Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 11

Servet-i Fünun Şiirinin Genel Özellikleri:

1. ‘Sanat için sanat’ ilkesine bağlıdırlar.


2. Cümlenin dize ya da beyitte tamamlanması kuralını yıkmışlar ve
cümleyi özgürlüğüne kavuşturmuşlardır. Beyitin cümle üzerindeki
egemenliğine son verirler. Cümle istediği yerde bitebilir.
3. Servet-i Fünuncular aruz ölçüsünü kullanırlar. Ancak aruzun
dizeler üzerindeki egemenliğini de yıkarak, bir şiirde birden çok
kalıba yer vermişlerdi.
4. Onlar ‘her şey şiirin konusu olabilir’ görüşünü benimsemişler;
fakat dönemin siyasal baskıları nedeniyle aşk, doğa, aile hayatı ve
gündelik yaşamın basit konularına eğilmişlerdir
5. Şiirde ilk defa bu dönemde konu bütünlüğü sağlanmıştır.
6. ‘Sanatkârâne üslup’ ve yeni bir ‘vokabüler’ (sözvarlığı) yaratma
kaygısıyla oldukça ağır bir dil kullanmışlardır.
7.Ortaya koyulan edebî ürünlerin ağırlık noktasını aşk, tabiat,
merhamet, sanatkârın kendi günlük yaşayışı ve yakın çevresi gibi
ferdî konular ve psikolojik tahliller teşkil eder.
8- En kusurlu yönleri, dil ve üsluptur. “Sanat, sanat içindir” anlayışı
ile hareket ettikleri için, konuşma dilinden uzaklaşarak,
anlaşılamayan bir dil ile süslü, yapmacık bir söyleyişe yöneldiler.

Tevfik Fikret (1867-1915)


Servet-i Fünun’un şiirdeki en önemli temsilcisidir. İlk şiirlerinde
ferdî konuları (aşk, acıma, hayal kırıklığı…) işler topluluktan ayrı
yazdığı şiirlerde toplumsal konulara yönelir. Bu anlayışla yazdığı
şiirlerinde temalar, hürriyet, medeniyet,
insanlık, bilim, fen ve tekniktir. İlk dönemde dili oldukça ağırdır.
Şiiri düz yazıya yaklaştırmıştır. Ahenge büyük önem verir.
Şairin, Batılı sanat anlayışını benimsemesindeki en önemli neden
lisede edebiyat öğretmeni olan Recaizade Mahmut Ekrem’den
etkilenmesidir. Sanat yaşamı iki ayrı dönem içerisinde incelenebilir.
Birinci dönem Servet-i Fünun hareketinin içinde bulunduğu
dönemdir. Bu dönemde ’sanat sanat içindir’ anlayışıyla ürünler
vermesine karşın, yine de toplumsal konuların sınırını (dönemin
siyasal yapısına rağmen) zorlamıştır. İkinci dönemde ise (1901′den
sonra) toplumsal konulara yönelmiş, ‘toplum için sanat’anlayışıyla
ürünler vermiştir. Türk edebiyatının Batılılaşmasında en büyük pay
Tevfik Fikret’indir.Şiirleri hem biçim hem de içerik olarak yenidir.
Müstezadı,serbest müstezat yapan, nazmı düzyazıya yaklaştıran,
beyitin, aruzun egemenliğine son veren hep Fikret’tir.
Mȃi Deniz

Sȃf a rȃkid… Hani akşamki tegayyür, heyecan?


Bir çocuk rȗhu kadar pür-nisyȃn,
Bir çocuk rȗhu kadar şimdi münevver, lekesiz,
Uyuyor mȃi deniz.

Ben bütün bir gecelik cȗşiş-I ahzȃnımla,


O hayȃlȃt-I perȋşȃnımla
Müteşekkkȋ, lȃim,
Karşıdan saffet-I mahmȗrunu seyretmedeyim…

Yok, bulandırmasın ȃlȗde-i zulmet bu nazar


Rȗh-ı ma'sȗmunu ey mȃi deniz;
Ȃh, lȃkin ne zarar;
Ben bu gözlerle mükedder, ȃciz,
Sana baktıkça tesellȋ bulurum, aldanırım;
Mȃi bir göz elem-i kalbimle ağlar sanırım…

Mȃi Deniz'i, muhtevası bakımından "Tabiat Şiirleri" başlığı


altında değerlendirmiştir. Metnin, şȃirin kendi ben'ini anlattığı
şiirler grubuna dahil edilmesi daha isabetli olacaktır. Zira Mȃi
Deniz'in muhtevasını Fikret'in iç sıkıntıları, kırgınlıkları,
şikȃyetleri, sığınma arzuları ve bütün bu olumsuzlukların
doğurduğu bedbinliği oluşturur. Dolayısıyla şiirin merkezinde şȃirin
kendi ben'i vardır. Dikkatini kendi iç dünyası üzerinde
yoğunlaştıran Tevfik Fikret, kalemini ruhunun ifade vasıtası hȃline
getirmeyi gayret eder.

Tevik Fikret şiirinde, ruh hȃlini doğrudan doğruya tahlil etme


yerine, onunla tezat teşkil edecek bir başka objenin tasviri
üzerinden hedefine ulaşmaya çalışır. Söz konusu obje, tabiat; yani
denizdir. Bu noktada şiirin muhtevasını iki objenin oluşturduğunu
belitrmemiz gerekir. Bunlar; şȃir ve denizdir.

Böyle bir yaklaşım tarzı, deniz objesinin amaç değil, şȃirin ruh
hȃlini anlatmada araç durumunda bulunduğunu düşündürür.
Bununla deniz, metne yerleştirilmiş alelȃde bir "yama " olmaktan
uzaktır. Fikret'in başarısı, ruh hȃli ile deniz arasında çok sağlam bir
ilişki kurup denizi ȃdeta ruhunun aynası hȃline getirebilmiş
olmasındadır. Elbetta burada şȃiri harekete geçiren asıl etkenin
deniz mi, yoksa ruh hȃli mi olduğu tartışılabilir. Ancak tartışmadan
çıkan netice, bu şiirin bir ben şiiri olduğu gerçeğini
değiştirmeyecektir.
Mȃi Deniz'in muhtevasına bu çerçeveden baktığımızda birinci
bendin denizin durumunu, ikinci bendin şȃirin durumunu, son
bendin ise şȃir ile deniz arasındaki ilişkiyi anlatmaya tahsis
edildiğini görürüz.

Akşam oldukça hırçın, coşkun ve heyecanlı olan deniz, sabahleyin


aydınlık, lekesiz, saf ve durgundur. Fikret, denizin sabahki hȃli ile
çocuk arasında bir benzerlik bulur. Çünkü akşam oldukça hırçın,
coşkun ve heyecanlı olan deniz, "Bir çocuk rȗhu kadar" unutmaya
meyyaldir. Onun içindir ki şimdi, yine "Bir çocuk rȗhu kadar"
masum, nurlu, saf ve lekesiz bir hȃlde uyumaktadır.

Fikret safiyet bakımından deniz ile çocuk ruhu arasında bir


banzerlik buluyor:

Sȃf a rȃkid… Hani akşamki tegayyür, heyecan?


Bir çocuk rȗhu kadar pür-nisyȃn,
Bir çocuk rȗhu kadar şimdi münevver, lekesiz,
Uyuyor mȃi deniz.

Bu parçada iki kere tekrarlanan" Bir çocuk ruhu kadar " sözü
denize unutkan, temiz, masum bir çocuk hüviyeti veriyor. Çocuk
teşbihinin peş peşe iki defa tekrar edilmesi, denizen sahip olduğu
aydınlık, saflık ve masumluk niteliklerinin derecesini çok daha
belirgin hȃle getirme amacına yöneliktir. Bu arada çocuk veya
çocukluk, pek çok sanatkȃr için tekrar kendisine dönülmek istenen
mutluluk, temizlik ve masumiyet objesi veya çağıdır.

Denizin akşamki durumu ile sabahki durumu arasında çok açık


bir tezat vardır. Söz konusu tezat; yani denizen akşamki olumsuz
ruh hȃli ile sabahki olumlu hȃli arasındaki hızlı değişme, şȃiri
şaşırtır. " Hani akşamki tegayyür, heyecan? " sorusu, bu şaşkınlığı
vurgular.

Hȃlbuki şȃir hiç de böyle değildir. O, " bütün bir gece " boyunca
devam eden ve ȃdeta bir kȃbus olarak nitelenebilecek bir ruh hȃli
yaşamıştır. Öyle ki, hüzünleri coşmuş, hayalleri perişan olmuş,
bakışlarına karanlık bulaşmış, kalbi elemle dolu bir gece. Bunun
için o, hayata karşı şikȃyetçi, dargın ve kırgındır. İşin daha da kötü
tarafı, şȃirin bir türlü bu hȃlinden kurtulamaması, bu hususta " ȃciz
" kalmasıdır. Nitekim sabah olmasına rağmen Fikret'in hȃlinde en
ufak bir değişiklik yoktur.

Birinci benddeki denize duyulan hayranlık buradan kaynaklanır.


Çünkü denizin sabah içinde bulunduğu durum, şȃirin şiddetle
özlemini duyduğu hȃldir. Bir başka ifadeyle denize atfedilen sıfatlar,
doğrudan doğruya şȃirin sahip olmak özlemiyle yanıp tutuştuğu
sıfatlardır. Bu sebeple ister ki, denizle bire bir özdeşleşebilsin.

Mȃi Deniz şiiri şu tezada dayanır: Şair kendisini kederli, perişan


ve kirli hisseder. Deniz ona safiyetin, sükȗn ve huzurun timsali
olarak gözükür. Son parçadaki şu mısralar dikkate şȃyȃndır:

Yok, bulandırmasın ȃlȗde-i zulmet bu nazar


Rȗh-ı ma'sȗmunu ey mȃi deniz;

Şȃir daha önce de deniz için" safvet-i mahmur" tabirini


kullanmıştır.

Mȃi Deniz şiirinde kendinden memnun olmayan bir insanın ruh


hȃli vardır. Mȃi Deniz onun kirli, paslı, kederli ruhunu yakacaktır.
Fikret'in şiirinde deniz, dizleri üstünde gözyaşı dökülen bir anneye
benzer:

Ben bu gözlerle mükedder, ȃciz,


Sana baktıkça tesellȋ bulurum, aldanırım;
Mȃi bir göz elem-i kalbimle ağlar sanırım…
Demek ki Mȃi Deniz, Tevfik Fikret'in içinde bulunduğu ruh
trajedisini anlattığı bir ben şiiridir. Şiirde hayattan beklediğini
bulamamış, içinde yaşadığı toplumla ciddȋ bir bağı olmayan, içe
dönük bir şair portresi ile karşılaşırız. Bunun için "bedbinlik
"şiirin ana temasıdır. " Kaçış" veya " sığınma arzusu " ise,
bedbinliğin doğurduğu yan temalar. Şiirin muhtevasını teşkil eden
hüzün, elem, keder, hayal kırıklığı, şikȃyet, kaçış, tabiata sığınma
Tevfik Fikret'in olduğu kadar, diğer Edebiyat-ı Cedȋde
sanatkȃrlarının da belirgin ruh hȃlleridir.

Şiirin Yapısı: Mȃi Deniz, dış yapı bkımından üç benden


oluşmuştur. Aruz vezni kalıplarının belli ruh hȃllerine karşılık gelip
gelmeyeceği üzerinde kafa yoran Tevfik Fikret, şiirlerinde adı geçen
veznin doğurabileceği yeknesaklığı kırma hususunda önemli
başarılar elde etmiştir. Mȃi Deniz bunlardan birisidir. Nazım
şeklinde olduğu gibi, vezinde de asıl olan ruh hȃlinin sezdirilmesine
katkıda bulunmak ve belli bir ritm ve ȃhenk sağlamaktır. Aruz
vezni, şiirin üçüncü bendinde şöyle bir görünüm arz eder:

fȃilȃtün feilȃtün feilȃtün feilün


fȃilȃtün feilȃtün feilün
fȃilȃtün feilün
fȃilȃtün feilȃtün fa'lün
feilȃtün feilȃtün feilȃtün feilün
fȃilȃtün feilȃtün feilȃtün feilün

Şiirin kafiye şemasında da (a-a-b-b/ c-c-d-d/ e-b-e-b-f-f) benzer bir


endişe dikkati çeker.

Kısacası Mȃi Deniz, gerek nazım şekli, gerek bend ve mısra yapısı,
gerekse kafiye şeması ve vezni bakımlarından Türk şiirinin
klȃsikleşmiş şiir formlarından bir hayli farklı ve yenidir. Her bir
bendde muhtevanın bir bölümü anlatılmıştır. Denizin durumu,
şȃirin durumu ve şȃirle deniz arasındaki ilişki. Buradan haraketle
her bir bend, bir " mȃnȃ Birliği" oluşturur.

Şiirin Üslȗbu: Tevfik Fikret ve nesli, içinde yaşadıkları toplumun


problemleri kadar, dilinde de uzak durur. Fikret, manzumesinde
bugün için eskimiş olan kelime ve terkipler kullanıyor: Rȃkip,
tagayyür, pür-nisyan, cuşiş-i ahzan, hayȃlat-ı perişan, müteşekki,
lȃim, safvet-i mahmur, ȃlude-i zulmet, ruh-ı masum… İçlerinde
halkla kaynaşma duygusu olmayan Servet-i Fünuncular lȗgatlerden
alınma bir dil kullanıyorlardı. Halktan nefret etmemekle beraber,
ona uzaktan bakıyorlardı. Hele Fikret, mağrur ve çekingen mizacı
ile aristokrat bir karaktere sahipti. Bununla birlikte Fikret, Mȃi
Deniz'de cümle yapısı bakımından konuşulan Türkçe'ye daha çok
yakındır. Birinci mısradaki kesik cümle ve soru cümlesi dışarıda
tutulursa, manzumeyi teşkil eden dört düz cümle, metni, şiir
dilinden ziyade nesir diline yaklaştırmaktadır.

Ben bütün bir gecelik cȗşiş-I ahzȃnımla,


O hayȃlȃt-I perȋşȃnımla
Müteşekkkȋ, lȃim,
Karşıdan saffet-I mahmȗrunu seyretmedeyim…

Fikret'in şiirine (s) ve (r) konsonu hȃkimdir: Saf, nisyan, safvet,


seyir, bulandırmasın, masum, sen, teselli, sanırım kelimelerindeki
(s)yi kulak duyar. Yumuşak ve ahenkli (r) konsonu hem dış
kafiyelerde vardır, hem de şiirin içinde tekrarlanır: pür, kadar,
mahmur, seyr, nazar, zarar, mükedder, bulur, aldanır, ağlar, sanır.

Mȃi Deniz, belirgin biçimde tasvirȋ üslȗba sahiptir. Deniz


objesinin ortaya konduğu birinci bend ile şȃirin durumunun ortaya
konduğu ikinci bendde tasvirȋ üslȗpa daha belirgindir. Bu durum,
şiirde sıfatların öne çıkmasını kaçınılmaz kılmıştır.

Tevfik Fikret'in şiirinde ortaya koymaya çalıştığı içe dönük ve


pasif ruh hȃli, doğrudan doğruya şiirin üslubȗna yansır. Bir başka
söyleyişle, şȃirin mizacı, şiirin muhtevası kadar, üslȗbunu da
belirler. Mȃi Deniz'de kullanılan " uyumak, seyretmek, bulandırmak,
teselli bulmak, bakmak, aldanmak, ağlamak" fiilleri, bütünüyle pasif
fiillerdir

You might also like