Professional Documents
Culture Documents
Sakli Cocuk Camilla Lackberg PDF Indir 10272
Sakli Cocuk Camilla Lackberg PDF Indir 10272
Sıradan bir hayat süren yaşlı tarihçi Erik Frankel çalışma odasında ölü
bulunur. Evi, kitaplada ve özel bir merakla biriktirdiği Nazi dönemi
eşyalarıyla doludur. Ekip, cinayeti aydınlatmak üzere işe koyulurken,
dedektif Patrik babalık iznindedir. O, evde kalıp çocuk bakacak,
eşi Erica ise yeni kitabını tamamlayacaktır. Ama çiftin çatı katında,
Erica'nın annesinden kalan sandıkta buldukları kanlı bir zıbına sarılı
madalya, her ikisinin de aklını kurcalamaktadır.
Washington Post
�D!JGAN
.. KITAP
DOOAN KITAP TARAFINDAN YAYlMlANAN
DICER KITAPlARI
Buz Prenses
Vaiz
Taş Ustası
Yabancı
SAKLlÇOCUK
Camilla Lackberg
�DOGAN
-KITAP
Willie ile Meja'ya.
O danın dinginliğinde duyulan tek ses sineklerinkiydi.
Çılgınca çırptıkları kanatlarından sürekli bir vızıltı yükseli
yordu. Koltuktaki adam hareket etmiyordu; uzunca bir süre
dir de etmemişti. Aslında artık bir adam da sayılmazdı. Bir
adam, yaşayan, nefes alan ve hisseden biri olarak tanımlanı
yorsa, o bu tasvire uymuyordu. Çoktan bir leşe dönüşmüştü.
Böcekler ve kurtçuklar için bir sığınak haline gelmişti.
Sinekler hareketsiz figürün çevresinde cirit atıyorlardı.
Ara sıra üzerine konuyorlar, çenelerini oynatıyorlardı. Sonra
konacak yeni bir nokta aramak üzere tekrar havalanıyorlar
dı. İçgüdüsel olarak ileriiyorlar ve birbirlerine çarpıyorlar
dı. Adamın başındaki yaranın çevresi özellikle ilgilerini çeki
yordu; oysa kanın metalik kokusu çoktan uçmuş, yerini daha
ağır ve tatlıya kaçan farklı bir kokuya bırakmıştı.
Kan pıhtılaşmıştı. Önce adamın başının gerisinden kol
tuğa doğru akmış, sonra da yere damlayarak bir göl oluş
turmuştu. Kanın rengi ilk başta kırmızıydı ve canlı hücre
lerle doluydu. Şimdiyse renk değiştirmiş, siyaha dönmüştü.
Bu birikinti, bir insanın damarlarında dolaşan yoğun sıvı ol
maktan çıkmıştı. Artık sadece yapışkan, siyah bir şeydi.
Bazı sinekler karınlarını doyurmuşlar; yumurtalarını bı
rakmışlardı. Artık doyup tatmin olduklarına göre, dışarı çık
mak istiyorlardı. Görünmez bir engeli aşmak üzere nafile gi-
10
tü. Bir zıbında kan izleri bulmanın öyle yürek burkan bir ya
nı vardı ki. Bu zıbın çatı katına nasıl gelmişti? Kime aitti ve
annesi bunu neden saklamıştı?
Erica zıbını usulca yere, yanına koydu. Patrik'le bu giysi
yi ilk bulduklarında içinde sarılı olan şey artık orada değil
di. Erica'nın sandıktan\çıkardığı tek şey buydu; lekeli kumaşa
sarılmış bir Nazi madalyası. Madalyayı ilk gördüğünde için
de uyanan hisler şaşırtıcıydı. Kalbi çarprnaya başlamış, ağ
zı kurumuş ve gözlerinin önüne İkinci Dünya Savaşı'yla ilgi
li haberlerde ve belgesellerde yer verilen görüntüler gelmişti.
Fjallbacka'da bir Nazi madalyasının ne işi vardı? Üstelik ken
di evinde ve annesinin eşyaları arasında. Bu çok saçmaydı.
· Erica madalyayı yerine koyup sandığın kapağını kapat
mak istemişti, ama Patrik daha fazlasını öğrenebilmek için
onu bir ekspere götürmeleri konusunda ısrar etmişti. Erica
buna gönülsüzce razı olmuştu ama �anki içinde fısıldayan
birtakım uğursuz sesler, kendisini madalyayı bir kenara kal
dırması ve konuyu tamamen unutınası için uyarıyormuş gi
bi hissetmişti. Ancak merakı galip gelmişti. Haziran başında
madalyayı İkinci Dünya Savaşı dönemini iyi bilen bir ekspere
götürmüştü. Şansları yaver giderse, çok yakında madalyanın
nereden geldiğiyle ilgili daha fazla bilgi sahibi olacaklardı.
Anıa Erica'yı en çok ilgilendiren, sandığın en dibinde bul
duklarıydı. Mavi kapaklı dört defter. Kapakların üzerinde
annesinin tanıdık el yazısı; zarif, sağa yatık, ama biraz ace
mi . . . Erica bu sefer defterleri sandıktan çıkardı ve işaretpar
mağını bir tanesinin kapağında gezdirdi. Her birinin üzerin
de "Günlük" yazıyordu. Bu sözcük Erica'da merak, heyecan
ve heves gibi karmaşık hisler uyandırdı. Ama aynı zamanda
içinde korku, şüphe ve annesinin mahremine girdiğine dair
güçlü bir his de belirdi. Bu defterleri okumaya, annesinin en
özel düşüncelerine ve hislerine bumunu sokmaya hakkı var
mıydı? Bir günlük, başkalarının okuması için değildi. Anne-
13
dar ona sanldı. Sonra kızı tekrar yere indirip usulca William'a
doğru itti. " Bak, William sana ne getirmiş. Bir hediye!"
Bu sihirli sözcük, beklenen etkiyi gösterdi. William kurde
leli hediye paketini Maja'ya vermek üzere yalpalayarak yü
rürken, Maja'nın gözyaşlan buhar olup uçtu. Patrik'in yardı
mıyla paketi açan Maja içinden çıkan sevimli gri file bayıldı.
Onu göğsüne bastırdı, kollarını yumuşak gövdesine dolayıp
ayaklarını neşeyle yere vurdu, ama William'ın fili okşama gi
rişimini ona meydan okurcasına bakarak engelledi. Maja'nın
hayranı William bunu görünce çabalannı iki kat artırdı.
Patrik yeni bir anlaşmazlığı önlemek için kızını kucağına
alarak, "Hadi salona geçelim" dedi. William'ın annesi ve baba
sı da onu izlediler; oğulları büyük oyuncak kutusunun önüne
geçince, tekrar barış sağlandı. En azından geçici olarak.
Erica aşağıya inerken, " Selam millet" dedi. Misafirlerine
sarıldı ve William'ın başını okşadı.
Patrik mutfaktan, " Kim kahve ister?" diye seslendi. Üçü
de bir ağızdan, " Ben" dedi.
Johan, Elisabeth'le kanepeye oturduklarında bir kolunu
onun omzuna attı ve gülümseyerek, " Ee, evli bir kadın olarak
yaşamak nasıl bir şey?" diye sordu.
Erica, "Aynı sayılır. Patrik'in bana 'karıcığım' demesi ha
riç. Ona nasıl engel olabileceğime dair tavsiyeleriniz var mı?"
deyip Elisabeth'e dönerek göz kırptı.
" Boş versene. Çok yakında 'karıcığım' demeyi bırakıp hü
kümetten filan bahsedecek; bu yüzden tadını çıkarmaya bak.
Bu arada, Anna nerede?"
"Dan'ın evinde. Şimdiden birlikte yaşamaya başladılar."
Erica tek kaşını manidar bir şekilde kaldırdı.
''Ya, sahi mi? Amma da hızlılar." Elisabeth de kaşlarını
kaldırmıştı.
Kapı zilinin sohbetlerini bölmesiyle Erica ayağa fırladı.
" Muhtemelen onlar gelmiştir. Ya da Kristina" dedi. "Kristi-
15
na" derken her heceyi sesinde buz gibi bir vurguyla söylemiş
ti. Düğünden beri, Erica'nın kayınvalidesiyle arası iyice açıl
mıştı. Bunun başlıca sebebi, Kristina'nın Patrik'i gerçek bir
erkeğin dört aylık babalık izni almaması gerektiğine inandır
mak için canla başla uğraşmasıydı. Ancak Patrik kararından
dönmeyi reddederek annesini büyük bir hayal kırıklığına uğ
ratmıştı. Hatta sonbahar boyunca Maja'ya bakmayı teklif
eden de Patrik olmuştu.
" Merhaba, burada bir doğum günü kızı mı varmış?" An
na'nın girişten gelen sesi duyuldu. Küçük kız kardeşinin se
sindeki mutluluk tımlarını duydukça, Erica'nın içi titriyor
du. Uzun yıllar boyunca Anna'nın sesinden eksik olan neşe
artık geri gelmişti. Anna güçlü, mutlu ve aşık biri gibi konu
şuyordu.
Anna ilk baştaDan'la birlikte olduğu için Erica'nın kırıla
cağından korkmuştu. Ama Erica, Anna'nın bu endişesine gü
lüp geçmişti. Dan'la bir çift olmalannın üzerinden öyle uzun
zaman geçmişti ki. Hem, bu durumu uygunsuz bulsaydı bile,
sırf Anna'yı tekrar mutlu görebilmek için kendi hislerini bir
kenara bırakırdı.
" En sevdiğim kız neredeymiş bakalım?" İriyarı, sarı ş ın
ve yaygaracı bir adam olan Dan içeri girip gözleriyle Maja'yı
aradı. Maja ile Dan'ın arasında özel bir yakınlık vardı. Ma
ja kollannı iki yana açtığı gibi yalpalayarakDan'a doğru yü
rüdü. Artık doğum gününün ne anlama geldiğini kavramaya
başladığı için, "Hediye?" diye sordu.
''Tabii ki sana bir hediye getirdik tatlım" dediDan. Anna'ya
dönerek başını sallayınca, Anna gümüş renkli kurdeleli, pem
be kağıda sanlı, kocaman paketi Maja'ya uzattı. MajaDan'ın
kollanndan kurtularak hediyesini açmak için uğraşmaya baş
ladı. Bu sefer Erica da ona yardım etti. Elbirliğiyle paketi aç
tıklarında, içinden gözleri açılıp kapanan kocaman bir oyun
cak bebek çıktı.
16
yordu. Yarım saattir tek bir harf bile yazmamıştı. Beyni dur
muştu. Şimdiye kadar notlarını karıştırmış ve yaz boyunca
fotokopilerini aldığı makalelere göz atmıştı. Birkaç mektup
gönderdikten sonra, nihayet davanın ana figürüyle -yani ka
tille- bir görüşme ayarlamayı başarınıştı ama önünde daha
üç hafta vardı. O zamana kadar arşivde bulduklarıyla yetin
mek zorundaydı. Sorun şuydu ki, Erica nereden başlayacağı
nı bilmiyordu. Sözcükler bir türlü yerli yerine oturmuyordu
ve yazarların her zaman baş etmeleri gereken şüphe içini ke
mirmeye başlamıştı. Yoksa kelimeleri tükenmiş miydi? Eri
ca son cümlesini yazmış ve kotasını doldurmuş muydu? Zih
ninden başka kitaplar çıkarabilecek miydi? Mantığı ona ne
zaman yeni bir kitaba başlasa böyle hissettiğini söylüyordu,
ama bunun da bir yararı olmuyordu. Bu, her seferinde kat
lanmak zorunda olduğu bir tür işkenceydi. Neredeyse doğum
yapmak gibiydi. Bugün ise kendini her zamankinden daha
miskin hissediyordu.
Masanın üzerinde, bilgisayarın yanında duran defterlere
göz atarken kendini teselli etmek için, ağzına bilinçsizce ka
ramelli birDumlekola çİkolatası attı. Annesinin akıcı el ya
zısı onu bekliyordu. Arada kalmıştı; hem annesinin yazdık
Iarına bakmaya korkuyordu, hem de neyle karşılaşacağını
merak ediyordu. Yavaşça uzandığı birinci defteri elinde tart
tı. Defter inceydi; daha çok ilkokulda kullanılanlara benzi
yordu. Erica parmaklarını kapağın üzerinde gezdirdi. " Elsy
Moström" ismi tükenmezkalemle yazılmıştı, ama mavi mü
rekkep yıllar içinde fark edilir biçimde silikleşmişti. Most
röm, annesinin kızlık soyadıydı. Erica'nın babasıyla evlendi
ğinde annesi Falck soyadını almıştı. Erica yavaşça defteri aç
tı. Sayfalarda ince mavi çizgiler vardı. En tepeye tarih atıl
mıştı: 3 Eylül 1943. Erica ilk cümleyi okudu:
Bu savaş hiç bitmeyecek mi?
Fj allbacka, 1943
2. ingilizce coffee substitute, kahve aromalı içecek. Kahvenin zor bulunduğu Ikinci Dünya Savaşı döne
minde kullanımı artmıştır. (yay.n.)
33
4. Los Angeles'ta savaş suçları nedeniyle Nazilerin peşine düşen ünlü "avcı" Simon Wiesenthal adına ku
rulmuş ırkçılık ve Holokost araştırmaları merkezi. (yay. n.)
53
lenir ki? Öyle az bulunan bir şey değil. Bildiğim kadanyla bir
sürü var o madalyalardan . . . "
"Evet, biliyorum ama . . . " dedi Erica. Onu rahatsız eden bir
şey vardı. ''Yarın ekip arkadaşlarını arayıp madalyaya bak
malarını ister misin?"
"Bilmem ki" dedi Patrik. "Bence eski bir madalyayı ara
yarak vakit kaybetmekten daha önemli işleri vardır. Sonra
Erik'in ağabeyiyle konuşabiliriz. Bizim için madalyayı bul
masını isteyebiliriz. Muhtemelen hala evin içinde bir yerler
dedir."
"Tabii ya, Axel. Peki, o nerede? Neden kardeşinin cesedi
ni o bulmamış?"
Patrik omuz silkti. "Ben b abalık iznindeyim, hatıriadın
mı? Mellberg'i bizzat arayıp sorman gerekecek."
"Ha ha, çok komik" dedi Erica. Ama yine de içinde bir hu
zursuzluk vardı. "Sence de onu Axel'in bulmaması biraz tu
haf değil mi?"
''Tabii ki öyle, ama ziyarete gittiğinde Axel'in uzak bir ye
re gittiğini söylememiş miydin?"
"Şey, evet. Erik bana ağabeyinin yurtdışında olduğunu
söylemişti. Ama bu ta haziran ayında olmuştu."
"Bunu neden kafana takıyorsun ki?" Patrik bakışlarını
tekrar televizyona çevirdi. Home at Last başlamak üzereydi.
"Gerçekten bilmiyorum" diyen Erica boş gözlerle televiz
yon ekranına baktı. Neden böyle tedirginliğe kapıldığını ken
disine bile açıklayamıyordu. Ama Erik'in telefondaki sessizlİ
ğİnİ hala hatırlıyor ve madalyayı getirmesini söylediğinde se
sinin tınısındaki değişimi duyar gibi oluyordu. Erik'in aklın
da bir şey vardı. Madalyayla ilgili bir şey.
Erica bu düşünceyi zihninden uzaklaştırıp televizyondaki
sunucu Martin Timeli'in arkasındaki ahşap oymalara odak
lanmaya çalıştı.
55
da her şey ortada. Erik Frankel'in başına ağır bir cisimle vu
rulmuş . Muhtemelen taştan yapılmış bir şeyle, çünkü yara
da ufacık taş parçacıkları var ve bu da söz konusu cismin çok
gözenekli olduğunu gösteriyor. Darbe sol şakağına denk gelip
de beyinde ağır bir kanamaya yol açtığı için Erik hemen ora
cıkta ölmüş."
"Darbenin hangi yönden geldiğine dair bir fikrin var mı?
Arkadan mı? Yoksa önden mi?"
"Bence fail, kurbanın hemen karşısında duruyormuş. Ay
rıca büyük olasılıkla sağ elini kullanıyor. Böyle birinin sağ
dan saldırması daha mantıklı. Bunu solak birinin yapması
çok zor olurdu."
"Peki, kullanılan cismin ne olduğuna dair bir fikrin var
mı?" Patrik kendi sesindeki sabırsızlığın farkındaydı.
"Bunu belirlemek size düşüyor. Taştan yapılmış ağır bir ci
simden bahsediyoruz. Gerçi kurbanın kafasına sivri bir uç bat
mış gibi görünmüyor. Yara daha çok bir ezilmeye benziyor."
"Pekala, en azından elimizde küçük bir ipucu var."
Pedersen alaycı bir ses tonuyla, "Elimizde mi?" dedi. "Ba
balık izninde olduğunu söylemedin mi?"
Patrik, "Ee, evet" dedi ve devam etmeden önce bir saniye
liğine sustu. "Şey, yani herhalde karakolu arayıp onları bilgi
lendirirsin."
"Bu şartlar altında, bilgilendirsem iyi olur" dedi Pedersen
neşeyle. "Acaba cesaretimi toplayıp Mellberg'i mi arasam?
Yoksa başka bir önerin mi var?"
Patrik içgüdüsel olarak ''Martin'i ara" deyince Pedersen kı
kırdadı.
"Zaten ben de böyle karar vermiştim, yine de tavsiye için
teşekkürler. Gerçi beni şaşırtıyorsun; bana Frankel'in ne za
man öldüğünü sormayacak mısın?"
"Ah, doğru ya. Ne zaman ölmüş?" Patrik'in sesi tekrar he
vesli tımsına kavuşmuştu. Karin'e bir bakış daha attı.
88
ce. İlk başta her şey yolunda gibiydi ... ama sonra ... Britta oca
ğı açtı." Erica sözlerinin kulağa saçma geldiğinin farkınday
dı ama zaten durumun hiçbir mantıklı yanı yoktu. Arkasında
oturan Britta ise hiç durmadan çocuksu sesler çıkanyordu.
Herman torbaları yere koyarak, "Kanm Alzheimer hasta
sı" dedi. Sesindeki hüznü duyan Erica, kendini suçlu hisset
ti. Britta'nın hafızasının kusursuz bir berraklık ile mutlak bir
kafa kanşıklığı arasında gidip gelmesinden, onun Alzheimer
olduğunu tahmin etmesi gerekirdi. Bir yerlerde okuduğuna
göre, Alzheimer hastalannın beyinleri onları bir bilinmezliğe
sürüklüyor, sonunda geriye yalnızca bir sis perdesi kalıyordu.
Herman karısının yanına giderek ellerini usulca kulak
larından çekti. "Britta, tatlım . Alışveriş yapmak üzere dışa
rı çıkınarn gerekti. Artık geri döndüm. Şştt, geçti artık, her
şey yolunda" dedi. Onu koliarına alıp ileri geri salladı, niha
yet Britta'nın sayıklamaları durdu. Herman Erica'ya baktı.
"Artık gitseniz iyi olacak. Ve bir daha da gelmemenizi tercih
ederim" dedi.
"Ama karınız bir şeyden bahsetti . . . Bunu öğrenmem gere
kiyor. . . " Erica lafları ağzında gevelerken söylenecek en doğru
şeyi bulmaya çalıştı, ama Herman ona dik dik bakarak ka
rarlı bir şekilde konuştu:
"Sakın bir daha buraya gelmeyin."
Kendini davetsiz bir misafir gibi hisseden Erica evden çık
tı. Herman'ın kansıyla rahatlatıcı bir ses tonuyla konuştuğu
nu duydu. Ama zihninde Britta'nın eski gerçeklerle ilgili söy
ledikleri hala yankılanıyordu. Acaba ne demek istemişti?
rek, "Bu konuda yapabileceğin fazla bir şey yok" dedi. Baba
larının ailesine ne büyük acılar yaşattığını düşününce, öfke
den boğazı düğümlendi. Tord Johansson, Fjallbacka'da kav
gacı bir sarhoş olarak nam salmıştı. Karısı Ruth'u haftada
birkaç kez döverdi. Zavallı kadın dayak yedikten sonra evden
çıkmak zorunda kaldığında yüzündeki çürükleri bir eşarp
la gizlerdi. Bazen çocuklar da Tord'un öfkesinden nasiplerini
alırlardı, ama babaları şimdiye kadar dayaklarını Britta'nın
iki genç erkek kardeşine saklamıştı. Britta'ya ve küçük kız
kardeşine henüz el kaldırmamıştı.
Britta, "Keşke ölse. Sarhoşken denize düşüp boğulsa" di
ye fısıldadı.
Elsy onu daha da kendine çekti. "Şştt. Böyle şeyler söyle
memelisin Britta. Eminim ki Tanrı'nın takdiriyle her şey öy
le ya da böyle yoluna girecek. Babanın ölmesini dileyerek gü
nah işlemene gerek kalmadan."
"Tanrı mı?" dedi Britta acı acı. "Tanrı bizim evimize hiç
uğramadı ki. Yine de annem her pazar evde oturup dua edi
yor. Sanki ona çok faydası varmış gibi! Senin için Tanrı'dan
bahsetmek kolay. Annenle b aban çok iyi insanlar, hem re
kabet etmek ya da bakmak zorunda olduğun kardeşlerin de
yok." Britta sesindeki öfkeyi gizleyemiyordu.
Elsy arkadaşına sarılmayı bıraktı. Dostça ama sert bir ses
tonuyla, "Hayat bizim için de her zaman o kadar kolay değil"
dedi. "Babam her geçen gün daha da zayıfladığı için annem çok
üzülüyor. Öckerö torpillendiğinden beri, babamın gemisiyle
yaptığı her yolculuğun sonuncusu olacağını düşünüyor. Bazen
onu pencerenin önüne oturmuş, denize bakarken buluyorum.
Sanki babamı eve geri göndermesi için denize yalvarıyor."
Britta acıklı bir şekilde burnunu çekerek, "Bence hiç de
aynı durumda değiliz" dedi.
"Tabii ki aynı durumda değiliz. Demek istediğim ... of, ney
se boş ver." Elsy konuşmayı sürdürmenin faydasız olduğunu
1 59
zorunda kalmıştı. Her gün, her dakika, farklı bir ülkede doğ
muş olmasının bedelini ödemişti. Yalnızca bir yıl içinde ak
sansız konuşmaya başladığı, mükemmel İsveççesinin de yar
dımı olmamıştı. O bir yabancıydı.
Yaygın inanışın aksine, Paula ekibe katıldığında, ırkçılık
polis teşkilatında mesele olmaktan çıkmıştı. İsveçliler niha
yet başka ülkelerden gelen insanlara alışmışlardı. Paula'ya
artık bir göçmen olarak bakmıyorlardı. Hem uzun yıllar bo
yunca İsveç'te yaşadığı için hem de Güney Amerika geçmi
şi sayesinde Ortadoğu'dan veya Mrika'dan gelen mültecilerle
aynı kategoriye dahil olmadığı için. Paula çoğu zaman, yakın
dönemde gelen mülteciler kadar yabancı görünmemesi saye
sinde göçmenlik statü sünden kurtulmasının saçma olduğu nu
düşünürdü.
Frans Ringholm gibi adamları korkutucu bulurdu. Böyle
leri nüansları görmezlerdi. Yalnızca bir saniyeliğine baktık
ları birini dış görünüşlerine dayanarak hedef göstermeye ha
zırlardı. Annesiyle Şili'den kaçmalarına neden olan da aynı
türden, temelsiz bir önyargıydı. Yüzyıllardır süregelen ve sa
dece tek bir yöntemin, tek tip insanın makbul olduğuna, di
ğer her şeyin dünya düzenine yönelik bir lanet ve tehdit ol
duğuna yönelik inançlardı. Ringholm gibi insanlar hep var
olmuştu. Kaideleri belirleyecek zekaya ya da güce sahip ol
duğuna inanan insanlar . . .
"Kaç numara demiştin?" Martin Paula'ya dönerek düşün
celerini böldü. Paula elindeki kağıt parçasına baktı.
''Yedi numara."
Martin bir binayı işaret ederek, "İşte şurası" dedi. Patrik
arabayı binanın önüne yanaştırıp park etti. Kullen bölgesinde,
spor sahasının hemen karşısındaki apartmanın önündelerdi.
Kapıda alelade bir isimlik yerine, ahşaptan yapılmış çok
daha kişisel bir levha vardı. Üzerindeki Viola Ellmander is
mi zarif bir şekilde, elde boyanmış çiçekli bir çemberin içine
1 64
muş gibi görünüyordu. Onun için Lasse her şeyden önce bir
sardunya uzmanıydı; bunun yanı sıra bir spor yazarı ve tele
vizyon siması olduğu aklına bile gelmiyordu.
Patrik boğazını temizledi. "Anladığım kadarıyla, Erik
Frankel'le düzenli olarak görüşüyormuşsunuz." Bir an rlu
raksadıktan sonra devam etti. "Şey . . . başınız sağ olsun."
Viola kahve fincanına bakarak, "Teşekkür ederim" dedi.
"Evet, kendisiyle görüşüyorduk. Erik bazen burada kalırdı;
ayda iki kez filan."
Paula, "Nasıl tanışmıştınız?" diye sordu. Evlerinin ne ka
dar farklı olduğunu gördükten sonra, bu iki insanın bir araya
geldiklerini hayal etmek zordu.
Viola gülümsedi. Paula onun iki bm e sevimli gamzesi ol
duğunu fark etti.
"Erik birkaç yıl önce kütüphanede bir konuşma yapmış
tı. Tam olarak ne zamandı acaba? Herhalde dört yıl öncey
di . . . Hatırladığım kadarıyla konuşmanın konusu BohusHin
ve İkinci Dünya Savaşı'ydı. Sonra sohbet etmeye başladık ve
şey . . . ondan sonra arkası geldi." Viola bu anısını düşünürken
gülümsedi.
Martin, "Hiç Erik'in evinde buluşmaz mıydınız?" diye sor
du, uzanıp bir bisküvi aldı.
"Hayır. Erik burada buluşmamızın daha kolay olduğunu
düşünürdü. Evini ağabeyiyle paylaşıyordu. Axel çoğu zaman
evde olmasa da . . . Erik buraya gelmeyi tercih ederdi."
"Size hiç tehdit edildiğinden bahsetti mi?" diye sordu Pat
rik.
Viola başını hararetle iki yana salladı. "Hayır, hiç bah
setmedi. Bunu hayal dahi edemiyorum . . . Yani, kim Erik gi
bi emekli bir tarih öğretmenini tehdit eder ki? Düşüncesi bi
le saçma."
"Ama işin aslı şu ki, kendisi İkinci Dünya Savaşı ve
Nazizm'e duyduğu ilgi yüzünden tehditler alıyormuş; en azın-
1 66
Gösta tam bilgisayarında bir tur golf oyunu açmıştı ki, ko
ridorda Mellberg'in ayak seslerini duydu. Hemen oyunu ka
patıp eline bir rapor aldı, kendini okumaya kaptırmış gibi rol
yapmaya çalıştı. Mellberg'in ayak sesleri giderek yaklaşmış
tı ama yürüyüşünde bir tuhaflık vardı. Hem bu tuhaf hornur
tu da neyin nesiydi? Gösta sandalyesini çevirdi, başını dışan
uzatıp koridora baktı. Gördüğü ilk şey, her zamanki gibi dili
dışarıya sarkmış halde Mellberg'in önünde yürüyen Ernst ol
du. Ernst'in arkasında ise ayaklannı sürürnek için büyük bir
çaba sarf eden kambur bir adam vardı. Mellberg'e hem çok
benziyordu hem de benzemiyordu.
"Ne bakıyorsun öyle?"
Bu ses ve vurgu kesinlikle amirine aitti.
Gösta, "Ne oldu size?" diye sordu. Bu arada Maja'yı bes
lemekle meşgul olan Annika da başını mutfaktan dışanya
uzattı.
Mellberg anlaşılmaz bir şeyler mınldandı.
"Efendim?" dedi Annika. "Ne dediniz? Kaçırdım da."
Mellberg ona ters ters bakarak · "Salsa dersleri alıyorum.
Bir sakıncası mı var?" dedi.
Gösta ve Annika hayretle birbirlerine baktılar. Duyguları
nı yüzlerine yansıtmamak için çabalıyorlardı.
"Ee?" diye bağırdı Mellberg. "Kimse komik bir yorum yap-
1 75
Bundan eminim. Evet, 1 7 Haziran' dı. Oraya iki kez daha gi
dip baktım ama evde kimse yoktu ve anahtar da paspasın al
tında değildi. Ben de yaz boyunca evde olmayacaklannı bana
söylemeyi unuttuklarını düşündüm." İnsanların ona bir şey
ler söylemeyi unutınalarma alışkın olduğunu göstermek is
tercesine omuz silkti.
Patrik elini uzatarak, "Teşekkürler, çok yardımcı oldu
nuz" dedi ve Laila kendisiyle gevşek bir biçimde tokalaşın
ca hafifçe ürperdi. Birisi eline ölü bir balık koymuş gibi his
setmişti.
Arabaya binip karakola doğru yola çıktıklarında, "Ee, ne
düşünüyorsunuz?" diye sordu.
"Bence Erik Frankel'in Haziran'ın 1 5'iyle 1 7'si arasında
öldürüldüğüne emin olabiliriz" dedi Paula.
Patrik başıyla onaylayarak, "Evet, ben de aynı fıkirdeyim"
dedi. Tam o sırada Anras'tan önceki keskin dönüşe biraz faz
la hızlı girince bir çöp kamyonuyla çarpışmasına ramak kal
dı. Çöpçü Leif yumruğunu kaldınp Patrik'e doğru sallayınca
dehşete kapılan Martin kapı kolunu kavradı.
Arka koltukta oturan Paula, "Ehliyetini Noel hediyesi ola
rak mı aldın sen?" diye sordu. Belli ki ölümün kıyısından
döndükleri bu deneyim onu fazla etkilememişti.
Patrik gücenerek, "Ne demek istiyorsun, ben dört dörtlük
bir şoförüm!" dedi ve destek beklercesine, dikiz aynasından
Martin'e baktı.
"Tabii ya" dedi Martin alaycı bir şekilde. Sonra dönüp
Paula'ya baktı. "Onu İsveç'in En Kötü Sürücüleri denen prog
rama başvurması için teşvik ettim ama herhalde fazla kalifi
ye olduğunu düşündüler. Eğer katılımcılardan biri Patrik ol
saydı, ortada yanşma filan olmazdı."
Paula güldü, Patrik ise alındığını göstermek için homur
dandı. "Neden bahsettiğini bilmiyorum. Birlikte onca vakit
geçirdik; bir yere çarptığım ya da kaza yaptığım oldu mu hiç?
1 88
* * *
bir kez daha baktı. Sonra yumruğunu geriye çekip hızla çene
sine indirdi. Axel, kafası geriye savrulduysa da, yere düşmedi.
"Daha sert vur!" Tezahürata başka gardiyanlar da katıl
mış; delikanlının alnında pırıl pırıl ter damlalan birikmişti.
Artık Axel'e bakmaya çalışmıyordu. Tüfeğini almak için ye
re eğilip ona vurmak üzere havaya kaldırdığında, gözleri ışıl
ışıldı.
Axel tamamen içgüdüyle başını çevirince, darbe sol kula
ğına indi. İçinde bir şeyler kırılmış gibi oldu ve tarifsiz bir acı
hissetti. Bir sonraki darbe ise yüzüne indi. Sonrasını hayal
meyal hatırlıyordu. Hissettiği tek şey acıydı.
....
•
kaydı" dedi Kjell. "Ama hem Erik hem de ben olayı fazla bü
yütmemeye karar verdik. Erik bu deneyimin Per'e iyi bir
ders olacağım düşünmüştü. Per'in bir daha böyle bir şey yap
mayıp aklını başına toplayacağını sandı. Hepsi bu kadar.
Oraya gidip Per'i aldım, onu bir güzel azarladım ve . . . " Son
ra omuz silkti.
"Ama belli ki Erik Frankel'le, Per'in eve izinsiz girmesi dı
şında bir şey daha konuşmuşsunuz. Per'in duyduğuna göre
Erik'in elinde size vereceği bazı bilgiler varmış; gazeteci ola
rak ilginizi çekebilecek bilgiler. Sonra ikiniz ilerleyen günler
de buluşmak üzere sözleşmişsiniz. Hatırladınız mı?"
Kjell soruyu sessizlikle karşıladı. Sonra başını iki yana
s a ll adı . "Hayır, böyle bir şey hatırlamıyorum . Bunu ya Per
uydurdu ya da duyduklarını yanlış yorumladı. Erik sadece
Nazizm hakkında bilgiye ihtiyaç duyarsam kendisiyle temas
kurabileceğimi söylemişti."
Martin ve Paula kuşkuyla Kjell'e baktılar. İ kisi de söyle
diklerinin tek kelimesine dahi inanmamışlardı, ama yalan
söylediğini kanıtlayamazlardı.
Martin nihayet, "Babanızla Erik'in görüşüp görüşmedikle
rini biliyor musunuz?" diye sordu.
Kjell'in omuzları bir parça gevşedi; sanki konuyu değiş
tirdikleri için rahatlamış gibiydi. "Bildiğim kadanyla, hayır.
Ö te yandan, babamın eylemleriyle hiç ilgilenmiyorum - ma
kalelerimden birinin konusu olduklan zamanlar dışında."
"Bu biraz tuhaf değil mi?" dedi Paula. "Yani babanızı böy
le alenen eleştirmeniz."
"Sizin yabancı karşıtlığıyla mücadele etmenin önemi
ni herkesten daha iyi kavramanız gerekir" dedi Kjell. "Adeta
kanserli bir tümör gibi topluma yayılan bu eğilimle savaşmak
için elimizden geleni yapmalıyız. Babam bu kanserin bir par
çası olmayı seçiyorsa . . . şey . . . bu onun kararıdır" dedi ellerini
savurarak. "Bu arada babamla aramızda gerçek bir ilişki yok;
2 76
ğına dair hiçbir fikri yoktu. Onu esas korkutansa, pes etmeye
başladığını fark etmiş olmasıydı. Dış düşmanlarla savaşabilir
di. Bütün enerjisini güç tacirleriyle ve neo-N:azilerle savaşma
ya harcayabilir, yel değirmenlerine savaş açabilirdi - hem de
ne kadar büyük olurlarsa olsunlar. Ama iş eski ailesine -Per
ile Carina'ya- gelince, sanki bütün gücünü yitirdiğini hissedi
yordu. Çektiği vicdan azabı bütün gücünü tüketmişti.
Beata'yla çocukların fotoğrafına baktı. Tabii ki Magda ve
Loke'yi seviyordu ve onlardan ayrı yaşamak istemezdi. Ama
aynı zamanda, her şey fazlasıyla hızlı gelişmiş ve sarpa sar
mıştı. Kendini bambaşka bir düzenin içinde bulmuştu. Bazen
bunun ona yarardan çok zarar getirip getirmediğini merak
ediyordu. Belki de sadece zamanlaması yanlıştı. Ya da bir
tür orta yaş krizi geçiriyordu ve Beata kötü bir zamanda kar
şısına çıkmıştı. Ö nceleri olup bitene inanamamıştı: Beata gi
bi genç ve çekici bir kızın, onun gibi biriyle ilgilenmesine ih
timal vermemişti. Ama bunun doğru olduğu ortaya çıkmıştı.
Ve Kjell onunla yatmaya, diri ve çıplak vücuduna dokunma
ya, gözlerindeki hayranlığı izlemeye karşı koyamamıştı. Ade
ta büyülenmiş gibiydi. Sağlıklı düşünemiyordu; bir adım ge
ride duramıyor, hiçbir mantıklı karar alamıyordu. Esas iro
nik olansa, aklının başına geldiğine dair ilk belirtileri sergi
lerneye tam başladığı sırada, durumu üzerindeki kontrolünü
tümden yitirmesiydi. Beata'nın tartışırken hiçbir karşıt fikir
ileri sürmemesinden, Ay'a iniş ya da Macaristan'daki ayak
lanma hakkında hiçbir şey bilmemesinden yorulmaya başla
mıştı. Hatta parmaklarıyla hissettiği pürüzsüz teninden bi
le sıkılmıştı.
Her şeyin altüst olduğu anı hala hatırlıyordu. Beata'nın
iri mavi gözleriyle ona bakıp baba olacağını haber verdiği,
uzun zamandır söz verdiği gibi artık Carina'ya ilişkilerinden
bahsetmek zorunda olduğunu söylediği o an, daha dün gibi
aklındaydı.
283
9. Patatesten yapılan ve lskandinavya'da yaygın olarak tüketilen alkollü bir içecek. (ç.n.)
287
mek Erik için de çok zor oldu. Ve tabii Axel'in bütün ailesi
için" dedi Elof içini çekerek.
Hans'ın gözlerinden bir gölge geçti. "Birçok insan bu sa
vaşla acı bir şekilde sınandı" dedi.
Elof bu oğlanın o yaştaki hiç kimsenin şahit olmaması ge
reken şeyler gördüğünü tahmin edebiliyordu.
"Peki ya senin ailen?" diye sordu temkinle. Tezgahın ba
şında dikilen Hilma elindeki tabağı kurulamaya ara verdi.
Hans gözlerini masaya dikti ve sonunda, "Nerede oldukla
rını bilmiyorum" dedi. "Savaş bitince -tabii biterse- geri gi
dip onları arayacağım. O zamana kadar Norveç'e dönemem."
Hilma, oğlanın sarı kafası üzerinden Elofla göz göze gel-
di. Bir süre yalnızca bakışarak sessiz bir konuşma yaptıktan
sonra fikir birliğine vardılar. Elof boğazını temizledi.
"Şey, genellikle evimizi yazın burayı ziyaret edenlere ki
ralarız ve onlar buradayken biz de bodrum katında yaşarız.
Ama bu oda yılın geri kalanı boyunca boş kalıyor. Belki . . .
bundan sonra ne yapacağına karar vermeden önce bir süre
liğine burada kalıp dinlenmek istersin. Muhtemelen sana iş
de bulurum. Belki tam zamanlı olmaz ama en azından cebine
288
''Yardım edin!"
Erica yukan kattan gelen çığlıkları duyunca irkildi. Mer
divenleri birkaç s1çrayışta çıkarak sese doğru koştu.
"Ne oldu?" diye seslendi ama odalardan birinin kapısın
da duran Margareta'nın yüzünü görünce olduğu yerde kaldı.
Margareta'ya yaklaştı. İçerideki çift kişilik yatağı fark edince
keskin bir nefes aldı.
Margareta inleyerek, "Baba" dedi ve odaya girdi. Erica
baktığı şeyden ya da ne yapması gerektiğinden emin olama
dan kapı ağzında kalmıştı.
Margareta tekrar, "Baba" dedi.
Herman yatağa uzanmıştı; tavana bakıyor ve kızının fer
yatlarına cevap vermiyordu. Britta yanında yatıyordu. Yüzü
solgun ve katıydı; ölmüş olduğu şüphe götürmezdi. Herman
ona dönüp kollarını cansız bedenine sımsıkı doladı.
"Onu öldürdüm" dedi alçak sesle.
Margareta'nın soluğu kesildi. "Ne diyorsun sen baba? Ta
bii ki onu öldürmedin!"
Herman boğuk bir sesle, "Onu öldürdüm" diye tekrarladı
ve cansız karısına daha da sıkı sanldı.
Kızı yatağın etrafından dolamp onun yaruna oturdu. Tem
kinli bir şekilde Herman'ın ellerini gevşetmeye çalıştı ve birkaç
denemeden sonra başardı. Onunla konuşurken alnını okşadı.
290
Patrik irkilerek Martin'e baktı. "Elli yıl mı? Parayı bir ki
şiye mi yoksa bir şirkete mi gönderiyormuş?"
"Göteborg'daki birine gönderiyormuş. İsmi dosyadaki evrak
lardan birinde yazıyor'' dedi Martin. "Burada büyük meblağlar
dan bahsetmiyoruz. Tabü ki gönderilen para miktarı yıllar için
de artmış, ama en güncel ödemeler yaklaşık iki bin kron civa
nnda; çok fazla sayılmaz. Yani Erik şantaja fılan uğramış ola
maz, çünkü kim elli yıl boyunca para göndermeyi sürdürür ki?''
Martin sözlerinin kulağa ne kadar yavan geldiğini fark
edince, alnına bir şaplak indirmek istedi. O para transferleri
ni kontrol etmeliydi. Eh, geç olsun ama güç olmasın diye dü
şündü. Maja'yı diğer dizine oturtarak, "Bugün Axel'i arayıp o
transferierin perde arkasını öğrenirim" dedi.
Patrik bir süre sessiz kaldı. Sonra, "Bak ne diyeceğim. Bi
raz evden uzaklaşıp arabayla gezinsem hiç fena olmaz" dedi.
Dosyayı açıp kağıdı çıkardı. "Wilhelm Friden. Anlaşılan pa
rayı alan kişi buymuş. Yarın oraya gidip kendisiyle yüz yü
ze konuşabilirim. Bu adres" -Patrik elindeki kağıdı salladı
"güncel mi?"
"Evet, bankadan aldığım adres bu. Yani güncel olmalı" de
di Martin.
"Güzel. Yarın oraya giderim. Hassas bir konu olabilir; bu
yüzden karşılıklı görüşmek telefon etmekten daha iyi."
"Tamam. Eğer bunu yapmak istiyorsan sana gerçekten
minnettar kalınm" dedi Martin. Maja'yı işaret ederek, "Peki
ya o ne olacak? .. " diye sordu.
Patrik kızına kocaman gülümseyerek, "Onu da yanımda
götürebilirim" dedi. "Sonra da Lotta Teyze ve kuzenlere uğ
ranz, değil mi tatlım? Kuzenlerini görmek istemez misin?"
Babasıyla hemfıkir olan Maja neşeli sesler çıkardı.
Patrik dosyayı işaret ederek, "Bu birkaç gün bende kalabi
lir mi?" diye sordu. Martin durup düşündü. Çoğu belgenin fo
tokopisini aldığı için sorun yoktu.
3 02
ki. . ." Kristina susunca Erica hayretler içinde ona baktı. Kris
tina başını kaldırıp konuşmasına devam etti: "Şunu bilmeni
isterim ki, sizinle ve Maj a'yla geçireceğim saatler için yaşı
yorum . Lotta'nın Göteborg'da kendine ait bir hayatı var ve
sürekli buraya gelmesi ya da benim oraya gitmem kolay de
ğil, çünkü evlerinde fazladan yer yok. Dediğim gibi, size yap
tığım ziyaretierin de pek hoş karşılanmadığını biliyorum."
Kristina tekrar bakışlarını kaçırarak Erica'yı utandırdı.
"İtiraf etmeliyim ki bu büyük ölçüde benim suçum" dedi
Erica usulca. "Ama sana her zaman kapımız açık. Maja'yla bir
likte o kadar çok eğleniyorsunuz ki. Tek istediğimiz, özelimi
ze saygı göstermen. Orası bizim evimiz ve her zaman misafi
rimiz olarak gelehi1irsin. Yani biz, daha doğrusu ben, uğrama
dan önce uygun olup olmadığımızı sormak için telefon edersen
çok sevinirim. Lütfen pat diye eve daima ve Tanrı aşkına bize
evimizi nasıl idare edeceğimizi ya da çocuğumuzu nasıl yetiş
tireceğimizi öğretmeye kalkışma. Eminim, Patrik babalık izni
boyunca kendisine destek olmandan memnuniyet duyacaktır."
"Evet, bence de" dedi Kristina gülerken gözleri ışıldaya
rak. "Patrik nasıl?"
"İlk başlarda biraz bocaladı" dedi Erica. Kristina'ya Pat
nk'in Maja'yı bir olay yerine ve karakola götürdüğünü anlat
tı. "Ama sanırım artık nelerin önemli olduğu konusunda an
laştık."
"Ah şu erkekler" dedi Kristina. "Lars'ın Lotta'yla evde ilk
kez yalnız kaldığı günü hatırlıyorum. Lotta yaklaşık bir ya
şındaydı ve tek başıma alışverişe çıkmıştım. Dükkan sahibi
nin gelip beni bulması ve Lars'ın telefon ettiğini söylemesi sa
dece yirmi dakika sürmüştü. Bir tür kriz durumu yaşandığını
ve eve gitmem gerektiğini anlattı. Ben de bütün aldıklarımı
bırakıp eve koştum. Gerçekten de bir kriz yaşanıyordu."
Gözleri irileşen Erica, "Sahi mi? Peki ne olmuştu?" diye
sordu.
317
* * *
"Korkarım yok."
Erica içini çekti. "Şey, her neyse. H erhalde o zaman da
işim fazla kolay olurdu." Sonra yüzü aydınlandı. "Acaba ar
şivlerde buraya son gelişirnde benim için bulduğun makale
lerde adı geçen biriyle ilgili herhangi bir şey olup olmadığını
kontrol edebilir misin? Onun için özel bir tarama yapmamış
tık, sadece annemi ve bazı arkadaşlarını araştırmıştık. Ken
disi Hans Olavsen adında Norveçli bir direnişçi. Bir süre bu
rada, · Fjallbacka' da kalmış . . . "
"Savaşın sonuna doğru. Evet, biliyorum" dedi Christian
sözünü keserek.
Hevesi kınlan Erica, "Onu tanıyor musun?" diye sordu.
"Hayır, ama son birkaç gün içinde birileri bana ikinci kez
bu adamı soruyor. Anlaşılan popüler biri" dedi Christian.
Erica nefesini tutarak, "Onun hakkında başka kim bilgi
edinmek istedi?" diye sordu.
Christian tekerlekli çalışma sandalyesiyle küçük bir kutu
nun yanına giderek, "Bir bakayım" dedi. "Hans hakkında da
ha fazla bilgiye ulaşırsam kendisini ararnam için kartını bı
rakmıştı. Eğer daha fazlasını bulsaydım onu arayacaktım."
Kendi kendine mırıldanarak kutunun içindekileri taradı ve
sonunda aradığını buldu.
"Halı. İşte burada. Kartta Kjell Ringholm yazıyor."
"Teşekkürler Christian" dedi Erica gülümseyerek. "Artık
kiminle sohbet etmem gerektiğini biliyorum."
Christian, "Anlaşılan durum ciddi" diye kıkırdadı ama gü
lümsemesi gözlerine yansımadı.
"Pek sayılmaz. Sadece Hans Olavsen'le neden ilgilendiği
ni merak ettim" dedi Erica sesli düşünerek. "Peki, Kjell Ring
lıolm buradayken Hans Olavsen hakkında bir şey bulahildin
mi?"
"Sadece geçen sefer sana verdiğim belgeleri bulabildim .
Korkanın daha fazlası yok."
3 70
nundaki bir tım Frans'ı kendine getirdi. Yüzü tuhaf bir renk
alan Erik'e baktı ve boyuunu bıraktı.
" Ö zür dilerim" dedi gözlerini ovarak. " Ö zür dilerim . . .
Ben . . . "
Erik doğrularak Frans'a bakarken, elleriyle çürük içinde
kalmış boğazını yokladı. "Bu da neydi böyle? Az kalsın beni
boğacaktml Aklını mı kaçırdın sen?" Sonra yamulan gözlük
lerini çıkarıp düzgün bir şekilde tekrar taktı.
Frans gözlerinde boş bir ifadeyle doğruca önüne baktı ve
cevap vermedi.
Britta elinin tersiyle gözyaşlarını silerek, "Frans, Elsy'ye
aşık. O yüzden böyle yaptı" dedi buruk bir sesle. ''Ve Elsy'nin
kendisine bir şans vereceğini sanıyordu. Ama böyle düşündü
ğün için aptalın tekisin, Frans! Elsy hiçbir zaman sana dö
nüp bakınadı ki. Şimdi de kendini o Norveçlinin koliarına
atıyor. Bense . . . " Britta gözyaşianna boğuldu ve taşlık yamacı
koşarak inmeye başladı.
Frans ifadesiz gözlerle onun gidişini izledi.
"Lanet olsun Frans, sen . . . Bu doğru mu?" Erik gözlerini
ona dikti. "Sen Elsy'ye aşık mısın? Yani, bu doğruysa neden
öfkeden deliye döndüğünü anlarım. Ama nasıl olur . . . " Erik
sustu ve başını iki yana salladı.
Frans cevap vermedi. Veremezdi. Zihni Elsy'yi öpmek üze
re eğilen Hana'ın ve ona karşılık veren Elsy'nin görüntüsüy
le doluydu.
.....
•
ğım için." Patrik çok uzun zaman önce aklından çıkardığı sah
ne gözlerinin önüne gelince acı acı güldü. "Ama bilmiyorum . . .
Şimdi farkına varıyorum ki, bunu aslında ikimiz iyi anlaşa
madığımız için yapmış."
"Peki, sence bunu unutmuş olabilir mi?" diye sordu Erica.
"Bazen sadece güzel şeyleri hatırlamaya meyilliyizdir."
"Doğru ama sanırım gerçekte nasıl bir ilişkimiz olduğunu
hatırlıyor. Yani tabii ki hatırlıyor'' dedi Patrik; gerçi ses tonu
biraz kuşkuluydu. Konuyu değiştirmek için can atarak, "Ee,
yannki programın nedir?" diye sordu.
Erica Patrik'in ne yapmaya çalıştığını gayet iyi biliyordu
ama üstüne gitmedi. "Axel'le biraz sohbet etmeyi düşünüyor
dum. Bir de nüfus müdürlüğüne ve vergi dairesine telefon
ederim; bakalım Hans hakkında bir şey bulabilecek miyim?"
"Dur bir dakika, senin yazman gereken bir kitabın yok
mu?" Patrik gülse de, sesi hala gergin çıkıyordu.
"Kitap için yeterince zamanım var; zaten gerekli araştır
malann çoğunu yaptım. Hem bu konuyu kafamdan çıkarma
dan önce kitaba yoğunlaşmakta zorlanacağım; onun için bı
rak da şu işi bitireyim . . . "
Patrik ellerini kaldırarak, "Tamam, tamam" dedi. "Sen
kocaman bir kızsın ve zamanını nasıl değerlendireceğini bili
yorsun. Biz Maja'yla programımızı yaparız; sen de kendi işle
rine bakarsın." Ayağa kalktı ve Erica'nın yanından geçerken
başının tepesine bir öpücük kondurdu.
"Benim gidip yeni bir sanat eseri inşa etmem gerekiyor. Tae
Mahal'in bire bir ölçekli modelini yapmayı düşünüyorum."
Erica gülerek başını iki yana salladı. Bazen evlendiği ada
mın aklının başında olup olmadığını merak ediyordu. Her
halde değildi; öyle karar verdi.
" 'Biz' mi?" dedi Axel sözünü keserek . " 'Biz' derken neyi
�astediyorsunuz?" Sesi gergin geliyordu.
Erica duraksadı. Sonra da, " 'Biz' derken, Fjallbacka kü
tüphanesinde bana yardım eden Christian'ı kastetmiştim.
Hepsi bu" dedi. Kjell'den bahsetmedi. Axel de bu açıklamayı
kabullanmiş gibi göründü.
"Evet, o zamanlar hapisteydim" dedi tekrar gerilerek.
Sanki vücudundaki bütün kaslar nelere katlandıklarını ha
tırlamışlar ve gerilerek tepki vermişlerdi.
''Yani onunla hiç tanışmadınız mı?"
Axel başını iki yana salladı. "Hayır, ben geri döndüğümde
o çoktan gitmişti."
"Fjallbacka'ya ne zaman döndünü 7.?"
" 1 945 yılının Haziran ayında. Beyaz otobüslerle."
Erica, "Beyaz otobüslerle mi?" diye sordu ama sonra tarih
derslerinde bu konuyla ilgili bir şey duyduğunu anımsadı.
Erica'nın hayal meyal hatırladıklarını teyit eden Axel,
"Bu, Folke Bernadotte tarafından yürürlüğe konan bir plan
dı" diye cevap verdi. "Kendisi Alman toplama kampların
da bulunan İskandinavyalıların eve dönüşünü organize et
ti. Otobüsler askeri hedeflerle karıştırılmasınlar diye beyaza
boyanmıştı; yanlannda ve tepelerinde kırmızı haçlar vardı."
"İyi ama esirleri savaş bittikten sonra taşıdılarsa neden as
keri hedeflerle kanştınlma riski olsun ki?" diye sordu Erica.
Axel onun bilgisizliği karşısında gülümsedi ve tekrar başpar
maklannı çevirmeye başladı. ''İlk otobüsler Almanlarla yapılan
pazarlığın ardından, 1945'in Mart ve Nisan ayları gibi erken
bir tarihte esirleri almaya gitti. O zamanlar on beş bin kadar
esiri eve getirdiler. Savaşın sona ermesinin ardından, Mayıs
ve Haziran aylannda eve on bin kişi daha getirdiler. Ben 1945
Haziranı'nda gelen son otobüsteydim." Axel olan biteni oldukça
gerçekçi bir şekilde anlatıyordu ama Erica o mesafeli ses tonu
nun altında, onun yaşadığı dehşetin yankılarını duyabiliyordu.
408
Carina oğluna dik dik bakarak, "Per!" diye bağırdı. Per ise
omuzlannı silkmekle yetindi.
"Epey fazla" dedi Frans alaycı bir şekilde. "Ama hesap se
nin adına açıldığı halde, yirmi beş yaşına gelene kadar para
ya dokunamazsın." Parmağını azarlarcasına salladı. "Aynca
annen parayı yönetecek kadar olgunlaştığına kanaat getirip
sana izin verene kadar da parayı kullanamazsın. Bu şart yir
mi beş yaşına geldiğinde de geçerli olacak. Eğer annen para
yı mantıklı bir şekilde yönetebileceğine güvenmezse, tek bir
kuruş bile alamazsın. Aniadın mı?"
Per bir şeyler mırıldandı, ama Frans'ın dediklerini itiraz
etmeden kabullendi.
Carina tüm bunlara ne anlam vereceğini bilemedi . Frans'ın
tavrında ve ses tonunda onu huzursuz eden bir şeyler vardı.
Öte yandan, Per için yaptıklanndan ötürü ona büyük bir min
net duyuyordu. Paranın nereden geldiğine kafa yormayacaktı.
Frans'ın eline uzun zaman önce geçmiş olmalıydı ve gelecek
te Per'e yardımı dokunacaksa, Carina boş yere tartışma çıkar
mayacaktı.
"Peki Kjell'e ne diyeceğim?" diye sordu.
Frans başını kaldırıp gözlerini ona dikti. "Per parayı ala
na kadar Kjell bu konu hakkında hiçbir şey bilmeyecek. Ona
bir şey söylemeyeceğine dair söz vermeni istiyorum! Bu se
nin için de geçerli Per." Frans torununa otoriter bir bakış at
tı. "Tek talebim bu. Sen parayı alana kadar babanın hiçbir
şey öğrenmemesi."
Babasından bir sır saklayacağı için çok sevinen Per, ''Ta
mam. Babamın bunu öğrenmesine gerek yok" dedi.
Sonra Frans daha sakin bir ses tonuyla konuşmasına de
vam etti: "O çocuğu tartakladığın için muhtemelen cezalan
dırılacağını biliyorum. Şimdi sana söyleyeceklerimi dinleme
ni istiyorum." Per'i kendisiyle göz göze gelmeye zorladı. "Ce
zanı kabul edeceksin. Seni büyük ihtimalle ıslahevine gön-
434
lar o kadar uzun zaman önce yaşanmış ki, konuya asla tam
anlamıyla hakim olamayacağız."
Hayal kırıklığına uğradığı açıkça belli olan Erica, "Muhte
melen haklısın" dedi. Masasındaki şekerleme paketine uzan
dı. "Bir tane Dumlekola iste r misin?"
Patrik, "Tabii" diyerek paketin içinden bir tane şekerleme
aldı. Sessizce şekerlerini yerken, Hans Olavsen'in vahşice öl
dürülmesinin ardındaki sırrı düşündüler.
Patrik'in yüz ifadesini inceleyen Erica nihayet, ''Yani sen
ce bunu Frans mı yaptı? Emin misin? Peki Erik ile Britta'yı
da öldürdüğü kesin mi?" diye sordu.
"Evet, bence o yaptı. En azından yapmadığını gösteren
pek fazla bulgu yok. Martin laboratuvar raporunun pazarte
si günü çıkmasını bekliyor ve bu sayede hiç olmazsa Frans'ın
Britta'yı öldürdüğü kesinleşecekmiş gibi görünüyor. Sanıyo
rum ki soruşturma Frans üzerinde yoğunlaştığına göre, onu
Erik'in cinayetiyle ilişkilendirecek kanıtlar bulmaya çalışa
caklar. Hans'a gelince . . . O kadar uzun zaman önce öldürül
müş ki, bu konuyu tam olarak açıklığa kavuşturabileceğimiz
den şüpheliyim. Sadece . . . " Patrik yüzünü buruşturdu.
Erica, "Ne oldu? Sana tuhaf gelen bir şey mi var?" diye
sordu.
"Tam olarak tuhaf denemez. Fakat Erik'in öldürüldüğünü
düşündüğümüz tarihlerde Frans'ın orada olmadığını doğru
layan tanıkları var. Ama arkadaşlan yalan söylüyor olabilir.
Martin ve diğerleri bunu araştıracak. Tek çekincem bu."
"Peki Frans'ın ölümüyle ilgili hiçbir şüphe yok mu? Yani
bunun bir intihar olduğundan hiç şüphe yok mu?"
"Hayır, pek yok. Silah Frans'a aitmiş, silah hala elindey
miş ve namlusu da ağzındaymış."
Salıneyi zihninde canlandıran Erica yüzünü buruşturdu.
Patrik devam etti: ''Yani silalım üzerinde Frans'ın par
mak izleri olduğunu ve silahı tuttuğu elinde barut kalıntılan
448
"Erica!"
Erica ön kapının çarparak kapandığını duydu ve Patrik'in
neden böyle bağırdığını merak etti. "Ne oldu? Acil bir şey mi
var?" Sahanlığa çıkıp yukarıdan Patrik'e baktı.
"Aşağıya insene. Sana söylemem gereken bir şey var" dedi
Patrik. Heyecanla Erica'ya aşağıya gelmesini işaret etti ve Eri
ca dediğini yaptı. Patrik salona geçerek, "Gel, oturalım" dedi.
İkisi de kanepeye oturduklannda, "İşte şimdi salıiden me
raklandım" dedi Erica. Patrik'in yüzüne baktı. "Anlat bakalım."
Patrik derin bir nefes aldı. "Pekala. Hani bir yerlerde baş
ka günlükler olabileceğini söylemiştİn ya?"
"Evett?" Erica birdenbire içinin hop ettiğini hissetti.
469
Hans bir daha geri dönmemişti. Elsy'yi öpüp ona veda et
miş, çok yakında döneceğini söylemiş ve gitmişti. Elsy de
hekl emişti. İlk başlarda H ans'a inanmış ve kendini güven
de hissetmişti; sonradan içine bir huzursuzluk çökmüş ve za
man içinde yoğun bir paniğe dönüşmüştü. Çünkü Hans bir
daha geri dönmemişti. Sözünden dönmüş ve Elsy'ye ihanet
etmişti. Hem Elsy'ye hem de çocuklarına. Elsy ona o kadar
güvenmişti ki. Kendisine verdiği sözü asla sorgulamamış,
Hans'ın da kendisini en az onun Hans'ı sevdiği kadar sevdi
ğine kesin gözüyle bakmıştı. Ne kadar da aptal ve saftı! Kim
bilir kaç kız aynı hikayeyle kandırılmıştı?
Hamileliğini saklaması artık imkansız hale gelince, Elsy
annesine açılmıştı. Başını eğmiş ve annesiyle göz göze gel
meye cesaret ederneden ona her şeyi anlatmıştı. Göz göre gö
re aldandığını, Hans'ın vaatlerine inandığını ve şimdi de ço
cuğunu taşıdığını söylemişti. Annesi önce tek kelime dahi et
medi. Mutfakta otururlarken aralarına ölümcül, buz gibi bir
sessizlik çöktü ve korku ancak o anda Elsy'nin kalbini ger
çek anlamda ele geçirdi. Çünkü içten içe annesinin onu kolla
rını almasını ve "Her şey yoluna girecek sevgili çocuğum. Bir
yolunu bulacağız" demesini umuyordu. Elsy'nin babası ölme
den önce sahip olduğu anne, böyle yapardı. Yaşadığı utanca
rağmen kızını sevecek kadar güçlü olurdu. Ama Hilma'nın
4 73
''Martin!"
"Paula!"
İkisi de haberi acilen vermek üzere birbirlerinin odalarına
koşarken, aynı anda bağırmışlardı. Yanakları kızarmış· hal
de koridorda durup birbirlerine baktılar. Kendini ilk topla
yan Martin oldu.
"Benimle gel" dedi. "Kj ell Ringholm buradaydı ve sana
söylemem gereken bir şey var."
Martin'in peşinden onun odasına giren Paula, "Tamam
ama benim de sana bir şey söylemem gerek" dedi.
Martin kapıyı kapattı ve oturdu. Paula da onun karşısına
geçti ama bulduklarını anlatmak için o kadar hevesliydi ki,
yerinde duramıyordu.
"Ö ncelikle Frans Ringholm, Britta Johannsson'u öldürdü
ğünü itiraf etmiş. Ayrıca Erik Frankel ve . . . " Martin duraksa
dı ve "Mezarda bulduğumuz şu adamı da öldürdüğünü ima
etmiş."
Hayretler içinde kalan Paula, "Ne? Yani ölmeden önce oğ
luna itirafta mı bulunmuş?" diye sordu.
Martin üç sayfalık mektubun bulunduğu plastik dosyayı
masanın diğer ucuna doğru itti. "Aslında daha sonra itiraf et
miş. Kjell bu mektubu bugün almış. Oku ve bana ilk izlenirn
lerini söyle."
4 79
Bir saat sonra tekrar aşağıya indi. "Şu ana kadar hiçbir
şey bulamadım. Yukarıya bakmaya devam edeyim mi yoksa
bir süreliğine yer değişelim mi? Sen ilginç bir şey buldun mu?
"Hayır, henüz değil." Martin başını iki yana salladı. ''Yer
değiştirmek muhtemelen iyi bir fikir. Ama . . . " Düşüneeli bir
şekilde koridordaki bir kapıyı işaret etti. " Ö nce bodrumu
kontrol edebiliriz. İkimiz de henüz oraya inmedik."
Paula bodrumun kapısını açarak, "İyi fikir" dedi. Mer
divenler zifiri karaniıktı ama Paula kapının hemen dışın
da, koridorda yer alan elektrik düğmesini buldu ve ışığı aç
tı. Paula peşinde Martin'le aşağıya indi ve birkaç saniye son
ra merdivenlerin dibinde durup gözlerinin karanlığa alışma
sını bekledi.
Martin yanına geldiğinde, "Ne kadar da ürkütücü bir yer"
dedi. Gözlerini duvarlarda gezdirdi ve gördüğü manzara kar
şısında ağzı açık kaldı.
Paula parmağını dudaklanna götürerek, "Şşt . . . " dedi. "Bir
şey duydun mu?"
Martin kulak kesilerek, "Hayır" dedi. "Hayır, hiçbir şey
duymadım."
"Sanki bir araba kapısının kapandığını duydum. Sen bir
şey rluymadığından emin misin?"
"Evet, eminim. Muhtemelen hayal gücünün işi" dedi Mar
tin. Sonra yukarıdan gelen ayak seslerini duyunca sustu.
"Hayal gücümün işi, öyle mi?" Paula ayağını ilk hasarnağa
koyarak, "Bence yukarı çıksak iyi olur" dedi. O anda bodrum
katının kapısı çat diye kapandı ve kilitte dönen bir anahtar
sesi duydular.
"Kahretsin!" Paula merdivenleri çıkarken ışıklar söndü.
Zifiri karanlıkta kalmışlardı.
Paula, "Çıkar bizi buradan!" diye bağırdı ve Martin onun
kapıyı yumruklarlığını duydu. "Beni duydun mu? Biz polisiz!
Şu kapıyı aç ve bizi dışan çıkar!"
487
gözünün önüne geldi. İster ölü ister diri olsunlar, Axel ken
disine sataşmak için sıraya giren insanlara bu zevki tattır
mayacaktı. Bu utançla yaşayamazdı. Ve yaşamak zorunday
dı. Önemli olan tek şey buydu.
Kulağı her zamankinden kötü bir şekilde hışırdadı ve
Erik'in dediklerini duyamaz oldu; sadece dudaklarının kıpır
dadığını görüyordu. Artık karşısındaki Erik değildi. Grini'de
ki o sanşın delikanlıydı; konuştuklarında Axel'e dostça davra
nan ve o insanlık dışı yerdeki tek insan olduğuna inandırarak
onu kandıran kişiydi. Tüfeğini kaldınp Axel'in gözlerinin içine
baka baka dipçiğini kafasına vuran delikanlının ta kendisiydi.
İçi öfke ve acıyla dolup taşan Axel en yakınındaki cismi
eline aldı. Ağır taş büstü havaya kaldırdı, Erik konuşmaya
ve masasının üzerindeki not defterine karalamaya devam
ederken başının üzerinde tuttu.
Sonra büstü elinden bıraktı. Hiç güç uygulamadı; sadece
büstün yerçekiminin etkisiyle kardeşinin kafasına düşmesi
ne izin verdi. Hayır, bu Erik'in kafası değildi. Hapishanede
ki gardiyanın kafasıydı. Yoksa Erik'inki miydi? Her şey birbi
rine girdi. Evlerinin kütüphanesindeydi, ama toplama kampı
nın kokulan ve sesleri, cesetlerden yükselen leş kokusu, eşza
manlı olarak yere basan botlar ve bir gün daha yaşayıp yaşa
mayacağını belirleyen Almanca komutlar o kadar canlıydı ki . . .
Tene ve kemiğe çarpan ağır büstün sesi, Axel'in kulakla
rında hala yankılanıyordu. Sonra her şey bitti. Erik sadece
bir kez inledikten sonra cansız bir şekilde, gözleri hala açık
vaziyette sandalyesine yığıldı.
İlk şoku atıatıp ne yaptığını fark ettikten sonra, Axel'in
üzerine tuhaf bir sakinlik geldi. Olan olmuştu. Taş büstü ma
sanın altına koydu, elindeki kanlı eldivenleri çıkardı ve ceke
tinin cebine tıktı. Sonra bütün perdeleri kapattı, kapıyı kilit
ledi ve arabasına bindi. Havaalanına gidip ilk uçakla Paris'e
geri döndü. Sonraki haftalarda ise bu olayı tamamen hasıral-
507
* * *
Sayısız kez tekrarlamış olsa da, "Çok ama çok özür dile
rim" dedi.
Johanna yorgun bir halde gülümsedi. "Sana ulaşamayın
ca epey bir sövdüğümü itiraf etmeliyim ama kilitli kalmanın
senin suçun olmadığını biliyorum. Hatta iyi olmana seviniyo
rum."
"Ben de. Yani ben de senin iyi olmana seviniyorum" de
di Paula onu tekrar öperek. ''Ve o . . . muhteşem." Johanna'nın
kollarında yatan oğluna baktı; hala burada, karşısında oldu
ğuna inanamıyordu.
Johanna oğlunu Paula'ya uzatarak, "Alsana" dedi. Paula
yatağın kenarına oturdu ve bebeği kollarında salladı. "Peki
ya bugün Rita'nın da cep telefonuna cevap vermemesine ne
demeli?"
Yeni doğan oğluyla mırıldanarak konuşan Paula, "Biliyo
rum. Annem yıkılmış durumda" dedi. "Onunla bir daha asla
konuşmayacağına inanıyor."
Johanna, "Hey, bunu kasıtlı olarak yapmadı ki. Hem bana
yardım edecek birini de buldum" diyerek güldü.
"Buna hala inanamıyorum" dedi Paula. "Bertil'in bekleme
odasında annerne neler dediğini duymalısın. Orada oturmuş,
oğlumuzun ne kadar 'müthiş bir çocuk' olduğunu ve senin ne
kadar cesur davrandığını söyleyip duruyor. Eğer annem ona
daha önce aşık olmadıysa, artık kesinlikle olmuştur. Yüce
Tanrım." Paula başını iki yana salladı.
"Bir an kaçıp gideceğini sandım ama itiraf etmeliyim ki,
beklediğimden çok daha dayanıklı çıktı."
Sanki Bertil kendisi hakkında konuştuklarını duymuş gi
bi kapıyı çaldı ve yanında Rita'yla birlikte eşikte durdu.
Johanna eliyle içeri girmelerini işaret ederek, "Gelin ha
di" dedi.
Rita, Paula'yla torununun yanına giderek, "Sadece nasıl
olduğunuzu görmek istedik" dedi.
509
beraber attığını duymak istiyordu. Ama bir şey hep onu dur
duruyordu. Son anda, ayağa kalkıp kızına sarılmadan önce,
hep o ufacık ve sıcak vücudu kollannda hissediyordu. Hans'a
ve kendisine çok benzeyen oğlu, dünyaya yeni açtığı gözleriy
le ona bakıyordu. Bu aşk çocuğunu birlikte yetiştireceklerini
düşünmüştü. Ama bunun yerine tek başına, yabancılada do
lu bir odada doğum yapmıştı. Oğlunun vücudundan ve sonra
da kollarının arasından kayıp gittiğini hissetmiş, hakkında
hiçbir şey bilmediği başka bir anneye götürülüşünü izlemişti.
Elsy elini sandığa sokup zıbını çıkardı. Yıllar içinde soluk
laşan kan izleri artık daha çok pas lekesini andırıyordu. Elsy
o tatlı ve ılık kokudan eser kalıp kalmadığını anlamak için
zıbını burnuna götürdü. Ama hüsrana uğradı. Burnuna sade
�e ağır bir küf kokusu geldi. Sandıkta geçen onca yılın ardın
dan, oğlunun kokusu Elsy'nin içine çekmesini imkansız kıla
cak şekilde uçup gitmişti.
Elsy bazen onun izini sürmeyi düşünüyordu. Sadece iyi ol
duğundan emin olmak için. Ama bu fikri hiçbir zaman ha
yata geçirmemişti. Tıpkı bir gün kızlarına sarılma ve kalbini
kapatmasına neden olan yemini bozarak özgürlüğe kavuşma
fikrini hayata geçİrınediği gibi.
Elsy sandığın dibinde duran madalyayı alıp elinde tart
tı. Bunu Hans'ın odasını ararken, çocuğunu doğurmak üzere
oradan ayrılmadan önce bulmuştu. O zamanlar hala eşyaları
arasında kendisini ve çocuğunu neden terk ettiğine dair bir
ipucu bulabileceğine inanıyordu. Ama birkaç parça giysi ha
ricinde bulabildiği tek şey bu madalyaydı. Hans'ın bunu ne
reden bulduğunu, madalyanın ne ifade ettiğini ya da Hans'ın
hayatında ne gibi bir rol oynadığını bilmiyordu. Ama önemli
olduğunu sezdiği için onu saklamıştı. Madalyayı dikkatle zı
bına sardı ve bu küçük çıkını sandığa geri yerleştirdi. Sonra
günlükleri ve Erica'nın sabah yaptığı resmi çekmeceye koy
du. Çünkü Elsy'nin kızlarına verebildiği tek şey buydu. Anı-
526
Micke, bana bir kez daha inanılmaz destek olduğu için, te
şekkür etmek istediğim insanlar listesinin başında yer alı
yor. Her zamanki gibi yayıncım Karin Linge Nordh'a, içtenli
ği ve taslağıını daha iyi bir kitaba, beni de daha iyi bir yaza
ra dönüştüren titiz dikkati için teşekkürler. Ayrıca İsveç'teki
yayınevim Forum'daki herkese, beni yüreklendirmeye devam
ettikleri için teşekkür ederim. Her birinizle çalışmak büyük
bir zevk.
Ayrıca hikayemdeki bilgilerin ve çeşitli yorumların doğru
luğuyla ilgili de yardım aldım. Tanumshede Karakolu'ndaki
memurlar her zamanki gibi çok yardımcı oldular; özellikle de
Petra Widen'e ve Folke Asberg'e teşekkürlerimi sunuyorum.
Martin Melin ise taslağı okudu ve polisiye detaylarla ilgili
değerli katkılarda bulundu. 1 940'lar ve savaş zamanındaki
İsveç hakkında tarihsel detaylar sunan babası Jan Melin'den
aldığım yardım ise işin tuzu biberi oldu. Göteborg adli tıp la
boratuvarındaki Jonas Lindgren'e, kendisine sorular yönelt
meme izin verdiği için bir kez daha teşekkürler.
Ayrıca Anders Tarevi'ye taslağı okuduğu ve Fjallbacka'yla
ilgili b azı detayları düzelttiği için teşekkür ederim; ne de
olsa uzun zamandır orada yaşamıyorum. Annem Gunnel
Lackberg de Fjallbacka hakkında bilgi verdi ve çocuk bakıcı
sı rolünü üstlenerek yardımıma koştu. Aynısı Hans ve Mona
52 8
Camilla Uickberg
Koh lanta, Tayland, 9 Mart 2007
www.Camillalackberg.com