Erzurum kullarından Pîrî ve Hızır nâm
kimesneler evine iletüp muhkem kayd ü bend idüp tokuz gün habseyleyüp yanında
bulunan esbâbını alup kendüyi âhar vilâyete bey‘* itmek sadedinde iken bir tarîkla
halâs olup Südde-i Sa‘âdetüm'e gelüp arz-ı hâl itmeğin Erzurum beğlerbeğisine;
"Elegetürüp arzidesin." diyü hükm-i şerîfüm gönderilmişdür. Buyurdum ki: Vusûl
buldukda, mezkûrlar husûs-ı mezbûrdan habîr olup ol cânibden gaybet idüp evlerine
gelürse hufyeten tetebbu‘ idüp hüsn-i tedârükle elegetürüp habsidüp vukû‘ı üzre
ahvâllerin yazup bildüresin; sonra emrüm ne vechile olursa mûcebi ile amel oluna.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 312.)
1806
Đran elçisi ile gelirken topallayan atını değiştirmek için Merzifon pazarına
uğradığında Fethullah adlı dellal tarafından evlerine getirilen Şahverdi’yi evlerinde
hapsedip, mallarına elkoyan ve kendisini başka vilâyete satmak isteyen Erzurum
kullarından Pîrî ve Hızır'ın yakalanıp hapsedilmeleri ve Ali Kethüda ile Erzurum'a
gönderilen Şahverdi gelince davalarının görülüp mallarının geri iade edilmesi;
neticenin arzedilip gelecek emre göre hareket edilmesi.
Yazıldı.
Hı.
Erzurum beğlerbeğisine hüküm ki: Bundan akdem Yukaru Cânib'den ilçi [ile]
gelenlerden Şâhvirdi nâm kimesnenün Merzifon'da atı aksayup bâzâra varup tebdîlini
murâd idindükde Fethullâh nâm dellâl atın tebdîl itdürmeğiçün Erzurum kullarından
nefs-i Merzifon'da sâkin olan Pîrî ve Hızır nâm kimesnelerün evlerine iletüp
mezbûrlar dahı mezkûr Şâhvirdi'yi muhkem kayd ü bend idüp tokuz gün
habseyleyüp yanında bulunan esbâbını alup kendüyi* âhar vilâyete satmak üzre iken
bir tarîkla halâs olup hâliyâ Südde-i Sa‘âdetüm'e gelüp ol bâbda hükm-i şerîfüm taleb
itmeğin Dergâh-ı Mu‘allâm'da kapukethudâlığun hıdmetinde olan Alî Kethudâ'ya
285
koşılup gönderilmek üzredür. Buyurdum ki: Vusûl buldukda, bu bâbda tamâm
mukayyed olup mezbûrları hüsn-i tedârükle elegetürüp mezbûr varınca habseyleyüp
vardukda şer‘-ı şerîfe berâber idüp göresin; fi'l-vâkı‘ kazıyye arzolunduğı üzre sâbit
ü zâhir olursa alınan esbâbın mezkûra hükmidüp bî-kusûr alıvirdükden sonra
mezbûrları habsden ıtlâk eyle[me]yüp vukû‘ı üzre ahvâllerin yazup bildüresin; sonra
emrüm ne vechile olursa mûcebi ile amel oluna.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 313.)
1835
Đran'dan gelen elçi Amasya ve Çerkeş'ten geçtiği sırada kendisine yakınlık göstererek
nüzur ve sadakât toplayıp verdikleri duyulan şahısların isimlerinin yazılı olduğu
defterin gönderildiği; bu şahısların gizlice takip edilip yakalanarak hırsız ve harâmi
oldukları gerekçesiyle haklarından gelinmesi.
Yazıldı.
Mustafâ Çavuş'a virildi. Fî gurre-i Rebî‘u'l-evvel, sene: 976
Amâsiyye Beği Đlyâs Beğ'e hüküm ki: Bundan akdem Yukaru Cânib'den Âsitâne-i
Sa‘âdetüm'e gelen ilçiye icâzet-i hümâyûnum virilüp ol câniblere teveccüh eyleyüp
varduklarında ba‘zı melâhıde nüzûr ü sadakât cem‘ idüp varup müşârun-ileyhe teslîm
eyledükleri mukaddemâ istimâ‘ olunmağın bu makûle ehl-i fesâd ism ü resmleriyle
yazı[l]up defter olunup Dergâh-ı Mu‘allâm'a arzolunmak emrolmağın defter olunup
defter Südde-i Sa‘âdetüm'e gelmeğin mezkûrlarun haklarından gelinmek içün
defterün bir sûreti ihrâc olunup aynı ile sana gönderildi. Buyurdum ki: Varup vusûl
buldukda, bu husûsı kimesneye ifşâ eylemeyüp gönderilen defterde mastûr olan
kimesneleri hufyeten tetebbu‘ eyleyüp dahı hüsn-i tedârükle elegetürüp kuttâ‘-ı tarîk
ve hırsuz nâmına gereği gibi haklarından gelüp cezâların viresin.
Yazıldı.
Hı.
Bir sûreti, Çerkeş beğine.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 328.)
1866
Aho Kalesi ve civarındaki köyler Đran ile yapılan sulhten önce fethedildiğinden adı
geçen kaleye tecavüz etmemeleri yolunda Âsitane-i Saâdet'e gelen Đran Elçisi
Şahkulu'ya Erzurum beylerbeyi tarafından mektup gönderilerek tenbihte
bulunulması.
Yazıldı.
Kethudâsı Kurd'a virildi. Fî 15 Safer, sene: 976
Erzurum beğlerbeğisine hüküm ki: Acara Beği Mehmed dâme ızzühû Südde-i
Sa‘âdetüm'e âdem gönderüp; "Gürci beğlerinden [Va]raza beği ile vâkı‘ olan Aho
nâm kal‘a ve köyler nizâ‘ı bundan evvel görildükde köprüden aşağa mezbûr kal‘a ve
etrâfında olan karyeler Yukaru Cânib ile olan sulhdan mukaddem kuvvet-i kâhire ile
286
fetholunan yirlerden olduğı zâhir olmağın ber-karâr-ı sâbık bu tarafdan tasarruf
olunmağa hükmolunup çatmadan binâ itdükleri kal‘adan âdemleri çıkarılup kal‘a
hedmolunmak hükmolunup huccet virilmiş iken girü memnû‘ olmayup dahl ü
tecâvüzden hâlî değillerdür." diyü bildürdi. Buyurdum ki: Vardukda, göresin;
kazıyye arzolunduğı gibi ise bundan akdem Âsitâne-i Devlet-âşiyânum'a risâlet
tarîkı[y]la gelen Şâhkulı'ya kendü tarafundan mektûb gönderüp; "kal‘a-i mezbûre
sulhdan mukaddem alınmış iken ahde mugâyir vech-i meşrûh üzre dahl ü tecâvüz
olunduğın" i‘lâm idüp; "Sulh u salâha mugâyir iş idenleri gereği gibi men‘ u def‘
eyleyesin." diyü tenbîh ü i‘lâm eyleyesin.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 342-343.)
1933
Đran Elçisi Şahkulu'nun, daha önce yapılan anlaşma gereğince tayin olunan Osmanlı-
Đran sınırında karşılıklı olarak bazı kalelerin yıkılmasıyla boş kalan Kars ovasında
yolcuların ve tüccarların hırsız ve harâmiler tarafından rahatsız edilmemeleri için
Kızılgedik civarında sınırın her iki tarafında karşılıklı köyler kurulmasına dair
Erzurum beylerbeyine yaptığı teklifin uygun görüldüğü; ancak tayin olunan sınıra
tecavüz olunmaması hususunda gerekli dikkatin gösterilmesi.
Yazıldı.
Sinân Kethudâ'ya virildi. Fî 22 Safer, sene: 976
Erzurum beğlerbeğisine hüküm ki: Südde-i Sa‘âdetüm'e mektûb gönderüp; "Yukaru
Cânib'den risâlet tarîkı ile gelen Şâhkulı Kars ovasına vardukda mektûb gönderüp;
"Mukaddemâ anda sınur ta‘yîn olundukda cânibe[y]nden birkaç ma‘mûr kal‘alar ref‘
olunmış idi. Ammâ; ol mevâzı‘ hâlî kalmağla ol yirde hırsuz u harâmî çoğalup
öteden berü ve berüden öte cânibe geçen tüccâr tâyifesi ve âyende vü revendeyi dahı
hırsuz rencîde eylememek içün bu cânibe tâbi‘ Kızılgedük öninde sekiz aded karye
ve ana göre anlara tâbi‘ ol mahalde birkaç karye tarafeynden ma‘mûr olmak lâzim
olduğın" bildürdüğin" bildürmişsin. Đmdi; tarafeynden sınurdan tecâvüz olunmak
rızâ-yı şerîfüm yokdur. Buyurdum ki: Vusûl buldukda, bu cânibe müte‘allik olan
mahallerde vech ü münâsib görildüği üzre tüccâr ve sâyir âyende vü revendenün emn
[ü] emânı içün birkaç pâre karye ta‘yîn eyleyüp sınurdan berü bir münâsib yirde
temekkün ü ikâmet itdüresin ve öte cânibe dahı tenbîh eyleyesin ki, anlar dahı ta‘yîn
olunan sınurdan anaru anlara tâbi‘ yirlerde birkaç pâre karye ta‘yîn eyleyüp
tarafeynden ma‘mûr olmak üzre ikâmet itdüreler Ammâ; bu bâbda gereği gibi
mukayyed olasın ki, tarafeynden ta‘yîn olunan sınura dahl ü tecâvüz olunmaya.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri II , BOA Yay., Ankara 1999, s. 376.)
287
2725
Pişkeş olarak Südde-i Saâdet'e gönderdiği paranın elçisi tarafından getirilip Hazine-i
Âmire'ye teslim olunduğuna ve Beç tarafından ahidnâmeye uyulduğu sürece Osmanlı
Devleti tarafından
ahidnâmeye aykırı bir iş zuhur etmeyeceğine dair Beç kralına yazılan nâme-i
hümâyun.
Yazıldı.
Altun kozalak ve ser-â-ser kîse ile Tercemân Matya'ya virildi.
Beç kralına nâme-i hümâyûn ki: Atebe-i Aliyye-i Âlem-penâh ve Südde-i Seniyye-i
Sa‘âdet-destgâhımuz'a pîş-keş tarîkıyla irsâl eyledüğünüz kırk dört bin tokuz yüz
otuz iki aded guruş işbu sene: tokuz yüz yetmiş beş Rebî‘u'l-evveli'nün on tokuzıncı
güninde –ki Septoris ayınun yiğirmi üçinde vâkı‘ olmışdur– mefâhıru'l-a‘yâni'l-
milleti'l-Mesîhıyye ilçinüz yedinden bî-kusûr Hızâne-i Âmiremüz'e gelüp teslîm
olunmağın nâme-i hümâyûnumuz gönderildi. Gerekdür ki: Inâyet olunan ahid-nâme-i
hümâyûnumuz muktezâsınca şol* ki, müşeyyid-i kavâ‘ıd-i dostî vü mahabbetîdür;
mâdâm ki, ol cânibden ri‘âyet oluna, berü cânibden dahı hılâf-ı va‘d ü peymân bir
vaz‘ zuhûra gelmedüğine iştibâh olunmaya.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri III , BOA Yay., Ankara 1999, s. 387.)
2742
Elçi göndererek müceddeden ahidnâme isteyen Leh kralına; Kırım ve Osmanlı
ülkesine yapılan saldırıları durdurup suçluları cezalandırması, Tatar hanının elçisi ile
diğer esirleri serbest bıraktırması, daha önceki ahidnâme şartlarına uyması ve
Cankirman Kalesi'ni muhasara edip varoşunu yakanların ve çeşitli yerlerde halkı esir
edip hayvanlarını sürüp götürenlerin kimler olduğunu ve bu işlere rızası olup
olmadığını ayrıntılı olarak bildirmesi hususlarında yazılan nâme-i hümâyun.
Yazıldı.
Ser-â-ser kîse ile altun kozalak virilüp mezbûr ile irsâl olundı. Fî 18 Zi'l-ka‘de, sene:
975
Leyh kralına nâme-i hümâyûn ki: Dergâh-ı Sa‘âdet-medâr ve Bârgâh-ı Celiyyü'l-
iktidârımuz –ki, melce-i mülûk-i zamân ve mültecâ-i ekâsire-i asr u evândur–
nâmenüzle ( ) nâm ilçinüz gönderilüp; "vüfûr-ı ihlâs u ihtisâsla müceddeden ahid-
nâme-i hümâyûnumuz taleb olunduğı" i‘lâm olunup dahı her ne dinilmiş ise Pâye-i
Serîr-i Âlem-masîrimüz'e arzolunup ılm-i şerîf-i âlem-şümûl-i husrevânemüz muhît
u şâmil olmışdur. Đmdi; Südde-i Seniyye-i Semâ-sîmâmuz'a ilticâ iden selâtîn-ı
sadâkat-intimâ hakkında ebvâb-ı musâfâtımuz meftûh olmak kâ‘ıde-i müstemirre-i
pâdişâhânemüz olduğı azherdür. Fe-emmâ; Akkirman* sancağı beği Südde-i
Sa‘âdetimüz'e mektûb gönderüp; "mâh-ı Zi'l-ka‘de'nün sekizinci güni Leyh
beğlerinden Ostor Beği Pan ve gayri beğler on bin asker ile Cankirman Kal‘ası'na
gelüp taşrada olan hargele vü sığır u koyunların sürüp gâret idüp kal‘ayı muhâsara
eyleyüp dizdârı tutılan dillerden birin ulağla gönderüp sü’âl olundukda; "gâret ü
hasâret kasdına geldüklerine" mu‘terif olup" ve Tatar hânı –ki, eben an-ceddin
Dergâh-ı Inâyet-bârgâhımuz'da kemâl-i sadâkat ü ihlâs üzre sâbit-kademdür–
288
[cânibinden] bu bâbda mektûb-ı sadâkat-mashûb gelüp; "Kadîmden ol cânibe
virilügelen ne ise bir nice yıl irsâl olunmayup ve üç yıldur ki, ilçisi alıkonılmış; ale'l-
husûs ınâyet olunan ahid-nâme-i hümâyûnumuzda; "Mâdâm ki, ol cânibe virilügelen
virgüleri virile, hân cânibinden dahı ahde muhâlif vaz‘ sudûr itmeye." diyü
mukayyed iken ahid-nâme-i hümâyûn muktezâsınca amel olunmayup muttasıl etrâf u
cevânibi gâret ü hasâret itmekden hâlî değillerdür." diyü bildürüp bundan mâ‘adâ
ba‘zı mâl-ı mîrî mühimmi içün havâle [ta‘yîn] olunup Cankirman'a varan Mahmûd
nâm kimesne Dîvân-ı Adâlet-unvânımuz'a gelüp; "Çerkeskirman ve tâbi‘ Braslav
Hısârı'ndan Hayman (?) Kelis (?) Doman (?) ve Çerkeskirman'dan Kurmadurgı (?)
Baror (?), Lucka (?) Hısârı'ndan Seler (?) nâm-ı dîger Catozdime (?) Hısârı'ndan
Turuçka (?) ve Leyh Hısârı'ndan Valka, yine Cankirman'dan Kamsıçka (?) ve Kalpak
(?) ve Yani Dülger ve Mika (?) ve Kornak (?) muttasıl Cankirman ve Bender
semtlerinde harâmîlık tarîkıyla fesâd eylemekden hâlî olmayup bu def‘a haylî âdemle
Cankirman Kal‘ası'n ihâta idüp varoşın ihrâk eyleyüp kendü ile oğlın esîr eyleyüp ve
yanında mâl-ı mîrîden ve gayriden bulunan akçasın alup kendünün halâsı içün ziyâde
bahâ taleb olunmağla kâdir olmaduğı ecilden burnı ve kulağı kesilüp bi'l-fi‘l oğlı
mahbûs olduğın" bildürüp tezallüm eyledi. Đmdi; eyyâm-ı adâlet-encâm-ı
pâdişâhânemüzde bir ferde zulm ü te‘addî olduğına aslâ rızâ-yı şerîfüm olmayup
mâbeynimüzde bu mertebe dostluk mukarrer iken Memâlik-i Mahrûsemüz'de olan
kal‘anun varoşı ihrâk ve re‘âyâsı esîr ve emvâl ü esbâbı nehb ü gâret olmak dostluk
alâyimi olmayup da‘vâ-yı mahabbet ü musâfâta mülâyim olmaduğı rûşendür. Bu
husûsun hakîkati zamîr-i münîr-i azamet-tenvîr-i husrevânemüze sıhhati ile ma‘lûm
olmak lâzim olmağın Dergâh-ı Felek-bârgâhımuz çavuşlarından kıdvetü'l-emâsil
ve'l-akrân ( ) zîde kadruhû ulağıla irsâl olunmışdur. Gerekdür ki: Nâme-i hümâyûn-
ı meserret-makrûnumuz ile vusûl buldukda, kadîmü'l-eyyâmdan Yüce Dergâhımuz'a
olan vüfûr-ı sadâkat ü ihlâs ve fart-ı muhâlesat u ihtisâsınuz muktezâsınca bu husûsı
gereği gibi tetebbu‘ u te’emmül eyleyüp dahı ahid-nâme-i musâdekat-nümâmuza
muhâlif bu makûle evzâ‘a ikdâm iden kimlerdür ve sebeb ne olmışdur ve mezbûr
kimesnenün burnın ve kulağın kesüp dahı oğlın esîr iden ne asıl âdeminüzdür; bilüp
elegetürüp ahid-nâme-i ınâyet-nümûnumuz muktezâsınca cezâsı virilüp ve oğlı ıtlâk
olunup ve ahde muhâlif kal‘a-i mezbûrenün varoşın ihrâk eyleyen kimlerdür,
nicedür; eger; "Tatar askeri memleketimüze tecâvüz eyleyüp ardınca asker
gönderdük." diyü cevâb virilürse çendân cevâb-ı bâ*-savâb olmayup eger anlar
cânibinden ahde muhâlif vaz‘ olursa Südde-i Sa‘âdetimüz'e arzolunsa men‘ olunup
te’kîd olunurdı. Kal‘a'nun üzerine asker gelüp varoşın ihrâk eylemek münâsib
değildür. Bu ahvâl ha[k]îkati ile ma‘lûmunuz olup dahı mâbeynimüzde min-ba‘d
dostluk kâ‘ıdesi mahfûz olup binâ-yı ahd ü emân muhkem ü müstahkem olmak
murâdınuz ise ahde ve emâna mugâyir vaz‘ idenlerün haklarından gelinmek bâbında
sa‘yolunup anun gibi Tatar tâyifesinden ve sâyir levendlerden ahde muhâlif vaz‘
idenler arzoluna ki, ahid-nâme mûcebince bu bâbda vüfûr-ı sadâkat ü ihlâsınuz
muktezâsınca vech ü münâsib görildüği üzre [cezâ-yı] sezâları virile ve hânun ilçisi
dahı ıtlâk olunup dostluk umûrında râ‘î olmağa sâ‘î olunup ahid-nâme-i sadâ-kat-
nümâya muhâlif evzâ‘a bâdî olanlar kimlerdür ve bu husûsa rızânuz var mıdur,
nicedür; mufassalen nâme-i muhâlesat-erkâmınuz ile i‘lâm eyleyesiz.
(BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri III , BOA Yay., Ankara 1999, s. 398-399.)
289
596
Açe padişahının Đstanbul'a gelen elçilerinin, geri dönüşlerinde gemi veya başka bir
vasıtayla gidecekleri yere ulaştırılmaları.
290
ÖZGEÇMĐŞ
291