Professional Documents
Culture Documents
İslam Mezhepler Tarihi (26 Sayfa)
İslam Mezhepler Tarihi (26 Sayfa)
İslam Mezhepler Tarihi (26 Sayfa)
Toplumların tarihinde meydana gelen fikir ve düşünce akımlarından bahseden bir bilim dalıdır.
İslam Mezhepler tarihi ilmini, “Dini inançlarla alakalı sapkın mezhep ve görüşleri nakleden bir
ilimdir.” şeklinde tanımlamıştır.
İslam Mezhepler tarihi bilimini, “İslam düşüncesinin veya başka bir ifadeyle “fırkalaşma” veya
“zümreleşme” faaliyetlerinin gelişme seyrini göstermeyi esas alan bir bilim dalıdır.” Şeklinde
tanımlamıştır.
“İslam Mezhepleri tarihi, siyasi ve itikâdî gayelerle vücut bulmuş “İslam Düşünce Ekolleri”
diyebileceğimiz beşeri oluşumları, bilimsel yöntemlerle inceleyen bir bilim dalıdır.”
“İslam Mezhepleri tarihi, geçmişte ve günümüzde siyasi ve itikadi gayelerle vücut bulmuş İslam
Düşünce ekolleri diyebileceğimiz beşeri ve toplumsal oluşumların;
Bu tanımdan anlaşılacağı üzere bu bilim dalı ister geçmişte isterse günümüzde olsun İslam
düşüncesi içerisinde ortaya çıkan siyasi ve itikadi düşünce ekollerini konu edinmektedir. Bu bakımdan
fıkhî veya amelî ekoller bu ilmin konusuna dâhil değildir.
İslam Mezhepler tarihinin konusu, geçmişten günümüze kadar Müslüman toplumların içinde zuhur
eden itikadi ve siyasi mezheplerdir.
2.1. Herhangi bir Mezhep İncelenirken Dikkat Edilmesi Gereken Hususular:
1. İslam tarihinde dini hayatın tarihini, bazen kuvvetlenip bazen zayıflamasını, bazen de
duraksamasının sebeplerini anlamak “benzer şartların benzer sonuçlar doğurduğu” genel
kabulünden hareketle Müslüman toplumlar üzerinde çalışanlara ciddi bir malzeme sunar.
2. Belli bir zaman ve mekânın mahsulü olan mezheplerin kutsanması ya da belli bir dini liderin görüş
ve eserlerinin mutlak doğru kabul edilmesinin tehlikelerinin ortaya koyar.
Bilimsel araştırma yöntemini kendine rehber edinen bu bilim dalı, “Betimleyici/Deskriptif Metodu”
araştırmalarında esas almaktadır. Önyargılardan uzak bir şekilde tarafsız olmaya çalışmak, anlamaya ve
tanımaya gayret etmek ve bilimsel bir bakış ortaya koymak onun metodunu oluşturmaktadır.
Bu metodun hedefi, İslam düşünce tarihinde ortaya çıkan fikirlerin ne zaman, hangi şartlarda,
nerede ortaya çıktıklarını ve kimler tarafından hangi amaca yönelik benimsenip kullanıldığını tarafsız bir
bakış açısıyla ortaya koymaktır.
İlk Dönem Mezhepler tarihi bilginlerinin hemen hepsi kelamcı idiler. Bu nedenle, mezhepler tarihi
ile kelam ilmi arasında sıkı bir bağ vardır.
5 İkisi arasında meselelere bakışta metot ve yöntem açısından ciddi farklar vardır.
1
Bekir Topaloğlu-İlyas Çelebi, Kelam Terimleri Sözlüğü, md.”Makâlât”.
4. Millet-Milel: Allah(c.c.)’ın Peygamberler vasıtasıyla insanlara inanmaları için gönderdiği kitaplı
dinler anlamına gelmektedir ve “din” ile eş anlamlıdır.
5. Nihle-Nihal: Belli bir din içerisindeki mezhep anlamında kullanılır.
Bir düşüncenin veya siyasi bir hareketin mezhep olarak isimlendirilebilmesi için;
1. İslam’a Mensubiyet,
2. İtikadi veya Siyasi konularda yoğunlaşma
3. Bu yoğunlaşmanın gruplaşmaya dönüşmesi ve
4. Özgün bir metodoloji yahut kendi içinde tutarlılık özelliklerini taşıması gerekir.
Şu halde Şehristani’ye göre bir kimsenin bütün kelami konularda mevcut görüşlerden farklı olarak
ileri sürdüğü görüşler toplamına “mezhep”; bu konuda kendisine uyanlara da “fırka” denir.
2
Ebu Davud, Sünne, 1; İbnMace, Fiten, 17; Tirmizi. İman, 18 Darimi, Siyer, 75.
“73” ifadesiyle gerçek bir sayının kastedilip edilmediği konusunda farklı anlayışlar ortaya çıkmıştır.
Bazı âlimler, “73” ifadesini hakiki manada alırken bazısı da “çokluğu ifade ediyor” demiştir.
Ancak fırkaların sayısını tespit hususunda aynı metodu benimseyen hem ana fırkaları hem de
onların tali kollarını aynı şekilde sayan iki müellif bulmak neredeyse imkânsızdır. Yani 73 ifadesini hakiki
manada alıp fırkaların 73 tane olduğunu söyleyenlerin saydığı her bir 73’lük grup birbirinden farklılık arz
etmektedir. Dolayısıyla bu farklı fırkaları birbirine eklersek sayı 73’ten fazla olmaktadır.
Bir diğer eleştiri ise, Hadiste belirtilen 73 rakamını kesin sayı olarak kabul edenler, fırkaların kendi
dönemlerine kadar şekillenip tamamlandığını ve artık yeni fırkaların olmayacağını savunmuş olmaktadırlar.
İslam dünyasında ortaya çıkan mezhepler farklı şekillerde tasnif edilmiştir. Bunları şu şekilde
özetlemek mümkündür:
1. Tematik Tasnifler: İslam Mezhepleri temel konuları itibariyle; itikadi, siyasi ve amelî/fıkhî olmak
üzere üç grupta mütalaa edilmiştir. Bunların ilki Mezhepler tarihinin, diğeri ise fıkhın konuları
içinde değerlendirilir. Ayrıntı aşağıda gelecek.
2. Kronolojik Tasnifler: Nevbahtî’nin Fıraku’ş-Şia’sı e Kummi’nin el-Makâlat ve’l-Firak’ı bu şekilde
tasnif edilmiştir. Mezheplerin zuhurunu kronolojik olarak ele alan eserler pek yaygınlık
kazanmamıştır.
3. Şematik Tasnifler: Malati’nin et-Tenbih ve’r-redd adlı eseri ile Bağdadi’nin el-Fark’ı örnek olarak
zikredilebilir.
4. Alfabetik Tasnifler: bu tasnif şekli yaygın değildir.
Bir mezhebin teşekkül sürecinde siyasi faktörler belirleyici olmuş ise, bu zümreleşmefaaliyetini
“siyasi İslam Mezhebi” şeklinde isimlendirmek mümkündür.
Bu alandaki başıca mezhepler; Hariciler, Şia, kısmen de Mürcie ve ilk Mutezile mensuplarıdır
Dinin inançla alakalı temel konularında ortaya çıkan ihtilaflar sonucunda teşekkül eden fırkalara
“itikadi mezhepler” denilmektedir.
İlk ihtilaflar
İlk ihtilaflar peygamber (s.a.s.) ve Hz. Ebûbekir döneminde ortaya çıkmış olsa da bu ihtiaflar kısa
bir süre içerisinde tefrikaya yol açmadan çözüme kavuşturulmuştur.
Hz. Peygamber döneminde ortaya çıkan tartışmalar:
Münafıkları uhud savaşındaki söylemleri, Zü’l Huveysıra’nın Hz. peygamber’e adil davran ifadesi
vb. söylemler.
Kalem-Kırtas meselesi. Bu mesele ashab arasında kısa süreli bir tartışmaya sebebiyet verse de daha
sonraları bir sorun olarak devam etmemiştir. Ancak, sonraki dönemlerde şia bunu hilafet meselesinde
fazlasıyla dillendirmiştir.
Üsame b. Zeyd ordusu. Hz. Peygamber’in vefatı konusu.
İlk ihtilaflar:
İmamet meselesi: imamet her ne kadar fıkhi bir mesele olsa da Şia bunu itikadi bir ilke olarak kabul
etmiştir. Bu sebeple Ehl-i sünnet te meseleyi itikadi bağlamda tartışma durumunda kalmıştır.
Siyasi ve itikadi gruplaşmaların ortaya çıkmasının en başlıca sebebi imamın nasıl seçileceği ve kim olacağı
meselesidir.
2. Hz. Ebûbekir döneminde ortaya çıkan ihtilaflar:
a- Resulullah’ın Mirası Meselesi
b-zekat vermeyenlerin durumu. Bunlarla savaşılıp savaşılamayacağı meselesi.
c- Kur’an’ın Mushaf haline getirilmesi.
DİNİ SEBEPLER
Nübüvvet asrından uzaklaşma: Hz. Peygamber (s.a.s.) döneminde ne itikadi ne de ameli
mezheplerden bahsedilemez. Zira ortaya çıkan sorunlar direk Hz. Peygamber’e (s.a.s.) sorulur ve cevabı
alınırdı. Bu şekilde sorun çözüme kavuşturulmuş olur ve ihtilafa gerek kalmazdı.
Hz Peygamber ihtilafa yol açar saikıyla kader hakkında konuşmayı, cahiliye adetlerini ihya etme
endişesiyle ilk dönemde kabir ziyaretini yasaklamış.
Ancak Hz. Peygamber’in ve akabinde sahabenin çoğunun vefatından sonra nübüvvet nuru ve onun
sağladığı manevi otoriteden uzaklaşılmış ve bu uzaklaşma ihtilafların çıkmasına yol açan faktörlerden biri
olmuştur.
DİNİ SEBEPLER
Nasların farklı anlaşılması: Dini nasların üslup ve beyan özellikleri, sübut ve delaletlerinin farklı
oluşu, nasların kabul edilmesi ve anlaşılmasındaki farklılıklar, Müslümanlar arasında ihtilafların ortaya
çıkmasına yol açmış ve zamanla bu farklılıklar mezheplerin oluşmasına zemin hazırlamıştır.
Dini metinlere yaklaşımda metod farklılığı: teslimiyetçi, (Selef) akılcı, (Mutezile) zahiri (Harici)
ve sembolik (Batiniyye) yaklaşım.
İlamdaki düşünce özgürlüğü ve insanın düşünen bir varlık oluşu:
Kader ve İlahi Takdir Sorunu: Sıffin ve Cemel savaşlarında savaşanların durumu? Kader nedir? İnsanın
yaptıklarında bir dahli var mıdır? İnsanın seçme özgürlüğü var mıdır? Bütün bu sorulara farklı cevaplar
verilmiş dolayısıyla farklı görüş ve anlayışlar ortaya çıkmıştır.
Psikolojik Sebepler
İnsanların Karakterlerinin Farklı Olması: Arzu, istek ve mizaçların farklılığı ve idraklerin
farklılığı.
İnsanların Zihniyet ve Gayelerinin Farklı Olması: Müslüman olanların hepsi aynı inanç ve
samimiyette olmamaları. Eski din sahiplerinden bazılarının Müslüman olması.
Liderlik Tutkusu: İmamet tartışması Şii-Sünni tartışmalarının ana eksenini oluşturmuştur..
Sosyal Sebepler
Dini ve siyasi sebeplerin yanı sıra içtimai (sosyal) sebeplerin de mezheplerin oluşumunda etkisi
olduğu aşikârdır.
Irkçılık: Irkçılık, ihtilafın sebeplerinden biri, hatta İslam ümmetini parçalayan ihtilafın temelini teşkil eder.
İmametin kureyşiliği ve haricilerin ortaya çıkışı buna örnek olarak verilebilir.
Ekonomide gelişmeler: şu melikler yok mu, Müslümanların kanlarını döküyorlar, mallarına el
koyuyorlar sonra da yaptıklarımız Allah’ın kaderiyle olmaktadır diyorlar. Mabed el-Cühenî
Siyasi Sebepler:
Hilafet meselesi: ‘İslam’da hiçbir hususta imamet konusunda olduğu kadar taraflar birbirine karşı
silaha sarılmamışlardır.’ Şehristanî. Peygamberin vefatından hemen sonra Ensar, biz Resûlullah’ı (s.a.s.)
barındırdık ve yardım ettik hilafet bizim hakkımızdır. Muhacirler, biz İslam’a ilk girenlerdeniz hilafet bizim
hakkımızdır. Ancak, Ensarın güçlü imanı tartışmayı alevlendirmeden sonlandırdı. Hilafet bir ırka veya bir
kabileye mi yoksa kabilenin içerisindeki bir boya mı aittir. Yoksa herkes bu konuda eşit midir? Bu sebeple
ilk olarak haricilik ve Şiilik ortaya çıkmıştır.
İç savaşlar (Cemel ve Sıffin) sebebiyle ölen ve öldürenlerin durumu, büyük günah işleyenlerin
durumu vb. tartışmalar, haricilik, Mürcie, Mu’tezile ve ehlisünnet mezheplerinin ortaya çıkmasına
sebebiyet vermiştir. Bu aynı zamanda amel imanın bir parçası mıdır? İman nedir? Vb. soruları beraberinde
getirmiş, verilen farklı cevaplar da ihtilafın ve iftirakın yaşanmasın zemin hazırlamıştır.
Dış Etkenler:
Diğer din ve medeniyetlerle karşılaşma: Eski din sahiplerinin birçoğu müslüman olmuş ancak,
bunların bazıları eski inançlarından tamamen vazgeçememişlerdi. Dolayısıyla bu yeni Müslümanlar, bilerek
veya bilmeyerek eski inançlarının bir kısmını İslam’a taşımışlar. Yahudi ve Hıristiyanların Müslüman
olduktan sonra Kur’an ve hadislerde açık olmayan, yorum gerektiren durumlarda israiliyat denilen pek çok
haberi İslam’a dâhil etmekte sakınca görmemeleri buna örnektir.
Tercüme Faaliyetleri: ihtilafın sebeplerinden biri de bu tercüme hareketidir. Çünkü birçok felsefi teori
varlık, madde ve fizikötesi gibi konularda islam düşüncesi ile çatışma içerisine girmişti. Örneğin Mu’tezile,
İslam akidesini ispatlama yönteminde felsefecilerin yöntemini kullandığını görüyoruz.
HARİCİLİK (3.Hafta)
Ümmetin Üzerinde İttifak Ettiği Halifeye Başkaldıranlar. Hariciler, Şurât, Harûriye ve Vehbiye
Gibi İsimlerle Anılmışlar
HARİCİLİK:
• Hz. Ali’ye karşı çıktıları için bu isimle anılmışlar. Her ne kadar hariciler ile Şia aynı dönemde ortaya
çıkmış olsalar da düşünce olarak Şia düşüncesi daha eskidir. M. Ebû Zehra.
• Hz Osman’ın şehadeti sonrasında Hz. Muaviye’ye karşı Hz. Ali’yi desteklediler. Ancak, tahkim
neticesinde Hz. Ali’den ayrıldılar.
Haricilerin Tarihi
• Haricilerin çıkışını Sıffin savaşında hakemlerin kabul edilişi veya Hz. Osman’ın ikinci dönemindeki
olaylara dayandıranlar olsa da Hz. Osman’ın öldürülmesi harici düşüncenin ilk kanlı olayıdır. Ancak
hiçbir sosyal veya siyasal yapının ortaya çıkışı tek bir vakaya dayandırılamaz.
• Tahkim olayından sonra Hz. Ali’in safından ayrılan hariciler Hz. Ali’nin tüm çabalarına rağmen ikna
edilemediler. En sonunda Hz. Ali onlarla savaşmak için Nehrevan da üzerlerine yürüdü ve büyük bir
kısmı kılıçtan geçirilerek öldürüldü. Geri kalanlar Hz. Ali’yi savaşta yenemeyeceklerini anlayınca bir
suikast sonucu şehit ettiler.
HARİCİ FIRKALARI:
HARURİYE:
• Muhakkime veya muhakime-i ûlâ, tahkim sonucu Hz Ali’den ayrılıp Harura denilen yerde toplanmaları
sebebiyle Haruriye diye de isimlendirilmişler.
• Liderleri: Abdullah b. Kevvâ ve Abdullah b. Vehb er-Rasibi’dir. Bunlar aynı zamanda ilk harici
topluluktur.
EZÂRİKA:
Liderleri: Nâfi b. Ezrâk (ö. 65/685) en radikal gruptur. Liderlerinin ölümü sonrası dağıldılar.
Görüşleri:
1. Cemel ve sıffin savaşına katılanlar, tahkimi kabul edenler ve kendileri gibi düşünse dahi kendileriyle
kıyam etmeyen hariciler kâfirdir.
2. Muhaliflerin kadın ve çocuklarını öldürmek caizdir.
3. Recm cezası yoktur, büyük günah işleyenler kâfirdir ve ebedi cehennemliktirler.
NECEDÂT:
• Liderleri: Necde b. Amir el-Hanefi’dir. (ö. 79/689) Nafi b. Ezrâk’ın görüşlerine karşı çıkmış ve küfrü,
küfrü ni’met ve küfrü din diye ikiye ayırmıştır.
Görüşleri:
1. Tehlike anında takiyye caizdir.
2. Kendileriyle kıyam etmeyen hariciler tekfir edilmeyeceği gibi, kendileriyle savaşmayan diğer
Müslümanların kanlarını dökmek haramdır.
3. Diğer Müslümanlarla ilişki kurmak caizdir.
4. İmamın seçimi şer’i bir vacip değildir, maslahat gereği vaciptir.
SUFRİYYE:
• Liderleri: Abdullah b. Asfar e-Temimî’dir. (Ziyad b. El-Asfar ) Ebû Zehra.
• Bu grup aşırılık konusunda ezârika fırkası kadar ileri gitmese de diğer gruplardan daha müteşeddittirle.
Görüşleri: Ezarika’dan farklı olarak muhaliflerin kadın ve çocuklarının öldürmeyi uygun
görmüyorlardı.
ACÂRİDE:
• Liderleri: Abdülkerim b. Acred’dir. Necedat’tan ayrılan bir gruptur.
Görüşleri:
1. Muhaliflerin yanından haricilerin yanına hicret farz değil fazilettir.
2. Cihad sürekli bir farzdır. Savaş hali hariç muhaliflerin malı ve kanı helal değildir.
3. Kader, kulun kudreti ve muhaliflerin çocuklarının durumu vb. tartışmalar sonucu birçok gruba
ayrılmışlar.
İBAZİYE:
Liderleri: Abdullah b. İbâz’dır. Haricilerin en ılımlıları ve günümüze kadar ulaşan tek harici fırkasıdır.
Uman başta olmak üzere Hadramut, Zengibar, Libya, Tunus ve Cezayir’in çeşitli bölgelerinde
yaşamaktadırlar.
Görüşleri:
1. İmam için soy sop önemli değildir. İmam vasiyet ve tayinle değil serbest seçimle iş başına gelir.
2. Büyük günah işleyenler küfrü nimet manasında kâfirdirler.
3. Müslüman grupların yaşadığı topraklar İslam yurdudur. Onlarla evlenmek ve onlara varis-muris olmak
caizdir. Onların şahitliği makbuldür.
4. Ru’yetullah mümkün değildir. Şefaat yoktur.
5. Emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l münker farzdır.
6. Kur’an mahlûktur.
MU’TEZİLE (4.Hafta)
İslam toplumu bünyesinde 2/7. asırda ortaya çıkan akla öncelik veren, usûl-i Hamse prensiplerini
mezhebin temel esasları olarak kabul eden, itikadi ve siyasi edenlerle zuhur etmiş kelami bir mezheptir.
Kurucusu ve isimlendirilmesi
• Vasıl b. Ata (ö. 131/748) muhalifler tarafından; Mu’tezile, Kaderiye, Cehmiye, Seneviyye, Vaidiye
ve Muatıla gibi bazı isimlerle anılmışlardır.
• Kendileri ise; Mu’tezile, Ashabü’l-Adl ve’t-Tevhid, Adliyye, Ehli Hak ve fırkatü’n-Naciye gibi
isimlerle kendilerini tanıtmışlar.
Doğuşu ve Gelişimi
• İç faktörler:
• Dış faktörler
İslam’ı dış saldırılar karşısında korumak amaçlı kelam metodunu kullanmaları ve aklı ön plana
almaları
Tarihçesi
• Mutezile kelimesi başlangıçta, hiçbir surette zemmedilen bir fırkayı ifâde etmiyordu. Bu olaylar
sebebiyle onlara Mutezile denmesi daha ziyade siyasi durumları icabı idi. Dini ve kelâmi mânada
Mutezile, Vasıl b. Atâ al-Gazzal ( H.131 / M.748)' ın, al-Hasan al-Basri (Ö. H.110 / M. 728)'nin 44,
meclisinden ayrılması ile başlamıştır.
• Abbâsi döneminde ME’mun’un (218/833) iktidara gelmesiyle mezhebin görüşleri sarayın resmi
ideolojisi haline gelmiştir. Mu’tezilenin bu yükselişi Mu’tasım (ö. 227/842) ve Vasık (ö. 232/847)
dönemlerinde de aynen devam etmiştir. Bu yükselme dönemi Mütevekkil 8ö. 247/861) dönemi ile
sona ermiştir.
el-Menzile Beyn al-Menzileteyn. Yani iki menzile arasında orta bir menzile veya makam. büyük
günah işleyenler ne kâfir, ne de mü'mindirler. Onlar kâfirle mü'min arasında manevi bir dereceye
sahiptirler. Onlar fasıktırlar. Allah onların günahların affetmez. Tövbe etmeden ölürlerse
Cehenneme giderler. Ölmeden önce tövbe ederlerse mü'min sayılırlar.
el-Va’d ve’l Vaid Mutezile kâmil imandan çıkmış, fakat tamamen küfre sapmamış kimselerin yani
fâsıkların cezalandırılmasını ve mü'min olup taat üzerinde bulunanların mükâfatlandırılmasını
Allah için vacip addeder.
Mutezile'nin dördüncü prensibi tevhid'dir. Bu sebeple onlara Ehl-i Tevhid veya el-Muvahhidde
denir. Onlara göre kıdem Allah'a mahsus yegâne sıfattır. Onlar Allah' ın zatı ile kaim olan diğer
ezeli sıfatları nefyederler. Iddialarına göre Allah' ın zatı ile kaim veya zatına ilâveten sıfatlar kabul
etmek, birçok kadimlerin var olduğuna inanmak demektir. (Bu prensip mezhebin özünü ve
inançlarının temelini oluşturur)
Adâlet meselesi: Mutezile'nin bir diğer adı da Ashabü’l-Adl veya Adliyedir. Bu isim onların şu
anlayışının neticesi olmuştur: İnsan kendi filinin hâlikıdır. Allah insana bir işi yapıp yapmamak
kudretini vermiştir. Eğer böyle olmasaydı, insan yaptığı işlerden sorumlu olmazdı. İnsanın âhirette
sorumlu tutulması, tam hareket hürriyetine sahip olmasındandır. Bir kimseye ihtiyarı olmadan
yaptığı bir işten dolayı ceza verilmesi, Allah'ın adaletine aykırı düşer. Oysaki Allah kimseye
zulmetmez ve kimsenin hakkına tecâvüz etmez. Bu husus Kur'ân'daki birçok âyetle de tebliğ'
edilmiştir.
• İslamı tebliğ edilmesi, yayılması, muhatapların irşad ve ikna edilmesinde, ilhad ve zındıklık gibi
islama karşıt akımların önünün kesilmesinde mu’tezile’nin önemli katkıları olmuştur.
• Mu’tezile kelam (Akli) metoduyla mücadele verip kelam ilminin kurucusu ve Ehl-i Sünnet
kelamının oluşumuna da katkı sağlamıştır.
(5.Hafta)
• Ashabu’l Hadis, Ashabu’s-Sünne, Ehlü’l-Hak, Ehlü’l-İsbat, Fırka-ı Naciye ve Sevadü’l-Azam gibi
ismlerle anılmaktadır.
• Muhalifler ise, kendilerine mücbire, müşebbihe, ehlü’l-Amme ve sıfatiyye gibi isimler takmışlardır.
• Ehl-i Sünne, hakikatte bir fırka değil, Hz. Peygamber’in ve ashabının yolunu takip eden büyük
çoğunluktur.
Matüridilik
• Kurucusu: Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmud el-Matüridi’dir. ( 238-333/ 852-
944)
• Ebu’l-Muin en-Nesefî (ö. 508/1115) ile birlikte Matüridilik kelami bir akım olarak tarihteki yerini
almıştır.
• İmam Matüridi ile başlayıp Ebû’l Yüsr el-Pezdevî (ö. 478/1085) ile son bulan döneme
Mütekaddimün Dönemi denilmiş; Ebu’l-Muin en-Nesefî (ö. 508/1115) ile mütahhirin dönemi
başlar.
Bilgi Teorisi:
• Bilginin kaynağı: Duyular, akıl ve doğru haberdir.
• Duyularla sağlanan bilginin sağlamlığı duyuların sağlamlığına bağlıdır.
• Allah’ın Varlığı ve Sıfatları: Evrenin, İlim, kudret ve irade sahibi yüce bir varlık tarafından
yaratıldığına hükmetmek aklen zorunludur.
• Allah diğer varlık ve yaratılmışlara benzemediği için, mahiyeti söz konusu edilemez ve bu sebeple
Allah’ın zatı hakkında düşünmek ve Allah nedir gibi bir soruya cevap vermek mümkün değildir.
Allah hakkında bilgi sahibi olmak ancak onun isim ve sıfatlarını bilip öğrenmekle mümkündür.
Eş’arilik
Eserleri:
1. Makâlâtü’l-İslamiyyîn ve İhtilafü’l-Müslimin.
2. El-İbane an Usuli’d-Diyane.
3. El-Luma’ fi’r-Reddi ala Ehli’z-Zeyği ve’l-Bida’.
4. İstihsanu’l-Havd fi İlmi’l-Kelam.
ŞİA’ (6.Hafta)
• Şia kelimesi sözlükte: taraftar, partizan, fırka, yardımcı ve bir kişinin etrafında toplanmış zümre ve
topluluk manalarına gelir.
• Ancak Şia kelimesi Hz. Hüseyin’in şehadetinden sonra, Emevilere karşı Hz. Hüseyin’in intikamını
almak, Hz. Ali’nin soyundan gelenlerin hakkını aramak ve savunmak için bir araya gelen topluluğu
ifade eden siyasi bir terim olmuştur.
• Şeyh Müfîd, Şîa’nın, Resûlullah’ın vefatının ardından önceki halifelerin hilâfetini reddedip Ali’nin
imâmetini kabul eden; imâmetin kesintisiz devamını isteyen, kendilerinin Ali’ye tâbi olduğunu,
onun ise kimseye tâbi olmadığını düşünen Ali taraftarlarına verilen bir isim kabul edildiğini söyler
• Şia, Hz. Peygamber’den (s.a.s.) sonra insanların en faziletlisi olarak Hz. Ali’yi kabul edip onun
nass ve Peygamber’in tayiniyle imam olduğuna, Hz. Ali’den sonra imametin kıyamete kadar onun
soyundan gelenlerin hakkı olduğuna inanan kimselerin müşterek ismi olmuştur.
ŞİA’NIN DOĞUŞU
• Âlimlerin bir kısmı Ali taraftarlığının, Resûlullah’ın vefatını takiben yönetime Ehl-i beyt’ten
birinin ve özellikle Hz. Ali’nin getirilmesinin daha uygun olacağını düşünen ve çoğunluğu
Hâşimlerden olan bir toplulukla başladığını söyler.
• Şiiliğin doğuşu, Hz Peygamber’in vefatından sonra hilafetin Hz Ali’nin hakkı olduğunu söyleyen,
daha sonra Hz Osman’ın şehadeti, Hz Ali’nin şehadeti, Hz Hüseyin’in şehadetinden sonra intikam
için bir araya gelen tevvabun hareketi ve Muhtar es-Sakafî olayından sonra geniş bir zaman
diliminde ortaya çıkan bir siyasi oluşumdur.
• Bir kısmı, bunun Hz. Osman’ın ölümünün ardından ortaya ve nifak tohumunun bu devrede
Abdullah b. Sebe tarafından atıldığını ileri sürmüştür.
• Bir başka görüşe göre Ali taraftarlığı ve Şîa ismi Sıffîn Vak‘ası’yla birlikte zuhur etmiş.
Şia’nın Mezhepleşme Süreci
• Hz. Hüseyin’in şehadetinden sonra ortaya çıkan Tevvabun Hareketi, Muhammed b. Hanefiyye’nin
İmam ve mediliğini ileri süren Muhtar es-Sakafî ve İbn Sebe hareketinin, Şiiliğin ortaya
çıkmasında etkili olduğu ileri sürülmüştür.
Şii Fırkalar
• Zeydiyye: Mutedil Şîa’nın ilk mezhepleşme hareketlerinden biri Zeydiyye ile başlamıştır.
• Kurucusu: Zeyd b. Ali b. Hüseyin b. Ali’dir (r.a). Zeyd b. Ali Hz. Hüseyin’in şehadetinden sonra
Emevilere karşı ayaklanan ilk kişidir. Zeydiyye ilk olarak tamamen siyasi Saiklerle ortaya çıkmakla
beraber zamanla itikadi bir mahiyet kazanmıştır. Şii fırkalar arasında Ehl-i Sünnet’e en yakın
olanıdır.
Zeydiyye’nin doğuşu
• Zeyd ve Hişam b. Abdülmelik arasında cereyan eden bir görüşme sonucu İmam Zeyd’in Kûfe’ye
gidip orada ayaklanması sonucu gün yüzüne çıkmıştır. Bu mücadele sonucu Zeyd b. Ali şehit
düşmüş ve taraftarları dağılmıştır. Ancak hareket Yahya b. Zeyd liderliğinde horasan’da devam
etmiştir.
• Bundan sonra bir dizi isyan hareketlerinde bulunmuş ancak başarılı olamamışlar.
• Zeydîlik, Taberistan’da Hasan b. Zeyd, Muhammed b. Zeyd ve Hasan el-Utrûş gibi imamların
kurduğu devlet tarafından temsil edilmiş, fakat zamanla hâkimiyetlerini kaybeden Zeydîler, Abbâsî
emîrlerinin baskıyla Gîlân ve Deylem taraflarına çekilmiştir.
Görüşleri
• İmamette nass ile tayin ve vasilik söz konusu değildir. Ancak imamda bulunması gereken özellikler
belirtilmiştir. Bu özelliklere göre Hz. Ali Peygamber’den sonra imamlığa en layık kişi olarak kabul
edilir.
• İmam ilim ve takva sahibi olmalıdır. İmada ismet vasfı yoktur. İlim ise kesbidir.
• İmam Kureyşi olmakla beraber Haşimî ve Hz. Fatıma (Hz. Hasan ve Hüseyin) soyundan olmalıdır.
• Büyük günah işleyen nimeti inkâr manasında kâfirdir. Ameli konularda ise Hanefi mezhebine
paralel görüşlere sahipler. Mestlerin üstünü mesh caizdir. Ehl-i Kitab’ın kestiği caiz müt’a ise
haramdır. Zalim idarecinin arkasında kılınan namaz sahihtir. Zeydiyye’nin Mu’tezile’den farkı beş
temel esastan olan ‘el-Menzile beyne’l Menzileteyn’ ilkesi yerine İmamet ilkesini saymışlardır.
İsmailiyye
• Bu fırka; Cafer’i Sadık’ın oğlu İsmail’e nisbetten İsmailiye, Nasların zahiri manasını kabul
etmeyip, ancak Allah ile irtibatlı olan ‘Masum İmam’ın bunların gerçek anlamını bilir diyen
Batıniyye, Hamdan b. Eş’as Karmata’ya nisbeten Karamita, sır ve hakikkatlerin manasını ancak
masum imamın bildirmesi ile bilinebileceğini savunan Talimiyye ve yedi rakamına kutsiyet
atfettikleri için Seb’iye gibi isimlerle de anılmıştır.
• İsmâiliyye, Şiî rivayetlerine göre Ca‘fer es-Sâdık ölümünden önce imâmeti oğlu İsmâil’e
bırakacağını belirtmişken daha sonra bundan vazgeçmiş, İsmâil de babası hayattayken vefat
etmiştir. Ca‘fer’in ölümünün ardından İsmâil’in imâmetini ileri sürenler arasında “hâlis İsmâilîler”
diye anılan küçük bir grup onun ölmediğini ve imam olarak zuhur edeceğini iddia ederken
çoğunluk İsmâil’in öldüğünü ve imâmetin oğlu Muhammed’e geçtiğini ileri sürmüş,
• Gizli ve ihtilalcı bir hareket olarak ortaya çıkan İsmaililiğin doğuşunda ekonomik sıkıntılar, eski
kültürler ve iktidar mücadelelerin büyük rolü vardır.
• Fırkanın teşekkül sürecinde Ebû’l-Hattab Muhammed b. Ebî Zeyneb el-Esedî büyük rol oynamıştır.
Bu gruba Hattabiyye denilmiştir. Ebû’l-Hattab’dan sonra grubun liderliğine Meymun el-Kaddâh ve
oğlu Abdullah geçmiştir. İsmiliyye’nin kurucuları olarak kabul edilen bu kişiler Batıniyye’nin
inanç yapısını kurdular.
Tarihçesi
• Başlangıç döneminde fırkayı Meymûn b. Deysân el-Kaddâh ile oğlu Abdullah b. Meymûn
yönlendirmiştir. Muhammed b. İsmâil, Hârûnürreşîd zamanında düşmanlarından korunmak
amacıyla Meymûn ve Abdullah’la birlikte Medine’den ayrılarak önce Deylem’e, daha sonra
Nîşâbur’a gitmiştir. Bâtıniyye, Ta‘lîmiyye, Karâmita ve Seb‘iyye gibi adlarla anýlan fırkanın,
Muhammed b. İsmâil’in ölümünden Fâtımî- ler’in kuruluşuna kadar geçen yaklaşık bir buçuk
asırlık gizlilik dönemindeki imamlarının kimler olduğu bilinmemektedir. On birinci imam kabul
edilen Ubeydullah’ýn 297 (910) yılında mehdî sıfatıyla zuhur edip Kuzey Afrika’da Fâtımî
Devleti’ni kurmasıyla klasik İsmâilî doktrini yerine Fâtımî doktrini kendini göstermeye başlamıştır.
İmam Müstansır-Billâh devrinin sonunda (487/1094) İsmâiliyye, Müsta‘liyye ve Nizâriyye diye iki
gruba ayrılmış, Ahmet el-Müsta‘lî, Mısır’da imâmetini ilân ederken asıl halef olan Nizâr,
İskenderiye’de öldürülmüştür. Hasan b. Sabbâh başta olmak üzere Nizâr’ın imâmetini benimseyen
Mısır dışında ve doğuda bulunan İsmâilîler, Mısır’daki davetle ilişkilerini kesmişlerdir.
• Hasan Sabbâh’ın İran’da tesis ettiği fedai teşkilatıyla İsmaililiğin Irak, İran, Suriye ve Anadolu’da
yayılması sağlanmıştır.
Görüşleri
• Aşırı Te’vil ve Zahir Batın Ayırımı: Bu anlayışın en önemli özelliği zahir ve batın ayırımıdır.
İsmailiyye’nin inancına göre, Kur’an ve İslam şeriatının zahiri manası ile batıni manası tamamen
birbirinden ayrılır. Bu özelliklerinden dolayı ‘Batıniyye’ diye isimlendirilmiştir.
• Yedi Devir İnancı: İlk İsmaililere göre, insanlığın dini tarihi yedi devirden müteşekkil olup her bir
devir, şeriat getiren bir peygamberle başlamaktadır. Hz. Âdem, Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Hz.
Muhammed (Aleyhimü’s-Selam) bu peygamberlere Natık denilmiş. Ve her bir Natık’ın nasları
te’vil eden bir Vasi’si vardır. Hz. Peygamber’in vasisi ise Hz. Ali’dir.
• İmamet ve Nübüvvet: Şia’da olduğu gibi İsmailiyye’de de şehadete Ali Allah’ın velisi ve Nebinin
vasisidir. İbaresi eklenmiştir. Bundan dolayı Hz. Peygamber için sabit olan hususlar Hz. Ali Ve
soyu için de sabittir. İsmaililere göre imamet, imanın en önemli esasıdır.
• İman: allah’tan başka ilah olmadığına, Hz. Muhammed’in (s.a.s.) onun kulu ve elçisi olduğuna,
Cennet, Cehennem ve öldükten sonra dirilmenin hak olduğuna, kıyametin mutlaka kopacağına
şehadet etmek, zamanın imamını bilip tasdik ederek emrine teslim olmaktır…
İmamiyye Şiası
• Peygamber’in (s.a.s.) vefatından sonra Hz. Ali ve sırasıyla onun iki oğlu ile torunlarını allah’ın
emri ve Peygamber’in tayini ve vasiyeti ile meşru imam kabul eden ve böylece on iki imama
inanmayı dinin asıl rükünlerinden biri olarak görenlerin mezhebidir. Ayrıca on iki imamı kabul
ettikleri için isnâaşeriyye; itikat ve amelde İmam Sadık’ın görüşlerini benimsedikleri için Caferiyye
de denmiştir.
• Bu fırka günümüzde varlığını sürdüren ve en fazla taraftara sahip olan Şii fırkalardan birisidir.
İmamiyye’nin Teşekkülü
• Kerbeladan sonra ortaya çıkan Tevvabûn ve Muhtar es-Sakafî hareketleri Şiiliğin doğuşunu
hazırlayan olaylar, olarak tarihteki yerini almıştır. Ancak bu hareketlerin şii ve İmamî bir hareket
olduğunu söylemek mümkün değildir. İmamiyye çizgisindeki ilk ciddi farklılaşma ve imamet
nazariyesi oluşturma teşebbüsleri İmam Cafer Sadık döneminde filizlenmeye başlamıştır.
• Şia’nın on iki imamı: 1- Hz. Ali (40/661) 2- Hz. Hasan (50/6730) 3- Hz. Hüseyin (61/680) 4- Ali
Zeynel Abidin (95/173) 5- Muhammedd Bakır (114/733) 6- Cafer-i Sadık (148/765) 7- Musa
Kazım (183/799) 8- Ali er-Rıza (203/818) 9- Muhammedd et-Taki (220/835) 10- Ali en-Naki
(254/868) 11- Hasan el-Askeri (260/873) 12- Muhammet el Mehdi (256/ 870)
Tarihçesi
• İmamiyye tarihinde ilk defa Büveyhiler döneminde kendi akidelerini serbestçe yaymak ve yazmak
imkânı elde etti. İmamiyye çizgisindeki Şiiliğin yeniden canlanması Safevilerin İran’daki
hâkimiyetleri döneminde olmuştur. Erdebil Tekkesinin Şiileşmesi ve şah İsmail’in iktidarı ele
geçirmesiyle, İran’daki siyasi birlik sağlanmış ve Şiilik, bu dönemde İran’da resmi mezhep haline
gelmiştir.
Görüşleri
1. Tevhid: Allah’ın var ve bir olduğuna, hiçbir eşi-benzeri bulunmadığına inanmaktır. Tevhid dört
kısımdır: 1-Tevhid-i zat; Allah’ın zatı itibariyle birlenmesi. 2- Tevhid-i Sıfat: Allah’ın bir takım
zati sıfatları vardır. 3- Tevhid-i Fiil: Varlık aleminde Allah’ dan başka bir müessir yoktur. 4-
Tevhid-i İbadet: Hiçbir şekilde Allah’ dan başkasına kullukta bulunulmaz.
2. Nübüvvet: Nübüvvetin ilahî bir vazife ve Rabbanî bir sefirlik olduğuna inanır.
3. Adalet: Allah'ın âdil olması, hiçbir kimseye zulmetmemesi, insanların da iradesinde ve fiillerinde
hür olması demektir.
4. Mead: Mead, öldükten sonra dirilmenin ve âhiret hayatının gerçekleşeceğine olan inançtır
İsmet, İlim, imamın tebaasının en faziletlisi, en cesaretlisi, en cömerdi olması ve olgunluk alameti
sayılan her konuda tebaasının en mükemmeli olmasıdır imanın, yaradılışının, nesebinin kendinden önce ve
sonra hoş karşılanmayan ayıplardan uzak olmasıdır, İmamın Allah Teâlâ’ya en yakın ve mükâfata en fazla
hak kazanan biri olmasıdır. İmamın, imametine delalet eden ayet ve mucizelere sahip olmasıdır imamın,
asrında tek olması sebebiyle, bütün dünya için imam olmasıdır. Şecaat; imamın fitneyi önlemek, batıl
ehliyle mücadele ve onları batıldan men etmek hususunda, gerekli olan şeye sahip olmasıdır.
• İmamiyye’nin usuluddinden saymadığı, ancak itikadi konular arasında yer verdikleri üç mesele ;
1- Takiyye; Korunmak, sakınmak. Can ve mal güvenliği sebebiyle inancı gizlemek, olduğundan
farklı görünmek.
2- Beda: Allah’ın belli bir şekilde vuku bulacağını haber verdiği bir olayın daha sonra başka bir
şekilde gerçekleşmesi
3- Ric’at; Allah’ın bir grup insanı, mehdinin çıkışı sırasında, eski suret ve şekilleri ile dünyaya
döndüreceğine inanmak
NUSAYRİLİK (7.Hafta)
İsimlendirilme Sorunu
• Fakat en makul görüş, mezhebin kurucusu Muhammed b.Nusayr en-Nemiri’ye nisbetle bu isimle
anıldığıdır.
• Türkiye’de bu mezhebin mensuplarına, Nusayri ismin yanı sıra, Hatay alevileri, Arap uşağı ve
Fellah denilmektedir.
Nusayriliğin Doğuşu
• Nusayriliğin doğuşunda etkili olan en önemli sebep; Gulat Şii fırkaların ulûhiyet ve peygamberlik
telakkisi ve Şii imamiyye geleneğinden gelen mehdilik inanışıdır. Tarihçe. Nusayrîlik III. (IX.)
yüzyılda muhtemelen Basra’da doğmuş, İsnâaşeriyye’nin onuncu imamı Ali el-Hâdî en-Nakī ile on
birinci imam Hasan el-Askerî zamanında Kûfe ve Sâmerrâ’da yaşamış olan Muhammed b. Nusayr
tarafından kurulmuştur. İbnü’n-Nusayr, Ali en-Nakī’nin ilâhlığını, kendisinin de onun peygamberi
olduğunu iddia etmiş, tenâsühü benimsemiş, haramları helâl saymak gibi aşırı görüşler ileri
sürmüştür (Nevbahtî, s. 94). Şiî kaynaklarında kaydedildiğine göre Hasan el-Askerî zamanında
onun “bab”ı, on ikinci imam Muhammed Mehdî el-Muntazar’ın gaybeti sırasında da onun sefiri
olduğunu söylemiştir (Ebû Ca‘fer et-Tûsî, s. 398).
İnanç Esasları
• İnanç esasları: Mistik bilgilere ve Bâtıni tevillere dayanmaktadır, Kitabu’l-Mecmu’ adlı eser,
mezhebin görüş ve ahkâmını öğreten eserdir. Bu eserde; Kelime-i şahadet, mana-isim-bab üçlüsü
ve yaratılış nazariyesine ilişkin inançlar ortaya konmuştur. Ali manadır, Muhammet isimdir,
Selman ise bab tır. Bu inanış ayın, mim, sin harfleri ile sembolleşmiştir.
a) Tanrı inanışları: Ali’nin bizzat ilah olduğuna inananların yanında, Hz. Ali’yi tanrının tecessüm
etmiş bedeni olarak da görenler vardır.
b) Nusayrilere göre şahadet: Ben şahadet ederim ki Ali b. Ebi Talib’ den başka ilah yoktur,
övülmüş Muhammed’ den başka hicap yoktur, kendisine yönelinen Selman el-Farisi’den başka bab
yoktur. Hz. Ali zahirde Hz. Muhammed’le birlikte görünür batında ise tanrının ta kendisidir.
Melek ve şeytan inancı: Nusayriler, Hz Ali ve çevresindekileri melek olarak görürler. Aynı
şekilde Sünnilerin saygı gösterdiği birçok kimseyi de şeytan olarak görür ve onlara lanet ederler.
Bab İnancı: Ali manadır, Muhammet isimdir, Selman ise bab tır. Bu inanış ayın, mim,
sin harfleri ile sembolleşmiştir.
Beş Eytam: “eytam/ yetimler” adı verilen bir grup da vardır. Bunların her birinin evrenin idaresi
ile ilgili önemli görevleri bulunduğuna inanılır.
Yaratılış teorileri. Yaratılış nazariyeleri, tenasüh ve hulûl inancına göre şekillenmiştir. Buna
göre ruh, ölümle bedenden ayrıldıktan sonra yeni bir canlının bedeninde yer alır ve kötülükten
arınıncaya kadar dünyaya farklı inançlara mensup bedenlerde gelir. Nusayri olmayanların ruhları
hayvan bedenine girer.
Cennet ve Cehennem İnancı: tenasüh inancının bir gereği olarak Cennet ve Cehennem
semboliktir.
Tenasüh inancı: ruh, ölümle bedenden ayrıldıktan sonra yeni bir canlının bedeninde yer alır ve
kötülükten arınıncaya kadar dünyaya farklı inançlara mensup bedenlerde gelir. Nusayri olmayanların
ruhları hayvan bedenine girer.
Takiyye: Bir Nusayrinin inancının sırlarını başka inançtan olanlara açmaması gerektiği
mezhebe giriş merasimlerinde ilk şart olarak öne sürülür. Bu sırrı açığa çıkaranlar ölümle
cezalandırılır.
• Nusayrîliğin kendine özgü bir ibadet anlayışı vardır. İslâm’ın beş şartıyla ilgili uygulama oldukça
farklıdır ve batınî nitelikler taşımaktadır. Her Nusayrî, mezhebe girerken şehadet etmek zorundadır.
İnançlarına göre beş vakit namazın kendilerine tahsis edildiği “beş masum” vardır. Muhsin sabah
namazını, Muhammed öğle namazını, Fatır (Fatıma) ikindi, Hasan Akşam, Hüseyin Yatsı
namazımın temsil eder. Ali Muhammet ve Selman’ı yüceltiriz demek namazın edası için yeterlidir.
• Oruç, Hz. Muhammed’in babası Abdullah’ın sessizliğini sembolize eder.
• Zekâtın anlamı ise, dini öğrenmek ve insanlara aktarmaktır. Bu inanışa rağmen pratikte her
Nusayrî aile zekâtını, maddi durumuna göre şeyhe vermek zorundadır.
• Hac, kutsallığı olan özel mekânlara yapılan ziyaretlerdir. Mezhep içinde dinî işleri yürüten dört din
adamı sınıfı bulunmaktadır. Bunlar; büyük şeyh, şeyh, nüvvab ve imamdır.
• Hızır İnancı:
• Nusayrilikte dini işleri yürüten din adamlarına; Büyük Şeyh, Şeyh, Nüvvâb ve İmam denir.
• Mezhebe Giriş Merasimi: Nusayrilikte kadınlar dışında her Nusayrinin mezhebe girişi bir törenle
gerçekleştirilir. Cemaate giriş Nusayri sayılmanın temel şartıdır.
• İlk Aşama: Mezhebe girişe hazır olan çocuk ilk merhaleye alınır. Buna ‘Meşveret Cemiyeti’
denilir.
• Üçüncü Aşama:
A. Köken Açısından: Türkiye Alevilerin kökeni Türk, dilleri Türkçe ve ibadet dili de Türkçedir.
Suriye Alevilerin (Nusayri) dili ise Arapçadır. Türkiye Alevilerinin manevi önderleri Ahmet
Yesevi, Hacı Bektaş-ı Veli vb. Arap Alevilerin manevi liderleri ise Arap şahsiyetlerdir.
E. Âlem Tasavuru:
F. Ahiret İnancı: Kadınların Konumu:
Günümüzdeki durumları
DÜRZÎLİK
• Dürzilik; vezir Hamza b. Ali tarafından kurulan, Fatımi halifesi Hakim Biemrillah’ı tanrı olarak
kabul eden, dini-siyasi bir mezheptir. Kendilerini Muvahhidin yada Ehlü’t-Tevhid olarak
isimlendirirler. Gizlilik esasını koruyarak günümüze kadar ulaşan ve en doğru İslam anlayışına
sahip olduklarını iddia etmişlerdir.
• Fâtımîler’in altıncı halifesi el-Hâkim Biemrillah döneminde (995- 1021) İsmâililik içerisinden
çıkarak ayrılan ve el-Hâkim Biemrillah’ın ilahlığını iddia eden dini siyasi bir mezhep olarak
Dürzîlik, elHâkimiyye, el-Muvahhidûn, el-Muvahhidûn ed-Durûz, Benû Marûf, Âl-i Marûf,
Davetü’t-Tevhîd ve en çok da Dürziyye ve Durûz olmak üzere farklı biçimlerde isimlendirilmiştir
• Kökenleri; Yemendeki Süryani kökenli Araplar olup, büyük bir sel felaketinden sonra göç etmişler
ve Lübnan'ın dağlık yörelerine yerleşmişlerdir.
• Dürzîliğin inanç temelleri eski Mısır, Mecûsilik, Yeni Eflatunculuk, Yahudilik, Hıristiyanlık ve
İslam inançlarına, daha özelde İsmailî inançlara dayanır. Fatımîlerin başkenti Kahire, Dürzî
fikirlerin temellerinin atıldığı ve inançlarının sistemleştirildiği bir merkez konumundadır. Dürzî
inancın teşekkül ettiği dönemin arka planına bakıldığında, mezhepler arası çekişmelerin
alabildiğine yoğunluk arz ettiği, felsefi düşünce akımlarının İslâm coğrafyasında yaygınlık
kazandığı ve sosyo-politik açıdan kaos ve kargaşanın hakim olduğu görülür.
• Gelişimi süreci; Dürzîliğin inançsal kökeni İsmaili düşünce sistemine ve Mısıra hüküm süren
Fatımi devletine kadar uzanmaktadır. Dürzî inancın teşekkülünde ve açık bir şekilde
yayılmasındaki en etkin rolü Hâkim’in veziri olan Hamza b.Ali üstlenmiştir. Kendini Külli Akıl
olarak hâkimden sonra en üst makama yerleştirmiş ve kendini yegâne imam olarak sunmuştur.
Temel Prensipleri
• Esasları: Dürzîlik konusunda eser yazan müellifler, mezhebin iman ve amelle ilgili esaslarını
genel olarak dört ana bölüme ayırırlar. a) Hâkim-Biemrillâh’ın ilâh olduğuna inanmak. b) Eşyanın
ilk illeti, yaratılışın aslı olan “emr”i yani Hamza b. Ali’yi bilmek. c) Hamza’nın yardımcıları olan
hudûd veya vezirleri tanımak. d) Yedi esası (hisâl veya vesâyâ) bilmek ve gereğini yerine getirmek.
• a) Emri bilmek; Hâkimden sonraki en önemli makamdır. Hamza Allah’ın elçisi ve yaratıkların en
sonuncusudur. Kaimuz-Zaman olarak da adlandırılır.
• b) Beş hududu bilmek; Hâkim veya hamza tarafından görevlendirilen ve ondan gelen emirleri
öğretip yayan peygamber mertebesinde olan kişilerdir. Hudut, beş lahuti ilkeyi sembolize eder.
Kutsal simgeleri beş köşeli yıldızdır.
• c) Yedi esası bilmek; Kelime-i şahadet, namaz, oruç, hac, zekât, cihat ve velayetin yerine konan
yedi ahlaki öğüt, vesaya veya hisal olarak isimlendirilen uyulması zorunlu olup doğru sözlü olmak,
iman kardeşlerini koruma ve karşılıklı yardım, önceki tüm inançların ve ibadetlerin terk edilmesi,
iblisi ve bütün şer güçleri tanımama, Hâkim’in tek tanrı olduğuna inanmak, Hâkim’in buyruk ve
fiillerine rıza göstermek, açık ve gizli onun ilahi iradesine teslimiyet.
• d) Ruh göçü; Ruh ölmez gömlek değiştirir gibi bir cisimden başka cisme geçer ve beden değiştirir.
Bu yüzden tenasüh yerine Tekammus demişlerdir.
• Dürzîlere göre; Cennet, cehennem, Arş, Kürsi, hesap, ceza, mükâfat gibi kavramlar bu dünyaya
özgüdür. Resailü’l-Hikme veya el Hikmetü’ş-Şerife adıl eserlerini okuyup, gizli ibadet yaparlar.
Kadın erkek eşitliğini savunur.
Hiyerarşi
• İsmaililerde olduğu gibi mezhebe giriş büyük bir gizlilik ve yeminle başlar. Dini bakımdan
Dürzîler, Akıllılar (ukkal) ve Cahiller (cuhhal) olmak üzere ikiye ayrılır. Faziletlerine düşkün en üst
tabak ise Şuyuhul Akl vey Şuyuhlul Asr denilen kimselerdir.
Günümüzde Dürzîler
• Günümüzde Dürzîlerin kesin sayısı bilinmemekle beraber Lübnan, Suriye, Filistin ve Ürdün’de
yaklaşık 400-450 bin civarı nüfusa sahip oldukları tahmin edilmektedir.