Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 11

Kurt Asan (Hikaye 1)

“Anne, anneannem ile dedemi özledim. Hemen gidelim mi. Onlar da beni özlemiştir
belki” diye Asan üzücü gözlerle baktı. Annesi yukarıdaki odada, ocaktaki tavaya ekmek
koyarken:

“Azıcık, azıcık daha dayan evladım. Üç gün sonra kış tatiline çıkacaksın. Ondan sonra,
bütün tatilini orada geçireceksin. Sen sadece derslerinde başarılı ol, tamam mı yavrum?”

“Tamam” deyip yetişkinler gibi bir ağır nefes çekti. Üç gün Asan’a sanki üç aya kadar
devam edecekmiş gibiydi. Parmaklarıyla sayıp durdu.

Babası ise ahırda hayvanlarla ilgileniyordu. Sadece dört beş küçükbaş, büyükbaşla
geçinen Kazak ailesiydi. Köyde fazla hayvan kalmadı. Önceki gün sabah köyün hayvanlarına
iki kurt saldırmış ve hayvanların çoğunu öldürmüş. Bir iki tanesini götürmüş diğerini öldürüp,
karınlarını parçalamışlardı. Tüm köy kovalayıp vursa bile yakalayamamışlar. Komşular
sırayla nöbet tutmuşlar ama yine de iki kurt ele geçmemiş.

Asan kurdun nasıl olduğunu dünyayı tanıma ders kitabından görmüştü. En çok
resminden gördüğü kurt gri kurttu. Köye kurtlar saldıralı o kurdun resmi olan kitabı elinden
hiç bırakmadı. Babasına gösterir, babası evde yoksa annesine gösterirdi. Kurt hakkındaki tüm
gazete dergileri bulur, oradaki resimleri keser, kendi odasının duvarına asardı. “Bunca
resimleri toplayıp ne yapacaksın, yavrum” diye soran annesine Asan: “Büyüdüğümde
kahraman olurum, sonra bu kurtların hepsini vururum. Ondan sonra hayvanlarımıza hiçbir
kurt saldıramaz. Hayvanlarımız rahat yaşar, ben ise kahraman ismini alacağım” diye göğsünü
kabarttı. Gerçekten o resimlere iyice bakardı, rengine, detayına kadar incelerdi. Çünkü
dünyayı tanıma dersinden her zaman çok iyi puan alırdı. Kurdun yavrusunun böltirik1
olduğunu da biliyordu. Küçük yaşta olmasına rağmen çoğu zamanını orta okul ders kitaplarını
okumakla, araştırmakla geçiriyordu. Büyüklerin bile aklından geçmeyen şeyleri düşünür ve
onu çözmeye çalışırdı. Bilim adamı olmak isterdi. Asan bir gün kütüphanede “Kökserek”
hikayesini okuyup, biraz üzüldü. Hikayeyi okuduktan sonra eve üzgün şekilde döndü. Gelir
gelmez annesine:

“Anneciğim, Kurmaş neden aptallık yaptı? Kurdun yavrusunu eve getirip ehlileştirmek
istedi, sonunda o kurt yavrusu büyüyüp kendine saldırdı”

“Asancığım. Sen büyüdün artık. Üçüncü sınıf okuyorsun. Kurmaş ise, küçücük
çocuktu o zamanlarda. Üstelik o zamanda okuma yazma yoktu. Senin gibi kitap okuyup
1
Kurdun yavrusu
araştırmadı. Kurdun acımasız, vahşi hayvan olduğunu küçük çocuk bilememiştir. Bilseydi o
da belki senin gibi okuyup, bilim adamı olmak isterdi. Akıllı çocuğum” diye annesi sarılıp,
alnından öptü. Asan ise bir şey anlamış gibi sessizce, kütüphaneden getirdiği kitaplara
bakmaya devam etti.

Beyaz kağıda eliyle kurdun resmini çizdi ve beyaz, gri, siyah renklerle boyadı. Yine
odasındaki duvara yapıştırdı. Kendi çizdiği resimden çok memnundu. “Sadece iki gün kalmış”
dedi ve yine parmaklarıyla sayarak. Dün sabah kurdun saldırısında, koyunun bir tanesini
gördüğünü aklına getirdi ve yüzünü değiştirip, elindeki ucu sivri kurşun kalemle kurdun
yüzünü koyu renkle boyadı, karın tarafına ok resmini çizip, kurdu öldürmüş gibi yaptı. O ok
kurdun karnını delip, diğer tarafından çıkmıştı. Göz önüne şu çizdiği resmi canlanmış gibi
kıpırdamaya başladı. Karnındaki okla beraber Asan’a doğru geliyordu. Asan ise çok şaşkın
haldeydi. Korktuğundan yere oturuverdi. Şu gri renkli kurt kan içinde olsa bile kendine doğru
ilerliyordu. Ok kurdun karnını delip diğer taraftan çıkmıştı. İki gözünde intikam ateşi vardı.
“Nasıl ölmemiştir? Diğer hayvanlar bunun yerinde olsa çoktan ölmüştü” dedi Asan sessizce.
Ama korkusu geçmiyordu. Aniden babasının söyledikleri aklına geldi. Kurdu tüfekle vursan
bile hemen ölmez. Birkaç kere vurduktan sonra ancak ölür. Kurdun böyle bir güçlülüğü
vardır. Hatta kurdun derisini yüzsen bile sesini çıkarmadan yatar”

Asan kendine gelmeye başladı. Kurt durduğu yerde kaldı. Az önce canlanıp gelen kurt
nereye gitti, diye şaşırdı. Şimdi bunu kime söylerse söylesin inanmayacaklar. Sadece hayali
bir durum olduğunun farkına vardı. Eline ikinci kalemi alıp okun üstüne ok çizerek kurdun
üzerini okla doldurdu. “Artık karşıma çıkıver hadi! Yürüyebilsen” diye Asan alaylı şekilde
kurda bakıp güldü. “Kurdun ağzı yesede kan yemese de kan” sözü aklına geldi Kırmızı
kalemle kurdun ağzını boyadı, kendisi bir ganimete rastlamış, vurmuş gibi sevindi.. Son
zamanlarda dışarıya, sokağa çıkıp çocuklarla oyun oynamayı bile bıraktı. Tüm aklı düşüncesi
kurttaydı. Köyün yanındaki göle gidip kurdu kendi gözüyle görmek istedi bir an.
Kahramanca, babasının yaptığı ağaç sadak ve okunu arkasına takıp, evin etrafındaki otların
arasını, gizli yerlerin hepsine bakardı. Dişi kurt bir yere yavrulamış gibi, bütün yere bakardı.
Bütün gün okunu alıp, kurdun resmini çizer ve onun kitapları okumaktan hiç bıkmazdı. Hatta
rüyasında kurdu görürdü.

***

Köye saldıran kurtlar koyun kuzuyu bırakıp artık insanlara saldırmaya başlamıştı.
Sadece küçücük çocukları götürüyorlarmış. Asan bunu duyunca korkudan dondu kaldı.
Duydukaları sanki masal gibi geldi. İnanamadı. “Her şeyi kendi gözümle görmeliyim. Ben
kahramanım. Okumla tüm kurdu öldürürüm. Çocuklara saldırması doğru olmamış. Bir durun,
göreceksiniz tepeye çıkanın nasıl olduğunu!” diye oyuncak gibi oku ve diğer eşyalarını alıp,
yürük atına bindi ve oralara doğru koştu. Köyün sakinleri sadece Asan’ı bekliyormuş gibi
geliyordu ona. Herkes Asan’dan yardım isteyip, çalınan yavrularının geri dönmesini,
kavuşmayı bekliyorlar, Asan’a yalvarıyorlardı. Asan ise köyün sakinlerinin kederini
dinleyerek, intikamla “Kurtlar vadisine” koştu. Gölün diğer tarafına geçip kurtları aradı.
Hiçbir kurdu göremedi, çocukların sesini duyamadı. “Köyün çocuklarını yiyip, bir köşede
gizleniyorsunuz demek, öyle mi?! Hadi, çıkın! Hayvan yemeyi bırakıp insana mı
saldırıyorsunuz?!” diye yüksek sesiyle bağırdı. Karşı taraftan bir gri kurt çıkıverdi. O da
konuşmaya başladı.

“ Sen kimsin ki bana karşı gelecek?” Asan da sinirlendi:

“Ben kendi köyümün kahramanıyım. Tüm neslini yok etmeye geldim. Neden çocukları
götürüyorsunuz? Masum çocuklar size ne yaptı ki?” dedi Asan. Kurt ise diliyle kan olmuş
ağzını bir yalayıp:

“Zira, gelecekte bizim yavrularımıza zararı dokunacak diye yapıyoruz. Köyde yetişen her
çocuk, tek tek kahramana dönüşür ve bizim neslimizi yok ederler. Onun için geç olmadan biz
kendi yavrularımızı korumalıyız.”

“Bunca “kurt” adlı şöhretine rağmen korkuyorsun demek. Kurtlar vurulan oktan bile
korkmazlardı.”

“Sen şimdi köyüne geri dön. Ya da seni de öldürürüz. Sakın uyarmadı falan deme” diye
kurt Asan’ın gözüne ateşli gözüyle baktı.

“Ben seni ve senin yavrularını öldürmeden buradan gitmem. İlk önce, senden
başlayacağım. “Son duanı et” deyip Asan kınından kılıcını çıkardı ve kurda saldırdı.

Sinirlenen kurt da ona saldırdı. Azıcık ileride kurt yavrularının sesi duyuldu. Kamışın
sesinden bazen duyuluyor bazen de duyulmuyordu. Gölün sağ tarafından bir grup kurt geldi.
“Artık saldır” dermiş gibi kurt onlara baktı, sonra Asan’a bakarak ilerledi. Asan arkasındaki
sadağı ile oku çıkarıp intikam besleyen hayvanlara yağdırdı. Sırayla kurtlar düşüyordu ve
bunları görünce Asan şaşırdı. Çünkü sadece bir kere vudulduğunda kurdun kolay kolay
ölmeyeceğini biliyordu. Sadece ilk gördüğü, konuştuğu kurt , zorluk çekiyordu, tek okla değil
yedi okla ve kılıcın etkisiyle öldü. Diğerleri ise ilk okla ölüyordu. Artık sıra onların
yavrularındaydı. “Köpeğin yavrularına benziyormuş” dedi. “Ne kadar sevimli! Öldürmeden
ininde bıraksam mı acaba?! Her neyse tüm kurtlar öldü. Onlar kendileri açlıktan ölürler” diye
aklından geçirdi. Beş yavrunun üçünü öldürüp, ikisini canlı bıraktı. Böylece atına gücü yettiği
kadarıyla kurtları yerleştirip köyüne getirdi. Halkın önüne bıraktı ama çocukları getiremedi,
çünkü onları kurtlar yemiş bitirmişlerdi. Ama kurdun inindeki canlı bırakılan iki kurt yavrusu
hakkında kimseye bir şey demedi.

***

Gece gece uyanarak, rüya mı gördü ya da gerçek mi kendisi de anlayamayan Asan etrafına
allak bullak bakmaya başladı. Sadece rüyasında canlı bıraktığı iki kurt yavrusunu
hatırlayamadı. Böylece o kurdun hepsini öldürüp neslini yok ettim diye düşündü. Artık hiçbir
şekilde korkunç şeyler olmaz, köyün hayvanlarına da kurtlar gelip, rahatsız etmez diye
kendini inandırdı. Rüyasındaki olayları gerçekten hissetmiş gibi kurtların tümünü
öldürdüğünü ve sadece ev hayvanlarının barış içinde hayatını devam edeceğini ve o günün
başladığı karara vardı. Çocuk düşüncesiyle bu rüyasını sınıftaki arkadaşlarına söylemişti.
Sınıf arkadaşları Asan’ın rüyasını farklı farklı yorum söylediler. Birileri kötü durumun
belirtisi diye korktu. Onların yorumuna göre “Gerçekten köye kurtlar gelip çocuklara saldırır
ve birkaç çocuğu götürüp yavrularına verir” dediler. Bunu duyan Asan eve koşarak geldi ve
annesine şöyle dedi:

“Anneciğim, ben dün rüya görmüştüm. Kurtlar hakkında” diyerek tüm olayı anlattı. Şu
rüyama sınıftaki Sünnet böyle yorum yaptı. Diyor ki: kurtlar gelip, bizi görtürürler ve kendi
yavrularına vererek yem edeceklermiş. İyi bir rüya değil” dedi. “Ona dedesi demiş: eğer bir
rüya görürsen gerçekleşir diye. “ Böylece Asan rüyayı gördüğüne bin pişman oldu. Annesi:

“Hmm, yavrum. Neden rüyayı kötü yoruma yormuş o yaramaz Sünnet. Kendisi küçücüktür
rüyadan ne anlar ki?! Dedesi ona iyi rüya gerçeklerşir demiş belki. İyi değil mi tersine bu
rüyan?! Senin gelecekte kahraman olcağının bir işaretidir. Kendin istediğin gibi kurtların
hepsini öldüreceksin. “Asan kahraman” olacaksın. Kahraman evladım” diye annesi kıpkızıl
olmuş iki yanağından sırayla öptü.

Rahatlamış gibi oldu ve duvarda asılı duran kurdun resimlerine dikkatle bakmaya başladı.
Bunca karmaşanın sonunda kış tatilinin geldiğini de farketmemiş. Sabahleyin dayısının
köyüne gideceğini de unutmuştu. Tek düşüncesi kurtlardı. Aniden takvim yapraklarına
bakarken dayısının köyüne gideceği günü gördü ve hemen kalktı. “Yaşasın! Yaşasın!
Dayımın köyüne gideceğim. Sonra ata, eşeğe, taya bineceğim. Koyun sürüsüne bakacağım”
diye içindeki sevincini gizleyemedi ve dışarıya fırladı. Dışarı çıktığında, komşu çocuk
arkadaşları gelmişler ve “kış tatilinin başlamasını kutluyoruz” diye okul üniformlarını
çıkarmadan Asan’ın evine koşmuşlar.

Komşunun çocukları, köyün diğer çocukları da Asan’la oynamaya gelirlerdi. Asan


arkadaşlarını toplayıp eve alır sonra “Koyun kurt” oyununu oynarlar. Oyunun şartı şöyleydi:
eğer dört çocuk iseler ikişer ikişer olurlar, karyolanın üstüne iki çocuk çıkar ve “koyun” olur.
Karyola onlara “ahır” gibi korunma yeri olur. İki çocuk ise yerde “kurt” olarak oynardı.
“koyun” otlamaya ahırdan çıktığında onu takip eden “kurtlar” saldırırdı. Bu oyunda koyun ile
kurt dört ayakla yürüdükleri için, çocuklar da iki ellerini kullanarak oturup dört ayak
yaparlardı. Ve oyunda gerekli olan şey hızlılıktır. Koyun kurtlardan kaçıp kurtulmalı, kurt ise
onların peşinden koşarak yetişip elde etmelidir. Hızlı koşan taraf kendi amaçlarına ulaşır ve
oyunda kazanmış olur. Asan ile Sünnet bu sefer koyun oldular ve ikisi de karşı taraftaki
“kurtlara” yem oldu. Üzgün halde oyunu bitirdiler. Dizlerini kullandıkları için bu oyunu
sadece evde oynarlardı. Çocuk olduğundan evin içini darma dağınık ederlerdi. Diğer
çocukların anneleri, gruplaşan çocukları evi şöyle dursun ağılın etrafına bile sokmazdı.
Asan’ın annesi iyi huyludur, çocukları üzmek istemezdi ve çocuklara karşı sesini
yükseltmezdi. Yaramaz çocuklar buna sevinir her zaman Asan’ın evine gelirlerdi. Çocuklar
dağıldıktan sonra, Asan ile annesi sabah yolculuk için kıyafetlerini hazırladılar. Asan
anneannesi ile dedesine giderken kendi eliyle çizdiği resimleri sarıp çantasına koydu.
Gittiğinde onlara gördüğü rüya hakkında konuşmayı da düşündü. Tüm gece uyumadan bir o
tarafa bir bu tarafa dönüp “yine aynı kurtları rüyamda görsem keşke ve onların kralı olsam”
diye hayal etti. Kurtların hepsi benim söylediğimi yapsalar, ev hayvanları değil de sadece
vahşi hayvanları yeseler, yani sadece faydası olmayan fare ile beslenseler. Böylece yatıp
gözünün nasıl kapandığını bilmiyordu.

Uyandığında sabahtı. Saat altı sularında annesinin uyandırmasıyla zar zor uyanabildi.
Uykusunu alamadı ve iki gözünü yumruğuyla açıp, yatağından kendini zorlayarak kalktı.
Kışın karanlık bir sabah sularında köyün girişindeki tek sokaktan bir otobüs komşu köye
geçerdi. O otobüse yetişmek için acelacele giyindiler. Annesi Asan’ı dayısının köyüne
götürüp tekrar geri dönmeyi planladılar. Asan’ın babası da uyandı. Boğuk sesle:

“Sizi otobüs gelene kadar durağa götürürüm, korkmamanız için” demişti, kendini kahraman
sayan Asan:

“Aman, ben artık yetişkin oldum, babacığım! Neden korkarız ki? Durak da eve çok yakındır.
Korkmayız. Diğer köy sakinleri de vardır tek değiliz herhalde” dedi Asan.
“Tamam oğlum! Bana çekmiş aslan oğlum. Yiğit dediğin böyle olmalı” dedi ve övdü. Asan
daha fazla göğsünü kabartıp:

“Ben kurtların hepsini yok eden kahraman olacağım” diye yine övündü.

Böylece annesiyle birlikte çantalarını alıp yola koyuldular. Sokak başı eve yakın
görünse de epeyce uzaktı. Bir sokağın diğer tarafında göl ile ormanlık vardır. Kışın karanlık
bir sabah vaktinde orman tarafı çok korkunç gözükürdü. Asan ve annesi hariç durağa gelen
kimse yoktu. Asan’ın gözleri allak bullak ederek karşı taraftaki kamışın sesini dikkatle
dinledi. Sanki kurt çıkıverecekmiş gibiydi. Ama o bütün kurtları rüyasında öldürmüştü.
Demek kurtlar yok artık diye aklından geçirdi. Halbuki içinde bir ürperti yok değildi. Birazcık
korkuyordu. Sokağın başı görünür görünmez ışık gözüktü. Bu otobüsün ışığıdır belki dedi. “O
da bu soğuk kışın sabahında en geç yarım saatte burada olur” dedi annesi. Tam o sırada göl
kenarıdan köpek gibi siyah bir şeyin suratı göründü. Yaklaşıyorlardı. Asan bunun tek değil iki
kurt olduğunu gördü ve hemen rüyasındaki küçük yavrular aklına geldi. İki kurt yavrusunu
öldürmeden bıraktığını ve onlar iki büyük kurt olup geldiğini görünce yerinde dondu kaldı.
Fakat bu sadece benim düşüncemdir, gözüme hayalet olarak geliyordur diye düşündü.
Otobüsün gelmesini aceleyle bekleyen annesi iki gözünü uzaktaki iki ışığa dikti. Yaklaşan iki
kurdu az önce farketti. Ne yapacağını bilemeden dondu kaldı. Asan’a ağlarcasına:

“Asan, neden sessiz kaldın? Uyan oğlum. Bu rüya değil. Gerçektir. Hadi oğlum, sen kaç, ben
bu iki kurdun önüne engel olayım” dedi annesi. Kendine gelen Asan bağırarak ağlamaya
başladı. Ama annesinin elini bırakmıyor.

“Ann-nn-ee, sen git, ben bu ikisini şimdi yok edeceğim, okumla öldüreceğim” diye
sayıklamaya başladı.

“Hadi, yavrum acele et, kaç diyorum sana eğer kaçmazsan ikimiz de onlara yem oluruz” diye
annesi tüm sesiyle bağırdı. Kalın karda kaçıp kurtulmak imkansızdı. Annesinin elinden hemen
çıkıp, kara tökezlenerek iki gri kurda doğru yürüdü. Bir iki adımdan sonra yere düştü.

“Hay-ıı-r” diye çığlık attılar.

Aç kurtlar hemen ikisinin yanına gelip, saldırdı. Hop hop diye büyük ağızlarıyla, sivri
dişleriyle dişledi. Asan ile annesinin “İmdat” diye çığlık atan seslerini kimse duymadı. Şahit
olanlar sadece gökyüzündeki yıldızlar ve parlayan apak Ay’dı.

Bunların hepsi yirmi dakikada olup bitti. Otobüsün ışığı yaklaştığı zaman, sokak durağında
sadece ayak tabanları ile eller kalmıştı...
Bu olayı halk uzun yıllardır unutamadı. Ağızdan ağıza, efsaneye dönüşen olay tüm
köylere, mahallelere, şehirlere kadar yayıldı. Kurdu araştıran, sadece gündüz gece onlar
hakkında düşünen “Kurtların kahramanı” olacağım diyen çocuk Asan’a halk saygıyla köydeki
sokak ismi olarak “Kurt Asan” ismini verdiler...

SIRLIBEK2 (Hikaye 2)
(GERÇEK HİKAYEDEN ALINMIŞTIR)

Her zaman kendimi yalnız hissederim. Annem ve babam, kardeşlerim var ben ise evin
en küçüğü ve en şımarığıyım. Fakat yalnızlık benim dünyama sinmiş gibiydi.

Evde vakit geçirmem, kendi evime, aileme yabancı, misafir olarak gelip gidiyorum.
Beş yıldır zorluklara, yalnızlığa alışmaya başladım. Ama her gün annem ve babam,
kardeşlerimin yanında olmayınca, onlarla beraber yaşamayınca ortanca abimle beraber okula
gitmeyince her şey boşuna. Şu an amcamın evindeyim. Benim hayatımı, anne ve babamın,
kardeşlerimin hayatını değiştiren evdeki büyük ağabeyim... Ortanca ağabeyim Nurlıbek
benden yaşça bir yaş büyük, altıncı sınıfa gidiyor. Ben ise beşinci sınıftayım. Büyük
ağabeyim Sırlıbek evde... beş yıl önce okulu bitirir bitirmez tedavisi olmayan bir hastalığa
yakalandı. Ama ben her zaman umut ediyorum. Benim ağabeyim iyileşir, iyileştikten sonra
tüm köye hayır yemeği dağıtır, düğün yaparız.

Onun hastalığı başladığında kendini çocuk gibi hissederdi. Akrabalarımızın evine


gider, aklında ne varsa her şeyi söyler, çoğu zaman hayaletler gördüğünü iddia eder, kendini
tuhaf gösterirdi. Hastalığın daha yeni başladığı dönemdi. Fakat kimse hasta demezdi çünkü
doktora gidip teşhis konmamıştı. Sokak sokak gezerdi. Hatta bilmediği yerlere gidip dururdu.
Akşamleyin eve dönerdi. Gelir gelmez anneme kızardı, hakaret ederdi bazen ortanca
ağabeyimi vururdu. Babam işten geç dönerdi ve bunun gibi haraketlerine pek rastlamazdı.

Olay şöyle başlamıştı. İşten geç gelen babam ağabeyimin şu anki halini görüp
şaşırıyor. Babam ve annem çocuklarına hiç vurmazdı. Üstelik sesini yükseltmezdi. Her gün
aynı şeyleri yapsa da işten daha yeni gelen annem bugün yine şaşkın haldeydi. Ağabeyimi
hastalığa kıyamıyorlardı sadece sarhoştur belki, geçer diye avuttu kendilerini. Zira

2
Sırlıbek anlamı sır, tılsım anlamındadır.
ağabeyimin yaptıkları haraketleri sağ insanınkine hiç benzemiyordu. Sırlıbek ağabeyim,
annemin ve babamın çok uslu, sabırlı insan olduklarını bilir. Saygı şöyle dursun, hiç
çekinmezdi. Bu yüzden bana veya Nurlıbek ağabeyime vururdu. İlk kez elindeki kaşığı bana
fırlatarak gözüme vurmuştu. Çok korktuğumdan annemin yanına gelip gizlenmiştim. Babam
ile annem ağabeyimi alıp şehir merkezindeki psikoloğa gitmişlerdi. Hastalık daha yeni
başladığı için ağabeyim babamın dediklerini yapardı o zamanlar. Herhangi bir hastaneye veya
hocalara sessizce giderdi. Farklı psikologlara gösterdiler, çeşitli ilaç verdiler. Aylar geçtikçe
hastalık iyileşmenin yerine daha da kötüleşiyordu. Artık ağabeyimi babam diğer şehirlere
hatta yurt dışına götürdü, gitmediği yer kalmadı. Gidilecek yerlere artık gitmem demeye
başladı. Güç kullanarak götürdüklerinde amcalarımdan yardım istediler. Sırlıbek ağabeyim
babamdan korkmuyordu artık sadece amcalarımdan korkmaya başladı. Falcı, şaman, evliya,
hoca her yere götürdüler. Hastalık daha da kötüleşti. Evdekileri rahatsız etmeye devam etti.
Sonra beni amcalarımın evinde bir süreliliğine kalmaya gönderdiler. Sılrıbek ağabeyimi evde
tedavi etmeye karar verdiler. Zavallı anacığım gün geçtikçe endişeyle, üzüntülerle yaşamına
devam etti. Bana da az biraz dayan diye amcalarda kalmam için ikna ettiler. Başka çare yoktu.
Ben günler sayarak evime ne zaman döneceğim diye geçirdim. Böylece kocaman beş yıl
geçmiş. Bugün yine Aynur’un evinden çıkıp okula gidiyorum. Aynur benim kuzenim.
Amcamın kızı. Yaşça bir buçuk yaş küçüktür. Ama ikimiz öz kardeş gibiydik. Bu nedenle
amcamın evinde kalırdım.

***

Sırlıbek ağabeyimin kafasını köydeki bir traktör ezmiş hastalığı ondanmış diyorlar.
Bunu görenler söylemiş. Ağabeyimin beynine zarar gelmiş ve bu duruma maruz kalmış diye
düşündük. Başka bir görüşler de vardır. Yine bir seferinde ağabeyim eniştemizin köyüne
gezmeye ve dinlenmeye gitmişti. Gittiği gün gece tek başına bir göle girmiş. Geceleyin gittiği
için ağabeyimin içine cin min girmiş olabilir diyorlar. Bu durumu orada yaşayan kuzenim
söylemişti. Ağabeyimin hastalığı hem dini hem bilimsel açıdan incelenmeye çalışıldı. En iyi
doktorlara götürdüler, beyin MR bile yaptırdılar. Ama bir sorun yoktu, temizdi. Kimse bir
teşhis koyamadı. Beynine zarar gelmemiş, tertemiz çıktı.

Hocalara götürdüğünde, ağabeyimin içinde bir cinin olduğunu söylediler ve o cin


Sırlıbek ağabeyimin boynundaymış. Ağabeyimin boynunu sıktığında ağabeyim sinirlenirmiş.
Tüm kur’an sürelerini okuyup cini çıkaramadılar. Tek hoca bunu yapamayacağını söyleyip
birkaç hocalarla beraber yapabileceklerini söylemişti. Fakat babam bunun dediklerine
inanmadı. Biz inanmak isterdik. Ama boşunaydı her şey. Ağabeyim gibi birçok kişi
hastalanmış ve ailelerini üzmekteydiler. İlginç olan nokta Sırlıbek ağabeyim kitabı çok
okurdu. Hatta günde bir kitabı bitirirdi. Buna çok şaşırırdık. Bunun sırrı neydi?..

Köydeki tüm herkes ağabeyimden korkardı. Oysa onun yabancılara hiç zararı yoktu.
Ama herkes onu hasta olarak bildiği için uzaklaşırdı. Benim okulda bazı öğrenci
arkadaşlarım dalga geçerdi. “Senin deli ağabeyin var değil mi?! Uzak dur! Bize yaklaşma!”
diye küçümserdi. Nurlıbek ağabeyime de öyle yapardı. Ama biz yine de pes etmedik. Aldırış
etmedik. Sırlı ağabeyimin sadece evdekilere ve bize zararı vardı.

Bir gün Sırlıbek ağabeyim Nurlıbek ağabeyime yaklaşarak, elindeki bıçakla


saldırmıştı. Nurlıbek ağabeyim karnına giren bıçaktan kan kaybı ile hastanelik olmuştu. Kan
yetersizliği ile zor durumda kalmıştı ve sonunda komada azraille savaşmıştı. Sırlıbek
ağabeyim yaptığı bu hareketlerini hemen unuturdu. Yine bir gün evde sadece Sırlıbek
ağabeyim ile annem kalmıştı. Ağabeyim sigara çok içerdi her gün bir iki kutu bitirirdi. O gün
sigarası bitmiş ve anneme yüksek sesle “bana hemen sigara bul, sucuk getir” demiş. Sucuğu
da çok severdi. Annem ne yapacağını bilemeden donup kaldığında, orada ağabeyim
arkasından maşa ile vurmuş. Annem oracıkta bağırmış ve komşular duyarak gelip yardım
etmişler.

Sırlıbek ağabeyim evin altını üstüne getirirdi ve her yeri çöp ederdi hatta tuvaletini
evde yapardı. Evin içindeki mobilyaları, kilim halıları yakmıştı bir keresinde. Çok acıktığı
zaman dayanamazdı ve elinde ne varsa etrafa atardı. Öylece cinnet geçirirdi.

Bu olayı tüm köy, kasaba, komşu, mücavirler duydu. Onların dediği şey: “bu insan
olamaz tımarhaneye teslim edin” derlerdi. Herkes böyle akıl verirlerdi, kendi öz evlatları
olmadıkları için anlamazlardı. Sonunda komşu, köyün şikayetiyle ağabeyimi tımarhaneye
teslim etmeye mecbur bıraktılar.

Kıyamıyor. Ana yüreği öz evladını, canını, yavrusunu, tımarhaneye teslim etmeye


kıyamıyor. Çünkü, tımarhaneye götürmek demek ağabeyimin ölmesi demektir... Ömür boyu
orada bırakmak demektir. Bunu kim anlar?! Annem ve babam bu yüzden tımarhaneye
bırakmak istemiyordu...

Çoğu zaman babam işleri olduğu için dışarıdaydı, eve ancak akşamleyin gelirdi veya
iş seferi olduğu için gelmezdi. Bu sırada anacığım zor olsa bile Sırlıbek ağabeyimle beraber
kalırdı. Çünkü ona bakmazsan evi yakabilirdi. Nurlıbek ağabeyim de evde ama o daha küçük
yaşta olduğu için onu dinlemezdi.
Bugün dersten erken çıkıp kendi evime uğramak istedim. Her zaman sabırlı canım
anacığımın halini sormak için gelmiştim... Eve girdiğimde kimse yok gibi sessizdi. Salona
girdiğimde çekyat üzerinde annemin inilti sesi geliyordu. Ama oldukça sessiz yine de ses
duyuluyordu. Ağlıyordu. Yaklaşarak:

“Anneciğim, bir şey mi oldu?” diye yanına oturdum. Annem bana bakmadı ve: “Hiç bir şey
olmadı yavrum, sadece gözüme toz kaçtı. Acıyor” dedi.

Fakat annemin gözünün değil canının acıdığını, yüreğinin ağrıdığını benim çocuk
duygularım hissetmişti. Gözlerinden akan yaş, yaş değil de kan gibiydi ve ben de annemle
beraber ağlamaya başladım. Benim ağlama sesim yükselmişti. Annemin böyle bir acı
durumda ilk kez görmekteydim. Aslında hiç bir ebeveyn göz yaşlarını çocuklarına göstermez.
Fakat bu kadar zorlukları aşan annemin kalbi dayanamamıştı. Ben ise:

“Ağla anneceğim, her şeyi çıkar, rahatlarsın ağla, içinde tutma! Eğer böylesi iyiyse ağla,
durma ağla!”

Annemi kucağıma alıp durmadan hıçkırarak ağlamaya devam ettim. Ama annem sesini
çıkarmadı, sadece göz yaşları dökülüyordu, ürkmüş yetim çocuk gibiydi.

“Sizi çok seviyorum, yavrularım, Sırlıbek’e nasıl kıyarım. O benim ilk evladım, kuzum...”

Sonunda sesini çıkarmaya başladı. Annemin canı çok sıkılmıştı, evladına kıyamıyordu,
ağabeyimi ölüme götürüyormuş gibi ağladı. Ama ben bu duruma üzüleceğimi veya
sevineceğimi bilemedim çünkü ağabeyim giderse ben kendi evime dönerdim. ..

Amcalarım sabah erken bir araya geldiler ve Sırlıbek ağabeyimi götürmeye


hazırlandılar. Babam Sırlıbek ağabeyimin bir o tarafına bir bu tarafına çıkıp kıyamıyor.
Annem ise gözleri şişmiş halde, ağabeyimin sıcak kıyafetlerini hazırlıyor. Tam arabaya
binerken annem hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Ben de annemle beraber ağladım.
Akrabalarım, amca, halalarım annemi avutmaya çalışıyorlar: “Umay, ağlama canım, Sırlıbek
ölüme gitmiyor ki, istediğin zaman gidip görebilirsin” diye teselli ediyorlar. Zavallı
anneciğim kimsenin dediklerini duymuyordu ve ağabeyimin yakasını bırakmıyordu. Ağlayan
sesi tüm köye duyuluyordu. Daha yeni tan ağarmıştı ve annemin sesiyle herkes uyanmış
gibiydi. Hatta acı sesle yarışarak köpek sesleri, horozun, kuzunun, koyunun, tüm hayvan
sesleri adeta yarışıyorlardı. Herkes ağlıyormuş gibiydi. Bununla birlikte sonbaharın kara
ağaçlarındaki yapraklar bile bu sesle beraber ağlayıp yapraklarıyla vedalaşıyordu. Bazı
sararmış yapraklar dalından koparak yere düşüyordu. Evladından ayrılmış benim annem
gibiydi. Kanadı kopmuş gibi annemin gözlerindeki yaşlar yere düşüyordu. Az süre içinde
bulutlar bir araya gelerek yağmur yağmaya başladı. Tüm dünya tüm insanoğlu sanki anlaşmış
gibiydi. Yüzümüzdeki acı gözyaşlarını, yağmur damlaları yıkadı. Gürültülü gökyüzü bile bu
duruma acıyordu.

Sırlıbek ağabeyimin tılsım hastalığının nedenini ve neden kitaba düşkün olduğunu


kimse bilemedi. Bir sır olarak kaldı. Belki adı gibi zatı da “Sır” oldu. Zavallı annem
hıçkırarak arabanın arkasından koşarak kaldı. Araba toz olup kaybolana kadar yavaşlayıp
kaderin cezasını kabul etti. Neyin cezasıydı?..

Yazar: Banu Nagashbekova

You might also like